KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE REFAH DEVLETİNİN DÖNÜŞÜMÜ

Transkript

KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE REFAH DEVLETİNİN DÖNÜŞÜMÜ
T.C.
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
ÇALIŞMA EKONOMİSİ ve ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ ANABİLİMDALI
ÇALIŞMA EKONOMİSİ BİLİM DALI
KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE REFAH DEVLETİNİN
DÖNÜŞÜMÜ ve SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ ROLÜ
Yüksek Lisans Tezi
AYŞE NUR TUZ
İstanbul, 2010
T.C.
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
ÇALIŞMA EKONOMİSİ ve ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ ANABİLİMDALI
ÇALIŞMA EKONOMİSİ BİLİM DALI
KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE REFAH DEVLETİNİN
DÖNÜŞÜMÜ ve SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ ROLÜ
Yüksek Lisans Tezi
AYŞE NUR TUZ
Danışman: DOÇ. DR. ZEKİ PARLAK
İstanbul, 2010
ÖNSÖZ
Bu çalışma, çeşitli kısıtlamalar ve yapılan reformlarla güçsüzleştiği ifade edilen
refah devletlerinin gerçekte küreselleşme sürecinden nasıl etkilendiğini ve 1970’lerden
sonraki dönemde, refah devletinin yeniden yapılandırılmasında oldukça önemli olan Sivil
Toplum Kuruluşları’nın rolünü açıklamayı amaçlamaktadır.
Bu çalışmanın tamamlanmasındaki katkılarından dolayı her zaman desteğini
hissettiğim, görüşleri ile beni yönlendiren değerli Hocam Doç. Dr. Zeki Parlak’a, desteğini
hiç esirgemeyen ve beni bu günlere getiren başta Annem Zühal Tuz olmak üzere çok
kıymetli Aileme, Tez çalışmam boyunca bana destek veren sevgili dostum Duygu Utlu’ya,
lisans ve yüksek lisans dönemlerinde bilgilerinden faydalandığım Çalışma Ekonomisi ve
Endüstri İlişkileri Anabilim Dalı’nın değerli hocalarına, başta Doç. Dr. Süleyman Özdemir
olmak üzere çalışmanın bilgi edinme aşamasında yayınlarından yararlandığım tüm eser
sahiplerine sonsuz teşekkürlerimi sunarım.
i
GENEL BİLGİLER
İsim ve Soyadı
: Ayşe Nur Tuz
Anabilimdalı
: Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri
Programı
: Çalışma Ekonomisi
Tez Danışmanı
: Doç. Dr. Zeki Parlak
Tez Türü ve Tarihi
: Yüksek Lisans – İstanbul 2010
Anahtar Kelimeler
: Refah Devleti, Sosyal Politika, Küreselleşme, Sivil Toplum
Kuruluşları
ÖZET
Sanayi Devrimi ile birlikte işçi sınıfının çalışma koşullarının giderek zorlaşması
sonucu ortaya çıkan sosyal soruna çözüm getirmek amacıyla 20. yüzyılın başında sosyal
politikanın önemli bir aracı olarak “refah devleti” kavramı ön plana çıkmıştır.
II. Dünya Savaşı sonrasında refah devleti en geniş kapsamına ulaşmış ancak 1980’li
yıllarda ortaya çıkan küreselleşme süreciyle birlikte tüm dünyada ekonomik, sosyal,
kültürel, politik alanlarda yaşanan köklü dönüşüm refah devleti anlayışını da farklı bir
boyuta taşımıştır. Bu süreç, devletin işlevlerinin küçültüldüğü, piyasalardan geri çekilişinin
yaşandığı, sosyal refah hizmetlerinin daraltıldığı yeni bir devlet anlayışı arayışının olduğu
bir süreç olmuştur. Bu bağlamda, Sivil Toplum Kuruluşları toplumsal refah sağlamada
devlete yardımcı olmaya başlamıştır. Küreselleşme süreci ile birlikte yaşanan
uluslararasılaşmaya bağlı olarak ulusal sınırları aşan sorunların çözümünde de Sivil
Toplum Kuruluşları önemli bir yarar sağlamıştır.
ii
Tüm bunlar, Sivil Toplum Kuruluşları’nın devletin yanında önemli bir sosyal
politika bileşeni olduğunu göstermektedir. Bu doğrultuda bu çalışmada, refah devletinin
tarihsel süreçte yaşadığı değişimler incelenerek, küreselleşme süreci ile birlikte yaşanan
dönüşümde, STK’ların, refah devletinin yeniden yapılandırılmasındaki rolü anlatılmıştır.
iii
GENERAL KNOWLEDGE
Name nad Surname
: Ayşe Nur Tuz
Field
: Labor Economics and Industrial Relations
Programme
: Labor Economics
Supervisor
: Assoc. Prof. Zeki Parlak
Degree Awarded and Date : Master – İstanbul 2010
Key Words
: Welfare State, Social Policy, Globalization,
Non-Governmental Organizations
ABSTRACT
Understanding of the welfare state as a means of social policy came into the stage
in the beginning of 20th century as a solution for social problems stemming from the fact
that proletariat working conditions became harder with the industrial revolution.
After the world war 2 welfare state reached the widest borders, however, together
with the globalization process starting in the 1980s, the radical changes in social, cultutal,
political and economical fields gave the understanding of welfare state another dimension.
This process had become the one that a new understanding of government was being
searched, because at that tine government functions got narrower, there was a recession
from the market, and social welfare services became weaker. Therefore, NonGovernmental Organizations (NGOs) started to help state in this respect. They also help to
solve the international problems occuring in globalization process.
iv
All these demonstrates that NGOs is an important social policy component of state
in this regard in this state NGOs role in the reconstruction of welfare state in the light of the
hist changes welfare state has lived.
v
İÇİNDEKİLER
Sayfa No.
ÖNSÖZ................................................................................................................................. i
ÖZET................................................................................................................................... ii
ABSTRACT........................................................................................................................ iv
TABLO LİSTESİ................................................................................................................ x
KISALTMALAR .............................................................................................................. xi
GİRİŞ .................................................................................................................................. 1
BİRİNCİ BÖLÜM
KÜRESELLEŞME KAVRAMI ve KÜRESELLEŞMENİN BOYUTLARI
I. KÜRESELLEŞME KAVRAMI ve TANIMI ................................................................. 5
II. KÜRESELLEŞMEYE NEDEN OLAN FAKTÖRLER................................................. 7
A. Bilgi ve İletişim Teknolojilerindeki Gelişmeler ....................................................... 7
B. Neo-Liberal Politikaların Uygulanması .................................................................. 10
C. Üretimin Küreselleşmesi ........................................................................................ 12
1. Üretim Organizasyonunda Ulus-Ötesi Dönüşüm ............................................... 13
2. Esnek Üretim Uygulamaları ve İşgücü Üzerine Etkisi....... ................................ 15
D. Uluslararası Rekabetin Artması .............................................................................. 16
1. Ekonomik Gelişme ............................................................................................. 16
2. Çok Uluslu Şirketler ve Doğrudan Yabancı Yatırımlar .................................... 18
a. Çokuluslu Şirketlerin Tarihsel Gelişimi.......................................................... 18
b. Küreselleşmenin İtici Gücü: Çokuluslu Şirketler............................................ 19
c. Uluslararası Ticaret ve Değişen Ticaret Kalıpları ......................................... 20
III. KÜRESELLEŞMEYE YÖNELİK YAKLAŞIMLAR ............................................... 23
IV. KÜRESELLEŞMENİN SOSYAL POLİTİKA ve REFAH DEVLETİ ÜZERİNE
ETKİLERİ....... ........................................................................................................... 26
vi
A. Sosyal Politika Üzerine Etkisi .................................................................................. 26
B. Refah Devletinin Zayıflaması................................................................................... 28
İKİNCİ BÖLÜM
REFAH DEVLETİNİN DOĞUŞU, YÜKSELİŞİ ve KRİZİ
I. REFAH DEVLETİ KAVRAMI ve TANIMI ................................................................ 33
II. REFAH DEVLETİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ....... ................................................... 35
A. Refah Devletinin Doğuşuna Kadar Olan Dönem (1880 Öncesi).............................. 36
B. Refah Devletinin Doğuşu (1880-1945)..................................................................... 38
C. Refah Devletinin Yükselişi (1945-1975).................................................................. 41
III. REFAH DEVLETİNİN SINIFLANDIRILMASI ........................................................ 45
A. Refah Devleti ile İlgili Sınıflandırma Girişimleri....... ........................................... 46
B. Esping-Andersen’in Temel Üçlü Sınıflandırması................................................... 49
C. Esping-Andersen’in Sınıflandırmasına Yönelik Eleştiriler ve Katkılar ................. 54
IV. REFAH DEVLETİNİN FONKSİYONLARI .............................................................. 57
V. REFAH DEVLETİNİN GÖREVLERİ ......................................................................... 59
A. Sosyal Güvenlik Görevi....... ................................................................................... 59
B. Eğitim Sağlama Görevi............................................................................................ 63
C. Sağlık Hizmetleri Verme Görevi ............................................................................. 64
D. Adil Gelir Dağılımı ve Yoksullukla Mücadele........................................................ 66
VI. REFAH DEVLETİNİN KRİZİ ve ÇÖKÜŞÜ............................................................. 68
A. Krizi Ortaya Çıkaran Faktörler.............................................................................. 70
1. Dünya Ekonomi Politikalarındaki Değişim....................................................... 70
2. Yaşanan Finansal Bunalım ................................................................................ 71
3. İş Piyasaları ve Çalışma İlişkilerinde Değişim ................................................. 73
4. Sosyal Hizmetlere Duyulan İhtiyacın Artması.................................................. 76
B. Refah Devletinin Bunalımı ve Yeni Küresel Düzen....... ..................................... 77
1. Yeni Sağ’ın Doğuşu ve Keynesyen Refah Devletinden Neo-Liberal Refah
Anlayışına Geçiş (1975 Sonrası) .......................................................................... 77
vii
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
REFAH DEVLETİNİ YENİDEN YAPILANDIRMA ARAYIŞLARI ve SİVİL
TOPLUM KURULUŞLARI
I. REFAH DEVLETİNE YÖNELİK YAKLAŞIMLAR....... ........................................... 80
A. “Kalıntı” ve “Kurumsal” Refah Yaklaşımı............................................................... 80
1. Kalıntı Refah Yaklaşımı ....................................................................................... 80
2. Kurumsal Refah Yaklaşımı ................................................................................. 81
B. Evrensellik ve Seçicilik Yaklaşımı.......................................................................... 81
1. Evrensellik ........................................................................................................... 81
2. Seçicilik............................................................................................................... 83
C. Refah Sistemlerinde “Yakınlaşma” ve “Uzaklaşma” Yaklaşım............................... 84
1. Refah Sistemlerinin Yakınlaşması........................................................................ 84
2. Refah Sistemlerinin Uzaklaşması ......................................................................... 85
II. REFAH DEVLETİ ANLAYIŞINDA YENİ YÖNELİMLER VE ARAYIŞLAR.......85
A. Refah Devletinin Dönüşümü ................................................................................... 87
B. Devlet Müdahalesinin ve Devletin Sosyal Görevlerinin Azaltılması...................... 88
1. Etkin Devlet Anlayışı .......................................................................................... 89
2. Devletin Sosyal Sorumluluğu .............................................................................. 90
C. Kamusal Harcamaların Azaltılması......................................................................... 91
D. Sivil Toplumun Önplana Çıkması ........................................................................... 93
III. REFAH DEVLETİNİN YAPILANMASINDA SİVİL TOPLUMUN ROLÜ ........... 95
A. Sivil Toplum Kavramı, Sivil Toplum Kuruluşlarının Tanımı ve Tarihsel
Gelişimi...................................................................................................................... 97
1. Sivil Toplum Kavramı ve Tanımı...................................................................... 97
2. Sivil Toplum Kuruluşlarının Tanımı................................................................. 98
3. STK’ların Ortaya Çıkışı ve Tarihsel Gelişimi .................................................. 99
B. STK’ların Özellikleri ve Amaçları...................................................................... 101
C. Devlet ve Sivil Toplum İlişkisi........................................................................... 104
D. Sosyal Politika ve STK’lar ................................................................................. 107
E. STK’ların Sosyopolitik Fonksiyonları ............................................................... 108
viii
F. STK’lar ve Refahın Yeniden Dağılımı .............................................................. 111
G. STK’ların Refahın Yeniden Dağılımındaki Rolü ile İlgili Tartışmalar............. 112
H. STK’lar ve Ülke Uygulamaları......................................................................... 114
1. Avrupa’da STK’lar....................................................................................... 114
a. Almanya ve İngiltere ................................................................................ 116
b. Fransa....................................................................................................... 117
2. Amerike Birleşik Devletleri ........................................................................ 118
3. Türkiye’de STK’ların Durumu.................................................................... 123
SONUÇ .......................................................................................................................... 127
KAYNAKÇA ................................................................................................................ 131
ix
TABLO LİSTESİ
Sayfa No.
Tablo 1 : Esping–Andersen’in Üç Tür Refah Kapitalizmi..................................................50
Tablo 2 : Esping–Andersen’in Değişen Refah Devleti Sınıflandırması.............................54
Tablo 3 : ABD’de STK’lara Dair Bazı Bilgiler................................................................122
Tablo 4 : Çeşitli Ülkeler Açısından STK İstihdamının Tarım–dışı İstihdam İçindeki
Payı, 1996 (%)......................................................................................................123
x
KISALTMALAR
ABD : Amerika Birleşik Devletleri
AR-GE : Araştırma Geliştirme
BM : Birleşmiş Milletler
CEEP : European Center of Employers and Enterprises Providing Public Services
(Avrupa Kamu Katılımlı Özel Girişimler ve Ortak Ekonomik Amaçlı Girişimciler
Merkezi)
COPA : Common Agricultural Policy
(Avrupa Birliği Mesleki Tarım Örgütleri Komitesi)
ÇUŞ : Çok Uluslu Şirketler
DTP : Devlet Planlama Teşkilatı
ETUC : European Trade Unions Confederation
(Avrupa İşçi Sendikaları Konfederasyonu)
GATT : General Agreement on Tariffs and Trade
(Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması)
GSMH : Gayri Safi Milli Hasıla
GSYİH : Gayri Safi Yurtiçi Hasıla
GT : Gönüllü Teşekküller
IMF : International Money Fon
(Uluslararası Para Fonu)
IRS : Internal Revenue Service
(Devlet Gelirleri Dairesi)
xi
IBRD : International Bank for Reconstruction and Development
(Dünya Bankası)
ILO : International Labour Organization
(Uluslararası Çalışma Örgütü)
MAI : Çok Taraflı Yatırım Anlaşmaları
OECD : Organization for Economic Cooperation and Development
(Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı)
OPEC : Organization of Petroleum Exporting Countries
(Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü)
s./ss.
: Sayfa / Sayfalar
STK : Sivil Toplum Kuruluşları
STÖ : Sivil Toplum Örgütleri
UNRISD : United Nations Research Institute for Social Development
(Birleşmiş Milletler Sosyal Kalkınma Araştırmaları Enstitüsü)
WTO : World Trade Organization
(Dünya Ticaret Örgütü)
v.b. : ve benzerleri
xii
GĠRĠġ
18. yüzyılın sonlarına doğru yaşanan Sanayi Devrimi ile birlikte temel üretim tarzı
durumuna gelen kapitalizm, yeni bir sınıfın, işçi sınıfının doğumuna yol açmıştır.
Kapitalizm ile birlikte, yeni oluşan işçi sınıfının oldukça kötü koşullarda ve çok düşük
ücretlerle çalıştırıldığı bir dönem yaşanmıştır. Bu durum, işçi sınıfının sorunlarının giderek
artmasına ve bu sorunlar karşısında büyük tepkilerin oluşmasına neden olmuştur. İşçi
sınıfının giderek yükselen tepkisiyle birlikte ortaya çıkan sosyal soruna çözüm getirmek
amacıyla sosyal politika ve refah devleti düşüncesi doğmuştur.
Yaşanan bu tepkilerin ardından devlet bu duruma yasalar yoluyla müdahale etmeye
yönelmiştir. 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarında Almanya ve İngiltere başta olmak
üzere, bazı ülkelerde oluşan yasal ve kurumsal düzenlemeler, refah devleti anlayışının
temelini oluşturmuştur. Refah devleti için en parlak dönem, “Altın Çağ” olarak
nitelendirilen Keynezyen politikaların uygulandığı 1945-1975 arası dönem olmuştur. Bu
dönemde devlet, en iyi yaşam standardını oluşturmak amacındadır. Bu doğrultuda da
oldukça kapsamlı sosyal güvenlik sistemleri oluşmuştur. Tüm bunlar, piyasa ekonomisinin
devlete olan ihtiyacının artması ve bu nedenle devletin müdahalesine ihtiyaç duyması
sonucu gerçekleşmiştir. Müdahaleci devlet anlayışı sonucunda, refah devletinin işlevleri
gittikçe genişlemiştir. Bununla birlikte, sanayileşmenin, beraberinde sosyal sorunlar
getirmesi, insana yaraşır yaşam ve çalışma koşulları arayışlarını doğurmuş ve devamlı bir
gelişmeler dizisi sonucunda modern refah devletleri düzeyine ulaşılmıştır. Öncelikle ulusal
Anayasalar ve yasalarla güvence altına alınan sosyal haklar, daha sonra evrensel bir nitelik
kazanarak uluslararası sosyal normların gelişimini de doğurmuştur. AB gibi bölgesel
birlikler de, bu süreci kendi iç dinamikleri içinde daha da ileriye götürmüştür. Eğitim ve
sağlıktan, kentleşme, çevre ve tüketicinin korunmasına, istihdam ve gelir dağılımından
çalışma yaşamının düzenlenmesine kadar güdülen bu sosyal politikalar, Batı toplumlarında
1
bir Altın Çağ‟ın yaşanmasına yol açmış; sendikalar güçlenmiş, ücretler yükselmiş, sosyal
refah olanakları gittikçe genişlemiş ve bütün göstergeler pozitif yönde ilerlemiştir.
1970‟li yıllara gelindiğinde ise, tüm dünyada ekonomik, sosyal, kültürel, politik
alanlarda
önemli
dönüşümler
yaşanmıştır.
Bu
dönüşüm,
küreselleşme
olarak
adlandırılmıştır. Küreselleşme süreci dünyayı siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel
açılardan, yani her yönüyle, büyük bir değişimin içene itmiştir. Bu süreç, tüm dünyayı hem
olumlu hem de olumsuz yönleriyle etkilerken, Keynezyen refah devletini de aynı şekilde
etkisi altına almıştır.
Liberalizmin “doğal düzenine” geri dönmeyi amaçlayan değişim politikaları, devlet
müdahalesinin uluslararası rekabet ortamında ülkelerin gelişimini engellediği ve rekabet
edebilmek için müdahalenin olmaması gerektiği yönünde olmuştur. Bu durumda, 1975‟ten
sonra dünyada rekabet edebilmek amacıyla sosyal harcamaların azaltılması gerektiği
düşüncesi benimsenmeye başlanmıştır. Bu düşünce paralelinde, 20. yüzyılın ortalarından
itibaren kamu harcamaları giderek artarken 1970‟lerde ortaya çıkan neo-liberal politikalarla
birlikte vergiler düşmüştür. Bu nedenle kamu harcamaları devletin üstünde büyük bir yük
olmaya başlamış ve refah devleti krize girmiştir. Krizden kurtulmak için refah devletini
yeniden yapılandırma yoluna gidilmiştir. Bu doğrultuda, başta sosyal güvenlik sistemi
olmak üzere pek çok alanda reformlar yapılmaya başlanmıştır. Kamu harcamalarının
kısılması ve sosyal refah hizmetlerinin sunumunun sivil topluma aktarılma düşüncesi ön
plana çıkmıştır.
Küreselleşme süreci ile birlikte refah devleti yeni ekonomik politikalara
uyumlaştırılmaya çalışılmakta ve sosyal refah hizmetlerinin sağlanmasında alternatif bir yol
olarak Sivil Toplum Kuruluşları‟na başvurulmaktadır. ABD, Fransa, İngiltere ve Almanya
gibi birçok ülkede yasalarda gerçekleştirilen değişikliklerle, devletin sosyal refah
hizmetlerindeki finansman ve denetim sorumluluğu devam ederken, hizmetlerin üretim ve
dağıtım sorumluluğu STK‟ya devredilmiştir. Ancak, sosyal refah hizmetlerinin sivil
2
topluma aktarılmaya çalışılmasına rağmen kamunun bu alandaki sorumluluğunun hala
oldukça önemli olduğu görülmektedir. Bu nedenle STK‟lara sorumluluk verilmesi asla
devletin sorumluluğunun azalacağı anlamına gelmemektedir. Burada olan şey, sadece
toplumun en yararına olacak şekilde, sosyal refahın uygulama şeklinin değişmesidir. Yoksa
devletin sosyal sorumluluklarından geri çekilmesi amaçlanmamıştır. Aksine refah
devletinin amacına ulaşmada mevcut olan kapasitesi, bu yolla genişletilmeye çalışılmıştır.
Bu nedenle, refah devletinin yeniden yapılandırılmasında sivil toplumun rolünün
anlatılması oldukça önemlidir.
Bu çalışma ile amaçlanan, çeşitli kısıtlamalar ve yapılan reformlarla güçsüzleştiği
ifade edilen refah devletlerinin gerçekte küreselleşme sürecinden nasıl etkilendiğini ve
1970‟lerden sonraki dönemde, refah devletinin yeniden yapılandırılmasında oldukça önemli
olan STK‟ların rolünü açıklamaktır.
Bu çalışmanın hipotezi; her ne kadar Keynezyen dönemde Altın Çağını yaşayan
refah devletlerinin küreselleşme süreciyle birlikte ortaya çıkan yeni politikalar
doğrultusunda olumsuz bir şekilde etkilendiği yönündeki düşünceler yaygın olsa da,
yaşanan bu gelişmelerin refah devleti anlayışı ve uygulamaları üzerinde büyük bir
gerilemeye neden olmadığını, sosyal refah hizmetlerinin sunumunun devletin yanında
başka kurumlara aktarılarak Sivil Toplumun sosyal refah hizmetlerini birlikte üstlenmeye
başladığını ve bu durumun refah devleti anlayışını yok etmediğini göstermektir.
Bu çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Birinci Bölüm‟de, refah devletlerini
zayıflattığı düşünülen ve çalışmanın ana eksenini oluşturan dönüşümün ortaya çıkmasına
neden olan küreselleşme süreci incelenmiştir. Bu bölümde, küreselleşme kavramının ortaya
çıkışı anlatılmış, küreselleşmeye neden olan gelişmeler açıklanmış ve küreselleşmenin
sosyal politika ve refah devleti üzerindeki etkileri anlatılmıştır.
3
İkinci Bölüm‟de, refah devletinin dönüşüm sürecini daha iyi aktarmnak amacıyla,
sosyal politika üreticisi olarak refah devleti kavramı açıklanmış, refah devletinin tarihsel
gelişimi ve refah devletlerini sınıflandırma amacına yönelik Esping–Andersen‟in çok
bilinen “üç refah rejimi” ayrımı anlatılmış, refah devletinin fonksiyonları ve görevleri
açıklanmış ve küreselleşme süreci ile birlikte refah devletinde yaşanan bunalımı doğuran
faktörler üzerinde kapsamlı bir şekilde durulmuştur.
Üçüncü Bölüm‟de ise, devletin krizden çıkmak üzere ne gibi arayışlara yöneldiği
konu edilmiştir. Yani devletin kendisini yeni koşullara uyarlayabilmesi için ele alınan
seçenekler (harcamaların kısılması, sosyal refah kurumlarının reformu ve sosyal refah
hizmetlerinin sunumunun Sivil Toplum Kuruluşları‟na aktarılması) üzerinde durulmuş ve
STK‟lara detaylı bir biçimde yer verilerek STK‟ların bazı ülkelerdeki gelişimi
açıklanmıştır. Çalışma, genel bir değerlendirmenin yapıldığı ve sonuçların ele alındığı
Sonuç Bölümü ile sona ermiştir.
4
BĠRĠNCĠ BÖLÜM
KÜRESELLEġME KAVRAMI ve KÜRESELLEġMENĠN BOYUTLARI
I. KÜRESELLEġME KAVRAMI ve TANIMI
1980‟li yıllara kadar toplumlar tarafından bilinmeyen ve kullanılmayan bir kavram
olan küreselleşme, son otuz yıla damgasını vuran en popular kavramlardan biri olmuştur.
Bu kavramın temeli, modernizmin dünyayı bütünleştirdiğini öngören 19. ve 20. yüzyıl
sosyologları ve politik–coğrafyacılarının çalışmalarında yatmaktadır. Bu kavramın gerçek
anlamda kullanımı ise 1960–1970‟li yıllara Wendel Wilkie ve Roma Kulübü‟nün
çalışmalarına dayanmaktadır. Bunlar, küreselleşme kavramını ilk kez, Brettonwood
sisteminin çökmesinin ve yeni iletişim teknolojilerindeki gelişmenin hemen ardından
kullanmıştır. Bu dönemde dünyanın ekonomik, sosyal ve politik açıdan artarak
bütünleşmesi ve ülkelerin birbirine daha da bağımlı hale gelmesi karşında mevcut
kavramlar yetersiz kalmıştır. Bu süreci açıklamak için geliştirilen çok sayıda alternatif
kavramlardan biri küreselleşme olmuştur.1 Öte yandan, küreselleşme kavramının yaygın bir
kabul görmesi, geleneksel kavramların bu yeni süreci ifade etmede yetersiz kalmasından
kaynaklanmaktadır.2
Küreselleşmenin birden çok tanımı bulunmaktadır. Her bir yazarın her şeyi
açıklamak için kullandığı kendine ait bir küreselleşme tanımı olduğunu sıkça ifade
edilmektedir. Dilip, küreselleşmenin 100‟e yakın tanımın bulunduğunu ifade etmektedir.3
Son derece basit olduğu kadar oldukça karışık tanımlar da mevcuttur. Küreselleşmenin
1
D. Held ve A. McGrew, “The Great Globalization Debate: An Introduction”, (eds.) D. Held ve A.McGrew,
The Global Transformations Reader, London: Polity Press, 2003, s. 3.
2
R. Petrella, “Globalisation and Internationalization: The Dynamics of Emerging Word Order”, (eds.) R.
Boyer ve D. Drache, State and Markets: The Limits of Globalisation, London: Rutledge Publ., 1996, s.
64.
3
D. K. Dilip, Economic Dimensions of Globalization, Boston: Palgrave–MacMillan Publ., 2004, s. 6.
5
ekonomik, politik, sosyal ve kültürel boyutları mevcuttur. Ancak, küreselleşmeye yönelik
tartışmalarda genellikle ekonomik boyut ön plana çıkmaktadır. Bu nedenle yapılan tanımlar
ve en yoğun tartışmalar ekonomi temellidir.4
Küreselleşme, DPT‟nin 8. Beş Yıllık Kalkınma Planı‟nda yaptığı tanıma göre;
“ekonomik, politik, sosyal, kültürel alanlarda, bazı ortak değerlerin yerel ve ulusal sınırları
aşarak dünya çapında yayılmasını” ifade etmektedir.5 Bu yeni süreç, ekonomik alanda
liberal ekonomik düzenin, politik alanda ise demokrasinin (liberal demokrasi) ön plana
çıkmasına yol açmıştır.6 Ekonomik alanda var olan etkileşim ve aktivite temel alınarak
yapılacak
tanımlamada
küreselleşme,
uluslararası
ve
liberalleşme
kavramlarını
içermektedir. Uluslararasılaşma, sınır ötesi ekonomik akış hacmindeki artış; liberalleşme
ise, ticari engellerin ve sınırlar arası akışlara yönelik kısıtlamaların kaldırılması anlamına
gelmektedir.7 Sermayenin uluslararası akış hacminin büyümesi, bağımsız ulusal
ekonomilerin uluslararası düzenlemeler ve süreçler ile dünya ekonomisine eklemlenmek
suretiyle kapsandığı, küreselleşmiş bir ekonomiye geçişi sağlamıştır.
Diğer bir tanımlamaya göre ekonomik küreselleşme; siyasi sosyal ve teknik
sebeplerle dünyada sermayenin, ticaretin, üretimin ve işgücünün uluslararası rekabete konu
olma eğilimin kuvvetlenmesini dolayısıyla faktör ve ürün piyasalarının bütünleşmesini
ifade etmektedir.8 Friedman‟a göre küreselleşme, serbest piyasa kapitalizminin hemen her
ülkeye yayılması demektir ve kendine özgü kuralları vardır. Bu kurallar dışa açılma, devlet
denetiminin azaltılması ve özelleştirme unsurları etrafında dönen unsurlardır. 9 Buaman
4
J. E. Stiglitz, Globalization and its Discontents, New York: WW Norton 2002, s. 35.
5
Sülayman Özdemir, KüreselleĢme Sürecinde Refah Devleti, No: 69, İstanbul: İstanbul Ticaret Odası
Yayınları, 2004, s. 176.
6
DPT, KüreselleĢme Özel Ġhtisas Komisyonu Raporu, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Ankara:
DTP Yayınları, 2000, s. 3
7
Robert O‟Brien and Marc Williams, Global Political Economy, Evolution and Dynamics, New York:
Palgrave Macmillan, 2004, s. 316.
8
Mustafa Aykaç, “Globalleşen Dünyada İşgücü Piyasaları”, Çevre Dergisi, Sayı: 14 (Mayıs-Temmuz 1995),
s. 30.
9
Thomas Friedman, Lexus ve Zeytin Ağacı KüreselleĢmenin Geleceği, İstanbul BZD Yayıncılık, 1999, s.
31.
6
küreselleşmeyi; “şeylerin elimizden kaçtığı hissinin güç kazanması, dünya sorunlarının
belirsiz, kuralsız ve kendine buyruk doğaya sahip olması, bir merkezin, bir kontrol
masasının olmaması, kısacası yenidünya düzensizliği” olarak tanımlamaktadır.
Sonuç olarak, farklı görüşleri taşısa da bu tartışmalarda üzerinde ortaklaşılan nokta,
küreselleşmenin mal ve hizmet ticaretinin arttığı, doğrudan yabancı yatırım ve kısa vadeli
sermaye hareketlerinin serbestleştiği, teknolojik yeniliklerin ve bilgi teknolojisinin ivme
kazandığı ve yaygınlaştığı, kuralsızlaşmanın benimsenmesi ile dünya ekonomisinin
bütünleştiği bir süreç olmasıdır.10
II. KÜRESELLEġMEYE NEDEN OLAN FAKTÖRLER
Özellikle 1980‟li yıllardan itibaren kilit bir kavram haline gelen küreselleşmeyi
(globalleşme) bir süreç olarak ele alarak bu sürece neden olan faktörleri ana hatları ile
incelemek yaralı olacaktır.
A. Bilgi ve ĠletiĢim Teknolojilerindeki GeliĢmeler
Teknolojik gelişmeler, toplum üzerinde büyük etki yaratan önemli bir faktör
olmuştur. Özellikle 20. yüzyılın sonunda giderek önem kazanan yeni teknolojiler, ülke
ekonomileri ve toplumlar arasında kuvvetli ilişkiler kuran ve ülkeler arasındaki mesafeleri
ortadan kaldıran küreselleşmenin ortaya çıkmasında önemli bir etkiye sahiptir.
Teknoloji; bir bilgi birikiminin, bir kültürün, bir düşünüşün ve bir davranışın ürüne
yansıması,
10
kısaca belirli hedeflere ulaşmak için çeşitli aşamalarda getirilen bilgi
Zeki Erdut, Uluslararası Sosyal Politika ve Türkiye, Dokuz Eylül Yayınları, İzmir: 2003, ss. 1-2.
7
birikiminin üretim sürecine uygulanmasıdır.11 Teknolojik gelişme üretim ile ilgili
yöntemleri, kullanılan araç ve aletleri bilgideki gelişmeyi ifade etmektir.12
200 yıl önce İngiltere ve Batı Avrupa ülkelerinde, buharlı makine ve bu
makinelerin kullanıldığı dokuma tezgâhları, kol gücü dönemini kapsayan ve makineleşme
dönemine geçilmesini sağlayan yeni teknolojinin simgesi olmuştur. 19. yüzyılın sonları ve
20. yüzyılın başlarında Fransa, Almanya ve İsveç gibi bazı Batı Avrupa ülkelerinde ve
ABD‟de kimyasal ürünleri geliştirerek elektriği yaygınlaştırarak ekonomik büyümeyi
sağlayan yeni teknolojiler teknolojik gelişmede yeni bir aşamayı oluşturmuşlardır.13 II.
Dünya Savaşı‟ndan 1970‟li yıllara kadar olan dönemde ise, teknolojik gelişmelerin büyüme
ve olgunlaşma dönemine girdiği söylenebilir. Bir anlamda bu dönem, ekonomik gelişme ve
teknolojik değişme açısından endüstri ilişkilerinde durgunluğun hâkim olduğu bir
olgunlaşma dönemi olarak göze çarpmaktadır.14
1970‟li yılların sonrasında ise, küreselleşmenin yayılma hızını etkileyen teknolojik
gelişmeler 3 safhada (buluş, yenilik, yayılma) incelenebilir. Buluş ve yenilik safhaları
arasında
yapılan
ayrım,
teknik
yeniliklerin
ekonomik
faaliyetlere
yansımasını
göstermektedir. Bu ayrıma göre buluş safhası; bilimsel ve teknolojik alanda bir gelişmeyi
yenilik safhası ise; bilimsel ve teknolojik gelişmelerin ekonomik faaliyetlere uygulanmasını
ifade etmektedir. Yenilik safhasından yayılma safhasına geçmek için bazı uygulamalardan
geçilerek maliyetlerin optimum seviyeye düşürülmesi gerekmektedir. Maliyeti optimum
seviyeye düşüren yenilikler, öncelikle teknolojik alt yapının kurulması ve işletilmesi
şartıyla nihai sonuca ulaşır.15
11
Tuncay
Güllüoğlu,
“Yeni
Teknolojilerin
Çalışma
İlişkilerine
Etkileri”,
http://www.bilgiyonetimi.org/cm/pages/mkl_gos.php?nt=190, (Çevirimiçi: 05.02.2009), s. 1.
12
Yusuf Balcı, “Bilgi Teknolojisi ve İstihdam”, Çerçeve, Yıl 4 Sayı, 15 Ağustos-Ekim, 1995, s. 78.
13
Hilmi Fuat Aran, “Dünyada ve Türkiye‟de Küreselleşme ve Sendikalar Üzerine Etkisi”, (Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi, SBE), 2003. s. 76.
14
Abdulkadir Şenkal, Sendikasız Endüstri ĠliĢkileri, Ankara: Kamu-İş Yayınları, 1999, s. 56.
15
Şenkal, 1999, s. 56.
8
1980‟li yıllara gelindiğinde ise, bir ürünün üretiminden diğer bir ürünün üretimine
geçişte çok az ayarlama ve bekleme süresi gerektiren üretim süreci, hızla ayarlanabilen ve
programlanabilen esnek otomasyon teknolojilerinin giderek yaygınlaşması ve ürünün
çeşitlendirilmesi üretim sürecinin genişlemesini sağlamıştır.
Küreselleşmenin kaynaklarından biri olan teknolojik gelişim bir teknolojik ihtilalin
sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu teknoloji ihtilali de iki ayrı devrimden ama ikisi birlikte
oluşan iki devrimden meydana gelmiştir. Bunlardan birisi, iletişim teknolojisi devrimidir.
Yani telefon denilen nesnedir. Diğeri ise, bilişim teknoloji devrimi, yani bilgisayardır. Bu
iki nesne, birlikte inanılmaz bir teknolojik devrim yaratmışlardır. Dünyanın her yerinden,
telefonla, her an her yere ulaşmak olanaklı hale gelmiştir. Bilgisayarlar inanılmaz bir hızla
ve yanılmaz olarak hesap yaptıklarından ve karar verdiklerinden, her an, her yerden
inanılmaz bir süratte hesap yaparak karar vermek olanaklıdır.16
Tüm bu teknolojik değişimler, iletişim hızını arttırıp maliyeti düşürerek daha hızlı
ve ucuz etkileşim sağlayarak ürün ve faaliyeti bölgeselleştirip entegre ağlar sayesinde
dağıtımı kolaylaştırarak küreselleşmeye olanak sağlamıştır. Gümrük uygulamalarına ilişkin
elektronik raporlama ve dokümantasyon uygulamaları uluslararası anlamda teknik engelleri
ortadan kaldırmış ve ekonomik uzaklıkların giderek azalması zamandan tasarruf sağlayarak
ülkeler ve kıtalar arası finans pazarlarını 24 saat faal duruma getirmiştir. Teknolojinin
kullanımı ile sınır ötesi faaliyetlerin gerçekleştirilmesinin yanı sıra çalışma ilişkilerine
değişiklikler getirmiştir. Her geçen gün daha fazla sayıda insan evinde çalışmaya
başlamaktadır. Diğer yandan, üretim teknikleri de değişmektedir. Standart ürünlerin
yığınsal üretimi için kullanılan sistemlerin yerini daha fazla çeşitlenen ürünlerin daha kısa
üretim süreçlerinde üretilmelerine olanak sağlayan yöntemler almıştır.17
16
Emre Kongar, Küresel Terör ve Türkiye (KüreselleĢme, Huntington ve 11 Eylül), İstanbul: Remzi
Kitabevi, 2001, ss. 18-19.
17
ICTFU Sendikalar için Küreselleşme Rehberi, “Küreselleşme Rehberi-1”, DİSK Yayınları, No: 34, Ocak
2003, s. 6.
9
Küreselleşme, enformasyon teknolojisindeki gelişmelerin hem nedeni hem de
sonucu olarak dünyayı büyük bir pazara dönüştürmüştür. Bilgi ve iletişim teknolojilerinin
üretimdeki engelleri ve geleneksel engelleri kaldırmasıyla üretim süreçleri küresel nitelik
kazanmıştır. Bu nedenle teknolojik gelişmelerin üretim sisteminde oluşturduğu değişimler
küreselleşmenin hem sebebi hem de sonucu olarak değerlendirilmektedir.
B. Neo-Liberal Politikaların Uygulanması
Günümüzde bazı gözlemcilere göre, endüstri ilişkilerinde ve emek piyasalarında
yaşanan değişimler, ürün piyasalarının küreselleşmesi ile rekabet baskılarını arttırmış ve
uluslararası düzeyde daha ileri bir işbölümünün ortaya çıkmasına yol açmıştır. Gelişmiş
ülkelerdeki pek çok sektörde, maliyetlerin baskısıyla üretim süreçleri azgelişmiş ülkelere
kaydırılmaktadır. Buna dayanarak gelişmiş ülkelerin özellikle üretim süreçlerinin emek
yoğun kısımlarını, emeğin ucuz olduğu azgelişmiş ülkelerin yedek emek ordusuyla ikame
ettikleri gözlenmektedir. Kimi yazarlar tarafından yeni uluslararası işbölümü olarak
isimlendirilen bu olgu, üretim sürecine uluslarüstü bir nitelik kazandırmaktadır. Bunun
sonucunda ulusal sınırlar geçirgen bir hal alırken bu olgu, ülkelerin birbirleri ile olan
ekonomik bağımlılıklarını arttırmaktadır.18
Evrensel olarak serbest piyasa ekonomisine geçişle birlikte dünya ekonomisinde
yaşanan değişimin temel unsuru; bütün ülkelerin dünya pazarı ile bütünleşmesi, malhizmet-sermaye hareketlerinin tam serbestleşmesi ile ekonomik küreselleşme eğilimlerinin
giderek artmasıdır. Bu doğrultuda; dış ticaretin koruma politikalarından arındırılması,
sübvansiyonların kaldırılması, ulusal paraların konvertibilitesinin sağlanması, devlet
tekellerinin kaldırılması, kamu iktisadi teşebbüslerinin özelleştirilmesi, mal-hizmetsermayenin dolaşımındaki kamu müdahalelerinin kaldırılması; dolaysız yatırımlar, portföy
yatırımları ve kısa vadeli sermaye hareketleri üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması
18
Zeki Parlak, “Yeni Uluslararası İşbölümü Yaklaşımının Eleştirel Bir Değerlendirilmesi”, Prof. Dr. Nusret
Ekin’e Armağan, Ankara: TÜHİS Yayınları, Yayın No: 38, 2000, s. 673.
10
hedeflenmektedir. Böylece dünya ekonomisi; katılımcıları özel girişimciler olan
piyasalarına rekabet koşullarının hâkim olduğu ve dürtüsünün kar olduğu bir alana
dönüşebilecektir. Kamu müdahaleleri ortadan kalkacağı için özel girişimciler, kendi rekabet
güçleri nispetinde kazanacak veya kaybedecek ve sonuçta rekabet koşulları verimliliği ve
karlılığı arttıracaktır.19 Tüm bunlar yapısal uyum politikaları adı altında tüm dünyada
uygulanmaya başlanmıştır.
Neo-liberalizm, ekonominin bu derece değişmesi ve gelişmesinde en önemli etken
olmuştur. “Yeni özgürlükçülük” anlamına gelen neo-liberalizm, küreselleşmenin temelini
oluşturan politikalar ile 1980‟li yılların başından itibaren dünyada hâkim politika olmuştur.
Dünyada yaşanan bu süreci yönlendiren en önemli güçler Amerika Birleşik Devletleri
(ABD), diğer zengin ülkeler ve uluslararası örgütlerin asıl hedefi „tek küresel pazar‟
idealine ulaşmaktır. Bunun için de devletin ekonomideki rolünün giderek sınırlandırılması
ve yalnızca dış ticaret ve sermaye hareketlerinde değil, para ve maliye politikalarında da
devletin ekonomiye hiç müdahale etmeyerek ekonominin serbest piyasa aktörlerine
bırakılması amaçlanmıştır. Bu doğrultuda, dünya güçleri bu amaca yönelik olarak önlerine
çıkan engelleri kaldırmak için Dünya Ticaret Örgütü (WTO), Çok Taraflı Yatırım
Anlaşmaları (MAI) gibi kurumsal ve hukuki antlaşmaları tüm dünyada yaymaya
çalışmaktadır.20
Ekonomiyi bu şekilde değiştiren neo-liberalizm, küreselleşmenin temelinde yatan
ideoloji olarak 1980‟li yıllardan itibaren dünyaya hâkim olmuştur. Bunun sonucu olarak
ekonomik durgunluk, kar oranlarında gerileme, üretimde düşüş ve işsizlik oranlarında artış
gözlenmiştir. Bu gelişme küreselleşmenin sosyal boyutunun ne kadar yetersiz olduğunu
göstermektedir.
19
Özlem Özkıvrak ve Dilek Dileyici, “Globalleşme, Bölgeselleşme ve Mega Rekabet”,
http://www.econturk.org/dtm7.htm, (Çevirimiçi:13.04.2009), s. 4.
20
Gülten Kazgan, Tanzimattan 21. Yüzyıl’a Türkiye Ekonomisi, İstanbul: Altın Kitaplar, 1999, s. 117.
11
C. Üretimin KüreselleĢmesi
Enformasyon ve mikro-elektronik teknolojilerinin gelişmesinin doğal sonucu olarak
üretim süreci ulusal sınırları aşmış ve ulus-ötesi bir kimlik kazanmaya başlamıştır. Üretim
artık parçalara ayrılabilmekte, dünya sanayi üretiminin büyük bir yüzdesini elinde
bulunduran çok uluslu şirketler bunu emek-gücü mailiyetlerinin en düşük olduğu ülkelere
yönelerek değerlendirmektedir. 1970‟li yıllardan sonra Japonya‟nın Post-Fordist üretim
sistemini mikro-elektronik teknolojiyle birleştirmesi, merkez ülkeler arası varolan rekabeti
arttırması bağlamında şirketlerin ve onların arkasındaki ulus devletlerin rakiplerine karşı
rekabet üstünlüğü sağlamak için üretimin küreselleşmesi anahtar bir rol oynamıştır.
Üretmin küreselleşmesi, herhangi bir mal veya hizmetin son anına geliş konumuna kadar
ki, tasarım, AR-GE, bölünecek parçaların belirlenmesi, montaj, kalite kontrol, ambalaj
aşamaları en düşük maliyetli ülkelerde veya bölgelere verilmektedir.21 Bu noktada, üretilen
mal veya hizmet küresel ağlarla birbirine bağlanmaktadır. Üretimin küreselleşmesi bu
bağlamda dünya pazarları için üretim yapan fason ilişkileriyle küresel mal zincirleri içinde
birbirlerine içiçe geçmiş, ihracat işlem bölgeleri olan küresel fabrikaları ortaya
çıkarmıştır.22 Bu çerçevede çokuluslu şirketler, küresel mal zincirlerini oluşturan aktör
görevini yapmışlardır.
Küreselleşmeyle birlikte çalışma ilişkilerinde yaşanan önemli dönüşümlerden biri
olan üretimin küreselleşmesi konusunu “Üretim Organizasyonunda Ulus-Ötesi Dönüşüm”
ve “Esnek Üretim Uygulamaları ve İgücü Üzerine Etkisi” olmak üzere iki başlık altında
inceleyebiliriz.
21
Murat Kalyoncu, “Küreselleşme ve Sosyal Politika”, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul:
Marmara Üniversitesi SBE), 2005, s. 15.
22
Metin Özuğurlu, “Küresel Fabrikanın Doğuşu ve Yükselişi”, 2000-2003 Petrol-ĠĢ Yıllığı: KüreselleĢme
KoĢullarında Kapitalizm ve Sendikal Hareket, İstanbul: Petrol-İşYayınları No:85, 2003, s. 197.
12
1. Üretim Organizasyonunda Ulus-Ötesi DönüĢüm
Küreselleşme süreciyle birlikte giderek liberalleşen ekonomiler paralelinde üretim
organizasyonunda da köklü dönüşümler yaşanmıştır. Bunların en önemlilerinden birisi,
üretimin artık ulusal sınırları aşması ve ulus-ötesi bir kimlik kazanmasıdır. İçe yönelik
sermaye birikimi rejimi çerçevesinde uygulanan yüksek gümrük duvarlarıyla korunma
altına alınmış ulusal üretim anlayışı terk edilmiş, sermayenin uluslararasılaşmasının doğal
bir sonucu olarak dışa yönelik sermaye birikim rejimi uygulamaya sokulmuştur. Bunun
anlamı ülke ekonomilerinin küresel (dünya) ekonomiler ile bütünleşmeleridir.23 Dünya
piyasalarındaki büyük rekabet ortamında maliyetlerini en aza indirenler ayakta kalacaktır.
Bu nedenle endüstrileşmiş ülkeler emek-yoğun üretim alanlarını işgücü maliyetlerinin
düşük olduğu az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelere kaydırmıştır. Bu yönüyle üretimin
küreselleşmesi refah devletinin temelini teşkil eden istihdamı etkilemiştir.
Üretim organizasyonunda yaşanan ulus-ötesi dönüşüm, küreselleşme sürecinin
önemli
sonuçlarından
biridir.
Enformasyon
ve
mikro-elektronik
teknolojilerinin
gelişmesinin doğal sonucu olan bu durum, üretim sürecinin ulusal sınırlara hapsolmamasına
ve ulus-ötesi bir kimlik kazanmaya başlamasına neden olmuştur. İşletme içinde ve
işletmeler arasındaki ilişkilerde elektronik enformasyon teknolojisinin kullanılması ve bu
kullanımın yarattığı örgütsel yeniden yapılandırmalar sayesinde işletmelerin karar alma
merkezlerinin dünyanın her tarafındaki üretim birimleri ve montaj fabrikalarıyla saniyesi
saniyesine temas halinde bulunabilmesi ve üretim sürecini yönlendirebilmesidir.
