gazeller ve guzeller uzerine fehim-i kadim
Transkript
gazeller ve guzeller uzerine fehim-i kadim
Doç. Dr. Özer Şenödeyici Gazeller ve Güzeller Üzerine FEHÎM بادۀ عشقز دل مجنوندر پیماﻨﻪمز ّ عقل کل اولسه روادر ساﻘﺊ میخاﻨﻪمز Bâde-i ‘aşkuz dil-i Mecnûn’dur peymânemüz اوزگه خورشیدز ضیامز عالمی تاریك ایدر طرفه شمعز ﺸﻌﻟﻪمزدر هم ینه پرواﻨﻪمز Özge hurşîdüz ziyâmuz ‘âlemi târîk ider Turfa şem‘üz şu‘lemüzdür hem yine pervânemüz مردم چشم دلز تنهانشین اولسق اگر دیدﮤ نامحرمیدر جای خلوتخاﻨﻪمز Merdüm-i çeşm-i dilüz tenhâ-nişîn olsak eğer Dîde-i nâ-mahremîdür cây-ı halvet-hânemüz عالم عشقز که فیض آلسه هوامزدن بزم صد هزاران عقل افالطون اولور دیواﻨﻪمز ‘Âlem-i ‘aşkuz ki feyz alsa hevâmuzdan bizüm Sad hezârân ‘akl-ı Eflâtûn olur dîvânemüz حشره دك پر خواب اولوردی چشم بیداری فهیم بر گیجه گوش ایلسه شخص اجل افساﻨﻪمز Haşre dek pür-hˇâb olurdı çeşm-i bî-dârı Fehîm Bir gece gûş eylese şahs-ı ecel efsânemüz 182 183 ‘Akl-ı küll olsa revâdur sâkî-i mey-hânemüz Doç. Dr. Özer Şenödeyici 1. بادۀ عشقز دل مجنوندر پیماﻨﻪمز ّ عقل کل اولسه روادر ساﻘﺊ میخاﻨﻪمز Bâde-i ‘aşkız dil-i Mecnûn’dur peymânemüz ‘Akl-ı küll olsa revâdur sâkî-i mey-hânemüz Lügatçe bâde: şarap, mey. // dil: gönül, yürek. // peymâne: kadeh, piyale. // ‘akl-ı küll: Allah’ın kudretinden ilk önce ortaya çıkan akıl; her şeyi kavrayan akıl; kâinatta görülen umumî ahenk; Cebrail. // revâ: uygun, yakışır, yakışık alır, seza. // sâkî: meyhanede içki dağıtan kişi, meyhane miçosu. // mey-hâne: şarap evi, içki içilen ve satılan yer; tasavvufta tekke. Günümüz Türkçesi ile Nesre Aktarım Biz, aşk şarabıyız, Mecnun’un kalbi bizim kadehimizdir. Meyhanemizin sakisi külli akıl olsa yakışır. Şerh Fehîm, soyut ve derin anlamlı sözcükleri bir arada kullanarak adeta anlaşılmak için değil, hissedilmek için bir beyit inşa etmiş. Beyte bakıldığında aşk şarabı, Mecnun’un gönlü, külli akıl gibi kavramların iç içe girdiği ve anlaşılması zor bir beyte vücut verdiği görülebilir. Ancak kavramlar tek tek çözümlendiğinde, beytin arka plânındaki anlam da kendisini ifşa eder. Fehîm, XVII. yüzyıl Türk edebiyatında önemli bir yer işgal etmiş olan Sebk-i Hindî akımının bazı özelliklerini şiirlerinde yansıtmıştır. Mananın üstünü kapatmak ve okuru derin bir tefekküre sevk etme amacını güden Sebk-i Hindî şairleri, soyut ve somut kavramları aynı yapı içinde kullanarak girift anlamlı tamlamalar üretmişlerdir. Beyitte “aşk şarabı (bâde-i ‘aşk)” tamlaması bu şekilde oluşturulmuş bir tamlamadır. Aşk, soyut bir kavramdır, şarap ise somut bir varlıktır. Bu ikisi bir araya geldiğinde aşkın şaraba benzetildiği bir tamlama ortaya çıkar. Aşk neden şaraba benzer? Çünkü âşık olan kişi, çoğunlukla bir sarhoşun 184 Gazeller ve Güzeller Üzerine sergilediği şuursuz davranışları sergiler. Şarap içen kişi bir müddet sonra teklifsiz ve pervasız hareketler yapmaya başlar. Âşık olup aklî melekelerini devre dışı bırakan kimse de aynı davranışları gösterir. Aşk da şarap gibi insanın aklını başından alır, mantıklı düşünebilme hassasını felç eder ve kişinin yadırganacak işler yapmasına neden olur. Aşkın bir şaraba benzetildiği