2014 bildirimler kitabı

Transkript

2014 bildirimler kitabı
16 – 17 – 18 EKİM 2014
BURSA
ISBN- 978-605-01-0875-0
YAYINLAYAN
TMMOB ZİRAAT MÜHENDİSLERİ ODASI BURSA ŞUBESİ
Bursa Akademik Odalar Birliği (BAOB) Yerleşkesi Odunluk Mahallesi
Kale Cad. No:20 Kat:2 A/4 Nilüfer – Bursa
Telefon: +90 224 4518866 Faks: +90 224 4518808
[email protected]
BASIM
DETAY COPY MATBAA & YAYINCILIK
Tahtakale Çelebiler Cd. No:9 Osmangazi/BURSA
Tel.&Faks: 0 224 224 32 52
[email protected]
www.detaycopymatbaa.com
Sertifika No: 28780
SONSÖZ VE TEŞEKKÜR
“Kuraklık gölgesinde tarımsal üretim ve kıtlık” sloganı ile TMMOB Ziraat
Mühendisleri Odası Bursa Şubesi, U.Ü. Ziraat Fakültesi ve Ziraat Odaları Bursa İl
Koordinasyon Kurulu Başkanlığı ortaklığında, TÜYAP Bursa Fuarcılık A.Ş.’nin
desteğiyle Bursa Tarım Fuarı ile eş zamanlı olarak 16-18 Ekim 2014 tarihleri arasında
düzenlediğimiz, Kongre Düzenleme Kurulu ve Şube Başkanımız Doç. Dr. Ertuğrul
AKSOY, U.Ü. Ziraat Fakültesi Dekanımız Prof. Dr. İsmail FİLYA, Bursa Ziraat
Odaları İl Koordinasyon Kurulu Başkanı ve Gemlik İlçesi Ziraat Odası Başkanı Ali
ÇELİK ve TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Genel Başkanımız Özden GÜNGÖR’ün
açılış konuşmaları ile başlayan Bursa Tarım Kongresi-2014 "Gıda Egemenliği için
Üretim Odaklı Tarım" sloganı ile 2012 yılında düzenlediğimiz 2. Tarım Kongremizde
olduğu gibi yüksek bir katılım ve başarıyla tamamlanmıştır.
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Genel Başkanı Özden GÜNGÖR, Ziraat
Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İsmail FİLYA, Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Alper KUMRAL,
Bursa Ziraat Odaları İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri Ali ÇELİK, Bursa İl
Koordinasyon Sekreteri ve Elektrik Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı Remzi
ÇINAR, TMMOB Bursa İKK Bağlı Meslek Odası Başkanları, Bursa İli Ziraat
Odalarının Başkanları, Kamu Kurum ve Kuruluşlarının yöneticileri, öğretim üyeleri,
öğrenciler ve daha birçok değerli konuğumuz kongremizin açılışına katılarak bizleri
onurlandırmışlardır. Kongremize katılan, katkı koyan, açılışımıza katılamayıp tebrik
telgrafları ve çelenk gönderen tarımın çok değerli bütün paydaşlarına Bursa Şubesi
Yönetim Kurulu olarak şükranlarımızı ve teşekkürlerimizi sunarız.
Bursa Şubesi olarak üçüncüsünü düzenlediğimiz Bursa Tarım Kongresi, tarım ve
tarımsal üretim konusunda çalışan bilim insanlarını, kamu kurum ve kuruluşlarında
çalışan uzmanları, sivil toplum örgüt üyeleri ve üreticileri buluşturarak, Bursa ilinden
hareketle tarımsal üretimde ülkesel ve bölgesel sorunlar, çözüm yolları, küresel ısınma
ve kuraklık gölgesinde sürdürülebilir, kendine yeterli ve güvenli tarımsal üretimin
unsurları, gübre, su kullanımı ve toprak işlemeyi azaltan toprak ve çevre dostu yeni
üretim teknikleri ve teknolojileri ile bu konuda yapılan çalışmaları sunmak, bilgi ve
deneyimleri paylaşmak amaçlanmıştır.
Bu amaçla kongremizde kuraklık, tarımsal üretim ve kıtlık, bitkisel ve hayvansal
üretim, tarımsal üretimde alternatif ürünler ve üretim olanakları, organik tarım ve iyi
tarım uygulamaları, tohum, fide/fidan yetiştiriciliği ve sorunları, gıda güvenliği, tarımsal
üretimde genetiği değiştirilmiş organizmalar, tarımda finansman, örgütlenme ve
pazarlama sorunları, tarım ve çevre ilişkileri, tarım topraklarının amaç dışı kullanımı,
sürdürülebilir kırsal kalkınma ve yerel yönetimler yasası ve kırsal yaşama etkileri gibi
konu başlıkları temel alınmıştır.
Temel alınan kongre konusu başlıklarında hazırlanarak gönderilenler arasından
60‘tan fazla bilim insanı ve uzmanın katkıları ile hazırlanan 25 adet sözlü ve 6 adet
poster olmak üzere toplam 31 adet bildiri bilim kurulunca belirlenerek kongremizde
sunulması kararlaştırılmıştır.
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Özden
GÜNGÖR’ün oturum başkanlığı yaptığı açılış oturumu ile 16 Ekim 2014 Perşembe
günü başlayan kongremizde 5 oturumda yapılan toplam 31 adet sözlü ve poster bildiri
sunumları gerçekleştirilmiştir.
Kongremizin temasına uygun olarak belirlenen konu ve davetli konuşmacıların
katılımıyla gerçekleştirilen açılış oturumunda, “Tarım ve Kuraklık” ZMO İstanbul
Şube Başkanı Ahmet ATALIK, “İklim Değişikliği, Kuraklık ve Su Sorunu” Prof. Dr.
Hasan DEĞİRMENCİ, “Kuraklığın Hayvancılığa Etkileri” Prof. Dr. Mehmet
KOYUNCU, “Tarımsal Kuraklık ve Alınması Gereken Tedbirler” ise Prof. Dr.
Kenan UÇAN tarafından sunulmuştur. Bitkisel ve hayvansal üretim, tarımda teknoloji
kullanımı, tarım ve çevre, sulama, iyi tarım uygulamaları, tohum, perma kültür, bahçe
kültürleri konu başlıklarında sunulan bilimsel ve teknik ağırlıklı bildiri ve poster
sunumları ile devam eden kongremiz 2016’da düzenlenecek tarım kongresinde
buluşulmak dileğiyle görüş ve önerilerin sunulduğu değerlendirme toplantısı ile 18
Ekim 2014 tarihinde başarılı bir biçimde tamamlanmıştır.
Bursa Tarım Fuarı ile eş zamanlı olarak Bursa Tarım Kongresi’nin
gerçekleşmesini sağlayan, destekleyen TÜYAP Bursa Fuarcılık AŞ.’ne, yoğun emek
harcayan katkı koyan kongre düzenleme kurulu üyelerine ve bağlı kurumlarına, bilim
kurulu üyesi öğretim üyelerimize, U.Ü. Ziraat Fakültesi Dekanlığı ve Ziraat Odaları
Bursa İl Koordinasyon Kurulu Başkanlığı’na sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.
Teşekkürden fazlasını hak eden deneyimlerini, bilgilerini paylaşmak, tarımın sorunlarını
ve çözüm yollarını tartışmak üzere kongremize yurdumuzun çeşitli üniversitelerinden,
kurumlarından, araştırma kuruluşlarından gelen meslektaşlarımıza, uzmanlarımıza ve
bilim insanlarımıza müteşekkiriz. Geleceğimiz olarak gördüğümüz U.Ü. Ziraat
Fakültesi’nin Bursa ZMO Genç ve Ziraat Topluluğu üyesi öğrencilerimize özverili katkı
ve çabaları için yürekten teşekkür ediyoruz.
Kongre kitabının düzenlenmesinde ve kapak tasarımının yapılmasında yoğun
emek ve çaba harcayan yönetim kurulu ve düzenleme kurulu üyemiz Taner GÜLER’e
sonsuz teşekkürlerimizi sunarız.
Son olarak yaptıkları başarılı çalışmalarla Odamıza, mesleğimize ve
meslektaşlarımıza değerli katkıları nedeniyle ZMO Bursa Şubesi Yönetim Kurulu
Üyelerine ve çalışanlarına ayrıca teşekkür ediyor, başarılı çalışmalarının devamını
diliyorum. 2016 yılında düzenleyeceğimiz Bursa Tarım Kongresi 2016’da buluşmak
dileğiyle,
Saygılarımızla
Ertuğrul AKSOY
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası
Kongre Düzenleme Kurulu Başkanı
Bursa Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı
KONGRE PROGRAMI
16 EKİM 2014 Perşembe
09.00-10.30 Kayıt
10.30-12.00 Açılış Konuşmaları
12.00-13.30 Öğle Yemeği
ÇEKİRGE SALONU
13.30-15.00 AÇILIŞ OTURUMU
Oturum Başkanı : Özden GÜNGÖR
Tarım ve Kuraklık ( Ahmet ATALIK )
İklim Değişikliği, Kuraklık ve Su Sorunu (Prof.Dr. Hasan DEĞİRMENCİ Doç.Dr. Çağatay TANRIVERDİ, Araş.Gör. Fırat
ARSLAN )
Kuraklığın Hayvancılığa Etkileri ( Prof. Dr. Mehmet KOYUNCU )
Tarımsal Kuraklık ve Alınması Gereken Tedbirler (Prof. Dr. Kenan UÇAN, Mualla KETEN )
15.00-15.30 Ara
15.30-17.00
1. Oturum: Hayvansal Üretim
Oturum Başkanı : Prof. Dr. Erdoğan TUNCEL
Türkiye ve Avrupa Birliği’nde Organik Hayvancılıktaki Gelişmeler
( Dr. Hülya HANOĞLU)
2023 Vizyonu Çerçevesinde Süt Sığırcılığı; Konya İli Örneği ( Prof. Dr. Cennet OĞUZ)
Hayvansal Üretimde Risk Faktörü Bazı Gıda Patojenleri ve Bunlara Karşı Bitkisel Kökenli Aromatik Bileşiklerin Etkileri
(Yrd.Doç.Dr. Abdullah KIRAN, Yrd.Doç.Dr. Halil TOSUN, Öğrt.Gör. Recep ARSLAN)
Et ve Süt Ürünlerinde Salmonella Türlerinin Sebep Olduğu Riskler ve Halk Sağlığı Açısından Tehlikeleri (Öğrt. Gör.
Recep ARSLAN, Yrd.Doç.Dr. Abdullah KIRAN, Yrd. Doç. Dr. Halil TOSUN )
Mikrobiyolojik Gıda Güvenliği Ve Bağışıklığı Zayıf İnsanları Korumak İçin Düşük Mikrobiyal Yüklü Diyetler ( Yrd. Doç.
Dr. Halil TOSUN, Yrd.Doç.Dr. Abdullah KIRAN, Öğrt.Gör. Recep ARSLAN)
19.30 Akşam Yemeği
17 EKİM 2014 Cuma
10.00-11.30
2. Oturum: Bitkisel Üretim I
Oturum Başkanı : Prof. Dr.
Vedat ŞENİZ
Mısır Tohumlarında Elektriksel İletkenlik Testleri ( Prof.Dr. Özkan SİVRİTEPE, Araş.Gör. Bülent ŞENTÜRK, Araş.Gör.
Sevin TEOMAN)
Farklı Azot ve Fosfor Dozlarının Ketencik (Camelina sativa) Bitkisinin
Verim ve Verim Unsurlarına Etkisi (Çağrı BOLAT, Yard. Doç. Dr. Duran KATAR)
Kuşkonmaz (asparagus officinalis l.) Bitkisinin Farklı Bitki Kısımlarının Tıbbi Özellikleri (Prof. Dr. Lale EFE, Sevtap
KARTAL, Emre DOĞRULUK)
Türkiye’deki Tarla Bitkileri Tarımında Doğrudan Ekim Çalışmaları Elde Edilen Kazanımlar ve Geleceğine Yönelik
Öneriler (İrfan GÜLTEKİN, Hafiz MUNİNJANOV, Serpil GÜLTEKİN)
11.30-12.00 Ara/ Poster Sunumları
12.00- 13:00 Öğle Yemeği
13:00-14.15
3. Oturum: Bitkisel Üretim II
Oturum Başkanı : Dr. Salih ÇALI
Pro-ca (prohexadione calcium) Uygulamasının Genç Kiraz Ağaçlarının Vegetatif ve Generatif Gelişmesi Üzerine Etkisi (
Mesut ADA, Prof. Dr. Semih ÇAĞLAR)
Distribution of Aflatoxin in Peanuts (Arachis hypogaea L.) in East Mediterranean Region of Turkey (Abdulhameed,
Ahmet A., Yard. Doç. Dr. Yaşar ALPTEKİN)
Tarımsal Üretimde Alternatif Ürünler: Marmara Bölgesinde Mantar Yetiştiriciliğinin Koşul ve Olanakları (Prof. Dr. Aydın
GÜREL )
Türkiye’de Organik Sebze Üretimi (Prof.Dr. H.Özkan SİVRİTEPE, Araş.Gör. Sevin Teoman )
14.15- 14.30 Ara/ Poster Sunumları
17 EKİM 2014 Cuma
14.30-15.45
4. Oturum: Tarımda Teknolji Kullanımı, Tarım ve Cevre, Sulama
Oturum Başkanı : Prof. Dr. İsmet ARICI
Bilgisayarlı görme ve sayısal görüntü işleme yöntemlerinin tarımda uygulama alanları
KURTULMUŞ )
(
Araş. Gör. Ferhat
Güneş Enerjisi Kaynaklı Tarımsal Ürün Kurutucuları ( Araş.Gör. Onur TAŞKIN, Yard.Doç.Dr. Nazmi İZLİ, Prof. Dr. Ali
VARDAR)
Bitkilerden Biyoplastik Üretimi ( Ezgi BEZIRHAN ARIKAN, H. Duygu OZSOY)
Bursa İli Su Varlığı ve Tarımda Su Kirliliği ( Yard.Doç.Dr. Barış Bülent AŞIK, Yard.Doç.Dr. Gökhan ÖZSOY, Doç.Dr.
Ertuğrul AKSOY, Prof. Dr. A.Vahap KATKAT)
15.45-16.00 Ara
16.00-17.30
5. Oturum: İyi Tarım Uyg. , Tohum , Permakültür, Bahçe Kültürleri
Oturum Başkanı : Prof. Dr. Erkan REHBER
Meyve ve Sebze Ürünlerinde Fiyat Dalgalanmalarına Kuraklığın Etkisi ( Dr. Filiz PEZİKOĞLU, Gülşah MISIR)
Doğal Afetlerle İlgili Tarım Sigortaları ve Üreticilerin Tutumu (Edirne ve Kırklareli İlleri Örneği) (Dr. Erol ÖZKAN)
Samsun İli Sebze Ve Meyve Üreticilerinin İyi Tarım Uygulamalarına (İTU) Yaklaşımı ( Mehmet AYDOĞAN , Necla
TOPÇU)
Yerel Tohum Çeşitliliğimizi Koruma Çalışmalarında,Tohum Takas Şenlikleri ile Tohum Üretim Tekniği
Değerlendirilmesi
( Hasan Çetin ÖZBAYRAM )
İlişkilerinin
19.30- Akşam Yemeği
POSTER SUNUMLARI
1- Tarım ürünlerinin sınıflandırılması amacıyla çarpma akustik ve sinyal analiz yöntemlerinin
kullanılması ( Araş. Gör. Ferhat KURTULMUŞ )
2- Bazı Böğürtlen Çeşitlerinin Malatya Ekolojik Koşullarına Adaptasyonu( Avcı, S. Doç. Dr.
Mürüvvet ILGIN)
3- Türkiye’de Dane Mısır Yetiştiriciliğinde Karşılaşılan Problemler (Ahmet YULAFCI)
4-Meyve Ağaçlarında Görülen Verticillium Dahliae Kleb. ve Mücadelesi (Furkan Coşkun , Yard.
Doç. Dr. Yaşar Alptekin)
5-Türkiye’de Yağlı Tohum ve Bitkisel Ham Yağ Üretimi İle Üretimin Arttırılabilmesi İçin Alınması
Gerekli Önlemler ( Ferrin Ferda AŞIK, Reşat YILDIZ)
6- Açık Deve Tüyü Renkli Pamuklarda (Gossypium Hirsutum L. ) Döl Kontrollü Teksel Seleksiyon
Yöntemiyle Seçilen Tek Bitkilerin Agronomik Özelliklerinin İstatistiksel Dağılışları ( Zeynep
GÖKÇE Lale EFE )
18 EKİM 2014 Cumartesi
10.30-12.00
Değerlendirme ve Kapanış
12.00-13.00 Öğle Yemeği
KONGRE KURULLARI
KONGRE DÜZENLEME KURULU
KONGRE BİLİM KURULU
Başkan
Üyeler
TMMOB ZMO Bursa Şubesi Yönetim
Kurulu Başkanı
U.Ü.Z.F. Zootekni Bölümü
Doç. Dr. Ertuğrul AKSOY
U.Ü.Z.F. Bahçe Bitkileri Bölümü
Kongre Sekreteri
Prof. Dr. Erdoğan BARUT
TMMOB ZMO Bursa Şubesi Yönetim
Kurulu Üyesi
Prof. Dr. Mehmet KOYUNCU
U.Ü.Z.F. Bitki Koruma Bölümü
Doç. Dr. Ümit ARSLAN
Doç.Dr. Erkan YASLIOĞLU
U.Ü.Z.F. Biyosistem Mühendisliği Bölümü
Üyeler
U.Ü.Z.F. Gıda Mühendisliği Bölümü
TMMOB ZMO Bursa Şubesi Yönetim
Kurulu
Prof. Dr. Ö. Utku ÇOPUR
Orhan SARIBAL
Veli KOÇ
Dr. Nurşen ÇİL
Taner GÜLER
Sadettin IŞIK
Dr. Fevzi ÇAKMAK
Abdullah Tayyar DEMİR
Dr. Murat ALKAN
Ayşen AYDIN
Sönmez ERBİL
İlker DURMUŞ
Yrd. Doç. Dr. Bülent BARIŞ AŞIK
Prof. Dr. Esvet AÇIKGÖZ
U.Ü. Ziraat Fakültesi
Doç. Dr. Mehmet SİNCİK
Yrd. Doç. Dr. İlker KILIÇ
Yrd. Doç. Dr. Nazmi İZLİ
Dr. Gamze BAYRAM
Bursa Ziraat Odaları İl Koordinasyon
Kurulu Başkanlığı
TÜYAP Bursa Fuarcılık A.Ş.
Murat ÖZKAYA
İsmail TEKDOĞAN
Özge ŞAHİN
Prof. Dr. A. Osman DEMİR
U.Ü.Z.F. Tarla Bitkileri Bölümü
U.Ü.Z.F. Tarım Ekonomisi Bölümü
Prof. Dr. Hasan VURAL
U.Ü.Z.F. Toprak Bilimi ve Bitki Besleme
Bölümü
Prof. Dr. A.Vahap KATKAT
U.Ü.Z.F. Peyzaj Mimarlığı Bölümü
Prof. Dr. Murat ZENCİRKIRAN
U.Ü.Z.F. Zootekni Bölümü
Prof. Dr. Ümran ŞAHAN
BİLDİRİ DİZİNİ
1.
Kuraklık ve Tarım
Ahmet ATALIK
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı
2.
İklim Değişikliği, Kuraklık ve Su Sorunu
Prof. Dr. Hasan DEĞİRMENCİ, Doç. Dr. Çağatay TANRIVERDİ, Araş. Gör. Fırat ARSLAN
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Ziraat Fakültesi Biyosistem Mühendisliği Bölümü, [email protected]
3.
Kuraklığın Hayvancılığa Etkileri
Prof. Dr. Mehmet Koyuncu
Uludağ Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü, Bursa, [email protected]
4.
Farklı İklim Tiplerinin Tarımsal Kuraklığa Etkisi
Kenan UÇAN, Mualla KETEN
KSÜ, Ziraat Fakültesi, Biyosistem Mühendisliği Bölümü, Kahramanmaraş, [email protected], [email protected]
5.
Türkiye ve Avrupa Birliği’nde Organik Hayvancılıktaki Gelişmeler
Dr. Hülya HANOĞLU
Bandırma Koyunculuk Araştırma İstasyonu, [email protected]
6.
2023 Vizyonu Çerçevesinde Süt Sığırcılığı; Konya İli Örneği
Prof. Dr. Cennet OĞUZ
S.Ü. Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü, [email protected]
7.
Hayvansal Üretimde Risk Faktörü Bazı Gıda Patojenleri ve Bunlara Karşı
Bitkisel Kökenli Aromatik Bileşiklerin Etkileri (Derleme)
Abdullah KIRAN¹, Halil TOSUN², Recep ARSLAN¹
¹Celal Bayar Üniversitesi, Saruhanlı Meslek Yüksek Okulu, Gıda Teknolojisi Bölümü, Manisa, ²Celal Bayar Üniversitesi,
Mühendislik Fakültesi, Gıda Mühendisliği Bölümü, Manisa, [email protected]
8.
1
1
13
13
13
23
23
23
30
30
30
43
43
43
53
53
53
61
61
61
Et ve Süt Ürünlerinde Salmonella Türlerinin Sebep Olduğu Riskler ve Halk
Sağlığı Açısından Tehlikeleri (Derleme)
71
Öğrt. Gör. Recep ARSLAN¹, Yrd. Doç. Dr. Abdullah KIRAN¹, Yrd. Doç. Dr. Halil TOSUN²
71
¹CBÜ. Saruhanlı MYO., Gıda Teknolojisi Bölümü, Manisa. ²CBÜ. Mühendislik Fakültesi, Gıda Mühendisliği, Manisa,
[email protected]
9.
1
Mikrobiyolojik Gıda Güvenliği ve Bağışıklığı Zayıf İnsanları Korumak İçin
Düşük Mikrobiyal Yüklü Diyetler
Halil Tosun¹, Abdullah Kıran², Recep Arslan²
71
77
77
¹Celal Bayar Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Gıda Mühendisliği Bölümü. Muradiye/Manisa, ²Celal Bayar Üniversitesi,
Saruhanlı Meslek Yüksekokulu. Saruhanlı/Manisa
77
10. Mısır Tohumlarında Elektriksel İletkenlik Testleri
H. Özkan Sivritepe, Bülent Şentürk ve Sevin Teoman
83
83
Uludağ Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bahçe Bitkileri Bölümü, Görükle Yerleşkesi, 16059 Nilüfer, Bursa, [email protected]
11. Kuşkonmaz (Asparagus Officinalis L.) Bitkisinin Tanımı, Yetiştiriciliği Ve
Farklı Bitki Kısımlarının Tıbbi Özellikleri
Lale EFE¹, Sevtap KARTAL², Emre DOĞRULUK³
¹Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, K.Maraş, [email protected],
²Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, K.Maraş, [email protected], ³Çevre ve Şehircilik İl
Müdürlüğü, Kahramanmaraş, [email protected]
12. Türkiye’deki Tarla Bitkileri Tarımında Doğrudan Ekim Çalışmaları Elde
Edilen Kazanımlar ve Geleceğine Yönelik Öneriler
İrfan Gültekin*¹ Hafiz Muninjanov², Serpil Gültekin¹
Ahmet ATALIK
91
91
91
97
97
¹Bahri Dağdaş Uluslararası Tarımsal Araştırma Enstitüsü KONYA, ²FAO Alt Bölge Temsilciliği ANKARA,
*[email protected]
13. Pro-Ca (Prohexadione Calcium) Uygulamasının Genç Kiraz Ağaçlarının
Vegetatif Ve Generatif Gelişmesi Üzerine Etkisi
Mesut Ada¹, Semih Çağlar²
¹Fen Bilimleri Enstitüsü, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Kahramanmaraş, ²Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri
Bölümü, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Kahramanmaraş, [email protected]
14. Aflatoksinin Yer Fıstığında (Arachis hypogaea L.) Doğu Akdeniz Bölgesi
Türkiye’de Dağılımı
Yaşar ALPTEKİN¹ Ahmad A. ABDULHAMEED²
97
107
107
107
117
117
¹Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bitki Koruma Bölümü, KAHRAMANMARAŞ, ²Kahramanmaraş
Sütçü İmam Unıversıty, Institute of Science, Department of Bioengineering Sciences, KAHRAMANMARAŞ,
[email protected]
117
15. Tarımsal Üretimde Alternatif Ürünler: Marmara Bölgesinde Mantar
Yetiştiriciliğinin Koşul ve Olanakları
Aydın GÜREL
Namık Kemal Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarım Ekonomisi Bölümü, Tekirdağ, [email protected]
127
127
127
16. Türkiye’de Organik Sebze Üretimi
137
H. Özkan Sivritepe ve Sevin Teoman
137
Uludağ Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bahçe Bitkileri Bölümü, Görükle Yerleşkesi, Nilüfer 16059, Bursa, [email protected]
17. Bilgisayarlı Görme ve Sayısal Görüntü İşleme Yöntemlerinin Tarımda
Uygulama Alanları
Ferhat KURTULMUŞ*
*Uludağ Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Biyosistem Mühendisliği Bölümü, Görükle/BURSA, [email protected]
18. Güneş Enerjisi Kaynaklı Tarımsal Ürün Kurutucuları
Onur TAŞKIN¹ Nazmi İZLݹ Ali VARDAR¹
149
149
149
159
159
¹Uludağ Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Biyosistem Mühendisliği Bölümü, Görükle Yerleşkesi. Nilüfer, 16059, Bursa / Türkiye159
19. Bitkilerden Biyoplastik Üretimi
Ezgi BEZİRHAN ARIKAN*, H. Duygu ÖZSOY
Mühendislik Fakültesi, Çevre Mühendisliği Bölümü, Mersin Üniversitesi, Mersin, Türkiye *[email protected]
20. Bursa İli Su Varlığı ve Tarımda Su Kirliliği
Barış Bülent AŞIK*, Gökhan ÖZSOY, Ertuğrul AKSOY, A. Vahap KATKAT
Uludağ Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü, [email protected]
21. Meyve ve Sebze Ürünlerinde Fiyat Dalgalanmalarına Kuraklığın Etkisi
Dr. Filiz PEZİKOĞLU, Gülşah MISIR
Atatürk Bahçe Kültürleri Merkez Araştırma Enstitüsü, Yalova, [email protected]
22. Doğal Afetlerle İlgili Tarım Sigortaları ve Üreticilerin Tutumu (Edirne ve
Kırklareli İlleri Örneği)
165
165
165
173
173
173
183
183
183
193
Zir. Y. Müh. Dr. Erol ÖZKAN¹, End. Y. Müh. Dr. Başak AYDIN², Yrd. Doç. Dr. Harun HURMA³,
Öğr. Gör. Fuat YILMAZ4
193
Atatürk Toprak Su ve Tarımsal Meteoroloji Araştırma İstasyonu Müdürlüğü – Kırklareli, 3,4Namık Kemal Üniversitesi Ziraat
Fakültesi, Tarım Ekonomisi Bölümü – Tekirdağ, [email protected]
193
1,2
23. Samsun İli Sebze Ve Meyve Üreticilerinin İyi Tarım Uygulamalarına (İTU)
Yaklaşımı
Mehmet AYDOĞAN¹ Necla TOPÇU²
¹Karadeniz Tarımsal Araştırma Enstitüsü, Samsun, ²Samsun Tohum Sertifikasyon Test Merkezi Müdürlüğü, Samsun,
[email protected]
207
207
207
24. Yerel Tohum Çeşitliliğimizi Koruma Çalışmalarında TOHUM TAKAS
ŞENLİKLERİ ve TOHUM ÜRETİM TEKNİĞİ İlişkilerinin Değerlendirilmesi 219
Hasan Çetin Özbayram
EKODER - Ekolojik Yaşam Derneği
25. Tarım Ürünlerinin Sınıflandırılması Amacıyla Çarpma Akustik ve Sinyal
Analiz Yöntemlerinin Kullanılması
Ferhat KURTULMUŞ*
*Uludağ Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Biyosistem Mühendisliği Bölümü, Görükle/BURSA, [email protected]
26. Bazı Böğürtlen Çeşitlerinin Malatya Ekolojik Koşullarına Adaptasyonu
Selçuk AVCI¹ Mürüvvet ILGIN²
¹Malatya Meyvecilik Araştırma Enstitüsü. MALATYA [email protected], ²KSÜ Ziraat Fakültesi Bahçe Bit. Böl.
K.Maraş, [email protected]
27. Türkiye’de Dane Mısır Yetiştiriciliğinde Karşılaşılan Problemler
Ahmet YULAFCI
Karadeniz Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü-Samsun, [email protected]
28. Meyve Ağaçlarında Görülen Verticillium Dahliae Kleb. ve Mücadelesi
Furkan COŞKUN* Yaşar ALPTEKİN¹
*Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Bitki Koruma Ana Bilim Dalı, KAHRAMANMARAŞ,
¹Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bitki Koruma Bölümü, KAHRAMANMARAŞ,
[email protected]
29. Türkiye’de Yağlı Tohum ve Bitkisel Ham Yağ Üretimi İle Üretimin
Arttırılabilmesi İçin Alınması Gerekli Önlemler
*Ferrin Ferda AŞIK, Reşat YILDIZ
*GTHB, TAGEM Yağlı Tohumlar Araştırma İstasyonu Müdürlüğü-OSMANİYE, [email protected]
219
219
227
227
227
237
237
237
243
243
243
253
253
253
265
265
265
30. Açık Deve Tüyü Renkli Pamuklarda (Gossypium hirsutum L. ) Döl Kontrollü
Teksel Seleksiyon Yöntemiyle Seçilen Tek Bitkilerin Agronomik Özelliklerinin
İstatistiksel Dağılışları
277
Zeynep GÖKÇE¹ Lale EFE² Ercan EFE³
277
¹Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Tarla Bitkileri Ana Bilim Dalı, KAHRAMANMARAŞ,
[email protected], ²Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü,
KAHRAMANMARAŞ, ³Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü, KAHRAMANMARAŞ 277
BİLDİRİLİ SUNUMLAR
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Kuraklık ve Tarım
Ahmet ATALIK
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı
Giriş
Tarım, meteorolojik koşulların etkisi altında, bitkisel ve hayvansal üretim faaliyetlerinin gerçekleştirildiği üstü açık
bir fabrikadır. Ekilebilir tarım arazilerinin son sınırına ulaşmış ülkemizde artan nüfusumuza paralel olarak tarımsal
üretimin de artırılması önem taşımaktadır. İklim değişikliği çerçevesinde ülkemizin kurak bir coğrafyada kalacak
olması, su kaynaklarımızı daha dikkatli bir şekilde kullanmamızı zorunlu hale getirmektedir.
Ülkemizde yaygın olarak suyun son derece bol miktarda kullanıldığı yüzey sulama yöntemleri kullanılmaktadır. Bu
durum tarım arazilerimizde bir takım olumsuzluklara neden olmaktadır. Bunun yerine basınçlı sulama yöntemlerinin
kullanılması su tasarrufu sağlamasının yanında üretimde verimi de arttırmaktadır.
Basında kuraklık
Yıl boyunca basın yayın organlarında sürekli kuraklık ve baraj doluluk oranlarını
haberleri yer aldı. Bunlardan birkaç örneği inceleyelim;









Kuraklığın Karadeniz Bölgesi'ni de vurduğu haberleri çerçevesinde örnek verilen
Samsun'da Kızılırmak ve Yeşilırmak'ın debisinin azaldığı, baraj doluluk
oranlarının %45'e kadar düştüğü belirtiliyordu.
Sakarya ve Kocaeli'nin içme suyu ihtiyacını karşılayan Sapanca Gölü'ndeki su
seviyesinin tehlike arz edecek boyutta düştüğü ve yağan yağmurların da seviyeyi
yükseltmediği haberleri yıl boyunca gündemdeydi.
Van Gölü'nde suların azalması sonucu ortaya çıkan tarihi kale de önemli haberler
arasındaydı.
Amerikalı uzmanların iklim değişikliği çerçevesinde 35 yılı bulabilecek uzun bir
kuraklık döneminden bahsettikleri yönündeki haberler ise son derece
ürkütücüydü.
Dünya basınında Avustralya'nın çiftçilerine kuraklık desteği sağlayacağı haberi
ise küresel ölçekte kuraklığın yaygın olduğunu gösteriyordu.
Özellikle fındık ve kayısı ile ilgili fiyat artışı haberleri, sorunun sadece kuraklıkla
sınırlı kalmadığını, don etkisinin de lokal sahalarda belli ihracat ürünlerimizi
olumsuz yönde etkilediğini gösteriyordu.
Kuraklığın ikiz kardeşi konumundaki sellerin de salçalık domates üretimimizin
yarısını karşılayan Bursa'nın Karacabey ovasındaki üretimi tahrip ettiği haberi
birçok sel baskını haberinden sadece bir tanesiydi.
Sıcaklık farklarından meydana gelen ve kıyılarımızda sıklıkla görülmeye başlayan
ve halkımızda korku yaratan hortumlar, iklimle ilgili olarak bir takım şeylerin
kötü yönde değişmeye başladığının habercisiydi.
Döviz kurlarındaki artış ile kuraklığın etkisinin elektrik ve doğal gaz fiyatlarına
yansıması haberleri ise kuraklığın artık tüm üretim dalları ile tüketiciler üzerinde
daha yaygın bir olumsuzluk oluşturmaya başladığını gösteriyordu.
Kuraklık ve çeşitleri
Kuraklığı, yağışların kaydedilen normal seviyelerinin önemli ölçüde altına düşmesi
sonucu arazi ve su kaynaklarının olumsuz etkilenmesine ve hidrolojik dengenin
bozulmasına sebep olan doğal olay olarak tanımlayabiliriz. Frekans, şiddet, süre ve etki
alanı, kuraklığın niteliklerini belirlemektedir. Kuraklığın önemli etkileri arasında ise
başlangıç ve bitişinin belirsiz oluşu, kümülatif artması, aynı anda birden fazla kaynağa
etki etmesi ve ekonomik boyutunun yüksek olması sayılabilir.
Kuraklık ve Tarım
Ahmet ATALIK
1
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Kuraklığın çeşitleri konusunda literatürde pek çok tanımlama bulunmakla birlikte en
belirginleri meteorolojik, tarımsal, hidrolojik ve sosyo-ekonomik kuraklık
kuraklıklardır.
Meteorolojik kuraklık; belirli bir zaman periyoduna ait normallerden daha az yağış
düşmesi olarak tanımlanır. Genellikle bölgeseldir. Devam eden bir meteorolojik
kuraklık olayı hızlı bir şekilde kuvvetlenebileceği gibi aniden sona da erebilir.
Tarımsal kuraklık; bitkinin kök bölgesinde büyüyüp gelişmesi için yeterli nem
bulunmaması durumu olarak ifade edilir. Büyüme periyodu boyunca, belirli bir bitkinin
suya ihtiyaç duyduğu belirli bir kritik döneminde yeterli toprak nemi olmadığı zaman
tarımsal kuraklık meydana gelir. Tarımsal kuraklık, meteorolojik kuraklıktan sonra
hidrolojik kuraklıktan önce ortaya çıkan tipik bir durumdur. Yüksek sıcaklık, düşük
nispi nem ve kurutucu rüzgarlar yağışta meydana gelen azalmanın etkilerinin
katlanmasına neden olur. Tarımsal üretimde ciddi kayıplara yol açar.
Hidrolojik kuraklık; uzun süre devam eden yağış eksikliği sonucunda ortaya çıkan,
yeraltı ve yerüstü sularının seviyelerinde meydana gelen azalmayı ifade eder. Hidrolojik
kuraklık, meteorolojik kuraklık sona erdikten uzun süre sonra dahi varlığını
sürdürebilmektedir.
Sosyoekonomik kuraklık ise tüm kuraklık safhalarının son aşaması olarak ortaya çıkar.
Su miktarındaki azalma artık toplumun üretim ve tüketim faaliyetlerini etkilemeye
başlar.
Tarım alanı varlığımız
Tarım alanlarımız içerisinde çayır ve mera alanlarımız 14,6 milyon hektarlık bir alan
kaplamaktadır. İşlenen tarım alanlarımızın ve uzun ömürlü bitkilerin kapladığı alanların
miktarı ise 23,8 milyon hektar olup, toplam tarım alanı varlığımız 38,4 milyon hektara
karşılık gelmektedir.
Tablo 1. Tarım alanı büyüklükleri (milyon hektar)
Toplam tarım alanı
38,4
İşlenen tarım alanı ve uzun ömürlü bitkiler
Çayır–Mera alanı
İşlenen tarım alanı
Uzun ömürlü bitkiler
20,6
3,2
14,6
23,8
Kaynak: TÜİK (2013)
Tarım alanlarımız içerisinde işlenen tarım alanlarımız 20,6 milyon hektarlık bir
büyüklüğe sahiptir. Bu alanın 4,1 milyon hektarı nadas, 0,9 milyon hektarı sebze üretim
alanları, 15,6 milyon hektarı ise tahıl ve diğer bitkilerin ekildiği alanlardan
oluşmaktadır. İşlenen tarım alanlarımızın 11,5 milyon hektarlık kısmında tahıl ekimi
yapılmakta olup tahıl alanlarımızın da 7,8 milyon hektarlık bölümünde buğday üretimi
yapılmaktadır. Buğday üretimimizin toplam tahıl üretimimiz içerisindeki payı da
yaklaşık %60’dır.
2
Kuraklık ve Tarım
Ahmet ATALIK
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Tablo 2.
İşlenen tarım ve tahıl ekim alanları ile tahıl üretimi
İşlenen tarım alanı (milyon hektar)
Nadas
4,1
Sebze
0,9
20,6
Kaynak: TÜİK (2013)
Tahıl vd.
15,6
Tahıl ekim alanı (milyon Tahıl üretimi (milyon
hektar)
ton)
Buğday
Diğer
Buğday
Diğer
7,8
3,7
22,1
15,4
11,5
37,5
Tahıl üretimimiz içerisindeki en büyük paya sahip buğday ekim alanlarımızın sadece
%25’lik bölümü sulanmakta, üretimin %37’si bu alanlardan sağlanmaktadır. Buğday
ekim alanlarımızın %75’lik bölümü kuru tarım (yağışa bağlı) tarım arazilerinden
oluşmakta, üretimin de %63’ü bu alanlar üzerinden sağlanmaktadır.
İşlenen tarım alanlarımızın %56’sında tahıl tarımı yapılması, tahıl alanlarımızın
%50’sinde buğday üretimi gerçekleştirilmesi ve bu üretimin de büyük bölümünün
yağmura bağlı olarak kuru tarım arazileri üzerinde yapılmasından dolayı bu çalışmada
kuraklığın buğday üretimimiz üzerine etkileri ile sulama yöntemleri incelenmiştir.
Tablo 3. Sulu ve kuru şartlarda buğday ekim alanları ve üretimi (%)
Ekim alanı
Sulu
25
Kaynak: TÜİK (2013)
Üretim
Kuru
75
Sulu
37
Kuru
63
Tarım yılı kuraklık ile başladı
Tarım yılı 1 Ekim tarihi itibarıyla başlamakta ve bir sonraki yılın 30 Eylül tarihi
itibarıyla sona ermektedir. Buğday ekim tarihleri bölgelerimize göre farklılıklar arz
etmekle birlikte yoğunluklu olarak Ekim ve Kasım aylarında ekilmektedir. Buğday
üretimimizin %25’ini sadece dört ilimiz sağlamaktadır; Ankara, Konya, Şanlıurfa ve
Diyarbakır. Diğer önemli illerimiz Edirne, Tekirdağ, Eskişehir, Çorum, Yozgat, Sivas,
Adana ve Mardin olup üretimin %25’ini sağlamaktadır.
Buğday üretimimizin yaklaşık %50’sini sağlayan 12 ilimizin içinde yer aldığı İç
Anadolu, Güneydoğu Anadolu, Marmara, Akdeniz ve Karadeniz Bölgelerimizin 2013
yılı Sonbahar dönemi yağış verilerine baktığımızda Karadeniz Bölgemiz hariç diğer
illerde yağışlarda önemli ölçüde düşmeler olduğunu, en büyük düşüşün de Güneydoğu
Anadolu Bölgemizde yaşandığını görüyoruz.
Tablo 4. 2013 yılı Sonbahar mevsimi yağış analizi (%)
Güneydoğu
Anadolu
Normaline göre
-31
-39
Önceki Sonbahar
-32
-52
Kaynak: Meteoroloji Genel Müdürlüğü
İç Anadolu
Marmara
Akdeniz
Karadeniz
-12
+13
-22
-25
+5
+18
Aralık ayı itibarıyla Karadeniz Bölgemizin yağışlarında da azalma görülmüş ve en
kurak bölgemiz Marmara olmuştur. Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün 2013 tarım
yılının ilk üç ayı olan Ekim, Kasım ve Aralık ayları kuraklık analizini incelediğimizde
Orta ve Batı Karadeniz, Batı Anadolu, Doğu Akdeniz ve Doğu Anadolu’nun batı
kısmının şiddetli kuraklık yaşadığını görüyoruz. Bu dönemde ekim yapmaya çalışan
çiftçinin tohumları çürümüştür. Çiftçi tekrar sürüm yaparak ekim yapmayı denemiş,
Kuraklık ve Tarım
Ahmet ATALIK
3
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
ancak yağış yetersizliği nedeniyle yeterli çimlenme olmamıştır. Bunun üzerine bazı
çiftçiler buğday ekmekten vazgeçmiş başka ürünlere yönelmiştir.
Tablo 5. 2013 yılı Aralık ayı yağış analizi (%)
Güneydoğu
Anadolu
Normaline göre
-77
-24
Önceki Aralık
-85
-64
Kaynak: Meteoroloji Genel Müdürlüğü
İç Anadolu
Şekil 1.
Marmara
Akdeniz
Karadeniz
-67
-83
-65
-80
-5
-31
Meteorolojik Kuraklık Haritası
Yeterli yağışın olmaması buğdayın Ocak ayında yapılması gereken gübrelenmesini de
geciktirmiştir. Bunun üzerine Şubemiz 21 Şubat 2014 tarihinde yaptığı basın açıklaması
ile bundan sonra tüm şartların olumlu olması halinde dahi en az %10’luk bir kayıp
meydana geleceği belirtilmiştir.
Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün havza bazlı yağış analizi bizlere 2014 yılı boyunca
25 su havzasından 19 adedine normalden daha az yağış düştüğünü göstermektedir.
Don ve seller de üretimi olumsuz etkiledi
Tarım yılı sadece kuraklık sorunu ile başlamadı. 2014 yılı Mart ayı sonu ve Nisan ayı
başı itibarıyla İç Anadolu, Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz Bölgelerimizde yaşanan
lokal don olayları özellikle fındık, kayısı, elma, kiraz, kivi ve çay bahçelerine zarar
verdi.
TÜİK’e göre zararın bilançosu
TÜİK Bitkisel Üretim 1. Tahmini’ni 22 Mayıs 2014 tarihinde yayımladı. Buna göre
Tahıl üretiminde %10,1, meyvede ise %4,5 düşüş olacağı, bu kapsamda buğday
üretiminde %10,4, arpada %12,7, mısırda %6,8, kayısıda %55,1, fındıkta %23,5,
4
Kuraklık ve Tarım
Ahmet ATALIK
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
elmada %18,4, cevizde %12,4, kirazda %7,8, şeftalide %4,5 azalma olacağı tahmininde
bulunuldu.
TÜİK bu konudaki 2. tahmini ise 23 Ekim 2014 tarihinde yayımladı. Bunda ise tahıl ve
diğer bitkiler üretiminde %6,5, meyvede %6,2, buğdayda %13,8, arpada %20,3, çeltikte
%7,8, nohutta %11,1, kırmızı mercimekte %16,5, kayısıda %65,4, fındıkta %25, elmada
%21, cevizde %13,9, kirazda %10,1, şeftalide %4,5 azalma olacağı belirtiliyordu.
Kuraklığın bitkisel üretimimiz üzerindeki ağır bilançosu, sulamanın önemini ve su
kaynaklarını korumanın önemini bir kez daha gündeme getirdi.
Suyun tarımsal üretimdeki önemi
Tarım sektöründe bitkisel üretim açısından su son derece önemlidir. Zira bir kg buğday
üretebilmek için 1.827 litre, 1 kg soya için 2.145 litre, 1 kg mısır için 1.220 litre, çeltik
için 2.500 litre su kullanılmaktadır. Bitkilerin kullanıldığı işlenmiş gıdalar üzerinden
konuyu incelersek 1 kg buğday ekmeği için 1.608 litre, bir bardak bira için 74 litre, 1 kg
patates cipsi için 1.040 litre, 1 kg rafine pancar şekeri için 920 litre, bir bardak çay için
30 litre, bir fincan kahve için 130 litre, 1 kg domates salçası için 710 litre su
gerekmektedir.
Tablo 6. Bir kg bitkisel ürün üretmek için gerekli su miktarı (litre)
Buğday
Arpa
Soya
1.827
1.420
2.145
Kaynak: Mekonnen (2011)
Mısır
1.220
Patates
290
Çeltik
2.500
Ş. Pancarı
132
Çay
8.860
Bitkilerden üretilen tarımsal yakıtlar ve su ilişkisine baktığımızda, soyadan 1 litre
biyodizel üretmek için 11.400 litre, mısırdan 1 litre etanol için 2.854 litre, şeker
pancarından 1 litre etanol için 1.188 litre su gerekmektedir. Tekstil sektörü açısından
büyük önem arz eden 1 kg pamuklu kumaş üretmek için 10.000 litre, 250 gr ağırlığında
bir pamuklu tişört için 2.500 litre suya ihtiyaç vardır. İşlenmiş meyveler ve su ilişkisine
baktığımızda ise bir bardak portakal suyu için 200 litre, bir bardak şarap için 110 litre,
bir bardak elma suyu için 230 litre su gerekmektedir.
Tarımsal üretimin bir alt kolu olan hayvancılık ve hayvansal ürünlerin üretimi açısından
da suyun önemi büyüktür. Bir kg piliç eti üretimi için 4.330 litre, 1 kg sığır eti için
15.400 litre, 1 kg yumurta için 200 litre, 1 kg çikolata için 17.000 litre, 1 kg büyükbaş
hayvan derisi için 17.000 litre su gerekmektedir.
Tablo 7. Bir kg hayvansal ürün üretmek için gerekli su miktarı (litre)
Piliç eti
Sığır eti
Koyun eti
4.330
15.400
10.400
Kaynak: Mekonnen (2012)
Keçi eti
5.520
Yumurta
3.300
Süt
940
Peynir
5.060
Tereyağ
5.550
Su potansiyelimiz
Ülkemize ortalama 643 mm yağış düşmektedir. Bu yağış toplamda 501 milyar m3’e
suya karşılık gelmektedir. Buharlaşan, yeraltına sızan, yüzey akışa geçerek ülkemizi
terk eden, komşularımızdan ülkemize dahil olan suların sonucunda toplam kullanılabilir
su potansiyelimiz 112 milyar m3’tür.
Yılda kişi başına düşen su potansiyeli 1.000 m3’ten az olan ülkeler su fakiri, 1.0003.000 m3 olan ülkeler su stresi çeken ülke, 10.000 m3’ün üzerinde olan ülkeler ise su
zengini olarak kabul edilmektedir. Ülkemizde kişi başına düşen su potansiyeli yaklaşık
Kuraklık ve Tarım
Ahmet ATALIK
5
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
1.500 m3 olup, su fakiri olmamakla birlikte suyunu son derece dikkatli kullanması
gereken ülkeler arasındadır.
Suyun sektörel kullanımı
Ülkemizde 112 milyar m3’lük toplam kullanılabilir su potansiyelimizin 46 milyar m3’ü
(%41’i) projelendirilmiştir. Projelendirilmiş kısmın %74’ü tarımsal sulamalarda, %15’i
içme-kullanma ve %11’i de sanayi sektöründe kullanılmaktadır.
Tablo 8. Suyun sektörel kullanımı (milyar metreküp)
Tarım
34
Kaynak: DSİ
İçme-kullanma
7
Sanayi
5
Sulanabilir ve sulanan tarım arazisi miktarı
Mevcut su potansiyelimiz ile teknik ve ekonomik olarak sulanabilecek tarım arazisi
büyüklüğü 8,5 milyon hektardır. Bu alanı ileri sulama yöntemleri kullanarak 12,5
milyon hektara yükseltmek mümkündür. Cumhuriyet tarihi boyunca bu alanın ancak
%67’si (5,733 milyon hektar) sulamaya açılabilmiştir. Bunun 3,443 milyon hektarlık
kısmını DSİ (%60), 1,3 milyon hektarlık kısmını mülga Köy Hizmetleri Genel
Müdürlüğü ve İl Özel İdareleri (%22,7), yaklaşık 1 milyon hektarlık kısmını da halk
sulamaları (%17,3) oluşturmaktadır. Geri kalan 2,767 milyon hektarlık kısmın DSİ
tarafından 2023 yılına kadar sulamaya açılması hedeflenmektedir. Sulamaya açılan
tarım alanlarımızın %80’i yerüstü, %20’si ise yeraltı su kaynakları ile sulanmaktadır.
Tablo 9. Sulanabilir ve sulanan alanlar (milyon hektar)
Sulanabilir
alan
25,8
Kaynak: DSİ
Ekonomik
sulanabilir alan
8,5
Sulanan
alan
5,7
Sulanacak
alan
2,8
Sulama ve sulama yöntemleri
Sulama, bitkilerin normal gelişmesi için gerekli olan, ancak doğal yağışlarla
karşılanamayan suyun, bitkilerin istediği zaman ve miktarda verilmesi olayıdır. Sulama
yöntemi ise suyun toprağa, bitki kök bölgesine veriliş biçimi olarak ifade edilir.
Sulama yöntemlerini yüzey sulama, basınçlı sulama yöntemleri olarak iki gruba
ayırabiliriz. Salma, tava, uzun tava ve karık sulamaları yüzey sulama yöntemlerini
oluştururken, yağmurlama, damla, ağaç altı mikro ve sızdırma sulama yöntemleri de
basınçlı sulama yöntemlerini oluşturmaktadır.
Tablo 10. Sulama yöntemleri
Yüzey sulama yöntemleri
1- Salma sulama yöntemi
2- Tava sulama yöntemi
3- Uzun tava sulama yöntemi
4- Karık sulama yöntemi
Basınçlı sulama yöntemleri
1- Yağmurlama sulama yöntemi
2- Damla sulama yöntemi
3- Ağaç altı mikro sulama yöntemi
4- Sızdırma sulama yöntemi
Yüzey sulama yöntemlerinden tava sulama yöntemi genellikle sık ekilen hububat, yem
bitkileri ve çayır mera bitkileri ile meyve bahçelerinin sulanmasında kullanılmaktadır.
Uzun tava sulama yöntemi, çeltik dışında kök boğazının ıslanmasından kaynaklanan
6
Kuraklık ve Tarım
Ahmet ATALIK
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
hastalıklara duyarlı olmayan ve sık ekilen bitkiler ile meyve ağaçlarının sulanmasında
kullanılır. Karık sulama yöntemi bitki kök boğazının ıslatılmasından zarar gören
bitkilerin sulanmasına çok uygundur, sıraya ekilen ya da dikilen bitkilerle meyve
bahçeleri ve bağların sulanmasında kullanılır.
Basınçlı sulama yöntemlerinden yağmurlama sulama özellikle şeker pancarı, patates,
yonca ve hububat gibi bitkilerin sulanmasında ideal bir yöntemdir. Bütün tarla bitkileri
ile birçok sebzenin sulanmasında rahatlıkla kullanılabilir. Damla sulama yöntemi, başta
seralar olmak üzere meyve bahçeleri, sıraya ekim yapılan sebzeler, kesme ve saksı
çiçekçiliğinde tercih edilmektedir. Ayrıca pamuk, mısır, soya fasulyesi gibi endüstri
bitkilerinin sulanmasında da bu yöntem yaygın olarak kullanılmaktadır.
Sulama yönteminin seçiminde dikkat edilmesi gereken en önemli etkenlerden biri
yetiştirilecek bitki çeşididir. Bu bağlamda ürün bazında uygulanması gereken kimi
sulama yöntemleri aşağıda belirtilmiştir.
Damla Sulama Yöntemi: Biber, hıyar, kabak.
Yağmurlama Sulama Yöntemi: Patates.
Damla ve Karık Sulama Yöntemleri: Domates, patlıcan, kavun, fasulye, bezelye.
Yağmurlama ve Karık Sulama Yöntemleri: Marul, brokoli, karnıbahar, havuç.
Damla, Yağmurlama ve Karık Sulama Yöntemleri: Karpuz, çilek, lahana, enginar.
Tava, Karık ve Yağmurlama Sulama Yöntemleri: Ispanak.
Tava, Yağmurlama ve Mini Yağmurlama Sulama Yöntemleri: Kayısı.
Karık, Tava, Damla ve Mini Yağmurlama Sulama Yöntemleri: Elma, erik, şeftali, kiraz,
vişne, turunçgiller.
Sulama yönteminin seçimine etki eden diğer faktörler
Sulama suyu bir akarsudan saptırılarak alınacaksa, sulanacak alana genellikle açık kanal
sistemiyle getirilir ve yüzey sulama yöntemlerinden biri seçilir.
Su, gölet ya da baraj gibi yapılarda depolandıktan sonra alınacaksa ve su depolama
yapıları gerekli işletme basıncını sağlayacak kadar yüksekte ise enerji masrafı
gerektirmeyeceğinden basınçlı sulama yöntemlerinden biri seçilir.
Sulama suyu, derin kuyulardan ya da akarsulardan dinamik yüksekliği fazla pompa
birimi ile sağlanacaksa, suyu yüzeye çıkarmak için önemli ölçüde enerji masrafı
yapılacağından, bu durumda sulama randımanı yüksek olan basınçlı sulama
yöntemlerinden biri seçilmelidir.
Su kaynağının debisi kısıtlı, ancak sulanacak arazinin fazla olduğu koşullarda, suyun
yüksek randımanla kullanılması gerektiğinden, basınçlı sulama yöntemlerinden biri,
özellikle damla sulama yöntemi seçilmelidir.
Sulama suyunun fazla miktarda sediment taşıması, ayrıca alg ve diğer yüzücü cisimlerin
fazla olması durumunda, basınçlı sulama yöntemlerinin uygulanması sakıncalıdır. Bu
koşullarda, yüzey sulama yöntemlerinin uygulanması daha doğru olacaktır.
Tuzlu sulama suyunun kullanılmasının zorunlu olduğu durumlarda yüzey sulama ve
yağmurlama sulama yöntemleri seçilmez. Bu durumda, özellikle yıllık yağışın 300 mm
den fazla olduğu yörelerde damla sulama yöntemi uygulanabilir.
Kuraklık ve Tarım
Ahmet ATALIK
7
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Kullanılabilir su tutma kapasitesi yüksek olan (killi) topraklarda, sulama aralığı geniş ve
uygulanacak sulama suyu miktarı fazla olacağından bu durumda yüzey sulama
yöntemlerinden biri seçilmelidir. Kullanılabilir su tutma kapasitesi düşük olan (kumlu)
topraklarda, her defasında az miktarda sulama suyu sık aralıklarla uygulandığından
basınçlı sulama yöntemlerinden biri kullanılır. Geçirimsiz tabaka bulunan ya da taban
suyunun yüzeye yakın olduğu topraklarda daha kontrollü sulamanın yapılabildiği
basınçlı sulama yöntemlerinden biri seçilir.
Tuzlu topraklarda sulama suyuna ek olarak yıkama suyu da uygulanır. Yıkama suyu en
iyi tava ve yağmurlama sulama yöntemleri ile uygulanır. Tuzlu topraklarda bu sulama
yöntemleri tercih edilmelidir. Karık ve sızdırma yöntemleri ise kesinlikle
uygulanmamalıdır. Taşlı topraklarda arazi tesviyesi güç olduğundan böyle arazilerde
basınçlı sulama yöntemleri kullanılmalıdır. Düz fakat dalgalı yapı gösteren araziler için
yine basınçlı sulama yöntemleri uygundur.
Erozyona duyarlı topraklarda basınçlı sulama yöntemleri seçilmelidir. Ancak,
yağmurlama sulama yöntemi seçilirse, yağmurlama başlıklarından çıkan su
damlacıklarının çapı küçük olacak biçimde işletme basıncı yüksek tutulmalıdır. Aksi
halde iri su damlaları da erozyona neden olacaktır.
Hakim rüzgarın hızlı ve sıcaklığın yüksek olduğu yerlerde yağmurlama sulama yöntemi
fazla su kaybına neden olacağından, bu yerlerde yüzey sulama yöntemleri
uygulanmalıdır.
Tarımda su tasarrufu
Kök bölgesinde depolanan su miktarının kaynaktan alınan su miktarına oranına sulama
randımanı denmektedir. Sulama randımanı yüzey sulama yöntemlerinde yaklaşık %40,
basınçlı sulama yöntemlerinden yağmurlama sulama yönteminde %70 ve damla sulama
yönteminde %90 civarındadır. Yüzey sulama yöntemlerinde dereden alınan 100 litre
suyun sadece 40 litresi bitki kök bölgesinde depolanabilmekte, 60 litresi taşıma ve
tarlaya verilme esnasında kaybedilmektedir. Sulama randımanını artıran ve sulama
suyunu tasarruflu kullanan sulama yöntemleri ile tarımda kullanılan suyun yarısından
fazlası tasarruf edilebilmektedir.
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın Toprak ve Su Kaynaklarını Araştırma
Enstitüleri tarafından yapılan denemelerde basınçlı sulama yöntemlerinin yüzey sulama
yöntemlerine göre büyük su tasarrufu ve verim artışı sağladığı görülmektedir. Örneğin,
buğdayda yağmurlama sulama uygulanması halinde %48 su tasarrufu sağlanırken
verimde de %32 artış kaydedilmiştir. Mısır bitkisinde damla sulama yapıldığında %72
oranında su tasarrufunun yanında %30 verim artışı sağlanmıştır.
Tablo 11. Basınçlı sulama yöntemlerinin sağladığı su tasarrufu (%)
BİTKİ
Buğday
Mısır
Pamuk
Ş. Pancarı
Kiraz
Damla Sulama Yöntemi
Sulama suyu
Verim
tasarrufu
artışı
72
30
62
21
65
46
70
30
Yağmurlama Sulama Yöntemi
Sulama suyu
Verim
tasarrufu
artışı
48
32
33
15
32
40
40
-
Kaynak: Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı
8
Kuraklık ve Tarım
Ahmet ATALIK
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Yine Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Toprak ve Su Kaynakları Araştırma
Enstitüleri tarafından pamuk bitkisi özelinde yapılmış bir çalışma da basınçlı sulama
yöntemleri kullanılması halinde aynı su miktarı ile sulanabilecek alanın %50’nin
üzerinde artırılabileceğini göstermektedir.
Tablo 12. Pamukta sağlanabilecek su tasarrufu
Sulama
Yöntemi
Yüzey (Salma)
Yağmurlama
Damla
Sulama
suyu (m3/ha)
14.167
6.900
5.350
Su
tasarrufu (m3/ha)
7.267
8.815
Toplam su
tasarrufu (milyon m3)
4.242
5.147
İlave Sulanabilecek
alan
ha
%
299.457
+51
363.332
+62
Kaynak: Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı
Yaklaşık olarak 580 bin hektarlık bir pamuk ekim alanı baz alınarak yapılan bu
çalışmaya göre, yüzey sulama yöntemi yerine, yağmurlama sulama yöntemi
uygulayarak 880 bin hektar (+%51), damla sulama yöntemi uygulayarak da 940 bin
hektar alanda (+%62) sulu pamuk tarımı yapabilme olanağı oluşmaktadır.
Basınçlı sulama yöntemleri, yüzey sulama yöntemlerine göre su tasarrufu ve verim
artışı sağlamalarının yanında %40 enerji, %50 gübre ve %30 tarım ilacı tasarrufu da
sağlamaktadır. 2012 yılı verilerine göre DSİ tarafından geliştirilen sulamalarda bitki
deseni %19 pamuk, %14 hububat, %22 mısır, %5 şeker pancarı, %5 sebze, %2 bakliyat,
%7 meyve, %4 narenciye, %4 ayçiçeği, %4 yem bitkisi, %2 bağ ve %12 diğer ürünler
şeklindedir. Sulama projeleriyle hububatta %173, baklagillerde %236, şeker pancarında
%86, pamukta %273, mısırda %625, meyvede %147, narenciyede %155, sebzede %143
verim artışı sağlanmıştır. Sulu tarım ile gayri safi milli zirai gelir de yaklaşık 6 kat
artmıştır. DSİ’nin 2012 yılı verilerine göre sulama öncesi projesiz durumda ortalama
gayri safi milli zirai gelir 113,6 TL/dekar iken, sulama sonrasında 675,6 TL/dekar
olmuştur.
Sulama suyu kalitesi
Modern sulamada sulama suyu miktarı, sulama zamanı ve sulama yöntemi kadar sulama
suyunun kalitesi de önemlidir. Toprak ne kadar verimli olursa olsun, modern sulama
yöntemleri ne kadar iyi kullanılırsa kullanılsın sulamada uygun kaliteli su
kullanılmadığı zaman ürün miktarı ve kalitesi düşer, toprakta kısa süre içinde
tuzlulaşma-çoraklaşma sorunu başlar.
Sulama suyunun kalitesi sudaki çözünmüş tuzların miktarı ile belirlenir. Sulama suyu
içerisinde en çok sodyum, magnezyum ve kalsiyum tuzları bulunur. Özellikle sodyum
toprak yapısını çok hızlı bozar ve tarımda kullanılamayacak hale getirir.
Sulama suyunda fazla miktarda bulunduğunda bitkiye zehir etkisi yapan elementler de
bulunabilir. Bunların başında bor elementi gelir. Bakır, kurşun, çinko gibi elementler de
aşırı dozlarda bitkilerde zehir etkisi yapan elementlerdir. Bu elementler ayrıca çevre
kirliliğine de yol açarlar. Bu nedenle sulama suyu kullanılmadan önce mutlaka tuzluluk
ve zehir etkisi yapan elementler açısından önceden tahlil ettirilmelidir.
Tarımda suyun yanlış kullanımı, tuz birikimi ve çölleşme
Tuz toprakta ana materyalden kaynaklı bulunabilir ya da sulama suyu içinde toprağa
dahil olabilir. Her iki durumda da sulama suyu, tuzu taban suyuna ulaştırmakta ve orada
biriktirmektedir. Drenaj sistemi kurulmamış ve fazla su ortamdan uzaklaştırılamamışsa,
Kuraklık ve Tarım
Ahmet ATALIK
9
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
aşırı sulamayla taban suyu yukarı doğru harekete geçer, kılcal kanallar vasıtasıyla
toprak yüzeyine dek ulaşır, yüzeye ulaştığında ise sıcağın etkisiyle su buharlaşır ve
içindeki tuzu toprak yüzeyinde bırakır. Zamanla toprak çoraklaşır. Toprağa ekilen
tohumlar çimlenememeye başlarlar. Tuz toprak yapısını bozarak geçirimliliğini azaltır.
Toprakta yeterli nem bulunsa bile bitki bundan yararlanamaz, beslenemez ve gelişemez.
Buna fizyolojik kuraklık denir. Olumsuzluğun devamında ise çölleşme yaşanır.
Bugün dünyada tuzlanmanın yılda 2 milyon hektar alanla yayıldığı ve bu nedenle
sulama sayesinde elde edilen üretim artışının sağladığı gelirlerin büyük oranlarda
azalmasına neden olduğu görülmektedir.
Bugün GAP bölgesinde sulanabilir arazi miktarımız 1,8 milyon hektardır. Bugüne dek
DSİ tarafından yaklaşık olarak 300 bin hektarlık arazi sulamaya açılabilmiştir. Drenaj
tesis edilmemiş bu alanların önemli bir bölümü tuzlanma tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Fırat Nehri’nin iyi kalitedeki suyu bile her yıl 10 dekarlık bir araziye 1,1 ton tuz
bırakmaktadır.
Ülkemizde tuzlu, sodyumlu ve borlu arazilerin miktarı 1,6 milyon hektara ulaşmıştır.
Tuzlu arazide tarım yapılırken göz önünde bulundurulması gerekenler
Mevcut tuz şartlarına dayanıklı bitkiler seçilmelidir. Bu bağlamda tarla bitkilerinden
arpa, pamuk, şeker pancarı, buğday, sebzelerden kabak, karnabahar, domates, hıyar,
meyvelerden hurma, greyfurt, portakal ve şeftali yetiştirilebilir. Bor sorunu görülmesi
halinde pamuk, domates, bakla, şekerpancarı, hurma, mısır, enginar ekimi ve dikimi
tercih edilebilir.
Tohum çevresinde tuz birikimini engelleyecek şekilde ekim yapılmalıdır. Bu amaçla
sırta ekim yapılması en önemli yöntemdir.
Ayrıca tuzun kaynağına uygun olarak sulama yöntemi seçilmelidir.
Kirli suların tarımda kullanılması sorunu
Ülkemizde yaşanan ciddi kuraklığın bir sonucu olarak Malatya’da çiftçiler kanalizasyon
borularını kırarak tarlalarına yönlendirdiler. Aslında ülkemizde pek çok yerleşim
biriminde hala kanalizasyonların doğrudan akarsulara verildiği düşünüldüğünde bu
durum tarımsal üretimimiz, dolayısıyla halk sağlığı açısından büyük risk
oluşturmaktadır.
Kanalizasyon suları pek çok patojen (hastalık yapan) mikroorganizma içermektedir.
Bunların içerisinde bakteriler toprakta 20-70 gün, bitki yüzeyinde 5-30 gün, virüsler
toprakta 100 gün, bitki yüzeyinde 60 gün, protozoa toprakta 20 gün, bitki yüzeyinde 10
gün, helmitler toprakta aylarca, bitki yüzeyinde 1-2 ay kalabilmektedir.
Bu patojen mikroorganizmalardan bakteriler salmonella enfeksiyonu, tifo, dizanteri,
kolera, verem, lejyoner hastalığı, ishal ve ateşe; virüsler çocuk felci, hepatit, solunum
rahatsızlığı, kalp kası ve beyin iltihabı, menejit, döküntü, ishal, kusma ve ateşe;
protozoa amipli dizanteri, dizanteri, ağır enfeksiyon, bağırsak ve sinir rahatsızlıkları ile
ishale; helmitler ise parazitik enfeksiyon, kansızlık, bağırsak enfeksiyonları, paraziter
bulaşıcı hastalıklar, tenya-kılkurdu-yassı kurt-yuvarlak solucan bulaşımları, ateş ve
karın ağrısına yol açmaktadır.
Diğer yandan arıtılmadan akarsulara verilen sanayi atıkları belirtilen risklerin yanında
ağır metal içerikleri nedeniyle toprakta ve suda kirliliğe, insan ve hayvanlarda ciddi
sağlık sorunlarına yol açarlar.
10
Kuraklık ve Tarım
Ahmet ATALIK
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Sonuç
Tüm dünyada ve ülkemizde en fazla kullanılan yöntem suyun çok fazla kullanılmasını
gerektiren yüzey sulama yöntemleridir. Bugün dünyada sulanan arazilerin %95’inde bu
yöntem kullanılmaktadır. Ülkemizde ise sulamaya açılmış alanların %83’ünde yüzey
sulama yöntemleri, %17’sinde basınçlı sulama yöntemleri kullanılmaktadır.
Yüzey sulama yöntemlerinde bitkiye 1 m3 su verebilmek için yaklaşık 2 m3 su
kullanmak gerekmektedir. Yüzey sulama yöntemlerinde suyun fazla kullanılmasından
dolayı verilen su bitki kök derinliğinin çok daha altına gitmekte, bitki besin maddelerini
bitki kök seviyesinden uzaklaştırmak suretiyle de toprağın verimsizleşmesine neden
olmaktadır.
Küresel ısınmanın kuraklık etkisi ve su kaynaklarımızın küçülmesi sorunları göz
önünde bulundurulduğunda su tasarrufu sağlayan basınçlı sulama yöntemlerinin
ülkemizde yaygınlaştırılması gerektiği açıktır.
Tarımda sulama suyunun daha etkin kullanılabilmesi için göz önünde bulundurulması
gereken faktörler aşağıda belirtilmiştir;








İklim, toprak ve topoğrafya şartları elverişli olan tüm alanlarda yağmurlama ve
damla sulama yöntemlerinden biri seçilmelidir. Ancak bu seçim esnasında toprak
ana materyalinden kaynaklı bir tuzluluk varsa yağmurlama, sulama suyunda
tuzluluk varsa damla sulama yöntemi tercih edilmelidir.
Suyun kısıtlı kullanımının yaygınlaştırılması ve sulama sahalarının
genişletilmesinin sağlanması bir zorunluluk haline gelmiştir. Bitkinin en fazla
suya ihtiyaç duyduğu dönemlerde sulama yapılması, bunun dışında kısıtlı sulama
yapılması ya da tamamen sulamanın kesilerek buradan tasarruf edilen suyla daha
geniş alanların sulanmasının sağlanması gerekir. Sulamanın kısıtlandığı alanda
verim düşüklüğü yaşanması kaçınılmazdır, ancak tasarruf edilen suyun kurak
alanlarda kullanılması ile toplamda üretim ve gelir artışı daha fazla olacaktır.
Tarımda toprağın nemini muhafaza edecek yöntemler kullanılmalıdır. Sürekli
ticari gübrelerin tarımsal üretimde kullanılması toprak yapısını bozmakta,
toprağın su tutma kapasitesini düşürmektedir. Yeşil gübreleme ve hayvan gübresi
kullanılması ise toprağın su tutma kapasitesini artırmaktadır. Toprak işleme nem
kaybına neden olduğundan doğrudan ekim mibzeri kullanılarak toprak işlemesiz
tarım tercih edilmelidir.
Kuraklığa ve tuzluluğa dayanıklı bitki çeşitlerinin geliştirilmesi sağlanmalıdır.
Artan nüfusun su ihtiyacının yeterince karşılanabilmesi için su havzaları yerleşim
ve sanayi tesisleri ile işgal edilmemeli, su kaynakları kirletilmemeli, temiz su
kaynakları ve doğal baraj olarak görev yapan mera ve ormanlar azaltılmak yerine
çoğaltılmalıdır.
Günümüzde sulama yatırımlarını gerçekleştiren kamu kurumları sulama tesislerini
kullanıcılarına (köy tüzel kişiliği, belediye, sulama birliği, sulama kooperatifleri,
vd.) devrettiklerinden, tesisin devamlılığının sağlanması açısından devlet desteği
sağlanmalı ve sulama konusunda eğitim verilerek takibi yapılmalıdır. Yapılan
incelemelerde iyi işletilen tesislerde alanın %66’sı, iyi işletilmeyen tesislerde
%33’ü ancak sulanabildiği tespit edilmiştir.
Çiftçinin dağınık ve çok parçalı parsellerinin toplulaştırma projeleri ile bir araya
toplanması verimi artıracaktır.
Tarımsal sulamada kullanılan sular kirletilmemeli, arıtılarak kullanılan suların
gerekli standartları sağladığından emin olunmalıdır.