Bu durum üretim sürecinin, özellikle de emek-gücü maliyetleri dikkate alınarak
parçalara ayrılabilmesine, belirli aşamalarının değişik bölgelerde gerçekleştirilebilmesine
olanak sağlamaktadır.24 Böylece üretimin pek çok sektörde küreselleşmesi mümkün
23
Fuat Ercan, “Sermaye Birikim Rejiminin Çelişkili Sürekliliği”, Neoliberalizmin Tahribatı, (Derleyen
Balkan, Neşecan ve Sungur Savran), İstanbul: Metis Yayınları, Mayıs 2004, ss. 9-43.
24
Mustafa Acar, “Ekonomik, Siyasal ve Sosyal Kültürel Boyutlarıyla Küreselleşme : Bir Tehdit mi, Bir Fırsat
mı?”, http://www.liberal-dt.org.tr/, (Çevirimiçi:23 Haziran 2005), s. 12. Aktaran: Ali Bakın, “Küreselleşme,
13
olmuştur. Bu nedenle özellikle 1980‟li yıllardan itibaren ucuz emeğe dayanan imalat
sanayileri Güneydoğu, Asya, Çin, Latin Amerika ve Doğu Avrupa‟ya kaymıştır. Önceleri,
1960‟lı yılların sonlarından itibaren tekstil, hazır giyim ve ayakkabı gibi emek yoğun
sektörlerde başlayan küresel üretim 1970‟lerde elektronik ve otomobil gibi sermaye yoğun
imalat sektörlerinde de yaygınlaşmıştır. 1990‟ların sonlarından itibaren ise, hizmet
sektöründe çağrı merkezleri, bilgisayar yazılımı, finansal ve muhasebe hizmetleri gibi pek
çok hizmet işi, gelişen ülkelerde taşeron işletmelere yaptırılır hale gelmiştir. Üretimin
örgütlenme biçimdeki dönüşümün küresel ekonomik bütünleşmenin oldukça farklı ve ileri
bir aşamasını teşkil ettiği ileri sürülmektedir.25
Çokuluslu şirketler bu sürecin itici gücücü olmaktadır. 1960‟lara kadar çokuluslu
şirketlerin genellikle dikey olarak bütünleştirilmiş hiyerarşik koordinasyon ve üretim
yapılarına sahip oldukları bilinmektedir. Ancak, çokuluslu şirketler günümüzde oldukça
farklı bir yapıya sahiptir. Zira, pek çok çokuluslu şirketin esneklik ve rasyonelleşme
stratejileri çerçevesinde ihtiyaç duydukları pek çok ürün, ara–mal ve hizmeti üretmek
yerine küresel piyasalardan tedarik etmeleri küresel düzeyde ağ tipi bir örgüt yapısının
gelişimine yol açmıştır.26 Bu yapı, her bir kademesinde farklı ölçek ve niteliklere haiz çok
sayıda taşeron ve yan sanayi işletmesinin bulunduğu bir piramide benzemektedir.27
Piramidin tepesinde merkezi gelişmiş ülkelerde bulunan çokuluslu şirketler, altında bir
kısmı çokuluslu olan büyük tedarikçi şirketler bulunmaktadır. Daha alt kademeler de ise,
dünyanın çok farklı ülkelerinde bulunan ve bir kısmı muhtemel kayıtışı olan binlerce küçük
ve orta ölçekli işletme mevcuttur. Bilgi ve iletişim teknolojilerinde meydana gelen
Sosyal Politika Alanında Yaşanan Dönüşüm ve Türkiye‟ni Refah Rejiminin Karmaşık Niteliği”,
(Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi, SBE), 2005, s. 52.
25
S. Hayter, “The Social Dimension of Global Production Systems: A Review of the Issues”, ILO Working
Paper No: 25, 2004, s. 2.
26
27
G. Gerreffi, J. Humphrey, ve T. Sturgeon, “ The Governance of Global Value Chaine”, Review of
International Political Economy, Vol. 12, No1 February, 2005, s. 90.
S. Hayter, 2004, s. 5.
14
gelişmeler, çokuluslu şirketlere böylesine karmaşık tedarik sistemlerini başarılı bir şekilde
koordine etme imkanı vermektedir.28
2. Esnek Üretim Uygulamaları ve Ġgücü Üzerine Etkisi
Küreselleşme sürecinde üretimde yaşanan değişimin bir boyutu da esnek üretim
uygulamalarının yaygınlık kazanması olmuştur. İkinci Dünya Savaşı‟ndan sonra geniş bir
uygulama alanı bulan Fordist üretim modeli, yığın pazarlarına yönelik üretim yapan, bu
yüzden toplumun korporatist nitelikte örgütlenmesini öngören bir toplum paradigmasını
yansıtmaktaydı. Ancak, küreselleşme ile birlikte “post-kapitalist toplum”, “bilgi toplumu”
olarak da bilinen yeni bir toplumsal oluşumdan söz edilmeye başlanmıştır.29
Çalışma hayatında esneklik; sayısal, zamana göre, fonksiyonel, ücret gibi çeşitli
şekillerde tanımlanabilmekle beraber esas olarak değişebilirlik ya da değişime ayak
uydurabilme yeteneği olarak nitelenmektedir.30 Bu bakış açısına göre, çalışma hayatında
var olabilmek / ayakta kalabilmek için esneklik uygulamaları büyük önem taşımaktadır.
Teknolojik ilerlemeye paralel olarak Fordist üretim modelinin yüksek maliyetli özel amaçlı
makinelerinin yerini çok amaçlı programlanabilen robotların alması, üretim miktarı ve
çeşitliliği gibi konularda büyük esnekliklerin sağlanmasına yol açmıştır.31 Bu sayede
Fordist üretim modelinin tersine iş küçük ve parçalanmış iş birimlerine ayrılabilmekte,
değişen pazar koşullarına ve dalgalanmalara daha kolay uyum sağlayabilmektedir. Böylece
sermaye, örgütlü işçi hareketlerinin kısıtlamalarından ve endüstriyel kurallardan
kurtulabilmektedir.32 Ayrıca esneklik uygulamaları ile sermaye, çalışma sürelerini
belirsizleştirip iş güvencesini kaldırarak gelecek kaygısı ve korkusu içinde güvenini
28
D. Hummels, J. Ishii ve D. Yi, Kei–Mu, “The Nature and Growth of Vertical Specialization in World
Trade”, Journal of International Economics, Vol. 54, 2001, s. 75–96.
29
Tülin Öngen, “Esneklik: Kapitalizmin Yeni Fetişi”, Ġktisat, Sayı 357, Mayıs-Haziran 1996, s. 32.
30
TİSK, “Çalışma Hayatında Esneklik”, Yayın No: 190, Kasım 1999, ss. 4-5.
31
Şule Daldal Necef, “Esnekliğin Farklı Boyutları ve Uluslararası Dinamikler”, Petrol-İş ‟97- ‟99, Petrol-İş
Yayınları, İstanbul, Mart 2000, s. 879.
32
Öngen, 1996, s. 33.
15
kaybetmiş bir işçi sınıfı oluşturmaktadır.33 Bu nedenle yarı-zamanlı çalışma, kısa dönemli
ve geçici istihdam, taşeron çalışma ve tele-çalışmanın olduğu atipik istihdam biçimleri
yaygınlaştırılmıştır. Bu durum Fordist üretim modelinin temel sosyal politika anlayışı olan
düzenli ve sürekli olarak bir işte çalışmayı ifade eden standart istihdamın sonu olarak
nitelendirilmektedir.
D. Uluslararası Rekabetin Artması
Bilgi ve iletişim teknolojilerinde hızlı gelişmelerin kolaylaştırdığı dünya
ekonomisinde küreselleşme ve serbestleşme, işletmelerin gelişimi açısından yeni
dinamikler ile birlikte yeni rekabet şartları dayatmaktadır.
Bu teknolojiler ve küresel
ekonomide yaşanan gelişmelerle birlikte işletmelerin örgütlenmelerinde, üretimin
organizasyonunda, pazarlamasında, dağıtımında gerek ulusal ve gerekse küresel düzeyde
köklü değişikliklere neden olmaktadır.34
Ortaya çıkan yeni rekabet koşulları ekonomik gelişmeler ve çokuluslu şirketlerin
gelişimi ve faaliyetleri açısından incelenecektir.
1. Ekonomik GeliĢme
Küreselleşme süreci ile birlikte dünya ölçeğinde oluşan rekabetin giderek artması
ekonomik
gelişme
üzerinde
etkili
olmuştur.
Bu
rekabet
ortamı
ekonominin
küreselleşmesine neden olmuş ve dünya sistemi küreselleştikçe merkezdeki güçler
arasındaki ekonomik, siyasi ve kültürel rekabet giderek büyümüştür. Artık firmalar
rakipleri ile yöresel pazarlarda değil, aynı zamanda dünyanın diğer bölgelerindeki
33
Yüksel Akkaya, “Küreselleşme Kıskacında Türkiye‟de İşçi Sınıfı ve Temel Özellikler”, Petrol-İş 20002003, Petrol-İş Yayınları, İstanbul 2003, s. 220.
34
Mustafa Aykaç, Zeki Parlak ve Süleyman Özdemir, KüreselleĢme Sürecinde Rekabet Gücünün
arttırılması ve Türkiye’de KOBĠ’ler, İstanbul Ticaret Odası Yayınları, 2007, s. 15.
16
pazarlarda da mücadele etmek zorundadırlar. Aksi takdirde yeni şartlara uyum sağlamayan
firma ve ülkelerin 21. Yüzyılda ayakta kalabilmeleri kolay olmayacaktır.35
Ekonominin küreselleşmesi kendisini, üretim ve finansal faaliyetlerin küreselleşmesi
olmak üzere iki farklı alanda göstermektedir. Üretimin küreselleşmesi, ülke bazında faaliyet
gösteren firmaların üretim faaliyetlerini diğer ülkelere ve kıtalara yaymalarını ifade
etmektedir. Finansal faaliyetlerin küreselleşmesi ise, ekonomik küreselleşmenin kendini
gösterdiği bir diğer alandır. Finansal faaliyetlerin küreselleşmesiyle sermaye, herhangi bir
coğrafi sınır içerisinde kalmayıp; daha düşük risk ve daha yüksek kazanç sağlamak
düşüncesiyle herhangi bir kısıtlamaya maruz kalmadan sınır-ötesi alanlara kolayca
yayılmaktadır. Bu alanın, küreselleşmenin en yaygın ve en yoğun olarak yaşandığı alan
olduğu söylenebilir.36 Bu nedenle ekonomilerin uluslararası sermaye akımlarına açık hale
getirilmesi ile ulus-devletin düzenleyici gücünün özellikle para ve maliye politikaları
alanında ortadan kaldırılması amacıyla küreselleşme sürecinde ülkelerin finansal sistemleri
üzerindeki denetimlerin kaldırılması istenmektedir. Bu durumda finansal küreselleşmeyle
birlikte ulus-devlet hem işlevleri hem de sınırları açısından etkinliğini kaybetmektedir.
Küresel üretim alanları ile küresel finans potansiyel anlamda birbirleri ile
çelişkilidir. Küreselleşmenin artması finansal istikrara, aynı zamanda siyasi istikrara
bağlıdır. Günümüz finans piyasaları ise istikrarsızdır. Küresel finans sistemi kredi yaratmak
fonksiyonuna sahip olması nedeni ile gelecekteki üretimi kontrol etmektedir. Finans
alanındaki bir krizin reel alanda krize neden olma ihtimali, bugün, önceki dönemlerden
daha yüksektir. Çünkü finans piyasaları hükümetlerin düzenlemeleri dışındadır. Küresel
finans düzenleme dışı olarak çalışmaktadır. Küresel ekonominin yönetimi ulusal ekonomi
yönetiminden farklı olarak siyasi merkez dışındadır.37
35
Aran, s. 53.
Coşkun Can Aktan ve Hüseyin Şen, “Globalleşme ve Türkiye”, Mercek Dergisi, Ocak 2001, Yıl 6, Sayı
21, ss. 104-105.
37
Aran, ss. 3-4.
36
17
Girdiği ekonomilerde döviz arzını arttırıp, döviz paritesini yerli para aleyhine
değiştiren finansal sermaye yatırımcı sermayeden çok geniş bir alanda ve çok daha yüksek
miktarlar halinde dolaşmaktadır. İhracatın görece gerilediği, ithalatın yükseldiği
ekonomilerin döviz gereksinimi de kronik olarak artmaktadır. Böylece periferik konumlu
ekonomiler, finansal sermaye liberalizasyonu ortamında, ithal ikameci dönemlerde dışa
bağımlı ekonomi yaratılmasına benzer biçimde, dış kaynak gereksinimi açısından dışa
bağımlı hale getirilmiş olmaktadır.38
2. Çok Uluslu ġirketler ve Doğrudan Yabancı Yatırımlar
Güçlü bir rekabetçi yapı sergileyen Çok Uluslu Şirketler (ÇUŞ) küreselleşmenin
hızlanmasıyla yakından ilgilidir. Geçmişi çok eskilere dayanan ve kapitalist yapıyı temsil
eden ÇUŞ‟lar küreselleşmeyi şekillendiren aktörlerin en önemlilerinden biri olmuştur.
Küreselleşmenin iticü gücü olan ÇUŞ‟ları bu kısımda iki başlık altında inceleyeceğiz.
a. Çokuluslu ġirketlerin Tarihsel GeliĢimi
ÇUŞ‟ların geçmişi 14. Yüzyıla kadar dayanmaktadır. 17. ve 18. yüzyılda büyük
kolonyal ticari firmaların kurulması ve bu firmaların devlet tarafından korunmasıyla
birlikte Hollandalılar ve İngilizlerin Doğu Hint Kumpanyaları, Muscovy Kumpanyası,
Kraliyet Afrika Kumpanyası ve Hudson Bay Kumpanyası ortaya çıkmıştır. Bu
kumpanyalar koloni bölgelerinde toptancı ticari faaliyetlerde bulunmuşlardır. Bu faaliyetler
sermaye birikimine katkıda bulunarak kapitalist sistemin gelişmesini sağlamıştır. Böylece
sanayi devrimiyle birlikte çağdaş anlamda ÇUŞ‟lar ortaya çıkmıştır. 19. yüzyılda ortaya
çıkan güçlü sanayi şirketlerine ulusal pazarlar yetmez olmuş ve dış piyasalara açılmaya
başlamışlardır.39 Böylece modern ulus aşırı imalat 1865 yılında Alman kimya devi Alfred
Bayer‟in New York‟ta, iki yıl sonra da Amerikan Singer şirketinin Glasgow‟da açtıkları
38
Kazgan, ss. 126-127.
Metin Aydoğan, Yeni Dünya Düzeni Kemalizm ve Türkiye, 20. Yüzyılın Sorgulanması, Cilt 2, İstanbul:
Kum Saati Yayınları, 2002, s. 712.
39
18
fabrikalarla ortaya çıkmıştır. Bunları, 19. yüzyıl sonlarında Ford, General Motors ve
General Electric gibi Amerikan şirketlerinin Avrupa pazarında yabancı ortak arayışına
girmesi takip etmiştir. Avrupalı şirketler bu ulus aşırı imalat girişimlerine katılmışlardır.
1907 yılında Fiat Avusturya‟da 1909 yılında ABD ve 1912‟de Rusya‟da imalat kolları
kurmuştur. Bosch, Fransa ve İngiltere‟de 20. yüzyılın ilk yıllarında otomobil parçaları
üreten fabrikalar kurmuştur. 1930‟ların bunalım yılları ve 1940‟ların da savaş yılları olması
nedeniyle tıkanan yabancı yatırımların oran ve akışının yönünde savaştan sonra, 1950‟lerde
çok büyük değişiklikler meydana gelmiştir. Burada en büyük etkenlerden biri Avrupa ve
Japon ekonomilerinin hızla canlanması olmuştur. 40
Kendini sömürgecilik olarak gösteren İngiltere‟nin liderliğindeki bu dönem II.
Dünya savaşı sonrasında ABD‟nin liderliğinde Yeni Dünya Düzeni olarak ortaya çıkmıştır.
Bu sistemin gelişmesinde en etkili olan faktörlerden biri de ÇUŞ‟lar olmuştur.
Küreselleşmenin, ulus-devlet anlayışının üstünde, uluslarüstü işletme kanalları ile
zenginliklerin yeniden değerlendirildiği, üretildiği, dağıtıldığı ve tüketildiği tam rekabet
esasına dayalı bir sistem hedefi doğrultusunda ÇUŞ‟lar, küreselleşme sürecinin öncüsü
olarak dünya ekonomisinin belirleyicisi olmuştur.
b. KüreselleĢmenin Ġtici Gücü: Çokuluslu ġirketler
Küreselleşmeyi ortaya çıkaran temel faktörlerden biri olan ve 1960‟lı yıllarda
başlayıp 1970‟li yıllarda giderek artan ÇUŞ‟ların etkinlikleri 1980‟li yılların sonlarında
giderek yayılmaya başlamıştır. Sermayenin uluslararası dolaşımındaki hızlanma ve
serbestleşmesine paralel olarak ÇUŞ‟ların gücü giderek artmıştır. Küresel değer üretiminin
3.4 trilyonluk bölümünü en büyük 100 ÇUŞ kontrol etmektedir. Kendi ülkeleri dışında 2.7
trilyon yatırım yapan ÇUŞ‟larda çalışan ücretlilerin toplamı 75 milyonu bulmuştur.41
40
Erol Tümertekin ve Nazmiye Özgüç, Ekonomik Coğrafya, KüreselleĢme ve Kalkınma, İstanbul: Çantay
Kitabevi, 1997, s. 39.
41
Abdülhalim Çelik, KüreselleĢme Sürecinde Sosyal Güvenlik Sistemlerinin DönüĢümü ve Türkiye,
Kamu-İş Yayınları, Ankara, 2002.
19
ÇUŞ‟ların dünya ölçeğinde verili kaynakları etkin kullanmak amacıyla geliştirdikleri
yeni yönetim stratejileri özellikle gelişmekte olan ulus-devletleri doğrudan etkilemiştir.
Bunlardan ilki büyük şirketlerin aralarındaki stratejik ittifaklar, diğeri ise büyük şirketlerle
dünyaya yayılmış küçük şirketler arasındaki alt-sözleşme (taşeron) ilişkileridir. Dünyayı ağ
gibi saran bu ilişkiler beraberinde metaların, sermayelerin ve bilgilerin dünya ölçeğinde
serbest dolaşımını gerekli kılmaktadır.
Ulusal şirketler ve çok uluslu şirketlerden sonra ortaya çıkan günümüz ÇUŞ‟lara
bakıldığında ihracat, lisans ve teknik anlaşmaları ve dışa doğrudan yatırımları yönetim,
imalat ile uluslarötesileşmeyi gerçekleştirdikleri gözlemlenmektedir. Bu çerçevede
küreselleşme sürecine damgasını vuran ÇUŞ‟ların ulus-devlet anlayışının üstünde
işletmeler olarak zenginliğin yeniden değerlendirildiği, üretildiği, dağıtıldığı ve tüketildiği
tam rekabet esasına dayalı bir sistemin baş aktörlerinden biri olduğunu söyleyebiliriz.
c. Uluslararası Ticaret ve DeğiĢen Ticaret Kalıpları
Küreselleşmenin bir başka ifadesi de uluslar arası ticaret hacminin artması ve
kalıplarının değişmesidir. Son 50 yılda ticaretin serbestleştirmesi, iletişim ve ulaşım
teknolojilerinde gelişmeler uluslararası mal ve hizmet ticaretinin hacmini artırdığı gibi
yapısını ve içeriğini de esaslı bir şekilde dönüştürmüştür. 42
Tarihsel olarak bakıldığında, farklı küreselleşme dalgaları boyunca uluslararası
ticaretin hacmi, yapısı ve kalıpları da değişmiştir. İlk küreselleşme dalgası 1870 ile 1914
tarihleri arası döneme denk gelmektedir. Diğer bir ifade ile 19. yüzyılın sonu ile Birinci
Dünya Savaşı ekonomisi, mal, sermaye ve işgücünün hareketliliği sayesinde ileri düzeyde
bütünleşmiştir. Bu bütünleşme, bugün olduğu gibi, büyük ölçüde ulaşım (buharlı gemi ve
demir yolları) ve iletişim (telgraf) teknolojilerinde meydana gelen gelişmelere bağlıdır. Bu
42
Aykaç, Parlak ve Özdemir, s. 36.
20
dönemde ulusal piyasaların dünya ekonomisine sömürgeci sistem adlında bütünleşmesi
dünya da üretim ve uluslararası ticaretin hacminde önemli artışlara yol açmıştır. Birinci
Dünya Savaşına kadar olan 30 yıllık süre içinde, dünya ticareti %3.2 oranında arttığı
gözlemlenmiştir.43 Dünya ticaretinde gerçekleşen bu artış dünya GSMH‟nın artışının
yaklaşık iki katına eşittir.44 Ulusal servet açısından ölçüldüğünde bu dönemde sermaye
ihracat ve ithalat oranlarını günümüzden daha fazla olduğu ileri sürülmektedir. Bu sermaye
hareketleri, toprağa dayalı birincil ürünlerin üretiminde ve ihracatında tam bir patlamaya
yol açmıştır. Sonuç olarak, ticaretteki artışlar dünya üretimini % 33 arttırırken gelişen
ülkelerin hammadde ve tarım ürünleri karşılığı imalat mallarının mübadele edildiği bir
uluslar arası ticaret kalıbı ortaya çıkmıştır.45
1914 ve 1945 yılları arası dünya ekonomisinde küreselleşmenin, üretimin ve
ticaretin hacminin azaldığı yıllardır. 1930‟lu yıllarda yaşanan ekonomik bunalımın
ardından ülkeler kendi içlerine kapanmayı, bireysel davranarak büyük bunalımın getirdiği
sorunlara yönelmeyi tercih etmişlerdir. Bu da dünya ticaretinde işbirliğinden
neden
olmuştur. Ülkeler, kendi sanayilerini korumak ve dışödemeler dengesi problemlerini
çözmek için gümrük tarifelerini arttırma yoluna gitmişlerdir.46 ABD‟nin Smoot–Hawley
Tarriff uygulaması ile öncülüğünü yaptığı korumacılık akımı ile uluslararası ticaret
çökerken dünya ekonomik büyümesi de % 30 oranında düşmüştür.47 Sonuç olarak, 1950‟ye
kadar ihracat olarak dünya geliri, 1870‟deki seviyesinin % 5 altına düşmüştür.48
43
P. Hirst ve G. Thompson, Globalization in Question: International Economy and Possible Governance,
Second Edition, London: Polity, 2001, s. 47.
44
A. Maddison,
s. 20–23.
45
World Bank, Globalization, Growth, and Poverty: Building an Inclusive World Economy, New York:
WB / New York: Oxford, 2002, s. 27.
The
World
Economy:
A
Millennial
Perspective,
Paris:
OECD,
2001
46
Nil Karaca, “Gatt‟tan Dünya Ticaret Örgütüne”, http://www.kktcsanayiodasi.org/site/den20.pdf,
(Çevirimiçi: 02.12.2009), s. 1.
47
OXFAM, Rigid Rules and Double Standards: Trade, Globalization and Fight Aganist Poverty, 2002,
s. 33.
48
Maddison, s. 22.
21
Yeni bir küreselleşe dalgası (ikinci dalga), 1945–1980 yılları arası döneme denk
gelmektedir. 1945 yılında İkinci dünya savaşının sona ermesinden sonra Amerika Birleşik
Devletlerinin öncülüğünde uluslararası ekonomik, sosyal ve siyasi yapılanma hedefi
çerçevesinde önce Birleşmiş Milletler Örgütü, ardından dünya ekonomisinde piyasa
koşullarının işleyişini sağlamak üzere Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası
(IBRD) kurulmuş, uluslararası ticaretin serbestleşmesi hedefine yönelik olarak da Gümrük
Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (General Agreement on Tariffs and Trade-GATT)
imzalanmıştır. Ocak 1948'de yürürlüğe giren GATT, dış ticaretin serbestleşmesi hedefi
çerçevesinde faaliyet göstermiştir. Dış ticarette rekabetin mal kalitesini artıracağı, fiyatları
düşüreceği, böylece dış ticaretin hacminin artacağı düşüncesi ile dış ticaretin
serbestleşmesinin önündeki engel olan gümrük tarifelerinin düşürülmesi, tarife dışı
engellerin kaldırılması, karşılaşılabilecek diğer engellerin ve farklı muamelelerin ortadan
kaldırılması GATT'ın temel amaçlarıdır.49
GATT ile uluslararası ticaret sistemi ilk kez kurulmuştur. GATT'ın kuruluşundan
günümüze kadar geçen süre içerisinde rekabeti bozucu, ticareti kısıtlayıcı engellerin
kaldırılması nedeniyle dünya ticaretinde önemli artışlar kaydedilmiştir. GATT ile gelen
sistem, ticaret pazarlıkları veya görüşmeler (rounds) serileri ile gelişmiştir. İlk round tarifler
ve indirimlere yoğunlaşmış, daha sonra anti-damping ve tarife dışı önlemleri de
kapsamıştır. Son round olan Uruguay Round (1986-94) Dünya Ticaret Örgütü‟nü
kurmuştur. Dünya Ticaret Örgütü (WTO), Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası
ile birlikte Bretton Woods kurumlarının üçüncü ayağını oluşturmaktadır.50
1947–1980 yılları arasında GATT çerçevesinde yürütülen çok taraflı ticaret
görüşmeler ile birlikte ülkeler arasında imalat mallarına yönelik ticari engeller büyük
ölçüde kalkmıştır. Bu dönemde ticari engellerin kısmen kaldırılması ile birlikte uluslararası
ticaret küresel üretimin iki katına yakın artmış ve 1870–1914 dönemindeki oranına
49
50
Karaca, s. 1.
Karaca, ss.1-2.
22
yaklaşmıştır.51 Ancak, ikinci küreselleşme dalgası geleneksel kuzey–güney ticaret kalıbını
yeniden canlandırmış, gelişen ülkeler tekrar tarım ürünleri ihraç edip imalat malları ithal
eder hale gelmiştir. Diğer bir ifadeyle, bu ülkeler eşit şartlarda ticaret yapamamıştır. Bu
dönem, gelişmiş ülkeler açısından oldukça kazançlı olmuştur. Kendi aralarında ticari
engellerin kalkması, imalat malları ticaretini hızlandırmış, tarihte ilk kez imalat sektöründe
uluslararası uzmanlaşma önemli hale gelirken büyük ölçekli üretimle ölçek ekonomileri
sağlanmıştır. Bu gelişme, nihayetinde uluslararası ticaretin önemli ölçüde gelişmiş ülkelerin
kendi aralarında gerçekleşmesine yol açmıştır. Gelişen ülkelerin büyük çoğunluğu bu
dönemde küresel imalat malları ve hizmet ticaretinden çok az pay alabilmiştir.52 1980
yılında imalat malları gelişen ülkelerin ihracatı içinde sadece 25‟lik bir kısmını oluşturması
bu gerçeği pekiştirmektedir.
III. KÜRESELLEġMEYE YÖNELĠK YAKLAġIMLAR
20. yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıkan ve 21. yüzyılın temel belirleyicisi olan
küreselleşme sürecine karşı çıkmak, bir yandan çağın gerisinde kalmak olarak ifade
edilirken diğer yandan küreselleşmenin karşısında olanlar tarafından küreselleşme aleyhine
kanıtlar ortaya çıkarılmaktadır. Bunların dışında küreselleşme ile ilgili olarak kesin bir
yorum yapmayanlar da bulunmaktadır. Bu doğrultu da küreselleşmeye yönelik olarak üç
yaklaşım bulunmaktadır.
Birinci yaklaşım, küreselleşmeye eleştirel bakan şüphecilerdir. Bunlar “yeni küresel
ekonomi” ile ilgili olarak gerçekte neyin yeni olduğu konusuna şüphe ile yaklaşmaktadırlar.
Dünyada hiçbir şeyin yeni olmadığını, dünya ekonomisindeki gelişmelerin ise yüzyıl
öncesine geri dönüşten başka bir şey olmadığını iddia etmektedirler. Küreselleşmenin yeni
bir süreç olduğunu kabul etmedikleri gibi küreselleşmeyi, refah devletini yok etmek isteyen
51
C. Chase–Dunn, Y. Kawano ve B.D. Brewer, “Trade Globalization since 1975: Waves of Integration in the
World System”, American Sociological Review, Vo. 65, No. 1, 2000, s. 80–83.
52
World Bank, s. 29.
23
çevrelerin kullandığı bir terim olduğunu ileri sürmektedirler. En şüpheci bakış açılarından
birine sahip Hirst ve Thompson, küreselleşmeden kaçınılamayacağını iddia ederek “artık
yapılacak bir şey yok” yargısına varanların, aslında tamamen yanlış bir şekilde bu karara
varmalarına sebep olan şeyin, küresel güçler dengesindeki bir değişim değil, aslında
küreselleşmenin kendisinin ortaya koyduğu “küresel miti” olduğunu iddia etmektedir. Bu
mit sayesinde, küreselleşme gereğinden fazla abartılmaktadır.53 Şüphecilere göre, dünya
küresel bir uygarlık yerine, yeni anlayışlar çerçevesinde bölünmeye gitmektedir.
Küreselleşme, bir bütünleşmeyi değil, farklı kültürler, farklı uygarlıklar ya da bölgeler
arasında yeni çatışmaları beraberinde getirecektir.
Küreselleşeme savunucularına göre ise, küreselleşme teknolojinin gelişmesi
paralelinde ortaya çıkan kaçınılmaz bir süreçtir. Teknolojik gelişmeler ve iletişim
teknolojisinin ulusal sınırları aşmasıyla birlikte sermayenin uluslararası hareketliğinin
artması küresel bir pazarı gerekli hale getirmektedir. Bu görüşü savunanlara göre
küreselleşme, teknolojik ve ekonomik gelişmelerin bir sonucu olarak ortaya çıkan bir
süreçtir. Küreselleşme savunucularından diğer bir kesim ise, küreselleşmeyi bireysel olarak
değerlendirmektedirler. Bu görüşe göre, bireylerin farklı taleplerinin giderek artması soncu
sistem bu noktada tıkanmış ve bu talebe karşılık verememiştir. Bu nedenle küreselleşme
toplumlarda yaşanan modernite bunalımı ve devlete ve siyasete olan ilginin ve beklentinin
zayıflamasını ortadan kaldıracak özgürlükçü-çoğulcu bir toplum ve modern bir dünya
kurmanın yolu olarak görülmektedir.
Üçüncü yaklaşım ise, küreselleşmeye eleştirel olarak bakan ve bu süreci
dönüştürmek isteyenlerden oluşmaktadır. Küreselleşme karşıtlığının temelinde, teknolojik
değişmenin getirdikleri yenilikler değil, gelişmiş ülkeler tarafından dikte edilen sosyoekonomik politikalara karşı çıkıldığı görülmektedir. Bunlara göre, “merkez” olarak ifade
edilen gelişmiş ülkeler genelde küreselleşmeden karlı çıkmakta, aksine, “çevre” olarak
53
Paul Hirst ve Grahame Thompson, KüreselleĢme Sorgulanıyor, 2. Bs. Ankara: Dost Kitabevi, 2000.
24
ifade edilen gelişmekte olan ülkeler ise kaybedenleri oluşturmaktadır.54 Küreselleşme
karşıtları yoksul ülkelerin küreselleşme sürecinden zarar gördüklerini iddia etmektedir.
2001 yılında Dünya Bankası‟nın yayınladığı “Küreselleşme, Büyüme ve Yoksulluk” raporu
bu iddialarını desteklememektedir. Bu rapor, küreselleşmenin sanıldığının aksine, sadece
gelişmiş sanayi ülkelerinin lehine değil, gelişmekte olan yoksul ülkeler, az küreselleşmiş ve
çok küreselleşmiş yoksul ülkeler olarak ikiye ayrıldığında, çok küreselleşmiş yoksul
ülkelerin zengin ülkelerden bile daha fazla büyüdüğünü ileri sürmektedir. Bu ülkelerin
başında Çin, Hindistan ve Meksika gelmektedir. Toplam nüfusları 3 milyarın üzerinde olan
gelişmekte olan bu ülkeler, 1990‟lı yıllarda milli gelir içindeki dış ticaret hacimlerini ikiye
katlamış (dış ticaretin milli gelire oranı) ve kişi başına gelir bakımından yıllık ortalama %5
oranında büyümüştür. Az gelişmiş dünyanın geri kalan kısmını oluşturan 2 milyarlık nüfus
açısından ise durum farklıdır. Ticaret hacminin oranı düşmüş, kişi başı gelir ise ya çok
yavaş gelişmiş ya da küçülmüştür. Bu ülkelerde yoksulluk da artmıştır. Kalkınmanın
önündeki bu büyük sorun, bu marjinalleşmeyi tersine çevirmektir.55
Küreselleşme karşıtlarının öne sürdüğü diğer bir görüş ise, küreselleşme ile
insanların işlerini kaybetme ve yeni iş bulamama riskinin arttığı yönündedir. Küreselleşme
süreci ile birlikte teknolojik gelişmeler sonucu vasıfsız işçilerin kendilerine uygun işi
bulamadıkları, yüksek vasıflı işçilerin ise bu süreçte avantajlı oldukları ileri sürülmektedir.
Küreselleşmeye yapılan bir diğer eleştiri ise, Küreselleşme sürecinin uluslararası
sermayenin çıkarlarını korunmak amacıyla IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası
kurumların mali ekonomik ve sosyal konularda önemli kararların alınması ve uygulanması
şeklinde gerçekleştiği yönündedir. Diğer yandan, küreselleşmeyle birlikte Batı kültürünün
tüm dünyaya yayılması ve benimsetilmesi amacının güdüldüğü yönünde eleştiriler de
yapılmaktadır.
54
Gülten Kazgan, KüreselleĢme ve Ulus-Devlet: Yeni Ekonomik Düzen, 2. Bs., İstanbul: Bilgi Üniversitesi
Yayınları, 2002, s. 15.
55
Brad Delong, (Çevirimiçi): http://www.j-bradford-delong.net, 03.04.2009; & Ayrıca bkz.: Kontent XXI,
“Küreselleşme ve Refah”, Sayı:5, Ocak-Şubat 2002, s. 30.
25
Sonuç olarak küreselleşme ile ilgili pek çok görüş ileri sürülmüştür. Ancak,
küreselleşmeyi savunanlar, küreselleşmenin karşısında olanlar ve şüpheyle yaklaşanlar ait
birbirinden farklı bu görüşlerin tek ortak noktası küreselleşme kavramının gerçek
olduğudur. Tüm bu görüşler birbirinden farklı olsa da küreselleşmenin varlığı tüm dünyada
kabul edilmektedir.
IV. KÜRESELLEġMENĠN SOSYAL POLĠTĠKA ve REFAH DEVLETĠ
ÜZERĠNE ETKĠLERĠ
Küreselleşme süreci sosyal soruna getirdiği yeni boyutlarla birlikte sosyal politika
ve refah devleti anlayışında köklü sayılabilecek etkilerde bulunmaktadır. Bu çerçevede,
küreselleşme sürecini sosyal politika ve refah devleti üzerindeki etkileri açısından ele
almak söz konusu dönüşümü anlayabilmek açısından yararlı olacaktır.
A. Sosyal Politika Üzerine Etkisi
Küreselleşme süreciyle birlikte en çok sorgulanan ve tartışılan konu, ekonomik
küreselleşmenin ulus-devletleri sosyal politikayı biçimlendirme yeteneğinden yoksun
bırakıp bırakmayacağı ve bu durumun sosyal koruma sistemleri açısından ne gibi sonuçlar
doğuracağı olmuştur.
Konuyla ilgili yapılan yorumlar, 20. yüzyılın sonlarında küreselleşmenin etkisiyle
sosyal koruma sistemlerine ve sosyal harcamalara yönelik baskıların arttığı ve ulusal
devletlerin politika özerkliğinin eski döneme göre oldukça kısıtlı bir hale geldiği yönünde
odaklanmaktadır. Devletlerin, küresel ekonomik güçlerin yönlendirmesiyle sosyal
politikalarını yeniden şekillendirmek zorunda kaldıkları doğrultusundaki görüşler büyük bir
26
destek bulmaktadır. Günümüzde, “refah devleti”nden “rekabet devleti”ne doğru genel bir
kayışa şahit olunmaktadır.56
Uluslararası liberal piyasa düzeninin gittikçe daha da önem kazanması ve
benimsenmesi doğrultusunda “refah devleti”ne bakışta da yeni anlayışlar ortaya çıkmaya
başlamış ve refah devletinin rolü azaltılmıştır. Refah devleti küçültülürken sosyal
sözcüğünün yerini de “sınırlı ve sorumlu” ibaresi almıştır. Bunlarla birlikte yeni ekonomik
yapının oluşturduğu sosyal yapıdaki dengesizlikleri ortadan kaldırması amacıyla serbest
piyasa ekonomisinin yeniden gözden geçirilmesi gerektiği şeklindeki ifadeler giderek
artmıştır.
Tüm bu tartışmalar çerçevesinde küreselleşme sürecinde sosyal refah devletleri
politikalarına baktığımızda, devletlerin bu konudaki önlemlerinin giderek kısıtlandığını ve
zorlandığını söyleyebiliriz. Bunun nedeni, küreselleşmeyle birlikte, hükümetlerin sosyal
politikalarını sürdürebilmelerinin giderek zorlaşmasıdır. Yabancı yatırımcıları çekmek için
dış ticarete yönelik korumacı uygulamaları gevşetmek ve vergi rekabetine girişmek zorunda
kalan hükümetlerin, vergi tabanında meydana gelen erimeye bağlı olarak, vergi toplama
yeteneklerinde azalma meydana gelir. Bu durum ise hükümetlerin eğitim, sağlık ve sosyal
güvenlik hizmetlerini yerine getirmede güçlüklerle karşılaşmalarına yol açar. Bu süreç,
neticede, geniş halk kitlelerinin yoksullaşması ve yoksulluk riski ile karşı karşıya kalmasına
ve gelir dağılımının bozulmasına yol açmaktadır.57
Tüm bu görüşler ışığında günümüz sosyal politikasının genel durumuna
baktığımızda, ücretler ve iş piyasaları giderek düzensizleşmiş, artan oranlı vergilendirme
azalmış, gelir araştırmasına dayalı yararlar genişlemiş, sosyal sigortalar zayıflamış ve
56
Christopher Pierson, Contemporary Challenges to Welfare State Development, Political Studies, 1998,
s.785-787.
57
Coşkun Can Aktan ve İsmail Yaşar Vural, “Gelir Dağılımında Adalet(siz)lik ve Gelir Eşit(siz)liği:
Terminoloji, Temel Kavramlar ve Ölçüm Yöntemleri”, Yoksullukla Mücadele Stratejileri”, (Haz.: Coşkun
Can
Aktan),
Ankara:
Hak-İş
Konfedarasyonu
Yay.,
2002
http://www.canaktan.org/ekonomi/yoksulluk/birinci-bol/aktan-vural-gelir-dagilimi.pdf,
(Çevirimiçi:
15.03.2009), s. 10.
27
kamunun sahip olduğu endüstriler ve hizmetler yavaşa yavaş zayıflamıştır. Bütün bunlar
Avrupa çapında çok yaygın bir şekilde görülmüştür.58 Bu değişimin en önemli özelliği
sosyal
politikadaki
merkeziyetçi
yapıdan uzaklaşılmasıdır. Sosyal
refah devleti
hizmetlerinin yerel yönetimlere, özel sektöre ve kar gütmeyen kuruluşlara doğru yayılması,
bu değişimin en önemli göstergesidir. Böylece küreselleşme süreciyle birlikte yalnızca
devletin sosyal politika sağladığı merkeziyetçi ve tekdüze sosyal politika anlayışının
geçerliliğini yitirdiği görülmektedir.
Gerçekte sosyal politikalar iddia edildiği gibi ekonominin önünde bir engel olarak
değil, aksine üretken bir faktör olarak görülmelidir. Çünkü özellikle sanayileşmiş ülkelerde
devletin rolü oldukça önemlidir. Piyasalar yoksullara yönelik asgari düzeyde gelir koruma
sistemlerini, sağlık ve işsizlik gibi bazı güvenceleri sağlayamadığından devletler özellikle
yeniden dağıtım politikalarının sorumluluğunu üstlenmektedir. Bu tür yeniden dağıtım
politikaları dışında piyasa yetersizliklerini ortaya çıkmadan onların önlenmesini sağlayan
sosyal politikalar bu şekilde ekonomi üzerinde pozitif bir etkiye sahip bulunmaktadır.
B. Refah Devletinin Zayıflaması
Vatandaşlara asgari bir yaşam düzeyi sağlayan ve onların sosyal durumları ile
ilgilenen refah devleti, özellikle 1980‟li yıllarda yeniden yükselen ve etkisini sürdüren
liberal politikalar çerçevesinde devletin ekonomiye gereğinden fazla müdahale ettiği
gerekçesiyle bugün yoğun bir biçimde eleştirilmektedir. Küreselleşme süreci ile birlikte
hükümetler giderek ulusal politikalarının karşılıklı bağımlılığını düzenlemekte ve
uluslararası piyasalara açılmaktadır. Ancak, hükümetler için refah devletinin kurumsal
politikası ve endüstri ilişkileri engelini aşmaları önemli bir sorun olmaktadır. Refah
devletinin bağımsız dinamikleri ve çok yönlü bağımlılık etkisi sosyal grupların çıkarları ve
bu konudaki değişimin temel odak noktasıdır. Bu konudaki birinci strateji, sistematik
58
Peter Townsend, The Restoration of Universalism: The Rise and Fall of Keynesian Influence on Social
Development Policies, (in the UNRISD Publ.,Programme on Social Policy and Development), Geneva:
UNRISD Publ., 2002, s. 8.
28
olarak Almanya ve ABD gibi dünya piyasalarına açık, iç gelişme seviyeleri aynı olan
ülkeler arasındaki iç ve dış ekonomik ilişkileri veya Almanya gibi piyasa seviyeleri değişik,
dünya piyasalarına açık olan ülkelerin uygulamalarıdır. İkinci strateji, sosyal hizmet talep
eden sınıfların kendilerini güçlendirme süreçlerini, sosyal, ekonomik politika avantajlarının
ortak birikimini ortadan kaldırmak için ilgili grupların kapasitesiyle ilgili sosyal politika
yardımlarının çözümlenmesidir. Para transferlerinin ve hizmetlerin kendiliğinden
sınırlanması için bu potansiyel, refah devleti ve küreselleşme arasındaki korumacı bir
dengeden ziyade bir açıklığın muhafaza edilmesinde önemli bir faktördür.59
Bunlarla birlikte refah devletleri, kurumların rekabetini ve özel çıkarlar amacıyla
kullanılmasını minimum seviyeye indiren bir özelliğe sahiptir. Geçmişten ziyade geleceğe
yönelen refah devletinde herkese sağlanan temel güvenceler, birkaç kişi için sınıfların
tabakaların yerini almaktadır. Uluslararası rekabette sosyal standartlardaki aşınma
karşısında en önemli dayanak olan refah devleti bu yönüyle çalışan kesim için çok
önemlidir. Çünkü refah devletinin rolünün artması, kamu politikalarının genişlemesine
sebep olarak, gelir güvensizliği, sağlık hizmeti, konut, eğitim ve ekonomiyi yönetmek için
piyasaya müdahale edilmesine ve işsizliğin artmasına neden olmaktadır. Refah hizmeti,
çocukların, ailelerin, işçilerin, işsizlerin, yaşlıların, hastaların, sosyal haklarının tanınması,
beşikten mezara ekonomik ve sosyal güvenlik tedbirlerinin alınmasını gerektirmektedir.
Ancak, küreselleşme piyasa disiplini üzerine etki etmek suretiyle refah devletinin tüm
sosyal yapısını ve değer yargılarını tamamıyla değiştirmiştir.
Uluslararası ekonomik güçlerin, refah devletlerini tarihsel olarak destekleyen
politikaları ve yerel ekonomik temelleri aşındırdığı söylenmektedir.60 Kurumların “yüksek
maliyetli” ülkelerden “düşük maliyetli” ülkelere yerleşmeleri, terk edilen ülkedeki istihdam
yapısını etkilemekte; arkasında işsizlik ve mali açık bırakmakta, ekonomik faaliyetin ulusal
59
60
Abdülkadir Şenkal, KüreselleĢme Sürecinde Sosyal Politika, 1.bs., İstanbul: Alfa Yayınları, 2005, s. 280.
Susan Strange, The Erosion of the State, Current History, 2007, s. 368.
29
sınırları aşan özelliği kontrolü ve vergilendirmeyi daha zor hale getirmektedir. 61 Küresel
ekonominin yapısının ve işlevinin ulusal sosyal politikayı nasıl şekillendirmesi gerektiği
konusunda bazı alternatifler sunulmaktadır. İlk olarak, finansal küreselleşme devletin tüm
sermaye şekillerine (yerli ve yabancı) olan yapısal bağımlılığını şiddetlendirmektedir.
İkincisi, küreselleşen finansal üretici sermaye, algılanan riski veya sermayenin başka
alanlara kayma tehdidini arttırmaktadır. Üçüncü olarak, finansal bütünleşme ulusdevletlerin işsizliği engellemek için yayılmacı ekonomik politikalar izleme ihtimalini
azaltmakta ve onları mali sertlik izlemeye zorlamaktadır. Dördüncüsü, küresel ekonomi,
gelişmiş ülkelerdeki ekonomik büyüme ile tam istihdam arasındaki bağlantıyı
şiddetlendirmiş, karın ulusal ekonomi ve istihdamı dikkate almadığını göstermiştir. Bu
konudaki beşinci faktör, ideolojik özelliğe sahip olan ulusal sınırları aşan neo-liberalizmin
yayılmasıdır. Bu durum, ulusal seviyede yapılan ekonomik ve sosyal politikalardaki
daralmaya dikkat çekmekte ve hükümetlerin küresel ekonominin yapısını, işlevini ve
çıktılarını değiştirme konusunda umutsuzluğa düşmelerine yol açmaktadır. Bundan dolayı
ülkeleri uluslararası rekabetin gerekliliklerine (ticarete karşı olan engelleri azaltmakta veya
ortadan kaldırmak, devleti küçültmek ve maliyetini azaltmak, vergilendirme ve refah artışı)
uymaya zorlamaktadır.62
Küreselleşmenin devlet üzerindeki etkisi ile ilgili olarak yapılan tartışmalara göre,
küreselleşme, refah devletinin gelişiminin iç dinamiklerini değiştirmekte ve refah
devletinin üzerine kurulduğu sosyal, demokratik, reformcu politikaların ve projelerin
çöküşüne yol açmaktadır.63 Yapısal olarak uygulanabilir politika seçenekleri sadece
ekonomik faktörler tarafından sınırlandırılmamış, her şeyden önce devlet politikası piyasa
güçlerini ve ekonomik rekabeti desteklemek için hazırlanmıştır. Sonuç olarak, bu durum
ulusal devletin sosyal üretim alanlarına olan müdahalesinin sınırlandırılmasına yol
açacaktır.
61
R. Stryker, Globalization and the Welfare State, Internetional Journal of Sociology and Social Policy,
1998, s. 2-4.
62
Stryker, s. 4.
