Nesil Yayınları : . 14 Çekirdek Kitaplar : l Editör : Namık Ayhan Dizgi

Transkript

Nesil Yayınları : . 14 Çekirdek Kitaplar : l Editör : Namık Ayhan Dizgi
Nesil Yayınları : . 14 Çekirdek Kitaplar : l Editör :
Namık Ayhan
Dizgi, Baskı, Cilt.: Zafer Matbaası İSTANBUL — 1987
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ
KURU EVDEN YUVAYA
YUVAYI KURARKEN
NASIL BİR HANIM?
NASIL BİR DAMAT?
YUVADAN UÇURURKEN
SAYGININ BÖYLESİ
KOCASINI KOCALTANLAR
OCAK BAŞINDA OLSA BİLE
GİYİM-KUŞAM ÜZERİNE
EVLENDİKTEN SONRADA
AĞAÇ YAPRAĞI YEDİK Mİ?
SAADET ELİMİZDE
TENCERENE GÖRE KAYNAT AŞINI
KABURGA KEMİĞİ
AİLENİN HİZMETİNDE
YUVADA BAHAR
YÜZÜNE VURMA
BELKİ DE O AKŞAM
bir yastığa başkoyan kullarım mutlu olsunlar diye onları birbirine tanıtmış, iyi geçinmenin yollarıni
göstermiş.
Sevgili Peygamberimiz de, Yüce Allah'ın bu konudaki buyruklarını açıklamış, ruhî ve bedenî birçok
özellikleriyle erkeği ve kadını ortaya koymuş, kan-kocanın karşılıklı vazifelerini sayıp dökmüş.
İşte elinizdeki şu küçük kitap, bizi bizden iyi bilen Yüce Rabbimizin ve sevgili Peygamber Efendimizin Mutlu
Bir Yuva İçin gerekli emir, tavsiye ve nasihatlerini taşımakta ve bu öğütlerin ışığında bazı hayat
tecrübelerini yansıtmaktadır.
Kadir Mevlâmın kardeşlerime mutlu yuvalar nasib etmesi niyazıyla...
Dr. M. Yaşar Kandemir Bağlarbaşı 1981
KURU EVDEN YUVAYA...
«Allah'ın varlığının işaretlerinden biri de, size kendinizden olan eşler yaratmasıdır. Siz onlara ısınır, onlarla
huzura kavuşursunuz. Allah'ın verdiği duygular sayesinde birbirinizi sever ve himaye edersiniz. Bunda
düşünen insanlar için dersler vardır.»
(Rûm sûresi, 21)
Eşsiz ahenk
Neye, nereye bakarsanız bakın, eşsiz bir ahenk ve intizam derhal dikkatinizi çeker. Kuşların, balıkların,
bitkilerin, ağaçların, denizlerin, karaların arasında fevkalâde bir uyum sizi hayran bırakır. Eğer manâsız
gayretkeşliğimizle, câhilce müdahelemizle yaratılmışların işine burnumuzu sokmamışsak, herşey ilâhî
plânın mükemmelliğini, kâinatın namütenahi sırlarını sergiler durur.
Yarattığı herşeyin denge ve ahengini inceden inceye hesaplayan Kudretli Sahibimizin bizim âhengimizi
ihmâl etmesi hiç mümkün mü? Bunu anlamak için aile hayatı üzerinde düşünmemizi tavsiye eden
yukarıdaki âyet-i kerîmeye bakmamız yetecektir. Bu âyet, dünya hayatındaki huzur ve âhengimizi temin
edecek hususlardan birine dikkatimizi çekiyor. Demek ki bizim huzurumuz, hayata ısınıp yaşamayı
sevmemiz kendi öz nefsimizden yaratılan eşlere sahip olmakla mümkündür. Kadınla erkeğin hayatlarını
birleştirmesiyle birlikte ilâhî kudret onları birbirine yaklaştırıp gönüllerinin birbirine kaynamasını temin
edecek, birbirlerini koruyup esirgeme duyguları gelişecek ve ilâhî rahmetin bu bereketli ikliminde sevgi
çiçekleri tomurcuklanıp açacaktır. İşte o zaman kuru ev, canlanıp yuva olacaktır.
Yuvadakier uğrunda
Sabahın erken saatlerinde yavrularını yuvada bırakıp onlara yiyecek bulmak üzere uçup giden kuş misâli,
karısı ve çocukları uğrunda çalışıp, çabalayan, onların huzuru için nice zahmetlere göğüs geren, nice
kendini bilmezlerin ağız kokusuna katlanan baba, yuvada kendi sevgisiyle atan kalb-leri düşündükçe
ferahlayacak, gönlüne yeni bir nefes gibi dolan bu sevginin hayaliyle canlanacak, hayatın zorluklarına karşı
daha güçlenmiş olarak direnip savaşacaktır.
Akşam evine yorgun argın vardığında sevgili eşi veya yavrusu kapıyı açacak, onların gülen yüzlerini
görünce bütün sıkıntılarını unutacak, şayet evine kadar getirdiği üzüntüler varsa, yuvamın huzurunu
bozmaya hakkınız yok diyerek çıkardığı ayakkabıyla birlikte onları yüreğinden sıyırıp atacak ve yuvasına
sokmayacaktır. Ev halkının çözüm getiremeyeceği problemleri onlara sezdirmeyecektir.
Dertler paylaşıldıkça
Aynı anlayışı ve inceliği hassas yüreğinde taşıyan sevgili hanımı da, evin bereketi diye bildiği kocasını sevgi
dolu bakışlarıyla ısıtacak, tatlı diliyle onun yorgunluğunu alacak, erkeğinin titizlik gösterdiği tarafları çok iyi
bildiği için herhangi bir tatsızlığa vesile olacak hâdiselere imkân vermeyecektir. Onun sıkıntıları ona yeter
diyerek kocası olmadan da halledebileceği problemleri yorgun eşine açmayacaktır. Kocasının bilmesi icab
eden işleri de, ne kadar sıkıcı olursa olsun, uygun bir zamanda ona söyleyip haberdâr edecektir.Zaten
hayatta bir yüreğin yalnız başına
taşıyamayacağı dertler vardır. Bazan dayanılması mümkün olmayan, zavallı bir kalbi korkunç ağırlığıyla
ezip sıkıştıran dağ gibi dertler, sevilen biriyle paylaşıldığında küçülür, azalır ve ağırlığını kaybeder. Hatta
sevilen insanın güzel bir yorumu ve hoş bir tesellisi ile büsbütün yok olup gidebilir. İnsanın dert ortağı da
sevgili hayat arkadaşı olmalı, sırrını yabancıya değil ona açmalı, teselliyi ondan beklemelidir.
Her zaman bir olmaz
Karı-kocanın birbirine karşı böylesine anlayışlı davranması, yuvanın huzuru, yu-vadakilerin saadeti için son
derece lüzumludur. Ama insanın her zamanı bir olmaz. Herhangi bir sebeple eşlerden biri kendinden
beklenen davranışı göstermeyebilir. Hani ne demişler: İnsan gah olur dağı kaldırır, gah olur darıyı
kaldıramaz. Gönül hâlidir bu. İşte bu hâllerde karşı taraftan anlayış ve hoşgörü beklenir. Eşiyle ilgilenip
derdinin sebebini —uygun bir lisan ile— sorması ve yarasına merhem olması istenir. Zaten ilâçların fayda
vermediği yerde insanı teskin ve hatta tedavi eden hârika formül, bir sevgilinin tatlı sesi, şefkat dolu
bakışıdır. Seven birinin gönlünden kopup gelen muhabbet dolu bir sesin, sevgi çiçekleri taşıyan bir bakışın
uysallaştıramadığı insan ve hatta herhangi bir hayvan yoktur.
Anlayış ve ilgimize muhtaç olan kimse, gösterdiğimiz yakınlığa rağmen yine de yumuşama alâmeti
göstermiyorsa, daha fazla üzerine gitmemek gerekir. Zira bu durumda ya bizim alâkamızda istenilen
sıcaklık yoktur veya karşımızdaki ağır bir sıkıntının altındadır. Eğer öyleyse problemin çözümünü zaman
denilen büyük tabibe havale etmek icab edecektir. Zamanın sunacağı şifa, bizim gösterdiğimiz anlayışla
birleşince, çok geçmeden tesirini gösterecektir.
Dumansız baca
Yuvanın huzuru ve saadeti için eşler ne kadar dikkat sarf ederse etsin, insanoğlunun karmaşık ve çapraşık
ruh yapısı sebebiyle arada bir şeker renk olmaları mümkün ve hatta bu kaçınılmazdır. Ufak tefek ağız
kavgalarını, ileriye götürmemek şartıyla,, ciddiye almamak lâzımdır. «Dumansız baca, çekişmedik karıkoca olmaz» diyen atalarımız bir gerçeği dile getirmişlerdir. Hatta denebilir ki, bu nevi kavgacıklar, eşlerin
birbirini daha iyi anlamaları, ölçüp tartmaları ve ayaklarım denk almaları için lüzumludur.
Karşı tarafın su yüzüne çıkmayan huyları, daha doğrusu ufak tefek huysuzlukları, müşterek hayata değişik
bir'çeşni veren bu kaba gürültüler esnasında «ben de varım» dercesine kendini gösteriverir. Birbirini ve
yuvasını seven insanlar, sular durulduktan sonra bu torbada kalmış huylan dikkate almak suretiyle
yuvalarının geleceğini sağlama bağlamış olurlar. Yeter ki iyi niyet ve mutlu yuva anlayışı esas olsun.
YUVAYI KURARKEN
Ebû Hureyre (r.a.)'den : Ben Hz. Peygamber (s.a.)'in yarımdayken bir adam geldi ve Ensâr'dan bir
hanımla evlenmek istediğini söyledi, Rasûlullah (s.a.) o adama :
— Evlenmek istediğin kadına bak tın mı? diye sordu.
Adam :
— Hayır,
bakmadım,
deyince,
— Haydi git, o kadına bak!
Hz, Peygamber:
Zira Medine yerlilerinin gözünde
bir
başka hâl vardır,
buyurdu !(1)
Mübarek toprak
Yuva deyince, hâtıra ilk gelen nedir?
Çileli hayatın sıkıntılarından, ıstıraplarından bizi çekip kurtaran, şefkatli kollarında tatlı nağmeleriyle
avutan, yüreğimizdeki keder tortusunu mahir elleriyle tasfiye edip temizleyen ve bizi yepyeni bir ümit ve
cesa(1)
Müslim, Nikâh, .74.
retle hayat mücadelesinin içine gönderen huzur ve yeniden diriliş ocağı değil midir?
Aslında yuvadan beklediğimiz şeyler sadece bunlardan ibaret de değildir. Hayâl ettiğimiz nice uzun yıllara
dal kol atacak çınar ağacımızın kök salıp tutunacağı mübarek topraktır yuvamız.
Öyleyse yuvamızın sağlam bir temel üzerine bina edilmesi lâzımdır. Umulmadık bir zamanda bizi tutup
sarsabilecek muhtelif kaynaklı depremlere karşı da dayanıklı olmalıdır.
Göz gördü, gönül sevdi.
Çeşitli sebeplerle dâima sağlam yuvalar kurmuş olan Peygamberimizin, temel atma safhasında dikkate
alınmasını tavsiye buyurduğu hususlardan birini bahsimize serlevha yaptık. Eşini görüp tanımak, hayal
ettiği ölçülere uyup uymadığını veya eşinde bulunmasını katiyen istemediği bir kusuru taşıyıp
taşımadığını tesbit etmek son derece önemlidir. Zira yuvayı tatlı sıcağıyla ısıtıp munis hâle getirecek
sevginin filizlenmesi büyük ölçüde buna bağlıdır. Göz görüp gönül severse, yuva daha sağlam temellere
oturmuş olur.
Vardığımız bu neticenin dayanağı hayal ve tahmin değil, Efendimizin bir hadis-i şerifidir. Muğîre b.
Şu'be'ye, evleneceği kadına bakmasını tavsiye ederken, «Aranızda bir ülfet ve anlayışın doğması için eşine
bakmanda fayda vardır.» buyuruyor.
İslâmda kadın ve evlilikten sözederken, müstakbel eşini görüp tanıma babında dinimizin
müsamahasızlığından dem vuran, bir devirdeki erkeklerin talihsizliğine yanıp tutuşan zavallıların kulağını
çınlatıp bahsimize devam edelim.
Ne zaman görmeli?
Müstakbel eş ne zaman görülmelidir, nasıl görülmelidir tartışmasını yaparken kıymetli âlimlerimiz kadın
gönlünün hassasiyetini dikkate alarak, bu işin kıza talip olmadan önce yapılmasını tavsiye ederler. Öy-leya,
sizin kendisine talip olduğunuzu duyan, gördükten sonra da beğenmediğinizi öğrenen bir kızın kalbi
kırılmaz mı? Acaba neyimi beğenmedi? Kusurum neymiş? diye yanıp yakılmaz mı?
Herhangi bir üzüntüye meydan vermemek için, evlenme namzedi, dine uygun bir şekilde kızı görmeye
çalışabilir. Meselâ çarşıda pazarda, bir toplantıda veya hazırlanacak bir tesadüfle görür, mümkünse
konuşur.
Kızın haberi olmadan erkeğin onu görmesi dinî bakımdan mahzurlu değildir. Evinin mahremiyetine sığınmış
bir hanımı görmeye çalışmak ise, İmam Mâlik'e göre, bakılması helâl olmayan yerlerini görmeye vesile
olabileceği düşüncesiyle mekruh sayılmıştır. Bununla beraber, samimi olarak evlenmek isteyen birinin bu
durumdaki bir hanıma bakmasında mahzur görmeyenler az değildir.
Erkeğin görebileceği kadın uzuvları, o-nun el ve yüzüdür. Daha başka yerlerine bakılabileceği hususundaki
görüşler, âlimlerimizce muteber sayılmamıştır.
Kız istemiyorsa
Hayat arkadaşını seçmede kadının fikri alınmayacak mı? Elbette alınacak. Kalıcı» sağlam ve mutlu yuva
başka türlü nasıl kurulabilir? Siz bu konuda başkalarının laflarına kulak vermeyin. Güzeli, onu tanıyana,
onun güzelliklerine vâkıf olana sorun. Geriden şöyle bir bakan veya onu görüp tanıdığını iddia eden, ama
güzellik mefhumundan habersiz adamların ağzından güzeli öğrenemezsiniz. Dinimizin bu konuda kadına
verdiği hakları, Peygamber Efendimizden dinleyiniz:
Peygamberimizin sahabiyelerinden dul bir hanım olan Hizam kızı Hansa anlatıyor. Babası onu bir adama
nikâh etmişti. Ama Hansa bu evliliğe razı değildi. Kalkıp Hz. Peygambere geldi ve babasının nikahladığı
adamla evlenmek istemediğini söyledi. Efendimiz de onun bu sözü üzerine derhal nikâhı bozdu ve böyle bir
evliliğin olamayacağını bildirdi. (2)
İstemediği adamla evlenmeme hürriyeti, başından nikâh geçmiş hanımlara mahsus değildir. Evlilik hayatını
henüz tanımamış kızların da eş seçme hürriyetleri vardır, İbni Abbas (r-a.)'ın anlattığına göre bir defasında
bakire bir kız Rasûlullâh Efendimizin yanına gelerek dert yandı. Babasının onu, arzu etmediği biriyle
evlendirdiğini söyledi. Hz. Peygamber (s.a.v.), kıza, bu evliliği devam ettirip ettirmemekte tamamen
serbest olduğunu söyledi. (3)
Önce yoldaş sonra yol .demişler ve ne güzel söylemişler. Ömür boyu devanı edecek bir yolculuğun sıkıntısı,
yorgunluğu, ıstırabı ve hüznü sevilen bir gönüldaşa sahip olmadan çekilebilir mi? Arzu edilen şartlara sahip
olmadan bu yolculuğu sürdürenlerin bulunduğu da bir gerçektir. Ama siz gelin de bunun ne çetin bir
yolculuk olduğunu ona
(2) Buharı, Nikâh, 42; İkrah, 3.
(3) Ebû Dâvûd, Nikâh, 24.
katlananlara sorun. Allah yardımcıları olsun.
Nikâhta keramet vardır, derler. Güzel söz. Arzu edilen şartlar mevcutsa, keramet de görülür. Şartların
birçoğu mevcut değilse ,keramet değil, ancak kerahet görülebilir.
NASIL BİR HANIM?
Abdullah İbni Amr İbni as (r.a.)'den:
Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:
«Dünya geçici bir faydadan ibarettir. Dünyanın en hayırlı varlığı da dindar kadındır.»(1)
Dünyanın değeri
En sakin zamanlarımızda bile bizi aniden canlandınveren, gözlerimizi ışıl ışıl parıldatan, kalbimizin daha bir
heyecanla atmasına sebep olan birşey var. Bunu hepimiz çok iyi biliriz: Evet, dünyevî menfaatlerimizden
bahs ediyorum. Yalan olduğunu sık sık tekrarladığımız dünya ve onun geçici menfaatleri, çoğu zaman bizi
oyuna getirir veya biz onun oyununa gelmek isteriz.
Yukarıdaki hadîs-i şerifte ve Kur'ân-ı Kerîm'de, dünyanın bir meta' olduğu (2)
(1)
Müslim, Radâ', 59, 60; Nesâ'î, Nikâh, 15.
(2)
Mü'min sûresi, 39.
ifâde edilmektedir.
Meta', satılık kumaş, kullanılacak âlet ve edevat mânâlarına geldiği gibi, dilimizde matah diye de ifâde
edilen mal ve diğer fayda sağlayan az-çok lüzumlu eşya mânâsına da gelir. (3)
Birçok âyet-i kerîmede dünya metâının çok önemsiz, değersiz ve aldatıp oyalayıcı olduğu ortaya konur. (4)
Herşeyi olduğu gibi dünyanın değerini de güzel ve çarpıcı bir misâl ile ortaya koyan Peygamber Efendimize
kulak verelim. Kâinatın Güneşi Efendimiz bir gün çarşıya çıkmıştı. Onu görenler etrafım aldılar. Yolda
giderken küçük kulaklı bir oğlak ölüsüne rastladılar.
Efendimiz oğlak ölüsünü kulağından tutarak, yanındakilere:
— Bunu bir dirhem karşılığında kim almak ister? diye sordu. Sahâbîler:
— Daha az paraya bile almayız. O ne işe yarar ki? dediler.
Efendimiz sormaya devam etti:
— Pekâlâ, bedava verilse
alır mısınız bunu?
— Hayır, dediler. Aslında bu diri olsa bile, kulakları küçük olduğundan kusurlu
(3)
(4)
Hak Dini Kur'ân Dili, II, 1249.
Meselâ bk. Âl İmrân sûresi, 185; Nisa sûre si, 77.
sayılır. Ölüsünü ne yapalım?
Bunun üzerine Peygamber efendimiz şöyle buyurdu:
— Bu oğlak size göre nasıl değersiz ise, vallahi dünya da Allah katında bundan daha değersizdir... (5)
En değerli varlık
Hiçbir şekilde gönül bağlamaya değmeyen bu dünyanın en değerli varlığı da Ra-sûl-i Ekrem Efendimiz
tarafından dindar, mazbut kadın olarak belirtilmiştir. Zira bu değersiz dünya hayatına kapılıp mahv
olmaktan erkeği koruyan dindar kadındır. Böyle asil bir varlık Kur'ân-ı Kerîm'de bu-yurulduğu üzere, bir
elbise olup (6) kocasını şehvet girdabında boğulmaktan kurtardığı gibi, onu daha fazla dünyalık kazanmaya
zorlamayacak da gayr-i meşru kazanç yollarına dalmaktan korumuş olur. Aksi hâlde dünya hayatı geçici de
olsa bir faydalanma yerinden çok, bir azâb yeri, bir çilehâne olur. Bu hâli Sa'd İbni Ebî Vakkas'ın rivayet
ettiği bir hadis daha açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Efendimiz buyuruyor ki: ,
«İnsanı mesut eden üç şey : Dindar kadın, iyi bir ev, iyi bir binektir. İnsanı bed baht eden üç şey de kötü
bir kadın, kötü bir ev, kötü bir binektir.» (7)
(5) Müslim, Zühd, 2.
(6) Bakara suresi 187
Zekât ve sadaka vermeden ha bire altın, gümüş biriktirenlerin, kıyamet günü dayanılmaz işkencelere
uğratılacağını bildiren âyet nazil olunca, (8) ashâb-ı kiram çok telâşlandı. Öyleyse ne edeceğiz? demeye
başladılar. Bu soruyu Hz. Peygamber'e onlar adına Hz. Ömer sordu. Efendimiz şu cevabı verdi:
«Siz şükr eden bir kalbe, zikr eden bir dile ve mü'mine bir kadına sahip obuaya bakın! Böylesi bir kadın,
âhireti kazanmanıza da yardımcı olur.» (9)
Şüphesiz öyledir; zira saliha bir kadın itaatkâr olur, yüzüne baktıkça insan sevinç duyar, her konuda
kocasına yardım eder, kocası bulunmadığı zamanlarda hem kendinin, hem de ailesinin malını muhafaza
eder.» (10)
Hz. Ali (r.a.), Rabbena âtinâ fi'd-dünya haseneh: Rabbimiz bize dünyada iyilik ver, (11) âyetindeki
hasene'yi dindar kadın diye tefsir etmiştir.
Dindar kadınla evlenmeye teşvik ederek Rasûl-i Ekrem Efendimiz, erkeklerin kadın(7)
Ahmed, Müsned, I, 168.
(8)
Tevbe sûresi, 34, 35.
(9)
İbni Mâce, Nikâh, 5.
(10)
Gösterilen yer.
