bümed boğaziçi üniversitesi mezunlar derneği aylık yayını şubat

Transkript

bümed boğaziçi üniversitesi mezunlar derneği aylık yayını şubat
B
BÜMED BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ
MEZUNLAR DERNEĞİ AYLIK YAYINI
ŞUBAT 2015 SAYI 203
OĞAZİÇİ
ESI:
N PORTR
I
N
I
N
R
A
S
M İN
AT DEMI
H
A
M
E
BIR BILI
S
IT L E R
L
. SIDDIKA
DEN KES
R
İSTANBU
Ü
PROF. DR
E
M
D
Ö
O
R
G
I
:
B
S
JAN
GEÇEN
INDAKI A
D
KALPLE
R
A
N
I
IN
N ÇIZ GIS
BÜMED’I
UMUT
Yazıma Şubat 2015 sayımızın
hazırlık aşamasında bizi derinden
etkileyen bir alıntı ile başlamayı
arzu ederim:
“Sonuç olarak, kalp esasen
bir kas yapısı ve bir emme
basma tulumbadır. Onu yaşatan
ve değerli kılan, içindeki
paylaşma arzusu, adalet duygusu,
başkalarını mutlu etme isteği,
ülkenize ve insanlarına olduğu
kadar bütün insanlığa duyulan
sevgidir.”
Prof. Dr. Aydın Aytaç
2
Bu sayıda insanda kendisini
en çok hissettiren parçalardan
birine, kalbe odaklandık. Elbette
ona anlam katan duygular,
olaylara bakış açıları, yaşama
karşı duyulan şevk, aşk gibi
başlıklar yol gösterici oldu. Bizi
çok derinden etkileyen çalışma
ise Kalple Geçen Bir Ömürden
Kesitler başlıklı yazımız idi. Bu
yazının hazırlık aşamasında
bir kez daha gördük ki kalbi
dolduran aşk, sadece yakın
çevreye değil tüm insanlığa,
yaşama, topluma faydalı olma
eylemine karşı duyuluyorsa,
bu uğurda çalışılıyorsa, kişisel
hırslarla değil ulvi duygularla
yaşam sürdürülüyorsa, işte o
zaman tam manası ile aşktır. Aynı
zamanda fark ettik ki eğer böylesi
bir aşk hissedebiliyorsa insan, o
zaman insanlığa gerçek bir miras
bırakabiliyor.
Diğer dosyalarımızı hazırlarken
aşkın her canlıya, bilime,
kavramlara da duyulabileceğini
gördük. Bunun yanında modern
ve hızlı hayat akışında basite
indirgenmiş duyguların bizleri
sarıp sarmaladığına şahit olsak
da, esas değerli olanın eninde
sonunda yerini bulduğunu
gözlemledik.
Çalışmalarımızı sürdürürken kalp
denildiği zaman içini dolduran
onlarca anlamın ortak ve temel
olarak niteleyebileceğimiz bir
noktası olduğunu fark ettik:
Umut. Daha mutlu olma, daha
mutlu etme, yaşama daha derin
bir anlam katma umudu... Özenle
beslenip büyütülen ama tam
manasıyla erişkinliğe ulaşmayan...
Belki de umudun umut olabilmesi
için hiç büyümemesi, hiç
olgunlaşmaması gerekir. Hiç sona
yaklaşılmamalıdır. Yapılacak,
yaşanacak çok şey, aşılacak uzun
yollar var duygusunu hissetmese
insan, umudu görmezden gelebilir;
ama umudu korumak da bir aşktır.
Özetle, çalışmalarımızı
sonlandırırken vardığımız
nokta şu idi: Kalbi dolduran
duygular, ona anlamını veren
yaşantılar çevreye, insanlığa
faydalı olabiliyorsa, umutla,
şevkle yaşanabiliyorsa, yaşamın
bireyin kendinden ve/veya
yakın çevresinden ibaret
olmadığı fark edilebiliyorsa,
hırslar törpülenebiliyorsa ve bu
uğurda insan kendini umudunu
yitirmeden sürekli geliştiriyorsa,
işte o zaman gerçek aşka
ulaşılabilir.
Bu sayı da o halde kalbi çarptıran
umutla sonlansın...
Aylin Buran ’02
54
70
BOĞAZİÇİ
Dijital Talks ‘14 Büyük Bir Katılım İle Tamamlandı
Digital Talks Sonbahar’14, Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği’nde altı hafta boyunca 1.000
kişiden fazla katılımcıyı misafir ederek, dijital dünyanın gelişimi, işlevi ve geleceği yönündeki
fikirlerin farklı alanlarda tartışılmasını sağladı. Bizler de altı haftanın güncesini sizler için
derledik.
48
26
Bir Bilim İnsanının Portresi: Prof. Dr. Sıddıka Semahat Demir
1989 senesinden itibaren kalp ve beyin üzerine birçok araştırma yapan İstanbul Kültür
Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Sıddıka Semahat Demir '91 ile hem Türkiye’deki
hem de yurtdışındaki deneyimleri, bilimsel çalışmaları ve Robert Kolej ile Boğaziçi
Üniversitesi’nin yaşamına etkileri hakkında gerçekleştirdiğimiz röportajımızı sizinle
paylaşıyoruz.
BÜMED'in Çizgisinin Ardındaki Ajans: GODE İSTANBUL
İki senedir BÜMED'e gönüllü hizmet veren GODE İSTANBUL’un ortaklarından
ve aynı zamanda BÜMED Yönetim Kurulu Üyelerinden Sayın Hülya Cesur '06 ile
reklamcılık, iletişim sektörü ve müşterilerin yaklaşımı hakkında bir röportaj
gerçekleştirdik
Kalple Geçen Bir Ömürden Kesitler
Kalp temasını işlediğimiz bu sayımızda, başarıları dünyaya mal olmuş, kalp cerrahisi
alanında birçok ilki gerçekleştirmiş olan Sayın Prof. Dr. Aydın Aytaç’ın yaşamından
kesitleri sizlerle paylaşıyoruz. Hayatının her anı bizler için öğretici olan ve yaşam
öyküsünün okurlarımız için de öğretici olacağını temenni ettiğimiz Sayın Aytaç’ın
engin dünyasının izini sürmekten onur duyduk.
60
Tasavvuf ve Aşk
Filmlerden tiyatro oyunlarına, müzikten romanlara pek çok alanda sıkça
karşılaştığımız tasavvuf ve aşk kavramları hakkındaki sorularımızı,
üniversitemizin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi Sayın Doç. Dr.
Zeynep Sabuncu yanıtladı.
BOĞAZİÇİ DERGİSİ, BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ MEZUNLAR DERNEĞİ (BÜMED)
TARAFINDAN YAYIMLANAN AYLIK, ÜCRETSİZ BİR YAYINDIR. ŞUBAT 2015 SAYI 203
YÖNETİM KURULU ADINA SAHİBİ: HAKAN ZİHNİOĞLU-BÜMED YÖNETİM KURULU BAŞKANI
YAYIN YÖNETMENİ VE SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ: AYLİN BURAN [email protected]
YAYIN KURULU: TUNÇEL GÜLSOY, MURAT ÖNGÖR, MUSTAFA UYAL, SAVAŞ YAŞAR
IÇERIK HAZIRLIK: PS MEDYA YAYINCILIK VE PAZARLAMA SERVISLERİ LTD. ŞTİ.
EDİTÖRLER: DUYGU CANKILIÇ, YASEMİN DUT
YAZI KURULU: GÜNEŞ BAŞAT, CÜNEYT BAYRAKTAR, METİN BİTİK, DUYGU CANKILIÇ,
YASEMİN DUT, AYŞEGÜL GÜNDÜZ, EMRE KAZANCIOĞLU, ECE KAVLAK, TANSU OSKAY, SEMİH
TEKTEN, PINAR TÜREN
KATKIDA BULUNANLAR: ANIL ALTAŞ, YELDA BALER, ESRA BAL, YEŞİM ÇAYLAKLI, MELİS ERTÜRK,
MURAT GÜLSOY, EVİN İLYASOĞLU, BARIŞ MÜSTECAPLIOĞLU, HANDE ORTAÇ, SEVGİN AKIŞ
RONEY, GÖNENÇ TARAKÇIOĞLU, NALAN YENİGÜN, BURCU ÜNLÜTABAK, OKANER ERTUĞRUL
FOTOĞRAFLAR: YAŞAR ARİF KARAGÜLLE, AHMET KIRAN, FATIH ÖZTÜRK
TEŞEKKÜR EDERİZ: ÖNDER BAHAR, SEFA COŞKUN, HÜSEYİN ÇETİN,
BAHADIR OTMANLI, NAZ VARDAR, EYLEM TAŞDEMIR, ÖZLEM GERÇEK, TUĞBA KARA
TASARIM : EMRE SENAN TASARIM VE DANIŞMANLIK [email protected]
REKLAM SATIŞ VE SPONSORLUK: TUĞBA ALARSLAN [email protected] 0212 359 58 16
YÖNETİM YERİ: BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ, LOJMAN KAPI YANI 34342 BEBEK-İSTANBUL
TEL: (0212) 359 58 00 FAKS: (0212) 257 35 68
BASKI: MAS MATBAACILIK SAN. VE TİC. A.Ş.
KAĞITHANE BİNASI, HAMİDİYE MAHALLESİ, SOĞUKSU CAD. NO:3
KAĞITHANE-İSTANBUL TEL: 0212 294 10 00 FAKS: 0212 294 90 80 SERTİFİKA NO: 12055
www.masmat.com.tr
B
3
yönetim kurulundan
0
si
livan ’0 Kurulu Üye
h
e
P
Özlem m Yönetim
ne
14. Dö
Duygulara Dair...
B
4
Temamız kalp olunca, ben de içimden ne geldiyse onları
yazmaya çalıştım sizlere. Hepinize çok sağlıklı, çok huzurlu,
sevgi dolu bir yeni sene dileyerek başlayayım isterim.
Ümitlerle doludur her yeni senenin ilk ayları; daha sağlıklı
olmayı, aşık olmayı, çok başarılı olmayı, sevdiklerimizle
birlikte mutlu bir ömür yaşamayı dileriz birbirimize. Krizleri ve
zorlukları bir önceki senede bırakmış olmayı temenni ederiz.
İyileri kötülerin yerine koyabilmeyi umut ederiz; kırgınlıklar
geride kalsın isteriz. Kendimiz, ailemiz ve arkadaşlarımız için
kalpten gelen iyi dileklerimizi yazıya ve söze dökeriz.
Ben de artık parçası olduğum ve haklı gururunu hepinizle
birlikte yaşadığım bu başarının her daim artması ve
sürdürülebilmesi için neler yapabilirim, bunu düşünmeliydim,
buna kafa yormalıydım. Bana burs verenlere binlerce şükran
duyup, ihtiyacı olan öğrencilere burs verebilmek için daha
çok çalışmalı ve tüm bunları kendim gibi bu camianın
üyeleri ile birlikte güçlerimizi birleştirerek yapmalıydım. İşte
o günden bu yana aidatını ödeyen bir BÜMED üyesiyim. Bir
mentorum ve bu değerli kurumun yönetim kurulunda bir yer
edindim. Ne mutlu bana!
Boğaziçi’nde Okumak...
Okuluma olan tutkum henüz onu görmeden başlamıştı, belki
bir çoğumuz gibi. Sevgili babamın benim için en çok istediği
ve bana da benimsettiği bir dilekti. Boğaziçi Üniversitesi,
Türk Akademisi’nin İstanbul’da atan kalbi idi ve ben de
aranızdan bazıları gibi, her şeyden çok bu okulda okumak
isteyenlerdendim. Boğaziçi camiasının ve bu başarının bir
parçası olmaya hak kazandığım andan bugüne dek her daim
çok şanslı olduğumu hissettim. Fakat bu tutkumu adeta
bir çığ gibi büyüten şey daha başkaydı ve çok değerliydi;
okulun biz mezunlarına ilerisi için neler kattığını okulu
bitirdikten sonra hayata atıldığımda fark ettim. Okulumuzun
akademik hayatta olduğu gibi iş dünyasında da tartışılmaz
bir saygınlığı ve üstünlüğü olduğunu; bunun önemli bir
nedeninin aldığımız eğitim, edindiğimiz kültür ve vizyon,
küçük bir kısmının ise aldığımız dersler olduğunu yaşayarak
görüyordum.
Aidiyet Duygusu...
Bizler, fikri hür, vicdanı hür birer dünya bireyi olarak
yetiştirildik ve yetiştiriliyoruz. Böylelikle okulumuz
mezunlarının sadece Türkiye’de değil, dünyanın her
yerinde, akademik dünyada ve iş dünyasında elde ettiği
başarılar ile rektörümüz ve ekibinin değerli çalışmalarıyla da
birlikte, üniversitemizin ismi hak ettiği üst seviyelere hızla
tırmanmakta.
Okuluma Vefa Borcum Var...
Sadece, hayatı içinde yaşadığım dört senelik dönemde değil,
okumak istediğim için öncesinde ve okuduktan sonraki
her dönemde, benim değerlerimi paylaşan, kalbimi birçok
kez çarptıran, hayatıma güzellik katan birçok şeyi ve daha
fazlasını -dostlarım, hocalarım, kitaplarım, öğrendiklerim ve
öğrenmek istediklerim- bu okula borçlu olduğumu biliyorum.
Hayatı onlarla birlikte çok daha kaliteli yaşadığımı biliyorum.
Bazılarımızın en yakınındaki arkadaşlarını, kimimizin eşini
ama hepimizin hayata karşı nerede olursa olsun güvenini
veren bir okulda okuduk. Ayrıcalıklı olduğumuzu hayatımızın
farklı evrelerinde hep hissedebildik. Birçoğumuzun
çocuklarımızı bu okulda okutabilmeyi yürekten, kalbimizin en
derinliklerinden istediğini biliyorum.
Bugün ülkemizdeki eğitim kurumlarının çoğunun özelleşmiş
olmasına rağmen, okulumuzun sahip olduğu imajı
koruyabilmesinden büyük memnuniyet duyuyorum. Bunda
önemli payı olduğuna inandığım biz mezunların çok değerli
desteklerini de sevgi ve şükranla karşılıyorum.
Her Daim Güçlü Bir Boğaziçi İçin...
Bu konuda bizlere düşen en önemli görevin, sahip
olduğumuz bu çok önemli değeri anlamak ve toplumsal
olarak onu sahiplenmek olduğunu düşünüyorum.
Çocuklarımızın bizlerin okuduğu okulda okuyabilmeleri
ve bu zengin kültürü yaşayıp yaşatabilmeleri kanımca tek
bir şeyle alakalıdır, o da bizlerin camianın canlı bir parçası
olabilmemizle ve okulumuzu desteklememizle mümkün
olacaktır. Hem sadece Boğaziçi'nin değil, ülkemizdeki
tüm okulların mezunlarının değerlerine sahip çıkıp onları
yaşatabilmek için desteklerini esirgememeleri önemli.
Böylelikle bizler daha güçlü ve refah bir Türkiye yaratabiliriz.
Hayatımın geri kalanında da Boğaziçi’ni sahiplenmeye devam
etmek ve imkânlarım çerçevesinde maddi veya manevi olarak
olabildiğince desteklemek benim hem borcum hem de
dileğim.
camiadan haberler
TAVANARASI
“Bellek dediğiniz
tavanarasında
özgürce
dolaşamadığınız
sürece, kör
kuyulardan
çıkamaz,
ruhunuzdaki sökükleri dikemedikçe,
iyileşemezsiniz.”
Makine Mühendisliği Bölümü
mezunumuz Sayın Ali Gür’ün (’83),
yedi senede tamamladığı ilk romanı
Tavanarası, Doğan Kitap tarafından
yayımlandı. "Yaşamın bütünlüğü"
temalı bu çalışma, ülkenin yarım asırlık
(1946-1991) kırılgan bir dönemini
ve genç kuşakların kimlik arayışlarını
"hafıza" tazeleyen bir "tavanarası"
yolculuğu şeklinde ele alıyor.
B
6
PERG EFSANELERİ VE ŞAMANLAR
DİYARI'NIN 15 YILLIK YOLCULUĞU
SONA ERİYOR
Barış Müstecaplıoğlu'nun (’99)
1999'da yazmaya başladığı Perg
Efsaneleri serisi, 2002'de yayımlanan
ilk roman “Korkak ve Canavar" ile
Türkçe edebiyatı diyar fantazyası
türüyle tanıştırmıştı. Engin bir
yaratıcılık içeren Perg Efsaneleri,
zaman içinde Bulgaristan, Sırbistan,
Çin ve Almanya'da da yayımlanarak
dünyaya açılma başarısı gösterdi. Perg
Efsaneleri'nden sonra Şamanlar Diyarı
isimli yeni bir fantastik seriye başlayan
ve bu seriyi Perg ile birleştiren
Müstecaplıoğlu, "Şamanlar Diyarı" ve
"Keşifler Zamanı" isimli romanlardan
sonra, üçüncü ve son kitap "Özgürlük
Uğruna" ile her iki seriye de ortak bir
son kaleme aldı. Bu kitaplarla
14. yüzyılda yaşamış Şamanist ressam
Mehmet Siyah Kalem'in yılan kuyruklu
yaratıkları da ilk defa bir romanda
karakter olarak yer aldılar. Perg
Efsaneleri ve Şamanlar Diyarı iç içe
geçmiş yedi romanlık bir seri olarak
da Türkçe edebiyatta nadir bir yere
sahip. Tamamlanması 15 yıl süren ve
dünyaya açılan ilk Türkçe fantazyanın
görkemli sonu "Özgürlük Uğruna",
yine İthaki Yayınları aracılığıyla okurla
buluştu.
Üç İki Bir KAYIT
Siyaset Bilimi
ve Uluslararası
İlişkiler Bölümü
mezunumuz
Hande Ortaç’ın
(’03) ikinci öykü
kitabı 8 Ocak
2015'te Ayizi
Yayınları tarafından
yayımlandı.
Uçsuz bucaksız
hayatın dört bir yanından hikâyeler
anlatıyor Ortaç. Kitapta, bazen
gülerek, bazen hüzünle, bazen
ilenerek ya da kızgınlıkla, en çok
da şaşarak "Hay Allah!" dedirten
hikâyelerle karşılaşıyoruz.
SOFTHAN MULTIMEDYA
Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri
Bölümü mezunlarımızdan Bilgehan
Bayram ‘11, 2011 yılında kurduğu
Softhan Multimedya yazılım şirketi
ile başarılı girişimcilerimizden biri.
Birçok kurumsal şirkete yazılım
desteği sağlayan Softhan Multimedya
kurumsal yazılım, web yazılım ve
mobil uygulama alanında hizmet
vermekte. Bunun yanı sıra turizm
ve online radyo sektörlerine yönelik
ürünleri de bulunan Softhan
Multimedya sosyal sorumluluk
projesi olarak “Softhan Hızlı
Okuma Programı"nı ücretsiz olarak
kullanıcılarına sunmakta. Softhan
Multimedya’nın hedefi geliştirdiği
ve geliştireceği projelerle birlikte
büyüyerek yazılım sektöründe lider bir
firma haline gelmek.
Detaylı bilgi almak için
www.softhan.com adresini ziyaret
edebilirsiniz.
BİRİ VARMIŞ BİRİ YOKMUŞ
Kipat ve Aşk
Yüzünden adlı
kitaplarıyla
geniş bir okur
kitlesine ulaşan
ve kendi dilini
oluşturan genç
yazar Evren
Yiğit’in (’00)
yepyeni kısa
öykülerinden
oluşan kitabı Biri Varmış Biri Yokmuş,
Artemis Yayınları’ndan çıktı. Masalsı
bir dille aktarılan bu çarpıcı öyküler,
alışılmışın dışında imgeler, sıra dışı
kahramanlar ve akıcı bir üslupla aklın
alışkanlıklarına edebi bir hücum
gerçekleştiriyor.
BAYLO RESTAURANT
Mezunumuz Güldal Seçener'in ('85)
ortaklarından olduğu Baylo Bistro &
Bar, Şişhane’de Kamondo ailesine
ait bir 19. yüzyıl binasında yer alıyor.
Romantik, sıcak, samimi atmosferi
ile menü, her ay düzenli olarak
gelen Mykonos'un ünlü bir İtalyan
lokantasının şefinin danışmanlığıyla
hazırlanıyor.
863
34 BU 1
DANS GECESİ
Dancing Nights
İlkini Aralık
ayı içerisinde
gerçekleştirdiğimiz
dans gecesini,
katılımcıların
yoğun talebi
sebebiyle 07 Şubat
Cumartesi akşamı
saat 21:30’da Club House BÜMED’de
tekrarlıyoruz. Latin dansları hocamız
Margarita ile birlikte, farklı ritimler
eşliğinde dans edebileceğiniz, ufak
sürprizler ve yarışmalar ile renklenen
geceye katılmanız için profesyonel
dansçı olmanıza gerek yok. Müzik
başladığı zaman içinizde dans etme
isteği duyuyorsanız, sizleri de bu keyifli
geceye bekleriz.
Rezervasyon: [email protected]
0212 359 5821
• Salsa • Rumba •Cha Cha • Bachata
@Club House BÜMED
February 7th, Saturday
From 21:30 on
Be prepared for surprises!
Entrance:
BÜMED member : 25 TL*
Guest : 30 TL*
*One drink included.
For more info&reservation: 212 359 58 21 [email protected]
/bumedofficial
/bumedofficial
www.bumed.org.tr
B
10
SociaLINK Vol. 21
“SEV, KABULLEN, BARIŞ”
Boğaziçililer SociaLINK ile buluşmaya
devam ediyor. Yılın ilk buluşması
21 Ocak akşamı yoğun katılımla
W Lounge’da gerçekleşti. Çalışma
hayatının ve gündelik yaşamın
yoğunluğuna ara vererek Boğaziçili
dostlarla zaman geçirmeyi, sohbet
etmeyi özleyen tüm mezunlarımız
SociaLINK etkinlikleri ile bir araya
geliyor. Şubat ayı buluşması 20
Şubat’ta Billionaire Club’ta.
Feng Shui Dünyası’ndan Ferda
Ünsal ‘81 ve Işıl G.Alfar’ın (‘89), “Sev,
Kabullen, Barış” sloganıyla gelen ve
Çin zodyağında Keçi Yılı’na rastlayan
2015’i anlatacakları seminerleri,
14 Şubat 2015 tarihinde BÜMED’de
gerçekleşecek. Konuşmacılar, bu yıl
yaşamlarını kolaylaştırmak isteyenlerle,
önemli ipuçlarını paylaşacak.
Sunumda, konuk konuşmacı olarak
Silk and Cashmere’in kurucusu Ayşen
Zamanpur ‘80, “Kaşmir Yolu” ile yer
alacak.
Tarih: 14 Şubat Cumartesi Saat 12:00
Yer: BÜMED
AVUSTRALYA’DA NİTELİKLİ
GÖÇMENLİK
Ilıman iklimi, kaliteli yaşam
standartları, düşük suç oranları ile
yurtdışında yaşam denildiği zaman
akla ilk gelen ülkelerden Avustralya’da
nitelikli göçmen olmak için şartlar,
başvurular, oturma ve çalışma izinleri,
yatırımcı vizeleri için gerekli süre
ve şartların neler olduğunu merak
ediyorsanız, sizleri 15 Şubat, Pazar
günü BÜMED Mustafa Kemal Atatürk
Salonu’nda gerçekleşecek ücretsiz
seminerimize davet ediyoruz.
Detaylı bilgi için: [email protected]
-0212 359 5821
in /bumed
BÜMED ANKARA’DAN
11 Ocak 2015 Pazar günü Boğaziçi
Üniversitesi Mezunlar Derneği’nin
Ankara’daki üyeleri Ayrancı semtindeki
Dafne Restoran’da neşeli bir brunchta
bir araya geldiler. Brunch ayrıca yeni
yıla merhaba demek için organize
edilmişti. Her yaştan Boğaziçili’nin
katıldığı etkinlik çok keyifli geçti.
VEFAT
BÜMED Kurslar kapsamında yer
alan şan derslerinin değerli hocası
Sayın Haluk Tolga İlhan'ın annesi
ve Boğaziçi Dergisi editörlerinden
çalışma arkadaşımız Sayın Duygu
Cankılıç İlhan’ın kayınvalidesi Sudiye
İlhan'ın vefat haberini üzüntüyle
öğrendik. Merhumeye Allah'tan
rahmet, yakınlarına sabır diliyoruz.
BÜMED İzmir
863
35 BU 1
YILBAŞI YEMEĞİ
B
12
BÜMED İzmir Şube'nin her yıl
düzenlediği Yılbaşı Yemeği etkinliğimizi
bu yıl 19 Aralık 2014 Cumartesi günü
gerçekleştirdik. Yılbaşı yemeğimizde
Mavişehir Egepark’ın ikinci katında
yer alan My Maya Restaurant’taydık.
Sahnedeki Caz ve Latin şarkıları söyleyen
müzik grubu ile oldukça keyifli bir gece
geçirdik.40 kişinin katıldığı yemekte
yine dostlar bir aradaydı. Müzik öncesi
hep birlikte sohbet ettik, başkanımız
Burak Günday aramıza yeni katılan
arkadaşlarımızla herkesi tanıştırdı. Müzik
başladığında hep birlikte şarkılar söyleyip
dans ettik. Çocuklarımızdan da bizimle
birlikte olanlar vardı. Burak Günday ve
Murat Sezer kızları ile dans ederken çok
mutluydular. Ayrıca o akşam sekreterimiz
Yelda Akıncı’nın da doğum günüydü,
hep birlikte onu da kutladık. İstanbul’dan
yemeğimize katılmak için gelen Muhsin
Bilge Güler bizi çok mutlu etti. Aramıza
hoş geldin Muhsin.
Bizimle olan tüm arkadaşlarımıza
teşekkür ederiz. BÜMED İzmir Şube'nin
2015 yılı ilk etkinliği ,15 Ocak 2015
tarihindeki Swissotel İzmir’deki Viski
Tadım Kursu olacaktır.
Özel Günler:
11 Aralık, mezunlarımızdan Yelda
Zoral’ın (’91) doğum günü. Kendisini
kutluyoruz.
19 Aralık 2014, yönetim kurulu üyemiz
Zeynep Gün ‘87 ve eşi Nihat Gün’ün
evlilik yıldönümleri. Kutluyoruz.
21 Aralık, mezunlarımızdan Erinç
Arıkan’ın (’03) doğum günü. Kendisini
kutluyoruz.
24 Aralık 2014’te yönetim kurulu
üyemiz Sevgili Tijen Doğan Seratlı’nın
(’95) minik kızı Elif dünyaya geldi. Hoş
geldin Elif bebek.
28 Aralık 2014 başkanımız Burak
Günday ve eşi Pınar Doğan Günday’ın
evlilik yıldönümleri. Kutluyoruz.
02 Ocak 2015’te üyelerimizden Sevgili
Tolga Ülkücan ‘94 ve mezunlarımızdan
Sevgili Gül Özateşler ‘02 nişanlandı.
Kendilerine bir ömür mutluluklar
diliyoruz.
06 Ocak, mezunlarımızdan Moris
Crespin’in (’87) doğum günü. Kendisini
kutluyoruz.
üniversiteden haberler
Development) projesinin Türkiye
temsilcisi oldu. Avrupa’daki 33
ülkeden 55 kurumu bir araya getiren
UE4SD projesi, Erasmus Akademik
Ağı “Yaşam Boyu Eğitim” programı
kapsamında Avrupa Komisyonu
tarafından finanse edilecek ve üç yıl
sürecek.
2015 HRANT DİNK İNSAN
HAKLARI VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ
KONFERANSI
ÜNİVERSİTEMİZDEN
DÜNYADA BİR İLK
B
14
Sürdürülebilir kampus olma
yolunda önemli adımlar atan
Boğaziçi Üniversitesi, Kilyos Sarıtepe
Kampusu’na kurulan rüzgâr enerji
santrali ile kendi elektriğini kendi
üretecek. Boğaziçi Üniversitesi
Rüzgâr Enerji Santrali (BÜRES) projesi
dâhilinde kurulan rüzgâr türbini,
27 Aralık 2014’te elektrik üretmeye
başladı. Kilyos Sarıtepe Kampusu
1 MW’lık rüzgâr türbini sayesinde
yıllık elektrik tüketiminin %40
fazlasını üreterek bir yılda yaklaşık
900 ton karbon, 1 milyon kWh
enerji ve 400.000 TL bütçe tasarrufu
gerçekleştirecek.
Konferans kapsamında bu yıl
ünlü insan hakları savunucusu
Angela Davis konuk edildi. Davis
konuşmasında insan hakları, kölelik
ve ırkçılık konularında dikkat çekici
açıklamalarda bulundu. Boğaziçi
Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Gülay
Barbarosoğlu ve Hrant Dink’in eşi
Rakel Dink’in de birer konuşma
yaptığı konferansta, eşitlik, adalet ve
barış mesajları verildi.
BÜKOOP (BOĞAZIÇI MENSUPLARI
TÜKETIM KOOPERATIFI),
DOĞAYLA DOST TARIM
YAPAN ÜRETICIYI BOĞAZIÇI
ÜNIVERSITESI MENSUBU
TÜKETICILERLE BULUŞTURUYOR
UE4SD
2013-2017 döneminde Avrupa
Üniversiteler Birliği Yönetim Kurulu
Üyesi olan Boğaziçi Üniversitesi,
Avrupa'daki ilişkilerine bir yenisini
daha ekledi. Boğaziçi Üniversitesi
Sürdürülebilir Kalkınma ve Temiz
Üretim Merkezi (BU-SDCPC),
yükseköğrenimde sürdürülebilir
gelişme yönündeki çalışmaları
desteklemek amacıyla Avrupa Birliği
projesi olan UE4SD (University
Educators For Sustainable
Irmak’ın konuşmacı olarak katıldığı
konferans 15 Ocak’ta Rektörlük
Konferans Salonu’nda düzenlendi.
Nâzım Hikmet Konferansları dizisi,
şairin yapıtlarını, edebi ve düşünsel
kaynaklarını, yarattığı etkileri, içinde
yaşadığı sosyal ve siyasi atmosferi ve
tarihsel bağlamı kuşatacak nitelikte
olacak ve önümüzdeki aylarda
farklı disiplinlerden konuşmacılarla
ilerleyecek.
NÂZIM HİKMET KONFERANSLARI
DİZİSİ 15 OCAK’TA BAŞLADI
Bundan altı sene önce Boğaziçi
Üniversitesi’nde bir grup
akademisyen ve kampus çalışanının
Türkiye’deki tarım aleyhine şiddetli
dönüşüm üzerine duydukları
kaygılarla ortaya çıkmış olan
kooperatif, Kuzey Kampus’ta hizmet
veriyor.
