01.06.2015

Transkript

01.06.2015
1
Hasan Şerif
SÖYLEŞİ
Peşmerge
bir ses
Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL
Sayı:56
01 - 07 Haziran 2015
basnews.com
S16
Üç parçadan Barzani’ye:
Bağımsızlık
konusunda
arkandayız
S04 - 05
Nazlı Ilıcak:
Bağımsızlık
olgunlaşmışsa önü
kesilemez
S10
‘PKK ve PDK-İ
çatışması İran’a
yaradı’
S08 - 09
HAK-PAR Başkanı Demir:
Kürd yurtseverleri
bizi desteklemeli
S11
Sığınmacılar için
nefret çanları S14
Kanada Kürdleri
Dünyanın
kıyısındaki Kürd
S15
toplumu
Halep’te kuşatma
Girêspî’de
ilerleme
S07
Bambaşka bir Türkiye seçimi!
Türkiye siyaseti en gergin ve en kasvetli seçimlerden
birini yaşıyor. Hafta sonunda yapılacak genel seçimlerin önceki benzerlerinden farklı anlamlar taşıdığı
konusunda herkes hemfikir. Politik ve toplumsal alanlarda birçok şeyin eskisi gibi olmayacağı 7 Haziran’da
sadece parti programlarının değil bambaşka bir
Türkiye’nin de oylaması yapılacak.
Kürdistan’ın hastalığı: Brakujî
BİLAL SAMBUR
s05
Seçim öncesi atmosfere göre 8 Haziran sabahı
Türkiye uzun bir aradan sonra yeniden bir koalisyon dönemine de uyanabilir. Kasvet, gerginlik ve
karmaşanın hakim olduğu seçimde çıkacak tablodan
ilk etkilenecek olanların Kürdler, Çözüm Süreci ile
Cumhurbaşkanı Erdoğan olacağı da herkesin üzerinde uzlaştığı bir konu.
S02 - 03
8 Haziran
MESUT YEĞEN
Piyasanın payandası kimlik
s07
FERHAT KENTEL
s12
Türkiye’nin mahpus çocukları
Tellere takılan hayatlar
Adalet Bakanlığı’ının açıkladığı verilere göre Türkiye genelinde 510 çocuk
anneleriyle birlikte cezaevinde kalıyor.
Çocuk cezaevlerinin kapatılmasına
yönelik sürdürülen çalışmalar devam
ederken anneleriyle birlikte cezaevinde olan çocuklar, sağlıklı gelişim,
eğitim, oyun ve sağlıklı beslenme haklarından da yoksun kalıyor. Karıştıkları suçlardan dolayı cezaevine kapatılan
ya da annelerinin ‘suçlarına’ ortak
edilen çocuklar için mücadele ederken
hepsinin ortak sorusu; “Bu çocukların
orada ne işi var?”
S12 - 13
02
BasHaber SÖYLEŞİ
01 - 07 Haziran 22015
MANŞET
7 Haziran aslında neyin seçimi?
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu güne tam 23
kez genel seçimler için halk sandık başına gitti. 7 Haziran
2015’te yapılacak 24. genel seçimler için tüm partiler hazırlıklarının son safhasına gelirken, son seçimlerin önceki 23
seçimden bariz fark ve anlamlar taşıdığı konusunda herkes
hemfikir. Türkiye’de bu güne kadar yapılmış tüm seçimlerden farklı olarak toplum en gergin ve en kasvetli seçim
dönemini yaşıyor. Kimilerine göre 7 Haziran sonrasında
politik ve toplumsal alanlarda artık birçok şeyin eskisi gibi
olmayacağı son seçimler, sadece parti programlarının değil
bambaşka bir Türkiye’nin de oylaması yapılacak.
Bazı partilerin ‘diktatörlük mü, demokrasi mi?’ ayrışmasının son durağı olarak da tanımladığı 7 Haziran seçimlerinde liderler ve partiler adeta savaşırcasına meydanlardan
vatandaşı ikna etmeye çalışırken, yapılan anketlere göre ise
vatandaşın gündeminde seçim tartışmalarının yoğunluğu
ilk kez bu kadar düşük geçiyor. AKP’nin ‘yeni Türkiye ve
başkanlık sistemi’ vurgularıyla götürdüğü kampanyaya
CHP uzun yıllardan sonra ekonomi ağırlıklı bir kampanyayla karşılık veriyor. MHP’nin geçmişteki 10 yılı ‘ihanet
yılları’ olarak tanımladığı kampanyasıyla çıktığı meydanlarda hem seçmenin hem de diğer partilerin ve medyanın
ilgisini çeken bir diğer parti ise HDP.
Kürdlerin sorunlarının çözümü, başkanlık, bölgesel
siyaset ve dünya ile ilişkiler, işsizlik, ekonomik büyüme,
bölgedeki iç savaşlar, yolsuzluk, muhafazakarlaşma, kadrolaşma, hukuk alanındaki budamalar ve basın özgürlüğü
gibi tartışmaların son birkaç yılın gündemini oluşturduğu
Türkiye’de sandık başı öncesinde bir kamplaşma ve cepheleşme yaşanıyor.
Ortaya çıkacak tabloyu kimsenin kestiremediği, farklı
anket sonuçlarının uçuştuğu ancak özellikle HDP’nin parti
olarak seçimlere girme kararı ve oluşturduğu rüzgarın etkisiyle alevlenen bu vuruşmanın 8 Haziran itibariyle ortaya
çıkaracağı tablo ise ülkedeki siyasi odakları ve partileri
düşündüren bir etkiye sahip. Analizlere göre HDP’nin barajı geçmesi halinde AKP’nin 12 yıllık iktidarının sonunun
başlangıcı olacak. AKP’nin hem başkanlık hem de Çözüm
Süreci konusunda anayasal değişikliği yapabilecek sayıya
ulaşmayı hayati derecede gördüğü 7 Haziran’da nasıl bir
tablo ortaya çıkarsa çıksın, hiçbir partinin tam anlamıyla
memnuniyet olasılığı olmadığı anlaşılıyor. İktidar partisinin Başkanlık sistemine geçişte referandumu olarak
gördüğü seçimlere diğer tüm partiler de siyaset sahnesinde varlık sürdürüp sürdüremeyeceklerinin testi olarak
yaklaşıyor. Seçim öncesi atmosfere göre 8 Haziran sabahı
Türkiye uzun bir aradan sonra yeniden bir koalisyon
dönemine de uyanabilir. Kasvet, gerginlik ve karmaşanın hakim olduğu seçimde nasıl bir tablo çıkarsa çıksın
bundan ilk etkilenecek olanın Kürdler ve Çözüm Süreci ile
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olacağı da herkesin
üzerinde uzlaştığı bir konu. Koalisyon olasılığı durumunda
AKP’nin en yakın partnerinin MHP olacağı olasılığı ise
Çözüm Süreci’nin nasıl bir noktaya evirileceği konusunda
iyiden iyiye zihinleri karıştırıyor. AKP’nin tek başına iktidar olmayı başarıp başarmayacağı şimdiden kestirilemezse
de ortaya çıkacak tablonun Türkiye için yeni ve zorlu bir
aşama olacağı açık. AKP ve HDP’nin seçimlerde alacağı
sonucun Türkiye’nin en uzun ve en ağır sorununu nasıl
etkileyeceğini akademisyen, siyasetçi ve analistlere sorduk.
Uzmanların bir kısmı önümüzdeki yılları ‘tehlike’ olarak
tanımlarken, kimisi de belirsizliğin süreceği görüşünde.
Beşikçi: MHP ile koalisyon
olumsuzluk doğurur
Mevcut durumda Türkiye’nin zaten fiilen
yarı başkanlık gibi bir sistemle yönetildiğini ifade eden Sosyolog ve Araştırmacı
İsmail Beşikçi seçim sonuçlarında HDP
ve Kandilin rolünün zayıflama ihtimalinin
olumsuz bir süreç başlatacağını düşünenlerden. Beşikçi, MHP’nin HDP rolünün
sıfırlanması halinde koalisyona katılabileceğini ifade ederek, “AKP, hükümeti
kuracak kadar milletvekili çıkaramazsa,
HDP barajı aşarsa, AKP, MHP ile koalisyon yaparak hükümeti kurar. Bu, çözüm
açısından olumsuz bir durumdur. Çözüm
Süreci zaten hükümetin inisiyatifinde
yürütülüyordu. Hükümetin rolü daha da
artar. Kandil’in rolü, HDP’nin rolü çok
daha zayıflar. Bu da devlet-hükümet için
bir çözüm olur, Kürdler için değil. MHP
rolünü artırır. MHP, “Kandil’in rolü,
HDP’nin rolü sıfırlanırsa koalisyona varım”
diyebilir. HDP barajı aşamazsa, hükümetin
rolü doğal olarak artar. Kandil’in, HDP’nin
süreçteki rolü zayıflar. AKP’nin 367’ye
ulaşacağını düşünmüyorum. 330’u da
bulamayabilir. Ama hükümeti tek başına kuracak kadar milletvekili çıkaracağı
kanısındayım. Türk usulü başkanlık zaten
uygulanıyor. Yargı denetiminin, siyasal,
toplumsal hiçbir denetimin söz konusu
olmadığı bir başkanlık. Bu fiili olarak zaten
yürürlükte. Böyle bir başkanlık için MHP
ile anlaşarak 367’ye ulaşmak da aranabilir”
şeklinde yorumluyor.
Abdulselamoğlu: MHP-AKP
koalisyonu 90’lı yıllar demek
HDP’nin barajı aşamaması halinde
Türkiye’yi kolay günlerin beklemeyeceğini ifade eden Sosyolog - Kürdolog-Yaşar
Abdulselamoğlu ise olası bir MHP-AKP
koalisyonunun Türkiye’yi 90’lı yılların karanlığına sürükleyeceğini düşünenlerden.
HDP’nin baraj altında kalması halinde Türkiye siyasetinin meşruiyet krizine gireceğini ve bir çılgınlaşma döneminin başlayacağını savunan Abdulselamoğlu, “AKP-MHP
koalisyonu Türkiye’yi 90’lı yıllara götürür.
Sorun bölgedeki diğer “çözüm” şekillerine doğru evrilir. Dört partili bir mecliste
koalisyon ve hükümet oluşturma kombinasyonları daha fazladır. AK Parti MHP
ile değil, CHP ile de kolalisyon kurabilir.
Ayrı partilerden bazı milletvekilleri kişisel
destek verebilir. “Transfer” olabilirler.
Ancak, HDP merkez sol bir parti kimliğini
geliştirmek isterse, koalisyon içinde yer almayabilir. Ana muhalifi oynayarak CHP’yi
iktidar olmaya zorlayabilir. Bu durumda,
yükseliş trendini arkasına almak ister.
“Çözüm” sermayesini salt AKP’ye bırakmak
istemez.
HDP barajı aşamazsa, Erdoğan niyetlerini gerçekleştirir, sonradan Türkiye
erken seçime gitmek zorunda kalır. Çünkü,
Çözüm Süreci’ne nostaljiyi yaratacak
gelişmeler olur. Örneğin %9.9 ile barajın
altında kalmak Türkiye siyasetini meşruiyet krizine sokar. Türkiye siyasetinde,
zaten bitmeyen çılgınlaşma yeni bir hız
alır. HDP barajı aşsın, aşmasın, Kürd
siyasetlerinin önünde temel sosyolojik bir
ihtiyaç var, Kürdlerin modern bir bilinç ve
kültürle kendilerini tanıma, tanımlama ve
tanınma ihtiyaçlarına cevap verme. AKP
de, seçimlerde istediği sonuca ulaşsın;
başkanlık sistemine geçsin geçmesin
karşısında Çözüm Süreci’ni etik bir diyalog
düzeyine taşıma vazifesi var. Bu yapılmazsa, Türkiye’yi iyi günler beklemez. AK
Parti Çözüm Süreci’ni kurtarmak isterse,
normalde ittifakı HDP ile yapar diye düşünebiliriz. Ama HDP Erdoğan’ın “tek adam”
rolünden çekindi, ayriyeten siyaseten
tek adam figürüne karşı tavır almasının
getirilerini farketti. Bu nedenle, Erdoğan
ile uzlaşmamak HDP için ilerisi açısından
karlı. Erdoğan’ın kişisel figürünün yarattığı bu özel durum olmazsa, HDP AK Parti
ile tarihi bir işbirliği içine girerek, çok
uzun süre devam edebilecek bir ortaklığa
evet diyebilirdi.
Davutoğlu, Türkiye’nin en büyük
kazanımı ve sermayesinin “Çözüm Süreci”
olduğunu söylemişti. Herhal bu inanılarak
söylenmiş bir söz, bundan ne kastetmişti?
Herkes, Kürdlerin Ortadoğu ve dünyada artan önemlerini görüyor. Güney’de Kürdler
devlet ilan etmekle karşı karşıyalar. Bir yıl
içinde büyük ihtimalle bu gerçekleşecektir.
Irak bölünmüş durumda, Suriye bölünmüş
durumda, İran’ı hiç iyi günler beklemiyor.
Bölge’de etnik ve dini kimlikler tarihin
en hızlı inşa süreçlerini yaşıyorlar. Bütün
bunlar Kürdler için son derece önemli
sosyolojik dönüşümler. HDP’yi %10’luk
barajı aşma aşamasına getiren süreçler;
Bölge’deki bu kimlik inşa süreçlerinden
ayrı değildir. Güney’de ve Rojava’da da
Kürd kimliği çekim merkezi durumuna gelmiştir. Türkiye siyasetindeki Kürd kimlik
söylemlerinden; tahrip, inşa ve şeytanize
etme ya da “ulussuzlaştırma” süreçlerinden
farklı olarak toplumun bir muhayilliyesi
vardır. Bu siyaset ya da ideolojiden daha
kalıcı olan bir sosyolojik olgudur. Barajı
aştıracak olan herşeye rağmen Kürdlerin
toplumsal ulus muhayilliyesidir. Aslında,
bugün Güney’de de Kürdleri tek başına
düşünmemek lazım. Orada da Kürd kimliği
bütün diğer azınlık ve kimlikleri etrafında
toplamıştır” şeklinde okuduğunu belirtiyor.
Sever: Baraj aşılmazsa HDP’de
kırılma yaşanabilir
HDP’nin ve Kürd kesiminin ihtiyaç duyduğu gücün hükümet olduğunu ifade eden
Eski Milletvekili M. Emin Sever ise barajın
aşılmaması durumunda HDP’ye bir fatura
kesilebileceğini ve bunun bir kırılmaya
neden olacağını dile getiriyor. Sever şöyle
devam etti: “Hem barış sürecini devam
ettirecekleri, hem de ilerde bir koalisyon
ihtimali olursa, bunu yapacakları güç hükümettir. HDP’yi destekleyen bazı kesimler
var; Kemalistler, Doğan Grubu ve parelelciler. Bizim çevremizde de HDP’ye oy vereceğini söyleyen Kürd olmayanlar var. Ne
kadar samimi olduklarını bilemesem de,
dış kesimlerden HDP’ye kendi menfaatleri
için ya da AK Parti’nin tek başına iktidar
olmaması veya başkanlık sistemine engel
olmak için öncelik veriyorlar, kanallarında
yer veriyorlar. Bu yanıltıcı bir durum. Ben
devlet ile İmralı arasında neler konuşulduğunu bizlere intikal edenler dışında
bilmiyorum. Kürdler, bu sorunu çözmek
istiyorlarsa bunun yolu iktidarla uzlaşmaktır. Muhalefet değil, o da ancak iktidarı
biraz daha yola getirerek, söylemlerine
dikkat ettirerek. Örneğin; ‘Kürd yoktur,
Kürd sorunu yoktur. Tek devlet, tek millet’
yerine biraz daha Kürd sorununu çözmeye
evirilecek veya zıtlaşmaları engelleyecek şekilde işlenirse daha sağlıklı olur kanaatindeyim. Sonuçta mevcut cenah ve ‘altıgen’
MANŞET
BasHaber
01 - 07 Haziran 2015
3
SÖYLEŞİ
kesimlerle HDP’nin bu sorunu çözebileceğini
sanmıyorum. Varsa, yoksa yine AK Parti ile olur
çünkü Çözüm Süreci’ni biz götüreceğiz diyen
kesim onlar. Diğer kesimde böyle bir söylem yok.
Türkiyelileşmek ise, Türkiye’de yaşıyoruz.
Ancak böylesine bir gaye, bunca mücadele ve
ölüm, 30-40 yıllık süreçte 30-40 bin ölüm sonucunda Türkiyelileşmek hedefi değildir. Kürdler
kendi coğrafyalarında bir takım devlet benzeri
yapılar, otonom birlikler gibi Osmanlı içerisinde
yaşamışlarken ‘Türkiyelileşmek’ gibi bir hedefi
olmamalıdır. Kürdlerin bir statüye sahip olması
gerekiyor ya federasyon ya özerklik ya da çok
genişletilmiş yerel yönetim imkanı şeklinde.
Egemenliklerini kendi yerel yönetimleriyle, dilleriyle, kültürleriyle, varlıkları ve her şeyleriyle
kurmalılar. Hedef bu olmalı. Türkiyelileşmek
için bu kadar mücadele verilmez.
Türk Solu ve Alevi tabanı koalisyondan
yana olmayabilir ama sonuçta hükümetin bir
parçası olmak Kürd sorunun çözümü anlamın
da bir takım imkanları beraberin de getirebilir.
Bu imkanları insanlar isteyebilir. Bir kaç tane
bakanlık diyelim. Kürd sorunun çözmek anlamın
da bir takım sözler ile dışarıdan destek. Veyahut
hükümet içerisinde yer almak. Batılıların, Türk
Solu’nun ve Alevi tabanının AKP ile ortaklık
yapılmasına hoş bakmayacağı düşünülebilir
ve engel de olmak isteyebilirler ama hükümet
olmanın avantajı Kürd sorununun çözümü ile
ilgili bir takım anlaşmalar söz konusu olursa
ortaklık gerçekleşebilir. Bu nedenle bir takım
kırılmalar olabilir. Kürdler içerisinde DBP ve
HDP’nin duruşundan rahatsız olan kesimler
zaten var. HDP barajı geçemez ise bu kırılma
derinleşebilir, süreç bize gösterecek. Baraj
aşılamazda bu kırılma yaşanırsa bunun faturası
birilerine kesilebilir. Bu fatura Kandil, İmralı ve
HDP içerisinden muhtemelen de HDP’ye kesilir.
Bu kırılmanın ardından Güney Kürdistan-KDP
çizgisinde bir eğilim oluşabilir. Kısa sürede
mümkün görünmese de süreç içerisinde gerçekleşebilir, çünkü Kürdlerin büyük bir kesimi bu
taraftadır. Bu elbette uluslararası konjonktür ve
Güney’in Türkiye ile olan ilişkilerine de bağlı.
Güney’de Türkiye’nin iç politikalarına katılmayı
uygun görmüyor. Bu yüzden süreç kimsenin
tekelinde değil. Eğer halklar aynı haklarla
yaşayacaksa bu olabilir.HDP’li olmayan Kürdler
de HDP’nin barajı geçmesini isteyebilir ancak
projeye karşı çıkmaya devam etmeleri de söz konusu. Türkiyelileşme hedefi bunca kıyım ve köy
yakmanın yanında azdır. Türkiyelileşme, Kürd
ulusunun hedefi değildir. “Türkiyelileşme” ancak
tüm statülerin değişmesiyle olabilir. Kürdler,
diğer azınlıklar durumunda değildir. Kürdler
kendi topraklarında yaşayan bir halk. Yüzyıllarca
inkar edilmiş hakları var. Birçok ülkenin boyunduruğun da yaşamış 45 milyon insanın hakları
var, artık özgür yaşamaları gerekiyor. Statünün
ne olacağını bilmiyorum; federasyon, özerklik,
bağımsızlık olabilir ama kendi topraklarında
kendi egemenliklerinin olması şart.
Bucak: Türkiyelileşme
masaya yatırılabilir
HDP barajı geçerse, önce HDP projesi üzerinde durulacağını, Türkiyelileşme projesinin ilk
gündem olacağını ancak geçememesi durumunda bu projenin ciddi ciddi masaya yatırılacağını
ifade eden PDK Başkanı Sertaç da, “DBP şimdiki
gibi kalacak ve HDP Türkiyelileşme projesinin
devamını getirmeye çalışacaktır. Ancak PKK
içerisindeki güçler dengesi veya Öcalan faktörü
ne olacak. Ben eğer HDP barajı aşarsa başkanlık
sistemine yani Tayyip Erdoğan’a destek vereceğini düşünüyorum. Barajı geçerse HDP’nin
kendisi sorun yaşayacaktır çünkü HDP bileşeni
olan bazı kesimler başkanlık sistemine sıcak
bakmıyor. HDP barajı geçerse de başkanlık sistemini destekleyecek, geçmese de destekleyecek.
Selahattin Demirtaş’ın “Seni başkan yaptırmayacağız” söyleminin sahipleri gerçekten siyasi
insanlarsa HDP ile yollarını ayırmaları gerekir,
o yüzden bir kırılma yaratır. Kuzey Kürdistan’da
HDP’ye zımnen de olsa, namus belasına da olsa
oy verenlerin, bir daha HDP’yi destekleyeceğini
düşünmüyorum. Hatta kendi içerisinde ciddi
sorunlar yaşanacaktır. Kürdler bu işin hamalı
konumunda ve bu insanlar yıllardır bedeller ödedi, acılar çekti, hala da durum öyle. Bu durum da
Kürdler neden Türkiyelileşme diye ısrar etsin.
