GökçeoluK Dergisi
Transkript
GökçeoluK Dergisi
GökçeoluK Dergisi www.Gokceoluk.com GökçeoluK Dergisi “Editörden” Başlarken... Zordur. Yeni bir güne başlamak uyku mahmurluğundan kurtulup günün meşgalasine hazırlanmak. Zordur. Önündeki günlerde seni neyin karşılayacağını bilmemenin endişesini taşıyarak haftaya başlamak. Yeni bir işe koyulmak... Yeni bir esere başlamak... 3 aylık eğitim, kültür ve tarih dergisi Mart-Nisan-Mayıs 2010 Sayı: 1 Sahibi www.Gokceoluk.com Editör Sezgin ÇOLAK (Tarih Öğretmeni) Yayın Kurulu Tekin KAYA Murat Bekar Duygu Korkmaz Serpil ÇOLAK Neşe Özden Nilüfer BEKAR Özge Dağdelen Bu E-Dergi Gökçeoluk Köyü Sevdalıları tarafından hazırlanmaktadır. Herhangi bir kurum veya dernek ile resmi bir bağlantısı yoktur. 3 ayda bir yayınlanır. Para ile satılmaz. Her hakkı saklıdır. 2010 Değerli köylülerimiz ve öğrencilerimiz, dergimiz için yazılı eserlerinizi [email protected] adresine gönderebilirsiniz. Katkılarınız için şimdiden çok teşekkürler. YAYIN KURULU Yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. Yayın kurulu yazılar üzerinde değişiklik yapabilir. “Gökçeoluk Dergisi” adı anılmadan alıntı yapılamaz. Ama hiçbir doğum sancısız olmaz değil mi? Gökçeoluk Dergisi doğuyor. Sancılı geçen birkaç haftanın ardından Gökçoluk sevdalılarının emekleriyle, uzun bir çalışmanın ürünü olan yeni bir proje hayat buluyor... Evet, sevgili gençler: başarı sevmekle başlar. Yanında oturduğun arkadaşını sevmek, dersine giren öğretmeni sevmek, her gün adımladığın okul koridorlarını sevmek, okul bahçesini sevmek, heyecanla çıktığın kara tahtayı sevmek... Ve benimsemek. İnsan severse benim der. Benim annem, benim babam, benim takımım, benim bayrağım, benim toprağım der. Sevdiği her şeyi “benim” seviyesine çıkarır gönlünün taht makamında. Sevdiği için korur gözü gibi sakınır en ufak çöpten, kem bakıştan. Gökçeoluk Dergisi sizin eseriniz, eğer severseniz sizin başarınız artar. eğer severseniz köyümüzün başarısı artar, eğer severseniz ülkemizin, milletimizin, kültürümüzün, bayrağımızın başarısı artar. Başarmak sevmekle başlar... Bütün hayatınız boyunca başarılarınızın artarak devam etmesi dileğiyle... Sezgin ÇOLAK Tarih Öğretmeni www.Gokceoluk.com GökçeoluK Dergisi “Kağıt Parçası” A ilenin dördüncü çocuğu olarak küçük bir köyde gözlerini dünya’ya açmıştı. Çocukluğu hep köyde geçmişti. Köylerinde okulları yoktu, ancak yakınlarındaki köye yeni okul açıldığını duymuş ve çok sevinmişti. Büyük bir hevesle yakın köydeki okula başlamıştı. Evet, okuma yazma öğrenecek ve çok şeyler yapacaktı. Ancak bu küçük çocuğun okul hayatı sadece bir hafta devam edebildi. Evinden uzaktaki bu okulda küçük bir sorun yaşadı. Basit bir konu yüzünden kalbi kırılmış ve üzülmüştü. Çocuk haliyle oradakilere küstü ve kendi köyüne dönüp bu küçük sorunu babasına anlattı. Babası da zaten okula göndermek istemediği için bunu da bahane etti ve “Ne yapacaksın okulda, koyunlara kim bakacak” diye bir daha da okula göndermedi. Okul hayatı başlamadan bitmişti. O günden sonra bu küçük çocuk, heybesinin içerisine azık olarak “bir parça ekmek” alarak devamlı köydeki büyük ağabeyleri ile birlikte koyunların peşinden gitti. Ama aklı hep okulda ve okuma yazma öğrenmekteydi. Aklına koymuştu bir kere, mutlaka okuma yazma öğrenmeliydi. Bunun için ilk adımını attı ve köyündeki okuma yazma bilen bir büyüğüne kendisine okuma yazma öğretmesi için rica etti. Bu istekli azimli ve gözleri çakmak çakmak olan bu çocuğu kırmadı köyün büyüğü. Evet hayalleri gerçek olacaktı bu küçük çocuğun. Babası okula göndermemişti ama, O kaldığı yerden devam etti harfleri öğrenmeye. Yanındaki küçük çakısı ile ağaçlara, elindeki sopası ile de yerlere yazdı, öğrendiği ilk harfleri. Okuldan verdikleri defter ile kalemi de atmamış saklamıştı. Artık heybesine bir parça ekmekle beraber defteriyle kalemini de koymaya başlamıştı. Fırsat buldukça dağda, bayırda defterini çıkarıp bir şeyler yazıyor okuma yazmasını geliştiriyordu. Bir gün babası heybesindeki defter ile kalemi buldu. “Sen neden koyunları bırakıp o kâğıt parçaları ile uğraşıyorsun? www.Gokceoluk.com O kâğıt parçaları senin karnını mı doyuracak! Koyunlara bir şey olsa ne yapacaksın?” diye 2-3 gün üst üste dayak yemişti babasından. Dayak yemişti, ama olsun okuma yazma öğreniyordu ya, bu her şeye değerdi. Küçük çocuk yılmadı, azmetti ve her şeye rağmen babasından gizli gizli okuma yazmayı öğrendi. Bu arada kendi kendisine de “Büyüyüp evlendiğimde, çocuklarım olursa hepsini okula göndereceğim, ben okuyamadım çocuklarım okusun” diye söz verdi. Zaten fazla beklemesine de gerek kalmadan çocuk yaşta 16 yaşında, yine kendisi gibi çocuk olan 14 yaşındaki küçük bir kızla evlendirdiler. Aradan biraz zaman geçmiş ve O küçük çocuk artık genç bir delikanlı olmuştu. Bir gün köylerine görevli iki adam geldi. Gençlerden okuma yazma bilen var mı? diye sordular. Köylerinde okuma yazma bilen yok denecek kadar azdı. Bu genç delikanlı ile birlikte, köylerinden bulabildikleri okuma yazma bilen bir kişiyi daha alıp yakınlarındaki ilçeye götürdüler. O delikanlı bu şekilde bir devlet dairesinde işe başlamıştı artık. Orada da amirlerinin yönlendirmesi ile ”İlkokulu dışarıda bitirme sınavına“ girdi. Sınavı da başarıyla geçti ve çok arzuladığı “ ilkokul diplomasını ” aldı. Yukarıda gerçek bir yaşam öyküsünden “Dedem Hamza Çolak’ın” hayatından küçük bir kesit anlattım. Okuma yazma öğrenmek için ne fedakârlıklar yaptığını anlattım. Dedem uğruna dayaklar yediği “O kâğıt parçası” sayesinde Reşadiye ilçesi Karayolları şubesinde işe girmiş ve hayatının akışı değişmişti. Şimdi 2010 yılındayız. Çocukların okuması için anne ve babalarımız her şeyi yapıyorlar ve ellerindeki her şeyleri veriyorlar. Ama maalesef biz çocuklar bunun kıymetini sanırım tam olarak bilemiyoruz. Bu arada Dedem bir adım daha atmış ve çocuklarını okuyabildiği yere kadar da okutmuştu. Şimdi sıra biz gençlerde ve çocuklarda. Haydi arkadaşlar güzel bir adım da biz atalım. Dedelerimize, ninelerimize, annelerimize, babalarımıza, köyümüze ve memleketimize layık iyi birer evlat olalım. Elimizden geleni hatta daha fazlasını yapmaya çalışalım. Haydi arkadaşlar! Kaan ÇOLAK GökçeoluK Dergisi Köyümüzün Tarihi Tokat’ın en güzel ilçelerinden biri olan Niksar’ın 88 köyünden biri olan Gökçeoluk köyü yaklaşık 500 yıllık bir geçmişe sahiptir. 1574 yılına ait haritalarda tespit edilen köy ve mezra’a adlarında köyümüzün adı “İbiski” olarak kayıtlarda geçmektedir. Yine 1574 yılında köyümüzde vergi ödeyen nüfus miktarı incelendiğinde köyümüzün “vergi nüfusunun” 92 olduğu anlaşılmaktadır. Köyümüzün eski ismi “İbiski’dir.” 1961 yılında öz Türkçe olmayan köy isimlerinde yapılan değişiklikler nedeni ile köyümüzün adı “GÖKÇEOLUK köyü” olarak değiştirilmiştir. Köyümüze neden ““GÖKÇEOLUK” isminin verildiği ve bu ismin köyümüzün bir özelliğinden dolayı mı verildiği ise bilinmemektedir. 