beyitte gönül de bir kadehe teşbih edilmiştir. Gönlün kadeh, aşkın şarap olarak nitelendiği mecliste küllî akıl, sakilik etmektedir. Sebk-i Hindî şairleri, dinî ve tasavvufî derinliği bulunan bu türden sözcükleri bilinçli olarak şiirlerine dâhil ederler. Şair, “Aşkı gönüllere dolduran külli akıldır” demeye çalışmakta, bunu da birtakım benzetmeleri işin içine katarak gerçekleştirmektedir. Akl-ı kül, pek çok izahı bulunan karmaşık bir kavramdır. Kâinattaki her nesnede ve cereyan eden her hadisede kendisini gösteren zekâ belirtisi olarak nitelenen bu akıl, Cebrail karşılığında da kullanılır. Beyitte Cebrail’in saki olarak düşünüldüğü bir meyhane tasvir edilmiştir. Söylenenlerden hareketle, meyhanenin de dünya ya da varlık karşılığında kullanıldığı ortaya çıkmaktadır. Cebrail, Allah ile peygamberleri arasında vahiy taşımakla görevli melektir. Yani o, sır taşır ve taşıdığı sırrı sahibinden başkasına teslim etmez. Meyhane bağlamında düşünüldüğünde âşıkların da sırlarını saki ile paylaştıkları ve onu bir sır tutucu olarak gördükleri düşünülebilir. Ayrıca dinî sembollerin mübalağa için kullanılması, yalnızca ehlinin çözüp anlayabileceği bir beytin oluşmasını sağlamıştır. Beyitte dikkat çekilmesi gereken birkaç husus daha vardır. Öncelikle kadeh olarak alelâde bir gönül değil, Mecnun’un gönlü tercih edilmiştir. Şair kendisini basit bir içecek olarak değil, Mecnun’un gönlün kadehine dolan ve onu ilahî aşka taşıyan şarap olarak nitelemesi dikkat çekicidir. Mecnun, aşkı yolunda aklını yitiren kimseleri simgeler. Çünkü o, bir çöl kızına duyduğu aşkın yaktığı kıvılcım ile gönül mülkünü tutuşturup varlığını ortadan kaldırmayı başarmıştır. Üzerinde durulması gereken bir diğer husus ise “biz” ifadesinin hâkimiyetidir. Esasen şiirin bütününde rediften ötürü hâkim olan bu söyleyiş, Kur’ân üslûbunu çağrıştırmaktadır. Kur’ân’da Allah, Hazreti Muhammet’e“biz” zamiri ile hitap eder. Fehîm Divanı’ndaki gazellerden on dört tanesi bu şekilde “biz” zamiri etrafındaki rediflerle kurulmuştur. Şairin, içinde bulunduğu zümre adına konuştuğu, aynı durumdaki birden fazla şahsa tercüman olduğu da düşünülebilir. 185 Doç. Dr. Özer Şenödeyici 2. اوزگه خورشیدز ضیامز عالمی تاریك ایدر طرفه شمعز ﺸﻌﻟﻪمزدر هم ینه پرواﻨﻪمز Özge hurşîdiz ziyâmuz ‘âlemi târîk ider Turfa şem‘üz şu‘lemüzdür hem yine pervânemüz Lügatçe özge: başka, gayrı, diğer; farklı bir türde, garip bir surette. // hurşîd: güneş, şems, afitâb. // ziyâ: ışık, nur. // ‘âlem: kâinat; dünya. // târîk: karanlık, zulmet. // turfa: tuhaf, acayip; görülmemiş, şaşılacak cinsten. // şem‘: mum, balmumu. // şu‘le: kıvılcım; alev, yalım. // pervâne: gece kelebeği, güve. Günümüz Türkçesi ile Nesre Aktarım Gazeller ve Güzeller Üzerine Beytin ikinci mısrası da tasavvufî bir yaklaşımla çözülebilecek cinstendir. Pervane ve mum münasebeti, eski şiirimizin en meşhur aşk maceralarından birine vücut vermiştir. Yaz akşamlarında mum alevine musallat olup onun etrafında dönen ve bir müddet sonra kanatlarını tutuşturarak düşen güveler; eski şairlerin gözünde aşkı uğruna türlü acılara katlanan