Kuraklık ve Tarım
Ahmet ATALIK
11
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Kaynakça
Akar M., Silay A.E., Akkaya H., Tomar A. Sulama araç, yöntem ve organizasyonlarının
geliştirilmesi. Türkiye Ziraat Mühendisliği VII. Teknik Kongresi, 11-15 Ocak
2010, Ankara
Akıncı M. Kısıtlı Kısıtlı sulama. KHGM
Akıncı M. Sulama Sistemleri. KHGM
Çakmak B., Aküzüm T. Ve ark. Su kaynaklarının geliştirme ve kullanımı. Türkiye
Ziraat Mühendisliği VI. Teknik Kongresi, 3-7 Ocak 2005, Ankara
Çakmak B., Yıldırım M., Aküzüm T. Türkiye’de tarımsal sulama yönetimi, sorunlar ve
çözüm önerileri. TMMOB 2. Su Politikaları Kongresi, 20-22 Mart 2008, Ankara
DPT, Su Havzaları, Kullanımı ve Yönetimi, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, ÖİK
Raporu: 571, Ankara 2001
İklim Değişikliği Birinci Ulusal Bildirimi, Çevre ve Orman Bakanlığı, Ocak 2007
Kanber R., Çakır R., Tarı A.F. Sulama ve drenaj mühendisliği. KHGM, Yayın No: 122,
Ankara 2003
Kapluhan E. Türkiye’de kuraklık ve kuraklığın tarıma etkisi. Marmara Coğrafya
Dergisi, Sayı:27, Ocak-2013, S.487-510, İstanbul
Korkmaz H. Amik Ovası’nda kurak devre ile buğday, pamuk ve mısır tarımı arasındaki
ilişki. Mustafa Kemal Üni. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl:2009, Cilt:6,
Sayı:11, S. 56-68
Mekonnen M.M., Hoekstra A.Y. The green, blue and grey water footprint of crops and
derived crop products. Hydrology and Earth System Science (2011) 15: 15771600
Mekonnen M.M., Hoekstra A.Y. A global assessment of the water footprint of farm
animal products. Ecosystems (2012) 15: 401-415
Öztürk A. Kuraklığın kışlık buğdayın gelişmesi ve verimine etkisi. Tr. J. of Agriculture
and Forestry, 23 (1999) 531-540, Tübitak
Sönmez B. Türkiye Çoraklık Kontrol Rehberi. Toprak ve Gübre Araştırma Enstitüsü
Müdürlüğü, Teknik Yayın No: 33, Ankara 2003
Süzer S. Buğday Tarımı. Trakya Tarımsal Araştırmalar Enstitüsü.
Tepeli E., Bülbül R. Ve ark. Sulama. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı-YAYÇEP, 2005
Water for People Water for Life, The United Nations World Water Development
Report, UNESCO-WWAP, March 2003
Water, A Shared Responsibility, The United Nations World Water Development Report
2, Worl Water Assesment Programme, UN Educational Scientific and Cultural
Organization, Berghahn Boks, UN Water, 2006
www.dsi.gov.tr, www.fao.org, www.meteor.gov.tr, www.tarim.gov.tr
12
Kuraklık ve Tarım
Ahmet ATALIK
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
İklim Değişikliği, Kuraklık ve Su Sorunu
Prof. Dr. Hasan DEĞİRMENCİ, Doç. Dr. Çağatay TANRIVERDİ, Araş. Gör. Fırat ARSLAN
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Ziraat Fakültesi Biyosistem Mühendisliği Bölümü,
[email protected]
Özet
İklim değişikliği; karşılaştırılabilir zaman dilimlerinde gözlenen doğal iklim değişikliğine ek olarak, doğrudan veya
dolaylı olarak küresel atmosferin bileşimini bozan insan faaliyetleri sonucunda iklimde oluşan bir değişikliktir.
Alınan yağış miktarının belirli süre içerisinde beklenilen miktarın altında kalması olarak ifade edilen kuraklık ise,
nem miktarındaki dengesizliğin su kıtlığı ile ilişkisi olarak tanımlanmaktadır. Tarımsal kuraklık; bitkinin kök
bölgesinde, büyüyüp gelişmesi için yeterli nem bulunmaması durumu olarak ifade edilir. Tarımsal kuraklık ürün
verimlerini ciddi oranda düşürebilir. Yüksek sıcaklıklar, düşük nisbi nem ve kurutucu rüzgarlar yağış azlığının
etkilerinin katlanmasına sebep olur. Bu çalışmada; iklim değişikliğine etki eden etmenler, iklim değişikliğinin
Türkiye’de etkileri, Türkiye’nin iklim politikası, kuraklığın, çevresel, ekonomik ve sosyal etkileri ve ülkemizde
yapılan kuraklık çalışmaları değerlendirilecektir. Ayrıca, su kaynaklarımız ve tarımsal açıdan su yönetimi ve alınması
gereken önlemler ve öneriler üzerinde durulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Kuraklık, Tarımsal Kuraklık, İklim değişikliği, Sulama Suyu Yönetimi ve Kısıntılı Sulama
Abstract
Climate change, in addition to natural climate variability observed over comparable time periods, is the change in the
climate which has a direct or indirect result of human activity that alters the composition of the global atmosphere.
And drought which is expressed as lack of precipitation, is defined as the relationship between unbalance in moisture
quantity and water scarcity. Agricultural drought; in the plant root zone, is expressed as a lack of sufficient humidity
condition for growth and development. Agricultural drought may reduce the yield significantly. High temperatures,
low relative humidity and drying winds may increase the effect of lack of precipitation. In this study, factors affecting
climate change, climate change effects in Turkey, Turkey's climate policy, environmental, economic and social
impacts of drought and drought works in Turkey will be evaluated. In addition, water resources and agricultural
perspective will be focused on water management, measures and recommendations which should be taken.
Keywords: Drought, Agricultural Drought, Climate Change, Deficit Irrigation Water Management and Irrigation
1.Giriş
İklim değişikliği dünyanın en büyük sorunlarının odak noktasında sayılmaktadır.
İnsanlar yaşayabilmek için tarım yapmaya muhtaçtırlar. İstenilen ürünü elde etmek ve
gereken miktarda üretmek içim iklim koşullarının uygun olması şarttır. Belirli bir
zaman diliminde; insan faaliyetlerinden kaynaklanan sera gazı emisyonlarının
atmosferde birikmesi sonucu sera etkisiyle ortalama sıcaklığın artması iklim değişikliği
olarak adlandırılır. Bu değişimler tarımsal üretimimizi direkt ya da dolaylı yollardan
önemli ölçüde etkilemektedir. İklim değişikliğinin neden olduğu en önemli
problemlerden biri kuraklıktır. Yağışların azalması ile oluşan kuraklık nedeniyle
tarımsal üretimimizde bitkiler için ihtiyacımız olan suyun yetersiz ya da hiç
karşılayamamamız anlamına gelmektedir.
Dünya ülkelerinin kuraklık ile
karşılaşabilecek sorunlarla baş edebilmesi için su kullanımına önem göstermeleri
gerekmektedir.
Bunun içinde iyi bir sulama işletme yönetimi ve planlaması
yapılmalıdır.
Dünyada iklim değişikliğine neden olan faktörlerin başında; fosil Yakıtların
kullanılması (ısınma, ulaşım, sanayi, enerji), endüstriyel üretim, atık, arazi kullanım
değişikliği ve ormansızlaşma gelmektedir.
2.İklim Değişikliği ve Kuraklık
2.1. İklim Değişikliği
Karşılaştırılabilir zaman dilimlerinde gözlenen doğal iklim değişikliğine ek olarak,
doğrudan veya dolaylı olarak küresel atmosferin bileşimini bozan insan faaliyetleri
sonucunda iklimde oluşan bir değişikliktir(Anonim, 2014d).
İklim Değişikliği, Kuraklık ve Su Sorunu
Prof. Dr. Hasan DEĞİRMENCİ, Doç. Dr. Çağatay TANRIVERDİ, Araş. Gör. Fırat ARSLAN
13
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Gezegenimizin atmosferi tıpkı bir sera gibi çalışır. Yeryüzüne ulaşan güneş ışınlarının
neredeyse yarıya yakını yeryüzünden yansır. Atmosferimiz, sera gazı olarak da
nitelendirilen karbondioksit, metan, su buharı, ozon, azot oksit vb. gazlar sayesinde
yeryüzünden yansıyan güneş ışınlarının bir kısmını tekrar yeryüzüne gönderir. Bir
battaniye işlevi gören sera gazları sayesinde yeryüzündeki ortalama sıcaklık, insanlar,
hayvanlar ve bitkilerin hayatını sürdürmesine imkân verecek bir ısı düzeyini, 15°C’yi
yakalar. Sera gazları olmasaydı, yeryüzünün ortalama sıcaklığı -18°C civarında olurdu.
Sera gazlarının bu doğal etkisi “sera gazı etkisi” olarak adlandırılır. Atmosferdeki sera
gazlarının oranı, 1750’li yıllarda başlayan sanayi devrimi sonrasında artmaya başlamış,
karbondioksit oranı %40’lık bir artış göstererek 280 ppm’den 394 ppm’e ulaşmıştır.
Küresel iklim değişikliğine yol açan etkenlere baktığımızda sera gazı emisyonlarında
insan faaliyetleri sonucunda gözlenen artış, başta kömür olmak üzere fosil yakıtların
yakılması, atmosferdeki karbondioksit oranının artması, IPCC’ye göre 2004 yılındaki
insan kaynaklı sera gazı emisyonlarının %56’sı fosil yakıt kullanımında ortaya çıkmakta
karbondioksit, %17’lik payla ormansızlaşma, fosil yakıtlar arasında ana sorumlu olarak
kömür başrollerde yerini alır. Küresel ölçekte birincil enerji talebinin %27’si kömürden
sağlanırken, enerji kaynaklı sera gazı emisyonlarının %43’ü kömür kaynaklıdır.
Kömürü %36 ile petrol, %20 ile doğalgaz takip eder. Kömür, üretilen bir birim enerji
başına doğalgazın 1,7 katı CO2’yi atmosfere salar. Bu kömürü CO2 salınımında üst
sıralara koyulmasının en önemli nedenidir(Anonim, 2014c).
İklim değişikliğinin etkileri (Anonim, 2014c);




Sıcaklıklardaki artış,
Kuraklık, seller, şiddetli kasırgalar gibi aşırı hava olaylarının sıklığı ve etkisinde
artış,
Okyanus ve deniz suyu seviyelerinde yükselme, okyanusların asit oranlarında
artış,
Buzulların erimesi gibi etkenler sonucunda bitkiler, hayvanlar ve ekosistemlerin
yanı sıra insan toplulukları da ciddi risk altındadır.
Bilim dünyası, iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerini en aza indirmek için ortalama
sıcaklıklardaki artışın azami 2°C ile sınırlanması gerektiğini belirtiyor. Bu hedefin
tutturulması için atmosferdeki CO2 oranının 450 ppm seviyesini aşmaması gerekiyor.
Mevcut politikalar ve uygulamalar ile bu orandaki artışın devam edeceği öngörülüyor.
Türkiye’nin güney bölgelerinde, özellikle Akdeniz’in kıyı kesimlerinde, 2070’li yıllar
için tahmin edilen yağış, şimdikinden %29.6 daha az olacaktır. Bunun aksine,
Karadeniz kıyısı boyunca yağışta %22’ye ulaşan oranlarda bir artış kestirilmektedir.
Model, ülkenin farklı bölgelerinde, 2.8-5.5 °C’ lik sıcaklık artışı olabileceğini tahmin
etmektedir. Sıcaklıktaki bu artış, atmosferde daha yüksek bir buharlaştırma talebine yol
açabilecektir (ortalama olarak Akdeniz kıyı bölgelerinde % 18.4, Karadeniz kıyı
şeridinde % 22.2 ve tüm ülkede % 17.8). Böylece, Kuzey-Doğu bölgesi hariç tüm
Türkiye için kuraklıkta bir artış öngörülmektedir(Önder ve ark. 2009).
Türkiye’nin gelişimi göz önüne alındığında, geçmiş yıllar göz önünde bulundurarak,
sera gazı emisyon azaltım sözü vermesi mümkün değildir. Türkiye emisyon
sınırlamasını, sürdürülebilir kalkınmasını ve yoksullukla mücadele çabalarını olumsuz
yönde etkilemeyecek şekilde alacağı önlemler yoluyla gerçekleştirmeyi planlamaktadır.
Ayrıca, Türkiye, ulusal programlarına ve stratejilerine uygun azaltım faaliyetlerini
ölçülebilir, raporlanabilir ve doğrulanabilir şekilde yapacağını belirtmektedir(Anonim,
2014i)
14
İklim Değişikliği, Kuraklık ve Su Sorunu
Prof. Dr. Hasan DEĞİRMENCİ, Doç. Dr. Çağatay TANRIVERDİ, Araş. Gör. Fırat ARSLAN
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Şekil 1.
Türkiye’nin 2012 Ulusal Sera Gazı Envantari(Anonim, 2014i)
Dünya Bankası karbondioksit emisyonlarının şu andaki artış hızıyla 2060 yılında
ortalama sıcaklıklardaki artışın 4°C’yi bulacağı uyarısını yaparken, bu artışın etkilerinin
özellikle yoksul kesimlerce hissedileceğini belirtiyor.
2.2. İklim Değişikliğinin Türkiye’deki Etkileri
Ülkemizin de içerisinde yer aldığı Akdeniz Havzası, küresel iklim değişikliğine karşı
yerkürenin en hassas bölgelerinden birisidir. Akdeniz Havzası’nda gerçekleşecek
2°C’lik bir sıcaklık artışı, beklenmeyen hava olayları, sıcak hava dalgaları, orman
yangınlarının sayısında ve etkisinde artış, kuraklık ve bunlar dolayısıyla biyolojik
çeşitlilik kaybı, turizm gelirlerinde azalma, tarımsal verim kaybı ve en önemlisi kuraklık
olarak etkilerini hissettirecektir. İklim değişikliğinin başlıca etkileri şöyle olacak;
sıcaklık artışı 2030’lu yılların sonuna kadar sınırlı kalacak, bu dönemden sonra hızlı bir
artış gözlenecek, mevsimsel ve bölgesel farklılıklar göstermekle beraber sıcaklık
artışının kış mevsiminde 4°C, yazın ise 6°C civarına ulaşması bekleniyor (1960-1990
döneminde göre), kış yağışlarında Türkiye’nin genelinde azalma görülürken bir tek
Kuzey Anadolu’nun doğu yarısında yağışlarda artış görülecek. 2011 yılında yayımlanan
İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planı’da, Türkiye’de yıllık ortalama sıcaklığın gelecek
yıllarda 2,5°-4°C artacağını, artışın Ege ve Doğu Anadolu Bölgeleri’nde 4°C’yi, iç
bölgelerinde ise 5˚C’yi bulacağını öngörürken, Türkiye’nin yakın gelecekte daha sıcak,
daha kurak ve yağışlar açısından daha belirsiz bir iklim yapısına sahip olacağını ortaya
koyuyor (Anonim, 2014c).
Türkiye’nin gelecekte hangi seviyede iklim değişiklikleri yaşayacağını anlayabilmek
için HadAMP3 küresel iklim modelinin geçmiş (1961-1990) ve gelecek (2071-2100)
A2 senaryosu çıktılarına dayanan PRECIS(Providing REgional Climates for Impacts
Studies) Bölgesel İklim Modeli simülasyonları analiz edilmiştir. Simülasyon
sonuçlarında, Türkiye ve bölgesinde sıcaklıklar, diğer model ülkelerin çalışmalarının
sonuçlarına benzer şekilde artış göstermiştir. Isınma oranları, ortalama sıcaklıklarda
Türkiye'nin kıyı bölgeleri dışında 5-6 °C olarak öngörülmektedir. Kış mevsiminde
sıcaklıklar doğuda (4-6 °C), buna karşılık yaz mevsiminde batıda (6-7 °C) daha fazla
artacaktır. İlkbahar ve sonbahar mevsiminde ise ülke genelinde 4-5 °C’lik artış
beklenmektedir. Maksimum sıcaklıklarda beklenen değişim Türkiye genelinde 5-6
°C’dir. Kış ve ilkbahar mevsimlerinde en büyük ısınma oranları (6-7 °C) ile Doğu
İklim Değişikliği, Kuraklık ve Su Sorunu
Prof. Dr. Hasan DEĞİRMENCİ, Doç. Dr. Çağatay TANRIVERDİ, Araş. Gör. Fırat ARSLAN
15
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Anadolu'nun iç bölümlerinde öngörülmektedir. Yaz mevsiminde ise geniş ölçekli 8
°C'yi bulan yüksek artışlar göze çarpmaktadır. Minimum sıcaklıklar, kış mevsiminde
doğu bölgelerinde (5-6 °C) ve yaz mevsiminde Ege Bölgesinin iç bölümlerinde daha
fazla (7-8 °C) artacaktır. Türkiye’nin alansal olarak elde edilen yıllık sıcaklık değişim
eğrilerinde 2071-2088 yılları arasında sıcaklıklar ortalama civarında gerçekleşirken
2088-2100 yılları arasında atış trendi gözlenmektedir (Demir ve ark. 2008).
2.3. Türkiye'nin İklim Politikası
Türkiye’nin toplam ekolojik ayak izinde en büyük pay, %46 ile karbon ayak izine aittir.
1961-2007 yılları arasında en büyük artış da karbon ayak izinde gerçekleşmiştir.
Ülkemizin sera gazı emisyonları 1990 yılına göre %115 artışla 2010 yılında 401,9
milyon tona yükselmiş, Türkiye sera gazı emisyonu artış hızında dünya liderleri arasına
girmiştir. Aynı dönemde kişi başına düşen sera gazı emisyonu da 3,39 tondan 5,52 tona
yükselmiştir. 2010 yılı itibariyle Türkiye’nin sera gazı emisyonlarının %71’i enerji
sektöründen kaynaklanmaktadır. Ülkemizin enerji ve buna bağlı olarak şehircilik,
ulaşım ve sanayi politikaları, küresel iklim değişikliğiyle mücadeleye yönelik attığımız
adımların birer göstergesidir. Türkiye’nin iklim politikası, iklim değişikliği sorunun
taşıdığı aciliyete cevap vermekten henüz uzaktır. Türkiye 1990’lu yıllardan bu yana
küresel iklim değişikliğiyle mücadele için etkin politikalar izlemeyi tercih etmiyor.
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne (BMİDÇS) 2004 yılında
taraf olan Türkiye, Kyoto Protokolü’ne ise 2009 yılında imza attı. Buna rağmen sera
gazı emisyonlarında herhangi bir azaltma hedefi koymazken, 2013 Ocak’ında başlayan
Kyoto’nun İkinci Yükümlülük Dönemi’nde de herhangi bir sorumluluk üstlenmedi.
2023 yılında ülkemizin birincil enerji ve elektrik enerjisi talebinin 2011 yılı
rakamlarının iki katına ulaşması öngörülürken, söz konusu talebin karşılanması için ana
araçlar olarak fosil yakıtlar (kömür, petrol ve doğalgaz), nükleer enerji ve hidroelektrik
tanımlandı. Enerji Bakanlığı’nın projeksiyonlarında 2020 yılında 2010 yılına göre ithal
ve yerli kömür kullanımının %200, petrol kullanımının % 100’ü aşan oranlarda artacağı
öngörülüyor (Anonim, 2014c).
2.2. Kuraklık
Alınan yağış miktarının belirli süre içerisinde beklenilen miktarın altında kalması olarak
ifade edilen kuraklık, nem miktarındaki dengesizliğin su kıtlığı ile ilişkisi olarak
tanımlanmaktadır. Türkiye’nin birçok bölgesinde etkili olan kuraklık olaylarının ve su
sıkıntısının, yalnız tarım ve enerji üretimi açısından değil, sulamayı, içme suyunu, öteki
hidrolojik sistemleri ve etkinlikleri içeren su kaynakları yönetimi açısından da kritik bir
noktaya ulaştığı gözlenmiştir (Türkeş, 2012).
2.2.1. Tarımsal Kuraklık
Türkiye’nin büyük çoğunluğu yarı kurak iklim şartlarının etkisi altındadır. Türkiye’de
kurak ve yarı kurakalan miktarı 51 milyon hektardır. Yani, Türkiye’nin %37,3’ünde
yarı kurak iklim şartları hüküm sürmektedir. Bu nedenle hem su kaynakları, hem de
genelde yağışa bağımlı olan kuru tarım nedeniyle yağışın miktar ve dağılımında
meydana gelebilecek değişiklikler ciddi bir şekilde etkilerini hissettirebilmektedir.
Bitkilerdeki büyüme ve gelişme, genetik yapının yanında çevre ve yetiştirme koşulları
tarafından yönlendirilmektedir. Üretim iklimsel faktörlerden önemli ölçüde
etkilenmektedir. Özellikle yağış yetersizlikleri ve yağış rejimindeki düzensizlikler
sonucu bitkinin su ihtiyacının karşılanamaması verimde düşüşlere neden
olmaktadır(Anonim, 2014a).
16
İklim Değişikliği, Kuraklık ve Su Sorunu
Prof. Dr. Hasan DEĞİRMENCİ, Doç. Dr. Çağatay TANRIVERDİ, Araş. Gör. Fırat ARSLAN
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
En hayati ihtiyacımız olan su, bütün toplumsal faaliyetlerimizi yürütmemiz açısından
kritik bir öneme sahiptir. Türkiye, su kaynakları açısından zengin bir ülke olmadığı gibi,
mevcut su kaynaklarının ülke geneline dağılımı da eşit değildir. DSİ’nin çalışmalarına
göre ülkemizde mevcut durumda toplam 234 milyar m3’lük kullanılabilir su kaynağı
olmasına rağmen ekonomik ve teknik sebeplerle bu miktarın 112 milyar m3’lük kısmı
kullanılabilmektedir. DSİ ayrıca 2030 yılında ülkemizdeki su tüketiminin yaklaşık 112
milyar m3 olacağını öngörmektedir. Bu veriler ve tahminlerden yola çıkıldığında gerek
su kaynaklarının temini gerekse de kullanılmış suyun arıtımına yönelik Ar-Ge ve
Yenilik çalışmaları yapılmasının son derece gerekli olduğu görülmektedir (Değirmenci
ve ark., 2014).
Bitkinin kök bölgesinde, büyüyüp gelişmesi için yeterli nem bulunmaması durumu
olarak ifade edilir. Tarımsal kuraklık ürün verimlerini ciddi oranda düşürebilir. Yüksek
sıcaklıklar, düşük nisbi nem ve kurutucu rüzgarlar yağış azlığının etkilerinin
katlanmasına sebep olur (Anonim, 2014e).
Su kaynakları, hızlı nüfus artışı, yanlış arazi kullanımı ve kirlenmenin yanı sıra küresel
iklim değişikliğinin de olumsuz etkisi altındadır. Türkiye için su, hem enerji, hem de
tarımsal acıdan son derece önemlidir. Sulama ve enerji amaçlı olarak ülkemizde çok
sayıda su yapısı inşa edilmiş ve halen edilmektedir. Bu tur su yapılarının amaçlarına
uygun faaliyet ve performansı gösterebilmesi, ancak kuraklığın olmaması, yani
beklenen miktarda yağışın toprağa düşmesi ile mümkündür (Anonim, 2012b).
2.2.2. Sosyoekonomik Kuraklık
Kuraklığın sosyoekonomik tanımı meteorolojik, hidrolojik, ve tarımsal kuraklıkla
bağlantılı bazı ekonomik ürünlerin arz ve talepleri ile ilgilidir. Yağışlardaki azalmanın
sonucu olarak gelişen ve üretimin ihtiyacı karşılayamadığı durumlarda sosyoekonomik
kuraklık yaşanmaktadır (Kadığlu, 2008).
2.2.3. Kuraklığın Etkileri
Küresel ısınmanın ülkemizde meydana getireceği etkilerine bakacak olursak; kuraklık
etkileri üç gruba ayrılabilir; ekonomik, çevresel, sosyaldir (Kalanlar, 2008);
1) Ekonomik etkileri; üründe kayıp, böcek istilâları, bitki hastalıkları, ürün kalitesinde
düşüklük, hayvancılıkta kayıp, otlakların verimliliğinin azalması, hayvanlar için su ve
besin temin edilememesi, orman ürünlerinde kayıplar, orman yangınları, orman
alanlarının verimliliğinin azalması, su ürünlerinde kayıp, ulusal büyümede kayıp,
ekonomik gelişmede gecikme, yiyecek üretiminde düşüş, yiyecek stoklarında azalma,
finansal kaynak bulmada zorluk kredi riski, yeni ve ilâve su kaynaklarının
geliştirilmesindeki pahalılık, çiftçi gelirlerinde kayıplar, turizmde kayıplar, enerji
üretiminde azalma, tarımsal üretimin doğrudan bağlı olduğu endüstrilerde kayıplar,
üretimdeki düşüşe bağlı işsizlik, hükûmetlerin vergi gelirlerinde kayıplar sayılabilir.
2) Çevresel etkilere baktığımızda ise topraktaki su ve rüzgâr erozyonu, bitki alanlarının
zarara uğraması, su kalitesinin bozulması, hayvan kalitesindeki bozulmalar, hayvanların
doğal yaşam alanlarının daralması gibi sıralanabilir.
3) Sosyal etkileri ise sosyal huzursuzluk, göç olaylarında artış, yoksullukta artış,
yiyecek kıtlığıdır.
2.2.4. Ülkemizde Kuraklık Çalışmaları
Tarımsal Kuraklıkla Mücadele Stratejisi ve Eylem Planı uygulamaları (Anonim,
2014h);
İklim Değişikliği, Kuraklık ve Su Sorunu
Prof. Dr. Hasan DEĞİRMENCİ, Doç. Dr. Çağatay TANRIVERDİ, Araş. Gör. Fırat ARSLAN
17
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014




Her il Tarımsal Kuraklık İl Eylem Planı'nı hazırlamış olup, Kuraklık İl Kriz
Merkezleri oluşturulmuştur. Tarımsal Kuraklıkla Mücadele Stratejisi ve Eylem
Planı'nda yer alan tedbir ve önceliklere ilişkin sorumlu kurum ve kuruluşların
çalışmaları takip edilmektedir.
Kuraklığa hazırlanma, kuraklık alarmı, acil eylem ve kısıtlama gibi adımların her
biri için alınması gereken önlemler belirlenmektedir.
İzleme, Erken Uyarı ve Tahmin Komitesi (İEUTK) raporları(Anonim, 2014h);
İki aylık periyotlar halinde bir araya gelen Komite üyeleri, Türkiye geneli için
derlenmiş olan havza ve il bazlı yağış haritaları, farklı kuraklık analizleri, sıcaklık
haritaları, yer altı ve yer üstü su durumları, baraj doluluk oranları gibi verileri
değerlendirmekte, kısa ve orta vadeli tahminlemelerde bulunmaktadır.
Risk Değerlendirme Komite faaliyetleri (Anonim, 2014h);











Bu Komite, İEUTK'den gelen raporları ve çeşitli meteorolojik verileri
değerlendirerek, ileriye dönük 6 aylık tahminler yaptığı bu değerlendirmelerde,
iyi, normal ve kötü senaryolar geliştirerek alınabilecek tedbirler noktasında ışık
tutmaktadır. Ayrıca komite ileriye dönük tahminlerde uluslararası merkezlerin
tahmin haritalarını da kullanmaktadır.
Kuraklık probleminin ciddi boyutlarda olduğu alanlar başta olmak üzere tarla
tesviyelerinin yapılması, arazi toplulaştırma çalışmalarına hız verilmesi ve
beraberinde basınçlı sulama sistemlerinin yaygınlaştırılması,
Toplulaştırma yapılan alanlar başta olmak üzere sulanabilen alanlarda sulama
etkinliğinin arttırılması için eğitim faaliyetlerine ağırlık verilmesi,
Kuraklığa dayanıklılık çalışmalarına hız verilmesi, tüm bitki türlerinde dayanıklıtolerant çeşitler geliştirilmesi,
Kurak koşullar için geliştirilen yetiştirme tekniklerinin, günümüz koşullarına
adapte edilmesi
İklim değişikliği - kuraklık nedeniyle veya onların önlenmesi adına geliştirilen
yetiştirme teknikleri içerisinde ürün kaybına neden olabilecek hastalık ve
zararlılara karşı etkin entegre mücadele yöntemleri geliştirilmesi,
Kültür bitkilerinin suyuna, besinine ortak olan yabancı ot mücadelesi konusunda
eğitimlerin verilmesi,
Gübre kullanımı konusunda eğitimlerin verilmesi. Yağışın azlığı durumlarında
yapılacak yanlış gübreleme, kuraklığın şiddetlenmesine neden olmaktadır.
Gereksiz ve aşırı miktarda yapılan gübrelemenin, tuzluluk ve çoraklaşmaya
sonuçlara neden olacağı ve olumsuz etkiler ortaya çıkaracağının bilinmesi için
eğitime ağırlık verilmelidir.
Hasat sonrasında topraktaki nemin muhafazası ve toprak organik madde
miktarının artırılması için bitki artıklarının tarlada bırakılması, anız yakmanın
kesinlikle engellenmesi
Ülke topraklarımızın toprak organik madde içeriği az yağışların toprağa daha az
işlemesi, daha hızlı buharlaşma, toprakta daha az su tutulması ve teksel hale gelen
toprakların erozyona maruz kalmasıdır. Bu olumsuz sonuçların ortadan
kaldırılmasına yönelik olarak yeşil gübreleme kısa vadede çözüm üretmekle
birlikte süreklilik sağlanabilmesi için anızların tarlada bırakılması büyük önem arz
etmektedir.
3. Su Sorunu
Su kıtlığına neden olan aşağıdaki gibi belli başlı 5 faktör vardır (Anonim, 2012a);
18
İklim Değişikliği, Kuraklık ve Su Sorunu
Prof. Dr. Hasan DEĞİRMENCİ, Doç. Dr. Çağatay TANRIVERDİ, Araş. Gör. Fırat ARSLAN
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014





İklim şartları (Türkiye için yarı kurak iklim),
Kuraklık (kuru dönemlerin görülme sıklığı ve şiddeti),
Çölleşme ve ormansızlaşma,
Su stresi (yüksek nüfus, yoğun sanayi nedeniyle aşırı su talebi, kacak kuyular ve
yer altı suyu kullanımı),
Çevre tahribatı, su havzalarının amaç dışı kullanımı, kirlilik ve küresel iklim
değişimi.
Suyun önemine baktığımız zaman hayatımızın temel yapıtaşı olduğunu anlamamız güç
değildir. Hayatımıza yön vermesi, suyun yerine koyabilecek başka bir hayat kaynağı
olmaması, insan hayatı için en önemli unsur olması, sınırlı bir kaynak olması, verimli
kullanılıp kullanılmaması en önemli problemlerdendir.
3.1. Sulu Tarım
Dünyada 280 milyon ha alanda, işlenebilir tarım alanlarının %17’sinde sulu tarım
yapılmaktadır. Toplam tarımsal üretimin ise %36’sı sulu tarım alanlarından
karşılanmaktadır. Tüketilen suyun %70’i tarımsal üretim amacıyla kullanılmaktadır.
Geleceğe yönelik sulama etkinliğinin artırılmasında en önemli araç; verimli bir tarımsal
üretim, uygun araştırma tekniklerini içinde barındıran, gelişmiş sulama teknolojisini
kullanan ve etkin bir bilgi sistemine sahip sulama yönetimidir. Sulama yönetiminin
amacı, randımanlı su ve arazi kullanımı yönünde gerekli koşulları sağlamaktır.
Sürdürülebilir sulu tarım üretiminin ilk koşulu çevreye zarar vermeden etkili ve verimli
bir sulamanın gerçekleştirilmesidir (Değirmenci, 2008).
Tablo 1. Su Kaynakları Potansiyeli (Anonim, 2014g)
Yıllık ortalama yağış
Türkiye’nin yüzölçümü
Yıllık yağış miktarı
Buharlaşma
Yer altına sızma
643 mm/yıl
783 577 km2
501 milyar m3
274 milyar m3
41 milyar m3
Yüzey Suyu
Yıllık yüzey akışı
Kullanılabilir yüzey suyu
186 milyar m3
98 milyar m3
Yer Altı Suyu
Yıllık çekilebilir su miktarı
Toplam Kullanılabilir Su (net)
14 milyar m3
112 milyar m3
Toprak Kaynakları
Sulanabilir alan
Sulanabilir alan hedefi
Sulanan alan
2023 hedefi
28,05 milyon ha
25,75 milyon ha
8,5 milyon ha
6.5 milyon ha
3.2. Su Kıtlığı
Su varlığına göre ülkeler aşağıdaki şekilde sınıflandırılmaktadır:


Su fakirliği: Yılda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 1.000 m3’ten daha az.
Su azlığı: Yılda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 2.000 m3’ten daha az.
İklim Değişikliği, Kuraklık ve Su Sorunu
Prof. Dr. Hasan DEĞİRMENCİ, Doç. Dr. Çağatay TANRIVERDİ, Araş. Gör. Fırat ARSLAN
19
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014

Su zenginliği: Yılda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 8.000-10.000
m3’ten daha fazla.
Türkiye su zengini bir ülke değildir. Kişi başına düşen yıllık su miktarı 1.652 m3
civarındadır.
3.3. Tarım-İstihdam
Gelişmekte olan ülkelerde tarımla meşgul olan bir kişi kendisi dahil olmak üzere
yaklaşık 2 kişiyi besliyor iken, gelişmiş ülkelerde bu değer 14 kişiye kadar
çıkabilmektedir. Ülkemizde ise 2009 yılında tarımsal istihdam oranı %24,7 olup,
tarımda istihdam edilen her bir kişi kendisi dahil 4 kişiyi beslemektedir (Anonim,
2014f).
Tablo 2. 2030 yılı için kaynak gereksinimi (Anonim, 2014f)
Sektör
Kaynak Gereksinimi (Milyar ABD Doları)
Tarım
Enerji
Hizmet
Çevre
Toplam
27,5
21,0
20,0
3,0
71,5
4. Sonuç
Devletlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 5. Raporu’na göre son altmış yılda
giderek artan küresel ısınmaya ısınmaya, insanoğlunun yol açmış olma ihtimali
“neredeyse kesin” (%95-%100). Öte yandan Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF)
2013 sonunda yayımladığı 2014 Küresel Risk Raporu’nda yer alan veriler insan eliyle
sebep olunan küresel ısınmanın, kuraklık bağlamında Dünya’yı tehdit eden yönlerini
gözler önüne seriyor (Özcan, 2014).
Tüm bu durumları göz önüne aldığımız zaman iklim değişikliğinin etkileri kuraklık,
açlık ve susuzlukla karşı karşıya kalacağımız kaçınılmazdır. Ülkemiz ve dünyanın
korunması için tüm kuruluşların, her bireyin üstüne düşen vazifeyi yerine getirmesi
yeryüzünün yaşanılabilir halde korunması için rutin haline gelmesi gerekir.
İklim değişikliğinin yol açtığı tehdit Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve
Sözleşmesi (UNFCCC) tarafından küresel olarak ele alınmaktadır. Kyoto Protokolü,
Üye Devletler gibi protokolü onaylamış olan gelişmiş ülkeler için bağlayıcı emisyon
hedefleri belirlemektedir. Bu, gelecekte ihtiyaç duyulacak daha büyük küresel emisyon
azaltmalarına doğru sadece bir ilk adım teşkil etmektedir. Eski 15 AB Üye Devleti'nin
emisyon seviyelerini 2008-2012'ye kadar 1990 seviyelerinin % 8 altına düşürülmesini
hedefleyen ortak bir emisyon azaltma hedefi bulunmaktadır. Bazı AB Üye
Devletleri'nde, dahili bir AB sözleşmesiyle, emisyonlarda artışa izin verilirken,
diğerlerinin emisyonlarını azaltması gerekmektedir. Çoğu yeni Üye Devlet taban
yıllarından (genellikle 1990) % 6 ila % 8'lik hedeflere sahiptir. Yenilenebilir enerji
kullanımı (rüzgar, güneş, biyokütle) ve birleşik ısı ve elektrik tesislerini arttırmak;
örneğin binalarda, endüstride, elektrikli ev aletlerinde enerji verimliliği hususunda
iyileşmeler; yeni yolcu arabalarından kaynaklanan karbon dioksit emisyonlarının
azaltılması; imalat endüstrisinde azaltma tedbirleri; atık depolamadan kaynaklanan
emisyonların azaltılmasına yönelik tedbirler (Anonim 2014b).
20
İklim Değişikliği, Kuraklık ve Su Sorunu
Prof. Dr. Hasan DEĞİRMENCİ, Doç. Dr. Çağatay TANRIVERDİ, Araş. Gör. Fırat ARSLAN
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Türkiye’nin iklim değişikliği politikası, sanayileşme hamlesini 20.yy’da başlatan
ülkemizin atmosferdeki sera gazı oranının artışında tarihsel bir sorumluluğu
bulunmadığı, her bir ülkenin sera gazı emisyonlarına katkısına paralel olarak
geliştirilecek “ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar” ilkesi çerçevesinde üzerine
düşen görevi yapacağı yönündedir (Anonim, 2014c).
İklim değişimi karşısında takınılacak en gerçekçi tavır, değişen iklim koşulları altında
yaşamayı, üretim yapmayı, su ve toprağı kullanmayı öğrenmek yani uyum sağlamaktır.
Kaynaklar
Anonim, 2012a. Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi, Türkiye’nin Birleşmiş
Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne İlişkin İkinci Ulusal Bildirimi
Hazırlık Faaliyetlerinin Desteklenmesi Projesi, Sf. 51 -52.
https://www.academia.edu/5182715/TURKIYEDE_IKLIM_DEGISIKLIGI_RISK_YO
NETIMI, Son erişim tarihi: 9 Ekim 2014.
Anonim, 2014a. ‘’TZOB Kuraklık Risk Tahmin Raporu’’, Türkiye Ziraat Odaları
Birliği.
http://www.tzob.org.tr/Bas%C4%B1nOdas%C4%B1/Haberler/ArtMID/470/ArticleID/8
85/ TZB-Kurakl%C4%B1k-Risk-Tahmin-Raporu, Son erişim tarihi: 9 Ekim
2014.
Anonim, 2014b. İklim Değişikliği Politikaları, Avrupa Çevre Ajansı.
http://www.eea.europa.eu/tr/themes/climate/policy-context, Son erişim tarihi:
02.11.2014.
Anonim, 2014c. ‘’Küresel İklim Değişikliği ve Türkiye’’, WWF-Türkiye.
http://www.wwf.org.tr/ne_yapiyoruz/ayak_izinin_azaltilmasi/iklim_degisikligi_ve_ener
ji/iklim_degisikligi/kuresel_iklim_degisikligi_ve_turkiye/, Son erişim tarihi:
02.11.2014.
Anonim, 2014d. ‘’İklim Değişikliği Nedir? ‘, T.C. Yenilenebilir Enerji Kaynaklar
Bakanlığı.
http://www.eie.gov.tr/iklim_deg/i_deg_nedir.aspx, Son erişim tarihi: 09.11.2014.
Anonim, 2014e. ‘’Kuraklık Yönetimi’’, T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı Su Yönetimi
Genel Müdürlüğü.
http://suyonetimi.ormansu.gov.tr/Libraries/su/Kurakl%C4%B1k_Y%C3%B6netimi_%
C5%9Eube_Sunumu.sflb.ashx, Son erişim tarihi: 09.11.2014.
Anonim, 2014f. ‘’Tarımda Sulamanın Önemi’’, DSİ Genel Müdürlüğü.
http://www.dsi.gov.tr/docs/hizmet-alanlari/tarim-sulama.pdf?sfvrsn=2, Son erişim
tarihi: 09.11.2014.
Anonim, 2014g. ‘’2009 Yılı Faaliyet Raporu’’, DSİ Genel Müdürlüğü.
http://www2.dsi.gov.tr/faaliyet_raporlari/2009_faaliyet_raporu.pdf, Son erişim tarihi:
09.11.2014
Anonim, 2014h. ‘’T.C. Gıda Tarım Hayvancılık Bakanlığı Türkiye Tarımsal Kuraklıkla
Mücadele Stratejisi ve Eylem Planı 2013-2014’’, T.C. Gıda Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığı.
İklim Değişikliği, Kuraklık ve Su Sorunu
Prof. Dr. Hasan DEĞİRMENCİ, Doç. Dr. Çağatay TANRIVERDİ, Araş. Gör. Fırat ARSLAN
21
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
http://www.tarim.gov.tr/TRGM/Belgeler/Duyurular/2013_2017_Kuraklik_Eylem_Plani
.pdf, Son erişim tarihi: 09.11.2014.
Anonim, 2014i. ‘’Türkiye’nin 2012 Ulusal Sera Gazı Emisyon Envantari’’, T.C. Çevre
ve Şehircilik Bakanlığı Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğü.
http://www.csb.gov.tr/projeler/iklim/index.php?Sayfa=sayfa&Tur=webmenu&Id=1247
1, Son erişim tarihi: 08.11.2014.
Alagül, E. 2004. ‘’Hava Kirliliği ve Küresel Isınma’’, Blogspot.
http://havakirliligivekureselisinma.blogspot.com.tr/, Son erişim tarihi: 09.11.2014.
Çakmak, B. ve Gökalp, Z. 2011. ‘’İklim Değişikliği ve Etkin Su Kullanımı’’, Tarım
Bilimleri Araştırma Dergisi 4(1) : 87-95, 2011.
Değirmenci, H. 2008. ‘’Sulama Yönetimi ve Sorunları’’, TMMOB 2.Su Politikaları
Kongresi, 2008. Ankara
Değirmenci, H., Tanrıverdi, Ç., Arslan, F. 2014. ‘’Sulama Projelerinin
Modernizasyonu’’, 12.Ulusal Kültürteknik Kongresi, 2014. Tekirdağ.
Demir, İ., Kılıç, G., Coşkun, M. 2008. PRECIS Bölgesel İklim Modeli ile Türkiye İçin
İklim
Öngörüleri: HadAMP3 SRES A2 Senaryosu, IV. Atmosfer Bilimleri Sempozyumu,
Bildiriler Kitabı, 365-373. İTÜ Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi Meteoroloji
Mühendisliği Bölümü, 25-28 Mart 2008, İstanbul.
Kadıoğlu, M. 2008.‘’Kuraklık Kıranı Risk Yönetimi; Afet Zararlarını Azaltmanın
Temel İlkeleri’’, JICA Türkiye Ofisi Yayınları No: 2,sf. 277-300. Ankara.
Türkeş, M. 2012. ‘’Kuraklık, Çölleşme Ve Birleşmiş Milletler Çölleşme İle Savaşım
Sözleşmesi’nin Ayrıntılı Bir Çözümlemesi’’,
Marmara Avrupa Araştırmaları Dergisi, Cilt 20, Sayı: 1, 2012, sf. 24.
Önder, D., Aydın, M., Berberoğlu, S., Önder, S., Yano, T. 2009. ‘’ The use of aridity
index to assess implications of climatic change for land cover in Turkey’’, Turk
J Agric For 33 (2009) 305-314.
Özcan, E. 2014. ‘’Hayata Yönelen Bir TehtidOlarak : Kuraklık ‘’, Bilim ve Teknik
dergisi, Mart 2014.
Şahin, M. 2014. ‘’Küresel Isınma ve Alınacak Önlemler Çevreci Belediyecilik,
Belediyelerin Çevre Sorunları ile Yüzleşmesi’’, T.C. Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı Sunumu, 26 Haziran 2014, Mersin/Türkiye.
Kalanlar, Ş. 2008. ‘’Küresel Isınmanın Tarım ve Gıda Sektörüne Etkileri’’, Tarımsal
Ekonomi Araştırma Enstitüsü, T.E.A.E- Bakış, sayı 10 nüsha:3, 2008.
22
İklim Değişikliği, Kuraklık ve Su Sorunu
Prof. Dr. Hasan DEĞİRMENCİ, Doç. Dr. Çağatay TANRIVERDİ, Araş. Gör. Fırat ARSLAN
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Kuraklığın Hayvancılığa Etkileri
Prof. Dr. Mehmet Koyuncu
Uludağ Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü, Bursa, [email protected]
ÖZET
İklim değişikliği günümüzün en büyük çevre sorunlarından birisidir ve buna neden olan insan faaliyetleridir. İklim
değişikliğinin etkilerinden bazıları, kurak olan bölgelerin daha kurak olacağı, yağışlı bölgelerde ani ve yoğun yağış
olaylarının artacağı, tüm bölgelerde yağış rejiminin değişeceği, mevsimlerin kayacağı, sıra dışı olayların sayısının ve
şiddetinin artacağı şeklinde sıralanmaktadır. Türkiye açısından iklim değişikliği ile birlikte yağışların azalacağı,
sıcaklıkların artacağı, sel, kuraklık gibi olayların sıklığının ve şiddetinin artacağı tahmin edilmektedir. Hayvansal
üretimde ise bunun en önemli etkileri üretimin miktar ve kalitesinde azalmalar, hastalık ve zararlılara hassasiyetin
artması, üreme döngüsünün değişmesi, doğumda kayıplar, yemin ürüne dönüşümünde gerileme olarak sıralanabilir.
Küresel olarak kuraklık son 60 yılda önemli ölçüde değişim göstermiştir. İklim değişikliği noktasında hazırlanan
model projeksiyonlar kuraklığın sıklığı, süresi ve kapsamı noktasında büyük artışlar olduğunu göstermektedir.
Sıcaklık 40°C üstünde uzun süre devam ettiğinde ciddi problemler ortaya çıkabilir. Hayvanların ısı stresi altında
kaldıklarında yetiştiriciler sürülerinde; otlama süresinin azaldığını, yem alımının düştüğünü, vücut sıcaklığının
arttığını, hızlı nefes alma ve terlemeyi, ağırlık kaybını, üreme performansında düşüklüğü, verimliliğin düştüğünü ve
en kötüsü de ölüm vakalarının arttığını gözlemleyecektir.
Anahtar kelimeler: İklim değişikliği, kuraklık, hayvancılık
Effects of drought on animal husbandry
ABSTRACT
Climate change is one of today's most important environmental problems and the people who caused it activities.
Effects of climate change some of the arid regions drier would, in rainy regions of sudden and intense precipitation
events will continue to grow in all regions of the rainfall will change, seasons will slide extraordinary number of
incidents and violence will increase as are listed. Turkey in terms of reduced rainfall with climate change, as rising
temperatures, floods, droughts will increase the incidence and severity of such events is estimated. In animal
production is that the most important impacts of the production quantity and quality reductions, pests and diseases
increased sensitivity to the reproductive cycle changes, birth losses, animal feeds conversion ratio of the decline can
be listed as.
Globally, the drought has changed significantly over the last 60. Climate change model projections made at the point
of drought frequency, duration and scope of the points shows that large increases in. Temperature above 40 ° C is
continued long term can lead to serious problems. Animal breeders flocks when they were under heat stress; grazing
time is reduced, feed intake has fallen, body temperature increased, rapid breathing and sweating, weight loss,
reproductive performance impairment, productivity falls, and worst of all deaths increase will observe.
Keywords: Climate change, drought, livestock
GİRİŞ
Dünyada küresel ölçekte en büyük sorunlardan birisi olan kuraklık, bugün gelinen
noktada fiziksel ve doğal çevre, kent yaşamı, kalkınma ve ekonomi, teknoloji, tarım ve
gıda, temiz su ve sağlık olmak üzere hayatımızın her aşamasını etkilemektedir.
Kuraklık, ekonomik, sosyal ve çevresel etkileri olan doğal bir olaydır. Kuraklık,
başlangıç ve bitiminin belirlenmesinin güçlüğü nedeniyle diğer doğal afetlerden farklı
olarak yavaş yavaş kuvvetini artırır ve olay sona erdikten yıllar sonra bile etkisini
devam ettirebilir. Kuraklığın etkileri genellikle ilk olarak tarımda görülür ve daha sonra
diğer suya bağımlı sektörlere yayılır (Kapluhan, 2013).
İklim değişikliği, hayvanların hastalıklara karşı hassasiyetini artırırken hastalık ve
parazit etkenlerinde mutasyonlar meydana gelmesine, hayvanlardan insanlara bulaşan
hastalıkların artmasına ve birtakım yeni hastalıkların ortaya çıkmasına neden olacaktır.
Meydana gelecek iklimsel değişikliklerin olası etkilerini azaltma noktasında adaptasyon
ve çevresel stres ile başa çıkabilme yeteneği yüksek genotiplerin geliştirilmesi, toprak
ve su yönetiminin iyileştirilmesi noktasında bir entegrasyona ihtiyaç bulunmaktadır.
Kuraklığın Hayvancılığa Etkileri
Prof. Dr. Mehmet Koyuncu
23
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
İklim değişikliği dünyada hayvansal üretim sistemlerini tümüyle etkileyecek ve gelecek
yıllarda hayvansal ürünlere olan talebin artmasına neden olacaktır. 21. yy da gıda ve su
güvenliği insanlık için en önemli öncelikler arasındadır. Diğer taraftan aynı dönemde
tüm dünyada tarımı etkileyecek yerel ve küresel iklim değişikliklerinin yaşanması
beklenmektedir. Küresel ısınmanın, hayvansal üretimin yoğun olarak yapıldığı
ülkelerde doğrudan etkilerinin yanı sıra su kıtlığı, kaba/kesif yem üretiminde azalma ve
patojenler gibi dolaylı etkiler hayvansal üretimi çok daha olumsuz etkileyecektir.
Hayvanlar, verilen yemlerin değiştirilmesi, soğutma ya da çeşitli çiftlik yönetimi
uygulamaları ile yüksek sıcaklığın doğrudan etkisi olan sıcaklık stresi ile başa
çıkabilirler. Diğer taraftan hayvanları ortam sıcaklığına adapte etmek için yüksek enerji
tüketen barınakların inşası ise üretim maliyetlerinin artmasına neden olacaktır (Thorne,
2007). Meraya dayalı hayvancılık sistemlerinin küresel ısınmadan endüstriyel
hayvancılık sistemlerine göre daha fazla etkilenmesi beklenmektedir. Çünkü küresel
ısınma kaynaklı solar radyasyon, yüksek sıcaklık, düşük yağış ve kuraklık merayı ve
bitkilerin gelişimini doğrudan etkileyecektir.
Küresel ısınmanın meydana getirdiği ve getireceği iklim değişiklikleri, Dünyada
bölgelere göre olumlu ve olumsuz olarak değişkenlik gösterecektir. Örneğin Türkiye'nin
yer aldığı Doğu Akdeniz bölgesinde uç değerlerdeki artışlar dolayısıyla doğal afetlerde
(aşırı yağışlar, aşırı sıcaklar, fırtına ve hortumlar, kuraklık vb.) artışlar görülmektedir
(Şen, 2014). Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli’nin verilerine göre Türkiye ciddi
boyutta kuraklık yaşayacak Akdeniz kuşağında yer almaktadır.
KURAKLIĞIN TANIMI VE ETKİLERİ
Kuraklık özellikle gelişmekte olan bölgelerde tarımsal verimliliği etkileyen önemli bir
sorundur ve Doğu Afrika’da yaşanan son olaylar bunun göstergesidir. İklim değişikliği
ile ilgili olarak geleceğe yönelik beklentiler kapsamında gelecekteki nüfus artışı tahmini
ve buna karşın tarım dışı alanlarındaki önemli artış endişe verici boyuttadır.
Ülkenin yağmur ve kar yağış zamanındaki büyük ve tehlikeli değişimler, bölgenin
kuraklık tehlikesi altında olduğunun göstergesidir. Ekstrem olaylar içinde kuraklık
genellikle yavaş gelişmekte, uzun bir süreklilik göstermekte ve doğal afetler içinde
tahmini en zor olup etkileri çok geniştir. Tarımsal kuraklık sonucu, tarımsal üretimde
düşüklük, ekonomik kayıplar, ekolojik dengenin bozulması, sosyal yaşantının
etkilenmesinin kaçınılmaz olduğu üzerinde durulmaktadır.
Kuraklık, iklimin su kaynaklarını, tarımı ve tüm canlıları etkilemesinin bir yoludur.
Aynı zamanda kuraklık, en kapsamlı Sosyo- Ekonomik zararlara neden olan, yavaş
gelişen en sinsi ve tehlikeli doğal afettir. Kuraklık, meteorolojik kuraklık olarak başlar,
tarımsal, hidrolojik kuraklık olarak gelişir ve sosyo-ekonomik kuraklık olarak devam
eder.
Küresel sistemin doğayı hoyratça kullanması, dünyanın sorunlarını giderek artırırken,
sağlıklı çevre giderek yok olmaktadır. Çevrenin kirlenmesi, örneğin suyun kirlenmesi
de hastalıklara ve ölümlere ortam hazırlamaktadır. Bugün dünyada bir milyarın üstünde
insan temiz suya erişememektedir. Doğanın su depoları artan sıcaklığın tehdidi altında,
yeraltı su seviyesi düşmekte, nehirler kurumakta ve göller yok olmaktadır. Buzullar
erimekte, dünya su düzeyi ve karbon düzeyi yükselmekte, yıkıcı fırtınalar artmakta,
otlaklar çölleşmekte, orman arazisi küçülmekte ve tarım toprakları erozyonla giderek
verimsizleşmektedir. Bitki ve hayvan çeşitliliği her gün biraz daha azalırken çiftçiler,
tarımı terk etmek zorunda kalmaktadırlar. Bugün en azından bir milyar insan açlık
24
Kuraklığın Hayvancılığa Etkileri
Prof. Dr. Mehmet Koyuncu
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
sınırında yaşarken, bunun en büyük bedelini ise çocuklar ödemektedirler. Bütün bunlar
doğanın çöküşü ile birlikte insanlığın çöküşünün göstergeleridir.
Kuraklık, bir bölgedeki geçici ya da uzun süreli yağış sıkıntısıdır. Kurak ve yarı kurak
bölgelerde yaygın olan yıllık ya da mevsimsel kuraklığın ortaya çıktığında bunun doğal
mera üzerinde ciddi etkileri olabilir, ki bu da hayvancılık üzerinde yansımaktadır.
Azalmış mera kaynaklarıyla hayvancılık kuraklığa karşı daha savunmasızdır. Güney
Afrika, Güneydoğu Asya ve Türkiye’nin de içinde bulunduğu Akdeniz Havzası’nda
gelecekte bugüne göre iki kat daha sık kuraklık yaşanacağı tahmin edilmektedir. Bu da
ürün kayıpları, hastalık ve zararlılarda artış, kalite kaybı ve güvenilir gıda temininde
sorunların yaşanması anlamına gelmektedir. İklim değişikliği ve buna bağlı olarak
kuraklığın bitkisel ve hayvansal üretim ile bu ürünlerin işlenmesi üzerine etkileri;
üretimin azalması ve kalite kaybı, ürünlerin zarar görmesi, hasat edilmeden tarlada
bırakılması, gıda arzının azalması ve buna bağlı olarak fiyatlarının yükselmesi, gıdaya
erişimdeki sorunlar nedeniyle yetersiz beslenme, açlık ve ölümler gibi sorunları ortaya
çıkaracaktır.
Toplumsal düzeyde kuraklık, bitkisel ve hayvansal üretim kaybına neden olmakta, ileri
düzeyde ise kronik gıda sıkıntısı ve kıtlığa yol açmaktadır. Kıtlık ve kuraklığın
pençesindeki bölgelerdeki insanların kırsaldan şehirlere gıda ve istihdam arayışı içinde
göç etmeleri ise yeni sosyal sorunlara ve kentsel kaynaklar üzerindeki baskıya neden
olacaktır. Su kaynağı miktarındaki değişim bitkileri etkilerken beraberinde hayvansal
üretimde etkileri yansımaktadır. Örneğin ABD’de 2007-2009 yılları arasında gelişen
kuraklık, güney doğu bölgesinde tarımsal ürün temelli yaklaşık 1.3 milyar dolarlık bir
kayba neden olmuştur. Temel ürün bazında mısır, buğday, soya fasulyesi, pamuk ve
saman öne çıkmaktadır. Çoğunluğu hayvan yemi olarak kullanılan bu ürünlerdeki
azalma hayvancılık sektöründe verim düşüklüğü ve ekonomik kayıpların ortaya
çıkmasına neden olmuştur. Bu ülkede 2012’den itibaren yağışların azalması ülke
genelinde mısır, soya ve saman fiyatlarının artmasına neden olmuş, et üretimi %1.8
düşmüştür. Girdilerin artmasına bağlı olarak kuraklığın yoğun olduğu bölgelerden
göçler başlamış diğer taraftan az su gerektiren ürünlere yönelim gerçekleşmiştir
(Anonim, 2014a).
Suyun hayvansal üretim açısından üretim noktasında ne kadar önemli olduğu aşağıda
verilen Çizelge 1'de gösterilmektedir.
Çizelge 1. Bir kg hayvansal ürün üretmek için gerekli su miktarı (lt) (Mekonnen ve
Hoekstra, 2012)
Sığır
eti
15.415
Koyun/keçi
eti
8.763
Piliç eti
Yumurta
Süt
Peynir
Tereyağı
4.325
3.265
1.020
5.060
5.553
Kuraklığın hayvancılık üzerine etkileri genel anlamda et, süt, yumurta üretiminde
azalma, vücut kondisyonu ve ağırlığında önemli kayıplar, bağışıklık sisteminde
düzensizlikler, hastalıklara karşı hassasiyetin artması ve uzun süreli kuraklık ise üreme
performansını da olumsuz etkiler yaratmaktadır (Çizelge 2 ve 3).
Kuraklığın Hayvancılığa Etkileri
Prof. Dr. Mehmet Koyuncu
25
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Çizelge 2. Farklı iklim değişikliklerinin hayvancılıkta ortaya çıkardığı sorunlar ve buna
karşı yapılabilecek uygulamalar
İklim
Değişiklikleri
Sıcaklığın
Yükselmesi
Kuraklık
Fırtına ve Seller
Deniz
Seviyesinin
Yükselmesi
Ortay Çıkardığı Sorunlar
Yapılabilecek Uygulamalar
-Üretimde azalma (Otlatma alanlarının
azalması,
canlı
ağırlık
gelişiminde
gerileme, süt üretiminde azalma, döl
veriminde düşme)
-Isı stresi
-Davranış problemleri
-Hayvan kayıplarında artış
-Çayır ve meralarda ot miktarının ve kaba
yem üretiminin azalması
-Su kıtlığı
-Isı stresi
-Hayvan kayıpları
-Meralar ve açık alanlarda yangın riski
-Çayır ve meralarda hasarlar
-Verim kayıpları (üretim performanslarında
kayıplar, yem sıkıntısı, hastalıklarda artış)
-Yüksek sıcaklığa dayanıklı ırklar ile çalışmak
-Hayvanların dinleneceği doğal/yapay gölgelikler
inşa etmek
-Açık sistem barınakların kullanılması
-Kurağa dayanıklı bitki çeşitlerinin kullanılması
-Kaliteli su kaynaklarının araştırılması
-Otlama ve dinlenme alanlarında azalma
-Meralardaki otların tuzlanması
-İçme suyuna tuz karışması
-Susuzluğa
dayanıklı
bitki
kullanılması
-Ek yemleme uygulamaları
-Ek su kaynaklarına yönelme
çeşitlerinin
-İşletmelerin dere yatağı ve çukur bölgelere
kurmamak
-Rüzgarın hızını kesen ağaç türlerini kullanmak
-Sel
baskınlarında
hayvanları
ve
yem
kaynaklarının tahliyesini sağlayacak bir planlama
-İşletmeler yüksek alanlara yapılmalı
-Tuza toleransı yüksek bitki çeşitleri kullanılmalı
-Otlatma alanına uygun hayvan tutmak
-Yağmur sularının kullanılmasına yönelik
sistemlerin planlanması
Çizelge 3. Farklı kuraklık sistemlerinin hayvancılığa etkileri (Ramachandra, 2009).
Kuraklık çeşidi
Meteorolojik kuraklık
Tarımsal kuraklık
Hidrolojik kuraklık
Çiftlik hayvanları üzerine etkileri
Görünür bir etkisi yoktur
Fizyolojik adaptasyonda zayıflık
Yem kaynaklarında azalma ve yetersiz besleme
Üretimde düşme
Hayvanların pazar fiyatlarında düşme
Üretimde önemli azalma
Fizyolojik streste artış
Bağışıklık seviyesinde düşme
Üreme performansında değişiklikler
Hayvanların farklı bölgelere göçü
İsteksiz hayvan satışları
Kuraklığın etkileri yaygın olarak doğrudan ve dolaylı olarak ifade edilir. Doğrudan
etkileri ürün hasadında, meralarda ve orman alanlarında verimlilik kayıpları, artan
yangın tehlikesi, su rezervlerinde azalma, doğal yaşam alanlarında artan ölüm oranları,
balık, bitki ve hayvan habitatında bozulmalar gerçekleşecektir. Bu doğrudan etkilerin
sonuçlarında dolaylı etkiler görülmeye başlar. Örneğin üretimde azalmalar, mera ve
orman alanlarında verimliliğinin azalması tarımsal gelirde azalmalar, gıda ve orman
ürünlerinde artan fiyatlar, işsizlik, yetiştiricilerin banka borçları, göç, vergi gelirlerinde
azalma ve afet yardım programları olarak sıralanabilir. Kuraklığın etkileri genel olarak
ekonomik, çevresel ve sosyal olarak üç temel noktada toplanabilir (Anonim, 2014b).
KURAKLIĞIN ETKİLERİNİN AZALTILMASI
Tarımsal kuraklığın olumsuz etkilerini azaltmak, kuraklık olmadan önceki dönemlerde
alınacak tedbirler ve kuraklığın yaşandığı dönemlerde yapılacak doğru planlamalarla
mümkündür. Bu nedenle, kuraklıktan önceki dönemde alınacak tedbirler ve kuraklık
26
Kuraklığın Hayvancılığa Etkileri
Prof. Dr. Mehmet Koyuncu
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
yaşanırken atılacak adımlar ayrı ayrı planlanmalıdır. Yağışların devamlılığını
sağlayarak, su arzını artırmak elimizde olmasa da, kuraklıktan kaynaklanan olumsuz
etkileri azaltmak elimizdedir. Kuraklığı azaltıcı birçok önlem mevcuttur. Bu önlemler
sağlam ve iyi tanımlanmış bir stratejiye entegre edilebilen kuraklığın büyüklüğü, şiddeti
ve etkilerini azaltmayı amaçlamalıdır. Bu gibi strateji unsurları aşağıda belirtilen
noktaları içerir (Anonim, 2014c);







İklim tahmini erken uyarı sistemleri
Sürü yönetimi ve meraların kullanılmasına yönelik iyileştirme çalışmaları
Doğal meraların sürdürülebilir yönetimi ve geliştirilmesi
Hasat artıkları ve yeni yem kaynaklarının kullanımının geliştirilmesi
Sigorta ve acil fonların kurulması
En uygun hayvan tür ve ırklarının kullanımı
Kapasitenin artırılması
Problemin saptanması: Coğrafi bir bölgede, geçici yağış azalmalarının normal bir
hareket olduğu, kuraklığın ise kalıcı yağış açığının bir sonucu olarak ortaya çıktığının
bilinmesi gerekir. Birçok alanda ortaya çıkan kuraklığın bir özelliği de tahmin edilebilen
periyodik davranışsal olay olmamasıdır. Kuraklığın oluşumu yer ve zamanla değişebilir.
Kurak topraklarda yıllar içinde ve arasında yağış genellikle düzensiz ve değişkendir. Bu
noktada 100 - 400 mm yıllık yağış alan bölgelerde uzun süreli olarak yağıştan tipik
sapmalar % 30-50 arasında bulunmaktadır. On yıldan daha az bir süre ile aşırı otlatma
ile bozulan meralarda yıllık verim, kuru madde bazında hektara 100 kg dan 30 kg’a
düşmektedir. Aşırı otlatma koruyucu toprak örtüsünü azaltırken, aynı zamanda bitki
çeşitliliğini ve mevcut mera bitkilerinin miktarını da azaltmasından dolayı kuru madde
miktarı da azalır.
Tür seçimi: Kuraklığa dayanıklı deve, koyun ve keçi gibi türlerinin kullanımı kuraklığın
etkisini azaltmada seçilebilecek bir yoldur. Ruminantların yem kaynakları ve otlakların
optimum kullanma noktasında sindirim ve beslenme fizyolojisini de dikkate alarak
kuraklığa eğilimli bölgelerde sınırlı bitki kaynaklarını daha verimli kullanabilen ırkların
gelişimi sağlanmalıdır. Araştırılması gereken konular, rumen özellikleri, selülotik
rumen ekosistemi, tanen toleransı, anti-bakteriyel faktörler, azot dönüşümü ve su
dönüşümünü olarak sıralanmaktadır. Eğer amaç çiftlik hayvanlarından yüksek verim
elde etmek ise, mevcut yem kaynaklarını optimum kullanan türlerin kullanılması
yetiştiricilerin kuraklıkla ilişkili karşılaşabilecekleri riskleri azaltabilir ve mera taşıma
kapasitesine uygun hayvan sayısının kullanılması bozulmaya karşı merayı koruyabilir.
Mera yönetiminin geliştirilmesi: Eş yağış eğrisi 200 mm altında olan alanlar özellikle
kuraklığa karşı savunmasız ve genellikle çölleşme tehdidi altındadır. Bu alanlarda
hayvan sayısının artışına bağlı olarak artan yem talebi, geleneksel yem kaynakları
üzerine baskıyı artırması sonucunda bozulmalara neden olmaktadır.
Geçmişte
meralardaki hayvan hareketleri, su ve yemin mevsimsel durumuna göre düzenlenirken,
bugün ise hayvanlar ve su araçlar ile farklı bölgelere taşınmakta ve buralarda kontrolsüz
bir şekilde otlamalarına izin verilmektedir. Böylece aşırı otlatma ve erken otlatma
yaygınlaşmaktadır. Kurak ve yarı kurak bölgelerde mevsimsel ve yıllık kuraklık
yaygındır ve bu koşullar altında mera üstünde ciddi etkisi olabilmektedir. Ot kalitesi ve
miktarı, yağış dalgalanmalardan etkilenerek zamanla önemli ölçüde değişebilir ve
otlatılan bitki örtüsünün yenilenmesi uzun süreli bir kuraklığın ardından engellenebilir.
Kuraklık ile ilişkili riskleri en aza indirmek için meraların uygun kullanımı noktasında
koruma, rehabilitasyon ve doğru yönetim olarak tanımlanan üç bileşene odaklanmak
gerekir.
Kuraklığın Hayvancılığa Etkileri
Prof. Dr. Mehmet Koyuncu
27
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Hayvanlara verilen yem kaynakları: Hayvancılık ve meraların üzerine kuraklığın etkileri
bağlantılıdır. Meraların azalması hayvancılığı kuraklığa daha hassas hale getirir ve yıl
boyunca doğal mera alanları üzerinde mevcut hayvancılığı sürdürmek zorlaşmaktadır.
Kurak geçen yılların en dramatik sonucu, çiftlik hayvanlarına yeterli yem kaynağının
bulunamamasıdır. Çiftlik hayvanlarının yem temelli gelişimini desteklemek noktasında
özellikle kurak geçen periyotlarda doğal çayır ve meralardan ek olarak alternatif yem
kaynakları bulma zorunluluğu vardır. Konuyla ilgili olarak ekilebilir araziler üzerinde
depolanabilir kaba yem üretiminin teşvik edilmesi üzerine odaklanmalı ve özellikle
rotasyonlara yüksek kaliteli yem bitkileri dahil edilmelidir. Yerel kaba yem, mera bitki
türleri ve düzensiz yağışlar ile başa çıkabilecek karakterdeki ekotiplere, öncelik
verilmelidir. Buna ek olarak arazi sulamalarında konvansiyonel olmayan su
kaynaklarının (desalinasyon, arıtılmış atık su, yağmur hasadı, bulut tohumlama ve
sulama drenaj suyu) kullanılması pratik olabilir. Ayrıca, hasat artıkları ve gıda sanayi
yan ürünlerin hayvan beslemede kullanılabilir.
Kuraklık döneminde yemleme uygulamaları: Mevcut yem kaynaklarını verimli
kullanmaya odaklanmak, genç/gelişme çağında olanlar ve üretim yapan hayvanlar için
destekleyici besin maddesi ihtiyacını karşılamak, kritik yem hammaddelerinin seçimi,
bunların enerji/protein yönünden zengin olması, tahıl ve küspelerin haftada iki kez
verilebilir, azot kaynağı olarak üre ile beslemeden kaçınılmalıdır. Mineraller veya
mineral-melas karışımı ile üreme performansı düşüklüğü ortadan kaldırılabilir.
Kuraklığın hayvancılık üzerine etkisini azaltma stratejileri: Kuraklığın etkisini azaltma
stratejisinin temel amacı işletmelerin hayatta kalmasını sağlamaktır. Bu noktada
verimlilikte kayıpların minimum olması, mevcut kaynakları minimum hayvan varlığına
göre uyarlamak, üreme performansında kayıpları ortadan kaldırmak ve kuraklığın
sonunda üretimi yeniden canlandırma dikkate alınan önemli noktalardır. Bitkilerin
gelişme dönemi öncesinde her yıl üreticiler, yetiştiriciler ve konu paydaşlarının gelişmiş
kuraklık tahmini erişim ve izleme bilgilerine ulaşabilmeleri büyük önem taşımaktadır.
Eğer özellikle iyi işleyen uyarlanabilir tarım sistemi ile birlikte çalışıldığında, erken
uyarı kuraklık tahminleri kaynakların yanlış kullanımı ile ilişkili ekonomik kayıpların
önüne geçme noktasında önemli bir işlev görebilir.
SONUÇ
Küresel olarak kuraklık son 60 yılda önemli ölçüde değişim göstermiştir. Özellikle son
10 yılda iklim değişikliğine bağlı ortaya çıkan aşırı kuraklık önemli ipuçları vermeye
başlamıştır. İklim değişikliği noktasında hazırlanan model projeksiyonlar kuraklığın
sıklığı, süresi ve kapsamı noktasında büyük artışlar olduğunu göstermektedir. Tarımsal
verimlilik açısından özellikle iklim değişiklikleri geçici kuraklığa bağlı olarak önemli
sorunları ortaya çıkarmaktadır. Kuraklık, normal olarak su kıtlığı ve ürün kıtlığı ile
ilişkilidir. Kuraklığa yatkın alanlarda yapılacak hayvancılık uygulamaları aynı zamanda
bitkisel üretimde yapılan hataların üstesinden gelme mekanizması olarak da kabul
edilmektedir. Bu sayede insanlara düzenli gelir sağlama ve yaşamsal faaliyetleri
karşılama noktasında bir güvenlik ağı yaratılmış olur. Ancak hayvancılığın da önemli
ölçüde kuraklıktan etkilendiği unutulmamalıdır.
28
Kuraklığın Hayvancılığa Etkileri
Prof. Dr. Mehmet Koyuncu
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
KAYNAKLAR
Anonim 2014a. Ece Varol, Araştırma Raporu.
http://www.mbmtr.org/uploads/1/7/9/4/17943871/gk3_1_ecevarol.pdf
(22.08.2014)
Anonim, 2014b. http://threeissues.sdsu.edu/three_issues_droughtfacts02.html
(21.07.2014)
Anonim, 2014c. http://www.ifad.org/lrkm/tans/1.htm (21.07.2014)
Kapluhan, E. 2013. Türkiye’de Kuraklık Ve Kuraklığın Tarıma Etkisi. Marmara
Coğrafya Dergisi Sayı: 27, 487-510.
Mekonnen M.M., Hoekstra A.Y. A. 2012. Global Assessment Of The Water Footprint
of Farm Animal Products. Ecosystems, 15: 401-415.
