16. sayıyı indirmek için tıklayın. - Sanat ve Tasarım Dergisi
Transkript
16. sayıyı indirmek için tıklayın. - Sanat ve Tasarım Dergisi
G A Z İ Ü N İ V E R S İ T E S İ G Ü Z E L S A N AT L A R FA K Ü LT E S İ sanat ve tasarım DERGİSİ ARALIK 2015 S AY I : 1 6 Adres: Gölbaşı Yerleşkesi Gölbaşı - ANKARA Tel: (312) 425 76 75 Fax: (312) 425 34 10 E-posta: [email protected] Web Sitesi: http://www.sanatvetasarim.gazi.edu.tr/ http://dergipark.ulakbim.gov.tr/sanatvetasarim/ sanat ve tasarım ARALIK 2015 S AY I : 1 6 DERGİ Sİ Y ı l d a 2 k e z y a y ı m l a n ı r. Sahibi Prof. Dr. Süleyman Büyükberber Gazi Üniversitesi Rektörü Editör Prof. Dr. Bekir Eskici Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Editör Yardımcısı Doç. Muna Silav Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Arş.Gör. Berna Çağlar İç Sayfa Tasarımı - Uygulama Arş. Gör. Behnan Giray Selçuk Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Arş. Gör. Zeynep Pehlivan Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Yazi İşleri Müdürü Prof. Dr. Mustafa Sever Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Yayın Kurulu Prof. Dr. Vildan Çetintaş Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Prof. Dr. Y. Selçuk Şener Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Prof. Tansel Türkdoğan Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Doç. Çiğdem Demir Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Doç. Muna Silav Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Kapak Tasarımı ve İç Kapak Fotoğrafı Doç. Çiğdem Demir Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Elektronik Yayın Görevlisi Doç. Özden Pektaş Turgut Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Arş. Gör. Zeynep Pehlivan Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Düzelti Okutman Özlem Kavukçu Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Arş. Gör. Zeliha Kayahan Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Arş. Gör. Behnan Giray Selçuk Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Arş. Gör. Zeynep Merve Şıvgın Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi İletişim Uzman Çiğdem Kırsaçlıoğlu Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi sanat ve tasarım ARALIK 2015 S AY I : 1 6 DERGİ Sİ Y ı l d a 2 k e z y a y ı m l a n ı r. Hakem Kurulu Ord. Prof. Dr. Arif Aziz - Azerbaycan Devlet Medeniyet ve İncesanat Üniversitesi (Azerbaycan) Ord. Prof. Dr. Ömer Eldarov - Azerbaycan Devlet Ressamlık Akademisi (Azerbaycan) Prof. Dr. Hakkı Acun - Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi (Türkiye) Prof. Dr. Güler Akalan - Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi (Türkiye) Prof. Dr. Turan Aksoy - Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi (Türkiye) Prof. Rahmi Aksungur - Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi (Türkiye) Prof. Dr. Uğurcan Akyüz - KKTC Yakın Doğu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi (KKTC) Prof. Atilla Atar - Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi (Türkiye) Prof. Dr. Ayhan Azzem Aydınöz - Başkent Üniversitesi Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık Fakültesi (Türkiye) Prof. Dr. Tevfik Balcıoğlu - Yaşar Üniversitesi Mimarlık Fakültesi (Türkiye) Prof. Dr. Mehmet Başbuğ - Kırgızistan - Türkiye Manas Üniversitesi (Kırgızistan) Prof. Dr. Kenan Bilici - Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi (Türkiye) Prof. Ayşe Müge Bozdayı - TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi (Türkiye) Prof. Dr. Hülya İz Bölükoğlu - TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi (Türkiye) Prof. Dr. Serap Buyurgan - Başkent Üniversitesi Güzel Sanatlar, Tasarım ve Mimarlık Fakültesi (Türkiye) Prof. Dr. Vildan Çetintaş - Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi (Türkiye) Prof. Zehra Çobanlı - Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi (Türkiye) Prof. Dr. Canan Deliduman - Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi (Türkiye) Prof. Dr. E. Yıldız Doyran - Düzce Üniversitesi Sanat, Tasarım ve Mimarlık Fakültesi (Türkiye) Prof. Dr. Timuçin Efendiyev - Azerbaycan Devlet Medeniyet ve İncesanat Üniversitesi (Azerbaycan) Prof. Dr. Hüseyin Elmas - Selçuk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi (Türkiye) Prof. Dr. Alpay Er - Özyeğin Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi (Türkiye) Prof. Dr. Özlem Er - İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi (Türkiye) Prof. Nazan Erkmen - Doğuş Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi (Türkiye) Prof. Dr. Ayla Ersoy - Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi (Türkiye) Prof. Dr. Bekir Eskici - Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi (Türkiye) Prof. Zafer Gençaydın - Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi (Türkiye) Prof. Dr. Kıymet Giray - Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi (Türkiye) Prof. Dr. Tanju Gültekin - Atılım Üniversitesi Güzel Sanatlar Tasarım Mimarlık Fakültesi (Türkiye) Prof. Dr. Yusuf Gürçınar - Işık Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi (Türkiye) Prof. Dr. Zahide İmer - KTO Karatay Üniversitesi Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi (Türkiye) Prof. Balkan Naci İslimyeli - Işık Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi (Türkiye) Prof. Dr. Nakış Karamağaralı - Gazi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi (Türkiye) Prof. Dr. Alaybey Karoğlu - Çankırı Karatekin Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi (Türkiye) Prof. Dr. Alev Çakmakoğlu Kuru - Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi (Türkiye) Prof. Dr. Temirbek Musakaev - Kırgızistan Milli Sanat Akademisi (Kırgızistan) Prof. Dr. Selçuk Mülayim - Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi (Türkiye) Prof. Kaya Özsezgin - Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi (Türkiye) Prof. Dr. Vedat Özsoy - TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi (Türkiye) Prof. Hasan Pekmezci - Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi (Türkiye) Prof. Hasip Pektaş - Işık Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi (Türkiye) Prof. Dr. Sare Sahil - Gazi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi (Türkiye) Prof. Dr. Mustafa Sever - Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi (Türkiye) Prof. Nazan Sönmez - Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi (Türkiye) Prof. Dr. Seçil Şatır - Hitit Üniversitesi Mühendislik Fakültesi (Türkiye) Prof. Dr. Selçuk Şener - Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi (Türkiye) Prof. Süleyman Saim Tekcan - Işık Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi (Türkiye) Prof. Dr. Adnan Tepecik - Başkent Üniversitesi Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık Fakültesi (Türkiye) Prof. Dr. Candan Terviel - Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi (Türkiye) Prof. Tansel Türkdoğan - Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi (Türkiye) Prof. Dr. Zeynep Uludağ - Gazi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi (Türkiye) Prof. Dr. Gediz Urak - Gazi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi (Türkiye) Prof. Dr. Ali İhsan Ünay - Gazi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi (Türkiye) Prof. Dr. Kuandyk Yeralin - Ahmet Yesevi Üniversitesi (Kazakistan) Prof. Dr. Kemal Yıldırım - Gazi Üniversitesi Teknoloji Fakültesi (Türkiye) Prof. Mehmet Yılmaz - Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi (Türkiye) Doç. Dr. Alisher Alikulov - Kemolitdin Behzoda Ressamlık ve Tasarım Üniversitesi (Özbekistan) Doç. Dr. Mehmet Asatekin - Bahçeşehir Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi (Türkiye) Doç. Dr. Uğur Atan - Selçuk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi (Türkiye) Doç. Dr. Nur Ayalp - TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi (Türkiye) Doç. Tevfik İnanç İlisulu - Başkent Üniversitesi Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık Fakültesi (Türkiye) Doç. Dr. Meltem Katırancı - Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi (Türkiye) Doç. Dr. Banu Manav - İstanbul Kültür Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi (Türkiye) Doç. Dr. Bülent Salderay - Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi (Türkiye) Doç. Dr. Roza Sultanova - G. İbrahimov Sanat, Edebiyat ve Dil Enstitüsü - Kazan (Tataristan) Doç. Dr. Suyutbek Torobekov - Kırgızistan Milli Resim Akademisi (Kırgızistan) Doç. Dr. Meliha Yılmaz - Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi (Türkiye) Yrd. Doç. Dr. Sema Bilici - Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi (Türkiye) Yrd. Doç. Dr. Aydın Zor - Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi (Türkiye) S A N AT V E TA S A R I M D E R G İ S İ Adres Gölbaşı Yerleşkesi Gölbaşı - ANKARA Tel: (312) 425 76 75 Fax: (312) 425 34 10 E-posta: [email protected] http://www.gsf.gazi.edu.tr ISSN 2149 - 6595 Her hakkı saklıdır. Sorumluluk yazarlara aittir. Yayın İlkeleri A) Dergi Hakkında 1. Sanat ve Tasarım Dergisi, Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi tarafından Haziran ve Aralık aylarında olmak üzere yılda iki kez yayımlanır. 2. Sanat ve Tasarım Dergisi, hakemli bir dergidir. Yayımlanmak üzere gönderilen yazılar, yayın kurulu tarafından incelendikten sonra konunun uzmanı üç hakem tarafından değerlendirilir ve iki hakemden olumlu rapor gelmesi halinde yayımlanır. 3. Dergiye gönderilen yazılar daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış ve özgün olmalıdır. 4. Aynı sayıda bir yazarın birden fazla makalesi yayımlanamaz. 5.Dergide basılacak makalelere telif hakkı ödenmeyecektir. Gönderilecek makalelere www.gsf.gazi.edu.tr/dergi.html linkinden indirilecek telif hakkı sözleşmesinin imzalanarak eklenmesi zorunludur. Eksik imza durumunda sorumluluk, imzalayan yazarlara aittir. B) Yazım Kuralları 1. Yazım Dili:Dergide yayımlanacak yazının dili Türkçedir. Dergi Editörü yayımlanacak yazıların dil bütünlüğünü koruma adına, içeriğinde değişiklik yapmaksızın, her türlü müdahaleyi yapabilir. 2. Öz:Yazıların başında, en çok 100 sözcükten oluşan Türkçe ve İngilizce (Times 9 punto) “Öz” bulunmalıdır. Türkçe makalenin İngilizce başlığı olmalı ve Abstract’ın üstünde gösterilmelidir. Öz’lerin altında, konunun özüyle doğrudan bağlantılı Türkçe ve İngilizce anahtar sözcükler (en az 3 en fazla 5 kelime) bulunmalıdır. 3. Biçim:Yazılar, en çok 4000 kelime ve 15 sayfa olmak üzere, Microsoft Word programında Times yazı tipi kullanılarak, 12 punto ve 1,5 satır aralığıyla yazılmalıdır. C) Görsel Kullanımı * Görsel kelimesi makale içerisinde kullanılan Fotoğraf, Tablo, Şekil ve Çizim benzeri materyallere gönderme yapmaktadır. 1. Yazılarda fotoğraf, tablo, şekil ve çizim gerekirse kullanılabilir. Kullanılacak görseller, metnin içinde kullanılmasının yanı sıra ayrı dosya halinde de gönderilmelidir. Ayrı gönderilen görseller, metnin içindeki sıra numarasına göre numaralandırılmalıdır. 2. Görseller, film almaya uygun (120 piksel/cm veya 304 piksel /inch çözünürlükte, tiff formatında ve siyah-beyaz) ve çok temiz olmalıdır. 3. Metinde, eser ile ilgili bir görsel kullanılması durumunda, altı bilgilerinin sıralaması aşağıdaki gibi olmalıdır: Sanatçı adı, Yapıt adı (italik), tarih, malzeme/teknik, boyut (örneğe bkz.) Pablo Picasso, Avignonlu Kızlar, 1907, tuvale yağlıboya, 244 x 234 cm. D) Kaynakça 1. Metin içindeki göndermeler parantez içinde (soyad, tarih: sayfa no) şeklinde belirtilmelidir. Örnek: (Turani, 1982: 192). Üç satırdan az doğrudan alıntılar, satır arasında ve tırnak içinde; üç satırdan uzun doğrudan alıntılar ise satırın sağından solundan ikişer santimetre içinde, blok halinde, 9 puntoyla, tek satır aralığıyla tırnaksız verilmelidir. 2. Metin içinde kullanılmak istenen internet kaynakları dipnot şeklinde verilmelidir. Bunun dışında dipnot yalnızca açıklamalar için kullanılmalıdır. 3. Metin Sonu kaynakçasında görsel kaynaklar ve internet kaynakları yeni başlıklar altında verilmelidir. Kaynakça: İnternet Kaynakları: Görsel Kaynakları: 4. Makalede kullanılacak olan İnternet Kaynağı, Toplam Kaynak Listesinin %10’unu geçmemelidir. 5. Metin içinde yararlanılan ve belirtilen kaynakların hepsi, metin sonundaki Kaynakçada da yer almalıdır. Metin içinde belirtilmeyen hiçbir kaynak Kaynakçada gösterilemez. Kaynakçada yazar ve eser aşağıdaki gibi gösterilir. Kitap Timur, T. (2000). Toplumsal Değişme ve Üniversiteler. Ankara: İmge Kitabevi. Çeviri Kitap Hollingsworth, R. S. İlköğretimde Öğretim Yöntemleri (çev. S. Gürkan, E. Gökçen ve M. N. Güler) Gazi Üniversitesi Yayınları. No:214. Bir Kurumun Yazarı ve Yayımcısı Olduğu Kitap Devlet Planlama Teşkilatı. (2005). Ekonomik ve Sosyal Göstergeler (1950-2004). Ankara: Devlet Planlama Teşkilatı. Bir Editör (veya editörler) Tarafından Hazırlanmış Kitap Sayan, F. ve Yıldız, Ş. (Editörler). (2006). Yaşam Boyu Öğrenme. Ankara: Gazi Eğitim Bilimleri Enstitüsü ve Pegem A Yayıncılık. Makale Bulut, H. (2001). Kitle İletişim Araçları ve Suskunluk Sarmalı. Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 32 (1-2), 1382-1385. İki ya da Daha Çok Yazarlı Makale Borman, W. C., M. A., Oppler, S. H., Pulakos, E. D., and White, L> A. (1993, May). The People in Organizational Management, 76-79.33 Basılmış Tez Kirazoğlu, F. (2010). Metal-Yalıtkan-Yarıiletken Yapıların Elektrik Özelliklerinin Frekans ve Sıcaklığa Bağlı İncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Ankara. Söyleşi / Röportaj / Doğrudan İletişim Güllü, A. (2012, 19 Aralık). Ferruh Bozbeyli ile Demokrasi Üzerine Söyleşi. Ferruh Bozbeyli’nin Evi, Ankara. Ansiklopedi veya Sözlük Türk Dil Kurumu. (1969). Türkçe Sözlük (Genişletilmiş Baskı). Ankara: TDKEditörler Tarafından Yayına Hazırlanmış Bir Kitapta Makale ya da Bölüm Gülmez, M. (2006). Kesintisiz İnsan Hakları Öğretimi ve Eğitimi. F. Sayılan ve A. Yıldız. (Editörler). Yaşam Boyu Öğrenme. İkinci Baskı. Ankara. Eğitim Bilimleri Enstitüsü ve Pegem A Yayıncılık, s. 84-105. 35 Sempozyum Bildiri Metinleri Köklü, N. (1996, 25-27 Kasım). Üniversite Öğrencilerinin İstatistik Kaygı Puanlarına Etki Eden Faktörler. Devlet İstatistik Enstitüsü Araştırma Sempozyumunda Sunuldu, Ankara. İnternet Kaynağı Yazarı Belli Olan Makale İnternet: Beach, D. (December, 2003). A Problem of Validity in Education Research. Qualitative Inquiry, Vol.9. Web: http://qix.sagepub.com/cgi/reprint/9/6/859 adresinden 8 Ocak 2007’de alınmıştır. Yazarı Belli Olmayan İnternet: Fromcharactertopersonality. (1999, Dec). APA Monitor, 30 (11). Web: http://www.apa.org/monitor/dec99/ss9.html 22 Ağustos 2000’de alınmıştır. E) Yazıların Gönderilmesi 1. Gönderilecek makalede, yazar/yazarlar; adı, soyadı, görev yaptığı kurumu ve akademik ünvanı, kendisiyle doğrudan iletişim kurulabilecek açık adresi, telefon numarasını ve varsa elektronik posta olarak belirtmelidir. 2. İçinde görsel kullanılmış makalelerde, her bir görsel, yukarıda belirtilen görsel kullanım kurallarına uygun formatta ayrı şekilde gönderilmelidir. 3. Yukarıda belirtilen ilkelere ve yazım kurallarına uygun olarak hazırlanmış yazılar, [email protected] adresine gönderilebilir. Sunuş Değerli Okuyucular, Dergimiz 16. Sayısıyla karşınızda… Yayın hayatını son iki sayısıyla “e-dergi” olarak devam ettiren Sanat Ve Tasarım Dergisi, bu sayıdan itibaren TÜBİTAK / ULAKBİLİM DergiPark üzerinden erişim ve kullanıma sunulmuş; ulusal ve uluslararası dizinlerde ve keşif araçlarında erişilebilir olması sağlanmıştır. Bu sayımızda,Avrupa seramik sanatından Çin sanatına,estetik yargıdan disiplinlerarası sanata, tasarım süreçlerinden ürün tasarımlarına ve sanatta kadın imgesine değin farklı konuları ele alan 8 özgün makale bulacaksınız. Dergimize yazılarıyla destek veren değerli yazarlarımıza, saygıdeğer hakemlerimize, özveriyle çalışan akademik ve idari personelimize teşekkürlerimizi sunuyor, bir sonraki sayıda buluşmayı diliyoruz... Prof. Dr. Bekir Eskici Editör Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekan V. sanat ve tasarım ARALIK 2015 27 S AY I : 1 6 DERGİ Sİ Y ı l d a 2 k e z y a y ı m l a n ı r. “Desen Eğitiminde Edebiyatın Rolü: Kafka ve Wells Örneği” “The Role of Literature in Drawing Education: Kafka and Wells Example” Mehtap Pazarlıoğlu Bingöl 47 “Etkileşimli Medya ve Öğretim Ortamlarında Tasarım Geliştirme Süreci” “Design Development Process in Interactive Media and Learning Environments” Banu Bulduk 65 “Güncel Çin Sanat Ortamı; “Cynical Realizm” “Current Chinese Art Environment; “Cynical Realism” Aysun Kısaoğulları Cançat 77 “Avrupa Seramik Sanatında Endüstrileşme Süreci ve Cumhuriyet Sonrası Türk Seramik Sanatına Yansımaları” “Europe Industrialization Process in Ceramic Art and its Reflections on Post-Republic Turkish Ceramic Art” Naile Salman Çevik 97 “Katma Değer ve Kalkınma Bağlamında Ürün Tasarımı” “Product Design in The Context of Value Added and Development Abstract” Serkan Güneş, Abdullah Togay, Çiğdem Güneş sanat ve tasarım ARALIK 2015 115 S AY I : 1 6 DERGİ Sİ Y ı l d a 2 k e z y a y ı m l a n ı r. “Kadın İmgesi ve Tarih Boyu Değişimi” “Woman Image & Its Transformation in History” Naciye Derin Işıkören 133 “Sanatta Kişisel Mitoloji ve Minörlük Olgusu” “Personal Mythology and Minor Phenomenon in Art” Aslı Işıksal Mercan 149 “Estetik Yargı ve Estetik Yargıyı Etkileyen Faktörler” “Aesthetic Judgment and Factors Affecting Aesthetic Judgment” Ayşe Tekel 26 STD 2015 ARALIK - SAYFA 27-45 Desen Eğitiminde Edebiyatın Rolü: Kafka ve Wells Örneği Öğr. Gör. Dr. Mehtap Pazarlıoğlu Bingöl Öz 1960’lardan günümüze sanata, sanatçıya ve sanat yapıtına karşı algılar değişmiş, kavramsal sanat, performans sanatı, vücut sanatı, video sanatı gibi disiplinlerarası özellikler taşıyan sayısız sanat hareketi, sanat eğitimi sürecini de yeniden değerlendirme zorunluluğu getirmiştir. Bu anlamda çalışmada, desen eğitiminde disiplinlerarası bir yaklaşım olarak desen-edebiyat ilişkisi irdelenmektedir. Desen eğitiminde edebiyatın rolü, Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Görsel İletişim Tasarımı Bölümü 1. Sınıf öğrencilerinin Desen dersi final projeleri olarak hazırlanan bir uygulama örneği ile ortaya koyulmaya çalışılmıştır. Çalışma, desen dersinin disiplinlerarasılık bağlamında yeniden ele alınması gerekliliğine vurgu yapmaktadır. Anahtar Kelimeler: Disiplinlerarası, Edebiyat, Desen THE ROLE OF LITERATURE IN DRAWING EDUCATION: KAFKA AND WELLS EXAMPLE Abstract Since 1960’s various artistic trends bearing interdisciplinary features such as conceptual art, performance art, body art and video art have appeared. With these trends, perceptions toward the artist and the art work have also started to change, and inevitably, arts education has been subjected to these changes as well. In this study, the relationship between drawing and literature was addressed in the context of interdisciplinary approach. The role of literature in drawing education was examined with a final project assigned to the freshman students taking drawing course at Gazi University Fine Arts Faculty Visual Communication Design Department. The result of the study shows that drawing course need to be revisited in terms of interdisciplinarity. Keywords: Interdisciplinarity, Literature, Drawing Öğr. Gör. Dr. Mehtap Pazarlıoğlu Bingöl, Gazi Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Temel Sanat Bilimleri Bölümü. Ankara. E-posta: [email protected] 27 1. Giriş 20. yüzyılda ortaya çıkan sanat akım ve hareketlerinde farklı disiplinlerin birlikteliği gözlenebilir. Yirminci yüzyıldan günümüze uzanan sanat evreninde, video, hareket-dans, müzik, edebiyat ve resim gibi alanlar bir arada yer alabilmekte, böylelikle yeni bir sanatsal ifade biçimi kendini göstermektedir. Sanat dalları arasındaki sınırların esnemesi ve/veya bu sınırların daha geçirgen bir yapıya bürünmesi, sanat eğitiminde bu yapıyla uyumlu bir düzenlemeye gidilme gereğini akla getirmektedir. Ülkemizdeki sanat kurumları da çağın gerekliliklerini göz önünde bulundurarak disiplinlerarası geçişi öne çıkaran etkinliklerde bulunmakta ve farklı alanların birlikteliğinin tecrübe edilebileceği eğitim-öğretim süreçlerine yer vermektedir. Çok alanlı bir zeminde gerçekleşen sanat eğitimiyle, öğrencilerde dünyada olanlarla ilgili bir bilgi birikimi oluşurken, öğrenciler bu yeni ve deneysel çalışmalarla da özgün ifade biçimlerine ulaşabilirler. Çağdaş sanat eğitimcisi, eğitim-öğretim sürecine güncel sanat olaylarını konu etmeli ve öğrencileri ile birlikte çağını anlamaya çalışarak, bu disiplinlerarası yaklaşımları ele almalıdır. Malzeme kullanımlarındaki geniş olanaklar, farklı disiplinlerin birlikteliğinde ortaya çıkarılan yeni sanatsal ifadeler, ister istemez sanat eğitimi sürecinde de bu tür arayışları gündeme getirmektedir. Çağdaş sanat eğitiminin, yeni sanat hareketlerinden haberdar olan, çeşitli yapıdaki sanat olaylarını yorumlayabilen, geçmişteki sanat eserleri ile günümüz sanat çalışmalarını bağlamlarında değerlendirebilen akademisyen ve sanat öğrencilerine ihtiyacı vardır. Sanat eğitimcileri, çağına uygun eğitim yaklaşımlarını ders programları için önerebilmelidir. Görsel sanatlarda özgün eserlere ulaşabilmek için tekrarlardan uzaklaşarak, disiplinlerarası bir yaklaşımla, içinde bulunulan çağdaki yeniliklerin farkında olunması gereklidir. Bu nedenledir ki desen eğitiminde geçmişin birikimlerinden beslenen, bugünün olanakları ile yeni ifade biçimlerine ulaşmayı hedefleyen biçimselliğin ötesinde düşünsel bir temelde varlığını gösteren bir yaklaşım sergilenebilir. Bu çalışma, desen eğitimi sürecine edebiyatı katarak disiplinlerarası bir yaklaşım önermektedir. 2. Desen Eğitimi Desen, plastik sanatların temelini oluşturan bir disiplin ve yüzyıllardır kendi başına sanat eseri olabilme özelliğini de gösteren bir alandır. Desenin ana karakteri olan çizgi, kalınlığı, inceliği, kesik, kırık, uzun, kısa oluşu ve farklı yönlerde bulunma biçimi ile etkili bir anlatım aracıdır (Bingöl ve Kayahan, 2015: 223). Çizginin gücünü ortaya koyacak olan desen çalışmaları ile 28 sanat öğrencileri ya da sanatçılar bilinçli bir şekilde gördüklerini herhangi bir yüzey üzerine aktarabilirlerken, duygu ve düşüncelerini de bu yolla ifade edebilmektedirler. Desen, zihinsel bir süreç gerektirdiği gibi aynı zamanda ruhsal bir etkinliktir. Desen eğitimi ile öncelikle alana dair araç ve gereçleri kullanma becerisi kazanan öğrenci, özgür ve özgün denemeler gerçekleştirir. Karşısındaki figürü/objeyi algılayarak, ona dair zihninde bilgiler oluşturur. Kendisinin rahatlıkla tanımlayabildiği obje ya da figüre ait bilgileri çizgileri ile bir başkasına anlatabilir. Üç boyutlu varlıkların hacimsel özelliklerini çizgi ve lekesel değerleri kullanarak iki boyutlu bir yüzeye aktarabilir. Desen eğitimi sürecinde ayrıntılar çok büyük önem taşımaktadır. Öğrenci bu ayrıntıları keşfederken sorgulamayı öğrenir. “Sanat insanın kendini tanımasına, yaşamı ve var oluş nedenini sorgulamasına, sonu ve sonsuzluğu kavramasına fırsatlar yaratan bir eylemdir. Bu nedenledir ki sanatçılar için yaşam, doğum ve ölüm tarihleri arasına sıkışıp kalmış bir kısa çizgi değildir. Yaşam sonsuzluktur, ölümsüzlüktür” (Pekmezci, 2002: 37). Desen eğitimi yoluyla birey, gözlem yapmayı, araştırmayı, sorgulamayı, yaratıcı ve ıraksak düşünmeyi öğrenir. Karşılaştığı sorunlara farklı bakış açıları ile yaklaşarak çok boyutlu çözümler üretebilir. Desen eğitimi sürecinde objelerin kendi içlerinde ya da birbirleriyle ilişkilerindeki oran ve orantıyı kavrayan öğrenci gözlem yapma, araştırma alışkanlıkları kazanır, çevresindeki olaylara-olgulara dikkati yoğunlaşır. Bu doğrultuda olaylar arasındaki bağlantıları değerlendirip, özgürce kararlar verebilir. Bu sebepledesen eğitimi de diğer alanlarda olduğu gibi, teknolojik gelişmelere ayak uydurabilmeli, en azından sanat alanında yaşanan değişim ve dönüşümlerden haberdar bir şekilde kendini güncelleyebilmelidir. 3. Disiplinlerarası Sanat Disiplinlerarası sanat, içerisinde fonetik çıkış noktaları olan ve teatral görselliği de beraberinde taşıyan bir olgudur. Bundan dolayıdır ki bir sanat yapıtını anlamlandırabilmek için onu bütüncül olarak ele almak gerekmektedir. Artık resimsel dille, şiirsel dil ayrımı ortadan kalkmış, var olan sanatsal disiplinlere eklenen yeni disiplinlerle sanatın boyutları genişlemiştir (Başar, akt: Heptunalı, 2007: 33). 1960 ve 70’lerde ortaya çıkan Eylemler (Actions), Yoksul Sanat (Arte Pouera), Vücut Sanatı (Body Art), Kavramsal Sanat (Conceptual Art), Yeryüzü Sanatı (Earth Art), Fluxus, Oluşumlar (Happenings), Gösteri Sanatı (Performance Art), Süreç Sanatı (Process Art) gibi sanat eğilimleri farklı disiplinleri bir araya getirerek, gelecekte var olacak sanat çalışmalara yeni bir soluk getirmişler, bu anlamda disiplinlerarası 29 sanatın ilk görünümlerini oluşturmuşlardır (Araz, 2009: 96; Atakan, 1998: 7-11). Disiplinlerarası çalışmalar, sanat ve bilim alanlarında sınırları genişleterek, bu alanlara farklı bakış açıları ve çözüm önerileri sunan yeni bir perspektif getirmiştir. P. Klee’ye göre hızla değişen dünyada sanatın görevi görünmeyeni görülür kılmak, gerçeklerin ifadesini bulacağı yeni biçimler oluşturmaktı. Sanatın bu görevi, farklı sanat alanlarını birbirine oldukça yaklaştırmıştı (Erdal, 2009: 147). İçinde bulunduğumuz elektronik çağda bilgisayar teknolojisinden uzak kalmak imkansızdır. Hem görsel hem de işitsel verilerin depolanmasında ve yeniden işlenmesinde kullanılan bilgisayarların, sanatta da kullanılması kaçınılmazdır. 1967 yılında Nam June Paik’in Charlotte Moorman ile beraber gerçekleştirdikleri seri çalışmalar, video sanatına örnek teşkil etmektedir. Onların sunumlarında video monitörleri, maddi bir kazanç olarak değil, bir aracın farklı kullanımlarının denemeleridir. Paik, televizyonu bozmuş, içini pislikle doldurarak simgesel olarak dışkı boşaltmış, içine bitkiler yerleştirerek, doğal zamanı göstermek istemiş, televizyonu bir mobilyaya dönüştürerek ise mimarlıkla, iç dekorasyonla olan yakınlığını vurgulayarak disiplinlerarası ilişkileri gözler önüne sermiştir. Vito Acconci, 1971 yılında Centers (Merkezler) adlı çalışmasında kendi bedenini görüntünün malzemesi olarak kullanarak vücut sanatını elektronik ortamda gerçekleştiren eleştirel bir yaklaşım ortaya koymuştur (Altunay, 2004: 161-175). Alman sanatçı Joseph Beuys’un (1921-1986), 1965 yılında yaptığı “İki Saplı Bel” ’de kalp biçimindeki bıçak sevgiyi, iki sap ise kanın aktığı şah damar ile atar damarı simgelemektedir. 24 saat süren eylem boyunca beli kalbinin hizasında tutmuş, belli aralıklarla başının üzerine kaldırarak, yere vurup, atarak gösteriye ses öğesini de eklemiş, ses, gürültü, tınıların da kullanıldığı süreçte çalışmayı farklı disiplinlerin bir arada kullanıldığı bir uygulamaya dönüştürmüştür (Atakan, 1998: 33). Kosuth 1985 tarihli “Sıfır ve Değil (Zero & Not) adlı çalışmasında, galeri yüzeylerini Freud’un “The Psychopathology of Everyday Life” (Günlük Yaşamın Psikopatolojisi) adlı kitabından aldığı bir paragrafın büyütülerek basılan 31 kopyasıyla kaplamıştır. Bu paragraf Freud’un “Slip of the Pen” (Kalem Sürçmesi) başlıklı bölümünden alınmıştır. Freud, yayıncısından aldığı hatalı bir telgraftan söz ederek, kitapta bilinçaltı arzuların sonucu olarak farkında olmadan yaptığı yazım yanlışlarını incelemiştir. Kosuth ise sanatçı ile yapıt, yapıt ile izleyici arasındaki süreci yansıtırken, yapıtın sergilendiğinde sanatçının bilinçaltı sürçmelerini gösterdiği gibi yorumları da beraberinde getirmektedir. Kosuth’un birçok yapıtına gönderme yapan kelimeler, Freud’un Interpretation of Dreams (Rüyalar ve Yorumları) adlı kitabındaki satırların farklı anlamlara dönüştürülmesiyle oluşmaktadır (Atakan, 1998: 30 86-87). Kosuth’un 1965 yılında gerçekleştirdiği çalışması olan “Bir ve Üç Sandalye”de, ortada bir sandalye, solunda aynı sandalyenin fotoğrafı ve sağında da nesne olarak sandalyenin sözlük tanımı yer almaktadır. Yerleştirmede sanatçı, nesne, nesnenin görüntüsü ve sözcük tanımları arasındaki ilişkinin irdelenmesini istemektedir (Yılmaz, 2005: 226). Anselm Kiefer, “Baş Rahibe” adlı yapıtında Tarot kartlarına bir gönderme yapmaktadır. Büyük sırların ikincisinin adı ‘Başrahibe’ ve Bilgiyi temsil etmektedir. Çelik raflardaki kurşun kaplı büyük boyutlu kitaplar insanlığın başarılarını simgelemektedir. Sanatçı, çalışmasında bilginin gücünü ve değerini ifade ederken aynı zamanda ondan yararlanmanın zorluklarını da belirtmektedir (Lynton, 2004: 354). 1960’lardan günümüze sanat artık, bir satın alma ya da salt estetik haz uyandıran bir nesne değildir. Sanat, farklı disiplinlerin birlikteliğinde yeni yaklaşımların sergilendiği, toplumların birbirleriyle iletişimlerinin sağlandığı bir süreçte varlığını sergilemektedir. “ Disiplinlerarası sanat ve teknolojinin sanata yansıması üzerine yaşanan gelişmeler tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de hissedilmektedir. “İstanbul Bienali” ile birlikte Türkiye’de disiplinlerarası sanat kavramı, izleyicilere aktarılmış, ardından genç sanatçılardan oluşan bir grup 1996 yılında Disiplinlerarası Genç Sanatçılar Derneği’ni kurmuşlardır. Söylemlerini izleyiciler ile buluşturabilmek için performans günleri düzenlemişlerdir. Ülkemizde zamanla, çeşitli devlet kurumları ve özel galeriler de para amacı taşımaksızın sanat hareketlerinin gelişimini desteklemek için girişimlerde bulunmuşlardır. 2005 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi’nde ilki düzenlenen “Görsel Sanatlar Buluşması”nda teknolojik gelişmelerle birlikte sanattaki yeni oluşumları izleyicilerle buluşturan bir dizi etkinlik gerçekleştirilmeye başlamıştır. Ardından Üniversitelerde “İletişim Tasarımı” ve “Multimedya” bölümlerinin açılmaları ve çalışmaları teknolojiyi sanata dahil etme anlamında önemli gelişmelerden sayılabilir (Heptunalı, 2007: 94-95). Günümüzde yazılı metin, ses ve video kayıtları ile gerçekleştirilen geniş bir sanatsal üretim ağı bulunmaktadır. Beliz Demircioğlu Cihandide Intouch adlı videosunda, izleyiciler görüntülere dokunduklarında, bir süre sonra ekranda Tanzanyalı ve Ganalı çocuklar görünmektedir. Sanatçı, Afrika’daki elverişsiz yaşam koşullarında yaşayan çocuklara ilgi ve destek göstermenin gerekliliğine vurgu yapmaktadır (Türkdoğan, 2014: 268269). Disiplinlerarası program için prensipler, estetik ilkelerin kullanımı, geniş üretici temalar, bir veya birden fazla disiplin için standartlar, diğer disiplinlerde anahtar kavram ve ilkeler ve paylaşılan unsur, işlev veya durumlar içermektedir (Suraco, 2006: 15). Farklı disiplinlerin birbirleri ile 31 etkileşiminin eğitim sistemi, özelde sanat eğitimi ve öğrencileri üzerine katkıları olacaktır. Disiplinlerarası yaklaşım, öğrencinin gelecekteki öğrenmesine temel teşkil edecek olan yaşam boyu öğrenme becerileri yönünde pek çok fayda sağlayacaktır (Jones, 2009: 76). 4. Sanat Disiplinleri Arasındaki Etkileşim: Edebiyat Sanat dalları arasındaki rol, birbirlerine kaynak oluşturarak güçlenmektir. Sanatlar arasında estetik bir ilişki bulunmaktadır ve görsel sanatların karakterlerinin bir metinde yer alışı, romana kapsamlı ve zengin yeni bir yön ilave eder. Yazarlar, ressamları çalışmalarında yaratıcı süreçlerin nasıl geliştiğini ve hayal güçlerinin nasıl esere dönüştüğünü ilham kaynağı olarak kullanarak dikkatli bir şekilde resimleri açımlandırabilmektedirler (Meyers, 1975: 1-2). Edebiyat ve resim ilişkisi düşünüldüğünde ressamların edebiyatçılardan, yazarların ya da şairlerin de ressamlardan etkilendiği bir alan belirmektedir. Bir edebiyat metninde yer alan ilk minyatür örneklerinden biri, iki genç arasındaki aşkı anlatan Varka ve Gülşah mesnevisidir. 11. yy. şairi Ayyuki tarafından yazılmış Gazneli Sultan Mahmud’a sunulmuş ve Hay’dan Konya’ya göç etmiş bir aileden gelen ressam Abdülmümin b. Muhammed tarafından çeşitli sahnelere ayrılan 71 resimle resimlendirilmiştir. Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilmesini konu alan makteller de resimle edebiyatı bir araya getiren eserlerdendir. Örneğin; Türk edebiyatında divan şairi Fuzûli’nin Hadikatü’s Süeda (Kutluların Bahçesi) adlı eserinin çok sayıda minyatürlü yazması bulunmaktadır. Aynı zamanda Fuzûli’nin yazdığı Leyla ile Mecnun mesnevisi de, içeriğini görselleştiren minyatürlerle zenginleştirilen edebiyat metinlerindendir (Buğra, 2000: 39-41). Edebiyatın, diğer sanat dalları ile ilişkisini yalnızca edebi metinlerin görselleştirilmesinde aramamak gerekir. Orhan Pamuk’un “Benim Adım Kırmızı” adlı romanında Minyatür resmini ele aldığı, buradan yola çıkarak, minyatür sanatının tarihsel seyrini ve minyatür sanatçısının kişiliğindeki sanat ve sanatçıya ait meseleleri de ele alarak işlediği anlaşılmaktadır (Buğra, 2000: 118-120). Pamuk, minyatürü, yazısında kullandığı betimlemeler ile tekrar gözler önüne getirmektedir. Bedri Rahmi, resimde şiir ve ışık bütünlüğünü aradığı gibi, şiirinde de resim ve ışık güzelliğini arar. Bedri Rahmi’nin gerek şiirlerinde gerekse resimlerinde tasvir ettiği dış dünya, onun ruh hallerini imajlar ve sembollerle gösterilen unsurların yansımasıdır. Tevfik Fikret, mısralarında ses, söz, resim sanatlarını birleştirmiştir. Pablo Picasso’nun “Guernica” adlı eserinden yola çıkarak “Guernica” adlı şiiri yazan İlhan Berk, şiirinde tıpkı tabloda geçen savaşı, acıları dile getirir (Edebiyat Kalemi, 2013). Edebiyatla-resmin kesiştiği noktada geçmişin 32 acıları, bir başka kültürde yinelenmekte ve paylaşılmaktadır. Konak Belediyesi ve Yalınayak Yayınları’nın ortaklaşa düzenlediği, ressam Filiz Kahraman’ın 24 Aralık 2013 tarihinde Alsancak Prof. Dr. Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde açılan “Çoban Yıldızı” isimli sergisinde Kahraman, gazeteci-yazar Gökmen Küçüktaşdemir’in sergiyle aynı adı taşıyan romanını görselleştirerek resim çalışmalarını gerçekleştirdiğini dile getirmiştir (Haberler, 2013). Enstalasyon sanatçılarından biri olan Genco Gülan’ın Amerika’da Rice Üniversite’sinde Elektronik Edebiyat dersi çerçevesinde okunulacak yapıtlar listesindeki “Etkileşimli Şiir”i sözcüklerin, görsel bir yapıda yeniden üretimine örnek teşkil etmektedir. Uygulayıcının kelimelere dokunması ile beraber yeni biçimler, oluşumlar gerçekleşmektedir (Graf, 2008’den akt: Sözen, 2010: 154). Yazılan edebi bir metin, sinemaya, tiyatroya, bir heykele, resme uyarlanmaya, aktarılmaya çalışıldığında, eser, hem eseri okuyan, hem onu sanat eserine dönüştüren kişiler tarafından yeniden değerlendirilir. Edebi metin, okuyucusunun bilgi birikimine göre de zenginleşip farklı bir konuma da yerleşebilir. Her ne durumda olursa olsun, ele alınan roman, öykü ya da şiir, başka bir disiplin içerisinde kendini göstermeye başladığında; yeni, yine bir değer kazanacak, yeni oluşan yapıt üzerinden edebi metin tekrar hatırlanacak ve özgün biçimlerde varlığını devam ettirecektir. Avusturyalı roman ve oyun yazarı, şair, denemeci Peter Handke şöyle belirtmektedir: “Bir edebi eserden kendim için bir yenilik beklerim; beni pek az da olsa değiştiren bir şeyler beklerim; bana gerçekliğin henüz düşünülmemiş, henüz bilincine varılmamış bir imkanını fark ettirsin, yeni bir görme, söyleme, düşünme, var olma imkanı …ve ben kendimin ancak edebiyat sayesinde daha bilinçli yaşayabildiğimi fark ettiğim içinde ki edebiyat sayesinde başkalarını değiştirebileceğimden eminim. Kleist, Flaubert, Dostoyevski, Kafka, Faulkner, Rabbe-Grillet benim dünya bilincimi değiştirmiştir” (Yamaner, 2007: 137). Özdemir Asaf’ın eşi Yıldız Moran ile açtıkları Şiir-Fotoğraf sergisi (1974), Ali Cengizkan’ın Magnum Fotoğraf Alansı’nda çalışan Constantine Manos’un çektiği fotoğraflara şiirler yazması gibi daha birçok örnek ile fotoğraf ve şiir arasındaki disiplinlerarası ilişkiye dikkat çekilebilir (Ak, 2003: 15-16). Aytaç’a göre edebiyat metinleri filme çekilmekte ve yeni işlevsel ve anlamsal bağlamlar kazanmaktadır (Aytaç, 2005: 21). Yazınsal metinler öncelikle görsel sanatlardan Tiyatro, ardından sinema ile görselleştirilmeye başlamıştır. Sinema, başlangıcından itibaren senaryo dışında başka türlerde yazılmış yazınsal metinlere başvurmuştur. Roman, masallar, halk hikayeleri/söylenceleri hem Türk filmlerine hem de diğer yabancı filmlere konu olmuş ve sinemaya uyarlanmıştır. Yazınsal bir yapıt, sinemalaştırılabilir, görsel bir yapıta dönüştürülebilir, bu farklı alanda, 33 içerdiği değişiklikler ile ortaya çıkan eser, eski eserden bağımsız, yeni bir eser olma niteliği taşımaktadır (Ünser, 2004: 9-13). Romanlardan sinemaya uyarlanan bazı Türk filmlerine örnek olarak; Burhan Arpad’ın “Alnımdaki Bıçak Yarası” (1987) verilebilir. Rıfat Ilgaz’ın orta öğretim günlerini anlatan romanı (1959) Hababam Sınıfı…Shakespeare eserlerinden Hırçın Kız, Türk sinemasında “Erkek Fatma Evleniyor/PALAY-1965, Yavaş Gel Güzelim/ Ün-1963 filmleri romanlardan uyarlanmış filmlerdir (Ünser, 2004: 122279). Hollandalı ressam Johannes Vermeer’in “Girl With a Pearl Earring (İnci Küpeli Kız) isimli tablosu onun başyapıtlarındandır. Tracy Chevalier’in romanlaştırdığı İnci Küpeli Kız, 2003 yılında Peter Webber’in yönetmenliğinde, Olivia Hetreed tarafından filme uyarlanmıştır. “The Da Vinci Code (Da Vinci Şifresi)” Dan Brown’un romanından sinemaya uyarlanmıştır. “The Lord of the Rings (Yüzüklerin Efendisi)” J. R. R. Tolkien’in romanından, Peter Jackson’un yönetmenliğinde sinemaya uyarlanmıştır. Romanlardan sinemaya uyarlanan daha çok sayıda film bulunmaktadır. Edebi eserler sinemaya uyarlanırken kimi zaman kaynak metne sadık kalınarak görselleştirilmiş, kimi zaman ise romanın konusu ile uyuşmayan yeni öyküler oluşturulmuştur. Varşova’da Modern Sanatlar Müzesi’nde 26-27 Ekim 2013’de, David Maroto ve Joanna Zielinska küratörlüğünde “The Book Lovers-The Novel as an Art Form” (Kitapseverler- Bir Sanat Biçimi Olarak Roman) başlıklı bir dizi etkinlik gerçekleştirilmiştir. Etkinlikte sanatçılar romanı, sanatsal bir araç olarak kullanmışlardır. Onların yaratıcı stratejileri, sonuçtan ziyade sürece odaklanmakta, görsel sanatlar için kurgu, kişileştirme ve yazarlık konuları gibi öyküsel literatüre özgü yapılar sunmaktadırlar. Çalışmalarda, kişisel kimlik eğilimlerinin ortadan kaldırılması ve yeni öznel değişim alanları yaratılmasına dikkat çekilmektedir. Tarihsel bir bakış açısına göre sanatçının romanı kavramsal sanattan ziyade ilişkisel estetikten türemiş gibidir. Sanatçıların romanlarının görünümleri üzerine gerçekleşen bir araştırma projesi olan “The Book Lovers”da önemli olan soru, bu çalışmada bir romanın görsel sanatlar içinde bir video sanatı ya da enstalasyon olarak nasıl bir araç olabileceğidir (The Book Lovers, 2011). 34 Resim 1-2:“The Book Lovers-The Novel as an Art Form” Performance Edebiyat ve sanatın birleşimi konusunda verilebilecek diğer bir örnek de, 2010 yılında Kayahan tarafından yapılan Hikâye anlatım yönteminin öğrencilerin yaratıcılığı üzerindeki etkilerini araştıran tezdir. Kayahan, bilim kurgu romancılığının öncüsü sayılan Fransız yazar Jules Verne’nin“Ay’a Yolculuk” isimli hikâyesini İlköğretim öğrencilerinin yaratıcılıklarına yapacağı etkiyi öğrenmeye yönelik kullanmış ve sonucunda klasik resim derslerinin ötesindeki bu disiplinlerarası yaklaşımın uygulandığı sınıf öğrencilerinin, yaratıcılık düzeylerinde olumlu bir artış olduğunu ortaya koymuştur (Kayahan, 2010). 5. Desen Eğitiminde Edebiyatın Kullanımına Yönelik Uygulama Örnekleri Desen eğitimi, bireysel duyarlık eğitimidir. Süreçte, öğrenciye, sanatın sosyal, kültürel ve eğitsel işlevinin farkındalığının oluşması amaç edinilmeli, aynı zamanda edebiyat, müzik gibi farklı sanatlardan da zevk alan, bilinçli bir alt yapıya sahip, eleştiri gücü yüksek bireylerin yetiştirilmesi hedeflenmelidir. Günümüzde malzeme olanakları hayal sınırlarının gücünü aşmakta, bu sayede sanatçılar-tasarımcılar malzemenin kendi özelliklerinden de yola çıkarak, çok farklı anlatım biçimlerine ulaşabilmektedirler. Kopyacı bir anlayıştan uzak, öğrencilerin yaratıcılıklarını ortaya çıkaran, bir metni inceleyebilen, tartışabilen gençlerin hayal güçlerini devreye sokan bir desen, atölye ortamında oluşacak eğitim süreci, çok daha anlamlı olacaktır. Bu çalışmanın amacı, görsel sanatlar eğitiminde özel olarak desen eğitimi sürecinde, edebiyat-desen uygulama ilişkilerini disiplinlerarası etkileşim bağlamında irdelemek ve uygulama örnekleri ortaya koymaktır. Edebiyatı da içine alan süreçte desen dersi yapılandırılır ve düşünsel bir yaklaşımla, desen başka bir boyuta taşınır. Çalışma, 2013-2014, 2014-2015 eğitim-öğretim döneminde, Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Görsel İletişim Tasarımı Bölümü 1.sınıf öğrencileri ile desen dersi kapsamında gerçekleştirilmiştir. Final 35 projesine kadar geçen 1 yıllık eğitim-öğretim sürecinde öğrenciler canlı modelden çizimler yapmışlar ve gördüklerini birebir desen kağıdına aktarabildikleri kompozisyonlar çalışmışlardır. Yetenek sınavı ile Fakülte’ye alınan öğrencilerin, gerçekleştirilecek Final Projesi için hazır bulunuşluk düzeyleri yeterli kabul edilmiştir. Süreçte, öğrenciler Kafka’nın “Şato ve Dönüşüm”, Wells’in “Zaman Makinesi” romanlarını okumaya teşvik edilmişlerdir. Final projeleri için seçilen bu edebi eserlerin, öğrencilerin hayal güçlerini geliştireceği ve yaratıcı düşünme biçimlerine olumlu katkıda bulunacağı düşünülmüştür. Edebi bir metni görsele dönüştürürken, sadece metinde yer alan karakterler, mekanlar ya da nesneler onlara ait özellikleri ile resmedilmekle kalmaz aynı zamanda desen çalışmasını yapan öğrenci, kendi yaşamı ile yazarın yaşamını birleştirip, coşkun ve daha duyarlı anlatımlara ulaşabilir. Öğrenci, içsel olarak kimi zaman kendine dahi anlatamadığı saklı boyutlarını gün yüzüne çıkarabilir. Metindeki derin anlamları, bütün boyutlarıyla kavramaya ve romanı oluşturan bütündeki tek tek parçalara ulaşmaya başlar. En azından final projesi için gerçekleştireceği desen çalışması böylesine derin bir kavrama ile daha gerçekçi bir boyuta taşınacak, elde edilen çıktı, hem romanın görsel bir anlatımı hem de öğrencinin derinlerindeki duygularının da bir ifadesi olacaktır. Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Görsel İletişim Bölümü “Desen” dersi 1. sınıfın final projesi için öğrencilerden, Kafka’nın “Dönüşüm” ve “Şato”, Wells’in “Zaman Makinesi” adlı eserlerini, anlatıların özeti olacak şekilde toplam 10 karede görselleştirmeleri istenmiştir. Elde edilecek çıktı ise minimum 30x40 cm. boyutunda olacaktır. Bu doğrultuda kitapların özetleri atölyede öğrencilerle birlikte okunmuş, yazarların eserleri ve yaşadığı dönemler hakkında tartışmalar gerçekleştirilmiştir. Ardından, öğrencilerden tüm yıl boyunca gerçekleştirilen desen anlayışı doğrultusunda kompozisyonlara ulaşmaları, hedef olarak gösterilmiştir. Öğrencilerin eserler hakkındaki yorumlarını, kendi bakış açılarıyla en iyi şekilde ifade edebilecekleri kompozisyona ulaşabilmeleri için, her türlü tekniği ve dijital teknolojiyi kullanmaları serbest bırakılmıştır. Öğrencilerin her biri, farklı bir edebi eser okuyup, yeni bir dünya keşfetmiştir. Yazarın yaşamı, yaşadığı dönemdeki siyasi-ekonomik koşullar konuşularak, romandaki karakterler ya da mekanlar üzerine değerlendirmeler yapılmıştır. Bir hafta sonra derse okumuş oldukları romanı anlatan eskizleri ile gelen öğrencilerle, çalışmaları hakkında kritikler yapılmıştır. Her bir öğrencinin tek tek çalışmaları, grup içerisinde tartışılmış ve kompozisyonlarına, kullandıkları karakterlere dair yorumlar gerçekleştirilmiştir. Böylelikle çalışmalarını tekrar gözden geçirebilme imkanı bulan gençler, eleştiriler doğrultusunda desenlerinde 36 değişiklikler yapıp, çalışmalarını tamamlamışlardır. Romandaki bir karakter, bir mekan ya da herhangi bir ayrıntı görsel bir öğe olarak çizgisel ifade biçiminde yeni bir düzenlemeye dönüşmüştür. Bu düzenlemede romanda gerçekleşen olaylar-duygular aktarılmaya çalışılırken, aynı zamanda öğeler arasındaki denge, boşluk-doluluk, küçük-büyük, zıtlık, açık-gri-koyu değer, hareket gibi farklı sanatsal düzenleme öğe ve ilkelerinin de göz önünde bulundurulduğu bir kompozisyon aranmıştır. Romanlarda oluşturulan karakterler, olaylar, olgular, okuyucuya farklı bakış açıları, yaşantılar sunarken bunun yanı sıra okuyucunun kendi yaşamındaki duygu alanlarına dokunabilen hassas dengeleri de bünyesinde barındırır. Her yeni okuyucu ile başka bir boyuta taşınan roman, görsele dönüşürken aslında her yeni görüntü karesi, onu oluşturan kişinin yaşamından parçaları da içermeye başlar. Bu bağlamda proje, Avant-garde’ın söylemlerini araştıran, teknolojinin egemenliğindeki dünyanın tüketim kültürüne hizmet etmeyen, etken pratik bir süreç arayışı işlevini üstlenmektedir. Öğrenciler, yaşamdaki temsilleri sorgulamalı, sanat çalışmalarını çağına, bağlamına göre değerlendirebilmeli, yeni form ve ifade arayışlarına girmeye cesaret edebilmelidirler. 5.1. Kafka’nın “Metamorphosis (Dönüşüm)” Adlı Eserinin Desen Eğitimi’nde Uygulama Örneği Franz Kafka’nın 1912’de yazdığı “Metamorphosis” (Dönüşüm), birçok kısa filme konu olan ve 2012 yılında Chris Swanton’un yönetmenliğinde uzun metrajlı bir filme uyarlanan önemli bir edebi eserdir (Wikipedia, 2015). Dönüşüm adlı roman ilk olarak 1915 yılında yayımlanmıştır. Romanda, bir sabah uyandığında kendini dev bir böcek olarak bulan Gregor Samsa’nın hikayesi anlatılmaktadır. Samsa’nın böceğe dönüşmesinin sebepleri romanda geçen diğer karakterlerin çevresinde aranmalıdır. Kafka’nın Dönüşüm’ü onun yabancılaşma kavramını ne denli içten yaşadığının bir göstergesidir. Onun eserinde aile, toplumun bir metaforudur. Kafka öncelikle kendine, ardından çevresine yabancılaşma durumunu böceğe dönüşerek sanatsal bir anlatımla ifadelendirmiştir (Bingöl ve Taşpınar, 2014: 60). Gelişen teknoloji, insanları birbirlerine yakınlaştırırken, kimi zamanda sosyal medya, ilişkilerde sanal bir gerçeklik yaratıp bireylerin yalnızlaşmalarına sebep olmaktadır. Yabancılaşma olgusu Kafka’nın yaşamından ya da romanlarından çıkıp günümüz insanının günlük hayatında birebir yaşayabileceği bir kavrama dönüşmüştür. Bireyler, sosyal paylaşım ağları sayesinde en keyifli anlarını aynı saniye birçok kişi ile paylaşabilirken, aslında yaşadığı andan koparak, kendilerine sanal ve yapay bir dünya yaratmaktadır. Kişi, bir gün teknolojinin yoğun bir 37 şekilde etrafını sarmış olduğu yaşamında yalnızlığını fark ettiğinde, belki de o an, kendi isteklerinin ne olduğunu dahi tanımlayamayacak kadar yabancılaşma kavramının içinde olacaktır. Resim 3: Merve Bayhan, Öğrenci Çalışması Resim 4: Cengiz Dallıkavak,Öğrenci Çalışması Resim 5: Zeynep Karadeniz, Öğrenci Çalışması 38 5.2 Kafka’nın “Şato” Adlı Eserinin Desen Eğitimi’nde Uygulama Örneği Franz Kafka “Şato” adlı eserini 1922 yılında yazmaya başlamıştır. Max Brod, Kafka’nın ölümünden iki yıl sonra 1926 yılında eseri yayımlamıştır. Romanın ana karakteri Kadastrocu K.’dır. K, bir kasabanın şatosunda çalışmaya başlar. Şatoyu temsil eden herhangi bir yetkili ile görüşmek istemesine rağmen, bir türlü kimse ile görüşemeyen K’nın, kasabada yalnız kalışı, bürokrasiye bir türlü ulaşamaması eserin önemli ipuçlarıdır. Kafka’nın eserlerindeki yabancılaşma kavramının gün yüzüne çıkması bu romanında da net bir şekilde görülmektedir. K, kadastrocu olmasına rağmen kasabadan iş yapacağı kendisi tarafından da bilinmemektedir. Yazar, tüm bu bilinmezlik içerisinde romanın kahramanına, yine de Şato’ya giden yolu aratarak içindeki yok olmamış olan “umut” kavramını da okuyucuya aktarmıştır. Resim 6: Cengiz Dallıkavak, Öğrenci Çalışması Resim 7: Merve Bayhan, Öğrenci Çalışması 39 5.3. H. G. Wells’in “The Time Machine (Zaman Makinesi) Adlı Eserinin Desen Eğitiminde Uygulama Örneği Herbert George Wells (1866-1946) İngiliz yazar, bilim kurgu dalında çok önemli eserler vermiştir. Eserlerinin çoğunda siyasi ve sosyal içeriklere yer veren Wells, gelecekteki teknoloji olanaklarını hayal ettirip, olası teknoloji ürünlerine yönelik düşünceler geliştirmiştir. H. G. Wells’in 1895 yılında yayımlanan “The Time Machine (Zaman Makinesi)” bir bilim kurgu kitabı olma özelliği ile başyapıtları arasında yer almaktadır (Wikipedia, 2015). Bir bilim adamının İngiltere’deki evinde misafirlerini ağırlarken, kendi icadı olan zaman makinesi ile yaptığı yolculuğu anlatan “Zaman Makinesi”, sinemaya da uyarlanan edebi bir metindir. İcadı olan araç ile geleceğe yolculuk yapan ana kahraman, farklı bir insanlık tarihi ile karşılaşmaktadır. Bilim kurgu alanında zamanının en yaratıcı çalışmalarından olan yapıt ile öğrenciler, hayal gücünün önemini kavrarlar. Hayal gücü, bilimsel, sanatsal ve teknolojik olarak insanlığı ileri götürecek gelişmeleri olanaklı kılan bir yetenektir. Resim 8: Gizem Güler, Öğrenci Çalışması Resim 9: Ceyhun Yılmaz, Öğrenci Çalışması 40 6. Sonuç Desen dersi temel sanat eğitiminin önemli bir bileşenidir. Öğrenci, sanatsal fikirlerini hayata geçirerek sanatsal üretime dönüştürebilmek için bu teknik donanıma ihtiyaç duyar. Bu teknik donanımın sanat alanında gerçekleşen gelişim ve yeniliklere cevap verir nitelikte olması gereklidir. Yirminci yüzyıl ve sonrasında sanat alanında gerçekleşen akımlarla sanat, disiplinlerarası etkileşimin arttığı bir etkinliğe dönüşmüştür. Görsel sanatlar eğitiminin bir parçası olan desen eğitiminin de bu değişimden uzak kalması mümkün değildir. Ders program ve içeriğinin, bu doğrultuda gününün teknik olanaklarından yararlanan ve disiplinlerarası bir yaklaşımla oluşturulmasının olası faydaları şu şekildedir: Öğrenci desen dersinde çeşitli sanat akımlarının temellendiği fikirsel atmosferi deneyimleyecek, sanatsal algı ve üretiminde çağın gereklerine daha kolay uyum sağlayabilecektir. Bu doğrultuda desen dersi hem öğrencinin zevkle zaman geçireceği, hem de çağın dinamiklerine ayak uydurabilen bir süreç niteliği kazanacaktır. Desen adı verilen, görülenin çizgilerle yansıtıldığı dinamiğin, geleneksel anlayışa ek olarak, belki de geleneksel “çizgi” olgusunu aşarak teknoloji ve farklı disiplinlerin de katıldığı yeni bir yapıda tanımlanması, düzenlenmesi ve gerçekleştirilmesi temel sanat eğitimi için atılması gereken önemli bir adım olabilir. Sanatsal üretimin başlangıç noktası insan zihnidir. Bir sanat eserinin kıvılcımı zihinde oluşur. Bu kıvılcım sanatçının hayal gücü ve sanat algısıyla büyüyüp şekillenerek sanatsal bir tasarıma dönüşür. Bu bağlamda hayal gücünün, sanatsal üretim sürecinin önemli bir noktasında olduğu söylenebilir. Bu durum sanatın söz konusu olduğu pek çok etkinlikte ortaklık gösterir. Sanatsal üretimin biçimi ve üretimde kullanılan araçlar noktasında, sanat dalları arasında bir tür biçimsel ayrışma gerçekleşir. Edebiyat gerek üretim gerekse tüketim süreçlerinde hayal gücünün etkin bir şekilde kullanıldığı bir sanat dalıdır. Örneğin, bir roman ya da hikaye, okuyucunun zihninde hayata bürünür. Bu noktada okuyucunun hayal gücü, okuduğu metnin gerçekleşme biçimine etki eder. Kullanılan bir becerinin gelişmeye açık olduğu fikrinden hareketle, edebiyat alanındaki roman ya da hikaye türünün hayal gücünü zenginleştiren bir etkinlik olduğu sonucuna varabiliriz. Desen çalışmalarında genel bir ifadeyle bakılanı görmek, görüleni çizebilmek hedeflenmektedir. Dolayısıyla geleneksel bir anlayıştaki desen eğitiminde bir tür var olandan hareket söz konusudur. Görsel bir objenin bir zemin üzerine aktarımı teknik anlamda öğrenciye bazı kazanımlar sunsa da, böyle bir etkinlikte hayal gücü ve yaratıcılığın daha arka planda yer bulabileceğini söyleyebiliriz. Bu noktada disiplinlerarası bir yaklaşımla desen-edebiyat 41 birlikteliği, sanatın vazgeçilmezi olan hayal gücü ve yaratıcılığın öğrencinin daha “emekleme” döneminde gündemine alınmasının önünü açacaktır. Desen dersi bu şekilde gördüğünü görsel dönüştürme noktasından, belki de bir adım öteye, okuduğunu görsele dönüştürme noktasına taşınarak yeni bir boyut kazanacaktır. Bu boyut öğrencinin hayal gücünün kullanımını daha ön plana çıkaran bir boyuttur. Desen eğitiminde edebi metinlere yer verilmesi, sınıf içi kollektif bir çalışmayla öğrencilerin aynı hikayenin farklı bakış açılarından, farklı gerçekleşme biçimlerini görmelerini sağlayabilir. Bu şekilde sanat eğitiminin diğer önemli bir boyutu olan özgünlük fikrine dikkat çekilebilir. Bu doğrultuda öğrencinin sanatsal empati yeteneğinin gelişimine katkıda bulunulabilir. Disiplinlerarası bir etkileşimin arandığı-uygulandığı eğitimöğretim sürecinde ortak bir konuyu bireysel bir ifade biçimiyle aktarabilen öğrencinin, romanda konu edilen zaman, mekan ve çeşitli ilişkileri kendi bakışında nasıl alımladığı ortaya çıkmaktadır. Desen eğitiminde, öğrenciler derse yönelik malzemeyi kullanabilmeyi, görmeyi öğrenmeli, gördüğünü kağıt üzerine birebir aktarabilmeli, ardından nesneleri soyutlayabilmeli, düşüncelerini çizgileri ile ifade edebilmeli, sanat eserleri ile ilgili bilinçli kritik yapabilmeli, özgün çizgileri ile yaratıcı kompozisyonlara (tasarımlara) ulaşabilmelidir. İmgesel çalışmayı hedef alan bu projede, yeni bilgilerle donanan öğrencinin yaratıcı düşünce süreçleri desteklenmiş, farklı anlatım tekniklerini kullanabilme imkanı bularak kendine güveni artmıştır. Ders sürecinde öğrenciler kendi fikirlerini özgürce ifade edebilmişler, yaratıcı çözümlerde bulunmuşlar, diğer arkadaşları ile birlikte gruplar halinde çalışarak beyin fırtınası gerçekleştirmişler, aynı romanı çok farklı ve kendilerine ait tasarımlarla görselleştirmişler ve farklı teknikleri kullanabilmişlerdir. Yaratıcı düşüncenin harekete geçtiği süreçte, somut bilgiler değerlendirilirken yeni kompozisyonlara ulaşılabilmiştir. Gerçekleştirilen bu proje sonucunda, öğrencinin desen gücünü ortaya çıkaracak ve geliştirecek uygulamalara gidilmiştir. Desen dersinde, disiplinlerarası bir yaklaşımla edebiyat, sanat tarihi, sanatın felsefesi gibi konularında ele alındığı bir eğitim-öğretim süreci yaşanmıştır. Öğrenciler, farklı siyasi yapılanmaların, teknolojinin ya da hayal gücünün sanatın oluşum sürecinde nasıl yer ettiğini kavramışlardır. Öğrenciler, desen ile ilgili genel terminolojiyi öğrenerek derse yönelik farklı malzeme ve teknikleri kullanabilir hale gelmişlerdir. Görsel-plastik, sessel, devinişsel, sözel, eylemsel alanların tümünde olması gerektiği gibi desen alanında da bütüncül bir yaklaşım ile disiplinlerarası bir eğitim anlayışı hedeflenmeli ve bu hedef doğrultusunda öğrencilerin çok yönlü gelişimlerinin destekleneceği eğitim programları hazırlanmalıdır. 42 Kaynakça Ak, S. A. (2003). Fotoğraf/Söz Kavuşması. İstanbul: Bileşim Yayınevi. Altunay, A. (2004). Mekanik Sanattan Elektronik Sanata Geçiş ve Video Sanatı. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları; No:1539, İletişim Bilimleri Fakültesi Yayınları, No: 54. Araz, G. (18-24 Ekim 2009). “Yeni Dünya, Yeni Sanat”. Anadolu Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi (Fine Arts & Design Symposium) Uluslararası Katılımlı Güzel Sanatlar ve Tasarım Sempozyumu, Eskişehir. Atakan, N. (1998). Arayışlar, Resimde ve Heykelde Alternatif Akımlar. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Aytaç, G. (2005). Edebiyat ve Medya. Ankara: Hece Yayınları. Bingöl, P. M. ve Kayahan, Z. (27-28 Nisan 2015). “Desen Eğitiminde Birleşik Bir Program Önerisi”, 2. Sanat ve Tasarım Eğitimi Sempozyum ve Çalıştayı. Başkent Üniversitesi, Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık Fakültesi, Ankara. Bingöl, P. M. ve Taşpınar, E. Ş. (20-25 Ekim 2014). “Sanatın Dönüştürme Biçimleri Üzerine Bir İnceleme”, 58-65. Uluslararası Sanat ve Tasarım Kongresi, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, İzmir. Buğra, B. H. (2000). Cumhuriyet Döneminde Resim Edebiyat İlişkisi. İstanbul: Ötüken Yayınları. Erdal, G. G. (18-24 Ekim 2009). “Disiplinlerarası Sanat Etkileşiminde 20. Yüzyılın ilk yarısında Resim ve Müzikte Ortak Kavramlar”, Anadolu Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi (Fine Arts & Design Symposium) Uluslararası Katılımlı Güzel Sanatlar ve Tasarım Sempozyumu, Eskişehir. Graf, M. (2008). Genco Gülan: Kavramsal Renkler. Çev: Bengi Gün ve diğerleri. İstanbul:Galeri Perform Yayınları, Sanat No:1. Heptunalı, Ö. (2007). “Günümüzde Plastik Sanatlarda Yeni Sanat Yaklaşımları ve Bu Yaklaşımların Sanat Eğitimindeki Yeri”, Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Güzel Sanatlar Eğitimi Anabilim Dalı Resim-İş Öğretmenliği Programı, İzmir. Jones, C. (2009). Interdisciplinary Approach - Advantages, Disadvantages, and the Future Benefits of Interdisciplinary Studies, ESSAI: Vol. 7, Article 26. Kayahan, Z. (2010). İlköğretim I. Kademe 5. Sınıf Görsel Sanatlar Eğitimi Dersinde Hikaye Anlatım Yönteminin Yaratıcılığa Etkileri, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Güzel Sanatlar Eğitimi Anabilim Dalı Resim-İş Öğretmenliği Bilim Dalı, Ankara. Lynton, N. (2004). Modern Sanatın Öyküsü. 3. Basım. İstanbul: Remzi Kitabevi. Meyers, J. (1975). Painting and The Novel.U.S.A: Manchester University Press, Barnes&Noble Books. Pekmezci, H. (08-10 Mayıs 2002). “Eğitim-Sanat Eğitimi-Nitelikli İnsan Eğitimi”. Sanat Eğitimi Sempozyumu, , G. Ü. Gazi Eğitim Fakültesi “Türkiye’de Sanat Eğitimi ve Öğretmen Yetiştirme”, Ankara. Sözen, N. H. (2010). “Sanatta Disiplinlerarası Bir Yaklaşım: Enstalasyon Sanatı ve Genco Gülan Örneklemi”. Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sanat ve Tasarım Dergisi, 6. Sayı, Aralık. Suraco, T. L. (2006). An Interdisciplinary Approach in The Art Educatıon Curriculum, A Thesis Submitted in Partial Fulfillment of the Requirements for the Degree of Master of Art Education in the College of Arts and Sciences Georgia State University. Türkdoğan, T. (2014). Sanat Kültür Politika-Modernizm Sonrası Tartışmalar. 1. Basım. Ankara: Nobel Yayınları. Ünser, O. (2004). Kelimelerden Görüntüye. İstanbul:Es Yayınları. Yamaner, G. (2007). Postmodernizm ve Sanat.Ankara: Algıyayınları. Yılmaz, M. (2005). Modernizmden Postmodernizme Sanat. 1. Baskı. Ankara: Ütopya Yayınevi. İnternet Kaynakları İnternet: Edebiyat ve Resim. (14 Mart 2013). Web:http://edebiyatkalemi.blogspot.com.tr/search/label/Edebiyat%20ve%20Resim30 Ekim 2015’de alınmıştır. İnternet: Metamorphosis (2012 film). (21 May 2015). Web:https://en.wikipedia.org/wiki/Metamorphosis_(2012_film)30 alınmıştır. Ekim 2015’de İnternet: Roman Resme Dönüştü.(20 Aralık 2013). Web:http://www.haberler.com/roman-resme-donustu-5447598-haberi- 30 Ekim 2015’de alınmıştır. İnternet: The Novel as an Art Form (Museum of Modern Art in Warsaw & Cricoteka). (October, 2013). 44 Web:http://www.thebooklovers.info/The-Novel-as-an-Art-Form-Museum-of-Modern-Artin-Warsaw-Cricoteka 30 Ekim 2015’de alınmıştır. Görsel Kaynakları Resim 1-2: http://www.thebooklovers.info/THE-BOOK-LOVERS Resim 3-4-5-6-7-8-9: Mehtap Pazarlıoğlu Bingöl Desen Atölye Öğrenci Çalışmaları Arşivi. 45 46 STD 2015 ARALIK - SAYFA 47-63 Etkileşimli Medya ve Öğretim Ortamlarında Tasarım Geliştirme Süreci Arş. Gör. Banu Bulduk Öz Bu makalede, etkileşimli medya/çoklu ortam uygulamalarının tasarım geliştirme süreci Çoklu Ortam Tasarım İlkeleri kapsamında incelenmektedir. Etkileşimli medya uygulamaları geliştirilirken söz konusu ilkeler ve etkisinin incelenmesi, araştırmanın yöntemini belirlemektedir. Bu araştırma, çoklu ortam uygulamalarının tasarım geliştirme sürecinin önemini ortaya koymaya yönelik olup, nitelikli çoklu ortam uygulamalarının tasarım süreci makalenin sınırlılığını oluşturmaktadır. Bu kapsamda konunun daha anlaşılır kılınabilmesi için öğretim materyallerinden örnekler, söz konusu ilkeler kapsamında incelenmektedir. Sonuç olarak, uygulamaların nitelikli bir süreç içerisinde tamamlanması ve değerlendirilmesi için sürecin programlanması önerilmektedir. Görsel tasarım ve çoklu ortam tasarım ilkelerinin, etkileşimli medya uygulamalarının nitelikli ürün geliştirme sürecinde önem taşıdığı sonucuna varılmaktadır. Anahtar Kelimeler: Çoklu Ortam, Çoklu Ortam Tasarımı, Etkileşimli Medya, Etkileşimli Öğretim Ortamı, Çoklu Ortam Tasarım İlkeleri. DESIGN DEVELOPMENT PROCESS IN INTERACTIVE MEDIA AND LEARNING ENVIRONMENTS Abstract In this article, the design process of interactive media/multimedia applications is discussed in terms of Multimedia Design Principles. While interactive media applications are being developed, these principles and the study of its effect formed the method of the research. As well as this research’s being about revealing the importance of the design development process of multimedia applications, qualified design depelopment process of multimedia applications forms the limitedness of this article. Within this framework, the samples of teaching materials are studied in terms of the principles in order to make the subject clearer. Consequently, that the process should be programmed is recommended to complete and evaluate the applications in a qualified process. It is concluded that visual design and multimedia principles matter to qualified product development process of interactive media applications. Keywords: Multimedia, Multimedia Design, Interactive Media, Interactive Learning Environment, Multimedia Design Principles. Arş. Gör. Banu Bulduk, Hacettepe Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Grafik Bölümü, Ankara. E-posta: [email protected] E-ağ: www.banubulduk.com Tel: 0312 297 88 25 47 GİRİŞ Bilgiye erişme yolları, bilgi ve iletişim teknolojileri aracılığıyla genişlemekte ve günlük yaşamda kullanılan öğretim kaynaklarını/materyallerini çeşitlendirmektedir. Öğrenme deneyimi de, söz konusu kaynaklar aracılığı ile kişiden kişiye göre değişmektedir. Çoklu ortamla öğrenme, iletinin birden fazla duyuya aynı anda hitap ederek hedefe iletimini sağlayan bir yol olmaktadır. Öyle ki çoklu ortam (multimedia) kavramı, birden fazla duyuya aynı anda hitap etme olarak tanımlanmaktadır. Öğretim boyutunu anlama ve iyileştirme ile ilgili olan öğretim tasarımı, öğretimin niteliğini arttırmak için öğretim kuramlarının kullandığı bir bilgi disiplini olarak tanımlanmaktadır (Fer, 2011: 13). Bir başka ifadeyle çoklu ortam, “öğretim sisteminin merkezinde bilgisayarların yer aldığı ve öğretimin birbirini tamamlayan tümleşik kaynaklarla sunularak öğrencinin etken kılındığı eğitsel bir uygulama” olarak ifade edilmektedir (Kuzu, 2014: 3). “Bilginin sözcükler ve resimlerin birleşimi olarak sunulması” olan çoklu ortam (Perkmen, 2009: 57), etkili öğrenme sürecinde öğrenilenlerin daha kalıcı olması ile eş anlamlıdır. Öğrenilenleri hatırlama oranları da, söz konusu duyuların kalıcı bellekte yer edinmesine etki oranlarına göre farklılaşmaktadır. Örneğin, görerek hatırlananlar yüzde 30’luk bir dilim iken, hem işitip hem görerek hatırlananlar yüzde 50, görerek öğrenilenler ise yüzde 83’lük bir dilimi işaret etmektedir (Perkmen, 2009: 19). Bu durum, görsellerin, bireylerin öğrenme düzeyleri üzerindeki rolünü belirgin kılmaktadır. Bu konuda çeşitli araştırmalar, görsel ögelerin ve betimlemelerin öğrenenlerin kavramları somutlaştırma, anlamlarını çıkarma, bilginin iletimini kolaylaştırma ve kavramlar arası bağlantı kurmasını sağlama açısından etkili olduğunu söylemektedir. Görselleştirme, içeriğin somutlaştırılması açısından daha açık hale gelmesine katkıda bulunmakta, daha somut hale gelen içeriğin ise öğrenmeyi kolaylaştırdığı ifade edilmektedir (Tezci, 2011: 16). Bu makalede, çoklu ortam uygulamalarının kişilerin öğrenme düzeylerine etkisi, algıyı ve öğrenmeyi kolaylaştırıcı ilkeler çerçevesinde incelenmektedir. Araştırma, öncelikle öğretim materyallerinden çoklu ortam uygulamalarının, nitelikli ve işlevsel özellik taşıması gerekliliği çerçevesindedir. Etkileşimli öğretim ortamlarının belirlenmesi, kullanıcı hareketlerinin gözlemlenmesi, uygulamaların tasarımlarının incelenmesi ve sorunların belirlenmesi öncelikle araştırmanın kapsamı içerisindedir. Bireylerin algılarını etkileyip yönlendirdiği düşünülen görsel tasarım ve çoklu ortam ilkeleri, makalenin yöntemini şekillendirmektedir. Etkileşimli medya uygulamalarının söz konusu ilkeler gözetilerek incelenmesi, kullanıcıların uygulamayı kullanabilme ve algılayabilme düzeyleri, uygulama örnekleri arasında başarı ölçümü yapabilmeyi olanaklı kılmıştır. Kullanıcının/okuyucunun etkinliği, uygulama içerisindeki dolaşım hız ve öğrenme deneyiminin verimliliği, 48 söz konusu ölçümün değerlendirme aşamalarındandır. Eğitimde teknoloji entegrasyonu göz önünde tutularak, çoklu ortam materyalinin tasarım süreci detaylandırılarak, konu edinilmektedir. Çoklu Ortam, Öğrenme Deneyimi ve Görsel Algı Çoklu ortam kavramını açıklayıcı çok sayıda tanımlamalar yapılmıştır. Amerikan eğitim psikoloğu ve Kaliforniya Üniversitesi’nde profesör olarak görev yapan Mayer’e göre, çoklu ortam “sözcüklerin ve görsellerin sunum materyallerinde kullanılması” anlamına gelmektedir (2001: 2). Öğrenme, her geçen gün gelişen teknoloji ve araçlar ile biçim ve ortam değiştirmektedir. Senemoğlu, öğrenmeyi “Bireyin çevresiyle belli bir düzeydeki etkileşimleri sonucunda meydana gelen nispeten kalıcı izli davranış değişmesi” olarak tanımlamaktadır (2010: 4). Bilgi ve iletişim teknolojileri, çoklu ortam uygulamalarını etkili ve verimli bir öğrenmenin gerçekleştirilebilmesi için değiştirmekte, teknoloji aracılığıyla yeni ortamlarda öğretim materyalleri tasarlanmaktadır. Böylelikle çoklu ortam tasarım ürünleri, eğitim ortamlarında kullanılır hale gelmektedir. Bilgisayar teknolojisi, bireylerin çevresiyle etkileşime geçmesi bağlamında rol alan araçlar olmaktadır. Öyle ki bilgisayar ve programları aracılığı ile öğrenmeyi gerçekleştirdikleri, öğrenci – bilgisayar etkileşimli bir öğretim biçimi olarak ifade edilir. Öğretim tasarımı ise, öğrenenin bilgiyi edindiği çoklu ortam tasarım aracı olarak tanımlanabilir. Akbulut’a göre, “Eğitsel gereksinimleri karşılamak ve öğrenme deneyimlerinin kalitesini arttırmak amacıyla etkili öğrenme sistemleri, geliştirmeyi gerektiren bir süreç” diye düşünülürse (2014: 38), öğrenmeyi etkin hale getirmek, görsel tasarımın sorumluluğundadır. Görsel tasarım, mesajın hedef kitleye iletiminde etkinliğini arttırıcı araç olarak tanımlanmaktadır. Kişilerin, nesneler arası iletişimini sağlayan görsel algı kavramı da bu bağlamda önem kazanmaktadır. Görsel algı, plastik sanatlar/görsel sanatlar öğretiminde önemli bir yerdedir. Öyle ki algısal deneyimler, bilgi edinmenin önemli bir aracı olarak görülmektedir. Kişi, görme, dokunma, duyma, tat alma ve koklama duyuları ile çevreden çok sayıda bilgi almaktadır (Tuna, 2009: 149). Cüceloğlu, algıyı duyudan farklı olarak nitelendirmektedir. Algılama anında insan beyni, bireyin içinde bulunduğu durumdan beklentilerini, geçmiş yaşantılarını, diğer duyu organlarından gelen farklı duyuları ve toplumsal ve kültürel farklı etkenleri hesaba katarak gelen duyulara anlam verme eylemini gerçekleştirir. Duyu organları, insan beynine basit duyuları iletirken, algılama, bireyin geçmiş öğrenme ve deneyimini de katan karmaşık bir süreç geliştirir (2013: 118-119). Bu nedenle, tasarımlarda kullanılan her bir ögenin anlam, boyut, içerik ve konumu bu bağlamda bireylerin algı becerilerini etkileyen ögeler olmaktadır. Bu sebeple algının, 49 kendisini oluşturan duyusal girdilerin toplamından fazla bir anlam ifade ettiğini ilk, Alman psikologları Gestalt kelimesi ile ifade etmiştir. Gestalt İlkeleri, bireylerin görsel düzenlemeleri algılama şekilleriyle ilgilenir. Algı düzeylerini etkileyen Gestalt İlkeleri, bireylerin algılama sistemlerinin şekil ve zemin arasındaki ayrımı algılaması, şekil-zemin (figure-ground) ilkesi, organizmanın tamamlanmamış biçimleri, şekilleri ve sesleri tamamlayarak algılaması tamamlama (closure) ilkesi, aynı yönde giden çizgi, nokta vb. şekillerin birlikte gruplanarak algılanması devamlılık (continuity) ilkesi, organizmanın bir alandaki ögeleri, nesneleri birbirlerine olan yakınlıklarına göre gruplandırarak algılama eğiliminde olması yakınlık (proximity) ilkesi, bireyin basit, düzenli bir şekilde organize edilmiş figürleri algılaması basitlik (simplicity) ve şekil, doku, renk, biçim, cinsiyet, vb. özellikleri ile birbirlerine benzer maddelerin birlikte gruplandırılarak algılanması benzerlik (similarity) ilkesi olarak sıralanmakta ve tanımlanmaktadır (Cüceloğlu, 2013: 123-125; Senemoğlu, 2010: 243-247). Gestalt kuramına göre algı bir örgütlenme/bir araya gelme/bilgiye temel olan ve onu oluşturan bütün olarak tanımlanır. Kuramın geliştiricilerinden M. Wertheimer, belli uyarıcıların bir arada nasıl kullanılmasını, yapılaştırılmasını ve yorumlanmasını belirleyen söz konusu ilkeler ile her algının biçim olarak gelişen bir bütünü oluşturduğunu ifade eder (Tuna, 2009: 150). Biçim, şekil, form, parçaların toplamından ziyade bütün anlamına gelen Gestalt kelimesi, kuramcılara göre “Bütün, parçaların toplamından daha fazladır ve birey, bütünü parçalarına ayrıştırarak değil, bütünlük içinde algılar” (Senemoğlu, 2010: 240). Bir grafik ürünün de birçok ögeden (tasarım ögesinden) oluşması, ancak bir bütün olarak algılanması bu duruma örnek gösterilebilir. T.F. Uçar, Gestalt felsefesini bir grafik tasarımcı gözüyle şöyle ifade etmektedir: “Gestalt felsefesini bilmek, grafik tasarımcıya hedef kitlenin algı boyutuna göre tasarım üretebilmek açısından değerli veriler sunar.” (2004: 65). Görsel iletişim tasarımı açısından algılama ilkeleri olarak adlandırılabilen Görsel algı bağlamında Gestalt İlkeleri, grafik tasarım uygulamalarında mesajı taşıyan ve onu organize eden kavram çerçevesinde hedefe ulaşan bir ürün olarak şekil bulmaktadır. Öyle ki çoklu ortam tasarım uygulamalarında da algıyı kolaylaştırmak ve öğrenmeyi gerçekleştirmek amacıyla Mayer’in Çoklu Ortam Tasarım İlkeleri göz önünde tutulmaktadır. İki durumda da bireylerin algı becerilerini, çoklu ortam uygulamalarının tasarımlarının yönlendirmekte olduğu söylenebilir. Çoklu Ortam İlkeleri ve Tasarım Süreci Çoklu ortam tasarımlarında tasarım süreci, görsel tasarım ögelerinin tasarım ilkeleri çerçevesinde düzenlenmesini kapsamaktadır. Uygulamanın hedef kitlesinin belirlenmesi ve analizi, tasarımın amacının oluşturulması ile paralel 50 olarak gelişir. Amacın belirlenmesi, uygulamanın tasarımını da etkiler. Çoklu ortam tasarım uygulaması, öncelikle disiplinler arası bir çalışma olarak adlandırılabilir. Uygulamayı yapacak kişilerin, farklı alan uzmanlarından oluşması nedeniyle bir ekip kurulması sürecin başlangıcını oluşturur. Uygulama, proje yürütücüsü, eğitimci, metin yazarı, grafik tasarımcı, yazılımcı vb. ilgili alan uzmanlarından oluşturulan ekip ile gerçekleştirilir. Proje olarak adlandırılan bu uygulamada, iş akış çizelgesi oluşturmak ve proje takvimi çıkarmak sürenin sağlıklı kullanılması açısından yol gösterici olmaktadır. Söz konusu ekip, alanında yetkin ve donanımlı kişiler olarak belirlenmeli, ekibin hızını kesmeyecek nitelikte ve tecrübeli kişiler olması önerilmektedir. Çoklu ortam uygulamaları resimli çocuk kitabı, yetişkinlere yönelik hikâye kitabı, eğitsel e-kitaplar, öğretici oyunlar, bilgilendirici grafikler, yönlendirici ara yüzler ya da tanıtıcı uygulamalar olarak sayılabilir. Her uygulama için öncelikle bir kavram belirlenmeli, içerik projenin amacına göre hazırlanmalı, konu ile ilgili literatür araştırması gerçekleştirilmeli ve projenin kimliği oluşturulmalıdır. Projenin rotası, temanın belirlenmesi, ana fikrin oluşturulması ile belirlenir. Bir diğer nokta ise uygulamanın hitap edeceği kitlenin belirlenmesidir. Uygulamanın hedefe ulaşabilmesi alt yapısının planlanması ile ilgilidir. Uygulamanın görsel çatısı ise çalışma ekibinde yer alan tasarımcılar tarafından oluşturulur. İçerik ile ilgili bir görsel kimliğin oluşturulması, projenin işlevselliğini etkilemekte ve bu nedenle önemli bir aşama olarak kabul edilmektedir. Öğrenme ve algılama becerilerini etkileyen Çoklu Ortam Tasarım İlkeleri bu aşamada göz önünde bulundurulmalı, algıyı yönlendirici detaylar, öğrenimi kolaylaştırıcı ve dikkati toplayıcı özellikler eklenmelidir. İçeriği oluşturulan ve görsel tasarımı gerçekleştirilen uygulama, yazılım uzmanları ile çalıştırılabilir hale getirilir. Alt yapı planlaması ve görüntüleneceği ortamın belirlenmesi ile kullanıcılardan geri dönüşler alınır. Bu şekilde, varsa yazılım çakışmaları ve kullanım hataları giderilir. Kullanılabilirlik testi olarak adlandırılan bu aşama, projenin ön değerlendirme sürecidir. Söz konusu test, uygulamanın daha iyi çalışması, eksikliklerin eklenmesi, varsa çalışmayan özelliklerin giderilmesi ve uygulamanın kullanıcı dostu olarak geliştirilmesi sebebiyle önemli bir aşamadır. Uygulamanın son kullanıcıya erişmesi, projenin iş akışının programlanması ve bu akışa uyulması ile sağlıklı bir şekilde gerçekleştirilmiş olur. İletişimi yayıncılık sektöründe tek taraflı olmaktan çıkaran etkileşim kavramı, okuyucuları (öğrenenleri) etkinleştiren ve yönlendirip kontrol yetkisi veren çoklu ortam tasarım uygulamalarında kullanılan bir özellik olmaktadır. E-öğrenmenin öğrenci başarı düzeyi üzerindeki etkisinin incelendiği araştırmalar yapılmış, okuyucuyu kullanıcı olarak aktif hale getiren bu özellik hakkında, Roblyer ve Wiencke uzaktan eğitimle verilen derslerde, öğrencilerle etkileşim derecesinin, başarıyı açıklayan önemli bir 51 gösterge olduğunu ifade etmiştir (Gülbahar, 2012: 72). Bilgiye ulaşmada geleneksel yöntemlerin değişerek geliştiği şu günlerde, kullanıcının ürün içerisinde dolaşımını, ögeleri hareket ettirebilmesini ve uygulamayı yönlendirebilmesini sağlayan etkileşimli çoklu ortam uygulamaları tercih edilir olmaktadır. Richard E. Mayer, öğrenmenin bilişsel alt yapısı ve öğrenmeye etkisi üzerinde çalışmış; çalışan bellek ve öğrenme sürecini göz önünde bulundurmuş ve çoklu ortamda öğrenme sürecinin gerçekleşmesi, çalışan bellekte oluşan bilişsel yükün seviyesinin uygun düzeyde tutulması ve işlenmesi amacıyla çoklu ortamda öğrenme kuramını geliştirmiştir. Bu bağlamda çoklu ortamın ve yeni medya uygulamalarının öğrenmeye etkilerini inceleyerek yol gösterici ilkeler geliştirmiştir. Çünkü çalışan bellek, çoklu ortamda öğrenmenin gerçekleştiği bir alandır. Bu nedenle gereksiz ögelerle aşırı yüklenmiş bilişsel yük, öğrenmeyi olumsuz etkilemektedir. Mayer, 2001 yılında Multimedia Learning adlı kitabında yer verdiği öğrenme sürecini geliştiren ve destekleyen Çoklu Ortam Tasarım İlkeleri’ne yer vermek gerekirse; Mayer’in, (1) Çoklu Ortam İlkesi, öğrenenlerin yalnızca sözcüklerin kullanılması yerine, görsel öge (çizim, resim, tablo, şekil, fotoğraf, hareketli görüntü vb.) ve sözcüklerin bir arada kullanılması durumunda daha iyi öğrenme gerçekleştireceklerini söyler. Öyle ki, içeriğin yalnızca görsel öge ya da sözcükler ile desteklenerek sunulduğu tasarımlara göre ve sözcük ve görsel ögelerin aynı konuda bütünleştirildiği tasarımlarda öğrenmenin daha iyi gerçekleştirildiği ifade edilmektedir. W. Howard Levie ve Richard Lentz, 1982 yılında yaptığı bir araştırmada, görsel ögeli ve ögesiz metinlerin çocuklar üzerindeki öğrenme ve algılama düzeylerini test etmişlerdir. 