63
G. Teeple, Globalization and the Decline of Social Reform, Toronto: Garamond Press, 1995, s. 11-3.
30
Dış ekonomik faktörlerin, ülkeler için tek bir gelişim modelini zorla kabul ettirmek
istediği söylenmektedir. Buna göre, ulusal refah devletleri uluslararası rekabetin koşulları
doğrultusunda yönlendirilecek ve belli bir noktada birleşeceklerdir. Değişen ulusal genel
durumlara ve farklı siyasi partilerin politikalarına rağmen, ileri sanayileşmiş ülkeler, refah
devletlerini, küresel piyasaya göre oluşturulmuş refah devleti modeline zorladıkça bu
devletler birbirlerine benzer hale gelmektedirler. Bu konuda sınırlamalar o kadar aşırı hale
gelmektedir ki, sadece piyasaya uyan refah devleti yapılarının yaşamasına izin verecektir.64
Rekabetçi küresel ekonomide başarı veya başarısızlık durumu rekabette sağlanan
avantajın korunmasına bağlı görülmektedir. Küreselleşmenin refah devleti üzerindeki etkisi
bazı sosyal refah programlarında, ulusal harcamaların azalması, özelleştirme ve piyasaya
yönelme gibi durumlara yol açana ideolojik kaymalardan meydana gelmektedir.65
Refah devletlerinin küreselleşmeye uyum sağlama sürecinde esnek tepki vermeleri
ve kendi kurumsal sınırlama kapasitelerine sahip olmaları gerektiği öne sürülmektedir.
Ancak, gelişmiş ülkelerde küreselleşme sürecinde refah devleti politikaları, tepkileri
karşılamaya
yönelik
olarak
düzenlenmektedir.
Devletler
ekonomik
rekabetin
sürdürülmesine kendilerini kanalize etseler dahi, “rekabetçi devletlerin” oluşacağını ve bu
devletlerin belirli alanlarda daha müdahaleci olacağı iddia edilmektedir. Bunun sonucu
olarak ülkeler, ekonomik küreselleşmenin sonuçlarına karşı tedbir alma, yoksulluk, gelir
dağılımı, marjinalleşme ve suçlar hususunda daha otoriter olacaklardır. Gerçekte, devletin
üzerindeki refah hareketini azaltma yönündeki ezici baskılar yerine, hükümetin
marjinalleşmeyi yok etmesi ve sosyal bütünleşmeyi, eşitliği ve adaleti sağlaması için kamu
politikalarına müdahalenin bakış açısını genişletecek baskılar yapabilir. Sosyal koruma
programları, bireyleri, aile birliğini ve toplumu artan ekonomik riske karşı korumak için
64
65
Şenkal, s. 316-317.
Stryker, s. 11.
31
genişletilirken, ekonomik rekabeti izleyen politikaların direkt sonucu olarak kamu
harcamaları artabilir.66
66
Nicola Yeates, “Social Politics and Policy in an Era of Globalization: Critical Reflections”, Social
Policy&Administration, 1999, s. 4.
32
ĠKĠNCĠ BÖLÜM
REFAH DEVLETĠNĠN DOĞUġU, YÜKSELĠġĠ ve KRĠZĠ
I. REFAH DEVLETĠ KAVRAMI ve TANIMI
Refah devleti anlayışına ilk kez 1848 yılında çıkarılan Fransa Anayasası‟nda yer
verilmiştir. Anayasada klasik hakların yanında sosyal ve ekonomik hakların önemi de
vurgulanmıştır.
Bu
gelişmenin
ardından
Almanya‟da
yürürlüğe
konan
Weimar
Anayasası‟nın bu anlayışın gelişmesi anlamında oldukça önemli bir katkısı olmuştur. Bu
anlayış, 1947 yılında İtalyan Anayasası, 1949 yılında Alman Anayasası, 1958 yılında
Fransız Anayasası, 1961 ve 1982 anayasaları ile ülkemizde de kabul edilmiştir. Refah
devleti bir kavram olarak ise, 1941 yılında Temple tarafından ifade edilmiştir. Terim,
Beveridge Raporu ile 1942 yılında yaygınlaşmıştır. Modern anlamda refah devletinin 19.
yüzyılda iki başlangıcı olduğu kabul edilmektedir. Birincisi; İngiltere‟de temel eğitimi
sağlamak amacıyla hazırlanan yasal düzenlemelerdir. İkincisi ise; Almanya‟da Bismark
tarafından getirilen sosyal sigorta uygulamasıdır.67
1930-1950 dönemini refah devleti anlayışı için gelişme dönemi, 1950‟lerden
1970‟lerin ortalarına kadar olan dönemse refah devletinin yayılma dönemi olmuştur.
1970‟lerin ortalarından bu yana da bu anlayışı sorgulama ve anlayışın yeniden
biçimlenmesi dönemi yaşanmaktadır.
Sosyal politika üreticisi ve düzenleyicisi olan ve bu politikalar paralelinde
müdahalede bulunan refah devleti çeşitli şekillerde tanımlanmaktadır. Refah devleti, sosyal
refahın en elverişli bir şekilde vatandaşlara sunulması amacıyla devletin ekonomiye aktif ve
kapsamlı müdahalelerde bulunmasını öngören bir devlet anlayışıdır. Refah devletinin temel
67
Özdemir, s. 34.
33
amacı, en geniş anlamda, piyasa ekonomisinin başarısızlıklarını ve yetersizliklerini ortadan
kaldırmaktır.68
Asa Briggs refah devletini, piyasa aktörlerinin işleyişini değiştirmeyi çabalayan
(politika ve yönetim açısından) organize bir güç olarak tanımlamaktadır. Refah devleti,
çalışma ve mülkiyetin piyasa değerine bakılmaksızın vatandaşlarına minimum bir geliri
garanti etmektedir. Ayrıca refah devleti, yaşlılık, işsizlik, hastalık gibi belli sosyal gerçekler
karşısında aile ve bireyleri destekleyerek riskleri minimize etmektedir. Böylece sınıflar ve
statüler arasında ayrım olmaksızın tüm halkın eşit haklara sahip olmasını hizmetleri
düzenleyen anlaşmalarla sağlamaktadır.69
Lindbeck‟in bir makalesinde refah devleti kavramı, devlet tarafından finanse edilen
sosyal sigorta sistemleri, transferler, sağlık, yaşlı bakımı ve çocuk bakımı gibi hizmetlerin
sağlanması ya da desteklenmesi anlamında kullanılmaktadır. Yani devletin klasik rolünden
farklı olarak (kollektif mallar üretmek, çeşitli dışsallıkları kontrol etmek, fiziki altyapı
üretmek gibi) çeşitli kamu harcama programlarına vurgu yapılmaktadır.70
Gough ise refah devletini, işgücünün yeniden üretilmesi ve kapitalist toplumlarda
çalışmayan nüfusun korunması için kamu gücünün kullanılması şeklinde tanımlar. Bu
nedenle çağdaş refah devletine çok geniş bir amaç, gerekçe ve faaliyet listesi atfedilmiştir.
Bununla birlikte, temel vatandaşlık hakları ile ilgili olarak bütün kişilerin daha iyi bir
duruma getirilmesi için refah devletinin sorumluluğuna işaret eden genel bir görüş
birliğinden söz edilebilir.71
68
Coşkun Can Aktan, Müdaheleci Devletten: Müdehaleci Sınırlı Devlete, No:3 Ankara: Yeni Türkiye,
1999, s. 43.
69
Asa Briggs, “The Welfare State in Historical Perspective”, (Ed: Pierson, C and F Castles), The Welfare
State Leader, Cambridge Polity Press, 2000, ss. 17-18.
70
Assar Lindbeck ve Diğerleri, “İleri Refah Devletinin Sonuçları,” Yeni Türkiye, Sayı.29, Eylül-Ekim 1999,
s. 241.
71
Lann Gough, Refah Devleti, (Çev.: Kamil Güngör), (http://www.canaktan.org/politika/anti_leviathan/digeryazilar/gungor-refah-devleti.pdf, (Çevirimiçi: 05.01.2009), s. 2.
34
Refah devleti genellikle sosyal devlet kavramıyla birlikte ifade edilmekte ve birçok
yerde de bu iki kavram aynı anlamda kullanılmaktadır. Bu iki kavram arasındaki farklılığa
dikkat çekmek amacıyla refah devletini şu şekilde tanımlamak mümkündür; Refah devleti
şahıslara ve ailelere asgari bir gelir güvencesi veren, onları toplumsal tehlikelere karşı
koruyan, sosyal güvenlik olanağı sağlayan, toplumsal konumları ne olursa olsun tüm
yurttaşlara eğitim, sağlık, barınma gibi sosyal hizmetler alanında belli bir standart getiren
devlettir.72
Tüm bu tanımlar doğrultusunda refah devleti; piyasanın başarısız işleyişine
müdahale eden, işçi ve işverenler arasındaki dengesizlik sonucu ortaya çıkan düşük ücreti
asgari düzeyde belirleyen ve böylece en alt düzeyde eşit işe eşit ücret anlayışını
gerçekleştiren, gelir dağılımındaki dengesizlikleri aldığı vergiler aracılığıyla gelirin yeniden
dağılımını sağlayarak bu nedenle çıkacak çatışmaları en aza indiren devlettir.
II. REFAH DEVLETĠNĠN TARĠHSEL GELĠġĠMĠ
Tarihsel olarak baktığımızda, sosyal koruma gereksiniminin her dönemde var
olduğu ve bir şekilde karşılanmaya çalışıldığı görülmektedir. Refah devleti düşüncesi ve
uygulamasının temellerini oluşturan bu durum, yoksulluk yasalarıyla başlayan sosyal refah
önlemlerini ortaya çıkarmış, daha sonraki dönemlerde ekonomik ve sosyal gelişmeler
doğrultusunda genişlemiş, sanayileşme süreci ile birlikte ortaya çıkan yalnızca işçi sınıfı
odaklı yapısından sonra ise, tüm toplumu kapsayarak, gelirin yeniden dağılımı, sosyal
güvenlik, eğitim, sağlık, konut, kişisel refah hizmetleri gibi alanlarda hizmet vermeye
başlamıştır. Ancak, “bugünkü anlamda bir refah devletinin ortaya çıkması için,
72
P. Flora Heidenheimer. A. J. The Development of Welfare States In Europe And America, New
Brunswick, NJ,Transaction Books, 1981, s. 50.
35
sanayileşme, demokratikleşme, sınıf kavgaları, insan hakları gibi 20. yüzyıla özgü
gelişmelerin yaşanması gerekmiştir.”73
Modern refah devletini ortaya çıkaran gelişmelere dönemsel olarak baktığımızda
birinci dönem, sanayi devrimi öncesi yılları kapsamaktadır (1880 öncesi). İkinci dönem,
sanayileşme dönemidir (1880-1914). Üçüncü dönem iki dünya savaşı arasındaki dönemdir
(1914-1945). Son dönem ise, 1975‟den günümüze refah devleti anlayışının krize girdiği ve
yeniden yapılandırma arayışlarının başladığı bir dönemdir.74
A. Refah Devletinin DoğuĢuna Kadar Olan Dönem (1880 Öncesi)
Refah devletine yönelik ilk uygulamalar ortaçağa kadar dayanmaktadır. Özel
mülkiyeti benimseyen ancak zenginliğin insanlar arasında eşitsizlik olduğu vurgulanan
ortaçağın düşüncesine göre, insanlar aşırı zenginlik hırsına kapılmadan sahip oldukları
servetlerini sosyal hizmetlere yönelterek kabul edilebilir hale getirmeliydiler. Bunun
dışında ticaret yoluyla zenginleşmeyi önleme anlayışı olan adil fiyat yaklaşımıyla birlikte,
üretici ve tüketicinin ekonomik konjonktürden yararlanarak birbirlerini sömürmelerini
engellemek amacıyla devletin gerektiği takdirde müdahale etme düşüncesi yine bu
dönemde ortaya çıkmıştır.
Bedensel çalışmanın aşağılayıcı bir eylem olarak nitelendirildiği ilkçağın tam aksine
ortaçağda çalışma, onur verici ve kutsal sayılırken, çalışmanın karşılığı da kutsal bir hak
olarak benimsenmiştir. Ortaçağ'da üzerinde önemle durulan adil ücret yaklaşımı da bu
görüşleri destekler bir nitelik taşımaktadır. Gerçekten ortaçağ düşüncesine göre adil ücret;
“düzenli ve dengeli bir toplumda sağlıklı, tutumlu ve çalışkan her insanın; emeğinin
karşılığı olan ve ailesinin geçimini sağlamasına ve gelecek için belirli bir miktar birikim
73
Meryem Koray, “Avrupa Refah Devleti: Anlamı, Boyutları ve Geleceği”, GörüĢ Dergisi, Tüsiad Yayınları,
Sayı:57, Aralık 2003 s.67.
74
Abdülkerim Çalışkan, “Sosyal Refahın Sağlanmasında Devletin Etkinliği ve Türkiye Örneği”,
(Yayınlanmamış Doktora Tezi, İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi SBE), 2001, s.21.
36
yapmasına imkân verecek düzeyde bir gelire eşit olan” ücret düzeyini ifade etmektedir.75
Adil ücret yaklaşımı Ortaçağ‟da son derece etkili olmuş ve bu dönemde ücretler gerçekten
genel olarak belirli bir seviyeyi korumuştur.76
Sosyal devlet anlayışına giderek yaklaşan bu gelişmeler Batılı ülkelerde bu şekilde
gerçekleşirken, İslam dinin ortaya çıkması ve yayılması ile birlikte doğudaki ülkelerde de
benzer gelişmeler yaşanmıştır. İslam dinine göre devlet, halkın güvenliği ve refahı için
halka hizmet ve yardım eden bir kurumdur. Devlet bütçe veya zorunlu sosyal sigorta
aracılığı ile zenginlerden sağladığı gelirlerin bir bölümünü dar gelirlilere veya hiç geliri
olmayanlara aktararak sosyal güvenliği ve adil gelir dağılımını gerçekleştirmiştir.
Görüldüğü gibi, İslam Devleti‟nin sosyal refah anlayışı, günümüz sosyal devlet anlayışına
oldukça benzer nitelikler taşımaktadır.77
Genel olarak ortaçağa baktığımızda, devlet anlayışının sosyal devlet anlayışına çok
yaklaştığını söylemek mümkündür. Ortaçağda yaşanan bu gelişmelerin dışında refah
devletinin ortaya çıkışıyla ilgili olarak genel anlamda kabul edilen gelişme, İngiltere‟de
1601‟de Kraliçe Elizabeth tarafından uygulamaya sokulan “Yoksulluk Yasası” (The Poor
Law Act), askerler hariç, toplumdaki belirli gruplara destek sağlayan ilk yasa olarak
görülebilir. Daha önce de bazı yasalar vardı, örneğin benzer isme sahip 1388 tarihli
yoksulluk yasası gibi. Ancak, bu yasanın asıl amacı, ortaya çıkan veba salgını sonrası
yıllarda yaşanması olası işgücü kıtlığı ile başa çıkabilmektir. 1601‟deki yasa, yaşlı ve hasta
olan yoksullara yardım götürdüğü için bu anlamdaki ilktir. Bu yasanın özünde yoksulluğun
yaygınlaşmasından hükümetin sorumlu bulunduğu ve bireylerin ekonomik refahının
sağlanmasında kamunun sorumlu olduğu düşüncesi vardır.78 1601 Yoksullara Yardım
75
Cahit Talas, “Öğretilerde Sosyal Devlet”, Ġnsan Hakları Yıllığı, Cilt 13, 1991, s. 94-95.
Can Aktan, Özlem Kıvrak, “Sosyal Devletin Doğuşu ve Gelişimi”, http://www.canaktan.org/politika/refahdevleti/dogusu-gelisim.htm, (Çevirimiçi: 20.03.2009), s. 1.
77
Aktan, Kıvrak, s. 2.
78
Fatih Şahin, “Sosyal Hizmet Uzmanlarının Sosyal Refah Politikası Süreçlerine Katılımı” (Yayınlanmamış
Doktora Tezi, Ankara: Hacettepe Üniversitesi, SBE, 1999), s. 5.
76
37
Yasası esasen, 1576 Yasası üzerine inşa edilmiştir. İki esası vardır. Her bölgenin kendi
yoksulları için sorumluluğa sahip olduğunu kabul eder ve farklı gruplara ayrılan yoksul
insanlara farklı davranılmasını öngörür. “Güçsüz yoksullar” yani yaşlılar ve hastalar,
“düşkünler evi”nde (almshouse) barındırılır. “Sağlıklı ve güçlü” yoksul kişilere” “ıslah
evleri”nde (başlangıçta bu evler barınmaya ayrılmamıştır) iş verilmesi gerekmektedir.
Temel prensip, çalışamayacak durumda olan yoksulların bakılması ve çalışabilecek
durumda olanların ise çalıştırılmasıdır.79
1601 Yoksullara Yardım Yasası 200 yıldan fazla bir süre hüküm sürmüştür. Ancak,
İngiltere‟de daha önce ortaya çıkan sanayileşme, diğer ülkelerle karşılaştırıldığında
toplumu ekonomik olarak ezmiştir. Ekonomik ve felsefi düşüncede görülen değişim ve
baskı nedeniyle 1834 yılında yeni bir “Yoksulluk Yasası” yürürlülüğe konmuştur.80
Oldukça acımasız ve onur kırıcı bir niteliğe sahip olan bu yasanın uygulanmasıyla birlikte,
yoksulların büyük bir bölümü ıslah evlerinin zor koşullarını kabul etmeye zorlanmış, bu
durumdan kaçınmak isteyen diğer insanlar da çok kötü yaşam şartlarına maruz kalmıştır.
Yoksullara yardım alanında 1601 ve 1834 yasaları ile öncü olan İngiltere‟de 1824
yılından itibaren işçilere örgütlenme hakkı tanımıştır. Robert Owen‟in çabaları ile 1801‟den
başlayarak çocukları kapsayan koruyucu sosyal mevzuatın oluşturulmasına girişilmiştir.
1840‟tan sonra Fransa da bu alanda İngiltere‟yi izlemeye başlamıştır.81
B. Refah Devletinin DoğuĢu (1880-1945)
Bir yüzyıldan fazla bir geçmişe dayanan ve II. Dünya Savaşı‟dan sonra etkinliği
artan refah devleti 1870‟li yıllardan itibaren şekillenmeye başlamıştır. İlk kez 1880‟lerin
79
Aktan, Kıvrak, s. 3.
Özdemir, s. 142.
81
Talas, s. 119.
80
38
başında Almanya‟da Bismark tarafından uygulamaya konulan sosyal güvenlik ile ilgili
düzenleme ile refah devletinin temelleri atılmıştır. 1891 yılında böyle bir sistem
Danimarka‟da kurulmuş, Yeni Zelanda da, 1898 yılında uluslararası rekabetin artan
etkisiyle primsiz emekli aylığı uygulamasına başlamıştır. İsveç‟te ise, 20. yüzyılın başında
devletin hastalık ve mesleki kaza sigortasına desteği yasalaşmış ve evrensel ve zorunlu
yaşlı aylıkları sistemi ilk kez 1913‟te İsveç‟te kurulmuştur. Hepsinden önemlisi,
İngiltere‟de 1908 yılında hastalık ve işsizliğe sosyal güvence olarak başlayan sistem daha
sonra Beveridge Raporu‟nun hazırlanması ve bunun 1946-1948 yılları arasındaki geniş
kapsamlı uygulanması ile hem bu ülkede, hem de diğer refah devletlerinde yepyeni bir
sosyal güvenlik sisteminin başlamasına yol açmıştır.82
ABD‟de ise, 20. yüzyıla kadar yoksullara kamu yardımı geniş ölçüde yerel
yönetimlerin yoksullara yardım kanunlarına göre sınırlı ölçüde sağlanmış, hayırseverlik
temeline dayanan kamu yardımları, yararlananlar açısından genellikle sosyal açıdan onur
kırıcı bir uygulama olarak kabul edilmiştir. Sosyal refah programları 1930‟lardaki Büyük
Bunalım döneminde gelişmeye başlamıştır. 1930‟lı yıllarda ABD‟de serbest piyasa
ekonomisinin iflas etmesi dolayısıyla artan işsizlik ve yoksulluğun diğer ülke
ekonomilerine de yayılması ile giderek genişlemeye başlamış ve 1970‟lerin ortalarına kadar
güçlenerek devam etmiştir.
İngiltere ve Almanya‟da başlayan ve sonrasında diğer ülkelere de yayılan reformlar
I. Dünya Savaşı‟nın başlaması ile birlikte önemli ölçüde azalmıştır. Devletin başta konut,
sağlık, emekli aylığı ve rehabilitasyon olmak üzere bir çok alanda artan sorumlulukları;
savaş zamanının acil ihtiyaçları nedeniyle artan kamu harcamaları savaş sonrasında
tamamıyla eskiye düzeylerine dönmemiştir. Devlet kontrolü ve müdahaleleri savaş
sonrasında da artarak devam etmiştir.
82
Andrew
Dilnot,
Refah
Devletinin
Geleceği,
(Çev.:
Zeynel
Bakıcı),
http://www.canaktan.org/politika/anti_leviathan/diger-yazilar/baskici-refah.devleti.pdf,
(Çevirimiçi:
29.03.2003), ss. 2-3.
39
1929 yılında ortaya çıkan Büyük Bunalım‟ın giderek derinleşmesiyle birlikte işsizlik
büyük ölçüde artmıştır. Bu dönemde, ünlü İngiliz iktisatçılarından John Maynard Keynes,
kamu harcamalarının arttırılmasını savunmuştur. Ramsay McDonald gibi muhafazakârlar
ise, harcamalarda indirimi, dengeli bütçeyi ve daha düşük düzeyde bir borçlanmayı
savunmuşlardır. 1931 Krizinde muhafazakârların görüşleri hâkim olmuş ve sonuçta
harcama kesintileri karşısında, işsizlik daha da artmıştır. Bunalımın ortaya çıktığı ABD‟de
1933 yılında Başkan olan Roosevelt, üç yıldır tüketilemeyen aşırı bir üretime, gittikçe
düşen fiyatlara ve artan işsizliğe karşı New Deal politikası olarak anılan bir dizi önlem
alarak uygulamaya koymuştur. Roosevelt yönetimine gelinceye kadar ABD'de çalışma
hayatına ilişkin bir sosyal politikanın varlığından söz etmek mümkün değildir. 1935 yılına
kadar işçi ve işveren arasındaki ilişki bireysel sözleşmeler ile yürütülmüş, 1935‟te sendika
ve toplu sözleşme hakkı ve sosyal güvenlikle ilgili olarak ilk önlemler alınmıştır. 1935
Yasası ABD‟de refah devletinin doğuşunun simgesi olmuştur. İsveç, Danimarka, Yeni
Zellanda, Kanada da diğer benzer nitelikte reformlar yapılmıştır.
İki Savaş arasındaki bu dönem “Consolidation (Konsolidasyon)” yılları olarak
bilinmektedir. Kendinden önceki 25 yılın yoğun yenilikleri ve 1945 sonrası olağanüstü
büyüme dönemi arasına düşen iki dünya savaşı arasında yer alan bu dönem, çoğu kez refah
devletinin oldukça sakin, hareketsiz bir dönemi olarak tanımlanır. Bu dönem, savaş sonrası
refah devletinin dayandığı daha müdahaleci yönetim biçimine ilişkin kurum ve
uygulamaların oluşturulmasında belirleyici olan dönemdir.83 Bu dönemde hükümetler
ekonominin makro yönetimi ve tam istihdamın sürdürülmesinde etkin ve müdahaleci bir
yol izleme imkânı açısından yeni tercihlerle karşı karşıya kalmışlardır. Bu dönemde sosyal
politikanın teşviki yoluyla sınıflar arası çatışmaların hafifletilmesi ve sistemik krizlerden
kaçınma amacına yönelik olarak ilk kez Birleşik Krallık‟ta devletin, örgütlü sermaye ve
örgütlü işgücünün çıkarlarının görüşülmesi ve uzlaştırılmasına dayalı yeni bir yönetim
sisteminin oluşturulduğu dönem olduğunu ileri sürmektedir.
83
Aktan, Kıvrak, s. 3.
40
Genel olarak iki dünya savaşı arasındaki döneme baktığımızda, devletin işçi
sınıfının baskı ve mücadelesi ile hemen müdahale gerektiren acil durumlar karşısında
çalışma şartlarını düzenlemek, fiyat ve kazançları düzenlemek, büyük kazançları
vergilendirmek, işsizlere iş bulmak üzere harekete geçmek zorunda kaldığını söyleyebiliriz.
Bu dönemde “sosyal yardım” devleti anlayışının giderek benimsendiği ve yaygınlaştığı
görülmüştür. Ancak, sosyal yardım devletinde, sorunları önleyici bir tedbir alınmadığı gibi
sonradan alınan önlemler de sorunları tedavi edici ve ortadan kaldırıcı değil, ancak dış
belirtileri gidermeye ve olumsuz sonuçları hafifletmeye yönelik olmuştur.84 Sonuç olarak,
bu dönemde devletin sosyal ve ekonomik hayata müdahalelerinin planlı ve kapsamlı
olmadığını bu nedenle yapılan müdahalelerin beklenen sonuçları doğurmayınca yeni ve
değişik müdahaleler yoluna gidildiğini söyleyebiliriz.
C. Refah Devletinin YükseliĢi (1945-1975)
Büyük Bunalım ve II. Dünya Savaşı sırasında yaşanan sosyal sorunlar, savaş
sonrasında toplum ve politikacılar tarafından daha fark edilir ve önemli bir hal almıştır.
Buna bağlı olarak tüm fikir ve davranışlar da değişiklik göstermiş, Büyük Bunalım ve II.
Dünya Savaşı sonrasında liberalizme karşı oluşan güvensizlikle birlikte liberal düşünceye
karşı yöneltilen eleştiriler ciddi bir şekilde yeniden gözden geçirilmiştir. Bu dönemde ön
plana çıkan sosyal dayanışma, vatandaşlık ve güvenilir bir yaşam fikri, kapitalizm ve
sosyalizm arasında üçüncü bir yol olarak görülen refah devletinin gelişiminde etkili
olmuştur.
Savaşların ve ekonomik krizlerin özellikle sosyal tabakalar üzerinde yol açtığı
tahribatları giderebilmek amacıyla devlet eliyle sosyal refah programlarının düzenlenmesi
bir zorunluluk halini almıştır. Bu konuda, hem devlet hem de diğer sosyal taraflar arasında
84
Ayferi Göze, Liberal, Marxiste, FaĢist ve Sosyal Devlet, 3. Bs., İstanbul: Beta Yay., 1995 s. 127.
41
ortaya çıkan uzlaşma (refah devleti sözleşmesi), refah devletinin oluşumunda önemli bir rol
oynamıştır.85
Bu dönemde yaşanan büyük sıkıntıların giderilmesi ve daha iyi bir dünya için
insanlar arasında ortay çıkan uzlaşmayı sınıflar arası konsensüs ve partiler arası konsensüs
olarak iki şekilde değerlendirebiliriz. Sınıflararası konsensüs, emek açısından, geleneksel
ekonominin sosyalizasyonu isteğinden ve sınıf savaşı ideolojisi ve uygulamasından
vazgeçilmesi anlamına gelmektedir. Sermaye açısından ise; tam istihdam taahhüdünün ve
ekonomide stratejik işletmelerin mülkiyetinin kamuya ait olmasının kabulünü ve refah
devletinin desteklenmesini ifade etmektedir. Sürdürülebilir ekonomik büyüme için emek ve
sermaye genel amaçları paylaşmak zorundadır. Bu uzlaşma ekonominin makro planda
devletçe yönetilmesini gerektirir. Bu nedenle devlet, sendika ve işverenler arasındaki
ilişkileri koordine edecek, ekonomik büyüme için gerekli ön koşulları sağlayacak ve refah
devletini idare edecektir. Partiler arası konsensüs ise; politik sürecin anayasal kuralları, sağ
ve sol partilerdeki aşırı uçların marjinalizasyonu, politik bir uzlaşma ve pazarlık stili,
seleflerin yasalarının büyük ölçüde kabulü ve örgütlü sermaye, örgütlü işgücü ve
Keynesyen ekonomiye ilişkin belirli çıkar ve fikirler lehindeki eğilimlerin mobilizasyonu
konularında genel bir uzlaşmayı ifade etmektedir.86
Tüm bunlar doğrultusunda ekonomide Keynesyen politikalara geçilmiş, bazı
risklerin toplumca paylaşılması düşüncesi güç kazanmış, ekonomik alan ile sosyal alanların
birbiriyle iç içe oldukları kabul edilmiş ve artık devletin sosyal boyutları olup olmadığı
tartışması bir yana bırakılarak bu boyutların nasıl gerçekleşeceği konusu tartışılmaya
başlanmıştır. Yaşanan bunalımların yanı sıra, iki savaş dönemi ve deneyimi de, hem emek
ve sermaye olarak iki toplumsal tarafın birbirlerine yakınlaşmasında, hem de devletin daha
etkin bir aktör konumuna gelmesinde etkili olmuş ve bu dönem sonrasında hem siyasetin,
hem ekonominin yapı ve işleyişinde büyük değişiklikler meydana çıkmıştır. Bu genel
85
86
Gencay Şaylan, DeğiĢim, KüreselleĢme ve Devletin Yeni ĠĢlevi, Ankara: İmge Kitabevi, 1994, s.60.
Aktan, Kıvrak, s.14.
42
yaklaşım içinde kuşkusuz uygulamaya konulan politikalar ülkeden ülkeye değişmektedir,
ancak her ülkede yaşanan deneyimlerden çıkarılan ortak sonuçlar da vardır. Örneğin sosyal
politika uygulamaları artık yalnız işçi sınıfı veya yoksul kesimlerin değil, herkesin
yararınadır; özgürlük, eşitlik ve güvenlik ihtiyacı herkes için geçerlidir; büyüme ve refah
için ekonomi kadar siyaset de gerekli ve önemlidir.87 Kısacası bu dönem, liberal ve
sosyalist görüşler arasında bir sentez oluşturma yolundaki ilk aşama olarak da
değerlendirilebilir.
Bu dönemde toplumu meydana getiren sınıflar arasındaki gerginlikleri gidermek ve
dengeyi sağlamak için sosyal reformlar yapmak ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Çalışma hayatına
aktif müdahale edebilecek sosyal devletin doğuşu bu neden ve ihtiyaçlardan
kaynaklanmıştır. Tüm bunlar paralelinde bu dönemde devlet, toplumda sosyal refah ve
ekonomik gelişmeyi ve bunun için ülkenin tüm üretim kaynaklarının en akılcı biçimde
iradesini sağlama görevini üstlenmiştir. Ayrıca devlet, refah devleti uygulamaları
sürdürerek, karma ekonomi ve tam istihdam politikaları ile sürdürülebilir kalkınma
politikaları izlenmiştir.
Bu gelişmeler sonucunda birçok Batı Avrupa ülkesinde önemli sosyal reformlara
girişilmiş ve sosyal harcamalara ayrılan pay yükselmiştir. İngiltere'de savaş sonrası, savaş
sırasında halkın çektiği yoksulluk ve sistemde mevcut bazı aksaklıklar için çözüm önerileri
bulmak amacıyla kurulan “Sosyal Güvenlik Komisyonu”'nun Sir William Beveridge'in
Başkanlığı'nda hazırladığı raporda; hastalık, pislik, cehalet, işsizlik ve yoksulluğu mücadele
edilmesi gereken beş büyük sorun olarak görüyor, mevcut sosyal düzenin iyileştirilmesini,
tedbirlerin herkes için tekdüze olması ve herkesi kapsaması gerektiğini ifade ediyordu.
Tüm çalışanlar ve çalışmayanlar kapsama alınmalı, herkes aynı primi ödeyip, aynı haklara
sahip olmalıydı. Devlet fertlere asgari düzeyde bir yaşam olanağı sağlamalı, kişiler fazlasını
özel sigorta yoluyla elde etmeliydiler. Ailelerin yükünü hafifletecek çocuk parası sistemi ile
tüm vatandaşları kapsayıcı bir sağlık sistemi kurulmalı, yüksek ve kararlı bir istihdam
87
Koray, s. 67-68.
43
düzeyine ulaşılmalıydı.88 Bu rapor çerçevesinde uygulanan tedbirler doğrultusunda
İngiltere sosyal refah alanında önemli adımlar atmış ve 1945 yılından sonra bu tedbirler
devletin başlıca görevleri arasına girmiştir. Fransa‟da da sosyal güvenlik alanında önemli
gelişmeler yaşanırken ABD‟de bu dönemde yaşanan gelişmeler genel olarak sosyal
güvenlik sisteminin dışında kalmıştır. 1946 yılında Tam istihdam yasası ile Keynesyen
politikalar öngörülmüş ve devlete tam istihdamı koruma sorumluluğu verilmiştir. ABD‟de
1950‟li yıllarda sigorta kapsamı tüm işçi ve bağımlılarını içine alacak biçimde ve kapsanan
riskler açısından genişletilmiştir.
Sosyal refah devletinin ortaya çıkışı ve gelişim süreci ile ilgili olarak pek çok görüş
ileri sürülmektedir. Tanör‟e göre sosyal devlet, liberal devletin hem ekonomik temellerini
hem de siyasi yapısını bazı düzeltmelerle tamamlamaktan başka bir anlam ifade
etmemektedir.89 Başbuğ da Tanör‟ün görüşünü paylaşmakta ve sosyal devletin liberal
devletin dönüşmüş bir şekli olduğunu ileri sürmektedir. Başbuğ, “sosyal devletin ya
kapitalizmin insanileşmiş bir biçimi ya da sistem karşıtı hareketleri, sistem içine çekmek
için, yine sistem karşıtı hareketlerden ödünç alınmış düşüncelerden oluşan bir yapılanma”
olarak algılandığını ve liberalizm veya liberal doktrine yöneltilen eleştirilerin sosyal devlete
mal edildiğini belirtmektedir.90 Özlem‟e göre, devletin unsurları sanayi toplumunun bir
ürünü olduğu için güçlü bir sermayenin, makineli üretimin ve standartlaşmış kitlesel
ihtiyaçların bulunduğu bir ekonomik ortam ve kendi sınıflarının bilinci ile hareket eden
kişilerin oluşturduğu bir toplum oluşturmaktadır.91 Devletin sosyal alana girmesi ve
karışması, iktisadi ve sosyal bakımdan güçsüz kimselerin korunması amacına yöneliktir.
Sosyal müdahaleciliğin esasına yönelik bu yaklaşıma sosyal politika da denebilir. Bunları
88
Ali Nazım Sözer, Sosyal Devlet Uygulamaları, Ankara: Türkiye İşçi Emeklileri Cemiyeti Yay., 1997 ss.
52-53.
89
Bülent Tanör, Anayasa Hukukunda Sosyal Haklar, No.76, İstanbul, 1978, s. 87.
90
Aydın Başbuğ, “Liberal Siyaset ve Sosyal Devlet”, Yeni Türkiye, Sayı.25, Ocak-Şubat 1999, s. 264.
91
Özlem Doğan, “Hukuk Devletini Sosyal Devlet İçinde Düşünmek”, Doğu-Batı Dergisi, Kasım, Aralık,
Ocak 2000-01, Yıl:4 Sayı:13 s. 19-20.
44
yapan ve yürüten devletin sosyal ya da koruyucu sıfatıdır. İngiliz ve Amerikan siyasi
sözlüğünde refah devleti terimi daha çok kullanılan bir deyimdir.92
Sonuç olarak sosyal refah devletinin ortaya çıkışı, gelişimi ve üstelendiği görevler
açısından değerlendirdiğimizde, refah devleti kavramının, sanayileşmenin doğurduğu
eşitsizliklere karşı gelişen tepkilerin bir ürünü olarak ortaya çıktığını ve sosyal devletin
sosyal tabaka ve gruplar arasındaki çelişkileri gidermek suretiyle sosyal bütünleşmeyi
sağlama, yaşama güvenliğini, tam istihdamı ve çalışma hayatının koruma görevleriyle
birlikte gelişim sürecine girmiş olduğunu söyleyebiliriz.
III. REFAH DEVLETĠNĠN SINIFLANDIRILMASI
Büyük Bunalım ve ardından II. Dünya Savaşı sonrasında giderek büyüyen sosyal ve
ekonomik sorunlara çözüm olarak görülen Keynesyen politikalar çerçevesinde ortaya çıkan
ve gelişen refah devleti doğrultusunda refah devletleri ile ilgili olarak yapılan çalışmalar da
artmış, özellikle 1970‟li yıllardan sonra bu çalışmalar daha da yoğunlaşmıştır.
Araştırmacılar refah devleti ile ilgili konularda bir dizi araştırma yapmış, bazı ülkelerdeki
sosyal politikaların temelleri ve gelişimi ile uzun süre ilgilenmişlerdir. Refah devleti
1970‟li yıllardan itibaren teorik olarak ele alınmıştır. Refah devletinin sınıflandırılması
yapılan bu çalışmaların içinde yer almaktadır.
Araştırmacılar, kaç tür refah rejimi olduğunu ve hangi ülkelerin hangi refah
rejimleri altında yer aldığını tespit etmeye çalışmışlardır. İzlenen refah politikalarını takip
etmişler, bu politikaların istatistiksel analizi
ile ülkeleri rejim
türlerine göre
gruplandırmışlar, rejim türlerini ve refah devletlerinin gelişimini açıklayıcı teoriler ortaya
koymuşlardır.93 Aşağıda refah devletleri ile ilgili olarak yapılan sınıflandırma çalışmaları
ele alınacaktır.
92
Tanör, s. 87.
Alexander Hick, Lane Kenworthy, “Varieties of Welfare Capitalism”, LIST Working Paper Series, No:
316, New York: Syracuse University, August 2002, s. 1.
93
45
A. Refah Devleti ile Ġlgili Sınıflandırma GiriĢimleri
Refah devleti ile ilgili olarak yapılan çalışmalar 1970‟li yıllarda başlamış ve
özellikle 1990‟lı yıllarda önemli bir artış göstermiştir. Bu çalışmalar refah devletinin
temelini ve gelişimini sosyal politika uygulamaları ile ilgili olarak tarihsel ve karşılaştırmalı
bir şekilde ele almıştır.
Refah devletinin gelişimi ile ilgili çalışmalar temel olarak iki yaklaşıma sahiptir.
Bunlardan birincisi, refah devleti girdileri, çıktıları ve süreçlerini ölçümlemeyi amaçlayan
kantitatif verilerin istatistiksel analizleri ile ilgilenmektedir. İkinci grup araştırmalar ise,
farklı refah devletlerinin detaylı gelişim süreçlerine kalitatif olarak yaklaşan vaka
çalışmalarıdır. Her iki alanda da çok sayıda yapılmış çalışma vardır. Örneğin, EspingAndersen‟in rejim analizi, kantitatif bir araştırmadır. Castles ve Mitchell94 gibi birçok
araştırmacı da benzer yöntemi kullanmıştır. Diğer yandan Pierson95‟ın “yeni politikalar”
analizi ise, bir vaka çalışmasıdır. Kantitatif yaklaşıma sahip olan çalışmalarda, genellikle
1980‟ler ve 1990‟ları kapsayan veriler kullanılmaktadır. 2000‟in ötesine geçen çalışma
sayısı çok azdır.96
Refah devletlerinin ülkelere ve onların ekonomik gelişimlerine bağlı olarak
birbirlerinden farklı kriterlere göre gelişmeleri nedeniyle araştırmacılar kaç tür refah rejimi
olduğunu ve hangi ülkelerin hangi refah rejimleri altında yer aldığını tespit etmeye
çalışmışlardır. Ülkelerde izlenen refah politikalarını inceleyip takip etmişler ve bu
94
F. Castles, D. Mitchell, “Three Worlds of Welfare Capitalism or Four?”, ANU, Graduate Programme in
Social Policy, 1990, Paper No:.21
95
Paul Pierson, Dismantling the Welfare State? Reagan, Thatcher and the Politics of Retrenchment,
Cambridge University Press, 1994 & Paul Pierson, “The New Politics of the Welfare State”, World Politics,
Vol.: 48, Issue:2, 1996. & Paul Pierson, (Ed.), “The New Politics of the Welfare State”, London: Oxford
University Press, 2001.
96
Taylor-Gooby, “The Silver Age of the Welfare State: Perspectives onResilience”, COST A 15 Second
Conference
on
Welfare
Reforms
For
the
21st
Century,
http:/www.isaf.no/nova/nyheter/kalender/COSTa15/Papers/Taylor-Gooby.pdf, (Çevirimiçi: 06.05.2002), s. 8.
Aktaran: Süleyman Özdemir, “Sosyal Gelişim Düzeyleri Farklı Refah Devletlerinin Sınıflandırılması Üzerine
Bir İnceleme”, http://www.sosyalsiyaset.com/documents/sosyal_gelisim.htm, (Çevirimiçi: 29.03.2003), s. 3.
46
politikaların istatistiksel analizi ile ülkeleri rejim türlerine göre gruplandırmışlardır.
Ülkelerin rejim türlerini ve refah devletlerinin gelişimini açıklayıcı teoriler ortaya
koymuşlardır.
Araştırmacılar
ülkeleri
değişik
rejimler
ve
modeller
açısından
sınıflandırmaya çalışmaktadır.
Bu konudaki ilk çalışmalar, Wilensky ve Lebeaux‟un 1958‟de yazdığı ve refah
devletlerini iki türe ayıran çalışmaya kadar götürülebilir. Bu iki araştırmacı, sosyal refah
kurumlarına “kalıntı” (residual) ve “kurumsal” (institutional) bir bakış açısıyla
yaklaşmışlardır. Kalıntı refah rejimi yaklaşımına göre, normalde refah sağlaması gereken
kurumlar olan aile ve piyasa bu işlevini yerine getiremediğinde, refah sağlama rolü devlete
düşmektedir. Kurumsal refah rejimi yaklaşımına göre ise, normal olan devletin refah
sağlama işlevidir. Bu işlev, modern sanayi toplumlarının en önde gelen görevidir.97
Daha sonra, refah devleti Richard Titmuss tarafından “kalıntı refah modeli”
(residual welfare), “endüstriyel başarı–performans modeli” (industrial achievement–
performance), “kurumsal–yeniden bölüşümcü model” (institutional redistributive) olarak
farklı bir yaklaşımla üçe ayrılmıştır.
Refah devletlerini sınıflandırmada kullanılan bir diğer yaygın ayrım, sosyal koruma
sağlamada finansmanı kimin üstlendiğine göre devletleri üçe ayırmaktadır. Bunlar kısaca,
her çalışanın sosyal refah hakkını, kendisinin ya da işvereninin ödediği katkıya bağlı kılan
“Bismarck Modeli” (Bismarckian Model); bir ülkenin tüm nüfusuna yönelik genel bir
sigorta anlamına gelen “Beveridge Modeli” (Beveridgian Model) ile bu ikisinin
karışımından oluşan “Karma Model” (Hybrid Model)‟dir.98
97
Martin Powell, Armando Barrientos, “Theory and Method in the Welfare Modelling Business”, Paper
presented at the 2nd COST 15 Conference on Welfare Reforms for the 21st Century, Oslo, 5–6 April 2002,
pp. 1–18.
98
Ali Nazım Sözer, Türkiye’de Sosyal Hukuk, Ankara: Kamu–İş Yay., 1994.
47
Furniss ve Tilton tarafıdan da refah devleti, kullanılan araçlar, müdahale biçimleri,
yararlanan gruplar ve sosyal politika vizyonları göz önünde bulundurularak “pozitif devlet”
(positive state), “sosyal güvenlik devleti” (the social security state) ve “sosyal refah
devleti” (social welfare state)‟ olmak üzere üç sınıfa ayrılmıştır. Bu üç rejim tipi için ABD,
İngiltere ve İsveç‟i örnek olarak göstermişlerdir.99
Diğer yandan Jane Lewis, cinsiyete dayalı olarak refah devletlerini “ekmek kazanan
erkek” ve “ev işleri yapan kadın” ayrımı çevresinde “güçlü”, “ılımlı” ve “zayıf” ekmeği
kazanan erkek modeli olmak üzere üç sınıfa ayırmıştır. Bu konuya benze olarak Orloff da
sosyal politika uygulamalarında cinsiyet ayrımı açısından daha duyarlı olunması gerektiğini
savunan feminist anlayış ile mevcut temel anlayışı uzlaştırmanın yollarını aramaktadır.
Alexander Hicks de, refah rejimlerinin en iyi şekilde iki türe indirgenerek
sınıflandırılabileceğini öne sürmektedir. Onun sınıflandırmasına göre, Esping–Andersen‟in
ilk iki kategorisi (sosyal demokrat ve liberal refah rejimleri) temel olarak iki boyuta
sahiptir; bunlar evrensel yararlar ve gelir araştırmasıdır (income–test). Bu boyutlar,
birisinde zayıf, diğerinde ise kuvvetlidir. Sosyal demokratik ülkelerde herkese yönelik “düz
oranlı” yararlar söz konusudur, bu yüzden gelir araştırması programları kullanılmaz.
Liberal ülkelerde ise emeklilik maaşları ve sağlık sigortası özel sektöre dayanmaktadır. Bu
ikisi birlikte, Hicks‟in sınıflandırmasında “gelişimci liberalizm” (progressive liberalism)
ismini almakta, ikinci tür ise “geleneksel muhafazakarlık” (traditional conservatism) olarak
adlandırılmaktadır.100
(muhafazakar–Kıta
Geleneksel
Avrupası
refah
muhafazakarlığı,
Esping–Andersen‟dekinden
rejimleri)
temel
ayıran
nokta,
geleneksel
muhafazakarlığın cömert ve uzun ömürlü işsizlik ödenekleri, işverenlerin sosyal sigorta
vergi yükleri, toplu pazarlık kapsamının genişlemesi konuları üzerinde durmasıdır.
99
Süleyman Özdemir, “Sosyal Gelişim Düzeyleri Farklı Refah Devletlerinin Sınıflandırılması Üzerine Bir
İnceleme”, http://www.sosyalsiyaset.com/documents/sosyal_gelisim.htm, (Çevirimiçi: 29.03.2003), s. 3.
100
Alexander Hick, Lane Kenworthy, ss. 15.
48
Wildeboer Schut ve arkadaşları tarafından yakın bir dönemde farklı değişkenler
kullanılarak yapılan bir başka refah rejim çalışmasında da üç tür refah rejiminin varlığı söz
konusu olmuştur.
B. Esping-Andersen’in Temel Üçlü Sınıflandırması
Refah devletlerinin sınıflandırılması konusunda birçok araştırmacıya ışık tutan
önemli gruplamalardan biri de Gosta Esping-Andersen‟in yapmış olduğu üç tür refah rejimi
ayrımıdır. Gosta Esping-Andersen refah rejimlerini liberal refah modeli (ABD, İngiltere),
muhafazakâr veya Kıta Avrupası refah modeli (Fransa, Almanya, Belçika), ve sosyaldemokratik veya İskandinav refah modeli (İsveç, Danimarka) olmak üzere üç gruba
ayırmıştır. Gosta Esping-Andersen‟ın refah rejimi anlayışı Tablo 1‟de ele alınmıştır.
49
Tablo 1: Esping–Andersen’in Üç Tür Refah Kapitalizmi
Rejim
“Liberal”
“Muhafazakar”
“Sosyal Demokrat”
Önde gelen
ABD, İngiltere
Almanya
İsveç
Felsefi Temeli
Klasik liberalizm
Sosyalizm/Marksizm
Dekomüdifikasyon
Düşük
Muhafazakar
sosyal politika
Orta
Sosyal haklar
Gereksinim
Katkıya Dayalı
Evrensel
örnekleri
Yüksek
Temelli
Refah Örnekleri
Karma Hizmetler
Transfer Ödemeleri
Kamu Hizmetleri
Haklar
Düz oranlı
Katkıya Dayalı
Yeniden Dağıtıcı
Devlet (mesleksel)
Devlet (evrensel)
ödenekler
Sosyal Politika
Piyasa (kalıntısal)
Sağlayan
Kurumlar
Kaynak: Bernhard Ebbinghaus, Philip Manow, “Introduction: Studying Varieties of
Welfare Capitalism”, Comparing Welfare Capitalism: Social Policy and Political
Economy in Europe, Japan and the USA, London: Routledge, 2001, s. 8. and Rebecca A.