Ramachandra, K. S. 2009. Livestock Management in Drought. Second India Disaster
Management Congress Vigyan Bhavan, New Delhi, 4-6 November 2009
Şen, O. 2014. Türkiye'de Yaşanan Kuraklık ve Etkileri. TMMOB Tarım ve Mühendislik
Dergisi, 9-13.
Thorne, P.S. 2007. Environmental Health İmpacts of Concentrated Animal Feeding
Operations: Anticipating Hazards-Searching For Solutions. Environ Health
Perspect. 115: 296-297.
Kuraklığın Hayvancılığa Etkileri
Prof. Dr. Mehmet Koyuncu
29
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Farklı İklim Tiplerinin Tarımsal Kuraklığa Etkisi
Kenan UÇAN, Mualla KETEN
KSÜ, Ziraat Fakültesi, Biyosistem Mühendisliği Bölümü, Kahramanmaraş, [email protected],
[email protected]
ÖZET
Kuraklık, canlıların yaşamı üzerinde çok büyük olumsuz etkileri olan yavaş gelişen ve önemli sosyo-ekonomik
zararlara sebep olabilen, meteorolojik karakterli doğal afetlerden biridir. Kuraklığın başlangıç ve bitişinin belirsiz
oluşu, kümülatif olarak artması, aynı anda birden fazla kaynağa etkisi ve ekonomik boyutunun yüksek olması onu
diğer doğal afetlerden ayıran en önemli özellikleridir.
Ülkemizin, küresel ısınmanın muhtemel etkileri açısından, risk grubu ülkeler arasında yer aldığı, gelecekte bazı
bölgelerimizin iklim değişikliğinden daha çok etkileneceği tahmin edilmektedir.
Bu çalışmada Akdeniz Bölgesinin Adana Bölümünde yer alan ve farklı iklim tiplerine sahip Kahramanmaraş
(Merkez), Afşin ve Ceyhan ilçelerinin kuraklık özellikleri incelenmiştir. Standart yağış İndisi (SYİ) kuraklık sınıfları
dikkate alındığında yıllık en fazla kuraklığın görüldüğü yer Kahramanmaraş (Merkez) iken Afşin ve Ceyhan ilçeleri
bunu takip etmiştir. Mevsimler açısından bakıldığında ilkbahar ve yaz mevsiminde kuraklık en fazla akdeniz iklim
tipine sahip Ceyhanda gözlemlenmiştir. Sonbahar mevsiminde kuraklık en fazla Kahramanmaraş (Merkez) ilçesinde
yaşanırken kış mevsiminde ise kuraklık Ceyhan ve Kahramanmaraş (Merkez) ilçelerinde Afşine göre daha fazla
yaşanmıştır. Tarımsal kuraklıkta bitki verimlerine ve ekilen alanlara bakıldığında şiddetli kurak geçen yıllarda
kuraklığın etkisi mevcut yılda değil bir sonraki yıl, aşırı kurak geçen yıllarda ise hem kuraklığın yaşandığı yıl hemde
bir sonraki yıl olumsuz şekilde etkilediği görülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Tarımsal kuraklık, yağış, sıcaklık, standart yağış indisi
1. GİRİŞ
Kuraklık, yağışın uzun yıllar ortalamasından daha az gerçekleşmesi ile ortaya çıkan ve
herhangi bir yerde ve zamanda meydana gelebilecek olan doğal bir iklim olayıdır.
Kuraklık sayılan otuz bir kadar doğal afet içerisinde pek çok araştırmacıya göre en
önemli doğal afettir (Kadıoğlu, 2001). Kuraklık, farklı iklim tiplerine sahip her yerde
görülebilir. Bununla beraber kurak iklimler nem eksikliğinden ve yüksek
değişkenlikteki yağıştan dolayı kuraklığa karşı daha hassas konumdadırlar (Kapluhan,
2013). Ekstrem olaylar içinde kuraklık genellikle yavaş gelişir, sıklıkla uzun bir
süreklilik gösterir ve atmosferik tehlikeler içinde tahmini en az olmasına karşın etkileri
çok geniştir.
Tarımsal üretimin ileri olduğu gelişmiş ülkelerde bile üretimin temel sorunlarından biri
kuraklıktır. Karaların, yaklaşık %16’sının (21-22 milyon km2) kurak ve yarı kurak
bölgeler olduğu tahmin edilmektedir. Bu gibi bölgelerde yağış azlığı, yağış rejimlerinin
düzensizliği ve kaynaklarının kıt olması gibi faktörler tarımın temel sorunları arasında
yer almaktadır. Özellikle su azlığı ve yağış yetersizliğinden doğan kuraklık sorununu
çözümlemek ve bu bölgeleri tarıma kazandırmak için, yeni sulama teknikleri ve kuru
tarım metodları geliştirilmeye çalışılmaktadır (Kapluhan, 2013).
Ülkemiz genel olarak Akdeniz iklim kuşağında yer almakla birlikte, birçok alt iklim
tipinin de yaşandığı bir ülkedir. Türkiye bu karmaşık iklim yapısı içinde, iklim
değişikliğinden en fazla etkilenebilecek ülkelerin başında gelmektedir. Ülkemiz
özellikle küresel ısınmaya bağlı olarak oluşabilecek su kaynaklarının azalması, orman
yangınları, kuraklık ve çölleşme ile bunlara bağlı ekolojik bozulmalardan
etkilenebilecektir (Hekimoğlu ve Altındeğer, 2008).
Kuraklık, aşamaları ve oluştuğu şartlar göz önüne alındığında meteorolojik kuraklık,
hidrolojik kuraklık, tarımsal kuraklık ve sosyo-ekonomik kuraklık olmak üzere 4 gruba
ayrılmaktadır. Bunlardan tarımsal kuraklık meteorolojik kuraklığın çeşitli özellikleri ile
çok yakın ilişkilidir. Toprakta bitkinin ihtiyacını karşılayacak miktarda nem
30
Farklı İklim Tiplerinin Tarımsal Kuraklığa Etkisi
Kenan UÇAN, Mualla KETEN
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
bulunmaması olarak tanımlanan tarımsal kuraklık nem kaybı ve su kaynaklarında kıtlık
oluştuğu zaman meydana gelir. Ürün miktarında ve gelişiminde azalma yönünde etkiye
sebep olur.
Son zamanlarda kuraklık çalışmalarında Standart Yağış İndisi (SYİ) metodu yaygın
olarak kullanılmaktadır. Bu yöntemde ihtiyaç duyulan tek meteorolojik değişken yağış
olduğundan uygulaması oldukça kolaydır. SYİ'den elde edilen değerlerden negatif
olanlar kurak dönemlere karşılık gelirken, pozitif olan ise nemli dönemleri
göstermektedir. SYİ değerlerinin ve olasılıklarının, 1, 3, 6, 12, 24 ve 48 ay kaydırmalı
ya da daha uzun zaman aralıkları için hesaplanabilir olması, kuraklıkların çeşitli zaman
aralıklarında izlenmesini ve değerlendirilmesini sağlamaktadır.
Çalışmada farklı iklim tiplerine sahip Afşin, Kahramanmaraş (Merkez) ve Ceyhan
istasyonlarına ait yağış verileri alınarak SYİ değerleri hesaplanmıştır. Bu yöntemlerden
SYİ’ye göre 3 ay kaydırmalı değerler kullanılarak mevsimlik, 12 ay kaydırmalı değerler
kullanılarak yıllık kuraklık analizi yapılmıştır. Belirtilen istasyonlara ait ana ürün olarak
üretimi yapılan buğday, dane mısır, şekerpancarı ve pamuk ekim alanı ve verim
değerleri kullanılarak farklı iklim tiplerinin mevsimlik ve yıllık kuraklık durumları
belirlenmiştir. Ayrıca kuraklığın bitkisel ürünlerin verim ve ekim alanlarına olan etkileri
saptanmaya çalışılmıştır.
2. MATERYAL VE YÖNTEM
Çalışmada Akdeniz Bölgesinin Adana Bölümünde yer alan farklı iklim tiplerine sahip
Afşin, Kahramanmaraş (Merkez) ve Ceyhan ilçeleri dikkate alınmıştır. Afşin karasal bir
iklime sahip olup uzun yıllık ortalama toplam yağış miktarı 427.1 mm, ortalama
sıcaklık 7.1 oC ve deniz seviyesinden yüksekliği 1230 m dir. Kahramanmaraş (Merkez)
akdeniz ve karasal iklimi etkisi altında olup uzun yıllık ortalama toplam yağış miktarı
716.2 mm, ortlama sıcaklık 15.3 oC ve deniz seviyesinden yüksekliği 568 m dir.
Akdeniz iklimine sahip olan Ceyhan ilçesinin uzun yıllık ortalama toplam yağış miktarı
704.8 mm, ortalama sıcaklık 17.9 oC ve deniz seviyesinden yüksekliği 25 m dir
(Anonim, 2014).
Afşin (1972-2010), Kahramanmaraş (Merkez) (1962-2010) ve Ceyhan (1964-2010)
istasyonlarına ait aylık toplam yağış verileri Meteoroloji Genel Müdürlüğünden
alınmıştır. İstasyonlara ait ana ürün olarak üretimi yapılan buğday, dane mısır,
şekerpancarı ve pamuk ekim alanı ve verim değerleri Türkiye İstatistik Kurumundan
alınmıştır (Anonim, 2014)
İstasyonlara ait kuraklık sınıflarının belirlenmesinde Mckee ve ark., (1993) tarafından
geliştirilen SYİ yöntemi kullanılmıştır. SYİ yönteminde ihtiyaç duyulan tek veri aylık
ortalama yağış değerleridir. Bu indisi hesaplarken yağış serisinin aritmetik ortalaması ve
standart sapması bilinmelidir. Herhangi bir X1, X2,…., Xn yağış zaman serisi için SYİ
aşağıdaki eşitlik kullanılarak hesaplanır.
SYİ=(Xi-Xort)/Sx
Eşitlikte, Xi; yağış serisi, Xort; yağış serisinin aritmetik ortalaması ve Sx; yağış
serisinin standart sapmasıdır.
Elde edilen negatif değerler yağış eksikliğini yada kurak dönemleri gösterirken, pozitif
değerler yağış fazlalığını yada nemli dönemleri göstermektedir. Farklı SYİ aralıkları
için kuraklık sınıflandırması aralıkları Tablo 1’de verilmiştir.
Farklı İklim Tiplerinin Tarımsal Kuraklığa Etkisi
Kenan UÇAN, Mualla KETEN
31
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Tablo 1. Standart Yağış İndisi (SYİ) değer aralıkları (Türkeş ve Tatlı, 2009)
SYİ Değeri
2.00 <
1.50 –1.99
1.00 – 1.49
-0.99 – 0.99
-1.00 – -1.49
-1.50 – -1.99
< -2.00
Kuraklık Sınıfı
Aşırı nemli
Çok nemli
Orta düzeyde nemli
Normal
Orta düzeyde kurak
Şiddetli kurak
Aşırı kurak
3. BULGULAR VE TARTIŞMA
Çalışmada, Afşin, Kahramanmaraş (Merkez) ve Ceyhan istasyonlarına ait toplam yağış
ve sıcaklık grafikleri Şekil 1'de verilmiştir.
(a)
Toplam Yağış (mm)
1400
R² = 0,0384
1200
1000
800
600
R² = 0,0526
400
R² = 0,0004
200
0
Yıllar
Ortalama Sıcaklık (oC)
AFŞİN
KMARAŞ(MERKEZ)
CEYHAN
(b)
22
20
18
16
14
12
10
8
6
R² = 0,0895
R² = 0,4049
R² = 0,2449
Yıllar
AFŞİN
Şekil 1.
KMARAŞ(MERKEZ)
CEYHAN
İlçelere ait (a) yıllık toplam yağış ve (b) ortalama sıcaklık değerleri
Şekilde görüldüğü gibi her üç isatasyonda da 40 yıllık süreçte belirli oranlarda toplam
yağış ve sıcaklıkta artış gözlemlenmiştir. Toplam yağış en fazla Ceyhanda meydana
32
Farklı İklim Tiplerinin Tarımsal Kuraklığa Etkisi
Kenan UÇAN, Mualla KETEN
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
gelirken en az Afşin’de görülmüştür. Sıcalık artışı en fazla Kahramanmaraşta (Merkez)
meydana gelirken en az Ceyhanda görülmüştür.
İstasyonlara ait 40 yıllık yağış verileri kullanılarak elde edilen maksimum ve minimum
SYİ değerleri ile mevsimlik ve yıllık SYİ sınıfları Tablo 1’de verilmiştir. Bu bilgilere
göre ilkbahar ve yaz mevsiminde kuraklık en fazla sırasıyla Ceyhan, Kahramanmaraş ve
Afşinde gözlemlenmiştir. Sonbahar mevsiminde kuraklık sayısı en fazla
Kahramanmaraş (Merkez) ilçesinde yaşanırken en az Afşin ilçesinde görülmüştür. Kış
mevsiminde ise kuraklık Ceyhan ve Kahramanmaraş (Merkez) ilçelerinde Afşine göre
daha fazla yaşanmıştır. Yıllık kuraklığa bakıldığında en fazla kuraklığın görüldüğü yer
Kahramanmaraş (Merkez) iken Afşin ve Ceyhan ilçeleri bunu takip etmiştir.
Tablo 2. İstasyonlarda uzun yıllara ait mevsimlik ve yıllık SYİ kuraklık sınıfı sayıları
İstasyonlar
Afşin
Orta
Mevsimler Maksimum Minimum Normal Derece
Nemli
Orta
Düzeyde
Kurak
Şiddetli Aşırı
Kurak Kurak
İlkbahar
2,03
-1,65
27
4
2
2
4
-
1
Yaz
2,47
-1,94
26
3
3
2
4
2
-
Sonbahar
2,35
-2,21
27
6
-
1
5
1
-
Kış
1,48
-2,06
29
4
-
1
5
1
-
Yıllık
1,54
-2,53
26
6
1
-
3
3
1
İlkbahar
1,83
-2,02
24
4
2
-
8
1
1
Yaz
2,15
-1,53
24
7
1
-
6
1
1
2,02
-2,93
26
2
2
-
5
2
3
Kış
2
-2,44
31
3
-
-
4
1
1
Yıllık
2,09
-2,13
24
4
3
-
4
3
2
İlkbahar
2,05
-2,43
26
3
3
-
5
1
2
Kahramanmaraş Sonbahar
Ceyhan
Çok Aşırı
Nemli Nemli
Yaz
2,04
-2,57
26
3
1
-
4
4
2
Sonbahar
1,79
-2,34
27
4
4
-
1
1
3
Kış
1,86
-2,56
30
5
1
-
2
-
2
Yıllık
1,98
-2,06
27
2
2
1
4
2
2
Afşin, Kahramanmaraş (Merkez) ve Ceyhan istasyonlarının 1991- 2010 yıllarına ait
indis değerleri Tablo 2, 3 ve 4’de verilmiştir. Tablolarda karasal iklime sahip Afşin
ilçesinde 1993 yılında şiddetli kuraklık gözlemlenmiştir. Mevsimsel olarak 1993 yılında
sonbahar, 1994 yılında yaz, 1996 yılında kış ve 2001 yılında yaz mevsimlerinde şiddetli
kuraklıklar yaşanmıştır.
Karasal ve akdeniz iklimlerinin etkisinde kalan Kahramanmaraş (Merkez) ilçesinde
1993 ve 2004 yıllarında aşırı kuraklık gözlemlenirken 1999 yılında şiddetli kuraklık
gözlemlenmiştir. Mevsimsel olarak 1991 yılında yaz, 2000 ve 2008 yıllarında sonbahar
şiddetli kurak, 1999 yılında sonbahar mevsiminde aşırı kuraklık yaşanmıştır.
Akdeniz ikliminin etkisinde kalan Ceyhan ilçesinde 1993 yılında şiddetli kuraklık ve
1999 yılında aşırı kuraklık gözlemlenmiştir. Mevsimsel olarak 1991 yılında yaz, 1993
yılında sonbahar, 2004 yılında ilkbahar, 2005 yılında kış, 2010 yılında sonbahar
mevsimleri aşırı kurak geçerken 1998, 2001, 2004 ve 2006 yıllarında yaz mevsiminde
şiddetli kuraklıklar yaşanmıştır.
Farklı İklim Tiplerinin Tarımsal Kuraklığa Etkisi
Kenan UÇAN, Mualla KETEN
33
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Tablo 3. Afşin’e ait mevsimlik ve yıllık kuraklık seviyeleri
Yıllar Mevsimler
SYİ Değeri
SYİ Sınıfı
Yıllar Mevsimler
SYİ Değeri
İlkbahar
0,66
N
İlkbahar
0,37
Yaz
0,28
N
Yaz
-1,94
1991 Sonbahar
1,19
ODN
2001 Sonbahar
-0,82
Kış
0,07
N
Kış
-1,19
Yıllık
1,75
ÇN
Yıllık
1,03
İlkbahar
0,5
N
İlkbahar
-0,15
Yaz
0,56
N
Yaz
0,23
1992 Sonbahar
-0,15
N
2002 Sonbahar
-1,3
Kış
0,94
N
Kış
1,48
Yıllık
0,71
N
Yıllık
-1,33
İlkbahar
1,47
ODN
İlkbahar
1,15
Yaz
0,37
N
Yaz
0,13
1993 Sonbahar
-1,8
ŞK
2003 Sonbahar
-0,52
Kış
0,05
N
Kış
0,89
Yıllık
-1,93
ŞK
Yıllık
-0,46
İlkbahar
-0,97
N
İlkbahar
-1,13
Yaz
-1,87
ŞK
Yaz
-1,48
1994 Sonbahar
0,3
N
2004 Sonbahar
0,71
Kış
0,6
N
Kış
0,96
Yıllık
0,62
N
Yıllık
0,04
İlkbahar
0,84
N
İlkbahar
-0,98
Yaz
1,8
ÇN
Yaz
0,38
1995 Sonbahar
1,07
ODN
2005 Sonbahar
0,17
Kış
0,11
N
Kış
-0,69
Yıllık
-0,09
N
Yıllık
-0,29
İlkbahar
2,03
AN
İlkbahar
-0,68
Yaz
-1,42
ODK
Yaz
0,28
1996 Sonbahar
-0,34
N
2006 Sonbahar
0,33
Kış
-1,59
ŞK
Kış
-0,55
Yıllık
0,14
N
Yıllık
-0,89
İlkbahar
-0,58
N
İlkbahar
-0,05
Yaz
-0,26
N
Yaz
1,02
1997 Sonbahar
-0,38
N
2007 Sonbahar
1,49
Kış
0,14
N
Kış
-1,01
Yıllık
-0,57
N
Yıllık
1,04
İlkbahar
1,8
ÇN
İlkbahar
-0,43
Yaz
-0,05
N
Yaz
-0,65
1998 Sonbahar
0,84
N
2008 Sonbahar
0,09
Kış
-1,05
ODK
Kış
-0,24
Yıllık
1,36
ODN
Yıllık
-0,48
İlkbahar
-0,73
N
İlkbahar
-0,13
Yaz
0,17
N
Yaz
-0,13
1999 Sonbahar
-0,91
N
2009 Sonbahar
0,4
Kış
0,74
N
Kış
0,12
Yıllık
-0,83
N
Yıllık
0,29
İlkbahar
0,3
N
İlkbahar
-0,89
Yaz
-1,23
ODK
Yaz
0,38
2000 Sonbahar
0,29
N
2010 Sonbahar
-1,24
Kış
1,42
ODN
Kış
0,76
Yıllık
-0,32
N
Yıllık
0,87
N: normal, ODN: orta düzeyde nemli, ÇN: çok nemli, ODK: orta düzeyde kurak, ŞK: şiddetli kurak
34
SYİ Sınıfı
N
ŞK
N
ODK
ODN
N
N
ODK
ODK
ODK
ODN
N
N
N
N
ODK
ODK
N
N
N
N
N
N
N
N
N
N
N
N
N
N
ODN
ODN
ODK
ODN
N
N
N
N
N
N
N
N
N
N
N
N
ODK
N
N
Farklı İklim Tiplerinin Tarımsal Kuraklığa Etkisi
Kenan UÇAN, Mualla KETEN
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Tablo 4. Kahramanmaraş’a ait mevsimlik ve yıllık kuraklık seviyeleri
Yıllar Mevsimler
SYİ Değeri
SYİ Sınıfı
Yıllar Mevsimler
SYİ Değeri
İlkbahar
0,83
N
İlkbahar
-0,29
Yaz
-1,53
ŞK
Yaz
-0,06
1991 Sonbahar
0,93
N
2001 Sonbahar
0,59
Kış
-1,1
ODK
Kış
-0,58
Yıllık
1,6
ÇN
Yıllık
-0,22
İlkbahar
-0,99
N
İlkbahar
-0,6
Yaz
0,59
N
Yaz
-0,37
1992 Sonbahar
0,22
N
2002 Sonbahar
-1,09
Kış
0,58
N
Kış
0,9
Yıllık
0,37
N
Yıllık
0,4
İlkbahar
1,22
ODN
İlkbahar
-0,86
Yaz
0,1
N
Yaz
-0,38
1993 Sonbahar
-2,26
AK
2003 Sonbahar
0,74
Kış
-0,35
N
Kış
0,81
Yıllık
-2,13
AK
Yıllık
0,71
İlkbahar
-1,47
ODK
İlkbahar
-0,62
Yaz
0,2
N
Yaz
-0,35
1994 Sonbahar
0,78
N
2004 Sonbahar
0,44
Kış
0,22
N
Kış
-0,13
Yıllık
1,11
ODN
Yıllık
-2,02
İlkbahar
0,26
N
İlkbahar
-0,99
Yaz
1,41
ODN
Yaz
1,45
1995 Sonbahar
1,1
ODN
2005 Sonbahar
0,89
Kış
0,66
N
Kış
0,71
Yıllık
-0,11
N
Yıllık
0,57
İlkbahar
1,79
ÇN
İlkbahar
0,37
Yaz
-0,39
N
Yaz
0,05
1996 Sonbahar
0,83
N
2006 Sonbahar
-1,26
Kış
0,08
N
Kış
-0,28
Yıllık
1,29
ODN
Yıllık
-0,7
İlkbahar
0,46
N
İlkbahar
-1,36
Yaz
1,01
ODN
Yaz
0,54
1997 Sonbahar
0,69
N
2007 Sonbahar
0,57
Kış
0,00
N
Kış
-0,93
Yıllık
0,46
N
Yıllık
0,52
İlkbahar
1,4
ODN
İlkbahar
-0,9
Yaz
1,08
ODN
Yaz
-0,08
1998 Sonbahar
0,64
N
2008 Sonbahar
-1,52
Kış
-0,43
N
Kış
-0,01
Yıllık
0,89
N
Yıllık
-0,69
İlkbahar
-0,71
N
İlkbahar
-0,45
Yaz
0,42
N
Yaz
0,22
1999 Sonbahar
-2,93
AK
2009 Sonbahar
-0,23
Kış
0,11
N
Kış
-0,33
Yıllık
-1,97
ŞK
Yıllık
0,9
İlkbahar
-1,32
ODK
İlkbahar
0,64
Yaz
0,83
N
Yaz
1,59
2000 Sonbahar
-1,53
ŞK
2010 Sonbahar
0,55
Kış
0,93
N
Kış
1,4
Yıllık
-1,1
ODK
Yıllık
-0,48
N: normal, ODN: orta düzeyde nemli, ÇN: çok nemli, ODK: orta düzeyde kurak, ŞK: şiddetli kurak
Farklı İklim Tiplerinin Tarımsal Kuraklığa Etkisi
Kenan UÇAN, Mualla KETEN
SYİ Sınıfı
N
N
N
N
N
N
N
ODK
N
N
N
N
N
N
N
N
N
N
N
AK
N
ADN
N
N
N
N
N
ODK
N
N
ODK
N
N
N
N
N
N
ŞK
N
N
N
N
N
N
N
N
ÇN
N
ODN
N
35
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Tablo 5. Ceyhan’a ait mevsimlik ve yıllık kuraklılk seviyeleri
Yıllar Mevsimler
SYİ Değeri
SYİ Sınıfı
Yıllar Mevsimler
SYİ Değeri
İlkbahar
0,75
N
İlkbahar
-0,32
Yaz
-2,57
AK
Yaz
-1,59
1991 Sonbahar
0,12
N
2001 Sonbahar
0,69
Kış
0,81
N
Kış
-0,9
Yıllık
2,28
AN
Yıllık
1,49
İlkbahar
-0,75
N
İlkbahar
0,09
Yaz
0,76
N
Yaz
1,01
1992 Sonbahar
1,01
ODN
2002 Sonbahar
-0,69
Kış
1,33
ODN
Kış
1,38
Yıllık
0,59
N
Yıllık
-1,26
İlkbahar
0,41
N
İlkbahar
1,23
Yaz
0,34
N
Yaz
0,27
1993 Sonbahar
-2,34
AK
2003 Sonbahar
-0,57
Kış
-0,73
N
Kış
-0,08
Yıllık
-1,58
ŞK
Yıllık
0,77
İlkbahar
-0,3
N
İlkbahar
-2,23
Yaz
0,12
N
Yaz
-1,57
1994 Sonbahar
1,55
ÇN
2004 Sonbahar
0,67
Kış
1,05
ODN
Kış
1,86
Yıllık
1,62
ÇN
Yıllık
-0,37
İlkbahar
-0,11
N
İlkbahar
-0,24
Yaz
0,58
N
Yaz
0,99
1995 Sonbahar
1,23
ODN
2005 Sonbahar
-0,28
Kış
0,1
N
Kış
-2,24
Yıllık
0,18
N
Yıllık
-0,16
İlkbahar
0,84
N
İlkbahar
-1
Yaz
-0,45
N
Yaz
-1,74
1996 Sonbahar
-0,41
N
2006 Sonbahar
1,35
Kış
-0,46
N
Kış
0,7
Yıllık
-0,04
N
Yıllık
-0,05
İlkbahar
0,74
N
İlkbahar
0,21
Yaz
0,67
N
Yaz
-1,21
1997 Sonbahar
0,95
N
2007 Sonbahar
-0,41
Kış
0,03
N
Kış
-0,48
Yıllık
1,09
ODN
Yıllık
-0,04
İlkbahar
1,75
ÇN
İlkbahar
-0,9
Yaz
-1,52
ŞK
Yaz
0,66
1998 Sonbahar
-0,11
N
2008 Sonbahar
1,57
Kış
-0,67
N
Kış
0,02
Yıllık
0,7
N
Yıllık
0,73
İlkbahar
-0,77
N
İlkbahar
1,62
Yaz
0,22
N
Yaz
-0,11
1999 Sonbahar
-1,36
ODK
2009 Sonbahar
1,79
Kış
0,76
N
Kış
0,27
Yıllık
-2,23
AK
Yıllık
0,82
İlkbahar
0,48
N
İlkbahar
-1,43
Yaz
-0,1
N
Yaz
-0,45
2000 Sonbahar
-0,14
N
2010 Sonbahar
-2,2
Kış
0,63
N
Kış
0,62
Yıllık
-0,96
N
Yıllık
0,47
N: normal, ODN: orta düzeyde nemli, ÇN: çok nemli, ODK: orta düzeyde kurak, ŞK: şiddetli kurak
SYİ Sınıfı
N
ŞK
N
N
ODK
N
ODN
N
ODN
ODK
ODN
N
N
N
N
AK
ŞK
N
ÇN
N
N
N
N
AK
N
ODK
ŞK
ODN
N
N
N
ODK
N
N
N
N
N
ÇN
N
N
ÇN
N
ÇN
N
N
ODK
N
AK
N
N
Yapılan çalışmada kuraklığın bölgede tarımı yapılan ana ürünlerin (buğday, şeker
pancarı, pamuk, mısır) üretimine olan etkisi belirlenmeye çalışılmıştır. Çalışma alanında
Afşin, Kahramanmaraş (Merkez) ve Ceyhan ilçelerinin 1991-2010 yıllarında
gerçekleşen ürün verimleri Şekil 2-4'de verilmiştir.
36
Farklı İklim Tiplerinin Tarımsal Kuraklığa Etkisi
Kenan UÇAN, Mualla KETEN
1000
900
800
700
600
500
400
300
200
100
0
350000
300000
200000
150000
Alan(da)
250000
100000
50000
0
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
2010
Buğday Verimi (kg/da)
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Yıllar
Ekilen alan (da)
1200
2000
1000
600
1000
400
Alan(da)
1500
800
500
200
0
0
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
2010
Dane Mısır Verimi (kg/da)
AFŞİN
Yıllar
Ekilen alan (da)
8.000
7.000
6.000
5.000
4.000
3.000
2.000
1.000
0
60000
40000
30000
20000
Alan (da)
50000
10000
0
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
2010
Şekerpancarı Verimi (kg/da)
AFŞİN
AFŞİN
Şekil 2.
Yıllar
Ekilen alan (da)
Afşin ilçesine ait buğday, dane mısır ve şekerpancarı verimleri ve ekilen alan
Farklı İklim Tiplerinin Tarımsal Kuraklığa Etkisi
Kenan UÇAN, Mualla KETEN
37
350000
600
300000
500
250000
400
200000
300
150000
200
100000
100
50000
0
Alan (da)
700
0
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
2010
Buğday Verimi (kg/da)
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Yıllar
0
5000
10000
15000
20000
25000
30000
35000
40000
45000
Alan(da)
900
800
700
600
500
400
300
200
100
0
450000
400000
350000
300000
250000
200000
150000
100000
50000
0
Alan(da)
Ekilen alan (da)
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
2010
Dane Mısır Verimi (kg/da)
KAHRAMANMARAŞ (MERKEZ)
Yıllar
Ekilen alan (da)
800
700
600
500
400
300
200
100
0
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
2010
Pamuk Verimi (kg/da)
KAHRAMANMARAŞ (MERKEZ)
Yıllar
KAHRAMANMARAŞ (MERKEZ)
Şekil 3.
38
Ekilen alan (da)
Kahramanmaraş (Merkez) ilçesine ait buğday, dane mısır ve pamuk verimleri
ve ekilen alan
Farklı İklim Tiplerinin Tarımsal Kuraklığa Etkisi
Kenan UÇAN, Mualla KETEN
Buğday Verimi (kg/da)
600
1.000.000
900.000
800.000
700.000
600.000
500.000
400.000
300.000
200.000
100.000
0
500
400
300
200
100
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2008
2009
2010
2010
0
Alan (da)
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
1200
600.000
1000
500.000
800
400.000
600
300.000
400
200.000
200
100.000
0
Alan(da)
Ekilen alan (da)
0
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
2010
Dane Mısır Verimi (kg/da)
Yıllar
CEYHAN
Yıllar
Ekilen alan (da)
1200
1400000
1000
1200000
1000000
800
800000
600
600000
400
Alan(da)
Pamuk Verimi (kg/da)
CEYHAN
400000
200
200000
2010
2009
2008
2007
2006
2005
2004
2003
2002
2001
2000
1999
1998
1997
1996
1995
0
1994
0
YILLAR
CEYHAN
Şekil 4.
Ekilen alan (da)
Ceyhan ilçesine ait buğday, dane mısır ve pamuk verimleri ve ekilen alan
Şekiller incelendiğinde bitkisel üretim ve ekim alanı kuraklığın derecesine bağlı olarak
etkilenmektedir. Her üç bölgede buğday verimi ve ekim alanı şiddetli kurak geçen
yıllarda bir sonraki yılı etkilerken, aşırı kurak geçen yıllarda hem kurak geçen yıl hemde
Farklı İklim Tiplerinin Tarımsal Kuraklığa Etkisi
Kenan UÇAN, Mualla KETEN
39
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
bir sonraki yılın etkilendiği görülmüştür. Bu durum kuraklığın meydana geldiği yılda
toprakta önceki yıldan depolanan nemin olumlu etki yaptığı kuraklık yılının sonraki yıla
olumsuz etki yaparak verimi ve ekim alanını düşürdüğü şeklinde yorumlanabilir. Dane
mısır, şekerpancarı ve pamukta da aynı durumu görmek mümkün olmasına rağmen
buğday bitkisinde olduğu gibi belirgin değildir. Bu durum susuz koşullarda
yetiştirilmesi ekonomik olmayan dane mısır, şekerpancarı ve pamuk bitkilerinin kurak
dönemlerde gerekli olan sulama suyu yüzey sularından sağlanamadığı için yer altı
sularına yönelme olduğu izlenimini vermektedir.
4. SONUÇ VE ÖNERİLER
Kurak ve yarı-kurak iklim kuşağında yer alan ülkemizde küresel ısınma ve beraberinde
yağışların azalması kuraklık riskini artıracaktır. Suyun en fazla tarımda kullanıldığı
ülkemizde, kuraklık olması durumunda en fazla etkilenecek sektör de şüphesiz tarım
sektörüdür.
Kuraklık ve bitki verimleri gözönüne alındığında kuraklığın etkisi gereçekleştiği mevcut
yılda görülmese bile bir sonraki yıl toprakta bitkinin kullanacağı ve bitkinin
büyümesinde yeterli miktarda su kalmamasından ötürü bitki verimini olumsuz
etkileyecektir.
Yapılan bu çalışma ile karasal iklim, akdeniz iklimi ve her iki iklimin etkisi altında olan
geçiş bölgelerinin kuraklıktan nasıl etkilendiği araştırılmıştır. Sonuçta her üç
isatasyonda da 40 yıllık süreçte belirli oranlarda toplam yağış ve sıcaklıkta artış
gözlemlenmiştir. Toplam yağış en fazla Ceyhanda meydana gelirken en az Afşin’de
görülmüştür. Sıcalık artışı en fazla Kahramanmaraşta (Merkez) meydana gelirken en az
Ceyhanda görülmüştür.
SYİ kuraklık sınıfları dikkate alındığında yıllık en fazla kuraklığın görüldüğü yer
Kahramanmaraş (Merkez) iken Afşin ve Ceyhan ilçeleri bunu takip etmiştir. Mevsimler
açısından bakıldığında ilkbahar ve yaz mevsiminde kuraklık en fazla sırasıyla Ceyhan,
Kahramanmaraş ve Afşinde gözlemlenmiştir. Sonbahar mevsiminde kuraklık en fazla
Kahramanmaraş (Merkez) ilçesinde yaşanırken en az Afşin ilçesinde görülmüştür. Kış
mevsiminde ise kuraklık Ceyhan ve Kahramanmaraş (Merkez) ilçelerinde Afşine göre
daha fazla yaşanmıştır.
Yağışların ne zaman ve hangi miktarda geleceği önceden bilinmediğinden kuraklığa
karşı her an karşılşacakmışız gibi tedbirler alınmalıdır. Bunların başında tarımsal girdi
olarak kullanılnan sulama suyunu bilinçli bir şekilde harcamak, yağan yağmur sularını
yüzeysel akışa geçmeye fırsat vermeden depolanmasını sağlayacak teknolojik sistemler
geliştirmek, kuraklığın çok sık görüldüğü yerlerde ise su ihtiyacı daha az olan bitkileri
yetiştirmek gelmektedir.
KAYNAKLAR
Anonim. 2014. Türkiye İstatistik Kurumu, www.tuik.gov.tr (Erişim tarihi: 12.07.2014).
Hekimoğlu, B., Altındeğer, M. 2008. Küresel Isınma, Tarımsal Kuraklık ve Samsun
Tarımına Etkileri. T.C. Samsun Valiliği ve İl Tarım Müdürlüğü, 77s., Samsun.
Kadıoğlu, M. 2001. Kuraklık Kıranı, Güncel Yayıncılık, İstanbul.
40
Farklı İklim Tiplerinin Tarımsal Kuraklığa Etkisi
Kenan UÇAN, Mualla KETEN
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Kapluhan, E. 2013. Türkiye’de Kuraklık ve Kuraklığın Tarıma Etkisi, Marmara
Coğrafya Dergisi, Sayı: 27, 487-510.
McKee, T. B., Doesken, N. J., Kleist, J. 1993. The relationship of droght Frequency and
duration to time scales. Reprints, 8th Conference on Applied Climatalogy,
Anaheim, CA, USA, pp.179-184.
Türkeş, M., Tatlı, H. 2009. Use of the standardized precipitation index (SPI) and
modified SPI for shaping the drought probabilities over Turkey. International
Journal of Climatology 29: 2270–2282.
Farklı İklim Tiplerinin Tarımsal Kuraklığa Etkisi
Kenan UÇAN, Mualla KETEN
41
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Bu sayfa boş bırakılmıştır.
42
Farklı İklim Tiplerinin Tarımsal Kuraklığa Etkisi
Kenan UÇAN, Mualla KETEN
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Türkiye ve Avrupa Birliği’nde Organik Hayvancılıktaki Gelişmeler
Dr. Hülya HANOĞLU
Bandırma Koyunculuk Araştırma İstasyonu, [email protected]
Özet
Günümüzde dünya nüfusunun artmasına karşılık doğal kaynaklar hızla azalmaktadır. 2050 yılında nüfusun 9 milyara;
hayvansal protein tüketiminin de iki katına çıkacağı tahmin edilmektedir. Bu nedenle gıda sorununun çözümünde
tüketicilere yüksek kaliteli protein sağlayan hayvancılığın rolü artacaktır. Son yıllarda özellikle Avrupa ülkelerinde
konvansiyonel beslemeye dayalı olarak hayvanlarda görülen hastalıklar tüketicileri yeni arayışlara yöneltmiş;
meralara ve kimyasal kullanılmadan üretilen yemlere dayalı organik hayvancılık gündeme gelmiş ve bu konuda
standartlar geliştirilmiştir. AB’de organik hayvan yetiştiriciliğine ilişkin minimum bağlayıcı standartlar 2000 yılında
uygulamaya konmuş; mevzuat 2009 tarihinde yeniden düzenlenmiştir. AB ülkelerinin Türkiye için önemli bir organik
ürün pazarı olması nedeniyle, ulusal mevzuatın AB ile uyumlaştırılması önem arz etmektedir. Türkiye’de organik
hayvancılığa ilişkin mevzuat 2010 yılında AB mevzuatı ile uyumlu hale getirilmiştir. Bu çalışmada AB ve Türkiye’de
organik hayvan yetiştiriciliğinde gözlemlenen gelişmeler ele alınmıştır. Günümüzde AB ülkelerinde organik hayvan
yetiştiriciliğine ilgi yoğunluk kazanmıştır. AB’nin en büyük organik sığır üreticileri Almanya, Avusturya, İngiltere ve
İtalya'dır. Organik koyunculuk İtalya ve İngiltere’de yaygındır. Keçi varlığının yarıdan çoğu Yunanistan’da
bulunmakta, ikinci sırada İtalya gelmektedir. Türkiye’de organik hayvansal üretim uzun yıllar yalnızca arıcılık ve bal
üretimi ile sınırlı kalmıştır. Bitkisel üretime göre payının küçük olmasına karşın, son yıllarda organik büyükbaş ve
küçükbaş besiciliği ve özellikle kanatlı yetiştiriciliğinde hızlı gelişmeler sağlanmıştır.
Anahtar kelimeler: Türkiye’de organik hayvancılık, AB’de organik hayvancılık, konvansiyonel hayvancılık, organik
hayvancılık mevzuatı.
1. GİRİŞ
Günümüzde özellikle gelişmiş ülkelerde tüketicilerin -bitkisel ürünlerde olduğu gibigıda güvenilirliği yüksek hayvansal ürünleri tercih etmeleri, çevre bilinci ve hayvan
haklarına duyarlılığın artması gibi nedenlerle organik hayvancılık süreci başlamıştır.
Organik hayvancılık, hayvan sağlığı ve hayvan refahını korumayı esas alan, çevreye
dost yöntemler kullanılarak kalıntı içermeyen kaliteli hayvansal ürünlerin kontrollü ve
sertifikalı olarak üretimi faaliyetidir (Sundrum, 2001).
Organik hayvansal ürünler tüketiciler tarafından kaliteli, kalıntı içermeyen, refahına
özen gösterilen hayvanlardan elde edilen, daha fazla çevre dostu koşullarda üretilen ve
yağ içeriği daha düşük ürünler olarak değerlendirilmektedir (Kouba, 2003; Van Ryssen,
2003). Bu bağlamda yapılan çalışmalarda organik hayvanların etlerinin yağ, doymuş
yağ asitleri ve kolesterol içeriklerinin konvansiyonellerden daha düşük; buna karşılık
omega-3 yağ asitleri ve konjuge linoleik asit (KLA) düzeylerinin ise daha yüksek
oldukları bulunmuştur (Hansson et al., 2000; Revilla ve ark., 2008; Hanoğlu ve ark.,
2009). Benzer sonuçlara organik sütlerde yapılan çalışmalarda da ulaşılmıştır. Organik
sütlerin, KLA ve omega-3 yağ asitleri bakımından konvansiyonel olanlara göre daha
zengin oldukları saptanmıştır (Lu ve ark., 2010; Tsiplakou ve ark., 2010).
Yetiştirildikleri bölgeye uyum sağlamış, hastalıklara karşı dayanıklı yerli ırkların
kullanımı, uygun barınak koşulları, sağlıklı hayvan yetiştiriciliği (hayvan refahı) ve
organik yemlerle besleme gibi dört ilke organik hayvancılığın temelini oluşturmaktadır
(Gibon et al., 1999; Woodward and Fernandez, 1999). Mevcut düzenlemeler hayvan
sağlığını ve refahını güvence altına almaktan uzak durumdadır. Bu nedenle organik
yetiştiricilikte hayvanların sağlık ve refahını en üst düzeyde karşılamak amacıyla Çiftlik
Hayvanları Refah Komitesi (FAWC) üyesi Webster (1994) tarafından önerilen beş
özgürlük ilkelerine uyulması gerekmektedir.
2. Türkiye’de ve AB’de Hayvancılık Sektörünün Genel Görünümü
Türkiye ile AB arasındaki üyelik müzakerelerinde en önemli konuyu tarım ve balıkçılık
müktesebatı oluşturmaktadır. Türkiye tarımının üretimden pazarlamaya kadar birçok
Türkiye ve Avrupa Birliği’nde Organik Hayvancılıktaki Gelişmeler
Dr. Hülya HANOĞLU
43
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
sorunu bulunmaktadır. Ancak tarım içinde hayvansal üretim sorunlarının bitkisel
üretime oranla daha karmaşık ve daha derinde olduğu görülmektedir.
1980-2013 yılları arasında Türkiye’de nüfusun yaklaşık 32 milyon kişi artmasına
karşılık, toplam hayvan varlığı 85 milyon baştan 53 milyon başa düşmüştür (Tablo 1).
Et üretimi artmamış; süt üretiminde belirli bir artış sağlanmasına karşın somatik hücre
ve bakteri sayısı fazlalığı sorunlarından dolayı üretim kalite standartlarının çok uzağında
kalmıştır.
Söz konusu dönemde sığır varlığında %9, koyun varlığında %40, keçi varlığında %52,
manda varlığında %89 oranında bir azalma görülmektedir. Toplam hayvan varlığındaki
azalma ise %37 dolayındadır (Tablo 1). Hayvan varlığındaki erime sürecinin yarattığı
üretim düşüşleri, Türkiye’nin hızla artan nüfusu veri iken, hayvan başına verimlilikte
sağlanan kısıtlı artışlarla karşılanamayacak boyutlara ulaşmıştır.
1980’lerden sonra uygulanan politikalar sonucunda genelde hayvancılık özelde de
koyun ve keçi yetiştiriciliğinde geriye gidişin başlaması, kentlere olan göçü arttırdığı
gibi halkın beslenme standartlarında da gerilemeye neden olmuştur. Oysa Türkiye’nin
toprak yapısı ve mera durumu, insanların kırmızı et yeme alışkanlığı, kırsal alanlardaki
nüfus yoğunluğu ve göçerlik düzeni içinde yer bulan koyun ve keçi yetiştiriciliği ayrı
bir önem taşımaktadır (Koyuncu ve ark., 2010).
Tablo 1. Türkiye’de Türler İtibariyle Hayvan Varlığı (Bin baş)
Yıllar
Sığır
Manda
Koyun
Keçi
TOPLAM
1980
15.894
1985
12.466
1990
11.377
1995
11.789
2000
10.761
2005
10.526
2006
10.871
2007
11.037
2008
10.860
2009
10.724
2010
11.370
2011
12.386
2012
13.915
2013
14.415
2013/1980 (%)
-9
Kaynak: TÜİK (2013 ve 2014)
1.031
551
371
255
146
105
101
85
86
87
85
98
107
118
- 89
48.630
42.500
40.553
33.791
28.492
25.304
25.617
25.462
23.975
21.750
23.090
25.032
27.425
29.284
- 40
19.043
13.336
10.977
9.111
7.201
6.517
6.643
6.286
5.594
5.128
6.293
7.278
8.357
9.226
- 52
84.598
68.853
63.278
54.946
46.600
42.453
43.232
42.870
40.514
37.689
40.837
44.794
49.805
53.043
- 37
Türkiye’de hayvan varlığında görülen büyük erimeye karşılık, AB’de aynı dönemdeki
azalma %18’de kalmış; Türkiye’nin aksine AB’de keçi ve özellikle de manda varlığı
artmıştır (Tablo 2).
44
Türkiye ve Avrupa Birliği’nde Organik Hayvancılıktaki Gelişmeler
Dr. Hülya HANOĞLU
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Tablo 2. Avrupa Birliği’nde Türler İtibariyle Hayvan Varlığı (Bin baş)
Yıllar
Sığır
Manda
Koyun
Keçi
TOPLAM
1980
119.969
1985
118.896
1990
111.357
1995
102.931
2000
98.063
2005
91.779
2006
91.102
2007
91.192
2008
91.354
2009
90.739
2010
89.864
2011
87.814
2012
88.137
2013
88.331
2013/1980 (%)
-26
Kaynak: FAOSTAT (2014a)
143
133
136
123
192
219
214
241
318
344
379
370
365
419
+193
110.769
122.483
143.473
128.696
123.203
111.165
109.476
107.708
104.255
101.899
99.785
98.666
98.256
97.554
-12
10.651
12.016
14.462
14.320
14.509
13.984
13.765
13.681
13.779
13.222
13.240
12.797
12.543
12.411
+17
241.532
253.528
269.428
246.070
235.967
217.147
214.557
212.822
209.706
206.204
203.268
199.647
199.301
198.715
-18
Türkiye’deki tarım işletmeleri genel olarak küçük aile işletmeleridir. Buna bağlı olarak
işletme başına düşen hayvan sayısı AB ortalamasının çok altındadır. Bu konu çağdaş
bilgi ve teknoloji kullanımını engelleyen önemli bir faktördür.
AB ülkelerinde işletme başına düşen ortalama hayvan sayısı 37,3, Polonya'da 4,2, Çek
Cumhuriyeti'nde 165, Malta'da 50,6 iken, Türkiye'de yalnızca 1,9'dur. Çiftlik başına
düşen hayvan sayısı aralığı olarak bakıldığında ise 2011 yılı itibariyle Türkiye'deki
işletmelerin %80,9'u 1-10 baş hayvana; %1,4'ü ise 50 baş ve üzeri hayvana sahiptir.
AB'de ise 50-99 hayvana sahip işletmelerin oranı %28,5 iken, 30 baştan fazla hayvana
sahip işletmelerin oranı ise %72'dir (Dünya Gıda, 2014).
Ülkemizde kapasite anlamında işletmelerin küçük ölçekte olması; süt verimi yüksek
sığır ırklarının temininde güçlüklere, girdilerin uygun fiyatlardan sağlanamamasına, süt
ürünlerinin pazarlanamamasına ve genel süt sığırcılığının etkinliğini ve verimliliğini
sağlayacak olan örgütlenmede güçlüklere neden olmaktadır. Türkiye’de birim hayvan
başına süt verimi ve toplam süt üretimi gelişmiş ülkelere göre daha düşüktür. Türkiye'de
inek başına yıllık süt verimi 3.000 kg, AB'de ise 6.500 kg'dir (TÜİK, 2014; FAOSTAT,
2014b).
Türkiye'de ortalama sığır karkas ağırlığı (253 kg), dünya ortalamasının (214 kg) üstünde
olup; 282 kg olan AB ortalamasından ise düşüktür (TÜİK, 2014; FAOSTAT, 2014b).
3. Türkiye’de ve AB’de Organik Tarım Mevzuatı
Dünyada organik tarım konusunda çıkarılan ilk resmi, Avrupa Birliği tarafından 24
Temmuz 1991 tarihinde yürürlüğe konulan 2092/91 sayılı tüzüktür. AB daha sonra bu
tüzükte birçok değişiklik yapmış; 1999 yılındaki 1804/99 sayılı direktifi ile organik
hayvan yetiştiriciliğine ilişkin minimum standartları kabul etmiştir.
AB’de 28 Haziran 2007 tarihinde EC 834/2007 sayılı organik üretim ve organik
ürünlerin etiketlenmesi konusundaki Konsey Tüzüğü yayımlanarak 1 Ocak 2009’da
yürürlüğe girmiştir. Bu tüzükle 2092/91 Konsey Tüzüğü yürürlükten kaldırılmıştır.
Tüzüğün 7 başlık ve 42 maddeden oluşan içeriğinde; amaç, kapsam ve tanımlar; organik
Türkiye ve Avrupa Birliği’nde Organik Hayvancılıktaki Gelişmeler
Dr. Hülya HANOĞLU
45
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
üretim hedefleri ve ilkeleri; üretim kuralları; etiketleme; kontroller; üçüncü ülkelerle
ticaret; nihai ve geçişe ilişkin kurallar bulunmaktadır (Altındişli ve Aksoy, 2010).
Türkiye’de organik tarımla ilgili ilk yasal düzenleme, AB’nin organik tarım
konusundaki ilk yönetmeliği olan 2092/91 sayılı mevzuatından üç yıl sonra yapılmıştır.
Bu amaçla Bitkisel ve Hayvansal Ürünlerin Ekolojik Metotlarla Üretilmesine İlişkin
Yönetmelik 18 Aralık 1994 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Yönetmelik sonrasında organik tarımda yasal çerçevenin tanımlanması ve hatalı
uygulamalarda gerekli yaptırımların ve güvencelerin yeniden oluşturulması gündeme
gelmiştir. Bu bağlamda “tüketiciye güvenilir, kaliteli ürünler sunmak üzere organik
ürün ve girdilerin üretiminin geliştirilmesini sağlamak için gerekli tedbirlerin
alınmasına ilişkin usul ve esasları belirlemek” amacıyla 3 Aralık 2004 tarihli Resmi
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5262 sayılı Organik Tarım Kanunu
çıkartılmıştır. Bu kanuna uyarlanarak 2005 yılında Organik Tarımın Esasları ve
Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik kabul edilmiştir. Bu yönetmelikte 2006, 2008 ve
2009 yıllarında değişiklik ve ekler yapılmıştır. Söz konusu yönetmelik AB’de 1 Ocak
2009 tarihinde yürürlüğe giren mevzuata göre yeniden düzenlenmiş; eski mevzuat
yürürlükten kaldırılarak, 18 Ağustos 2010 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.
4. Türkiye’de Organik Hayvancılığın Gelişimi
Türkiye’de organik hayvansal üretim ise uzun yıllar yalnızca arıcılık ve bal üretimi ile
sınırlı kalmıştır. Son yıllarda diğer hayvancılık dallarında da önemli gelişmeler
sağlanmış; organik büyükbaş ve küçükbaş besiciliği, süt ve et üretimi, kanatlı
yetiştiriciliğinde gelişmeler sağlanmıştır. 2005-2013 yılları arasında organik sertifikalı
hayvan varlığı ve hayvansal üretim miktarları Tablo 3’de verilmiştir.
Tablo 3. Türkiye’de Organik Sertifikalı Hayvan Varlığı ve Hayvansal Üretim
Miktarlarındaki Gelişmeler
Yıllar
HAYVAN VARLIĞI (BAŞ)
ÜRETİM (Ton)
Sığır
Koyun
Keçi
Toplam
Süt
Et
2005
725
9.966
90
10.781
1.350
*
2006
1.238
10.469
*
11.707
2.875
12
2007
3.842
16.603
*
20.445
*
*
2008
4.334
11.706
474
16.514
8.711
554
2009
4.528
12.822
627
17.977
17.111
342
2010
25.251
18.703
1.901
45.855
11.605
6.253
2011
9.595
17.562
8.552
35.709
14.795
646
2012
6.792
747
6.092
13.631
17.627
270
2013
47.715
74.276
17.777
139.768
64.106
3.353
(*) Veri yok
Kaynak: GTHB (2014)
Tablo 3’te görüldüğü gibi gerek hayvan varlığı, gerekse hayvansal üretimde önemli
artışlar kaydedilmiştir. Ancak 2013 yılı itibariyle Türkiye’de organik olarak yetiştirilen
hayvanların toplam hayvan varlığı içindeki payı sığırlarda %0,70, koyunlarda %0,51,
keçilerde ise %0,29 seviyesindedir (Tablo 4).
46
Türkiye ve Avrupa Birliği’nde Organik Hayvancılıktaki Gelişmeler
Dr. Hülya HANOĞLU
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
İllere göre organik sertifikalı ve geçiş süreci sığır varlığı Tablo 5, koyun varlığı Tablo 6,
keçi varlığı ise Tablo 7’de verilmiştir. Organik sığır yetiştiriciliği en fazla Doğu
Anadolu Bölgesi’nde yapılmaktadır. En fazla organik sığır yetiştiriciliği %42,1’lik
payla Kars’ta yapılmakta; Kars’ı %24,7’lik payla Ardahan ve %15,9’luk payla Erzurum
izlemektedir. Organik koyun yetiştiriciliğinde önde gelen bölgeler Doğu Anadolu, İç
Anadolu ve Marmara Bölgeleridir. Organik koyun yetiştiriciliğinde başlıca illerin
payları Van %45, Kars %11,9, Sivas %11,4, Çanakkale %6, Ankara %5,9’dur. Organik
keçi yetiştiriciliğinde ise Marmara, İç Anadolu ve Karadeniz Bölgeleri egemen olup;
organik keçi yetiştiriciliğinde en yüksek payı Çanakkale (%50,8) almakta, bu ili Ankara
(%22,6) ve Kastamonu (%11,3) izlemektedir.
Tablo 4. Türkiye’de Organik Sertifikalı Hayvan Varlığının Toplam Hayvan
Varlığındaki Payı (2013)
Hayvan Cinsi
Toplam (Bin Baş)
Organik (Baş)*
Sığır
14.415
100.217
Koyun
29.284
148.018
Keçi
9.226
26.719
(*) Geçiş süreci dahil
Kaynak: Tablo 1 ve Tablo 3’den hesaplanmıştır.
Organik Payı (%)
0,70
0,51
0,29
Tablo 5. İllere Göre Organik Sertifikalı ve Geçiş Süreci Sığır Varlığı (2013)
İller
Ağrı
Ardahan
Bingöl
Bitlis
Çanakkale
Erzurum
Gümüşhane
Kars
Manisa
Van
Diğer İller
TOPLAM
Organik
Sertifikalı
0
19.274
0
70
2.510
1.932
788
19.613
1.403
559
1.566
47.715
Geçiş
Sürecinde
1.236
5.520
1.156
562
375
13.959
413
22.556
173
3.171
3.381
52.502
Türkiye ve Avrupa Birliği’nde Organik Hayvancılıktaki Gelişmeler
Dr. Hülya HANOĞLU
Toplam
Payı (%)
1.236
24.794
1.156
632
2.885
15.891
1.201
42.169
1.576
3.730
4.947
100.217
1,2
24,7
1,2
0,6
2,9
15,9
1,2
42,1
1,6
3,7
4,9
100,0
47
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Tablo 6. İllere Göre Organik Sertifikalı ve Geçiş Süreci Koyun Varlığı (2013)
İller
Ankara
Bayburt
Bingöl
Bitlis
Çanakkale
Elazığ
Erzurum
Kars
Sinop
Sivas
Van
Diğer iller
TOPLAM
Organik
Sertifikalı
2.496
0
0
0
5.393
0
0
15.547
0
0
50.088
752
74.276
Geçiş
Sürecinde
6.282
3.136
4.609
6.662
3.527
3.252
3.148
2.089
6.103
16.929
16.511
1.494
73.742
Toplam
Payı (%)
8.778
3.136
4.609
6.662
8.920
3.252
3.148
17.636
6.103
16.929
66.599
2.246
148.018
5,9
2,1
3,1
4,5
6,0
2,2
2,1
11,9
4,1
11,4
45,0
1,5
100,0
Tablo 7. İllere Göre Organik Sertifikalı ve Geçiş Süreci Keçi Varlığı (2013)
İller
Ankara
Bingöl
Çanakkale
Elazığ
Kars
Kastamonu
Muğla
Sinop
Sivas
Van
Diğer İller
TOPLAM
Geçiş
Organik
Sertifikalı
Sürecinde
1.867
0
12.686
0
110
3.007
0
0
0
1
106
17.777
Toplam
Payı (%)
4.169
597
899
558
179
0
410
316
449
615
750
6.036
597
13.585
558
289
3.007
410
316
449
616
856
22,6
2,2
50,8
2,1
1,1
11,3
1,5
1,2
1,7
2,3
3,2
8.942
26.719
100,0
4. Avrupa Birliği’nde Organik Hayvancılığın Gelişimi
Avrupa Birliği’nde organik sertifikalı hayvan varlığı 2003 yılında 3,2 milyon baş iken
2012 yılında 8,9 milyon başa yükselmiştir (Tablo 8). AB’deki organik hayvan varlığı
toplam hayvan varlığı ile kıyaslandığında hala sınırlı olarak gözükmektedir. Tablo 9
AB’de organik hayvan yetiştiriciliğinin payının sığırlarda %3, koyunlarda %4,7,
keçilerde ise %3,7 olduğunu göstermektedir. Ancak bu oranlar AB üyesi ülkeler
arasında çok önemli farklılıklar taşımaktadır (EU, 2013).
48
Türkiye ve Avrupa Birliği’nde Organik Hayvancılıktaki Gelişmeler
Dr. Hülya HANOĞLU
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Tablo 8. Avrupa Birliği Üyesi Ülkelerde Organik Sertifikalı Hayvan Varlığındaki
Gelişmeler (Bin baş)
Yıllar
Sığır
Süt İneği
2003
919
389
2004
1.498
482
2005
1.490
479
2006
1.745
436
2007
1.696
321
2008
2.040
438
2009
2.205
604
2010
1.904
530
2011
2.161
485
2012
3.251
728
2012/2003 (%)
+253,8
+87,1
Kaynak: FAOSTAT (2014a)
Koyun
1.540
1.947
2.373
2.712
3.034
3.709
3.233
3.153
3.743
4.294
+178,8
Keçi
336
367
490
517
655
511
575
448
440
656
+95,2
Toplam
3.184
4.294
4.832
5.410
5.706
6.698
6.617
6.035
6.829
8.929
+180,4
Tablo 9. Avrupa Birliği Üyesi Ülkelerde Organik Sertifikalı Hayvan Varlığının
Toplam Hayvan Varlığındaki Payı (2011)
Hayvan Cinsi
Toplam (Bin Baş) Organik (Bin Baş)
Sığır
86.231
2.612
Süt ineği
23.072
719
Koyun
84.823
3.958
Keçi
12.976
480
Kaynak: EU (2013)
Organik Payı (%)
3,0
3,1
4,7
3,7
Sığır: AB’deki sertifikalı organik sığır sayısı 2011 yılında 2,6 milyon baş idi. AB’de
organik sığır üretimi 2005 - 2011 döneminde yıllık %12’lik bir büyüme kaydetmiştir.
En büyük organik sığır üreticileri Avusturya, Fransa, İngiltere, İsveç, İtalya ve
İspanya’dır. Organik sektörün tüm büyükbaş hayvan sektörü içerisindeki önemi en
yüksek olarak Avusturya (%19), İsveç (%17), Letonya ve Çek Cumhuriyeti’nde (her
biri %13) ve Danimarka’da (%10) göze çarpmaktadır. Toplam 19 milyon baş ile
AB’deki en büyük sığır üreticisi olan Fransa’da, organik sektör toplam sektörün %2’sini
oluşturmaktadır.
Süt İnekleri: AB’deki sertifikalı organik süt ineği sayısı 2011 yılında 0,7 milyondu ( bu
da AB’deki tüm süt ineklerinin %3’üne denk gelmektedir). AB’ye sonradan üye olan 12
ülke arasında Letonya’da organik süt inekleri toplam süt ineği sürüsünün %9,6’sını
oluşturmaktadır. Letonya’yı sırasıyla %2,7 ile Estonya, %2 ile Slovakya ve %1,5 ile
Çek Cumhuriyeti izlemektedir. Organik sektörün en yüksek paya sahip olduğu üye
ülkeler Avusturya (%18), İsveç (%12,7), Danimarka (%10,9) ve İngiltere’dir (%8,1).
AB’deki en büyük ikinci süt ürünleri üreticisi olan Fransa’da, organik süt ineklerinin
toplam süt ineği sürüsü içerisindeki payı %2,1’dir.
Koyun: Organik küçükbaş hayvan sektörü, tüm AB’deki organik sürülerin %62,7’sini
(3,9 milyon baş) barındıran üç üye devlet tarafından domine edilmektedir: İngiltere (1,2
milyon baş), İtalya (706 bin baş) ve İspanya (614 bin baş). Ancak, tüm küçükbaş
sektörü içerisinde organik sektörün oranı (2011 yılı itibariyle) İngiltere’de yalnızca
%5,2 iken, İtalya’da %8,8 ve İspanya’da %3,6’dır. Bu üç ülkeye oranla daha geride olan
Türkiye ve Avrupa Birliği’nde Organik Hayvancılıktaki Gelişmeler
Dr. Hülya HANOĞLU
49
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Fransa’da 0,3 milyon baş, Yunanistan’da ise 0,2 milyon baş bulunmaktadır. Yunanistan
ve İtalya’da bu sektör daha çok süt ve peynir odaklı olarak, İngiltere’de ise et üretimine
odaklanmaktadır. AB’ye sonradan üye olan 12 ülkede organik sektör, sayısal olarak
küçük olsa da toplam küçükbaş sektöründe hatırı sayılır bir yer tutar: Letonya’da
%56,8, Estonya’da %52,6, Çek Cumhuriyetinde %40,4, Slovenya’da %25,6 ve
Slovakya’da %20,8. AB-15’te ise Avusturya (%28), İsveç (%17,5), Finlandiya (%16,1)
ve Danimarka (%11,4) dışında en yüksek paylara sahip ülkeler dahi düşük rakamlarda
kalmaktadırlar. AB ülkelerinde 2005 - 2011 yılları arasında organik koyun varlığı
toplamda %10’luk bir artış kaydetmiştir.
Keçi: AB’deki toplam 0,4 milyon baş organik keçi varlığının 180 bin başı
Yunanistan’da (tüm keçilerin %4,1’i) bulunmaktadır. Onu, bu sayının yarısından daha
azı ile İtalya izlemektedir (İtalya’daki tüm keçilerin %7,5’i). Sektör, Yunanistan’da
organik peynir üretimi için süt üretimine odaklanmıştır. Birçok üye ülkede de sektör
daha çok organik peynir üretimi alanında özelleşmiştir. Organik sürü, AB’ye sonradan
üye olan 12 ülke arasında (Letonya’da %49, Estonya’da %31,5, Çek Cumhuriyeti’nden
%29,1 ve Slovenya’da %17.5) ve AB-15 üyesi ülkede (Avusturya’da %52,9, İrlanda’da
%8,7 ve Hollanda’da %6,4) toplam sürünün hatırı sayılır bir parçasını oluşturmaktadır.
4. SONUÇLAR
Organik hayvancılık bakımından önemli bir potansiyele sahip olan Türkiye’de, süt
sığırcılığının bir bölümü hariç büyükbaş ve küçükbaş hayvan yetiştiriciliği, düşük
verimli yerli ırklardan oluşan, meralara dayalı olarak yapılan, sınırlı girdi ile üretimin
hedeflendiği ekstansif bir yapıya sahiptir. Hayvanların yem gereksinimlerinin çok
büyük bir bölümü kimyasal gübre ve bitki koruma ilacı kullanılmayan mera ve yayla
gibi doğal otlatma alanlarından karşılanmaktadır.
Türkiye’de koyun varlığı hızlı bir biçimde azalmasına karşın halen en yaygın hayvansal
üretim uğraşlarından biridir. Ülke ölçeğinde tüketim alışkanlıkları da dikkate
alındığında, koyun organik hayvancılığa en uygun türdür. Yetiştiricilik için bitkisel
üretime uygun olmayan arazilerden yararlanabilir; yem, barınak ve diğer masrafları
düşük düzeydedir. Öte yandan keçilerin beslenmesi de büyük ölçüde doğaya, orman içi
ve kenarı meralara dayanır; elden yemleme hemen hemen yok gibidir. Bu nedenle
keçilerde de pazar için organik süt üretimine geçişin oldukça kolay olduğu söylenebilir.
Marmara, Ege ve Akdeniz Bölgeleri’nde kültür ırkı ve melezlerine dayalı entansif süt
sığırcılığı giderek egemen olurken, bu bölgelerde verimi artırmaya yönelik hormon vb.
maddelerle sentetik yem katkı maddeleri yoğun olarak kullanılmaktadır. Ancak pazar
olanakları artırıldığında, bu bölgelerde organik süt sığırcılığına yönelimin artacağı
beklenebilir. Buna karşılık doğal kaynakların zengin ve yerli ırkların egemenliğinin söz
konusu olduğu Karadeniz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nin organik süt
sığırcılığı için daha uygun olduğu öne sürülebilir. Özellikle Doğu Anadolu tarım bölgesi
kirlenmemiş yapısı ve iklim özelliklerinden dolayı, organik süt sığırı yetiştiriciliği için
uygun bir kaynak konumundadır.
Organik hayvancılık uygulanan politikalar ile tasfiye edilmeye çalışılan küçük
üreticilerin varlıklarını sürdürebilmeleri için fırsat yaratmaktadır. Bu nedenle organik
yetiştiricilik, girdi üretiminden pazarlamaya kadar tüm süreçte desteklenmeli;
yetiştiricilerin bilgi ve örgütlenme düzeylerinin artırılmasına yönelik programlar
oluşturulmalıdır.
50
Türkiye ve Avrupa Birliği’nde Organik Hayvancılıktaki Gelişmeler
Dr. Hülya HANOĞLU
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
KAYNAKLAR
Altındişli A., Aksoy U., 2010. Organik Tarımın Dünya’da ve Türkiye’deki Durumu,
Türkiye Ziraat Mühendisliği VII. Teknik Kongresi, 11-15 Ocak 2010, Ankara, s.
213-227.
Dünya Gıda, 2014. Türkiye'nin süt karnesi, Sayı: 2014-05, Sayfa: 49-50
http://www.dunyagida.com.tr/haber.php?nid=3672
European Union (EU), 2013. Facts and figures on organic agriculture in the European
Union http://ec.europa.eu/agriculture/markets-and-prices/morereports/pdf/organic-2013_en.pdf
EU, 2014, Agriculture in the European Union – statistical and economic information
http://ec.europa.eu/agriculture/statistics/agricultural/2013/pdf/full-report_en.pdf
FAOSTAT, 2014a. Live animals, http://faostat.fao.org/site/573/default.aspx#ancor
FAOSTAT, 2014b, Livestock Primary, http://faostat.fao.org/site/569/default.aspx#ancor
Gibon, A., Sibbald A.R., Thomas C. 1999. Improved Sustainability in Livestock
Systems, a Challenge for Animal Production Science, Livestock Production
Science, 61(2-3): 107-110.
GTHB (Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı), 2014. Organik Tarım İstatistikleri
http://www.tarim.gov.tr/Konular/Bitkisel-Uretim/OrganikTarim/Istatistikler?Ziyaretci=Ihracat-Ithalat
Hanoğlu H., Soysal D., Ceyhan A., Ak İ., 2009. Güney Marmara Şartlarında Organik
Kuzu Besisi Üzerine Bir Araştırma-I Besi Performansı, Kesim ve Karkas
Özelliklerinin Belirlenmesi, 1. GAP Organik Tarım Kongresi, 17-20 Kasım
2009, Şanlıurfa, s. 604-615.
Hansson I., Hamilton C., Ekman T., Forslund K., 2000. Carcass quality in certified
organic production compared with conventional livestock production, Journal of
Veterinary Medicine. Series B, 47: 111-120.
Kouba M., 2003. Quality of organic animal products, Livestock Production Science,
80(1-2): 33-40.
Koyuncu M., Kaymakçı M., Taşkın T., Ak İ., 2010. Organik Koyun ve Keçi
Yetiştiriciliği, Türkiye I. Organik Hayvancılık Kongresi, 1-4 Temmuz, Kelkit.
Lu C.D., Gangyi X., Kawa J.R., 2010. Organic goat production, processing and
marketing: Opportunities, challenges and Outlook, Small Ruminant Research,
89: 102-109
Răducuţă, I., 2011. Research on the situation of agricultural land and livestock exploited
in the organic system in European Union, Lucrări Ştiinţifice Seria D, Zootehnie,
54: 258-263.
Revilla I., Vivar-Quintana A.M., Lurueña-Martínez, M.A., Palacios C., Severiano-Pérez
P., 2008. Organic vs Conventional Suckling Lamb Production: Product Quality
and Consumer Acceptance. 16th IFOAM Organic World Congress, June 16-20,
Modena, Italy.
Sundrum A., 2001. Organic livestock farming: a critical review. Livestock Production
Science 67, 207–215.
Türkiye ve Avrupa Birliği’nde Organik Hayvancılıktaki Gelişmeler
Dr. Hülya HANOĞLU
51
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Tsiplakou E., Cotrotsios V., Hadjigeorgiou I., Zervas G., 2010. Differences in sheep and
goats milk fatty acid profile between conventional and organic farming systems,
Journal of Dairy Research, 77(3):343-9.
TÜİK, 2013. İstatistik Göstergeler 1923-2012, Yayın No: 4132, Ankara.
TÜİK, 2014. Hayvansal üretim İstatistikleri,
http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1002
Van Ryssen J.B.J., 2003. Organic meat and milk production: 2. Achieving the
objectives, South African Journal of Animal Science, 4 (1): 7-13.
Webster, J., 1994. Animal Welfare - a Cool Eye towards Eden, Blackwell Science,
Oxford, 273 p.
Woodward B.W., Fernández M.I., 1999. Comparison of conventional and organic beef
production systems II: Carcass characteristics, Livestock Production Science,
61: 225-231.
52
Türkiye ve Avrupa Birliği’nde Organik Hayvancılıktaki Gelişmeler
Dr. Hülya HANOĞLU
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
2023 Vizyonu Çerçevesinde Süt Sığırcılığı; Konya İli Örneği
Prof. Dr. Cennet OĞUZ
S.Ü. Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü, [email protected]
ÖZET
2001-2023 dönemini kapsayan Uzun Vadeli Gelişmenin Temel Amaçları ve Stratejisinde; “Türkiye'nin, jeostratejik
konumu, kültürel birikimi, ekonomik ve sosyal alanda sağlayacağı gelişmeler sonucu 2010'larda bölgesel bir güç
olarak etkinliğini daha da artırması, 2020'lerde ise küresel bir güç olması hedeflenmiştir. Türkiye’nin, mevcut
birikimi ile bu hedefleri gerçekleştirebilecek güce sahip” olduğuna işaret edilmiştir.
