İç Sayfalar - Arguvan Vakfı

Transkript

İç Sayfalar - Arguvan Vakfı
ÝÇÝNDEKÝLER
www.arguvanvakfi.org.tr
VAKIF YAYIN ORGANI
3 AYDA BÝR YAYINLANIR
Sayý 30
Kasım 2011
Merhaba . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
2
Hasan Aydın ile Söyleþi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
3-5
Yöremizi Tanýyalým . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
6-9
Festival-2011 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 10-13
SAHÝBÝ
ARGUVAN VE KÖYLERÝ
EÐÝTÝM KÜLTÜR VAKFI
Adýna
Baþkan Mehmet KIZILDAÞ
Sanatçı Gözüyle Festival . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 14-16
Şimdi Deprem Haberleri-Oktay Eroğlu . . . . . . . . . . .
17
Kadın - Hatice Eroğlu Akdoğan . . . . . . . . . . . . . . . . . 18-19
Sorumlu Yazý Ýþleri Müdürü
Ali Haydar KARAÇAM
Hikaye: Mor Dut - Hasan Aksoy . . . . . . . . . . . . . . . . 20-21
Şair - Betül Tarıman . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 22-23
Yayýna Hazýrlayanlar
Veysel KARAHAN
Azmi TULUNAY
Ahmet FIRAT
Erol ÇAKMAK
Grafik Tasarým
ATAÞEHÝR AJANS
Oktay EROÐLU
Dededen Toruna Uzanan Sanat - S. Özerol . . . . . . . . 24-25
Sağlık . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
26
Bir Portre . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
27
Eğitim - Tahsin Özden . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
28
Kitap - Karahindiba . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
29
0.216 572 0 575
Şiir: Devrimci ve İnsandı - Abuzer Karahan . . . . . . . 30-31
Yazýþma Adresi
Küçükyol Sokak No.: 3/2
Bostancý / ÝSTANBUL
Tel: 0.216 416 12 74
Fax: 0.216 361 97 28
[email protected]
Baský: Kay-Ian Matbaa
0.212 612 31 85 - 567 84 19
YAYIN ÝLKELERÝ
Dergide yayýnlanmasý için gönderilen yazý, haber ve
resimlerin yayýnlanmasýna, yayýn kurulu karar verir.
Yöresel fotoğraf, haber ve yorumlara öncelik verilir.
Ýmzalý yazýlarýn sorumluluðu yazarlarýna aittir.
1
Sevgi ve Dostluk Pýnarýndan
Merhaba;
Bir sayımızı daha sizlere ulaştırmanın sevincini yaşıyoruz. Bu sayımızı 19-KASIM-2011 Tarihinde Salon
Prenses de yapacağımız dostluk ve dayanışma gecesinden
önce hazırlıyoruz. Gecede sizlerle buluşturacağız.
Bu gecenin bizim için önemi çok büyük çünkü Geceyi
eğitim bursuna yönelik düzenliyoruz gecenin geliri ve
dostlarımızın yapacakları burs bağışlarıyla üniversitede
okuyan yoksul ailelerin çocuklarına burs vereceğiz. Bu
konuda destek veren katkı sunan tüm dostlarımıza teşekkür
ediyoruz.
Bu sayımızda söyleşi bölümümüzde Vakfımızın Kurucu
Başkanı, Arguvan için hiçbir özveriden kaçınmayan vakfımızın kuruluşundan bu yana her türlü maddi ve manevi
desteğini esirgemeyen vakıf çalışmaları içerisinde kendi
işlerinde fedakarlık ederek katılan bu dönemde birlikte
çalışmaktan onur duyduğum Hasan AYDIN’ı Veysel
Karahan’ın kaleminden okuyacaksınız.
Yöremizi tanıyalım köşemizde ALHASUŞAĞI Köyünü
Arguvan yöresine özel çektiği resimlerden ve yazdığı
güzel şiirlerinden tanıdığımız Rıza PARLAK’ın tanıtımından bulacaksınız.
Arguvan Belediyesi ve Köy Derneklerimizin ortak etkinliği olan 9. Uluslararası Arguvan Türkü Festivali’nin resimlerini ve anlatımını Azmi Tulunay’ın yazısından okuyacaksınız.
Festivalimize katılan bazı sanatçılarımızın festivalimize
ilişkin düşüncelerini bulacaksınız.
Ülkemiz ve özellikle de İstanbul’u yakından ilgilendiren
depreme ilişkin yazıyı dergimizin çıkmasında büyük emeği
olan Oktay EROĞLU kaleme aldı.
Toplumumuzun kanayan yarası olan, bir türlü önüne
geçilemeyen kadına şiddete yönelik yazısıyla Hatice
2
EROĞLU AKDOĞAN sizlerle olacak.
Hasan AKSOY Mor Dut isimli hikaye yazısını kaleme
aldı.
Şair Köşemizde Şair Betül TARIMAN’ın yazısını bulacaksınız.
Arguvan Kültürü ve Arguvan Türküleri ile ilgili araştırmalar yapan, vakfımızla ortak çalışmalar yürüten
Süleyman ÖZEROL’dan dededen toruna uzanan sanat
isimli yazısını okuyacaksınız.
Sağlık köşemizde Dr. Serhat ÜNAL 2010 yılı doğum
istatistikleri ve güncel doğum kontrol yöntemlerini kaleme
aldı.
Bir Portre bölümünde Almanya’da yaşayan hemşerimiz
Ressam Ali İhsan GÖNÜL’ ü sizlere tanıtıyoruz.
Eğitim köşesinde Bilimin İnsan yaşamındaki yerini mum
ışığı yazısıyla Mak. Yük. Müh. Şair Tahsin ÖZDEN kaleminden okuyacaksınız.
Kitap tanıtımı bölümünde hemşerimiz genç yazar Sinan
SÜLÜN’ün, benim de okuyarak beğendiğim
KARAHİNDİBA isimli kitabın tanıtımını Emre DEĞİRMENCİ yazdı.
Şiir köşesinde hepimizin yakından tanıdığı yazar ve şair
Abuzer KARAHAN’ın DEVRİMCİ ve İNSANDI isimli
şiiri bulacaksınız.
Dergimizin yayına hazırlanmasında emeği geçen Veysel
KARAHAN, Oktay EROĞLU, Azmi TULUNAY, Ahmet
FIRAT, Erol ÇAKMAK, Yazı İşleri Müdürümüz Haydar
KARAÇAM’a ve Ali TAŞDÖĞEN’e dergimize reklamlarıyla destek olan tüm dostlarımıza içten teşekkür ediyorum.
Yeni bir sayıda buluşana dek sevgiyle kalın.
Mehmet KIZILDAŞ - Vakıf Başkanı
Röportaj: Veysel Karahan
Söyleşi...
“Arguvan ile ilgili heyecanım kesintisiz
devam ediyor, hep devam edecek”
Vakfımızın kurucularından ve ilk başkanı Hasan Aydın
dergimizin bu sayıda konuğu oldu.
asan Aydın kimdir. Kısaca kendinizi tanıtır
mısınız ?
kültürümüz var. Bende bu kültürü hak ettiği yere taşımaya
çalışanlara destek olmaya çalışıyorum. Arguvanlı olmaktan onur duyuyorum.
Dünyaya Türkiye’de Malatya ili Arguvan İlçesi İsa
Köy’de geldim. Rahmetli anam bir yaz gününden
bahseder, dutlar ağarırken filan derdi. Ancak; İlkokulda
öğrenci iken babamın nüfus cüzdanını getirdiğini hatırlıyorum. (Doğum tarihi: 01/03/1951) Beş yıl İsa Köy ilk
okulu, bir yıl köyde çobanlık, ta ki, okulların 1. yarıyıl
tatiline (15 tatil) 49,5 gün kala Arguvan Orta Okulunun
açılışına kadar. Arguvan Orta Okulu üç yıl, Malatya Şehit
Kemal Özalper Endüstri Meslek Lisesi üç yıl ve Ankara
Gazi Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi (Erkek Teknik
Öğretmen Okulu) dört yıllık üniversite eğitiminden sonra
Batman Endüstri Meslek Lisesi Elektrik Bölümü Öğretmenliği. O dönem 68 kuşağından etkilenmemek mümkün
mü? Lise yıllarından başlayan etkileşim bu güne dek
devam etti devam ediyor. Öğretmenlik açığa alınmalar ve
sürgün edilerek geçti. Batman Tokat, Kartal/İstanbul ve
Bayrampaşa/İstanbul’da öğretmenlik yapmaya çalıştım.
01/01/1982 de istifa ederek ayrıldım. İstanbul’da elektrikçilik, nakliyecilik ve oto elektrik malzemeleri satışı
yaptım ve otomotiv sektörü ile tanıştım. Önce akü bayiliği daha sonra da oto lastik bayiliği şeklinde devam etti.
Evliyim. Üniversitede okuyan bir kızımız (Ezgi) ve bir de
eşim (Fatma) var. Hele ki varlar, onlar var ki, ben varım.
Sonra dünya insanlığı, Arguvan insanı ve binlerce yıllık
geçmişiyle insan olma adına övüneceğimiz Arguvan
Arguvan ve Köyleri Sosyal Yardımlaşma ve
Dayanışma Derneği’nin kuruluşundan bugüne kadar
aralıksız 20 yıllık süredir, Arguvanlıların kurumuna
hizmet ettiniz. Bu hizmetlerinizi bizlere anlatabilir
misiniz?
H
12 Eylül darbesi demokrasi güçlerini en acımasız yöntemler kullanılarak silindir gibi ezmiş, oda yetmemiş
günün paşalarına, bir yığın yasaklar ve 1980 Anayasası ile
iktidarlarını pekiştirmiş, halkın muhalefet odaklarını yerle
bir etmişlerdi. Ama biz Arguvanlılar 1991’li yıllarda bu
böyle gitmez bir araya gelmek, bir şeyler yapmak için
örgütlü olmak lazım düşüncesinden yola çıkarak duyarlı
Arguvanlılarla önce bir dernek kurma kararı alındı.
Derneğimiz oldu. Yoğun çalışmalarla İstanbul Mavi
Marmara’da ilk gecemizi yoğun bir İstanbul kışında
(katılanlar hatırlar) yüksek bir katılımla gerçekleştirdik.
(O günün heyecanı ve mutluluğu müthişti ). Önce dernek
Mecidiyeköy’deydi. Kısa bir süre sonra Bostancı’ya
taşındı. Dernekte; Tiyatro, Bağlama, Halk oyunları,
Piyano, Gitar v.b dallarda kurs çalışmaları vardı. Gençlik
Kolları, Kadın Kolları, Çocuklarla ilgili etkinlikler bizleri
hemen her gün iş çıkışı derneğe taşırdı. Dernek çalışmaları her yıl artarak devam etti.1994 yılından itibaren
Arguvan’ın bir vakfı olmalı dünü bugünü yarınla buluş-
3
Söyleşi...
1-Arguvanlıların Vakfın kuruluşu ve çalışmaların
turmak, Arguvan’ın sözlü ve yazılı değerlerini kayıt altına alıp Arguvan adına tescil ettirmek gerekliliği üzerine devamına gösterdikleri büyük ilgi.
çalışmalar, tartışmalar, araştırmalar yapıldı. Zaman zaman
2-Arguvan Olgusu Dergisinin yayına başlaması.
özel gündemde toplanarak “Arguvan ve Köyleri Eğitim
3- Arguvan türküleri ses yarışması. ( 11. yapıldı)
Kültür Vakfı”nın kurulmasının gerekliliği ortaya konuşul4-Arguvan Uluslararası Türkü Festivali. (9. yapıldı)
du. Oluşan düşünce birliği bizi Vakfın kuruluşuna taşıdı.
5-Arguvanlıların Festivali sahiplenmesi. (katılım 30-40
O günün koşullarında vakfın tüzüğünün hazırlanmasına
bin
kişi)
başladık, çeşitli vakıf tüzüklerini inceleyerek, vakfımızın
Umarım fazla hata yapmadım. O kadar çok başarılı
nasıl bir tüzüğü olmalı, Vakfımızın kuruluşunda kimler
kurucu üye olmalı, vakıf birilerinin mallarını vakfetmesi çalışma var ki ben bunları en belirleyici olanlar diye say(bağışlaması) bir yönetim kurulu ile de yönetilmesi idi. maya çalıştım.
Bizde araştırdığımızda gördüğümüz hiçbir malını
Eğitim ve Kültür vakfı olarak neler yapmaktasınız,
bağışlayacak varsılımız yoktu, o halde nasıl vakıf olacak- kısaca bahseder misiniz?
tık. Konuştuğumuz her Arguvanlı Kurucu üyelik sayısınBiliyoruz ki eğitim ve kültür insanı insan yapan en
da kısıtlama olmadan ortak belirlenecek bir katılım payını önemli öğelerdir. Böyle olunca eğitimi öncelikle her
ödeyen her Arguvanlının Kurucu üye olması sağlanarak bireyin kendisini eğitmesi öğrendiklerini çevresiyle pay(Demokratik Toplumsal Katılımcılık) bu sorunu da aşa- laşması, dünü bugünü doğru kaynaklardan öğrenmek,
bileceğimizi gördük. Kısa bir süre sonra “Arguvan ve öğrenmeyi yaşam için, hava, su ,yemek kadar önemsiyor
Köyleri Eğitim Kültür Vakfı” isminde vakfın kuruluşunu olmak ve gereğini yerine getirmek,hepimizin ortak bir
1995 yılında gerçekleştirdik. O süreçte “Kurucu durum saptamasıdır. Eğitim ve kültürel faaliyetler
Başkanlık” onurunu taşımak bana düştü.
donanımlı bireyler olmak için ertelenmemesi gerekenlerVakfımız kurulmuş kurucu üye katkı
dendir. En önemli olanı öğrenci bursları
payı ile de bir miktar paramız olmuştu.
ve okullarımızdaki önemli araç, gereç,
Bu parayı nasıl değerlendirelim diye
Arguvan halkı
kitap ve kırtasiye gibi ihtiyaçların en
düşünce paylaşımına girdik, sonuçta
hızlı şekilde karşılanması. Arguvan ile
ekonomik olarak yok“Dispanser” açmaya karar verdik.
ilgili yazılı belgelerin basımını yayınını
sul bir halk. Biliyoruz
Dispanser tüm çabalarımıza rağmen versağlamak. Arguvan web sitesine giren
ki okur yazar oranı
imli olmadı, daha sonrada kapatıldı. Bu
ve biraz araştıran vakfın çok önemli
yüksek olup memuru
kararı alan Kurucular Kurulunun çoğunkültür çalışmalarını görecektir. Arguvan
işçisi çoktur. O zaman
luğu idi, sonrasında belki bazı kurucuOlgusu Dergisini düzenli çıkarmak. Yıl
da okuyan Arguvanlı
larda burukluk oldu ancak hiç kimse
içinde yapılan tüm etkinlikler sayılabilir.
çocuklara destek
çoğunluğun aldığı bu kararı yeniden
Yöresel bir vakıf olarak Eğitim ve
olmak gerekiyor.
sorgulama gereği duymadan büyük bir
Kültüre çok önem veriyorsunuz.
olgunluk göstererek o gün çoğunluk
Arguvanlıların bu eğitim sevdası
arkadaşlarımız “Dispanser” açma
nereden kaynaklanıyor?
kararının doğru olduğunu düşündü ama olmadı. Herhangi
Biliyoruz ki Arguvan aşkın, sevdanın yüce pınarı.
bir art niyet aranmadı ve çalışmalar devam etti. Bugüne
Aşkını ve sevdasını dünden bugüne tarlada, ekinde,
kadar tüm yönetimler başarılı oldular ki, vakfımızı bugünbağda, bahçede, dilden dile, sazı ile telden tele bu günlere
lere taşıyabildik.
taşımış. Aşkı ve sevdayı Türkiye coğrafyasında içinden
Arguvan ve Köyleri Eğitim Kültür vakfı İlk Kurucu geldiği gibi söyleyen bir toplum değil mi? Ayrıca
başkanlığını yaptınız? Bu ilk başkanlığınızın heye- kültürümüzde öğrenmeye ve öğretmeye açık bir toplum
canını bizlerle paylaşır mısınız?
oluşumuz. Okur yazar oranımız % 98 gibi Türkiye
İnanın Arguvan ile ilgili olumlu her adım beni yeniden
yeni den heyecanlandırıyor. Elbette ki ilk başkanlık
hesapta olmayan bir görevdi, Arguvan kimliğine yaraşır
davranabildim, Arguvan isminin geçmişiyle özdeş
devamına katkı suna bildimse mutluyum. Arguvan ile
ilgili heyecanım kesintisiz devam ediyor, hep devam edecek galiba.
Arguvan vakfı çalışmalarınızda, gerek başkanlığınız
döneminde, gerekse diğer çalıştığınız dönemlerde
karşılaştığınız en önemli anlar nelerdir?
4
ortalamasının hayli üstünde olunca, eğitim ve kültür
faaliyetlerini ertelememiz mümkün mü? Arguvan halkı
ekonomik olarak yoksul bir halk. Biliyoruz ki okur yazar
oranı yüksek olup memuru işçisi çoktur. O zaman da
okuyan Arguvanlı çocuklara destek olmak gerekiyor.