55 deney araştırmasının değerlendirilmesi ise resimli ve resimsiz metinlerin karşılaştırılması ile yapılmıştır. Araştırmanın sonuca göre %98 oranla, resimlemesi ile beraber sunulan metinlerin resimsiz metine göre daha iyi ve etkili öğrenildiği sonucuna ulaşılmıştır (Levie & Lentz, 1982).1 Bu durum, görsel ögelerin bireylerin metinleri algılama ve öğrenme becerilerine katkısını destekler niteliktedir. Metinlerin bireyler tarafından daha tutarlı ve doğru hatırlandığı konu ile ilgili yapılan diğer araştırmaların da ortak bir sonucudur. (2) Birliktelik İlkesi, öğrenenlerin birbirleri ile ilgili görsel öge ve sözcüklerin aynı sayfada ya da ekranda konumsal ve zamansal anlamda yakın olarak yerleştirilmesi ile daha iyi öğrenileceğini kapsar. Bu şekilde birbirleri ile ilgili görsel öge ve sözcüklerin sayfada veya ekranda yakın Levie, W.H., Lentz, R. (1982). Effects of Text Illustrations: A Review of Research. ECTJ, 30(4), s. (195-232), Web: http://link.springer.com/article/10.1007%2FBF02765184#page- adresinden 05 Mayıs 2015’te alınmıştır. 1 52 olarak konumlandırılmasının, uzak olarak konumlandırıldığı durumlara göre daha etkili olacağına işaret edilir (Clark ve Mayer, 2003: 70). (3) Tutarlılık (Özlülük - Mantıklılık) İlkesi, konu ile ilgili olmayan materyallerin öğretim tasarımı dışında tutulması ile öğrenmenin daha iyi gerçekleştirildiği düşüncesini içermektedir. Tutarlılık ilkesi, konu dışı materyallerin öğrencinin dikkatini dağıtacağı düşüncesiyle geliştirilmiştir (Mayer, 2001: 113). Konu ile ilgili olmayan sözcük ve seslerin, öğrenenin dikkatini dağıtmasına neden olduğu ve konuyu kavrama süresini uzattığı ifade edilmektedir. Bu ilke, uygulama tasarımında içerikle bağlantısı olmayan tasarım ögelerine (ses, metin, görsel öge, şekil, müzik vb.) yer verilmemesini gerekli kılar. (4) Biçim / Sıraya Koyma / Kanal İlkesi, çoklu ortam tasarım uygulamalarında tasarım ögelerinden sözcük (metin) ve animasyonun aynı anda sunulması yerine, sözlü anlatımların ve animasyonların birlikte yer alması ile öğrenmenin daha kalıcı hale getirildiğini içerir. Mayer’e göre, öğrenenler, ekranda yer alan sözcük ve animasyondan ziyade sözlü anlatım ve animasyonla daha iyi öğrenme yaşarlar (2001: 134, 184). Metin ve animasyonun aynı anda sunulması ile öğrenenin bilişsel sistemine hem resim hem yazı işlenir ve görsel sistemde aşırı yüke neden olur. Bu nedenle sözlü anlatımlı animasyon gösterimlerinde öncelikle sözcükler bireyin sözel kanalına girer ve öğrenen görsel kanalda resimleri işler (Kuzu, 2014: 15). (5) Gereksizlik / Aşırılık İlkesi, görsel öge ve seslendirilmiş metinlerin birlikte kullanıldığı tasarımlarla, ses, metin ve görsel ögenin üçünün birlikte kullanıldığı tasarımlara göre daha iyi öğrenme gerçekleştirilmesini kapsar. Mayer’in Bilişsel Yük Kuramına göre, bilişsel yüke aşırı yüklenmemek adına üç öğenin aynı anda kullanılmaması önerilir. Üç ögenin aynı anda kullanılmaması ile öğrenenler metinleri görsel ögelerle ilişkilendirirken metinlere daha fazla dikkat ederler. Gözleri metindeyken ekrandaki görsel ögeleri göremeyebilirler (Clark ve Mayer, 2003: 100). (6) Bireysel Farklılıklar İlkesi, tasarım etkisi, daha az bilgiye sahip öğrenenlerde daha çok bilgiye sahip öğrenenlerden daha fazladır (Mayer, 2001: 161). Söz konusu ilkeye göre, çoklu ortam tasarımı, öğretilen konu hakkında fazla bilgi sahibi olanlardan çok, az bilgi sahibi insanlar için daha etkili olduğunu içerir (Perkmen, 2009: 107). Mayer’e göre “konu hakkında ön bilgi sahibi olanlar önceki bilgilerini kullanarak yalnızca sözcüklerle sunulan sözel bilginin zihinsel modelini çok rahat çıkarabilirler”. Konu hakkında bilgi sahibi olmayanlar ise, “zihinsel model oluşturmada güçlük çekerler”. (Aktaran: Perkmen, 2011: 79). Bu ilke, çoklu ortam tasarımının hitap ettiği kişileri netleştirici niteliktedir. (7) Bölümlere Ayırma / Parçalara Bölme İlkesi, öğrenenlere sözlü anlatımlı bir animasyonu tek parça halinde uzun süreli izletmektense, bölümlere ve parçalara ayrılmış küçük boyutlu olarak sunmanın daha iyi bir öğrenme yaşatacağını içermektedir. Bilişsel yüke yüklenen bilginin kontrolünün 53 kullanıcıya verildiği bu ilke ile öğrenen, çoklu ortam tasarımında yer alan sözlü anlatımlı animasyonları kısa bölümlere ayrılmış şekilde izleyebilir. (8) Sinyal İlkesi, çoklu ortam tasarımında, içeriği destekleyici işaretlerin, yönlendirici metinlerin, dikkat çekici sinyallerin, açıklayıcı bilgilerin, dikkat toplayıcı ve dolaşımı kolaylaştırıcı yönlendirmelerin ve metinlerin içermesi gerektiğini kapsamaktadır. Böylelikle öğrenenler daha nitelikli ve kalıcı bir öğrenme süreci yaşarlar. (9) Kişileştirme İlkesi ise, öğrenenlerin öğretim materyalinde yer alan metnin ya da seslendirmenin akademik bir dil yerine günlük bir dil kullanımı ile daha iyi öğrenme gerçekleştirileceğini içerir. Bu özelliklerin yanında etkileşimli medya tasarımı, çoklu ortam uygulamalarında kullanıcıların uygulama içerisindeki dolaşımını etkileyen ve bireysel etkinlik kazandıran önemli bir özellik barındırır. Öyle ki etkileşim kavramı karşılıklı olarak etkileme anlamına gelen, elektronik yayımcılıkta da okuyucu ile yayımcı arasında bir bağ kuran, yayımcılığı tek yönlülükten çıkaran bir özellik olmuştur. İletişimin tek taraflı bir olgu olmaması gerektiği gerçeğinden hareketle etkileşim, medya uygulamalarında ve çoklu ortam tasarımlarında kullanıcıyı etkinleştiren, uygulamayı yönlendirebilen, denetleyebilen ve içerisinde gezinebilen bir hale dönüştürmesi açısından söz konusu uygulamalarda önemli bir özellik olarak var olur. Gestalt İlkeleri ve Çoklu Ortam Tasarım İlkeleri gibi Görsel Tasarım İlkeleri de bütünsel anlamda tasarımın mesajının iletilmesini etkileyen ve bireyin algı ve bununla beraber öğrenme becerisini olumlu etkileyen özellikler barındırmaktadır. Öyle ki tasarımın görselleştirilmesi, ögelerin belirli biçimsel bir düzen ve bütünlük içerisinde bir araya getirilmesi sürecinde yaşanır. Bu bağlamda söz konusu görsel tasarım ilkelerine yer vermek yerinde olacaktır. Görsel Tasarım Ögeleri ve İlkeleri Görsel iletişim ve grafik tasarım, iletişim kavramıyla yakından ilişkilidir. Mesaj iletme kaygısıyla iletişimi sağlama görevi olan grafik tasarım, bireylerin görsel algı düzeyini etkileyerek görsel tasarım ögeleri aracılığıyla çevresi ile iletişime geçmesini sağlar. Öyle ki görsel iletişim ve tasarım kavramları bu açıdan değerlendirilebilir. İletişimi grafik tasarımın hayati ögesi olarak sayan E. Becer, “…grafik tasarımı bu denli ilginç, dinamik ve çağdaş kılan şey de iletişime yönelik olmasıdır” sözüyle belirtmektedir (2002: 34). Aynı şekilde tasarımcıların da güncel bilgiyi, çağdaş beğeni anlayışı içinde ve yine çağdaş araç ve gereçlerle sunmak zorunda olduğunu, böylelikle de yeni eğilimleri, teknolojik buluş ve yenilikleri izleyen kişiler olması gerektiğini ifade eder (Becer, 2002: 35). Çoklu ortam tasarımı, yeni medya uygulamaları, eğitimde teknoloji entegrasyonu ve yeni iletişim donanımlarının etkisiyle tasarımcıların, bireylerin görsel algı yetenek ve 54 becerilerini etkileyen faktörleri göz önünde tutarak, öğrenme düzeylerini etkileyecek ilkelere sadık kalarak ve evrensel tasarım ilkeleri gözeterek ürünleri tasarlamaları gerekmektedir. Öyle ki evrensel tasarım ilkeleri, bir grafik tasarım ürünün niteliğine etki edecek ve hedefine ulaştıracak bir sürecin içeriğinde kullanılır. Çizgi, renk, ton, doku, biçim, ölçü ve yön bir grafik ürünün tasarımında kullanılan görsel ögeler olarak sıralanır. Bütünü oluşturan parçaların bütünsel anlamda algıyı yaratabilmesi açısından parçaların belirli kurallara göre düzenlenmesi gerekir. Bu ögeleri, etkili bir tasarım gerçekleştirebilmek için yerleştirme/biçimsel düzenleme, bütünsel anlamda algıyı yaratabilmesi ve mesajı iletebilmesi açısından önemlidir. Bunlar ise evrensel tasarım ilkeleri/görsel tasarım ilkeleri olarak nitelendirilir. Öyle ki, grafik tasarım evrensel bir dile sahip olma özelliği ile etkili bir iletişim ürünü geliştirebilen bir niteliktedir. Yararlanılan ilkeler, görsel algı ve işleme kuramı çerçevesinde anlamlanmakta ve denge, oran - orantı, hiyerarşi, görsel devamlılık, bütünlük, karşıtlık (zıtlık), yakınlık, hizalama, ritim ve vurgu kavramları üzerine şekillenmektedir (Ketenci ve Bilgili, 2006: 282), (Becer, 2002: 56-74). Grafik tasarımcılara göre söz konusu tasarım ögeleri farklı şekillerde sıralanmaktadır. Bunlardan biri, boşluk, birlik (bütünlük), sayfa düzenlemesi (inşaası) ve yazı olarak tanımlanmakta (White, 2011), bir diğeri de biçim ve boşluk, renk temelleri, yazı karakterinin seçimi ve kullanımı, görsel öge ve bu ögelerin bir arada kullanılması olarak (Samara, 2007) ifade edilmektedir. Alexander W. White, yedi tane temel tasarım bileşeni olduğunu söylemekte, bunları boşluk, birlik ve Gestalt, nokta, çizgi ve düzlem, büyüklük ve hâkimiyet, hiyerarşi, denge ve renk olarak ifade etmektedir (2011: 81). Bütün tasarım ögeleri birbirleriyle ilişkili olarak nitelik geliştirir. Örneğin, tasarımda kullanılan tüm ögelerin düzenlenmesi, tasarımda bütünlüğü (birliği) var eder. Baskınlık özelliği de, diğer nesnelerin büyüklük, konum, renk, biçim ve düzlemiyle ilgili olarak geliştirilir. Eşit ölçülerdeki ögelerin bir arada kullanılmasıyla tasarımda vurgu noktası yaratılamaması durumunun hiyerarşi özelliği ile ilişkilendirilebildiği gibi. Bu nedenle her bir ögenin özellikleri bir diğerine göre şekillendirilerek etkili bir tasarım gerçekleştirilebileceği söylenebilir. Ulaşılabilirlik, estetik düzey, kullanılabilirlik, uygunluk-uyumluluk, bilişsel çelişki - uyumsuzluk, renk, tutarlılık, süreklilik, sınırlama, yakınsama - benzeşme, figür - zemin ilişkisi, biçim işlevi takip eder prensibi, boşluk - doluluk, yoğunlaşma, görünürlük, benzerlik, yönelim ve okunaklılık söz konusu ilkelerin devamı niteliğinde biçimin işlevselliğini destekleyici düzenleme kuralları olarak sayılabilir (Lidwell, Holden and Butler, 2010). Çoklu ortam ilkelerinden Bütünlük İlkesi’ne göre, birbiriyle ilişkili olmayan ögelerin kullanılmasıyla tasarımın bütünlüğünün bozulması durumu ile içerikte dikkat çekilmesi ve vurgulanması gereken ögenin diğer ögelere göre daha belirgin büyüklükte, 55 dokuda ve renkte kullanılmasıyla görsel tasarım ilkelerinden Vurgu İlkesi ilişkilendirilebilir. Bu şekilde izleyicilerin dikkatlerini çekmeleri istenen odak noktası belirginleştirilmekte ve esas ögenin diğerlerinin önüne geçmesi sağlanmaktadır. Baskınlık, hâkimiyet, hiyerarşi ve vurgu özellikleriyle bu durum paralel anlamlıdır. Bu ilkeler, tasarım ürünleri geliştirilirken gözetilmekte, yapı ögelerinin inşası, konumlandırılması ve bireysel üslup kazandırılması sürecin sonucunu hazırlamaktadır. Hem işlevsel hem de biçimsel anlamda nitelikli bir tasarım ürünü geliştirebilmek, anlamsal ve biçimsel ilkeleri bilmek ve bilinçli uygulamak ile sağlanabilir. Çoklu Ortam Uygulamalarından Örnek İncelemeleri Bu aşamada, çoklu ortam tasarımlarından eğitici ve öğretici e-kitap, oyun, etkinlik uygulamaları, bilgilendirici yönlendirici grafikler, etkileşimli medya uygulamaları söz konusu ilkeler çerçevesinde değerlendirilebilir. Uygulamalardan eğlenerek öğrenme deneyimi olan PBS KIDS adlı oyun şirketinin geliştirdiği peg-cat, etkileşimli medya uygulamalarıdır. Pegcat, etkileşimli eğitsel-öğretici etkinlik uygulaması olarak tanımlanabilir. Bunlardan biri Peg’s Pizza Place isimli öğretici bir oyun/etkinlik uygulamasıdır (Görsel 1). Adı geçen şirketin geliştirdiği uygulamalar, bir ekip çalışması projeleridir. Oyun geliştiriciler, yapımcı, müzik ve ses tasarımcıları, grafik tasarımcılar, sanat ve tasarım yönetmenleri, animasyon yapımcıları, yaratıcı yönetmenler, eğitim danışmanları, psikolog ve yazılımcılar bu geniş ekibin üyeleridir. Peg’s Pizza Place isimli oyun, 3-5 yaş arası okulöncesi dönemdeki çocuklara hitap etmektedir. Peg ve Kedi, eğlenceli etkinlik olan ve matematik temelli macera serilerinin kahramanlarıdır. Uygulama öğretme, pekiştirme ve kavratma üzerine kurgulanmıştır. Amaç, söz konusu yaş aralığındaki çocuklara matematiği eğlenceli ve anlaşılır bir şekilde öğretmektir. Etkinlik uygulamasında öğrenenden (çocuktan) bir pizza yapması beklenmektedir. Çocuk, etkileşimli ögeler olan pizza malzemelerini tut-sürükle-bırak yöntemiyle ekranda yer alan boş pizza hamuru üzerine yerleştirmekte, kaç tane koyması gerektiği ses veya yazı uyaranlarıyla belirtilmektedir. Bu şekilde sayma becerisi kazanmakta, sayıları pekiştirmekte ve hem görsel öge ile hem de metin yardımıyla öğrenme eylemi gerçekleştirilmektedir. 56 Görsel 1: Jennifer Oxley, Billy Oronson 2011, Peg’in Pizza Evi / Peg’s Pizza Place 2 Görsel öge ve sözcüklerin bir arada kullanılmasıyla Mayer’in Çoklu Ortam İlkesi, birbirleri ile ilişkili görsel öge ve sözcüklerin aynı ekranda yer almasıyla Birliktelik İlkesi, yalın ve anlaşılır tasarım ve kompozisyonunun, konu ile ilgili ögelerin sayfada (öğretim materyalinde) yer verilmemesi özelliği ile Tutarlılık İlkesi, sözlü anlatım ile görsel ögelerin bir arada kullanılmasıyla (yazı ögesinin isteğe bağlı görüntülenebilir olması) Biçim İlkesi’ne uyulduğu görülmektedir. Öğrenmeyi ve algıyı kolaylaştırıcı özelliklerin kullanılmasıyla, söz konusu öğretim materyali niteliğinin arttırıldığı söylenebilir. The Highlight Zone adlı eğitsel etkinlik uygulamasında da (Görsel 2), Mayer’in Çoklu Ortam Tasarım İlkeleri gözetilmiş, geometrik şekilleri kavratmaya yönelik söz konusu çoklu ortam tasarımında öğrenmeyi kolaylaştırıcı yapı örüntüsü ile görsel öge, ses, sözlü anlatım, yazı ögesi ve renk vurguları Peg’s Pizza Place adlı eğitici uygulamada olduğu gibi tasarlanmıştır. Bu şekilde çocuğa çalışan belleğinin öğrenmeye etkisi gözetilerek bilgi aktarılmaktadır. Görsel ögelerin kurgusu yapılırken ve görsel alfabe geliştirilirken temel tasarım ilkeleri, ortaya konulan Gestalt kuramının nesnel kuralları olarak ifade edilir (Bayraktar ve diğerleri, 2012: 13). Öyle ki, tasarım eğitimi verilen kurumlarda da bu kuralları çeşitli öge, araç ve ortamlarda kullanabilme becerisi kazandırılmaktadır. Tasarım ögelerinin kullanımı, diğer ögelerle olan birlikteliği ve etkisi düşünülerek yerleştirilir. The Highlight Zone adlı uygulamada da geometrik şekillerin birbirleriyle olan ilişkisi, mesafe, renk, doku ve büyüklük farklılıkları yaratılarak konumlandırılmıştır. Bu etkileşimli medya uygulaması ile bireylerin dikkatleri amaçlanan vurgu noktasında tutulmaktadır. Aynı zamanda öğrenmeyi kolaylaştırıcı nesnelere biçimsel farklılıkların kazandırıldığı ve konumlandırmalar yapıldığı görülmektedir. Görsel 2: Jennifer Oxley, Billy Oronson (Pbs Kids) 2011, Vurgu Bölgesi / The Highlight Zone. 3 Oxley, J., Oronson, B. (2011). Peg’s Pizza Place, Web: http://pbskids.org/peg/games/pizza-place adresinden 07 Mayıs 2015’te alınmıştır. 3 Oxley, J., Oronson, B. (2011). The Highlight Zone, Web: http://pbskids.org/peg/games/highlight-zone adresinden 07 Mayıs 2015’te alınmıştır. 2 57 iPad için özel olarak hazırlanmış bir etkileşimli çocuk hikâye kitabı olan Nedi the Yeti (Görsel 3), bir oyun havasında 2 ve üzeri yaş çocuklara yönelik eğitici ve eğlendirici bir hikâyeden oluşur. İlgi çekici yalın resimleme dili, eğlenceli ve etkileşimli hayvan figürleri ile çocuklara renkleri, hayvanları ve numaraları öğretme görevi üstlenir. Görsel 3: Rob Warnick, Lee Calloway 2011, Nedi Yeti / Nedi the Yeti.4 Yazarı ve çizeri Rob Warnick olan ve uygulamanın programcısı Lee Calloway olan bu kitap ile birden fazla duyuya aynı anda hitap eden bir yaklaşım vurgulanmıştır. Hikâye kahramanı Nedi, saklambaç oynayarak arkadaşlarını aramaktadır. Bu sırada renk, nesne, sayı, biçim kavramları iletilmekte, kullanıcılar renkler ile hayvanları eşleştirmektedir. Ses ve etkileşim bu kitabı eğlenceli yapan uyaranlardır. Çoklu Ortam İlkeleri gözetilerek hazırlanan bu uygulamanın, nitelikli etkileşimli e-kitaplar arasında yer aldığı söylenebilir. Uygulama görsel tasarım ilkeleri açısından değerlendirildiğinde, sahne tasarımlarında kullanılan vurgu noktaları, renk, doku ve büyüklük farklılıklarıyla belirginleştirilmiştir. “Beni bul” diyen tilkinin mavi bir atmosferde karşıt renk olan turuncu renk ile işaretlenmesi gibi. Sahne tasarımlarda görsel ögelerin bütünlük içerisinde ele alınması ve tasarımlarda devamlılığı sağlayacak biçimsel düzenleme anlayışının hâkimiyeti, uygulamanın niteliğini arttıran özellikler olarak sıralanabilir. Bir diğer örnek, Paperplane şirketi tarafından piyasaya sürülen Monkeys in My Head adlı etkileşimli elektronik çocuk kitabıdır. Monkeys in My Head, Pirouette isimli küçük bir kız çocuğunun ve onun kafasının içindeki maymunların hikâyesini konu almaktadır (Görsel 4). 4 yaş ve üzeri çocuklar Warnick, R., Calloway, L. (2011). Nedi the Yeti, Web: http://www.bestinteractiveebooks. com/2012/03/nedi-the-yeti/ adresinden 15 Mayıs 2015’te alınmıştır. 4 58 için tasarlanmış bu kitap, özgün hikâyesi ve resimlemesi, etkileşimli sayfaları ve ögeleri ile iPad uygulaması olarak geliştirilmiştir. Görsel 4: Paperplane Pilots Pte Ltd., 2012, Kafamın İçindeki Maymunlar / Monkeys in My Head. 5 Kitabın her sayfasında hareket ettirilebilen görüntüler, sayfalar arası geçişin hızlı film şeridi özelliğinde olması, özgün resimleme dili, seslendirme, müzik ve ses efektleriyle dolgunlaştırılmış bir e-kitap uygulaması olmasını sağlamıştır. Her insanın zihninde yaşattığı canlılarla baş etmenin yollarını öğreten bu kitap, sözcük, kavram, şekil ve ses arasındaki ilişkiyi netleştirmektedir. Uygulama, birbirleri ile ilişkili sözcük ve görüntülerin bir arada kullanılması, görsel ögeler ile sesli anlatımların bütünleştirilmesiyle çoklu ortam tasarım ilkelerine, dengeli kompozisyon anlayışı, görsel hiyerarşi, biçimsel bütünlük ve vurgulama özellikleriyle de görsel tasarım ilkelerine uymaktadır. İnsanlarda öğrenme deneyiminin nitelikli gerçekleştirilebilmesi adına Mayer’in geliştirdiği ilkeler, çoklu ortamla öğrenme deneyiminin nitelikli, akılda kalıcı ve sorunsuz yaşanması adına izlenmesi gereken bir süreci kapsar. Tıpkı tasarım ilkelerinin nitelikli ve amacına uygun grafik ürünlerin oluşturulması için geliştirilmesi ve kullanılması gibi. Görsel öge ve sözcük arasındaki bağlantıların kurulabilmesinde etken olan bu ilkeler, görsel ögelerin düzenlenmesini, görsel ögelerin çalışan bellekte yazı ögesi ile eşleşmesini, sözcüklerin çalışan bellekte kolaylıkla işlenmesini, sözlü ve görsel ögelerin bilgi metinleriyle bütünleştirilmesini kullanılır. Yapılan Paperplane Pilots Pte Ltd. (2012). Monkeys in My Head, Web: http://www.paperplaneco.com/#/0/4 adresinden 15 Mayıs 2015’te alınmıştır. 5 59 çalışmalarda, kurgu, analiz, hedef, tasarım, yazılım geliştirme, uygulama, kompozisyon, kullanılabilirlik testi ve değerlendirme olgusu bir öğretim tasarımının gerçekleştirilmesi kapsamında çoklu ortam projesi hazırlama aşamaları olarak sayılabilir. Çoklu ortam tasarım ilkeleri de bu anlamda söz konusu sürecin alt yapısını oluşturan önemli bir aşamadır. Tasarım sürecinin görsel tasarım ilkeleriyle işlenerek tamamlanması ise tasarım ürünlerinin ve medya uygulamalarının niteliğini arttıracağı yönündedir. Sonuç Çoklu ortam tasarım uygulamaları, öğrencinin etkinleştirildiği ve kullanıcı kontrolünün verildiği bir öğretim tasarımı alan uygulaması olarak tanımlandığı şu günlerde, öğrenme materyalleri taşıdıkları anlamları ve içerikleriyle öğrenenlere bilgi edinme sorumluluğu yüklemektedir. Uygulamaların bireyselleştirilmesi, uygulamalara eklenen etkileşimli ögelerin kullanıcı kontrollü ilerlemesi, öğrenenlerin kullanıcı olarak etkinleştirilmesi bu şekilde açıklanabilir. Öğrenenin söz konusu öğretim materyalinin taşıdığı anlamı anlamlandırabilmesi ise öğrenenin onu nasıl algıladığı ile ilişkilidir. Bu nedenle algı oluşturma, mesajı taşıdığı anlamıyla iletebilme, algıyı yönlendirebilme bu makale kapsamında gerek Gestalt İlkeleri gerek Çoklu Ortam Tasarım İlkeleri ile desteklenmiştir. Bu nedenle, algıyı oluşturabilme, öğrenmeyi kolaylaştırma, anlamı çıkarabilme, mesajı iletebilme anlamında tasarımda kullanılan tasarım ögelerinin (görsel ve sözel ögelerin) kişinin öğrenmesini kolaylaştırdığı gerçeği düşünülerek tasarımın gerçekleştirilmesi bu yazının temel sorunsalıdır. Söz konusu özelliklerden hareketle nitelikli eğitsel çoklu ortam uygulamaları örnekler üzerinden değerlendirilmiştir. Öyle ki tasarımcıların bir kitabın içeriğini bilmeden kapağını tasarlamasının yanlış bir yöntem olduğu bir gerçekse, çoklu ortamda öğrenme ilkeleri hakkında bilgi sahibi olmadan üretilen çoklu ortam tasarımları da, yalnızca tasarlanan ürün olarak adlandırılabilir. Keza bir tasarım ürününün işlevsel olması, ulaşılabilir olması, işler, kullanılabilir ve algılanabilir olması niteliğini destekler özellikler olarak görülmektedir. Bu makale kapsamında, algıyı yönlendirici ve öğrenmeyi kolaylaştırıcı çoklu ortam özellikleri incelenmekte, çoklu ortam tasarım ilkeleri ve görsel tasarım ilkeleri dâhilinde örnek değerlendirmeleri yapılmakta, uygulamaların nitelikli bir süreç içerisinde tamamlanması ve değerlendirilmesi için sürecin programlanması önerilmektedir. Genel değerlendirme çerçevesinde görsel tasarım ilkeleri ve çoklu ortam tasarım ilkeleri, etkileşimli medya uygulamalarının nitelikli ürün geliştirme sürecini tanımlayan aşamalar olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Öyle ki, etkileşimli çoklu ortam tasarım uygulamaları, disiplinler arası bir süreç dâhilinde üretilmektedir. Bu nedenle bu süreç çeşitli alan uzmanlarının işbirliği ile biçim bulmaktadır. Ekibin, alanında uzman/yetkin kişilerden oluşturulması 60 ve etkileşim özelliği ile öğretim ortamlarında okuyucuya kullanıcı rolünün kazandırılması (etkinliğinin artırılması), öğretim ortamlarında işlevsel yönden güçlü öğretim materyallerinin geliştirilmesini etkilemektedir. Söz konusu materyallerin, görsel tasarım ilkeleri ve görsel ve işitsel ögelerin aynı anda iletildiği ortamlar olan etkileşimli medya çerçevesinde çoklu ortam tasarım ilkeleri gözetilerek hazırlanması ise tasarım geliştirme sürecini biçimlendirdiği ve öğretim materyalinin niteliğini etkilediği sonucuna varılmaktadır. 61 Kaynakça Akbulut, Y. (2014). Bilişsel Yük Kuramı ve Çoklu Ortam Tasarımı. Dursun, Ö.Ö. ve Odabaşı, F.H. (Ed.). Çoklu Ortam Tasarımı. Ankara: Pegem Akademi Yayınları. Bayraktar, N., Tamer Görer, N., Tekel, A., Gürer, N., Kızıltaş Ceylan, A. ve Köroğlu Armatlı, B. (2012). Görsel Eğitimde Yaratıcılık ve Temel Tasarım. (1.Baskı). Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık. Becer, E. (2002). İletişim ve Grafik Tasarım. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları. Clark, R.C. ve Mayer, R.E. (2003). E-learning and the Science of Instruction. Proven Guidelines for Consumers and Designers of Multimedia Learning. San Francisco: Pfeiffer. Cüceloğlu, D. (2013). İnsan ve Davranışı. (27.Baskı). İstanbul: Remzi Kitabevi. Fer, S. (2011). Öğretim Tasarımı. (2.Baskı). Ankara: Anı Yayıncılık. Gülbahar, Y. (2012). E-öğrenme. Ankara: Pegem Akademi Yayınları. Ketenci, H.F. ve Bilgili, C. (2006). Yongaların 10 000 Yıllık Gizemli Dansı Görsel İletişim ve Grafik Tasarımı. İstanbul: Beta Basım A.Ş. Kuzu, A. (2014). Çoklu Ortam Uygulamalarının Kuramsal Temelleri. Dursun, Ö.Ö. ve Odabaşı, F.H. (Ed.). Çoklu Ortam Tasarımı. Ankara: Pegem Akademi Yayınları. Lidwell, W., Holden, K. and Butler, J. (2010). Universal Principles of Design. Singapore: Rockport Publishers. Mayer, R. E. (2001). Multimedia Learning. Cambridge: Cambridge University Press. Perkmen, S. ve Ayten, Ö. (2009). Multimedya ve Görsel Tasarım. İstanbul: Profil Yayıncılık. Perkmen, S. (2011). Öğrenmeye Bilişsel Bakış ve Çoklu Ortam (Multimedya). Perkmen, S. ve Tezci. E. (Ed.). Eğitimde Teknoloji Entegrasyonu. Ankara: Pegem Akademi. Samara, T. (2007). Design Elements A Graphic Style Manual. United States of America: Rockport Publishers. Senemoğlu, N. (2010). Gelişim Öğrenme ve Öğretim Kuramdan Uygulamaya. (18.Baskı). Ankara: Pegem Akademi. Tezci, E. (2011). Öğretim Materyallerinin Tasarımı. Perkmen, S. ve Tezci, E. (Ed.). Eğitimde Teknoloji Entegrasyonu Materyal Geliştirme ve Çoklu Ortam Tasarımı. Ankara: Pegem Akademi. 62 Tuna, S. (2009). Görsel Algı ve İmgelem Gücü. Alakuş, A.O. ve Mercin, L. (Ed.). Sanat Eğitimi ve Görsel Sanatlar Öğretimi. Ankara: Pegem Akademi. Uçar, T. F. (2004). Görsel İletişim ve Grafik Tasarım. İstanbul: İnkılap Kitabevi. White, A.W. (2011). The Elements of Graphic Design. (2.Baskı). New York: Allworth Press. İnternet Kaynakları İnternet: Levie, W.H., Lentz, R. (1982). Effects of Text Illustrations: A Review of Research. ECTJ, 30(4), s. (195-232), Web: http://link.springer.com/ article/10.1007%2FBF02765184#page- adresinden 05 Mayıs 2015’te alınmıştır. İnternet: Oxley, J., Oronson, B. (2011). Peg’s Pizza Place, Web: http://pbskids.org/peg/ games/pizza-place adresinden 07 Mayıs 2015’te alınmıştır. İnternet: Oxley, J., Oronson, B. (2011). The Highlight Zone, Web: http://pbskids.org/peg/ games/highlight-zone adresinden 07 Mayıs 2015’te alınmıştır. İnternet: Paperplane Pilots Pte Ltd. (2012). Monkeys in My Head, Web: http://www. paperplaneco.com/#/0/4 adresinden 15 Mayıs 2015’te alınmıştır. İnternet: Warnick, R., Calloway, L. (2011). Nedi the Yeti, Web: http://www. bestinteractiveebooks.com/2012/03/nedi-the-yeti/ adresinden 15 Mayıs 2015’te alınmıştır. Görsel Kaynakları Görsel 1: Jennifer Oxley, Billy Oronson 2011, Peg’in Pizza Evi / Peg’s Pizza Place. Erişim: 07 Mayıs 2015, http://pbskids.org/peg/games/pizza-place Görsel 2: Jennifer Oxley, Billy Oronson (Pbs Kids) 2011, Vurgu Bölgesi / The Highlight Zone. Erişim: 07 Mayıs 2015, http://pbskids.org/peg/games/highlight-zone Görsel 3: Rob Warnick, Lee Calloway 2011, Nedi Yeti / Nedi the Yeti. Erişim: 15 Mayıs 2015, http://www.bestinteractiveebooks.com/2012/03/nedi-the-yeti/ Görsel 4: Paperplane Pilots Pte Ltd., 2012, Kafamın İçindeki Maymunlar / Monkeys in My Head. Erişim: 15 Mayıs 2015, http://www.paperplaneco.com/#/0/4 63 64 STD 2015 ARALIK- SAYFA 65-75 Güncel Çin Sanat Ortamı; “Cynical Realizm” Öğr. Gör. Aysun Kısaoğulları Cançat Öz Bu çalışmada, güncel Çin sanat ortamının; yaşanan olaylardan ve Batı dünyasından etkilenerek nasıl bir üslûp değişikliği içerisine girdiği araştırılmıştır. Çin’de yaşanan olaylar; kararsız, kimlik arayışı içinde olan, istikrarsız, stilize, ironik bir sanat üslûbunun doğmasına yol açmıştır. Bu arada, Çin’in hızla gelişen ekonomisi, Batı’nın gözünü, bu ülkeye çevirmesine neden olmuş; aynı şekilde Çin de bu ortamda sanatsal bağlamda Batı’dan yararlanmıştır. “Cynical Realizm”, “Siyasi Pop” ve “Şatafatlı Sanat” gibi akımlar, güncel Çin sanat ortamında ortaya çıkan akımlardan birkaçıdır. Köklü bir geçmişe sahip olan Çin sanatının, böylesine bir yön değişikliği içerisine girmesi, sanat tarihi içerisinde ilgi çekici bir gelişmedir. Anahtar Kelimeler: Güncel Sanat, Çin Sanatı, Cynical Realizm CURRENT CHINESE ART ENVIRONMENT; “CYNICAL REALISM” Abstract This study investigates how the current Chinese art environment has been affected by the incidents and the Western world and gone through a style change. The incidents in China have led to the rise of an unstable, inconsistent, stylate and ironic art style that seeks an identity. In the meantime, the rapidly growing Chinese economy has caused the West to turn towards this country and China has also started to take advantage of the West in artistic terms in this environment. Movements like “Cynical Realism”, “Political Pop” and “Pompous Art” are among a few movements that have emerged in the current Chinese art environment. The fact that the Chinese art, which has a rooted background, has gone through such a change of direction is an interesting development in art history. Keywords: Current Art, Chinese Art, Cynical Realism Öğr. Gör. Aysun Kısaoğulları Cançat, Çankırı Karatekin Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Çankırı. E-posta: [email protected] 65 Bugünün farklılaşan sanat ortamında “Güncel Sanat” söylemi ile sıkça karşılaşılmaktadır. Sözlüklerde ‘güncel’in anlamı, ‘günün konusu’, ‘şimdiki’, ‘bugüne ait’, ‘bugünün havasına uyan’ ya da ‘aktüel’ diye geçmektedir. Dolayısıyla, güncel sanat da günümüz ya da günümüze yakın olan sanatı ifade etmektedir. Burada bir gerçek şudur ki; şimdi/şu an güncel olan, adını ilk kez duyduğumuz bir akım ya da anlayışın da bir süre sonra güncelliğini yitireceğidir. Günümüzde sanatçı, tüm değişik sanat şekillerinin sahibi gibidir, bir mirasçısıdır. Problem, yeni formlar icat etmektedir. Sanat formlarıyla yapılan çalışmalar ve mekânlar, değişik şekillerdedir (Bourriaud, 2008: 5).Bugünün sanatında; resim, fotoğraf, video, performans, enstalasyon gibi medium ve eğilimler birer sanat formu oluştururlar. Dolayısıyla güncel sanat; tuvali fotoğrafla, deseni videoyla, fotoğrafın üzerini desenle, desenin üzerini tekrar fotoğrafla ya da bunları farklı şekillerde birleştirmek, videosunu yapmak gibi çağdaş deneyselliklerle ele alınmaktadır. Kopya, postprodüksyon, eğretileme ve postmodernitenin getirisi olan kavramlara/oluşumlara olanak sağlayan tüm uygulamalar ve yaklaşımlar bugünün resim sanatının beslendiği kaynaklardır. Resim, tuval üzerine boyayla uygulanan bir yüzey uygulamasından ötedir. Güncel sanatta; tüm tarihsel altyapı korunarak, ama geleneğe de kendini bağımlı hissetmeden bir demokratikleşme sürecine geçiş vardır (Saray, 2010). Güncel sanatta; herhangi bir kısıtlama olmaksızın, ister moderne, ister çağdaşa, ister klasik döneme, isterse arkaik döneme; yani, herhangi bir döneme gönderme yapıp güncel olanı uygulama özgürlüğü vardır. Resim tarihinin silsilesine bakıldığında; yenilik, bir şeyin üzerine gelir ve bu karşıt bir şeydir; doğuşlarının gerekçeleri de budur. Bazıları uzun, bazıları kısa sürer; ama güncel sanatta, arkaik dönemden de şimdi yaşanandan da alınıp güncele uyarlanabilir (Bulut, 2014). Günümüz sanatının bu geniş yelpazesinde, köklü ve geleneğe bağlı bir geçmişe sahip olan çağdaş Çin sanatının da teknolojik gelişmelerle harmonize edilen, kurgulanan yeni denemelerle ele alınması dikkat çekicidir. Burada hem gelenek, hem güncellik bir aradadır. Örneğin, kurgusal dijital imgeler kullanılarak sanat tarihindeki klasik eserler yeniden yaratılır; kültürel kimliği, güncel bir çevrede, yeniden algılama ve düşünme amaçlanır. Bu noktada, özellikle Çin’de etkinlik gösteren günümüz sanat akımlarında “Cynical Gerçekçilik” akımı dikkat çekicidir. Bu akım; fırtınalı, istikrarsız, belirsiz, kararsız, kimlik sorunu yaşayan bir sanat ortamının ürünüdür. Dolayısıyla akım; köklü geçmişe sahip Çin kültürüyle pek uyuşmayan ya da bu geçmişin yeniden ele alınmadığı, ama güncel olaylarla yakından ilgisi 66 olan özgün özelliklere sahip bir akım olarak karşımıza çıkmaktadır. Cynical Realizm (Müstehzi Gerçekçilik): “Cynical” kelimesinin Türkçe karşılığına bakıldığında; “müstehzi”, “alaycı, “biriyle eğlenen”, “insanî iyiliğe inanmayan”, “küçümseyen”, “toplumsal değerleri küçümseyen” gibi anlamlara gelmektedir. Cynical realizm adı verilen bu sanat hareketi; 1990’ların başlarında, özellikle Çin’de ortaya çıkmıştır. Akımın ana teması, sosyo-politik sorunlara ve tarihi olaylara odaklanma eğilimindedir. Ayrıca akım, bugünün sanayileşme ve modernleşme çağına, Çin’in sosyolojik yanına, esprili ve post-ironik, realist bir perspektiften bakmayı hedef almıştır. “Cynical Realizm” hareketi zamanla, Çin çağdaş sanatının önemli bir tarzı olmuştur. 1990’larda Çin çağdaş sanat ortamına “cynical realizm”, “siyasi pop” ve “şatafatlı sanat” gibi akımlar eklenince, genel sanat ortamında var olan sosyal gerçekçi resim geri plana itilmiştir.1 Çin sanat ortamına bakıldığında; Çinli sanatçılar, Kültür devriminde, Rusya’da daha önce başlayan ve komünizme en uygun sanat üslûbu olarak devlet tarafından desteklenen sosyal gerçekçiliğe yönlendirilmişlerdi ve 1966-1976 arasında bu akımın içinde zorunlu olarak üretim yapmaya başlamışlardı. Ancak, Çin’de 1980’li yıllarda hızla gelişen sanat akımları ortamı oluştu. Sosyal gerçekçiliğe tepki olarak, “Cynical Gerçekçilik”, 1985’te ortaya çıkan “Yeni Dalga”, “Gaudy Sanatı”, “Çin Pop Sanatı” gibi akımlar birbirini izlemiştir. Pekin’de, galerilere, atölyelerin toplandığı sanatçı mahalleleri kurulmuştur. Çinli sanatçılar, geç de olsa kendi dadaist, sürrealist ve politik pop sanat akımlarını kurup sanatlarını devam ettirmişlerdir. Bu akımların yaşanması, bir anlamda, çağdaş Çin sanatının olgunlaşması için gerekliydi (Baraz, 2008). Tüm bu durumlar Çin’de sanatsal alanda yaşanan, 1979 yılında başlayan ve 1980’lerde devam eden, yeni bir dalgalanmanın olduğunu göstermektedir. Çoğu Çin’li sanatçı, Avrupa’dakiler gibi çalışıp, sergiler gerçekleştirmeye başladılar; fakat, bu türden çalışmalar bir dönem, başarısız olarak kabul edildi ve sanatçılar sergiler için kabul edilmediler (Chen, 2007:6). Bunun yanında, Çin’de Kültür Devrimi’nin sona ermesinin ardından, sosyalist realizmin kurallarını hiçe sayan çok farklı işler de üretilmeye başlamıştı. Bunlardan bazıları dinsel temaları, bazıları Marksist bir hümanizmi, bazıları ise (1980’lerin sonunda itibaren) yeni filizlenen ve hızla yayılan tüketim kültürüyle uğraşıyordu. Li P.