Osmanlı Devleti`nde Yetiştirilmek İstenen Üstün Yetenekli

Transkript

Osmanlı Devleti`nde Yetiştirilmek İstenen Üstün Yetenekli
Genç Bilim İnsanı Eğitimi ve Üstün Zeka Dergisi
2014, Cilt 2, Sayı 1, 1-10
İnceleme Makalesi
Osmanlı Devleti’nde Yetiştirilmek İstenen Üstün Yetenekli İnsan
Tipinin Kodlarının Çözümünde, Mimar Sinan’ın Eğitim Sürecinden
Hareketle Dönemin Tarihsel ve Eğitimsel Analizi
ÖZET: Her toplumun kendine has yetiştirmek istediği üstün yetenekli ve ideal insan tipi
vardır. Bu insan tipinin özellikleri, o topluma has şartlar tarafından şekillendirildiği
düşünülmektedir. Bu durum, Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki üstün yetenekli
eğitim sisteminde de görülebilir. Osmanlı toplumunda idealleştirilen üstün yetenekli
insan tipini yetiştirmek için “seçkinci” değil “seçici” bir eğitim sistemi oluşturulmuştur.
Acemi Oğlanlar Ocağı ile başlayıp Enderun Mektebi ile tamamlanan ve insanı
yeteneklerine göre seçen bu eğitim sisteminin, zamanında dünyaya model oluşturduğuna
ilişkin görüşler bulunmaktadır. Bu çalışmada, yetenekleri keşfedilerek Sinan bin
Abdülmennan’ı mimari alanda yeteneğin somutlaşmış figürü Mimar Sinan’a dönüştüren
Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki üstün yetenekli eğitim anlayışı incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: İdeal insan tipi, acemi oğlanlar ocağı, enderun, mimar sinan,
osmanlı imparatorluğu, üstün yeteneklilik
İbrahim GÜLER
Doktora
Öğrencisi,
Ege
Üniversitesi,
Edebiyat
Fakültesi,
T.C. Tarihi A.B.D.,
İzmir,
Kurucu, Özel Yedi
Renkli Çınar Okulları,
Bursa, TÜRKİYE,
iguler@yedirenklicinar.
k12.tr
Alma: 11 Nisan 2014
Kabul: 25 Mayıs 2014
© 2014 Genç Bilim İnsanı Eğitimi ve Üstün Zeka Dergisi
ISSN: 2147-9518, http://jeysg.org
2
Osmanlı Devleti’nde …
GİRİŞ
Her toplum, kendine has bir insan tipi
yetiştirmek ister. Yetiştirilmek istenen bu insan
tipinin özellikleri dönemin entelektüel, siyasi,
mali, kültürel ve coğrafi atmosferinden süzülerek
ortaya çıkar. Örneğin, Amerikalı bir öğretmene
ideal bir öğrencinin özellikleri sorulduğunda,
yönergelere uyan, sessiz duran ve hiç soru
sormayan şeklinde ideal öğrencinin özelliklerini
sıralamıştır. Finlandiyalı bir öğretmene aynı soru
sorulduğunda, dürüst, ufku açık, kendine saygısı
olan, arkadaş canlısı olarak cevaplamıştır.
Nijeryalı bir öğretmen de samimi, güvenilir,
özgüveni yüksek, sağlıklı, saygılı ve itaatkâr
şeklinde cevap vermiştir (Besançon, 2013). Bu
örnek, her toplumun yetiştirmeyi hedeflediği
insan tipinin özelliklerinin farklılığı açısından
dikkat çekicidir. Öte yandan ulaşılmak istenen bu
ideal tipin bazı özellikleri, sabit bir yapıya
sahipken bazı özellikleri de değişken bir yapıya
sahiptir. Dönemin insan algısı, doğal koşullar,
tarihi tecrübeler, teknolojik gelişmeler gibi
durumlar ideal tipin bazı özelliklerini değiştirir,
dönüştürür ve yoruma açık hale getirir. Bu insan
tipinin bazı özellikleri zamanın ruhuna göre
yorumlanamazsa, o topluma başka toplumlar
tarafından idealize edilmiş insan tipleri ithal
edilmeye başlanır. İthal edilmiş bu insan tipleri
de, yoruma kapatılmış mevcut ideal insan tipini
baskılamaya başlar. Bu baskılayamaya daha fazla
direnemeyen mevcut ideal tip, sabit ve yoruma
açık olmaması gereken özelliklerini bile yoruma
açık hale getirir. Osmanlı toplumunun Sanayi
Devrimi sonrası ortaya çıkan insan tipine istediği
cevabı veremeyişi, yukarıda bahsi geçen
baskılamanın bir alandan birçok alana
yayılmasına sebep olmuştur. Zamanın getirdiği
şartlar,
mevcut
ideal
insan
tipine
uyarlanamadığında bu tip atıl kalmaya başlar
(Karpat, 2002). İbn Haldun’un organik devlet
anlayışına, Sanayi Devrimi sonrası Osmanlı
toplumunda ortaya çıkan bu durumu açıklamak
için müracaat edilebilir. İbn Haldun’a göre devlet
beş aşamada doğar, büyür ve ölür: Birincisi zafer
ve savaş devri, ikincisi hükümdarın kendi
geleneklerini yerleştirmesi devri, üçüncüsü
feragat ve rahatlık devri, dördüncüsü kanaat ve
barış devri, beşincisi israf ve dağılma devri (İbn
Haldun,1989). Beşinci devreyi yaşayan toplumlar
ideal tiplerini yitirir ve çöküş hızlanır. Tarih, ideal
insan tipi yitiren ya da elinden alınarak
kültürlerini kaybetmiş toplumlarla doludur.
Zaten bir toplum, ideal insan tipini yetiştirmede,
üstün yetenekli çocuklarını keşfedecek eğitim
sistemini oluşturamamışsa zamanın gereklerine
cevap vermekte zorlanacaktır.
Her devlet ve toplum, yaşam kanallarını
canlı tutmak için kendisini temsil edecek özgün
bir insan tipi üretmek zorundadır. Toplumlarda
idealize edilmiş insan tipinin özellikleri, sadece
bir kuşak tarafından da belirlenemez. Farklı
kuşakların tecrübesinden imbiklenerek zihinlerde
hayat bulur. Tarihi tecrübeler, iklim, beslenme
usulleri, yeryüzü şekilleri, nüfus hareketleri gibi
amiller, tasavvur edilen insanın özelliklerini
etkiler. Tarih, bu tür amilleri anlamak için
müracaat edilecek örneklerle doludur (Braudel,
2001).
Zamanın şartları ve bulunduğu coğrafi
konum itibari ile Anadolu’daki beylikleri
etrafında toplamaya muktedir olan Osmanlı
Devleti
de,
tarihten
süzülerek
gelen
Anadolu’daki insan mirasını yetiştirmek istediği
ideal insan tipin oluşmasında kaynak olarak
kullanmayı başarmıştır. Osmanlı toplumunun bu
yaklaşımı, köyünden alınan Sinan’ın üstün
yeteneğini keşfederek sadece dönemini değil
sonraki dönemleri bile etkileyen Koca Sinan’a
dönüşmesine vesile olmuştur. Mimar Sinan da
Roma, Bizans ve Selçuklu dönemlerinden
Osmanlı dönemine ulaşan mirası yeniden
yorumlayarak mimari alanda unutulmaz bir figür
haline gelmiştir.