Van Voorhis, “Different Types of Welfare States? A Methodological Deconstruction of
Comparative Research”, Journal of Sociology and Social Welfare, Vol.: XXIX, No: 4,
December 2002, s. 5. Aktaran Süleyman Özdemir, KüreselleĢme Sürecinde Refah
Devleti, İstanbul: İstanbul Ticaret Odası Yayınları, 2007, s. 132.
Bu üç gruptan ilki olan liberal refah rejimleri, “kalıntı refah rejimleri” ve “Anglo–
Sakson model” olarak da adlandırılmaktadır. Piyasa mantığı tarafından şekillendirilen bu
modelde vatandaşlara devlet tarafından sağlanan yardımlar asgari düzeyde ve gelir
araştırmasına bağladır. Bu nokta bu model yaralananları damgalayıcı bir nitelik
taşımaktadır.
50
Bu modelde devlet İskandinav ülkelerindeki gibi tam istihdam amacını
gütmemektedir. Ayrıca devlet muhafazakâr ülkelerde olduğu gibi sosyal sorunlarla
karşılaşıldığında gidermeyi de ön görmemektedir. Bu modelde devlet sadece son çare
olarak başvurulan ve sosyal sigorta yararları oldukça mütevazı bir merci görevi
üstlenmektedir. Bu model için ABD, Kanada ve Avustralya örnek teşkil etmektedir.
İngiltere ve Yeni Zelanda da bir dereceye kadar bu tür refah rejimine sahiptir.101
Liberal refah rejimi kapsamındaki ülkelerde, sosyal demokrat refah rejimi
ülkelerinden farklı olarak, kamu sektörü istihdamının düşük, özel sektör istihdamının ise
OECD ortalamasının üzerinde olduğu görülmektedir.102 Sendikaların genel olarak güçsüz
olduğu bu ülkelerde, ücretler arasında orta ve yüksek düzeyde farklılıklar, gelir dağılımında
da eşitsizlik söz konusudur. Bu ülkelerde kadınların işgücüne katılım oranları görece olarak
yüksektir. Vergi oranları düşük düzeylidir. Artan Sosyal eşitsizlik ve yoksulluk bu ülkelerin
temel sorunlarıdır. Bu ülkelerde refah devleti olanaklarının sınırlı olması ve bu ülkelerin
sadece minimum gelir garantisi sağlaması nedeniyle herhangi bir finansman krizi
yaşanmamaktadır. Devletin çok sınırlı bir düzeyde müdahalede bulunması nedeniyle bu
modelde devlete “gece bekçisi devleti” olarak değinilmektedir.103 Tüm bunlar
doğrultusunda, liberal refah modeline genel olarak baktığımızda devletin yalnızca muhtaç
durumda olanları seçerek minimum düzeyde yaptığı yardımlarla kamu sorumluluğunun
sınırlandırıldığı görülmektedir.
Bu üç gruptan ikincisi olan muhafazakâr-korporatist refah modeli muhafazakâr–
korporatist refah rejimleri” (conservative–corporatist welfare regimes), “sosyal sigorta
modeli”, “Kıta Avrupası modeli”, “kurumsal refah rejimleri”, “Bismark ülkeleri modeli”,
“Alman modeli” ve daha yakın zamanlarda ise “Hristiyan Demokratik rejimler” gibi104 pek
çok farklı ad almaktadır. Terimin klasik Avrupa bakış açısından anlamı muhafazakarlıktır,
101
Pierson, s. 2 Aktaran Özdemir, s. 106.
Şermin Marangoz, “Refah Devleti: Gelişimi, Oluşumu, Modelleri ve Güncel Değişimler”, (Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: İÜ SBE), 2001 s. 103.
103
Marangoz, 103-104.
104
Özdemir, s. 108
102
51
çünkü kapitalizm öncesi kökenlerini Kıta Avrupası‟nın kraliyet rejiminin elitlerinde bulmak
mümkündür. Orijini itibariyle anti–liberal bir yapıdadır. Çünkü piyasa verimliliğinden çok,
geçmişten miras kalmış hiyerarşik sosyal düzeni muhafaza etmekle daha çok ilgili
bulunmaktadır. Sosyal haklar geniştir ve özel refah düzenlemelerinin (piyasa) yalnızca
marjinal bir rolü söz konusudur.105
Bu rejim türünde haklar ve ayrıcalıkların sınıf ve statü bazında farklılıklar
gösterdiği ve gelirin yeniden dağılımının marjinal olduğu görülmektedir. Bu yönüyle bu
rejim türü korporatist bir yapıya sahiptir. Bu devletler, devlet yardımı prensibini esas alıp
piyasanın önceliğini reddeden, sosyal refahın merkezi olarak ailenin önceliğini vurgulayan
Hristiyan Demokratik (örneğin Katolik) doktrinlerin etkisi altında kalmıştır. Aile
muhafazakârlar için toplumdaki en önemli kurumdur. Bu nedenle ekmeği kazanan erkeğe
çok
büyük
değer
yüklenmektedir.
Evli
kadınların
iş
piyasasına
girmeleri
desteklenmemektedir. Kadınlara ve düzensiz iş kariyeri olan işçilere için sosyal güvenlik
yetersiz güvenlik sağlamakta ve bu nedenle eleştiri almaktadır.
Bu ülkelerdeki sosyal harcamalar, liberal refah devletlerdekinden önemli bir oranda
daha fazladır ve gelir transferleri, erkek aile reislerinin gelir gereksinimlerini karşılamada
yeterlidir. Kadının istihdamını (çocuklarına kreş hizmetleri sunarak) ve kadınlara iş
sağlamayı kolaylaştıran sosyal hizmetler sınırlı olan bu yapıda hem toplam istihdam
düzeyi, hem de kadınların işgücüne katılım oranları düşüktür. Çünkü bu ülkeler istihdamı
yüksek tutmak yerine sosyal sorunları sosyal güvenlik yoluyla gidermeyi tercih etmişler ve
gelir kaybına uğrayan bireyler için telafi edici politikalar uygulamayı tercih etmişlerdir. Bu
durum bireyleri iş piyasasından çıkışa ve hatta piyasaya girmemeye teşvik etmektedir.
Kıta Avrupası‟nda, sigorta bazlı geliri telafi edici düzenler söz konusu olduğundan,
hizmetler esas itibariyle katkıya dayalı finans sistemiyle yürütülmektedir. Cömert sigorta
hakları (emeklilik sistemleri), standart işçi ücretlerinden yüksek katkı paylarının
105
Özdemir, s. 8.
52
kesilmesini gerektirmektedir. Yüksek katkı payları, işletmeleri istihdam yaratmaktan
alıkoymakta, işçilerin erken emekliliği için baskılar oluşturmakta ve yeni istihdam
olanaklarının ortaya çıkmasını engellemektedir.106
Son olarak üçüncü rejim, “İskandinav modeli” ya da “modern refah rejimleri” olarak
da bilinen sosyal demokrat refah rejimleridir. Evrensellik, sosyal dayanışma, sınıflar arası
eşitlik ilkelerinin ön plana çıktığı bu rejimde devletin yoğun sosyal haklar sağladığı, özel
refah düzenlemelerinin ise marjinal bir düzeyde olduğu bir toplum modeli temsil
edilmektedir. Gereksinimlerin karşılanması konusunda sınırlı bir politika izlemek yerine
eşitliği hedefleyerek gereksinimleri yüksek düzeylerde karşılayan bir refah devleti anlayışı
söz konusudur.
Bu ülkelerde vergi ve istihdam düzeyleri yüksektir. İstihdam politikaları devletin
birincil öncelik verdiği sosyal politikasıdır. İstihdam içinde kamu istihdamı, OECD ülkeleri
ortalamasının iki katıdır (ancak, özel sektör istihdamı ise ortalamanın biraz altındadır).
Kadınların işgücüne katılım oranları yüksektir. Bu nedenlerden ötürü, “istihdam genişletici
refah devleti modeli” ya da “tam istihdam sağlayıcı refah devleti modeli” olarak da
adlandırılmaktadır.107
Bu rejim türünün önde gelen örneklerinden olan İsveç, Norveç, Danimarka,
Hollanda, Finlandiya‟da 1990‟lı yıllardan itibaren sosyal politika uygulamalarının giderek
artması ile birlikte iş piyasalarının özel sektördeki işgücü talebini arttırmak yönünde
yeniden yapılandırması gereği duyulmuştur. Halkında önemli desteği ile birlikte
maliyetlerin düşürülmesi konusu üzerine durularak problem çözücü bir yaklaşım
sergilenmiştir.
106
Maurizio, Ferrera, Anton Hemerijck ve Martin Rhodes, “Recasting European Welfare States for the 21st
Century”, European Review, (Special Issue on “The Future of the Welfare State”), (Ed. Stephan Leibfried),
2000, pp. 432.
107
Stephens, John D., “The Scandinavian Welfare States: Achivements, Crisis, and Prospects”, Welfare State
in Transition: National Adaptations in Global Economies, (Ed.: Gøsta Esping–Andersen), London: Sage
Publ., 1996, pp. 34.
53
Esping-Andersen‟in değişen refah devleti sınıflandırması Tablo 2‟de ele
alınmıştır.
Tablo 2: Esping–Andersen’in DeğiĢen Refah Devleti Sınıflandırması
1990’da Yaptığı Sınıflandırma
Sosyal Demokrat : Norveç, İsveç, Danimarka, Finlandiya, Hollanda
Liberal
: Amerika, Kanada, İsviçre, Avustralya, Japonya
Muhafazakar
: İtalya, Fransa, Avusturya, Almanya, Belçika
Sınıflanmayanlar : İrlanda, Yeni Zelanda, İngiltere
1999’da Yaptığı Sınıflandırma
: Danimarka, Norveç, İsveç, Finlandiya, Hollanda ve
Evrensel
(bir dereceye kadar) İngiltere
Kalıntı
: Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda, Amerika ve
(bir dereceye kadar) İngiltere
Sosyal Sigorta
: Avusturya, Belçika, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya
Sınıflanmayan
: İrlanda, İsviçre
Kaynak: Gøsta Esping–Andersen, The Three Worlds of Welfare Capitalism, Princeton:
Princeton University Press, 1990, s. 74.: Gøsta Esping–Andersen, Social Foundations of
Postindustrial Economies, New York: Oxford University Press, 1999, s. 85–86. Aktaran
Özdemir, 2007, s. 134.
C. Esping-Andersen’in Sınıflandırmasına Yönelik EleĢtiriler ve Katkılar
Esping-Andersen‟in üçlü refah rejimi yapısının yeterli olmadığı, daha gerçekçi bir
sınıflandırma için daha fazla sayıda rejim türüne gereksinim olduğu ve ülke
sınıflandırmalarının doğru bir biçimde gerçekleştirilmediği iddialarıyla eleştirilmektedir.
54
Ayrıca rejim türleri arasındaki karmaşıklığı önemsemediği ve aşırı derecede basitleştirdiği
için ve aile ve diğer enformel bağların refah sunumunda önemli rol oynadığı Güney Avrupa
refah devletlerini sınıflandırmaya dahil etmediği için, başta Leibfried olmak üzere bazı
kişilerce eleştirilmektedir. Daha sonraki sınıflandırmalarda, Güney Avrupa refah devletleri
altında yer alan İtalya, İspanya gibi ülkeler, Kıta Avrupası refah rejimleri kategorisi içinde
yer almıştır. Bunun yanında, ABD ile İngiltere‟nin aynı kategori içinde yer alması da
eleştirilmektedir. Çünkü bu iki ülkenin kolay bir şekilde bir araya getirilmesi çok da
mümkün gözükmemektedir. İngiltere, İskandinav modeline yakın olan bir evrensel Ulusal
Sağlık Sistemi‟ne sahiptir.108
Bunlarla birlikte bu sınıflandırma, kadınlara yönelik bir ayrıştırma yapılmaması ile
ilgili olarak feminist anlayış açısından da eleştirilmiştir. Ayrıca feminist yazarlar, EspingAndersen‟in hala bir refah devletinin ne olması gerektiği ile ilgili geleneksel bir sosyal
demokratik modele çok angaje olması konusunu da ısrarla eleştirmektedir. Diğer yandan,
bu sınıflandırma, refah devletlerini sınıflandırma konusunda iş piyasası göstergelerine,
sadece belirli bir grup açısından açısından bakması nedeniyle yoğun bir şekilde
eleştirilmektedir. Bu durum, Esping-Andersen‟in sınıflandırmasının yoğun bir kabül
görmediğini ve sıkça eleştirildiğini göstermektedir. Bazı araştırmacılar ise, Esping
Andersen‟in tipolojisini spesifik programlara veya program gruplarına uygulamaya çalıştığı
görülmektedir.
Karşılaştırma temeline dayalı bu sınıflandırma son derece önemli bir kaynak
olmuştur. Çünkü 1990‟ların karşılaştırmalı refah devleti literatürü içinde yer alan tüm
çalışmalar bu çalışma üzerine kurulmuştur. Güney Avrupa refah rejimleri, Doğu Avrupa
refah rejimleri, Asya refah rejimleri, Radikal refah rejimleri bu çalışmalara örnek teşkil
etmektedir. “Tam Oluşmamış Model”, “Katolik Korporatist Model” ya da “Latin Kuşağı
Modeli gibi çeşitli şekillerde adlandırılan Güney Avrupa refah rejiminde ülkelerin
anayasalarına bakıldığında modern refah devletinde olması gereken tüm kurumsal
108
Özdemir, 2004, s. 118.
55
gelişmeler vaat edilirken ülkelerin kurumsal yapısı ve vatandaşlarına sağladığı sosyal
olanaklar çok yetersizdir.109
1980‟li yılların sonunda 1980‟lerin sonunda, Doğu Avrupa‟nın komünist
ülkelerinde yaşanan politik, ekonomik ve sosyal değişimler, Sovyet güdümündeki komünist
rejimlerin sonunun geldiğini haber veriyordu. Esping–Andersen‟in 1990‟da çerçevesini
çizdiği sınıflandırma, anlaşılır bir şekilde Doğu Avrupa‟da ortaya çıkan yeni demokrasileri
içermekten uzak kalmıştır. Bu sebeple, birçok araştırmacı, Esping–Andersen‟in
sınıflandırmasını, Doğu Avrupa‟nın hâlihazırdaki durumuna uydurmaya çalışmıştır.110 Bu
doğrultuda “Doğu Avrupa Refah Rejimleri” (East European Welfare Regimes)‟nden yeni
bir tür olarak ortaya çıkmıştır.111
Refah devleti ile ilgili oarak yapılan karşılaştırmalı çalışmalarda
gelişmiş
ekonomilere sahip ülkeler dışında da refah konularına ilgi duyulmuştur. Şimdiye kadar bir
“Japon ve Konfüçyen refah modeli” oluşturma çabaları sınırlı başarı göstermiş olmasına
rağmen, bu ilgi komşu “Asya Kaplanlarına”na doğru yayılmıştır.112 Ian Guogh‟un “Asya
refah rejimleri”ni açıklamaya yöenlik yaptığı çalışma dışında Ramesh Mishra da refah
rejimlerini Anglo-Sakson (Amerika), Batı Avrupa (Almanya) ve Doğu Asya (Japonya)
olmak üzere üç gruba ayırmıştır.
Castles ve Mitchell Esting-Andersen‟in tipolojisini hem teorik hem de ampirik
bakımdan incelemiş, inceleme sonucunda üçlü refah rejimine dördüncünün (“radikal rejim”
– radical regime) eklenmesi gerektiği kanaatine ulaşmışlardır.113 Castles ve Mitchell‟in ilk
üç rejimi, büyük oranda Esping–Andersen‟in sınıflandırmasının bir kopyasıdır.114 A rejimi
109
Özdemir, 2004, s. 120
Keith Pringle, “Europe and Social Welfare”, Children and Social Welfare in Europe, Buckingham:
Open University Press, 1998, ss. 10. Aktaran: Özdemir, 2004, s. 120.
111
Özdemir, 2004, s. 122.
112
Özdemir, 2004, s.122.
113
Özdemir, 2004, s.123.
114
F. Castles, Comparative Public Policy, Cheltenham: Edward Elgar Publ., 1998. Aktaran: Özdemir, 2004,
s. 123.
110
56
(düşük transferler ve yarar eşitliği), liberal rejim türüne karşılık gelmektedir. B rejimi
(yüksek transferler / düşük yarar eşitliği) muhafazakar rejim türüne, D rejimi ise (yüksek
transferler ve yarar eşitliği) sosyal demokratik rejim türüne denk düşmektedir. Bunların
yanında, bir de dördüncü bir rejim türü (C) vardır ki (düşük transferler / yüksek yarar
eşitliği), yukarıda ismi geçen bazı ülkeler de bu rejim türü içinde yer almaktadır.115
Sonuç olarak Esping-Andersen‟in üçlü sınıflandırmasına ve sonrasında yapılan
çalışmalara baktığımızda, Esping–Andersen‟in yaptığı refah rejimleri sınıflandırmasının
literatüre olan katkısının oldukça önemli olduğunu görmekteyiz. Refah devleti rejimlerini
gelişmişlik açısından sıraladığımızda “İskandinav refah rejimleri”, refah devletlerinin en
gelişmişlerinin yer aldığı bir kategori olduğunu ardından bu rejimi “Kıta Avrupası refah
rejimleri”nin takip ettiğini söyleyebiliriz. En zayıf refah devletlerini yer aldığı rejim
ise,“liberal refah rejimleri” olmaktadır.
Küreselleşme süreci öncesinde batı toplumlarında refah anlayışının kalıntı refah
anlayışından, kurumsal refah anlayışına doğru doğal bir dönüşüm yaşadığı görülmektedir.
Ancak, 1970‟li yıllar sonrasında küreselleşme süreci ile birlikte tam tersi bir doğrultuda,
kurumsal olandan kalıntı olan anlayışa doğru bir yöneliş başlamıştır. Bu durumda refah
devletleri, en gelişmiş refah devleti modeli olan “İskandinav refah modeli” yönünde bir yol
takip ederken, küreselleşme sonrası dönemde tam tersi bir şekilde liberal refah devleti
modelini takip etmeye başlamıştır.
IV. REFAH DEVLETĠNĠN FONKSĠYONLARI
Devletin dört temel işlevi bulunmaktadır. Bunlar; düzenleyici işlevi, ekonomik
politika oluşturucu işlevi, geliri yeniden dağıtıcı işlevi ve işveren kimliğidir. Bu işlevlerden
birincisine baktığımızda, refah devletinin var olan düzenleyici görevleri listesinin çok geniş
olduğunu söyleyebiliriz. Devlet, faiz oranlarını denetler, işyerlerinin açılış saatlerini
115
Martin Powell, Armando Barrientos, ss. 5.
57
belirler, işçilerin çalışma yaşına ve çalışma saatlerine sınır koyar, kayıt dışı çalışmayı
yasaklar, tüketiciyi koruma kanunları çıkartır, piyasada kredi işlerini kontrol eder, çevre
kirliliğini denetler, sit alanı içindeki özel mülk sahiplerinin devletin yazılı izni olmaksızın
pencerelerini değiştirmelerini yasaklar vs. Bunların hepsi, devletin görevleri arasında yer
alan hususlardan bazılarıdır.116
Devletlerin düzenleyici görevlerinin dışında ekonomik büyümeyi devamlı hale
getirebilmek için ekonomik politikalar üretme görevleri de vardır. Devletler vergi, para ve
gelir politikaları ile ekonomiye müdahale ederler.
Gelir dağılımındaki dengesizlikleri en aza indirmek amacıyla devletler geliri
yeniden bölüştürücü politikalar izlemektedir. Devletin bu işlevi toplumsal uçurumları ve
çatışmaları azaltmak anlamında oldukça önemlidir.
Rekabet gücüne ve piyasalara dayalı olan liberal devlet modelinde devletin iç ve dış
güvenlik, adalet ve altyapı dışındaki temel görevleri haricinde hiçbir şeye müdahalede
bulunmaması asıldır. Dolayısıyla, piyasalarda düzeni “görünmez el”e bırakan liberal
modelin, adalet ve eşitlik duyguları ile gelir güvencesi ve gelir adaleti sağlaması, görevleri
arasında değildir.117 Ancak, bu durumda ortaya çıkan gelir dağılımı eşitsizliklerini
gidermek amacıyla devlet vergi ve harcamalar yoluyla müdahale edebilir.
Devletin işveren kimliği işlevine baktığımızda, kamu sektörünün 1945‟lerden
küreselleşme sürecine kadar hızlı bir büyüme içinde olduğunu söyleyebiliriz. Bununla
birlikte yine aynı dönemde kamu sektörünün istihdam içindeki payı oldukça artmıştır. Bu
durum da devletin istihdam üzerindeki etkinliğini arttırmıştır.
116
117
Özdemir, s. 47.
Özdemir, s. 49.
58
V. REFAH DEVLETĠNĠN GÖREVLERĠ
Refah devletinin görev alanı oldukça geniştir. Refah devletinin görevlerini, sosyal
güvenlik görevi, eğitim sağlama görevi, sağlık hizmetleri verme görevi ve geliri yeniden
dağıtma görevi olmak üzere dört başlıkta inceleyebiliriz.
A. Sosyal Güvenlik Görevi
Sosyal güvenlik sosyal refah devletinin ortaya çıkışında etkili olan en önemli
faktörlerden biridir. İnsan yaşamında, sosyal güvenliğin anlamı ve önemine tarihsel bir
perspektiften bakıldığında, insanların gelecekte karşılaşabilecekleri ekonomik ve sosyal
risklere karşı korunma isteği ve güdüsünün her zaman olageldiği görülmektedir. Bununla
beraber modern anlamda sosyal güvenlik hizmetleri ortaya çıkana kadar geçen süreçte,
riskten korunma işleminin gerek ahlaki gerek dini gerekçelerle, toplumun gelir düzeyi
yüksek kişilerince yapılan yardımlar yoluyla, belirli ölçülerde yerine getirildiği
bilinmektedir. Ancak, bu yardımlaşma sistemi, düzenli ve önceden belirlenmiş olmaması ve
zorunlu değil gönüllü olarak yapılması bakımından kişilere, yaşam süreci içerisinde
karşılaşabilecekleri riskler hususunda teminat olabilmede eksik kalmıştır. Bu noktada diğer
dayanışma türlerinin aksine düzenli, önceden belirlenmiş ve zorunlu katılımlar öngören
sosyal dayanışma sistemi ortaya çıkmıştır. Sosyal dayanışma yaşlılık, engellilik, hastalık,
doğum, ölüm, işsizlik gibi risklerle karşılaşan insanların yaşam seviyelerini muhafaza
etmek ve geliştirmek için gelirin yeniden dağıtımını sağlayan araçların bütünüdür.118
Sosyal devletin amacına ulaşmada kullandığı en önemli araç sosyal güvenlik
hizmetleridir. Sosyal güvenlikle ilgili olarak çok çeşitli tanımlar olmakla birlikte en genel
temalardan yola çıkıldığında sosyal güvenlik kavramı “insanlara çalışma kabiliyetinin hiç
olmaması ya da sonradan kaybı halinde kendisi ve bakmakla yükümlü olduğu yakınlarının
asgari geçim seviyesini teminine yetecek gelir düzeyinin ve yaşam süreci boyunca
118
Alain Euzeby, “Social Protection: Values to be Defended!”, International Social Security Review, Vol.
57/2, 2004, s. 109.
59
karşılaşabilecekleri belli başlı bazı riskler karşısında güvencenin sağlanması” olarak
tanımlanabilir.119
Sanayileşme süreciyle birlikte fizyolojik ihtiyaçlarına yeten bir gelir elde eden
işçilerin bu düşük gelir düzeyi ile sosyal güvenlik ihtiyaçlarını nasıl karşılayacakları
konusunda klasik iktisatçıların bir çözüm önermemeleri sonucunda olayların gelişimi,
devleti sonuçta sosyal güvenlik alanında bir rol oynamaya zorlamıştır. 120 I. Dünya Savaşı
sonrasında Büyük Bunalım‟ın da etkisiyle işsizlik giderek atarken çalışma koşulları
kötüleşmiş ücretler de ise düşüş yaşanmıştır. Tüm bunlar işçilerin tepkisini toplamış ve
işçilerin örgütlenmesine ve politik alanda bir baskı grubu oluşturmalarına neden olmuştur.
Bu durum devleti sosyal güvenlik önlemleri almaya yöneltmiştir. Bu nedenle iki büyük
dünya savaşı yılları arasında, sosyal sigortaların genişlediği görülmektedir. Sosyal sigorta
sistemi, hem yeni riskler (işsizlik), hem de nüfus kapsamı bakımından genişletilmiştir.
Özellikle, II. Dünya Savaşı sonrasında, 1950‟ye kadar birçok ülkenin kapsamlı sosyal
reformlar yaptığı, bunun sonucunda, neredeyse tüm Batı Avrupa ülkelerinde iş kazalarını,
yaşlılığı, hastalık ve işsizliği kapsayan kapsamlı sosyal sigorta programlarının yerleştiği
görülmüştür.121
Başlangıçta, tabandan gelen baskılar nedeniyle gelişmiş Batı ülkelerinde başlayan bu
sistem, önce yasalar ve sonra anayasalarda en önemli insanlık haklarından birisi olarak yer
almıştır. Bu haklar, daha sonra uluslararası sözleşmelerle “uluslararası ortak normlar”
haline gelmiştir.122 Günümüzde ise, gittikçe gelişen refah devleti anlayışının bir sonucu
119
Arne Tostensen, “Towards feasible social security systems in sub-Saharan Africa”, CMI working papers,
May 2004.
120
Cahit Talas, Cahit Ekonomik Sistemler, 5. Baskı. İmge Kitabevi, 1999, Ankara, s.205.
121
Kuhnle, Stein ve Matti Alestalo, “Growth, Adjustments and Survival of European Welfare States”,
Survival of the European Welfare State, y.y.: Routledge Publ., 2000, ss. 3–18.
122
Gürhan Fişek, “Sosyal Devletsiz Bir Sosyal Güvenlik...”, (Çevrimiçi): http://www.fisek.org/108.php,
29.04.2009, s. 1.
60
olarak, sosyal güvenlik, toplumu oluşturan bütün bireyleri doğumlarından ölümlerine kadar
kuşatmış bulunmaktadır.123
Ülkeden ülkeye farklılaşabilse de, evrensel olarak sosyal güvenlik sistemlerinin belli
başlı üç dayanak üzerinde durduğu söylenebilir. Bunlar sosyal sigortalar, sosyal yardımlar
ve sosyal hizmetlerdir.124 Sosyal güvenlik kavramı her ne kadar sosyal yardım ve sosyal
hizmetleri de içeren geniş bir anlama sahip olsa da, sosyal güvenlik sistemleri ağırlıklı
olarak sosyal sigortalar temelinde oluşmuştur.125 Sosyal sigortalar sisteme katılımın zorunlu
olduğu, katılanların sistemin finansmanına prim ödemeleri şeklinde ve yine mecburi olarak
katkı yapmalarını öngören, topladığı bu primlere karşılık olarak katılımcılarını yaşam
süreci içerisinde karşılaşmaları olası sosyal risklere karşı koruyan programlar olarak
tanımlanabilir.126 Sosyal sigorta sisteminin işleyiş tekniği, primlere dayalıdır. Ülkeden
ülkeye farklılık göstermekle birlikte, bu amaçla oluşturulan bir fona hem işçi ve işveren
prim yatırmakta, hem de devlet ya üçüncü bir taraf olarak düzenli bir şekilde ya da zaman
zaman sigorta açıklarını kapatmak amacıyla katkıda bulunmaktadır.127 Günümüzde uzun
dönemli işsizlik, yoksulluk ve sosyal dışlanma, kayıtdışı istihdam, yaşlı nüfus oranının
artması, aile yapısındaki değişimler ve modernleşmeye bağlı sosyal dönüşüm gibi
sorunların tamamının sosyal sigortalar yolu ile giderilmesinin zorluğu, sosyal yardım
sistemi ve sosyal hizmetleri eskiye nazaran daha önemli hale getirmiştir.128
Sosyal sigorta yoluyla sağlanan sosyal güvence, özellikle çalışan nüfusa yönelik bir
sosyal refah devleti uygulamasıdır. Bu sistem, tüm nüfus kesimini değil, sadece çalışanları
123
DPT, Sosyal Güvenlik Özel Ġhtisas Komisyonu Raporu, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Ankara:
DPT Yay., 2001, s.50.
124
Sait Korkmaz, “Türkiye'de Sosyal Güvenlik Finansman Açıkları ve Sosyal Güvenlik Kurumunun Bu
Açıklar Üzerindeki Olası Etkileri”, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Hacettepe Üniversitesi
SBE), 2007, s. 7.
125
DPT, Dokuzuncu Kalkınma Planı Özel Ġhtisas Komisyonu Raporu, Ankara: 2006, s. 2.
126
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Sosyal Güvenlik Reform Önerisi, Nisan 2005, s. 3.
127
Süleyman Özdemir, “Refah Devleti ve Üstlendiği Temel Görevler Üzerine Bir İnceleme”,
http://www.sosyalsiyaset.com/documents/refah_devleti_ustlendigi_gorvlr.htm, (Çevirimiçi: 01.04.2009), s.
12.
128
DTP, s. 2.
61
güvence kapsamına almaktadır. Bağımlı (işçiler ve memurlar) ve bağımsız (serbest meslek
mensupları) çalışanların hepsi bu sistemde sosyal koruma altına alınmaktadır.
Sosyal yardımlar, “kendi ellerinde olmayan nedenlerle yoksul duruma düşmüş birey
ve gruplara, toplumdan dışlanmış olanlara, insan onuruna yaraşır asgari bir yaşam seviyesi
sağlamak amacıyla, karşılıksız olarak yapılan ayni ve nakdi yardımlardır.” Sosyal yardımlar
devlet ya da gönüllü vatandaşlar tarafından karşılıksız olarak yapılırlar. Yani sosyal
yardımlardan yararlananların bu hizmetlerin finansmanına katılımları gerekmemektedir.
Devlet sosyal yardımları vergilerle finanse eder. Yardımların karşılıksız ve genel olması
gerekmekle beraber, yalnızca sisteme katılmış vatandaşlara yardım yapılması yahut sosyal
taraflardan katılımcıların haricindeki birinden yapılan yardımlar için prim toplanılması
usülleri de zaman zaman kullanılmaktadır. “Sosyal güvenlikte sosyal sigorta sisteminin
ağırlıklı olduğu ülkelerde, sosyal güvenlik sisteminin kapsamında çoğunlukla çalışan
kesimlerin olması nedeniyle, sistem dışında kalan kişilere güvence sağlanması açısından
sosyal yardımlar büyük önem taşımaktadır.”129
Sosyal hizmetler ise, “insanların kendi bünye ve çevre şartlarından doğan veya
kontrolleri dışında oluşan maddi ve manevi sosyal yoksunluklarının giderilmesi ve
ihtiyaçlarının karşılanmasında, insanların kendilerine daha yeterli hale gelmelerinde ve
başkalarına bağımlı olma hallerinin önlenmesinde, aile ilişkilerinin güçlenmesinde, birey,
aile, grup ve toplumların sosyal işlevlerini başarıyla yerine getirmelerinde yardımcı olmak;
insanların yaşam standartlarının iyileştirilmesi ve yükseltilmesini sağlamak amacıyla
gerçekleştirilen;
koruyucu-önleyici,
iyileştirici-rehabilite
edici,
değiştirici-geliştirici
nitelikteki, sistemli ve düzenli faaliyet ve programlar bütünüdür”130
129
130
DTP, ss. 2-3.
ÇSGB, s. 3.
62
“Modern toplumlarda, aile bağları başta olmak üzere geleneksel dayanışma
ağlarında yaşanan çözülme, özellikle sosyal dışlanmayla mücadele açısından sosyal
hizmetlere duyulan gereksinimi arttırmaktadır”131
Sosyal güvenlik sistemleri evrensel olarak yukarıda sayılan bu üç dayanak üzerine
oturmakla beraber, karşılanan riskler hususunda tüm dünyada oldukça farklı kapsama
düzeyleri görülmektedir. Bununla beraber karşılanmasının gerekliliği genel kabul görmüş
olan riskler de mevcuttur. Kurumsallaşmış bir toplumsal dayanışma yani sosyal güvenlik
sisteminde hangi risklerin karşılanacağı hususu, şüphesiz tüm ülkelerde politika
belirleyiciler tarafından alınacak kararlara göre şekillenecektir. Ancak, genel olarak
yaşlılık, engellilik, iş kazası ve meslek hastalığı, hastalık, ölüm, doğum, ve işsizlik
risklerinin küreselleşen dünyamızda, sosyal güvenlik sistemi içerisinde karşılanılması
gerekli riskler olarak ön plana çıktığı, toplumların geri kalan risklerin sisteme dâhil edilip
edilmemesi hususunda farklılaştığı görülmektedir.132
B. Eğitim Sağlama Görevi
Refah devleti ekonomik büyüme ve kalkınma, fırsat eşitliği, sosyal denge ve barışı
sağlama amaçlarına yönelik olarak sanayileşmenin başlaması ile birlikte önemli hale gelen
eğitime büyük bir önem vermekte ve eğitim hizmetlerini karşılıksız sunarak herkesin
yararlanmasını sağlamaktadır. Çünkü piyasa mekanizmasının böyle bir fonksiyon
yüklenecek durumu yoktur. Eskinin kol gücüne dayalı üretim sisteminden, mekanik gücün
üretime uyarlandığı yeni bir sisteme geçiş ve kütlesel bir üretimin gerçekleştirilmeye
başlanması, yeni bilgi ve becerileri gerekli kılmış, ara ve yüksek düzeyli (ustabaşı,
teknisyen, mühendis) bir işgücüne gereksinim duyulmuştur. Bu nedenle devlet bir yandan
genel eğitimi, diğer yandan da teknik eğitimi üstlenmek durumunda kalmıştır.133
131
DTP, s. 3.
Korkmaz, s. 9.
133
Gencay Şaylan, s. 37.
132
63
Refah devletinin en önemli görevlerinden biri olan eğitim hizmeti, yüksek vasıflı,
ekonomiye yararlı bir insan gücü kaynağının oluşumu sağlayacak ve toplumun bu yetişmiş
insan kaynakları toplumsal gelişmeyi hızlandıracak, bir yandan da gelirin toplumda daha
adil bir şekilde dağılması sağlanacaktır. Kuznets‟in belirttiğine göre, gelir dağılımı adaleti
ile eğitim düzeyi arasında yakın ilişki vardır. Eğitim süresi arttıkça, bireyler arasındaki gelir
farklılığı azalmaktadır.134
İsveç, Danimarka, Finlandiya ve Hollanda gibi, sosyal refah hizmetlerinin sunumu
noktasında cömert olan refah devletlerinin, toplam kamu harcamaları içerisinde eğitime en
fazla pay ayıran ülkeler oldukları gözlenmektedir. Refah devletleri, her zaman için eğitime
önem vermişler ve devletin bu fonksiyonu için toplam kamu harcamalarından yüksek bir
pay ayırmışlardır.
135
Eğitim harcamalarının, genelde artmaya devam ettiği görülmektedir.
Örneğin, Kuzey Avrupa ülkelerinde (Norveç, İsveç, Finlandiya, Danimarka), son
zamanlarda gözlenen genel durgunluk ve yeniden yapılanma çalışmalarına rağmen
eğitimde sürekli bir gelişmenin olduğu görülmektedir. Bu ülkelerde, eğitim bakımından
kadın ve erkek arasında sadece çok küçük farklar olduğu tespit edilmiştir.136
Tüm bunlar doğrultusunda eğitimin, insan sermayesinin yeteneklerini geliştirerek
işgücünün kalitesini artıracağını ve böylece orta ve uzun vadede pozitif bir etki
sağlayacağını söyleyebiliriz.
C. Sağlık Hizmetleri Verme Görevi
Refah devletinin önemli bir diğer görevi sağlık hizmetidir. Sağlık hizmetleri ya
sigorta kapsamında (karşılıklılık) ya da ulusal sağlık hizmetleri (evrensellik) kapsamında
134
Martin Carnoy, “Education and Economic Development: The First Generation”, The Economic Value of
Education: Studies in the Economics of Education, (Ed.: Mark Blaug), Cambridge: Edward Elgar Publ.,
1992, s. 352.
135
Özdemir, 2009, s. 20.
136
Eero Lahelma, Katarina Kivela, Eva Roos vd., Analysing Changes of Health Inequalities in the Nordic
Welfare States, Social Science & Medicine, Issue: 55, 2002, s. 611.
64
sunulur. Birinci durumda, sigortalı olmak ve belli koşulların gerçekleşmesi (süre, prim vb)
koşulu aranır. İkinci durumda ise, sağlık hizmetlerinden karşılıksız olarak yararlandırılır.137
Doğrudan insan yaşamıyla ilgili olması sebebiyle oldukça önem verilen sağlık
hizmetleri, eşit, etkili ve sürekli bir şekilde her bireye ve her bölgeye ulaştırılmalı, ve
toplumun sağlık düzeyi yükseltilmelidir. Çalışan kesim, sağlık sigortaları kapsamına
alınmakta ve onların ve ailelerinin sağlık gereksinimi sosyal sigorta programları tarafından
karşılanmaktadır. Sigorta kapsamında olmayanların sağlık gereksinimlerin karşılanması da,
yine devletin görevleri arasındadır (Yeşil Kart uygulaması gibi).138
Refah devletinin önemli politikalarından biri olan sağlık hizmeti, eğitim gibi
toplumsal ve ekonomik kalkınma ve çalışmanın etkinliği açsından oldukça önem
taşımaktadır. Devletler ya doğrudan sağlık sisteminin önde gelen finansörüdür ya da bu işi
üstlenen kurumlara para yardımı yapmaktadır. Bu sağlık hizmet programlarına finansman
açısından bakıldığında, üç farklı sağlık sisteminin devrede olduğu gözükmektedir. Birinci
sistem, “Bismarkçı sağlık sistemi” olarak adlandırılmakta, masraflar ücret bordrolarından
kesilen vergilerle karşılanmaktadır (Almanya). İkinci sistem ise “ulusal sağlık hizmetleri
sistemi” olarak ifade edilmekte, finansman genel vergilerden karşılanmaktadır (İngiltere).
Yani, sağlık hizmetleri tamamen sosyalleştirilmiştir. Ülkedeki tüm insanları kapsamakta ve
ücretsiz ya da düşük ücret karşılığı sunulmaktadır. Üçüncü sistemde ise, sağlık hizmetleri
“ticari amaçla çalışan sigorta piyasaları” tarafından karşılanmaktadır (Amerika). Çoğu ülke,
bu üç ideal sağlık hizmet türünün bir karmasından oluşmakta, ancak yine de bunlardan bir
tanesi daha baskın olabilmektedir.139
Refah devletinin diğer hizmetleri gibi toplumsal ve ekonomik açıdan oldukça önem
taşıyan sağlık hizmeti de toplumdaki tüm bireylere yeterli sağlık hizmeti sağlanması ve bu
137
Ali Güzel ve Ali Rıza Okur, Sosyal Güvenlik Hukuku, 2. bs., İstanbul: Beta Yay., 1990 s. 505.
Nur Serter, Devlet Görevlerindeki GeliĢmelerin Sonucu Olarak Sosyal Devlet, İstanbul: İÜ İktisat
Fakültesi Yay., 1994, ss. 41-42
139
Güzel, Okur, s. 506.
138
65
hizmetin tüm toplum üyelerine eşit ölçüde sunulabilmesi açısından refah devletinin sosyal
politikaları içinde oldukça etkili olmaktadır.
D. Adil Gelir Dağılımı ve Yoksullukla Mücadele
Gelir adaleti ve bu amaçla yapılan gelirin yeniden dağılımı sosyal devletin önemli
görevlerinden biridir. Yoksullukla mücadelede temel amaç, herkese insanca yaşaması için
gerekli minimum gelir düzeyinin garanti edilmesidir. Eşitsizliği azaltmak içinse; servet ve
gelirler arasındaki farklılıkların azaltılması gerekir. Bu ayrım oldukça önemlidir. Çünkü
birini amaçlayan politikalar diğerini şiddetlendirebilir. Bu nedenle fakirlere yardımın mı
eşitsizliği azaltmanın mı ana amaç olarak belirlendiğinin açıkça ortaya konması
gerekmektedir.140
Batılı ülkelerde 19. yüzyılın sonlarına kadar, devlet yoksullukla mücadele konusunda
bazı uygulamalara gitmekle birlikte genel olarak yoksullukla mücadelenin devlet dışındaki
vakıflar, kilise, aile gibi birimlerin sorumluluğunda olduğu düşüncesi hâkim olmuştur.
Ancak, bu ülkelerde sanayileşme süreci boyunca olağanüstü servetler birikmesine karşın,
bu birikimlerin belirli kesimlerin elinde toplanması, toplumdaki geniş halk kitlelerinin ise
yoksulluk içinde bulunması toplumsal gerginliklerin artmasına ve dikkatlerin yoksulluk
sorunu üzerine toplanmasına yol açmıştır.141 Kitlesel yoksulluğun artması ve gelir
dağılımındaki adaletsizliğin tırmanması devletin sosyal alanda çeşitli görevler üstlenmesine
yol açmış ve devlet, sosyal güvenlik sistemleri vasıtasıyla gelirin yeniden dağılımını
sağlama ve yoksullukla mücadele etme çabasına girişmiştir.142
Gelir dağılımı ve yoksulluk sorununa verilen önem dönemsel koşullara bağlı olarak
değişim göstermiştir. Keynes, Alvin, Hansen, Abba Lerner gibi ekonomistler 1930-1950
140
Nicholas Barr, The Economics of the Welfare State, Standford: Standford University Press, 1993, s. 164165.
141
Sözer, s. 51.
142
Aktan, Kıvrak, s. 2.
66
yılları arasında özellikle istikrar politikasına ilişkin görüşlere ağırlık vermelerine karşılık,
1950‟den sonra gelişme ekonomisi yazını 1960'lı yılların ortalarına kadar sermaye birikimi,
büyüme konularına önem verirken gelir dağılımı ve yoksulluk sorununun hızlı büyüme
sonucu zaman içinde çözüleceğini ileri sürmüştür. 1970‟li yıllarda gelir dağılımına ilişkin
sorunlar birinci plana geçmeye başlamıştır. Az gelişmiş ülkelerde hızlı büyümeye karşın
gelir dağılımının giderek bozulduğu ve yoksulluğun artığı anlaşıldıktan sonra gelir dağılımı
konusuna olan bu yönelim fazla sürmeyerek istikrar politikaları ve programları ön plana
çıkarılmıştır. Piyasa ekonomi anlayışı sonucunda sosyal devlet anlayışının zayıflaması gelir
dağılımı sorununu geri planlara itmiştir. 143
Sosyal devletin temel amaçlarından biri olan adil gelir dağılımı, toplumda kişilerin
elde ettikleri gelirler arasında çok büyük uçurumların olmamasını, milli gelirin kişiler ve
sınıflar arasında toplumsal gerginliklere yol açmayacak şekilde dağılmasını, dolayısıyla
toplumca kabul edilebilir bir gelir paylaşımını ifade etmektedir. Dolayısıyla, sosyal
devletten beklenen; kamu gelirlerini (özellikle artan oranlı vergiler) ve kamu harcamalarını
(özellikle sosyal transferler) kullanarak toplumu oluşturan kişiler arasında zenginden fakire
doğru geliri yeniden dağıtması ve servet ve gelirler arasındaki dengesizlikleri azaltmaya
çalışması; milli gelirin adaletsiz dağılımı sonucunda yoksul düşen kişileri, güçsüzleri,
düşkünleri, bakıma muhtaç çocukları korumasıdır. Ancak, bu kişilerin korunmasında temel
prensip, onların toplum içindeki saygınlığını zedelemeyecek şekilde yardımda bulunmak,
çalışabilecek durumda olanlara iş sağlamak, bu kişileri üretken ve topluma yararlı duruma
getirmek olmalı, sağlanan yardımlar çalışma isteğini kırmamalıdır.144
143
Fikret Şenses, “Türkiye'de Gelir Dağılımı, Gelirin Yeniden Dağıtımı ve İşgücü Piyasaları”, Türk
Ekonomisine Sosyal Demokrat Çözümler, Cilt III: Gelir Dağılımı ve Yeniden Dağıtım Mekanizmaları
içinde, TÜSES: İstanbul, 1991, s. 51.
144
Aktan, Kıvrak, ss. 4-5.
67
VI. REFAH DEVLETĠNĠN KRĠZĠ ve ÇÖKÜġÜ
II. Dünya Savaşı‟ndan 1970‟lerin başına kadar olan dönemin hem gelişmiş hem de
gelişmekte olan ülkeler açısından her bakımdan başarılı bir dönem olduğunu söyleyebiliriz.
Bu dönemde, ülkelerin GSYİH‟leri artarken enflasyon oranları düştüğü gözlenmiştir.
1970‟lerin başından itibaren devletlerin ekonomik durgunluk içine girmeleriyle birlikte bu
olumlu tablo bozulmuştur. Dünya ekonomisinin durgunluk içine girmesi ve fiyatların artış
göstermesi, Vietnam savaşı ile birlikte ABD‟nin dış açıklar vermeye başlaması, Bretton
Woods Para Sistemi‟nin çökmesi, OPEC ülkelerinin petrol fiyatlarını dört kat arttırması ile
birlikte ortaya çıkmıştır. Dünya ekonomisinin içine girdiği bunalımdan kurtulmak için
öngörülen çözüm; neo-liberal politikalar olmuştur. Amaç; serbest piyasa ilkesiyle birlikte
tüm ülkelerin içinde olduğu tek bir pazar oluşturmak, para, mal ve sermayenin tam
hareketliliğini sağlayarak küreselleşme sürecine geçmektir.145
Küreselleşme süreci ile birlikte kurumlar maliyetlerini düşürmek amacıyla
maliyetlerin daha düşük olduğu ülkelere yerleşmişlerdir. Bu durum kurumun ayrıldığı
ülkenin istihdamını olumsuz etkilerken vergilendirmeyi de daha zor hale getirmiştir.
Küreselleşme ile birlikte kurumların „yüksek maliyetli‟ ülkelerden „düşük maliyetli‟
ülkelere yerleşmeleri, terk edilen ülkedeki istihdam yapısını etkilemekte; arkasından
işsizlik ve mali açık bırakmakta, ekonomik faaliyetin ulusal sınırlarını aşan özelliği,
kontrolü ve vergilendirmeyi daha zor hale getirmektedir.
Dünya ekonomisinin yaşamış olduğu bu dönüşümün devletler üzerine etkisi ile ilgili
olarak küreselleşmenin ülkelerin birbirlerine olan bağımlılıklarını arttırdığını, finansal ve
üretici sermayenin başka alanlara kaymasına yol açtığını, ulus devletleri işsizliği azaltmak
için mali sertlik izlemeye ittiğini, küreselleşmeyle birlikte karın, ulusal ekonomi ve
istihdamı dikkate almadığını, ulusal sınırları aşan neo-liberalizmin yayıldığını savunan bazı
düşünceler ortaya çıkmıştır. Bu durumun da ulusal seviyede yapılan ekonomik ve sosyal
145
Özdemir, 2004, ss. 212-213.