Nâzım Hikmet Konferansları dizisinin
ilk etkinliğinde Nâzım Hikmet'in
en fazla ilgi gören ancak çoğu
kez edebi niteliğinden çok siyasi
içeriğiyle tanınan metinlerinden
Kuvâyi Milliye ele alındı. Erkan
*Üniversiteden Haberler bölümünde yer alan
haberlerin derlenme aşamasında okulumuzun
sosyal medya kanallarından destek alınmaktadır.
Bugüne kadar
biricik kızınız için
hiçbir fedakarlıktan
kaçınmadınız.
Bugün de
farklı olmayacak.
Kızınızı evlendirmek hem duygusal
hem maddi olarak zor bir aşamadır.
HSBC Premier’in size özel Müşteri
Temsilcileri bireysel ekonominizi en
küçük ayrıntısına kadar mercek altına
alır, finansal ihtiyaçlarınıza uygun
yatırım seçenekleri sunar.
Siz biricik kızınızın mutluluğu için
hep yanında oldunuz, biz de sizin
yanınızdayız.
Birikim yönetiminde uzman
Premier Müşteri Temsilcileri
Optimal fonlardan hisse senedi
işlemlerine kadar geniş yatırım
seçenekleri
Birikim yönetimi hizmetlerimiz
hakkında ayrıntılı bilgi için “Birikim”
yazın 4477’ye gönderin, sizi arayalım.
Ayrıntılı bilgi:
premier.hsbc.com.tr | 0850 211 0 112
HSBC Bank A.Ş. tarafından yayımlanmıştır. Premier, HSBC Bank A.Ş.nin sunduğu bir hizmet/ürün paketidir. HSBC Premier müşterisi olmak için
bankamızda en az 100.000 TL veya muadili para cinsinden bakiyenizin bulunması yeterlidir.
SECTORS TOGETHER, 2015’İN İLK
ETKİNLİĞİNİ GERÇEKLEŞTİRDİ
B
18
BÜMED’in geçtiğimiz Eylül
ayında lansmanını yaptığı
Boğaziçi Network markasının
en önemli projelerinden olan
Sectors Together, 2015 yılının
ilk ayında gerçekleşen
muhteşem bir etkinlikle
açılışını yaptı. AKBANK’ın ana
sponsorluğunda gerçekleşen
Sectors Together etkinlikler
dizisinin ilki 15 Ocak
Perşembe günü finans sektörü
kapsamında BÜMED Mustafa
Kemal Atatürk Salonu’nda
gerçekleşti. Sayın Burhan
Karaçam'ın ('72) ve AKBANK
Ödeme Sistemleri ve Kurumsal
İletişim Genel Müdür
Yardımcısı Sayın Mehmet
Sindel'in ('92) konuşmacı
olarak katıldığı etkinliğin
detaylarını önümüzdeki sayıda
Sectors Together dosyamızda
sizlerle paylaşacağız.
Mehmet Sindel
Burhan Karaçam
DIGITAL TALKS ‘14
B
26
Digital Talks Sonbahar’14, Boğaziçi
Üniversitesi Mezunlar Derneği’nde
altı hafta boyunca 1.000 kişiden
fazla katılımcıyı misafir ederek,
dijital dünyanın gelişimi, işlevi
ve geleceği yönündeki fikirlerin
farklı alanlarda tartışılmasını
sağladı. İlki İlkbahar’14 döneminde
gerçekleşen ve büyük bir ilgi ile takip
edilen Digital Talks’un sonbahar
programında Fırat İşbecer, Haluk
Sicimoğlu, Sarantis Katsikis, Oya
Canbaş, Soner Canko, Deniz Güven,
Pavel Slavov, Alp Köksal, Prof. Dr.
Ayşegül Toker, Dr. Özgür Bolat,
Nazım Salur, Oğuzhan Poyrazoğlu,
Ebru Özgüç, Erol Bilecik, Sina
Afra ve Elbruz Yılmaz gibi değerli
isimler konuşmacı olarak katıldılar.
Üniversitemiz mezunlarından Ozan
Tatar ’03 (PayU Türkiye Pazarlama
Müdürü & Boğaziçi Üniversitesi
Misafir Öğretim Görevlisi), etkinliğin
içerik koordinasyonu konusunda
destek verdi. Bizler de altı hafta
boyunca takip ettiğimiz programın
güncesini tuttuk. Her haftanın konu
başlıkları ve değerlendirmelerini
sizler için derledik. Detayları www.
digitaltalks.org sitesinden takip
edebilirsiniz.
18 KASIM
2014
Mobil İnovasyon Bizi Nereye Taşıyor?
Bu Değişimde İyi Uygulama
(Execution) Nasıl Yapılır?
Digital Talks’un ilk hafta etkinliğinin
ilk konuşmacısı Fırat İşbecer idi
(Monitise, MEA COO). İşbecer
konuşmasına eski telefonlardan
bugünkü akıllı telefonlara,
eski bilgisayarlardan tablet
uygulamalarına kadar gözle
görünen değişimlerden bahsederek
başladı. Gelecekte asıl inovasyonun
donanım sistemlerinde olacağını
savunan İşbecer, başarılı bir geçmişi
olan Windows’a karşı Android
sisteminin elde ettiği başarının
alt yapısı hakkındaki görüşlerini
Fırat İşbecer
paylaştı. Dijital uygulamaların
internet kullanımı ile birleşerek,
yaşamın her alanına sirayet eden
değişimlere dikkat çekti. Kişisel
tecrübenin yanında sosyal bir
deneyime dönüşen dijital kullanımın
kişilerin teknolojiyi, teknolojinin ise
birey ve toplumu derinden etkilediği
yönündeki fikirlerini belirtti.
Sosyal medya ve dijital platformlar
ile gündelik yaşamımızın farklı
uygulamalar ile birkaç farklı şekilde
ilerlediğini belirten İşbecer, daha
az konuşan bir toplum olduğumuz
tespitinde bulunurken, telefonlardan
ziyade, gelişimin, bireyin kendi
vücudundaki değişimleri, değerleri
takip edebileceği uygulamalarda
gerçekleşeceğini savundu. Gelecekte
her bir aracın birbiri ile bağlantı
halinde olacağını da ekleyen İşbecer
inovasyonun başarısının ise ancak
execution ile gerçekleşebileceğini
belirtti.
B
27
Bana Ekranını Söyle Sana Kim Olduğunu Söyleyeyim
Haluk Sicimoğlu
Haluk Sicimoğlu (BBDO Turkey,
Chief Strategy Officer) 18 Kasım
oturumunun ikinci konuşmacısıydı.
Sicimoğlu teknolojinin bireylerin
ve toplumların yaşamındaki
yönlendirici gücüne dikkat çekti.
Teknolojik aygıtlar ile bireylerin
kurdukları duygusal ilişki
hakkındaki tespitleri ilgi ile dinlendi.
Kullandığımız birçok araca isim
vermemiz, bir sahiplenme duygusu
ile bu araçlarla bağ kurmamız
gündelik yaşamımızın işleyişinde
rol oynayan tüm dijital aygıtların
yaşamımıza etkide bulunması
açısından önemli örneklerdi.
Diğer taraftan dijital dünyanın bir
hükümdar olarak yaşamlarımızdaki
konumlanışı konuşmanın temel
noktalarından biriydi. Sicimoğlu
kullandığımız uygulamalara göre
hareket ettiğimiz, karar verdiğimiz,
zamanımızı bu kullanımlara göre
kullandığımız tespitlerinde bulundu.
25 KASIM
2014
Fiyat Karşılaştırma Siteleri Alışveriş
Alışkanlıklarını ve e-Ticaret Sitelerini
Nasıl Etkiliyor?
Sarantis Katsikis (Alve.com,
Ülke Müdürü) fiyat karşılaştırma
sitelerinin e-ticaret üzerindeki
etkilerinden bahsettiği konuşmasına
ilgi büyüktü. Avrupa’daki
internet kullanıcılarının alışveriş
yapmadan önce fiyat karşılaştırma
sitelerini kullandıklarını belirten
Katsikis Yunanistan ve Türkiye
arasındaki müşteri alışkanlıklarını
karşılaştırmalı olarak değerlendirdi.
Her iki ülkede de kredi kartı kullanım
oranının yüksek olduğunu, ancak
Türkiye’de online alışveriş oranının
daha düşük olduğunu ifade etti.
Tüketicinin İzinden… Hızlı Tüketim Markaları İçin Dijital
İletişim Kanallarının Önemi
B
28
Sarantis Katsikis
Oya Canbaş
Oya Canbaş ‘98 (P&G Türkiye Marka
Operasyonları Direktörü) internet
kullanımının son birkaç yıldır
kullanıldığı mecraların da ilerisine
giderek çok farklı platformlarda
kullanılmaya başlanmasına dikkat
çekti. Canbaş konuşmasında farklı
dijital aygıtların internet kullanımı ile
daha da yoğunlaşacağı tespitinden
yola çıkarak, tüketicilerin taleplerine,
beklentilerine göre yeni pazarlama
yöntemlerinin geliştirilmesi
gerektiğine dikkat çekti. Reklamların
dünü, bugünü ve geleceği hakkında
genel bir değerlendirmede bulunan
Canbaş, P&G markalarındaki
pazarlama stratejilerine de değindi.
02 ARALIK
2014
Dijitalleşme Ödeme Sistemlerini
Nasıl Etkiliyor?
Soner Canko (Bankalararası Kart
Merkezi, CEO) ödeme sistemlerinde
teknolojinin etkileri üzerine
deneyim ve öngörülerini paylaştığı
konuşmasında, akıllı telefonlar,
internet ve temassız ödeme
biçimlerini gündeme alarak 2023’te
tüm tüketici ödemelerinin nakitsiz
gerçekleşmesi hedeflerinden
bahsetti. 2005 senesinde dünyada
ilk temassız kartla ödeme yapan
ülkenin Türkiye olduğunun altını
çizen Canko, Android için geliştirilen
ödeme teknolojisi (Host Card
Emolation) ve mobil ticaretteki
ödeme yöntemlerinde gelinen
noktanın gelecekte geliştirilecek
uygulamalar için önemli girişimler
olduğundan bahsetti.
Görünmez Para
Soner Canko
Deniz Güven (Garanti Bankası,
Şubesiz Bankacılık Birim Müdürü)
dijital gelişmenin bankacılık
sistemlerindeki etkisi üzerine
gerçekleştirdiği konuşmasında
banka web sitelerinin kullanılması
ve mobil bankacılık yatırımı
üzerine edindiği veriler üzerinden
değerlendirmelerde bulundu.
Güven, akıllı telefonlardan
bankacılık uygulamalarının
kullanılma sıklığından, Android,
IOS ve Windows uygulamalarından
bahsederken, müşterilerin
beklentileri ve bu yönde
geliştirilmesi planlanan yeni
uygulamalar hakkında bilgi verdi.
Deniz Güven
09 ARALIK
2014
B
30
Paylaşım Ekonomisi Hayatımızı
Nasıl Değiştirecek?
Ozan Tatar ‘03 (PayU Türkiye
Pazarlama Müdürü & Boğaziçi
Üniversitesi Misafir Öğretim
Görevlisi) 9 Aralık etkinliğinin
ilk konuşmacısı olarak paylaşım
ekonomisinin yaşamlarımızı
hangi yönde etkileyeceği üzerine
bir konuşma gerçekleştirdi. Bu
ekonomi sistemi içerisinde bir
ürünü fiziksel olarak paylaşmanın
yanında sosyalleşmenin ve yeni
networkler edinmenin de kavramın
içini dolduran bir yaklaşım
olduğundan bahsetti. Zira kısa
dönemli kullanmak istenilen bir
araç için yeni bir ürün almanın
ekonomik olmadığını (Örn: bir-iki
kez kullanmak için matkap almak,
birkaç kez binmek için bisiklet
satın almak, yazlık satın almak
gibi) bu nedenle paylaşmak ya
da kiralamak için oluşturulacak
platformların öneminin altını
çizdi. Bu açıdan hiç tanımadığınız
kişilerle ilişki kurduğunuz için
paylaşım ekonomisi için anahtar
kelimenin “güven” olduğunu
ekledi. Paranızla satın alınan bir
hizmette karşılaşamayacağınız
samimiyet ve diyalog biçimlerini
paylaşım ekonomisi içerisinde
bulabileceğimize değindi.
Tatar, tüm bunları bir arada
değerlendirdiğimizde ise paylaşım
ekonomisinin hem tasarrufu
sağlayacağı hem de dijital ortamdaki
sosyal ilişki deneyimlerinin
değişeceği yönündeki fikirlerini
katılımcılar ile paylaştı.
Türkiye Girişimcilik Ekosistemi – Panel
Moderatörlüğünü Elbruz Yılmaz’ın
(3TS Capital Partners, Investment
Manager) üstlendiği oturumun ikinci
bölümünde Sina Afra (Girişimcilik
Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı,
Markafoni Kurucu Ortağı) ve Erol
Bilecik (Index Grup CEO) konuşmacı
olarak yer aldılar. Afra, yatırımcılığın
2006 yılında yabancıların pazara
girmesi ve 2011 senesinde Gitti
Gidiyor, Markafoni ve Trendyol gibi
büyük yatırımların gerçekleşmesi ile
girişimciliğin de altın dönemlerini
yaşadığını anlattı. Bu alandaki
gelişmelerin, birçok yatırımcıyı
ve girişimciyi hareketlendirdiğini
belirtti. Bireysel Katılım Sermayesi
gibi ağların da girişimcilerin ve
yatırımcıların desteklenmesinde
önemli rol oynadığına değindi.
Ozan Tatar
Türkiye’deki büyük maliyetli
girişimlerin yabancı yatırımcı aramak
zorunda kalmasının da değişmesi
gerektiğine dikkat çekti. Erol Bilecik,
ise yatırımcı olmanın ve girişimci
olmanın dünyadaki ve ülkemizdeki
durumunu kıyas ederek, şeffaf ve
disiplinli çalışmaların bu girişimleri
olumlu ve verimli sonuçlara
ulaştıracağını ifade etti.
Sina Afra, Erol Bilecik, Elbruz Yılmaz
Ozan Tatar, Nazım Salur, Oğuzhan Poyrazoğlu
16 ARALIK
2014
Türkiye’deki İşletmelerin
Dijital Dönüşümü
Ebru Özgüç (Vodafone Türkiye
Kurumsal Pazarlama Direktörü)
16 Aralık etkinliğinin ilk oturum
konuşmacısı olarak yerini aldı.
Günümüzde mobil simkart satışları
yerine farklı uygulamaların daha
etkili olacağını savunan Özgüç,
B
31
geleceğin teknolojiyi satmak üzerine
şekilleneceğini, bu anlamda elle
tutulmayan fakat hayatın tüm
alanına giren bu sistemin önemine
dikkat çekti. Özellikle kobilerin
dijitalleşmesini sağlamak amaçlı
geliştirilen yeni projelerden söz
ederken, dijitalleşen sektörlerin kâr
oranlarındaki yükselişi gösteren
verileri de katılımcılar ile paylaştı.
Dijitalleşmenin aynı zamanda
Türkiye ekonomisine de büyük
katkıda bulunacağını belirtti.
Pazaryerlerini (Marketplaces) Yönetmek – Panel
Ebru Özgüç
Ozan Tatar’ın (PayU Türkiye
Pazarlama Müdürü & Boğaziçi
Üniversitesi Misafir Öğretim
Görevlisi) moderatör olarak yer
aldığı oturumun konuşmacıları
Nazım Salur ‘86 (BiTaksi Kurucusu &
CEO) ve Oğuzhan Poyrazoğlu idi
(Gitti Gidiyor Ürün ve Teknolojiden
Sorumlu Direktör). Nazım Salur,
BiTaksi projesinin ortaya çıkışı,
gelişim süreci ve uygulamanın
içeriğinden bahsederken, dijital
uygulamaların daha pek çok farklı
alanda kullanımına olan ihtiyacın
altını çizdi.
Oğuzhan Poyrazoğlu ise Gitti
Gidiyor’un 2014 senesi içinde
sektördeki konumu üzerine genel
bir değerlendirmede bulunurken,
satıcılar ile alıcılar arasındaki
dengeyi sağlayan platformların
oluşturulmasında dijital aygıtların ve
gelişmelerin önemine değindi.
23 ARALIK
2014
Neden Teknoloji Bağımlılık Yaratıyor?
Eğitimde Teknoloji Nasıl Doğru Kullanılır?
DigitalTalks etkinliğinin son hafta
konuşmacılarından birisi de Dr.
Özgür Bolat ‘02 idi (Köşeyazarı,
Akademisyen). Bolat, konuşmasını
insanlar neden zamanlarının
çoğunu teknolojiye ayırıyorlar
ve insan ne ister soruları üzerine
şekillendirdi. Çocukların günde
5,5 saatlerini bilgisayar başında
geçirdikleri günümüzde okula
gitme, okulda bulunma ve öğrenme
isteğinin neden teknolojiye olan ilgi
kadar olmadığı soruları tartışıldı.
Bu sorunun yanıtı ise insanın
mutlu olmak için ne istediğinin
yanıtında arandı. Bolat, bireylerin
sohbet ettiklerinde neden mutlu
olduklarını, kişinin hangi zaman
dilimlerinde mutluluk duyduğunu
B
32
tartıştı. Kişinin sevdiği işi iyi
yaptığı değil, iyi yaptığı işi sevdiği
yönündeki tespiti üzerine bireylerin,
gelişim ihtiyacının karşılanmasında
ise okuldan çok evdeki teknolojik
aygıtların etkisinin büyük olduğunu
ekledi.
Kitlesel Açık Online Dersler (MOOC) Eğitim
Sistemini Nereye Taşıyor? – Panel
Digital Talks’un son oturumu Ozan
Tatar’ın (PayU Türkiye Pazarlama
Müdürü & Boğaziçi Üniversitesi
Misafir Öğretim Görevlisi)
moderatörlüğünde, Prof. Dr.
Ayşegül Toker (Boğaziçi Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Dekanı), Alp Köksal ‘06 (Khan
Academy Türkiye Direktörü) ve
Pavel Slavov’un (’11) (RTB Eğitim
Çözümleri, Eğitim Sistemleri
Tasarımcısı) konuşmacı olarak
katıldığı panel ile son buldu.
Prof. Dr. Ayşegül Toker, eğitim
sistemi içerisinde dijitalleşmenin
nasıl bir değişiklik getireceğinin
çok iyi analiz edilmesi gerektiğinin
Özgür Bolat
altını çizdi. Üniversitemizdeki MOOC
komisyonunun çalışmalarından
bahsederek, bilgi üretmek, dışarıda
üretilmiş olan bilgiyi de alarak,
öğrenciye süzgeçten geçmiş bilgi
akışını sağlamanın önemine değindi.
Alp Köksal, hem öğrencilere kaynak
sunan hem eğitmenler için teknolojik
özellikler barındıran bir eğitim aracı
olan online ücretsiz platformların
gelişimine işaret ederken, bu
alandaki zengin içeriğin gelecekteki
online eğitimler için çoğalacağını
ve eğitim yöntemlerinde ciddi bir
değişiklik gözleneceğini belirtti.
Uzaktan eğitim ve okuldaki eğitim
birlikteliği ve verimliliği için ise bu
dönüşümlerin gerekliliği üzerine
konuştu. Pavel Slavov RTB Eğitim
Çözümleri ile eğitim teknolojisi
ihtiyaçlarının nasıl belirlendiği ve
karşılandığı üzerine bir konuşma
gerçekleştirdi. Özellikle lise ve
üniversitelerde AR-GE çalışmaları
yapılarak gerekli çözümlerin en
doğru şekilde üretilmesi gerektiğini
ifade etti.
Sponsorlar: www.alve.com, BKM
Bankalararası Kart Merkezi,
Vodafone ve www.gittigidiyor.com
Destekleyenler: BUBA (BUMED
Business Angels), Bloomberg
Businessweek, The British Chamber
of Commerce of Turkey, Doğadan,
Marketing Talks, Nestle Pure Life,
Pazarlamasyon, Şirket Ortağım
Melek Yatırımcı Ağı ve Tadelle
Tüm sponsorlara ve destekleyenlere
teşekkürlerimizi sunarız.
Ozan Tatar, Alp Köksal, Prof. Dr. Ayşegül Toker, Pavel Slavov
Başarıyla yetişen nesiller
45 yıldır Eyüboğlu’nda
Eyüboğlu Tanıtım Günü ve Düzey Belirleme Sınavı:
14 Mart 2015
Atatürk ilkeleri doğrultusunda, uluslararası
programlarla desteklenen eğitim sistemimizle
45 yıldır, akademik kariyerleri ve sosyal becerileriyle
geleceğe güvenle bakan, başarılarıyla
hayatta öne geçen bireyler yetiştiriyoruz.
14 Mart 2015, Cumartesi günü 4., 5., 6. ya da
7. sınıfa başlayacak olan çocuğunuz Düzey Belirleme
Sınavı’na girerken sizi de anaokulu ve ilkokul
düzeyindeki çocuğunuzla birlikte Çamlıca veya
Kemerburgaz kampüslerimizde keyifli ve öğretici bir
tanıtıma davet ediyoruz.
Düzey Belirleme Sınavı için son başvuru tarihi:
11 Mart 2015, Çarşamba
Okullarımızdan veya web sitemizden bilgi ve
randevu alın, Eyüboğlu Eğitim Kurumları ile
neden gurur duyduğumuzu yerinde anlatalım.
Çocuklarımızı sınava, velilerimizi onların parlak
geleceği için eğitime adını veren okulumuzu
keşfetmeye bekleriz.
Eğitim: Eyüboğlu
eyuboglu.k12.tr
0216 522 12 12
COME TOGETHER DEVAM EDIYOR
2014 yılının Ekim ayında
başlangıcı yapılan Come
Together etkinliği, mezunlar
ve öğrenciler arasındaki bağı
güçlendirmeye devam ediyor.
BÜMED tarafından ilki Endüstri
Mühendisliği Bölümü öğrencileri ile
düzenlenen Come Together (Bölüm
Buluşmaları) etkinliğinin ikincisi,
İşletme Bölümü öğrencileri için 17
Aralık tarihinde gerçekleştirildi.
Öğrencilerimizin özellikle kendi
bölümlerinden mezun olanların şu
an hangi işle meşgul olduklarını
öğrendikleri ve gelecekte kendilerini
nelerin beklediği yönündeki
sorularına cevap buldukları bölüm
mezunları ile buluşma etkinliği
keyifli anlara sahne oldu.
B
B
34
34
İşletme Bölümü mezunlarımızdan
Vodafone’dan Tansal Kurtuluş/
Trade Marketing Senior Manager,
L’Oreal’den Özgür Çolak/Perfumery
Channel Indirect & Direct Sales
Manager ve Finansbank’dan Elsa
Pekmez/ Director- Enpara.com
etkinliğe konuşmacı olarak katıldılar,
deneyimleri ve keyifli sohbetleriyle
akşama renk kattılar. Vodafone ana
sponsorluğunda gerçekleştirilen
etkinlikte hazırlık, 1., 2., 3. ve 4. sınıf
İşletme Bölümü öğrencileri hem
deneyimli mezunlar ile buluşup
onların terübelerini dinlediler
hem de etkinlik boyunca katılımcı
firmalar ve BÜMED tarafından verilen
sürpriz hediyeler kazandılar. İşletme
Bölümü mezunları ve öğrencileriyle
iletişim ve dayanışmayı artıran
etkinlik, katılımcıların iletişim
ağlarını geliştirmelerine yardımcı
oldu. Ayrıca İşletme Bölümü
mezunlarına ait istatistikler Boğaziçi
Network birim yöneticisi Melek Ülkü
Melek Ülkü Arısoy, Özgür Çolak, Elsa Pekmez, Tansal Kurtuluş
Arısoy '07 tarafından katılımcılara
sunuldu. Oldukça keyifli ve bol
sohbetli geçen akşam için tüm
konuklarımıza teşekkür eder, bir
sonraki organizasyonun 11 Mart
2015 tarihinde Ekonomi Bölümü
öğrencileri için düzenleneceğini
duyurmaktan onur duyarız.
Siz de firma olarak katılımcı olmak
isterseniz bogazicinetwork@bumed.
org.tr adresinden bizimle iletişime
geçebilirsiniz.
"MERAK EDEN ÇOCUK"UN PENCERESİNDEN
HER GÜN SEVGİ GÜNÜ
Damla Usta Birtane
BÜMED MEÇ Okulları Okulöncesi Öğretmeni
1800lü yıllardan sonra Amerika’da
Esther Howland’ın ilk Sevgililer
Günü kartını yollamasından bu
yana, günümüzde pek çok insanın
kutladığı toplumsal bir olay
haline gelmiştir Sevgililer Günü.
Kimimiz bu toplumsal olaya ayak
uydurup hediye alıp vermek isteriz
sevdiklerimize, kimimiz de "Bir
gün değil her gün sevdiğim, her
gün sevgi günüm," deriz. Deriz de
sevgimizi ne sıklıkta söyler, nasıl
hisseder ve hissettiririz?
B
36
"Peynirli poğaçayı seviyorum", "Mavi
rengi seviyorum", "Kahvemi sütlü
seviyorum", "Romantik film izlemeyi
seviyorum." Ne çok kullandığımız
bir kelimedir aslında "seviyorum."
Pekiyi, ya "seni seviyorum?" Bu
iki kelimeyi de sevdiklerimize
söyleyebiliyor muyuz?
Hangi coğrafyada olursak olalım
bir şeyi, birini sevmek ve bir
arkadaş, bir dost, bir eş tarafından
sevilmek isteriz; duymak isteriz o iki
kelimeyi. Tüm çıkarlardan arınmış,
beklentiler olmadan, menfaat amacı
gütmeyen bir sevgi ile sevilmek ve
sevmek isteriz. Şarkılarda sıkça
geçen, sanat yapıtlarına konu
olan, düşlerimizi dolduran sevgiyi,
Psikanalist Erich Fromm "karşılık
beklemeden sevebilme sanatı"
olarak ifade eder ve koşulsuz sevgiyi
tanımlar. İşte bu, en çok ebeveynçocuk arasındaki sevgiyi getirir
aklımıza. Çocuğun model aldığı ilk
bireyler olan anne-babanın sevgi
sözcükleriyle, hoşgörüyle ve sıcacık
temasla çocuğuna yaklaşması;
bir çocuğun duygusal gelişiminde
büyük yer tutar. Çocuk, gördüğünü
ve duyduğunu öğrenecek,
öğrendiğini kullanacaktır.
Tutumlarını, becerilerini girdiği
sosyal ortamlarda geliştirecek,
ailesinden gözlemlediği yaklaşımları
bir bir deneyecektir. Sevgiyle
büyüdüğünden mutlu, sevmeyi
bilen, iyimser yaklaşımlarını
gösterecektir. Dokunulan ve sevilen
çocuk, olumlu kişilik geliştirmekle
beraber fiziksel olarak da hastalığa
karşı direnç geliştirdiği, aile
sevgisinden uzak büyüyen ya da
sevgiyle büyüyemeyen çocuğun
bağışıklık sisteminin gelişmediği
araştırmacılar tarafından
gözlemlenmiştir. Kucaklanan,
öpülen çocuk, kendisine hiçbir
şey söylenmese dahi sevildiğini
ve değer verildiğini bilecek, hem
ruhen hem de bedenen daha sağlıklı
gelişecektir.
Sevgi sözcüklerini duymak kadar
hissetmek de önemlidir. Psikoloji
dünyasında gerçekleştirilen ilginç
deneylerden biri Harry Harlow
adındaki ABD’li psikoloğun
ebeveyn sevgisinden uzak kalan
bebeklerde ne tür davranışsal
değişiklikler olabileceği ile ilgilidir.
Bu deneyde, denek olarak kullanılan
maymunların, biri sert tellerden
diğeri yumuşacık kumaştan yapılmış
iki yapay anneye karşı davranışları
gözlemlenmiştir. Tellerden yapılan
anneye yavrunun acıktığında
beslenmesini sağlayacağı biberon
eklenmiştir. Yavrunun beslenme
gereksinimini karşılayan tellerden
yapılmış anneyle daha çok zaman
geçirmesi, sevgisini göstermeye
çalışması beklenmiştir. Ne de olsa
doğal ihtiyacı bu anne tarafından
karşılanıyordu. Ne var ki durum hiç
de beklendiği gibi gelişmemiştir.
Yavrular beslenme gereksinimlerini
karşılayıncaya kadar telden anneyle
birlikte olmuş, zamanlarının geri
B
37
kalan kısımlarında daha güvende
daha mutlu hissettiğinden yumuşak
ve sıcak bir yapısı olan kumaş
anneyle birlikte olma eğilimi
göstermişlerdir. Çocuklar da böyle
değil midir? Sevgi ile bakan gözleri
hissettiği, sıcacık gülüşü gördüğü
ve "seviyorum"u duyduğu yeri
ve kişileri tercih etmez mi? Bizler
de böyle değil miyiz? Güleryüz
gördüğümüz restoranı daha
sık tercih edip, sıcacık sevgisini
hissettiğimiz arkadaşımızı daha
çok aramaz mıyız? Sevgi ile bakan
gözler, içten gülüşlerle kendimizi
mutlu hissetmez miyiz? Ve "Seni
Seviyorum"u her duyduğumuzda en
zor günümüzde bile sevdiklerimize
tebessüm etmez miyiz?
O halde; alın kucağınıza
çocuğunuzu, tutun sevdiklerinizin
elini, gidin dostunuzun yanına ya
da her zamanki restorana ve deyin
ki "seviyorum." Göreceksiniz gülen
gözleri ve duyacaksınız bu güzel
kelimeyi siz de.
Her gününüz sevgi günü olsun,
Sevgililer Gününüz kutlu olsun!
KAYNAKÇA:
Arık, M. Bilal. İletişim Yazıları: Bir Kültür Endüstrisi
Ürünü Olarak Sevgililer Günü,2006.
Davranış Bilimleri Enstitüsü. ‘Güvenli Bağlanma’
(2007)
Fromm, Erich. (Sevme Sanatı) İstanbul: Payel
Yayınevi,10.Basım.
DANSIN ADIMLARI BİRLİKTELİĞİMİZİ
GÜÇLENDİRİYOR
İcranın, hangi sahada olursa
olsun -sadece izleyici bile
olunsa- birleştirici gücü
yadsınamaz. Beraber sunulan
bir performansın kenetleyici
gücü ise su götürmez. Bu,
oynanan bir tiyatro oyunu,
çalınan bir oda müziği eseri
veya bir dans performansı
olabilir. Katılımcıların
birlikteliklerinden doğan
ortaklığın eğlendirici yönü
kadar, kuvvetlendirici yönü de
söz konusudur.
