31.05.2014
Transkript
31.05.2014
1 Berivan Aymaz SÖYLEŞİ Köln Belediyesi’ne Kürd kadın başkan ➜ 12 HAFTALIK HABER GAZETESİ • FİYATI 2.5 TL SAYI 6 • 31 MAYIS-6 HAZİRAN 2014 • WWW.BASNEWS.COM ‘Türkiyelileşme’ tartışılıyor Legal Kürd siyasetinin yeni kulvarı olan ‘HDP’nin ötekileştirilen tüm kesimleri içerecek; Alevilere, sol-sosyalist çevrelere, Müslüman ve liberal demokratlara, yoksul, işsiz ve emekçilere ulaşabilecek bir kitle partisi’ olarak yeniden tanımlanması Kürdlerin siyasetteki yeni dönemine işaret ediyor. BDP’li vekillerin toplu halde 28 Nisan 2014’te HDP’ye katılması ile başlayan ve kamuoyunda ‘Türkiyelileşme’ olarak ifade edilen yeni siyasi süreç Kürd siyasetinde yoğun tartışmalara konu oluyor. ➜ 2-3 ABD’ye petrol tepkisi Türkmenler Kürdlere güveniyor Türkmen Lider Sannan Ağa, Türkmenlerin Kürdistan Bölgesi’ndeki huzur ve istikrara imrenerek baktıklarını belirtiyor. ➜ 8-9 Uzun zamandır gündemden düşmeyen Kürdistan petrolünün Türkiye üzerinden dünya pazarlarına satışı tartışmalarla birlikte başladı. 22 Mayıs 2014 tarihinde Ceyhan’da depolanan 2.5 milyon varil petrolden bir milyon varili tankerle Avrupa’ya gönderilirken, petrol ile Kürdistan’ın bağımsızlığı arasındaki ilişki de gündeme damgasını vurdu. Kürdistan Hükümeti Sözcüsü Mustafa, petrol satışına ancak kendilerinin karar verebileceğini belirtirken, Kürdistan İttifakı Sözcüsü Teyîb, petrol ihracatı ile dış politikada büyük bir ➜4 zafer kazandıklarını söyledi. Ulusal birlik çağrısı Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesud Barzani, 26 Mayıs direnişi yıldönümü vesilesiyle yayınladığı mesajda Kürdlere ulusal birlik ve kazanımlarını korumala➜5 rı çağrısında bulundu. MİTHAT SANCAR HAMİYET ÇELEBİ MESUT YEĞEN Sınırlar ve ötesi İnsancıl hukuk ve çocuklar CHP’nin yeni yolu ➜4 ➜5 ➜9 2 SÖYLEŞİ MANŞET 2 Kürd siyasetinde ‘Türkiyelileşme’ tartışması B DP’li vekillerin toplu halde 28 Nisan 2014’te HDP’ye katılması ile başlayan ve kamuoyunda ‘Türkiyelileşme’ olarak ifade edilen yeni siyasi süreç Kürd siyasetinde yoğun tartışmalara konu oluyor. HDP Eş Başkanı Ertuğrul Kürkçü BDP’lilerin HDP’ye geçiş töreninde yaptığı konuşmasında “Sadece bir partiden ötekine geçmiyor, sadece yer değiştirmiyor, aynı zamanda yeni YETER bir stratejiyi Türkiye POLAT siyasetine taşıyoruz. Sıradan bir adım, sıradan bir hamle değil, bu stratejik bir hamledir” diyerek yeni sürecin tanımını yaptı. 1990’larda kurulan Halkın Emek Partisi’nden (HEP) bu yana legal Kürd siyaseti, Türkiye partisi olduklarını ısrarla vurguladı. Ancak tüm çaba ve söylemlere rağmen, HEP’ten BDP’ye 24 yıllık siyasal deneyimde legal Kürd siyaseti, Türkiye ölçeğinde örgütlenerek, Kürdler dışındaki farklı kesimlerden oy alamadı. Legal Kürd siyasetinin yeni kulvarı olan ‘HDP’nin bütün Türkiye halklarını kucaklayan, sistemin ötekileştirdiği bütün kesimleri içerecek; Alevilere, sol, sosyalist çevrelere, Müs- lüman demokratlara, liberal demokratlara, Türkiye’deki yoksul kesimlere, işsiz kesimlere, işçilere, emekçilere ulaşabilecek bir kitle partisi’ olarak yeniden tanımlanması Kürdlerin, Türkiye siyasetindeki yeni dönemine işaret ediyor.Kürdlerin hak mücadelesini legal düzleme taşıma amacıyla kurdukları tüm siyasi parti deneyimlerinin istenen sonuca ulaşamadığı ortada. Bu legal girişimlerin gerek “Kürd partisi” gerek “Türkiye partisi” olmayı bu uzun sürecin sonucunda başaramamasının nedenleri neydi? “Çözüm Sürecinin” de tartışıldığı bu yeni dönemde, Kürd meselesini “Türkiyelileşme ve demokratik özerklik” üzerinden çözmeye çalışmak ve HDP üzerinden Türkiye ölçeğinde muhalefet hareketi inşa etmeye yönelmek ve diğer yandan da silahlı mücadele seçeneğini el altında tutma gibi seçenekler benimseyen Kürd siyasetinin yeni hamlesini; HDP Eş Başkanı Ertuğrul Kürkçü, HDP İstanbul Milletvekili Levent Tüzel, Siyasetçi - Yazar Naci Kutlay, HAKPAR Genel Başkanı Kemal Burkay, DDKD Başkanı İmam Taşçıer, Azadi İnisiyatifi Koordinatörü Adem Özcaner ve Siyasetçi-Yazar Tarık Ziya Ekinci’ye sorduk. Türkiyelileşme tanımını kullanmıyoruz Bağımsızlıktan vazgeçmek insanlığa aykırıdır Türkiyelileşme diye bir strateji Amed’de Newroz meydanında yaptığı bence eksik bir adlandırma, eksilahlı mücadele yerine demokratik sik bir kavramsallaştırma. Biz bu siyasal mücadele ruhundan ilerleme tanımı kullanmıyoruz. Daha çok bu çağrısıdır. Bu çağrıyla birlikte bir orklişe bir kavram olarak, kimi medya tak mücadele alanı açılmıştır. Biz bu yorumcuları tarafından ortaya atılan, ortak mücadele alanını aslında 2011 ama bence sosyolojik bir karşılığı, genel seçimlerden beridir kurmaya siyasi bir karşılığı olan bir kavram çalışıyorduk. Bugün HDP’ye dönüşen değil. Çünkü burda yakıştırma şu meclis grubumuz, 2011’de Emekşekilde geçmişten beri yapıldı; Kürd Demokrasi-Özgürlük Bloku olarak özgürlük mücadelesinin yeterince seçimlere girdi ve Türkiye SosyalTürkiyeli olmadığı, Türkiye’nin ist Hareketi ile Kürdistan Özgürlük batısında sesini, ideasını duyuraMücadelesi’nin çeşitli bileşenleri cak bir potansiyele sahip olmadığı, bir ortak siyasi grup oluşturmayı bu nedenle başkalaşım başarmışlardı, o günden beri geçirmesi gerektiği ideası de ete kemiğe bürünmüştür öne sürülüyordu ama bence diyebiliriz. Bugün itibari ile aynı şey bütün öteki parnet olarak ifade edecek olurtiler için de öne sürülebilir. sak ve siyasi programımızı, Bu mesele şimdi şudur; iki cümleyle bunu indirgeKürdistan Özgürlük Mümek mümkündür. Demokracadelesi, milletlerin kendi tik Cumhuriyet, Türkiye kaderlerini tayin hakkını Cumhuriyeti’nin bugünkü ERTUĞRUL KÜRKÇÜ rejiminin yerini alması kullanırken, bunu ayrılma yönünde değil, ortak bir gerekir. Bugünkisi demokrayeni yaşam yönünde kullanmaya tik cumhuriyet değildir. İkincisi, karar vermiştir. Dolayısıyla ortaya bu demokratik cumhuriyet içerçıkan bu yeni süreç bu kararla ilgili. isinde kentler, ilçeler, bölgeler özerk Çünkü HDP’nin kendine özgü özelliği yönetimlere kavuşmalıdır, demokraTürkiye’nin demokratik ve sosyal mutik özerklik. Özellikle de Kürdistan halefet güçleriyle Kürdistan Özgürlük Bölgesi, bir ya da birden çok bölge Güçleri’nin bir ortak siyaset kurma olarak demokratik özerk yönetimlere girişimi olmasıdır. Böyle olduğu için kavuşturmak gibi Kürd meselesinin şimdi artık bilgin ortak siyaset alanı çözümü için Türkiye’nin tamamını doğdu. Eğer illa bir tarihleme yapkuşatan bir demokratizasyon imkanı mak istersek Sayın Abullah Öcalan’ın ortaya çıkacaktır. Olgusal olarak Türkiyelileşme mekse, eğer Kürdistan hakikatini perspektifine karşı olan bir anlayışa ıskalamaya yönelik bir girişim sahip değiliz. Doğal olarak da evrenise doğal olarak da diğer Kürd sel değerler ve bizim aynı zamanda oluşumları, Kürd partileri, Kürd kaİslami perspektifimiz gereği, Türmuoyu ve Kürdistan halkı bu noktakiyeli, Ortadoğulu Müslümanlarla ve da ciddi bir karşı duruş sergileyecekdünyanın diğer halklarıyla elbette ki tir. Bunu eğer sağlıklı bir şekilde daha temelli çözümler oluşturmak izah etmezse gelecek günlerde Kürd bizim de amaçlarımızdan biridir. siyasetinde ciddi çatlaklıklara sebep Bu perspektifle baktığımız zaman olur. En azından uzun yıllardır Kürd hareketinin, Türkiyelileşme Kürdistan davası için can veren fikrini olgusal olarak seçmesinde bedel veren, malından mülkünden bir beis görmüyoruz. Ancak, Kürd olan, bir çok zorluğa karşı göğüs siyasetinin mevcut politikalarının germiş ve aynı zamanda Kürdistanın kısır döngü içinde sürmüş tabii doğal dengelerinin alt olması, mevcut yıkımlar üst olmasına sebep olan ve tahribatlar sonucunda bu süreçler, azami dereortaya çıkarttığı yeni cede zarar gören Kürd tezlerde, bu tezlerin özelhalkı ciddi anlamda buna likle Kürdlerin bir bütün başkaldırır ve ciddi anlamda olarak hak ve özgürlükleryeni arayışların peşine inden mahrum bırakılarak, düşecektir. HDP’nin özelmevcut egemen düzene, likle son iki yıllık politikaları ADEM ÖZCANER entegre edilmesi yönündeve söylemleri ve sonuç ki çabalara tekabül eden bir girişim olarak kendisini inşa ettiği zemin ve olarak Türkiyelileşme bizi ürkütmekonsept maalesef bu Türkiyelileşme ktedir. Kürd siyasetine elbette seçtiği iddiasında daha öte bir iddiayı bu yolda topyekün karşı değiliz taşımakta. Bu da marjinal sol ama Kürd siyaseti ve Kürd halkına söylemlerin kendisine dikte edilmiş diğer Kürd siyasilerine, gruplarına, bir anlayışı ortaya çıkarmaktadır ki partilerine ‘Türkiyelileşmekten’ bu Kürdistan hakikati ve Kürtlerin maksadını çok açık ve net bir şekilde maslahatına son derece ters bir hiçbir tartışmaya mahal vermeyanlayış içermektedir. Bu nedenle ecek şekilde açıklamak zorundadır. özellikle Kürd kamuoyu HDP projesEğer Türkiyelileşme Kürdlerin hak ine ve Türkiyelileşmeye ciddi ciddi ve özgürlüklerinden feragat etendişe ve şüphe duymaktadır. 3 SÖYLEŞİ MANŞET 3 Batı’da sopa sallayan bir iktidar Kürde çözüm getirmez Kürdlerin meselesi Türkiyelileşme olarak önümüze getirmemek gerekir. Kürd meselesi, Kürd halkının hak ve eşitlik meselesi yani eşit ulusal bir toplum olarak bulunduğu coğrafyada haklarını kullanması ve yaşama biçimini belirlemesidir. Örgütlü Türk güçleri bu konuda belli bir politika belirlemiş durumda: Kürd sorununu Türkiye halklarıyla birlikte çözmek. Çözmekten kasıt sadece Kürd için bir kurtuluş, sadece Kürd için bir demokrasi değil bütün bu ülkede yaşayan halklar için demokrasi mücadelesi olarak benimsemek. Ama bunu bir Türkiyelileşme yani Kürd’ün, Kürd halkının örgütlü mücadelesinde Türkiye’nin diğer alanlarında da örgütlenme adına böyle bir misyonla dönüştürmek bu çok gereksiz. Türkiye’de Batı’da sopa sallayan bir LEVENT TÜZEL iktidar Kürde çözüm getirmeyecektir. Ya da çözüm bir taraftan farklı hatta yürürken, diğer tarafta antidemokratik uygulamaların olması çözüm olmayacaktır. HDP’yi BDP’nin bir Türkiyeleşme batıya açılma gibi ele almak bu HDP’yi belki en geri, son aşamadaki bir tanım olarak ifade etmek olur. Kürd kamuoyunda böyle bir yaklaşım var: ‘İşte Kürd hareketini kalkıp Türkiyelileşme adıyla Kürtlerin meselesini bitirmek istiyorlar. Bu kadar can kaybı oldu, bu kadar genç öldürüldü, köyler yakıldı yani bütün bunlar bu muydu, bunun için miydi’ böyle bir yaklaşım var. Türkiye halklarıyla birlikte kazanmak. Yani Kürd’ün davası, Kürd halkının eşit ve özgür bir ulus olma savaşı kazanım, kendi geleceğini belirleme davasını sürdürmede, Türkiye’nin diğer halklarıyla birlikte bir mücadele sürdürme birliği yapması ortak bir dava kader birliği yapmış, kader birliği yapması bunda bir yanlışlık yok, zaten böylede olmalı. Bir araya gelme, birlikte mücadele etme ama bunun ‘örgüt modelleri açısından parti formu açısından nasıl olmalı’ diye bir tartışmamız var. Eşitlik temelinde federasyon istiyoruz “Türkiyelileşme projesinde” bir partiyi değerlendirirken bu tür yaftalardan çok programına bakmalı. Biz, Hak ve Özgürlükler Partisi olarak kendi politikamızdan sorumluyuz Programımızın özü özgürlük ve demokrasidir. Kürd sorununun çözümü için eşitlik temelinde bir federasyon istiyoruz. Bizce böylesi bir çözüm bölge ve dünya koşullarına uygundur. Bunun yanı sıra ister Kürt, ister Türk veya başka kökenden olsun, insanlarımızın ihtiyacı olan demokratik hakları; temel insan haklarını, işçi haklarını, kadın haklarını istiyoruz ve çevrenin, doğal hayatın korunmasına önem veriyoruz. Gücümüzün yettiğince hem Kuzey Kürdistan’da hem de Batı’da örgütleniyoruz ve Kürtlerin yanı sıra programımızı doğru bulan herkesten destek ve oy istiyoruz. Aslına bakarsanız, Kürd sorunu konusunda görüşü ne olursa olsun hemen hemen diğer tüm partiler de yapabildikleri kadarıyla hem Batı’da, hem Kürdistan’da örgütleniyor ve halktan oy istiyorlar. Bu son derece doğal. KEMAL BURKAY Herkesin Türkiyelileşme algısı farklı Herkes ‘Türkiyelileşmeyi’ kendisine göre yorumluyor. ‘Türkiyelileşmek ne demek? Bir kısmı ‘Türkiyelileşme’yi Türkleşmek, bir kısmı da ‘Türkiyeli’ gibi düşünmek o anlayışa gelmek gibi algılıyor. Esasen bu yanlış bir kullanımdır. Türkiye’de bazı kesimler bu tartışmayı bilinçli olarak yürütmektedir. Kürtler bu toprakların en eski kavmidir. Böyle olunca Türkiye dediğimiz bu toprakların üzerinde Kürdlerin de diğer halklar gibi eşit koşullarda yaşama talebi tartışılamaz. Öncelikle iyi niyetli tartışmalar yürütülmelidir. Kim kullanırsa kullansın, dediğim gibi istenilen anlamı taşımıyor. Çok eskiden beri Bedirxan Beyler 1840’larda Botan da oldukları zaman Botan yine Osmanlının bir parçasıydı ve kimse bunu Osmanlılaşmak olarak algılamadı. Çok iyi niyetli olmayan ‘Türkleştirme’ gibi bir anlam saklıyor ve böyle bir şey yok. Kürtlerin mücadelesi çok eskilere dayanır. Türkiyelileşme zaten olamaz, NACİ KUTLAY Kürdlerin yaşadıkları yer esasında yukarı Mezopatamyadır. Türk değil Türkiyelileşmek değil, mesele burada yaşayan Kürdler olarak Türkiyeli İMAM TAŞÇIER Solcuların kuyruğuna takılmamalı Türkiyelileşme projesine kesinlikle karşıyız. Çünkü Türkiye sorununu Kürdler çözemez. Sanki Kürd sorununun çözümü marjinal Türk soluna ve marjinal Kürdlere kalmış gibi. Türkiye’nin demokratikleşmesine Kürdler katkı sunabilir ama Türkiyelileşmeyi yapamazlar. HDP, diyor ki: Türkiye’nin demokratikleşmesine katkı sunacağız.” bana göre bu doğru değildir. Bana göre bunların amacı Kürd sorununu zamana yayıp Kürdistan’ı yok saymaktır. Bu Türkiyelileşme projesinde Kürdlerin bir çıkarı yoktur. böyle bir durumda Kürdlerin kendi kendini yönetme gibi bir durumları olmayacaktır. Kürdlerin talepleri ulusal talepler olmalıdır, onlar da bir millettir diğer milletler gibi. Kürdlerin de kendi topraklarında kendilerini yönetme hakları vardır. Bu yönetmede özerklik de olabilir, federal de olabilir, bağımsız da olabilir; ama Türkiyelileşerek olamaz. Kürdler birkaç solcunun kuyruğuna takılmayı boş versinler artık. gibi düşünmek ve yaşamak istememiz. Karşıdaki anlayış, otoriter anlayış Türkleştirmek istediği için Türkiyeliliği bir üst kimlik olarak kabul etmedi. Üst kimlik olarak Türk olmayı Kürdler kabul etmedi zaten. Bu anlama çekmemek lazım. Kürdlerin bağımsızlık ideali herkesin gönlünde yatıyor. Koşulları var mı yok mu buna bakılmalı. Gönülde yatması ayrıdır koşullar ayrıdır, idealize etmek ayrıdır, ideoloji haline getirmek ayrıdır. 