âşığı sembolize ederler. Bu hayalde mum da sevgiliye karşılık gelir. Fehîm, bilindik bir hayali farklı bir açıdan değerlendirmiş ve âşığı ortadan kaldırmıştır. O, pervanesi yine kendi alevi olan bir mum olduğunu iddia etmektedir. Yani hakikatte seven ve sevilen diye bir ikiliğin bulunmadığını; âşık ve maşukun tek bir zat olduğunu söylemiştir. Tasavvuf düşüncesinin meşhur aşk telakkisi de bu fikri teyit eder. Allah, kendini bilmek ve kendi güzelliğini âşıkların gözlerinden izleyebilmek için varlığı yaratmıştır. Varlığı aradan kaldırıp gönül aynasına akseden sevgiliyi izleyen âşık, orada kendisinden başka bir şey göremez. Elbette bu görüşe ulaşmak, birçok manevî merhale kat etmeyi yahut Allah’ın hidayet bahşetmesini gerektirir. 3. Biz başka bir güneşiz, ışığımız dünyayı karartır. Biz acayip bir mumuz, pervanemiz yine kendi alevimizdir. مردم چشم دلز تنهانشین اولسق اگر دیدﮤ نامحرمیدر جای خلوتخاﻨﻪمز Merdüm-i çeşm-i dilüz tenhâ-nişîn olsak eğer Dîde-i nâ-mahremîdür cây-ı halvet-hânemüz Şerh Şair, şiirinin ikinci beytinde birbirine zıt unsurları, aklı hayrette bırakacak biçimde bir araya getirmektedir. Anlatımda, ışığın kaynağı olan güneşin karanlık saçması gibi bir hayale yer verilmiştir. Bunun yanı sıra yakan ve tutuşan unsurların da bir çatı altında toplandığı dikkati çekmektedir. Şair, belki de her okuyanın kendine has bazı sonuçlara ulaşabileceği bir beyit kurgulamıştır. Beyte tasavvufî açıdan yaklaşılınca, anlam bir kat daha giriftleşmektedir. Şair güneş olduğunu, ancak alışıldık bir ışık saçmadığını belirtiyor. Onun ışığı âlemi karartmaktadır. Işık, renkleri görünür kılar; karanlık ise her şeyi siyaha boyar. Siyah, bir renk değildir; renklerin nihayetidir. Çoğunlukla olumsuz intibalarla şiire dâhil olan siyahın bir vasfı da bünyesinde bilinemez olanı saklamasıdır. Allah’ın zatı da bilinemezdir. Birbirinden farklı olduğu vehmini uyandıran, farklı renklerde ve farklı şekillerdeki varlıklar; karanlığın altında çokluktan tekliğe erişirler. Bu; vahdetin, kesreti kuşatıp yok etmesinden ibarettir. Beyitte âlemin kararması, kesretin ortadan kalkmasına işaret etmektedir. Tüm ışıkların, renklerin, ayrımların bittiği yerde Zat’tan başka bir şey kalmaz. 186 Lügatçe merdüm: insan, adam; halk (merdüm-i çeşm: gözün ortasındaki kara nokta, gözbebeği.) // dil: gönül, yürek. // tenhâ-nişîn: yalnız oturan, tek başına kalan. // dîde: göz; görmek; gözcü; göz ucu. // nâ-mahrem: mahrem olmayan, yabancı. // cây: yer, mekân. // halvet-hâne: yalnızlık köşesi, yalnız kalınan yer; tek başına ibadet edilen yer. Günümüz Türkçesi ile Nesre Aktarım Biz, gönlün gözbebeğiyiz / gönül gözü ehliyiz. Tek başımıza kaldığımızda bile yalnızlık köşemiz bir yabancının gördüğü yer olur. 187 Doç. Dr. Özer Şenödeyici Gazeller ve Güzeller Üzerine 4. Şerh Şair görmekle ilgili sözcükleri bir araya getirmek suretiyle beytini oluşturmuştur. İlk üç sözcük bir araya gelerek bir tamlama oluşturmuştur. Ancak bu tamlamayı iki şekilde yorumlamak mümkündür. İlk yoruma göre şair kendisini gönlün gözbebeği olarak niteler. Çünkü “merdüm-i çeşm” terkibi