1961 yılına kadar Nüfus ve Tapu kayıtlarında köyümüzün adı “İbiski” olarak geçmiştir. Köyümüzün adı değiştirilmesine rağmen yaklaşık 47 yıldır hem köy halkı tarafından, hem de Niksar bölgesinde halen “ibiksi köyü” olarak ifade edilmektedir. Köy halkını 10 aile oluşturmaktadır. Bu ailelerden “İmamgil’lerin” Ordu’nun Akkuş ilçesinden, “Sazaklı’lar’ın Reşadiye’nin Sazak köyünden ve “Kadılılar’ın da” Tokat’ın “Kat Köyünden” gelerek köye yerleştikleri köy büyükleri tarafından söylenmektedir. Diğer ailelerin ise eski Türk beylikleri zamanından köye yerleştikleri tahmin edilmektedir. Yaklaşık 130-150 yıl önce ibiski köyünden “Kadıoğlu Hüseyin” köyde çobanlık yaparken, şu andaki “Çolaklar mahallesinin” kuzeyindeki “”Kaya Boynu” denen yerin yanında bulunan kü- çük bir gölün yanına yerleşmiştir. Daha sonra Sivas’ın “Düver” köyünden gelen “Evran” ailesi de gelmiş ve buraya yerleşerek “Çolaklar mahallesini” oluşturmuşlardır. Daha sonra “Çolaklar mahallesinin” şu andaki olduğu yere taşınmışlardır. “Kadıoğlu Hüseyin’in” parmakları “Çolak” olduğu için bu mahalleye de “Çolaklar “ adı verilmiştir. Köy büyüklerinden öğrenildiği kadarıyla, köyümüz önceden şu anda “ESKO deresi” denilen yerde kuruluymuş.(Eski Köy’ün kısaltılmışı olarak ESKO deresi denilmektedir.) Ayrıca Fatlı köyü’nün yanında ki dereden, şu andaki köyümüzün bulunduğu yere kadar bütün bölge İbiksi köyünün arazileriymiş. Ancak çeşitli yerlerden gelen göçmenlerin köyümüzün içerisine yerleştirilmesini istemeyen büyüklerimiz arazilerinden feragat ederek göçmenlerin şimdiki “Puluç” denilen yere yerleştirilmelerini istemişlerdir. 1953 yılına kadar İBİSKİ Köyü’nün mezrası olan şimdiki MEZRA Köyü, 1953 yılında ayrı bir muhtarlık olarak ayılarak MEZRA Köyü olmuştur. Gökçeoluk Köyü Niksar’a 30 km. uzaklıktadır. Nüfusu son seçimlerde 421 olarak geçmektedir. Tertemiz havası, buz gibi suyu, verimli toprakları köyümüzün başlıca güzellikleri arasındadır. Her yıl yaz aylarında yapılan Yayla Şenliğinde bütün köylülerimiz bir araya gelerek, birlik ve beraberlik içerisinde güzel bir gün geçirmektedir. Hazırlayan: Kaan ÇOLAK www.Gokceoluk.com GökçeoluK Dergisi Köy Okulumuz YURT 1936 Yılında “Gece Mektepleri” adıyla bilinen yetişkinlere yönelik okul olarak eğitim ve öğretime başlamıştır. 1943 yılında köyün doğu tarafında yapılan ahşap bina ile İBİSKİ Köyü İlkokulu adını almıştır. 1961 Yılında köy isimlerinde yapılan değişiklikler nedeni ile köyün ismi GÖKÇEOLUK köyü, okulun adı da GÖKÇEOLUK KÖYÜ İLKOKULU oldu. 1972-1973 Eğitim ve Öğretim yılında ÇOLAKLAR Mahallemize ilkokul açıldı. 1943 yılında yapılan ahşap okul binasının 1972 yılında çökmesi nedeniyle eğitim ve öğretim 1980 yılına kadar 8 yıl geçici olarak köy evlerinde yapıldı. 1979 yılında yapımına başlanan üç derslik, iki içlik, iki daire odası planındaki yeni okul binası 1980 yılında tamamlanmıştır. 1984 yılında okula mahsus olmak üzere 850 metre uzaklıktan içme suyu getirilmiş, aynı yıl elektrik de gelmiştir. 1996-1997 Öğretim yılında son 5 yıllık mezunlarını vermiştir. 1997-1998 Öğretim yılında okulumuz 8 yıllık ilköğretim programına geçse de öğrenci yetersizliği nedeniyle devam edememiştir. 1998 Yılından sonra eğitim- öğretimini 5 yıllık birleştirilmiş sınıflı olarak devam etmiştir. Cumhuriyetimizin kuruluşuna yakın bir zaman olan 72 yıl gibi uzun bir süre hizmet eden okulumuz öğrenci mevcutlarının yetersizliği nedeniyle 20082009 öğretim yılında eğitim ve öğretime kapanmıştır. Okulumuz şu anda kapalı olup köyde mevcut olan 12-13 öğrenci de Niksar’daki Yatılı İlköğretim Bölge Okuluna gönderilmiştir. (Hazırlayan: İdris ÇINAR) www.Gokceoluk.com Tokat’la Niksar arasında Bir küçük ev görünür uzakta Kütükten duvarlı, önünde çeşme akar, Yeşermiş gibi topraktan. Yağmur yağar camlarına dökülür. Benim yüzümdür çizilen camlarda. Yalnızlığın sesidir, rüzgar değil, Gürgen ağaçlarında. Allı güllü çiçekler Elimle dikilmiş bahçesine Yürüsem hep koşar ardımdan Çocuklar gibi delicesine Gel dere, ak, derim gürül gürül, Dağdan aşağı akar gider. Hayal kurmak isterse eğer canım, Bulutlara bir seslenmek yeter. Bir uçurtma gelir uzaktan Yorulmuş, ince, nazlı, Gülüşler, haberler, hasretler Göz yaşları içinde gizli. Siz baksanız bir şey göremezsiniz. Benim yurdumdur orası Ardıçlar, gürgenler, tozlu yollar… Tokat’la Niksar arası. Cahit KÜLEBİ GökçeoluK Dergisi “Gökçeoluk Belgeseli” Geliyor... 2010 yılı Temmuz ayında çekimlerine başlanacak olan “Gökçeoluk Belgeseli” Proje- si, Gökçeoluk Köyünün geçmişten günümüze gelişimini, kültürel değerlerini, insanlarını, güzelliklerini tarihsel çerçevede ele alan bir proje olmasıyla dikkat çekmektedir. Yaklaşık 90 dakika sürecek bu çalışma için ön çalışmalar devam etmektedir. Gökçeoluk sevdalıları tarafından amatör bir ruhla hazırlanacak olan belgesel film projesinde ekibin tamamı Gökçeoluk Köylüleri içinden olacaktır. Unutulmaz Unutamam Düz ağaçtan esen yeli Bedorostan giden seli Yaylalarda geçen günü Unutulmaz unutamam... Sabahları horoz sesi Kuşluk vakti kuzu melemesi Çobanların davar heylemesi Unutulmaz unutamam... Gökçeoluk Belgeseli projesi, belgesel filmleri, fotoğraf çekmeyi, araştırma yapmayı seven Gökçeoluk gençliğini de ortak bir proje içerisinde bir araya getirmeyi amaçlamaktadır. Bilgi için: www.Gokceoluk.com/Proje Tuzla’nın kaşta oynardık Toku Katarmuttan rüzgârla eğilirdi güzel bir koku Hele şu uzun bozda yetişen nohudu Unutulmaz unutamam... Hiç unutulur mu Yatibeğin fıstığı Taşın dibinde yerdik gürgen kasmuğu O günlerdeki birlik ve dostluğu Unutlumaz unutmamam... Babam değirmende yapardı çöreği Baldan tatlıydı o insanların yüreği Hele bi görseydin kışın avcı süreği Unutulmaz unutamam... Şair: Yusuf ÇOLAK www.Gokceoluk.com GökçeoluK Dergisi Bizim de Projelerimiz var... www.Gokceoluk.com GökçeoluK Dergisi Türkçe Yozlaşıyor, Dilimize Sahip Çıkmalıyız. Dil ve kültürdeki değişmeler doğal sayılabilir; ancak başka dillerden sözcük alırken kurallarını da alıp kendi dilinde kullanma o dilin yapı, sesbilim, anlambilim, yazım ve okuma kural ve geleneklerini bozar, dilde kargaşaya neden olduğu için de dilde yozlaşma başlar. Son yıllarda Türkçeye, Avrupa dilleri ve özellikle İngilizceden giren yabancı sözcüklerin, Türkçenin kurallarını sarstığı ve dili yozlaştırmakta olduğu görülmektedir. Türk dilindeki bozulma ve yabancılaşmanın araştırılması, Türkçe`nin korunması ve etkin kullanımı için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırma Komisyonu`nun taslak raporunda Türkçe`nin en önemli sorunlarından birinin de müstehcen ve argo (kaba söz) kullanımı