Eğitim alabildiğine özelleşti ve paralı hale geldi. Devlet
okullarında eğitim öğretim faaliyetlerine katılan öğrencilerin dershanelere gitmeden üniversiteye gitmesi
mümkün değil. Dershane fiyatları çok yüksek, birde bir
şekilde üniversiteyi kazanan öğrenciler var ki, bunlar gittikleri ilde barınacak yer başta olmak üzere ciddi sıkın-
Söyleşi...
tılarla başbaşalar, onlara yardımcı olmalıyız. Aksi halde
cemaatler hemen devredeler, Bu geriye dönüşü mümkün
olmayan bir bağlantı olup, insanlarımızı görerek kaybetmek anlamına gelmez mi? Eğitimi ciddiye alıp önemsememiz lazım. O zamanda bir şeyler yapmalıyız. Geçen yıl
vakıf yemeğimizde ev hanımından, emekli işçisine,
memurundan, işverenlere kadar tüm katılımcılardan
Eğitime katkı bursu sunması, Arguvanlıların eğitime nasıl
yaklaştıklarının önemli bir göstergesidir. Duyarlı
Arguvanlılarda sağ olsunlar vakfımızdan desteklerini
esirgemiyorlar. Eğitime destek sunan herkese teşekkürler.
Arguvan Kurumları ve Arguvan Belediyesi ile ilişkilerinizi ortak faaliyetlerinizi anlatabilir misiniz?
Arguvanlı Kurumlar genelde önemli ölçüde birlikteliklerini sürdürülebilir durumdalar. Topyekün baktığımızda
Arguvan isminin öne çıkması Arguvanlıların birlikte
olmalarının en önemli göstergesidir. Vakıf ve Arguvanlı
diğer kurumlar (İstanbul’dakiler ağırlıklı) tüm çalışmalarda karşılıklı bilgilendirme ortak toplantılar ve ortak kararlar bütünlüğünde devam ediyor. Vakıf Başkanı Mehmet
Kızıldaş ve diğer köy dernek başkanlarının karşılıklı sevgi
saygı, birbirlerini anlama anlamaya çalışma hoşgörü ve
kurumlarını yüceltme ortak duyguları, birlikte olmayı
önemli ölçüde kolaylaştırmaktadır. Arguvan Belediyesi
ise Başkanımız Hüseyin Taştan’ın paylaşımcı yaklaşımı,
önerilere açık, dinlemede sabırlı, gülen yüzü, genç,
dinamik, pozitif enerji dağıtan, yumuşak üslubu ile
önemli bir şansımız ve bu özeliklerin hepsi birlikte çalışmayı kolaylaştıran, başarıyı zorunlu kılan önemli bir
etken diye görüyorum. Tüm Arguvanlı kurumlar irili
ufaklı yıl içine dağılmış başarılı çalışmalar yapmaktadır.
Örnekleri ilgi duyan herkes Arguvan’a baktığında görebilir.
Diğer demokratik sivil toplum örgütleriyle ilişkileriniz ne düzeydedir?
Kuruluş amacımıza, tüzüğümüze ve Arguvanlı olma
gerçeğinin yönetime yüklediği sorumluluk bilincine,
uygun, ortak basın açıklamaları, uyarı mitingleri, salon
toplantıları v.b. ortak çalışmalara da yönetim olarak veya
kitlesel bazda katılım sağlıyoruz, sağlamaya çalışıyoruz.
Çok önemli ve anlamlı Uluslararası Arguvan Türkü
Festivali düzenlemektesiniz. Bu etkinliğinizden kısaca
bahseder misiniz?
Arguvanlıların elbirliği ile yaptığı bu güzel etkinlik
“Uluslararası ARGUVAN TÜRKÜ Festivali”
Arguvan’ın yüz yıllarla tanımlayacağımız kültürel kimliğinin önce Türkiye’ye sonrada Dünya’ya açılan önemli
bir penceresidir. Bu pencereyi büyüterek, daha şeffaf
görülebilir olmayı becerirken, evrensel yanımızın tüm
dünyanın görmesini sağlamak bütüne katılmak, katkı sunmak bu günümüzü de geleceğimizi de daha anlaşılır ve
anlamlı kılacaktır. Bu bağlamda geriye bıraktığımız 9.
festival bizlere çok büyük tecrübe kazandırdı bu tecrübelerimizi geliştirmek, festivali daha dolu daha etkin kılmak, hepimizin önündeki en önemli görev olmalı.
Hedefimiz daha dolu daha anlaşılır, öncekilerden daha iyi,
daha görkemli festivaller yapmak olmalı.
Arguvan Olgusu hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Arguvan Olgusu, Arguvan ‘ın yazılı önemli bir basın
kanalı. Özellikle Arguvan ile ilgili araştırmalarındaki
objektif yaklaşımı, Araştırmacı yazarlara Kaynakça’lık
yapacak kadar’da güvenirlilik sağlamıştır. Amatör bir
anlayışla üç ayda bir çıkarılmaya çalışılan dergimizin,
yazmaya çizmeye meraklı yetenek sahibi Arguvanlı
sanatçıların eksik gördüğümüz desteklerini katmaları onu
daha dolu, daha güncel yapacaktır. Sonuç olarak kendi
yeteneklerimizi dergi içeriğinin doldurmak için, kendilerini tanıtmak için katkılarını esirgememeliler. İyiyi daha iyi
yapmayı Arguvanlılar becerebilirler.
Arguvan Olgusu okurlarına dergimiz aracılığı ile
iletmek istediğiniz konular var mıdır?
Ben de Arguvan Olgusuna katkı sunarım diyen
Arguvanlılar;
1-Yetenekleri ile ilgili paylaşımlarını Dergi Kurulu ile
paylaşmalılar.
2-Arguvanlılar öncelikle dergiye abone olmalı ve mutlaka okuyarak eleştirilerini dergi kurulu ile paylaşmalı.
3-Her Arguvanlı zaman yaratarak Arguvan Vakfını
ziyaret etmeli, bilgi ve becerilerini paylaşmaktan geri durmamalı.
İnanıyorum ki Arguvan Olgusu “söz
uçar yazı kalır” deyiminde olduğu gibi
Arguvan’ın yazılı tarihinde önemli bir
yeri olacaktır. Teşekkürler. Emeğinize
sağlık.
Bizler Arguvan Olgusu olarak Sn.
Hasan Aydın’ın vakfımıza ve dergimize
maddi manevi katkılarına, emeğine
teşekkür eder, bundan sonraki çalışmalarında sonsuz başarılar dileriz.
5
Yöremizi Tanýyalým
Rıza Parlak
ALHASUŞAĞI KÖYÜ
A
lhasuşağı köyünün ilk yerleşim yeri Göl
Dağının batısında kalır. Alhaslar hayvancılık yapan büyük bir kabile. İlk
olarak Bellikler gelirler. Buraya, Elazığ Baskil’e
bağlı Höyük’ten ( Ataf ) geldikleri bilinmekte.
Baskil’e Kahramanmaraş Elbistan yöresinden
geldikleri söylenir. Kahramanmaraş Elbistan bölgesinde çok sayıda Alhaslıların yaşamakta olması
bu tezi desteklemekte. Bugün Bellikler’de “ Gome
Ahlasan ” Alhasların kömü olarak yer isimleri
halen söylenir. Dört kardeşten biri olan Alğas, eski
Alhasuşağı köyü olarak geçen bölgeye gelir. İlk
yerleşim alanı olan bu bölgeye gelen Alhaslar
büyük çapta hayvancılık yaparlar. Alhaslar yerleştiği bu yere Kürtçe “Alğasan” denir. Daha sonra
Alhasuşağı olarak söylense de Kürtçe “Alğas”
ismine Kürtçe de çoğul eki olan “an” eki eklenerek
“Alğasan” olarak söylenir. Giderek Alhasuşağı
olarak değişmiş olsa da köyün ismi kurucusu olan
Alhas’tan alır.
1945 – 1950 yılları arasında bugün ki yerleşim
yeri olan bölgede Ballıcalardan yer alıp Düzova ve
Tanımaz bölgesine yerleşirler. Köy statüsüne
kavuştuktan sonra Bahşikan, (Birimuşağı) Ballıca,
6
Korolar ve Bellikler mezra olarak bağlanır.
Belliklerin Gökağaç köyüne yakın olmasına rağmen mezra olarak Alhasuşağı’na bağlanması hem
buradan gitmiş olmaları ve akrabaların halen burada olmasından kaynaklanıyor.
Eski köyde arazinin dağlık olması hayvancılık ön
planda olsa da, aşağıya yerleşince tarım da devreye
girer. Hayvancılık ve tarımla geçinen Alhasuşağı
Atma Aşireti içinde kısa sürede söz sahibi olmayı
başarırlar. Çalışkan ve kavgacı yanlarıyla diğer
aşiret liderlerine rakip oldukları bilinmektedir.
Alhasuşağı köyü güney batısında Kömürlük,
kuzey doğusunda Gökağaç
ve batısın da
Göçeruşağı köyler ile komşudur. Geçimleri tarım
ve hayvancılığa dayanan Alhasuşağı misafirperver
olduğu kadar cömert insanlardır. Bölgede zamana
damgasını vuran Hacı Halil kısa bir öyküsünü
anlatayım. Adamın birinden alacaklı olan Hacı
Halil alacağını geciktiren adamı önce döver.
“Borcunu niye zamanında getirmedi” diye.
Adam dayak yedikten sonra kalkıp gitmeye hazırlanır. Hacı Halil “Sen yemek yemeden nereye
gidiyorsun? Sonra Hacı Halil bana yemek vermedi dersin” deyince adam dayaktan sonra
Yöremizi Tanýyalým
yemeğini yer ve
gider. Eğer yemek
yemese gene dayak
yiyeceğini bilen
adam
yemeği
yemek
zorunda
kalır. Hacı Halil
bölgede sıra dışı
davranışlarıyla
zekice şaka yapan
bir insandır. Her
konuda
başarılı
olmak için çaba
gösterir.
Yakın
köylerden birine
gider. Uzun atlamada geride kalır.
Güle gibi taş
atmakta rakiplerine
kavuşamaz, kâğıt oyunun da yenilince rakiplerine
“Loğ kaldırmaya var mısınız?” der. Oldukça
güçlü olduğu için bu öneride bulunur.
Alhasuşağı köyü sadece kendi bölgelerinde söz
sahibi olmakla kalmamıştır. Malatya yaşanan siyası
olaylarda aşiretin önderliğini yaparak büyük
cesaret örnekleri sergilemişlerdir. Rıfat Düzova bu
konuda büyük riskler alıp Atma Aşireti’nin
öncülüğünü yapan liderler arasındadır. Hamido
olayların da büyük cesaret örneği sergileyerek
Atma Aşiretinde gelen destek kuvvetlerine öncülük
edip olaylar da belirleyici rol oynamıştır. Siyasi
olarak çalışmaları halen devam etmektedir. Son
seçimler de İl Meclis Üyeliğine Naki Düzova
CHP’den seçilerek siyasi alanda ki çabaları devam
sürdürmekte. Arguvan CHP İlçe başkanı Hasan
Yücel Alhasuşağı köyündendir.
Alhasuşağı insanı çalışkan olduğu kadar zeki
yönüyle de bilinir. Elma ve kaysı bahçelerinden
sonra ceviz yetiştirmeye yönelim başladı. Emekli
olduktan sonra köye yerleşen memurlar ceviz
dikim ve üretim işiyle de uğraşmaktadırlar. Cevizin
ekonomik getirisi
giderek cazip hale
geliyor. Kavakta
getirisi olan ağaçlar
arasında yer almakta.
Köyün mezralar
dâhil hane sayısı 32
olsa da yazın gelip
kışın başka bölgelerde oturanlar var.
Ballıca mezrasında
Yazın iki ev kışın
İstanbul’a gider.
Bellikler de Yazın
bir ev vardır. Kışın
Kömürlük köyüne
göçer. Korolar’da
7
Yöremizi Tanýyalým
altı (6) Bahşikan’da sekiz (8) ev kışın da kalırlar.
Köyün Muhtarı Ahmet Yücel 1994 bu yana dört
dönemdir görevini sürdürmekte. “Köyün ne gibi
sorunları var?” diye sorduğumuzda “Bahşikan
mezrasının şebeke suyu yok. Yollar stabilize başka
da sorunumuz yok” dedi. Her ne kadar başka
sorunumuz yok deseler de devletten fazla beklentisi olmadığı anlaşılmakta.
Alhasuşağı denilince esprileriyle bir döneme
damgasını vuran Hacı Halil akla gelir. Onun kısa
bir öyküsünü paylaşalım. Oğlu Mamo evli olduğu
halde dul bir kadını ikinci eş olarak kaçırır. Hacı
8
Halil bu davranışı onaylamaz. Oğlu Memo’yu
çağırıp kızar. “Sen evli barklı adamsın, elin dul
kadınını kaçırmaya utanmıyor musun? Bizi elin
içinde rezil ediyorsun” der. Kızıp fırça atıktan
sonra “Hele gelini getirin bir göreyim” der.
Kaçırdığı kadını getirdiklerinde oldukça güzel
olduğunu görünce “Vallahi çocuğun suçu yokmuş” der. Kadının güzelliği Hacı Halil’in
hoşgörüsüyle onaylanmış olur.
Alhasuşağı köyünün henüz kurulu bir derneği
yoktur. İstanbul’da faaliyet gösteren Bellikler ve
Ballıca mezraları kendi derneklerini kurmuş
durumdalar. Bellikler Sosyal Yardımlaşma ve
Dayanışma Kültür Derneği Başkanı Mehmet
Ali Parlak’tır. İstanbul’ da bulunan Bellikliler
çeşitli kültür çalışmalarının yanı sıra
Kömürlük köyündeki Atmalılar İlköğretim
Okulu’nda 12 öğrenciye burs vermekte.
Ballıca Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma
Derneği Başkanı Hasan Hüseyin Tatlı’dır.
Abdal Musa ve piknik faaliyetlerinin yanı sıra
sosyal anlamda yardımlaşma içindedir.
Üniversitede okuyan köylülerine ihtiyacı olana
burs olanağı sağlayarak, kendi içinde dayanışma ruhunu korumayı hedeflemekte.
Yöremizi Tanýyalým
ALHASUŞAĞI’NDA DÜĞÜN
A
lhasuşağı köyünde düğünler çok neşeli
geçer. Eskiden kız isteme anne ve babanın
isteğine göre olsa da şimdi gençler daha
belirleyici. İletişim çağı bu alanda etkili oldu. Kız
istemeye oğlanın bazı yakınları gidip söz keserler.
Gelenek olarak ilk gidildiğinde kız tarafı “biraz
düşünelim” der. Görüşü alınması gereken kız yakınlarının fikri alınır. Daha sonra söz kesilir.
Sözden sonra nişan töreni düzenlenir. Eskiden aile
arasında yapılan nişan töreni şimdi düğün havasında
yapılmakta. Davul zurna ve halay çekilerek yapılan
nişan töreninde katılanlara yemek ikram edilir.
Dışarıya gelin gidildiğin de düğüne gidemeyenler
takılarını kına gecesinde yaparak yeni çiftlere
ekonomik katkı sağlanmakta.
Davul zurna düğünlerin vazgeçilmezidir. Erkek ve
kadınlar birlikte halay çekerler. Oğlan tarafı daha
neşeli ve coşkuludur. Yemek ve içmede sınır yoktur.
Düğünde hizmete adeta bir rekabet göze çarpar. Adı
konmasa da gizli bir yarış vardır. Davul zurna tura
havası çalınca turacılar hareketlenir. Tura aslında bir
savaş oyunudur. Askere gitmeden önce gençleri
acıya alıştırmak amacıyla oynanır. Hem savunma
hem de saldırıyı içerir. Bir yandan tura ile önde kine
vururken diğer yandan arkadan sana vurandan
sakınman gerek. Tura aynı zaman da erkeklerin
kendi hünerlerini sergileyerek seyircilerden beğeni
toplamalarını sağlar. Yani bir nevi süksede denebilir.
Atma yöresinde gençler tura oynamayı gelenek
haline getirmişlerdir.
Düğününün başladığı akşam içki vermek bir
gelenek haline gelmiş. Yemekten sonra ayrıca içki
sofraları kurulur. İçmek isteyen herkes içer ve
türküler her masadan yükselir. İçki düğün de erkekler arasında bir coşkuya sağlasa da kadınlar açısında
hizmet ve bulaşık anlamına gelir. Gece geç saatlere
kadar sürer. Atmalılar Sosyal Yardımlaşma ve
Dayanışma Derneği bu konuda ön çalışma yaparak
düğünlerde içkiyi kaldırmayı hedeflemekte. Gerek
maddi ve gerekse manevi yönden faydası olacağını
düşünmekte. Maddi olanaklar düşük olanların
manevi olarak eziklik his ettiği acı bir gerçek.
Gelinler eskiden atla getirilirdi. Şimdi onun yerini
arabalar almış. Gelin ata bindiğinde silah sıkmak bir
gelenekti. Kısmen yasaklanmış olsa da halen devam
etmekte. Gelini evden çıkartırken acı bir ayrılık
havası çalar. Gelini ağlatma havası dense de ayrılık
havası demek daha doğru olur. Gelin ve yakınları
hüzünle vedalaşıp ayrılırlar. Gelin alayı yola çıkar.
Eski düğünlerde takı düğün sahibi bir kenara çekilerek gizli verilirdi. Kimisi canlı hayvan getirerek
katkıda bulunur. Şimdi ise gelin getirildikten sonra
kapı önünde takılar takılır. Kimi düğünler de takılar
anons edilse de birçoğunda anons edilmez. Takı
töreninden sonra yemek verilerek düğün tamamlanır. Kısaca düğünler Alhasuşağı köyünde coşku
içinde ve büyük harcamalar yapılarak gerçekleşir.