(11)
Bakara sûresi, 201.
larla dört özelliklerinden biri dolayısıyla evlendiğini; bunların da ya zengin olmaları, ya soylu bir aileden
gelmeleri, yahut güzel olmaları ve yahut da dinî ve ahlâkî meziyetlere sahip bulunmaları olduğunu
söyleyerek: «Sen dindar olan kadınla evlen ki, mes'ut olabilesin,» buyurur. (12)
Çünkü dindar kadın, —İmâm Gazâlî'-nin de dediği gibi— kocasının dinî vazifelerini hakkıyla yerine
getirmesine yardım eder. Dindar olmayan kadın ise, kocasını dinin gereklerini yapmaktan alıkoyabileceği
gibi, onu kötü yollara da sürükleyebilir. (13)
Kadı Şüreyh ile hanımı
Dindar ve iyi huylu bir kadının kocasını mutlu ettikten başka onu kendine nasıl bağlayacağını pek güzel bir
şekilde anlatması bakımından ibret dolu bir olayı dinleyelim :
Tabiîn âlimlerinin ileri gelenlerinden büyük muhaddis Şa'bî anlatıyor:
Birgün Kadı Şüreyh ile oturmuş konuşuyorduk. Bu büyük âlim bana dedi ki:
— Şa'bî! Eğer evlenecek olursan Beni Temîm kabilesinden bir kız al! Onlar mükemmel yetişmiş oluyorlar.
(12)
Buhârî, Nikâh, 15; Müslim, Radâ', 53.
(13)
İhya, II, 38.
— Nereden biliyorsunuz? diye sordum. Şunları söyledi:
— Gençliğimde birgün Benî Temim kabilesine gitmiştim. Bir kapının önünden geçerken, ihtiyar bir kadınla
bir kızın oturduğunu gördüm. Kız çok güzeldi. Onu daha yakından görmek için su içme bahanesiyle
yanlarına yaklaştım ve su istedim. Kadın, kıza su getirmesini söyledi. Suyu içtikten sonra kadına:
— Bu kızın adı nedir? diye sordum.
— Adı
Zeynep'tir.
Hudayr'ın
kızıdır, dedi.
— Evli midir?
— Hayır, değildir,
—
Allahın emri ile bana verir misiniz?
— Dengi isen veririz.
Oradan ayrıldıktan sonra evime geldim. Kızla evlenmeyi aklıma koymuştum. Arkadaşlarımdan birkaç kişiyle
kızın amcasına giderek düşüncemizi anlattık.
— Münasiptir, dediler ve orada söz ke sildi.
Nikâh kıyıldıktan sonra «Beni Temim kadınlarının katı yürekli olduklarını düşünerek pişmanlık duymaya
başladım- Kendi kendime: «Artık bir iştir oldu. Memnun kalmazsam ayrılırız.» dedim. Pişmanlığımı açığa
vurmadım.
odasına girdiğimde kız bana :
— Efendi! Bu sırada güveyinin Allah rızası için iki rekât namaz kılarak Cenâb-ı Mevlâ'dan karısının hayırlı
olmasını niyaz eylemesi ve şerrinden Hakk'a sığınması sünnettir,» dedi.
Ben de:
— Evet, öyledir, diyerek namaza durdum. Selâm verdikten sonra baktım ki, o da namaz kılıyor. Namazı
bitirdikten sonra bana şunları söyledi:
— Efendi! Ben yabancı, bir kızım. Sizin huyunuzu, tabiatınızı bilmem. Sevdiğiniz, hoşnut olduğunuz
şeyleri bana bildiriniz ki, arzunuza uygun bir şekilde hizmetinizi yapabileyim. Hoşlanmadığınız şeyleri de
söyleyiniz ki, onlardan sakınayım. Sana kendi kavim kabilen arasında bir hanım, bana da benim kavmim
içinde bir koca bulunurdu.Ama ne var ki, kaza ve kaderde yazılı olan başa geldiği için, birbirimizin huyunu,
âdetim bilmediğimiz hâlde benim kocam oldun.Artık Allah Teâlâ'nın da buyurduğu gibi bana ya iyi davranın
veya beni boşayın aileme döneyim. Size öncelikle bu dileğimi sunarım. Yüce Allah'dan seni ve beni
bağışlamasını niyaz ederim.
Ben de ona cevaben dedim ki:
— Hanım! Öyle bir söz söyledin ki, eğer o söz üzerinde durursan, bahtiyar olacağım. Yok eğer sözünde
durmayacak olursan, sana ne yapmak gerektiğini zaten kendin söyledin. Sonra ondan neler beklediğimi,
neler yapmamasını istediğimi söyledim. Daha sonra bana dedi ki:
— Akrabamın gelip gitmelerini ister mi siniz?
— Usandırmalarını
istemem.
Pek
sık gelmesinler, dedim.
— Komşulardan kimlerin gelmelerini istiyor, kimlerin gelmelerini istemiyorsunuz? Onları da söyleyin de
istediklerinize itibar edip saygı göstereyim; istemediklerinize yüz vermeyeyim, dedi.
— Falan ve falanlar dürüst ve namus lu insanlardır; gelsinler, gitsinler. Fakat falan uygunsuz
takımındandır; gelmesin, gereği yok, dedim. Lâfı uzatmayayım, ey Şa'bî. Kız, kendisine verdiğim bu
talimata göre hareket etti. Benim de kendisine olan sevgim günden güne arttı. Bu şekilde bir yıl geçti.
Birgün eve geldiğimde baktım ki, bir ihtiyar kadın evin içinde: «Şöyle yap, böyle yapma!» diye kanma bir
şeyler söylüyor.
— Bu kim? diye sordum.
— Kayınvalideniz dediler.
Bunun üzerine hâl ve hatırını suâl ettim. Bana:
— Oğlum! Hanımından memnun mu sun? diye sordu. Ben de-.
Çok memnunum. Kızınızı pek güzel
terbiye edip yetiştirmişsiniz, dedim.
Bana şunları söyledi:
— Oğlum! Kadınların huysuzlukları en çok iki durumda meydana çıkar. Biri, erkek çocuk doğururlarsa, biri
de kocalarından yüz bulurlarsa. Eğer karının bir hatasını göre cek olursan, hemen o hatayı düzeltmeye
çalış. Yemin ederim ki, bir evde en yakışık al mayan şey, kocalarından yüz bulan dilberlerin nazlanıp
durmalarıdır. Şimdi söyle yavrum, karınızın akrabaları, ziyaretinize ne zaman, kaç günde bir gelsinler?
Ben de :
— İstedikleri zaman buyursunlar,
de dim.
Kayınvalidem her yıl bir kere evime gelir ve bana bu şekilde nasihatler ederdi. Sözün kısası, ey Şa'bî, o kız
ile tam yirmi sene gül gibi geçindik. O kadar zaman içinde bir kusurunu bulamadım. Kindeli bir komşum
vardı. Karısı huysuz, terbiyesiz biri olduğu için evlerinde dırıltı ve dayak patırtısı eksik olmazdı. Onların bu
hâli karım Zeynep için bir şiir yazmama yol açtı. O şiirde dedim ki:
«Birtakım erkekler gördüm ki, hanımlarını doğuyorlar. Eğer benim karım Zeynep de dövülecek olursa, onu
döven elim kurusun. Bir suç ve kabahat etmezken onu hiç döver miyim? Suçsuzu dövmek, adaletli bir
davranış değildir. Benim Zeyneb'im hanımlar arasında güzel ahlakıyla o derece üstündür ki, hiçbir kadın
onun dengi olamaz. Kadı Şüreyh'in sözleri burada bitiyor. Dernek ki iyi huylu kadınlar, kendilerini
kocalarına böylesine sevdirebiliyorlar. Onun gönlüne hâkim olup geçici dünya hayatını cennetten bir köşeye
çevirebiliyorlar. Hem mutlu ediyorlar, hem mutlu oluyorlar.
Kıymetli çeyiz
Bu bilgilerin ışığında şöyle bir neticeye varmak mümkündür:
Kızlarına sağladıkları maddî imkânın, yüz binlerce liralık çehizin onu mutlu edeceğini zanneden anababalar, kızlarını kocalarının yanında değerli kılacak şeyin bunlar değil, ona verilecek iyi bir terbiye ve
dindarlık duygusu olduğunu bilmeli, kızlarına mümkün olduğu nisbette dinî bir tahsil yaptırmaya
çalışmalıdır.
O nadide eşyalar, kıymetli kumaşlar, modern takımlar birgün gelir eskir, yırtılır, bozulur. Hatta gün olur,
devran tersine döner insan bunları satmak ve elden çıkarmak zorunda kalabilir. İşte o zor günlerde,
insanın maddî ve manevî dünyasının karardığı zamanlarda dünyanın gerçek yüzünü ve mâ-hiyetini bilen
dindar ve bilgili kadın imda
da yetişir. Kocasına destek olur. Dünyanın inişli yokuşlu olduğunu ve yuvasının hâtırı için mahrumiyetlere
seve seve katlanacağını söyleyerek kocasını rahatlatır. Böyle olmayan bir kadın ise, sitemleri, başa
kakmaları acı dili ve asık suratıyla dertli ve hüzünlü kocasını daha perişan eder. Hayatta desteksiz ve
yardımsız yapayalnız bırakır.
Öyleyse, bir zengine damat olmanın dünya huzuru sağlayacağını uman gençler de bu hevesten vazgeçmeli,
dünya ve âhiret saadetinin terbiyeli, namuslu ve dindar kadınlarla birlikte bulunduğunu hatırlarından
çıkarmamalıdırlar.
NASIL BİR DAMAT?
Ebû Hureyre (r.a.)'den : Rasûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Dinî hayatım ve ahlâkî tutumunu beğendiğiniz bir adam kızınıza talip olursa onunla hemen
evlendirin. Eğer böyle yapmazsanız, yeryüzünde fitne ve büyük fesatlar meydana gelir.» (1)
Peri kızı mı?
Birçoğumuzun hatır ve hayâlinden bile geçmeyen bir mevzudur bu...
Kızımızın mutlu bir yuva kurmasını isteriz. Bunun için de varımızı yoğumuzu ortaya koyarak aman yatak
odası şöyle olsun, mutfağında şunlar bulunsun, oturma odası da kimseninkinden geri kalmasın diye çırpınıp
dururuz.
En âlâ kadifeden yapılma koltuklara gömülen, kuş tüyü yastıklara başkoyan, yumuşacık yorganlara sarınıp
bürünen damatlar,
(1) Tirmizi, Nikah, İbni Mace. Nikâh, 45.
hanımlarım mutlu etseydi, bütün zenginlerin çocukları bahtiyar olurdu. Ama gerçekler, durumun hiç de
öyle olmadığını gösteriyor: Saadet dediğimiz devlet kuşu, yumurtalarını bırakmak için yumuşak kumaşlar,
döşeli dayalı evler aramaz. Bu nazlı kuş, o değerli yumurtasını, anlaşan iki gönlün seyran olmuş
samanlığına bile bırakmaktan çekinmez.
Anlaşan, birleşen gönülleri de başka yerde değil, anlayışlı, faziletli, ahlâklı, kısaca Allah'dan korkan
insanlarda aramak lâzımdır. Çünkü böyle kimseler, kadında mâkul şeyler ararlar. Olmadık hayâller
kurarak, hanımlarının, masallardaki peri kızının sahip olduğu bütün iyilikleri ve güzellikleri taşımasını
beklemezler. Hiçbir insanın, hatta kendilerinin bile mükemmel olmadığını bilirler. Malum ya zihnen hayâl
kurmanın bile unutulmaya başlandığı günümüzde hayâller evimizin içine kadar girdi. Televizyonda hergün
birkaç tanesi seyr edilen filimler de bir nevi hayâl olduğuna göre, fizikî bakımdan mükemmel olan ve film
icabı ruhî bakımdan da pek müstesna davranışlar sergileyen güzelin bütün özellikleri evdeki kaşık
düşmanında yok diye onu hor-görmeye kalkan küçük beyinli erkekler az değildir.
Hayâlle gerçeği birbirinden ayıramayan bu zavallılar herşeyden önce insanı tanımaktan, onun değerini
anlamaktan âcizdirler. O hâlde erkeğin bulutlarda uçmayan, ayağını yere basan, insanı insan olduğu için
seven, eşini, sahip olmadığı değil, sahip olduğu güzel vasıflardan dolayı takdir eden bir kimse olması icâb
eder.
Dindar adam
Bütün bunlar da diğer bilgi ve meziyetler yanında din kültürü almış, güzel ahlâk peşinde olan kimselerde
bulunur. Efendimiz de işte bu sebeple dindar kimselerle yuva kurulmasını tavsiye buyurmuştur.
Tâbiûn ulularından, yüce gönül sultanlarından Hasan Basrî hazretlerine bir adam sorar:
— Çok sevdiğim bir kızım var. Birçok da talibi var. Onu kiminle evlendireyim?
Hasan Basrî hazretleri hadis-i şerifimizin ışığında şu cevabı verir:
— Kızını Allah'a saygılı olan biriyle evlendir. Zira böyle bir adam eğer kızını severse ona karşı çok iyi
davranır. Şayet kızını sevmezse, hiç değilse ona zulüm ve kötülük yapmaz. (2)
Bazı kız babalan çıkıp diyebilir ki:
İyi ama canım, kızıma talip olanlar içinde dindar biri yok. Şimdi kalkıp elimize bir de fener alıp mahalle
mahalle gezerek dindar damat mı arayalım? Onu bulunca da gel kızımı al mı diyelim? Doğrusu insanda yüz
olması gerekir...
Benî alır mısın?
Siz onu bunu bırakın da şimdi anlatacağıma kulak verin.
Rasûl-i Ekrem Efendimizin o saadet asrında, dinin en güzel şekilde yaşandığı o güzelim günlerde bazı
hanımlar doğrudan doğruya Rasûl-i Ekrem (s.a.)'e gelerek: «Beni zevceliğe kabul eder misin, yâ Rasûlallâh?» diye ona evlenme teklif ederdi.
Evet böyle olurdu. İmâm Buharı, Nikâh kitabında, «Kadının iyi bir adama evlenme teklif etmesi» babında
ve başka yerlerde rivayet ettiği bu nevi hadîs-i şerifler şüphesiz bir kısmımıza tuhaf gelecektir. Bunu
yadırgamıyorum. Hatta Efendimiz'e on yıl boyunca, çocukluk günlerinden itibaren hizmet eden Enes b.
Mâlik (r.a.) bir mecliste bu nevi hâdiselerden birini anlatırken, orada bulunan Enes Hazretlerinin kızı, bir
kadının bir erkeğe evlenme teklifinde bulunmasını yadırgayarak:
— Baba bu ne hayası kıt kadınmış! Vay bu ne çirkin bir iş, ne kadar ayıp! deyince, babası ona şunları
söyledi:
— Öyle deme, kızım. Emin ,ol o kadın senden hayırlıdır. Çünkü onu böyle davranmaya sevk eden,
Rasûlullâh'daki peygamberlik şerefi idi. Sırf Allah Rasûlünün hanımı olmak arzusuyla kendini Hz.
Peygamber'e arz ve teklif etmişti.
Sizi merakta bırakmamak için evvelâ bu hâdiseyi anlatmak istiyorum. Ayrıca bu hâdisede gerçekten ibret
alınacak ne güzel taraflar bulunduğunu eminim göreceksiniz. Bana yöneltmek istediğinizi sezdiğim bir
sorunun cevabını da ondan sonra vereceğim.
Bir defasında Nebiyy-i muhterem efendimizin huzuruna bir hanım gelerek, kendisini zevceliğe kabul
etmesini istedi. Efendimiz gözlerini indirip sükût etti.
Orada bulunan bir sahâbî:
— Ya Rasûlullâh, dedi. Bu hanımı benimle evlendirseniz olmaz mı?
Rasûl-i Ekrem ona:
— Mehir olarak verecek bir şeyin var mı? diye sordu.
O sahâbî:
— Hayır, yâ Rasûlullâh, yanımda hiçbir şey yoktur, dedi.
Rasûl-i Ekrem:
— Haydi git, araştır ve demir bir yüzük olsun bul, getir, tak! buyurdu.
Sahâbî kalktı gitti. Bir müddet sonra dönüp gelerek :
— Hayır, yâ Rasûlullâh, dünyalık bir şey, demir bir halka bile bulamadım. Lâkin şu ihramım var. Bunun
yansını verebilirim, dedi.
Üzerinde giyeceği bir gömleği bile olmayan bu fakir sahabîye dönerek Rasûlullâh buyurdu ki:
— İyi ama ihramının yarısı neye ya rar? Geri kalan kısmıyla sen ne yaparsın? Onu sen giysen kadın açık
kalır; kadın giy se sen çıplak kalırsın!.
Adamcağız bulunduğu yere çöktü. Uzun müddet öylece kaldı. Sonra üzüntülü bir hâlde kalktı gitti.
Onun ümitsiz hâli Rasûlullâh'a dokundu: Arkasından birini gönderip çağırtarak:
— Kur'ân'dan ezberinde birşey var mı? diye sordu.
Fakir sahâbî:
— Ezberimde şu sûre var, şu sûre var, diye saymaya başladı.
Bunun üzerine Hz. Peygamber:
— Kur'ân'dan ezberindeki sûrelere kar şılık seni bu kadınla evlendirdim, buyurdu. (3).
Kadının Rasûlullâh'a teslimiyeti, onun münasip gördüğü adamla evlenmeyi kabul
(3)
Buhârî, Nikâh, 37; Tecrid Tercemesi, XI, 283-294.
edişi, şüphesiz samimi bir imanın gereğidir. Evlenmeyi kolaylaştırmak hususunda Efendimizin ortaya
koyduğu örnek de üzerinde düşünüp ibret alacağımız bir başka misâldir.
Ya Gelenekler?
Sorulabileceğini tahmin ettiğim suâl şöyle olsa gerek:
İyi ama misâldeki fevkalâdelik meydandadır. Kendisiyle evlenilmek istenen kişi, rastgele biri değil yüce
Peygamberdir. Anlatıldığı üzere o hanım da veya hanımlar da Peygamberlik şerefinden hisse almak üzere
ellerini yüzlerine almış ve evlenme talebinde bulunmuşlardır. Ayrıca bizim geleneklerimiz ve örfümüz de
buna müsaade etmez. Siz bunu bize nasıl teklif ediyorsunuz?
Benim cevabım, yine o mübarek devirlere ait değişik bir misâl olacaktır.
Hazreti Ömeri'n oğlu meşhur sahâbî Abdullah İbni Ömer anlatıyor: Kız kardeşim Hafsa, Huzâfe'nin oğlu
Huneys'ten dul kalmıştı. Hz. Peygamberin sahabîlerinden olan Huneys, Bedir muharebesinde hazır
bulunmuş ve Medine'de vefat etmişti. (Bu sebeple kızkardeşimi evlendirmek isteyen) babam, bu hususta
yaptıklarını bana şöyle anlatmıştı:
Osman b. Affan'a (yani meşhur halife Hz. Osman'a) gittim ve ona Hafsa'yı almasını teklif ederek:
— Ey Osman! İstersen kızım Hafsa'yı sana nikâh edeyim? dedim.
Osman da:
—
Bu işi bir düşüneyim, dedi. Ben de birkaç gün bekledim. Tekrar gördüğümde Osman:
—
Şu günlerde evlenmenin. benim için uygun olmadığı kanaatindeyim, dedi.
Sonra Ebû Bekir'e vardım. Ona da:
— İstersen Ömer'in kızı Hafsa'yı sana nikâh edeyim! dedim. Ebû Bekir süstü ve bana bir cevap vermedi.
Ben de Osman'dan çok Ebû Bekir'e kızdım. (Çünkü Hz. Osman bir cevap vermiş, hiç olmazsa
evlenemiyeceğim diye özür dilemişti.)
Birkaç gün daha bekledim. Sonra Hafsa'yı Nebiyy-i Ekrem (s.a.) istedi. Ben de ona nikahladım.
Bu sırada Ebû Bekir'le karşılaştık Bana durumu şöyle anlattı:
— Ey Ömer! Sen Hafsa ile evlenmemi isteyip de benden cevap alamayınca bana darılmışsındır sanırım.
Öyle değil mi?
—
Evet, öyle, dedim.
Bunun üzerine Ebû Bekir dedi ki:
— Senin teklifine cevap vermekten beni alıkoyan şudur. Rasûlullâh (s.a.), Hafsa ile evlenmek istediğini
bana söylemişti. Ben de Rasûl-i Ekrem'in sırrını kimseye duyurmamak-için birşey söylemedim. Şayet Nebiyy-i muhterem (s.a.) Hafsa'yı almaktan vazgeçseydi, teklifini muhakkak kabul ederdim. (4)
Hayırlı nesiller için
Görüyoruz ki, kızını, dindar kişilerle evlendirme arzusunu taşıyan zât, rastgele biri değil, sertliği, şiddeti ve
öfkesiyle tanınan Hz. Ömer'dir. O haysiyet ve şahsiyet timsâli Hz. Ömer, kızına dindar ve iyi bir koca
bulmak için böyle davranırsa, itiraza hiçbir mahal kalmaz.
Üstelik gelmiş geçmiş en büyük hadis üstadı olarak tanıdığımız İmâm Buhârî'nin, —yukarıda söylediğim
gibi— bir önceki ha-dis-i şerifi aldığı babında, «Bir kadının sâlih bir kişiye evlenme teklif etmesi» adını
verdiğine göre, meseleyi sadece Hz. Peygamber açısından ele almamak gerekir. Sâlih yâni dindâr olan her
müslümana bu teklif götü-rülebilir.