Yüzlerce yıl üstün yetenekli çocukları
keşfeden
Osmanlı’nın
bu
uygulamaları,
bağlamından kopartılmadan ve anakronik bir
yaklaşıma düşmeden doğru okunabilirse
günümüzde üstün yetenekli çocukların eğitimine
de ışık tutabilir.
Tarihsel
Süreçte
Osmanlı
İmparatorluğu’nun İdeal İnsan Tipi
Kurgusunun Gelişimi
Sparta ve Atina arasında yaşanan mücadele, ideal
insan tipinin hangi şartlarda oluştuğunu anlamak
için okunması gereken tarihi vakalardan akla ilk
gelenidir. Ağır bir askeri disiplini benimsemiş
savaşçı insan tipi yetiştirmek, Lykurgos’un
Sparta’sında hâkim bir görüştü. Çocuklar devlete
aitti. 7 yaşındaki erkek çocuklar, annelerinden
alınarak “agoge” denilen daha çok fiziksel
talimlerin ağırlıkta olduğu 12 yıllık eğitim
sürecine dâhil edilirlerdi. Kız çocukları da,
savaşçı çocuklar doğuracak anne eğitimi alırlardı.
Bütün eğitim sistemi, etrafı düşmanlarla çevrili
Sparta’yı korumak üzerine kurgulanmıştı. Bu
nedenle savaşçı insan tipi, ulaşılmak istenen
idealdi (Plutarch, 1988; Powell, 2001). Sparta,
diğer site devletlerine göre düz bir coğrafyaya
kurulmuştu. Savunma amaçlı bir kalesi yoktu.
Belki de bu şartlar altında, savaşçı insan
tiplerinden oluşan etten bir duvar örerek
Genç Bilim İnsanı Eğitimi ve Üstün Zeka Dergisi, 2014, 2/1
Güler
savunma hattı oluşturulmak istenmişti. Bu
durum da, mezkûr insan tipinin idealize
edilmesinde etkin rol oynamış olabilir (Kennell,
1995; Plutarch, 1914).
Sparta’nın idealize ettiği savaşçı insan tipinin
karşısında ise Atina’da idealize edilen entelektüel
tarafı öne çıkartılan ve “paideia” denilen insan
tipi yetiştirmek asıl hedefti. Savaşçılığından
ziyade “arete” denilen erdemleri ile öne çıkan bu
insan tipi edebiyat, matematik, müzik ve felsefe
ile ilgilenirdi. Fiziksel sağlık, entelektüel
faaliyetlere devam edebilmek için önemliydi.
Entelektüel yanı ile öne çıkan bu insan tipi, M.Ö.
431-404 yılları arasında 27 yıl süren Peleponez
Savaşları’nda Sparta’nın savaşçılığı ile öne çıkan
insan tipine yenilmiştir (Quennel, 1962; Golden,
1998; Tekin, 2007; Mansel, 2004). Fakat olaya
farklı cihetlerden bakıldığında Atina’da yenilen
tip, uzun vadede Sparta tipine galip gelmiştir.
Sparta’nın savaşçı etkisi belli bir dönemde
hissedilirken, Atina’nın entelektüel etkisi
günümüze kadar ulaşmıştır.
Öte yandan Orta Asya’da göçebe hayat
tarzını benimsemiş Türkler’de “Alp” tipi,
yetiştirilmek istenen insan tipidir. Akyüz’e göre
(2010) zorlu iklim şartları, göçebe hayat tarzını
belirleyen en önemli faktörlerdendir. Bu nedenle
göçebeler, mevsimlere bağlı olarak sürekli
hareket halinde olmak zorundadırlar. Ayrıca
bitmek bilmeyen çekişmeler ve savaşlar, bu
hareketliliği etkileyen bir diğer faktördür. Bütün
bu zorluklar, cengâverlik ruhunun alp tipinde
merkezi özellik olmasına yol açmıştır
(Çobanoğlu, 2003; Kaplan, 2004).
Aşık Paşa, Garipnamesi’nde de (2000) alp
tipinin dokuz özelliğini sayarken yukarıda bahsi
geçen yaşam tarzı belirleyici olmuştur. Aşık
Paşa’ya göre muhkem yürek, pazu kuvveti, cins
bir at, uygun elbise, yay, kılıç, süngü ve güvenilir
refikten oluşan bu dokuz nesne alp tipinin
olmazsa olmaz özelliklerindendir.
Alp, Türkler’in İslam’ı kabulünden önce
“kahraman, cengâver” anlamına gelen bir
lakaptı. İdealize edilmiş bu insan tipine İslam’ın
kabulünden sonra bile “alp” denmeye devam
edilmiştir. Aşık Paşazade’ye göre ise bu ideal tipe
Müslüman olduktan sonra Gaziyan-ı Rum
denilmiştir. “Alp-eren” unvanının kullanıldığına
da bazı kaynaklarda rastlanmıştır (Köprülü,
1991; Aşık Paşa, 2000).
İslam’ın kabulünden sonra hayata bakış
açısında
meydana
gelen
değişiklikler,
yetiştirilmek istenen ideal tipin de değişikliğe
uğramasına neden olmuştur. Hem Selçuklu
Devleti hem de Osmanlı İmparatorluğu, Alperen denilen bu tipin ön planda olduğu
3
dönemlerdir. Dolayısı ile tüm eğitim kurumları
da bu ideal tipi yetiştirmek için şekil almaya
başlamıştır.
Osmanlı’da İdeal Tipin Oluşmasında
Kurumsal Yapıların Oluşumu
Türkler, Büyük Selçuklular döneminde göçebe
kültürden sıyrılarak tarıma dayalı yerleşik kültüre
geçmişlerdir. Bu geçiş, toplumsal bütün alanları
etkilemiş ve yeni durumun gereklerini yerine
getirmişlerdir. Bu dönüşüm, hayat tarzının
değişikliğini
de
beraberinde
getirmiştir
(Kafesoğlu, 1977). Selçuklu dönemi eğitim
kurumları, “veli/eren insan tipi” yetiştirmeyi
hedeflemiştir. Bu insan tipinin beslendiği
kaynaklar, İslami değerlerdir. Bu dönemde
yaygın hale getirilen medreseler de bu ideale
ulaşmak için çaba göstermişlerdir (Togan, 1981).
Şekil 1. Selçuklular’da Nizamiye Medresesi’ni
gösteren minyatür
Nizamiye Medreseleri, sonraki dönemleri
bile yapısı ile etkileyen Selçuklu döneminde
geliştirilmiş bir eğitim modelidir. Nizamiye
Medreseleri’nin bu modelleştirilmesi, devlet
tarafından desteklenmesinin bir sonucudur.