9
Azmi Tulunay
Festival
Arguvan ‘Dünya’nın Müziğine
Ev Sahipliği Yaptı!
9.ULUSLARARASI ARGUVAN TÜRKÜ FESTİVALİ BÜYÜK COŞKUYA SAHNE OLDU…
A
rguvan bu yıl da görkemli bir festivale ev
sahipliği yaparak müziğin kardeşliğini bir
kez daha halkların kardeşliğiyle buluştur-
du.
23-24 Temmuz 2011 tarihinde Arguvan her
olduğu gibi bu yılda görkemli bir festivale
sahipliği yaptı. Hummalı bir çalışma heyecanlı
bekleyiş ve akın akın gelen kalabalıklar göze
çarpanlar.
yıl
ev
bir
ilk
Festivalin birinci günü sabah erkenden yola çıkıyoruz, Arguv a n ’ d a n
Hekimhan yolu
üzerinde Çavuş
Köyü’ne doğru
yol alıyoruz.
Burada hazırlanan
birb i r i n d e n
lezzetli kah-
10
valtılık ürünler ikram ediliyor, büyük bir misafirperverlik örneği sergileniyor.
Oradan Bozan Köyü’ne doğru gidiyoruz. Şah
Sultan türbesini ziyaret ettikten sonra Arguvan geri
dönüyoruz. Festival kapsamında yapılan bu programlardan sonra Arguvan’da şairlerle buluşuyoruz (Halk
kültürü içinde şiirin yeri. ) Çok değerli şairlerimizden
Ahmet Telli, Betül Tarıman, Haydar Ergülen ve
Arife Kalender. Şiir ve edebiyat konularına ilişin
sohbetler edikten sonra hem kendi şiirlerinden hem
Türkiye’de ve
dünyada adını
kabul ettirmiş
şairlerimizden
( N a z ı m
H i k m e t ,
Ahmet Arif,
Edip
Cansever) şiirler
okudular şiir
tadında bir gün
Festival
yaşattılar izleyicilere. Yenikapı Tiyatro ekibinin bir
hafta boyunca sokak gösterileri sunarken bir hafta
öncesinden çocuklara tiyatro atölyesi çalışmaları yapmış olmaları da çok önemli ve de anlamlı sanat
emekçiliğini ifade ediyor. Akşam oluyor sahne hazırlıkları bitiyor ilk ses festivali sunan Birsen Çolak
Kıratlı’nın tüm müzik Sevrler festivalimize hoş geldiniz ile başlıyor. Arguvan vakfı başkanı Mehmet
KIZILDAŞ ve Arguvan Belediye başkanı Hüseyin
TAŞTAN açılış konuşması yaptıktan sonra, aralarında Ali Asker, Töre Anadolu, Aynur Güneş ve Dünya
müziklerinden Kızılderili Pucaramanta grubu gibi
birbirinden değerli sanatçılar çıktı türkülerini söyledi.
Pucaramanta grubunun hem yöresel kıyafetleri hem
de müzikleriyle büyük bir ilgi topladılar. Grubun
kadın üyesi Sevda’nın Arguvanlı olması da izleyicileri ayrıca çok heyecanlandırdı ve sonunda bir de
Arguvan türküsü söylemesi büyük sempati topladı.
Töre Anadolu’nun halaylarla coşturduğu saatlerin
ardından en son sahneye çıkan Ali Asker o gür sesiyle
‘oy dağlar’ türküsü Arguvan Festivali’nde göl
dağlarıyla buluştu diyebiliriz. Saat gece yarısını
geçmesine rağmen dağılmayan kitle Ozan Ali
Asker’i bekledi.
‘ANAYASAYI KİM YAPIYOR?’
Festivalin ikinci günü yine dolu bir programla
başladı. Arguvan çok önemli konuklarını ağırlıyor
11
Festival
bugün. Nasıl bir anayasa? Panel’i için buraya gelen
Birgün Gazetesi
yazarı
Prof. İbrahim
KABOĞLU, Doç. Dr. Nuray MERT ve araştırmacı-yazar Turan ESER konuşmacı olarak
katıldılar. Moderatörlüğünü Birsen Çolak Kıratlı’nın
yaptığı panelde, hem konuşmacıların özelliği, hem
de konunun önemsenmesi panele çok büyük katılım
sağladı. Geniş bir özet yapan Kaboğlu yeni
anayasadan neyi anladıklarını sorguladı ve bu
meclisin yeni bir şey yapabilecek ne niyetinin ne de
isteğinin olduğunu söyledi. Yeni anayasanın her
toplumsal ve sınıfsal kesimi kapsayacak demokratik
12
bir anayasayı çoğulcu bir anlayışla yapmak sorunu
çözer, yeni anayasayı kimin yaptığı da önemlidir
dedi. Nuray Mert de yeni bir anayasayı özgürlükçü
bir bakış açısı ile ele aldı ve laiklik konusundaki farklı düşüncelerini belirti. Eser ise daha Çok farklı kimliklerin bu anayasada nasıl tanımlanacağı üzerinde
durdu. Alevilerin Kürtlerin ve farklı kimliklerin
anayasal güvenceye alınıp alınmamasını, Alevilere
yönelik Sünni-İslam anlayışının dayatıldığı gerçeğini
vurguladı.
Yoğun sorular ve tartışmaların olduğu panelin
Festival
sonunda Kaboğlu’nun kitaplarına ilgi büyüktü. Panel
sonunda Kaboğlu kitaplarını imzaladı.
ARGUVAN KALBİNİN YARISINI ÖTEKİNE SUNUYOR
Arguvan da akşam olduğunda yine sahnenin etrafı
dolmaya başlıyor herkes sanatçıları büyük bir sabırsızlıkla bekliyor.
İkinci gün de yine çok değerli sanatçılardan Hozan
Fate, Sevcan Orhan, Grup Munzur, Balkan Hal
Müziği Grubu İmran Salkan ve Arguvanlı yöresel
sanatcılar sahne aldı. Ahmedi Xani ailesinden
geldiğini söyleyen Hozan Fate Kürtçe seslendirdiği
türkülerle büyük beğeni topladı.
Balkan halk türkülerini söyleyen İmran Salkan ve
ekibi festivale renk katan gruptu.
Yıllarca müzikle sisteme karşı duruş sergileyen
Gurup Munzur İbrahim yoldaşla sahnede yer alırken,
son olarak sahne alan Sevcan Orhan izleyicileri hem
türkülerle hem de halaylarla coşturdu.
ERMENİSTAN’DAN KONUKLAR
Bu yıl önemli bir ekip daha vardı. Ermenistan’dan
gelen 25 kişilik halk müziği grubu, Anadolu Kültür
A.Ş.nin katkılarıyla türkü festivalini izleyip belgesel
yapmaktı amaçları. İki gün boyunca bütün etkinlikleri izleyip, gezilere katıldılar kısa bir süreliğine de
olsa sahnede yerlerini alarak, Dünya müziğinin
kardeşliğinden örnekler sundular.
Vakıf başkanı Mehmet Kızıldaş’ın da ifade ettiği
gibi “Arguvan da müziklerin kardeşliğinde
buluşuyoruz’’ bu söz her şeyi anlatıyordu aslında.
Arguvanlılar, Türkü Festivali ile Arguvan içinde
bulunduğumuz coğrafyada çok önemli bir işi başarıyorlar. Kalbinin yarısını ötekine sunuyorlar. Onu ötekileştirmeden bir arada yaşamayı savunuyorlar.
Gecede atılan o muhteşem havai fişeklerin yansıttığı
gök kuşağı renklerini, Dünya halklarının renkleri
olarak festivalle taşıyor. Müziğin kardeşliğini halkların kardeşliğiyle buluşturuyor.
13
Sanatçı Gözüyle Festival
Sanatçılar Festivali ve Arguvan’ı Değerlendirdi
ARGUVAN’DA DAYANIŞMA ÖRNEĞİ
(Ali Asker)
rguvan Türkü Festivali’ne ilk kez katıldım.
AArguvan’da insanlarla bir arada olmaktan mem-
nuniyet duyduğumu ifade etmek isterim. Gittiğim her
yerde karşılaştığım herkesle Ali Asker olarak değil, Ali
olarak tanıştım. Arguvanlılar ülkemizde dostluk ve
özverinin önemsendiği, örnek alınacak bir dayanışma
sergiliyor. Eğer uzakta olan insanlar Arguvan’ı tanımak
istiyorsa türkülerini dinleyip semahlarını izleyerek o
samimiyeti kolayca yakalayabilirler. Arguvan’da ilçe
merkezinde olsun, gittiğimiz köylerde olsun, insanların
çok sıcak ve samimi duygularla karşıladıklarını gördüm.
Arguvan hem kültürel değerlerine sahip çıkıyor, hem de
bir arada yaşamanın en güzel örneğini sergiliyor. Bu
bakımdan Türkiye’de önemli bir ilçe olduğunu ispat-
lamıştır.
Bu güzel dayanışma örneğini sergiledikleri için kutluyorum ve başarılarının devamını diliyorum…
DÜNYA MÜZİKLERİ BİR KEZ DAHA ARGUVAN’DA YANKILANDI
(Ali Abbas Aslantürk)
rguvan
9.
AUluslararası
Türkü festivalini
geride
bıraktık.
Sınırları
aşan,
Dünya halklarının
müzikleriyle
b u l u ş a n ,
Amerika’nın yerleşik halkı olan Kızılderili Pucaramanta’sıyla, Balkan
müziğinin güçlü sesi İmsan Salkan’ıyla buluştu Arguvan
coğrafyası. Dünya müzikleri bir kez daha Arguvan’da
yankılandı. Bir kez daha doldurdu festival alanını, aydınlar, yazarlar, çizerler, köylüler, emekçiler ve gençler.
Festival organizasyonunda önemli olan, icraat ve işlevdi.
İnanıyorum ki; herkes üzerine düşen görevi layıkıyla
yaptı, en azından yaptığı işin bilincinde ve sorumluluğunda idi. Zaten önemli olan da bence bu. Başarının ölçüsü
yok. Şu bir gerçek ki, en iyisini yapmaya gayret ettiler.
Herkesi mutlu etmek mümkün değil zaten, çaba da bunun
için değildi, türkülere, kültüre ve insana hizmet edilmeye
çalışıldı ve de büyük ölçüde başarıldı. Eleştirilere kulak
verildi ve daha çok Arguvanlı sanatçılara yer verildi, bu da
bir sorumluluk örneğiydi. İnanıyorum ki, daha büyük
başarılara imza atılacaktır, daha güzel şeyler yapılacaktır,
yeter ki; inanalım ve destek verelim. Emeği geçen herkese
teşekkür eder saygı ve sevgilerimi sunarım. Türküler
kılavuzunuz olsun…
İÇİ GÜLEN BAKIŞLARI VE SAMİMİYETİ GÖRDÜM
(İmran Salkan)
u festivale davet edildiğim gün çok heyecanlandım.
BMalatya Arguvan’da Balkan türküleri söyleyecektim.
Hiç bilmedikleri dildeki bu şarkıları beğenirler mi, dinlerler mi, nasıl karşılanırız diye açıkçası endişe ediyordum.
Sahneye çıktığımızda aldığımız alkışları, içi gülen
bakışları ve samimiyetlerini görünce her şey değişti.
Bu topraklarda farklı etnik kökenden insanlar yanyana
yaşayıp aynı sevinçleri aynı acıları paylaşıyor.
Türkülerimiz farklı dilde olsa da aynı duyguları dile
getiriyor. Kardeşlik şemsiyesi altında, türkülerle birleşmemizi, kaynaşmamızı sağlayan Arguvan Belediyesi,
Arguvan ve Köyleri Eğitim Kültür Vakfı yöneticilerine ve
14
emeği geçen herkese sonsuz teşekkür eder, başarılarının
ve çalışmalarının devamını dilerim.
Sanatçı Gözüyle Festival
MERKEZİNE İNSANI, TÜRKÜLERİ ALAN BİR
FESTİVAL (Grup Munzur)
rup Munzur olarak ilk defa Arguvan Türkü Festivali’nde
Gbulunduk. Yoğunluğumuzdan kaynaklı festivalin 2.
gününde Arguvan’da olabildik. Dolayısıyla bir önceki gün ve
2. gün gündüz programını takip edemedik. Arguvan Türkü
Festivali’nin uzun yıllardır yapıldığını biliyorduk ve takip
ediyorduk. Böyle küçük bir ilçenin yaptığı fakat sınırları aşan
nadir festivallerden biri bizce. Bunun nedeni de türkülerin
gücü diye düşünüyoruz. Elbette emek veren arkadaşları da
unutmadan. Türküler halkın bağrından kopan, onların sıkıntılarını, acılarını, sevinçlerini, aşklarını, umutlarını, özlemlerini dile getirdiği için bu denli güçlü. Merkezine insanı,
türküleri alan bir festivalin, halk tarafından sahiplenilmemesi imkansız. Biz Arguvan’da halkla buluşan, popüler
kaygılardan uzak, kültürel öğeleri ön plana çıkaran, dillerin
kardeşliğinin olduğu bir festivale tanık olduk. Yaşlısıyla genciyle herkes tek yürek gibiydi. Sahnede Türkçe, Kürtçe
türküler söylendi, halaylar çekildi, ağıtlar yakıldı. Tam da
halkların kendi kültürleriyle ve dilleriyle türkülerini söylemeye hasret kaldığı bugünlerde Arguvan Türkü Festivali bu
anlamda örnek alınması gereken bir festival bizce. Her ne
kadar yer alamasak da sadece eğlenceye dönük değil, halkın
güncel siyasal yaşamı konusunda panellerin olması, köy
gezileri, şiir dinletileri, tiyatro gösterimlerinin de olması çok
anlamlı. Çünkü hayatımız abluka altında. Dört bir yandan
kuşatılmış durumdayız. Toplum olarak ciddi bir kültürel
deformasyon yaşıyoruz. Bu nedenle dünden daha fazla
halkın ilerici kültürel-sanatsal etkinliklere ihtiyacı var.
Dahası bu etkinliklere dahil edilmesi, söz söylemesi, emek
vermesi gerekiyor. Bizler biliyoruz ki bu tür festivaller sınırlı olanaklarla, büyük emekler harcanarak ortaya çıkarılıyor.
Dev bütçelerle oluşturulan, popüler isimlerle doldurulan
birçok festivalin erişemediği bir niteliğe sahip olduğunu
düşünüyoruz. İşte bu nedenle, görüntüye değil, içeriğe,
niteliğe sahip olduğu için ordaydık. Türkülerimizi,
marşlarımızı Arguvan halkıyla birlikte söyledik. Festivalde
yer almaktan onur duyduk. Dikkatimizi çeken olumsuz bir
şey vardı sadece. Hakim sistem halkı uyutmak, uyuşturmak
için elindeki bütün araçları kullanıyor. Alkol de bunlardan
biri. Küçük yaştaki kardeşlerimizin içki tüketiminde sınır
tanımaması dikkatimizi çeken, festivalin de içeriğine,
pratiğine ters düşen bir görüntü ortaya çıkarıyordu. Festivale
katılan ve bundan sonra katılacak olan dostlarımızın bu
konuda daha dikkatli, duyarlı olmalarını diliyoruz.
Son olarak şunu söylemek isteriz. Bu festival halkın
emeğiyle, kimi dostlarımızın yoğun çabasıyla, türkülerimizin
gücüyle hayat buluyor. Ancak bu şekilde gerçeğin, doğrunun,
halkın yanında kalmaya devam edeceğine inanıyoruz. Biz de
koşullarımız elverdiğince bu çabaya ortak olmaya devam
edeceğiz. Festivalde emeği geçen tüm dostlara teşekkür ederiz, emeklerine sağlık. Grup Munzur olarak tüm okurlarınızı
saygıyla, sevgiyle, eşit, özgür, kardeşçe bir dünyaya olan
özlemimizle selamlıyoruz.
TÜRKÜ SEVENLERLE MUHTEŞEM BİR
ATMOSFER YAŞADIM (Töre Anadolu)
rguvan, kültürünü, türkülerini geniş halk kitlele-
Arine duyurmuş önemli yörelerimizden biridir.
Bunu destekleyen de hiç şüphesiz
Arguvan
Uluslararası Türkü Festivali’dir.
Bu yıl katılmış olduğum Arguvan Uluslararası
Türkü Festivali’nde büyülendiğimi açıkça ifade edebilirim. Arguvan çok küçük ve şirin bir yer olmasına
rağmen türküleri ve kültürel zenginliğiyle namı
dünyalara yayılmıştır. Arguvan için başka ne söylenir
ki... Türkü sevenlerle muhteşem bir atmosfer
yaşadım.
Bir Türk Halk Müziği sanatçısı olarak kültürel
zenginliklerimizi türkülerimizi naçizane üzerime
aldığım sorumlulukla birlikte yaşatmaya çalışıyorum.
Başta Arguvan halkı olmak üzere, Arguvan Belediye
Başkanı Sayın Hüseyin Taştan’a, Arguvan Vakfı
Başkanı Sayın Mehmet Kızıldaş’a teşekkürü bir borç
bilirim.