olduğu kaydedildi. Raporda, özellikle okul öncesi çocukların izlediği, gündüz kuşağında yer alan kadın programlarında, kullanılan yüz kızartıcı, argo ve müstehcen sözlerin psikolojik ve sosyolojik olumsuz etkilere yol açtığı vurgulandı. Sokak kültürünün veya sokak ağzının ürünü olan müstehcen ve kaba söz kullanımının günümüzde televizyon kültürünün yansıması olarak ortaya çıktığı belirtilen raporda, “Televizyon dizilerindeki karakterlerin kullandığı, müstehcen, argo ve kaba kelimeler ertesi gün toplumun içinde hızla yayılmakta ve arkadaş grupları arasında tartışmalara sebep olmaktadır. Bazı çocuklar ve gençler söz konusu karakterleri kendilerine örnek alarak konuşmalarını ve hareketlerini taklit etmektedir. Böylece, müstehcen, argo ve kaba sözlerin kullanımının yaygınlaşmasında televizyon ve sokak karşılıklı olarak birbirlerini beslemektedir” denildi. Dilin düşünce ile etkileşimi göz önüne alındığında, dilde oluşabilecek kirlenme zaman içinde millî kültür yapısını da bozabilecektir. Dilde meydana gelen kirlenmeye yabancı dillerden dilimize giren çok sayıda sözcük ve dilimizin yanlış kullanımı neden olmaktadır. Türkçenin yıllardır tam bir uzlaşıyla sürdürdüğü ve uyguladığı bu kurallara aykırı olan ve Türkçeye sokulmak istenen her türlü sözcük ve yabancı kurallı kullanım bir virüs gibi, Türkçenin bünyesini, metabolizmasını, sağlığını, doğallık ve öz benliğini bozabilmektedir. İşte bu yozlaşmadır. Yabancı sözcüklerin, özellikle Batıdan olanların Türkçenin ses ve yazım kurallarına aykırı düştükleri, bilinmektedir. Buna karşın, son birkaç yıldır bazı kurum, kuruluş, ticaret ortaklıkları, iş yerleri, vb. sürekli olarak bu yabancı sözcükleri, geldikleri dilin biçim ve söyleyişleriyle bize beğendirmek için uğraş vermektedir. Bu tutum ve davranışların Türkçeye bir faydasının olmadığı açık olarak görülmektedir. İngilizcenin bir armağanı mı, yoksa dayatması mı olduğunun bilinmediği center, city, dürümland, kebapchi, hospital, mortgage, cafe, card, ambulence, trend, club, center, cool, large, gibi kelimeler Türkçe karşılıkları olmalarına rağmen, Oktay Sinanoğlu’nun tabiri ile “Tarzanca” okunuşlarıyla günlük hayatımızda bol bol kullanılmaktadır. Kaynak: 7 Ekim 2008 tarihli Meclis Araştırma Komisyonu Raporu. www.Gokceoluk.com GökçeoluK Dergisi Yıllara Göre Türkçe Yıl: 1965 “Karşıma âniden çıkınca ziyâdesiyle şaşakaldım. Nasıl bir edâ takınacağıma hükûm veremedim, âdetâ vecde geldim. Buna mukâbil az bir müddet sonra kendime gelir gibi oldum, yüzünde beni fevkalâde rahatlatan bir tebessüm vardı. Üstümü başımı toparladım, kendinden emin bir sesle ‘akşam-ı şerifleriniz hayrolsun’ dedim.” Yıl: 1975 “Karşıma birdenbire çıkınca çok şaşırdım.Ne yapacağıma karar veremedim, heyecandan ayaklarım titredi. Ama çok geçmeden kendime gelir gibi oldum, yüzünde beni rahatlatan bir gülümseme vardı. Üstüme çeki düzen verdim, kendinden emin bir sesle ‘iyi akşamlar’ dedim.” Yıl: 1985 “Karşıma âniden çıkınca fevkalâde şaşırdım. Nitekim ne yapacağıma hükûm veremedim, heyecandan ayaklarım titredi. Amma ve lâkin kısa bir süre sonra kendime gelir gibi oldum, nitekim yüzünde beni ferahlatan bir tebessüm vardı. Üstüme çeki düzen verdim, kendinden emin bir sesle ‘hayırlı akşamlar’ dedim.” Yıl: 1995 “Karşıma birdenbire çıkınca çok şaşırdım. Fenâ hâlde kal geldi yâni. Ama bu iş bizi bozar dedim. Baktım o da bana bakıyor, bu iş tamamdır dedim. Manitayı tavlamak için doğruldum, artistik bir sesle ‘selâm’ dedim.” Yıl: 2006 “Âbi onu karşımda öyle görünce çüş falan oldum yâni. Oğlum bu iş bizi kasar dedim, fenâ göçeriz dedim, enjoy durumları yâni. Ama concon muyum ki ben, baktım ki o da bana kesik. Sarıl oğlum dedim, bu manita senin.. ‘Hav ar yu yavrum?’ Yıl: 2026 “Ven ay vaz si hör, ben çok yâni öyle işte birden. Off, ay dont nov âbi yaa. Ama o da bana öyle baktı, if so âşık len bu manita. ‘Hay beybi..’” Kaynak: www.turkcemiz.net www.Gokceoluk.com Vatandaş “Türk Osman” Osman Bey, sabah saat 7.00’de Casio masa saatinin alarmıyla gözlerini açtı. Puffy yorganını kaldırdı. Hugo Boss pijamalarını çıkarıp Adidas terliklerini giydi. WC’ye uğradıktan sonra banyoya geçti. Clear şampuan ve Protex sabunuyla duşunu aldı. Colgate ile dişlerini fırçaladı. Rowenta ile saçlarını kuruttu. Bill’s gömleğini ve Pierre Cardin takımını giydi. Lipton çayını içti. Sony televizyonda medya özetlerini ve flash haberleri izledi. Citizen kol saatine baktı. Aile fertlerine ‘çav’ deyip Hyundai otomobiline bindi. Blaupunkt radyosunu açarak, rock müziği buldu. Ağzına bir Polo seker attı Şehrin göbeğindeki Mega Center’daki ofisine varınca, Casper bilgisayarını çalıştırdı. Microsoft Excel’e girdi. Ofis boy’dan Nescafe’sini istedi. Saat 10.00’a doğru açlığını yatıştırmak için Grisini yedi. Öğlen Wimpy’s Fast Food kafeteryaya gitti. Ayaküstü, Coca Cola ve hamburgeri mideye indirdi. Camel sigarasını yakıp Star gazetesini karıştırdı. Aksam üzeri iş çıkısı Image Bar’a uğrayıp JB’sini yudumladı, sonra kösedeki Shopping Center’a ugradi . Eşinin sipariş ettiği Persil Supra deterjan, Ace çamaşır suyu, Palmolive şampuan, Gala tuvalet kağıdı, Sprite gazoz ve Johnson kolonyayi alarak kasaya yanasti. Bonus kartiyla faturayi ödedi. Hafta sonu esi Münevver’le Galleria’ya giden Osman Bey, Showroom’lar dolaşıp Kinetix ayakkabi, Lee Cooper blue jean satın aldı. Akşam evde bir gazetenin verdiği TV Guide’a göz atan Osman Bey, kanallar arasında zaping yaparak, First Class, Top Secret,Paparazzi gibi programlar izledi.Ayni anda Outdoor dergisini karıştırdı. Saat 22.00’ye doğru Show’da Türk dili üzerine panel başladı. Uykusu gelen Osman Bey, televizyonu kapatıp yatak odasına geçerken, kendini mutlu hissetti.”Ne mutlu Türk’üm diyene!” diye gerindi ve uyudu. Hala da uyuyor. Gerçekten hoş, acaba bizler ne kadar Osman Bey’e benziyoruz? Harun YİĞİT GökçeoluK Dergisi 10 Yunus Emre Yunus Emre, kelimenin tam anlamıyla “milli bir sanatçıdır. Tıpkı, Nasrettin Hoca, Köroğlu, Dadaloğlu veya Karacaoğlan gibi… Türk halk şairlerinin tartışmasız öncüsü olan ve Türk’ün İslam’a bakışını Türk dilinin tüm sadelik ve güzelliğiyle ortaya koyan Yunus Emre, sevgiyi felsefe haline getirmiş örnek bir insandır. Yaklaşık 700 yıldır Türk milleti tarafından dilden dile aktarılmış, türkü ve ilahilere söz olmuş, yer yer atasözü misali dilden dile dolaşmış mısralarıyla Yunus Emre, Türk kültür ve medeniyetinin oluşumuna büyük katkılar sağlamış bir gönül adamıdır. Bazı kaynaklarda Anadolu’ya gelen Türk boylarından birine bağlı olup, 1238 dolaylarında doğduğu rivayet edilirse de bu kesin değildir; tıpkı 1320 dolaylarında Eskişehir’de öldüğü yolundaki rivayetlerde olduğu gibi. Batı Anadolu’nun birkaç yöresinde “Yunus Emre” adını taşıyan ve onunla ilgili