“Out of Focus - A Dimension for Painting, 26.03.2012, (erişim), http://www.longmarchproject. com/zlzt/pili/e-lunwen.htm 1 67 Ekonomik açıdan Batı’yla arasındaki açığı hızla kapatan Çin’in dinamizmi, ekonomik büyüme ve dışa açılmanın sanat alanında da etkisini göstermesi, Çinli sanatçıların köklü gelenekleri üzerine, Batı’dan gelen yeni özgürlük rüzgârını kullanarak kendilerini adapte etmeleriyle ortaya çıktı. Artık çağdaş Çin sanatı, dünya müzelerinde ve sergi mekânlarında büyük ilgiyle karşılanmakta, koleksiyonlara girmekte ve eserler piyasada fahiş fiyata satılmaktaydı. Böylece Batı, Çin sanatına yatırım yapmaya başlamış, Çağdaş sanat, Çin’e döviz getiren alanlardan biri haline gelmiştir. Çin çağdaş eserlerinin yüzde 95’i yabancı alıcılar tarafından satın alınmaya başlanmış; “Cynical Realizm” ve “Siyasi Pop”, Çinli sanatçıların uluslararası alanda en çok satan tarzı haline gelmiştir. Ticaret ilişkileri, emperyalist güçlerin Çin üzerinde oynadıkları güç kavgası, 20. yüzyıldaki devrim serileri ve iç savaşlara rağmen, 19. yüzyıldan itibaren Çin, Batı resim sanatını görmeye ve tanımaya başlamıştı. 1980’lere kadar Batı resmini siyah-beyaz reprodüksiyonlardan izleyen Çinli sanatçılar, bu dönemden sonra dünya ile etkileşime geçmeye başladılar. Joseph Beuys, Andy Warhol gibi sanatçılar Çin’de etki yarattılar. Bu temasların sonucu çağdaş Çin resmi, etki ve ilhamını Batı’dan alan yeni bir yönde gelişmeye başladı. 1985-95 arası dönemin eserleri, Çin’in ilk Modern Sanat Müzesi’nde sergilenmiştir. Bu dönem, Çin sanatının binlerce yıllık geçmişi olan geleneklerinden sıyrılarak, avant-garde sanat ile buluşmasını sergilemektedir. Ancak sansür, 1989 yılında sıkıyönetim ilânı ve Pekin’in Tiananmen Meydanı’ndaki katliam sonrası, hayatın her alanını olduğu gibi sanatı da etkisi altına almıştır. 1989 yılı, aslında kapitalizme kısmen açılmış Çin halkının, öğrencilerin öncülüğünde özgürlük taleplerinin sert biçimde bastırıldığı bir yıl olarak tarihe geçmiştir. Tiananmen Meydanı’nda, tanka direnen öğrenci imajı dünyanın belleğine kazınırken, sivil direnişe karşı yapılan bu kanlı bastırma eylemi ile aynı yılda, Pekin’deki Ulusal Sanat Galerisi’nde, yani devletin resmi bir sanat kurumunda “Çin/Avant-Garde” adlı bir sergi düzenlenmişti. Ancak canlı bir performans sırasında bir sanatçı, senaryosu gereği panoya ateş edince sergi, resmi yetkililer tarafından iptal edilmiştir (Baraz, 2008). 1989’da Tiananmen Meydanı’nda protestocuların katledilmesi nedeniyle küresel ilginin kısa sürede Çin sanatına yönelmesi, muhalif olarak yorumlanabilecek sanatçıların ilgi odağı haline gelmesini sağlamıştır. Dünya çapında, daha uzun vadeli bir ilgiyi kışkırtan etken ise, Çin’de kurallı piyasaların sıra dışı biçimde ortaya çıkışı, hemen ardından büyük zenginliklerin ve eşitsizliklerin belirmesi olmuştur. Ülkede, çoğu kişi için yaşam standartlarında mutedil ama hissedilir bir iyileşme gerçekleştirilmiş 68 ve geniş bir tüketici kitlesi de yaratılmıştır (Stallabrass, 2009: 57). 1989 olaylarından sonra, Çin sanatı bireyselleşmeye başlamış ve uluslararası alana kaymıştır. Huang Yong Ping, Chen Zhen, Cai Guo-Qiang, Wenda Gu, Xu Bing gibi sanatçılar ülke dışına yerleşerek, ABD ve Avrupa’nın sanat merkezlerinde sergilerini açmışlardır. Bu arada, Çin’de birkaç özel galeri, Batılı ressamların çağdaş sanat eserlerini satmaya başlamıştır. İlk başlarda, Çin halkına çok yabancı olan bu sanat eserleri, genellikle Çin’de yaşayan yabancılar tarafından satın alınırken; sonraları Çin’de sanata yatırım yapan zenginler, ünlü Batılı ressamların eserlerini almayı prestijlerine uygun bulmuş, Batılı olmanın bir parçası olarak görmüşlerdir. Batı’ya açılma noktasında, Çin’de gerçekleştirilen bienaller ve trienaller de çok önemlidir. Bu aktiviteler çok yeni olmakla birlikte, 2000’li yılların başından itibaren tam uluslararası kimliğe kavuşmuşlardır. Şanghay Bienali, 2002 yılında mimari ve kent planlamacılığı temasıyla Batı dünyasının ilgisini çekmiş, ciddi tartışmalar yaratmıştır. İlk kez 2002’de yapılan Guangzhou Trienali ise, 1990-2000 yılları arasında yapılan deneysel sanat eserlerinin sunulduğu ilk organizasyonunda sanat dünyasını cezbetmiştir. Bu organizasyonlar Çin’i Batı’ya açarken, Çinli sanatçıların ve sanat öğrencilerinin de Batılı meslektaşların eserlerini ve ideolojilerini tanımasını sağlamıştır. Bir yandan kapitalizmin bağrından çıkıp sanatçı muhalifliğiyle sosyalizme ve sosyal başkaldırıya eğilen Batılı sanatçılar, diğer yandan komünist rejimin kısıtladığı özgürlüklerini elde etmeye çalışan Çinli sanatçılar, buluştukları noktada, piyasanın ‘yeni ve taze ürün çıkarma’ talebini karşılamaya çalışmaktadırlar. Batılı sanat tarihçileri, küratör ve eleştirmenler, Batı etkileriyle ortaya konulmuş eserler için farklı yorumlar yapmaya başlamışlardır. Onlar, Çin çağdaş sanatına zaman zaman ‘Batı kıyafetleri giymiş Çinli manken kız’, zaman zaman da bir misyoner gibi din değiştirmesine yardımcı olduğu Asyalı muamelesi de yapmışlardır. Fransız asıllı sanat eleştirmeni Michael Nuridsany, Çin kültürünü çok iyi bilen, hem Çin’de hem de Batı’da Çin sanatı ile ilgili birçok serginin organizasyonunu yapan bir kişi olarak ve her iki tarafı da çok ayrıntılı biçimde analiz ettiği China: Art Now adlı kitabını ortaya koymuştur. Nuridsany bu kitabında, Çinli sanatçıların bazen kimlik sorunuyla karşılaştıklarını; düşüncelerini ve sanatlarındaki ifade biçimlerini Batı’nın kendilerinden beklediği biçimde şekillendirdiklerini belirtmiştir (Baraz, 2008). Pek çok Çinli sanatçı, bu fırtınalı ve istikrarsız sanat ortamıyla yüz yüze kalmıştı. Sanatçılar için bu belirsiz sanat ortamı, sancılıydı. Yeni ve özgün ne tür çalışmalar ortaya koyacaklardı? Bu kararsız ortamda; yeni bir üslûpla 69 Görsel 1: Yue Minjun, İdam,1995, Tuval üzerine yağlı boya, 150x300 cm ortaya çıkan sanatçılardan biri de Yue Minjun olmuştur. Çin sanatının günümüze yakın bu sanat ortamında, eserlerinin üslûbu genellikle Cynical Realist olarak anılan ve bu akımın önde gelen isimlerinden olan Yue Minjun’un eserleri dikkat çekicidir. O’nun eserlerinde direkt olarak gülen portre veya portrelerle karşılaşılır. Bu gülüşler, mizahî bir durumdan mı kaynaklanmaktadır, yoksa içinde bulunulan bu belirsiz sürecin ironik bir ifadesi midir? Sanatçının resimlerinin bir diğer özelliği de poster tarzında olmasıdır. Bu poster tarzı, adeta bir kültür devriminin sosyal gerçekçi ikonografisini çağrıştırır. Minjun, ikonik figürleriyle; cinsiyet belirsizliği, sanat tarihi, sanatın manipülasyonu, çatışma ve savaş gibi çeşitli temaları ele almıştır (Li, 2002). Minjun’un bu politik tavrı ile üslûbu, yeni ve yeniden bir ele alıştır. Öte yandan resimler, adeta pop-art etkisindedir. 1989 Tiananmen Meydanı olayları sanatçıyı derinden etkilemiştir. Bunun yanında sanatçı, üstte yer alan çalışmasında, sanat tarihinin çok önemli bir eserinden ilham almıştır: Francisco Goya’nın “3 Mayıs 1808 Asilerin Kurşuna Dizilişi”. Buradaki figürler, Goya’nın, masum insanlarının kıyımının betimlendiği eserindeki figürler gibi dizilmiştir; fakat, buradaki figürlerin alaycı duruşları ve yüzlerindeki gülücükler uçurum bir fark ortaya koymaktadır. 70 Görsel 2: Yue Minjun, Chios Katliamı, 1994, Tuval üzerine yağlı boya, 250x364 cm. Üstte yer alan çalışmasını da sanatçı yine, Eugène Delacroix’nın Yunan tarihinden bir olayı ele aldığı 1824 tarihli çalışmasından esinlenerek yapmış ve kendine özgü üslûbuyla ortaya koymuştur. Yine bu eserdeki figürler, bir savaşa dair sahnenin yer aldığı Delacroix’nın eserindeki figürlerin duruş ve ifadelerinden çok ayrıdır. Görüldüğü gibi, Minjun’un eserlerindeki yeniden üretim, adeta kendi ülkesiyle bir bağ kurmamızı sağlayacak niteliktedir. Sanatçı eserini, geçmişten beri süregelen savaşların, katliamların anlamsızlığını, yitirilen aklı, yine geçmişte yaşanan savaş betimlemeleriyle bir bağ kurarak ortaya koymuştur. 1989’da gerçekleşen Tiananmen olayları da bunlardan farksızdır. Tarihteki yanılgı ve merhamet eksikliklerini yeniden kendine özgü bir şekilde ele almıştır. Tüm bunlar insanlık için utanç verici durumlardır. Sanatçı tüm bunların yanında, üslubuyla Çin hükümetine de alaycı bir dille gönderme yapmaktadır. Cynical realist sanatçılar sadece yeniden üretim tekniğine başvurmamışlar, kendilerine uygun düşen konuları değişik üslûplarda da ele almışlardır; sürrealist, soyut ekspresyonist, çizgisel, monokrom vs. Yine Minjun’un gülen bir portreyle oluşturduğu aşağıda yer alan çalışması; sürrealist, biraz da afiş tarzında diyebileceğimiz tarzdadır. 71 Görsel 3: Yue Minjun, Görme Yeteneği, 2013, Tuval üzerine yağlı boya, 200x240 cm. Görsel 4: Fang Lijun, Seri 02, 1991-1992, Tuval üzerine yağlı boya, 200x200 cm. 72 Görsel 5: Yang Shaobin, İsimsiz No.7, 2001, Tuval üzerine yağlı boya,160x140 cm. Sosyal, ahlakî, insanî değerler üzerine eğilen akımın önde gelen diğer isimleri; Fang Lijun ve Yang Shaobin’dur. Cynical realist sanatçıların bu konulara, hem kendi ülkelerinde hem de tüm dünyada yaşananlara farkındalık yaratmak adına eğildikleri ortadadır. Bu konuların; klasik eserlerden esinlenerek ve de ironik, alaycı bir tavırla yaklaşılarak ele alınması etkililiği daha da arttırmaktadır. Ayrıca, klasik eserlerin bir yeniden üretimi olan bu eserlerin pop-art üslûbuyla ortaya konması, sanatçılara dayatılan sosyal realist tarzın özgür bir açılımı olarak da değerlendirilebilir. Yeni bir dille oluşturulan bu yol, ister siyaset ister din adına hangi açıdan olursa olsun dikkat çekici olmaktadır. Başka bir amaç da unutulan Çin sanatı hakkında tekrar yankı uyandırmak da olabilir. Bu noktada düşündürücü olan köklü bir geçmişe sahip olan Çin sanatının bu yöndeki açılımını ne zamana kadar devam ettireceğidir. Öte yandan, günümüze yakın bu oluşumda artık, talepler de göz önünde bulundurulmaktadır. Bu durum, kararsız sanat ortamını nereye sürükleyecektir? Tüm bunlar göz önüne alındığında, güncel Çin sanatının bunalım içerisinde olduğu söylenebilir. Dolayısıyla, sonraki süreçlerde ne yapılacağı önemlidir. 73 Güncel sanatta, insanlığın var oluşundan itibaren her şeyi yeni veya tekrar yolu ile yeniden ele alma özgürlüğü vardır. Cynical realist sanatçıların yeniden üretim (reprodüksiyon) tekniklerine yönelmiş olması, sanatçıların bu türden çalışmalarını postmodern kılmaktadır. Bu durum, daha önce var olan imgelerin aktarılmasına veya yinelenmesine olanak vermiştir. Öte yandan, özlenen klasikler günümüze, yeni bir dille çevrilmiştir. Postmodern anlayışta; sanatta çarpıştırma, yıkma, çatışmayı yaratma gibi oluşumlar, sanatı yok etme gibi anlamlara gelmemelidir. Nitekim, Çin güncel sanatındaki bu kaotik süreç, her yeni akımın ilk başlarda geçirdiği sancılı süreçler gibi yorumlanabilir ve bu durum yeni oluşumlar silsilesinin ilk filizleri olabilir. 74 Kaynakça Bourriaud, N. (2008). “Günümüzde Sanatçı.?”, (çev. Sara Hatem), Sanatartkunst Dergisi, İstanbul: Galeri Selvin Yayını. Bulut, E. (2014). (Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölüm Başkanı) ile görüşme, Yer: Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Stallabrass, J. (2009). Sanat A.Ş. Çağdaş Sanat ve Bienaller (çev.Esin Soğancılar), İstanbul: İletişim Yayınları. İnternet Kaynakları İnternet: Baraz Y. (2008). Web: http://galeribaraz.com/2010/date/2010/08/page/2/ adresinden 12 Mart 2012’de alınmıştır. İnternet: Chen, K. (2007). “Çin’in Çağdaş Sanat Pazarındaki Yükselişi”s.1-17, School of the Art Institute of Chicago Arts Organizations in Society. https:// s c h o l a r. g o o g l e . c o . u k / s c h o l a r ? c i t e s = 1 6 2 9 7 8 6 2 6 3 8 9 3 5 7 9 7 1 0 2 & a s _ sdt=2005&sciodt=0,5&hl=enadresinden 12 Nisan 2012’de alınmıştır. İnternet: Li, P. (2002). Between Scylla and Charybdis: The new context of Chinese contemporary art and its creation since 2000 Web: http://www.artrealization.com/ contemporary_chinese_art/movements/cynical_realism.htm, adresinden 6 Nisan 2012’de alınmıştır. İnternet: Li, P. (-) Out of Focus - A Dimension for Painting Web: http://www.longmarchproject. com/zlzt/pili/e-lunwen.htm adresinden 5 Mart 2012’de alınmıştır. İnternet: Saray, Ç. (2010). Makale: Bir Güncel Sanat Mediumu Olarak Resim ve Türkiye’de Resim Sanatı, Web: http://cagrisaray.blogspot.com.tr/2010/01/makale-bir-guncel-sanatmediumu-olarak.html adresinden 3 Mart 2012’de alınmıştır. Görsel Kaynakları http://www.ft.com/cms/s/2/d15b7a5a-23b0-11e2-a46b-00144feabdc0.html#slide0 http://www.artworldsalon.com/blog/category/asia/ http://en.cafa.com.cn/big-face-new-works-by-yue-minjun-to-be-presented-at-the-artmuseum-of-nanjing-university-of-the-arts.html http://en.cafa.com.cn/fang-lijun-documenta-reviews-his-creations-in-singapore.html http://www.christies.com/lotfinder/paintings/yang-shaobin-5514734-details.aspx 75 76 STD 2015 ARALIK - SAYFA 77-95 Avrupa Seramik Sanatında Endüstrileşme Süreci ve Cumhuriyet Sonrası Türk Seramik Sanatına Yansımaları Öğr. Gör. Dr. Naile Salman Çevik Öz Sanat, toplum ve kültür birbiri içinde eriyen, hatta zaman içinde evrimleşen bir biçim olarak karşımıza çıkmaktadır. Toplumsal yaşam döngüsünün kültürel yapı üzerindeki etkilerinin veya etkilemelerinin en önemli değerlerinden birisi de tartışmasız olarak Endüstri Devrimi’dir. Endüstri Devrimi’nin toplumsal ve kültürel yansımalarının bir sonucu/başlangıcı olarak bilim ve sanat alanında farklılaşan ilkeler çerçevesinde şekillenen yeni düşünce sistemi sayesinde seramik sanatında, endüstrisinde ve eğitiminde çağdaş bir anlayış benimsenmiştir. Bu ekonomik, sosyal ve kültürel süreç kapsamında Çağdaş Seramik Sanatı, Arts and Crafts Hareketi ve Bauhaus Ekolü’nden etkilenmişlerdir. Bu süreçler seramik sanatının gelişiminin ötesinde seramik sanatının, eğitiminin ve endüstrisinin gelişmesinde de önemli rol oynamıştır. Anahtar Kelimeler: Seramik Sanatı, Endüstri Devrimi, Türk Seramik Sanatı INDUSTRIALIZATION PROCESS IN EUROPEAN CERAMIC ART AND ITS REFLECTIONS ON POST-REPUBLIC TURKISH CERAMIC ART Abstract Art, society and culture appear as a form which melts by getting inter-transcendental, even evolving in time. One of the most important paradigm of the effects or influences of social life cycle on cultural structure is inarguably the Industrial Revolution. As a result, start of social and cultural reflections of the Industrial Revolution, thanks to a new thought system that is shaped in frame of differentiating principles in science and art fields, a contemporary sense has been adopted in art, industry and education of ceramic. In these cope of this economic, social and cultural process, the Contemporary Ceramic Art gathered speed by means of talented Pioneer artists such as İsmail Hakkı Oygar, Vedat Ar and Hakkı İzzet. These figures, which were sent abroad to have art education, were influenced by Arts and Crafts Movement and Bauhaus Ecole in that period. These processes not only played a great role in development of ceramic art, but also in development of ceramic education and industry as well. Keywords: Ceramic Art, Industrial Revolution, Turkish Ceramic Art Öğr. Gör. Dr. Naile Salman Çevik,. Gazi Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Heykel Bölümü. Ankara. E-posta: [email protected] 77 1.Yenilenme Süreci Dinamik ve devingen bir durum içinde yer alan toplum kavramı, içinde yaşayan bireylerin arasında dolaşan fikirler aracılığıyla farklı coğrafyalarda ve farklı insanlar arasında yeniden oluşmaktadır. 18. yüzyılda İngiltere’de sosyal, kültürel ve ekonomik yapıdaki köklü değişiklikler Sanayi Devrimi’nin burada filizlenmesine neden olmuştur. Bu dönemde bilim adamlarının ve mühendislerin yaptıkları yeni buluşlar sanayi alanlarının genişlemesine, enerji ve hammadde kaynaklarının endüstriyel alanda yaygın olarak kullanılmasına geniş imkanlar sağlamıştır (Bektaş, 1992:14-16; Özturanlı, 1989:40-44; Soner, 2007: 2-12). Fotoğraf 1: Bauhaus Üstatları Dessau’da Bauhaus Binasının Çatısında Doğadan esinlenilmiş yaratıcı, özgür formlar için tarihi modeller terk edilmiş, Art Nouveau, yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında mimaride ve dekoratif sanatlardaki yeni ifadeyi tanımlayanbir isme dönüşmüştü. Modern dönemin başlangıcını ifade eden bu sanat, Fransa’da “Art Nouveau”, “Fin de Siècle Stili”, Almanya’da “Jugendstil”, Avusturya’da “Viyana Secession”, İngiltere’de “New Art”, “Liberty”, Türkiye’de “1900’lerin Sanatı”, “Yeni Sanat” olarak adlandırılmıştır (Yıldırım, 2011: 119-120;Howard, 1996: 74). Endüstrileşmeyle birlikte, giderek insan duyarlığından ve sıcaklığından uzak, kalıplaşmış, birbirinin taklidi, soğuk nesnelerin yaşama girmeye başladığının ayrımına varılınca, John Ruskin ve William Morris’in İngiltere’de 1897 yılında kişisel çabalarıyla endüstri ürünlerine sanatsal içerik katma düşüncesi doğmuştur. Endüstri ile sanat arasındaki uçurumu 78 kapatmak amacıyla 1919’da Walter Gropius tarafından kurulan Bauhaus, dönemin ünlü sanatçılarını çatısı altına toplamıştı (Gençaydın, 1997: iii). Bauhaus fikirlerinin, kavramlarının ve pedagojik yaklaşımlarının dünyanın pek çok farklı yerine yapmış olduğu “yolculuk” Bauhaus düşüncesinin beslenmesine yardımcı olmuştur (Yorgancıoğlu, 2009: 153). Bauhaus düşüncesinin asıl gücü, sistematik bir eğitim anlayışına dönüşmüş olmasından kaynaklanmaktadır (Yorgancıoğlu, 2009: 154). Gropius’un Bauhaus okulunu kurma öngörüsü ve anlayışı, daha sonraları tekniği ve sanatsal özgürlüğü içinde barındıran tasarımın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Gropius’un tarzı ile formlardaki Bauhaus dili yalın bir zarafeti yansıtır (Yağcı, 2009: 17). Güzel ve faydalı kavramlarının bütünlüğünden kalkan bu yeni estetik, özellikle ergonominin ve endüstri tasarımının kuruluşu ile sanatı müze ve galerilerin tutsaklığından kurtarıp, insanın günlük yaşamına, insanın oturduğu kentin sokaklarına ve evinin içine sokmuştur (Tunalı, 1997: 76). Hiç şüphesiz Bauhaus, ekolünün sınırları içinde kurulduğu ülkenin sınırlarını çoktan aşarak birçok ülkeyi etkisi altına almıştı. Türk sanatının görsel dilinin çeşitlenmesinde de politik çevrelerin yanı sıra sanatçılarının ve aydınlarının biçimsel ve içeriksel yenilenmelerde Bauhaus ekolünden etkilendikleri gözlenmektedir. Sanat ve eğitimi açısından bakıldığı zaman akademik alanlardaki atılımlar dönemsel olarak Cumhuriyetin ilanına rastlamaktadır. Bu anlamda, Bauhaus ekolü Türkiye’de 20. yüzyılın başında öncelikle pedagojik, kültürel ve endüstriyel çevrelerde yeni yaşam biçimlerine yeni anlamlar kazandırılmasında lokomotif niteliği sağlayan bir yapıdır. Bu anlamda günümüzde eğitimi yönlendiren temel eğitim ilkelerinin ve sürdürülebilir üretim süreçlerinin içinde de Bauhaus’un izlerini görebilmek mümkündür (Bakla, 2010: 48). Cumhuriyet’in ilanından sonra, Cumhuriyet ideolojisinin bir yansıması olarak tanımlayabileceğimiz, sanat ile zanaatın ilişkisini güçlendirecek bir eğitim kurumu olan Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-İş Bölümü kurulur. 1932’de açılan bölümün temel amacı iki eksende ilerler. İlki, Akademi’nin gerçekleştirmekte İstanbul’la sınırlı kaldığı “çağdaşlaşma” 79 hareketini eğitimciler aracılığıyla Anadolu’ya götürmek, diğeri ise sanatı zanaatla birleştirerek sanatın toplumsal amacını yeniden keşfetmektir. Okulun misyonlarından ikincisinin, Almanya’da 1919’da Weimar Güzel Sanatlar Okulu’nu birleştiren Walter Gropius tarafından kurulan Bauhaus’un amaçlarıyla da çakışıyor olması tesadüf değildir. İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun önerisiyle Almanya ve Avusturya’ya gönderilen İsmail Hakkı Tonguç, Malik Aksel, Şinasi Barutçu, Hayrullah Örs ve Sait Yada gibi isimler, Alman eğitim sistemini yerinde görür ve ülkeye dönerler (Aliçavuşoğlu, 2009: 23). Bu dönemde üniversitelerin sanatla ilgili bölümlerinde; alanlar arası ders seçme olanağının tanınması, öğrencilere seramiği tanıma şansını vermiştir. Yaratıcı ve bireysel kimliklerini geliştirmeleri için olanakların çoğaltılmış olması sanatın sadece tek bir malzemeyle sınırlandırılmamasını ve bir bütün olarak algılanmasını sağlamıştır. Bu düşünceler, Bosworth (2006)’un bu konudaki yazısıyla desteklenir; “Sanatta; kullanılan malzemeden daha çok kavram ön plana çıkmış, sanatçı kullandığı malzemeyi sorgulamaya ve yeniden değerlendirmeye başlamış, üniversitelerdeki sanat bölümlerinde ve meslek yüksekokullarında çanak-çömlek terimi yerine seramik terimi yerleşmeye başlamıştır. Bu kelime değişimi büyük bir ölçüde kilin, pişirimini ve bunların kullanımının keşfini cesaretlendirmiştir. Öğrenciler, yeni teknolojileri ve birlikte kullanılabilir malzemeleri keşfetmeye teşvik edilmiştir. Daha sonraları üniversiteler, sanat okulları ve meslek yüksekokulları birçok alandan oluşan tasarım ve el sanatları kurslarını bölümler arası çalışma seçeneğiyle birlikte öğrencilerine sunmaya başlamışlardır” (Bosworth, 2006: 9). 2. Dünyada Çağdaş Seramik Sanatının Oluşumu İngiltere’de Endüstri Devrimi’nin gerçekleştirilmesinden sonra, o güne kadar geleneksel anlamda çömlekçi atölyelerinde üretilen seramik, endüstrileşme süreciyle birlikte onun getirmiş olduğu süratli ve ucuz üretim tarzına dönüşmüştür. Böylece ortaya tek düze, yoz, gösterişli, ucuz ürünler çıkmaya başlamıştır. Bu anlamda üretimde seramiğin çağdaş boyutu sadece teknik ve üretim anlamında bir gelişme kaydetmiştir. Endüstrinin tüketim çarkına sıkışan seramik üretimini daha nitelikli hale getirmek ve el sanatı konumundan kurtararak gelişimine yön vermek anlamında ilk tepki, İngiltere’de William Morris’in kişiliğinde kendini 80 göstermiştir. “Endüstri Devrimini insanlığın kendine getirdiği en büyük felaket olarak gören Morris, El Sanatları ve Sanat Akımı’nı (Arts and Crafts Movement) başlattı. Amaçları insan emeğine saygı ve maddeye doğru yaklaşımdı (Tansuğ, 1988: 93; Ağatekin, 1993: 20-21; Tansuğ, 1999: 157-158; Turan, 2009: 133-136). El sanatlarının yenileştirilmesi, kaliteli ve zevkli ürünlerin ortaya konması ve el sanatlarına duyarlılığın artırılmasıyla başlayan Arts and Crafts Movement, Çağdaş Seramiğin endüstriyel gelişme içerisinde kendine yeni pazarlar bulmasına, sanat okullarının ve akademilerin açılmasına neden olmuştur (Kura, 1989: 7-8). Batıda bu anlamda gelişmeye başlayan çizgi, Uzakdoğu seramiklerinin sırlarının çözülmeye başlanmasıyla birlikte daha nitelikli ve teknik yönden zengin ürünlerin yavaş yavaş ortaya çıkmasını sağladı. Uzakdoğu seramiklerinin anlam ve değerini batıya taşıma anlamında bazı sanatçılar öncülük yapmıştır. Bu öncülerden biri de, resim öğretmenliği yapmak için gittiği Japonya’da çömlekçi olmaya karar veren ve sonra İngiltere’ye dönerek, Uzakdoğu seramiklerini batıya taşıyan Bernard Leach’dir. Leach böylece tüm işlemleri kendisi yapan, sır ve form mükemmeliyetini araştıran ve uygulayan çağdaş bir sanatçı niteliğini ortaya çıkarmıştır. 1940 yılında yazdığı “Bir Çömlekçinin Kitabı” seramik literatürünün ilk klasikleri arasına girmiştir (Tansuğ , 1988: 93). Fotoğraf 2: Bernard Leach Atölyesinde Batıda 18. yüzyıl sonlarında Arts and Crafts Movement ile başlayan süreç II. Dünya Savaşı sonrası seramik pazarının ve seramiğe verilen ilginin artması, teknolojinin ilerlemesi, seramiğin uluslararası fuarlarda görülmeye başlaması ile resim ve heykelle uğraşan sanatçıların da ilgisini çekmeye başladı. Bu ilgi, seramik malzemenin incelenmesi ve niteliklerinin belirlenmesi yolunda yapılan araştırma ve çalışmaları da beraberinde 81 getirdi (Kura, 1989: 8). Seramiğin kendini “Sanat Seramiği” olarak 20. yüzyıl içerisinde kabul ettirmesi diğer plastik sanat dallarına göre yeni bir disiplin olarak nitelendirilmesinin nedenidir. “Sanat Seramiği” olarak adlandırılan bu çalışmalar, heykel sanatının biçim ve içeriğinin yanında resim sanatının renk öğesini de bünyesinde barındırmaktadır (Sönmez, 2002: 178-179). Fotoğraf 3: Picasso Seramik Çalışırken Fotoğraf 4: Miro Seramik Çalışırken 20. yüzyıl sanatçılarından Picasso, Miro, Mattisse, Braque ve Chagall resimlerini seramik bünyeler üzerine taşımışlar ve özgün denemelerde bulunmuşlardır. Seramik sanatına ivme kazandıran tüm bu gelişmeler Picasso ve Miro’nun seramik yapıtları ile çağdaş anlamdaki boyutuna oturdu. Bu boyuta gelinmesinde hiç şüphesiz seramiğin teknolojik gelişiminin çözümlenmesinin yapılmış olması önemli bir etkendi. Avrupa örneği gibi, Türkiye’de de 1957 yılından başlayarak farklı disiplinlerden Bedri Rahmi Eyüboğlu, Mengü Ertel, Mustafa Pilevneli, Cihat Burak, Ali İsmail Türemen gibi bir çok sanatçı sanat yaşamlarının belli dönemlerinde seramik pano ve form üretmişlerdir (Özer, 2012: 5758). Endüstri devriminin ve bir dizi toplumsal devrimin ardından, 20. yüzyıla girildiğinde sanatın eski dili artık modern insan bilinci için yeterli değildi. İster istemez eski dil kalıpları çatlayacaktı. Sanatların, değişken ve iç 82 içe geçen karakterleri dikkate alınmaya başlandı. Yeni arayışların içine giren ressam ve heykeltıraşlar, resim ve heykel sanatının birçok öğesinin yanı sıra, uzaysal boşluğu da sanatsal bir malzeme olarak bünyesinde bulunduran seramik sanatına yöneldiler. Seramiğin sunduğu sınırsız imgelemle seramik eserler üretmeye başladılar. Hacim-imge, hacim-işlev ve imge-işlev ilişkisi araştırılırken, seramikte resim olgusu canlandı. 20. Yüzyıl ressamının gözü, seramiğe yeni yollar açtı, seramiği yeniledi ve Kilin Konukları olarak adlandırılan bu sanatçıların birçoğu seramikle uzun ve sadık bir ilişki içinde oldu. Seramik onların sanatlarına yeni bir boyut kazandırdı (Çil, 2006: 566). 3. Çağdaş Türk Seramik Sanatının Oluşumu Klasik anlamda seramik sanatı iki önemli grubu içerir. Bunlardan ilki endüstriyel seramik sanatıdır ve bu özellikle 19. yüzyıldan sonra izlenir. Endüstri devriminin tüm dünyayı sarmaladığı bu dönemde, küçük atölyelerde tek tek üretilmeye çalışılan seramik ürünler ihtiyaca cevap veremez olmuştur ve seri üretim seramik alanında da zorunluluk olmuştur. Endüstriyel Seramik Sanatına bu açıdan bakıldığında hızlı, seri, ucuz maliyetle, iyi kazanç elde edildiği görülmüş ancak bu ucuz, yozlaşmış, çirkin, taklit el sanatları ürünlerinin de ortaya çıkmasına neden olmuştur. Klasik seramik sanatının ikinci grubunu oluşturan ve özgün (soyut, serbest) seramik sanatı olarak tanımlanan sanat, tamamen özgür bir anlatımı yeğlemektedir. Günümüzde artık seramik çamuru bir ham madde, bir malzeme olarak görülüp pek çok yardımcı malzeme ile desteklenerek kendi niteliklerini diğer malzemelerle de paylaşma yolundadır (Özen, 1993: 161; Erzen,1991: 11-12). 3.1. Ülkemizde Seramik Sanatı Eğitimi Bütün el sanatlarında görüldüğü gibi seramik ve çini yapımında da eğitim, usta çırak ilişkisi içinde süregelmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında, diğer sanat dallarında olduğu gibi seramikte de, eğitim görmek üzere bazı sanatçılar yurtdışına yollanmıştır. Bunlardan İsmail Hakkı Oygar ve Vedat Ar Fransa’da, Hakkı İzzet ise Almanya’da eğitimlerini sürdürmüşler, yurda dönüşlerinde de seramik eğitiminin kurumsallaşmasını sağlamışlardır. Sanayi-i Nefise Mektebi olarak bilinen daha sonra Güzel Sanatlar Akademisi adını alan okulun müdürü, ressam Namık İsmail Bey’in 83 girişimleri ile Tezyinat Bölümü’ne bağlı olarak “Seramik ve Türk Çiniciliği Atölyesini” kurma görevini Paris’ten dönen İsmail Hakkı Oygar’a vermiştir (1929). İsmail Hakkı Oygar’ın katkısıyla, seramik eğitiminde örgütlenme, endüstri işbirliği, yurtiçi ve uluslararası seramik sanatı ilişkilerinin temeli atılmıştır. Ülkenin seramik endüstrisinde ihtiyaç duyulan yetişmiş eleman boşluğunu doldurmak, çağdaş sanat ve endüstri alanında atılımlar yapmak için kurulan Güzel Sanatlar Akademisi Seramik Bölümü’nü, daha sonraki yıllarda Ankara Gazi Terbiye Enstitüsü’ndeki seramik atölyesinin kuruluşu izlemiştir. İstanbul’da 1958 yılında Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nun kurulması ile seramik eğitimi veren kuruluşların sayısı artmıştır (Anılanmert, 1999: 67). 3.2. Ülkemizde Seramik Endüstrisi İstanbul’da çini üretimi için ilk girişim Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından yapıldı. İbrahim Paşa, İznik’ten getirttiği malzeme ve ustalarla, 1660 yılında İstanbul Tekfur Sarayı’nda bir çini atölyesi kurdurttu. 18. yüzyıldan başlayarak, İstanbul’da porselen üretmek için kıpırdanmalar oldu. Galata, Balat, Ayvansaray, Eyüp ve Beykoz’daki dağınık çini ve çömlek imalathanelerinde beyaz pişen, porselene benzer seramikler yapılmaya başlandı (Yılıkoğlu, 2009: 7; Seramik Tanıtım Komitesi, 2003:13-14). Batı tekniğinde porselen üretimi girişimi ilk kez Abdülmecid (18391861) döneminde başlatılmıştır. Bu dönemde Beykoz-İncirli Köyü’nde, 1845 yılında, Tophane Nazırı Fethi Paşa’nın önderliğinde, hammaddesi yurtdışından getirtilen bir seramik fabrikası kurulmuştur (Yılıkoğlu, 2009: 8; Özturanlı, 1998: 32-33; Ağatekin, 1993; Altıparmak, 2002: 35). Tanzimat’ın ilanından sonra, 1894’te II. Abdülhamid tarafından Sevr Fabrikası örnek alınarak kurulan Yıldız Porselen Fabrikası, saray atölyesi niteliğinde, lüks kalitede imalat yapan, devlet ve saraya hizmet eden bir kuruluştur (Küçükerman, 1987). Yıldız Porselen Fabrikası’nın, kil dahil tüm hammaddelerinin dışarıdan getirilmesi, yerli ve yabancı sanatçıların üretimde yer alması ile Fransız sanat anlayışı porselene yansımıştır. Bu dönemde çağın sanat akımı olan barok, rokoko üslupları dönemin porselenlerinde de izlenir (Ağatekin, 1993: 14-15; Anılanmert, 1999: 67). Türkiye’de seramik endüstrisinin temeli, Cumhuriyet’in ilk yıllarında İzmir’de düzenlenmiş bulunan I. İktisat Kongresi’nde atılmıştır. Sümerbank’ın kurulması ve 1933 yılında İstanbul ve Kütahya’yı kapsayan 84 seramik endüstrisi etüt ve projelerinin başlaması günümüz endüstrisinin ilk girişimleridir. Avrupa’da 18. Yüzyılda toplu üretime geçildiği görülmektedir. Zengin süslemeli, Çin ve Barok üsluplarının karışımı ile yapılmış biblo, tabak, vazo gibi ürünler, yumuşak porselen olarak bilinen bir hamur yapısı ile üretilmiş ve Fransızlar bu akımın öncüleri olmuştur. Daha sonra Fransa’da sarayın desteği ile Sevr Fabrikası kurulmuştur (Turan, 2009: 130-135). Seramik üretiminin tam anlamıyla endüstrileşmesi 18. yüzyıl ‘Endüstri Devrimi’ ile olmuştur. Endüstri Devrimi’nin ortaya çıkışıyla birlikte seri üretimin gündeme gelmesi seramik endüstrisinin ve tasarım gereksiniminin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Ülkemizde seramik endüstrisinin başlangıcı 1950’ler olarak kabul edilmekle birlikte 1942 yılında dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü Vedat Ar’ı Türk Seramik Endüstrisi’ni kurmak üzere görevlendirmiştir. Paris’te seramik eğitimi alan Vedat Ar, 1931 yılında diploma alarak ülkeye dönmüş ve aynı yıl bugünkü adı Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi olan İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nin Seramik atölyesinde hoca olarak göreve başlamıştır (Yılıkoğlu, 2009: 72; Kura, 1996: 16-21). 1950 yıllarında seramik üretimi, iç ve dış mekânlar için yer-duvar karoları, sofra ve süs eşyası ve sağlık gereçlerini kapsamaktadır. Yüksek ısıya, şoklara dayanıklı refrakter, elektro porselen gibi teknik seramik alanına giren ürünler de üretilmektedir. 1950’li yılların yarısına kadar tamamı ithal edilen seramik kaplama malzemelerinin yerli üretimine ilk defa bir özel sektör kuruluşu olan Çanakkale Seramik Fabrikaları A.Ş. tarafından 1958 yılında geçilmiştir. Aynı yıllarda Bozüyük Seramik Sanayii (Sümerbank ve Emlakbank tarafından kurulan Porselen ve Çini Fabrikaları Ltd. Şti.) 1966 yılında üretime geçen kamu kuruluşu olmuştur. İthal yasağının gereği ve inşaat sektöründeki artış, seramik malzemeye olan talebi artırmıştır (Anılanmert, 1999:67; Tansuğ, 1999: 103-112; Terwiel, 2008: 118-123). 1970’ler seramik üretimlerinde, ülkemizde bir ilk olarak Endüstri Tasarım Derneği kurma düşüncesi Dr. Eczacıbaşı ve Birgi Sanayi A.Ş.’nin kurucusu Adnan Birgi tarafından 1975 yılında ortaya atıldı. Bu dönemde seramik tasarımları adına önemli bir gelişme olmamakla birlikte o yıllarda tasarımın önemli öğelerinden biri olan renk üzerine çalışmalar yapılmıştır. İlk olarak sağlık gereçlerinde okurjon, fıstık yeşil, sıklamen, pembe ve 85 koyu tonlarda üretilmeye başlandı. Daha sonraları geleneksel Türk çiçek motiflerini modernize ederek, bordo ve sarı renklerin baskın olduğu çok güzel bordürler tasarladı. Bunlar çıkartma teknolojisi ile sağlık gereçlerinin üzerlerine aktarılarak büyük bir teknolojik başarı ile de ‘tek pişirim’ yöntemiyle bu desenlerle dekorlanmış özgün sağlık gereçleri ortaya çıktı (Yılıkoğlu, 2009: 79-88). 1980’ler dönemi seramik endüstrisinde üretimde artan kapasiteye bağlı olarak tasarım unsurunun öneminin kavranması biçiminde değerlendirilebilinir. Bu durum özellikle rekabet şartlarının gelişmesiyle ve dış satım etkinliğinin artmasıyla ortaya çıkmıştır. 1980’lerden sonra Türkiye’de hızlı ivme kazandı. Bu ivme 1990’lardan 2000’lere kadar yüksek bir hızla devam etti ve ulaştığı kapasite ile Türkiye Avrupa’da üçüncü büyük kurulu kapasiteye ulaşmış oldu. Avrupa’nın karoda ve sağlık gereçlerinde en büyük üreticisi konumuna gelmiş oldu (Vardar, 2008: 83-90). Türkiye’nin ihraç ürünleri arasında seramik, ikinci sırayı almaktadır. Çin’den yapılan ithalat ve yurda kaçak giren porselen sofra eşyası nedeni ile sofra seramiğinde istenilen kalite ve üretim kapasitesine erişilememiştir. Ancak son yıllarda Kütahya’da bu konuda alıntılar izlenmektedir. Sağlık gereçleri ve karo üretimi en modern kuruluşlarda büyük bir kapasite ile yapılmaktadır. Sektör Alman ve İtalyan teknolojilerine bağımlıdır. En son araç gereç, teknoloji ve “know how” ile çalışmaktadır. Fabrikalar, hammaddelerinin büyük bir kısmını yurtiçinden sağlamaktadırlar ve tesislerini de bu kaynaklara yakın ve yakıt teminine uygun yerlerde, genellikle Ege ve Marmara bölgelerinde kurmuşlardır. Başlangıçta, özel sektör ve kamu sektörüne ait olmak üzere farklı kuruluşların yer aldığı seramik sektörü, bugün kamuya ait alanların özelleştirilmesi ile değişim geçirmiştir. Seramik endüstrisi, büyük önem taşımasa da, fırın malzemeleri, seramik makineleri gibi, yan sanayinin de oluşmasını sağlamıştır. Yeni bir yüzyıla girerken, seramik endüstrisinin önünde bulunan sorunlar, çevre standart ve yasalarına uyum, tüketimin artırılması, yeni pazarlara ulaşma ve özgün tasarımlarını üretir duruma gelmesi olarak özetlenebilir (Anılanmert, 1999: 67-73; Yılıkoğlu, 2006: 574-578). 1990’lar da seramik endüstrisi yenilikçi ve özgün tasarımlar üretmeye başladı. Bu yıllarda Türkiye’deki birçok kuruluş yurtdışına üretim ağırlıklı 86 çalıştığı için, yabancı firmaların ürünlerinin kopyalanmasıyla küresel marka olunamayacağına dair tutumlarını değiştirerek tasarıma yönelmişlerdir (Yılıkoğlu, 2009: 100-108; Vardar, 2008: 82-90). 3.3. Seramik Sektöründe 2000’li Yıllar ve Tasarım Süreci 2000’li yıllarda özellikle seramik sektörünün çağdaşlaşma süreci kapsamında firmalar ve yatırımcılar özgün ürün geliştirme stratejisinin öneminin farkına vardılar ve bu süreçte tasarım unsuru her alanda olduğu gibi seramik endüstrisinde de büyük önem kazanmaya başladı. Bu dönemler de sektörde önemli bir yere sahip olan Vitra kendisi için uluslararası bir marka olma hedefini belirler ve seramik üretiminde özgün tasarım konusunu üretimlerinin odağına yerleştirir. Bu dönemde Defne Koz, Ross Lovegrove, Refik Tiniş ve Aziz Sarıyer gibi yerli ve yabancı ünlü tasarımcılarla çalışılmaya başlanır. Ayrıca, 1996-2005 yılları arasında Eczacıbaşı Grubu Gamze Akay, İnci Mutlu, Defne Koz ve Ayşe Birsel gibi tasarımcılarla çalıştı. Dünyaca tanınan seramik sanatçısı Alev Ebüzziya Siesbye’nin Çanakkale Seramik ve Kalebodur için tasarladığı seramik karolar 2003 Tüyap Kongre ve Fuar Merkezi’nde gerçekleştirilen Unicera Banyo ve Mutfak fuarında tanıtımı yapılmıştı. Vitra, Karo için farklı teknikler kullanılarak yeniden yorumlanan İznik Çinileri, renkleri, dokuları, geometrik düzenleri ve motifleriyle Defne Koz tarafından tasarlanmıştır (Ulueren, 2005: 96-100). 