Untitled

Transkript

Untitled
Selamlar,
Geçen sayýnýn ardýndan yolladýðýnýz mailler için
teþekkür ederek baþlamak istiyorum. Hala hepsini
okuyamadým. Maillerinizde belirttiðiniz genel konu,
derginin basýlý çýkmasý gerektiðiydi. Emin olun
dergice biz de basýlý formatý tercih ederdik ancak
içerisinde bulunduðumuz þartlar, özellikle teknolojik
koþullarýn getirdiði avantajlar, þu aþamada online
yayýncýlýðýn bizim için daha mantýklý olduðunu
gösteriyor. Ancak bu yöndeki mailleriniz, doðru
yolda yürüdüðümüzü göstermekte. Tekrar
teþekkürler.
Geçtiðimiz iki ay boyunca bir çok acý haber aldýk.
Rick Wright'tan geçen sayýda bahsetmiþtik.
Bahsetmediðimiz bir diðer önemli kayýp ise Sodom
davulcusu Chris Witchhunter'dý. Eylül ayýnda
kaybettiðimiz müzisyen, Thrash Metal tarihinin
önemli davulcularý arasýnda yer almaktadýr. Huzur
içinde yatsýn. Ekim ayýnda da Grip Inc.'in vokal
sihirbazý Gus Chambers'ýn intihar ettiði haberi geldi.
Son Grip Inc. albümü “Incorporated" ile kariyerinin
zirvesini yakalayan Chambers'ýn neden intihar ettiði
muamma.
Bu ay sayfa sayýmýzý yüksek tuttuk. Normalde bu
kadar kabarýk bir içerikle yayýn yapmayý
düþünmüyoruz ama bu sayý böyle olsun istedik.
Geçtiðimiz ay gerçekleþtirilen 11. Uluslararasý Ankara
Rock Station Festivali ile ilgili 14 sayfalýk festival
raporumuz da buna etken oldu biraz. Sonraki
sayýlarýmýzda online yayýncýlýðýn getirdiði sayfa sayýsý
esnekliðini kullanmaya devam etmekle beraber
daha stabil bir düzende ilerlemeyi planlýyoruz.
Geçtiðimiz ayýn en önemli olayý kuþkusuz AC/DC'nin
uzun yýllar sonra albüm yayýnlamasýydý. 18 ay sürecek
dünya turneleri çerçevesinde ülkemize de
uðramalarýný umut ediyoruz ve bu sayý kapaðýmýzýn
baþ köþesinde yer vererek müzik hayatýnda 35 seneyi
deviren AC/DC'yi saygýyla selamlýyoruz. Bir diðer
beklenen albüm haberi de Guns N' Roses cephesinden
geldi. Ýnanýlmaz ama gerçek, "Chinese Democracy"nin
23 Kasým'da yayýnlanacaðý duyuruldu. Hatta daha
önceki duyurulardan farklý olarak albümden bir
parça nette yayýnlandý. Axl'ýn kemale ermiþ yaþýna
raðmen yeni bir ertelemeye gitmeyeceðini ve
albümün gerçekten 23 Kasým'da yayýnlanacaðýný
umuyorum. Geçtiðimiz ay Özge Özkan da bir süredir
beklenen solo çalýþmasýný yayýnladý. Beklediðimize
deðmiþ. Özellikle gotik müzik takipçileri için dikkate
deðer bir çalýþma.
R.E.M. konser yazýsýnda kullandýðýmýz fotoðraf ne
yazýk ki Türkiye konserine ait deðil. Elimizde uygun
fotoðraf olmadýðýndan baþka bir R.E.M. konserinde
çekilmiþ bir fotoðrafý kullanmak dýþýnda
alternatifsizdik. Yanýltmaca olmamasý için burada
belirtmek istedim. Anlayýþýnýz için teþekkürler.
Geçtiðimiz ay kullanmaya baþladýðýmýz online yayýn
sistemi ile ilgili yolladýðýnýz mailler olumlu yöndeydi.
Kullanýmý daha da basitleþtirmek amacýyla bu ay
sayfalarýn yüklenme süresini önemli ölçüde kýsalttýk.
Okurken fark edeceksiniz.
Oyunu yeterince iyi oynayanlar kurallarý
deðiþtirebilirler. Önümüzdeki sayýda görüþmek üzere.
Selim Varýþlý
:: EDÝTÖR // YAYIN VE SANAT YÖNETMENÝ ::
SELÝM VARIÞLI
[email protected]
:: YAZARLAR ::
ATÝLLA ÇELÝK, BAHA ÖZER, CAN ÇAKIR, CÝHAN EMER, DENÝZ ERATAK,
DERYA OKUMUÞ, EGEMEN LÝMONCUOÐLU, ERDEM YABAÞ, FATÝH KANIK,
GÖKÇE DERELÝ, HAKAN KAHRAMAN, HÝDAYET DOÐAN, ÝPEK ATCAN
:: FOTOÐRAF ::
SERHAT HOÞGÜL :: www.serhathosgul.net
DERYA ENGÝN :: www.myspace.com/shae666
ÝLETÝÞÝM
[email protected]
MySpace
www.myspace.com/siyahbeyazonline
CAN ÇAKIR
www.myspace.com/acdc
Kimilerine göre dünyanýn en büyük grubu. Kimilerine göre ayný riffi tekrarlayarak para
kazanmýþ beleþçiler sürüsü. Kimilerine göre sadece iyi bir rock n roll grubu. Kim ne
derse desin, distortion’a kulak verip de AC/DC’yi bilmeyen yoktur. Kendi çapýnda
deðil basbaya dünya çapýnda bir efsane olan Bon Scott’ýn trajik vefatý sonrasýnda
müziklerinde tek nota deðiþtirmeden böylesine uyabilen bir solist bulmalarý bile
en alakasýz insana “Abi helal olsun” dedirtebilir.
1973’te Avustralya, Sydney’de Malcolm ve Angus Young biraderler tarafýndan
kurulan grup, 35. yýllarýný 18. stüdyo albümleriyle kutladý. Black Ice ismini taþýyan
albüm 20 Ekim’de piyasaya sürüldü. AC/DC’nin en güzel yönlerinden biri þudur:
hangi albümüne bakarsanýz bakýn, sýrf onu temel alarak bütün grubu anlatabilirsiniz.
Ayný özellik Black Ice için de geçerli, her zamanki enerjileri, gerektiði zaman
insaný titreten sololarý, kulaðý týrmalasa da vazgeçtirtmeyen vokalleri hiçbir
yere gitmemiþ babalarýn. Kimde var arkadaþ bu enerji! Enerji demiþken kelimenin
rock alemindeki sözlük karþýlýðý olan Angus Young’ý anmadan etmeyelim. Sen
nasýl bir adamsýn amcacýðým! Yaþýn 50’yi geçmiþ, Marmaris’e yerleþip resim
yapman gereken yerde sen daha hala normal bir liselinin bile giymeyeceði
kýyafetleri giyip sahnede deli dürtmüþ gibi koþturup ediyorsun! Üstüne bir
de hepimizi kendine hayran býrakýyorsun! Senin yaptýðýna en hafif tabirle
ayýp denir, aðýr tabirlere girmeye kalkarsak tüm Avustralya’dan çýkarýz
þerefsizim.
Þakayý bir yana býrakýp da Angus Young ile ilgili iki kelam ciddi laf
etmek gerekirse – ki yarým konserlerini izlemiþ adam bile bu laftaki
ironiyi 500 metreden kesmiþtir – zât-ý þahaneleri gerçekten de rock
dünyasýna teþrif etmiþ en büyük gitaristlerden biridir. Evet, belki
saniyede 120 nota basmýyor olabilir, yellenerek gitarýn tellerini
titretmiyor olabilir, ama eline air bile olsa gitar alan hangimiz
bu adam olmayý hayal etmedik? Hangimiz Chuck Berry’den
esinlenerek yarattýðý o sekerek zýplayýþ gibimsi þeysini yapýp bir
yandan da o kesik riffleri atmak istemedik? Veya o gitar denen
mereti bir de çalmaya çalýþan hangimiz Highway To Hell, Back
In Black veya It’s A Long Way To The Top denemedik? 20 sene
önce bile wireless gitar sistemini kullanabilip orda burda zýplayan
adam olmak ne demek siz biliyor musunuz? Cevabý AC/DC’nin
son DVD’sinde duruyor iþte...
Peki Angus Young bunlarý tek baþýna mý yaptý? Elbette bu sorunun
cevabý büyüüükçe bir HAYIR! olacaktýr. Unutmayalým, AC/DC
1973’te Angus Young tarafýndan deðil, Young Biraderler tarafýndan
kuruldu. Grubun abisi Malcolm Young da birçok büyük toplulukta
olduðu gibi ortalýkta çok gözükmeyen, ama aslýnda son sözü
söyleyen adamdýr AC/DC’de. Gerek turneleri, gerek katýlýnacak
çalýþmalarý, hatta verilecek röportajlarý bile o ayarlar. Tam
anlamýyla grupta ipleri çeken “puppet master”’dýr Malcolm,
zaman zaman grubun prodüksiyon iþlerinde rol almýþ olan
kendi aðabeyi George Young bile onun sözünden çýkamaz.
Buradan çýkarýlacak sonuç da Malcolm Young’ýn yönetim
konusunda büyük bir uzman olduðudur. Adam bir gruba
8 seneden sonra çýkardýðý albümle henüz daha kritikler
veya satýþ rakamlarý gözükmeden stadyum turnesi
ayarlayabiliyorsa, kontratlarý imzaladýðý o mübarek
elini öpüp baþýmýza koymak gerekecektir.
Alacaðýmýz harçlýðý bir düþünsenize!
Ya vokaller? AC/DC öyle bir gruptur ki, adýna
Bon Scott denilen, kafakaðýdýnda Ronald
Belford Scott olarak geçen bir adamý
efsaneleþtirmiþtir. AC/DC öyle bir gruptur
ki bu muhteþem cevheri Azrail’e
pasladýktan sonra ona saygý adýnda bir
albüm yapmýþtýr, ve o albüm DÜNYANIN
EN ÇOK SATAN ÝKÝNCÝ ALBÜMÜ olmuþtur
(bazý kayýtlara göre birincinin yarýsýndan
daha az satmýþ olsa da). AC/DC öyle bir
gruptur ki, daha önce de bahsettiðim üzere
bir vokalisti kaybettikten sonra sesi
kendilerine ayný derecede uyan bir baþka adamý
daha efsaneleþtirmiþtir. Hem de taktýðý alakasýz
Þaban kasketiyle! Tabii haklarý vermek lazým, Brian
Johnson öyle bir adamdýr ki 28 yýldýr ayný etkileyici
ve kulak “öpücü” vokali gerek albümlerde, gerek
canlý performanslarda yapabilmektedir. Dünyanýn
unutulmayacaklarý arasýna giren iki vokalistiyle bir
bütündür AC/DC. Mutualist bir iliþki sürdürmüþlerdir,
vokalistlerinin popülerliði AC/DC’yi büyütmüþ,
AC/DC’nin büyüklüðü vokalistlerini
popülerleþtirmiþtir.
Hep vokal dedik, hep gitar dedik. Müziðin süsüdür
arkadaþlar bunlar. (Azcýk da teknik bilgi artisliði
taslayalým, çok biliyoruz ya sanki) Nedir lan o zaman
müziðin temeli? Bas ve davulun uyumudur. Þarkýyý onlar
oluþturur. Ritmi onlar tutturur. Onlar sýçtý mý memleketin
tüm Caferleri gelse, bez getirmeyip kendi üstlerine
gazyaðý dökseler ve birden beyaza dönseler kâr etmez.
Birçok ünlü grup gibi AC/DC’nin de en sýkýntýlý olduðu
mevkisi davul olmuþtur. Gerçi diðerlerine kýyasla pek bir
þey sayýlmaz, kafalarýný topraktan çýkarttýklarýndan beri
sadece 3 farklý davulcularý oldu. Kimdi bunlar? Phil Rudd,
Simon Wright, Chris Slade. Diðer heavy metal gruplarýný
yakinen takip ediyorsanýz çok saðlam referanslarýn sizlere
bu isimleri hatýrlatmasý lazým (AC/DC’den baba referans
olur mu, olmaz tabii). Chris Slade denen salatalýk
aralarýnda en saðlam geçmiþi olandýr kanýmca. Uriah
Heep ve Asia gibi progressive rock babalarýyla ayný
stüdyoya girmekle kalmamýþ, Tom Jones’tan girip Jimmy
Page’den çýkmýþtýr (lütfen güzel Türkçemizi baþka yönlere
çekmeyin). Akabinde Simon Wright gelir, Dio ve UFO ile
yaptýðý çalýþmalardan biliyoruz haþmetmeaplarýný. Lakin
Phil Rudd deyince rock’n’roll aleminde akan sular durur.
Çünkü o kimdir? AC/DC’nin orijinal ve þu anki davulcusudur.
11 yýl boyunca ayrý kalmýþ olsalar da Young biraderler
onun yokluðu en çok hissedilen eleman olduðunu hep
belirtirler.
Bas gitar konusunda ise en þanslý gruplardan biridir yine
AC/DC. Ýlk 4 albümlerini Mark Evans ile kaydeden gruba
sonradan Cliff Williams dahil olmuþtur ve tamý tamýna
otuzbir yýldýr halen telleri o germekte, grubun sound’unun
tam ihtiyacý olan dozda groove’u o vermektedir. Þahsi
favorim Thunderstruck’ýn o efsanevi riffinden sonra bumbum-bum-bum þeklinde giren performansýdýr. Evet çok
basit, ama ne zaman elime kendi bas gitarýmý alýp onu
çalmaya baþlasam kafamda bir stadyum konserinde (veya
sadece geniþ bir sahnede) o þarkýyý canlý icra ettiðimin
görüntüleri geliyor. Deliriyorum arkadaþlar. Deliriyorum.
Yazýyý bitirmeden önce son albümü de bir elden geçirelim.
Black Ice, AC/DC’nin en iyi albümü deðil, evet. Ama kötü
bir albüm mü? Yahut onlarýn kötü albümleri arasýnda
sayýlabilir mi? Kesinlikle hayýr! Bir kere hiç farklýlýk
beklemezken bizi þaþýrtan küçük nüanslarý var albümün.
Brian Johnson, artýk yaþlandýðýndan mýdýr bilemem ama
bu albümü scream aðýrlýklý yapmamýþ. Adamý dinlerken
damarlarýnýn gerçekten patlama noktasýna gelmediðini
hissediyorsunuz ilk defa. Mis gibi melodik þarký söylemiþ
herif. Ki fikrimce gayet hoþ olmuþ. Ha sahnede eski
þarkýlarý da böyle söylerse üzülmez miyiz, üzülürüz.
Kalbimize attýðý façayla büyüsün isteriz. Gerçi o konuda
þüphem yok zaten, sizin de olmasýn. Albümdeki baþka
hoþ bir detay da fikrimce hit olmaya en büyük aday olan
Stormy May Day’de Angus Young’ýn kullandýðý slide gitar.
Aklýma direkt olarak David Gilmour geldi. Ve bilirsiniz
David Gilmour’u çaðrýþtýran herhangi bir þey kötü olamaz.
Týpký bu efsane grup, AC/DC’nin yapacaðý nerdeyse hiçbir
þeyin kötü olamayacaðý gibi.
SELÝM VARIÞLI
www.myspace.com/gunsnroses
Evet, inanýlmasý güç ama Chinese Democracy
çýkýyor. Cidden çýkýyor. Yýlanlara bile "bizde öyle
hikaye kalmadý abi" dedirtecek bir hikayeye dönüþen
yeni Gunz albümü, 23 Kasým 2008'de çýkýyor. Þaka
deðil. :)
Chinese Democracy ismini ilk duyduðumda sanýrým
lisedeydim. O kadar uzun zaman geçmiþ ki, bugün
bakýnca sanki zamanýnda yayýnlanmýþ da Appetite
For Destruction gibi efsane olmuþ bir albüm gibi
geliyor. Ýþin aslý yýllar geçtikçe bu albümün asla
çýkmayacaðýný ve yayýnlanmamýþ bir fenomen olarak
müzik tarihine geçeceðini düþünmeye baþlamýþtým.
Gunz'ýn (ya da Gunz'dan geriye kalan boþ kovanlarla
kuru yapraklarýn) Chinese Democracy'i çýkarýyor
olmasý göründüðünden daha büyük bi olay aslýnda.
Bizden öncekiler ve bizim jenerasyon, o albümün
çýkmamasýný sevmiþtik. Bunun tarifi yok çünkü
benzeri bir durumda verdiðimiz tek örnek zaten
Chinese Democracy olmuþtur her zaman. O örnek
tarihe karýþýyor 23 Kasým'da. Tarif etmek bu yüzden
bu kadar zor.
Gunz o kadar büyük bir topluluktu ki, küllerinden
doðan Velvet Revolver bile müzik dünyasýný sarsan
hareketler yapmýþtý. Özellikle ilk albümleri
Contraband ile dört dörtlük bir Rock'N'Roll gösterisine
imza atan topluluk, bu albümle sadece Amerika'da
2 milyondan fazla satmýþtý. Ancak zaman her þeye
raðmen gösterdi ki, eðer yaþatýlmaya çalýþýlan Gunz
ruhuyla o iþ Axl olmadan olmuyordu. Bugünkü Gunz
kadrosuna bakýnca, "Gunz ruhu" denilen þeyin
Velvet Revolver'daki Appetite adamlarý (Slash ve
Duff) ve bir diðer ilah isim Izzy Stradlin olmadan da
tam olarak yansýyacaðýný düþünmüyorum. Biliyorum
Appetite’ýn üzerinden 22 yýl geçti ama...
Yan sayfada o eski fotoðrafýn bulunmasýnýn iki
nedeni var. Birincisi taþýdýðý anlam. Diðeri de
zamanýn gücü karþýsýndaki çaresizlik. Soldaki Axl’ý
saðdaki adamla karþýlaþtýrýn. Ýkisinin ayný kiþi
olduðuna inanmak bana da zor gelmiþti.
Ben bu yazýyý yazarken topluluðun resmi web sitesi
www.gunsnroses.com'da yeni albümden ilk parça
yayýndaydý. Kesinlikle iyi bir rock’n’roll parçasý.
Albümün geri kalanýný dinlemeden kesin konuþmak
doðru olmaz. O nedenle albümün iyi olacaðýna dair
umutluyum demekle yetineyim. Çok büyük bir
beklentim yoktu aslýnda. Zira dediðim gibi asla
çýkmayacaðýný düþünüyordum. Ancak 23 Kasým'da
Gunz, gerçek bir Gunz albümü yapmaksýzýn geçen
17 seneden sonra yeniden krallýðýný ilan edebilir.
Umarým geriye kalanlar sadece boþ mermi
kovanlarýyla kuru gül yapraklarý deðildir...
SELÝM VARIÞLI
www.myspace.com/ozgeozkanmusic
Catafalque'ý duymayan kaldý mý? Ülkemizin ilk Gotik
Metal albümünü yayýnlayan, ikincisiyle de zirveye
oynayan topluluðun en büyük kozlarýndan olan bayan
vokalisti Özge Özkan, ilk solo çalýþmasý "In Your Heart"
ile bizlerle. Bu beþ parçalýk EP, benim kiþisel olarak
epeydir beklediðim bir çalýþmaydý. Zira Özge oldukça
geniþ bir müzikal perspektife sahip, neler yapacaðýný
merakla bekliyordum. Açýkçasý beklediðimden karanlýk
bir çalýþma ortaya koymuþ. Daha popüler bir yönelim
içerisine gireceðini tahmin ediyordum ancak Catafalque
soundu ile ayný olmasa da çok uzak deðil.
Tüm parçalarýn sözleri ve besteleri kendisine ait. EP'de
Özge'ye Catafalque üyeleri Arýn Baykurt, Alper Tabakçýlar
ve Onur Akça'nýn yaný sýra çelloda Timur Atasever ve
violinde Elçin Özsaylýk eþlik ediyor. Bu kadar iþini iyi
yapan isim bir araya toplanýnca haliyle oldukça kaliteli
bir çalýþma ortaya konulmuþ. Besteler tarzý içerisinde
bir çok global örneðinden daha baþarýlý gösterilebilir.
Bir topluluk dahilinde ismini duyuran müzisyenleri
hazýrladýklarý solo albümler hem kendileri hem de
dinleyici açýsýndan zordur. Zira beklentiler daha
yüksektir. "In Your Heart" ile Özge Özkan beklentileri
fazlasýyla karþýlýyor, hatta "keþke daha uzun sürseymiþ"
dedirtiyor. Albümün prodüksiyonunu da üstlenen sound
sihirbazý Arýn Baykurt yine harikalar yaratmýþ. Arýn her
parmaðýnda ayrý matifet olan, derinden ama saðlam
adýmlarla yükselen bir müzisyen ve prodüktör.
Önümüzdeki sayýda kendisiyle eteðindeki taþlarý dökmesi
için uzunca bir sohbet gerçekleþtireceðiz. Bu noktada
Özge - Arýn ortak çalýþmasýnýn Liv Kristine - Alex Krull
iþbirliðini hatýrlattýðýný söyleme cüretini de
gösterebilirim hatta. :)
EP'nin sürprizi ise Soul Sacrifice vokalisti Özgür Özkan'ýn
bir parçada konuk olarak yer almasý. Parçanýn kimyasýný
bir anda yukarýlara çekerek sandalyeden yuvarlanmama
sebep oldu Özgür. Bu arada Soul Sacrifice'ý özlediðimizi
de hatýrlattý.
EP'de bir de Türkçe parça yer alýyor ki bu da bu sound
için epeydir beklenen bir hareketti. Türkçe söz olayýnýn
zorluðuna raðmen iþin hakkýný vererek çalýþmýþ Özge.
Zamanýnda Catafalque'ýn ikinci albümü için yaptýðým
yorumlardan birini burada da tekrarlamak istiyorum.
Eðer daha popüler bir sound ile hazýrlansaydý bu çalýþma
Özge'yi ülkemiz popüler müzik camiasýnýn gündemine
taþýyabilirdi. Ancak Özge ve ekip kendi bildiklerinden
þaþmamayý seçmiþler yine. Ýki durumda da yapacaklarý
iþin profesyonelce olacaðýndan þüphem yok.
Türkiye'de Catafalque'ýn öncülük ettiði Gotik müzik
akýmý, ayný cepheden gelen baþarýlý ürünlerle devam
ediyor. Tebrikler Özge Özkan.
Selim: Selamlar Özge. Albümün kayýt ve prodüksiyon aþamasýndan
kýsaca bahsedebilir misin?
Özge: EP’nin tüm kayýtlarý “Dialectique”deki gibi yine Arýn
Baykurt tarafýndan Jingle Jungle stüdyolarýnda gerçekleþtirildi.
Aralýk sonunda baþladýk ve Mart ayýnda bitirdik. Düzenleme
süreci de kayýtlarla beraber baþladý. Þarkýlarýn çoðu bana ait
ama Arýn’ýn etkisi yoðun bir þekilde hissediliyor. Prodüktörlük
iþini gönül rahatlýðýyla ona teslim ettim ve bunun yaný sýra solo
projem olmasý dolayýsýyla kendi þarkýlarým üzerinde istediðim
her þeyi yaratma, deðiþtirme ve karar verme imkaný buldum.
Çýkan sonuç da beni oldukça tatmin etti. Kapak, Fýrat Yalavuz
(catafalque.org) tarafýndan yapýldý ki bu benim için çok hoþ
bir durum oldu, kapaðýmýn bir fan tarafýndan yapýlmasý...
Fotoðraflar ise, Dialectique’teki fotoðraflarýmýzý çeken Elçin
Erbay ve yakýn arkadaþým Derya Engin tarafýndan çekildi. CTF
Records etiketiyle de þu anda piyasada.
S: Solo proje fikri ne zamandýr vardý? Ne zaman faaliyete
geçirdin?
Ö: Aslýnda bir albüm yapmayý düþünmüyordum. Bundan uzun
zaman önce vaktimin çoðunu piyano çalarak geçirdiðim dönemde
ve sonrasýnda da beste yapmaya devam ettim. Bunlarý bir
þekilde belki de internet ortamýnda paylaþma fikrim vardý ancak
Arýn CTF Records’u kurunca bana bir albüm teklifinde bulundu.
Ben de son bir yýl içinde yaptýðým þarkýlarý kaydetmeye karar
verdim. Aslýnda asýl hedef bir albüm yapmak. Bu EP onun bir
ön çalýþmasý. Solo projemi bu yýlýn baþýnda faaliyete geçirdik.
EP’de diðer grup arkadaþlarým Alper ve Onur da yer alarak bana
destek oldular. Bu projenin hayata geçmesindeki en büyük
neden elbette benim müzik yapmayý özlemiþ olmam. Þarký
söylemek, Catafalque’la yaptýðým her þey beni fazlasýyla mutlu
ediyor ancak bir müzisyen olarak çalmadýkça tatmin
olamýyorsunuz. Diðer bir sebep ise, þarkýlarýmýn Catafalque
tarzýndan ve gelecekte yapacaðý iþlerden farklý olmasý.
S: Þarký sözlerin oldukça baþarýlý. Henüz dinlememiþ okurlarýmýz
için þarký sözlerinden biraz bahsedebilir misin?
Ö: Teþekkür ederim. Sözlerimi içimden geldiði gibi yazýyorum.
Genellikle bana sorulan þey bu sözlerde hayatýmdan bir þeyler
olup olmadýðý. Aslýnda var. Bakýþ açýsý ve kendini ifade ediþ
biçimi olarak beni yansýtan sözler bunlar ama olaylarýn ve
karakterlerin benimle hiç bir ilgisi yok. Farklý kadýn karakterleri
ve onlarýn verebileceði tepkilere iliþkin þeyler yazýyorum.
“Kadýn” olgusu hala konu edinmeyi en sevdiðim þey.
S: EP'de göz alýcý bir Türkçe parça yer alýyor. Özel bir hikayesi
var mý? Ýleride de Türkçe çalýþmalar yapmayý düþünüyor musun?
Ö: ‘Gizli Bahçe’ dýþýnda bir çok Türkçe þarkým vardý ama kayýt
aþamasýnda hiç birini beðenmedik. Sözlerle ya da müzikle ilgili
bir þeyleri eksik ya da gereksiz bulduk. Sonunda da EP’ye Türkçe
bir þarký koymaktan vazgeçtik. Sonrasýnda bir kayýt günü Arýn
bir melodi buldu. Çok hoþuma gitmiþti ve benim de aklýma
takýldý. Evde piyano çalarken devamýný yazdým. Üstüne öylesine
vokal mýrýldanmak için Gizli Bahçenin sözlerini söyledim. Aslýnda
baþka bir þarkýmýn sözleriydi. Çok hoþ olduðunu düþündüm ve
kayýtlar bitmek üzereyken kaydettik. Son anda beþinci bir
þarkýmýz oldu. Türkçe çalýþmalarýma gelince, çokça Türkçe
þarkýnýn yer aldýðý bir albüm yapmak istiyorum ancak tamamý
Türkçe olan bir albüm yapma fikrine çok da sýcak bakmýyorum.
Hala Ýngilizce’nin bu müziðe çok daha yakýþtýðýný düþünüyorum
ve ayrýca sadece kendi ülkemdeki dinleyicilere deðil Ýngilizce
müzik dinleyen daha birçok insana ulaþmak istiyorum.
S: Gotik müziðin gidiþatýný nasýl görüyorsun? Beðendiðin veya
örnek aldýðýn müzisyenler/topluluklar var mý?
Ö: Gotik müzik her ne kadar altýn çaðýný bundan 5-10 yýl önce
yaþamaya baþlamýþ olsa da Türkiye’de daha yeni yeni geliþiyor.
Son zamanlardaki bayan vokal sempatisi de bunu körüklüyor.
Benim gibi müzisyenler için bu ilk bakýþta bir avantaj ama yeni
neslin de o tipik yurdum insaný yüzeyselliðini taþýdýðýný
görüyorum. Gotik müziðin, daha doðrusu gotik kültürünün
Türkiye’deki yansýmasý biraz karýþýk. Öyle bir kültüre sahip
olunabilecek bir toprakta yaþamýyoruz çünkü. Yeni nesil çok
hýzlý bir þekilde bilgiye ulaþabiliyor ancak bilginin kaynaðý
þüpheli. Çoðu okuduðum þeyde gotiðin ne olmadýðý bir nebze
kavranmýþ gibi görünüyor ancak emo
imajý, senfonik rock ve Evanescence’den
bahsedilince pek de kavranmadýðý
anlaþýlýyor. Birinin bu insanlara “Gotik
nedir”i açýklamasý mý gerekiyor?
Araþtýrmaktan bu kadar aciz miyiz? Aslýnda
tamamen yeni nesli de suçlamak
istemiyorum, internetin bir bilgi çöplüðü
olduðunu biliyorum. Belki de biz, bu müzik
evrimini geçirmekteyken buna þahit olduk,
pek çok þeyi görerek öðrendik ve bize
yöneltilen sorulara bu müziðin ilk
temsilcileri olarak, bu iþin aslýný öðretme
misyonumuz olduðunu düþünerek cevap
vermeliyiz ama bizim asýl iþimiz müzik
yapmak. Kaldý ki sadece bizim ülkemizde
deðil her yerde türlerle ilgili tartýþmalar
yapýlýyor. Kalýplar kalktý, türler birbirinin
içine geçti. Artýk kafa yorulmasý gereken
þey, “ne”, “kim” ve “nasýl”lar deðil,
yapabileceðimiz en iyi müziði üretmek.
Örnek aldýðým isimlere gelince, dönem
dönem baþka kiþileri dinlemekten
hoþlanýyorum ve ilham alýyorum ama
elbette seneler geçse de benim için
eskimeyecek olan bazý isimler var.
Depeche Mode, Morrissey ve The Cure
gibi. Ve hatta müzikle ilgilenmemi
saðlayan isimler; Aziza Mustafa Zadeh ve
Tori Amos.
S: Sýrada kliþe sorumuz var. Dünyaya bir
albüm olarak gelmek isteseydin hangi
albüm olmak isterdin?
Ö: Aziza Mustafa Zadeh – Dance Of Fire
S: Yanýtlarýn için teþekkürler. Eklemek
istediklerin varsa söz senin.
Ö: Bana yer verdiðiniz için derginize ve
okurlarýnýza çok teþekkür ederim.
BAHA ÖZER
www.myspace.com/rem
R.E.M. ÝLE KARÞILAÞMAK
4 Ekim 2008 günü akþamý ülkemiz bir büyük konsere daha
tanýklýk etti. Bu yýl gerçekleþen konserler arasýnda bu
etkinliðin anlamý çok büyüktü. S.O.S. Ýstanbul baþlýðý altýnda
gerçekleþen bu konseri ÝKSV ve Pozitif iþbirliðinde izledik
ve Virgin Radio da bu etkinliðe sponsor desteði ile katkýda
bulundu. S.O.S. Ýstanbul çok çeþitli sivil toplum kuruluþlarýný
bir araya toplayan, Ýstanbul'un deðiþimi için ýþýklarý yakmayý
amaçlayan bir etkinlik olarak tarihe geçti. Bu anlamlý geceye
Ayyuka, Mor ve Ötesi ve Spiritualized ile birlikte dünyanýn
en büyük gruplarýndan biri olan R.E.M. damgasýný vurdu.
R.E.M. 1980'li yýllarda Athens Georgia'da yeþeren ve
günümüzün modern rock müziðinin temellerini atmýþ bir
topluluk. O yýllarda oluþturduðu "Murmur", "Reconstruction
of the Fables", "Lifes Rich Pageant" ve "Document" gibi
albümlerle hem müzik piyasasýna canlýlýk kazandýrmýþ hem
de dünyada sonradan kurulacak olan modern rock
topluluklarýný da derinden etkileyerek bir anlamda önemli
bir görev üstlenmiþtir. Hoþ, kendileri bu düþünceyi pek
kabul etmese de bugünkü modern rock topluluklarýnda
R.E.M.'den büyük izler duyabiliyoruz. 90'lý yýllarda da
R.E.M.'in geliþmesi sürmüþ, "Green", "Out Of Time" ve müzik
dünyasýnýn en önemli albümlerinden birisi olan "Automatic
For The People" ile daha büyük kitlelere seslenebilmiþlerdir.
Ülkemizde ise "Out Of Time"ýn çýkýþý ve ‘Losing My Religion’