4 SÖYLEŞİ HABER MİTHAT SANCAR Sınırlar ve ötesi Sınırlar, iktidarların sembolleridir. Bütün iktidarlar, toplumlarını denetim altında tutmak ve böylece varlıklarını rahatça sürdürmek için sınırlar yaratırlar. Devletler, dinler, örgütler, cemaatler; mensuplarını sınırlardan uzak tutmak için suç, günah, ihanet, ayıp gibi araçlara başvururlar. Devletleri ve halkları birbirlerinden ayıran fiziksel sınırlar vardır bir de. Ulus-devlet, her şeyden önce sınırlarla tanımlanır, sınırlar aracılığıyla var olur ve sınırlar sayesinde varlığını sürdürür. İktidarını sağlam ve nüfusunu homojen tutmak için her ulus-devlet en başta sınırlarını güvende tutmak ister. Tel örgüler, gözetleme kuleleri, karakollar, bariyerler, makineli tüfek yuvaları, bu amaca hizmet ederler. Sınırlar, çoğu zaman gerilim bölgeleridir, çatışmalarla anılırlar veya çatışma ihtimallerini çağrıştırırlar. Devletlerin birbirlerinin sınırlarını aşmaları, savaş sebebi sayılır. İnsanların, devletlerden izin almadan, yani pasaportsuz ve/veya vizesiz sınırları aşmaları, suç kabul edilir. Bu suçun cezası, bazen anında ölümdür. Ulus-devletler çağının belalı icadı olan sınırlar, sadece toprakları birbirinden ayırmakla da kalmazlar, insanların zihinlerine de yerleşirler. Ulus-devlet projesinin en büyük başarılarından biri, insanlara bu sınırların doğal ve zorunlu olduğunu kabul ettirmiş ve dünyaya bu sınırlardan bakmalarını sağlamış olmasıdır. Sınırların bedelini en ağır ödeyen halkların başında Kürtler, coğrafyaların başında da Kürdistan gelir. Dört devletin arasına çizilen sınırlarla Kürtler birbirinden ayrılmış, Kürdistan parçalanmıştır. Kürdistan’ın bir parçasından öbürüne geçmek, öte yakadaki akrabalara, yakınlara dokunmak sınırların bekçisi olan devletlerin iznine ve insafına bırakılmıştır. Sınırlara içi ısınmayan, sınırları zihnine yerleştirmeyen pek çok Kürt, sınır boylarında izinsiz hareket etmenin bedelini hayatıyla ödemiştir. Kürtlerin hafızasına acı ve öfkeyle kazınmış katliamlar da yaşanmıştır bu nedenle. “Otuz üç kurşun olayı” diye bilinen Geliyê Sapo katliamı bunlardan biridir mesela. 1943 yılının Temmuz ayında 3. Ordu müfettişi Mustafa Muğlalı’nın emri üzerine işlenen bu toplu cinayetten 68 yıl sonra, 2011 yılının son günlerinde, bu sefer Roboski’de savaş uçaklarından atılan bombalarla 34 Kürt katledildi. Bu katliamlardan ilki Türkiye – İran, ikincisi Türkiye – Irak diye tabir edilen sınır bölgelerinde gerçekleşti. Bu iki katliam arasında ve sonrasında, bu sınırlarda çok sayıda insan öldürüldü. Bunların büyük kısmı, haber yapılmaya değer görülmedi, belki kayıtlara dahi geçmedi. En son, geçtiğimiz günlerde, Türkiye–Suriye sınırı diye nitelenen bölgede, iki kadın, askerlerin açtıkları ateşle katledildi. Bu cinayetler de, mesela Türkiye’nin batısında bırakın infial uyandırmayı, ilgi bile çekmediler. Bu ve benzer örnekler gösteriyor ki, devletlerin Kürtler arasına çektiği sınırlar, Türkiye’nin batısında insanların büyük bölümünün zihnine yerleşmiş, Kürtlerin bu yüzden yaşadıkları acılar da onların nazarında adeta normalleşmiştir. Ayrışmanın tam da burada başladığını, gerçek bölünmenin tam da burada yattığını rahatlıkla söyleyebiliriz. “Türkiyelileşme”nin yeniden tartışıldığı bu zamanlarda, bu bölünmeyle hesaplaşmadan, halklar arasında hakiki ve eşit bir birliktelik yaratmak mümkün görünmüyor. HDP projesi, zihinlerdeki bu sınırları aşmak ve yıkmak için Kürtlerin attıkları hayati bir adımdır. Bu hamlenin başarısı, Kürtlerin bütünsel varlığının, Kürdistan gerçekliğinin ve Kürdistanilik hakikatinin Türklerde yaygın kabul görmesine bağlıdır. Bunun için, dünyaya ve hayata ulus-devlet fikrinin dayattığı sınırların ötesinden bakmayı becermek lazım. Böyle bir gelişme, halklar arasında eşitliğe dayalı özgürlükçü, demokratik yeni siyasi birliktelik modellerinin de önünü açacaktır. 4 ‘Petrolümüzün satışına ABD değil, biz karar veririz’ CESİM İLHAN U zun zamandır gündemden düşmeyen Kürdistan petrolünün Türkiye üzerinden dünya pazarlarına satışı tartışmalarla birlikte başladı. 22 Mayıs 2014 tarihinde Ceyhan’da depolanan 2.5 milyon varil petrolden bir milyon varili tankerle Avrupa’ya gönderilirken, petrol ile Kürdistan’ın bağımsızlığı arasındaki ilişki de gündeme damgasını vurdu. Öte yandan petrol satışına karşı hamleler de devam ediyor. İran, Kürdistan petrolünün Akdeniz’e ulaşmasını engellemeye çalışırken, Irak Hükümeti, Türkiye FALAH MUSTAFA ile Kürdistan Bölgesi arasındaki işbirliğini uluslararası mahkemelere taşıyor. ABD’li yetkililer de Erbil’in Türkiye üzerinden petrol satışına mesafeli durduklarını vurgularken, Kürd yetkililer ABD’nin tavrını ciddiye almıyor. Kürdistan Hükümeti Sözcüsü Falah Mustafa, petrol satışına ancak kendilerinin karar verebileceğini belirtirken, Kürdistan İttifakı Sözcüsü Mueyed Teyîb, Kürdistan’ın petrol ihracatı ile dış politikada büyük bir zafer kazandığını söyledi. ‘Petrol satışına biz karar veririz, ABD değil’ Kürdistan Bölgesel Yönetimi Dış İlişkiler Sorumlusu Falah Mustafa özellikle ABD’nin petrol satışı konusundaki olumsuz yaklaşımlarını şöyle değerlendirdi: Kendi petrollerinin satılması kararını Kürtlerin kendisi verir. Amerika’nın, bu siyasi tartışmaları anlamasını ve Erbil ile Bağdat arasındaki rekabete müdahale etmemesini temenni ediyoruz. Bize göre uygun olan ABD’nin, tarafsızlığı seçmesi veya bu konuda sessiz kalmasıdır. Çünkü biz Kürdistan halkının çıkarlarını koruyor ve o doğrultuda hareket ediyoruz. Artık birilerinin bize, ‘doğru yapıyorsunuz’, başka birilerinin de ‘yanlış yapıyorsunuz’ şeklindeki sözlerine bakamayız. Felah Mustafa, “AB ülkeleri, hukuka bağlı kalarak hareket ettiğimizi biliyor. Biz aynı zamanda Irak halkının da çıkarlarını gözetiyoruz. Başarılı bir petrol politikası yürüttük. Bağdat siyaseti kaybetti. AB ülkeleri, Kürdistan bölgesini hayretle izliyor ve bizleri destekliyor. Daha önce bir damla petrol ihraç edemeyen Kürdistan bölgesi, bugün petrol üretiyor, ihraç ediyor ve uluslararası enerji piyasasına sürüyor” dedi. PDK: Irak, Kürdistan’ın petrolden pay almasını istemiyor BasHaber’e konuşan KDP Ankara temsilcisi Ömer Miranî, Kürdistan hükümetinin uygulamalarının, Irak anayasasına uygun olduğunu ve bu ticaretin kanuni bir yöntemle yapıldığını söyledi. Kürdistan’ın Türkiye üzerinden dünyaya sevkettiği petrolün bölgeye gelir getireceğini ifade eden Miranî, konuşmasına şöyle devam etti: ‘’Merkezi Irak Hükümeti’yle Kürdistan Bölgesel Yö- netimi arasındaki ilişkiler yasaldır. Irak, Kürdistan yönetiminin petrolden pay almasını istemiyor; ama bu Kürdistan hükümetinin hakkıdır. Kürdistan Bölgesi, Irak bütçesinde yüzde 17’ye sahip. Bu pay çoğaldığında merkezi hükümetin kasasına gidiyor. “ABD bağımsızlığa sıcak bakmıyor” Ekonomist Mustafa Sönmez, Kürdistan yönetiminin petrol konusunda ABD ile yaşayacağı sıkıntıların bağımsızlık ilanı konusunda Erbil’e sıkıntı yaratabileceğini belirterek ABD’nin şu an itibarı ile Kürdistan’ın bağımsızlığına sıcak OMER MIRANI bakmadığını ve şu aşamada Irak’ın toprak bütünlüğünün bozulmasını istemediğine dikkat çekti. Sönmez, Erbil yönetiminin kendi kaynaklarını kendisinin işletmek istediğini belirterek, bu konuda Türkiye’den de destek aldığını söyledi. Ceyhan’dan 1 milyon varil petrol sevkiyatı yapıldığını sözlerine ekleyen Sönmez, Merkezi Irak Hükümeti’nin, Türkiye’yi boru hatları ile ilgili yaptığı anlaşmayı ihlal ettiği gerekçesiyle uluslararası mahkemeye verdiğini de sözlerine ekledi. ‘Barzani geri adım atmaz’ B asHaber’e konuşan İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesinden Yrd Doç Engin Selçuk, 2005’te kabul edilen Irak anayasasını ABD’nin hazırladığını ve ABD’nin, Kürdistan yönetiminin kendisinin rızası olmadan hareket etmesini istemediğini söyledi. ABD’nin zamanı uzatmak istediğine dikkat çeken Selçuk, şunları söyledi: ABD Irak’ın toprak bütünlüğünü Türkiye’den daha çok savunuyor. Ben petrol meselesinin sulh yoluyla çözüleceğine inanmıyorum. Kürdistan yönetimi Maliki karşısında gelinen noktadan geri adım atarsa, bu bütün Irak anayasasını etkiler. Federal devlet düzeyinde kalır. Ben Barzani’nin bu meseleden uzun vadede geri adım atmayacağını düşünüyorum. Sadece petrol meselesi değil, bu Kürdistan’ın geleceğiyle alakalı. Bu da Barzani’nin bağımsızlığını ilan etmesiyle alakalıdır. Elbette bağımsız bir Kürdistan’ın olmasını arzu ediyorum ama bana göre bağımsızlık için Barzani’nin zamana ihtiyacı var. 2009’da Türkiye’nin Irak politikası tümüyle değişti. Türkiye’nin Kürdistan ile 23 Kasım 2013’de yaptığı uluslararası hukuk anlaşması devrim niteliğinde bir anlaşmadır. Bu anlaşmayla Türkiye, Kürdistan’a federal bir devletin ötesinde, uluslararası hukuk anlaşmasıyla, ‘özel bir devlet’ olarak görüyor ve kabul ediyor. Bu artık Türkiye’nin Irak’ın toprak bütünlüğünü savunmadığını da gösteriyor. Bunların yanı sıra Kürdistan petrolünün Türkiye üzerinden dünya pazarlarına satılmasına ilişkin önemli bir gelişme daha yaşandı. Kürdistan petrolü her ay yapılacak uluslararası ihale sonucunda satılacak. Petrol gelirlerinin tamamı Halkbank’a yatırılacak ve anayasaya göre paylaştırılacak. Irak Hükümeti’nin Kürdistan’a yaklaşık 5 milyar dolara yakın borcu olduğu, bunun bir kısmının hala ödenmediği biliniyor. 5 SÖYLEŞİ HABER 5 HAMİYET ÇELEBİ İnsancıl hukuk ve çocuklar Kürdistan’da her yıl anılan ve Barzani’nin pêşmerge olarak katıldığı 26 Mayıs 1976 direnişinde Baas, binlerce Kürdü katletmişti Ulusal birlik çağrısı K ürdistan Bölgesi Başkanı Mesud Barzani, 26 Mayıs direnişi yıldönümü vesilesiyle yayınladığı mesajda Kürdlere ulusal birlik ve kazanımlarını korumaları çağrısında bulundu. Güney Kürdistan’da 1975 Cezayir Anlaşması ardından otonomi anlaşmasını geçersiz sayarak Kürdistan’ı işgal eden Baas Rejimine karşı yeniden ayaklanan Kürdler 26 Mayıs 1976’da büyük bir direniş başlattılar. Peşmerge güçleri eski silahlarla donatılmasına rağmen, Baas Rejimine karşı olağanüstü bir cesaretle savaştılar. Direnişe katılan peşmergelerin sayısı yüz bini aşmıştı. Irak ordusu Kürd yerleşkelerinin üzerine bombalar yağdırıyor, sivilleri de havadan vuruyordu. Modern silahlarla donanmış Sovyet destekli Irak ordusu insan gücünün üstünlüğü karşısında geri çekilmek zorunda kalmıştı. 26 Mayıs direnişinde binlerce Kürd hayatını kaybetti, ancak 26 Mayıs direnişi, bugünkü Kürdistan Bölgesinin kazanımlarının temeli oldu. Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani, Irak’ta Baas rejimine karşı 26 Mayıs 1976’da başlatılan Mayıs Devriminin 38’inci yıldönümü dolayısıyla bir mesaj yayımlayarak; ‘’Kürdistan halkı “Kirli Cezayir Planı”nı yerin dibine sokacak bir cevap vermiştir bu devrim kararıyla. Mücadele kervanının durmasına ve sinmesine izin vermedi. Bu önemli ve tarihi ayaklanma ile halkımızın içine ümit ve güven bahşetmiştir’’ dedi. Yaptığı açıklamada; “26 Mayıs 1976 tarihinde Kürdistan halkının başlattığı özgürlük mücadelesinin tamamlanması amacıyla bitmek, tükenmek bilmeyen direniş azmimizle ulusumuzun mücadele kervanı yoluna devam etti’’ diyen Barzani şöyle devam etti: “Kürdistan halkı hiçbir zaman teslim olmayacaktır. Mayıs Devriminde Kürd halkı, Kürdistan’ın diğer güçleriyle büyük destanlar yazdı. Bu destanların halkımızın tarihinde siyasi bir derinliği, büyük bir etkisi ve anlamı vardır. Bu başarılar ulusal mücadeleyi daha ileri merhalelere götürebilmiş ve düşmana da şu mesajı vermiştir; Hiçbir komplo ve plan halkımızın meşru sesini kısamayacak ve çelikten iradesini kıramayacak. Büyük kazançlarla tarihe geçen bu büyük devrimi öyle bir zaman diliminde anıyoruz ki, elde ettiğimiz birçok kazanımdan dolayı başımız diktir. Bu kazanımlar ulusumuzun savaşçılarının arzusu ve rüyasıydı. Şehitlerin kutsal kanı ve savaşçıların yorulmak bilmeyen azmi ve gayreti asla boşa gitmemiştir.” “Hassas bir dönemdeyiz” Barzani mesajında devamla şunları belirtti: “Büyük devrimi andığımız bu günde bir kere daha şunu vurgulamak istiyoruz: Güçlü bir irade ile yeni kazanımları elde etmek için mücadeleye devam edeceğiz. Özellikle de bu günlerde çok hassas şartların içindeyiz, halkımız tarihi bir fırsatla karşı karşıya. Bu fırsat da Kürdistan’daki bütün siyasi tarafların sorumluluk ve yükümlülüklerini daha da ağırlaştırıyor. Bütün Kürdistanlı güçler olarak birliğimizi, dirliğimizi ve tekseslilik ile tavrımızı güçlendirerek halkımızın haklarını korumalı ve ulusumuzun menfaatlerini savunmak için çabalamalıyız. Takip edeceğimiz siyasetle elde ettiğimiz kazanımları daha ileri noktalara taşımalı ve sorumluluk duygusuyla hareket etmeliyiz. Bu haklarımızın tekrar elden gitmesine izin vermemeliyiz. Birlikte daha büyük bir azim ve çabayla birlikte çalışmalı ve halkımız için daha büyük kazanımlara imza atmalıyız. Bunun için Kürdistan halkının bütün siyasi, etnik, dini ve mezhebi farklılıklarıyla bu tarihi sorumluluklarının bilincinde hareket etmesi gerekiyor. Hepsi tek tek ve tavırla kazanımlarını koruma ve savunma için irade belirtmelidir.” Savaşların nedenleri, niteliği, taraflarının statüsü ve çatışmanın politik ve hukuki tanımları konusunda farklı görüşler öne sürebiliriz. Ancak savaşların neden olduğu tahribatların asgariye indirilmesi konusunda evrensel standartlara göre tedbir alma ve bunları uygulamaya itiraz edecek kimse yoktur kanımca. Geldiğimiz noktada insan haklarının vaz geçilmez bir parçası olarak kabul gören, “ teamülleşerek” ortak hassasiyetler geliştiren “tedbirlerin hukuku”, insanlık gündeminde yerini korumuştur. Savaşın acılarını azaltmak; taraf gözetmeksizin kadın, çocuk, yaşlı, hasta, yaralı gibi risk altındaki grupların korunmasını en üst seviyeye çıkarmak, kültürel mirasın tahribatını önlemek, insanı ve insanlığın geleceğini korumakla eş anlamlı sayılmıştır. Savaşın dahi kuralları bu ihtiyaçla kodifiye edilmiş, oluşturulan kurallar manzumesine uyma zorunluluğu maddi hukukun dayatmasından ziyade insan haklarına saygının gereği etik değerler dizgesi olarak addedilmiştir. Felsefesini “insana değerden” alır. Belki de bu yüzden hukuk ve insan hakları retoriği içinde Savaş Hukuku terimi tercih edilmemiş, “İnsancıl Hukuk” terimi daha çok itibar görmüştür. İnsan Hakları Hukuku temel olarak savaş dışı dönemlerde devlet ile birey, grup, halk arasındaki ilişkileri düzenler. Savaş koşullarında bile askıya alınamayacak değerlerin korunmasını formüle eder. Ancak, uluslararası ve yerel silahlı çatışmalarda, yerini kendisinin temel ve evrensel prensipleriyle çelişmeyen “İnsancıl Hukuk”a bırakır. “İnsancıl Hukuk” savaştan, çatışmalardan kaynaklı eylem ve sonuçların mekanizmalarını formel hale getirirken, İnsan Hakları Hukukuna dayanır. Dolayısı ile iki hukuk alanı bir biriyle bağlantılı ve birbirlerini bütünleyen niteliktedir. İnsancıl Hukukun hassasiyetle odaklandığı konulardan biri de çocukların silahlı kuvvetlere veya silahlı gruplara alınmasıyla ilgilidir. Cenevre Sözleşmeleri ile Ek I ve II. Protokolde çocukların silahaltına alınması açıkça yasaklanmaktadır. Bu yasak ayrıca Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’ de, Afrika Çocuk Hakları ve Sağlığı Şartında ve Çocuk İşçiliğinin En Kötü Biçimlerine İlişkin Sözleşme’de de yer alır. Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü uyarınca silahlı kuvvetlere veya gruplara, “çocukların yazdırılması veya silah altına alınması” hem uluslararası hem de yerel silahlı çatışmalarda “savaş suçu” teşkil eder. Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay’ın 1986 ve 1995 yıllarında aldığı kararların da bu yönde olduğunu belirtelim. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’ye ekli Çocukların Silahlı Çatışmaya Karışmalarına dair İhtiyari Protokol uyarınca hiçbir koşulda ne devletlerin ne de silahlı gurupların 18 yaş altı çocukları silahaltına almaması gerektiğine vurgu yapar. BM Genel Sekreterliği bir adım ötesine geçerek, devletlerin askerlik yaşını tercihen 21 yaşından aşağı tutmamasını ister. Çocukların uluslararası ve uluslararası olmayan silahlı çatışmalara faal olarak katılması da aynı çerçevede yasaklanmış, böylece çocukların bırakın silahlı güçlere katılmasını çatışmalarda faal olarak yer almasının bile önü alınmak istenmiştir. Devletlere yüklenen özel yükümlülükten de bahsetmek gerek. BM Güvenlik Konseyi, BM Genel Kurulu ve BM İnsan Hakları Komisyonu, silahlı çatışmada yer almış çocukların rehabilitasyonunun ve yeniden entegrasyonunu talep etmekte, Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’ye ekli Çocukların Silahlı Çatışmaya Karışmalarına dair İhtiyari Protokol devletlerin “sabık” çocuk askerleri dağıtmak, rehabilite ve topluma entegre etmek için tedbirler almalarını özellikle şart koşar. Uluslararası belge ve sözleşmeler PKK’yi de harekete geçirmiş 2013 yılı Ekim’de İsviçre’deki Cenevre Çağrısı, Halk Savunma Merkezi’nin “ Çocukların Silahlı Çatışmaların Etkilerinden Korunmasına Dair Taahhütname”yi imzalamaya yöneltmiştir. Uluslararası hukukun geldiği noktada PKK’nin de kendisini bu ortak teamüllere uyarlama çabası son derece önemlidir. PKK bu imza ile kendini uluslararası yükümlülük altına da koyma cesareti göstermiştir. Çocukları PKK’ye katılan ailelerin, yaşlarının küçük olması nedeniyle çocuklarının geri gönderilmesi amacıyla Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi önünde başlattıkları eyleme katılan aile sayısı günden güne artarken, PKK’nin çocuklarla ilgili reel politikalarını hem kendi iradesiyle imzaladığı taahhütnameye hem de tüm insanlığın ortak kriterleri halini alan İnsan Hakları Hukukuna ve İnsancıl Hukuka uyarlamak zorundadır. Kürd Ulusal Mücadelesinde önemli bir nicel noktaya tekabül eden PKK öncelikle halkına karşı uluslararası yükümlülüklerini yerine getirmekle ve 18 yaşın altındaki tüm savaşçılarını çatışma alanlarından geri çekerek, silahsızlandırmakla yükümlüdür. Devletin de uluslararası hukuk çerçevesinde savaşan/çatışan çocuklara karşı yükümlülüğü vardır. Savaş alanındaki çocukların ailelerine dönmesi için her türlü yasal tedbiri almak zorundadır. Bunun da ötesinde çocukların dahi dağlara çıkmasına neden olacak bir hukuksuzluk veya sömürge hukuku düzeninden bir an önce vazgeçilmelidir. Özellikle silahlardan arınacak, çatışma alanlarından geri dönecek tüm çocukların ceza almayacaklarını garanti altına almak, hukuki tedbirleri şimdiden deklare etmek zorundadır. Uluslararası yükümlülüğün her iki tarafa da yüklediği hukuki sorumluluklar öncelikle bunlardır. 6 GÜNDEM Küçük gerilla büyük sorun! G erillaya katılan küçük yaştaki çocuklarının geri gönderilmesi amacıyla Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi önünde çadır açan ailelerin oturma eylemlerinin yankısı giderek yayılıyor. Diyarbakır’daki eyleme katılan aile sayısı 23’e çıkarken, HPG “ailelerin kandırıldığı” yolunda bir açıklama yaptı. 19 Mayıs 2014’de basın açıklaması ile başlayan 20 Mayıs 2014’de oturma eylemine dönüşen eyleme şu ana kadar yaklaşık 32 aile katıldı. Lice’de pikniğe gittikten sonra örgüte katılan çocukların ailelerinin başlattığı eyleme, yeni aileler eklendi. HPG’ye katılan ancak çocuklarından haber alamayan aileler de belediye önünde kurulan çadırda çocuklarının resimleri ile birlikte bekliyor. Oturma eylemi yapan aileler çocuklarının yaşlarının 18’in altında olduğunu, bu çocukların geri getirilmesi için BDP yetkililerinin kendilerine yardımcı olması gerektiğini savunuyor. BDP’de arbede Oğlu Özgür ve oğlunun kuzeni Berat Çetiner için oturma eylemi yapan anne Halime Çetiner, gazetecilere yaptığı açıklamada, BDP’ye gidip bir yetkili ile görüşmek istediklerini, ancak saldırıya uğradıklarını ve eşinin kafasının yarıldığını söyledi. Halime Çetiner, “Gelip öldürseler bile asla buradan kalkmayacak ve evlatlarımız gelinceye kadar oturmaya mücadelemizi farklı şekillerde sürdürmeye devam edeceğiz.” diyerek, Cumartesi Anneleri gibi kendilerinin de ‘Cuma Anneleri’ olarak eylemlerini sürdüreceklerini söyledi. Bu arada BDP Diyarbakır İl Örgütü ailelerin BDP İl Binasını ziyareti sırasında meydana gelen olayla ilgili yaptığı açıklamada, “faşist polisin provoke ettiği üç-beş kendini bilmezin BDP binasına saldırdığını” iddia etti. Aileler Demirtaş ile görüştü Gerillaya katılan küçük yaşta çocukları için eylem yapan bir grup aile, BDP Eşgenel Başkanı Selahattin Demirtaş ile görüştü. Görüşmeden mutlu ayrılan ailelerin umudu ise Kandil’den gelecek habere bağlı. Demirtaş ile görüşme yapan aileler Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamalarına tepki göstererek, “Başbakan A ve B planı uygulayacağına bu sorunu çözsün. Başbakanın bu önerisine katılmıyoruz” şeklinde tepki gösterdiler. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi önünde, PKK’nın dağa götürdüğü çocuklarının bırakılması için 10 gündür oturma eylemi yapan aileler, BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ile görüştüler. Basına kapalı gerçekleşen ve bir saat süren görüşmeden sonra, anneler görüşmeyle ilgili basına açıklama yaptı. Aileler adına açıklama yapan Filiz Mahfuze Eren, görüşmenin olumlu geçtiğini, Demirtaş’ın kendilerine ‘Benim iki çocuğum var. Barış gelecekse bu ülkeye onlar da kurban olsun’ dediğini söyledi. Demirtaş’ın sorunun çözümü için görüşmeler yapacağını söylediğini belirten Eren, “18 yaşından küçük çocukların çatışmalı ortamdan uzak tutulmasına kendisinin de istediğini, bu nedenle Ankara, İmralı ve Kandil ile görüşmeler yapacağını ifade etti” dedi. Selahattin Demirtaş’la görüşmede bulunan diğer anneler de görüşmenin olumlu geçtiğini, Demirtaş’ın eylemin devam ettirilmesi veya sona erdirilmesi konusunda kendilerine herhangi bir telkinde bulunmadığını anlattı. Bu arada annelerle görüşen Demirtaş daha sonra çocukları dağda olan babalarla görüştü. Demirtaş ile yaklaşık 2 saat görüşen babalar, eylemlerine devam edip etmeyeceklerine dair bir toplantı yaptıktan sonra karar verecekleri öğrenildi. HPG: Aileler kandırılmış Bu arada çocukları dağa giden ailelerin eylemlerinin basında yer alması üzere bir açıklama yapan HPG Orta Saha Komutanlığı, “çocukların kaçırıldığı” yönündeki iddiaların psikolojik savaş ürünü olduğunu belirtten bir açıklama yaptı. HPG açıklamasında Uluslararası sözleşmelere uyduğunu belirten HPG, “Yaş sınırına uymayan herhangi bir kimsenin tarafımızdan savaşa sokulması zaten söz konusu değildir” denildi. Gençlerin, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın başlattığı çözüm sürecine olumlu yanıt verilmemesi üzerine tutum alarak yoğun olarak gerillaya katıldığı belirtilen HPG açıklamasında, “Bu katılımların önüne geçemeyen Türk Psikolojik Savaş Dairesi bazı aileleri kullanarak Kürdistan gençliğinin katılım hızını düşürmeye ve katılımları muğlaklaştırmaya dönük çabalar sergilemektedir. Bunun için bir kesim aileyi kandırarak ‘çocukları kaçırılan aileler’ adı altında kendi oyununa alet etmektedir” denildi. Açıklamanın devamı şöyle: “Her şeyden önce belirtiyoruz ki, PKK’nin gerilla saflarına katılan herkes gönüllü bir biçimde katılmaktadır. Gönüllü olmaması durumunda zaten bir kişiyi saflarımızda tutmamız mümkün değildir. Bu nedenle şimdiye kadar hiç kimse kaçırılmamıştır, katılan herkes gönüllü ve kendi öz iradesiyle katılmaktadır. Ayrıca saflarımıza katılım yaş sınırı bellidir. Yaş sınırı konusunda uluslararası kuruluşlarla yaptığımız anlaşmalar mevcuttur ve bu anlaşmalar bizim için geçerlidir. (…) Kendileri için bu biçimde tehlikeler bulunan ve saflarımıza gelen bir kısım genci geri göndermemiz, kendileri için birçok felakete yol açılmasına vesile olacaktır. Bu yüzden bu gençleri geri göndermeyi değil, savaş dışı alanlarda eğitmeyi esas almaktayız. Yaş sınırına uymayan herhangi bir kimsenin tarafımızdan savaşa sokulması zaten söz konusu değildir.” Erdoğan: Bu yavruları alın gelin Öte yandan Başbakan Erdoğan, çocuklarının PKK tarafından kaçırıldığını söyleyerek Diyarbakır’da eylem yapan ailelerle ilgili BDP’ye seslendi. Başbakan; “Ey BDP, bu annelerin yavrularını alın gelin, gelmediğiniz takdirde bizim de B planımız C planımız devreye girer” demişti. Partisinin geçen haftaki grup toplantısında konuşan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Diyarbakır Belediyesi önünde dağa kaçırılan çocukları için eylem yapan anneleri yürekten selamlıyorum. 15 yaşında çocukları dağa kaçırılan annelerin bu feryadını Türkiye ve dünya medyasının özellikle görmesini istiyorum. Galatasaray Lisesi önündekileri görmeyi bilirdiniz. Türkiye medyasında duyarsız kalanlara sesleniyorum, siz niye görmüyorsunuz? Ey BDP, bu annelerin yavrularını da alın, gelin bakalım. Bunların da adreslerini gayet iyi biliyorsunuz. Alıp gelmediğiniz takdirde bizim de B planımız, C planımız devreye girer. Biz de anneleri çocuklarına kavuşturmak için kararlılıkla mücadele edeceğiz.” HPG - Cenevre Çağrısı Anlaşması KCK’nin askeri kanadı Halk Savunma Güçleri (HGP), 2013 yılında çalışmaları Birleşmiş Milletler (BM) tarafından desteklenen, Cenevre Çağrısı adlı sivil toplum kuruluşuyla, 5 Ekim 2013’te ‘Çocukların Silahlı Çatışmaların Etkilerinden Korunmasına Dair Taahhütname’ imzalamış ve gerilla kamplarını denetime açmıştı. 1949 tarihli taahhütnameye göre 18 yaş altı çocukların silah altına alınması yasaklanıyor. Cenevre Çağrısı tarafından yapılan açıklamada, taahhütname ile 18 yaş altında çocukların silah altına alınmasını ve onları çatışmaların etkilerinden korumaya dair politikalarını kamuoyu nezdinde resmi hale getirdiği belirtilmişti. ‘Cenevre Çağrısı’ yetkilileri olası denetimleriyle ilgili olarak, “HPG’nin 16- 18 yaş arası çocukların bulunduğu kampları Cenevre Çağrısı’na ve onunla beraber çalışabilecek kurumlara açık tutma zorunluluğu var. HPG attığı imzayla çocukların çatışmalarda kullanılmaması konusundaki yasağa uyacağını ve taahhütnameye uyup uymadıklarının duyurulması iznini de bize verdi” bilgisini vermişti. HPG, çocukların ‘gönüllü ya da gönülsüz’ örgüte alınmayacağını garanti al- tına almıştı. Taahhütnamede, “Çocuklara silahlı güçlerimize ulaşma ya da saflarında kalma izni verilmeyecektir” ifadesi yer almıştı. Törende Cenevre Çağrısı Başkanı Elisabeth Decrey Warner ise, “HPG’ye göre doğrudan yaklaşık 300-400 çocuğun faydalanacağı bu taahhüdün uygulanması için işbirliği yapacağız. Bu angajmanın diğer silahlı devlet-dışı aktörler için, özellikle Suriye’dekiler için, örnek olacağına inanıyoruz. Bunun ayrıca, T.C, Öcalan ve PKK arasında devam eden görüşmelere de pozitif bir etkisi olacağını umuyoruz” demişti. GÜNDEM 7 ‘Cenevre’ye uyun’ A ilelerin eylemi sürürken, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamalarını siyasi parti ve STK temsilcilerine sorduk. BasHaber’e konuşan siyasi parti ve STK temsilcileri taraflardan Cenevre Anlaşması’na uyulmasını istedi. Elçi: PKK Cenevre Anlaşmasına uymalı 30 yıllık süreçten en çok çocukların zarar gördüğünü belirten Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi, “18 yaşından küçük çocukların çatışma alanlarından uzak durması gerekiyor. Bundan acı duyan annelerin kaygılarını anlıyoruz. PKK’nin bu konuda imzalamış olduğu Cenevre Sözleşmesi var. Buna bağlı kalıp yaşları küçük çocukların ailelerine teslim edilmesi gerekir. Böylesi hassas bir süreçte Başbakan Erdoğan’ın meselelere bu üslupla ve tehdidvari söylemlerle sorunu çözemez” dedi. İHD: Öldürülürken de, dağa giderken de çocuktu İnsan Hakları Derneği Genel Başkan Yardımcısı Serdar Çelebi, “Ailelerin oturma eylemine saygı duyuyoruz, çocuklarını istemelerini de destekliyoruz. Temel hedefimiz savaşın olmaması ve dağa çıkanların geri gelmesi. Ancak devletin dikkat çekmesi gereken ise, bu çocukların gitmesini gerektiren neden ne? Hükümet üzerine düşeni yapmadı. PKK’nin de imzalamış olduğu sözleşme var. PKK’nin o çocukların nerede olduğunu bildirip, ailelerine tatmin edici açıklamalar yapmasını bekliyoruz. Uğur Kaymaz öldürüldüğünde 13 yaşındaydı. Hükümet çocuklar öldürülürken “terörist” diye yaygara koparıyor, dağa giderken ise “çocuktur” diyor. Bunlar öldürülürken de çocuktu, dağa giderken de çocuktu. Çocukları öldüren kişileri beraat ederseniz kimse size itibar etmez. Çocukları öldüren kişilere beraat kararı verdiğiniz için çocuklar dağa gidiyorlar” dedi. BDP: 40 yıl öncede katılımlar oluyordu, şimdi de BDP İl Başkanı Zübeyde Zümrüt, “Başbakan Erdoğan konuşmasında partimizi açık bir şekilde hedef aldı. PKK 40 yıldır var. PKK kurulduğunda