görüldüğünden “makam” adı verilen yer vardır. Yunus Emre’nin tasavvuf anlayışında dervişlik olgunluktur, aşktır; Allah katında kabul görmektir; nefsini yenmek, iradeyi eritmektir; kavgaya, nifaka, gösterişe, hamlığa, riyaya, düşmanlığa, şekilciliğe karşı çıkmaktır. Yunus Emre aynı zamanda bütün insanlığa hitap eden büyük şairlerdendir. Yunus’taki insanlık sevgisi, neredeyse kendisiyle özdeşleşmiş “sevgi felsefesinin bir parçası ve hatta sonucudur. Nitekim Yunus’un insan sevgisini ilahi sevgi ile nasıl bağdaştırdığını gösteren en çarpıcı mısralarından birisi “Yaradılanı hoş gör / Yaradan’dan ötürü”dür. Yunus Emre’ye göre insanlar, din, mezhep, ırk, millet, renk, mevki, sınıf farkı gözetilmeksizin sevilmeyi hak etmektedirler. Madem ki insanoğlu ruh yönüyle Allah’tan gelmektedir; öyleyse insanlar hiçbir şekilde birbirlerinden bu anlamda ayrılamazlar. Detaylı bilgi için www.yunusemre.net Derleyen: Nilüfer BEKAR Yunus Emre Baştan Ayağa Yareyim Gönlüm düştü bu sevdaya Gel gör beni aşk neyledi Başımı verdim kavgaya Gel gör beni aşk neyledi Gah eserim yeller gibi Gah tozarım yollar gibi Gah akarım seller gibi Gel gör beni aşk neyledi Ben yürürüm yana yana Aşk boyadı beni kana Ne akilim ne divane Gel gör beni aşk neyledi Akan sulayın çağlarım Dertli yüreğim dağlarım Yarim için ben ağlarım Gel gör beni aşk neyledi Mecnun oluben yürürüm Dostu düşümde görürüm Uyanır melul olurum Gel gör beni aşk neyledi Benzim sarı, gözlerim yaş Bağrım pare, ciğerim baş Halden bilen dertli kardaş Gel gör beni aşk neyledi Aşkın beni mest eyledi Aldı gönküm hasteyledi Öldürmeğe kast eyledi Gel gör beni aşk neyledi Miskin Yunus biçareyim Baştan ayağa yareyim Dost elinden avareyim Gel gör beni aşk neyledi www.Gokceoluk.com GökçeoluK Dergisi 11 Beklenen ATATÜRK filmi “Veda” “Veda”nın amacı, Atatürk’ü sadece Türkiye’ye anlatmak değil, aynı zamanda tüm dünyada Atatürk’ün tanınmasını sağlamak. Yapımı, senaryosu, yazarlığı ve yönetmenliğini Zülfü Livaneli’nin üstlendiği Büyük Önder Atatürk’ün hayatını anlatan Veda filmi 26 Şubatta sinemalarda gösterime girdi Senaryo çalışması üç yıl süren Veda filminin 27 Ekimde başlayan çekimleri, yedi haftada tamamlandı. Filmde Atatürk’ün hayat hikayesi, çocukluk arkadaşı ve yaveri Salih Bozok’un gözünden anlatılıyor. Büyük bir bütçeyle İzmir-Seferihisar’da çekilen Veda filminde Atatürk’ü Burhan Güven, Latife Hanım’ı Ezgi Mola, Zübeyde Hanım’ı Dolunay Soysert, Fikriye Hanım’ı Özge Özpirinç, Salih Bozok’u ise Serhat Mustafa Kılıç canlandırdı. Veda, ölüme meydan okuyan bir kuşağın hikayesi. Filmde sadece Atatürk’ün hayatı anlatılmıyor, aynı zamanda bir döneme ışık tutuluyor, filmde dostluk, savaş, aşk, sevgi gibi konular ‘insan olmak’ çerçevesinde tekrar ele alınıyor. “Veda” Salih Bozok’un anlatımıyla, bu dostluğun, Atatürk’ün hayatının dönüm noktalarının, vatanı kurtarmak için ölüme meydan okuyan bir kuşağın komutanının hikayesi… Derleyen: Tekin Kaya www.Gokceoluk.com 12 GökçeoluK Dergisi 18 Mart 2010... Türk ve dünya tarihinin akışını değiştiren Çanakkale Zaferi’nin 95. yıldönümü. Bundan 95 yıl önce Çanakkale’de büyük bir kahramanlık destanı yazdı Türk milleti. Mustafa Kemal’in önderliğinde batının büyük güçlerine unutulmaz bir ders verdi. 3 Kasım 1914 ile 18 Mart 1915 tarihleri arasındaki deniz savaşlarıyla 25 Nisan 1915 – 8/9 Ocak 1916 tarihleri arasındaki kara savaşlarında 250 binin üzerinde askerimiz şehit düştü. Çanakkale Cephesi I. Dünya Savaşı’nda İtilaf Devletleri’nin saldırısı sonucu açılmış bir cephedir. Dünya tarihinin en kanlı savaşlarının yapıldığı Çanakkale Cephesi’nde Türk ordusu olağanüstü bir başarı göstererek onbinlerce şehit vermesine karşın düşmana geçit vermemiştir. İngiliz savaş gemileri, Nusret mayın gemisi ile bir gece önce gizlice döşenen mayınlara çarparak, Boğazın derinliklerine gömülmüştür (18 Mart 1915). Mustafa Kemal Anafartalar, Arıburnu, Conkbayırı ve Kilitbahir’de düşmanı yenerek önemli başarılar elde etmiştir. “Ben size taarruzu değil ölmeyi emrediyorum” sözünü Türk askerine söyleyerek, savaşın ne pahasına olursa olsun kaybedilmemesi gerektiğine işaret etmiştir. Çanakkale Savaşlar ile ilgili daha detaylı bilgilere http://www.canakkale.gen.tr adresinden ulaşabilirsiniz. Derleyen: Murat Bekar “Çanakkale Zaferi, Türk askerinin ruh kudretini gösteren şayanı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebelerini kazandıran bu yüksek ruhtur.” M. Kemal ATATÜRK www.Gokceoluk.com GökçeoluK Dergisi Çanakkale Destanı “Söyle arkadaşım “dedi Anadolulu Mehmet Yanıbaşında ki Anzak erine “Nerelerden kopup gelmişin Neden çökmüş bu mahsunluk üzerine” “DÜNYANIN ÖBÜR UCUNDAN” dedi gencecik Anzak “Öyle yazmışlar mezar taşıma Doğduğum yerler öylesine uzak Örtündüğüm topraksa gurbet bana” “Dert edinme arkadaşım” dedi Mehmet “Değil mi ki yurdumuzun koynundasın ilelebet Sende artık bizdensin Sende bencileyin bir Mehmet” Çanakkale toprağının Üstü cennet altı mezar Kavga bitmiş mezarlarda Kaynaş olmuş yiten canlar “Ya sen” dedi Mehmet Oyun çağındaki İngiliz erine “Yaşın ne senin kardeş böylesine erken buralarda işin ne” “Yaşım sonsuza dek on beş” dedi ufak tefek İngiliz eri “Köyümde askercilik oynar coştururdum trompetle bizimkileri Derken kendimi cephede buldum Oyun muydu gerçek miydi anlamadan Bir sahici kurşunla vuruldum Sustu boynumdaki trompet Son verildi böylece oyundan bozma işime Gelibolu’da bana bir yer kazıldı Mezar taşıma ON BEŞİNDE TRAMPETÇİ yazıldı Öyküm de künyem de bundan ibaret Yağmur yağıyordu usul usul toprağa Gözyaşları düşerek üstüne sanki Damla damla ağlıyordu uzaktan uzağa Sahibini yitiren bir trompet “Ya sizler” dedi Mehmet www.Gokceoluk.com 13 Dünyanın dört kıtasından Mezar dolusu erlere “Hangi rüzgar savurdu sizleri bu bilmediğiz yerlere” Kimi İngiliz’di kimi İskoç Kimi Fransız dı kimi Senegalli Kimi Hintli kimi Nepall Kimi Avustralya’ dan Yeni Zellanda ’dan Anzak Gemiler dolusu asker Her biri niye geldiğinden habersiz Gelibolu’nun oya gibi koylarından sızarak Tırmanmışlardı dağa bayıra Siper siper yara gibi yarılan toprak Mezar olmuştu savaş ardından onlara Kiminin BURADA YATTIĞI SANILIR Kiminin ADI BİLİNSE DE MEZARI BİLİNMEZ Kiminin de mezar taşında On altı,on yedi on sekiz yaşında EBEDİ İSTİRAHATE ÇEKİLDİĞİ yazılı Çanakkale topraklarında Her birinin erken biten yaşam öyküsü Eski yazıtlar gibi taşlara böyle taşlara böyle kazılı “anlamaz mıyım”dedi “halinizden kardeşler” adına yazılı taşı bile olmayan asker Anadolulu Mehmet “Bende yüzyıllarca yaban ellerde Neyin uğruna bilmeden can vermişim Kendi yurdum uğruna can vermenin tadına İlk kez Çanakkale’ de ermişim Uğrunda can verdikçe vatanlaştı ancak Ekip biçtiğim padişah mülkü toprak Değil mi ki sizler alamazsanız bile Bu topraklar almış sizleri basmış bağrına Sizlere de vatan sayılır artık Çanakkale “ Çanakkale toprağının Üstü cennet altı mezar Kavga bitmiş mezarlarda Kaynaş olmuş yiten canlar BÜLENT ECEVİT GökçeoluK Dergisi 14 Son 300 yılın en genç Profesörü: Oktay Sinanoğlu Dünyanın en genç yaşta profesör olmuş ki- şisi ve Nobel adayı. 