Öte yandan 2007-2013 yıllarını kapsayan Dokuzuncu Kalkınma Planı Stratejisi Tarımsal Yapının Etkinleştirilmesine
ilişkin çözümlemede ise; “Gıda güvencesi ve güvenliğinin sağlanması ve doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımı
gözetilerek, örgütlü ve rekabet gücü yüksek bir tarımsal yapı oluşturulacaktır” denilmektedir. Yine aynı planda
“Verimliliğin istikrarlı bir biçimde artırılması, üretici gelir düzeyinin yükseltilmesi, kamu ve üretici kesimde
örgütlenmenin etkinleştirilmesi ve orman, toprak ve su kaynaklarının geliştirilmesi ile bunların nitelik ve nicelik
olarak korunarak etkin kullanılmasına yönelik uygulamalar yoğunlaştırılacaktır.
Ayrıca, kırsal kalkınma
politikalarıyla tarımsal yapıdaki dönüşümün ortaya çıkardığı göç ve istihdam baskısının azaltılması sağlanacaktır.
AB’ye uyum süreci de dikkate alınarak, tarımsal işletmelerde ölçek büyüklüğünün artırılması ile modern tarım
işletmeciliğinin yaygınlaştırılması desteklenecek, tarımın çevre ve kırsal alanda gelir getirici faaliyetler ile bütünlük
içinde geliştirilmesi sağlanacaktır.” hükümlerine yer verilmiştir. Hayvancılık kesintisiz bir üretim dalı olup, üretimin
sürdürülebilir olması için yoğun bir iş gücüne ihtiyaç duymakta ve büyük bir istihdam kaynağı da oluşturmaktadır.
Ekonomik, verimli ve rasyonel olmayan bir yaklaşım sürdürülebilir kalkınmanın önünde engel oluşturmaktadır.
Toplumun tamamını ilgilendiren kalkınma planları, gerek hazırlık gerekse uygulama aşamasında, ilgili tüm
kesimlerin katkısını ve sahiplenmesini gerektirmektedir. Kamu, özel kesim, üniversite ve sivil toplum kuruluşları
temsilcilerinin katılımı ile oluşturulan Konya Süt Sığırcılığı envanter çalışmaları, 2010-2023 dönemini kapsayacak
şekilde “Vizyon 2023 stratejik Plan” hazırlıklarında katkı oluşturacak son derece önemli bir işlev üstlenmiştir.
Bu bağlamda, Kasım 2010 tarihinde Konya süt envanter çalışması yapılarak; Konya İl’indeki tarım işletmelerinde
toplam büyükbaş hayvan sayısı, sağılan hayvan sayısı, kültür ırkı hayvan sayısı, toplam süt üretim miktarı, soğutulan
süt miktarı, sıcak olarak toplanan ve aracılara verilen süt miktarı, işletmelerin ahır kapasitesi ve hayvan sağlığı,
üreticilerin örgütlenme durumu, işletmelerdeki soğutma tankları sayısı, süt sağım üniteleri varlığı vb. konular belirli
bir metot dahilinde tespit edilmiştir. Bu kapsamda süt sektörünün sorunlarının çözülmesine yönelik beş adet eylem
planı hazırlanmıştır. Bunlar; Süt Üreticilerinin Eğitilmesi Eylem Planı, Kaliteli Kaba Yem Üretiminin Artırılması ve
Kullanımının Yaygınlaştırılmasına Yönelik Eylem Planı, Süt Üreticilerinin Örgütlenmesi ve Örgütlerin
Güçlendirilmesi Eylem Planı, Sütün Toplanması-Muhafaza Edilmesi ve Soğutulmuş Olarak Nakledilmesi Eylem
Planı, Süt Sığırcılığında İşletme Büyüklüklerinin Arttırılması Eylem Planıdır. Eylem planlarının uygulanması
neticesinde ortaya çıkacak katma değer, gerek Konya İlinin gerekse Ülkemizin 2023 yılı hedeflerine ulaşmasına katkı
sağlayacaktır.
Anahtar kelimeler; Stratejik Vizyon, Süt Sığırcılığı İşletmesi, Konya
GİRİŞ
Tarım sektörü, ülkelerin gelişmişlik düzeyi ne olursa olsun halen vazgeçilmez önemini
korumaktadır. Tarım insan hayatı için gerekli olan besin maddelerini temin etmenin
yanı sıra, tarıma dayalı et, süt, yem, yünlü ve pamuklu tekstil, ayakkabı, deri ve hazır
giyim gibi pek çok sanayi dalına hammadde sağlaması bakımından dam ekonomik
yaşantıda önemli bir yer işgal etmektedir. Tarım sektörü gerek ekonomik gerekse
toplumsal açıdan bakıldığında Türkiye için stratejik öneme sahiptir.
AB ile
müzakereler ve devam etmekte olan DTÖ tarım müzakereleri tarımın günümüzdeki
önemini daha da arttırmaktadır. Türkiye tarımının mevcut altyapı sorunları ve sektörün
yetersiz politikalar nedeniyle sağlıksız şekillenmiş olması, AB ile yürütülen
müzakerelerde tarımı, müzakere edilecek en zor başlık olarak karşımıza çıkarmaktadır.
Türkiye ve AB tarım sektörleri arasında kırsal kesimde yaşayan nüfus, tarımsal
istihdamın toplam istihdam içindeki yüksek payı, işletme büyüklükleri, teknoloji
kullanımı, üretici örgütlenmeleri, verimlilik, bitki, hayvan sağlığı koşulları, çiftçi, arazi,
hayvan kayıt sistemleri ve idari yapılanmalar bakımından farklılıklar bulunmaktadır.
Küresel gelişmeler ve eğilimler altında Türk tarım sektörünün stratejik misyonunu
yerine getirmesi politikaların ve eylem araçlarının doğru kurgulanması ve planlanması
ile mümkün olabilecektir. Tarımsal kalkınma olmadan ülke kalkınmasından söz
2023 Vizyonu Çerçevesinde Süt Sığırcılığı; Konya İli Örneği
Prof. Dr. Cennet OĞUZ
53
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
edilemez. Tarımsal kalkınma da ülkesel, bölgesel ve bireysel olarak düşünülmelidir.
Bölge kalkınma projeleri bu açıdan bir fırsattır.
MATERYAL VE YÖNTEM
Araştırmanın ana materyalini, Konya İlinin 31 ilçesinden anket metodu ile süt üretimine
yönelik veriler elde edilmiş ve bir envanter çıkarılmıştır. Veriler 2010 yılına ait olup,
çalışmanın amacına göre analiz edilmiştir. Ayrıca, çalışmada çeşitli kurum ve
kuruluşların yapmış oldukları istatistiki verilerden yararlanılmıştır. Çalışmada il
genelinde tam sayım yöntemi kullanılmıştır. Konya İlinin 31 ilçesinde 2010 yılında
oluşturulan Süt Komisyonu tarafından envanter çalışması yapılmıştır. Çalışmada, her
köy bir işletme olarak kabul edilmiştir. Her köyde bulunan hayvan sayısı, süt
hayvanlarının cinslere göre dağılımı, üretilen süt miktarı, soğutulan süt miktarı, sütün
fiyatı, merkezi sağım ünitesi sayısı, sağım makinesi sayısı, sütün değerlendirme (
Kooperatif, Fabrika, Toplayıcı) şekli ele alınmıştır. İşletmesinde sağılan hayvan varlığı
20 baş ve yukarı olan işletmeler “Nitelikli İşletme” olarak, diğerleri ise “Köy bazlı
İşletmeler” olarak tanımlanmıştır.
DÜNYADA SÜT ÜRETİMİ
Toplam dünya süt üretiminin yaklaşık olarak %84’ü inek, %12’si manda, %2’si keçi,
%1’i koyun ve %0,2’side deveden elde edilmektedir. Geçmiş 24 yıllık süreçte dünya
toplam süt üretiminde %32’lik bir artış olmasına rağmen, kişi başına dünya süt
üretiminde %9’luk bir düşüş yaşanmıştır. Bu durum, dünya süt üretimindeki artışın
gerçekte artmakta olan nüfusa ayak uyduramadığını göstermektedir. Kişi başına süt
üretimindeki düşüşün temelinde, gelişmiş ülkelerin süt üretimindeki azalma
yatmaktadır. Gelişmiş ülkelerdeki bu düşüşe karşılık gelişmekte olan ülkelerde kişi
başına süt üretiminde sadece küçük çapta bir artış olmuştur. Bu süreçte genel eğilim,
gelişmiş ülkelerdeki süt üretiminin giderek sermaye-yoğun bir üretim tarzına
dönüşmesine karşılık gelişmekte olan ülkelerdeki süt üretim artışının daha çok hayvan
sayısının artırılmasıyla gerçekleşmesidir. Süt üretimindeki verim ile yem sistemi
arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Tahıllara dayanan yemlerle beslenen ineklerin
yıllık süt üretimleri daha fazladır. Diğer taraftan mera ve açık alanlarda otlatmaya dayalı
yetiştiricilikte yılık inek başına süt üretimi de, samana dayalı sisteme kıyasla daha
yüksek olmaktadır.
Dünya toplam süt üretimi 2009 yılında 713 milyon ton iken 2010 yılında 730 milyon
tona, 2011 yılında 742,2 milyon tona ve 2012 yılında ise 765,6 milyon tona
yükselmiştir. 2013 yılında ise bir önceki yıla göre %2’lik bir artışla 780 milyon tonu
geçeceği tahmin edilmektedir. Bu üretim rakamlarına göre Hindistan tek başına yaklaşık
141 milyon ton ile açık ara öndedir. 2012 yılında gerçekleşen 765,6 milyon ton süt
üretiminin 620 milyon tonunu inek sütü, yaklaşık 110 milyon tonunu manda sütü, 15
milyon tonunu koyun sütü ve 20 milyon tonunu ise keçi sütü oluşturmaktadır. İnek sütü
üretiminde ilk sırada yer alan Avrupa Birliği’nde süt üretimi 2012 yılında 2011 yılına
göre çok az bir artışla 156 milyon tona yükselmiştir.
54
2023 Vizyonu Çerçevesinde Süt Sığırcılığı; Konya İli Örneği
Prof. Dr. Cennet OĞUZ
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Grafik 1.Dünyada Önemli Süt Üreticisi ülkeler ve Süt Üretim Miktarları (Milyon ton,
2013)
140
120
100
80
60
40
İtalya
Ukrayna
Hollanda
Polanya
İngiltere
Türkiye
Yeni Zelanda
Fransa
Almanya
Rusya
Brezilya
Pakistan
Çin
ABD
0
Hindistan
20
Süt Üretimi (Milyon Ton)
Kaynak; www.faostat.fao.org
DÜNYA SÜT İHRACATI VE İTHALATI
Grafik 2. Dünya Süt İhracatında Önde Gelen Ülkeler
Portekiz
Slovenya
Macaristan
Hollanda
İngiltere
Çek
Cumhuriyeti
Avusturya
Belçika
Fransa
Almanya
2.100
1.800
1.500
1.200
900
600
300
0
İhracat Miktarı (1000 Ton) (2011)
Dünya süt ihracatında %90’lık payla AB-27 lider durumdayken Yeni Zelanda ve Suudi
Arabistan diğer önemli ihracatçı ülkeler arasındadır. AB-27 içerisinde ise en önemli
ihracatçı ülkelerin başında Almanya, Fransa, Belçika ve Avusturya gelmektedir. ABD
ve Arjantin’in payları ise %0 ila 1 arasında değişmektedir. İthalatta İtalya, Almanya,
Belçika, Hollanda gibi AB ülkeleri önde gelmektedirler. Bu ülkelerin hem ihracatta
2023 Vizyonu Çerçevesinde Süt Sığırcılığı; Konya İli Örneği
Prof. Dr. Cennet OĞUZ
55
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
hemde ithalatta önde olmaları dikkat çekicidir. Net süt ithalatçısı ülkeler ise Doğu ve
Güneydoğu Asya, Afrika, Latin Amerika ve Ortadoğu’da bulunmaktadırlar.
Grafik 3. Süt İthalatında Önde Gelen Ülkeler
Yunanistan
Macaristan
İspanya
İrlanda
Litvanya
Fransa
Hollanda
Belçika
Almanya
İtalya
2.100
1.800
1.500
1.200
900
600
300
0
İthalat Miktarı (1000 Ton) (2011)
TÜRKİYE SÜT ÜRETİM DURUMU
Ülkemiz 2013 yılı istatistiklerine göre toplam 18 milyon tondan fazla bir üretim ile süt
üretiminde dünyada üst sıralarda yer almaktadır. 2012 istatistiklerine göre ülkemiz inek
sütü üretiminde 16 milyon ton ile dünyada 9. sırada ve koyun sütü üretiminde ise 1
milyon ton ile 2 sırada yer almaktadır. Ancak çeşitli kaynaklarda üretimin ancak
yarısının kayıt altında olduğu belirtilmektedir.
Grafik 4. Türkiye Toplam Süt üretimi
Kaynak; www.tüik.gov.tr
2001-2013 yılları arası ülkemizde süt hayvancılığı; sığır, koyun ve keçi verim
seviyelerinin yükseltilmesi, bakım ve besleme koşullarının iyileştirilmesi ve üreticilerin
56
2023 Vizyonu Çerçevesinde Süt Sığırcılığı; Konya İli Örneği
Prof. Dr. Cennet OĞUZ
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
süt hayvancılığı konusunda bilinçlenmesi ve ihtisaslaşmasıyla daha cazip hale gelmiş ve
dolayısıyla sağılan toplam hayvan varlığında artış görülmüştür. Ülkemizin süt ve süt
ürünleri ihracatı oldukça düşük düzeydedir. Türkiye’nin ihraç ettiği önemli süt ürünleri
raf ömürleri nispeten uzun olan peynir ve tereyağından oluşmaktadır.
ÇİĞ SÜT/YEM PARİTESİ
Çiğ süt ve yem paritesi; çiğ süt fiyatının, satın alınan yem fiyatına bölünmesiyle elde
edilmektedir. Dünya çapında genel kabul görmüş ve en uygun çiğ süt/yem paritesi 1,5
olarak kabul edilmektedir (IFCN, 2013). Dünyada ülkelerin %84’ünden fazlasında çiğ
süt/yem paritesi 2012 yılında bir önceki yıla göre düşmüştür. Ülkelerin %90’ından
fazlasında çiğ süt ve yem fiyatları artış gösterirken, yem fiyatlarındaki artış oranı çiğ
sütte gözlenen artıştan daha yüksek olmuştur. Paritenin 2’nin üzerinde olduğu ülkeler
Belarus, Kanada, Kıbrıs, Mısır, Güney Kore, Suudi Arabistan, Sudan, Özbekistan ve
Yemen gibi ülkeler iken; 1,5 ile 2 arasında çiğ süt yem paritesine sahip ülkeler
Avustralya, Cezayir, Azerbaycan, Bangladeş, Brezilya, Finlandiya, Kazakistan,
Jamaika, Ürdün, Makedonya, Malezya, Nijerya, Panama, Paraguay, Rusya, Tayvan,
Türkmenistan, Venezuela’dır.
Grafik 5. Yıllara Göre Çiğ Süt ve Yem Fiyatları ($/100 kg)
60
49
50
44,5
38,8
40,8
40
37
26,2
30
31,9
26,7
23
22,4
20
2008
2009
Parite
35,4
35,1
2010
Çiğ Süt Fiyatları
2011
2012
Yem Fiyatları
2013
Kaynak: IFCN, 2014
Türkiye’de çiğ süt yem paritesi 1,3’ün altında oluştuğu için yem fiyatlarını düşürücü
önlemler almak gerekmektedir.
Grafik 6. Türkiye yem paritesi
2
1,5
1,562
1,378
1,226
1
0,5
0,445
0,323
0,543
0,443
1,331
1,137
0,6062
0,533
0,567
0,426
0,7637
1,113
1,163
0,707
0,825
0,489
0,635
1,3
0,95
0,727
0,709
0
2006
2007
2008
Yem Fiyatları
2009
2010
2011
Çiğ Süt Fiyatları
2023 Vizyonu Çerçevesinde Süt Sığırcılığı; Konya İli Örneği
Prof. Dr. Cennet OĞUZ
2012
Parite
2013
57
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
2023 VİZYONU ÇERÇEVESİNDE KONYA İLİ SÜT
HAYVANCILIĞI
Konya bölgesindeki süt işletmeleri, Marmara ve Ege bölgelerindeki kadar gelişmiş
değildir. İldeki süt üreticileri, küçük ölçekli ve dağınık bir yapı göstermektedir. Bu da
düşük süt kalitesi ve fazladan toplama maliyetine yol açmaktadır. Bununla birlikte,
bölgede, üretimleri günde bir tonu aşan yaklaşık 8 üretici ve günlük üretimleri 500
litrenin üzerinde 20 kadar üretici bulunmaktadır. Günde 360 ton süt, yerel olarak
işlenmek üzere bu bölgedeki şirketler tarafından satın alınmaktadır. Bölgede yaklaşık
sayıları 800 kadar olan süt toplayıcıları kendi taşıyıcı araçları ve sürücüleri aracılığıyla
üreticilerden süt almaktadır. Daha büyük tesislerden bir bölümü sütlerini doğrudan
toplama merkezlerinden alırken, bazılarının araçlarında soğutma tankları mevcuttur,
ancak bunların ölçeği sınırlıdır. Süt toplayıcıları, paslanmaz çelik tankları olan
kamyonlarla köylerden ve işletmelerden süt toplamaktadır. Toplama işlemi bahar ve yaz
aylarında günde iki kez, kışın ise bir kez yapılmaktadır. Daha büyük işletmelerin
köylerde toplama tankları bulunmakta, ancak bunların sayısı ise sınırlı kalmaktadır.
İşlenmemiş sütün büyük bölümü işletmelere süt toplayıcılar tarafından teslim
edilmektedir. İşletmelerin satın aldıkları sütün miktarı işleme kapasitelerine göre
farklılık göstermektedir. Bölgede işlenmemiş sütün kalitesi Marmara ve Ege bölgelerine
göre daha düşüktür. Sütteki toplam bakteri sayımı 1 milyonun üzerinde çıkarken, yağ ve
protein düzeyleri mevcut Türkiye ortalamaları kadardır. İşlenmemiş sütün kalite analizi
işletmeler tarafından mahallinde yapılmaktadır. Ancak, mevcut toplama yöntemleri
nedeniyle, sütün menşei izlenememekte ve böylece kalite sorunu çözülme
kavuşturulamamaktadır. Çok sayıda üreticinin varlığı, denetimlerin sütün menşeinde
yapılmasını fiilen olanaksız kılmaktadır.
Konya ilindeki 31 ilçede bulunan 825 yerleşim biriminde köy bazlı işletmelerde
427.241 Büyükbaş, nitelikli işletmelerde 128.068 Büyükbaş olmak üzere toplam
555.309 Büyükbaş hayvan mevcut olup, bunların köy bazlı işletmelerde 147.519 başı,
nitelikli işletmelerde 50.749 başı olmak üzere toplam 198.268 başı sağılan hayvanlardan
oluşmaktadır. İldeki toplam büyükbaş hayvanların % 35,7 si sağılan hayvanlardan
oluşmaktadır. İlde sağılan hayvanların 169.511 başı kültür ırkı, 20.499 başı melez ve
8.258 başı yerli hayvanlardan oluşmaktadır. Konya ilinde toplam 198.268 baş sağılan
hayvandan günlük 2612 ton süt üretimi yapılmakta, hayvan başına ortalama 13,17 lt. süt
alınmaktadır. Köy bazlı işletmelerde ortalama süt verimi 11,50 lt. iken nitelikli
işletmelerde 15,58 lt. dir. Ortalama süt fiyatı aralık-2010 itibariyle 0,65 Tl/Lt. dir. Yıllık
süt üretimi ise 953.649 ton olarak hesaplanmıştır (çizelge 1 ve 2).
58
soğutulan süt
miktarı (lt/gün)
kooperatife
verilen günlük
süt (lt.)
fabrikaya
verilen günlük
süt (lt.)
toplayıcıya
verilen günlük
süt (lt.)
kendi
kullandığı
günlük süt (lt.)
toplam merkezi
sağım ünitesi
sayısı (adet)
sağım makinası
sayısı (adet)
19.752
46.041
24.602
225.379
513.285
303.233
11,54
11,03
12,36
0,67
0,65
0,65
18.259
61.808
78.008
11.591
32.312
42.316
9.406
22.252
17.323
129.917
360.005
206.440
72.631
98.214
36.654
3
7
1
3.805
8.322
4.266
27.698
353.661
12,54
0,65
98.069
39.237
3.174
276.976
34.463
4
4.287
29.426
361.166
11,94
0,65
50.007
54.201
274.218
31.590
4
4.572
147.519
1.756.725
11,50
0,66
306.151
179.657
1.247.556
273.552
19
25.252
ortalama süt
verimi (gün/
lt/baş)
ortalama sütün
satış fiyatı
(lt./tl.)
toplam süt
üretimi
(lt/gün)
(0-100 ) 432
(100-300) 267
(300-500) 67
(50040
1000)
(1000 - +
19
)
Genel
825
toplam
sağılan hayvan
sayısı (adet)
köy sayısı
İşletme
Genişlik
Grupları(sağıla
n Baş)
Çizelge 1. Konya ili Köy Bazlı İşletme Grupları
52.155
2023 Vizyonu Çerçevesinde Süt Sığırcılığı; Konya İli Örneği
Prof. Dr. Cennet OĞUZ
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
İlde günlük üretilen sütün 693 tonu yani % 26,5 i soğutulmaktadır. Geri kalan kısım
sıcak süt olarak tüketilmektedir. Üretilen sütün % 71’ i süt toplayıcıları aracılığıyla
toplanmakta ve sıcak süt olarak fabrikalara götürülmektedir. İldeki mevcut büyükbaş
hayvanların kaliteli kaba yem ihtiyacının karşılanma oranı köy bazlı işletmelerde % 15
iken, nitelikli işletmelerde % 24 tür. Hayvancılık ve özellikle süt inekçiliği kaliteli kaba
yemden yoksun olarak yapılmaktadır. Bu durum hem verimliliğin düşük olmasına hem
de sütün maliyetini artırmaktadır. Ahırların durumuna bakılacak olursa 42.404 adet
kapalı bağlı duraklı, 1.053 adet kapalı serbest duraklı, 7.450 adet yarıaçık ve 185 adet
açık olmak üzere toplam 51.092 adet ahır mevcut olup, bu ahırların % 83 ünü kapalı
bağlı duraklı ahırlar teşkil etmektedir. Bu durumda gösteriyor ki ilde hayvancılık
aydınlatması ve havalandırması yetersiz, tekniğine uygun planlanmayan sağlıksız
ahırlarda yapılmaktadır. Sağılan hayvan bazında köy bazlı işletmelerin % 52’si 100 baş
ve altı süt hayvanı bulunan işletmeden oluşmaktadır. Nitelikli işletmelerde ise,
işletmelerin % 73’ü 20 baş ve altı işletmeden oluşmaktadır (çizelge 1 ve çizelge 2).
işletme sayısı
sağılan hayvan
sayısı (adet)
toplam süt
üretimi
(lt/gün)
ortalama süt
verimi
(gün/litre/baş)
ortalama sütün
satış fiyatı
(lt./tl.)
toplam merkezi
sağım ünitesi
sayısı (adet)
sağım makinası
sayısı (adet)
kooperatife
verilen günlük süt
(lt.)
fabrikaya verilen
günlük süt (lt.)
toplayıcıya
verilen günlük süt
(lt.)
kendi kullandığı
veya işlediği
günlük süt (lt.)
(0-20 )
2.017
21.367
329.391
15,12
0,64
64.227
23
1.518
18.635
2.589
294.738
15.029
617
17.003
282.685
16,49
0,67
115.492
117
611
14.453
50.367
207.757
10.498
89
5.884
109.489
18,27
0,72
82.861
57
89
6.134
45.195
57.806
354
16
1.830
33.282
18,12
0,72
23.626
9
24
200
15.590
16.462
1.030
16
4.665
101.165
21,73
0,83
101.165
15
5
0
79.235
14.230
7.700
2.755
50.749
856.011
15,58
0,65
387.370
221
2.247
39.422
192.976
590.993
34.611
(20-50 )
(50-100)
(100-150)
(150 - +
genel toplam
soğutulan süt
miktarı (lt/gün)
İşletme Genişlik
Grupları(sağılan
Baş)
Çizelge 2. Konya ili Nitelikli İşletme Grupları
Sonuçta, İşletme Büyüklüklerinin Arttırılması, Üreticilerin eğitilmesi, Üreticilerin
örgütlü hale getirilmesi, Ahırların İyileştirilmesi, Kaliteli Kaba Yem Probleminin
Çözülmesi, Sütün soğutulmuş olarak fabrikalara ulaşmasının sağlanması, üzerine tespit
edilen her bir sorun için eylem planları hazırlanmış ve aşağıda yer alan ana başlıklarda
uygulamaya konulmuştur.
1- Eğiticilerin Eğitimi
2- Süt Üreticilerinin Eğitimi
3- Süt Toplayıcılarının Eğitimi
4- Süt İşleyen İşletmelerdeki Personelin Eğitimi
5- Süt Taşıma Araçlarının Standartlarının Tespiti ve Modernizasyonu
6- Süt Taşıma Araçlarının İzlenebilirliği
7- Süt Taşıma Araçlarının Takip ve Cezaların Uygulanması
8- Kaba Yem Üretimi ve Kalitesinin Arttırılması
9- Süt Üreticilerinin Örgütlenmesi ve Mevcut Örgütlerin Etkinliğinin Arttırılması
10-işletme Büyüklüğünün Artırılmasına Yönelik Faaliyetler
2023 Vizyonu Çerçevesinde Süt Sığırcılığı; Konya İli Örneği
Prof. Dr. Cennet OĞUZ
59
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Kaynaklar
Anonim, 2010, Konya İli Envanter verileri, 2010, Konya Süt Komisyonu Araştırması
http://www.aeri.org.tr
http://apps.fao.org
http://ec.europa.eu/agriculture/
http://www.ifcndairy.org
http://www.tuik.gov.tr
http://www.igeme.org.tr/
60
2023 Vizyonu Çerçevesinde Süt Sığırcılığı; Konya İli Örneği
Prof. Dr. Cennet OĞUZ
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Hayvansal Üretimde Risk Faktörü Bazı Gıda Patojenleri ve Bunlara
Karşı Bitkisel Kökenli Aromatik Bileşiklerin Etkileri (Derleme)
Abdullah KIRAN¹, Halil TOSUN², Recep ARSLAN¹
¹Celal Bayar Üniversitesi, Saruhanlı Meslek Yüksek Okulu, Gıda Teknolojisi Bölümü, Manisa, ²Celal
Bayar Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Gıda Mühendisliği Bölümü, Manisa,
[email protected]
ÖZET
Gıda kaynaklı hastalıkların nedeni organizmaların çoğu hayvansal ya da toprak kaynaklıdır ve gıda zincirine herhangi
bir basamakta girebilirler. Bakteri miktarına göre, enfeksiyon ve hastalık riski de artar. Enfeksiyon etkeni en yaygın
bakteri türleri Campylobacter, E.coli ve Salmonella’dır.
Kuzu ve buzağılarda bulaşık yem ve su tüketimine bağlı olarak sindirim sisteminde oluşabilecek patojen
mikroorganizmalar E.coli, Salmonella ve Campylobacter bakterileridir. Bağırsak mikroflorasında yararlı bakterilerin
çoğalmasını engelleyen patojenler ise E.coli, S.typhimurium, Clostridium botilinum ve C.sporagenes’dir. Piliç
etindeki patojenler arasında üzerinde en çok durulanlar Salmonella serotipleri, Campylobacter jejuni ve diğer
Campylobacter türlerinin yanı sıra Listeria monocytogenes ve diğer Listeria türleri, Clostridium perfringens ve
Staphylococcus aureus ’tur. Kanatlılarda mikroflorayı iyileştirmek ve besin maddelerinin sindirilebilirliğini artırmak
amacıyla karma yemlere katılan doğal verim arttırıcı maddeler mikroflora içerisinde patojenlerin gelişmesini
engellemekte, immun sistemi güçlendirmektedir.
Antibiotiklere karşı E.coli ve Salmonella gibi patojen bakteriler, dirençli yeni suçlar geliştirebilmektedirler. Bu
sebepten 1997 yılında Avrupa Birliğince, verim artırıcı olarak antibiyotik kullanımının yasaklanmasından sonra,
çeşitli alternatif ürünlerin kullanımı düşünülmüştür. 30 Eylül 1999’da antibiyotiklerin kullanımı ülkemizde de
yasaklanmıştır. Antibiyotikler kas ve bazı organlarda birikip kalıntı bırakabilmekte, süt, yumurta, et gibi hayvansal
besinlere geçebilmektedir. Bunlarla beslenen insanlarda bu antibiyotikler zamanla birikebildiği gibi insanların
bünyelerinde söz konusu bakterilerin dirençli yeni suşları da gelişebilmektedir. Bitkilerin farklı kısımlarından
ekstraksiyonla elde edilen uçucu yağlar kompleks doğal bileşikler olup bitkilerin sekonder ürünleridir. Patojenler
üzerinde antimikrobiyal etkileri olabilmektedir. Antimikrobiyal etkileri agar dilüsyon ve disk difüzyon metoduyla
belirlenerek bitkilerin yem katkı maddeleri olarak kullanılabilirliği araştırılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Hayvansal üretim, Gıda patojenleri, Aromatik bileşikler.
GİRİŞ
Günümüzde gıda kaynaklı hastalıklar dünyanın en yaygın problemlerinden biridir. Bu
hastalıklar, mikrobiyal kökenli olmayan zehirli bitkiler, ağır metaller, pestisitler,
herbisidler vb. olabildiği gibi mikrobiyal olarak da bakteri, virüs, fungi ve
protozoalardan kaynaklanmaktadır. Ancak en tehlikeli olanların patojen
mikroorganizmalardan ileri geldiği belirtilmektedir (Mansfield ve Forsythe, 2000).
Her yıl ABD’de 76 milyon insanın gıda kaynaklı hastalıklardan etkilendiğini ve 5000
kişinin öldüğünü bildiren Hastalık Kontrol ve Engelleme Merkezi (CDC), gıda kaynaklı
enfeksiyonlar arasında, listeriozisin insidensinin nispeten düşük olmasına rağmen,
salmonellozis ve campylobakteriozis gibi enfeksiyonlarla karşılaştırıldığında halk
sağlığı açısından daha büyük bir tehdit oluşturduğunu rapor etmiştir. Bu rapora göre, L.
monocytogenes gıda kaynaklı enfeksiyon etkenleri arasında hastaneye yatırma riski en
yüksek ve ölüme sebep olan ikinci etkendir ve 1996-1999 yılları arasında bakteriyel
gıda kaynaklı enfeksiyonların insidensi %19 düşmesine rağmen Listeria enfeksiyonları
oranı düzenli seyretmiştir (Pak ve ark., 2002).
Salmonella’ların primer kaynağı insan ve hayvanlardır. İnsan taşıyıcı olarak
enfeksiyonların potansiyel kaynağını meydana getirmektedir. Taşıyıcı insan ve
hayvanların dışkısı enfeksiyonun yayılmasında önemli rol oynamaktadır (Eley, 1992).
Salmonella’ların en çok bulunduğu gıda maddelerinin başında hayvansal ürünler
gelmektedir. Et, süt ve yumurta ile bunlardan hazırlanan ve yeterince ısıl işlem
görmemiş gıdalar, kıyma, sosis, kanatlı eti, yumurta ürünleri, çeşitli soslar, su ürünleri,
Hayvansal Üretimde Risk Faktörü Bazı Gıda Patojenleri ve Bunlara Karşı Bitkisel Kökenli Aromatik Bileşiklerin Etkileri (Derleme)
61
Abdullah KIRAN¹, Halil TOSUN², Recep ARSLAN¹
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
salatalar, dondurma, süttozu, krema, puding ve diğer süt ürünleri Salmonella’lar
açısından risk taşıyan gıdalardır (Banwart, 1983).
Çeşitli ülkelerde insanlarda meydana gelen salmonellozis olgularının son 30 yıl içinde
sürekli artış gösterdiği ve özellikle gelişmiş ülkelerde en yaygın zoonozlardan biri
olduğu belirtilmektedir (Mutluer, 1991).
Kanatlı etlerinin mikroflorası üzerine çiftlikten çatala kadar olan aşamalardaki birçok
faktör etkili olmaktadır. Yem ve yem katkı maddeleri, su, hava, rezervuar ve vektörler,
anaçların sağlık koşulları, yumurta, kuluçkahaneler, etlik piliçlerin yetiştirilme koşulları
ile bunların kesim için yüklenmesi, taşınması, boşaltılması, etlik piliçlerin kesim
koşulları, etlerin soğutma, parçalama, paketleme, muhafaza ve dağıtım koşulları etin
hijyenik kalitesini etkileyen faktörler arasında bulunmaktadır. Kanatlı hayvanlar henüz
canlı iken kesimhaneye getirildiklerinde, ayak, tüy ve bağırsaklarında çok sayıda
bakterileri içerirler. Kanatlı etlerinin patojen mikroorganizmalar ile kontaminasyonunun
ise; canlı hayvanların enfeksiyonunun yanı sıra, taşıma, kesim, haşlama, tüy yolma, iç
organ çıkartma, soğutma, parçalama ve paketleme gibi kritik aşamalarındaki çapraz
kontaminasyonlardan kaynaklandığı, ayrıca muhafaza sıcaklığı ve süresinin önemli bir
faktör olduğu bilinmektedir.
Tavuk etinde en sık rastlanan patojenler, Salmonella, Campylobacter, Listeria,
Clostridium perfringens ve Staphylococcus aureus olarak bilinir. Hindi etinden
kaynaklanan başlıca bakteriyel infeksiyon ve intoksikasyon etkenleri Salmonella spp.,
Listeria monocytogenes, Campylobacter jejuni, Staphylococcus aureus ve Clostridium
perfringens’dir. Bıldırcın etinde en sık rastlanan patojenler ise Arcobacter spp.’dir.
Sütteki patojen bakteriler türleri Enteropatojenik Escherichia coli (EPEC),
Campylobacter jejuni, Yersinia enterocolitica, Listeria monocytogenes’dir. Gıda
zehirlenmelerinde en çok sorumlu tutulan mikroorganizmalar; Staphylococcus aureus,
Salmonella spp., Clostridium botulinum, Clostridium difficile, Clostridium perfringens,
Vibrio parahaemolyticus, Bacillus cereus,
Campylobacter ve Yersinia spp., ile
Fungal toksinlerdir. (İşleri ve Erol, 2009).
Ticari üretim alanına giren canlı broiler tavukların tüyleri, derisi, ayakları ve sindirim
kanalları olası mikrobiyal flora ile belirgin bir biçimde kontamine olmaktadır. Ayrıca,
haşlama, tüylerin yolunması, iç organların çıkarılması aşamalarında çapraz
kontaminasyon riski çok fazla ortaya çıkmaktadır. Tüm işlem aşamaları, kirli ve temiz
olmak üzere iki ana bölüme ayrılmaktadır. Kirli kısım; kesim, kanatma, haşlama, ve iç
organların çıkarılmasını içerirken temiz kısım, düşük sıcaklıkta ve hijyenik kontrollerin
etkin bir biçimde yapıldığı işlemleri içermektedir. İç organların çıkartılması aşamasında,
özellikle iç organlar mekanik olarak ayrıldığı zaman bağırsaklar çoğunlukla makine
tarafından zarar görmekte ve böylece karkasların fekal kontaminasyona uğramalarına
neden olmaktadır. (Baydur, 2006; EFSA, 2008).
Stafilokoklar hem hastane enfeksiyonlarında hem de gıda sektöründe epidemi
yapabilme
özellikleri
bulunduğundan
halk
sağlığı
açısından
önemli
mikroorganizmalardır. Uygun olmayan şartlarda üretilen süt ve süt ürünleri gıda
zehirlenmeleri ve enfeksiyonlara neden olan riskli gıda grupları arasında yer almaktadır.
Bu zehirlenmeler ortama salınan protein yapısında, yüksek toksisiteli, bağırsak bölgesi
ve sinir sistemi üzerine etkili olan enterotoksinler ile meydana gelmektedir. Günümüzde
bu zehirlenmelerin esas nedeni olarak Staphylococcus aureus sorumlu tutulurken,
Staphylococcus hyicus ve Staphylococcus intermedius gibi diğer koagülaz pozitif
stafilokokların (KPS) enterotoksin ürettiği; ayrıca Staphylococcus epidermidis ve
Staphylococcus xylosus gibi koagülaz negatif olan stafilokokların (KNS) da az da olsa
Hayvansal Üretimde Risk Faktörü Bazı Gıda Patojenleri ve Bunlara Karşı Bitkisel Kökenli Aromatik Bileşiklerin Etkileri (Derleme)
Abdullah KIRAN¹, Halil TOSUN², Recep ARSLAN¹
62
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
enterotoksin ürettiği belirlenmiştir. S. aureus çiğ sütte bulunan en önemli
mikroorganizmalardan birisi olup, insan ve hayvanlar üzerindeki patojenitesi ile ilgili
çok sayıda araştırma yapılmıştır (Gundogan ve ark., 2006; Güven ve ark., 2010).
KNS uzun süredir kommensal ve kontaminant bakteriler olarak değerlendirilmesine
karşın, insanlarda patojenik etkilerinin olduğu ve çeşitli enfeksiyonlara sebep oldukları
bilinmektedir (Sawant ve ark., 2009).
Başta hayvansal gıdalar olmak üzere değişik gıdalar stafilokokal gıda zehirlenmelerine
sebep olmaktadır. Hayvan kökenli pişirilmiş veya az pişirilmiş gıdalardan sığır, domuz,
hindi ve tavuk eti, özellikle süt tozu ve peynir olmak üzere süt ürünleri, etli patates
salatası ve diğer et salataları, balık ve yumurta, kremalı pasta ürünleri ayrıca süt, şeker
ve yumurtadan yapılan dondurulmuş soslar bunların başında gelmektedir (Güven ve
ark., 2010).
Tüm bu nedenlerden dolayı gerek enfeksiyona yol açmadaki patojenitesi ve gerekse
gıdalarda meydana getirdiği zehirlenmeler nedeniyle stafilokoklar üzerine çok sayıda
araştırma yapılmıştır ve yapılmaya da devam edilmektedir.
HAYVANSAL ÜRETİMDE ANTİBİYOTİK KULLANIMI VE
DİRENÇ GELİŞİMİ
Hayvanlarda tedavi veya koruyucu amaçlı olarak kullanılan antibiyotikler patojen ve
normal flora bakterilerinde antimikrobiyal direncin oluşumunu artırırlar. Direnç
genlerini taşıyan patojen veya flora üyesi bakteriler gıdalar yoluyla insan florasına
kolonize olarak oluşan bu direncin insana geçmesine aracılık ederler. (Barton, 2000).
Penisilinin tedavi amacıyla kullanılmaya başlandığı ilk yıllarda stafilokok kökenlerinin
tümü bu antibiyotiğe duyarlı iken daha sonraları β-laktamaz üretimi sonucu büyük
oranda direnç geliştirmişlerdir. Metisiline dirençli stafilokoklar klinik yönden penisilin,
sefalosporin gibi diğer tüm β-laktam halkası içeren antibiyotiklere dirençli olması
nedeniyle önemlidir. (Enright, 2003).
Günümüzde tüm dünyada bir yandan hızla yeni ilaçlar geliştirilmekte, buna karşın,
süratle direnç kazanan mikroorganizmaların neden olduğu enfeksiyonlar artmaktadır.
Son yıllarda, antibiyotik kullanımına ve bu antibiyotiklerin doğaya salınımına bağlı
bakteri direncinin artış göstermesi önemli bir problemdir. İnsan ve hayvanlarda direnç
genleri ve bakteri dirençlerinin yayılımı ve ortaya çıkmasında gıda zincirinin de öncülük
ettiği birçok çalışmalarla kanıtlanmaktadır. Son yıllarda, araştırmalardan elde edilen
çalışma sonuçları, gıda zincirinde önemli sektörlerden biri olan tavuk etinin de, insan ve
hayvan populasyonu arasındaki antibiyotik dirençli bakterilerin taşınmasının bir aracı
olduğunu ve gıda kaynaklı bakterilerin antibiyotik direnç genlerinin kaynaklardan biri
olduğu kuşkusunu desteklemektedir.
Son yıllarda gıda zinciri kaynaklı mikroorganizmalardaki ve özellikle de patojen
bakterilerdeki antibiyotik dirençli suşlardaki artış endişe ile karşılanmaktadır.
Antibiyotikler, hayvansal yemlerde hastalıkları önlemek ve performansı geliştirmek için
elli yılı aşkın süredir kullanılmaktadır. Hayvansal yemlerde antibiyotiklerin sürekli
kullanımı ile oluşan büyük endişe, yemi tüketen türlerde direncin oluşumu ve gıda
zincirinde kalıntı ve insan hekimliğinde de ilgili antibiyotiklerin kullanılması nedeniyle
patojenik bakterilerde direncin gelişmesidir. (Baydur, 2006).
EFSA Bilimsel Kolokyumları başta olmak üzere, çeşitli platformlarda tartışılmakta, risk
yönetimi ile ilgili çalışmalara yoğunluk verilmektedir. Kontamine gıdalar aracılığı ile
Hayvansal Üretimde Risk Faktörü Bazı Gıda Patojenleri ve Bunlara Karşı Bitkisel Kökenli Aromatik Bileşiklerin Etkileri (Derleme)
63
Abdullah KIRAN¹, Halil TOSUN², Recep ARSLAN¹
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
antibiyotiklere dirençli bakterilerin insanlara transfer edilebilme riski endişe
doğurmaktadır. Direnç genlerinin gıda zinciri aracılığı ile insanları da etkileyebileceği
düşünülmektedir. Kesim yerlerindeki kötü hijyen koşulları sonucunda karkaslar fekal
yolla kontamine olarak hayvansal gıdalar antibiyotik dirençli türler için bir vektör
olmaktadır. Vankomisin dirençli Enterococcus faecium (VREF) suşları kümes
hayvanları, domuz ve diğer et ürünlerinden izole edilmiştir. Enterococcus cinsine ait
bakteriler, genelde fekal çevrelerde yoğun olarak bulunmalarına karşın, gıdalarda üretim
aşamalarında hijyenik olmayan koşullar sonucunda ortaya çıkmaktadırlar. Ayrıca
intestinal ve çevresel kontaminasyonla da süt ve et gibi çiğ gıdalarda kolonize
olabilirler. Sıcaklık, pH ve tuza karşı olan dirençleri sayesinde, gıda üretimi sırasında
canlı kalarak son ürünü de kontamine edebilirler.
Diğer yandan, yine kanatlı etlerdeki Campylobacter kontaminasyonu ve
fluoroquinolone (FQ) dirençlilikleri, çiftliklerde antibiyotik kullanımı ile olan ilişkisi
ve buna yönelik risk yönetimi ve iletişimi de son on yıldır başta AB ve diğer ülkelerde
dikkat çekilen konular arasındadır.
Stafilokok enfeksiyonlarının tedavisinde stafilokok türleri arasındaki direnç yaygınlığı
önemli bir sorundur. Yeni antibiyotiklerin klinik kullanıma girmesinden kısa bir süre
sonra mikroorganizmanın direnç kazandığı iyi bilinmektedir. S. aureus suşları arasında
metisilin direnci son birkaç yılda hızla artmıştır (Ito ve ark., 2003).
İnsanlarda Salmonella, Campylobacter ve E. coli enfeksiyonlarında artış ve bu
hastalıkların antibiyotik tedavilerine karşı direnç göstermesi, büyüme faktörü olarak
piliçlerde antibiyotiklerin yasaklanmasını gündeme getirmiştir. Antibiyotiklerin
büyütmeyi ilerletici olarak kullanımı ile ilgili yapılan ilk kontrol adımı 1969’da, İsveç
Komitesi tarafından yapılmıştır. İngiltere 1970’li yıllarda penisilin ve tetrasiklini
yasaklamıştır. Sonuçta 1971’de birçok mikroorganizmaya karşı antibiyotikler ve
tetrasiklinlerin yemde kullanılması yasaklanmıştır. 1980’lerde, yeni insan hastalıklarının
yayılmasında, antibiyotiklere karşı direnç doğmasının etkili olduğuna dikkat çekilmiştir.
İsveç, 1986’da çiftlik hayvanlarında antibiyotik büyütme faktörlerini yasaklamayı
yerine getiren ilk ülke olmuştur. 1990’ların başında, tüketicilerin artan ilgisi ve
Staphylococcus’lara karşı dirençli türlerin çıkması, büyütme faktörlerinin güvenliği
konusundaki tartışmaları şiddetlendirmiştir. İsveç, 10 yıl sonra 1997’de Avrupa
Birliğine katılmış ve avoparsinin kullanımı Avrupa Birliğinde yasaklanmıştır. Avrupa
Birliği tarafından Aralık 1998 de çıkartılan 2821/98 sayılı karar ile tylosin,
virginiamycin, zinc bacitrasin ve spiramycin adlı antibiyotikler yasaklanmıştır.
Antibiyotik dirençliliği ile ilgili eğilimleri kırmak için gözetim programlarına 1999
yılında başlanmıştır. Avrupa Birliği Komitesi, 2003 yılında son adımı atmış ve
antibiyotik büyütme faktörlerinin (avilamycin, flavophospholipol, monensin sodyum ve
salinomycin sodyumu) Avrupa Birliği’nde 1 Ocak 2006’dan itibaren tümüyle
yasaklanmasına karar vermiştir. Türkiye’de ise antibiyotik büyütme faktörlerinin tümü
21/01/2006 Tarih ve 26056 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Tebliğ ile
yasaklanmıştır.
Danimarka’da
yemde
antibiyotik
büyütme
faktörlerinin
yasaklanmasından önce, Enterococcus spp. türlerinin yüzde 60-80’i antibiyotik büyütme
faktörlerine karşı dirençli iken, yasaktan sonra bu oranın yüzde 5-35 azaldığı
kaydedilmiştir.
1 Ocak 2006’dan sonra, dünyadaki toplam kanatlı yem üretiminin yüzde 80’den
fazlasının hâlâ antibiyotik büyütme faktörü içerdiği belirtilmektedir. Bunun nedeni ise
dünyadaki en büyük kanatlı üreticilerinin ABD, Tayland ve Brezilya gibi ülkeler olması
ve bu ülkelerde henüz resmi bir yasaklamanın söz konusu olmamasıdır (EFSA, 2008).
Hayvansal Üretimde Risk Faktörü Bazı Gıda Patojenleri ve Bunlara Karşı Bitkisel Kökenli Aromatik Bileşiklerin Etkileri (Derleme)
Abdullah KIRAN¹, Halil TOSUN², Recep ARSLAN¹
64
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
BİTKİSEL KÖKENLİ AROMATİK BİLEŞİKLER
Hayvan beslemede performansı artırmak, hayvan sağlığını korumak ve hayvansal
ürünlerin miktar ve kalitesini olumlu yönde etkilemek için çeşitli yem katkı maddeleri
kullanılmaktadır. Avrupa Birliği’nin 2002 yılında almış olduğu kararla, 2006 yılından
itibaren hayvan yemlerine yem katkı maddesinin (antibiyotik) katılmamasına karar
vermesi, bilim adamlarını doğal kaynaklı ilaçları araştırmaya yöneltmitir. Alternatif
büyütme faktörleri olarak doğal olanları üzerinde çalışmalara başlanmıştır. Bu doğal
maddeler bakterileri öldüren, hayvanların sindirim sistemlerini geliştiren, büyüme
genetik potansiyelini yakalayabilen özellikte olmalıdır. Bunları sağlayabilecek yollar
olarak probiyotikler, prebiyotikler, enzimler ve organik asitlerin dışında çeşitli aromatik
bitkiler de yer almaktadır (Engezer ve Güngör, 2008).
Günümüzde tıbbi bitkilerin ve bu bitkilere ait uçucu yağların saf ve özellikle ana etken
maddelerinin elde edilip değerlendirilmesi hem bilimsel hem de ekonomik yönden
oldukça önemlidir. Elde edilen sonuçlar, bu bitkilerin uçucu yağlarının antimikrobiyal
aktivitelerinin olduğunu göstermektedir. Uçucu yağ ve bileşenlerinin farmakolojik
özellikleri de incelenerek tıp, kozmetik ve endüstriyel alanlarda kullanılabilme
imkânlarının yararlı olabileceği belirtilmektedir (Kırbağ ve Bağcı, 2000).
Esansiyel yağlar; bitkilerin yaprak, çiçek, kabuk, tohum ve köklerinden, su buharı
distilasyonu veya ekstraksiyon yöntemi ile elde edilen, oda sıcaklığında genellikle sıvı
formda olan, kolayca kristalleşebilme özelliğine sahip, çoğunlukla renksiz veya açık sarı
renkli bileşimlerdir. Bunlar aynı zamanda bulunduğu bitkiye karakteristik özellik
sağlayıp bitkiye ait koku, yakıcı lezzeti veren, çok sayıda kimyasal bileşenden oluşan,
oda sıcaklığında uçucu özellikte olan ve su ile sürüklenme özelliğine sahip yağımsı
karışımlardır. En belirgin özellikleri ise uçucu ve kokulu olmalarıdır (Sevinç ve
Merdun, 1995).
Esansiyel yağlar halk arasında; uçan yağ, eterik yağ, eteri yağ, kokulu yağ, esans yağı,
uçucu yağ gibi farklı isimlerle anılmaktadır. Esas olarak terpenlerden oluşan suda
çözünmeyen, fakat organik çözücülerde kolaylıkla çözünen karışımlardır. Özellikle
çiçek ve meyvelerde daha fazla bulunurlar. Antiseptik, antioksidan, sindirim uyarıcı,
antimikrobiyal ve enzimatik etkileri bilinen en önemli fonksiyonlarıdır. Bileşiminde;
genellikle hidrokarbonlar ile azotlu türevleri, monoterpenler, seskiterpenler ve
diterpenler bulunur. Ayrıca fenil propanoitler, yağ asitleri ve esterlerine de uçucu
yağlarda rastlanabilir. İlaç ve kozmetik sanayiinde yaygın olarak kullanılırlar. Alternatif
bitkisel tedavilerin ana etken maddelerindendir. Modern teknolojilerle, basınç altında
fraksiyonal damıtmaya tabi tutulduklarında, her bir cins uçucu yağdan yaklaşık 20 cins
kokusu, rengi, molekül dizini ve kullanım özellikleri ayrı uçucu maddeler elde
edilmektedir. Bunlar pahalı bitki özleridirler. Metabolik dönüşümleri ve vücuttan
ekstrakte edilmelerinin hızlı olması nedeniyle, esansiyel yağların vücut dokularında
birikimleri mümkün görülmemektedir. Sürekli tüketilmeleri halinde hayvanların vücut
dokularında birikimleri söz konusu olsa bile, bunun doza bağımlı olacağı bildirilmiştir
(Anonim 2007a).
ESANSİYAL YAĞLARIN ETKİLERİ VE KULLANIM ALANLARI
Bir çok aromatik bitki; tohum, meyve, yaprak yada köklerinde bulunan aktif kimyasal
bileşikler nedeniyle, farklı etki şekillerinden dolayı, çeşitli alanlarda kullanılmaktadır.
Bu bitkilerin hayvan besleme bilimi açısında iştah açıcı ve sindirimi stimüle edici
özellikleri yanında antiseptik etkileri de büyük önem taşımaktadır. Etken maddelerine
Hayvansal Üretimde Risk Faktörü Bazı Gıda Patojenleri ve Bunlara Karşı Bitkisel Kökenli Aromatik Bileşiklerin Etkileri (Derleme)
65
Abdullah KIRAN¹, Halil TOSUN², Recep ARSLAN¹
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
göre etkileri değişmekle birlikte pek çok esansiyel yağ; antimikrobiyal, karminatif,
koloretik, sedatif, diüretik, antispazmodik etkilere sahiptir (Maksimovi ve ark., 2005).
Tüm uçucu yağlar IgG ve IgA üretimini artırmak suretiyle, bağışıklık sistemini
kuvvetlendirmektedir (Çelik, 2007).
Son yıllarda antibiyotik-dirençli enfeksiyonlardaki artıştan dolayı bu enfeksiyonlarla
mücadelede yeni ilaçların araştırılmasına yönelik çalışmalar büyük bir gereklilik arz
etmektedir. Bu açıdan bitki uçucu yağları büyük bir öneme sahiptir ve bir çok
araştırmacı tarafından antimikrobiyal ajanlar olarak rapor edilmişlerdir (Mouhssen,
2004).
Aromatik bitkilerin uçucu yağlarının antimikrobiyal etkileri çeşitli araştırmalarla ortaya
konmuştur. Örneğin; fesleğen, defne, karanfil, kekik ve biberiye uçucu yağının L.
monocytogenes ve diğer patojenlere karşı bakterisid bir etki gösterdiği (O’Gara ve ark.,
2000); nane, rezene, kimyon ve defne uçucu yağlarının E. coli, S. aureus, P. aeruginosa,
P. vulgaris, B. Subtilis’i engellediği belirtilmiştir (Akgül ve Kıvanç, 1989). Nane yağı
Saccharomyces cerevisiae’nin iki suşuna karşı etkili olduğu, biberiye yağı bakterilere
(Escherichia coli ve Staphylococcus epidermitis) karşı zayıf bir etki gösterirken bazı
mantar suşlarına (Saccharomyces cerevisiae 0425 52C ve 0425 delta/1) daha fazla etkili
olduğu bildirilmiştir (Schelz ve ark., 2006). Kekik yağı, hücre organelleri, hücre
membranı ve hücre duvarını bozarak Aspergillus niger’e karşı inhibitör bir etki
göstermiştir (Rasooli ve ark., 2006). Rezene uçucu yağının, üst solunum yolları
akıntılarında, spazmolitik etkisi nedeniyle pediatrik kolitlerde ve bazı solunum sistemi
hastalıklarında kullanıldığı belirtilmiştir (Daolu ve ark., 2004).
Bitki uçucu yağlarının antimikrobiyal etkileri üzerinde günümüze kadar geniş bir çok
araştırma yapılmıştır (Leal-Cardoso ve Fonteles, 1999). Nostro ve arkadaşları, yapmış
oldukları çalışmada bazı bitki ekstraktlarının test mikroorganizması olarak kullanılan
bazı Gram (+), Gram (-) bakteri ve maya suşlarına karşı inhibitörik etki gösterdiğini
tespit etmişlerdir (Nostro ve ark., 2000). Disk difüzyon metodu kullanılarak yapılan bir
diğer çalışmada, antimikrobiyal aktivitenin Gram (+) bakteri ve maya suşlarına karşı
Gram (-) bakterilerden daha etkili olduğu gözlenmiştir (Dağcı ve ark., 2002). Sartoratto
ve arkadaşları, 8 farklı aromatik bitkiden elde edilen uçucu yağların 11 farklı
mikroorganizma üzerinde farklı derecelerde inhibitörik etki gösterdiklerini
bildirmişlerdir (Sartoratta ve ark., 2004). Bir başka çalışmada, Mısır Sinai Peninsula
bölgesinden toplanan Tanacetum santolinoides bitkisine ait uçucu yağların hem Gram
(+) hem de Gram (-) bakterilere karşı antibakteriyal aktivite gösterdiği tespit edilmiştir
(El-Shazly ve ark., 2002). Al-Howiriny, Salvia lanigera bitkisinin uçucu yağını
ekstrakte etmiş ve bu ekstraksiyonun Bacillus subtilis, Staphylococcus epidermidis,
Proteus mirabilis, Mycobacterium smegmatis, Candida albicans ve Candida vaginalis
mikroorganizmalarına karşı oldukça iyi inhibisyon etkisi gösterdiğini ancak Escherichia
coli ve Pseudomonas aeruginosa ’nın bu uçucu yağa dirençli olduğunu rapor etmiştir
(Al-Howiriny, 2003).
Uçucu yağların antibakteriyel ve antifungal özelliklerinden başka antiviral aktivitelerde
ilgi çekmiş ayrıca rapor edilmiştir. Bammi ve arkadaşları, beş ayrı uçucu yağ ile yapmış
oldukları bir çalışmada bu uçucu yağların Epstein-Barr virüsü (EBV) üzerinde etki
gösterdiğini tespit etmişlerdir (Bammi ve ark., 1997).
Hayvansal Üretimde Risk Faktörü Bazı Gıda Patojenleri ve Bunlara Karşı Bitkisel Kökenli Aromatik Bileşiklerin Etkileri (Derleme)
Abdullah KIRAN¹, Halil TOSUN², Recep ARSLAN¹
66
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
SONUÇ
Gıda zehirlenmeleri gelişmiş, gelişmekte olan ve geri kalmış ülkelerde önemli bir
problem olarak ortaya çıkmaktadır. Gelişmekte olan ve geri kalmış ülkelerde hijyenik
koşulların yetersizliği, üretici ve tüketicilerin bilinçsiz olması; gelişmiş ülkelerde ise
yaşam koşullarına bağlı olarak hazır, yarı-hazır gıda tüketimindeki artış ve yeni işleme
teknikleri gıda kaynaklı zehirlenmelerin başlıca nedenleri arasında yer almaktadır.
Salmonellanın yerleşik flora haline geldiği çiftliklerde yetiştirilen tavukların
kesimhanelerinde karkaslara bulaşan salmonella yüzdesi doğal olarak yüksek
olmaktadır. Bu nedenle de salmonellanın kesim sırasında, gerek iç organlarından ve
gerekse deri ve tüy gibi tavuğun dış gövdesinden bulaşmasını engelleyecek tedbirlerin
alınması gerekir. Çiftlikten sofraya kadar geçen aşamalarda, gerekli hijyenik önlemlerin
alınmaması halinde mikroorganizmalar ile kontaminasyonlar şekillenebilmekte ve bu
etkenlerle kontamine etin tüketimi ile zaman zaman infeksiyon ve intoksikasyonların
oluşumuna neden olabilmektedir. Bu nedenle etler uygun hijyenik ve teknolojik koşullar
altında üretilmelidir.
Etler, sağlıklı yetiştirilmiş hayvanlardan elde edilmediği, hayvanların kesimleri hijyenik
şartlara sahip işletmelerde yapılarak uygun koşullarda muhafaza edilmediği taktirde
insan sağlığı açısından potansiyel tehlikeler oluşturmaktadır.
Personelin mutlaka Stafilokoklar yönüyle portör muayeneleri yaptırılmalıdır. Sonuç
olarak, et üretim tesislerinin söz konusu patojen bakterilerin gıda zincirine bulaşmaması
açısından hijyenik kurallara uyması ve mutlaka yasal zorunluluk olan İyi Tarım
Uygulamaları (İTA), Kritik Kontrol Noktaları ve Tehlike Analizi (HACCP) gibi gıda
güvenliği sistemlerini işletmelerde etkin hale getirmeleri gerekmektedir. Diğer yandan,
antibiyotik ve benzeri ilaç kullanımlarının hayvancılık sektöründe kontrol altına
alınması yine önemli bir koşul olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bitkilerle tedavi yöntemlerinin geçmişi çok eskidir. Son yıllarda sentetik kökenli
maddelerin yan etkilerinin daha fazla olması, özellikle antimikrobiyal olarak kullanılan
sentetik ilaçlara karşı organizmaların direnç oluşturmaları gibi sebepler doğal bitkisel
kaynakların ve bu maddeleri taşıyan tıbbi bitkilerin önemini daha çok arttırmıştır. Tüm
dünya ülkelerinde olduğu gibi, Türkiye’de de tıbbi açıdan önemli olan bitkiler,
yüzyıllardan beri halk arasında hastalıkların tedavisi amacıyla kullanılmaktadır.
Geleneksel tıpta kullanılan bu bitkilerin yeni antimikrobiyal bileşiklerin potansiyel bir
kaynağı olarak, bilimsel açıdan araştırılmaları oldukça önemlidir. Ayrıca, doğal ürünler
olmaları yanı sıra etkili ve güvenilirliklerinden dolayı doğal terapilerde ve artan tüketici
talebindeki ilginin güçlenmesi de bitkisel uçucu yağlarla ilgili daha ayrıntılı çalışma
gerekliliğini beraberinde getirmiştir.
Aromatik bitkiler ve bunlardan elde edilen esansiyel yağların hayvanlar üzerinde; çevre
şartlarına karı dayanıklılık, bitkisel insektisid olarak, haşere ve patojenlere karı
kullanım, yemde lezzet artıcı, yemden yararlanma oranının artışı, sindirimi stimüle edici
ve antiseptik özellikte olmaları gibi pek çok olumlu etkileri bulunmaktadır(Şengezer ve
Güngör, 2008). Bu özelliklerinden dolayı da gerekli araştırmalar yapıldıktan sonra
alternatif yem katkı maddeleri olarak değerlendirilebilirler.
Hayvansal Üretimde Risk Faktörü Bazı Gıda Patojenleri ve Bunlara Karşı Bitkisel Kökenli Aromatik Bileşiklerin Etkileri (Derleme)
67
Abdullah KIRAN¹, Halil TOSUN², Recep ARSLAN¹
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
KAYNAKLAR
Akgül A, Kıvanç M. (1989) Sensitivity Four Foodborne Moulds to Essential Oils From
Turkish Spices, Herbs and Citrus Peel., Journal of the Science of Food and
Agriculture, 47: 129-132.
Al-Howiriny T.A., Composition and Antimicrobial Activity of Essential Oil of Salvia
lanigera, (2003), 6 (2); 133-135.).
Anonim (2007a) Tıbbi ve Aromatik
Bitkiler.[http://www.supermeydan.net/forum/forum37 3/thread2972.html] Eriim
tarihi: 24/08/2007
Bammi J., Khelifa R., Remal A., et.al., Etudes de I’activite antivirale de quelqules
huiles essentielles, In Proceedings of the intern, Congr. Arom. Medicinal Plants
& Essential Oils, Benjilali B., Ettalibi M., İsmaili-Alaoui M., Zrira S (eds),
Actes Editions, Rabat, Morocco, (1997), 502.
Banwart GJ (1983): Basic Food Microbiology, Avi Publishing Comp, Westport,
Connecticut.
Barton D. Antibiotic use in animal feed and its impact on human health. Nut Res
Rev,2000;13:279-99.
Baydur, A.Y., 2006. İstanbul’da Satışa Sunulan Tavuk Etlerinin Hijyenik Kalitesi
Üzerine Araştırmalar. İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yüksek
Lisans Tezi. 44s.
Çelik L. (2007) Kanatlı Hayvanların Beslenmesinde Verim Artırımı Sağlayıcı ve Ürün
Kalitesini İyileştirici Doğal-Organik Etkili Maddeler. Yem Magazin, 47: 51-55.
Dağcı E., İzmirli K., Dığrak M., Kahramanmaraş İlinde Yetişen Bazı Ağaç Türlerinin
Antimikrobiyal Aktivitelerinin Araştırılması, KSÜ Fen ve Mühendislik Dergisi 5
(1) 2002.
Daolu G, Özberk H, Katı , Tekin M (2004) Foeniculum vulgare (Rezene) Meyvesi
Eterik Yağ Ekstresinin Analjezik Etkisinin Araştırılması. Yüzüncü Yıl
Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dergisi, 15 (1-2) 23-26.
EFSA, 2008. Assessing Health Benefits Of Controlling Campylobacter in the Food
Chain. 4-5 December 2008.
Eley AR (1992): Microbiological Food Poisoning, Champmann & Hall, London.
El-Shazly A., Dorai G., Wink M., Composition and Antimicrobial Activity of Essential
Oil and Hexane-Ether Extract of Tanacetum santolinoides, (DC.) Feinbr. and
Fertig, (2002), 620-623.
Enright MC. The evolution of resistant pathogen- the case of MRSA. Curr. Opin
Pharmacol., 2003; 3: 474-79.
Gundogan N, Citak S, Turan E. Slime production, DNase activity and antibiotic
resistance of Staphylococcus aureus isolated from raw milk, pasteurized milk
and ice cream samples. Food Control, 2006; 17: 389-92.
Güven K, Mutlu M B, Gulbandılar A, Cakır P. Occurence and characterization of
Staphylococcus aureus isolated from meat and dairy products consumed in
Turkey. J Food Safety, 2010; 30: 196-212.
Hayvansal Üretimde Risk Faktörü Bazı Gıda Patojenleri ve Bunlara Karşı Bitkisel Kökenli Aromatik Bileşiklerin Etkileri (Derleme)
Abdullah KIRAN¹, Halil TOSUN², Recep ARSLAN¹
68
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Ito T, Okuma K, Ma XX, Yuzawa H, Hiramatsu K (2003): Insights on antibiotic
resistance of S. aureus from its whole genome: genomic island SCC. Drug Resist
Opda, 6, 41–52. 13.
İşeri Ö, Erol İ. Hindi etinden kaynaklanan başlıca bakteriyel infeksiyon ve
intoksikasyonlar(Derleme) Ankara Üniv Vet Fak Derg, 2009; 56, 47-54.
Kırbağ S., Bağcı E., Picea abies (L.) Karst. ve Picea orientalis (L.) Link Uçucu
Yağlarının Antimikrobiyal Aktivitesi Üzerine Bir Araştırma, Journal of Qafqaz
University, III (I), (2000) 183-190.
Leal-Cardoso J.H. and Fonteles M.C., Pharmacological Effect of Essential Oils of
Plants of the Northeast of Brazil. Acad Bras Cienc., (1999) 71 (2): 207-13.
Maksimovi ZA, Dordevi S, Mraovi M (2005) Antimicrobial Activity of Chenopodium
botrys Essential Oils. Fitoterapia, 76: 112-114.
Mansfield LP, Forsythe SJ (2000): Detection of Salmonellae in food. Medical
Microbiology, 11(1): 37-46.
Mouhssen L., Methods to Study Phytochemistry and Bioactivity of Essential Oils.
Phytother. Res. (2004) 18, 435-448.
Mutluer B (1991): Kanatlı etlerinde Salmonella Kontrolü, Uluslararası Tavukçuluk
Kongresi, 22-25 Mayıs, İstanbul.
Nostro A., Germano M.P., D’angelo V., Marino A. and Cannatelli M.A., Extraction
Methods and Bioautography for Evaluation of Medicinal Plant Antimicrobial
Activity Lett. Appl. Microbiol., 30 (5), (2000), 79-84.
O’Gara EA, Hill DJ, Maslin DJ (2000) Activities of Garlic Oil, Garlic Powder and
Their Diallyl Constituents against Helicobacter pylori. Applied and
Environmental Microbiology, 66 (5) 2269-2273.
Pak SI, Spahr U, Jemmi T, Salman MD (2002): Risk factors for L. monocytogenes
contamination of dairy products in Switzerland, 1990- 1999. Prev Vet Med, 53:
55-65.
Rasooli I, Rezaei MB, Allameh A (2006) Growth inhibition and morphological
alterations of Aspergillus niger by essential oils from Thymus ericalyx and
Thymus x-porlock. Food Control, 17 (5) 359-364.
Sartoratta A., Machado A.L., Delarmelina C., Figueria G.M., Duarte M.C.T., Rehder
V.L.G., Composition and Antimicrobial Activity of Essential Oils from
Aromatic Plants Used in Brazil, (2004), 35: 275-280.
Sawant AA, Gillespie BE, Oliver SP. Antimicrobial susceptibility of coagulase-negative
Staphylococcus species isolated from bovine milk. Vet Microbiol, 2009; 134:
73-81.
Schelz Z, Molnar J, Hohmann J (2006) Antimicrobial and Antiplasmid Activities of
Essential Oils. Fitoterapia, 77 (4) 279-285.
Sevinç A, Merdun B (1995) Türkiye’de Yetişen Uçucu Yağ İçeren Bitkiler ve Kullanım
Alanları. Bitirme Ödevi, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Gıda Mühendisliği
Bölümü.
Şengezer E, Güngör T. Esansiyel Yağlar ve Hayvanlar Üzerinde Etkileri (Derleme).
Lalahan Hay. Arat. Enst. Derg. 2008; 48 (2) 101 – 110.
Hayvansal Üretimde Risk Faktörü Bazı Gıda Patojenleri ve Bunlara Karşı Bitkisel Kökenli Aromatik Bileşiklerin Etkileri (Derleme)
69
Abdullah KIRAN¹, Halil TOSUN², Recep ARSLAN¹
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Bu sayfa boş bırakılmıştır.
Hayvansal Üretimde Risk Faktörü Bazı Gıda Patojenleri ve Bunlara Karşı Bitkisel Kökenli Aromatik Bileşiklerin Etkileri (Derleme)
Abdullah KIRAN¹, Halil TOSUN², Recep ARSLAN¹
70
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Et ve Süt Ürünlerinde Salmonella Türlerinin Sebep Olduğu Riskler ve
Halk Sağlığı Açısından Tehlikeleri (Derleme)
Öğrt. Gör. Recep ARSLAN¹, Yrd. Doç. Dr. Abdullah KIRAN¹, Yrd. Doç. Dr. Halil TOSUN²
¹CBÜ. Saruhanlı MYO., Gıda Teknolojisi Bölümü, Manisa. ²CBÜ. Mühendislik Fakültesi, Gıda
Mühendisliği, Manisa, [email protected]
ÖZET
Salmonella enfeksiyonları dünyanın her yerinde özellikle de kanatlı yetiştiriciliğinde önlenemeyen önemli bir
enfeksiyondur. Kanatlı hayvan yetiştiriciliğinde verim düşüklüğü ve ölümler sonucu ekonomik kayıplara neden
olmasının yanında, zoonoz bir enfeksiyon olması nedeniyle insan sağlığı açısından da önem taşımaktadırlar.
Tüketicilerde enfeksiyonla beraber toksikasyonlara da sebep olduğu için güncelliğini halen korumaktadır.
Salmonella’lar, Campylobacter ve E.colli’nin yanında gıda kaynaklı enfeksiyonlara yol açan en yaygın
bakterilerdendir. İyi pişmemiş veya pişiren kişinin yiyeceği ya da özellikle gıdayla temas etmeden önce ellerini
yıkamadığı yiyecekleri tüketmemiz halinde gıda zehirlenmesi olgularına rastlanabilir. Gıda zehirlenmesinin en
yaygın bakteriyel nedeni çiğ kümes hayvanlarında, pastörize edilmemiş sütte, kırmızı ette ve arıtılmamış suda
bulunan Campylobacter’dir. Salmonella pastörize edilmemiş sütte, yumurta ve çiğ yumurta ürünlerinde, çiğ ette ve
kümes hayvanlarında bulunan ikinci en yaygın türdür. Diğer yaygın nedenler arasında Listeria, Shigella ve
Clostridium sayılabilir. Ayrıca halk sağlığı açısından antimikrobiyal direncin izlenmesinde Salmonella serotipleri
yararlı bir indikatör organizmadır ve Salmonella serotiplerindeki direnç diğer bağırsak bakterilerindeki dirençle
paralel seyretmektedir.
Çiftliklerde yerleşik flora olan Salmonella spp.nin kesimhanelerde karkaslara bulama yüzdesi yüksektir. Kesim
sırasında, gerek iç organlarından ve gerekse deri ve tüy gibi tavuğun dış gövdesinden bulaşmasını engelleyecek
tedbirler alınmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Et ve süt ürünleri, Salmonella spp., Halk sağlığı.
Giriş
Gıda sektörü son yüzyılda, her alanda olduğu gibi bilimsel ve teknolojik anlamda hızlı
bir gelişim göstermesine rağmen kontamine gıda ve sulardan kaynaklanan halk sağlığı
problemleri hala gündemden düşmemiştir. Bu açıdan bakıldığında gıda güvenliği “Halk
sağlığını gıda ve su tüketiminden kaynaklanacak zararlı etkileşimlerden korumaktır”.