1998’de Tübitak’ın Üniversite-Sanayi Ortak Araştırma Merkezleri Programı çerçevesinde kurulan SAM’ın ana faaliyetleri arasında en önemlisi seramik sektörünün ihtiyaçlarına paralel projeler oluşturmak ve bilimsel araştırmalar yaparak, çözümler üretmektir (Ulueren, 2006: 120127). Tülin Ayta’ya göre iyi bir seramik tasarımcısı; “Malzeme hakimiyeti ve üretim aşamaları konusunda temel bilgi düzeyine sahip ve yenilikçi olmalıdır. Tasarımcı alanda piyasa ekonomisi, maliyet-pazarlama ilişkileri, hedef kitlenin beğeni ve alışkanlıkları, toplumların sosyo-psikolojik davranışları ve biçimleri üzerine analiz yapabilmelidir” (Ulueren, 2007: 98-105). Beril Anılanmert, Türkiye’de seramik endüstri gelişmelerinin seramik eğitimi üzerinde olumlu etki bıraktığına, eğitim programlarında, 87 endüstrinin talepleri göz önüne alınarak yeni düzenlemelere gidildiğine dikkati çekmektedir. Disiplinlerarası çalışmaların önemsenmesi yeni teknolojilerin uygulanmasını ve endüstri ile işbirliğinin de önemini artırmaktadır (Uçarkuş, 2005: 44-49). Tülin Ayta yaklaşık 35 yılda Türk seramik sektörünün inanılmaz boyutlara ulaştığını, fakat teknolojiye dayanması kaçınılmaz olan seramik eğitiminin öz ve nitelik bakımından seramik endüstrisi ile paralel bir gelişim gösteremediğini düşünmektedir (Ulueren, 2007: 98-105). Zehra Çobanlı’ya göre ise bugün dünyada yapılan çok sayıda konferans ve davetlerin, sanat ve eğitim etkinliklerinin ortak buluşma noktası seramik eğitiminin iyileştirilmesi, seramik sanatının geliştirilmesi, daha donanımlı bireyler yetiştirmesidir. Çobanlı “Eğitim faaliyetinde bulunan tüm seramik bölümlerinin en kısa zamanda toplanarak innavasyon için gerekli çalışmalara başlamasını” ise bir zorunluluk olarak görmektedir (Ulueren, 2007: 96-103). Üniversitelerin sanayiye eleman yetiştirmesi sektörün de gündemindedir. Sektöre kalifiye eleman yetiştirmenin şartı olarak sanayinin eğitimle iç içe olması gerektiğine inanan Türk seramik sektörü bu amaçla Özel Seramik Meslek Liseleri kurmayı düşünmektedirler (Ulueren, 2005: 46-51). Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği tarafından kurulmuş olan Üniversite de, ülkemizde yıllardır konuşulan üniversitesanayi işbirliğini sağlamak amacındadır (Ulueren, 2007: 42-48). 4. Çağdaş Seramik Sanatının Gelişimi Fotoğraf 5: Füreya Koral, Kuşlar, Duvar Panosundan Ayrıntı,1968 Fotoğraf 6: Sadi Diren, Seramik Figür, 1994 88 Ülkemizde Çağdaş Seramik Sanatının gelişmesi, seramik endüstrisinin kurulması, yaygınlaşması, seramik eğitiminin örgütlenmesi ile paralellik gösterir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında, seramik eğitimi için yurtdışına yollanan sanatçılar, bulundukları ortamın Birinci Dünya Savaşı sonrası çeşitlilik gösteren sanat akımlarının öncüleri olmuşlardır. Paris’ten yurda davet edilen yerli sanatçılar yurda döndüklerinde seramiği geleneksel anlayıştan farklı; dekor, süsleme kavramı dışında özgün anlatım alanı olarak kullanmışlardır. Bu sırada Eczacıbaşı Seramik Fabrikası, sivil toplum örgütü olarak açmış olduğu kurslarla pek çok sanatseverin seramiğe olan ilgisinin artmasına olanak sağlamıştır. Almanya’da seramik ve heykel öğrenimi gören ve 1933’de yurda dönen Hakkı İzzet, 1952 yılında şimdiki adı Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi olan Gazi Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü’ne atanmıştır. Art and Crafts Hareketi’nin uzantısı olan Almanya’daki Bauhaus Ekolü Türkiye’de 1 Kasım 1955’de Bakanlar Kurulu kararı ile 1958 yılında kurulan İstanbul Tatbiki Sanatlar Yüksek Okulu’nda vücut bulmuştur (Ağatekin, 1993: 15; Terwiel, 2008: 118-123). 1960’lı yıllar seramik sanatında yeni isimlerin ortaya çıktığı yıllardır. Füreya Koral’ın ve İsmail Hakkı Oygar’ın oluşturdukları popülarite ve sanata daha duyarlı bir ortam olması nedeni ile birçok sanatçı seramiğe ilgi duymuş ve uygulamalar yapmıştır. Bir oluşum devresi olan bu sürede Mediha Akarsu, Nasip İyem, Saniye Fenmen ve Müfide Çalık, Tüzüm Kızılcan, Ayfer ve Sabit Karamani isimlerine rastlamaktayız. Bu sanatçılardan Nasip İyim, terra-cota figüratif formları ile tanınır. Anadolu kadını, çocuk baş ve figürlerinden oluşan çalışmalarında malzeme en yalın şekliyle kullanılmıştır (Anılanmert, 1999: 69-70). Bu yıllarda yapılarda yeni malzemelerin yer alması ile seramik uygulamaların azaldığı, sanatçıların daha kavramsal anlatımlara yöneldikleri izlenmektedir. İsmail Hakkı Oygar tarafından başlatılan çağdaş seramik sanatına duyarlılık, onun getirdiği Batı anlayışı, Füreya Koral ve Sadi Diren’in de çeşitli katkıları ile toplumda bu sanata ilgiyi artırmış ve sanatın gelişim süreci içinde dönüm noktasını oluşturmuşlardır.1960 yılından başlayarak kamu ve özel yapılarda çok sayıda özgün duvar panosu yapmış sanatçı Atilla Galatalı’nın en olgun işleri 70’lerden sonradır. Özellikle üç boyutlu işlerinde Selçuklu sanatının sağlam biçim anlayışının etkisi görülür. Sanatçı dengeli yalın anlatım üslubu, soyut biçim anlayışı ile dikkati çeker. 1970’lerde seramik sanatında daha olgun eserlerin meydana geldiğini görmekteyiz. Hamiye Çolakoğlu, Melike Abasıyanık Kurtiç, Bingül Başarır, Cevdet Altuğ, Binay Kaya, Hakkı Karayiğitoğlu, Saime Kurşunoğlu, Ünal 89 Cimit, Tülin Ayta isimlerinin yanı sıra; sağlam teknikten kaynaklanan yalın ve ölçülü anlatımı ile Candeğer Furtun, hassas el yapımı kase formları ile yurtdışında yaşayan sanatçı Alev Ebuzziya, değişik şekillendirme biçimlerini birleştirerek soyut çalışmaları yapan ve anıtsal heykel gerçekleştirmiş Filiz Özgüven Galatalı isimlerine rastlanmaktadır. Ayrıca duvar panolarında süslemeci ve renkçi bir çalışma gösteren Jale Yılmabaşar, Mustafa Tunçalp, Erdinç Bakla, Feyhan Taylan Erden isimlerinin yanı sıra, tornada şekillendirilmiş heykelleri ve çeşitli teknik araştırmalara yönelmiş sanatçı kimliği ile Güngör Güner’i görmekteyiz. Beril Anılanmert soyut, ifadeci bir anlatım izleyen sanatçıdır. Zıtlıklarla oluşan, dengeli dinamik anlatımı tüm eserlerinde izlenir. Fehmi Erdoğdu, Almanya’da yaşayan ve heykelleri ile tanınan Azade Köker diğer isimlerdir. Bu süre içinde seramik sanatında büyük bir canlanma ve toplumsal ilgi izlenmektedir. Bu yıllar sanatçı ve mimar işbirliği ile yapılarda seramik ve mozaik panoların yer aldığı, sanat yarışmalarının düzenlenmesi ile yeni isim ve eserlerin ortaya çıktığı yıllardır. Seramik sanatına duyulan bu ilgide, 1967’de Güzel Sanatlar Akademisinin önderliğinde açılan Uluslararası Çağdaş Seramik Sergisi, yine aynı kurumda 1970’te açılan Çağdaş Fransız Seramik Sergisi ve Cumhuriyet’in 50. yılında Türk sanatçılarını yurtdışında tanıtmak amacı ile düzenlenen ve Ankara, Prag, Budapeşte ve Berlin’de sergilenen 50. Yıl Seramik ve Cam Eserleri Sergisi’nin önemi büyüktür. Avrupa seramik sanatına, çok uzun bir süre damgasın vurmuş olan Sanat ve El Sanatları Hareketi (Arts and Crafts Movement) Türk Seramik Sanatını 1970’lerin sonlarına kadar etkisi altına almıştır. Sanatçılar daha sonraları bu etkilerden sıyrılarak kavramsal sanat alanında, özgün yapıtlar ortaya koyarak çağdaş sanat içindeki yerlerini sorgulamaya başlamışlardır. Teknik engellerin aşılmasında, kavramların değişmesinde Amerikan sanatının, funk ve postmodern akımların büyük rolü olmuştur. Bugün tüm sanat dallarında olduğu gibi yaratıcılığın sınırsız ifadesi, seramik eserlerin de belirleyici niteliğidir (Anılanmert, 1999: 68-73; Yıldırım, 2011: 119-120; Özer, 2012: 60). Türkiye’de seramik eğitimi sadece üniversitelerle sınırlı bir alan içermiyor. Seramik üretimi yapan özel atölyeler, geleneksel üretim yapan yöreler, Seramik Meslek Yüksek Okulları, Meslek Liselerinin seramik bölümleri, belediyelerce açılan seramik kursları, anaokullarında çocuklara verilen 90 seramik dersleri, seramik fabrikalarında yapılan eğitim amaçlı stajlar gibi seramik eğitiminin kendi amaç ve kurallarına göre sürdürüldüğü ve neredeyse her kesime ve yaşa yönelik seramik eğitiminin verilebildiği görülmektedir. Seramik eğitiminin üniversitede verilmesinin farklılığı ise, bu eğitimi alan kişilerin birer sanatçı ve seramik eğitimcisi olarak uzmanlaşabilmeleridir (Terwiel, 2013: 31). Bu bağlamda; Çağdaş Türk Seramik Sanatı’na yön veren ve genç seramik sanatçılarına öncülük eden pek çok önemli seramik sanatçısı, akademik ve serbest çalışmalarına devam etmektedir. Bu süreç kapsamında, 1980’li yıllardan günümüze seramik alanında ciddi oranda yeni katılımlar görülmektedir. Ayrıca Erdinç Bakla’nın İstanbul’un 100 Çini ve Seramik Sanatçısı isimli kitabında değinilen seramik sanatçılarını sıralamak ilk kuşak seramik sanatçılarından son kuşak seramik sanatçılarına dair bize genel bir bilgi verecektir. Bu sanatçılar; “Faik Kırımlı(1935), Turgut Tuna(1945), Sıtkı Olçar(1948-2010), Faruk Şahin(1950), İbrahim Kocaoğlu(1953), Meliha Coşkun, Süreyya Oksay(1961), İsmail Yiğit(1963), İsmail Hakkı Oygar(1908-1975), Vedat Ar(1907-2001), Hakkı İzet(1909-1977), Füreya Koral(1910-1997), Sabit Karamani(1916-1993), Mediha Akarsu(1918-1976), Seniye Fenmen(1918-1996), Nasip İyem(1921), Hakkı Karayiğitoğlu (1926-2007), Sadi Diren(1927), Melike Abasıyanık(1930), Müfide Çalık(1930), Ayfer Karamani (1933), Hamiye Çolakoğlu(1933), Binay Kaya(1934), Ünal Cimit(1934-1993), İlgi Adalan(1936), Atilla Galatalı(1936-1994), Candeğer Furtun(1936), Erdoğan Ersen, Cevdet Altuğ, Alev Ebüzziya(1938), Bingül Başarır(1938), Filiz Özgüven Galatalı(1938-2009), Erdinç Bakla(1939), Tülin Ayta(1939), Ferhan Taylan Erder(1939), Jale Yılmabaşar(1939), Tüzüm Kızılcan(1941), Mustafa Tunçalp (1941), Güngör Güner(1941), Haluk Tezonar(1942-1994), Beril Anılanmert(1942), Türker Özdoğan(1944), Fehmi Erdoğdu(1948), Öder Ünsal(1952), Sevim Çizer(1951), TufanDağıstanlı(1952), Sadettin Aygün(1954), Sakine Çil(1956), Zerrin ErsoyBilir(1956), Cemalettin Sevim(1957), Ayla Yüce(1957), Zehra Çobanlı(1958), Gül Özturanlı(1958), Mehmet Kutlu(1959), Şeyma Bobaroğlu(1959), Candan Dizdar Terwiel(1960), Emel Şölenay(1960), Ayşegül Türedi Özen(1961), Reyhan Gürses(1961), Lerzan Özer(1962), Bilgehan Uzuner(1963), Enver Güner(1963), Halil Yoleri(1963), Soner Genç(1964), Hüseyin Özçelik(1964), Temel Köseler(1964), Yavuz Pilevneli(1964), Nalan Danabaş(1965), Aysun Çölbayır(1965), Pemra Pilevneli(1965), Oya Uzuner(1966), Pınar Genç(1966), Füsun Çövenlioğlu(1966), Sibel Sevim(1966), Kemal Uludağ(1966), Meltem Kaya(1967), Ömer Görkem(1967), Yasemin Varol(1968), Candan Güngör(1969), Fazıl Ercan(1969), Mutlu Başkaya(1969), 91 İsmail Yardımcı(1969), Kaan Canduran(1969), Emre Feyzoğlu(1971), Kemal Tizgöl(1973), Kamuran Ak(1975), Burcu Öztürk Karabey(1975), Hasan Şahbaz(1975), Hasan Başkırkan(1975), Feyza Çakır Özgündoğdu(1976), Deniz Onur Erman(1978), Egemen Işık Aslan(1978), OlguSümengen(1978), Ezgi Hakan(1979), Nizam Orçun Önal(1979), Pınar Baklan Önal(1986)” (Bakla, 2010:30-302)” Sonuç Sanat, toplum ve kültürün birbiri içinde aşkınlaşarak eriyen hatta zaman içinde evrimleşen bir biçim olarak karşımıza çıkmaktadır. Toplumsal yaşam döngüsünün kültürel yapı üzerindeki etkilerinin veya etkilenmelerinin en önemli paradigmalarından birisi de tartışmasız olarak Endüstri Devrimi’dir. Bu tarihsel süreçte dünyanın her yerinde bilim, mühendislik ve sanat alanlarında endüstrileşme faaliyetleri ile hız kazanmıştır. Bu durum sadece seramik sanatının gelişiminin ötesinde seramik sanatının, eğitiminin ve endüstrisinin gelişmesinde de çok önemli rol oynar. Batılı anlamda bir eğitim almış olan öğrenciler, orada hâkim olan sanat anlayışlarını Türk seramik eğitimine taşıyarak Çağdaş Türk Seramik Sanatı’nı ulusal niteliklerinden çıkararak uluslararası boyutlara taşınmasında öncülük etmişlerdir. Bu anlamda unutulmamalıdır ki, çağımızın sanat pratikleri ve dinamikleri açısından bakıldığı zaman Çağdaş Türk Seramiğinin geliştirilmesi sürecinde seramik sektöründeki iş adamları ve yatırımcılara, serbest sanatçılara, akademisyen sanatçılara ve alan öğrencilerine büyük sorumluluklar düşmektedir. Çağdaş Türk Seramik Sanatı Anadolu’nun zengin kültürünün de etkisiyle temellenen ve özgün üretimleriyle fark yaratan günümüz seramik sanatını şekillendirilmeye devam etmektedir/edecektir. Ayrıca artistik ve endüstriyel alanlarda büyük ivme kazanmış olan Çağdaş Türk Seramik Sanatı’nın gelişim süreci; donanımlı seramik atölyelerinin kurulması, sanayinin eğitim ve üretim sektörünü desteklemesi, önlisans-lisans ve lisansüstü alanlarda akademik eğitim kalitesinin artırılması, ulusal/uluslararası bianel, trianel, çalıştay, yarışma ve karma sergilerin niceliksel ve niteliksel olarak artması ve bireysel çabalar sayesinde hızla devam edecektir. 92 Kaynakça Ağatekin, M. (1993). Cumhuriyet Sonrası Çağdaş Türk Seramik Sanatının Gelişimi ve Anlatım Dili Yönünden Değerlendirilmesi, Yüksek Lisans Tezi, Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Eskişehir. Aliçavuşoğlu, E. (2009). Bauhaus Geleneği ve Günümüz Sanatına Yansımaları., A. Artun ve E. Aliçavuşoğlu. (Derleyen). Bauhaus: Modernleşmenin Tasarımı. İstanbul. İletişim Yayınları, s.23. Altıparmak, A. (2002). Türkiye’de Devletçilik Döneminde Özel Sektör Sanayiin Gelişimi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 13,35-59. Anılanmert, B. (1999). Cumhuriyetin Renkleri, Biçimleri, İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları. Bakla, E. (2010). İstanbul’un 100 Çini ve Seramik Sanatçısı, İstanbul: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yayınları. Bektaş, D. (1992). Çağdaş Grafik Tasarımının Gelişimi, İstanbul:Yapı Kredi Yayınları. Bosworth, J. (2006). Ceramicswith Mixed Media, Philadelphia: A & C Black London. Çil, S. (2006). Geleneksel Çömlek Formlarında Picasso Yorumu.VI. Uluslararası Katılımlı Seramik Kongresinde sunuldu, Türk Seramik Derneği Yayınları, No:23. Erzen, J. N. (1991). Çağdaş Düşünce ve Sanat.,İ. Duben ve D. Şengel (Editörler). Modernizm Sonrası Sanat, İstanbul, Plastik Sanatlar Derneği Yayınları, No:1. Gençaydın, Z.(1997). Giriş Bölümü, Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Yayınları 16, Ankara. Howard, J. (1996). Art Nouveau: International andNationalStyles in Europe, UK: Manchester UniversityPress. Kura, H. (1989). Endüstriyel Seramik Tasarımında Biçim ve Üretim Yöntemleri, Yayınlanmamış Sanatta Yeterlik Eser Çalışması Raporu, Mimar Sinan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. Kura, H. (1996). Bir Sanatçı: Vedat Ar, Seramik Dünyası, Sayı:17,16-21. 93 Küçükerman, Ö. (1987). Dünya Saraylarının Prestij Teknolojisi ve Porselen Sanatı ve Yıldız Çini Fabrikası, Ankara: Sümerbank Genel Müdürlüğü Yayınları. Özen Türedi, A. (1993). Ateşin Toprağa Hükmettiği Sanat, Anadolu Sanat Dergisi, Sayı:1, 157-163. Özer, L. (2012). Türk Seramik Sanatında Eğilimler, Türk Standartları Enstitüsü Dergisi, Sayı 598,56-61. Özturanlı, G. (1989). Geleneksel Tasarım ile Çağdaş Tasarım İlişkilerinin Değerlendirilmesi, Yayınlanmamış Sanatta Yeterlik Çalışması, Mimar Sinan Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. Özturanlı, G. (1998). Modern Türk Seramik Sanatına Bir Bakış, Türkiye’de Sanat Plastik Sanatlar Dergisi, Sayı:33,31-33. Seramik Tanıtım Komitesi. (2003). Türkiye’de Seramik: Toprakla Ateşin Öyküsü, İstanbul: Grup 7 İletişim Hizmetleri. Soner, Ş. T. (2007). Endüstrileşme Sürecinde Tasarım ve William Morris, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Akdeniz Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Antalya. Sönmez, N. (2002). Nesne, Sanatçı ve Seramik Sanatı İlişkisi, Anadolu Sanat Dergisi, Sayı: 13, 175-183. Tansuğ, S. (1988). Candeğer Furtun ve Çağdaş Seramiğin Sorunları, Argos Yeryüzü Kültür Dergisi, No:3, 93-105. Tansuğ, S. (1999). Çağdaş Türk Sanatı, İstanbul:Remzi Kitabevi. Terwiel Dizdar, C. (2008). Türkiye’de Seramik Sanatının Kurumsallaşması, Seramik Federasyonu Dergisi, No:24,118-123. Terwiel Dizdar, C. (2013). Candan Dizdar Terwiel İle Seramik Sanatı Üzerine, Seramik Federasyonu Dergisi, Sayı 31. Tunalı, İ. (1997). Sanayi, İnsan ve Sanat, Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Yayınları, Sayı:16. 94 Turan, G. (2009). Türkiye’de Erken Cumhuriyet Dönemi Zanaat ve Endüstri Üretiminde Tasarım, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. Ulueren, Ş.D. (2005). Defne Koz ile Röportaj, Seramik Türkiye, Sayı:9, 96-100. Ulueren, Ş.D. (2006). Anadolu Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Seramik Araştırma Merkezi (SAM) Müdürü Prof. Ferhat Kara ile Röportaj, Seramik Türkiye, Sayı:17, 98-104. Ulueren, Ş.D. (2007). Tülin Ayta ile Röportaj, Seramik Türkiye, Sayı:19, 98-105. Ulueren, Ş.D. (2008). Mehmet Yavaş ile Röportaj, Seramik Türkiye, Sayı:24, 98-103. Vardar, N. (2008). Türk Markaları Ansiklopedisi II, İstanbul: Reklamcılık Vakfı Yayınları. Yağcı Başkaya, M. (2009). Sanatsal Formlarda Seramik ve Karışık Teknik Birlikteliği, Sanatta Yeterlilik Eseri Çalışma Raporu,Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Ankara. Yıldırım, L. (2011). Sanat- Zanaat Buluşması ve WienerWerkstätte Tekstilleri, Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sanat ve Tasarım Dergisi, Sayı 8, 105-122. Yılıkoğlu, H. (2006). Türk Seramik Endüstrisinde Tasarım, Türk Seramik Derneği Yayınları, No:23, 221-230. Yılıkoğlu, H. (2009). Türk Seramik Endüstrisinde Ürün Biçimlerindeki Gelişimin Değerlendirilmesi, Yayınlanmamış Sanatta Yeterlilik Tezi, Mimar Sinan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. Yorgancıoğlu, D. (2009). 20. Yüzyılın İlk Yarısında Bauhaus Fikirlerinin Amerika Kıtasındaki Yolculuğu, İstanbul: İletişim Yayınları. Görsel Kaynakları (Erişim Tarihi: 02.12.2013) Fotoğraf 1: http://makeitpart.blogspot.com.tr Fotoğraf 2:http://www.martygrossfilms.com/films/leach/leach Fotoğraf 3: http://fvsarts.pbworks.com/w/page/Picasso Fotoğraf 4: https://www.google.com.tr/search?q=miro&espv-joan-miro Fotoğraf 5: http://astrolozibyzizi.blogspot.com.tr/2013/12/fureya-koral Fotoğraf 6: http://kadifeklos.blogspot.com.tr/2013/07/normal-sadi-diren 95 96 STD 2015 ARALIK- SAYFA 97-112 Katma Değer ve Kalkınma Bağlamında Ürün Tasarımı Doç. Dr. Serkan GÜNEŞ Doç. Dr. Abdullah TOGAY Çiğdem GÜNEŞ Öz Kalkınma için yenilikle yüksek katma değerli ürün üretme zorunluluğu gündemi meşgul etmektedir. Ancak katma değerli ürünün ne anlama geldiği kadar, yenilik, katma değer ve kalkınma arasındaki ilişkinin açıklanmasında eksikler vardır. Günümüzde birçok işletme yoğun pazar rekabeti içinde yenilik baskısı yaşamakta, belirsizlik ve işlem maliyetleri yüzünden yenilik faaliyetlerini rutine dönüştürme konusunda kararsız kalmaktadır. Makalede tasarımın kalkınma için katma değer yaratma potansiyeli tartışılacak, tasarım özellikle işlem maliyetleri açısından teknoloji yoğun Ar-Ge faaliyetlerine alternatif işletme faaliyeti olarak önerilecektir. Anahtar Kelimeler: Endüstriyel Tasarım, Ar-Ge, Teknoloji, Kalkınma, Katma Değer PRODUCT DESIGN IN THE CONTEXT OF VALUE ADDED AND DEVELOPMENT Abstract Producing high value-added products through innovation has been engaged in the development agenda. However, there is still a lack of explanation about value-added products and correlation between innovation and development. Today although many business enterprises feel the pressure of innovation due to intense competition, many of them remain undecided in conversion of innovations to routines due to uncertainty and transaction costs. The article will discuss the potential of design in creating added value added for development and will propose design as an alternative business practice to technology intensive R & D activities especially in terms of transaction costs. Keywords: Industrial Design, R&D, Technology, Development, Value Added Doç. Dr. Serkan GÜNEŞ , Gazi Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü, Ankara. E-Posta: [email protected] Doç. Dr. Abdullah Togay , Gazi Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü, Ankara. E-Posta: [email protected] Çiğdem Güneş, TUSAŞ-Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş., Ankara. E-Posta: [email protected] 97 Giriş Endüstriyel tasarım faaliyetlerinin üründe, yüksek katma değer yarattığı, yaratılan katma değerin kapanması gereken cari açık ve kalkınma için önemli bir araç olduğu konusunda birçok söylem bulunmaktadır. Söylemlerin büyük bölümünde ifade edilen katma değer, kimi zaman kârı, bazen fiyatı, bazense gerçek anlamını ifade etse de, genel manada tasarım ürününün oluşturduğu iddia olunan yüksek katma değerden ne kastedildiği berrak değildir. Söylemler üzerinde yürütülecek tartışmalarda aynı ifade ile aynı şeyi kastetmek, anlamak için olmazsa olmaz koşuldur. Benzer bir çelişki, katma değer ve cari açık arasında görülmekte, her yaratılan ancak bileşiği belli olmayan katma değerin cari açığı kapatmada etkin bir unsur olarak görülmesi gerektiği savunulmaktadır. Diğer taraftan büyüme, gelişme, kalkınma ifadeleri birbirleri ile karıştırılmakta, kimi zaman birbirlerinin yerine kimi zaman ise tamamen farklı anlamlarda kullanılmaktadır. Hâlihazırdaki bu durumun temel sebeplerinden birisi öncelikle kullanılan terimlerin tanımının yapılmaması ve kastedilen anlam açısından fikir birliği olmamasıdır. Belki de en önemli sebep ise, tasarım etkinliği ve kalkınma arasındaki pozitif ilişkinin koşulsuz kabulüdür. Söylemin ötesine geçemeyen, detaylı ifadeler bütünü oluşturmadan yüzeysel şekilde ele alınan ilişki, çoğu zaman ampirik bilgiye dayanmadan savunulmakta, tasarım ile kalkınma gibi geniş bir kavramın bütünleştirilmesi aralarında bulunan farklar görmezden gelinerek yapılmaktadır. Bu noktadan hareketle, makalenin ilk amacı tasarım ile kalkınma kavramı arasındaki ilişkiyi, tasarım ve teknoloji, teknoloji ve iktisadi büyüme ve iktisadi büyüme ve kalkınma ilişkisi olarak kademeli okumaktır. Kalkınma kavramından ekonomik büyüme kavramına doğru aşağı yönlü daha sonra ise ürün tasarımı kavramından teknolojik gelişme kavramına doğru yukarı yönlü bir okuma yapmak gerekmekte ve çalışma kapsamında önerilmektedir (Şekil 1). Böyle bir okumanın gerekçesi şu şekilde açıklanabilir. Her şeyden önce kalkınma içinde farklı yapısal dönüşümleri barındıran bir paradigma yani kapsamlı bir değerler dizisidir. Tasarım ise bir faaliyettir. Bir faaliyeti, kapsamlı bir paradigma ile karşılaştırmak ölçek problemi oluşturmaktadır. Bu nedenle iki unsur arasında karşılaştırma yerine ilişkilerine bakmak daha sağlıklı olacaktır. İlişkileri bulmak için ise faaliyet ile paradigmayı bir kavram düzeyinde buluşturmak gerekecektir. Bu kavram ise teknolojidir. Zira kalkınma ekonomik büyümeyi de kapsayan bir olgu iken, ürün tasarımı teknolojik gelişmenin alt bileşenlerindendir. O halde evvela teknolojik gelişme ile iktisadi büyüme arasındaki ilişkinin teorik altyapısının ele alınması gerekmektedir. Böylelikle; öncelikle kavramlar arasında ilişkilendirmeyi zorlaştıran farklar ifade edilecek daha sonra ise ilişki ağı her aşamada silsile 98 halinde tekrardan kurgulanmaya çalışılacaktır. Şekil 1: Ürün tasarımı ile kalkınma ilişkisi Makalenin ikinci amacı ise sıklıkla karıştırılan katma değer ve kalkınma kavramlarının açıklamalarını yapmaktır. Bu açıklama daha ziyade sadeleştirilmiş olarak yapılacak, aşırı detaydan kaçınılacaktır. Gerek katma değer gerekse de kalkınma kavramı başlı başına bir alan olmaları nedeniyle izahat kavram alanlarında yer alan ana eksenler, benzerlikler ve karşıtlıklar üzerinde yoğunlaştırılmıştır. Değer, Katma Değer Ve Katma Değerli Faaliyet Nedir? Bir mala verilen öneme veya kıymete değer denir. Değer, iktisadın tartışmalı konularından birisi olup, malın sağladığı fayda kadar malın bol veya kıt olması ve malın kalitesiyle ilişkilidir. Klasik iktisatçılar bir mal ve hizmetin değerini harcanan emekte aramış, Ricardo’nun mübadele değerini gündeme taşımasıyla fayda kavramı gündeme gelmiştir. Konu fayda olduğunda tartışma derinleşmiş, özellikle Jevons, Menger ve Walras gibi Neo-Klasik iktisatçılar değeri “marjinal fayda” üzerinden piyasadaki değişim sürecinde aramışlardır. Tartışmalar devam etse de değer, üretim maliyetleri ile söz konusu şeyin sağladığı faydanın bir fonksiyonu olarak görülmektedir. Değer konusunda büyük yanılgılardan birisi, değerle fiyatın eş görülmesidir. Gerçekte fiyat ve değer farklılaşabilmekte, fiyat dışsal faktörlerin etkisiyle gerçek değerin altında veya üstünde oluşabilmektedir. Katma değer ise bir ürünün satış fiyatından, o ürünü ortaya çıkarmak için başkalarından satın alınan şeylerin düşürülmesinden sonra ortaya çıkan bakiyedir (de Chernatony ve diğ., 2000). Bu miktar içerisinde kar, kira, ücretler ve faiz bulunur. Yani katma değer, çıktı ile girdi arasındaki farka işaret eder (Brandenburger ve Stuart, 1996). Milli hasıla ise bir memleketteki bütün ekonomi birimlerinin mal ve hizmet üretiminde yarattıkları katma değerler toplamıdır (Daly, 1996). Katma değer ile milli hasıla arasında doğrudan ilişki bulunmakta, yüksek katma değer yüksek hasıla anlamına gelmektedir. İşletmelerde amaç dâhilinde tekrarlı işlemlere faaliyet denir. Faaliyetleri katma değer yaratan veya yaratmayan olarak sınıflamak mümkündür. Katma değerli faaliyetler sunulan malın değerini arttırır. Basit bir ifade ile eğer bir faaliyet ürüne değer katıyorsa katma değerlidir ve daha da ötesi faaliyet mukayese açısından diğerlerine oranla fazla katma değer 99 yaratıyorsa bu faaliyet daha yüksek katma değerlidir (Davis ve Kay, 1990). İşte yüksek katma değerli ürün, içeriğinde mukayese edilen ürüne karşı yüksek katma değerli faaliyetleri barındıran, müşteriye daha fazla fayda sağlayan dolayısıyla milli hasılayı daha fazla artıran üründür. Günümüzde yüksek katma değerli ürünler ve cari açık arasında ilişki kurulduğu görülmekte, yüksek katma değerli ürünlerin cari açığı kapatmakta etkin bir araç olduğu savunulmaktadır. Bu tartışmalarda ifade açısından yapılan en büyük hata cari açık kavramı ile dış ticaret açığının karıştırılmış olmasıdır. Zira cari açık, iktisadi birimler sahip oldukları kaynakların ötesinde harcamaya başlarlarsa ortaya çıkar ve elbette ihracat-ithalat arasındaki farkı tanımlayan mal dengesini de kapsar. Dolayısı ile dış ticaret açığı denildiğinde cari açığın yalnızca bir alt bölümü olan mal dengesi anlaşılmalıdır. Cari açık ise dış ticaret dengesi ile hizmetler, yatırım gelirleri dengesi ve cari transferler dengesini de kapsar. Bu nedenle yüksek katma değerli ürünlerin üretilmesi, sadece dış ticaret açığına tesir etmekte, ancak kendi başına tüm cari açığı kapatma kudreti bulunmamaktadır. Tartışmalarda eksik olan bir husussa, katma değer içindeki milli katma değerin tanımlanmamasıdır. Zira bir ürünün yüksek katma değer yaratması, her zaman ürünün dış ticaret açığını kapatmakta etkili olacağı anlamına gelmez. Asıl önemli olan yaratılan katma değer içindeki milli katma değerdir. Söylemlerde daha ziyade yüksek katma değerli ürünler olarak ileri teknoloji ürünler öne çıkarılmakta ancak ürünlerin milli katma değer oranı göz ardı edilmektedir. Velev ki elimizde cep telefonu ve pamuk gibi iki ürün bulunsun. Dış ticaret açığı açısından önemli olan, bu ürünlerden hangisinin ihracatının daha fazla milli gelir yaratmış olduğudur. Bu iki ürünün satış fiyatları içinde hangisinde diğerine oranla daha fazla milli katma değer varsa o ürünün ihracatı milli geliri daha fazla arttırır. Yani bir telefonu üretmek ve yurtdışı pazarlara satmak kadar telefonu üretirken daha az ithal malzeme kullanılması dış ticaret dengesi açısından mühimdir. Bu kısma kadar ifade edilenleri özetlemek gerekirse şu çıkarımları yapmak mümkündür. Katma değer ürünün fiyatı değil ürünü ortaya çıkarmak için başkalarından satın alınan unsurların düşürülmesinden sonra ortaya çıkan bakiyedir. Bu nedenle bir üründe yüksek katma değer açısından esas olan, hammadde tedarikinden üretimine ve müşterinin eline geçene kadar ürün faydasını arttırmak kadar milli katma değer miktarını da arttırmaktır. Böylelikle dış ticaret açığını kapatmada ihtiyaç duyulan, salt yüksek katma değerli ileri teknoloji ürünleri veya tasarım ürünleri değil, milli katma değer miktarı yüksek ileri teknoloji veya tasarım ürünleridir. Böyle bir sav gerekçesini hem karşılaştırmalı üstünlük teorisinden hem de değer teorisinden almaktadır. Bir malın milli olması, o malın değer zincirinde milli girdinin fazlalığına işaret 100 eder. Değer zincirinde milli miktarı ne kadar yüksek ise üretilecek katma değer daha fazla ülke içinde yaratılmış anlamına gelmektedir. Bu nedenle herhangi bir ürünün milli katma değer oranı, katkının o ürünün üretiminin ilk aşamalarına doğru ilerlemesiyle artmaktadır. O yüzden montaj sanayi gibi pratiklerin milli katma değer oranı düşüktür. Büyüme ve Kalkınma Nedir? Tasarım kavramı ve kalkınma arasındaki ilişkinin tanımlanması konusunda yapılan yanlışlardan birisi büyüme, gelişme ve kalkınma ifadelerinin eş anlamlı olarak kullanılmasıdır. Bu nedenle öncelikle bahsi geçen ifadelerin neyi içerdiği ve birbirleri ile ilişkilerinin tanımlanması önemlidir. Zira tasarım kavramı doğrudan kalkınma kavramı ile ilişkilendirilmekte, bu durumda iki kavramın arasındaki ölçek farkları nedeniyle birbirini tamamen karşılayan bir karşılaştırma veya eşleştirme yapılamamaktadır. Burada ölçek farkından kasıt, kalkınmanın çok büyük bir yapısal değişimine işaret ederken, tasarım bu yapısal değişimdeki herhangi faaliyetten birisidir. Bu yaklaşım tasarımın önemini inkâr etmemektedir. Söylenmek istenen tasarımın ancak kalkınma için kullanılabilecek alt faaliyetlerden biri olabileceğidir. Zira tasarımın tek başına kalkınmayı sırtlanabilecek kudrette olmaması her iki kavramı bağımlı ancak karşılaştırması zor iki unsur haline getirmektedir. İktisadi büyüme (büyüme), genel anlamda herhangi bir ekonomide zaman içinde mal ve hizmet üretimi miktarında artış ile iktisadi faaliyetlerin ölçeğinde meydana gelen büyümeyi ve kişi başına düşen hasılanın büyümesini ifade eder (Sullivan ve Sheffrin, 2003: 310). Kalkınma (kimi zaman gelişme) ise, salt üretimin ve kişi başına gelirin arttırılması değildir, az gelişmiş bir toplumda iktisadi ve sosyo-kültürel yapının değişmesi ve yenileştirilmesidir (Han ve Kaya, 2012: 2). Kalkınma, az gelişmişlikle ilgili iken geniş anlamda büyümeyi de içermektedir. Ancak büyüme olmadan kalkınma olamayacağı gibi her büyüme kalkınma demek değildir. Flammang’a göre büyüme aynı olandaki artışı, ekonomik kalkınmaysa yapısal değişme sürecini ifade eder (1979: 50). Bu kavramlar arasındaki ilişki kısa dönemde rekabet halinde, uzun vadede ise birbirini tamamlayıcı niteliktedir (Flammang, 1979: 61). Salt iktisadi büyüme ile temelini beşeri sermayeden alan kalkınmayı yakalamak mümkün gözükmemektedir. Teknoloji ve Kalkınma İlişkisi Teknoloji, bir mal veya hizmetin üretimi için gerekli ve uygulanan bilgi ve deneyimdir. Teknolojinin iktisadi olarak ele alınış biçimi farklı yaklaşımların çıkmasına sebep olmuştur. Neo-Klasik üretim fonksiyonu yaklaşımında teknoloji başta dışsal ve kamu malı olarak kabul edilmiştir. Teknoloji ile 101 büyüme ilişkisi ampirik olarak Solow tarafından ele alınmış, teknolojik ilerlemeyi (işgücünün eğitimini de kapsar. s:312) büyümenin, bir bakıma kişi başına gelirdeki artışı sağlayan en önemli girdisi olarak tanımlamıştır (1957). Solow bu çıkarımını Toplam Verimlilik Faktörü (TVF) ölçümlerine dayandırmış, geleneksel modellerde büyümeye neden olarak gösterilen emekçi ve sermaye faktörleri dışında ileride Solow Artığı (Residual) olarak anılacak olan teknoloji artığına ulaşmıştır. Ancak Solow’un modelinde teknolojinin kaynağı meçhul kabul edilmiş ve dışsal bir değişken olarak görülmüştür. Teknoloji bir şekilde, bir yerlerde ortaya çıkmakta sonra ekonomiye girip, TVF’de artışına neden olmaktadırlar. Daha sonraları dışsallık yaklaşımı büyük eleştiriler alsa da, modelin en büyük katkısı teknolojinin (teknik değişimin) büyüme değişkeni olarak gündeme getirmesidir. Romer, büyümenin asli unsuru olarak teknolojik gelişmeyi görmüştür (1990). Ancak ona göre teknolojik gelişme dışsal değil; onun yerine firmaların bilinçli kararları sonucu ortaya çıkan içsel bir üretim faktörüdür (Romer, 1990: 72). Neo-Klasik büyüme yaklaşımından ayrı olarak kaynağı tanımlanmayan teknolojik gelişme işletmelerin kar ya da fayda fonksiyonunu yükseltmek için içsel olarak ürettikleri faaliyetler olarak tanımlanmıştır. Modelde teknolojik gelişmenin üretim maliyeti ilk sabit maliyetine eşit görülmüştür. Böylelikle teknolojik gelişme diğer mallardan farklı bir özelliğe bürünmüştür. Endojen (içsel) büyüme modeli denilen bu modelde büyüme, teknik bilgiye dayansa da bedelsiz olan teknoloji, maliyetleri düşürürken kaliteyi yükseltmektedir. Teknolojinin kamusal niteliği değişmemekte, teknoloji yatırımları neticesinde işletmeden taşarak sektörün geneline yayılmaktadır. Modelde, artan verimlere dayalı üretim fonksiyonu kullanılmakta, kararlar ve faaliyetler sonucu ortaya çıkan bilgi ekonominin genelinde verimlilik artışı sağlamaktadır. Endojen büyüme modellerine bir katkıda Lucas’tan gelmiştir. Lucas beşeri sermayeyi üretim faktörü olarak tanımlamıştır (1988). Lucas’a göre bu sermaye, eğitim ve yaparak öğrenme vasıtasıyla oluşabilmektedir. Evrimci iktisat olarak adlandırılacak Schumpeter’ci yaklaşımda ise (1943) Neo-Klasik yaklaşımın görmezden geldiği büyüme ve kalkınma arasındaki ilişki üretim faktörleri üzerinden kurgulanmıştır. Genel anlamda üretim faktörleri, ürün için lazım olan tüm unsurlardır. Schumpeter’ci yaklaşımda sermaye, emek ve toprak üretim faktörlerine gayri maddi unsurlar olarak teknoloji (yenilik) ve sosyo-ekonomik unsurlar (girişimcilik) eklenmiş, son iki unsur Schumpeter tarafından kalkınmanın asli unsurları olarak görülmüştür. Schumpeterci yaklaşım kalkınmayı doğrusal bir hareket olarak görmemiş, zaman içinde kesintiye uğrayan ve dengesi bozulan ancak yine 102 ardışık yenilikler ve girişimci teşebbüsleri vasıtasıyla tekrar geçici dengeye ulaşan bir devingen süreç olarak tanımlamıştır. Yaklaşımda teknoloji dışsal değil içseldir. İşletmeler asli amaçları için teknoloji üretmekte ve teknoloji öncelikli rekabet aracı olmaktadır. Schumpeter yaklaşımında teknoloji daha ziyade buluşlar ile özdeşleştirilmekte, pratikteki büyük yoğunluğu oluşturan artımsal teknolojik gelişmeler göz ardı edilmektedir. Bu nedenle süreç zaman içinde kesintiye uğramaktadır. İçsel teknoloji yaklaşımı Nelson ve Winter tarafından da ele alınmış, ekonomik kalkınma için teknolojik değişim talep faktörleri çerçevesinde ifade edilmiştir. Modelde yenilikçi işletmeler heterojenliğin sağladığı rekabet için yeni rutinler (bilgi kodları) geliştirmekte, takipçiler rant için başarılı rutinleri kopyalayarak transfer etmektedir (Nelson ve Winter, 1982). Bilgi asimetrik olduğundan işletmeler rekabet halindedir ve teknoloji kolayca ulaşılabilen bir faktör olmaktan çıkmıştır. Teknoloji, üretilmesi için çaba ve kurumsal altyapı gerektiren ve rekabetçi üstünlükler kazandıran bir faktöre dönüşmüştür. Yukarıdaki ifadeler doğrultusunda teknoloji ve kalkınma arasındaki ilişki için şu çıkarımları yapmak mümkündür. Neo-klasik okul, teknolojiyi bir müddet görmezden gelse de, gerek okulun kendi içindeki dönüşümü gerekse evrimci iktisat söylemlerinin ortaya çıkması ile teknoloji gayri maddi üretim fonksiyonu olarak rekabetçi ekonominin, iktisadi kalkınmanın tamamlayıcı bir parçası haline gelmiştir. Teknoloji, iktisadi büyüme için düşük maliyetli ve yüksek kaliteli ürünler (yani verimlilik sağlayabildiği) kadar, yeni seçenekler sunan ürünlerinde ortaya çıkmasını sağlamaktadır. Teknolojinin etkin hale gelmesi, rekabetçi piyasalarda yeni teknoloji üretmek veya teknolojiyi transfer etme sorunlarını çıkarmış ve ülkeler arası gelişmişlik yarışının en belirleyici unsuru haline gelmiştir. Tasarım ve Katma Değer İlişkisi Katma değer, bir işletmenin dışarıdan tedarik ettiği girdilere kendi bünyesinden kattıklarıdır. Bu sebepten katma değere ulaşmak için girdi maliyetlerinin cirodan çıkarılması gerekmekte, işletmenin ödediği ücretlere ve işletme karına ulaşmak mümkün olmaktadır. Yinelemek gerekirse katma değer salt işletme karından oluşmaz ve işletmenin ürettiği ürün fiyatı ile dışarıdan sağlanan hizmetlerin birim maliyeti arasındaki farktır. Katma değeri arttırmak için ya işletme karının ya da katma değere esas olan işçilik içeriğinin arttırılması gerekir. İhtiyaç olan, ya ürün fiyatını