1953 yılında Ankara’da TED’in Yenişehir Lisesini birincilikle bitirdi. O zaman lisenin eğitim dili tamamen Türkçe’ydi, takviyeli yabancı dil dersleri vardı, sonradan kolej oldu. TED tarafından Amerika’ya burslu Kimya Mühendisliği için gönderildi. 1956 yılında Amerika Birleşik Devletleri Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley’de Kimya Mühendisliğini birincilikle bitirdi. 1957’de Amerika Birleşik Devletlerinde MIT’den birincilikle Yüksek Kimya Mühendisi oldu. Alfred Sloan ödülünü aldı. 1959’da Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley’de; Kuramsal Kimya Doktorasını yaptı, doktorasını yaparken iki ödül kazandı. 1959-1960 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri Atom Enerjisi Merkezinde araştırmalar yaptı. 1961’de hem Harward, hem de Yale’de kendisinin yeni Nicem (“Kuvantum”)Kimyası ve fiziği üzerine teorileri hakkında üst düzey derslerde yeni buluşlarını anlattı. 1962 yılında Batının 300 yılda en genç profesörü oldu (26 yaşında Yale Üniversitesinde); 1962 yılında Ortadoğu Teknik Üniversitesi mütevelli heyeti yalnız Oktay Sinanoğlu’na mahsus olmak üzere kendisine Danışman Profesör unvanını verdi. Türkiye’de de kuramsal kimya bölümünü kurdu. Ortadoğu Teknik Üniversitesinde eğitimin Türkçe olması için uğraş verdi. Ama, tabii olmadı. 1964’de Moleküler Biyoloji konusunda ikinci kürsüsüne Yale Üniversitesine atandı. 1973’te Almanya’nın en yüksek Aleksander von Humboldt Bilim Ödülünü ilk kazanan kişi oldu. 1975’te Japonya’nın Uluslararası Seçkin Bilimci Ödülünü kazandı; yine 1975 yılında özel kanunla Oktay Sinanoğlu’na ilk ve tek, Türkiye Cumhuriyeti Profesörü unvanı verildi. 1976’da Japonya’ya Türkiye Cumhuriyeti Özel Elçisi olarak gönderildi. Kendisi Türk-Japon kültür, bilim ve eğitim ilişkilerinin temellerini atmıştır. Amerika Bilim ve Sanat Akademisinin ilk ve tek Türk üyesidir. Hindistan’ın Devlet Misafiri olarak, Hintli Bakanlarla ve Cumhurbaşkanıyla görüşmüştür. Meksika’da aynı seviyede Üçüncü Dünya Bağımsızlığı için çalışmıştır. 1962’den günümüze dek ilk TÜBİTAK Bilim Ödülünü, ilk Sedat Simavi ödülünü, 1992’de Bilgi Çağı, 1995’te İLESAM Üstün Hizmet Ödülünü, ayrıca Yılın Fikir Adamı, Yılın Bilim Adamı ödüllerini aldı. Yıldız Teknik, Yesevi Kazakistan ve benzeri bir çok kuruluşta profesör, mütevelli heyeti üyesi, Atatürk Kültür Kurumu asli üyesidir. 250 kadar uluslararası bilimsel yayını, bilim kuramları, çeşitli dillere çevrilmiş kitapları vardır. Türkiye’de de Türkçe pek çok yayın yapmıştır. Değişik ülkelerde iki kez Nobel’e aday gösterilmiştir. Detaylı bilgi için : www.oktaysinanoglu.com.tr Derleyen: Sercan Özden / Özge Dağdelen www.Gokceoluk.com GökçeoluK Dergisi Tarihi Başkent NİKSAR Dağın yeşil, bağın yeşil Bu ne bereket? Yeşile mi kıyılmış nikahın? Gözünü sevdiğim memleket... Yeşilin kültür ile, doğanın tarih ile kaynaştığı Niksar Tokat ilinin 11 ilçesinden biridir. Tarihi geçmişi Hititler dönemine kadar giden Niksar coğrafi konumundan dolayı tarih boyunca önemli bir merkez olmuştur. Tarihe başkentlik yapmış, yüzyıllardır Türk bayrağının dalgalandığı Niksar şehri aynı zamanda tarihi eserleri ve tarihi dokusuyla da günümüzde bir kültür, sanat merkezidir. Niksar’ın 88 köyünden biri olan Gökçeoluk Köyü de Niksar gibi verimli toprakları, soğuk suları ve değerli insanları ile sahip çıkılması gereken değerlerimiz arasındadır. Gençler olarak Köyümüze her zaman ve her ortamda sahip çıkmalıyız. Köyümüzü, Atatürk’ün dediği gibi çağdaş ve kültürel yönden gelişmiş bir düzeye getirmek hepimizin görevidir. Unutmayalım ki; “Geçmişine sahip çıkamayanlar gelecek hakkında söz sahibi olamazlar.” Geçmişimize, köklerimize, kültürel değerlerimize tüm olumsuzluklara rağmen sahip çıkalım. Onları yüceltelim. Var mısınız Gençler? Hazırlayan: Tekin KAYA “DİYORLAR BİZDE” Düzgün mısmıldır; başörtüsü, bürük Lahana, kelem; dağ armudu, çördük İştaha, mada; azıcığa, eccük Alkışa da çepik, diyorlar bizde. Merdiven, badaldır; zebze de zavzu İğneye, biz derler; dibeğe, sohu Sitil, kovadır; çeket ise saku Sedire de mahat, diyorlar bizde Behni yem yeridir; arazi yazu Göcek köşedir; yumruk ise muşmu Balçığa, lıgırt; ev duvarına çandu Civcive de cücük, diyorlar bizde Banyo yapmak, yunmak; bol ise foltah Hindi culuhtur; sac ekmeği, cızlah www.Gokceoluk.com 15 Patatese gostil; sahiye, essah Kızılcığa, zoğal, diyorlar bizde Takunya, nalindir; çok fazla, zebil İçi boş küfüktür; katmerse, hetil Şubata, gücük; yatağa da mitil Belkiye, ellâğam diyorlar bizde Biber, issottur; sırık ise herek Elbise urbadır; kilitse firek Fasülye, çiğit; raf ise, terek Muşmulaya, töngel diyorlar bizde Salon, hayattır; sürekliyse, fasa Keh, uçurumdur; sığ yer ise yoha Aşgana, mutfak; işteyse deydaha Çınara kavlağan diyorlar bizde Ağleş, dur demek; yazma ise çember Ahacuk, iştedir; bakır kap, lenger Yufkaya, işkefe, salçaya pelver Mandaya da kömüş diyorlar bizde Azıcık, bidıhım; tatsıza sarsuh Boduç, su kabıdır; ayran da gatıh İşkenbeye minbar; çiviye de mıh Bileziğe golbağı diyorlar bizde Şip, çabuk demek; rezil de ilezir Foruz, horozdur; kevgir di ilistir Kaynağa göze, peçeteye peşkir, Geçen yıla, bıldır diyorlar bizde. Şair: M. Necati GÜNEŞ Niksar Ayvaz Suyu 1400 Yıllık şifa kaynağı dünyaca ünlü “NİKSAR AYVAZ SUYU” Niksar ilçesinin güneydoğusun da kente 2 km uzaklıkta Ayvaz mevkiinde çıkmaktadır. Ünlü Seyyah Evliya Celebi’de tanık olmuş ve seyahat namesinde “şehrin kıble tarafı dışında haylice mesafede güzel ve küçük bir ılıca var. Suyu çok faydalıdır gayet güzel ve lezzetlidir çevresinde meşhur ve güzel bir ılıcadır”. Diye tanımlanmıştır. Niksar Ayvaz suyu yıllardır uzman doktorlar tarafından böbrek rahatsızlığı ve safra kesesi rahatsızlığı olan hastalara tavsiye edilmektedir. GökçeoluK Dergisi 16 Portre Yusuf ÇOLAK Ve şu an dergi hazırlığı içinde, internette bizleri tanıtmaya çalışıyorlar. Gökçeoluğun bu gençlerine canı gönülden teşekkürlerimi sunuyorum ve oları daha iyi yerlerde görmek istiyorum. Dergimizi okuyan herkese, tüm Gökçeoluklulara Niksar’dan sevgilerimi, saygılarımı gönderiyorum. Tokat Niksar Gökçeoluk köyü doğumluyum. Gökçeoluk Köyü ilköğretim okulunu bitirdim. Orta öğrenimimi İstanbul’da yaptım. İstanbul büyükşehir belediyesinden emekliyim. 