Biz en iyiyi, en mükemmeli dinde ve onu en güzel şekilde yaşayan sahâbîlerde bulduğumuza göre, kızını
dindar bir dâma(4)
Buharı, Megâzî, 12; Tecrid Tercemesi, X, 158-159.
da teklif etmenin ayıp birşey , iffetsizlik, hayâsızlık olarak görülmesi bir bahtsızlıktır. Güzeli, doğruyu iyiyi
anlayıp takdir edememe bahtsızlığı...
İyi bir nesil yetiştirmenin sancı ve ıstırabını çekenlere, o gözümüzün nuru müstakbel nesle şekil verip
yoğuracak ana ve babanın her ikisinin birden dindar olmasına bakmalıdırlar. Nur yüzlü torunlarının, kendi
gönüllerindeki değerlere ve mukaddeslere sahip çıkmasını, en azından kendilerim hayırla yâd edip
arkalarından Fatihalar, Yasinler okumasını isteyenler, bu hadislere iyi kulak vermelidirler.
YUVADAN UÇURURKEN
Ümmü Seleme radıyallâhü anhâ'-dan : Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:
«Kocasını memnun ederek ölen kadın cennetliktir.» (l)
Aşını, eşini, işini
Her erkek, tabiatı, anlayışı, din ve dünya görüşü istikametinde karısından davranışlar bekler. Akıllı bir
hanım, kocasının huylarını ve kendinden beklediği şeyleri kısa zamanda öğrenir. Atalarımızın dediği gibi bir
kadın: «Aşını, eşini, işini bilirse» ve «Her kadın evinin hanımı, hem de halayığıdır,» anlayışıyla evine
hizmet ederse kendini kabul ettirir.
Bir hanım mutlu olmak ve mutlu etmek için kocasının hangi huylarına dikkat etmelidir? Buna bir cevap
denemesi olarak büyüklerimizin, ahlâk ve edebiyat kitaplarına aldıkları görgülü bir ananın kızına yaptığı
vasiyyetini zikr edebiliriz.
(1) Tirmizi Rada, 10 ; İbni Mace Nikah
4.
Kızım!
Rabîa kabilesinin ileri gelenlerinden Haris kızı Ümame, kızını Meliki Haris İbni Amr ile evlendirip de onu
müstakbel evine gönderirken şöyle nasihat eder:
«Bak yavrum! Edeb ve terbiyesine, soy asaletine bakarak bir kimseye nasihat ve tavsiye etmemek
gerekseydi, benim de şimdi sana nasihat etmeme lüzum kalmazdı. Fakat tavsiye, bilene hatırlatma,
bilmeyene öğretme niteliğinde olduğundan herkese faydalıdır.
Kızım! Eğer bir kızın, ana-babasının serveti sebebiyle kocaya ihtiyacı olmasaydı, herkesten çok senin
ihtiyacın olmazdı. Ama öyle değil. Erkekler bizim için yaratıldığı gibi, biz de onlar için yaratılmışız.
Kızım! Şimdi sen ana-baba evinden, büyüyüp yürüdüğün yuvadan çıkıp bilmediğin ve ömründe ülfet
etmediğin bir adamın evine gidiyorsun. O halde kocanın rızasını gözetip cariyesi gibi itaat et ki, o da sana
kul-köle olsun, yani seni sevsin, seni memnun etmenin çaresine baksın.
Şimdi sana on şey söyleyeceğim. Kocanla iyi geçinebilmek için bunları belle ve ona göre hareket et:
l — Sana yiyecek ve giyecek, her ne getirirse onu, cân-ı gönülden kabul etmelisin.
2 — Emrettiği şeyleri yapmalı, yapma dediği şeyleri yapmamalısın. Sözünü dinleyip kendisine itaat
etmelisin.
3-4 — Evin içini, üstünü başını temiz tutmaya dikkat edip göz görecek veya kokusu alınarak nefret edilecek
şeylerden kaçınmalısın. Sakın ha, kendinden iğrendirip gözünden düşmeyesin!
5-6— Uyuyacağı yemek yiyeceği zamanları kollamalısın. Yani bunları hangi vakit ve saatte yapmaya
alışmış ise, o vakitleri gözetip yemeğini ve yatağını hazırlamalısın; zira açlık insanı ateşlendirir, uykusuzluk
öfkelendirir.
7-8 — Kocanın malını muhafaza etmeli, israf ve telef olmaktan korumalısın. İtibarını gözetmeli, yakınlarına
değer vermelisin.
9-10 — Hiçbir şeyde ona isyan etmemelisin; çünkü emrine isyan edersen kin bağlatırsın; sırrını ifşa
edersen zulüm ve cefasından emin olamazsın.
Kızım! Kocan kederli iken yanında sakın sevinçli görünme; sevinçli zamanında da sakın kederli durma!» (2)
Her bir cümlesi bin yakut değerinde olan bu kıymetli sözler, kızını cam gibi seven hassas, görgülü ve
şuurlu bir ananın gönlünden dudaklarına dökülen ve her biri
(2)
Fıkhu's-Sünne, II, 234; Meşâhîrü'n-nisâ, I, 41-42.
denenmiş, yaşanmış olan öğütlerdir. Kızının saadetini düşünen her ana, bir başka yuvaya uçuracağı
yavrusuna bu sözleri söylemek ister. Eğitimde sözden çok tatbikat önemi olduğuna göre, hanım
kardeşlerimiz bu nasihatlerin her birini kendi evlerinde bizzat yaşatarak kızlarına güzel numuneler
vermelidirler.
Bir kocanın hanımından memnun olması sadece evin huzurunu, evdekilerin saadetini sağlamakla kalmıyor,
Efendimizin ifade
buyurduğu üzere, gözlerinde tüten cenneti de kazandırıyor. Şu hâlde müslüman bir hanım, kocasını
memnun etmenin cenneti kazanmaya vesile olacağını düşünerek kendine çeki-düzen vermeli, elindeki
fırsatı değerlendirmelidir.
Kocanın Hoşnutluğu
Ashâb-ı kiramdan Yezîd el-Eşhelî kızı Esma adında bir hanım vardı. Çok güzel ve düzgün konuşurdu. Birgün
hanım sahâbîler Esmâ'yı aralarından temsilci seçerek Peygamber Efendimize gönderdiler. Merak ettikleri
bir konuyu gidip öğrenmesini istediler.
Esma, Efendimizin huzuruna girerek şunları söyledi:
— Anam babam sana feda olsun, ey Allah'ın Rasûlü! Ben kadınlar tarafından gönderilen bir elçiyim. Allah
Teâlâ seni bütün erkeklere ve kadınlara peygamber göndermiştir. Biz sana ve senin Rabbine imân ettik.
Fakat biz, kadınlar olarak, sizin evlerinizde kapanıp kalıyoruz. Sizin cinsî isteklerinizi tatmin ediyoruz.
Çocuklarınızı karnımızda taşıyoruz. Siz erkekler ise Cuma namazı kılmak, camilere ve cemâatlere gitmek,
hastalara gidip hatır sormak, cenazelerde bulunmak, defalarca hac edebilmek, bunlardan daha faziletli
olarak da Allah yolunda savaşıp cihâd etmek gibi üstünlüklerle bizi geçmiş durumdasınız. Şurası da
muhakkak ki erkek kısmı hac veya umre etmek, kâfirlerle savaşmak üzere evinden çıktığı zaman sizin,
mallarınızı biz koruyor, iplik eğirip elbiselerinizi dokuyor ve çocuklarınızı besliyoruz. O hâlde biz kadınlar, o
hayırlı işlerin ecir ve sevabında sizlere ortak olamaz mıyız?
Esma çok güzel konuşmuştu. Efendimiz onu sonuna kadar dikkatle dinledikten sonra yanında bulunan
sahâbîlere dönerek:
— Siz hiç bir kadının dinî konulardaki sorularında, bunun ifâdelerinden daha gü zelini duydunuz mu? diye
sordu. Sonra da Esmâ'ya şunlan söyledi:
— Ey hanım! Şunu iyice anla ve seni gönderen hanımlara anlat ki; kadın kısmının kocası ile iyi
geçinip kocasının hoşnutluğunu kazanması, saydığın o değerli ibadetlerin hepsine denk olur.
Bu cevabı alan Esma, sevincinden «La ilahe illallah» diye diye oradan ayrıldı-(3) Kadınların hatibi diye
tanınan, katıldığı Yermuk savaşında söktüğü çadırın, dire-ğiyle dokuz Bizanslıyı öldüren Esma hâtûnun
hanım sahâbîlerin şahsında bütün müs-lüman kadınlara getirdiği bu mesaj üzerinde dikkatle durmak ve
uzun uzun düşünmek gerekir. Demek ki evinde oturan ve Esma Hâtun'un saydığı görevleri yapan bir
hanım, tıpkı o ibadetleri yapan erkekler gibi sevap kazanmaktadır. Ve demek ki kadının birinci vazifesi,
kocasını memnun ve hoşnut etmektir.
Misafir
Bir hanımın kocasını memnun etmemesi halinde ise, bizler duymasak bile hurilerin o hanıma öfkelendiği bir
hadîs-i şerifte şöyle ifade edilmektedir:
«Dünyada bir kadın kocasını incitirse, o adamın hurilerden olan zevcesi o kadına şöyle çıkışır:
— Allah canını alsın! Kocana eziyet etme! O şimdilik senin yanında misafirdir. Ya(3)
İbnü'1-Esîr, Üsdü'1-gâbe, VII, 19; Mehmed Zihni. Mesâhîru'n-nisâ. I. 36.
kında senden ayrılıp bize kavuşacaktır.» (4)
Durum böyle olunca, inşaallah hanım kardeşlerimiz, Efendimizin: «Allah'a ve âhi-ret gününe inanan kimse
misafirine ikram etsin.» (5) buyruğuna uyarak yanlarındaki misafirlere karşı iyi davranırlar ve böylece hem
cennete, hem de cemâlullaha nail olurlar.
(4)
Tirmizî, Radâ', 19.
SAYGININ BÖYLESİ
Ebû Hureyre (r.a.)'den: Rasûl-i Ekrem (s.a.) şöyle buyurdu: — İnsanın insana secde etmesini
emredecek olsaydım, mutlaka
kadının kocasına secde etmesini emrederdim. (1)
Başkan
Birden fazla insanın bulunduğu yerde, içlerinden birinin başkan olup diğerlerinin de ona uyması, dinimizin,
birliği ve dirliği sağlayan hayatî kaidelerinden biridir.
Bu kaide karı-koca için de geçerlidir. Yuvanın huzuru ve dirliği için aile fertlerinden biri başkan olmalı,
diğerleri de ona itaat etmelidir. Bu sebeple yüce yaratıcımız, muhtelif özellikleri sebebiyle erkekleri evin
başkanı ve yöneticisi yapmıştır. (2)
(1)
76.
(2)
Tirmizî,
Radâ',
10;
Ebû Dâvud,
Nikâh, 40; İbni Mâce, Nikâh, 4; Müsned, IV, 381; V, 228; VI,
Nisa sûresi, 34.
Toplum, hayatında bile, baştaki idareci kim olursa olsun —Allah'a isyan etmediği müddetçe— ona kayıtsızşartsız boyun eğilecek, sözü dinlenecektir. Cemiyetin küçük bir örneği olan ailenin huzur ve sükûnu için de,
aile reisine derin bir itaat ve saygı gösterilecektir. Bu saygının ölçüsünü serlevha yaptığımız hadîs-i şerif
göstermektedir.
Peygambere secde edilir mi?
Hadis kitaplarında Efendimizin bu ha-dis-i şerifi söylemesine sebep olarak şöyle bir vak'a zikr edilir:
Mu'az İbni Cebel (r.a.), Şam'dan veya Yemen'den döndüğü zaman (Ebû Davud'un rivayetine göre ise Kays
İbni Sa'd Hire'den döndüğü zaman) Rasûl-i Ekrem Efendimize secde etmek ister. Neden böyle davrandığını
soran Hz. Peygamber'e:
— Hristiyanlar reislerine ve kumandanlarına secde ediyorlardı. Ben de sizin buna daha lâyık olduğunuzu
düşünerek secde etmek istedim, der. Bu hareketi tasvip etmeyen Rasûlullâh (s.a.v.) de —on bir sahâbî
tarafından rivayet edilen— yukardaki hadîs-i şerifi söyler. Bu hâdisenin birkaç defa cereyan etmesi de
mümkündür. Zira Hz. Âi-şe'nin rivayetine göre, Rasûl-i Ekrem (s.a.),
bir grup şahabının arasında bulunduğu esnada bir deve gelerek Efendimize secde etmişti. Bunu gören
sahâbîler:
— Ya Rasûlullâh! Sana hayvanlar, ağaçlar bile secde ediyor. Sana asıl bizim secde etmemiz icab
eder, dediklerinde, Ne-biyy-i Muhterem (s.a.) şöyle buyurdu:
— Rabbinize ibâdet edin. Müslüman kardeşlerinize iyilik yapın. Bir kimsenin diğer bir kimseye secde
etmesini emretmek isteseydim, kadının kocasına secde etmesini emrederdim. Şayet bir kadına kocası,
kendini şu dağdan o dağa, o dağdan bu dağa taşımasını emretse, kadının bu emri yerine ge tirmesi
gerekir.» (3)
Kocaya itaat
Bu sözleriyle Rasûl-i Mükerrem Efendimiz, erkeğin karısı üzerindeki hakkının büyüklüğünü, bu hakları tam
olarak ifa etmenin güç olduğunu, binaenaleyh kadının, kocasına karşı saygıda kusur etmeyip —İslâm'a ters
düşmeyen— her istediğini yerine getirmeye çalışması gerektiğini ifade buyurmaktadır. Kocasının İslama
ters düşen isteklerini yapması zaten Efendimiz tarafından yasaklanmıştır. (4)
(3)
Müsned, VI, 76.
(4)
Buhârî, Nikâh, 94.
İnsanın insana secde etmesi, onun eşref-i mahlûk (en şerefli yaratık) vasfını hiçe sayan kaba cahiliyet
âdetlerinden biridir. Bu âdetin mantıksızlığını göstermek üzere Fahri kâinat Efendimiz, kendine secde
etmek isteyen Kays İbni Sâ'd'a şöyle bir soru yöneltir:
— Eğer benim kabrime gelseydin, oraya da secde eder miydin?
Sa'd:
—
Hayır, secde etmezdim, deyince Rasûl-i Ekrem (s.a.):
—
Öyleyse bir daha böyle şeyler yapma yın, buyurur.
Değerli bir hadis sarihi olan Tibî'nin dediği gibi Rasûl-i kibriya: «Bana tapacağınıza, hiçbir zaman
ölmeyecek, saltanatı yok olmayacak Cenâb-ı Hakka secde edin. Zira şimdi benden çekinip saygı
duyduğunuz için secde edecek, yarın çürüyüp yok olduğum zaman ise bundan vazgeçeceksiniz. Böyle
manasızlık olur mu?, demek istemiştir. (5)
Bütün bu açıklamalar bize gösteriyor ki: bir kadının kocasına secde etmesi söz konusu değildir. Bununla
beraber kadınların en çok itaat etmesi, sözünü dinlemesi, huyunca suyunca gitmesi gereken kimselerde
kocalarıdır. Zira dinimiz kocayı ailenin reisi yap(5)
Avnu'l-ma'bûd, VI, 178.
mış, aile fertlerinin geçimini ve idaresini onun omuzlarına yüklemiştir. Böylesine ağır bir yükü ev halkının
saadeti uğruna seve seve taşıyan fedakâr bir insan, en üstün saygıya lâyıktır. Bu sebeple kadın, kendisi
için el-âlemin kahrını çeken, ağız kokusuna katlanan, ailesinin nafakasını alın teri, göz nuru ile kazanan
kocasını sevmeli, saymalı, bir isteğini iki etmemelidir. O zaman sadece kendi rahat etmekle kalmaz,
etrafındakilere de huzur ve mutluluk dağıtır.
Ümmü Hânî'nin sözleri
Ümmü Hâni adı, hepimizin kulağında tatlı bir nağme olarak yankılanıp durur. Efendimizin Mi'râc hâdisesini
Süleyman Çe-lebi'nin Mevlidinden dinlerken «Ümmü Hâni evine vardı gece» mısraını duyarız. Peygamber
Efendimizin amcası Ebû Tâlib'in kızı, dolayısıyla Hz. Ali'nin kız kardeşi olan Ümmü Hâni'nin kocası, azılı
müşriklerden Hübeyre adında biriydi. Mekke fethedildiği zaman, birçok kâfir müslüman olduğu hâlde, bu
adam müslüman olmadı ve firar etti. İşte o gün Ümmü Hâni imânını açığa vurdu ve İslâm ile şereflendi.
Peygamber Efendimiz Ümmü Hâni'ye evlenme teklif etti. Birçok müslüman hanımın can attığı bu teklifi
Ümmü Hâni kabul etmedi ve şöyle dedi:
Ben seni İslâm'dan Önce de severdim.
Hele şimdi müslüman olduktan sonra nasıl sevmem? Biliyorsun benim çocuklarım var. Onların seni rahatsız
etmelerinden korkarım. Koca hakkı çok büyük birşeydir. Seninle meşgul olurken çocuklarımı, çocuklarımla
meşgul olurken de seni ihmâl edebilirim. (1)
Ümmü Manî'nin de dediği gibi koca hakkı çok büyüktür. Yukarıda okuduğumuz ha-dis-i şerifler de bu
hakkın büyüklüğünü göstermektedir. Sadece dünyada değil, hem dünyada hem de âhirette mutlu olmayı
düşünen bir müslüman hanım, kocasını hoşnut etmeyi, onunla iyi geçinmeyi, ona itaatkâr olmayı
düşünmelidir.
Havle'nin Hikâyesi
Sahâbî hanımlardan 16 sının adı Havle olmakla beraber, bizim burada kendisinden söz edeceğimiz
sahâbiye, Salebe kızı Ha le'dir. Hoş bir hikâyesi vardır a'lebe'nin. Mücâdele sûresine adını vermiş bir
hikâye!
Havle'nin kocası Sâmit oğlu Evs artık yaşlanmış, iyice titizlenmişti. Birgün Havle kendisinden birşey
isteyince, canı sıkılmış ve ona .«Artık sen bana anamın sırtı gibisin!» deyivermişti. İslâm'dan önceki
âdetlere
(1)
İbn Sa'd, et-Tabakâtu'1-Kübrâ, VIII,
152.
göre bir adam karışma bu sözleri söylerse, artık o kadın kendisine haram olurdu ve onu bir daha alamazdı.
Zıhâr denilen bu olay İslâm devrinde ilk defa oluyordu. Yukarıdaki ağır sözleri sarf eden Evs, bir müddet
dışarıda dolaştıktan sonra eve gelmiş ve karısı Havle ile beraber olmak istemişti.Havle her ne kadar:
— Hayır, artık beraber olamayız, demişse de Evs Havle'nin üzerine atılmış, Havle de onu tuttuğu gibi yere
çalmış ve şunları söylemişti:
— Allah'a yemin ederim ki, sen o sözü söyledikten sonra, Allah ve Rasûlü hükmü nü verinceye kadar sen
benim yanıma gelemezsin- Git, Rasûlullâh'a danış!
Evs:
—
Ben utanırım. Rasûlullâh'a bunu so- ramam, deyince Havle:
— Sen gidemezsen, ben gider Rasûlullâh'a sorarım, dedi ve dışarı çıkarken giyecek bir elbisesi olmadığı
için, komşusuna gidip bir elbise aldı, doğruca Efendimizin evine gitti ve şunları söyledi:
— Ey Allah'ın Rasûlü! Evs benimle evlendiğinde çok gençtim, alımlıydım. Artık yaşım ilerledi. Bir hayli
çocuğum oldu. Şim#di de kalktı: Sen bana anamın sırtı gibisin, dedi. Beni ortada bırakıverdi. Eğer onunla
yeniden bir araya gelmemiz mümkünse, bana yardım et, yâ Rasûlullâh! dedi. Hz. Peygamber:
— Şimdiye kadar bu konuda bana bir şey emredilmedi. Bana sorarsan, artık sen ona haram olmuşsun,
dedi. Havle bu sözlere çok üzüldü:
— Kurbanın olayım, yâ Rasûlullâh, hâlimizi iyice bir düşün, dedi. Sonra da Hz. Peygamber'in yanından
ayrılmadı. Bu işin bir çaresi olması gerektiğini söyleyip durdu. Hz. Peygamber:
—
Sen ona haram olmuşsun, dedikçe:
— İyi ama beni boşadığını söylemedi, diye ısrar etti. Sonunda başını göklere kaldırarak: Allahım! Şu
yapayalnız hâlimden, bana çok zor gelecek olan eşimden ayrılmanın acılığından sana şikâyet ederim.
Küçük çocuklarım var. Onları kocama bıraksam, zavallılar perişan olacaklar. Yanıma alsam aç kalacaklar.
Ne olur Allahım, peygamberinin diliyle problemimi çözecek bir vahiy indir, diye yalvardı, yakardı. Havle
oradan ayrılmadan vahiy geldi. Âyet şöyle başlıyordu:
«Ey Muhammedi Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikâyette bulunan kadının sözünü Allah işitti.
Allah karşılıklı konuşmanızı da duymaktaydı.» (1)
Problem çözülmüştü. Yeniden bir araya
(1)
Mücâdele sûresi (58), âyet: 1.
gelebileceklerdi; ama bunun bir de keffâre-ti vardı. Rasûl-i Ekrem Hâvle'nin kocasını çağırttı ve ona.— Bir köle azâd etmeye gücün yeter mi? diye sordu. Evs:
— Köle çok pahalıdır, yâ Rasûlâllâh! Benimse malım azdır. Alamam.
— Öyleyse iki ay hiç ara vermeden oruç tutabilir misin?
— Ben günde üç defa yemek yemezsem, gözümün feri gider. Hiç oruç tutamam
yâ Rasûlullâh.