B
38
BÜMED olarak hem eğlenmek
hem beraber olduğumuz
ortamları sıklaştırmak hem
de birlikte ortaya konan/
konabilecek performansların
birleştirici gücünden
faydalanmak için 27 Aralık
Cumartesi akşamı Latin
Dansları hocamız Sayın
Margarita Nesterova eşliğinde
Club House’da bir Latin Dans
Gecesi düzenledik.
Geceye dair göze çarpan
anlar şunlardı: Geceye özel
Latin Dansı kursiyerlerimiz
kısa bir şov hazırlamışlardı.
Gecenin ilerleyen saatlerinde
hocamız basit birkaç dans
adımı öğreterek herkesin
geceye dâhil olmasını sağladı.
Ardından küçük bir yarışma
yapıldı. Geceye katılan çiftler
arasından seçilen altı çift, vals,
Rock’n Roll ve Can Can olmak
üzere üç kategoride yarıştılar.
Yine katılımcılar tarafından
oluşturulan jüri tarafından
gecenin en iyi dansçıları
seçildi.
Katılımcıların çok keyif aldığı
ve yoğun ilgi gören dans
gecemizin devamı gelecek.
Bir sonraki dans gecemizin
tarihi 7 Şubat Cumartesi. Tüm
mezunlarımızı BÜMED’e dansa
davet ediyoruz.
B
39
YALEGALE - YALE GLOBAL ALUMNI
LEADERSHIP FORUM @NEW HAVEN, CT
Emre Kazancıoğlu ’95
BÜMED Üye Mezun İlişkileri & İş Geliştirme Yöneticisi
Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar
Derneği olarak, 12-15 Kasım
tarihleri arasında New Haven’da
AYA tarafından düzenlenen Yale
Global Alumni Leadership Forum
2014’e davet edildik.
B
40
Yale Üniversitesi Mezunlar
Derneği, AYA tarafından
düzenlenen Yale Global Alumni
Leadership Forum, her sene
Amerika'nın ve dünyanın
dört bir yanındaki 189 Yale
Club’dan gelen 500’ü aşkın Yale
mezununu dört gün süresince
bir araya getiriyor. Gönüllü
faaliyetlerinde aktif rol alan
mezunların, deneyimlerini ve en
iyi tecrübelerini paylaştıkları bu
çalışmalara, Amerika dışındaki
mezun dernekleri temsilcileri
de davet edilerek atölyelere
katılma ve deneyimlerini
paylaşma fırsatı yaratılıyor.
İlki 2008 yılında İstanbul’da
organize edilen YaleGALE, 2013
yılına kadar sırasıyla Pekin, Tel
Aviv, Paris, Vilnius ve Riga’da,
100’den fazla üniversitenin
katılımı ile toplandı. 2013
yılında ilk kez kendi evi olan
New Haven Connecticut’ta
gerçekleştirilen bu prestijli
foruma, 2014 yılı ile birlikte
BÜMED olarak bizler de davet
edildik. Üç kıta ve sekiz farklı
ülkeden,14 mezun derneğinin
29 temsilcisi arasında, BÜMED’i,
Yönetim Kurulu Başkanımız
Hakan Zihnioğlu ’91 ile birlikte
temsil ettik.
9 ve 10 Kasım günleri New
York programımız sonrası,
11 Kasım akşamüstü trenle
geldiğimiz New Haven’da hızlıca
otele yerleşmemiz sonrası, ilk
ziyaretimizi yapmak üzere, AYA
Direktörü Mark Dollhopf’un özel
davetlisi olduğumuz konutuna
gittik. Mark Dollhopf’un
konutu, New Haven’da hemen
hemen birbirinin tıpkısı, hepsi
yüz yaşına yakın, filmlerde
görmeye alışık olduğumuz klasik
müstakil Amerikan evlerinin
güzel bir örneği. Eşi Marjo ile
konuklarını çok sıcak bir şekilde
karşılayan ve ağırlayan Mark,
geçtiğimiz seneki ziyaretimiz
ve sonraki temaslarımızın
verdiği tanışıklıkla bizlere daha
farklı ve yakın bir ilgi gösterdi.
Seminere bir gece öncesinden
gelen konukların katıldığı
davet, gayet samimi bir hava
içerisinde sohbetlerle devam etti
ve önümüzdeki birkaç gün için
güzel bir başlangıç oldu.
Ertesi sabah, Yale Old
Campus’un tam göbeğindeki
Dwight Hall’da, AYA Direktörü
Mark Dollhopf’un (’77) iki
saate yakın süren eğlenceli
ve öğretici açılış sunumu ile
başlayan YaleGALE 2014’ün
ilk günü, akşam saatlerine
kadar, gönüllü faaliyetleri,
genç mezunlarla etkileşim,
B
41
liderlik, ortak ilgi grupları,
seyahat, kadın faaliyetleri gibi
başlıklara ayrılmış çeşitli atölye
ve panellerle devam etti. İlk gün
çalışmaları, mihmandarımız
Isadora Italia’nın rehberlik
ettiği küçük bir kampus
turu ile sona erdi ve akşam
düzenlenecek resepsiyona kadar
tüm katılımcılar olarak serbest
kaldık.
İlk gecenin sonunda organize
edilen resepsiyon yemeği, Old
Campus’e çok yakın, Church
Street üzerindeki Quinnipiac
Club’ta gerçekleştirildi.
Yale bölge başkanlarının
ve temsilcilerinin bir araya
geldiği bu resepsiyona bizler
de 29 misafir olarak davet
edildik. Birer birer masalara
dağıtıldığımız bu yemekte,
Amerika’nın dört bir yanından
gelmiş, mesleklerinde olduğu
kadar gönüllü faaliyetlerinde de
oldukça başarılı Yale temsilcileri
ile bir araya gelme, tanışma ve
sohbet etme fırsatını bulduk.
13 Kasım sabahı çalışmalar,
York Street üzerindeki mezunlar
derneği binası Rose Alumni
Center’ın hemen yanındaki
Üniversite Tiyatrosu’nda
düzenlenen AYA Kongresi ile
başladı. Sonrasında tekrar
Dwight Hall’a geçerek, ikinci gün
programlarına devam ettik.
YaleGALE’deki ikinci günümüz
BÜMED adına bizler için
oldukça yoğun ve verimli
geçti. Yönetim Kurulu
Başkanımız Hakan Zihnioğlu
’91 ile gerçekleştirdiğimiz
bir sunum ile katılımcılara,
Boğaziçi Üniversitesi, BÜMED
ve faaliyetleri konusunda
çok önemli bilgiler aktardık.
Forum öncesi karşılıklı
yazışmalarımız sonucu,
bizlerden gelen talep üzerine
organizasyon komitesinin ilk
defa olarak BÜMED’e tanıdığı
bu sunum fırsatı, hem Yale
temsilcilerinden hem de diğer
katılımcı mezun derneklerinden
büyük bir beğeni ve takdir
aldı. Bizlerden gelen bu ilk
öneri sonrasında, organizasyon
komitesi yetkilileri, bundan
böyle katılımcıların da bu tür
sunumlar yapabileceği özel bir
panel ihtiyacı olduğunu not
ettiler.
Yoğun ikinci gün programımızın
bir sonraki önemli durağı,
Belediye Başkanı Toni Harp
ile özel bir görüşme yapmak
için New Haven Belediye
Binası oldu. Old Campus’un
hemen karşısında, yürüme
mesafesindeki randevumuzda,
Başkan Harp ile birlikte, Kültür
B
42
ve Turizm Yetkilisi Andrew
Wolf ile Başkan’ın Özel Kalemi
Laurence Grotheer da hazır
bulundu. BÜMED adına en
faydalı temaslarımızdan birisi
olan bu toplantıda, karşılıklı
bilgilendirmeler sonrası
üniversite ve çevresi ile olan
ilişkiler resmi ağızlardan
dinlendi ve ileriye dönük bir
takım ortak çalışmalar için ilk
adımlar atıldı.
Amerika’nın üç farklı şehrindeki
ziyaretlerimiz yüzünden oldukça
sıkışık olan programımız
sebebiyle, dört günlük YaleGALE
2014’ün sadece ilk iki gününe
katılabilme fırsatımız oldu. Yine
de bu iki gün, gerek BÜMED
gerekse kişisel olarak bizler
açısından çok verimli, çok
öğretici, hayatımızın en önemli
deneyimlerinden birisi oldu.
İki gün boyunca, dünyanın dört
bir yanından gelmiş, seçkin
okulların seçkin temsilcileri ile
birlikte panellere, tartışmalara,
atölyelere katılma fırsatına
sahip olduk.
Harvard ile birlikte, Amerika’nın
ve dünyanın en prestijli
üniversiteleri olarak kabul
edilen, son 33 yıldaki altı ABD
Başkanı’ndan dördünü çıkartan
Yale kampusunda geçirdiğimiz
bu müthiş iki gün, bizlere Yale
Üniversitesi'nin mottosu olan
‘’Lux et veritas’’ yani ışık ve
gerçek hakkında biraz daha bilgi
sahibi olma fırsatı verdi.
New Haven’da oldukça yoğun
geçen ikinci günümüzün
sonunda, ertesi günkü Harvard
ve MIT randevularımız için tren
istasyonunun yolunu tuttuk.
Gece geç saatlerde vardığımız
Boston’da bizi oldukça soğuk,
hatta bir ara karlı bir hava
karşıladı.
Bir hafta süren Amerika
ziyaretimizin YaleGALE 2014
ayağı dışında kalan kısımlarında,
New York’ta Fordham ve
Columbia, Boston’da da Harvard
ve MIT gibi, Amerika’nın
ve dünyanın en önde gelen
üniversiteleri ile temaslarda
bulunma ve önümüzdeki
günlere yönelik karşılıklı
görüş alışverişlerinde bulunma
fırsatları yakaladık. New
York’taki Fordham ve Columbia
ziyaretlerimiz ile temaslarımızın
detaylarını geçtiğimiz ay sizlerle
paylaşmıştım. Boston’daki
Harvard ve MIT ziyaretlerimizle
ilgili detayları da, önümüzdeki
ay, dergimizin dünya
üniversiteleri temalı sayısında
sizlerle paylaşacağım.
BÜMED adına, uluslararası
düzeyde bir ilk olan bu
çalışmalar bizlere, bu tür
temasların ne kadar önemli ve
faydalı olduğunu bir kez daha
gösterdi. BÜMED’in 30. kuruluş
yıldönümünü kutladığımız 2015
yılı ile birlikte, bu tür temas ve
faaliyetlerimizin yoğunluğunu
ve çeşitliliğini artırarak devam
ettireceğiz.
RÖNESANS’IN VE ŞARABIN VATANI, DOĞA
ILE IÇ IÇE GEÇMIŞ BIR AÇIK HAVA MÜZESI
Emre Kazancıoğlu '95
BÜMED Üye Mezun İlişkileri & İş Geliştirme Yöneticisi
B
44
Hani hepimizin görür görmez
etkilendiği yerler vardır. Şüphesiz
doğa ile iç içe geçmiş bir açık hava
müzesi olan Toskana da onlardan
biridir.
Etrüsklü geçmişinden günümüze
kadar, insanın her duyusuna akıl
almaz bir zarafetle hitap eden
büyülü Toskana’da, daha önce
hiç yaşamadığınız bir deneyime
hazırsanız, BUgezi’nin bu yeni
destinasyonu için bavulunuzu
şimdiden hazırlamaya başlamanızı
öneriyorum.
BÜMED olarak 30. kuruluş
yıldönümümüzü kutladığımız
2015 yılı ile birlikte, önce Küba
ve hemen ardından da Bansko ile
yurtdışı organizasyonlarını birbiri
ardına gerçekleştiren BUgezi,
şimdi de sizleri, Ortaçağ’dan kalma
katedralleri, Rönesans’ı günümüze
taşıyan binaları ve sayısız sanat
eseriyle insanı etkisi altına alan
Toskana’ya davet ediyor.
Adeta birbiri üzerine yuvarlanan
tepeleri, daracık kır yolları, göz
alabildiğine uzanan üzüm bağları ile
her göreni kendine hayran bırakan
Rönesans’ın vatanı Toskana, doğa
harikası manzaraları ve şirin köyleri
ile sizi unutulmaz bir tatile çağırıyor.
Toskana, bünyesinde barındırdığı
derin kültür ve sanat ile aklımızı,
ruhumuzu beslerken, gastronomisi
ile de midemize adeta şölen yaptıran
bir yöre. Chianti'si, Rosso ve Brunello
Di Montalcino'su, Vino Nobile Di
Montepulciano'su ile tanrılara layık
şarapları; pecorino peyniri, salamı,
kestanesi, trüf mantarı, zeytinyağı
ile eşsiz mutfağı bizi fethetmeye
çoktan hazır. Toskana’da payınıza
düşen, sadece bu enfes coğrafyanın
sunduklarına kendinizi bırakmak
olacaktır.
Seyahatiniz süresince duyacağınız
Toskana hikâyeleri, günlerce
dinleseniz bile bitmeyecektir.
Cosimo'su, Piero'su ve Lorenzo'suyla
B
45
Medici Ailesi, onların şehre ve
tüm insanlığa bıraktığı etkileyici
Uffizi Koleksiyonu, Brunelleschi ve
akıllara durgunluk veren Duomo
Kubbesi, o kubbe yapılırken Ghiberti
ile aralarında geçen sürtüşme
ve Cennet Kapıları, Botticelli ve
Venüs'ün Doğuşu'nda model olarak
kullandığı Portovenere’li dilber
Simonetta, Dante ve ilahi aşkı
Beatrice, Leon Battista Alberti ve
mimarlığın yeni kanunları, Giotto
ile öğrencileri, aynı anda yükselen
devasa yapılar Santa Maria
Novella, Santa Croce, Duomo ve
sayamayacağımız daha niceleri!
UNESCO Dünya Mirası listesine
altı farklı isim veren Toskana’nın
başkenti Floransa, İtalyan
Rönesansı’nın doğduğu ve geliştiği,
sanat ve mimari açısından büyük
bir zenginliğin sembolü olarak
bilinmektedir.
Ponte Vecchio, Arno Nehri, Duomo,
Vaftizhane, Repubblica Meydanı,
Signorlar Sarayı Floransa’da
görülmesi gereken yerlerin başında
gelir. Dünyanın en önemli resim
müzelerinden biri olan Uffizi
Galerisi ve Fransisken mezhebinin
en önemli ibadet yeri olan,aynı
zamanda da Michelangelo,
Machiavelli, Galileo, Rossini gibi
İtalyan kültürünü şekillendirmiş en
önemli şahsiyetlerin mezar yeri olan
Santa Croce Bazilikası da mutlaka
ziyaret edilecek yerler arasında yer
alır. Toscana Bölgesi şarapçılığının
merkezi olan Chianti bölgesinde,
yerel bir şarap üreticisinin
malikânesinde şarap degüstasyonu
B
46
molası da, olmazsa olmazlar arasına
not edilmelidir.
Ortaçağ kuleleri ve villalarıyla
göz alan, yöreye özgü Vernaccia
şarabıyla ünlü UNESCO Miras
Listesi’ndeki San Gimignano,
surlarıyla ünlü bir köy olan ve
Dante’nin İlahi Komedyası’nda
birkaç kez bahsettiği Monteriggioni,
insanı adeta zaman tünelinde bir
yolculuğa davet eder.
Bologna’da Piazza del Nettuno,
Neptün Çeşmesi, Piazza Maggiore,
St. Pietro Katedrali, Avrupa’nın
en eski üniversitesi olan Bologna
Üniversitesi; şarabı, bağları,
zeytinyağı ve balı ile ünlü
Montepulciano; yine UNESCO
Dünya Mirası Listesi’ndeki, Pecorino
peynirinin üretim yeri Pienza,
Toskana’nın listelere sığmayacak
çekim noktalarından sadece
birkaçıdır.
Hakkında yüzlerce kitap yazılmış,
filmlere, tablolara, romanlara,
operalara konu olmuş Toskana
yöresi anlatmakla bitmez. Sadece
birkaçını sıralamaya çalıştığım
bütün bu özelliklerini alt alta
eklediğimizde, bizler de doğa ile
iç içe geçmiş bir açık hava müzesi
olan büyülü Toskana’yı, BUgezi’nin
bir sonraki yurtdışı noktası olarak
kararlaştırmakta hiç zorlanmadık.
BÜMED’in 30. Kuruluş Yıldönümü’nü
kutladığımız 2015 senesi ile birlikte,
geçen sene başlattığımız BUgezi
faaliyetlerimizi, birbirinden cazip
yeni programlar ile sunmaya devam
edeceğiz.
Eğer hâlâ BUgezi ile
tanışmadıysanız, 2015 ile birlikte
sizleri BUgezi faaliyetlerimizi
yakından takip etmeye ve eğlenceli
gezilerimize katılmaya davet
ediyoruz.
Bir kez daha, yeni yılın sizlere
mutluluk getirmesi dilekleriyle
birlikte sizleri, 30 yıldır tek amacı
Boğaziçi markasını çok daha
yukarılara taşımak olan BÜMED’in
faaliyetlerinde daha fazla görmek
isteriz.
Gezi faaliyetlerimizle ilgili olarak,
ayrıntılı bilgi ve ön rezervasyonlar için:
0212 359 58 13 Tuba Taşyürek
0212 359 58 20 Emine Çavak
[email protected]
Rönesans’ın ve şarabın vatanı,
doğa ile iç içe geçmiş bir açık hava müzesi
TOSCANA
BU gezi
&
işbirliği ile
Tarih: 22 Nisan - 26 Nisan 2015
4 Gece / 5 Gün
İstanbul / Bologna / İstanbul THY ekonomi sınıfı uçak bileti
Özel otobüs ile ulaşım
Müze giriş ücretleri
İki adet degüstasyon
Üye Fiyatı:
İki Kişilik Odada Kişi Başı: 1250 Euro / Tek Yatak Farkı:180 Euro
Misafir Fiyatı:
İki Kişilik Odada Kişi Başı: 1400 Euro / Tek Yatak Farkı: 220 Euro
Bilgi ve Kayıt için: 212 - 359 5813 / [email protected]
/bumedofficial
/bumedofficial
www.bumed.org.tr
in /bumed
Prof. Dr. Sıddıka Semahat Demir
BİR BİLİM İNSANININ PORTRESİ:
PROF. DR. SIDDIKA SEMAHAT DEMİR
Aylin Buran ’02, Yasemin Dut ’10
Lise eğitimini Robert Kolej'de,
yüksek lisans eğitimini
ise Boğaziçi Üniversitesi
Biyomedikal Mühendisliği'nde
tamamlamış olan, İstanbul
Kültür Üniversitesi Rektörü
Sayın Prof. Dr. Sıddıka
Semahat Demir'i ('91), 1989
senesinden bu yana kalp ve
beyin üzerine gerçekleştirdiği
çalışmaları hakkında bilgi
almak amacıyla ziyaret
ettik. Demir ile yurtdışındaki
deneyimleri, bilimsel
çalışmaları, Robert Kolej
ve Boğaziçi Üniversitesi
yıllarının yaşamındaki
etkileri üzerine konuştuk.
Çalışma sahanız hakkında
bilgi verebilir misiniz lütfen?
Benim çalışmalarım, kompüter
similasyonu ile matematiksel
denklemler yaratarak, beyindeki
ve kalpteki biyolojiyi kompüterde
tekrarlamak ve hücreler seviyesinde
beyin ve kalbe ulaşabilen
bilgileri entegre etmek üzerine.
Bu, disiplinlerarası bir bilim
dalı; mühendislik, biyomedikal
mühendisliği, matematik,
denklem çözümü, fizik… Bunun
bir kısmı biyofiziktir, fizyolojidir.
Tıp biliminden kardiyoloji veya
nörolojidir. İngilizce’de bir tabir
vardır: “From Cell to Bedside.”
Hücreden hasta yatağına kadar
bütün o bilgilerin entegre edilmesi
lazım. Bu çok detaylı bir bilim. İki
ayrı alanım var: Kalp ve beyin. Fakat
matematiği de kapsıyor.
Her şeyi oluşturan hücredir.
Hücreler dokuyu oluşturur, doku
organı oluşturur. Hücrelerin
yapıları benzerdir. Orada da önemli
bir elektrik aktivitesi var. Ben
elektronik mühendisi olarak bu
elektrik aktivitesini matematik ile
çözüyorum. Yaptığım da “Kalpte ve
beyinde ne tip hastalık oluşuyor,
bunları tedavi etmek için -gerek ilaç
tedavisi olsun gerek diğer tedaviler
olsun- ne yapmak gerekiyor?”
sorularına cevap bulmak. Bu, temel
bilim seviyesinde ama bu işin
uygulaması klinik seviyesinde oluyor.
Ben 1989 yılından beri çalışıyorum.
Tabii ki bilim zaman istiyor.
Benim en çok çalıştığım konu kalbin
elektriğidir. Defibrilatör dediğimiz
kalbin atışı üzerine olan aletler
birçok yerde var. Kişinin elektriksel
olarak kalp atışında bir bozukluk
varsa, o anda defibrilatör kullanmak
lazımdır. Bu aletler günümüzde
çok gelişti. Kalbin içine konulan
kalp pilleri de kalbin elektriksel
aktiviteleridir. Bu bozuksa kalp
pompalama da yapamıyor. Yani o
mekanik aktiviteyi yapabilmek için
bir elektrik aktivitesinin başlaması
gerekiyor. Bunların matematiği
üzerinde çalışmak çok heyecan
verici. Bu denklemler başka alanlara
da uygulanabilir. Ben biyolojiyi, kalbi
ve beyni anlamak için kullanıyorum;
ama aynı denklem sistemini
hava durumunda, uçakların
türbülansında kullanabilirsiniz. Tabii
orada parametre ve denklemleri
matematikçinin, mühendisin bakış
açısıyla değiştirmek gerekir. Ben
1989 yılından beri bu konular
üzerinde çalışıyorum, bu alanlarda
müthiş ilerlemeler olduğunu
söyleyebilirim.
Vücudu anlarken de genlerden
moleküllerden başlayıp hücre,
doku, organa kadar incelemek,
sonra da bütün insanı anlamak
lazım. Ülkemizde bazen “hızlıca
uygulamaya geçelim,” diye bir atak
oluyor. Temel bilimsiz uygulama çok
zor. Her bilimde, sosyal bilimlerde
de böyledir ki terminolojisi neyse
ona göre bir temel oluşur, ona
göre uygulamalar ortaya çıkar. Fen
bilimlerinde de büyük bir temel
bilim sistemi var.
Açtığınız pek çok program,
yönettiğiniz fonlar var.
Bu çalışmalarınızdan
bahsedebilir misiniz lütfen?
Benim eğitimde çok kullanılan bir
“software”im var: Interactive cell
modeling resource. Bunu 1998
yılında hazırladığımda on dokuz
ayrı ülke kullanıyordu. Bu çalışma,
tıpçıların kalp ile beyni kompüter
simülasyonu ile internet üzerinden
anlamaları açısından çok değerli bir
kaynaktı. Amacım bilimle eğitimi
entegre etmek aynı zamanda. Tıp
fakülteleri üzerinden tabii. Elbette
daha önce de söylediğim gibi temel
bilimde zaman gerekiyor.
Dört yüz ayrı üniversiteyi Amerika’da
fonlarla yönlendiriyordum. National
Science Foundation’da biyomedikal
mühendisliğinin ve yirmi ayrı bilim
dalının fonlarını yönetirken, beyin
üzerine pek çok program açtım.
Çünkü kendim beyin üzerinde
çalışan bir bilim insanı olarak ne
kadar az bilgimiz olduğunu görünce,
beyin üzerine bilim dalları -mesela
biri Brain Computer Interfaceoluşmasını istedim. Beyindeki
düşünce ile aletleri kontrol etmek,
aynı zamanda kol, ayak gibi
organları çalışmayan kimselerin
beyin işaretleri ile ampute oldukları
B
49
B
50
andan itibaren yapay uzvu kontrol
edebilmeleri gibi konuları ele alan
programlar başlattım. Amerika’da
bu kimseler için çok büyük destek
fonları çıkardım. “Brain Computer
Interface” aynı zamanda insanın
öğrenme yeteneğini artırması için
de önemli. Öğrenme, algılama,
yabancı dil konuşma, duygu ve
bağlılık gibi beynin o kadar büyük
fonksiyonları var ki.
Bunların yanında nöro-teknoloji adı
altında bir bilim dalı açtım. Aslında
beynin hesap yapma yeteneğini
öğrenebilsek, daha iyi bilgisayarlar
yaparız veya robot yaparken, daha
iyi algılayan, hem hissedebilen
hem motor aktivasyonuna sahip
cihazlar yapabiliriz. Bunları daha
çok filmlerde görürüz; ama ufuk var.
Onun için 10-15 yıl sonraya böyle
bilim dalları ortaya çıkarmalıyız.
Bir söyleşinizde beynin
ve kalbin matematiğinin
çözülmeye çalışıldığından
bahsetmiştiniz. Beyin ve
kalp çalışmaları şu an ne
aşamada? Bu alandaki en son
bulgular olarak bizlere neler
söyleyebilirsiniz?
Kalple beyin arasında bir
karşılaştırma yapmam gerekirse,
kalp daha çok tanınıyor ve
matematiksel olarak çözülebiliyor.
Beyin ise o kadar değil. Çünkü
kalbin bir özelliği var, “pacemaker”
kısmında bir elektrik aktivitesi
oluyor, bu aktivite dağılıyor ve
kalp sonunda kanı pompalıyor.
Görevi aslında oldukça basit: Kanı
pompalamak. Fakat o bir elektrik
aktivitesini mekanik aktiviteye
çevirip kanı pompalıyor ve bütün
vücudumuzda çeşitli yerlere
dağıtıyor. Sistem olarak kalp daha
kolay ve bu pompalama sistemi
daha çok çözülebiliyor. Fakat beyin,
anlaşılması çok zor bir organ. Zaten
en büyük organımız. Onun %1’ini
tanımamız bile büyük bir şans.
Beynin yaptıkları, kontrol merkezli;
kollarımızı, ellerimizi, duygularımızı
beyin ile kontrol edebiliyoruz.
Beynin öğrenme, konuşma gibi
çıktısı kalpten o kadar farklı ki
onun için kalpte daha öte düzeyde
bilgilerimiz var. Ben, matematiksel
olarak aynı denklemi ikisine de
uygulayabiliyorum; fakat beyindeki
bilgimiz daha az. Onun için beyne
katkılarımız daha az oluyor.
“Beynin %1’ini anlamamız
bir şans,” dediniz. Bu çok
ürkütücü bir veri değil mi?
İnsanın duygularını, kişisel
yeteneklerini, psikolojisini
insan beynini anlamadan ya
da tam manasıyla kavramadan
ne derece anlamlandırabiliriz?
Gerek biyomedikal mühendisliği
olsun, gerek tıbbi durumlarda
olsun bunlar hep teşhis tedavi
amaçlıdır. Zaten hep bu açıdan
çalışılmıştır. Beyni anlamamız
tabii ki zor; kumanda merkezimiz
beyin, her şeyin entegre olduğu
yer beyin. Beyinde iyi tanıdığımız
yer şu: Bir şeye dokunuyorsunuz,
hissediyorsunuz, onun bilgisini alıp
beyne gönderebiliyorsunuz. Hem
hissetme halini hem de motor halini
iyi tanıyoruz. Ama diğer kısımlarını
pek tanımıyoruz. Mesela “addiction”
çok önemli bir konu. Hem batı hem
doğu ülkelerinin çok büyük sosyal
problemleri var. Teşhis, tedavi olarak
kişi bazında bakıldığında, birçok
defa bu konunun beyin etkisinde
olduğunu görüyoruz. Ağrıların da
beyinden kontrolü söz konusu. Evet,
komplike fakat problemler zaten
komplikedir. Onları disiplinlerarası
yaklaşımlarla, temel bilimlerden
uygulamalı bilimlere kadar çözüm
metotlarını bir araya getirerek
anlamak lazım. Bir grup bilim insanı
değil, birçok grup bunun üzerinde
çalışmalı.
Kalbin organ olarak bir
pompa vazifesi gördüğünü
söylüyorsunuz. Kalbin
bilinmeyeni var mı?
Görüntüleme imkânımız kolay
olduğu için kalp beyne göre daha
açık bir organ. Kardiyoloji ve kalp
cerrahisi olarak da çok gelişmiş
bir bilim dalı var. Belki kalpteki
bir zorluk, pediatrik kardiyoloji
kısmında olabilir; çünkü gelişen
sistemler bu alanı çok rahat
tanımıyorlar. Ayrıca kalpte kadın
erkek farkı da var. Çalışmaların çoğu
erkek popülasyonlarda yapılmakta.
Fakat araştırmalarda kadın erkek
farkına bakmak da aynen çocuk
gelişimi gibi kalp açısından çok
önemli. Yani her şey çözülmüş
durumda değil; ama çalışmaların
devam ettiği sahalar var. Bir de
tıbba önleyici tıp çerçevesinden
bakmak lazım. Problem olduğunda
teşhisten, tedaviden ziyade, çocuk
doğduğunda gerekli testleri yaparak
vücudun ne gibi hastalıklara eğilimi
olduğunu önceden saptamak gerek.
O halde aslında mekanik
bir organ olan kalp
duygusallığıyla öne çıkmış
durumda ama aslında başrolde
beyin var.
Duyguları kontrol eden organ
beyin. Kalbin pili var ise, elektriksel
aktivite ile hızlı ya da yavaş
atıyor. Beyin bunu yavaşlatıyor
ya da hızlandırıyor. Çok sevinçli
olduğunuzda veya çok büyük bir
sevgi yumağı içindeyken, kalp hızlı
atar. İşte o zaman sinir sistemimiz de
hızlıdır. Fakat vücutta öyle bir denge
var ki kalp hep hızlı atsa, durmaz
ve titrer. Bu titremeler ölüme bile
sebebiyet verebilir. Fakat beyinden
başka bir sinyal “Bunu yavaşlatmam
lazım,” diyor. Heyecan, korku gibi
durumlarda sinir sisteminin kontrolü
altındasınızdır.
Dolayısıyla beyin ile kalp
arasında büyük bir uyum var.
Öyle mi?
Evet, daima bir ilişki söz konusu.
Kalbi beyinden bağımsız
düşünemiyoruz. Fakat kalbin
en önemli işlevi kanın her yere
pompalanması, bu olmasa hiçbir
hücre beslenemeyecek. Hücrelerin
yaşaması için de kan gerekiyor tabii.
Böylece kalp dolaşımı sağlamış
oluyor.