þarkýsý ile bir çok dinleyiciyi etkisi altýna alabilmiþ bir
gruptur. 90'lý yýllarýn sonuyla birlikte grubun çýkardýðý farklý
yapýdaki albümlerle eskisi gibi yoðun dinlenmediðini
gözlemleyebiliyoruz. "Monster", "Up" ve "Reveal" gibi
birbirinden baðýmsýz çalýþmalarýn grubun ne denli geniþ ve
açýk yönlerden seslendiðini, bununla birlikte davulcu Bill
Berry'nin gruptan ayrýlýp kendisini çiftçiliðe vererek grubun
diðer kalanlarýný duygusal ve müzikal yönden etkilediðini
de "Up" albümüyle anlayabiliyoruz. Son olarak bu sene
içerisinde bize "Accelerate" albümü ile seslenen R.E.M.
geçmiþe dönmüþ gibi gözükse de aslýnda bu albümün bir
özlemin ürünü olduðunu düþünüyorum. Michael Stipe'ýn
yazdýðý enteresan sözler ve yine grubun Stipe'ýn yazdýðý
sözlerle etkisini gösteren politik-aktivist tavrýyla birlikte
R.E.M.'in bize ulaþtýrdýðý hisler çok derin ve vazgeçilmez.
R.E.M. bu duygularla birlikte çok samimi ve duygusal bir
portre çiziyor bizlere, bunun için onlar hiç deðiþmediler ve
deðiþmeyecekler. Ve bunu Ýstanbul konserinde çok iyi
anladýk. R.E.M. ile karþýlaþtýk.
R.E.M. ZAMANI
R.E.M. ülkemize "Automatic For The People" sonrasý gelseydi
herþey daha farklý olabilirdi. "Accelerate" sonrasý çýktýðý
dünya turnesinde grup her konserinde birbirinden farklý
þarký listeleriyle seyircinin karþýsýna çýkarak eski þarkýlarýndan
da demetler sunuyordu. Ülkemiz dinleyicisinin R.E.M.'e
karþý ne çok yakýndan ne de çok uzaktan sergilediði tavrý
bu konserde çok iyi gördük. Michael Stipe'ýn hareketli
yaklaþýmý, Peter Buck'ýn o "cool" görüntüsü ve grubun sevimli
basçýsý Mike Mills'in sempatik tavýrlarý seyirciyi pek
etkilemedi. "Automatic For The People" sonrasý ülkemizde
dinleyiciler açýsýndan R.E.M.'e karþý sempatik tavýrlar oluþtu.
Ülkemizde bu tavrý zamanla kaybeden R.E.M. dinleyicilerle
zamanla arasý açýlmýþ gözüktü, bu duygu konserde o kadar
belliydi ki yaþlarý belirli bir düzeye ulaþmýþ dinleyicilerin
dýþýnda þarkýlara katýlýmý pek göremedik. Çok genç yaþlardaki
dinleyiciler ise grubun sadece ‘Losing My Religion’, ‘The
One I Love’, ‘Imitation of Life’ ve ‘Drive’ gibi þarkýlarýndan
haberdardý. Bu duygularla R.E.M. konsere çoðu konserdeki
gibi "Accelerate" albümün giriþ þarkýsý ‘Living Well Is The
Best Revenge’ ile baþladý. Michael Stipe'ýn kývýr kývýr hareketli
görüntüsü ve þarkýnýn "rock" yapýsý seyirciyi ilk baþlarda
tavladý ama devamý gelmedi maalesef... Sýrada Dublin
konserindeki gibi ‘So Fast, So Numb’ vardý ve bu þarký da
R.E.M.'in "Rock" yapýsýný gözler önüne seriyordu. "Monster"
albümünün giriþ çalýþmasý ‘What's The Frequency Kenneth?’
þarkýsýndan sonra Stipe çok uzaklardan geldiklerini belirterek
ülkesinin politik açýdan bir deðiþim geçirdiðini ve bundan
memnun olduklarýný dile getirdi. Stipe dinleyiciye "Ýstanbul
seyircisinin yeni albümümüze verdiði tepkileri merak
ediyoruz" diye haykýrmasý da bir sýnavýn baþlangýcýydý.
Eleþtirel sözleriyle "Accelerate" albümünden ‘Man-Sized
Wreath’ sýnavý iyi atlatamadýðýmýzýn kanýtýydý. Dinleyici
pek eþlik edemedi, daha doðrusu seyirci bu þarkýdan
bihaberdi, ama bazý R.E.M. dinleyicilerinin de þarkýyý
sahiplendiðini gözlemledik. Ardýndan "Automatic For The
People" albümünün liriksel açýdan en sert þarkýsý ‘Ignoreland’ý
yeniden seslendirdiler. Bu þarký Reagan hükümetine bir
eleþtiri niteliðindeydi ve Stipe þarký içerisinde bazý kelimeleri
daha da vurgulayarak kendi hükümetlerine karþý bir tavýr
sergiledi. R.E.M. seçimlerde Demokrat Parti adayý Barack
Obama'yý destekliyor ve bunun için Bruce Springsteen, John
Mellencamp ve Pearl Jam gibi aktif bir þekilde çalýþýp
konserler veriyor.
MIKE MILLS'ÝN KOVBOY ÞAPKASI
R.E.M.'in konserde seslendirdiði en ilginç þarkýysa "Document"
albümünün politik tavýrlý þarkýsý ‘Disturbance at the Heron
House’du. Eski R.E.M. dinleyicileri bu þarkýnýn çalýnmasýna
inanamadýlar ve gerçekten de R.E.M. bu þarkýyý çok az
konserde seslendiriyordu. Arkasýndan "Hollow Man" ve "Man
On The Moon" soundtracklerinde yer alan, konserlerinin
vazgeçilmez þarkýsý ‘The Great Beyond’ ile devam ettiler.
Stipe çok hareketli olduðundan en önde duran izleyiciyi
iyice tavlýyordu ama çok soðuk duran Peter Buck ve ara ara
hareketlenen Mike Mills ise seyirci ile pek ilgilenmiyordu.
Bunun tek sebebi dinleyici olmalýydý, çünkü þarkýlara pek
ilgi gösterilmiyordu. "New Adventures In Hi-Fi" albümünün
duygusal çalýþmasý ‘Electrolite’ kalabalýðýn bir anda
hareketlenmesini saðladý. Bunun ardýndan yine çok az
konserde seslendirdikleri ‘Sweetness Follows’ gecenin
durgun bölümlerinden biriydi. ‘Bad Day’ ve ‘Horse The
Water’la biraz hareketlenilse de bunun devamý gelmedi.
Mike Mills konserin baþýndan beri taktýðý kovboy þapkasýný
hiç çýkarmadý ve güneyliliðini orada da gösterdi. Mills
R.E.M.'in görünüþ olarak en sempatik elemaný ve çoðu
R.E.M. albümünde Stipe dýþýnda bazý þarkýlarda vokallerde
kendisi yer alýyor. Konserin devamýnda 1984 tarihli R.E.M.
albümü "Reckoning"in sevimli yol þarkýsý ‘(Don't Go Back
To) Rockville’de de Stipe'dan vokali devraldý ve týpký Dublin
konserindeki gibi seyirciyi coþturdu. "Reveal" albümünün
aðýr yapýdaki þarkýlarýndan ‘She Just Wants To Be’den sonra
R.E.M.'i kitlelere tanýtan en önemli þarkýlardan biri olan
‘The One I Love’ bizi çok hareketlendirdi. Sonrasýnda ise
en özel R.E.M. þarkýlarýndan biri olan ve çok beklenen ‘Fall
on Me’ bizi mest etmeye yetti. Mike Mills'in piyanonun
baþýna geçmesiyle ‘Nightswimming’ fýrtýnasý yaþandý ve çok
duygusal anlarýn yaþanmasýna sebep oldu. Ardýndan Stipe'ýn
Kurt Cobain'e ithaf ettiði ‘Let Me In’ þarkýsý da çoðu R.E.M.
dinleyicisinin özel anlar geçirmesini saðladý. Artýk her R.E.M.
konserinin daimi parçalarý haline gelen ‘I'm Gonna Dj’,
‘Near Wild Heaven’ ve Losing My Religion kýrmasý ‘Imitation
Of Life’ ise ellerin havaya kalkmasýna neden oldu. "Green"
albümünün iyi þarkýlarýndan ‘Orange Crush’ ve son
"Accelerate"in ilk single çalýþmasý ‘Supernatural
Superserious’, konserin artýk sonlarýna yaklaþtýðýmýzýn
habercisi gibiydi. ‘Losing My Religion’ gecenin tepe noktasýydý
ve hemen hemen herkes þarkýya eþlik etti. Konserin bitimi,
"Up" albümünün en bilinen çalýþmalarýndan olan ‘Walk
Unafraid’, Greenpeace için yaptýklarý ‘It's The End Of The
World As We Know It (I Feel Fine)’ ve gecenin son çalýþmasý
"Man On The Moon" ile yapýlarak o günkü ýþýklý, denizli,
boðaz görüntülü geceye nokta konuldu. Ünlü komedyen
Andy Kaufman için yaptýklarý bu þarký gecenin belki de en
beklenen ikinci çalýþmasýydý. Gönül isterdi ki ‘Everybody
Hurts’, ‘Near Wild Heaven’, müthiþ yol þarkýsý ‘Cuyahoga’,
‘The Sidewinder Sleeps Tonite’ ve ‘The Wrong Child’ gibi
klasiklerini de dinleyebilseydik ama “bu kadarý da bize
yeter” diyerek evlerimizin yolunu tuttuk. S.O.S. Ýstanbul
kapsamýnda bu bir baþlangýçtý ve R.E.M. gibi bir gruba
tanýklýk ettik. Ne olur ne olmaz, bu etkinlik devam ederse
organizatörler bir Pearl Jam için de harekete geçebilirler,
bunu da çok istiyoruz.
SELÝM VARIÞLI
www.myspace.com/exodus
Þu an Amerikan Thrash Metal cephesinin en saðlam duran
topluluðu Exodus. Gerek geçmiþi, gerekse milenyum sonrasý
yayýnladýðý birbirinden güçlü yeni dönem albümleriyle Exodus
25 yýldýr tarzýndan taviz vermedi. Bir çok dev gruptan daha
önce baþladýlar, bir çoðuna yol gösterdiler ve bugün çoktan
kült statüsüne ulaþmýþ durumdalar.
Son albümleri "The Atrocity Exhibition - Exhibit A" çýkalý bir
seneden fazla oldu. Exodus artýk fazla bekletmeyi sevmiyor.
Lakin bu seferki hareketleri riskli, riskli olduðu kadar da
heyecanlýydý. Gelmiþ geçmiþ en iyi Thrash albümleri arasýnda
gösterilen, Thrash tarihinin baþlangýcýný teþkil eden
albümlerden biri olan, günümüzün en kült albümlerinden
efsanevi "Bonded By Blood"ý yeniden kaydettiler.
Bu giriþimin en önemli riski kuþkusuz albümün orijinal
versiyonundaki vokalist Paul Baloff'un artýk aramýzda
olmayýþýydý. 2002 yýlýnda kaybettiðimiz Baloff, yeri
doldurulamaz nitelikte bir vokalist ve metal adamýydý. Metal
tarihinin en önemli albümlerinden birinde, metal tarihinin
konusu deðil. Gary Holt 25 yýlýn ardýndan halen ne yaptýðýný
çok iyi bilen bir müzisyen. Parçalarý orijinallerine sadýk
kalarak, ayný riffi farklý þekilde çalmaktan kaçýnarak,
neredeyse halen 1985'teymiþ gibi bir mantýkla kaydetmiþler.
Orijinal Bonded By Blood'un tüm vuruculuðu bu albümden
de yansýyor. Albümün orijinalinde de yer almýþ olan Gary
Holt ve Tom Hunting'in 23 seneden sonra ayný parçalarý
yeniden kaydederken neler hissettiklerini cidden çok merak
ediyorum. Ben ilk kez 10 sene önce dinlediðim bu albümün
yeni kaydýný dinlerken kendimi tuhaf hissettim. Onlar için
çok daha etkileyici olmalý ki ayný ruhu yansýtmayý baþarmýþlar.
Diðer önemli faktör de gitar tonu. Yeterince Thrash bir ton
yakalamadan bu iþe giriþmek en basit tabiriyle albüme
hakaret olur (bu konuda biraz tutucuyum zira re-recorded
en önemli vokalistlerinden birinin yerini doldurmak oldukça
stresli bir iþ olmalý. Þu anki vokalist Rob Dukes bu zor görevin
altýndan baþarýyla kalkmayý bilmiþ. Hatta þu ana kadar vokal
yaptýðý albümler arasýnda en iyi performansýný gösterdiðini
düþünüyorum. Dukes, Exodus tarihinde Baloff sonrasý önemli
yeri olan Steve Souza ile sýk sýk kýyaslanýr. Açýkçasý bu albüme
kadar da Souza gibi bir vokalist karþýsýnda hararetle
savunulabilecek seviyede deðildi Dukes. Ancak "Let There
Be Blood" ile "tamamdýr abi olmuþ" dedirtecek bir vokal
gösterisi sergilemiþ. Ailece seviyoruz.
Gelelim re-recorded hadisesini grup ve mevzubahis albüm
açýsýndan tehlikeli kýlabilecek diðer iki önemli faktöre.
Parçalarýn orijinal gidiþhatýna sadýk kalýnmadan çalýnmasý
ve kullanýlan gitar tonu. Bu iki faktör çok baþarýlý olabilecek
bir albümün ipini anýnda çekebilir benim gözümde. Nitekim
büyük bir faný olduðum Destruction, eski hitlerini tekrar
kaydettiði "Thrash Anthems" albümünde kendi parçalarýný
coverlamaya kalkarak bir çok efsanevi parçayý harcamýþ ve
büyük hayal kýrýklýðý yaratmýþtý. Exodus'ta ise bu durum söz
olayýna giren topluluklar uzun yýllar içinde yerine oturmuþ
kilometre taþlarýyla oynuyorlar). Albümün yeniden
kaydedileceðini duyduðumda aklýma ilk olarak gitar tonu
gelmiþti ve sözünü ettiðim noktalardan dolayý çekiniyordum
biraz bu mevzudan. Ancak Exodus bu konuda da baþarýyla
geçmiþ sýnavý.
Testament da benzeri bir hareketi 2001 yýlýnda "First Strike
Still Deadly" adýyla yapmýþtý. O albüm re-recorded'lar arasýnda
zirve noktasýdýr benim için. Ýþte Exodus, o albümün bu
konudaki liderliðini sarsacak kadar iyi çalýþmýþ Let There Be
Blood'da.
Minnettarýz...
SELÝM VARIÞLI
www.myspace.com/behemoth
Her yeni albümde daha da sert hareketler sergileyen
Behemoth'a ilk sayýmýzda da dergimizde yer vermiþtik.
Gelgelelim Kasým ayý içerisinde yayýnlanacak olan konser
albümleri "At The Arena Of Aion - Live Apostasy" ve yeni
EP'leri "Ezkaton" ile Behemoth tekrar gündemimize girdi.
Polonya'lý topluluk, Black Metal grubu olarak baþladýðý
kariyerinde son bir kaç albümdür tamamen Death Metal'e
yönelmiþ durumda. Her ne kadar imajlarý ve lirikleri
halen olabildiðince Black Metal olsa da müzikal açýdan
lezzetli bir Death Metal grubu Behemoth.
Ýlk olarak yeni konser albümünden söz edelim. "At The
Arena Of Aion - Live Apostasy", Behemoth'un üstün
konser performansýnýn iyi bir prodüksiyonla sunulmuþ
hali. Topluluðun eski ve yeni bir çok parçasýný
barýndýrmakla beraber, Norveç'li kült Rock'N'Roll topluluðu
Turbonegro'dan bir cover da yer alýyor. Daha önce konser
DVD'leri yayýnlamýþ olsa da bu albüm Audio CD olarak
yayýnlanan ilk Behemoth konser albümü. Nergal'in yer
yer clean vokallerini de iþin içine karýþtýrdýðý bu albüm,
Behemoth'un sert ve agresif yapýsýna olabilecek en saf
format olan konser kaydýyla tanýklýk etmek için birebir.
Her ne kadar kimi yerlerde sonradan stüdyoda eklenmiþ
overdub'lar fazlaca kendini belli etse de genel anlamda
Behemoth gibi komplike müzik yapan bir topluluk için
oldukça baþarýlý bir çalýþma "Live Apostasy".
Kasým ayý içerisinde yayýnlanacak olan "Ezkaton" adýnda
bir de Behemoth EP'si var. Bu EP, iki yeni parça, live
parçalar ve coverlardan oluþacak. EP'nin toplam dört
plaktan oluþan özel limitli basým versiyonu da
yayýnlanacak. EP’nin açýlýþýný yapan ‘Chants For Ezkaton
2000 e.v.’ müthiþ bir parça. Ayrýca Ramones ve Master’s
Hammer coverlarý da ilginizi çekebilir. Behemoth’un
resmi marþý ‘Decade Of Therion’’un bu live kaydý da
parçanýn canlý olarak orijinalinden çok daha iyi olduðu
tezimi güçlendiriyor. :) Bu arada dört plaklýk özel basým
olayý son derece iþtah açýcý görünüyor.
Bu arada, geçtiðimiz yýllarda ülkemizde iki konser veren
topluluðun, önümüzdeki yýl baþlarýnda yeniden konser
vermek üzere ülkemizde olmasý ihtimal dahilinde.
Son albüme çekilen ilk klip 'At The Left Hand Ov God'
ile Polonya'nýn prestijli video festivallerinden "Yach Film
Festival"da üç dalda ödüle aday gösterilen ve "en iyi
klip montajý" dalýnda ödül alan Behemoth, ikinci klibi
"Inner Sanctum"u da 15 Ekim itibarýyla MySpace
sayfasýndan yayýnladý.
SELÝM VARIÞLI
Yakýn zamanda yayýnladýðý ilk albümüyle çok
yýkýcý bir Death Metal soundu ortaya koyan ve
ayný etkiyi sahnede de gösterebilen Ankaralý
topluluk Carnophage huzurlarýnýzda...
Sorularýmýzý gitarist Berkan Baþoðlu yanýtladý.
www.myspace.com/carnophageturkey
Selamlar Berkan. Önce en kliþe sorulardan gireyim. Albümün kayýt sürecinden
ve Unique Leader ile anlaþmanýzdan bahsedelim. Bilhassa Jacoby'nin Carnophage
ile ilgili yorumlarý nasýldý?
Berkan: Bizimle anlaþtýklarý vakit Jacoby’nin bebeði oldu. Hem Deeds Of
Flesh’ten hem de Unique Leader’dan ayrýldý. Deeds’in vokal gitarý Erik ilgilendi
bizimle hep.
Aaa süpermiþ. Yani bebeði olmasý süpermiþ, gruptan ve firmadan ayrýlmasý
deðil. :) Tabii Erik'in grupla ilgili yorumlarýný aktarmaný rica edeceðim þu
durumda.
B: Haha. Valla süper, hayýrlý olsun da bizim iþleri ciddi anlamda yavaþlattý bu
durum. :) O zamanlar Unique Leader'ýn web sitesinden sorumlu eleman Jacoby
idi. Bizim anlaþma haberimiz, anlaþmadan yaklaþýk bir buçuk ay sonra web
sitesinde ilan edildi. :) Ýlk mail Erik'ten geldi. Promomuzu çok beðendiklerini,
tam kendi çizgilerinde olduðunu ve þartlar uygun olursa bizimle anlaþmak
istedikleri yazýyordu. Hatta bir de "killer stuff" demiþti ki yýllardýr örnek
aldýðýmýz bir grubun elemanýndan bunu duymak onur verici idi.
Peki Jacoby'nin bu özel durumundan kaynaklanan gecikmeler web sitesi
haricindeki konulara da yansýdý mý albümün yayýnlanmasý sürecinde?
B: Hayýr herhangi bir etkisi olmadý. Sadece albüm planlanandan bir hafta
kadar geç çýktý. O da bizim burada yazdýðýmýz master CD'yi (hatta CD'leri, bir
kaç kez göndermek zorunda kaldýk çünkü) orda kopyalayamamalarýndan
kaynaklanan teknik problemlerden ötürü. En sonunda ham olarak wav dosyalarýný
fabrikanýn FTP’sine attýk ve sorun çözüldü.
Genel olarak firmanýn sizin için yaptýðý çalýþmadan memnunsunuz yani di mi?
B: Firma elinden geleni yapýyor. Genel mizaçlarý biraz "cool" görünse de albüm
þu anda akla gelebilecek her online satýþ sitesinde ve her ülkedeki Unique
Leader distribütöründe mevcut. Her ne kadar genel kaný farklý olsa da þirketler
sadece albümün basýmýndan ve daðýtýmýndan sorumlu. Konser ve tur gibi
olaylar %90 gruba baðlý. Firma sadece baðlantýlarý ile destek olabiliyor çünkü
tura çýkan gruplarý firmalar deðil firmalarýn çalýþtýðý "touring agency"ler seçiyor.
Peki, albüme gelelim. Önce þunu sorayým. Albümde genel lirik tema ne üzerine?
“Deformed Future // Genetic Nightmare” isminden de "düz death metal sözü
yazmadýk, okunacak sözler yazdýk" imajý yansýyor. Bu konuda neler söylemek
istersin? Ayrýca bu baðlamda Death Metal gruplarýnda þarký sözleri sence nasýl
olmalý?
B: Grup olarak “gore” temalar kullanmaktan fazla hoþlanmýyoruz, kiþisel
olarak baþka gruplardan dinlemek hoþumuza gitse de… O yüzden biraz daha
düþündürücü ve toplumsal içerikli bir konsept var albümde. Sözler Oral'a ait
ve sadece kapakla albümün kitapçýðýna bakan birinin, sözleri okumasa da
kafasýnda birçok þeyin belireceðini düþünüyoruz. Death Metal diðer türlere
göre biraz daha samimi ve tabiri caizse hala iþlerin underground yürüdüðü bir
tarz. Dolayýsýyla sözler yazýlýrken çok da fazla "kaygý" taþýmýyor çünkü Death
Metal yapan adam bu müziði gerçekten hissettiði için yapýyor. Bu baðlamda
kitleleri peþinden sürükleme amaçlý boþ beleþ iþlerle deðil daha samimi, kiþinin
iç dünyasýndan gelen sözler yer almalý.
Death metal gruplarýnda albüm yayýnlandýktan sonra "þurayý daha iyi
yapabilirmiþiz" veya "þunu keþke koymasaydýk" türü yorumlar diðer türlere
göre daha çok duyulur. Bu da söz konusu müziðin oldukça komplike olmasýna
baðlanabilir. Siz albümü yapýp bitirdikten sonra kiþisel veya grupça "ya þurayý
da þöyle yapsaydýk daha iyi olurdu" gibi bir düþünce oldu mu hiç? Veya o zaman
olmadýysa þimdi var mý böyle bi düþünce?
B: Bu düþünce her zaman hasýldýr. Eðer deðilse ya egolar çok yüksektir ya da
“tamam ben oldum" deniliyordur. Daha iyi olabilirdi düþüncesini özellikle miks
ve mastering aþamalarýnda, henüz kayýt bitmeden fazlasýyla yaþadýk ama çok
fazla uðraþýnca bir noktadan sonra daha da geriye gittiðimizi farkettik ve
orada kestik. Ayný þey besteler için de geçerli. Samimi olmak gerekirse artýk
albümdeki þarkýlardan eskiden aldýðýmýz zevki almýyoruz ve ikinci albüm için
çok daha iyilerini yapmaya çalýþýyoruz. Ama bunun kompleks ve teknik kaygýlarla
hiç alakasý yok. Zaten hiç bir zaman anlamsýz tekniðin olduðu, saçma sololarýn
havada uçuþtuðu, “sýrf aksaklýk olsun da trendi takip eden dinleyicinin de
hoþuna gidelim” gibi bir isteðimiz olmadý. Bizim için ruh, saldýrganlýk ve hýz
ön planda. Bu baðlamda ikinci albümde daha da olgunlaþmýþ bir Carno müziði
için uðraþýyoruz.
Rock Station'da birkaç dinleyiciyle Carnophage hakkýnda konuþurken, "abi
süper albüm ama solo çok az" gibi bir yorum duydum. Öte yandan bence
"Harmlessly Eaten" ve "Anomalistic Resurrection"daki sololar gayet iyi. Tabii
bir gruba "neden albümde solo az" diye sorulmaz ama Death Metal'de solo
olayýna bakýþ açýndan biraz bahsedersen belki o "solo az" diyen dinleyicinin
kafasýndaki soru iþareti ortadan kalkar.
B: Bazý gruplar vardýr, bu projede hiç solo olmayacak diye ya da mutlaka her
þarkýda solo olacak diye baþtan hükümle yollarýnda ilerlerler. Riffleri hazýrlýyoruz,
düzenlemeleri yapýyoruz, eðer uygun bir bölüm olursa ve
gerekli hissiyatý verecekse uygun bir solo arkasý riffi ve
solo ekliyoruz. Bu iþi her þarkýda formülize edersek emin
ol sana "solo çok az" diyen kiþi bu sefer de "abi bu ne
lülülülülü her yerde solo atmýþ bu adamlar, bence gereksiz
olmuþ" diyecekti. Herkesi ayný anda memnun etmek
mümkün deðil. Dahasý böyle bir çabamýz yok.
"Herþeyden önce kendimiz için yapýyoruz" olayý Death
Metal'i daha samimi kýlar. :)
Peki Erkan Tatoðlu gibi bir müzisyen/prodüktörle çalýþmak
nasýldý? Son yýllarda kayýt konusunda iyice öne çýktý ve bir
çok grup onun stüdyosunda kayýt yapýyor. Sizin albümünüzde
müzikal açýdan ne derece etkisi oldu?
B: Erkan abi uzun yýllardýr tanýdýðýmýz ve çok sevdiðimiz
bir insan. Kayýt zamaný orada parayla iþ yapýyormuþ gibi
deðil de muhabbet edip takýlmaya gidiyoruz hissiyatý
hakimdi. Prodüktör kullanma ya da baþkalarýndan beste
alma düþüncemiz olmadýðý için müzikal anlamda etkisi
olmadý. Ama sýký bir Death Metal dinleyicisi olduðu ve çok
iyi bir kulaða sahip olduðu için kayýt süresince her anlatmak
istediðimizi anladý. Ýmkanlar dahilinde en iyi iþi çýkarmak
için, iþi parayla yapan bir profesyonelden öte arkadaþý
için canla baþla çalýþan biri gibiydi.
Oral'ý daha önce Cidesphere ve Burst Appeal gibi
topluluklardan biliyorduk. Gruptaki diðer elemanlarýn da
Carnophage öncesi ciddi çalýþmalarý veya þu an mevcut
yan projeleri var mý?
B: Ben Solitude’da gitar çalýyordum. Erkan Almanya'ya
gittikten sonra grup bitti denebilir. Þimdi yine burada
ama artýk devam edilir mi, edilmez mi tamamen muamma.
Onur da ayný zamanda Black Omen'da davul çalýyor. Onun
dýþýnda baþka projelerimiz yok.
Senin Solitude'da çaldýðýný bilmiyordum. Umarým toparlanýr
Solitude tekrar. Baya iyi gruptu.
B: Ben de isterim. Her ne kadar ana uðraþým Death Metal
olsa da kökenim Thrash.
Þimdi en civcivli soruya geldi sýra. :) Mp3 olayýnýn bilhassa
underground müziðin yayýlmasý konusunda ciddi rol oynadýðý
ortada. Mp3 gruplarýn albüm satýþlarýný düþürürken ister
istemez konserlerinin daha kalabalýk olmasýný saðlýyor.
Sizin albümünüz de internette Mp3 olarak dolaþýyor. Bu
konuda neler düþünüyorsunuz?
B: Al iþte, en son sorulacak adama sordun bu soruyu...
Þimdi bugünkü tüm iþini gücünü iptal et. Röportaj ciddi
uzayacak :)
Hehe :) Uzasýn röportaj, yerimiz geniþ.
B: Soruyu cevaplamadan önce evveliyattan gireyim konuya.
Ortaokul yýllarýmdan beri hayatýmýn bir parçasý diyebilecek
kadar metal müzik ile ilgiliyim. O zamanlar küçüðüz tabii,
verilen harçlýk miktarý belli. “Nasýl bu hafta da orijinal
albüm alýrým” diye çoðu öðle yemeðinde Çizi yerdim,
Cuma günü de Zýd'a, Hayri'ye, Shades'e ya da Dost'a
koþardým. Neyse ki o yýllarda internet pek yaygýn deðil
de millet her istediðini indiremiyordu. Sadece korsan olayý
vardý. Onda da zaten metal gruplarýný, hele ki Death Metal
gruplarýný hiç bulamazdýn. O yýllarda orijinale deðer
verilirdi. Zaman geçtikçe bana insanlar “neden CD alýyorsun
ki, indir” derdi.E indireyim ben de biliyorum, salak deðilim.
Ama ortaya çýkan ürün bir bütün. Sadece ses dosyasýndan
ibaret deðil. Her þeyden önce o kitapçýðýn kokusu, içinde
yazanlar… Sevdiðiniz þarkýlarý elinizde bir ürün olarak
tutmanýn mutluluðu ve belki yüzbinde bir de olsa o gruba
destek olmanýn hazzý… Þimdi bunlarýn hiç biri kalmadý.
Ýnsanlar o kadar yüzsüz ve bilinçsiz oldu ki, albümümü
gözümün içine baka baka indirip dinleyebiliyorlar. Bazýlarý
destek verdiðini sanýyor, bu da iþin en komik yaný. Sözde
bizim reklamýmýzý yaptýklarýný sanýyorlar... Ýnan artýk
albümle ilgili sevindiðimiz konular öylesine bir hal aldý
ki, Mp3 indirilen sitenin biri bizim albümü ‘ayýn albümü’
seçmiþ. Garip bir þekilde mutluluk duyduk, en azýndan
onlarca megabaytýn arasýnda bir deðerimiz varmýþ... Ýþin
bir baþka boyutu da verilen emeðin çöpe gitmesi. Eyvallah,
ne yapabilirim indirsin, dinlesin. Hani orijinal almak
salaklýk ya... Ama toplam emeði 2 yýl olan, kayýt süreci
70 saatten fazla olan bir albümü en azýndan arkadaþýyla
MSN’de sohbet ederken yarým saatte harcayýp o çok deðerli
megabayt megabayt arþivinin ücra bir köþesine atmasýn
(Berkan burada daha sert bir cümle de kuruyor). Oysa ki
orijinal alsa durum böyle olmaz. Ona para vermiþtir ve
ister istemez zaman ayýrýr. Ýnsan beðenmese bile para
verdiði bir albümü tekrar tekrar dinleme ihtiyacý duyar.
En azýndan kitapçýðýný karýþtýrýr, merak eder. Ve her
seferinde belki de kayda deðer baþka þeyler bulup sonunda
o albümü sevebilir. Ama þu anda bunlardan çok uzaðýz.
Ha diyeceksin bu kadar ahkam kesmek iyi güzel de sen
hiç mi Mp3 indirmiyorsun? Ýndirmiyorum desem inanan
çýkar mý? Piyasayý yakýndan takip ederim kim ne yapmýþ
ne etmiþ... Ama içim rahat, her hafta belli bir miktar
ayýrýyorum ve baþka harcamalardan kýsmak pahasýna
elimden gelen desteðin fazlasýný veriyorum. Hele ki söz
