Devamı İçin Tıklayınız
Transkript
Devamı İçin Tıklayınız
NÂS SÛRESİ Nuzul 24 / Mushaf 114 Surenin Adı: ‘’İnsanlık’’ veya ‘’İnsanlar’’ manasına gelen adını ilk âyetinden alır. Surede üç kez tekrar edilir. ‘’(Ey Muhatab!) De ki; Sığınırım ben Rabbine insanlığın; sahibine insanlığın; ilahına insanlığın’’ (1-3) Mushaf’ın Allah’ın adıyla başlayıp ‘’insanlığın’’ adıyla bitmesi manidardır. Rab, seçkin bir zümrenin, sınıfın, herhangi bir inanç çevresinin, belli cemaatlerin ve din saliklerinin Rabbi değil, bütün insanların Rabbidir. Mushaf ve tefsirlerin çoğunda Nâs adıyla anılır. İkizi olan bir önceki sûre gibi bu sûre de Allah Rasulü’nün dilinde ilk âyetinin tamamıyla isimlendirilir. Felak ile birlikte Muavvizeteyn olarak da anılmıştır. Surenin Nuzul Yeri ve Zamanı: Felak sûresi gibi bu sûre de Mekkî’dir. MEKKE Mina Müzdelife Arafat KABE Gerekçesi ve Medenî olduğu yolundaki görüşlerin geçersizliği de Felak sûresinin girişinde işlenmiştir. Tüm tertiplerde Felak- İhlas arasına yerleştirilir. İkizi gibi bu sûre de Mekke döneminin 3. yılında inmiş olmalıdır. Altı âyettir. Resmî mushaf tertibinde son sûre olarak 114. sırada yer alır. Bu sayede Allah’ın adıyla başlayan mushaf, Nâs (İnsanlar) sûresi ile son bulur. Surenin Konusu: Allah vahyin kaynağı, Nâs vahyin hedefidir. Zaten vahyin de iki hedefi vardır: Tevhid ve Adâlet. Birincisi kuldan Allah’a, İkincisi kuldan nâs’adır. İlâhî hitab işte bu yüzden başı gökte ayakları yerde bir hitaptır. Onun ayaklarını insanlık temsil eder. Sûre, ikizi olan Felak gibi inşa edici bir sûredir. Felak sûresinde felak’ın Rabbine sığınma telkin edilirken, burada insanlığın Rabbine sığınma telkin edilir. Felak’ta gecenin “şer ilâhı” gibi görülmesi zımnen reddedilirken, Nas’ta adı sarahaten anılmadan görünen ve görünmeyen, insan ve cin şeytanlarının şer ilâhı gibi telakki edilmesi reddedilir. Sûrenin son âyetinden şeytan adının yalnızca görünmeyen varlıkların şerlilerine değil, aynı zamanda insanın da şerlisine verildiğini öğreniriz. Böylece insandan insanın Rabbine sığınmış oluruz. Sûrede şeytan’ın Rabbe izafe edilmemesi, şeytan’ın isyanıyla ilâhî terbiyeyi reddettiği, insanoğlununsa tevbesiyle ilâhi terbiyeyi kabul ettiği anlamını taşır. Sûrenin ilk inşa ettiği şahıs Allah Rasulü’dür. Ona sadece görünmeyen varlıklara karşı değil, toplumun içindeki şeytanlaşmış kimselere karşı da Allah’ın kendisine yeteceği vurgulanır. Bu ilâhi bir teselli olmaktan da öte, zımni bir garantidir. Nitekim bu ilâhi garantinin tüm zor şartlara rağmen nasıl gerçekleştiğine tarih şahit olmuştur. Sözün özü: Allah kendisine sığınanı, sadece kendi dışındaki görünür görünmez türlerin şerrinden değil, kendi türünün şerrinden de korur. Allah’ın “İnsan topluluğunun Rabbi” oluşu, insan teki gibi insan topluluklarının da ilâhi terbiyenin muhatabı olduğunu