SAYI27 - Arguvan Vakfı

Transkript

SAYI27 - Arguvan Vakfı
ÝÇÝNDEKÝLER
VAKIF YAYIN ORGANI
3 AYDA BÝR YAYINLANIR
Sayý 27
Aralık 2010
SAHÝBÝ
ARGUVAN VE KÖYLERÝ
EÐÝTÝM KÜLTÜR VAKFI
Adýna
Baþkan Mehmet KIZILDAÞ
Merhaba . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
2
Kanber Yıldırım ile Söyleþi . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
3-6
Ve Kadınlar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
7
Dayanışma Gecemiz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
8-9
Yöremizi Tanýyalým . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 11-15
Toplumcu Gerçekçilik ve Sanat Üzerine . . . . . . . . . . 16-17
Portre - Seval Eroğlu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
18
Yöremiz Türkülerinden . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
19
Sorumlu Yazý Ýþleri Müdürü
Ali Haydar KARAÇAM
Yayýna Hazýrlayanlar
Ahmet FIRAT
Veysel KARAHAN
Azmi TULUNAY
Çaðýn ÖZDEMÝR
Arguvan Vakfý
Gençlik Komisyonu
Saðlýk Köþesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 20-21
68 Ruhuna Geri mi Dönüyoruz? . . . . . . . . . . . . . . . . 22-23
İnsan Hakları Haftası ve Arguvan . . . . . . . . . . . . . . .
24
Kitap - Kuzey Anlatısı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
25
Etkinliklerimiz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 26-27
Grafik Tasarým
ATAÞEHÝR AJANS
0.216 572 0 575
Oktay EROÐLU
Derneklerimizden . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 28-29
Şiir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
30
Yazýþma Adresi
Küçükyol Sokak No.: 3/2
Bostancý / ÝSTANBUL
Tel: 0.216 416 12 74
Fax: 0.216 361 97 28
[email protected]
Baský: Kay-Ian Matbaa
0.212 612 31 85 - 567 84 19
YAYIN ÝLKELERÝ
Dergide yayýnlanmasý için gönderilen yazý, haber ve
resimlerin yayýnlanmasýna, yayýn kurulu karar verir.
Yöresel fotoğraf, haber ve yorumlara öncelik verilir.
Ýmzalý yazýlarýn sorumluluðu yazarlarýna aittir.
1
Sevgi ve Dostluk Pýnarýndan
Merhaba;
Dergimizin yeni sayısını sizlerle buluşturmanın
gururunu ve heyecanını yaşıyoruz.
27. sayımızı Salon Vals’te düzenlediğimiz dayanışma ve eğitime katkı gecemizin ardından, mali olağan
genel kurulumuz öncesinde sizlerle buluşturuyoruz.
Söyleşi bölümümüzde yakından tanıdığınız,
Arguvan ve Köyleri Eğitim Kültür Vakfının kuruluş
aşamasından beri içerisinde olan Arguvan ile ilgili
her çalışmada, her etkinlikte özveri ile çalışan aynı
zamanda vakfımızın bir dönem başkanlığını da
yapan, halen Gazete Ataşehir’i yayınlayan Kanber
Yıldırım’ı, Veysel Karahan’ın söyleşisiyle sizlere
tanıtıyoruz.
Kadın köşemizde vakfımızın genç yöneticisi Fatma
Kılıç’ın yazısını okuyacaksınız.
16 Ekim 2010’ da Salon Vals’te gerçekleştirdiğimiz,
hemşerilerimizin ve Arguvanlı dostlarının yoğun ilgi
gösterdiği eğitime katkı gecemizi Azmi Tulunay’ın
yazısı ve fotoğraflarıyla bulacaksınız.
Yöremizi tanıyalım bölümünde Aşağı Sülmenli
Köyünü Kazım Eroğlu, Ali Eroğlu’nun kaleminden, Hıdır Göksu’nun fotoğrafları ile okuyacaksınız.
Aktüel köşemizde ‘Toplumcu Gerçeklik ve Sanat
Üzerine’ değerlendirme yazısını Aziz Kemal
Hızıroğlu’nun kaleminden okuyacaksınız.
Portre köşemizde yakından tanıdığınız Arguvan ve
Köyleri Eğitim Kültür Vakfı’nın içerisinden birisi
olan Seval Eroğlu’nu tanıyacaksınız.
Yöremiz
türkülerinden
bölümünde
Seval
Eroğlu’nun notaya aldığı, kaynak kişisi Âşık Yoksuli
olan ‘Dalgın Dalgın’ isimli parçayı bulacaksınız.
Sağlık köşemizde; Dr. Mustafa Sülkü’nün kaleminden ‘Ailemizin Hekimi mi oldu? Aile
Hekimimiz mi yok oldu?’ Başlıklı sağlık konusunda
içerisinde bulunduğumuz durumu çok güzel anlatan
bir değerlendirme okuyacaksınız.
Gençlik bölümünde medyamızın üniversite öğrencilerine ve eylemlerine bakış açısını ‘68 Ruhu Geri mi
Dönüyor?’ başlığı altında Umut Alikaşifoğlu’nun
kaleminden bulacaksınız.
Gündem köşemizde Çağın Özdemir’in değerlendirmesiyle ‘İnsan Hakları ve Arguvan’ başlıklı
yazıyı okuyacaksınız.
Bu sayımızda yer verdiğimiz kitap tanıtım
bölümünde Burhan Sönmez’in, Kuzey isimli
kitabını Bülent Taş’ın tanıtım yazısından bulacaksınız.
Etkinliklerimiz köşemizde vakfımızın düzenlemiş
olduğu aktiviteleri Haydar Karaçam’ın anlatısıyla
okuyacaksınız.
Köylerimizden ve derneklerimizden haberleri
Veysel Karahan’ın yazısından okuyacaksınız.
Dergimizin yayına hazırlanmasında basılmasında
emeği geçen başta Ali Taşdöğen, Oktay Eroğlu ve
herkese, reklam vererek katkı sunan dayanışma
örneği gösteren tüm dostlara ve reklam bulunması
konusunda üstün gayret sarfeden Azmi Tulunay’a
teşekkür ediyorum.
Bir sonraki sayıda buluşmak dileğiyle sağlık, esenlik ve sevgi ile kalınız.
Mehmet KIZILDAŞ
Vakıf Başkanı
Yeni yılın
size ve sevdiklerinize
şans ve mutluluk
getirmesini dileriz...
Arguvan ve Köyleri Eğitim Kültür Vakfı
Yönetim Kurulu
2
Söyleşi...
Röportaj: Veysel KARAHAN
“Arguvan kültürü ve kimliği hakkında
binlerce sayfa bilgi bıraktık”
ayın Kanber Yıldırım, birçok Arguvanlı ve
Arguvanlı dostları sizi, sivil toplum örgütlerindeki ve gazetecilik çalışmalarınızdan
dolayı tanıyor. Arguvan Olgusu okurlarına kısaca
kendinizi tanıtır mısınız?
S
1955 Arguvan Merkez doğumluyum. İlk ve ortaokulu Arguvan'da okudum. Tokat Öğretmen Okulu'nu
kazanarak yatılı okudum. 1975 yılında mezun
olduğum, zorlu geçen öğretmen okulu yıllarımın ardından siyasi nedenlerden öğretmenlik hakkım alındı.
Kendimi siyasetin içerisinde buldum. 1977 Ecevit iktidarı döneminde bu hakkı tekrar almama rağmen ancak
kısa bir süre öğretmenlik yapabildim. 12 Eylül darbesine kadar işçilere, köylülere hak arama mücadelesinde
yaşam öğretmenliği yaptım. 12 Eylül darbesi ile ben de
herkes gibi darbeye uğradım. Daha sonra sakıncalı
piyade olarak askerliğimi yaptım.
Askerden geldikten sonra yine siyasi nedenlerden
dolayı iş olanakları kısıtlı idi. Bir süre pazarlamacılık
yaptım. Pazarlamacılığın tecrübesiyle ev tekstil iş kolunda iş yeri açtım. Uzun yıllar bu işle uğraşırken
edindiğim kredi boşa gitmesin diye çevremizdeki işsizleri bu alanda iş sahibi yaptım. Bu dayanışmanın suistimali ile süreç içinde bu işi yürütemez oldum.
2004 yılı Temmuz Ayında ilk sayısını çıkardığımız
Erengazi Gazetesi ile gazetecilik mesleği ile tanıştım.
Endüstri Mühendisi yeğenim Oktay Eroğlu ile birlikte
yaklaşık altı yıldır şimdi Gazete Ataşehir olan yerel
gazete ve Ataşehir Ajans olarak bu işi sürdürüyoruz.
Ataşehir'in ilçe olmasında, Ataşehirliler’in kaynaşmasında sorunlarının dile getirip çözülmesinde
gazetemizin katkıları tartışılmaz.
Dergimizin bu sayısında konuğumuz Vakfımızın
eski başkanlarından Kanber Yıldırım oldu. Sayın
Yıldırım ile Arguvan’ı ve dünden bugüne vakıf
faaliyetlerini konuştuk.
Arguvan ve Köyleri Sosyal Yardımlaşma
Dayanışma Derneğinin ve daha sonra kurulan
Arguvan ve Köyleri Eğitim kültür Vakfı yönetimlerinde ve Yönetim Kurulu başkanlıklarında görev
aldınız hatta her dönem çeşitli sorumluklar ve
görevler almayı kendinize prensip edindiniz.
Anladığımız kadarıyla geçmiş dönemlerde siyasetle
uğraşan biri olarak, yöresel bir kuruluşta çalışmanızdaki amacınız kısaca anlatır mısınız?
12 Eylül darbesi ile sol hareketler önemli ölçüde
yenilmiş, dağılmış, birçoğu cezaevinde tutsak, bir kısmı
kaçak, bir kısmı da yaşadığı yerde tutunamayarak
gurbeti seçmişti. İnsanlar ancak en yakınlarına itimat
ederek dayanışma geleneğini sürdürebiliyorlardı. İşte
bu süreçte ancak on yıl sonra gurbette karşılaşanlar, birbirlerini tanımayan hemşeriler birlikteliğe susamışçasına birbirlerine sarılma hissi içerisinde dernekleşmeye
başlamışlardı. Merdan Ercan ve arkadaşlarının
dernek çalışmalarını duyunca kendimi onların
yanında buldum. Dayanışma, fedakârlık, özveri
ruhunu kaybetmeyen arkadaşlardan ayrı duramazdım.
Hep birlikte Arguvan kimliği ve kültürü ile barışık olan
arkadaşlarla Arguvan kimliğinden taviz vermemeye
özen göstererek önce dernek sonra vakıf çatısı altında
Arguvan adına iyi şeyler yapmaya çalıştık. Arguvan'ın
geçmişi ile ilgili yazılı kaynak sıkıntısı, geçmişe dönük
araştırmalarda en büyük sıkıntımız oldu. Bir taraftan
sosyal, kültürel projelerle çalışmaları sürdürürken,
3
Söyleşi...
diğer taraftan gelecek kuşaklara yazılı kaynak
bırakalım diye dergi çıkarmaya başladık. Arguvan
Olgusu bugüne kadar aralar verilmesine rağmen devam
ediyor.
cılığı ilke edindik ve başarılı olduk.
Faaliyetlerimizden kısaca söz edecek olursak önce
şunu belirteyim. Haftanın hemen hemen yedi günü
akşamları toplanıp tartışır, proje üretir, organizasyon
İşimizden, evimizden, çocuklarımızdan, onlara ayır- yapardık. Her hangi bir etkinlikte başarısızlık ya da bir
mamız gereken zamandan fedakârlık ederek yeni olay çıkması önemli bir darbe yaratacağından tekrar
yetişen kuşağa derneği, Arguvan'ı ve Vakfı sevdirdik. toparlanma zor olur kaygısı ile her ayrıntıyı özenle gözAlmış olduğumuz toplumsal sorumluluğu sonuna den geçirirdik. Bu disiplinli çalışma her etkinlikte
kadar yerine getirmeye çalıştık.
başarıyı getirdi.
Yılda bir dayanışma yemeği yaparak kurumumuzu
Sizin Vakıf Başkanlığınız döneminde Bilim Sağlık finanse ediyorduk. Diğer etkinliklerden kar amacı
Merkezi adı altında Hem vakfımız adına hem de gütmeden kendi kendini finanse etmesini amaçlıyorduk.
Arguvan köyleri arası futbol turnuvası en zor ama
toplumun sağlık konularına eğilmeniz adına Önemgençlerin
tanışıp kaynaşmasında en uzun zamanı da
li bir sağlık kuruluşu açtınız. Bu sağlık kuruluşunun
kapsadığından
en önemli etkinliğimizdi.
faaliyetlerini ve geldiği noktayı bize özetler misiniz?
Müzik eğitimi ile gençlere halk müziğini ve
Dernekler yasası gereği derneğimizin kapatılması Arguvan türkülerini sevdirdik. Vakıf gençlerle ve
polisin iki dudağının arasında idi. Dernekler ticari çocuklarla dolup taşıyordu.
faaliyet yürütemiyorlardı. Nitekim bu dönemde bir
Gençlere ve çocuklara tiyatroyu sevdirmek için
soruşturma geçirdik ve kapanmanın eşiğinden döndük. tiyat-ro eğitimi veriyor ve her yıl bir tiyatro sergiliyorDolayısıyla faaliyet alanlarımız oldukça kısıtlı idi. duk. Arguvan Olgusu'nu iki ayda bir çıkarmak için
Dernek çalışmaları ile Arguvanlılar önemli bir dayanış- uğraşıyorduk.
ma ruhu ve potansiyel yakalamışlardı. Bu potansiyeli
Her yıl 40-60 arası Arguvanlı üniversite öğrencidaha da arttırmak Arguvanlılar adına kurumlar oluşturlerine eğitim bursu verdik.
mak için vakıf kurmaya karar verdik. Vakfın kurulması
Her yıl Aşure Günü Kültür Şöleni adı ile yapile eğitim ve sağlık alanında kurumlar oluşturmayı
tığımız etkinlikleri son yıllardaki Türkü Festivallerinin
kararlaştırdık. Evet, benim başkanlığım döneminde
provaları gibiydi. O yılların koşullarında böylesine
önce sağlık anlayışı ile Bilim Sağlık Merkezi adı altınkatılımı yalnız Divriği Kültür Derneğinin sağladığı
da özel poliklinik açtık. Bilim Sağlık Merkezi ile
söyleniyordu. On binleri piknik alanlarında buluşoldukça başarılı bir dönem geçirdik. Önemli
turuyor, coşku ve heyecanı ormana taşıyorduk.
miktarda borçlandık. Geliri ile bir taraftan
Kadınlarımız kömbe günü, köfte günü,
borçları ödedik, diğer taraftan Vakıf
Vakıfta
kermes, 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü
bütçesine katkı sundu. Bizim yönetiverdiğimiz
etkinlikleri ile dernek ve Vakfı ikinci
mimizden sonraki yönetimlerde de
eğitimlerle bugün evleri gibi görüyorlardı.
böyle devam etti. Devletin sağlık poliArguvan türküleri ses yarışmasını biz
tikası, Arguvanlıların beklenen ilgiyi
halk müziğine
projelendirdik. Kasım Eren arkadaşıgöstermemesi, Vakıf yönetiminin
birçok sanatçı
mızın başkanlığı döneminde ilki gerçeksağlık merkezini işletme anlayışı 2003
yetiştirmiş
olduk.
leşti.
yılında devir zorunluluğunu getirdi.