Dünya sağlık örgütünün (WHO) verilerine göre son yıllarda gıda kaynaklı hastalıklarda
sabit bir artış olmakta ve gelişmiş ülkelerde her yıl nüfusun %5-10’nu bu hastalıklardan
etkilenmektedir. Bu bilgi her 3 kişiden birinin gıda infeksiyonundan etkilendiğini ortaya
koymaktadır ( Şireli U.T., 2008)
Bu durum irdelendiğinde gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde gıda kaynaklı
infeksiyon ve intoksikasyonların önemli düzeyde artacağını küresel anlamda bu etkinin
yayılımını tahmin etmenin zor olduğunu, 2000 yılında 2.1 milyon insanın sadece
ishalden öldüğü düşünüldüğünde boyutların korkutucu değerlere ulaşabileceği
öngörüsünü oluşturmaktadır (Şireli U.T., 2008).
Gıda kaynaklı patojenler içinde Salmonella uzun yıllardan beri biliniyor olmasına
rağmen typhoid fever hastalığının etkeni ilk zamanlar tanımlanamamış, sadece gıda ve
suyla kontamine olabileceği ortaya konmuştur. Hastalık etmeninin Salmonella typhi
olduğu sonradan belirlenmiş, ilk defa sığır etine bağlı şiddetli karın ağrısı çeken
hastalardan izole edilmiştir. Önceleri Bacterium enteritidis olarak adlandırılan bu
bakteri sonradan S. enteritidis olarak adlandırılmış ve en son Salmonella denilmiştir
(Şireli U.T., 2008).
Salmonella
Salmonella; Enterobacteriaceae familyası üyesi, fakültatif anaerob, gram negatif, çubuk
şeklinde 2500 den fazla serotipi bulunan bir bakteridir. S. gallinarum ve S. pullorum
Et ve Süt Ürünlerinde Salmonella Türlerinin Sebep Olduğu Riskler ve Halk Sağlığı Açısından Tehlikeleri (Derleme)
Öğrt. Gör. Recep ARSLAN¹, Yrd. Doç. Dr. Abdullah KIRAN¹, Yrd. Doç. Dr. Halil TOSUN²
71
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
hariç diğer serotipleri hareketli olan bir bakteridir. Doğal yaşam alanı hayvanların
bağırsak sistemleridir. Mezofiilik bir bakteri olduğu için 25-47 ºC aralığında gelişebilir.
Optimum gelişim sıcaklığı 35-37 ºC tır. Gelişebileceği minimum su aktivitesi değeri
0,94 dür. pH 3,8-9,5 değer aralığı gelişim gösterebilirken optimum gelişebildiği asitlik
nötr pH’ya (7-7,5) yakındır (Anon., 2014a).
Gıda zehirlenmelerine neden olan mikroorganizmalar arasında Salmonella en sık
rastlanan bakterilerdendir. Salmonella cinsi bakterilerin çoğu zoonotiktir, yani hem
insanda hem de hayvanlarda görülen hastalıklar kapsamında yer alır. Hayvanlarda
bulunan suşlarının çoğu belirgin hastalık semptomları oluşturmazlar. İnsanlarda gıda
zehirlenmelerine sebep olan Salmonella serotipler arasında ise öncelikle Salmonella
enteritidis, Salmonella typhi, Salmonella paratyphi, Salmonella typhimurium ilk
sıralarda yer alır (Budak., 2008).
S. typhi ve S. paratyphi suşa ve kişinin duyarlılığına bağlı olarak 105-109 adet bakteri
hastalık oluşturmakta yeterlidir. Diğer Salmonella türleri yetişkinlerde ancak yüksek
sayılarda hastalık oluşturabilir. Ancak Salmonella’yı midenin asiditesinden koruyan
gıdalar için düşük dozlar da hastalık oluşturabilir (Budak., 2008).
a. Salmonella’nın Patolojisi (Baron. S., 1996)
i. Semptomları
Salmonella typhi ve Salmonella paratyphi insanlarda tifo (enterik humma) ve paratifo
isimli hastalıklara neden olur. Önce bağırsağa yerleşen tifo etkeni bakteri hücreleri,
epitel dokudan geçerek lenf dokusuna ve kan sistemine geçip (septisemi) vücudun
(karaciğer, dalak, safrakesesi, böbrek, kemik iliği, kalp, akciğer, sindirim sistemindeki
lenf dokularına vb…) değişik bölgelerine yerleşir.
Vücut sıcaklığı yavaş yavaş artarak 40 ºC’lere yükselir, özellikle göğüs ve bedende
pembe lekeler oluşur ve baş ağrısı görülür. Gastrointestinal belirtiler hastalığın geç
dönemlerinde kabızlık ve bunu takip eden kanlı ishal ile karakterize olur. Kusma ve
karın ağrısı da görülebilir.
ii. İnkübasyon ve Hastalık Süresi
Salmonellozis için inkübasyon süresi genellikle 12-48 saat olmakla birlikte dört güne
kadar devam edebilir. Tifo ve paratifo için ise inkübasyon süresi 3-56 gün (genellikle
12-20 gün) arasında değişebilir. Salmonellozis hastalığı tedavi edilmezse bile 2-5 gün
sonra iyilesir, ancak ekstrem vakalarda hafif ates ve ishal 10-14 gün sürebilir.
S.paratyphi ve S.typhi’nin neden olduğu hastalıkların süresi ise hastadan hastaya büyük
farklılık gösterir. Tipik vakalarda hastalık, tedavi edilmezse yaklaşık 4 hafta sürer.
b. Salmonella bulaşma kaynakları:
Dünyada yaygın olarak buluna Salmonella’nın birincil bulaşma kaynağı taşıyıcı ve
hasta insanlar ile omurgalı hayvanların bağırsak sistemidir. Bu iki kaynaktan temas,
dışkı veya lağım suları yoluyla çevreye yayılır. Salmonella'dan kaynaklanan gıda
enfeksiyonlarının önlenmesi ve kontrol altına alınmasının zorluğu da bu geniş
yayılımdan ileri gelmektedir. Birincil yayılma kaynağı insan ve hayvan olduğu için
insanların ürettiği, hayvanlardan elde edilen gıdalar insanlar arasında yayılmanın en
önemli yoludur. Hayvanların dışkıları, kıl, deri ve bağırsak sistemi kontamine olur ve bu
72
Et ve Süt Ürünlerinde Salmonella Türlerinin Sebep Olduğu Riskler ve Halk Sağlığı Açısından Tehlikeleri (Derleme)
Öğrt. Gör. Recep ARSLAN¹, Yrd. Doç. Dr. Abdullah KIRAN¹, Yrd. Doç. Dr. Halil TOSUN²
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
kontaminasyon kesim sırasında ete bulaşır. Ayrıca üretimde kullanılan alet, ekipman ve
personel de kontaminasyona nedenidir. Çiftlik hayvanlarında Salmonella enfeksiyonları,
yedikleri kontamine yemlerden, otladıkları meralardan ve buralarda bulunan su
havzalarından kaynaklanabileceği gibi hayvanları başka mekânlara taşıma sırasında
veya hayvan pazarlarında, mezbahalarda hayvandan hayvana veya insandan hayvana
temas yoluyla gerçekleşebilmektedir. Salmonella kaynağı hayvanlar içerisinde kümes
hayvanları insan gıdası zincirinde en önemli yeri tutar. Kümes hayvanlarını takiben
domuz en önemli Salmonella kaynağıdır. Bir diğer önemli bulaşma kaynağı ise
insanların en çok tükettiği süt ve süt ürünleridir (Hoşgör., M. 2014).
Salmonella’nın Halk Sağlığı Acısından Önemi
20. yüzyılın ikinci yarısında Salmonella salgınlarında görülen artış, bilinen kaynakların
dışında değişik gıdaların da neden olduğu vakaların ortaya çıkması, Salmonella’ların
antibiyotiğe karşı oluşturduğu direnç sosyal ve ekonomik alamda bu
mikroorganizmanın önemini arttırmıştır. Ekonomik anlamda neden olduğu kayıplar ile
de daha çok ön plana çıkmıştır. Salmonella enfeksiyonlarına neden olan hayvansal
gıdalar içerisinde kanatlı etleri ve yumurta ilk sıralarda yer almaktadır. İnsanlarda
görülen Salmonella enfeksiyonlarının % 29’undan taze ve işlenmiş kanatlı etleri
sorumludur. Kırmızı et ve et ürünleri, süt, krema, dondurma ile kabuklu deniz ürünleri
gibi birçok gıdadan kaynaklanan enfeksiyonlara da rastlanmaktadır. Özellikle son
yıllarda badem, kavun, domates ve lahana gibi gıdalara ilişkin salgınlar görülmektedir.
Salmonella ile enfekte dışkı ile temas, gübreleme ya da kontamine su ile sulama sonucu
bu ürünlerin bulaştığı tahmin edilmektedir. Etkenin gıdalara bulaşmasında çapraz
kontaminasyon ise en önemli yoldur (Anon, 2014b).
Gıda kaynaklı Salmonella enfeksiyonlarında insanlarda sık görülen tablo
gastroenterittir. Bu tabloda ishal, karın ağrısı, ateş, kusma gibi semptomlar
görülmektedir. Ancak hiçbir belirti göstermeden taşıyıcılık durumu ile etken aylarca
vücutta kalabilmektedir. Salmonelloz herkes de ve her yaşta görülebilir. Et, yumurta,
balık ve su ürünlerinin yeterince pişirilmeden kullanılması, pastörize edilmemiş süt,
yoğurt, dondurma ve diğer süt ürünleri kullanımı, hijyen ve sanitasyona dikkat
edilmeden hazırlanmış gıdaların tüketilmesi, kontamine suların ve buzların
kullanılması, ana etkenler arasında yer alırken bundan en çok; bağışıklık sistemi bozuk
olan insanlar, yaşlılar, bebekler ve çocuklar, kemoterapi gören kanser hastaları, kortizon
kullanan hastalar, mide asidini azaltan ilaçlar kullanan hastalar (Salmonella mikrobu
mide asidinde inaktif hale gelir, mide asidi azaltan ilaç kullanan ülser, gastrit,
reflü hastalarında mikrop midede etkilenmeden kolayca bağırsaklara geçer)
etkilenmektedir (Lermi., 2013).
İnsan salmonellosizinde ölüm; yaşlılar, bebekler ve bağışıklık sistemi baskılanmış
kişiler hariç normal bireylerde düşüktür (Anon, 2014b).
Dünyada her yıl, 155 000'i ölümle sonuçlanan yaklaşık 94 milyon Salmonella
gastroenterit vakası görülmekte ve bunların % 85'inin de gıda kaynaklı olduğu
bildirilmektedir (Jong ve ark.,2013).
Türkiye'de görülen gıda kaynaklı infeksiyonlar hakkında yeterli veri bulunmamaktadır.
TÜİK'in 2004 yılına ait verilerinde 4135 kişinin tifoid olmayan Salmonella nedeniyle
hastanede tedavi gördüğü ve 35 kişinin hayatını kaybettiği bildirilmiştir (Hoşgör., M.
2014).
Et ve Süt Ürünlerinde Salmonella Türlerinin Sebep Olduğu Riskler ve Halk Sağlığı Açısından Tehlikeleri (Derleme)
Öğrt. Gör. Recep ARSLAN¹, Yrd. Doç. Dr. Abdullah KIRAN¹, Yrd. Doç. Dr. Halil TOSUN²
73
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Et ve Et ürünlerinde Alınabilecek Önlemler (Anon., 2014c)
Et ve et ürünlerinden kaynaklanan salmonellozis vakalarında bir azalma sağlanabilmesi
için, et ve et ürünlerinin saklanmasında soğuk zincirin aksamaması, personel hijyenine
önem verilmesi, etlerin (özellikle ızgara) iyi pişirilmesi, işletmede etkin bir temizlik ve
dezenfeksiyon programının uygulanması, mutlaka alınması gereken önlemlerdir.
Kesim koşullarının hijyenik olması ve çapraz bulaşmaya izin vermemesi gerekmektedir.
Kanatlılarda Alınabilecek Önlemler (Anon., 2014c)
Kümes hayvanlarının Salmonella’dan korunması amacıyla, çiftlikten başlayarak
alınacak bir seri önlem, enfeksiyonun ve salgının etkin bir şekilde kontrolünü mümkün
kılmaktadır. Çiftliklerde Salmonella taşımayan damızlıkların (etlik, yumurtalık)
yetiştirilmesi, bu hayvanların beslenmesinde Salmonella içermeyen yemlerin
kullanılması, içme sularının Salmonella açısından güvenli olması, düzenli veteriner
kontrollerinin yapılması ve bu kontroller sonrasında enfekte olmuş hayvanların sağlıklı
hayvanlardan ayrılması, hastalıklı hayvanların tedavisi, aşılama programlarının özellikle
kümes hayvanlarında aksatılmadan yürütülmesi, hayvan barınaklarının, kümeslerin,
ahırların düzenli temizliği ve dezenfeksiyonu, hayvan gübrelerinin dezenfeksiyonu ve
usulüne uygun olarak işlem görerek barınaklardan uzaklaştırılması, ahır ve kümeslerin
çok kalabalık olmaması, çiftlikte çevre kontrolü programlarının uygulanması, çiftliğe
fare, kus, sinek gibi zararlıların girmesinin engellenmesi, Salmonella enfeksiyonlarının
önlenmesi yönünde dikkate alınması gerekenler içerisinde sayılabilir.
Canlı hayvanlarda Salmonella enfeksiyonunun ortaya çıkmasında veya yayılmasında
hayvanların kesimhaneye taşıma koşullarına özen gösterilmesi, kesime gidecek
hayvanlarda yemlemenin zamanında durdurulması, hayvanların çiftliklerden çok
kalabalık olamayan partiler halinde taşınması, temiz kamyonlar ve kafesler içerisinde
stressiz koşullarda süratle kesimhaneye taşınmaları, kesimhanelerde kesim öncesi
bekletildikleri kafes ve çit alanlarının temiz olması ve bu yerlerin yine fazla kalabalık
olmaması, canlı hayvanlarda Salmonella yayılmasını önleyecek tedbirler arasında yer
alabilir.
Süt ve Süt Ürünlerinde Alınabilecek Önlemler (Anon., 2014c)
Süt ve süt ürünleri Salmonella açısından değerlendirildiğinde pastörize edilen ürünler
insan sağlığı açısından risk oluşturmaz. Yasalarda öngörülen pastörizasyon koşulları çiğ
sütte bulunabilecek Salmonella bakterilerini inaktif hale gelmesinde yeterlidir.
Dondurma üretiminde, çiğ süt kullanılması veya dondurmanın uygun olmayan hijyen
sanitasyon koşullarında üretilmesi halinde Salmonella enfeksiyonlarına kaynak
oluşturur. Dondurmadan kaynaklanan sağlık riskine, daha çok ilkel koşullarda ve
merdiven altı üretimlerde rastlanır.
Farklı ürünlerin üretimi sırasında pastörize edilmemiş çiğ süt, krema ve yumurta
kullanımı gibi hatalı uygulamalar ve enfekte insanlardan kaynaklanan kontaminasyon
Salmonella enfeksiyonlarının bir diğer kaynağıdır.
Salmonella, bazı istisnalar dışında pastörizasyon işlemi ile kolayca öldürülmesine
rağmen kurutulmaya, donmaya, soğuk ve kuru ortamda muhafazaya enterik patojenler
arasında en dayanıklı mikroorganizmalar arasındadır. Bu nedenle yetersiz pastörizasyon
ve sanitasyon uygulamaları sonucu mikroorganizma peynir yapımı sırasında gelişerek
74
Et ve Süt Ürünlerinde Salmonella Türlerinin Sebep Olduğu Riskler ve Halk Sağlığı Açısından Tehlikeleri (Derleme)
Öğrt. Gör. Recep ARSLAN¹, Yrd. Doç. Dr. Abdullah KIRAN¹, Yrd. Doç. Dr. Halil TOSUN²
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
olgunlaşma sırasında 1.7°C’de 60 günden daha uzun süre canlı kalabilir. Olgunlaşma ve
depolama sıcaklığının yükselmesi Salmonella’nın depolama süresini kısaltır.
Salmonella’nın peynirde yasam süresi aynı zamanda pH ve starter kültür aktivitesine de
bağlıdır.
İşletme Koşullarında Alınabilecek Önlemler (Anon., 2014c)
Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre gıda kaynaklı enfeksiyonların % 25'i yetersiz
hijyen, kontamine ekipman, kontamine gıda işleyicileri gibi faktörlere bağlı olarak
işleme, taşıma ve muhafaza gibi aşamalarda çapraz kontaminasyona bağlı
şekillenmektedir. Çapraz kontaminasyonun minimumda tutulması için gıda
isletmesinde, perakende satış noktalarında ve gıda hazırlama alanlarındaki risk
yaratacak işlemlerin minimumda tutulması temel prensip olmalıdır. Ayrıca buralarda
alet-ekipman temizliği ve sanitasyonu, çevre temizliği ve sanitasyonu ve personel
hijyeni prensiplerine uymak, kontaminasyon riskini önemli derecede azaltmaktadır.
Gıda isleme ve hazırlanmasında görev alan personelin ve tüketicilerin Salmonella
açısından riskli gıdaların üretimi konusunda eğitilmeleri çok önemli bir noktadır. Ayrıca
üretimde görevli personelin düzenli olarak portör muayenelerinin yapılarak takibi
yapılmalıdır. Bu takibin yapılması işletmelerin için yasal bir zorunluluktur (Carrasco E.
ve ark., 2012).
Kaynakalar
Anon., 2014a. Salmonella. Vikipedi, özgür ansiklopedi.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Salmonella (Erişim: Eylül 2014)
Anon, 2014b. Makaleler. Gıda Güvenliği Derneği.
http://www.ggd.org.tr/icerik.php?id=462 (Erişim: Eylül 2014 )
Anon., 2014c. Salmonella. Kaynakları:







Eley, R.Adrian, 1994, Microbial Food Poisoning, Chapman and Hall
Management of Outbreaks of Foodborne Illness, 1994, Department of Health
Sprenger, Richard A., 1993, Hygiene for Management, Highfield Publications
Hobbs, C.Betty, Diare Roberts, 1993, Food Poisoning and Food Hygiene, Edward
Arnold
Jay, James M., 1992, Modern Food Microbiology, Chapman and Hall
Banwart, George J., 1989, Basic Food Microbiology, Avi
Ünlütürk, Adnan ve Turantas, Fulya, 1998, Gıda Mikrobiyolojisi, Mengi Tan
Basımevi
Baron.S., 1996. Salmonella. Medical Microbiology 4th edition. University of Texas
Medical Branch at Galveston ISBN-10: 0-9631172-1-1
Carrasco E, Morales-Rueda A, García-Gimeno RM. 2012. Cross-contamination and
recontamination by Salmonella in foods: A review. Food Res Int. 45:545–556.
Hoşgör-Limoncu. M., 2014. Salmonella Önemli Bir İnsan Patojeni. Ege Üniversitesi
Eczacılık Fakültesi F. Mikrobiyoloji AD. 16 Mayıs 2014 http://tmconline.org/userfiles/file/diyare_gunleri_mayis_2014/mine_hosgor_limoncu.pdf
Erişim: Eylül 2014
Et ve Süt Ürünlerinde Salmonella Türlerinin Sebep Olduğu Riskler ve Halk Sağlığı Açısından Tehlikeleri (Derleme)
Öğrt. Gör. Recep ARSLAN¹, Yrd. Doç. Dr. Abdullah KIRAN¹, Yrd. Doç. Dr. Halil TOSUN²
75
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Jong HK, Parry CM, van der Poll T, Wiersinga WJ. Host-pathogen interaction in
invasive salmonellosis.PloS Pathog. 2012; 8: 1-9.
Lermi., A. 2013. Salmonella. http://hepatittedavi.com/Salmonella/ (Erişim: Eylül 2014).
Lermi.A., Salmonella enetriti; Salmonelloz., Çınar dibi Laboratuarı
Sağlıklı tavuk bilgi platformu, Salmonella bilgi dosyası
Şireli, U.T., 2008. Türkiye’de Kanatlılarda Salmonella İnsidensi ve Mevzuatı. Veteriner
Tavukçuluk Derneği. Cilt: 6 Sayı:2
76
Et ve Süt Ürünlerinde Salmonella Türlerinin Sebep Olduğu Riskler ve Halk Sağlığı Açısından Tehlikeleri (Derleme)
Öğrt. Gör. Recep ARSLAN¹, Yrd. Doç. Dr. Abdullah KIRAN¹, Yrd. Doç. Dr. Halil TOSUN²
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Mikrobiyolojik Gıda Güvenliği ve Bağışıklığı Zayıf İnsanları Korumak
İçin Düşük Mikrobiyal Yüklü Diyetler
Halil Tosun¹, Abdullah Kıran², Recep Arslan²
¹Celal Bayar Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Gıda Mühendisliği Bölümü. Muradiye/Manisa, ²Celal
Bayar Üniversitesi, Saruhanlı Meslek Yüksekokulu. Saruhanlı/Manisa
Özet
Gıda güvenliği, bağışıklığı baskılanmış ve savunmasız gruplar için son derece önemlidir. Bu kişilerin gıda kaynaklı
hastalıklardan korunması için düşük mikrobiyal içerikli diyetler önerilmektedir. Bu makalede bu kişiler için temel
mikrobiyolojik tehlikeler anlatılmış ve yüksek risk içeren gıdalar yerine düşük mikrobiyal diyetli gıdalar için öneriler
sunulmuştur.
Abstract
Food safety is particularly important for immunocompromised and other vulnerable people. To protect vulnerable
people from foodborne illness low microbial diets are advised. In this review the main microbiological hazards for
these people are presented and low microbial diet in which higher risk foods are replaced by lower risk food is
described.
GİRİŞ
2000-2008 yılları arasında Amerika'da bilinen patojenler (Salmonella türleri,
Clostridium perfringens Campylobacter türleri) arasında en çok gıda kaynaklı hastalığa
yol açan norovirüslerdir. Hastaneye intikal eden vakalar Salmonella, norovirüs,
Campylobacter spp. ve Toksoplazma gondi protozoası olup temel ölüm nedeni ise
Salmonella, T. gondi, Listeria monocytogenes ve norovirüslerdir.
Hollanda da T. gondi, Listeria monocytogenes ve Campylobacter türleri en çok görülen
gıda kaynaklı mikrobiyal hastalıklardır.
2008 'de İngiltere de Campylobacter spp, norovirüs, C.perfringens ve Salmonella türleri
gıda kaynaklı hastalıklarda en çok rapor edilen türlerdir. Fakat L. monocytogenes diğer
gıda kaynaklı patojenlere göre daha fazla ölüme neden olmuştur. Avrupa Birliği 2011
raporuna göre Campylobacter türleri ve virüsler (özellikle norovirüs) gıda kaynaklı en
çok görülen hastalık nedenidir. L. monocytogenes ise en çok ölüme yol açan bakteridir.
Norovirüs enfeksiyonu sağlıklı, yetişkin bireylerde hafif görülürken, bağışıklığı
baskılanmış kişilerde uzun süren ishal, dehidrasyon, beslenme bozukluğu ince bağırsak
mukoza bariyerinin değişmesine yol açar.
65 yaş üstü kişiler norovirüs kaynaklı ölümler açısından büyük risk altındadır.
Salmonella türleri sağlıklı bireylere göre bağışıklığı baskılanmış kişilerde daha şiddetli
hastalıklara neden olabilir. Hematolojik malignite hastalıkları Campylobacter spp. ve
Salmonella enfeksiyonları açısından büyük risk altındadır. Campylobacter türlerinden
kaynaklanan invasif hastalıklar seyrek görülmekle beraber bağışıklığı baskılanmış
kişilerde çok sık görülebilir. Sağlıklı bireylerde toksoplazma enfeksiyonları genellikle
hafif sendromlarla asemptomatik geçer. Fakat organizma birçok dokuda kist formunda
canlılığını sürdürür. Hamilelik sürecinde bebeğin toksoplazmaya maruz kalması çok
ciddi; ölü doğum, doğum sonrası ölüm gibi vakalarla sonuçlanabilir. Bağışıklık sistemi
zayıf kişilerde, toksoplazmik enfeksiyon doku kistlerinin yeniden aktive olmasıyla
organ naklinde veya kemik iliği naklinde yeniden aktive olması sonucunda çok şiddetli
hastalıklara yol açabilir.
L. monocytogenes organ nakli olan kişilerde, kan kanseri olan hastalarda, lenfositik
lösemi hastalarında sağlıklı bireylere göre bin kat daha fazla risk oluşturur. Diğer
Mikrobiyolojik Gıda Güvenliği ve Bağışıklığı Zayıf İnsanları Korumak İçin Düşük Mikrobiyal Yüklü Diyetler
Halil Tosun¹, Abdullah Kıran², Recep Arslan²
77
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
hastalarda ise (bu grubun dışında kalan hastalarda) genellikle bu duyarlılık yüz ile bin
kattır.
BAĞIŞIKLIĞI ZAYIF KİŞİLERDE RİSK OLUŞTURAN GIDALAR
Çiğ, Az Pişmiş Et ve Kanatlı Eti
Salmonella spp, Shiga toksin üreten E.coli, Campylobacter spp, Yersinia enterocolitica,
T. gondi, hepatit E virüsü ve bazı ülkelerde Taenia spp, Trichinella spp., çiğ et ve
kanatlı etten bulaşabilir. Az pişmiş hamburger ve fileto et tüketimine bağlı,
S.typhmurium DT104 ve STEC 0157 enfeksiyonu görülmüştür.
Birçok ülkede domuzlar Y.enterecolitica kaynağı ve iyi pişirilmemiş domuz kıyması
enfeksiyon için risk faktörüdür. Az pişmiş etlerde T.gondi enfeksiyonu temel risk
faktörüdür. Campylobacter kanatlı ciğer ezmesi tüketimi sonucu enfeksiyona neden
olmuştur. Çiğ veya az pişmiş domuz, geyik eti, vahşi domuz HEV(hepatit E) tüketimi
sonucu enfeksiyon raporları mevcuttur.
Duyarlı kimseleri korumak için özellikle kıyma ile yapılan ürünlerde etin pişirilmesi
temel esastır. Bu sıcaklıklar sporsuz mikroorganizmaların inaktivasyonu için (>67°) ve
T. gondi kistlerinin inaktivasyonu için gereklidir.
Kıyma ve et ile ilgili pişirme işlemleri en az 70°C’ de 2 dk sürmeli, sıcaklık bir
termometreyle ölçülmelidir. Özellikle duyarlı kimselerde gıda servisi yapılacaksa buna
özen gösterilmelidir.
Eti -12° ve altında dipfrizde saklamak T.gondi enfeksiyon riskini azaltacaktır.
C. perfringens pişmiş et ürünlerinde yetersiz soğutma sonucu canlılığını koruyabilir. C.
perfringens sporları 100°C’de pişirmede dahi canlı kalabilir ve12-52°C arasında
ürüyebilir. C. perfringens enfeksiyonu ölümcül olabilir. Pişirme işleminden sonra ya
yemek hemen tüketilmeli ya da sıcaklığı 63°C üzerine çıkarılmalı veya 5°C altına en
geç 90 dk. içinde düşürülmelidir. Tekrar ısıtma yaparken tüketim öncesi gıda 72°C ye
kadar tekrar ısıtılmalıdır.
Dilimlenmiş, Pişirilmiş Yenmeye Hazır Etler
ABD'de 2003 yılında yenmeye hazır ve pişmiş gıdalar listeriosis açısından en yüksek riski
oluşturan grup olmuştur. Kontaminasyon pişme sonrası dilimlemede ve paketlemede
oluşmaktadır. Paketleme sonrası pastörizasyon veya inhibitör ilavesi riski azaltacaktır.
Kanada da 2008 yılında listeriosis salgını sonucu 57 kişi hastalanmış ve 12 kişi ise vefat
etmiştir. Etkilenenler ise zayıf, çelimsiz ve yaşlı kimseler olmuştur. Salgına pişirme sonrası
dilimleme aşamasında bulaşma sonucu satılan etler neden olmuştur. Almanya da 2006-2007
yıllarında 5 kişinin öldüğü listeriosis vakalarında ölen hastaların tamamı kortikosteroit ve proton
pompası inhibitörü kullanan bağışıklık sistemi baskılanmış kimselerdir. Hastalığa neden olan
gıda ise yenmeye hazır, dilimlenmiş, haşlanmış sosistir. Bu tür soğuk yenilebilen dilimlenmiş et
ürünlerinin duyarlı kimselerde en az 74°C’de pişirildikten sonra servis edilmesi önerilmektedir.
Çiğ ve Kısmen Pişirilmiş Yumurtalar
Salmonella ententiritidis yumurtaları kontamine edebilir. Londra'da 2002 yılında
meydana gelen Salmonella ententiritidis vakasında 29 kişinin etkilendiği ve 1 kişinin
öldüğü nedenin az pişmiş yumurta olduğu saptanmıştır. İngiltere de aynı nedenle 82
hasta etkilenmiş 5 kişi ölmüştür. Bu vakada ise enfeksiyona, çiğ yumurta kullanılarak
hazırlanan bir tür pasta neden olmuştur.
78
Mikrobiyolojik Gıda Güvenliği ve Bağışıklığı Zayıf İnsanları Korumak İçin Düşük Mikrobiyal Yüklü Diyetler
Halil Tosun¹, Abdullah Kıran², Recep Arslan²
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Duyarlı kimselerde gıda servisinde pastörize yumurta kullanılmalı veya hastanelerde bu
tür kimselere gıda servisi yapılırken çiğ yumurta kullanılan ürünler kesinlikle servis
edilmemelidir.
Çiğ ve Az Pişmiş Balıklar
Birçok gıda kaynaklı patojen taze balıkları kontamine edebilir. Örneğin Vibrio türleri ve
Anisakis simplex doğal olarak suda bulunabilir. Salmonella türleri, Shigella türleri,
S.aureus türleri L.monocytogenes türleri ve norovirüs ise kontamine su veya hijyenik
olmayan koşullardan dolayı balıkları kontamine edebilir. Çiğ olarak tüketilen deniz
ürünleri Vibrio parahaemolyticus kaynaklı ishale neden olabilir. Vibrio vulnificus daha
az rapor edilmektedir. Ancak karaciğer hastaları, şeker hastaları, kusurlu demir
metebolizması olanlar ve bağışıklık sistemi baskılanmış kişilerde bakteremi (yüksek
ölüm oranı olan) nedeni olabilir. A. simplex ve benzeri nematotlar gentrointestinal
semtomlara neden olur ve Japonyada daha çok olmakla beraber Avrupanın kıyı
bölgelerinde ve Amerika da rapor edilmiştir. Avrupa ve Amerika da balıklar daha çok
Salmonella ve norovirüs enfeksiyonlarına neden olmuştur. Bu tür ürünlerde 68°C’de en
az 15 sn ısıl işlem uygulaması yapılmalı ve duyarlı kişiler ısıl işlem görmemiş deniz
ürünlerini tüketmekten kaçınmalıdır.
Tütsülenmiş Deniz Ürünleri
Tütsülenmiş deniz ürünleri özellikle soğukta üreme özelliği olan L. monocytogenes ile
kontamine olabilir. Bunun dışında Salmonella Thompson 2012 de Hollanda da
tütsülenmiş somon balığı tüketimi sonucu 100' den fazla insanı etkilemiştir.
Duyarlı kimselerde tütsülenmiş deniz ürünleri soğuk yenmemeli mutlaka ürün 75°C ye
ısıtıldıktan sonra servis yapılmalıdır.
Çiğ ve Kısmen Isıl İşlem Görmüş Kabuklu Deniz Ürünleri
Yengeçler, ıstakozlar ve karides sıklıkla Vibrio türleri ile bulaşır. Diğer patojenler ise
daha çok uygun olmayan personel ve işletme hijyeni ile kontamina su yüzünden bulaşır.
Suyu filtre ederek beslenen midye, istiridye gibi canlılar öncelikle lağım ile kontamine
olan sulardan mikroorganizma alırlar. Amerika ve Avrupa da bu canlıların avlanma
alanları kontaminasyon düzeyine göre sınıflandırılır ve koliform ve E.coli düzeyi
açısından kontrol edilmektedir.
Kabuklu deniz ürünlerinden en çok rapor edilen vakalarda Vibrio türleri, hepatit A
virüsü, norovirüs ve hepatit E virüsü olmuştur.
Bu tür enfeksiyonların kontrolü için
engellenmesi ve yeterli pişirme gereklidir.
avlanma
alanlarında
kontaminasyonun
Hassas duyarlı kimseler için ise çiğ veya kısmen işlem görmüş kabuklu deniz ürünleri
yerine konserve ürünleri yemeleri tavsiye edilir.
Dondurma
Birçok Salmonella vakası evde yapılan çiğ süt, krema veya çiğ yumurta kullanılan
dondurma tüketimine bağlı olarak rapor edilmiştir. Pastörize süt kullanılarak yapılan
dondurmadan 2007 yılında HUS gelişen 5 çocuk vakası rapor edilmiş ancak üretim
sonrası bulaşma olduğu tahmin edilmiştir. Patojen bakteriler dondurmada uzun süre
canlılığını sürdürebilir. L. monocytogenes dondurmada, çevrede ve ekipmanlarda
yıllarca canlı kalabilir.
Mikrobiyolojik Gıda Güvenliği ve Bağışıklığı Zayıf İnsanları Korumak İçin Düşük Mikrobiyal Yüklü Diyetler
Halil Tosun¹, Abdullah Kıran², Recep Arslan²
79
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Özellikle duyarlı kimselerde dondurma mutlaka pastörize ingredientler kullanılarak ve
düzenli olarak ekipmanlar temizlenerek üretilmelidir. Bu kimseler soft dondurmalardan
kaçınmalı çünkü bu tür dondurmaların ekipmanlarının düzenli olarak temizlenmesi
güçtür.
Yumuşak Peynir
Salmonella spp, STEC, L.monocytogenes, S. aureus ve Brucella spp., çiğ veya pastörize
süt yapılan yumuşak peyniri kontamine edebilir. Uygun pastörizasyon bu bakteriyi sütte
inaktive eder ancak peynir üretimi sırasında pastörizasyon sonrası bulaşmalar
engellenmelidir. Almanyada 2006-2007 yıllarında Brevibacterium linens ile fermente
edilmiş peynir ile ilişkili meydana gelen vakada (pastörize süt yapılmış ) 189 kişi
etkilenmiş 26 kişi ise ölmüştür.
Norveçte 2007 yılında büyük bölümü bağışıklık sistemini düzenleyici tedavi gören 17
kişi peynir tüketimine bağlı listeriosise yakalanmış 3 kişi ölmüştür. Benzer bir olay
pastörize bir sütten yapılmış kamembert peyniri tüketimi sonucu meydana gelmiş ve
peynir üretilen işletmede hem yüzeylerde hem de peynir salamurasından Listeria
monocytogenes izole edilmiştir.
Sonuç olarak yumuşak ve küfle olgunlaştırılan peynirde L. monocytogenes bulaşma
riski ve çoğalma yeteneğinden dolayı duyarlı kişiler bu tür ürünleri tüketmekten
kaçınmalıdır.
Yoğurt ve Probiyotikler
Yoğurt L. delbrueckii subsp. bulgaricus ve Streptecoccus thermophilus ile pastörize
sütten yapılan en az 106kob/gr canlı bakteri içeren fermente bir süt ürünüdür. Eğer ürün
pastörize edilirse toplam canlı sayımın bir önemi yoktur.
Probiyotikler ise sağlığa birçok yararı olan mikroorganizmalar içerir. Lactobacillus,
Enterococcus, Bifidobacterium, Bacillus, Saccharomuces boulordii ve Streptecoccus
türlerinde bulunur.
Sistemik enfeksiyon, bağışıklığı baskılanmış kişilerde L. rhamnosus GG içeren
ürünlerin kullanımı ile ilişkilendirilmiştir. Bu konuda net bilimsel kanıtlar elde
edilinceye kadar bağışıklığı baskılanmış kişilerde probiyotik gıda tüketmekten
kaçınmalıdır. Bu tür kişiler ticari starter kültür kullanılmış ve pastörize edilmiş
yoğurttan tüketmelidir.
Çiğ Sebze ve Salatalar
Taze sebze ve meyveler artan şekilde Salmonella, STEC ve norovirüs enfeksiyonundan
sorumlu tutulmaktadır. Avrupa da yapraklı sebzelerdeki en büyük tehlike
Salmonella’dır. Diğer tehlike ise yeşil yapraklı sebzelerde norovirüs tehlikesidir.
2010 yılında doğranmış kereviz tüketimi sonucu başlıca 10 kişi listeriosis'e yakalanmış
ve 5 kişi ölmüştür. Hastaların 56-93 yaşlar arasında ve hepsinin en az bir ve daha fazla
bağışıklığının baskılandığı koşul taşıdığı rapor edilmiştir. Bu tür ürünlerde bulaşma,
sulama suyundan veya gübre vasıtasıyla meydana gelmektedir.
Duyarlı kimseler için bu tür ürünleri çiğ olarak tüketmek yerine pişmiş veya konserve
hali önerilir. Çünkü sadece yıkama (servisten önce) ürünün dekontaminasyonu için
yeterli olmayabilir.
80
Mikrobiyolojik Gıda Güvenliği ve Bağışıklığı Zayıf İnsanları Korumak İçin Düşük Mikrobiyal Yüklü Diyetler
Halil Tosun¹, Abdullah Kıran², Recep Arslan²
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Taze Sebze Filizleri
Taze veya minimum işlem görmüş filizler Salmonella, STEC ile kontamine olabilmekte
(tohumdayken) germinasyon ve filizlenme aşamasında çoğalabilmektedir. 2011 yılında
Almanya da E.coli O104 enfeksiyonundan 13800 kişi etkilenmiş 54 kişi ölmüş etken
çemen filizi olarak saptanmıştır. ABD’de bütün ürünlerde filizlenmeden önce en az 5
log Salmonella ve E. coli0104 inaktivasyonu sağlayacak şekilde uygulama yapılması
istenmektedir. Bir çok uygulama denenmiş klorlama dahil (çimlenmeyi etkilemeyecek
şekilde) birkaç uygulama hariç 5 log azalma sağlanamamıştır. Duyarlı kişilerde bu
ürünler pişirildikten sonra tüketilmeli, çiğ tüketilmemelidir.
Taze Meyveler
Taze meyve ve sebzelerde Salmonella (domates, biber. kavun) Cyclospora (ahududu)
norovirus ve hepatit A (donmuş ahududu, çilek, yabanmersini) L. monocytonegenes
(karpuz) kaynaklı enfeksiyonlar görülmüştür. Duyarlı kimseler için bu tür ürünlerin
işlenmişini tüketmeli veya kabukların soyulmasından hemen önce iyice yıkanması
önerilir.
Kuru Meyveler
Kuru üzüm, kuru incir vb. kuru meyveler yüksek oranda özellikle Aspergillus spp.,
tarafından kontamine edilmektedir. İnvasif fungal enfeksiyonlar özellikle Aspergillus
türleri bağışıklığı baskılanmış kişiler için risk oluşturur. Bu tür kimseler diyetlerinde bu
tür ürünleri sınırlamaları gerekir.
Pastörize Edilmemiş Meyve ve Sebze Suları
Pastörize edilmemiş elma suyu STEC, Salmonella spp. ve Cryptsporidium ve pastörize
edilmemiş portakal suyu Salmonella spp, Shigella spp. enterotoksijenik E. coli ve
hepatit A kaynaklı enfeksiyon ile ilişkili bulunmuştur. Diğer patojenlerde pastörize
edilmemiş meyve ve sebze sularını kontamine ederler. Ph'sı 3.6-4.0 arası olan soğukta
saklanan meyve sularında gıda kaynaklı patojenler haftalarca canlı kalabilmektedir.
FDA bu tür ürünlerde 5 log azalma (özellikle E. coli 0157:H7 ve Salmonella )
sağlayacak uygulama yapılmasını önermektedir.
Duyarlı kimseler bu tür ürünleri tüketmemeli veya mutlaka pastörize edildikten sonra
tüketilmelidir.
Baharat ve Aromatik Bitkiler
Aromatik bitkilerde ve çiğ olarak tüketilen gıdalara eklenen baharatlarda Salmonella
bulunabilir. Kuzey Amerika ve Avrupa da baharat kaynaklı enfeksiyonlar bildirilmiştir.
Baharatlar özellikle Aspergillus spp., tarafından enfekte olabilir. Toz biber eklenirken
gıdalarda oluşan aerosol hastanın teneffüsü ile vücuda girebilir. Mutlaka riskli gruplar
için steril baharat kullanılmalı ve gıdalar baharat eklendikten sonra pişirilmelidir.
Baharat ve Tohumlar
Salmonella hem kabuklu hem kabuksuz fındıkta bulunabilir. Badem kaynaklı
Salmonella vakasından sonra ABD bademe 4-5 log Salmonella indirgeyici işlem
yapılmasını mecburi kılmıştır. Aspergillus türleri sıklıkla fındığı kontamine eder.
Susam tohumu Salmonella içerebilir. Helva gibi susam tohumu kullanılan ürünlerde
Salmonella enfeksiyona neden olabilir. Duyarlı kimseler kavrulmuş, işlenmiş,
ambalajlanmış fındık, tohum ve ürünleri kullanmalıdır.
Mikrobiyolojik Gıda Güvenliği ve Bağışıklığı Zayıf İnsanları Korumak İçin Düşük Mikrobiyal Yüklü Diyetler
Halil Tosun¹, Abdullah Kıran², Recep Arslan²
81
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Unlu Mamüller(Isıl İşlem Görmemiş)
Unlu mamuller özellikle ısıl işlem görmemiş veya ısıl işlem sonrası bulaşma olmuş
ürünler birçok hastalığa neden olmaktadır. Kekler, krema veya muhallebi ile
doldurulmuş hamur işleri STEC enfeksiyonuna neden olmuştur. Hamur işleri veya
kahvaltılık tahıl ürünleri özellikle fındık ve tohum ilaveliler ürün pişirme sonrası
katılırsa kontaminasyona sebeb olabilir.
Hassas gruplarda krema vb. şeyler içermeyen pişmiş hamur işleri tüketilmelidir.
Sandviçler
Bir hastada görülen listeriosis salgınına sandviçin neden olduğu bu sandviç içinde çok
farklı içeriğin olduğu üretim esnasında çapraz bulaşmaya maruz kaldığı ve uygun
olmayan sıcaklıkta (>8°C) hastanede bekletildiği anlaşılmıştır.
Hassas kişiler için hazırlanan sandviçlerde pişmiş, ısıl işlem görmüş veya konserve et,
olgunlaştırılmış peynir kullanılmalıdır.
İçme Suyu
Gelişmiş ülkelerde içme suları patojen bakteri içermeyecek şekilde uygulamaya tabi
tutulur. Ancak yinede su bakteri içerebilir. Su dağıtım sistemleri Mycobacteria,
Legionella, Pseudomonas aeruginosa, Stenotrophomonas maltophilia ve diğer gram
negatif bakterilerle, protozoalar ihtiva edebilir. Cryptosporidium spp., suya uygulanan
işlemlere dayanabilir ve canlılığını koruyabilir.
Bağışıklığı baskılanmış kişiler içme suyunda bulunabilecek fırsatçı patojenlerden dolayı
risk altındadır. Bu kişilerde musluk suyu filtre eden cihazlar kullanılabilir ve kartuşların
belirli aralıklarla değişmesine özen gösterilmelidir.
Yoğun bakım ünitesinde P. aeruginosa enfeksiyonu meydana gelmiş 19 hasta etkilenmiş
4 hasta ölmüş ve kontaminasyon şişe suyundan kaynaklandığı rapor edilmiştir.
Bağışıklığı baskılanmış kişilerde sudan dolayı ayrıca Cryptosporidium enfeksiyonu riski
altındadır. Bu tür kişilerde kaynatılmış su tüketmelidir.
SONUÇ
Gıda kaynaklı mikrobiyal hastalıklara karşı yetişkin ve sağlıklı bireylere göre daha
duyarlı olan bebekler, hamileler, yaşlılar gibi gruplarla tıbbi bakım altında olanlar veya
bağışıklık sistemi zayıflamış kimseler daha fazla risk altındadır. Bu gruplarda bulunan
insanlar diyetlerinde düşük mikrobiyal yükü sağlayacak işlemleri uygulamalı veya bu
tür ürünler tüketmeli, hastanelerde veya benzeri ortamlarda bakım ve tedavi gören
hastalarda ise diyetler hazırlanırken bu ölçüler gözardı edilmemelidir.
KAYNAK
Bu derleme Barbara M. Lund ve Sarah J. O’Brien tarafından Foodborne Pathogens and
Disease Dergisinin 6. Cildi, 11. Sayısında yayınlanan “ Microbiological Food
Safety and a Low Microbial Diet to Protect Vulnerable People” isimli
makaleden kısmen çevrilerek hazırlanmıştır.
82
Mikrobiyolojik Gıda Güvenliği ve Bağışıklığı Zayıf İnsanları Korumak İçin Düşük Mikrobiyal Yüklü Diyetler
Halil Tosun¹, Abdullah Kıran², Recep Arslan²
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Mısır Tohumlarında Elektriksel İletkenlik Testleri
H. Özkan Sivritepe, Bülent Şentürk ve Sevin Teoman
Uludağ Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bahçe Bitkileri Bölümü, Görükle Yerleşkesi, 16059 Nilüfer, Bursa,
[email protected]
Özet
Bu çalışmada, ‘Shemal’ çeşidi mısır (Zea mays L.) tohumlarının gücünü belirlemede kullanılabilecek bir elektriksel
iletkenlik (EC) test protokolünün geliştirilmesi hedeflenmiştir. Testler 4 tekerrürlü olarak yapılmış ve her tekerrürde
50 tohum tartılarak, 500 mL’lik cam kavanoza yerleştirilmiştir. Daha sonra her kavanoza 250 mL saf su (EC < 5 µS
cm-1) ilave edilmiş ve kapağı sıkıca kapatılmıştır. Farklı sıcaklıklar (20, 25, 30 ve 35°C) ve sürelerde (6, 12, 18, 24,
36 ve 48 saat) yapılan elektriksel iletkenlik testleri sonucunda, tohumların ulaştıkları nem kapsamları ve 1 gram
tohumdan sızan maddelerin elektriksel iletkenlikleri (µS cm-1 g-1) belirlenmiştir.
Yapılan varyans analizleri sonucunda, farklı sıcaklık ve süre uygulamalarının etkisiyle ortaya çıkan sızıntı miktarları
arasında istatistiksel açıdan önemli (P<0.05) farklılıklar olduğu tespit edilmiştir. Tohumların ulaştıkları nem
kapsamları ve elektriksel iletkenlik değerleri birlikte değerlendirildiğinde, ‘Shemal’ çeşidi mısır tohumlarında
elektriksel iletkenlik testleri için en uygun protokolün 25°C sıcaklıkta, 24 saat süreyle yapılan uygulama olduğu tespit
edilmiştir. Ancak, farklı mısır çeşitlerine ait tohumlarda ve farklı laboratuvarlarda bu protokol denenerek,
güvenilirliği test edilmelidir.
Anahtar Kelimeler: Zea mays L., tohum gücü, tohum nem kapsamı, elektriksel iletkenlik.
Electrical Conductivity Tests in Maize Seeds
Abstract
The aim of this study was to develop an electrical conductivity (EC) test protocol to determine vigour of maize (cv.
Shemal) seeds. The EC tests were conducted with the four 50-seed replicates of maize seeds, which were placed in
500 mL glass jars. Then 250 mL distilled water (EC < 5 µS cm-1) were added in each jar and the lids were tightly
closed. At the end of the EC tests, conducted for different periods (6, 12, 18, 24, 36 and 48 hours) and at different
temperatures (20, 25 and 30°C), seed moisture contents (%) and electrical conductivity (µS cm-1 g-1) of the
substances leaking from the seeds were determined.
As the results of the analyses of variance, statistically significant differences (P<0.05) were found in the amount of
seed leachates occurred due to different treatment temperatures and periods. When the subsequent seed moisture
contents and EC values were evaluated together, it was determined that the optimum period and temperature for the
EC test protocol of maize seeds cv. Shemal were 24 hours and 25°C, respectively. However, reliability of this
protocol should be tested in seeds of different maize cultivars and in different laboratories.
Key words: Zea mays L., seed vigour, seed moisture content, electrical conductivity.
GİRİŞ
Tohum gücü, çimlenme gibi tek bir ölçülebilir özellik değildir. Hem arazide hem de
depolama esnasında tohum performansının çeşitli yönleri ile ilgili birçok özelliği
tanımlayan bir kavramdır (ISTA, 1995). Tohum gücü; “Çimlenme ve fide çıkışı
esnasında tohumun aktivitesi ve performansını belirleyen tohum özelliklerinin genel
toplamı” olarak tanımlanır. Tohum gücündeki kayıplar, tohumun tüm fizyolojik
fonksiyonlarının yerine getirilmesinde meydana gelen azalma ile ilişkilidir. Fizyolojik
yaşlanma (veya bozulma) olarak adlandırılan bu süreç, hasattan önce başlar ve hasat,
işleme ve depolama esnasında devam eder. Bu da hücre zarı bütünlüğü, enzim aktivitesi
ve protein sentezindeki değişimlere bağlı olarak, performans yeteneklerinin gittikçe
azalmasına neden olur (Sivritepe, 2012).
Güç testleri; ucuz, hızlı, basit, objektif, tekrarlanabilir ve arazi performansı ile ilişkili
olmalıdır. İncelenen parametrelere bağlı olarak, güç testleri çeşitli kategorilere
ayrılmaktadır (Copeland ve McDonald, 2001). Son zamanlarda en çok kabul gören
sınıflandırmaya göre güç testleri; fizyolojik (direkt) testler, biyokimyasal (indirekt)
testler ve tüm yaşlanma sürecini içeren testler olmak üzere üç grupta
değerlendirilmektedir (ISTA, 1995, 2012; Powell, 2006).
Mısır Tohumlarında Elektriksel İletkenlik Testleri
H. Özkan Sivritepe, Bülent Şentürk ve Sevin Teoman
83
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Direkt testler olarak da değerlendirilen fizyolojik testlerde, kontrollü koşullarda ya da
stres koşulları altında çimlenme veya fide büyümesi ile ilgili çeşitli ölçümler
yapılmaktadır. Biyokimyasal testler, büyük ölçüde yaşlanmanın sonuçlarından birini
ölçen indirekt testlerdir. ISTA tarafından onaylanmış olan elektriksel iletkenlik (EC)
testi ile tavsiye niteliğinde olan tetrazolium testi bu grupta en çok kullanılan güç
testleridir. Güç testlerinin üçüncü grubu, yaşlanma süresinin tohum çimlenmesi üzerine
etkisini değerlendirmektedir. Bu grupta yer alan üç testin (hızlandırılmış yaşlandırma,
kontrollü bozulma ve Ki belirleme testleri) her birinde tohumlar yüksek sıcaklık, tohum
nem kapsamı veya oransal nemde tutularak yaşlanma hızı arttırılmaktadır. Böylece
tohumlar daha hızlı yaşlanmakta ve normalde aylar veya yıllar içerisinde çimlenmede
görülen değişimler, günler hatta saatler içinde ortaya çıkmaktadır (Sivritepe, 2012).
Araştırıcılar daha fazla türe uygun geniş kullanımlı güç testleri geliştirmek için, mevcut
güç testlerinde değişiklikler yapmakta veya yeni güç testleri geliştirmeye
çalışmaktadırlar. Tohum gücü testlerinin sayısının artması da, ‘hangi güç testi, hangi tür
veya türler için uygundur?’ sorusunu ortaya çıkarmaktadır. Bu sorunun cevabının bütün
türler için ayrı ayrı saptanması gerekmektedir.
Tohum kalitesinin önemli bir özelliği halini alan tohum gücünün belirlenmesi ve bu
amaca yönelik güç testleri geliştirilmesi yönündeki çalışmalar artmıştır. Son yıllarda
tohumculuk sektöründe önemli bir paya sahip olan mısır tohumları ile ilgili olarak,
ISTA tarafından onaylanmış veya tavsiye niteliğinde olan; Fide Büyüme Hızı (Kuru
Ağırlık) Testi, Radikula Çıkış Testi, Soğuk Testi, Hiltner (Tuğla-Çakıl) Testi, Bileşik
Stres Testi gibi çeşitli güç testleri ortaya konulmuştur (ISTA, 1995, 2012; Powell, 2006;
Sivritepe, 2012). Ancak, bu testlerden bazılarının uygulama zorluğu, kimyasal ve
ekipman gereksinimleri nedeni ile ekonomik olmamaları, laboratuvarlar arasında
standardize edilebilmelerinin kolay olmaması gibi sebeplerle kullanımları
araştırmalardan ileri gidememektedir.
Tohum endüstrisinde, mısır tohumlarında gücün belirlenmesi amacıyla yaygın olarak
soğuk testi kullanılmaktadır. Ancak, soğuk testindeki zorluk, tarla toprağının homojen
olmamasından kaynaklanmaktadır. Toprağın nem, pH, partikül bileşimi ve patojen
seviyelerine bağlı olarak test sonuçlarında farklılık görülmektedir. Mısır tohumlarında
arazi çıkışı ile ilişkilendirilebilen, ISTA tarafından 2011 yılında onaylanmış ve
kullanımı daha pratik olan diğer bir güç testi de radikula çıkış testidir. Tohum
çimlenmesinin başında, tek bir radikula çıkış sayımı ile test tamamlanır.
Elektriksel iletkenlik testi membran yapısını, sağlamlığını, hücrelerden ortama sızan
maddelerin ölçülmesi ile ortaya koyan, depolama ömrü ve çıkış ile ilişkilendirilen bir
testtir (Matthews ve Powell 1981). Bu test, çeşitli türlerin tohumlarında ilk olarak 1928
yılında R.P. Hibbard ve E.V. Miller tarafından kullanılmıştır. Daha sonra, 1967 yılında
S. Matthews ve W.T. Bradnock, bu testi bezelye tohumlarının arazi çıkışını
tahminlemede rutin bir güç testi olarak geliştirmişlerdir (Sivritepe, 2012). Elektriksel
iletkenlik testi tohumların hücre zarı sağlamlığına dayalı bir test olup, saf suda belirli bir
süre bekletilen tohumlardan ortama sızan maddelerin verdiği iletkenlik baz alınarak,
tohum partilerinin kalite sınıflandırması yapılabilmektedir (Powell, 1988). Bu nedenle
iletkenliği düşük olan tohum partileri yüksek olanlara göre daha yüksek kalite değerine
sahip oldukları belirtilmektedir.
Elektriksel iletkenlik ölçümleri, özellikle iri tohumlu baklagiller (bezelye, fasulye ve
soya) başta olmak üzere, çok sayıda bahçe ve tarla bitkilerine ait türlerin tohumlarında
yapılmaktadır. Bu kapsamda yapılan çalışmalarda biberde (Trawatha ve ark., 1990;
Özçoban ve Demir, 2002; Vidigal ve ark., 2009; 2011), domateste (Torres,1998;
84
Mısır Tohumlarında Elektriksel İletkenlik Testleri
H. Özkan Sivritepe, Bülent Şentürk ve Sevin Teoman
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Korkmaz ve ark., 2004; Dias ve ark., 2006; Farooq ve ark., 2008), domates ve biberde
(Sivritepe ve ark., 2012), havuçta (Al-Maskri ve ark., 2003), karpuzda (Özçoban ve
Demir, 2002), kavunda (Torres ve Marcos, 2005; Torres ve ark., 2009), soğanda
(Demirkaya ve Sivritepe, 2011), patlıcanda (Demir ve ark., 2005) tohum performansları
ile ilgili sonuçlar ortaya konulmuştur.
Literatürde elektriksel iletkenlik testinin bir güç testi olarak daha ziyade iri tohumlu
türler için olumlu sonuçlar verdiği (Hamman ve ark., 2001; Santos ve ark., 2003;
Pekşen ve ark., 2004); küçük tohumlu türlerde ise başarı elde edilemediğine dair
çalışmalar yer almaktadır (Powell ve Matthews, 1981; Sundstrom ve ark., 1986;
Trawatha ve ark., 1990; Korkmaz ve ark. 2004; Demir ve ark., 2005). Ancak, bunun
tam aksini belirten çalışmalar da vardır. Kolzada yapılan bir çalışmada, testin farklı
laboratuvarlarda yapılmasına rağmen aynı sonucu vermesi protokollerin standardize
edilebileceğini göstermiştir (Wagner ve Ducournau, 2007). Benzer şekilde, Sivritepe ve
ark. (2012) tarafından yapılan bir çalışmada; domates ve biber tohumlarında, elektriksel
iletkenlik testleri öncesi yapılan durulama uygulamaları sayesinde tutarlı ve
tekrarlanabilir sonuçlar elde edildiği bildirilmiştir.
Elektriksel iletkenlik testinin sonuçları değerlendirilirken, türler arasında sızıntı
miktarları farklılığı olabileceği gibi; sonuçları etkileyebilecek pek çok faktöre de dikkat
edilmesi gerekmektedir. Bu konuda yapılan çalışmalarda; uygulama süresi (Wang ve
ark.,1994), sıcaklık (Hampton ve ark., 1994), tohum nem kapsamı (Vertucci ve
Leopold, 1984; Matthews ve Powell, 2006), ön uygulama yapılmış tohum kullanılması
(Sung ve Chang, 1993), tohum iriliği (McDonald, 1999), tohum miktarı ve uygulama
süresi (Artola ve Carillo-Castaneda, 2005), toplu halde veya bireysel tohum
kullanılması (Hamman ve ark., 2001) ve durulama ihtiyacı (Sivritepe ve ark., 2012) gibi
birçok faktörün EC testi sonuçlarını etkilediği bildirilmektedir.
Bugüne kadar mısır tohumlarında; tohum gücünün hızlı ve pratik bir şekilde
belirlenebilmesine yönelik ortak bir protokolün ortaya konulamamış olması nedeniyle,
elektriksel iletkenlik testleri ile ilgili daha fazla çalışmaların yapılmasına ihtiyaç vardır.
Bu çalışmada, ‘Shemal’ çeşidi mısır (Zea mays L.) tohumlarının gücünü belirlemede
kullanılacak bir elektriksel iletkenlik (EC) test protokolünün geliştirilmesi
amaçlanmıştır.
MATERYAL ve YÖNTEM
Bu araştırma Eylül 2011 - Haziran 2012 döneminde Uludağ Üniversitesi Ziraat
Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü Fizyoloji Laboratuvarı’nda yürütülmüştür. Bu
araştırmada ‘Shemal’ çeşidi mısır (Zea mays L.) tohumları kullanılmıştır. Bursa’daki
MayAgro Tohumculuk San. Tic. A.Ş. firmasından temin edilen mısır tohumları,
uygulamalarda kullanılıncaya kadar hermetik olarak kapatılmış cam kavanozlarda ve
buzdolabında 3±1°C’de muhafaza edilmiştir. Denemenin başlangıcında Uluslararası
Tohum Test Birliği (ISTA) Kuralları’na uygun olacak şekilde yapılan nem kapsamı
tayini sonucuna göre, mısır tohumlarının nem kapsamının %13.3; çimlendirme testleri
sonucunda, normal çimlenme oranının %93.5 ve ortalama çimlenme süresinin 6.9 gün
olduğu tespit edilmiştir (ISTA, 2012).
Tohumların gücünde meydana gelen değişimleri belirleyebilmek amacıyla, tohumdan
sızan maddelerin elektriksel iletkenliğinin ölçümü için, daha önceden bezelye türü için
standart hale getirilmiş olan ISTA Kuralları’na benzer şekilde denemeler
gerçekleştirilmiştir (ISTA, 2012). Mısır tohumları, her tekerrürde 50 adet olacak şekilde
Mısır Tohumlarında Elektriksel İletkenlik Testleri
H. Özkan Sivritepe, Bülent Şentürk ve Sevin Teoman
85
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
4 tekerrürlü olarak tartılmış ve 500 mL’lik cam kavanozlara konulmuştur. Daha sonra
her kavanoza 250 mL saf su (EC < 5 µS cm-1) ilave edilerek, kavanozların kapağı
sıkıca kapatılmıştır. Tüm kavanozlar sabit sıcaklıkta çalışan bir iklim dolabına
yerleştirilmiş; karanlık koşullarda farklı sıcaklıklar (20, 25 ve 30°C) ve sürelerde (6, 12,
18, 24, 36 ve 48 saat) bekletilmişlerdir. Yapılan elektriksel iletkenlik testleri sonucunda,
çözeltilerin EC değerleri (µS cm-1) ölçülmüş ve 1 gram tohumdan sızan maddelerin
elektriksel iletkenlikleri (µS cm-1 g-1) belirlenmiştir.
Ayrıca EC testi uygulamaları sonrasında tohumların ulaştıkları son nem kapsamları
aşağıdaki formülden faydalanılarak bulunmuştur (Sivritepe, 1992):
d = 100 - [a (100 - b) / c]
d = Tohumun son nem kapsamı (%)
a = Tohumun ilk ağırlığı (g)
b = Tohumun ilk nem kapsamı (%)
c = Tohumun son ağırlığı (g)
Hesaplamalar sonucunda, µS cm-1 g-1 olarak elde edilen verilerin varyans analizleri,
JMP 07 istatistik programı kullanılarak tesadüf parsellerinde iki faktörlü faktöriyel
deneme desenine uygun olacak şekilde yapılmıştır. Ortalamalar arası farklılıkların
bulunması amacıyla yine JMP 07 istatistik programında, 0.05 önemlilik seviyesinde
LSD Testi ile değerlendirmeler yapılmıştır.
ARAŞTIRMA BULGULARI
‘Shemal’ çeşidi mısır tohumlarında, gücün tespiti ile ilgili bir EC test protokolü
geliştirebilmek amacıyla denemeler gerçekleştirilmiştir. Mısır tohumlarında farklı
sıcaklıklarda ve farklı sürelerde yapılan EC testlerinde; çimlenme olmadan en kısa
sürede en yüksek sızıntı miktarına ulaşılmaya çalışılmıştır. Denemeler esnasında farklı
sıcaklıklar (20, 25 ve 30°C) ve farklı sürelerde (6, 12, 18, 24, 36 ve 48 saat) tohumların
ulaştıkları son nem kapsamları Şekil 1’de verilmiştir.
Uygulama Süresi (saat)
Tohum Nem Kapsamı (%)
Kontrol
12
18
24
36
48
40
35
30
25
20
15
10
5
0
20
Şekil 5.
86
6
25
Uygulama Sıcaklığı (°C)
30
‘Shemal’ çeşidi mısır tohumlarında yapılan EC testleri sonucunda tohum nem
kapsamlarında meydana gelen değişimler.
Mısır Tohumlarında Elektriksel İletkenlik Testleri
H. Özkan Sivritepe, Bülent Şentürk ve Sevin Teoman
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Farklı sıcaklıklar (20, 25 ve 30°C) ve farklı sürelerde (6, 12, 18, 24, 36 ve 48 saat)
yürütülen denemeler sonucunda hesaplanan gram tohum başına düşen EC değerleri
Çizelge 1’de verilmiştir. Yapılan varyans analizleri sonucunda, farklı sıcaklık ve süre
uygulamaları ile sıcaklık x süre interaksiyonuna bağlı olarak ortaya çıkan sızıntı
miktarları arasında istatistiksel açıdan önemli (P<0.05) farklılıklar olduğu tespit
edilmiştir.
Deneme sonuçlarına göre; uygulama sıcaklığı ve uygulama süresi arttıkça mısır
tohumlarında EC değerlerinin oransal olarak arttığı belirlenmiştir. Mısır tohumlarında
hesaplanan EC değerleri, 1.7 ile 7.3 arasında değişmiştir. Ancak 20 ve 25°C sıcaklıkta
36 ve 48 saat süreyle yapılan uygulamalar ile 30°C sıcaklıkta 24, 36 ve 48 saat süreyle
yapılan uygulamalar neticesinde tohum nem kapsamlarının %35.0’i geçtiği ve
tohumlarda çimlenmelerin olduğu tespit edilmiştir.
Çizelge 1. ‘Shemal’ çeşidi mısır tohumlarında farklı uygulama sıcaklığı ve sürelerine
bağlı olarak EC değerlerinde meydana gelen değişimler.
Uygulama Sıcaklığı
(°C)
20
25
30
Uygulama Süresi
(saat)
6
12
18
24
36
48
6
12
18
24
36
48
6
12
18
24
36
48
Uygulama Sıcaklığı (A)
Uygulama Süresi (B)
AxB
EC
-1 -1
(µS cm g )
1.7 k
2.2 k
2.8 ij
3.3 h
4.4 f
5.0 d
2.1 k
2.6 j
3.2 h
4.3 f
4.8 e
6.0 b
2.2 k
2.9 i
3.9 g
4.8 de
5.6 c
7.3 a
*
*
*
TARTIŞMA
Günümüzde tohumculuk endüstriyel ve ekonomik bir faaliyet durumuna gelmiştir.
Yapılan bu çalışmada ülkemizde üretilen ve ticari amaçla kullanılan ‘Shemal’ çeşidi
mısır tohumlarının gücü ile ilgili olarak soğuk testi ve radikula çıkış testlerine kıyasla
daha kısa sürede bilgi sahibi olunabilmiştir. Zira her hangi bir tohum partisinin gücü;
soğuk testi ile 14 günde (ISTA, 1995), radikula çıkış testi ile 13°C’de 6 gün (144 saat)
ya da 20°C’de 66 saatte ölçülürken (ISTA, 2012), bu süre EC testi ile 24 saate kadar
düşürülmüştür.
Tohumların test süresince ulaştıkları nem kapsamları, sızıntı miktarları ve çimlenmenin
meydana gelme durumu bir arada düşünüldüğünde; ‘Shemal’ çeşidi mısır tohumlarında
elektriksel iletkenlik testleri için en uygun protokolün 25°C sıcaklıkta, 24 saat süre ile
Mısır Tohumlarında Elektriksel İletkenlik Testleri
H. Özkan Sivritepe, Bülent Şentürk ve Sevin Teoman
87
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
yapılan uygulama olduğu tespit edilmiştir. Elde edilen sonuçlar, mısır tohumlarında
elektriksel iletkenlik testleri konusunda literatürde yer alan çalışmalar ile paralellik
göstermiştir (TeKrony ve Hunter, 1995; Şehirali, 1997; Gotardo ve ark., 2001; Fessel ve
ark., 2006).
Bu çalışmada elde edilen sonuçların genelleştirilebilmesi için bundan sonra yapılacak
çalışmalarda; mısır tohumlarında farklı çeşitler kullanılarak, farklı nem kapsamları ve
canlılık seviyeleri ile farklı kalibrasyonlarda çok sayıda tekrarlamalı araştırmaların
yapılması gerekmektedir.
KAYNAKLAR
Al-Maskri, A.Y., M.M. Khan, I.A. Khan and K. Al-Habsi. 2003. Effect of accelerated
ageing on viability, vigor (RGR), lipid peroxidation and leakage in carrot
(Daucus carota L.) seeds. International Journal of Agriculture and Biology, 5(4):
580-584.
Artola, A. and G. Carrillo-Castaneda. 2005. The bulk conductivity test for birdsfoot
trefoil seed. Seed Science and Technology, 33: 231-236.
Copeland, L.O. and M.B. McDonald. 2001. Principles of Seed Science and Technology.
Kluwer Academic Publishers, Massachusetts, USA, 467 p.
Demir, I., S. Ermis, G. Okçu and S. Matthews. 2005. Vigour tests for predicting
seedling emergence of aubergine (Solanum melongena L.) seed lots. Seed
Science and Technology, 33: 481-484.
Demirkaya, M. ve H.Ö. Sivritepe. 2011. Yaşlanma esnasında soğan tohumlarında
meydana gelen fizyolojik ve biyokimyasal değişimler. Tarım Bilimleri Dergisi Journal of Agricultural Sciences, 17: 105‐112.
Dias, D.C.F.S., F.P. Ribeiro, L.A.S. Dias, D.J.H. Silva and D.S. Vidigal. 2006. Tomato
seed quality harvested from different trusses. Seed Science and Technology,
34(3): 681-689.
Farooq, M., S.M.A. Basra, B.A. Saleem and M. Nafees. 2008. Germination, seedling
vigor and electrical conductivity of seed leachates as affected by dry heat
treatment of tomato seeds. Acta Horticulturae, 771: 43-50.
Fessel, S.A., R.D. Vieira, M.C. Pessoa da Cruz, R. Cesar de Paula, and M. Panobianco.
2006. Electrical conductivity testing of corn seeds as influenced by temperature
and period of storage. Pesq. Agropec. Bras. Vol: 41, No:10. Seed Technology.
Gotardo, M., R.D. Vieira, and L.M.A. Pereira. 2001. Electrical conductivity test for
maize seeds. Revista Ceres, 48(277): 333-340.
Hamman, B., H. Halmajan, and D.B. Egli. 2001. Single seed conductivity and seedling
emergence in soybean. Seed Science and Technology, 29: 575-586.
Hampton J.G., A.L. Lungwangwa and K.A. Hill. 1994. The bulk conductivity test for
Lotus seed lots. Seed Science and Technology, 22: 177-180.
ISTA, 1995. Handbook of Vigour Test Methods. Third Edition. (J.G. Hampton, D.M.
TeKrony, eds.) International Seed Testing Association. Zurich, Switzerland.
ISTA, 2012. International Rules for Seed Testing. Edition 2012. International Seed
Testing Association. Bassersdorf, Switzerland.
88
Mısır Tohumlarında Elektriksel İletkenlik Testleri
H. Özkan Sivritepe, Bülent Şentürk ve Sevin Teoman
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Korkmaz, A., N. Özbay, and B. Eser. 2004. Assessment of vigor characteristics of
processing tomato cultivars by using various vigor tests. Asian Journal of Plant
Sciences. 3(2): 181-186.
Matthews, S. and A.A. Powell. 1981. Electrical conductivity test. (D.A. Perry, ed.) In
Vigour Test Handbook. International Seed Testing Association, Zurich.
Switzerland. pp. 37-41.
Matthews, S. and A.A. Powell. 2006. Electrical conductivity vigour test: Physiological
basis and use. Seed Testing International, 131: 32-35.
McDonald, M.B. 1999. Seed deterioration: physiology, repair and assessment. Seed
Science and Technology, 27: 177-237.
Özçoban, M. and I. Demir. 2002. Longevity of pepper (Capsicum annuum) and
watermelon (Citrullus lanatus) seeds in relation to seed moisture and storage
temperature. Indian Journal of Agricultural Sciences, 72(10): 589-593.
Peksen, E., A. Peksen, H. Bozoglu, and A. Gülümser. 2004. Some seed traits and their
relationships to seed germination and field emergence in pea. Journal of
Agronomy, 3(4): 243-246.
Powell, A.A. 1988. Seed vigour and field establishment. Advances in Research and
Technology of Seeds, 11: 29-61.
Powell, A.A., 2006. Seed vigor and its assessment. (A.S. Basra, ed.) Handbook of Seed
Science and Technology. The Haworth Press, Inc., New York, USA. pp. 603648.
Powell, A.A. and S. Matthews. 1981. Evaluation of controlled deterioration, a new
vigour test for crop seeds. Seed Science and Technology, 9: 633-640.
Santos, C.M.R., L.N. De Menezes, and F.A. Villela, 2003. Controlled deterioration test
to evaluation of vigour in bean seeds. Revista Brasileira de Sementes, 25( 2): 2835.