Biraz da eğitim alanındaki
görüşlerinizi öğrenmek
isteriz. Türkiye’deki akademik
çalışmalar ile yurtdışındaki
akademik tecrübenizi kıyas
edecek olursanız tespitleriniz
nelerdir? Çalışma disiplini,
olaylara yaklaşım, verilen
eğitim, sunulan olanaklar
bakımından kendi alanınız
perspektifinde buradan ve
yurtdışından bahsettiğinizde
bizlere neler söylemek
istersiniz?
Ben Robert Kolej mezunuyum.
Bir Amerikan sistemiyle ortaokul
ve liseyi bitirdim. Kardeşlerim de
aynı şekilde. Orada öğrendiğimiz
temel unsurlar bizi çok etkiledi.
Okulumuzun liderlik yeteneklerimizi
fark etmemizi sağlayan bir ortamı
vardı. Robert Kolej bize genç yaşlarda
neye yeteneğimizin olduğunu, hangi
konuda lider olabileceğimizi sundu.
Bazı eğitim sistemleri kişinin kendini
tanımasını sağlıyor. Bizim ortaokul
ve lise eğitimizde bu vardı. İTÜ’de
Elektronik Mühendisliği Bölümü’nde
okudum. Çok güzel, sıkı, denetimli
bir mühendislik eğitimiyle yetiştim.
Sonra Boğaziçi’nde Biyomedikal
Mühendisliği Bölümü’ne geçtim.
Orada yine Amerikan ekolüyle
karşılaştım. Ve ben oradan direkt
endüstriye geçtim. Almanya’da
tıbbi lazerlerle çalışmaya başladım,
röntgen cihazlarıyla çalıştım. Benim
için bu farklı sistemlerin eğitimi
yani İTÜ’nün kuvvetli mühendisliği,
Boğaziçi’nin daha Amerikanvari,
kendini keşfetmeye yönelik sağladığı
katkılar önemli oldu. Daha sonra
Amerika’ya gidip yüksek lisans ve
doktora yaptım ve her zaman dedim
ki “Uygulamayı görmek ve üzerinde
çalışmak çok önemli.” Onun için
eğitim sistemlerinin, öğrencilerin
uygulamaya yaklaşmalarını
sağlamaları lazım.
Amerika’daki öğrenciliğimde
her gün ödev yapıyordum.
Uygulamaya yaklaşmak için bu
ödevler çok önemliydi. Burada
da ders veriyorum, öğrencilerime
hep ödev veriyorum. Onun için
karşılaştırma yaparken, gerçek iş
hayatına öğrencileri ne kadar çabuk
kazandırıyoruz, diye sormalıyız.
Projeler, ödevler ve uygulamalarla
ve gerekiyorsa stajlarla bu iş
halledilmeli. Ben mesela İTÜ’deyken
Siemens’te staj yaptım ve orada
mühendis olarak çalıştım,
Almanya’ya gittim. Ve bunlar
beni uygulamaya hep yaklaştırdı.
Eğitimde teoride kalmamak lazım.
Öğrenciler ne yetenekler geliştirecek
diye bakmak lazım. Çünkü geleceğe
dönük yatırımda yetenekleri
keşfetmek de çok önemli. Ben
üniversitemizde kariyer geliştirme,
yönetme ve planlama dersini
veriyorum. Sınıfımda 107 öğrencim
var. Onlara her zaman “Kariyeriniz
başladı. Elli atmış yıl da devam
edecek ve siz onları yöneteceksiniz,”
diyorum. Kişi kendini çok iyi tanımalı.
Bunu da uygulama dersleri veya
projelerle başarabilir. Üniversitelerin
kariyer yerleştirme merkezleri de bu
anlamda çok önemli.
B
51
Pekiyi, Türkiye’deki
bilimsel çalışmaları nasıl
değerlendiriyorsunuz?
B
52
Türkiye’de güzel ilerlemeler var.
TÜBİTAK’ın bayağı maddi imkânı
var. TÜBİTAK, Amerika’da çalıştığım
National Science Foundation’ın
Türkiye’de var olan iyi bir modelidir.
Birebir her şey aynı olmasa da
kuruluş misyonu benzerdir. Çünkü
National Science Foundation 1950
yılında Amerika’da kurulmuş, büyük
bir birikimi var. TÜBİTAK’ın çok farklı
bir fon mekanizması var. Fakat bilim
insanlarının o fonlara başvurması
lazım, birçok gönderimde bulunmak
gerek. Tabii başvurmak ve o maddi
imkânlara ulaşıp, devamlılık
sağlamak, yayın yapmak, fikirleri
patente geçirmek lazım. Hayal
ettiğiniz fikirden araştırmayı yapıp,
oradan üretmeye devam etmeyi
sağlamak gerek. Tabii bu arada
maddi destek verilecek bir firma
veya kuruluş bulmak önemli. Bu,
sabır gerektiren uzun bir süreç.
Avrupa Topluluğu’nun da bu tarz
projeleri var.
Ben üniversitemde Proje
Geliştirme Koordinasyonu
kurdum. Yürüttüğümüz TÜBİTAK
projelerimizin sayısı arttı. Avrupa
projelerine başladık. En başta
istemek lazım. İyi ve güzel çalışma
hep emek gerektirir. Beş yıl sonra
TÜBİTAK, imkânları da artan
araştırmacılardan dolayı rekabet
meydanına dönecektir. Onun için
şu anda imkân varken başvurmak
lazım.
Amerika’da onlara başvuran çok
fazla bilim insanı var, dolayısıyla
fon alma başarı oranı çok daha
düşüktür. Bilim insanlarının
sayısı bizde de artacak. Bunun
için de maddi destek sağlayan
kurumların fonları dengelemesi
zorlaşacaktır. Bir de uluslararası
iş birlikleri lazım. TÜBİTAK da
bunu sunmakta. Örneğin National
Science Foundation’dan ve
buradan bilim insanları ortak
projeler yapabiliyorlar. Türkiye
esasında bilimde çok değerli
bir yerde. Türkiye ve Amerika
arası 16 yıldır imzalanmamış bir
bilim teknoloji antlaşması vardı.
Amerikan Dışişleri Başkanlığı bunu
imzalamak istiyordu. Ben de bilim
diplomatı olarak seçilince, o bilim
antlaşmasının imzalanmasını
istedim. Bir rapor hazırladım.
Ben bilime bakarken şöyle
bakıyorum: Temel bilimler, sosyal
bilimler, uygulamalı bilimler ve
sanat bilimleri. Bütün bunları
toplayıp 2010 yazında altı haftalık
bir süre içerisinde Türkiye’nin farklı
yerlerinde 26 sunum, 31 soru
cevap, 16 beyin fırtınası yaptım.
Ve iki ülke arasında 19 alanda iş
birliği yapılması gerektiği sonucunu
çıkardım. Türkiye’nin de lider
olduğu konularda (örneğin sağlık
bilimlerinde, moleküler biyoloji
ya da tıp olsun, veya obezite,
beslenme gibi konular olsun) iki
ülke arasındaki iş birliği çok önemli
göründü. Ve Türkiye’de bu konularda
beyin gücü çok önemli. Yenilenebilir
enerji, deprem mühendisliği,
güvenlik ve savunma, bunlar da çok
önemli.
Amerika’da Savunma Bakanlığı
tarafından Türk dili oldukça
önemli kabul ediliyor. Arkeoloji,
genetik antropoloji, hukuk, şehir
planlaması, çevresel politikalar
(tabii bunun içinde çevre kirliliği,
orman yangınları, geri dönüşüm
gibi alt başlıklar var) uzaktan eğitim,
organik tarım, hava trafiği, lojistik
gibi birçok konu mevcut. Ben
bunları 2010 yılında çıkardım ve
dört konu üzerinde de iki hükümet
çalışmaya başladı. Fakat benim bu
raporum 24 sayfalık bir rapordur
ve 20 Ekim 2010’da Amerikan
Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye
Dışişleri Bakanlığı’yla bilim- teknoloji
antlaşması imzalamasının temelini
oluşturur. Fakat benim için önemli
olan, bu raporla Türkiye’nin bilimde
beyin gücünü göstermektedir.
Biyografinize bakıldığında
akademik olarak oldukça
köklü bir aileden geldiğiniz ve
mentorunuzun babanız olduğu
dikkati çekiyor. Bu anlamda
bizlere neler söylemek
istersiniz?
Babam İstanbul Teknik
Üniversitesi’nden İnşaat ve Deprem
Mühendisliği emekli profesörü. O
da Türkiye Cumhuriyeti’nde farklı
üniversitelerde üst yönetimde
kurucu dekanlık, vekil rektörlük
yapmıştır. Ben tabii akademik
hayatı tanıma noktasında
babamdan faydalandım. Onun
mentorum olduğu diğer bir konu
ise biyomedikal mühendisliğini
seçmemdir. Çünkü Türkiye’de
imtihanlara girerken elektronik
mühendisi olup sonrasında
yüksek lisans ve doktorada daha
özel araştırma yapacağım zaman
biyomedikal mühendisliğine
yönelme fikrini bana o verdi.
Kendisi 1959 yılında Amerika’da,
daha önceden, disiplinlerarası
mühendisliğin tıbba uygulanması
gibi yeni bir bilim dalı açıldığının
farkında olmuş ve bu alana
yönelmemde yönlendirici olmuştur.
Tabii ki annem de mentorum. O
da iktisatçı ve zaman yönetimi,
proje yönetimi gibi konularda bana
yardımcı olmuştur.
Çocukların yetişirken gördükleri
aile içi rol modelleri onlar için çok
önemli. Ayrıca kardeşlerim de
mentorlarımdır. Kız kardeşim, benim
küçüğümdür. Onunla da Kadın
Mühendisler Derneği çatısı altında
çalıştık. Ağabeyim de üst düzey bir
yöneticidir. Hepimiz mühendisiz;
ama hepimiz de çalışmalarımızı
esasen sağlık sektörüne
yönlendirdik. Tabii olarak çocuğun
aile çevresi onun gelecek hayatında
etkili oluyor. Ben de akademik
olarak böyle ilerlememde ailemle
etkileşimde bulundum. Bu bakımdan
şanslıyım.
B
53
Boğaziçi ve Robert Koleji
hakkında eklemek
istedikleriniz var mı?
Boğaziçi Üniversitesi ve Robert
Kolej benim için benzer yapıdadır.
Gerçekten oralarda okurken liderlik
yeteneklerimi fark ettim, anladım,
işleyebildim ve geliştirdim. Mesela
Robert Kolej’de öğrenci kurul
başkanıydım ve nerede bir liderlik
pozisyonunda olsam, oraya hep geri
döner ve o anları hatırlardım.
Çok hızlı karar veririm; çünkü gençlik
yıllarımda basketbol oynadım
ve nöronlarım belki daha hızlı
hareket ediyor. Kaptan oldum ve bir
takım yönetmeyi öğrendim, fakat
basketbol insanı fizyolojik olarak da
gelişmeye yönlendiriyor. Hatta şu an
en çok kullandığım kavramlar, “big
picture”ı görmek, sahayı görmek
ve “relax under pressure.” Bunlar
hem bilim için hem de yönetim
hayatı için de çok önemli. Hatta
gönüllü çalışmayı da ben Robert
Kolej’de öğrendim. Amerika’ya
gittiğimde STK’larda gönüllü
çalışmaya başladım. Ben Kadın
Mühendisler Derneği’nin başkan
yardımcılığını yaparken, kardeşim
başkanıydı. Kız çocukları matematik,
fen ve mühendislik alanlarında
var olsun diye Amerikan Kongresi
ile görüştüm ve onları bu konuda
eğittim. Esasen kanun yapıcıları
eğitmek lazım. Orada büyük
çabalarla çok güzel programlar
yaptık.
Amerika “Rekabet ve inovasyonda
neredeyiz?” diye hep düşünüyordu
o yıllarda. Şimdi herkes onu
konuşuyor. Kız çocukları da
bu konularda eğitim görürse
inovasyona katkıları olur. Hatta
aynı zamanda bir Barbie bebeğine
mühendislik mesleği edindirdik.
Doktor, hemşire oyuncak bebekler
var. Bilgisayar mühendisi olan,
laptoplu, gözlüklü bir Barbie
oyuncağı yaptık. Eğitimde herkesi
eğitmeniz lazım. Bunun bir ucu
kanun yapacakları doğru eğitmek,
bir ucu da çocuklara doğru eğitimi
vermektir.
Benim için güzel bir süpriz:
Biyografim Türkiye’deki 3. sınıf hayat
bilgisi kitabında yer alıyor. Bilim
insanı olarak benim adım geçiyor.
Ve başlığa da şöyle demişler: Bir
zamanlar onlar da çocuktu. Onun
için 3. sınıflar beni hep ziyaret eder.
Onlarla hep konuşurum. Bilim
insanı nasıl olunur, bir fikrim var,
şunu keşfettim gibi o kadar güzel
duygularla geliyorlar ki... Bu konuda
örnek olup hayatlara dokunmak çok
güzel.
BÜMED’IN ÇIZGISININ ARDINDAKI AJANS:
GODE İSTANBUL
Hakan Zihnioğlu ’91
B
54
İki senedir BÜMED'e
gönüllü hizmet veren GODE
İSTANBUL’un ortaklarından
ve aynı zamanda BÜMED
Yönetim Kurulu Üyelerinden
Sayın Hülya Cesur '06 ile
reklamcılık, iletişim sektörü
ve müşterilerin yaklaşımı
hakkında bir röportaj
gerçekleştirdik. "Reklamcılığı
bir iyi niyet mesleği olarak
tanımlıyorum kendim için.
Sorumluluğunu üstlendiğimiz
markalar için her gün ‘Daha
güzel ne yapabilirim?’
diye düşünüyorum ve o
markayı geleceğe taşımanın
sağlam adımlarını atmaya
çalışıyorum," diyen Sayın
Hülya Cesur’un bizim için
verdiği yanıtlar ile sizleri baş
başa bırakıyoruz.
Aynen, diyebiliriz. Reklam verenlerin
çoğu, alışkanlık olarak, ajansını
seçerken referanslarını daha çok
önemser ve geçmişte hizmet vermiş
olduğu markaları gözden geçirir.
Elbette ajansın geçmişte yaptıkları
önemli bir göstergedir; ancak
söz konusu ihtiyaç döneminde
göstereceği performans sahip
olduğu güncel ekibin kalitesiyle ve
her bir üyesinin geçmiş deneyimiyle
doğru orantılıdır. Reklam sektöründe
üretimi yapan beyinlerdir; kaliteli
iş çıkartmak istiyorsanız, kaliteli
beyinleri istihdam etmeli ve
üretkenliği besleyen bir çalışma
ortamı yaratmalısınız. Ajansımızın
varlık sebebini doğrudan etkileyen
en önemli özvarlığımızın ekibimiz
olduğunun bilincinde olarak en
büyük yatırımlarımızı da insan
kaynaklarına yapıyoruz.
BÜMED olarak çok yakından
tanıdığımız ajansımız GODE
İSTANBUL’un reklamcılıktaki
başarısının ve özgün işlerinin
sırrı nedir?
Genel olarak iletişim
sektöründe iş değişikliğinin
çok olduğunu duymuştum,
iki yıldır bize gönüllü olarak
hizmet veriyorsunuz ve
aynı yüzleri görmeye devam
ediyoruz, bunu istikrar olarak
adlandırabilir miyiz?
Kesinlikle sahip olduğu gelenek
ve bu geleneği en iyi şekilde
uygulamaya koyan beyin gücüdür
diyebilirim. Yaklaşık beş yıl önce
ortağımla sektörümüzdeki en
yetenekli reklamcıları bir araya
getirerek kalıcı bir takım kurmak
yönünde bir karar almıştık.
İnce eleyip sık dokuyarak
oluşturduğumuz ekipte birbirinin
benzeri iki kişiyi bile bulmanız
zordur. Farklı renklerin uyum içinde
var olduğu ve herkesin birbirini
beslediği bir mozaik gibidir GODE;
işlerinin tadı bu yüzden güzel olur.
Bir ajansın en önemli özvarlığı
sahip olduğu beyinlerdir
diyebilir miyiz o halde?
Yaklaşık beş yıl önce ortağım
Kaan Uskanlı ile bir karar aldık.
Öyle bir ajansa dönüşelim ki
ne müşterilerimizden ne de
ekibimizden kimse bizden ayrılmak
istemesin, dedik. Her iki grubun
da mutluluğunu önemsediğimiz,
güvene dayalı ilişkiler inşa ettik.
Doğa Koleji ile 13 yıldır, OKI, Sofra
Grup ve Aydın Group ile altı yıldır,
Türk Hava Yolları Teknik ve Turkish
Ground Services ile dört yıldır,
Abdi İbrahim, Biota ve Philips ile
üç yıldır, Pastel ile iki yıldır devam
eden iş birliklerimizin en büyük
dayanak noktası şu: Kalıcı bir ekibe
sahip olmamız, bilgi birikiminin ve
kalitenin her yıl daha da arttığı bir
sistem kurgulamamız.
Bir de ekibe eklenenler var,
GODE büyüyor mu? Yeni takım
arkadaşlarınız arasında başka
Boğaziçililer de bulunuyor mu?
Evet, çok dikkatli bir şekilde büyüyor.
Kurulduğu günden bu yana,
GODE’nin bir parçası haline gelmiş
çekirdek ekibimizin yanı sıra her yıl
artan markalarımıza kusursuz hizmet
verebilmemiz için aramıza katılan
yeni takım arkadaşlarımız oluyor. Bu
profesyonellerin bir kısmını takip
ettiğimiz ve transfer ettiğimiz uzman
reklamcılar oluştururken, diğer
kısmını da yeni mezun ve yetenekli
kişilerden seçmeye ve sektöre
kaliteli insan kaynağı yetiştirmeye
de özen gösteriyoruz. Bu yıl aramıza
katılanlardan üçü yeni mezun
Boğaziçili. Boğaziçililerin reklam
sektörüne ve ajansımıza ilgisi her
geçen yıl biraz daha artıyor ve bu
durum bizi çok mutlu ediyor.
Pekiyi, bir ajans için ideal
büyüklük nedir?
Reklamcılık, doğası gereği, kişiye/
markaya özel yapılan bir iştir.
Fabrikasyon yapamazsınız. Bir
müşteriye yapılan işi başka müşteriye
kullanamazsınız. Dolayısıyla her
marka yakından ilgi gerektirir.
Aklınızın bir köşesinde markalarınız
her an yaşar, siz dünyaya aynı
zamanda onların gözüyle de
bakmalısınızdır. Konsantrasyon ve
ilgi gücümüz sınırlı olduğundan
zihninizde taşıyabileceğiniz marka
sayısı da sınırlıdır. Biz iki ortak olarak
yaklaşık 40 kişilik bir ekiple 30 kadar
markaya hizmet veriyoruz. Markalara
hak ettikleri ilgiyi gösterebilmek
GODE’deki Boğaziçililer
B
55
adına 50 kişinin üzerine çıkan
yapılarda daha geniş bir ortaklık
yapısının gerekliliğine inanıyoruz.
Biz de buna bağlı olarak, büyümemiz
devam ettikçe, daha önceki yıllarda
değerlendirmemeyi tercih ettiğimiz
yabancı ortaklık tekliflerine 2015
itibariyle daha sıcak bakmaya
başladık.
Ajans denildiğinde akla
yaratıcılık gelir. Yaratıcılığı
nasıl besliyorsunuz?
Biz yaratıcılığı zıtlıklarla besliyoruz.
Ajansımızda markaların ve ekip
arkadaşlarımızın yarattığı çeşitlilik
en büyük hazinemiz. Farklı
sektörlerin çözümleri birbirine
uygulandığında başarılı sonuçlar
doğurabiliyor. Tek sektöre konsantre
olmak yerine; havacılıktan eğitime,
inşaattan kozmetiğe, finanstan
tekstile birçok markaya hizmet
veriyoruz, bu durum zihinlerde
sürekli bir tazelik hali yaratıyor. Bu
taze zihinleri elbette eğitimle de
destekliyor ve müşterilerimizin iş
stratejilerine parallel olacak şekilde
yaratıcılık sınırlarımızı zorluyoruz.
İş stratejisi demişken,
reklamcılık sadece yaratıcılık
değildir, diyebilir miyiz?
Sen reklamcılığı nasıl
tanımlıyorsun?
GODE olarak çok önemsediğimiz
konulardan biri, ekibimizin satış
farkındalığı yaşayan pazarlama
donanımlı bir şekil almasıydı.
Yaratıcılık şart; ama tek başına
yeterli değil. Günümüz koşullarında
markalar var olabilmek için sadece
güçlü hikâyelere ihtiyaç duymazlar,
aynı zamanda akıllıca kurgulanmış
stratejilerle desteklenmelidirler. Biz
öncelikle çok iyi dinleyen bir ekip
olabilmeyi başardık. Müşterilerimizin
iş hedeflerini çok iyi anladıktan
sonra onlara en doğru kreatif yolları
çiziyoruz.
Bir de çok kişisel bir yaklaşım olacak
ama eklemeden edemeyeceğim:
Ben reklamcılığı bir iyi niyet mesleği
B
56
olarak tanımlıyorum kendim için.
Sorumluluğunu üstlendiğimiz
markalar için her gün “Daha güzel
ne yapabilirim?” diye düşünüyorum
ve o markayı geleceğe taşımanın
sağlam adımlarını atmaya
çalışıyorum.
Reklamcı olmak konusunda
nereden ilham aldın?
Boğaziçi’nde aldığın eğitimin
katkısı ne oldu?
Bir gün Dans Kulübü’nde festival
yapılacak dendi, ben de bir
afiş yaptım amatör bir fotoğraf
programında. “Bu iş çok zevkli!”
diye düşündüm. Sonra hayaller,
araştırmalar, planlar… Ve bir
de baktım ki gerçek olmuş.
Boğaziçi’nde, aslında hiç de farkında
olmadan, iyi bir reklamcı olabilmek
adına birçok hazırlık da yapmışım.
Öncelikle Psikoloji Bölümü’ndeki
derslerim insan doğasını, algılarını
ve ihtiyaçlarını anlamak adına
anlamlı bir içerik oluşturdu. Kişilik,
nörobilim, organizasyonel psikoloji,
istatistik ve araştırma metotları
gibi konularda sağlam bir teorik
altyapıya sahibi olmak, reklam
sektöründe paha biçilmezdi. Bir
süre deneyim kazandıktan sonra
yine Boğaziçi’nde tamamladığım
Executive MBA programı da iş
dünyası dinamiklerini anlamam
ve iyi bir genel müdür olabilmem
için gerekli donanımı sağlamış
oldu. Ama bütün bunların da
ötesinde reklamcılık mesleğimde
çok işe yarayan seçmeli derslerim
vardı: Mitoloji, Sinema, Güzel
Sanatlar, Asya Tarihi, Afrika Tarihi,
Avrupa Tarihi, Antik Metinler, Kritik
Okuma, Shakespeare Çalışmaları…
Boğaziçili’nin en büyük farkı
beraberinde getirdiği bu zengin
entelektüel donanım oluyor hiç
şüphesiz.
Neden GODE?
GODE, kapısından içeri girdiğim
ilk andan itibaren bana çok
büyük bir güven verdi. Ne küçük
diyebileceğimiz kadar küçüktü
ne de insanın içinde kaybolacağı
kadar büyük… Herkesin, her şeyin
kendi yeri ve değeri vardı. Çok eski
olmasına rağmen bir network ajansı
olmayı hep reddetmiş, fark yaratan
işler üretmişti. Şablonların dışına
çıkabileceğim, sürekli öğrenerek
kendimi büyütebileceğim, aynı
zamanda katkılarımı görebileceğim
bir yer olduğunu düşündüm.
Yaklaşık beş yıl büyük özveri
ile çalıştıktan sonra ajansın
ortağı oldum. Yetenek avcısı
Hülya Cesur, Hakan Zihnioğlu, Kaan Uskanlı
B
57
Ekibe yeni
katılan
Boğaziçililerle
diye tanımlayabileceğimiz ajans
başkanımız Kaan Uskanlı sadece
benim değil, ajanstaki herkesin
içindeki cevheri işleyebilen biri. Bana
sonuna kadar güvenen bir ortak
oldu ve büyük uyum içinde çalıştık.
Yolculuğun hiçbir noktasında
kararımdan şüphe etmedim. Şu an
kendimi ait hissettiğim ve zevkle
çalıştığım bir yer GODE.
Ne kadar güzel tarif ettin. Bu
işlerinize de yansıyordur,
başarı hikâyeleri var mıdır
GODE’nin?
Gode tam 13 yaşında. Bu 13 yıl
boyunca hep hayal ettik, yeni
fikirlerin peşinde hayata başka
pencerelerden baktık ve her gün
mesleğimize daha çok aşık olduk.
Markalarımızın marka olarak
kalması için değil, onların sıra dışı
hikâyelerle rakipleri karşısında
büyük başarılar elde etmesi için
çalıştık. Her mecrada yer almaları
için değil, hedef kitlelerinin kalbinde
hak ettikleri yeri almaları için en
doğrusunu ve en iyisini aradık.
Eğitim sektöründen, herkesin en
çok bildiği başarı hikâyelerimizden
biri, Doğa Koleji. İletişimiyle hep
çok cesur, özgün, fark yaratan,
konuşturan, sektör açan bir
marka oldu. Kendi kategorisinde
Türkiye’de açık ara lider, dünyada
ilk üçte yer alan bir eğitim kurumu.
Bizim ilk müşterimiz; GODE de,
Doğa’nın ilk reklam ajansı. İstikrarın
başarı getirdiğinin de güzel bir
hikâyesi. Logosunun tasarımından
itibaren bugün gördüğünüz son
kampanyasına kadar iletişimi GODE
tarafından kurgulanmış bir marka.
Sıfırdan bir marka inşa etmek her
ajansın sahip olduğu bir yetkinlik
değildir. Reklamcılık başarılarının
dışında stratejik başarılarından
da bahsedebiliriz. Satış ve kârlılık
farkındalığı yüksek olması sebebiyle
GODE şirket birleşmeleri öncesinde
markalarının değerini artıran
bir ajans olmuştur. Türkven’in
Doğa’yı, Daikin’in Airfel’i, Compass
Group PLC’nin Sofra Grup’u, BDR
Thermea’nın Baymak’ı satın aldığı
süreçlerde sözü edilen markalar
uzun süredir bizimle çalışmaktaydı.
Ajans müşteri ilişkisinde yeni
trendler var mıdır?
Ajans müşteri ilişkisi dediğimiz
şey oldukça dinamik bir süreçtir.
Trendler markaların ihtiyaçlarına
göre şekil alır. Benim son
dönemde gözlemlediğim;
markalar fabrikasyon iş yapılan
çok kalabalık ajanslarda yeterince
B
58
ilgi görmedikleri için insan
kaynağı eşdeğer olan, daha az
sayıda markaya sahip ama aynı
kalitede iş üretebilen, butik gibi
görebileceğimiz daha orta ölçekli
ajanslara yöneliyorlar. Bu durum
daha özgün ve ayrıştırıcı işlerin de
üretilmesine sebep oluyor. Psikoloji
teorileriyle konuşacak olursak,
konsantrasyonumuzun sınırlı bir
nicelik olduğuna dayanarak, ben de
bu yaklaşımı markalar adına doğru
buluyorum.
Türkiye şartlarında iletişim
sektörüne baktığında ne
görüyorsun?
İletişim sektörü hem kendi doğası
hem de ülke ekonomisi gereği
hep çok hareketli oldu. Aynı
zamanda büyüyen bir sektör. Yer
yer vahşi olabilen tropikal bir
orman gibi canlanır hep gözümde.
Sağda solda açmış rengârenk
kampanyalar dururken, ekonomik
krizler deprem gücüyle sallar bu
büyük kara parçasını. Bir yandan
da bu fırsatlar coğrafyasına giriş
yapan yabancılar var. Reklamcıların
sürekli öğrenen ve adapte olabilen
doğalarıyla yeni şartları ve yabancı
markaları iyi kucaklayabildiklerini
düşünüyorum. Krizlerle baş
etme reflekslerimiz de oluşmuş
durumda… Tüm iletişim kurgularını
ve yarattığımız kampanyaları farklı
ekonomik koşullara göre yeniden
dizayn edebiliyor ve güçlü bir etki
yaratabiliyoruz. Türk reklamcıların
global düzlemde de çok başarılı
olduğunu düşünüyorum. Bizim de
Philips için yaptığımız bir kampanya
en iyi örnek seçilerek globalde de
kullanıldı.
Çok da şık bir ajansınız var.
Hep merak etmişimdir, ajansın
fiziksel koşulları müşteriler
için önemli midir?
İletişimle şöyle ya da böyle bir
şekilde uğraşan insanların çoğu
oldukça açık algılara sahiptir. Bu
açık algılardan içeriği ne kadar
beslerseniz o kadar iyi. Şıklıktan
da öte kimliği olan yerlerde
daha huzurlu olurlar. Biz aslında
öncelikle ekibimizin çok rahat
çalışıp, güzel işler üretecekleri
bir mekân tasarlamaya çalıştık.
Aydınlık, yoruculuktan uzak, tüm
pencereleri bahçeye açılan, şeffaf
ve doğal bir mekân… Mobilya
seçimlerimizde de hem tasarımcı
imzalı hem de ergonomik ürünler
seçmeye özen gösterdik. Büyük
bahçemiz adeta bir açıkhava çalışma
alanı ve toplantı odası işlevi de
görüyor. Görsel şıklığın yanı sıra
yarattığı his hem GODE ekibi hem
de müşterilerimizin vazgeçemediği
bir özelliği oldu ofisin. Özellikle yaz
aylarında -lokasyonun da Levent
olması sebebiyle- işten çıkan, trafiğe
takılan, brieflerini akşamüzeri
vermek isteyen müşterilerimizin
favori buluşma noktası haline
geliyor ajans. Zaman zaman kendi
ofisinde konsantre olamadığını
söyleyen ve ajansta huzur bulan
müşterilerimizi de daha uzun saatler
misafir ediyoruz. Keyifle…
KALPLE GEÇEN BİR ÖMÜRDEN KESİTLER
Prof. Dr. Aydın Aytaç'a Saygılarımızla
Bu yazının hazırlanmasında
büyük emeği olan Sayın
Prof. Dr. Işık Aytaç’a, Efe
Demirsipahi’ye, Dr.Tijen
Alkan-Bozkaya’ya, Prof.
Dr.Tufan Paker’e, Prof. Dr.
Halil Türkoğlu’na, Dr. Atıf
Akçevin’e ve Prof. Dr. Akif
Ündar’a teşekkürlerimizi ve
saygılarımızı sunarız.
“Sonuç olarak, kalp esasen
bir kas yapısı ve bir emme basma tulumbadır. Onu yaşatan ve değerli
kılan, içindeki paylaşma arzusu, adalet
duygusu, başkalarını mutlu etme isteği,
ülkenize ve insanlarına olduğu kadar
bütün insanlığa duyulan sevgidir.”