Arguvan ve Köyleri Eğitim Kültür
Müzik eğitimi alan, halk oyunları eğitimi
Vakfı'nın ilk kurumu devredilmiş oldu.
alan gençlerimiz etkinliklerde koro ve folklor
gösterileri ile katkı ve katılımı artırıyorlardı.
Dernek ve Vakıf Başkanlığınız döneminde yap- Arguvan halk oyunlarını ve Arguvan folklorunu araştırtığınız projelerden ve eğitim kültür faaliyetlerinden mak için Arguvan ve köylerinde araştırma yapmak
üzere uzman arkadaşları Arguvan’a gönderdik. Bu
kısaca bahseder misiniz?
çalışmanın sonucu geçte olsa kitaplaştı.
Dernek ve Vakıf başkanlığım döneminde en önem
Bu faaliyetleri anlatırken bir anımı anlatmadan geçeverdiğimiz konu eğitim, kültür ve sosyal çalışmalardı.
meyeceğim.
Yaptığımız dayanışma gecelerinden birine
Ancak önemle belirtmek istediğim bir şey var. Bu
o
dönem
Kültür
Bakanı olan Ercan Karakaş da
çalışmalarda ben sadece temsilen başkandım. Her projeyi her kararı ve faaliyeti yönetim ve komisyonlarda gelmişti. Çıkışta yolcu ederken beni tebrik etti ve
tartışarak kararlaştırıyor ve uyguluyorduk. Yaptığımız “Yaptığın konuşmayı dinledim. O kadar çok etkinçalışmalarda benim kadar diğer arkadaşlarında katkısı lik yapmışsınız ki, biz parti olarak bu çalışmaların
vardır. Kararlarda katılımcılık, uygulamada paylaşım- yarısını yapsak iktidardan hiç düşmeyiz” dedi.
4
Söyleşi...
Vakfımız eğitim ve kültüre önem vermektedir.
Kuruluşundan bu güne kadar hem eğitim bursu vermektedir, hem de sanatsal ve kültürel kurslar vermektedir. Bu faaliyetlerle geldiği noktalardan ve
başarılardan bahseder misiniz?
içine girince herkesin yönü bana dönüyordu. Aday
olma serüveni böyle başladı. Kararlaştırdığımız halde
bir dönem özel bazı nedenlerden dolayı gidemedim.
İkinci dönemde bu sorumluluktan kaçmam mümkün
değildi. İstanbul'daki köy derneklerini de toplantıya
Adı üzerinde Eğitim ve Kültür Vakfı, elbette eğitim çağırarak bireysel aday olmadığımı, bazı projeleri
ve kültüre önem verecektir. Şimdi geriye dönüp bak- uygulamak için zorunluluk olduğunu anlattım ve
tığımızda, o dönemde tohumlarını atıp başladığımız bu tüm derneklerden olur aldım. Sonra Arguvan merkezlileri toplantıya çağırarak onların da çoğunçalışmaların sonuçları bizleri gururlandırıyor.
luk destek sözünü aldım. Bu arada
İnsanlar doğar, yaşar ve ölürler. Geride bir
“Vakıf
Arguvan CHP İlçe yönetimi ve kanaat
şeyler bıraktılarsa bıraktıkları eserler
önderleri de çoğunlukla bu kararı
yönetiminin bu
kalıcı ve ölümsüzdür.
desteklediler.
dönemdeki çalışmalarını
Eğitim kültür çalışmaları ile
Arguvan'a CHP aday adayı
yüzlerce
öğrenciyi
okuttuk.
çok olumlu buluyorum. Gerek
olarak
gittiğimde il ve ilçe yönetiArguvan Olgusu dergisi ile
kendi içerisinde gerekse köy
cileri ile görüşüp ön seçim yapılArguvan ve köyleri hakkında
dernekleri
ile
uyumlu
çalışmalarının
masında ısrar ettim ve tüm aday
Arguvan kültürü ve kimliği
adayları
da kabul ederek
meyvelerini vermeye başladı.
hakkında binlerce sayfa bilgi
kamuoyuna
yerel televizyon
bıraktık.
Etkinliklerinizdeki coşku, dayanışaracılığı ile bildirdik. Ön
Sevgili Muharrem Temiz'in de
ma ruhunun canlılığı,
seçimdeki ısrarım ilke edindiğimiz
katkısı ile Arguvan Ezgileri-1 ve
Arguvanlılar’ın katılımcılığı kararlarda katılımcılık, uygulamada
Arguvan Ezgileri-2 kitapları konserpaylaşımcılık anlayışı idi. Ancak
vatuarlarda ve müzik eğitimi veren bana 90'lı yıllardaki etkin“Osmanlıda oyun çoktur” halk deyilikleri anımsattı.” minde olduğu gibi CHP'de oynanan oyunkurumlarda kaynak kitap olarak okutulmaktadır. Hele Arguvan Ezgileri-1 kitabındalarla toplumsal çıkarın yerini bireysel çıkarlar
ki Kürtçe türkülerin notaya alınması Kültür
alınca, ön seçimde aday çıkmama rağmen aday yapılBakanlığının farkında olmadan arşivine alıp Kültür
madım. Böylece Arguvan bir demokrasi sınavı geçirMüdürlüklerine kaynak kitap olarak göndermesi
miş oldu. Demokrasinin beşiği denilen Arguvan'da
Kürtçe’nin tescili oldu.
demokrasiye, konulan sandığa ihanet edilmiş oldu.
Bugün bile “anlaşılmayan bir dil” denilerek Arguvanlılar da bu anti-demokratik uygulamaya oyları
Kürtçe demekten korkan bir devlete biz 1997 de ile cevap verdiler. Belediye seçimlerini kaybettikleri
Kürtçe ezgilerin notaya alınmış kitabını kabul ettir- gibi il genel meclisini de AKP'ye kaptırdılar.
miş olduk. Vakıfta verdiğimiz eğitimlerle bugün halk Buradan bu fırsatla o dönemde adaylığıma destek olan
müziğine birçok sanatçı yetiştirmiş olduk.
herkese teşekkür ediyorum. Benim adaylığım önceden
bahsettiğim gibi toplumsal sorumluluk adına
Bildiğimiz kadarıyla 2004 Yerel seçimlerinde üstlendiğim bir misyondu. Kazanamamak gibi bir
Arguvan Belediyesi için aday adayı oldunuz. Aday kaygım hiç olmadı. Arguvanlıların sağduyusuna
güveniyordum. Arguvanlılar vefasız değildir. Topolamayışınızın kısaca nedenlerini anlatır mısınız?
lum yararına bir şey yapılacağına inanır, samimi
Arguvan adına İstanbul'da çok önemli sosyal kültürel
olduğuna kanaat getirirse vicdanları ile baş başa
etkinlikler gerçekleştiriyorduk. Arguvan yerelinden çok
kalınca mutlaka toplumsal düşünürler.
İstanbul'daki etkinliklerle tanınıyordu. Oysa Arguvan
Arguvan Belediye Başkanlığına aday olmanızı
kimliğinin ve kültürünün gözesi olan Arguvan yeregerektiren
nedenleri ve seçilmiş olsaydınız yapacağılinde bir şeyler yapmak gerektiğini hep konuşup
tartıştığımız halde, yereldeki örgütsüzlük nedeniyle bir nız projeler hakkında bizleri bilgilendirir misiniz?
şey yapamıyorduk. Arguvan'da dernek, daha sonra da
Projelerime gelince; zaten marka haline getirdiğimiz
Vakıf şubesi açmayı düşündük. Ancak bu sorumluluğu Arguvan adını çeşitli alanlarda tescil ettirmek için tüm
verebileceğimiz belediye başkanı ve kişileri bulamadık. Arguvanlıların desteğini alarak projeler üretmek istiyArguvan'da yaşayanlar Arguvan, Dolaylı (Halpuz) ordum. Ben belediye başkanlığını sadece Arguvan
çekişmesi, kabile çekişmesi gibi basit gerekçelerle merkezle ilgili projeler yapmaktan öte tüm Arguvan'ı,
kamplaşmıştı. Bu sorunu çözebilecek Arguvan kim- Arguvan kimliğini ve kültürünü Türkiye'ye hatta
liğini ve kültürünü tekrar yaşatabilecek insan arayışı dünyaya tanıtmak amacı ile değerlendiriyordum. Gerek
5
Söyleşi...
projelerin ortaya çıkmasında, gerekse projelerin uygulanmasında olabildiğince katılımcılığı sağlayıp
sahiplenilmesini düşünerek hareket etmekti. Arguvan
türkülerini ve kültürünü tanıtmak için festivalle
başlayan etkinlikleri arttırmak birinci amacımdı. Daha
sonra tarım, hayvancılık ve bunlardan doğacak
ticaretle Arguvan markası yaratmayı amaçlıyordum.
Arguvan yerleşkesinde iş olanakları yaratarak ev
yapmayı da teşvik edip nüfusu arttırmak,
Arguvan’da çalışanların Malatya'da ikamet etmesini önlemek için kooperatifleşerek konut üretmeyi
düşünüyordum. Eğitimin kalitesini arttırarak, kültürel
etkinlikler yaparak Malatya'ya gidişleri önce azaltarak işe başlayacaktım.
Kanber Bey, Arguvan Belediyesine Başkan seçilmiş
olsaydınız, katılımcı çalışmalar, karar mekanizmaları
ve uygulamalar hakkında nasıl bir yol ve yöntem
izleyecektiniz?
İnsanın kişiliği oluşmaya başlarken nasıl şekillenirse
o şekilde devam eder. Ben, kendimi bildim bileli,
aldığım aile terbiyesi ve gördüğüm eğitimle, inanç ve
anlayışımla toplumsal düşünüyorum. Bu düşüncelerim çerçevesinde yaşadığım her dönemde farklı sorumluluklar hissederek bu sorumlulukların gereği farklı
misyonlar üstlendim. Yaşamına yön veren önemli
sorumluluklardan birisi de Erengazi ile başlayan
Ataşehir ile devam eden gazetecilik serüvenimdir.
Aldığım sorumluluğu üstlendiğim misyonu en iyi şekilde yerine getirmek anlayışı benim kişiliğimin ifadesidir.
2004’ten beri önce Erengazi daha sonra da Ataşehir
adında yerel gazetecilik işiyle de uğraşmaktasınız.
Buradaki çalışmalarınızdan da bahseder misiniz?
Gazete Ataşehir, bugün Ataşehirliler’in sevip saydığı
bir yayın organıdır. Ataşehirliler’in sesi, Ataşehir'de
yaşayanların olumlu - olumsuz yaşadıkları her şeyin
dünyaya açılan penceresidir. Yerel olmaya özen
göstererek, bazen kendimizden de taviz verdiğimiz her
kesimi kucaklayan bir gazetedir. Gerek gazetecilik
gerekse ajans faaliyetlerimizde işimizin gereğini yapmak için edindiğimiz ilkelerden ödün vermeden yaşamaya çalışıyoruz. Ancak üstlendiğimiz misyonla
toplum menfaatlerini ve insani sorumluluklarımızı hep
yerine getirmeye özen gösteriyoruz.
Ataşehir halkının gazetenize bakış açısını ve gazeteniz yoluyla Ataşehir halkına gönderdiğiniz mesajlardan bahseder misiniz?
6
Bizi iyi takip edenler, günlük düşünmeyenler bunun
farkında. Gazetemizi haberlerimizi okumadan başlıklara bakarak ön yargı ile hareket edenler bizi anlamayabilir. Eleştiri ve önerilerimiz dikkate alındığında bu ön
yargılarda ortadan kalkacaktır. Ataşehir halkı gazetemizi takdir ve güvenle takip ediyor diyebilirim.
Bugünkü vakfımızın Yönetimi ve Faaliyetleri
hakkındaki düşünceleriniz nelerdir. Arguvan Olgusu
dergisi hakkındaki düşünceleriniz nelerdir kısaca
bahseder misiniz?
Vakıf yönetiminin bu dönemdeki çalışmalarını çok
olumlu buluyorum. Gerek kendi içerisinde gerekse köy
dernekleri ile uyumlu çalışmalarının meyvelerini vermeye başladı. Etkinliklerinizdeki coşku, dayanışma
ruhunun canlılığı, Arguvanlılar’ın katılımcılığı
bana 90'lı yıllardaki etkinlikleri anımsattı. Arguvan
Olgusu dergisinin sürekliliğine verdiğimiz önem
Arguvan kimliğine ve kültürüne verdiğimiz değerin
göstergesidir diyebiliriz. Dergimiz Arguvanlılar’ın
gelecek kuşaklarına ve tüm dünyaya açılan penceresidir. Bu pencereyi sürekli açık tutmak gerek. Emeği
geçenleri kutluyor çalışmalarında başarılar diliyorum.
Arguvan Olgusu okurlarına dergimiz aracılığıyla
vermek istediğiniz mesajlar var mı?
Okurlarımıza mesajım, ahde vefayı ilke edinmeliyiz. Kültürümüze ve anlayışımıza hizmet edenlere
vefasızlık etmemeliyiz. Buradan bir kez daha söylemek
istiyorum ki, dernek ve vakıf çalışmalarında başarı
sadece başkana ait değildir. Yönetim Kurulu ve
komisyon çalışanlarının özveri ve fedakârlığı
olmazsa başarı olmazdı. Birlikte çalıştığım tüm
arkadaşlara teşekkür ediyorum. Ayrıca arkadaşların aile
ve çocuklarına çok şey borçluyuz. Sevdikleriyle
geçirecekleri zamanlarını Arguvanlılar’a feda ettiler.
Sayın Kanber Yıldırım, renkli ve mücadele dolu bir
süreç yaşamışsınız, emek ve emekten yana olan insanlar için yapmış olduğunuz bu dayanışmanın ve
mücadelenin devamını dileriz. Bize ayırmış
olduğunuz zaman için Arguvan Olgusu adına size
teşekkür ederiz.
Sizlere de bu vefalı davranışınızdan dolayı
teşekkür ediyorum. Bu söyleşi ile zaman zaman içime
attığım duygu ve düşüncelerimi açıklama fırsatı verdiniz. Arguvan adına yapılan çalışmalarda emeği geçen
herkese saygı ve sevgilerimi iletiyorum.
Fatma KILIÇ
Kadın
Ve Kadınlar...
“Vardım, varım, var olacağım…"
ızıl Rosa’nın bu cümlesi sınıf mücadelesinde
kadınlarımızın taşıdığı ruhun en güzel ifadesidir
bana göre. "Kadın olmak" kapitalist sistemde
başlı başına bir sorundur. Zor olan sadece kadın olmak değil
elbette. İşçi kadın olmak, köylü kadın olmak, evde çocuklarına bakan, ev işlerinin arasına sıkışmış ve dört duvar
arasına hapsolmuş, "ev hanımı" şeklinde anlamsız bir
sıfatla nitelendirilen kadın olmak... Zor olan budur. Ve
yüzyıllardır kadınlarımız bu zor yaşantılarını daha yaşanılır
hale getirebilmenin mücadelesini vermişlerdir vermeye de
devam ediyorlar.
Tarihte ilk kadın önderliğindeki mücadele 5 Ekim
1789’da Fransa’da ekmek kavgası adına bir kız çocuğunun
davul çalmasıyla başladı. Sayıları hızla büyüyen ve kitleleri
peşinden sürükleyen bir hareketti bu. Daha sonra 8 Mart
1857’de New York’ta 40 bin dokuma işçisinin daha iyi
çalışma koşulları isteme amaçlı başlattıkları ve 129 kadın
işçinin yanarak can vermesiyle çığlık gibi büyüyen kadın
mücadelesi doğmuştur. Mücadelenin kaynağında iki
masum istek vardı: Eşit işe eşit ücret ve çalışma saatlerinin
kısaltılması.