Sivritepe, H.Ö. 1992. Genetic Deterioration and Repair in Pea (Pisum sativum L.) Seeds
During Storage. Ph.D. Thesis, University of Bath, England, 227 p.
Sivritepe, H.Ö. 2012. Tohum Gücünün Değerlendirilmesi. Alatarım, 11(2): 33-44.
Sivritepe, H.Ö., B. Şentürk ve S. Teoman. 2012. Domates ve biber tohumlarında
elektriksel iletkenlik testleri. Bursa Tarım Kongresi, 27-29 Eylül 2012, Bursa.
Sundstrom, F.J., J.E. Armstrong, R.L. Edwards, and B.L. McDowell. 1986.
Relationship between laboratory indices of hot pepper seed vigour and crop
greenhouse performance. Seed Science and Technology, 14: 705-714.
Sung, J.M. and Y.H. Chang. 1993. Biochemical activities associated with priming of
sweet corn seeds to improve vigor. Seed Science and Technology, 21: 97-105.
Şehirali, S. 1997. Tohumluk ve Teknolojisi. Fakülteler Matbaası, İstanbul, 422 s.
TeKrony D.M. and I.L. Hunter. 1995. Effect of seed maturation and genotype on seed
vigor in maize. Crop Science, 35: 857-862.
Torres, S.B. 1998. Evaluation of physiological potential of tomato seeds by the hydric
stress test. Pesquisa Agropecuaria Brasileira, 33(5): 653-657.
Mısır Tohumlarında Elektriksel İletkenlik Testleri
H. Özkan Sivritepe, Bülent Şentürk ve Sevin Teoman
89
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Torres, S.B. and J. Marcos. 2005. Physiological potential evaluation in melon seeds
(Cucumis melo L.). Seed Science and Technology, 33(2): 341-350.
Torres, S.B., F.N. de Oliveira, A.K. de Oliveira, C.P. Benedito and J.C. Marinho. 2009.
Accelerated aging test to evaluate the physiological potential of melon seeds.
Horticultura Brasileira, 27(1): 70-75.
Trawatha, S.E., J.J. Steiner ve K.J. Bradford. 1990. Laboratory vigor tests used to
predict pepper seedling field emergence performance. Crop Science; 30: 713717.
Vertucci, C.W. and A.C. Leopold. 1984. Bound water in soybean seed and its relation to
respiration and imbibitional damage. Plant Physiology, 75: 114-117.
Vidigal, D.S., D.C.F.S. Dias, E.R.V. Von Pinho ve L.A.S. Dias. 2009. Sweet pepper
seed quality and lea-protein activity in relation to fruit maturation and postharvest storage. Seed Science and Technology, 37(1): 192-201.
Vidigal, D.S., D.C.F.D. Dias, L.A.D. Dias and F.L. Finger. 2011. Changes in seed
quality during fruit maturation of sweet pepper. Scientia Agricola, 68(5): 535539.
Wagner, M.H. and S. Ducournau, 2007. Conductivity testing for oilseed rape seeds.
Seed Testing International, 133: 40-41.
Wang, Y.R., J.G. Hampton, and M.J. Hill. 1994. Red clover vigour testing - Effects of
three test variables. Seed Science and Technology, 22: 99-105.
90
Mısır Tohumlarında Elektriksel İletkenlik Testleri
H. Özkan Sivritepe, Bülent Şentürk ve Sevin Teoman
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Kuşkonmaz (Asparagus Officinalis L.) Bitkisinin Tanımı, Yetiştiriciliği
Ve Farklı Bitki Kısımlarının Tıbbi Özellikleri
Lale EFE¹, Sevtap KARTAL², Emre DOĞRULUK³
¹Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, K.Maraş,
[email protected], ²Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, K.Maraş,
[email protected], ³Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü, Kahramanmaraş, [email protected]
ÖZET
Antik çağlardan beri İnsanoğlu tarafından şifalı ve besleyici özellikleri bilinen Liliaceae familyasına mensup
Kuşkonmaz Asparagus officinalis L. bitkisi birçok tıbbi özellikleri bulunan değişik bitki kısımları asırlardan beri
sebze olarak tüketilmektedir. Asparagus cinsine ait bilinen 300 alt türün bulunduğu bilinmektedir. Bitkinin rizom,
kök saçakları ve gövdesi ile genç sürgünleri tıbbi yönden önemli etkiler taşımaktadır. Kuşkonmaz bitkisinin
antispazm etkisi, antienflamatuar etkisi, sakinleştirici ve müshil etkileri bulunmaktadır. Ayrıca Kuşkonmaz böbrek
fonksiyonlarını güçlendirip, harekete geçirerek önemli bir diüretik etkiye (idrar söktürücü) sahip tıbbi bir bitkidir.
Asparagus gövdeleri önemli bir antioksidan kaynağı olup; günde 6 adet tüketilen kuşkonmaz gövdesi yetişkin
beslenme diyetinin yarısını karşılayabilecek güçte temel besin ögelerine sahiptir. Hamile annelerin beslenmesinde
önemli bir yer tutan Folat (B gurubu vitaminlerden olan Folik Asit) yönünden oldukça zengin bir içeriğe sahiptir.
Yeşil olarak tüketilen kuşkonmaz sebzeleri turunçgil meyvelerinden daha zengin bir C Vitamini kaynağı olarak
karşımıza çıkmaktadır. Kuşkonmaz bitkisi detoks özelliklerinin yanı sıra DNA ve hücre membranlarını toksik
bileşiklerden koruyucu özellikleri bulunmaktadır. Son yıllarda yapılan araştırmalarda antienflamatuar, antikanserojen, kan basıncı düzenleyici etkileri, yüksek kan şekerini düzenleyici etkisi, en iyi kan yağ seviyesi
düzenleyici özellikleri kanıtlanmış olan Saponin bileşikleri Kuşkonmaz bitkisinin yalnızca kök kısımlarında değil
genç sürgünlerinde de bulunmaktadır. Kuşkonmaz bitkisinin Antioksidan özellikleri yetişme koşulları ve
varyasyonlarına bağlı olarak değişiklik arz etmektedir.
ABSTRACT
By the time Asparagus plants ancient times known medicinal and nutritional properties Asparagus officinalis L.
belonging to the family of Liliacea many medicinal properties for centuries the different plant parts are consumed as
a vegetable. Known subspecies of genus asparagus 300 is located is known. The plants rhizome, roots and young
shoots of the fringes and the body have important medicinal properties. Asparagus plants have antispazm effects,
anti-inflammatory effect, calming and has a laxative effect. Also Asparagus that strengthen kidney function,
mobilizing a significant diuretic effect (diuretic) is a medicinal plant. Asparagus bodies are an important source of
antioxidants; 6 pieces of asparagus consumed daily diet of adult body in half to meet the basic nutritional elements
have power. Folate has an important place in the diet for pregnant mothers (group B vitamin folic acid which is one)
is very rich in content. Consumed as green vegetables, asparagus is a rich source of vitamin C than citrus fruits
emerges as. Detox properties asparagus plant cell membranes, as well as DNA and protective properties from the
toxic compounds. In recent years, research in the anti-inflammatory, anti-carcinogenic, blood pressure regulating
effects, high blood sugar regulating effect, best blood fat level editor features proven saponin compounds asparagus
plant only the root portion not in the young shoots are also available on. Antioxidant properties of Asparagus plants
vary depending on growing conditions and variations of poses.
Anahtar kelimeler: Asparagus officinalis, kuşkonmaz, etken madde, bitki kısımları.
TANIMI
Liliaceae familyasına mensup; Asparagus cinsine ait olan Kuşkonmaz Asparagus
officinalis L. türü otsu, çok yıllık 100 ila 150 cm. kadar boylanabilen üzeri tüylerle kaplı
olan yaprakları bulunan etli gövde yapısına sahip bir bitkidir. Yapraklar 6 ila 32 mm
boyunda uzun ve 1 mm et kalınlığında 4-15 tanesi küme şeklinde bulunur. Kök sistemi
tesadüfi olarak gelişir. Çiçekleri çan şekillidir, yeşilimsi – beyazdan sarımsı ya değişen
renkte 4.5 ila 6.5 mm uzunluğunda; merkezle kısmen birleşmiş 6 çanak yaprağıyla
birlikte bulunurlar. Çiçekler genel olarak dioik’ tir ve erkek ve dişi çiçekler ayrı bitkiler
üzerinde bulunur fakat bazen de hermafrodit çiçeklere de rastlanabilir. Meyveler küçük
zarlı ve 6-10 mm çapında insanlar için zehirlidir (1).
Kuşkonmaz bitkisi lezzetli kökleri için yetiştirilen çok yıllık bir bitkidir. Sebze olarak
yenir ve süs amacıyla yetiştirilir. B, C vitaminleri, kalsiyum ve demir elementlerince
zengin olan kuşkonmaz bitkisi bahar hasadının ilk ürünlerinden biridir. Taze hasat
edilen gövde sürgünleri soğuk hava deposunda depolanan ürünlerden daha çok rağbet
Kuşkonmaz (Asparagus Officinalis L.) Bitkisinin Tanımı, Yetiştiriciliği Ve Farklı Bitki Kısımlarının Tıbbi Özellikleri
Lale EFE¹, Sevtap KARTAL², Emre DOĞRULUK³
91
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
görmektedir. Neredeyse 2000 yıldır tıbbi özellikleri için takdir edilen kuşkonmaz, ayrıca
zevk ve sefaya düşkün olanlar tarafından da son derece ilgi gören değerli bir sebzedir.
Kuşkonmazın çeşitli türleri M.Ö. 3000 yıl öncesinden beri Mısırlılar tarafından
yetiştirilmiştir. Daha sonra eski Yunan medeniyetinde ve Romalılar tarafından da ilgi
görmüştür. Kuşkonmaz ayrıca 14. Louis döneminin 18. yüzyıl Fransa’sında da oldukça
popüler oldu.
Kuşkonmaz A, B1, B2 ve C vitaminlerinin yanı sıra protein, şeker, yağ ve çeşitli
mineralleri de içeren zengin bir üründür. Çorbası yapılır yada garnitür veya salata olarak
yenir. Süs kuşkonmazları içerisinde en yaygınlarından biri olan tül kuşkonmazı tüy gibi
ince, hoş görünümlü yaprakları için yetiştirilen bir saksı bitkisidir. Bitkinin yaprakları
çiçekçilikte buket hazırlamakta da kullanılır.
YETİŞTİRİCİLİĞİ
Bitkisel Özellikleri
Kuşkonmaz Asparagus officinalis L. çok yıllık bir bitki olarak uzun yıllar boyunca
yetiştiriciliği yapılır. Depo kökleri ve rizomlar olarak adlandırılan kompakt gövde
parçaları ile toprakaltı aksamı olarak bulunur. Rizomlar ve kök besin depolar,
kuşkonmazın gövdesi veya kök kısımları yenilir. Eğer gövde kısımları hasat edilmezse;
çalı formundaki bitkiler gibi hızlı bir büyüme gösterir ve yaklaşık 1.20 metre ya da daha
fazla uzunluğa ulaşır. Yapraklar karbonhidrat üretir bu da köklerde depolanır.
Kuşkonmaz Asparagus officinalis L. bitkisi hem erkek ve dişi organları farklı bitkiler
bünyesinde bulundurur. Farklı bitkiler üzerinde bulunan çiçekler sonbaharda kırmızı
küçük meyveler üretir. Dişi bitkiler aynı anda dikilen erkek bitkiler kadar uzun
yaşayamazlar.
İklim Gereksinimleri
Kuşkonmaz Asparagus officinalis L. bitkisi serin iklim bitkisidir ve yetişme sezonu
boyunca don olmayan serin iklimleri tercih eder. Sıcaklık ve lokasyondaki değişiklikler
kimyasal kompozisyonu ve tarımsal özelliklerini etkiler.
Toprak İstekleri
Kuşkonmaz Asparagus officinalis L. bitkisi iyi drenajı yapılmış her toprakta hayatta
kalacaktır. Asparagus yetiştiriciliği için en iyi toprak tipi kumlu killi topraklar gibi
derin, gevşek topraklardır. Ağır tekstürlü kil ve sığ topraklarda kök gelişmesini
kısıtlayacağından dolayı iyi kök gelişimi sağlamadan ekim yapmaktan kaçınılmalıdır.
Çok kumlu topraklar sağlıklı kuşkonmaz gelişimi için yeterli nem tutamayabilir. Bahar
dönemindeki ılıman toprak sıcaklıkları erken gelişme ve hasadı ilerletir. Bu oldukça
soğuk havada yavaş bir şekilde gelişen kuşkonmaz gövdeleri için dezavantaj olabilir ve
toprak üstü aksamını don zararına uğratabilir. Kuşkonmazın en iyi yetiştiği toprak pH’
sı 6.0 ila 6.5 arasındadır.
Gübreleme Ve Kireçleme
Ekimden önce fosfat ve potasyum seviyelerini belirlemek için toprak numunesi alınır.
Ekimden önce kireç uygulanır ve 6-12-12 gübre veya ekimden önce eşit olarak
uygulanır ve her yıl hasattan sonra mutlaka gübreleme toprak analizlerine uygun olarak
yapılır. Nisan-Mayıs ayları içinde gübrelemeye başlanmalıdır. İlk gübrelemede 20-30
kg/da amonyum nitrat veya amonyum sülfat, Haziran-Temmuz arasında da aynı
miktarda 2. Bir azotlu gübreleme yapılmalıdır. Sonbahar aylarında toprak üstü aksam
gelişmesini tamamlar ve bunlar toprak seviyesinden kesilir ve atılır. Sonbaharda gerekli
92
Kuşkonmaz (Asparagus Officinalis L.) Bitkisinin Tanımı, Yetiştiriciliği Ve Farklı Bitki Kısımlarının Tıbbi Özellikleri
Lale EFE¹, Sevtap KARTAL², Emre DOĞRULUK³
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
ise organik gübreleme yapılır. Ayrıca 40-50 kg/da süperfosfat verilir ve toprak işlenerek
düzeltilir.2. yıl: Bir önceki yılda yapılamamış eksikler tamamlanır. Hasat yapılmaz. Bir
önceki yıl yapılan işlemler tekrarlanır.
Ekim ve Bitkilerin Yerleştirilmesi
Kuşkonmaz bitkisinin yetiştiriciliğine dormant halindeyken erken ilkbaharda Şubat ya
da Mart aylarında tohumdan başlanabilir. Kuşkonmaz tohumunun çimlenmesi yavaştır
ve yabancı ot kontrolü zor olabilir. Tohumdan yetiştirilen bitkiler ilkbaharda kalıcı
yataklarına şaşırtılır; bu yüzden tohumdan yetiştirilen kuşkonmaz bitkisi stabil gelişme
için uzun bir süreye ihtiyaç duyar. 1 yaşındaki dormant halinde taca sahip kuşkonmaz
bitkisi dikim için tercih edilebilir. Bu durum en azından 1 yıl hasadı öne alacaktır ve ilk
yılda zayıf fidelerin ayıklanmasını kolaylaştıracaktır. 15 ila 20 cm derinliğinde açılan
karıklara fideler dibinden yerleştirilir. Bitki arası mesafe 38 ila 45 cm mesafede sıra zeri
mesafe ise; 7.5 ila 10 cm arasında olmalıdır.
Sulama
İlk gelişme sezonu boyunca haftada bir kez toprak doygunluğa gelecek şekilde sulama
yapılmalıdır. Eğer yağış olmazsa 2.5 cm’lik toprak seviyesinde ihtiyaç duyabilir. İlk
gelişme sezonundan sonra diğer haftalarda yapılan her sulama aralığı genellikle yeterli
olacaktır. 5 cm kalınlığındaki organik malç tabakası çam iğne yaprağı yada dökülmüş
yapraklar toprak üzerinde dikkate değer bir şekilde nem tutma özelliği gösterir ve
yabancı ot gelişimini engellerler. Malç tabakası kış boyunca toprak nem düzeyindeki
dalgalanmaları azaltarak kök tacının zararlanmasını azaltacaktır. Azar azar ya da
damlama sulama; yağmurlama sulama tertibatına göre yaprak hastalık olasılıklarını
azaltması yönüyle tercih edilebilir. Bu sistemler etkin kök derinliğindeki nemi
sağlayacak şekilde yaklaşık 2 saat veya daha fazla çalıştırılabilir.
Yabancı Ot Kontrolü
Yabancı otlar kuşkonmaz bitkisinin iyi bir performans gösterebilmesi için mutlaka
kontrol edilmelidir. Kültüvatör, çapa, rototillerle uzaklaştırılabilir, ya da çekilebilir fakat
bu işlem yapılırken kuşkonmaz bitkisi köklerine zarar vermekten kaçınılmalıdır. Çim
parçaları veya saman yaprakları sonbaharda yaprak ölümünden sonra 5 ila 7 cm toprak
derinliğinde uygulanması yabancı ot kontrolüne yardımcı olur. Bu uygulama yıl
boyunca yabancı otları azaltacaktır. Kuşkonmaz gövdesi baharda malç tabakası içinden
çıkacaktır. Kuşkonmazda yabancı ot kontrolünde tuz bazlı herbisit kullanımından
kaçınılmalıdır. Herbisit kullanımı ile toprakta seviyesi arttıkça verim azalmasının yanı
sıra kuşkonmaz dikim ömrünü kısaltır.
Hastalık ve Zararlı Kontrolü
Kuşkonmaz bitkisinin kök ve kök tacı pas ve Fusarium’a karşı hassastır. Pas küçük,
gövde üzerinde toprak yüzeyine yakın kırmızımsı – sarı lekeler halinde görülür. Sporlar
rüzgar ve diğer tüm bitkiler enfekte olmuşsa yeterli nem varsa dağılmaya başlarlar. Pas
en etkin bir şekilde bu hastalığa karşı dayanıklı çeşitler ekilmesiyle kontrol edilebilir.
Fungus toprakta büyür ve uzun yıllar varlığını devam ettirir. Fusarium bulunan
Kuşkonmaz gövdeleri kahverengi yüzey renk bozukluklarıyla enfekte olduğunu
göstermeye başlar. En iyi mücadele dayanıklı çeşit kullanımına ek olarak eski
kuşkonmaz yataklarına ekim yapmaktan kaçınarak iyi drene edilmiş topraklarda ekim
yapmaktır. Kuşkonmaz sinekleri kuşkonmaza zarar veren başlıca zararlıdır. Bu zararlı
genellikle nisan ayında görülür. Dişi sinek taze sürgünlerin hemen kabuk altına tek tek
yumurta bırakır. Bu larvalardan dolayı sürgün tek yönde büyür ve eğilir. Zarar gören bu
Kuşkonmaz (Asparagus Officinalis L.) Bitkisinin Tanımı, Yetiştiriciliği Ve Farklı Bitki Kısımlarının Tıbbi Özellikleri
Lale EFE¹, Sevtap KARTAL², Emre DOĞRULUK³
93
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
sürgün daha sonra kurur. Bu sürgünler hemen belirlenip kesilerek yakılmalıdır. 1/4 inch
uzunluğunda, siyahımsı sinekler sarıdan turuncuya değişen tonlarda kanatlara sahiptir.
Erginler bahçe etrafında ki atıklarda ve eski kuşkonmaz gövdelerinde kışı geçirirler.
Erginler genç sürgünlerde beslenirler ve siyah yumurtalarını yaprak ve çubuklara
yerleştirirler. Bu zararlı genellikle nisan ayında görülür. Dişi sinek taze sürgünlerin
hemen kabuk altına tek tek yumurta bırakır. Bu larvalardan dolayı sürgün tek yönde
büyür ve eğilir. Zarar gören bu sürgün daha sonra kurur. Bu sürgünler hemen belirlenip
kesilerek yakılmalıdır. Yumurtadan çıkan larva bitki üzerinde beslenmeye başlar ve
yaprakların çoğuna zarar verir. Bu zararlının konakladığı eski bitki artıkları yok edilerek
mücadele edilir.
Hasat
Kuşkonmaz bitkisi dikimi yapıldığı yıl hasat edilmemelidir. İkinci yıl yapılan seyrek
hasat tepe taç üzerindeki tomurcuk sayısını artıracak ve sonuç olarak daha yüksek verim
sağlanacaktır. Üçüncü yılda hasat 4 hafta ve daha sonraları 6 ila 8 hafta sürecek şekilde
geçekleştirilir. Bu sonuç geleneksel yöntem olan toprak seviyesinin aşağısından
çubukları kesme metoduna göre bitkiye daha az hastalıklara yakalanma olasılığı ve daha
sürgün vermemiş genç çubukların daha az zarar görmesini sağlar (2).
TIBBİ ETKİLERİ VE KULLANILDIĞI DURUMLAR
Anti-İnflamatuar ve Anti-Oksidan Faydaları
Besin içeriği açısından bakıldığında kuşkonmaz göz ardı edilmeyecek bir sebzedir.
Özellikle folik asit, potasyum, C ve K vitaminleri ve lif içeriği bakımından oldukça
zengin, diğer taraftan kalori içeriği düşük olduğundan sağlıklı diyet için iyi bir sebzedir.
100 gr taze kuşkonmazda günlük gereken folik asidin %60’ı ve K vitamininin
%100’ünden fazlası bulunmaktadır (3).
Ayrıca yüksek miktarlarda içerdiği rutin maddesi damar duvarlarını
kuvvetlendirmesinden dolayı hemoroit hastalığının tedavisinde etkin rol oynamaktadır
(4).
Asparagus offcinalis L. içerdiği fenol bileşiklerine bağlı olarak antioksidan özellik
göstermektedir. Yapılan çalışmalar bitkinin sapı boyunca büyüme oranının değiştiğini
göstermektedir. Asparagus offcinalis L.’ nin taze kökünde kafeik asit, taze
sürgünlerinde sitrik ve glikolik asit bulunmaktadır (5).
Kuşkonmaz diğer birçok sebze ile karşılaştırıldığında çok yüksek bir solunum oranına
sahiptir. Yaygın olarak tüketilen kuşkonmaz (Asparagus officinalis L.) da bol miktarda
saponin, asparanin A, sarsasapogenin ve protodioscin içermektedir. Saponinler antiinflamatuar ve anti-kanser özelliklere sahip olmakla birlikte, kan akışı ve kan şekeri
regülasyonunda yardımcı olur. Ayrıca kan yağ düzeylerinin kontrolünde de faydalı
olduğu belirlenmiştir (6).
Asparagus officinalis L. inülin açısından zengin konsantrasyonlar içerir. İnulin prebiotik
olduğundan bağırsak florasındaki bakterilerin gelişimini teşvik eder. Diğer
karbonhidratların aksine, inülin sindirim sisteminin ilk bölümlerinde parçalanmaz ve
kalın barsağa kadar sindirilmeden ulaşır. Kalın bağırsağa geldikten sonra, bazı bakteri
türleri (Laktobasil ve Bifidobacteria gibi) için ideal besin kaynağı olurlar. Prebiyotikler
daha iyi besin emilimi, alerjileri ve kolon kanseri risklerinin azalmasını sağlar. Bu
nedenle inülin içeren gıdalar listesine kuşkonmazı eklemek çok doğru olur.
Kuşkonmazın bu oranda inülin içermesi ona lif ve protein açısından da zenginlik
sağlamaktadır.
94
Kuşkonmaz (Asparagus Officinalis L.) Bitkisinin Tanımı, Yetiştiriciliği Ve Farklı Bitki Kısımlarının Tıbbi Özellikleri
Lale EFE¹, Sevtap KARTAL², Emre DOĞRULUK³
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Kuşkonmaz çok güçlü miktarda anti-inflamatuar ve antioksidan besin maddesi
içermektedir. Bundan dolayı bazı kanser risklerini azaltacağı düşünülmektedir.
Kuşkonmazın antioksidan özelliğinin içerdiği fenol maddesine bağlı olduğu, bu
maddenin miktarının ise bitkinin yetişme koşullarına ve varyasyonlarına bağlı olarak
değiştiği bilinmektedir. Ayrıca fenol içeriği bitkinin kaynatılmasıyla azaldığı için
antioksidan özellik de azalabilir. Bitkinin filizleri, kökü ve kök sap kısmı tıbbi
amaçlarla kullanılmaktadır. Bitkinin genç sürgünleri flavonoidler, steroid, saponinler
gibi birçok bileşenin yanı sıra bol miktarda lif, folik asit, C vitamini, E vitamini, bakır,
demir, potasyum ve fosfor içeriğinden oldukça zengin bir besin maddesidir. Bitki
sürgün başları mineral açısından en zengin kısımlardır. Kuşkonmazın kök- sap kısmı ise
steroid saponinler açısından zengindir.
Kuşkonmaz diğer birçok sebze ile karşılaştırıldığında çok yüksek bir solunum oranına
sahiptir. Yaygın olarak tüketilen kuşkonmaz (Asparagus officinalis) da bol miktarda
saponin, asparanin A, sarsasapogenin ve protodioscin içermektedir. Saponinler antiinflamatuar ve anti-kanser özelliklere sahip olmakla birlikte, kan akışı ve kan şekeri
regülasyonunda yardımcı olur. Ayrıca kan yağ düzeylerinin kontrolünde de faydalı
olduğu belirlenmiştir (7).
KAYNAKLAR
1.
http://en.wikipedia.org/wiki/Asparagus (02.08.2014)
2.
SAMS W. D. Growing Asparagus in Home Gardens. Agricultural Extension
Service The University of Tennessee SP291-R.
3.
Anon., 2006. http://www.asparagus.org/maab/nutrition.html
4.
Peirce, L.C. 1987. Vegetables: Characteristics, production and marketing. John
Wiley & Sons Inc. New York. NY, USA.
5.
G. Ayşegül, Asparagus spp. Türlerinin Taşıdığı Etken Bileşikler ve
Kullanılışları Ankara 26(1)52-75, 1997.
6.
K. İsmail, F. A.,Biologiceffects of saponins, Fatih, Kocatepe Vet J (2008) 1: 8996
7.
W. L. Jong, H. L. Jeong, BioactiveCompounds, Antioxidantand Binding
Activities and SpearYield of Asparagus officinalis L., 4 May 2014, ScienceBusiness Media New York 2014.
Kuşkonmaz (Asparagus Officinalis L.) Bitkisinin Tanımı, Yetiştiriciliği Ve Farklı Bitki Kısımlarının Tıbbi Özellikleri
Lale EFE¹, Sevtap KARTAL², Emre DOĞRULUK³
95
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Bu sayfa boş bırakılmıştır.
96
Kuşkonmaz (Asparagus Officinalis L.) Bitkisinin Tanımı, Yetiştiriciliği Ve Farklı Bitki Kısımlarının Tıbbi Özellikleri
Lale EFE¹, Sevtap KARTAL², Emre DOĞRULUK³
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Türkiye’deki Tarla Bitkileri Tarımında Doğrudan Ekim Çalışmaları
Elde Edilen Kazanımlar ve Geleceğine Yönelik Öneriler
İrfan Gültekin*¹ Hafiz Muninjanov², Serpil Gültekin¹
¹Bahri Dağdaş Uluslararası Tarımsal Araştırma Enstitüsü KONYA, ²FAO Alt Bölge Temsilciliği
ANKARA, *[email protected]
ÖZET
Tarla bitkileri tarımında bitki gelişimi, toprak-su muhafazası ve mekanizasyon işlemleri için istenilen ortamı
oluşturmak amacıyla toprak işleme yapılmaktadır. Ancak artan ihtiyaçlarla birlikte geniş alanların tarıma açılması ve
toprak işlemenin kolaylaşarak yoğunlaşması başta erozyon olmak üzere toprak ve su kaynaklarının etkili ve
sürdürülebilir bir yapıdan uzaklaşmasına neden olmaktadır. Gözlenen sorunların giderilmesi için değişik bölgelerde
doğrudan ekim olarak adlandırılan ve ekim öncesi dönemde tarlada hiç bir toprak işleme yapmadan üretim yapılan
sistemde çalışmalar yürütülmüştür. Çalışmalarda doğrudan ekim yönteminin uygulanması sonucunda toprak agregat
stabiletesinin, organik madde ve toprak neminin arttığı belirlenmiştir. Elde edilen ürün verimlerinin çalışma yapılan
koşullara göre değişim gösterdiği ifade edilmektedir. Doğrudan ekim daha az üretim girdisiyle ürün yetiştirilmesine
olanak veren bir sistem olduğu için, kesinlikle daha karlı bir üretim modeli olarak görülmüştür. Bu sonuçlar ışığında
farklı bitkileri doğrudan ekim yapabilecek nitelikte yerli makine üretimleri başlamıştır. Elde edilen bu gelişmelerin
yansıması olarak çok az da olsa üreticiler uygulamaya aktarmıştır. Fakat henüz başlangıç aşamasında olan doğrudan
ekimden beklenilen faydaların kazanılabilmesi için, sistemin uygun ekim nöbetleri ile tarlada mümkün olduğunca
anız bırakmaya dayalı olarak ve iyi bir ekim makinesi ile yürütülmesi gerekmektedir. Uygulamanın genişlemesi doğal
kaynakların gelecek nesillere sağlıklı ve verimli bir yapıda bırakılmasına yardımcı olması yanında iklimsel olaylara
bağlı ortaya çıkan sorunların etkilerinin daha aza indirgenmesine yardımcı olacaktır.
ABSTRACT
Tillage aims to create a soil environment favorable as soil-water storage and mechanization of operations to field
crops plant growth. However, with the increasing need for opening large areas of agricultural and facilitating tillage,
particularly causes erosion. At the same time soil and water resources are not use in efficiently and being sustainable
is removed. To overcome the problems observed in different regions, several studies have been conducted in the
called direct sowing system, in this systems based on without tillage before planting in the field. Studies as a result of
the implementation of direct sowing methods of soil aggregate stability in organic matter and soil moisture were
increasing. The resulting product yields which vary according to the conditions under study are expressed. On the
other hand direct sowing with less production inputs because it is a system that allows products to be grown,
definitely a production model was seen as more profitable. According to these results, direct sowing machine have
begun production domestically. Obtained as a reflection of these developments very little farmers have started of
practice. But, the direct sowing in its early stages in order to gain the expected benefits of the system with the
appropriate crop rotation on the basis of leaving stubble in the field as much as possible and should be carried out
with a good seeder. The expansion of the application of natural resources for future generations to a healthy and
productive to help the next generation release, due to climatic events is reduced to less than the impact of emerging
issues will help.
ANAHTAR KELİMELER: Tarla Bitkileri, Toprak İşleme, Sürdürülebilirlik, Doğrudan Ekim,
Türkiye’de Tarla Bitkileri Tarımı
Türkiye’de uzun yıllar ekonominin temel unsuru olarak ülke gelişime katkı sağlayan
tarımda tarla bitkileri ekim alanı olarak sahip olunan 21 384 000 ha alanın % 27,8’i
sulanabilmekte ve % 1,2’de ikinci ürün tarımı yapılmaktadır (Anonim 2012). Tarla
bitkilerinde üretim alanı, üretim miktarı ve yetiştiren üretici sayıları bakımından ülkenin
genelinde en yüksek değer serin iklim tahıllarına aittir. Tahılların içerisinde ise açık ara
önde olan buğdayı arpa takip etmektedir. Ekim alanı bulduğu bölgelerde şekerpancarı,
pamuk, mısır, ayçiçeği, nohut ve mercimek çiftçiler için önemli bitkilerdir. Bölgesel
olarak, patates, çeltik, tütün, fasulye, haşhaş, yerfıstığı, susam, anason ve kimyon ilgi
görmektedir. Aspir, soya ve kolza gibi bitkiler ise yapılan desteklemeler paralelinde
kendisine ekim alanı bulabilmektedir. Son yıllarda yem bitkileri ekimlerinin ve
hayvancılığın teşvik edilmesi ülke genelinde tarla bitkileri tarımında yem bitkilerine
olan ilgiyi artırmıştır. Ekim alanlarında yer bulan serin iklim tahılları, mercimek, nohut,
fasulye, kimyon, aspir, haşhaş, tütün, anason, kolza ve kısmen ayçiçeği sulanmadan
yetiştirilebilir olmakla birlikte imkanlara göre sulanabilmektedir. Ancak şekerpancarı,
mısır, pamuk gibi bitkilerin sulanması gereklidir.
Türkiye’deki Tarla Bitkileri Tarımında Doğrudan Ekim Çalışmaları Elde Edilen Kazanımlar ve Geleceğine Yönelik Öneriler
İrfan Gültekin*¹ Hafiz Muninjanov², Serpil Gültekin¹
97
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Çizelge 1. Türkiye’de Tarım alanlarının dağılımı (Milyon ha)
Tarım Alanı
Toplam İşlenen Alan
Tarla Bitkileri Ekim Alanı
Nadas Alanları
(milyon ha)
21 384
16 333
4 249
%
100
76,37
19,86
Tarla bitkileri üretiminde birkaç istisna dışında ekonomik araçlarla yönlendirilme
yapılmaya çalışılmaktadır. Bu amaçla ürünler için alım fiyatları, ürün destekleme
primleri ve ithalatında konan vergi oranları kullanılmaktadır. Kooperatifler tarafından
yönlendirilen şekerpancarı tarımında üretim planlamasının yanında ekim nöbeti şartı
aranmakta ve aynı tarlaya dört yılda bir kez ekime müsaade edilmektedir. Haşhaş tarımı
izin verilen bölgelerde belge almak suretiyle kontrollü olarak yapılırken yalnızca
tohumları serbest ticarete konu olabilir. Bunun dışında bitkilerde bölgesel olarak
görülen hastalık ve zararlı kaynaklı bir sorun olduğunda örneğin patateste olduğu gibi
ekimi engelleyen ve oluşan zararı telafi eden uygulamalara yer verilmektedir. Bu
uygulamalar dışında kalan ve narkotik özellik içermeyen bitkiler ise çiftçilerin kendi
isteklerine göre karar verip ekimini yapmakta ve ürünleri piyasa koşullarına bağlı olarak
değerlendirmektedir. Ancak tohumluk üretimi yapan firmalar üretici ile sözleşme
yapmakta ve bir takım uygulamalara da müdahil olmaktadır.
Üreticilerin pratiklerine yön veren tarımsal araştırma faaliyetlerinin öncelikli hedefi:
Yetiştirilen ürüne ait verimi en yüksek noktaya taşıyacak uygulamaların belirlenmesi
olmuştur. Bu amaçla, toprak işleme yöntemleri ve bu yöntemler içerisinde kullanılacak
alet ve makineler, sulama zamanı verilecek su miktarı uygulama yöntemi, verilecek
gübre miktarı, çeşidi ve uygulama zamanı, hastalık ve zararlılarla yapılacak mücadele
yöntemleri, yöreye uygun ekim nöbetleri ve ekim zamanlarının belirlenmesi gibi
çalışmalar yürütülmüştür. Bu çalışmalarda ilk önceleri ele alınan konuların verime olan
etkileri üzerinde durulmuş ve uygulamaların verimi etkileme nedenleri irdelenmiştir.
İlerleyen yıllarda ise uygulama konularının toprağın fiziksel, kimyasal ve biyolojik
yapısında meydana getirdiği değişimlerde araştırma konuları içine dahil edilmiştir.
Değişen ekonomik koşulların zorlamasıyla uygulamada yer bulan işlemlerin temel
prensiplerinin korunarak girdi maliyetlerini aşağıya çekebilmek için daha ekonomik
üretim arayışları ön plana çıkmıştır. Elde edilen sonuçların üretime aktarılmasında bazı
sorunlar yaşansa da genel olarak üreticiler geliştirilen teknikleri zaman içerisinde
benimsemiştir. Bu tekniklerin içerinde geleneksel toprak işleme ülke genelinde yoğun
ilgi görmektedir.
Tarla Bitkileri Tarımında Toprak İşleme
Bitki gelişimi, toprak-su muhafazası ve mekanizasyon işlemleri için istenilen ortamın
oluşturulması amacıyla farklı yöntemlerle toprak koşullarını değiştirmeye ve
iyileştirmeye yönelik olarak toprağın elden geçirilmesi işlemi toprak işleme olarak
tanımlanmaktadır. Türkiye’de toprak işleme yöntemleri ile ilgili olarak 1931 yılında
Numan Kıraç tarafından çalışmalar başlatılmıştır. Bu ve bunun devamında yapılan
çalışmalar da toprağın mutlaka işlenmesi gerektiği ve bu işlemeler için yapılma
zamanları ve kullanılacak aletlere ilişkin sonuçlar ortaya konmuştur. Yapılan desteklerin
ve gelişen makine ekipman parkının etkisiyle çiftçilerimizde kendilerine önerilen toprak
işleme yöntemlerini genel olarak benimseyip uygulamaya aktarmışlardır.
Zamanla artan toprak işleme maliyetleri ve 1980’li yıllarda ülke gündemine giren ikinci
ürün yetiştiriciliğinin getirdiği zaman kısıtlaması azaltılmış toprak işleme kavramının
ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yapılan çalışmaların ve artan maliyetlerin etkisiyle
98
Türkiye’deki Tarla Bitkileri Tarımında Doğrudan Ekim Çalışmaları Elde Edilen Kazanımlar ve Geleceğine Yönelik Öneriler
İrfan Gültekin*¹ Hafiz Muninjanov², Serpil Gültekin¹
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
birlikte bazı yörelerde ilk toprak işleme aleti olarak kullanılan soklu pulluğun yerine
tandem disk ve çizel geniş alanlarda kullanıma girmiştir. Aynı dönemlerde ikincil
toprak işleme aletlerinden olan kültivatör çok daha geniş alanlarda ilgi görmüş ve
ikincil toprak işleme aleti olarak kullanılmaya başlamıştır. Fakat bu uygulamalar
genelde kullanılan ekipman düzeyinde farklılaşma yarattığı için çiftçi geleneklerini
değiştirmeye yeterli olmamıştır. Aksine bu süreçte yapılan toprak işlemelerin daha
ekonomik olabilmesi adına anız yakma ülke genelinde yaygınlaşan bir uygulama halini
almıştır. Dolayısı ile azaltılmış toprak işleme yönteminin çok geniş alanlarda ve etkili
bir yöntem olarak uygulandığını söylemek oldukça zor olup, ülkemiz tarla bitkileri
tarımında bu gün için geleneksel toprak işlemenin en yaygın uygulama olduğu
görülmektedir (Gültekin 2012). Yapılan toprak işleme ile tohum yatağı hazırlığı
yabancı ot, hastalık ve zararlı kontrolü, bitki artıkları, anız, gübre ile bazı kimyasalların
toprağa gömülmesi, tarlanın sulamaya hazırlanması, rüzgâr ve su erozyonunun
azaltılması, infilitrasyonun artırılması, yağmur suyunun tarlada tutulması gibi amaçlar
gözetilmektedir. Ancak uygulamada çiftçiler tarla yüzeyinin temiz ve keseksiz olmasını
arzu ederler, bunu gerçekleştirmek içinde çok sayıda toprak işleme yapmaktadırlar.
Dolayısı ile yapılan işleme sayısı ve kullanılan alet kombinasyonu amaca, bölgeye,
zamana, hasat edilen ürünün tarlada bıraktığı anıza ve toprak yüzeyinin çiftçi isteğine
göre şekillenmesine bağlı olarak değişkenlik göstermektedir.
Dünya’da Doğrudan Ekim
Toprak işleme faaliyetlerinin çevre üzerinde olumsuz etki yaptığının 1930’ lu yıllarda
ABD oluşan toz fırtınalarından sonra belirlenmiş olmasıyla yeni arayışların içerisine
girilmiştir (Anonim 2007). Bu arayışların içerisinde başlangıçta toprak işleme sayısını
azaltma ve daha sonra doğrudan ekim gibi yöntemler üzerinde çalışmalara ağırlık
verilmiştir. Ancak özellikle yabacı otların oluşturduğu sorunlar toprak işlemenin elzem
bir uygulama olarak gelenekselleşmesine zemin hazırlamıştır. Fakat ilerleyen zaman
içerisinde yabancı ot sorununun işlenen alanlarda görülmesi bir yanda kimyasal
mücadele yöntemlerinin gelişmesine katkı sağlamış diğer yandan ekim nöbeti ve
bitkilerle tarla yüzeyini kaplı tutma gibi yöntemlerinin uygulamaya kazandırılmasının
yolunu açmıştır. Yaşanan bu gelişmelerin yanı sıra artan üretim maliyetleri ve
topraklarda ortaya çıkan sorunların giderek artması toprak işlemenin alternatifi
olabilecek sistemlerin üzerinde tekrar durulması gerektiğini gündeme getirmiştir. Bu
kapsamda 1970 yıllarda Güney Amerika daha sonra kıtasının tamamında geçmiş
dönemin aksine çok başarı sonuçlar ortaya konmuş olması dünyanın farklı kesimlerinde
konuya ilişkin ilgiyi artırmıştır. Yapılan çalışmalardan elde edilen başarılı sonuçların
etkisiyle 1980 yıllarda dünyada yaklaşık 5 milyon ha alanda yapılan doğrudan ekim
2010 yıllarda 120 ha alana yükselmiştir (Serraj ve Siddique 2012). Kısa zamanda bu
kadar geniş alanlarda uygulamaya geçilmiş olmasının arkasında ise yağmur sularının
toprağa giriş miktarı ve hızını artırması, yüzey akışlarıyla kaybolan suyu engellemesi
buharlaşma yoluyla topraktan kaybolan suyu aza indirgemesini sağlayarak toprakta
daha fazla su tutularak üretim amacıyla kullanılmasına yardımcı olmasıyla su
kaynaklarının etkin kullanımına yardımcı olmuştur. Yağmur damlalarının toprak
yüzeyine çarpmasıyla oluşturduğu zararları azaltmasıyla birlikte toprakların yatay ve
düşey erozyona yoluyla taşınmasına engel olması, kök bölgesinde biyolojik aktiviteyi
çoğalması, hava koşullarının oluşturduğu ekstrem sıcaklık değerlerinin toprağa dolaysı
ile bitkiye verdiği olumsuz etkisi azaltması, inorganik maddeye dönüşüm hızı
yavaşlatarak toprak organik madde artışına zemin hazırlaması toprak kaynaklarının
sürdürülebilir bir yapıda tarımsal üretim modelini getirmiştir. Ayrıca toprakta daha fazla
karbon tutulmasına ve karbondioksit salınımı azaltması ve başta gübre olmak üzere
Türkiye’deki Tarla Bitkileri Tarımında Doğrudan Ekim Çalışmaları Elde Edilen Kazanımlar ve Geleceğine Yönelik Öneriler
İrfan Gültekin*¹ Hafiz Muninjanov², Serpil Gültekin¹
99
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
diğer kimyasalların kullanımı düşürerek çevre dostu bir tarım yapılmasına olanak
sağlamıştır. Doğal kaynaklar üzerindeki bu olumlu katkılarının çıktı olarak çiftçilere
yansıması ise işgücünden tasarruf edilmesine, yakıt tüketiminin azaltılmasına, üretimin
farklılaşması ile işgücü isteği farklı zamana yayılmasına böylece ve gelir dağılımı
çeşitlendirilmesine yardım ederken üretim maliyetleri düşürmekte ve verimleri de
artırmaktadır Serraj ve Siddique 2012).
Günümüzde toprak işleme uygulamaları, uygulama amacına yönelik olarak; geleneksel
toprak işleme ve koruyucu toprak işleme olarak iki temel yöntem içerisinde
değerlendirilmektedir (Korucu ve ark. 1998). Geleneksel toprak işleme yönteminde
ürün artıklarının büyük bir bölümü toprağa gömülmekte, ekimden sonra toprak
yüzeyinde % 30’dan daha az artık bırakılmaktadır. Genellikle kulaklı pulluk, diğer
toprak işleme aletleri ile birlikte kullanılmaktadır (Korucu ve ark 1998, Aykas ve ark.
2010). Koruyucu toprak işlemede, toprağı devirerek işleyen pulluk ve benzeri alet
kullanmadan ekim sonrasında toprak yüzeyinin en az % 30’u ön bitkiye ait artıklarla
kaplıdır (Aykas ve ark. 2010).
Hasattan itibaren ekime kadar geçen dönemde herhangi bir nedenle toprak işleme
yapılmadan ve ekimin ön bitkiye ait anızlarla kaplı tarlada % 20’ den daha az yüzey
toprağının açılarak yapıldığı sistem doğrudan ekim olarak adlandırılmaktadır (Clabtree
2009). Doğrudan ekim genellikle koruyucu toprak işleme içerisinde değerlendirildiği
gibi bazen toprak işlemesiz tarım olarak ta ele alınmaktadır ( Aykas ve ark. 2010).
Dünyada bu gelişmeler yaşanırken ülkemizde konuya kayıtsız kalmamış 1990 yıllardan
itibaren sürdürülebilir tarım anlayışıyla, doğal kaynakların korunması ve
geliştirilmesine yönelik araştırma çalışmaları da başlanılmıştır. Bu çalışmalar içerisinde
ekim öncesinde herhangi bir nedenle toprak işleme yapmadan uygulanan doğrudan ekim
önemli bir yer tutmuştur. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ve üniversite
bünyelerinde araştırma projelerinde kendi koşullarımızda uygulanabilirliği
incelenmiştir.
Türkiye’de Doğrudan Ekim
Her ne kadar ülkemizde doğrudan ekimin konu edildiği ilk çalışma 1970 yıllarda
yürütülmüş ve başarısız olarak görülmüş (Yeşilsoy, 1972) olsa da son yıllarda 20’yi
aşkın proje tamamlanmıştır. Doğrudan ekim 30’un üzerinde yüksek lisans ve doktora
tezine konu olurken 130’a yakın bilimsel yayında yer almıştır. Konu Ege Üniversitesi
Ziraat Fakültesi Tarım Makinaları Bölümü öncülüğünde başlatılan ve devam ettirilen 6
çalıştayda değerlendirilmiştir. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın uygulama
projesi olan ÇATAK (Çevresel Amaçlı Tarım Alanları Kullanımı)’da yer alırken
bakanlığın farklı il ve ilçe müdürlüklerince üreticilerinde içinde olduğu projeler
uygulanmaktadır (Gültekin 2012). Bu çalışmaların sonuçlarına göre toprakların
işlenmesi bazı sorunları da beraberinde getirdiği için doğrudan ekim ülkemizde
uygulanması gereken bir yöntemdir. Çünkü ülke tarım alanlarının % 69 unda toprak
organik madde içeriğinin düşük olmasına, anızların sürekli yakılması veya toplanması,
yüzey erozyonun büyük boyutlarda olması, uygun ekim ve ekim nöbetinin olmayışını
ve ortalama hava sıcaklığının yüksek olması neden görülmektedir (Okur ve ark, 2003).
Pullukla ile devamlı toprak işlemede bunu tetikleyen bir etkendir (Akkuş ve Bayat,
1993). Ryan ve ark (2011) göre işleme yılının artışına paralel olarak organik madde
içeriği düşmektedir. Çünkü işlenen topraklarda oluşan macroporeların oksidasyon ve
nitrikikasyonu teşvik etmesi sonucunda organik madde kısa zamanda inorgonik hale
dönüşmektedir (Tosun, 1975). Nitekim Işıldar (1998) toprak organik madde içeriği
üzerinde toprak işleme yönteminin etkili olduğunu ancak doğrudan ekimde özellikle ilk
100
Türkiye’deki Tarla Bitkileri Tarımında Doğrudan Ekim Çalışmaları Elde Edilen Kazanımlar ve Geleceğine Yönelik Öneriler
İrfan Gültekin*¹ Hafiz Muninjanov², Serpil Gültekin¹
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
5 cm derinlikte her zaman daha yüksek oranda organik madde miktarına tanık olduğunu
ifade etmiştir. Barut ve ark (2007) göre doğrudan ekimde organik madde içeriğinin
arttığını, Yalçın ve ark (2008), organik madde içeriğinin doğrudan ekimde, azaltılmış
toprak işleme ve geleneksel toprak işlemeye göre daha yüksek olduğu sonucuna
ulaşmışlardır.
Toprak işleme kuru tarım alanlarında yapılan nadasla toprak nem içeriğini artırmaya
yönelik bir uygulama olarak bilinmektedir. Toprak işleme yöntemlerinin ve
zamanlarının toprak nemi üzerinde etkisi bu yargının oluşumunu desteklemektedir.
Fakat doğrudan ekim yönteminin çalışmalara dâhil edilmesiyle birlikte ekim öncesinde
en yüksek nem değerine doğrudan ekimde ulaşıldığı görülmüştür (Bayhan ve ark, 2006,
Arısoy ve ark, 2009).
Toprağın fiziksel özelliklerinden olan agregat stabilitesinin toprak işlemeden olumsuz
etkilediği işlenmeyen veya daha az işlenen toprakların da iyi agreget yapısına sahip
oldukları görülmüştür (Özpınar ve Çay, 2006, Öztürkmen ve Kavdır, 2012). Toprak
penetrasyon dirençlerinin doğrudan ekim yönteminde artığı tespit edilmiştir (Barut ve
ark, 2007, Çarman ve Marakoğlu, 2008), Yalçın ve ark, 2008 ve Çelik
2011).Toprakların hacim ağırlıklarının doğrudan ekimde artırdığı şeklinde (Yalçın et al
(2008), Çelik, 2011) görüşlere karşın düşürdüğünü ifade eden çalışmalarda mevcuttur
(Işıldar, 1998 ve Gürsoy ve ark 2011). Ayrıca yapılan çalışmalarda doğrudan ekimin
toprakta daha fazla karbon tutulmasına neden olduğu ve daha az CO2 çıkışı verdiği
tespit edilmiştir (Akbolat ve ark 2007). Elektriksel iletkenliğin doğrudan ekimde daha
düşük olduğu görülmüştür (Çelik 2011).
Doğrudan ekimin verim üzerine etkisi sıkça incelenmiş, çalışmalarında verimlerin
değişmediği yönünde çok sayıda sonuç varken, Yalçın ve ark (2008), Gültekin ve ark
(2011) verimlerin artığını ifade etmişlerdir. Sungur ve ark (1994), Bayhan ve ark
(2006), Çarman ve Marakoğlu (2008) ve Uzun ve ark (2012) ise verimlerin düştüğünü
söylemişlerdir. Fakat verimlerin bazı çalışmalarda düşük bile olsa ekonomisi üzerinden
yapılan tüm değerlendirmelerde doğrudan ekimin geleneksel üretim sistemine göre daha
ekonomik bir model olduğu görülmüştür (Sungur ve ark, 1994, Bayhan ve ark, 2006,
Barut ve ark, 2007, Çarman ve Marakoğlu, 2008, Gültekin ve ark, 2011 ve Uzun ve ark,
2012).
Elde edilen bu sonuçlara göre Türkiye’de doğrudan ekim yönteminin başarı ile
uygulanabilme şansının olduğu açığa çıkmaktadır. İzlenen tarım politikası içerisinde de
bulduğu yer, desteklemeler ve yapılan çalışmaların etkiyle makine üreticilerinin vermiş
oldukları katkının sonucunda doğrudan ekim yaklaşık 170 000 da gibi çok az bir alanda
da olsa uygulama alanına sahiptir (Gültekin 2012). Uygulamasının başlangıç
aşamasında olan doğrudan ekimin gerektiği şekilde yönetilmesi gerekir. Aksi takdirde
beklenilen fayda yerine mevcut koşullardan daha kötü sonuçların ortaya çıkması (Sayre
ve ark. 2006) muhtemeldir.
Doğrudan Ekimin Yönetilmesi
Doğrudan ekim çalışmalarda tespit edilen olumlu gelişmelerin yanında bazı
darboğazların olduğu farklı çalışmalarda vurgulanmıştır. (Yalçın ve ark (2003 ve
2008), ve Korucu ve ark (2009). Doğrudan ekimde başarı için toprağın işlenmemesi,
ekim nöbeti uygulaması ve anızların tarlada bırakılmasına ihtiyaç duyulmaktadır
(Kassam ve ark. 2012).
Toprakların işlenmeden ekimin sahip olunan doğrudan ekim makinesi ile yapılması
üreticilerin sisteme yönelmelerini sağlayan temel etkendir. Konuya ilişkin yaşanması
Türkiye’deki Tarla Bitkileri Tarımında Doğrudan Ekim Çalışmaları Elde Edilen Kazanımlar ve Geleceğine Yönelik Öneriler
İrfan Gültekin*¹ Hafiz Muninjanov², Serpil Gültekin¹
101
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
muhtemel sorun temin edilen makine ile ilgilidir. Ekim yapabilen iyi bir makine ile
sorun çözümlenebilir (Altıkat ve ark 2013). Ancak Korucu ve ark (2009) göre uygun
makine temininde problemler vardır. Fakat geçen yıllar içerisinde farklı firmaların
üretime yönelmesi ile günümüzde daha başarılı olabilen makinelerin üretimi
yapılmaktadır. Bu aşamada makine seçimine önem gösterilmesi halinde sorun
çözülebilir.
Doğrudan ekim konusunda yapılan çalışmalarda üst üste ekimler önerilmemiş aksine
doğrudan ekim sisteminde ekim nöbeti gerektiği şeklinde ifadelere yer verilmiştir (Avcı
ve ark 2003, Gültekin ve ark 2011). Ancak yapılan çalışmalar incelendiğinde ekim
nöbetine giren bazı bitkilerde yabacı ot olmak üzere çözülmesi gereken sorunların
olduğu ifade edilmiştir (Avcı ve ark 2003, Sürek 2004, Çarman ve ark 2009 ve Kaya ve
ark 2010). Yerel koşulların farklılığı dikkate alındığında ekim nöbetine girebilecek
bitkilerin bölgesel olarak belirlenmesi gereklidir. Belirlenecek bitkilerin mevcut iklim
ve toprak şartlarında maksimum gelir sağlayabilecek, nitelikte olması, sıraya alınan
bitkilerin birbirlerini karşılıklı olarak destekleyebilecek ve tamamlayabilecek bir şekilde
olması arzu edilir. Bunun içinde kök morfolojisi, adaptasyonları ve yetiştirme teknikleri
birbirinden farklı olan bitkilerin art arda sıralanması gerekir. Böylece bitkilerin aynı
zamanda toprağın farklı derinliklerinden faydalanmaları, topraktan kaldırdıkları
besinlerin farklı miktarlarda olması, hastalık ve zararlılar yönüyle ortak konukçu
olmamaları ve yabancı otların kontrol altında tutulması sağlanmış olur. Aynı zamanda
bitkilerinin işçilik ve bakım istekleri ile bunların zamanca dağılımları da farklılık
göstereceği için iş dağılımını değişik zamanlara yayar. Ekim nöbetinden beklenilen bu
faydaların yanında doğrudan ekim yöntemi içerisinde yabancı ot kontrolü için çok
önemli bir yere sahiptir. Yüzeyin bitki örtüsü ile kaplı olması ve seçilen bitki türleri
yabacı otların çimlenme ve çıkışını engelleme yolunda önemli katkılar vermektedir
(Chauhan ve ark. 2006). Seçilen bitkinin toprak yüzeyine bıraktığı bitki atıkları (anız)
sistemin kısa sürede verimli hale dönüşmesine yardımcı olacaktır.
Doğrudan ekimde toprak yüzeyinde bırakılan anız sistemde ekim yapılacak makinenin
çalışmasından toprak organik madde miktarı artışına, infiltrasyon hızından yabancı ot
gelişimine kadar çok farklı konuları etkilemektedir. Tarlada anız bırakılmadan yapılan
doğrudan ekimde beraberinde toprak özelliklerinde daha kötüye gidişi ve verimde
düşmelere neden olmaktadır (Sayre ve ark. 2006). Örneğin doğrudan ekimde toprak
işleme yapılmadığı için yabancı ot tohumları çoğunlukla yüzey ve yüzeye yakın
konumdadır. Bu nedenle yüzeyde bulunan anızlar yabancı otların çimlenme ve
çıkışlarını zorlaştırmakta ve ekilen bitki lehine önemli bir avantaj sağlamanın yolunu
açmaktadır (Chauhan ve ark. 2006). Diğer taraftan ülkede serin iklim tahıllarının
anızları yaygın olarak hayvancılıkta kullanılmaktadır. Bu noktada doğrudan ekimin
başarısı için uygulamada tarlada mümkün mertebe anız bırakmaya özen gösterilmelidir.
Bırakılan anızlarında tarla yüzeyinde düzgün dağılım göstermesi arzu edilir. Böylece
ekim makinesinin istenilen şekilde çalışması, buharlaşma yoluyla kaybolacak suya
engel olunması, yabacı otların daha geniş bir alanda kontrol altında tutulması ve daha
homojen bir tarla oluşmasına katkı verilir.
Sistemin genel isteklerinin uygulanması aşamasında olası sorunlar yerel koşullar altında
değerlendirilerek geniş alanlarda uygulamaya aktarılması için girişimlerin olması tarıma
yeni bir ivme kazandıracaktır.
102
Türkiye’deki Tarla Bitkileri Tarımında Doğrudan Ekim Çalışmaları Elde Edilen Kazanımlar ve Geleceğine Yönelik Öneriler
İrfan Gültekin*¹ Hafiz Muninjanov², Serpil Gültekin¹
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Doğrudan Ekimin Artırılması İçin Öneriler
1. Konuya İlgi Çekilmelidir
Konunun içerisinde yer alan tüm kesimlerin ilgisi ve dikkati konuya
odaklandırılmalıdır. Odaklama işleminin başarısı için tarımsal eğitimde doğrudan ekime
yönelik bilgiler ilgili ders konusu içerisinde yeni bir yaklaşım mantığı içerisinde ele
alınmalı ve özellikle Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı bünyesinde çalışmakta olan
ilgili birimler konu ile ilgili yeterli düzeyde bilinçlendirilmelidir.
Uygulama noktasında işin gerçek sahibi olan çiftçilerin ilgisi çekilmelidir. Türkiye’de
çiftçilerin % 51’ i yeni metot ve bilgiyi medyadan aldığını % 29 bakanlık yayım
teşkilatından, % 17’ side komşularından aldıklarını ifade etmektedir (Anomin 2010). Bu
nedenle özelikle medya aracılığı ile konu gündeme getirilmelidir. Ülkede çiftçilerin %
35 inin yeni teknikleri kullanmaya hazır olduğunu ifade etmesi bir şans olarak görülmeli
böylelikle, konu hakkında bilgisi olmayan çiftçilerinde ilgileri konuya çekilerek yenilik
arzusu taşıyan çiftçi ve diğer ilgili kesimler için bir çalışma alanı yaratılmalıdır.
Bunun yanında makine üreticileri de bu kapsama mutlaka dahil edilmelidir. Şu anda
ülkede makine üretimi yapan bazı firmaların konuya ilgisinin temelinde yurtdışı
bağlantılarının etkisiyle geleceğe dönük fark yaratma arzuları vardır. Bunun diğer
makine üreticilerine de yansıtılması gelişimi hızlandıracaktır. Araştırma geliştirme
çalışmaları içerisinde konuya öncelik verilmesi işlemlerin süratle iyi yolda gelişmesine
katkı verecektir. Tarımsal girdi sağlayan ve üretimi değerlendiren kuruluşların da
bilinçlendirilmesi yayılmasına katkı verecektir.
2. Doğrudan Ekim Teşvik Edilmelidir
Ülkede tarımsal faaliyetlerin istenilen mecrada hızlı ilerlemesi açısından eskiden beri
desteklemeler önemli bir unsur olarak hep olagelmiştir. Her ne kadar yapılan doğrudan
ekimin çiftçiler için olumlu bir getirisinden söz edilse de üreticilerin yıllardan
kaynaklanan alışkanlıklarını yönlendirme ve teşvik görmeden kısa süre içinde
değiştirmesini beklemek ülke gerçekleri ile bağdaşabilen bir durum değildir. Örneğin
1950 yılların sonunda artan ekim alanlarının, 1960 yıllarda yapılan gübre desteklerinin,
1970 yıllarda genişleyen sulanan alanların ve 1980 yıllarda nadas alanlarının
daraltılması uzun uğraşlarla sağlanmıştır. Verilen bu örneklerdeki izlenen yöntemler
incelenerek çekilen ilginin somut destekler ile uygulamaya dönüştürülmesi gerekir. Bu
kapsam içerisinde şu anda uygulama alanında ÇATAK projesi yürütülmektedir. Ancak
uygulama pilot proje olarak sınırlı alanlarda yürütülmekte ve değişik konuları da
içermektedir. Projenin ülke geneline yayılması ve doğrudan ekimin ayrı bir başlık
olarak ele alınması hedefe doğru hızlı adımlar atılmasına yardımcı olacaktır.
SONUÇ
Tarla bitkileri tarımının çoğunlukla kuru şartlar altında yürütülmekte ve verimler gelişen
iklim koşullarına bağımlı değişkenlik göstermektedir. Buna karşın artan nüfusun
ihtiyaçlarının karşılanması ve gıda güvenliğinin temin edilmesi gerekir. Ancak tarıma
açılabilecek alanların olmayışı ve hatta azalması ve sulama kaynaklarının yetersizliği
karşısında verimliğin artırılması üzerinde durulmaktadır. Fakat son dönemlerde ekim
alanlarındaki değişimler ve başta mısır, şekerpancarı gibi istisnai bitkiler bir kenara
bırakılırsa tarımsal üretimde belirgin artış kaydedilmediği yıllara göre verim ve ürün
miktarlarında dalgalanmaların olduğu göze çarpmaktadır. Her ne kadar gerçekleşen
iklim koşulları bir neden olarak görülse de arttırılan sulu alanlar, verilen alet ve makine
Türkiye’deki Tarla Bitkileri Tarımında Doğrudan Ekim Çalışmaları Elde Edilen Kazanımlar ve Geleceğine Yönelik Öneriler
İrfan Gültekin*¹ Hafiz Muninjanov², Serpil Gültekin¹
103
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
destekleri ve geliştirilen çeşitlerin verim üzerinde etkilerinin olumlu yansıması genel bir
beklentidir. Bunun sağlanamamış olmasının nedenlerinden birisi olarak uygulanan
geleneksel toprak işleme yöntemi olarak görülmelidir. Sürdürülebilirlik anlayışından
hoyratça uzak bir şekilde işlenen toprakların erozyona maruz kalması bir yana alınan
yağışları bünyesine kabul etmekte zorlaması ve kolayca bırakmasının önüne geçmek
önemli bir girdi olan enerjide dışa bağımlığı azaltmak ve ürün maliyetlerini indirgemek
için doğrudan ekim fayda sağlayacaktır.
Türkiye’de doğrudan ekim konusunda yapılan çalışmalar genelde verim ve ekonomik
odaklı olarak yürütülmüş ve bazı toprak özelliklerindeki değişimler incelenmiştir.
Uygulanan yetiştirme tekniklerinde ekim yöntemi bir kenara bırakılırsa genelde farklı
bir uygulamaya gidilmemiştir. Ancak çalışmalar esnasında gözlenen bir takım
sorunlardan söz edilmiştir. Buna rağmen elde edilen sonuçlara göre doğrudan ekimin
uygulanabilirliği kabul edilmektedir.
Tarımsal politikaların içerinde yer alan çevre ve doğal kaynakların sürdürülebilirliği
ilkesinin hayata geçirilebilmesi içinde doğrudan ekim uygulamasının bilinçli olarak
yapılmasını gerektirmektedir. Bu amaçla yönetimin oluşturacağı politikaların işin
gerekliğini özümsemiş halde ele alınarak ülke koşullarına uygun düzenlemeler
içermesiyle gündemdeki yerini almalıdır.
KAYNAKLAR
Akbolat, D., Ekinci, K., Uysal, S., Onursal, E. 2007. Farklı Toprak İşleme Sistemlerinde
Topraktan CO2 Çıkışının Orta Vadeli Ölçüm İle Saptanması,2. Koruyucu
Toprak İşleme ve Doğrudan Ekim Çalıştayı, s: 134-148, İzmir.
Akkuş İ. A. Bayat.1993.Toprak işleme sistemlerinin organik madde içeriği bakımından
incelenmesi ve Konya' nın Kadınhanı ve Ilgın ilçelerindeki uygulamaları.
Proceedings. 5. Uluslararası Tarımsal Mekanizasyon ve Enerji Kongresi.
Kuşadası.
Altıkat, S., Çelik, A., Gözübüyük, Z.,2013 Effects of various no-till seeders and stubble
conditions on sowing performance and seed emergence of common vetch. Soil
& Tillage Research 126 (2013) 72–77
Anonim. 2007. Evolution of the plow over 10,000 years and the rationale for no-till.
Soil & Tillage Research 93 (2007) 1–12
Anonim 2012 Türkiye İstatistik Kurumu. Tarım İstatistikleri.
http://tuikapp.tuik.gov.tr/bitkiselapp/bitkisel.zul
Arısoy R.F., Kaya Y., Taner A., and Gültekin İ. No-till and Conventional Tillage
Effecfs on Winter Wheat Yield in CAP, Turkey. 18 Th Trıennıal Istro
Conference June 15-19 2009 İzmir Turkey
Avcı, M., Meyveci, K., Karaçam, M., Sürek, D., Karabay, S. ve Polat, H. 2003. Kuru
Tarımda Sıfır Toprak İşleme Bir Alternatif Olabilir mi? Türkiye 5. Tarla
Bitkileri Kongresi, 13-17 Ekim 2003, Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi,
Diyarbakır.
Aykas, A., Çakır, E., Yalçın, H., Okur, B., Nemli, Y., ve Çelik A. 2010. Koruyucu
Toprak İşleme, Doğrudan Ekim Ve Türkiye’deki Uygulamaları. Ziraat
Mühendisliği VII Teknik Kongresi, 11-15 Ocak, Ankara. Bildiriler Kitabı-I
Sayfa No:269-292.
104
Türkiye’deki Tarla Bitkileri Tarımında Doğrudan Ekim Çalışmaları Elde Edilen Kazanımlar ve Geleceğine Yönelik Öneriler
İrfan Gültekin*¹ Hafiz Muninjanov², Serpil Gültekin¹
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Barut, Z. B., Çelik, İ., Özgüven, F. ve Ortaş, İ. 2007. Killi Topraklarda Farklı Toprak
İşleme ve Ekim Sistemlerinin Toprağın Bazı Özelliklerine Etkisi. 2. Koruyucu
Toprak İşleme ve Doğrudan Ekim Çalıştayı. 13 Haziran 2007, s:117-131. İzmir.
Bayhan, Y., Kayisoglu, B., Gonulol, E., Yalcin, H., Sungur, N. 2006. Possibilities of
Direct Drilling and Reduced Tillage in Second Crop Silage Corn Article, Soil
and Tillage Research, 88 (1-2):1-7.
Chauhan, B.S., Gill, G., Preston, C., 2006. Tillage system effects on weed ecology,
herbicide activity and persistence: a review. Aust. J. Exp. Agr. 46, 1557– 1570.
Clabtree, B., 2009. Search for Sustainability with No-till Bill in Dryland Agriculture.
P.9.
Çarman, K., ve Marakoğlu, T. 2008. Buğday Üretiminde Azaltılmış Toprak İşleme ve
Direk Ekim Uygulamaları. Anıza Doğrudan Ekim Çalıştayı. Anadolu Tarımsal
Araştırma Enstitüsü, 16-17 Aralık 2008, Eskişehir.
Çarman, K., Demir, F., Güncan, A., Topal A., Soylu,S., Marakoğlu, T.,Akgün,N. 2009.
Hububat Ve Baklagil Tarımında Koruyucu Toprak İşleme Ve Doğrudan Ekim
Uygulamaları. TÜBİTAK Proje No: 105 O 492 Sonuç Raporu.
Çelik, İ. 2011. Effects of Tillage Methods on Penetration Resistance, Bulk Density and
Saturated Hydraulic Conductivity in a Clayey Soil Conditions. Tarım Bilimleri
Dergisi(Journal of Agricultural Sciences), 17(2011) 143‐156
Gültekin, İ., Arısoy R.Z., Taner, A., Kaya, Y., Patigöç, F.,, Aksoyak Ş. 2011.
Comparison of different soil tillage systems, under several crop rotations in
wheat production at Central Anatolian Plateau in Turkey. 5th World Congress of
Conservation Agriculture Incorporating 3rd Farming Systems Design
Conference Brisbane Australia 26-29 September 2011 p98-99
Gültekin, İ., 2012. Consultant Report on the Status of Conservation Agriculture in
Turkey, 2012. FAO-SEC Turkey.
Gürsoy, S., Sessiz, A., Kılıç, H. and Bayram, N. 2011. Tillage System and Cotton
Residue Management Effects On Soil Physical And Chemical Properties of an
Anatolian Clay Loam Sown Within a Wheat cotton Sequence. Archives of
Agronomy and Soil Science, 57: 4, 391- 400.
Işıldar, A.A. 1998. The Effects Of Conservation Tillage Methods on Organic Matter,
Aggregate Stability, Soil Compaction and Yield Of Corn. In the: M. Şefik
Yeşilsoy International Symposium On Arid Region Soil. Menemen-İzmirTURKEY, 21-24 September (1998). Pp: 215-221.
Kassam, A., , Friedrich, T., Derpsch, R., Lahmar, R., Mrabet, R., Basch, G., Sanchez,
E.J., Serraj, R., 2012. Conservation agriculture in the dry Mediterranean
climate. Field Crops Research 132(2012) Pages 7-12
Kaya, Y., Arısoy, R.Z., Taner, A., Aksoyak, Ş., Partigöç, F., Gültekin, İ., 2010.
Geleneksel ve Doğrudan Ekim Yöntemlerinin Nohut Buğday Ekim Nöbetinde
Orta Anadolu Kuru Koşullarında Karşılaştırılması. Tarım Makinaları Bilimi
Dergisi (Journal of Agricultural Machinery Science) 2010, 6 (4) 267-272
Korucu, T., Kirişci, V. ve Görücü, S., 1998. Korumalı Toprak İşleme ve Türkiye’deki
Uygulamaları. Tarımsal Mekanizasyon 18. Ulusal Kongresi. Tekirdağ 17-18
Eylül 1998, Tekirdağ, Bildiriler Kitabı s.321-333.
Türkiye’deki Tarla Bitkileri Tarımında Doğrudan Ekim Çalışmaları Elde Edilen Kazanımlar ve Geleceğine Yönelik Öneriler
İrfan Gültekin*¹ Hafiz Muninjanov², Serpil Gültekin¹
105
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Korucu, T., Merdun, H. 2009. Effects Of Tillage Systems On Wheat Yield And
Residue In Turkey. Journal of Animal and Veterinary Advances, 8 (10), 19731978.
Okur, B., Okur, N., Anaç, D., 2003. Tarım Topraklarında Organik Maddenin
Sürdürülebilirliği. Koruyucu Toprak İşleme ve Doğrudan Ekim Çalıştayı, E.Ü.
Ziraat Fakültesi, Tarım Makinaları Bölümü, Bornova, İzmir.
Özpınar, S., Çay, A., 2006. Effect Of Different Tillage Systems On The Quality
And Crop Productivity Of A Clay-Loam Soil In Semi-Arid North-Western
Turkey. Soil and Tillage Research, 88: 95-106.
Öztürkmen, A.R. and Kavdir Y. 2012. Comparison Of Some Quality Properties Of Soils
Around Land-Mined Areas And Adjacent Agricultural Fields. Environ Monit
Assess 184:1633–1643.
Ryan, J., Kapur, S., İbrikçi, H., Singh, M. 2011. Cultivation Intensity in Relation to
Organic Matter and Related Properties in a Vertisol in Southern Turkey. Journal
of Sustainable Agriculture, 35:6, 613-623.
Sayre, K., Govaerts, B., Martinez, A., Mezzalama, M., Martinez, M., 2006. Comparison
of alternative conservation agriculture technologies for rainfed production in the
highlands of Central Mexico, 28 August–3 September 2006. In: Proc. 17th
ISTRO Conf., Kiel, Germany, pp. 1012–1018.