Kürdlerin köyleri, evleri yakılmış bu dava uğruna
evlatları dağlara çıkmış can vermiş, şimdi bu
insanlar sormaz mı bunca acı bunca mücadele
Türkiyelileşmek için miydi diye? Bakın ben illa
da Türkiye bölünsün falan demiyorum. Bu olmadan da siz Türkiye’de Kürd sorununun çözülmesini isteyebilirsiniz ama bu sorunun çözülmesi
Türkiyelileşme siyaseti ile değildir. Kürd olarak
kendinizi muhafaza edebilir ve bu sorunun
03
yasal çözümünü ve kendi kendinizi yönetmeyi
isteyebilirsiniz. Zaten HDP’nin arkasındaki güç,
bu söylemler ile bu kadar büyüdü ve bu halkın
teveccühünü kazandı. Eğer şimdi bunu yapmazsa bundan vazgeçerse, bu halk da kör değildir
diye düşünüyorum. Halk bazı şeyleri görecektir.
Seçimlerden sonra şu veya bu şekilde kırılma
yaşanacaktır. Kırılmanın dozajı farklı olabilir
tabi. HDP seçimden sonra barajı geçemezse bazı
şeylerin yeniden tartışmaya açılacağını ve itirazların dile getirileceğini düşünüyorum” dedi.
mümkün değil. Ben bunun gerçekleşeceğine
imkan vermiyorum zaten. Çünkü diğer partilerin
tümü hatta AKP’nin içindeki gelenek unsurlar
bile başkanlığa karşı. Daha bugün izledik Bülent
Arınç’ın açıklamalarını, kendisi ve çevresi bile
karşı böyle bir olaya. Yani bu Türkiye’nin önceliği de olamaz. Cumhurbaşkanı olarak ‘’Hangi
yetkisi eksik de başkanlık sistemini istiyor’’ diye
AKP içinden tepkiler var diğer partiler zaten
tepkide onun için ben bunun gerçekleşeceğine
ihtimal vermiyorum” yorumunda bulundu.
Bayrak: Koalisyon olumsuzluk getirir
Türkiye’de ki baraj dünyanın hiç bir yerinde
örneği olmayan anti demokratik bir uygulama
olduğunu ve seçimlerin ilginç sonuçlara gebe olduğunu ifade eden Araştırmacı Mehmet Bayrak
da, “Bu başlı başına demokrasi önünde bir engel.
Ben HDP ‘nin barajı aşacağına inanıyorum.
Daha önce AKP’ye yönelen dindar Kürd kesimi
HDP ‘ye yönelmiş durumda. HDP’nin meclise
girmeye yakın sıralara Alevi adayları yerleştirmiş olması da başlı başına bir olay. Bundan
dolayı önceden CHP’ye veren Alevi kesim artık
AKP’ye oy vermiş dindar kesim ve bundan önce
hiç birine oy vermeyen solcu kesimde HDP’ye
yönelmiş durumda. Yapılan tespitlerde HDP’e
barajı geçmesi durumunda 60’a yakın milletvekili sahibi olacak barajı geçmemesi durumunda
AKP’ye kayacak küçük bir bölümü de CHP’ye
kayacak. Bizim umudumuz Türkiye demokrasi
açısından Kürd sorununun demokratik çözümü aşamasında HDP’nin barajı geçmesidir. Bu
olmazsa eğer AKP-MHP ile koalisyona girerse
bu mutlaka belli ölçüde olumsuz etkileyecektir. Zaten MHP Türk milliyetçiliğine oynuyor.
Bu nedenle o kesimi kaybetmemek için bunu
dizginlemeye çalışacaktır. AKP’de kararlı bir
duruş sergilemiyor. Toplumsal genleşme yasaları
her zaman mevcut yasaların üzerindedir. Bu
nedenle de Kürdler parlamento dışında da olsa
mücadeleyi sürdürecektir. Belki vadesi uzayacak
ama artık Kürd meselesi yoluna girmiş ilerlemeye devam edecektir. Toplumsal gelişme yasaları
tüm yasaların üstündedir. Biz yaklaşık 40-50 yıl
Türkiye tarihinin hem tanıkları hem sanıklarıyız
. Gerek Kürd meselesi, gerek demokrasi sorunlarında hangi noktadan hangi noktaya geldiğimizi
yaşayarak gördük. Bu noktadan sonra artık dünya kamuoyuna bu ölçüde mal olmuş ayrıca Türk
kamuoyunun desteğini sağlamış bir olgunun
oluşumun Türkiye’nin demokrasi sorunları Kürd
sorunları için söylüyorum bunun düzgün durması mümkün değil ancak bu sivil yaşamda HDP
mücadelesini diğer bileşenlerle birlikte sürdürürken bunun önüne çıkacak engeller toplumda
çatışmalara kırgınlıklara yol açabilir. Kaçınılmaz
olan Kürd sorunun çözümü devam edilecektir.
Başkanlık oluşumu tamamen akıl dışı, toplumsal
gelişmişliğimize gerçekliğimize aykırı makam
olarak görüyorum. Cumhurbaşkanlığının hangi
yetkisi eksik de başkanlık sistemiyle Tayyip Erdoğan devleti yönetmeye kalkışırsa daha başarılı
olacak, yani önümüzdeki engel ne? Parlamento
çoğunluğu kendisinde. Cumhurbaşkanı olarak
dokunulmazlığı var, hem de imza yetkisi var.
Şimdi bu mevcut cumhurbaşkanlığıyla tam genleşmeyi sağlayamayan şahsiyetin başkanlıktan
sonra bir şey göstereceğine inanmak mümkün
değil zaten Türkiye’nin gerçekleşeceğine de
Vahap Coşkun: Koalisyon ihtimali
görmüyorum
HDP barajı aşsa da aşmasa da ufukta bir koalisyon durumu görmediğini ve ancak 7 Haziran
seçimlerinin öneminin tartışmasız olduğunu dile
getiren Akademisyen Vahap Coşkun ise HDP’nin
barajı aşası halinde Çözüm Süreci konusunda bir
rahatlama yaşanacağı kanısında. Coşkun şöyle
devam ediyor: Ufukta koalisyon ihtimali düşünmüyorum. HDP barajı aşarsa da yine tek başına
iktidar olacaktır. Çoğunluğunun derecesini belirler. Hem çözüm sürecinde rahatlama meydana
gelir aştığında. İslamcılardan sonra Kürdler de
kendi parti ve kimlikleri ile meclise girmiş olur
çözüm sürecinde güçlü bir aktör haline gelirler.
Eğer barajı aşmazlarsa hükümetin nasıl bir taraf
olacağına bağlı aşmasa da yine de bu süreci HDP
ile devam ettirebilir. HDP ile olmazsa da kandille
doğrudan da görüşebilir. Ya da bir komisyon kurulabilir. Yanlış bir tartışmada başkanlık sistemi
insanlık nasıl bir başkanlık sistemi hangi parametrelere dayandığı nasıl yerel yönetimler olacağını görüşlerini belirtmiyorlar. Başkanlığına
karşıyım sadece bunları konuşuyorlar. Eğer bir
başkanlık sistemiademi merkeziyetçi bir yapıya
dayanıyorsa Kürd sorunun çözümünde sorun
çıkarmaz ama tüm yetkileri bir araya toplayan
bir sistem olursa hem demokrasi için hem Kürd
sorunu için sorunlar olabilir. O nedenle önemli
olan nasıl bir başkanlık sisteminin olacağıdır.
Bayramoğlu: Koalisyon değil erken seçim
gündeme gelir
HDP’nin barajı aşıp aşmamasının doğrudan
Çözüm Süreci’ne etki edeceğini ancak HDP’nin
barajı aşması durumunda bir koalisyon zorunluluğunun gündeme gelebileceğini dile getiren
Gazeteci Ali Bayramğlu, ancak bunun da erken
seçimi tetikleyecek bir unsur olacağı kanısında.
Bayramoğlu, “HDP barajı aşarsa AKP tek başına
hükümet kuramaz. Koalisyon dönemine girmeyiz yeni seçim dönemine gider. Erken seçim olur
meclis fesholur. Koalisyon ihtimali çok düşüktür
ama öyle bir şey olursa çözüm süreci biter ama
ben böyle bir ihtimali düşünmüyorum. Barajı
aşmadığı takdirde HDP’nin mecliste olmazsa çözüm sürecinde önemli eğer anayasa olacaksa çözüm süreci için HDP’nin mecliste olması lazım.
Kürt hareketi çözüm sürecini seçim sonuçlarından daha fazla önemsiyor. Süreci olumsuz etkiler
Kürd hareketinin İmralı ile Kandil ile HDP ile
sivil toplum örgütleriyle yani tüm bileşenlerin bu
bağı koparacaklarını zannetmiyorum. Başkanlık
sistemlerinde bu koşullarda mümkün gözükmüyor tek Kürd sorunuyla ilgili ciddi bir çözüm
önerisiyle ciddi bir anayasayla ancak olabilir.
Ama şimdiden bunu kestirmek mümkün değil“
dedi.
04
BasHaber SÖYLEŞİ
01 - 07 Haziran 42015
HABER
HABER
BasHaber
01 - 07 Haziran 2015
5
SÖYLEŞİ
Bağımsızlık konusunda arkandayız
Barzani’ye üç parçadan destek:
biraz Kürdlerin geleceği ve ortak
ittifakı gerçekleşmeden bir çağrı
ile bağımsız Kürdistan’ın gerekleşmesi gerçekçi görünmüyor.
Bundan önce Sayın Barzani’nin
de bütün Kürd örgütlerinin de
bunun için emek ve çaba sarf
etmesi gerekiyor. Kürdlerin
ortak kaderini belirleyecek olan
stratejik bir hedefin belirlenmesi
adına bunların mutlaka ortaklaştırılması ve bu yönüyle değerlendirme yapılması gerektiğini
düşünüyorum.
almıştı. Diyarbakır’da
Özcan Şahin
gençlik örgütlerinin
başlattığı çalışmaların
Kürdistan Bölge Yöyanı sıra, çok sayıda
netimi Başkanı Mesud
imza kampanyası da hala
Barzani, ABD ziyareti
devam ediyor. Güney
dönüşünde bağımsızlık
Kürdistan’dan bağımsızlık
konusunda Kürdlerden
arkasında dururlarsa ba- konusunda verilen desteğımsızlık ilan edileceğini ğe, diğer parçaların nasıl
katkı sunacağı ya da nasıl
açıklamıştı. Obama ile
yaptığı görüşmede bağım- bir tartışma yürüttüğü ise
sızlıktan geri adım atma- merak konusuydu.
Doğu, Batı ve Kuzey
yacakları konusundaki
Kürdistan’dan çok sayıda
kararlarını ileten Barzasiyasi parti temsilcisi,
ni, Kürd siyasetinden de
akademisyen ve kanaarkasında durmalarını
at önderi BasHaber’e,
istemiş ve tüm siyasi
çevrelerden destek içeren Barzani’nin çağrısı konusunda düşündüklerini ve
mesajlar gelmişti.
nasıl katkılar sunacakBarzani’nin açıklaması
larını ifade etti. Farklı
ardından dünyanın her
parçalardan Kürd siyasi
köşesinde yaşayan Kürdtemsilcileri büyük oranda
ler bağımsızlık heyecanı
Barzani’ye, ‘arkandayız’
yaşamaya başlarken çok
sayıda kampanya da start mesajı verdi.
Fehmi Demir
HAKPAR Genel Başkanı
Irak’ta, Kürdlerin tercihinin de
ötesinde artık Şii, Şünni ve Kürdlerin bir arada yaşama şansı yok gibi
görünüyor. Kürdistan Başkanı Mesud
Barzani de bunu görüyor ve buna
göre tedbirler alıyor. Bence de artık
Irak’ta bu üç grubun bir arada yaşama
şansı yok. Irak’ın bir bütük olarak
kalma şansı bulunmuyor. Bu nedenle
de artık bu dönem Kürd halkı için
yollarını ayırma vaktidir. Biz de Kürd
halkının vereceği her kararın arkasında dururuz.
Mustafa Özçelik
PAK Genel Başkanı
Biz Barzani’nin bu girişimini destekliyoruz. Güney’de Bağdat yönetimi
her geçen gün Kürdlerle birlikte yaşamak istemediğini daha çok gösteriyor.
Bu anlamda bağımsızlık dışında bir
çözüm bırakmıyorlar Kürdlerin önün-
de. Elbette ki Kuzey Kürdistan’da da
bu gibi çabaları desteklemek önemlidir ama bizce en önemli destek Kuzey
Kürdistan’da da Kürdlerin devletleşme kendi kaderlerini tayin hakkı ve
özgürlük mücadelesinin geliştirilip
daha geniş kitlelere ulaşmasıdır.
Sertaç Bucak
PDK Genel Başakanı
Güney Kürdistan’daki çağrının
Kuzey’de pek duyulmaması belki
seçimlerle alakalıdır ama Kuzey’de
bizim konuştuğumuz insanların büyük kesimi sayın Barzani’nin açıklaması karşısında heyecanlandıklarını
söyledi. Bağımsızlık bütün Kürdlerin
yüzyıllardan beri var olan hayali ve
rüyasıdır. Bu yüzden bunun gerçekleşmesinden bütün Kürdler memnuniyet duyacaktır.
Şêx Misbah Yaruk
Kanaat önderi
Azad Mistefî
KDP-İ Yöneticisi
Kürdistan Bölgesel Yönetimi bağımsızlığa doğru adımlar
atmak isterse Doğu Kürdistanlı
partilerinin tutumları da pozitif
bir şekilde açığa çıkacaktır. Ayrıca yakın tarihte de Doğu Kürdistanlı gruplar Güney Kürdistan’ın
kazanımlarını savunacaklarını
etkin bir şekilde ispat ettiler.
Şüphesiz Kürdistan’ın bağımsızlık talebi için pratikte de hareket
edeceğiz ve bu tarihî karara her
şekilde desteğimizi sunacağız.
Mustafa Barzani’nin kafasındaki
şaşıkın altında bir proje vardı. O proje
şu anda Mesut Barzani’nin kafasındadır. Bu proje Kürdistan’ın bağımsızlığıdır. Bunun gerçekleşmesi çok
yakındır. Sadece IŞİD’in Kürdistan’da
bitmesi ve uluslararası güçlerin desteğini bekler durumdayız. Şu anda
Barzani çok başarılı adımlar atıyor.
Bu yüzden halkının yüzde doksanı da
arkasındadır. En fazla bir yıl sonra
bu davanın biteceğini ve Kürdistan
devletinin kurulacağını düşünüyorum. Eğer orada bir Kürdistan devleti
kurulursa bu dört parça Kürdistan’ı
aydınlatacak bir ışık olur. Şimdiden
hepimizin gözü aydın demek istiyorum.
Adem Özcaner
Azadî Genel Sekreteri ve
HDP Van Milletvekili Adayı
Mesele eğer Kürd siyasetinin, Kuzey
Kürdistan’da, Güney Kürdistan’ın
devlet olma hakkını desteklemesi
ise bunun tartışılması bile abesle
iştigaldir. Güney Kürdistan halkının
kendi kaderini belirlemesi, evrensel, insani, İslami hukuk açısından
son derece meşru bir haktır. Doğal
olarak, Kuzey Kürdistan’ın siyaseti
ve siyasal güçleri bunun karşısında ebetteki kürd halkını farklı bir
yönlendirmesi doğru olmaz. Kuzey
Kürdistan’daki siyaset biliyorsunuz
bir mücadele sürdürmektedir ve bunu
henüz elde etmediği için resmi bir
statüye de sahip değil. Bunun için
burada belirleyici bir pozisyon alması
mümkün değildir. Mevcut dört parçalı
yapı ve her parçanın farklı devletlerle
mecburen geliştirdiği ikili ilişkiler
diğer parçalara olumlu yaklaşımlar
sergilemesinin önünde engel teşkil
etmektedir. Bu her parçada var olan
bir realitedir bunu herkesin görmesi
lazım. Fakat bir bütün olarak dünya
kamuoyu ve Ortadoğu’daki dinamik-
ler ve kürd halkının tamamı.
Güney Kürdistan’da bir devletleşme sürecinin bir referandumla
nihayet bulması ve bunun da
Kürd halkının iradesine uygun
bir biçimde bağımsız bir devletle
neticelenmesi herkesin anlayışla
karşılayacağı ve destekleyeceği
bir tercih olacaktır.
Soran Palanî - Kürdistan
Emekçiler Topluluğu Dış
İlişkiler Sorumlusu
Bu devletin korunmasına
hizmet etmek için önceden de
hazırdık, şimdi de hazırız. Devlet
talebi, tüm Kürdlerin talebidir.
Tüm Kürdlerin bu konuya güçlü
bir destek vermesi gerekmektedir
çünkü devlet talebi egemenlik talebidir ve tüm tarafların bu konu
üzerinde durması gerekmektedir.
Biz yeni oluşacak olan bu devlete
sadece destek olmakla kalmayıp
aynı zamanda aktif destek sunmak için de hazırlanıyoruz.
Kemal Aktaş
HDP Van Milletvekili
Bu tür meseleler bir kişinin
çağrısıyla öyle hemen gerçekleşebilecek bir durum değildir.
Dolayıyla bunların gerçekleşmesinden önce Kürdler arası ulusal
bir ittifak ve birliğin sağlanması
gerekiyor. Bu anlamda öncesinde
ulusal kongrenin gerçekleşmesi
de gerekebilir. Sayın Barzani’ninin de yıllardan beri gündeme
getirdiği Kürdler arası ittifak
bir araya gelip tartışılmadan,
Hisên Naso
Rojavalı Siyasetçi ve
Hukukçu
Sayın Mesud Barzani birçok
kez bir Kürd devletinden söz
etmiş ve bunun Kürd halkının
hakkı olarak nitelendirmiştir
ve son dönemlerde, bağımsızlık
dosyası Amerikan başkanının
masasına konulmuştur. Kürd
devleti talebine yönelik çabalarında büyük adımlar atmıştır.
Sayın Barzani belki de bağımsızlık ilanı için uygun durum ve
zamanı beklemektedir. Özellikle, Irak’taki bileşenlerin ortak
yaşaması mümkün değil çünkü
birbirlerinin kanlarını dökmüşler. Irak daha düne kadar federalizmi reddeden Sünni bileşenler,
federalizmi şu anda Irak’taki tüm
bileşenlerden daha fazla istemekteler. Yani Irak’taki genel görüş
artık değişiyor. Daha önceleri bu
reva görülmüyordu. Rojava Kürdistan’ından bir hukukçu olarak
bir Kürd devletini bir hak olarak
görüyorum. İlahî ve yazılı tüm
yasalarda göre, belge ve uluslararası anlaşmalara göre. Ahlaki
ve ulusal sorumluluğumuzdan
kaynaklı, her parçadan Kürdleri
aynı şemsiyenin altında toplayan
Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani’nin çabalarına desteğimizi iletmemiz lazım.
Ahmad Qasım
Suriye İlerici Demokrat
Kürdleri Başkanı
Bağımsız bir devlet tüm dünya
Kürdlerinin rüyasıdır. Acaba içinde yaşadığımız zaman,
bağımsız Kürdistan’ın ilanına el
veriyor mu? Bu Sayın Barzani’ye
bağlı. Eğer zaman ona yardım
ederse bir Kürd’ün buna karşı
çıkacağına inanmıyorum, niye
böyle yapıyorsun diyeceğini
sanmıyorum. O Kürdlerin rüyalarını gerçekleştiriyor. Eğer
bağımsızlıkla ilgili bir adım
atılırsa, zamanlama uygunsa ve
uluslararası toplum buna destek
verirse her Kürdün, evinde mutlu
olacağını ve destek vereceğine
inanıyorum. Sadece bir parti
değil, tüm halk destek verecektir.
Eğer Irak Kürdistan’ı devletleşirse ve dünya devletleri buna
destek verirse buna tüm Kürdler
sevinir. Kimsenin bağımsızlık
ilanının önüne geçmesi mümkün
değil, ama durum uygun mu değil
mi, bunu Sayın Barzani bilir,
halk bunu bilemez. Ayrıca Rojava
partileri onun kadar anlamıyor,
çünkü onun devletlerarası arenada ilişkileri var, dostları var. Bağımsızlık ilanının zamanlamasını
o bilir. Ayrıca Amerika destek
veriyor mu, uluslararası toplum
destek verecek mi, esas mesele
bu. Rojava partileri ellerinden ne
gelirse, Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanını destekleyecektir.
05
Kürdistan’ın ölümcül
hastalığı: Brakujî
BİLAL SAMBUR
DAİŞ çeteleri, Irak’ta ve Suriye’de
ilerlemeye devam ediyorlar. Irak’ta Enbar eyaletinin başkenti olan Ramadi’nin
ve Suriye’de antik kent Palmira’nın DAİŞ
çetelerinin eline düşmesi, Ortadoğu’da
yeni büyük tehlikenin DAİŞ olduğu gerçeğine dünyanın dikkatlerinin çekilmesine neden oldu. Ancak bütün yaşananlara
rağmen, dünyanın DAİŞ tehlikesini anladığından emin değilim. Dünya, DAİŞ
tehlikesini anlamaktan çok, Palmira gibi
insanlık mirasının bir parçası olan antik kentin bu çetenin
eline düşmesinden kaygılanmış gözüküyor. Dünya, sorunun
kaynağını anlamak yerine, sorunun neden olduğu felaketler
arasında seçici davranarak kaygılanma yolunu seçiyor.