Fetihlerle büyüyen devlete vasıflı insan
yetiştirmenin merkezi olması, Nizamiye
Medreseleri’ni daha da vazgeçilmez hale
getirmiştir. Ayrıca bu medreseler, halka
ulaştırılan eğitimle de halkın devlete olan
bağlılıklarının artırılmasına da büyük faydalar
sağlamıştır (Akyüz, 1989). Selçuklu Devleti’nin
doğrudan ya da dolaylı şekilde vakıflar aracılığı
ile Nizamiye Medreseleri’ne verdiği bu destek,
mali, siyasi ve kültürel alanda kendisini olumlu
yönde hissettirmiştir. Oluşturulan ilmi ortam,
Selçuklu Devleti’ni dönemin gidişatını belirleyen
devlet konumuna yükseltmiştir (Köymen, 1983).
Özellikle Bağdat’ta kurulan Nizamiye Medresesi,
eğitimde günümüzdeki eğitim kampüslerinin ilk
uygulamasıdır.
Talebeler
için
barınma,
kütüphane, şifahane ve sosyal imkânları
bünyesinde bulunduran bu medrese dönemin
eğitim anlayışının öncüsü olmuştur. Bu anlayış,
Osmanlı Devleti’nde külliye uygulaması şeklinde
devam ettirilmiştir. Böylece talebelerin bütün
ihtiyaçları karşılanarak ilim harici başka şeyler ile
Genç Bilim İnsanı Eğitimi ve Üstün Zeka Dergisi, 2014, 2/1
4
Osmanlı Devleti’nde …
meşgul olmamaları sağlanmıştır (Aslanapa,
1963).
Özellikle
her
medresede
bulunan
kütüphanelerin halka açık olması, toplumsal
hareketliliğin sadece yatay boyutta değil dikey
boyutta da oluşmasına fırsat sağlamıştır.
Kütüphaneden sorumlu “Hâzinü’l-Kütüb”
Seyfeddin Sungurca bin Abdullah, vakfedilen
kitapları muhafaza ile sorumluydu. Pazartesi ve
Perşembe günleri kitaplığı açık tutarak gerek
medrese öğrencilerine gerekse halktan kitap
talep edenlere güvenilebilecek bir rehin
karşılığında ödünç verecekti (Temir, 1989). Bu
uygulama ile medreseler ve kütüphaneler aracılığı
ile toplumun tüm kesimlerine eğitim açık hale
getirilmiştir. Böylece, toplumun zihin haritası
taranarak en vasıflı çocuklar maddi imkânlarına
bakılmaksızın medreselere kabul edilmekteydi.
Eğitimin mevcut toplumun tüm kesimlerine bu
şekilde ulaşması, ortaya çıkabilecek muhtemel
memnuniyetsizliklerin bertaraf edilmesinde de
büyük fayda sağlamıştır (Akyüz, 1989).
Medreselerde okutulan İslami derslerin yanı sıra
riyaziye, tıp, hey’et, felsefe gibi dersler de
okutulmaktaydı. Bu dersler, farazi ve ameli
boyutları birlikte okutulan derslerdi. Bu durum
da, öğrenilen bilgilerin uygulama sahası
bulmasının önünü açmaktaydı. Dönemin büyük
hastanelerinde tıp ilminin, rasathaneler de ise
hey’et ilminin uygulama sahası bulması en güzel
örneklerdendir (Turan, 1969).
Ayrıca halka açık derslerin yapılması ve
Sultanın huzurunda ilim adamlarının çeşitli
meseleler üzerinde usulünce tartışması, Selçuklu
dönemindeki ilim hayatının yerini belirlemede
önemli bir ölçüttür (Çelebi, 1976). Özellikle
vakıflar aracılığı ile toplumsal ihtiyaçlar
belirlenmiş ve medreseler bu ihtiyaçlara ilmi
olarak çözümler bulmanın merkezi olmuşlardır.
Halkın eğitilmesi üzerinde durulmuş ve cerre
çıkan talebeler ilmin halka ulaşmasında öncülük
etmişlerdir. Halkın medreselere, müderrislere ve
ilim öğrenen talebelere bakışının görülmesi
açısından bu tür buluşmalar önemlidir (Doğan,
1999).
Şehirde öğrenim gören medrese talebeleri,
üç aylarda (Recep, Şaban, Ramazan) taşraya
giderek halka vaz-u nasihat ederlerdi. Bu
uygulamaya “cerre çıkmak” denilmiştir. 9 ay
süresince öğrendiği teorik bilgileri burada pratiğe
dönüştürme fırsatını yakalayan talebeler, halkın
kendilerine verdiği sadaka, fıtr gibi yardımları da
toplayarak medreselerine geri dönerlerdi. Bu
yardımlarla dokuz ay boyunca ihtiyaçların bir
kısmını giderirlerdi (Pakalın, 1983). Ayrıca bu
uygulama, halkın örf ve adetlerinin talebeler
tarafından yakından tanınması için de bir fırsat
oluşturuyordu
(Cihan,1999).
Medreselerde
öğrenilen ilim cami, mescit ve köy odaları
vasıtası ile tüm topluma yayılarak ortak bir kültür
oluşturuyordu (Akgündüz, 2004).
Dönemin öncü eğitim kurumu olan
medreselerde maarif, muallim merkezli idi.
Müderrisler,
ilmi
yeterliliğini
ispatlamış
alanlarında otorite kişilerdi. Toplum ile irtibatları
genellikle ilmi meseleler üzerinden olurdu.
Devlet ya da vakıflar tarafından müderrislerin
maddi imkânlarının iyi hale getirilmesi, sadece
ilmi meseleler üzerinde yoğunlaşmalarını
sağlıyordu. Bu durum da toplum nezdinde
itibarlarının yüksek olmasını sağlıyordu (Akyüz,
1989). Her müderris, mümeyyiz olduğu alanda
kendi müfredatını belirlerdi. Talebesini kendisi
seçerdi. İlmi muhtariyete ve masuniyete sahip
müderrisler, medreselerin eğitim felsefesini de
ilmi kaygılara göre belirliyorlardı. Talebe seçimi
sırasında da aynı kaygı ile hareket edilerek yeterli
ve yetenekli çocuklar seçilirdi. Talebenin ilmi
seviyesi, hangi sınıfta olacağını ve hangi kitabı
okuyacağını da belirlerdi (Çelebi, 1976). Talebe
seçiminde, ayrıca müderrisle birlikte medresenin
mütevellisi de söz sahibiydi. Gelir gider
dengesinden, medrese personeli seçiminden,
talebe ihtiyaçlarının giderilmesinden de sorumlu
olan mütevelli, bir anlamda medresenin vakıf
tarafından
görevlendirilen
işletmecisiydi
(Konyalı, 1964; Kayaoğlu, 1978).
Selçuklu Devleti’nin ünlü veziri Nizamül
Mülk, medresede okuyan her talebeye maddi
ihtiyaçlarını bedelsiz karşılayacak ve düzenli
maaş verilecek şekilde bir düzen kurmuştu
(Çelebi, 1976). Böylece, talebelerin sadece ilimle
meşgul olmaları sağlanmıştı. İlimle meşgul
olmayan talebeler de, zamanla sistemin dışına
itilmişti. Bu imkânlara sahip olmanın tek şartı,
sadece ilimle meşgul olmaktı. Başka alandaki
meşguliyetlerin öğrenme iştihasını azalttığı,
dönemin ilim adamları tarafından da kabul
edilmiş bir gerçekti (Kazıcı, 1991; Köymen,
1992). Hatta bu durum, medreselerin mimari
yapısına bile yansımıştı. Anadolu Selçuklu
medreselerinde talebe odalarında sokağa açılan
hemen hemen hiçbir pencere olmaması bu
durumu destekler mahiyettedir (Kazıcı, 1995).