Serraj, R. Siddique, K.H.M. 2012. Conservation agriculture in dry areas. Field Crops
Research Volume 132, 14 June 2012, Pages 1–6
Sungur, N., Ulusoy, E., Yalçın, H. 1994. Ege Bölgesi Koşullarında Buğday ve İkinci
Ürün Mısır Elde Etmede Mekanizasyon Olanakları. Tarımsal Mekanizasyon 15.
Ulusal Kongresi Bildiri Kitabı, s:582-591, Antalya.
Sürek, D. 2004. Kuru Tarımda Farklı Ekim Nöbeti Uygulama Etkinliklerinin
Karşılaştırılması. Ankara Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Doktora Tezi.
Tosun. O..1975. Türkiye' de Tahıl Açığı Nedenleri ve Çözüm Yolları. A.Ü. Ziraat
Fakültesi Bitki Yetiştirme ve Islahı Kürsüsü. Teksir No: 72. Ankara. 286s.
Uzun B., Yol E., Furat Ş., Topakçı M., Çanakçı M., Karayel D. 2012. The Effects Of
Different Tillage Methods On The Post-Wheat Second Crop Sesame: Seed
Yield, Energy Budget, And Economic Return. Turk J Agric For 36.
Yalçın, H., Çakır, E., Akdemir, H., Öcel, T., Soya, H. 2003. Hafif Topraklarda
Azaltılmış Toprak İşleme Yöntemlerinin İş Ve Buğday Verimine Etkileri.
Koruyucu Toprak İşleme ve Doğrudan Ekim Çalıştayı, 23-24 Ekim 2003, s: 96107, İzmir.
Yalçın, H., Çakır, E., Aykas, E., Önal, İ., Okur, B., Ongun, A. R. Nemli, Y., Türkseven,
S., Delibacak, S. 2008. Ege Bölgesi’nde Buğday ve Arpa Üretiminde Koruyucu
Toprak İşleme ve Doğrudan Ekim Sistemleri. Ülkesel Tahıl Sempozyumu, 2-5
Haziran 2008, Konya.
Yeşilsoy, Ş. Winter wheat summer-fallow research iin Central Anatolia first
International Winter Wheat Conference-Proceedings, Ankara 5-10 June 1972
106
Türkiye’deki Tarla Bitkileri Tarımında Doğrudan Ekim Çalışmaları Elde Edilen Kazanımlar ve Geleceğine Yönelik Öneriler
İrfan Gültekin*¹ Hafiz Muninjanov², Serpil Gültekin¹
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Pro-Ca (Prohexadione Calcium) Uygulamasının Genç Kiraz
Ağaçlarının Vegetatif Ve Generatif Gelişmesi Üzerine Etkisi
Mesut Ada¹, Semih Çağlar²
¹Fen Bilimleri Enstitüsü, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Kahramanmaraş, ²Ziraat Fakültesi
Bahçe Bitkileri Bölümü, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Kahramanmaraş,
[email protected]
ÖZET
Bu araştırmada gibberelin sentezini engelleyen bir kimyasal madde olan Prohexadione Calcium’un (Pro-Ca) kiraz
ağaçlarının bazı vegetatif ve generatif büyüme özellikleri üzerine etkileri incelenmiştir. Pro-Ca uygulamalarında
materyal olarak çok doruk dallı sisteme göre terbiye edilmiş olan 5 yaşındaki 0900 Ziraat çeşidi kiraz ağaçları
kullanılmıştır. Pro-Ca’nın değişik dozları (0, 125, 250 ve 500 ppm) kiraz ağaçlarının ortalama sürgün uzunluğu 10 cm
kadar olduğu dönemde ve bundan 20 gün sonra olmak üzere 2 defada püskürtülmüştür. Pro-Ca uygulamaları deneme
ağaçlarının boyu, taç genişliği ve gövde çapı üzerine etkili olmamıştır. Yıllık sürgün uzunlukları açısından ProCa’nın 0 ppm ve 125 ppm dozları arasında önemli bir farklılık bulunmazken, 250 ppm ve 500 ppm Pro-Ca
uygulamaları sürgün uzunluklarının % 40 oranında kısaltmasına neden olmuştur. Pro-Ca uygulamaları 0900 Ziraat
çeşidi kiraz ağaçlarının çiçek tomurcuğu yoğunluğunu arttırmıştır. Çiçek tomurcuğu yoğunluğunda Tanık
ağaçlarınkine (0 ppm) oranla Pro-Ca’nın 125 ppm dozunda 1.5 kat, 250 ppm dozunda 5.6 kat ve 500 ppm dozunda
ise 4.3 kat artış olduğu saptanmıştır. Vegetasyon sonunda Pro-Ca uygulanan ağaçların bir yaşlı dalları üzerinde lateral
dal oluşumunun tanık ağaçlarınkine göre 4 kat daha fazla olduğu görülmüştür. Sonuç olarak, Pro-Ca uygulamalarının
kuvvetli gelişme gösteren kiraz ağaçlarında vegetatif gelişmenin azaltılarak generatif gelişmenin uyartılması
açısından yararlı bir uygulama olabileceği belirlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Sürgün büyümesi, çiçek tomurcuğu yoğunluğu, Prunus avium, 0900 Ziraat çeşidi.
ABSTRACT
In this study the effects of Prohexadione Calcium (Pro-Ca)- a gibberelic acid inhibitor- on some vegetative and
generative develeopment parameters of sweet cherry trees were investigated. The trees of five year old 0900 Ziraat
sweet cherry cultivar trained under multiple leader system were used as an experimental material. Different doses of
Pro-Ca (0, 125, 250 ve 500 ppm) were sprayed to the trees. The trees were first sprayed when new shoot lenghts
reached to 10 cm and repetaed 20 days after the first spray. Pro-Ca treatments did not affect the tree height,crown size
or stem diameter of the trees. In average shoot lenghts, there was not significant difference between control trees (0
ppm) and 125 ppm Pro-Ca treatment. However, 250 ppm ppm and 500 ppm Pro-Ca treatments decreased the shoot
lenghts as much as 40 %. Pro-Ca treatments also increased the flower bud density of sweet cherry trees. In
comparison to that of control trees, flower bud density was increased 1.5 fold by 125 ppm Pro-Ca, 5.6 fold by 250
ppm Pro-Ca and 4.3 fold by 500 ppm Pro-Ca treatments. At the end of growing season, the number lateral branches
on one- year- old wood in Pro-Ca treated trees was found as four fold higher than that of control trees. In conclusion,
Pro-Ca treatment was appeared as a useful tool for decreasing the vegetative growth and thereby stimulating the
generative development in strong growing sweet cherry trees.
Key Words: Shoot growth, flower bud density, Prunus avium, 0900 Ziraat cultivar.
GİRİŞ
Genç yaştaki kiraz ağaçları çok kuvvetli vegetatif büyüme gösterdikleri için hem
meyveye nispeten geç yatmakta hem de verim etkinlikleri düşük olmaktadır. Modern
meyvecilikte ağaç büyüklüğünü kontrol etmek amacıyla budama yapılması,
bodurlaştırıcı anaçlar kullanılması veya büyümeyi kısıtlayan kimyasallar püskürtülmesi
gibi çeşitli yöntemler uygulanmaktadır. Budama uygulaması büyük kiraz ağaçlarında
hem güç yapılmakta hem de dal kanseri yaygın olan yerlerde problem yaratmaktadır.
Ağaçların büyüklüğünü sınırlayan bodur kiraz anaçları ise hem toprak ve iklim
açısından çok seçici olmaları hem de fidanlarının çok pahalıya satılması nedeniyle
ülkemizde henüz yaygın olarak kullanılamamaktadır. Meyvecilikte vegetatif büyümeyi
kontrol etmek için geçmişte başarıyla kullanılmış olan Paclobutrazol gibi bazı
kimyasallar ise toprakta yavaş parçalandığı için günümüzde çevre açısından riskli olarak
kabul edilmektedir (Steffens ve Wang, 1986).
Günümüz meyveciliğinde sürgün büyümesini geçici olarak kısıtlayan Prohexadione
Calcium (Pro-Ca) vegetatif gelişmenin kontrolu için yeni bir alternatif olarak
Pro-Ca (Prohexadione Calcium) Uygulamasının Genç Kiraz Ağaçlarının Vegetatif Ve Generatif Gelişmesi Üzerine Etkisi
Mesut Ada¹, Semih Çağlar²
107
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
kullanılmaya başlanmıştır. Pro-Ca, 4-5 hafta kadar kısa süren bir etkiye sahip olması ve
doğada kolay parçalanması nedeniyle çevre dostu bir kimyasal olarak kabul
edilmektedir (Anonim, 2006). Pro-Ca ağaçlara uygulandıktan sonra kısa sürede (8 saat
sonra) ağaç içine girerek etki etmektedir (Evans ve ark., 1997). Pro-Ca ilkbaharda
ağaçların yapraklarında ve sürgün uçlarında sentezlenen gibberelik asit sentezini ve
taşınmasını olumsuz etkileyerek vegetatif büyümeyi kısıtlamaktadır (Davies ve Curry,
1991). Pro-Ca uygulaması çok aktif olan GA1 düzeyini azaltmakta ve bunun prekursoru
olan GA 20’nin (inaktif) birikimini arttırmaktadır (Evans, 1999). Pro-Ca’nın etkisi kısa
süreli olduğu için birbirini izleyen iki uygulama ile etki süresi uzatılarak ilkbahardaki
hızlı sürgün gelişmesi belirli ölçüde kontrol altına alınabilmektedir. Böylece Pro-Ca
uygulaması vegetatif gelişmenin azalmasını sağlayarak ağacın taç gelişmesi ile meyve
verimi arasında iyi bir dengenin kurulmasına yardımcı olmaktadır (Anonim, 2004).
İlkbaharda sürgün büyüme hızının yavaşlaması ayrıca, özellikle yumuşak çekirdekli
meyvelerden elma ve armutlarda ateş yanıklığı bakterisinin sürgünlere zarar verme
riskini de azaltmaktadır (Elfving ve ark., 2003; Rademacher, 2004). Pro-Ca, Regalis
ticari adıyla İngiltere’de elma için (Anonim 2014a), Avustralya’da da elma ve kiraz için
(Anonim 2014b), Apogee ticari adıyla da ABD’de elma (Anonim 2014c) ve Kanada’da
da elma, kiraz ve vişne için tescil edilmiştir (Anonim, 2014d) . Kanada’da kiraz
çeşitlerinin P0ro-Ca’ya olan tepkisinin değişebileceğine işaret edilmiştir (Anonim,
2014d). Gerçekten meyve yetiştiriciliğinde büyümeyi düzenleyici maddelerin etkili olan
dozları ekolojiye ve çeşide göre oldukça değişebilmektedir. Bu nedenle değişik
ekolojilerde ve farklı kiraz çeşitlerindeki Pro-Ca uygulamalarına ilişkin denemeler
önem taşımaktadır. Bu çalışmada ülkemizin önemli bir dışsatım meyvesi olan ve
dünyada Türk Kirazı olarak adlandırılan 0900 Ziraat kiraz çeşidinin bazı vegetatif ve
generatif gelişme parametreleri üzerine Pro-Ca uygulamasının etkisi araştırılmıştır.
MATERYAL VE METOD
Bu araştırmada Prohexadione Calcium (Pro-Ca) kaynağı olarak Türkiye’de BASF
firmasının suda dağılabilir granül özellikteki ürünü olan, “Velonta” (% 10 Pro-Ca) ticari
isimli sistemik etkili bir Bitki Gelişim Düzenleyicisi kullanılmıştır. Bu ürün Türkiye’de
elma ve armutlarda sürgün gelişiminin kontrolu için 2011 yılında ruhsat almıştır. Henüz
Türkiye’de kirazlarda kullanılmak üzere tescil edilmiş bir Pro-Ca ürünü yoktur. Bu
nedenle bu çalışmada, Kanada’da kirazlarda büyümenin kontrol edilmesi amacıyla
kullanılan Apogee’nin (% 27.5 Pro-Ca) uygulama talimatı esas alınmıştır. Buna göre
Pro-Ca püskürtmesinin sürgün uzunluğu 5 ile 20 cm arasında olduğu dönemde
yapılması ve gerekirse 14-21 gün aralıkla ikinci bir uygulama yapılması önerilmektedir.
Apogee’nin elmalarda bir mevsim içinde dört kez uygulanmasına izin verilirken
kirazlarda bir büyüme mevsimde en fazla iki kez uygulanması önerilmektedir. Bu
nedenle bu deneme kapsamında ilk uygulama 23 Nisan 2013 tarihinde, ikinci uygulama
ise 13 Mayıs 2013 tarihinde yapılmıştır. Bu araştırma kapsamında Velonta’nın (% 10
Pro-Ca) etkili madde içeriği dikkate alınarak 0-125-250-500 ppm olmak üzere
hazırlanan dört farklı dozun etkisi incelenmiştir. (Elving ve ark., 2003). Bu kimyasalın
alımının iyileştirilmesi için ilaçlama tankına surfaktan olarak M’VET(10 ml/l)
eklenmiştir. Uygulama yapılmadan önce ağaçlara atılacak su miktarı kalibrasyonla
belirlenmiştir.
Velonta, bir sırt pülverizatörüyle ağaç taçlarının tamamı ıslatılıp yapraklardan damlama
görülecek şekilde her ağaca 5 lt su içinde püskürtülmüştür. Deneme tesadüf blokları
deneme desenine göre ve her uygulama için tek ağaç bir parsel olacak şekilde 4
108
Pro-Ca (Prohexadione Calcium) Uygulamasının Genç Kiraz Ağaçlarının Vegetatif Ve Generatif Gelişmesi Üzerine Etkisi
Mesut Ada¹, Semih Çağlar²
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
yinelemeli olarak kurulmuştur. Böylece denemde toplam olarak 16 ağaç yer almıştır.
Deneme kapsamında yapılan ölçümler şunlardır: ağaçların taç yüksekliği ve genişliği ile
gövde çapı; yıllık sürgünlerin ortalama uzunluğu ve çapı ile boğum arası uzunlukları;
sürgün ve buket yaprakların alanı, çiçek tomurcuğu yoğunluğu ve dallanma durumu.
Deneme sonuçlarına ilişkin istatistiksel değerlendirmeler Costat paket programında % 5
düzeyinde yapılmış ve ortalamalar arasındaki farklar çizelgelerde farklı harflerle
belirtilmiştir.
BULGULAR VE TARTIŞMA
Pro-Ca uygulaması, denemede yer alan kiraz ağaçlarının taç yüksekliği, taç genişliği ve
gövde çapı değerleri üzerine önemli bir etkide bulunmamıştır (Çizelge sunulmamıştır).
Bu durum deneme ağaçlarında uygulanmış olan çok doruk dallı terbiye sisteminden
kaynaklanmış olabilir. Çünkü kirazlarda ağaç boyunun kontrol altına alınması amacıyla
uygulanan bu terbiye sisteminde ağaçlarda çok sayıda doruk dal oluşması nedeniyle taç
büyümesi genel olarak kısıtlanmıştır. Jacyna ve Lipa (2010) da yaptıkları Pro-Ca
uygulamalarının Regina kiraz çeşidinde birinci yıl gövde çap gelişimine etkili
olmadığını bildirmişlerdir.
Denemede yer alan 0900 Ziraat çeşidi kiraz ağaçlarında yaz başında (27 Haziran)
yapılan sürgün uzunluğu ölçümlerine ilişkin sonuçlar Çizelge 1’de verilmiştir. Bu
dönemde tanık ağaçlardaki ortalama sürgün uzunluğu 47.8 cm ile en fazla olmuştur.
Buna karşılık 125 ppm Pro-Ca uygulamasında ortalama sürgün uzunluklarının 41.1 cm,
250 ppm uygulamasında 33.2 cm ve 500 ppm uygulamasında ise 29.0 cm olduğu
belirlenmiştir. Tanık ağaçların ortalama sürgün uzunluğu ile 125 ppm Pro-Ca uygulanan
ağaçlardaki sürgün uzunlukları arasında istatistiksel olarak farklılık bulunmamıştır.
Buna karşılık 250 ppm ve 500 ppm Pro-Ca uygulamaları sonucu daha kısa sürgünler
elde edilmiştir. Büyüme mevsimi sonunda (10 Ekim) aynı ağaçlarda yapılan sürgün
uzunluğu ölçümlerine ilişkin sonuçlar yine Çizelge 1’de görülebilir. Bu tarihte tanık
ağaçların ortalama sürgün boyları 48.8 cm ile yine en uzun olarak bulunmuştur. Buna
karşılık 125 ppm Pro-Ca uygulamasında sürgün uzunluklarının 43.0 cm, 250 ppm
uygulamasında 34.0 cm ve 500 ppm uygulamasında ise 29.8 cm olduğu belirlenmiştir.
Tanık ağaçların ortalama sürgün uzunluğu ile 125 ppm Pro-Ca uygulanan ağaçlardaki
sürgün uzunlukları arasında yine istatistiksel olarak bir farklılık bulunmamıştır. Buna
karşılık 250 ppm ve 500 ppm Pro-Ca uygulamaları sonucu daha kısa sürgünler elde
edilmiştir (Şekil 1).
Uygulamaların kendi içinde yaz başında ölçülen sürgün uzunlukları ile yaz sonunda
ölçülen sürgün uzunlukları arasında önemli bir farklılık görülmemiştir. Buradan ProCa’nın sürgün büyümesini esas olarak yaz başında duraklattığı anlaşılabilir. Deneme
sonuçlarına göre özellikle 250 ppm ve 500 ppm Pro-Ca uygulamalarının 0900 Ziraat
çeşidi kiraz ağaçlarında sürgün uzunluklarını önemli ölçüde azalttığı belirlenmiştir. ProCa uygulamalarının yüksek iki dozu sürgünlerin yaklaşık % 40 oranında kısalmasına
neden olmuştur. Pro-Ca’nın elma ve armutlarda sürgün uzunluğunu başarılı bir şekilde
kontrol ettiğine ilişkin çok sayıda çalışma bulunmaktadır (Byers ve Yoder, 1999;
Owens ve Stover, 1999; Elfving ve ark., 2002; Theron ve ark., 2002; Costa ve ark,
2002; Elfging ve ark., 2003; Schupp ve ark., 2003; Guak ve ark., 2004; Ağca ve Çağlar,
2009). Buna karşılık Pro-Ca’nın sert çekirdekli meyvelerdeki etkilerine ilişkin az sayıda
çalışma vardır. Byers ve Yoder (1999) Pro-Ca’nın Redhaven şeftali çeşidinde sürgün
gelişimi üzerine etkili olmadığını bildirmiştir. Elfing ve ark., (2004) kiraz anacına aşılı
genç kiraz ağaçlarında (Attika, Bing ve Regina çeşitleri) birinci yılında yıllık
Pro-Ca (Prohexadione Calcium) Uygulamasının Genç Kiraz Ağaçlarının Vegetatif Ve Generatif Gelişmesi Üzerine Etkisi
Mesut Ada¹, Semih Çağlar²
109
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
sürgünlerin uzama oranında kısa süreli ve az miktarda kısalma olduğunu bildirmişlerdir.
Jacyna ve Lipa (2010) Regina çeşidi kiraz ağaçlarında Pro-Ca uygulamalarının birinci
yılsonundaki sürgün uzunluğu üzerine etkili olmadığını, ancak ikinci yıl uyguladıkları
yüksek dozun etkili olduğunu saptamışlardır. Yine Elfing ve ark. (2005) Bing çeşidi
kiraz ağaçlarında sürgün uzamasında bir süre azalmaya yol açtığını ancak yıl sonundaki
toplam sürgün gelişmesini etkilemediğini bildirmişlerdir. Buna karşılık, Guak ve ark.,
(2005) Lapins çeşidi kirazlarda Pro-Ca dozlarının artışına bağlı olarak sürgün
uzunluklarında azalma olduğunu bildirmişler ve 250 ppm dozda yıllık sürgün
uzunluğunda % 25 kadar kısalma olduğunu saptamışlardır. 0900 Ziraat çeşidiyle yapılan
bu çalışmada Pro-Ca’nın sürgün uzunluğunu önceki çalışmalara göre daha fazla (% 40’a
kadar) azalttığı ortaya konmuştur. Araştırma sonuçları arasında görülen farklıklar
uygulama yapılan çeşitlerin değişik olmasından, farklı kültürel işlemlerden, değişik
ekolojilerden ya da farklı Pro-Ca dozlarından kaynaklanmış olabilir.
Çizelge 1. Pro-Ca uygulamalarının kiraz sürgünlerin uzunluklarına olan etkisi
Şekil 1.
110
Farklı Pro-Ca dozları uygulanmış olan kiraz ağaçlarının durgun dönemdeki
sürgün uzunlukalrının görünümü.
Pro-Ca (Prohexadione Calcium) Uygulamasının Genç Kiraz Ağaçlarının Vegetatif Ve Generatif Gelişmesi Üzerine Etkisi
Mesut Ada¹, Semih Çağlar²
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Deneme ağaçlarında yaz mevsiminde (27 Haziran) yapılan sürgün çapı ölçümlerine
ilişkin sonuçlar Çizelge 2’de verilmiştir. Bu tarihte tanık ağaçlardaki ortalama sürgün
çapı 5.6 mm ile en fazla olarak bulunmuştur. Buna karşılık 125 ppm Pro-Ca
uygulamasında sürgün çapı 5.2 mm, 250 ppm uygulamasında 4.7 mm ve 500 ppm
uygulamasında ise 4.4 mm olarak saptanmıştır. Yaz başında yapılan bu ölçümlerde
tanık ağaçların ortalama sürgün çapları ile Pro-Ca uygulanan ağaçlardaki sürgün çapları
arasındaki farklılıklar istatistiksel olarak önemli bulunmuştur. Sürgün çap değerleri ProCa dozlarındaki artışa bağlı olarak azalmıştır. Bu dönemde 500 ppm Pro-Ca
uygulamasında sürgün çap gelişimi en az olmuştur. Büyüme mevsimi sonunda (10
Ekim) aynı ağaçlarda yapılan sürgün çap ölçümlerine ilişkin sonuçlar Çizelge 2’de
görülebilir. Bu tarihteki tanık ağaçlardaki ortalama sürgün çapı 5.9 mm ile yine en fazla
olarak bulunmuştur. Buna karşılık 125 ppm Pro-Ca uygulamasında sürgün çapı 5.5 mm,
250 ppm uygulamasında 5.0 mm ve 500 ppm uygulamasında ise 4.7 mm olduğu
belirlenmiştir. Tanık ağaçların ortalama sürgün çapı ile 125 ppm, 250 ppm ve 500 ppm
Pro-Ca uygulanan ağaçlardaki sürgün çapları arasındaki farklılık istatistiksel olarak
önemli bulunmuştur. Bu dönemde de 500 ppm Pro-Ca uygulaması sürgün çap
gelişiminin en az olmasına yol açmıştır.
Çizelge 2. Pro-Ca uygulamalarının kiraz sürgünlerinin çap gelişmesine olan etkisi.
Bu deneme kapsamında Pro-Ca uygulamaları yaz başında ve mevsim sonunda yapılan
ölçümlere sürgünlerin boğum uzunluklarında bir miktar kısalmaya yol açmış olmakla
beraber bu farklılıklar istatistiksel olarak önemli çıkmamıştır (Çizelge sunulmamıştır).
Elma ve armut gibi yumuşak çekirdekli meyvelerde Pro-Ca uygulamalarının boğum
aralarının kısalmasına yol açtığı bildirilmiştir (Evans ve ark., 1997; Ovens ve Stover,
1999; Ağca ve Çağlar, 2009). Jacyna ve Lipa (2010) ise Regina kiraz çeşidinde iki yıl
üst üste uyguladıkları Pro-Ca’nın ilk yıl boğum arası mesafeleri etkilemediği ancak
ikinci yıl uyguladıkları daha yüksek dozların boğum arası uzunluğunu kısalttığını
bildirmişlerdir. Jacyna ve ark. (2011) ise Kordia kiraz çeşidinde Pro-Ca uygulamasının
boğum uzunluğunu azalttığını bildirmişlerdir. Buna karşılık bizim çalışmamızdaki 0900
Ziraat kiraz çeşidinde Pro-Ca uygulamasının birinci yıl sonunda boğum uzunluklarını
etkilemediği belirlenmiştir.
Kiraz ağaçlarında mayıs buketlerindeki ve yıllık sürgünlerde 5 Temmuz tarihinde
yapılan ölçümlere göre ortalama yaprak alanı değerleri Çizelge 3’de verilmiştir. Mayıs
buketlerindeki ortalama yaprak alanı büyüklüğü tanık ağaçlarda 840 mm2 ile en az
olurken, 125 ppm’de 929 mm2, 250 ppm’de 1125 mm2 ve 500 ppm’de ise 964 mm2 ile
daha fazla bulunmuştur. Ancak tanık ağaçlarla uygulama yapılan ağaçlar arasındaki
mayıs buketlerindeki ortalama yaprak büyüklükleri arasında istatistiksel olarak önemli
faklılık yoktur. Denemede yer alan ağaçların yıllık sürgünlerdeki yaprak alanı 1528
Pro-Ca (Prohexadione Calcium) Uygulamasının Genç Kiraz Ağaçlarının Vegetatif Ve Generatif Gelişmesi Üzerine Etkisi
Mesut Ada¹, Semih Çağlar²
111
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
mm2 ile 1748 mm2 arasında değişmiş olup, istatistiksel olarak önemli bir farklılık
bulunmamıştır.
Çizelge 3. Pro-Ca uygulamalarının buket ve sürgün yaprak alanı üzerine etkisi.
Denemede yer alan 0900 Ziraat çeşidi kiraz ağaçlarında yaprak dökümünden sonra
çiçek tomurcukları sayılmış ve gövde kesit alanı değerlerine bölünerek çiçek tomurcuğu
yoğunluğuna ilişkin değerler elde edilmiştir. Buna göre, çiçek tomurcuğu yoğunluğu
tanık ağaçlarda 0.35 adet/cm2 ile en az olurken, 125 ppm Pro-Ca uygulamasında 0.83
adet/cm2, 250 ppm Pro-Ca uygulamasında 1.97 adet/cm2 ve 500 ppm Pro-Ca
uygulamasında ise 1.53 adet/cm2 olmuştur (Çizelge 4). Bu araştırma kapsamında
kuvvetli gelişen kiraz çöğür anacına aşılı olan 0900 Ziraat çeşidi kiraz ağaçlarında çiçek
tomurcuğu yoğunluğu tanık ağaçlarınkine göre yaklaşık 5 kat kadar artmıştır. Bu bulgu
kirazda yapılan önceki bir çalışmayla uyumludur. Elfving ve ark., (2003) da kuvvetli
anaçlarla kurulan sık dikim kiraz bahçelerinde çiçek tomurcuğu yoğunluğunun Pro-Ca
uygulamalarıyla yaklaşık 3 kat arttığını bildirmişlerdir. Bu sonuçlar vegetatif gelişmeyi
engelleyen Pro-Ca uygulamasının özellikle kuvvetli gelişen kirazlarda generatif
gelişmeyi olumlu etkileyeceğini göstermiştir. Bununla birlikte, pratik açıdan
uygulamaya esas olabilecek sonuçlara ulaşabilmek için 0900 Ziraat çeşidinde Pro-Ca
uygulamalarının birkaç yıl üst üste denenmesi yararlı olacaktır.
Çizelge 4. Pro-Ca uygulamasının 0900 Ziraat çeşidinde çiçek tomurcuğu yoğunluğuna
etkisi.
Pro-Ca uygulanan ağaçlarda büyüme mevsimi içinde bir yaşlı dallar üzerinde yan
sürgünler oluştuğu dikkat çekmiştir. Bunun üzerine deneme ağaçlarında yaprak
dökümünden sonra 1-9 puanlaması yapılarak Pro-Ca’nın dallanma üzerine olan etkisi
saptanmıştır (Çizelge 5). Tanık ağaçlarda dallanmanın ortalama 2 puan ile en az olduğu,
125 ppm ve 250 ppm Pro-Ca uygulamalarında 8 puan ile daha çok olduğu, özellikle 500
ppm Pro-Ca uygulamasında ise 8.5 puan ile en fazla olduğu belirlenmiştir. Literatürde
112
Pro-Ca (Prohexadione Calcium) Uygulamasının Genç Kiraz Ağaçlarının Vegetatif Ve Generatif Gelişmesi Üzerine Etkisi
Mesut Ada¹, Semih Çağlar²
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Pro-Ca’nın elma ve armutlarda yan dal oluşumunu uyartmasına ilişkin herhangi bir
bilgiye rastlanılmamıştır. Ancak, Jacyna ve ark. (2011) Kordia çeşidi kiraz ağaçlarında
Pro-Ca uygulaması sonucu toplam sürgün sayısının arttığını bildirmişlerdir. Bu bulgu
bu çalışma kapsamında elde edilen sonuç ile uyumlu gözükmektedir. Bu durum yıllık
sürgünlerin kısa kalması sonucunda fotosentez yoluyla üretilen besin maddelerinin bir
yaşlı dalların uçlarındaki vegetatif gözleri uyartmasından kaynaklanmış olabilir.
Kuvvetli apikal dominansiden dolayı dik büyüyerek yan dal yapma eğilimi az olan kiraz
ağaçlarında dallanmanın iyileşmesi Pro-Ca uygulamasının önemli bir başka etkisi olarak
dikkate alınabilir.
Çizelge 5. Pro-Ca uygulamasının bir yaşlı dallar üzrindeki yan dallanmaya olan etkisi.
SONUÇ
Bu denemede Pro-Ca uygulamasının kirazda sürgün gelişimini sınırladığı, çiçek
tomurcuğu yoğunluğunu arttırdığı ve lateral dallanmayı teşvik ettiği belirlenmiştir.
Bununla birlikte pratik açıdan tatminkâr veriler elde etmek için birkaç yıl daha ardışık
denemelerin yapılmasına ihtiyaç vardır. Pro-Ca uygulamalarının meyve iriliği ve meyve
kalitesine olan olası etkilerinin de araştırılması gerekmektedir. Ayrıca Pro-Ca’nın farklı
anaçlara aşılı değişik kiraz çeşitlerinde de denenmesi yararlı olacaktır.
Pro-Ca (Prohexadione Calcium) Uygulamasının Genç Kiraz Ağaçlarının Vegetatif Ve Generatif Gelişmesi Üzerine Etkisi
Mesut Ada¹, Semih Çağlar²
113
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
KAYNAKLAR
Ağca Z. ve Çağlar, S., 2009. Pro-Ca (Prohexadione-Calcium) Uygulamasının Mondial
Gala/M.9 Elma Ağaçlarının Gelişimi ve Bazı Meyve Özellikleri Üzerine Etkisi,
Tarım Bilimleri Araştırma Dergisi 2 (2):95-100.
Anonim, 2004. Pesticides 2004. Department of Food and Agriculture.
http://www.pcs.agriculture.gov.ie/Docs/Pesticides%202004%20book.pdf. Erişim
Tarihi. 11.11.2013.
Anonim, 2006. Prohexadione-Calcium. Regulatory Note REG2006–07. Pest
Management Regulatory Agency, Canada. http://www.pmraarla.
gc.ca/english/pdf/reg/reg2006–07–3.pdf. Erişim Tarihi. 17.11.2013.
Anonim,2014a.http://www.agricentre.basf.ie/agroportal/ie/media/product_files_ie/labels
_1/Regalis_IE.pdf Erişim Tarihi. 16.04.2014.
Anonim,2014b.http://www.agro.basf.com.au/images/pdf/labels/REGALIS_59683_5870
2_TXT_Label.pdf Erişim Tarihi. 16.04.2014.
Anonim, 2014c. http://agproducts.basf.us/products/apogee.html Erişim Tarihi.
16.04.2014.
Anonim, 2014d. http://www.al.gov.bc.ca/pesticides/apogee_label.pdf Erişim
Tarihi.16.04.2014
Byers, R.E. ve Yoder, K.S. 1999. Prohexadione-Calcium İnhibits Apple, but not Peach,
Tree Growth, but has Little İnfluence on Apple Fruit Thinning or
Quality.HortScience, 34: 1205–1209.
Costa, G., Andreotti, C., Sabatini, E., Bregoli, A.M., Bucchi, F., Spada, G. ve Mazzini,
F. 2002. The Effect of Prohexadione-Ca on Vegetative and Cropping
Performance and Fire Blight Control of Pear Trees. Acta Horticulturae, 596:
531-534.
Davies, T.D.ve Curry, E.A., 1991. Chemical Regulation of Vegetative Growth. Crit.
Rev.Plant Sci., 10: 151-188.
Elfving, D.C., Sugar, D. ve Faubion, D., 2002. Pear Tree Shoot Growth Patterns in
Relation to Chemical Control of Vegetative Growth with Prohexadione-Calcium
(Apogee®). Acta Horticulturae, 596: 711–716.
Elfving, D. C., Lombardini, L., Mcferson, J. R., Drake, S.R., Faubion, D. F., Auvil,
T.D., E.E, G.V. ve Visser, D. B. 2003. Effects of Directed Application of
Prohexadione-Calcium to Tops of Mature Pear Trees on Shoot Growth, Light
Penetration, Prunnig and Fruit Quality. Journal American Pomological Society,
57(2): 45–57.
Elfving, D. C., Mielke, E. A.ve Sugar, D. 2004. Effects of Prohexadione-Calcium on
Fruit Size and Return Bloom in Pear. HortScience, 39 (6): 1305–1308.
Elfving, D.C., Lang, G.A. ve Visser, D.B. 2005. Effects of Prohexadione-Calcium and
Ethephon on Growth and Flowering of 'Bing' Sweet Cherry. Acta Horticulturae,
667: 439–446.
Evans, R.R., Evans, R.E. ve Rademacher, W. 1997. Prohexadione-Calcium for
Suppression of Vegetative Growth in Eastern Apples. Acta Horticulturae,
451:663–666.
114
Pro-Ca (Prohexadione Calcium) Uygulamasının Genç Kiraz Ağaçlarının Vegetatif Ve Generatif Gelişmesi Üzerine Etkisi
Mesut Ada¹, Semih Çağlar²
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Evans J.R., Evans R.R. Regusci, C.L. ve Rademacher, W., 1999. Mode of Action,
Metabolism and Uptake of BAS 125 W, Prohexadione Calcium. Horticult. Sci.
34, 1200-1201.
Guak, S., Beulah, M. ve Looney N.E. 2004. Controlling Growth of Super-Spindle
‘Gala’/M9 Apple Trees with Prohexadione-Calcium, NAA and Ethephon. Acta
Horticulturae, 653: 139–144.
Guak, S., Beulah, M. ve Looney, N.E. 2005. Controlling Growth of Sweet Cherry Trees
with Prohexadione-Calcium: Its Effect on Cropping and Fruit Quality
ActaHorticulturae , 667: 433-438.
Jacyna, T. ve Lipa, T., 2010. Direct And Apparent Residual Effects Of Prohexadione –
Calcium Applied To Young Cropping Sweet Cherry Trees. Acta
AgrobotanicaVol. 63 (1): 87–92.
Jacyna, T., Wojcik, W. ve Lipa, T., 2011. Effects of Different pH Sprays on The
Efficiency of Prohexadione-Ca in Sweet Cherry Trees. Folia Hort. 23/1: 43-47.
Owens, L.C. ve Stover, E. 1999. Vegatative Growth and Flowering of Young Apple
Trees in Response to Prohexadione-Calcium. HortScience, 34: 1194–1196.
Rademacher, W. 2004. Prohexadione-Ca Induces Resistance to Fire Blight and Other
Diseases. Bulletin OEPP, 34(3): 383–388.
Schupp, J.R., Robinson, T.L., Cowgill, W.P. ve Compton, J.M. 2003. Effect of Water
Conditioners and Surfactants on Vegetative Growth Control and Fruit Cracking
of 'Empire' Apple Caused by Prohexadione-Calcium. HortScience, 38: 1205–
1209.
Steffens, G.L. ve S.Y. Wang 1986. Biochemical and Physiological Alterations in Apple
Trees Caused by a Gibberellin Biosynthesis İnhibitor, Paclobutrazol. Acta
Hort.179: 433-442.
Theron, K.I., Le Grange, M., Smit, M., Reynolds, S. ve Jacobs, G. 2002. Controlling
Vigour and Colour Development in The Bi-Coloured Pear Cultivar
Rosemarie.Acta Horticulturae, 596: 753–756.
Pro-Ca (Prohexadione Calcium) Uygulamasının Genç Kiraz Ağaçlarının Vegetatif Ve Generatif Gelişmesi Üzerine Etkisi
Mesut Ada¹, Semih Çağlar²
115
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Bu sayfa boş bırakılmıştır.
116
Pro-Ca (Prohexadione Calcium) Uygulamasının Genç Kiraz Ağaçlarının Vegetatif Ve Generatif Gelişmesi Üzerine Etkisi
Mesut Ada¹, Semih Çağlar²
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Aflatoksinin Yer Fıstığında (Arachis hypogaea L.) Doğu Akdeniz
Bölgesi Türkiye’de Dağılımı
Yaşar ALPTEKİN¹ Ahmad A. ABDULHAMEED²
¹Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bitki Koruma Bölümü,
KAHRAMANMARAŞ, ²Kahramanmaraş Sütçü İmam Unıversıty, Institute of Science, Department of
Bioengineering Sciences, KAHRAMANMARAŞ, [email protected]
ÖZET
Bu çalışma, 2012-2013 yılı üretim sezonunda Osmaniye merkez ve ilçelerine bağlı köylere ait tarlalarda üretilip
Osmaniye yerfıstığı toptancılar sitesine satılmak üzere getirilen 14 adet kabuklu ve 29 adet kabuğu alınmış yer fıstığı
dane yüzeyindeki fungal cinslerinin ve aflatoksin miktarlarının saptanması amacıyla yapılmıştır.
Çalışmada 14 adet kabuklu yerfıstığı örneklerinin dane yüzeyinde Fusarium cinsi funguslara sıklıkla rastlanmıştır.
Buna ilaveten daha az sıklıkla Penicillium ve Aspergillus cinlerine rastlanmıştır. Ayrıca 29 adet kabuksuz yerfıstığı
örneklerinin dane yüzeyinde ise Fusarium cinsi funguslara sıklıkla rastlanmıştır. Buna ilaveten daha az sıklıkla
Penicillium ve Aspergillus cinlerine rastlanmıştır,
HPLC analizi sonucunda 14 adet kabukluyer fıstığı numunelerinin AFB1 değeri 5 ppb’den düşük bulunmuştur.
Toplam aflatoksin (AFB1+AFB2+AFG1+AFG2) değeri ise tüm örneklerde 10 ppb’den düşük bulunmuştur. İlaveten
29 adet kabuksuzyer fıstığı numunelerinin AFB1 değeri 5 ppb’den düşük bulunmuştur. Toplam aflatoksin
(AFB1+AFB2+AFG1+AFG2) değeri ise 10ppb’den düşük bulunmuştur.
Anhtar Kelime: Yerfıstığı, Aflatoksin, Aspergilluis, Fusarium, Pencillium, HPLC
Distribution of Aflatoxin in Peanuts (Arachishypogaea L.) in East Mediterranean Region of Turkey
Abstract
This study was carried out in order to detect fungal genera from shelled and unshelled peanut on seed surface and to
determine aflatoxin levels in peanut crops after harvest in Osmaniye in 2012-2013. In this study, total of 14 shelled
peanut samples were tested to detect of fungal genera on seed surface. As a result of this study, fungi belonging to
genus Fusarium sp. were the most frequently observed fungal genera. Fungi belong to Aspergilluis and Pencillium
genera were less frequently observed then Fusarium sp. Twenty nine unshelled peanut samples were tested to detect
fungal genera on seed surface. As a result of this study, fungi belonging to genusFusarium sp. were the most
frequently observed genera. Fungi belong to Aspergilluis and Pencillium genera were less frequently observed then
Fusarium spp.
Aflatoxin levels of 14 shelled peanut samples tested by HPLC were less than 5 ppb limit and total aflatoxin level
were also less than 10 ppb limit set by (European Commission Directive 2003). Twenty nine unshelled peanut
samples were also tested for aflatoxin by HPLC , All the samples tested had aflatoxin B1 content less than 5 ppb limit
and had total aflatoxin content less than 10 ppb limit.
Keyword: Peanut.Aflatoxin, Aspergilluis,Fusarium,Pencillium, HPLC.
Giriş
Yer fıstığı (Arachis hypogaea L.), otsu bir bitkidir. Ülkemizde üretimi yapılan çeşitler
Virginia grubunda olup, yatık ve yarı yatık olarak gelişmektedir. Bunlar Çom ve NC-7
çeşitleridir. NC-7 çeşidi Çom çeşidine göre daha erkenci olduğundan ikinci ürün
ekimlerinde NC-7 çeşidi tercih edilmektedir.
Yerfıstığı dünyada yemeklik yağ ve protein kaynağı olarak üretilir (FAO, 2002).
Aflatoksin en iyi bilinen mikotoksin olup esas olarak funguslar tarafından tarla
bitkilerinde oluşturulmaktadırlar ve Aflatoksin bulaşıklığı dünya genelinde en önemli
kalite problemlerinin başında gelmektedir (CAST, 2003).
Aflatoksin toksik bir metabolit olup Aspergillus flavus ve Aspergillus parasiticus
fungusları tarafından oluşturulmaktadır (Aycicek et al. 2005, Paterson, 2007, Paterson
& Lima, 2010). Hasat öncesi bulaşıklık yer fıstığı endüstrisinde en önemli problemdir
(Kennan and Savage 1994). Toprakta ve bitki artıklarında mevcut olan depolanan dane
ve gıdaların çürümesine sebep olur. Yüksek nem ve sıcaklık hasat öncesi ve sonrası
Aflatoksinin Yer Fıstığında (Arachis hypogaea L.) Doğu Akdeniz Bölgesi Türkiye’de Dağılımı
Yaşar ALPTEKİN¹ Ahmad A. ABDULHAMEED²
117
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
dönemlerde aflatoksin bulaşıklığına sebep olan iki önemli faktördür (Aycicek et al.
2005).
Aflatoksin hem akut hemde kronik olarak toksiktir. Aflatoksin B1 bilinen en önemli
karaciğer karsinojenidir and böylece besin yoluyla aflatoksinin düşük dozlarına kronik
olarak uzun sureli maruz kalma insan sağlığı açısından dikkate alınması gereken önemli
bir risktir. Tanımlanmış iki form vardır: İlki direct karaciğer tahribatı ve ölüme sebep
olan akut şidetli zehirlenme, ikincisi ise kronik symptom göstermeyen bulaşıklıktır.
Aflatoksinin maruz kalma süresine ve miktarına bağlı olarak hepatotoksik, teratogenic,
mutajenik, genotoksik, ve hepatokarsinogenic olduğu bir çok araştırıcı tarafından
kanıtlanmıştır (Hendrickse, 1997; Peraica et al., 1999; Fung and Clark, 2004).
Bu çalışmanın amacı hasat edilmiş kabuklu ve kabuğu alınmış yerfıstığı dane
yüzeyindeki fungusları cins düzeyinde tespit etmektir. İkinci amacımız ise kabuklu ve
kabuksuz yer fıstğı danelerinde aflatoksin bulaşıklığını tespit etmek idi.
Materyal Ve Yöntem
Materyal
Bu çalışmanın materyalini 2012-2013 yılında Osmaniye ve çevre ilçe ve köylerde
yetiştilerek satılmak üzere Osmaniye Yerfıstığı Toptancılar Sitesine getilen kabuklu ve
kabuğu alınmış yer fıstığı yığınları oluşturmaktadır.
Yöntem
Yerfıstığı örnekleri 2012-2013 yılları arasında hasat edilip satılmak üzere Osmaniye
YerFıstığı Toptancılar Sitesine getirilen depodaki yığınlardan 170 cm uzunluğundave
2.5 cm genişliğinde bir probe yardımıyla 6 farklı yerdenalınmıştır. Alınan örnekler
plastik bir kab içerisine konulmuş ve iyice karıştırılmıştır. Yerfıstığı örneklerinden 500
g alt örnek alınmışve etiketlenmiş kese kağıdına konulmuştur. Toplam 29 kabuklu ve 14
kabuksuz yerfıstığı analiz edilmek üzere laboratuvara getirilmiştir.
Kabuksuz yerfıstığı dane yüzeyinde fungal cinslerin tespiti
Analiz için laboratuvara getirilen her bir 29 adet 500 g kabuksuz yer fıstığı örneğinden
10 gram alt örnek alınmıştır. Danelerin yüzeyindeki fungus sporlarının süspansiyon
oluşturması için alt örnekler 90 mL fizyolojik tuzlu su (Protein 1g, NaCl 8.5g, saf su
1L) içeren 250 mL’lik erlenlere konulmuş ve çalkalanmıştır.
Bir mili litre spor suspensiyonu bir pipettle çekilmişve bir tüb içerisindeki 9 ml FTS
süspansiyonu ile karıştırılmıştır (Gürgün ve Halkman, 1990). Spor süspansiyonu
seyrelmek için 106 spor konsantrasyonu elde edene kadar seri sulandırma yapılmıştır.
Son tüpte 106 spor süspansiyonundan 1 mL pipetle alınarak katı PDA ortamına ekim
yapılmıştır. Cam petride PDA ortamı üzerine ekim yapılan spor süspansiyonu 25°C de
7-10 gün gelişmeye bırakılmış ve gelişen koloniler sayılmıştır (Temiz, 1996). PDA
üzerinde gelişen koloni sayımı ve fungusların tanımlanması Samson ve Hoekstra
(1988)’ya göre yapılmıştır.
Kabuklu yerfıstığı dane yüzeyinde fungal cinslerin tespiti
Her bir kabuklu yer fıstığı (500 g) örneğinden on gram alt örnek alınmıştır. Yukarıdaki
işlemler aynen tekrarlanmıştır.
118
Aflatoksinin Yer Fıstığında (Arachis hypogaea L.) Doğu Akdeniz Bölgesi Türkiye’de Dağılımı
Yaşar ALPTEKİN¹ Ahmad A. ABDULHAMEED²
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Kabuksuz yerfıstığı danelerinde aflatoksin miktarının tayini
Aflatoksin miktarı üç aşamada belirlenmiştir
1. Ekstraksiyon işlemi
2. Immunoaffinity colon (IAC) ile saflaştırma işlemi
3. HPLC (High Performance liquid chromatography system) ayrıştırma ve miktarının
tayini
Saflaştırma işlemi
Her bir yerfıstığı örneğinden 25 gram alt örnek alınmış ve blendere konulmuş, üzerine 5
gr NaCI ve 125 ml ekstraksiyon solventi (% 70 methanol, % 30 su) eklenmiştir. Blender
maksimum hızda 2 dakika çalıştırılmıştır. Ekstraksiyon solventi bir koni içerisine
yerleştirilmiş çift kat filtre kağıdı ile süzülmüştür. Filtre edilmiş karışımdan 15 mL
pipetle çekilerek 150 mL’likerlene aktarılmış ve üzerine 30 mL saf su eklenmiştir.
Karışım 5 sn vortex ile karıştırıldıktan sonara 15mL pipetle çekilerek ucu 20 cc lik
şırıngaya bağlı IAC colom içine aktarılmıştır.
İmmunoaffinity colon (IAC) ile saflaştırma
Filtrat Alfatest P columundan 1-2 damla/saniye hızında geçirilmiştir.
Bir mili litre saf su 2 damla/saniye sabit hızda kolondan geçirilerilmiştir. Daha sonra
kolonun üzerine 1 ml methanol eklenmişve kolondan damlayan sıvı bir test tüpü
içerisinde toplanmıştır.
HPLC (High Performance liquid chromatography system) ile
ayrıştırma ve miktarın tayini
IAC ile saflastırılmış solvent cam tüpe konulmuş HPLC’de aflatoksin miktar tayini
yapılmıştır.
Kabuklu yerfıstığı danelerinde aflatoksin miktarının tayini
Kabuklu yer fıstıklarında aflatoksin bulaşıklığını belirlemek amacıyla yer fıstıklarının
kabuğu alındıktan sonra yukarıdaki aynı işlemler tekrar edilmiştir.
Bulgular ve Tartışma
Kabuksuz yerfıstığı dane yüzeyinde fungal cinslerin tespiti
Bu çalışmada, Osmaniye ve çevre ilçe ve köylerde hasat edilerek satılmak üzere
Osmaniye Yer fıstığı Toptancılar Sitesine getirilen 43 kabuksuz yer fıstığı örneği
daneleri üzerindeki küf florası belirlenmiştir.
En fazla fungal koloni sayısı örnek 8, 11 and 17’de rastlanmıştır. Koloni oluşturan birim
değerleri sırasıyla 1,1x108, 5 x107 , 1,28x106 olarak belirlenmiştir. En az koloni
sayısına ise örnek 4, 20 and 25’de rastlanmıştır.
Kabuksuz yerfıstığı örneklerinden izole edilen fungal cinslerin frekansına bakıldığında;
Fusarium spp. 1×106 kat sulandırma değerinde en fazla sıklıkla rastlanan fungal cins
iken Rhizopus cinsi en az sıklıklta gözlenen fungal cins olmuştur. Penicillium ve
Aspergillus cinslerinin gözlenme sıklığı Fusarium cinsinden daha az olmuştur.
Rhizopus cinsine yalnızca 13. örnekte rastlanmıştır.
Aflatoksinin Yer Fıstığında (Arachis hypogaea L.) Doğu Akdeniz Bölgesi Türkiye’de Dağılımı
Yaşar ALPTEKİN¹ Ahmad A. ABDULHAMEED²
119
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Canlı koloni oluşturan birim sayları 0 ile 1.1×108 değerleri arasında değişkenlik
göstermiştir. Tüm örneklerin ortalama canlı koloni oluşturan birim sayıları 31.96’dır. En
fazla sıklıkla gözlenen fungal cinsler sırasıyla % 92.28 kob ile Pencillium, % 4.8 kob ile
Aspergillus spp., % 2.14 ile Fusarium spp. ve % 0.75 kob ile Rhizopus spp. olmuştur.
Bu çalışmada yerfıstığı dane yüzeyinde Fusarium spp. % 92.28 ile en sıklıkla gözlenen
cins (Şekil 1) olmasına rağmen Surekha and Kalyani (2011) yaptıkları bir çalışmada
sıcaklık ve nemin yüksek olduğu tropic ve suptropik bölgede Aspergillus spp.
cinsiningözlenme sıklığının % 50 olduğunu bildirmişlerdir. Ayrıca Fusarium ve
Pencillium cinslerinin Aspergillus spp.’den daha az sıklıla gözlendiğini bildirmişlerdir.
Bu çalışmada Fusarium spp. en sıklıkla gözlenmsi yerfıstığının Fusarium mikotoksinleri
ile daha sıklıkla bulaşabileceğini göstermektedir.
Şekil 1.
Kabuksuz yerfıstığı dane yüzeyinde fungal cinslerin yüzde oranları.
Şekil 2.
Kabuksuz yerfıstığı dane yüzeyindenki funguusların koloni oluşturan birim
sayıları
120
Aflatoksinin Yer Fıstığında (Arachis hypogaea L.) Doğu Akdeniz Bölgesi Türkiye’de Dağılımı
Yaşar ALPTEKİN¹ Ahmad A. ABDULHAMEED²
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Şekil 2’de görüldüğü gibi, 106 kat sulandırılmış yer fıstığı örneklerinden en fazla koloni
sayısı 8, 17 ve 29. örneklerde elde edilirken en az koloni sayısı 25. örnekte elde
edilmiştir.
Kabuklu yerfıstığı dane yüzeyinde fungal cinslerin tespiti
Bu çalışmada hasat sonrası toplam 43 kabuklu yer fıstığının kabuğu alındıktan sonara
dane yüzeyindeki fungal flora belirlenmiştir. Analiz sonucu elde edilen veriler Tablo
6’de verilmiştir..
Gram örnek başına düşen en fazla küf florası 1, 3 ve 9 numaralı örneklerde
rastlanmıştır. Koloni oluşturan birim değerleri sırasıyla 2x106, 7 x 106 ,
3.5x106olmuştur. En düşük koloni oluşturan birim değeri 0.5x106 örnek 8. ve 11’de
elde edilmiştir.
1x106 sulandırma değerinde, en sık gözlenen fungus cinsi %71,42 ile Fusarium olurken
en az gözlenen fungus cinsi % 1.42 ile Rhizopus ve Penicillium cinsi olmuştur.
Aspergillus cinsinin gözlenme sıklığı ise % 25.71 olmuştur ve en fazla 3. örnekte
rastlanmıştır. Fusarium cinsine ise en fazla 7. ve 10. örneklerde rastlanmıştır. Rhizopus
cinsi yalnızca 14. örnekte gözlenmiş ve Penicillium cinsine ise 11. örnekte
rastlanmıştır.
En fazla sıklıkta gözlenen fungal cinsler sırası ile Fusarium spp. % 71.42, Aspergillus
spp. %25.71, Penicillium spp. %1.42, Rhizopus % 1.42 olmuştur.
Bu çalışma sonucunda % 71.42 ile Fusarium spp. en sık gözlenen cins iken Amar ve
ark., (2013) yaptıkları çalışmada % 68.0 ile Aspergillus spp.’nin en sık gözlenen fungal
cins olduğunu bildirmişlerdir.
Şekil 3’de de görüldüğü gibi yerfıstığı danelerinde Fusarium ve Aspergillus cinslerine
daha sıklıkta rastlanılması, bu ürünün bu fungusların oluşturduğu Aflatoksin, Fumonisin
ve Deoksinivenol gibi mikotoksin bulaşıklığı riskine daha açık olduğunu
göstermektedir.
Şekil 3.
Kabuklu yerfıstığı dane yüzeyinde fungal cinslerin yüzde oranları
Aflatoksinin Yer Fıstığında (Arachis hypogaea L.) Doğu Akdeniz Bölgesi Türkiye’de Dağılımı
Yaşar ALPTEKİN¹ Ahmad A. ABDULHAMEED²
121
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Şekil 4.
Kabuklu yerfıstığı dane yüzeyindenki funguusların koloni oluşturan birim
sayıları
Şekil 4, 1x106 kat sulandırılmış yerfstığı örneklerinin canlı koloni oluşturan birim
sayılarını göstermektedir. En fazla koloni sayısı 3, 7 ve 10. örneklerde gözlenirkenen
düşük koloni sayıları 4.ve 8.örneklerde gözlenmiştir. Fusarium ve Aspergillus cinslerine
3. Örnekte rastlanrken Fusarium cinsine 7. ve 10. örneklerde rastlanmıştır. Dört ve sekiz
nolu örneklerde hiç bir küf kolonisine rastlanmamıştır.
Kabuksuz yer fıstığı danelerinde aflatoksin miktarının tayini
Bu çalışmada, 29 kabuksuz yer fıstığı örneği HPLC ile aflatoksin içeriğini saptamak
amacıyla analiz edilmiştir. Yerfıstığı örneğinin 29’unun tamamı aflatoksin B1
bakımından limit değerlerin altında bulunmuştur.
Tablo 1’de görüldüğü gibi kabuksuz yer fıstığı örneklerinde Aflatoxin B1
konsantrasyonu 0.000-0.099 ppb, ve toplam aflatoxin (B1, B2, G1 ve G2) değeri ise
0,000-0,192 ppb değerleri arasında değişmiştir.
122
Aflatoksinin Yer Fıstığında (Arachis hypogaea L.) Doğu Akdeniz Bölgesi Türkiye’de Dağılımı
Yaşar ALPTEKİN¹ Ahmad A. ABDULHAMEED²
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Tablo 1. Kabuksuz yerfıstığı örneklerinin Aflatoksin B1 ve toplam aflatoksins
miktarları
AFLATOKSIN (ppb)
Örnek Numarası
B1
TOPLAM(B1+B2+G1+G2)
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
0.022
0.099
0.059
0.021
0.097
0.059
0.003
0.019
0.009
0.008
0.026
0.003
0.011
0.025
0.038
0.000
0.000
0.000
0.000
0.000
0.000
0.000
0.000
0.000
0.000
0.000
0.000
0.000
0.000
0.063
0.200
0.096
0.06
0.192
0.096
0.006
0.041
0.013
0.01
0.048
0.012
0.084
0.034
0.043
0.035
0.023
0.048
0.038
0.036
0.012
0.011
0.014
0.006
0.000
0.000
0.019
0.001
0.000
Kabuksuz yer fıstığı örneklerin aflatoksin içerikleri tablo 1’de verilmektedir.
Tablo 1 ‘de görüldüğü gibien yüksek AFB1 ve Toplam Aflatoksin değeri 2. örnekte
rastlanmasına rağmen 5 ppb’den düşük olduğu için yer fıstığı örneklerinin hiç biri insan
sağlığı açısından bir risk taşımamaktadır.
Kabuksuz yer fıstığı örneklerinden elde edilen verilere ait tablo ve şekiller analiz
edildiğinde en fazla koloni oluşturan birimin 8. , 17. ve 22. Örneklerde gözlendiği ancak
en yüksek aflatoksin miktarının 2. örnekte rastlandığı görülmüştür. 17. Yerfıstığı
örneğinde en fazla koloni oluşturan birim sayısı elde edilmesine ragmen bu örneğin
aflatoksin içeriği maksimum tolere edilebilir sınırın altında olmuştur. Örneklerin koloni
oluşturan birim sayıları ile aflatoksin içerikleri arasında bu çalışmada herhangi bir ilişki
bulunmamıştır.
Aflatoksinin Yer Fıstığında (Arachis hypogaea L.) Doğu Akdeniz Bölgesi Türkiye’de Dağılımı
Yaşar ALPTEKİN¹ Ahmad A. ABDULHAMEED²
123
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Kabuklu yer fıstığı danelerinde aflatoksin miktarının tayini
Bu çalışmada, toplam 14 kabuklu yer fıstığı örneği HPLC ile aflatoksin bulaşıklığı
açısında analiz edilmiştir. Örneklerin tamamı aflatoksin bulaşıklığı bakımından negative
bulunmuştur, Böylece osmaniye ve çevresinde üretilip, işlenerek pazara sunulan yer
fıstıkları insane ve hayvan sağlığı açısından bir risk taşımamaktadır.
Tablo 2’de görüldüğü gibi örneklerin Aflatoksin B1 içerikleri 0.000-0.006 ppb arasında
ve toplam aflatoksin (B1, B2, G1 ve G2) içerikleri ise 0,000-0,04 ppb arasında
değişiklik göstermiştir.
Tablo 2. Kabuksuz yer fıstığı örneklerinin Aflatoksin B1 ve toplam aflatoksin
içerikleri (ppb)
Örnek no
Aflatoksin B1
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
0.005
0.000
0.000
0.000
0.000
0.002
0.000
0.004
0.000
0.000
0.000
0.000
0.001
0.006
Toplam Aflatoksin
(B1+B2+G1+G2)
0.073
0.045
0.051
0.025
0.033
0.039
0.042
0.04
0.008
0.006
0
0.006
0.052
0.006
Bu çalışmada örneklerin tamamının Aflatoksin B1 ve Toplam Aflatoksin içerikleri
insan sağlığı açısından risk oluşturmayan sırasıyla 5 ppb ve 10 ppb sınır değerinin
altında olduğundan negatif olarak bulunmuştur.
Ancak başka araştırıcılar (Carlos et al 2013) ise kendi örneklerinde pozitif aflatoksin
değerlerine rastlamışlardır.
Kabuklu ve kabuksuz yer fıstığı örneklerinin aflatoksin içeriklerinin belirlendiği bu
çalışmada 29 kabuksuz ve 14 kabuklu yerfıstığı örneğinin tamamı alfatoksin B1içeriği
yönünden 5 ppb sınırının altında olmuştur. Toplam aflatoksin içeriği bakımından 29
kabuksuz ve 14 kabuklu olmak üzere toplam 43 yer fıstığı örneğinin hiç biri 10 ppb
sınır değerini aşmamıştır (Tablo 1 ve Tablo 2).
Sonuç
Bu çalışmada, Osmaniye ilinden elde edilen kabuklu ve kabuksuz yerfıstığı örneklerinin
tamaı Aflatoksin B1 ve Toplam Aflatoksin değeri bakımından insan sağı açısından risk
taşıyan değerlerin altında yani negatif bulunmuştur. Böylece osmaniye ilimizden iç
124
Aflatoksinin Yer Fıstığında (Arachis hypogaea L.) Doğu Akdeniz Bölgesi Türkiye’de Dağılımı
Yaşar ALPTEKİN¹ Ahmad A. ABDULHAMEED²
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
pazara gönderilen veya ihraç edilen işlenmiş yer fıstıklarının insan tüketimi bakımından
aflatoksin içeriği yönünden hiç bir risk taşımadığı görülmüştür.
Kabuklu ve kabuksuz yerfıstığı örneklerinin her ikisi için Aspergilius cinsi de dominant
fungus olarak bulunmuş, Fusarium cinsi ise esas olarak dane yüzeyinde daha baskın
cins olarak gözlenmiştir. Böylece hasat edilen yer fıstıkları hemen kurutulup serin bir
yerde depolanmadığı takdirde insan ve hayvan sağlığı açısından risk taşıyabilir.
Kaynaklar
Amar, R., Amina, M. 2013. Investigations on aflatoxigenic fungi and aflatoxins
contamination in some nuts sampled in Algeria, African Journal of Microbiology
Research. Vol. 7(42), pp. 4974-4980.
Aycicek , H., Abdurahman, A., Saygi, S. 2005. Determination of aflatoxin levels in
some dairy and food products which consumed in Ankara, Turkey. Food
Control, Oxford, v. 16, p. 263-266.
Carlos, A. F., Oliveira Natália, B., Gonçalves Roice, E., Andrezza, M..2013.
Determination of Aflatoxins in Peanut Products in the Northeast Region of São
Paulo, Brazil, Int. J. Mol. Sci. 2009, 10, 174-183; doi:10.3390/ijms10010174.
Cast 2003. Mycotoxins: Risks in Plant, Animal and Human Systems. Task Force Report
N°139, Ames, Iowa, USA.
Fao (Food And Agriculture Organization).1997. “Worldwide Regulations for
Mycotoxins 1995: A compendium. FAO Food and Nutrition Paper”. No. 64.
Rome, Italy.
Fung, F., Clark, R.F. 2004. Health effects of mycotoxins: a a toxic logical overview.
Journal Toxicol Clin Toxicol 42:217–234.
Gürgün, V., Halkman, A. K. 1990. Counting Methods Microbiology, Food Technology
Association Publication No: 7, II. Printing and Graphics, p.19, 20.
Hendricks, D., Patel, J., Zeckhauser, R. 1993. Hot hands in mutual funds: Short-run
persistence of relative performance, 1974–1988, The Journal of Finance 48(1),
93–130.
Keenan , J.I., Savage, G.P., 1994. The composition and nutritive value of groundnut
kernels. Pages 173–213 in The groundnut crop: A scientific basis for
improvement (Smartt J, ed.). London, UK: Chapman and Hall.31.85-90.
Paterson, R.R.M. , Lima, N. 2010. Climate change affect mycotoxins in food Food Res.,
43: 1902–1914.
Paterson, R.R.M., 2007. Aflatoxins contamination in chili samples from Pakistan. Food
Cont., 18: 817–820
Peraica, M., Radic, B., Lucic, A., Pavlovic, M. 1999. Toxic effects of mycotoxins in
Humans. Bulletin of the World Health Organization. 77: 754-766.
Samson, R. A., Reenen-Hoekstra, E. S. 1988. Introduction to Food-Borne Fungi.
Centraalbureau voor Schimmelcultures. Institute of the Royal Netherlands
Academy of Arts and Sciences, s.299.
Temiz, A. 1996. General Microbiology Application Techniques II. Print, Hatiboğlu
Publishing, London, pp. 208, 274.
Aflatoksinin Yer Fıstığında (Arachis hypogaea L.) Doğu Akdeniz Bölgesi Türkiye’de Dağılımı
Yaşar ALPTEKİN¹ Ahmad A. ABDULHAMEED²
125
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Bu sayfa boş bırakılmıştır.
126
Aflatoksinin Yer Fıstığında (Arachis hypogaea L.) Doğu Akdeniz Bölgesi Türkiye’de Dağılımı
Yaşar ALPTEKİN¹ Ahmad A. ABDULHAMEED²
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Tarımsal Üretimde Alternatif Ürünler: Marmara Bölgesinde Mantar
Yetiştiriciliğinin Koşul ve Olanakları
Aydın GÜREL
Namık Kemal Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarım Ekonomisi Bölümü, Tekirdağ, [email protected]
ÖZET
Bu bildiri ile Türkiye’nin gelişmiş bölgelerinden Marmara Bölgesinde mantar üretimi yapan işletmelerin demografik,
iletişim ve işletme özellikleri irdelenmektedir. Bu bağlamda iz sürme yöntemiyle belirlenen 57 üreticiye anket
uygulanmıştır. Elde edilen bulgulara göre; Mantar üreticilerinin % 66,5’inin verimlilik çağında olduğu, işletmelerin
yarıdan fazlasının (% 66,7’si) 500 m2 ve daha küçük işletmeler olduğu, işletmeler küçüldükçe çiftçilerin eğitim
düzeyleri ve mantar üretim deneyimlerinin azaldığı, kurum ve kuruluşlarla iletişimin zayıf, olduğu saptanmıştır.
Ayrıca üreticilerin çiftçi toplantılarına, demonstrasyonlara, tarla günlerine vb. katılımının zayıf olduğu, görsel ve
basılı yayınlardan yeterince yararlanmadığı, mantar üreticilerinin örgütlenmediği, mantar yetiştiriciliğinin karlı
olduğu, ancak pazarlama sorunun yanı sıra, taze tüketim dışında konserve, kurutma vb. şekilde değerlendirme ve
pazarlama yapılmadığı tespit edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Marmara Bölgesi, Mantar Üretimi, Kırsal Kalkınma, Alternatif Ürün
Alternative Products in Agricultural Production: Mushroom Growing in the Marmara Region of the Terms
and Facilities
ABSTRACT
This paper developed areas in the Marmara Region of Turkey with mushrooms demographics of businesses engaged
in the production, communication and business features are discussed. In this context, determined by tracing method
was applied to 57 manufacturers. According to the results obtained; Mushroom producers 66.5% of the efficiency of
the era is in the business of more than half (66.7%) of 500 m2 and smaller businesses, which is shown smaller
farmers' education levels and mushroom production experience will subside, institutions and organizations to
communicate with the poor, was found to be . In addition to the meetings of producers farmers, to demonstrations,
field days and so on. participation is weak, visual and print publications that benefit enough, that the organization of
mushroom producers, mushroom cultivation is profitable, but in addition to marketing problems, other than fresh
consumption, canning, drying and so on. has been found to make the evaluation and marketing.
Keywords: Marmara Region, Mushroom Production, Rural Development, Alternative Products.
1.GİRİŞ
Mantar üretiminde az alandan çok verim, yani birim alanından yüksek verim
alınabilmekte, fazla iş gücü gerekmediği gibi, kırsal kadının da raha yapabileceği bir
üretimdir. Bu bakımdan kırsal kadın, kırsal kalkınma açısından oldukça önemlidir.
Bu bağlamda son yıllarda dünyada ve ülkemizde gerek tarımsal üretimde ve gerekse
tarıma dayalı sanayide alternatif tarım ürünleri arayışı her geçen gün hız kazanmaktadır.
Bu bağlamda birim alandan daha fazla ürün ve gelir yanı sıra, sanayileşmeden dolayı
boşa çıkan ve göç etmek zorunda kalan çiftçilere bulundukları yerde iş ve aş
olanaklarının yaratıl için birçok politik düşüceler, uygulanan ve geliştirilen projeler
hedeflenmektedir.
Dünyada kültür mantarı üretiminin 1650 yılında Fransa’da başlamıştır. Bu ülkeyi
takiben ABD, İngiltere, Macaristan, Danimarka ve Almanya gibi ülkeler de mantar
üretici ülkeler arasında yer almıştır. Eren ve ark. (2013) doğal koşullarında mantar
üretimde risk oranının yüksek olmasının kültür mantarı üretiminin gelişimini
tetiklediğini bildirmektedirler.
Dünya Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerine göre Dünya toplam kültür mantarı
üretimi 3,5 milyon ton olup, bunun %33’ü Avrupa Birliği üyesi ülkeler tarafından,
yüzde 51' i Asya ülkelerinde, yüzde 10'u ABD’de, geri kalanı diğer Dünya ülkelerde
üretilmektedir. Mutlak değer olarak ise Çin, yaklaşık 1.6 milyon ton, Avrupa Birliği 1,1
milyon ton üretime sahiptir. Hollanda ise tek başına Avrupa Birliği kültür mantarı
toplam üretiminin 1/4’ünü üretmektedir. Hollanda’yı Polonya, Fransa, İspanya ve İtalya
Tarımsal Üretimde Alternatif Ürünler: Marmara Bölgesinde Mantar Yetiştiriciliğinin Koşul ve Olanakları
Aydın GÜREL
127
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
takip etmektedir. Hollanda Avrupa’daki en büyük üretici olması yanında en önemli
ihracatçı ülke durumundadır ve üretiminin %90’nını ihraç etmektedir.
Kültür mantarı üretimi ülkemiz tarımı içinde yaklaşık 45 yıllık geçmişi olan ancak hızlı
değişim ve gelişme gösteren bir üretim kolu olduğunu ve Özçatalbaş’a (2004) atfen
Eren ve ark. (2013) 1973 yılında yıllık mantar üretimi 80 ton iken, 1983’te 1400,
1987’de 2560, 1991’de 3052, 1995’de 7728, 1999’da 12658, günümüzde ise 2000040000 ton arasında seyretmekte olduğu bildirilmektedir. Bu rakamlar dünyadaki
gelişmelerle kıyaslandığında, mantar üretimi hızlı bir gelişme göstermesine karşın
istenilen düzeye ulaşamadığı, ülkemizde kültür mantarı tüketimi ise maalesef yeterli
düzeyde olmayıp, kişi başına ancak yıllık 400-600 gr. olmakta, buna karşın gelişmiş
ülkelerde kişi başına 2.5-3.0 kg’a kadar çıkmakta olduğu bildirilmektedir.
Günümüzde, özellikle gelişmiş ülkelerde mantar yetiştiriciliği tam anlamıyla bir sanayi
kolu halini almıştır. Mantar üretimiyle ilgili pek çok işlemin mekanize edildiği büyük
ve modern işletmelerde bilgisayarlı otomatik kontrol sistemi ile modern üretimler
yapılmaktadır. Ülkemizde de bazı özel mantar işletmelerinin bu çağdaş yeniliklerden
yararlanarak modern üretimler yapmaları beklenmektedir. Şekil 1’de Japonya ve
Türkiye’de olmak üzere iki mantar işletmesi görülmektedir. Bu İki işletme
karşılaştırıldığında, mantar işletmelerimizin modernleşmesinde ne denli geride
kaldığımız görülmektedir (Şekil 1).
Türkiye
Japonya
Şekil 1.
Japonya ve Türkiye’de Mantar Üretimi
Bu bildiri ile 2014 yılında NKÜBAP tarafından desteklenen “Marmara Bölgesinde
Mantar Üretimi ve Değerlendirilmesi” isimli proje kapsamında elde edilen bulgulardan
mantar üretimi yapan işletmelerin demografik, iletişim ve işletme özellikleri özetlenerek
değerlendirilmektedir.