gözbebeği anlamına gelir. Bunu gönülle birleştirdiğimizde gönlün gözbebeği ifadesi vücuda gelir. İkinci olarak “çeşm-i dil”, gönül gözü anlamına gelir, bunu insan ve halk anlamına gelen “merdüm” ile birleştirdiğimizde gönül gözü ehli, yani basiret sahibi anlamı çıkar. Şair ilk durumda, gönlün gözbebeği ile kalpte bulunan süveyda adlı kara noktayı kastetmiş olmalıdır. Bu nokta, eskilerin inancına göre insanların manevî iklimini yöneten bir merkezdir. Gözbebeği ile süveydayı birbirine bağlayan benzetme yönü, siyahlıktır. İkinci durumda şair, kendisini basiret sahibi, arif bir kimse olarak nitelemektedir. Arifler, kitabî bilgiden ziyade kalbî ve irfanî bilgiye sahip olan kimselerdir. Bunlara ehlullah da denir. Onlar Allah dışında her şeyi kalplerinden çıkarmışlardır. Zaten beyitteki iddia da bu düşünceye dayanmaktadır. Şair, her ne kadar yalnız kalsa da kalbinde sürekli Allah’ı anmakta; bu suretle de asla mutlak bir yalnızlık yaşamamaktadır. Gönül, Hakk’ın tecelligâhıdır. Bu yönüyle sufiler, onu bir aynaya benzetirler. Ayna ne kadar temiz ve parlak olursa; gelen ışık da o derece canlı akseder. Dünyaya dair bir arzu taşımayan kimsenin gönlündeki tecelli daha açık ve daha zahir olur. Üstelik maşuk ile âşık arasındaki ikilik ortadan kalktığında; aynaya bakan ve aynaya akseden arasındaki ayrım da yok olur. Dolayısıyla müşahede edilen, aynı zamanda müşahede eden olur. Şair bu nedenle, gören ve görünenin tek bir Zat olduğunu, ondan başka bir varlığın bulunmadığını ifade etmek için ikilikten istifade etmiştir. Ancak bu ikilik farazîdir ve bir vehimden ibarettir. Şair asla yalnız olmadığını mutlak sevgiliyi her ân kalbinde taşıdığını, ondan ayrı bir eylemi ya da tasavvuru bulunmadığını dile getirmektedir. Onun yalnız kaldığı yer, aslında sevgilisiyle baş başa kaldığı yerdir, yani gönlüdür. 188 عالم عشقز که فیض آلسه هوامزدن بزم صد هزاران عقل افالطون اولور دیواﻨﻪمز ‘Âlem-i ‘aşkuz ki feyz alsa hevâmuzdan bizüm Sad hezârân ‘akl-ı Eflâtûn olur dîvânemüz Lügatçe ‘âlem: dünya; kâinat; feza; ülke, memleket. // feyz almak: beslenmek; nasiplenmek; etkilenmek, artacak surette etkilenmek. // hevâ: hava; arzu, istek, heves. // sad hezârân: yüz binlerce. // ‘akl: akıl, düşünce. // Eflâtûn: meşhur Yunan filozofu Platon. // dîvâne: çıldırmış, cinnet geçirmiş; delirmiş; mecnun. Günümüz Türkçesi ile Nesre Aktarım Biz aşk âlemiyiz. Eğer havamızdan nasiplenseydi, yüz binlerce Platon aklı bizim mecnunumuz olurdu. Şerh Eskiler duygu ve düşünceyi kesin bir çizgi ile ayırmışlar ve tercihlerini duygudan yana kullanmışlardır. Bu ikilem akıl ve aşk ya da beyin ve kalp unsurlarıyla da temsil edilmiştir. Doğu medeniyeti, aşk medeniyetidir. Bu nedenle yaratılışı bile aşk ile izah etmeye çalışan sufî telakkisi vücuda gelmiştir. Varlığın yaratılışındaki ana neden, Yaratıcı’nın kendi güzelliğine âşık olup onu bilinebilir hâle getirmek istemesidir. Durum böyle olunca Fehîm’in “Biz aşk âlemiyiz” demesini yadırgamamak gerekir. Zaten şair de temsilcisi olduğu aşk medeniyeti ile aklı ön plâna çıkaran Batı medeniyeti arasında bir mukayese