Medreseler, Selçuklu dönemi eğitim
kurumlarının en üst seviyesi idi. İlmi meseleler
bu kurumlarda şekillenirdi. İlmi birikimler,
hocadan talebeye aktarılarak bir gelenek
oluşturulurdu. İştiyaklı, yetenekli ve zeki
olanların talebe olarak seçilmesi, oluşturulmak
istenen bu geleneğin kesintiye uğramaması için
çok önemliydi.
Genç Bilim İnsanı Eğitimi ve Üstün Zeka Dergisi, 2014, 2/1
Güler
Selçuklu döneminde kurulan ve bugünkü
yükseköğretim kurumları seviyesinde eğitim
veren medreseler, mezkûr özelliklere haiz
talebelerin seçilmesi üzerine sistemlerini
oturtmuşlardı. Talebe seçiminin yapılabilmesi, alt
kademedeki yaygın eğitim müesseselerinin
devreye girmesi ile mümkün hale geliyordu.
Camiler, mescitler, bilginlerin toplandığı evler,
kitapçı dükkânları, saraydaki huzur dersleri,
esnaf loncaları, küttab gibi yaygın eğitim
kurumları ilmin halka ulaşmasında önemli
vazifeleri vardı. Bu gibi merkezlerde istidadı
yüksek kişiler bir üst eğitim kurumlarına da
tavsiye ediliyordu. Bir hoca ya da usta eşliğinde
eğitimi devam ettirilen çocuk, azmi, sabrı ve
istidadı sayesinde önemli görevlere kadar
yükselebiliyordu (Çelebi, 1976; Kazıcı, 1983).
Selçuklu Devleti zayıflayıp beylikler dönemi
Anadolu’da yaşanmaya başlayınca, medreselerde
de bir boşluk oluşmuştu. Fakat Osmanlı Beyliği
Anadolu’da oluşan bu boşluğu doldurup devlete
dönüşmeye başlayınca, medrese gibi köklü
eğitim kurumlarının da desteğini aldı. Böylece
Selçuklu döneminden kalma sadece siyasi, askeri
mirası değil eğitim mirasını da devralmış oldu.
Osmanlı Devleti, Bursa merkezli sınırlarını
genişlettikçe yetişmiş insan gücüne olan ihtiyacı
her geçen gün artmaktaydı. Bu ihtiyacı
karşılamanın en iyi yolu da, eğitim kurumlarını
harekete geçirmekti. Medrese eğitim sistemi
üzerinden yetiştirilen çocuklar, devletin farklı
kademelerinde görev alıyorlardı. Özellikle Fatih
döneminin Sahn-ı Seman Medreseleri ve Kanuni
döneminin Süleymaniye Medreseleri, devlet
kademelerinin ihtiyacı olan insan kaynağının
merkezi haline gelmişti. Bu medreseler ilmiye
sınıfının ihtiyaçlarını karşılamakta o dönem
şartları içerisinde yeterli idi. Öte yandan Seyfiye
sınıfının ihtiyaçları da, Osmanlı Devleti’nin
sınırları büyüdükçe artmaktaydı. Bu amaçla
Çarşılı’ya göre (1984) Selçuklu döneminde
pençik kanununa göre savaş esirlerinden ikmal
edilen ordu gücü, artık devşirme usulü ile ikmal
edilmeye başlanmıştı. Özellikle Kadıasker
Çandarlı Halil ile Karamanlı Molla Rüstem’in
tavsiyeleri ile 8 ile 20 yaş arasında devşirilen
çocuklar, Türk ailelerin yanında 3 sene ile sekiz
sene arasında kalarak Türk adet ve geleneklerini
öğreniyorlardı (Pakalın, 1983; Neşri, 1987).
5
Şekil 2. Osmanlı’da devşirme sistemini
gösteren minyatür
Devşirilecek çocuklar, belli hususiyetlere
haiz olması gerekirdi. Devşirme çocuklar,
Yeniçeri Ağası gözetiminde ilk etapta fiziksel
özellikler dikkate alınarak seçilirdi. Hastalıklı
olmaması, tek çocuk olmaması, anne-babasız
olmaması, evlenmiş olmaması, sanat sahibi
olmaması, boyunun çok uzun ya da çok kısa
olmaması, kel olmaması gibi daha çok fiziki
özellikler göz önünde bulundurularak seçim
yapılırdı (İnalcık, 1994). Ayrıca devşirilen
çocukların aileleri de vergiden muaf tutulurdu.
Bu muafiyetten yararlanmak isteyen aileler de,
çocuklarını devşirmeye vermek için gönüllü
oluyorlardı (Özcan, 1994; Çarşılı, 1997).
İlk etapta fiziki özellikleri dikkate alınarak
devşirilen çocuklar, İstanbul’a getirilirdi. Yeniçeri
Ağası, devşirilen oğlanları son bir kez daha
kontrol ederek eşkâl defterine yazardı. Türk
ailelerin yanlarına yerleştirilmek üzere dağıtıma
geçilirdi. Bu sürede Türk İslam adetlerini
öğrenmeleri
sağlanırdı
(İlgürel,
1986;
Uzunçarşılı, 1997). Devlet görevlileri de belli
zamanlarda, devşirilen çocukları takip ederdi.
Öngörülen sürenin sonunda tekrar payitahta
getirilen çocuklar, Acemi oğlanlar Ocağı’na
alınırdı (İnalcık, 1994).
Yeniçeri Ağası, çocukların aralarından saray
için bazılarını ayırırdı. Bunlar Edirne Sarayı,
İbrahim Paşa Sarayı ve Galata Sarayı gibi
yerlerde eğitime tabi tutulurlardı. Kabiliyetli ve
hüsnü cemal olanlar, Topkapı Sarayı’na alınarak
Enderun Mektebi’ne dâhil edilirlerdi. Geri
kalanlar ise kapıkulu süvari bölüklerine
gönderilirlerdi. Gücü kuvveti yerinde olanlar da
Bostancı Ocağı’na alınırdı (Özcan, 2005;
Akkutay, 1984).
16. yüzyıl Osmanlı Devleti’nin yetiştirmek
istediği insan tipi, Mimar Sinan örneğinde vücut
bulmuştur. Hem alp hem de eren tipi, Sinan’ın
hayat verdiği bir insan tipiydi. Hem atlı sekban
Genç Bilim İnsanı Eğitimi ve Üstün Zeka Dergisi, 2014, 2/1
6
Osmanlı Devleti’nde …
olarak savaşlara katılmış hem de ordunun
mimarı olarak hizmet etmiştir.