— O hâlde 60 fakiri doyurabilir misin?
— Şayet bana yardım ederseniz, doyurabilirim.
— Sana on beş ölçek yiyecek veririm ve bereketlenmesi için dua ederim, buyurdu ve böylece karı-kocanın
arasını buldu ve giderken de Hâvle'ye:
— Kocana karşı iyi davran! diye öğüt verdi.
Yuvasının yıkılmaması için çırpınan, yavrularının ortada kalmaması için âdeta paralanan Havle, daha
sonraki yıllar ashâb arasında büyük saygı görmüştür. Nitekim Hz. Ömer birgün Kureyş kabilesinin ileri
gelenleri ile yolda giderken Havle onu durdurdu. Hz. Ömer de durup ona yaklaştı. Elini Hâvle'nin omuzuna
koyarak onu dinlemeye başladı. Havle diyeceklerini dedikten
sonra çekip gitti.Hz. Ömer de onu bekleyen zâtların yanına geldi. İçlerinden biri:
— Ey Mü'minlerin Emiri! Şu kocakarının karşısında Kureyş'in ileri gelenlerini bek lettin, deyince Hz. Ömer:
— Yuh sana! O kimdi biliyor musun? diye sordu. Adam:
— Hayır,
bilmiyorum,
deyince
de
şu sözleri söyledi:
— Bu, sözlerini, şikâyetlerini Allah Te-âlâ'nın yedi kat göklerden duyduğu kadındır. Salebe kızı
Hâvle'dir. Allah'a yemin ederim ki, geceye kadar gitmeyip benimle konuşmaya devam etseydi, o işini
bitirinceye kadar yanından ayrılmazdım...(2)
Konumuzla doğrudan ilgili olmamakla beraber, Peygamber Efendimizin Hâvle'ye neden «Artık sen ona
haram olmuşsun» dediğini, âyet-i kerîmenin de bu sözlerin aksini beyân ettiğini merak edenleriniz
olmuştur. Kısaca şunu söyleyelim: Bir âyet, her hangi bir konuda kesin bir hüküm getirme-mişse,
Peygamber Efendimiz âdet ve geleneklere göre hüküm verirdi. Sen ona haramsın, derken Câhiliye devrinin
geleneklerine göre konuşmuştu. Fakat âyet, islâm'ın bu konuda âdetlerin aksine bir tatbikat getirdiğini
ortaya koymuş oldu.
(2)
Mücâdele süresi (58), âyet:
1.
Bir hanımın kocasına karşı nasıl davranması gerektiği, ona saygıda kusur etmemesi icap ettiği artık iyice
anlaşılmış oldu. Bununla beraber kocasının kırıcı, gönül yıkıcı bazı davranışları sebebiyle ıstırap çeken,
hâlini kimseye anlatamayan hanım kardeşlerimizin olduğu da muhakkaktır. Hâvle'nin hikâyesinde de
görüleceği üzere, bu kardeşlerimiz üzülmesinler, Allah onlarla beraberdir. Onların seslerini; şikâyetlerini
duyar. Yuvalarının ve yavrularının hatırına kocalarına katlanmaya, yuvalarını yıkma-maya gayret etmeliler.
Kocalarının meşru olan isteklerine uymalılar. Günâh olmayan hususlarda onlara itaat etmeliler. Hiç şüphe
yok ki, bu sabırlarının karşılığım yüce Allah'dan kat kat fazlasıyla alacaklardır.
KOCASINI KOCALTANLAR
Abdullah İbni Amr İbni Âs'ın rivayetine göre Peygamber efendimiz, evlenecek kimselerin şöyle dua
etmesini tavsiye etmiştir: «Allahım! Senden kadının hayırlı ve iyi ahlâklı olanını nasip etmeni niyaz
ederim». (1)
Karısının huysuzluğu
Peygamber Efendimiz iyi mü'mini tarif ederken: «Herkesle iyi geçinen ve kendisiyle de herkesin iyi
geçindiği kimse» buyurmuştur. Demek ki geçimli olmak, iyi bir insan olmanın vazgeçilmez şartıdır. Bu
kaide erkek, kadın herkesi içine alır. Hele bir hayatı aynı yastıkta geçirmeye karar veren insanlar için iyi
geçim herşeyden önce gelir. İşte bu sebeple büyüklerimiz, söz dinlemeyen, kocasına karşı gelen
kadınlardan Allah'a sığınmışlar, çocuklarına da böyle kadınlardan uzak durmayı tavsiye etmişlerdir. Çünkü
geçimsiz kadınlar, kocalarının saçını sakalını vakitsiz ağartırlar.
(1)
Ebû Dâvûd, Nikâh, 45.
Arapların büyük dil ve edebiyat âlimi Asma'î, birgün Kabe'yi tavaf ederken bakmış ki bir adam arkasına
ihtiyar bir kimseyi yüklemiş ve ona :
— «Hem küçüklüğünde, hem de büyüklüğünde beni türlü türlü sıkıntılara soktun!» diye söylenerek
gidiyormuş. Bu sözleri duyan Asma'î adamı ayıplamış:
— «Kardeşim, saygıda kusur etme. O- nun sana pek çok iyilikleri dokunmuştur.» diye ikaz etmiş. Adam:
— Sen bunu benim neyim sanıyorsun? diye sorunca Asma'î:
— Ya baban veya büyük babandır, demiş. O zaman adam başını sallamış:
— Hayır, hayır, demiş bu benim oğlumdur. Duyduğu bu sözler karşısında kulaklarına inanamayan Asma'î
hayretle sormuş:
— Oğluna ne oldu ki bu hallere düştü? Dertli baba şunları söylemiş:
— Karısının huysuzluğu onu işte bu hâ le getirdi!..
Zavallı adam bu hâllere düşeceğine, dünyasını cehenneme çevireceğine, vaktiyle yol yakınken karısından
ayrılıp canını kurtar-saydı ya diye düşünüyor insan. Herhalde yegâne kurtuluş çâresi bu. Herkes Şakik İbni
İbrahim Hazretleri gibi olamaz ki! Hazre-tin karısı çok huy süzmüş. Onu seven dostları birgün
dayanamamışlar:
— Efendi Hazretleri! Hanımınızın çok huysuz olduğunu biliyoruz. Size çok eziyet çektirdiği için de
üzülüyoruz. Onu niçin bo-şamıyorsunuz? demişler.
Şakik İbni İbrahim şunları söylemiş: — Onun huyu kötüyse benimki güzeldir. Boşanacak olursam, ben de
onun yaptığı gibi budalalık etmiş olurum. Huysuz olmaya gerçekten huysuz. Kalkıp da onu boşayacak
olsam, benden sonra zavallıyı kimse almaz diye korkuyorum!..
Şunu hepimiz biliyoruz ki, böylesi insanlara milyonda bir rastlanabilir. Onlar çeşitli cefalara, sıkıntılara
katlanmayı Allah'a ulaşmanın bir yolu diye bilen büyük insanlardır. Onlar, Enderunlu Vâsıf gibi:
Mihneti kendine zevk etmedir âlemde hüner Gam u şâdî-i felek böyle gelir böyle diyen kimselerdir.
Çoğunluk ise bunun aksinedir. Sıkıntılara, huysuzluklara katlanamazlar. Gördükleri hakaretin acısını
çıkarmaya kalkarlar. İşte bu sebeple kocasına itaat etmesi âyetlerle, hadislerle emredilen bir kadının kalkıp
da «Kocalarımız da bize katlansın» demesi asla doğru olmaz. Çünkü karısının verdiği sıkıntılara katlanmak
bir kocanın görevi değildir; ama kocasına itaat etmek, saygılı davranmak, bir dediğini iki etmemeye
çalışmak kadının görevidir.
Hizmetkâr ol ki!..
Güzel ahlakıyla insanları kendinden hoşnut etmeye çalışmak bütün müslüman-ların vazifesidir. Kendisi
hakkında «Ne iyi insan!» dedirtmek, büyük bir fazilettir. «Ne iyi kadın!» dedirteceğine, karşısındakinin
cinlerini başına toplamak, adamı günâha sokmak veya dertlerini içine atarak babasının sırtında taşınan
zavallı koca gibi dert küpü yapmak hem şeytanlıktır, hem de günâhtır.
Tabiîn büyüklerinden olan ve hicretin 66. yılında vefat eden Hârice oğlu Esma —evet yanlış okumadınız
Esma— kızını gelin ederken ona bazı nasihatlerde bulunur ve der ki: «Kızım, sen kocana itaatkâr ol ki, onu
kendine köle edesin». Bu zâtın güzel şiirleri de vardır. Bu şiirlerinden birinde karısına şöyle der.«Benim sana iyi davranmama yardımcı ol ki, tükenmeyen sevgimi kazanasın. Öfkelendiğim zaman, sakın
bana birşey söyleme, karşılık verme! Benim iç dünyamda neler olup bittiğini bilmediğin için iki de bir defe
fiske vurur gibi bana dokunup da bağırtma! Çok şikâyet etme! Aksi hâlde sana olan sevgimi yok eder,
kalbimi kırar ve kendinden uzaklaştırırsın; çünkü bir kalbde sevgi ile eziyet bir araya gelirse, orada sevgi
yaşayamaz».
Bir erkek ne kadar huysuz olursa olsun, hanımı vazifesine dikkat eder ve kocasının huyunca giderse,
aralarında hiçbir anlaşmazlık ve soğukluk olmaz. Güzel güzel geçinip giderler.
Vaktiyle adamın biri birçok kadınla evlenmiş, boşanmış. Bir türlü geçinememişler. Evlilikten gözü iyice
korkan zavallı adam son bir kere daha evlenmeye karar vermiş. İlk gece yeni karısına derdini açmış.
Huysuz olduğunu, kadınlarla iyi geçinemediğini anlatmaya çalışmış. Kadın sözünü kesmiş ve demiş ki:
«Efendi! Huyu senden kötü olmayan, sana kötülük ettirmez!» Gerçekten de dediği çıkmış. Kadının iyi
idaresi sayesinde gül gibi geçinip gitmişler.
Bütün bunlardan sonra hanımlar, pekâlâ biz ne yapalım? Nasıl davranalım bir erkek karısından neler ister,
neler istemez? diye sorabilirler. Özetlemeye çalışalım:
Şunları ister
Bir erkek karısından şefkatli bir sevgili olmasını ister.
Ev işleriyle ilgilenmesini, evini temiz ve düzenli tutmasını ister.
Yorgun argın evine döndüğünde, karısının kendisiyle ilgilenmesini, dertlerini, sıkıntılarını paylaşmasını ister.
Yuvada huzur ve saadet meydana getirmesini arzu eder. Karısının neşeli ve cana yakın olmasını ister.
Kendi yakınlarına, akrabalarına karşı karısının saygılı olmasını, onlara iyi davranmasını, onlarla iyi
geçinmesini ister.
Size pek önemli görünmeyebilir ama, bir erkek karısının iyi ve temiz giyinmesini, görünümüne dikkat
etmesini, kendine çekidüzen vermesini ister.
Şunları istemez
Bir erkek karısından neler istemez sorusuna da şöyle cevap vermeye çalışalım:
Karısının kendine emirler vermeye kalkmasını, onu yönetmeye yeltenmesini istemez.
Kazancını israf ederek saçıp savurmasını, gerekli olmayan şeylere parasını harcamasını istemez.
Giyim kuşamında ihmalkâr olmamasını, «Eh, ne yapalım, artık bizden geçti!» diye düşünmesini hiç mi hiç
istemez.
Karısının sert huylu .hiçbir şeyi beğenmeyen kötü tabiatlı olmasını istemez.
Karısının dışarıda akşamlara kadar gezip tozmasını veya evine dinlenmeye gelen adamı, eğlence ve zevk u
safa yerlerine sürüklemeye çalışmasını istemez.
Hanımlar, zaman zaman kocalarının tabiatlarını göz önüne alıp düşündüklerinde, bu misâlleri
çoğaltabilirler. Bunlara riâyet ettikleri takdirde de hayat arkadaşlarını daha fazla yorup kocaltmazlar.
OCAK BAŞINDA OLSA BİLE
Ebû Hureyre (r.a.)'den, Rasûlullâh (s.a.) şöyle buyurdu :
«Bir erkek karısını yatağa çağırır da karısı gelmediği için ona dargın olarak gecelerse, melekler o kadına
sabaha kadar lanet ederler.» (1)
Allah'ın gazabı
Kocanın, karısının üzerindeki haklarının büyüklüğünü ve önemini gösteren ha-dis-i şeriflerden biri de ibretli
mealini yukarıda gördüğümüz hadistir. Sahih-i Müslim'deki bir başka rivayet, daha tehditkârdır. Buna göre,
Rasûl-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmuştur:
«Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, bir erkek karısını yatağa çağırır da kadın
gelmemezlik ederse, kocası ondan memnun oluncaya kadar Kâinatın sa(1) Buharı, Bed'ul-ualk, 7; Müslim, Nikâh, 122; Ebû Dâvud, Nikâh, 40; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II,
439, 480.
hibi o kadına gazap eder.» (2)
Dinî bakımdan, yasak ve mahzurlu olmayan her konuda kadın kocasına itaat etmek zorundadır. Kocasının
sevmediği bir işi yapmaktan kaçınmalı, her haliyle onu memnun etmeye bakmalıdır.
Efendimizin «Yatağa çağırma, yatağı terk etme» şeklindeki nezih ifadesiyle işaret buyurduğu cinsî
münasebet hususunda erkeğini sinirlendiren bir kadın, meleklerin ve hatta Cenab-ı Hakkın gazabını üzerine
çekecek kadar büyük bir günah işlemiş sayıldığına göre, kocasına dinî konularda haksız yere isyan edip
başkaldıran kadınların işlediği manevî cinayetin büyüklüğünü tahmin etmek mümkündür.
Karı-koca umumiyetle geceleri yalnız kalabildiği için hadis-i şerifte «Geceleme-sa-bahlama» gibi ifadeler
kullanılmıştır. Kocayı öfkelendiren bu nevi bir hareket sabah vuku bulmuş ise, ilâhî lanetin bu defa
sabahtan akşama kadar devam edeceği anlaşılmaktadır.
Kadın esir mi?
Biri çıkıp şöyle diyebilir: Kadın robot mudur? Onun da bir iç dünyası, zevki, arzusu yok mudur? Kocasıyla o
(2)
Nikâh, 121.
an için bir arada bulunmaya ruhen hazır olmayabilir. Bunların dikkate alınması gerekmez mi?
Bu itiraz doğrudur. O da bir insan olduğuna göre, ruhi sıkıntılarının, sinirlilik halinin bulunması tabiîdir.
Ama kadının bu hali kocamı öfkelendirerek evin huzurunu bozma hakkını ona vermez.
Ruhî bir gerginlik içinde bulunuyorsa, bunu kocasına münasip şekilde anlatır ve ondan anlayış bekler. O
zaman ilâhî lanetten kurtulmuş olur. Böyle değil de sebepsiz yere kocasını reddeder, onu darıltacak şekilde
hareket ederse, mazur sayılmaz.
Şu hadis-i şerif kadına her hal-ü kârda kocasını reddetmeme görevini vermektedir. Efendimiz buyuruyor
ki:
«Kadın ocak başında bulunsa dahi, ihtiyacını gidermek için çağıran kocasının yanına hemen gelsin.» (3)
«Ocak başında bulunsa dahi» ifadesi kocasının çağırdığını duyan kadın ne kadar önemli ve sonraya
bırakılması doğru olmayan bir iş yapsa dahi, herşeyi bir yana koyup, hemen kocasının arzusunu yerine
getirsin, mânâsına gelmektedir. Bu mânâyı belirtmek üzere İbni Mâ'ce'nin rivayetinde: «Eyer üzerinde
bulunsa dahi» ifadesi mev- i
(3)
Tirmizî, Radâ'. 10; Müsned, IV, 23. 68
cuttur. (4)
Zira kadının kocasıyla bir arada bulunması, dinimize göre basit bir zevk tatmini değil, birbirini günahlardan
koruyup himaye etme şeklinde anlaşılmaktadır. (5)
Fahr-i Kâinat Efendimizin karı-kocanın birleşmesini «Sevap kazanma» şeklinde nitelendirmesi de bunu
gösterir. (6) «İyi kadınlar itaatli olanlardır» âyet-i kerîmesinin de ifade ettiği gibi (7) kadın kocasının
davetine itaat ederek Rabbinin rızasını elde etmeye bakmalıdır.
Erkeğe yönelen tehlike
Ayrıca şu noktayı da dikkate almak gerekir:
Erkek-kadın cinsinin maddî ve ruhî yapısını herkesten fazla onların yaratıcısı bilir. Şer'î mahzurlar dışında
kadının kocasını reddetmemesi ısrarla emredildiğine göre, cinsî arzulan frenleme bakımından erkeğin daha
zayıf, kadının ise daha güçlü olduğu anlaşılabilir. Hele burada Rasûl-i Ekrem (s. a.)'in: «S'izi tahrik eden bir
kadın gördüğünüz vakit hemen karınızın yanına gelerek
(4)
Nikâh, 4.
(5)
Bakara sûresi, 187
(6)
Müslim,
Zekât,
(7)
Nisa sûresi, 34.
53.
ihtiyacınızı giderin,» buyruğunu dikkate alırsak, (8) hep dışarıda bulunması sebebiyle mukabil cinsin
tahrikine bugün her zamankinden daha çok mâruz kalan kocasına yardımcı olmayan bir kadının o kadar
haklı olmadığı sonucuna varabiliriz.
(8)
Ebû Dâvud, Nikâh, 43.
GİYİM KUŞAM ÜZERİNE
.
İbni Abbas (r.a.)'den :
Şöyle demiştir :
Hz. Peygamber (s.a.), kadınlara benzeyen erkekleri ve erkeklere benzeyen kadınları lanetle anmıştır. (1)
Gönül yolu
Kadınla erkek, bir bütünün iki parçasıdır. Her biri, tek başına noksandır, yalnızdır, tehlikelere mâruzdur.
Evlilik bağıyla yanyana gelip elele tutuştuklarında ise, artık onlar bir bütündür, yalnızlıktan ve tehlikelerden
kurtulmuş, emniyete kavuşmuşlardır.
Bu birliğin ve beraberliğin ömür boyu devam etmesi için herbirine düşen görevler vardır. Bu görevlerin en
önemlilerinden biri, kendini hayat arkadaşına sevdirmek ve onun gönlüne taht kurmaktır.
Göz gördü, gönül sevdi demişler. Demek ki gönüle giden yol, önce gözden geçiyor. Eş(1) Buhârî, Libâs, 61.
lerin hedefi birbirinin gönlüne girmek olduğuna göre gözün hakkını vermek, hayat arkadaşına hoş
görünmek de bir vazife oluyor.
Ev hâlidir; insanın her zamanı bir olmaz. Şüphesiz her zaman kutnu kumaş giyilemez. Çamaşır yıkarken,
temizlik yaparken, üst baş kirleten işlerle meşgul olurken düzgün kıyafet aranmaz. Ama bu işler bitince,
kirli, yağlı, göze hoş görünmeyen kıyafetler değiştirilmeli, imkân nisbetinde daha iyi ve düzgün elbiseler
giyilmelidir.
İmkân nisbetinde diyorum; çünkü herkesin hâli bir olmaz. Öyle fakir ve yoksul aileler vardır ki, bu bahis
onlara birşey söylemez. Onlar ancak örtünmeyi düşünebilirler. Ama hâli vakti yerinde olan, eşinin iyi
giyinmesini isteyen aileler daha fazladır ve sözümüz daha çok onlar içindir. Hele zengin ve varlıklı olanların
iyi giyinmesi, dinî bakımdan da bir ödevdir: zira Allah Teâlâ, verdiği nimetleri kulunun üzerinde görmekten
hoşnut olur. Herhalde bu sebeple olacak, birçok kocalar da kazanıp getirdiği güzel şeyleri evinde ve
hanımının üzerinde görmek ister. Şüphesiz bu istek, öyle kocaların tabiî hakkı, iyi giyinmek de hanımlarının
hem hakkı, hem de vazifesidir.
Niçin moda?
Şimdi hanım kardeşlerim gözlerini çevirip etrafa şöyle bir baksınlar. Kadınların çoğu modaya uygun
giyinmiyor mu? Şüphesiz öyle. Pekâlâ erkeklerin sokakta, çarşıda pazarda gördüğü bu moda meraklılarının
gayesi nedir acaba? Bunu anlamak için kâhin olmaya gerek yok. Bunların gayesi erkeklerin dikkatini
çekmektir. Zaten bütün süslenmelerin gayesi, karşı cinsin dikkatini çekmektir. Fransız yazar Andre
Morova'nın dediği gibi, kadınlar, elbiselerinin şıklığı ve cü-retiyle kendilerini erkeklerin seçimine sunarlar.
(2)
Öyleyse evinde güzel giyinen bir kadın, sadece kocasının hatırı için değil, aynı zamanda onu başkalarına
kaptırmamak veya gözünün dışarda kalmasını önlemek, kısacası yuvasının saadetine gölge düşürmemek
için iyi giyiniyor demektir. Kocasını eve çekmek, ona güzel görünmek ve kendine bağlamak için iyi giyinen
bir müslüman hanımın bu davranışı nafile bir ibadettir. Bunda hiç şüphe yoktur. Kadınlar sizi fenalıklardan
koruyan bir elbisedir. Siz de onlar için aynı şekilde bir elbisesiniz mealindeki âyet-i kerime de bunu ifâde
etmektedir. (3)
(2)
Yaşama Sanatı, 53,
(3)
Bakara sûresi, 187.