1990 yılında Gökçeoluk köyünün bir derneğe ihtiyacı olduğunu sezinledim ve bu durumu arkadaşlarıma anlattım. Arkadaşlarımla birlikte 1990 yılında Gökçeoluk Köyü Derneğini kurduk. Tabii ki o yıllarda dernekçiliğin ne olduğunu bilmiyorduk kendi köyümüz öğretmenlerinden yardım istediysek de başarılı olamadık. Kendi çabalarımızla dernek yasalarını okuyarak bilirkişilere danışarak Gökçeoluk köyü derneğini faaliyete geçirdik. Şu anda derneğimiz benim düşünceme göre üst düzeyde faaliyetlerini sürdürmektedir. O zamanlar yani 1990 yılında köyümüzde sadece 3 - 5 öğretmenden oluşan tahsilli kişilerimiz vardı. Benim hedefim hep okumak ve okutmaktı. 2010 yılına gelindiğinde köyümüzün gençleri ile gurur duyuyorum çünkü en azı lise mezunu üniversite mezunu gençlerimiz yetiştiler. www.Gokceoluk.com GökçeoluK Dergisi SPOR 17 O bir Türkiye Şampiyonu... GÖKÇEOLUKSPOR emin adımlarla ilerliyor... 2009 yılında kurulan Gökçeolukspor, kısa zamanda kısıtlı imkanlara rağmen Teknik Direktör Cemalettin Çolak ve oyuncuların üstün çabalarıyla iyi bir konuma gelmiştir. Yer aldığı maçlarda galibiyetleri kadar, oyunculuk anlayışı, takım oyunu ve kurduğu dostluk bağları ile de rakiplerinin övgüsünü almaktadır. Yolun açık olsun Gökçeolukspor. Spor alanındaki üstün başarıları ile köyümüzün haklı gururlarından biri olan Bayram ÇOLAK köyümüzü gururlandırmaya devam ediyor... 2001-2008 yılları arasında farklı kilolarda 17 İstanbul Şampiyonluğu 2004 Gençler Türkiye Şampiyonluğu 2005 K1 Bulgaristan Sofya 67 kg’de Balkan 2.’liği 2006 K1 İran 67 kg’de İran 1.’liği Atletizm ve jimnastik dallarında da çeşitli ödüller almıştır. Başarılarının devamını diliyor, yolun açık olsun diyoruz. Gökçeoluk Köyü seninle guru duyuyor. Ayaktakiler (soldan sağa): Hasan, Eray, Secahattin, Onur, Günay, Ercan, Cemalettin ÇOLAK (T.D.) , Doğan, Serkan. Oturanlar (soldan sağa): Bilhan, Mahsuni, Bilgin, Sezer, Erdal, Şafak. www.Gokceoluk.com 18 ÇOÇUKLARDA ÇEKİNGENLİK Çekingenlik, sosyal ortamlardan kendini geri çekme, çok yakını dışındaki diğer insanlarla aynı ortamı paylaşmaktan çekinme, başka insanlarla bir ilişki için girmek istememedir. Çekingen çocuklar, anneleri ya da sürekli birlikte oldukları kişi dışında hiç kimseyle iletişim kurmak istemezler. Annelerinin yanından ayrılmazlar. Birisi onlara yaklaşmaya çalışırsa ondan kaçıp uzaklaşırlar. Annelerinden ayrıldıklarında ilk tepkileri ağlama olur. Bu çocuklar, yaşıtları ile ilişki kurmada zorlanırlar, arkadaşları ile birlikte olmaktansa yalnız kalmayı tercih ederler, yaşıtlarından çekinirler, bazı hallerde kendilerinden küçüklerle bir araya gelebilirler. GökçeoluK Dergisi Ezilen, sövülen, dövülen, aşağılanan, küçük görülen, alay edilen bir çocuğun içinde ‘sen değersizsin, sevilmeye layık değilsin’ mesajı yer edinir. Kendisini ezilmiş hisseden, değersiz bulan, sevilmeye layık görmeyen biri de insanlarla iletişim kurarken rahat davranmakta zorlanır ve çekingen, pısırık bir kimliğe bürünebilir. Olduğu gibi kabul edilmeyen, nasıl olduğuna değil, nasıl olması gerektiğine önem verilen, sözleri önemsenmeyen, duygularını olduğu gibi ifade etmesine izin verilmeyen, ana babasının istediği kalıplara girmek zorunda bırakılan bir çocuk zamanla kendi özünden kopar ve kendine yabancılaşır. Böyle davranılan çocuğun da kendi başına girişimlerde bulunup sorumluluk alması kolay olmaz. Çocuğun çabasına karşı tepkisiz kalmak, onu hiçbir şekilde yönlendirmemek, çekingenliğin nedenlerindendir Çocuğun kendisi bir şeyler yapmak ister ve bunu başaramazsa ya da bir işe başlamadan önce başarısızlık korkusu hissederse çekingen olur. Çevrenin çocuktan beklentileri yüksekse ve bu beklentileri yerine getiremiyorsa; çocuk kınanıyor, eleştiriliyor, başkalarıyla kıyaslanıyorsa; yaptıklarında hep bir kusur aranıyor, hatalarına hoşgörü gösterilmiyorsa bu çocuk muhtemelen çekingen olur. ÇÖZÜM NE OLABİLİR? Eğer çocuğunuzda çekingenlik varsa, çocuğunuzdaki bu çekingenliği önemseyin. Çünkü ÇEKİNGENLİĞİN NEDENLERİ Çekingenliğin kesin bir nedeni yoktur. Nedenler kişiden kişiye değişebilir. Bu nedenleri şöyle açıklayabiliriz. Kişiliğin oluşumunda en büyük pay genellikle ana-babaya aittir. Çocuğun fikirlerini, inançlarını ve davranışlarını büyük ölçüde ana-baba şekillendirir. Ailenin aşırı koruyucu bir tutum içinde bulunması çocuğun pasifize olmasına yol açabilir ve böylece kendi başına kararlar alıp uygulamaktan korkan çekingen bireyler yetişir. www.Gokceoluk.com GökçeoluK Dergisi 19 becerilerinin, akranları arasında etkileşimin, anlama becerilerinin gelişmesine yardımcı olur. Çekingen çocuk dışarıda özel bir dikkati gerektirir. Bu durumda çocuğu birkaç basit faaliyet içine sokmayı denemelisiniz. Müzik ve resim çalışmalarında çekingen çocuk için ne yapılabilir? Bazı çocukların resim ve müzik faaliyetlerine pek yatkınlıkları yoktur. Fakat onları çekici bulurlar. Bu faaliyetleri bir süre izledikten sonra huzursuz bir çocuk kendi isteğiyle faaliyete katılabilir. Bu durumda çocuğun faaliyete katılması için sıkılmadan kibarca teşvik edebilirsiniz, baskıdan sakınılmalıdır. her 100 çocuktan 10’u aşırı çekingenlik sorunuyla karşı karşıya kalıyor. Çocuğun çekingenlik sorunundan kurtulması için, önce teşvik ve iltifat edilmesi gerekir. Çocuğun sırtını sıvazlamak, ‘aferin’ demek onu motive eder. Çocuğun uygun tercihlerine saygı gösterilmelidir. Çocuğun yeteneklerinin gelişmesi için özgür ve öz denetime dayalı bir disiplin anlayışı geliştirmelidir. Çocukla hem oynamalı, hem eğlenmeli, hem de ciddi konularda ilgilenilmelidir. Anlaşılıyor ki aile ya da öğretmen, çekingen çocukla iletişimde ısrarcı, baskıcı olmamalıdır. Çoğu zaman çocuk kendi haline bırakılıp, yalnızca ilk adım için teşvik edilmelidir. Bunun yanında bütün çocukları aynı görmemek, her çocuğun kendine özgü özelliklerini, duygularını ve davranışlarını kabul edip, ona göre davranmak yerinde olacak Bu çocuklar sürekli eleştirilmekten kaçınılmalı, sosyal olmaya zorlanmamalıdırlar. Bu sorun hemen ve kolayca halledilebilecek bir sorun değil, küçük adımlarla ve zamanla ancak üstesinden gelinebilecek bir sorundur. Çocuğunuzu çekingen gibi algılamayın. Her zaman değişmesini istediğiniz özelliğini vurgulamak yerine, her zaman onun iyi yönlerinden söz edin. Çekingen çocuğun uyum sorununun giderilmesinde öğretmene ve okula düşen bazı sorumluluklar da vardır. Öncelikle öğretmen, çocuğun kabuğundan çıkmakta güçlük çekeceğini kabullenmeli ve sabırlı olmalıdır. Çocuğu ilk günden faaliyete katılması için zorlamamalıdır, hoşlandığı faaliyetleri bir süre karşıdan izlemesine izin verilmelidir. Zaman zaman bir köşede yalnız oynamasına izin verilmelidir. Dışarıda oyun esnasında çekingen çocuk için ne yapılabilir? Dışarıda oynanan oyunlar çocukların; sosyal www.Gokceoluk.com Hazırlayan: İsminin yayınlanmasını istemyen bir köylümüz. 