Prof. Dr. Aydın Aytaç
B
60
Dergimizin bu sayısındaki teması
“kalp” olduğu için benim de aklıma
gelen ilk isim; ünü Türkiye sınırlarını
aşmış, dünyada ve ülkemizde kalp
cerrahisi konusunda birçok “ilk”i
gerçekleştirmiş Sayın Prof. Dr. Aydın
Aytaç olmuştu. Kendisiyle röportaj
yapmaya, duygularını paylaşmaya
kesinlikle kararlıydım.
Kendisini şahsen tanıma şansım
olmamıştı ama gazete, dergilerde
yayımlanmış o kadar çok haber
ve röportajını okumuştum ki,
tanışıyormuşuz gibi hissediyordum.
Planladığım röportaj öncesi Kalbe
Adadığım Bir Hayat-Anılarım kitabını
(Boğaziçi Üniversitesi Yayınları,
2011) bir kez daha büyük bir zevk
ve heyecanla okudum ve sanki
kendisini daha da iyi anlayabildim,
tanıyabildim. “Kalp” kelimesinin, kalp
cerrahisinin geçtiği bir dergide ya da
herhangi bir yayında Prof. Dr. Aydın
Aytaç’ın yer almaması düşünülemezdi
ve bizler için de bu röportaj zorunlu
bir sorumluluktu.
Sorularımı, paylaşmak istediğim
konulardaki notlarımı, her şeyi ama
her şeyi hazırlamıştım. Tamamen
hazırdım ve röportaj için randevu
alabilmek için kızı, Sayın Prof. Dr.
Işık Aytaç’ı aradım (Üniversitemiz,
Sosyoloji Bölümü’nde görevine
devam etmektedir).
Işık Aytaç: “Babam adına size ve tüm
dergi kadronuza teşekkür ediyorum.
Ancak babam, rahatsızlığı nedeniyle
talebinizi karşılayabilecek, sizlerle
röportaj yapabilecek durumda değil
ne yazık ki, üzgünüm,” dedi. Bu cevap
beni çok derinden yıprattı.
Çok geç kalmıştım. Şimdi ne
yapabilirim diye düşünürken,
çözüm yine Işık Hanım’ın sunduğu
alternatiflerden doğdu. “Babamın
yanında öğrencilik-asistanlık
yapmış, ilklerin gerçekleştirildiği
ameliyatlara katılmış, şimdi her
birisi kalp cerrahisi konusunda
otorite olan değerli profesörlerle ve
hastalarıyla sizleri buluşturabilirim.
Babamı ilk kez, tıbbi başarılarının
yanında, bambaşka bir
perspektiften tanıyabilme ve
tanıtabilme şansınız da olabilir,”
dedi. Haklıydı; çünkü zaten
hazırladığım, tıp ve kalp cerrahisi
konusundaki sorularımın tüm
cevaplarını Aydın Bey’in kitabında
bulabilmiştim.
Daha sonra, önümdeki sözlüğü açtım
ve “kalp” kelimesine tekrar baktım.
Birinci madde tabii ki, organın
tanımıydı. Mecazi anlamda
kullanılanlar ise: Sevgi, gönül, duygu,
his, yürek, cesaret gibi deyimlerdi.
Çok iyi anladım ki bu duyguları
hissedemeyen bir hekimin mesleğinde
başarılı olması mümkün olamazmış.
Ben satırlarımda sizlere özellikle
bunları aktarmaya çalışacağım.
Bu noktada, tıbbi konulara, kalp
cerrahisine teknik bakışı, uzmanlığı,
onun bilimsel serüvenini bütünüyle
dışta bırakmak niyetinde değilim
elbette... Gerçekleştirdiklerini
hatırlatmadan, bir sonraki paragrafı
yazabilmem de zaten mümkün
olamazdı. İşte, dergimizin tamamına
sığamayacak kadar başarılarla dolu
bir yaşam ve benim ufacık kısaltma ve
anımsatmalarım...
Aydın Aytaç, 23 Nisan 1931, İstanbul
doğumludur. 1942’de TED Ankara
Koleji’nde ilkokul öğrenimini
tamamlamış, anne ve babasının
mesleki tayinleri dolayısıyla
değişik şehirlerde eğitimine
devam etmek zorunda kaldıysa da
1948’de sınıf birincisi olarak Ankara
Atatürk Lisesi’nde lise eğitimini
tamamlamıştır.
Üniversite eğitimi için aklında ve
gönlünde sadece ve sadece tıp
olsa da, annesinin “Aydın’cığım, sen
çok yumuşak kalpli bir insansın,
hastaların hepsinin derdiyle dertlenip
üzüleceksin. Gel bu sevdadan
vazgeç, yüksek mühendis ol,” demesi
üzerine annesini kıramayıp, İstanbul
Üniversitesi’nde mühendislik
eğitimine başlamıştır. Ancak tıbba
duyduğu sevgiden hiç kopamamış
ve ilk sömestr tatilinde Ankara’ya
anne-babasının yanına gelerek
İstanbul Tıp Fakültesi’ne geçmeyi
çok arzuladığını belirtimiş. Bu
arada, annesini de kırmamak için
“Anneciğim, istediğin takdirde iyi bir
mühendis olabilirim; fakat doktor
olmama izin verirsen çok daha büyük
bir başarıya ulaşacağımdan eminim,”
diyerek onları ikna etmiş; 1955
yılında da İstanbul Üniversitesi Tıp
Fakültesi’nden mezun olmuştur.
Üniversitedeki son senesinde,
dahiliye ve kardiyoloji hocası olan Dr.
Frank bir dersine (kendisi her ders
bir vaka takdim eder ve detaylarını
anlatırmış) 11 yaşında hasta bir
kız çocuğu getirmiş, kıza teşhisi
koymuş ve kız sınıftan ayrıldıktan
sonra “Teşhisim PDA (Patent Ductus
Arteriosus). Ne yazık ki, Türkiye’de bu
ameliyat yapılamayacağı için çocuğu
tedavi etmemiz mümkün değil,”
demiş. Aydın Aytaç’ın, kalp-damar
cerrahisine karar vermesindeki en
önemli neden bu olmuştur. Çünkü
1938’de Amerika’da yapılmaya
başlanan bu basit ameliyatın, 1954’te
Türkiye’de halen yapılamıyor olması
onu derinden üzmüş, “Amerika’da
bütün kalp ameliyatlarını öğrenip
derhal ülkeme döneceğim,” diye kesin
Prof. Dr. Aydın Aytaç
kararını vermesini sağlamıştır.
ABD’de ihtisas yapabilmek için
hemen yaptığı başvurular ve
Wichita-Kansas’ta bulunan St. Francis
Hastanesi’nin kabulü ile artık Amerika
yılları başlayacaktı. Şükran Aytaç’la
henüz üç aylık evliydi. ABD’de, kalp
cerrahi ihtisası yapmadan önce
genel cerrahi ihtisası yapmak da
zorunluydu.
B
62
Aydın Aytaç, ihtisasını yapmak üzere
eşiyle birlikte çıktığı ABD yolculuğu
sırasında, annesinin gizlice defterine
yazdığı bir mektupla karşılaşır.
Mektubun tamamını Aydın Aytaç’ın
kitabında bulabilirsiniz (s.16-17).
O güzel mektuptan bir paragrafı
sizlere aktarmadan geçemeyeceğim.
“Canım Oğlum,
Senden istediğim, herkese, en
basite, en zavallıya kadar parçalanan
bir kalp, en kudretliye karşı, hakkı,
adaleti savunacak cesaret ve bütün
menfaatleri bu uğurda küçümseyecek
bir ahlaktır.” (1955)
Aydın Bey’le birlikte çalışmış kişilerle
yaptığım sohbetler sırasında, o
mektubun çerçevelenmiş halde ve
tüm çalışma hayatı boyunca hep
masasının üstünde yer aldığını ve
onu her sabah işine, ameliyatlarına
başlamadan önce bir kez daha
okuduğunu öğrendim.
Daha genel cerrahi ihtisasının
ilk yıllarındayken, hedefi kalp
ve damar cerrahisi olduğu için
bu konudaki uzmanlar; Prof. Dr.
Clarence W. Lillehei, John H. Gibbon,
Dr. John Kirklin, Dr. John Shellito
gibi Amerika'nın en büyük kalp
cerrahlarıyla çalışma şansı olmuştur.
Şüphesiz Aydın Aytaç’ın çalışkanlığı,
öğrenme merakı, kalp cerrahisine
duyduğu olağanüstü sevgi ve ilgisi
hocalarını da etkilemiş olmalı ki o
dönemde, o hastanedeki tek yabancı,
tek Türk asistan Aydın Bey olmasına
rağmen her zaman en güzel teklifler
kendisine sunulmuş.
Bir gece hocası ve aynı zamanda
Midwest Medical Research
Foundation’ın başkanlığını
sürdüren Dr. Shellito telefonla
arayarak, yeni keşfedilmiş “Suni
Akciğer-Kalp Makinesi” konusunda
tecrübe kazanmak amacıyla bir
köpek laboratuvarı kurulacağını,
kendisinin de dâhil olduğu üç
kalp cerrahı ve bir anestezistin
çalışmaya karar verdiğini, ayrıca
bütün işleri üstlenecek bir de
genel cerrahi asistanına ihtiyaçları
olduğunu kısaca anlattıktan sonra
“Kalp cerrahisiyle ilgisi en fazla
olan sensin, onun için ilk teklifi
sana yapıyorum, düşün,” demiş.
Aydın Aytaç’ın cevabı anında “Kabul
ediyorum,” olmuş. Dr. Shellito, Aydın
Bey’in biraz daha düşünebilmesi
için “Burası vakfa ait bir laboratuvar
olacak. Her Cumartesi, Pazar 07.3019.30 arası çalışacaksın ve hiç para
alamayacaksın,” diye devam etmiş.
Aydın Bey’in yine anında verdiği
cevap “Hocam bu teklifi ilk bana
yaptığınız için minnettarım ve
kararım kesindir, mutlulukla kabul
ediyorum,” olmuş ve çalışmalar,
araştırmalar, ameliyatlar başlamıştır.
Yaklaşık bir sene sonra Dr. Shellito’dan
bir telefon daha gelmiştir. “Aydın,
Amerika’nın en önemli kalp cerrahı
Dr. Dwight Harken, laboratuvarımızda
çok önemli ve başarılı ameliyatlar
yaptığımızı duymuş ve yarın öğle
saatlerinde gelip, suni akciğer-kalp
makinesi kullanılarak yapılacak bir
köpek ameliyatı izlemek istiyor. Aydın,
en büyük tecrübeye sen sahipsin,
bizler gelmeyeceğiz, bu ameliyatı sen
yapabilir misin?” diye sormuş. Cevap
elbette “Evet.“ Oradan çok mutlu bir
şekilde ayrılan Dr. Harken, o akşam
bölgenin tüm kalp cerrahlarına
vereceği konferansa başlarken
“Bugün ülkemizin bu yöresinde, çok
başarılı bir suni akciğer-kalp makinesi
kullanılarak yapılan bir köpek ameliyatı
izledim. Öncelikle, bundan duyduğum
memnuniyeti ve tebriklerimi sunmak
istiyorum,” dedikten sonra tabii ki,
26 yaşındaki, henüz kalp cerrahi
ihtisasına başlamamış Aydın Aytaç’a
tebrik ve teşekkür mektupları yağmaya
başlamıştır. İnanılması çok zor değil mi?
Yıl 1959, Aydın Aytaç genel cerrahi
son sınıfını bitirmek üzeredir ve
yine Dr. Shellito’dan gelen bir
telefon ve “çok zor(un)lu” bir teklif
daha... “Aydın, köpekler üzerindeki
ameliyatlarda çok başarılı olduk, artık
insan ameliyatlarına başlayacağız,
yarın seninle bir çocuk hastayı
görüştüreceğim ve lütfen iki gün
sonra bu ameliyatı da sen yap,” teklif
cümlesidir!
Aydın Aytaç’ı sizlere tanıtabilmek için
yaptığım tüm araştırmalar boyunca,
ilk kez rastladığım “Hayır” kelimesine
sadece bu konuda denk geldim.
Ama “Hayır,” cevabını niye verdiğini,
hocaları olan üç profesöre çok net
bir şekilde, “Ben daha genel cerrahi
ihtisasımı bile tamamlamadım. Şu
anda böyle bir kalp ameliyatı yapma
yetkim de yok, hem eğitimimi hem de
mesleğimi bırakmak zorunda kalırım,”
diyerek aktarmış olduğunu kendi
kitabındaki satırlardan biliyoruz.
Aydın Aytaç’ın, kitabını niçin Dr.
Shellito’ya ithaf ettiğini bu noktada
anladım. Çünkü Dr. Shellito bu cevabı
kesinlikle reddetmişti. “Aydın, şimdiye
kadar laboratuvarımızda kaç ameliyat
yaptık, toplam 150 küsur. Bunların en
az 100’ünü sen yaptın, geri kalanları
da üç profesör olarak bizler paylaştık.
Yani bu konuda en büyük tecrübeye
sen sahipsin. Biz üç profesör olarak
yapacağın ameliyata senin asistanın
olarak katılacağız. Başaracağından
eminiz; ama bir aksilik olursa,
tüm sorumluluğu üstlendiğimi
ve mesleğimi bırakacağıma
dair mektubu sana ve ilgili tüm
makamlara yazdım, gönderdim.
Lütfen kabul et,” demiş.
İki gün sonra, 23 Nisan 1959 sabahı,
ilk kez bir çocuk üzerinde denenecek
kalp ameliyatı başlamıştır. Bu
paragrafı Aydın Aytaç’ın kitabındaki
satırlardan aktaracağım: “Kanülasyon
safhası ve pompaya geçiş son
derece muntazam ve kolay oldu.
Nihayet, çalışan kalpte sağ atriumu
açtım. Koroner sinüsten gelen kan
aspire ediliyor, ben de karşımdaki
acayip manzaraya bakıyordum.
Donakalmıştım! Bir “sekundum ASD”
beklerken karşımda bir “septum
primum tipi defekt” vardı. Bir
“septum primum tipi defekt”le ilk
karşılaştığınızda bunun insana ne
kadar ürkütücü geldiğini bütün kalp
cerrahları bilir. Henüz 28 yaşındaydım
ve cerrah olarak ilk defa bir insan
kalbinin içini görüyordum. Neticede
ameliyat başarıyla sonuçlandı.”
Ardından Başkan Robert P. Norris,
resmi bir takdir mektubuyla,
(ABD’nin o eyaletinde ilk kez
denenen ve başarıyla neticelenmiş
ameliyat dolayısıyla) Aydın Aytaç’ı
onurlandırmıştır.
Aydın Aytaç, genel cerrahi ihtisasını
bitirmesine birkaç ay kalmışken
babasının felç geçirdiğini öğrenir ve
eğitimini bırakıp, Türkiye’ye dönmeye
karar verir. Ancak babasının yazdığı
“Varmak istediğin hedefe varmadan
dönmen, benim için bu hastalığın
yarattığı üzüntüye ilave en büyük
üzüntü olacaktır,” satırlarıyla başlayan
mektup (s. 27) sonrası eğitimine
devam etmiş ve 1959’da genel cerrahi
ihtisasını tamamlamıştır.
Sıra kalp cerrahisi ihtisasına
gelmiştir ve en çok girmek istediği
yer, sadece altı kişinin alınacağı
ancak yüzlerce başvurunun olduğu
Atlanta’daki Emory Üniversitesi’dir.
Çünkü bölüm başkanı o dönemin en
meşhur cerrahlarından Prof. Osler
Abbott’tur ve en çok kalp ameliyatı
orada gerçekleştirilmektedir. İsteği
gerçekleşir. 179 kişi başvurmuştur,
Aydın Bey dışında hepsi Amerikalıdır
ve Aydın Aytaç seçilmeyi başarır.
Kitabında Abbott’la birlikte yaptığı
ameliyatların kendisine çok büyük
tecrübe kazandırdığını aktarmıştır.
Emory’deki ihtisasının son senesini,
yine aynı üniversiteye bağlı olan
Grady Hospital’da geçirmiştir.
Üniversitenin uyguladığı bu sistemin
amacı, ihtisasını tamamlamak
üzere olanların daha çok tecrübe
kazanmalarını sağlamaktır.
Hastanenin de en büyük özelliği
bütün ameliyatların başasistan ya
da en kıdemli asistan tarafından ya
da onun denetimi altında yapılması,
hocaların gerekli olmadıkça ameliyat
yapmamaları, sadece izlemeleridir.
Aydın Aytaç, hocası Abbott’a
başasistanlık için başvuruda
bulunmak istediğini aktarır; ancak
Abbott “Başasistan olarak şimdiye
kadar Amerikan vatandaşı olmayan
birinin alınmadığını biliyorum ama
umarım bunu da başarırsın,” der.
Aytaç, o son bir yılda en az üç dört
yıllık tecrübe kazandığını, hocalarının
bile denemediği tekniklerle
gerçekleştirdiği ameliyatları kitabının
ilgili bölümünde aktarmıştır.
Aytaç’ın kalp cerrahisi ihtisası
bittiğinde Amerika’da dünyaya gelen
çocukları (Işık ve Demir) ve eşiyle
birlikte Türkiye’ye dönme zamanı
gelmiştir. Amerika’nın her yerinden,
en önemli hastanelerinden çok
cazip teklifler yağmasına rağmen,
onun tek dileği bir an önce ülkesine
dönüp orada öğrendiklerini ülkesinde
gerçekleştirmektir.
Dönüş hazırlıkları yapılırken eski
hocası Shellito arayarak bir haftalığına
Wichita’ya gelmesini rica eder. Aydın
Bey de dönmeden önce çok sevdiği
hocasını bir kez daha görebilme
mutluğu içinde Wichita’ya gider.
Dr. Shellito ise, Aytaç’ı sürpriz bir
hediye ile onurlandırmak üzere
çağırmıştır. Aydın Bey’e verilebilecek
en güzel hediyeyi seçmiş ve gerekli
makamlardan da tüm izinleri almıştır.
“Aydın, burada çok başarılı ve ilk kez
denenen ameliyatlar gerçekleştirmiş
bir cerrah olarak, bu ameliyatların
henüz hiç yapılmadığı Türkiye’ye
dönüyorsun. Bizler de orada
kullanman için sana bir suni akciğerkalp makinesi hediye etmeye karar
verdik, ülkene kadar göndermeyi
de vakıf olarak biz üstleniyoruz,”
der. Bir saniyeliğine kendinizi
Aydın Bey’in yerine koyup, neler
hissettiğini düşünür müsünüz
lütfen? Bence, hayatı boyunca aldığı
ve onu en çok mutlu eden hediye
bu olmuştur. Amerika’daki hemen
hemen tüm gazetelerde bu haber
yer almıştır. Dr. Shellito “Lütfen
mütevazı davranma ve ülkende
gerçekleştirdiğin her vakayı bana
yaz. Sen yazmasan da ben karar
verdim, iki senede bir Türkiye’ye gelip
ameliyatlarını izleyeceğim,” demiş ve
vedalaşmışlardır.
Aydın Aytaç, Ankara’ya ilk geldiği gün,
Hacettepe’nin Kurucusu ve Başkanı
İhsan Doğramacı kendisini telefonla
arayarak “Çok rica ediyorum, hiçbir
hastaneyle görüşmeden önce ilk bana
uğra,” demiştir. Bu kısmı kısaca Aydın
beyin satırlarından aktaracağım:
“İhsan Doğramacı’nın ismini
duymuştum ama kendisini şahsen
tanımıyordum. Ertesi sabah ziyaretine
giderken bir yandan da düşünmeden
edemiyordum. Ankara’dan, benim
ABD serüvenimi bu kadar detaylı
BB
63
63
B
64
takip edip, üstelik anne-babamın
ev telefonunu bulup, geldiğim ilk
günü de bildiğine göre, acaba beni
mi yoksa bana hediye edilen suni
akciğer-kalp makinesini mi istiyor,
diye düşünmüştüm. Görüşmemiz
sabah 09.00’da başladı ve akşamın
geç saatlerinde bitti. Israrla “Seni
Hacettepe’ye istiyorum, hakkındaki
tüm bilgilere sahibim, bunca şeyi hiçbir
yerde rahat uygulayamazsın, burada
sana kimse karışmayacak, tüm yetki
sende olacak,” diyordu. Teklifi çok cazipti
ama ben de aklıma takılan soruyu
sormadan karar veremiyordum. “Hocam
güzel teklifinize teşekkür ederim ancak
suni akciğer-kalp makinesini Ankara
Tıp Fakültesi’ne vermeye söz verdim,
bilginiz olsun,” dedim. “Sen nereye
gelirsen, sana hediye edilmiş makine
de oraya gelir,” deseydi teklifi kabul
etmeyecektim ama Doğramacı bir
saniye bile duraksamadan “Makineyi
hemen oraya gönder, ben çok daha
iyisini ABD’den hemen getirteceğim,”
dedi ve Ocak 1962’de Hacettepe
günlerim başladı”(s. 45-46).
Yeni makine ABD’den gelinceye kadar
(1962’nin ortası), Aydın Aytaç iki ay
içinde makinesiz beş önemli ameliyat,
sonra da kendisinin “normal” olarak
tanımladığı ameliyatları yapmıştır.
(Makine kullanılmayan ameliyatlarda
cerrahın süresi en fazla dört – dört
buçuk dakikadır. Uzarsa hasta kaybedilir.
Üstelik, atışı devam eden bir kalbin içine
girip, gerekli düzeltmeleri yapıp, iki kalp
atışı arasında bir dikiş daha atabilmek ve
dört dakikada ameliyatı tamamlamak...)
Sizce de çok “normal” değil mi?
Aynı yıl içinde 18 adet de ASD ve
Pulmoner Sentez ameliyatı yaparak
seri halindeki kalp ameliyatlarının
başlanmasını sağlamış ve tüm hastaları
da sağlıklı olarak taburcu olmuştur.
Aynı yıl, Amerika’da 1960’ta bir
defa, Avrupa’da iki defa yapılmış bir
operasyonu uygulayarak, ülkemizde
ilk kez bir hastaya kalp pili takmıştır.
Türkiye’de bir ilk olan bu kalp pili
operasyonu basının da çok ilgisini
çekmiş ve o dönemin tüm gazetelerinde
baş sayfada yayımlanmıştır.
Bu defa aktaracağım ise bir kalp
ameliyatı değil, ani verdiği bir kararla
yarattığı başka bir mucize... Aydın
Bey ameliyatları sonrası hastalarının
başında nöbet tutuyormuş. Acil servise,
evde oyun oynarken susayıp su diye
çamaşır suyu içmiş ve yemek borusu
tamamen erimiş, ölmek üzere olan 6
yaşındaki Nuriye adlı bir kız çocuğu
getirilmiş. Acil servistekiler kızın annebabasına yapılabilecek hiçbir şey yok,
üzgünüz demişler ve aile hastaneyi
terk etmiş. Acil servis ekibi Aydın
Bey’in hastanede olduğunu öğrenince,
çocuğa son bir kez daha bakması için
yardım istemişler. Aydın Bey “Çocuğu
derhal bir ameliyathaneye alın, hemen
geliyorum,” demiş. ABD’de genel cerrahi
eğitimi de aldığı için, bir anda kararını
vermiş ve kızın kalın bağırsağından
aldığı bir parçayla ona yeni bir yemek
borusu yapmış ve mucizevi şekilde
küçük kızı yaşama döndürmüş. Ailesi
kızlarını kaybettiklerini zannettikleri
için hastaneye bir daha uğramamışlar.
Küçük kız hastanenin maskotu olmuş,
Aydın Bey kendi kızının oyuncak ve
kıyafetlerini sürekli ona götürmüş ve
neticede evlat edinmeye karar vermiştir.
O sırada basında çıkan haberler sonrası
aile ortaya çıkmış ve kızlarını almıştır.
Nuriye’nin, nikah şahitliğini de tabii ki,
Aydın Bey yapmış.
Aydın Aytaç’a dair duygusal, her
insana örnek olabilecek bir anısını
daha aktarmadan geçemeyeceğim.
Aydın Aytaç’ın, kalp cerrahisi ihtisasına
başlamak üzere Emory Üniversitesi’ne
başvurduğunu önceki satırlarımda
yazmıştım. İlk etapları geçmişti ve
son aşama, efsane kalp cerrahı Prof.
Abbott’la yapacağı görüşmeydi.
Abbott önce İngilizcen çok güzel vs.
gibi kelimelerle asıl konuya girecekken,
duvarında asılı bir fotoğrafı göstermiş
ve “Bu adamı tanıyor musun?” diye
sormuş. Aytaç da “Elbette tanıyorum;
Evart Ambrose Graham,” diye yanıtlamış.
Aytaç’ın ilk cevabı, Abbott’u etkilemiştir;
çünkü tıbbi kitapların hemen hepsinde
orta adı sadece “A” ile geçmektedir.
Graham, Abbott’un da en sevdiği,
hayran olduğu bir hocasıdır ve resmi
onun için her çalışma odasında asılıdır.
Aytaç onun hocası olduğunu ve
hayranlığını o dönemde bilmemektedir.
Abbott’tan bir cümle daha gelir:
“Pnömoektomi ameliyatını yapan ilk
cerrahtır.” Aydın Bey’in verdiği cevap,
Abbott’u çok daha derinden etkilemiştir.
“Efendim, Graham 1933 yılında kanser
hastası bir çocukta Pnömoektomi
ameliyatını yapmıştır. Ama 1931
yılında, Rudolf Nissen Pnömoektomi
ameliyatını bir kız çocuğunda başarıyla
gerçekleştirmiş dünyadaki ilk kişidir,”
demiştir. Hemen yüksek sesli tonlu
bir soru daha gelmiştir: “Sen nereden
biliyorsun?” Oysa Aydın Aytaç, verdiği
ilk cevabın ardından, Abbott’un yaklaşık
100 metrekare civarında olan ve tüm
duvarları kitaplarla dolu odasının
raflarına bakmaktadır. Gelecek sert
soruyu tahmin ettiği için, defalarca
okuduğu ünlü cerrah Thorek’in üç
ciltlik kitabını bulmaya çalışmaktadır
ve görür! “Efendim, benim eğitim
aldığım İstanbul Üniversitesi Tıp
Fakültesi’nin kurucusu Dr. Nissen’dir.
Ben tıp eğitimime başladığımda kendisi
emekli olmuştu, tanışamadım ama
onun hayatını ve üniversitemiz için
yaptıklarını çok iyi biliyorum. Thorek’in
yazdıklarına inanıyorsanız size de
gösterebilirim,” demiş ve Dr. Abbott’un
“Hemen göster o zaman,” demesi
üzerine raftan kitabı almış ve ilgili
sayfayı hemen açarak Abbott’un önüne
koymuştur. “Ek olarak da Dr. Graham’ın,
Dr. Nissen’e yaptığı örnek bir davranışı
da izninizle paylaşmak istiyorum:
Prof. Dr. Tufan Paker
VKV Amerikan Hastanesi,
Kalp-Damar Cerrahisi Bölüm Başkanı
B
66
Hatırımda kalanlardan bazılarını
paylaşayım: Çok çalışkandı. Her
zaman bilimin gösterdiklerinden
yana oldu.Yeniliklerin öğrenilmesine
her zaman öncülük etti. “Ben
asistanımdan yeni bir şey
öğrenmezsem onun süresini verimli
geçirmediğini düşünürüm,” derdi.
Beni çok etkileyen bir olay: Tahminen
2008 yılında Antalya’da Ulusal Kalp ve
Damar Cerrahisi Kongresi’nde idik. Bir
toplantı arasından yeni dönmüştük.
Yerime oturdum. İlk konuşmacı
slidelarına başlamıştı ve salon
hafifçe loştu. Kenardan Aydın Bey’in
geldiğini gördüm. Birisini arar gibi
idi. Beni seçince, gelmem için işaret
etti. Kalktım, sıradan çıkarak birlikte
firmaların fuar alanına geçtik. Merak
etmiştim. Önemli bir şey olduğunu
düşündüm. Bir şey konuşmadık. Bir
iki adım sonra bir firmanın standının
önüne geldik. “Tufan bak sana ne
göstereceğim,” demeye kalmadan
bir bey neredeyse Aydın Bey’in
ayaklarına kapanırcasına Hocam
diye önünde sevgi gösterisi yaptı.
Tahminen 40-45 yaşlarında, saçları
yanlardan hafifçe kırlaşmış, saçlarının
ön tarafı dökülmüş ve hafifçe
sakalları beyazlaşmış ancak sağlıklı
görünümlü bir beydi. Aydın Bey
nezaketle beyefendiyi yerden kaldırdı
ve ona çok mutlu olduğuna dair sözler
söyledi. Bana, “Tufan bu hasta Fallot
Tetralojisi (mavi hastalık) idi, onu 40
yıl önce bebekken ameliyat etmiştim.
Sonrasında birkaç defa kontrol
muayene yapmıştım. Son 20 senedir
ilk defa burada karşılaştık,” dedi.
Gerçekten tablo çok
muhteşemdi.1960lı yıllarda bu tür
komplike bebek ameliyatlarının
başarı ile yapılabilmesi ve bu
umutsuz kabul edilen bebeklerin
hayata dönmeleri, iş ve aile sahibi
olmaları beni çok duygulandırmıştı
ve her türlü onura fazlası ile layıktı.
Amerika Tıp Kurumu, yaptığı ameliyat
dolayısıyla Dr. Graham’a bu şeref
mektubunu sunmuş olsa da, Graham
mektubu reddederek unvanın Dr.
Nissen’e verilmesinin şart olduğunu
belirtmiş ve bunu sağlamıştır. Bence
bu davranış; kalp-göğüs cerrahisi
konusunda insanlığa en büyük
başarıları hediye eden iki büyük bilim
insanının, bütün bilim insanlarına
örnek olması gereken müstesna bir
değer taşımaktadır,” demiştir. Abbott,
çok sevdiği hocası konusunda bunları
duymaktan üzüntü duymuş olsa
da “Aydın, seni kesinlikle almaya
karar verdim; ama diğer adaylarla
da görüşmeden açıklamam uygun
olmaz, sana en kısa sürede cevap
gelecektir. Ama sen buraya bize
bir şeyler öğretmek için mi ya da
bizden bir şeyler öğrenmek için mi
başvurdun,” diyerek güzel şekilde
kendisini uğurlamıştır.
İşte Sayın Aytaç’ın ilk 30 yılını kısalta
kısalta böylece tamamlayabildik.