68
politikaları daralttığına dikkat çekilmekte ve hükümetleri küresel ekonominin yapısını,
işlevini ve çıktılarını değiştirme konusunda umutsuzluğa düşürdükleri vurgulanmaktadır.
Bu nedenle ülkelerin ticarete karşı olan engelleri azaltmak veya ortadan kaldırmak, devleti
küçültmek ve maliyetini azaltmak gibi uluslararası rekabetin gerekliliklerine uymaya
zorlandığı düşüncesi ortaya çıkmıştır.
Tüm bunları göz önünde bulundurduğumuzda ulusal ekonomilerin dış ekonomik
faktörlerden etkilendiğini ve dış ekonomik etkiler yaranına değiştiğini söyleyebiliriz. Öyle
ki ileri sanayileşmiş ülkelerin refah devletlerini küresel piyasaya uyumlaştırılmış refah
devleti modeline zorladığı, hatta sadece küresel ekonomiye uyan refah devleti yapılarına
izin verildiği düşüncesi mevcuttur. Refah devletine yapılan tüm bu sınırlamaların
özelleştirme
ve
piyasaya
yönelme
ile
birlikte
ulusal
harcamaları
azaltacağı
düşünülmektedir.
Keynesyen politikaların tam tersine yaşanan bu gelişmelerle birlikte yeni dönemde
bir yandan kamu harcamaları artmaya devam ederken, diğer yandan yeni ekonomik
düşünce doğrultusunda vergi oranları düşmüş bu nedenle vergi gelirleri azalmış, devletlerin
bütçe açıkları büyümüştür.
Keynesyenyen politikaların uygulandığı dönemde refah devleti oldukça genişlerken
küreselleşme süreciyle birlikte uygulanan politikaların refah devletini zayıflattığı düşüncesi
oluşmuştur. Yeni ekonomik politikalarla birlikte işsizliğin önemli ölçüde artması, nüfusun
yaşlanması, hasta ve özürlü vb. kişilerin sayısının artması refah devletine olan talebi de
arttırmıştır. Bu durum refah bütçelerinin artmasına ve mali darboğazlara neden olmuştur.
Küreselleşme ile birlikte işsizliğin oldukça artması, ücretlerin düşmesi, istihdam
güvencesinin önemli ölçüde azalması, minimum standartları korumak amacıyla daha fazla
sosyal harcamayı gerektirmiştir. Bu durum yeni ekonomik politikalarla ters düştüğü için de
çelişkili bir yapı ortaya çıkmıştır.
69
Tüm bu varsayımlar küreselleşmenin refah devletlerinin gelişimini değiştirdiğini ve
devletlerin sosyal politika ve yaptırımlarını yok ettiği düşüncesini desteklemektedir. Bu
konuda devletlerin kendi politikaları doğrultusunda uyguladıkları tüm müdahaleler
noktasında uyanık kalmaları gerekmektedir.
A. KRĠZĠ ORTAYA ÇIKARAN FAKTÖRLER
Küreselleşme sonrası dönem, refah devletinin gelişimi ve bu çalışmanın amacı
açısından önemli bir süreç olmuştur. Yaklaşık olarak 1975 yılında başladığı kabul edilen ve
halen devam etmekte olan “refah devletinin dönüşümü” sürecinin ortaya çıkışıyla ilgili
bilgiler ve refah devletinin içine girdiği bunalımın nedenlerini ana hatları ile ele almak, söz
konusu dönüşümü anlayabilmek için yaralı olacaktır.
1. Dünya Ekonomi Politikalarındaki DeğiĢim
1929 dünya bunalımının etkisiyle II. Dünya Savaşı ile 1970‟li yıllara kadar olan
dönemde devletler müdahaleci bir anlayış benimseyerek ekonomik ve sosyal yaşama
müdahalelerde bulunmuş, her bakımdan oldukça olumlu gelişmeler yaşanmış, hem gelişmiş
ülkelerin hem de gelişmekte olan ülkelerin ülke ekonomilerinde pozitif işaretler
oluşmuştur. GSYİH artış hızı yükselmiş, çok düşük işsizlik oranları söz konusu olmuş ve
ihmal edilebilir düzeyde düşük enflasyon oranları görülmüştür.146 1973 ve 1979 yıllarında
petrol fiyatlarındaki artış, ABD‟nin dış açıklar vermeye başlaması, Bretton Woods Para
Sistemi‟nin çökmesi, dünya ekonomisinin stagflasyona girmesi (hem durgunluk hem de
fiyat artışlarının gözlenmesi) Keynesyen politikaları tehdit eden önemli unsurlar arasında
yer almıştır. Deregülasyon, rekabet gücü ve karlılığın oldukça önemli olduğu bu yeni
dönemde, ABD‟nin otoritesinin zayıflaması, çokuluslu şirketlerin güç kazanması, bilgi
teknolojisindeki gelişim, sermayenin dünya üzerindeki dolaşımının giderek artması,
146
Kazgan, s. 92.
70
sermayenin hareketliliği karşısında bu hareketliliğe uyum sağlayamayan işgücünün
zayıflaması sonucu oluşan bunalımdan kurtulabilmek için bu kez Keynesyen politikaların
tam tersi bir politika izlenmesi gerekmiştir. Yeni dönemde izlenen politik ve ekonomik
felsefe, “Yeni Sağ” olarak adlandırılan neo-liberal-politikalardır ve bu politikalar
Keynesyen politikalara alternatif olarak ortaya çıkan klasik liberal düşüncenin çağdaş bir
yorumu olmuştur.147
Yeni ekonomik düzenin amacı, bütün ülkelerin, serbest piyasa ilkesini
benimseyerek tek bir pazar oluşturmak üzere dünya pazarıyla bütünleşmesi ve mal-hizmetsermaye-işgücü hareketlerinin tam serbestleşmesiyle küreselleşmenin gerçekleştirilmesidir.
Daha başka bir ifadeyle amaç, devletin temel görevleri dışında faaliyette bulunmadığı,
refah devletinin çok küçüldüğü ya da yok olduğu özel girişimin dünya ekonomisinde en
önemli hale geldiği bir ekonomik düzen yaratmaktır.148
Yeni ekonomik düzen ile birlikte sosyal politikada gerçekleşen dönüşüm, genel
olarak küreselleşmenin refah devletleri üzerine etkisi göz önünde bulundurularak
açıklanmaktadır. Küreselleşme refah devletinin sosyal yaklaşımını bütünüyle değiştirmiştir.
Küreselleşme sürecinden önce de devletlerin sosyal politikaları belli ölçülerde
sınırlandırılıp kontrol altında tutulsa da küreselleşme ile birlikte devletin kapasitesinin
daraltıldığı düşüncesi ortaya çıkmıştır.
2. YaĢanan Finansal Bunalım
1970‟li yılların başında yaşanan petrol krizinden sonra kar oranlarının düşmesine
paralel olarak elde biriken sermaye, üretime aktarılmak yerine finansal alanda
değerlendirilmeye çalışılmıştır. Krizin bir diğer sonucu olarak petrole sahip olmayan
gelişmekte olan ülkelerde ya da az gelişmiş ülkelerde dış ticaret açığı ve borç yükü
147
148
Tom Burden, Social Policy and Welfare: A Clear Guide, London: Pluto Press, 1998, s. 19.
Kazgan, s. 96.
71
katlanarak artmıştır. Yüksek faizle alınan borçlar nedeniyle söz konusu ülkelerin uluslar
arası finans sermayesine bağımlılığı artmıştır.149 Bu duruma ek olarak kamu harcamalarının
giderek artması ve yeni ekonomi politikaları doğrultusunda vergi oranlarında yaşanan
düşüş finansal bunalıma neden olmuştur.
Küreselleşme süreci ile birlikte yeni ekonomi politikaları paralelinde savunulan
görüş, refah devletinin kamu harcamalarının giderek arttığı ve bu durumun rekabet gücünü
zayıflattığı
bu
nedenle
artık
devletlerin
cömert
sosyal
devlet
harcamalarının
sürdürülebilmesinin olanaksız hale geldiği şeklinde olmuştur. Bu görüş doğrultusunda,
hükümetlerin sosyal harcamalar için milli gelirden ayırdıkları payın azaltılması ve yeni
politikalar geliştirilerek reformlar yapmaya gidilmiştir.
Yeni politikalar üzerine kurulan reform gerçeği çerçevesinde başta sosyal güvenlik
ve sağlık harcamaları olmak üzere bütün sosyal harcamaların düzeyi gelişmekte olan
ülkeler başta olmak üzere azaltılmaya çalışılmıştır.150 Diğer yandan, birçok gelişmiş ülkede
işsizliğin giderek artması, demografik yapıdaki değişimler nedeniyle nüfusun yaşlanması,
yalnız yaşayan annelerin sayısının artması, artan sosyal refah hizmetleri, vatandaşların daha
iyi kamu hizmeti beklentisi v.b. 151 durumlar nedeniyle sosyal harcamalar giderek artmıştır.
Yoksa harcamalardaki bu artış sosyal haklarda gerçekleştirilen daha cömert devlet
yaklaşımından kaynaklanmamaktadır.152
Keynesyenyen politikalar çerçevesinde yüksek sosyal refah harcamaları yüksek
vergilerle karşılanmıştır. Bu yüksek vergi oranları artan küreselleşmeyle birlikte ulusal
politikaların gücünü sınırlamakta ve vergi rekabetini artırmaktadır. Bu durum vergilerin
düşürülmesine yol açmıştır. Genel olarak baktığımızda, küreselleşme ile başlayan yeni
dönemde, genelde sermaye vergi oranlarının azaldığı, işgücü vergi oranlarının ise
149
Bakın, s. 47.
DTP, s. 12.
151
Marangoz, s. 99.
152
Harvey Lazar, ve Peter Stoyko, “The Future of the Welfare State”, Internatioanl Social Security Rewiev,
Vol.: 51, March 1998, s. 10.
150
72
yükseldiği görülmektedir. Bu durum, genelde sermaye lehinedir; buradan kaynaklanan yük
ise, dolaşımı sınırlı olan işgücü üzerine binmektedir.153 Çoğu ülkede, vergi reformu yüksek
gelirlilere geniş vergi indirimi sağlarken, yükü orta ve düşük gelirli nüfusun üzerine, yani
alt tabakalara doğru kaydırmıştır. 154
1970‟lerde ve 1980‟li yılların başında hemen hemen her gelişmiş ülkede ortaya
çıkan işsizlik, yoksulluk, yaşlı nüfusa yönelik sağlık bakımı ve emeklilik ödenekleri, eğitim
ve alt yapı taleplerinin artışı v.b. nedenler, vergi yükünü arttırıcı baskılar yapmıştır.155
1980‟lerin ortalarından itibaren ise, vergi arttırıcı baskılar yön değiştirmiş, bu kez de vergi
yükü azaltıcı baskılar yaşanmaya başlanmıştır. Bunun da nedeni, küreselleşme ile birlikte
uluslararasılaşan ekonomik yapının beraberinde katı rekabeti getirmesi, yatırım ve üretimin
uluslararası alanda mobil hale gelmesi, kendi sermaye ve yatırımlarını elinden kaçırmamak
ya da başka ülke sermaye ve yatırımlarını kendi ülkesine çekebilmek amacıyla, birçok
gelişmiş refah devletinin gelirleri üzerindeki nominal vergi oranlarını önemli oranda
azaltmasıdır.156
3. ĠĢ Piyasaları ve ÇalıĢma ĠliĢkilerinde DeğiĢim
Küreselleşme süreciyle birlikte iş piyasaları ve çalışma ilişkilerinde yaşanan
dönüşümü değerlendirdiğimizde, üretim organizasyonun uluslararasılaşması, esnek üretim
uygulamaları ve bunun işgücüne yansıması, işsizliğin giderek artması, gelir dağılımı
eşitsizliği, kayıtdışının artması, sendikaların zayıflamasından bahsedebiliriz.
Yeni ekonomik politikalar çerçevesinde ekonomilerin hızla liberalleşmesi sonucu
üretim artık ulusal sınırlara dışına çıkarak uluslararası bir kimlik kazanmıştır. Çünkü
153
Geoffrey Garret, Mitchell Deborah, “Globalization, Government Spending and Taxation in the OECD”,
European Journal of Political Research, Issue:39, 2001, ss. 161-162.
154
Özdemir, s. 225.
155
Özdemir, s. 226.
156
W. Fritz Scharpf, “The Viability of Advanced Welfare State in the International Economy:Vulnerabilities
and Options”, Max-Planck-Institute for the Studies and Societies (MPIFG) Working Paper No: 99/9, s. 1011.
73
küresel rekabetin kuralına göre “güçlü” olanlar, maliyetini en aza indirebilenler ayakta
kalabilmektedir. Bu nedenle işgücü maliyetini en aza indirmek amacıyla üretim işgücü
maliyetlerinin en düşük olduğu ülkelere (az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler)
kaydırılmaktadır. Bu durum üretim sürecinin belli aşamalarının farklı bölgelerde
gerçekleşmesine olanak sağlamakta, işgücü maliyetlerindeki artışa engel olup, karları
güvence altına almaktadır. Böylece grevler ve devletin getireceği tehditlere de engel
olmaktadır. Bu durum, sosyal devletin yaşadığı en önemli sorunlardan biri olmaktadır.
Diğer bir faktör, esnek üretim uygulamaları ve bunun işgücüne yansımasıdır. II.
Dünya Savaşı‟dan sonra geniş bir uygulama alanı bulan Fordist üretim modeli yığın
pazarlara yönelik üretim yapan, bu yüzden toplumun korporatist nitelikte örgütlenmesini
öngören bir toplum paradigmasını yansıtmaktaydı. Ancak, küreselleşmeyle birlikte “post
kapitalist toplum”, “endüstri ötesi toplum”, “bilgi toplumu” olarak da nitelenen yeni bir
toplumsal oluşumdan söz edilmeye başlanmıştır. 157 Fordist üretim modelinde kapitalizmin
kar oranlarının düşmesi, çözüm için farklı bir arayışa neden olmuştur. Bu çerçevede doğan
kapitalist üretimin yeni örgütlenmesi olan post-fordist üretim modeli çalışmada esnekliği
sağlayarak kapitalizmi içine girdiği krizden çıkarmayı amaçlayan bir üretim modelidir.158
Esnek üretim uygulamalarına geçişle birlikte Fordist üretim modelinin yüksek
maliyetli özel amaçlı makinalarının yerini, çok amaçlı programlanabilen robotların alması,
üretim miktarı ve çeşitliliği gibi konularda büyük esnekliğin sağlanmasına yol açmıştır.159
Esnek üretim modeliyle üretim küçük birimlere ayrılabilmekte ve değişen Pazar koşullarına
daha kolay ayak uydurabilmektedir. Esneklik uygulamaları ile endüstriyel kurallardan ve
örgütlü işçi kısıtlamalarından kurtulmakta, esneklik uygulamaları ile çalışma sürelerini
157
Öngen, s. 32.
Öngen, s. 33.
159
Daldal, s. 879.
158
74
belirsizleştirip, iş güvencesini kaldırarak gelecek kaygısı ve korkusu içinde güvenini
kaybetmiş bir işçi sınıfı oluşturmaktadır.160
Küreselleşme ile birlikte iş piyasalarında yaşanan diğer önemli bir değişim ise,
işsizliğin giderek artmasıdır. Küreselleşme süreci ile birlikte sermayenin mobilitesinin
oldukça artmasına karşın emeğin bu mobilitesinin sınırlı olması işsizliği besleyen önemli
bir unsur olmaktadır. Özellikle gelişmekte olan ya da az gelişmiş ülkelerde uygulanan IMF
ve Dünya Bankası patentli “ekonomik istikrar paketleri” yıkıcı bir etkiye yol açmakta ve
istihdamda daralmalara neden olmaktadır. Bir diğer etken ise imalat sektöründen hizmet
sektörüne doğru geçişin daha belirginleşmesidir.161 Ancak, hizmet sektöründe vasıflı işçiler
istihdam edilmektedir. Bu durum vasıfsız işçilerin işsiz kalmasına ve gelir dağılımının
giderek derinleşmesine yol açmaktadır.
Keynesyen talep yönlü politikaların uygulandığı dönem formel üretim yapısına
dayanmaktaydı. Ancak, 1970‟li yıllarla birlikte kapitalizmin içine girdiği kriz sonrasında
enformel yapı giderek genişlemiştir. Enformel yapının çalışma ilişkilerine yansıması
enformel (kayıtdışı) istihdam olarak görülmektedir. Düşük verimlilik ve düşük gelir düzeyi
ile belirlenen ekonomik birimlerdeki istihdam biçimi, genellikle enformel olarak kabul
edilmektedir.162 Kayıtdışı çalışma ya da çalıştırmada elde edilen gelir üzerinden vergi,
sosyal güvenlik kuruluşlarına ödenmesi gereken prim ve sosyal amaçlı kesintiler tahakkuk
ettirilmemekte ve ilgili kurumlara ödenmemektedir.163 Bu, sosyal güvenlik kurumları
açısından oldukça olumsuz bir durumdur. Ayrıca enformel sektörde istihdam edilen işgücü
sosyal güvenlikten yoksun, sağlıksız çalışma koşullarında çalışmaktadır.
160
Yüksel Akkaya, KüreselleĢme Kıskacında Türkiye’de ĠĢçi Sınıfı ve Temel Özellikleri, Petrol-iş 20002003, Petrol-İş Yayınları, İstanbul: 2003, s. 220.
161
Erdut, s. 26.
162
Kuvvet Lordoğlu ve Nurcan Özkaplan, ÇalıĢma Ġktisadı, Der Yayınları, İstabul: 2005, s. 61.
163
DTP, KayıtdıĢı Ekonomi Özel Ġhtisas Komisyonu Raporu, Sekizinci Beş yıllık Kalkınma Planı, DTP:
2603-ÖİK: 614, Ankara: 2001, s. 193.
75
Tüm bu olumsuz koşullardan en çok etkilenenlerden biri de işçi sendikaları
olmuştur. Sermayenin sınırsız dolaşımı ile birlikte üretim yapısının uluslararası rekabete
uygun biçimde değiştirilmesi, üretimin emeğin ucuz olduğu ülkelere kaydırılması, çalışma
koşullarına esneklik kazandırılması, devletin ekonomideki müdahalesinin ve yönlendirici
rolünün azaltılması sonucu sendikalar bireysel ve işletme düzeyinde ve uluslararası
düzeyde ciddi bir uyum sorunu yaşamışlardır. Bu durum işçi sınıfının parçalanmasına ve
aralarındaki dayanışmanın zayıflamasına neden olmuştur. Sınıfsal farklılıkların ortadan
kaldırılıp “sosyal diyalog” adı altında sendikaları devre dışı bırakılması sendikaların
zayıflamasının altında yatan en önemli nedendir.
4. Sosyal Hizmetlere Duyulan Ġhtiyacın Artması
Keynesçi yaklaşım temelinde refah devleti olarak adlandırılan sosyal devlet,
özellikle 1945-1975 (refah devletinin “Altın Çağ”ı) arası dönemde, gelir ve harcamalarını
arttırmış, eğitim, sağlık, konut, sosyal güvenlik, tam istihdam, gelir dağılımı gibi alanlarda
refah devleti kurumsallaşmıştır.164
1980‟li yıllardan itibaren ise, refah devletinde ciddi değişiklikler gerçekleşmeye
başlamıştır. Ekonomik büyümenin devam ettirilmesi ve işsizliğin azaltılması için sosyal
maliyetlerin azaltılması ve çalışma şartlarının ve sosyal hakların daha esnek hale getirilmesi
gündeme getirilmekte ve krizi aşmanın yollarından biri olarak uygulanmaktadır. ILO
(International Labour Organization) aracılığı ile gelişmiş sosyal standartları dünyada
yükseltmenin öncülüğünü yapan gelişmiş ülkeler, ekonomik kriz ile birlikte bu alanda
olumsuz gelişmelerle karşı karşıya kalmışlardır.165
164
Sertaç
Güleç,
“1945-1980
Yılları
Arasında
Türkiye‟de
Refah
Devleti”,
http://www.yerelsiyaset.com/pdf/temmuz2008/13.pdf, (Çevirimiçi:12.03.2009), s. 1.
165
Abdülhalim
Çelik,
“Refah
Devletinde
Kriz
ve
Yeniden
Yapılanma”,
http://iibf.kocaeli.edu.tr/ceko/ssk/kitap50/16.pdf, (Çevirimiçi: 17.01.2009), s. 308.
76
Kriz ya da ekonominin durağanlaştığı dönemlerde, her ne kadar devletlerin vergi
gelirleri düşse de tersine bir şekilde, düşük gelirli vatandaşların kamu yardımı
gereksinimlerinin de arttığı ifade edilmektedir. Çünkü resesyonlar, işlerde azalmaya yol
açmakta ve bir işi olmayanların, özellikle de denetim ve eğitim düzeyi düşük olanların iş
bulabilme şansını oldukça zorlaştırmaktadır.166 Bu durum, minimum standartları
koruyabilmek için sosyal harcamalardaki artışı gerektirmekte ve refah devletinin
küçülmesine yönelik yapılan tartışmalar karşısında vatandaşların refah devletinden
beklentilerin devam etmesine yol açmaktadır.
B. REFAH DEVLETĠNĠN BUNALIMI ve YENĠ KÜRESEL DÜZEN
Küreselleşme ile birlikte “refah devletinin dönüşümü” sürecinin ortaya çıkışına ve
refah devletinin içine girdiği bunalıma ve gidişatına dair bir çok yorum bulunmaktadır. Bu
yorumlardan bir kısmı, refah devleti uygulamaları açısından artık bir sona gelindiği, bu
tarihe kadar süregelen refah devleti gelişim sürecinin devam edemeyeceği üzerinde
duruken, bir kısmı da, küreselleşme ve neo-liberalizmin hakimiyetine rağmen, refah devleti
anlayışı ve uygulamalarında herhangi bir gerilemenin görülmediğini, çünkü kazanılmış
haklardan geri adım atmanın o kadar da kolay olmadığını, bu nedenle refah devletinde
büyük çaplı bir gerilemenin henüz beklenmediğini öne sürmektedir.167
1. Yeni Sağ’ın DoğuĢu ve Keynesyen Refah Devletinden Neo-Liberal Refah
AnlayıĢına GeçiĢ (1975 Sonrası)
Küreselleşme ile birlikte sosyal politikadaki dönüşüm, genel olarak küreselleşmenin
refah devletleri üzerine etkisi göz önünde bulundurularak açıklanmaktadır. Küreselleşme,
refah devletinin sosyal yaklaşımını bütünüyle değiştirmiştir. Küreselleşme sürecinden önce
de devletlerin sosyal politikaları belli ölçülerde sınırlandırılıp kontrol altında tutulsa da
166
Howard Chernick, Andrew Reschovsky, “State Fiscal Responses to Welfare Reform During Recessions:
Lessons fort he Future”, Public Budgeting & Finance, 2003, s. 4.
167
Özdemir, 2004, s. 205.
77
küreselleşme ile birlikte devletin kapasitesinin daraltıldığı düşüncesi ortaya çıkmıştır.
Küreselleşme sürecine kadar olan dönemde, 1929 dünya bunalımının etkisiyle devletler
müdahaleci bir anlayış benimseyerek ekonomik ve sosyal yaşama müdahalelerde
bulunmuştur. Bretton-Woods sisteminin çöküşü ve 1970‟li yılların başında petrol krizinin
ortaya çıkmasıyla, sanayi ülkelerinin savaş sonrası dönemde yaşadığı Altın Çağ sona
ermiştir. 1973 ve 1979 yıllarında petrol fiyatlarındaki artış sonucu oluşan bunalımdan
kurtulabilmek için bu kez tam tersi bir politika izlenmesi gerekmiştir. Devlet
müdahelelerinin azaltılması, devletin ekonomik ve sosyal yaşama daha az karışacak şekilde
küçülmesi talepleri ortaya çıkmıştır. Bu bunalım başta Avrupa ülkeleri olmak üzere bütün
OECD ülkelerini etkilemiş, ekonomik büyüme yavaşlamış, enflasyon artmış, yüksek
oranlarda yapısal işsizlik ortaya çıkmış ve kronik bütçe açıklıkları ve yüksek kamu
harcamalarının olduğu ekonomik bir ortam oluşmuştur. Yeni dönemde izlenen politik ve
ekonomik felsefe, “Yeni Sağ” olarak adlandırılan neo-liberal-politikalardır ve bu politikalar
Keynesyen politikalara alternatif olarak ortaya çıkan klasik liberal düşüncenin çağdaş bir
yorumu olmuştur.168 Keynesyenyen politikaların yerini neo-liberal politikaların alması ile
birlikte refah devletindeki dönüşüm ile ilgili olarak bazı yaklaşımlar mevcuttur:
İlk yaklaşıma göre; II. Dünya Savaşı‟ndan sonra yaşanan ekonomik büyüme istisnai
bir durumdur. Bu durum refah devletinin genişlemesini sağlamıştır. Ancak, uluslararası
ekonomi politikalarının değişmesi ile birlikte rekabet edebilmek ve ekonomik büyümeyi
devam ettirebilmek için devletin müdahale etmemesi gerekmektedir. İkinci yaklaşıma göre;
Refah devletleri Keynesyen dönemde büyüyebileceği son noktaya ulaşmıştır. Bundan sonra
daha fazla büyümesi mümkün olmadığından küçülecektir. Üçüncü yaklaşım ise; Sınırsız
sermaye birikimi ve bunun gereği olan daha fazla uluslararasılaşmanın ulusal refah
devletlerini zayıflattığını ve Keynesyen politikaların yeni ekonomik politikalarla
uyuşmadığını ileri sürmektedir. Dördüncü görüş; Refah devleti politikalarının önceleri
işgücü ve sermayeye için önemliyken yeni süreçle birlikte her iki taraf içinde eski önemini
kaybettiği yönündedir. Beşinci yaklaşıma göre; Refah devleti refah hizmetlerinin
168
Burden, s. 19.
78
sağlanmasında bir araç olarak kullanılmıştır. Ancak, küreselleşme süreci bu refah
hizmetlerini gerektirmemektedir. Farklı bir yaklaşım ise; Refah devletlerinin zayıflamadığı
sadece yeni ekonomi politikalarına uyum süreci içinde olduğu yönündedir. Bunlara göre,
artan meşruluk krizine, finansal krizlere ve süregelen tartışmalara rağmen, belkide süpriz
sayılabilecek şekilde, refah devleti görev ve fonksiyonlarında ve de hacminde çok fazla bir
küçülme söz konusu olmamıştır. Devletin bir çok faaliyete katkısı ve onların
finansörlüğünü üstlenmesi hala devam etmektedir.169
Tüm bu görüşler çerçevesinde, her ne kadar refah devletinin temelinin sarsılmış
olduğuna dair gözlemler mevcut olsa da refah devletinin hala birçok toplum için oldukça
önemli bir yeri olduğunu ve küreselleşme süreci ile birlikte yeniden yapılanma sürecine
girdiğini söyleyebiliriz. Refah devletini yeniden yapılandırma arayışları ve STK‟ların bu
süreçteki rolü çalışmanın Üçüncü Bölümü‟nde incelenecektir.
169
Bent Greve, Historical Dictionary of the Welfare State, London: The Scarecrow Press, 1998, ss. 9-10.
79
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
REFAH DEVLETĠNĠ YENĠDEN YAPILANDIRMA ARAYIġLARI ve SĠVĠL
TOPLUM KURULUġLARI
I. REFAH SĠSTEMLERĠNE YÖNELĠK YAKLAġIMLAR
A.“Kalıntı” ve “Kurumsal” Refah YaklaĢımı
1. Kalıntı Refah YaklaĢımı
„Kalıntı‟ yaklaşımı; ekonomide bireylerin gereksinimlerinin aile ve piyasa
ekonomisi tarafından karşılanmadığı ve tüm destek olasılıklarının tüketilmesi durumunda
devletin sosyal refah hizmeti sağlaması gerektiğini ifade etmektedir. Burada kişinin
gereksinim içinde olması ve öncesinde tüm olasılıkların tüketilmesi noktası önem
taşımaktadır. Bu yaklaşıma göre, kendi ve ailesinin gereksinimlerini karşılayamayan
bireylere destek verilmektedir. Bu durumun kanıtlanması için bireylerin hayatları
incelenmekte ve böylece bu yardım gerçekten ihtiyaç duyan yoksullara sağlanmaktadır. Bu
modelde, özel ve piyasa tabanlı çözümler, devlet çözümlerine tercih edilmektedir. Bu
yaklaşımı benimseyen ülkelerin çoğu Güney Avrupa‟dadır. Ancak, akılda tutulmalıdır ki
hiçbir ülke bir tipik modeli tam anlamıyla takip edemez.170
Refah devletinin gelişimine baktığımızda, küreselleşme sürecinin temelinin
oluştuğu 1970‟li yıllara kadar olan dönemde, refah anlayışı tüm sanayileşmiş Batı
toplumlarında kalıntı refah anlayışından kurumsal refah anlayışına dönüşmüştür.
Küreselleşme süreci ile birlikte kalıntı refah anlayışına geri dönüş yaşanmıştır.
170
Özdemir, s. 124.
80
2. Kurumsal Refah YaklaĢımı
Kurumsal refah anlayışına göre, yoksulluk kaynağında engellenmeli ve insanların
yoksulluk içine düşmeleri önlenmelidir. Dolayısıyla bu yaklaşım bireylerin durumlarını
iyileştirmek değil yoksulluğu önlemek amacında olup evrensel nitelik taşımaktadır.
Kurumsal yaklaşım; refah dağılımı, gelir garantisi, negatif gelir vergisi, çocuk ödenekleri
planları ve sosyal sağlık hizmetlerini içermektedir171
Kurumsal yaklaşımı kalıntı yaklaşımından ayıran bazı özellikler vardır:
Kurumsal yaklaşımda; sunulan hizmetler ülkenin vatandaşı olan herkesi gelir, sınıf,
meslek ayrımı yapılmaksızın içerir. Yaklaşım, toplumdaki hiçbir bireyin yoksulluk sınırı
altına düşmemesini sağlayacak sosyal hizmetleri kapsamaktadır. Bu yardımlardan
yaralanabilmek için olağanüstü bir durumun varlığı gerekmemektedir. Tüm bu özellikler
doğrultusunda, kalıntı yaklaşımında yoksulluğa düşenlerin durumlarını iyileştirmek
amaçlanırken kurumsal yaklaşımda bireylerin yoksulluğa düşmemesi amaçlanarak belli bir
yaşam standardı oluşturma hedefinin olduğunu söyleyebiliriz.
B. Evrensellik ve Seçicilik YaklaĢımı
1. Evrensellik
Kurumsal refah yaklaşımını nitelendiren ve genellikle Kuzey Avrupa ülkelerinde
uygulanan evrensellik yöntemi toplumdaki tüm vatandaşların sosyal güvenlikten
yararlanabilmesi şeklinde ifade edilebilir. Genel olarak Kuzey Avrupa ülkelerinde (sosyal
demokratik İskandinav refah rejimlerinde) başvurulan bir yöntemdir.172
171
172
Özdemir, s. 125.
Özdemir, s. 126
81
“Evrensellik”
ve
“seçicilik”
kalıntı
ve
kurumsal
yaklaşımla
benzerlik
göstermektedir. Ancak, kalıntı ve kurumsal yaklaşım birer ilke iken evrensellik ve seçicilik
ise metottur. Kalıntı ve kurumsal sistem evrensel ve seçici metotlardan yararlanabilir.
19. yüzyılın ortalarından itibaren eğitim ve sağlık alanlarında evrensel yaklaşım
yaygınlaşmıştır.
Ancak,
evrensel
yaklaşımda
en
önemli
problem
maliyetlerdir.
Seçicililiğin problemi ise; sistemden yararlananların belirlenmesidir. Bu nedenle sisteme
girecekleri ve çıkacakları belirlemek oldukça zordur. Bu durumda ihtiyaç duyanlara
ulaşılmasını zorlaştırmaktadır.
Evrenselci sosyal refah programları, temel güvenliği sağlamak için orta düzeyde,
standart düz-oranlı ödenekler / ivazlar sağlama eğilimindedirler. Bununla birlikte, zaman
zaman değişken oranlar da uygulanmakta ve oranlar daha cömert olabilmektedir. Hak
sahibi olabilmek için gelir araştırmasının söz konusu olmaması ve destek alınmadan önce
katkıda bulunulmasının gerekmemesi, tanımlayıcı niteliği oluşturmaktadır.173
Evrensel sosyal refah programının kapsamı, bazı ödenekler belli bir yaşın
üzerindeki tüm nüfusa (örneğin, evrensel emeklilik), bazıları belli gruplara (örneğin, bazı
özürlülere yönelik ödenekler) veya bir grubun yalnızca bir kısmına (örneğin sadece ilk
çocuklar için verilen ödenekler) ait olmak üzere değişiklik gösterebilmektedir. Ödenekler,
vergilerden karşılanmakta ve devletin sorumluluğunda bulunmaktadır. Evrensel bakış tarzı
İskandinav ülkeleri güvenlik sistemleri içinde, diğer refah devletlerine göre daha büyük bir
yer kaplamaktadır.174
Evrensellik ilkesi, yüksek sosyal refah harcamalarını içerdiği için Keynesyen refah
devletinde temel ilke olurken küreselleşme süreciyle birlikte gücünü kaybetmiş ve bu
173
174
Özdemir, s. 127.
Özdemir, s. 127.
82
durum ülkeleri seçiciliğe itmiştir. Gelire bağlı olmayan gelir güvencesi programlarında
gelir tespiti yapılmaya başlamıştır. Bu nedenle sistem kesintilere maruz kalmıştır.
2. Seçicilik
“Seçicilik”, üst düzeyde gereksinim içerisinde olanlara, sosyal refah hizmetlerini
seçici bir yöntem kullanarak sunan (ayni veya nakdi olarak) ve bunu vurgulayan bir sosyal
politika türüdür.175 Küreselleşme süreci ile birlikte değişen sosyal güvenlik yapısı içinde
devletlerin sadece çok zor durumda olanlara sosyal yardımlar yapmasıyla birlikte seçicilik
ilkesi, diğer ilkelere göre daha ön plana çıkmıştır.
Ülkeler birbirlerinden farklı ilkeler benimsemektedir. Sosyal demokrat refah
devlerinde evrensellik ilkesi hakimken, liberal refah devletlerinde seçicilik ilkesi baskındır.
Ancak, bir ülkede birden fazla ilke de benimsenebilmektedir. Seçicilik yaklaşımının neoliberal ülkelerde daha çok başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin, Yeni Zelanda‟da
1980‟lerin ortasından beri devam eden süreç, 1990‟lara gelindiğinde değişmeye başlamış,
iş başına gelen neo-liberal hükümet, kamu olanaklarından yaralanabilmede hedefleme ve
daha sıkılaştırılmış yeterlilik tespiti politikaları izlemeye başlamıştır.176 Neo liberal
hükümetten önce görevde olan işçi hükümeti özelleştirmeleri ve liberal ekonomi sürecini
başlatmıştır. Ardından göreve gelen yeni sağ hükümet bütçe açıklarını kapatma ve gittikçe
artan rekabete ayak uydurma amacıyla sosyal alanı oldukça daraltmış ve sosyal güvenlik
sisteminin de bütünlüğünü bozmuştur. Bazı yardımlardan yararlanacakları belirlemede
önemli araştırmalar yapılmaya başlanmış ve emeklilik yaşı yükseltilmiştir.
1980‟lerden itibaren yaşanan Yeni Zelanda da ki bu değişimlere başka ülkelerde de
rastlanmıştır. Kanada da aynı şekilde evrensellik ilkesinden kopuş yaşanmıştır.
Kanada‟daki bu değişimlerin nedeni bütçe açıklarını kapatmak olarak gösterilmiştir.
175
176
Greve, s. 104.
Özdemir, s. 130.
83
Kanada bu yolla bütçe açıklarını kapatmada başarılı olmuştur. Liberal ekonomi anlayışının
hakim olduğu diğer bir ülke olan Amerika da ise evrensellik ilkesi çok fazla
benimsenmediği
için
evrensellikten
seçiciliğe
geçiş
de
çok
büyük
değişimler
yaşanmamıştır. 1970‟lerin sonlarından itibaren İngiltere‟de de seçiciliğe doğru bir kayış
yaşanmıştır. Seçicilik ilkesine bağlı olarak yapılan harcamaların tüm sosyal güvenlik
harcamaları içinde payı oldukça artarken seçicilik ilkesi doğrultusundaki alanların sayısının
da önemli ölçüde arttığı gözlenmektedir.
C. Refah Sistemlerinde “YakınlaĢma” ve “UzaklaĢma” YaklaĢımı
1. Refah Sistemlerinin YakınlaĢması
“Yakınlaşma Teorisi”ne göre, refah devletinin ekonomik büyüme, sanayileşme ve
demografik değişim gibi çeşitli belirleyenleri vardır.177 Ülkeler bu belirleyiciler
doğrultusunda yardıma gereksinim duyan yaşlılar ve yoksullar için kamu harcamalarını
arttırmaktadırlar. Gelişmiş ülkelerde buna yönelik olarak sürdürülen politikalar birbirine
benzemektedir. Bu durum ülkelerin refah sistemi yaklaşımı açısından birbirlerine
yaklaştığını göstermektedir. Tüm ülkelerde ortak olan nokta, 20-30 yıllık bir süreçte
ülkelerin sosyal harcamalarını kısıp daha az dağıtıcı olmalarıdır.
Küreselleşme dünyadaki her bölgeyi aynı şekilde etkilememektedir. Anglo-Sakson
ülkeler yakınlaşmaya daha açıktır. Kıta Avrupası ülkeleri ise sosyal harcamalarını
azaltmada
daha
çekingen
davranmaktadırlar.
Japon
toplumu
bir
bütün
olarak
düşünüldüğünde, Batı‟dan önemli bir ölçüde farklılık göstermektedir.178
İnsanların oy verirken, işsizliği azaltıp gelirleri arttıran, barışçıl yaklaşıp savaştan
kaçınan, kendilerini sosyal anlamda koruyan hükümetleri seçtiğine dair bir düşünce
177
178
Özdemir, s. 135.
Özdemir, s. 136.
84
mevcuttur. Bu nedenle de sağ veya sol fark etmeksizin devletlerin uyguladıkları sosyal
politikaların birbirine yakınlaştığı söylenebilir.
2. Refah Sistemlerinin UzaklaĢması
“Uzaklaşma Teorisi” yakınlaşma teorisinin tersidir. Teoriye göre ülkeler benzer
düzenlemelerde bulunsalar da refah devletleri farklı türlerden oluşmaktadır. Uzaklaşma
teorisinin ele aldığı en etkin çalışma, Gosta Esping-Andersen‟in “The Three Worlds of
Welfare Capitalism” adlı kitabıdır. Kitapta, 18 gelişmiş ülkeden elde edilen sosyal politika
verilerinin incelenmesi sonucunda, üç farklı refah devleti rejimi belirlenmiştir (liberal,
muhafazakar ve sosyal demokrat).179
Scharpf, yaptığı bir araştırmada 12 refah devletini incelemiş elde ettiği bulguların,
kendisini bu ülkelerin tamamen birbirinden farklı olduğu kanaatine ulaştırdığını ifade
etmektedir.180 Uluslararası anlamda meydana gelen önemli değişimler gelişmiş refah
devletlerini zayıflatmıştır. Kurumsal farklılıklar 1970‟lerin başından 1980‟lerin ortalarına
kadar devam eden değişimlerin ortaya çıktığı bu süreçte başlamıştır.
II.
REFAH DEVLETĠ ANLAYIġINDA YENĠ YÖNELĠMLER VE
ARAYIġLAR
Altın Çağ‟ın cömert refah devleti üzerinde tartışmaların başlaması, refah
hizmetlerinin sunumu açısından yeni yönelimlerin doğmasına yol açmış, refah
gereksinimlerinin karşılanmasında kullanılan araçlar değişmiştir. Dolaysıyla devlet-ailepiyasa olarak adlandırılan refah karmasında, devlet, aile ve piyasa lehine geri çekilmeye
başlamıştır. Bununla ilgili temel olarak üç yönelimden bahsedilmektedir. Birincisi, her ne
kadar yönetim aygıtının bir parçası olsa da, merkezi yönetime nazaran daha etkin ve verimli
179
180
Özdemir, s. 137.
Özdemir, s. 137.
85
olan yerel yönetimlerin, sosyal refah hizmetlerinin sunumunda artan oranda öne çıkmaya
başlamasıdır. İkinci yönelim, refahı daha yerel düzeye, hiyerarşik ve bürokratik olmayan
kendi kendine yönetim biçimlerine (Sivil Toplum Kuruluşlarına) aktararak devleti by-pass
etme girişimleridir. Üçüncüsü ise, refah devletinin sosyal görevlerini piyasalara vererek
(sosyal refah kurumlarının özelleştirilmesi) devlet müdahalesini sınrılamaya dönük neokonzervatif stratejilerdir.181
Yukarıdaki görüşleri benimsiyenlere göre, sosyal refah hizmetlerinin sunumunda
önemli olan hizmetin yerine getirilmesidir; yoksa, devletin bizzat bu işleri üstlenmessi
değil. Ancak, piyasacı görüşü benimsiyenlere göre bile, bu tür hizmetlerin kamu tarafından
yerine getirilmesinin bazı pozitif dışsallıklarının olduğu da yadsınamaz. Bazı bireyler, eğer
devletin üstlendiği sosyal hizmetler özel sektör tarafından yerine getirilirse, bunlardan daha
az yararlanma tehlikesi ile karşı karşıya kalabileceklerdir.182
Sosyal refah hizmetlerini kimin yerine getirmesi gerektiğine ilişkin olarak ortaya
çıkan bu gelişmelere bakıldığında, refah devletinin küçülmediği, Ancak, refah
ödeneklerinin devletin üzerinden başka kurumlara kaydırılmaya çalışıldığı görülmektedir.
Tüm bu gelişmeler sosyal refah hizmetlerinin aşağı yukarı devam etmekte olduğunu,
yalnızca sunumu açısından yeni metodların ortaya çıktığını göstermektedir.183
Refah devletinde yaşanan söz konusu dönüşümün yönünü ve etkisini daha iyi
kavrayabilmek için bu süreci tüm yönleriyle, detaylı olarak ele almak çalışamanın gidişatı
açısından yararlı olacaktır.
181
Özdemir, 2004, s. 267.
Dilnot, s. 4-5. Aktaran Özdemir, 2004, s. 267.
183
Özdemir, 2004, s. 268.
182
86
A. Refah Devletinin DönüĢümü
1970‟li yıllarda ekonomi politikalarının değişmesi ile birlikte özellikle gelişmiş
refah devletlerinde refah devleti anlayışının sürdürülmesiyle ilgili olarak tartışmalar
başlamıştır. Bu nedenle, 1970‟lerin başında dünya ekonomisinin yaşadığı bunalımla birlikte
refah devletinin yapısında değişiklikler yapılması gerektiği anlayışı ortaya çıkmıştır. Bu
değişimlerin başında refah devletinin en önemli araçlarından biri olan sosyal güvenlik
gelmektedir. Ancak, sosyal güvenlik sistemi içindeki sorunlar nedeniyle sistemin yeniden
yapılandırılması gereği ortaya çıkmıştır. Sosyal refah harcamalarının giderek artmasıyla
birlikte sosyal refah kurumları üzerindeki yüklerin de giderek ağırlaşması neredeyse hepsini
bütçe baskılarına maruz bırakmıştır. Bu durum sosyal refah kurumlarında da reform
yapmayı gerekli kılmıştır. Bu konuda ulusal komisyonlar, çalışma grupları ve uzmanlar
komitesi
oluşturulmakta,
yayınlar
ve
raporlar
hazırlanmakta,
konferanslar
düzenlenmektedir.184 Bu reformda en çok üzerinde durulan konular, devletin sosyal
güvenlik sistemi üzerindeki etkisi, sistemin finansman sorunu, kazanılmış haklarların
durumu ve kamu emeklilik programlarının özelleştirilmesi olmuştur. Yürütülen tüm bu
çalışmaların gerçek amacı refah devleti anlayışını
yok etmek değil, anlayışı
uyumlaştırmaktır.
1980‟lerden itibaren yeniden yapılanma süreci ile sosyal harcamaları azaltma
yoluna gidilmiştir. Harcamaların azaltılmasına yönelik yapılan uygulamalarda en çok
başarıya ulaşan reform emeklilik sisteminde olmuştur. Emeklilik yaşı yükseltip primleri
arttırmanın yanında emeklilerin geliri ve emeklilik aylığı arasındaki ilişki dikkate alınarak
ödeme yapılmıştır. Refah devletlerinin verdiği hizmetlerin kalitesinin düşürülmesi, sosyal
refah hizmeti sunmada kamu sektörünün rolünün azaltılması, kamuda çalışanların
ücretlerinin ve sayısının düşürülmesi, emeklilik sisteminde yapılan değişimleri izlemiştir.
184
Ferrera, Hemerijck, Rhodes, ss. 435-436. Aktaran: Özdemir, s. 256.
87
Sosyal hizmetlerin sunumunda devletin rolünde değişim yaşanmıştır. Merkezi
yönetime göre yerel yönetimler sosyal hizmet sunumunda önemli hale gelmiştir. Sosyal
refah hizmetleri yerel düzeyde, Sivil Toplum Kuruluşları‟na aktarılmıştır. Sosyal refah
kurumlarını özelleştirmeye yönelik stratejiler belirlenmiştir. Tüm bunlara göre, hizmetlerin
kim tarafından verildiği değil yerine getirilmesinin önemli olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Tüm bu değişim çalışmaları küreselleşme süreciyle birlikte devam etse de sosyal
refah hizmetlerinin mal ve hizmetler gibi kolayca özel sektöre aktarılması mümkün
değildir. Devlet sosyal nitelikli mal ve hizmetlerin planlama, koordinasyon, finansman ve
yerine getirme sorumluluğunu kendi üzerinde tutmakta, özel sektöre sadece üretim ve
dağıtımını aktarmaktadır. Bu nedenle gelişmiş ülkelerde devlet yapılan tüm reformlara
rağmen hala önemli ölçüde etkilidir.
Son olarak; sosyal hizmetlerin sağlanmasında farklı arayışlar içinde olup bu
hizmetler özel sektöre aktarılmaya çalışılsa da kamunun bunun üzerindeki yükümlülüğünün
yoğun olarak devam ettiğini, özel sektörün bu anlamada bir alternatif olacağı
yaklaşımlarının uzun süre askıda kalacağını söyleyebiliriz.
B. Devlet Müdahalesinin ve Devletin Sosyal Görevlerinin Azaltılması
Küreselleşme süreciyle birlikte dünyada yaşanan gelişmeler, uluslararası rekabette
küresel hedefleri ön plana çıkarmıştır. Uluslararası standartlar, ulusal ölçüleri aşmıştır.
Ekonomiler arasında rejimler veya sistemlerden kaynaklanan farklılıklar bu ölçülerle
uyumlaştırma çabaları gözlenmektedir. Piyasa ve merkezi planlamaya dayalı ekonomilerde
devletin müdahalesinin sınırlandırılması hareketleri dikkati çekmektedir. Sanayileşmiş
ülkelerin sosyal güvenlik sistemlerinde giderek minimum koruma düzenlemelerinin
geliştirilmesi çabaları vardır.185
185
Çelik, s. 313.