15
Sanatçı Gözüyle Festival
HER ŞEY İNSANLARIN, HALKLARIN KARDEŞLİĞİ
İÇİN (Betül Tarıman)
zun zamandır görmek isteyip de görmediğim kentler
Uarasında yer alıyordu Malatya. Daha önce zorunlu
hizmet görevimi yapmak için düşünmüştüm bu kenti. Daha
sonra vazgeçmiş Kastamonu’ya tayin istemiştim. İşte sonunda Malatya’daydım. 9. Uluslararası Arguvan Türkü
Festivali’nde. Hem şiir okuyacak hem de türkü dinleyecektik. Türkülerin içinde insanı, şiiri arayacak, Arguvanlılarla
birlikte olacaktık. Yeni kent, farklı bir coğrafya… Hitit, Asur,
Selçuklu, Memlük eserleri ile iç içe. Tarihin tülden sayfalarını araladığımızda kim bilir karşımıza daha neler çıkacaktı. Kentin adı nereden geliyordu? Kimler ter düşürmüştü
bir yapının temellerine? Kim gözyaşı dökmüş, kim sevinmiş…
Kentin adı nereden geliyordu? Daha önce yaptığım okumalar kentin adının Hititçe’de “bal” anlamına gelen,
Melid’den türediğini söylüyordu. Bir süre sonra Asur ve
ardından Pers hâkimiyetine giren şehir, Milidia, Meliten gibi
adlarla da anılır olmuş, söylene söylene Malatya adını
almıştı.
Ve rivayetler… Aşka şeylere dair. Kentin tarihi
araştırıldığında meraklısına kent çeşitli imkânlar sunuyor. Bu
nedenle tarihi çok eskilere giden Malatya’da bulunmak, tarihi ve kültürel zenginlikleri olan bu kentin suyunu içmek,
sokaklarında dolaşmak insanı zenginleştiren bir sebep olsa
gerek. III. Hattuşil ve Muvatalli’nin bir zamanlar çizmeleri
ile çiğnediği bu topraklarda bir izde kendimizden bırakmak.
Elbette her şeyden önce Arguvan… İnsanların, türkülerin
kardeşliği… Savaşsız bir dünyayı özleyerek. Malatya’da
bulunduğumuz süre içinde bir sıcaklık duyumsadık derinimizde. Güleryüz… Anadolu insanının sıcaklığıydı bu. Biz
konuklarla herkes yakından ilgilendi. Eski bir Malatyalı olan
Arife Kalender orada bulunduğumuz süre içinde her daim
sorumluluğu üzerinde hissetti. Yakındık herkesle. Arife
Kalender, Haydar Ergülen, Ahmet Telli ile birlikte olmak…
Uzun yaz akşamları sohbetleri, Balkan türküleri ve Hozan
Fate’yi dinlemek… Kızılderili gurubu üyeleri ile karşılaşmak…
Bir yenisi düzenlenecek elbette seneye bu festivalin.
Arguvan yeniden türküye boğulacak. Bu ufak, sevimli ilçe
yeniden konuklarını ağırlayacak. Her şey insanların, halkların kardeşliği için…
KARDEŞLİK VE BARIŞ ÖN PLANDAYDI
(Aynur Güneş)
eğişen
global
dünyada,
insan
ilişkilerinin
ve
Dsamimiyetin donuklaştığı, menfaat ve çıkar ilişkilerinin
ön planda tutulduğu, sanal alemin insan duygularını
yozlaştırdığı ve her şeyden önemli olan kültürümüzün artık
yok denecek kadar azaldığı bu süreçte düzenlemiş olduğunuz
Arguvan Türkü Festivali için sonsuz teşekkürlerimi iletirim.
Biz sanatçılar görev ve sorumluluklarımız arasında yer
alan en önemli kriterimiz kültürümüzü yaşamak, yaşatmak
ve sonraki nesillere taşımaktır.
Düzenlenen bu tip organizasyonlar, festivaller ve etkinlikler
görev ve sorumluluklarımızı yerine getirmek için en uygun
platformdur.
Bu sene düzenlenen Arguvan Türkü Festivalindeki izlenimlerim;
• İnsan ilişkilerinin ve samimiyetin üst seviyelerde olması,
• Kardeşliğin ve barışın ön planda olması ve her ortamda
desteklenmesi,
• Memleketimizin dört bir yanından katılımların sağlanması,
• Festivalin coşkulu, eğlenceli bir ortamda geçmesi,
• Festival süreci boyunca, organizasyonda en ince ayrın-
16
t ı l a r ı n
düşünülmüş
ve organize
edilmiş
olması,
• Ulaşım,
konaklamanın
ve
misafirperverliğin son
d e r e c e
mükemmel
olması,
• Hizmet
kalitesinin
maksimum
seviyelerde
olması,
Arguvan
Türkü Festivalinde emeği geçen herkese sonsuz teşekkür
ederim.
M. Oktay Eroğlu
Aktüel
Şimdi Deprem
Haberleri!
J
apon bilim adamlarının ülkemizdeki Van
depremi ile ilgili yaptığı açıklamalar hepimizi
hayretler içinde bıraktı sayın seyirciler!
25 saniye süren deprem sonucunda binlerce
insanın enkaz altında kalmasından çok deprem sonrasında yaşananları hayretler içinde izlediklerini
söyleyen bilim adamları yeni bir tez geliştirdiklerini
ifade ettiler: BEYİN DEPREMLERİ!
- E-evet lütfen?
- “TV'lerde o garip
programları yapan
kişilerin depremzede
insanlar için söyledikleri sözler bizim tüylerimizi diken diken
etti. Görüyoruz ki hala bu programlar yayınlanıyor, izleniyor. Terör ve depremi yan yana
getiren internette yapılan yorumlar da bu tezi
yaratmamıza olanak sağladı.”
Konuya açıklık getiren uzmanlar şunları söylediler:
“Biz yüzyıllardır altımızda fay hatlarıyla yaşıyoruz. İsteseydik zenginliğimizle ülkeyi farklı bir
-Peki ne yapmalıyız?
yere taşıyabilirdik. Ama ülkemizi seviyoruz.
- “Ülke ülkedir, insan
Depremle yaşamayı
insandır. Ne doğuda, ne
7'den 70'e öğrendik.
batıda, BİRLİK'te yaşama
Bayram Oteli
Teknolojinin tüm
duygularınızı geliştirirYıkıldı!
a
d
m
ra
y
a
B
imkanlarını kullaseniz her depremin
nabiliyoruz. Deprem
üstesinden gelirsiniz. Bu
olduktan sonra herkes
da ilk önce eğitimle olur.
ne yapacağını
Bizler sizin kurtuluş
harfiyen bilir. Ülke
savaşınızdaki dünyaya
olarak birlik içinde
örnek olan milli
oluşan zararları en kısa
ruhunuza, dünyadaki en
büyük önderlerden
sürede tamir ederiz.”
Atatürk gibi bir lidere
sahip olmanıza her
-Bunları biliyoruz, hatta
gıpta ediyoruz. Peki, bu
zaman imrendik. Ülkenizin kıymetini bilin.”
beyin depremi nedir?
- “Depremden sonra ülkenizi izledik. Marmara
- Bu yıl Cumhuriyet Bayramı kutlamaları iptal
depreminde de olduğu gibi televizyonlar çürük
edildi, biliyor musunuz?
yapıları, hırsız müteahhitleri, devletin ve yerel
- !!!??????
yönetimlerin bu konuda gerekli adımları
atmadığını yazdılar. Bunca depremden sonra
- Ne oldu, neden şaşırdınız, neden titriyorsunuz?
hala bunları konuşuyor olmanız beyin depremi
- Beynimizde deprem olmaya başladı!...
değil de nedir?”
***
- Peki başka?
Bir Japon Atasözü der ki:
- “Yapılan yardımlar doğru düzgün dağıtılaYerdeki değil, beyindeki deprem öldürür.
madı. Diğer yandan bir çadır, bir erzak kolisi için
Bu yazı yazıldıktan kısa bir süre sonra
herkes birbirini ezdi. Sonra suç yağmacının oldu.
Van’da hasarlı olduğu bilindiği halde
İnceledik, valiliğin sitesinde depremden, ölü,
içinde kalınmasına müsaade edilen
yaralı, kayıp haberlerinden başka her şey var.
otelin artçı depremle yıkılması sonuDaha söyleyelim mi?
cunda bir Japon doktor enkaz altında
kalarak hayatını kaybetti.
17
Hatice Eroğlu Akdoğan
Kadın
SICAK GÜNDEM:
KADINA YÖNELİK ŞİDDET
adına ilişkin sorunların son yıllardaki yoğun
gündem konularından birisini kadına yönelik ölümcül boyutlarda seyreden şiddet
olduğu aşikârdır. Gazetelerde ve televizyonlarda yer
alan toplumsal olaylara ilişkin ya da cinayet olaylarına ilişkin haberlerin günde en az birinin şiddet gören
kadınlarla ilgili olduğunu bilmekteyiz. Olayın çokluğundan kaynaklı olarak önceden yıllık yapılan
sayısal açıklamalar artık aylık olarak yayınlanmaktadır.
K
Kocası, boşandığı eski kocası, oğlu, yakın akrabası
olan bir erkek tarafından öldürülen kadınların sayısı
son on yılın verilerinde 4399 olarak görünmekte.
Mesela magazin ve üçüncü sayfa haberleri denilen
biraz da sıradan uydurma/abartma şeklinde haber
sayfası olarak düzenlenen gazetelerin haberleri bir
yana bırakıp, Cumhuriyet gazetesinin üçüncü sayfasında kadınların başına gelenlerle ilgili haberlerden
sadece 4-5 günlük kesitinden kısa bir seçme
yapıldığında karışımıza şu başlıklar çıkıyor:
“Mersin’de bir kadın eşi tarafından taşla öldürüldü.
Rize’de ise 8 aylık hamile kadını kardeşi vurdu.” “ 10
yaşımda gelin gittim. Kaynım ben ekmek yaparken
bıçaklayıp, kapıyı üstüme kapattı.” “Yine kadın
cinayeti” “Kocası öldürdü yol kenarına attı.”
“Cezaevinden çıktı. Yine bıçakladı.” “Erkek arkadaşı
var diye kızını boğdu.” “Ayrı yaşadığı eşini öldürdü”
“20 yaşındaki kadın başındaki tülbentle boğularak ve
bıçaklanarak öldürüldü.” (10-14 Ekim 2011 tarihli
Cumhuriyet gazetesinden)
Yukarıdaki başlıklar kadına yönelik şiddetin birkaç
günlük bilânçosunun sadece bir kaçı. Basına yansımayanlar ise olayların cabası. Tabi bu durumda ister
istemez insanlar kendi kendine sorabiliyorlar:
Gerçekten kadınlara karşı erkeklerin uyguladığı şiddet olayı neden arttı? Kimi de, aslında bugün düne
göre artmadı, sadece basına daha fazla yansıdığı için
öyle görünüyor görüşünde olabilir. Yine kimi için ise
bunu erkeğin kadına yönelik şiddeti boyutunda
tanımlamak doğru değil, buna bakılırsa kadının da
erkeğe uyguladığı şiddete ne denilecek şeklinde
görüşler belirebilir.
Elbette ki, tek tek tikel görüşlerin farklılığı olayın
toplumsal boyutunu ve ortak bir odak çıkış noktası
18
olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Bir kere bilinçli kadınlar feodal, kapitalist mülkiyet ilişki
düzeninin aynı zamanda erkek egemen cinsten yana
olduğunun farkındalar. Feodal düzenden söz etmemizin nedeni, feodal değer yargılarının ülkemizde
kadın üzerinde hala bir güç olduğundandır. Kadına
uygulanan şiddetin arka planına baktığımızda ise
genel olarak feodal ve kapitalist değer yargılarıyla
olan bir çatışmanın varlığını görüyoruz. Kadının
giyim tarzından tutun, eğitim, iş, eş seçimi gibi A’dan
Z’ye her alanda erkek egemen ilişkileriyle çatışık bir
yaşamı vardır. Çatışma sürecinde güçlü olan, sahiplik
duygusu hukuki ve toplum ahlakı tarafından kendisine hak tanınmış olan erkektedir. Erkek de kendine
tanınmış bu hakkı kadına karşı her şekilde (psikolojik, fiziksel, hukuksal, ekonomik) kullanıyor. Çatışmanın odağı erkeğin kadını da diğer mülk unsurları
(para, araba, ev, eşya vs.) gibi cansız-duygusuz bir
varlıkmış gibi içselleştirmiş olarak kendi tasarrufunda görmesi noktasında başlamaktadır. Kızının erkek
arkadaşı var diye öldürüyor. Boşanacağım diyen
karısına yol ortasında kurşun yağdırıyor. Facebook’ta
“ilişkim yok” diyen karısını öldürüyor. Yengesini
bıçaklıyor vs.vs. Tabi bunlar şu veya bu biçimde
ortaya çıkan sadece birer sonuç. Günümüzde yoğun
olmasının nedeni ise, sosyal ve ekonomik ilişkilerde-
Kadın
ki çok hızlı gelişen ilerleme ve buna bağlı parçalanmalardır.
karşı mücadele eden Mirabel Kardeşler denilen 3
kadının tecavüz edilerek öldürülmesinin anısına verilen bir önerge doğrultusunda BM bu günü kadına
yönelik şiddete karşı bir protesto günü olarak ilan
etmiştir.
İçinde kadın veya erkek olsun toplumu bir bütün
olarak uyuşturan medya, bir yanıyla da kadının kendisine özgür bir birey olarak davranması noktasında
bir yaşam tarzı da aşılıyor. Kadın kendisine ve çocukÜlkemizde de yaklaşık 10 yıldan beri 25 Kasım’da
larına iyi bir yaşam sağlayabilmek için çalışmak kadına yönelik şiddete dikkat çekmek açısından
istiyor. Feodal yargıların hâkim olduğu yerlerde kız çeşitli etkinlikler yapılmaktadır. Hem 25 Kasım’da,
çocukları kuma verilmeye, istemedikleri kişilerle hem şiddetin güne damgasını vurduğu zamanlarda
zorla evlendirilmeye karşı koyuyor. Kendine ait özel kadın örgütleri ve kadın hakları savunucuları alanlarbir telefonu varsa kendine ait özel ilişkiler kuruyor. da, adliye önlerinde kadın cinsine karşı ileri boyutlara
Zorla evlilik yerine gönlüne göre evlilik yapmayı varan olaylara karşı sesini yükseltmektedir.
düşünüyor.
Evliliğinde sorunlar yaşadığında,
aldatıldığında boyun eğmeyi değil ayrılmayı günKadına Karşı Şiddet Fiziki Boyutunu
deme getiriyor. Tüm bu noktalar
Aşmıştır
kadının
geleneksel
değer
Sayılarla erkek şiddeyargılarının hamiliğini yapan
Kadına karşı şiddetin en görütiyle öldürülen kadınlar:
evdeki erkekle çatışmasının
nen şekli kuşkusuz fiziki
2002: 66 kadın, 2003:
nedenleri haline geliyor. Eğer
(öldürme, yaralama, hapsetme)
83
kadın, 2004:164 kadın,
kadının bir işi yok ve kendi ayakşiddettir. Bunun en çok gerçek2005:317 kadın, 2006:663
ları üzerinde duramayacak durumleştiği alan ise ev ortamıdır. Şidkadın, 2007:1011kadın,
da ise kendisine sahip çıkmayan
detin basına yansıyan çarpıcı
ailesi ve ayrılmak istediği kocası
2008:806 kadın,
sonuçlara yol açan bahaneleri
arasında açıkçası sürünmeye,
2009:953kadın,
dışında sudan diyebileceğimiz
ölüme itiliyor. Boşanıp kendine
bahaneleri de var. Kadın; yemeğin
2010:337 kadın.
ayrı bir hayat kurduğunda bile
tuzlu ya da soğuk olması, kapıyı
bunu içine sindiremeyen eski
geç açması, sobanın yanmaması,
kocasının ölümcül şiddetiyle haygiysileri iyi ütüleyememesi,
atı kararıyor. Yani basmakalıp, gerici, ilişkilere karşı doğurduğu çocuğun babaya benzememesi, hasta
ayakları üzerine doğrulmaya çalışan kadınlar erkek olması, iyileşememesi, çalışmak istemesi, erkeğin
egemen duvara çarparak yaralanıyor ya da ölüyorlar. tuttuğu takımın yenilmesi, erkeğin işsiz kalması, evde
Olaylar ise iktidar yetkililerinin zaman zaman dillendirdiği gibi münferit hiç değil. Ayrıca dünyanın
her yerinde kadınlarla ilgili olan olayların ötesinde
bir boyuta sahip. Kadınların sorunlarıyla ilgilenen
kadın kuruluşlarının, bilinçli aydın kadınların soruna
bugün daha ciddi yaklaşımları da tabii ki tesadüfî
değil. Kadınların % 43’ünün şu veya bu şekilde
şiddete muruz kaldığı bilinen bir gerçek iken, şiddetin günümüzdeki vahşet boyutu sorunun ayrı ve
önemli bir yüzünü oluşturuyor. Gerçekten ülkemizde
kadına karşı erkek egemen bakış açısının sonucu olan
ciddi bir şiddet olgusunun varlığını hiç olmadık kadar
duyumsuyoruz. Zaten dünyada da güçlünün güçsüze
egemen olmaya çalışmasının bir çabası olarak, kadına yönelik şiddet göz ardı edilebilen bir olgu değildir.