Ve 21. yüzyılda olmamıza rağmen bu hareket hala yaşamsallığını devam ettiriyor. Sömürülen emekleri, töre cinayetlerini, tecavüzleri, evde ve işyerlerinde yaşanan şiddet ve
tacizleri, fuhuşa sürüklenen hayatları barındıran bir yaşam.
Gün geçmiyorki bu trajedilerin örnekleri yaşanmasın. Yazılı
ve görsel basında her gün sisteme direnen sesini duyurmak
adına yöntemler üreten kadınlarımızı görüyoruz.
Emeklerini onur bilip bu uğurda bazen bir çadırda tek başına günlerce direnirken, bazen sokaklarda yağmura soğuğa
aldırmadan çığlığını duyurmaya çalışırken, bazen eşinin
yanında varlığıyla desteklerken, bazen meydanlarda kısaca
hayatın her yerinde rastlıyoruz onlara... Daima en önde ve
korkusuzca..
Yürüdüler al yazmaları
İş önlükleri
Basma entarileriyle yürüdüler
Yumruk oldu öfkeleri
Dört bir koldan haykırdılar
Susmayacağız
Ölüme inat haykıracağız
Bu bahar önce biz yürüyeceğiz
Bu baharda önce kadınlar yürüyecek.
Yürüdüler de... İster ezilen sınıfın olsun; ister egemen
sınıfın kadını. Sorunlar ve çözümler hep örgütlü hareket
etmekten ve sınıfsal ayrılıkların ortadan kaldırılmasından
geçiyor. Bunun bilincinde olan kadınlarımız adım adım
siyasi sınıf bilinciyle kuşanıp sınıflarındaki erkeklerle
omuz omuza yürüyerek mücadeledeki yerlerini alıyorlar.
118 gün boyunca bir hastanenin bahçesinde morg
K
kapısının karşısına kurduğu
çadırda yaşayıp oradan hiç
ayrılmayarak sadece ve sadece
haksız yere çıkartıldığı işini
geri
isteyen
TÜRKAN
ALBAYRAK
sistemin
karşısında tek başına durmuş,
sonucunda işini geri alarak sessiz kalanlara da büyük bir
ders vermiştir. Çok uzak bir tarih değil Tekel işçilerinin
yaşadığı büyük direniş. Türkiye’ye yıllar sonra
örgütlülüğün neleri başarabileceğini yeniden hatırlatan bu
direnişin de baş kahramanı kadınlarımızdı. "Yağmur yağsa
da kış kıyamet kopsa da direneceğiz" diyerek kararlılıklarını ortaya koyan, 4C sefaletine mahkûm olmamak adına
günlerce Ankara sokaklarında çadırlarda direnen kadın
işçiler ve erkek işçilerin eşleri inanılmaz bir dayanışma ve
mücadele örneği göstermişlerdir.
Basında da sesini duyurabilmiş iki güncel örnekti bunlar.
Bir de yaşamın içinde sessiz sedasız sadece yaşama tutunma mücadelesi veren kadınlarımız var. Yaz-kış demeden
sigortası bile olmadan sadece evine biraz daha gelir getirebilmek tasasında olan gündelikçi kadınlarımızı, kayıp
çocuklarını bulmak için sokaklara dökülen anaları, kırsalda yakıcı sıcakta tarlalarda, bahçelerde çalışan kadınlarımızın hayat mücadelesini de unutmamak gerekir.
Hayat onların ellerinde şekilleniyor. Mücadele onlarla
anlam kazanıyor. Kadın varlığının olmadığı bir mücadele
eksik, yetersiz ve sonuç olarak başarısızlığa mahkûmdur.
Kendini eve hapsetmeden üreten, sisteme dahil olmayan
kendini metalaştırmamış kadınlarımızın kararlı ve örgütlü
mücadelesiyle kalkacak sınıf ayrılıkları. Bu şekilde kimlik
saygınlık kazanacak ve özgürlüklerinin peşinden koşabilecek kadınlarımız. Yeter ki, sorunun kaynağının bilincinde olsunlar.
O vakit geçmişte olduğu gibi bu onur mücadelesinde
kadınlarımız her zaman vardı, varlar ve var olacaklar. Ve
son olarak Nazım’ın şiiri anlatsın onları...
Ve kadınlar
Bizim kadınlarımız
Korkunç ve mübarek elleri
İnce küçük çeneleri kocaman gözleriyle
Anamız, avradımız, yârimiz…
Ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
Ve soframızda yeri öküzümüzden sonra gelen
Ve dağlara kaçırıp uğruna hapis yattığımız
Ve ekinde tütünde odunda ve pazardaki
Ve karasabana koşulan ve ağıllarda
Işıltısında yere saplı bıçakların
Oynak ağır kalçaları ve zilleriyle
Bizim olan kadınlar
Bizim kadınlarımız...
7
Azmi TULUNAY
Dayanışma Gecemiz
Dostluk ve Dayanışmaya
Bir Güzel Örnek Daha
Dostluk ve dayanışma yemeği 16 Ekim 2010 tarihinde
Ümraniye Salon Vals’te yapıldı.
A
rguvan ve Köyleri Eğitim Kültür Vakfı’nın
düzenlemiş olduğu, dostluk ve dayanışma
yemeği 16 Ekim 2010 tarihinde Ümraniye
Salon Vals’te yapıldı. Geceye Arguvanlılar ve Arguvanlı
dostlarının göstermiş oldukları yoğun ilgi görülmeye
değerdi. Bu ilginin salona yansıması, hem vakıf yöneticilerini hem de Arguvanlıları oldukça memnun etti.
tamamen yüksek öğrenimde
okuyan ihtiyaç sahibi öğrencilerimizin okumalarına katkı
sunmak amacıyla düzenlediklerini, daha önceki yıllarda
olduğu gibi, bundan sonraki yıllarda da Arguvanlı dostlarının katkılarını esirgemeyeceklerini söyleyen Kızıldaş
şöyle devam etti:
Bu gecenin düzenlenmesindeki asıl amaç, EGİTİM
burslarıydı, amacına da ulaştı. Arguvanlılar ve Arguvanlı
olmayan dostların göstermiş oldukları duyarlılık gecenin
en anlamlı yanını ifade ediyordu kuşkusuz. Kendi gücü
oranında burs verip katkılarını sunanların arasında, ev
hanımından, emekli öğretmenine, iş adamından
bürokratına, belediye başkanına kadar hemen herkesin
eğitime verdiği önem dikkat çekiciydi. Eğitim burslarının
toplanmasında vakıf yöneticilerimizden Hasan Aydın’ın
göstermiş olduğu çaba ise, herkes tarafından beğeni ile
ifade edildi ve ayrıca söylemiş olduğu bir söz vardı ki ‘az
veren candan çok veren maldan’ sözü herkesi daha bir
duyarlı kılmıştı adeta…
“Biz biliyoruz ki, harekete geçen cehaletten daha
korkunç bir şey olamaz. İyiler harekete geçmedikleri
müddetçe kötüler kazanır ve gericilik cesur ve kararlı
adımlarla yürüyenlerin varlığı karşısında durdurulur. Bu
bilinç ve düşünce ile biz Arguvanlılar örgütlenmenin
önemini ve gerekliliğini gördüğümüz için örgütlenmenin insan yaşamında su ve hava kadar önemli olduğunun bilinci ile örgütlenme konusunda üzerimize düşen
görevi 46 köyümüzden 28 köy derneği ve vakıf
örgütlülüğü ile bu konuya verdiğimiz önemi göstermiş
oluyoruz bizler ortak akıldan yanayız ortak düşünceden
oluşan sinerjiyi dünümüze ve bugünümüze sahip çıkmak
olarak algılıyoruz. Bu duygu ve düşünce ile sizleri selamlarken gecemize katılarak bizleri onurlandırdığınız için
hepinize şahsım ve yönetim kurulu arkadaşlarım adına
teşekkür ederim.”
“CEHALETTEN KURTULMANIN YOLU
EGİTİMDİR”
Vakıf Başkanı Mehmet Kızıldaş bu sözlerle başladı
konuşmasına. Devamında Arguvanlıların eğitim ve öğretimin önemini bilen, o nedenle Arguvan toplumunun
okur yazar oranı yüksek bir toplum olduğunu belirtti.
Vakıf yönetimi ve köy dernek başkanlarımızla bu geceyi
8
Daha sonra Arguvan köy dernekleri adına konuşma
yapan Yazıbaşı (Narmiken) Köy Dernek Başkanı Latif
Adıgüzel Arguvanlıların ve köy derneklerinin bir arada
olmalarından dolayı mutluluk duyduğunu, Arguvan’ın
Dayanışma Gecemiz
farklı kimlik ve kültürleri bir arada yaşatan önemli bir
kültürel zenginliğe sahip olduğunu, bu birliği bozmadan
daha ileriye taşımanın sorumluluğu içerisinde olunmasının bilinci ile hareket etmek gerektiğini vurguladı.
Vakıf yönetimine göstermiş oldukları bu duyarlılıktan
ötürü teşekkürlerini iletti. Geceye katılan davetliler
arasında, Arguvan Belediye Başkanı Hüseyin Taştan,
Arguvan Kaymakamı Mehmet Maraşlı ve siyasi parti
temsilcileri ile sivil toplum örgütlerinin temsilcileri de
vardı. Arguvan Belediye Başkanı Hüseyin Taştan da
geceyi düzenleyen vakıf yönetimine ve geceye katılan
tüm konuklara teşekkürlerini ileterek bu güzel ortamda
birlikte olmaktan onur ve gurur duyduğunu söyledi.
KEYİFLİ VE DUYGU
LU ANLAR YAŞANDI
Türküler söylendi, halaylar çekildi. Vakfımız tarafından burs verilen üniversitelerdeki öğrencilerden burs
alanların duygu ve düşüncelerinin anlatıldığı slayt gösterimi herkes tarafından beğeni ile izlendi. Özellikle okulunu bitirmiş olanların hayata atılmalarından sonra “vakfımızda bir öğrenci de biz okutacağız” sözü tüm konukları duygulandırdı. Gecede ilk sahne alan Grup Pozitif
oldu. Ardından Kısmet Yıldız’ın Kürtçe seslendirdiği
türkülerle halaylar çekildi ve Arguvan’ın yöresel
sanatçılarından Erhan Yılmaz sahne aldı. Güzel sesi
yorumu ile dinleyenleri Arguvan’a götürdü. Gecenin
final sahnesini gülen yüzü ve güzel sesi ile Nilüfer
Sarıtaş yaptı. Hem türkülere doyurdu, hem halaylarla
coşturdu. Bir güzel gün yaşandı ki dostlar, tam bir
Arguvan gecesiydi. Bütün bu güzelliğe sunumu ile akıcı
konuşması ve anlamlı sözleri ile katkı sunan Sema
Erbaş’a, emeği geçen tüm
vakıf yönetimine ve köy
dernek başkanlarına Arguvanlılar’a ve Arguvan dostlarına sonsuz teşekkürler…
9
Yöremizi Tanýyalým
YAYINA HAZIRLAYANLAR
Kazım Eroğlu-Ali Eroğlu-Hıdır Göksu
A. SÜLMENLİ KÖYÜ
İ
ki tepe eteğine kurulmuş olan köyün batısında
Yukarı Sülmenli, doğusunda İsaköyü, kuzeydoğusunda Arguvan, güneyinde ise Morhamam
yer alır. Köyün ilçeye uzaklığı 4 km'dir. Genelde dalgalı-engebeli arazi yapısına sahip olan köy arazisinin
büyük bir kısmı ekilebilir durumdadır. Bu arazilerin bir
bölümü Parçiken (Bozburun) arazisinin içlerine kadar
uzanır. Önceleri fazla bir araziye sahip olmayan köy,
gerek çevre köylerden satın alınan arazilerle gerekse
1951’de Toprak Komisyonu tarafından hazine arazilerinin (mera) köylülere dağıtılmasıyla 25 bin dönüm
civarında ekilebilir bir araziye kavuşmuştur.
YERLEŞİM VE TARİHÇE
Günümüz kabile yapısı içinde köy yerleşiminin ne
zaman oluşmaya başladığını tam olarak söyleyemiyoruz. Ali Seydi Şahin tarafından kendi kabilelerine
dönük (köye ilk yerleşen kabile olarak bilinen
Haydarlar) yaptığı soy kütüğü araştırması bizi 200250 yıllık bir geçmişe götürmektedir. Yine Dedeler
kabilesinin de köyde yaklaşık 180-190 yıllık bir
geçmişi olduğu Ali Eroğlu’nun yaptığı araştırmadan
anlaşılmaktadır. Ancak, 1520 Kanuni dönemine ait
tahrir defterinde köy; Küçük Hacılı nahiyesine bağlı,
26 hane, 7 mücerred, 1 imam yazım nüfusu kaydıyla
Selman-ı Süfla (süfla: aşağı) olarak adı geçmektedir.
1560’da 34 hane, 27 mücerred olarak 61 vergi
nüfusu kayıtlıdır. Bu kayıtları göz önüne aldığımızda
köyün yerleşimini 16.yy öncesine götürmemiz
gerekir. Sanırım, burada yanıtlanması gereken asıl
sorun, bugün, günümüz kabileleri arasında 500 yıl ya
da daha önce köye yerleşen kabilelerin soyunun olup
olmadığıdır. Burada, yaklaşık 250 yıllık bir boşluk
olduğu açık. 18. yüzyıl, toprakta tımar sisteminin
çöktüğü, köylüye yüklenen vergilerin, toprağı
terklerin arttığı, isyanların daha da baş edilemez
hale geldiği bir yüzyıldır. Burada yaşayanlar olumsuz koşullar nedeniyle 18. yy içinde ya da daha
önceleri burayı terk ederek başka yerlere göç etmiş
olabilirler. Bu yerleşim konusu, her haliyle araştırılmaya ihtiyacı olan bir konudur.
Köyün, Sülmenli ismini nereden aldığı konusunda
farklı yakıştırmalar olsa da Osmanlı kayıtlarındaki
Selman/Salman isminin zamanla çevrilerek
Sülmenli adını aldığını söylemek yanlış olmaz.
Çünkü Sülmenli ismi Türkçe'de ya da Arapça'da
kendi başına bir anlamı taşımıyor. Ancak, Selman
ismi; barış içinde bulunma, huzur anlamını taşımakta
ve aynı zamanda Şanlıurfa’da bir köy ismi olarak
geçmektedir. Salman ismi de Türkçe kökenli olup
demirci, başıboş, serbest, özgür anlamını taşımakta
ve birçok yerde köy ismini taşımaktadır. Yine
Selmanlı/Salmanlı isimleri de birçok yerde köy
11
Yöremizi Tanýyalým
adlarıdır ve bunun ötesinde bir aşiret (oymak) adıdır.
Salmanlı Aşireti kimi yerde Avşar boyuna bağlı
olduğu, kimi yerde Karkın boyundan Şah İbrahim
ocağına bağlı bir aşiret olduğu (Hamza Aksüt’ün
araştırması bu yönde) ortaya konulmaktadır. Yukarı
ve Aşağı Sülmenli’de Şah İbrahim ocağına bağlı
dedeler kabilesi vardır. Bir önceki yerleşim yerleri
olan Mezirme’den (Ballıkaya) bu köylere görgü için
gelip giderken köylülerin isteğiyle ve burada kendilerine arazi verilmesiyle, gelip temelli olarak buraya
yerleşmişlerdir. Bu da rastgele bir durum değildir.