ne BDP vardı ne başka parti. O günde katılım vardı, bugünde. Tek katılımların nedeni Başbakanın çözümsüzlükteki ısrarıdır bundan dolayı gençler bu sürece inanmıyor. Katılımlar hala devam ediyorsa başbakan dönüp kendi politikalarına baksın. Demek ki süreci iyi götüremiyorlar. Bundan dolayı gençler PKK’ye katılım sağlıyor. Çocukların dağa çıkması BDP’nin işi değil. Birileri bilinçli olarak bu olup biteni BDP’ye mal etmeye çalışıyor ve bununla halkı ve BDP’yi karşı karşıya getirmek istiyorlar. BDP bu konuda her zaman halkın yanında yer alan partidir. Biz halkımızın acıları ile paylaşan bir partiyiz” diye konuştu. AKP: Muhatabımız halk AKP Diyarbakır İl Başkanı Aydın Altaç: 15 yaşında olan çocukların dağa götürülmesi insani bir yaklaşım değil. Bu tamamen çözüm sürecini çıkmaza sokma ve savaş gayretidir. Bölge insanı bu tür acılardan çok çekti. BDP’lilerin bu ailelerin taleplerine ses vermesi lazım. Gelin bunu birlikte çözelim. Hükümet, annelerin gözyaşı dökmemesi için çözüm sürecini başlattı. Ancak bugün bakıyorsunuz annelerin gözyaşı hala akıyor. Eğer bir tavır geliştireceksek bunlara kulak vermek durumundayız. Ne olursa olsun hükümet çözüm sürecine katkı sunmaya devam edecek. Birileri rahatsız olsa bile bizim muhatabımız halktır. Sorunun çözümü için gayretimiz devam edecek. Mazlum-Der: Aileler haklı Mazlum-Der Şube Başkanı Abdurrahim Ay: PKK’nin elinde bulunan ve yaşları 14 ile 16 arasında olan çocukların koşulsuz şekilde serbest bırakması gerekiyor. PKK’nin imzalamış olduğu sözleşme var. Cenevre ile görüşmelerimiz sürüyor. Alilerin eylemi şiddet içermiyor, doğal yollarla çocuklarını istiyorlar: Eylemleri haklı ve bizde Mazlum-Der olarak yanlarındayız. Coşkun: Çocuklar ailelere teslim edilmeli Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Vahap Çoşkun: Ailelerin talepleri dikkate alınmalı ve çocuklar ailelerine teslim edilmeli. Çünkü PKK’nin imzalamış olduğu bir sözleşme var buna uyması lazım. PKK’ye düşen sorumluluk çocukları ailelerine teslim etmektir. Ailelerin bu tür eylemleri PKK için yeni bir durum. Eskiden aileler araya aracılar koyup çocuklarını geri getirmeye çalışıyorlardı, bunu yaparken de gizli saklı yapıyorlardı. Şimdi aileler kamuoyunun desteği ile eylemleri yapıyorlar. Dolayısıyla PKK’nin bu sese karşı yapması gereken şey, çocukları geri bırakmaktır. Başbakan Erdağan’ın açıklamalarını da değerlendiren Çoşkun, “Bu tür alıkonma ya da kaçırma durumlarında BDP ve HDP’liler devreye giriyordu. Başbakan konuşmasında buna değiniyor ve devreye girmesi noktasında çağrıda bulunuyor. BDP içinde de bu çocukların bırakılması yönünde düşünenler olduğunu biliyoruz. İade edilmeleri süreç açısından da olumlu bir gelişme olacak. Aileler ne diyor? Anne Fatma Türk, 16 yaşındaki oğlu A. B. Türk’ün dağa gitmeden önce oynadığı bilye ve topacı göstererek “O daha çocuk ne anlar savaştan, silahtan” diyerek ağlıyor. Anne Fatma Türk, 2 Nisan 2014’de Ergani’de çarşıya yemeklik malzeme almak için gönderdiği oğlu A. B. Türk’ten bir daha haber alamamış. Örgütte olduğundan emin olan anne Fatma Türk’ün kardeşi de örgüt üyeliğinden 6,5 yıl ceza almış. Çocuğunun okuması için elinden geleni yapmaya çalıştığını söyleyen anne, tüm annelerin kendilerine destek olması çağrısında bulunarak “Çocuğum dağa gitmişse ya öldürecek ya ölecek. Bu zaman o zaman değil” diyor. Lice’de piknikten bir daha dönmeyen Fırat Aydın Eren’in annesi Filiz Eren ise yerel yönetim olduğu için belediye önünde toplandıklarını ifade ederek, “Belediyeye tepkimizden dolayı burada değiliz. Burada olduğumuzdan bu yana belediye başkanları yanımıza gelmedi ancak onlarla bir sorunumuz yok. Bizim sorunumuz çocuklarımızı götürenlerle” diyor. Kızından bir senedir haber alamıyor Xecê Aydemir ise Manisa’dan eyleme katılmak için Diyarbakır’a gelmiş. 4 çocuğunu Manisa’da bırakarak eyleme katılan anne 24 yaşındaki Filiz Aydemir isimli kızının yaklaşık bir senedir örgüte katıldığını belirtiyor. Kızından bu güne kadar hiçbir haber alamadığını belirten anne, “Dağda mı nerede bilmiyorum. Eskişehir’de Tarih bölümünde öğrenciydi. Dağa katıldığını biliyorum ancak hiçbir haber almıyorum. Yaşıyor mu öldü mü bilmiyorum. Daha önce Başbakana mektup yazdım. Bunun üzerine emniyet müdürlüğü ifademi aldı ancak başka da bir şey yapılmadı” diyerek bir cevap istiyor. Annenin dramı Çadırda eylemde olan her annenin farklı bir dramı da var. Bir oğlu askerde, bir oğlu dağda bir oğlu ise kanser hastası olan anne Hediye Yıldız, çadırda gözü yaşlı bekleyen ailelerden biri. 17 yaşındaki oğlu Yunus Yıldız’ın 4 senedir örgütte olduğunu ancak kendisinden haber alamadığını belirtti. 6-7 gündür eylemde olan anne gözü yaşlı bir şekilde anlattığı hayat hikayesinin ardından baygınlık geçirince belediye önüne çağrılan sağlık ekipleri tarafından müdahale edildi. “Çocuğum gelmezse kendimi asarım” 3 yıldır oğlu Yunus Yıldız’ın dağda olduğunu belirten anne Hediye Yıldız ise, “Demirtaş ile yaptığımız görüşmede de oğlumun gönderilmesini istedim. Çünkü oğlum gittiğinden beri gözüme uyku girmiyor. Çocuğum gelmezse kendimi asarım. Oğlum gelmeyene kadar eylemimi sürdüreceğim” dedi. 8 SÖYLEŞİ SÖYLEŞİ 8 Türkmenler Erbil yönetimine güveniyor T ürkmen Lider Sannan Ağa (Kasab), Bağdat yönetiminin Erbil ile arasındaki sorunların sorumlusu olarak Bağdat’ı gösteriyor. BasHaber ileyaptığı röportajda Ağa, Irak’ın diğer bölgelerindeki Türkmenlerin Kürdistan Bölgesi’ndeki huzur ve istikrara imrenerek baktıklarını belirtiyor. Erbilli ünlü Türkmen avukat, gelişmelere ulusal bir perspektifle bakarak, arka planda neler olup bittiğinin analiz edilmesi gerektiğini savunuyor. Kürdistan Bölgesi’ndeki siyasi krizlerin aşılmasına yönelik çözüm arayışlarını içeren bir dizi makale de yazan Ağa, Irak’ın Hükümeti’nin Kürdistan’a karşı kullandığı kartlarının sanıldığı kadar güçlü olmadığını vurguluyor. Genel anlamda, Türkiye ile Kürdistan Bölgesi arasındaki yeni ilişkilerin ve birlikte yaşama perspektifinin etkisi ve sonuçları sizce ne olur? Aslında halkların hiçbir zaman birbiri ile sorunları olmamıştır. Sorunları yaratanlar, siyasi ve ekonomik çıkar sağlama çabasında olanlardır. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra özellikle de Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasıyla birlikte ortaya çok sayıda yeni devletler çıktı ve bir daha yeni bir ulusal ve dini birlik kurulmaması için planlar yapıldı. ‘Ben de varım’ diyen diğer bütün unsurların, güç kullanılarak susturulduğu görüldü. O zaman sorunlar baş göstermeye başladı. Kürdistan dört parçaya ayrılmadan önce, zaten topraklarının neredeyse tamamı Osmanlı idaresi altında birleşmekteydi. Arabistan da aynı şekilde öyle idi. Şayet yeni kurulan devletler bütün vatandaşlarına aynı gözle bakabilseydi, baskıya uğrayan ve susturulan diğer unsurlar da kendi birliklerini sağlamak için yabancı güçlerden yardım istemek zorunda kalmazlardı. Osmanlı’nın dağılmasının ardından ortaya çıkan hemen hemen bütün devletler, etnik kimlik açısından da karışık ve kozmopolit ülkelerdi, Araplar, Kürdler, Türkmenler ve diğer birçok etnik kimlik birlikte var olabiliyordu. Hem Müslümanlar hem Hıristiyan Ermeniler, hem de Yezidiler, Irakta bir arada yaşayabiliyordu. Lakin geçen süre zarfında, bir Irak’ın büyük bir tehlike arz ettiğini göründü. Bu yüzdendir ki, Irak’ın kendi içindeki güç odaklarını küçültmesi gerekiyordu. Nitekim harita üzerinden baktığımız zaman, Kürdistan’dan Musul Vilayetine kadar, Zaxo’dan Bedre ve Cesana’ya kadar her yerin, Irak’ın küçük bir versiyonu gibi olduğunu görebiliriz. Çünkü oralarda da Arkadaşlarımız Botan Tahsin ve Şiwan Sarabi, Sennan Ağa ile birlikte pek çok farklı dinden ve farklı etnik kimlikten insanlar birarada yaşıyorlar. Eskiden beri Merkezi Irak hükümetlerinin hiçbiri, bütün bu kimliklere asla aynı gözle bakamadı, ki bugün yaşanılan sorunların birçoğu bu yüzdendir zaten. Irak Krallık döneminde böyle değildi. Nitekim, Cumhuriyet döneminde bu durumun artık değişeceğine inanılıyordu ama yine öyle olmadı. Bilinildiği üzere bizler 1991 yılında büyük bir felaketle karşı karşıya kaldık ve uluslararası güçler sayesinde bu tehlike daha da büyümeden bertaraf edildi. Yani iki taraf da birbirini kabul etmediği için zayıf düşmeye mahkum oldular. Bu durumdan dolayı hepimiz kaybediyorduk, farklı renklerimiz ve zenginliklerimiz elden gitmeye başlamıştı. Kendimize ve birbirimize güvenseydik çok şeyler yapardık çünkü hepimiz buralıyız, birbirimizin yabancısı değiliz. Biz sima olarak Kürd kardeşlerimize benziyoruz onlar da bize benziyorlar . Hep söylerim zaten bizim köklerimiz oldukça yaygındır, köklerimizden biri Kürdlerin Menguri aşiretine uzanır. Bir tarafımız da Balak aşiretine, diğer taraf ise Devzi Arap, Enkawe taraflarından Hüseyni aşiretine uzanır. Bütünü ile kardeşlik hukukumuz var ve biz de Türkmeniz. On birinci dedemiz Mele Şeref’tir ve o da Gelale, Rosti ve Girtikler’e dayanmaktadır. Ve biz Kendimizi bildik bileli Türkmeniz ve daima öyle de hissediyoruz ama bu diğerlerine karşıt olduğumuz anlamına gelmemeli. Aslında sorun tam da burda ortaya çıkıyor: Birbirimizi, acaba ne kadar kabul edebiliyoruz? Farklılıkları ne kadar sindirebiliyoruz? Sonuç olarak şunu söyleyebilirim ki, aslında üzerinde uzlaşı sağlayamayacağımız bir konu yok. Ve aşılmayacak sorunların olmadığı kanaatindeyim. Bölgenin parçalanışından bahsettiniz. Şimdi de Tito’nun Yugoslavya’sına benzer bir dağılma süreciyle Ortadoğu’nun bölüneceği ve bu sürecin başladığı iddia ediliyor. New York Times’ta da böyle bir yorum yazıldı. Sizce bu durum, Kürdistan’daki huzur ve istikrarı etkiler mi? Bu etkisi olumlu mu olur yoksa bölgeyi karmaşaya mı sürükler? Uluslarası güçlerin çekişmeleri ve bölge üzerindeki planları devam etmektedir elbette. Herkes bir tarafı müttefik olarak görüyor ve uluslararası siyasi güçlerin çıkarlarına uygun siyasi ilişkiler kurulmasından bahsediliyor. Özellikle (veto) hakkına sahip olan beş ülke üzerinde yoğunlaşan yorumlar var. Bizim ülkemiz de onlardan biri ve bu çekişmelerde tarafız. Kürdler şimdi siyasi bir statü elde etmek için uğraşıyorlar. Bunun için her şeyden önce birlik olmaları gerekmekte, aksi takdirde ortaya de-facto durumlar çıkabilir ve meseleyi karmaşık hale getirebilir. Örneğin Irak’ın her tarafı ateş hattı, Suriye’de korkunç bir savaş sürüyor. Ama Kürdistan Bölgesinde huzur ve güvenlik sağlanmış durumda. Erbil yönetimine güveniyoruz. Bizce, burada sağlanan huzur ve güvenlik ortamının bölgenin tamamına yayılması ve Kürdistan Bölgesi’nde dışına yaşayan herkesin bu huzuru tatması gerekmektedir. Yakalanan istikrarla birlikte ekonominin de güçlendirilmesi gerekmektedir. Bir Türkmen olarak, Kürdistan’da sağlanan huzur ve istikrarın Irak’taki diğer Türkmen kardeşlerimize de ulaşmasını dilemekteyim. Bağdat ve Erbil arasındaki sorunlara nasıl değerlendiriyorsunuz? İki tarafın yaklaşımından farklı bir düşüncem var. Kürdistan Bölgesi sürekli bir tedirginlik içinde. Sürekli saldırı, Baskı, bütçe ambargosu, memur maaşlarını ödememesi gibi yaptırımlarla karşı karşıya. Bu yüzdendir ki Kürdler, bu bölgede herhangi bir gücün minnetini çekmeden nasıl yaşayabileceklerini düşünmelidirler. Çünkü İran ya da Türkiye’nin şu anda Kürdistan Bölgesi ile kurmuş oldukları iyi ilişkilerini, gelecekte de aynı şekilde devam ettireceklerine dair bir garanti yoktur hiçbir zaman, yarın farklı bir hükümetle farklı bir politika yürütebilirler. Bu, siyasetin alfabesidir. Artık güven verici bir söylemin geliştirilmesi gerekiyor ki bütün taraflar birbirine güven duysun ve ikna olsunlar. Federal Irak Hükümeti’nin, Birleşmiş Milletlerinin de kabul ettiği ‘bir halkın kendi kaderini tayin etme hakkına saygı duyması gerekmekte artık. Bana göre Kürdistan Bölgesi Başkanı bu konuda en doğru politikayı yürütmekte, çünkü şu anda takip ettiği politikayla hem uluslararası siyasette bir denge sağlayabildi hem de iç politikada bir güven ve birlik tesis edebildi. Türkmenler olarak Kürdistan’daki huzur ve güvenliğin sürmesi adına kendisinin üstlendiği rolü, gösterdiği çabaları takdir ediyoruz ve destekliyoruz. Irak’ın tamamına bu istikrar ve güven ortamının yayılmasını temenni ediyorum. Aynı zamanda bazı Kürd grupları sorun çıkarmaya çaba harcamaları akıllarda soru işareti yaratıyor Türkmenlerin durumuyla ilgili ne düşünüyorsunuz? Maalesef gittikçe daha kötü bir durumla 9 SÖYLEŞİ SÖYLEŞİ karşı karşıya kalıyoruz. Tel Afer’de mezhep çatışmaları nedeniyle Türkmen kardeşlerimiz öldürüldü. Onlar akrabaydı, kardeşti, amcazadeydi ve aynı milletin çocuklarıydılar. Özellikle Tuzhurmatu’daki Türkmenler için de durum kötüye gidiyor. Erbil’de yaşayan Türkmenler bu çatışmalarda hiçbir şekilde taraf olmadı. Elbette ki Irak’ın diğer bölgelerinde yaşayan Türkmenler bizim burada gayet huzurlu bir hayatımız olduğunu gördükleri zaman imreniyorlar. Onların da aynı huzur ve güvenlik ortamına en kısa zamanda kavuşmalarını temenni ediyorum. Hiçbir Türkmen soydaşımızın çatışmalarda taraf olmasını veya kaos nedeniyle huzursuz olmasını istemeyiz. Bağdat’taki bazı siyasetçiler yaptıkları açıklamalarda Kürdistan Bölgesi’nin siyasi açıdan ciddi bir krize sürüklendiğini iddia ediyor. Sizce de öyle mi? Bu fikre katılmıyorum. Bağdat yönetiminin ağabeylik yaparak diğerlerine kucak açması lazım. İki taraf arasındaki sorunun asıl nedeni üzerinde durmak gerekiyor. krizin sebebi nedir? Para mıdır? Hayır, hazinenin milyarlarca dolar parası var ve buna rağmen Bağdat pêşmergelerin bütçesini kısmayı düşünüyor. Üstelik memur maaşlarını ödemeyerek insanları mağdur ediyor. Bu insanlar sadece Kürdistan Bölgesi vatandaşı değillerdir, aynı zamanda Irak vatandaşlarıdırlar. Bağdat yönetimi, insanları bu baskılarla bunaltmaya devam ederse büyük tepkiyle karşılaşabilir çünkü onlar da bu durumu kabullenmeyeceklerdir. Bu durum, Irak’ı parçalanmaya doğru sürükleyebilir. Ancak vatandaş bütün projelerden haberdar olması ve çevresinde olup bitenleri öğrenmesi kendisi için doğal bir hak olduğunu biliyor. Devlet politikası ailenin yapısına benzemektedir, ebeveynlerin bildikleri her konun ayrıntılarını evlatlarına açıklamak zorunda değil amaç da evlatları