Parfüm
Sözünü ettiğimiz bu giyim-kuşam, bir daha tekrar edelim ki, kadının kocasına güzel görünmesi ve sadece
onun ilgisini çekmesi içindir. Nâmahrem dediğimiz yabancı erkekler için giyinip süslenmek, kokular
sürünmek ise dinî ve ahlâkî bakımdan son derece tehlikeli bir harekettir. Güzel kokular sürünerek, yabancı
erkeklerin dikkatini çekmek ve bu kokuyu onlara hissetirmek maksadıyla dışarı çıkıp gezen bir kadını
dinimiz günahkâr saymaktadır. Sağda solda gezip tozmak için değil ,camiye gitmek için bile olsa, koku
sürünüp evden çıkmak bir kadın için son derece mahzurlu ve günahtır. Hz. Peygamber, cami için bile olsa
koku sürünen kadının, derhal evine dönüp boy abdesti alarak taharetlenmesini emretmekte, gusl
etmedikçe namazının kabul olunmayacağını söylemektedir. (4)
Kocasını memnun etmek ve onun gönlünü kazanmak için evinde süslenmek ve güzel kokular kullanmak ise
son derece tabiî, güzel ve dinimizin hoşgördüğü bir harekettir. (5) Dışarı çıkarken, ne yapıp yapıp bu
kokuyu gidermeli veya üzerinde koku varken dışarı çıkmamalıdır.
(4)
Nesâ'î, Zînet, 36; Ahmed, Müsned, II, 246.
(5)
Bk. Ebû Dâvud, Libâs, 8.
Güzel kokuyu çok seven ve sık sık bizzat kullanan Peygamber Efendimiz, erkeklerin rengi belli olmayan,
fakat kokusu hissedilen esansları, kadınların ise kokusu hissedilmeyen ama rengi belli olan parfümleri
kullanmalarını tavsiye etmektedir. (6)
Teşhir
Herşeyin kararında olanı güzeldir. Gi-yim-kuşamda aşırılığa kaçmak da hoş değildir. Zararı keseye
dokunduğu için değil şüphesiz, aynı zamanda göz zevkini bozduğu, insanın tabiî güzelliğini geri plânda
bıraktığı ve hatta örttüğü için aşırı süslenmek makbul değildir. Fincancı katırlarını ürkütecek kadar altına,
zînete boğulanlar, üzerlerinde-kini teşhire çıkmış mankenlere benzerler. Üstelik böyleleri, nicelerini hasede
sürüklemek ve etrafındaki muhtaçlarla ilgilenmediklerini adetâ ilân etmek suretiyle çirkin bir davranış
sergilemiş olurlar. Efendimiz (s.a.v), kendi hanımlarına diyor ki: «Eğer cennetin süsünü ve güzelliğini arzu
ediyorsanız, dünya süs ve zînetlerine iltifat etmeyiniz; onları giymeyiniz.» (7)
Cennetin güzelliğine biz onlardan daha çok muhtaç olduğumuza göre, o eskimeyen
(6)
Nesâ'î,
Zînet,
32.
(7)
Nesâ'î, Zînet, 39.
güzelliklere talip olalım. Hiçbir zaman aşırılığa kaçmayalım.
Tanrım beni baştan yarat!..
Son zamanlarda erkek kıyafetine özenen, erkekler gibi giyinmeye çalışan kadınların hayli çoğaldığını siz de
farketmişsiniz-dir. Moda denilen ve yakasını eline geçirdiği kimseleri gülünç durumlara sokarak peşinde
süründüren o madrabazın bu erkeksi kadınların hâline kıs kıs güldüğünü insan duyar gibi oluyor. «Tanrım
beni baştan yarat!.» diye bağırıp sızlanan zavallının bile bekleyişi boşa çıkacağına göre, erkeklere
benzemeye çalışanların gayreti de boşunadır. Allah insanı nasıl yaratmışsa en güzeli odur. Eğer tıbbın eline
böyle bir imkân geçse de, isteyenler cinsiyet değiştirse, öyle zannederim ki, bunlar da estetik ameliyatla
ağız burun değiştirenler kadar sevimsiz olurlar. Şüphe yok ki, biz ne isek oyuz ve hâlimizle güzeliz.
Eğer erkeklere has kıyafete sarınanlar, bunu modanın zavallı birer esiri oldukları için değil de daha güzel
olmak için yapıyorlarsa, boşuna emek ve para harcıyorlar demektir. Kadın, kadına has kıyafet içinde, erkek
de erkeğe has kıyafet içinde güzel ve çekicidir.
Kimse kalkıp da bana, sen öyle zannediyorsun; bu senin kuruntundur, diyemez. Zira ben dayandığım yerin
sağlamlığından eminim. Mademki Peygamber Efendimiz erkeklere benzeyen kadınları ve kadınlara
benzeyen erkekleri —yukarıda gördüğünüz üzere— lânetlemiştir. Öyleyse bu ağır suçlamada birtakım
hikmetler aramak lâzımdır.
Karşı cinsin kıyafeti
Bir, defa erkek ve kadının varolmasının en önemli sebebi, nesilleri devam ettirmektir. Allah'ı tanıyan, ona
ibadet eden hayırlı insanları yetiştirmektir. Bu nasıl olur? Her iki cinsin birbirine alâka duymasıyla, birbirini
çekici bulmasıyla olur. Psikolojik ve hayatî bir gerçektir ki, insan kendinde olmayanı özler. Kulağımızı dört
açarak masal dinlediğimiz günlerdeki hâlimizi bir göz önüne getirin. Masaldaki peri padişahının kızına veya
oğluna niçin hayrandık? Çünkü onda bizde bulunmayan ve hatta bulunması imkânsız olan bir takım
özellikler vardı. Misâli uzatmaya gerek yok, kadınla erkeğin durumu da böyledir. Bir hanım erkeği, erkek
olduğu için sever. Bir erkek de kadını kadın olduğu için sever. Karşı cinsin kıyafetini tercih edenler,
herşeyden önce yaratılış hedefine ve inceliğine ters davranıyorlar. İşte bu tersliği azaltmak için olmalı ki, kadına pantalon giydiren modacılar, onun bütün hatlarını ortaya koymak suretiyle
erkeğe yardımcı olmaya gayret ediyorlar, herhalde.
Kadın kıyafetine özenen erkekler, zaten herkesi güldürecek ve hayrete düşürecek bir hâlde bulundukları ve
cemiyetimizde sözü edilmeyecek kadar az oldukları için, onları hadis-i şerif deki lanetle başbaşa bırakıp
geçiyoruz.
Ailenizi koruyunuz!
Bununla beraber erkeklerin yakasını da büsbütün bırakmayacağız. Giyim-kuşam hususunda İslâmın tasvip
etmediği acaipliklere düşen kadınlar, birçok müslüman erkeğin karısı, kızı, bacısı, baldızıdır. Erkekler,
terbiyeleri altında bulunan kimselerin kılık kıyafetinden de sorumludurlar. Kur'ân-ı Kerîm' deki, «Kendinizi
ve ailenizi, yakıtı insanlarla taşlar olan cehennem ateşinden koruyunuz,» (8) âyetini düşünerek ailesini
korumaya yâni onları terbiye etmeye, iyiyi, doğruyu öğretmeye, Allah'ın emirlerine uyup yasaklarından
sakınmalarını söylemeye çalışmalıdırlar. Böyle yapmayan ve hele «Doğrusu çok da yakışıyor kerataya»
dercesine bu hâle rıza gösteren kimseler, lanete ortak olurlar.
(8)
Tahrîm sûresi, 6.
Efendimizin, «Hepiniz çobansınız, hepiniz idareniz altındakilerden sorumlusunuz,»
(9) hadis-i şerifi aile fertlerimizin herşeyiyle yakından ilgilenmemizi şart kılıyor. Sadece kendimizi
mes'ûliyetten kurtarmak için değil, sevgili kızımızın, karımızın ilâhî azaba duçar olmaması için onlarla
meşgul olmalıyız. Sözde giyinmiş görünse bile, yan çıplak dolaşan kadınların cennet kokusu alamayacağı,
katiyen cennete giremeyeceği, halbuki cennet kokusunun nice uzak mesafelerden bile duyulacağını hadis-i
şerifler ortaya koymaktadır. (10) Sevdiklerimize olan şefkat ve muhabbetimiz, bizi gayrete getirsin. Onlara
acıyalım ve İslâm dışı giyinip kuşanmalarına var gücümüzle engel olmaya çalışalım.
(9)
(10)
Buhârî, Cum'a 11; Müslim, İmaret, 20.
Mesela bk. Müslim, Libâs, 125.
EVLENDİKTEN SONRA DA
Abdullah İbni Mes'ûd rivayet ediyor: Rasûl-i Ekrem (s.a.) buyurdu ki: «Allah, güzeldir. Güzeli
sever.»(1)
Neden eskisi gibi değil?
Her bakımdan mutlu ve uyumlu aileler vardır. Onları gördükçe imrenir, ah biz de böyle olsak veya
yavrularımız da böyle olsalar diye temenni ederiz. Bu ideal çiftlerin saadeti acaba nereden kaynaklanıyor?
Onlar neden bu kadar uyumlu ve iyi geçim-li insanlar?
Bu soruların bir tek cevabı vardır: Onlar karşılıklı görevlerini ihmâl etmeyen kimselerdir.
Karı-kocanın karşılıklı pek çok görevi olmakla beraber, bu yazıda özellikle üzerinde duracağımız görev,
eşlerin kılık kıyafetlerine dikkat etmeleri mevzuudur.
(1)
Müslim İmân, 147.
Hanımlar, biraz gerilere doğru seyahat ederek kocalarıyla ilk karşılaştıkları zamanlan, evlilik öncesi günleri
bir hatırlasınlar, bakalım. O gün giyim kuşamlarına nasıl dikkat ve itina ediyorlardı? Müstakbel eşlerinin
gönlüne girmek için acaba nasıl bir gayret sarfediyorlardı? Şimdi elimizi vicdanımızın üzerine koyarak
düşünelim: Acaba hanımlar niçin böyle davranıyorlardı? Kocalarını kandırmak için mi? Hayır, hayır, elbette
böyle birşey diyemeyiz. Peki ama, aradan aylar veya yıllar geçtikten sonra hanımlar kocalarının karşısında
giyim kuşamlarına neden eskisi gibi dikkat etmiyorlar? îş-te zor olan, bu suâle cevap bulmaktır.
Hâtıra bir konu daha geliyor. Evli hanımlar evlendikten sonra giyim kuşamlarını büsbütün ihmâl mi
ediyorlar? Hayır, elbette etmiyorlar. Bilhassa bir ziyarete, bir misafirliğe giderken yine üstlerine, başlarına
dikkat ediyorlar. Gayet itinalı giyiniyorlar. Bu durumu görünce hâtıra yine bir soru geliyor: Peki, hanımlar
şimdi kimin için giyiniyorlar? Dışarıda kendini görenler için mi? Buna evet demek de zor, hayır demek de.
Bunun cevabını en iyisi her hanım kendi bulmaya çalışsın. Yalnız şurasını kesin olarak biliyoruz ki, dinimiz,
kadının süslenip püs-lenerek sokağa çıkmasını, yabancı erkeklere bu kıyafetle görünmesini kesin olarak yasaklamıştır. Ahzâb sûresinin 59. âyeti mü'-min hanımların evlerinden dışarı çıkarken üstlerine aynca bir
örtü almalarını ve böylece kendilerini yabancı gözlerden korumalarım emretmektedir. Bu durumu
hanımlarımız pek âlâ bilmektedir. Sorumuzu tekrarlayalım-. Evlenmeden önce, kocalarının gönüllerinde bir
yer tutmak için güzel güzel giyinip kuşanan, evlendikten sonra kocalarının yanında kılık kıyafetlerine pek
dikkat etmeyen fakat bir arkadaşlarının, bir dostlarının evine giderken pek güzel giyinen hanımlar, acaba
şimdi kimin için giyiniyorlar? İşte cevabını aradığımız soru budur.
Bir hanım, diğer hanım arkadaşlarının yanına giderken pek âlâ giyinip kuşanabilir. Çünkü başkalarının
yanında iyi ve güzel bir şekilde giyinmek, onlara değer verdiğini, saygı duyduğunu göstermek demek tir.
Ama akşam eve gelince eski püskü, gözden gönülden düşmüş elbiselerini giyerek kocasını onunla
karşılamak ne anlama gelir, bir düşünelim bakalım!
Öyleyse!
Güzel giyinmenin de bir ölçüsü vardır. Bu ölçü, bir hanımın kendi hâline ve koca sının durumuna uygun
şekilde giyinmesidir. Ama yalnız ve yalnız kocası için giyinmesidir. Moda denilen çılgınlığa uyarak değil, kocasının ve kendinin zevklerine göre gi-yinmesidir. Kocanın zevki
deyip de geçmeyelim. Çünkü mutlu bir yuvaya sahip olmayı düşünen bir hanımın gözünde sadece kocası,
onun zevkleri ve beğenileri vardır. Bir yabancının onu beğenmesi diye birşey zaten yoktur. Böyle bir âdet
Batılılarda vardır. Hatta onlarda bir yabancı tarafından hanımının beğenilip takdir edilmesi, bu yönde
komplimanlarda bulunulması bir koca için övünülecek bir hâldir. Bizim yüce dinimiz, asil dinimiz, gerçekleri
dâima ön plânda tutan, sadece ve sadece insan ve onun mutlu olması için lâzım gelenleri gözeten dinimiz
böyle şeylere katiyen izin vermez. Çünkü şeytanın ve nefsin oyunları, insanı avlamak için kurulup
ayarlanmış tuzakları genellikle iki cinsi birbirine hoş gösterme üzerine düzenlenmiştir.
Hanımların hiç unutmaması gereken şeylerden biri de bizim erkeğimizin düşünce yapısı ve hayat
görüşüdür. Bizim erkeğimiz kendinden başkası için giyinen kadına iyi gözle bakmaz. Ondan soğur. Saadeti
yuvasının dışında aramaya bakar. Aklı başında bir hanım, kocasını kimseye kaptırmaz. O-nun gönlünü
kendinden başkasına meylettirmez. Bunun için de iyi giyinir; ama kocası için giyinir. Bunu kocası için
yaptığını da ona sezdirir.
Kınalı kadın
Arap dilcilerinden Asmâî birgün çölde seyahat ederken allar giyinmiş, eline kına yakmış bir kadın görür.
Dikkatle bakınca, kadının aynı zamanda teşbih çektiğini, zikr ile meşgul olduğunu farkeder. Bu hâle şaşar
ve kadına: «Hanım! Görünüşünle bu hâlin birbirine ne kadar zıt! Bu süs ne, bu teşbih ne?» diye sorar.
Kadın ona bir beyit okuyarak cevap verir. Der ki:
— Benini iki yönüm vardır: Biri hiç bırakmadığım ibadetimdir. Diğeri de gördüğün gibi güzel
giyinmemdir.
Asmâî diyor ki, o zaman anladım ki, kadın son derece dindar bir hanımdır ve ko- ; cası için süslenmektedir.
Demek oluyor ki, güzel giyinmekle dindar olmak birbirine zıt değildir. Tam aksine dindar bir kadının kocası
için süslenmesi onun bir görevidir. Bunu ona dini emretmektedir. Hatta bu işi, sadece yuvasının saadeti,
kocasının bahtiyarlığı için yapmaya niyet ederek güzel giyinirse, nafile ibadet ediyormuşcasına bir de sevap
kazanır.
Kadını erkek için bir örtü, erkeği kadın için bir örtü ve mahfaza yaptığını söyleyen Yüce Rabbimiz, onların
birbirini her türlü fenalıktan, nefis ve şeytanin tuzaklarından korumalarım istemiştir. Güzel giyimiyle bir
kadın, kocasının dışarıdaki yayınları almaya müsait antenim evin içine yöneltmek ve kendi evindeki iyi ve
güzel şeyleri ona farkettirmek için gayret sarfetmelidir. Sıcacık bakışları, yumuşacık davranışlarıyla
kocasının gözünü ve gönlünü örtüp doyurmalıdır.
Herkes hâline göre
Konumuzun başındaki hadis-i şerifte de okuduğumuz gibi, muhakkak ki Allah güzeldir ve güzel olanı sever.
Ama insan, kendi ailesinin maddi durumunu da dikkate almak zorundadır. Herkes hâline göre giyinip
kuşanman, yorganına göre ayağım uzatmalıdır. Nitekim Peygamber Efendimiz, üstüne başına pek dikkat
etmeyen bîrini gördüğünde, ona maddî durumunun nasıl olduğunu sordu. Adam da herşeyinin
bulunduğunu söyledi. O zaman Peygamber Efendimiz bu zâta: Şayet Allah sana birtakım nimetler
vermişse, o hâlde bu nimetlerin izi üzerinde görünsün, buyurdu. (1) Hâli vakti iyi olan kimselerin iyi
giyinmesi, Allah'a şükür sayılır. Hâli vakti iyi olmayanların yiyecek ve içeceklerinden keserek, kısarak
başkala(1)
Ebû Dâvûd, Libâs 14.
rıyla yarış etmeye kalkmaları da doğru değildir. Mühim olan temiz ve sade giyinmektir. Bir kadın, durumu
iyi olmadığı hâlde, kocasına güzel görünmek arzusuyla evin bütçesini zorlarsa, umduğunun tam tersi ile
karşılaşır. Tosya'ya pirince giderken evdeki bulgurdan da olur. O hâlde bir hanım, giyim konusunda
tamamen kocasının arzularına göre davranmalıdır. Şayet bir koca da karısının iyi giyinmesini istiyorsa
bunun için gerekeni yapmalı, işin maddi yüküne katlanmalıdır.
AĞAÇ YAPRAĞI YEDİK Mİ?
Hz. Âişe validemiz buyurmuştur ki: Rasûlullâh
hurma lifiyle doldurulmuştu, (1)
(sallaliâhu
aleyhi
ve sellem)in yatağı deridendi. İçi de
Bakış açımız
En büyük zenginliğimiz, kardeşlerim, müslüman oluşumuzdur. Çok şükür müslü-manız ve müslüman
kardeşlerimizin arasında bulunuyoruz. Bahtiyarlık olarak bu bize yeter.
Güzel yanlarımızdan biri de, herşeye dinimizin o mükemmel gözüyle bakışmızdır. Bunun için de şükr
edelim.
Kendini, aklını .fikrini beğenen bazıları gibi kalkıp da «Ben iyiyi bilirim. Ben doğruyu bulurum» demiyoruz.
Aksine, «Güzeli, doğruyu, iyiyi en mükemmel şekilde Allah ve O'nun Peygamberi Rasûlullâh Efendimiz
bilir,» diyoruz ve kendimize model olarak da onların gösterdiği yolu seçiyoruz.
U)
Buhari. Rikâk. 17.
Dinimiz, insanın iyi giyinmesini, iyi yaşamasını yasaklamaz. İsrafa ve günaha kaçmamak şartıyla iyi bir
hayat tarzına sahip olabiliriz. Allah Teâlâ'nın, bize verdiği nimeti üzerimizde görmekten memnun olduğunu
da biliriz.
Ama etrafımızdaki insanlar aç, açıksa, onları kıskandıracak, hasetlerini çekecek veya ah bizimde olsaydı
diye imrendirecek ve üzecek şekilde giyinip kuşanmamalıyız. Ne yapıp yapıp, Allah'ın bize verdiği
nimetlerden, yanımızda yöremizde bulunanları da faydalandırman ve bizden memnun olmalarını
sağlamalıyız. Zaten imanlı gönüller, başka türlü davranamaz.
Zenginlik ve saadet
Böyle imkânlara sahip olmayan kardeşlerimiz de üzülmesinler. Bir eli yağda, bir eli balda olmak, mutlu
olmak değildir. Kutnu kumaşlar içinde salınıp gezen herkesin hayatından memnun olduğunu zannetmeyin.
Çünkü mutluluk gönül işidir. Altınla okkayla satılan birşey değildir. Varlığı bile kâinatı mutlu eden sevgili
Efendimizin hayat tarzını bir göz önüne getirseniz, kim o-lursanız olun, hâlinize şükr edersiniz. «Meğer
yüce bir Peygamber'in yaşayışı yanında bizimkisi bey hayatıymış» dersiniz- İsterseniz, bahsimizin başındaki hadisi bir daha o-kuyunuz. Peygamberimizin yatağını bize anlatan, Onun yatağını
paylaşan Âişe vâ-lidemizdir. Bu hâli düşünerek, mobilyacı dükkânlarında gördüğümüz o muhteşem
karyolalar, bunlumuzu sızlatmasın. Gönlü dar olanlara, karyolanın genişliği birşey ifade etmez. Öylelerine
dünya bile dar gelir.
Âdi hurma
Peygamberimizin ileri gelen arkadaşlarından Ebû Mûsa'l-Eş'ârî (r.a.) diyor ki, bir-gün Hz. Âişe bize kalın bir
çarşafla iyice ke-çeleşmiş bir kilim çıkardı; sonra da Rasû-lullâh (s.a.)'in bunların üzerinde vefat ettiğini
yeminle söyledi. (2) Halbuki O dilese, nelere sahip olmazdı ki... Ama Efendimiz kılığın kıyafetin değil,
kalbin mâmur ve parlak olmasına bakıyordu. Bu yüzden giydiği, yediği şeylerde mükemmellik aramıyordu.
Mükemmellik bir tarafa, bazan karnını doyuracak adî hurma bile bulamadığı günler oluyordu. (3)
Yiyecek birşey bulamadığı zamanlarda Efendimiz, karnına taş bağlardı. Onun sesinin zayıflamasından,
karnının aç olduğunu
(2)
Buhârî, Libâs, 19; Müslim, Libâs, 34-35.