Her haliyle Sülmenli isminin Salmanlı oymağından
geldiğini söylemek yanlış olmaz; köye ilk yerleşenler kendi oymaklarının isimlerini köye vermişlerdir.
Bu durum zaten Türkmenlerde bir gelenektir; özellikle köy isimlerinin gelişigüzel seçilmeyeceği açıktır.
Bugünkü arazilerin tarıma açılmadan önce hayvan
otlatmaya elverişli bir alan olmasından dolayı, bir
dönem sürülerini otlatmak için develeriyle birlikte
köye gelip giden göçer kabileler zamanla köyde
sürekli yerleşime geçerler. Toprakların giderek tarıma
açılmaya başlamasıyla bu kabileler burayı kışlık
olarak kullanarak yaz aylarında sürülerini otlatmak
için Divriği, Arapkir ve Hekimhan yaylalarına
12
(Eğrisu, Çakmak, Sarıçiçek, Gozdere) göç ederlermiş. 1970’li yıllara kadar hemen hemen her ailenin
(kabilenin) bir sürüsü olduğu bilinmektedir.
Köye ilk yerleşen HAYDARLAR kabilesidir.
Haydarlar; Aslan, Şahin, Göksu, Yıldırım soyadlarını
taşırlar. Haydarlar'ın Asmaca’dan geldikleri söylenmektedir. Haydarlar'dan sonra köye Germişi’nin
Emirler mezrasından gelen Kaya, Yücekaya,
Yalçınkaya soyadlarını taşıyan EMİRLER; Elazığ’ın
Bayındır köyünden gelen Karaaslan soyadını taşıyan
MUCUKLAR; Öztürk soyadını taşıyan, daha
önceleri Karaosmanlar denilen, develerini otlatmak
için buraya gelip gittikleri söylenen, nereden gelip
yerleştikleri
bilinmeyen
GARALIGİLLER;
Harput’tan gelen Şengül ve Yılmaz soyadını taşıyan
ERZİKLER; Yukarı Atma’dan gelen Şentürk soyadını taşıyan BAZÖĞLER; Zeyve’den gelen
bayram soyadını taşıyan BAYRÖĞLER; Urum’dan
gelen Kara soyadını taşıyan ÇAKKOĞLAR
(Söydöğler-İbikler); Mezirme’den gelen Eroğlu soyadını taşıyan DEDELER; Kuruttaş’dan gelen Eliaçık
soyadını taşıyan HACOĞLAR; Malatya’dan gelen
Yurdagül soyadını taşıyan KALLECİGİL köye gelerek yerleşmişlerdir. Daha sonraları Gürge’den gelen
Yöremizi Tanýyalým
KALENDERLER;
Erzincan-Kars’dan
gelen
ADIGÜZELLER (Karslıgil); Doydum’dan gelen
ÜNVERDİLER; Şotik’ten gelen SUKUŞULAR;
Kuruttaş’dan gelen Kaya soyadını taşıyan
ALİGÜLLER köye yerleşerek köyün nüfusunu
oluşturmuşlardır. Bu son yıllar içinde de Şotik’ten 4
ailenin gelerek köye yerleştiğini not etmek gerekir.
EKONOMİK YAPI:
Hayvancılık ve tarım, köylünün iki temel uğraşıdır.
16. yy vergi kayıtları (1560 vergi kayıtlarında köyde
400 keyl buğday 200 keyl arpa üretimi ile 350 koyunkeçi kaydı mevcuttur) göstermektedir ki, tarım da
hayvancılık da köylünün yerleşik ya da yarı yerleşik
düzene geçmesinden bu yana temel uğraşları, temel
geçim kaynakları olmuştur. 1950’lerden sonra durum
tarımsal faaliyet lehine bozulmaya başlar ki, tarım
arazilerin genişlemesi ve karasabandan traktöre geçiş
bunda rol oynamıştır.
Hayvancılık; genelde küçükbaş hayvan yetiştiriciliğine dayanır. Yazın yaylada koyunlarını ve keçilerini otlatarak besleyen köylü, kış aylarında köyde ya da
köyün mera ve arazilerinde kurdukları ağıllarda
davarlarını beslerdi. 70’lere kadar hemen her
aile/kabile koyun sürüsüne sahipken bu durum
60’lardan sonra değişmeye başlar, 80’lere doğru sürü
yetiştiriciliği ve yaylacılık tümüyle terk edilir. Her
şeye rağmen birkaç koyun ve inek besleyen köylü
kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmektedir.
Köylünün başlıca tarımsal faaliyeti buğday ve arpa
ekimidir. Az da olsa nohut ve mercimek ekimi de
yapılır. Köylü geniş bir araziye sahip olmasına karşın
tarım, tümüyle susuz yapıldığından ürün verimliliği
düşüktür; bu da, esas olarak doğa şartları tarafından
belirlenir. Su kaynağı olmadığından köyde yeşil bir
alan, bağ-bahçe de pek gözükmez. Köylü, sebze ve
meyve ihtiyaçlarını tümüyle dışarıdan karşılamıştır.
Köyde arıcılık yapan aileler de vardır.
SOSYAL VE KÜLTÜREL YAŞAM:
Köylünün sosyal-kültürel yaşamı, göçebe geleneği
ile yerleşik köylü yaşam geleneğinin genel özelliklerini yansıtmakla birlikte; köyün Türkmen ve Alevi
bir köy olması itibariyle sosyal- kültürel yaşamın
biçimlenmesinde Türkmen ve Alevi geleneklerin
etkin bir rol oynadığı görülür. Ancak, günümüzde,
aile yaşamından çalışma yaşamına, yeme içmesinden
giyim kuşamına, çeşitli geleneklerinden ibadetlerine
köydeki sosyal-kültürel yaşamın, geçmişle
kıyaslandığında büyük değişikliklere uğradığını
söylemeliyiz. Kuşkusuz, bu değişimin temel nedeni,
üretim biçimi ve ilişkilerindeki değişimle ilgilidir.
Üretim araçlarının ve tekniğin gelişmesi
(makineleşme), yaylacılığın ortadan kalkması, kapalı
köy ekonomisinin kırılıp tümüyle pazara açılması,
yaşanılan sürekli göç köydeki yaşam biçimlerini de
altüst etmiştir.
Nisan ayında başlayıp Ekim ayının sonuna kadar
süren aktif çalışma hayatının ortadan kalkması birçok
değişimi de kendiliğinden getirmiştir.
Her şeye karşın, inanç boyutunda “Abdal Musa
Birlik Lokması” sürdürülen geleneklerden biridir.
Bunun yanında ziyaretlere adaklar adanması,
havaların kurak gittiği yıllarda yağmur duasına çıkılması sürdürülen inançlardandır. Bu da bizlere,
‘inancın’ toplumsal yaşamda ne kadar köklü bir yer
edinebildiğini göstermesi açısından ilginçtir. Bugün
ne derece inanç beslenir bilmiyoruz ama, bir ocak ve
13
Yöremizi Tanýyalým
ateş kültü, su kültü, ağaç ve eşik kültü; insanın,
öldükten sonra bu dünyadaki emeline göre ruhunun
başka bir canlıda devam edeceği ‘ölümsüzlük’ inancı;
cin-peri, şeytan, melek gibi iyi ve kötü ruhların
dünyada dolaştıkları inancı kırsal kesimlerde insanların bilincinde her zaman yer edinmiştir. Bu inanmalara şaman inancı da, pagan inancı da demek
mümkün, ancak asıl söylenmesi gereken inançların
toplum hafızasında son derece köklü bir yer
edindiğidir.
Bugün köyde “Kösender Baba” denilen bir ziyaret
yeri vardır. Burada, adaklar adanır, kurbanlar kesilir.
Yeni evlenenler öncelikle buraya niyaz eder. Uzak
yere gidip-gelenler, bir müşkülü (sorunu) olanlar yine
buraya gidip dua edip niyaz eylerler. Bu ziyaret
yerinin nasıl oluştuğuna dair, Kösender Baba’nın
kim olduğuna dair, tatmin edici bir bilgi yoktur. Bu
konuda söylenen Kösender Baba'nın bir derviş, bir
dede olduğu yönündedir.
Yine köyün girişinde gelip giderken niyaz edilen ve
kurban kesilen “düşek” denilen bir ziyaret yeri daha
14
vardı. Köy yolunun yapımıyla ortadan kalkmış olan
bu düşek yerinin de nasıl oluştuğuna dair tatmin edici
bir bilgi mevcut değildir. Anlatılan o ki, bir kavgada
atılan bir taş sonucu bir ölüm olayı meydana gelir.
Ölen kişinin ailesi bu olayı dava konusu yapmak için
mahkemeye giderken köyün çıkışında dede tarafından ikna edilerek davadan vazgeçirilir. O günden
sonra oraya taş yığılarak burası bir ziyaret yerine
dönüştürülür. Köylülerin taş yığarak burayı bir kutsal
yer olarak belirlemesinde eski Türk inançlarının etkili olduğunu da düşünmemiz gerekir. (Köyün güney
girişinde de benzer bir düşek yeri vardı. Yine birçok
köyde de benzer yerler vardır.)
Bilindiği gibi eski Türk inançlarında dağ, “gök tanrıya giden en yakın yol”dur. Dolayısıyla kutsaldır ve
orada her yıl şölenler düzenlenir kurbanlar kesilir.
Dağların kutsanması düşüncesinden Türkler bulunduğu yaşam alanlarında (özellikle dağlara uzak olunduğu yerlerde) dağı yansıtacak bir yığıntıyı bir vesileyle yapmışlar ve orayı kutsamışlardır. Bu ‘düşek’
de bu inançtan kaynaklı olabilir.
Köyde ilk eğitim 1938’de başlamıştır. (Eğitim o
zamanlar 3. sınıfa kadardı.)
1940’da köye ilkokul binası
yapılmıştır. İlkokul 5. sınıf
binası ise 1960’da yapılmıştır.
Bugün köyde eğitim verilmemektedir; öğrenciler
taşıma sistemiyle Yukarı
Sülmenli’de eğitim görmektedir.
Köye 1975 yılında bir sağlık
evi yapılmıştır. İlk birkaç yıl
bir ebe atanarak doldurulan bu
sağlık evine daha sonra hiçbir
Yöremizi Tanýyalým
atama yapılmamış ve kendi haline terk edilmiştir.
Sağlık evi, bugün boş ve bakımsız bir durumdadır.
Köye elektrik 1978’de, telefon ise 1996’da
gelebilmiştir.
Köyün ilçeyle olan bağlantı yolu asfalttır. Köyün en
önemli sorunu olan su sorunu iki yıl önce köyün
yakınlarında -Karagedik denilen bir yerde- yapılan
bir sondaj çalışması neticesinde suyun bulunmasıyla giderilmiştir. Geçen yıl içinde de kanalizasyon
sorunu köylülerin de katkısıyla tümüyle çözülmüştür.
Bugün 44 hane ve 150 kişilik bir yerleşik nüfusu
barındıran köyde, şehirlere göç olayı esas olarak
80’lerde başlamıştır. Aşağı Sülmenli, Arguvan
yöresinde en geç göç veren köylerden biridir.
Malatya, İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük kentlere
yerleşen köylüler yurt dışında da önemli bir nüfusu
barındırmaktadır.
Yemek, giyim-kuşam kültürü Arguvan yöresinin
genel özelliklerini taşır.
1977 genel seçimlerinde CHP’den milletvekili
seçilen rahmetli Mustafa Şentürk köyün tanınan
simalarındandır. Köyün ilk eğitmeni, rahmetli
Hüseyin Bayram’dır
Köyün tanınan mahalli sanatçı ve aşıkları; rahmetli
Çobani (Gazi Kaya), Nesimi Eroğlu, Adıgüzel
Göksu, Hıdır Göksu, Doğan Göksu, Ercan Göksu,
Yasemin Eroğlu ve Seval Eroğlu’dur.
Köyün tarikat aşıkları ise rahmetli olan İsmail
Göksu ve Kanber Bayram’dır.
Orda
Bir köy var uzakta
O köy bizim köyümüzdür
Beş-on yaşlı adam
Beş-on yaşlı kadın
Saçları örgüsüz birkaç kız
Ayakları çıplak birkaç oğlan yalnız
Köylü gitmiş
Köyüm değişmiş
İn-cin top oynuyor yazı yabanda
Çiğdem öksüz kalmış
Nevruz öksüz
Ot toplayan yok artık,
Tezek toplayan da.
Ne ellik var ortada, ne orak
Ne ırgat olmak var artık, ne ırgat bulmak
Şahralar bir köşeye atılmış kırık
Ne eşeğin kahrını çekmek var,
Ne eşek köylünün kahrını çekiyor
Artık
Makineleştik
Makineleştik artık makineleştik!
Köyüm değişmiş
Her şey değişmiş
Bir tek toprak değişmemiş
Ve bir de köylümüz
Değişmemiş toprak ve köylümüz
Yine toprak aç
Toprak yine susuz
Direniyor toprak aç ve susuz!
Yine köylü aç
Köylü yine susuz
Direniyor köylü aç ve susuz!
Kazım EROĞLU
15
Aziz Kemâl Hızıroğlu
Aktüel
Toplumcu Gerçekçilik ve
Sanat Üzerine...
H
er sanat akımı, belli bir felsefe ve dünya
görüşünün uzantısı olarak ortaya çıkar.
Unsurlarını da o dünya görüşünün içinde
oluşturur. Bu nedenle, toplumcu gerçekçiliğin
vazgeçilmez öğeleri olarak bilinen kimi kavramları,
akımın içinde yaratılan sanat eserlerinin ayırt edici
nitelikleri olarak değerlendirmek gerekir. Toplumcu
gerçekçilik ve sanatın vazgeçilmez yakınlığını göstermeye çalışmadan önce; toplumculuk, gerçekçilik ve
sanat kavramlarına kısaca da olsa değinmekte yarar
var.
Bakunin, Rodbertus,
Blanqui,
Ferdinand
Lasalle,
Joseph
Proudhon...
Bütün bu yazar ve
düşünürler yeni bir
toplumsal düzen gereğini savunmuşlar, ne var ki
toplumculuğu deney ve gözlemlere dayanan bilimsel
temeline oturtamamışlardır. Düşçü toplumculuk, bilimsel toplumculuğa geçmek için zorunlu bir evredir.