için bir soruna neden olmamasıdır. Bazı konuların özellikleri vardır, hükümette de her ne kadar makamlar yükselirse o kadar yükü de ağırlaşır. Bütün ayrıntıları vatandaşın bilmesi şart değil, ayrıca vatandaş da hükümete karşı bu konuda tavır almaması gerekir, çünkü parlamento üyeleri vatandaşları temsil ettiği için onlar her konuya vakıf oluyorlar. Merkezi Irak Hükümeti, Kürdistan Bölgesi’nin Ankara’nın çıkarlarına hizmet ettiğini, Bağdat’ın çıkarlarını göz ardı ettiğini söylüyor. Bu bize ne anlatıyor? Ortada böyle bir durum olduğunu düşünmüyorum. Çünkü Kürdistan bölge hükümeti, anayasal haklarını kullanmayı talep ediyor, o zaman Bağdat’ın da anayasaya saygı duyması gerekiyor. Bununla birlikte, anayasa dediğimiz şey, kutsal Kuran değildir ki değiştirilemesin, yani anayasa, taleplere göre gözden geçirilebilir. Herhangi bir maddesi kamunun genel çıkarlarına uygun değilse, o madde çıkartılabilir ya da değiştirilebilir. Bölgede şimdiye kadar öncelikli denilen temel sorunlar vardı. Bunların çoğu da hassas konulardı ve çözümü için de hassas adımlar atılmalıydı. Örneğin Kerkük meselesi gibi. Sizce Kerkük’te asıl mesele nedir ve çözümü nasıl olmalı? Bence arada çözülmeyen bir sorun yok. Her şeyin anayasa yoluyla çözülmesi mümkün. Irak Anayasasına göre tartışmalı bölgelerde referandum yapılması gerekmektedir ve nasıl bir siyasi statüye sahip olmak istediklerine o bölgede yaşayan insanlar karar vermelidirler. Ama ondan önce zaten otonomi yasasına göre çözüm belirlenmişti (Kürd nüfusunun çoğunlukta olduğu tartışmalı bölgeler otonomiye kavuşacaktı). Acaba bu yasa, anayasanın 140. maddesi kadar değerli değil midir? yoksa gözardı mı edilmektedir? Genel olarak da bu bütün milletler için geçerlidir. FOTO: Piştîwan Caf 9 MESUT YEĞEN CHP’nin yeni yolu Malum, epey bir zamandır dört parti, üç hat Türkiye siyasetine yön veriyor. Türkiye siyaseti, epey bir zamandır, Ak Parti, CHP & MHP ve HDP-PKK’nin esas siyasi aktörler, dindarlığın, seküler-milliyetçiliğin ve Kürtlüğün esas siyasi hatlar olduğu bir kompozisyonca şekilleniyor. Bu kompozisyon son kez 30 Mart seçimlerinde teyit edildi. Sözü edilen aktörlerin haricindeki aktörler iyice etkisizleşti ve AK Parti, CHP & MHP ve HDP-PKK, sırasıyla dindarlık, seküler-milliyetçilik ve Kürtlük hatlarında rakipsizliklerini ilan ettiler. 30 Mart söz konusu kompozisyonu teyit edip pekiştirmekle beraber, önemlice bir değişiklik de yarattı. 30 Mart’a gelinceye değin sekülermilliyetçilik hattının başat aktörünün ve dolayısıyla da ana muhalefet partisinin CHP olduğu açıktı. Ancak, Ak Parti’yi kuvvetlice sarsan yolsuzluk işlerine, cemaatle ittifak yapmasına ve merkez sağa açılmasına rağmen CHP’nin oylarının yerinde sayması işleri değiştirmiş görünüyor. Seküler milliyetçi hattı dolduran iki aktörün nicel olarak büyük olanının CHP olduğu gerçeği değişmedi; lakin hattın sürükleyici aktörünün CHP olup olamayacağı artık belirsiz. Cumhurbaşkanlığı seçimleri etrafında son bir ayda yaşananlar, alınan inisiyatifler, geliştirilen formüller 30 Mart seçimlerinin yol verdiği bu değişikliği, bu belirsizliği iyiden iyiye ortaya serdi. MHP liderinin geliştirmiş olduğu, Ak Parti (Erdoğan) karşısında çatı aday bulma inisiyatifi, ana muhalefet partisi olma statüsünün CHP’den de facto MHP’ye geçmiş olduğunu gösteriyor. Ak Parti adayının karşısına çıkacak Cumhurbaşkanı adayında bulunması gereken özellikler bahsinde artık Kılıçdaroğlu’nun değil Bahçeli’nin söyledikleri öne çıkıyor. Ancak enteresan olan şu: CHP bu durumdan hiç de rahatsız görünmüyor. MHP’nin geliştirmiş olduğu inisiyatif karşısında takip ettiği düşük profil, CHP’nin MHP’nin seküler-milliyetçi hattın öncü partisi olmasına razı olmuş olduğunu gösteriyor. MHP’yi seküler-milliyetçi hattın öncü partisi, dolayısıyla da ana muhalefet partisi kılan bu hal mevzi, geçici bir hal olabilir elbette. CHP’nin söz konusu duruma itiraz etmeyişinin ardında son tahlilde Erdoğan’ın %51 oydan nasıl mahrum edileceği hesabı olabilir. Dolayısıyla, Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonuçlandıktan sonra, CHP ve MHP seküler hattaki nicel konumlarına uygun siyasi pozisyonlara dönebilirler, bu mümkün. Ama galiba bu olmayacak. Seküler hatta işler, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra eski haline dönmeyecek gibi. Aksine, MHP’yi seküler hattın öncü aktörü kılan süreç ve bu sürecin en önemli unsuru olan CHP MHP yakınlaşması derinleşeceğe benziyor. İşaretler, CHP’yle MHP arasındaki yakınlaşmanın cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra da devam edeceğini ve seküler-milliyetçi hattın bu iki aktörünün kısa vadede MHP, orta vadede ise İmtiyaz sahibi: Botan Tahsin Yayın Yönetmeni: Faysal Dağlı İdare Müdürü: Brusk Solduk Editörler: Yeter Polat, Rawîn Stêrk Haber Merkezi: Cesim İlhan, Özlem Dağdeviren, Leyla Denli, Aziz Tekin, Bilal Solmaz Grafik: Alp Tekin Babaç, Ayhan Kaya Hukuk Danışmanı: Av. Hamiyet Çelebi MHP’lileşmiş bir CHP tarafından çekip çevrilen bir ikiz-aktöre evrileceklerini gösteriyor. CHP ve MHP’nin aynı hatta yer alma durumu yeni değil malum. Ama sözünü ettiğim ikizleşme hali görece yeni ve ilk işaretleri Kılıçdaroğlu’nun CHP genel başkanı olmasının ardından yaşanan yenilikçi - ulusalcı tartışmasının adım adım sönümlenmesiyle ortaya çıktı. CHP’ye yön veren akıl, Baykal’ın CHP genel başkanlığından uzaklaştırılmasında işe yarayan yenilikçi-ulusalcı tartışmasını maharetle sönümlendirip, CHP’nin ulusalcı ya da yenilikçi pozisyonlardan biri tarafından kontrol edilmesinin ve dolayısıyla da muhtemel bir bölünmenin önüne geçti. Hem yenilikçilerin (MHP’nin ve ulusalcı CHP’lilerin CHP’den uzaklaşmasına yol verebilecek) ‘demokratikleşme önerilerinden’, hem de ulusalcıların (ABD ve Avrupa’yı CHP’den uzak tutan) ‘kapanmacı, zenofobik motiflerinden, figürlerinden aynı anda uzaklaştırıldı CHP. Gezi Parkı sonrasında ve 30 Mart seçimleri esnasında konsolide edilen bu yeni pozisyonla beraber sadece muhtemel bir bölünme ihtimali bertaraf edilmedi, yenilikçi ulusalcı kapışmasının izleri büsbütün silindi. Nitekim, CHP hiç olmadığı kadar bütünlüklü bir parti bugün. ‘Demokratikleşmeci yenilikçilerden’ ve ‘kapanmacı ulusalcılardan’ uzak durarak oluşturulan bu yeni hat şunu gösteriyor: Bugün CHP için esas olan, MHP’yle birlikte ve Ak Parti’den yüz çeviren ABD ve Avrupa’nın desteğiyle, seküler hattı konsolide etmektir. CHP’deki bu yeni yönelimin önemli sonuçlarından birisi elbette MHP’yle ikizleşmek ve seküler hattın öncülüğünü MHP’ye devretmek ya da MHP’yle paylaşmak olacak. Ancak başka iki önemli sonucu daha olacak bu yeni yönelimin. Demokratikleşme meselelerinde mevcuttan bile ‘geri’ bir CHP’yle ve son on yılda kapılmış olduğu Batı düşmanlığından kısmen özgürleşmiş bir CHP’yle karşılaşmak kuvvetle muhtemel görünüyor. Peki ama CHP’deki bu yenilenme, seküler hatta girişilen bu konsolidasyon neye işaret ediyor? Galiba şuna: CHP’ye hakim akıl, Kürtlere hoş görünmeye çalışmadan ve sekülerlik işlerindeki otoriterliğinden aman aman vazgeçmeden, Ak Parti’yi ve bu partinin yerleştiği dindarlık eksenini alt etmeye karar vermiş görünüyor. Nasıl peki? MHP’lileşerek ya da MHP’yle birlikte, sekülerlik hattını konsolide etmek suretiyle elbette. Bu anlaşılmaz bir karar değil ve doğrusu CHP’nin yapısal kodlarına çok da uygun. Böyle olmakla beraber küçükçe bir sorunu var bu kararı verenlerin: Mevcut siyasi matris sekülerlik hattının dindarlık hattını alt edecek bir nicel büyüklüğe ulaşmasına izin vermiyor. Bu durumda CHP’ye hakim olan aklın önünde çok fazla seçenek kalmıyor: Ya konsolide edilen bu hatta ısrar edip dindarlık hattının zamanla zayıflamasını ya da ‘olağandışı’ bir şeylerin olmasını bekleyecekler. Adres: Meşelik Sokak, No: 22, D: 3, Beyoğlu, İstanbul Tlf: 0 212 243 27 79 Faks: 0 212 243 27 60 E-mail: [email protected] [email protected] Web: basnews.com Baskı: İhlas Matbaası, Yenibosna-İstanbul BasHaber / BasNûçe gazetesinde yayınlanan haber, yazı, fotoğraf ve her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketine aittir. 10 SÖYLEŞİ KİTAP 10 Kürd yayınevleri TÜYAP’ta ile tarihini öğrenmek istiyor. Bizlerde halkın bu isteklerine göre kendimizi yenileyeceğiz” dedi. İLYAS ENGİN D iyarbakır’da bu yıl 5’si düzenlenen Kitap Fuarı rekor katılımla kapılarını kitapseverlere kapattı. 5 gün içinde on binlerce okurun ziyaret ettiği fuarda en çok ilgiyi ise Kürtçe kitaplar aldı. 300 yazarın katıldığı fuara 13 yayın evi katılırken, yayınevlerinin genel yayın yönetmenleri ise ilgiden memnun olduklarını söyledi. Kürtçeye artan ilgi nedeniyle Kürt yayıncılar birliğini kurma kararı alındı. 98 bin 500 okur furarı ziyaret etti 20-25 Mayıs tarihleri arasında açık olan fuarın 98 bin 500 okur tarafından ziyaret edildiği öğrenildi. 125 yayınevi, sivil toplum kuruluşu ve 35 eğitim kurumunun katılımıyla düzenlenen fuar kapsamında söyleşi, panel, şiir dinletileri, imza günleri, okuma saatleriyle 60 etkinlik düzenlendi. Fuar kapsamında 300 yazar okurlarıyla buluşma imkanı buldu. Fuara Ercan Kesal, Canan Tan, İsmail Beşikçi, Murathan Mungan, Mıgırdiç Margosyan, Işık Öğütçü, Necdet Neydim, Büşra Ersanlı, Deniz Kavukçuoğlu, Nazlı Eray, Nedim Gürsel, Adnan Binyazar, Faysal Dağlı, Yılmaz Odabaşı’nın yanı sıra çok sayıda yazar ve şair katıldı. Arjen Ari unutulmadı Fuarda Evrensel Basın yayın, Arjen Ari’nin 1. Ölüm yıl dönümü nedeniyle bir etkinlik düzenledi. Arjen Arî anısına düzenlenen şiir yarışmasında dereceye girenlere ödüller verildi. Anma etkinliğinde yazar Berken Bereh, Şeyhmus Sefer, “Arjen Ari’yi Anmak, Anlamak: Kürt Edebiyatındaki Arjen Ari’nin Yeri” konulu söyleyişe katıldı. 5 gün süren fuarda ise en fazla ziyaret edilen stantlar Kürt yayınevlerinin stantlarıydı. Yayınevleri temsilcileri, Kürtçe kitaplara yoğun ilgiden memnun ayrıldı. Gazetemiz, Kürt yayınevlerinin sorunlarını dinleyerek, Kürtçe kitaplara ilgiyi, Kürt yayınevlerinin durumunu ve bir çok konu hakkında önemli bilgiler derledi. Kürtçe-Türkçe sözlüğe yoğun ilgi Fuarda Kürt yayın evlerine vatandaşların gösterdiği ilgiden memnun olduklarını dile getiren Weşanen jej Yayın evinin Genel yayın yönetmeni Azad Zal, “İlk günlerde ilgi çok azdı, ancak son iki üç gün fuara bir hareketlilik geldi. Kürt yayın evleri açısından baktığımız da ise, bazı yazarlarımızın kitapları yeni yayınlandığı için standımıza ilgide fazla oldu. Romanlara ağırlık vermemiz ilgiyi artırdı. Bu yıl yeni 7-8 roman yayınladık, 3-4 tane de öykü kitabı yayınladık. Ancak şiire ilginin olmadığını gözlemledik. Sadece belirli tanınan şairlerin kitapları sattı. Şiir yazan şairlerimizin kitaplarına ilgi istediğimiz kadar olmadı. Hazırladığımız Kürtçe ve Türkçe sözlüğe büyük bir ilgi vardı. Yine deyimler ve ata sözleri sözlüğü de ilgi gördü. Biz yayın evi olarak önce Botan yöresine ait sözlük, sonra Adıyaman ve Serhat bölgelerine ilişkin sözlük çalışmalarımız olacak” dedi. FAYSAL DAĞLI Kürtçeye ilgi her geçen gün artıyor Yayın evi olarak fuara 14 yazarla katıldıklarını belirten Zal, “Kürt yayın evleri her geçen yıl artıyor buda bizi oldukça sevindiriyor. Önceki yıllarda Kürt yayın evlerinin katılım oranı düşüktü ancak bu yıl çok iyi. Kürt yayıncılar olarak örgütlenme kararı aldık. Kürt Yayıncıları Birliği kurma çalışmalarına b aşladık. Bu yönlü bir inisiyatif kurduk. Kürtçeye ilgi her geçen gün artıyor. Yakında paneller düzenleyeceğiz, yine Kürtçe yayınların Türkçe’ye çevrilmesi noktasında çalışmalarımız olacak. 2-3 eseri çevirip İstanbul fuarına yetiştirmeyi düşünüyoruz” şeklinde konuştu. En çok romanlar alıcı buldu Geçen yıla oranla bu yıl ki fuarın çok dolu geçtiğini belirten Aram Yayın Evleri Genel Koordinatörü Gökhan Bulut ise, “Bu denli bir katılım beklemiyorduk, bizim için iyi oldu. Yayın evi olarak Kürt edebiyatı İSMAİL BEŞİKÇİ ve romana ağırlık vermediğimiz için bir eksiklik yaşadık. Bu konuda vatandaşlarımıza yeteri kadar cevap olamadık. Standımızda en çok ilgiyi çocuk romanları gördü. En çok satanda çocuk masalları kitapları oldu. Yoğun talep bizi bile şaşırttı. Bu konudaki eksiklerimizi gidereceğiz. Önümüzdeki dönemde daha farklı planlama yapacağız. Çocuk masalları ve hikayelerine daha fazla ağırlık vermeyi düşünüyoruz. Yine en çok satan kitaplarımızdan biri Rustem Cudi’nin ‘ideoloji ve Ruşhelate Nawin’ kitapları oldu. Her iki ciltte bitti” diye konuştu. İnsanlar kendi kitaplarından tarihi öğrenmek istiyor Kürtçe kitaplara ilginin nedenini ulusal bilince bağlayan Bulut, “Ulusal bilinç gittikçe somutlaşıyor buda beraberinde sahiplenmeyi getiriyor. Fuarda talep edilen ve eksik olduğumuz diğer bir hususta Kürt tarihi oldu. Çünkü artık insanlar resmi anlayıştan ziyade kendi kitapları Hedef 500 Kürtçe kitap basmak 1996 yılından buyana Kürt edebiyatına dair denemeler yapan ve 3 şiir kitabı bulunan Lis Yayın Evi Genel Yayın Yönetmeni Lal Laleş ise, “2004 yılından bugüne kadar 240 eser yayınlandı. Lis yayın evi çok dilli bir yayın evi. Bazı eserlerimizi İngilizce, Fransızca, Rusça, Süryanice ve Ermenice’den Kürtçeye çevirdik. Kürtçe edebiyatın yaygınlaşmasında Kürtçe okurun kitapla buluşmasında Kürt kültürünün görünür kılınmasında çok önemli bir rol oynuyor. Gün geçtikçe Kürtçe kitapların daha fazla basıldığını ve daha çok okunduğunu görüyoruz. Yasakların kalkması ve yerel yönetimlerin Kürtlerin eline geçmesi, devletin üniversitelerde adım atması ve medyanın rol oynaması ilgiyi artırdı. Ayrıca bir çok kurum kurs, atölye gibi yollarla Kürtçe eğitime ağırlık vermesi Kürtçe kitaplara ilgiyi bu seviyeye getirdi. Geçen yıl 240 kitap yayınlandı. Sayı gün geçtikçe artıyor. 2012 yılında 144 Kürtçe kitap basılırken, 2013 yılında 450 kitap basıldı. 