yükseltmek ya da fiyat sabitken girdileri düşürmektir. Rekabetçi piyasalarda ürün fiyatlarını gerekçesiz yükseltmenin bir gerçekliği bulunmadığından yapılması gereken girdi maliyetlerini düşürmek için teknolojik gelişme ya 103 da ürün fiyatını arttıracak markalaşma çalışmalarıdır. Elbette teknolojik gelişme (teknoloji geliştirme veya transferi) ve markalaşmanın cari giderler yaratacağından önemli olan cari girdilerle ürün fiyatı arasındaki pozitif fiyat farkıdır. Katma değer arttırmak için yapılacak yatırımların birim üründe cari girdileri (maliyetleri) birim ürünün fiyat artışının altındaysa, yani yapılan yatırımla yeni fiyat arasında pozitif fark varsa katma değer yaratılmaktadır. Yinelemek gerekirse, daha yüksek katma değer daha yüksek karlılık anlamına gelmemektedir. Kar sabit veya düşerken işçilik ücreti artışı yakalanabilir. Katma değer artışının bir boyutuysa ürünün daha çok bilgiyle işlenmesidir. Katma değer artışı için tasarım, Ar-Ge, yenilik ve markalaşmaya ilgi gösterilmesi yazında ve söylemlerde sıklıkla ele alınmaktadır (Griliches, 1995, Greenhalgh ve Longland, 2006: 309). Bu yaklaşımın arkasındaki gerekçe, emek yoğun ürünlerden bilgi yoğun ürünlere geçilmesi, bir bakıma işçiliğin niteliğinin değişmesidir. Böylelikle, ya fiyat sabitken daha yüksek işçilik içeriği sağlanabileceği (Griliches, 1995) ya da aynı zamanda ve mümkünse verimli Ar-Ge sayesinde daha yüksek niteliğe ve fiyata sahip ürünlere, kısaca karlılığa ulaşılabileceği öngörülmektedir (Grossman and Helpman, 1991). Bu aşamada öncelikle şu sorunun sorulması gerekmektedir. Tasarım katma değer yaratan bir faaliyet midir? Daha önce bu çalışmada katma değerli faaliyetleri müşteriye fayda sağlayan faaliyetler olarak tanımlamıştır. Eğer tasarım müşteriye bir değer sağlıyor ise (ki sağlar) ön kabul olarak katma değerli bir faaliyettir. O halde iletmelerin katma değerli bir faaliyet olan tasarıma yatırım yapıp yapmayacakları cevaplanması gereken bir sorudur. Buna cevap verebilmek için izlenecek ilk yol yatırım maliyetleri üzerinden yapılacak bir analizdir. Eğer işletmelerin birim ürün bazında tasarım için yapacakları fazladan maliyet miktarı (Maliyet B > Maliyet A) ile sağlanan fiyat avantajı arasında pozitif bir fark (Katma Değer B > Katma Değer A) oluşuyorsa(ki bunun garantisi yoktur) bu alana yatırım yapmak mantıklıdır (Şekil 2). Şekil 2: Tasarım yatırım koşulu 104 Şekilde işletme girdileri ve işçilik sabit iken Koşul 2’de firma tasarıma yatırım yaparak maliyetlerini arttırmıştır. İşletme yeni ürünü Fiyat B’den satarak daha yüksek kar elde etmiştir. İşletmenin yeni karı tasarım maliyetleri ve eski karının toplamından yüksekse (Kar B > [Tasarım Maliyeti + Kar A]) işletme daha fazla katma değer yaratmış olacaktır. Faaliyetleri arasına tasarımı ekleyen işletmelerin yüksek katma değer sağlamasının bir nedeni de işçilik içeriklerinin değişmesidir. Tasarım bilgi yoğun faaliyet olduğundan işçilik içeriği emek yoğundan bilgi yoğuna doğru ilerlemektedir. Tasarım maliyetleri eklenen koşulda ürün fiyatı neden artar? Artışın ilk sebebi tasarım yatırımının maliyetidir. Ancak daha da önemlisi kardaki artıştır. Kardaki artışa imkân veren ise ürün farklılaştırılması nedeniyle işletmeye fiyatı arttırmasına olanak sağlayan tekelci kar; geçici ranttır. Bu rantı sağlayan kapitalist teşebbüs iradesi ve zekası tarafından yaratılan, statikliği bozan yenidir (Schumpeter, 1943). Tasarım yeni ürüne sebep olmakta, işletmelerin emsallerinden daha yüksek fiyat talebine olanak vermektedir. Ar-Ge mi, Tasarım mı? Tasarım ve Ar-Ge faaliyetlerinin yüksek katma değerli ürünlere sebebiyet verdiği halde işletmelerin bu faaliyetleri bünyelerine katmamalarındaki sebepler nelerdir? Bu soruya cevap vermeden önce işletmelerin varlık sebebinin öncelikle karlılık ve büyüme daha sonra işlem maliyetlerini düşürmek olduğunu hatırlatmakta fayda vardır. Hal böyle iken daha önce bu faaliyetlerde bulunmayan işletmelerin bu tür rutinler için yüksek işlem maliyetleriyle karşılaşacağını söylemek yanlış olmaz. İşlem maliyeti kavramı Coase ile gündeme gelmiş, Coase işletmelerin neden bütün işlemlerin piyasalarda gerçekleştirilmediğini açıklamaya çalışmıştır (1937). Kavrama göre işletmeler işlemler serisi olarak görülmekte, firmalar bu işlemlerin firma bünyesinde yapılması veya piyasadan temini konusunda (Willamson, 1975)maliyetlerdeki farka göre karar vermektedir. Williamson (1975) işlem maliyetleri açısından faaliyetlerin işletme içinde yapılmasını piyasaya göre daha avantajlı ve daha etkin bir organizasyon olarak görmektedir. Bir faaliyetin işletme bünyesi içinde yapılması ve rutin olması kolay değildir. Bu nedenle işletmeler tasarım ve Ar-Ge gibi yüksek belirsizlik içeren konularda öncelikle var oldukları durumu koruma tutumu göstermekte ya da daha etkin konum için diğer işletme rutinlerini taklit etmektedir. Eski rutinlerin etkisini kaybettiği piyasalarda, başarılı rutinlerin taklidi makul olsa da, bu rutinlerin transfer maliyetleri ve örtük bilginin transferinde yaşanan güçlükler, yeni rutinin yaratılması seçeneğini doğurmaktadır. Dolayısıyla Ar-Ge hizmetlerinin işletme içinde mi yürütüleceği yoksa piyasada sair işletmelerce yürütülen Ar-Ge çalışmalarının işletme bünyesine 105 mi transfer edileceği işlem maliyetleri ile ilgili bir husus olduğu kadar aynı zamanda yerleşik işletme kültürü ve geçici işletme iklimi ile alakalıdır. Ar-Ge maliyetleri için yeterli risk sermayesine sahip olmayan işletmeler maliyet liderliği stratejisi yürütmekte veya teknoloji transferine (her türlü ticari anlaşmayı kapsayan ve know-how transferi) yönelmektedir. Yenilikçi olmak rasyonel işletme mantığı içinde maliyetler üzerinden yapılan bir tercihtir. Rekabetçi piyasa, işletmeleri Ar-Ge faaliyetlerine zorlarken, işletmeler maliyetler üzerinden tercihte bulunmaktadır. Konu maliyet olduğunda tasarım veya Ar-Ge faaliyetleri konusunda tercihi iki husus belirler. İlki piyasadaki hâkim rekabet şeklidir. Eğer piyasa Ar-Ge tabanlı bir rekabete sahipse salt tasarım faaliyetleriyle rekabetçi üstünlük sağlamak mümkün olamayacaktır. Piyasada tasarım rekabet için yeterliyse, maliyetler açısından öncelikle tasarıma yönelmek rasyonellik içinde mantıklı olacaktır. Zira tasarım faaliyetleri gerek maliyetler gerekse kısa proje erimleri açısından Ar-Ge faaliyetlerine oranla daha az risk sermayesi gerektirmektedir. Düşük seviyedeki sermaye birikimleri KOBİ’lerin tasarım faaliyetlerine yönelmelerini ve rutin geliştirmelerini engellemektedir. Tasarımın Ar-Ge’den diğer farkı rutin transferinin kolaylığıdır. İşletmeler tasarım ihtiyaçlarını danışmanlıkla temin edebilmektedir. Nitekim eğer işletmenin yeterli risk sermayesi bulunmuyorsa ve piyasada tasarım faaliyetleri rekabetçi üstünlük sağlıyorsa, Ar-Ge yerine ilk olarak tasarım faaliyetlerine yönelmesi işlem maliyetleri açısından uygundur. İşletmelerin yeniliği bir üretim faktörü olarak bünyelerine katma amacıyla, tasarım faaliyetlerinin ilk olarak gündeme gelmesi, maliyet açısından korunaklı şekilde rutin geliştirmeye imkân verirken bu alanda olası piyasa başarıları işletmelerin yüksek maliyetli Ar-Ge faaliyetlerine yönelmesi konusunda cesaretlendirecektir. Tasarım ve Kalkınma İlişkisi Bir kavramın iktisadi boyutu yarattığı iş hacmi, sağladığı katma değer (GSMH), ürettiği istihdam ile ölçülür. 2015 tarihli Avrupa’da Endüstriyel Tasarımın Ekonomik Özeti isimli raporda (Europa Economics), Avrupa’da yer alan 470 sektörden 165’inin tasarım yoğun sektörler olduğu gözükmektedir. Bu sektörler 2013 yılında 1,6 trilyon Euro ile Euro bölgesi gayri safi hasılasının %13’ünü üretmektedir (EPO &OHM, 2013) . Bu hasılanın 123 milyar Euro’su doğrudan endüstriyel tasarım faaliyetlerinden oluşmaktadır (Europa Economisc, 2015). Diğer taraftan 2008 yılında İngiltere’de tasarım faaliyetlerinin yıllık cirosu 33.5 milyar pound iken (Haskel ve Pesole, 2011), 2007 yılında Danimarka’da 3,5 milyar Danimarka kronu (The Danish Goverment, 2007), İrlanda’da 2010 106 yılında 498 milyon Euro’dur (Indecon, 2010). Yine İngiltere’de yapılan bir çalışmada tasarıma yapılan her 100 euroluk yatırımın 225 euro geri dönüş sağladığı raporlanmıştır (Kang, 2015). Ekonomik büyüme için etkin bir araç olan tasarımın, ekonomik bir aktör olan firmaların karlılığına (Candi ve Saemundsson, 2011), nakit akışına (Hertenstein ve diğerleri, 2005) ve genel olarak ekonomik performansına (Candi ve Gemser, 2010) katkı sağladığı belirlenmiştir. İktisadi büyümeye sebep olacak sürükleyiciler arasında yer alan yeni ürün geliştirme faaliyetleri (Dahlstrand ve Stevenson, 2010) bu özelliğini özellikle doğrudan sağladığı katma değer ile almaktadır. İktisadi büyüme ise kalkınmanın ihtiyaç duyduğu kaynağı sağlamaktadır. Günümüz iktisadi yaklaşımlarında, verimliliğin istihdam artışı sağladığı, teknolojik gelişmenin verimliliğe katkı sağladığı konusunda oydaşma bulunmaktadır. Bu yüzden teknolojinin gelişmesi ve yüksek katma değerli yeni ürünlerin yaratılması rekabetçi ekonomi için tamamlayıcı kalkınma için belirleyicidir. Talep tabanlı pazarlarda ürünü ucuz üretmek değil yeni tekniklere ve performansa haiz (Porter, 1990) tüketici ihtiyaçlarına ve özelliklerine uygun ürünleri pazara sunmak önemlidir. Girişimciye kâr getiren ve teknolojik gelişmeler sonucu ortaya çıkan ve ticari bir ürüne dönüşen her şey yenilik (inovasyon) ise tasarım yeniliğin hem parçası hem biçime bürünmüş halidir. Zira tasarım kaynağını yeni, farklı fikirlerden alır, fikirleri tüketici faydasına çevirir. Nitelikli tasarım üründe işlev veya estetik anlamda veya her ikisi açısından katma değer yaratır. Düşünce aşamasında kalan, vücut bulamayan fikir tüketici ile buluşmadığı yani inovasyona dönüşmediği sürece müddetçe katma değere konu değildir. Tasarımın yeniliğin ayrılmaz ve tamamlayıcı parçası olması (Mutlu ve Er, 2003) onu her katma değer sağlayan faaliyet gibi büyümenin ve kalkınmanın temel araçlarından yapmaktadır. Hızlı olması gelişmekte olan ekonomilerde tasarımın belirli altyapıya zorunluluğu aşikârdır. - Geç sanayileşen toplumlarda tasarım faaliyetleri yoğun değildir. Sanayileşme için teknoloji yoğun mühendislik Ar-Ge’ye önem verilmekte, yenilik kültürü oluşturmada öncü ve düşük maliyetli tasarım faaliyetlerinin önemi indirgenmektedir. - Üretimde maliyet liderliği ve ölçek öne çıkarılmakta, tasarım faaliyetleri belirsizlik kaygısıyla görmezden gelinmektedir. - İşletmeler markalaşma ve tasarım faaliyetleri amacı ile kurulmamakta, bu tür faaliyetler ancak rekabetçi piyasa zorlamasıyla gündeme gelmektedir. 107 - Düşük risk sermayesi işletmeleri tasarım faaliyetlerinden uzaklaştırmakta, işletmeler teşvik sistemine bel bağlamaktadır. - Fikri ve sınai haklar konusundaki eksiklikler yenilikçiliği cezalandırmakta, geçici ranta kısa sürede diğer işletmeler ortak olmaktadır. - Tasarım salt estetik fayda düzeyine indirgenmekte ve Ar-GE’nin son aşamalarında sürece girmektedir. Kalkınma, refahı arttırmaya yönelik iktisadi potansiyelin harekete geçirilmesidir. Geri kalmış ekonomilerin çıkmazı beşeri ve maddi sermayenin kıt oluşu ve kaynakları kullanıma sokmada eksikliktir. Bu nedenle kıt sermayenin etkin şekilde kullanılması kalkınma politikalarının temelini oluşturmuştur. Doğrusal kalkınma modeli reçetelerinde (Hozelitz, 1990; Rostow, 1960; Kuznetz, 1955; Fisher, 1939) maddi üretim fonksiyonlarına dayalı ilksel üretim faaliyetlerinden gayri maddi üretim fonksiyonlarına dönük bir yaklaşımı önerilmektedir. Dolayısıyla az gelişmişlik ve gelişmişlik arasındaki farkta, yenilik üretebilme ve girişimcilik belirleyicidir (Wallerstein, 1974). Kıt kaynaklarla yenilik üretmek ancak yenilik potansiyeli yüksek sürükleyici alanlara yatırımla mümkündür. Zira Ar-Ge ve tasarım alanlarında fazla kapasite ve değer yaratmak, iki noktadan önemlidir. İlki işçilik içeriğinin emek yoğundan bilgi yoğuna doğru yönelmesidir ki, birim istihdamla üretilecek katma değer artacaktır. İkincisi yeni olanı yaratmadır ki, işletmeler kısıtlı maliyet liderliği yarışından kurtularak yeni olmanın sağladığı geçici ranttan faydalanacaktır. Tasarım kavramı Ar-Ge kavramının içinde yer alsa da, uygun koşullarda, ihtiyaç duyduğu daha düşük risk sermayesi, düşük işlem maliyeti ve kısa proje erimleri nedeniyle Ar-Ge yerine kullanılabilecek bir araçtır. Tasarım, özellikle gelişmekte olan ülkeler açısından yaratacağı rekabetçi pozisyon nedeniyle gelişme için stratejik konumdadır (Er, 1997). Tasarım olası Ar-Ge faaliyetlerine işletme kültürü ve rutin geliştirme açısından altlık sağlama potansiyeline sahiptir (Güneş, 2011). Kıt sermayenin eşit dağılımı düşük ölçekli işletme tiplerini ortaya çıkartmakta, işletmeler Ar-Ge faaliyetleri yürütememektedir. Gelişmekte olan ülkeler için, başlangıçta tasarım temelli yüksek katma değer yaratma faaliyetleri öne çıkmakta zamanla uzmanlaşma daha yüksek katma değerli ürünlerin Ar-Ge tabanlı geliştirilmesine imkân vermektedir. Sonuç Yerine Bu çalışmada endüstriyel tasarım disiplininde sıklıkla alanın önemini ifade etmede kullanılan katma değer kavramı açıklanmaya çalışılmıştır. Böyle 108 bir çabanın arkasındaki temel sebep katma değer kavramının, eğer dikkat edilme ise, ekonomi alanındaki diğer kavramlar ile karıştırılma ihtimalidir. Yinelemek gerekir ise, katma değerli ürün daimi suretle yüksek fiyatlı veya ileri teknolojili ürün değildir. Katma değerli ürün daha ziyade öz unsurlar ile ortaya konulan üründür. Bir işletme bir ürüne ne kadar kendinden değer veriyorsa, yani ürünün ortaya çıkması için gereken faaliyetlerde ne kadar etkili ise o ürün katma değerlidir. Bu noktada tasarım faaliyetinin firma tarafından yapılıp yapılmadığı veya dışarıdan özellikle ülke dışından hizmet alımı veya lisans yolu ile tedarik edildiği üzerinde durulması gereken ana hususlardandır. Bu yüzden, yüksek katma değer yaklaşımı açısından tasarım faaliyetlerinin firma içinde üretilmesi, milli katma değer açısından ise lisanslı üretim yerine özgün tasarımlara ağırlık verilmesi ve tasarım faaliyetlerinin milli imkânlar ile üretilmesi gerekmektedir. Gelişmekte olan ülkelerin temel çıkmazı kısıtlı sermaye birikimidir. Sermayenin kıt olması risk sermayesinin oluşmamasına yol açmakta, düşük ölçekli işletmeler yüksek işlem maliyetleri nedeniyle maddi üretim faktörleri üzerinden rekabeti yürütmektedir. Rekabetin yenilik ve girişimcilik üzerinden yürümesiyle teknolojik gelişme kişi başındaki gelirde artışı sağlayan tek faktör haline gelmiştir. İşletmelerin kararlarını etkileyen en önemli unsur pazardaki rekabetin yapısı ve rekabet için geliştirecekleri rutinlerin işlem maliyetidir. Bu meyanda, Ar-Ge ve tasarım faaliyetlerinin gerekliliğini mevcut pazar yapısı belirlemekte, zorunluluk ortaya çıktığındaysa işletmeler girdi maliyetleri ve üretilecek katma değer üzerinden yatırım kararı vermektedir. Eğer yatırıma konu olan cari girdilerle fiyat arasındaki pozitif fark ihtimali bulunuyorsa, işletmeler Ar-Ge ve tasarım faaliyetlerini rutin olarak bünyelerinde üretmekte ya da transfer etmektedir. Ar-Ge ve ürün geliştirme yeteneği ile yüksek katma değerli ürünler arasında pozitif bir ilişki bulunmakta, ülkeler için yüksek katma değerli ürün üretme yeteneği geliştirme, dış ticaret açığının kapatılmasında bir yaklaşım olarak ortaya çıkmaktadır. Ar-Ge faaliyetlerinin yüksek risk sermayesine ve kültüre ihtiyaç duyması, özellikle gelişmekte olan ülkeler için yüksek katma değer için alternatiflerin gündeme gelmesini zorunlu kılmıştır. Bu faaliyetler arasında ürün tasarımı, nitelikli Ar-Ge kadar yüksek katma değer vaat etmese de göreli olarak ihtiyaç duyduğu risk ve beşeri sermayenin düşüklüğü, kısa proje erimleri ve somut ürün çıktıları ile Ar-Ge faaliyetlerine alternatif olmaktadır. 109 Kaynakça Brandenburger, A. M., and Stuart, H. W. (1996). “Value-based business strategy.”Journal of Economics and Management Strategy, 5, 5-24. Candi, M., and Gemser, G. (2010). “An agenda for research on the relationships between industrial design and performance.” International Journal of Design, 4 (3) 67-77. Candi, M., and Saemundsson, R. J. (2011). “Exploring the Relationship Between Aesthetic Design as an Element of New Service Development and Performance.”Journal of Product Innovation Management, 28(4), 536-557. Coase, R. (1937). “The Nature of the Firm.”Economica, 4, 386-405. Dahlstrand, Å. L., and Stevenson, L. (2010). “Innovative entrepreneurship policy: linking innovation and entrepreneurship in a European context.”Annals of Innovation & Entrepreneurship, 1(1). 1-15 Daly, H. E. (1996). Beyond Growth. Boston: Beacon Press Davis, E., and Kay, J. (1990). “Assessing corporate performance”. Business Strategy Review, 1(2), 1-16. de Chernatony, L., Harris, F., Riley, F. (2000) “Added value: Its Nature, Roles and Sustainability”, European Journal of Marketing, 34(1/2), 39 – 56. EPO & OHIM (2013). “Intellectual Property Rights Intensive Industries: Contribution to Economic Performance and Employment in The European Union”, Industry-Level Analysis Report. EPO & OHIM: Münih Er, H. A. (1997). “Development Patterns of IndustrialDesign in the Third World:A Conceptual Model for NewlyIndustrialized Countries.”, Journal of Design History,10(3), 293-307. Europa Economics, (2015). The Economic Review Industrial Design in Europa, Europa Economics: London. Flammang Robert A. (1979). “Economic Growth and Economic Development; Counterparts or Competitors?”Economic Development and Cultural Change, 28(1), 47–61. Fisher, A. G. (1939). “Production: Primary, Secondary and Tertiary.”Economic Record, 15 (1) 24-38. Greenhalgh, C. and Longland, M. (2002). “Running to Stand Still? - Intellectual Property and Value Added in Innovating Firms”.Uwe Cantner (Ed.)9th Congress of the InternationalJoseph A Schumpeter Society. (ss. 301-321).Florida. 110 Griliches, Z. (1995). R&D and Productivity: Econometric Results and Measurement Issues. P. Stoneman (Editör). Handbook of the Economics of Innovation and Technical Change, Basil Blackwell, 52-89. Grossman, G. and Helpman, E.(1991). Innovation and Growth in the Global Economy, Cambridge: MIT Press. Güneş, S., (2011). “Design Integration and Organizational Routines”. ITU A|Z, 8(2), 122136. Han, E. ve Kaya, A. A. (2012). Kalkınma Ekonomisi: Teori ve Politika. Ankara: Nobel. Haskel, J., Pesole, A. (2011). Design services, design rights and design life lengths in the UK, Intellectual Property Office: Newport. Hertenstein, J. H., Platt, M. B., and Veryzer, R. W. (2005). “The Impact of Industrial Design Effectiveness on Corporate Financial Performance.”Journal of Product Innovation Management, 22(1), 3-21. Hoselitz, B. F. (1970). Ekonomik Kalkınmanın Sosyolojik Yönleri (çev. E. T. Çelikkan) Ankara: Yarın Yayınları. Indecon, (2010). Economic Significance and Potential of the Crafts Sector in Ireland, The Crafts Council of Ireland: Kilkenny. Kang, M. (2015). Industrial Design Policies: A Review of Selected Countries. OECD/OCDE: Paris. Kuznets, S. (1955).“Economic Growth and Income Inequality”. American Economic Review, 45(1), 1-28. Lucas, R. E. (1988). “On the Mechanics of Economic Development.”Journal of Monetary Economics, 22 (1), 3-42. Mutlu, B.D. ve Er, H. A. (2003). “Design Innovation:Historical and Theoretical Perspectives on Product Innovationby Design.” David Durling (ed.)5th European Academy of Design Conference. Barcelona. Nelson, R.R. ve Winter, S.G. (1982). An Evolutionary Theory of Economic Change. Cambridge: Harvard University Press. Porter, M. E. (1990). The Competitive Advantage of Nations. New York: Free Press. Romer, P. M. (1990). “Endogenous Technological Change”. Journal of Political Economy, 98(5), 71-102. Rostow, W. W. (1960). The Stages of Economic Growth: A Non-Communist Manifesto. Cambridge: Cambridge University Press. 111 Schumpeter, J.A. (1943). Capitalism, Socialism and Democracy. New York: Harper. Solow, R. M. (1957). “Technical Change and the Aggregate Production Function.”The Review of Economics and Statistics, 39(3), 312-320. Sullivan, A. ve Sheffrin, S. M. (2003). Economics: Principles in Action. New Jersey: Pearson Prentice Hall. The Danish Goverment, (2007). Design Denmark, : The Danish Goverment: Albertslund. Williamson, O. E. (1975). Markets and Hierarchies: Analysis and Antitrust Implications. New York: Free Press. Wallerstein, I. (1974). The Modern World System. New York: Academic Press. 112 113 114 STD 2015 ARALIK- SAYFA 115-131 Kadın İmgesi ve Tarih Boyu Değişimi Öğr. Gör. Naciye Derin Işıkören Öz Görsel sanatlar eğitimi, kısmi olarak, tarihte ortaya konmuş görsellerin incelenmesini kapsamaktadır. Görseli yapılandıran elemanların araştırılması, görseli anlamak için gereklidir. Sanat öğrencilerinin, bu esası kavramaları önemlidir. Bu çalışma “Hangi koşullar altında bir imge dönüşüme uğrar?” sorusunu örneklendirmek üzere “dönem/ideal kadın imgesi bağlantısı ve dönemin geçerli sayılan değerlerinin, imgeyi yapılandırıcı etkisi”ne odaklanmıştır. Tarih sürecinde, ideal kadın imgesi, sabit özellikler göstermemektedir. Söz konusu imge değişimleri, ait olduğu dönemin geçerli toplumsal değerlerinin, inancının ve gelişen teknolojisinin izlerini taşır. Dönem sanatçıları tarafından, bu değerler ve teknolojik olanaklar doğrultusunda oluşturulmaktadır. Anahtar kelimeler: İdeal kadın imgesi, Toplumsal değerler, Kolektif bilgi, Algı, Görsel sanat eğitimi. WOMAN IMAGE & ITS TRANSFORMATION IN HISTORY Abstract Visual arts education is partially includes studying the art works that had become masterpieces throughout history. Searching for the elements that create the work of art, can be considered as necessary to understand the art work. This notion has to be internalized by visual art students. In that sense, this study is an attempt to answer the question “how and under which effects a sign changes throughout time?” by focusing to the “Ideal Woman Image”.Throughout history, ideal woman image, does not display a fixed structure. The image changes, in terms of structure and meaning within the time period’s administrative, religious values and technology. Hence, created and interpreted by that time period’s artists according to those values. In that sense, this study is an attempt to search the link between period/ideal woman image in accordance with that time period’s dominant values. Keywords: Ideal woman image, Social values, Collective knowledge, Perception, Visual art education. Öğr. Gör. Naciye Derin Işıkören, Lefke Avrupa Üniversitesi, Görsel İletişim Tasarımı Bölümü, Lefke, KKTC. E-posta: [email protected] 115 Giriş Görsel sanatlar eğitimi, kısmi olarak, tarih boyu, sanatçılar tarafından oluşturulmuş imgelerin araştırılarak öğrenilmesini gerektirir. Yeni imge ve görsel kompozisyonlar üretmeyi öğrenmek ise bir diğer kısmını oluşturur. Öğrenim süreci içerisinde, imgenin yer aldığı zaman aralığına bağlı olarak, etkilendiği sosyal ve teknolojik unsurları araştırmak gerekmektedir. Sözkonusu araştırma, imgelerin doğru yerde ve anlam içeriğinde kullanılabilmesi ve doğru okunabilmesi açısından önemli olabilir. Bu fikri destekleyici örnek bir çalışmanın, “Neden ve hangi koşullar altında bir imge değişime ve dönüşüme uğrar?” sorusuna dayandırılarak yapılması uygun olur. Bu sebeple, bu çalışmada, “etki altında değişime uğrayan görsel birim” olarak “ideal kadın imgesi” seçilmiştir. “Kadına özgü zerafet” (Eco, 2006: 14), çok çeşitli anlam içerikleri ileçeşitli dönemlerde, ideal görüntüleri ile yansıtılmıştır. Dönemine göre ideal kabul edilen kadın görüntülerinin, biçimsel ve çizgisel olarak sergilediği farklılıkları, Umberto Eco’nun “Güzelliğin Tarihi” adlı kitabında bulunan tablo ve heykel dizinlerinde gözlemek mümkündür. Ardı ardına dizilmiş olan tablo ve heykeller, M.Ö. XXV. yüzyıldan, M.S. 2000 yılına kadar yer almış kadın görsellerini içermektedir (Eco, 2006: 16-19). Her dönemde popüler olan, ancak farklı anlamlar taşıyacak şekilde görselleştirilen ideal kadın imgesinde gözlenebilen değişkenlik, döneme ait toplumsal ve teknolojik etkileşimin bir göstergesi olarak düşünülebilir. Bu dinamiğin tersine bir hareketle, söz konusu imge, ortaya konduğu andan itibaren, bu etkenlerden biriolarak görülebilir. Araştırma dâhilinde, söz konusu döngüyü, örneklerle ortaya koymak üzere, tarih boyu çeşitli ortamlarda yer almış ideal kadın imgelerinin, dönemlere göre içerik analizi yöntemi kullanılarak bir serimi yapılacaktır. Görsellerin değişimini etkileyen faktörlerin izlerini yansıtan kompozisyon yapısı ve öğeleri incelenecektir. İnceleme, ilkel çağ toprak figürinlerinden başlayarak, günümüz reklam görsellerine uzanacaktır. Araştırmanın sorgulama odağı, ideal kadın imgesinin neden değiştiği değil, nasıl ve neye göre değiştiğiniörneklendirerek ispatlama çabasıdır. İmgenin, Görsel Kompozisyonu Oluşturma ve Okuma Sürecinde Değeri Görüntüsel ve yoğrumsal göstergeyi kendi bağlamları içinde anlamlandırmak, düzanlamsal okumaların yanında yapılabilecek bir yananlamsal okuma yapmayı gerektirir. Farklı amaçlarla hazırlanmış, belirli bir ideolojisi olan yapıtların değerlendirilmesinde; toplumsal değerler, gelenek-görenek, ideoloji, toplumsal 116 bellek gibi farklı artalan bilgisine gereksinim duyulabilir. Sorun sanatsal yapıtların değerlendirilmesi ise düzanlamsal okumanın yanında yapılması gereken zorunlu bir yananlamsal okuma süreci de gereklidir (Günay, 2008: 14). Bu çerçevede, imgeyi anlama ve anlamlandırma süreçlerinde, onu çevreleyen, sosyal değerler, yönetsel kontroller ve üretim imkânları yapılandırıcı unsur olarak görülebilir; imgenin ortak bilgi içerisinde yerini etkileyebilir. Aynı zamanda, imge herhangi bir kompozisyon içerisinde kullanıldığında, kompozisyonun ilettiği görsel mesaj, yine bu değerler doğrultusunda anlam kazanabilir ve algılanabilir. Görsel mesaj okuma ve görsel mesaj oluşturma süreçlerinde, imgelerin dönemlere göre yansıttığı anlam ve görüntü değişim ve dönüşümlerine, tarihten günümüze uzanacak örnek bir çalışma oluşturmak üzere “ideal kadın imgesi” uygun bir örnek olarak kabul edilebilir; çünkü, yukarıda belirtildiği gibi dönemler boyu süreklilik arz etmektedir. Görsel sanat eğitmen ve öğrencilerinin imge/ sosyal değerler bağlantısını, imgeyi anlamlandırma ve anlamlı görsel mesajlar oluşturma bakımından sürekliliği olan bir örnekle okuyabilmeleri, kavrayış düzeyini artırır. Bir imgenin oluşumunu anlama çabası, söz konusu imgenin kompozisyonu ve görsel mesajı bakımından analiz edilmesininyanı sıra, imgeyi çevreleyen koşulların da analizinin gerekliliğine işaret eder. Yapı İçerisinde Bir Birim Olarak Kadın İmgesi Yukarıda belirtilen yaklaşım, göstergebilim teorileri ile desteklenebilir. Ferdinand de Saussure, dili “Koşulları sadece anlık düzenlemelerle belirlenen saf değerler sistemi” olarak tanımlar (Saussure, 1966: 116). Anlamlı bir birimden bahsetmek ancak sözcüğün kimliği ve değeri ile birlikte dikkate alınmasıyla mümkün olabilir. Bir birimin kimliği sabit değildir, farklı cümlelerde tekrarlandığı her seferde değişir, hatta farklı tonlamalarla bile değişebilir. Saussure’e göre, “Bir birimin değeri onu çevreleyen diğer birimlerce atfedilmekte ve belirlenmektedir” (Saussure, 1966: 117). Öyle ise, sözcüğün ya da terimin değeri, dilin yapısı içerisindeki yeri ile ilişkili olarak var olabilir. Bir sözcüğün ya da terimin değerini tanımlayan, diğer terimlerin varlığıdır. Aynı dil içerisinde, ilgili fikirleri ifade etmek için kullanılan tüm sözcükler birbirlerini karşılıklı olarak sınırlandırır. Sözcükler ancak farklılıkları yoluyla değer kazanırlar (Saussure, 1966: 116-117). Bu bağlamda, bir sözcüğün karakterini, değerini belirleyen ve buna göre bir birim olarak tanımlayan, sözcüğün diğer sözcüklere göre konumlanışı olarak düşünülebilir. Prof. Dr. V. Doğan Günay, bu olguyu “Görsel OkurYazarlık ve İmgenin Anlamlandırılması” adlı makalesinde şu şekilde tanımlamaktadır 117 “Saussure’ün “Anlam karşıtlık içinde doğar” ilkesi ile Hjemslev’in “anlam karşıtlıklarlaoluşur” ilkesi çözümlemeler için önemli bir çıkış noktasıdır” (Günay, 2008: 9). Roland Barthes, benzer bir akıl yürütmeyi dil dışındaki çeşitli sistemlere uygular. Bu sistemler arasında trafik, moda, yiyecek sayılabilir (Barthes,1957: 112).“Mitolojiler” adlı çalışmasında değer, yer ve anlam sürecine şu şekilde işaret eder,“İmleyen ve imlenen, ilki ve sonuncusu, üçüncü nesnenin yani işaretin bir araya getirilmesinden ve oluşturulmasından önce de vardır. Örnek olarak, var oluş düzleminde, gülleri, taşıdıkları mesajdan ayıramayacağımı söylemek ne kadar doğruysa, analiz düzleminde, belirten olarak güller ile işaret olarak gülleri birbiriyle karıştıramayacağımı söylemek de o kadar doğrudur” (Barthes,1957: 112). Bu anlamda, tüm işaretlerin, bulunduğu yere göre, manası sürekli değişen bir sözcükten farklı olmadığı düşünülebilir. Semboller, işaretler, imgeler, aynı yazınsal dilde olduğu gibi, içinde konumlandıkları diğer kompozisyonel öğeler, dahası içinde yer aldığı kompozisyonun konumlandığı coğrafya, yönetim, toplumsal değerler, teknolojik koşullar çerçevesinde anlam bakımından çeşitlenebilir. Görsel imge, dilde, “sözcük” için geçerli olduğu gibi “imleyendir”, ancak imgenin “imlenen”i yukarıda belirtilen koşullara göre değişiklik gösterebilir. Bu bağlamda, imgeyi anlamak için, geniş bir perspektiften bakmak ve yansıttığı birden fazla kapsamı kavramaya çalışmak gerekir. “İdeal kadın imgesi” yüzeysel ve alt anlamları kavrayabilmek için, her türden insan üretiminde görülen sürekli değişimi incelemek bakımından uygun bir örnek olarak kabul edilebilir. İmge de, tıpkı dilde anlamı ve değeri, içinde yer aldığı metnin kapsamına göre değişen bir sözcük gibi, dönemden döneme, içinde yer aldığı toplumsal değerlere ve üretim olanaklarına göreli olarak,görüntü ve anlam bakımından değişmekte midir? İdeal Kadın İmgesinde Şekil ve Anlam Değişimleri Güzel tarihin farklı dönemlerine ve kültürlere bağlıdır demek istiyormuşuz gibi anlaşılabilir ve araştırmamız görelilikle suçlanabilir. Oysa bizim söylemek istediğimiz tam da budur işte. Bu araştırma Güzel’in hiçbir zaman mutlak ve değişmez olmadığı, aksine tarihsel çağına ve ülkesine bağlı olarak çeşitli biçimlere büründüğünü öngörüyor (Eco, 2006: 14). 118 Resim 1: Wilendorf Venüsü, M.Ö. 20000, Kireç Taşı, 11 cm İdeal kadın imgesinin özgün görüntüsü, her ne kadar sanatçılar tarafından belirlense de, kural ve kaideler çerçevesinde şekillendirilmiştir. Paleolitik çağdan başlayarak, kadına, bulunduğu zamana ve ait olduğu topluma göre değer bakımından neyin önemli olduğunu gösteren farklı pek çok biçim ve anlam yüklenir. Paleolitik doğurganlık heykelciği ya da “Venüs adı verilen heykelcikler, doğurganlık, üreme ile ifade edilmiş olan hayatta kalma ihtiyacını temsil etmektedir”(Gimbutas,1989: 2). Bu dönemde, kadın tasvirinin, sonraki nesilleri besleyen ve yetiştiren varlık olarak sunulduğu düşünülebilir. Aynı zamanda, dünyada insanlığın var olmasının temel nedenini oluşturan, doğurganlığı içeren bir hayatta kalışı ifade ettiği de söylenebilir. Bu olguyu, Gimbutas şu sözlerle tanımlar: Eski Avrupa’da, inancın odak noktası, tarım ve hayvan yetiştiriciliğinin yanı sıra doğum, bakım, büyüme, ölüm ve üremeyi kapsıyordu. Bu dönemin insanları vahşi doğa güçlerine, yabani bitkilere ve mevsim döngülerine danışıyor ve tanrıçalara tapıyordu. Tanrıça imajları için genel bir sınıflandırma, hayat verme ve sürdürme, ölüm ve yenilenme özelliklerine göre yapılabilir … Varoluşun yayılmasını sağlayan “dişil güç” olmuştur (Gimbutas, 1989: 3). Bu içeriğe bağlı olarak, figürinler, üreme ve besleme organları bakımından abartılmış bir görsellik sergiler. Resim 1’de gösterilen Venüs heykelciğinde gözlenebileceği gibi kalça ve göğüsleri, hiyerarşik olarak diğer tüm organlarından daha büyüktür, detaylı işlenmiştir ve çıplaktır. Mitolojide yer alan kadın figurleri de kadının makbul şeklinin toplum içinde sürekli değiştiğini kanıtlar nitelikte öne çıkar. Eski mitolojide, ideal kadın 119 imgesi, üretken, doğurgan karakteri ile tasvir edilmektedir. Örnek olarak Venüs, Roma din ve mitolojisinde bitki örtüsü tanrıçasıdır. Daha sonra, ideal kadın (M.Ö. 3.yy) Yunan tanrıçası Afrodit ile tanımlanmaya başlamıştır. İmparatorluk döneminde ona Aeneas’ın annesi, doğurgan Venüs, şans getiren Venüs Felix, zafer getiren Venüs Victrix ve kadınların iffetinin koruyucusu Venüs Verticordia olarak tapınılmıştır. Heykel alanında ünlü Afrodit ya da Venüs örnekleri Melos ya da Milo Venüsü’dür (Louvre)1 Taşıdığı görsel özellikler bakımından ilk figürinler kadar sade olmamakla beraber yine çıplaktır ve kalça, gögüs kısımları orantısal olarak küçülmüştür ancak, çok daha detaylı, orantılı işlenmiştir. M.Ö. 520 ile 420 yılları arasında, beşinci yüzyılın sonlarına doğru, Venüs Victrix’in ortaya çıkması ile tanrıça heykellerine atfedilmeye başlanan sanatsal değerle birlikte, heykellerin orantıları ve işçiliği de değişmeye başlamıştır. Artık bu heykellerin dini fonksiyonları tek ilgi alanı değildir. Heykeller sanat eseri olarak da değer kazanmaya başlamıştır. Yunan sanatının çeşitliliğindeki artış, Atina ve Yunanistan’ın zenginliklerine M.Ö. 408’de,Spartalılar tarafından el konulmasına kadar, toplumun zenginleşmesi ve farklı sanat ve stil okullarının sayısının artması ile eş zamanlı olarak gerçekleşmiştir (Gombrich, 1980: 101). Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde, baskın dinin (Pagan dininden Hıristiyanlığa) değişmesi ile birlikte, kadın imgesi bir kez daha farklı bir şekil almaya başlamıştır. Venüs yerini, Meryem ve Maria Magdalenatasvirlerine bırakmaya başlamış, kadın imgesi bir kez daha dini bir figür haline gelmiştir. Miladi 311 yılında, İmparator Konstantin, Devlet organı olarak Hıristiyan Kilisesini kurmuştur. Bu olay sanat, sanatçı ve kilise arasındaki tüm ilişkiyi değiştirmiştir çünkü bundan önce yasal ibadet yerleri oluşturmak mümkün değilken, yasal hale gelmiştir (Gombrich, 1980: 133134). Resim 2: İmparatoriçe Irene, Bakire ve Bebek İsa, M.S. 1118, Mosaik 80 cm x 20 cm, Aya Sofya Columbia Electronic Encyclopedia. (February, 2013), 6th Edition;, p1, Venus, in Roman religionandmythology. Web: http://connection.ebscohost.com/c/reference-entries/85548764/venus-roman-religion-mythology adresinden 15 Haziran 2015’te alınmıştır. 1 120 Buna paralel olarak, tüm dünyaya ve inananlara paganizm ve hıristiyanlık arasındaki farkı göstermek adına, kiliseleri Pagan Tapınaklarından farklı bir şekilde inşa ve dekore etmenin büyük önem kazandığı söylenebilir. Bunun sonucunda M.S. 900 ile Orta Çağ arasında, “Bakire Meryem ve Çocuk” ya da “Meryem Ana” tasvirlerinin, Venüs tasvirlerinin yerini almaya başladığı gözlenebilir. Orta Çağın sonlarına doğru, İtalya’dan yayılmaya başlayan Rönesans tarzı ve estetiğinin etkisinde ise büyük bir değişim daha yaşanmıştır. 1400’lü yılların başlarında dünya uyandı. Floransa, İtalya’da ilk ortaya çıkışından itibaren kültürel Rönesansya da Yeniden Doğuş, Roma ve Venedik’e, sonra da 1500’de (Kuzey Rönesans olarak bilinen) Avrupa’nın geri kalanınayayıldı… Görüntü bakımından değişen ortak unsurlar, Yunan ve Roma sanat ve edebiyatının yeniden keşfedilmesi, bedenin ve doğanın bilimsel çalışmalara konu olması ve doğa formlarının gerçekçi olarak taklit edilmek istenmesidir (Strickland, 1992: 32). Söz konusu tarz değişikliğini besleyen bir dizi sosyal ve teknolojik etken olmuştur, örneğin Gutenberg’in 1446-50 yılları arasında, hareketli parçalarla yazı baskısını icat etmesi bu etkenlerden biri olarak sayılabilir. Bu gelişme, fikir ve sanat eserlerinin çoğaltılarak dağıtımını ve dolayısıyla iletilerek, dolaşımını hızlandırmıştır. Rönesans 1500-1600 yılları arasında Kuzey Avrupa’ya yayılmıştır. Bu süre zarfında, 1517’de Avrupa’da Martin Luther ve Protestan mezhebi oluşumunun başlangıçları görülmeye başlamıştır (Gilbert,1998: 417). Keşfedilmiş ve keşfedilecek fazlasıyla yeni alan olması, tanımlanabilir bir tarz ve popüler estetik perspektifi kavramını beraberinde getirir. Yönetsel bağlamda ise farklı gelişmeler, kadın görüntüsü değişimini bir kez daha desteklemektedir. Sanat hamiliği bakımından koşullar alışılmadık biçimde olumluydu. İtalya ticaret ve bankacılığın yaygın olduğu güçlü bir şehir-devlet geliştirmişti. Bu ticaretin başında olan tüccar sınıfının üyeleri, harcayabilecekleri çok miktarda paraya sahipti, iyi eğitim almışlardı, prestij nedeniyle ve tabiatları gereği sanata yatırım yapmaya çok istekliydi. Ayrıca, Hıristiyan Kilisesinin merkezi de İtalya’da bulunuyordu ve hamilik eden diğer bir önemli kaynağı oluşturuyordu. Ayrıca, şekil ve form bakımından Rönesans’ın sanat üzerindeki etkilerinden biri resimde ve heykelde Greko-Roman motiflerin ve oranların, renk ve perspektifin yeni bir yorumuyla geri gelmesidir (Gilbert, 1998: 395). 