Aydın Aytaç’ı dergimize sığdırmak
çok zor derken yanılmamışım. Tıbbi
kısımları madde madde anımsatarak
geçmeye çalışacağım. İlgi duyanlar
lütfen kitabından okusunlar.
l Ekstrakorporeal dolaşımla açık kalp
ameliyatlarına dair Türkiye’deki ilk
tebliği, Milli Türk Tüberküloz ve Toraks
Kongresi’nde sunmuştur.
l“Glenn Operasyonu” adıyla bilinen
ameliyatı başarıyla sonuçlandırması
yine Türkiye’de bir “ilk”tir.
l Türkiye’deki ilk suni akciğer-kalp
makineli ameliyatları başlatan Sayın
Aytaç’tır.
l “Fallot Tetralojisi” adıyla
bilinen teknikle bir gence hayat
kazandırmıştır. Bu da Türkiye’de bir
“ilk”tir.
l 1965’te yaklaşık 10 yaşındaki bir
erkek çocuğa yaptığı “pulmoner
arter sol atriyal bağlantı yetmezliği”
ameliyatı Türkiye’de yine bir “ilk”tir
ve aynı zamanda dünyada başarıyla
sonuçlanan üçüncü ameliyat
olmuştur.
l “Transpozisyonda Mustard”
ameliyatını da Türkiye’de ilk kez
gerçekleştirmiştir.
l 1969’da Türkiye’nin ilk ve tek
Pediatrik Kalp Cerrahisi Departmanı'nı
kurmuş ve başkanlığını yapmıştır.
l 1964 yılında Doçent, 1969’da da 38
yaşında Profesör olmuştur.
l Dünyada bir “ilk”... 1972’de Aydın
Bey’in St. Francis Hastanesi’ndeki
hocaları Türkiye’ye gelmek
istediklerini bildirirler. Bir hafta
kalacaklardır ve bir günlerini de Aydın
Bey’in yapacağı ameliyatları izlemek
üzere ayırdıklarını aktarırlar. Aydın
Bey’in hocaları önünde yaptığı birinci
ameliyat Fallot Tetralojisi ameliyatıydı
ve kısa sürede tamamlamıştı.
İkincisi için yandaki ameliyathaneye
geçerler. Hastaya kardiyologlarca
konulmuş teşhis Aorta-Pulmoner
Window’dur. Aydın Bey’in satırlarıyla
devam ediyorum: “Pulmoner arteri
açtım ancak teşhis ne yazık ki doğru
değildi. Aortayı açtım ikisi arasında
ilişki yoktu. Amerikalı hocalarım
heyecanlanarak ‘Aydın çok büyük bir
zorluk çıktı sana,’ dediler. Düşünmek
için beş dakika izin istedim, sonra
aorta dibinde küçük bir delik bularak
içine soktuğum aletin sağ kalbe
kadar uzandığını hissettim. Sonra
kalbi açarak aorta ile sağ ventrikül
arasında bir tünel buldum her
ikisindeki delikleri kapatıp ameliyatı
tamamladım.” Böylece dünyadaki
ilk Aorta Sağ Ventriküler Tünel
ameliyatı gerçekleşmiştir. Dr. Shellito
Aydın Bey’e “Dünyada daha önce
hiç yapılmamış bir ameliyatı ilk defa
yapan cerrah kolunu bile vermeye razı
olur. Bir daha hiç ameliyat yapmasa
da gerekli ismi almış olur,” diyerek ona
tebriklerini ifade etmiştir. Dünyada
bir ilk olan bu ameliyat tüm dünyada
geniş yankı doğurmuştur.
l 1974 yılı Şubat ayında ilk “koroner
by-pass” ameliyatını gerçekleştirmiştir.
Aynı yıl Siyami Ersek de İstanbul’da
bir by-pass ameliyatını başarıyla
gerçekleştirmiştir. Üniversite
arşivlerinin yetersizliği dolayısı ile
ortaya iddialar çıkmaya başladığı
noktada, Aytaç Bey mütevazılığı ile
“Bence kimin önce yaptığı hiç önemli
değil. En önemlisi iki meslektaşın
birbirinden habersiz ülkemiz insanına
sunabildiği tedavi şekli olmuştur,”
diyerek tartışmaları sonlandırmıştır.
l 1976’da bu kez ünlü Prof. Lillehei
konferans vermek için Ankara’ya
gelir. Hocası olarak, Aytaç Bey’in bir
ameliyatını izlemek istediğini söyler.
İzleyeceği bir “Tof” ameliyatıdır ve
bu ameliyatı dünyada en iyi yapan
cerrah Lillehei’dir. Aytaç da o güne
kadar en az 300 Tof ameliyatı yaptığı
için operasyon kısa sürede başarıyla
tamamlanır. Üç saat sonra, Lillehei
konferansına başlamış ve “Sizlere
yaptığım bir Tof ameliyatı ile ilgili
kısa bir film izlettirmek istiyorum,”
demiş. Ama filmi başlatmadan önce
izleyicilere dönerek “Ama ben filmde
izleyeceğiniz ameliyattan daha iyisini
bu sabah izledim,” sözleriyle Aytaç’a
iltifatta bulunmuştur.
l 1979’da, çocuklara kalp kapakçığı
takılması konusundaki araştırmasıyla
Sedat Simavi Vakfı Sağlık Bilimleri
Ödülü’nü almıştır. Türkiye’de ilk kalp
kapakçığı takma ameliyatını da Aydın
Aytaç gerçekleştirmiştir.
l 1984 yılındaki Türkiye Kardiyoloji
Derneği Kongresi’nde, 0-16 yaş
arasında, suni akciğer-kalp makinesi
kullanarak ameliyat yapılan en büyük
beş hastaneden vaka sayılarını
bildirmeleri istenir ve ilgililerce
sonuçlar tebliğ edilir. Konuşmalar
bittikten sonra Aytaç, “Sunumlarınız
çok iyiydi; fakat 0-4 yaş arasında hiç
vaka duymadım, acaba atladım mı?”
demiş ve hepsinin cevaplamasını
rica etmiş. Hepsi de sırasıyla 0-4 yaş
arasında hiç ameliyat yapmadıklarını
beyan etmişler. Bunun üzerine,
ülkemizde bu grupta ilk ameliyatları
yapmış bir cerrah sıfatıyla Aydın
Aytaç’ın da açıklamasını istemişler.
Aytaç’ın sunduğu liste şöyledir:
“0-4 yaş arasında 596 vaka, 0-2 yaş
arasında 192 vaka.”
l 1984’te artık İstanbul’dadır ve
önce İstanbul Üniversitesi Kardiyoloji
Enstitüsü Kalp Cerrahisi Bölümü’nü
kurar ve 10 yıl başkanlığını sürdürür.
O dönemde İstanbul Üniversitesi
Rektörlüğü’ne bağlı bir vakıf hastanesi
olarak hizmete giren Florance
Nightingale’de de Kalp Damar
Cerrahisi Bölümü’nü kurmuştur.
İlerleyen yıllarda da Aydın Aytaç
ameliyatlara aralıksız ve çok yoğun
bir tempoda devam etmiş, 1992’de
bir günlük bebeğin kalbini 55
dakika durdurarak, sağ ventrikül
tünel ile akciğer arasındaki iletişimi
sağlamış ve böylelikle Türkiye’deki ilk
Dr. Atıf Akçevin
İstanbul Medipol Üniversitesi, Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü Öğretim Üyesi
Türkiye'de kalp cerrahisi hele çocuk kalp cerrahisi deyince Prof. Dr. Aydın Aytaç
ismi hemen ilk hatırlanandır. Sayısız ilklere imza atmış olmanın yanı sıra önder
kişiliği bu konuya gönül vermiş ve verecek olanlara daima ışık olmuştur ve olmaya
devam edecektir. Prensiplere bağlılık, insan sevgisi, yılmadan elinden gelen her şeyi
yapmaya çalışmak ve önce saygı kavramları Prof. Dr. Aytaç'ın her zaman örnek
aldığımız temel öğretileri olarak ön plana çıkar. Saygın kişiliği, her zaman serinkanlı
yaklaşımının bizlerde yarattığı hayranlık daima itici gücümüz olmuştur. Uzun yıllar
omuz omuza çalıştığımız bu değerli bilim adamı, bir hoş sadanın ötesinde derin ve
anlamlı izler bırakmış gözüküyor.
Akif Ündar, PhD
Professor of Pediatrics, Surgery, and Bioengineering Founder & Director, Penn
State Hershey Pediatric Cardiovascular Research Center Founder & President,
International Society for Pediatric Mechanical Cardipulmonary Support
Sayın Prof. Dr. Aydın Aytaç Hocamızla, Houston’da Baylor Tıp Fakültesi, konjenital
kalp-damar cerrahisi bölümü ve Texas Çocuk Hastanesi Pediyatrik Kalp-Damar
Araştırmaları Merkezi'nin kurucu üyesi genç bir bilim insanı iken, Sevgili Kardeşim
Yrd. Doç. Dr. Tijen Alkan-Bozkaya aracılığı ile tanışma onuruna eriştim.
Sayın Aydın Aytaç Hocamızın genç bilim insanlarına verdiği değeri bizzat
yaşama onuruna sahip onlarca şanslı bilim insanından biri olarak, Amerikan
Hastanesi’ndeki ilk tanışmamızda konuştuğumuz konuları bugün de çok net
hatırlıyorum. Özellikle Houston’daki araştırma merkezimizde yaptığımız konjenital
kalp-damar cerrahisi araştırmalarının sonuçlarını dikkatlice dinleyip, sayısız
soru cevaptan sonra “Bu yaptığın projelerin Türkiye’ye nasıl uygulanacağını hiç
düşündün mü?” diye sormasını unutmam mümkün değil. Daha sonra da kendi
bilimsel hayatından örnekler ile özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde yaptığı
araştırmaları ve bunları Türkiye’ye nasıl uyguladığını anlatıp, bana yaptığı
tavsiyeler her zaman aklımda olmuştur. Birlikte çalıştığı cerrahi ekibini (Sayın Prof.
Dr. Atıf Akçevin, Prof. Dr. Halil Türkoğlu, ve Prof. Dr. Tufan Paker) tek tek tanıştırıp,
“Nasıl ortak projeler üretebiliriz?” diye yaptığı öneriler hâlâ hatırımda. Sayın
Aydın Aytaç Hocamız, ülkemizdeki araştırmacılar ile bugüne kadar yaptığımız
onlarca konjenital kalp-damar araştırmalarının başlamasının da temeli olmuştur.
Kendisinden 42 yaş küçük ve bilimsel araştırmaların henüz başında olan bir gence
“Değerli Meslektaşım” diye başladığı iletiler ile verdiği değeri unutmam mümkün
değil. Sayın Aydın Aytaç Hocamız ile tanışmaktan her zaman onur duyacağım.
“Pulmoner Atrezi” ameliyatını da
başarıyla gerçekleştirmiştir.
l 1993’te henüz İstanbul
Üniversitesi’ndeyken bir yandan
da kurmayı kabul ettiği Amerikan
Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi
Bölümü için gerekli hazırlıkları
yapmaya devam etmektedir.
l 1992’de Rahmi Koç teklifini
sunduktan sonra “Bizimle çalışmak
için şartlarınız nedir?” diye
sorduğunda, Aytaç “Bir tek şartım var.
Ameliyat ettiğim hasta bu hastanenin
kapısından çıkarken, Amerika’nın en
mükemmel yerine gitseydim ancak
bu kadar mutlu çıkabilirdim diyecekse
gelirim,” olmuştur. Rahmi Koç da
verdiği talimatla, Aydın Bey’in istediği
tüm teknolojik yapının kurulmasını
sağlamıştır.
l Dünyada bir ilk daha: 1995’te sağ
pulmoner arteri olmayan hastaya
yaptığı ve başarıyla sonuçlanmış
ameliyat da dünyada bir ilktir.
l Aydın Aytaç’ın meslek
hayatı boyunca aldığı ödülleri,
“Onursal Başkanlık”ları burada
sıralayamayacağız. Ancak, Avrupa
B
67
Dr. Tijen Alkan-Bozkaya
İstanbul Medipol Üniversitesi, Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü Öğretim Üyesi
B
68
Sayın Hocamız, çocuk kalp cerrahisinde, gerek ülkemizde, gerekse dünyada duayen
bilim insanlarındandır. Kendisi, Minnesota eyaletinde, St Francis Hospital’de 1959
yılında ilk kez kalp içi bir defekt olan “atriyal septal defekt”li hastayı opere eden
kişidir aynı zamanda. Bu operasyonu, tarihin güzel bir denk düşümüyle bir 23
Nisan sabahı yani doğum gününde gerçekleştirmiştir. Bu gurur verici olay ve yıllar
sonra bir konferans nedeniyle aynı eyalete ziyareti sırasında kendisinin büyük
tören ve tezahüratla karşılanması Hocamızın, her zaman çok gururla anlattığı
ve bizim de aynı gururu paylaştığımız güzel ve çok özel bir anıdır. Kalp cerrahisi
asistanlığına başladığım yıl, Hocamın ekibinde olmak biz genç cerrahlar için bir
ayrıcalıktı. Her “visit”, her ameliyat bizim için çok kıymetli birçok bilginin en değerli
Hoca tarafından bize aktarılması sayesinde çok önemli anılara eşlik etmekteydi.
İlk dikkatimi çeken bu kadar büyük, bu kadar üst düzey bir Hoca tarafından bize
iletilen ilk şeyin “Benim için en kıymetliniz, bana her gün “visit”te ya da ameliyatta
yeni bir bilgi aktaran asistandır,” deyişi olmuştur. Bu kadar komplekssiz, yenilikçi
ve tam bir bilim insanı olan kıymetli Hocamızın bize öğrettiği en önemli “hayat
mottosuydu” bu, “daima yeni bir şeyler öğren ve öğret, yeni bilgiye açık ol.” Daima
kendini yenile, bilgiyi ara, bul ve paylaş! Hep daha iyi, en iyi olmak için kovala
bilgiyi. Hocam’la ihtisasım bittiğinde V.K.V. Amerikan Hastanesi’nde 2000-2008
yılları arasında, tekrar birlikte çalışmak şerefine eriştik ihtisas arkadaşım Dr. Ahmet
Şaşmazel ile birlikte. Bize hep ”Daima bilgilerinizi taze tutun, artırın, multidisipliner
toplantıları kaçırmayın, değişik disiplinlerin size katacağı pek çok değişik bakış açısı
ve katkı olacaktır, sizin gözünüzden farklı bir görüş açısını size katar bu toplantılar,”
derdi Hocamız. Bilimsel toplantılara mutlaka katılımımızı ister, bizi teşvik eder,
sunumlarımızı takip eder ve her konuda destek verirdi kendisi. Bizler kendisini sanki
Mustafa Kemal Atatürk’ün son dönemine erişmiş, onunla konuşup tecrübelerinden
yararlanma şansına erişmiş şanslı azınlık gibi hissederdik. Hocamızın en belirgin
özelliği, tam bir İstanbul Beyefendisi olup her hareketinde bu zarifliği hayatına
katmış, güler yüzlü, esprili, güzel anekdotlarını bizimle paylaşan, çok zeki,
hiçbir hastasını unutmayan, hep yazan, kaydeden, hayatına, meslek yaşamına,
meslektaşlarına, öğrencilerine, arkadaşlarına ve özellikle de sevgili ailesine büyük
ve derin sevgiyle bağlı olmasıdır.
Aydın Hocamıza sağlıklı yıllar diliyor, kendisine, eşine ve tüm ailesine sevgi ve
saygılarımı sunuyorum. Çok teşekkürler Hocam bizlere, kalp cerrahisine ve ülkemize
kattıklarınız için!
Prof. Dr. Halil Türkoğlu
İstanbul Medipol Üniversitesi, Kalp ve Damar Cerrahisi Bölüm Başkanı
Sayın Aytaç, benim Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde hem öğrenciliğimde
hem de Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi ihtisasım sırasında hocam oldu. Kendisi,
öğrenciliğimde beni en çok etkileyen insandı. Hocam, bilimsel kişiliği, genç yaşta
Türkiye’de Çocuk Kalp Cerrahisi’nin öncüsü olması, saygın kişiliği nedeniyle benim
gibi genç cerrah arkadaşların bu dala gönül vermesine neden olmuştur. Pediyatrik
kalp cerrahisinin ülkemizde bugünkü seviyeye gelmesinde kendisinin yetiştirdiği
bilim adamlarının ülkemizin değişik noktalarında merkezler kurarak yeni bilim
adamları yetiştirmesi, bizleri sürekli bilimsel gelişmeye teşvik etmesi sayesindedir.
Kendisi gerek ulusal gerekse uluslararası pek çok bilimsel dergi ve derneğin kurucu
üyelerindendir. Hocamızla ihtisasım bittikten sonra, önce 1985-93 yılları arasında
İstanbul Üniversitesi, Kardiyoloji Enstitüsü’nde ve daha sonra V.K.V.Amerikan
Hastanesi’nde 1993-2008 yılları arasında birlikte çalışmak onuruna da nail oldum.
Kendisi her zaman dürüst, iyi bir doktor, iyi bir hoca, iyi bir aile babası olarak
hepimize örnek teşkil etmiştir. Hocamla ameliyatlara girmeye başladığım ihtisas
yıllarımda ben de kendi düşüncelerimi rahatça ifade eder ve düşündüğüm yeni
modifikasyonları kendisine aktardığımda bunu dikkatle dinler ve uygulatırdı. Biz
genç cerrahlara verdiği, hâlâ hatırladığım ve kendi öğrencilerime tavsiye ettiğim en
güzel öğüt “ Yarın yapacağınız ameliyata iyi hazırlanın, çok okuyun ve kafanızda
ameliyatı gerçekleştirecek şekilde oluşturun ve rüyanızda ameliyatı yaparak sabah
gelin,” idi. Hocama saygılarımı iletir, sağlıklı bir ömür dilerim.
Kalp Damar Cerrahisi Derneği’nin
(ESCVS), 2004 yılı Haziran ayında
Slovenya’nın başkenti Lübyana’da
düzenlenen 53. Kongresi’nde Aydın
Aytaç’a verilmiş olan “Şeref Üyeliği” çok
önemlidir. Aydın Bey’in satırlarından
aktaracağım: “Bu toplantıdan iki ay önce
bana 54 yıl içinde seçilmiş olan 10 şeref
üyesine ilaveten 11. şeref üyesi olarak
seçildiğimi bildirmişlerdi. İki ay sonraki
ödül töreninde takdim edilen belgeyi
aldıktan sonra, o yıl yeni başkan olarak
seçilmiş Fransız cerrah Edouard Kieffer’i
tebrik etmek için elimi uzatırken o
birdenbire gülerek ‘Asıl benim sizi tebrik
etmem lazım. Bizim başkanlıklarımız bir
yıl sürer ama size verilen ödül ömrünüzün
sonuna kadar ve sonra da devam eder,’
diyerek beni kutlamıştır.” Bu ödülü
aktarmak istememin sebebi, Aydın
Aytaç’ın bu ödülü almış ilk Türk olmasıdır.
Neticede Aydın Aytaç meslek
hayatı boyunca 12,000’in üzerinde
ameliyat yapmıştır. Ancak onu en çok
mutlu eden ameliyatlar bir günlük
bebeklerde başlattığı ve devam ettirdiği
ameliyatlar olmuştur. Kitabında bu
duygusunu “Çocuklarda, bebeklerde
ve özellikle bir günlük bebeklerde
yaptığım ameliyatların başarılı şekilde
sonuçlanmasının benim için çok ama
çok önemli yeri olmuştur. Erişkinlere
yaptığınız bir ameliyatla onlara 10-15
yıl kazandırabilirsiniz. Ama daha birinci
gününü doldurmamış, henüz üç - beş
kiloluk bir bebeğin, küçücük ceviz
büyüklüğündeki kalbini açıp, o incecik
narin damarlarına attığınız, yarım milim
bile hata affetmeyecek ve sadece en
yakınınızdaki başasistanın görebileceği
dikişlerden sonra tamamlanan
ameliyatlar ile onların yaşamına
ekleyebileceğiniz 70-80 yılın verdiği
mutluluğu düşünebiliyor musunuz?
Kalpleri hep kalbimde yaşıyor,” satırlarıyla
aktarmıştır.
Ülkemiz ve dergimiz adına kendisine en
güzel duygularımızla teşekkür ederiz.
Doç. Dr. Zeynep Sabuncu
TASAVVUF VE AŞK
Emine Çavak
Filmlerden tiyatro oyunlarına,
müzikten romanlara pek çok
alanda sıkça karşılaştığımız
tasavvuf ve aşk kavramları
hakkındaki sorularımızı,
üniversitemizin Türk Dili ve
Edebiyatı Bölümü Öğretim
Üyesi Sayın Doç. Dr. Zeynep
Sabuncu yanıtladı.
"Tasavvuf"u nasıl
tanımlamalıyız?
Bu soruya cevap verebilmek için
öncelikle tasavvuf teriminin insana
ait birçok alanda kullanıldığını
vurgulamak gerekir. “Tasavvuf”
terim olarak bir düşüncenin olduğu
gibi tüm bir inanç sisteminin, bir
yaşam biçiminin de adıdır. Tasavvuf
teriminin bu alanlara ait tanımları
birbiriyle etkileşim halindedir.
Dolayısıyla, tasavvuftan bir “fikir”
olarak söz ederken, bu fikrin
beslendiği dinleri, inanç sistemlerini,
yaşam deneyimlerini de dikkate
almak gerektiğini düşünüyorum.
Tasavvufun, İslamiyet’in bünyesinde
oldukça erken bir dönemde zaman
içinde farklılaşan ve ayrışan bir
inanış ve yaşam biçimi olarak ortaya
çıktığı ve sonraları aynı zamanda
başlı başına bir düşünce sistemi
haline geldiği biliniyor. Tabii bu
farklılaşma ve ayrışma tasavvuf
teriminin her alana ortak bir
tanımını yapmayı da güçleştiriyor.
Yine de ilk dönemlerdeki tasavvufi
inanış ve yaşama biçiminin bu
terimi açıklamada belirleyici bir rolü
olduğunu söyleyebiliriz. Buna göre
tasavvufu, İslami inanç çerçevesi
içinde gizemci unsurlar içeren,
yaratan ve yaratılan arasındaki
manevi bağı odak noktası alan bir
deneyim ve varoluşsal bir öğreti
olarak tanımlayabiliriz.
Tasavvufun düşünsel cephesinin,12.
yüzyılın mutasavvıfı ve düşünürü
İbn-i Arabi’nin varlık görüşünde
son biçimini bulduğu kabul edilir.
Bu görüş, tasavvufun biraz önce
söylediğim tanımını bir metafizik,
bir yaratan bilgisi (ilm-i ilahi) haline
dönüştürmüştür diyebiliriz.
İlahi aşk, sevgi ve sevgili
kavramlarını nasıl
okumalıyız? Birincil
anlamlarının ötesinde
tasavvuf anlatısında ifade
ettikleri nelerdir?
Bu soruyu da yukarıdaki tanımı
temel alarak cevaplandırmaya
çalışayım. Bu tanımda yaratan ve
yaratılan arasındaki bağdan söz
ettim. Bu bağ, tasavvufun temelini
oluşturan varlık birliği (vahdet-i
vücud) öğretisinde ifadesini bulur.
Tasavvuf, tevhid (Allah’ın birliği),
nübüvvet (peygamberlik) gibi
İslam inanışının temel dogmalarını,
yaratan (mutlak varlık) - yaratılan
ilişkisini açıklamakta kullanır. Bazı
ayet ve hadisleri bu bağlamda
yorumlayarak yaratma sürecini, bir
sevgi ve aşk ilişkisi çerçevesinde
açıklar. Yaratılmış olanın yaratanın
bir parçası, yansıma biçimi olduğu
ön kabulünden hareket ederek,
yaratanın özelliklerinin (sıfatlarının)
bütün yaratılmışlarda çeşitli
şekillerde var olduğu görüşüne
varılır. Tanrı’nın yarattıklarında var
olmasını, onlara duyduğu sevgiyle
açıklar mutasavvıflar.
Varlığın nedeni aşktır. İlahi sıfatların
en çok göründüğü yaratılmışın
insan olduğu inancı da, bu ilahi
özellikleri taşıyan insan (insan-ı
kâmil) ile yaratan arasında özel bir
ilişkinin olduğu düşüncesini getirir.
Bu ilişkinin adı da aşktır. Dolayısıyla,
tasavvuf dünyevi yaşamda insanın,
yaratılışın nedeni olan aşk yoluyla
ilahi gerçeğe ulaşabileceğini kabul
eder. Bu gerçeği arama sürecinde
geçirdiği değişimler sonucu bir
“âşık” a dönüşen insan, son noktada
“maşuk”la (aşık olunan, sevgili)
yani yaratanla birleşir (vahdet) ve
kendisini onda yeniden var eder.
Tasavvuf unsurlarının popüler
kültürde kullanımı hakkındaki
düşüncelerinizi öğrenebilir
miyiz? Edebiyattan müziğe,
danstan tiyatroya pek çok
farklı sanat dalında tasavvuf
öğelerini görüyoruz. Bu ifade
biçimlerini değerlendirir
misiniz?
Başta edebiyat olmak üzere çeşitli
sanat dallarında tasavvuf öğelerine
rastlanması veya ana tema olarak
işlenmesi sanırım ilk soruya verdiğim
cevapta da vurgulamaya çalıştığım
üzere, tasavvufun aynı zamanda
bir yaşam biçimi olmasından ileri
geliyor.
Eski kültürde toplumu şekillendiren
moral değerlerin tasavvuftan
beslendiği görülür. Dünyanın
ve dünyevi olan her şeyin geçici
olduğu, maddi olana duyulan
isteklerin kişiyi gerçeğe ulaşmaktan
alıkoyacağı, azla yetinmenin hissi ve
zihinsel olgunlaşmayı sağlayacağı,
sabır ve tevekkül gibi tasavvufi
yaşamı biçimlendiren inanış ve
kavramların insanın yaşam sürecinde
karşılaştığı zorluklara çözüm olarak
sunulduğu malumdur. Dolayısıyla
asırlar boyunca toplumsal ve siyasal
yaşamı da etkilemiş bir inanç
sisteminin, bu yaşam alanlarının
ifade biçimi olan sanat dallarında
da varlığını sürdürmesi doğal bir
olgudur.
Gündelik dile “çile çekmek” , “elini
eteğini çekmek” gibi tasavvuf
deyimlerinin yerleşmiş olması bu
B
71
B
72
kültürel etkinin göstergelerinden
biridir. Diğer sanat dallarında
tasavvufi unsur ve temaların
varlığıyla ilgili bir inceleme
yapmadım ama edebiyatla ilgili
şunu söyleyebilirim: Osmanlı
Dönemi edebiyatı temel tasavvuf
bilgisi olmadan anlaşılamayacak
kadar bu sistemle iç içe geçmiştir.
Tasavvufi anlayışı ve kavramları konu
edinmiş çok sayıdaki metni bir tarafa
koyuyorum; bu tarihi döneme ait,
ister düzyazı ister manzum olsun
değişik konularda yazılmış hemen
her metinde tasavvuf terimlerinin,
kavramlarının kullanıldığını veya
bunlara gönderme yapıldığını
görebiliriz. Çağdaş edebi metinlerde
de özellikle postmodern edebiyatta,
tasavvufi edebiyattaki anlamın
tekrar tekrar üretilebilme özelliğini
gözlemleriz.
Şeb-i Arus'u yakın geçmişte
bıraktığımız günlerde
siyasi makamların sık
sık tasavvuf fikirlerine
referans vermelerine tanık
olduk/oluyoruz. Tasavvuf
literatürüne ülkemizdeki
siyasi faaliyetler içerisinde
yer verilmesi hakkındaki
düşüncelerinizi öğrenebilir
miyiz?
Sanat eserlerinde tasavvufi
unsurların görülmesi konusunda
söz ettiğim hemen tüm olguların
tasavvufun siyasi alanda kullanılması
konusunda da geçerli olduğunu
söyleyebilirim. Tasavvuf alanındaki
inanış biçimlerinin günümüzde
de kitleler ve toplumsal düzen
üzerindeki etki ve gücünün
farkında olan değişik ideolojik ve
siyasi yapıların, toplulukları hedef
alan propagandalarını tasavvufi
kavramlar ve inançlar üzerinden
temellendirmeye çalışmaları,
bireysel bir arayış süreci olan, ruhsal
olgunlaşmayı hedefleyen, böylelikle
ümmet içinde bireyi öne alan
tasavvuf anlayış ve dünya görüşüyle
çelişen bir olgudur. Tasavvufta varış
yöntemleri farklı fakat varılmak
istenen hedef ortaktır. Aslen içsel
bir arayışa ve bireyin deneyimine
dayanan, bu yönüyle de siyasetten
çok farklı bir noktada duran tasavvuf
anlayışının bu farka rağmen, altı
yüz yıllık Osmanlı İmparatorluğu
tarihinde bünyesindeki, merkezi
iktidara, resmi ideolojiye karşı
duran veya onun yanında yer alan
yapılanmalar yani tarikatler yoluyla
siyasi alana da girdiği bir gerçektir.
Bugün siyasi kişi ve yapıların dini,
tasavvufi kavram ve unsurları
kendi görüşleri doğrultusunda
kullanmalarını veya yeniden
yorumlamalarını bu tarihsel olgunun
bir devamı veya bu olguyu doğuran
koşulları ihya etme çabaları olarak
görmek yanlış olmaz sanıyorum.
Osmanlı sonrası dünyada ve ülkede
meydana gelen siyasi, toplumsal,
bilimsel değişimler ışığında
günümüzde siyasi olanın, inanç veya
bireylerin özelinde kalması gereken
herhangi bir başka alana girmesinin
ve bu alanları kendi çıkarları
doğrultusunda kullanmasının her
anlamda olumsuzluklar doğuracağı
açıktır.
"BİRBİRİNİZE KALBİNİZİ VERİN AMA KARŞILIKLI
KİLİTLEYİP SAKLAMAK İÇİN DEĞİL!"
Yasemin Dut ’10
Psikolog Leyla Navaro
’79 kalbe yüklediğimiz
anlamları, kalp-beyin
ilişkisini, duyguların
cinsiyete göre ayrımını ve
bağımlılık-bağlılık-aşksevgi kavramlarını psikoloji
perspektifinden bize anlattı.
B
74
"Kalp" fiziksel olarak kan
pompalayan bir organ olarak
tanımlanıyor. Ancak biz kalbi
hislerimizin merkezi olarak
görüp, ona birçok anlam
yüklüyoruz. Bu konudaki
görüşlerinizi paylaşır mısınız?