Hem alp hem eren insan tipini yetiştirmeyi
hedefleyen Osmanlı eğitim sisteminin bazı
uygulamaları, günümüzde üstün yetenekli
çocukların
keşfedilmesinde
bir
model
oluşturabilir mi? Köyünden alınarak Acemi
Oğlanlar Ocağı’nda eğitim alan Sinan bin
Abdulmennan, nasıl olmuştu da Ser Mimaran-ı
Hassa (Saray Mimarbaşı) olmuştu? Dülgerlikten
mimarbaşılığa doğru giden bu yolda hangi sistem
böylesine bir yeteneği ortaya çıkarmıştı? Bahsi
geçen soruların cevapları, bu çalışmada
aranacaktır.
Osmanlı Eğitim Sisteminin Yetiştirdiği Alp
ve Eren İnsan Tipi: Mimar Sinan
Sadece Osmanlı dönemi mimari uygulamaları
değil dünyadaki mimari uygulamaları da etkileyen
Mimar Sinan, 1489 yılında Kayseri’nin Gesi
bucağının Ağırnas köyünde dünyaya geldi. Baba
mesleği olan dülgerlik, onun yapılara olan
ilgisinin alt yapısını oluşturmuştur. Çocukluğunu
ve ilk gençliğini 1512 yılına kadar tahta kalacak
olan II Bayezid döneminde geçirmiştir.
Gençliğini ise 1512 yılında devşirme olarak
İstanbul’a getirildiği dönem olan Yavuz Sultan
Selim döneminde geçirdi. Olgunluk dönemlerini
ise Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566), II.
Selim (1566-1574) ve III. Murad (1574-1595)
dönemlerinde geçirmiştir. 1588’de dünyaya
gözlerini yumduğunda 99 yaşında idi. Geride
bıraktığı cami, han, hamam, köprü, türbe gibi
yüzlerce eser, sadece mimari açıdan değil kültürel
açıdan da sonraki dönemleri bile etkisi altına
almıştır. Bu eserlerin listesine nakkaş ve şair
Mustafa Sai Çelebi’ye Mimar Sinan tarafından
biyografik bir eser şeklinde yazdırılan Tezkiretü’l
Ebniye’de ulaşılabilir. Ayrıca Tezkiretü’l- Bünyan
da Mimar Sinan hakkında yine Sai Çelebi
tarafından yazılmış bir eserdir. Mimar Sinan
hakkında en sağlıklı bilgilere bu iki biyografik
eserle ulaşabiliyoruz (Cansever, 2005; Refik,
2012; Günay, 2005).
Şekil 3. Mimar Sinan
Mimar Sinan olarak bilinen Sinan bin
Abdülmennan, Osmanlı döneminde insan
kaynağı olarak kullanılan devşirme sistemi ile
Kayseri’den alınarak 1512 yılında İstanbul’a
getirilmiştir (Russell, 1990). Acemi Oğlanlar
Ocağı’na alınan Sinan, burada yapı ustalarının
yanında dülgerlik ve yapı bilgisinin temellerini
öğrendi. 1514 yılında Yeniçeri ortalarından
birine alınarak Yavuz Sultan Selim’in İran ve
Mısır seferlerine atlı sekban olarak katıldı. 1522
Rodos, 1526 Mohaç, 1529 Viyana, 1534 Irakeyn,
1538 Boğdan gibi önemli seferlere katıldı. Bu
seferler sırasında çağın önemli mimari yapılarını
inceleme fırsatını da yakaladı. Ayrıca, ordunun
geçeceği yerlere köprüler ve yollar inşa etmesi de
onun mimarlığının zirveye ulaşmasında çok
önemli tecrübelerdir (Sözen, 1975; Kuran, 1986).
1538-1588 yılları arasında mimarbaşılık
yapan Mimar Sinan, sadece Osmanlı mimarisinin
değil tüm İslam mimarisinin de gidişatına yön
vermiştir. 49 yaşında mimarbaşılığa nasıl
ulaştığını, Tezkiretü’l Ebniye’de manzum bir
ifade ile Mustafa Sai Çelebi şöyle dile
getirmektedir.
Hakkın bir lûtfu imiş kabiliyet
Kılup cehd eyledim tekmili sanat
Benim üstadımın kim aferin bâd
Beni neccarlıkda kıldu üstad
Yoluyla, sanatımla, hidmetimle
Çalışdım ta tufuliyyet çağında
Dahi akran içinde gayretimle
Yetiştim Hacı Bektaş ocağından (Develi,
2003, s.174).
Mimar Sinan mimari alandaki kabiliyetinin
doğuştan geldiğine inanmaktadır. Doğuştan
gelen bu kabiliyetin iki etken ile buluşursa devam
edeceğine vurgu yapmıştır. Hak vergisi kabiliyet,
iyi bir usta ve çok çalışmak Sinan bin
Abdulmennan’ı Mimarbaşı Koca Sinan yapan
etkenlerdir (Kuban,2011).
15-16 yaşında geldiği pay-i tahtta, Acemi
Oğlanlar Ocağı’nda aldığı hem mesleki hem de
askeri eğitimle atlı sekban olarak orduya katıldı.
Bu durum devşirme sistemi ile sadece devlet
kademeleri için idareci yetiştirilmediğini, aynı
zamanda mesleki eğitimle de çeşitli meslek
gruplarına insan yetiştirildiğinin de bir kanıtıdır
(Russell, 1990). Rodos ve Belgrad seferleri,
gözlem yeteneği çok gelişmiş olan Mimar Sinan’a
yeni zaviyeler açtı. Yunan mimarisinin enfes
eserlerini bu seferler sırasında görme şansını
yakalamıştı. Silahı ile vatana hizmet ederken,
mimari gözlemleri ile de istikbale hazırlandı
(Refik, 2012). Lütfi Paşa’nın Van Gölü’nü
Genç Bilim İnsanı Eğitimi ve Üstün Zeka Dergisi, 2014, 2/1
Güler
geçebilmek için yapmasını istediği üç kadırga,
Sinan’a subaşı rütbesine terfi etmesini sağladı
(Refik, 2012).
Şekil 4. Mimar Sinan'ın Kanuni'nin türbesini
yaparken gösteren minyatür
1514 yılından 1539 yılına kadar 25 yıl
fasılasız bir şekilde orduda hizmet ederek
seferlere katılan Sinan, Prut Nehri üzerinde 13
günde yaptığı ikmal köprüsü ile Kanuni Sultan
Süleyman’ın dikkatini celbetmişti (Refik, 2012;
Kazancıgil, 1988). Katıldığı İran, Mısır, Belgrad,
Rodos, Mohaç, Alman ve Irakeyn seferleri,
Mimar Sinan’a farklı uygarlıklara ait eserleri
doğal ortamında inceleme şansını vermiştir
(Çeçen, 1988; Özer, 1988).
7
mimarbaşı olan Sinan, devletin bu gücünü ve
olanaklarını mimari alanda da zirveye taşımıştır.
Şekil 6a. Selimiye Camii dış görünüşü
Şekil 6b. Selimiye Camii iç görünüşü
Askeri, mimari, mali, edebi alanda dönemin
en güçlü devleti olan Osmanlı Devleti,
imkânlarını Mimar Sinan’ın kullanmak istediği
şekilde adeta seferber etmişti. Bu durum da,
hayal gücü ve gözlem gücü çok yüksek olan
Mimar Sinan’a mimari yeteneğini uygulama
fırsatını sunmuştur (Kuban, 2011; Cansever,
2005).