(3)
Müslim, Zühd, 34; Tirmizî, Zühd, 36.
sezen sahâbîleri, evlerine yemeğe davet ederlerdi. (4) O da olmazsa, Rasûl-i Ekrem Efendimiz, sevdiği bir
sahâbînin evine gider, böylece kendi kendini davet etmiş olurdu.
Peygamber ve dostları
Şimdi size ibret alacağınız böyle bir hâdiseyi nakledeyim.
Bir gece Peygamber Efendimiz evinden çıktı. Yolda Hz. Ebû Bekir ile Ömer'e rastladı. Bu geç saatte onların
dışarıda olmasına hayret ederek sordu:
— Bu saatte niçin dışarıdasınız?
— Açlık sebebiyle, yâ Rasûlullâh, dedi ler.
Zaten Rasûlullâh Efendimizin dışarıda olmasının sebebi de aynıydı:
— Ruhum kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, sizi evinizden dışarı çıkaran sebep beni de çıkardı.
Yürüyün, bakalım, dedi. Birlikte yürüdüler. Ensâr dediğimiz, Medine'nin yerlilerinden bir zâtın evine geldi
ler. Seslendiler; ama ev sahibi evde değildi. Hanımı Peygamber Efendimizi görünce:
— Buyurun, hoş geldiniz, safâlar getirdiniz, diyerek onları içeri davet etti.
Hz. Peygamber kocasının nerede oldu(4)
Buhârî, Afime, 6.
ğunu sordu. Hanım:
— İçme suyu getirmeye gitti ,dedi.
Bu sırada evin erkeği olan Ebu'l-Heysem göründü. Peygamberimizle çok sevdiği iki arkadaşını görünce
sevindi:
— Allah'a hamd olsun, bugün hiç kimse böyle aziz misafirleri ağırlama bahtiyarlığına benim gibi
erememiştir, buyurun, de di. İçeri girdiler.
Ebu'l-Heysem, içeri koşup büyük bir hurma salkımı getirdi. Sonra da bıçağını alıp dışarı çıkarken Hz.
Peygamber:
— Sakın sağmal olanlara dokunma! dedi. Efendimiz onun koyun kesmek üzere kalktığını anlamıştı. Ebu'lHeysem bir koyun kesti. Etleri hazırlayıp misafirlerine ikram ettiler. Onlar da karınlarını doyurup üzerine de
tatlı suyu içtiler. O zaman Efendimiz iki dostuna dönerek:
— Canım kudret elinde bulunan Allah'a yemin olsun ki, kıyamet günü bu nimetlerden
sorulacaksınız. Açlık sizi evinizden çıkardı. Evinize geri dönmeden bu nimetlere sahip oldunuz, buyurdu.
(5)
Evvelâ, kıyamet günü bu nimetlerden sorulma hususuna kısaca işaret etmek istiyorum. Bu soru, «Niçin
böyle iyi şeyler yediniz » tarzında bir soru değildir. «Ben size
(5)
Müslim, Eşribe,
140.
şunları, şunları vermedim mi?» şeklinde nimetleri sayıp dökme biçiminde bir sorudur. Bu sebeple iyi şeyler
yiyip içen insanlar, bunların hakkını verdikten, fakiri, yoksulu unutmadıktan sonra bir günâh işlemiş
olmazlar.
Onlar ve bizler
Gelelim asıl konumuza:
Kardeşlerim! O fazilet güneşleriyle kendimizi elbette manen mukayese etmemiz mümkün değildir. Amma
maddî bakımdan mukayese etmekte bir mahzur yoktur. Gerçi onlar ellerindekini avuçlarındakini Allah rızası
için verip tükettiler. Biz böyle bir imtihandan geçmedik. Öyle bir imtihanı başarmak da zaten her
babayiğidin harcı değildir. Ortada bir gerçek var ki, o da bizim —şikâyet ve sızlanmalarımıza rağmen—
daha iyi geçim şartlarına sahip oluşumuzdur. Düşünelim, yiyecek birşey bulamadığımız için aç, susuz
yattığımız hiç oldu mu? Karnımıza hiç taş bağladık mı? Hiç ağaç yaprağı yedik mi? Evet, bu sözüm hiç
tuhafınıza gitmesin! Peygamberimizin arkadaşlarından öyleleri vardır ki, gittikleri savaşta, azıkları tükendiği
için ağaç yapraklarından başka yiyecek bulamamışlar, onları yiye yiye de dudakları yara olmuştur. (6)
Yüce dinimizin öğretmenleri durumunda olan o büyük sahabîlerin içinde ehl-i suffe denilen öyle sahabîler
vardı ki, elbise namına kiminin üzerinde belden aşağıya bağlanan izâr, kiminin üzerinde boyuna bağlanan
ridâ'dan başka birşey yoktu. Bu elbiseler bir kısmının ancak baldırlarına kadar uzanır, mahrem yerleri
görünmesi diye de, elbiselerini elleriyle toplamaya çalışırlardı. (7)
Efendimizin etrafında pervane kesilenlerden niceleri yalın ayak, başı çıplak, üzerine geçirecek bir gömlek
bulamayan kimselerdi. (8)
Şişman
Misâlleri çoğaltmak mümkün. Bu misâlleri en güvenilir kaynaklardan seçip aldığımız da görülmektedir.
Demek ki bize örnek olması gereken din büyüklerimiz, bu kadar acı gerçeklere göğüs gererek ve gelip
geçici dünya süslerine hiç önem vermeyerek yiğitçe yaşamışlar. Allah'ın ve Rasûlünün sevgisine sahip
olmayı herşeye tercih etmişlerdir. Peygamberimiz de onları takdir etmiş ve övmüştür.
(6)
Müslim, Zühd, 14.
(7)
Buhârî, Salât, 58.
(8)
Müslim, Cenâiz, 13.
Onlar muratlarına ermiş, tükenmeyen ebedî nimetlere kavuşmuşlardır. Şimdi tehlikede olan biziz. Ne
tehlikesi diyeceksiniz. Kardeşlerim, bu tehlike, Peygamberimizin bir hadis-i şerifinde haber verdiği acı
gerçektir. Efendimiz son zamanlarda türeyecek bazı bedbahtları sayarken, «Onların yiyip içmekten başka
düşünceleri yoktur. Bu yüzden onlarda şişmanlık görünmeye başlar. (9) buyuruyor.
Evet, bu acı gerçekten sonra uzun söze hacet kalmıyor. Düşünelim; ibret alalını.
(9)
Buhârî, Şehâdât, 9.
SAADET ELİMİZDE
Âişe (r.a.)'dan : Şöyle demiştir: Muhammed (s.a.)'in ev halkı onun vefatına kadar, karınlarını iki
gün.üst üste arpa ekmeğiyle doyuramamıştır. (1)
Hanım kardeşlerim
Günümüzde geçim imkânlarının hayli zorlaştığını en iyi hissedenlerden biri ve belki de en başta geleni
sizsiniz. Mutfağınıza giren malzemelerin gittikçe daha zor temin edildiğini içiniz yanarak görüyorsunuz. İki
ay önce pazar çantanızı dolduran para, şimdi dolduramıyor. Siz de çantanın dolması, kazanın kaynaması
için kocanızı zorluyorsunuz. Zorlamasanız bile, verdiği paranın yetmediğini söylemeniz onu üzmeye,
düşündürmeye kâfi geliyor.Yahut alış-verişi yapan o ise herşeyi zaten görüyordur.
Demek ki, geçim zorluğu, yuvanızın saadetini tehdit etmeye başlamıştır. Bu çirkin
(D
Buharı, Afime, 23; Müslim, Zühd, 22.
suratlı mahlûk, yüzümüzdeki tebessümü, se-simizdeki tatlılığı, yuvamızdaki neş'eyi çalmak
niyetindedir .Buna izin verecek miyiz; göz yumacak mıyız? Hayır kat'iyyen razı olmayacağız.
Öyleyse ne yapacağız?
Bir kere herkes kendine düşeni yapmak mecburiyetindedir. Aylığımızı, ücretimizi veren devlet veya özel bir
müessese ise, onun başında bulunanlar, bunu kendilerine dert edinecek ve problemi halletmeye
çalışacaklardır. Yapmazlarsa, Allah huzurunda kendileri müşkül duruma düşecektir. Ama şunu da
unutmayalım ki, devletçe bir darboğazdan geçiyorsak, nimetleri olduğu gibi külfetleri de beraberce
bölüşmek durumundayız. Bir müddet bu zahmete katlanmamız gerekiyorsa, seve seve katlanacağız.
Daha fazla oflayıp puflamakla, saadetimize göz diken huzursuzluk şeytanına fırsat vermiş olursunuz. Nasıl
mı? Şöyle:
Bu şikâyetleri dinleyen kocanız, sizin bedbaht olduğunuzu görerek daha çok üzülecek, eğer imkânı ve vakti
varsa, gider açığını kapamak maksadıyla daha çok çalışmaya gayret edecek ve böylece yorulacak, sıhhatini
kaybedecek, en azından sinirli ve huysuz biri olup çıkacak, sonunda mutlu yuva
sarsıntı geçirmeye başlayacaktır. Şayet olması gerektiği ölçüde dindar değilse, sizi memnun etmek için bu
defa da gayri-meşrû yollardan para kazanmaya bakacak, dünyamı yapacağım derken ahiretini yıkacak- Bir
yan gelire sahip olmayan dürüst ve namuslu insanlar ise, bir yandan hayatın ağır baskısı, diğer yandan
evdekilerin arzu ve isteklerini yapamamanın derin ızdırabı altında kahr olup gidecek ve huzursuzluğu
kendisiyle birlikte her yere girecektir. Ve neticede olup bitenlerin önemli bir sorumlusu yine siz olacaksınız.
Arpa ekmeği
Peki ben ne yapayım diyecek olursanız, bunun cevabı şudur:
Sayfayı çevirin ve konumuzun başındaki hadis-i şerifi bir daha okuyun. İşte görüyorsunuz ki Efendimizin,
dünya ve âhiret rehberimizin ev halkı, yani bizim analarımız, karınlarını iki gün üst üste arpa ekmeğiyle
bile doyuramamışlar. Buğday ekmeğini, iki gün bulmuşlarsa üçüncü gün bulamamışlardır.
Hz. Aişe'nin bacısı Hz. Esmâ'nın oğlu Urve anlatıyor:
Teyzem Âişe bir gün bana:
— «Yeğenim, biz Peygamber hanımlarının hiçbirinin evinde iki ay boyunca ocak yanmadığı olurdu»
deyince-.
— «Ya ne ile geçinirdiniz, teyzeciğim?» diye sordum:
Şunları söyledi:
— «Hurma ve su ile geçinip giderdik. Bazan da Rasûl-i Ekrem'in Medineli komşularından sağmal
hayvanları olanlar Rasülul- lâh'a süt gönderirlerdi, onu içerdik.(2) Hat ta bazan karınlarını doyuracak kadar
hurma bulamadıkları bile olurdu.» (3)
Kendimizi validelerimizden birinin yerine koyarak, düşünelim, İki gün, evet yalnız iki gün zeytin ekmek
veya zeytin, peynir yemek zorunda kalsak, dünyanın en yoksul, en bedbaht insanı olduğumuzu düşünür,
ümitsizliğe kapılırız. Üstelik yediğimiz ekmek, herkesin yemekte olduğu birinci kalite undan yapılmış mis
gibi ekmektir. Peygamber Efendimiz bu ekmeği ömründe görmemiştir. Rasûl-i Ekrem Efendimize on yıl
hizmet etme şerefine eren Hz. Enes (r.a.), onun hâlis undan yapılmış bir pide yemediğini söylüyor. (4)
(2)
Buhârî, Rikâk, 17.
(3)
Müslim, Zühd, 34, 36.
(4)
Buhârî, Rikâk, 16,
17.
Eski günler
Kâinatın Efendisinin mükellef yemekleri görmediği, bilmediği zannedilmesin. O'nun Peygamberlik gelmeden
önce ticaret yaptığını, çok başarılı bir tüccar olduğunu ve hele Mekke'nin en zengin hanımlarından Hz.
Hatice validemizle evlendikten sonra çok müreffeh bir hayat yaşadığını biliyoruz. Ama İslâmiyetle birlikte
her şey değişti. Varlarını yoklarını, fakir müslümanların yüzlerini güldürmek için harcadılar. Rasûlullâh
Efendimizin yakın dostları da böyle davrandı. Mutluluğu başkalarının bahtiyarlığında aradılar ve buldular.
Yoksulu güldürmenin, İslâm dinini başarıya götürmenin insana doyulmaz bir huzur verdiğini gördüler,
sevindiler.
İslâmiyet geldikten sonra, hatta Medine'ye hicret edildikten sonra Peygamber Efendimizin hep yoksul
yaşadığı da zannedilmesin. Kimi zaman sürü sürü koyunları, yüzlerce devesi olurdu. Ziyafet verir, yer ve
yedirir, ihtiyacı olanlara veya isteyenlere dağıtır, yahut Allah rızası için kurban ederdi. Başkalarına verdiği
ölçüde Allah Teâlâ'nın kendine vereceğini bildiği için mala mülke değer vermez, dağıtırdı.
Nasıl mutluluk?
Onlarla bizim farkımız şu oluyor-. Onlar mutluluğu başkalarını memnun etmekte, sevindirmekte ve böylece
Allah'ın rızasını kazanmakta arıyor, biz ise karnımızı tıka basa doyurmanın, her istediğimiz şeyin elimizin
altında bulunmasının bizi mutlu edeceğini zannediyoruz. Sıkıntı çekmenin, fakirler gibi. giyinmenin bizi
bedbaht edeceğine inanıyoruz.Ve zaten bizi mutsuz eden de bu yanlış inançtır. Çünkü biz saadeti ve
huzuru kalıcı şeylerde değil, geçici şeylerde arıyoruz. Bizim karnımız tok, çocuğumuzun üstü başı düzgün
ise neşeleniyoruz, yanıbaşı-mızdaki aç ve açıklara dil ucuyla bir «vah-vah» demekle yetiniyor, sonra da
kendimizin çok merhametli ve iyi yürekli olduğumuzu iddia ediyoruz.
Kıymetli hanım kardeşlerim,
Doğruyu, yanlışı, iyiyi kötüyü yeni baştan düşünmek ve isabetli bir karar vermek zorundayız. Biz yapmacık
güllerin değil, kokusu tükenmeyen, yaprağı solmayan ölümsüz güllerin peşinde koşan müslüman
insanlarız. Yalan dünya bizi yanıltmasın. Şimdi dolup birazdan boşalacak olan mide, şimdi güzel ama bir
müddet sonra solup eskiyecek olan giyim kuşamlar bizi oyalamasın.
Allah'ın verdiğini hem yiyelim, hem ye-direlim; hem giyelim, hem giydirelim. Ama evimize giren para
normal isteklerimizi karşılamaya yetmiyorsa, isteklerimizi biraz kısalım. Elimize geçenle iktifa etmeye
çalışalım. Yuvamızın huzurunu hiçbir şeye değişmeyelim. Çok para, çok servet, insanı mutlu etseydi,
Peygamberimiz eline geçeni başkalarına dağıtmazdı.
Peygamber Efendimizin harplerde giydiği zırhını otuz ölçek arpa karşılığında bir Yahudiye rehin verdiğini ve
zırhını rehinden kurtaramadan vefat ettiğini biliyor muydunuz?
TENCERENE GÖRE KAYNAT AŞINI
Abdullah İbni Amr İbni As (r.a.)'ın rivayetine göre Rasûlullâh (s.a.) şöyle buyurmuştur :
«Müslüman olan, yeteri kadar rız. ki bulunan ve bir de Allah'ın verdiğine kanaat eden kimse, artık
kurtulmuş demektir.» (1)
Cüzdanlar küçüldü
Kıymetli hanım kardeşlerim, Şunu hepimiz kabul etmek zorundayız: Birkaç yıl öncesine nisbetle bugün,
geçim imkânı bir hayli güçleşmiştir. Eskiden ay sonunda aile reisinin cüzdanında, tasarruf edebildiği birkaç
kuruş kalıyorsa, bugün tasarruf imkânı bir yana, daha ayın yirmisine varmadan maaş veya ücret
tükenmekte ve aile reisi çok güç durumda kalmaktadır. Çoluk çocuğun giyim kuşamına para ayır(1)
Müslim, Zekât, 125.
mak şöyle dursun, günlük mutfak giderlerini ucu ucuna getirmek ve ayın sonunu bulmak bile büyük
maharet istiyor.
Böyle bir aile reisini göz önüne alın. Belki sizin kocanızın veya babanızın durumu da bundan farksızdır.
Şahsiyetini her şeyin üstünde tutan, aile fertlerini kimseye muhtaç etmek istemeyen bir baba, harcadığı
parayı kuruşu kuruşuna hesap edecek ve sizin her arzunuzu ister istemez yerine getiremi-yecektir. Bir
yandan sizin istediğinizi yerine getiremeyişin verdiği ızdırap, bir yandan aile fertlerini «Ah, biz de falanlar
gibi bolluk içinde yaşasak!» dedirtmemek için sarf edilen gayret ve aşın mesai, babayı veya kocayı
maddeten ve manen yorup-yıprata-caktır. Kazandığı her kuruşun harcanacağı yeri inceden inceye hesap
etmek, hep ayın sonunu düşünmek, «Acaba oğlum, kızım, karım hayatlarından memnun değiller mi,
başkalarına özeniyorlar mı?» diye merak etmek onu titiz ve sinirli yapacaktır.
Yorganına göre
Hol böyle olunca, yuvayı yapan dişi kuşlara önemli görevler düşecektir. Bu görevlerin başında, kocanın
çektiği yükün ağırlığını takdir ederek onu anlayışla karşılamak
ve ayağını yorganına göre uzatmak gelecektir. Kendisi, çocukları ve evi için istediği şeyleri zaruret esasına
göre bir sıraya koyacak, ilk önce en zarurî olanın, daha sonraki aylarda da önem sırasına ve aylık gelire
göre öteki ihtiyaçların temin edilmesini isteyecek. Kısacası «Erine göre bağla,başını, tencerene göre kaynat
aşını» kaidesine uyacaktır.
Dışarının bunaltıcı ve yıpratıcı havasından kaçarak huzuru evinde arayan zavallı kocayı, —eksikleri bir bir
sıralayarak— büsbütün perişan etmemeye azami dikkati göstermekle beraber, diğer aile fertlerine
lüzumsuz isteklerle babalarını üzmemelerini, geçim imkânlarının ağırlaşması sebebiyle durumun nezaketini
kavrayıp ona göre davranmalarını telkin ve tavsiye edecektir.
En mutlu İnsan
Önemli olan ağız tadı, gönül huzuru ise, huzura giden yol budur, kardeşlerim. Efendimiz (s.a.) :
«Herhangi birinizin cam ve malı emniyette, vücudu sıhhatte, bir de günlük yiyeceği elinde olarak sabahı
ederse, bütün dünya kendine verilmiş demektir.» (2) buyurur(2)
Tirmizî, Zühd, 34.
ken işte buna işaret etmiştir. Çoluğumuz çocuğumuz yanı başımızda, emniyet ve asayişimiz yerinde,
karnımız tok, sırtımız pek ise kendimizi dünyanın en mutlu insanı olarak görme alışkanlığını kazanmaya
bakmalıyız. Konumuzun başındaki hadis, kurtuluş ve saadetin ilk şartı olarak müslümanlığı, sonra, yetecek
kadar helâl rızka sahip bulunmayı ve daha sonra da, kanaatkârlığı göstermektedir.
Allah'a şükür, ilk iki şart hepimizde mevcuttur. Müslümanız ve mutluyuz. Ama bunların tamamlayıcısı olan
kanaate sahip miyiz? Allah'ın bizim için takdir ve tâyin ettiği yaşama tarzına razı mıyız? Zira mutluluğumuz
bununla tamamlanmış olacaktır.
KABURGA KEMİĞİ
Ebû Hureyre (r.a.)'den: Rasûlul-lâh (s.a.) şöyle buyurdu:
«Kadınlara iyi davranmanızı tavsiye ediyorum; vasiyyetimi tutunuz. Zira kadın kısmı kaburga
kemiğinden yaratılmıştır. Kaburga kemiğinin en eğri yeri üst tarafıdır. Eğri kemiği doğrultmaya
kalkarsan kırarsın. Kendi hâline bırakırsan, yine eğri kalır. Öyleyse kadınlar hakkındaki
tavsiyemi tutunuz.» (1)
Müslim'in rivayetine göre de şöyle buyurmuştur :
«Kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Hep seni hoşnut edecek şekilde davranamaz. Eğer
ondan faydalanmak istersen, bu haliyle de faydalanabilirsin. Şayet doğrultayım dersen kırarsın.
Kadının kırılması da boşanmasıdır.» (2)
Kadının yaratılışı
Anlaşılması son derece güç ve hayli çapraşık bir konu, kadının neden yaratıldı(1)
(2)
Buhârî, Enbiyâ, 1; Müslim, Radâ', 60.
Müslim, Radâ', 59.
ğı meselesidir. Kadın, erkekten ayrı bir mahlûk mudur ki, erkeğin değil de onun yaratıldığı maddeyi
araştırıyorsunuz, diyebilirsiniz.
Şüphesiz kadınla erkek —biraz sonra açıklanacağı üzere— aynı candan yaratılmış varlıklardır.
Asırlardır İslâm âlimlerini bu konu üzerinde durmaya sevk eden husus, Peygamber Efendimizin kadın
yaratılışı hakkındaki hadisleridir. Yoksa insan cinsinin topraktan yaratıldığını, âyet-i kerimeler kesin surette
ortaya koymaktadır.
Şunu itiraf edelim ki, yaratılışın sırrı-nı bilemiyoruz. Kadın gerçekten kaburga kemiğinden mi yaratılmıştır?