gösterir. Bu hakikat“Hiç kuşkusuz bir toplumun bireyleri kendi iç dünyalarını değiştirmedikçe Allah da o toplumun gidişatını değiştirmez” (Ra’d: 11) âyeti ışığında anlaşılmalıdır. ٰ للا حْٰمن ِْ ٰا ِر حْ نٰمِ ِم ِ ّ ِبسْ ِم RAHMÂN RAHÎM ALLAH’IN ADIYLA ُ قُ ْل حَع ﴾١﴿ اس ِ ُوذ ِب َٰمبِّ حْ نن 1 (EY muhatab!) De ki: “Sığınırım ben Rabbine insanlığın; ﴾٢﴿ اس ِ َالِكِ حْ نن 2 Sahibine insanlığın; ٰ ﴾٣﴿ اس ِ حِْ ِه حْ نن 3 İlahına insanlığın: (1) (1) İlk üç âyet atf-ı beyan olarak, her biri bir öncekini açıklar. Yani: İnsanlığın Rabbi insanlığın yöneticisidir, İnsanlığın yöneticisi insanlığın İlâhıdır. İnsanoğlu birine sığınacaksa onun Rab, Melik ve İlâh sıfatlarını bi-hakkın taşıması gerekir ki, kendisine sığınanı koruyabilsin. Zamir yerine nâs’ın üç kez tekrarlanması hem beyan hem de insanın şerefliliğine bir göndermedir. ﴾٤﴿ اس ِ حس ْحْ َخ نن ِ ِارْ َشٰمِّ ْحْ َوسْ َو 4 Sinsi ve sinik vesvese kaynağının şerrinden; (2) (2) Veya geçişli olarak: “sindirip geri bıraktıran vesvesecinin şerrinden” Hannâs, hunûs’tan geçişsiz olarak; Hem “kendisinden Allah’a sığınıldığında sinip geri çekilen”, Hem de “sindiği yerde fırsat kolaylıp ilk fırsatta insanı ayartmak için pusuda bekleyen” anlamlarını içerir. Vesvesenin sonucu şartlanma ve önyargı, bu ikisinin sebebi ise vesvesedir. İsm-i mastar olarak vesvâs, vesvese kaynağı olabilecek görünen görünmeyen, bilinen bilinmeyen, hayal veya gerçek, bilinçaltı veya bilinç üstü, duyular veya güdüler, vehim veya endişe (Nisâ: 119-121) olmak üzere her tür vesvese kaynağıdır. Nasıl ki vesvâs’ın ayartmasından kurtulmanın yolu Allah’a sığınmak ise, vesvâs’ın oyuncağı olmanın sebebi de Allah’tan uzaklaşmaktır. Allah’a sığınmayanlar mutlaka sığınacak başka bir kapı bulurlar. Allah’tan başkasına sığınmak, sığınılan o kapıya tasavvurda Rablik, Meliklik ve İlahlık vasfını yakıştırmayla sonuçlanır. Bu Allah’tan rol çalmaktır. Neticede o kapı, sığınan kimse için bir vesvâs-i hannâs’a dönüşür. Bu vesvas-i hannâs’ın bir dış gerçekliğinin olup olmaması fark etmez. İcat edilmiş sahte bir görüntü olsa da, kendisi onun uydusu, o ise kendisinin öteki kişiliği olur (bkz. Zuhruf: 36-37). Şeytan ve nefsin bazı vesveseleri bir şey yaptırmamak için değil, insana yapması gerekeni unutturmak içindir (En’âm: 68; Kehf: 63; Yusuf: 42). Bu fiskoslar içgüdülerin, egonun, bilinçaltının yüreğin kulağına fısıldadığı süslü yalanlar ve ayartıcı cazibedir. Tüm günah, isyan, küfür ve şirkin kaynağı da budur. Vesvas-i hannâs’ın yalanına aldanmak… işte asıl günah budur ve bu mazeret değildir. Ondan sonra insandan sadır olan her kötülük, insanın kendi elleriyle yaptığı kötülük olarak kaydedilecektir (Âl-i İmran: 165; Şurâ: 30; Nisâ: 79). İşbu noktada Allah’a sığınmak, kişinin ferman dinletemediği gönlünü Allah’a ısmarlamak, bir yerde O’na sigortalatmaktır. Ve bu mânada