konusu Türk bir grubun albümü ise örnek þarký bile
dinlemeden aldýðým oluyor. Kimse de parayý cartý curtu
bahane etmesin. Albüm almayýp da ben metalciyim diye
takýlan adamlarýn barlarda, kafelerde günlük olarak
harcadýklarý paralar çok açýk. Biri gelsin bana, “ben sigara
içmiyorum (en azýndan günlük fazla harcamýyorum), alkol
kullanmýyorum ve param yok, sizin albümü alamýyorum”
desin. Çok ciddiyim seve seve albümü hediye edeceðim!
Söylediklerinde tamamen haklýsýn. Peki Mp3 olayýnýn
konserlerdeki seyirci sayýsýný artýrdýðý yönündeki görüþ
için ne düþünüyorsun? Bu underground gruplar için geçerli
bir iddia sayýlmasa bile gruplarýn tanýnmalarý ve büyümeleri
adýna önemli bir aþama olabilir. Mp3'ü haklý çýkarmaz ama
"kaçýnýlmazsa zevk almaya bak" durumu düþünülebilir mi
sence? "Yani bu iþi madem engelleyemiyoruz, o zaman
kullanmaya çalýþalým" diye düþünüyor musunuz?
B: Adamlar albümü indirip gelip bize yorum yapýyorlar
"çok güzel olmuþ, elinize saðlýk" diye. Teþekkür mü etmek
gerekir, küfür mü, bu ince bir ayrým... Neyse en azýndan
bu da güzel. O megabaytlar harddiskte yer kaplamaktan
öte bir iþe de yarýyor demektir. Bakarsýn günün birinde
az içer de konsere gelmiþken “þu albümü alayým bir
sözlerine bakayým” falan der. Haklýsýn Mp3'ün
popülerliðimizi arttýrdýðý büyük bir gerçek. Ama açýk
söyleyeyim bilinçsiz ve hýrsýz koca kitle yerine Death
Metal’i içinde hisseden bir avuç adama çalmayý tercih
ederim.
Bu konudaki görüþleriniz de müziðiniz gibi sert çýktý :)
B: Sert deðil, olmasý gerektiði gibi. Orda burda yazýyorlar
iþte yok “Carno gururumuz”, yok “yurtdýþýnda bizi en iyi
þekilde temsil edeceklerine inanýyoruz”, cart curt... Ulan
ver o zaman desteðini de yurt dýþýna gidebilelim. Þu ana
kadar ne yaptýysak cepten yaptýk ve artýk yaþ da ilerledikçe
hayata dair sorumluluklar üzerimize binmeye baþladý. O
yurtdýþýndaki büyük festivaller tüm masraflarý karþýlýyor
mu sanýlýyor? Bu yüzden senelerdir hayran olduðumuz çok
büyük gruplarla çalma fýrsatlarýný kaçýrdýk. Destek dediðin
öyle internetten “alnýmýzýn aký Carno, yürü büyüksün
Carno” demeyle olmaz. Konsere gelmeyle olur, albüm
almayla olur, merþandiz almayla olur!
Eyvallah. Sýradaki soruya geçeyim. Ýcra ettiðiniz
tarzýn Türkiye'deki durumunu nasýl görüyorsunuz?
B: Önceki soruda bahsettiðim olumsuzluklara
raðmen 2008 yýlý Türk Death Metali adýna þahane
geçti. Þu ana kadarki en iyi yýl hatta. Ve bundan
sonra da yapýlabileceklerin bir göstergesi.
Decaying Purity Ýspanyol þirketten taþ gibi bir
albüm çýkardý, dünyayý sallýyor. Cenotaph Rusya
turuna çýktý, kitlelere çaldý. Nettlethrone çok
klas bir albüm çýkardý. Decimation nete koyduðu
promoyla yakýnda koyacaklarý borunun haberini
verdi. Suicide yeni albüm þarkýlarýný bitirmek
üzere. Raven Woods kayda girmek üzere. DP
gibi yine Ýstanbul’dan Chopstick Suicide var ki
adamlar köpek gibi çalýyor, Dillinger Escape
Plan’ý kýskandýracak kalitede müzik yapýyorlar.
Asýl 2009'u gör sen...
Nettlethrone'un daðýlmasý üzücü oldu ama. Gerçi
onlar bölünerek çoðalan türden en sevdiðimiz
Death Metalci tipi adamlar. Bi sürü grup ve
albüm çýkar o kadrodan þimdi :)
B: Ýlk konserinden beri takip ettiðim bir grup
olmasýnýn yanýnda ayný zamanda arkadaþlarým
ve çok üzüldüm. Aklýma ilk ODTÜ konserleri
geliyor, arada elemanlara tek tek küfür ediyorum
ama yapýlabilecek bir þey yok. Belki de “bazý
þeyler tadýnda bitmelidir”in cevabýdýr bu. Kim
bilir, yeni projeleri Nettle’dan da saðlam çýkar,
dediðin gibi bölünerek istila ederler alemleri.
:)
Bu arada az önce Death Metal gruplarý arasýnda
Raven Woods'u da saydýn. Ben de tam bununla
ilgili bi soru sormak üzereydim. Black Metal'den
Death Metal'e kayan topluluklar için ne
düþünüyosun? Behemoth gibi mesela.
B: Ýçten gelen dürtülere, zaman zaman da
trendlere baðlý. Darkthrone Soulside Journey
ile sýradan bir Death Metal grubu iken sonraki
albümlerinde dünyanýn en büyük Black Metal
gruplarýndan biri oldu. Günümüzde de extreme
müzikte yükseliþte olan tarz Death Metal.
Dinleyici profiliyle olsun, merþandiz merakýyla
ya da sahne performansýyla olsun bu inkar
edilmez. O yüzden içlerinden bu geldi ya da
trende uydular hiç problem deðil. Behemoth'un
þu hali eskisinden 10 kat iyi.
Bence de. Peki röportajýn son ve en zor sorusu
var sýrada. Asýl kliþe sorumuz bu. :)
Dünyaya bir albüm olarak gelecek olsan hangi
albüm olmak isterdin?
B: Soru þimdiki zamanda sorulduðuna göre Mp3
olarak gelmek isterdim.
Hahahaha. Peki soruyu 1995 yýlýnda sorduðumu
farz et.
B: Offf ne yaptýn 95 deyip... Suffocation - Pierced
From Within, Morbid Angel - Domination, Deicide
– Once Upon The Cross, At The Gates - Slaughter
Of Soul’un yýlýný söyledin bana...
Özellikle onu seçtim :) Ama bizde "d) hepsi"
seçeneði yok. Birini seçmen lazým.
B: Suffo diyeyim de, ay ay bölersek diðerlerini
seçerim deyip hiçbirine ayýp etmemiþ olayým.
:)
Eyvallah. Berkan röportaj için teþekkür ederim.
Güzel sohbet oldu. Eklemek istediðin biþey varsa
dök içini. :)
B: Buraya kadar sýkýlmayýp okuyanlar genel
tavrýmýzý ve düþüncelerimizi az çok anlamýþlardýr.
Röportaj için teþekkür ederiz.
Endüstriyel metalin Alman kalesi Rammstein’ý bilmeyen
yoktur sanýrým. Bu sýralar pek sesleri sedalarý çýkmasa da
kunduz gibi çalýþtýklarý oradan buradan kulaðýmýza geliyor.
Özellikle 2008 içerisinde yeni bir albüm çýkartacaklarýna
ve bu albümün “Best Of” olup olmayacaðýna dair
dedikodular ortada dolanýyor. Hatta albüm çýkacaðý
meselesi dedikoduluktan çýktý sayýlýr. Grubun klavyecisi
Christian Lorenz (Flake ya da Doktor diye bilinir) bu haberi
Metal Hammer Almanya’ya doðrulamýþ.
Her neyse, burada oturup size çok bilinen bu nezih grubu
tanýtmaya kalkýþmayacaðýz. (Rammstein’dan da haberiniz
yoksa okumayýn kardeþim :), yeni albüm falan çýkarsa
onunla ilgili yazýyý patlatýrýz hemen). Grubun ana gitaristi
ve kurucu eleman Richard Zven Kruspe (evet Till Linderman
kurmadý) 2005 senesinde, Rammstein’ýn bir yýllýk molasý
sýrasýnda (“Mutter” albümünden sonra) yeni bir albüm
çalýþmasýna baþlamýþtý. 2006 sonunda ise Rammstein’ýn
resmi web sitesinde bu yeni oluþumun adý duyuruldu:
Emigrate. Bu duyuru ile beraber albüm içinde yer alacak
olan “Wake Up” isimli parça da dinlenebiliyordu. 2007
yýlýna kadar tüm albüm tamamlandý ve piyasaya çýktý.
Albümün piyasaya çýkmasý biraz acayip bir þekilde oldu.
Albümün adý belli deðildi, daha önce web sitesinde ve
diðer sitelerde yayýnlanan parçalar vardý, albüm isimleri
vardý. Ýlk albüm albüm müydü yoksa single mýydý
anlaþýlamadý. Farklý ülkelerde farklý zamanlarda piyasa
çýktý (farklý isimlerde de çýktý sanýrým). Yani kýsaca karman
çorman bir çýkýþ öyküsü var. En sonunda albüm ismi olarak
“Emigrate” ortaya çýktý (çok klasik). Bu isim belirlendikten
sonra Avusturya ve bu yýl içinde de Amerika’da satýþa
sunuldu.
Albümü pek beðenmedim. Dinlemeden önce ve albüm
kapaðýný gördükten sonra (albüm ve single kapaklarýnda
hafiften Rammstein ve endüstriyel bir koku var) insan
þöyle poposunu doðrultup “iþte ultra elektronik, oynak,
bangýr bangýr, sert ve Almanca gaz bir þey geliyor” diye
bekliyoruz, sonra kapak oluyor bize. Tamam, bangýr bangýr
bir giriþ var ama sonra Richard baþlýyor söylemeye. Aman
Yarabbi! Çok düzgün bir Ýngilizce (Ýngilizce öðretmeni
gibi) ile pop bir þeyler mýzýrdanýyor. Þarký sözleri çok basit
ve klasik. (Orada burada þarký sözlerinin Rammstein
sözlerinden alýntýlar olduðu söyleniyor – sadece söylenti).
Diðer parçalarý dinliyoruz, hepsinde ayný ses tonu ve güzel
Ýngilizce. Abi n’aptýn sen? Þekil þema yerle bir. Çoðu
Rammstein dinleyicisinin görüþü de doðal olarak “git
Rammstein’de gitarýný çal, aman solo albüm yapma”
oluyor. Richard’ýn sesini de bir þeylere benzetiyorum ama
neyse burada söylemeyim.
Neyse sinirlendik, öfkelendik. Grubu biraz tanýtýp eve
gidip Rammstein DVD’sini koyup sakinleþelim biraz.
2007’de ilk single’ýný çýkartan Emigrate daha sonra kendi
adýný taþýyan albümünü ve “New York City” isimli diðer
single’ýný yayýnladýktan sonra bu sene “Temptation” isimli
yeni single’ý ile karþýmýzda (yine tarzda deðiþen bir þey
yok – neyse sinirlenmeyelim). Grup toplam dört kiþiden
oluþuyor. Vokal ve gitarda tabiî ki Richard Zven Kruspe,
ritm gitarda Olsen Involtini, bas ve arka vokalde Arnaud
Giroux ve son olarak bateride Henka Johansson
(Clawfinger’dan). Son olarak da grubun daha ziyade
Meksika ve Rusya’da ilgi çektiðini belirtelim (garip adamlar
bunlar).
HÝDAYET DOÐAN
Albümü almadan önce grubun online yayýnladýðý bazý
parçalarýný dinleyip fikir sahibi olmanýzý öneriyorum. Bol
endüstriyel, tenekeli, çekiçli günler efendim.
www.myspace.com/emigrate
SELÝM VARIÞLI
www.myspace.com/axelrudipellofficial
Alman Metali'nin en yetenekli isimlerinden Axel Rudi Pell, 13.
stüdyo albümüyle karþýmýzda. Tamamý coverlardan oluþan bir
önceki albümü Diamonds Unlocked'dan sonra Axel'in kendi
bestelerinden oluþan yeni albüm bekliyorduk. Ýþte o albüm tüm
ihtiþamýyla bizleri selamlýyor; Tales Of The Crown!
1989 yýlýnda "Wild Obsession" albümüyle baþladýðý solo kariyeri
boyunca hiç bir vasat albüme imza atmamýþ olan Axel Rudi Pell,
kendi gibi profesyonel ekibiyle birbirinden etkileyici albümler
yayýnlamaya devam ediyor. Klasik Heavy Metal - Power Metal
- Hard Rock arasý sularda dolaþan Axel'in bunca yýla raðmen
müzik dünyasýnda hak ettiði yere gelememiþ olmasýný hep
þaþkýnlýkla karþýlamýþýmdýr. Almanya gibi bir ülkede, Almanlarýn
markasý konumundaki bir müziði icra ettiði ve benzeri bir çok
topluluktan fersah fersah ileride müzik yaptýðý halde nedense
þöyle yeri göðü inletecek bir çýkýþ yapamadý yýllardýr. Öte yandan
özellikle Avrupa'da kendine has bir hayran kitlesi bulunmaktadýr.
Yeni albümde de 1998 tarihli "Oceans Of Time"dan bu yana
mikrofonu býrakmayan Johnny Gioeli var. Axel hayranlarý arasýnda
bitmek bilmeyen bir Johnny Gioeli - Jeff Scott Soto tartýþmasý
süregelmekte uzun süredir. Jeff Scott Soto, 1992-1997 yýllarý
arasýnda yayýnlanan dört Axel Rudi Pell albümünde vokal yapmýþtýr.
Gioeli'nin gruba daha çok yakýþtýðýný düþünürüm.
Axel Rudi Pell albümlerinin olmazsa olmazlarý ballad'lar, son
albümde de dinleyiciyi kanatlandýrýp uçurmak üzere hazýr
bekliyorlar. Axel tarihinde inanýlmaz güzellikte ballad'lar
bulunmaktadýr. Avrupa'da çeþitli firmalarca sürekli yayýnlanan
"Metal Ballads" türü albümlerin vazgeçilmez isimleri arasýnda
yer alýr Axel Rudi Pell. Son albümde yer alan "Touching My Soul"
ve "Northern Lights" da ilerleyen yýllarda mevzubahis toplama
albümlerin gözdesi olacak nitelikte harika ballad'lar. Kadroda
Axel ve Johnny Gioeli'nin yaný sýra Mike Terrana (davul) ve Ferdy
Doernberg (klavye) gibi iki usta müzisyen de yer alýyor. Ayrýca
eski Steeler üyelerinden Volker Krawczak da basist olarak Axel
Rudi Pell'de çalýyor.
Steeler demiþken, Axel Rudi Pell solo kariyerine baþlamadan
önce seksenlerde Alman Heavy Metal topluluðu Steeler ile dört
albüm kaydetmiþtir. Ayrýca solo kariyeri boyunca (üç tanesi
Ballads olmak üzere) toplam dört toplama albüm, iki de live
albüm yayýnlamýþtýr ki bunlardan "Knight Treasures" son derece
dinlenmeye deðer bir konser albümüdür.
Özetle, 20 yýla yaklaþan kariyerinde hiç fire vermediði gibi yine
uzun yýllar dinlenecek bir albüm kaydetmiþ Axel Rudi Pell.
Arþivlerin en özel köþelerine layýk...
SELÝM VARIÞLI
Carmageddon oyununu bilir misiniz? Bol miktarda fantastik
araba ile þehirde dolaþýp zombi öldürülen þahane bir oyundur.
Gore levelý yüksek olduðu için kimi yasaklamalarla da
karþýlaþmýþlýðý vardýr. "Carmageddon 2: Carpocalypse Now"
olanýný 10 senedir kim bilir kaç kere bitirdiðim halde hala
oynuyorum. Film yazýsýnda oyunun ne iþi var demiyorsunuz
di mi? Ne iþi olabilir? Hayýr, Death Race Carmageddon'dan
esinlenerek yapýlmadý. Carmageddon, 1975'de çekilen ilk
Death Race filminden (Death Race 2000) esinlenerek
geliþtirildi. Þu an sözünü ettiðimiz film de mevzubahis Death
Race 2000'in yeniden çevrimi.
Genelde bu yeniden çevrim mevzularýyla ilgili yorumlarda
mutlaka filmin eski çekimi/çekimleri ile yenisi karþýlaþtýrýlýr
ya. Bunu yapmýyorum çünkü ilk film oldukça kötü. :) Hatta
o kadar kötü ki, yeniden çevirimi kimin fikri acaba diye
düþündürecek düzeyde. Feci yorgun ve uykusuz bir günün
sonunda elinizde tonla çerez ve içecekle "hiç biþey anlamaya
çalýþmayýp sadece tuhaf biþeyler izleyip eðlenmek" amacýyla
izleyebileceðiniz türden bir film. Evet, eskisini yeterince
merak ettiyseniz, yeni filme geçebiliriz. :)
Jason "Crank" Statham baþrolde! Adamýmsýn Statham. Tek
baþýna yetersin koca filme. Bu adam son yýllarda öne çýkan
isimler arasýnda bir numara benim için. Bu cümleden dolayý
okuduðunuz yorumun subjektif olduðunu düþünmeyin zira
adam henüz baþrol oyuncusu olarak kötü bir filme imza atmýþ
deðil. Hatta gittikçe zirve yapmaya baþladý. Ýnanýlmaz bir
performans ortaya koymuþ Death Race'de.
Film özetle, þu an olduðundan daha tuhaf bir ülke haline
gelmiþ olan Amerika'da bir hapishanede gerçekleþtirilen
ölümcül araba yarýþlarý üzerine senaryolandýrýlmýþ. Her
yarýþmada bir ya da daha fazla yarýþmacýnýn öldüðü, üst üste
beþ kez kazanan yarýþmacýnýn ise hapisten tahliye edildiði
bir yarýþma bu. Gerçi henüz hiç kimsenin beþ kere
kazanamamýþ olmasý, kokoreç tezgahýndan yayýlýrcasýna
kokular getirmiyor deðil ortamlara. Daha fazlasý için filme
göz atýn, piþman olmayacaksýnýz.
Film, oldukça iyi tasarlanmýþ araçlarý kullanan iyi düþünülmüþ
karakterlere sahip. Görsel efektler konusunda da kusursuz.
Filmin bir diðer öne çýkan oyuncusu olan Joan Allen (Jason
Bourne'ýn peþinden ayrýlmayan CIA ajaný Pamela Landy olarak
da hatýrlýyoruz kendisini) oynadýðý aðýr rolün altýndan baþarýyla
kalkmýþ. Bir bayan hapishane müdiresini hakkýyla oynamak
epeyce zor olmalý. Allen'a þapka çýkardýk bu vesileyle.
Yer yer oldukça gore sahnelere yer verilmiþ ki böylesi bir
yapýmda beklediðimden bile iyi iþ çýkarmýþlar. Filmin pek
beklenmedik sonu, daha da beklenmedik en sonu gayet iyi
kurgulanmýþ. Açýkçasý kimi sahnelerde eski Death Race'i
düþünerek "bi gün böyle biþey yapýlacaðýný bilseler o filmi
baþtan çekmeyi düþünürler miydi acaba" dedim kendi kendime.
Özetle yeni Death Race çok baþarýlý bir film. Bazý sahneler
biraz saðlam mide gerektiriyor belki ama aþaðýsý da
kurtarmazdý bu tarz bir filmi. Çok yaþa Jason Statham!
SELÝM VARIÞLI
www.myspace.com/pain
Hypocrisy'nin beyin adamý Peter Tagtgren'ýn diðer grubu
olarak tanýdýðýmýz ve zamanla Hypocrisy gibi gönlümüzde
taht kuran bir topluluk haline gelen Pain, yeni albümü "Cynic
Paradise" ile tam gaz devam ediyor. En son 2007 tarihli
albümü "Psalms Of Extinction" ile racon kesen Tagtgren
(soyisimle hitap etme olayý da Tagtgren'de pek bi zor oluyor),
yeni albümde daha harsh, daha endüstriyel elektronik bir
sound ortaya koymuþ. Ancak netice hala göz alýcý.
gazetesine konuþan Peter olayla ilgili olarak "Turnenin konser
olmayan bir gününün akþamý restorandan çýkmýþtýk ve bir
taksi ararken aniden önümüzü kesip bize saldýrdýlar" diye
anlatmýþtý (gazetede hastanede çekilmiþ bir fotoðraf
yayýnlanmýþtý ve Peter gerçekten kötü görünüyordu).
Grubun, epeyce sarsýldýðý bu ciddi saldýrýyý kalýcý bir hasar
almaksýzýn atlattýðýný ve yeniden albüm yaptýðýný görmek çok
güzel.
Cynic Paradise'ýn þimdilik en ses getiren vukuatý, albümün
tamamýnýn grubun resmi MySpace sayfasýndan yayýnlanmasý
oldu. Nucleat Blast'ýn nasýl bir mantýkla bu iþe girdiðini tahmin
etmek pek de zor deðil aslýnda. "Mp3'ü engelleyemiyorsak
lehimize kullanalým" mantýðýnýn meyvesi gibi duruyor bu tüm
albümü yayýnlama iþi. Yakýnda daha çok albümde denerlerse
þaþýrmam. Evet MySpace'den þarkýlar online streaming olarak
dinlenebiliyor ama Nuclear Blast'taki hiç kimse mi MySpace'deki
her þarkýyý download edebilen ufak yazýlýmlardan ya da web
sitelerinden haberdar deðil, yoksa umursamýyorlar mý
bilemiyorum.
'Follow Me' ve 'Feed Us' adlý parçalarda Nightwish vokalisti
Anette Olzon konuk sanatçý olarak yer almýþ. Tarja'dan sonra
bu yeni vokaliste asla alýþamasam da Pain'de hiç sýrýtmamýþ.
Yeri gelmiþken ‘Follow Me’ye Ýstanbul’da oldukça güzel bir
klip çekildiðini de belirtelim.
Albümün limited edition baskýlarýnda, Depeche Mode ve
Electric Light Orchestra'dan birer coverla üç Pain parçasýnýn
remix'inin olduðu bir bonus CD yer alýyor. En azýndan bunu
yayýnlamamýþlar MySpace üzerinden.
Geçtiðimiz þubat ayýnda, Nightwish ile çýktýklarý turnede
Tagtgren ve iki Pain elemaný, Almanya'nýn Leipzig kentinde
bir çetenin saldýrýsýna uðramýþlar, elemanlardan birinin burnu
kýrýlýrken, Peter'ýn yüzüne on dikiþ atýlmýþtý. Ýsveçli Aftonbladet
Albüm temellerini endüstriyel sounda dayamýþ olsa da,
Peter'ýn "epeydir bi Southern lezzeti yapmak istiyodum hoca,
dur bi giriþeyim þuna" formatý yarattýðý, 'Have A Drink On Me'
adýnda oldukça Southern Rock týnlayan bir parça ile 'No One
Knows' adlý Depeche Mode mantýðýný çaðrýþtýran bir çalýþma
da yer alýyor. Özetle Tagtgren yine kendini kýsýtlamamýþ.
Hypocrisy ile çýkabileceði maksimum noktaya ulaþan ve son
dönemlerinde pek de verimli Hypocrisy albümleri yapmayan
müzisyen, iþin acýsýný Pain'de çýkarýyor gibi görünüyor. Yalnýz
bir önceki albümde vokalleri daha iyiydi. Bu kez fazla dijitize
etmiþ, fazlaca yapay duruyor vokaller.
Bu arada son parçanýn albümün en iyi parçasý olmasý sadece
Queen'in "Innuendo" albümüne özel bir durum deðil. Cynic
Paradise'ýn da en iyi parçasý son sýrada yer alan 'Feed Us'.
Selim: Ya þöyle ki, yeni sayý için Radical yazýsý düþünüyorduk. Sonra dedim ki “Ya niye röportaj yapmýyoruz?”
E röportaj için de MSN gayet uygun bi ortam. :)
Kerem: :) Uyar.
S: Tamamdýr baþlýyorum o zaman.
K: Baþla…
Röportajýmýz bu þekilde baþladý. Radical Noise yýllarýndan ve sert müziðin gelmiþinden geçmiþinden
konuþtuk. Harbi bir röportaj oldu. Samimi yanýtlarý için Kerem Onan’a teþekkür ederiz.
SELÝM VARIÞLI
www.myspace.com/radicalnoise
S: Yeniden toparlanma fikrinin ortaya çýkmasýndan ve bu
toparlanmanýn boyutundan baþlayabiliriz abi. Konserlerle
kalacak mý, albüm gelecek mi? Umudumuzu sürdürmeli miyiz?
K: Hiç bir fikrim yok. Daha oturup bunlarýn hiçbirini konuþacak
vaktimiz olmadý zira Sinan Caravan konserinden sonra apar
topar yine Amerika'ya döndü biliyorsun. Tek eksiðimiz o ve en
geç 2009 Ýlkbaharý’nda Türkiye'de olacak. Ondan sonra oturup
biz neyiz, neredeyiz, ne yapabiliriz, onlarý konuþacaðýz.
S: Sinan gitti demiþken, sýradaki soruya baðlayým hemen. Þu
an Radical elemanlarýnýn müzik adýna çalýþmalarý neler? Boþ
oturmadýðýnýzý biliyorum.
K: Ýçimizde herhalde en aktif adam Ersin. Bir ton projesi var
adamýn, hangi birine nasýl yetiþiyor hiçbir fikrim yok. Þu an
Shiva ile ilgileniyor, yeni yýlda albümleri çýkacak. Alternatif
Rock - Post Hardcore arasý bir grup. Onun dýþýnda Emre Serdar - Ersin Ýhanet Mimarý'ný kurdular, Emre askerden gelince
devam edecek sanýrým. Benim bir tek Pigs Of The Empire var
þu an aktif olarak çalýþan. Sludge Doom Stoner ne kadar yavaþ
müzik varsa çorba yaptýk takýlýyoruz. Bir de yine Ersin ben ve
Lifelock'dan oluþan Edison Effect var, o da yeni yýlda þarkýlarýný
kaydedecek. Bu kadar.
S: Peki Radical tekrar toplandý diyelim. Albüm yapmaya karar
verdiniz. Tarz Plan B'de býraktýðýnýz yerden devam mý olur?
Deðilse ne olur? Aradan on sene geçti haliyle.
K: Ben bizim yaptýðýmýz/yapacaðýmýz hiç bir albümün diðerine
benzeyeceðini sanmýyorum açýkçasý. Bugüne kadar hiç bu
grubun bir elemanýný "olm bak þunun gibi oldu þarký" derken
görmedim. Biz o anki zevklerimizi, sevdiðimiz þeyleri, hoþumuza
gidenleri direk yaptýðýmýz þarkýya yansýtan adamlarýz. Þimdi
düþünüyorum, dediðin gibi 10 sene geçti. Hepimizin müziðe
bakýþý o kadar farklý ki… En azýndan kendim ve Ersin için bunu
söyleyebilirim, çünkü burada hep beraberdik. Yeniden þarký
yapalým diye girdiðimizde sonuç ne olur, bir ucube mi çýkar,
iyi bir þey mi, hiç bir fikrim yok…
B'ye yakýn biþeyler çýkar mý" diye düzelteyim (kývýrmýþým biraz
evet =))
K: Ýþin komiði Plan B'ye full oldschool HC albümü yapalým diye
giriþmiþtik, o þarkýlar çýktý :)
S: E netice güzelken "bu niye hartkor diil" diye sormadýk biz
de :) Ki bana Türkiye'den bi Hardcore grubu söyle deseler
aklýma ilk gelen isim Radical olur.
K: Ýþte önce bir bakalým görelim adamlar neye dönüþmüþ bu
kadar senede. Ondan sonra sanýrým ortaya çýkar bir þeyler.
Plan B gibi alternatif metale eðilimli bir albüm olmayacaðý
kesin ama. Gerçi daha ortada albüm fikri de yok ama :)
S: Alttan alttan empoze ediyorum ben o fikri :) Sorularýmla
özellikle :)
K: Plan B öyle bir kanal açtý ki þimdi bize; ne türde þarký
yapsak rahat ediyoruz yani kafamýzda öyle bir sýnýr kalmadý.
Her türle uðraþmak eðlenceliydi hepimiz için o dönemde. Her
þeye doymuþ hissediyorduk kendimizi. Ne tarafa kaçsak hangi
þeyi yapýp müziðe olan sevgimizi yenilesek derken öyle crossover
bir albüm çýktý. Bu sefer nasýl olur hiç bir fikrim yok açýkçasý.
S: Peki Radical'in daðýlmasý sürecinde, bu müziðe doymuþluðun
etkisi var mýydý? Devam etmek istememenizin nedeni neydi?
Yani hani olur ya çok içine sinen bi albüm yaparsýn, albüm
çýkýnca bi düþünürsün "ee albüm çýktý þimdi ne yapacaz"
gibisinden. Oldu mu sizde böyle bi durum?
K: Biz almýþ baþýmýzý gidiyorduk, Emre'nin Almanya'da üniversite
okuyasý geldi :) O kadar garip ki, adam grubun en çok tanýndýðý
dönemin konserlerini kaçýrdý. Ýstanbul'da Sold Out konserlerinde
1000’er kiþiye çaldýk, doruktu herhalde grup için. Daha ötesi
ne olurdu, nasýl giderdi bilmiyorum ama daha iyiye gidiyor
gibi görünmesine raðmen Emre olmayýnca yürümedi. Sinan'la
“yok olmuyor abi Emre’siz” diye konuþtuðumuzu hatýrlýyorum.
S: Ama tarz olarak Hardcore'a yakýn biþeyler çýkar di mi? Yani
"tekrar toplandýk, artýk yaþýný baþýný almýþ adamlarýz, o yüzden
x müzik çalmaya karar verdik" türü bi durum olabilir mi?
K: E Plan B Hardcore albümü deðildi ki ilk baþta. Tam bir
crossover albümdü, içinde olmayan tür yoktu herhalde.
S: O konserlerde kim vardý davulda?
K: Tuna vardý, Ersin'in yakýn bir arkadaþýydý. O eþlik etti Emre
gidince 4 konserde, Sonra da ara vermeye karar verdik. Artcore
çýkýyordu, Ýstanbul’da ciddi Hardcore kitlesi vardý. Farklý
tayfalar vardý, o kadar kalabalýktý o dönem dinleyici. Sonra
bir anda výzzzzt diye kayboldu o çocuklar, nereye gittiler
bilmiyorum :)
S: Yani esasýnda Hardcore'a yakýn derken “Radical Noise
Hardcore grubudur” kalýbýndan dolayý öyle söyledim. "Plan
S: E abi Türkiye biçok þeyin korkunç hýzlarla deðiþtiði bi ülke.
Artcore süper bi fanzindi bu arada hatýrlýyorum.
K: Artcore bence de harika bir fýrsattý ama iþte gittiði yere
kadar götürebildi. O tayfanýn çoðu hala dinliyor bu müziði,
sadece aktif deðiller. Noizine tayfasý dýþýnda underground
aktivite yapan yok. Geri kalanlar Mp3 çaðýyla beraber
kalabalýða karýþtý. Artýk bize özel deðil, herkes Hatebreed
dinliyor. :) Doðu'nun forumu ilk açýldýðýnda insanlara nasýl
“metalcore nedir” diye anlattýðýmý, nasýl dalga geçildiðini
hatýrlýyorum. Bir de þimdiki duruma bak :)
S: Ben de oradaydým abi hatýrlýyorum hayal meyal. Bu arada
Mp3 demiþken o güzel soruyu da sormadan geçmeyim. Ne
düþünüyosun Mp3 konusunda? Daha doðrusu teknolojinin
müziðe etkisi konusunda ne düþünüyosun? Artýk sadece Mp3