88
“Devletin küçülmesinden amaç, her şeyi üreten, müdahale eden devlet yerine,
standartları belirleyen, kurallar koyan, denetleyen, rant üreten değil, onu engelleyen, ileri
teknoloji ve yüksek verimlilik düzeyinde sanayi toplumu oluşturulmasını hedefleyen bir
devlet olmalıdır. Optimal devlet, sınırlı ve sorumlu bir devlettir. Olumsuz müdahale
yapmayan, bireyin hak ve özgürlüklerini güvenceye alan, çeşitli kesimler karşısında tarafsız
kalan bir devlet modelidir. Küreselleşme süreci bu anlamda bir devlete olan gereksinimi
daha da artırmaktadır. Devlet rekabeti düzenlemeli ve gelir dağılımındaki adaletsizliği
gidermelidir.”186
Bu konuyu etkin devlet anlayışı ve devletin sosyal sorumluluğu olmak üzere iki
noktada inceleyeceğiz.
1. Etkin Devlet AnlayıĢı
Sanayi devriminde gelişen klasik devlet anlayışı yerine küreselleşme süreci ile
birlikte sınırlı ancak etkin devlet anlayışı önem kazanmıştır. Devlete hizmetin yerini,
devletin bireye ve topluma hizmeti almıştır. Devletin sorumluğu bireye doğru yönelmekte,
özelleştirme ve yerelleştirme ile sivil toplum daha fazla güç kazanmaktadır. Bu
değişimlerle devletin görev ve sorumlulukları azalmakta ve etkinlik alanı daralmaktadır.187
Devletin müdahalesini azaltmak amacıyla demokrasiye katılımın artırılması ve sivil
organizasyonların ve bireylerin yönetime etkin katılımı için devletin küçülmesi
tartışılmaktadır.
Devletin en önemli sosyal politikalarından biri olan sosyal güvenlik küreselleşme
sürecine kadar devletin etkin bir fonksiyonu olarak yerini korumuştur. Ancak, finansman
güçlüklerinin yaşandığı ve bireysel sorumlulukların öncelik kazandığı günümüzde devletin
sosyal güvenlik rolü üzerindeki tartışmalar giderek artmıştır. Ancak, henüz evrensel bir
186
Nusret Ekin ve Diğerleri, Türk Sosyal Güvenlik Sistemi’nde ArayıĢlar: ÖzelleĢtirme ve Yeniden
Yapılanma, Yayın No.1999-69, İTO, İstanbul: 1999, s. 27-28.
187
Çelik, s. 314.
89
modelin olduğunu söylemek mümkün değildir. Her ülke gelişme seviyesine ve ihtiyaçlarına
uygun bir modeli uygulamaktadır. Sosyal güvenliğin kapsamı, devletin benimsediği
sistemlere göre değişmektedir. Bunlar arasındaki farklılıklar, bireylerin sorumluluğunda
olmaktadır.188
Dünyada işsizlik sigortası uygulamalarının bütçeye önemli bir yük getirdiği ve
işsizlik sigortası ve diğer sosyal yardımların bireyleri çalışmamaya özendirdiği görüşleri
önem kazanmaya başlamıştır. İşsiz kalan kimselere devlet tarafından karşılıksız para
transferi yerine, mesleki eğitim sağlanmasının rehabilitasyon imkanlarının sunulmasının,
istihdam konusunda danışmanlık hizmetlerinin verilmesinin daha iyi bir çözüm olduğu
ifade edilmektedir.189 Bu nedenle devletin rolünün devlet güvencesinin ya tamamen
kaldırılması ya da hak kazanma koşullarının ve yararlanma süresinin sınırlandırılması
olarak yeniden yapılandırılması önerilmektedir.
Eğitim, sağlık, sosyal koruma gibi alanlarda devlet, özel sektör ve bireye düşen
sorumlulukların yeniden düzenlemesi için bunlar arasında pozitif ve güçlü bir ilişki
kurulmalıdır. Bu amaçla birçok ülkede ulusal komisyonlar ve çalışma grupları
oluşturulmaktadır. Bu grupların olumlu sonuçlar ortaya çıkarabilmeleri için önemli bilgiler
toplayarak bu bilgileri analiz etmeleri gerekmektedir.
2. Devletin Sosyal Sorumluluğu
Küreselleşmeyle birlikte şiddetlenen rekabet ortamında sosyal refah devleti
uygulamalarının finanse edilmesinin çok zor olduğu yönündeki düşünceler kabul
görmüştür. Bu süreçte devlet, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi temel kamu hizmetlerini
188
Pauline Barett Reid, “ Sosyal Koruma ve Sosyal Güvenlikte Uluslararası Gelişmeler,” Çev. Mustafa
Delican, Yeni Yüzyıla Doğru Endüstri İlişkileri, Demokrasi, Gelişme ve Çağdaş Çalışma Standartları, II.
Endüstri İlişkileri Kongresi (İstanbul), Kamu-İş Yayını, Ankara, t.y. ,s. 87, Kadir Arıcı, Avrupa Birliği Sosyal
Güvenlik Hukuku, Ankara, Kamu-İş, 1997, s. 9.
189
Çelik, s. 314-315.
90
“topluma” ya da “piyasaya” havale etmiştir.190 Bunun yanında sosyal yardım alanında özel
sektör ve gönüllü kuruluşlar desteklenmiştir.191 Ancak yapılan araştırmalar, devletin sosyal
harcamalardaki payı azalırken yönetim konusunda etkinliğinin arttığı yönünde olmuştur.
Küreselleşme süreci ile birlikte hükümetler yeni ekonomik politikalara uyum sürecinde
erken emekliliği kolaylaştırmak, endüstriyel değişime yardım etmek, iş eğitimini ve
çalışanların eğitimini güçlendirmek için arabuluculuk konularında büyük bir rol
oynamaktadır.
1997 Dünya Kalkınma Raporu‟nda belirtildiği gibi, girişimcilerin ekonomik
yatırımlarını destekleyecek etkin bir devlet ihtiyacı her zaman vardır.192 Ayrıca birey
eksenli bir ekonomik sistemde devletin düzelten olarak müdahalede bulunması
gereklidir.193 Devletin bireyler ve sivil toplumun desteği ile gerekli reformları
gerçekleştirmesi daha uygun şartları oluşturacaktır.194
C. Kamusal Harcamaların Azaltılması
İngiltere‟de sanayi mevzuatı ile başlayan ve Almanya‟da sigortacılığın gelişmesiyle
devam eden sosyal politikalar özellikle II. Dünya Savaşı‟ndan sonra hızla artış göstermiş,
refah devleti anlayışı çoğu gelişmiş ülkede görülmeye başlamış, çok daha fazla refah
harcaması yapılmıştır. Devletin sorumluluğu “vatandaşlarını ekonomik sorunlara karşı
korumak ve onlara belli bir refah sağlamak” olarak görülmüştür.195
1970‟lerin başında petrol fiyatlarındaki artış sonucu ortaya çıkan kriz ve ekonomik
gerileme sürecinde artan maliyetler ve vergiler nedeniyle 1980‟li yılların başından itibaren
190
Çelik, s. 36-37.
Songül Sallan Gül, Sosyal Devlet Bitti, YaĢasın Piyasa!, Etik Yayınları, İstanbul, Şubat 2004, s. 220-221.
192
Nilüfer Bozkurt, Globalleşme ve Devlet, Ġktisat Dergisi, Sayı.382, s. 55-56.
193
Etyen Mahçupyan, “Devlet Liberalizm ve Kapitalizm”, Doğu Batı DüĢünce Dergisi, Yıl.1, Sayı.1, KasımAralık-Ocak 1997, s. 25.
194
Theopiste Butare, “ Social Needs and the Roles of Goverments and Markets : The Case of Retirement
Pensions”, International Social Security Review, Vol.51, 3/98, s. 59-60.
195
N. Rudra, “Globalization and the decline of the welfare state in less-developed countries”, International
Organization, Vol: 56, 2, Spring, 2002, 411-445. s. 416.
191
91
harcamaları azaltma ve yeniden yapılanma girişimleri söz konusu olmuştur. Bu doğrultuda
son yıllarda sosyal politikalar konusunda yeni arayışlara gidilmiş, sosyal refahın
sağlanmasında sadece devletin değil aynı zamanda ailenin, gönüllü organizasyonların ve
piyasanın da etkin olması gerektiği; gönüllü organizasyonların özellikle yoksul insanlara
ulaşmada pek çok kamu kurumundan daha etkin ve az maliyetli hizmet sağlayabileceği ileri
sürülen “üçüncü yol” olarak ifade edilen bir anlayış ortaya çıkmıştır. Yeni yaklaşım idari
yapıları merkez dışına iterken sorumlulukları daha yerel idarelere bırakıp kâr amacı
gütmeyen kurumları ön plana çıkarmaktadır. Bu bakımdan sosyal sorumluluklar sadece
devletin sorumluluğundan çıkıp geniş organizasyonların sorunu haline gelmekte, devlet
mağdurların sığınabileceği son çare olmaktan çıkmaktadır.196
Hızlı büyüme ve düşük oranda işsizliğin yaşandığı, vergi veren çalışan kesimin
sistemden yarar sağlayanlara (emeklilere, işsizlere) oranla yüksek olduğu bir dönemden
sonra
refah
devleti
dünyanın
genelinde
sorunlarla
karşılaşmaya
başlamıştır.197
Küreselleşme sürecinde yaşanan bu dönüşüm ile Refah Devleti adeta “Transfer Devleti”ne
dönüşmüş, gelir dağılımında önemli değişiklikler gerçekleşmiş, bu dağılımlar genellikle
zenginden yoksula doğru değil, benzer yaşam standartlarına sahip insanlar arasında
gerçekleşmiştir. İnsanlar iş bulduklarında işsizlik sigortası ve refah ödemelerinin, konut ve
besin yardımının kesilmesi ve gelir vergilerinin hemen uygulanması nedeniyle çoğu
hükümet refah devleti politikaları, yoksul insanların çoğunu emek gücü havuzuna itmekten
caydırmakta ve onları vergi ağının dışındaki düşük maaşlı kayıtdışı ekonomi işlerine
girmeye teşvik etmektedir.198 Eğitim, sağlık, konut, sosyal güvenlik, tam istihdam, gelir
dağılımı gibi sosyal politika ve sosyal refah hizmetleri geliştikçe, refah devletinin
kurumsallaşan bu hizmetleri, vatandaşlar tarafından “bir refah hakkı” olarak görülmeye
196
H. Lazarve P. Stoyko, s. 32-33.
B.R. Freeman, “Emek, Sermaye ve Sosyal Güvenlik: 21. Yüzyıla Hazırlanırken Avrupa‟da Sosyal Koruma
Değişim ve Sorunlar”, ETUC-ETUI Konferansı, (Derleyenler: A. BOSCO ve M. HUTSEBAUT), Brüksel,
Avrupa Sendikalar Enstitüsü Yayınları, Harb-İş Sendikası, 1996, s. 32.
198
J.D. Snower, “The Future of the Welfare State”, The Economic Journal, 1993, ss. 701-713.
197
92
başlanmakta, vatandaşların devletten beklentileri sürekli artmaktadır.199 Sosyal yardım
alanların daha fazlası için sürekli yarışta bulunmaları ve gerekmediği halde sosyal harcama
talep etmeleri yardımların ekonomik etkinliğini azaltmaktadır.
Sonuç olarak yapılan araştırmalar özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında işçilerin
sosyal kazanımlarında artış olduğu göstermektedir. İşçilerin devletten elde ettikleri
kazançların, ücretlerine net bir artış anlamına geldiği ortaya çıkmıştır. Ancak, gözlemlenen
kazançların
bir
bölümü
hatta
tamamı
işçilerin
ödediği
vergiler
tarafından
karşılanabilmektedir. Bu nedenle yapılan işlemin gelir dağılımını etkilemediği ve bu
nedenle sisteme ek bir yük söz konusu olmadığı ileri sürülmektedir.
D. Sivil Toplumun Önplana Çıkması
Sivil Toplum Kuruluşları‟nın (STK‟ların), tarih içinde, özellikle sosyal yardım ve
sosyal hizmetler alanında büyük bir rol üstlendikleri bilinmektedir. Ne var ki, toplumların
giderek gelişmesi, sanayileşmenin doğuşu, kentleşmenin genişlemesi, yeni sınıfların ortaya
çıkışı (işçi-işveren) ve sosyal sorunların giderek sivil toplum kuruluşlarının içinden
çıkamayacağı kadar artması, bu alana büyük ve güçlü bir kurum olarak devletin müdahale
etmesini doğurmuştur.200
Devlet (refah devleti), 20. yüzyıl boyunca, özellikle gelismiş ülkelerde STK‟lara çok
fazla ihtiyaç bırakmamış, toplumsal refahı en etkin ve en rantabl şekilde sağlamıştır.
Ancak, uzun zaman boyunca tek başına toplumsal refah sağlayan devletin bu işlevi,
küreselleşmenin ortaya çıkışı ve liberal felsefenin önem kazanmasıyla birlikte zayıflama
sürecine girmiştir. Yeni ekonomik ve politik felsefe, sosyal alan dahil olmak üzere, devletin
199
Süleyman Özdemir, Refah Devletlerinde Sosyal Harcamaların Analizi, Ġktisat Fakültesi Sosyal Siyaset
Konferansları (Prof. Dr. Nevzat YalçıntaĢ’a Armağan Özel Sayısı), 50. Kitap, İstanbul: İÜ Yayınevi,
2005, s. 161.
200
Süleyman Özdemir, Halis Başel ve Hasan Şenocak, Sivil Toplum Kuruluşları (STK)‟nın Artan Önemi ve
Üsküdar‟da
Faaliyet
Gösteren
Bazı
STK‟kar
Üzerine
Bir
Araştırma,
http://makale.suleymanozdemir.com/STKMakale-SSK56.pdf, (Çevirimiçi: 03.03.2010), s. 153.
93
tüm alanlardan elini çekmesini öngörmektedir. Bu bağlamda, “refah karması” olarak
adlandırılan diğer bazı kurumlar (sivil toplum kuruluşları, özel sektör ve dini kurumlar)
toplumsal refah sağlamada devlete yardımcı olmaya başlamıştır. Böylece, sivil toplum
kuruluşları, özellikle toplumsal refahın sağlanmasında, bir yöntem olarak tekrar ilgi
görmeye başlamış; merkezi idare, yerel yönetimler ve STK‟lar arasında yeni bir rol
dağılımı ortaya çıkmıştır.201
STK‟lar, esnek yapıları, yüksek verimlilikleri ve desantralize örgütlenmesi ile
1980‟lerden itibaren, özellikle ileri Batı ülkelerinde, devletin refah hizmetleri yanında
kendisine gitgide artan bir şekilde yer bulabilmiştir. Bu gibi olumlu özellikleri nedeniyle,
devletlerin, STK‟lar ile ileri düzeyde işbirliği yaptığı gözlenmiştir. Aslında, bu dönemde de
devlet, toplumsal refah sağlamada temel aktör rolünü sürdürmektedir. Ancak, devletin
görevinin niteliği değişmiştir. Devlet, kendisi hizmet üretmek yerine, bu hizmetlerin
gerçekleştirilmesinde
bu
kesimlere
finansal
destek
sağlamayı
ve
hizmetlerin
düzenlenmesinden sorumlu olmayı yöntem olarak benimsemektedir.202
Küreselleşme süreciyle birlikte ulusal ve uluslararası düzeyde sosyal politika
alanında oluşan sorunların artması ve çözüm konusundaki başarısızlıklar yeni arayışları
gündeme getirmektedir. İşsizlik, yoksulluk, eşitsizlik gibi sosyal politikanın geleneksel
sorunlarının dünya tarihinde görülmemiş düzeye ulaşması karşısında sivil toplum
anlayışının ön plana çıktığı görülmektedir.
Refah devletlerinin krize girmesi, neo-liberal felsefenin ve politikaların dünyaya
hakim olması, özellestirme politikaları, demokrasinin yaygınlasması, soğuk savaşın sona
ermesi, bilgi ve iletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmeler v.b. nedenlerle Sivil Toplum
Kuruluşları (STK‟lar) özellikle gelişmiş toplumlar tarafından “yeniden keşfedilmeye”
başlanmıştır. Geçtiğimiz yüzyılın sonu ile içinde bulunduğumuz yüzyılın başı arasındaki en
201
202
Özdemir, Başel ve Şenocak, s. 3.
Özdemir, Başel ve Şenocak, s. 3.
94
önemli
farklılık,
STK‟ların
toplumda
üstlendiği
rolde
yatmaktadır.
STK‟lar,
küreselleşmenin beraberinde getirdiği ekonomik ve politik felsefeye uygun özelliklere
sahip olduklarından, neo–liberal felsefenin uygulandığı ülkelerde devletler tarafından
büyük ilgi görmüş ve gelişimleri açısından uygun ortam yakalamışlardır. STK‟ların
özellikle bu toplumlarda üstlendiği sosyal rolleri dikkat çekici boyutlara ulaşmıştır.203
Toplumun sosyal, siyasal ve ekonomik olarak farklılaşması, çoğullaşması ve dış
dünyayla çok boyutlu ilişkilere girilmesinin sonucunda ciddi büyüklükte STK‟lar ortaya
çıkmış
ve çeşitli
STK‟lar devletin işlevlerini
ve sorumluluklarını
paylaşmaya
başlamışlardır. Bu STK‟ların çoğu devletin geleneksel rolünü sorgulamaya başlamış ve
katılımcı bir devlet anlayışı güç kazanmıştır.204 Bu anlamda STK‟ların, piyasa
ekonomisinin toplumsal ve ahlaki bir kapsamdan uzak olan doğa yasalarına göre işleyen
ekonomik faaliyetlerin yol açtığı toplumsal krizleri azaltarak ortadan kaldırmayı ve huzurlu
bir toplum oluşturmayı hedef alan sosyal politika yaklaşımı çerçevesindeki toplumsal
koruma mekanizmalarından birini oluşturduğu ifade edilmektedir.205
III. REFAH DEVLETĠNĠN YAPILANMASINDA SĠVĠL TOPLUMUN
ROLÜ
1970‟lerin ortalarından itibaren yaşanmaya başlayan ve 80‟li ve 90‟lı yıllar boyunca
da devam eden iş piyasası ve aile yapısında ortaya çıkan olumsuzluklar ve yaşlı nüfusun
artması gibi birtakım sosyo-ekonomik değişimler, özellikle en ileri refah devletlerinin yer
203
Özdemir, Başel ve Şenocak, s.1.
Korel Göymen, “Türkiye‟de Yerel Yönetim Reformu”, Yerel Yönetimler Kongresi: Dünden Bugüne
Yerel Yönetimlerde Yeniden Yapılanma, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Biga İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi, Biga-Çanakkale, 2004, ss. 31-37.
205
Abdulkadir Şenkal, Sosyal Politikanın Dönüşümü ve Sivil Toplum Örgütleri, Sosyal Siyaset
Konferansları Dergisi, (Ed: İbrahim Sarıoğlu), İstanbul: İstanbul Teknik Üniversitesi İktisat Fakültesi, 45.
Kitap, 2003, s. 115.
204
95
aldığı Avrupa coğrafyasında ve diğer gelişmiş refah ülkelerinde, refah devleti anlayışı ve
refah devletinin sürdürülebilirliliği ile ilgili birtakım sorgulamaları doğurmuştur.206
Çalışmanın ikinci bölümünde üzerinde durulan bunalıma yol açan gelişmeler refah
devletinin bazı fonksiyonlarında radikal reformları gündeme getirmiştir. 1970‟lerden
sonraki dönemde refah devletinin yeniden yapılandırılması üzerinde durulmaktadır.
Yapılan reformların refah devletini ortadan kaldırma amacı bulunmamaktadır. Refah
devletinin içine girdiği krizden çıkmak için girişilen reform ve yeniden yapılanma
çabalarının hepsi kamu harcamalarının azaltılmasına yöneliktir. Bu amaçla, sosyal refah
kurumları hem kurum olarak, hem de sağladığı hizmetler açısından reorganize edilmeye
çalışılmakta, refah devletinin bazı fonksiyonlarının ya yerel yönetimlere kaydırılması, ya
devlet-sivil toplum iş birliğinin gerçekleştirilmesi ya da devletin bu tür sosyal işlevlerinin
özelleştirerek bu hizmetlerin sunumunun piyasaya terk edilmesi planlanmaktadır. Özellikle
sonuncusu, yani sosyal refah hizmetlerinin özel sektöre devri, neo-liberal yaklaşımın en çok
tercih ettiği ve günümüzde bazı ülkelerin benimsediği bir uygulama biçimidir. Bu anlamda
Sivil Toplum Kuruluşları hem toplumun tepkisini çekmemek hem de özelleştirme öncesine
bir hazırlık olarak en uygun sosyal refah sağlayıcılar olarak düşünülmüş ve bazı ülkelerde
sosyal hizmetlerin sunulması bu kuruluşlar aracılığıyla sağlanmaya çalışılmıştır. Genel
olarak devletin desteğini arkasına alan bu kurumların, kendi olanaklarını da ekleyerek,
sosyal hizmetleri daha etkin ve verimli bir şekilde gerçekleştirmeye çalışacakları
düşünülmüştür.207
Sosyal refahın sunumunda önemli bir yeri olan STK‟lar bu bölümde ayrıntılı olarak
anlatılacaktır.
206
Peter Taylor-Gooby, “Zor Zamanlarda Sosyal Devleti Desteklemek: Hesabı Kim Ödeyecek?”, (Çev.:Şenya
Gökbayrak),
Journal
of
European
Social
Policy,
Vol.:11,
No:2,
May
2001,
http://www.fisek.org/birliktelikler-yerelstk-gorusler-gokbayrak2.php, (Çevirimiçi: 29.03.2003), s. 1-3.
Aktaran Özdemir, 2004, s. 256.
207
Özdemir, 2004, ss. 257-258.
96
A. Sivil Toplum Kavramı, Sivil Toplum KuruluĢlarının Tanımı ve Tarihsel
GeliĢimi
1. Sivil Toplum Kavramı ve Tanımı
17. yüzyıldan bu yana bilinen bir kavram olan “sivil toplum” kavramı modern
anlamda ilk defa Adam Ferguson tarafından 1767 yılında “Sivil Toplumun Tarihi Üzerine
Bir Deneme” adlı kitabında kullanılmıştır. Liberalizmin öncüsü Adam Smith, sivil toplumu
devletin dışında bir alan olarak tanımlamıştır. Siyasal iktisatçı
Marx‟a göre ise sivil
toplum, sosyo–ekonomik ilişkiler ile üretim güçlerinin bütününü oluşturur.208 Devlet
kavramını; her şeyi kapsayan, sivil toplum içindeki çatışmaları uzlaştıran kutsal bir alan
olarak benimseyen Hegel‟in aksine Marx; devleti, siyasal alanın belirleyicisi rolündeki sivil
toplumun bir yansıması olarak tanımlamıştır.209 Bu tanımlara göre söz konusu karşıtlık;
devlet–sivil toplum karşıtlığından ziyade sivil toplum ile sivil toplum içindeki sınıf
ilişkilerinin bir üst görünümü olan devlet arasındaki karşıtlığı ifade eder.210 Başka bir
deyişle Marx‟a göre, sivil toplum ile devlet arasındaki ilişkide gerçek belirleyici; yoksulluk,
sınıf çatışması ve bu çatışmanın yönlendirdiği ekonomik ilişkilerden oluşan sivil
toplumdur.211 Marx‟ın görüşlerini benimseyerek detaylandıran sosyalist düşünür Gramsci
ise sivil toplumu; devletin zorunlu müdahaleleri ile üretimden meydana gelen ekonomik
alanın arasındaki ideolojik ve kültürel ilişkilerin bütünü olan bir yaşam alanı şeklinde
tanımlar.212 Bununla beraber Gramsci, sivil toplumu burjuva hegomonyasının (sınıfsal
önderlik) başlıca aracı olarak yorumlamaktaydı.213 Sosyalist bakış açısına sahip Marx ve
Gramsci‟nin yaşadıkları dönemde sivil toplum kavramının, ortaya çıkışı itibariyle burjuva
208
Esra Yüksel Acı, Kalkınma Sürecinin Yeni Aktörleri Sivil Toplum KuruluĢları, Günizi Yay, İstanbul,
2005, s. 21.
209
Özer Kaya, “Sivil Toplum Kuruluşları ve Kalkınma”, (yayınlanmamış yeterlilik tezi), İçişleri Bakanlığı
Dernekler Dairesi Başkanlığı , Ankara, 2008, s. 15.
210
Acı, s. 21.
211
Kaya, s. 15.
212
Acı, s. 21.
213
İlyas Doğan, Özgürlükçü ve Totaliter DüĢünce Geleneğinde Sivil Toplum, Alfa Yayınları, İstanbul,
2002, s. 190.
97
toplumu ile eşanlamlı olması sivil toplum konusundaki olumsuz görüşlerinin başta gelen
nedenidir. 1980‟lere kadar sivil toplum kavramı çok fazla tartışılmayan ve olumsuz
anlamlar yüklenen bir kavram olmuştur.214
Günümüzde sivil topluma oldukça farklı anlamlar yüklenmektedir. Sivil toplum
çoğu kez ”sosyal hareketler”, “üçüncü sektör”, “kar amaçsız örgütler”, “bağımsız savunma
grupları” gibi terimlerle ifade edilmektedir. Sivil toplum genel olarak nispeten otonom ve
kendini yönetir hale gelen bir dernekler düzenine (ittifaklar, federasyonlar ve
konfederasyonlar) gönderme yapar.215 Sivil toplum modern anlamıyla yani devlet alanının
dışında kalan toplum kesitini gösteren bir kavram olarak karşımıza çıkmakta olduğu ifade
edilmektedir. Diğer bir değişle sivil toplum, merkezi denetim ve hiyerarşiye tabi
tutulmayan toplumsal ilişkiler ağı olarak tanımlanabilmektedir.
2. Sivil Toplum KuruluĢlarının Tanımı
Sivil toplumu oluşturan bireylerin, toplumsal, ekonomik ve siyasal amaçlarını
gerçekleştirmek için birleşmeleri sonucunda kurulan STK‟lar, hükümete ait olmayan her
türlü kurum olarak tanımlanmaktadır. Sivil toplumu, ekonomik, toplumsal, kültürel, ya da
siyasi bakımdan aynı ağırlığa sahip olmayan, bu nedenle karşılıklı ilişkileri bakımından
uyumlu olabileceği gibi çatışmalı da olabilen toplumsal gruplar arasındaki etkileşim alanı
olarak nitelendirebiliriz. Dolayısıyla STK‟lar da bu gerçekliğin bir yansımasıdır, devlet
yapıları dışında ama devletle olumlu ya da olumsuz yakın ilişkiler içinde olan ve toplumsal
bakımdan çeşitlilik gösteren, toplumsal aktörlerin oluşturduğu bir zemindir.216
214
Fuat Keyman, “Sivil Toplum, Sivil Toplum Kuruluşları ve Türkiye”, Sivil Toplum ve Demokrasi Sivil
Toplum Yazıları, 2004, stk.bilgi.edu.tr/docs/keyman_std_4.pdf (çevirimiçi: 16.03.2008).
215
A. Hadenius, F. Uggla, “Making Sivil Society Work, Promoting Democtaric Development: What can
States and Donors Do?”, World Development, Vol:24, No:10 s. 1621.
216
Dünya Yerel Yönetim ve Demokrasi Akademisi (WALD), Sivil Toplum Örgütleri: Neoliberalizmin
Araçları mı, Halka Dayalı Alternatifler mi?, (Çev. Işık Ergüden), Demokrasi Kitaplığı, İstanbul: Mart 2001, s.
14.
98
1990 sonrası yaşanan siyasal süreçte sivil toplumun, devlet ve piyasanın yanında
“üçüncü sektör” olarak meşruiyet kazandığı görülmektedir. Türkçe literatürde STK‟lara
ilişkin farklı kavramlar kullanılmaktadır. Bunlar “Sivil Toplum Örgütleri” (STÖ), “Gönüllü
Teşekküller” (GT), vakıf, dernek, sendika, oda, kooperatif, kulüp gibi kavramlardır.217 Batı
literatüründe ise, “Sivil Toplum Örgütleri” (Civil Society Organizations-CSOs), “HükümetDışı Örgütler” (Non-Governmental Organizations-NGOs), uluslararası faaliyet gösteren
“Uluslararası Hükümet-Dışı Örgütler” (International Non-Governmental OrganizationsINGOs),
toplumsal
hareketler
(Social
Movements-SMOs),
uluslararası
çalısan
“Uluslararası Toplumsal Hareketler” (International Social Movements-TSMOs) gibi
değişik adlandırmaların olduğu görülmektedir.218 Bunların yanısıra Kâr Gütmeyen
Kuruluşlar (Non–Profit Organizations) ve Hayırsever Yardım Kuruluşları
(Charitable
Organizations) da yaygın olarak kullanılmaktadır.
Kâr gütmemesi, hükümetlerden bağımsız, özel sektörden farklı olması, gönüllü
birliktelik unsuruna dayanması ve hayırsever unsurlar barındırması; dolayısıyla yukarıdaki
kavramların tümünü kapsayıcı geniş bir çerçeveye sahip olması sebebiyle bu araştırmada
tercih edilen kavram “Sivil Toplum Kuruluşları ”dır. Bir başka sebep ise sosyal politikanın
çok yönlü bir kavram olması ve bu alanda faaliyet gösteren kuruluşların da çeşitliliği
nedeniyle verilen ismin tüm bu sayılan özellikleri içinde barındırabilmesi gerekliliğidir.
Tüm bunların yanı sıra Türkiye‟de en yaygın olarak kullanılan terimdir.219
3. STK’ların Ortaya ÇıkıĢı ve Tarihsel GeliĢimi
Sivil toplumun ortaya çıkışına neden olan gelişmeler Ortaçağa kadar uzanmaktadır.
Şehirleşmenin ortaya çıkması ticaretin ve insanlar arası ilişkilerin karmaşıklaşmasıyla
217
Güngör, Fethi, Yıldızı Yeni Parlayan Bir Sektör: Sivil Toplum Kurulusları. http://www.osmanli.org.tr/
yazi.php?bolum=4&id=292, (Çevirimiçi: 01.06.2009), s. 1.
218
Foster, J. Knowing Ourselves: A Brief History of Emerging Global Civil Society. CIVICUS World
Assembly, August 2001, Voncouver, B.S., Canada.
219
İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası (İSMMMO)‟nın , “Türkiye‟de Sivil Toplum”, Konulu
Araştırması Hakkında Basın Bülteni, 2009, http://www.istanbulsmmmodasi.org.tr/TRapor.asp?id=2359 ,
(Çevirimiçi: 02.06.2009).
99
birlikte sivil toplum kuruluşları insanlar arası ilişkilerde doğrudan devletin bulunmadığı
siyasal faaliyet alanı dışında bulunan, mülk sahipliğinin egemenliğini ve kişinin mülkiyet
özgürlüğünün meşrulaştığı bir toplumsal boyut anlamında kullanılmaktadır. Modern
anlamda sivil toplum kavramı, kapitalizmin gelişmesinin bir sonucu olarak ortaya çıkan
sanayi toplumu ile mümkün olmuştur.220
Sivil toplumun 16. yüzyılın İngiliz politik düşüncesi zamanında ortaya çıktığı kabul
edilmekle birlikte, çeşitli aşamalardan geçerek bugünkü anlamına ulaştığı söylenebilir.221
Buna göre sivil toplumun geçirdiği ilk aşama, bir devletin üyesi olmakla özdeşleşen
anlamından kurtulmasıdır. İkinci aşama, sivil toplum içindeki bağımsız toplulukların
kendilerini devlete karşı savunmalarının meşruiyet kazanmasıdır. Üçüncü aşama, sivil
toplumun içerdiği özgürlüğün, toplumsal çatışmaların kaynağı, devlet müdahalesinin bu
çatışmaları önleyici faktör sayıldığı bir anlayışı yansıtır. Son aşama ise, üçüncü aşamaya
tepki olarak, devlet müdahalesinin sivil toplumu pasifize edeceğinden korkulmaya
başlandığı dönemdir.222 Bu anlamda sivil toplum kavramı devlet-sivil toplum ayrımı, özel
kurumların veya bir bütün olarak toplumsal sistemlerin kökenlerini, gelişim ve
dönüşümlerini çözümlemekte kullanılabilir.
Sivil toplumun son aşaması olarak nitelendirilen dönem küreselleşme kavramının
geliştiği 1980‟lerin sonlarında başlayan dönemdir. Sivil toplum özellikle küreselleşmenin
hız kazandığı 1990‟lı yıllardan itibaren önem kazanmıştır. Keynesyen refah devleti
politikalarının terk edilmesine paralel olarak, sosyal alanda ve yoksullukla mücadelede
devletin çekilmesinin yarattığı boşluk, piyasa, toplumsal dayanışma ağları ve STK‟larla
doldurulmak istenmektedir.223
220
Doğan, s. 5,36
Krishan Kumar, “Civil Society: an Inquriy into the Usefulness of an Historical Term”, British Journal of
Sociology, 1993, s. 38.
222
Ali Yaşar Sarıbay, Postmodernite, Sivil Toplum ve Ġslam, İletişim Yayınları, İstanbul: 1994, s. 139.
223
Songül Gül Sallan ve Hüseyin Gül, “Türkiye‟de Kamusal Yoksulluk Hizmetleri Yönetimi: SYDTF
Vakıfları Örneği”, Türkiye‟de Sosyal Hizmet Uygulamaları İhtiyaçlar ve Sorunlar, Başkent Üniversitesi
Sağlık Bilimleri Fakültesi Sosyal Hizmteler Bölümü, Alanya: 4-6 Kasım 2004, s. 2.
221
100
Küreselleşme süreci ile birlikte STK‟ları çekici kılan noktalardan biri yurttaşlık
bilincine katkıda bulunması, diğeri de genel olarak yoksullara daha yakın olmasıdır. Ayrıca
uluslararası kapsamda değerlendirilebilecek sorunların çözümümde uluslararası düzeyde
faaliyet gösterebilmesi STK‟ların kabul görme sürecini için olumlu olmuştur. Ancak,
STK‟ların kabulünü pekiştiren en önemli olgu yoksullukla mücadele politikaları olmuştur.
Küreselleşmenin hız kazanmasıyla birlikte daha derinleşen ve daha büyük bir sorun
haline gelen yoksulluğa neoliberal politikalar çerçevesinde bulunan “çözüm” sorunun
topluma aktarılması olmuştur. Refah devletinin tasfiyesi, sosyal güvenlik sisteminin
özelleştirilmesi ile birlikte düşünüldüğünde burada amaç sorunların “devlete” yeni yük
getirmeden çözümüdür.224 Bu programlarla yoksulluk ve yoksulluk hizmetlerinin
yönetiminde merkeziyetçi yapıların terk edilmesi, devlet bürokrasisinin rolünün en aza
indirilmesi, devletin sadece düzenleyici bir işleve sahip olması dikte edilmektedir.
Yoksullukla mücadele ise toplumların kendi aralarında yardım ve dayanışma ağlarına (yani
STK‟lara) bırakılacaktır.225
STK‟lar sosyal politika alanında önemli bir rol üstlenmeye başlasa da devlete
alternatif bir örgütlenme olduğundan söz edilemez. STK‟ların sosyal politika açısından
devlete yardımcı olarak boşluk doldurabileceğini söyleyebiliriz.
B. STK’ların Özellikleri ve Amaçları
STK‟lar için yapılan tüm tanımlar, STK‟ların özelliklerine işaret etmektedir.
STK‟ların kurulmaları ve faaliyetleri yönünden maddi–manevi anlamda devletten bağımsız
olmaları, kâr amacı
gütmeyen kuruluşlar olmaları, gönüllük esasına dayalı olmaları,
toplum yararına çalışmaları ve çoğulculuk, katılımcılık kültürünü geliştiren, başka bir
deyişle kendi kendini yönetebilen toplum arayışı içinde olmaları bu özelliklerden birkaç
224
225
Sema Erder, “„Yeni‟ Yoksulluk ve ‟Yeni‟ Modeller”, Kızılcık Dergisi, Mart 2004, s. 41.
Sallan Gül ve Gül, 2004, s. 2.
101
tanesidir.226 STK kavramını daha anlaşılır kılabilmek amacıyla bu kavramın bir kez daha
tanımını yapmak yerine ortak belirgin özellikleri belirleyerek daha etraflı bir açıklamasını
yapmak gerekirse; bir topluluğun STK olarak adlandırılabilmesi için 8 belirgin özelliğe
sahip olması gerekmektedir:
• Sürekliliğe sahiptirler. STK‟lar amaçsızca bir araya gelmiş insan topluluklarından ziyade;
ortak bir düşünceyi, ideali veya inancı, hiçbir ticari amaç gütmeksizin savunmaya ve
gerçekleştirmeye yönelik, hür iradeye sahip bireylerin oluşturduğu kurumsallaşmış
örgütlerdir. Bir sistemi, vizyonu, üzerinde projeler ürettikleri belirli amaçları, yönetici
kadrosu, profesyonel çalı şanları ve gönüllülerinden oluşan bir örgütsel yapıya sahip ayrı ca
yasal anlamda biçimsellik kazanmı ş tüm bunları n sonucu olarak da sürekliliği olan
kurumlardır.227
• Sadece kendi üyelerine değil, toplumun geneline de yarar sağlayabilmelidir. Bu hedefe,
devlete karşı sivil toplumun yararları nı
savunarak, başka bir deyişle baskı grupları
oluşturarak alı nan kararları etkilemek suretiyle ulaşabilmektedirler.228
• Ulusal hukuk çerçevesinde hazırlanan özel hukuksal biçime sahip olmalı dır. Belirli
kurallar çerçevesinde kurulup faaliyette bulunmalıdırlar.229
• Devletten bağımsızdırlar.230 Devletlerin görev ve yetki alanlarının belirlenip, bir anlamda
sınırlandırılması amaçlanmalıdır. Bu koşulları oluşturacak unsur devlet olmamalıdır ve
devletle bağlılık ilişkisi içine girmeyen nitelikte olmalıdır. Bu özellikleri sebebiyle
gerektiği zaman devlete karşı sivil toplumun yararlarını savunabilmelidirler. Başka bir
deyişle, STK‟lar aktif üye, çalışanları
ve gönüllüleri aracılığıyla devlet ve piyasanın
iktidarını toplumun yararları doğrultusunda daraltmayı hedefleyen örgütlerdir.231
226
Deniz Gürel, “Türkiye‟de Sivil Toplum Kuruluşlarının Sosyal Politika Üzerindeki Etkisi: İstanbul
Örneği”, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, SBE), 2009, s. 29.
227
A.N. Yücekök, İ. Turan, M.Ö. Alkan, Tanzimattan Günümüze İstanbul‟da STK‟lar, Türkiye Ekonomik
ve Toplumsal Tarih Vakfı , İstanbul, 1998, s. 15.
228
Philippe Ryfman, Sivil Toplum KuruluĢları, (Çev. İsmail Yerguz), İletişim Yayı nları , İstanbul, 2006, s.
40.
229
Ryfman, s. 40.
230
Yücekök, Turan ve Alkan, s. Xv.
231
Tevfik Erdem, “Mükemmel Bir Toplum Tasarımı Olarak Sivil Toplum”, 21. Yüzyılda Türkiye‟de Sosyal
Bilimler ve Toplum Sorunları Sempozyumu (Bildiriler Kitabı), Ankara, 2005, s. 222.
102
• Kâr gütmeyen kuruluşlardır. STK‟lar çeşitli faaliyetlerinden ötürü belirli amaçlar
doğrultusunda kullanabilmek adına kâr elde edebilirler. Özel şirketlerden farklı olarak bu
kârdan kendi üyelerine, çalışanlarına ya da kurucularına pay dağıtamazlar. Bu para sadece
önceden belirledikleri projeleri ve hedefleri için kullanılabilir.232
• Gönüllülük esasına dayanırlar. Bireylerin hür iradesiyle kurulan ve buna dayanan
inançları, değerleri savunan, asli unsuru olan “Sivil Toplum” ile kaynaşmış ve demokratik
bir çerçevede faaliyette bulunan örgüt niteliğindedir.233 STK‟ların kurucularının gönüllüler
olmasının yanı sıra çalışanlarının da bir kısmı gönüllülerden oluşur. Bu kişiler hiçbir
karşılık beklemeden STK‟nın kuruluş amacına hizmet eden insanlardır. Ancak, bir STK‟nın
duygusallığa kapılmadan sistemli bir şekilde faaliyet gösterebilmesi için ücret karşılığı
çalışan profesyonel bir kadronun varlığı da vazgeçilmez bir gereklilik olarak karşımıza
çıkmaktadır.234
• Kurulduğu ülkenin dışındaki ülkelerde de insani yardım projeleri, çevreyi korumaya,
insan haklarını savunmaya yönelik girişimler gibi doğrudan eylemlerde bulunması
önemlidir. Bu etkinlikleri diğer STK‟larla veya farklı uluslararası örgütlerle herhangi bir
ilişki kurmasını gerektirmesi açısından devletaşırı özelliğe sahiptir.235
• Demokratik siyasal yaşamın gerekliliğidir. Başka bir deyişle STK‟lar doğrudan
demokrasiye benzer bir şekilde karar alma süreçlerine katılımı sağlamaktadır. Ayrıca,
demokrasinin sağlıklı işleyebilmesi için bir toplumda gereken “çoğulculuk” (pluralism) o
toplumdaki STK‟ların çokluğuyla temsil edilebilmektedir.236
STK‟ların amaçları; sosyal politikanın amaçlarına benzer şekilde, gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkelerde sosyal yaşantıya ve sosyal değişime katkı sağlamaktır. Bu amaçla
faaliyette bulunan STK‟lar, sosyal bütünleşme, sosyal refah, gelir dağılımı, sosyal adalet,
insan hakları gibi sosyal politikanın temel konuları hakkında baskı oluşturma faaliyetleri
232
Yücekök, Turan ve Alkan, s. Xv
Ryfman, s. 40
234
Yücekök, Turan ve Alkan, s. Xv
235
Ryfman, s. 40
236
Yücekök, Turan ve Alkan, s. Xv.
233
103
gerçekleştirerek bir anlamda sosyal politikanın amaçlarını gerçekleştiren birer araç rolünü
oynamaktadırlar.237
Günümüzde birçok ülkede devlet, uzmanlık gerektiren konularda bilgiye, nitelikli
insan kaynağına, işbirliğine ihtiyaç duyduğunda STK‟lara danışmakta veya ortak çalışmayı
teklif etmektedir. Özetle STK‟lar, ulusal ve uluslararası seviyede örgütlenerek ve işbirliğine
giderek hükümetlerin sosyal politika oluşturma süreçlerini etkiyebilmektedirler.238
C. Devlet ve Sivil Toplum ĠliĢkisi
Toplum yapısında en kapsamlı örgüt olan devlet, iktidarın örgütlü biçimi olarak
zaman ve toplumsal şartlara göre farklı biçimler almış, iktidarın kapsamı ve şekli devamlı
değişiklik göstermiştir. Tarihsel olarak birbirinden farklı devlet sistemlerinin gündeme
gelmesi, devlet toplum ilişkilerinin değişik örgütlenmesi ve kapsamının farklı olmasıyla
ilgilidir. Devletin tüm ekonomik alanlarındaki yatırımlarından çekilerek sosyo-ekonomik
faaliyetleri sivil toplum kuruluşları gibi kuruluşlara bırakması gerektiğini öne süren
görüşler artmıştır.239
18. yüzyılın ortalarına kadar sivil toplum kavramı devletle aynı anlamda kullanılan
bir terim olmuş ve bu iki kavram birbirinin yerine kullanılmıştır.240 Hegel‟e göre sivil
toplum, iktisadi etkinliğin özel alanıdır. Devlet, aile ve sivil toplumun bir sentezi olarak
evrenseldir. Sivil toplumu, özel ve kamu arasında yerel ve evrensel olan arasında bir araç
olarak görür.241 Marx, Hegel‟in devlet-sivil toplum ayrımını, devletin evrenselliğini
reddederek ve sivil toplumun devleti belirleyen sınıf ilişkilerine dayalı yapısında ısrar
ederek sürdürür. Devletin sivil toplumdan farklılaşması, kapitalizm analizinin ilk koşulunu
237
Şenkal, 2003, s. 105.
Gürel, s. 32.
239
Numan Kurtulmuş, Sanayi Ötesi DönüĢüm, İz Yayıncılık, İstanbul, 1995, s. 195.
240
Davut Dursun, “Devlet Karşısında Sivil Toplumun Artan Gücü ve Geleceği Üzerine Bir Değerlendirme”,
Türkiye Gönüllü Kültür Teşekkülleri 6. İstişare Toplantısı, Ankara: 1996, s. 227-8.
241
Aynur Özuğurlu, “Devlet-Sivil Toplum Ayrımı Üzerine”, Siyaset Sosyolojisi Ders Notları, Anadolu
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 1998-1999, s. 4.
238
104
oluşturur.242 Buna göre sivil toplum, artık-değerin özelleştirilmesi ve iktidar ve baskı
ilişkisinin devletten özel mülkiyete transfer edilmesidir. Bu anlamda sivil toplum, kamu
iktidarının özelleştirilmesi anlamına gelmektedir.
Devlet ve sivil tolum arasındaki ilişki için farklı yorumlar yapılsa da tüm
sosyologların birleştiği nokta, bu iki olgunun farklı Ancak, etkileşim halinde olduğudur.
Sivil Toplum Kuruluşları devletten bağımsız olarak hareket etmektedir. Bu nedenle devlet
müdahalesi sivil toplum kavramıyla bağdaşmamaktadır.
Sivil toplumu savunan anlayışın yaygınlık kazanmasında uluslararası ölçekte işleyen
dinamiklerin etkili olduğunu belirtmek gerekmektedir. Burada üç önemli neden vardır.
Birincisi Batı‟da 1970‟li yılların sonlarına kadar etkinliğini koruyan refah devletine
etkinliğini azaltan liberal doktrinin yaygınlık kazanmasıdır. Liberal doktrinin temel
anlayışı, devletin refah devleti kılıfı altında giderek sivil toplumu ve daha önemlisi de
bireyin özgürlüğünü ve yaratıcılığını kısıtladığı düşüncesi yatmaktadır. Doğu Avrupa ve
Eski Sovyetler Birliği‟nde devlet sosyalizminin çözülüşü ikinci nedeni oluşturmaktadır.
Üçüncü neden ise, işçi sınıfı temelli toplumsal hareketlerin 1970‟li yıllardan itibaren
yaygınlaşıp, güçlenmesidir. Tüm bu gelişmelerin ortak paydasında, devletin bir olumsuz
güç olarak tanımlanması bulunmaktadır. Bu çerçevede sivil toplum devlete alternatif bir
örgütlenme odağı olarak görülmektedir.243
Küreselleşmeyle birlikte ortaya çıkan yeni sistemde sosyal devlet, refah devleti gibi
kavramlar yeni sosyoekonomik sistemin perspektifi dışındadır. Bu konuda en çok merak
edilen devletin sosyal işlevlerine ve refah devleti niteliklerine ne olacağı konusudur.244 Bu
doğrultuda neoliberal paradigmanın “oyunun yeni kuralı” olarak nitelediği “iyi
yönetişim”de (good governance) STK‟lara biçilen rol, kavramın bu kadar gündeme
gelmesinin nedenlerinden birisidir. Buna paralel olarak bir diğer neden, devletin sosyal
242
Şenkal, s. 339.
Türk-İş Yıllığı, Cilt II. Ankara:1999, s. 698.
244
Meryem Koray, Sosyal Politika, Ezgi Kitabevi, Bursa: 2000, s. 290.