DAİŞ, Kobani’de büyük bir mağlubiyet yaşadı. Ancak
Kobani zaferi, DAİŞ’in Rojava için tehlike olmaktan çıktığı
anlamına gelmemektedir. DAİŞ çeteleri, Kobani başta olmak üzere Rojava’nın bütün yerleşim yerlerine saldırmaya
devam etmektedirler. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne bağlı
Peşmerge güçleri, birçok cephede DAİŞ’le mücadele halindedirler. DAİŞ, Rojava’da ve Kürdistan Bölgesi’nde başat tehdit
olmaya devam etmektedir. DAİŞ var olduğu sürece, Rojava
ve Kürdistan’da Kürdler güvende olmayacakları gibi, özgürde
olamayacaklardır.
DAİŞ’in Kürdistan’ın varlığını tehdit ettiği bir ortamda
Doğu Kürdistan-Güney Kürdistan sınırında bulunan Kelaşin
bölgesinde iki Kürd grubu arasında çatışma çıktığına dair haberler gelmeye başladı. Yaşanan çatışma sonucunda bir peşmerge hayatını kaybetti. Gerilim ve çatışma sonrası taraflar,
birbirlerini suçlayıcı ifadelerde bulundular.
Kelaşin gerilimi, Kürdler arasında kadim zamanlardan
beri var olan kardeş kavgası ve kardeş kanı dökme hastalığını
gündeme getirdi. Kürdler, kardeşin kardeşi öldürdüğü kavgaya Bırakuji demektedirler. Kürdler arasında kardeş kavgası ve
iç çatışma, Kürdistan’ın en kadim hastalığı, korkusu, zaafı ve
sorunudur. Kelaşin gerilimi, Kürdler arasında iç savaş endişesinin derinliğini ve kapsamını ortaya çıkaran önemli bir gelişme olmuştur.
Kürdistan coğrafyasında şimdiye kadar Kürd kabileler,
partiler ve gruplar arasında sayısız iç çatışma çıkmış ve bu çatışmalar sonucunda kardeş kardeşi öldürmüştür. İç çatışmaların hiçbirinde bir tarafın haklı, diğer tarafın haksız olduğunu
söylemek mümkün değildir. Bütün kabile içi, parti içi, örgütler
arası veya bölgesel düzeyde gerçekleşen iç çatışmaların temel
nedeni, iktidar olma ve hakimiyet olma saplantısından kaynaklanmaktadır.Kendisini Kürdistan’ın ve Kürdlerin hakimi olarak gören yapılar, Bırakujiye neden oldular ve herkesin büyük
acılar ve kayıplar yaşamasına neden oldular. Kardeş kavgası,
hiç kimseyi iktidar yapmadığı gibi hakim durumada getirmemektedir. Kardeş kavgası sonucunda taraflar, ellerindeki güçlerini de yitirmekte ve zayıflamaktadırlar. Kürd yapıların, kendi aralarında iktidar ve hakimiyet için kardeş kanı dökmemeyi
öğrenmeleri gerekmektedir
Kürdlerin kendi aralarında çatışmaya olan eğilimleri ve
hazır bulunuşlukları, bölge devletleri tarafından kolaylıkla kullanılmaktadır. İran gibi devletler, son olayda olduğu gibi, Kürd
gruplar arasında çatışmanın olmasını istemektedir.Kürdlerin
kendi aralarında çatışması İran gibi devletlere Irak, Suriye ve
Lübnan gibi ülkelerde büyük bir iktidar ve nüfuz alanının oluşmasına neden olmaktadır.
Her toplum gibi Kürdlerin değişik kesimleri arasında da
farklı düşüncelerin, çıkarların ve politikaların olması doğaldır.
Ancak doğal olmayan şey, Kürdler arasında sorunları kardeş
kavgasıyla yani Bırakujiyle çözmenin içselleştirilmiş olmasıdır.
Kürdler, Bırakuji olarak nitelendirilen ölümcül hastalıklarıyla
yüzleşmeli ve şu yalın gerçekliğin farkına varmalıdırlar: Bırakuji, çözüm değil sorundur. Kürdler, sorunlarını kardeşin
kardeşi yok etmesiyle çözemeyeceklerdir. Kürdler, kendi aralarında ve içlerinde bulunan Bırakuji hastalığını tasfiye ederlerse normalleşeceklerdir, gelişeceklerdir, demokratikleşeceklerdir, olgunlaşacaklardır ve özgürleşeceklerdir. Kürdistan ve
Kürdler için tek çıkış yolu, Bırakujinin tasfiyesidir.
06
HABER
BasHaber
01 - 07 Haziran 2015
Dünya bağımsız Kürdistan’a hazır
G
üney Kürdistan’da gündemi meşgul eden önemli konulardan biri
PKK ile PDK-İ arasındaki çatışma
ve ardından gelişen diyalog kurma çalışmaları iken, Barzani’nin ABD ve ve Avrupa seyahati ve Rus devlet yetkililerinin
Erbil ziyaretleri ile birlikte bağımsızlık
ve referandum için destek çalışmalarının
yankıları da devam ediyor. Öte yandan
Kerkük’te başlanan referandum çalışmaları da dikkat çekiyor.
Batı medyası ise artık bir çok ülkenin
Kürdistan’ı bağımsız bir devlet olarak
gördüğü yününde analizlerle bu konuda
Irak’ın toprak bütünlüğünün korunmasının fiilen imkansızlaştığının teyidi gibi.
Bu yeni durumun IŞİD’in Irak’a girip
önce Musul ardından Sünni Arapların
yoğun olarak yaşadığı Ramadi, Ambar,
Tikrit ve diğer yerleşim yerlerini ele
geçirmesiyle başladığını ve Kürdlerin bağımsızlık talebinin Ortadoğu’nun yeniden
dizaynıyla örtüştüğü yönündeki değerlendirmeler yapılıyor.
Bağımsızlık için şartlar daha uygun
Kürdistan Bölge Yönetimi (KBY) Başkanı Mesud Barzani’nin ABD ve Avrupa
temasları ardından dile getirdiği ‘Artık
bir çok ülke Kürdistan’ın bağımsızlığını
destekliyor’ sözünden yola çıkarak bir
analiz haber yapan Alman Deutsche Welle
haber ajansı, mevcut şartların Kürdlerin
bağımsızlık ilanına uygun bir ortam sağladığını ve bu konuda Kürdlerin kuşkulu
olduğu Türkiye’nin de bu isteme sıcak
bakabileceği yönünde işaretler verdiğini
vurguladı.
Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayip
Erdoğan’ın Kürdistan’ın bağımsızlığı konusunda söylediği ‘Irak’ın iç meselesidir.
Türkiye ile bir ilişkisi yoktur’ demecine
vurgu yaptığı haber analizinde, bunun
Kürdlerin bağımsızlık isteminin önündeki en büyük engelin kalktığı şeklinde
yorumlanmış.
Hamburg Üniversitesi Öğretim Üyesi
Dr. Yaşar Aydın’ın, ”Kürd devleti artık
Türkiye’yi endişelendirmiyor” sözlerinin
de alıntılandığı haberde Prof. Aydın’ın
‘Türkiye’nin güneyinde kurulacak bağımsız bir Kürd devletinin Türkiye’deki Kürd
sorununun çözümüne de katkı sağlar’
değerlendirmesi dikkat çekti.
Haber analizde, Barzani’nin ABD’li
yetkililerle gerçekleştirdiği görüşmede
sergilediği tutumun Kürdlerin bağımsızlık konusundaki kararlılığını gösterdiği
vurgulandı.
Öte yandan, Kürd kamuoyunda ise
Barzani’nin ABD, Avrupa ve diğer yurtdışı temasları ardından geldiği Erbil’de,
“Arkamda durursanız bağımsızlığı ilan
ederim.” çağrısının Kürdleri bir bütün
olarak bağımsızlığa hazırlama ve Kürdler
arası çıkabilecek aykırılıkları gidermek
amacıyla yapıldığı ve bu açıklamanın aynı
zamanda Batı’nın Kürdistan’ın bağımsızlığına, Irak’taki IŞİD’ hamlesinden
dolayı daha olumlu yaklaştığının teyidi
olarak değerlendirilmekte. Bu değerlendirmelerde Arap ülkelerinin ve şimdi de
Türkiye’nin tavrının olumlu olduğu ama
İran’ın bu isteme sıcak bakmadığı dile
getiriliyor.
Türkmenler yeni anayasadan eşit
yararlanacaklar
Fiilen Kürdistan Bölgesi’ne bağlı olan
ama merkezi yönetim açısından hala
sorunlu bölge kategorisindeki Kerkük’ün
Kent Meclisi Türkmen Temsilcileri
Kürdistan Parlamentosu Başkanı Yusuf
Muhammed ile görüşmelerinde, Kürd ve
Türkmenlerin Kerkük’ün iki kadim halkı
olduğunu ve iki halkın dostluğunu pekiştiren bir çok ortak değer olduğunu söylediler. Görüşmede Güney Kürdistan’da
yazımı devam eden yeni anayasada
Kürdistan’da yaşayan tüm etnik ve dini
kesimlerin haklarının güvence altına
alınacağını söyleyen Parlamento Başkanı Muhammed ise devamla, Irak’taki
tartışmalı bölgelerdeki halkların kendi
kaderlerini tayin etme hakkına sahip olacağını ve hiçbir yerin zorla istemedikleri
bir yönetim altına sokulamayacağını söyledi. Muhammed, Kürdistan’a Bölgesi’ne
bağlanacak tartışmalı yerlerdeki hakların
bütün haklarının Kürdistan Bölgesinin
yeni anayasasında güvence altına alınacağını belirtti.
Kürdistan Bölgesi Parlamento Başkanı Yusuf Muhammed’ten sonra Kerkük
Kent Temsilcilerini kabul eden Başbakan Neçirvan Barzani ise Türkmenlerin Kerkük’ün asli unsurlarından biri
olduğunu ve hiçbir unsurun Kerkük’e
tek başına hükmedemeyeceğini söyledi.
Kürdistan Bölge Hükümeti’nin resmi
internet sitesinde yayınlanan açıklamaya
göre, Kerkük Kent Meclisi’ni kabul eden
Barzani’nin, “Türkmen meselesi, bizim
için yalnızca Kerkük’te oturan Türkmen
nüfusuyla sınırlı değildir. Türkmenler,
Kürdistan Bölgesi’nin ve Kerkük’ün asli
unsurudur” şeklinde konuştu.
Kürdistan Bölge Hükümeti’nin resmi
sitesinde yayımlanan açıklamaya göre,
Kerkük İl Meclisi temsilcileri ve Kürdistan Bölge Yönetimi milletvekillerinden
oluşan Türkmen heyeti kabul eden Barzani, “Türkmen meselesi, bizim için yalnızca Kerkük’te oturan Türkmen nüfusuyla
sınırlı değildir. Türkmenler, Kürdistan
Bölgesi’nin ve Kerkük’ün asli unsurudur”
diye konuştu.
Kerkük’te IŞİD’e operasyon
Savaşın seyrinin Sünni yoğunluklu
kentlere yöneldiği Irak’ta, Peşmerge’nin
savunma çemberlerine yanaşamayan
IŞİD mensupları sivil kıyafetlerle
girdikleri Kerkük kent merkezinde de,
yapılan istihbarat faaliyetleriyle yakalanmaktan kurtulamıyorlar. Kerkük ve
çevre yerleşim yerlerinde gerçekleştirilen operasyonlarla bombalı saldırılar
gerçekleştirmek için faaliyetler yürüten 5 IŞİD mensubunun yakalandığı
bildirildi. Konuyla ilgili açıklamalarda
bulunan Kerkük Polis Müdürü Serhad
Kadir, yürüttükleri istihbarat faaliyetleri neticesinde bombalı saldırı hazırlığındaki 5 IŞİD mensubunun polis
güçleri tarafından yakalandığını söyledi. Kadir yakalandıktan sonra sorguya
alınan IŞİD mensuplarının Kerkük’te
Peşmerge güçleriyle defalarca çatışmaya girdiklerini itiraf ettiklerini belirtti.
Kürdistan’daki savaş cephelerine
saldırı gerçekleştiremeyen IŞİD’e
bir darbe da Ninova, Selahaddin ve
Ambar’dan vuruldu. Bu bölgelerde Irak
ordu birlikleri ile Koalisyon Güçlerinin hava saldırıları neticesinde çok
sayıda IŞİD mensubunun öldürüldüğü
bildirildi. Irak Savunma Bakanlığı’nın
bu bölgelerdeki ortak operasyonlarla
ilgili yaptığı açıklamada hava desteğiyle gerçekleştirilen operasyonlarda
IŞİD’in bu bölgelerdeki karargahlarının
ve mühimmat depolarını vurulduğu ve
103 IŞİD mensubunun öldürüldüğü ve
çok sayıda mühimmat deposunun da
havaya uçurulduğu bildirildi. Savunma
Bakanlığı açıklamasında Selahaddin’in
Elayin bölgesinde 23 Bağdat’ın El
Kerme kazasında 45 olmak üzere bu
bölgelerde 68 IŞİD mensubunun öldürüldüğü bildirildi.
BasHaber
HABER
01 - 07 Haziran 2015
Halep’te kuşatma Girêspî’de ilerleme
S
Çimen Gümüş
uriye’de başlayan iç savaşın ardından kendi bölgelerinde özerklik ilan eden ve ardından El Nusra ve
IŞİD saldırılarına maruz kalan Kürd güçleri, Rojava’yı
adım adım IŞİD’den temizlemeye devam ediyor. IŞİD’in
Kobanê’ye saldırısının ardından Peşmerge güçlerinin de
desteğiyle kenti kurtaran Kürd güçleri sürekli olarak hem
IŞİD’in yeniden saldırılarına maruz kalıyor hem de Hasekê,
Cezîre, Serêkaniyê ve viraneye dönen Kobanê’de mücadeleye devam ediyor. Geçtiğimiz hafta Hasekê’nin stratejik
bölgelerinden olan Abdulaziz Dağı IŞİD’in elinden kurtarılarak Kürd güçlerinin eline geçmişti. Stratejik önemi
büyük olan bu dağın ele geçirilmesinin ardından Hasekê’de
askeri dengeler değişmiş, IŞİD’in büyük kayıp vermişti.
Hasekê’de IŞİD işgali altındaki birçok Asuri köyü kurtarılırken, Serêkaniyê’de ve Cezîre’de ise IŞİD’e karşı başlatılan
operasyonlar yeni köyler ve bölgelerin kurtarılmasıyla devam ediyor. Son olarak Cezîre ve Kobanê bölgeleri arasında
bulunan ve Arapların yerleşik olduğu IŞİD’in kontrolündeki
Kürd kenti Girêspî’ye yönelik
büyük bir kurtarma operasyonunun başladığı bilgileri geliyor. Stratejik olarak büyük bir
öneme sahip olan Girêspî’nin
kurtarılması ile Cezîre ve
Kobanê arasında bir koridorun
açılması planlanıyor.
“Kobanê’nin doğu, batı ve güney tarafları IŞİD tarafından
kuşatılmış durumda. Kentte mazot başta olmak üzere, çok
fazla eksik var. Biz mazotun litresini Kobanê’de Suriye parasıyla 500 liraya alıyoruz ama Cezîre’de 30 liraya satılıyor.
Çok büyük bir fark var. Neredeyse bütün ihtiyaçlarımızı
mazot üzerinden karşılıyoruz. Savaştan yeni çıktık ve sadece yardım alarak yaşayabiliyoruz. Bu koridorun açılaması
bizim açımızdan çok faydalı olacak” dedi. Sebze, meyve
ve diğer ihtiyaçların da Türkiye üzerinden karşılanmaya
çalışıldığını aktaran Kurdo, Mürşitpınar Sınır Kapısı’nın
ticarete kapalı olduğunu ve sadece sivillerini dönüşüne açık
olduğunu belirterek, “Sadece Kobanê’ye dönenler yanlarında eşya getirebiliyorlar” dedi. Girêspî’nin kurtarılmasının
Kobanê ile Cezîre’nin birleşmesi anlamına geldiğini ifade
eden Kurdo, “Böylece Kobanê rahat bir nefes alabilecek.
Başta mazot olmak üzere tüm ihtiyaçları Cezîre’den karşılanacak. Yine coğrafi ve askeri olarak da bizim için çok
önemli yararlar sağlayacak” diye konuştu.
Kobanê’nin köylerinde ilerleme devam ediyor
Üç ay önce IŞİD’den
kurtarılarak kenti boşaltan
sivillerin geri dönmeye
başladığı Kobanê’de yeniden kuruluş çalışmaları
tüm hızıyla devam ediyor.
Oluşturulan meclisler
projeler üzerinde yoğun bir
şekilde çalışırken, dışarıdan
Girêspî’ye sadece Suluk
5 sivil toplum örgütünün
kasabası kaldı
de kente gelerek çalışmaYPG güçleri, ÖSO ve Burkan
ya başladığı belirtiliyor.
El-Fırat grubunun ortak olarak
Kobanê’nin doğusunda
başlattığı Girêspî operasyove güneyinde de Kürd
Rojava’da son iki hafta içinde Abdulaziz Dağı’na
nu Kobanê’nin doğusu ve
ulaşarak bölgeyi IŞİD’ten temizleyen Kürd güçleri ar- güçleri ve IŞİD arasındaki
Serêkaniyê’nin batısından
dından Kobanê ile Cezire arasında bulunan Girêspî’nin çatışmalar devam ediyor.
başladı. Stratejik öneme sahip
kurtarılması için geniş kapsamlı bir operasyon başlattı. Kobanê Savunma Bakanı
Girêspî’nin alınması durumunBölgenin alınmasıyla iki büyük Kürd bölgesinin birleş- Yardımcısı Öcalan İso,
da Kobanê’nin hayati ihtiyaçtirilmesi için koridor oluşturulması hedefleniyor. Ope- bu çatışmaların YPG’nin
larının Cezîre bölgesinden
rasyonda çok sayıda IŞİD’li etkisizleştirilirken, onlarca başlattığı operasyonlar sıkarşılanması hedefleniyor.
rasında meydana geldiğini
köyde kontrol sağlandı. Bir süre önce YPG ile diğer
Urfa’nın Akçakale İlçesi’nin
gruplar arasında Halep’te başlayan gerginlik yeniden ve büyük oranda başarı
karşı yakasında bulunan ve
tırmanmaya başladı. 12 örgüt YPG’ye karşı birleşirken, sağladıklarını söyledi.
IŞİD tarafından birçok noktaya
Halep’teki Kürd mahallerinin kuşatıldığı bildiriliyor. Kobanê’de IŞİD’in kentten
destek ve sevkiyatın yapıldığı
çıkarılmasının ardından da
stratejik bölge Girêspî’nin
savaşın bitmediğini sadece
sınırındaki Makruba kasabasının ardından kent merkezi
şiddetinin azaldığını aktaran Kobanê YPG Sözcüsü Şoreş
ile ortak güçler arasında sadece Suluk kasabasının olduğu
Hesen de, IŞİD’in hala kurtarılan bölgeleri geri almak için
bildiriliyor. Serêkaniyê’den ilerleyen ortak güçler Girêspî’ye çabaladığını kaydetti. Son günlerde Kobanê’nin doğusunda
20 km, Kobanê tarafında ilerleyen YPG’nin ise 45 km uzakve batısında birçok köyün YPG tarafından kurtarıldığını dile
ta olduğunu bildirdi. Kente yaklaşan ortak güçlerin IŞİD’de
getiren Hesen, “Bazı yerlerde de çatışmalar yaşanmadan
panik yarattığı kaydedilirken, IŞİD’in kentin çevresine
ilerleme sağlanıyor” dedi.
hendekler kazdığı, bomba ve mayınlar yerleştirdiği belirtiliyor. Girêspî için başlatılan operasyona ABD öncülüğündeki
Halep’te muhalifler Kürdlere saldırdı
koalisyon uçakları da destek veriyor.
Öte yandan Halep’teki Kürd mahallelerine yönelik Suriyeli muhaliflerin baskısı devam ediyor. Uzun zamandır
“Girêspî’nin kurtarılması dengeleri değiştirir“
ittifak yaparak Kürdleri tehdit eden muhalifler, geçtiğimiz
Girêspî’nin kurtarılması bölgede politik dengelerin dehaftalarda Kürd mahallesi Şexmaqsut’ta muhalif bir kadının
ğişeceği anlamına geliyor. Rojava’da biribirinden kopmuş
göz altında işkenceye maruz kaldığı iddiaları ile YPG’ye karbölgelerin bağlantılarının bulunmamasından dolayı ciddi
şı, aralarından El Nusra’nın da bulunduğu çok sayıda grup
ambargo yaşanoyor. Bu bölgelerde yaşayan halkın günlük
ittifak gerçekleştirmişti. Kadının ve ailesinin aksi beyanlaihtiyaçlarını karşılayamadığı ve ekonomik olarak ciddi
rının ardından bir mutabakat sağlansa da geçtiğimiz gün
sıkıntılar yaşandığı biliniyor. Girêspî’nin kurtarılması ile
bu gruplar YPG’ye savaş ilan ederek, saldırılara başlamıştı.
birlikte Cezîre ve Kobanê arasında bir koridor açacaklarını
Saldırıların ardından yaşanan çatışmalarda çok sayıda El
belirten Kobanê Kantonu Dışilişkiler Sorumlusu İbrahim
Nusra üyesinin öldürüldüğü veya da yaralandığı bildirildi.