yok, online streaming falan da var. Online Mp3 satýþý var.
Ýnternet bi ton müzik yayýlma olayý getirdi/getiriyor. Özellikle
geçmiþle karþýlaþtýrdýðýnda ne gibi avantajlar/dezavantajlar
görüyorsun?
K: Mp3 muhteþem bir olay ve fýrsat bence. Artýk kimsenin
dinleyiciyi kandýrmak gibi bir durumu yok. Eskiden yazarlardý
ya albüm tanýtýmlarýna "atmosferik gutturik triviri tortor
metal punk" diye…
S: Hahahahaha.
K: Þimdi yemezler, alýyorsun grubu dinliyorsun. Ýyiyse orijinalini
alýyorsun. En azýndan ben öyle yapýyorum. Ama ileride
internetten bu iþin ticareti kanunlarla falan global anlamda
oturunca direk albüm indirme olayýna büyük engeller çýkabilir.
Bakalým neler olacak göreceðiz, ama bana kalýrsa dinleyici
için bu çoklukta ne alacaðýný bilmesi açýsýndan büyük þans
ve dünyanýn dört bir yanýndan bir sürü insaný/grubu
keþfedebiliyorsun. Papua Yeni Gine'de vegan Hardcore’cular
var diyebiliyorsun. Kýsacasý Mp3, gruplarýn gerçek satýþýný,
gerçek fan sayýsýný ortaya çýkardý bence…
S: Ama þu da var, ne olursa olsun netten Mp3 indirme olayý
müzik marketten CD çalmak gibi bir suç olarak görülmüyor.
Yani bu iþ kanunlara baðlansa da Mp3'ün izinsiz yayýlmasýný
engelleyebilecek gibi görünmüyor. Radical yeni bi albüm
yapsa (empozeye devam) ve albüm sizden izinsiz nette
dolaþmaya baþlasa (ki kaçýnýlmaz bi durum), albümü de siz
kendi firmanýzdan yayýnlamýþ olsanýz, ticari açýdan kimseye
karþý sorumluluðunuz olmasa ya da ticari açýdan sadece sizi
etkileyecek olsa diyelim; bunu engellemek için bir çaba
içerisine girer miydin ya da engellemek ister miydin diyeyim?
Çünkü biliyosun bazý gruplarýn albümlerini netten isteyenlere
ücretsiz daðýttýklarý bi çaðdayýz.
K: Bizim albümü netten yayýnlamayacaðýmýzý nereden
biliyorsun? :)
S: Bilmiyorum soruyorum, gaz veriyorum hatta. :)
K: Lars Ulrich bile (ki kendisi Napster’ý kapattýran adam)
artýk bu Mp3 gerçeðini kabullendiðine göre, karþý olan hiç
bir müzisyenin yapabileceði yok bence. Bana kalýrsa insanlarýn
Mp3 dinlemesini engellemenin bir yolu da yok. Ve engellemeye
çalýþmak kadar saçma bir hareket de yok.
S: Lars bence o davayý açarak milyonlarýn ilgisini Mp3 sharing'e
çekip Napster'ýn ardýndan benzerlerinin mantar gibi
çoðalmasýný hýzlandýrdý :)
K: Aha ben de onu yazacaktým. Bizim asla Radical Noise'dan
zengin olmak gibi bir düþüncemiz olmadý. Ek olarak, bir
müzisyen bir iþten para kazanacaksa onu icra ederken kazanýr
zaten. Dolayýsýyla bence paniðe gerek yok, olanlar oluyor ve
her sorun kendi çözümünü doðuruyor. Þahsen sýrf artýk ne
dinlediðini hatýrlamadýðý için orijinal CD almaya yeniden
baþlayan Mp3severler biliyorum.
S: E konserlerin kopyasý/korsaný icat edilmedi henüz :). Hatta
Mp3 sayesinde gruplarýn konserlerine çok daha fazla insan
gelmeye baþladý bence.
K: Evet, internet þu an yeni modern dünyada radyonun ilk
gördüðü görevi görüyor. Müziði kitleselleþtiriyor.
S: Bence de. Peki Radical Noise tarihine geri dönelim. Grubun
aktif olduðu yýllarda özellikle konserlerinizde bi ton macera
yaþadýðýnýzý duydum. Anlatmak istediklerin var mý bunlar
arasýndan? :)
K: Ne tarz maceralar :) Valla aklýma gelen bir ton var ama
beni en çok güldüren sanýrým Bursa Jim Beam konseri. UÇK
Grind, biz, Diken beraber gitmiþtik.
S: Hangi yýldý?
K: Asafated mýydý yoksa yahu? Baya eski :)
S: Ben de onun için sordum.
K: Hayvanat bahçesini gezerken toplu halde, 20-25 metalci
böyle düþün. Fil gördük, bakýcýsý yýkýyordu hayvaný. Hayvan
bize arkasýný döndü ve duyduðum en garip sesle osurdu.
Ominous Grief Çaðrý'nýn "her yer sapsarý oldu laaan" diye
baðýrdýðýný hatýrlýyorum. Gülsek mi, kaçsak mý bilememiþtik.
S: Çaðrý'ya bu röportajý muhakkak okutacaðýma emin
olabilirsin. :) Haha süper ya :)
Ya þimdi bi konserde yaþanabilecek atraksiyon sýnýrsýz olduðu
için… Mesela Plan B albümündeki ‘Color Of Hate’ parçasýnýn
baþýnda "eskilerden istiyosunuz…" dediðin bi konser atmosferi
var. Dinleyicilerden biri inatla “Slayeeeeer” diye baðýrýyor.
Onu niye oraya koydunuz?
K: :) Çünkü Color Of Hate, albümde oldschool olan az sayýdaki
parçadan biriydi. E Slayer da bizim grupça en sevdiðimiz
gruplardan biri. Ýronik olduðunu düþündük. Zira biz yeni bir
albüm yapýyorduk ve içinde hiç yapmadýðýmýz modern türler
de vardý. O þarký albümün içinde eskiye bir kaçýþ gibi. Biz
hep eskiden þarký aralarýnda falan eðlencesine klasikleri
çalardýk, cover olsun diye deðil, öylesine eðlencelik. O olayý
bilen bi dinleyicimiz o baðýran. :) Hep ‘Raining Blood’ýn bir
kýsmýný çaldýðýmýzý bildiði için atladý direk.
S: Kim olduðunu hatýrlýyor musun?
K: Evet, Eser diye bir arkadaþ.
olurdu, kendi yaptýðým. Tek bir grubun albümü çok zor.
S: Biraz daha genel sorular sorayým. Mesela milenyum
sonrasý müziðin özellikle ekstrem cenahýnýn gidiþini nasýl
görüyorsun? Alt kollara ayrýlma olayý coþtukça coþtu
biliyosun. Metallica St.Anger'ý yaptý mesela. Tabi
Metallica'nýn alt dallarla ilgisi yok, onu milenyum sonrasý
örneði olarak verdim. :)
K: :) Ekstrem metal þu an tarihindeki en popüler ikinci
dönemini yaþýyor sanýrým. Relapse Records öncülüðündeki
Death-Grind tayfasý ve Neurosis’in ardýndan gelen Doom
Sludge tayfasý iki koldan baðýmsýz firmalarý, dergileriyle
bir kaç senedir ortalýðýn tozunu atýyorlar. Ve Nasum’un
popülerleþmesiyle baþladý bu süreç. Ýlginçtir 5-6 senedir
hala dinmiþ deðil. Hammer Müzik’ten Enis’e sorabilirsin,
sanýrým hala orijinal CD alan tek ciddi müzik tayfasý bu
türlerin dinleyicileri. Genel müzik piyasasýnda ise her
türde bir retro hastalýðý tutturuldu gidiyor zaten. Ýyisi
var kötüsü var, seçici olmak lazým.
S: Eyvallah. Peki Radical Noise bir filme soundtrack
yapacak olsaydý, hangi filme hangi þarkýnýzý uygun
görürdün? (yok bundan daha kliþe sorum yok, bu var en
fazla )
K: La Haine mükemmel giderdi Plan B dönemi Radical
Noise'una bence :)
S: Peki, þimdi daha geyik ve klassss sorulara geçiyorum.
K: Bana en garip gelen de…
S: Geçmiyorum.
K: Sittin sene önce “underground tür” diye tabir edilen
metalcore, screamo kelimelerinin popüler olmuþ olmasý.
Emo yarýþmasý yapýlýyor ya, hala alýþamadým, tam bir
komedi. Geç abi geç :)
S: E abi underground olan biþey yeterli ticari potansiyele
sahipse onun underground’luðu yalan olur bi süre sonra.
Bak geçiyorum emin misin? :)
K: E ama mesela. Scremo’yu ilk icra eden grup hala
underground. Hala onu bilen yok, Envy diye bir Japon
grubu. Ama herkes Screamo’cu, nasýl oluyor? Komik
oluyor. :) Geç geç ben kopar giderim yoksa :)
S: Ýcat edip sahip çýkmamýþlardýr belki. Tamam geçtim.
Hehe. :)
K: Çýkmadý adamlar. Web siteleri bile yok. Kaçtýlar
ortamdan. Geç geç.
S: Haha geçtim tamam :) Dünyaya bir müzik albümü
olarak gelecek olsan hangi albüm olmak isterdin?
K: Of soruya gel.
S: Dahasý var, o albümdeki þarkýlardan hangisiyle konuþmak
isterdin?
K: Çok zor soru olm bu.
S: E kolaylarý yanýtladýn :)
K: Sanýrým þu an için bu sorunun yanýtý bir karýþýk albüm
S: Karýþýk olmaz. "D-hepsi" þýkký yok bizde :)
K: Propagandhi – “Today's Empires Tomorrows Ashes”.
Bu albümdeki sözlerin tamamý olmak isterdim herhalde.
Doðmak isteyeceðim albüm de ayný grubun “Potemkin
City Limits” albümü.
S: Peki son olarak, þimdi aklýma geldi, sorsam mý sormasam
mý oldum ama sorayým.
K: Sor.
S: "Bundan yer misin"in özel bi hikayesi var mý? Hani
daha önce bahsetmemeye karar verdiðiniz ama mesela
"üzerinden on sene geçti lan anlatsak noolacak" türü bi
hikaye :)
K: Hahahaha. Valla tek sebebi stüdyoda þebermekten
patladýðýmýz bir ana denk gelmesi. Yorgunluk, açlýk, sinir,
stres gibi etmenler birleþince, Pedro hepsini çok güzel
anlatan bir söz yazdý. Sinan da flütle ‘Offline Detector’un
ana rifini çalmaya baþladý, öyle takýldýk. O ilk hali deðil
tabi, albümdeki yani. Biz onu kendi kendimize eðlenelim
diye öyle söylüyorduk baðýra çaðýra. Sonra olm kaydedelim
bunu dedik ve orada kaldý. Asýl albümde olmayan bir
‘Angry Son’ versiyonu var ki…
S: Ýþte o duymak istediðim bilinmeyen gerçek! :)
K: :) Ersin'le Loverdrive Benan uydurdu bunu.
S: Ýsteriz o versiyonunu da. Dergide her türlü dümeni
çevireceðimden emin olabilirsin parçanýn o halinin halkýn
huzuruna çýkarýlmasý için…
K: ‘Angry Son’ýn sözlerini okudular, sonra kendi kendilerine
ona Türkçe söz yazdýlar "kýzgýn oðlan sen misin, bu
dünyada tek misin" diye baþlýyor gidiyor öyle :) O kayýtsýz
ama öyle kaldý hahaha.
S: Tüh :/
K: Arabesk versiyon :)
S: Abi çok saðol röportaj için. Güzel sohbet oldu.
K: Eyvallah. Maksat muhabbet :)
S: Ekleyeceðin biþey varsa yerimiz geniþ.
K: Pedro'ya ilgi gösterin, sizin memlekette asker kendisi.
:) Baþka ekleyeceðim yoktur hakim bey :)
Ankara’da bir süredir “Pazar gündüz konserleri”nde sahneye arzý endam eden, aðýr, temkinli adýmlarla
yol alan bir takým genç gruplar mevcut. Bu yeni kuþak isimlerden biri, Kasatura, elde avuçta ne varsa
bu iþe yatýrmaya epey niyetli olsalar gerek, ilk EP’lerini yine þehri Ankara’nýn çiçeði burnunda plak
þirketi Raven Records’tan dergi tam son rötuþlara hazýrlanýrken piyasa çýkarttý. Cruel Killers adýný
taþýyan 4 parçalýk EP’yi envai çeþit satýþ noktasýna daðýtmakla uðraþýrken grubu kolundan bacaðýndan
çekiþtirip Orta Dünya kafenin bahçesinde rehin aldýk, sorular sorduk, yanýtlar aldýk...
Editörün Eki: Siyah Beyaz'da albümsüz gruplara neredeyse hiç yer vermiyoruz. Ciddi bir ürünü olmayan genç bir grubun dergimizde
yer alabilmesi için epeyce dikkatimizi çekmiþ olmasý gerekiyor. Kasatura ise onlarý dikkat çekici bir grup olarak dergimizde aðýrlamayý
düþündüðümüz sýralarda Raven Records etiketli ilk EP'siyle bu röportajý kaçýnýlmaz kýldý. Genç yaþlarýna raðmen gayet eli yüzü
düzgün bir ürün ortaya koyan elemanlarý tebrik ediyor, bu sayýnýn en eðlenceli röportajýyla sizleri baþbaþa býrakýyorum.
EGEMEN LÝMONCUOÐLU
Fotoðraflar: ÖZGE CAN
www.myspace.com/the_mesmerizer
www.myspace.com/kasaturathrash
Son olarak Siyah Beyaz okuyucularýna neler söylemek istersiniz
onu bir baþtan sorayým, aradan çýkartalým da rahat rahat
devam edelim.
Ulaþ: Eyvah bu çok ani oldu. Adettendir ya “bizi dinlemeye
devam edin” demek en doðrusu olacak herhalde.
www.myspace.com/kasaturathrash ten gözünüzü kulaðýnýzý
ayýrmayýn.
Kaan: Tam da dediðin gibi anadilinde söz yazmayan gruplar,
bu tarz aksaklýk ve sorunlarý mutlaka yaþýyor. Bizim de EP’de
bu konuda bazý sýkýntýlarýmýz var.
Þimdi alýþýk olduðumuz röportaj seyrine dönmekte fayda var
sanýrým. Kasatura ismine nasýl karar verdiðinizi sormak isterim.
Mesela neden þöyle afilli, býçkýn bir Ýngilizce kelime (ya da
cümlecik) deðil de Türkçe bir isim?
Ulaþ: Grubun ismi hem Türkçe olsun hem de yabancýlar da
rahat okuyabilsin diye düþünüyorduk.
Anýl: Ulaþ grup ismini yolda yürürken bulmuþtu.
Ulaþ: Aklýmda vardý bu kelime ama grup ilk konserine çýkmak
üzereyken kesinleþtirdik. Ve ilk konserin afiþine Kasatura
yazýldý.
Neyse... Þimdi biraz baþa saralým ve grubun ortaya çýkýþýnda
bahsedelim. Anýl ve Ulaþ kuruyor grubu deðil mi?
Ulaþ: Evet. Grup kurma fikri benden çýkmýþ olsa da Anýl’ýn bu
konuda daha fazla emeði var. (bakýþlar Anýl’a döner haliyle)
Anýl: 2004 sonunda toplandýk. 23 Nisan çalýþmalarý için.
(Gülüþmelerle küçük bir kesintiye uðrar röportaj) 3 kiþiydik en
baþta. Ulaþ geldi bir davulcuya ihtiyaçlarý olduðunu söyledi.
Ben de kabul ettim. Fakat küçük bir sorun vardý. Daha davul
çalmayý bilmiyordum. Stüdyoya girdik, bir þeyler çalmaya
çalýþtýk ama çalamadýk tabi. Sonra Ulaþ sanýrým ilk provanýn
gazýyla(!) soðudu, stüdyoya gelmemeye baþladý. Ben de hýrs
yaptým, Kaan’ý buldum. Kaan internete bir ilan vermiþti.
Peki bu ismi seçerken Türkçe isim Ýngilizce þarký sözleri
çeliþkisi olabileceðini düþünmüþ müydünüz? Yoksa ilerde
Türkçe þarkýlar da yazabiliriz ne olur ne olmaz, açýk bir kapý
da býrakalým dediniz mi?
Ulaþ: Ben grup ismini Ýngilizce koyup sözleri Türkçe yazan
gruplara pek sýcak bakmýyorum açýkçasý. Ama bizim gibi
Türkçe isimle yabancý bir dilde sözler yazan gruplar, hem
nereli olduklarýna vurgu yapýp, dillerine bir anlamda sahip
çýkýyor hem de þarký sözleriyle dertlerini tüm dünyaya
anlatabiliyor.
Umut: Yani evrensel bir dil Ýngilizce sonuç olarak.
Evet EP’yi oluþturan dört þarkýnýn da sözlerine göz atýnca bir
derdini anlatma ihtiyacýna sahip olduðunuz anlaþýlýyor. Ama
anadili Ýngilizce olmayan gruplarýn baþýndaki en büyük beladan
siz de nasibinizi almýþsýnýz gibi. Bazý kelimeler ve CD
kitapçýðýndaki yanlýþ yazýmlar gibi...
Biraz kelimeleri seçerken sözlerde geçecek, sözlük yardýmýna
fazlaca baþvurmaktan oluyor gibi sanki.
Kaan: Evet yani.
Nasýl bir ilandý hatýrlýyor musun peki?
Anýl: James Hetfield’in yapabildiklerini yapabiliyorum, Metallica
þarkýlarý çalan, ritim gitar/ vokalim gibi bir ilandý.
O zamanlar daha Chuck Billy takýntýsý yokmuþ herhalde :P
(gülme molasý vol. II)
Anýl: Hemen mail attým, Kaan’dan da olumlu cevap gelince
buluþtuk, anlaþtýk, stüdyoya girdik. Ulaþ, ben, Kaan. Kötü
çaldýk ama yapabiliriz diye düþündük.
Peki sizi böyle bir grup kuralým, sahneye çýkalým dedirten þey
nedir? “Tamam, ben de hayatýmýn geri kalanýnda bu iþlerle
uðraþmak istiyorum” dedirten?
Ulaþ: Muhtemelen bir çok insanýn metal dinlemeye baþladýðý
sebeplerden biri Metallica’dýr, biz de onlar sayesinde baþladýk.
Yýl 2004 olduðuna göre herhalde St. Anger’dan gaza gelip
baþlamadýnýz?
Anýl: Ben Justice’den çok etkilendim.
Ulaþ: Kill ‘Em All benim favorim.
Anýl: Hatta ilk konserimizde hep Metallica coverladýk.
Üçlü olarak mý devam ettiniz?
Anýl: 2-3 ay sonra Kaan bir basçý bulduðunu haber verdi.
Anýl: Konser çok kötüydü ama seyirciler arkadaþlarýmýzdý.
Desteklerini eksik etmemiþlerdi bizden. Sonra o yýl konserlere
devam ettik.
Epey bir konsere çýktýnýz sanýrým?
Kaan: Baya bir konser verdik. 2005-2007 arasý 20 civarý
konsere çýktýk.
Ulaþ: Daha sonra da baktýk coverlarla olmuyor sadece, kendi
þarkýlarýmýzý oluþturmaya baþladýk.
Kaan: Bu arada ben de hem gitar hem vokalde zorlanýyordum,
stüdyoda provalara girip çýkarken rastladýðýmýz Uður’u gitara
aldýk.
Tamam kadro oturdu, besteler yapýldý, buraya kadar her þey
tamam da, peki nereden çýktý bu bandrollü yasal bir ürün
çýkartmak bu kadar kýsa bir süre zarfýnda? Hele ki malum ait
olduðunuz kuþak göz önüne alýnýrsa, müziði CD deðil de
mp3’lerden dinleme alýþkanlýðýnýn alýp baþýný gittiði bir
dönemde? Albüm satýþlarýnýn yerlerde süründüðü günlerde…
Kaan: Dinlediðimiz, beðendiðimiz ve örnek aldýðýmýz gruplarýn
hepsi bunu yapmýþ ve bu yolla baþarý elde etmiþ. Ayrýca
çevremizdeki pek çok grup bunu yapmýyorken biz yapalým
istedik.
Ulaþ: Hem de Türkiye’de bizim yaþýmýzda bunu yapan pek
olmadýðý için bunu bir anlamda avantaja çevirebiliriz diye
düþündük. Bandrollü, müzik dükkanlarýnda satýlan bir ürünümüz
olsun istedik.
Kayýt süreci nasýldý? Daha önce profesyonel bir stüdyo kaydý
yapmýþ mýydýnýz?
Kaan: Daha önce yaptýðýmýz cover þarkýlarýn hücum kayýtlarýný
alýyorduk. Nerede ne hata yapmýþýz, nasýl çalmýþýz bunu
dinliyorduk. Sonra ilk profesyonel stüdyo kaydýmýzý iki bestemiz
için Aðustos 2007’de Stüdyo Raven’da yaptýk.
Bu iki besteyi MySpace sayfanýzda insanlarla paylaþtýnýz.
Nasýl yorumlar aldýnýz “thanks for the add”ler dýþýnda? :)
Ulaþ: Ýyi ve kötü pek çok yorum/eleþtiri aldýk. Olumlu olanlar
Umut’la stüdyoya girdik. Ben çok beðendim çalýþýný. Stüdyo
da iyi geçince öyle bir gaza geldik ki hemen çýkýþta Biziz Bar’a
konser ayarlamaya gittik.
Nasýl bir heyecan bu? : ) Cahil cesareti mi? :p
Kaan: Yani... Dördümüz de baktýk çalýyoruz. Dedik konser
verelim. 3 Hafta sonra da ilk konsere çýktýk bu kadroyla. O
zaman hepimiz 14 yaþýndaydýk. :)
yoðunluktaydý. Ýnsanlar yaþýmýza göre çok büyük iþler
yaptýðýmýzý söylüyordu. Bu yaþ konusunu hem iyi anlamda
hem de kötü anlamda kullananlar oldu. Bu yorumlar akabinde
bestelere iyice yoðunlaþtýk ve EP’yý çýkartma serüveni baþladý
bizim için.
Raven’da kayýt yapmaya sizi iten sebepler neler? Mesela
daha önce orada yapýlmýþ iþleri dikkate alarak mý karar verdiniz
EP’yi orada kaydetmeye?
Kaan: Biz bu iþte yeniyken, ilk baþladýðýmýzda hep Raven’dan
çýkan albümleri, gruplarý duyuyorduk. Bunlar büyük bir etkendi
orda kayýt yapmaya karar vermemizde.
Pek çok grup röportajýndan alýþkýnýzdýr, bazý gruplar en ince
detayýna kadar her þeyi önceden prova edip stüdyoya girer;
bazýlarýysa pek çok þeyi stüdyoda kayýtlar esnasýnda yerli
yerine oturtur. Sizde nasýl yürüdü?
Uður: (Bu ana kadar sessiz sakin tost yiyen Uður’un sanýrým
canýna tak etti, ansýzýn konuþmaya baþladý :p) Kayda girerken
hazýrdýk ama gitar sololarý tam anlamýyla bitmemiþti. Sololarýn
genel hatlarý belliydi ama nota nota planlanmýþ olmalarýný
istemiyorduk. Canlý çalýnýyormuþ hissini kaybetmemeleri için
emprovize çýkan þeyler de olsun dedik. Örnek aldýðýmýz
gitaristler bu konuda hep çok güçlü müzisyenler, biz de bu
yolu denemek istedik.
Prodüktör olarak Uður Bülent Aksoy’un (Crossfire) adý yanýnda
Kasatura ismi de geçiyor EP kitapçýðýnda...
Uður: Ýstediðimiz sound, tonlar vs. konularýnda pek çok fikir
alýþveriþinde bulunduk. Hem bu yüzden, hem de mali
konulardan dolayý adýmýz beraber geçiyor kitapçýkta. Ama
mikserin baþýnda iþin yükünü sýrtlayanlar Uður Bülent Aksoy
ve Yiðit Yýldýz’dý.
Çýkan sonuçtan memnun musunuz diye sormadan olmaz
sanýrým. Malum genelde piyasamýzda çýkan üründen tam
istenen alýnamadýðýný, bir sonrakinin çalýþmalarýna þimdiden
baþlandýðýna dair sözler duymaya alýþkýnýz.
Uður: Elimizden gelenin en iyisi yaptýk. Stüdyo Raven’dakiler
çok yardýmcý oldular, elimizdeki materyali ve varolan ekipmaný
en iyi þekilde kullandýðýmýzý söyleyebiliriz. Bu imkanlar dahilinde
istediðimize yakýn bir sonuç aldýk.
EP daha dün ulaþtý fabrikadan, elinize alýp da þöyle bir
baktýðýnýzda ilk ne hissettiniz?
Anýl: Alýr almaz eve gittim, CD’yi taktým ve kitapçýða bakarak
Kaan: Ailelerimizle yaþadýðýmýz için masraflarýmýzýn
karþýlanmasýnda onlarýn desteði çok fazla. Benimkilerin ilk
dinlediðinde verdikleri tepki “oðlum neden anýrýyorsun” oldu
:)
Ulaþ: Herkesin ailesi gayet güzel tepkiler verdi. Bu anlamda
þanslýyýz.
Bir Thrash grubu olarak geçmenize raðmen EP’yi dinlediðimizde
öyle safkan bir Thrash ürünüyle karþý karþýya olmadýðýmýz
açýkça belli oluyor.
Kaan: Evet belirtmekte fayda var, bu old school bir Thrash
EP’si deðil :)
Ulaþ: Aslýnda hiç bir zaman yaptýðýmýz besteleri belli kalýplara
veya Thrash, Death gibi türlere sokmak için özel bir çaba sarf
etmedik. Ýçimizden gelenleri bestelere aktardýk ve eðer illa bir
tür dahilinde olacaksak bu Thrash olsun deriz herhalde.
EP’nin arifesinde bildiðim kadarýyla grup logosundan MySpace
sayfanýzýn tasarýmýna kadar topyekün bir görsel deðiþime
niyetlendiniz. Bu deðiþim neden þimdi?
Ulaþ: Grubun logosu zaten pek içimize sinmiyordu. Kötü bir
þeyin üzerinden devam etmektense yol yakýnken deðiþtirelim
istedik. Çok kýsa zamanda (büyük ihtimalle siz bu röportajý
okurken-e.) Raven Woods’dan Ozan ve Cihan’ýn yaptýðý
tasarýmlarla hem logomuzun hem de MySpace sayfamýzýn
yeni halini kullanmaya baþlamýþ olacaðýz. Bu arada bir de
tiþört tasarýmý hazýrladýlar bizim için yakýnda o konuda da
geliþmeler olacak.
Peki diyelim ki bu EP’ye kötü tepkiler aldýnýz. Haleti ruhiyeniz
nasýl olur? Biz her eleþtiriden bir ders çýkartýrýz, insanlarýn
fikirlerini dinleriz, bunlardan kendimize pay çýkarýr ve yolumuza
devam ederiz gibi bir tavýr mý mesela? Yoksa “beni öldürmeyen
daha da güçlü kýlar” mý?
Kaan: Kötü eleþtiriler bizi kamçýlar, iyileriyse yola devam etme
konusunda moral desteði saðlar diye düþünüyoruz.
Röportajýn sonuna geliyoruz, Cruel Killers’ý nasýl temin edeceðiz
bir de o konuya açýklýk getirsek?
Ulaþ: Ankara’da çeþitli (malum) mekanlarda bugünden itibaren
dinlemeye baþladým ben :) Heyecanlýydý!
Kaan: Sanýrým hepimiz ayný þeyi yaptýk :)
Peki hepiniz doðal olarak ailelerinizle yaþýyorsunuz. EP’yi eve
götürüp onlara dinlettiðiniz ya da gösterdiðinizde böyle bir
kafa okþama, onaylama, “aferim oðlum” durumlarý söz konusu
oldu mu? (bu soru röportajdaki Egemen Limoncuoðlu bandrolünün
ta kendisidir :) /Ed)
satýþta. Bunun dýþýnda üç vakte kadar Ýstanbul ve Ýzmir baþta
olmak üzere bir çok þehirde bulunabilecek. Ýnternet aracýlýðýyla
da insanlara ulaþtýrmak istiyoruz, bu konuda MySpace
sayfamýzda çeþitli bilgilendirmeler olacak yakýnda.
Kaan: Epey masraflý bir iþe giriþtiðimiz ve bandrollü bir ürün
yayýnladýðýmýz halde, insanlarýn þarkýlarý indirmek yerine
CD’den dinlemelerini teþvik etmek amacýyla EP’nin sadece
5 YTL’den satýlmasý konusunda Raven Records’la da anlaþtýk.
Konserlerde epey bir Testament coverýna yer veriyorsunuz (2
veya 3 tane). Bunun bir noktada insanlarýn sizi Testament
çalan grup olarak hatýrlamalarýna sebep olacaðýný, bestelerin
arada güme gidebileceðini düþünmüyor musunuz merak
ediyorum? (sabahlara kadar gözüme uyku girmiyor hep bu
soruyu soruyorum kendime :p)
Kaan: Chuck Billy’nin büyük hayranlarýndan biriyim. Vokal
olarak örnek aldýðým en önemli isim. (Hetfield n’oldu? –e.)
Grup olarak da Testament’i çok sevdiðimiz için bunu bir sorun
olarak görmüyoruz. Ama EP artýk piyasada ve bundan sonra
kendi þarkýlarýmýza aðýrlýk vererek coverlarý azaltmayý
düþünüyoruz.
Bugüne kadar çýktýðýnýz, sahne aldýðýnýz konserler içinde,
performans sonunda “ne güzel konserdi be” dediðiniz bir tane
var mý?
Kaan: Ekim ayý baþýnda çýktýðýmýz Rock Station Festivali
gerçekten çok güzel geçti. Sahneden indiðimizde gördüðümüz
ilgi, aldýðýmýz tepkiler çok hoþumuza gitti. “Oh be ne güzel
konserdi” dedik iþte o zaman.
Son soru. Daha þimdiden “genç grup” sýfatýna mazhar oldunuz.
Bu tip sýfatlar uzun süre insanlarýn üzerine kalýr, hatta belki
de bazen ciddiye alýnmalarýný engeller... Bunun dezavantajlarýný
avantaja nasýl çevireceksiniz?
Kaan: Büyüyerek! :)
Ukala! :)
Not: Entelektüel-tavþan-kaný çaylar için Orta Dünya’ya ve yardýmlarýný
esirgemeyen Emre Deðirmendere beye selam etmeden olmazdý.
Queen þüphesiz Rock tarihinin en önemli topluluklarýndan biri. Yakýn zamanda Paul Rodgers'ý
vokale alarak yeniden turnelere çýkan ve bir de albüm yayýnlayan toplulukla ilgili bir þeyler
yapmayý ilk sayýdan beri istiyorduk. Ancak Queen'i basit bir yazýyla içeriðe dahil etmek olayý
geçiþtirmek gibi olurdu. Bu nedenle grubu bir yazý dizisi halinde uzunca incelemeye karar
verdik. Yazarýmýz Erdem Yabas bu ciddi yazý dizisini üstlendi. Ýlk bölümüyle karþýnýzdayýz.
Afiyetle...
Brian Harold May 19 Temmuz 1947 tarihinde
Londra’nýn hemen dýþýndaki Hampton
Middlesex’te dünyaya geldi. Henüz 15
yaþýndayken Lonnie Donegan, The Shadows,
The Ventures ve Buddy Holly gibi isimlerden
ilham alarak çeþitli yerel gruplarda gitar çalmaya
baþladý. Ancak dahil olduðu hiçbir grup, ne
herhangi bir yerde sahne alýyordu ne de bu iþi
o kadar ciddiye alýyordu. Ancak okuduðu
Hampton Okulu’ndan The Others isimli bir baþka
grup sahne alabilmeyi ve piyasaya bir þeyler
sunabilmeyi baþarmýþtý. O dönemler de May’in
sahneye olan tutkusu çevresince bilindiðinden
onun da bu grubun bir parçasý olduðu söylentileri
çýksa da aslýnda bu hiç olmamýþtý. Keza The
Others bir de The Sands isimli single’ýný piyasaya
çýkardý ve sonra kayboldu. May ise uzun sürecek
çok farklý bir proje üzerinde çalýþýyordu:
Tamamen kendisinin tasarlayacaðý bir
elektrogitar.
O çok imrendiði Fender Stratocaster’ý maddi
imkansýzlýklardan alamamýþtý. Sonrasýnda May