Yoksa kadının hırçınlığı ve istenilen kıvama getirilemeyi-şi gerçeği, kaburga kemiğinin eğriliğine mi
benzetilmiştir? İşte bu soruların kesin cevabını bulamıyoruz.
Siyer âlimi İbni İshâk .Peygamberimizin amcasının oğlu Abdullah İbni Abbas'ın:
«Havva, Âdem (a.s.) uyurken, onun sol tarafındaki kaburga kemiğinden yaratılmıştır.» dediğini rivayet
eder. (3) Fakat güvenilir hadis kitaplarında bu konuda doyurucu bilgi mevcut değildir.
Şu âyetiyle Kur'ân-ı Kerîm, mevzua ışık
(3)
Fethu'l-Bârî, IX, 219.
tutar gibidir-.
«Ey insanlar! Sizi bir tek candan yaratan ondan da zevcesini vücuda getiren, ikisinden de birçok erkekler
ve kadınlar üreten Rabbıniza karşı gelmekten sakının.» (4)
Bu konudaki âyetlerden kadın ile erkeğin aynı asıl ve cevherden yaratıldığı anlaşılmakla beraber, kadının
erkeğin kaburga kemiğinden meydana getirildiğine dair bir açıklama bulunmamaktadır.
Aslında bizi tereddüde sevk eden husus, Efendimizin:
«Kadın tıpkı kaburga kemiği gibidir, kemiği doğrultayım dersen kırarsın. Eğer ondan faydalanmak istersen,
bu haliyle faydalanabilirsin.» (5) buyurmasıdır. Bu mânâyı, kadının yaratıldığı madde kaburga kemiği
olduğu için, zorluklar çıkarması ve istenilen şekle sokulması bakımından tıpkı kaburga kemiğine benzer,
şeklinde yorumlamak da mümkündür. (6)
Problemin çözümü
Hadiste asıl anlatılmak istenen kadının neden yaratıldığı değil, kadınla nasıl geçinmek gerektiğidir. Dövüp
sövmekle kadını
(4)
Nisa sûresi, 1.
(5)
Buharı, Nikâh, 79; Müslim, Radâ', 61.
(6)
Pethu'1-Bârî, IX, 219.
arzu edilen şekle koymanın mümkün olamayacağını ifade buyuran Hz. Peygamber, şiddet ve hiddet yerine,
ülfet ve şefkat yolunu tercih etmenin daha iyi netice vereceğini ve bu suretle ondaki bazı kusurları
düzeltmenin mümkün olabileceğini belirtmekte ve bu yolu tavsiye buyurmaktadır. Zira kadını büsbütün
kendi haline bırakmakla ona iyilik değil, kötülük yapılmış olur. Mubah işlerde kadını muhayyer bırakmak
isabetli olmakla beraber, dünya ve âhiretine zarar verecek hususlarda onu en doğruya götürmek icab eder.
Bu suretle «Kendinizi ve ailenizi cehennem ateşinden koruyunuz,» (7) âyet-i kerîmesinin gereği yapılmış
olur. Zor kullanmanın, aile münasebetlerini büsbütün çıkmaza sokacağı ve tamiri mümkün olmayan
kırgınlıklar doğuracağı, bunun da yuvanın yıkılması demek olacağı belirtilmektedir.
Kaburga kemiğinin en eğri yeri üst yanıdır, buyururken Efendimiz, kadının en problem tarafı üst yanı, yani
başındaki dilidir, demeye getirmiş olamaz mı? O takdirde manâ daha bir açıklık kazanmaktadır. Zira
kadının cehenneme ne yüzden gireceğini açıklarken Nebiyy-i Muhterem (s.a.) : «Siz çok lanet eder ve
kocanızın iyiliklerini
(7)
Tahrim sûresi, 6.
inkâr edersiniz.» (8) buyurmuştu. Lanet ve iyiliği inkâr dille yapıldığına göre, kocasının maddi durumunu
düşünmeden konu komşuda gördüğünün aynını istemesi, dediği olmazsa hırçınlık yapması, hatta
boşanmaya kalkması, aile sırlarını olur olmaz kişilere açması, dedikoduya düşkün olması gibi kadınca
özellikleri sebebiyle dili kast edilmiş olabilir.
Netice olarak şunu söyleyelim ki, erkeğin yapacağı şey, kadındaki bazı kaprislerin tabiî olduğunu kabul
ederek ona karşı anlayışlı davranmaktır. Kadındaki her kusuru düzeltmeye kalkmak, ondan faydalanma
imkânını da yitirmek demektir. En iyisi affedebilecek kusurlarına göz yumup sabr ederek iyi geçinmeye
çalışmaktır. Zaten, «Kadınlarla iyi geçinin,» (9) âyet-i kerîmesiyle emredilen de budur.
(8)
Buharı, Hayz, 6.
(9)
Nisa sûresi, 19.
AİLENİN HİZMETİNDE
Esved İbn-i Yezîd (r.a.)'den : Hz. Âişe'ye :
— Hz. Peygamber evde ne ile meşgul olurdu? diye sordular. O da şu cevabı verdi:
— Ailesinin işlerine
yardım
ederdi, namaz vakti gelince de namaza giderdi. (1)
Evinde ne yapardı?
Rasûl-i Kibriya Efendimiz sahabîleri tarafından öylesine sevilirdi ki, onun hizmetinde bulunmaya herkes can
atardı. Hal böyle iken o, yine de kendi işlerini bizzat yapmayı tercih ederdi.
Acaba Nebiyy-i Muhterem Efendimiz, ailesinin işlerine nasıl yardım ederdi?
Kaadî İyâz bunu yine validemiz Hz. Âi-şe'nin, Ebû Sa'idi'l-Hudrî ve Hasan Basrî Hazretlerinin
rivayetlerinden toplayarak
(D
Buhari, Ezân, 44; Nafakat, 8; Edeb, 40; Tir-mizî, Kıyamet, 45.
şöyle dile getiriyor:
— «Evinde ailesinin işleriyle meşgul olur, kendi elbiselerini temizler, koyununu sağar, yırtığını
yamar, pabucunu tamir eder, kendi işini kendi yapar, evi süpürür, deveyi bizzat bağlayıp yemini verir,
hizmetçiyle beraber yemek yer, onunla hamur yoğurur, çarşıdan aldıklarını kendisi taşırdı.» (2)
Hatta 'bir defasında satın aldığı iç çamaşırları Ebû Hureyre taşımaya kalkınca:
— «Bir şeyi sahibinin taşıması daha uy gundur,» buyurarak Ebû Hureyre'ye verme mişti. (3)
Hz. Ali'nin dediği gibi: «Ailesine götüreceği şeyleri kâmil bir insanın bizzat taşıması, olgunluğuna zarar
vermez.» (4)
İşte bu sebeple halife oldukları yıllarda bile Hz. Ömer ve Hz. Ali, çarşı pazar dolaşarak evlerinin ihtiyacını
bizzat temin ederlerdi.
Valiye yol verin!
Rasûlullâh âşığı ve hadîs-i şeriflerin kara sevdalısı Ebû Hureyre'nin, Fahr-i Kâinat Efendimizin hayatını
yakından takip etmek
(2)
eş-Şifâ, I, 266; ayrıca bk.
(3)
eş-Şifâ, I, 267,
(4)
İhya,
Tuhfetu'l-Ahvezî, VII, 191.
III, 355.
ve sözlerini duyup öğrenmek için onun etrafında nasıl pervane olduğunu biliyoruz. Bu büyük şahabı,
Medine valisi olduğu yıllarda bile kendi işini bizzat görür, sırtına odun yükleyip çarşıya getirirken: «Valiye
yol verin!» diye şaka yapmaktan geri kalmazdı. (5)
Erkekliğe zarar mı?
Büyüklerimizin üstün tevazu anlayışını lâyıkıyla kavramaktan âciz olduğumuzu itiraf edelim, Bu
kusurumuz, yetişme tarzımızdan gelmektedir. Çoğumuz, erkek çocuklarına kötü örnek olduğumuzu
düşünmeyerek, ev işlerinde hanımlara yardım etmenin erkekliğin şanından olmadığını söyler dururuz. Bu
sebeple erkek çocuklarımız, anne ve ablalarına yardım etmenin erkekliğe yakışmayacağı kanaatiyle
yetişirler. Yukarıdaki misaller bu tutumun hatalı olduğunu göstermektedir. Erkek, ailesine ev işlerinde
yardım etmekle hiçbir şeyini kayb etmez. Aksine aile fertlerinin sevgisini daha çok kazanır. Şayet ev
işlerinde hanımlarına yardım etmek, onların taşımaya çalıştığı ağır yükün bir ucundan tutarak rahat nefes
almalarını sağlamak erkekliğe yakışmayan veya erkekliğe zarar veren bir husus olsay(5)
Gösterilen yer.
dı, bunu herkesten önce Peygamber Efendimiz yapmazdı. Hanımlarına yardım etmesine rağmen
erkekliğinden hiçbir şey kayb etmediğini, aksine O'nun eşi bulunmaz nitelikte bir erkek olduğunu ifâde
eden sa-hâbî sözleri pek çoktur.
Rasûl-i Ekrem'e benzeme ve her davranışında onu örnek alma idealinde olan müs-lümanın, «Her ne
buyurmuşsa baş üstüne, ama ev işlerinde hanıma yardım etmek bizde ayıp sayılır» gibi mazeretler ve
bahaneler ileri sürmesi hiçbir mantıkla izah edilemez. Madem ki «Rasûlullâh (s.a.)'in bize en güzel numune
olduğunu» Allah Teâlâ bildirmiştir; (6) şu halde onu her mevzuda rehber edinmek zorundayız. Bir önceki
makalemizde belirtildiği üzere Fahr-i Kâinat Efendimizin bu nevi davranışlarının gayesi aile yuvasındaki
huzuru koruyup devam ettirmektir.
Kılıbık
Nereden nasıl girdi, aramıza kim soktu bilmiyorum, şu kılıbık sözüyle birileri, zayıf karakterli erkekleri
âdeta dine ve sünnete aykırı davranmaya zorlamaktadır. Eğer kılıbıklık, Peygamberimizin yukarıda
gördüğümüz davranışları ise, buna kim itiraz edebilir? Onun örnek hareketlerini hangi cüretkâr çirkin
görebilir?
(6)
Ahzâb sûresi, 21.
Şurası muhakkak ki kılıbıklık bu değildir. Kılıbıklık, kadına kul köle olmak demektir. Dine, diyanete
uymayan hususlarda, gayr-ı meşru yaşama, giyim-kuşam ve dinin ahlâksızlık saydığı davranışlarda kayıtsız
şartsız karısının buyruğunda olan kişinin hâlidir kılıbıklık.
Aklı, mantığı doğru bulmasa bile, karısının isteklerini itiraz etmeden yapan, hanım bağırıp çağıracak diye
ödü kopan adama kılıbık denir. İşte acınacak, küçümsenecek, alay mevzuu yapılabilecekler, böyle
kimselerdir.
Yoksa, karısına olan sevgi ve şefkatinden, yuvasının huzuruna düşkünlüğünden dolayı ev işlerine yardım
eden, ailesinin hizmetinde olan, aman bir huzursuzluk çıkmasın diye bazı can sıkıcı davranışlara katlanan
faziletli kimselerin hâlini beğenmemek ve bu hâli kılıbıklık diye vasıflandırmak, hâşâ Peygamber sünnetini
küçümsemek olur ki, böyle bir bedbahtlıktan Allah bizleri korusun.
Peygamberimizin bu konudaki yaşayışını günlük hayatımızda devam ettirmek için her anne-baba,
yetişmekte olan yavrularına bu mevzularda iyi örnek olmaya çalışmalı, onları müstakbel yuvalarında
bahtiyar edecek davranışlara şimdiden alıştırmalıdır.
YUVADA BAHAR
EM Hureyre (r.a.)'den : Rasûlullâh (s.a.) şöyle buyurdu : «En mükemmel mü'min, ahlâkı en güzel
mü'mindir. Hayırlınız, hanımlarına karşı da hayırlı olanınızdır.» (1)
Kim en hayırlı?
Olgun iman sahibi bir kimse, bütün insanlara iyi davranacağı, iyilik düşüneceği, hatır gönül yıkmayacağı
için en mükemmel ve en iyi insandır. Enbiyâ, evliya ve diğer sâlih kişiler, hoşlanmadıkları halde güçlüklere,
cefalara, eziyetlere göğüs gerdikleri, herşeye rağmen insanları sevip onlara katlandıkları, herkese ve
herşeye karşı şefkat merhamet duygulan ile dolu oldukları içindir ki, en olgun imân onlarda bulunur.
Hasan Basrî Hazretleri, güzel ahlâkın mahiyetini bir cümleyle şöyle dile getirir:
«Güzel ahlâkın esası, iyiliği yaygınlaştırmak, kimseyi rahatsız etmemek ve güler yüzlü
olmaktır.»
(1)
Tirmizî, Radâ', 11.
Mükemmel imanın ölçüsü güzel ahlâk olduğu gibi, hayırlı olmanın ölçüsü de kadınlara iyi davranmaktır.
Hatta bir hadis-i şerifinde meseleyi daha geniş çapta ele alan Hz. Peygamber:
«Hayırlınız, aile fertlerine karşı hayırlı olanınızdır. Ailesine en hayırlı olanınız da benini» buyurmaktadır. (2)
Bu ifadesiyle Efendimiz, hayırlı denmeye en lâyık insanın, ailesine karşı iyi, faydalı, eli açık, müsamahalı ve
güler yüzlü kimseler olduğunu belirtmektedir. Böyle olmayanlarda hayır bulunmadığı da sözün gelişinden
anlaşılmaktadır.
Dışı seni, içi beni
Ne yazık ki, çoğumuz bu tehlike ile karşı karşıyayızdır- Öylelerimiz vardır ki, dışar-da tanıdığımız,
tanımadığımız kimselere karşı son derece hoşgörülü, mülayim ve nâzik davrandığımız halde, eve gelince,
dünyanın en kaba, en asık suratlı ve en müsama-hasız insanı olup çıkara. Takke düşer, kel görünür.
Maskemiz düşer, asıl hüviyetimiz ortaya çıkar.
Böylesine hayırsızlıktan Allah'a sığın-malı, Efendimizin ahlâkını almaya, onun gibi olmaya gayret etmeliyiz.
(2)
İbni Mâce, Nikâh, 50.
İmam Mâlik İbni Enes Hazretleri, «Bir kimse aile fertlerine, kendini dünyanın en sevimli insanı olarak kabul
ettirmelidir,»
derken, Rasûl-i Kibriya Efendimizin, evindeki halini dikkate almış olmalıdır.
Sevgiye giden yollar
Efendimiz Hazretlerinin hanımlarına karşı davranışım gözönünde bulundurarak şu örnek hareketleri elde
edebiliriz:
1 — Bir koca, hanımına duyduğu sevgiyi zaman zaman dile getirmeli, ona yaptığı ve ileride yapmayı
düşündüğü iyilikleri söylemelidir. Böylece onu ihmâl etmediğini göstermiş olur ki, bu mevzuda yalana bile
cevaz verilmektedir .
2 — Eski yeni birtakım meseleleri sohbet mevzuu yapmalı, gördüğü, duyduğu, okuduğu faydalı
bilgileri hanımına anlatmalıdır. Bu suretle karısına faydalı şeyler öğ retmiş, iyi ve doğruyu telkin etmiş
olacağı gibi, onunla her mevzuu konuştuğu kanaa tini de uyandırmış olur. Rasûl-i Ekrem Efendimiz, bu
maksatla hanımlarına geçmiş mil letlerin güzel ve ibretli hikâyelerini anlatır, bir yandan onların hoşça vakit
geçirmeleri ni sağlarken, diğer yandan da onlara güzel huylar ve iyi davranışlar telkin etmiş olurdu.
3 — Zaman, zaman şakalar yapmalı, mizahî mevzular anlatmalı, böylece evin içinde samimî bir hava
meydana getirmelidir.
Ümmü Zer hadîsi
Efendimizin hayatında bunun misalleri çoktur. Sahih-i Buharı ve Sahih-i Müslim'de yer alan Ümmü Zer'
hadisi bunlardan biridir. Nice âlimlerimizin şerhler yazarak açıkladığı ve Arap edebiyatının en değerli
numunelerinden biri olarak kabul edilen bu hadisi Rasûl-i Ekrem Eefendimizin ailesi arasında neler
konuştuğuna bir misâl olarak buraya alıyoruz.
Muhtelif rivayetler bu hadisi ya Peygamber Efendimizin Hazret-i Âişe'ye veya Hazret-i Âişe'nin Hazret-i
Peygamber'e anlattığını ifade etmektedir. Hadisin tam tercümesi şöyledir:
«Vaktiyle onbir kadın bir araya gelerek kocalarının durumuyla ilgili hiçbir şeyi birbirinden gizlemeden
anlatmak üzere sözleş-mişlerdi.
Birinci kadın dedi ki: «Benim kocam dağ başında bulunan arık bir devenin etidir. Olduğu yer düz değil ki,
yanına çıkılıp varılabilsin. Kendisi semiz değil ki, istenip gö-türülsün.»
İkinci kadın söze başlayarak dedi ki : «Kocamın halini ifşa edemem. Çünkü kusurlarını hiçbir zaman noksan
bırakmadan sayamamış olmaktan korkarım. Eğer onun fenalıklarını sayacak olursam, gizli, aşikâr herşeyini
sayıp dökmek zorunda kalacağım.»
Üçüncü kadın dedi ki : «Benim kocam, ahmağın biridir. Ayıplarını söylersem beni boşar. Susup
konuşmazsam beni kendisinden uzak bırakır.»
Dördüncü kadın: «Kocam tıpkı Tihâme geceleri gibi, ne sıcaktır, ne de soğuk. (Bu sebeple) kendisinden ne
korkulur, ne de usanılır,» dedi.
Beşinci kadın dedi ki: «O, evine geldiğinde (avdan dönen) bir pars gibidir. (3) Evden çıkınca, dışarıda bir
arslan gibidir. Evde ne alıp sattığımı hiç sormaz.»
Altıncı kadın dedi ki: «Kocam (oburdur) ortada ne varsa siler süpürür. Su içerken de kabı kaçağı kurutur.
Yatarken yorganına bürünür (bir tarafa çekilir). Hüznümü anlayıp gidermek için elini elbisemden içeri bile
sokmaz.»
Yedinci kadın şunları söylemiştir: «Benim kocam iktidarsız aptalın biridir. Kendisinde her dert ve huysuzluk
vardır, Insa(3)
Yani koynumda mışıl mışıl uyur.
nın ya başını yarar, ya bir tarafını kırar; yahut hem yarar, hem kırar.»
Sekizinci kadın: «Benim kocamın vücudu tavşan gibi yumuşaktır; güzel kokulu bir nebat gibi hoş kokar,»
dedi.
Dokuzuncu kadın dedi ki : «Kocamın evi yüksek direkli şahane bir evdir. (4) Kılıcının kını uzundur. (5)
Ocağının külü çoktur. (6) Evi de misafir kabulüne müsait yerdedir.»
Onuncu kadın da demişti ki: «Kocam mâlik'tir, (7) hem de nelere... Hayalinizden geçen her güzel şeye
sahiptir. Geniş ağılları olan sürü sürü develeri vardır; ama bu develerin yaylım yerleri azdır. (8) Develer ud
sesini duyunca boğazlanacaklarını anlarlar.» (9)
Onbirinci kadın (Ümmü Zer') söze şöyle başlamıştır: «Kocam Ebû Zer'dir... Kulaklarımı mücevherat ile
hareket ettirdi. Bakınız pazularımı nasıl tombullaştırdı? Rahat bir hayat temin ederek beni yüceltti. Ben de
buna uydum, huzur ve sükûna kavuştum. O beni «Şıkk» denilen bir dağ eteğinde küçücük bir koyun
sürüsü sahibi olan kabilemin arasında buldu. Beni oradan alarak atlan kişneyen, develeri böğüren, ekinleri
sürülüp savrulan bir yere getirdi. Onun yanında sözüm reddolunmaz. Sabaha kadar uyurum da kimse beni
uyandırmaz. O kadar çok süt içerim ki, artık içecek halim kalmaz.
(4)
Yani evin yüksekliği kastedilmektedir.
(5)
Yani kendisi uzun boyludur.
(6)
Yani cömerttir.
(7)
Onuncu kadının kocasının adı da Mâlik olması dolayısıyla kelime iki manâda kullanılmıştır.
(8)
Yani misafir için hemen kesmeye amade bu lunurlar.
(9)
sezerler.
Yâni kocası misafirlerini ud ile karşılama âdetinde olduğu için develer sesin neyi ifade ettiğini
Ebû Zer'in bir anası var, aman ne kadındır o! Sandıkları, anbarları dolup taşar. Evi rahat ve geniştir.
Ebû Zer'in oğlu, bilseniz ne zarif bir delikanlıdır! Yattığı yer, kılıcı çekilmiş bir kın gibi düzgündür.
Ebû Zer'in bir kızı var, bilseniz o ne kızdır! Babasının, anasının sözünü dinler. O-nun mevzun vücudu
elbisesini doldurur. Bu halleriyle o akranını (veya kumasını) kıskandırır.
Ebû Zer'in cariyesi ne câriyedir! Sırlarımızı kimseye açıp söylemez. Malımızı saçıp savurmaz. Huzurumuzu
kaçırmaz. Evimizi tertemiz tutar.»