Bunun için Birleşmiş Milletler 1999 yılında aldığı
bir kararla her yılın 25 Kasım gününü
Uluslararası Kadına Karşı Şiddete Hayır günü
olarak seçmiştir. “Neden 25 Kasım?” diye sorulursa;
Dominik Cumhuriyeti’nde 1960 yılında diktatörlüğü
ekonomik sıkıntı yaşanması gibi şeyler bahane edilerek dövülmektedir. (Şefkat-Der- Kadın Hayata
Tutunma Evleri Raporu’ndan- 23 Kasım 2008)
Uzmanlar kadına yönelik psikolojik, ekonomik ve
toplumsal şiddetin de söz konusu olduğunu belirtiyorlar. Psikolojik şiddet kadının geleneksel olarak kendisine biçilen kadın rolünün dışına çıkılmaması
karşısında kadının ruhsal olarak yaşadığı baskılanmayı ifade eder. Ki kadınların çoğunluğu psikolojik
baskıyı içselleştirmiş olduklarından kendisine biçilen
cinsiyetçi rolün dışına çıkmayı düşünmemektedir.
Ekonomik şiddet ise kadının başta para olmak üzere
kadının elindeki maddi varlıklara el konulması veya
kadının parasız bırakılması durumudur. Toplumsal
şiddet ise aslında kadına yapılan her tür şiddetin
toplamıyla birlikte cinsiyetçi rolün dışına çıkan,
boyun eğmeyi reddeden, geleneksel değer yargılarını
zorlayan kadınların akraba, komşu, arkadaş vb. gruplar tarafından dışlanmasını, onlardan tarafından kabul
görmemesini ifade eder.
19
Hikaye
Hasan Aksoy
Mor Dut
öyde Solmaz Kadın kızgındı, öfkeliydi, burnundan
soluyordu. Tombul yanakları kıpkırmızıya kesmişti.
Kan ter içinde çırpınıyordu. İşte bu haldeyken;
- Seni lanet seni, seni canavar seni, Allahın belası seni, buldun belanı sonunda.. Çekirge bir sıçrar, iki sıçrar, diye
söyleniyor, önüne gelen taşları, kesekleri topluyor, üst üste
yığıyor, onları bir harman haline getiriyordu..
Oğlunu, mahallenin çocuklarını çağırsın, onları toplasın
diye görevlendirmişti.
- Bütün arkadaşlarını çağır, hepsini buraya topla. De ki,
anam size tarhana verecek, iğde verecek, kaymaklı yufka verecek de. Gelin, bizim dereye gelin de..
Solmaz Kadın’ın gövdesi asırlık dut ağaçları gibi kalındı.
İki kişi sarılsa kolları kavuşmaz.. Her bir kalçası su değirmeninin taşları gibi, büyük, geniş.. Yanaklarından sanki kan
fışkırıyor.. Bilekleri tombul, kalın; köy evlerinin tavan
döşemeleri gibi..
Solmaz Kadın taşları topluyor, telaşla üst üste yığıyordu.
Manzara, bir ordunun hücum öncesi yaptığı hazırlığı andırıyordu. Çağrıyı duyan çocuklar neden çağrıldıklarını anlamaya
çalışıyor, biraz şaşkın, biraz heyecanlı koşturuyorlardı. Onları
gören Solmaz Kadın;
- Gelin yavrularım, gelin kuzularım.. Toplanın.. Ben sizin
elinize, ayağınıza kurban olayım, diyordu.
Hep ürktükleri, korktukları dev yapılı kadının söylediği bu
sözler gariplerine gidiyor, şaşırmış bir halde bekleşiyorlardı.
- Siz de taş toplayın aslanlarım, büyük, küçük demeyin,
aha bu taşların üzerine yığın. Gadalarınız bana gele..
Anasının verdiği talimatı harfiyen yerine getiren Selim
bütün çocukları haberdar etmişti. Kimisi derenin alt tarafından,
kimisi üst tarafından, her köşeden bir çocuk çıkıp geliyordu.
Selim’in bir gözü şaştı, küçükken ağabeyleri ve ablaları ile
yaramazlık yaptıkları bir sırada, Solmaz Kadın elindeki çalı
süpürgeyi fırlatmış, aksilik bu ya süpürge Selim’in gözüne isabet etmişti. Ağlamış da ağlamıştı. Günlerce gözünden sular
akmıştı. Gözüne sütün kaymağından sürmüşler, otlardan
yapılan lapayı sarmışlardı. İşte bu olayda gözü yarı kör, yarı
şaşı kalmıştı. Selim’in adı da çocuklar arasında Şaşıbeş Selim
olmuştu. Doktora götürmemişlerdi. Zaten kazalarda, hastalıklarda pek doktora gidilmezdi bu köylerde. Ya çaresizlikten,
yokluktan, ya da böyle gördüklerinden. En çok;
- Geçer, geçer, bir şey olmaz, sözü kullanılırdı. Değerli bir
ata sözüymüşçesine..
Bekleşen çocuklardan biri ;
- Solmaz Hala, bizi çağırmışsın, geldik. Niye çağırdın ki
bizi? diye sordu.
- Söyleyeceğim kuzum, şimdi size diyeceğim. Herkesler
geldi mi ?
Çocuklar hep bir ağızdan;
- Hepimiz buradayız, dediler.
Solmaz kadın, öynüğüne toplamış olduğu son sefer taşları
da boşalttı. Alnında domur domur olan terleri öynüğünün
ucuyla sildi. Çocuklara el etti;
- Toplanın kuzularım, şu taşların etrafında toplanın, dedi.
K
20
Çocuklar
koşuştular, taşların
etrafında bir halka
oluşturdular. Hepsi
bu dev kadının
ağzından çıkacak
sözcükleri bekliyordu.
- Arkanızı
dönün, dedi,
Solmaz Kadın,
Dönünde şu dut ağacına bir bakın!..
Az ötede, derenin kenarında ki dut ağacını gösteriyordu.
Deminden beri taş toplayan Solmaz Kadın’ı izleyen çocukların o tarafa bakmak akıllarına bile gelmemişti. Şimdi şok
olmuşlar, ağızları açık dut ağacında ki korkunç manzaraya
bakıyorlardı.
Kahve, siyah tonlarda, kırçıl, tüylü bir kedi, boynundan
geçirilmiş bir iple dutun dalına asılmış, öylece sallanıyordu.
Çocuklar şaşkın, büyümüş gözlerle bakıyorlardı. Kim, neden
asmıştı bu kediyi?.. Hem kadın neden kendilerine gösteriyordu. Bu şaşkınlığı, ürkütücü ortamı, bir o kadar ürküten sesiyle
Solmaz Kadın bozdu.
- Hadi yavrularım, alın şu taşları, alında şu yedi canlı lanet
hayvana atın. Hem de tüm gücünüzle fırlatın. Kafasına,
gözüne, neresi rast gelirse.. tüm gücünüzle.. deyip, koca bir
taşı sallanmakta olan kediye doğru fırlattı. Önce oğlu Şaşıbeş
Selim, sonra birkaç çocuk, sonra diğerleri.. Kaptıkları gibi
taşları kediye fırlatıyorlardı. Taşlar yağmur gibi yağıyordu.
İsabet ettikçe kedi kasılıyor, çırpınıyor ve sallanıyordu..
Çocuklar taşları fırlatırken, kendisi etraftan taş topluyor,
adeta cephane takviyesi yapıyordu. Bazı çocuklar isteksizce
taşlıyordu, sanki bilerek isabet ettirmiyordu. Kediye acıdıkları,
üzüldükleri yüzlerinden okunuyordu.
Büyük çoğunluğu ise var güçleriyle fırlatıyorlardı. Ara
vermeksizin, hedefe nişan alan bir keskin nişancı gibi.. Taş
hedefi bulmadıysa daha yakına gidiyor, taşları oradan atıyorlardı. Taşları büyük bir hınçla atan çocuklar, babasından,
anasından, okulda öğretmenden dayak yiyen, bolca mahalle
kavgası eden çocuklardı. Hele Kör Bektaş’ın oğlu Hüseyin..
Başı o çekiyordu. Babası olacak Bektaş zalim mi, zalim.
Karısını havadan, sudan sebepten döver, kolunu, kafasını
kırardı. Hüseyin’in yediği dayağın haddi hesabı yoktu. Bir
keresinde kulaklarını o kadar şiddetle çekmişti ki, kulak
memeleri yanağından ayrılmış, çocuğun yüzü kanlar içinde
kalmıştı. Şimdi fırlattığı taşlar kediye isabet ettiğinde, sanki
babasına değiyor, onun canını acıtıyor, yediği dayakların
öcünü alıyordu. Vücudunda ki acılar sanki uçup gidiyordu.
Taşların bittiğini gören Solmaz Kadın;
- Hadi ben size kurban olmuşum, attığınız taşarlı toplayın
getirin. Getirinde bu mırdar hayvana yeniden atın. Bu pisiğin
(kedinin) canı çıkmadan gitmek yok..
Solmaz kadının kocası yıllardır yurt dışında gurbetteydi.
Yılda bir ya da iki yılda bir izine gelir, bir ay kadar kalır ve
Hikaye
giderdi. Solmaz Kadın, altı çocuğa hem analık, hem babalık
etmeye çalışıyordu. İşte Solmaz Kadın’da bu astığı kedinin
bedeninde rahatlıyor gibiydi. Sanki kocasından hıncını alıyordu. Yalnızlığın, çaresizliğin, erkeksizliğin acısını çıkarıyordu.
Taşlar kediye değdikçe acısının bir parçası süzülüp gidiyordu.
Başından beri isteksizce taş atan çocuklardan biri;
- Solmaz Hala bu kediyi kim astı buraya, hem ne günahı
var ki taşlıyoruz, yazık değil mi, dedi. Solmaz Kadın hınçla
çocuğa baktı ve gürledi;
- Ben astım ulan ben, it dölü.. Keyfimden mi astım, bu
lanet hayvan bana neler çektirdi biliyor musun? Benim nice
emeğimi zehir etti.. Hırsız, namussuz.. Kaç kazan sütümü,
yoğurdumu, kaç süzek peynirimi harap etti.. Ben ne ettimse bu
lanetin hırsızlıklarının önüne geçemedim. Kazanda koruyamadım, selenin altında koruyamadım, küpte koruyamadım..
Yakalayana kadar neler çektim.
Solmaz Kadın’ın kediyi yakalaması kolay olmamıştı. Ne
tuzaklar hazırlamış, ancak tuzaklardan ustaca kurtulmuştu.
Taki son tuzağa kadar. Solmaz Kadın, selenin altına bir kapla
süt koymuş ve yüklüklerin arkasına saklanmıştı. Kedi, pencereye cam yerine hamurla yapıştırılmış olan kağıdı yırtmış ve
içeri süzülmüştü. Kimselerin olmadığına kanaat getirmiş
olmalı ki selenin altına girmişti. Solmaz Kadın yüklüklerin
arkasından koşarak gelmiş ve selenin üzerine çökmüştü.
Yakayı ele veren kedi ne yapacağını şaşırmış, selenin altında
sıkışıp kalmıştı. Solmaz Kadın öfkeyle selenin üzerinden bir
delik açmış, kedinin bağırtısına, ellerini tırmalamasına aldırmaksızın gırtlağından yakalayıp dışarı çekmişti. O hırsla
birkaç kez yere çarpmış, sonra da bir çuvalın içine tıkmıştı.
Kedi korkudan böğürürcesine miyavlıyordu. Çuvalın içinde
nafile gidip geliyordu. Solmaz Kadın eline geçirdiği sopayla
çuvalın içindeki kediye hınçla vuruyordu. Kedinin bağırtısı
arttıkça, darbelerin şiddeti artıyordu. Bir süre sonra kedinin
sesi zayıfladı, hareketleri yavaşladı. Daha sonra sesi kesildi,
çuval kıpırdamaz oldu. Solmaz Kadın çuvalın ağzını iyice
sıkıştırıp, öylece dışarı bıraktı. Sabahleyin ilk iş olarak çuvalı
açan Solmaz Kadın, kedinin kıpırdadığını görünce çılgına
döndü. Bunun üzerine boynuna kalın bir ip geçirdiği gibi
getirip bu dutun dalından sallandırdı.
Şimdi bir dutun dalında sallanan, çocukların yağmur gibi
yağdırdığı taşlara maruz kalan kedi rahmetli Mahmut gillerin
kedisiydi. Bu köylerde herkesler gibi Mahmut’un çocukları da
çekip gitmişler, şehirde yaşıyorlardı. Önce hanımı Asiye, en
son da Mahmut geçen yıl vefat etmişti. Mahmut’un ölümüyle
de bu ocak sönmüştü. Artık hayat belirtisi yoktu bu köy evinde, bahçede, ahırda.. Her sönen ocağın, evin yetimleri kalırdı
geride; dut, iğde, kayısı ağaçları, ille de kediler.. Ağaçlar su
isterdi, kediler yiyecek.. Kediler bulursa fare, serçe şu bu yerdi.
Bulamayınca da böyle hırsızlık etmek zorunda kalırlardı. İşte
şu an sallanan kedi de bu kaderi yaşıyordu.
Solmaz Kadın, parmaklarından sızan kandan habersiz, yerden taş sökmeye çalışıyor, bir yandan da çocukları hırslandırmaya çalışıyordu.
- Hadi yavrularım, hadi kuzularım, yedi değil yetmiş canlı
bu yaratık.. Daha fazla taşlayın, nefesi tükensin, tükensin ki
ben de kurtulayım.
Evet, bunca canı acımış çocuğun, Solmaz Kadın’ın bedenlerine işlemiş acılar bugün ipte sallanan kediye geçiyordu. Acı
öyle bir şeydi ki, insan bedeninde gezinir dururdu. Kabul
etmezdi insan bedeni, bir başka hayvana, insana, canlıya
aktarıldığında rahatlayabilirdi. Onun içindir ki kulağı sızlayan
Hüseyin, okulda öğretmenin demirle dövdüğü Hasan hınçla
taşlıyordu kediyi. Böyleydi işte insanoğlu, kocasından dayak
yiyen kadının gücü çocuklarına yeterdi, öldüresiye döverdi
onları. Ağanın baskısına, aşağılamasına maruz kalan marabalar öküzlerden, eşeklerden çıkarırlardı acısını. Her yıl onlarca öküz, eşek ölür ya da sakat kalırdı. İhanete uğrayan bir
kadın, kendisi de evli bir erkeği seçer, yaşadığı acıyı bir başka
kadına aktarır, bu yolla intikamını aldığını zannederdi. Acı
durmuyordu insan bedeninde, varlığı huzursuzluk, öfke, sonrasında şiddetti.. Bir başkasına geçmeden olmazdı..
Ama mutluluk böyle değildi işte. İnsan kendinde tutardı
mutluluğu, neşeyi, huzuru.. Paylaşmak istemezdi, azalacak ya
da bitecek korkusunu yaşardı. Gitmesin isterdi kendinden.
Başkalarının mutluluğu da olumsuz etkilerdi insanı; sanki
kendi payından çalınmış gibi..
İşte tüm bunlar yaşanıyordu yeryüzünde. Acılar çoğalıyor,
bedenden bedene geçiyor, en çokta çocuklar, hayvanlar ve
güçsüzlerin bedeninde toplanıyordu.
Kedi ipte sallanıyor, taşlar hala yağıyordu. Belki de
ölmüştü, yada yarım candı.. Eğer öyle ise kim bilir aklından
neler geçiyordu. Sahiplerinin hayatta olduğu o mutlu günlerinden birinde olmayı ne çok isterdi şimdi. Evde ki fareleri
yakaladığında sahiplerinin mutlu olduğunu, kendisine şevkat
dolu sözler söylediğini, sevdiği yiyeceklerden verdiklerini
biliyordu. Onun için yakaladığı fareleri ağzına alır dolaştırır,
illa da sahipleri görsün isterdi. Yine birgün yakaladığı fareyi
almış, sahiplerinin gelip – geçtikçe görecekleri duvarın dibine
bırakmıştı. Kendisi de sabah güneşinin altında duvarın dibine
uzanmış, fareyi kendinden az ötede tutuyordu. Hem
güneşleniyor, hem de çalagöz yarım canlı fareye bakıyordu.
Fare kıpırdayıp, bir iki adım uzaklaştığında, yattığı yerden
pençesini sallıyor, farenin tenine geçirdiği tırnaklarıyla
kendine doğru çekiyordu. Sahibinin geçtiği sırada doğruluyor,
iyice yere yapışıyor, kafasını ön ayaklarının üzerine koyuyor,
kulaklarını kısıyor ve yıldırım hızıyla farenin üzerine atılıyordu. Tırnaklarını geçirdiği fareyle toz duman içinde birkaç takla
atıyor, sonra tekrar duvarın dibine bırakıyordu. Bu oyun
saatlerce sürerdi, ta ki sahibi ilgiyi kesene kadar..
Artık bu mutlu günleri göremeyecekti, hayal bile edemeyecekti. Çünkü son kontrollerini yapan Solmaz Kadın
kedinin öldüğüne kanaat getirmişti. Çocuklardan biri ağaca tırmandı, ipi çözdü ve kedi kanlar içinde yere düştü. Kediyi
sürükleyip dereye attılar.
- Siz sağolun kuzularım, hadi bize gidiyoruz. Size söz
verdiğim gibi tarhana, iğde vereceğim. Kaymaklı yufka vereceğim.
Büyük bir kısmı gitti çocukların. Küçük bir grup kalmıştı
ve hemen hemen aynı şeyi düşünüyorlardı; o kadın bir katildi,
onun elinden hiçbir şey yenmezdi.
Evlerine dağılan çocuklar, olayı analarına, babalarına
anlattılar. Kimisi kadına sövdü, kimisi, “iyi etmiş” dedi.
Küfürbaz Musa, “ herifsizlik başına vurdu kahpenin” dedi..