babasýnýn yardýmýyla kendi gitarýný tasarlamaya
ve inþa etmeye koyuldu. Babasý da kendisi de
ahþap ve kaynak iþleri konusunda tecrübelilerdi.
Bunun yanýnda May fizik konusunda yýldýz bir
öðrenciydi. Bu yüzden bu zor gibi gözüken iþ
May için bir tutkuya dönüþmüþtü.
Gitarýn gövdesi 200 yýllýk bir maun þömineden,
tremolo ünitesi eski bir motosiklete ait iki adet
valf yayý ve benzer birkaç küçük parçadan
oluþur. Bu el yapýmý koyu kýrmýzý-kahverengi
gitara May “Fireplace” adýný verir. (May bugüne
kadarki tüm Queen albümlerinde bu gitarý
kullanmýþtýr. Ayrýca hem stüdyoda hem de
sahnede hep bu gitarý tercih etmiþtir.
Va z g e ç i l m e z i o l m u þ t u r. ) U z u n s ü r e n
çalýþmalardan sonra tamamlanan bu gitarýn
May’e maliyeti ise sadece 8 sterlin olur.
1967 yýlýnda May, Londra’daki Imperial
Üniversitesi’nin Fizik bölümüne kaydolur. Okulun
yaný sýra part-time müzisyenlik de yapma kararý
alan May, okulun ilan tahtasýna bir grup
oluþturma fikrini sunar. Bu teklife önce basistvokalist Tim Staffell, ardýndan da bir davulcu
cevap verir. Bu davulcu sonradan Queen’in bir
baþka vazgeçilmezi olan Roger Taylor’dýr.
Roger Meddowes Taylor, 26 Temmuz 1949’da Norfolk
King Lynn’de dünyaya geldi. Truro Okulu’nda eðitim
alan Taylor gençlik yýllarýnda müziðe olan aþkýný fark
etti ancak ailesi bu fikre sýcak bakmadý. Bazý yerel
gruplarda sýrasýyla gitar-vokal ve davul görevleri
üstlendi. Ancak ailesinden destek yerine baský görmesi
nedeniyle bu konuda hayal kýrýklýðýna uðradý.
Roger ailesinin ona ciddi bir kariyer kovalamasý için
yalvarmasý sonucu Londra’ya diþçilik okumaya gitti.
1 yýl sonra artýk daha fazla diþ görmek istemeyen
Roger, bölüm ve okul deðiþtirerek Brian May’in
okuduðu Imperial Üniversitesi’nin Biyoloji bölümüne
geçiþ yaptý.
May, Taylor ve Staffell grup için “Smile” isminde
karar kýldýlar. Hedef kitleleri okuduklarý okulun
öðrencileriydi. May ise bu sýralarda Fizik bölümünü
onur derecesiyle tamamlayarak yine Imperial
Üniversitesi’nde Infra-Red Astronomi Araþtýrmasýnda
yüksek lisansa baþladý.
Derslere raðmen üçü de müzik konusunda kariyer
yapma konusunda ciddiydi. Ancak bu sektördeki
tecrübesizlikleri onlarý ideallerinin yakýnýndan
geçirmeyecek bir sözleþmeye imza atmalarýna sebep
oldu. Mercury isimli bir distribütör gruba 1 yýllýk
sözleþme imzalatarak prodüktör John Anthony ile
birlikte stüdyoya yolladý. Bu birlikteliðin sonucunda
Tim Staffell’in þarkýsý olan ‘Earth’ ile May ve Staffell’in
ortak ürünü olan ‘Step On Me’ isimli bir single piyasaya
sürüldü. Bu single hiç bir baþarý saðlayamadý çünkü
Amerika’da yayýnlanmýþ ve herhangi bir grup veya
plak firmasý desteði alamamýþtý. Bu sýkýntýlardan
dolayý single Ýngiltere’de hiç yayýnlanmadý. Yaþanan
talihsizlikler ve hayal kýrýklýðý sonucu Tim Staffell
diðerlerinden farklý bir eðilim göstererek solo kariyer
yolunda ilerlemeye karar verdi. (Fakat ilerleyen
zaman gösterecekti ki planý hiçbir zaman
gerçekleþmeyecekti.) Geriye bakýp incelediðimizde
Smile’ýn materyali dönemine göre fena durmamasýna
raðmen, Staffell’in vokal yeteneði, farklý stilleri ve
farklý iniþ çýkýþlarý kaldýracak potansiyelde olmadýðý
için grup ulaþmasý gereken hedefe ulaþamamýþtý.
Dolayýsýyla belki de bu ayrýlýk grup için en güzel
olaylardan biri olmuþtu.
1969 yazýnda May ve Taylor geliþmelerden dolayý
hayal kýrýklýðý yaþamýþlardý ve hayatlarýna nasýl bir
yön vermeleri konusunda ufak çaplý bir bunalýma
girmiþlerdi. May o sonbahar Londra’da bir okulda
matematik öðretmenliðine baþlamýþtý. Kendi aldýðý
eðitime devam edip etmeme konusunda bir
kararsýzlýða düþtü. Staffell solo kariyerine giden ilk
adýmý atmak adýna vokalistliðini üstlendiði “Humpy
Bong” isimli yeni bir grup kurdu. O sýralarda Staffell’in
apartman dairesini paylaþtýðý arkadaþý, ikinci el
kýyafetler satan bir dükkanda çalýþan Roger Taylor’la
birlikte çalýþmaya baþladý. Eski bir sanat öðrencisiydi
ve bir grubun nasýl ilerleyeceði konusunda çok kesin
fikirlere sahip biriydi. Bu kiþi Freddie Mercury idi.
Freddie Mercury (Farrokh Bulsara), 5 Eylül
1946 tarihinde þu anda Tanzanya’nýn bir
parçasý olan Zanzibar adasýnda dünyaya
geldi. Soyadýnýn ve doðum yerinin aksine
ailesi Britanyalý idi. Bu durumun nedeni
babasýnýn diplomat olmasýydý. 13 yaþýna
kadar Hindistan’da eðitim gören Freddie,
devamýnda Ýngiltere’ye döndü. Sonrasýnda
Ealing College of Art okuluna giriþ yapan
Freddie ile ayný dönemi paylaþan isimler
arasýnda The Who’dan Pete Townshend ve
Rolling Stones’tan Ronnie Wood gibi isimler
de vardý.
Freddie, Ealing’ten Sanat ve Tasarým dalýnda
mezun oldu. Bu bölümün yanýnda yine
dönemin sanat öðrencileriyle birlikte ufak
çaplý müzik çalýþmalarýna baþladý. Sour Milk
Sea ve Wreckage gruplarýyla þarký yazma
ve sahne konularýnda tecrübe kazanan
Freddie, kendisini tanrýnýn mitolojik
habercisi olarak görüp Mercury ismini
takýndý…
“Diþlerim..Onlarýn aðýzdan fýrlayýþ þeklini
sevmiyorum. Sanýrým onlarý yaptýracaðým
ama henüz vakit bulamadým. Bunun dýþýnda
kusursuzum.”
Her ne kadar May, çalýþmalarýný devam
ettirmekte ýsrarlýysa da hem o, hem de
Taylor Freddie’nin fikirlerini dinlemekte
istekliydi. Mercury’nin planý ise basitti: Led
Zeppelin’in sertliðini yeni bir tür görsellikle
birleþtirmekti.
Biraz ahlaksýz bir tavýr ve pop dokunuþu
baþarý formülüydü. Neden olmayacaktý ki?
O zamanlar David Bowie hala bir folk müzik
vokaliydi. Glam daha keþfedilmemiþti.
Önlerinde Jagger örneði vardý. “Grubun adý
Queen olsun” dedi Freddie. Neden olmasýn?
“Sanat okulu size daha moda bilinçli olmayý,
her zaman bir adým ötesini görmeyi öðretir”
demiþti Freddie okuldan arkadaþlarýna.
Freddie’yi May ve Taylor’a tanýtan Smile’ýn
bas-vokali Tim Staffell’di. Smile’ýn bazý
canlý performanslarýna þahit olan Freddie
sürekli yeni önerilerle gelmekten
yorulmuyordu. Genellikle de yorumunu þu
cümleyle bitiriyordu: “Neden bunlarla vakit
kaybediyorsunuz? Daha orijinal bir þeyler
yapmalýsýnýz. Müziðin yanýna görsellik de
ortaya koyabilmelisiniz. Eðer vokaliniz ben
olsaydým kesinlikle öyle yapardým!”
Smile ile olan tecrübeler May ve Taylor’ýn
yüzünü ekþitmiþti. Freddie’nin ise sunum
konusunda çok kesin fikirleri vardý. Aslýnda
hepsi profesyonel iþ hayatýnda ya da
akademik hayatta iyi bir kariyer sahibi
olabilecek kadar akýllý ve kalifiye insanlardý.
Bu sebeple diðer yandan sürdürdükleri bir
rock grubu oluþturma fikrini çok ciddiye
alýyorlardý. Baþarýlý olmak için de artýk her
þeylerini ortaya koymaya karar verdiler.
Sonuç olarak yavaþ yavaþ bir þeyler ortaya
çýkmaya baþlamýþtý. 1970 civarlarýnda
þarkýlar yazmaya (üçü de þarký
yazabiliyordu), üzerinde ince çalýþmaya ve
sadece arkadaþ ortamýndaki partilerde
çalmaya baþladýlar. Hiçbir þey için aceleleri
yoktu. 6 basçý denemesinden sonra þanslý
yedinci John Deacon olmuþtu.
John Deacon, 19 Aðustos 1951’de
Leicester’da dünyaya geldi. Ayný þehirde
eðitim gördü. Elektronik okumak için
Londra’ya gelmeden önce o da bazý yerel
gruplarda çaldý. (Bu arada Queen’e girdikten
6 ay sonra o da onur derecesiyle mezun
olmuþtu.) Diðerlerinden yaþça küçük
olmasýna raðmen uyum sürecini çabuk
atlattý. May sonralarý o günler için “Çok
sessizdi; bize çok nadir konuþurdu ama biz
onun doðru kiþi olduðunu biliyorduk”
demiþti.
Freddie grup için bir logo tasarlamýþtý ve
bunu yaparken doðum iþaretlerini baz
almýþtý. Artýk görücüye çýkmanýn zamaný
gelmiþti. Haziran 1971’de ilk kez Queen
adýyla Hornsey’deki bir organizasyonda
sahne aldýlar.
John Deacon’ýn da eklenmesiyle Queen,
rock dünyasýnýn hatýrlayacaðý en uzun süreli
dörtlülerinden biri olacaktý.
“Gruba dýþarýdan bir gözle bakabilecek tek
kiþi sanýrým bendim. Çünkü dördüncü olarak
katýlan insandým. Bir þeyler olduðunu, bir
þeyler yapabildiðimizi biliyordum ancak
ikna olamýyordum. Ta ki “Sheer Heart
Attack” albümüne kadar…”
SELÝM VARIÞLI
Geçtiðimiz ay 11.si gerçekleþtirilen Rock Station, ülkemiz
Rock tarihinin en uzun soluklu festivali. Geçtiðimiz yýl
katýlamadýðým ancak ondan önceki yýllar boyunca bir
çoðuna iþtirak ettiðim Rock Station, bu yýl geçmiþtekilere
göre çok çok daha profesyonelce gerçekleþtirildi. Herþeyden
önce mekanýn kapalý bir kulüp deðil geniþçe bir açýk hava
sahnesi olmasý harika. Kurulan sahne, sahne alan gruplar
ve sahne arkasý organizasyonunun kusursuz iþleyiþinin yaný
sýra katýlýmda yaþ sýnýrý olmamasý da oldukça önemli bir
geliþme. Tabii bu geliþmelerin çoðu geçtiðimiz yýl kat
edilmiþ yollar ancak ben bu sene katýldýðým için
gördüklerimi anlatýyorum.
Toplam 21 topluluðun sahne aldýðý festival benim için o
kadar eðlenceli ve etkileyiciydi ki, dergide normalden
daha geniþ yer vermeye karar verdim. Bu hem Rock Station
ekibiyle izleyicilerine selam ve teþekkürümüz olsun, hem
de bugüne kadar festivale katýlmamýþ olan müzikseverlere
olayý detaylýca anlatalým istedim. Afiyetle...
Fotoðraflar
SERHAT HOÞGÜL
SELÝM VARIÞLI
Ýlk gün, önceki gün Ankara'ya ulaþmýþ olan
Alman topluluk One Bullet Left'le ilgilenen
Egemen'e grubun festival alanýna ulaþmasý
konusunda yardým ettiðim için biraz geç
katýldým. Ýlk üç grup olan Undertakers, Deli
Gömleði ve Roket'i de kaçýrmýþ oldum böylece.
Festival boyunca ortamý yoklayan yaðmur
bulutlarýn tek aksiyonu da o saatlerde hafifçe
yaþanýyordu. Mekana vardýðýmýzda yaðmur
kesilmiþ, herþey yolunda gidiyordu.
Ýzlediðim ilk topluluk Ýstanbul'dan MASKARA
idi. Bir süre önce ilk albümünü yayýnlayan bu
Hard Rock topluluðu, yeni ýsýnmaya baþlayan
seyirci üzerinde iyi bir etki býraktý. Parçalarý
bence güzeldi. Sahneleri de profesyonelceydi
ancak bir çok kiþiden grubun þarký sözlerine
yeterince özen göstermediðine dair eleþtiriler
duydum. Eðlenceli bir AC/DC - T.N.T. coverý
da çaldýlar. Ýlgi çekici bir topluluk Maskara.
Katýldýðým her Rock Station kapalý ve karanlýk
bir kulüpte gerçekleþtirildiðinden, açýk hava
olayýnýn Rock Station için büyük güzellik
olduðunu ilk dakikada fark ettim. Kapalý
mekanlar boðucu havanýn ve ses sisteminden
yükselen yüksek desibellerin etkisi altýnda
olduðundan konserler yorucu geçebiliyor. Açýk
hava, anfi modeli mekan ve çayýr çimen olayý
þahaneydi. Daha rahat bir konser mekaný
düþünemiyorum. :)
Maskara'nýn ardýndan artýk bir Rock Station geleneði haline gelen “Air Guitar”
yarýþmasý vardý. Elektrogitar ödüllü bu yarýþmada jürinin beþ yarýþmacý arasýndan
Carcass tiþörtlü genci seçmesi bence de doðru bir karardý :)
Air Guitar atraksiyonundan sonra ismini günden güne daha sýk duymaya
baþladýðýmýz Ankaralý topluluk ART NÝYET sahne aldý. Hard Rock - Rock'N'Roll
týnýlarýna sahip topluluk gerek iþlerine verdikleri ciddiyet, gerekse imajlarý
açýsýndan festivalin en dikkat çekici isimleri arasýndaydý. Türk rock ve metal
camiasýnýn oldukça yakýndan tanýdýðý bir isim olan Tarkan Gürol'un önderliðinde
yoluna devam ve kadrosunda yine camiada tanýnan isimler barýndýran Art Niyet,
baþarýlý müzikal altyapýsý ve görsel þovuyla izleyicileri ayaklandýrarak etkili bir
Rock'N'Roll þovu sundu. Vokalist Berrak'ýn göz alýcý imajý ve gitarist Kerem'in
Inspector Gadget formatý epeyce ilgi topladý. Þov sonrasý sahne kenarýnda
kalabalýk bir kitle fotoðraf çektirmek ve imza almak için toplanmýþtý. Bu da
Art Niyet'in festivalden istediðini aldýðýnýn bir göstergesiydi. Art Niyet ciddi
bir potansiyele sahip. Takipte kalýn derim.
Art Niyet'ten sonra sýrada festivalin bu yýlki ilk yabancý topluluðu
olan ONE BULLET LEFT vardý. Önceki gün tanýþtýðým grup üyeleri,
One Bullet Left'in iþine oldukça ciddi yaklaþan bir topluluk olduðu
izlenimi býrakmýþtý bende. Sahneye atladýklarýnda da durumun
tahmin ettiðim gibi olduðunu gördüm. Sahnede bir an bile yerinde
durmayan beþ kiþilik ekip, henüz albümleri bile bulunmamasýna
raðmen 15 yýllýk bir grup gibi tecrübeli çalýyordu. Birbirleriyle
uyumlarý ve seyirci iletiþimler görülmeye deðerdi. One Bullet Left
þovunun ilk dakikasýnda baþlayan pogo ile sahne önündeki
bariyerlerin yerle bir olmasý, durumu net biçimde özetler sanýrým.
Festivalin ilk Wall Of Death hadisesini de One Bullet Left
gerçekleþtirdi (bilmeyenler için yan sayfada olayýn açýklamasý yer
alýyor). Metalcore aðýrlýklý soundlarýyla ortalýðý bir anda karýþtýran
topluluk, tempoyu hiç düþürmeden büyük bir hýrsla çaldý ve indi.
Art Niyet þovundan sonra oluþan izleyici kuyruðu One Bullet Left'te
de vardý. Grup þov sonrasý izleyicilerin ilgisi nedeniyle kulise
epeyce geç gidebildi.
Sýradaki topluluk Ankara seyircisinin en çok
sahip çýktýðý, gurur kaynaðý olarak görülen
BLACK TOOTH idi. One Bullet Left'in yerle
bir ettiði seyirciyi yeniden ayaklandýrýp gaza
getirmek vokalist Tuna'nýn bir kaç saniyesini
aldý sadece. Amerika'nýn Texas eyaletinde 9
konserlik bir tur gerçekleþtiren ve bu seneki
Ozzfest'in açýþýný yaparak ciddi bir baþarýya
imza atan Black Tooth, kendi evinde Ankara
seyirciyle beraberdi. Black Tooth festivalde
seyirci iletiþimi en iyi olan topluluklardan
biriydi. Tuna'nýn verdiði gazla kalabalýk bir
Wall Of Death vuku buldu. Öncesinde Tuna
sahne önündeki güvenlik ekibinin þefinden,
birazdan olacaklardan dolayý özür diliyordu
:) Kemik seslerinin distorþýna karýþtýðý
aksiyonla beraber grup seyirciyi tamamen
avcuna alarak katýksýz bir metal þovu
sergiledi. Bir çok dinleyici "albüm yapýn
artýk" diyordu þov sonrasýnda. Black Tooth'un
albüm zamaný geldi bence de.
Black Tooth sahneden inerken kuliste HAYKO
CEPKÝN sahneye çýkmaya hazýrdý. Þahsen
pek ilgimi çeken bir müziðe sahip deðilse
de dillerden düþmeyen sahne performansýný
izlemek üzere sahne önündeydim. Hayko
tam bir þov adamý. Söylendiði kadar varmýþ.
Onun için orada bulunan epeyce kalabalýk
bir kitle vardý. Kendisi de fanlarý da
hallerinden gayet memnun görünüyorlardý
þov sonrasýnda. Yalnýz þovun çok uzun sürmesi
nedeniyle son parçalarda seyirci yorulmuþ
gibiydi.
HELLDORADO
Hayko Cepkin'in ardýndan Norveçli topluluk
HELLDORADO sahnedeydi. Ben daha groove
bi sounda sahip olduklarýný düþünüyordum
ancak nispeten sakin denilebilecek parçalar
çaldýlar. Hafif avantgarde bi havalarý vardý.
Koþuþturmaca arasýnda baþtan sona
izleyemedim ancak yaptýklarý müziðe son
derece hakim olduklarýný söyleyebilirim.
HAYKO CEPKÝN
Wall Of Death nedir?
Wall Of Death, mantýk olarak pogoya yakýn ancak
daha sert bir konser eðlencesidir. Hardcore,
Metalcore ve Death Metal topluluklarýnýn
konserlerinde sýkça gerçekleþtirilir. Vokalistin
çaðrýsýyla iki kýsma ayrýlan ve sahne önünde boþluk
oluþturan izleyici, grubun þarkýya girmesi ve yine
vokalistin iþaret vermesiyle son hýzla koþarak
birbirine girer. Oldukça eðlenceli bir aktivite
olmakla beraber herkese göre deðildir. Herhangi
bir sakatlýðý veya sakatlanma riski bulunanlarýn,
fiziksel açýdan fazla dayanýklý olmayanlarýn bu
olaya katýlmalarý tehlikeli olabilir.
Ýlk günün headliner'ý Alman Hardcore topluluðu CALIBAN
sahneye emin adýmlarla yürürken günün yorgunluðu
çökmüþtü üzerimize. Yine de sýrf Caliban için orada bulunan
bir tayfa da vardý ve sabahtan beri pogo ve Wall Of Death
ortamlarýnda yarattýklarý tahribatla Caliban'a
hazýrlanmýþlardý. Grup daha sahneye çýkarken pogo yapanlar
bile vardý :) Caliban sahneye çýktý ve ilk notayla seyirci
birbirine girdi. Son derece eðlenceliydi. Seyircide müthiþ
bi karmaþa hüküm sürerken günün en sert Wall Of Death'i
de gerçekleþtirildi (ne kadar çok Wall Of Death dedim ben,
harbiden güzel festival olmuþ :)). Vokalistlerinin o tarz
extreme bi topluluk için biraz tuhaf kaçan imajýna karþýn
çok yýkýcý bi soundla çalýyorlardý. Caliban çalarken çöken
yorgunluðun ve soðuyan havanýn da etkisiyle mekandan
ayrýldým. Mekandan çýkarken jandarmanýn konser alanýna
geldiðini duydum. Sonradan öðrendiðim üzere jandarma
kanunen konserlerin gece 23:00'da bitirilmesi gerektiðini
söyleyerek müziðin kesilmesini istemiþ. Bu durumun Caliban
ve fanlarý için büyük hayal kýrýklýðý olduðunu tahmin
ediyorum ancak bu noktada organizasyonun hatasý olduðunu
da düþünmüyorum.
Ýkinci günün Ankara Death-Grind tayfasýnýn akýnýna
uðrayacaðýný tahmin ediyordum. Zira Suicide ve
Cenotaph gibi iki Türk büyüðünün yaný sýra geçtiðimiz
haftalarda yayýnladýðý ilk albümüyle isminden söz
ettiren Carnophage de Pazar gününün gruplarý
arasýndaydý.
Ýkinci gün daha erken gitmeye çalýþsam da mekana
vardýðýmda günün ilk grubu KASATURA, playlist'inin
son parçasý olan Testament coverý D.N.R.'ý bitirmek
üzereydi. Çok merak ettiðim bir topluluktu ama
yetiþemedim. Siz bu yazýyý okurken grubun ilk EP'si
Raven Records etiketiyle yayýnlanmýþ olacak.
Festival programýnda yer alan ikinci grup POSTMORTEM
idi ancak grup içi problemler nedeniyle sahne
alamayacaklarýný bildirmiþler. Oluþan boþluðu Ankara'nýn
yeni ismini duyuran Alternatif Rock topluluðu JOYSTICK
doldurdu. Esasýnda son dakika geliþmesi olarak sahne
aldýklarý halde gayet iyiydi performanslarý. Eðlenceli
parçalarýný gayet pozitif bir havayla seyirciye yansýttýlar.
Takipçileriyim. www.myspace.com/joysticktr
adresinden gruba ulaþabilirsiniz. Sayfada grubun kendi
bestelerinin yaný sýra süper bir Burak Kut coverý da sizi
bekliyor.
Ankara'nýn yýllar önce Witchtrap ile baþlayan Black
Metal geleneði halen devam ediyor. Festivalin tek Black
Metal topluluðu ASTRAL DIVISION alkýþlarla sahneye
çýktý. Thrash-Black karýþýmý soundlarý yer yer
Bethlehem'den Landfermann'ý hatýrlatan sularda dolaþan
vokalleriyle etkili bir karanlýk müzik kompozisyonu
oluþturuyordu. Karþýlarýnda yeterince kalabalýk bir kitle
olmasa da hiç bozmadan profesyonelce çalýp indiler.
Topluluk ne yazýk ki festivalden bir kaç gün sonra
daðýldýðýný açýkladý.
JOYSTICK
Death Metal'in parlayan yýldýzlarýndan
CARNOPHAGE çýkmaya hazýrlanýrken
sahne önü de kalabalýklaþýyordu. Vaktiyle
Cidesphere grubunda kendini kanýtlamýþ
olan vokalist Oral Akyol, Carnophage'de
de tecrübesini profesyonellikle
birleþtirerek çok iyi bir frontman imajý
çizdi. Carnophage'in þovu boyunca sahne
önünden pogo ve kemik sesleri eksik
olmadý. Grup sahnede Suffocation gibiydi.
Nitekim seyircilerin, fotoðrafçýlarýn ve
sahnenin yanýndan onlarý izleyen
müzisyenlerin hayranlýk dolu bakýþlarýna
bir de Suffocation - Souls To Deny coverý
ile karþýlýk vererek yeri göðü inlettiler.
Dört dörtlük bir Death Metal gösterisiydi.
Sýrada Ankara'nýn her daim genç kalan
topluluklarýndan MAGICK vardý. Yýllar
önce olaya cover grubu olarak giren ancak
zaman içerisinde kendi bestelerine aðýrlýk
vererek bir de albüm yayýnlayan topluluk,
eski ve yeni parçalarýnýn yaný sýra çaldýðý
coverlarla da güzel bir performans ortaya
koydu. Magick Ankara için eskimeyen bir
i s i m . Ye n i a l b ü m l e r i n i m e r a k l a
bekliyorum.
MAGICK
Magick'in ardýndan sýrada bir yerel efsane
vardý. Kollar sývandý, baltalar bilendi ve
seyircilerden muhtelif kükreme sesleri
gelmeye baþladý :) Tüm bunlar birazdan sahne
alacak olan SUICIDE içindi. Ankara'da metal
denilince akla gelen ilk isimlerden olan Erkan
Tatoðlu ve ekibi sahnedeydiler. Mekandaki
herkes neler olacaðýnýn farkýndaydý, güvenlik
ekibi haricinde tabii :) 'Struggle That Never
Ends'ýn ilk notalarýyla yine kollar bacaklar
uçuþmaya baþladý sahne önünde. 'Suicide Pact',
'Terror Preached' gibi sevilen parçalarýný
artarda dizen Suicide'ýn þovu baþladýðý gibi
hýzla bitti. Yarým saatin nasýl geçtiðini
anlamadým hiç. Suicide'ýn efsanevi ODTÜ
Mimarlýk Anfisi konseri hala aklýmdadýr,
anmadan geçmek istemedim. Kapanýþta bir
'Lack Of Comprehension' beklemedim deðil
ama çalmadýlar.
ASENA ÖZÇETÝN ve kýzýl saçlarý sahnede
belirdiðinde mekan epeyce kalabalýk olmuþtu.
Her zamanki samimi ama cool tavrýyla hem
Karakedi albümünden, hem de yayýnlanacak
olan solo albümünden parçalarla ayaklarý
yerden kesti Asena. Sert metalcilerden
emolara kadar herkesi zýplattý. Eðlence
doruktaydý. Solo albümü için sabýrsýzlanmaya
baþladýk :)
Bu sene festivale damgasýný vuran Alman
topluluklarýn üçüncüsü olan DEW-SCENTED'daydý
sýra. Özellikle 2000 sonrasý yayýnladýðý albümlerle
kendine çok saðlam bir fan kitlesi yaratan bu
Thrash adamlarýný merakla bekliyordum. Sahne
duruþlarý bana Exodus'u anýmsattý biraz. Performans
olarak da aþaðý kalýr yanlarý yoktu. Seyirci biraz
yorulma belirtisi gösterince gaza köküne kadar
basýyorlardý. Ankara seyircisi grubu anýnda baðrýna
bassa da vokalistin "bizi sevmediniz mi, yoruldunuz
mu" türü cümleleri fazlaca kurmasý tuhaf durdu
biraz. Öte yandan süper bi þov sergilediler. Tam
bir sahne grubuydu Dew-Scented.
Dew-Scented'ýn altüst ettiði seyirciyi toparlayýp
tekrar çivilemek üzere CENOTAPH sahnedeydi.
Günün diðer Death Metal gruplarý gibi sözü kýsa
keserek 'Verbalized Opinions...' ile doðrudan olaya
girdiler. Birkaç saat önce Suicide ile ter döken
davulcu Çaðlar Yürüt, Cenotaph'ta da davulun
baþýndaydý. Cenotaph çalarken bi ara uzaklaþýp
kulisin kapýsýna gitmiþtim. Oradan bile grubun ne
derece müthiþ bir uyumla çaldýðý fark ediliyordu.
Komplike bestelerini kusursuzca ortaya koydular.
Seyirciler iki gündür pogodan pogoya koþup Wall
Of Death'lerde pestile döndükleri halde Cenotaph'ý
iyi aðýrladýlar.
Cenotaph'dan sonra, ismini son bir yýldýr sýkça
duyduðum ancak hiç izleme fýrsatý bulamadýðým
Rus topluluk SATARIAL vardý. Festivalin imaj
konusunda en aðýr yük altýna giren topluluðuydu
Satarial. Alev-kývýlcým makinalarý ve yarý çýplak
fetiþ þovlarla topluluk görsel açýdan çýktýðý her
yerde fazlasýyla adýndan söz ettirecek niteliklere
sahip. Ancak festivalde izlediklerim arasýnda
müzikal açýdan baþarýsýz bulduðum tek topluluk
idi Satarial. Elektronik müziðe aþina olduðum
halde çaldýklarýndan pek biþey anlamadým. Görsel
þov müziðin fazlasýyla önüne geçmiþ. Sahnede yer
yer gayet tiyatral kareler yansýtsalar da müzik
çok geri planda kalýyordu. Öte yandan sahne
þovlarý için harcadýklarý inanýlmaz çaba ve iþlerine
gösterdikleri ciddiyet takdire þayandý.
CENOTAPH
Veee RAGE! Günün ve haliyle festivalin headlinerý,
"Alman Heavy Metali" ekolünün temsilcilerinden Rage,
inanýlmaz bir performans sergileyerek beni ve benim
gibi grupla pek ilgisi olmayan birçok izleyiciyi hayrete
düþürdü. Normalde dinlediðim bir topluluk deðildir
Rage. Ancak sahnedeki muhteþem soundlarý, parçalarýna
olan hakimiyetleri ve herþeyden önemlisi samimiyetleri
ile alanda bulunan yüzlerce insaný kendinden geçirdi
Rage. Fotoðraf çekmek için sahne önüne geçtiðimde
sub-bass'lardan yayýlan her bir davul vuruþu tekme
etkisi yaratýyordu. "Nuclear Blast Allstars"ýn "Into The
Light" CD'sinde gösterdiði üstün performansla adýndan
daha da çok söz ettiren gitar üstadý Victor Smolski'nin,
Alex Skolnick'ten bu yana izlediðim en iyi gitarist
olduðunu rahatlýkla söyleyebilirim. Peter "Peavy" Wagner
da koca cüssesiyle sahneyi doldururken, konserde
kesinlikle daha güzel týnlayan vokaliyle Ankara semalarýný
inletiyordu. Rage gerçek bir metal ziyafetiydi. Umarým
tekrar gelirler.
Festival sonrasý iki günün yorgunluðu ile eve dönerken
Rage, One Bullet Left ve Carnophage'in þahane
performanslarýyla catering'cilerin süper tavuk ýzgarasýný
düþünüyordum.
Baþta organizasyon ekibi ve ekip þefi Hicri Bozdað olmak
üzere o þahane iki güne emek harcayan herkese
teþekkürler. Keþke her ay festiva olsa.
- Art Niyet'in sahne dansçýsý Tuðçe büyük ilgi gördü. Art Niyet
çalarken bir ara yaklaþýk 20 kiþilik bir izleyici grubu "Tuðçe benimle