Kurdo, bu bölgenin kurtarılmasının Cezîre ve Kobanê araBir YPG’linini yaşamını yitirdiği çatışmalar yer yer devam
sındaki engeli kaldırmak için önemli olduğunu belirterek,
ediyor.
07
8 Haziran
MESUT YEĞEN
Her seçim arifesinde olduğu gibi şimdi senaryo konuşma zamanı. 7 Haziran
seçimleri hangi siyasi rotalara kapı aralayabilir? Soru her seçim öncesinde olduğu
gibi basit, lakin cevap her zamankinden
zor. Zorluğun nedeni de malum: Haziran
seçimlerinde tek bir değişken, HDP’nin
seçim barajını aşıp aşamayacağı en az üç
büyük soruya birden yanıt verecek siyasi
zemini oluşturacak. Başkanlık sisteminin
ihdas edilip edilmeyeceği, çözüm sürecinin
akıbetinin nasıl şekilleneceği ve Ak Parti’nin hükümet kurup kuramayacağı... Bütün bu soruların cevabını HDP’nin barajı aşıp aşamayacağı
şekillendirecek. Seçimlere sadece bir hafta kalmış olmasına rağmen
HDP’nin barajı aşıp aşamayacağının netleşmemiş oluşu seçim sonrası
muhtemel senaryoları biraz kestirilemez, epey de çeşitli kılıyor.
Seçimlerden çıkması en az muhtemel sonuç HDP’nin baraj altında kalıp Ak Parti’nin 330’un üzerinde milletvekilliği kazanması olacak
görünüyor. En az muhtemel bu sonuç alındığı takdirde oluşacak senaryo aşağı yukarı belli. Kuvvetli bir Ak Parti hükümeti Erdoğan’ı başkan
yapacak bir anayasa yapmanın peşine düşer ve çözüm sürecinde seçimlerden öncekinden bile daha az hevesli olur. Bu durumda Ak Parti başkanlık sistemini zorlar ve çözüm işinde hep konuşulan PKK-HDP harici Kürt aktörlerin desteğini alarak çözüm işlerini sürdürülmeyi dener.
Bu senaryoya imkan verecek bir tablo oluşacak görünmüyor ama
oluşsa dahi mezkur senaryo büyük ihtimalle akim kalır çünkü baraj
altında kalmış olarak Türkiyelileşme siyasetinde aradığını bulamayan
Kürt hareketinin devreye alacağı kuvvetli sokak siyaseti masif şiddete
başvurulmadan durdurulamaz. Hükümet Kürt hareketinin sokak siyasetini masif bir şiddetle izale etmeye kalkarsa çözüm işi hepten yatar ve
silahlı faaliyet yeniden ve bu kez Suriye ve Irak’taki Kürt dinamiklerini
de içine çekerek Kürt meselesinin merkezine yerleşir.
Muhtemel sonuçlardan ikincisi, HDP’nin barajı aşamayıp, Ak
Parti’nin hükümeti kuracak ancak anayasayı değiştiremeyecek sayıda
milletvekili elde etmesi olur. Bu durumda, ilk etapta başkanlık tartışmasının sona erdiği, çözüm sürecininse ilkindekine benzer biçimde
seyrettiği bir senaryo işleyebilir görünüyor. Ancak, HDP barajı geçsin
ya da geçmesin, 330 milletvekilinin altında kalması muhtemelen Ak
Parti’de Erdoğan parti ilişkisine dair büyük bir tartışmayı başlatır. Bu
durumda çözüm sürecinin akıbeti bu tartışmanın akıbetince şekillenir.
Ak Parti ve Erdoğan arasındaki kader birliği devam ederse çözüm süreci ilk senaryondakine benzer bir biçimde, devam etmezse farklı bir
biçimde seyreder.
HDP’nin barajı aşıp, Ak Parti’nin hükümet kuracak bir çoğunluk
elde etmesi ise üçüncü ve en fazla olabilir ihtimallerden ilki görünüyor.
Bu durumda, Ak Parti içerisinde yukarıda sözü edilen tartışma yine yaşanır ve çözüm sürecinin ve yeni anayasanın akıbeti hem Ak Parti içerisindeki bu tartışmanın nasıl seyrettiğince hem de Ak Parti ve CHP ya
da Ak Parti, CHP ve HDP arasındaki müzakerelerle belirlenir. Bu da
şu demek: HDP’nin barajı aşması siyasi tabloyu çok kökten bir biçimde
belirleyecek olmakla beraber, HDP seçim sonrası senaryolarının şekillenmesinin en kilit aktörü olmayabilir. Barajın geçilmesi durumunda
yeni anayasa ve çözüm süreci işlerinin akıbeti HDP’yle beraber CHP ve
Ak Parti içerisindeki muhtemel tartışma tarafından şekillenir.
Bu durumda çözüm süreci büyük ihtimalle seçim öncesinde oturduğu zeminde devam eder, ancak yeni anayasa meselesinde CHP kilit
bir aktör durumuna yerleşeceğinden çözüm sürecinin seyrini de şekillendirmeye çalışır. Bu tabloda Ak Parti HDP ortaklaşmasına dayalı ‘al
başkanlığı ver çözümü’ senaryosunun çalışması HDP’nin müstakbel
vekil kompozisyonu göz önünde bulundurulduğunda imkansız görünüyor. Ki, 330’un altında kalmış bir Ak Parti’de başkanlık dayatmasında
bulunabileceklerin enerjisi de epey azalmış olacaktır.
Dördüncü bir ihtimalse HDP’nin barajı aşıp Ak Parti’nin hükümet kurabilecek bir çoğunluk elde edememesi olur. Bu durumda HDP
ve CHP seçim öncesinde fazlasıyla konsolide bir tutum almış olduklarından Ak Parti MHP koalisyonu en çok işleyebilecek senaryo olabilir.
Yeni anayasa ve çözüm süreci mevzularını tümden gündemden çıkarabilecek bu senaryo ilk bakışta epey muhtemel görünse de, yukarıda
sözünü ettiğim türden bir tartışmanın içine çekilmiş bir Ak Parti açısından kolaylıkla hazmedilebilir bir senaryo olmayabilir.
Dördüncü ihtimalin gerçekleştiği ancak Ak Parti MHP koalisyonu senaryosunun işlemediği durumda beşinci bir senaryo olarak erken
seçim senaryosu gündeme gelir. Bu durumda barajı kaldırmak ya da
düşürmek türünden bir feraset gösterilmezse büyük ihtimalle 7 Nisan’a
yeniden dönülür.
08
BasHaber SÖYLEŞİ
01 - 07 Haziran 82015
SÖYLEŞİ
SÖYLEŞİ
BasHaber
01 - 07 Haziran 2015
9
SÖYLEŞİ
PKK ve PDK-İ çatışması İran’a yaradı
Ankara Strateji Enstitüsü Uzmanı Ebru Aydın
Ortadoğu’da belirgin bir aktör haline dönüşen
Kürdlerin 4 parçada yürüttükleri mücadele,
çoğu yerde birbirini besleyip tetiklerken zaman
zaman da biribiri ile çelişen, engelleyen bir seyir
izliyor. Rojava, Başur ve Bakur’daki gelişmelerin
ardından Rojhilat’ta yaşanan Mahabat olayı ve
PKK - PDK-İ çatışmaları, İran’da da Kürdlerin
hak mücadelesinin yeniden ivme kazanacağına
işaret ediyor. İran yönetimi komşusu olan devletlerde yaşanan tüm bu gelişmelerin ardından,
Yeter Polat
İran’ı Kürdlerle ilişkileri bağlamında konuşarak başlayabilir
miyiz? Dışarıdan bakıldığında
İran’ın nasıl bir Kürd siyaseti
var?
İran’ın nüfusu Türkiye’nin nüfusu ile
aşağı yukarı aynı, 2013 CIA verilerinden
bunu görüyoruz. 79 milyona yakın bir
nüfusunun olduğu ve 80 milyona ulaştığı söyleniyor. Bunun %10’unu Kürdler
%16’sını da ikinci büyük azınlık olan
Azeriler oluşturuyor. Yaklaşık 8 milyona
denk gelen bir Kürd grubundan bahsediyoruz. Bazı kesimler 5 milyon olduğunu
söylüyor ama 8 milyon olma ihtimali daha
yüksek. İran’daki Kürdlerin %30’u Şii,
%70’i Sunni.
Mezhepsel ayrılıkları Kürdlerin
rejimle ilişkisini değiştiriyor mu?
İran Kürdlerini farklı kılan durum; Şii
kesim devlete daha fazla entegre olmasına
karşın Sunni kesimde böyle bir durum
söz konusu değil. İran’da Sünni ve Şii
olarak ayrılan Kürdleri, komşu ülkelerdeki
mevcut Kürdlerden ayıran en
önemli fark
Fars kimli-
Kürdlerin hak taleplerinin önüne geçmek için
bir dizi, ‘yeni açılım’larda bulundu. İran’da
Kürdlerin yeni bir ayaklanmasını engellemek için
reformlara ihtiyaç duyulduğu, yerel yönetimlerin
güçlendirilmesi, Kürdlerin sisteme entegre edilmesi ve bazı kentlere Kürd valilerin atanmasının
planlandığı bildiriliyor. İran rejiminin içinde
bulunduğu durumu, PKK - PDK-İ çatşımasını ve
Tahran’ın Kürd siyasetini Ankara Strateji Enstitüsü Uzmanı Ebru Aydın ile konuştuk.
ğinin bir üst kimlik olarak kullanılmasıdır.
Şii Kürdler İran’daki sisteme entegre olmalarına karşılık aynı durum birçok Sünni
Kürd için geçerli değildir. Bunun nedeni
Sünni Kürdlerin kendilerini sisteme tam
olarak adapte edememesinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle de Kürd milliyetçiliği Şii Kürdlerden ziyade daha çok Sünni
Kürdler tarafından benimsenmiştir. İran
Kürd Bölgesi, son yıllarda İran’ın en yoğun
nüfus alan bölgelerinden biri haline gelmiştir. Bunun nedeni yıllarca Türkiye’de
ve Irak’ta çatışmaların yaşandığı yerlerden
kaçan Kürdlerin, bu bölgeye yerleşmeleridir. Bu durum, hem bölgedeki Kürdlerin
nüfusunun çoğalmasını, hem de bölgedeki
Kürdlerin İran dışındaki Kürdlerle kaynaşmalarını sağlamıştır.
Sünniler neden entegre olmadı?
Şii Kürdlerin daha fazla entegre olmasının nedeni aynı değerlere sahip olmalarıdır. Mezhepsel yakınlıktan dolayı İran
Devleti’ne bağlılıkları var. Sünnilerde bu
bağlılık yok, bu nedenle PJAK ve PDK-İ
gibi örgütlenmeler var. Bu durum Sunni
tarafta daha etkin.
Suriye’deki Kürdler sırf Kürd oldukları
için sorunlu ve vatandaşlık dahi verilmemişti. İran’da böyle bir durum söz konusu
değil. İran’da Kürdler siyasete dahil
olduktan ya da kendi haklarını istemeye
başladıktan sonra daha çok sorun olmaya
başlıyorlar. Otoriter bir devletten söz ediyoruz. Her türlü güvenlik güçlerini
Kürdlere
ve
diğer azınlıklara karşı kullanıyor. Ortadoğu devletleri için ‚paranoyak‘ tabirini
kullanıyorum. Bölünme korkusu içindeler. Demokrasi ya da insan haklarıyla ilgili bir durum olduğunda ‚toprak
bütünlüğüme aykırı hareket ediliyor‘
düşüncesiyle kullanılıyor güvenlik güçleri.
Ruhani’nin lider olduğu 2013 tarihinde
İran’dan Washington’a 68. BM Güvenlik
Konseyi’ne biri gönderiliyor. Bu durum
İran için çok büyük bir durum. O dönemde
Ruhani kurmaylarını toplayarak Kürdler
hakkında reformların yapılmasını öngördü. Bu reformlar yerel seviyede Kürdlerin daha aktif olabilecekleri, demokrasi
haklarının verilmesi, kendi dillerinde bir
şeylerin yapılmasına izin verilmesi gibi
konulardı. İran Anayasası’nın 15. maddesinde yerli dillerinin kullanımı yasak değil
ama pratikte uygulanamıyor. Bu durum
Kürdler için de Azeri’ler için de geçerli.
Ama bunu daha da esneteceklerine dair bir
durum vardı ortada.
İran, Kürdistan’ı coğrafi bir terim
olarak kabul ederken Türkiye
böylesi bir coğrafi tanımlamaya
yanaşmıyor. Bu noktadan bakıldığında bu İran’ın mı çelişkisi
oluyor Türkiye’nin mi?
İleri bir adım gibi görülse bile pratiğe bakılınca bunu göremiyoruz. Kağıt
üzerinde kalması bu durumu dezavantajlı
konuma düşüyor. İran, ‚Kürdistan‘ tabirini
kullanıyor, buna karşın Kürdlere idam
cezası uyguluyor. Ruhani seçim zamanı Kürd bölgelerine giderek oy istiyor.
Kürdlerin %75’lik bir kesimi Ruhani’ye
oy veriyor. Kürdlerin Ruhani’ye oy verme
sebebi daha rahat bir şekilde yaşama ve
demokratikleşme düşüncesidir. Ne yazık
ki seçimlerden 6 gün sonra 40 kişi idam
ediliyor ve idam edilenlerin 14’ü Kürd’tür.
PDK-İ’nin yayınladığı güncel
verilere göre 2014 Mart’ı ile
2015 Mart’ı arasında
956 Kürd tutuklanmış. Bunların
206’sı ya öldürülüyor ya da sakat
bırakılıyor. İran,
İran bu ayaklanmalardan dolayı bazı insanları idam
ederse Kürdler, bir dönem daha sessiz kalıp sonra tekrar
ayaklanacaktır. Çünkü İran Arap Baharı gibi bir ayaklanmaya kendi sınırlarında izin vermeyecektir. Bunun için
her türlü yolu dener. Örneğin Pastaranı kurdu ve Doğu
Kürdistan’a yığdı. Yani Kürdler tekrar ayaklanmasın diye.
İran Kürdleri bastırmak için her şeyi yapar. Bir de Kürdlerin son ayaklanması, tam da Kürd gruplarının Irak’ta ve
Suriye’de en güçlü olduğu zamana denk geldi. Bu yüzden
İran Kürdler’i susturmak için daha fazla baskı kurdu.
İran’ın genel anlam da Kürd siyasetine bakışı
nedir?
Öncelikle kendi bütünlüğüne zarar verecek bir işe
girişmez. Zaten Türkiye ile yakınlaştığı konulardan biri
de budur. Kürdlerin bölgede güçlenmesini kendi bütünlüğü açısından bir tehdit olarak görüyor ama kayıtsız da
kalmıyor. Örneğin Taraf gazetesinde ‚Ruhani’nin Kürd
açılımı‘ diye bir haber yayımlandı. Rojava’da bir temsilcilik açılabileceğini belirtiyordu. Diyelim ki Suriye’de
veya Irak’ta bağımsız bir Kürd devleti kuruldu, böyle bir
durumda kendisine düşman istemez her devlet gibi. Her
aktörle temas halinde olan bir devlettir İran.
Kürdleri kontrol altında tutabilmek için
şöyle bir şey kullanıyor; kaçakçılık çok
yaygın, devrim muhafızları kaçakçılığa izin
veriyor. İki şey var. Irak’tan sürekli para
geliyor, İran yaptırım altında. İran’ın sıcak
paraya ihtiyacı var, Irak’tan gelecek sıcak
paraya ihtiyacı var. Siyasete dahil olanları
yani aktivistleri kaçakçılık yaptığı gerekçesiyle hapse atıyor.
Benzer ihlaller geçmişte
Türkiye’de de olmadı mı?
Türkiye’deki Kürdlerin durumu tartışılır, tartışmaya değerdir ama en azından
İran’daki gibi de değildir.
Kaçakçılık suçu ile mi Kürdler
İdam ediliyor?
Evet, kaçakçılık İran yasalarında yasak.
Ama askerlerin keyfi müdahalesi söz konusu. Kaçakçılık yapmayan siyasi talepleri olan aktivistleri, kaçakçılık yaptıkları
iddiasıyla idam ediyor. En son 14 Kürd
kaçakçılık yaptığı gerekçesiyle idam edildi.
Bütün idamların gerekçesi kaçakçılık değil.
Bir kişi de ‚Batı ajanlığı yaptığı‘ gerekçesiyle
idam edilmişti. Ruhani’nin ‘küçük kültürler, küçük etnik yapılar’ söyleminden sonra
zamanla böyle bir motivasyonun olmadığı
fark edildi ve bu söylemler Kürdleri rahatsız
etti. Çocuklarına Kürdçe isim veren ailelere
kimlik verilmiyor. Kermanşa’daki Şii din
alimleri Farsça ve Arapça isimleri yayınlayıp bu isimlerin verilmesini istiyor, Kürdçe
iş yeri isimleri bile kaldırıldı. Yasal olarak
olmasa da uygulama da yasaktır.
İran içeride nasıl bir siyaset yürütüyor?
Bastırmaya yönelik bir siyaset yürütüyor. Tehdit olarak
algıladığı farklı hiçbir şeyi kabul etmiyor ve bunu istikrarlı
bir şekilde bastırmaya yönelik uygulamalara gidiyor. 2013
yılında devrim muhafızlarından bir komutan, ‘biz Doğu
Kürdistan Pastaran’ını kuracağız’ dedi. Tamamen sindirmeye yönelik bir girişimdir. İran, Kürdlere yönelik baskıyı
bu biçimde yürütüyor. Ruhani ve güvenlik güçlerinin
Kürdlere yönelik duruşu böyle
Diğer azınlıklar da aynı durumda mı?
Azerileri yakından biliyorum, onlar içinde aşağı yukarı
durum böyledir.
Azerilerin siyasi talepleri var mı?
Azeriler de diğer azınlıklar gibi yönetimde yer almak
istiyor. İran hem Azerilere hem Kürdlere yönetimde yer
veriyor, mesela 20 tane Kürd milletvekili var. Bu vekiller
yönetime yakın insanlardan seçiliyor. Tabi bir değişim söz
konusu, yani İran Batı’ya yaklaştıkça demokrasi algısını gelişecektir. Elbette bu uzun vadeli bir durum. Hem
demokrasinin gelişmesi hem bu ayaklanmalar uzun vadeli
işler. Kürdler İran’da patlamaya hazır bir durumdalar
ama etkili olamıyorlar. Mahabad ayaklanmasından önce 2
büyük ayaklanma daha olmuştu yakın geçmişte. Birincisinde Öcalan’ın yakalanmasıyla birlikte Urmiye de bir
ayaklanma yaşanmıştı. İkinci büyük ayaklanma Temmuz
2005’de Şiwan Kadiri isminde bir gencin polis tarafından
öldürülmesi sonucu yaşandı, ikinci ayaklanmada Londra
merkezli basın, polislerin halka helikopterden ateş ederek
39 kişiyi öldürdüğünü açıkladı. Üçüncü ayaklanma ise
Mahabad ayaklanmasıdır. Bu ayaklanmayı Tunus ‘da ki
Arap Baharı’na benzettiler ama İran gibi güçlü ve otoriter
bir ülkede böyle ayaklanmalar uzun sürmüyor.
Neden?
İran bölgede ve dünyada ‘düşman’ olarak gösterilen bir devlet, son dönemlerde bu görünümde değişiklikler mi yaşandı?
Nükleer görüşmelerinden sonra biraz yumuşadı diyebiliriz. Obama yönetimi de ‚İran’ı dünyaya entegre edelim‘
diyor zaten. Bunun önündeki en büyük engel nükleer
santraller idi, o da bir anlamda artık sorun olmaktan çıktı.
ABD de bölgede, özellikle IŞİD’den sonra istikrar arıyor,
bu yüzden İran’la anlaşma yapması lazımdı. Tabi bu
anlaşma Yemen için geçerli olmadı. Yemen’de ABD, Suudi
yönetimini, İran ise Husiler’ i destekledi.
Mahabad ayaklanmasından sonra PDK-İ’nin
hareketlenmesi nasıl değerlendirilebilir?
Mahabad ayaklanmasından sonra PDK-İ farklı bir
motivasyon ile harekete geçti. Genel Sekreter Mustafa
Hicri bir açıklama yaptı; ‘biz o tarafa geçelim, bu insanlar
için bir şeyler yapalım’ diye. Malum Hicri Erbil’de yaşıyor.
Arkadaşları ile Kelaşin Bölgesi’ne geçtiler ama orada PKK
ile karşılaştılar, PKK onlara izin vermedi. Bu olay Kürdler
tarafından çok üzüntüyle karşılandı. Kürdlerin birbirine
verdiği zararı başka devletler vermiyor. Siz bir savaşın içerisindesiniz, bir yandan bağımsızlıktan bahsediyorsunuz
daha güzel bir yaşamdan bahsediyorsunuz ama öte yandan kendi insanınızı bile öldürmekten çekinmiyorsunuz.
PKK ile PDK-İ arasında yaşanan çatışmayı
nasıl değerlendirmek gerek?
Bu olay elbette doğrudan İran’ın işine geldi ama ben
bunun Barzani’ye bir mesaj olduğunu düşünüyorum. Barzani son dönemde nerdeyse tüm dünyayı gezip bağımsız
Kürdistan için destek aradı ve birçok ülke destek verdi.