2015’teki hedef ise 500 kitap basmaktır” diye konuştu. Tarih ve Edebiyata ilgi daha fazla Kürtçe kitap satışlarında da ciddi bir artış olduğunu belirten Laleş, “Dünya edebiyatından çevirdiğimiz kitaplar var, onlara ilgi Kürtçe edebiyat çıtasını yükseltiyor. Okuyucuların büyük bir bölümü edebiyat ve tarih kitaplarına ilgi gösteriyor. Diyarbakır halkının Kürt yazarlara ve kitaplarına ilgi gösterip bu konuda fikir verebilirler. Yayın evi olarak her türlü görüşe açığız” dedi. WEJANEN JJ YAYINLARI STANDI 11 KÜLTÜR SANAT 11 SÖYLEŞİ FİLORİTA ULUK BENLİ “Hoğ eink hoğ bidi tarnank’’ Kürd Ediblerin fotoğrafçısı S adece Kürdçe yazan modern Kürd edebiyatçılarının portrelerinden oluşan bir sergi açan fotoğraf sanatçısı Yüsri Atlı ile 5. Diyarbakır Kitap Fuarı’nda buluştuk. Modern Kürd edebiyatçılarının portrelerini bir albümde toplayan Atlı, “Bizi var eden edebiyatçıları bu albümde toplayarak onları ölümsüzleştirmek istedim. Şu an 60’a yakın portre çektim, amacım 100 Kürd edebiyatçısını bir arada sergilemek” dedi. TÜYAP ve Türkiye Yayıncılar Birliği ortaklığıyla düzenlenen 5. Diyarbakır Kitap Fuarı’na ilgi devam ediyor. Fuarda ünlü fotoğraf sanatçısı Yüsri Atlı’nın 4 parçada bulunan modern Kürd edebiyatçılarından oluşan 34 kişiye ait portre çalışması fuar ziyaretçileri tarafından yoğun ilgi gördü. Kürd Yazar Mehmet Uzun’un ölümünden sonra albüm projesine ilişkin kendisinde fikir oluştuğunu belirten Yüsri Atlı; “Mehmet Uzun yaşamını yitirdiğinde Adana’dan Diyarbakır’a geliyordum. Uzun’un rahatsız olduğunu herkes biliyordu, ancak Kürd edebiyatında ağırlığı olan böylesi bir ismin fotoğrafı yoktu. Bu bende büyük bir fikir oluşturdu ve bizi var eden 4 parçadaki edebiyatçıların portrelerini çekerek onları ölümsüzleştirmek istedim. İlk portre çalışması kapsamında Kürd edebiyatçı Arjen Arin ile karşılaştığını, çekim için randevulaştıklarını belirten Yüsri Atlı, “Portre çalışmalarına ilişkin hazırlıklar devam ederken Kürd edebiyatçı Arjen Arin ile sokakta karşılaştık. Kendisine projeyi anlattıktan sonra hemen kabul etti ve bir hafta sonraya randevulaştık. Ancak bir hafta içinde Arjen’in durumunun kötü olduğunu öğrendim ve daha sonra yaşamını yitirdi. Bu portreyi çekemediğim için çok üzülmüştüm. Bu durum bende çok büyük bir acıya neden oldu” ifadelerini kullandı. Arjen’in yaşamını yitirmesinden sonra projeyi hızlandırmak için belediyeye gittiğini ancak istediği desteği bulmadığını ifade eden Atlı, “Eğer kurumlar o gün destek vermiş olsaydı bugün Şerxo Bekes’i de çekmiş olacaktım. Çünkü onun olmaması önemli bir eksiklik” dedi. Gerekli desteği bulamayınca kendi imkanları ile projeyi tamamlamaya karar verdiğini kaydeden Yüsri Atlı, “İlk portre çalışmasını Ehmed Hüseyni, Abdullah Peşev, Selim Temo ve Berken Beren ile başladım. Bu dört Kürd edebiyatçı ile bir yayınevinde karşılaştık ve orada projeyi anlattıktan sonra çekimlere başladık. Bu Kürd edebiyatçılarını çektikten sonra zamanla diğerlerini de çekmeye başladım. 4 parçadaki Kürd edebiyatçılarını bulmak ve çekmek uzun bir süre aldı. Bir tek Xusrow Caff’ı çekmek için Güney Kürdistan’a gittim. Onun dışındaki portreleri Diyarbakır’da çektim” şeklinde konuştu. Ziyaretçilerden olumlu tepki alıyorum Projenin tamamlanması için çalışmalarını sürdüreceğini ifade eden Atlı, “Hedefim 100 Kürd edebiyatçısını bir arada toplayan albüm yapmak. Gerekli destek ve sponsoru bulursam çalışmamı çok kısa sürede tamamlamak istiyorum. Yine geç kalırsam çok üzülürüm. Bu değerlerin yaşarken fotoğraflarını çekmek istiyorum. İşler planladığım biçimde gelişir ise, sonrasında bütün Kürd edebiyatçılarının portrelerini ve orijinal el yazılarının bulunduğu bir kitap basmak istiyorum. Şu an sergide 34 Kürd edebiyatçısının portresi var, bu bile fuara gelen vatandaşları duygulandırıyor. Bütün gelen ziyaretçilerden olumlu tepki aldık. 4 parçadaki edebiyatçıların bir arada olması ziyaretçilere keyif veriyor. Albüm yoğun ilgi görüyor, bundan mutluyum” dedi. Bütün çekimlerin heyecan içinde geçtiğini belirten fotoğraf sanatçısı Atlı; “Bütün Kürd edebiyatçıları bu projeyi desteklediler ve projenin bitmemesi gerektiğini belirttiler.’’ Soma katliamı vesilesiyle “vahşi kapitalizm ve devletle ilişkisi nedir?” dersinin örneklerle canlı anlatıldığı, kapitalizmin ne olduğunu satır satır tane tane anlatan günlerden geçtik. Sermaye ve devlet arasındaki ilişki bu kadar apaçık biçimde kendini gösterdikten sonra, bu dersten çakmak için aptal olmak lazımdı. Şimdi Gezi’nin yıldönümüne doğru gidiyoruz. Siz bu yazıyı okuduğunuz zaman o “yıldönümü” başlamış olacak. O gün neler olacağını önceden kestirmem mümkün değil ama geçen sene Gezi’de bütün karmaşıklığıyla gerçekten neler olduğunu görmemek için ya sabit fikirli ya da ne olursa olsun, taraftar olduğu cemaatin / kimliğin haklı çıkması fikrine sıkışmış olmak lazım. Kalkınmacı dilin dibine batmış ve insaf, izan, merhamet, adalet diye mefhumlarla arasındaki bütün köprüleri atmış olan bir hükümet; “ölmek bu mesleğin fıtratında var” diyen bir başbakan; ona “İngiltere’de de 1900’lerin başında kaza oldu başbakanım!” diye akıl veren danışmanlar; kaza falan değil, böylesine cinayet karşısında bile kibirlerini bir kenara bırakmayan, bir kerecik özür dilemeyen, bir kerecik “hata ettik” demeyen bir iktidar zihniyeti; “devrim yapan halkı” anlamayan Somalı genci yattığı yerde tekmeleyen ve “halkımızı” temsilen “devrim” gerçekleştirmiş takım elbise-kravatlı jön danışmanlar; ahlak ve vicdanlarını kaybetmiş ve de ne pahasına olursa olsun, sadece kendilerini ve efendilerini haklı çıkarmaya çalışan medya ve “yeni Türkiye’nin” (!) aydınları, köşe yazarları, manşet atıcıları... Evet, bunların hepsi ve daha fazlasıyla birlikte, ibretlik bir ders izledik. Bu yeni efendilere göre, her şey mükemmeldi... Tabii ufak tefek hatalar olabilirdi ama bunlar aşılmaz değildi. Çünkü “devrim” gerçekleşmiş ve artık her şey düzelme aşamasına gelmişti... Devrimci ya da devrim sonrası muhteşem retorik! Yeni “düzenin” retoriği... Tabii ki bunun öncesi var... Yeni yükselen sınıflarla içiçe geçmiş bir halk hareketi, bir toplumsal hareket var ve bu hareketin getirdiği bir devrimci durum var. Jakobenlerin, Bolşeviklerin, Kemalistlerin, Ayetullah’ların yaptığı gibi AKP’nin yaptığı ya da AKP’yi taşıyan İslami hareketin yaptığı da devrimdi. Diğerleri gibi kanlı olmadı bu devrim; zamana yayıldı ve çok şey değiştirdi; bir yandan bir burjuva devrimi olarak kapitalizm bütün ülkeye yayılmasını sağladı. Geleneksel sermaye yapısı değişti; yeni aktörler devreye girdi. Bu arada tabii ki bütün toplum için de iyi şeyler oldu; mesela askeri vesayet en azından hiç görülmediği kadar geriledi. Kürt hareketinin verdiği mücadele karşılığını buldu; hiç olmadığı kadarıyla barış bir alternatif olarak “gerçekleşebilir” bir umut oldu. Ancak bütün devrimler gibi bu devrim de esas olarak, “oluncaya” kadar “iyi”ydi. “Olduktan” sonra devrim bitti; bütün devrimler gibi düzene dönüştü. Bu konuda henüz bir istisna çıkmadı; bütün devrimleri, devrimlerin en güçlü kardeşleri ele geçirdi ve bunlar diğer kardeşlerini yedi. Her bir devrim bir Termidor yaşadı; her devrimin sonunda birileri devrimin bittiğini ilan etti ve kendi “düzenlerini” kurarak, “artık başka özgürlüğe gerek kalmadı” dediler. Evet, onların iktidarları her türlü özgürlüğe sahip olduğu için başkalarının yeni özgürlükler için uğraşmasına da gerek görmediler. Her devrim gibi, “AKP devrimi”nin arkasından gelen AKP düzeni de bir “eski rejim” (“ancien régime”) - “yeni rejim” karşıtlığı yarattı; “yeni Türkiye’ye karşı eski Türkiye”... Kızıl Ordu’ya karşı Beyaz Ordu... Kuvayı Milli’ye karşı Anzavur birlikleri... Devrim karşısında karşı-devrim... Bu yüzden, iç düşman bulmak ve inşa etmek açısından Erdoğancılık vasıtasıyla duygu dilini kuran AKP rejimi de, daha önceki Fransız, Sovyetik ya da laik Türk devrimlerinden çok farklı değil. Ama nasıl Kemalist devrimin içinden başka bir devrim –ya da islamcı bir toplumsal hareket - çıktıysa; AKP devriminin içinden de ipuçlarını Taksim Gezi’de veren başka bir hareket çıkacak. “Yeni” Türkiye sırası ona gelecek. 12 SÖYLEŞİ DİYASPORA Almanya’da 24 Kürd aday seçildi REŞAD OZKAN A lmanya`da 11 eyalete yapılan yerel seçimler AB Parlamentosu seçimleri gölgesinde kalırken, seçimlerde 14 Kürd aday belediye meclis üyeliklerine, diğer 10 aday da uyum meclislerine girmeyi başardı. Yeşiller Partisi’nden Almanya’nın en büyük kentlerinden olan Köln‘ün Mülheim bölgesinden seçilen Kürd kadın siyasetçi Berivan Aymaz’ın bu hafta yapılacak grup toplantısında Köln Belediyesi Eşbaşkanı olması bekleniyor. Almanya yerel seçimlerinde Aymaz’ın dışında 23 Kürd aday daha seçildi. 40 milyon seçmenin sandık başına gittiği Almanya’da; kaymakam ve belediye meclisi üyeleri seçildi. Geçen seçimlerde olduğu gibi bu yıl da yapılan yerel seçimlerde Almanya Hırıstıyan Demokrat Birliği (CDU) birinci sıradaki konumunu korudu. Onu Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) izlerken, Yeşiller üçüncü sıraya yerleşti. Doğu eyaletlerinde gücünü koruyan Sol Parti (Die Linke) ise Yeşilleri izliyor. Kürdlerin kalbi Köln için çarpıyor! Almanya`da Kürdler için en heyecanlı seçimler ise ülkenin en büyük ve 14 milyona yakın secmeni olan Nordrhein-Westfalen (NRW) eyaletinde geçti. Eyaletin nufusu ise 17 milyon 500 bin. Bu eyalete yaşayan nufusun yüzde 22,6 si göçmen kökenli olup, yabancılar ise nüfusun yüzde 10,6 sını oluşturuyor. Türkiye`den (Kürd, Türk vs.) gelip buraya yerleşenlerin nüfusu ise 580 bini aşıyor. Bu eyalete 15 bine yakın mevki için yarışan Hırıstiyan 12 Seçilen Kürd adaylar Demokratlar (CDU) yerel seçimlerde birincilğini korurken, onları sırasıyla SPD ve Yeşiller izliyor. Eyaletin en büyük ve kalabalık şehri olan Köln`e bağlı Müllheim II bölgesinde yapılan belediye meclis seçimlerinde Yeşiller Partisi adayı Kürd kadın siyasetçi Berivan Aymaz yüksek bir başarı yakaladı. Yüzde 22’ye yakın oy olan Aymaz’ın partisi Yeşiller’in Köln’deki oy oranı ise yüzde 19 cıvarında kaldı. Aymaz‘ın gelecek hafta toplanacak olan yeni meclis grubu toplantısında Yeşiller Partisi Belediye Eşbaşkanı olarak seçilmesine kesin gözüyle bakılıyor. Kürd seçmenler şimdiden Aymaz’ı kutluyor. Köln’de en çok oy alan dört parti Belediye Başkanlığı için birer eş başkan adayı seçebiliyor. Seçilen başkanlar, belediyenin görev sahalarını kendi aralarında paylaşıyor. 16 Mart 2014’te Münih şehrinde yapılan Belediye Meclisi Üyeliği seçimlerinde Kürd aday Gülseren Demirel de yeniden seçilmişti. Demirel, Yeşiller Partisi’nin Belediye Meclisi Gurubu’nun Eşbaşkanlığını da yapıyor. Berivan Aymaz seçim çalışması yaparken 1-Hamide Akbayır (Köln Belediyesi Meclisi üyeliği) 2-Gökay Akbulut (Mannheim Meclis üyeliği) 3-Dilek Toy (Esslingen Meclis üyeliği) 4-Ali Atalan (Münster Meclisi üyeliği) 5-Fatma Kırgıl (Münster Meclisi üyeliği) 6-Cuma Kaya (Euskirchen Meclisi üyeliği) 7-Zeynep Polatdemir (Euskirchen Meclisi üyeliği) 8-Rohat Yıldırım (Mönchengladbach Meclisi üyeliği) 9-Robert Jarowoy (Hamburg Altona Meclisi üyeliği) 10-Hasan Burgucuoğlu (Hamburg Altona Meclisi üyeliği) 11-Aysel Özkan (Hamburg Altona Meclis üyeliği) 12-Mustafa Kurt (Lünen Meclisi üyeliği) 13-Yılmaz Gültekin (Essen Meclis üyeliği) 14-Fatma Kısıkyol (Leverkusen Uyum Meclisi üyeliği) 15-Ezgi Gül Metin (Leverkusen Uyum Meclisi üyeliği) 16-Gülistan Gül (Bonn Uyum Meclisi üyeliği) 17-Osman Nuri Serdaroğlu (Troisdorf Uyum Meclisi üyeliği) 18-Ahmet Serdaroğlu (Troisdorf Uyum Meclisi üyeliği) 19-Ali Fırat (Bochum Uyum Meclisi üyeliği) 20-Metin Dursun (Essen Uyum Meclisi üyeliği) 21-Abdülhamit Tatlı (Lünen Uyum Meclisi üyeliği) 22-Hüseyin Geyik (Hagen Uyum Meclisi üyeliği) 23-Ekrem Şahin (Dortmund Uyum Meclisi üyeliği) AB Parlamentosu’nda ırkçılar dönemi AB genelinde 22-25 Mayıs tarihleri arasında 524 partiden 17 bin aday 751 koltuk için yarıştığı seçimlerde, 400 milyon seçmen 751 temsilcisini seçip Brüksele yolladı. AB’de yaşayan 2 milyon Kürd Brüksel’e temsilci gönderemedi. Seçimlerde yaşanan en büyük şok ise Yunanistan aşırı sağcı Altın Şafak, Fransa Ulusal Cephe, İngiliz Birleşik Krallık Birlik Partisi, Avusturya Özgürlükler Partisi, Hollanda Özgürlük Partisi, Belçika Vlaams Belang Partisi, Danimarka Halk Partisi ile Almanya Milliyetçi Partisi NPD gibi ırkçı partilerin oy oranlarını artmaları oldu. AB parlamento seçimlerinde genel oyların yüzde 20‘sine yakınını alan ırkçılar kamuoyunda büyük tedirginliğe neden oldu. Kesin olmayan sonuçlara göre, Avrupa Halk Partisi oldukça oy kaybetmesine rağmen 212 sandalye ile AP’da en büyük grup olma durumunu korurken, Sosyal Demokratlar (Sosyal2istler) ise temsilci sayısını 184ten 187’ye çıkartmayı başardı. Diyer partilere göre sandalye dağılımı ise şöyle: Liberaller 72 , Yeşiller 55, Birleşik Sol – Kuzeyli Yeşiller 43, Grupsuzlar 104, Reformist ve Muhafazakarlar 45, Euro Karşıtları da sandalye sayısını 32’den 35’e çıkarttı. Kürdler AB’ye giremedi Değişik AB üyesi ülkelerde Yeşiller Partisi, Sol Parti veya Sosyal Demokrat Partilerin listelerinde an alt sıralarında yeralan Kürd adayları ise seçilme başarısını elde etmediler. İsveç’te Yeşiller Partisi‘nden Kurdo Baksi, Danimarka‘da Sosyalist Halk Partisi‘nden Halime Oğuz ile Fathi Al Abed gibi siyasetçiler AB Parlamentosu seçimlerinde aday idi. Kürd adayların seçilememlerinin nedeni ise en çok Avrupada yaşayan 2 milyona yakın Kürd’ün yaşadığı ülkelerde siyasi çalışmalardan uzak kalmaları ve Kürd kurumlarının yeterince ciddi çalışma yürütmemelerine bağlanıyor. Kürd kurumlarının seçimlerde ortak harket etmeyip, gurup çıkarlarını ön planda tutmaları başarısız olmalarına neden oluyor. ‘Ankara’ya asla gitmeyeceğiz!’ MİRHAT SERHAT L egal Kürd siyasetine yeni giren Kürdistan Ulusal Demokrat Parti Hareketi (KUDPHareketi) 28 Kasım 2013’de Diyarbakır’da kuruldu. 