Yıllardır mor dut diye bilinen ve meyvesi morun türlü renklerini taşıyan ağacın bu olayla kaderi değişti. Artık o güzelim
mor dutun yüzüne bile bakmaz olmuşlardı. Çünkü, o günden
sonra mor dutun adı “ kanlı dut “ oldu. Çocuklar ;
- Bu duta, asılan kedinin kanı bulaşmış, derlerdi.
21
Betül Tarıman
Şair
KİM VAR İMİŞ, BİZ BURADA YOĞ İKEN*
İ
nsan binlerce yıldan beri yazıyor ve söylüyor. Duyguları
düşünceleri harf harf dökülüyor kâğıda. Kimi zaman
belki içinden geldiği gibi kimi zaman otoritenin karşısında ya da ona biat ederek. Kiminin belki kalmak gibi bir derdi
var geleceğe kiminin de derdi kendini ifade etmenin bir yolu
olarak yazmak. Öyle ya da böyle yazıyor kalem elde yazan
yaşadığı coğrafyayı, o coğrafyanın kendine hissettirdiklerini,
aşklarını, kederlerini, sevinçlerini. Belli ki yaşadığı
coğrafyanın, kültürün onun üzerinde etkileri var. Çünkü her
eser belirli bir kültür içinde doğar, varlığını sürdürür. İşte; Türk
halk şiiri de belli bir kültür bağlamı içinde oluşmuş ve varlığını
sürdürmüştür. Tüm bunların yanı sıra başka kültürlerden de
etkilenmiştir. Bu kaçınılmazdır. Bu nedenle; Orta Asya, İslamArap kültürü, Anadolu ve Batı kültürü belki de Türk
kültürünün en önemli dört bileşkesi olarak göze çarparlar.
Türklerin İslamiyet’i kabul ettikleri 9. yüzyıldan Tanzimat’a
kadar geçen süreçte ortaya konulan eserlerin en önemli özellikleri “dini öz” taşımalarıdır. “16. yüzyıl ve sonrasında
dayandığı kültür birikimi nedeniyle eserler dini karakter taşımazlar.” Anadolu farklı bir coğrafyadır. Bu yeni coğrafyada
yeni kültür senteziyle oluşan Türk edebiyatı, daha çok Kur’an
ve hadisler, peygamber ve evliya hikâyeleri, tasavvuf, Arap,
Fars ve Hint edebiyatından aktarılan çeşitli eserlere dayanırlar. Bu nedenle tüm bunlar süzgeçten geçirilmiş ve
Anadolu’da çeşitli edebiyat biçimleri ortaya çıkmıştır.
Göçebe olarak varlıklarını sürdüren topluluklar içinden
çıkan âşıklar da göçebe kültürün etkisi görülmüş, köy ve kasaba kültürünün etkisiyle yetişen âşıklar, çevrelerine ait özellikleri ürünlerine yansıtmışlardır.
Türkler; İslamiyet’i kabul ettikleri 9. yüzyıldan itibaren
İslamiyet’in de etkisi ile yeni bir edebiyat oluşturmuş, bunu
oluştururken de eski sözlü gelenekten gelen pek çok unsuru da
korumuşlardır.
Edip Ahmet’in Atabet’ül Hakayık’ı, Kaşgarlı Mahmut’un
Divan-ı Lügat’it Türk’ü Yunus Emre’nin şiirleri halk edebiyatı ile İslami kültüre ait unsurların birleşmesi sonucu ortaya
çıkmıştır. Ve hatta 15. yüzyıla kadar yazılan eserlerde İslam
kültürü ile halk kültürünün iyi bir şekilde temsil edildiği de
gözlemlenmiştir. Fakat Fatih Sultan Mehmet ve Yıldırım
Beyazıt dönemlerinden sonra halk edebiyatına yeterince
önem verilmemiştir. Bu böyle olmakla birlikte, halk edebiyatının pek çok unsurundan yararlanıldığı da gözlemlenenler
arasındadır. Divan şiirinde Atasözlerinden deyimlere, Türk
halk masallarından halk hikâyelerine, bilmecelere rastlanmasının en önemli sebebi budur. Yüzyıllara vurduğumuzda
17. yüzyılda tablonun biraz değiştiği göze çarpar. Çünkü bu
yüzyılda kendini gösteren “mahallileşme cereyanı” halk edebiyatı ile divan edebiyatı arasındaki mesafeyi azaltmıştır. Bu
nedenle Nedim gibi bir şairin hece vezniyle türkü yazması
dikkatleri çeker.
Tanzimat fermanının ilan edilmesi ile birlikte pek çok alanda değişiklikler yaşanır ancak bu değişikler, edebiyatımızda
da kendini gösterir. Batıdan gelen değişikliklere açık olan ede-
22
biyatımız, halk edebiyatından da etkiler alır.
Tanzimat dönemi şairlerinden Namık Kemal,
halk edebiyat nazım şekillerine ilgi göstererek, bazı
ürünlerini halk edebiyatının etkisi ile yazar.
Bununla birlikte divan
edebiyatı ile halk edebiyatı arasında kalıp, ürün
veren şairler de yok
değildir. Bunlardan biri de
Recaizade
Mahmut
Ekrem’dir. Muallim Naci’nin ise halk şiiri nazım şekilleri ile
yazılan şiiri küçümsediği görülmüştür. Servet-i Fünun döneminde ise hece vezni ve halk şiiri nazım şekilleri ile yazanların başında Rıza Tevfik’in geldiği göze çarpar. Hatta bu
dönemde ortaya konulan eserler milli edebiyat akımı içinde
yer alan şairleri de etkilemiştir. Ki bu doğaldır. Etkileşim sürecek, maniler, ninniler, koşmalar, destanlar, “garip” döneminde de şimdi olduğu gibi şiirimizi etkileyecektir.
Bu nedenle, yapılan iyi okumalar bunun izini sürmemize
imkân verir. Enver Gökçe, Ahmet Arif, Cahit Külebi,
Gülten Akın, Yaşar Miraç, Hasan Hüseyin halk edebiyatından yararlanıp, şiirlerini halk edebiyatına dayandıran şairler
olarak göze çarparlar. Tabi bu bize onların, sadece halk
şiirinin kalıplarını kullanmış olduklarını göstermiyor. Aynı
zamanda, halk edebiyatı kaynaklı deneysel çalışmalar yaptıkları izlenimi de gösteriyor. Bunlardan daha sonra söz edeceğiz
elbette ama daha önce belki düne dönmek, dünle şimdi arasında bir bağ kurmak gerekli. Bu nedenle belki de akla ilk gelen
isimlerden biri Yunus Emre olsa gerek. Hayatı hakkında çok
az şey bildiğimiz Emre, Anadolu Selçuklu devletinin dağılmaya başladığı 14. yüzyılın ilk çeyreğinde, beyliklerin kurulmaya başladığı dönemde, Orta Anadolu bölgesinde yaşamış,
Hacı Bektaş Veli Dergâhında çile doldurmuş, dergâha hizmet
etmiştir. Anadolu’nun Moğol istilasına uğradığı süreçte, siyasi
çekişmeler, yağmalamalar onu derinden etkilemiş, zengin
fakir ayrımı yapmamış, hayatın gelip geçici olduğundan söz
etmiştir. 16. yüzyılda yaşadığı düşünülen Köroğlu ise eşitlik,
adaletten yanadır. “ Benden selam olsun Bolu Beyine / Çıkıp
şu dağlara yaslanmalıdır / At kişnemesinden kargı sesinden /
Dağlar seda verip seslenmelidir” derken ezilenlerden yana
bir tavır sergilemiştir. 18. yüzyılın son çeyreğinde doğup, 19.
yüzyılın ortalarında öldüğü bilinen Dadaloğlu’da Türkmen
topluluklarının Avşar boyundandır. Göçerlik koşullarını,
döneminde Orta Anadolu’da meydana gelen aşiret kavgalarını, aşiretlerin Osmanlı devleti ile savaşını anlatmış,
Türkmen boylarının halk Türkçesini kullanmıştır. Yunus
Emre, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Dadaloğlu gibi halk
ozanlarından etkilenen Âşık Veysel’de dinden siyasete,
doğadan toplumsal olaylara varıncaya kadar pek çok konuda
şiirler yazmış, kimi kez şiirlerini ince eleştirilerle süslemiştir.
Çağdaş şiirimize bugün bakıldığında dünün mirasının
Şair
özümsediği, verilen ürünlerin bir imbikten geçirilerek
damıtıldığı yeni bir biçimde modernize edilmiş bir şiire
varıldığı göze çarpar. Halk kültüründen, halk şiirinden beslenilir. Tam da burada akla Enver Gökçe gelir.
Enver Gökçe’nin, türkülere yaptığı göndermeler söyleyişine
zenginlik katar. “ Keban dedikleri bir küçük şehir”, “ üçten
beşten, senden geride kalan değilim” dizeleri bize onun halk
edebiyatından etkilenmiş olduğu izlenimi verir. Cemal
Süreya’ya baktığımızda ise onun şiirinde klasik şiirin
imgelerinin, halk şiirinin yalınlığının, modern şiirin anlam
oyunlarının bir arada olduğu gözlemlenir. Ve ayrıca şairin
mesleği gereği gezdiği kentler de; şiirinde, yer almıştır. Onun
“Güzelleme” adlı şiirine baktığımızda, bu şiirde halk ozanlarının söylemi ile en ufak bir bağ kurulmamakla birlikte, halk
şiirindeki güzellemelere göndermede bulunduğu, sevgilinin
güzelliğine duyulan hayranlığın anlatıldığı anlaşılmaktadır.
“Bak bunlar ellerin senin bunlar ayakların
Bunlar o kadar güzel ki artık o kadar olur
Bunlar da senin saçların işte akşamdan çözülü
Bak bu sensin çocuğum enine boyuna”
Yine; Cemal Süreya’nın “Di Gel” adlı şiiri bize Anadolu
ağıtlarını hatırlatır.
“Hem ayrıldık hemi de öldük
Kimimiz haritanın bir ucunda; kimimiz öbür
Kimimizin gözlerinde jandarma mavisi
Kimimizin bayrağı naftalin içinde”
Hasan İzzettin Dinamo’da toplumcu düşünceleri sebebiyle
tutuklanmış, cezaevinde kalmış, hece vezni ile şiirler yazan
şairlerimizden biri olarak göze çarpar. Onun “Bir Mapusane
Türküsü”adlı şiiri hece vezni ile yazdığı şiirlere örnek olarak
gösterilebilir.
“Bir Eyüp sabrıyla bekledim
Sabahı olmayan gecelerde.
Gül dalları yerine demir çubuklar vardı
Münzevi münzevi pencerelerde.”
Ahmet Arif’in Adiloş Bebe adlı şiiri de halk şiirinden izler
taşır. “Doğdun, / Üç gün aç tuttuk / Üç gün meme vermedik
sana / Adiloş Bebem, / Hasta düşmeyesin diye, / Töremiz
böyle diye, / Saldır şimdi memeye / Saldır da büyü…” Buna
A. Kadir, “Alır seni korum damla damla / Suyuma, ekmeğime,
aşıma / Kaygıma sevincime, acıma / Umuduma sabrıma,
gücüme.” Dizeleri ile katılır. Yaşar Miraç ise, Karadeniz
folklorunu, türkülerinin hareketliliğini ve sözlerini yeni bir
içerikle kullanır şiirinde. Hasan Hüseyin’in şiirinde ise
masal, tekerleme gibi halk edebiyatının izlerinin yer aldığı
görülür. Cahit Külebi şiirine baktığımızda ise, onun şiir
geleneğimizi özümsediğini, türkü tadı veren dizelerini, düne
belki de bir selam olarak algılamamız gerektiğini düşünebiliriz. Bu nedenle onun,
“Çamlıbel’den Tokat’a doğru
Tozlu yolların aktığı ırmak!
Ben seni çoktan unuttum,
Sen de unuttun mu, dön geri bak”
dizeleri önemlidir.
Çağdaş şiirimizde gelenek ve gelenekten yararlanma bu şekilde sürüp gider. Örneğin, Hilmi Yavuz’da Necatigil gibi
geleneksel olanı özümseyip, kendine özgü şiir yaratanlar
arasında yer alır. İçinde yaşadığı çağda köklerini arayan 80
kuşağı şairlerinden Hüseyin Ferhat’da eski Yunan kültürüne
duyulan sevgi, belirgin olmakla birlikte, 12 Eylül kıyımları,
pagan dinlere, özellikle şamanizme duyulan yakınlık, şiirinde
ön plana çıkmaktadır. Orta Asya’dan Yakın Doğu’ya, Ön
Asya’ya uzanan geniş bir coğrafyanın kucağında kurar şiirini
Hüseyin Ferhat. Bu nedenle, Ferhat’ın İmru’l Kays adlı
şiirinde yer alan şu dizeler önemlidir.
“ Kalmadı yatmadığım hane
Üryan girmediğim bahçe
İmru’l Kays’ı öldüren zehir
Bana da sunuldu kaç kere”
80 kuşağı şairlerinden Haydar Ergülen şiirine baktığımızda, onun da pek çok şiirinde halk kültünden, halk şiirinden
beslendiğini, özellikle coğrafyasındaki, Alevi halk kültürünü
şiirine taşıyıp, yaşadığı coğrafyanın kültürü ile şiirini
beslediğini görürüz. Haydar Ergülen’in, Üzgün Kediler Gazeli
adlı kitabında yer alan şiirlerde, halk edebiyatında yer alan ikilik ve dörtlük dizelerin, söylenen pek çok deyişin, her dize
sonunda birbirini izleyerek gelen uyak ve rediflerin Ergülen
şiirinde sürekli değil ama sıkça yer aldığını görmek mümkündür. Bu nedenle onun “İç Nefes” adlı şiirinde yer alan,
“aşkı geçtik, gözlerini açabilirsin
o bir dile sığmıştı, sözü içinde
yolu yoluma çıkmıştı, çölü içinde
ben eski kalmıştım, senin içinde
oysa kaç çocuğun yerine övmüştüm seni”
dizeleri önemlidir.
Karabüklü Kabartay Çerkezi Ahmet Telli’de Çerkez
halk kültürünü şiirine taşımış, halk kültürü ve halk şiiriyle
toplumcu-gerçekçi şiirini beslemiştir. Özellikle şiirinde kullanılan söylem benzerlikleri, bize halk şiirini hatırlatır, bu benzerlikler halk şiirinin özelliklerini taşır. Onun “ Son Ubıh” adlı
şiirinde yer alan,
“ Yurdunu yitirmiş bir halkın
Sitemsiz hüznüydü merhamet
Kabuk dökmekte olan ağacın
Göğe, yere, suya ve rüzgara
Veda etmesi de denebilir”
dizeleri ile “Su Çürüdü” adlı şiirinde yer alan, “Elektrikli
bir aygıtla yaktım, jiletle kazıdım. / Çığlıkların aralığından
uçurdum hepsine, kül edip savurdum. / Adımdan gayrısını
bilmiyorum.” dizeleri bu nedenle çok önemlidir. Ayrıca eski
ile yeni’nin, yeni ile eski’nin buluşması gibidir.
İşte yazmak dediğimiz şey, biraz da bu. Dün gezilen
coğrafyalarda bir kez daha gezmek, taş çeşmelerden bir kez
daha su içmek, ayak izleri ile aşınmış yollardan geçerken
orada yeni izler bırakmak… Her açılan kapıdan merakla bakmak, her avludan baktığında yeni bir şey görmek, hissetmek… Yazacağız lakin yazıyoruz da. Şiirde geleneği göz ardı
etmeden. Geldiğimiz noktada, şimdiden düne baktığımızda
dünden çok şey alındığını, özümsendiğini gözlemleyerek…
Özellikle, 90’lı yıllardan itibaren Türk şiirinin gelişirken özellikle batı şiirinin etkisinden uzak, ana köklerinden kopmadan
varlığını sürdürdüğünü, yeni bir şiirin uç verdiğini, farklı
dünya görüşünde, yönelimlerinde olan şairlerin yazdıkları
şiirlerin, farklı kanallardan aktığını bilerek…
* Karacaoğlan
23
Süleyman ÖZEROL
Sunu
Araştırmacı-Gazeteci
DEDEDEN TORUNA UZANAN SANAT
1
991 yazında doğup büyüdüğüm Ballıkaya
köyüne gitmiştim. 10 Temmuz günü Kariseynin
Süleyman’ın evinin önündeki sekide oturan
Âşık Yusuf’u gördüm. Elinde bastonu, başında fötr şapkası, bembeyaz saçları/kaşları/kirpikleri ve bıyığı,
düzenli giyimiyle oturdukları sekide yanındakilerle
konuşuyordu. Yaklaşıp yanına oturdum, hal hatır ettik
ve bir süre konuştuk. Derken çevremizdekiler dağıldı
ve konuyu getirip “âşıklığa” dayandırdık. Yer yer sorularımla özgeçmişini ve âşıklıkla ilgili anılarını anlatmasını sağladım ve anlattıklarını hemen kaleme aldım.
1994 yılında Ankara’da yaşama veda ettikten sonra
bazı değişiklikleri de katarak düzenleyip, 17 Kasım
1995 tarihinde son biçimini verdim. Mustafa Başaran
ile ilgili yaşamöyküsünü 2002, Hüseyin Başaran’ın
yaşamöyküsünü ise 2007 yılında düzenledim. Dededen
toruna süren sanatın üç kuşağını bir arada sunuyor;
Âşık Yusuf ve Mustafa Başaran’a rahmetler, Hüseyin
Başaran’a sağlıklı günler diliyorum.
Dede: Âşık Yusuf Başaran
1316 (1900) yılında Ballıkaya’da doğmuştur.