Heyecanlandığımız,
korktuğumuz zamanlar
“kalbimiz küt küt atar”,
strese girdiğimizde “kalbimiz
sıkışır”, güzel bir müzik
veya film izlediğimizde
“kalbimiz ferahlar...” Bu gibi
halk diline geçmiş terimler,
aslında hissettiklerimizin ne
kadar kalbimizin işleyişini
ve kalp atışlarını kontrol
ettiğini belirliyor. Duygular
kan dolaşımını hızlandırır,
yavaşlatır veya dengeler,
böylelikle kalbin daha hızlı,
daha yavaş veya dengeli
çalışmasını doğrudan etkiler.
Özellikle kalp rahatsızlığı olan
kimseleri şiddetli duygulardan
korumak halk arasında bilinen
bir gerçektir. Dolayısıyla
hislerle kalp arasında
doğrudan bir ilişkiden söz
ediyoruz.
Psikoloji perspektifinden
beyin-kalp ilişkisini nasıl
yorumluyorsunuz?
Beynin algıları doğrudan
kan dolaşımını ve kalbi
etkiliyor. Ancak her insanın
psikolojisi doğmuş olduğu
aile, kültür ve çevresiyle
yapılandığından, kimimize
zorlayıcı olan duygular,
kimimize basit gelebilir.
Herkes aynı durumdan aynı
şekilde etkilenmez. En basit
örneğiyle, köpekten korkmayı
öğrenmiş bir insanın beyni
bir köpek gördüğünde anında
korku alarmı sinyali gönderir,
korku duygusu kan dolaşımını
hızla artırır, kişinin kalbi
çarpmaya, terlemeye başlar.
Oysaki köpekten korkmamayı
öğrenmiş, köpeğe alışkın bir
insan bir köpek gördüğünde bu
gibi tepkileri göstermediği gibi,
eğer ciddi bir köpek severse,
köpeği okşamaktan, onunla
oynamaktan keyif alır, kalbi
ferahlar. Bu durumlar, insanın
psikolojisi ve beyin algılarıyla
doğrudan bağlantılıdır.
Duyguların kadınlarda ve
erkeklerde deneyimlenme
farkı ile ilgili neler söylemek
istersiniz?
Duygular toplumsal cinsiyet
rolleri çerçevesinde öğrenilir.
Erkeklerin sert addedilen
duygulara (korku, endişe,
saldırganlık, öfke, vb.)
dayanıklı olması, “yumuşak”
yani “kadınsı” addedilenleri
(şefkat, sevgi, üzüntü,
vb.) hissetmemesi veya
göstermemesi istenir. Tam tersi
de kadınlar için geçerlidir.
Dolayısıyla duygular
erkekler ve kadınlar arasında
paylaştırılmıştır. En basitiyle,
kadınlar ağlar, erkekler
ağlamaz; ama erkekler
üzüntüsünü psikosomatik
diye adlandırdığımız bedensel
arızalara dönüştürür;
migren, ülser, gastrit, kalp
rahatsızlıkları gibi...Veya dışa
vurum yapmaya yeltenerek
içki içmeye, hızlı araba
kullanmaya, seks bağımlılığına
dönüştürebilir. Bunun gibi
kızgınlık ve öfke de erkeklerde
kışkırtılmış, kadınlarda
yasaklanmış duygulardır. Bu
nedenle öfke ve saldırganlığın
dışa vurumu erkeklerde
mazur görülürken, kadınlarda
yasaklanmıştır. Öfkesini
dile getiremeyen kadınlar
bu duygularını içe vurum
yapar, kendine zarar veren
davranışlara ve depresyona
dönüştürür. Aslında kadın
veya erkek, her birimiz tüm
duyguları hisseder; ancak
bunları farklı şekillerde ve
cinsiyetimize göre belirtir ya
da belirtmeyiz.
Aşk, sevgi, bağlılık, bağımlılık
kavramlarını ve aralarındaki
ilişkiyi nasıl tanımlıyorsunuz?
Toplumumuzda bağlılık
ve bağımlılık ne yazık ki
çok karıştırılıyor. Bağlılık
adına bağımlılıklar
kuruluyor ve buna sevgi ya
da aşk denebiliyor. Oysaki
bağlılık=bağımlılık değildir.
Bağımlılık ilişkiyi boğar,
içindekileri geliştirmez,
büyütmez. En basitinden anne/
B
75
Leyla Navaro
çocuk ilişkisinde bile, sevgi
adına kurulan bağımlılıklar
gerek anneyi, gerekse çocuğu
tutsak hale dönüştürür, her iki
tarafın da sağlıklı gelişmesini
durdurur. İlişkilerde
bağımlılık kaçınılmaz olarak
çatışmalara gebedir. Yakın
ilişkide olduğumuz kişiyle
sürekli aynı şeyleri yapıp,
aynı yerlere gitmek, Siyamlı
ikizler gibi hiç ayrılmamak
sevgi değil, bağlılık da değil,
bağımlılıktır. Şair Khalil
Cibran'ın dile getirdiği gibi:
"Birbirinize kalbinizi verin
ama karşılıklı kilitleyip
saklamak için değil!
Sadece hayatın eli o kalbi
saklar! Birlikte durun, ama
yapışmayın, tapınakların
sütunları da bitişik değildir!
Ve unutmayın; meşe ile çınar
birbirlerinin gölgesinde
büyümezler..."
En çok hangi konularda size
danışılıyor?
Şu sıralarda en çok danışılan
konular şunlar: İlişki
çatışmaları, iş veya ilişki
depresyonu, yalnızlıkla baş
etmek, yaşam dönemlerindeki
kaygılar, boşanma, ayrılık,
tükenmişlik, geleceğini
planlama, öfke ve çatışmalarla
başetme, kıskançlık, haset ve
rekabetle baş etme.
BÜMED BUSINESS ANGELS (BUBA)
ENTREPRENEURSHIP 2.0
Cem Ener '13
Dergimizin her sayısında bundan
böyle BÜMED Business Angels
kapsamında, bir girişimci grup ile
gerçekleşecek röportajları sizlerle
paylaşıyor olacağız. Dosyamızın
ilk röportajında "Segmentify" ismi
ile girişimlerini adlandıran Murat
Soysal ve Barış Yurduseven'e ('07)
sorularımızı yönlendirdik.
Başarılı mezunlar olarak,
profesyonel kariyer yerine
girişimciliği tercih etmeniz çok
heyecan verici. Pekiyi, girişimci
olmayı neden tercih ettiniz?
B
76
Ekip olarak girişimciliğe adım
atmadan önce, Moskova’da satış ve
kanal yönetimi üzerine çalıştık, ayrıca
TÜBİTAK‘ta Avrupa Birliği projeleri
yaptık. Değişik tecrübeler edinmiş
olmak bizi epeyce cesaretlendirdi.
Murat Soysal, Barış Yurduseven
Yenilikçi teknoloji anlayışımızı ticari
bir başarıya dönüştürmek, bu yolda
ilerlerken güçlü bir ekip yaratarak
beyin göçünü tersine çevirmek ve
bilgi ihraç eder hale gelmek bizim
temel motivasyon kaynağımızdı.
Infoowl, start-up dünyasında
yeni bir girişim. Sizden
şirketiniz hakkında bilgi alabilir
miyiz? Infoowl’u Mart 2014'te kurduk. “Big
Data” ve “Gerçek-zamanlı Operasyonel
Zekâ” ekseninde dünya kalitesinde
yazılım ve teknoloji çözümleri
üretmek amacıyla şirketimizi kurduk.
Aslında bir Software House olarak
konumlandırdığımız Infoowl’da
bugün alanında uzman analistlerden,
yazılımcılardan ve danışmanlardan
oluşan 15 kişilik bir ekip çalışıyor.
Infoowl’un sunduğu “Segmentify”
çözümünü ayrı bir girişim haline
getirdiniz. Bize Segmentify hakkında
detaylı bilgi verebilir misiniz?
Davranış temelli segmentasyon,
yüz yüze tanışma ve satış yapma
imkânınız olmayan müşterilerinizi
internet ortamında tanıyabilmenizin
bir yolu olarak karşımıza çıkıyor.
Segmentasyonunuzu ne kadar
iyi yapabilirseniz müşterilerinizi o
kadar iyi tanıyabilir ve sonrasında
yapacağınız kişiselleştirilmiş önerilerle
gelirinizi artırabilirsiniz.
Segmentify, cloud üzerinden servis
olarak sunulan ve temel olarak web
sayfası ziyaretçilerinin tıklamalarını
analiz etmenizi sağlayan (Click Stream
Analysis) bir ürün. Segmentify ile,
müşterilerinizin/ziyaretçilerinizin
geçmiş davranışlarından yola çıkarak
ayrıntılı analizler yapmanızı, ve
davranışını anlayabildiğiniz yani
artık "tanıdığınız" müşterilerinize
ise kişiselleştirilmiş içerikler veya
ürünler önererek gelirinizi artırmanızı
sağlıyoruz.
Günümüzde web sitelerindeki
anonymous (kimliği bilinmeyen/
isimsiz) kullanıcı çok fazla ve
conversion rate’ler (KPI dönüşüm
oranları) çok az. Genel yaklaşım
reklam verip yaratılan trafiğin
ciroya dönüştürülmesi. Bizim
sağlamaya çalıştığımız katma değer
ise, ürünün yetkinliği ve sahip
olduğumuz uzmanlık dâhilinde
upsell ve cross-sell gibi yetkinlikleri
kullanıp müşterilerimize net faydalar
sağlamak.
Bu alanda benzer ürünler olduğunu
biliyoruz. Segmentify'ı rakiplerinden
ayıran en temel özellik nedir?
Segmentify’in en temel farkı
kolay uygulanabilir ve herkesin
anlayabileceği ortak bir dile sahip
olması diyebiliriz. Biz bu ürünü
kurgularken sadece yazılımcıların
anlayıp kullanabileceği bir teknoloji
ürünü geliştirmek istemedik. Müşteri
davranışlarını anlamak için bilimsel
bir yaklaşımdan ötesine ihtiyaç
olduğuna inanıyoruz.
Segmentify aracılığıyla topladığımız
veriler ile milyonlarca kişiselleştirilmiş
senaryo oluşturmak mümkün.
Ancak, tam da bu noktada nicelik
ve nitelik arasında bir seçim
yapmamız gerektiğini düşündük;
çünkü milyonlarca senaryo
opsiyonu ile müşterilerimizi baş
başa bırakmak uygulanabilir bir
strateji olmayacaktı. Bu amaçla,
ekibimize sektörel deneyimi olan,
verileri yorumlayıp uygulanabilirliğini
değerlendirebilecek ve sunacağımız
çözümleri derinleştirmemize yardımcı
olacak danışmanlar kattık. Bu bakış
açısı sayesinde Segmentify’ın ve
ürettiği senaryoların rakiplerinden
oldukça farklılaştığını söyleyebiliriz.
Segmentify girişimini büyütmek için
BÜMED Business Angels ile işbirliği
yapıyorsunuz. Bu işbirliği hakkında
neler söylemek istersiniz?
Segmentify, Türkiye pazarında çok
güçlü bir konumda. Biz bu başarıyı
yurtdışı pazarlara da taşımak istiyoruz.
Bu sebeple, yurtdışı pazarlara açılmak
ve buralarda büyümek için finansal
gücümüzü BUBA’nın destekleriyle
artırmayı hedefliyoruz. Aynı zamanda,
BUBA ile yapmış olduğumuz stratejik
iş ortaklığı çerçevesinde, satış ve
pazarlama konularında BUBA’nın ve
BÜMED’in geniş ağından da destek
alıyor olmaktan büyük mutluluk
duyuyoruz. Buradan müjdeyi verelim,
Segmentify’ın globalleşmesi için ilk
adım olarak İngiltere temsilciliğimizi
açtık.
Türkiye’de yazılım sektörünün
gidişatını nasıl buluyorsunuz?
Türkiye’de yazılım sektörü halen
gelişen bir sektör. 2013 yılında
6,8 milyar dolar ticaret hacmine
ulaşmış olması sektörün ve ülkenin
geleceği açısından çok büyük bir
önem arz etmektedir. Bunun yanı sıra
girişimcilik ekosistemi de Türkiye’de
büyümekte olan bir ekosistem. Melek
yatırımcılar, yerli ve yabancı girişim
sermayesi fonları ve devlet teşvikleri
ile de bu büyüme önümüzdeki
yıllarda da devam edecek. Bizim
açımızdan tüm bu gelişmeler çok
olumlu ve umut verici.
BUBA'DAN HABERLER
BUBA, 12-13 Aralık tarihlerinde,
Boğaziçi Üniversitesi Albert Long
Hall’da gerçekleşen Junior World
Entrepreneurship Forum’da “Mobile
Technologies and Entrepreneurship”
panelini düzenledi. Forumda
BUBA’nın portföyünden Segmentify,
WellnessTR ve Whispto girişimleri
stant açarak tanıtım yaptı.
-BUBA, Boğaziçi Üniversitesi Teknoloji
Transfer Ofisi’nin düzenlediği “İşteBU
Yenilikçi Girişimci Projesi Yarışması”
kapsamında finalist ekiplerinden
birini Silikon Vadisi gezisi ile
ödüllendirdi.
-BUBA, Avrupa Melek Yatırım Ticaret
Örgütü EBAN’a akredite oldu. BUBA
Yönetim Kurulu Başkanı Timuçin
Bilgör ’94, 15-16 Aralık tarihlerinde
EBAN tarafından İstanbul’da
düzenlenen European Business
Angels Forum’a konuşmacı olarak
katıldı.
-BUBA, 40 melek yatırımcı ile 2015
yılına hazır! 2014 yılının Mart ayında
kurulan ve henüz ilk yılında 105
yatırımcıdan üyelik başvurusu alan
BUBA, üyelik başvurusunu kabul
ettiği 40 yatırımcı ile 2015 yılına hızlı
bir giriş yapmayı hedefliyor. BUBA’nın
melek yatırımcı ağına katılan isimler
arasında Türkiye’nin tecrübeli
melek yatırımcılarından Aslanoba
Capital’in kurucusu Hasan Aslanoba
da yer alıyor.
B
77
Doç. Dr. Haluk Bingöl
İLİŞKİLERİN DİJİTAL HALİ
Yasemin Dut ’10
Teknolojinin etkisiyle dönüşen
iletişim ve ilişki biçimlerine
dair “Asymmetries of Men and
Women in Selecting Partner”
çalışması çerçevesinde
Bilgisayar Mühendisliği
Bölümü Öğretim Üyesi
Sayın Doç. Dr. Haluk Bingöl
ile gerçekleştirdiğimiz
röportajımızı sizlerle
paylaşıyoruz.
Çalışmanın içeriğini bizler için
anlatır mısınız?
Benim bir öğrencim bir arkadaş
bulma sitesinde çalışıyordu.
Çalışmamızı onunla yaptık; büyük,
kapsamlı bir iş oldu. Böyle çalışmalar
tabii çok hassas, bunun için önce
şirketten izin almanız ve özel yaşam
konusuna çok çok dikkat etmeniz
gerekiyor. O açıdan veriler şirketten
dışarı çıkmadı. Bütün hesaplamalar
şirketin bilgisayarlarında yapıldı.
Bize kişi bazında bilgi gelmedi.
İncelediğimiz sitenin “business
modeli”ne göre kadınlar para
vermiyor, erkekler para veriyor.
Kadınlar ve erkekler girip,
kendilerini tanıtıp, aradıkları
partnerin kriterlerini belirtiyorlar.
Bizim elimizde de kişinin nerede
oturduğu, eğitim durumu, gelir
durumu belki kilosu, boyu gibi
fiziksel özellikleri, ne tür müzikten
hoşlandığı gibi bilgileri var. Sitede
belirli aralıklar söz konusu: Mesela
1.70 -1.80 arası birisini arıyorum gibi
ya da şu tip müziği seviyorum ama
şundan hoşlanmam gibi. Sistem
sizin söylediğiniz özellikte birisini
bulmanıza yardımcı oluyor. Bu
noktadan sonra iş size kalmış, eğer
isterseniz temasa geçerseniz. Temasa
geçmenin de birkaç yolu var. Mesela
kişiye “Merhaba” diyebilirsiniz. Onun
da birkaç yöntemi var:
1. Baştan tanımlanmış cümleler
var, bu cümleyi gönderiyorum
diyebilirsiniz.
2. İsterseniz kendiniz bir şey
yazabilirsiniz.
Beklenti de karşı tarafın size bir
cevap veriyor olması. Burada kritik
noktalardan birisi fotoğraflar.
Sisteme kendi fotoğrafınızı
koyabilirsiniz. Birisi size mesaj
gönderdiğinde onun profilinden
resimlerine, özelliklerine
bakabiliyorsunuz. Eğer siz de
onaylarsanız, karşılıklı yazışmaya
başlıyorsunuz. Bir noktadan sonra
sanaldan fiziksel buluşmaya geçme
söz konusu olabilir. Fiziksele
geçince tabii biz ne olup ne
bittiğini görmüyoruz. Bizim tek
görebildiğimiz kısım sanal kısmı.
Bizim elimizde sanal taraftaki veriler
var.
Ne gibi sonuçlara ulaşıldı?
Mesela ilginç verilerden bir tanesi
şu: İnsanlar boylarıyla ilgili bilgi
verirken hep beşin katlarına
yuvarlayarak söylüyorlar. Örneğin
kişinin boyu 1.73 ise 1.75 diyor. 1.70
var, 1.71, 1.72 yok; ama 1.75 var.
Bunun kadın ve erkeklerde bir parça
farklı olduğunu da gördük. Kadın ve
erkekler arasında ciddi bir boy farkı
var. Erkekler daha yukarı, kadınlar
daha aşağı tarafta. Hatta bu ayrım o
kadar ki, siz bana sadece boyunuzu
söyleseniz ben kişinin kadın mı
erkek mi olduğunuzu söyleyebilirim.
Neredeyse 1.80 boyunda hiç kadın
yok. 1.60’lardan bahsediyorsanız, siz
kadınsınız, diyebilirim.
Sosyal ortamlardaki araştırma
konularından bir tanesi kişinin
cinsiyetini tahmin etmek üzerine.
Adı bildiğiniz dildeyse, bir şey
söylenebilir; ama bilmiyorsanız
sadece bu parametreyle bile bir
şey söylenebilir. Yaşla ilgili ilginç
noktalar da bulduk: Diyelim benim
yaşım 25. Hangi aralıkta bir karşı
taraf istendiği söylendiği zaman,
erkekler kendi yaşının altında kadın
isterken, kadınlar tam tersini istiyor.
Sadece buna bakarak da cinsiyet
ayırımı tahmin edilebilir. Ortalama
bir erkek kendinden 10 yaş küçük
birisini arıyor, ortalama kadın da
beş yaş büyük birisini arıyor olsun.
Bu durumda uyumsuzluk olur
diye düşünüyorduk; ama ilginç bir
şekilde olmadı. Erkekler beş yaş
küçük istiyorlarsa, kadınlar da beş
yaş büyük istiyorlar. Gayet dengeli
bir tablo ortaya çıktı. Benzer tablo
boy farkında da var. Bunların sorun
oluşturmadığını gördük. Yaşta beş,
boyda da 10 cm fark üzerinden
oluşuyor aralıklar genelde. Tabii
bu bir dağılım; yirmi yaş fark da
isteyebilirim, yirmi cm fark da
isteyebilirim. Şunu da hesaba
katmak lazım: Böyle bir sistemde
gerçek fiziksel özelliklerinizi söyleyip
söylemediğiniz bilinmiyor. Siz ne
söylerseniz, biz onu öylece alıyoruz.
Ben 70 yaşında olup 20 yaşında
yazabilirim, karşı taraf da bunu
bilemez.
Vücut yapısı olarak da kadın ve
erkekleri karşılaştırdık. Orada
da erkekler karşı cinsin bir birim
aşağıda olmasını bekliyor. Kadınlar
da yine tersi. Gelir durumunda da
benzerlik var. Kadınlar bir kademe
yukarı, erkekler bir kademe aşağı
istiyor. Bu kültürel bir durum olabilir.
Bütün dünyada böyledir diyemeyiz.
B
79
konuşursanız şansınız daha da
artıyor. Bunları bulduk ama tabii en
başta söylediğim gibi genelleme
yapmak için çok dikkatli, çok tedbirli
gitmek lazım. Bu bütün dünyada
böyledir diye bir durum yok.
Kadın ve erkeklerin siteye
girme saatleriyle ilgili farklı
bulgularınız da var sanırım.
Bunlardan da bahsedebilir
misiniz?
Örneğin kadınlarda şöyle bir
alışkanlık olduğunu gördük. Akşam
21:00’den sonra siteye giriliyor.
Niye öyledir? Bunu belki şöyle
açıklayabiliriz: Geleneksel Türk
yapısında yemek saati diye bir şey
var, ortalığı toparlayayım sonra
oturayım noktası kadınlar için
akşam 21.00’den sonra. Geç saatlere,
02.00’lere 03.00’lere kadar çevrimiçi
kalınabiliyor. Ama kadın ve erkekler
arasında böyle bir zamanlama farkı
söz konusu.
B
80
Ama Türkiye toplumu için genelde
böyle. Genellemelere de dikkat
etmek lazım. İstanbul’da geçerli
ama Ankara’da geçerli olmayabilir.
Bunlara da hep dikkat ederek gitmek
lazım.
Standart gönderilen mesajların
hangisinin daha çok tercih
edildiğine baktık. Mesela “ I love
your photo,” mesajı çok kullanılıyor.
Arkadaş bulma sisteminin içinde
şöyle bir uygulama yapmışlar:
Birisine çiçek gönderiyorsunuz.
Tabii gerçek çiçek değil, sanal
bir çiçek. Fakat şirket “Çiçek
göndermek istiyorsanız para
vermeniz lazım,” diyor. Burada çiçek
gönderimine göre kişinin beğenilip
beğenilmediğine dair de çıkarım
yapılabiliyor. Bir değer de söz
konusu; karşı taraf benim için para
harcadı düşüncesi oluyor.
Sistemdeki herhangi bir kişi
başkasının profiline bakabiliyor.
Kime teklif göndereceksiniz bu
anlamda açıklayıcı olması lazım.
Her şeyi görmüyorsunuz ama belli
bir kısım açık. Bu profilde kişiye kaç
tane çiçek gittiğini de görüyorsunuz.
Biz bu çalışmayı yaparken çiçek
işi yeni devreye girmişti, bir yılı
yoktu ama bu bir değer haline
gelmiş. Bazı insanlar çiçek alıyorlar,
ama kendilerine gönderiyorlar ve
kendilerine gönderdikleri zaman
kendi değerlerini biraz daha
yukarıda konumlandırıyorlar.
Bunlar da ilginçti. Ben size teklifte
bulunuyorum ya da önce çiçek
gönderip teklifte bulunuyorum.
Size teklifte bulunuyorum,
red alıyorum, tekrar teklifte
bulunuyorum. Israr ediyorum,
olmadı bırakıyorum. Mesela bu
durumlarda ne oluyor ona baktık. İlk
teklifte reddedildikten sonra ikinci
ve üçüncü defa ısrar etme yoluna
gidince bir yerden sonra kabul
alma şansı artıyor. Bunu tahmin
etmemiştik. Israrcı olmak iyiye
gidiyor, tabii riskleri de var. Hesabını
yapmak lazım. Eğer çiçek gönderip,
Gelir gruplarıyla ilgili şunları gördük:
Yüksek gelir grubundaki kişiler gece
çok geçlere kalmıyorlar. Bunu şöyle
yorumladık. Bu kişi ofiste çalışıyor
dolayısıyla gündüz iş saati içinde
de siteye girebilir, dolayısıyla geç
saatlere kadar oturmak zorunda
değil; ama daha düşük gelirdeki
insanların gündüz oturup bilgisayar
açmaya imkânları pek yok, o yüzden
geç saatlere kalıyorlar.
Ücret ödeme konusunda
erkekler ödeme yapıyor ama
kadınlar yapmıyor dediniz. Bu
nasıl oluyor?
İlk başta, kadınlardan da erkeklerden
de para alınmıyor. Ama sistemin belli
olanaklarını da kullanmaya izinleri
olmuyor. Eğer paralı üye olursanız, o
zaman sistemin bütün bileşenlerini
kullanabilirsiniz. Böyle bir sistemde
birilerinden para alınmak zorunda.
Pekiyi ilişkilerde sonuç nasıl
oluyor?
Sistem dışına, reele geçince ne
olup bitiyor bilmiyoruz ama
bazen “Sizin sayenizde tanıştık,
evlendik, mutluyuz, teşekkür
ederiz,” diyerek sisteme kendileri
deklare edebiliyorlar. Bazen de
şu oluyor: Siz giriyorsunuz, üç ay
para ödüyorsunuz, sonra birisiyle
tanışıp çıkmaya başlıyorsunuz.
Abonelikten vazgeçiliyor, üyeliğinizi
yenilemiyorsunuz. Araları bozulunca
kişiler yine geliyorlar, üye oluyorlar.
Sonra bir süre yine yok oluyorlar. Kişi
ihtiyacı olunca geliyor, istediğinde
çıkıyor. Bir ilginç nokta daha vardı.
Sisteme ilk defa gelen kadına karşı
bazı kişiler strateji geliştirmişler.
Onu hemen fark ediyorlar ve ilgi
gösteriyorlar. Şöyle ki: Sisteme
yeni gelen birinden olumlu cevap
alabilme olasılığınız yüksek. Birileri
bir şekilde bu durumu fark etmiş ve
bir strateji olarak bunu uyguluyorlar.
Bu kişiler için hiç duygusal
değerlendirme yapma
olanağınız oldu mu? Tabii
duyguları bu şekilde anlamak
pek mümkün değil ama size
fikir verebilen bir veri oldu
mu?
3.000 yeni kullanıcı sisteme giriyor,
bir o kadarı da çıkıyor. Günde
50.000 kullanıcı sisteme giriyor.
Bir de genelde standart mesajlar
gönderiliyor, bunlar kişinin yazdığı
şeyler değil zaten, buradan duygusal
bir içerik çıkartmak mümkün değil.
Bu standart mesajlar arasında
hangisini en çok seçiyorlar, diye
düşünecek olursak burada yedi
numaradaki “Hoş, komik bir adam
arıyor musun?” gibi bir mesaj var.
Bu yedi numaralı mesaj, erkekler
tarafından dominant bir şekilde
tercih ediliyor. Ve neredeyse gelen
iki mesajdan bir tanesi bu. Diğer
taraftan kadınların en çok kullandığı
ise bir numaralı mesaj: “I love your
photo. You’re cool.”
tanışmam çok daha kolay.
İkincisi kişisel olmaması. Sanalda
reddedildiğimde hissettiğim
duyguyla gerçekte “Gel sinemaya
gidelim,” dediğim zaman
reddedildiğimdeki his aynı değil.
Ben net başında otururken yirmi
kişiye istek göndersem, bunlardan
beşi kabul etse çok daha kârlı bir iş
oluyor. Onlardan birini seçebilirim.
Bu çok kolay yapabileceğim bir şey;
ama gerçek, fiziksel bir ortamda
bu kadar kolay olmaz. Seçmem,
karar vermem, risk almam lazım.
Burada daha az risk var. Red cevabı
alsam çok canım yanmaz. Tabii belki
çok derinliği olmayan konulardan
bahsediyoruz; ama belki onlar da o
kadar da derinlik istemiyorlardır.
İnsanların ilişki kurma
biçimlerinde dijital
platformaları sıklıkla tercih
etmelerinin altyapısı hakkında
sizin görüşlerinizi öğrenebilir
miyiz?
Belki insanlar duygulardan
uzaklaşmayı tercih ediyor
olabilirler. Bu sistemin
uygulamaları ve aslında birçok
çeşidi var.
Biz bu alanda çalışma yapmadık.
Bununla uğraşmak zordu. 4.5 milyon
kullanıcıdan bahsediyoruz. Bu çok
büyük bir rakam, bu kişilerin hepsi
her gün aktif değil ama günde
0.12
0.35
Male
Female
0.25
frequency
0.08
frequency
Male
Female
0.3
0.1
0.06
0.04
0.2
0.15
0.1
0.02
0
−25
Evet bu bir tanesi. Elektronik ortamı
kullanarak ben sizin yalnız kalmanızı
engelleyecek ortamı sağlıyorum.
Ama buradaki yalnız kalmamak ne?
Sevgili mi, arkadaş mı, derinlik mi,
dostluk mu? İnternetteki ilişkileri
erkeklerin kahve muhabbeti,
kadınların da kahve muhabbeti
gibi bol laflı ama çok da derinliği
olmayan ilişkiler gibi de görebiliriz.
Bu anlamda internet çok iyi,
Bu platformlar daha kolay, daha
ekonomik. “Bir bara gideceğim,
birisiyle tanışacağım,” diye
düşünürsek çok masraflı sonucuna
ulaşırız. Ama sadece para değil,
zaman olarak da daha ekonomik.
“Bir kitapçıya gideceğim de orada
birisiyle tanışacağım,” dersek bu
çok zaman alır. Elime kahvemi
alıp, internet başından birileriyle
0.05
−20
−15
−10
−5
0
5
age difference(year)
10
15
20
25
0
−6
−4
−2
0
2
education difference
4
6
B
81
0.35
Male
Female
0.3
frequency
0.25
0.2
0.15
0.1
0.05
0
−5
0
salary difference
konuşuyorsunuz. Ama gerçekte bir
şey öğretiyor musunuz, öğreniyor
musunuz bunu bilemem. Gerçek
hayatta da böyle, yüz kişiyle
tanışıyorsunuz ama bir kişiyle
evleniyorsunuz.
Bu web siteleri temelde
ekonomik kaygılarla mı
oluşturuluyor?
Tabii ki, sonuçta ben para kazanmak
için bu işi yapıyorum. Sizi birisiyle
tanıştırmak benim derdim
değildir. Ayrıca mesela benim
dedem, anneannem zamanındaki
evlilikler hep görücü usulü. Hatta
çöpçatanlığı iyi beceren kişiler de
var o zaman. Sizinle onu tanıştırıyor
bir şekilde. Buradaki yapı ondan da
çok uzak değil düşününce. Benim
annem benim için birini beğenmiş,
bir göreyim bakayım düşüncesi
bugün Türkiye’de hâlâ çok yerde
var. Burada da bir profil var, ben
şuyum, şurada okudum gibi bilgiler
var. Ve o zamanki değerlendirme
kriterlerinden çok da uzak değil.
Bize dolayısıyla çok da yabancı değil.
Ama tabii seçenek çok. Orada belki
hayatınızda en fazla yirmi seçenek
çıkarken burada çok fazla tercih var.
Gittikçe bireyselleştiğiniz zaman
yalnızlaşmaya başlıyorsunuz. Siz
evde oturursanız dışarı çıkmazsanız
birileriyle de tanışamazsınız.
Bireyselleştikçe bu zorlaşıyor.
Elektronik ortamlara ihtiyaç artıyor.