2013’ten beri 6 kişilik yürütme kurulu ile siyasi çalışmalarını sürdüren hareketin merkezi de Diyarbakır. Bölgedeki kimi il ve ilçelerde çalışmalarını sürdüren KUDP’un yürütme kurulu; Şakir Güceyü, Şeyhmus Asığ, Cemşid Fırat, Şerif Karakurt, Ramazan Bulut ve Hasan Kaçmaz’dan oluşuyor. KUDP-Hareketi Yönetim Kurulu Sözcüsü Ramazan Bulut, BasHaber’e yaptığı açıklama- da, ideolojik hareket olmadıklarını, seçilseler de Ankara’ya gitmeyeceklerini ifade etti. Diğer Kürd siyasi partilerden farkınız ne? Kü rdler’in kendi toprakları üzerinde devletleşme gibi bir düşüncesi olamadığı için böyle bir siyasi yapılanmaya gittik. Biz bu topraklardaki sorunu “Kürd Sorunu” olarak görmüyoruz. Biz bu sorunları “Kürdistan Sorunu” olarak görüyoruz. Türkiye’de egemen güçlere karşı siyaset yürüten BDP’nin bile ciddi anlamda Türkiyeleşme Projesi var. Bizim yapmak istediğimiz şey Kürdlerin kendi toprakları üzerinde devletlerini kurmasıdır. Seçmen izi TBMM’ye gönderirse tavrınız ne olur? Mevcut şartlarda Kürdler’in TBMM’ye gitmesi doğru değildir. Halkımız bizi seçerse, Ankara’daki parlamentoya asla gitmeyeceğiz. Mevcut egemen sistemi reddedeceğiz. Hareketimiz toplumsal mücadele değil, ulusal kurtuluş mücadelesi veren bir harekettir. Bunun için Türkiye’deki parlamenter sistemini doğru bulmuyoruz. Türkiye’de Kürd Sorunu’nun çözümü için yürütülen ‘Çözüm Süreci’ni nasıl değerlendiriyorsunuz? Sürecin en büyük planı Kürdlerin Türkiyeleşmesidir. “Kürdler, ulus devlet kurmadan Kürdistan Sorunu çözülemez” diye düşünüyoruz. Bize göre, acil sorun Kürdistan’ın kurtarılmasıdır. Dört parça için böyle düşünüyoruz. Kürdler, tüm yerel yönetimleri alsa ve parlamento da büyük bir grup oluştursa bile, işgalden kurtulmak söz konusu olmadığı gibi Kürd halkının hayat standardı da yükselmez. 13 SÖYLEŞİ HABER 13 Ermeni okullarında ‘Ermeni sorunu’ medim, bizim tarih öğretmenimiz tarih kitabındaki ‘Ermeni Sorunu’ kısmını atlamıştı. Biraz öğretmenin inisiyatifine kalıyor tabii nasıl yapacağı; ama devlet eli kesinlikle var. Bunu nasıl işleteceği hocaya bağlı. Hoca faşist, milliyetçi biri değilse sizin üstünüze gelmiyor. ZABEL BEKÊS İ ‘Türkçe, Vatandaşlık, Coğrafya ve Tarih derslerini Ermeni öğretmenler veremiyor’ Milli Eğitim Bakanlığı tarafından atanan Türk öğretmenler var ve aynı zamanda da bir mekanizma var: ‘Müdür yardımcısı mekanizması’, o da şöyle işliyor; bir tane müdürü oluyor okulun o Ermeni oluyor, bir tane de müdür yardımcısı oluyor o Türk oluyor ve müdür baş yardımcısı olarak geçiyor. O da okulun bir nevi müfettişi gibi, yani ne yapılıyor, ne ediliyor. Mesela Ermeni Tarihi dersi yapılması yasak, çünkü kafana göre bir Ermeni Tarihi anlatabilirsin, soykırımı anlatabilirsin, içini nasıl dolduracağın meçhul onun, o yüzden o derse izin vermiyor; ama Türk Tarihi dersi anlatıyor. Türk Tarihi dersine de Türk bir öğretmen giriyor ve ‘Ermeni Sorunu’ diye bir kısım var kitapta ve onu anlatıyor öğrencilere. Devletin resmi tarihiyle karşı karşıya kaldıklarında, içine düştükleri durumu ve hissettiklerini ise şu sözlerle dile getiriyor: ‘Ermeniler kötü bir şeymiş gibi’ Küçükken de bana çok tuhaf geliyordu; şimdi de çok tuhaf geliyor. Ders kitapları özellikle tarih kitapları çok ırkçı ifadelerle dolu. Ermeniler’e, Rumlar’a, Fransızlar’a karşı hep bir yabancı düşmanlığı var. Ama bir Ermeni olarak onu dinlemek biraz tuhaf bir his; çünkü evde başka bir tarih dinliyorsun, annen baban sana ‘O düzenin varlığı bile Ermeni bir çocuğu rahatsız etmeye yetiyordu’ Azınlık okullarının bugünkü durumuna dair düşüncelerini ise şu sözleriyle dile getiriyor: ‘Ermeni okullarının üzerinden bu baskının kalkması gerekiyor, müdür başyardımcılığının kalkması gerekiyor, Ermeni Tarihi’nin öğretilmesi gerekiyor. Bu çok önemli; çünkü bir toplumu toplum yapan onun tarihidir ve onun bilinmesi gerekiyor. Daha çoğulcu bir tarih anlayışının benimsenmesi gerekiyor. Ermeni okulları üzerinde başka bir şey daha var. Ermenistanlı göçmen çocuklar var ve onlar şimdi Ermeni okullarına kayıt olmaya başladılar. Onlara diploma verilmesi gerekiyor. Şu an misafir öğrenciler olarak katılıyorlar derslere. Bence bu önemli sorunlardan biri; çünkü o çocuklar burada hiç bir denkliği olmadan okuyorlar. Sonra Ermenistan’a mı dönecekler ya da ne yapacaklarsa, ellerinde hiç bir diploma olmamasının problemi var. Konuşmasını Ermeni toplumuna yaptığı çağrıyla sonlandıran Nora şunları söylüyor: Galatasaray Üniversitesi Felsefe ve Sabancı Üniversitesi Kültürel İncelemeler bölümlerinden mezun olan, eğitimini Kanada Toronto Üniversitesi’nde sürdüren Nora Tataryan ile azınlık okulları ve yaşadıkları üzerine konuştuk. soykırım anlatıyor ya da işte anneannen yaşadıklarını anlatıyor; ama sonra oraya Türk bir tane hoca geliyor ve sana o resmi tarihi anlatıyor. Soykırımı zaten anlatmıyor. Aslında Ermenileri bir sorun olarak koyuyor. İçindeyken çok fazla fark edemiyorsun tabii. Mesela ben geçen sene yaptığımız bir sözlü tarih çalışması için bütün tarih kitaplarını tekrar okumuştum, gerçekten çok fena kitaplar. Çocukken de bunu hissediyorsun; ama tam ne olduğunu anlayamıyorsun. Ama şu an okuyunca ne kadar sistematik, ırkçı bir öğretinin, anlatının olduğunu görüyorsun. Devletin azınlık okulları üzerindeki elinin ağırlığı konusunda sözlerine şöyle devam ediyor: ‘Ermeni okulları aslında biraz dil okulları gibi’ Ermeni okulları kesinlikle bağımsız değil. Mesela, Kürdler anadili için mücadele verdiğinde Ermeniler onlara kıyasla en azından hani anadillerinde eğitim yapabiliyor ve bu bir şans tabii ki ve buna sahip çıkmamız gerekiyor. Azınlıklar için çok önemli bir şeydir tarihini öğrenmek. En azından niye azınlık olduğunu öğrenmen lazım... O yüzden devletin eli hakikaten var ve onu çok net hissedebiliyorsun. ‘Sürekli onları daha coşkulu kutlamamakla sınanırdık’ Mesela müdür başyardımcısı var. Şimdi çok öyle değil; ama eskiden bu insanlar çok daha fazla milliyetçi insanlar olabiliyorlardı. Törenlerde 19 Mayıslarda, 23 Nisanlarda törenlere çok daha fazla, ekstra bir önem verilirdi. ‘Ermeni Tarihi’ okutulmalı’ Ben çok faşist bir öğretmene denk gel- Abonelik Formu iBAN: TR90 0006400000110520941254 Türkiye İş Bankası / Taksim Şubesi / İstanbul Hesap No: 1052 0941254 Abone Tel: 0 212 243 2760 - 79 Adres: BasNews Medya Ltd.Meşelik Sk. No: 22 D: 3 Beyoğlu / İstanbul E-mail: [email protected] Abone bedelini yukarıdaki hesap numarasına yatırıp, yandaki formu doldurup adresimize yolladıktan sonra aboneliğiniz başlayacaktır. ‘Çocuklar Ermeni okullarına’ Dil çok önemli bir şey. Yani bunu Kürdler’in mücadelesinde görüyoruz. Ne kadar zor elde ediliyor anadilde eğitim... Kolay kolay vazgeçilmemesi gereken bir şey; çünkü Ermeni okulları kapatılırsa bir daha o okulların yerine yeni okullar açılamıyor. Yeni bir yerde okul açılamadığı için gerçekten var olan okulların kapatılmaması lazım ve insanın anadili önemlidir. Bu tip baskılara boyun eğmeden bu dilleri bir şekilde yaşatmak gerektiğini düşünüyorum. Ad soyad:....................................... Adres :........................................... ....................................................... ....................................................... ....................................................... ....................................................... ....................................................... Tel: ................................................ E-mail: .......................................... " lkokulu Feriköy Merametciyan’da, ortaokul ve liseyi Bakırköy Getronagan’da okudum’ diyen Nora o dönemde Ermeni olduğu için başına gelmiş olabilecek ırkçılık ve ayrımcılık uygulamaları ile ilgili olarak şunları söylüyor: ‘İlkokuldan liseye kadar hep Ermeni okullarında okuduğum için aslında biraz kapalı bir çevrede büyüdüm diyebilirim; çünkü o yaşlarda özellikle ilkokulda çok fazla Ermeni olmayan, yani Türk ya da Kürd arkadaşın ya da başka bir dinden, başka bir halktan arkadaşın olmuyor. O yüzden ilkokulda bir tepki almıyordum; çünkü kapalı bir ortamda büyüdüğüm için onu eleştirecek çok fazla insan olmuyordu. Ama liseye geldiğimde dershaneye gittim. Dershaneye gittiğim zaman, tabii sınıfımdaki tek Ermeni bendim ve esas o zaman farkettim bu durumu diyebilirim. Çok büyük bir tepki almadım ‘Aa! nerede okuyorsun?’ diye; ama ismi anlamama.. Yani zaten genel olarak benim ismim Nora dediğimde zorluk çıkıyor. ‘Nerelisin?’, ‘Dışardan mı geldin?’, ‘Yurt dışından mı geldin?’ gibi sorular hep karşılaştığımız sorular‘ diyor ve sözlerine devletin Ermeni okulları içerisinde oluşturduğu kontrol mekanizmasından bahsederek devam ediyor: 6 AYLIK 80TL 1 YILLIK 160TL 14 HABER SÖYLEŞİ 14 Süryaniler hâlâ Lozan mağduru S üryaniler, Mezopotamya’da kökenleri 5 bin yıl öncesine dayanan bir halk olarak uygarlığın gelişiminde önemli bir rol üstlendi. Hıristiyanlığı kabul eden ilk kavim olan ve tarihsel süreçte çok önemli bir role sahip olan Süryanilerin, Cumhuriyet öncesi ve BİLAL sonrasında uğSOLMAZ radıkları çeşitli ayrımcılıklar ve gördükleri muameleler nedeni ile ülkelerini terk etmek zorunda kaldı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu antlaşması olan Lozan Antlaşması’nda azınlıkların hukuki statüsünü düzenleyen 37. ve 44. Maddeleri’nde Türkiye’nin batısında yaşayan Ermeni, Yahudi, Rum ve Musevi toplumları faydalanırken, Kürdistan’da yerleşik olan Süryaniler gayri müslim olmalarına rağmen azınlık hukukunu düzenleyen bu antlaşmadan faydalanamadı. Lozan Antlaşması’nda bir düzenleme yapılamadığı için Süryaniler, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana eğitim başta olmak üzere temel azınlık haklarından mahrum kaldı. ‘Bütün gayri müslimler azınlıktır’ Halkların Demokratik Partisi (HDP) Süryani Milletvekili Erol Dora, Lozan Antlaşması’nda Türk vatandaşlığı olan bütün gayri müslimlerin azınlık statüsünde olduklarını, en son 1928 yılına kadar da Süryani okullarının açık olduğunu belirtti. Dora, 1928 tarihine kadar Süryanilerin de pratikte azınlık haklarını kullanabildiğini, bu tarihten günümüze kadar pozitif bilim- lerde eğitim veren Süryani okulu olmadığını söyleyerek konuşmasına şöyle konuştu: ‘’Lozan Antlaşması’nın metni açık ve nettir bütün gayrimüslimler azınlıktır. Lozan Antlaşması’nın hiçbir yerinde Rumların ya da Ermenilerin azınlık olduğu ve Süryanilerin azınlık olmadığına dair bir ibare bulunmuyor. Fakat bürokratlar ve devlet adamları Süryanilerin Lozan Anlaşması’nda belirtilen azınlık statüsünde olmadıklarını iddia etmek için çeşitli yorumlar geliştirdiler.” Dora, son yıllarda yaptıkları çalışmalarda Süryanilerin de diğer gayrimüslimler gibi azınlık olduklarını belirttiklerini ifade ederek, son olarak İstanbul Süryani Ortodoks Vakfı bir anaEROL DORA okulu açmak için sorumlu Milli Eğitim Müdürlüğü’ne başvurduklarını, ancak ilgili Milli Eğitim Müdürlüğü, Süryanilerin Lozan Antlaşması kapsamında olmadıklarını gerekçesiyle başvurularını reddettiğini söyledi. Bunun üzerine İdare Mahkemesi’ne giden Süryanilerin başvurusuna, İdare Mahkemesi Süryanilerin de diğer azınlıklar gibi Lozan’ın kapsamında olduklarına ilişkin bir karar verdiğini aktaran Dora, sonuçta İstanbul Süryani Vakfı çatısı altında bir okul açma çalışmalarına devam ettikle- rini ifade etti. Asuri-Süryani halkının 70’lerde başlayan ve 80’lerden sonra yoğun olarak anavatanlarını terk edip Avrupa’ya yerleştiğine dikkat çeken Dora, Avrupa’da oluşan güçlü ve yoğun Süryani diasporasının İsveç’te altı tane Süryani milletvekili çıkardığına dikkat çekti. Son yıllarda Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyelik için aday olması ardından, Türkiye’de yasal ve anayasal kısmi değişikliklerle beraber, gayrimenkullerin iadesi yönünde azınlık vakıflarıyla ilgili bazı pozitif değişiklikler olduğunu ve bu değişiklikler sonucunda 2000’lerden itibaren bir takım ferdi dönüşler yaşandığını ve bazı ailelerin de kesin dönüş yaptığı bilgisini verdi. 1980’lerden sonra kadastro çalışmaları yapılırken Süryanilerin bölgede bulunmamasından dolayı kendilerine ait olan gayrimenkullerin başka şahıslar adına tescil edildiğini ya da hazine malı haline getirildiğini söyleyen Dora, Süryanilerin gayrimenkuller konusunda büyük bir mağduriyet yaşadığını ve bu mağduriyetin geri dönüşler önünde ciddi bir engel olduğunu söyledi. Vatandaşlık yasası değişmeli 1990’ların başından itibaren Süryanilere yöne- len faili meçhul cinayetleri alınmış olan bir halktır. Ve araştırma önergesi olarak mec- Süryani halkı bugün kendisine lis gündemine getiren Dora, bu ait olanı talep ediyor. Anadilfaili meçhullerin Süryanilerde de eğitim hakkının tanınması geri dönüş konusunda bir uzun bir uğraş sonucu verilen güvensizlik yarattığını ifade bir haktır. İstanbul’da açılan etti. 2013’ten itibaren başlatıSüryani anaokulu bir özel okul lan demokratik çözüm ve barış olarak açıldı. Bu okulun eğitim sürecinin Süryani halkında vermesi büyük bir maddi külfet da pozitif bir etki yarattığına gerektiriyor oradaki öğrenciler dikkat çeken Dora, 1915 öncesi de ücretli eğitim alacaklar. Özel vatandaşlık durumunu temel okul statüsünde olduğu için alarak bütün Türkiyeli halklara buradaki öğrencilerin orada tekrar vatandaşlığa almalaücret karşılığı eğitim almaları rı yönünde bir kanun teklifi olanaksız. Akyol, böyle olunca verdiğini hatırlatan Dora, bu da bu bir hak olmuyor ticari kanun teklifinin yasalaşması mantıkla yürütülen bir ticaretdurumunda haneye dönüşüanavatanını yor’’ dedi. terk etmiş tüm vatanBirlikte yaşadaşların ma koşulları geri dönmeoluşturulmalı lerinin de Bugüne kadar zemininin halkların birsağlanacağıbirine düşman na inanıyor. gösterildiğini Mardin bebelirten Süryani lediyesinin FEBRUNİYE AKYOL yazar Muzaffer Süryanice İris de, “ders kitaplarına nefret eğitim projesi söylemleri dolduruldu ve BDP Mardin Belediyesi Eş Başkanı Februniye Akyol, beleinsanların bu nefret söylemdiyelerinin öteki dillerde eğitim leriyle eğitildiğini” belirterek, verilmesi konusunda bir takım sözlerine şöyle devam etti; faaliyetler içerisinde olduğunu, ‘’Son yıllarda Anadolu ve belediye olarak yaşadıkları bir Mezopotamya’da halkların takım sorunların buna engel yaşayabilmesi için gerekli çıkardığını belirtti. Süryanice, koşulların sağlanması noktaKürdçe ve Ermenice eğitim sında demokratik güçler ciddi verecek dil merkezleri projeleçalışmalar yaptı ve yapmaya rinin olduğunu belirten Akyol da devam ediliyor. Ortadoğu sözlerine şöyle devam etti; ve Mezopotamya’da halkla‘’Süryaniler, her şeyi elinden rın birlikte yaşayabilmesinin koşullarının oluşturmasını arzuluyoruz’’ dedi. MARDİN’DEKİ KADİM SÜRYANİ DEYR-ÜL ZAFERAN MANASTIRI 15 SÖYLEŞİ gündem ‘Karakol savaşları’ D iyarbakır’daki siyasi parti ve STK temcileri, çözüm süreci devam ederken bölgede son 1 yılda yüzlerce kalekol yapılmasını ve sonrasında bazı illerde yaşanan gerginlikleri değerlendirdi. İHD Genel Başkanı Yardımcısı Serdar Çelebi, bölge genelinde 341 yeni karakol yapımının ihale edildiğini, 102 karakolun teslim edildiğini, 143 karakolun inşaat çalışmalarının devam ettiğini belirterek, 36 karakolun ise ihale aşamasında olduğu tespit ettiklerini söyledi. Diyarbakır’daki siyasi parti ve STK temsilcileri BasHaber’e çözüm süreci devam ederken kalekol yapımlarının hızlanması ve LiceBingöl karayolunda 3 günden bu yana yaşanan gelişmelerin yanı sıra sorunun çözümüne dair açıklamada bulundu. Güvenlik konseptiyle olmaz HDP Hakkari Milletvekilli Adil Zozani: Barış Sürecinde yeni karakolların yapılması devletin Kürdlere güvenmediğini gösteriyor. Karakolların yapımında tek bir amaç vardır o da güvenlik konseptini pekiştirmektir. Hükümete diyoruz ki: Kürdistan’a karakol yaparak halkı kazanamazsınız. Yüz yıldır devlet bu güvenlikçi politikayla soruna yaklaşıyor ama sonuçta ortada. Faydasız uygulama Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi: Baro olarak bu tehlikeli gidişatı kısa bir süre önce görmüş ve buna ilişkin kaygılarımızı ifade etmiştik. Toplumun beklentileri ile bağdaşmayan giderek bölgede gergin atmosferin oluşumuna zemin hazırlayan bir takım gelişmeler var. Kalekolların yapılması sürece faydasız bir uygulama. Kalekol yapımları bölgedeki yasal yapıları ve toplumun sürece güvenini zedeledi. Çözüm sürecine katkısı olmayan hatta zarar veren bu uygulamaya son verilmeli. Sürece aykırI Hak-Par Genel Başkan Yardımcısı Bayram Bozyel: Kime karşı karakollar yapılıyor. Türkiye ordusunun büyük bir kısmı bölgede. Hükümet barış dışında seçeneğin olmadığını söylüyor o zaman bu kalekollar neden yapılıyor. Sürece aykırı bir durum var. Bunu protesto etmek yerindedir, ama tepkilerin ölçüsü çok önemlidir. 