Babasının adı Mustafa, anasının adı Fatma’dır. Beş
yaşında ailesi ile birlikte Sivas ili Kangal ilçesi Mamaş
(Soğukpınar) köyüne göçtüğünde oradaki halk ozanlarına ilgi duyar. 10-12 yaşlarında iken Vahap Efendi,
Kurt Veli, Aşık Süleyman ve Aşık Hasan’ın yanında
bulunarak saz çalmayı öğrenir. 1924 yılında köyüne
döner. Ancak, Mamaş’la bağını kesmez. Hatayi,
Yemini, Fuzuli, Kul himmet, Dertli ve daha birçok halk
ozanının deyişlerini çalıp söyler. Özellikle tekke müziği
(deyiş-duvaz imam) konusunda kendisini yetiştirir.
Sivas ve Malatya’nın birçok köyünde İmam Dede
(Şahin) ile zakirlik yapar. 1968 yılında İmam Dede
ölünce büyük oğlu Mustafa Başaran ile 20 yıla yakın
bir zaman birlikte zakirlik yaparlar.
Ballıkaya’da eski yerleşim yerindeki evinin duvarında
her zaman iki üç saz asılı dururdu ve bunları genellikle
kendisi yapardı. 12 perdeli bağlamayı kendine özgü bir
biçimde seslendirirdi. 1938 sonbaharında plak doldurmak için İstanbul’a gider. 10 Temmuz 1991 tarihinde
kendisi ile yaptığım söyleşide, dört deyişle iki plak
doldurduğunu belirtti.
Ruhi Su, 1974 ve 1978 yıllarında Ballıkaya’da derlemeler yapar. “Semahlar” uzunçalarında yer alan
24
semah deyişlerinin altısı ve
sondaki dua
(gülbank)
Ballıkaya’dan
derlenmiştir.
Uzunçaların
kapağında
Ruhi Su’nun şu
notu vardır:
“Semahları
derlerken bilgileri
benden
e s i rg e m e y e n
Yusuf Dedeye, onun oğlu Mustafa Dedeye ve
Malatya’nın Ballıkaya köyü erenlerine, Antalya’nın
Akçainiş ve Tekke köyü erenlerine teşekkür etmeyi bir
borç bilirim.”
Geleneği sürdüren Mustafa Başaran’ın çocukları yetmişli yıllarda Ruhi Su-Dostlar Korosu’nda yer
almışlar, en büyük oğlu Hüseyin Başaran’ın kaset ve
kitap (şiir) çalışmaları olmuş, hala İstanbul’da etkinliklerini sürdürmektedir. Erkek ve kız çocuklarından
birçok torunu da çalıp çağırmaktadır. Hekimhan İğdir
köyünden Hacı Şahin, Başkavak Köyünden Murtaza
Takmaz, Arguvan Halpuz (Dolaylı)’dan Muharrem
Yazıcıoğlu ve daha birçok aşık, Aşık Yusuf’tan
geleneği devralan ve onun izini süren aşıklardandır.
Kışları Ankara ve İstanbul’da çocuklarının ve torunlarının yanında, diğer zamanlarını Ballıkaya’da
geçirmekte olan Âşık Yusuf Başaran, 1994 yılında
Ankara’da vefat etmiştir.
Baba: Âşık Mustafa Başaran
1930 yılında Hekimhan’ın Ballıkaya köyünde doğdu.
İlkokulu köyünde okudu. Babası Âşık Yusuf’tan bağlama çalmasını öğrendi. Onunla birlikte cemlerde zakirlik yaptı. Diğer yandan çiftçiliğini sürdürdü.
Arguvan’ın Çavuş, Kızık, Halpız ve daha birçok köylerinde, Pütürge’nin Kozluk ve Hüsükuşağı köylerinde,
Denizli’nin Dereçiftlik köyünde, İstanbul’da çeşitli yerlerdeki cemlerde, Abdal Musa kurbanı ve cemlerinde
Almanya’da cemlerde zakirlik yapar. Köyde son ceme
kadar (altmışlı yılların sonlarına doğru) yıllarca babası
Sunu
Âşık Yusuf ile birlikte zakirlik yaparlar. Pir Sultan,
Hatayi, Kul Himmet, Nesimi, Dertli, Agahi, Âşık Veli,
Ruhsati, Âşık Sadık, Esiri, Karacaoğlan, Seyrani, gibi
âşıkların deyiş ve duvazimamlarını çalıp söyler.
Mustafa Kocaman’dan da Arapça öğrenir. Güzel
konuşması, davranışlarında çok düzenli ve titiz oluşu
nedeniyle Arguvan’ın Çavuş köyünde kendisini “Kibar
Dede” diye andıkları belirtilir.
Ruhi Su, Ballıkaya’ya gelişlerinde hem de İstanbul’da
Başaran ailesinden derlemeler yapar. Deyiş-duvazimamları Âşık Yusuf ve Mustafa Başaran’dan derlemiş,
Pir Sultan, Semahlar, Deyişler-Türküler uzunçalarlarında yer vermiştir. TRT İstanbul Radyosunda kaset kaydı
yapılmış ve belgeliklere konulmuştur. Ballıkaya,
İstanbul ve Almanya’da cemlere, televizyonlarda programlara katılmış; çeşitli tarihlerde kaydedilmiş çok
sayıda ses ve görüntülü kaseti vardır.
Sümeyra, Mustafa
Başaran’dan aldığı,
“Aşkın ateşine yanmayan âşık” adlı
deyişi okumuş; deyiş
daha sonra Hasan
Yükselir tarafından
kasete
okunmuş,
kayıtlarda kaynak
kişi olarak gösterilmemiştir. “Beni
ağlatırsan yoluna
ağlat” Ruhi Su
tarafından okunduğu
gibi başka bir sanatçı
tarafından da okunmuştur.
2002 yılında Alevi geleneklerinden Cem törenini kapsayan “Alevi Ceminde 12 Hizmet” adlı kitabı yayınlanmıştır.
Babası Âşık Yusuf ile birlikte bağlama çalıp
söylemeleriyle çocukları, yeğenleri ve torunları başta
olmak üzere aile ve yakın çevresini etkilemişlerdir. İşte
yakın çevresinden olanlardan bazıları; Hüseyin
Başaran, Selahattin Başaran, Yusuf Başaran
(Çocukları), Nurettin Erol, Nurullah Erol, Necdet
Başaran, (Yeğenleri) Ufuk Erol (Nurullah’ın
Oğlu)...
2003 baharında felç geçirerek rahatsız olan Mustafa
Başaran yazları Ballıkaya’da, kışları İstanbul’daAnkara’da çocuklarının yanında kalmakta iken, 13
Ağustos 2011 günü Ballıkaya’da 14.30 sıralarında
aramızdan ayrıldı.
Torun: Hüseyin Başaran
7 Mayıs 1950 tarihinde Hekimhan’ın Ballıkaya
köyünde doğdu. İlkokulu Ballıkaya’da, öğretmen okulunu Diyarbakır’da (Dicle İlköğretmen Okulu) okudu.
Van, Hatay, İstanbul’da öğretmenlik yaptı.
Şiir yazmaya ilkokul dördüncü sınıfta başladı. Sevda
ağırlıklı olmak üzere her konuda şiiri var. Şiir dili ve
yapısı konusunda Sevim Kahyaoğlu (Edebiyat Öğretmeni) ve Cihat Demirel (Yapımcı-Şair) kendisine
yardımcı oldu. Altmışlı yetmişli yıllarda yazdığı ölçülü
şiirlerinde, kendisinin aldığı Devrimi takma adını kullandı. Şiirleri Dil Dergisinde yayınlandı (1992-1995).
1976 yılında Sıcak Güneş adlı şiir kitabını bastırdı.
Başaran, şiirlerini bağlaması ile çalıp söyleyerek
seslendirdi; ses kaseti Zeki Göker’in, “Yeniden Doğarız
Ölümlerde” adlı oyununun müziği olarak kullanıldı,
ancak bir süre şiirden uzak kaldı.
Dedesinden
ve
babasından bağlama,
öğretmen okulunda
flüt, eğitim enstitüsü
müzik bölümünde
piyano çalmasını
öğrendi.
Ancak
piyano çalmasını
daha sonra ilgilenmediğinden unuttu.
Radyo ve televizyon
programları ile konserlerde çalıp söyledi. Bağlamaya, özellikle de dede sazına
ağırlık vererek kendi
yapıtları dışında dedesi ve babasının çalıp söylediği
yapıtları seslendirmeye başladı. Hollanda, İsviçre,
Yunanistan, Almanya, İngiltere gibi Avrupa ülkelerinde
sahneye çıktı. 1995 yılında kaset doldurdu. Şiirin
yanında öykü de yazan Başaran, hat sanatı ve taşıl
(fosil) koleksiyonculuğu ile ilgilenmektedir. Yerel söz
ve deyimlere önem vermekte, edebiyat, sanat ve
yaşamla ilgili güzel söz ve yazıları bir araya toplamaktadır. “Sıcak Güneş” kitabında “Ballıkaya“ adıyla
yer alan ve çevrede “Bizim Köy” olarak tanınan şiirtürküsü Ballıkaya’yı yetmişli yıllarda tanıtan güzel bir
şiiridir.
Yaşamını İstanbul’da sürdürmekte, televizyonlarda
halk müziği ile ilgili programlara katılmaktadır. Şiirlerini topladığı Kehribar Sözcükler, Ballıkaya’da iz
bırakan kişileri-tipleri anlattığı “Mezirme’de
Eskimeyen Yüzler” adlı çalışmalarını kitap bütünlüğünde hazırlamaktadır.
25
Serhat Ünal
Sağlık
Mardin Kadın Doğum Ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi/Mardin
TÜRKİYEDE 2010 YILI DOĞUM İSTATİSTİKLERİ VE
GÜNCEL DOĞUM KONTROL YÖNTEMLERİ
T
ürkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2010 yılıÜlkemizde ve
na ilişkin doğum istatistiklerini açıkladı. dünyada sıklıkla
Açıklanan rapora göre Türkiye’de geçen yıl kullanılan, erişim
1 milyon 238 bin 970 doğum gerçekleşirken, doğum kolaylığı bulunan
hızı binde 17 geriledi. Doğum hızının bölgelere göre başlıca doğum
belirlendiği araştırmada binde 27.3 ile Güneydoğu kontrol yöntemAnadolu Bölgesi doğum hızında liderliği aldı. lerinden kısaca
Doğum hızının en düşük olduğu bölge ise binde 11.4 bahsetmek istiyoile Batı Marmara oldu. Yapılan araştırmada, 2009 rum;
yılında 1 milyon 254 bin 946 olan canlı doğum sayısı,
1.Doğal korun2010 yılında 1 milyon 238 bin 970'e geriledi. ma yöntemleri:
Cinsiyetlere göre de doğum oranlarının yer aldığı Takvim yöntemi,
raporda geçtiğimiz yıl doğan bebeklerin yüzde 51'i Geri çekme
erkek iken, yüzde 49'u kız oldu. Başbakan yeni evle2.Bariyer yöntemleri: Erkek ve Kadın prezervatinenlere her ne kadar üç çocuk önerse de TÜİK'in
fleri, spermisidler, diafragma, sevikal başlık, konyaptığı araştırmada ortalama çocuk sayısı iki
traseptif sünger, spiral
çıktı. Bu araştırmayla bir önceki yılda bir kadının
3.Hormonal metodlar: Doğum kontrol hapları, üç
doğurabileceği çocuk sayısı 2.07 iken, 2010 yılında 2
aylık
(depo provera) ve aylık iğneler (mesigyna), cilt
olarak hesaplandı. Yaşa özel doğuraltı implantlar, vaginal halka (nuva
ganlık hızları incelendiğinde ise en
yüksek doğurganlık hızının 20-29
En az üç çocuk önerisi ring),doğum kontrol bantı (evra)
4.Sterilizasyon(kısırlaştırma) yönyaş grubunda olduğu görüldü. 2010
kadının tamamen eve
temleri:
Erkek sterilizasyonu, Kadın
yılında doğum yapan annelerin ortahapsedilmesi ve iş
sterilizasyonu
lama
yaşı
ise
27,2
oldu.
yaşamından koparılması
Doğumlarda en yüksek ortalama
Standart doğum kontrol yöntemi
anlamına geldiği için
yaş 27,8 ile İstanbul, en düşük
gelişmiş ülkeler tarafın- olmayıp kişiye özel yaş, varolan
ortalama yaş ise 26,2 ile Orta
hastalık, sigara ve alkol kullanımı,
dan tepki çekmektedir.
Anadolu Bölgesinde görüldü.
sosyoekonomik durum, emzirme,
Kadının sahip olacağı
eğitim seviyesi ve benzer nedenlerle
Ülkemizde son yıllarda sağlık
çocuk
sayısını
kendisinin
en uygun yöntem bir sağlık çalışanı
bakanlığının aile planlama hizmetleri
belirlemesi
doğal
bir
hak
ile belirlenip o yöntemle ilgili gerekde genç nüfus sayısının artırılması
olarak görülmelidir.
li danışmanlık verilerek uygun
öngörüsü ile pasif bir şekilde
ortamlarda kullanıma hazır hale
yürütülmektedir. En az üç çocuk
getirilmektedir. Ayrıca ülkemizde
önerisi kadının tamamen eve
hapsedilmesi ve iş yaşamından koparılması anlamına değişik nedenlerle önlenemeyen ve istenmeyen
geldiği için gelişmiş ülkeler tarafından tepki çekmek- gebelikler anne ve babanın onayı ve on haftanın
tedir. Kadının sahip olacağı çocuk sayısını kendisinin altında olmak kaydı ile sağlık kuruluşlarında kürbelirlemesi doğal bir hak olarak görülmelidir. Çift- taj yöntemi ile sonlandırılabilmektedir. Sağlıklı
lerin sahip olacakları çocuk sayılarını kendi sos- nesiller ve mutlu aileler ancak planlı, uygun zaman ve
yoekonomik durumları gelenekleri görenekleri yerde yapılan çocuklar ile mümkündür, plansız sosyçerçevesinde belirlemeleri doğal karşılanmakla oekonomi ve sağlığa uygun olmayan sayı ve sıklıkta
beraber istedikleri doğum kontrolü ile ilgili danış- doğurulan çocuklar çoğu zaman parçalanmış ailelere
manlığa ve tıbbi malzemeye bağlı bulundukları aile ve psikososyal problemli nesillerin oluşmasına zemin
hekimliği veya ana-çocuk merkezleri aracılığı ile hazırlamaktadır, bu anlamda toplumda yardıma
ulaşma imkânları bulunmaktadır. Birçok doğum kon- gereksinim duyan her kadına ve aileye ulaşmak temel
hak ve hürriyetler kapsamında değerlendirilmelidir.
trol materyali ücretsiz olarak verilmektedir.
26
Bir Portre
Ressam Ali İhsan Gönül
A
rguvan 1968 yılında, Malatya’nın Arguvan
ilçesine bağlı, Armutlu (Kuşu) köyünde
dünyaya geldi. İlkokulu doğduğu köyünde
okuduktan sonra köyünde ortaokul ve lise olmadığından ortaokul eğitimine Malatya’da Atatürk
Ortaokulunda devam etti. İlk yazılı sınavını ortaokulda tanımış oldu. Bütün Arguvanlı aileler gibi babası
da bütün çocuklarının okumasına özen gösterdi.
Babası Malatya’da ev kiralayarak bütün çocuklarını
okuttu. Mardin Mazıdağı’nda öğretmenlik görevini
sürdüren ablasının yanında ortaokul öğrenimine
devam eden Ali İhsan Gönül ablasının ve eniştesinin
yoğun çabalarıyla başarılı öğrenci olmaya başladı.
Bir gün Mazıdağı’ında kendisi gibi eğitimini
sürdüren hemşehrisi Atatürk resmi yapmıştır.
Resimde bazı yerleri değiştirerek resmi gerçeğe
uygun hale getirmiş, okul arkadaşı da bu resmi sen
yaptın diyerek,
b u g ü n ü n
ressamını heyecanlandırmıştır.
O akşam okuldan
eve döndüğünde
bir Atatürk resmi
de evinde çizer.
Öğretmen ablası
ve eniştesi resmi
gördüklerinde
çok şaşırmışlar.
Ali
İhsan
Gönül’ün resim
yapma aşkı 13
yaşında Atatürk
resmi
ile
başlamış oldu.
Lise eğitimine Malatya Meslek lisesinde devam
eden Gönül meslek lisesinin torna tesviye bölümünü
bitirdi. Daha sonra Meslek yüksek okulu Makine
bölümünü bitirdi. Makine bölümünde çizdiği teknik
resimler, resim çizme perspektifini artırmış oldu.
Gönül okul döneminde resim çizmeyi hiç bırakmadan devam etmiştir.
Arguvan Koyuncu (Gürge) köyünde sözleşmeli
olarak öğretmenlik görevi de yaptı. Memurluk
sınavını kazanan Gönül tayin beklerken Almanya’da
işçi olarak çalışan köylüsü, şimdiki eşi ile tanışır, 94
yılında evlenerek yaşam sürecine Almanya’da
devam
etmeye
başlar.
Eğitim sürecine
Almanya’da dil,
resim ve sanatsal
kurslarla devam
eder. Bir taraftan
da çizdiği resimler
artmaya
başlar.