Bilimsel toplumculuk ise Karl Marx ve Friedrich
Toplumculuk; insanın en yetkin gelişmesini sağlay- Engels’in ortak bir çalışmayla kurdukları diyalektik ve
acak bir üretim biçimidir. İnsanın yetkin gelişmesini ve tarihsel maddecilik öğretisine dayanır ve emeğin gitböylelikle de mutluluğunu sağlama düşüncesi, bir tikçe toplumsallaşmasına karşı, üretim araçları üstüntoprak parçasına bağlanmasıyla gündeme gelmiş ve deki mülkiyetin bireyselleşmesi çelişkisini taşıyan
yeni düşüncelerin doğmasına
kapitalist düzenin aşılmasıyla
gerekçe oluşturmuştur. Çünkü
İnsana özgü bir yaratma gerçekleşir. Böylece üretim araçları;
göçebe topluluklar birbirleriyle
insanı kullanarak insan emeğine rekbiçimi olan sanat,
değil, doğayla çekişirler ve güçlerini
abet etmek ve kapitaliste daha fazla
metafizik
düşünme
yöndoğayla savaşmak için birleştirirlerkâr sağlamak için değil, insanların
temine bağlı idealist
di. İnsana özgü güç ve dayanışma
kültürel uğraşılarına ve daha fazla
boşuna harcanmaz, doğaya karşı anlayışlara göre, bir tanrı
dinlenebilmelerine zaman ayırmak
duruşu geliştirmek için kullanılırdı.
biçiminde kullanılır. Üreten insan,
vergisi ve bilinçaltı veriBilgi, doğadan korunma ve doğayı
sidir. Oysa sanat, insanla insanlık öncesi çağdan, gerçek insanyenme üzerine oluşmuştu. Küçük bir
nesnel gerçeklik arasında- lık çağına ancak bu durumda geçeazınlığın, önce bir toprak parçasına
bilir...
ki estetik ilişkidir.
ve sonra da üretim araçlarına sahip
Gerçekçilik: Platon’un idealizmine
çıkmasıyla doğal düzen altüst oldu
(türcülüğüne)
dayanan ve özellikle
ve çıkar savaşları başladı. Bu aynı zamanda, tür bilincinin de yağmalanmaya başlaması demekti. ortaçağda genel kavramları gerçek sayan ve asıl varlıkToplumsal sorunların gündeme gelmesi ise bundan ların bunlar olduğunu ileri süren idealist bir öğreti
sonraki evreleri oluşturuyordu doğal olarak... İnsan olarak tanımlanmıştı. Bundan sonraki sayısız evre ve
kişiliği için en uygun gelişme doğrultusunu yeniden tartışmaların ardından, bilinç dışında nesnel bir
sağlamaya çalışan düşünce akımları ‘toplumculuk’ dünyanın var olduğunu savunan öğretilerin genel adına
genel adı altında toplanmaya başladı. Platon’dan gerçekçilik denilebilir. Ancak bilinç, nesnel gerçeklikbaşlayan düşçü toplumculuk, Thomas More ile ‘ütop- le oluşmasına karşın, diyalektik karşı etkiyle kendisini
yacılık’ adını almış; Bacon, Campanella, Valantin oluşturan nesnel gerçeği değiştirmekte ve yeniden
Andrea, Barclay, Heywood, Winstanley, Herrington, oluşturmaktadır. Diyalektik anlayışın idealist anlayışGabriel Foigny, Vairasse, Morelly, Gabriel Mably, tan ayırıcı ilk niteliği, olguları idealist anlayış gibi tek
Etienne Cabet’in eserleriyle 18.yüzyıla dek savunul- yanlı olarak değil, bütün yanlarıyla ele alması ve
maya çalışılmıştır. Bu yazarların yapıtları genel olarak aralarındaki bağımlılığı tüm incelikleriyle açıklayaromanımsı tasarımlardır. Bunu izleyen yüzyıl boyunca bilmesidir. İdealist öğretiler gerçeklerin bilinmez bir
düşçü toplumculuğa değgin salt düşünsel anlamda yerlerde gizli bulunduklarını ve insanların bu gerçekyapıtlar ve denemeler yazan kimi ünlü düşünürler de leri sadece düşleyip tasarlayabileceklerini savunurlar.
şunlar: Jean-Jacques Rousseau, Gracchus Babeuf, Oysa nesnel dünyada böylesine gerçeklikler yoktur,
Charles Fourier, Saint Simon, Simon de Sismondi, ancak insan bilincinde gerçekleşen sayısız nesneler,
Pierre Leroux, Robert Owen, Louis Blanc, Mikhail ilişkiler ve süreçler vardır. Algıdan soyut düşünceye ve
16
Aktüel
buradan pratiğe geçiş… İşte gerçeklerin bilgisine
giden diyalektik yol budur.
Sanat: İnsana özgü bir yaratma biçimi olan sanat,
metafizik düşünme yöntemine bağlı idealist
anlayışlara göre, bir tanrı vergisi ve bilinçaltı verisidir.
Oysa sanat, insanla nesnel gerçeklik arasındaki estetik
ilişkidir. Nesnel gerçeklik sanatçıda estetik biçimlerde
yansır. Yani sanat, insansal pratiğe, topluma ve
toplumsal yaşama sıkıca bağlıdır. Sanatta öz ve biçim,
ulusallık ve evrensellik, soyutla somut, duyusal olanla
düşünsel olan iç içedir ve birbirinden ayrılamaz.
Sanatçının bütün bu diyalektik karşıtlıkları örgensel bir
bütünlüğe kavuşturma tarzı, içinde yaşadığı tarihsel
dönemin ve koşulların oluşturduğu dünya görüşüne
bağlıdır.
gerçekçiliğin, yaşamı, sadece doğal ve nesnel haliyle
değil, toplumsal ilişkiler ve çelişkiler içinde de gösterdiği algılanmaya başlanıldığında, ‘gerçek’ kavramının
kendisi de tartışılır hale gelmiştir. Gerçek kavramı,
artık tartışılmaz doğrular, ilahi hakikatler yerine;
değişken, çatışmalı ve göreli bir gerçeklikler dünyasını
anlatmaktadır. Bu yeni ve çelişkili ortamın özelliklerine göre yeniden biçimlenmekte olan sanat da, gerçek
kavramının değişen içeriğinden ve de gerçeğin yorumlanış ve yansıtılış tarzından etkilenmektedir.
Toplumsal hareketlerin, özellikle işçi hareketi eksenli bir nitelik kazanıyor olması ve sınıf çatışmalarının
bütün siyasal ve kültürel hayatı etkilemeye başlaması,
öznenin tarihsel rolü hakkındaki düşünceleri de
değiştirdi ve geliştirdi. Birey özne, yerini toplumsal
güç olarak sınıf özne kavramına terk ederken, gerçek
***
de tarihsel eylem kavramıyla bağlanToplumcu Gerçekçilik; yukarıdaki
tılı olarak yeni bir içerik kazanmaya
Gerçeğin, diyalektik
toplumculuk ve gerçekçilik tanımbaşladı. Artık ‘gerçek’; öznenin bilmateryalist içeriği fark
larında da değindiğimiz gibi, kenincinin bir ürünü, özneye tanrısal
disinden önceki gerçekçilik akım- edilmedikçe, yaratılacak her- olarak aktarılmış bir özellik, salt
hangi bir sanat eserinin
larının devamı ve gerçeğin aranması
kavramlara sıkışmış bir yapı ya da
gerçekçi, insancı, adil,
serüvenlerinin
bir
aşamasıdır.
metafizik materyalistlerin öne
demokrat ve dönüşümcü,
Rönesans döneminden başlayıp,
sürdüğü gibi maddenin doğal ve
yani ‘toplumcu gerçekçi’
19.yy’da toplumsal sorunlar ve
olarak tanımlanma olasılığı kendiliğinden bir özelliği değildir. O
çelişkiler üzerinde yoğunlaşarak
halde gerçek, ne yalnız düşünsel ve
yoktur.
gelişen gerçekçilik akımları; aynı
kavramsaldır, ne de yalnızca kendi
zamanda, Avrupa’daki işçi ve emekçi
halindeki maddenin bir özelliğidir.
kitlelerinin mücadelesiyle yoğrulan ve beslenen bir Maddenin nesnel ve gerçek olabilmesi, onun üzerinde
kültür ortamını da yansıtmaktadır. Bu durum eylemde bulunan bir özneyi zorunlu kılmaktadır. Yani
gerçekçiliğin, yaşamın, yalnızca doğal ve nesnel madde ve nesnenin, sınıflar mücadelesinin ve insanın
haliyle değil, aynı zamanda toplumsal ilişkiler ve tarihsel eyleminin dışında bir gerçekliği yoktur.
çelişkiler içinde yorumlanması gerektiğini de vurgu- Natüralistlere göre gerçek, maddenin doğal ve kendilluyordu. Yani artık ‘gerçek’ kavramı, soyut ve ideal iğinden bir özelliği olarak yorumlanırken; toplumcu
içeriğinden kurtulmaya ve sınıfsal mücadelede bir gerçekçilik, oluş ve hareket içindeki dünyayı, onun
‘anlam’ bulmaya çalışıyordu. Doğaldır ki, ‘gerçek’ değiştirilmesi eylemi içindeki insanla birlikte ele
kavramının içeriği değiştikçe, yorumlanış ve yansıtılış almaktadır. ‘Daha önceki gerçekçilik’ ile ‘toplumcu
biçimi de değişiyordu.
gerçekçilik’ arasındaki ayrım da tam buradadır. Çünkü
Metafizik anlayışın ve yüzlerce yıldır erki elinde ‘daha önceki gerçekçilik’, insanın değiştirici eylemibulunduran egemen sınıfların politikalarının nin dışında geliştiği varsayılan soyut bir anlayışa
temelinde, verili düzenin değiştirilemez bir gerçek dayanmaktadır.
olduğu tezi bulunmaktadır. Bu teze göre gerçek; mutlak, ezeli ve ebedidir. Geleneksel aydının umarsızlığı
da burada yatıyor. Ona göre kitleler edilgendir ve
emekçi yığınlarının kurtuluşu ancak aydınlanmış
önderler eliyle olasıdır, çünkü ‘gerçek’ budur ve bu
kadardır!
İdealizm, gerçeğin kavramlar aracılığıyla varolan
evrensel ve tanrısal bir yapısı olduğunu ileri sürer.
Burjuva felsefesine göre ise bilginin, bilgiye yönelen
özneden bağımsız olarak nesnel ve somut bir varlığının
olduğu kabul edilmesine karşın, özne edilgendir. Oysa
Oysa gerçeğin, diyalektik, materyalist içeriği fark
edilmedikçe, yaratılacak herhangi bir sanat eserinin
gerçekçi, insancı, adil, demokrat ve dönüşümcü, yani
‘toplumcu gerçekçi’ olarak tanımlanma olasılığı yoktur. Sanatın; gerçeklik, imge ve sanatçı kategorilerinin
diyalektik bağlantıları sonucu yaratılan bir olgu olduğu
unutulmadığı sürece, toplumcu gerçekçi sanatçıların
‘yaratıcı düş gücüne sahip, düşünceleri imgelere
dönüştürebilen, imgeler aracılığıyla düşünmeyi, duymayı ve uslamlamayı gerçekleştirebilen yegâne (ama
hep azınlıktaki) sanatçılar olduğunu kim inkâr edebilir?
17
Portre
Seval Eroğlu
A
rguvan’ın Aşağı Sülmenli Köyü’ne uzun
yıllar
önce
Mezirme
(Ballıkaya)
Köyü’nden göçen Dedeler Kabilesi’nden
olan Seval Eroğlu 25.12.1984’de İstanbul’da doğmuştur.
Çok küçük yaşlarda müziğe olan merakı onun
bağlama kursuna gitmesini tetiklemiş, 9-10 yaşlarında bağlama çalmaya başlamıştır. Ortaokul ve lise yıllarında tüm müsamerelerde yer aldıktan sonra konservatuar hazırlık dönemine girmiş, TRT ses sanatçısı
Tekin Büyükkkaya’dan kısa süreli eğitim alarak 2003
yılında İTÜ Devlet Konservatuarı Ses Eğitimi
Bölümü’ne (İngilizce Eğitimli) girmiştir.
Dört yıl boyunca müzikal alt yapısını oluşturduktan
sonra 2007 yılında Arguvan Türküleri Ses
Yarışmasına girmiş ve yarışma birincisi olmuştur.
Aynı yıl Erdal Erzincan Bağlama Orkestrası’na
bağlama icracısı ve solist olarak; TRT Türk Halk
Müziği Gençlik Korosu’na ise hem saz hem ses
bölümüne birincilikle girmiştir. 2008 yılına kadar
Manisa (Soma), Çanakkale (Bayramiç), Arguvan
ve Arapkir’de hem kişisel hem de grup olarak çeşitli
araştırmalar yapmış, yurdun çeşitli bölgelerinde konserler, dinletiler vermiş; Derviş Muhammed, Şah
Sultan ve Ahmed Aşıki’nin ‘Yaşadıkları Yerler,
Hayatları ve Bazı Eserleri’ adlı bitirme çalışmasını
sunarak 2008 yılında İTÜ Devlet Konservatuarı Ses
Eğitimi Bölümü’nden dereceyle mezun olmuştur.
Aynı yıl İTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Müziği
Ana Sanat Dalı Yüksek Lisans Programı’na girmiştir.
18
2009 yılında Şişli Belediyesi bünyesinde
kurulan Bedestan Halk Müziği Orkestrası
ve Solistleri topluluğunu Sinan Ayyıldız ve
Yrd. Doç. Göktan Ay ile oluşturmuş, hem
akademik hem de sanatsal açıdan istekli ve
yetenekli olan 25 kişiden oluşan bu topluluğun solisti ve solist şefi olarak görev yapmıştır. 2008 ve 2010 yılları arasında
belediyeler bünyesinde ve yurdun çeşitli yerlerinde festivaller kapsamında konserler vermiş; araştırmalarını çeşitli dergilerde ve kitaplarda (Arguvan Yolu Kültür Sanat Dergisi,
Arguvan Ezgileri - 2, Arguvan Atma
Yöresi Ezgileri 1, Arguvan Deyişleri
Semineri) yayımlayarak çalışmalarına devam
etmiştir. 2010 yılında İTÜ Devlet
Konservatuarı Ses Eğitimi Bölümü Araştırma
Görevlisi olmuştur. 2009 yılından itibaren
‘Arguvan
Yöresi’nde
İcra
Edilen
Semahların Müzikal Analizi’ isimli tez
çalışması devam etmektedir.
Genç bir sanatçı ve araştırmacı olan Seval Eroğlu
bu yoğun çalışmalarının nedenini şu şekilde açıklamaktadır:
“Bir ulusun yükselmesi sanat seviyesinin yükselmesiyle mümkündür. Ziya Gökalp’in dediği
gibi Türkiye’nin çağdaş müziğinin yaratılması
için Halk Müziği’nin bilinmesi, korunması ve
geleceğe aktarılması gerekir. Sanatla uğraşmak o
kadar zor bir iştir ki, hem icrada hem de düşünsel
olarak ciddi birikimler gerektirir. Bu bağlamda
Arguvan toplumu halk kültürünün korunması ve
yaşatılması yönünde oldukça duyarlıdır ve eminim ki, popüler kültürün getirdiği sel sularına
kapılmayacaktır.
Aslında sadece Arguvan kültürü için değil
söylediklerim. Günümüzde birçok yörede ya da
bölgede hem edebi hem de müzikal açıdan sanatsal ifade taşımayan birçok müzisyen (halk arasında çoğunlukla sanatçı diye ifade ediliyor) ya da
beste çeşitli yörelere mal edilmeye çalışılıyor.
Biz biliyoruz ki, bu kültürü yozlaştırmaya,
arabeskleştirmeye çalışanlar,
köküne bağlı
kalarak icra edenlerin sayısından oldukça fazla.
Bu yüzden Anadolu müziğini daha fazla araştırmalı, yazıp çizmeli, konuşmalı, tartışmalı; icramızla beraber topluma daha fazla ışık tutmalıyız.
Ülkemizin değerlerine sahip çıkan, gelecek
nesillere aktarmaya çalışan tüm canlara selam
olsun…”
Yöremiz Türkülerinden
19
Dr. Mustafa SÜLKÜ*
Sağlık
AİLEMİZİN HEKİMİ Mİ OLDU?
AİLE HEKİMİMİZ Mİ YOK OLDU?
S
on zamanlarda değişim, dönüşüm kelimelerini
günlük hayatımızda sık duyar olduk. Bir başka
deyişle günümüzün moda kelimeleri oldular.