isti’âze yapmak (sadece okumak değil) fiili bir duadır. el-Vesvâsi’l-hannas, Âdemoğlu’nun atasını aldatan şeytan başta olmak üzere, onu doğru yoldan saptıran herkestir (krş. A’râf: 20- 21). “Allah Rasulü dedi ki: “Cin ve insan şeytanlarından Allah’a sığınırım!” Ebu Zer sordu: “İnsan şeytanı da olur mu?” Hz. Peygamber cevap verdi: “Evet, o cin şeytanından daha şerlidir.” (Ahmed b. Hanbel). (Nuzul 106 / Mushaf 4 : Nisa 119-121 Aşağıdadır.) ٰ ٰ ّ ٰ َحَل ْنعَام َو َ َٰلاُٰمَ نن ُه ْم َفلَ ُغَ ِّ ٰمُرن َخ ْلق ْ َ ش َٰ ن خ ِذ حْ ن ﴾١١١﴿ للا َفقَدْ َخسِ ٰمَ ُخسْ ٰمَ ح ًّنا اُب ًّنا ِ للاِ َواَرْ َ نت ِ ّ ُور ِ ْطارَ َوِْ ًّّا اِرْ د ِ َ ََو ََلُضِ ل نن ُه ْم َو ََلُ َا ِّن َ نن ُه ْم َو ََلاُٰمَ نن ُه ْم َفلَ ُ َب ِّت ُكرن حذحر 119 Onları saptıracağım ve kuruntularla oyalayacağım: zira ben onlara emredeceğim, onlar da develerin kulaklarını kesecekler; yine onlara emredeceğim, onlar Allah’ın yaratışını değiştirecekler!” Fakat Allah’ı bırakıp şeytan’ı kendilerine rehber edinenler, apaçık bir ziyana uğramış olurlar. َ ش َ ِع ُد ُه ْم َو ُ َا ّن ِه ْم َواَا َ ِع ُد ُه ُم حْ ن ﴾١٢١﴿ ْطارُ ح نَِل ُغٰمُوٰمًّ ح 120 Şeytan onlara boş vaadlerde bulunur ve kuruntularla oyalar; ama şeytan’ın onlara vaad ettiği her şey, aldanışa sürüklemekten başka bir işe yaramaz. ٰ ُح ﴾١٢١﴿ ج ُدورَ عَ ْنهَا اَِ صًّا ِ َ وْـئِكَ َااْ ٰو ُه ْم جَ َه نن ُم َو ََل 121 Böylelerinin varacağı yer cehennemdir, oradan kaçış yolu da bulamayacaklar. (Nuzul 83 / Mushaf 43 : Zuhruf 36-37 Aşağıdadır.) َ َواَرْ َعْ شُ عَ رْ ِذ ْك ِٰم حْٰمن ِْ ٰا ِر ُن َق ِّضْ َْ ُه َش ﴾٣٣﴿ ٌْطا ًّنا َفهُوَ َْ ُه َقٰم ر 36 Kim Rahmân’ın uyarı dolu mesajına kusurlu bir gözle bakarsa, ona bir tür şeytani (öteki kişilik) musallat ederiz de, kendisi onun uydusu haline gelir;(29) (29) Veya: “kör davranırsa” (Ferrâ). ‘Aşâ, dilimizde “tavuk karası” adı verilen gece görüş bozukluğudur. Vahye gece gibi karanlık bir akılla bakanın, vahyin gösterdiği hakikati göremeyeceği imasını taşır. Zımnen: Baktığı ne kadar doğru olursa olsun, yamuk bakan doğru göremez. Kusurlu bakış bakılan üzerinde hiçbir kalıcı etkiye sahip değildir, sadece sahibini aldatır. Vahyin mesajını bulandırmak, muhkemine müteşabih müteşabihine esrarlı bir şifre ve bulmaca muamelesi yapmak da bu çerçevede değerlendirilmelidir. Tavuk karası bakışın çağrıştırdığı bir başka nükte de, âyetlere darı muamelesi yapıp onu anlamak yerine didiklemektir. Vahye yamuk bakan, şeytani bir öteki kişiliğin uydusu olmakla cezalandırılır. Mânevî şizofreni adını verebileceğimiz bu inançsızlık hastalığı, sahibini güdülerinin ve bilinçaltının nesnesi haline getirecektir (krş. Fussilet: 25). Bu âyet insanın nasıl şeytan’ın yörüngesine girip onun uydusu haline geldiğini ifade etmektedir. ﴾٣٣﴿ َعَر حْسنب ِل َو َِْ سَ بُورَ حَ نن ُه ْم ُا ْه َت ُدور ُ َ َْ َو ِح نن ُه ْم ِ صدُّو َن