SONUÇ
Şekil 5a. Süleymaniye Camii dış görünüşü
Şekil 5b. Süleymaniye Camii iç görünüşü
16. yüzyıl, Osmanlı Devleti’nin hemen
hemen her alanda en güçlü olduğu dönem olarak
kabul edilir (İnalcık, 1994). Bu dönemde
Devleti idare edenlerin huyları, yaşadığı
dönemin hallerine göre değişir. Farklı
dönemlerdeki hal ve ahlak, birbirine benzemez.
Zaten ahlak, bulunduğu çağın halinin mizacına
tabi olur (İbn Haldun, 1989). Bu tespitten
hareketle, her dönem kendi ahlak anlayışını
üretir ve eğitim sistemi de bu ahlak ile
kurgulanmak istenir. Zamanın coğrafi, mali,
siyasi, ruhi halleri o medeniyetin yetiştirmek
istediği insan tipinin özelliklerini direkt ya da
dolaylı olarak etkiler (Braudel, 2001).
Yunan, Sparta, Roma, Selçuklu ve Osmanlı
dönemlerinde yetiştirilmek istenen insan tipi de,
dönemin
şartları
anlaşılmadan
açıklığa
kavuşturulamaz. Dönemin şartları yorumlanarak,
her medeniyet kendi huy haritalarını oluşturur.
Bu huy haritalarından yola çıkarak, yeteneklerin
Genç Bilim İnsanı Eğitimi ve Üstün Zeka Dergisi, 2014, 2/1
8
Osmanlı Devleti’nde …
keşfedilmesinin yolu açılır. Osmanlı döneminde
de insan kaynağı olarak devşirme sistemi
uygulanmış ve yetenekler bu sistem içerisinde
keşfedilmiştir. Dolayısı ile devşirme sistemi,
yeteneklere göre bir eleme sistemi olarak
şekillenmiştir (Russell, 1990).
Devşirme sisteminde genel yeteneklerden
özel yeteneklere doğru seçici bir yaklaşım
oluşturulmuştur. Osmanlı döneminde eğitimin
belli bir zümreye ait olduğu seçkinci eğitim
sistemi değil, eğitimin yetenekli olan herkese açık
olduğu seçici bir eğitim sistemi tercih edilmiştir.
Osmanlı toplumunda yöneticilik, babadan oğula
geçmezdi. Ayrıca yöneticilik, kişisel gayretle de
elde edilemezdi. Yöneticilik, küçük yaşta
yeteneklerine göre seçilen çocukların, Saray
tarafından eğitilmesi ile mümkün hale gelmiştir
(Russell, 1990). Bu tercihle Kayseri’nin bir
köyünde kendi halinde babasının mesleğini
öğrenmeye çalışan bir çocuktan, mevcut mimari
yaklaşımları yeniden yorumlayarak Osmanlı
mimarisinin ilkelerini inşa eden Koca Sinan
ortaya çıkmıştır. Mimar Sinan gibi devşirme
sistemi ile keşfedilen ve işlenen yetenekler,
Osmanlı Devleti’ne yön verebilmişlerdir. Sokullu
Mehmet Paşa bu sistem ile Bosna’da küçük bir
manastırda iken Osmanlı Devleti’nin en ünlü
sadrazamlarından biri haline gelmiştir (Afyoncu,
2007).
Zor zamanlar, yeteneklerin keşfedilmesi ve
işlenmesi için fırsatlar sunabilir. Hayatın
zorlukları ile karşılaşmak üstün yetenekliliğin
açığa çıkması için bir imkâna dönüşebilir
(Zeidner & Zinovich, 2013). Genç yaştaki Sinan,
15-16 yaşında geldiği İstanbul’da yaklaşık 30
sene sonra ancak baş mimar olabilmiştir (Saoud,
2007). 30 sene, yeteneğin işlenme ve pişme
süresi olarak kabul edilebilir. Bu süre göz ardı
edilerek, Mimar Sinan anlaşılamaz. Sadece
şaheserleri üzerinden Mimar Sinan’ı öğrenme
çabası, eksik bir çabadır. Çıraklık dönemi öncesi
eserlerinin de izleri sürülerek Mimar Sinan’ı
anlama gayreti, daha doğru bir yöntemdir.
Doğuştan getirilen yeteneğin izleri, çocukluktan
başlayarak takip edilmelidir. Kişide üstün
yetenek, mevsimi olan bir haldir. İşlenmesi
gereken mevsim kaçırıldığında üstün yetenek,
yeteneksizliğe doğru dönüşmeye başlar.
Zamanında ve gerektiği gibi eğitim alamamak,
üstün yeteneklilerin vasatlaşmasına neden olur
(Enç, Çağlar & Özsoy, 1987). Bu nedenle
devşirme sisteminde 8 ile 20 yaş arasında olan
kişiler devşirilmek üzere pay-i tahta getiriliyordu
(Ducharme, 2001).
Üstün yetenek, fetret dönemlerini sıkça
yaşayan kişilerde kolayca kaybolabilir. İnişler,
çıkışlar ve kararsızlıklar üstün yeteneğin doğru
işlenmesinin önüne engel olarak çıkar (Zeidner
& Zinovich, 2013). Çocukluktan itibaren yapı ve
yapı malzemeleri ile meşgul olan Mimar Sinan,
devşirildiğinde de dülgerlik mesleğini tercih
etmiştir. Orduda da meşgul olduğu alan, mimari
alandır. Mimar Sinan, ilgisini ve tercihlerini hep
mimarlıktan yana kullanmıştır. Bu konuda
kararlıdır. Sabit olamama ve kararsızlık hali,
üstün yeteneğin kısa sürede sönmesine yol
açabilir. Mimar Sinan’ın yeteneğini geliştirmedeki
kararlılığı, onu 30 sene sonra Osmanlı
mimarisine yön veren kişi konumuna getirmiştir.
Nitekim günümüz üstün yeteneklilerin eğitimiyle
ilgili modellerde de alan belirleme oldukça
önemlidir (Tortop, 2013).
Konfor ve rahat, üstün yeteneğin
işlenmesine engel bir haldir. Mimar Sinan
devşirildiğinde, konforlu bütün alanlarını terk
etmiştir. Tezkiretü’l Ebniye’de kendisi bu
durumu şöyle anlatır:
Yoluyla, sanatımla, hidmetimle
Çalışdım ta tufuliyyet çağında (Develi, 2003,
s.174).
Tufuliyyet (çocukluk) çağından itibaren
konforlu yaşamı terk ederek akranlarından daha
fazla çalıştığını dile getirmiştir Mimar Sinan.
Onun bunu özellikle tercih etmesi, çok
çalışmanın ve konforlu olanı tercih etmemenin
en az üstün yetenek kadar önemli olduğunu
vurgulayan bir durumdur.
Üstün yetenek, önceki zamanlarda hiç
karşılaşılmamış bir hal değildir. Benzer halleri bir
araya getirerek oluşan yorumun, yeni bir halidir.