PKK’de bu durumdan rahatsız oldu ve Barzani’ye yakın
olan PDK-İ üzerinden bir mesaj vermek istedi. PKK ve
İran’ın ilişkisi burada önemlidir ancak PKK ve PDK-İ
arasındaki çatışma en çok İran’ın işine yaramıştır.
09
Badem içi kutusuna
sığan
SENNUR BAYBUĞA
Geçen hafta, bir küçük ilçede duruşmam vardı ve bir arkadaşımın ricası
ile ilçe cezaevinde yatan birini görmeye
gittim. Yurdundan uzak cezaevlerinde
yatan birinin yattığı hücreden yarım
saat de olsa çıkıp bir ziyaretçi ile yüz
yüze konuşmasının ne demek olduğunu biliyorum. Yeni açıldığını öğrendiğim yüksek güvenlikli bir cezaevi,
genç infaz koruma memurları, henüz
ustalaşmamışlar, güler yüzlü tümü. İstanbul’dan avukat gelmiş,
ilgililer ve tacizkar bir tutumları yok. Yarım saat kadar, görüş
kabininin kapısı açık halde, neden yattığı konusunda tahmin
yürütmeye çalıştığım bir Kürdü bekliyorum. Tutuklu olduğunu
düşünüyorum, yargılaması devam ediyor diye düşünüyorum.
Aynı soyadı taşıyan avukat tanıdıklarım var, kardeşidir herhalde deyip az çok tipini tahmin etmeye çalışıyorum falan.
Geldi, uzunca boylu, ütülü gömlekli tertemiz traşlı sakallı,
belki benden birkaç yaş bir genç adam. Beni görünce şaşırdı
mı bilemem, beklenmedik bir konuğum onun için. Sürem 25
dakika, bu ziyaretlerde süreyi en verimli şekilde kullanmayı
tecrübe etmiş biriyim, önce sen söyleyeceklerini unutmadan
söylersin, sonra dinlersin, sonra da serbest sohbet edersin zamanın azdır ama söyleyecek söz aslında hem bitmez hem de
tutulur kalırsın.
19 yıldır yatıyorum dedi, TCK 125 hükümlüsü yani müebbet, yakalandığında muhtemel ki reşit bile değil ve önünde
uzunca bir zaman var yatacağı, dağıldım. Elbette belli etmiyorum. Okuyan, yazan hayatı takip eden birisi, sorular soruyor
ben de soruyorum. Ondan daha uzun zamandır içerde yatan
müvekkilim Serhat Tugan’ı konuştuk, tanımadığı bir başka
gencin davasının seyrini sordu, o’nun adına biraz sevinmek
istedi, anlatmaya çalıştım. Tv’lerde açık oturumlarda endam
eden yüzlerce insandan daha çok hakim ülkenin durumuna
biliyorum, bir tevekkül içinde, seçimleri konuşuyoruz..19 yıldır ve daha çok çok yıllardır içerde yatan orada devletin büyüttüğü yüzlerce genç var. Devlet okul açmıyor, yurt açmıyor,
cezaevleri ile terbiye ediyor çocukları gençleri, ben suçluyum,
bu ülkede hiçbir şeyi değiştiremediğim ve tümü çocuğum olan
bu gençlerin haline seyirci gibi baktığım için suçluyum, böyle
hissediyorum.
Elinde, gelirken görüş odasına, bir küçük kutu badem içi
ve bisküvi getirdi. Açtı ve yedik bademden. Kantine uğramış,
misafiri var diye ikram için alışveriş yapmış. Yıllarca cezaevlerine gittim, Bayrampaşa’da yakın arkadaşlarım da yattı, her
hafta o zamanın koşullarında tutuklular yemek yapıp çıkarırdı
avukat görüşlerine neredeyse ama yirmi yılı geçen meslek hayatımda böyle bir olayla hiç karşılaşmadım, ince tasarlanmış,
nezaketle örülmüş ve uzun zaman sonra tekrar benim suratıma
çarparak aslında nerede ve nasıl olduğumu hatırlatan. Yemediklerimizi hücresine götüremez, orada kalacaklar, ya da ben
alıp yanımda çıkaracağım. Tuhaf bir tanışıklık içinde konuşuyoruz, sınırlı zamanımız var ve dağarcığımızdaki tüm kelimelerin sese dönüşmekten başka anlamları da var biliyorum. Bu tür
yerlerde konuşulmayan susulan şeyler de değerlidir, herkes tuhaf şekilde birbirini anlıyor gibidir, şımarıklık da yapabilirsin,
yanlış anlaşılma olmaz diye bir eminlik duygun vardır, içerdeki
insana söyleyeceğin her şey ilginç gelir, düzene itirazının insanda vücut bulmuş hali gibi olursun, bunu görev edinirsin bazen.
Süremiz bitti, duruşmaya yetişmem lazım ve oradaki ‘an’ı ortadan ikiye yararak çıktım dışarıya.
Bademi aldım, saatler sonra otobüste yemeye başladım
tekrar, ağlayarak. Devletin adaletsizce cezaevlerinde büyüttüğü bu genç arkadaş, ziyarete çıkarken o daracık zamanında
kantine gidip gardiyanı eşliğinde bir kutu badem ve bisküvi
getirdi bana ev sahipliği yapmak için. O badem kutusunu saklıyorum, atmaya kıyamadım. Belki o cezaevine bir daha hiç gidemem ama buradan ona, çıktığı güne kadar o paketi saklayacağımı söylemek istiyorum. Bana paylaşmayı hiç unutturmasın
diye, bir de nerede olduğumu.Bir hafta sonra seçimler var, o oy
kullanamaz ama neye ihtiyacı olduğunu ben biliyorum. Herkes
kendi vicdanının toz alıcısıdır.
10
HABER
BasHaber
01 - 07 Haziran 2015
Gazeteci Nazlı Ilıcak:
Bağımsız Kürdistan
olgunlaşmışsa önü kesilemez
K
ürdlerin Ortadoğu’da artık dünya
tarafından kabul edilen önemli aktörlerden biri haline geldiğini ve oluşan
yeni tabloda karar vericilerin değiştiğini
söyleyen Gazeteci Nazlı Ilıcak, Kürdistan’ın
bağımsızlığına Kürdlerin karar vereceklerini,
bu kararın verilmesi halinde kimsenin bağımsızlığın önünü alamayacağını belirterek,
“eğer bir şey olgunlaşmış ve sonuca doğru
bir yol alıyorsa o akışın önü kesilmez” dedi.
Türkiye’de içinden geçtiğimiz seçim süreci
ve Güney Kürdistan’ın bağımsızlığının
tartışıldığı bu günlerde gündeme ilişkin
BasHaber’e konuşan Gazeteci Nazlı Ilıcak,
seçimleri de değerlendirerek HDP’ye oy
vereceğini söyledi. Ilıcak, AKP’nin Kürd algısını, HDP’nin seçim kampanyasını, barajı
geçip, geçememesi durumunda oluşacak
siyasi tabloyu ve Çözüm Sürecine dair birçok
konuyu değerlendirdi. Özellikle Güney
Kürdistan’ın bağımsızlığının Türkiye’yi bölecek bir unsur olarak görülmemesi gerektiğini dile getiren Ilıcak, Ortadoğu’da bağımsız
bir Kürdistan’ın Türkiye’nin birliğini bozucu
ve aleyhte olacağını düşünmediğini kaydederek, “Türkiye’nin yapması gereken çok
önemli şeyler var. İşte bu yüzden HDP’nin
barajı aşması ve Türkiyelileşmesi çok
önemlidir. Kürdlere haklarının verilmesi çok
önemlidir. Bireysel özgürlükler söz konusudur. Anadilde eğitim de bunlardan biridir”
dedi.
‘Bağımsız Kürdistan’a
karşı çıkmamalıyız’
“IŞİD’in bölgeye saldırmasının ardından
bölgede oluşan politik dengeler Kürdistan’ın
bağımsızlığı konusunu da gündeme getirdi“
diyen Ilıcak, Ortadoğu’da oluşacak bir bağımsız Kürdistan’ın, Türkiye’deki Kürdlere
haklarının verilmemesinden kaynaklı cazibe
merkezi haline geleceğini söyledi. Ilıcak,
“Türkiye’de, kendi kimliği ile yaşayan bir
Kürd oraya gitmek istemez. Tabi ki Ege’ye
de, Akdeniz’e de, İstanbul’a da sahip olmak
ister. İş ki bu ülke onlar için de güzel olsun”
dedi. Türkiye’nin Kürdlerin hakları konusunda hızlıca yapması gerekenlerin olduğunu ifade eden Ilıcak, “Bağımsız Kürdistan’a
karşı çıkmamalıyız. ‚Ben seni ve bağımsız
şaması için veriyoruz. Ben HDP’yi deneyelim
derim.” Siyasi konjonktüre göre oy verdiğini
aktaran Ilıcak, “Bugüne kadar hep merkez
sağdaydım. İlk defa solcu ve üstelik Kürd
kimliği ön planda olan bir partiye oy veriyorum. Bu benim için çok radikal bir değişim.
İlk defa bir sol partinin iktidara gelmesini
arzuluyorum. Türkiye’de çok büyük adaletsizlikler haksızlıklar birikti. Bunlara çözüm
olabilir düşüncesiyle sol ağırlıklı bir iktidarı
arzu ederim” diye konuştu.
Kürdistan’ı tanımıyorum‘ denirse, bu olmaz”
dedi. Bağımsızlığın beklenen bir durum olduğuna işaret eden Ilıcak, “Ülkeler mi yoksa
insanlar mı daha önemli diye düşünürsek,
ben artık insanları daha fazla ön plana
koyuyorum. Kendilerini özgür hissetsinler
ve mutlu olsunlar. Bir konsensüs ile birlikte
yaşanabilir. Ama devlet ebed-müddet insanların üzerinde tepinsin değil. Böyle zorla
birlikte yaşanmaz” dedi. Türkiye’de Kürdler
ve Türklerin gönüllü bir beraberlik kurduklarını ve Türkiye’de çoğulcu bir düzenin
kurulabilmesi ile birlikte Kürd devletinin bölen bir unsur olmayacağını kaydeden Ilıcak,
“Sorumluluğu kendimizde aramalıyız. Kendi
halkına doğru muamele edersen o da senle
yaşar” diye konuştu.
‘Kürdistan’ın önü kesilemez’
Türkiye’de Kürdlerin haklarının en kısa
zamanda sağlanması gerektiğini yineleyen
Ilıcak, ‚Ortadoğu’da Kürdler için bir devleti
destekler misiniz‘ sorusuna “Irak’takine
karışmaya hakkım yok. Bu oradaki Kürdlerin kararı. Ben bir oluşuma karşı çıkmam.
Ama eğer bir şey olgunlaşmış ve bir sonuca
doğru yol alıyorsa o akışın, selin önü kesilmez. Ben böyle görüyorum” yanıtını verdi.
Irak bütünlüğü içinde demokratikleşmenin
sağlanabilmesiyle daha mutlu olma ihtimali
de olduğunu belirten Ilıcak, “Ama Irak bunu
başaramadı. Herkes bir arada eşit vatandaşlar gibi muamele görmedi. Çok büyük
travmalardan geçip bu noktalara geldiler.
Büyük husumetler doğdu aralarında. Yani o
travmalar üzerine bir birliktelik kurulamadı”
dedi.
Merkez sağdan Kürd ağırlıklı siyasete
Politik yaşamına DYP ile başlayan ve
AKP ile devam eden ancak gelinen aşamada
merkez sağdan sola kayan ve bu seçimlerde HDP’ye oy vereceğini açıklayan Ilıcak’a
kişisel plandaki bu değişimin nedenine dair
soruya verdiği yanıtta, AKP’nin yenilikçi bir
parti olma iddiasıyla yola çıktığını ancak
gelinen aşamada böyle olmadığını anlaşıldığını belirtti. HDP’ye oy vermesini ise “barış
imkanı görüyorum” şeklinde ifade eden Ilıcak şöyle dedi: “İki şeyden dolayı HDP’ye oy
veriyorum. Birincisi HDP’nin hiçbir zaman
AKP ile işbirliği yapacağını düşünmüyorum.
AKP ile mücadele edebilir. Çünkü arkasında
bedel ödenilerek kazanılmış bir tarih var.
İkincisi HDP’nin barajı aşarak parlamentoya girmesini barışın önünün açılması
olarak görüyorum. Bir Türkiye partisi haline
gelecek. Bu oyları barış ve herkesin kendi
kimlikleriyle özgür bir şekilde bir arada ya-
‘Çözüm Süreci’nde
CHP de devreye girebilir’
Seçim çalışmalarının başladığı günden
bu yana çeşitli provokasyonlar ile HDP’ye
karşı saldırıları ve Yalçın Akdoğan’ın seçim
meydanlarında “HDP barajı aşarsa Çözüm
Süreci biter” şeklindeki ifadelerini değerlendiren Ilıcak, “Ben AKP’yi gayri ciddi ve gayri
samimi buluyorum. Çözüme doğru bu süreç
böyle işletilemez. Seçim öncesi milliyetçi
oyları alayım diye masaya oturmayı seçmenden saklıyor. Böyle bir şey olabilir mi? Zaten
seçim öncesi niyetinizi belli edecek ve ona
göre oy alacaksınız. Bu ‚takiye yapayım, seçimden sonra gerçek yüzümü göstereyim’dir.
Bu gayri samimi ve anti-demokratiktir. Artık
HDP’nin barış sürecini AKP ile yürütmesini zor görüyorum” dedi. HDP’ye yönelik
saldırıların ise en büyük rakip olduğu için
yapıldığını belirten Ilıcak, AKP’nin Kürd
sorunu ile ilgili değişen söylemlerinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın zihniyetiyle alakalı
olduğunu söyleyerek, ‚Çözüm Süreci bitti‘
şeklindeki tartışmalarla ilgili de şöyle dedi:
“Bitmez, herkes barışın tadını aldı. Kimse
silahların tekrar konuşmasını istemiyor.
Kürdler de istemiyor. Çünkü bu işler kolay
değil. 40 yıllık bir silahlı mücadele var. Öldürülme riski kadar öldürmek de zor, insanı
insan olmaktan çıkaran bir acı ve vahşet. Bu
bakımdan bittiğini sanmıyorum. Bir şekilde
mutlaka başlayacaktır. Başka partilerle başlayabilir veya AKP ile devam edebilir. CHP
de devreye girebilir ama kısmi bir çatışma
ortamı da olabilir. Hak arayışı gibi şehirlerde Kobanê olayları şeklinde şehir gösterileri
ortaya çıkabilir. Ama muhtemelen seçimden
sonra yeni bir bağlantı kurulacaktır.”
HDP’nin barajı aşması müzakereleri parlamentoya taşıyacak
HDP’nin barajı geçmemesi durumunda
Türkiye’yi “korkunç” bir ortamın beklediğini
idiaa eden Ilıcak, HDP’nin barajı aşmaması
durumunda Türkiye’nin mutlaka bir erken
seçime gideceğini vurguladı. Ilıcak şöyle
dedi: “HDP’nin parlamento dışı kalması barışı olumsuz etkiler. Çünkü HDP parlamentoya girse hem devlet yardımı alacak hem de
barış müzakereleri parlamentoya taşınacak.
Bunun daha şeffaf bir şekilde parlamento
çatısı altında olması hem çok güzel hem de
çok önemlidir. İzleme Komitesi de orada
kurulacak. Hakikatleri Araştırma Komitesi
de parlamento çatısı altında kurulabilir.
Bütün partilerin katkısı olunca ve şeffaf
yürüyünce bu iş daha kolay sonuçlanabilir.”
BasHaber
HABER
01 - 07 Haziran 2015
11
HAK-PAR Genel Başkanı Fehmi Demir:
Kürd yurtseverleri bizi desteklemeli
T
Bese Çelik
ürkiye’nin yetmiş yedi vilayetinde
seçim kampanyası yürüten Hak ve
Özgürlükler Partisi (HAK-PAR),
Kürdistan’ın tüm illerinde ve Batı’da seçimlere giriyor. Kendini ‚Kürdistanlı bir parti‘
olarak tanımlayan HAK-PAR, Kürdçe’nin de
Türkçe gibi resmi dil olmasını, Kürd halkının kendi kendini yönetmesini, anadilinde
eğitimin, anaokulundan verilmeye başlanmasını, üniversite bitimine kadar Kürdçe’nin
hayatın her alanında kullanılabilmesini savunuyor. Kurulacak sistemde Kürd halkıyla
Türk halkının eşit olmasını talep eden HAKPAR, bunun sağlanamaması durumunda ne
Kürd meselesinin ne de Türkiye’nin diğer
sorunlarının çözüme kavuşamayacağını
iddia ediyor.
“Türkiye nasıl demokratik bir ülke olamadıysa, seçimlerde aynı şekilde demokratik,
eşit, adil bir seçim atmosferinde yapılamıyor“ diyen HAK-PAR Genel Başkanı Fehmi
Demir, 7 Haziran 2015 genel seçimlerinin
birçok boyutuyla demokratik bir seçim
olmadığını ileri sürüyor. Demir; “Bugün
parlamentoda grubu olan partiler hazineden
yüz milyonlarca lira yardım alıyor. Bizim
gibi partilerde ancak eş, dost ve üyelerinin
dayanışmalarıyla, yardımlarıyla yürütüyor
seçim kampanyalarını. Arada çok büyük bir
kaynak uçurumu var. Biz yüz bin liralık bir
bütçeyle seçime giriyoruz, AK Parti, CHP,
MHP gibi partiler 200 milyonluk bütçelerle
giriyor seçim yarışına. Bu adil ve demokratik
değil. Adil olabilmesi için seçime katılan
bütün partilere yardım edilmeli. Bir diğer
boyut, Türkiye’de basın özgür değil. Basın
özgür olmadığı için, tercihlerini özgürce;
halkı haberdar etmenin, halkı bilgilendirmenin, halkı yönlendirmenin, halkı yönetmenin
bir aracı olarak düşünülüyor. O nedenle
bize göre basın, iktidara ve muhalefete göre
kutuplaşmış durumda. Türkiye’de merkez
basın HDP ve CHP’yi destekler halde, geri
kalanlarda iktidar partisini destekliyor. O
nedenle bizim basında yaptığımız işlerin
yer bulması ya da basındaki, kamuoyundaki
tartışmalarda yer almamız ne yazık ki mümkün olmuyor. Hatta öyle basın organları var
ki biz bütün partilere yer veriyoruz, bütün
partileri davet ediyoruz diyorlar ama bunu
bize gelince” yapmadıklarını söylüyor.
“Basın çıkar gruplarına
hizmet ediyor“
Basının kendisini halkın haber alma
özgürlüğünü sağlayan araç olarak görmediğini söyleyen Demir, “Basın kendisini bir
çıkar grubunun taraftarı olarak görüyor ve
ona göre de parti destekliyor. Çıkar grubunun taraftarı olduğunuz zaman özgür basın
olamazsınız. Türkiye’de dün de, bugün de ne
yazık ki basın özgür olamadı ve halk doğru
biçimde bilgilenemedi. Bizim gibi partiler de
bu olanaklardan yararlanamayınca, düşünce
ve görüşlerini halka yeteri kadar ulaştırma
konusunda zorluklar yaşıyoruz. Bizde kendi
olanaklarımızla, partililerimizin olanaklarıyla halka ulaşmaya” çalışıyoruz diyor.
“Halkımıza ulaşmak için kapı kapı
dolaşıyoruz“
Kampanyalar başladığından beri kiraladıkları araçlarla, sesli propaganda yaparak
halka ulaşmaya çalıştıklarını söyleyen
Demir, “Hazırlanan seçim bildirgemizi tek
tek dolaşarak vatandaşa ve esnafa ulaştırıyoruz. Hazırladığımız parti bayraklarını, parti
örgütlerimizin olduğu yerlere asarak halka
göstermeye çalışıyoruz. Bildirilerimizle, afişlerimizle halka ulaşmaya çalışıyoruz. Bunları
yaparken de öyle kolay olmuyor” diyerek,
çok sıkıntılar yaşadıklarını söylüyor.
Kısıtlı imkanlarla yürüttükleri seçim çalışmalarını anlatan Demir bu imkansızlıklarla
birlikte farklı zorluklarla da karşılaştıklarını
dile getiriyor: “Öyle rahat rahat da yapamıyoruz çalışmalarımızı. Hem diğer siyasal
grupların tepkileriyle karşılaşıyoruz, hem
de polislerle mücadele ediyoruz. Daha dün
Konya’da aracımızın lastikleri kesildi. Aracın
dış kısmı tamamen çizildi. İzmir’de astığımız
parti afişleri birileri tarafından indirildi.
Mersin’de arkadaşlarımız afiş ve bayrak
asarken polis tarafından engellendi. Arkadaşlarımız gözaltına alındı. Diyarbakır’da
afiş asan arkadaşlarımıza bir grup saldırdı.
Bu tür şeylerle karşılaşıyoruz ama bugüne kadar yine de bir çalışma içinde olduk,
halkımıza kendimizi anlatmaya çalıştık. Bu
işin kolay olmadığının bilincindeyiz. Doğru
siyaset ve bütün mevcut sisteme aykırı
bir siyaset yapmanın kolay olmadığının
bilincindeyiz. Buna rağmen doğrularımızı
halka ulaştırmanın peşindeyiz. Önemli olan
ulaştırabilmek ve ulaştırabildiğimizi düşünüyorum. Halkımızın da bunu değerlendireceğine inanıyorum.”