20 GökçeoluK Dergisi Erken Çocukluk Eğitimi Hazırlayan: Serpil ÇOLAK (Öğretmen) Erken çocukluk adı verilen 0–6 yaş arası dönem, çocuğun en hızlı geliştiği, büyüdüğü ve çevresiyle etkileşimden en çok etkilendiği dönemdir. Erken çocukluk dönemindeki deneyimler beynin gelişimi için belirleyicidir. Çocuğun bu dönemde yeterli beslenmesi ve gelişimini destekleyen bir ortamda bulunması gerekmektedir. Erken Çocukluk Eğitimi, insan gelişiminin en önemli devresinde bu imkânı sağlamaktadır. Bu yüzden çocukların 7 yaşından önce gereken eğitimi alabilmesi için anne-babalara büyük görev düşüyor. Bunun başında, sağlıklı bir eğitim anabileceği doğru anaokulunu seçmek geliyor. - Her Çocuk Bir Bireydir - Her çocuk bir diğerinden farklıdır. Her birinin kendi öğrenme ve büyüme hızı vardır. - Çocuk olaylara yaklaşımında kendi özel kalıplarına sahiptir ve kendine özgü bir kapasitesi vardır. - Kalıtım ve aile ortamın farklılıklar yüzünden çocuk bazen bulunduğu duruma uymakta zorlanabilir. Bunun için de eğitimin çocuğun ihtiyaçlarına uygun, ondaki farlılıklara saygılı bir rehberlik olması gereklidir. Çocuğun çevresindeki çocuk ve yetişkinlerle kurduğu ilişkiler gelişmesinde oldukça önemlidir - Öğrenme için konulanı ilişkilendirilmesi ne kadar önemli ise çocuğun değer verdiği insanların saygılı ve onlarla uyum içinde olacağı bir eğitim yaklaşımı da son derece önemlidir. - Çocuğu içinde bulunduğu sosyal çevresi ile bir bütün halinde görmek gerekir. - Çocuk, çevresindeki güvenebileceği insanlar (öğretmen-anne-baba ve yaşıtları) olduğu zaman daha iyi öğrenir. - Özellikle okul öncesi eğitimi, ancak aileye değer veren, ailenin özelliklerini dikkate alan, aile ile işbirliği yapan bir öğretmen tutumu varsa yararlı olabilir. Okul öncesi kurumlarının görevi çocuğun eğitiminde ailenin yerini almak değil, aile ile işbirliği yaparak çocuğun sağlıklı gelişebilmesi için ona yar- dımcı olmaktır. Eğitim Çocuğun İhtiyaçlarına Duyarlı Olmalıdır. Okul öncesi dönemde eğitim için öncelikleri çocuğun ihtiyaçları belirler. Yaşamın ilk aylarında en önemli olan bedensel ihtiyaçlar; beslenme, temizlik ve uykudur. Bunların anında ve gereği gibi karşılanması son derece önemlidir. Burada çocuğun ihtiyaçlarını karsılarken yetişkinin çocuğu bağımsız bir birey olarak tanıması, anlaması ve ona saygı duyması gerekir. Çocuğa öğretmek istediklerimiz değil ama onun öğrenmek için ihtiyaç duydukları eğitimin odak noktasını oluşturmalıdır. Evde ve okulda çocuğun ihtiyaçlarına cevap vermeyen bir eğitim anlayışı ve program içeriği yarar yerine zarar verir. Bu bakımdan okul öncesi çocuklar için hazırlanan programların önceden belirlenmiş, değişmez şekilde değil, her çocuğun ihtiyaçlarına uydurulabilecek şekilde esnek olarak hazırlanmış. olması gereklidir. www.Gokceoluk.com GökçeoluK Dergisi İlknur, Köyünü Anlatıyor... Benim adım İlknur Çolak, babamın adı Yusuf Çolak. Annemin adı Ferican Çolak ben 2000 doğumluyum. Küçükçekmece’de doğdum ve orada yaşıyordum. Bazen babam bana köyümüzü anlatırdı. Çok merak ediyordum. 6 yaşıma geldiğimde ilk kez köyümüze gidiyorduk. Çok heyecanlıydım. Köyümüze vardığımızda köpekler havlıyor, bazı insanlar eşeklerin sırtında odun taşıyorlardı. Çiçekler açmıştı ve rengârenkti. Bir o yana bir bu yana dönüyordum. Hangisini toplayacağımı bilemiyordum. Sanki cennete geldiğimi zannetmiştim. Yorgun olduğum için çabucak uyuya kalmışım. Sabah olunca horoz sesleriyle uyandım. Anneme bunun ne olduğunu sordum. Annem: “bu horozdur kızım, sabah olduğunu hatırlatır” demişti. Horozun sesiyle uyuya kalmışım. Birden eşek sesiyle uyanmışım. Çok korkmuştum. Annem; kızım bu eşek sesi dedi. Deden bununla odun getiriyor. Ayrıca eşekler acıktığında böyle bağırır dedi. Korkmana gerek yok. Sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra kendimi çiçeklerin arasına attım. Bir tane koparttım. Onu suyun içine koyup büyüttüm. İyice olgunlaştı. Onu arkadaşıma hediye ettim. Bir ay köyde kaldıktan sonra İstanbul’a geri döndük. Çok eğlenmiştim. Sonraki yıl www.Gokceoluk.com 21 tekrar köyümüze gittik. Anneannem ve dedem bizi karşılamıştı. Koşarak onlara sarıldım ve ellerinden öptüm. Dışarıda köpeğimiz Alaş ile biraz oynadıktan sonra çiçeklerin yanına gittim ve çiçeklerin olgunlaştığını, renklerinin değiştiğini gördüm. Dedem bana köyümüzü gezdirdi. Yorgunluktan koltuğun üstünde uyumuşum. Uyandığımda dedem bizi yayla şenliğine götüreceğini söyledi. Sabah olunca kalın giysilerimizi giyip yola çıktık. Çok heyecanlanmıştım. Geldiğimizde her taraf ağaçlarla doluydu. Sahneler kurulmuştu. Çadırımızı kurup biraz dinlendik. Annemler yemek pişirirken biz de ağaca salıncak kuruyorduk. Daha sonra kardeşim sanatçıları dinlerken salıncakta uyumuştu. Anneme kardeşimin uyuduğunu söyledim. Annemler kardeşimi çadıra koydu. İstanbul’dan bazı arkadaşlarımda oradaydı. Elçin ile salıncakta sallanıyorduk. Çok eğleniyordum. Annem bizi dondurma almaya götürmüştü. Davulcular sahnedeydi, ne olacağını merak etmiştim. 2 tane adam sahnenin ortasına çıkmıştı. Anneme onların kim olduğunu sordum. Annem kızım onlar güreşçiler dedi. Kendi kendime hangi güreşçi yenecek diye düşünüyordum. O arada dondurmam erimeye başlamıştı. Elime damladığında fark ettim. Akşamüzeri eve döndük anneannem ve dedemle vedalaşıp dönmüştük. Çok güzel ve hiç unutmayacağım hatıralarla birlikte tekrar İstanbul’a dönmüştük. Köyümü her şeyiyle çok seviyorum. Bu duyguları gelecek sene de yaşamak istiyorum. (İlknur ÇOLAK - 2009) İlknur’un kardeşi Zeynep GökçeoluK Dergisi 22 KİTAPLIK (Hazırlayan: Cengiz ZAMUR) OKTAY SİNANOĞLU Dayatmalar Kabusu Oktay Sinanoğlu’nun kitaplarında Türkçe ve Türkiye üzerine anlattığı hikâyeler herkes için çizgi roman olarak resmedildi. Dayatmalar Kâbusu sanki bugünün Türkiye’sini anlatıyor. Büyük Uyanış Rüyası gençlere Türkiye’nin geleceği için umut veriyor. Nev York Rüyası Türkçenin Amerika’ya hâkim oluşunu anlatırken aslında İngilizcenin Türkiye’deki istilâsını hicvediyor. Çizgi kahramanımız Oktay Sinanoğlu Dayatmalar Kâbusu çizgi romanında aslında hepimizi eğlendirirken derinden de düşündürüyor. İlerisi İçin Türkiye’nin temel sorunlarını bir bilim adamı gözüyle tespit ederek çözümler üreten dünyaca ünlü memleket aşığı Sayın Sinanoğlu kimya, fizik, matematik, moleküler biyoloji dallarında teorileriyle uğraşırken bir yandan da gide gele 40 yıldır memleket meselelerine kafa yormayı çözümler üretmeyi bir vatan borcu bildi. Bilimde herkesin çözülemez dediği işi bıraktığı pes edip vazgeçtiği yerde o işe başladı ve başardı. Tarihin bu önemli dönemecinde de bizler için gerekli olan tavır da işte bu “Herkesin Türkiye’nin işi bitti, defteri dürüldü dediği zamanda bile vazgeçmeden yola devam etmek.” Bu kitap gençler için hazırlandı. Hani bilgiyi hap gibi yutmak isteyen, kitap okuma alışkanlığı 