Mimar Sinan, seferler sırasındaki olağanüstü
gözlem gücünü kullanarak Yunan, Roma,
Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinin mimari
yapılarını yeniden yorumlamıştır (Sözen, 1975;
Kuran, 1986). Eğitimi süresince alp-eren insan
tipi, referans duygu olarak gönül dünyasına
işlenmiştir. Önceki dönemlerin birikimini yok
saymayan bu ideal, onu mimari alanda referans
noktası haline getirmiştir.
Üstün yetenek, farazi ve ameli olanın
birbirinden ayrılmadığı hallerde keşfe daha açık
hale gelir. Farazi olan, yeteneğin adını belirler.
Ameli olan ise yeteneğin çalışması ve gelişmesi
için yol açar, fırsat sunar. Yeteneği keşfetmek
kadar onun nasıl işlendiği de önemlidir. Zaten
üstün veya özel yetenekliler, başarıyı olumlu
olarak etkileyen diğer koşullarla bir araya
getirilebilirlerse önemli bir potansiyel açığa
çıkartılabilir (Tortop & Eker, 2014). Aksi
durumlarda, yüksek zihinsel potansiyelleri hem
toplum için hem kendileri için büyük bir riske
Genç Bilim İnsanı Eğitimi ve Üstün Zeka Dergisi, 2014, 2/1
Güler
dönüşebilir. Uygun yönlendirmeler, böylesine
potansiyellerin atıllaşmasına engel olacaktır
(Uzun, 2004). İşte yaşadığı köyün uğraş alanı
olan taş işçiliği, Sinan’ın hem taşlarla hem de
fırsatlarla tanışması için iyi bir ortamdı. Bu
fırsatlar,
devşirildikten
sonra
imkâna
dönüşmüştür.
Doğuştan
gelen
yetenek,
yeteneği
keşfedecek ve işleyecek öğretmen, yeteneğin
işleneceği ortam ve zaman, yetenek sahibinin
gayreti Sinan bin Abdulmennan’ı Koca Sinan
yapan olmazsa olmazlardandır. Özellikle üstün
yeteneklilerin
yaratıcılığının
artırılmasında
öğretmenler başat rol oynar (Cropley & Urban,
2000). Bunlardan bir tanesinin eksikliği,
yeteneğin sönmesi için yeterli nedendir. Zaten
Mimar Sinan da bu durumu, Tezkiretü’l
Ebniye’de Sai Çelebi’nin ağzından bizlere
bildirmektedir (Develi, 2003).
Günümüzde, üstün yetenekleri keşfetmenin
fırsatları oluşturulmalıdır. Bu fırsat, ameli ve
farazi olanın birlikteliği ile mümkün hale gelir.
Sabrın sınırının ölçüldüğü iş ortamları
oluşturulmalıdır. Bir insanın karakterini anlamak
için o kişinin mizacının halleri bilinmelidir
(Tunç, 1926). Ahlak eğitimi de mizacın
olumsuzluklarını terbiye eder. Bu nedenle ahlak
eğitimi, üstün yeteneklilerin eğitiminde önemlidir
(Hökelekli & Gündüz, 2007). Ahlak eğitimi,
yetenek eğitiminden önce gündeme alınmalıdır.
Mevsiminden önce üstün yeteneğinin farkına
varan çocuklar, bu durumu akranlarına karşı bir
üstünlük vasıtası olarak kullanabilmektedir.
Üstün yeteneklilik, üstünlük vasıtası olarak
kullanılmamalıdır. İşte ahlak eğitimi, bu
duygunun önüne geçmenin bir çabasıdır. İdeal
insan
tipinin
özellikleri
oluşurken/oluşturulurken yetiştirilmek istenen
üstün yetenekli bireyin kodlarının ortaya
çıkartılarak desteklenmesi, üstün yeteneklilerin
eğitiminde en önemli aşamadır.
KAYNAKLAR
Afyoncu, E. (2009). “Sokullu Mehmet Paşa”, Türkiye
Diyanet Vakfı Ansiklopedisi, c.37, Türkiye
Diyanet vakfı Yayınları, Ankara s.354-357.
Akgündüz, M. (2004). Osmanlı medreseleri – XIX. asır,
Beyan Yayınları: İstanbul.
Akkutay, Ü. (1984). Enderun Mektebi, Gazi
Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Yayınları, Ankara.
Akyüz, Ç. (2010). Manas Destanı’nda alp kadın tipi.
Mukaddime, 1, 169-180.
Akyüz, Y. (1989). Türk eğitim tarihi. Ankara Basımevi
Üniversitesi: Ankara.
Aslanapa, O. (1963). Ortaçağ’da en eski yatılı ilim ve
kültür müesseseleri. Türk Kültürü, 2, 34-43.
9
Besançon, M. (2013). Creativity, giftedness and
education, Gifted and Talented International,
Volume: 28, World Council for Gifted and Talented
Children, Kentucky, s.149-160.
Braudel, F. (2001) Uygarlıkların Grameri, Ter. M.A.
Kılıçbay, Gece Yayınları, Ankara.
Cansever, T. (2005). Mimar Sinan. Albaraka Türk
Yayınları: İstanbul.
Cihan, A. (1999). Osmanlı medreselerinde sosyal hayat,
Osmanlı (Toplum), Yeni Türkiye, C. 5, Ankara
s.176-186.
Cropley, A. J., & Urban, K. K. (2000). Programs and
strategies for nurturing creativity. K.A. Heller, F.
j. Mönks, R. J. Stenberg and R. F. Subootnik
(Eds), International handbook of giftedness and
talent (2nd ed. 485-498). Oxford, UK: Elsevier
Science Ltd.
Çeçen, K. (1988). Sinan’ın köprü ve su kemerleri,
sinan dönemi türk mimarlığı ve sanatı. Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.
Çelebi, A. (1976). İslam’da eğitim öğretim tarihi.
Damla Yayınevi, İstanbul.
Çobanoğlu, Ö. (2003). Türk dünyası epik destan
geleneği. Akçağ Yayınları: Ankara.
Develi, H. (2003). Sai Mustafa Çelebi yapılar kitabı:
tezkiretü'l-bünyan ve tezkiretü'l-ebniye: mimar
sinan’ın anıları. Koç Kültür Kitaplığı, İstanbul.
Doğan, R. (1999). Yaygın din eğitimi açısından ikinci
meşrutiyet dönemine kadar vaaz ve vaizliğin
gelişimine tarihî bir bakış, Dinî Araştırmalar 1:3,
Ankara s. 257-272.
Ducharme, S. (2001). Slaves of the Sultan: Janissaries,
Middle East Resources May 2001, Harvard
University, Cambridge.
Enç, M., Çağlar, D. & Özsoy, Y. (1987). Özel
Eğitime Giriş, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri
Fakültesi Yayınları, No:156, Ankara.
Golden, M. (1998). Sport and society in ancient
greece. Cambridge University Press, Cambridge.
Günay, R. (2005). Mimar Sinan. Yapı Yayınevi:
İstanbul.
Hökelekli, H., & Gündüz, T. (2007). Üstün Yetenekli
Çocukların Değer Yönelimleri ve Eğitimleri,
Recep Kaymakcan (ed.), Değerler ve Eğitimi, Dem
Yayınları, İstanbul.
http://europepmc.org/articles/PMC1036140/p
df/medhist00054-0003.pdf
İbn Haldun, (1989). Mukaddime, Ter. Zakir Kadiri
Ugan, MEB Yayınları, İstanbul.