ُه ْم 37 Artık o onları doğru yoldan çıkarır; berikiler de zanneder ki, kendileri doğru yoldadırlar. (Nuzul 73 / Mushaf 6 : En’am 68 Aşağıdadır.) حْذ ْك ٰٰمى اَعَ ْحْ َق ْوم ن ِّ َْطارُ َف ََل َت ْقعُدْ بَعْ د َ ش ث غَ ِْٰمه َو ِحانا ُ ْنسِ َ ننكَ حْ ن ﴾٣٦﴿ َحْظاِْا ر ٍ َوح َِذح ٰمَ حَ ْتَ حْنذ رَ َ ُخوضُورَ فى ٰح َاتِ َنا َفاَعْ ِٰمضْ عَ ْن ُه ْم َِ ٰ ّتى َ ُخوضُوح فى َِ د ِ 68 ÂYETLERİMİZ hakkında ileri-geri konuşanları gördüğün zaman, onlar başka konulara geçinceye kadar sen onlardan uzak dur! Ama eğer şeytan sana bunu unutturursa, hiç değilse hatırladıktan sonra, zulme gömülmüş böylesi bir toplulukla birlikte bulunma! (Nuzul 62 / Mushaf 18 : Kehf 63 Aşağıdadır.) َ ش ت ْحُِْوتَ َواَا حَ ْنسَان ُه ح نَِل حْ ن ُ ص ْخٰمَ ِة َف ِا ّنى َنس ﴾٣٣﴿ ْطارُ حَرْ حَ ْذ ُكٰمَ هُ َوح نت َخ َذ سَب لَ ُه فِى ْحْبَِْ ِٰم عَ جَ بًّا َقا َل حَٰمَ حَ ْتَ ح ِْذ حَ َو ْ َنا ِحَْى حْ ن 63 “Bak şu işe” dedi o, “hani dibinde dinlendiğimiz kaya vardı ya, işte orada balığı unutmuşum; bunu söylemeyi bana unutturan da şeytan’dan başkası olamaz: ama o (balık) , şaşırtıcı bir biçimde kendi yoluna koyulup gözden kaybolmuştu!” (Nuzul 71 / Mushaf 12 : Yusuf 42 Aşağıdadır.) َ ش َ ن َ ْطارُ ذ ِْكٰمَ ٰمَ بِّه َفلَ ِب اج ِا ْن ُهاَا ْحذ ُكٰمْ نى عِ ْن َد ٰمَ بِّكَ َفا َ ْن ٰس ُه حْ ن ﴾٤٢﴿ َث فِى حْسِّجْ ِر ِبضْ عَ سِ ن ر ٍ َو َقا َل ِْلذى ظرن حَ نن ُه َن 42 Ve o ikisinden, kurtulacağına inandığı gence şu ricada bulundu: “Efendinin yanında beni an!” şeytan, onu efendisine hatırlatmayı o (gence) unutturdu. Bunun sonucunda hapiste birkaç yıl daha (43) kaldı. (44) (Nuzul 98 / Mushaf 3 : Al-i İmran 165 Aşağıdadır.) ّ ٰ حَ َو َْانا حَصَا َب ْت ُك ْم اُص ب ٌَة قَدْ حَصَ ْب ُت ْم ا ِْثلَ ْ هَا قُ ْل ُت ْم حَ ٰ ّنى ٰه َـذح قُ ْل هُوَ اِرْ عِ ْن ِد حَ ْنفُسِ ُك ْم حِرن ﴾١٣١﴿ للاَ عَ ٰلى ُك ِّل َشءْ ٍ َقد ٌٰم 165 ONLARI iki kat musibete uğrattıktan hemen(137) sonra, o musibet sizin başınıza da geldi diye “Bu neden böyle oldu?” (138) diye soruyorsunuz, öyle mi? De ki: “Sizin kendi yüzünüzden!” Hiç kuşku yok ki Allah, dilediği her şeyi yapmaya kadirdir. (Nuzul 82 / Mushaf 42 : Şura 30 Aşağıdadır.) ْ َواَا حَصَا َب ُك ْم اِرْ اُص َب ٍة َف ِباَا َكسَ ب ﴾٣١﴿ َت حَ ْد ُك ْم َو َعْ فُوح عَ رْ َكث ٍٰم 30 Başınıza gelen her musibet, kendi ellerinizle yaptıklarınızın sonucudur; üstelik O bir çoğunu da affetmektedir.(44) (Nuzul 106 / Mushaf 4 : Nisa 79 Aşağıdadır.) ٰ ٰ ًّ اس ٰمَ س َ اّلل ﴾٣١﴿ شه دًّ ح ِ ّ ُوَل َو َك ٰفى ِب ِ ّ َاَا حَصَابَكَ اِرْ َِ سَ َن ٍة َفاِر ِ للا َواَا حَصَابَكَ اِرْ سَ ِّ َئ ٍة َفاِرْ َن ْفسِ كَ َوحَٰمْ س َْل َناكَ ِْل نن 79 Uğradığınız her iyilik Allah’tandır; başınıza gelen her kötülük de kendinizdendir.