50 yıllık politikalarla yok edilen kardeşlerime, okumaya araştırmaya başlangıç olsun, heves aşılasın umuduyla ART (Avrasya TV) de yayınlanan Dünya Düzeni programını kitaplaştırdık. Hangi Dünya Düzeni? ile Amerika’nın ortaya attığı `Yeni Dünya Düzeni` tanımını sorgulamaya çalıştık. Görülüyor ki, küresel masonik çetenin `Yeni Dünya Düzeni` olarak tanımladığı düzen, aslında çokuluslu şirketlerin ulaşmak istediği dünya diktatoryasıdır! Bu çete son 70 yılda amaçladığı yolda önemli adımlar attı. Aslında hep aynı metodu uyguladılar ve o metoda demokrasi adını taktılar. Önce hedef ülkelerin başına kendi adamlarını getiriyorlar, ya da baştaki adamları kendi adamları yapıyorlar. Zamanla siyasete ve ekonomiye hakim oluyorlar. Ülkelerin tüm sanayine ve doğal kaynaklarına el koyuyorlar. çalışan nüfusu işsiz bırakıyor, lumpen (başıbozuk) bir nüfus yaratıyorlar. Tarım ve sanayi yok edilirken sesleri çıkmasın diye sendikal örgütlenmeyi bastırıyor, satın alıyor, sarartıyor, yerine sivil toplum örgütü denen oluşumları yüceltiyorlar. www.Gokceoluk.com GökçeoluK Dergisi ŞİİR Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık. Babamız sırtında yük taşıyarak, getirirdi aşımızı, ekmeğimizi, Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken, bizler bir mumun ışığında bitirdik kitaplarımızı. Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini, yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya. Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi, hep birlikteyiz. ey halkım unutma bizi. unutma bizi... unutma bizi... Uğur MUMCU Memleket isterim (Cahit Sıtkı Tarancı) Memleket isterim Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun; Kuşların çiçeklerin diyarı olsun. Memleket isterim Ne başta dert ne gönülde hasret olsun; Kardeş kavgasına bir nihayet olsun. Memleket isterim Ne zengin fakir ne sen ben farkı olsun; Kış günü herkesin evi barkı olsun. Memleket isterim Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun; Olursa bir şikayet ölümden olsun. www.Gokceoluk.com 23 Ben eylül, sen haziran Bir eylüldü başlayan içimde Ağaçlar dökmüştü yapraklarını Çimenler sararmıştı Rengi solmuştu tüm çiçeklerin Gökyüzünü kara bulutlar sarmıştı Katar gidiyordu kuşlar uzaklara Deli deli esiyordu rüzgar Dağılmıştı yazdan kalan ne varsa Yaşanmamış bir mevsim gibiydi bahar Neydi o bir zamanlar Sevmişliğim, sevilmişliğim O heyheyler, o delişmenlikler neydi Ne bu kadere boyun eğmişliğim Ne bu acıdan korlaşan yürek Ne bu kurumuş nehir; gözyaşım Önümdeki diz boyu karanlıklar da ne Ne bu ardımdaki kül yığını; elli yaşım Beni kötü yakaladın haziran Gamlı, yıkık eylül sonuma Bir ilk yaz tazeliği getirdin Masmavi göğünle Cana can katan güneşinle Pırıl pırıl engin denizinle girdin içime Çiçekler açtı dokunduğun Çimler büyüdü yürüdüğün Ve güller katmer oldu güldüğün yerde Başımda senin kuşların kanat çırpıyor şimdi Oldurduğun yemişlerin ağırlığından Dallarım yere değiyor Güneşi batmadan saçlarının Bir dolunay doğuyor bakışlarından Gün boyu senden bir meltem esiyor yanan alnıma Uykusuz gecelerim seninle apaydınlık Başım dönüyor, of başım dönüyor yaşamaktan Ölebilirim artık Ölme diyorsan; gitme kal öyleyse Sarıl sımsıkı, tenim ol, beni bırakma Baksana; parmak uçlarım ateş Lavlar fışkırıyor göz bebeklerimden Hadi gel, tut ellerimi, benimle yan Benimle meydan oku her çaresizliğe Benimle uyu, benimle uyan Birlikte varalım on üçüncü aylara Ümit Yaşar OĞUZCAN GökçeoluK Dergisi 24 ETKİNLİKLER (Hazırlayan: Sezer ÇOLAK) Boğaz Turu etkinliğimiz 21 Eylül 2009 tarihinde yapılan Boğaz turu gezisi etkinliği yaklaşık 30 köylümüzün katılımı ile gerçekleşmiştir. Müze gezisi etkinliğimiz 07 Şubat 2010 tarihinde yapılan Gökçeoluk Köyü Gençlik Komisyonu’nun düzenlediği Panoroma 1453 tarih müzesi ve Miniatürk gezisi etkinliğinden kareler... www.Gokceoluk.com GökçeoluK Dergisi bir hikaye... Hiç Kimse Olmak İsteyen Adam... “ Kısacık bir öykü bu...ama hayatımıza yön veren bir öykü... Devrin valisi emrindeki yöneticiler ile atının üstünde şatafat içinde girer şehre... Yol kenarlarında insanlar iki büklüm el pençe divan selamlarlar valiyi... Bütün bu şatafatlı itaat gösterileri arasında valinin gözleri, bir sokağın köşesinde yere çökmüş olan ve etrafındaki hiçbirşey ile ilgilenmeyen bir adama takılır... Perişan kılıklı, saçı sakalına karışmış bu adamın olduğu yere sürer atını vali... Atının üstünden inmeden,vakur ve sert bir ses tonu ile bağırır adama, “Behey adam, herkes benim şehre gelisimi el pençe karşılarken sen kimsin ki yerinden bile kıpırdamıyorsun? “ Perişan kılıklı adam istifini hiç bozmadan,sakallarının ve uzun saçlarının arasından belli belirsiz gözüken gözlerini valiye çevirerek : “Ben hiçim” der... Vali daha da hiddetlenir, “Ne demek hiç, senin bir adın, şanın ünvanın yok mu bre adam” der... “Senin var mı? “ der bu kez adam... Vali iyice şaşırır ama cevaplar, ”Gafil adam, nasıl tanımazsın, ben valiyim” der. www.Gokceoluk.com 25 Adam aynı ses tonu ile sorar yine... “Peki daha sonra ne olacaksın?” “Sadrazam olacağım.” der vali... “Peki daha sonra?” “Padişah olacağım...” “Peki ya daha sonra?” Kısa bir an duraksar vali ve; “Hiç” der... Sadece gülümser perişan kılıklı adam... Bu kısa öyküyü ilk duyduğumda, benim ruhumun hiç kimse olmak isteyen adamının öyküsünü bulduğumu anlamıştım... Hepimiz hep başka birileriyiz... Sevdiğimiz, beğendiğimiz, örnek aldığımız, kıskandığımız, yerinde olmak istedigimiz birilerinin seslerini, sözlerini, bakışlarını ve tavırlarını alıyor,sanki bize aitmiş gibi kullanıyoruz... Sabahları kalkıp elbise dolabımızın önünde durduğumuzda, giyeceğimiz elbiseye ve yanına gideceğimiz insanlara en çok uyacak maskeyi de seçiyoruz, elbiselerimizin yanında duran maskelerimizin arasından... Hep daha fazlasını isterken, aslında giderek hep daha az alıyoruz... Bütün ömrünü kariyer, güç ve para peşinde gece gündüz çalışarak geçiren insanların, günün birinde bütün kazandıklarını, elindekileri kazanırken yitirdikleri sağlıklarına harcadıklarını görüyoruz... Bir ömrün sonunda evleri, arabaları ve para kasaları olan insanların, bütün bunları kazanırken kimbilir kaç gerçek aşkı yitirdiğini ve günün birinde yaşlanıp başlarını yaslayacakları bir sevgili omuzu aradıklarındaysa,soğuk ev duvarlarının, lüks araba koltuklarının ve çelik para kasalarının bir sevgilinin yerini tutmadığını, acı içinde fark ettiklerine şahit oluyoruz. Siz isterseniz,”herkes” olmaya devam edin... Ben “Hiç kimse olmak istiyorum.” Sadece bana ait yanılgılarım, hatalarım, hüzünlerim, kahkahalarım, fotoğraflarım, kelimelerim, şarkılarım ve hiç benim olmayanlarım ile birlikte, bir hiçliğe doğru tek başıma karışıp gitmeyi düşünüyorum...” (Yazan: Özlem ŞİMŞEKLER - Fotoğraf Salih ÇOLAK)