“Kürdler çoğulcu bir toplumdur“
Kürd toplumunun çoğulcu bir toplum
olduğunu ifade eden Demir, farklı partilerin, farklı politikaların, farklı politikaları
savunmalarının doğal olduğunu belirtiyor.
Türkiye kamuoyunda ‘Kürdler adına seçime
giren iki parti’olduğu görüşünü değerlendiren Demir, “Bana göre iki parti yok. Çünkü
HDP kendini öyle tanımlamıyor, HDP’nin
öyle bir iddiası yok ama birileri o misyonu
yüklüyor. HAK-PAR kendisini Kürdistanlı
bir parti olarak tanımlıyor. Çözüm önerileri
de bu çerçevede, Kürd sorunu çerçevesinde. Tabi ki Türkiye’deki bütün sorunlarla
ilgiliyiz. Türk egemenlerinin bize dayattığı statü ile Türkiye deki sorunlarla ilgili
olmamak mümkün değil. Milyonlarca Kürd
Batı’ya göç etmişken ilgilenmemek mümkün
değil. Bir de Kürdistan ve Türkiye birbirine
sınırlarla ayrılmış değil. Yasalar Türkiye’de
de Kürdistan’da da uygulanıyor. Tabi ki
bütün sorunlarla ilgiliyiz, kadın sorunlarıyla,
diğer sorunlarla ilgiliyiz ama Kürd sorunu
konusunda şu anda bize göre farklı düşünen
mevcut parlamentodaki ya da parlamento
dışındaki partiler için tek farklı düşünen
HAK-PAR” olduğunu sözlerine ekliyor.
“Federasyon talebimiz
bizi farklı kılıyor“
Türkiye’nin çok milletli, çok dilli, çok
kültürlü bir devlet olduğunu söyleyen Demir
sözlerine şöyle devam ediyor: “Bu çeşitlilik
sorunlara yol açmaktadır. Federal bir sistemle çözümün mümkün olduğunu düşünüyoruz. Kürd ve Türk halkının eşitliğine
dayalı federal bir sistemle olmalı. Biz açık
bir şekilde şöyle ifade ediyoruz. Kürdçe’de
Türkçe gibi resmi dil olmalı. Kürd halkı
kendi kendini yönetmeli. Anadilde eğitim
anaokulundan başlamalı, üniversite bitimine
kadar Kürdçe de Türkçe gibi hayatın her
alanında kullanılabilmeli. Öyle bir sistem
kurmalı ki Kürd halkıyla Türk halkı eşit
olmalı. Bu sağlanamadan ne bu sorunu çözebilirsiniz ne de diğer sorunların çözümünün
önünü açabilirsiniz. Türkiye’nin 95 yıllık
tarihide bunu gösteriyor. Yani bu sorunları
çözmedikleri için, Türkiye sürekli krizlerle,
darbelerle karşılaşan bir ülke. Çözemezlerse
daha büyük krizler kapıda. Bize göre Kürd
halkı ve Türk halkının birlikle yaşama formulü federasyondur. Bu bizim icat ettiğimiz,
yarattığımız bir sistem değil. Dünyadaki
demokratik ülkelerde uygulanan bir sistemdir bu. Yapmayanların sonu da Saddam gibi
oluyor, Esad gibi oluyor. Eğer Türkiye’de o
sona doğru gitmek istemiyorsa, ilerde daha
büyük krizler yaşamak istemiyorsa şimdiden
önlemini almak lazım. Şimdiden çözüm
üretmek lazım diyoruz. Bu konuda hiç bir
partinin bizim gibi düşündüğü kanaatinde
değilim. Hiç bir partinin Kürd sorununa
ilişkin somut bir çözüm önerisi olduğu kanaatinde değilim.”
“Kürd yurtseverleri bizi desteklemeli“
Kürdistan’da seçime girmeyen PAK,
KDP-T, KDP Bakur ve KADEP ile bir dizi
görüşmenin yapıldığını belirten Demir,
“Biz PAK, KDP-T, KDP-Bakur ve KADEP’le
görüştük. Bu seçimde beraber hareket
etmek istedik. Ama onlar bu seçime hazır
olmadıklarını bu seçime girmeyeceklerini
belirttiler bizde teşekkür ettik. Sonra PAK’ın
bir açıklaması oldu HDP’yi desteklemeyeceklerini, yurtseverleri destekleyeceklerini”
açıkladıklarını, bunu da kendilerine destek
olarak algıladıklarını belirtiyor. Türkiye’de
temel sorunun Kürd sorunu olduğunu söyleyen Demir, bu büyük sorunu çözmeden,
demokratikleşme sağlanmadan, demokratik
şeffaf bir toplum yaratılamayacağına dikkat
çekiyor.
“Barzani’nin bağımsızlık talebini
destekliyoruz“
Kürdistan’ın her parçasının koşullarının farklı olduğunu her parçasının kendi
koşullarına göre özgün örgütlenme ve çözüm
üretmesi gerektiğini ileri süren Demir, “Çözüm önerilerimiz Kuzey Kürdistan’ı kapsar.
Kürdistan’ın diğer parçalarına bakış açımız
şu; onların işine karışmamak koşuluyla
destek olmak. Bu çerçevede Kürdistan’ın özgürleşmesinde oradaki gelişmeler doğrultusunda sayın Mesud Barzani’ye destek olduk
. Bize göre artık Irak’ta eskisi gibi yaşamak
mümkün değil. Özellikle IŞİD’in Musul’u
işgalinden sonra, öyle görünüyor ki Kürdlerle, Şiilerle, Sünnilerin beraber yaşama
şansı yok. Sayın Barzani de bunu gördü ve
dünyada bunu kararı destekliyor. Diğer parçadaki Kürdler’de siyaseten destek vermeli.
Bu doğrultuda biz yaptığımız açıklamalarda
da Güney’de ki özgür Kürdistan’ı destekliyoruz, oradaki halkın arkasındayız. Atılacak
adımları destekliyoruz
12
BasHaber SÖYLEŞİ
01 - 07 Haziran12
2015
DOSYA
Türkiye’nin mahpus çocukları
Tellere takılan hayatlar
Piyasanın payandası
kimlik
FERHAT KENTEL
Özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan
sonra Keynesyen politikalarla şekillenen ve bir bakıma 80’lere kadar
mükemmel şekilde işleyen, dünyanın
tüm toplumları için referans olan
ideal modern toplum artık işlemiyor.
“İdeal” modern toplum, birbirlerini
bütünleyen her parçasıyla (işçi sınıfını
içeren endüstriyel ilişkileri, modern
aile kurumu, demokratik siyasal
temsil, sağlık, işsizlik sigortaları, ulus-devlet, ulusal eğitim,
sekülerleşme vb.) adeta bütüncül bir makina gibi çalışırken,
yüzyılın sonuna doğru ayrışmaya başlıyor.
Bu ayrışmanın en önemli nedenlerinden biri şu: tüm
toplumların gözünde ideal ve umut veren bir “safha” olan
modernlik aslında dünyaya hiç eşit yayılmıyor; tersine inanılmaz bir eşitsizlik yaratıyor. Sağa sola atom bombası atıp,
kamplarda soykırım yapan bir modernlik imajına, küçük bir
zümrenin refahını her gün gören dünya çapında bir yoksulluk
ve eşitsizlik ekleniyor.
İşte modernlik karşında bariz bir güvensizliğin yanısıra,
modernliğin getirdiği adaletsizlikten kurtulmak için, gene onu
taklit eden, etiğin çöpe atıldığı, altta kalmak yerine, ne yapıp
edip kazanmanın “modernlik” olduğu bir dünya şekilleniyor.
Altta kalmanın ölüm olduğu, altta kalmamak için öldürmenin
mubah olduğu, gücü meşrulaştıran, gücün dilini kullanan ve
belki de artık “modern” demenin pek mümkün olmadığı bir
“modernlikler” dünyasına giriyoruz.
Kuşkusuz bir mesele daha var. Ulus-devletin tornasının
çok acı verdiği ama hiçbir zaman tam olarak “halledemediği”
etnik, dinsel, toplumsal cinsiyet boyutlu aidiyetler varoluş
mücadelesi vererek, küresel düzeyde yeni bir dönemi, kültürel
kimlikler dönemini başlatıyorlar.
İşte Fransız sosyolog Alain Touraine’in modern toplumların krizini anlatırken formüle ettiği kavramsal modele göre,
modernliğin bütünlüklü paketi artık “piyasa” ve “cemaat” (ya
da “getto”) olarak ikiye ayrışıyor. Bir yanda neredeyse kendi
kendine yürüyen bir liberal ekonomik sistem, öbür yanda
varoluş mücadelesi verirken, gettosuna kapanan kimlikler...
Başka bir deyişle bazılarımız anadilimiz, başörtümüz vb.
konularda hayat-memat gerilimi içindeyken; sistem içinde
sınıfsal olarak örgütlenmiş başkaları ortadaki pastayı mideye,
kârları cebe indirmekle iştigal ediyorlar.
Ancak Touraine bu ayrışma modelini 90’larda kaleme
almıştı ve o zamandan bu yana yeni eğilimler ortaya çıktı.
Bugün en azından Türkiye’de ortaya çıkan AKP tablosu
tam da bu birbirinden ayrışan dünyaların tekrar birleşme
dinamiklerine sahne oluyor. Bir tarafta zenginliğin, öbür
tarafta yoksulluğun hüküm sürdüğü ve umudun yıkıldığı bir
dünyada, bir piyasa olan sistemin içine giren, ancak kendine
yabancılaşan ve sisteme benzeyen bir kimlik hareketine tanık
oluyoruz.
AKP’nin, devletin her türlü müdahalesi kapasite ve
yeteneğini devreye sokarak uyguladığı neo-liberal kapitalist
ekonomi politikaları -“cemaat”in verdiği güçlü kimliği
sistemden içeri alabildiği için- güçlü bir şekilde yürütülüyor.
Cumhuriyet rejimine karşı bir çok bileşeniyle ayrı bir alanda
kendini korumayı becermiş İslami hareket, “cemaat” halinden, koruduğu ilkelerden çıkıyor, sistemin içine giriyor,
“devlet tarafından istihdam ediliyor” ve kendini sadece piyasanın bütün vahşiliğiyle meşrulaştırılmasını sağlayan bir işleve
hapsedip tükeniyor.
Aslına bakılırsa, bugün bir takım Ortodoks-Kemalist-ulusalcı solcular bir türlü görmek istemese de, Müslümanların,
çok mağduriyet gördükleri otoriter laik rejim karşısında
verdikleri varoluş mücadelesi ve yarattıkları asabiye, içeriği
boşalmış bir biçimde, otoriter liberal ekonomi politikalarının
kimlik ihtiyacını karşıladı.
Bugün muhafazakar-dindar kesimler gerçekten sivil bir
hayatın kurulması için oynayacakları öncü rolü, AKP’nin devlet destekli liberal piyasa ekonomisine teslim edip ellerinden
kaçırırken, toplumun kendini yenileme dinamikleri, eşitlik ve
özgürlük mücadelesi Kürtlere geçiyor.
DOSYA
BasHaber
01 - 07 Haziran 2015
13
SÖYLEŞİ
T
Rabia Çetin
ürkiye’de çocuk hakları konusunda ihlaller devam ederken, en
fazla mağdur olanların başında
cezaevindeki mahpus çocuklar geliyor.
Karıştıkları suçlardan dolayı cezaevleri
ve islahevlerine kapatılan çocukların
yaşadıkları sorunlar artık rutin haberler
kategorisinde yer alıyor. Mahpus
çocuklar dışında cezaevinde olan annelerinin ‘suçuna’ ortak edilen cezaevi
çocukları başka bir dram. Geçtiğimiz
hafta Adalet Bakanlığı’ının açıkladığı
verilere göre Türkiye genelinde 510
çocuk anneleriyle birlikte cezaevinde
kalıyor. Çocuk cezaevlerinin kapatılmasına yönelik sürdürülen çalışmalar
devam ederken anneleriyle birlikte
cezaevinde olan çocuklar, sağlıklı gelişim, eğitim, oyun ve sağlıklı beslenme
haklarından da yoksun kalıyor. İnsan
Hakları Derneği, Sivil Toplum Örgütleri, Türk Tabipler Birliği ve çocuklara
ilişkin çalışma yürüten vakıflar hem
karıştıkları suçlardan dolayı cezaevine
kapatılan hem de annelerinin ‘suçlarına’ ortak edilen çocuklar için mücadele
ederken hepsinin ortak sorusu ise; “Bu
çocukların orada ne işi var?”
Kürdistan’da ve Türkiye’nin birçok
kentinde binlerce çocuk cezaevinde.
Ancak son dönemlerde Pozantı, Şakran,
Maltepe, Sincan, Kürkçüler cezaevinde
kalan çocukların maruz kaldığı hak ihlaleri ortaya çıkmıştı. Buna göre özellikle son dönemlerde Şakran Cezaevi’nde
18 yaşın altında iki kız çocuğunun
hamile olduğu halde tutulmaya devam
edilmesi, hastaneye götürülmemesi,
hücre cezalarına çarptırılması ve şiddete maruz kalması 80’lerin Diyarbakır
Cezaevi sistemin halen yaşatıldığının
kanıtı olarak gösteriliyor. Türkiye’de
birçok sivil toplum örgütünün bir araya
gelerek oluşturduğun Çocuk Cezaevleri
Kapatılsın Girişimi, çocuk cezalarında değişime gidilmesi ve çocukların
cezaevlerine kapatılmasını isterken bir
yandan da anneleriyle birlikte cezaevlerine kapatılan çocuklar için mücadele
ediyor.
Sayılarla cezaevindeki çocuklar
İki binin üzerinde çocuğun cezaevinde bulunduğu ülke genelinde 164 bin
564 tutuklu-hükümlü var. Bu tutuklu ve
hükümlülerden 5 bin 871’ini kadınlar
oluştururken anneleriyle birlikte kalan
çocukların sayısı ise 510. Çocuk Cezaevleri Kapatılsın Girişimi Türkiye’de
çocuklara yönelik ceza sistemin değiş-
bir türlü düşmeyen Şakran Cezaevi’nde
de yaşları 18’den küçük olan iki kız
çocuğu hamile oldukları halde cezaevinde tutulmaya devam ediyor. İHD ve
Özgür Hukukçular Derneği, çocuklarla
yaptıkları görüşmede kızların hastaneye götürülmedikleri, sağlıklı beslenmedikleri ve sık sık hücre cezası aldıkları
ortaya çıkmıştı. Kamuoyunda büyük
yankı uyandıran bu durum üzerine sivil
toplum örgütlerinin mücadelesi devam
ederken Adalet Bakanlığı’ndan konuya
dair herhangi bir açıklama ise halen
gelmedi.
tirilmesi için mücadele ederken bir de
anneleriyle birlikte kalan çocuklar var.
Sivil toplum örgütlerinin 0-6 ay, 0-3
yaş ve 0-6 yaş olarak gruplandırdığı
çocukların ve hamile oldukları halde
tutuklanan kadınların cezalarının en
azından çocuğun anneye muhtaç olmayacağı zaman dilimine kadar ertelenme
taraftarı.
Cezaevindeki çocuklardan
mektup var!
Bir yandan annesiyle cezaevinde
kalan çocuklar diğer yandan suça
karıştıkları için cezaevlerine kapatılan
çocuklarla dolu olan Türkiye’de çocukların görüşler sırasında belirttikleri
cezaevinde ne tür uygulamalara maruz
kaldıklarını gösteriyor. Çocukların
avukatları yoluyla açıkladıkları cezaevi
şartları tüyler ürperten durumu gözler
önüne seriyor. İşte o raporda yer alan
cezaevi koşulları; “Şakran Cezaevi
dışardan görünüşü itibarıyla 5 yıldızlı
otel gibi. İçeride her yerde kameralar
var ama kameranın görmediği noktalarda her şey yapılıyor. Arkadaşlarımız
başka bir koğuşta tecavüz olduğunu
söyledi. Onların koğuşunda birkaç
çocuğa yapmışlar. Cezaevi müdürü
bizi “sizi cinsel koğuşa göndereceğim” diyerek tehdit ediyordu. Şakran
Cezaevi’nde özellikle Mersinli çocuklara
(çoğu Pozantı Cezaevi kapatıldıktan
sonra gönderilmiş) yönelik işkence ve
kötü muamele var. Özellikle cezaevi
müdürü… Çocukların kaldığı toplam
36 koğuş var. Bunlardan birisi cinsel
suçlardan hüküm giyen çocukların
kaldığı koğuş… Mersinli çocuklar sık sık
buraya atılmakla tehdit ediliyor. Burada
kalan çocuklar ise elleriyle yuvarlak
işareti yaparak “siz teröristsiniz, biz sizi
ne yapacağımızı iyi biliyoruz” diyorlar.
Çocuklara 60 güne varan hücre cezaları
veriliyor. Çocuğa hücre cezası verilebilir
mi?” Arkadaşımız cezaevi müdürünün önünde jandarmalarca dövüldü.
Yediği dayak sonucu kollarında şişlikler
oluştu. Kendi ihtiyaçlarını göremez hale
geldiği için diğer çocuklar ona yardımcı
oluyordu. Kolunun kırık olduğunu ve
doktora gitmesi gerektiğini bildirdiğimizde gardiyanlar tarafından dikkate
alınmadık. Birkaç gün sonra kapıya çok
sert biçimde vuran … koğuştan alınarak
hücreye konuldu. Tedavi görmeden 50
gün hücrede tutuldu. ..’ın ruh sağlığı
iyi değil. Jandarma ..’ı döverken kafası
kanadı. yüzüne postalla bastılar.” İçerde bir akrabasının şah damarını kestiği
için bulunan 9 yaşında bir çocuk vardı.
Dayak yiyorduk. İşte soyunmadığımız
için. Baştan sona kadar soyuyorlar ya.
Soyunmadığımız için dayak yiyorduk”
Çocukların kaderi de seçime bağlı
Cezaevlerine anneleriyle birlikte
kapatılan çocuk sayısı her geçen gün
artarken bu konuda çalışma yürüten
sivil toplum örgütleri raporlarını her
seferinde Adalet Bakanlığı’na sunuyor. Ancak yıllardır devam eden bu
uygulamalar için çalışma yürütüklerini
belirten Adalet Bakanlığı, annelerinin cezalarını dışarda çekebilecekleri
bir düzenleme üzerinde çalıştıklarını
ancak bu çalışmanın da 2015 Genel
Seçim sonrasında sonuçlanacağını ifade
ediyor.
Bu çocuklar ne yiyecek?
2013 yılında 400 olan bu çocukların
sayıları azalmak yerine gün geçtikçe
büyüyor. 510’a ulaşan çocuklar için
geçtiğimiz yıla kadar bebek ve çocuk
menüsü cezaevlerinde bulunmuyordu.
Çocuklar annelerinin istikakından paylarına düşeni almak zorunda bırakılırken bu çocukların sağlıklı gelişimlerine
engel oluyor. Ayrıca çocuklar için de
ayrı yatak kontenjanı yemek menüsü
gibi geçtiğimiz yıl kabul edildi. Ancak
Türkiye’nin her yerinde tam olarak
uygulamaya geçilmiş değil.
Poyraz Ali, Özgür, Lorin, Zeynep…
Özgür ve Lorin geçtiğimiz yıl doğan
ikiz bebekler. Anneleri bir davadan 25 ay
hapis cezası aldığı için Özgür ve Lorin de
anneleriyle cezaevine girecek. Başlatılan
kampanya ile Özgür ve Lorin’in anneleri
Mülkiye Demir Kılınç’ın cezası ikizler
6 aylık olana kadar ertelendi. Ancak
çocuklarını cezaevinde büyütmek istemeyen Demir Kılınç’ın cezası tam olarak
ertelenmediği için ikizlerin de cezaevine
girme riski devam ediyor. Aynı şekilde
Zeynep Oral’ın annesi Arzu Ceylan Oral
da bebeğiyle cezaevine girecek kadınlardan. Anayasa Mahkemesi’ne yeniden
yargılama için başvuran Ceylan Oral,
kızını cezaevinde büyütmemek için ev
hapsi, elektronik kelepçe gibi yaptırımın uygulanmasını istiyor. Poyraz
Ali ise annesiyle cezaevinde bulunan
çocuklardan biri. 3 yaşında olan Poyraz
Ali’yi diğer çocuklardan ayıran durum
ise Down Sendromlu olması. Annesiyle
birlikte Bakırköy Cezaevi’nde bulunan
Poyraz Ali için sivil toplum örgütleri
harekete geçti. Ancak Poyraz Ali’nin
şartları iyileştirilse de Down Sendromlu
olduğu için dört duvar arasında tutulması Poyraz Ali’nin gelişimini ve durumunu
oldukça olumsuz etkiliyor.
Şakran’da hamile iki kız çocuğu
Yaşanan skandallarla gündemden
“Umutları ertelenen çocuklar”
Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği Yönetim Kurulu Başkanı
(CİSST) Zafer Kıraç bu çocukları “Masum mahpuslar” ve “Umutları ertelenen
çocuklar” olarak isimlendiriyor. Zafer
Kıraç, Avrupa’da bir çok ülkede bebeği
olan kadınların ev hapsinde ya da
sosyal hizmet kurumlarında kaldığını
hatırlatarak çocuklarıyla cezaevinde
olan Türkiye’deki kadınlar için de böyle
bir uygulamanın getirilmesi gerektiğini
söylüyor. “Türkiye adalet sisteminde
yüksek yargı ilkesine uymuyor” diyen
Kıraç, “Hapishanedeki anne ve bebekleri için şartların insani hale getirilmesi
gerekiyor. Özellikle çocuklar belli bir
yaşa kadar anneye muhtaç olduğu için
çocuklarından ayrılamıyorlar. Ayrıca bakacak kimsesi olmadığı için de
kadınlar çocuklarını da yanına almak
zorunda kalıyor. Ancak durum böyle
diye çocukların cezaevlerinde büyümesine göz yumulamaz. Çocuklarıyla kalan
kadınlar için ceza sisteminde değişiklik
yapılması şart” diyor.