evlen" diye baðýrýyorlardý. :)
- Black Tooth sahnedeyken seyirciler arasýnda "Tuna abi sen misin,
emo olsak küser misin?" yazýlý bir pankart açýldý. :)
- Suicide'ý ve Erkan Tatoðlu'yu yýllar önce 5. Rock Station'da izlemiþtim
ilk kez. Joystick basisti Uður Aksoy'u, Carnophage vokalisti Oral
Akyol'u ve festivalde çalan daha bir çok müzisyeni o dönemlerde
izlemiþtim hep. Suicide çalarken birden aradan ne kadar uzun
zaman geçtiðini fark ettim. Erkan Tatoðlu hala sahnedeydi. Biz de
her daim olduðu gibi sahne önündeydik...
- Alternative Magazine'den Ferdi, Sonic Splendour adamý Utku,
Chaos'tan Murat ve Kazurat Distro'dan Fatih ortamýn göze çarpan
underground adamlarýydýlar. Bol miktarda CD ve tiþört standý vardý.
En çok Black Tooth tiþörtleri ilgi gördü sanýrým. Bu arada festivalde
gördüðüm Carnophage tiþörtleri süperdi.
- Yemek olayý güzeldi. Yemeksiz bir müzik festivali düþünemiyorum.
Catering kýsmýnda bilumum piþmiþ et mamulü bulunuyordu ve gayet
iyi icra edilmiþlerdi.
- Festival Ankara Metal camiasýnýn pilav günü gibiydi. Herkes
oradaydý. Ominous Grief Çaðrý bile oradaydý. Festival boyunca
yokluðu hissedilen adam ise geçen yaz kaybettiðimiz sevgili
Duskhunter Evren'di...
DENÝZ ERATAK
www.myspace.com/phillynott
‘Whiskey in the Jar’ dediðimizde muhtemelen
çoðunuzun aklýna Metallica gelecektir. Ancak 70’li
yýllarda, aslýnda Ýrlanda halk müziði olan Whiskey
in the Jar, Thin Lizzy’nin imzasý gibiydi. Günümüzde
bir çok grubun üzerinde büyük etkileri olan Thin
Lizzy’yi biz de unutmadýk ve sizin için kýsa bir Thin
Lizzy yazýsý hazýrladýk.
Thin Lizzy 1969 yýlýnda Ýrlanda’da kurulmuþ bir Hard
Rock grubudur. Grubun beyni, efsanevi siyahlar
listesinde baþlarý çeken basçý, þarký sözü yazarý ve
grubun ayný zamanda vokali olan Phil Lynott’dur.
Yaptýðý müziklerde büyük anlamda melankoli ve
hüzün barýndýran Thin Lizzy, Phil Lynott’un 1986
yýlýnda ölümünden sonra daðýlmasýna raðmen 1999
yýlýnda tekrar biraraya gelmiþ ancak ismini pek
duyuramamýþtýr.
Thin Lizzy denildiðinde aklýmýza siyahi, kabarýk
(bonus) saçlý bir adam gelir. Aslýnda grubun baþarýsý
büyük oranda da Phil Lynott’a aittir diyebiliriz.
Ýngiltere doðumlu olan Phil Lynott, acýlý çocukluk
günlerinin ardýndan 1960’li yýllarda Ýrlanda’ya
taþýnmýþ ve 60’lý yýlllarýn ortalarýnda müzik kariyerine
baþlamýþtýr. Grup 1969 yýlý Aralýk ayýnda Van
Morrison’un arkasýnda çalan gitarist Eric Bell,
klavyeci Eric Wrixon, davulda Brian Downey ile
üstün siyahî Phil Lynott ile kurulmuþtur.
1974 yýlýndan itibaren Thin Lizzy bir yerine iki solo
gitaristle çalýþmaya baþlamýþ ve yeni bir akýma
öncülük etmiþtir. Bu durumla beraber o zamanýn
yeni dönem Heavy Metal gruplarý (günümüzün
duayenleri) Iron Maiden, Motörhead, Def Leppard
gibi gruplar bu tekniði kullanmýþ, hatta bazýlarý Thin
Lizzy hayranlýklarýný grubun bazý parçalarýný yeniden
düzenleyerek göstermiþlerdir. Tabii ki grubun hayran
kitlesi hala çok geniþ… Günümüz gruplarýndan Judas
Priest, U2, The Darkness ve Guns N’Roses da Thin
Lizzy’nin kendilerine etkilerini dile getiriyorlar.
Hatta bir rivayete göre pop þarkýcýsý Prince de Phil
Lynott’dan çok etkilenmiþ ve fiziksel görüntüsünü
ona benzetmeye çalýþmýþtýr. Benziyor gibi de
açýkçasý...
1975 yýlý grubun en parlak dönemlerinden biri olmuþ,
bu dönemde grup Aerosmith, Rush ve REO
Speedwagon gibi gruplarla Ýngiltere turnesine
çýkmýþtýr. 1976 yýlý biraz talihsiz gelmiþ ve Phil Lynott
hepatit hastalýðýna yakalanmýþtý ancak bu dönemi
oldukça verimli kullanan Lynott, “Johnny the Fox”
albümünü hazýrladý. 1976 yýlý sonlarýnda yeni bir
tur organizasyonu düzenlendi ancak bu defa da
talihsiz grubun gitaristi Brian Robertson, Ýskoç þarkýcý
Frankie Miller’ý korurken yaralandý. O sýrada alkol
sorunu olan Robertson, Phil Lynott tarafýndan gruptan
kovuldu ve onun yerine çoðumuzun yakýndan tanýdýðý
Gary Moore, Thin Lizzy’deki yerini aldý. Sonunda
grup Amerika turnesine hazýrdý. Bu dönemde gitarda
Gary Moore ve Scott Gorham, davulda ise Brian
Downey ile grup en baþarýlý þeklini almýþ oldu.
1983 yýlý grubun sonunu getirdi ve grup anlaþmazlýklar
(özellikle madde baðýmlýlýðý olduðu düþünülüyor)
nedeniyle daðýldý. Bu yýllardan sonra Phil Lynott’un
bazý grup kurma çalýþmalarý olduysa da ne yazýk ki
baþarýlý olamadý. Üç sene sonra da 36 yaþýnda
yürekleri daðlayan bir þekilde aþýrý doz uyuþturucudan
öldü.
1999 yýlý Thin Lizzy’nin tekrar birleþme yýlý oldu.
Gitarda Scott Gorman ve John Sykes, klavyede
Darren Wharton, bas gitarda Marco Mendoza ve
davulda Tommy Aldridge ile Phil Lynott’suz Thin
Lizzy, 2000’li yýllarda nostalji konserleri düzenledi.
Sonuçta bütün bu baþarýlarýyla birlikte Phil Lynott’un
Thin Lizzy’si, beyazlarýn Rock dünyasýnda yerini
almýþ ve gelmiþ geçmiþ en büyük Hard Rock
topluluklarýndan biri olmuþtur. Hatta Lynott’un yarý
memleketi olan Ýrlanda’da 2005 yýlýnda heykeli
dikilmiþtir.
Aslýnda çok da uzun olmayan müzik hayatý boyunca
“Fighting”, “Jailbreak”, “Johnny the Fox" gibi
muhteþem albümler çýkaran, rock müzikte yeni
nesle öncülük eden grup, sevilse de sevilmese de
saygýyý hak ediyor.
SELÝM VARIÞLI
Dünya çok kirlendi. Çöpler doldurdu ortalýðý. Yaþanacak yer kalmadý. Öyle ki
dünyanýn yörüngesi bile çöplüðe dönmüþ durumda. Ve insanlar bi süre için uzayda
yaþamanýn iyi olacaðýný düþünerek devasa bir gemiyle uzaya yerleþtiler (tabii gayet
ticari çerçevede iþleniyor bu konular).
Yalnýz, giderken çöp toplayan robotlardan birini kapatmayý unutmuþlar. O da
yüzyýllardýr tek baþýna takýlmakta koca gezegende. Ta ki göklerden gelen dev bir
gemiden inen diþi robotla (evet filmde var böyle biþey) karþýlaþana deðin...
Olayýmýz kýsaca bu. Bir kaç TV görüntüsü hariç tamamý animasyon olan bu film,
animasyon filmlerden en az duygusal Japon filmleri kadar sýkýlan benim bile ilgimi
çekti. Çekmekle kalmadý kopardý hatta. Þimdiye kadar izlediðim en iyi animasyon
film. Ve muhtemelen tekrar izleyeceðim tek animasyon film Wall-E.
Baþta yüz ifadesi olmak üzere biçok yönüyle Uður Gürsoy tiplemesi "Fýrat"ý anýmsatan
Wall-E adlý robotun baþrol oynadýðý film (Fýrat film olsa ancak bu kadar gülebilirdim
izlerken) ilginç ve baþarýlý senaryosunun yaný sýra baþarýlý teknik altyapýsýyla da
göz dolduruyor. Görüntüler kimi yerlerde inanýlmaz düzeyde gerçekçi yansýtýlmýþ.
Bikaç sene önce kim demiþti "geleceðin baþrol oyuncularý robotlar olacak" diye?
Eðer Wall-E gibi olacaklarsa bu robot artistlerle yaþamaya alýþabilirim sanýrým :)
Gerçi Wall-E'nin modellenmesinde girilen çok ince detaylar, filmdeki diðer robotlarýn
modellenmelerindeki basitlikle hafiften tezat oluþturmuyor deðil. Patlamalar da
fazla abartýlmýþ gibi ama bunlarý da böyle kabul ettik artýk. :)
Film macera/komedi/sc-fi þeklinde ortaya alevlendirilmiþ. Gerçi uzaya yerleþtikten
sonra insanlarýn yaþam biçimlerindeki bir takým deðiþikliklerin olumsuz etkileri
alttan alttan gayet sýký vurgulanmýþ ancak filmin konusunun önüne de geçmemiþ.
Son yýllarda hiç bir filme bu kadar gülmemiþtim. Çok zekice hazýrlanmýþ espriler
baþarýyla kurgulanmýþ, kahkahalar içerisinde izlenecek bir film yapmýþlar. Ayrýca
robotlara hissiyat yüklenmiþ olmasý filmin izlenebilirliðini yükseðe çýkaran en
önemli etken. Baþroldeki robot gayet saf (nihayetinde çöp toplayan bir robot,
yüzlerce yýldýr da tek baþýna yaþýyor dünyada), yenge ise bir o kadar zeki (classified
information). Geriden bakýldýðýnda büyük bir kýsmý gerçek oyuncularla da
çekilebilecek formatta ilerliyor film. Ýnsani duygularýn ve hareketlerin robotlara
uyarlanmasý gayet baþarýlý. Böyle uçuk bir senaryoda bile bazý olaylarý realistik
temellere dayandýrmaya çabalamýþlar. Sanýrým bu da filmi daha güzel kýlýyor.
Çok fazla "güzel" dedim di mi? Her film için demem, Wall-E hararetle tavsiyemdir.
SELÝM VARIÞLI
www.myspace.com/episode13
Ýkinci albümü “Pitch Black”i yayýnlayan Black Metal topluluðu Episode 13 ile kýsaca söyleþtik.
Topluluðun davulcusu Nursuz, sorularýmýzý yanýtladý. Raven Records etiketiyle yayýnlanan albümle
ilgili merak ettikleriniz bu röportajda.
S: Albümün kayýt ve prodüksiyon aþamasýndan kýsaca
bahseder misin?
Nursuz: Selamlar. Albüm kayýt süreci oldukça uzundu.
Kayýtlarý Ankara'da yaptýk ve baya bir gel-git durumumuz
oldu açýkçasý. Kayýt ve prodüksiyon aþamasýnda kafamýzda
önceden netleþmiþ olan fikirlere yöneldik ilk etapta. Daha
sonra çeþitli varyasyonlar denendi. Müzikal çizgiyi kafamýzda
netlemiþ olduðumuzdan stüdyoda kayýt aþamasýnda son
dakika müdahaleleri çok fazla olmadý. Hýzlý ve eksiksiz bir
þekle kafamýzdaki soundu almaya çalýþtýk. Baþarýlý
olduðumuzu da düþünüyorum. Tok, dolgun ve yer yer Death
Metal’e kayan gitar soundu ve dinamik bir müzik. Sound
olarak kafamýzdaki buydu. Albümdeki en saðlam
örneklerinden biri de bana göre ‘Torture Bleeding’.
S: Ýlk albümünüzle ikinciyi karþýlaþtýrmaný istesem ne gibi
farklýlýklardan söz edebiliriz.
N: Müzikal farklýlýk baþta olmak üzere tema ve iþleyiþ
farklýlýklarý tabii ki. Bunlar zaman, insan vs. gibi çeþitli
etkenlerin bizi getirdiði durumlarýn neticesinde ortaya
çýkan sonuçlardýr. Bu iki albümümüz arasýnda oldukça
farklýlýklar var ve bu bana göre iyi bir þey. Yaptýðýmýz iþi
kendi içinde geliþtirerek ve hakkýný vererek yapmanýn
önemli iþaretlerinden birisi bence budur.
S: Albümün yayýnlanmasýndan bir süre önce Tolgahan ayrýldý
ve eski vokalistiniz Ozan geri döndü. Bunun albüme bakýþ
açýnýza ne gibi bir etkisi olacak?
N: Bu kadro deðiþimi gruba oldukça hýzlý ve iyi olarak
yansýdý. Bakýþ açýsý, çalýþma temposu ve potansiyelimiz,
yani elektriðimiz arttý kesinlikle. Bu baðlamda etkisi çoktan
görüldü bile. Ben bu etkiyi en çok Ukrayna'da Samael ile
çaldýðýmýz MHM FEST'te hissettim.
S: Yurtdýþýnda bir çok konser verdiniz? Genel olarak oralarda
aldýðýnýz eleþtiriler nasýldý?
N: Genelde gayet iyi eleþtiriler aldýk. Tüm konserler de
sorunsuz geçti diyebilirim.
S: Bu albümün kayýtlarý uzun bir süre önce tamamlanmýþtý.
Geçen zamanda yeni albüm için çalýþmalara baþladýnýz
mý? Geleceðe yönelik planlarýnýz neler?
N: Evet, üçüncü albüm için parça yazmaya baþladýk bile.
Kýsa zamanda demo kayýtlarý tamamlayýp dýþarýdan
bakacaðýz, ne yaptýk ne ettik diye. 2009 Mart-Nisan gibi
biter diye tahmin ediyorum.
S:Kliþe sorumuz geliyor. Dünyaya bir albüm olarak gelecek
olsaydýn hangi albüm olmak isterdin?
N: Craft – Fuck The Universe
S: Röportaj için teþekkürler. Eklemek istediklerin varsa
mikrofonlarýmýz sende.
N: Anti Human – Anti Religion.
Derya Engin Alkýlýnç, 1982 Ýzmir doðumlu. Fotoðraf çekmeye
saçma denecek kadar küçük bir yaþta, ilkokul 5. sýnýfta
babasýnýn antika kategorisindeki Zenit'i ile baþlayan Derya,
börtüyü böceði çeker iken ileriki yýllarda metal müzikle
tanýþmasýyla kendini kaçýnýlmaz bir durum içinde buldu:
Performans fotoðrafçýlýðý! Kendini metal konserlerinde bariyer
önü fotoðrafçýsý olarak bulmasýndan bir süre sonra, bir ajansa
baðlý olarak belgesel düðün fotoðrafçýlýðý iþine soyundu. Þu
an halen bireysel olarak düðün fotoðrafçýlýðý yapmaktadýr.
Çeþitli dergilere zaman zaman, Delikasap dergisine ise sürekli
olarak yazýlar yazmakta, onlarý fotoðraflarýyla süslemektedir.
Ayrýca evinde kendi küçük stüdyosunda genelde karanlýk
temalý kurgusal fotoðraflar çekmekte, her metal konserinde
sahne önünde yerini almakta ve eþi Emre'ye sistematik olarak
deneysel muffin yapýp zorla yedirmektedir.
www.deryaengin.com kýsa bir süre sonra yayýna girecek. O
zamana kadar ladyshae.deviantart.com adresinden
çalýþmalarýna göz atabilirsiniz.
ATÝLLA ÇELÝK
Ýsveç dendiðinde akýllara genellikle Ýsveç Death Metali ve Göteborg gruplarýnýn
yarattýðý akým gelir. 1995 yýlýnda kurulan Ýsveçli Wolverine ise, Progressive Metal
tarzý ve 2006 yýlýnda ortaya koyduðu albümle yaydýðý ýþýðý güçlendirir.
Debut albümleri “The Window Purpose” 2001 yýlýnda yayýmlandýðýnda, Progressive
Melodik Metal yapýsý, bazý noktalarda brutal vokal ile bezenir. 2003 tarihli “Cold
Light Of Monday” albümüyle müzik daha kompleks, melodik hal alýr ve brutal
vokal azaltýlýr. 2006 tarihli “Still” albümü ise tamamen yeni bir tattýr, tam
anlamýyla Progressive Metal ve temiz vokalleri içerir. Aradan geçen on yýl
sonrasýnda ustalýða, olgunluða eriþilir. Daha durgun parçalarýn yer almasý yanýnda,
enerjik parçalarla denge saðlanýr. Süresi uzun tutulan bazý parçalar, kendi içinde
deðiþken bir yapýyý içerirken, az ve öz kullanýlan melodik solo gitar müzikal
yapýyý zenginleþtirip, yüksek kalite açýsýndan pekiþtirir. Temiz ritim partisyonlarýnýn
akýcý solo gitarla birleþmesi esnasýnda, vokalin sesini yükselttiði anlarda, melodi
yönü çok derin yollara çýkar.
Tüm bunlarýn üzerine çýkan ve ayrý bir ustalýk katan bir yöne dikkat çekmek
lazým. Kaliteli vokal dediðimizde aklýmýza Russell Allen, Michael Kiske, Jorn
Lande gibi isimler gelir. Grubun vokalisti Stephan Zell, gelecekte onlarla birlikte anýlýr mý bilinmez, sahip olduðu enteresan,
duru, oturaklý, yoðun ve temiz sesiyle müzikal yapýyý farklý boyutlara götürür. Bazý parçalar onun sesiyle þekillenir. Ýlk
iki albümde bas çalýp vokal yapan Zell, ‘Still’ albümüyle sadece vokal yapar. Nedeni, solistliðe daha iyi konsantre
olabilmektir. Bunu fazlasýyla becerdiði söylenebilir. Son albüme kulak kabartýldýðýnda, ilk iki albüme oranla vokal açýsýndan
büyük geliþim ve olgunlaþma kendisini belli eder. Söz konusu olgunlaþmanýn, dinleyicilere tiryakilik yaratacaðýný söyleyebiliriz.
Ortaya çýkan sonuç, derin bir sanatla karþý karþýya olduðumuzdur.
Günlük hayat sorunlarý, içine düþülen derin ruh halleri, yaþamýn zorluklarýný sorgulamak, insanlarý rehin alan duygular
merkeze alýnýnca bunu ifade etme yöntemi doðal olarak aðýr bir hal alýr. Bir kadýna da bazý parçalarda roller verilir ve
oyununu oynar. Bunlarýn müziðe yansýmasý aðýr, yer yer melankolik olur. Enstrümanlarýn yerinde kullanýlýp, müziðe yön
veren vokal yüksek kaliteyi yansýtýr. Wolverine için kelimelerin kifayetsiz kalacaðý söylenebilir. Hâlâ...
www.myspace.com/wolverineoverdose
FATÝH KANIK
Rock müziðe yön vermiþ efsanevi topluluk Rainbow, 1975 yýlýnda Deep Purple gitaristi Ritchie Blackmore
tarafýndan kurulmuþ, hemen ardýndan Ronnie James Dio'nun da katýlýmýyla grubun adý, o zamanlar hýzla zirveye
ilerleyen Rock arenasýnda bir anda yayýlmýþtýr. Bu hýzlý yükseliþin önemli nedenlerinden biri Ritchie Blackmore'un
kendine has riff ve solo teknikleridir. Bu teknik bugün tüm dünyadaki gitaristler arasýnda iyi bilinir ve saygý
görür. Rock müzikte yaratýcýlýk diðer tarzlara nazaran daha zordur. Buna karþýlýk en çok çeþitlilik de Rock müzikte
mevcuttur. Gerçekten de zor bir alanda verimli iþler çýkarmak yaratýcý ve samimi insanlarýn iþidir. Bu yüzden
bu müziðe yönelen insanlar genelde yaratýcý insanlardýr. Ýþte Ritchie Blackmore bu tanýmýn en önemli örneklerinden
biridir. Kendine has gitar tekniði ve yorumuyla Rock müzikte yeni formlarýn oluþmasýna önderlik etmiþtir. Özellikle
solo performansýna deðinecek olursak, barok melodi yapýsýný yoðun bir biçimde hissettiren ve kalýplaþmýþ
vurgularýn gelenekselliðini baþka boyutlara taþýyan bir üslubu vardýr. Barok döneme olan ilgisini, Rainbow
parçalarýnýn yaný sýra Deep Purple klavyecisi Jon Lord ile yapmýþ olduklarý çalýþmalardan da rahatlýkla
anlayabiliyoruz. Blackmore hayranlarý ne demek istediðimi sanýyorum çok iyi anlýyorlardýr. Yýldýzlar karmasý
olan bu grubun Blackmore dýþýndaki üyeleri de kendilerine has teknikleriyle ve yetenekleriyle tarihe yazýlmýþ
dev müzisyenlerdir. En önemlisi Ronnie James Dio’dur. Dio’yu sevmeyen hiç kimse görmedim diyebilirim. Yýrtýcý
ve yumruk atma hissi uyandýran bu özel vokalist, Rock müzik dünyasýnda çok çok önemli bir yere sahiptir.
Oldukça güçlü bir vokale sahip olan Dio bir çok vokalisti etkilemiþ, benzersiz sesiyle Rainbow’da ve solo
çalýþmalarýnda “Rock ve metal vokalleri nasýl yapýlýr?” dersleri vermiþtir. Dio ile saðlam bir baþlangýç yapan
Rainbow, Dio’dan sonra vokallere Graham Bonet’i almýþtýr. Çok sevdiðim vokalistlerden biri de Bonet’tir. Ancak
birliktelikleri fazla uzun sürmez ve iki albüm sonra yerini Joe Lynn Turner’a býrakýr. Sonra onun yerine de Doogie
White gelmiþtir. Blackmore haricinde grupta en uzun kalan üye John Lynn Turner’dýr. Turner, “Rainbow uzun
süre grupta kalma rekortmenliði”ni grup ile beraber yapmýþ olduðu üç albümle tescillemiþtir. Rainbow çok
sayýda eleman deðiþtirmiþtir. Bunun sebebini tam olarak bilmiyorum ama þurasý açýk ki bu durum Rainbow için
pek iyi olmadý. Eðer bu sýklýkla yaþanan eleman deðiþimleri olmasaydý grubun adý bugünkünden çok daha farklý
yerlerde olabilirdi (Fatih söz etmemiþ ancak Blackmore’un kiþisel olarak ne derece uyumsuz ve huysuz bir
karaktere sahip olduðu Rock camiasýnca iyi bilinir /ed). Tüm bunlara raðmen Rainbow yine de kadrosundan
geçen efsanevi isimlerle bir dünya devidir. Bu sýk eleman deðiþikliðinden þunu rahatlýkla çýkarabiliriz: Rainbow
kesinlikle her müzisyenin zevkle ilgileneceði çok çekici bir grup ancak müzisyenlerin uzun süreli barýnamamasýnýn
nedeni de tahminime göre Blackmore’un grup içinde tekelleþmesi olabilir. Bu kadar çok eleman deðiþikliðine
raðmen bir çok baþarýlý albümü ve bir çok unutulmaz klasik parçayý hafýzalara kazýmasý gerçekten büyük bir
baþarý olsa gerek. Her yeni elemanýn kendi özelliklerini Rainbow parçalarýna katmasý, ortaya bir çok farklý ifade
biçimi ve farklý ruh katmýþtýr. Farklý elemanlarýn olaya farklý baharatlar serpiþtirmesine raðmen Rainbow, temel
tavrýný ve tutumunu her daim korumayý baþarmýþtýr. Bunun nedesi ise pek tabii Blackmore’dur.
Altyapýlarý müzisyen argosuna göre adeta kemik gibidir. Bugüne kadar kadrosundan geçen basist ve davulcularla
bu tabir sanki bu grup için söylenmiþtir. Bu kemik yapýnýn üzerine Barok dönemi müzik yapýlarýný rahatlýkla
hissedebileceðimiz klavye melodileriyle Blackmore’un riffleri ve sololarý inþa ediliyor, ortaya mükemmel yapýtlar
çýkýyordu. Bu yapýya daha da ruh katan nokta ise Rainbow’un birbirinden anlamlý lirikleri olmuþtur. Yýllarýn devi
Rainbow’u bir dizi sözcükle anlatmak gerçekten çok zor, dinlemenizi kesinlikle tavsiye ediyorum.
Rainbow’dan bizlere, ‘Long Live Rock’N’Roll’, ‘I Surrender’, ‘Temple of the King’, ‘Catch the Rainbow’, ‘Rainbow
Eyes’, ‘Since You've Been Gone’, ‘Kill the King’ gibi bir çok unutulmaz parça kaldý…
.
Bu sayýda yeni baþladýðýmýz Ýyiler Genç Ölür
köþemizde ilk olarak efsanevi Ýngiliz Rock topluluðu
Led Zeppelin’in efsanevi davulcusu John Bonham’dan
söz etmek istedim. Bu davulcunun benim gözümde
deðeri çok büyüktür. Tuþe ve hissiyat konusunda
oldukça etkilendiðim ve örnek aldýðým bir
müzisyendir Bonham.
“Bonzo” lakaplý John Henry Bonham, 31 Mayýs
1948’de doðdu, madde ve alkol baðýmlýlýðý nedeniyle
25 Eylül 1980 tarihinde çok genç yaþta dünyayý terk
etti. Henüz 33 yaþýna yeni girmiþken aramýzdan
ayrýlan Bonzo, genç yaþýnda ölümüne raðmen Rock
davul soundu ve altyapýlarý konusunda temelleri
atan isimler arasýnda yer almaktadýr. Bu nedenle
tüm dünyadaki Rock müzisyenleri tarafýndan saygýyla
anýlýr ve örnek alýnýr. Ritm duygusuna daha bebek
sayýlacak yaþlarda tutulan Bonzo, zeki ve duyarlý
ebeveynleri sayesinde tencere kapaklarý ve bilumum
ev gereçlerini kullanarak girmiþtir olaya. Bonzo’nun
potansiyelinin ritm ve müzik üzerine olduðunu
kavrayan ailesi bu konuda Bonzo’yu olabildiðince
desteklemiþtir. Zaten müziðe ve ritme farklý açýlardan
yaklaþmasý bu akýllýca geliþtirilen kiþilik yapýsýnýn
bir içeriðidir tahminimce. Ne kadar ilginç deðil mi?
Birkaç ebeveyn çocuðuna akýllýca davranýyor ve o
çocuðun daha sonra çýðýrlar yaratan Rock müziðin
alt yapýsýnda imzasý yer alýyor. Led Zeppelin’le
milyonlara kendini dinletiyor. Böyle ebeveynleri
yeþil sahalarda daha sýk görmek istiyoruz. :)
Gelmiþ geçmiþ en büyük gruplarýndan biri olan Led
Zeppelin, tüm dünyada 300 milyonu aþkýn albüm
satmýþtýr. Bu inanýlmaz baþarýya raðmen, Bonzo’nun
www.myspace.com/ledzeppelin
ölümüyle birlikte grup elemanlarý Robert Plant, Jimmy
Page ve John Paul Jones zirveye altýn harflerle kazýnmýþ
Led Zeppelin’i daðýtmaya karar vermiþlerdir.
“Arkadaþýmýz Bonzo ile ayný ruhu paylaþýp ayný
heyecanla kurduðumuz Led Zeppelin, Bonzo olmadan
olamaz!” ve “Ancak Tanrý Bonzo’yu geri yollarsa Led
Zeppelin’i tekrar hayata geçiririz” gibi bir yaklaþým,
grup elemanlarýnýn müzik dýþýnda da ne kadar karakter
sahibi insanlar olduklarýný açýkça ortaya koyuyor.
Hatta Jimmy Page bu konu hakkýndaki açýklamalarýndan
birinde olayý þöyle özetlemiþtir: “Stüdyoda çalarken
arkamýza döneceðiz ve orada Bonzo’yu göremeyeceðiz.
Bu bizim hiç alýþamayacaðýmýz bir durum ve bu yüzden
de Led Zeppelin’i akýllardaki orijinal haliyle býrakmanýn
en iyisi olacaðýný düþündük.” Gerçekten de bu
adamlarýn paraya ve þöhrete önem vermeyen saygý
duyulasý adamlar olduðunu anlýyoruz.
Armut dibine düþermiþ. Bonzo’nun oðlu Jason Bonham
da babasý gibi baþarýlý bir davulcu olmuþtur. Elbette
babasý gibi bir efsane deðildir ancak müziðe olan
yaklaþýmýnda haliyle babasýný örnek almýþtýr. UFO,
Foreigner, Jimmy Page gibi ünlü gruplar ve müzisyenler
ile çeþitli çalýþmalar yapmýþtýr. Bonzo’suz Led
Zeppelin’in nadiren gerçekleþtirdiði konserlerde
babasýnýn yerini oðlu Jason Bonham almýþtýr.
Netice itibarýyla Bonzo bu kýsa yaþantýsýna raðmen
dünyaya kitleleri sallayan, hafýzalardan silinmeyecek
ve bir çok gruba ilham kaynaðý olacak parçalar
býrakmayý baþarmýþtýr. Samimi insanlar karþýlarýna ne
denli zor engeller çýkarsa çýksýn bir þekilde yapmak
istediklerini baþarabiliyorlar. Sanýrým tabiat ana
samimiyeti destekler nitelikte. Velhasýl John Bonham’ý
saygýyla anýyoruz ve iyi ki bu dünya denen gezegeni
ziyaret etti diyoruz…
SELÝM VARIÞLI
Al Pacino ve Robert De Niro'yu bir araya getirme baþarýsý
nasýl bir fiyaskoya dönüþebilir? Yok tamam, fiyasko olacak
kadar kötü deðil. Ama kötü. Ýki adamýn da kariyerlerine
bakýnca, bi aradalarken neden bu kadar vasat bir film ortaya
çýktýðýna anlam vermek daha da zorlaþýyor.
Senaryoda filmin vurucu sürprizi olarak tasarlanmýþ olay ilk
15 dakikada kendini belli ediyor. Bunu da karakterlerin
iþlenmesinde yeterince detaya yer verilmemesine baðlýyorum.
Her iki oyuncu da daha iyi düzenlenmiþ bir senaryo ve kurgu
ile yeri göðü inletebilirlerdi bu filmde. Ancak gerek
karakterlerin ruhsal yansýmalarý, gerekse diyaloglar açýsýndan
zayýf bir film olmuþ. Bu nedenle de sonunun baþtan tahmin
edilebilirliði yüksek.
Öte yandan her iki dev adam da doðrudan kendilerinden
kaynaklanmayan bu olumsuzluklarý en iyi þekilde örtmeye
çabalamýþlar ki filmi kurtaran da bu zaten. Yani normalde
Al Pacino ve Robert De Niro isimlerinden biri bile bir filmin
sükse yapmasýna yetecekken, Righteous Kill'de ikisi birden
durumu ancak kurtarmýþlar gibi bir hava var.
Filmin diðer oyuncularýnýn genel olarak rolleri altýnda
ezilmelerini, önlerindeki iki dev adamýn bu tuhaf yapým
içerisinde ne aradýklarýna dair oluþan devasa soru iþaretine
mi, yoksa zaten vasat oyuncular olduklarýna mý baðlamalýyým
bilemiyorum. 50 Cent'in 50 fýrýn ekmek yemesi lazým. Pacino
ve De Niro, böyle bi filmde tüm diðer oyuncular -273
derecede oynasa bile kir tutacak adamlar deðiller. Lakin þu
"diðerleri"nden bazýlarýný gerçekten ön cephesinde gül resmi
ve fantastik desenler çizili, vitrininde dizi dizi somunlar