2 günden bu yana Bingöl- Diyarbakır kara yolu trafiğe kapalı durumda. İmralı’da devlet yetkilileri Öcalan ile görüşüyor. BDP heyeti hükümet ile diyalog içinde. Bu konuların orada çözülmemesi de problem. Hem hükümet, hem de BDP ve PKK kanadının sorgulanması gerekir. Halkın güvenliği için AKP İl Başkanı Aydın Altaç: Herkesin bildiği gibi çözüm sürecini hükümetimiz başlattı. Bizler o kadar hassasiyet gösterirken, birileri bunu kendi amaçları için bozmaya çalışıyor. Lice ve bölgenin bazı illerinde karakolların yapılması protesto ediliyor. Buna anlam vermek mümkün değil. Kalekol ve Karakollar güvenlik tedbirlerinin hepsi olması gereken şeylerdir. Karakolsuz bir alan düşünemezsiniz. Örneğin geçen yıl Hazro ve Silvan’da ticari ve arazi anlaşmazlıklar nedeniyle onlarca insanımızı kaybettik. Bu insanların namusunu da, malını da korumak zorundasınız. Bunlar süreci çıkmaza sokmak için uğraşıyor. Süreci bu tür konulara heba ederseniz, yarın kan döküldüğünde halka hesabını verirsiniz. Savaşa hazırlanıldığı düşünülüyor Mazlum-Der Şube Başkanı Abdurahim Ay: İnsanlar çözüm sürecinde bu kalekol yapımlarına anlam vermiyor. Kürt sorunun çözümü noktasında adımlar yetersiz olunca ve kalekol yapımlarının artması halkta ciddi endişe yaratıyor. Halk çözüm sürecinde bunları görünce bir savaş hazırlığı olduğunu düşünüyor. Siz sınır olmayan bir yerde kalekol yapımlarını yaparsanız kimse sizin söylemlerinize inanmaz. Bildiğiniz gibi korucu alımı ile ilgili kadrolar hala açık. Bunun durması lazım. Bu durmayınca ister istemez halk ve asker karşı karşıya geliyor. Çevre yolu yok, dağlara özel yollar İHD Genel Başkanı Serdar Çelebi: Diyarbakır’ın çevre yolu yokken siz dağlara yol yapıyorsanız, bu açıklanacak bir şey değildir. Seçime endeksli bir politika uygulanıyor. Çözüm süreci barışa evrilmek isteniyorsa hükümetin bu tür durumlardan vazgeçmesi lazım. ‘Kalekollar’ nedeniyle başta Diyarbakır, Hakkari, Şırnak ve Dersim olmak üzere benzer gerginlikler ve çatışmalar sürüyor. Nitekim daha 1 ay öncesine kadar yine Lice ilçesi kırsalında yapılmak istenen kalekol, protesto gösterilerine sahne olmuş, istenmeyen üzücü olaylar yaşanmıştı. Elde ettiğimiz veriler ve Milli Savunma Bakanlığı’nın da açıkladığı bilgilere göre, son bir yıl içerisinde bölge genelinde 341 yeni karakol yapımı ihale edilmiş, bunların bir bölümünün yapımı tamamlanmıştır. 341 adet karakoldan 102 adedinin inşaatları tamamlanarak, teslim edilirken, 143 karakolun inşaat çalışmalarının devam ettiği, 36 karakolun ise ihale aşamasında olduğu tespit edilmiştir. Karakollar neye hizmet ediyor BDP İl Eş Başkanı Zübeyde Zümrüt: Lice-Bingöl karayolundaki olaylar yeni değil, birkaç hafta öncesinde de benzer eylemler oldu. Lice ve Silvan’da kalekol yapımı var. Hükümet sürecin devam ettiğini söylüyor, o zaman bu kalekollar neden yapılıyor. Koruculara kadro açılması sürece denk düşen bir tutum değil. Kalekollar durmazsa eylemler devam edecektir. Süreç bu aşamaya gelmişse bizim verdiğimiz destekle geldi. AKP de istemiyorsa samimi davransın. 15 FERHAT KENTEL Post-devrimci retorik: “Yeni Türkiye” Üç kez kampana çaldı. Kilisenin büyük kapısından ağır ağır içeri girdi yaslı insanlar. Tam ortada duran, çiçeklerle bezeli siyah tabutun önündeki fotoğrafa bakmak için yavaşladılar. Düzenli bir şekilde kadınlar sola, erkekler sağa ayrılıp, ard arda dizili sıralarda yerlerini aldılar. Dualar okunup bittikten sonra Papaz önce Ermenice, sonra Türkçe olmak üzere; Tanrı’nın eşit yarattığı çocukları olarak kul hakkı ile huzura çıkmanın en büyük günah olduğunu ve affedilmeyeceğini vurguladı. İmanın ve ibadetin sevgi, merhamet ve iyilik yaparak kendimiz için ne istiyorsak dünyadaki tüm kardeşlerimiz içinde aynısını istemenin, bu dünyadan götüreceğimiz tek ışık olduğunu söyledi. Bu gerçekliğe inanarak yaşadığı acı ve ölümlere isyan etmeden, dualarda teselli bulup Tanrı’ya şükreden merhumeyi uzun uzun anlattı. Acının hiç eksik olmadığı, merhamet ve sevgi dolu yüreğindeki imanın ödülü olan cennet yolculuğuna, törene katılan erkeklerin elleri üzerinde uğurlandı. Devamını, öncesinde katıldığım kerezman (mezarlık) merasimlerinden biliyorum. Üzerine atılan ilk toprakla söylenen; “Hoğ eink hoğ bidi tarnank’’ Topraktan geldik toprağa gideceğiz. Ebedi ayrılıklarda yaşanan büyük acıları,“ kader ‘’ diyebileceğimiz hastalık, yaşlılık ve görünmez kazalarla başımıza geldiği zaman sükunetle kabul edebiliyoruz. Böylesi durumlarda, en fazla içimizden sessizce kadere isyan ederiz. Kimseye bağırıp çağırmamızı gerektiren “ hak arama“ mücadelesi söz konusu olmadığından, dualarla teselli olabiliyoruz. Tesellisi olmayan tek acı; İnsan eliyle, bile isteye uğradığımız haksızlıklar ve yaşadığımız katliamlardır. Böylesi büyük acılarla hayata devam edebilmenin tek yolu, hak arama mücadelesi ile adaletin yerini bulunması için direnmektir. İzlediğimiz yol sonuç verdiğinde, acı unutulmasa da ruhumuz huzura erebilir. Ancak hakkımız olan bu yoldaki çabalarımız şiddetle bastırılıp neticeye varamadığında; Aklın almadığı acılar öfkeyi, vicdanın kabul etmediği ölümler nefreti besler. Acısını bile yaşayamayan insanlara uygulanan şiddet, nefret ve öfke ile çarpıştığında, kıyamet kopar ve yeni katliamlar başlar. Yıllarca Batı’nın gözlerini, kulaklarını en önemlisi de vicdanını kapattığı için Doğu‘da ; resmi yönetimlerce işlenen cinayetler katliamları, katliamlar ölümleri normalleştirip ülkenin dört bir yanına dağıttı. Kürdistan‘ın dört parçasında bu acılar ve katliamlar yaşanırken biz Batı’lılar, duyarsızlığımız yüzünden kaybettiğimiz masumiyetimizle ancak, şiddet bize yöneldiğinde haykırmaya başladık. Her yer Taksim her yer direniş! Sistem tarafından yıllardır birbirine düşman edilip, yalnızlaştırılan halklar, artık kolay hedef haline geldiği için acılar ve ölümlerde ortaklaşırken, zulmedenler ve zulme uğrayanlar olarak ülke ikiye bölündü. Zulme uğrayanların hak arama mücadelesinin önünde gittikçe dozu artan devlet şiddeti sonucunda “Her yer Kürdistan her yer direniş’’in Batı’daki tezahürü olan Gezi direnişi başladı. Ülke topyekün isyan, öfke ve nefret dolu artık. Gezi direnişinden bu yana topun ağzında Alevi’ler olsa da, Kürt özgürlük hareketi ile iki yıldır devam eden “sözde” çatışmasızlık sürecinde, hala ölümler ve katliamlar Kürdistan’da tüm şiddeti ile devam ediyor. Diğer yandan Batı’da, ekmeği için emek mücadelesi verenlerin ölüm ve katliamlarla burun buruna geldiği, ahir zamandayız . Disiplin adına yarattığı terörle, yüreğindeki sevgi ışığı sönmüş şiddetin diktatör babası şunu bilsin ki; Disiplin, zamanında ve yerinde üslubuna uygun uygulanırsa şifa, yersiz uygulanırsa zehirdir. Emirleriyle korumaya aldığı polis ordusuna direnenleri sokak ortasında infaz ettirdiği bir durumda; Canına kast, inancına hakaret edip itibarsızlaştırdığı halklara fütursuzca “Benim kardeşlerim” diyebiliyor. Hepimiz Tanrı’nın eşit yarattığı çocuklarıyız. Dünyada eşit haklarda yaşamayı bilmeyenlere ölüm sırası geldiğinde; Hangi halk, hangi kardeş “Senin yatacak yerin yok “ demek yerine, hakkını helal edip son yolculuğunda “Hoğ eink hoğ bidi tarnank’’ diyerek aynı toprağın altında yatmak isteyecek. 16 YAŞAM SÖYLEŞİ 16 ‘Kendi tarzımda dünyada tekim’ “Diktirdiğim elbiselerle ve çalışmalarımla halkımın kültürüne ve sanatına bir nebze de olsa bir katkıda bulunmak istiyorum” diyen moda tasarımcısı İnci Hakbilen, Kürd elbiselerinin dünya moda literatüründe yerini alacağına inandığını söyledi. Almanya’nın Hamburg kentinde klasik ve modern Kürd elbiselerinin tanıtımının yapıldığı bir defile düzenlendi. ‘TigrisEuphrat’ adıyla yapılan defileyi yaklaşık 200 kişi izledi. 18 mankenin podyuma çıktığı defileye eski Diyarbakır Belediye Başkanı Mehdi Zana onur konuğu olarak katıldı. Kumaş seçimi, model araştırması, çizim, kesim ve dikim işleri tamamen İnci Hakbilen tarafından yapılan ve modern giyim, şalvar koleksiyonu, yöresel kıyafetler ile gelinlik modellerinin sunulduğu ‘’Mezopotamya’dan ÖZLEM Renkler’’ adlı defilede DAĞDEVİREN birbirinden güzel moda giysilerini başarıyla sunan mankenler izleyicilerin beğenisini kazandı.İzleyicilerin yoğun alkışları arasında gerçekleştirilen defileden sonra Multi Kulti Grubu, Kore pop müziği ile muhteşem bir dans gösterisi yaparak, salondakilerden yoğun alkış toplandı. Venezuelalı dansçı Aldwin Reinke ise solo bir dans gösterisiyle izleyicilere neşeli dakikalar yaşattı. Ünlü modacı İnci Hakbilen ile muhabirimiz Özlem Dağdeviren görüştü. Tarzınızdan biraz bahseder misiniz? İnci Hakbilen- Geleneksel Kürd motif ve sembollerini günümüz dünyasına ve modasına taşımaya çalışıyorum. Biliyorum ki bizim renk ve sembollerimiz motiflerimiz çok zengin bir mozaiğe sahip, dünya modacıları arayış içinde iken bizim zenginliğimiz bu boşluğu rahatlıkla doldurabilir inancıyla yola çıkıyorum. Benim tarzıma nasıl bir isim yakışır bilmiyorum ama sanırım kendi tarzımda dünya çapında tek olduğumu düşünüyorum. Çünkü ben hem geleneksel Kürd kıyafetini hem de aynı kumaş ve motiflerden harmanlanmış günümüz modasına uyarlanmış haliyle sunuyorum.Yani iki model bir arada klasik yöresel tradisyonel ve modern. Kendi vizyonunuza yakın bulduğunuz tasarımcılar var mı? Dünya tasarımcılarından hangilerini beğeniyorsunuz? Dünya modacılarını takip etmeye çalışıyorum tabi ki, çok beğendiğim tasarımcılar da var elbette. Elie Saab’i çok beğenirim. Cemil İpekçi’yi beğenirim. Ama dediğim gibi benim tarzımın amacı modadan ziyade Kürd geleneksel kıyafetlerini, renklerini motiflerini (her dört parçadan ve Kürdlerin yaşadığı her bölgeden) tanıtabilmek aynı zamanda bizim renk ve motiflerimizin dünya modası içinde yerini almasını sağlamak, geçmişten bugüne bir köprü kurarak yeni jenerasyona tanıtıp sevdirebilmek. Bir anlamda kültürüne sahip çıkmak ve yaşatmak diyebilirim. Geleneksel Kürd motifleriyle, modern çizgileri karıştırıp sıra dışı kumaşlar kullanarak sofistike bir tarz yaratma fikri nasıl ortaya çıktı? Ankara Gazi Üniversitesi Giyim Bölümü’ne devam ettim, çocukluğumdan beri terzilik ve dizayna çok merakım vardı ve bu alanda eğitimimi sürdürdüm. 24 yıldır Almanya’nın Hamburg şehrinde yaşamaktayım ve mesleğimi icra etmeye devam ettim ama içimde hep kendi kıyafetlerimizin tasarımı vardı. Son beş yıldır senede bir kez olmak şartı ile yaptığım defilelerin az da olsa amacına ulaştığına inanıyorum. Burada doğup büyüyen gençlerimizin kına gecelerinde geleneksel kıyafetleri artık tercih etmeleri buna işaret diye düşünüyorum. Örneğin İsviçre’den yola çıkıp gelip benden Kürd kıyafeti alan bir aile beni çok duygulandırmıştı. Kürd kadınlarının tarzını dünya modasıyla harmanlamanızdan yola çıkarsak vizyonunuz Kürd kıyafetlerini tanıtmak mı? Tüm halkların kendine has giyim tarzı vardır ve giyim kuşamda kültürün bir parçasıdır. Kürd halkına has olduğunu düşündüğüm (ve başta hiç bir toplumda İNCİ HAKBİLEN (solda) olmayan) her rengin bir anlam taşıdığı, her motifin bir hikayesinin bir isminin olduğu ve Mezopotamyanın zengin kültür mozaiğinde çok sayıda destan ve mitolojik hikayeler bulunduğunu düşünerek her yıl kendime bir konu seçtim. Şahmeran, Simurg, Dicle ve Fırat.. Bin yıllardan bugüne kadar gelen bu mitosları değerlendirmek, anlamlarına inebilmek ve tanıtmak anlamında her yıl bir konu seçmeye çalışıyorum. Genelde Kürd geleneksel kıyafetlerinin orjinalini bozmadan almaya çalışıyorum, belli yörelerden etkileniyorum tabii iki. Mümkün olsa en ücra köylere kadar inebilip tarz ve stillerini yorumlamak isterim. Modacı olmaya nasıl karar verdiniz? Bütün kıyafetlerimi tek tek kendi ellerimle dikiyorum, onlar benim çocuklarım. Üzerlerine titriyorum, çok severek dikiyorum, kumaş araştırmasından model seçimine, dizaynına, kesimine, dikimine kadar kendi ellerimle yapıyorum, bazen gece yarılarına kadar çalışıyorum, benim için gerçekten çok değerliler. Tüm masraflarımı kendim karşılıyorum. Sponsorum yok, gücümün yetebildiği sürece bu defileleri yapacağım. Türkiye’de de defile düzenlemeyi düşünüyor musunuz? İstanbul ve Diyarbakır’da koşullar oluşursa mutlaka bir defile sunmak istiyorum. Sizin aracılığınızla bununla ilgili değerli Kürd iş adamları ve siyasetçilerine de seslenerek bu tür çalışmaların desteklenmeye ihtiyacı olduğunu ifade etmek isterim.
Benzer belgeler
Öcalan`a Nobel`in perde arkası
arasında hakiki ve eşit bir birliktelik yaratmak mümkün görünmüyor. HDP projesi, zihinlerdeki bu sınırları aşmak ve yıkmak için Kürtlerin attıkları hayati bir adımdır. Bu hamlenin başarısı, Kürtler...
Detaylı