“Oyuncaklara güvenlik engeli”
Kreşleri olmadığı gibi anneleriyle
kalan çocuklar istediği gibi oyuncağı
da alamıyor. Bazı yayınların cezaevine gönderilmesi yasakları çocukların
oyuncaklarına da sirayet etmiş durumda. Oyun arkadaşları anneleri ya da
gardiyanlar olan bu çocukların özellikle
plastik ya da metal içeren oyuncaklarına cezaevi yönetimlerinin güvenlik
dolayısıyla izin vermediğini söylüyor.
Çocukların dışarıdaki kreşe gitme hakları olduğunu ifade eden Kıraç, “Ancak
her cezaevi bu uygulamaya geçmiyor.
Adana’daki bir cezaevinde annesiyle
kalan tek çocuk olduğundan cezaevi
tek çocuk için araç kiralayamacağını
söyleyerek çocuğun kreşe gitme hakkını
elinden alıyor. Bu da çocuğun sağlıklı
gelişimine, sosyaal çevre edinmesi-
13
Seçim sonrası kriz
olasılığı
ne zarar veriyor” diye konuştu. Sivil
Toplum Örgütlerinin de cezaevlerine
girerek bu çocuklara ilişkin araştırma
yapmalarına izin verilmediğini söyleyen
Kıraç, bu sebeple çocuk ihtiyaçları ve
psikoloji hakkında da tam bilgiye sahip
olamadıklarını ifade ediyor. Cezaevinde
hamile kadınların ve cezaevinde doğan
bebeklerin de bulunduğunu vurgulayan
Kıraç, “Avrupa’daki ceza sistemi uygulanabilir. Çocukları anneleriyle dört
duvar arasına kapatıp orada doğmalarına göz yummak hak ihlalidir” diyor.
“Çocuklar annenin ‘suçuna’
ortak edilemez”
İnsan Hakları Savunucusu Eren
Keskin ise yıllardır çocuklarıyla kalan
kadınlar için mücadele eden avukatlardan. Yıllar önce 2.5 yaşındaki oğlu Azad
ile gözaltına alınan ve işkence gören
Fatma Tokmak vakasını örnek veren
Eren, Azad Tokmak’ın anneye işkence
olsun diye Çocuk Esirgeme Kurumu’na
verildiğini ve çocuğu almak için uzun
bir süre hukuki mücadele sürdürdüğünü söyledi. Yıllardır Türkiye’de bu
tür uygulamaların devam ettiğini ifade
eden Eren, “Çocuk anneye muhtaç durumda ya da bakacak kimsesi olmadığı
için annesiyle gitmek zorunda kalıyor.
Ama bu çocukların annesinin suçuna
ortak edilmesini meşrulaştıramaz.
Anneleriyle kalan bu çocuklar için ceza
erteleme sisteminin 6 aydan daha fazla
olması gerekiyor. Aynı şekilde ev hapsi,
elektronik kelepçe ya da denetimli serbestlikten yararalanabilmeli kadınlar.
Bunlar yapılmıyorsa bile çocuklar için
kreş uygulaması olmalı, çocukların anneleriyle rahat zaman geçirebilecekleri
ortamlar oluşturulmalıdır” dedi.
Kısıtlı ortamda eğitim
Öte yandan Çocuklarıyla birlikte cezaevinde kalan kadınlara yönelik çocuk
gelişimi üzerine eğitimler veren Tuvana
Okuma İstekli Çocuk Eğitim Vakfı (TOİÇEV) ise çocukların kısıtlı ortamlarda
yapabileceklerini arttırmak ve cezaevlerinin şartlarını unutturmak için çalışıyor. Cezaevinde yaptıkları çalışmalar
konusunda bilgi veren Aybike Yurtsever
Guşa, özellikle annelere çocuklarıyla
cezaevinde nasıl oynamaları gerektiği
konusunda atölye çalışmaları yaptııklarını söylüyor. Çalışmaların bir kısmını
da anne ve çocukla birlikte yaptıklarını
belirten Yurtsever Guşa, anneleriyle
kalan çocuklar için bu çalışmayı her ay
bir cezaevinde yapmaya devam edeceklerini söyledi.
HAKAN TAHMAZ
7 Haziran seçimlerinin son virajındayız. Bu seçimler ortaya çıkacak sonuçları itibaren son yılların en karambol seçimi olacak gibi gözüküyor. Erken
seçimi gerekli kılacağına ilişkin yaygın
bir kanaat var. AK Parti, tek başına iktidar olsa da olamasa da; HDP barajı
geçse de geçemese de erken seçim güçlü olasılılık. 8 Haziran sonrasına ilişkin
senaryolar tartışılmaya başlandı.
Bu ölçüde yaygın tartışılıyor olması 7 Haziran seçimlerinin belirleyici özelliğinden kaynaklanıyor.
Bu, Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı koltuğuna oturmasıyla anayasa, yasa, gelenek, teamül tanımayan tutum ve davranışıyla toplumda yarattığı nefret, korku
ve düşmanlık duygusunun Türkiye’yi sürüklediği felaketten
kurtulma çabaları. Recep Tayyip Erdoğan toplumda öyle bir
nefret ve korku yarattı ki, beş benzemezi ve aynı sokaktan
geçmek dahi istemeyenlerin ortak duyguda, davranışta buluşmalarına yol açtı.
Demokrasi güçleri, Erdoğan’ın ve AK Parti’lilerin saldırılarının büyüklüğü ve ağırlığı karşısında çaresizlik içinde
adeta ırkçı, milliyetçi ve statükocu güçlere ve odaklara karşı
dileri tutuk sessizler.
HDP’ye AK Parti ile işbirliği yapacak mısınız ya da dışarıdan destekler misiniz gibi sorular, Doğu Perinçek ve Soner Yalçın gibi kemik ulusalcıların Recep Tayyip Erdoğan’ı
şu veya bu gerekçeyle savunmaları, hatta geniş bir kesim
tarafından Erdoğan’a karşı Türk milliyetçisi, Kürd karşıtı
MHP’nin partner olarak görülmesi durumun vahametini
gözler önüne seriyor. Ama algılanmasına ve kavranmasına
ne yazık ki yetmiyor.
Bu vahim durum, seçim sonrasını daha da belirsiz ve
mayınlarla döşeli bir hale getiriyor. Muhalefet partilerinin
“onu başkan yaptırmayacağız” veya “ AKP ile ne içeriden, ne
dışarıdan hükümet kurmayız” sloganlarında ifadesini bulan
siyasal atmosfer bugün bir çok şeyi anlatmaya yetiyor ama
sürdürülebilir bir siyasi yaklaşım olup olmadığı tartışılır.
Cumhurbaşkanın sonuçta Başbakanı da tahkir eden
davranışlarıyla oluşan Recep Tayyip Erdoğan ve onu istemeyenler kutuplaşması ve gerilimi seçim kampanyaları ve
siyaset düzeyini altüst etti. 8 Haziran sonrasında parlamento
zeminde ilişkileri ve ortaklaşmayı zorlaştıran mayınlar liderlerin kampanyalarında kullandıkları dil ile döşendi. Cumhurbaşkanın nefret ve korku üreten dili karşıtını üretti.
Bu siyasal tablonun sağlıklı bir gelişme olduğunu aklıselim düşünen hiç kimse ileri süremez. Parlamentoda bulunan hükümet partisi haricindeki partilerin tek hedefi, tavır
ve davranışlarıyla sadece AK Parti’lilerin Cumhurbaşkanı
olduğunu kanıtlayan Recep Tayyip Erdoğan’ın, anayasal
ve yasal zemine çekilmesini sağlayacak bir sonucun ortaya
çıkmasıdır. Bu tablo ile karşı karşıya kalınmış olması sistemin iflasını gösteriyor. Çözüm Süreci’nin geleceği neredeyse
ağza alınamaz hale gelindi.
Türkiye’nin sisteminin bugünkü haliyle sürdürülebilmesinin siyasal, sosyal, kültürel, toplumsal zemini büyük sarsıntı geçiyor. Bizzat Cumhurbaşkanı seçim döneminde yaptıklarıyla sisteme karşı, moda deyimle askeri olmayan “darbe
“ yapmıştır. Bir çok devlet kurumu “bu darbeye” ya sesiz
kaldılar ya da bizzat yanında yer aldılar. Anayasada Cumhurbaşkanın tarafsızlığı üzerine var olan açık hükümlerin aleni
çiğnemesinin, AK Parti’nin seçim kampanyasına önderlik
etmesinin önlenmemesi bu tablonun oluşmasına yol açtı.
Milletin doğrudan seçtiği Cumhurbaşkanı vurgusu, anayasa
ve yasa tanımaz bir biçimde davranan cumhurbaşkanı ortaya
çıkardı.
Bu vahim ve kaos zemini oluşturan gayri hukuki duruma son verebilecek seçim sonucunun ortaya çıkma ihtimali
oldukça zayıf. Türk İttihatçılığını yeni ambalajla gizli gizli
sürdürme eğilimi açığa çıktı. Sandık sonuçları nasıl olursa
olsun 8 Haziran sonrasında siyasal krizin derinleştireceği
kesinleşti.
14
BasHaber SÖYLEŞİ
01 - 07 Haziran14
2015
HABER
Sığınmacılar için nefret çanları çalıyor
O
Yağmur Çetin
rtadoğu’da birçok ülkede 4 yıldır
süren savaşların en ağır yükünü
şüphesiz ülkelerini terk edip zorunlu
göçe maruz kalan sığınmacılar çekiyor. Arap
Baharı ayaklanmaları ardından en uzun
çatışmalarını yaşayan Suriye’den Türkiye’ye
göç eden ve önemli bir kısmı Kürd olan
sığınmacılar ülkelerinde savaşın berbat
sonuçları ile mücadele ederken Türkiye’de
ise nefret ve ötekileştirme uygulamalarına
maruz kalıyor.
Suriye’de 4 yıldır yaşanan savaş dolayısıyla komşu ülkelere göç eden sığınmacılar
ölümden kaçarken bu kez gittikleri ülkelerde de nefretle mücadele ediyor. Birleşmiş Milletler’in Suriye savaşı sırasındaki
sığınmacı göçünü ‚son yılların en büyük göç
dalgası‘ olarak nitelendirirken bu dalgadan
büyük pay Türkiye’ye düştü. Dönemin siyasilerinin savaşın başlamasıyla “Gelin, kapılarımız size açık” çağrısına uyan Suriyeli sığınmacılar, Kilis, Hatay ve Urfa’dan Türkiye’ye
göç etti. İlk dönem sorun pek yaşanmazken
önüne geçilmeyen göç dalgasıyla özellikle sınır kentlerinde Suriyeli nüfusu hızla
artmaya başladı. Bu hızlı artış dolayısıyla
ucuz iş gücü olarak görülen sığınmacılar bir
yandan da yüksek ev kiraları, açlık, hastalık
ve açlıkla başa çıkmaya çalışıyor. Daha önce
özellikle ucuz iş gücü politikasından dolayı
sığınmacılara yönelik yerel halkın nefreti
büyürken yer yer bu çatışmalara dönüştü.
Özellikle geçtiğimiz yıl Maraş, Antep, Hatay
ve kısmen Urfa’da sığınmacılara yönelik nefret eylemleri artarken bu yer yer çatışmalar
çıktı, çok sayıda sığınmacı yaralandı.
Hızla artan sığınmacı öfkesi ve nefreti bu
yıl yeniden gündeme gelmeye başladı. Özellikle 750 bin nüfusun yoğunlukta olduğu
Urfa’da geçtiğimiz günlerde “sığınmacılar
istemiyoruz” diyerek sosyal medya üzerinden örgütlenerek miting yapmaya çağırmaları sığınmacılara yönelik nefretin boyutunu
gösterdi. Urfa Valiliği bu mitingi yasakladığı
halde toplanan kalabalık ile polis arasında
arbade çıkarken kalabalık ara sokaklarda
sığınmacılara saldırdı. Bu saldırı sonrasında
3 Suriyeli yaralanırken birinin durumunun
ağır olduğu öğrenildi. Ancak sığınmacıların
uğradıkları saldırı bununla da sınırlı kalmıyor. Özellikle medyada kullanılan nefret dili
ve ve siyasi mercilerin “geri göndereceğiz”
söylemleri ile bir sorun olarak gösterdiği
Suriyeliler, yaşadıkları bütün kentlerde aynı
sorunlarla karşı karşıya kalıyor. Türkiye’nin
Cenevre Sözleşmesi’ne koyduğu çekince
nedeniyle kendilerinin sıfatlarının bile belli
Yayın Yönetmeni - Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:
Faysal Dağlı
Editörler: İsmail Yıldız, Yeter Polat
Haber Merkezi: Özcan Şahin, Çimen Gümüş,
Rabia Çetin / Diyarbakır: Mustafa Turan /
Emin Kan
sığınmacılara yönelik saldırıları yapma
hakkını kendilerinde görüyor. Bunun anlamı, ırkçılık ve mülteci düşmanlığıdır. Seçim
öncesi siyasi partilerin ‘Suriyelileri göndereceğiz” Suriyelilere harcanan parayı niye
emeklilere harcamıyoruz’ şeklinde söylemler
bu tür saldırıları arttırıyor. Toplumda, bu insanların ülkelerine gönderilmesi, Türkiye’ye
zarar verdikleri şeklindeki ön yargıları ve
düşmanca bir anlayışı besleyip büyütüyor. Bu nedenle, siyasetçiler, mültecileri iç
politika malzemesi yapmaktan kaçınmalı.
Esas eksiklik, siyasilerin göç politikaları
konusunda bir şey söylememesidir.” Yılmaz,
göç ve politikasının yeniden gözden geçirilmesi ve buna uyum-entegrasyın politikaları
üzerine çalışılması gerektiğini aksi takdirde
sorunların büyüyüceğine dikkat çekti.
“Siyasilerin yaklaşımı
şiddeti artırıyor”
Sığınmacılara yönelik geniş kapsamlı çalışma yürüten Mazlum-Der Başkan Yardımcısı Halim Yılmaz, artan sığınmacı nefretine
yönelik BasHaber’e açıklamada bulundu.
Halim Yılmaz, sığınmacıların siyasi, ekonomik ve toplumsal değişikliklere neden
olmasının doğal olduğunu önemli olanın
doğru okuma ve doğru politikalar üretmek
olduğunu söyledi. Yılmaz, mülteci saldırılarının orada yerel halkın kendilerini eşit
görmemesinden kaynaklandığını ifade ederek şöyle konuştu: “Kendilerini bulundukları
yerin yegane sahibi olarak gören insanlar,
“Göçmen politikası düzenlenmeli”
Artan sığınmacı saldırılarının cezasız
kalmaması gerektiğini ifade eden Yılmaz,
“Eylemler cezasız kaldığında, saldırganlar
bunu meşru görecek ve yeni eylemlere kapı
açılmış olacaktır. Sosyal medya üzerinden
üretilen nefret söylemleri de endişe verici.
Bu konuda hiçbir şey yapılmaması dikkat
çekicidir. Mültecilere çıkarılacak zorluklar
istismara yol açarak onlara zarar verecektir.
Bu zarar tek taraflı olmaz” diyerek cezasızlığın ciddi sorunlar doğurucağına vurgu yaptı.
Sığınmacıların çoğunluğunun genç nüfus
olduğunu ve çocuk sayısının da yüksek
olduğunu belirten Yılmaz, “Çoğunluğun
İmtiyaz Sahibi: Basnews Medya Ltd. Şti. adına
Faysal Dağlı
Sahibi: Botan Tahsin
Hukuk Danışmanı: Av. Hamiyet Çelebi
İdare Müdürü: Esin Alp
Görsel Yönetmen: Alp Tekin Babaç,
Hüseyin Ünal
Tel: +90 212 243 27 60
Fax: +90 212 243 27 79
E-mail: [email protected]
www.basnews.com
Meşelik Sk. No:22 D/3 Beyoğlu/İST
Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST
BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir.
genç ve çocuklardan oluşması, çocuk
mültecilere yönelik hizmetlerin,
eğitim ve sosyal çalışmaların çok acil
bir gereksinim olduğunu gösteriyor.
Düzgün bir planlama ve göçmen
politikası ile bu insanlara sağlıklı
bir ortam ve gelecek sağlanabilirse, hem
mülteciler hem de Türkiye toplumu bundan
kazançlı çıkacaktır. Aksi halde, bu insanları
görmezden gelmek, koşullarını iyileştirmemek, hukuki ve diğer sorunları çözümsüz
bırakmak, insani bir felakete yol açacaktır.
Zaten savaştan kaçtıkları için büyük bir
travma yaşayan sığınmacılar için travmayı
tedavi etmek yerine, bunu derinleştirmek
her türlü sosyal soruna neden olur. Mültecilere göstereceğimiz her türlü yardım, insani
ve hukuki koruma, Türkiye toplumuna da
olumlu yansıyacaktır”
Kapıları açmak yetmez,
devlet adım atmalı
Urfa İnsan Hakları Derneği Mülteciler
Komisyonu üyesi Nalan Durdu da kent merkezinden geçtiğimiz yıldan bu yana artan
saldırıların kentin kapasitesinin dolmasından kaynaklandığını ifade ediyor.Durdu,
Kobanê’nin kurtarılmasıyla çok sayıda sığınmacının geri döndüğünü belirterek, şöyle
konuştu; “Belediyenin çadır kentlerindeki
insanların çoğu Kobanê’deki zafer sonrası
geri döndü. Bunların yanı sıra Urfa’da zaten
işsizlik diz boyu, dört yıldır devam eden göç
nedeniyle şehrin nüfusu hızla artıyor. Bu da
sığınmacılara yönelik saldırıların yayılmasına neden oluyor” dedi. Durdu sorunların
daha fazla büyümemesi için devletin adım
atması gerektiğini söyleyerek şöyle devam
etti: “Sadece kapıları açmak ve gerisini
gelişi güzel bir gelişime bırakmak çok kötü
sonuçlara yol açar. Kobanê bunun canlı
kanıtı. Eğer, Kobanê’nin inşasına yardımda
bulunursanız ve oranın bir an önce eski haline gelmesinde ön ayak olursanız bu insanlar
zaten ülkelerine dönecektir. Yani yerinde
politkalar uygulamak artan bu nefretin ve
saldırıların önünü kesecektir.”
15
Kanada Kürdleri
Dünyanın kıyısındaki Kürd toplumu
D
olmadığı sığınmacılar bu durumdan
rahatsız. Göçmenler üzerine çalışan
kurumlar da mültecilerin yaşadıkları
sorunlar ve izlenimleri ile ilgili birçok
rapor yayınlandı. Bu raporları hazırlayan
insan hakları örgütleri, sadece gözlem ve
raporlama ile yetinildiğini ve kimsenin
bir adım atmadığını söylüyor. Yoğun göç
alan kentlerin altyapı ve üstyapı kapasitelerinin yeterli olmadığını söyleyen ve bunun
zamanla daha çok soruna neden olacağını
belirten yerel kurumlar ise devletin sadece
sınır kapılarını açmakla yetindiğini ancak
bir an önce gereken önlemlerin alınması
gerektiği inancında. Türkiye’yedeki sığınmacıların sayısı resmi mercilere göre 1,5 milyon
civarındayken gayri resmi kurumlar ise bu
sayının 2 milyonu aştığı inancında. Bölge illerinde kendileri için kurulan çadır kentlerin
yetersiz kalması ve ekonomik sorunlar nedeniyle, metropollere ve bulundukları şehirlerin kent merkezlerine göç eden sığınmacılar,
hem ucuz iş gücü olarak sömürülüyor hem
de nefret söylemlerine maruz kalıyor.
HABER
BasHaber
01 - 07 Haziran 2015
15
SÖYLEŞİ
bağımsızlık sürecinin Kanada’daki Kürdlerde büyük heyecan yarattığını ifade ediyor:
“Buradaki tüm Kürdler bunu canı gönülden
destekliyor. Çünkü hayallerimizde yaşattığımız Kürdistan’ın tüm parçalarda da etkili
olacağını biliyoruz. Bu süreci buradaki tüm
Kürdler destekliyor. Bu Kürdistan’ın tüm
parçaları ve Kürdler için büyük bir avantaj
sağlayacak.”
Çimen Gümüş
ünyanın pek çok ülkesinde olduğu
gibi, yerküremizin öteki ucu olan
Kanada’ya yerleşen ve sayıları on
binlerle ifade edilen bir Kürd topluluğu
var. 1970 yılından bu yana Kürd göçünün
yöneldiği Kanada’da yaşayan Kürdler,
siyasi ve diplomatik faaliyetler yürüterek
ülkelerindeki politik süreçle bağlantılarını
sürdürüyor.