1960’lı yıllarda doğan ve bugün 50 yaşlarında olan
Anadolu’nun büyük kentleri hatta İstanbul’un merkezi
yerleri dışında yaşayan, T.C. vatandaşı olan herkes
sağlık ocağı, sağlık ocağı hekimi, ebe, hemşire, sağlık
memuru, çevre sağlığı teknisyeni, sıtma işçisi, trahom
memuru, kavramlarının yaşamlarında neyi ifade ettiğini çok iyi bilirler.
Çok sık rastlanan ve ayaktan tedavisi olanaklı
hastalıklarının tedavisi için kent /kasaba merkezlerine
gitmek zorunda kalan vatandaşlarımız politikacılardan
bölgelerine sağlık ocağı yapılmasını, doktor-ebehemşire gönderilmesini talep ederlerdi.
Köylerde/kırsalda yaşayan birçoğumuzun doğumunu
ebeler yaptırır, hemen hepimizin bebeklik çağı aşıları
sağlık ocaklarında yapılır, sağlık ocağı doktorları /hemşireleri okullarımıza kadar gelir okul çağı aşılarımızı
yapar, sağlık eğitimleri verir, sağlık taramalarımızı
gerçekleştirirdi.
Ana çocuk sağlığı ve aile planlaması hizmetlerimizi
bunlarla ilgili tıbbi malzeme ve ilaçları bizlere bedava ulaştırırdı.
Hastalandığımızda, işe girişlerimizde, evliliklerimizde, sürücü belgelerimizde, silah ruhsatlarımızda
raporlarımızı sağlık ocaklarımızda alırdık. Doğum belgelerimizi sağlık ocaklarımız düzenler, ölümlerimizde de hep yanımızda olurlardı. Adli raporlarımızı
onlar yazardı.
Bölgemizde bir bulaşıcı hastalık çıktığında hemen
üzerine gider, bizleri bilgilendirir, gerekli önlemlerin
alınmasını sağlarlardı.
İçme sularımızın sağlanmasından, sağlıklı gıda tüketmemize, sağlıklı bir çevrede yaşamamıza kadar sayılamayacak kadar çok ve çeşitli çoğu zaman bizlerin fark
etmediği koruyucu sağlık hizmetlerini yürütürlerdi.
Sağlık ocaklarımız bu işleri yaparken bizlere ait
kayıtlar tutar ev halkı tespit fişleri ile sağlığımızı bir
yaşam boyu izlemeye çalışırdı.
Üstelik bunları yaparken bizden para talep etmez,
herhangi bir belge sormazdı. Hatta kuruluşlarının ilk
zamanlarında temel ilaçları bulundurur, gerekli müdahaleleri yapardı.
Sağlık ocaklarında çalışan tüm ekip (hekiminden,
20
hizmetlisine, tıbbı
sekreterinden
şoförüne
kadar)
herkes devlet memuruydu ve sağlık
ocakları birer devlet
kuruluşuydu.
Yani
devlet
“sosyal
devlet”
olmanın sorumluluğu ile bir yandan
sağlığı kamusal bir
hizmet olarak vatandaşına
ücretsiz
sunarken, diğer yandan tıp fakültesi, sağlık meslek lisesi mezunu çocuklarımızın yanı sıra o bölgeden 5-10
kişiye çalışma, geçinme olanağı sağlamış oluyordu.
Bu sistem başında da belirtildiği gibi büyük kentler
dışında 1980 li yıllara kadar birçok engele rağmen tüm
ülke çapında çok başarılı bir biçimde yürütülmeye
çalışıldı. Ülkemizin üzerine bir karabasan gibi çöken 12
Eylül darbesi ve onun zeminini oluşturan dönemin
ekonomik koşulları (1980 yılı 24 Ocak kararları olarak
anılır) başta sağlık olmak üzere tüm yaşamı alt üst eden
bir gidişatı başlattı.
Önce 1960 anayasasında devletin görevi olarak
tanımlanan sağlık, 1982 (darbe) anayasasıyla artık
tümüyle devletin sorumluluğunda olmaktan çıkartıldı.
Sağlık piyasada alınır satılır bir ticari mal haline getirilmeye başlandı. Büyük kentlerde sağlık ocakları açılmamaya ya da gereksinimin çok altında açılmaya başlandı. Bunların yerini özel poliklinikler doldurdu.
1990’lı yıllardan itibaren ülkemizde bir “sağlık reformu” tartışması başlatıldı. İlk kez aile hekimliği
kavramı bu yıllarda ortaya atıldı.
1980 den günümüze kadar hiçbir hükümet sağlığın
vatandaşlarına devlet tarafından ücretsiz, eşit, ulaşılabilir olarak sunulması gereken sosyal bir hak olması
gerektiğine dair değil özelleştirilmesi/ticarileştirilmesi yönünde yasalar-yönetmelikler yaptılar. Başta sağlık
ocakları dahil tüm kamu sağlık kuruluşlarının bütçelerini kısıtlayarak çökertmeye, işlevsizleştirmeye, vatandaşın gözünde kötü göstermeye çalıştılar. Bu durumu
gerekçe göstererek de “değişim-dönüşüm!” kavramları
altında birer birer buraları özelleştirmeye başladılar.
2011 yılına kadar tüm ülkede uygulamaya geçilecek
olan “Aile Hekimliği” de 2003 yılından beri iktidarda
Sağlık
olan AKP hükümeti tarafından 2005 yılında
Düzce’de başlatılan bu temelde projenin çok önemli
bölümünü oluşturmaktadır.
Hekimler/ hemşireler çalışma yerleri olarak tanımlanan aile sağlığı merkezlerini birbirleri ile yarışır
biçimde seçmek zorunda bırakıldılar.
2005 yılından bu güne kadar uygulamanın başladığı
illerde hizmet halkın tepkisini çekmemek için yine
sağlık ocakları binasında verilmek zorunda kalındı ve
vatandaş hayatında olumlu/anlamlı bir dönüşüm hissetmedi. Hala sağlık ocağına gittiğini düşünüyor.
Hangi aile hekimine ne kadar çok kişi kaydolursa o
kadar çok para alır anlayışı ile sağlık hizmeti sunumuna rekabeti soktular. Bu durum kimi yerlerde hekimlerin karşısına bir tehdit unsuru olarak geri dönmeye
başladı.
Bu uygulama hekimler/hemşireler tarafından benimsenmemekle birlikte yapılan yasal değişikliklerle sağlık
ocağı hekimlerine/hemşirelerine çalışacak bir yer
bırakılmadığı ve aba altında sopa gösterildiği için
birçok hekim/hemşire bu programa gönülsüz de olsa
katılmak zorunda bırakıldı.
Bir hekime 3500-4000 kişi bağlayarak onu sadece
hasta muayene etmek zorunda bıraktılar. Sağlık
ocağında ekiple yapılan birçok hizmetin bu sırada kim
tarafından nasıl yapılacağının kaygısını çekmediler.
Bizim vergilerimiz, bağışlarımızla kamusal birer
kurum olarak yapılan sağlık ocaklarımızı ana-çocuk
Büyük kentler dışında hemen her yerde insanlar eski- sağlığı merkezlerimizi kimseye sormadan özel
den bir kamu kuruluşu bildiği sağlık
hekim statüsünde çalışmaya zorocaklarından 24 saat hizmet alırken
ladıkları aile hekimlerine kiralÜlkemizin üzerine bir
aile hekimliği adı altında özel
adılar.
karabasan gibi çöken 12
muayenehanelere dönüşen bu
Birçok hekimi çalışacağı yeri
kurumları saat 17.00 den sonra ve Eylül darbesi ve onun zemi- kendi bulmaya/kiralamaya ya da
hafta sonlarında tümüyle kapalı bulnini oluşturan dönemin
yapımını sağlamaya, devraldığı yerdular. İğnelerini yaptırmak, panekonomik koşulları (1980
leri badana/boya ve tadilat-tamisuman yaptırmak için en yakın
yılı 24 Ocak kararları olarak ratını yapmaya mecbur ettiler. Bu
devlet hastanesine ulaşmak zorunamaçla bankalardan kredi almaya
anılır) başta sağlık olmak
da kaldılar.
zorladılar.
üzere tüm yaşamı alt üst
Bu sistem getirilirken “vatanHekimleri, hemşireleri aile sağlığı
eden bir gidişatı başlattı.
daşımızın sağlık sorununun %90
merkezi/toplum sağlığı merkezi
nını aile hekimliğinde karşılayahekimi/hemşiresi diye ikiye ayırdılar
cağız, aile hekimi sevk etmeden kimse hastanelere git- farklı ücret uyguladılar ve iş barışını bozdular.
meyecek” diye yasa çıkaranlar buna çok kısa bir süre
Aile hekimliğini özendirerek birçok kurumdan
tahammül ettiler tükürdüklerini yaladılar ve bunu
deneyimli pratisyen hekimi aile hekimliği sistemine
hemen kaldırdılar.
çekince baştan gerekli önlemler alınmadığı için 112
Bu durumda özel hastaneye giden herkesten 10 acillerde, hastane acillerinde, ana çocuk sağlığı
lira, devlet hastanesi/üniversitelere gidenlerden 6-8 merkezlerinde hizmetlerin aksamasına neden oldular.
lira ayakbastı parası alınmaya başlandı.
Vatandaşı gereksiz bir çıkmaza sürüklediler şimdi
Sağlık ocağı hekimlerinin/hemşirelerinin devlet herkes “aile hekimimi nasıl seçeyim ya da değiştirememurluğu haklarını imzalattıkları sözleşmelerle yim?” diye yakını olan bir doktora sağlık görevlisine
ellerinden aldılar. Hekimleri yanlarında hemşire, soruyor.
hizmetli çalıştıran çalıştığı yerin elektriğini, suyunu,
Değişim dönüşüm adı altında sağlık ocaklarını kapkirasını ödeyen bunun için maliye bakanlığı karşısında
atarak vatandaşın ocağını söndürdünüz. Orada çalışan
vergi yükümlülüğü olan birer esnaf haline getirdiler.
hekimlerin hepsi bizim ailemizin hekimimiz,
Buralardan hizmet almak için genel sağlık sigortası hemşiremiz, ebemizdi. Şimdi bizi bir kamu kuruma
pirimi ödemek ya da fakirliğini belgelemek zorunlu- değil özel muayenehane haline getirdiğiniz Aile Sağlığı
luğu getirdiler ama 2011 seçimleri nedeniyle bunu da Birimlerine bağladınız.
bir yıl ertelediler.
Gerçekten şimdi AİLEMİZİN HEKİMİ Mİ OLDU?
AİLE
HEKİMİMİZ Mİ YOK OLDU?
Değiştirene kadar (üç ay/altı ay) bizim adımıza belirlenen hekimden hizmet almak zorunda bıraktılar.
(*) Dr. Mustafa SÜLKÜ
Tümüyle ücretsiz olarak sunulan ana çocuk sağlığı
Türk Tabipleri Birliği Genel Pratisyenlik Enstitüsü
ve aile planlaması hizmetlerinin ne durumda Yönetim Kurulu Üyesi, İstanbul Tabip Odası Pratisyen
olduğunu soran bile olmadı.
Hekim Komisyonu üyesi.
21
Gençlik
Umut ALİKAŞİFOĞLU
Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi
68 RUHUNA GERİ Mİ DÖNÜYORUZ?
B
u başlık bir-iki hafta önce ulusal basından
bir gazetenin yarım sayfalık haberiydi.
Devamında son dönemlerde Avrupa’yı
“sallayan” öğrenci hareketlerini konu alıyordu.
İtalya’da şu olmuş, İngiltere’de harçlara yapılan
zammı 50.000 kişi protesto etmiş, Fransa’da ki
grevlerde liseler işgal edilmiş vs… Gayet detaylı,
görsellerle süslenmiş çarpıcı bir haberdi.
esnasında yaşanan sancılardan ibarettir. Bu
değişimler sosyal hayatı etkilemeye başladığı anda
Avrupalı halklar tepkilerini açık ve net bir
tavırla sergiledi ve büyük kitlelerce uygulanan
politikaları protesto etti. Bunlar alışıldık
yürüyüşlerle değil, gerçekten genel grevlerle, hayatı durdurarak, işgallerle ve yer yer polislerle
çatışacak kadar. Peki neden?
Ama ondan bir hafta
öncesinde 6 Kasımda ki
12 Eylül’ün ürünü olan
Yüksek
Öğretim
Kurulu
(YÖK)’nun
kuruluş yıldönümünde
sokaklarda olan öğrencilere yönelik ne televizyonlarda ne de yazılı
basında bu kadar yer
ayırılmamıştı. Küçük bir
kolon ve ne olduğu pekte
anlaşılmayan küçücük
bir resim, o kadar…
Demek ki, o gazeteye
Ankara’da yapılan ilk
yürüyüşteki 1000, ikincisindeki
3000
ve
İstanbul’daki
1300
üniversite öğrencisini
pekte çarpıcı, detaylı anlatılması gerekmeyen
“haber niteliği” taşımayan bir olay olarak değerlendirmemiş. Neyse Türkiye basını zaten öğrenciler Özel Güvenliklerden ve ya okullardaki Çevik
Polisten “dayak yemedikçe” göstermez, bunu zaten
biliyorduk. Yeniden öğrenmiş olduk.
Aslında
Türkiye
toplumunun yakından
bildiği şeyler yüzünden;
Üniversitelerin paralı
hale gelmesi, Devlet
Üniversitelerinin
bir
bölümünün
Özel
Üniversiteye çevrilmesi, var olan harç ücretlerine zam yapılması,
bazı
kamu
işletmelerinin-fabrikaların
özelleştirilmesi (mesela;
komünikasyon,
toplu
taşıma…),
emeklilik
yaşının 60 yaşın üzerine
çıkartılması güvencesiz
çalışma ve gelecek gibi
nedenlerden dolayı.
Medyanın “sansasyonel” başlıklarını bir kenara
bırakırsak, Avrupa’nın her yeri gerçekten de
yeniden özellikle öğrenciler tarafından yeniden bir
sallantı içerisinde olduğu doğrudur. Bunun nedeni
aslında 1974lerdeki Batı Blok’unun krizinin aşılıp,
Sovyetlerin çökmesinden sonra hegemonyasını
iyice artırdığı ve bugüne kadar sürdükleri o sosyalrefah devletinin ekonomik olarak sallantıda olduğu
ve neo-liberal politikaların uygulanmasının, küresel anlamdaki ekonomik modelin değiştirilmesi
22
Sosyal-refah devletinin Avrupa da bu şekillerde
başlayan, ülkemizde ise1980 darbesiyle ilk adımların atıldığı ve 2000’li yıllarda AKP hükümetiyle
birlikte hızlanan bu çöküş/dönüşüm, Avrupa da
biraz daha geç uygulanmış olsa da, bugünkü
hükümetlerin uyguladıkları ekonomik ve sosyal
politikalar birbirine paralel olarak ilerlemektedir.
Tek fark Avrupa halkları bu dönüşümleri kabul
etmemekte direniyor, çünkü ellerinde bulundurdukları hakları kimin nasıl kazandıklarının, hangi
emek mücadelesinin sonucu olduğunun farkında
olan bir toplumdur Avrupa toplumu ve kazanılmış
haklarını vermemekte de kararlılar; öğrencisindenişçisine-velisinden-memuruna…
68 ruhu aslında Avrupa’da hiç bitmemiş sadece
refah devleti olgusunun o “boyalı maskesinin”
Gençlik
altında bazen saydamlaşmış, bazen kendisini
görünür kalmıştır. Kazanımları Türkiye’de olduğu
gibi darbeler tarafından bir silindirle ezilip,
süpürülmemiştir. 1974 yılında Cunta Rejiminin
askeri bir tankla işgal edilmiş üniversitenin
kapısını tutan onlarca öğrenciyi ezmesi,
öldürmesi, sonucu Yunanistan Halkı Cunta
Rejimini yıktıktan ve darbecilerle ve darbeleriyle hesaplaşmaları sonucu Yunanistan
Halkı üniversitelerine polisi ne olursa olsun sokmamışlardır. 2008 yılında polisin kurşun sıkarak,
bir halk ozanımızın değişiyle “yasal mermisiyle”, 16 yaşında bir öğrenciyi öldürmesi
sonucu yürüyüş yapan öğrencilerin polisle
karşılaştıkları anda polisle çatışmaya girip üniversiteye kaçtıkları zaman bile polis üniversiteye
adımını atamamıştı.