İlgürel, M. (1986). “Yeniçeriler” islam ansiklopedisi.
Diyanet Vakfı Yayınevi, İstanbul.
İnalcık, H. (1994). The Ottoman Empire : the
classical age, 1300-1600. Phoenix Press, London.
Kafesoğlu, İ. (1977), Türk milli kültürü. Türk
Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara.
Kaplan, M. (2004). Türk destanında alp tipi, Türk
edebiyatı üzerinde araştırmalar 1, Dergâh
Yayınları: İstanbul.
Karpat, K. (2002). Osmanlı modernleşmesi, Çev.
A.Zorlu Durukan & Kaan Durukan, İmge Kitabevi
Yayınları, Ankara.
Genç Bilim İnsanı Eğitimi ve Üstün Zeka Dergisi, 2014, 2/1
10
Osmanlı Devleti’nde …
Kayaoğlu, İ. (1978). Turumtay vakfiyesi. Vakıflar
Dergisi, 12, 91-112.
Kazancıgil, R. (1988). Koca Sinan reis-i mimâran
sinan bin abdülmennan, mimar sinan ve selimiye
camii. Türk Kütüphaneciler Derneği Edirne Şubesi
Yayınları, No. 1, İstanbul.
Kazıcı, Z. (1991). İslâm müesseseleri tarihi. Kayıhan
Yayınevi, İstanbul
Kazıcı, Z. (1995). Anahatlarıyla islam eğitim tarihi.
İfav Kitapları: İstanbul.
Kennell, N., & Chapel, M., (1995). The gymnasium
of virtue : education & culture in ancient Sparta.
University of North Carolina Press, Hill.
Konyalı, İ.H., (1948). Mimar koca sinan: vakfiyeleri,
hayır eserleri, hayatı, padişaha vekaleti, azadlık
kağıdı, alım-satım hüccetleri. Nihat Topçubaşı
Yayınevi, İstanbul.
Konyalı, İ.H., (1964). Abideleri ve kitabeleri ile konya
tarihi. Yeni Kitap Basımevi: Konya.
Köprülü, F. (1991). Osmanlı devleti’nin kuruluşu.
Türk Tarih Kurumu Basımevi: Ankara.
Köymen, M. A., (1992). Büyük selçuklu
imparatorluğu tarihi III, alp arslan ve zamanı.
Türk Tarih Kurumu Yayınları: Ankara.
Köymen, M.A. (1983). Alparslan ve zamanı. Dil Tarih
Coğrafya Fakültesi Yayınları. Ankara.
Kuban, D. ( 2011). Sinan’ın sanatı ve selimiye. Türkiye
İş Bankası Kültür Yayınları: İstanbul.
Kuran, A. (1986). Mimar sinan. Hürriyet Vakfı
Yayınları: İstanbul.
Mansel, A. M. (2004). Ege ve Yunan tarihi. Türk
Tarih Kurumu Yayınları: Ankara.
Mülayim, S. (1998). Sinan. Türkiye Diyanet Vakfı
İslam Ansiklopedisi, C. 37, Türkiye Diyanet
Vakfı, İstanbul.
Özcan, A. (1994). Devşirme, Diyanet İslam
Ansiklopedisi, c.9, Türkiye Diyanet Vakfı,
İstanbul s.254-256.
Özcan, A. (2005). Kul, Diyanet İslam Ansiklopedisi,
c.24, Türkiye Diyanet Vakfı, İstanbul.
Özer, B. (1988). Cami mimarisinde çoğulculuğun
temsilcisi olarak mimar sinan'' sinan dönemi
Türk mimarlığı ve sanatı. Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları: İstanbul.
Pakalın, M. Z., (1983). Osmanlı tarih deyimleri ve
terimleri sözlüğü. MEB Yayınevi: İstanbul.
Plutarch, (1914). Parallel lives. Vol. 1. Trans. Perrin,
B., Harvard University Press, Cambridge.
Plutarch, (1988). Plutarch on Sparta, Penguin Books,
London.
Powell, A. (2001). Athens and Sparta. Routledge,
London and New York.
Quennell, Marjorie, (1962). Everyday things in
ancient greece. Batsford, London
Refik, A. (2012). Mimar Sinan. Akıl Fikir Yayınları:
İstanbul.
Russell, G. A. (1990) Physicians at the Ottoman
Court, Medical History, 34, s.243-267 Retrieved
from:
Saoud, R. (2007). Sinan: a great ottoman architect
and urban designer. Foundation for Science
Technology and Civilisation, Manchester.
Sözen, M. (1975). Türk mimarisinin gelişimi ve
mimar sinan. İş Bankası Yayınları, İstanbul.
Tekin, O. (2007). Eski yunan tarihi. İletişim Yayınları:
İstanbul
Temir, A. (1989). Kırşehir Emiri Cacaoğlu nure’ldin’in 1272 tarihli arapça-moğolca vakfiyesi.
Türk Tarih Kurumu, Ankara.
Thomas, R. M. (2012). Eski yunan (tarih öncesinden
helenistik çağ'a). Say Yayınları: İstanbul
Togan, Z. V. (1981). Umumi türk tarihine giriş.
Enderun Kitabevi, İstanbul
Tortop H. S. & Eker, C., (2014). Why should selfregulated learning skills take place in gifted
education programs ?. Journal of Gifted Education
Research, 2(1), 23-41.
Tortop, H. S. (2013). A new model program for
academically gifted students in Turkey: overview
of the education program for the gifted students’
bridge with university (EPGBU). Journal for the
Education of the Young Scientist and Giftedness, 2(1),
21-31.
Tunç, M. Ş. (1926). Felsefe Dersleri: Ruhiyat, İkbal
Kütüphanesi, İstanbul
Turan, O. (1969). Selçuklular tarihi ve türk islam
medeniyeti. Turan Neşriyat Yurdu, İstanbul
Unat F. R., & Köymen, M. A. (1987). Kitâb ı
Cihânnûmâ, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek
Kurumu Yayınevi, Ankara.
Uzun, M. (2004). Üstün Yetenekli Çocuklar El
Kitabı, Çocuk Vakfı Yayınları, İstanbul.
Uzunçarşılı, İ. H. (1984). Osmanlı devleti
teşkilatından kapıkulu ocakları, Türk Tarih
Kurumu Yayınları Ankara.
Uzunçarşılı, İ. H. (1997). Devşirme, İslam
Ansiklopedi, c.3, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları,
Eskişehir s.563-564.
Yavuz, K. (2000). Aşık Paşa, Garipname, Retrieved
from:
http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10669
,garib-namepdf.pdf?0
Zeidner, Z. & Zinovich, I. S. (2013). Research on
Personality and Effective Dispositions of Gifted
children: The Israeli Scene, Gifted and Talented
International, Volume: 28, World Council for Gifted
and Talented Children, Kentucky.
Genç Bilim İnsanı Eğitimi ve Üstün Zeka Dergisi, 2014, 2/1

Benzer belgeler