Çeşitli tarihlerde yaşanan kitlesel katliam
ve baskılar özellikle de 1980-1990 yılları
arasında Halepçe, Enfal soykırımları, Doğu
Kürdistan’daki toplu öldürmeler, eşzamanlı
olarak Kuzey’deki savaş Kürdlerin dünyaya dağılmasına neden oldu. Ülkelerinde
uğradıkları zulüm sonucu göç eden Kürdler,
gittikleri ülkelerde dil, kültür ve geleneklerini koruma mücadelesinin yanısıra politik
etkinliklerini ve örgütlülüklerini de devam
ettirmeye özen gösterdiler. Dünyanın
öbür ucu olan Kuzey Amerika kıtasındaki
Kanada’ya 1970 yılından itibaren başlayan ekonomik nedenli Kürd göçü, Güney
Kürdistan’da yaşanan Halepçe ve Enfal ile
birlikte toplu politik göçlere bıraktı yerini.
Şu an itibariyle 15-20 bin arasında Kürdün
yaşadığı Kanada’nın bu yoğunluğu barındıran şehirlerinde çok sayıda Kürd kurumu
mevcut. Bunların başında da 3 dernek
geliyor. Yanısıra 13 yıldır Kürdçe, İngilizce,
Fransızca ve Türkçe yayın yapan Mesopotamia Sînews Gazetesi var. 10 yılı aşkın bir
süredir geleneksel olarak Kürdistan Uluslararası Festivali’nin yanı sıra, yıllardır büyük
Newroz kutlamalarına ev sahipliği yapıyor
Kanada Kürd toplumu.
Toplu Kürd göçünün olduğu bir ülke
1970 yılı başlarında daha iyi bir yaşam amacı ile göçen Kürdlerle tanışan
Kanada’ya, 1980 ile 1991 arası Güney ve
Doğu Kürdistan’dan toplu göçler başlamış.
Özellikle Kürdistan’ın güneyinden Halepçe
ve Enfal’in ardından gruplar halinde ilticacı
başvurusu alan Kanada, ardından Doğu
Kürdistan’ın özellikle Urmiye kentinden
göçler almış. Kuzey’den Ağrı, Diyarbakır,
Maraş gibi illerinden de göç alan ülkede
Zaza, Soran, Goran ve Kurmanc Kürdler
birarada yaşıyor.
Kürd Halk Merkezleri
Nüfusunun büyük çoğunluğu göçmen
toplumlardan oluşan Kanada’ya yerleşmeye başladıktan sonra 1990 yılları itibariyle
örgütlenen Kürdler, farklı kentlerde Kürd
Halk Merkezleri oluşturmuş. En büyükleri
Toronto, Edmonton ve Montrael’de bulunan
bu dernekler, kültürel, folklorik, anadil ve
siyasi çalışmaların yanı sıra çok dağınık bir
şekilde yaşayan Kürdler arasında bir köprü
rolü de oynuyor. Genellikle Kuzeylilerin
yürüttüğü bu dernek faaliyetleri kapsamın-
da, Kürd gençlerinin kültür, tarih ve dilleri
ile ilgilerinin korunması da hedefleniyor.
Her bölgede özgünlüklerine göre çalışan bu
dernekler göçmen Kürdlere yardımcı olmak
ve entegrasyonu sağlama çalışmalarının yanı
sıra, Kürdçe’nin de unutulmaması için de
çalışıyor. Dernekler koordinasyon halinde
özellikle Newrozlarda ve on yılı aşkın bir
süredir düzenlenen geleneksel Kürdistan
Uluslararası Festivali’ni ortak bir şekilde
örgütlüyor.
320 Kürd pizzacı
Dünyanın kıyısı olarak da bilinen
Kanada’nın yoğunluklu olarak Toronto,
Montreal, Kebek, Ontorio ve Edmonton
eyaletlerinde yaşayan Kürdler, ağırlıklı
olarak hizmet ve inşaat sektöründe çalışıyor. Toronto’da inşaatlarda çalışırken,
Montreal’de ise pizzacılık işi ile uğraşıyorlar.
320’nin üzerinde pizza salonları bulunan
Kürdlerin çok sayıda inşaat firması da var.
Kürdler burada inşaat sektöründe büyük
işler yapan 3-4 inşaat firmaya da sahip.
Kürd toplumu, Kanada’nın Rojava
tavrında etkili oldu
Kürdistan’da yaşananlara sessiz kalmayı
kabul etmeyen Kanada’daki Kürdler Kobanê
savaşı sırasında çok sayıda eylem yaparak
Kanada’nın da bu konuda tavır sergilemesini ve uluslararası koalisyon güçleri ile
birlikte hareket etmesi için ciddi çalışmalar
yürütürken, iktidardan muhalefete kadar
birçok parti ile görüşmeler gerçekleştirdiler.
Bu görüşmeler hem Kanada’nın uluslararası
koalisyona katılmasına hem de Kanada’nın
Kürd güçleri için 50-60 milyon dolarlık bir
ödenek açmasında etkili oldu. Kürdlerin
burada Kobanê için yaptığı eylemlere birçok
Kanadalı politikacı da destek vermişti.
Rojava’da yaşananların ardından büyük bir
ilticacı grup almaya hazırlandığı bildirilen
Kanada’nın, 50 milyon dolarlık bir fonun da
Irak ve Suriye’deki durumlarla ilgili ayrıldığı kaydedildi.
Kanada’da Kürdçe çalışmaları
Kürdlerin, ülkeleri ile bağlantılarının
zayıf olmasına neden olan uzaklıktan
dolayı çocuklarına yeterince kendi dil ve
tarihleri ile ilgili eğitim verememeleri ve
özgün sorunlar yaşamalarına neden oluyor. Mesafeden ve Kürdçe eğitim verecek
kişilerin eksikliğinden kaynaklı anadil
konusunda sıkıntı yaşanırken, Montreal’de
yakın zamanda Kürdçe dersleri başlayacak.
Toronto’da ise yaklaşık 5 yıldır dil eğitimi
veriliyor. 20 yıldır zaman zaman anadil
çalışması yürütülürken, yeterli sayı oluştuğunda devlet okullarında anadillerinde
eğitim alabilecekken, dağınık yaşam Kürd
ailelerin 15 çocuk biraraya getirip sınıf oluşturmalarını engelliyor. Bu nedenle bu tür
etkinlikleri dernekler çatısı altında yapmak
zorunda kalıyorlar.
‘Burada bütün Kürderin sesi
olmaya çalışıyoruz’
Kanada’ya Kürdistan’ın dört parçasından
göç eden Kürdlerin sorunlarını çözmeye
çalıştıklarını ifade eden Montreal Kürd
Halk Merkezi Dış İşleri Sorumlusu Mahsuni
Örde, “Kürdlerin nerde bir sorunu varsa
onlarla dayanışma içerisindeyiz. Rojava’da
ise Rojava için, Rojhilat’ta ise orası için
çalışıyoruz” diyor. Aynı zamanda ilticacılara
yardımcı olmaya çalıştıklarını kaydeden
Örde, “Amacımız her Kürd bireyinin bulunduğu alanda kendi ülkesinin sorunlarını
dile getirmesidir. Seçimlerde oy kullanıyoruz ve seçmen olarak bizim de partilerden
taleplerimiz oluyor. Onlara siz bizleri tanıdığınız ve destek verdiğiniz oranda biz de
sizin yanında yer alırız diyoruz. Amacımız
kültürümüzü, değerlerimizi, dilimizi gelecek
kuşaklara devredebilmektir. Gençlerimizin
ülkesini tanıması, ilişkilerini koparmaması
ve kendi kimliği ile sahiplenme duygusunu
yaşatmaktır. Diğer uluslarda kendi dillerini
bilmiyorlar ama kendi ülkelerini ve ulusunu
sahiplenme duygusu var. Mesele o ruhu
taşımak” şeklinde konuşuyor.
‘Bağımsızlık süreci
büyük heyecan yarattı’
Kürdistan’ın her parçası ve partisi ile
ilişkili olduklarını dile getiren Örde, Kürdlerin her alandaki mücadelesine destek
olmaya çalıştıklarını, Güney Kürdistan’ın
Hedef parlamentoda
Kürd parlamenter
Kanada parlamentosuna bir Kürd üye
göndermek istediklerini ancak nüfusun çok
dağınık olması nedeniyle bunu yapamadıklarını kaydeden Örde, artık belli alanlarda
Kürd nüfusunun yoğunlaştığını ve şartların
uygun olması ile bir Kürd parlamenteri
parlamentoya göndermeyi hedeflediklerini
söylüyor.
Kanada’da Kürdçe Gazete: Sînews
Kanada’da yaklaşık 13 yıldan bu yana
Kürdçe, Fransızca, İngilizce ve Türkçe yayın
yapan Sînews Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Metin Çiyayî ise gazetelerinin hem
Kürdistan’daki gelişmeleri takip ederek, Kanada’daki Kürdleri haberdar ettiğini, hemde
Kürdistan ile Kanada’daki Kürdler arasında
bir köprü rolü oynadığını söyledi. 15 günde
bir çıkan ve 12 bin adet basılan gazetenin bir
diğer hedefinin ise Kürdçe’yi günlük yaşam
dili haline getirerek Kanada’da yaşayan
Kürdlerin sorunlarını sayfalarına taşıyor.
Kanada’da ciddi kültürel imkanlar olduğu
halde Kürdlerin bunu değerlendirmesinde
sıkıntılar olduğunun altını çizen Çiyayî, “Burada en büyük hedeflerimizden biri de anadil
sorununu çözmektir” diyor.
Toronto Kulesi’nin mühendisi Kürd
Kanada’da uzun yıllar gazetecilik yapan
Nurettin Veysi, Kanada devletinin Kürdlerle ilişkilerinin iyi olduğunu ve Kürdlerin
aktivitelerine destek verildiğini belirttiyor.
Özellikle Hewler’de açılan Kanada temsilciliğinin ardından Güney Kürdistanlı
Kürdler ile Kanada’nın ilişkilerinin dostluk
temelinde geliştiğini sözlerine ekleyen Veysi,
Kürdistan’ı ziyaret eden Kanadalı politikacıların da Kanada’da Kürd ağırlıklı toplantılar
yaptığını kaydetti. Kanada’da Kürd nüfusunun oldukça önemli bir miktarda olduğunu
kaydeden Veysi, Kanada’nın Kürdistan’da
temsilcilik açmasına rağmen, Kürdistan’ın
Kanada’da hala resmi bir temsilciliğinin
olmadığına işaret ederek, “Kürdistan
Hükümeti’nin Kanada’daki Kürdlerle iyi
ilişkiler geliştirmesi gerekiyor” diyor.
Bu ülkedeki çalışmaları ile tanınan çok
sayıda başarılı Kürd olduğunu belirten Veysi, Toronto’da bulunan dünyanın en büyük
ikinci kulesi olan CN Tower’in Doğu Kürdistanlı Mühendis Cemil Mardoksi tarafından
yapıldığını da söylüyor.
16
BasHaber SÖYLEŞİ
01 - 07 Haziran16
2015
MÜZİK
Hasan Şerif:
Peşmerge bir ses
Çocuk yaşta müzik tutkusu, BAAS rejiminin baskıları, Peşmergelik ve mültecilikten sonra profesyonel müzisyenlik… Bu
olgular birçok Kürd sanatçısının hayatının
bileşkesi. Daha fazlasını yaşamlarının
değişik alanlarında duyumsamak durumunda kalanlardan biri olan ses
sanatçısı Hesen Şerîf de ‘feleğin çemberinden geçtikten sonra’ Kürdistan’ın her
yanında dinlenen ve sevilerek takip edilen
sanatçılardan biri.
Kürdler vatanlarını koruyan çocuklarına
Peşmerge der. Peşmerge sözcüğü,
‘ölümün önünde yürüyen’ anlamına
geliyor. Dağlarda zorlu direniş yıllarında
Peşmerge’ye katılan sanatçı Hesen Şerîf’in
etkileyici sesi de ‘ölümün önünde yürüyenlerin’ şarkılarını dillendiriyor.
Zerya Nergis
natımı halkımın mücadelesini güçlendirmek
için kullanmak istiyordum. Sıcakkanlılıkla
ve halkımı uyandırmak için yeni bir müzik
sahasına adım attım.”
E
nfal öncesinde sınırlara yığılan
binlerce Kürdün yaşadıklarını çocuk
denecek yaşlarda yaşamak durumunda kalan Şerîf, yüzünü dağlara çevirerek Peşmerge saflarında yer alır. Kuzey Kürdistan’a
geçtikten sonra bir süre kamplarda kalır
ve ardınan Avrupa’da mülteci bir yaşama
savrulur. BAAS rejimine karşı savaşırken
de hep müzik tutkusuyla yaşadığını söyleyen Şerîf, hayatın normalleşmeye başlamasıyla müzik hayatına yeniden döner ve
ilkin düğünlerde, çeşitli gece ve şölenlerde
müzisyenlik yapar. İleriki yıllarda ise deneyimlerini ve Kürdistan’ın ‘kalp atışlarını’
duyumsamaya müzikle buluşturup, başarı
ve ününü bu kez bu yolla sınırlardan aşırır.
Yaşamı ve müzik çalışmaları konusunda
BasHaber’e konuşan Şerîf, Kürd kültürünün
olmazsa olmazı olarak klasiklerin önemine vurgu yaparak, Kürd sanatçılarının bu
kaynaktan yeterince beslenmesini ve gelecek
kuşakları bu mayayla yoğurmasını öneriyor.
Çetin bir yaşam ve müziğin yaratıcılığı
Çocukluğundan beri müzikle ilgilenen
müzisyen Hesen Şerîf, müziği ve direnişi
beraber yürüten sanatçılardan biri. Aynı
zamanda devrimci olduğu için sanatında
her zaman halkının acılarını, kederlerini dile getiriyor. Kürd halkının yaşadığı
baskıları bizzat yaşayan ve çok sıkıntı çeken
Hesen Şerîf, 1985 yılında müziğe başlama
çabası içerisinde olduğu sahadan çaresiz
bir şekilde ayrılıyor ve yıllarca dağlarda,
göçmen kamplarında kalıyor. Anne tarafında dengbêjlik geleneği olduğundan onların
etkisinde kalıyor. Geleneksel Kürd müzik
tarzının yani dengbêjliğin sevdalısı oluyor.
1985’te Duhok’ta amatör gruplarla müzik
icra etmeye başlıyor. Bayram ve gece eğlencelerinde sahne alması, ona iyi bir tecrübe
kazandırır ama acılar ve sıkıntılar hep peşindedir. Hesen Şerîf, acılı günlerini anlatırken
gözleri doluyor: “Bugün de Kürd halkı aynı
durumda. Halkımız 85-86 yıllarında çok
büyük tehlike altında idi. Özellikle Güney
Kürdistan halkı, büyük bir zulüm görüyordu. O çetin günlerde ulusal duygularım çok
güçlenmişti. Bu yüzden siyasi, devrimci ve
ideolojik şarkılar söylemeye başladım. Sa-
Peşmerge bir müzisyen
Hesen Şerîf, Halepçe Katliamı ve Enfal
yıllarında Peşmerge’dir ve hem sanatını icra
etmekte hem de halkını korumak için Peşmergelik yapmaktadır. Şerîf, hikâyesini şöyle
anlatıyor: “Hayatım, aşama aşama değişti.
Hayatım üç önemli aşamadan geçti diyebilirim. Birincisi, devrim zamanlarında müziğe
başlamaktı. O zamanlar BAAS rejiminin
baskısı altındaydık. Sonra devrimci ve ideolojik şarkılarımızdan dolayı şehirden çıkmak
zorunda kaldık. 87’de dağlara çıktık, yaklaşık bir yıl 6 ay Peşmergelik yaptım ve BAAS
rejimine karşı savaştım. Halepçe Katliamı ve
Enfal baş gösterince büyük bir göç başladı ve
Kürd halkı yerini yurdunu terk etti. O vakit,
biz de Kuzey Kürdistan’a geçtik ve Amed’e
geldik. Kuzey Kürdistan’da 3 büyük kampımız vardı, ben Amed kampına yerleştim.
Çekilen o acı ve sıkıntılar dile getirilemez,
zira buna söz yetmez. Katledilen 182 bin
Kürd’ün yanısıra bu büyük göç de çok büyük
trajedilerin yaşanmasına sebep oldu. Birçok
insan yollarda hayatını kaybetti.”
“Amacım, dili korumak
ve halkı uyandırmak”
Hesen Şerîf, Amed’e geldikten sonra
müzik çalışmalarından vazgeçmez ve kısa
süre içinde sesini, avazını duyurduğu Amed
halkı tarafından çok sevilir. Yaklaşık 2
buçuk yıl Amed’deki Peşmerge kampında
kalır. Sonra Güney Kürdistan’a döner. Şerîf,
Enfal zamanlarındaki durumu, şimdiki
Rojava Kürdistanı’na benzetiyor ve ekliyor: “Rojava’nın durumuna bakınca Enfal
günlerini hatırlıyorum. Maalesef biz Kürdler
topraklarımızda da göçmeniz.” Şerîf, sanatını Kürd sanatı, kültürü, inançları, yaşamı,
renkleri ve sesleriyle süslüyor ve halkının
acılı yaşamını dile getiriyor. Çocukluğundan
beri yaşadığı sıkıntıların hala yaşamına etki
ettiğini söyleyen Şerîf, şöyle devam ediyor:
“Tarihe baktığımızda görürüz ki, aslında biz
sadece coğrafi ve fiziki anlamda parçalanmış
değiliz. Her şeyimiz parçalanmış, aramıza
ikilik koymuşlar. Bu yüzden de özellikle
Kürd diline hizmet etmek istiyorum. Kürd
halkı için standard bir dilin oluşmasını
istiyorum. Bir Kürd sanatçısı olarak tüm
Kürdlerin seslendirdiğim şarkıları anlamasını istiyorum. Sanatımın öncelikli amacı
budur. Ayrıca anonim şarkıların korunması
da öncelikli amaçlarımdan biridir. Ama
kati olarak istiyorum ki Kürdistan’ın diğer
parçalarındaki tüm Kürdler şarkılarımı
anlayabilsin.”
bu şarkıyla onlara teşekkürlerimi sunmak
istedim. Ezdî, Müslüman ve diğer Kürdleri
bağlayan zinciri koparmayan şey, dilimizdir.
Bu şarkı, sesimizdi, rengimizdi. Bu özelliğinden dolayı bu şarkı Kürd halkı üzerinde çok
etki yarattı. Diyebilirim ki Ermenistan’dan
tüm dört parça Kürdistan’a kadar çok
sevildi, herkes gönülden dinledi. Güzel
şeyler yapmak istiyoruz ve tarihi bir çalışma
yürütüyoruz.”
“Klasiklerimiz, yaşamınızın ruhudur”
Şerîf, tüm Kürd sanatçılarının, klasik eserlerin önemini bilmesi gerektiğini ve buna
göre hareket etmesi gerektiğini ifade ediyor
ve devam ediyor: “Klasiklerimiz çok önemli.
Melayê Cizîrî, Feqiyê Teyran ve değerlerimizin tüm koruyucularını, kültürümüzü iyi
tanımalıyız ve felsefelerini bilmeliyiz. Bu
düşünürlerimiz, ideolojimizin temelleridir.
Sanatımın başlıca amaçlarından biri de budur. Arşiv oluşturmalıyız, kitaplar yazmalıyız
ve onları akademilerde korumalı, geliştirmeliyiz ki çocuklarımız Kawis Axa, Şakiro,
Mihemed Arifê Cizrewî’yi tanısın, o zaman
kendi orijinalliklerini de tanır ve nerden
geldiklerini, nereye gideceklerini bilirler.”
“Sanatımız, orijinalliğimizden
geliyor”
Konuşmasının sonunda Hesen Şerîf Kürd
sanatçılarının rolüne dikkat çekiyor ve Kürd
sanatçılarının Kürdlerin parçalanmış dilleri,
sesleri ve renklerinin yeniden yaşatması ve
Kürd halkının birliğini sağlanması gerektiğini söylüyor: “Kürdler üzerinde Türk, Fars
ve Arap sanatının etkisi var. Eğer korunur
ve geliştirilirse bizim sanatımız ve kültürümüz bize yeter, tüm Kürdlere yetebilir.
Sanatımız, orijinalliğimizden geliyor. Ama
maalesef sorumlu kurumlar televizyonları
iyi denetlemiyor. Bu yüzden Türk, Arap ve
Farslar taklit ediliyor. Ama inanıyorum ki
Kürdlerin gözündeki perde kalktı ve her şeyi
elde ettiler ve Kürd kültürünün bozulmasını
engelleyebilirler. Sanatın çeşitli yolları var.
Özellikle Güney Kürdistan’da eğer klasik
ve ya modern bir eser yaratmak istersen,
eserinde, Kürdçe’yi sevmen gerekir. Eğer iş,
Türkleri veya Arapları taklitse bu çok büyük
eksiklik. Artık eskisi gibi değil. İmkân var,
özgürlük var, iyi ve orijinal eserler yaratılabilir.”
“Laleş şarkısı Êzdî halkına
bir armağandı”
Hesen Şerîf, “Laleş” adlı şarkısını Ezdî
halkına armağan ettiğini belirtiyor. Bunun
için de yıllarca iyi bir çalışma olması için bu
şarkı üzerinde çalışmış: “Ezdîlik bin yıllar
boyunca dilimizi ve kültürümüzü koruyagelmiş. Bu yüzden bir Kürd sanatçısı olarak

Benzer belgeler

10.08.2015

10.08.2015 Türkiye’de ki baraj dünyanın hiç bir yerinde örneği olmayan anti demokratik bir uygulama olduğunu ve seçimlerin ilginç sonuçlara gebe olduğunu ifade eden Araştırmacı Mehmet Bayrak da, “Bu başlı baş...

Detaylı