Avrupa bu bakımından demokratik devrimlerini
tamamlamış ve o 68 ruhunu, o sol-sosyalist
yanını irili ufaklı, ara ara göstermeye zaman
içerisinde devam ettirmiştir. Keza 68 yıllarında o
dünyada dönen sol akıntıyı zapt ettikleri parlamentolarındaki seçim barajlarının en fazla %3 olması
ve parlamentoda elbet sol-sosyalist yapıların (en
radikaline kadar) bulunmaları yer yer hükümet
veya hükümete ortak olmaları bunun bir göstergesidir.
Bu yüzden bu başlık 6 Kasım 2010 YÖK
protestolarından sonra 7 Kasımda atılmış olsaydı
daha mantıklı olabilirdi. Çünkü Türkiye özellikle
2000’lerden sonra ilk defa bu kadar kitlesel bir
YÖK protestosuna, belki birleşik değil ve
Avrupa’daki kadar kitlesel olmasa da YÖK’ün ve
dolaylı olarak AKP’nin üniversite düzleminde
uyguladıkları politikalara karşı Türkiye’nin
bütün koşuları altında en görkemlisiydi. Ana akım
medya grupları sadece “sansasyonel” işleri göstermeye alışık ve o tip haberlerin arayışında olduğu
için bültenlerde pek göremedik. İnsanın aklına şu
geliyor; keşke polis saldırsaydı da, YÖK’ü ve
üniversitelerde dönüşümü lanetleyenler daha
fazla gözükseydi…
23
Gündem
Av. Çağın ÖZDEMİR
İNSAN HAKLARI HAFTASI ve ARGUVAN
A
rguvan’da ortaokul birinci sınıfta eye
muhalefet şerhi
okurken -90’lı yıllar- ilk dönem karnem- düşercesine çantamızda
le eve gittiğimde babam tarafından sessi- cebimizde taşıdığımız
zlik ağırlıklı bir tepkiyle karşılaştım. Ben bu tep- nüfus cüzdanlarımızın
kiyi iyice üstüme alıp burkulma evresine girmişken din hanesi…
ikinci dönemin ilk günü olan Pazartesi günü babam
Diğer ilkemiz ise İnsan
işten izin alarak ortaokulun bahçesine gelmiş, hakları
evrensel
şimdi ismini hatırlayamadığım ince-uzun, hafız bildirisinin
18.
tadında din kültürü ve ahlak bilgisi hocasını Maddesinde belirtilen
karşısına almış ve karnem hakkında istişarelere gir- “… herkesin din veya
işmişti ki nöbetçi öğrenci tarafından çağrıldım ve inancını, tek başına veya topluca ve kamuya
tartışmaya ortasından da olsa şahitlik etme fırsatım açık veya özel olarak öğretme, uygulama” hakkı.
doğdu. Babamın hiç unutamadığım o cümleleri
Her iki ilkeye aykırılık sebebiyle Avrupa insan
hala kulaklarımdadır.
hakları mahkemesi nezdinde dava
“Hocam şimdi yanlış anlama
açıldı. Bunların ilki Selim Işık
Anayasamızın 24.
bizler din düşmanı kimseler
Maddesinde ‘’…. Kimse dinî isimli alevi vatandaşın açmış
değiliz, yalnız şu da var, eğer bu
inanç ve kanaatlerini açıkla- olduğu davadır. Kabul edilen ve
çocuğun karnesinde matematiği,
Türkiye’nin tazminata (insanı en
maya zorlanamaz; dinî inanç
Türkçe’si, Fen’i, Sosyal’i 5
çok yaralayan kısmı insanın kendi
ve kanaatlerinden dolayı
gelirken, senin öğrettiğin dersten
ülkesinde elde etmesi gereken bir
kınanamaz ve suçlana2 alıyorsa bu çocuk, ben
hakkı yabancı bir dilde yapılan
maz…’’şeklinde belirtilen
çocuğumdan değil senden ve de
muhakeme neticesinde elde etmesenin öğrettiğin şeyden şüphe din ve vicdan hürriyeti ilkesi. sidir) mahkûm edildiği şubat ayınederim…”
da kararı verilen bu davanın
İnsan hakları evrensel bildirisinin kabul edilişinin sonuçları hakkında hükümetin nasıl bir adım ata63. yılına 10 Aralık itibariyle girmiş bulunuy- cağını, -memleketin dört bir yanındaki kimliğinde
oruz. Hayırlı, uğurlu olsun... Geçen 62 senede bu yazdığı için değil gerçekten “din ve vicdan”bildiride yazanlardan neler öğrendik, ne kadar sahibi bütün yurttaşlar olarak beklemekteyiz.
uyguladık bilinmez. Muallim Naci’nin “hafıza-i
Diğer ilkeye döndüğümüzde ise yukarıda örnek
beşer nisyan ile maluldür” (insan hafızası unut- problemi somut olarak bizzat Arguvan sınırları
masıyla ünlüdür) sözünden bahsetmenin tam içerisinden ve kendimden verdiğim ilke olarak, din
sırasıdır burada, hele de tam bizim insanımız için.. dersleri konusu karşımıza çıkıyor. Hasan Zengin
Ancak unutmamamız gereken ve de aslında bir isimli bir baba kızına zorla dua ezberletmeye
türlü unutmamıza imkan verilmeyen bir durum söz çalışan hocaya muhalefetiyle başlayarak benim
konusu... İnsan hakları evrensel bildirisi dünya babamın sadece Arguvan’daki öğretmene
ölçeğinde önem arzetmekle Alevi olan -Türkiye söylediği cümleyi taşıyarak, Avrupa İnsan Hakları
Cumhuriyeti- vatandaşları için daha büyük bir Mahkemesi’nde açmış olduğu davayı kazandı,
öneme sahip. Zira bu bildirinin temel felsefesinden babamın ve binlerce babanın söylediklerini dünya
ortaya çıkan ve İnsan Hakları Avrupa nezdinde kabul ettirerek hukuki bir zafere imza
Sözleşmesi’nde de yerini bulan iki temel ilke var. attı..
Bunlardan ilki Anayasamızın 24. Maddesinde “….
Dilerim, babaların bu özgürleşme zaferleri
Kimse dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya mahkeme koridorlarıyla sınırlı kalmayıp okul
zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden koridorlarına da yansır.
dolayı kınanamaz ve suçlanamaz…’’ şeklinde
İnsan haklarının vicdanımıza sindiği, nice insan
belirtilen din ve vicdan hürriyeti ilkesi. Ve bu ilk- hakları haftasına hep birlikte girmek ümidiyle...
24
Bülent TAŞ
Kitap
Kuzey Anlatısı
K
uzey, insanın kendisine koyduğu yasakların ve düşlediği hayellerin sınırında
başlar. Yasak olduğu kadar bir
başlangıçtır da Kuzey. Kendisinden sonraki sınırın,
yeni bir gerçeğin eşiğidir. Aynı zamanda yasakları
aşmanın, hayalleri gerçekleştirmenin coğrafyasıdır. Gerçeğin bittiği yerde rüyanın , aklın tükendiği
yerde inancın gücüdür. Kuzey kişinin kendisinin
imgesidir.
Burhan Sönmez’in İthaki yayınlarından çıkan ve
bir ilk roman olma özelliği taşıyan Kuzey adlı
roman, Rinda adlı bir gencin hiç tanımadığı
babasının cesediyle karşılaşması ve bu esrarengiz
ölümünün geride bıraktığı sorularla başlar. Felsefi
olduğu kadar fantastik bir yolculuk hikayesidir.
Rinda, babasının geçmişini öğrenmek için çıktığı
yolculuk boyunca, farklı kişiler ve hikayelerle
tanışır. İçiçe geçmiş hikayeler ve masallar birbirlerine eklenir. Roman kahramanı, dinlediği her bir
hikayeyle birlikte kendisine duyduğu şüphe ve
kuzeye duyduğu merakı artar. Artık her hikaye
daha büyük bir anlatının parçası, açığa çıkartılması
gereken bir gerçeğin ipuçları gibidir.
Dar sokaklar, büyük kubbeler ve kemerler...
Kayaların içinde bir saray. Herşeyi örten kırmızı
bir renk. Safali, felsefenin masal diyarı. Kuzeyin
zorlu coğrafyasında bilginin vahası. Küçük
Sultan’ın, “Her yolcu, onlarla gidemeyenlerin
hayali içinde yürür” dediği “Gönlü Temiz
Kardeşler”... Safali sohbetlerinde, varlık , oluş,
rüya, gerçek, aşk gibi birçok konu konuşulur. Bu
sohbetlerde batılı gerçek ve varlık anlayışı ile
doğulu hakikat ve evrenin sırrına erme çabalarının
izlerini sürebiliriz. Safali sohbetlerinde “Gönlü
Temiz Kardeşlerin” ele aldığı konuların çokluğu
ve zenginliği, okuyucuyu sanki felsefi bir karnavala bir nevi felsefe şölenine çağırır gibidir.
Kuzey’ in dünyasında kadın mücadelenin ve
özgürlüğün
adıdır.
Şahmaran
kadınlar
özgürlükleri
i ç i n
savaşırl a r .
Kadın
aynı
zamanda
yeninin simgesidir. Yeni gelecek
çağın habercisidir Loriya. Açılacak gökyüzü
kapısının anahtarı bir çift yeşil küpedir. Yıldızları
anlatan kil tabletler kadın dilinde bir yazı ile
yazılmıştır. Şahmaran kadınlar, geyik izlerini yani
doğayı takip ederler. Yıldızları ise erkekler... Geyik
izleri ve yıldızlar gökyüzü kapısında buluşur.
Rinda ve Loriya... Evrenin sırrını sunan aşk ve
sevgi...
Roman, kurgusu ve anlatım teknikleri açısından
edebiyatımıza yeni bir soluk getirdiğini söyleyebiliriz. Masalsı ve şiirsel bir anlatıma sahiptir.
Anlatım efsane ve söylenceler ile desteklenir.
Bütün bunların yanında anlatım dilindeki sadelik
bizleri adeta romanın içine çeker.
“Her kuşak kendisinden sonrakinin rüyasına
görür” diyor Walter Benjamin. Kör çerçi gibi
başkalarının rüyalarını toplayarak büyük kollektif
rüyayı görebiliriz ancak. Çünkü “Her hayat başka
bir hayatın aynasıdır.”
Kendi gerçeğini yaratmak isyenlere... Ilık, duru
bir anlatı Kuzey.
BURHAN SÖNMEZ Haymana’da doğdu. İlk ve orta eğitimini Polatlı’da tamamladı. İ.Ü. Hukuk
Fakültesi’ni bitirdikten sonra bir süre avukatlık ve editörlük yaptı. Çeşitli gazete ve dergilerde
siyaset ve İslam konulu yazılar yazdı. Bir dönem yurtdışında kaldı. Halen İstanbul’da yaşamaktadır. İletişim için: www.burhansonmez.com
25
Etkinlik
ARİFE KALENDER VE MUHARREM TEMİZ
SEVENLERİ İLE VAKFIMIZDA BULUŞTU
12 Aralık 2010 Pazar günü
vakfımız merkezinde Şair
Yazar Arife Kalender ile
“Bendeki Malatya” Kitabı ve
genel konular hakkında söyleşi
yapıldı. Söyleşiye ilgi oldukça
büyüktü. Sanatçı, yazar, çizerler de söyleşiye katıldılar. Köy
dernek başkanlarımız ve
hemşehrilerimizin katılımı
hem vakfımız yönetimini hem
de yöremiz yazar ve şair Arife
Kalenderi oldukça memnun
etti.
Vakıf
Başkanımız
Mehmet Kızıldaş açılış
konuşmasında İçimizden biri
olan Arife Kalender’in vakfımız etkinlikleri arasında yer alan söyleşiye katılması
bizleri çok memnun etti. Vakfımız; yöremiz sanatçı,
yazar ve çizerleri ile sürekli diyalog halinde olacaktır
dedi. Vakfımız Yönetiminin buna özen gösterdiğini
söyledi. Söyleşiye Yönetmen olarak katılan Kadir
İncesu şair Arife Kalender’e “Bendeki Malatya”
Kitabı hakkında sorular yöneltti, Arife Kalender bu
sorulara şöyle yanıt vedi:
“Doğduğum yeri anlatmak bana onur verdi. Çünkü;
‘Bendeki Malatya’ annemden babamdan ödünç
aldığım hayatı kızım Burcu Güneş’e devrederken;
ömrüme dönüp baktığım bir kitap oldu. Malatya doğduğum şehir. İlk gördüğüm, ilk söylediğim, ilk
güldüğüm yer. On yedi yaşıma kadar her soluk alışımda kanıma işleyen, daha sonra da İstanbul’a gelip yerleşen hayatımda hep var olan şehir. Kanımda
26
Beydağı’nın rüzgârı, Göldağı’nın karı var. Hala
damarlarımda asi akıyor Fırat.
Yazdıklarım ne tarihtir ne de bilimsel gerçekler,
Yıllar önce ardımda bıraktığım bir şehrin bende kalan
öyküsüdür. Bir yanı düş, bir yanı anı, bir yanı özlem, bir
yanı dilek... Bu şehir bende yaşıyor hala...” dedi.
Arife Kalender daha sonra şiirlerinden parçalar
okudu, Konukların sorularını cevapladı. Daha sonra
Yöremiz sanatçılarından Muharrem Temiz ve Savaş
Gövtepe, sahnede yerlerini aldılar. Muharrem Temiz
yöremiz türkülerinden derlediği bir kaç türkü okudu ve
söyleşiye katılan dostlarımıza duygulu anlar yaşattı.
Arife Kalender “Bendeki Malatya” adlı kitabını
okuyucularına imzaladı. Etkinliğe katılanlar sanatçılar,
Arife Kalender ve izleyiciler memnuniyetlerini
belirterek etkinlik tamamlandı.
Etkinlik
Derneklerle kahvaltı
7 Kasım 2010 Pazar günü Vakıf Yönetim Kurulu Ve
Dernek Başkanları eşleri ile beraber Ataşehir'de bulunan
Zübeyde Hanım Öğretmenevi’nde sabah kahvaltısında
buluştular.
Vakıf Yönetiminin katkılarıyla düzenlenen kahvaltı
toplantısına ilgi büyüktü. Hemen hemen bütün köy dernek
başkanları ve eşleri katılmıştı. Dostlarımız bir taraftan
kahvaltısını yaparken bir taraftan da sohbetler edildi.
Kahvaltı burada bir simgeydi. Birlikte kahvaltılar yapmak
veya birlikte müzik dinlemek ya da tiyatroya sinemaya
gitmek, hem daha iyi dostluklar edinilirken hem de bazı
olayları ve olguları birlikte paylaşmanın güzelliklerini
yaşamaktır.