(99) BİZ SENİ bütün insanlığa elçi olarak gönderdik; ve buna (birinin şahid olması gerekirse), en büyük şahit olan Allah yeter. (99) Bu varlıkta iyiliğin asli kötülüğün arızi olduğuna delalet eder. Her şey mâ hulika leh’i (yaratılış gayesi) istikametinde hareket ettiği sürece iyidir. Bu iyilik eşyanın kendisinde var olan değil, yaratanın ona yüklediği bir iyilik olduğu için Allah’a atfedilmelidir. ُ حَْنذى َُوسْ ِوسُ فى ﴾١﴿ اس ِ وٰم حْ نن ِ ص ُد 5 O ki, sürekli kalplerine fısıldıyor insanların; (3) (3) Felak sûresinde kendisinden Rabbe sığınılan üç şer, dışardan gelen şerlerdi. Burada ise tek bir şeyden Allah’ın Rububiyyet, Melikiyyet ve Uluhiyyet gibi üç sıfatına sığınılıyor: Sinsi vesveseci. Bu üslûp, kendisinden sığınılan şeyin tehlikesinin büyüklüğüne delalet eder ki, bunun sebebi de insanın içinden gelip içini hedef almasıdır. Yani: insanın öz elleriyle kendi kendini vurmasıdır. Bu manevî bir intihar hükmündedir ki, fizikî intihardan bin beter sonuçlar doğurur. Dışarıdan gelen tehlikeye karşı tedbir almak, insanın kendi için kendisine yönelen tehlikeye karşı tedbir almaktan çok daha kolaydır. ﴾٣﴿ اس ِ ا َِر ْحْ ِج نن ِة َو حْ نن 6 İster görünmeyen-bilinmeyen, ister görünen-bilinen türden. (4) (4) Veya min’in beyaniyye vurgusuyla: “Cinden dolayı da (vesvese verir), insten dolayı da (vesvese verir)”. Yahut da min’in ibtidaiyye vurgusuyla: “(sinsi vesveseci) cinlerden de olur, insanlardanda”. Zımnen: Tüm iradeli varlıklardan. Cinn ve ins birlikte geldikleri her yerde iradeli varlıkların çift kutbunu ifade eder (Çevirimizin gerekçesi ve ayrıntı için bkz. En’âm: 112 (Nuzul 73 / Mushaf 6 : En’am 112 Aşağıdadır.) ﴾١١٢﴿ َض ُز ْخٰمُفَ ْحْ َق ْو ِل ُغٰمُوٰمًّ ح َوَْ ْو َشا َ ٰمَ بُّكَ اَا َفعَ لُوهُ َف َذٰمْ ُه ْم َواَا َ ْف َتٰمُور ُ ْجرِّ ُوِى بَع ٍ ْضهُ ْم ح ِْٰى بَع ِ ْ ََو َك ٰذِْكَ جَ عَ ْل َنا ِْ ُك ِّل َن ِبىٍّ عَ د ًُّّوح َش َاط ر ِ ْس َو ْح ِ حَل ْن 112 Ve böylece Biz, görünür-görünmez şeytanları(93) her peygambere düşman kıldık. Onlar aldatmak amacıyla birbirlerine yaldızlı yalanları telkin ediyorlar. Ama eğer Rabbin dileseydi, onlar bunu yapamazlardı: o hâlde onlardan da, uyduruk teorilerinden de uzak dur! (93) İns ve cin 18 yerde birlikte kullanılır. Birlikte kullanıldığı yerlerde genellikle “görünen-görünmeyen” iradeli varlık çiftini ifade eder. İns’in kökü olan uns, “yakın olan, bilinen, görülen”dir ki vahşî olanın karşıtıdır (İnsan için bkz. ‘Asr: 2, not 2). Nasıl ki ins’in karşıtı cinn ise, insan’ın (aslı insiyân) karşıtı da cânn’dır. “Toplum”u ifade eden nâs ise ferd’in karşıtıdır. Görünen şey yakınlık ve ilgi, görünmeyen şey korku ve kaygı nedenidir. Birlikte geldiği her yerde “iradeli varlıkların hepsi” vurgusunu taşır. Görünen kısmında bir numarayı insân, Görünmeyen kısmında bir numarayı cânn temsil eder. Âdem ve şeytan karşıtları da bu çiftle alâkalıdır. İns-cinn karşıtlığı mesela Rahmân sûresinin tekrar âyetlerindeki kumâ zamirlerinde olduğu gibi bir hakikatin iki yüzünü ihsas eder (krş. İnsan: 1, not 2).