Ümmü Zer sözüne devamla dedi ki: «Birgün süt tulumlarının çalkanmaya başladığı bir zamanda (10) Ebû
Zer' evden çıktı. Yolda, pars gibi iki çocuğu, göğsünün altında iki narı andıran sinesiyle oynayan bir kadın
gördü. Beni boşadı, onu aldı. Ondan sonra ben, asil ve zengin bir adamla evlendim. Bu kocam en güzel ata
biner. Hat (11) mamulü mızrağım eline alır, akşama doğru sürüleri önüne katıp bana gelir, bunların
herbirinden bana birer çift verdikten sonra, «Ümmü Zer'! Ye, iç; akrabalarına da dağıt!» derdi.
Ümmü Zer' bu arada dedi ki: «Ne var ki, onun bana verdiği şeylerin hepsini bir araya toplasam, yine de
Ebû Zer'in en küçük kabını doldurmaz.»
Hz. Âişe demiştir ki: Hz. Peygamber, bunun üzerine bana şunları söyledi:
«Ey Âişe, Ümmü Zer-'e göre Ebû Zer ne ise, ben de sana karşı öyleyim.»
En önemli hadis kitaplarında yer alan bu hadis, Efendimizin sulh ve sükûnu temin etmek ve yuvada bahar
havası estirmek için ne yollara başvurduğunun güzel bir delilidir.
(10) Sabah erkenden veya bir ilkbahar mevsiminde, demektir.
(11) Hat, değerli mızraklarıyla şöhret yapan Uman bölgesindeki bir yerin adıdır.
Resûl-i Ekrem Efendimizin, hayatının muhtelif dönemlerinde Hz. Âişe validemizle koşu yaptığı dahi
olmuştur. Bu yarışlarda ilk zamanlar Efendimizi geçen Hz. Âişe, daha sonraları şişmanladığı için bu defa da
Efendimiz onu geçmeye başlamıştır. (12)
(12)
Ebû Dâvud, Cihad, 61; Müslim, VI, 264.
YÜZÜNE VURMA ÇİRKİNSİN DEME
Amr İbni'l-Ahvas el-Cüşemi (r.a.), Rasûl-i Ekrem (s.a.)'in Allah'a hamdü sena edip ondan korkulması
gerektiğini hatırlatarak öğüt verdikten sonra şöyle buyurduğunu dinlemiştir:
«Ashabım! Kadınlara iyi davranmanızı tavsiye ediyorum. Vasiyyetimi tutunuz. Zira onlar sizin emriniz
altındadır. Kesin olarak bildiğiniz bir ahlâksızlık yapmadıkları takdirde onlar üzerinde zorbalık kurmaya
hakkınız yoktur. Eğer gayr-i ahlâkî bir hareket yaparlarsa, onları yataklarında yalnız bırakın, bir yerlerini
incitmeyecek şeklide dövün; ama size itaat ederlerse aleyhlerinde yol aramayın.
Şunu bilin ki, sizin kadınlar üzerinde haklarınız olduğu gibi onların da sizi üzerinizde hakları vardır.
Sizin onlar üzerindeki haklarınız, yatağınızı yabancılardan korumaları, istemediğiniz kimseleri evinize
almamalarıdır.
Onların sizin üzerinizdeki hakları da kendilerine iyi bir kıyafet ve geçim imkânı sağlam anızdır.» (1)
(1)
Tirmizî, Radâ', 11; İbni Mâce, Nikâh, 3.
Üç yol
Kadınlara nisbeten erkekler daha güçlü ve dayanıklı olduğu için Allah Teâlâ, kadınları erkeklerin şefkat ve
himayesine emânet etmiş ve onların aile reisi olduğunu bildirmiştir. (2) Buna rağmen kadın, huzursuzluk
çıkarırsa durum ne olacaktır? Âyet-i kerîme bu soruyu şöyle cevaplandırıyor :
«İyi kadınlar itaatli olanlardır. Allah, kendi haklarını nasıl koruduysa, onlar da erkeklerinin haklarım öylece
korurlar. Serkeşlik etmelerinden korktuğunuz kadınlara gelince: Onlara önce öğüt verin; vazgeçmezlerse
kendilerini yataklarında yalnız bırakın. Yine yola gelmezlerse dövün. Size itaat ediyorlarsa aleyhlerinde bir
yol aramayın.» (3)
Görüldüğü üzere hadisimiz, bu âyet-i kerîmenin şerhi durumundadır. Böyle olunca, kadınların ıslâhı
hususunda takip edilmesi gereken yolu gösteren de Allah Teâlâ'dır. Bizzat yarattığı varlıkların ruhî
problemlerini ve onların en iyi nasıl eğitileceklerini Allah Teâlâ kadar hiç kimsenin bilememesi son derece
tabiîdir. O halde, eğitirken hafiften ağıra doğru tedrici bir seyir takip eden bu ilâhî terbiye şekline kimse dil
uzatamaz.
(1)
Tirmizî, Radâ', 11; İbni Mâce, Nikâh, 3.
(2)
Nisa sûresi, 34.
(3)
Nisa sûresi, 34.
Böyle olması gerektiği için, öyle emredilmiştir.
Karşılıklı görevler
Kadın erkeğin iffetidir. Namusunun bekçisidir. Bu sebeple kadın, ırz ve namusunun üzerine titreyecek,
iffetine toz kondurmaya-caktır. Eve girmesine kocasının izin vermediği kimseleri kapıdan içeri sokmayacak;
değil bir yabancıyla, kocasının görüşmesine izin vermediği akrabadan bir kadınla dahi bir arada
bulunmayacaktır.
Buna mukabil erkek de karısının aleyhinde bir kötülük düşünmeyecek, onu kendi içtimaî seviyesine uygun
bir şekilde yedirip giydirecektir. Bununla beraber karısının iç âlemine, ruh ve gönül dünyasına karşı saygılı
olacak, hanımların bilhassa dikkat ettiği bazı mevzularda hesaplı konuşmaya çalışacaktır. Aşağıdaki hadis-i
şerif, N'e-biyy-i Mükerrem Efendimizin bu mevzuda ne kadar hassas düşündüğünü göstermektedir :
Muâviye İbni Hayde (r.a.)'den:
—
«Ya Rasûlullâh!
Kadınlarımızın
bizim üzerimizdeki hakkı nedir?» diye sordum. Şöyle buyurdu:
— «Yediğiniz ölçüde yiyimlerini, giydiğiniz ölçüde giyimlerin sağlamak, yüzlerine vurmamak, yaptıkları
işin ve kendilerinin çirkin olduğunu söylememek, onları yataklarında yalnız bırakmak icab ederse, bu işi
yalnız ev içinde yapmaktır.» (4)
İslâmın kadını ezdiğini, ona değer vermediğini söyleyenlere bu hadisi göstermelidir. Efendimiz, kadının
yiyim ve giyim gibi en zarurî iki maddî ihtiyacına çözüm getirdikten sonra, onun son derece hassas ruh
dünyasına saygılı olmak gerektiğine dikkati çekmektedir. Her şeyin maddî açıdan ele alındığı bir çağda
kadının psikolojik yapısını gözeterek, onun gönlünü en çok kıran, maneviyatını alt-üst eden kaba
davranışlardan sakındırmaktadır.
En acı söz
Kadın ruhunu herşeyden fazla yıpratan, onu derin acılara boğan en kötü söz, yüzüne karşı çirkin olduğunu
söylemektir. Kadının bu hassas yanını dikkate alan Hz. Peygamber, güzel olmadığı tarzındaki ağır ve kaba
sözlerle kadınlık gururunun rencide edilmesine izin vermemektedir. İşi böylesine hassas bir ölçüde
değerlendiren Rasûl-i Ekrem Efendimizin kadın vücudunun zayıf nahifli-ğini, özel hâli ve gebelik gibi geçici
sebeplerle güzelliğinin bazan gölgelendiğini —burada zikr etmese bile— dikkate aldığı muhakkaktır. Kaldı
ki, herkesin yüzünü dilediği şekilde yaratan Allah'dır. Onun yaptığı bir işi, bir tasarrufu beğenmemeye
kalkmak büyük küstahlıktır.
(4)
Ebû Dâvud, Radâ', 41; İbn-i Mâ'ce, Nikâh, 3; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, IV, 447; V, 3.
Yüze vurmaya gelince, bu yasak herkes için geçerlidir. Çocukların ve kölelerin dahi yüzlerine vurmayı,
hatta hayvanların yüzlerini dağlamayı Efendimiz şiddetle yasaklamıştır; zira yüz, insan şahsiyetinin
simgesidir. Yüze vurmak, insana saygı göstermemek demektir.
Kadın için yüz ayrı bir ehemmiyet taşır; zira güzelliğini canlı tutmak üzere kadının en fazla ihtimam
gösterdiği uzvu yüzüdür.
Kol kırılır yen içinde
Hadis-i şerifin işaret ettiği bir diğer husus da, karısına darılıp ayrı yatmak zorunda kalan bir erkeğin, bu
cezayı evin dört duvarı arasında tatbik etmesidir; çünkü bu sırrın ifşa edilmesi kadın için son derece
haysiyet kinci olduğu gibi, yuvanın yıkılma sını isteyen bazı fesatçı dedi-koducu kimselere fırsat verilmesi
bakımından da mahzurludur. Evliliğin sona erdirilmesini gerektiren bir zaruret bulunmadıkça, «Kol kırılır
yen içinde» kaidesine uyularak başkasını işe karıştırmamalıdır.
BELKİDE O AKŞAM!
Abdullah İbni Zem'a (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Rasûlullâh (s.a.) bir hutbesinde kadınlardan bahsetti.
Onlar hakkında nasihat ederek şöyle buyurdu:
«Herhangi biriniz karısını tıpkı köleyi döver gibi dövmeye kalkışıyor. Belki de o aksam onunla
aynı yatakta yatacaktır!»
Hutbesinin devamında . ashabının yellenmeden ötürü gülmelerine temasla şöyle nasihat etti:
«İnsan bizzat kendinin de yaptığı bir şeye ne diye güler?» (1)
Kimseye vurmadı
Kendini görüp dinleme bahtiyarlığına eren ashab-ı kirama irad ettiği hutbelerinden birinde Rasûl-i Ekrem
Efendimizin muhtelif mevzuları ele aldığını görmekteyiz. Bu mevzulardan biri de kadın dövmenin çirkinliği,
yersiz ve mânâsız olduğudur.
Acaba bu konuda Fahr-i Kâinatın durumu nasıldı?
(1)
Buhârî, Tefsiru sûre 91/1; Müslim, Cennet, 49.
Hz. Âişe validemiz, Nebiyy-i Muhterem Efendimizin hayatı boyunca hiçbir hizmet çiyi dövmediğini, hiçbir
hanımına tokat atmadığını, hatta hiçbir şeye eliyle vurmadığını söylemektedir. (2)
Kadın dövmek bir yana, kocasının ona küsmesini bile doğru bulmayan Rasûlullâh (s.a.), insan karısının bir
huyunu beğenmezse, bir başka huyundan memnun olur, derdi. (3)
Aile hayatının devamını ve yuvanın huzurunu sağlayan kadına büyük değer veren Efendimiz, dövdüğü
kadınla belki de aynı akşam bir yatakta bulunacak bir kimsenin, hayatını ve yastığını kendisiyle paylaşan
karısını dövmesindeki manasızlığı, son derece tutarlı, mantıklı ve çarpıcı bir üslûpla gözler önüne
sermektedir.
Yuva nasıl bozulur?
Birbirinin mahremiyetine girmiş, birbirine gönül vermiş, dert ve mihnetlere birlikte göğüs germiş karıkocanın karşılıklı anlayış havasına girmesi, birbirini hoş görmesi icab eder. Bir insanın dövmesi, dış âlemin
gürültülerinden kaçarak huzur ve sükûnetine sığındığı saadet yuvasını kendi eliyle bo(2)
İbn-i Mâce, Nikâh, 51.
(3)
Müslim, Radâ', 61.
zup dağıtması demek olur ki, bunun manasızlığı ortadadır. Ahlâk dışı bir hareket yaptıklarında aşın
gidilmemek şartıyla ve yola getirmek maksadıyla dövülmelerine Allah Teâlâ'nın izin verdiğini bilmekteyiz.
(4) Bu itibarla son derece nazik ve hassas olan bu mevzuda hem kadınların, hem de erkeklerin dikkatli
bulunması gerekmektedir. Yine asr-ı saadetten alacağımız bir misalle bu çapraşık mevzua açıklık getirmeye
çalışalım:
İyâs İbni Abdullah (r.a.)'ın rivayet ettiğine göre Rasûlullâh Efendimiz: «Kadınları dövmeyiniz,»
buyurmuştu. Hz. Ömer, Ra-sûl-i Muhterem'e gelerek: «Kadınlar kocalarına karşı isyankâr olmaya başladı,»
deyince, Efendimiz de dövülmelerine izin vermişti. Bunun üzerine kocalarından şikâyet eden birçok kadın
Zevcat-ı tahirat'a yâni Peygamberimizin hanımlarına dert yanmaya başladı.
Bu hali gören Rasûlullâh (s.a.) :
«Kocalarını Muhammed ailesine şikâyet eden kadınların sayısı çoğalmaya başladı. Kanlarını döven erkekler,
hayırlı kimseler değildir.» (5) buyurdu.
Görüldüğü üzere, Efendimizden büyük
(4)
(5)
Nisa sûresi, 34.
Ebu Dâvud, Nikâh, 42; İbn-i Mâce, Nikâh, 51; Dârimî, Nikâh, 34.
himaye gören hanımlar, kocalarına karşı cür'etkâr davranmaya başlayınca, âyet-i kerîmeye bakarak Rasûli Kibriya (r.a.) kadınların dövülmesine izin vermişti. Bu defa da erkekler dövme konusunda aşın gitmişlerdi.
Hz. Peygamber, bu hareketi de tasvip etmemişti; zira huysuzluk yaptıkları zaman kadınları dövmek mubah
ise de, onların yaptıklarına sabr edip katlanmak ve dövmemek daha iyi idi.
İlâç gibi
Bu hâdise de bize göstermektedir ki, ister erkek, ister kadın, insanoğlu ifrat ve tefrit arasındaki orta yolu
kolay kolay bulamamaktadır. Arkalarında Hz. Peygamberin bulunduğunu bilen sahabiyye hanımların
erkeklerine kafa tutmaya başlaması ile, dövme iznini koparan bazı sahabîlerin fırsatı ganimet bilip ölçüyü
kaçırmaları hâdisesi son derece ibretlidir. Efendimizin bu konudaki buyrukları, karı-kocanın iyi geçinmesinin
esas olduğunu, her birinin vazifesini dikkatle yapması gerektiğini, kadını dövmenin yiğitlik ve erkeklik
alâmeti olmayıp buna gerektiğinde tıpkı bir ilâç gibi başvurabileceğini ifade etmektedir.
Halife böyle olursa
Mizacının sertliğini bildiğimiz ve Ra-sûl-i Ekrem'den kadınları dövme iznini bizzat aldığını gördüğümüz Hz.
Ömer'in bu konuda nasıl davrandığını büyük âlim Ze-hebî'den dinleyelim :
Hazret-i Ömer'in hilâfeti zamanında bir adam, davranışlarını beğenmediği karısını şikâyet etmek üzere
Hâlife'nin evine gelir. Kapının önüne oturur ve Hz. Ömer'in çıkmasını bekler. Derken içerden bir gürültü
kopar- Hazretti Ömer'in hanımı, Koca Hâli-fe'ye bağırıp çağırmakta ve fakat Hz. Ömer ağzını açıp da
karısına tek kelime söylememektedir. Bu hali gören kapıdaki zavallı boynunu bükerek:
— Bütün şiddetine ve sertliğine rağmen, üstelik de Mü'minlerin Emîri iken Ömer'in hâli böyle olursa,
benim hâlim nice olur? diyerek kalkıp giderken Hz. Ömer dışarı çıkar. Adamın arkasından:
— Hayır ola, derdin neydi? diye sesle nir. Adam da der ki:
— Ey mü'minlerin emîri! Karımın kötü huylarını ve bana karşı haddini aşıp ileri gittiğini sana şikâyet etmek
üzere gelmiştim. Senin karının da sana karşı olmadık sözler söylediğim duyunca vazgeçip geri döndüm ve
kendi kendime dedim ki: Mü'minlerin Emiri karısıyla böyle olunca, benim derdime nasıl deva bulacak?
Bu sözleri dinleyen Hz. Ömer, adama şunlar ısöyledi:
—
Kardeşim, karımın benim üzerimdeki hakları sebebiyle ona tahammül etmeye çalışıyorum. Zira o
benim hem aşçım, hem fırıncım, hem çamaşırcım, hem de çocuklarımın süt annesidir. Halbuki o bütün
bunları yapmak zorunda da değildir. Üstelik gönlümün harama meyi etmesine engel olanda odur. Bu
sebeple onun yaptıklarına katlanıyorum, deyince Adam:
—
Ya Emîre'l-Mü'minîn!
Benim karım da aynen öyle, dedi.
Hz. Ömer şunları söyledi:
— Haydi kardeşim, karına katlanmaya bak! Hayat dediğin göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor. (6)
Köle
Bahsimizin başında yer alan hadis-i şe-rifdeki, «Karınızı tıpkı bir köleyi döver gibi dövmeyiniz.» ifadesine
bakarak islâm'ın köleyi dövmeye, onu ezmeye izin verdiği manâsı çıkarılmamalıdır. Köleyi efendisinin
kardeşi sayan dinimiz, onun ezilmesine na(6)
Zehebî, el-Kebâir, 179.
sıl göz yumar? (7)
Bu ifadeyle Rasûl-i Ekrem. Efendimiz, kadının hür olduğunu, ona köle muamelesi yapılmayacağını
söylemektedir.
Kulağım ağır işitiyor
Daha sonra bir muşaret kaidesine temas eden Rasûlullâh (s.a.), yellenme gibi tabiî bir hadiseyi alay
mevzuu yapmamak, yellenen kimseyi de utandırıp mahcup etmemek gerektiğini hatırlatıyor.
Evliyaullah, Nebiyy-i Muhterem Efendimizi en iyi anlayan ve onun buyruklarını en iyi tatbik eden büyük
insanlardır. Onlardan biri de Hâtem-i Esam Hazretleridir. «Esam» sağır mânâsına gelir. Hâtem'in bu lâkabı
almasına sebep olan hâdise, hadis-i şerifi daha iyi anlamamıza yardım edecektir:
Bir kadın Hâtem'e müşkilini sormak üzere gelmişti. İnsan hali bu ya, kadıncağız elinde olmadan
yelleniverdi. Bu hadise zavallıyı perişan etti. Yer yarılsa da keşke yerin dibine geçseydi. Hâtem-i Esam
Hazretleri, kadını utandırmamak için bu sesi duymamış görünerek:
(7) islâm'ın kölelere ne gibi imkânlar tanıdığını, onları hürriyetlerine nasıl kavuşturduğunu etraflıca
görebilmek için; «Örneklerle İslâm Ahlâkı» adlı kitabımızı 133-143. sayfaları okunabilir.
— Biraz yüksek sesle konuş, duyamıyorum.Kulağım ağır işitiyor, deyince sanki dünyalar kadının oldu.
Hâtem'in gerçekten ağır işittiğini zannederek son derece sevindi.
Hâtem, kadının haysiyetini korumak için daha sonraları da sağır taklidi yapmaya devam etti ve bu yüzden
«Esam» diye şöhret buldu.
Selma'yı dövme
Kitabımızı bitirirken, yukarıdaki olaylara benzeyen ve Peygamber Efendimizi gül-' düren bir olayı anlatmak
istiyorum.
Efendimizin hizmetkârlarından Selmâ adlı bir hanım var. Şu kadarını söyleyelim ki, bu Selmâ Rasûl-i
Ekrem'in oğlu İbrahim'in ve kızı Fâtıma Anamızın doğumlarında ebelik yapmıştır. Elleriyle dünyaya getirdiği
Hz. Fâtıma'yı, dünyaya veda edip gittiğinde yıkayan hanım yine bu Selmâ'dır.
Birgün Selmâ Peygamber Efendimizin huzuruna girerek kocası Ebû Râfi'i beni dövüyor, diye şikâyet etti.
Peygamber Efendimiz hemen Ebû Râfiî çağırttı ve ona:
— Hayrola Ebû Râfiî'? Selmâ ile aranız da ne var? Niçin onu dövdün? diye sordu. Ebû Râfi' de:
— Beni üzüp düşürüyor, yâ Rasûlullâh! dedi.
Bu defa Rasûl-i muhterem Selmâ'ya döndü:
— Ne yaptın da onu" üzdün, Selmâ? diye sordu. Selmâ da şunları söyledi:
— Ben onu üzecek birşey yapmadım, yâ Rasûlallâh. Namaz kılarken yellendi. Ben de ona: Ebû Râfi',
abdestli iken bir adamdan yel çıkarsa, abdest alması gerektiğini Rasûlullâh müslümanlara emretti, dedim.
Bunun üzerine, gelip beni dövdü.
Bu sözleri duyan Peygamber Efendimiz gülmeye başladı. Bir taraftan gülüyor, bir taraftan da Ebû Râfi'e
şöyle diyordu:
— Ebû Râfi', o sana kötü birşey söyle memiş ki, doğru
olanı söylemiş. Bir daha Selmâ'yı dövme. (8)
Güçsüz, müdafaasız bir insanı dövmek, birinin istemiyerek yaptığı bir kusuru veya kusur sayılmaması
gereken bir hadiseyi alay mevzuu yaparak mânevi şahsiyetini rencide etmek doğru olmayan davranışlardır.
Efendimizin bu mevzulardaki tavsiyelerinin büyüklerimiz tarafından hayata nasıl uygulandığını görmüş
bulunuyoruz. Cenab-ı Mevlâ'dan bizlere de bu misâllerdekine benzer anlayış ve fazilet lûtfenmesini niyaz
edelim.
(8)
Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 272; Üsdü'1-ga-be, VII, 147-148.

Benzer belgeler