Vakıf başkanımız Mehmet Kızıldaş yaptığı konuşmada 16 Ekim 2010 tarihinde yapılan ve çok başarılı geçen
dostluk ve dayanışma yemeğinde katılımlarından ve
desteklerinden dolayı dernek başkanlarına teşekkür
ederek derneklere verdikleri önemi belirtip etkinliklerde
vakıf ile beraber hareket etmelerinden dolayı memnuniyetini ifade etti. Bundan sonraki çalışmalar ve projeler hakkında bilgiler aktardı.
Daha sonra dernekler adına Yazıbaşı (Narmikan) Köyü
Dernek Başkanı Latif Adıgüzel vakıf yönetiminin
derneklere verdikleri önemden dolayı teşekkürlerini ifade
etti.
Kahvaltı toplantısı 12:30’a kadar devam etti.
Kahvaltıdan ayrılan dostlarımız vakıf yönetimine teşekkür
ederek bir başka etkinlikte birlikte olmanın daha güzel
şeylere birlikte imza atmanın gururunu yaşayacaklarını
söylediler.
Kurucularla kahvaltı
5 Aralık 2010 Pazar günü Vakıf Yönetim Kurulu ve
Kurucular eşleri ile beraber Ataşehir'deki Zübeyde
Hanım Öğretmenevinde sabah kahvaltısında buluştular.
Bu etkinliğimizde Arguvan Belediye Başkanımız Sn.
Hüseyin TAŞTAN bizleri onurlandırmıştır.
Vakıf Başkanımız Sn. Mehmet KIZILDAŞ yaptığı
konuşmada kurucularımıza vakıf çalışmaları hakkında
bilgi verdi. Kurucuların vakıf faaliyetlerine katılım
konusunda etkin olmalarını yönetim olarak arzuladıklarını belirterek kahvaltılı toplantıya gösterdikleri ilgiden dolayı teşekkür etti ve Arguvan Belediye Başkanı
Sn. Hüseyin TAŞTAN'ı konuşma yapmak üzere davet
etti. Sn. Hüseyin TAŞTAN yaptığı konuşmada vakfımızın yöremiz sivil toplum kuruluşlarının çatısı
görevi gördüğünü bu kuruluşların vakıf ile birlikte
hareket etmeleri durumunda büyük bir sivil güç
oluşturduğunu, yapılan etkinliklerde kendini gösterdiğini belirterek herkesin vakfa sahip çıkarak
desteklemeleri gerektiğini belirterek çalışmalarından
dolayı vakıf yönetim kuruluna teşekkür etti ve sözlerini
sonlandırdı.
Kahvaltıda bir araya gelen kurucular böyle bir atmosfer yarattıkları için yönetim kuruluna memnuniyetlerini
ilettiler.
27
Derneklerimizden
Arguvanlılar Gecesine Büyük İlgi
Almanya Arguvanlılar Derneği
tarafından geleneksel olarak her
yıl düzenlenen ‘Arguvanlılar
Gecesi’ nin 6. sı Darmstadt
kentinde gerçekleşti.
Arguvanlılar Derneği tarafından
Almanya Darmstad, kentinde düzenlenen geceye Almanya’nın çeşitli kentlerinde yaşayan
Arguvanlıların yanı sıra Malatyalılar da katıldı.
Gecenin açılış konuşmasını Almanya Arguvanlılar
Dernek Başkanı Tamer Bektaş yaptı. Geceye katılanlara teşekkür eden Bektaş, “Bizleri yalnız bırakmadığınız için sizlere teşekkür ediyorum. Geçen yıl
4 öğrenciye burs verdik. Bu yıl 6 öğrenciye burs vermeyi hedefliyoruz. Gecede elde edilen gelirle
Arguvan’a okul yaptıracağız. Aydınlık bir gelecek
için tüm dostlarımızın katkılarını bekliyoruz” dedi.
Gecenin sunuculuğunu Şirin Üstün yaparken, gecede
Grup Erkayalar, Ozan Müzik Grubu, Mesut Salman,
Gani Peksen, Zeynel Üstüner, Ali Temiz, Murat, Necla
Fındıklı Zengin, Turan Yalçın ve Hamdullah Eraslan
sahne alarak geceye katılanları adeta coşturdular.
Tarımsal Kalkındırma Kooperatifi Kuruldu
Atmalılar Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma
Derneği Atmalılar İlköğretim Okulu projesini bitirdikten
sonra yöreye ekonomik anlamda nasıl faydalı oluruz
düşüncesiyle yola çıkıp bir kooperatif çalışması başlattı.
Tarımsal Kalkındırma Kooperatifi adı altındaki bu çalışma yedi köyü kapsayan S. S. Kömürlük, Kuruttaş,
Güngören, Alhasuşağı, Çakmak, Gökağaç ve Çobandere köylerini kapsayan merkezi Güngören olan kooperatif kuruluşunu tamamladı. 14. 07. 2010 Tarihinde resmi
olarak tescil edildi.
Her Eve Altı İnek Projesi (50x6) olmak üzere üyelerine toplan 300 inek tahsis edilecek. Tarım Bakanlığı
desteğiyle bir yıl ödemesiz, Altı yılda geri ödemeli yıllık
yüzde dört sabit faiz olarak hesaplanacaktır. Faizler yükseldiğinde yükselmeyecek fakat düştüğünde düşecek.
Ekonomik nedenlerden dolayı yörede hem hayvancılığı
geliştirmek ve tarımda her türlü verimliliği artırıcı tedbirler almak. İlk kurulduğunda 94 kişi resmi olarak üye
olmuştur.
Kooperatifin çalışma kapsamında bitki, hayvan, orman,
su, arıcılık, meyvecilik, bağcılık, sebzecilik, çiçekçilik ve
diğer ürünlerin verimli bir şekilde, yetiştirilmesi ile ilgili
her türlü teknik faaliyetler de bulunmak,
Ortakların her türün ve mamullerin kalitesini yükseltecek tedbirler almak. Aynı zamanda haşerelerle mücadele
yapmak ve yaptırmak,
28
Ortakların üretimle ilgili araç ve gereçleri ihtiyacını
temin etmek. Bitkisel ve hayvansal mahsulleri değerlendirme işletme muhafaza ve pazarlama ile ilgili her türlü
fonksi-yonları yerine getirmek için gerekli çalışmaları
yapmak ve yaptırmak,
Her çeşit orman ürünlerini ikmal, nakil, depolama ve
istif işlerinin yapılmasın da ortaklarına yardımcı olmak ve
bu işleri yapmak, orman idaresince verilecek asli ve tali
orman artıklarını değerlendirmek,
Gelecekte kooperatifin ithalat ve ihracat işlerini yaptırmak. Aynı zamanda özel veya resmi kuruluşlardan temin
edilen hibe ve borç parayı gayeye uygun hizmetlerde kullanmak.
Dernek Başkanı Mehmet Ali BAŞIBÜYÜK
ekonomik nedenlerden dolayı köye dönmek isteyenler de
destek sunabilecek çalışmaları ile yörede hayvancılığı
tekrar canlandırmak. Yöreye yapılan okulun eğitim sorununa cevap verecek kapasitede olması insanların okul için
başka bölgelere taşınması önlenmiş olacaktır. Ekonomik
anlamda kazanımların yörede eğitime de destek olması
beklenmektedir. Ekonomik anlamda ki her kazanım, daha
sağlıklı bir toplum ve aynı zamanda daha eğitimli birey
anlamına gelecektir. Bu yıl Malatya da tescili yapılan beş
kooperatiften biri olan Tarımsal Kalkındırma Kooperatifi
onaylanmak üzere İl Tarım Müdürlüğüne teslim
edilmiştir. (Rıza PARLAK)
Derneklerimizden
ÇAVUŞ KÖYÜ’NDEN HABERLER
ÇAVUŞ KÖYÜ KANALİZASYONA KAVUŞTU
Çavuş Köyü’ne kanalizasyon sistemi yapılması için uzun
süredir yapılan yazışmalar ve kişisel girişimler sonunda
2009 yılında projesi yapılan ve 2010 yılında ihalesi yapılan
sistemin inşaasına Ekim 2010’da başlanmış, iki ay gibi kısa
bir sürede tamamlanmıştır. 21 Kasım 2010’da arıtma sistemi ve sokaklarda yapılan kazı çalışmaları tamamen bitmiş
olarak köy muhtarlığına teslim edilmiştir.
Çağdaş ve modern, insanlığın temel ihtiyacı olan kanalizasyon sisteminin 2010 yılına kadar yapılmaması ülkemizin idari yapısı, plansızlığı ve siyasi çekişmeler sonucu olsa
gerek. Gecikmiş bir hizmet olmasına rağmen Çavuş köyüne
çok modern bir sistem Malatya İl Özel İdaresince hayata
geçirilmiştir. Arguvan bölgesinde bir ilk yapılmıştır. Çevreye zarar vermeden ön arıtması olan bir kanalizasyon sistemi kurulmuştur.
ÇAVUŞ KÖYÜ SULAMA SUYU
KANALLARI PVC BORULARA ALINDI
Bilindiği gibi Arguvan su sorunu yaşayan kurak
bir bölge olması sebebiyle bir damla suyun önemi çok
büyüktür. Çavuş köyüne bahçe sulama suyu Kuşu boğazından gelmektedir. Çok az olan bu su köye ulaşmadan toprak
kanallarda buharlaşarak heba oluyordu. Yine Malatya İl
Özel İdaremizin katkılarıyla bu su Temmuz 2010 itibariyle
PVC borularla köyün bahçelerine kadar getirilmiştir.
Çavuş köyünün kanalizasyon sisteminin ve sulama suyu
projesi yapılmasında emeği geçen herkese teşekkürler.
ÇAVUŞ KÖYÜ MEZARLIĞINA ÇEŞME YAPILDI
Malatya’da ikamet eden Çavuş Köyünden hayırsever işadamı Mustafa Özbay tarafından köy mezarlığına
bir hayrat çeşme yaparak hizmete sunmuştur. Sayın
Mustafa Özbay’ı örnek davranışı ve yapmış olduğu bu
hizmet için kutluyoruz.
Atmalılar Derneği Genel Kurulu yapıldı
Atmalılar Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma
Derneği 9. genel kurulunu yaptı. Toplantı Mehmet Ali
Başıbüyük’ün faaliyet ve denetimin raporlarını okumasıyla başladı. Önümüzdeki dönemde yapılması
düşünülen projeler hakkında bilgi verildi. Kömürlük
Köyü muhtarlığına teslim edilen eski okulda haftada bir
gün Aile Hekimi gelerek sağlık hizmeti verilmesi için
çalışma yapılmakta. Eski Alhasuşağı Köyü’nün bulunduğu yerde doğal ortamı bozmadan piknik ve şenlik
alanı oluşturma projesi görüşüldü. Kömürlük Köyü’nde
gerek öğretmenlerin, gerekse halkın konaklayacağı köy
evi projesini, on dönüm arazi üzerine sportif tesisleriyle
birlikte projelendirme çalışmaları devam edecektir.
Atma’nın şu anlık yedi köyünü kapsayan Elli Eve Altı
İnek Projesi (50x6) S.S. Kömürlük, Kuruttaş,
Göngören, Alhasuşağı, Çakmak, Gökağaç ve Çobandere Köyleri Tarımsal Kalkındırma Kooperatifi en kısa
zamanda hayata geçirmek ana hedefler arasında.
Atmalılar İlköğretim Okulu öğrencilerine çeşitli kurum
ve kişilerden burs temin etme çalışmaları devam etmektedir. Genel kurulda tek liste oy birliğiyle kabul edildi.
Yeni yönetim aşağıdaki gibidir.
Mehmet Ali BAŞIBÜYÜK (Başkan), Rıza TEMİZ
(İkinci Başkan), Ali Kemal BAYAR (Sayman), Ender
GÜRER, Kazım ÇIPLAK, H. Hasan İNCESU, Seyfi
YÜCEL, Ali Rıza FIRAT, Rıza PARLAK
29
Şiir
BİR BABANIN DOĞUM GÜNÜNDE
(OĞLUNA/ KIZINA) MEKTUBUDUR!..
Sevgili oğlum/kızım
Bugün tam on yedi yaşındasın
Görüyorum ki artık
Her şeyin farkındasın.
Ama ne zaman ararsam seni
Ya diskoda
Ya barda
Ya da televizyon/İnternet karşısındasın
Bir bayram
Bir lâle devri
Hangi ekrana baksan
Haklısın oğlum /kızım...
Devir artık bu devir
Sen de çemberini çağına göre çevir
Senin neyine
Resim roman şiir
Senin neyine
Sanat ve sair
Ne diyor meşhur televizyon büyükleri
Vur patlasın, çal oynasın
Devir artık bu devir…
Kimisi sahte gelin
Kimisi zengin bir prens
Kimisi de insanlıktan bir yudum bir nefes
Bekliyor da bekliyor
Nasılsa
Son düğmesi de koptu insanlığın
Vefa can çekişiyor arka sokaklarda
Umut mendil sallıyor giden trenlerin ardından
Onur, adres arıyor mezarlıklarda
Dostluklar çöp tenekelerinde sahipsiz
Ve anahtar teslimi aşklar satılık köşe başlarında
Hem de üç kuruş mutluluklara...
Ama sen de haklısın
Sana mı kaldı,
Kurtarmak vatanı
Sana mı kaldı,
Uyandırmak yatanı
Sana mı kaldı,
Duvara yapıştırmak
Bu memleketi satanı
Anasını ağlatanı....
Gel gör ki oğlum/kızım..
Senin de kurtuluşun yok bu gidişten
Ne etsen, ne yapsan
Bir düğün
30
Kim kiminle evleniyor
Kim kiminle çıldırıyor
Kim kime daldan dala
‘Gelinim olur musun?’ diyor
Bak her gün ayrı bir kanalda
Bambaşka bir 'ünlüler çiftliği'
Her kanalda şöhret olmanın dayanılmaz hafifliği
Ve işte böyle
Pazara dökülüyor bir bir
Herkesin yumak yumak ipliği
Yıllar var ki oğlum/kızım
Birileri işte
Bizi hep böyle gözetliyor...
Ve sen de görüyorsun ki
Bu sahneler
Bizi ne de güzel özetliyor
Kimin umurunda yarınlar
Kimin umurunda çocuklar
Kimin umurunda bu isyankâr çığlıklar
Bir kavgadır
Bir yarıştır
Bir rezalettir gidiyor.
Kime sorsan
Cevaplar dünden hazır
Halk böyle istiyor oğlum/kızım..
Halk böyle istiyor
Gel gör ki
Bir reyting uğruna
Ne 'güneşler batıyor' oğlum/kızım.
Ne güneşler batıyor!??....
(internetten)
Müslüm Ekici
31
Yeni dönem kayıtlarımız devam ediyor.
0216 416 12 74 - 361 97 28
www.arguvanvakfi.org.tr

Benzer belgeler

İç Sayfalar - Arguvan Vakfı

İç Sayfalar - Arguvan Vakfı Portre - Seval Eroğlu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Detaylı

arguvanolgusu31:Layout 1.qxd

arguvanolgusu31:Layout 1.qxd Grafik Tasarým ATAÞEHÝR AJANS Oktay EROÐLU

Detaylı

arguvan olgusu sayı 29

arguvan olgusu sayı 29 VAKIF YAYIN ORGANI 3 AYDA BÝR YAYINLANIR Sayý 29 Temmuz 2011 SAHÝBÝ ARGUVAN VE KÖYLERÝ EÐÝTÝM KÜLTÜR VAKFI Adýna Baþkan Mehmet KIZILDAÞ Sorumlu Yazý Ýþleri Müdürü Ali Haydar KARAÇAM Yayýna Hazýrlay...

Detaylı