yapmaktadır. Felsefî düşünceyi yani aklı sembolize eden Platon, Fehîm’e göre aşk ikliminden yeterince feyizlenmemiştir. Bu nedenle o, akıl yoluyla varlığı izah etmek gibi bir yanılgıya düşmüştür. Şairin iddiasına göre, yüz binlerce Platon aklı aşk havasını teneffüs etse, çıldırıp mecnuna dönerdi. Burada hevâ sözcüğünün “arzu, istek, heves” anlamlarına geldiğini de belirtmek gerekir. Aşk arzusu taşıyan kimselerin, mantıklı düşünebilmelerine imkân yoktur. 189 Doç. Dr. Özer Şenödeyici Beyte, Doğu-Batı mukayesesinin iptidaî bir numunesi gözüyle bakılabilir. XIX. yüzyılda edebî eserlerin temel sorunsalını teşkil eden bu husus, klâsik şiirimizde çok daha önceleri de işlenmiştir. Ancak elbette ki klâsik şairlerin yaptığı mukayese daha yüzeyseldir. Batı medeniyetinin bir kaynak olarak işleyip değerlendirdiği Yunan felsefesi, İslâm coğrafyasında çoğunlukla yetersiz görülüp eleştirilmiştir. Bu nedenle ilahî hakikatlere akıl yoluyla değil de, iman ve sezgi yoluyla ulaşılabileceğine dair genel kanaat; Müslüman ülkelerinde aklî ilimlerin de önünü kesmiştir. Zaten Müslüman devletlerin, aklî ilimler sayesinde tekâmül eden Batı dünyasına uzun süre kayıtsız kalmasının altında yatan neden de bu bakış açısıdır. Şayet Platon aşk iklimine ayak basıp birkaç nefes alsa, her şey değişecektir. Ancak Platon’un ve akla riayet edenlerin, aşk medeniyetinden feyizlenmek gibi bir kaygıları yoktur. 5. Gazeller ve Güzeller Üzerine Şerh Şair, gazelinin makta beytinde kendisiyle hasbihal etmektedir. O, yaşadıklarının ya da düşündüklerinin son derece tesirli şeyler olduğuna hükmetmiştir. Öyle ki bunları Azrail’e anlatsa, o bile mahşere kadar uyumayı isteyecektir. Beyitte, gece çocukları uyutmadan önce onlara hikâye anlatma âdetine dikkat çekilmiştir. Çocuklar kendilerine hikâye anlatıldığında, daha kolay uyurlar. Fehîm, bu durumu ilginç bir atmosfere taşımıştır. Şair hikâyesini anlattığında Azrail, ebediyete kadar mahmur gezecektir. Çünkü o, Fehîm’in anlattığı hayallere yetişmeye çalışmaktan yorulacak ve yorgunluğunu uyuyarak gideremeyecektir. Yahut o hikâyeyi rüyasında görmekten haz alıp sürekli görmek istediği için uyanmaya yanaşmayacaktır. Bu suretle belki de işini aksatacaktır. Şair, sözlerinin insan zihnini zorlayıp yormak üzere tasarlandığını dile getirmektedir. Zihinleri bir hayli meşgul edecek manalar peşinde koşan Fehîm, kendi şiirine nasıl yaklaşılması gerektiğine dair bir ipucu vermektedir. حشره دك پر خواب اولوردی چشم بیداری فهیم بر گیجه گوش ایلسه شخص اجل افساﻨﻪمز Haşre dek pür-hˇâb olurdı çeşm-i bî-dârı Fehîm Bir gece gûş eylese şahs-ı ecel efsânemüz Lügatçe haşr: ölülerin dirilip kıyametin kopacağı zaman, mahşer. // pür-hˇâb: uykulu, uykusunu alamamış; mahmur. // çeşm: göz. // bî-dâr: uykusuz. // gûş eylemek: dinlemek, kulak vermek. // şahs: kişi, şahıs; bir şeyin ta kendisi. // ecel: hayatın son anları; ölüm; Azrail. // efsâne: masal, efsane; macera, sergüzeşt. Günümüz Türkçesi ile Nesre Aktarım Ey Fehîm! Azrail, eğer bir gece bizim maceramızı dinleseydi, onun uykusuz gözleri mahşere kadar mahmur olurdu. 190 191