243
105
refah devleti uygulamalarını terk etmesinin yarattığı boşluğun STK‟lar aracılığıyla
doldurulmak istenmesidir. “Devletin küçülmesi” sloganıyla yoksullukla mücadele konusu
piyasa ilişkilerine ve STK‟lara havale edilmek istenmektedir. Bir diğer neden ise,
küreselleşme süreci ile birlikte yaşanan uluslararasılaşmaya paralel olarak, ulusal sınırları
aşan sorunların STK‟ların uluslararası işbirliğinde sağladığı yarardır. 245
Son yıllarda yapısal uyum programlarında dikkat çeken önemli bir kavram olan “iyi
yönetişim”, devletin yönetiminde temsil, katılım ve denetimin etkin bir sivil toplumu
varsayan, hukukun üstünlüğünü temel alan, yerinden yönetimi, yönetimde açıklık ve hesap
verme sorumluluğunu öne çıkaran, dünyada gerçekleşen teknolojik gelişmelere uyum
yeteneği olan, rekabet ve piyasa ekonomisi ile uyumlu bir siyasal ve ekonomik düzen
olarak tanımlanmaktadır.246 Yeni bir siyasal iktidar modeli olarak nitelenen “iyi yönetişim”,
“en az devlet” ve “özel girişimciliğin gözetilmesi”ni içeren yeni kamu ve ekonomik
yönetim anlayışının adı olmaktadır. Burada dikkat çeken, kaynak dağıtıcı devletten
düzenleyici devlete, kamu hizmetlerinin yönetiminden piyasa ilkeleri doğrultusunda bir
kamu yönetimi anlayışına ve devletin öncülünden özel sektör ile kamunun işbirliğine
geçiştir.247 Burada temel bileşenler devlet ve STK olmaktadır.
Kamusal erkin, STK‟lara devri ile piyasa mekanizmasına aktarılacağı “iyi
yönetişim” kavramına yapılan önemli eleştirilerdendir. Ayrıca sendikaların STK‟lar içinde
gösterilerek “sosyal diyalog” adı altında pasifize edilebileceği de vurgulanmaktadır.
245
Ali Bakın, “Küreselleşme, Sosyal Politika Alanında Yaşanan Dönüşüm ve Türkiye‟ni Refah Rejiminin
Karmaşık Niteliği”, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, Marmara Üniversitesi, SBE), 2005, s. 64.
246
C. Can Aktan, “İyi Yönetişim”, http://www.canaktan.org/politika/yonetisim/anasayfa-yonetisim.htm,
(Çevirimiçi: 06.02.2009), s. 1.
247
Mehmet Gürsan Şenalp, Hakan Reyhan ve Ahmet Haşim Köse, Küresel YönetiĢim ve Sendikalar, Petrolİş 200-2003, Petrol-İş Yayınları, İstanbul:2003, s. 306.
106
D. Sosyal Politika ve STK’lar
Küreselleşme süreci ile birlikte bu sürecin sosyal politikayı nasıl etkileyeceği
konusu tartışılmaktadır. Rekabet eksenli yeni ekonomik düzen, geleneksel sosyal
politikadaki değişimin niteliğini önemli ölçüde etkilemektedir. Bu durum birçok ülkenin
sosyal politikalarında bir dönüşüm hareketi anlamına gelmektedir.248
Sosyal politikanın dönüşümüne ilişkin belirtiler 1980‟lerden sonra ortaya çıkmıştır.
Bu konudaki önemli gelişme sosyalizmin yıkılmasından sonra kendini göstermektedir.
Sosyalizmin yıkılması ile birlikte küreselleşmenin yaygınlaşması sosyal politikanın
dönüşümüne yönelik ilk belirtidir. Böyle bir gelişme sosyal politikanın tanımını da
etkilemiştir. Çünkü Batı kökenli sosyal politikanın ekseninde Marx‟ın öngörüsündeki sınıf
çatışmasını önleyici tedbirleri alarak sınıflararası çatışmayı azaltmayı ve toplumsal
kaynaşmayı sağlamayı hedef edinen bir anlayış bulunmaktadır. Dolayısıyla Doğu
Bloku‟nun çöküşü sosyal politikanın tarihsel misyonunu önemli ölçüde etkilemiştir.249
Sosyal politikanın dönüşümüne ilişkin diğer belirti refah devleti kavramında ortaya
çıkmaktadır. Refah devleti ile ilgili olarak son yirmi yılda yapılan araştırmalarda iki temel
nokta göze çarpmaktadır. Birincisi, küreselleşmenin sosyal politika üzerindeki etkileri
diğeri ise, küreselleşmenin refah düzenine yansımalarının sonuçlarının niteliğine
ilişkindir.250 Bu sonuçlar “refah devleti”ne yönelik ciddi tehditler içermektedir. “Refah
devletinden rekabet devletine” doğru söylemler gün geçtikçe artmaktadır.251 Bu söylemler
doğrultusunda devletin sosyal hayatı düzenleme konusundaki etkinliğinin azaldığını ve bu
durumun sosyal politika açısından önemli bir revizyonu gerektirdiğini söyleyebiliriz.
248
Shin, D-M, “Economic Policy and Social Policy: Policy-linkages in an era of Globalization”,
International Journal of Social Welfare, Vol:9, 2000, s. 17.
249
Şenkal, s. 12-13.
250
Cerny P.G, “The Dynamics of Financial Globalization: Technology, Market Structure, and Policy
Response.” Policy Sciences, Vol: 27, 1994, s. 319.
251
Kadir Koçdemir, “Küreselleşme ve Türkiye” Türk Ġdare Dergisi, Sayı: 418, 1998, s. 57-59.
107
Sosyal politikanın dünyadaki yeni ekonomi politikaları ve küreselleşme süreci ile
birlikte yeniden düzenlenmesi konusunda “devletin küçülmesi” ve bazı kamu hizmetlerinin
özelleştirilmesi ve sosyal güvenlik sisteminin budanması çözümü ortaya çıkmıştır. Ancak,
bu durum sosyal alanda bir boşluk oluşmasına neden olmuştur. Bu boşluk sosyal güvenlik
sisteminin bazı işlevlerinin piyasaya, topluma ve geleneksel dayanışma kurumlarına
bırakılması ile doldurulmak istenmektedir. Eşitlikçi, hak temelli, devlet merkezli refah
anlayışının terk edilerek, gönüllülük temelinde “birey, sivil toplum ve serbest piyasa”
merkezli çalışma refahı anlayışına geçilmesini savunulmaya başlanmıştır. Bu doğrultuda
merkeziyetçi politikalar terk edilerek devletin sosyal politikalar üzerindeki rolü en aza
indirilmekte, devlet sadece düzenleyici bir rol üstlenmektedir. STK‟ların işte bu anlamda
son yıllarda önemli bir rol üstlenmeye başladıklarını söyleyebiliriz. STK‟lar hem ulusal
hem de uluslararası alanda faaliyet göstermektedir. Bütün bunlar yeni dönemde işlevi
değişen STK‟ların artık sosyal politika uygulamalarının önemli bir bileşeni olduğunu
göstermektedir. Bu noktada STK‟ların fonksiyonlarını incelemek doğru olacaktır.
E. STK’ların Sosyopolitik Fonksiyonları
Sosyal yapının dinamik olması nedeniyle ortaya çıkan sosyal sorunlar da dinamik
bir yapıya sahiptir. Bu nedenle günümüzde ortaya çıkan sosyopolitik problemler 18.
yüzyılda karşılaşılan sosyal politika problemlerinden daha farklı bir şekilde karşımıza
çıkmaktadır. Küreselleşmeyle birlikte ortaya çıkan bu yeni problemler eski problemlerin
aksine daha karmaşık, çözülmesi zor ve evrensel nitelikli bir özelliğe sahiptir. Bu açıdan
yeni dönemde her ne kadar sosyal yardımlarla ilgili harcamalar ve kamu müdahalesinin
minimum seviyeye indirilmesi konusunda baskılar varsa da ortaya çıkan sosyopolitik
sorunlar kamu müdahalesini zorunlu kılmaktadır. Günümüzde liberalleşme eğilimli yeni
kavramlar
benimsettirilmeye
çalışılsa
da
önümüzdeki
yüzyılda
sosyal
politika
araştırmalarına ve çözümlemelerine eskisinden daha fazla ihtiyaç duyulacağı açıktır.252
252
Şenkal, s. 15.
108
Son yıllarda bütün dünyada geniş ölçüde hizmetlerde bulunan sivil toplum
kuruluşlarının sosyopolitik açıdan çeşitli fonksiyonları bulunmaktadır. Bu fonksiyonları
gelir dağılımı, küresel refah, sosyal barış, uluslar-üstü vatandaşlık ve evrensellik olarak
açıklayabiliriz.
Küreselleşmenin en çok tartışılan konularından biri, yeni sosyaekonomik sistemin
gelir dağılımı üzerindeki olumsuz etkisi olmuştur. Bu nedenle gelir dağılımı küreselleşme
süreciyle birlikte sosyal politikanın en önemli sorunlarından biri haline gelmiştir. Son
yıllarda özellikle küreselleşmeyi savunanların aksine, gelir dağılımındaki dengesizlik hem
ülkelerin kendi içinde ve hem de uluslararası alanda ciddi şekilde bozulmuştur.253
Küreselleşme devletin sosyal gruplar arasında, karar verme ve paylaşımın ulusal
seviyedeki sosyal bütünleşmeyi tehlikeye atabildiğinden, ulusal ekonomideki paylaşımı
haklı çıkarmak için devlet kurumlarının kapsamını azaltmaktadır. Böylece bir taraftan
küreselleşme yeniden gelir dağılımı beklentilerini yükseltirken diğer taraftan sosyal
harcamaları azaltır. Bu durum toplumsal açıdan gelir dağılımını daha da eşitsiz hale
getirir.254 Çünkü küreselleşme sosyal devlet ilkesini en katı şekilde uygulayan ülkelerde
bile gelirin yeniden dağılımını olumsuz yönde etkilemektedir.
Küreselleşme ile birlikte tartışılan önemli bir konuda refahın nasıl sağlanacağı
konusu olmuştur. Zengin–fakir arasındaki uçurumun gün geçtikçe artması ve artan
yoksullukla birlikte işgücünün üretim süreci ve toplumsal yaşamdaki konumunun gittikçe
gerilemesi, refah devleti uygulamalarına yöneltilen eleştirileri de giderek arttırmıştır.
Dünyayı etkisi altına alan yoksullukla mücadelede ülkeler yetersiz kalmaktadırlar. Bu
253
Chossudousky Michel, Yoksulluğun KüreselleĢmesi, IMF ve Dünya Bankası Reformlarının Ġçyüzü,
(çev: N. Sapan), Çiviyazıları Yayınları, İstanbul, 1999, s. 15.
254
Joe Antonio Alonso, “Globalization, Civil Society and the Multilateral System”, Development in Pratice,
Vol:10, 2000, s. 352.
109
açıdan sivil toplum kuruluşları hem ulusal ve hem de uluslararası alanda (eğitim, sağlık,
konut, tarım, altyapı vs) farklı işlevler geliştirmişlerdir.255
Küreselleşme süreciyle birlikte sınıflar arasındaki fark gittikçe artmış bu durum
sosyal çatışmayı kaçınılmaz hale getirmiştir. Bu nedenle STK‟lar sadece az gelişmiş
ülkelerde değil Batı ülkelerinde de kurdukları dayanışma ağlarıyla adalete dayalı barışın
sağlanması için çalışmaktadır. Bu durum uluslararası sosyal barışın sağlanması açısından
önemli bir gelişme olarak değerlendirilmektedir.
Sosyal politika ile vatandaşlık kavramı arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır.
Sosyal politika uygulamalarının sağladığı sosyal haklar, vatandaşlık haklarının gelişiminin
bir ürünüdür. Nitekim T.H. Marshall‟a göre bireysel özgürlüğü, düşünce ve inanç
özgürlüğünü, mülk edinme ve sözleşme yapma özgürlüğünü içeren sivil haklar 18.
yüzyılda; siyasal karar alma sürecine seçmen ya da seçilen olarak katılım hakkını içeren
siyasal haklar 19. yüzyılda; toplumun ekonomik refahından payını almaktan ve sosyal
güvenlik hakkına sahip olmaktan, çağdaş bir birey gibi yaşayabilme hakkına uzanan geniş
bir haklar dizisi olan sosyal haklar ise 20. yüzyılda şekillenmiştir.256 Modern bir kavram
olan sosyal haklar II. Dünya Savaşı‟ndan sonra Keynesyen refah devleti modelinde en üst
düzeye ulaşmıştır. Ancak, küreselleşme süreci ile birlikte modern vatandaşlık kavramı
köklü değişikliklere uğramıştır. Uluslararasılaşma sürecine paralel olarak yurttaşlık
haklarının ulusal sınırlarla sınırlandırılmaması, uluslararası göç hareketleriyle birlikte ulusdevletin kültürel türdeşliğinin giderek olanaksız duruma gelmesi “küresel vatandaşlık”
kavramını doğurmuştur.257 Küresel vatandaşlık kavramı bireylerin küresel düzeyde
kararlara katılmasına olanak tanımaktadır. Bu durumda uluslararası düzeyde örgütlenmiş
STK‟ler küresel vatandaşlık bilincinin gelişmesinde önem kazanmaktadır.
255
Şenkal, s. 16.
T.H. Marshall, YurttaĢlık ve Toplumsal Sınıflar, (Çeviren Ayhan Kaya), Gündoğan Yayınları, Ankara:
Mayıs 2000, s. 15-74.
257
Nermin Abadab-Unat, Bitmeyen Göç Konuk ĠĢçilikten Ulus-Ötesi YurttaĢlığa, İstanbul Bilgi
Üniversitesi Yayınları 30 Göç Çalışmaları 1, İstanbul, Ekim 2002, s. 303-304.
256
110
Küreselleşme süreci ile birlikte bir ülke veya bölgede oluşturulacak sosyal
politikalar sadece ulusal hükümetlerin inisiyatifinde olmayacaktır. Sosyal politikalar sayısız
uluslar üstü ajanslardan, Dünya Bankası, IMF gibi uluslar üstü organlara kadar yayılan
küresel kurumlar tarafından belirlenecektir. Bu durumda yine uluslararası planda
örgütlenmiş olan STK‟lar önemli bir aktör olarak ortaya çıkmaktadır.
F. STK’lar ve Refahın Yeniden Dağılımı
Ulusal ve uluslararası alanda faaliyet gösteren STK‟ların, hükümetler, hükümetler
arası organizasyonlar, vatandaş hareketleri, ulus ötesi işbirlikleri, akademik dünya ve sosyal
iletişim vasıtalarını258 içeren küresel yönetimde önemli bir yeri bulunmaktadır. STK‟ların
dünyanın şuuru olduğu yönündeki görüşlerin gerçeği yansıtmadığı söylenebilir. Ancak,
küresel düzende sosyal politika alanında STK‟ların faaliyet alanlarını genişletmeye yönelik
gidişat açıktır.
Küreselleşme, piyasalaşma kavramı doğrultusunda kendi sosyal politika alanını
oluşturmak amacıyla 1990‟lı yıllardan itibaren geleneksel sosyal yönetim rejimlerini
yeniden elden geçirmektedir. Uluslararası refah piyasası ortaya çıkarılırken gayri resmi
örgüt sektörü ile BM gibi kurumlar arasındaki ilişki yeniden yapılandırılmaktadır. Bu
düzenlemeler ile birlikte yoksullukla mücadele programları STK‟ları ayakta tutan en
önemli yönetim stratejisi olmuştur. 1994 yılında, Dünya Bankası, projelerin %50‟sine
STK‟ların dahil edilmesi görüşündeydi. Bankanın yoksulluk stratejisinde öncelikli unsur,
STK‟ların katılımıyla yapılan araştırma projelerinin arttırılması olmuştur.
Sosyal kalkınma üzerine Dünya Zirvesi ve önceki zirveler, aktif STK‟ların dahil
edilmesi ile karakterizedir. Zirveyi yakından takip eden UNRISD uluslararası sivil toplum
örgütleri topluluğu içinde zirvenin yürütülmesine dair dört yaklaşım analiz etti. Bunlar;
alternatif düşünceler geliştirme, uygulama için belirli hedefler tanımlama, sivil topluma
258
Şenkal, s. 350.
111
dayalı bir zirve sistemi oluşturma ve BM reformu için lobi çalışması yapma
yaklaşımlarıdır.259
Sivil toplum kuruluşları fenomeni, hem mali bakımdan hem de sayıca önemlidir.
1992‟de düzenlenen Rio Konferansı‟nda STK‟ların projelerinin mali açıdan desteklenmesi
görüşü ağırlık kazandı.260 1994 Kopenhag Zirvesi‟nde, ABD Başkan Yardımcısı, Al Gore,
ABD‟nin yardımının yarısının, beş yıl içinde doğrudan yoksul ülkelerin hükümetlerine
değil, STK‟lar aracılığıyla sağlanacağını bildirdi.261 Bazı araştırmacılar STK‟ların
sayılarının hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde önemli ölçüde arttığını ifade
etmektedir. Ancak, bu ülkelerde kaç tane STK olduğunu bulmak zordur. Küresel süreçte
hızla yaygınlaşan STK‟lar nükleer silahları protesto etmekte, kırsal kesimden şehirlere olan
göçün ortaya çıkardığı yoksulluğun hafiflemesine kadar değişen konularda 262 faaliyet
göstermektedirler.
G. STK’ların Refahın Yeniden Dağılımındaki Rolü ile Ġlgili TartıĢmalar
Küreselleşme ve onun ideolojisi olan neo–liberalizm bağlamında, refah devletinin
fonksiyonları ve dolayısıyla sosyal görevleri ile ilgili bazı temel tartışmalar başlamıştır.
Aşağıda, bu tartışmaların STK ile ilgili boyutu yer almaktadır.263
Sosyal politika ile ilgilenen bazı yazarlar, aslında devletin, sosyal refah sağlamada
son çare olarak başvurulacak bir kurum olarak kalması gerektiğini savunmaktadır. Bunlara
göre, en birincil sorumluluk, kişinin kendisine aittir. Kişi, kendi başına bazı problemlerin
üstesinden gelemezse, ikincil olarak devreye ailesi, komşuları ve arkadaşları (sivil sektör)
girmeli, bu da yetmediği takdirde hayırsever kurumlar (STK) bu problemlerin çözümünde
259
Şenkal, s. 351.
Doğan, s. 288.
261
Steward Sheelagh, “Happy ever After in the Marketplace: Non-goverment Organization and Uncivil
Society”, Review of African Political Economy, Vol:24, 1997, s. 12.
262
Şenkal, s. 354.
263
Süleyman Özdemir, KüreselleĢme Sürecinde Refah Devleti, İstanbul: İstanbul Ticaret Odası Yayınları,
2007, s. 389.
260
112
görev almalıdır. Bütün bu yolların yetersiz kaldığı noktada ise, devletin sorumluğu
başlamalıdır.264 Bu tartışmanın diğer tarafında olanlara göre ise, devlet, sosyal hizmet
sunumunda en temel kurumdur. Refah devleti (welfare state), devlet refahı (state welfare)
ile aynı anlama gelmektedir. Bunun alternatifi olarak, yani refah sunacak alternatif kurum
olarak “piyasa”nın ve “STK”nın gösterilmesi, yanlış bir düşünce tarzıdır.265
Bu konuya daha ılımlı yaklaşanlara göre ise, devlet, herhangi bir ülkede refah
sağlayan tek kurum değildir. Refahın sağlanmasında karma bir yapı sözkonusudur.266
Liberal görüşü benimseyenlere göre, sosyal refah hizmetlerinin sunumunda önemli olan
hizmetin yerine getirilmesidir; yoksa, devletin bizzat bu işleri üstlenmesi değildir. Örneğin,
devletin emeklilik sistemini kurma ve işletme gibi bir yükümlülüğü taşımasına gerek
yoktur, zorunlu özel emeklilik sigortası yoluyla bu hizmet görülebilir. Yine, sağlık sigortası
için gerekli maddi kaynağı olmayan bireylere devletin baktığı, zorunlu bir özel sağlık
sigortası sistemi de kurulabilir. Benzer şekilde, yaşlıların ve çocukların bakılması gibi
sosyal hizmetler de, STK ve özel sektör tarafından yerine getirilebilir. Devletin bu
hizmetlerin sunulması esnasında kontrolör görevi yapması, bazı durumlarda da finansman
desteğinde bulunması en uygun hareket tarzı olacaktır. Ancak, piyasacı görüşü
benimseyenlere göre bile, bu tür hizmetlerin kamu tarafından yerine getirilmesinin bazı
pozitif dışsallıkların olduğu da yadsınamaz. Bazı bireyler, eğer devletin üstlendiği sosyal
hizmetler özel sektör tarafından yerine getirilirse, bunlardan daha az yararlanma tehlikesi
ile karşıkarşıya kalabilecektir.267
Öte yandan, özellikle liberalizm felsefenin karşısında olan bazı yazarlar arasında,
devletin
sosyal
görevlerinin
bütünüyle
piyasalar,
STK‟lar
tarafından
yerine
264
Leon Ginsberg, Conservative Social Welfare Policy: A Description and Analysis, Chicago: Nelson–Hall
Press, 1998 ss. 16-17. Aktaran: Özdemir, 2007, s. 389.
265
Özdemir, 2007, s. 389.
266
Paul
Spicker
“Social
Administration”,
An
Introduction
to
Social
Policy,
http://www2.rgu.ac.uk/publicpolicy/introduction/socadmin.htm, (Çevrimiçi: 13.03.2003), ss. 1–5. Aktaran:
Özdemir, 2007, s. 390.
267
Andrew
Dilnot,
Refah
Devletinin
Geleceği,
(Çev.:
Zeynel
Bakıcı),
http://
www.canaktan.org/politika/anti_leviathan/diger–yazilar/bakici–refah. devleti.pdf, (Çevrimiçi: 29.03.2003), ss.
1–16. Aktaran: Özdemir, 2007, s. 390.
113
getirilemeyeceği,
hastalık,
yaşlılık,
işsizlik
gibi
risklerle
devlet
olmaksızın
başedilemeyeceği hususu da tartışılmaktadır. Her toplum kendine özgü bir refah rejimine
sahip olsa da, bazı durumlarda piyasa ya da gönüllü kuruluşların koruma işlevini yerine
getiremeyeceği ve devletin belli bir süre için, belli ölçülerde müdahalesinin gerekli olacağı
ifade edilmektedir.268
Diğer yandan, Refah hizmetleri sunumunda alternatif yolları destekleyen ılımlılara
gelince, bunlar, devlet aygıtının büyük hacim kazanmış hantal kurumları vasıtasıyla sosyal
önlemleri sağlamada birtakım zorluklarla karşılaştığına dikkati çekmekte, bu yüzden refah
hizmetlerinin yukarıda adı geçen mekanizmalara devredilmesinin son derece sağlıklı
olacağını belirtmekte, Ancak, bunun refah devletine bir alternatif olarak anlaşılmaması
gerektiğini ifade etmektedirler.269
STK‟lara sorumluluk verilmesi, asla devletin sorumluluğunun azalacağı anlamına
gelmemektedir. Burada olan şey, sadece toplumun en yararına olacak şekilde, sosyal
refahın uygulama şeklinin değişmesidir. Yoksa, devletin sosyal sorumluluklarından geri
çekilmesi planlanmamıştır. Aksine, refah devletinin amacına ulaşmada mevcut olan
kapasitesi, bu yolla genişletilmeye çalışılmıştır.270
H. STK’lar ve Ülke Uygulamaları
1. Avrupa’da STK’lar
Avrupa‟daki sivil toplumdan bahsederken Avrupa‟yı ikiye ayırabiliriz. Birincisi
İngiltere ve kuzey ülkelerinin oluşturduğu Avrupa‟dır. İkincisi, aydınlanma çağı ve Fransız
devriminden etkilenen Kıta Avrupa‟sıdır. Kıta Avrupa‟sında sivil toplumun gelişimi II.
268
Şermin Marangoz, “Refah Devleti: Gelişimi, Oluşumu, Modelleri ve Güncel Değişimler”, (Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: İÜ SBE), 2001, s.112‟den Aktaran Özdemir, s. 390.
269
Christopher Pierson, Beyond the Welfare State, s. 202. Aktaran: Özdemir, s. 391.
270
Özdemir, 2007, s. 391.
114
Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan ve gelişen bir olgudur. Bu dönemde , Avrupa
Konseyinin kurulması, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesin kabulü ile dernek kurma
hakkı, örgütlenme özgürlüğü ve toplanma hakkı bir insan hakkı olarak belirginleşir.271
Avrupa bütünleşmesi, Avrupa vatandaşların aktif ve sorumlu katılımı olmaksızın
hayata geçirilemez. Bugün istihdam ve çevre sorunları, refah ve sosyal adalet meseleleri,
sadece ulusal düzeyde çözümlenebilir sorunlar olmaktan çıkmışlardır. Bu da Avrupa‟da
STK‟ları bir ihtiyaç haline getirmektedir. Merkeziyetçi anlayışla idare edilmeleri mümkün
olmayan karmaşık toplumlarda, mevcut sorunlar ancak toplumun yerel, ulusal ve bölgesel
düzeyde etkin katılımıyla çözülebilir.272
Avrupa düzeyinde faaliyet gösteren ilk sivil toplum kuruluşları, Avrupa Birliği
politikası üzerine diyalog için kurulan ve AB çiftçilerini temsil eden COPA „dır. Bunu
Avrupa çapında sendikaları temsil eden Avrupa Sendikalar Konfederasyonu ETUC‟ ün
kuruluşunu, sanayiyi temsil eden UNDCE ve Devlet girişimine ve kamu işletmelerini
temsil eden CEEP izlemiştir.273
Avrupa‟da sivil toplum örgütleri gelir getirdiği faaliyetler ve sürdürülebilirlik kavramı
üzerinde durarak, uluslar arası bağımlılığı ortadan kaldırmayı hedefler.274 Avrupa‟daki STK
ların gelirlerinin başında devlet yardımları gelmektedir. Diğer gelir kaynakları, yatırım
gelirleri, şirket bağışları, üye olmayanlardan; uluslar arası kuruluşlardan bağışlar, ürün
satışı, sözleşme, üyelerden; bireysel yardım aidatlarıdır.275 Avrupa‟da herkese sağlık,
eğitim imkanı verilmesi yavaş yavaş sosyal
devletin bilanço açıkları vermesine yol
açmaktadır. Devletin bu hizmetlerden geri çekilme arayışları ortaya çıkmaktadır. Alışılmış
bir sosyal hizmet olması dolayısıyla devletler, bu hizmetlerden tamamıyla çekildiğinde
271
Fikret Toksöz, “Türkiye‟nin Diğer Avrupa Ülkeleri İle Karşılaştırmalı Durumu”, AB Uyum Süreci ve
STK‟lar, İstanbul:Türkiye Ekonomik Ve Toplumsal Tarih Vakfı, Haziran, 2004
272
AB Komisyonu Türkiye Temsilciliği,Sivil Toplum İş Başında, Aralık 2001, s. 6.
273
AB Komisyonu, s. 8.
274
Avrupa Birliği‟nde Sivil Toplum, Son Baskı Sanal Dergi, Yıl:1, Sayı:8, Ağustos 2004.
275
Necdet Sağlam, “Avrupa‟da Vakıfların ve Gönüllü Kuruluşların Rolü ve Sağlanan Teşvikler”, Vakıf ve
Kültür Dergisi, Yıl:5, Cilt:2, 19.Vakıf Haftası Özel Sayısı, Nisan, 2002 s. 47.
115
oluşacak boşluğu STK‟ların doldurması ve bu şekilde sistemin krize girmesini engellemeye
çalışmaktadır. Çünkü partilerin bir temsil krizi bulunmaktadır. Bu yüzdende Batıdaki
siyasal, sosyal sistem sivil toplum kuruluşlarına birde kamusal görev vermek üzere arayış
içindedir.276
a. Almanya ve Ġngiltere
Almanya sivil toplum kuruluşlarının gerek sayısal büyüklüğü, gerekse etkileme ve
faaliyet alanı olarak en büyük konumda olduğu ülkelerden biridir. Almanya‟daki federatif
yapı yani gücün coğrafi, politik ve ekonomik olarak dağınık olması sivil toplum örgütleri
için uygun bir ortam yaratmaktadır. Sivil toplum anlayışının vatandaşların geleceğinin
belirlenmesinde üstlendiği rolü yeterli bulmayarak daha ayrıntılı rol üstlenmesi isteğinde
olması Almanya‟daki gelişmiş sivil toplum örgütü anlayışının sonucu olarak dünya siyasal
yaşamında önemli bir dönüm noktası olmuştur.277
Almanya‟da demokrasi katılımcı bir anlayış benimsediği için sivil toplum
kuruluşlarını reddetmemektedir. Avrupa ülkelerinin hemen tamamındaki yerel meclisler
ilgili konulardaki tartışmalarda sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerini dinlemektedirler.
Sivil toplum kuruluşları için kamu bütçelerinden belirli bir pay ayırmaktadırlar.278
Almanya‟da yurttaşlara siyasi eğitim veren parti ve sendika vakıfları bütçeden pay alırlar
ve bunu hiçbir zaman istismar etmemektedirler.279 Bunun denetimi vardır. Kamu fonları
tam bir saydamlık içinde kullanılır. Sivil toplum kuruluşlarının sayısını artırma çabaları
içindedirler. Sivil toplum kuruluşlarının kamuya ait bütün mekanlarından yararlanma
276
Aydın Uğur, “AB ve STK Dış İlişkilerinde Uluslararası Tecrübe Aktarımı” AB Devlet ve STK‟lar,
Türkiye‟de VII. STK Sempozyumu, İstanbul, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, 2001, s. 146.
277
Türk Genç İşadamları Derneği, s. 31.
278
İbrahim Yıldırım, Demokrasi, Sivil Toplum Kuruluşları ve Yönetişim, Ankara: Seçkin Yayınları, 2004, s.
303-304.
279
Ercan Karakaş, “AB ve STK ilişkilerinde Uluslararası Tecrübe Aktarımı”, AB Devlet ve STK‟lar,
İstanbul:Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, 2001, s. 139.
116
hakları vardır. Almanya‟da siyasi çalışma yapan dernekler ve partiler dahil bütün kamusal
alanları herkese eşit derecede açıktır.280
Tüm bunlara baktığımızda, Almaya‟nın sosyal refah hizmetlerinin sunumunda
Devlet–STK işbirliğinin en yoğun biçimde kullanıldığı ülkelerin başında geldiğini
söyleyebiliriz. Bu ülkede, sosyal hizmetlerin yarıya yakınının finansmanı devlet, sunumu
ise STK tarafından yerine getirilmektedir. STK‟nın olmadığı alan neredeyse yok
denebilecek kadar azdır. Almanya‟da hem gelişmiş bir refah devleti, hem de kâr gütmeyen
büyük bir sektör vardır.281
İngiltere‟nin, hem teoride hem de uygulamada, STK‟ın önemini erken farkettiği
görülmektedir. Bu konuda Lord Beveridge‟nin 1940‟lı yılların sonlarında yaptığı
çalışmalar, o tarihlerde bile devletle STK arasında önemli sayılacak işbirliğinin olduğunu
ortaya koymaktadır. Bu tarihi geçmişine rağmen, İngiltere, STK‟yı sosyal refah
hizmetlerinin sunumunda temel kurumlardan birisi olarak görmemekte, devlet halen sosyal
politika alanında hakim özelliğini sürdürmektedir.282
b. Fransa
Bir diğer ülke olan Fransız STK‟nın gelişimine bakıldığında, 200 yıl önce kabul
edilen “Loi Le Chaelier Yasası”ndan itibaren, hayır kurumları şeklindeki STK‟nın yerini
kamu refah kurumları almaya başlamış, yardımsever kuruluşların kapılarına kilit
vurulmuştur.
Devrimciler,
her
tür
sosyal
refah
hizmetinin
devlet
tarafından
gerçekleştirilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Böylece, 1980‟e gelinceye kadar bu yapı
devam etmiş, devleti yönetenler, vatandaşların her açıdan olduğu gibi, sosyal açıdan da tek
280
Yıldırım, s. 304.
Özdemir, 2007, s. 397.
282
Özdemir, 2007, s. 397.
281
117
temsilcisi olduğunu ısrarla belirtmiştir. Bu nedenle, bu tarihe kadar STK‟ya yasadışı
kuruluş muamelesi yapılmıştır.283
Fransa‟da 1980‟li yıllara kadar sivil toplum kuruluşlarının önemi konusunda çok
fazla çalışma yapılmamıştır. Merkezi devlet yapısı sivil toplum için gerekli toplum
yapısının yaratılmasını engellemiştir.284 Ne var ki, 1981 yılında Sosyalist Parti‟nin
seçimleri kazanmasıyla, Fransız devletinin STK‟ya olan bakışında önemli bir değişim
meydana gelmiştir. Fransa da, özellikle 1983 yılında çıkarılan “Desantralizasyon Kanunu”
ile, sosyal politikanın Devlet–STK işbirliği ile sağlandığı bir ülke durumuna gelmiştir.285
1983 yılından itibaren devletin çekildiği alanlarda sivil toplum örgütleri tamamlayıcı bir rol
üstlenmeye başlamıştır.
Diğer yandan, bu kanun ile, sosyal hizmetlerden büyük oranda yerel yönetimler
sorumlu olmuş, yerel yönetimler ise, bu hizmetlerin sunumunu STK ile işbirliği içinde
yerine getirmiştir. Aynı zamanda, STK‟nın bir kısmı da Ekonomik ve Sosyal Konsey‟de
yer almış ve böylece ulusal politikaların oluşumunda rol üstlenmiştir. 286
2. Amerika BileĢik Devletleri
ABD, STK açısından çok özel bir örneği oluşturmaktadır. Bu ülkede, STK devletten
bile daha eskidir, koloniyal dönemde henüz devlet yokken STK‟ın varlığı dikkat
çekmektedir. 1930‟da sosyal hizmetlerin fedaral düzeyde sunulmasını sağlayan Yeni Düzen
(New Deal)‟e geçilene kadar, bu hizmetler ya STK‟lar, ya yerel yönetimler ya da
eyaletlerce yerine getirilmiştir.287 Hükümetin kendisinin bir hizmeti doğrudan sunduğu
durumlar çok nadirdir. Genelde bir takım sivil toplum kuruluşları ile sözleşmeler imzalanır
283
Özdemir, 2007, s. 396.
Gülgün Erdoğan Tosum, Sivil Toplum: Farklı Bakışlar,İstanbul:Kaknüs yayınları, 2005, s. 175.
285
Özdemir, 2007, s. 396.
286
Claire F. Ullman, The Welfare State‟s Other Crisis: Explaining the New Partnership Between Nonprofit
Organizations and the State in France, Bloomington: Indiana University Press, 1998, s. 133-134. Aktaran:
Özdemir, 2007, s. 397.
287
Özdemir, 2007, s. 393.
284
118
ve işler onlara devredilir. Sivil toplum kuruluşları ve devlet arasındaki ilişki ve işbirliği
eyaletler düzeyinde farklılık gösterir.288
1929 Krizi‟nin ortaya çıkışı, özel sektöre bağımlı olan STK‟nın toplam refah
harcamaları içerisindeki % 25‟lik payının % 1‟e düşmesine neden olmuştur. Hem STK‟nın,
hem de eyaletlerin sosyal sorunların üstesinden gelememesi, federal devleti harekete
geçirmiştir. Kriz sonrasında, devletin STK‟nın işbirliğine gereksinim duyması, Devlet–STK
ortaklığını başlatmıştır. Özellikle 1940 ve sonrası, devletle STK arasındaki ilişkinin
yoğunlaştığı, bu kuruluşları özendirici yasaların çıkartıldığı yıllardır.289 Gerçekten, ABD,
Devlet–STK işbirliğinin en yaygın olarak kullanıldığı ülkedir. 1963‟ten sonra başlatılan
Büyük Toplum (Great Society) politikaları, devlet–STK ilişkilerini bir sosyal refah devleti
modeline dönüştürmüştür. Çeşitli yasal düzenlemelerle, devletin STK‟dan hizmet satın
alması mümkün hale gelmiştir.290
Gelişmiş batı ülkelerinde sivil toplum örgütlerinin etkinliklerinin en çok olduğu
ülke olan ABD‟de sivil toplum örgütleri; hastane, okul, kolejler ve üniversitelerin
çoğunluğunda yönetimde bulunmaktadırlar. Bunların dışında aralarında ulusal, uluslar arası
hayır kurumları, dini örgütler, müze gibi çeşitli amaçlara yönelik olarak faaliyette bulunan
sivil toplum örgütleri de bulunmaktadır. Ülkede kamu politikalarının oluşturulmasında sivil
toplum örgütlerinin rolü günden güne artmaktadır. Küreselleşen zeminde sivil toplumun
etkinliğinin artıyor olması her ülkeyi harekete geçmeye zorlamaktadır. Son olarak ABD 31
Mart 2005 tarihinde Mısır‟da 6 sivil toplum örgütüne Büyük Ortadoğu Projesine katkıda
bulunulması açısından l milyon dolar dağıtmıştır.291
288
Yıldırım, s. 307.
İbrahim Uslu, “Bir Sosyal Siyaset Vasıtası Olarak Kar Gütmeyen Kuruluşlar: ABD Örneği”,
(Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul: İÜ SBE, 1999), s. 39-40, 43. Aktaran: Özdemir, 2007, s. 393.
290
Özdemir, 2007, s. 393.
291
Tosun, s. 175.
289
119
ABD‟de sivil toplum kuruluşlarının yasaları değiştirme yetki ve gücü vardır. İki
yılda bir hükümet yetkilileri ile ilgili yasaların çıkması öncesinde bir araya gelir, sivil
toplum kuruluşlarının fikir ve önerilerini dinler, yapılan işler ve projeler tanıtılır ve düzenli
bir diyalog sürdürülür. Amerika‟da sivil toplum kuruluşlarını üç gruba ayırmak
mümkündür. Bunlar belirli bir hizmet veren sivil toplum kuruluşları, baskı grubu olarak
hizmet veren sivil toplum kuruluşları ve kaynak geliştirici sivil toplum kuruluşlarıdır. Sivil
toplum kuruluşlarının bir çoğu devletten mali destek alır. Devletten mali destek almayı
tümüyle ret edenler olduğu gibi gelirinin % 50 sini doğrudan devletten alanlarda
bulunmaktadır. Bir çok sivil toplum kuruluşu aynı anda birden çok kaynaktan destek
alabilmektedirler.292 Amerika‟da sivil toplum örgütlerinin başarısıyla sağlanmış iki husus
bulunmaktadır. Birincisi, bilgi alma hakkının oluşması, ikincisi, gün ışığında yönetim
anlayışının oturmasıdır. Bu ikisinin oluşmasında sivil toplum örgütleri çok önemli görevler
üstlenmişlerdir.293
Tüm bunlar doğrultusunda ABD‟deki sosyal refah sistemine bakıldığında diğer
ülkelerden farklı olarak ABD‟de devlet ve STK arasında oldukça yoğun bir etkileşim
olduğunu görmekteyiz. Bu kuruluşlar, aslında olması gerekenden farklı olarak, kamu
amaçlarına hizmet etmektedir. Amerika, çok az insanın gerçek anlamda kavrayabileceği,
kamu ve özel faaliyetlerden oluşan bir girift “karma refah ekonomisi”ne sahiptir. Gerçekte,
ortaya çıkan bu sistem, aslında bir sistem değil, ekonomik zorunluluktan doğan gerçekler
ile politik gelenek ve ideolojinin baskıları arasındaki uzlaşmaların kendiliğinden ortaya
çıkardığı bir toplamdır. STK, neredeyse iki yüzyıla yakın bir süreden beridir, ABD‟de
toplum yaşamının en ayırtedici ve en önemli özelliklerinden birisi haline gelmiştir.294
Amerikan toplumunda dikkati çekici bir husus, son yarım yüzyılda sürekli büyüyen
devletin STK‟yı sınırlamak ya da onları yok etmek yerine, onları daha fazla geliştirmiş
olmasıdır. Çünkü, ABD‟de insanların merkezileşmiş devlet bürokrasisine olan düşmanlığı
292
Yıldırım, s. 307.
Gürbüz Kaya, “Türkiye‟de-AB Bütünleşmesinde STK-Devlet İlişkisi”, AB Devlet ve STK‟lar, İstanbul:
Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, 2001, s.182.
294
Özdemir, 2007, s. 394.
293
120
ve birçok alanda önemli sayıda kâr gütmeyen kurumun varlığı, sağlık, eğitim, sosyal
hizmet, sanat ve kültür gibi alanlarda STK‟ya olan desteği artırmıştır. Amerikan sosyal
refah sisteminde, temel sosyal refah alanlarının birçoğunda finansmanın çoğunu devlet
sağlamakta, hizmetlerin çoğunu ise özel kuruluşlar gerçekleştirmektedir.295
Öte yandan, ABD, STK‟yı finansal olarak en çok destekleyen ülkedir. Bu
kuruluşlar, gelirlerinin yaklaşık üçte birini kamu kurumlarından sağlamaktadır. Dünyanın
en büyük kâr gütmeyen sektörü ABD‟dedir. Bu, STK‟nın hem milli gelir hem de
istihdamdaki payı açısından böyledir. 1994 yılı itibariyle STK‟ların milli gelirdeki payı %
6,9, istihdamdaki payı ise % 11,4‟tür. Aynı değerler, 1996 yılına gelindiğinde sırasıyla %
8,8, % 11 olmuştur. ABD‟deki STK, dünyanın en hızlı gelişen üçüncü sektörünü
oluşturmaktadır. Bu kuruluşların faaliyet alanları da son derece geniştir.296
ABD Devlet Gelirleri İdaresi (Internal Revenue Service–IRS)‟ne göre, 1994 yılı
itibariyle ABD‟deki STK‟ın sayısı 1,134,667‟dir. Hatta, bu rakama, kurumsallaşmaya
gerek duymayan, kurumsallaşsa da IRS‟ye bildirimde bulunmayan çok sayıda yerel gönüllü
gruplar dahil değildir. Dolayısıyla, yapılan tahminlere göre, ABD‟de toplam STK sayısı 7
milyon civarındadır.297
1996 yılında Lester Salamon tarafından yapılan başka bir hesaplamaya göre ise, bu
ülkedeki STK sayısı 1,6 milyon civarında olan STK‟lara dair bilgiler aşağıdaki tabloda yer
almaktadır.
295
Lester M. Salamon, America‟s Nonprofit Sector: A Primer, New York: The Foundation Center, 1999, s.
185.
296
Özdemir, 2007, s. 394.
297
Uslu, s. 20-22, 66. Aktaran: Özdemir, 2007, s. 395.
121
Tablo 3: ABD’de STK’lara Dair Bazı Bilgiler
Miktar
Kuruluş Sayısı (1995)
Gelir (1996)
1,6 Milyon
670,3 milyar $
GSMH İçindeki Payı
% 8,8
Çalışan Sayısı (1996)
10,9 milyon
Toplam Ücretliler İçindeki Payı
Gönüllü Çalışanların Sayısı (1995)
Toplam Ücretliler ve Gönüllülerin İstihdamı İçindeki Payı
%7
6,3 milyon
% 11
Kaynak: Lester M. Salamon, America‟s Nonprofit Sector: A Primer, New York: The
Foundation Center, 1999, s. 22.
Bu ülkelerin yanında, İsrail, Hollanda, Norveç, Kanada, İspanya, G. Kore gibi ülkelerde de
Devlet–STK işbirliği yönünde önemli adımlar atılmıştır.
122
Tablo 4: ÇeĢitli Ülkeler Açısından STK Ġstihdamının
Tarım–dıĢı Ġstihdam Ġçindeki Payı, 1996 (%)
Hollanda
12,4
Japonya
3,5
İrlanda
11,5
Arjantin
3,2
Belçika
10,5
Finlandiya
3,0
İsrail
9,2
Çek Cumhuriyeti
2,8
ABD
7,8
Peru
2,4
Avustralya
7,2
Brezilya
2,2
İngiltere
6,2
Kolombiya
2,0
Fransa
4,9
Macaristan
1,3
Almanya
4,6
Slovakya
0,9
İspanya
4,5
Meksika
0,4
Avusturya
4,5
Romanya
0,3
22 Ülke Ort.
4,9
Kaynak: Lester M. Salamon, America‟s Nonprofit Sector: A Primer, New York: The
Foundation Center, 1999, s. 39.
3. Türkiye’de STK’ların Durumu
Sivil toplum teriminin Türk siyasi söylemine girmesi, 1980‟lere rastlamaktadır.
Günlük dile bu denli kolay yerleşmesi, ilk önce Türkçe‟de “asker/sivil” karşıtlığından
kaynaklanmıştır. Bu nedenle ilk aşamada askeri yönetimin tersi anlamında benimsenmiştir.
Zamanla bu anlama 1980‟lere çeşitli özlemleri eklenmiştir. Böylece günlük dilde sivil
toplum, askeri olmayan toplum, çok sessi toplum, devlet tekellerinin kırıldığı toplum,
çoğulcu toplum, katılımcı demokratik toplum, özgürlükçü eşitlikçi toplum gibi bir denklem
123
kurulmuştur. 1980‟lerin tüm özlemleri
sivil toplum kavramı ile özetlenebilir hale
gelmiştir.298
1980 sonrası dönem Türk sivil toplumu açısından bir dönüm noktasını teşkil
etmiştir. Bu dönemde sivil toplum oluşumunu yönünde görülen gelişme, sivil toplum
unsurlarının Türkiye‟deki geleneksel merkeziyetçi devlet alanına karşı bir varlık alanı
oluşturması yönünde olmuştur. Bunu sağlayan iki faktörden birincisi, Türk siyasetinde
meydana gelen değişme, ikincisi ise resmi söylemin dışında, yeni ve farklı söylemlere
sarılan otonom sosyal grupların ortaya çıkması olmuştur.299
Türkiye‟deki sivil toplum tartışmalarının özellikle son yıllarda yoğunlaştığı
söylenebilir. Bunun nedenlerinden biri dünyadaki tartışmaların ülkemizde de yankı
bulmasıdır. Ancak, asıl önemli neden ülkemizdeki ilk örnekleri 1940‟lı yıllarda görülen
ancak 1980‟li yıllardan sonra büyük gelişim gösteren sivil toplum kuruluşlarının sosyal
yaşamda ve kamusal alanda etkili olmaya başlamasıdır.
1980 sonrası dönemde Türkiye‟de ağırlıklı tartışma gündeminde iki kavram
oluşmuştur. Bunlar; sivil toplum ve liberalizmdir. Kamu İktisadi Teşekküllerinin
özelleştirilmesi, yetki devri, belediyelere fon aktarımı, pazar ekonomisinin ön plana
çıkarılması gibi konular sivil toplum cephesine büyük kazanımlar getirmiştir.300
Türkiye‟deki sivil toplum kuruluşlarının %56‟sından fazlasının 1980‟ den sonra kurulması,
bu tartışmaların nedenini açıkça ortaya koymaktadır.
Günümüz itibariyle, dernek ve vakıflar başta olmak üzere, Türkiye‟deki sivil
toplum örgütlerinin ve bunlara üye olanların sayılarına bakıldığında, gelişmiş ülkelerdeki
durumun aksine, oldukça düşük rakamlarla karşıkarşıya kalınmaktadır. ATO‟nun yaptığı
298
Ayşe Öncü, “Sivil Toplum ve Katılım”, Sivil Toplum, Ed:Yurdakul Fincancı, İstanbul: TÜSES Yayınları,
1991, s. 42.
299
Ömer Çaha, Sivil Kadın,Türkiye‟de Sivil Toplum ve Kadın, Ankara:Vadi Yayınları,1996, s.136.
300
Çaha, s. 136.