121 Resim 3: Sandro Boticelli, Venüsün Doğuşu, 1482-1486, Tuval üzerine Tempera, 172 x 278 cm Döneme ait koşullar içerisinde, ideal kadın imgesi, tarihsel zaman çizgisinde bir kez daha değişir, Venüs adıyla, çıplaklığıyla, ideal güzelliği ve mitolojisiyle geri dönmüştür; bunu Botticelli’nin 1480 tarihli “Venüsün Doğuşu” eserinde gözlemek mümkündür. Rönesans’tan sonra, 1600-1750 arasındaki Barok ve Rokoko döneminde, Kilise kadın imgesinietkilemeye devam etmiştir. Rönesans’la gelen sınırlı bir serbestleşme olsa da, özneler hala dini ya da mitolojiktir, belli ölçeklerle sınırlıdır. “Krallar çağı” olarak adlandırılan 17. ve 18. yüzyılda bile, sanat bağlamındaki din etkisinin devam ettiği, eserlerde gözlenebilir. Ancak, takip eden yüzyılda, endüstriyel devrimin etkisi ile farklı gelişmeler meydana gelecektir. Sanatın Öyküsü adlı kitapta, bu duruma şu şekilde işaret edilmiştir, “Başlangıcından bu yana sanatı ayakta tutan temeller çökmeye yüz tutuyordu. Sanayi devrimi, mekanik üretimi egemen kılarak el sanatları geleneklerini yıkmaya başlamıştı” (Gombrich, 1980: 395). Rönesans ve Barok’tan farklı olarak, 19. yüzyılın “izm”leri, daha önceki yüzyıllarda görülen sanat akımları ile karşılaştırıldığında, daha kısa süreli olmuştur. Realizm akımına ve Gustave Courbet (1819-1877) tarafından dile getirilen manifestoya kadar, sanat dünyası ve bu dünyayı çevreleyen sosyal ve politik koşullar, Fransız devrimi, sona eren monarşiler ve oluşmaya başlayan demokrasiler gibi siyasi değişikliklerle dolu idi. 19. yüzyıl ortalarına gelindiğinde, bir Fransız sanat adamı ve entellektüeli olan Gustave Courbet, sergisinde dile getirdiği manifestosu ile sanatçılar için özgürlüğün kapılarını açmıştır. Realizmin en tutarlı sanatsal ifadesi on dokuzuncu yüzyıl ortalarının Fransa’sında dile getirilmiştir. Kaynak olarak doğayı gören sanatçılar, sanatsal özgürlüğü ve kendini ifade etmeyi destekleyen Romantizm akımını izlemiştir. Takiben, Courbet, Realist Manifestosunda, kendi ilkelerinden sapmaksızın, sadece hoşa gitmek için resim yapmak istemediğini dile getirir. 122 “Courbet’nin kolay etkileme yöntemlerine bilinçli olarak yüz çevirmesi ve dünyayı nasıl görüyorsa öyle verme kararı, birçoklarının önyargılardan kurtulmasında ve yalnızca içlerinden gelen sanatsal sese kulak vermelerine katkısı olmuştur” (Gombrich, 1980: 403-404). 19. yüzyılın ortalarından sonra, on yıl süren sanat hareketlerinin desteği ile üretilen görseller, kendilerini akademik gelenekten kurtarmıştır. Manet’nin Olympia’sı (183283) bu dönemde ideal kadın imgesinde görülen içerik değişikliğine dair iyi bir örnek oluşturmaktadır. Olympia, müşterileri tarafından gönderilen çiçekleri zenci uşağı aracılığı ile kabul eden bir hayat kadınıdır. İdeal kadın imgesi, Venüs betimlemelerinde genelde rastlanan çıplaklıkta olmasına karşın, artık kutsal içerikli ya da ideal ölçü ve perspektifte değildir. Bu tabloda Olympia daha önce resmedilen nü figürlerden değişik olarak direkt olarak izleyicinin gözlerinin içine bakmaktadır (Beazley, 2000: 111). Manet’nin Olympia’sı, kadının toplumsal değerinin değişmekte olduğunun farklı bir yorumu olarak görülebilir. Resim 4: Eduard Manet, Olympia, 1863, Tuvale Yağlı Boya,30,5 x 190 cm Modern sanatta, çıplaklık kategorisi daha az önemli hale gelmiştir. Sanatçıların kendisi bile bunu sorgulamaya başlamıştır. Diğer pek çok açıdan olduğu gibi, bu açıdan da, Manet’nin eserleri bir dönüm noktasını temsil eder. Onun Olympia’sı ile Titian’ın orijinal çalışması karşılaştırılacak olursa, geleneksel bir role bürünmüş, o rolü biraz da cüretkâr bir biçimde sorgulayan bir kadın görülecektir. İdeal yıkılmıştır, ancak bu idealin yerini alabilecek fazla bir şey de yoktur; erken avangard, 20. Yüzyıl resimlerindeki tipik kadın haline gelen fahişenin realizmi dışında (Toulouse- Lautrec, Picasso, Rouault, Alman ekspresyonizmi). Akademik resim alanında ise gelenek devam etmiştir (Berger, 1972: 63-64). Yine modern çağda, Picasso’nun kadın formları, ilkel sanat formlarından, Afrika sanatından etkilenmiştir. Kullanılan figürler, görsel olarak ilkel çağ kadın görselleri ile benzerlik gösterse dahi, kadınları doğurganlık sembolü olarak resmeden atalarımızdan farklı olarak, modern kültürün kadın görüntüsünü, bakana zevk verir unsurlardan uzak bir biçimde işlemiştir 123 (Beazley, 2000: 114). Kadın figürlerinin kullanımının başlangıcından itibaren, paleolitik çağdan, moderniteye kadar, döngü, başladığı noktaya görüntü bakımından geri gelmektedir. Fotoğrafın (1833) ve silindirli rotatif baskı makinesinin (1843) keşfiyle, sanatçılar, fotoğraf gerçekliğinde sunumlar yansıtmayı bırakmış, formun kendisini yeniden yorumlamaya çalışmışlardır. Özellikle, rötuşlu fotoğraflarla, ideal kadınimgesinin metalaştırılması söz konusu olmuştu. Bu gelişmelerin, görüntünün kendisinin takas edilebilir ve çoğaltılabilir bir ürün haline gelmesine neden olduğu düşünülebilir. Çağdaş İdeal Kadının İmgesi “Özellikle sanayi devriminden sonra, teknoloji; zamanın, sosyo ekonomik ve kültürel koşulları üzerinde çok önemli etkiye sahip olmuştur. Devrim, Birleşik Krallıkta başlar, daha sonra Avrupa’ya, Kuzey Amerika’ya ve nihayetinde tüm dünyaya yayılır“ (Stickland, 1992: 89). Teknolojinin yaygın kullanımı, üretim, taşımacılık ve tüketim anlamında tüm dinamikleri hızlandırmıştır. Bunun yanında, buhar gücünün endüstriyel matbaacılık süreçlerine uygulanması, gazetelerin ve popüler kitap dağıtımının muazzam biçimde yayılmasını desteklemiştir. Her türden görüntünün seri üretimine ve dağıtımına olanak sağlamıştır; bunun sonucunda sanat çalışmaları gizemli havasını, aurasını ve emsalsiz olma özelliğini kaybetmiştir. Tüm malların seri üretimi ve tüketimi söz konusu olmuştur. Sanat çalışmalarının özdeş baskıları yapılmaya ve satılmaya başlamış, öyle ki, kendileri dahi ticari mal haline gelmiştir. Popüler kültür ve popüler sanat dünyaya yüzünü göstermeye başlamıştır (Hobbs, Duncan, 1992: 486). Bu süreçte, o günün ihtiyaçlarının bir parçası ve gereği olarak başka bir imgekullanımortamı ortaya çıkmıştır; bu da reklamcılıktır. 19. Yüzyılda, ekonomi genişlerken, reklamcılık da beraberinde genişlemiştir. Yüzyılın sonunda, kadınlar için iş dünyasında kariyer seçenekleri arasında, reklamcılık az sayıdaki seçenekten biri olmuştur. Kadınlar evdeki alışverişin büyük bölümünden sorumlu olduklarından, reklamcılar ve ajanslar yaratıcı süreçte kadının düşüncelerinin değerini fark etmişlerdir. Kadın görüntüsünün satış gücünden yararlanılan ilk Amerikan reklamı bir sabun reklamıdır.2 Charbel Farah, Beirut, Le. (Temmuz, 2015). Ad Age Advertising Century: TimelineA 295-Year Synopsis of theMostImportantEvents in AmericanAdvertising, 1704 to 1999. Web: http://adage. com/article/special-report-the-advertising-century/ad-age-advertising-century-timeline/143661 adresinden 27 Temmuz 2015’ te alınmıştır. 2 124 Bu reklamlar, ideal kadın imgesinin dönüşüm noktalarından biri olmuştur. O zamandan başlayarak kadın imgesi ticaretin bir parçası ve tüm zamanların en fazla seri üretimi yapılan görüntüsü olmuştur. Bu sefer, dini ya da akademik nitelikleri kapsamında değildir, bir cinsel nesne, bir arzu nesnesi olarak kullanılmaktadır (Berger, 1972: 144). Cinselliğin, çağımız görsel kültüründe doğrudan ya da dolaylı olarak öne çıkmakta olduğu düşünülebilir. Kapitalist ekonominin aktif bir kolu olarak reklamcılık, kadın görselliğini bir arzu nesnesi haline getirir. Nesneleştirme, daha önce hiç bu kadar abartılmış olmamakla beraber kadın imgesinde mükemmel görünme ihtiyacını doğurmuştur. Jean Baudrillard bu durumu şu şekilde dile getirir: Tüketicinin paketinde bir şey var ki diğer hepsinden daha iyi, daha kıymetli ve daha büyüleyici ve hatta tüm bunları içinde topladığı gerçeğine rağmen otomobilin dahi olduğundan daha fazla çağrışım ile yüklü. Bu şey BEDEN. Bin yıllık bir birPrutanism çağının ardından fiziksel ve cinsel özgürleşme ruhuyla vücudun yeniden keşfi, reklamcılığın, modanın ve kitle kültürünün her yerinde oluşu (özellikle de kadın vücudunun her yerde oluşu, açıklamaya çabalamamız gereken bir gerçek), onu çevreleyen hijyenik, diyetetik, tedavi edici kült; gençliğe, zarafete, erkekliğe/ kadınlığa, tedavi ve diyetlere olan takıntı ve ona bağlı fedakarca eylemler hepsi, bugün bedenin artık bir kurtuluş nesnesi olduğu gerçeğinin birer göstergesidir (Baudrillard, 1970: 129). 1980’lerde, ideal kadın imgesi, mükemmel kadın imgesiyle eşleşmiş ve günlük hayata yerleşmiştir. Söz konusu imge artık sadece bir reklam ya da moda resmi değildir. Kadının kendisi, günlük yaşamda yer almak için mükemmel görünmek zorundadır. Diğer bir deyişle, mükemmel kadın, resmi kadının kendisine yaftalanmıştır. Mükemmel vücut ve yüzün birleşimi olarak modern kadın imgesi, sadece bir temsil öğesi ya da kadının ticari bir meta olarak nesneleştirilmesinin bir işareti değil, aynı zamanda sıradan bir kadının iş bulabilmesi ve toplumda yer alabilmesi için de bir gereklilik olarak kendini göstermeye başlamıştır. Yine, hergün gazetelerde görülen münhallerin pek çoğunda yer alan “presentable” koşulunun çerçevesi, kitlesel medya tarafından çizilmektedir. Kitlesel medya ve reklamcılık, reklam görüntülerinde kullanılan modeller kadar ince ya da güzel olmayan kadınlar için güzellik standartlarını diretir. Bu diretme, kapitalist ekonomi açısından aynı zamanda, belirli diyet ürünlerinin ve kozmetik ürünlerinin bir ömür boyu tüketiminin de bir ısrarı ve bu sektörlerde büyümeyi, kar yapmayı sürekli kılmanın doğrudan bir çabası olarak görülebilir. 125 Günümüz ideal kadın imgesi standartlarını yakalamak ve bunları muhafaza etmek son derece zor bir uğraş sürecini gerektirmektedir. İdeal kadın görüntüsü, birleşik pazarlama stratejisi açısından öyle bir hale getirilmiştir ki, söz konusu özelliklere erişmek, pek çok modern kadın için ömürlük bir mücadele gerektirmektedir. Günümüz ideal kadın imgesi, buna bağlı gelişen güncel görüntünün karakteri ve bu görüntünün günlük yaşam pratiklerine yansımaları, bilimsel platformda ortaya çıkan yeni gelişmelerin uzantısı olarak kendini gösterebilir. Yeni bilimsel keşifler ve buna bağlı teknolojiler, mükemmel görünme mücadelesindeki bir kadının ihtiyaçlarına cevap niteliğini almakla kalmaz, aynı zamanda bu çalışmada yer alan tartışmanın başından beri sözü edilen çevreleyen ve şekillendiren unsurlardanbiri haline dönüşebilir. Tüm bu koşullara bağlı olarak gelişen yaşlanma karşıtlığı alanı, insanların, vücut durumlarını ve yaşam tarzı tercihlerini kontrol altında tutarak, daha uzun ve sağlıklı yaşayabilecekleri iddiası ile buna bağlı bir takım tıbbi uygulamalar geliştiren bir alandır. Zamanla, “yaşlanma karşıtlığı ve yaşlanmayı önleme” toplumsal bir hareket halini almıştır. Yaşlanmayı önleme hareketi ilk olarak 1990’larda yaygınlaşmaya başlamıştır. Bu başlangıçtan itibaren, “yaşlanmayı önleme”; tıp, çare, endüstri, çözüm, formülasyon, terapi, kozmetik, hormon, vitamin, hap, ilaç, reçete, diyet, egzersiz, test, teknik gibi kelimelerle birlikte medyada anılmaya başlar. Yaşlanma karşıtlığı, medya vasıtası ile ilgili ürünlerin dolaşımını sağlayarak yukarda bahsedildiği gibi sunulsa da, aslında, bilim dünyasında yansıması başlangıç olarak, Rudman’ın, büyüme hormonunu yetişkinlerde yaşlanmayı on ila yirmi yıl arasında geciktirmek için kullandığı çalışmasına dayanmaktadır. HGH, bir insanın büyüme evresinde hipofiz bezi tarafından salgılanan bir hormondur. Bu evrenin sona ermesinin ardından, beynin alt kısmında, burnun arkasında yer alan bu salgı bezi, hormonu vücuda yaymayı durdurur. Rudman’ın çalışmasının ışığında, ecza devi Eli Lillybir aminoasit zincirini insanın büyüme hormonu ile sentezleyerek, büyüme hormonunun salgılanması durduktan sonrada kullanılabilir hale getirmiş ve “Humatrope” üretilmiştir (Myktyn, 2010: 2). 1990-2010 arası, yaşlanmayı önleme bilimsel-biyomedikal-alanları olağanüstü düzeyde büyüyerek tam bir araştırma ve uygulama sahasına dönüştü. Sözkonusu süre aralığında, binlerce yaşlanmayı önleme medikal klinik, yaşlanma karşıtlığı fikirlerinin yayılmasına adanmış kuruluşlar, buna bağlı operasyonlar üzerine üniversitelerde çalışan araştırmacılar ve biyoteknoloji firmaları, ürünleri pazarlayan şirketler ortaya çıkmıştır (Mykytyn, 2010: 183). Mykytyn’nin deyimiyle, tüm bu gelişmeler aynı zamanda, tıbbi bir esasa dayanan bir “mükemmellik kültürü” oluşmasına yol açtı (Myktyn, 2010: 185). 126 Bilim platformunun bir bölümü için, insan ırkının geleceğinde büyük değişimlere yol açabilme potansiyelini taşıması sebebi ile yaşlanma karşıtlığı/ yaşlanmayı önleme fikri, olağanüstü ve gelecek vaat eden niteliktedir. Yaşlanmanın olmadığı bir gelecek, özgürleşmekle eşdeğerdir, artık “mutlak bir son” düşüncesi olmaksızın var olunabilecektir. Bu potansiyel, alandaki yatırımların ve çalışmaların ışık hızıyla gelişmesine olanak sağlamıştır, artan ilgi ve finansal destek elle tutulur sonuçların ortaya konmasını da beraberinde getirmiştir, örneğin moleküler biyolog CynthiaKenyon, yaşı kontrol eden genlerinmanipülasyonuile solucanların yaşam sürelerini iki katına çıkartmayı başarmıştır (Kenyon, 1993: 2). Takip eden çalışmalarında ise Kenyon, gen manipülasyonuna ek olarak sürdürülecek ve ömür boyu sürecek bir tür diyetin yaşam süresini ve dahası, kalitesini artıracağına yönelik çalışmaları yine solucanlar üzerinde gerçekleştirmiştir (Kenyon, 2005:119-128). Aynı zamanda, bu diyete bağlı kalınan bir yaşamın kanser, şeker hastalığı ve alzheimer gibi hastalıkların oluşum yüzdesini düşürdüğü iddia edilmektedir. Popüler medya, bu alanı 1996 yılı dolaylarında keşfeder. Pazarlama ve reklamcılık sektörü, alanın taşıdığı potansiyeli kısa zamanda farketti çünkü alana bağlı büyük miktarda ürün ve hizmetler bulunmakta idi. Tüm bunlara ilave olarak “yaşlanmayı önleme söylemi” bilim insanlarının doğrulayan görüşleri kapsamında yasal ve geçerli olarak yansıtılmıştı.Yoğun pazarlama stratejileri sonucu beş yıl içersinde, tüketiciler tarafından yaşlanmayı önlemek için bir yılda harcanan para bir milyar dolara ulaşmıştı. Tüm bu satış odaklı hareketlerin yansıtıldığı ticari şeklin yanında, bilim dünyasının yaşlanmayı önleme hakkındaki fikrine yaklaşımı hala kuşkulu idi. Ana akım, bilim adamları açısından deneylerle desteklense de, ilgili gibi görünen ürünler hala fanteziydi ve bu fikirle ilişkili ürünler hala Amerikan Gıda ve İlaç Kurumu tarafından onaylanmamıştı (Myktyn, 2010: 186). Alanın etkisi altında şekillenen ideal kadın imgesi ile alakalı çarpıcı nokta, son dönem ideal kadın görsellerinin daha evvel reklamlarda kullanılmış olan kadın imgelerinden çok farklı bir görsellik sergilemekte olduğudur. Son dönem kozmetik ve makyaj ürün reklamlarında kullanılmakta olan ideal kadın imgeleri seksi, renkli, parlak, çarpıcı, çekici değildir. Bu imgelerin daha ziyade steril, muhtaç, izole bir yapı taşıdığı gözlenebilir. 1970-80 dönemi reklamlarında kadın imgesi çekici ve süslüdür, bunların yanı sıra bu dönem reklamlarında “ünlü yüz” kullanımı, yani zaten seksapeli ve imajı kabul edilmiş kadınların reklamlarda kullanımı yaygındır. Buna karşılık olarak 1995 sonrası, yaşlanma karşıtlığı söylemi ile paralel gelişen ideal kadın imgesi tüm bu süs ve ünden arınmıştır. İmgeler, üzerlerinde yaşlanma karşıtı söyleminin kendi içerisinde barındırdığı “bilimsel” kalıbın 127 ve dokunun görsel bir versiyonunu taşırlar. Steril, ifadesiz, süssüz reklam görüntüsü, marka ayrımı gözetilmeksizin, dönemin tüm reklamlarında benzer şekilde kendisini gösterir. Bu kapsamda, artık ideal kadın imgesi, (tarihi süreçte olduğu gibi), verimliliği, ruhaniliği ya da mitolojiyi yansıtmamaktadır, daha ziyade tam bir durağanlığı, aydınlanma hareketinin amacına paralel şekilde “işlevsel olarak kontrolü” yansıtmaktadır. Adorno ve Horkheimer’ınifadesine göre aydınlanma hareketinin amacı “insanoğlunun korkudan azat olması ve kendi egemenliğini kurması” doğa üzerinde hâkimiyetidir. Bir başka deyişle hiçbir şey kontrol dışında kalmamalıdır çünkü herhangi bir olgunun insanoğlunun kontrolü dışında gelişmesi vevar olması fikri insanoğlu için güçlü bir korku kaynağıdır. Böyle bir amaca ulaşabilmek için her şey bilinmeli, hiçbir şey bilinmeyen olarak kalmamalıdır, dolayısı ile “bilgiye” dönüşemeyen kavramlar ve nesneler, pozitif bilim tarafından elenmelidir yani çağımızda mit ya da hikayelere yer yoktur. Bu, insanın kurtuluşunun ve doğa üzerine hâkimiyetinin anahtarıdır (Adorno ve Horkheimer, 1976: 8-15). Sonuç Bu araştırmada, tarih sürecinde kadın imgesi üzerine, baskın toplumsal değerler/imge karşılaştırması yapılmıştır. İdeal kadın imgesinin, şekil ve form bakımından, dönemlere göre gösterdiği değişimlerin, döneme ait toplumsal değerler ve teknolojik olanaklar doğrultusunda şekillendiğisonucuna ulaşılmıştır. Anlamlandırma ve görseli okuma sürecinde yine toplumsal değerler doğrultusunda anlam ve içerik değişikliği sergilediği görülmüştür. Araştırmada ortaya konan, eser/ içerik/ dönem değerleri karşılaştırmasında, kadın imgesinin değişimi ve bu değişimi oluşturan etkiler zaman aralıklarına göre dizilmiştir. Söz konusu dizin, Paleotitik dönemden günümüze, görsel biçimi bakımından büyük değişiklikler gösteren ideal kadın imgesinin dönüşümünün sebeplerini ortaya koymuştur. M.Ö. 20000 ve 6000 arasında, kadın imgesinin doğa ile mücadele, beslenme ve üreme mecburiyetleri doğrultusunda şekillendiği ortaya konmuştur. Takip eden 5000 yıl boyunca iyileşen yaşam koşulları ve pagan inanışları çerçevesinde, mitolojik kimlikleri ile daha detaylı bir biçimde görselleştirildiği görülmüştür. Erken orta çağda, hıristiyan kilisesinin etkisi altında kimlik ve isim bakımından tekilleştiği, form bakımından boyutunu kaybettiği ve daha önce yüzyıllar boyu sergilediği çıplaklıktan arındığı gözlenmiştir. Rönesans dönemine gelindiğinde, çıplaklığın, grekoromen stili ve dönemin beraberinde getirdiği teknolojik olanaklarla tekrar yoğrularak görsel biçim ve kimlik bakımından çeşitliliğini geri kazanmaya başladığı görülmüştür, ancak “kutsal” anlamını 128 hâlâ barındırmaktadır. Modern dönemden başlayarak dini kapsam ve anlamından büyük ölçüde sıyrıldığı ve gelişen teknolojik ve bilimsel etkiler altında ticari imge olarak şekillendirildiği örneklerle gösterilmiştir. Bu kapsamda, görsel sanatlarda, herhangi bir işaretin, sembolün ve imgenin anlamı kronolojik dizindeki konumuyla ilişkili şekil ve içerik değişiklikleri gösterdiği sonucuna varılmıştır. İşaret olarak kadın imgesinin, çevresinde bulunan komşu birimlere bilinçli göndermeleri olduğu gözlemlenmiştir. Döngü içerisinde, işaret, bu birimlerle birlikte yapılandırılmakta ve aynı zamanda yapı elemanlarından biri haline dönüşmektedir. 129 Kaynakça Baudrillard, J. (1970). Consumer Society, Myths and Structures, Paris: Edition Denoel. Barthes, R. (1957). Mythologies, Paris: Seuil. Beazley, M. (2000). Understanding Paintings, London: Octopus Publising. Berger, J. (1972). Ways of Seeing, London: Penguin Books. Eco, U. (2006). Storia della Belleza, Milano: Bompiani. Gilbert, R. (1998). Living With Art, Ohio: McGraw Hill. Gimbutas, M. (1989). The Language of the Goddess, London: Thames and Hudson. Gombrich, E.H. (1980). The Story of Art, London: Phaidon. Günay, D. (2008). “Görsel Okuryazarlık ve İmgenin Anlamlandırılması”, SDÜ Arte-Güzel Sanatlar Fakültesi Sanat Dergisi, Cilt (1), 1-29. Horkheimer, M. and Adorno. T. (1976). Dialectics of Enlightenment, USA: Paperback Edition Hobbs, J. and Duncan, R. (1992). Arts, Ideas and Civilization, New Jersey: PrenticeHall. Kenyon C. Jean C. Erin G. Adam R. and Ramon T. (1993) “A C. elegans mutant that lives twice as long as wildtype.”Nature, Cilt(366), 461-464. Kenyon C, Hansen M, Dillin A. (2005). “New genestied to endocrine, metabolic, and dietary regulation of lifespan from a Caenorhabditis elegans genomic RNAi screen”PLoSGenet, Cilt(1), 119-128. Mykytyn, C. (2010). “A History of the Future: The Emergence of Contemporary Anti-Ageing Medicine”, Sociology of Health and Ilness Cilt(32), 181-196. Saussure, F. (1966). Course in General Linguistics, Illınois: McGraw Hill Book Company. Strickland, C. (1992). The Annotated Mona Lisa, Kansas City A Universal Press Syndicate Company. İnternet Kaynakları Charbel F.Beirut, Le. (Temmuz, 2015). Ad Age Advertising Century: TimelineA 295-Year Synopsis of theMostImportantEvents in AmericanAdvertising, 1704 to 1999. Web: http:// adage.com/article/special-report-the-advertising-century/ad-age-advertising-centurytimeline/143661 adresinden 27 Temmuz 2015’ te alınmıştır. 130 Columbia Electronic Encyclopedia. (February, 2013), 6th Edition; p1, Venus in Roman religion and mythology. Web: http://connection.ebscohost.com/c/reference-entries/85548764/ venus-roman-religion-mythology adresinden 15 Haziran 2015’te alınmıştır. Görsel Kaynakları Resim 1: http://www.myartprints.co.uk/a/anonymous-painter/the-venus-of-willendorf-f. html Resim 2: http://arounddeglobe.com/hagia-sophia-greatest-example-byzantinearchitecture/ Resim 3: http://www.uffizi.org/artworks/the-birth-of-venus-by-sandro-botticelli Resim 4: http://www.arthistoryarchive.com/arthistory/manet/arthistory_manet.html 131 132 STD 2015 ARALIK - SAYFA 133-147 Sanatta Kişisel Mitoloji ve Minörlük Olgusu Arş. Gör. Aslı Işıksal Mercan Öz Sanatın tarihsel süreci dikkate alındığında son kırk yıllık gelişim oldukça hızlıdır. Yaklaşık yüz yıldır bu alanda hâkimiyetini koruyan majör yapılar ve büyük anlatılar, geçtiğimiz son çeyrekte yerini minör olgulara ve kişisel mitlere bırakmıştır. Bu değişimde, yüzyıllardır batı ekseninde yazılan sanat tarihinin, rolü büyüktür. Küreselleşmeyle şekillenen bu yapıyla beraber, dünyanın geri kalanının hikâyesine kucak açılmıştır. Bu makale, sanatta kişisel mit olgusunu değişen sanatsal tavırlar doğrultusunda incelemek üzerinedir. Anahtar Kelimeler: Minör Anlatılar, Anlatı, Kişisel Mitolojiler, Mit PERSONAL MYTHOLOGY AND MINOR PHENOMENON IN ART Abstract Considering the historical process of art, the development in the last forty years is quite rapid. Major structures and grand narratives, which kept their dominance in this field approximately for a hundred years, have given place to minor phenomenons and personal myths in the last quarter. Art history which has been written with a Western approach for centuries has a major role in this change. With this structure taking shape by globalization, the history of the rest of the world is embraced. This article examines the personal myth phenomenon in art through the changing artistic attitudes. Keywords: Minor Narratives, Narrative, Personal Mythology, Myth Arş. Gör. Aslı Işıksal Mercan, Hacettepe Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Resim Bölümü, Ankara, E-posta: [email protected] Tel: 0312 2978750 133 Giriş Kişisel Mit ve minörlük olgusunu kavramak ve detaylı bir okuma yapabilmek için sanatı, tarihsel bir akışta değişen sanatsal tavırlar olarak ele almak kaçınılmazdır. Bu terim, post modern döneme ait metaforik bir kavram olması nedeniyle, modernizmin ardılı ve eleştirisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu makalede, kişisel mitolojilerin bir tavır olarak şekillenmesinde önemli rol oynayan modernizmin genel yapısı çizildikten ve majör / majörite kavramı incelendikten sonra sanatta kişisel mit ve minörlük olgusuna değinilecektir. Bunun sebebi, majörite kavramının, modernizmin çatısı altında hegemonik bir kültürün tipik biçimlerine karşılık gelmesidir ve minör kavramının aynı hegemonik yapıyı eleştirip yıkmak ve yerine bireyselliği koymak üzerine kurulmasıdır. Kişisel Mitolojiler terimini tarihe kazandıran küratör Harald Szeemann’ın girişimlerinden sonra şekillenen bu kavram, 1970’lerden sonra kimlik, etnisite, cinsiyet, dil ve kültür gibi politik meseleler çerçevesinde gelişmiştir. Buna bağlı olarak sanatçılar, azınlıklara ait kimlik sorunu etrafında ve politik bir tavır doğrultusunda bireysel olanı deşifre etmiştir. Bu metnin çıkış amacında şu sorular etken olmuştur: Kişisel Mitolojiler nasıl, hangi koşullarda oluşur? Minörlük olgusu majöritenin karşıtı olarak kişisel mit kavramını nasıl etkilemiştir? Bireyselliğin arkasında yer alan toplumsal politik meseleler ve kültürel sorunlar, mitler aracılığıyla yapıtlarda nasıl şekillenir? Politikleşmeden sıradan, öznel olan bir dünyanın mitleşme ihtimali var mıdır? Majör Kavramı ve Modernizm Majör, Fransızca kökenli büyük anlamında kullanılan terimdir. Felsefede büyük önerme anlamına gelen majör kelimesi, modernizmde evrensel, genel ve nesnel içerikli kavramları temsil etmek için kullanılmaktadır. Rönesans ile başladığı varsayılan Modern dönem, toplumsal dünyanın iktisadi ve yönetsel olarak rasyonelleşmesine işaret etmektedir. Bu bir anlamda endüstriyel devleti doğuran da bir süreçtir. Ayrıca Modernleşme teorisi, “endüstrileşme, bilimin ve teknolojinin gelişimi, modern ulus- devlet, kapitalist dünya siyaseti, kentleşme ve öbür altyapısal öğelere yaslanan toplumsal gelişme aşamalarından söz etmek için de kullanılmaktadır” (Featherstone, 2013: 27). Sanat açısından modern dönemi incelediğimizde ise, endüstrileşmenin bir sonucu olarak akılcı düşünce, bilim ve felsefe etrafında şekillenen bir dünya görüşü karşımıza çıkmaktadır. Aydınlanma çağı ile beraber aklın, bilginin, evrenselliğin ve nesnelliğin ön planda olduğu bu dünya görüşü, sanatta 134 içerikten ziyade biçimin öncelikli olmasında rol oynamıştır. Örneğin; Alman sanatçı Max Lieberman 1904’te yazdığı bir makalede; İmgelemin, “şeylerin gerçek görüntüsü için ideal biçimi hayal etmek” olduğunu vurgulamaktadır. Ona göre, “resim, düşüncelerin icat edilmesini değil, bir düşünce için görünür bir biçimin icat edilmesini içerir” (Lieberman, 2011: 51). Biçim, her sanatçının kendine özgü geliştirdiği teknik bir moment, bir çeşit el yazısı anlamına gelir. Lieberman yazısında, içeriğe karşı biçimin önceliği konusunda bir dönemin sanata olan yaklaşımının genel çerçevesini çizer. Lieberman’dan kırk iki yıl sonra olsa da tıpkı onun gibi “Jean Dubuffet de, modernizmin değişmeyen tipik özelliklerini (biçim sorununu), “Eğitimliler için Notlar” başlığı altında topladı. Ona göre, “sanatta (resimde) asıl görev, öncelikle yüzeyleri süslemektir, bu yüzden de sadece iki boyutlu etkiler peşinden gidilmelidir. Bu nedenle resimde derinliği zenginleştirmek değil, onu dışlayıp bozmak gerekmektedir” (Dubuffet, 2011: 643). Lieberman gibi, Dubuffet’de, içerikten önce, kâğıt ya da tuval üzerindeki ilk boya darbesinin yarattığı doğal süreç ile ilgilenmiştir. Bu ilk fırça darbesi, sanatsal süreci rastlantısal bir maceraya dönüştürmektedir ve ortaya çıkan biçimin kendisi, yapıtı şekillendiren esas temeldir. Dönemin sanat anlayışı için son derece geçerli olan bu tanımlar, günümüzde ise oldukça farklı bir yönde anlam değiştirmiştir. Örneğin, Lieberman’ın tanımı, bugünün sanatı için tam tersi yönde anlam kazanmıştır. Artık düşünceler için görünür bir biçimin icat edilmesi değil, görüntüler için yeni düşünceler icat edilmesi gerekmektedir. Bu tutum, geçmişin aksine günümüzde, içeriğin biçime yön verdiği anlamına gelmektedir ve değişen bu tavır zamanla kişisel mitlerin doğmasına zemin hazırlamıştır. 20.yy başlarında ise; sanatın; boyut, içerik ve biçim etrafında şekillenen evrensel yapısını, Clement Greenberg ve Micheal Fried gibi modernist eğilimde olan eleştirmenler netleştirdi. Bu dönemde sanatta; üç boyutluluk / derinlik ve yüzey kavramları birbirinden ayrılmış ve nesnelerin içinde barındırdığı türden uzamın temsili terk edilmiştir. Böylece resmin iki boyutluluğu ve yüzey sorunu, aynı zamanda sanatın kendi problemine dönüşmüştür. Yüzeyleri samimi bir şekilde ortaya koymasından dolayı ilk modernist resimlerin Manet’ye ait olduğunu vurgulayan Greenberg’e göre, “Bütün tanımlanabilir varlıklar (resimlerin kendileri de buna dâhil) üç boyutlu uzamda var olurlar ve bilinen bir mevcudiyetin en ufak iması bile o tür uzamın çağrışımlarına yol açar. Üç boyutluluk heykelin sahasıdır ve kendi özerkliği adına resim öncelikle kendisini heykelle paylaşabileceği her şeyden yoksun bırakmak zorunda kalmıştır” (Greenberg, 2011: 819). 135 Greenberg, öncelikle resmin iki boyutlu yüzeyinin başka hiçbir sanat dalında olmadığını vurgulamaktadır. Dolayısı ile bir sanatçı, şeylerin içerisindeki uzamdan önce, düzlük sorununu çözmeliydi. Pek çok sanatçının bu yüzey / boyut sorununu çözmeye yönelik çabası, Modernizmin temel eğiliminin soyutlamaya yönelen bir tavır olduğunu da göstermektedir. 20. yüzyılda pek çok sanatsal hareketin asıl meselesi; bireysel olanın aksine, renk, biçim, form yüzey, derinlik ve boyut gibi kavramlar etrafında örülmüştür. Sanatın tutkulu bir biçimde kendine özgü sorunlarla ilgilenmesi ile tanınan eleştirmen Michael Fried bu durumu kısaca şöyle özetler; “Kabaca söylenirse, Manet’den Sentetik Kübizm ve Mattisse’e uzanan resim tarihi aşamalı olarak resmin gerçekliği temsil etme hedefinden çekilmesi – ya da gerçekliğin resmin onu temsil etme gücünden çekilmesi – ve resmin kendine özgü sorunlarla daha fazla ilgilenmesinin tarihi olarak nitelendirilebilir” (Fried, 2011: 831). Giderek soyut bir dil için yalınlık arayışı, temsilden kurtulma, şeklin kendisinin bile yargıyı zorladığı yöntemler geliştirdi. Bu da sonunda bizleri, Rotkho’nun dikdörtgen denemelerine ya da Carl Andre’nin kurşundan dökülmüş yalın karelerine kadar götürmektedir. Bu ide yani soyut dilin kendi içindeki formsuzluk arayışı, yirminci yüzyılın sonlarına doğru sanatta yeni dalgalanmaların da katkısıyla bir çıkmaza doğru yol aldı. Çünkü sanat, hem içerik hem de toplumsal konumu itibariyle olabileceği en steril ve en yalın olana ulaştı. Bu doğrultuda, biçim üzerinden ilerleyen modern dönemin sanatsal arayışı, yerellikten ziyade genel olanı ve görecelilikten öte nesnel olanı imlemesi açısından majör kavramıyla yakından ilişkilidir. 20. yüzyılda “Sanat - Sanat içindir” fikrinin getirdiği majoritenin bu yolunu, Ad Reinhardt şöyle özetler; Majör kavramı, Modernizmin çatısı altında hegemonik bir kültürün tipik biçimlerine karşılık geldiği görülür. “Bu, kültür yönelimi açısından Batılı, belirleyici ekonomik eğilimi açısından kapitalist, sınıf niteliği açısından burjuva, ırksal birleşimi açısından beyaz ve hâkimiyet cinsi açısından eril olarak tanımlanır” (Reinhardt, 2011: 1065). Sonuç olarak, modernizmin majör kavramı çerçevesinde sanatçılar, otobiyografik bir süreç içinde, kendi bireyselliklerini ortaya koymuştur ancak bu dönemde, temelde kişisel mitolojiyi oluşturan anlatı yerine, ifade (express) ön plandadır. Böylece dışavurumculuk ekseninde gelişen bireysellik, biçimin arkasında kalan örtük bir yapıda gelişmiştir ve 20. yüzyılda ağırlıkta biçim, form, renk, boyut gibi sanatın temel kavramları etrafında dönen sanatsal tavırlar arasında yer bulamamıştır. Oysa bireysel mitoloji, majör kavramının tam zıttı anlamda, onun bir eleştirisi olarak minörlük olgusu etrafında filizlenen bir söylemdir. 136 Minörlük Olgusu 1960 / 70’lerden günümüze kadar olan dönem, kimi eleştirmenlerce geç modern ya da post modern olarak adlandırılmaktadır. Post ön eki modern sonrası, modernden bir kırılmayı ya da sapmayı, belirgin bir şekilde terk edilişi ifade etmek için kullanılmaktadır. Baudrillard, Lyotard ve Jamason’un yazılarından sezilen, bu dönemin bir tür düzen değişikliği olduğudur. Post modern dönem, “sanat ve gündelik hayat arasındaki sınırın silinişi, yüksek kültür ve kitle eklektizmi ve kodların harmanlanmasını destekleyen bir üslup melezliği; parodi, pastiş, ironi, oyunculuk ve kültürün yüzeysel derinliksizliği, sanat üreticisinin özgünlüğünün ve dehasının düşüşü, sanatın ancak yinelenmeden ibaret olabileceği varsayımları etrafında şekillenmiştir” (Featherstone, 2013: 30). Gerçekliğin parçalanıp imajlara dönüştüğü ve tarihsel geçmiş duygusunun yitirildiği bu dönemde, evrenselliğin yerini yerellik ve tikellik, nesnelliğin yerini görecelilik ve majör kavramının yerini minörlük olgusu almıştır. Lyotard’ın, “postmodernizm, bütünselliğe savaş açmaktır” derken kastettiği, aslında Modernizmin temsil ettiği bir kültürün (batılı, eril ve burjuva etrafına şekillenen majör yapının) bu dönemde dönüşüm geçirmesidir. “Bu kırılıma; kadınların, ırksal açıdan üstünlükten yoksun olanların ve sömürülenlerin, işçi sınıfı üyelerinin, ezilen cinsel ya da politik azınlıkların özetle öteki olarak addedilenlerin tarihe yeniden girişi olarak değerlendirilmektedir” (Lyotard, 2011: 1067). 1975 yılında Deleuze ve Guattari, ilk defa minör kavramını, Kafka’nın edebiyatını tanımlamak için kullanırlar. Prag’da yaşayan ve Çek asıllı olan Kafka, Almanca gibi majör bir dil kullanarak, Çeklerin Avusturya – Macaristan İmparatorluğundan bağımsızlığını kazanmaya çalıştığı bir dönemde, sömürgeci koşulları eleştiren yapıtlar vermektedir. Bu, Deleuze ve Guattari’ye göre majör bir dil içinde minör edebiyat yapma biçimidir. Dolayısıyla ikilinin yorumuyla minör, “ekonomik, toplumsal cinsiyet, ırk ve etnik statü bağlamında (bire bir karşılığı olmasa da) azınlık olanı temsil etmektedir.