olan bir fýrýnýn kapýsýna elleri ve gözleri baðlý olarak atasým
geldi. 50 Cent için domateslerle süslenmiþ tomruk model,
vücut bütünlüðü bozulmamýþ danalarýn vitrinde Cacharel
ekolü sergilendiði bir kasap dükkaný da düþünmedim deðil
hatta.
Herþeye raðmen Pacino ve De Niro'yu bir arada izlemek
adýna göz atýlmaya deðebilir film. Kiþisel sinema
kahramanlarýmdan Al Pacino'nun oynadýðý bir film için bir
gün bu kadar olumsuz bir eleþtiri yazacaðým aklýmýn ucundan
dahi geçmezdi ama nasýl baþardýlarsa film ekibi Pacino'ya
raðmen vasat bir iþ çýkarmýþ. Hemen yan sayfaya bir de
Scarface yazýsý döþenirdim þimdi ama görünür gerçekler bir
yana, her iki filme de farklý anlamlarda haksýzlýk yapmýþ
olurdum.
Kesinlikle daha iyi bir film bekliyordum. Hayal kýrýklýðý oldu.
Zaman…
Ýlerledikçe insanoðlunun daha da geliþtiðine eþlik eden zaman… Bazý
noktalarda geliþimden bahsedilebilirken bazý noktalarda geriye mi
gidiyoruz, nedir? Yüzyýllar öncesinin eserlerini düþünüyorum. Ne kadar
da ileri, zamanýn ötesinde… Günümüzde bile zamanýn ötesinde…
Zamanýmýzda hâlâ üstüne çýkýlamadý onlarýn.
Ne kadar da ironik!
17. yüzyýlýn karanlýðýnda 1642 yýlýnda baþlayýp 1663 yýlýnda bitirebildiði
on iki kitaplýk “Kayýp Cennet”i (Paradise Lost) ile tanrý ve þeytanýn
mücadelesini aktaran, iyilik ve kötülüðü savaþtýran, “bana bütün
hürriyetlerden evvel, bilmek, düþünmek, inanmak, vicdana göre
konuþmak mertebesini veriniz” diyen, kutsal kitaplardaki Adem ve
Havva olayýný “Kayýp Cennet” hamlesiyle esrarengiz bir þekilde
yorumlayan, 1640 yýlýnda görme yeteneðini yitirmeye baþlayýp 1651
yýlýnda tamamen kaybeden, bir rivayete göre körlüðü mum ýþýðý altýnda
sürekli yazmasýna dayandýrýlan bir John Milton var mý þu günlerdeki
tarih sahnemizde?
Yeryüzünün gelmiþ geçmiþ en iyi on eseri arasýnda yer alan Kayýp
Cennet (Paradise Lost) kitabýyla þeytanýn Adem ve Havva’yý cennetten
kovdurmak için planlar yapmasýný, þeytanýn cennetten kovulmasýný
aðdalý ve karanlýk bir þekilde anlatmaktaydý. Þeytan bir kahraman gibi
anlatýldýðý için eleþtiri oklarýna hedef olmuþtur. Ancak dikkatli okuyucular
þeytanýn karizmasýnýn sabit olduðunu ama iyilik çýtasýnýn sürekli
düþtüðünü gözlemleyeceklerdi.
Hürmüz’le Hind’in zenginliðini gölgede býrakan,
ya da görkemli Doðu’nun cömert eliyle krallarýna
yaban inciler ve altýnlar yaðdýrdýðý bir ülkede,
o korkunç mevkiye kendi çabasýyla yükseldiði
o yüce tahtýna tantanayla kurulmuþ oturuyordu þeytan.
ve can havliyle, umudunun da ötesinde
yükseldiði bu yerde, cennete karþý açtýðý
boþuna bir savaþý sürdürüyordu býkýp usanmadan,
ve olanlardan ders almayan maðrur hayal gücü
þöyle dile getiriyordu aklýndan geçenleri:
-“ey göðün tanrýlarý, hükmedenler, hükmedilenler!
ezilmiþ ve kovulmuþ olsam da hiç bir derinlik
tutamayacaðýna göre boþluðunda ölümsüz canlýlýðý,
cenneti yitirmiþ saymýyorum kendimi: düþtüðü yerden
yükselerek belirecek göksel erdemler, daha görkemli
ve daha ürkütücü herhangi bir düþüþten,
ikinci bir yazgýdan korkmamanýn güvenliði içinde.”
(Paradise Lost ikinci kitaptan)
Ortaçaðýn karanlýk din dehlizlerine bölünmüþ evrelerinden itibaren
baskýcý Katolik düþüncesine karþýlýk oluþturulan Protestan görüþlerin
ýþýðýnda, Ýngiltere’nin de içinde yer aldýðý Rönesans hareketinin bir
parçasý dahilinde sayýlabilecek John Milton’ýn varlýðý ve düþünceleri,
dönemine göre oldukça cesur olmayý gerekli kýlýyordu.
Ýkliminin neden olduðu karanlýk, puslu ve kasvetli havasý, Ýngiltere’nin
dünya edebiyatýna neden çok derin, þiirsel, karmaþýk, aðdalý ve kasvetli
yazarlarý sunduðunu çok iyi açýklamaktadýr. John Milton, dünyanýn en
iyilerinden biri olan (belki de en iyisi) William Shakespeare’ýn ardýndan
Britanya’da ikinci sýraya rahat bir þekilde koyulabilecek isimlerdendir.
John Milton söz konusu çýðlýklarýyla insanlara Tanrý’nýn yolunu doðru
bir þekilde yansýtmak istediðini belirtse bile þiirleriyle bir nevi Homeros
ve Dante gibi isimlerin peþinden koþmaktadýr. Ýlahiyattan ziyade plan,
eylem ve sonuç peþindedir. Bir Protestan’ýn Ýngiliz kilisesine karþý
çýkýþýnýn nüanslarý yatar. Kayýp Cennet, Karl Marx’ýn üretemeyen iþçilik
kavramýna konu olmuþtur ve ona göre bu eser ticari bir mal deðildir.
Ýngiliz Dili ve Edebiyatý’na 1700 tane kelime kazandýran, günümüzde
insanlar 200-300 kelimeyi aþmadan konuþabilirken, o dönemde 25000
kelime kullanan, bu yönüyle Goethe’yle birlikte dünyanýn en çok
kelime kullanabilen nadir yazarlarýndan biri olan, 1564-1616 yýlýnda
yaþamasýna raðmen o zamanlar üzerinde durduðu konularýn hâlâ
üzerinde durulmasý, tartýþýlmasý ve olaylar örgüsünün devam etmesi
nedeniyle dehalýðýný kanýtlayan, yazdýðý soneler ve oyunlarla alanýnda
rakipsiz William Shakespeare gerçekliði tüm kasvetleri üzerimize
çekiyor.
“Ya sizi denize doðru sürüklerse efendimiz?
Yahut denize inen uçurumun korkunç kenarýna götürür de
orada aklýnýzý baþýnýzdan alacak baþka bir þekle girerek sizi
cinnete sürüklerse?
Düþünün bir kere…
O tepe zaten baþka bir sebep olmasa da dibindeki kulaçlarca
derin denize doðru bakýp dalgalarýn gürültü gümbürtüsünü
iþiten her insaný hayattan ümit kesme çýlgýnlýðýna kaptýrabilir.”
Belki de yeryüzüne onun kadar iyi Ýngilizce bilen ve kullanabilen
kimse gelmemiþtir. Þiirselliðin çok zor olduðu ve önemli bir
deha gerektirdiði Ýngiliz Dili ve Edebiyatý’nda sadece kullandýðý
dil ile müziðin ruhumuzda yarattýðý duygusallýk etkisini
yaratabilen, “insanlar yalnýzca kendilerinin hissetmediði acýlarý
çekenleri teselli edebilirler” diyerek derin duygularý, güçlü
heyecanlarý, acýlarý ve sevinçleri dramatik sesten ibaret tutmayýp
lirik ses egemenliðine hükmeden gerçekliðin kendisidir.
Yýldýzlarý süpürürsün, farkýnda olmadan
Güneþ kucaðýndadýr, bilemezsin
Bir çocuk gözlerine bakar arkan dönüktür
Ciðerinde kuruludur orkestra, duymazsýn
Koca bir sevdadýr yaþamakta olduðun,
Anlamazsýn uçar gider, koþsan da tutamazsýn…
Çok eski deðil, 1871 yýlýnda Fransa Auteuil’de doðan, William
Shakespeare’dan sonra en etkili yazarlardan biri olarak itham
edilen, çok hareketsiz bir insan olmasýna raðmen içinde taþýdýðý
oldukça hareketli hayal gücü, sadece bir arkadaþýnýn kendisine
bakýþýndan sayfalar dolusu malzeme çýkarabilmesi, uykuya giriþ
evresini otuz sekiz sayfaya sýðdýrmasý, paragraflar uzunluðundaki
tek cümleleriyle dikkati çeken, bir satýrý dahi atlatmadan
okutabilmeyi saðlayacak kadar akýcý ve yoðun stiliyle sýradan
bir yazar statüsünde olmadýðýný kanýtlayan Marcel Proust’un
varlýðýný, yoðunluðunu ve tarzýný özlemiyor deðiliz günümüzde.
Yaþanýlan her þeyin mantýklý açýklamalarý üzerinde durmak
yerine, her histen duygusal analizlerle süsleyerek günlük yaþamda
yemek yemek, gezmek, ceket giymek gibi olaðan þekilde
yaptýðýmýz sýradan eylemlerin bilinçsiz olarak hafýzamýzý
tetiklediðini, böylece gündelik yaþamdan yola çýkarak
geçmiþimizle ilgili bir çok þeyi aydýnlatabileceðimizi iddia
etmiþti. Hayatýný fiziksel yaþamdan ziyade zihinsel anlamda
yaþayan, yaþama zihinsel bakmasýndan kaynaklý olarak yengeç
burcu olmanýn getirdiði evcimenlik ve duygusallýkla sürekli
ilham dolu olmasý, küçük bir odaya kapanarak büyük bir dünyayý
yazmasý sonucunda, en basit, en sýradan bir hissin peþine düþüp
derinlemesine hissettiði duygularý birbirine geçmiþ halkalar gibi
anlatarak felsefi yönünden fazlasýyla örnekler sergilemiþti.
Yukarýda bahsi geçenlerle ayný kalite ve derinlikte bir çok
yazarýn ismi pekala sayýklanabilir. Ama hepsi için yerimiz yok.
Günümüzde onlarýn yarattýðý etkiyi yaratan ve onlarýn üzerine
çýkabilecek isimler göremiyoruz.
Hani zaman ilerliyordu?
Hani ilerleyen zaman insanoðlunu geliþtiriyor ve ufkunu
geniþletiyordu?
Ýnsan zihni kendi içinde zamandan baðýmsýz olarak büyük bir
cevher potansiyeli taþýr. Hangi zamanda yaþandýðý deðil, toplum
ve yaþam örgüsünden þiirsel gözlemleri çýkaranlar normal insan
silüetinin üzerine çýkabiliyorlar belki de…
Günümüzde elimize aldýðýmýz bir çok bestseller (en çok satan)
kitabýna baktýðýnýzda, onlarýn yukarýda adý geçen isimlerin yazým
tarzý ve þiirselliðinin yanýndan bile geçemeyeceðini görürsünüz.
Yoksa insan zihni geriye mi gidiyor?
Odaklandýðý konular içinde kompleks ve þiirsel geçiþlerin artýk
yeri yok mu?
Bu tadý alabilmemiz için yalnýzca yukarýda adý geçen 17. yüzyýl
insanlarýna mý kalmamýz gerekiyor?
Zannedersem, onlar kadar müthiþ olmasa
bile insanoðlunu, insan zihnini ve hayatý
sorgulamasý nedeniyle bir moleskine
defterine hayatýn gerçeklerini ve sanrýlarýný
döken bir insanoðlunun aþaðýdaki tespitleri,
günümüzde bestseller olan kitaplarýn neye
göre en çok satan kitap olduðunu ve böyle
düþünmüþ bir akýl deposunun neden en çok
satamayacaðýný az da olsa ifade
edebiliyordur.
Moleskine defteri, ikinci yüzyýldan beri
üretilen siyah vinil kapaklý, sarý yapraklý,
sade, küçük bir defter çeþididir. Van Gogh,
Picasso, Ernest Hemingway, Bruce Chatwin
gibi ünlüler kullandýðý için çok tanýnmýþtýr.
Moleskine defteri, 97. not: eskatolojik*
iç sýkýntýsý.
Sýk sýk, Homo sapiens’in neslinin tükenmekte
olduðu hissine kapýlýyorum. Bu durumun
mantýðýný ve kaçýnýlmazlýðýný görüyorum.
Ve kendime, türümüz yavaþ yavaþ kendi
sonuna doðru yürüyor diyorum. Olayý felaket
tellallýðý gibi görmemek lazým, ama benim
de ümitsizlik yaþamaya hakkým var tabii ki.
Dünya 4,5 milyar yaþýnda. Haklýsýnýz, belli
bir büyüklükten sonra sayýlarýn ifade ettiði
deðeri algýlamak kolay deðil. Ama sizi temin
ederim, bunlar ansiklopedide yazan
rakamlar. Biz istesek de istemesek de Dünya
4,5 milyar yýldýr orada duruyor.
Ýnsanlýða gelince, onun geçmiþi iki milyon
yýlý ancak buluyor. Bu durum size gayet
normal gözükebilir, ama 140 milyon yýl
hüküm süren dinozorlarý düþününce, bana
komik geliyor… Ayrýca bu hayvanlara karþý
duyduðum saygýyý da arttýrýyor.
Ýnsan cinsinin farklý türleri arasýndan sadece
birisi hayatta kalmayý baþarabildi, o da
bizimkisi. Homo sapiens. Onun hikayesi, ki
ilginç bir hikaye bu, muhtemelen bundan
yüz yirmi bin yýl önce Afrika’da baþladý.
Bazýlarý onun baþka bir yerde de ortaya
çýkmýþ olabileceðini düþünüyorlar, mesela
Asya’da ve çok daha uzun bir süre önce. Ne
olursa olsun, bu güzel bir yaþ. Yok olmak
için güzel bir yaþ… Ben olaylara farklý bir
gözle bakamýyorum. Bugün ya da yarýn sýra
bize de gelecek. Bazen bunun düþünülenden
çok daha yakýn olduðu ve türümüzün
günlerinin sayýlý olduðu hissine kapýlýyorum.
Herhalde bunu düþünen tek kiþi ben
deðilimdir.
Belki de, ben diðerlerinden biraz daha
ümitsizim. Elimde benden baþka kimsenin
bilemeyeceði bilgiler var ve bunlar beni
haklý çýkarmak için uydurulmuþ þeyler deðil.
Ama þimdiden emin olduðum bir þey var,
benim haricimdeki birileri de bunu hissediyor
ve tahmin ediyorlar; Tarihin sonuna
geldiðimiz, bundan daha ileriye
gidemeyeceðimiz, sýnýrý belki de çoktan
aþtýðýmýz yönündeki bu tuhaf kanýyý…
Ýnsanlýk kendi içinde de büyük bir çeliþkiyi
barýndýrýyor; hem çevre þartlarýnýn
deðiþimine en iyi uyum saðlayabilen, hem
de kendini yok etmeye en meyilli tür. Aþýyý
icat eden de, Auschwitz’i organize eden de,
Ýnsan. DHEA** ve nötron bombasý. Eminim
ki günün birinde ölümsüzlük de icat edilecek.
Yanýlmayý çok isterdim, hâlâ insanlýða
inanabilmeyi de, ama olaylar bunu
zorlaþtýrýyor ve iþaretler var.
Öncelikle þu biz her þeyi denedik duygusu:
Komünizm, Kapitalizm, Liberalizm,
Sosyalizm, Hýristiyanlýk, Musevilik, Ateizm…
Her þeyi. Biz þimdiden her þeyi denedik ve
bütün bunlarýn nasýl sonuçlandýðýný biliyoruz:
Kocaman bir kan gölünde. Kendi kendimize
karþý bitmek bilmez bir katliam. Çünkü biz
böyleyiz. Homo sapiens böyle. Dünyanýn ve
kendinin yýkýcýsý, bir süper yok edici. Peki,
bu þekilde onun sonu gelmeyecek mi?
Bunu düþünen bir tek ben olamam.
Baþka þeyler de var. Mesela, her geçen gün
daha güçlü, alt edilmesi daha zor olan,
Ýnsan’a karþý mücadelesinde sürekli mevzi
kazanan virüs var. Sonra iklim var, ozon
tabakasý, küresel ýsýnma, aþýrý nüfus, toprak
erozyonu, sayýlarý ve yýkýmlarý sürekli artan
doðal afetler var. Düþüþümüzü ve
kutuplaþmamýzý durdurmaktan aciz olan,
çýkmazdaki politika var. Kuzey ve Güney
eninde sonunda karþý karþýya gelecekler…
Gerçekçi olmakta fayda var; uyum konusunda
evren þampiyonu olsak da, bela peþinde
böyle koþmaya devam edersek, günün birinde
sonumuz geri dönüþüm makinesi olacak.
Ve biz Evrende yalnýzsak benim eskatolojik
iç sýkýntým daha korkunç bir hal alýyor. Ama
bu durum tek baþýmýza olma olasýlýðýný
azaltmýyor. Ýki milyon yýllýk bir evrimin
sonunda, Homo sapiens yalnýz olacak. Sonsuz
Evrende düþünen tek varlýk. Yaþamýn tam
bir mucizesi mi, ters yönde bir araba kazasý
mý? Gidin araþtýrýn! Ver bir gün, yok olacak.
Her zamanki gibi yalnýz. Sonsuzluðun
zenginliðine yapýlan bir nanik. Ýnanýlmaz bir
israf.
Ýþte. Bu benim eskatolojik iç sýkýntým. Sýk
sýk, Homo sapiens’ýn neslinin tükenmekte
olduðu hissine kapýlýyorum.
Belki de doðanýn devreye girmesinin zamaný
çoktan geldi.
______________________
*Eskatolojik: Yunanca eskhatos (son) ve
logos (söylem) sözcüklerinden oluþur. Ýnsanýn
nihai kaderiyle ilgili doktrinlerin ve inançlarýn
bir bütünü. Öðretinin konusu insanýn sonudur.
**DHEA: Böbreküstü bezlerinin ürettiði
yaðlarý eriten bir hormon.
______________________
Fransýz yazar Henri Loevenbruck, Kopernik
Sendromu isimli eserinde kendisini þizofren
sanan bir karakterin üzerinden yürüttüðü
psikolojik gerilim öðeleriyle dikkatleri
çekiyor. Sürekli duyduðu seslerin sanrýlar
deðil, baþka insanlarýn düþünceleri olduðunu
anlayan Vigo Ravel’in moleskine defterine
düþüncelerini günlük tadýnda sýk sýk not
etmesi ve hikaye örgüsü içerisinde söz konusu
günlüðe bizim de þahitlik etmemiz,
insanoðlunun zihinsel anlamdaki düþünce
muhteþemliðinden daha baþka ne olabilir ki?
DERYA OKUMUÞ
Sinemanýn kanýksanmýþ ve hatta ezberlenmiþ, tabu haline
getirilmiþ öyküleme, anlatým ve kurgu düzenine aldýrýþsýz, daha
ilk karesinden bir baþyapýt olduðunu ilan eden nadir filmlerden
bir Tarkovsky filmi Zerkalo - The Mirror- “Ayna”. Diðer Tarkovsky
filmlerinde olduðu gibi bu filmde de Stalin Rusya'sý
hegemonyasýnýn etkileri bariz bir þekilde görülüyor. Filmin teknik
detaylarýnýn öncesinde yönetmenin öykü iþlemedeki uniqueauteur tarafý, daðýnýk plan ve kurgularla, keskin plan ve kamera
geçiþleriyle belli ediyor kendisini.
Tarkovsky’nin filmlerinin anlatýlarýný ve karakterlerini bir nevi
kendi yansýmasý olarak kurgulayan bir otör sinemacý olduðunun
kanýtlarýnýn yaný sýra, sosyalist realizm etkisi altýndaki diyalektik
anlatýmý, savaþ karþýtý bir idea ile mekanik insan ve doðaya
tepkisi, diðer filmlerinde de sýkça rastlanan ödipal eðilimi,
psikoloji, felsefe ve edebiyata sýrt veren anlatýmý bu filmde
geniþ pastoralik planlar, soyut-somut sorgulamalarla yer yer
sýkça sekteye uðratýlýr.
Týpký bir diðer filmi “Ivan's Childhood”da olduðu gibi bu filmde
de Tarkovsky babasýyla bazý sorunlarý olduðunu çokça sahnede
çekinmeden, kendini çekmeden ayan ediyor. Yine de filmin en
güzel taraflarýndan biri olan þiirler söz konusu olduðunda, kendi
filmine "þiirsel gösteri" diyen Tarkovsky, atmosferi perçinleyen
bu þiirlerin sahibi olan babasýna saygýda kusur etmemiþ. Bunun
yaný sýra kullanmayý seçtiði bir yol var ki, bazý planlarýn çoðu
sahne ve sekansýnda bundan þaþmamýþ; olay örgüsü aslýnda ne
buyurursa buyursun, replikler akarken ayný plan içersindeki her
karakter her zaman bir araya gelmiyor. Repliðin ifadesi her ne
ise anlam üzerinden karakterler çoðu zaman planda yalnýzmýþ
gibi gözüküyorlar. Ayný anda birbirinden baðýmsýz zaman-mekan
geçiþleriyle bir anlamda izleyenin gerçekliði algýlayýþ biçimine
de kýrýk bir ayna tutuyor. Bu tür detaylar da hiç þüphesiz koca
koca oklarla yönetmenin anlatým biçiminin ayrýksýlýðýna iþaret
ediyor.
Ayný zamanda filmin adý olan "Ayna" alegorisi, yine çokça sembol
ve imgelem kullanan Tarkovsky'nin bu zor öykü için tercih ettiði,
hepimizin az çok itimat eylediði bir kýsayol. Filmde ayna
imgeleminin kullanýldýðý, hepsi aslýnda birbiriyle baðlantýlý birçok
sahnenin kimisinde ayna, anne- babaanne özdeþleþmesi,
kimisinde iyi-kötü, kimisinde de çocuk- baba, çocuk- anne,
insan ve kendisi özdeþleþmelerini anlatmak için kullanýlýr.
Aynanýn "görünmeyen gerçekliði gösteren araç" olarak,
Tarkovsky'nin kendisi olduðu yorumu da gayet rahatlýkla
yapýlabilir.
Filmin zihni ne kadar zorladýðýnýn farkýnda olacak ki yönetmen;
Bach, Pergolosi müzikleri eþliðinde kusursuz, doðal, pastoralik
resimler, savaþ, özlem, aþk, yalnýzlýk, piþmanlýk, tepkisellik…
vs. söylemini destekleyen Arseny Tarkovsky þiirleriyle birlikte
kamera kullanýmýyla da izleyeni adeta hipnoz haline sokup,
kendi gözünden ilüze edebilmesine yardýmcý olmaya çalýþýyor.
( Çoðu zaman öyle baþarýlý konumda ki kamera, olaylara tanýk
olan bir üçüncü göz sayýyor insan kendini rahatlýkla. Referans
seviyesi ne algýnýn aðýrlýk merkezinde ne de tam ortasýnda. Tam
anlamýyla saklanýr gibi rastgele izleyen bir gözün bakmasý
gerektiði noktada. )
Bu eþsiz detaylarýn dýþýnda vaktiyle (ve belki kimilerince halen)
filme kusur bulunan taraf ise anlatmak istediði þeyi anlatma
adýna çok çaba sarfedip de ser verip sýr vermemesidir. Oysa
Tarkovsky sembolizmi sinemada bir tarz nosyonu olarak
algýlanmaya baþlandýðýndan beri, bu problemin çok fazla kafa
bulandýrmamasý lazým. Zira o, zaten en baþýndan "herkese
hitap etmeyen" filmler çektiðinin farkýnda ve bu avantgarde
üslubun zorluklarýyla –belki kendince kolaylýðýyla- barýþýktý.
Her karesiyle yeni bir algý penceresi açarken kahramanlardan
birini -ki kendisi Natalya olur; uyurken yerden iki metre kadar
havalanmýþ görürüz filmin ortalarýnda bir yerde. Aynanýn diðer
tarafýndaki bir baþka kiþisini anlatýrken bize, duvardaki “Andrei
Rublev” posterini fark ederiz. Kekeme bir genç vardýr mesela
filmin hemen açýlýþ sekansýný dolduran. Neden oradadýr? Stalin
Sovyet Sosyalist Rusya’sý halkýna iddialý ve býçak gibi keskin bir
mesajý vardýr Tarkovsky’nin ve sýrlarýný yalnýzca düþünene,
görme yetisine sahiplere açar devamýnda. Filmin özsözüne
hakkýyla alacaðý antimilitarizm etiketi, ilerleyen dakikalarda
yine Ruslar’ýn ve Ýspanyol halkýnýn 2. Dünya Savaþý sýrasý-sonrasý
ve soðuk savaþ döneminde yaþadýðý sýkýntýlar kesilmeden, Arseny
Tarkovsky þiirleri eþliðinde gösterilirken açýk eder kendini. Þiirler
sarmal bir romantizm etkisi taþýsa da yönetmen realizm hatta
zaman zaman sürrealizme baþ vurmaktan geri durmaz. Ahþap
masanýn üzerinde sýcak çayla dolu fincan, sýradan bir fincan
olmaktan çýkar bu filmde. Masanýn üzerine konur önce, bir süre
sonra kaldýrýlýr. Masanýn üzerinde buðuyla býraktýðý iz tamamýyla
kaybolana dek bekleriz, bekleriz… Eþfrekans kurgusu denir
burada ve bundan sonra adý nerede geçerse geçsin akla ilk
olarak Andrei Tarkovsky gelir. Son olarak kapanýþ sekansýnda
þekilsel imzasýný, ormanýn içersinde zoom-out’la birlikte sürekli
sola kayan kamera hareketiyle atar filme, adeta “bitti” diyerek.
Zerkalo’dan…
"…Buluþmalarýmýzýn her anýný
Bir þenlikmiþçesine kutlardýk.
Yeryüzünde yalnýz biz vardýk.
Bir kuþtan daha cesur ve hafiftin
Bir hayal gibi merdivenleri uçarak
Yaðmurlarla ýslanmýþ leylaklarýn arasýndan geçirip
Aynanýn ötesindeki ülkene götürürdün beni…"
Arseny Tarkovsky
Ýzmir semalarýndan esen Freedom Gray, ilk albümü
"Blackout Diary"i Raven Records etiketiyle yayýnladý.
Kurulduðu dönemde Unenlightened adýyla faaliyet
gösteren ve underground'u takip eden okurlarýmýzýn
bu isimle de hatýrlayabilecekleri topluluk, Ýsveç Death
Metali ekolünü scream vokal eþliðinde izleyen bir
müzikal yapýya sahip. Tarz gereði orta tempoya sahip
olan parçalarýnda riff zenginliði göz alýcý. Sololar
açýsýndan dikkat çekici hareketlere denk geldim.
Albüm prodüksiyonu ve sunum konusunda da güzel iþ
çýkarmýþlar.
Raven Records'un bu ay gerçekleþtirdiði albüm ataðý
dahilinde yayýnlanan "Blackout Diary", özellikle yerli
gruplarý takip eden dinleyiciler için ilgi çekici olacaktýr.
Swedish Death Metal cephesiyle içli dýþlý olan
okurlarýmýza da bu kalabalýk arenanýn yeni bir süvarisi
olan Freedom Gray'i öneriyorum. Grup hakkýnda fikir
sahibi olmak için MySpace adreslerine göz atabilirsiniz:
www.myspace.com/freedomgray
SELÝM VARIÞLI
www.myspace.com/freedomgray
Normalde web siteleri tanýtýmýna pek girmeyiz. Özellikle
de müzik üzerine deðillerse. Lakin issuu.com'un bizim
için özel bir durumu var. Dergimizin download edilmeden
online olarak okunabilmesini saðlayan sistem issuu.com
üzerinde yer alýyor ve tamamýyla site tarafýndan
geliþtirilmiþ. Bu nedenle kýsaca tanýtmak istedik siteyi.
Sitenin çalýþma mantýðý, kullanýcýlarýn site üzerinde
oluþturduklarý kendilerine ait hesaba, çalýþmalarýný PDF
formatýnda yükleyerek net üzerinden
paylaþmalarýný/yayýnlamalarýný saðlamak. Bunun için
tamamen Flash tabanlý bir sistem geliþtirmiþler. Bu
sistem PDF dosyasýný sayfa çevirerek okumaya imkan
tanýdýðý gibi, PDF'te yer alan tüm sayfalarýn overview
önizlemeleri, zoom özelliði, mail yoluyla paylaþým ve
print alma gibi özellikleri de bünyesinde barýndýrýyor.
Ýlgili dosyalar için hosting hizmetini de kendisi veren
issuu.com, tüm bu özellikleriyle dünya çapýnda
kullanýcýlarýn, kendilerine ait dergiler, grafik dizaynlarý
veya tutorial'lar gibi çalýþmalarýný yayýnlamalarýna ve
paylaþmalarýna imkan tanýyor.
Bazý gruplar vardýr hayata bakýþýnýzý deðiþtiren, bazý kitaplar, dergiler vardýr ufkunuzu geniþleten. Kendi adýma bu
gruplarýn ve dergilerin en önemlileri Slayer ve Non Serviam. Bu iki ismi bir arada yazmam sanýrým en çok Çaðlan
Tekil’in hoþuna gidecektir. Gerek Laneth, gerekse Non serviam zamanlarý için Çaðlan Tekil baþta olmak üzere derginin
en büyük ilham kaynaðýnýn Slayer olduðunu düþünmüþümdür nedense? Kýskanarak, imrenerek okumuþumdur bir çok
yazýsýný. Kýskanarak, imrenerek dinlemiþimdir bir çok notasýný. Bu iki olgunun en önemli ortak özelliðiyse, sistemin
bu kadar içerisinde olup boyun eðmemeleridir. Zira dik durabilmek, Heavy Metal yazan veya icra eden için en zor
harekettir. Günümüz þartlarý þirin gözükmeyi, ýlýmlý yazmayý, ya da rahatsýz etmeyen þarký sözlerini gerektirse de...
Slayer hakkýnda fazla bir þey yazmaya gerek olduðunu sanmýyorum. Zaten bu dergiyi okuyorsanýz muhtemelen
Slayer’ý az çok biliyorsunuzdur. Bunu Þebek ve Non Serviam’a borçlu olmanýz da muhtemel. Geçen sayý ilkini
gerçekleþtirdiðimiz arþivlik sayfalar yayýnlama geleneðimizi (evet gelenek olmasýna çalýþýyoruz), bu sayý Slayer’ýn
1998 yýlýnda, Non Serviam’ýn 4. sayýsýnda yayýnlanan Kerim Tunçay imzalý röportajýyla sürdürüyoruz. Bana göre bu
röportaj, W.A.S.P. röportajýyla beraber Kerim Tunçay’ýn yazarlýk yaptýðý dönemlerde kotardýðý en iyi iþ. Tom Araya
ile yaptýðý bu yüzyüze görüþme, okuyucu ve dergi yayýmcýlarý için ders gibi. Ben 10 yýl önce keyifle okumuþtum,
sizin de beðeneceðinizi ve geçmiþe bir selam göndereceðinizi umuyorum.
NOT
Bu bölümde yayýnlanan içerik dergimiz tarafýndan
hazýrlanmamýþtýr. Geçmiþte yayýnlanmýþ dergilerden
izin alýnarak aktarýlmýþ sayfalardan oluþmaktadýr.
Ýçerikte yer alan müzisyenlerin görüþleri, derginin
görüþlerini yansýtmaz ve derginin görüþleri olarak
deðerlendirilemez. /Editör
HAKAN KAHRAMAN
Bu sayfalarýn yayýnlanmasýna izin
veren Çaðlan Tekil ve Zarife Öztürk’e
teþekkür ederiz.