Resim sanatına
merakı arttığı için
ressamlarla tanışmaya başlar. İlk
sergisini Ellen
Haselmeyerin
küçük ama çok
şirin döşenmiş
galerisinde açar. Resim çalışmalarının tamamı kara
kalem çalışmasıdır. Konsolos Selim Kartal Bey ile
tanışır. Kartal Ressam Ali İhsan Gönül’ü halk
eğitimcisi olarak değerlendirir. Almanya’da Türk
derneklerinde resim kursları vermeye başlar. Resim
sergileri Almanya’da devam ederken, Uluslararası 8.
Arguvan Türkü Festivalinde de resim sergisi
açmıştır.
Halen Almanya’da yaşayan Gönül İki çocuk
babasıdır. Çok sevdiği ressamlık mesleğine devam
etmektedir.
27
Tahsin Özden
Eğitim
Mak. Yük. Müh. / Şair
Mum Işığı..
T
üm kaynakların sınırlı olduğu nüfusu 7 milyara dayanmış yaşlı Dünyamızda, bu sınırlı
kaynaklar nedeniyle milyonlarca insan,
açlığın, sefaletin, savaşın gölgesinde yaşamak zorunda kalıyor. Giderek artan ekolojik ve ekonomik denge
bozukluğuna ilaveten doğal felaketler de olayı daha
karmaşık hale getiriyor. Bu kadar paylaşıldıkça azalan ve yok olan kaynak varken, paylaşıldıkça artan iki
ışık her daim görevini yapıyor; Bilgi ve Sevgi..
1999 depremine kadar TV’de bilimsel içerikli
yayınlar hemen hiç takip edilmezken, depremden
sonra, özellikle depremle ilgili program ve yorumlar
izlenme rekorları kırmıştı. Varlığından haberimiz bile
olmayan bilim adamlarımız, artık hepimizin bir aile
üyesi olmuş, öncesinde telaffuzunda bile zorlandığımız kelimeler, dilimize oturuvermişti. O bilim
adamlarımız, en doğru insanlardı bizler için, onların
söyledikleri, bizler için takip edilmesi zorunlu ışık
olmuştu. Öyle bir ışık olmuştu ki; sürekli bilenlerin
bilmeyenlere anlattığı bilginin bu paylaşıldıkça artan
güzelliğini de fark edivermiştik.
Bilim, hak ettiği değeri ve önemi alamadığı
takdirde, toplumlar çok büyük sıkıntılar çekiyor.
Bilim sadece üretirken değil, bölüşürken de devrede
olan mükemmel bir süreç olarak hayatımızın en
28
önemli parçasıdır. Büyük dahimiz Ulu Önder Mustafa
Kemal Atatürk: “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir”
sözü ile ötesinde söylenecek söz bırakmayacak şekilde ne güzel özetlemiştir.
Eğitimin seviyesi ve içeriği yükseldikçe, bilim daha
çok konuşuldukça, toplumuzdaki tüm olumsuzlar
azalacaktır. Birbirimizi daha iyi anlayacak, daha çok
üretecek, daha çok ve daha doğru bölüşeceğiz.
Gelişmiş ülkelerin gündemi ile gelişmemiş ülkelerin
gündemi arasındaki fark hemen hemen siyah ile
beyaz kadar zıttır. Gelişmiş ülkelerde barış,
gelişmemiş ülkelerde savaş, gelişmiş ülkelerde sevgi,
gelişmemiş ülkelerde nefret, gelişmiş bilim,
gelişmemiş ülkelerde hurafe söz konusudur.
Bilim kendi kendine gelişecek, sarmaşık otu
değildir; ilgi ister, bilgi ister, sevgi ister, yatırım ister
ve en önemlisi insan kaynaklı olduğu için kaynak
ister. Öğrencilerimiz, daha donanımlı eğitim alacaklar, öğretmenlerimiz daha donanımlı sınıflarda eğitim
verecekler ki bilimsel gelişmemiz, havuza atılmış taş
misali, dalga dalga en ücra kıyılara ulaşabilsin.
Eğitime yapılacak her katkı, yakılmış bir mum
gibidir ve unutulmamalıdır ki;
“Bir mum diğer mumu tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez”
Emre Değirmenci
Kitap
"Karahindiba"
Sinan Sülün - Sel Yayıncılık
Y
ayınlandığının üçüncü haftası 2. Baskıya
giren, Sinan Sülün ilk kitabı Karahindiba
kendi kuşağına dair üç öykü anlatıyor. Üç
öyküde duru, akıcı ve mizahi bir dile sahip.
İlk öykü Aralık; aşkı için ailesini
terk etmiş bir adamın seneler sonra
abisinin yanına dönmesiyle yaşadığı
üç günü çarpıcı bir dille anlatıyor.
Hürriyet Gazetesi’nden Çağlayan
Çevik Aralık öyküsü için şöyle
yazıyor; “Boşandığı karısının en
yakın arkadaşıyla evlenmesi mi
boğar adamı, yoksa yıllar sonra yanına gittiğinizde ilaçların etkisiyle hep
uyuyan ve uyanık anına denk
gelemediğiniz annenizin acısı mı,
yoksa yıllarca küs kaldığınız abinizin
yanına geri dönmek zorunda kalmak
mı boğar adamı. Peki bunların hepsi
(hattâ fazlası) aynı adamın başına
gelirse, onun susması normal değil midir?”
İkinci öykü ise Mavi Pelikan adını taşıyor. Sülün bu
öyküde bizleri fantastik bir aşkın dünyasına götürüyor
ve öteki’yi sevmenin nasıl bir şey olacağını sorguluyor.
Sabah Kitap’ta Karahindiba hakkında çıkan yazıda
mavi Pelikan öyküsünden şöyle bahsediliyor; Bir
hediyelik eşya dükkanında çalışan son derece sıradan
bir gençle, dükkanda baktığı bir pelikan arasında
yaşanan aşkı anlatıyor. İlk bakışta imkânsızmış gibi
görünen bu aşk, aslında aşkı yalnızca kadınla erkek
arasında yaşanan bir şey olmaktan çıkarıp, aşkın her an
hiç beklenmedik durum ve kişiler arasında yaşanabilecek bir mucize olduğunun altını çiziyor. Aşkın mucizesi bununla da sınırlı değil. Pelikanın ona duyduğu
koşulsuz aşkla, o sıradan gencin kendini nasıl önemli
hissetmeye başladığını ve kendini bir
anda önemli hisseden herkes gibi
biricik aşkından nasıl uzaklaştığını
da izliyoruz. Neticede olağanüstü
aşklar bile bitebiliyor ve her aşkın
bitişi aslında terk edilenin ölümüne
neden oluyor!
Sonuncu öykü kitapla aynı adı
taşıyor. Karahindiba hayli mizahi bir
tonda ilerlerken, günümüzün iş
bulma peşinde koşan, bu uğurda türlü
tuhaflıkta
iş
görüşmeleriyle
karşılaşan üniversiteli işsizlerin trajikomik hayatını hicvediyor. Tüm
bunları ise oldukça fantastik bir
dünya kurarak anlatıyor.
Vicdan Efe’nin edebiyathaber.net sitesinde
Karahindiba hakkındaki yazısından Sinan Sülün’ün ilk
kitabı Karahindiba hakkında oldukça doğru bir tespitte
bulunuyor.
“Yazarın kurgudaki başarısı, olayların makas
değiştirmesindeki gücü; ustaca, beklenmedik sonları dikkat çekici.”
Son olarak biz de Sinan Sülün’ü ilk kitabında böyle
bir başarı yakaladığı için kutluyor, ünlü karikatürist ve
yazar Metin Üstündağ’ın arka kapakta dediği gibi
“Okuyun, pişman olmayacaksınız!” diyoruz.
29
Abuzer Karahan
Şiir
DEVRİMCİ VE İNSANDI
Çürüttüler kendi sivil yönetimlerini
Getirdiler faşist askeri darbeyi
Emperyalizmin tutsağı
Kapattı parlamentoyu
Ve demokratik örgütsel ağları
Neden, nasıl vahşi bir yaşamdı
Ülkemin devrimcisi aydını
İşçisi yurtseveri
Köylüsü esnafı
Memuru öğretmeni
Şairi yazarı politikacısı
Hep tutuklandı, yaşamın gerçeği
Hiçbir ülkenin bizden farkı yoktu
Dünya insanlığı sömürgecilere hizmetkardı
Ülkemin durumu da buydu
Ha askeri darbe
Ha sivil darbe
Hepsi tekellerin vurucu timiydi.
Tutuklu devrimciydi.
Halkının militanıydı.
Sömürgecilerin tutsağı
Elinde copu faşist sorgucu başı
Bağırıyor cırtlak melez sesli
Ne erkek ne de kadın cinsiyetli
Afyon kokulu esrar nefesli
Belli ki sömürge kölesi
Kaldırdı copu vurdu vurdu vurdu
“Devrimciymiş, militanmış konuş ulan “ dedi
Ne yazık ki
Köleydi..
Esrarla afyonla kokmuştu
Gözlerini kara kan bürümüştü
Taa ona Pentagondan emir gelmişti
Üstlerine görev yapmak istemişti
Vuruyordu… vuruyordu…
Melez sesiyle cırtlak cırtlak bağırıyordu
Konuşacaksın ulan
“militanmış devrimciymiş ben yaşatmam” diyordu
Coplar tekmeler yumruklar
Bir bir iniyordu, saçma sapan sorular
Arka arkaya geliyordu..
Ne garip!..
Bu nasıl kişiliksizlik
İşkenceciler o kadar zavallıydı ki
Onlara;
Acımak ağlamak,
Hele de zavallıyı suçlamak neyime
Bu şartlarda
Birden gülmek doğdu içime
“ne gülüyorsun ulan deyip “
Bir yumruk geldi alnımın çatına
Şiddetten gözümden çınkı saçtı
Birden göz bağım düştü
Görmemek görünmemek için
İşkenceciler ne yapacağını şaştı
Yumruklar coplar birbirini aştı
Korkudan ve ihanetten
“kapatın şunun gözünü” dedi
Çığlıklar birbirine karıştı
Pat pat küt küt
Coplar beynimi indi ve sarstı.
30
Anlamlı gülücüklerimle
gövdem düştü.
Ormandan bir çınar
kesilip devrildi
Ölmedi ama,
Yaşam dırmağına az
kaldı
Gövdem betona serildi
Göz bağım sıkıca bağlandı
Soğuk su ile şoklandı
Ter, Kan
Sonuçta Buhar içinde canlandı
Ben bir nefes
Onlar iki nefes aldı
Koku, telaş, tedirginlik içinde
Güya tehdit savurdu
“militanlığını devrimciliğini göreceğim “ dedi
“gezdirin şunu” emrini verdi
Nefes nefese
Ter, Kan, Buhar içinde
Tuzlu suyun üstünde
Soğuk suyun şokunda
Git gel sporu yaptılar
Git gel hareketleri içinde
Sanki bir deryadayım
Köpükler ve uğultular içinde
Met-cezir gibi akıyordum
Dalgalandıkça
Direndikçe
Gövdem üstünde kızıl köpükler saçıyordum
Her yumrukta
Her copta
Bir damla ter, kan döktükçe
Hep kızıl güller açıyordum
Güzellik, onur birde insanlık saçıyordum
Siz insan olamazsınız diyordum. Bağırıyordum.
Vicdanınız arınız adaletiniz
Kitabınız ve Allahınız yoktur
Çağrısı içinde çığlık atıyordum
O kadar
sorgucu vardır ki,
Kim hangi servistendi
Kim kime hizmet ederdi
Bir i diğerini beğenmezdi
Bir birlerinin sorgusuna inanmazdı
Hepsinin adı da “Hıdır’dı ”
“Elinden geldiği de budur” du
Sanki benim umurumdaydı
Çünkü,
Hepside sömürgecilere köleydi
Devrimciydi, insandı
Ara sıra gerçeklere dalardı
Dünyanın neresinden olursan ol
Viatnam’dan , Kore’den
Kuba’dan, Filistin’den
İran’dan, İsrail’den
Avrupa’dan , Afrika’dan
Taa Newyork’un beyninden ol
Toprağım olmasan da
Toprak olacaksın, toprak
Şiir
Ne fark eder.
Kula kulluk edeceksin
Sömürgecilere köle olacaksın köle.
Zenginmiş, fakirmiş
Fark etmez insan olmadıkça
Bir güzel yaşamın kalbinde yaşamadıkça
Yaşamak,
Yarın doğacakların
Var olan yavruların
Göz bebeğinde büyümek
O büyümek ki
O güzellik ki
O yavru ki
Taze bir yürek
Genç, dinamik
Özgür bir bebek
Öyle bir yaşam ki
Çift yumruk tek yürek
İnsan oğlumu kızımı
Vahşi yaşamda şaşar beşer
Ne yaparsa kendi kendine yapar
Ve kendi yaptıklarına da tapar
Bu arada,
Düşünmeye fırsat mı kaldı
Şiddet ve işkence başladı
Kan, Ter, Buhar içinde
Cop, yumruk
Soğuk duş ve şok
Tuzlu su üstünde koş
Falaka, çarmık
Elektrik, Filistin askısı
Yemeksiz, susuz, uykusuz
Günler bir bir sırayla geldi.
Küfürler hareketler haddini aştı
Bunu yapan kişiliğini kaybetmiş bir tutsaktı
Göreviydi ve haklıydı.
Tutsak efendisine görevini yaptı
“çıkar bütün elbiselerini” dendi
Klotumu çıkartmayınca
“çıkart ulan “ dedi çıkartmamak için direndim.
Direnmek mi?
Kilotumu çıkarıp attılar
“erkeğin malı meydandadır” deyip
Alay ettiler
Sonrada elektirik teneşirine attılar
Bağladılar telleri
Ayak parmağıma, penisimin ucuna
Elimin başparmağına kadar
Açtılar elektrik akımını
Derece derece yükselttiler
Voltajı yükselttikçe
“konuşacak mısın ulan! Militanlığın burada sökmez, konuşta kurtul” dediler
Olmadı.
Olmadı daha da akımı yükselttiler
Ateşe düşmüş canlı balık gibi
Sağa sola yukarı aşağı fırlıyodum
Çığlıklar içinde titriyordum
Acı sızı
Kan
Ter
Buhar
Damarlarımdan akıyordu
Karşılıklı hakaretler bir birine karışıyordu
Birden bir fısıltı sesi duydum
“komutanım komutanım ceryan çok yüksek oldu” diyordu
Esrar içmiş afyonlanmış robot
“voltajı daha da yükselt “diyordu
Bütün vücudum yanmamak kararmamak için isyan ediyordu
Bu ateşli çarpışmada kontak attı
Elektrik akımı birden yok oldu
Ben rahatlıyordum
Anadan üryan
Elektrik teneşirinden kalkmak mümkün mü?
Ayak parmağımdan penisimin ucundan
Elimin başparmağına kadar
Bağlıdır elektrik teli
Diğer yandan
Bileklerimden, dirseklerimden
Belimden bağlanmış kayışlar
Boynumun altına konmuş lastikler
Bu durumda kıpırdamak mümkün mü?
Sömürgeci modern köle
Faşist komutan
Taşeron işkenceci
Gözlemci hain
Sorumlu sorgu ekibim
Canımla elektriğin çarpışması şokuna şaşa kalıyordu
Gözlerim kapalı göremiyorum ama
Suratları sapsarı oluyor
İşgüzar yöneticim “kaldırın şu vatan hainini “ diyor
Belli ki kendi karakterini yansıtıyor
İşin acı tarafı
Ben Türkçe konuşuyorum
Onlarda Türkçe soruyor
Her sorgu
Her konuşma
İçimden sen Amerikan uşağısın diyor
Benim için
Ne olursan ol
Dünyanın neresinden olursan ol
Irkın, dinin, dilin, cinsin, rengin
Toprağın, milletin, hiç fark etmez
İnsan olmadıkça ..
Ve de Emperyalizme hizmet verdikçe
İnsan değil modern kölesin sen
Sonuçta.
İşkencenin her türlüsüne doydular
Direncime ve direnişime saygı duydular
Sonra da bana sordular
“Bir gün fırsat geçerse eline bizler için ne yaparsın?” dediler
Ailenize ve çocuklarınıza candan bakarım
Size gelince meta ürün ve bir değer üretmeniz için olanak
sağlarım
Çalışkanlığın
Sorumluluğun
Eşitliğin, adaletin
Bağımsızlığın, özgürlüğün
Alın terinin
“Emeğin en yüce” değer olduğunu anlatırdım sizlere dedim
Dedim daha da dediklerim bitmedi
Diyalog sürerken “senin hiç düşmanın yok mu?” dendi
Hepimiz insanız, bataklık varsa her zaman sivrisinekler olacaktır.
Sivrisinekler her zaman düşmanlık yapacaktır.
Ben sivrisineklerle savaşmıyorum
Bataklığı kurutmaya çalışıyorum dedim.
31
Yeni dönem kayıtlarımız devam ediyor.
0216 416 12 74 - 361 97 28
www.arguvanvakfi.org.tr

Benzer belgeler

SAYI27 - Arguvan Vakfı

SAYI27 - Arguvan Vakfı Portre - Seval Eroğlu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Detaylı

arguvan olgusu sayı 29

arguvan olgusu sayı 29 Şair Gözüyle Halk Kültürü ve Bu Günkü Şiir isimli değerlendirme yazısını şair Ahmet Telli’nin kaleminden

Detaylı

arguvanolgusu31:Layout 1.qxd

arguvanolgusu31:Layout 1.qxd Sorumlu Yazý Ýþleri Müdürü Ali Haydar KARAÇAM Yayýna Hazýrlayanlar Veysel KARAHAN Azmi TULUNAY Ahmet FIRAT Erol ÇAKMAK

Detaylı