(...) Ve minör bir şekilde davranmak hakim siyasal sisteme muhalefet etmek değil, o sistemin içinde yer almak ve onu içten değiştirmek anlamına da gelmektedir” (Sutton, Martin-Jones, 2013: 72- 73). Minörlük olgusunun değer kazanmasında, 68 kuşağının nosyonu, batı ekseninde yazılan sanat tarihinin ötekinin hikâyesine kucak açması ve 70’lerde gerçekleşen feminist hareketin rolü büyüktür. Bu dönemde sanatçının kendi bedenini sınırsızca kullanması, politik ve eleştirel bir içeriğe sahip olsa dahi, izleyiciyi hiç olmadığı kadar sanatçının mahrem alanına sokmuştur. Sonuç olarak büyük anlatıların yerine geçen minörlük 137 olgusu, sömürgeciliğin bıraktığı mirası sorunsallaştıran postkolonyalizm ve kimliklerin kavramsallaştırılma çabasına ait tüm bu gelişimler, sanatta kişisel mit kavramının doğmasına zemin hazırlamıştır. Kişisel Mitolojiler “Mithos, söylenen veya duyulan sözdür, masal, öykü, efsane anlamına gelir” (Erhat, 1996: 5). Mitler, toplumların bilinçdışının dışa yansıması olarak da tanımlanır. “İnsan öteki dünya inancını keşfettiği anda ilk miti yaratmıştır. Bu dünyanın geçici olması, insanın ölümden sonra yeniden başka bir dünyaya doğacağı inancı, tespit edilen ilk mittir” (Gezgin, 2011: 23). Bir topluluğa ya da kültüre ait mitlerin bütününü tanımlayan mitoloji terimi; insanı, evreni ve yaradılışı konu alan söylenceler olarak bilinmektedir. Mitoloji, Yunanca mithos (söylenen söz) ve logos kelimelerinden (konuşma) oluşur. Köklere ait efsanelerin, masalların sözel olarak kuşaklara aktarılması ve sanat aracılığı ile kalıcı sembollere dönüşmesi prehistorik döneme kadar uzanmaktadır. Mitolojinin sanatla olan ilişkisi, kutsal öykünün betimlenmesinin ötesinde, mitin sözel dayanağı nedeniyle narrative yani anlatıyı desteklemesi olarak görülebilir. Anlatının bu gücü de, sanatçıların 1970’lerden sonra, bireyselliklerini mercek altına alarak kişisel mitler oluşturmasına sebep olmuştur. “Kişisel Mitolojiler” terimini tarihe kazandıran ilk isim, 1933 yılında Zürih’te doğan küratör Harald Szeeman’dır. 1963 yılında Etienne- Martin’in kişisel sergisinin küratörlüğünü yaptığı sırada ortaya çıkan bu terimi Harald Szeemann şöyle ifade eder: “Kendisinin sergi yerinde yaptığı “Demeures” (Meskenler) adlı heykeller, yüzeyleri hala [Auguste] Rodin geleneğinde olsa da benim için devrim niteliğinde fikirlerdi. Bireysel mitoloji” kavramı çeşitli şekiller alabilen yoğun amaçlara ait bir sanat tarihini öne sürmek içindi; insanlar deşifre edilmesi zaman alan kendi işaret sistemlerini yaratırlar. Ben, sanat tarihini karakterize eden stiller arasındaki sonsuz savaştan kaçınmak istedim; Sürrealizm karşısında Dada, Pop karşısında Minimalizm, vs. Bu yüzden de bir stil değil ama davranış konusu olarak “bireysel mitolojiler” terimini ortaya attım” (Akt. Obrist, 1996: 115 -116). Szeemann, 5. Documenta’nın küratörlüğünü yaptıktan sonra bağımsız olarak çalışmalarına devam ederken, 1974 yılında döneminin tamamen sanat anlayışının dışında bir sergi açmıştır. Kişisel Mitolojiler teriminin tam karşılığını bulduğu bu sergi, Szeemann’ın Zürih’te yaşadığı apartman dairesinde kurguladığı bir düzenlemeden oluşmaktadır. “Büyük Baba: bizim gibi bir öncü, Grandfather - a pioneer like us” (Görsel 1) başlıklı bu sergide Harald Szeeman, bir berber olan büyükbabasının mesleğine ait 138 aletleri, tıpkı nadire kabinelerini andıracak şekilde yan yana getirerek bir oda oluşturur. Sanat eserleri ile eşit seviyede gösterilen / sergilenen, bu sıradan nesneler ile Szeemann, maceraperest büyükbabasının hatırasını canlı tutmayı hedefleyerek, sınırları zorlar ve “Kişisel Kozmoloji” olarak yeni bir sanatsal tavır önerir. Görsel 1: Harald Szeemann, Büyükbaba: Bizim Gibi Bir Öncü Sergisinden Görünüm, 1974 Szemann’ın tarihe kazandırdığı bu terimden sonra pek çok sanatçı, bu kapsamda işler üretmiştir. Terim, Szemann’ın sergisinden kısa bir süre sonra sadece kişisel kozmoloji olmanın ötesine geçmiş ve öznenin bizatihi içinde bulunduğu siyasal koşulların içindeki bireyselliğin mitolojisine doğru evrilmiştir. Bu bağlamda, Bireysel Mitoloji kavramı, post modern dönemin minörlük olgusu ekseninde sanatçının, bireyselliğini, öznelliğini sanat nesnesine dönüştürerek, mitler bütünü yaratması anlamına gelmektedir. Ancak bu dönemde bireysellik ya da otobiyografik süreç; içinde yaşanılan toplumun, kültürün, siyasal ve sosyal yapının şiddetli bir eleştirisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Linda Nochlin, bu eleştirelliği destekler konumda, sanat üretiminin toplumsal bağlamdan soyutlanabilecek bir olgu olmadığını vurgular. Ona göre; “malzemeyle somut olarak biçimlenen dil, ne dokunaklı bir yaşam öyküsü ne de yalnızca kişisel sırların fısıldadığı bir iç dökme aracı olmalıdır” (Akt. Antmen, 2013: 109). Bu anlamda bir metafor olarak kullanılan ve her zaman bir yaradılış öyküsüne gönderme yapan mit olgusu; günümüz sanatında bireyselliğin arka planındaki azınlık, kimlik ve aidiyet ve gibi sorunları imlemektedir. Böylece ortaya çıkan sanatsal söylemler, her ne kadar bireysel kozmoloji etrafında dönse de, etnik ve yerel güçlülüğü nedeniyle sanıldığı kadar da öznel değildir. 139 Görsel 2: Mladen Stilinovic, Sanatçı İş Başında, 1978, Fotoğraf Örneğin, 1947 yılında Belgrad’da doğan sanatçı Mladen Stilinovic’in, “Sanatçı İş Başında” (Görsel 2) adlı fotoğrafları, sanatçının kişisel dünyası etrafında şekillenen sanat üretimine verilebilecek örneklerdendir. Bir dizi fotoğrafı, tembellik üzerine yazdığı bir manifesto ile beraber sergileyen Stilinovic, çalışmak ve yatmak eylemleri arasında kendi kozmolojisini ortaya koyarak ironik bir yaklaşım sergiler. “Tembelliğe Övgü” başlığını taşıyan bu manifestoda, kavramı şöyle temellendirilir. “Tembellik hareket ve düşünce eksikliğidir, boş zamandır-mutlak hafıza kaybıdır. Kayıtsız kalmak, pineklemek, eylemsizlik, etkisizlik anlamına da gelir. Aynı zamanda tamamıyla budalalık, acı ve nafile konsantrasyondur. Tembelliğin tüm bu faziletleri aynı zamanda sanatında önemli etkenleridir. Tembellik hakkında bilgi yeterli değildir, onu icra etmek ve geliştirmek gerekir” (Boynik, 2003: 89). Hem Doğu’dan (Sosyalizm) hem Batı’dan (Kapitalizm) etkilendiğini ifade eden sanatçı, manifestoda bu iki uç noktanın diyaloğunu, çalışma biçimleri ve sanatçı olma durumu üzerinden irdeler. Ona göre; Doğudaki sanatçıların aksine Batıdaki sanatçılar tembel değildir, Onların tembel olmamaları, aynı zamanda sanatçı da olmadıkları anlamına gelir. Mladen Stilinovic, daha çok yapımcı olarak nitelediği Batılı sanatçıları, galeri, müze ve rekabet sisteminin yoğunluğundan dolayı sanat ile uğraşmaya vakitleri kalmadığını ifade eder. Oysa “Doğu sanatçılarının tembel ve sefil olmaları, sanatçıya göre sistemdeki temel etken eksiklere bağlıdır. Bu yüzden de tembelliğe zaman ayıracak zamanları vardır” (Boynik, 2003: 89). Mladen Stilinovic burada, sadece kendi dünyası etrafında kişisel bir mitoloji oluşturmaz, bunun yanı sıra modernizmle beraber majör yapının getirdiği baskın hâkimiyete, batı ekseninde yazılan sanat tarihine ve öteki olanın hikâyesinin dışlanmasına dikkat çeker. Sanatçının dinlendiği zamanı gösteren fotoğrafları, ironik bir dille sanat tarihi içinde yersiz yurtsuz 140 kalmaya gönderme yapar ve bir anlamda sanatçının mahremiyetini açığa çıkarır. Böylece tembellik hakkıyla, düzenin mevcut toplumsal çelişkileri üzerinden bir okuma yapan Stilinovic, içine doğduğu dünyanın algısını ve eril bakış açısını da haritalandırır. Bugün, gücünü ‘persona’dan ve gündelik hayattan alan kavramsal olarak nitelendirebileceğimiz işler, 1960’lardaki gibi bir dil problemi olarak değil, bir öyküyü, mesajı işleme bağlamında okunmaktadır. Tıpkı Stilinovic’in yaklaşımında olduğu gibi, tüm dünyada son dönemlerde üretilen işlerde, kimlik, cinsiyet, etnik gibi politik söylemlerin yoğunluğu dikkat çekmektedir. Bu da tarihin dışladığı, görmezden geldiği problemlerin ve öteki olarak addedilen kısaca azınlıkların, bireyin minör hikâyesi aracılığıyla sanat arenasına girişi anlamına gelmektedir. Bireysel Mitolojilere bir başka örnek olarak, 2003 yılında gerçekleştirilen ve batı dışında kalan toplumların sanatına odaklanan “Bal ve Kan” (Blood and Honey) sergisi gösterilebilir. Orta Doğunun kayıp kimliğini gün yüzüne çıkarmayı amaçlayan bu sergi, Kosova, Sırbistan, Karadağ, Arnavutluk, Romanya ve Türkiye gibi ülkeleri bir araya getirmiştir. Dışlanmanın şiirselleştirilmesine odaklanılan bu sergide; 92-95 yılları arasında gerçekleşmiş olan Bosna Savaşının yarattığı tahribat, 3. Dünya ülkesi olma durumu, sergide yer alan çalışmalardan açıkça okunmaktaydı. Görsel 3: Gülsün Karamustafa, Muhacir, 2013, Video Örneğin bu sergiye Gülsün Karamustafa, “Muhacir” (Görsel 3) başlıklı eşzamanlı izlenen bir video ile katılmıştır. Her bir videoda yer alan kadın figürü, sanatçının babaannesini temsil etmektedir. Yaşadıkları topraklardan 141 ayrılmak zorunda bırakılmış bu karakterlerin zorunlu göç süreçleri, yaşadıkları zorlu mübadele, video genelinde kişisel hatıralarla örülerek verilmiştir. Gülsün Karamustafa, 2013 yılında İstanbul Salt Beyoğlu’nda açtığı retrospektif bir sergide “Muhacir” videosunu yeniden yer vermiş ve bu kapsamda verdiği söyleşide, videonun temelini oluşturan hikâyenin çıkış noktasını şöyle özetlemiştir; “Benim iki büyükannem Balkan göçmenidir: Biri Boşnak, diğeri ise Kırım’dan Bulgaristan’a göç edip Bulgaristan’dan Türkiye’ye gelen bir muhacir. O sırada Yugoslavya’nın bölünmesinin ve Bosna’da yaşanan savaşın etkileri hâlâ hissediliyordu. Dolayısıyla dönüp böyle bir muhacir hikâyesi yapmak çok fazla içimden geldi. Bunu da büyükannelerime adadım”.1 Böylece Gülsün Karamustafa’nın videosuna sızan kişisel hatıralar, toplumsal bellekle beraber çok katmanlı bir yapıya dönüştürülmüştür. Ulus, kimlik sorunsalı doğrultusunda eleştirel olarak bireyselliği ortaya çıkaran bir başka iş, Kosovalı sanatçı Erzen Shkololli’ye ait ‘Hey You / Hey Siz’ (Görsel 4) başlıklı videodur. 2002 yılında sergilenen videoda, Kosova’ya ait etnik kıyafetler giyen ve popüler halk şarkıcısı olan Skurte Fejza, yaşadığı bölgeye ait folklorik özellikler taşıyan bir şarkı söyler. Erzen Shkololli, Sırbistan’dan ayrılarak bağımsızlığını kazanmaya çalışan Kosova’nın mücadelesini bu çalışmada, oldukça öznel ve etnik bir yolla yani tamamen yaşadığı coğrafyaya ait göstergelerle ve kendine ait söylemlere Görsel 4: Erzen Shkololli, Hey Siz, 2002,Video oluşturur. Videoda, şarkıyı söyleyen Fejza; giydiği etnik kıyafetle, kullandığı yerel dil ile ve sanatçının kaleminden çıkan sözleri dile getirmekle, aslında onun bir oto-portresini oluşturur. İz, K. (Eylül, 2003). Salt’ta Bahar, “Vadedilmiş Bir Sergi”yle devam ediyor. Sanatatak. Web: http://www.sanatatak.com/ view/SALTta-bahar-Vadedilmis-Bir-Sergiyle-devam-ediyor/453 adresinden 11 Kasım 2015’te alınmıştır. 1 142 “Hey Avrupa, size bir mektubum var | Eski Arnavutluk’tan bir Arnavut olarak sorarım | Oğullarım nasıllar? | Göçtüklerini iyi bilirsiniz... | Hatırlar mısınız topraklarımı? | Tüm Arnavutların bir vatanda olduğu günleri hatırlıyor musunuz... | Sınırları nasıl da biçtiniz! | Kardeşlerim dışarıda kaldılar... | Kartalı iki parçaya ayırdınız ... |”2 “Beden sanatı, performans, fotoğraf, film, video ya da metin olsun bütün türlerde, (toplumsal cinsiyete, ırka, sınıfa, cinsiyete vs. dayanan) öznelliklerin ve kimliklerin, her türlü kültürel pratiğin asli unsurları olduğu vurgulanır” (Antmen, 2010: 314). Bu haliyle azınlık olma durumunun sanatta öznel bir dünya etrafında deşifre edilmesi ve sonucunda politik bir tavrın ortaya çıkması, post modern dönemin minörlük olgusu ile bire bir örtüşmektedir. Bir başka değişle bu durum, majör bir yapı (Dünyanın eril / ataerkil, evrensel, baskın ve alışılagelmiş düzeni) içinde metafor olarak minör edebiyat yapmak anlamına gelir. Deleuze ve Guattari’ye göre de, minör edebiyatın esas özelliğinin siyasal olmasıdır ve onlara göre, minörlük olgusunda her şey siyasal olarak çevrelenir. “Büyük edebiyatlarda ise bireysel sorun daha az bireysel olmayan başka sorunlarla birleşme eğilimindedir, toplumsal ortam; çevre ve arka plan olarak kullanılır. Minör edebiyat ise tümüyle farklıdır: Onun daracık mekânı, her bireysel sorunun doğrudan siyasete bağlanmasını sağlar” (Deleuze, Guattari, 2015: 46 ). Örneğin, 1945 yılında doğan sanatçı Cengiz Çekil, minör edebiyatta önemli bir yere sahip olan bu dar mekânı, görsel sanatlarda ona karşılık gelecek şekilde bir deftere dönüştürür. Sanatçı, 1976 yılında edindiği bir deftere, uyumadan her gece önce “Bugün de Yaşıyorum” yazısını, o günün tarihi ile birlikte mühürler. Bir günce olarak kişisel dünyayı /kozmolojiyi temsil eden bu yapıt, 2011 yılında Moma’da gerçekleştirilen “Hala Yaşıyorum: Güncel Çizimde Siyaset ve Günlük Yaşam” başlıklı sergide yer almıştır. İnsanın öznel serüvenini kronolojik bir sıralamayla tarihselleştiren günceler; iç dünyanın haritaları olarak nitelendirilebilirler. Susan Sontag; Hangi türde olursa olsun, “günlük yapısı gereği hamdır ve bize ruhun çalışma odasını tüm çıplaklığı ve sefaleti ile gösterir. Bir iç hesaplaşma, kendini sorgulama dizgisidir” der (Sontag, 2008: 77). Ona göre sanatçı acı çekmenin en derin katmanlarına inmiş örnek bir çilekeş, melankolik bir mizaçtır. Cengiz Çekil, “Bugün de Yaşıyorum” başlıklı işinde, dış dünya karşısında zorunlu olarak eğilip bükülen iç dünyasını mitleştirir. Sanatçı, 12 Eylül 1980 dönemine zemin hazırlayan sağ – sol karşıtlıklarının, siyasi çatışmaların ve iç politikanın yarattığı gerilimin bir sonucu olarak aslında bugün yaşadığından Vesic, J. (2009). Sergileme Politikaları ve Güncel Sanatta Ulusal Temsilin Sorunları, Sayı 1. Web: http://www.red-thread .org/tr/makale .asp?a=22 adresinden 11 Kasım 2015’te alınmıştır. 2 143 Görsel 5: Cengiz Çekil, Günce, 1976 ziyade rastlantısal olarak ölmediğini ifade etmektedir. Çekil güncesinde, yaşamın tesadüfiliğe kaldığı bir iç çatışmanın ortasında filizlenen yalın bir dünyayı özetler. Sonuç olarak, birbirinden farklı coğrafyada yaşayan ve farklı konularda kendi bireyselliklerini mitleştiren Mladen Stilinovic, Gülsün Karamustafa, Erzen Shkololli ve Cengiz Çekil gibi sanatçıların çalışmaları, ortak bir noktada buluşmaktadır. Mitleşen olgu, her ne kadar kişisel hatıralar üzerinden yazılsa da, sonuç politiktir. Yaklaşık kırk yıl önce, ulusların kültür tarihi yaratma gibi büyük girişimlerinin içerisinde, Harald Szeeman’ın başlattığı bu küçük dalgalanma, ilham vericidir. Büyükbaba: bizim gibi bir öncü başlıklı sergi; tarihin hep dışarıda bırakmaya çalıştığı öznel serüvene odaklandığından, günümüz sanatını kavramak açısından yol gösterici niteliğindedir. Szeemann’ın girişiminden ve aynı izi takip eden sanatçıların yapıtlarından sonra, modernizmin majör yapısı yerini, minörlük kavramı çerçevesinde oluşturulan bireysel mitolojilere bırakmıştır. Bitirirken… Sanatta “Kişisel Mit” kavramı, Modernizmin büyük anlatılarının aksine post modern süreçte kendine yer edinmiştir. İçerikten ziyade biçimin ön planda olduğu sanat anlayışlarında yani Modern Dönemde, sanatçılar kendilerini dışavurumcu şekillerde ifade etmiştir ancak bu dönemde, ifade (express) biçimin arkasına gizlenen örtük bir yapı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bireysel Mitolojiler kavramı ise 1970’lerden sonra sanatta anlatının / içeriğin hâkim olduğu bir anlayış doğrultusunda, bireyselliğin deşifre edilmesi olarak okunmaktadır. Bu haliyle terim, post modern dönemde görünürlük kazanan minörlük olgusu ile yakından ilişki kurmuştur. Sanatta “Kişisel 144 Mit” kavramı, Nochlin’in de belirttiği üzere, “kişisel bir iç dökme aracı” olmanın ötesinde, bireyselliğin arkasında yer alan azınlık olma durumu, kimlik, cinsiyet, ırk, etnisite gibi politik söylemleri açığa çıkartmaktadır. Bu nedenle Bireysel Kozmoloji, Guattari ve Deleuze’nin her zaman siyasal bir olgu olarak gördüğü minörlük olgusu ile benzerlikler gösterir. Minörlük olgusu kapsamında; 70’lerden sonra sanat anlayışları her ne kadar kişisel anlatılar üzerinden ilerlese de, yine de arkasında yer alan sorunun derinliği nedeniyle, bireysellikten çıkmaktadır. Örneğin bu dönemin sanatı, Batman’da yer alan bir derenin hikâyesini işlemeye izin verir ama arkasında yer alan sorun, oldukça önemli bir yerelliğe ve bağlı bulunduğu coğrafyaya özgü etnik sorunlara işaret etmektedir. Tüm bu çerçeveye paralel olarak, Bireysel Mitolojiler terimini tarihe kazandıran Harald Szeeman’ın Zürih’te gerçekleştirdiği “Büyük Baba: Bizim gibi Bir Öncü” sergisi politikleşmeden de öznel bir dünyanın bir anlatıya ve mite dönüşebileceği cesaretini vermektedir. Bu sergi, birey taçlandırıcı bir yapının aksine, sıradan ve önemsiz olanın cazibesini ortaya koyması açısından bir ilk olarak değerlendirilebilir. O halde Szeemann’ın önünü açtığı bu fikir ile günümüz sanatında “hikâyesizliği” bir anlatı olarak işlemek mümkün müdür? Ya da bir anti kahraman olarak kişisel kozmoloji oluşturmak sanatın neresinde durur? Anlatımızın trajik olmayışı ya da büyük anlatıların içinde yer almayışı, sanat arenasının kabullenebileceği bir probleme dönüşebilir mi? Yoksa sanatsal amaçlar gücünü, her zaman haksızlıktan mı almalıdır? 145 Kaynakça Antmen, A. (2010). Sanat Cinsiyet: Sanat Tarihi ve Feminist Eleştiri. İstanbul: İletişim Yayınları. Antmen, A. (2013). Kimlikli Bedenler, Sanat, Kimlik, Cinsiyet. İstanbul: Sel Yayıncılık. Boynik, S. (2003). Mladen Stilinovic Sözlüğü. M. Grzinic (Editör). Art-İst. 7.Sayı. İstanbul. Mas Yayıncılık, s. 88-96. 89 Deleuze, G., Guattari, F. (2015). Kafka: Minör Bir Edebiyat için (çev. I. Ergüden) İstanbul: Dedalus Dubuffet, J. (2011). Eğitimlileri İçin Notlar. Charles Harrison, Paul Wood (Ed.). Sanat ve Kuram 1900-2000 Değişen Fikirler Antolojisi (çev. Gürses). İstanbul. Küre Yayınları, s.643-646. 643 Erhat, A. (1996). Mitoloji Sözlüğü. İstanbul: Remzi Kitabevi. Featherstone, M. (2013). Postmodernizm ve Tüketim Kültürü (çev. M. Küçük) İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Fried, M. (2011). Üç Amerikalı Ressam. Charles Harrison, Paul Wood (Ed.). Sanat ve Kuram 1900-2000 Değişen Fikirler Antolojisi (çev. Gürses). İstanbul. Küre Yayınları, s. 830-839. 831 Gezgin, İ. (2011). Prehistorik Dönemden Hıristiyanlığa kadar Sanat Mitolojisi. İstanbul: Sel Yayıncılık. Greenberg, C. (2011). Modernist Resim. Charles Harrison, Paul Wood (Ed.). Sanat ve Kuram 1900-2000 Değişen Fikirler Antolojisi (çev. Gürses). İstanbul. Küre Yayınları, s.817822. 819 Liebermann, M. (2011). Resimde İmgelem. Charles Harrison, Paul Wood (Ed.). Sanat ve Kuram 1900-2000 Değişen Fikirler Antolojisi (çev. Gürses). İstanbul. Küre Yayınları, s. 50-53. 51 Lyotard, F. (2011). Postmodernin Düşünceleri. Charles Harrison, Paul Wood (Ed.). Sanat ve Kuram 1900-2000 Değişen Fikirler Antolojisi (çev. Gürses). İstanbul. Küre Yayınları, s.1063-1068. 1067 Obrist, Hans U. (1996). A Brief History of Curating, Zurich: Jrp | Rıngier. Sontag, S. (2008). Sanatçı Örnek Bir Çilekeş (çev. Y. Salman, M. Gürsoy Sökmen) İstanbul: Metis Yayınları. Sutton, D., Martin-Jones, D. (2013). Yeni Bir Bakışla Deleuze (çev. M. Özbant, Y. Başkava) İstanbul: Kolektif Kitap. 146 Reinhardt, A. (2011). Sanat Olarak Sanat. Charles Harrison, Paul Wood (Ed.). Sanat ve Kuram 1900-2000 Değişen Fikirler Antolojisi (çev. Gürses). İstanbul. Küre Yayınları, s.1063-1068. 1065 İnternet Kaynakları İnternet: İz, K. (Eylül, 2003). Salt’ta Bahar, “Vadedilmiş Bir Sergi”yle devam ediyor. Sanatatak. web: http://www.sanatatak.com/view/SALTta-bahar-Vadedilmis-Bir-Sergiyledev m-ediyor/453 adresinden 11 Kasım 2015’te alınmıştır. İnternet: Vesic, J. (2009). Sergileme Politikaları ve Güncel Sanatta Ulusal Temsilin Sorunları, Sayı 1. web: http://www.red-thread.org/tr/makale.asp?a=22 adresinden 11 Kasım 2015’te alınmıştır. Görsel Kaynaklar Görsel 1: http://www.grupaok.com/jsz-writing/ adresinden 09.11.2015 tarihinde alınmıştır. Görsel 2: http://mladenstilinovic.com/works/10-2/ adresinden 09.11.2015 tarihinde alınmıştır. Görsel 3: http://www.bienal.org.br/post.php?i=2068 adresinden 09.11.2015 tarihinde alınmıştır. Görsel 4: http://www.red-thread.org/tr/makale.asp?a=22 adresinden 09.11.2015 tarihinde alınmıştır. Görsel 5: http://www.radikal.com.tr/kultur/turkiyede-cagdas-sanatin-onculerinden-cengizcekil-veda-etti-1469678/ adresinden 11.11.2015 tarihinde alınmıştır. 147 148 STD 2015 ARALIK - SAYFA 149-157 Estetik Yargı ve Estetik Yargıyı Etkileyen Faktörler Doç. Dr. Ayşe Tekel Öz Çalışmanın amacı estetik yargı ve estetik yargıyı etkileyen temel faktörleri, literatüre dayalı olarak tanımlamak, konuya ilişkin kapsamlı bir çerçeve sağlamaktır. Çalışma üç bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde estetik yargı kavramı tanımlanmakta; ikinci bölümde estetik yargıyı etkileyen faktörler irdelenmekte, sonuç bölümünde ortak estetik yargıların nasıl oluştuğu, nesne ve özne temelli yaklaşımlara referans ile sorgulanmaktadır. Anahtar Kelimeler: Estetik Yargı, Güzel, Nesne, Özne AESTHETIC JUDGMENT AND FACTORS AFFECTING AESTHETIC JUDGMENT Abstract The main aim of this study is to define aesthetic judgment and primary factors affecting it based on literature and to put forth a comprehensive framework in this context. This study covers three main parts. In the first part, the notion of aesthetic judgment is defined; in the second part, primary factors affecting it are investigated and in the concluding part the formation of aesthetic judgments is further discussed with reference to object – subject based approaches. Keywords: Aesthetic judgment, Beauty, Object, Subject Doç. Dr. Ayşe Tekel, Gazi Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü, Ankara. E-posta: [email protected] 149 1.Giriş Estetik güzelliğin felsefesi olarak ortaya çıkmıştır. Güzelliği neyin oluşturduğu sorusuna ise yüzyıllardır birçok değişik yanıt verilmiştir (örn; Feagin and Maynard, 1997; Fenner 1996; Osborne and Balakian, 1968). Birçok kuramcı güzelliği, herhangi bir kişide hoş deneyimler uyandıran nesnenin özelliği olarak ifade etmiştir. Nesne temelli bu yaklaşımda güzellik nesnenin fiziksel niteliğine bağlı bir kavram olarak ele alınmıştır. Birçok kuramcıda güzelliğin bakan kişinin gözünde oluştuğunu; bir şeyin duyulara hoş geldiği sürece güzel olabileceğini savunmuştur. Özne temelli bu yaklaşımda güzellik kişinin kendine özgü özelliklerinin bir işlevi olarak tanımlanmıştır. Güzellik kavramı XVIII. yy’da estetik kavramı ile birlikte düşünülmeye başlanmış ve bunun temelini Alman filozof Alexander Gottieb Baumgarten atmıştır. Baumgarten estetiğin ayrı bir felsefe dalı olarak yerleşmesini sağlamıştır. Ancak estetiğin ilgi alanı olan ‘güzel’ kavramı ilk defa yunan felsefesi’nin iki önemli filozofu Platon ve Aristoteles tarafından ortaya konulup tartışılmıştır. Yunan’dan, erken Hıristiyanlık dönemi ve Rönesans’a kadar, güzelliğin, nesnel, fiziksel bir özellik olduğu düşünülmüş, güzelliğin nesnenin doğasında olduğu görüşü savunulmuştur. Ancak süreç içerisinde güzelliğin bakan kişinin gözünde oluştuğu düşüncesi hâkim olmuştur. 17.yüzyıl İngiliz düşünürü Locke, güzelliğin hem öznel hem de nesnel niteliklere sahip olduğu görüşünü savunan ilk kişi olmuştur. Kant da güzellikte nesnel ve öznel düşünce ayırıma dikkat çekmiştir. 20.yüzyıl modernist düşünce ekolünde estetik ‘hazsal’ bir değer olarak ifade edilmiş, postmodern düşünce ekolünde ise modernizmin önerdiği özne merkezciliğin tersine ‘nesne’ ön plana çıkmıştır. Özne ve nesne temelli yaklaşımlar estetik yargının doğasına da ışık tutmuştur. Estetik yargılar özne ve nesnenin etkileşimi sonucu ortaya çıkmaktadır. Estetik yargılama sürecinde gerek duygular gerekse nesnenin özellikleri belirleyici rol oynamaktadır. Güzelliği tanımlama da etkin olan nesne temelli yaklaşımlara referans ile gerçekleştirilen çalışmalar estetik yargılamayı etkileyen nesnenin özelliklerine ilişkin, özne temelli yaklaşımlara referans ile gerçekleştirilen çalışmalar ise estetik yargılamayı etkileyen duyguların nasıl yapılandığına ilişkin önemli katkılar sağlamaktadır. Çalışmada estetik yargı ve estetik yargıyı etkileyen temel faktörler, literatüre dayalı olarak tanımlanmakta; estetik yargıyı etkileyen temel faktörler güzel kavramını tanımlama da belirleyici olan nesne ve özne temelli yaklaşımlara referans sorgulanmaktadır. 150 2. Estetik Yargı Estetik yargı, bir nesneyi hiçbir çıkar olmaksızın hoşlanma ya da hoşlanmama yoluyla yargılama yetisidir (Bagozzi, Tybout and Arbor, 1993; Berlyne 1974). Estetik yargılama nesne ile bireyin etkileşim içerisinde olduğu durumdan ortaya çıkmakta; nesnenin özellikleri ve (Birkhoff, 1933; Arnheim,1974; Berlyne, 1974; Cuthbert, 2006; Bishop, 2007) insanların duygularına dayanmaktadır. Leder, Belke, Oeberst ve Augustin (2004) estetik yargılama sürecinin aşamalarını aşağıdaki şekilde özetlemektedirler (Tablo 1). Tablo 1: Estetik Yargılama Süreci ( Leder, Belke, Oeberst, ve Augustin, 2004: 494) Estetik yargılama sürecinde kişi gözlemine algısal analizden başlamaktadır. Nesnenin algılanması duyumsal ve bilgiye dayalı olmak üzere iki süreçten oluşmaktadır. Nesne öncelikle duyumsal olarak algılanmaktadır. Duyularımız aracılığı ile nesneyi algılamamız, nesneye dair bilgileri edinmemiz ile mümkün olmaktadır. Nesneden kaynaklanan uyarıcı etkiler, görsel algılama sonucu önce fark edilmekte, sonra bilgi haline gelerek hafızaya kaydedilmektedir. Fizikî olarak deneyim yaşayan kişi nesneyi daha sonra zihinsel bir okuma yaparak algılamaya devam etmektedir. Bilgiye dayalı-zihinsel süreçte duyularımız ile edindiğimiz bilgiler yaşanmışlığa/önceki deneyimlere bağlı olarak birey tarafından kavramsallaştırılmaktadır. Bu aşamada birey önceki bilgileri ile var olan bilgiyi karşılaştırmakta ve nesneyi anlamlı bir kategori ile sınıflandırmaktadır (Leder, Belke, Oeberst and Augustin, 2004: 492). Estetik yargılama sürecinin ilk üç aşamasında nesne duyusal bir zevk ve hoşnutluk oluşturmaktadır. Sonraki aşamalarda bilişsel ve duygusal süreçler, deneyimin bir parçası olarak devreye girmektedir. Scherer (2003) bilişsel süreç ve duygusal deneyimin birbiri ile bağlantılı olduğunu öne 151 sürmektedir. Parsons (1987) bilişsel değerlendirme sürecinin dört aşamada gerçekleştiğini belirtmektedir. Bireyin kendisi ve inanışları ile de ilintili olan ilk aşamada birey, nesnenin içeriğini kendine göre yorumlamaktadır. İkinci aşamada tasvirdeki güzellik ve gerçeklik önem kazanmaktadır. Üçüncü aşamada birey nesne oluşturulurken nelerin düşünüldüğüne yönelik empati kurmaya çalışmaktadır. Dördüncü aşamada ise stil ve şekle odaklanılmaktadır. Bilişsel süreçte estetik değerlendirmenin başarılı ya da başarısız olacağı da belirlenmektedir (Parsons, 1987; Winston and Cupchik, 1992) 2.1 Estetik Yargıda Nesnenin Özelliklerinin Rolü Birçok kuramcı güzeli, herhangi bir kişide hoş deneyimler uyandıran nesnenin özelliği olarak ifade etmiştir. Nesne temelli bu yaklaşımlarda güzellik nesnenin fiziksel niteliğine bağlı bir kavram olarak ele alınmıştır. Güzeli tanımlamada nesne temelli yaklaşımların temel felsefesini Platon, Aristoteles ve Plotinos oluşturmuştur. Platon güzelin bir idea olarak gerçekte var olduğunu; ideaların, diğer özellikleri yanında kendinden güzel olduğunu; asıl güzelliğin, hiçbir zaman değişmeyen gerçeklik olan güzellik ideası olduğunu savunmuş, akıl sahibi her varlık için güzel ideasının ortak olduğunu belirtmiştir. Platon, aklın insanı insan yapan en önemli özellik olduğunu belirtmiş; duyguyu ise insanın en zayıf yönü olduğu için reddetmiştir. Aristoteles güzeli ahenk ve düzen olarak tanımlamış; güzeli bir denge unsuru olarak görmüş, nesnenin/ eserin güzel olabilmesini oranlara bağlamıştır. Plotinos ise güzelliğin doğru orantıdan başka bir şey olmadığını savunmuştur. Güzel olarak nitelendirilen nesnenin fiziksel özelliklerini saptamak üzere yapılan çalışmaların çoğunda nesne temelli yaklaşımdan hareket edilmiştir. Ergün (2010) güzel olarak nitelendirilen nesnenin özelliklerini dışsal ve içsel olarak ikiye ayırmıştır. İçsel niteliklerin başında nesnenin anlatım gücünün yüksek olmasının geldiğini ve bir nesnenin güzel olmasının, onun temsil ettiği ideyi yansıttığı oranda arttığını belirtmiştir. Nesnenin biçimsel niteliklerinin ise; orantı, simetri ve uyum kavramına referans ile sorgulanması gerektiğini vurgulamıştır. Berlyne (1974) estetik yargının nesnenin algısal niteliklerine bağlı bir reaksiyon olduğunu ve bu reaksiyonun nesnenin fiziksel özelliklerine (elemanların bir araya geliş kalitesine) dayandığını belirtmiştir. L. Wittgenstein (1958) gibi pek çok kuramcı estetik yargıların temellindeki duygusallığı kaldırarak, onun yerine bilgiyi koymuş estetik yargının oluşumunu nesnenin özellikleri ile sınırlı tutmuştur. Bu zamana kadar yapılan pek çok çalışmada da nesnede 152 var olan denge ve orantının (Birkhoff, 1933; Arnheim, 1974; Gombrich, 1995; Höge, 1995; Locher, 2003) estetik yargıyı pozitif etkilediği ortaya konmuştur. Birçok çalışma da nesnenin simetrik ya da asimetrik olmasının (Berlyne, 1971; Jacobsen and Höfel, 2002), karmaşıklık veya basit olmasının (Moshagena ve Thielschc, 2013) benzer ya da farklı olmasının (Berlyne, 1970, 1971, Hekkert ve van Wieringen, 1990; Hekkert ve diğerleri, 2003, Solso, 2003) estetik yargıyı etkilediği saptanmıştır. Birkhoff (1933) ve Eysenck (1941), bir nesnenin estetiğinin sadelik ve karmaşıklık olmak üzere iki faktöre dayandığını belirtmişler ancak bu faktörler arasındaki ilişki konusunda uzlaşmaya varmamışlardır. Nesnedeki sadelik ya da süslemenin ölçüsü ile ilgili Hekkert (2003) insanların etkinin büyüklüğü konusunda uzlaştıkları sürece, sonucun estetik çekiciliği konusunda anlaşacaklarını belirtmiştir. Berlyne (1974) orta uyarılma potansiyeli olan nesnelerin, algılayan kişide maksimum tatmin edici etkiyi yarattığını, çok düşük veya çok yüksek uyarma potansiyeli olan nesnelerin ise hoş algılanmadıklarını belirtmiştir. Nasar’da (1994) benzer şekilde nesnede var olan ılımlı uyarma potansiyelinin pozitif estetik deneyim üreteceğini vurgulamıştır. 2.2 Estetik Yargıda Duygunun Rolü Güzel kavramı sadece nesnenin ‘biçimsel’ özelliklerine bağlı olarak sorgulanmamıştır. Nesnelci yaklaşımın aksine, özne temelli yaklaşımda bir şeyin duyulara hoş geldiği sürece güzel olabileceği; güzelliğin kişinin kendine özgü özelliklerinin bir işlevi olduğu ve kişinin duygularına dayandığı savunulmuştur. Güzeli tanımlama da özne temelli yaklaşımlar 19. yy.’da ağırlık kazanmış, bu yüzyılda Croussaz, Du Bos, Hutchosen, Burke, Lipps, Worringer, Jouffroy, Spencer, Alison, Hume, Schopenhover, Taine, Guyan, Lalo, Marks ve Lukacs gibi filozoflar güzel kavramını bireye ve topluma bağlı güzellik algı ve yargısı ile tartışmaya başlamıştır. Bu dönemde Kant, Schiller, Hegel ve Vischer önderliğinde kurulan yeniçağ düşünce sistemi ile de güzellik özne nesne arasındaki ilişki bağlamında değerlendirilmeye başlanmıştır. Sosyal bilimlerdeki kuramlar ve bu kuramlara yön veren ‘sosyal yapısalcılık’ kuramı da güzeli tanımlama da duyguların rolüne ilişkin önemli katkı sağlamıştır. Sosyal yapısalcılık kuramını savunanlar duygu ile estetik değerlendirme arasındaki ilişkiyi sorgularken farklı görüşler öne sürseler de aşağıdaki noktalarda buluşmuştur: • Duygular öğrenilmektedir. • Duygular kültüre bağlıdır ve 153 • Duygular sosyal olarak yapılanmaktadır (Eaton,1995: 96). Estetik yargılar bir ölçüde bireyin duygularına dayanmaktadır. Yaş, cinsiyet, eğitim gibi bireysel özellikler duyguların gelişimini etkilemekte; duygular süreç içerisinde değişip, gelişebilmektedir. Duygular bilgi ve kapasite yükseldikçe gelişmekte ve değişmektedir (Jacobsen, 2010: 186). Sosyal yapısalcılık kuramında estetik tepki bir kültürde dikkate değer algılama ve yansıma olarak tanımlanmaktadır. Duyguların değişkenliği kültürden kültüre değişmektedir. Bir kültür ve dildeki çeşitlilik, zenginlik aslında estetik tepkiyi de belirlemektedir. Duyguyu ifade etmede kültür ile bağlantılı olan dil, önemli rol oynamaktadır. Bir insanın belli bir duyguyu hissetmesi bile, o duyguyu ifade eden kelimenin o dilde olup olmadığına bağlı bulunmaktadır (Eaton, 1995: 101). Sosyal yapısalcılık kuramına göre; duygular sosyal olarak yapılanmaktadır. Duyguların şekillenmesinde toplumun inanç ve ahlaki değerleri önemli rol oynamakta; duyguları değerlendirirken o toplumdaki ahlaki değerleri, sosyal özellikleri, örf ve adetleri, ritüelleri göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Bir kişinin nasıl hissedeceği büyük ölçüde ne öğrendiğine ve ne hissetmeyi beklediğine göre farklılaşmaktadır. İnsanlar kimi zaman öğrenilmiş estetik rollere göre tepki vermektedir. Kişi, mekâna veya olaya hangi rol ile bakıyorsa estetik bakış açısı da üstlendiği role göre de değişebilmektedir. 3. Sonuç Estetik yargı, bireyin nesneye verdiği beğenme ve beğenmemeye dayanan subjektif hükümlerdir. Estetik yargılar hem nitelik hem de değer yargılarıdır. Bu neden ile estetik yargılama sürecinde gerek nesnenin fiziksel özellikleri gerekse bireyin kendine has özellikleri ve duyguları önem rol oynamakta; bireyin nesneye yüklediği anlam önem kazanmaktadır. Estetik yargılar, subjektif yargılar olmasına karşın ortak estetik yargılarının nasıl oluştuğuna ilişkin nesne ve özne temelli yaklaşım savunucuları farklı açıklamalar getirmektedirler. Nesne temelli yaklaşımı savunanlar ortak estetik yargıların oluşumunda nesnenin özelliklerinin belirleyici olduğunu; nesnenin güzellik değerini kendisinde taşıdığını iddia etmektedirler. Özne temelli yaklaşımı savunanlar ise ortak estetik değer yargılarının oluşum nedenini duyguların sosyal olarak yapılanmasına bağlamaktadırlar. Ortak kültür, inanç ve değerlere sahip bireylerin estetik yargıların da ortaklıklar olabilmektedir. 154 Estetik yargıların değerlendirilmesinde bir çok kuramcı nesnenin bireyde yarattığı ‘estetik deneyim’i esas almaktadır. Nesne temelli yaklaşım savuncuları estetik deneyimin nesnenin biçimsel özelliklerine bağlı olduğunu savunmakta; estetik deneyim yaşaması için bireyin dikkatini ilgili nesnenin biçimsel özelliklerine yöneltmesi gerektiğini belirtmektedirler. Birçok kuramcı da estetik deneyim yaşamak için nesnenin biçimsel özelliklerinin tek başına yeterli olmadığını, içeriğin önemli olduğunu savunmakta; bilgi sahibi olmadan estetik deneyimin yaşanamayacağını vurgulamaktadırlar. Bir nesnenin hangi tarz içerisinde, hangi amaç için tasarlandığı, neye hizmet ettiği, varsa arkasında yatan düşüncenin bilinmesinin yaşanılan deneyimin tam olmasını sağlayacağı belirtilmektedir. Estetik yargılama da yargının kaynağının özne olması herkes için geçerli olabilecek ‘güzel’ yargısının varlığını imkânsız kılmaktadır. Ancak güzeli tanımlamada nesnelci yaklaşımlar estetik olarak tanımlanan nesnenin özelliklerine ilişkin katkı sağlamakta; öznelci yaklaşımlar (özellikle sosyal yapısalcılık kuramı) ise estetik yargılamada belirleyici rol oynayan duyguların nasıl yapılandırıldığına ilişkin önemli bir çerçeve sunmaktadır. Nesne, bireyin nesneye yüklediği anlama koşut ve kendi duygularına referans ile güzel olarak tanımlanmaktadır. 155 Kaynakça Arnheim, R. (1974). Art and Visual Perception. Berkeley: A Psychology of the Creative Eye University of California Press. Bagozzi, R., Tybout, A.M., and Arbor, A., (Eds) (1993). MI: Association for Consumer Research, (10), 685-690. Berlyne, D.E. (1970). ‘Novelty, Complexity and Hedonic Value’, Percept Psychophys, 8 (5), 279–286. Berlyne, D.E. (1971). Aesthetics and Psychobiology. East Norwalk, CT: Appleton-CenturyCrofts. Berlyne, D.E. (1974). Studies in the New Experimental Aesthetics. New York: John Wiley and Sons. Birkhoff, G.D. (1933). Aesthetic Measure. Cambridge: Harvard University Press. Bishop, A. (2007). ‘Outside the Square? Aesthetic Response to the Contemporary Architecture of Federation Square, Melbourne’, The Environmentalist , 27 (1), 63-71. Cuthbert, A.R. (2006). The Form of Cities, Political Economy and Urban Design. Oxford: Blackwell Publishing. Eaton, M.M. (1995) . ‘The Social Construction Of Aesthetic Response’, British Journal of Aesthetics, (35) 2, 95-107. Gombrich, E.H. (1995). The Story of Art. London: Phaidon Press Hekkert, P., Wieringen, P.C. (1990). ‘Complexity and Prototypicality as Determinants of The Appraisal of Cubist Paintings’, British Journal of Psychology, 81(4), 483–495. Hekkert, P. Snelders, D., Wieringen, P.C. (2003). ‘Most Advanced, Yet Acceptable: Typicality and Novelty as Joint Predictors of Aesthetic Preference in Industrial Design’, British Journal of Psychology, 94(1), 111–124. Höge, H. (1995). ‘Fechner’s Experimental Aesthetics and the Golden Section Hypothesis Today’, Empirical Studies of the Arts, 13(2), 131-148. Jacobsen T., Höfel L. (2002). ‘Aesthetic Judgments of Novel Graphic Patterns: Analyses of Individual Judgments’, Percept Mot Skills, 95(3),755–766. Jacobsen, T. (2010). ‘Beauty and The Brain: Culture, History and Individual Differences in Aesthetic Appreciation’, Journal of Anatomy, 216(2), 184–191. 156 Leder, H., Belke, B., Oeberst, A., Augustin, D. (2004). ‘A Model of Aesthetic Appreciation and Aesthetic Judgments’, British Journal of Psychology, 95(4), 489-508. Locher, P. (2003). ‘An Empirical Investigation of The Visual Rightness’, Theory of Picture Acta Psyhologica,114(2), 147-164. Moshagena, M., and Thielschc, M. (2013). ‘A Short Version of The Visual Aesthetic of Websites Inventory’, Behaviour and Information Technology, 32 (12), 1305-1311. Nasar, J.L. (1994). ‘Urban Design Aesthetics: The Evaluative Qualities of Building Exteriors’, Environment & Behaviour, 26 (3), 377-401. Parsons, M. J. (1987). How We Understand Art: A Cognitive Developmental Account of Aesthetic Experience. Cambridge: Cambridge University Press. Scheerer, K. (2003). Introduction: Cognitve Components of Emotion. In R. J. Davidson (Ed.). Handbook of Affective Sciences. Oxford: Oxford University Press, 563–673. Solso, R. (2003). Psyhology of and the Evolution on the Conscious Brain. Cambridge: MA, MIT Press. Winston, A. S. and Cupchik, G. C. (1992). ‘The Evaluation of High Art and Popular Art by Naive and Experienced Viewers’, Visual Arts Research, 18(1), 1–14. Wittgenstein, L. (1958). ‘Philosophical Investigations. Trans. G. E. M. Anscombe. Englewood Cliffs: Prentice Hall Press. İnternet Kaynakları Ergun, M. (2010). Estetik (Sanat Felsefesi). http://www.egitim.aku.edu.tr/sanatfelsefesi. pdf adresinden 24.08.2014 tarihinde alınmıştır. 157