Benzer belgeler

Chicken Translate

Chicken Translate çýkýyor. Cidden çýkýyor. Yýlanlara bile "bizde öyle hikaye kalmadý abi" dedirtecek bir hikayeye dönüþen yeni Gunz albümü, 23 Kasým 2008'de çýkýyor. Þaka deðil. :) Chinese Democracy ismini ilk duydu...

Detaylı

pel records - Ayhan Evci

pel records - Ayhan Evci vokal mýrýldanmak için Gizli Bahçenin sözlerini söyledim. Aslýnda baþka bir þarkýmýn sözleriydi. Çok hoþ olduðunu düþündüm ve kayýtlar bitmek üzereyken kaydettik. Son anda beþinci bir þarkýmýz oldu...

Detaylı

opethveruhs i sler i

opethveruhs i sler i You"nun daha iyi bi þarký olduðunu düþündüðümden Nirvana’yý iþe karýþtýrmamaya karar verdim. Böyle iyi. Okuduðunuz þeyin basýlý olarak yayýnlanmasý için verdiðim çabayla inanýn Guns N' Roses þimdiy...

Detaylı

Geçmiş mi, Son Kullanma Tarihiniz?

Geçmiş mi, Son Kullanma Tarihiniz? Appetite’ýn üzerinden 22 yýl geçti ama... Yan sayfada o eski fotoðrafýn bulunmasýnýn iki nedeni var. Birincisi taþýdýðý anlam. Diðeri de zamanýn gücü karþýsýndaki çaresizlik. Soldaki Axl’ý saðdaki ...

Detaylı