124
bir araştırmaya göre, Türkiye‟de faaliyet gösteren dernek sayısı 80,757 (866 kişiye bir
dernek), vakıf sayısı ise 4,915‟dir.301 Bu miktar, Almanya‟da 2 milyon 100 bin, Fransa‟da 1
milyon 470 bin, ABD‟de 1 milyon 200 bin olan dernek miktarıyla karşılaştırıldığında
oldukça düşük durmaktadır68. Aynı zamanda, bu ülkelerde ve diğer AB ülkelerinde,
nüfusun büyük bir kısmı da bu sektörde çalışmaktadır. ABD‟de, yaklaşık 7 milyon,
Almanya‟da 1 milyon, Fransa‟da 0,8 milyon, Japonya‟da ise 1,4 milyon kişi sivil toplum
kuruluşlarında istihdam edilmektedir. Ülkemize bakıldığında ise, her ne kadar bu hususla
ilgili yapılmış bir araştırma olmasa da, bu sektörde çalışan kişi sayısının önemsenmeyecek
bir oranda olduğu tahmin edilmektedir.302
Dünya sivil toplum kuruluşları giderek gelişmektedir. Birçok ülkede, bu
kuruluşların GSMH içindeki payları oldukça büyüktür ve gittikçe de büyümektedir
(Örneğin, ABD‟de % 6,3, İngiltere ve Fransa‟da % 4,8 ve Japonya‟da %3,5). Ülkemiz için
ise, bu kuruluşlarının mali yönden incelendiği ve GSMH içindeki paylarının ortaya
çıkarıldığı bir araştırma ya da istatiksel bir çalışma bulunmamaktadır.303
Günümüzde, ülkemizde Devlet–STK ilişkisinin yeterince gelişmemiş olmasının
temelinde, Türkiye‟nin henüz yeteri kadar güçlü bir sosyal refah devleti olamaması
yatmaktadır. Dolayısıyla, bu yetersizlik, STK‟ları da etkisi altına almıştır ve yakın bir
gelecekte de bu alanda olumlu gelişmelerin yaşanacağına dair bir belirti yoktur. Ülkemiz,
gelişmiş Batı refah devletlerinin 1970‟lerden itibaren yaşadığı dönüşüm sürecini henüz
yaşamaya başlamamıştır.304
Devlet ile STK arasında işbirliği zemininin oluşması bazı koşullara bağlıdır.
Herşeyden önce, devletin STK‟ı teşvik etmesi ve bu kuruluşların etkin bir şekilde faaliyette
bulunmalarına olanak veren yasal düzenlemeleri hazırlaması gereklidir. İkinci koşul ise,
301
ATO,
AB
Kapısında
Sivil
Toplum
Dosyası,
Ankara:
ATO
Yay.,
http://195.155.145.1/turkce0index10.html, (Çevrimiçi: 02.11.2004). Aktaran: Özdemir, 2007, s. 400.
302
Özdemir, 2007, s. 400.
303
ATO, Aktaran: Özdemir, 2007, s. 400.
304
Özdemir, 2007, s. 401.
2004,
125
devletin bu kuruluşları mali açıdan desteklemesidir. Bunun iki yolu vardır. Birinci yol,
dolaylı olandır ve bu kuruluşların vergiden muaf tutulmalarını ya da bu kuruluşlara bağışta
bulunacak gerçek veya tüzel kişilerin, yapacakları bağışları (ülkelere göre değişik oranlar
vardır) vergi matrahlarından düşebilmelerini mümkün kılmaktır. Dolaysız yöntem ise,
belirli projelerde kullanılmak üzere bu kurumlara parasal yardım yapılmasıyla da bunlar
tarafından sunulan hizmetlerin satın alınmasıdır.305
Ülkemizde eğitim, sağlık, sosyal hizmetler vb. konularda merkezi devletin ağırlığı
çok fazladır. Kamu kuruluşlarının sunduğu sosyal nitelikli kamu hizmetlerinin tamamı
merkezi yönetimin (Ankara‟nın) kontrolünde gerçekleştirilmektedir. Aşırı merkeziyetçilik,
hizmetlerin planlanması, yapılması ve gereksinim duyanlara aktarılmasını aksatmaktadır.
İlave olarak, finansal kaynak sıkıntısı da bu hizmetlerin yetersiz kalmasına yol açmaktadır.
Dolayısıyla, Bu açılardan bakıldığında, Türkiye‟de sosyal refah hizmetlerinin yerine
getirilmesi bağlamında hem kamu yönetiminin, hem de STK‟ın istenilen düzeye
ulaşamadığı görülmektedir.306
305
Özdemir, 2007, s. 401.
Hasan Hüseyin Çevik, “Kamu Hizmetlerinin Üretilmesinde ve Sunulmasında Sosyal Refah Çoğulculuğu”,
Türk Ġdare Dergisi, Sayı: 418, Mart 1998, s. 114.
306
126
SONUÇ
Toplumun sosyal bakışı tarafından desteklenen ve kullanılmaya başlayınca,
insanların temel ihtiyaçlarını karşılama hakkını ve imkanını etkileyen herhangi devletüstü,
ulusal, yerli ve toplumsal düzeyde geliştirilmiş politika olarak tanımlanan sosyal politika,
özellikle kapitalizmin ortaya çıktığı sanayi devriminden sonra ciddi boyutlara ulaşan sosyal
sorunlara çözüm olarak ortaya çıkmıştır. Sosyal sorunların giderek büyümesi sonucu oluşan
tepkiler, sistemin sınırlarını zorlamaya başlamıştır. Bireyler “sivil güvencelerin” yanında
“sosyal güvenceleri” de devletten talep etmeye başlamıştır. Bu doğrultuda, değişik nitelik
ve düzeyler de de olsa her devletin birer sosyal politikasının olması sonucu doğmuştur. Bu
durum, sosyal politika üreticisi ve uygulayıcısı olarak “refah devletini” ortaya çıkarmıştır.
Kapitalizmin kendi içinde yaşadığı değişimlerle birlikte sosyal sorunlarda
farklılıklar ortaya çıkmıştır. Bu durumda, sosyal sorunlara çözüm olan politikaların üreticisi
olarak refah devletinde de dönüşümler yaşanmıştır. Toplumun neredeyse bütününe sosyal
korumanın sağlandığı İkinci Dünya Savaşı sonrasında “refah devleti” örneğinde sosyal
politika en geniş kapsama ulaşmıştır. O dönemde, tüm sanayileşmiş Batılı ülkelerde kalıntı
refah anlayışından kurumsal refah anlayışına geçilmiştir. II. Dünya Savaşı ertesinde
Keynes‟in öncülüğünde kurulan ve birçok ülkede geniş bir toplumsal uzlaşmaya dayanan
“Keynezyen refah devleti”, aslında “Soğuk Savaş” yıllarına ve kapitalist sistemin “Altın
Çağı”na özgü bir modern devlet biçimi olarak, büyük bir toplumsal uzlaşmaya sahip
olmuştur. Nitekim, refah devleti modelinin, krizin başladığı yıllara değin Avrupa
toplumlarının nüfus, aile ve iş piyasası yapıları ile iyi derecede bir uyum içerisinde olduğu
bilinmektedir. Gerçekte, refah devleti olarak kabul edilen ülkelerin hepsi aynı düzeyde
bulunmamaktadır. Uygulamada, birbirinden farklı bir şekilde gelişen refah devletleri,
literatürde yeralan farklı refah kategorilerine uygun olarak sınıflandırılmaktadır. Bunların
içinde en fazla bilineni, Gøsta Esping–Andersen‟in yapmış olduğu sınıflandırmadır ve
O‟nun yaptığı bu sınıflandırmaya göre, kimi ülkeler sıralamanın üstünde yer almakta
(sosyal demokrat refah modeli: İsveç, Norveç, Danimarka vb.), bunları daha orta düzeyli
127
ülkeler (muhafazakar refah modeli: İsviçre, Almanya, Fransa vb.) izlemekte, en alt sıralarda
ise en zayıf ülkeler (liberal refah modeli: ABD, İngiltere, Kanada vb.) yer almaktadır. Bu
ülkelerden bir kısmı “kalıntı refah anlayışı”na sahipken (ABD), bir kısmı ise, gelişmiş
“kurumsal
refah
anlayışı”nı
(İsveç) benimsemiştir. Refah devletinin
gelişimine
bakıldığında, son çeyrek yüzyıla gelinceye kadar bütün sanayileşmiş Batı toplumlarının,
kalıntı refah anlayışından, kurumsal refah anlayışına geçtiği görülmektedir. 1970‟li yıllar
sonrasından ise kurumsaldan kalıntıya doğru bir yönelim başlamıştır.
Refah devleti anlayışında başlayan dönüşümün nedeni, özellikle 1970‟li yılların
sonlarından itibaren ortaya çıkan “küreselleşme” süreci olmuştur. Keynezyen politikaların
izlenmesinin, 1970‟li yıllarda görülen Birinci ve İkinci Petrol Krizleri‟nin ardından, Batı
dünyasındaki ülkelerde sorunlar ortaya çıkardığı görülmüştür. Sorunların nedeni, yüksek
toplam talep ve istihdam politikaları, yüksek vergi oranları, cömert sosyal refah devleti
harcamaları ve artan devlet müdahaleleri olarak belirlenmiştir. Bu nedenle, artık devletler,
cömert sosyal refah harcamalarını sürdürebilmenin olanaksız olduğu düşüncesiyle
harcamalarını kısmak, gelirlerini artırmak için yeni politikalar geliştirmeye, reformlar
yapmaya başlamışlardır. Bu durum, ilk bakışta “refah devleti geriliyor” şeklinde
yorumlansa da gerçekleştirilen araştırmaların ulaştığı sonuç, refah devletlerinin önemli
oranda direnç gösterdiği yönünde olmuştur.
Refah devletinde geri dönüşümler yaşanmasa da refah devleti anlayışında değişime
yönelik yeniden yapılandırma çabaları ortaya çıkmıştır. Yukarıda belirtilen nedenlerle,
refah devletleri, kamu refah harcamalarının azaltılması için reformlar başlatmış ve yeniden
yapılanma çalışmalarına başvurmuştur. Bu amaçla, sosyal refah kurumları hem kurum
olarak, hem de sağladığı hizmetler açısından reorganize edilmekte, refah devletinin birçok
fonksiyonu ya yerel yönetimlere aktarılmakta, ya devlet–sivil toplum kuruluşları işbirliğine
başvurulmakta ya da devletin bu tür sosyal işlevleri özelleştirilerek bu hizmetlerin
sunulması piyasaya bırakılmaktadır. Özellikle sosyal refah hizmetlerinin özel sektöre
devredilmesi, neo-liberal yaklaşımın en çok tercih ettiği ve günümüzde bazı ülkeler
128
tarafından benimseneni bir uygulama türü olmuştur. Bu anlamda, Sivil Toplum Kuruluşları
hem toplumun tepkisini çekmemek hem de özelleştirme öncesine bir hazırlık olması
açısından en uygun sosyal refah sağlayıcılar olarak görülmüş ve bazı ülkelerde sosyal
hizmetlerin sunulması bu kuruluşlar aracılığıyla sağlanmaya başlanmıştır.
Bu noktada, hem ulusal hem de uluslararası alanda faaliyet gösteren STK‟lar, sosyal
politika uygulamalarının önemli bir bileşenini oluşturmaktadır. STK‟lar, sosyal politikanın
amaçlarına benzer şekilde, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde sosyal yaşantıya ve sosyal
değişime katkı sağlamaktadır. Bu amaçla faaliyette bulunan STK‟lar, sosyal refah, sosyal
bütünleşme, gelir dağılımı, sosyal adalet, insan hakları gibi sosyal politikanın temel
konuları hakkında baskı oluşturma faaliyetleri gerçekleştirmektedir. Bu anlamda STK‟lar,
sosyal politikanın amaçlarını
gerçekleştiren birer araç görevinde bulunmaktadır.
Günümüzde bir çok ülkede devlet, uzmanlık gerektiren konularda STK‟lara danışmakta
veya ortak çalışmayı talep etmektedir. Özetle STK‟lar, ulusal ve uluslararası seviyede
örgütlenerek ve işbirliğine giderek hükümetlerin sosyal politika oluşturma süreçleri
üzerinde etkili olabilmektedir.
STK‟larının artan rolünün, refah devletinde küçülmeyi sağlamak üzere planlandığı
konusunda yanlış bir algılama söz konusudur. Örneğin bu açıdan Fransa refah devleti
incelendiğinde, bu ülkede STK‟nın devlete yardımcı bir rol üstlendiği, sosyal hizmetlerini
artırmak isteyen devletin bu alandaki yetersiz kapasitesini takviye ettiği görülmektedir.
Yani, yaygın olan düşünülenin aksine, STK, müdahaleci ve cömert refah devletini
güçsüzleştirmek üzere harekete geçirilmemiştir. Burada amaçlanan, STK‟yı devlete destek
olarak istihdam ederek devletin gücünü artırmak ve genişletmektir. Bu açıdan STK‟lara
yetki verilmesiyle birlikte, Batı refah devletlerinin gelişiminde önemli bir gelişme
gözlemlendiği ifade edilmektedir.
Genel olarak, devletin desteğini arkasına alan STK‟ların, kendi olanaklarını da
ekleyerek, sosyal hizmetleri daha etkin ve verimli bir şekilde gerçekleştirmeye çalışacakları
129
düşünülmüştür. STK‟lar, genellikle devletin bir alternatifi olarak değil, onu tamamlayan bir
kurum olarak son çeyrek yüzyılın ekonomik ve politik felsefesine uygun bir kurum olması
nedeniyle, devletler tarafından desteklenmekte, geliştirilmektedir. Bu doğrultuda STK‟lar,
önümüzdeki yıllarda da sosyal politika uygulamalarının önemli bir aracı olmaya devam
edecektir.
130
KAYNAKÇA
Abadab-Unat. Nermin. Bitmeyen Göç Konuk ĠĢçilikten Ulus-Ötesi YurttaĢlığa,
İstanbul Bilgi Üniversitesi, Yayınları 30 Göç Çalışmaları 1, İstanbul, Ekim 2002.
AB Komisyonu Türkiye Temsilciliği. “Sivil Toplum İş Başında”, Aralık 2001.
Acar, Mustafa. “Ekonomik, Siyasal ve Sosyal Kültürel Boyutlarıyla Küreselleşme : Bir
Tehdit mi, Bir Fırsat mı?”, http://www.liberal-dt.org.tr/, (Çevirimiçi: 23 Haziran
2005), Aktaran: Ali Bakın, “Küreselleşme, Sosyal Politika Alanında Yaşanan
Dönüşüm ve Türkiye‟nin Refah Rejiminin Karmaşık Niteliği”, (Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi, SBE), 2005.
Acı, Esra Yüksel. Kalkınma Sürecinin Yeni Aktörleri Sivil Toplum KuruluĢları, Günizi
Yay, İstanbul, 2005.
Akkaya, Yüksel. KüreselleĢme Kıskacında Türkiye’de ĠĢçi Sınıfı ve Temel Özellikleri,
Petrol-iş 2000-2003, Petrol-İş Yayınları, İstanbul: 2003.
Aktan, Coşkun Can. Müdaheleci Devletten: Müdehaleci Sınırlı Devlete, No:3 Ankara:
Yeni Türkiye, 1999, s. 43.
Aktan,
Coşkun
Can.
“İyi
Yönetişim”,
http://www.canaktan.org/politika/yonetisim/anasayfa-yonetisim.htm, (Çevirimiçi:
06.02.2009).
Aktan, Coşkun Can ve Hüseyin Şen. “Globalleşme ve Türkiye”, Mercek Dergisi, Yıl 6,
Sayı 21, Ocak 2001.
Aktan, Coşkun Can ve Özlem Kıvrak. “Sosyal Devletin Doğuşu ve Gelişimi”,
http://www.canaktan.org/politika/refah-devleti/dogusu-gelisim.htm, (Çevirimiçi:
20.03.2009).
Aktan, Coşkun Can ve İsmail Yaşar Vural. “Gelir Dağılımında Adalet(siz)lik ve Gelir
Eşit(siz)liği: Terminoloji, Temel Kavramlar ve Ölçüm Yöntemleri”, Yoksullukla
Mücadele Stratejileri, (Haz.: Coşkun Can Aktan), Ankara: Hak-İş Konfedarasyonu
Yay., 2002, http://www.canaktan.org/ekonomi/yoksulluk/birinci-bol/aktan-vuralgelir-dagilimi.pdf, (Çevirimiçi: 15.03.2009).
Avrupa Birliği‟nde Sivil Toplum, Son Baskı Sanal Dergi, Yıl:1, Sayı:8, Ağustos 2004.
131
Alonso Joe Antonio. “Globalization, Civil Society and the Multilateral System”,
Development in Pratice, Vol: 10, 2000.
Aran, Hilmi Fuat. “Dünyada ve Türkiye‟de Küreselleşme ve Sendikalar Üzerine Etkisi”
(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi İstanbul: Marmara Üniversitesi, SBE), 2003.
ATO.
AB Kapısında Sivil Toplum Dosyası, Ankara: ATO Yay.,
http://195.155.145.1/turkce0index10.html, (Çevrimiçi: 02.11.2004).
2004,
Aydoğan, Metin. Yeni Dünya Düzeni Kemalizm ve Türkiye, 20. Yüzyılın
Sorgulanması, Cilt 2, İstanbul: Kum Saati Yayınları, 2002.
Aykaç, Mustafa, Zeki Parlak ve Süleyman Özdemir. KüreselleĢme Sürecinde Rekabet
Gücünün Arttırılması ve Türkiye’de KOBĠ’ler, İstanbul: İstanbul Ticaret Odası
Yayınları, 2007.
Aykaç, Mustafa. “Globalleşen Dünyada İşgücü Piyasaları”, Çevre Dergisi, Sayı:14(MayısTemmuz 1995).
Bakın, Ali. “Küreselleşme, Sosyal Politika Alanında Yaşanan Dönüşüm ve Türkiye‟nin
Refah Rejiminin Karmaşık Niteliği”, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
İstanbul: Marmara Üniversitesi, SBE), 2005.
Balcı, Yusuf. “Bilgi Teknolojisi ve İstihdam”, Çerçeve, Yıl 4 Sayı, 15 Ağustos-Ekim,
1995.
Barr, Nicholas. The Economics of the Welfare State, Standford: Standford University
Press, 1993.
Başbuğ, Aydın. “Liberal Siyaset ve Sosyal Devlet,” Yeni Türkiye, Sayı.25, Ocak-Şubat
1999.
Briggs, Asa. “The Welfare State in Historical Perspective”, (Ed: Pierson, C and F Castles),
The Welfare State Leader, Cambridge Polity Press, 2000.
Bozkurt, Nilüfer. Globalleşme ve Devlet, Ġktisat Dergisi, Sayı.382.
Burden, Tom. Social Policy and Welfare: A Clear Guide, London: Pluto Press, 1998.
Carnoy, Martin. “Education and Economic Development: The First Generation”, The
Economic Value of Education: Studies in the Economics of Education, (Ed.:
Mark Blaug), Cambridge: Edward Elgar Publ., 1992.
132
Castles, F. & D. Mitchell. “Three Worlds of Welfare Capitalism or Four?”, ANU, Graduate
Programme in Social Policy, 1990.
Castles, F. Comparative Public Policy, Cheltenham: Edward Elgar Publ., 1998.
Cerny, P.G;” The Dynamics of Financial Globalization: Technology, Market Structure, and
Policy Response.” Policy Sciences, Vol: 27, 1994.
Chase-Dunn C., Y. Kawano ve B.D. Brewer, “Trade Globalization since 1975: Waves of
Integration in the World System”, American Sociological Review, Vo. 65, No. 1,
2000.
Chossudousky Michel. Yoksulluğun KüreselleĢmesi, IMF ve Dünya Bankası
Reformlarının Ġçyüzü, (çev: N. Sapan), Çiviyazıları Yayınları, İstanbul, 1999.
Çaha, Ömer. Sivil Kadın, Türkiye’de Sivil Toplum ve Kadın, Ankara: Vadi Yayınları,
1996.
Çalışkan, Abdülkerim. “Sosyal Refahın Sağlanmasında Devletin Etkinliği ve Türkiye
Örneği, (Yayınlanmamış Doktora Tezi İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi SBE),
2001.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı. Sosyal Güvenlik Reform Önerisi, Nisan 2005.
Çelik, Abdülhalim. “Refah Devletinde Kriz ve Yeniden Yapılanma”,
http://iibf.kocaeli.edu.tr/ceko/ssk/kitap50/16.pdf, (Çevirimiçi: 17.01.2009).
Çelik, Abdülhalim. KüreselleĢme Sürecinde Sosyal Güvenlik Sistemlerinin DönüĢümü
ve Türkiye, Kamu-İş Yayınları, Ankara, 2002.
Çelik,
Abdülhalim.
“Refah
Devletinde
Kriz
ve
Yeniden
Yapılanma”,
http://iibf.kocaeli.edu.tr/ceko/ssk/kitap50/16.pdf, (Çevirimiçi: 17.01.2009).
Çevik, Hasan Hüseyin. “Kamu Hizmetlerinin Üretilmesinde ve Sunulmasında Sosyal
Refah Çoğulculuğu”, Türk Ġdare Dergisi, Sayı: 418, Mart 1998.
Daldal Necef, Şule. “Esenekliğin Farklı Boyutları ve Uluslararası Dinamikler”, Petrolİş‟97-99, Petrol-iş Yayınları, İstanbul: Mart 2000.
Delong, Brad. http://www.j-bradford-delong.net , (Çevirimiçi: 03.04.2009); & Ayrıca bkz.:
Kontent XXI, “Küreselleşme ve Refah”, Sayı:5, Ocak-Şubat 2002.
Dilip D.K. Economic Dimensions of Globalization, Boston: Palgrave–MacMillan Publ.,
2004.
133
Dilnot,
Andrew.
Refah
Devletinin
Geleceği,
(Çev.:
Zeynel
http://www.canaktan.org/politika/anti_leviathan/diger-yazilar/baskicirefah.devleti.pdf, (Çevirimiçi: 29.03.2003).
Bakıcı),
Doğan, İlyas. Özgürlükçü ve Totaliter DüĢünce Geleneğinde Sivil Toplum, Alfa
Yayınları, İstanbul, 2002.
Doğan, Özlem. “Hukuk Devletini Sosyal Devlet İçinde Düşünmek”, Doğu-Batı Dergisi,
Yıl:4 Sayı:13, Kasım, Aralık, Ocak 2000-01.
DPT. KüreselleĢme Özel Ġhtisas Komisyonu Raporu Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma
Planı, Ankara: DTP Yayınları, 2000.
DPT. Sosyal Güvenlik Özel Ġhtisas Komisyonu Raporu, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma
Planı, Ankara: DPT Yay., 2001.
DPT. Dokuzuncu Kalkınma Planı Özel Ġhtisas Komisyonu Raporu, Ankara 2006.
DTP. KayıtdıĢı Ekonomi Özel Ġhtisas Komisyonu Raporu, Sekizinci Beş yıllık
Kalkınma Planı, DTP: 2603-ÖİK: 614, Ankara 2001.
Dursun, Davut. “Devlet Karşısında Sivil Toplumun Artan Gücü ve Geleceği Üzerine
Bir Değerlendirme”, Türkiye Gönüllü Kültür Teşekkülleri 6. İstişare
Toplantısı, Ankara: 1996.
Dünya Yerel Yönetim ve Demokrasi Akademisi (WALD). Sivil Toplum Örgütleri:
Neoliberalizmin Araçları mı, Halka Dayalı Alternatifler mi?, (Çev. Işık
Ergüden), Demokrasi Kitaplığı, İstanbul: Mart 2001.
Eero Lahelma, Katarina Kivela, Eva Roos vd. Analysing Changes of Health Inequalities
in the Nordic Welfare States, Social Science & Medicine, Issue: 55, 2002.
Ekin, Nusret ve Diğerleri. Türk Sosyal Güvenlik Sistemi’nde ArayıĢlar: ÖzelleĢtirme ve
Yeniden Yapılanma, Yayın No.1999-69, İTO, İstanbul: 1999.
Ercan, Fuat. “Sermaye Birikim Rejiminin Çelişkili Sürekliliği”, Neoliberalizmin
Tahribatı, (Derleyen Balkan, Neşecan ve Sungur Savran), Metis Yayınları,
İstanbul, Mayıs 2004.
Erdem, Tevfik. “Mükemmel Bir Toplum Tasarımı Olarak Sivil Toplum”, 21. Yüzyılda
Türkiye‟de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunları Sempozyumu (Bildiriler Kitabı),
Ankara, 2005.
Erder, Sema. “‟Yeni” Yoksulluk ve ‟Yeni‟ Modeller”, Kızılcık Dergisi, Mart 2004.
134
Erdut, Zeki. Uluslararası Sosyal Politika ve Türkiye, Dokuz Eylül Yayınları, İzmir:
2003.
Euzeby, Alain. “Social Protection: Values to be Defended!”, International Social
Security Review, Vol. 57/2, 2004.
Fişek, Gürhan. “Sosyal Devletsiz Bir Sosyal Güvenlik...”, http://www.fisek.org/108.php,
(Çevrimiçi: 29.04.2009).
Flora P., Heidenheimer. A. J. The Development of Welfare States In Europe And
America, New Brunswick, NJ,Transaction Books, 1981.
Foster, J. Knowing Ourselves. A Brief History of Emerging Global Civil Society,
CIVICUS World Assembly, Voncouver, B.S., Canada.August 2001.
Freeman, B.R. “Emek, Sermaye ve Sosyal Güvenlik: 21. Yüzyıla Hazırlanırken Avrupa‟da
Sosyal Koruma Değişim ve Sorunlar”, ETUC-ETUI Konferansı, (Derleyenler: A.
BOSCO ve M. HUTSEBAUT), Brüksel, Avrupa Sendikalar Enstitüsü Yayınları,
Harb-İş Sendikası, 1996.
Friedman, Thomas. Lexus ve Zeytin Ağacı KüreselleĢmenin Geleceği, İstanbul BZD
Yayıncılık, 1999.
Garret, Geoffrey ve Mitchell Deborah. “Globalization, Government Spending and Taxation
in the OECD”, European Journal of Political Research, Issue: 39, 2001.
Gerreffi, G,. J. Humphrey, ve T. Sturgeon. “ The Governance of Global Value Chaine”,
Review of International Political Economy, Vol. 12, No1 February 2005.
Ginsberg, Leon. Conservative Social Welfare Policy: A Description and Analysis, Chicago:
Nelson–Hall Press, 1998.
Gough,
Lann.
Refah
Devleti,
(Çev.:
Kamil
Güngör),
(Çevirimiçi):
http://www.canaktan.org/politika/anti_leviathan/diger-yazilar/gungor-refahdevleti.pdf, 05.01.2009.
Göymen, Korel. “Türkiye‟de Yerel Yönetim Reformu”, Yerel Yönetimler Kongresi:
Dünden Bugüne Yerel Yönetimlerde Yeniden Yapılanma, Çanakkale Onsekiz
Mart Üniversitesi, Biga İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Biga-Çanakkale, 2004.
Göze, Ayferi. Liberal, Marxiste, FaĢist ve Sosyal Devlet, 3. Bs., İstanbul: Beta Yay.,
1995.
Greve, Bent. Historical Dictionary of the Welfare State, London: Scarecrow Press, 1998.
135
Güleç, Sertaç. “1945-1980 Yılları Arasında Türkiye‟de Refah Devleti”, (Çevirimiçi):
http://www.yerelsiyaset.com/pdf/temmuz2008/13.pdf, 12.03.2009.
Güllüoğlu,
Tuncay.
“Yeni
teknolojilerin
Çalışma
İlişkilerine
Etkileri”,
http://www.bilgiyonetimi.org/cm/pages/mkl_gos.php?nt=190(23.12.2004).
Güngör, Fethi, Yıldızı Yeni Parlayan Bir Sektör: Sivil Toplum Kurulusları.
http://www.osmanli.org.tr/yazi.php?bolum=4&id=292, (Çevirimiçi: 01.06.2009).
Gürel, Deniz. “Türkiye‟de Sivil Toplum Kuruluşlarının Sosyal Politika Üzerindeki Etkisi:
İstanbul Örneği”, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, SBE), 2009.
Güzel, Ali ve Ali Rıza Okur. Sosyal Güvenlik Hukuku, 2. bs., İstanbul: Beta Yay., 1990.
Hadenius, A., F. Uggla, “Making Sivil Society Work, Promoting Democtaric Development:
What can States and Donors Do?”, World Development, Vol:24, No:10.
Hayter, S. “The Social Dimension of Global Production Systems: A Review of the Issues”,
ILO Working Paper No: 25, 2004.
Held D. ve A. McGrew. “The Great Globalization Debate: An Introduction”, (eds.) D.
Held ve A. McGrew, The Global Transformations Reader, London: Polity Publ.
2003.
Hick, Alexander, Lane Kenworthy. “Varieties of Welfare Capitalism”, LIST Working
Paper Series, No: 316, New York: Syracuse University, August 2002.
Hick, Alexander, Lane Kenworthy. Varieties of Welfare Capitalism, LIST Working
Paper Series, No: 316, New York: Syracuse University, August 2002.
Hirst, P. ve G. Thompson, Globalization in Question: International Economy and
Possible Governance, Second Edition, London: Polity, 2001.
Hirst, Paul ve Grahame Thompson. KüreselleĢme Sorgulanıyor, 2. Bs. Ankara: Dost
Kitabevi, 2000.
Howard Chernick, Andrew Reschovsky, “State Fiscal Responses to Welfare Reform
During Recessions: Lessons fort he Future”, Public Budgeting & Finance, 2003.
Hummels, D., J. Ishii ve D. Yi, Kei–Mu. “The Nature and Growth of Vertical
Specialization in World Trade”, Journal of International Economics, Vol. 54,
2001.
136
ICTFU Sendikalar için Küreselleşme Rehberi, “Küreselleşme Rehberi-1”, DİSK Yayınları,
No: 34, Ocak 2003.
İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası (İSMMMO)‟nın , “Türkiye‟de Sivil
Toplum”,
Konulu
Araştırması
Hakkında
Basın
Bülteni,
2009,
http://www.istanbulsmmmodasi.org.tr/TRapor.asp?id=2359
,
(Çevirimiçi:
02.06.2009).
Kalyoncu, Murat. “Küreselleşme ve Sosyal Politika”, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi), İstanbul: 2005.
Karakaş, Ercan. “AB ve STK ilişkilerinde Uluslararası Tecrübe Aktarımı”, AB Devlet ve
STK‟lar, İstanbul:Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, 2001.
Kaya, Gürbüz. “Türkiye‟de-AB Bütünleşmesinde STK-Devlet İlişkisi”, AB Devlet ve
STK‟lar, İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, 2001.
Kaya, Özer. “Sivil Toplum Kuruluşları ve Kalkınma”, (yayınlanmamış yeterlilik tezi),
İçişleri Bakanlığı Dernekler Dairesi Başkanlığı , Ankara, 2008.
Kazgan, Gülten. Tanzimattan 21. Yüzyıl’a Türkiye Ekonomisi, İstanbul: Altın Kitaplar,
1999.
Kazgan, Gülten. “Küreselleşme ve Ulus-Devlet: Yeni Ekonomik Düzen”, 2. Bs., İstanbul:
Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2002.
Keyman, Fuat. “Sivil Toplum, Sivil Toplum Kuruluşları ve Türkiye”, Sivil Toplum ve
Demokrasi Sivil Toplum Yazıları, 2004, stk.bilgi.edu.tr/docs/keyman_std_4.pdf
(Çevirimiçi: 16.03.2008).
Koçdemir Kadir. “Küreselleşme ve Türkiye” Türk Ġdare Dergisi, Sayı: 418, 1998.
Kongar, Emre. Küresel Terör ve Türkiye (KüreselleĢme, Huntington ve 11 Eylül),
İstanbul: Remzi Kitabevi, 2001.
Koray, Meryem. “Avrupa Refah Devleti: Anlamı, Boyutları ve Geleceği”, GörüĢ Dergisi,
Tüsiad Yayınları, Sayı:57, Aralık 2003.
Koray, Meryem. Sosyal Politika, Ezgi Kitabevi, Bursa: 2000.
Korkmaz, Sait. “Türkiye'de Sosyal Güvenlik Finansman Açıkları ve Sosyal Güvenlik
Kurumunun Bu Açıklar Üzerindeki Olası Etkileri”, (Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi Ankara: Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2007).
137
Kotlikoff, J. Laurence. “Privatizing Social Security at Home and Abroad” The American
Economic Review, Vol. 86/2, May 1996.
Kuhnle, Stein ve Matti Alestalo, “Growth, Adjustments and Survival of European Welfare
States”, Survival of the European Welfare State, y.y.: Routledge Publ., 2000.
Kumar, Krishan. “Civil Society: an Inquriy into the Usefulness of an Historical Term”,
British Journal of Sociology, 1993.
Kurtulmuş, Numan. Sanayi Ötesi DönüĢüm, İz Yayıncılık, İstanbul, 1995.
Lazar, Harvey, Peter Stoyko. “The Future of the Welfare State”, Internatioanl Social
Security Rewiev, Vol.: 51, March 1998.
Lindbeck, Assar ve Diğerleri. “ İleri Refah Devletinin Sonuçları,” Yeni Türkiye, Sayı.29,
Eylül-Ekim 1999.
Lordoğlu, Kuvvet ve Nurcan Özkaplan. ÇalıĢma Ġktisadı, İstabul: Der Yayınları, 2005.
Maddison, A. The World Economy: A Millennial Perspective, Paris: OECD, 2001.
Mahçupyan, Etyen. “Devlet Liberalizm ve Kapitalizm”, Doğu Batı DüĢünce Dergisi,
Yıl.1, Sayı.1, Kasım-Aralık-Ocak 1997.
Marangoz, Şermin. “Refah Devleti: Gelişimi, Oluşumu, Modelleri ve Güncel Değişimler”,
(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: İÜ SBE), 2001.
Marshall, T.H. YurttaĢlık ve Toplumsal Sınıflar, (Çeviren Ayhan Kaya), Gündoğan
Yayınları, Ankara: Mayıs 2000.
Maurizio, Ferrera, Anton Hemerijck ve Martin Rhodes. “Recasting European Welfare
States for the 21st Century”, European Review, (Special Issue on “The Future of
the Welfare State”), (Ed. Stephan Leibfried), 2000.
Karaca,
Nil.
“Gatt‟tan
Dünya
Ticaret
Örgütüne”,
http://www.kktcsanayiodasi.org/site/den20.pdf, (Erişim: 02.12.2009).
O‟Brien, Robert and Marc Williams. Global Political Economy, Evolution and
Dynamics, New York: Palgrave Macmillan, 2004.
OXFAM. Rigid Rules and Double Standards: Trade, Globalization and Fight Aganist
Poverty, 2002.
138
Öncü, Ayşe. “Sivil Toplum ve Katılım”, Sivil Toplum, Ed:Yurdakul Fincancı, İstanbul:
TÜSES Yayınları, 1991.
Öngen, Tülin. “Esneklik: Kapitalizmin Yeni Fetişi”, Ġktisat, Sayı 357, Mayıs-Haziran
1996.
Özdemir, Sülayman. KüreselleĢme Sürecinde Refah Devleti, No: 69, İstanbul: İstanbul
Ticaret Odası Yayınları, 2004.
Özdemir, Sülayman. KüreselleĢme Sürecinde Refah Devleti, İstanbul: İstanbul Ticaret
Odası Yayınları, 2007.
Özdemir, Süleyman. Refah Devletlerinde Sosyal Harcamaların Analizi, (Ġktisat Fakültesi
Sosyal Siyaset Konferansları, Prof. Dr. Nevzat YalçıntaĢ’a Armağan Özel
Sayısı), 50. Kitap, İstanbul: İÜ Yayınevi, 2005.
Özdemir, Süleyman. “Refah Devleti ve Üstlendiği Temel Görevler Üzerine Bir İnceleme”,
http://www.sosyalsiyaset.com/documents/refah_devleti_ustlendigi_gorvlr.htm,
(Çevirimiçi: 01.04.2009).
Özdemir, Süleyman. “Sosyal Gelişim Düzeyleri Farklı Refah
Sınıflandırılması
Üzerine
Bir
http://www.sosyalsiyaset.com/documents/sosyal_gelisim.htm,
29.03.2003).
Devletlerinin
İnceleme”
(Çevirimiçi:
Özdemir, Süleyman Halis Başel ve Hasan Şenocak. Sivil Toplum Kuruluşları (STK)‟nın
Artan Önemi ve Üsküdar‟da Faaliyet Gösteren Bazı STK‟kar Üzerine Bir
Araştırma,
http://makale.suleymanozdemir.com/STKMakale-SSK56.pdf,
(Çevirimiçi: 03.03.2010).
Özkıvrak, Özlem ve Dilek Dileyici. “Globalleşme, Bölgeselleşme ve Mega Rekabet”,
(Çevirimiçi): http://www.econturk.org/dtm7.htm, (Erişim:13.04.2009).
Özuğurlu, Aynur. “Devlet-Sivil Toplum Ayrımı Üzerine”, Siyaset Sosyolojisi Ders Notları,
Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 1998-1999.
Özuğurlu, Metin. “Küresel Fabrikanın Doğşu ve Yükselişi”, 2000-2003 Petrol-ĠĢ Yıllığı:
KüreselleĢme KoĢullarında Kapitalizm ve Sendikal Hareket, İstanbul: PetrolİşYayınları No:85, 2003.
Parlak, Zeki. Yeni Uluslararası ĠĢbölümü YaklaĢımının EleĢtirel Bir Değerlendirilmesi,
Nusret Ekin‟e Armağan, Ankara: TÜHİS Yayınları, Yayın No: 38, 2000.
139
Petrella, R. “Globalisation and Internationalization: The Dynamics of Emerging Word
Order”, (eds.) R. Boyer ve D. Drache, State and Markets: The Limits
ofGlobalisation, London: Rutledge Publ., 1996.
Pierson, Christopher. Contemporary Challenges to Welfare State Development,
Political Studies, 1998.
Pierson, Paul. Dismantling the Welfare State? Reagan, Thatcher and the Politics of
Retrenchment, Cambridge University Press, 1994 & Paul Pierson, “The New
Politics of the Welfare State”, World Politics, Vol.: 48, Issue:2, 1996. & Paul
Pierson, (Ed.), “The New Politics of the Welfare State”, London: Oxford
University Press, 2001.
Powell, Martin, Armando Barrientos. “Theory and Method in the Welfare Modelling
Business”, Paper presented at the 2nd COST 15 Conference on Welfare Reforms
for the 21st Century, Oslo, 5–6 April 2002.
Pringle, Keith. “Europe and Social Welfare”, Children and Social Welfare in Europe,
Buckingham: Open University Press, 1998.
Reid, Pauline Barett. “ Sosyal Koruma ve Sosyal Güvenlikte Uluslararası Gelişmeler,” Çev.
Mustafa Delican, Yeni Yüzyıla Doğru Endüstri İlişkileri, Demokrasi, Gelişme ve
Çağdaş Çalışma Standartları, II .Endüstri İlişkileri Kongresi (İstanbul ,), Kamu-İş
Yayını, Ankara, t.y. ,s.87, Kadir Arıcı, Avrupa Birliği Sosyal Güvenlik Hukuku,
Ankara, Kamu-İş, 1997.
Ryfman, Philippe. Sivil Toplum KuruluĢları, (Çev. İsmail Yerguz), İletişim Yayınları,
İstanbul, 2006.
Rudra, N. “Globalization and the decline of the welfare state in less-developed countries”,
International Organization, Vol: 56, 2, Spring, 2002.
Sağlam, Necdet. “Avrupa‟da Vakıfların ve Gönüllü Kuruluşların Rolü ve Sağlanan
Teşvikler”, Vakıf ve Kültür Dergisi, Yıl:5, Cilt:2, 19.Vakıf Haftası Özel Sayısı,
Nisan, 2002.
Salamon, Lester M. America‟s Nonprofit Sector: A Primer, New York: The Foundation
Center, 1999.
Sallan Gül, Songül. Sosyal Devlet Biti, YaĢasın Piyasa!, Etik Yayınları, İstanbul, Şubat
2004.
140
Sallan Gül, Songül ve Hüseyin Gül. “Türkiye‟de Kamusal Yoksulluk Hizmetleri Yönetimi:
SYDTF Vakıfları Örneği”, Türkiye‟de Sosyal Hizmet Uygulamaları İhtiyaçlar ve
Sorunlar, Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Sosyal Hizmetler
Bölümü, Alanya: 4-6 Kasım 2004.
Sarıbay, Ali Yaşar. Postmodernite, Sivil Toplum ve Ġslam, İletişim Yayınları, İstanbul:
1994.
Scharpf, W. Fritz. “The Viability of Advanced Welfare State in the International Economy:
Vulnerabilities and Options”, Max-Planck-Institute for the Studies and Societies
(MPIFG) Working Paper No: 99/9.
Serter, Nur. Devlet Görevlerindeki GeliĢmelerin Sonucu Olarak Sosyal Devlet, İstanbul:
İÜ İktisat Fakültesi Yay., 1994.
Shin, D-M. “Economic Policy and Social Policy: Policy-linkages in an era of
Globalization”, International Journal of Social Welfare, Vol:9, 2000.
Snower, J.D. “The Future of the Welfare State”, The Economic Journal, 1993.
Spicker,
Paul. “Social Administration”, An Introduction to
http://www2.rgu.ac.uk/publicpolicy/introduction/socadmin.htm,
13.03.2003).
Social Policy,
(Çevrimiçi:
Sözer, Ali Nazım. Sosyal Devlet Uygulamaları, Ankara: Türkiye İşçi Emeklileri Cemiyeti
Yay., 1997.
Sözer, Ali Nazım. Türkiye’de Sosyal Hukuk, Ankara: Kamu–İş Yay., 1994.
Stephens, John D., “The Scandinavian Welfare States: Achivements, Crisis, and
Prospects”, Welfare State in Transition: National Adaptations in Global
Economies, (Ed.: Gøsta Esping–Andersen), London: Sage Publ., 1996.
Steward Sheelagh. “Happy ever After in the Marketplace: Non-goverment Organization
and Uncivil Society”, Review of African Political Economy, Vol:24, 1997.
Stiglitz, J. E. Globalization and its Discontents. New York: WW Norton 2002.
Strange, Susan. The Erosion of the State, Current History, 2007.
Stryker, R. Globalization and the Welfare State, Internetional Journal of Sociology and
Social Policy, 1998.
141
Şahin, Fatih. “Sosyal Hizmet uzmanlarının Sosyal Refah Politikası Süreçlerine Katılımı”
(Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara: Hacettepe Üniversitesi, SBE, 1999).
Şaylan, Gencay. DeğiĢim, KüreselleĢme ve Devletin Yeni ĠĢlevi, Ankara: İmge Kitabevi,
1994.
Şenalp, Mehmet Gürsan, Hakan Reyhan ve Ahmet Haşim Köse, Küresel YönetiĢim ve
Sendikalar, Petrol-İş 200-2003, Petrol-İş Yayınları, İstanbul:2003.
Şenkal, Abdülkadir. KüreselleĢme Sürecinde Sosyal Politika, 1.bs., İstanbul: Alfa
Yayınları, 2005.
Şenkal, Abdulkadir. Sendikasız Endüstri ĠliĢkileri, Ankara: Kamu-İş Yayınları, 1999.
Şenkal, Abdulkadir. “Sosyal Politikanın Dönüşümü ve Sivil Toplum Örgütleri”, Sosyal
Siyaset Konferansları Dergisi, (Ed: İbrahim Sarıoğlu), İstanbul: İstanbul Teknik
Üniversitesi İktisat Fakültesi, 45. Kitap, 2003.
Şenses, Fikret. “Türkiye'de Gelir Dağılımı, Gelirin Yeniden Dağıtımı ve İşgücü Piyasaları”,
Türk Ekonomisine Sosyal Demokrat Çözümler, Cilt III: Gelir Dağılımı ve
Yeniden Dağıtım Mekanizmaları içinde, TÜSES: İstanbul: 1991.
Talas, Cahit. Cahit Ekonomik Sistemler, 5. Baskı. İmge Kitabevi, Ankara: 1999.
Talas, Cahit. “Öğretilerde Sosyal Devlet”, Ġnsan Hakları Yıllığı, Cilt 13, 1991.
Tanör, Bülent. Anayasa Hukukunda Sosyal Haklar, No.76, İstanbul, 1978.
Taylor-Gooby, Peter. “ The Silver Age of the Welfare State: Perspectives onResilience”,
COST A 15 Second Conference onWelfare Reforms Fort he 21st Century,
http:/www.isaf.no/nova/nyheter/kalender/COSTa15/Papers/Taylor-Gooby.pdf, (Çevirimiçi:
06.05.2002).
Taylor-Gooby, Peter. “Zor Zamanlarda Sosyal Devleti Desteklemek: Hesabı Kim
Ödeyecek?”, (Çev.:Şenya Gökbayrak), Journal of European Social Policy,
Vol.:11, No:2, May 2001, http://www.fisek.org/birliktelikler-yerelstk-goruslergokbayrak2.php, (Çevirimiçi: 29.03.2003).
Teeple, G. Globalization and the Decline of Social Reform, Toronto: Garamond Press,
1995.
Theopiste Butare, “ Social Needs and the Roles of Goverments and Markets : The Case of
Retirement Pensions,” International Social Security Review, Vol.51, 3/98.
142
TİSK. “Çalışma Hayatında Esneklik”, Yayın No: 190, Kasım 1999.
Toksöz, Fikret. “Türkiye‟nin Diğer Avrupa Ülkeleri İle Karşılaştırmalı Durumu”, AB
Uyum Süreci ve STK‟lar, İstanbul:Türkiye Ekonomik Ve Toplumsal Tarih Vakfı,
Haziran, 2004.
Tostensen, Arne. “Towards feasible social security systems in sub-Saharan Africa”, CMI
working papers, May 2004.
Townsend, Peter. The Restoration of “Universalism’: The Rise and Fall of Keynesian
Influence on Social Development Policies, (in the UNRISD Publ.,Programme on
Social Policy and Development), Geneva: UNRISD Publ., 2002.
Tümertekin, Erol ve Nazmiye Özgüç. Ekonomik Coğrafya, KüreselleĢme ve Kalkınma,
İstanbul: Çantay Kitabevi, 1997.
Türk-İş Yıllığı. Cilt II. Ankara:1999.
Tosun, Gülgün Erdoğan. Sivil Toplum: Farklı BakıĢlar, İstanbul: Kaknüs Yayınları,
2005.
Uğur, Aydın. “AB ve STK Dış İlişkilerinde Uluslararası Tecrübe Aktarımı” AB Devlet ve
STK‟lar, Türkiye‟de VII. STK Sempozyumu, İstanbul, Türkiye Ekonomik ve
Toplumsal Tarih Vakfı, 2001.
Ullman, Claire F. The Welfare State‟s Other Crisis: Explaining the New Partnership
Between Nonprofit Organizations and the State in France, Bloomington: Indiana
University Press, 1998.
Uslu İbrahim. “Bir Sosyal Siyaset Vasıtası Olarak Kar Gütmeyen Kuruluşlar: ABD
Örneği”, (Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul: İÜ SBE, 1999)., s.39-40,43.
World Bank. Globalization, Growth, and Poverty: Building an Inclusive World
Economy, New York, 2002.
Yeates, Nicola. “Social Politics and Policy in an Era of Globalization: Critical Reflections”,
Social Policy&Administration, 1999.
Yıldırım, İbrahim. Demokrasi, Sivil Toplum KuruluĢları ve YönetiĢim, Ankara: Seçkin
Yayınları, 2004.
Yücekök, A.N., İ. Turan. “M.Ö. Alkan, Tanzimattan Günümüze İstanbul‟da STK‟lar,
Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı”, İstanbul, 1998.
143

Benzer belgeler