0.08
Türkiye’de her tarafta değil
ama özellikle büyük şehirlerde
yaşayanlar gece geç saatlere kadar
çalışıyor, saat 20.00’de eve ancak
gidebiliyorlar, dolayısıyla zaman yok,
böyle bir ortam olmayınca çarpışma
yaratacak ortam da yok.
Bence bu iş çok negatif değil. Eğer
kötü bir şey olsaydı, ben denerdim
vazgeçerdim, siz denerdiniz
vazgeçerdiniz ve sistem batardı.
Uzun süre bu sektör var olamazdı
zaten. Ama demek ki bazı insanların
işine yaradığı için sistem devam
ediyor. Bu sisteme çok da ön yargılı
bakmamak lazım, bu da birilerinin
işine yarıyor.
e
em e
0.12
0.06
0.1
frequency
0.05
0.04
0.03
0.08
0.06
0.04
0.02
0.02
0.01
0
−40
Bireyselleşen toplumlarda “Merhaba”
deyip, merhaba almak çok zor
bir şey. Bunu hiç değilse internet
üzerinden almak hoş bir deneyim
oluyor.
0.14
e
em e
0.07
frequency
B
82
Kalbi hissetme bakımından
internetteki tanışmalar çok teknik,
yüzeysel kalıyor. Gerçek hayattaki
ilişkilerdeki yıkımlar, iniş çıkışlar,
reddedilme hissi pek yaşanmıyor.
Dolayısıyla daha az acı verici oluyor.
Bunu internette oynanan oyunlar
gibi düşünün. Oğlum günde elli
altmış adam öldürüyor oyunda.
Onun için bir şey değil, ne olacak
bundan diye düşünüyor. Hiç canı
acımıyor, kapattığın da bitiyor her
şey. İşte duygusallıktan uzaklaşıp
kendinizi daha güvenli bir noktada
konumlandırma isteği bu alanda
herhalde var.
5
−30
−20
−10
0
10
height difference(cm)
20
30
40
0
145
150
155
160
165
170
175
180
height (cm.)
185
190
195
200
Roma İmparatorluğu’nun en görkemli kentlerinden biridir Sagalassos…
Burdur’un Ağlasun ilçesinin 7 kilometre kuzeyinde yükselerek Toroslarla buluşur.
Antik kentin merkezine, restorasyonunu kısa süre önce tamamladığımız Antoninler Çeşmesi hayat verir.
Çeşmenin de bulunduğu Yukarı Agora, kentin kalbinin attığı ve hayatın da aktığı bir anıtsal meydandır.
Aygaz olarak, Antoninler Çeşmesi restorasyonunun ardından şimdi, yaklaşık 1400 yıllık bir aradan sonra,
Anadolu’nun en eski çarşılarından birini, Yukarı Agora’yı geleceğe kazandırmak için çalışıyoruz.
Hedefimiz, Anadolu’nun gizli kalmış bir hazinesini daha ortaya çıkarmak,
sizi yüzyıllardır bekleyen bir Anadolu şehrinde tarihle yeniden buluşturmak…
ÇEVRE DOSYASI
BU BEBEK HEPİMİZİN...
Bebek Semt Girişimi
B
84
1863 - Boğaziçi Üniversitesi’nin
Robert Kolej mirasçısı olarak
benimsediği kuruluş tarihi. Kurucu
Cyrus Hamlin ileri görüşü ile
hayalindeki üniversiteyi kurmak
için, İstanbul’da onca yer içinden
Boğaziçi’nin incisi Bebek’i seçmiş. O
zamanki şehirden hayli uzak Bebek
köyünde, daracık bir sokakta, ilkin
küçücük bir okul açmış, sonra Bebek
sırtlarına o eşsiz manzaralı BÜ
kampusunu kurmuş.
150 yıl sonra Boğaziçi
Üniversitesi’nin köyü Bebek artık
mega Istanbul şehrinin ve de
Boğaziçi’nin gözde semtlerinden
biri. Ama ne yazık ki artık ne eski
sakin, huzur verici havası, ne de
vapur iskelesini ve denizini her gün
kullanabilenler var. Her Bebeklinin
bir kayığı olduğu, denizle içiçe
yaşadığı günler geride kalmış.
Şimdilerde ise Bebek denizle bağını
yitirme tehlikesi ile karşı karşıya.
İstanbul Büyük Şehir Belediyesi 26
yıl önce Bebek’te bir marina yapma
sevdasına kapılmış. Bebekliler ilk
kez 1989’da, ikinci kez de 2008’de bu
projeyi önleyebilmişler. Ama şimdi
bu sevda yeniden canlanmış ve bu
kez Bebek’in tümünü tehdit eder bir
durum almış. İSPARK karalardaki
otoparkçılık görevini belki
tamamlamış, ama gene de gözünü
Boğaziçi’nin sularına dikmiş. Bebek’te
300 tekne bağlanacak bir Tekne Park,
bu yapılanmaya hizmet edecek 150
araçlık da otoparkı, denize kazıklar
çakarak yapma projesi geliştirmiş.
Şirket web sitesinde ve 36. Istanbul
Boat Show’da maketlerini sergileme
ve gerekli bakanlıklardan projesini
onaylatma aşamasına gelmiş.
Bebek Semt Girişimi (BSG) ne diyor?
Bebek Semt Girişimi, Doğal Sit
Alanı olarak tescilli olan Boğaziçi
sahillerini, Bebek özelinde, korumak
üzere 2014 sonbaharında kuruldu.
Doğaya daha fazla müdahale
istemeyen çevrecilerin çıkış noktası:
“Bebek hepimizin. Bebek’te
yaşayanlar, Bebek’e gezmeye
gelenler, Bebek severler,
İstanbullular olarak biz nefes almak,
doğaya ve denize yakın olmak
istiyoruz. Nefes alabileceğimiz Bebek
sahilinde veya Boğaziçi’nin herhangi
bir kıyısında 300 teknelik bir Tekne
Park ve onun 150 araçlık otoparkı
türü yapılaşma istemiyoruz.”
Çevre Dikkate Alınmıyor
Bebek’te kıyı şeridinden başka
kara yolu bulunmamakta ve halen
l
Bebek’te kara trafiği çekilmez halde.
Sadece bir gidiş, bir geliş olan Bebek
yolu, deprem riski olan bu kıyı
yerleşimine yetmeyen, güya bir ANA
ARTER. Bu yol, Tekne Park’ın Bebek
kara trafiğine getireceği ek yükü
kesinlikle kaldıramaz.
l Bebek’te yapılması düşünülen
proje denizdeki akıntı ve hidrolojik
yapı açısından son derece yanlış
ve sakıncalı. Aslında açık deniz
niteliğindeki Bebek Koyu’nda, bu
yanlış proje nedeniyle, hiçbir boy
tekne dolaşamayacak ve/veya vapur
iskelesini kullanılamayacaktır.
l Bebek’te yapılması düşünülen
Tekne Park çevre kirliliği
yaratacaktır.
Tekneler sadece deniz kirliliği
yaratmayacak. Güzelim Bebek
sahilinden ne deniz, ne de karşı sahil
görülebilecek. Onlarca tekne ve
park etmiş otomobil görüntü kirliliği
yaratacak. Karada çoğalan otomobil
trafiği de hava kirliliğini artıracaktır.
l Deniz kazası riskleri: İstanbul
Boğazı, Montreux Boğazlar
Sözleşmesi ile uluslararası trafiğe
açık bir alandır. Boğaz’dan her yıl
ortalama 50.000 gemi geçmektedir.
Bu gemilerin yaklaşık 10.000’i
tehlikeli madde taşımaktadır Her
gün onlarca tankerin geçiş yaptığı
bir rotada, üstelik Boğaz’ın en dar
noktasının yakınında, güzergâhı
daraltır şekilde denizde plansız bir
yapılaşma, yüksek olan kaza riskini
daha da artırmaktadır. Uzmanlar,
Boğaz trafiğinin her zaman riskli
olacağı konusunda hemfikir.
İnsan hatası, kötü hava koşulları,
akıntılar ve dümen kilitlenmesi gibi
mekanik arızalar, radar sistemi ile
bertaraf edilemediğinden, Boğaziçi
deniz trafiği daima riskli olarak
kalacaktır. (2TRT belgeseli) http://
www.youtube.com/watch?v=w_
lT2aVFHcc
Boğaziçi’nde geçmişte pek çok
kaza yaşanmış, defalarca facianın
eşiğinden dönülmüştür. Bebek’teki
en son kaza 2000 senesinde Boğaziçi
Üniversitesi sahil kapısının önünde
olmuştur ve çarpan geminin bir
tanker değil de bir konteyner gemisi
olması çevreyi faciadan ramak kala
kurtarmıştır. Bebek’te Tekne Park
yapılması halinde, bir tankerin,
bağlı duran 300 tekneye çarpması
durumunda yaşanılacak felaket
çok ciddi can ve mal kaybına neden
olacaktır.
l Bebek’te altyapı sorunları had
safhadadır. Çok sık elektrik ve su
kesintileri olmaktadır. Bebek bu
haliyle daha fazla insan, daha fazla
otomobil veya daha fazla tekne
yükü kaldıramaz durumdadır.
l 2008 yılında Sayın Kadir
Topbaş, Bebekliler ile “marina”
konusunu görüşmeye geldiğinde,
“Bebekliler istemezse, marinayı
yapmayız,” demişti. Gerçek Katılımcı
Belediyecilik, BM Habitat II, Gündem
21 çerçevesinde, belediyelerin
projelere yerel vatandaşlarla birlikte
karar vermesi demektir. O zaman
acaba şimdi neden Bebeklilere
danışılmadan bir Tekne Park
dayatması yapılmaktadır?
l Evet, BSG olarak biz de Bebek
sahiline Belediye’nin bir düzen
getirmesini istiyoruz. Belediye’nin
kıyılara düzen vermesi onun zaten
asli görevidir.
l Çok büyük ticari tekneler Bebek
sahiline bağlanmasın.
Daha küçük teknelerin iskeleleri
ve Belediyece verilen elektrik, su
hizmetleri görsel ve fiziki olarak
daha iyi bir şekilde, tek bir tarzda
verilsin.
l Küçük tekneler kıçtan bağlansın.
l Bebek Feneri civarı doğal halinde
bırakılsın.
l Her boy tekne koyda serbestçe
dolaşabilsin.
l Bebek Vapur İskelesi, eskiden
olduğu gibi, toplu taşımacılıkta
kullanılsın.
l
TEKNE PARKA HAYIR, BEBEK İÇİN
BİRLEŞMEYE EVET!
www.change.org/Tekneparkahayir
Facebook : Bebek Semt Girisimi
Twitter@ BebekSemt
B
85
ÇEVRE DOSYASI
RESTORANLARDA YENI DÖNEM:
YEŞIL NESIL RESTORAN
HAREKETI BAŞLADI
B
86
Atık üretiminin yoğun olduğu yemeiçme sektörüne bilinçli bir tüketim
anlayışı kazandırmak, atık miktarını
azaltırken oluşan atığı dönüştürmek
ve enerji verimliliği sağlamak
hedefiyle ilk olarak İstanbul’da pilot
restoranların katılımıyla ‘Yeşil Nesil
Restoran Hareketi’ başlatıldı.
tarafından ‘Yeşil Nesil Restoran’
olmaya hak kazanan La Mancha,
Frankie, Sunset, Fenix, Tom’s Kitchen
ve Kanyon Kitchenette’e sertifikaları
takdim edildi.
WWF-Türkiye ve Boğaziçi
Üniversitesi tarafından, TURYİD ve
Beşiktaş Belediyesi işbirliği, Unilever
Food Solutions’ın desteğiyle
hayata geçirilen proje kapsamında,
sürdürülebilir olmayı hedefleyen
restoranlar denetlenecek ve
kriterleri karşılamaları halinde
‘Yeşil Nesil Restoran’ olmaya
hak kazanacak.
Yeni ve sürdürülebilir restorancılık
anlayışını benimseyen restoranlar,
WWF-Türkiye tarafından 95 ayrı
kriter üzerinden denetlenecek ve
sınıflandırılacak. Restoranlar, enerjisu kullanımı, atık
Yeme-içme sektöründe
bilinçli bir tüketim
anlayışıyla gıda ve ambalaj
atığını azaltmak, sertifikalı
ve yerel gıda kullanmak,
enerji verimliliğini sağlamak
için yola çıkan ‘Yeşil Nesil
Restoran Hareketi’, gelecek
nesillere sürdürülebilir bir dünya
bırakmayı hedefliyor.
2015 sonuna kadar 100 Yeşil Nesil
Restoran hedefleniyor
Uğur Bayar:
“Yeme-içme
sektöründe bir ilki
başlatmak için bir araya
geldik ve Yeşil Nesil
Restoran hareketini
başlattık.”
WWF-Türkiye ve Boğaziçi
Üniversitesi tarafından, Turizm
Restoran Yatırımcıları ve
İşletmecileri Derneği (TURYİD)
ve Beşiktaş Belediyesi işbirliği,
Unilever Food Solutions desteğiyle
başlayan ‘Yeşil Nesil Restoran
Hareketi’nin lansman toplantısı,
projeye ilk katılan ve ‘Yeşil Nesil
Restoran’ sertifikası almaya hak
kazanan La Mancha Kuruçeşme’de
gerçekleştirildi.
Lansman gecesinde, WWF-Türkiye
Yönetim Kurulu Başkanı Uğur Bayar
yönetimi, kirlilik ve kimyasal azaltımı
gibi başlıklar altındaki kriterlere göre
yapılacak değerlendirme sonucunda
1, 2 veya 3 yıldızlı ‘Yeşil Nesil Restoran’
sertifikası almaya hak kazanacak.
Menüde mevsim ürünlerinin
kullanılmasından garnitür seçimine,
gıda atığından kompost (doğal
gübre) ve enerji üretilmesine kadar
uzanan çok kapsamlı uygulamaları
olan projeyle restoran müşterilerinde
de davranış değişikliği yaratılması
hedefleniyor. 2015 sonuna kadar
100 restoranın ‘Yeşil Nesil Restoran
Hareketi’ne katılımı öngörülüyor.
Uğur Bayar: “Yeme-içme
sektöründe bir ilki başlatmak
için bir araya geldik ve Yeşil Nesil
Restoran hareketini başlattık.”
WWF-Türkiye Yönetim Kurulu
Başkanı Uğur Bayar, Yeşil Nesil
projesi ortaklarına verdikleri
destek için teşekkür ederken, israf
oranı en yüksek endüstrilerden biri
olan yemek endüstrisinde büyük
bir değişime öncülük etmek, daha
sürdürülebilir ve doğa dostu bir
dönüşümü başlatmak için harekete
geçtiklerini belirtti. Bayar, “BM
Gıda ve Tarım Örgütü FAO'nun
iyimser tahminlerine göre üretilen
gıdanın üçte biri yenmeden önce
ya kaybediliyor ya da israf ediliyor.
Yılda 10 milyon kişinin açlıktan
öldüğü dünyamızda, 1,3 milyar
ton gıda çöpe gidiyor. Dünyada
ve tabii Türkiye’de israf oranı en
yüksek endüstrilerden biri olan
restoran ve yemek endüstrisinde
büyük bir değişime öncülük etmek,
daha sürdürülebilir ve doğa dostu
bir dönüşümü başlatmak için
Boğaziçi Üniversitesi’yle ‘Yeşil Nesil
Restorancılık’ sertifika programını
başlattık. Program dahilinde
restoranlar 95 farklı kriter
üzerinden değerlendirilip 1, 2 veya
3 yıldız almaya hak kazanacaklar.
Menülerde mevsim ürünlerinin
kullanılmasından, garnitür
seçimine, gıda
atığının azaltılmasından,
azaltılamayan kısmı ile kompost
(doğal gübre) yapımına kadar
uzanan çok kapsamlı uygulamaları
olan bu çalışmada, restoran
müşterilerinde de davranış
değişikliğini tetiklemeyi
hedefliyoruz,” dedi.
B
87
Fikret
Adaman:
“Yeşil Nesil Restoran
Hareketi ile restorancılık
daha bilinçli ve çevreye
dost bir hale
gelecek.”
Fikret Adaman: “Yeşil Nesil Restoran
Hareketi ile restorancılık daha
bilinçli ve çevreye dost bir hale
gelecek.”
Boğaziçi Üniversitesi Rektör
Danışmanı Fikret Adaman, Yeşil
Nesil Restoran Hareketi ile yemeiçme sektöründe önemli bir
adım atıldığını belirtti. Adaman,
“Restoranlarda tabakları gereksiz
değiştirmemek, şişe sular yerine
sürahide su tercih etmek, masa
örtüsü kullanmamak, paketli
şeker kullanmamak gibi kendi
başına oldukça küçük gözüken
ama doğaya katkısı büyük olan
eylemlerle restorancılık daha bilinçli
ve çevreye dost bir hale gelebilir.
Restoranlardan toplanan veriler
ışığında yaptığımız çalışmalar
gerçekleştirdiğimiz her hareketin
doğada ne kadar büyük ayak
izleri bıraktığını açıkça ortaya
seriyor. Örneğin, bir restoran su
servisinde sürahi kullansa yılda
10 bin ton plastik ve cam şişe
atığını önleyebiliyor ya da gereksiz
tabak değişimi yapmazsa 15 ton
su tasarrufu sağlayabiliyor. Bu
proje ile yeme-içme sektöründe
sürdürülebilir yaşam için ufak bir
adım atılmış oluyor. Umuyorum ki
restoran sahipleri ve müşterilerin
farkındalığı arttıkça ufak adımlar
büyük kazanımlara dönüşecektir.
Yeşil kampus konseptini benimseyen
ve sürdürülebilir kampus yaşamı
için çalışmalar yapan Boğaziçi
Yeşil Nesil
Restoran hareketine
ön ayak olan Aslı
Durukan Pasinli '94
geceye ev sahipliği
yaptı.
durumu sonuç almada
son derecede önemli
bir adım olacak. Bilinçli
tüketim ve bilinçli
tüketici bir araya gelerek
gıda atığı, ambalaj atığı
minimuma indirilecek ve
en önemlisi dışa bağımlı
olduğumuz enerji kaynakları,
atıkların geri dönüşümü ve proje
kapsamında uygulanacak enerji
tasarrufları ile son tüketiciye geri
dönüş sağlayacak. TURYİD olarak,
bu hareketin yayılmasında öncülüğü
ele aldık. Sektörde öncü rolü
üstlenen üyelerimizin desteğiyle
hareket hızla büyüyecek. Bu
hareketin 2015 sonu itibariyle 100
restorana ulaşmasını hedefliyoruz,”
dedi.
Önder Arsan: “Gıda atığını azaltmak
konusunda önemli tecrübelerimiz
var, tüm sektörle paylaşmak için
sabırsızlanıyoruz.”
B
88
Üniversitesi Yeşil Nesil Restoran
Hareketi’nin de bir parçası olmaktan
mutluluk duyuyor,” dedi.
Murat Hazinedar: “Pilot
restoranlarda oluşan yemek
atıklarından yılda 6 ton gübre
üreteceğiz.”
Beşiktaş Belediye Başkanı Av. Murat
Hazinedar, Yeşil Nesil Restoran
Hareketi’nin Beşiktaş’ta yaratmaya
çalıştıkları kamu-yerel-özel
birlikteliğinin güzel örneklerinden
biri olduğunu açıkladı. Hazinedar,
“Yeşil Nesil Restorancılık projesinin,
çevre dostu bir teknolojiyi Beşiktaş’a
taşımak adına yapılıyor olması,
bizler için ayrı bir anlam taşıyor.
İki restoranda (La Mancha ve
Sunset) pilot olarak başlatılacak
çalışmada, buradan çıkan yemek
atıklarından yılda 6 ton gübre
üreteceğiz. Bu gübreyi Beşiktaş’ın
parklarında kullanacağız. Daha da
önemlisi bu atıkları çöpe atmayarak
yılda 36 ton karbondioksitin
salınımını engelleyeceğiz. İki
restoranla başladığımız çalışma,
Beşiktaş’taki diğer restoranların,
otellerin ve hastanelerin katılımıyla
genişleyecek,” dedi.
Kaya Demirer: “Yeşil Nesil Restoran
Hareketi, restorancılığa bakış açısını
değiştirecek bir hareket olarak
TURYİD’in sahiplendiği bir olgudur.”
TURYİD Başkanı Kaya Demirer,
TURYİD’in kurulduğu tarihten
itibaren Türk yeme-içme sektörünün
ileri taşınmasına ve Türk turizmine
hizmet etmek amacına odaklı
olarak, öncü fikir ve hareketleri
yaratmaya çalıştığını belirtti.
Demirer, “Yeşil Nesil Restoran
Hareketi, restorancılığa bakış
açısını değiştirecek bir hareket
olarak TURYİD’in sahiplendiği bir
olgudur. Tüketicilerin desteklediği
yaşam felsefesi ve bunu hayata
geçiren işletmelerin tercih edilmesi
Unilever Food Solutions Türkiye,
Orta Asya ve İran Genel Müdürü
Önder Arsan, sürdürülebilir bir
gelecek için ‘Yeşil Nesil Restoran
Hareketi‘nin destekçisi olmaktan
çok mutlu olduklarını söyledi. Arsan,
“Unilever Sürdürülebilir Yaşam
Planı’nın bir parçası olarak önemli
bir ajanda yürütüyoruz. Son iki
yıldır da ‘Gıda Atığını Önleyelim’
projesiyle hem ev dışı tüketim
sektöründeki gıda atığını azaltmayı
hem de profesyonel mutfakları daha
verimli hale getirmeyi amaçlıyoruz.
Birçok müşterimizle etkin işbirliği
yaparak atık miktarlarını azaltmayı
başardık. Edindiğimiz önemli
tecrübe ve veriler var. Bugün de
Yeşil Nesil Restoran Hareketi’nin bir
parçası olarak, bu deneyimlerimizi
tüm sektöre aktarmak için
sabırsızlanıyoruz,” şeklinde konuştu.
Yeşil Nesil Restoran Hareketi hakkında
detaylı bilgi için:
WWWF-Türkiye: 0 212 528 20 30
BÜMED'IN
OBJEKTIFINDEN
Bu ay dördüncüsünü yayımladığımız BÜMED’in Objektifinden
dosyamızda, okulumuza dair birbirinden güzel kareleri
görüyoruz. Sizler de önümüzdeki sayılarda BÜMED’e ya da
okulumuza ait çektiğiniz fotoğrafların dergide yer almasını
istiyorsanız, bizimle iletişime geçebilirsiniz.
İletişim: [email protected]
B
89
STİLİYLE GÖNLÜMÜ ÇALANLAR
Ezgi Kırmızı ‘14
Ben güzelliğin göreceli
olduğu tanımına pek
katılmayanlardanım. Bence
güzelliği çok basit formlarda
bulup, çok kolay şekilde ifade
ediyor olabilmeli kişi. Güzeli
güzel yapan da bu sadelik,
yalınlıkla birleşen asalet
ve zarafet oluyor zaten çoğu
zaman. Mesela bence güzelin
tanımı şu: Bir kişiye, kıyafete,
objeye üzerinden zaman,
trendler, akımlar, olaylar
geçtikten sonra bile tekrar
baktığında güzel buluyor ve
hissediyorsan, işte o “şey”
güzeldir.
B
90
Kendimi bildim bileli moda
dergileri karıştırır, kıyafetleri
çok severdim. Eskiden güzel
olanın kıyafetler olduğunu
düşünürken zamanla anladım
ki; bütün iş onu taşıyanda
aslında. Yine eskiden birçok
insanı ve stili güzel bulurken
zamanla bunlar da sadeleşti,
elendi, azaldı. Azı, özü, en
güzeli kaldı. En beğendiklerim,
yani kalbime en çok
dokunanlar kaldı.
Bazı stiller ve sahibelerine
denk geldiğimde onları en
acımasız moda facialarından
bile o savaştan yara
almadan çıkmış görüyorum.
Instagram’da gördüğüm her an
fotoğrafa çift tıklayıp kalpler
dağıtacaklarımın ortak noktası
ise her zaman güzel kalacak
olmaları.
Bianca Jagger
Onu cool yapan özelliklerin başında Mick Jagger’ın karısı
olması gelmiyor tabii ki. Karakteristik ve erkeksi yüz
hatları, düğününde giydiği beyaz smokin, maskülen giyim
stiliyle bugün bile hâlâ adından söz ettirmeye devam
ediyor. Beyaz incileri, saçına taktığı aksesuarlar ve melon
şapkalar, Andy Warhol’la partilediği efsane dönemler her
zaman efsane olarak kalacak.
Leandra Medine
Kendim de bir blogger olarak;
takip ettiğim dünya kadar blog
sayabilirim aslında. Bazılarını
gerçekten çok beğeniyorum
ve evet, açıkçası bazılarını da
yalnızca meraktan takip ediyorum.
Ama sanırım şu ana kadar hiçbir
blogger’ı Leandra Medine kadar
gerçekten kalpten bağlanarak,
çok severek takip etmedim. Hiç
kimseyi umursamayan fırlama
tavırları ve esprilerinin yanı sıra;
bol pantolonlara olan düşkünlüğü,
abartılı gözüken; ama kalbinden,
içinden nasıl geliyorsa öyle
giyindiği için kimliği olan stiliyle
her gördüğümde gülümseyip
özgüvenini bir daha sevdiğim kadın.
Man Repeller olması onu hiç ama hiç
ilgilendirmiyor gibi gözüküyor. Ne
mutlu!
B
91
Sarah Jessica Parker
Aslında belki de Carrie karakterini
yazmalıydım. Ama o zaman
da SJP’ın kendisine büyük bir
haksızlık etmiş olurdum diye
düşündüm sonra. Sarah Jessica
Parker’ın herhangi bir fotoğrafını
gördüğümde bile gözlerimde
kalpler beliriyor diyebilirim. Bir
kadın düşünün; “güzel kadın”
stereotype’ına çok uzak (bunun için
çok mutluyum!). Yani ne uzun boylu,
ne hokka burunlu, ne müthiş bir
fiziği var, ne de dünya güzeli elleri…
Bunların hiçbiri yokken ışıl ışıl
parlayan başka kimseyi izlediğimi
söyleyemeyeceğim. Birbirinden
absürt kılıklara bile girse hep güzel,
en güzel bulduğum kadınlardan biri
Sarah Jessica Parker. Onun da sırrı
tüm kalbiyle kendisi olmak sanırım.
B
92
Konca Aykan
Türkiye’de stil sahibi kadın
olmak, görmek eskisine göre
daha kolay olsa da millet
olarak her şeyin fazlasını
sevmek gibi bir huyumuz var.
Sade, zarif, asil, gerektiği
kadar feminen, kendine
yakışanı bilen ve asıl önemlisi
kendine yakışanı giyebilen
kadın sayısı pek de fazla
sayılmaz aslında. Şahsen
beğendiğim pek çok isim
var; ancak Konca Aykan bu
kişilerin başında geliyor.
Özgür, kaygısız, sade ve zarif...
Kıyafetlerinden çok karakterini
yansıtan stiliyle Konca Aykan
her zaman “Stiliyle Gönlümü
Çalanlar” listesinin en üst
sıralarında.
Instagram: @esgilim
B O Ğ A Z İ Ç İ Ü N İ V E R S İ T E S İ YAY I N E V İ
Yaygın olarak kullanılan yaklaşık 3000 kelime içeren bu sözlükte, kelimelerin anlamlarını ve kullanım biçimlerini açıklamak, Japonca öğrenenlerin
kendi kendilerine cümle kurmalarını sağlamak
amacıyla her kelimeyle ilgili çeşitli örnek cümleler,
deyimler ve sözcük takımları yer alıyor. Kelimeler,
örnek cümleler ve deyimler önce Japoncanın kendi
standart yazı sistemi olan kanji ve kana sistemleriyle yazılıyor sonra da Latin harfli telaffuzlar metne eklenerek herkese sözlüğü rahatça kullanma
imkânı sağlanıyor. Sözlüğün sonunda Japonca dilbilgisi kurallarına ilişkin bir özet de yer almakta.
iLETİŞİM
Japonya’nın ticari ilişkiler yoluyla dışa açılması
toplumun genelini, kültürünü ve dilini de etkiledi. Dil devrimi ve çeviri faaliyeti sayesinde Batı
edebiyatıyla tanışan Japon yazarlar farklı akımların etkilerini eserlerinde yansıttılar. Bu geçiş
döneminde dünyaya gelen Shiga Naoya’nın öyküleri de yaşanan değişimin bir aynasıdır. Şimdiye kadar Türkçeye çevrilmemiş fakat Japonya’da
son derece saygın bir isim olan Shiga Naoya’yı
tanıtmak için öykülerinden bir derleme yapan
Oğuz Baykara, hem yazarın yaşamı hem de onu
inşa eden kültürel geçmiş ve modern Japon edebiyatının doğuşu hakkında doyurucu bir çalışmaya imza atıyor.
BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ YAYINEVİ
[email protected]
Telefon/Faks: 0212 257 87 27
www.bupress.org
SİPARİŞ
www.pandora.com.tr Telefon/Faks: 0212 230 09 62-63
www.bupress.org
www.idex.com
www.prex.com.tr
www.emekkitap.com
Mert Taner ‘96 ile
MİMAR SİNAN’IN İSTANBUL’UNU
YENİDEN KEŞFEDİYORUZ!
Daha yaşarken kendi efsanesine sahipti Mimar Sinan.
Yüzlerce anıtsal yapı, yüz yıla yakın bir hayat,
imparatorluğun zirve döneminde geçen bir ömür.
Bugüne kadar hep bu efsanevi yönleriyle ele alınan
Sinan’a farklı bir yaklaşımla, sadece İstanbul şehrine
kazandırdıklarını BUgezi ayrıcalığı ile keşfedeceğiz….
BU gezi
GEZİLECEK YERLER
•Ayasofya Müzesi önünde buluşma ve tanışma.
•Caferağa Medresesi , çay kahve ikramı ve Mimar Sinan Sohbeti
•Haseki Hürrem Sultan Hamamı
•Sokollu Mehmet Paşa Camii
•Süleymaniye Külliyesi ve yemek için serbest zaman
•Rüstempaşa Camii
•Mısır Çarşısı
Tarih: 21 Şubat 2015, Cumartesi
Saat: 09.00 – 15.00
Katılım 25 kişi ile sınırlıdır.
Buluşma Yeri Saati: Ayasofya Müzesi girişi, 09.00
KATILIM BEDELİ
Üye: 90 TL
Misafir:110 TL
(Öğle yemeği fiyata dahil değildir.)
Bilgi ve Kayıt için: 212 - 359 5813 / [email protected]
/bumedofficial
/bumedofficial
www.bumed.org.tr
in /bumed