2. BULGULAR ve TARTIŞMA
2.1 Üretici Özellikleri
2.1.1 Yaş
128
Tarımsal Üretimde Alternatif Ürünler: Marmara Bölgesinde Mantar Yetiştiriciliğinin Koşul ve Olanakları
Aydın GÜREL
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Kırsal kesimde yeniliklerin benimsenmesinde etkili olan etmenlerden biri de çiftçinin
yaşıdır. Bu bağlamda (Planck 1972) verimlilik çağı açısından üreticilerin yaşı önemli
bir faktördür, ifade etmektedir. Çünkü genel olarak genç çiftçiler tecrübe yetersizliği ve
yaşlı çiftçiler ise ilgisizlik nedeniyle kırsal kesimde veril olamamaktadırlar. Buna karşın
orta yaş grubundakiler daha dinamik ve verimli olmaktadırlar. Ayrıca Ege Bölgeinde
kaliteli sofralık üzüm, kuru incir ve sera domatesi üzerine yapılan bir araştırmada
(Oktay ve Özkaya 1994) üretici yaşı ve deneyimi ile ilaç kalıntısı lekesi arasında
yapılan One Way analizinde; en iyi sonucu orta yaştaki deneyimli üreticilerin elde ettiği
saptanmıştır. İçel ilinde yapılan bir diğer araştırmada (Taluğ 1982). üreticilerin
yaşlarıyla MEYSEB’in önerdiği tarım tekniklerini benimsemeleri arasında anlamlı bir
ilişkinin olabilecegi belirlenmiştir. Ankara polatlı ilçesinde yapılan bir araştırmada
(Taluğ 1974) yaş ile buğday üretiminde kullanılan kimyasal ilaçlarla yabancı ot
mücadelesini benimseme davranışı arasında istatiksel olarak bir bağıntı olmadığı ve
aynı şekilde Konya-Ereğli ilçesinde yapılan bir diğer araştırmada da (Tatlıdil 1978) yaş
ile kooperatifi benimseme davranışı arasında istatistiksel olarak bir bağıntının
olmadığını saptanmıştır.
Şekil 2’de görüleceği gibi, anket uygulanan (57 denek) mantar üreticilerinin yaşı
irdelendiğinde 38-60 yaş grubu % 66,5 oran ile ilk sırada yer alırken, bunu % 20,6 ile
61 ve daha yaşlı yaş gurubu izlemektedir. 37 ve daha genç yaş grubu ise % 12,9’dur.
Araştırmada en küçük yaş 19, en büyük yaş 77 ve ortalama yaş ise 42,2 olarak
hesaplanmıştır.
80
66,5
60
40
20
20,6
12,9
0
– 37
Şekil 2.
38 – 60
61 +
Yaş Aralığı (%)
Bu sonuca göre verimlilik çağındaki üretici oranı % 66,5’dır. Bu da gerek mantar
üretimi ve gerekse kırsal kalkınma yatırımları ve aynı zamanda tarımsal yayım
yaklaşımları açısından önemli pozitif bir durumdur.
2.1.2 Eğitim
Gerek kırsal kalkınma açısından ve gerekse tarımda teknolojik yeniliklerin erken
benimsenmesinde eğitim seviyesi önemli etmenlerden biridir. Nitekim tarımsal
yeniliklerin kabulü ve yayılması konusunda yapılan 275 deneysel araştırmanın % 74’ün
de eğitim düzeyi ile benimseme davranışı arasında anlamlı bir bağıntının olduğu
saptanmıştır (Rogers and Shoemaker 1971). Ankara Polatlı’da yapılan bir diğer
araştırmada da (Taluğ 1974) eğitim düzeyi ile buğday üretiminde kullanılan kimyasal
ilaçlarla yabancı ot mücadelesini benimseme davranışı arasında istatiksel olarak bir
bağıntı olduğu saptanmıştır. Konya-Ereğli ilçesinde yapılan araştırmada üreticilerin
eğitim düzeyi ile kooperatifi benimseme davranışı arasında istatiksel olarak bir
bağıntının olduğu (Tatlıdil 1978), Ancak İçel ilinde yapılan bir diğer araştırmada (Taluğ
Tarımsal Üretimde Alternatif Ürünler: Marmara Bölgesinde Mantar Yetiştiriciliğinin Koşul ve Olanakları
Aydın GÜREL
129
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
1982) üreticilerin eğitim düzeyi ile MEYSEB’in önerdiği tarım tekniklerini
benimsemeleri arasında anlamlı bir ilişkinin olmadığı saptanmıştır. Ege Bölgeinde
kaliteli sofralık üzüm, kuru incir ve sera domatesi üzerine yapılan bir araştırmada
(Oktay ve Özkaya 1994) ortalama eğitim düzeyinde olan üreticilerin hasattan
kaynaklanan ve hasat sonrası sorunlarının en az olduğu saptanmıştır. Tekirdağ İli
Malkara İlçesi ayçiçeği üreticileri üzerine yapılan bir diğer araştırmada (Gürel 1998)
eğitim düzeyi yükseldikçe yeniliği ilk kabul edenlerin sayısında artış olduğunu
saptanmıştır.
Şekil 3’de anket uygulanan 57 üreticiden elde edile sonucuna göre mantar üreticilerin %
40,9’ü ilkokul, % 33,2’si ortaokul, % 16,9’u lise ve % 9,0’u yüksek okul mezunudur.
Bu bulguya göre üreticilerin yaklaşık ¾’ü, yani % 74,1’i ilk ve ortaokul mezunu iken,
% 25,9’u lise ve yüksekokul mezunudur.
50
40,9
40
33,2
30
16,9
20
9
10
0
İlkokul Ortaokul
Şekil 3.
Lise
Yüksek
Okul
Eğitim Durumu (%)
Bu özellik gerek mantar üretimi, gerek kırsal kalkınma yatırımları ve gerekse tarımsal
yayım yaklaşımları açısından oldukça önemli pozitif bir durumdur.
2.2 İletişim Özellikleri
Tarımda teknolojik gelişmelerin çiftçilerce tanıtılması ve benimsetilmesi için çiftçilerin
yeni bilgilerden düzenli olarak haberdar olması, yani bilgi akışının düzenli olması
gereklidir (Albrecht 1970). Bilgi akışının işlememesi durumunda bir yeniliğin şeklen
düzenli uygulanması mümkün değildir (Diederich 1975). Çiftçiler haberleşmeyi genel
olarak köye gelen kişilerden, kendileri köy dışına gittiklerinde ve kitle iletişim
araçlarıyla sağlarlar (Rogers 1969). Bu bağlamda Gürel (1998; 2004; 2010a ve 2010b)
Trakya’da çiftçilerin yayımcılar ve çiftçi örgütleri ile olan iletişimin önemini
vurgulamakta, gerek kurum ve kuruluşlarla gerekse çiftçi örgütleri ile olan iletişimin
zayıf olduğunu ve kırsal kalkınmada engelleyici bir rol oynadığını vurgulamaktadır. Bu
nedenle, mantar üreticilerinin bireysel, grupsal ve kitlesel iletişim özellikleri
irdelenmiştir.
2.2.1 Bireysel iletişim
Bireysel iletişim doğrudan bir kişiye veya bir aileye yönelik verilen yayım
hizmetleridir. Birebir yayım metotları bireysel problemlerin çözümünde etkindir. Bu
metotlarda yayımcı ile çiftçi arasında oldukça yoğun bir iletişim vardır. Bireysel
öğretim çiftçiye bilgi ve beceri kazandırmanın yanı sıra zor anlaşılır içeriğe sahip
konularda çiftçide davranış değişimi, güven oluşturmada oldukça etkindir. Bireysel
yayım metotları yayım çalışmalarının en zaman alıcı ve aynı zamanda, çok sayıda
yayımcı gereksinimi nedeniyle masraflıdır. Bireysel iletişim hedef kitlenin özelliğine
130
Tarımsal Üretimde Alternatif Ürünler: Marmara Bölgesinde Mantar Yetiştiriciliğinin Koşul ve Olanakları
Aydın GÜREL
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
göre, çiftçi organizasyonlarına ve önder çiftçilere yönelik verilir. Ayrıca tarla
ziyaretleri, köyde, kahvede, büroda vb. yapılan bireysel görüşmelerdir.
Şekil 4’de görüleceği gibi, Anket uygulanan 57 üreticinin büyük bölümü 1-2 ayda bir
(% 33,3) yada 3 ayda bir (% 34,9) yayımcılarla iletişim kurmaktadır. Yılda bir iletişim
kuranların oranı % 9,1 iken, yayımcılala hiç görüşmeyenlerin oranı % 19,6’dır.
Bu bulgu üreticilerin ¾’ünün yıldan en az bir dafa yayımcılarıyla görüşürken,
yayımcılar ile hiç görüşmeyenlerin oranı % 19,6’dır. Üreticilerin yaklaşık ¾’ünün en az
yılda bir defa yayımcılarla görüşmesi Türkiye koşulları dikkate alınarak kırsal kalkınma
için yayım yaklaşımlarının etkinliği açısından pozitif bir bulgu olarak değerlendirilse
de, % 19,6’sının yayımcılar ile hiç görüşmemesi yayım yaklaşımlarının etkinliğini ve
dolaysıyla mantar yetiştiriciliğinde üretimi olumsuz yönde etkilediğini söyleyebiliriz.
33,3
40
30
20
10
0
34,9
60
19,6
3,1
9,1
Haftada 1-2 3 ayda Yılda bir
bir ayda bir bir
Şekil 4.
Görüşme Sıklığı (%)
40
20
Hiç
42,8
34,8
18,7
3,7
0
çok
Şekil 5.
orta
az
hiç
Memnuniyet Derecesi (%)
İletişimden memnuniyet derecesi kırsal kesimde yayım yaklaşımları açısından
önemlidir. Zira insanlar memnun olmadığı kişi, kurum, kuruluş vb. ile iletişim kurmak
istemezler.
Şekil 5’de görüleceği gibi, yayımcılardan çok memnun olanların oranı oldukça düşüktür
(% 3,7). Mantar üreticilerinin büyük çoğunluğu (% 42,8) yayımcılardan az oranda
memnun iken, orta düzeyde memnun olma oranı %18,7’dir. Hiç memnun olmayanların
oranı ise % 34,8 ile oldukça yüksek bir orandır. Yayımcılarda kurulan iletişimden hiç ve
az memnun olanların toplam oranı % 77,6’dır.
Bu bulguya göre, üreticilerin ¾’ünden fazlası iletişimde yayımcılardan memnun
olmamaktadır. Bu durumun kırsal kesimde yayım yaklaşımlarının etkinliğini ve
dolaysıyla mantar yetiştiriciliğinde üretimi olumsuz yönde etkilediğini söyleyebiliriz.
Konuyla ilgili diğer araştırmalar irdelendiğinde: Edirne İli’nde çeltik üreticileri üzerine
yapılan bir diğer araştırmada da (Sentürk 2013) benzer sonuç elde edilmiştir. Bu
araştırmada 1-2 ayda bir % 34,4, 3 ayda bir % 33,8 oranında kamu yayımcılarıyla
iletişim kurulduğu ve kamu yayımcılarına karşın diğer yayımcılardan daha memnun
olduğu saptanmıştır. Manisa yöresinde yapılan bir araştırmada (Mercan 2013) işletmeler
örtüaltı üretim yapan işletmelerin % 66,7'sinin komşu işletmelerle, % 2 6,7'sinin tesisi
kuran ya da malzeme temin edilen firmalarla, % 3,3'ünün ise Tarım İl / İlçe Müdürlüğü
ile iletişim kurduklarını bildirmektedir.
2.2.2 Grupsal iletişim
Ortak sorunlara sahip çiftçilerden oluşturulan gruplara yönelik yapılan eğitimlerde
(grupsal eğitim) görülen iletişim yöntemidir. Gurupsal iletişimde çiftçiler yayım
elemanından yararlandıkları gibi birbirlerinden de etkilenmektedirler. Günümüzde en
yaygın eğitim yöntemidir. Grupsal iletişim davranış değişiminde önemli rol
oynamaktadır. Yayımcı çiftçi ve çiftçi çiftçi iletişimi nedeniyle yenilikler daha kolay
Tarımsal Üretimde Alternatif Ürünler: Marmara Bölgesinde Mantar Yetiştiriciliğinin Koşul ve Olanakları
Aydın GÜREL
131
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
yayılır. Bireysel iletişime karşın, daha az masraflıdır, daha az zaman alıcıdır, az sayıda
yayımcı ile çok sayıda çiftçiye ulaşılır, katılımcılığı teşvik eder. Bireysel ve ve kitle
yayım metotları ile desteklendiğinde daha etkin olmaktadır.
Grupsal iletişimin etkin kullanıldığı grup yayım metotlarını, demonstrasyonlar, çiftçi
kursları, tarla günleri, çiftçi toplantıları vb. olarak sıralamak mümkündür.
Şekil 6, 7, 8 ve 9’da görüleceği gibi, mantar üreticilerinin ¾’ü çiftçi toplantılarına ve
demonstrasyonlara çok ve orta düzeyde (% 75,4) katılmaktadırlar. Bu oran tarla
günlerine katılımda % 89,1 ile daha da yüksektir. Ancak bu oran kurslara katılımda %
5,2 ile oldukça düşüktür.
69,2
80
60
60
40
20
40
23,7
6,2
0,9
0
50
Orta
Az
Hiç
Çiftçi toplantılarına katılım (%)
41,8
47,3
40
30
20
10
3
7,9
0
Çok
Şekil 8.
20
23,8
6,1
0,9
0
Çok
Şekil 6.
69,2
80
Orta
Az
Çok
Şekil 7.
60
50
40
30
20
10
0
Hiç
Tarla günlerine katılım (%)
Şekil 9.
Orta
Az
Hiç
Demostrasyonlara katılım (%)
2,3
2,9
Çok
Orta
47,9
46,9
Az
Hiç
Çiftçi kurslarına katılım (%)
Bu bulguya göre üreticilerin ¾’ünün çiftçi toplantılarına ve demonstrasyonlara çok ve
orta düzeyde (% 75,4) katılımları ve tarla günlerine % 89,1’unun katılımı yayım
yaklaşımlarını pozitif yönde etkilemektedir. Ancak çiftçi kurslarına katılım % 5,2 ile
oldukça düşük olması olumsuz bir durumdur.
2.2.3. Kitlesel iletişim
Kitlesel iletişim kitle yayım metotlarında uygulanmaktadır. Kitlesel iletişi en hızlı ve en
ucuz yayım metodudur. Yayım elemanının az olduğu bölgeler veya ülkeler için, aynı
şekilde ulaşımı zor olan bölgeler veya ülkeler için önemlidir. Etki alanı geniştir.
çiftçileri yeniliklerden haberdar etmede etkindir. Zaman ve masraf açısından en
ekonomik yayım metottur. Az sayıda yayımcıya gerek duyulmaktadır. Ancak
yeniliklerin benimsenmesinde etkinliği sınırlıdır. Tek yönlü iletişimdir. Mesajın hedef
kitleye etkinliğinin ölçümü zor ve masraflıdır. Mesajın yanlış anlaşılma olasılığı
yüksektir. Çiftçi sorunlarını tespit olanağı yoktur. Kitlesel iletişim günümüzde radyo,
televizyon, gazete ve dergiler, broşürler, posterler, sergiler, film ve slâytlar, broşürler,
uzaktan eğitim, sirküler mektuplar, geziler vb. aracılığı ile yapılabilmektedir.
132
Tarımsal Üretimde Alternatif Ürünler: Marmara Bölgesinde Mantar Yetiştiriciliğinin Koşul ve Olanakları
Aydın GÜREL
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Ankara polatlı ilçesinde yapılan bir araştırmada (Taluğ 1974) üreticilerin radyo dinleme
sıklığı ile buğday üretiminde kullanılan kimyasal ilaçlarla yabancı ot mücadelesini
benimseme davranışları arasında istatiksel olarak bir bağıntı olmadığı saptanmıştır.
Ancak, Konya-Ereğli ilçesinde yapılan bir diğer araştırmada (Tatlıdil, 1978) üreticilerin
radyo dinleme sıklığı ile kooperatifi benimseme davranışı arasında istatiksel olarak bir
bağıntının olduğu saptanmıştır.
Araştırma sonuçlarına göre, mantar üreticilerinin günümüz koşullarına göre en fazla
yarandıkları önemli kitlesel iletişim araçlarının gazete, dergi, Tv ve bilgisayar, internet
kullanımı olduğu tespit edilmiş olup ve bunlar intenzif irdelenmiştir.
Şekil 10 ve 11’de görüleceği gibi, en fazla izlenen iletişim aracı televizyondur (% 59,7
çok ve orta seviyede). Bunu % 48,7 ile (çok ve orta oranlar toplamı) dergi, gazete
okuma izlemektedir. Ancak üreticilerin % 40,2’si tarımsal TV’den, % 51,3’ü tarımsal
gazete ve dergilerden az yararlanmakta ya da hiç yararlanmamaktadır. Bu durum, yani
gerek TV ve gerekse basılı yayınlardan takriben % 50 oranında yararlanmama mantar
üretim, tarımsal yayım yaklaşımları açısından negatif bir durumdur.
55,8
60
40
20
60
37
40,9
48,1
40
3,9
20
3,2
7,8
3,2
0
0
çok
orta
az
çok
hiç
Şekil 10. TV seyretme (%)
Şekil 11.
orta
az
hiç
Dergi, Gazete okuma (%)
Sesli ve görsel iletişim (sesli ve görsel yayım metotları) metotları içerisinde günümüzde
genel olarak bilgisayar ve internet kullanımı en etkin ve önemli (7/24, hızlı, ucuz,
yurtiçi, yurtdışı, sesli, görsel vb.) bir iletişim aracıdır.
Şekil 12’de görüldüğü gibi üreticilerin % 65,2’si internet/bilgisayar kullanmazken,
geriye kalanı (% 44,8) az, orta ve çok seviyede internet/bilgisayar kullanmaktadır.
80
65,2
60
40
20
11
12,1
11,7
Çok
Orta
Az
0
Hiç
Şekil 12. İnternet, Bilgisayar Kullanımı (%)
Bu bulguya göre, üreticilerin % 11,0’inin çok ve % 12,1’inin orta düzeyde internet,
bilgisayar kullanımı Türk köylerinde nadir rastlanan bir durumdur ve mantar üretimi ve
tarımsal yayım yaklaşımları açısından pozitif bir gelişimdir.
Konuyla ilgili diğer araştırmalar irdelendiğinde: Erzurum İli Merkez İlçesine bağlı
Ortadüzü köyünde yapılan bir köy araştırmasında (Yurttaş 1979) köyde radyoyu sık sık
Tarımsal Üretimde Alternatif Ürünler: Marmara Bölgesinde Mantar Yetiştiriciliğinin Koşul ve Olanakları
Aydın GÜREL
133
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
dinleyenlerin oranı % 17 ve arasıra dinleyenlerin oranı % 64 iken, televizyonu sık sık
seyredenlerin oranı % 7 ve arasıra seyredenlerin oranı da % 7 olarak tesbit edilmiştir.
Ege Bölgeinde yapılan bir araştırmada (Oktay ve Özkaya 1994) üzüm sınflandırılması
ile ilgili sorunlarda üreticilerin % 1.3’ü, damla sulama ile ilgili sorunlarda % 2’si,
kerevet kullanımı ile ilgili sorunlarda % 12’si ve toprak tahlili ile ilgili sorunlarda %
7.4’ü radyo/televizyonun haberdar olmada etkili olduğunu belirtmişlerdir. İçel ilinde
yapılan araştırmada (Taluğ 1982) MEYSEB tarafından hazırlanan radyo programlarının
ve özellikle çiftçi bültenlerinin üreticiler tarafından yeterince izlenmediği tesbit
edilmiştir. Edirne ili çeltik üreticileri üzerine yapılan bir araştırmada (Sentürk 2013) en
fazla yararlanılan iletişim aracı radyo ve televizyon (% 57,9) olup, bunu % 53,8 ile
broşür ve % 49,9 ile dergi, gazete izlemektedir.
2.3 İşletme Özellikleri
İşletme büyüklüğü genel olarak üreticilerin tarımsal yenilikleri kabul etmesinde üretici
davranışını olumlu yönde etkilediği kabul edilmektedir (Rogers and Shoemaher 1971).
Ayrıca üreticilerin yeniliklere karşı davranışları ile işletme büyüklüğü arasındaki
bağlantıyı inceleyen 227 araştırmadan % 67 sinde olumlu bir bağıntı saptanmıştır
(Taluğ 1974).
Şkil 13’de görüleceği gibi, mantar üreticilerinin % 29,5’i 100 m2 ve daha küçük mantar
yetiştirme odasına sahiptir. Diğer bir ifade ile işletmelerin yarıdan fazlası (% 66,7’si)
500 m2 ve daha küçük mantar yetiştirme odasına sahip işletmelerdir. Anket uygulanan
işletmelerin çiftçilik deneyiminin % 100’ünde de babadan kalma olduğu ve mantar
üretimi deneyimleri ise ortalama 9,7 yıl olduğu saptanmıştır.
40
30
29,5
37,2
17,3
20
11,2
10
4,8
0
– 100
m2
101 –
500
501 1000
1001 – 2001 +
2000
m2
Şekil 13. İşletme Büyüklüğü (%)
Bu bulguya göre, mantar işletmeleri küçük işletme yapısındadır. Dolaysıyla
modernleşmesi intenzif yatırım, teşvikler ve bilgilendirme, bilinçlendirme
faaliyetlerinin planlı bir şekilde yürütülmesini gerektirmektedir.
3. SONUÇ ve ÖNERİLER
Araştırma bulgularından elde edilen veriler doğrultusunda sonuç ve öneriler aşağıdaki
gibi özetlenebilir.


134
Üreticilerin yaş ve eğitim durumu mantar yetiştiriciliğini olumlu yönde
etkilemektedir. Zira verimlilik çağındaki üretici oranı % 66,5 ve üreticilerin %
25,9’u lise ve yüksekokul mezunudur.
Yayımcılarla iletişim yeterli düzeyde seyretmektedir. Ancak iletişimden hiç ve az
düzeyde memnun olanların toplam oranı % 77,6 ile oldukça yüksek bir orandır.
Bu durumun kaliteli yayım hizmetlerinin verilemediğinden kaynaklandığı gözlem
Tarımsal Üretimde Alternatif Ürünler: Marmara Bölgesinde Mantar Yetiştiriciliğinin Koşul ve Olanakları
Aydın GÜREL
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014







ve mülakatlarla saptanmıştır. Bu da yayımcılara yeterli düzeyde hizmet içi
eğitimim verilmediğinden kaynaklandığı söylenebilir. Bu bağlamda eğiticilerin
eğitimine (yayımcıların) önem verilerek, bireysel, grupsal ve kitlesel eğitim
yöntemleri intenzif olarak öğretilmelidir.
Mantar üreticilerinin yarıdan fazlası (% 66,7) 500m2 ve daha küçük mantar
yetiştirme odasına sahip küçük işletmelerdir. İşletmelerin küçük ve aynı zamanda
geçimlik aile işletmeleri olması nedeniyle yayım faaliyetleri, teknik bilgi akışı ve
kaliteli girdi temini olumsuz yönde etkilenmektedir.
Üreticilerin mantar yetiştiriciliğini tercih nedenleri arasında da karlı olması ve
uygun mekanların bulunması ilk sıralarda yer almaktadır.
Mantar yetiştiriciliği eğitimi verilmemekte yada yüksek ücretle verilmektedir. Bu
da bilhassa küçük işletmeler için cazip/çekici olmamaktadır.
Üreticiler örgütlenmemiştir. Bu durum bilhassa pazarlama ile ilgili sorunlarda
öncelikli olarak önemli bir sorundur. Kooperatif vb. üretici örgütlenmesi bilhassa
küçük işletmeler ve mevsime bağlı üretim yapan aile işletmelerinin sorunlarının
çözümünde önder/lider rolü oynayabilmeleri açısından önemli ve gereklidir.
Üreticiler ürünlerinin pazarlamasında bireysel olarak çaba göstermektedir. Büyük
işletmeler, belirli büyük marketlere düzenli ve planlı bir şekilde ürün gönderirken,
küçük aile tipi işletmeler genellikle mevsimlik ve istikrarsız bir üretim yaptıkları
için, semt pazarlarında ve küçük marketlerde ürünlerini pazarlamaktadır.
Üretim ve pazarlamayla ilgili bilgi ve beceri eğitimi oldukça yetersiz olup,
yayımcılar ile iletişim oldukça sınırlıdır.
Mantar üretimi taze tüketime odaklı olarak üretilmektedir. Kurutma, konserve ve
benzeri değerlendirmeye yönelik üretim/eğitim yapılmamaktadır. Bu durum
mantar pazarını ve mantar üretimini büyük ölçüde olumsuz etkilemektedir. Bu
bağlamda üreticilere ücretsiz eğitimler düzenlenmelidir. Mantar ürünlerini işleyen
/ değerlendiren (kurutma, konserve vb.) işletmelerin kurulması teşvik edilmelidir.
4. KAYAKLAR
Albrecht, H., 1970, Die Sozialökonomische Beratung in der Landwirtschaft, Mainz.
Diederich, J., 1975, “Vorstellung eines Beratungsprojektes” In : Sachverhalte und
probleme der Kommunikation bei der Zusammenarbeit mit Partnern in der
dritten Welt, Witzzenhamsen.
Eren, E., Çetin, M., Türkler, L., Okan, Ö., 2010 Kültür Mantarı Yetiştiriciliğinde
İklimlendirme ve Otomasyon,
http://www.mmo.org.tr/resimler/dosya_ekler/a9b31
f4d596fa52_ek.pdf?tipi=&turu=&sube=3, Erişim Haziran 2013.
Gürel, A., 1998, Malkara İlçesinde Ayçiçeği Üreticilerinin Teknolojik Yeniliklere Karşı
Davranışlarını Etkileyen Etmenler Üzerine Bir Araştırma, Yayın No: 262,
Araştırma No: 90, T.Ü. Tekirdağ Ziraat Fakültesi, Tekirdağ, 106 s.
Gürel, A., 2004, Tarımsal Yayım ve Yeniliklerin Benimsenmesi, Ders Notu, Trakya
Üniversitesi, Tekirdağ Ziraat Fakültesi, Tekirdağ.
Gürel, A., 2010a, Kırsal Kalkınma Yatırımları Açısından Hayrabolu’da Üretici
Davranışları, Hayrabolu Değerleri Sempozyumu, Hayrabolu, Tekirdağ.
Gürel, A., 2010b, Malkara’da Kırsal Halkın Yeniliklere Karşı Davranışlarını Etkileyen
Etmenler, Malkara Değerleri Sempozyumu, Malkara, Tekirdağ.
Tarımsal Üretimde Alternatif Ürünler: Marmara Bölgesinde Mantar Yetiştiriciliğinin Koşul ve Olanakları
Aydın GÜREL
135
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Mercan, Y., 2013, Manisa Yöresinde Örtüaltı İşletmelerinin ve Üretim Sistemlerinin
Yapısal Analizi ve Geliştirilmesi, EÜFBE, Bornova-İzmir.
Oktay, E., ve Özkaya T., “ Kaliteli Üzüm, İncir ve Domates Üretminde Tarımsal Yayımın
Etkileri, Bornova – İzmir, 1994
Özçatalbaş, O., 2004, Korkuteli’nde Mantar Üretim Sektörü, Sorunları ve Çözüm Önerileri,
Türkiye 7. Yemeklik Mantar Kongresi. S: 14-20, 22 – 24., 2004.
Planck, U., 1972, Die ländliche Türkei. Soziologie und Entwicklungstendenzen, Frankfurt
am Main.
Rogers, E. M. 1969, “ Modernisation Among Peasats, Holt, Rinehart and Winston, Inc., New
York.
Rogers, E.M., and Shoemaher, F.F., 1971, Communication of Innoations. The Free, Press, New
York.
Sentürk, C.O., 2013, Çeltik Üretimi Yapan Tarım İşletmelerinde Tarımsal İlaç
Kullanımında Yayım Yaklaşımları: Edirne İli Örneği, NKUFBE, Tekirdağ
Taluğ, C., 1974, Tarımda Teknolojik Yeniliklerin Yayılması ve Benimsenmesi Üzerine Bir
Araştırma, A.Ü.Z.F. Ankara.
Taluğ, C., 1982. MEYSEB Tarımsal Yayım Çalışmalarının Değerlendirilmesi Üzerine Bir
Araştırma, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Tarım Ekonomisi Bölümü,
Yayınlanmamış Doçentlik Tezi, Ankara.
Tatlıdil, H., 1978, Konya Ereğli İlçesinde Köy Kalkınma Kooperatiflerinin Yayılması ve
Benimsenmesi Üzerine Bir Araştırma, A.Ü. Ziraat Fakültesi, Ankara.
Yurttaş, Z.,”Tarımsal Yayım Yönünden Bir Köy Incelemesi ve Program Değerlendirmesi
Üzerine Bir Araştırma” A.Ü.Z.F, Erzurum, 1979
136
Tarımsal Üretimde Alternatif Ürünler: Marmara Bölgesinde Mantar Yetiştiriciliğinin Koşul ve Olanakları
Aydın GÜREL
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Türkiye’de Organik Sebze Üretimi
H. Özkan Sivritepe ve Sevin Teoman
Uludağ Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bahçe Bitkileri Bölümü, Görükle Yerleşkesi, Nilüfer 16059, Bursa,
[email protected]
Özet
Türkiye’de organik tarım faaliyetleri, Avrupa’daki ithalatçıların talepleri doğrultusunda 1980’li yıllarda organik kuru
üzüm ve kuru incir gibi gıdaların üretimleri ile başlamıştır. Türkiye’de organik tarımsal üretim, 1990’lı yılların
başında sadece Ege Bölgesi ve çevresi ile sınırlı iken; 2000’li yıllarda Türkiye genelinde organik tarım faaliyetlerinde
önemli artışlar meydana gelmiştir. Günümüzde ise, en az kuru gıdalar kadar tarla bitkileri, taze sebze ve meyveler ile
tıbbi ve aromatik bitkiler gibi birçok ürün grubunda organik üretim yapılmaktadır. Dünyada konvansiyonel üretim ile
ilgili olarak Türkiye, bitkisel ürün sıralamalarında birçok türün üretiminde lider konumdadır ve Dünya sebze
yetiştiriciliği incelendiğinde ise, Türkiye’nin önemli bir potansiyele sahip olduğu bilinmektedir. Özellikle son on
yılda, organik tarımın dünyadaki gelişimine de bağlı olarak, organik sebzelere olan talebin giderek artması ile
Türkiye’de organik sebze üretim miktarlarında da büyük artışlar meydana gelmiştir ve böylece üretilen tüm organik
ürünlerin içerisinde sebze üretiminin payı da giderek artmıştır. Ancak, organik sebzelerin üretim miktarları farklı
ekolojilere sahip bölgeler ve hatta iller bazında farklılık göstermektedir. Bu araştırmada, Türkiye’deki organik sebze
üretim potansiyelinin son on yıldaki değişiminin incelenmesi; bu süre içerisinde, ürün sayılarında ve üretim
miktarlarında meydana gelen değişimlerin; bölgeler, iller ve farklı sebze grupları bazında değerlendirilmesi
amaçlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Türkiye, organik tarım, sebze, üretim potansiyeli
Organic Vegetable Production in Turkey
Abstract
Organic farming activities in Turkey started at the request of the importers in Europe in 1980s with the traditional
crops such as raisins and dried figs. Although organic agricultural production in Turkey was only limited by the
Aegean Region and the surroundings at the beginning of the 1990s, significant increases occurred in organic
agricultural activities across the country in the 2000s. Today, organic production is carried out in many product
groups such as field crops, fresh fruits and vegetables, medicinal and aromatic plants, as well as dry foods. In terms
of the global conventional plant production rankings, Turkey is one of the leading countries in the production of
many plant species and when the global vegetable production is analysed Turkey is known to be an important
potential. Especially in the last decade, depending on the development in organic agriculture in the world, the demand
to organic vegetables has been increased and large increases have also occurred in the amounts of organic vegetable
production in Turkey, and thus the share of organic vegetable production has increased in the whole organic
production. However, the amount of the production of organic vegetables varies on the bases of ecological regions
and provinces. The aim of this study was to investigate the changes in potential of organic vegetable production in
Turkey, in the last decade, on the bases of the number of produce and production quantities with regard to regions,
provinces and different vegetable groups.
Key Words: Turkey, organic farming, vegetables, production potential
GİRİŞ
Türkiye’de organik tarım faaliyetleri 1984 yılında yurt dışındaki tüketicilerin
çekirdeksiz kuru üzüm ve kuru incir talepleri ile ilk olarak Ege Bölgesi’nde başlamıştır.
Daha sonra ihracat amacıyla, kuru kayısı ve fındık gibi kuru gıdaların da üretime dahil
olmasıyla ülkemizdeki organik tarım faaliyetleri ivme kazanmaya başlamıştır (Aksoy ve
ark., 2005). Kısa süre içerisinde ürün çeşitliliği 8’e kadar yükselmiştir. Organik ürün
sayılarında 1990’lı yılların başına kadar pek artış görülmese de daha sonraki yıllarda
üretim Ege Bölgesi’nin dışına yayılmaya başlamıştır. Organik tarımın doğada
sürdürülebilirlik prensibini benimsemiş, insan ve çevre sağlığını korumayı amaç edinen,
her aşaması kayıt altına alınan, izlenebilir bir üretim sistemi olduğu gerçeği organik
tarımı geleneksel yöntemlerden farklı kılmaya başlamıştır. Dünya kaynaklarının giderek
kirlenmeye başlaması, insanlarda daha temiz bir çevrede yaşama, daha yarayışlı ve
besin değerleri yüksek gıdaları tüketme isteğini arttırmıştır. Bu durum, özellikle insan
sağlığını güvence altına alan organik tarımın tüm dünya genelinde tüketiciler tarafından
tercih edilmesini sağlamıştır (Altındişli ve Aksoy, 2010). Dünyadaki bu gelişime paralel
Türkiye’de Organik Sebze Üretimi
H. Özkan Sivritepe ve Sevin Teoman
137
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
olarak, ülkemiz tarımı açısından da konunun sosyo-ekonomik yönü giderek önem
kazanmıştır (Demiryürek, 2011). Başta tüketiciler olmak üzere üreticilerin de
bilinçlenmeye başlaması ile ürün çeşitliliğinde artışlar meydana gelmiştir. Günümüzde
organik tarım üretimi değerlendirildiğinde, taze meyve ve sebzelerden, kurutulmuş
gıdalar, tarla bitkileri, tıbbi ve aromatik bitkilere kadar uzanan bir ürün deseni ortaya
çıkmıştır (Anonim, 2014a). Avrupa’dan gelen taleplerin artması ile Türkiye’de organik
tarım faaliyetleri son 20 yıllık dönemde hızla gelişmiştir.
Konvansiyonel bitkisel üretim teknikleri baz alındığında, Türkiye birçok türün
üretiminde dünyada lider ülkeler arasında yer almaktadır. Dünyadaki sebze yetiştiriciliği
incelendiğinde; Türkiye’nin üretim alan ve miktarları bakımından önemli bir
potansiyele sahip olduğu görülmektedir (Anonim, 2014b). Ancak, ülkemizde sadece dış
pazara yönelik olarak yapılan üretimleri kapsamayan, iç pazarda da kalite unsurunu ön
planda tutan bir yetiştiricilik anlayışını benimsemek ülkemiz için stratejik bir konudur.
Ülkemizin sebze üretim potansiyelinin güçlendirilmesine yönelik en önemli
hedeflerinden biri, üretimde kalitenin arttırılmasıdır. Bu durum günümüzde organik
tarım gibi çevre dostu üretim tekniklerine giden yolun önünü açmaktadır.
Günümüzde organik sebze üretim ve tüketimine olan taleplerde de artışlar meydana
gelmiştir. Başlangıçta sadece belirli bölgelerde ve illerde sınırlı sayıda türde yapılan
organik sebze üretim faaliyetlerinde görülmektedir. Son on yılda organik sebze
üretiminin tüm ülke geneline yayılması; bu dönemin, ülkemizdeki organik sebze üretim
faaliyetlerinin gelişimini gösteren kritik bir aşama olduğunu ortaya koymaktadır.
Bu araştırma, Türkiye’deki organik sebze üretiminin son on yıldaki değişimini detaylı
bir şekilde incelemek amacıyla yapılmıştır. Araştırma kapsamında, 2003 yılından 2013
yılına kadar son on yıllık süre içerisinde, Türkiye’deki organik sebze üretim potansiyeli,
farklı ekolojilere sahip bölgeler ve iller bazında değerlendirilmiş; ürün sayılarında ve
üretim miktarlarında meydana gelen değişimler incelenmiştir.
TÜRKİYE’DE ORGANİK SEBZE ÜRETİMİNİN SON ON YILDAKİ
DEĞİŞİMİ
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından yayınlanan 2013 yılı organik bitkisel
üretim verilerine göre (Anonim, 2014a); toplam organik bitkisel ürün sayısının 20122013 yılları arasında %4.4 oranında arttığı ve 2013 yılı itibarı ile organik olarak üretimi
yapılan bitkisel ürün sayısının 213’e ulaştığı belirtilmiştir. Türkiye’nin toplam organik
bitkisel üretim miktarının bitkisel ürün gruplarına göre 2013 yılı dağılımı Şekil 1’de
verilmiştir. Toplam organik üretim miktarı içerisindeki en yüksek payı %67.0 ile tarla
bitkilerinin aldığı; bunu %22.8 ile meyve, %6.0 ile tıbbi aromatik ve diğer bitkilerin
takip ettiği görülmektedir. Toplam organik sebze üretim miktarının sahip olduğu pay ise
922.681 tonluk üretim ile %3.6’ya karşılık gelmektedir.
138
Türkiye’de Organik Sebze Üretimi
H. Özkan Sivritepe ve Sevin Teoman
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Sebze
%3.6
Tıbbi Aromatik
ve Diğer Bitkiler
%6.0
Meyve
%22.8
Tarla Bitkileri
%67.6
Şekil 1.
Toplam organik bitkisel üretim miktarının bitkisel ürün gruplarına göre 2013
yılı dağılımı (geçiş süreci hariç)
Türkiye’nin organik sebze üretim miktarının son on yıldaki değişimi (Anonim, 2014a)
Çizelge 1’de verilmiştir. Türkiye 2003 yılında 22.392 tonluk organik sebze üretimine
sahipken; 2007 yılına gelindiğinde bu değer hızlı bir şekilde artış göstererek 53.776 tona
ulaşmıştır ve böylece son on yıldaki en fazla organik sebze üretiminin 2007 yılında
yapıldığı görülmektedir. Ancak, 2007 yılından 2013 yılına kadar üretimde sürekli olarak
bir azalma meydana gelmiştir ve üretim miktarı 23.270 tona kadar düşmüştür. 2013
yılında ise, üretimde meydana gelen hızlı artış ile birlikte toplam organik sebze üretim
miktarı 33.663 tona ulaşmıştır. Son on yıldaki genel üretim eğilimine bakıldığında,
Türkiye’nin organik sebze üretiminde %50 oranında bir artış olduğu dikkat
çekmektedir.
Çizelge 1. Organik sebze üretim miktarlarının (ton) yıllara göre değişimi (geçiş süreci
hariç).
Yıllar
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
2010
2011
2012
2013
Türkiye’de Organik Sebze Üretimi
H. Özkan Sivritepe ve Sevin Teoman
Organik sebze üretim miktarı
(ton)
22.392
30.125
31.759
30.714
53.776
39.640
31.777
28.378
24.414
23.270
33.663
139
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Üretimdeki payı (%)
14
12
10
8
6
4
2
0
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
2010
2011
2012
2013
Yıllar
Şekil 2.
Organik sebze üretim miktarının toplam organik bitkisel üretim miktarı
içindeki payında meydana gelen değişim (geçiş süreci hariç).
Toplam organik bitkisel üretim miktarları içerisinde sebze üretiminin payında yıllar
itibarı ile meydana gelen değişim Şekil 2’de verilmiştir. Organik sebze üretiminin
toplam organik bitkisel üretim içerisindeki payı 2003 yılında %7.6 olarak gösterilmiştir.
2007 yılında ise; Türkiye’deki toplam organik bitkisel üretim miktarında meydana gelen
artışlara paralel olarak, organik sebze üretim miktarının payında da artışlar meydana
gelmiş ve bu oran %12.4’e ulaşmıştır. 2013 yılı verilerine bakıldığında ise; toplam
organik bitkisel üretim miktarı içerisinde organik sebze üretiminin payının, son on yılda
%4.0 oranında azaldığı görülmektedir.
Türkiye’deki toplam organik sebze üretim miktarlarının bölgelere göre son on yıldaki
dağılımları (Anonim 2014a) Çizelge 2’de sunulmuştur. Marmara Bölgesi’ne
bakıldığında; 2003-2005 yılları arasında organik sebze üretiminde hızlı bir artış olduğu;
ancak 2005 yılından itibaren üretimde azalmalar meydana geldiği görülmektedir. Ege
Bölgesi’nde; 2003 yılından 2009 yılına kadar organik sebze üretim miktarlarında sürekli
bir artış söz konusu olduğu görülmektedir. 2009 yılında ise; ülke genelinde en fazla
organik sebze üretiminin yapıldığı bölge olarak, Ege Bölgesi karşımıza çıkmaktadır.
2009 yılından itibaren, Ege Bölgesi’ndeki üretimde azalmalar meydana gelmeye
başlamıştır. Akdeniz Bölgesi, 2003 yılında ülke genelinde birinci sırada yer almaktadır.
Ancak; son on yılda Akdeniz Bölgesi’nin üretim potansiyelinde gerilemeler meydana
gelmiş ve 2013 yılında ise, üretimde tüm bölgelerin gerisinde kalarak son sıraya
yerleşmiştir. 2003 yılı verileri incelendiğinde; Karadeniz Bölgesi’nin sondan ikinci
sırada yer aldığı görülmektedir. Ancak, 2009 yılına doğru organik sebze üretim
potansiyeli bakımından Karadeniz Bölgesi büyük bir ilerleme kaydetmiştir. 2009
yılından itibaren üretimde yeniden gerilemeler meydana geldiği görülse de; üretim 2013
yılı itibarı ile tekrar artmıştır. İç Anadolu Bölgesi’nin son on yıldaki organik sebze
üretim potansiyeline bakıldığında; yıllar itibarı ile üretimde yoğun dalgalanmalar
olduğu görülmektedir. Ancak; 2003-2007 yılları arasında, organik sebze üretim
potansiyeli yaklaşık 10 katına çıkmıştır. 2007 yılından itibaren, üretimde gerilemeler
meydana gelse de; 2013 yılında İç Anadolu Bölgesi organik sebze üretim potansiyeli
bakımından ülke genelinde birinci sırada yer almaktadır. Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki
organik sebze üretim potansiyeli, son on yılda diğer bölgelere kıyasla geri planda kalsa
da, 2013 yılı verileri incelendiğinde; üretimde üçüncü sıraya yerleşmiştir. Güneydoğu
Anadolu Bölgesi’nde 2003 ve 2004 yıllarında organik sebze üretimi yapılmadığı
140
Türkiye’de Organik Sebze Üretimi
H. Özkan Sivritepe ve Sevin Teoman
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
görülmekte ve 2004-2008 yılları arasında ise bu bölgedeki organik sebze üretim
faaliyetlerinin diğer bölgelere kıyasla yok denecek kadar az olduğu dikkat çekmektedir.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi, 2013 yılında ise ülke genelinde altıncı sırada yer
almaktadır.
Çizelge 2. Türkiye’deki toplam organik sebze üretim miktarlarının (ton) bölgelere göre
2003-2013 yılları arasındaki dağılımı.
Üretim miktarı (ton)
Yıllar Marmara
Bölgesi
Ege
Bölgesi
Akdeniz Karadeniz
Bölgesi
Bölgesi
2003 4718.00 3837.00 11530.00
2004 9062.00 6135.40 10802.37
2005 10527.29 11434.86 7145.25
2006 2523.16 12728.36 7181.13
2007 4628.08 16509.20 6759.61
2008 5086.69 15791.52 6455.54
2009 2079.31 17776.60 4722.37
2010 3394.81 11169.86 4301.79
2011 4442.05 13960.32 1872.53
2012 3199.83 8857.40
845.77
2013 3290.80 7545.70 1465.30
13.34
455.45
684.15
655.55
981.47
1231.70
1814.22
844.99
515.85
422.50
2267.60
Güney
İç
Doğu
Doğu
Anadolu Anadolu
Anadolu
Bölgesi Bölgesi
Bölgesi
2324.55
241.50
0.00
1550.80
63.00
0.00
1632.69
334.50
0.20
7579.78
20.85
25.00
24512.66
170.16
215.00
9716.00
275.02 1082.00
3080.44
432.00 1874.28
1239.00
601.24
916.65
2431.26
927.44
264.98
8664.63 1184.74
95.29
11728.00 5191.00 2174.81
Toplam organik sebze üretim miktarının 2013 yılı itibari ile bölgeler bazındaki dağılımı
Şekil 3’te gösterilmiştir. İç Anadolu Bölgesi %35.0 ile ilk sırada, Ege Bölgesi %22.0 ile
ikinci sırada, Doğu Anadolu Bölgesi ise %15.0 ile üçüncü sırada yer almakta; Akdeniz
Bölgesi ise %4.0’lık pay ile sıralamada en sonda bulunmaktadır.
Doğu
Anadolu
%15.0
Güneydoğu
Anadolu
Marmara
%7.0
% 10.0
Ege
%22.0
Akdeniz
%4.0
İç Anadolu
%35.0
Şekil 3.
Karadeniz
%7.0
Organik sebze üretim miktarının bölgelere göre 2013 yılı dağılımı.
Son on yıldaki organik sebze üretimi yapılan toplam il sayıları (Anonim, 2014a) Çizelge
3’de verilmiştir. Türkiye’de 2003 yılında toplam 18 ilde organik sebze üretimi
yapılırken; bu değerin 2012 yılında 3 katına çıktığı ve il sayısının 52’ye yükseldiği
Türkiye’de Organik Sebze Üretimi
H. Özkan Sivritepe ve Sevin Teoman
141
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
görülmektedir. Toplam il sayısında meydana gelen bu artış, organik sebze üretiminin
ülke genelinde yaygınlaşmaya başladığını göstermektedir.
Çizelge 3. Türkiye’de 2003-2013 yılları arasında organik sebze üretimi yapılan toplam
il sayıları.
Yıllar
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
2010
2011
2012
2013
Toplam
İl Sayısı
18
24
29
29
35
42
40
39
42
52
48
Organik sebze üretimi yapılan il sayılarının 2013 yılında bölgelere göre dağılımı Şekil
4’te gösterilmiştir. Buna göre; İç Anadolu Bölgesi birinci sırada, Marmara ve Doğu
Anadolu Bölgeleri ikinci sırada yer almakta; Güneydoğu Anadolu Bölgesi ise üretim
yapılan il sayısının 2 olması sebebi ile sıralamada en sonda yer almaktadır.
Bölgeler
Güney Doğu Anadolu
Doğu Anadolu
İç Anadolu
Karadeniz
Akdeniz
Ege
Marmara
0 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10
İl Saysı
Şekil 4.
Organik sebze üretimi yapılan il sayılarının 2013 yılında bölgelere göre
dağılımı.
Organik sebze üretiminde 2013 yılında bölgeler itibarı ile öne çıkan ilk 3 il ve toplam
üretim miktarları Çizelge 4’te verilmiştir. Türkiye genelinde en fazla organik sebze
üretimi, 6669.11 tonluk üretim ile Konya ilinde yapılmaktadır. İkinci sırada 6289.94 ton
ile büyük bir paya sahip olan Manisa bulunmaktadır ve onu üçüncü sırada 4225.02 ton
ile Ağrı ilimiz takip etmektedir. Ülke genelinde ilk üç sırada yer alan illerin farklı
bölgelerde yer alıyor olması; Türkiye’deki organik sebze üretim faaliyetlerinin tüm ülke
geneline ve farklı ekolojilere yayıldığını göstermektedir.
142
Türkiye’de Organik Sebze Üretimi
H. Özkan Sivritepe ve Sevin Teoman
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Çizelge 4. 2013 yılında bölgeler itibari ile organik sebze üretiminde öne çıkan ilk 3 il ve
toplam üretim miktarları (ton).
Bölgeler
Marmara
Ege
Akdeniz
Karadeniz
İç Anadolu
Doğu Anadolu
Güney Doğu
Anadolu
İller
Bursa
Çanakkale
Yalova
Manisa
İzmir
Aydın
Adana
Mersin
Kilis
Samsun
Zonguldak
Kastamonu
Konya
Ankara
Eskişehir
Ağrı
Van
Tunceli
Şanlıurfa
Gaziantep
-
Üretim miktarı
(ton)
1308.16
465.63
366.10
6289.94
671.56
324.44
979.88
356.87
93.96
1999.81
173.97
38.19
6669.11
4127.49
214.95
4225.02
313.99
213.50
1964.81
210.00
-
TÜRKİYE’DE ÜRETİMİ YAPILAN ORGANİK SEBZELER
Türkiye’de organik üretimi yapılan sebzeler, farklı sebze grupları ve türler bazında
Çizelge 5’de verilmiştir. Türkiye’de organik olarak üretimi yapılan sebze grupları ve
türleri incelendiğinde; Türkiye’nin ürün çeşitliliği bakımından zengin bir ülke olduğu
dikkat çekmektedir.
Çizelge 5. Türkiye’de organik üretimi yapılan sebze grupları ve türleri.
Sebze Grupları
Kökü ve Yumrusu Yenen Sebzeler
Yaprak ve Yaprak Sapı Yenen
Sebzeler
Çiçek ve Çiçek Tablası Yenen
Sebzeler
Meyvesi Yenen Sebzeler
Türler
Soğan, Sarımsak, Pırasa, Havuç, Turp,
Kereviz, Pancar
Dereotu, Maydanoz, Roka, Tere, Pazı, Lahana
Grubu, Marul, Semizotu, Ispanak
Enginar, Brokoli, Karnabahar
Domates, Biber, Patlıcan, Fasulye, Barbunya,
Bezelye, Bakla, Hıyar, Kavun, Karpuz,
Kabak, Bamya
Türkiye’de farklı organik sebze üretim miktarının 2013 yılı itibari ile farklı sebze
gruplarına göre dağılımı Şekil 5’te verilmiştir. Ülkemizde meyvesi yenen sebzelerin
üretimi %63’lük pay ile birinci sırada yer almaktadır. İkinci sırada ise; %31 ile kökü ve
Türkiye’de Organik Sebze Üretimi
H. Özkan Sivritepe ve Sevin Teoman
143
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
yumrusu yenen sebzeler; üçüncü sırada %4 ile yaprak ve yaprak sapı yenen sebzeler ve
son sırada ise %2’lik pay ile çiçek ve çiçek tablası yenen sebzeler bulunmaktadır.
Kökü ve yumrusu
yenenler
%31.0
Meyvesi yenenler
%63.0
Yaprak ve yaprak
sapı yenenler
%4.0
Çiçek ve çiçek
tablası yenenler
%2.0
Şekil 5.
Toplam organik sebze üretim miktarının 2013 yılında farklı sebze gruplarına
göre dağılımı.
Organik sebze gruplarının 2013 yılında bölgelere göre dağılımı ve üretim miktarları
Çizelge 7’de sunulmuştur. Ülkemizin genelinde, İç Anadolu Bölgesi hariç, tüm
bölgelerde meyvesi yenen sebzelerin üretiminin ön planda olduğu görülmektedir.
Özellikle Marmara ve Ege Bölgeleri’nde meyvesi yenen organik sebzelerin üretim
miktarlarının diğer bölgelere kıyasla daha fazla olduğu dikkat çekmektedir. Ancak
karasal iklime sahip olan İç Anadolu Bölgesi’nde ise kökü ve yumrusu yenen organik
sebzelerin üretim miktarının fazla olduğu dikkat çekmektedir. Organik sebze üretim
potansiyeli bakımından farklı ekolojilere ve gün uzunluğuna sahip bölgelerimizde farklı
ürün desenleri karşımıza çıkmaktadır.
Çizelge 7. Organik sebze gruplarının 2013 yılında bölgelere göre dağılımı ve üretim
miktarları (ton).
Bölgeler
Marmara
Ege
Akdeniz
Karadeniz
İç Anadolu
Doğu Anadolu
Güney Doğu
Anadolu
TOPLAM
144
Kökü ve
Yumrusu
Yenen
Sebzeler
373.7
181.9
412.3
67.4
9422.4
11.1
Yaprak ve
Yaprak Sapı
Yenen Sebzeler
249.9
291.3
15.6
277.3
536.2
0.0
Çiçek ve Çiçek
Tablası Yenen
Sebzeler
82.5
158.3
7.1
2.9
385.3
0.0
Meyvesi
Yenen
Sebzeler
2584.7
6914.2
1030.3
1920.0
1384.1
5180.0
2.0
0.0
0.0
2172.8
10470.8
1370.3
636.1
21186.1
Türkiye’de Organik Sebze Üretimi
H. Özkan Sivritepe ve Sevin Teoman
Yıllar
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
2013
2012
2011
2010
2009
2008
2007
2006
2005
2004
2003
0
5000
10000
15000
20000
25000
Üretim miktarı (ton)
Şekil 6.
Kökü ve yumrusu yenen sebzelerin üretim miktarlarının son on yıldaki
değişimi.
Yıllar
2013
2012
2011
2010
2009
2008
2007
2006
2005
2004
2003
0
500
1000
1500
2000
2500
Üretim miktarı (ton)
Yıllar
Şekil 7.
Yaprak ve yaprak sapı yenen sebzelerin üretim miktarlarının son on yıldaki
değişimi.
2013
2012
2011
2010
2009
2008
2007
2006
2005
2004
2003
0
500
1000
1500
2000
2500
3000
Üretim miktarı (ton)
Şekil 8.
Çiçek ve çiçek tablası yenen sebzelerin üretim miktarlarının son on yıldaki
değişimi.
Türkiye’de Organik Sebze Üretimi
H. Özkan Sivritepe ve Sevin Teoman
145
Yıllar
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
2013
2012
2011
2010
2009
2008
2007
2006
2005
2004
2003
0
Şekil 9.
5000
10000 15000 20000
Üretim miktarı (ton)
25000
30000
Meyvesi yenen sebzelerin üretim miktarlarının son on yıldaki değişimi.
Farklı sebze gruplarının üretim miktarlarının son on yıldaki değişimleri Şekil 6, 7, 8 ve
9’da gösterilmiştir. Türkiye organik sebze üretim miktarları, farklı sebze gruplarına göre
sınıflandırıldığında; son on yılda kökü ve yumrusu yenen sebzeler ile yaprak ve yaprak
sapı yenen sebzelerin üretim miktarlarında keskin artış ve azalışların olduğu
görülmektedir. Bu durum, ekolojik faktörlerden, ülke ekonomisine kadar çok farklı
sebepler ile ilişkilendirilebilir. Meyvesi yenen sebze türlerinin üretim miktarlarında son
on yılda önemli değişimler meydana gelmediği görülmektedir.
Türkiye’de organik sebze üretiminin son on yıllık geçmişi incelendiğinde; 2013 yılına
kadar ürün sayılarında sürekli bir artış olduğu görülmüştür. 2003 yılında 20 adet
sebzenin yetiştiriciliği yapılıyorken; 2013 yılında üretimi yapılan sebze türlerinin
sayısının 39’a ulaştığı görülmektedir (Şekil 10).
Tür sayısı (adet)
Türkiye’de organik olarak üretilen sebze tür sayılarının son on yılında meydana gelen
değişimler Şekil 10’da verilmiştir. 2003 yılında sadece 20 adet sebze türünde organik
üretim gerçekleştirilirken; 2013 yılına gelindiğinde bu değerin yaklaşık 2 katına çıktığı
görülmektedir.
40
35
30
25
20
15
10
5
0
Yıllar
Şekil 10. Organik olarak üretilen sebze tür sayılarında son on yılda meydana gelen
değişimler.
Bölgeler ve illere göre 2013 yılında en fazla üretilen üç sebze türü ve üretim miktarları
Çizelge 6’da verilmiştir. 2013 yılında ülkemizin her bölgesinde organik sebze üretim
146
Türkiye’de Organik Sebze Üretimi
H. Özkan Sivritepe ve Sevin Teoman
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
faaliyetleri aktif olarak yapılmaktadır. Ülke genelinde en fazla organik domates ve biber
üretiminin Manisa’da yapıldığı; Ankara’nın organik soğan üretiminde, Konya’nın ise
havuç üretiminde lider iller olarak ön plana çıktıkları görülmektedir. Bunun yanı sıra;
ülke genelinde 2013 yılında en fazla organik sebze üretimi yapılan Konya’daki toplam
organik sebze üretiminin %98’ini havuç oluşturmaktadır. Organik sebze üretiminin en
fazla yapıldığı ikinci il olan Manisa’nın il toplamının %71.4’ünü domates
oluşturmaktadır. Organik sebze üretiminin en fazla yapıldığı üçüncü il olan Ağrı’nın
%82.7’sini ise karpuz oluşturmaktadır. Bunun yanı sıra, Kilis’te organik sebze üretim
faaliyetlerinin sadece organik biber üretimi; Gaziantep’te ise sadece biber ve karpuz
üretimleri ile sınırlı olduğu göze çarpmaktadır.
Çizelge 6. Bölgeler ve iller bazında 2013 yılında en fazla üretilen üç sebze türü ve
üretim miktarları (ton).
Bölgeler
Marmara
Ege
Akdeniz
Karadeniz
İç Anadolu
Doğu
Anadolu
Güney
Doğu
Anadolu
İller
Bursa
Çanakkale
Yalova
Manisa
İzmir
Aydın
Adana
Mersin
Kilis
Samsun
Zonguldak
Kastamonu
Konya
Ankara
Eskişehir
Ağrı
Van
Tunceli
Şanlıurfa
Gaziantep
-
Türler ve üretim miktarları (ton)
Biber: 696.86 – Pırasa: 207.10 – Domates: 130.67
Biber: 147.25 – Domates: 139.18 – Kavun: 63.00
Lahana 61.75 – Domates 42.55 – Karnabahar: 32.00
Domates: 4491.42 Biber: 1193.62 – Ispanak:168.00
Domates: 417.84 – Karpuz: 108.20 – Biber: 32.26
Domates: 80.70 – Karpuz: 38.00 – Patlıcan: 30.54
Karpuz: 438.53 – Domates: 161.21 – Havuç: 110.50
Domates: 115.00 – Hıyar: 92.20 – Patlıcan: 26.50
Biber: 93.96
Karpuz: 1444.20 – Marul: 170.00 – Biber:151.78
Marul: 31.65 – Maydanoz: 20.05 – Ispanak:16.44
Sarımsak: 22.69 – Domates: 7.88 – Biber: 5.90
Havuç: 6536.50 – Domates: 81.23 – Karpuz: 10.00
Soğan: 2721.25 – Ispanak: 423.00 – Karnabahar: 277.50
Karpuz: 48.50 – Kavun: 34.25 – Domates: 33.05
Karpuz: 3497.27 – Kavun: 727.32 – Lahana: 0.39
Domates: 236.90 – Karpuz: 70.50 – Hıyar: 5.57
Fasulye: 212.26 – Bezelye: 1.24
Domates: 1601.45 – Biber: 361.37 – Sarımsak: 2.00
Biber: 120.00 – Karpuz: 90.00
SONUÇ
Türkiye’de organik tarım faaliyetlerinin giderek yaygınlaşmaya başlaması ile birlikte
organik sebze üretimi açısından da ülkemizde önemli gelişmeler meydana gelmiştir.
Ülkemiz gerek coğrafi konumu, gerekse ekolojik koşulları ve ürün çeşitliliği
bakımından organik sebze üretimi bakımından avantajlı ülkeler arasında yer almaktadır.
Bu durum, ülkemizdeki organik sebze tarımı faaliyetlerinin artmasına ve ülke genelinde
giderek yaygınlaşmasına yardımcı olmaktadır.
Türkiye’deki organik sebze üretim potansiyelinin son on yıldaki değişimine
bakıldığında; organik olarak üretimi yapılan sebze türü sayılarında ve üretim
miktarlarında son on yılda büyük artışlar meydana geldiği görülmektedir. Türkiye,
organik sebze üretim faaliyetleri bakımından on yıl öncesine göre büyük yol kat
etmiştir. Özellikle, 2003 yılının başlarında henüz bazı bölgelerde organik sebze üretim
Türkiye’de Organik Sebze Üretimi
H. Özkan Sivritepe ve Sevin Teoman
147
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
faaliyetleri bulunmuyorken; ya da yok denecek kadar az iken; 2013 yılına gelindiğinde
ülkenin dört bir yanında ve tüm bölgelerde organik sebze üretiminin yapılır hale
gelmesi büyük dikkat çekmektedir. Bu durumda, üreticilerin çevre dostu üretim
teknikleri hakkında bilinç kazanmaya başlamasının payı da bulunmaktadır. Organik
sebze üretiminin yapıldığı il sayılarındaki son on yıldaki artış da aynı zamanda,
ülkemizin organik sebze üretiminde avantajlı bir ülke olduğunu kanıtlar niteliktedir.
Türkiye’deki organik sebze üretimi faaliyetlerindeki gelişimlerin farklı sebze grupları
ve türler bazında incelenmesi ile; 2003 yılında organik olarak üretimi yapılmayan
türlerin 2013 yılında üretimlerinin yapıldığı ortaya çıkmaktadır. Özellikle farklı sebze
grupları bazında, ülke genelinde, ürünlerin ekolojik isteklerine göre şekillenen bir
dağılımın söz konusu olduğu ön plana çıkmaktadır. Gün uzunluğu kısa olan illerimizde
ve bölgelerimizde kökü ve yumrusu yenen sebzelerin üretiminin önde olduğu; tüm ülke
genelinde ise meyvesi yenen sebzelerin yetiştiriciliğinin yapıldığı görülmektedir.
Sonuç olarak; Türkiye’deki organik sebze üretiminde meydana gelen değişimlerin
detaylı bir şekilde incelenmesi, önümüzdeki yıllarda ülkemizde organik sebze üretimi
açısından yapılabilecek faaliyetlere yol gösterecektir. Aynı zamanda, ülke genelindeki
organik sebze üretim potansiyelinin, farklı bölgeler, iller ve sebze grupları ile türler
bazında değerlendirilmesi;
organik tarım faaliyetlerinde planlama yapılmasının
gerekliliğini bir kez daha ortaya koymaktadır. Bölgeler ve iller bazında öne çıkan
türlerin üretimlerinin yaygınlaştırılması, miktarlarının arttırılması ile ilgili yapılabilecek
düzenlemeler ile ülkemiz bazı türlerin üretiminde dünya çapında söz sahibi olabilecek
potansiyele sahiptir.
KAYNAKLAR
Aksoy, U., Y. Tüzel, A. Altındişli, H.Z. Can, E. Onoğur, D. Anaç, B. Okur, M. Çiçekli,
Y. Şayan, F. Kırkpınar, Z. Bektaş Kenanoğlu, S. Çelik, L. Arın, C. Er, C. Özkan
ve D.B. Özenç. 2005. Organik (=Ekolojik, Biyolojik) Tarım Uygulamaları.
Türkiye Ziraat Mühendisliği VI. Teknik Kongresi, 3-7 Ocak 2005, Ankara.
Altındişli, A. ve U. Aksoy, 2010. Organik Tarımın Dünya’da ve Türkiye’deki Durumu.
Türkiye Ziraat Mühendisliği VII. Teknik Kongresi, 11-15 Ocak 2010, Ankara. s.
213-229.
Anonim, 2014a. Organik Tarım İstatistikleri. T.C. Gıda Tarım ve Hayvancılık
Bakanlığı, http://www.tarim.gov.tr/Konular/Bitkisel-Uretim/OrganikTarim/Istatistikler (Erişim tarihi: 15.08.2014).
Anonim, 2014b. FAO Üretim İstatistikleri. http://faostat3.fao.org/faostatgateway/go/to/home/E (Erişim tarihi: 15.08.2014).
Demiryürek, K. 2011. Organik Tarım Kavramı ve Organik Tarımın Dünya ve
Türkiye’deki Durumu. Gaziosmanpaşa Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi,
28(1): 27-36.
148
Türkiye’de Organik Sebze Üretimi
H. Özkan Sivritepe ve Sevin Teoman
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Bilgisayarlı Görme ve Sayısal Görüntü İşleme Yöntemlerinin Tarımda
Uygulama Alanları
Ferhat KURTULMUŞ*
*Uludağ Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Biyosistem Mühendisliği Bölümü, Görükle/BURSA,
[email protected]
ÖZET
Özellikle son 20 yılda bilgisayarların performanslarındaki olağanüstü artış, bilgisayarlı görme ve sayısal görüntü
işleme teknolojilerindeki gelişmeler için itici bir güç olmuştur. İnsan hayatını kolaylaştırmak üzere tıp, astronomi ve
savunma sanayii gibi alanlar için bu teknolojilerin kullanımı daha erken dönemlerde başlamışsa da, tarımsal üretimde
bilgisayarlı görme sistemlerinden yararlanılması üzerine araştırmalar özellikle son 10 yılda yoğunlaşmıştır. Tarımda
sayısal görüntülerden anlam çıkarma ve sınıflandırma uygulamaları, hasat öncesi işlemlerde tarımsal üretime konu
olan herhangi bir unsurun otomatik olarak algılanması olabileceği gibi, hasat sonrasında ürünün kendine özgü
niteliklerine göre tanımlanması veya sınıflandırılması olabilir. Bu çerçevede sayısal görüntü işleme ve bilgisayarlı
görme yöntemleri arazide verim tahmini ve haritalama, yabancı ot saptama, hastalık ve zararlı tespiti, ürün kalite
parametrelerine göre sınıflandırma, otonom traktör kullanımı için bitki sıralarının belirlenmesi gibi farklı uygulama
alanlarına sahiptir. Literatürde bu konularda yapılan çalışmalar; gri seviyeli görüntülemeden renkli, termal ve çok
bantlı görüntüleme tekniklerine kadar birçok farklı yöntemleri kapsamaktadır.
Bu çalışmada bilgisayarlı görme ve sayısal görüntü işleme yöntemlerinin tarımda kullanımına yönelik çalışmalar
incelenmiştir. Bu konuda önceki yapılmış çalışmalarda rapor edilen sonuçların ışığında bilgisayarlı görme ve sayısal
görüntü işleme teknolojilerinin tarımsal üretimin hasat öncesi ve sonrası süreçlerinde uygulama potansiyelleri
irdelenmiştir. Bu teknolojilerin tarımda kullanımının getirebileceği avantajlar sunulmuştur.
Anahtar kelimeler: Tarımda bilgisayarlı görme, sayısal görüntü işleme, örüntü tanıma
GİRİŞ
Günümüzde artan nüfus ile birlikte büyüyen gıda talebi tarımsal üretime büyük bir yük
getirmiştir. Üretimin miktarı ve kalitesi bu talebi hızlı ve uygun bir şekilde karşılamada
büyük önem taşımaktadır. Tarımsal üretiminin oldukça çeşitli bir ürün yelpazesi
kapsaması ve üretim aşamalarının da buna paralel olarak sınırsız çeşitlilikte
uygulamaları içermesi, tarımsal üretimi karmaşık bir süreç haline getirmiştir. Bu zorlu
üretim bilmecesiyle yüzleşen insan için otomatikleştirilmiş uzman sistemlerin
geliştirilmesi zorunlu bir hale gelmiştir. Yetersiz insan iş gücü, maliyeti ve insanların
hata yapmaya meyilli olması da tarımda bilgisayarlı teknolojilere olan ihtiyacı
artırmaktadır. Bu çerçevede görüntü işleme ve bilgisayarlı görme, tarımsal üretimle
ilgili olan alanlarda yararlanılacak teknolojiler arasındadır.
Görüntü işleme ve bilgisayarlı görme uygulamaları gelişen teknoloji ile birlikte insan
hayatında önemli bir yer edinmiştir. Özellikle son 20 yılda bilgisayarların
performanslarındaki olağanüstü artış, bilgisayarlı görme ve sayısal görüntü işleme
teknolojilerindeki gelişmeler için itici bir güç olmuştur. Bu teknolojilerin kullanılma
olanakları günden güne artmakla beraber mevcut kullanım alanları; tıp, astronomi,
biyoloji, oşinografi, savunma sanayi, malzeme bilimi,
endüstriyel otomasyon,
elektronik tüketici ürünleri, güvenlik, trafik denetimi, tarım, gıda ve ormancılık olarak
sıralanabilir. Elektromanyetik spektrumun görünebilir bandı ile sınırlı olan insan görme
sisteminin tersine görüntüleme makinaları, gama ile radyo dalgaları arasındaki
neredeyse tüm elektromanyetik spektrumu kapsamaktadır (Gonzales ve Woods 2002).
Birbirinden çok farklı ve birçok amaca yönelik olabilen görüntüleme sistemleri; standart
CCD kamera, tarayıcı, ultrason, manyetik rezonans, elektron mikroskobu, termal,
multispektral ve hiperspektral gibi makinalar olabilmektedir.
Terim olarak görüntü işlemenin nerede bitip görüntü analizi ve bilgisayarlı görü gibi
diğer ilgili alanların nerede başladığı konusunda kesin bir ayrımdan söz etmek pek
mümkün değildir. En basit tanımıyla görüntü işleme; ölçülmüş veya kaydedilmiş olan
Bilgisayarlı Görme ve Sayısal Görüntü İşleme Yöntemlerinin Tarımda Uygulama Alanları
Ferhat KURTULMUŞ*
149
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
sayısal görüntü verilerini, elektronik ortamda (bilgisayar ve yazılımlar yardımı ile)
amaca uygun şekilde değiştirilmesidir (Akar 2009). Görüntüleri birer sinyal olarak
kabul eden sinyal işlemenin (signal processing) bir alt dalı olarak da incelenebilen alan,
sayısal bir ortam üzerinde ve sayılarla ilgili olduğundan çoğu zaman sayısal görüntü
işleme şeklinde anılmaktadır. Ayrıca görüntü işleme; hedef örüntüleri (pattern)
sınıflandırmayı amaçlayan ve bilgisayarlı öğrenme (machine learning) bilimi altında
incelenen örüntü algılama (pattern recognition) alanıyla da ilişkilidir. Görüntü işleme
uygulamalarının yelpazesi var olan bir görüntünün istenen amaca göre
zenginleştirilmesinden bir görüntüyü anlamlandırma ya da istenen hedef nesnelerin
tespitine kadar oldukça geniş bir kapsamdadır. Görüntü işleme; insan görme sisteminin
gerçekleştirdiği işlemlerin bilgisayar ortamında otomatik olarak gerçekleştirilmeye
çalışılması olarak tanımlanırsa, bunun; öğrenmeyi, ayrımlar yapmayı ve görsel girdiler
üzerinde eylem gerçekleştirmeyi kapsadığı aşikârdır. Durum böyleyken amacı insan
zekâsını taklit etmek olan yapay zekâ biliminin de işin içine girdiği görülmektedir. Bu
bilinenlerin ışığında görüntü işleme ve bilgisayarlı görünün mantıksal kesişim alanı, bir
görüntü üzerindeki nesneleri veya kendine özgü özellikleri bulunan bölgeleri tanıma
şeklinde tanımlanmaktadır (Gonzales ve Woods 2002).
Tarımda sayısal görüntülerden anlam çıkarma ve sınıflandırma uygulamaları, hasat
öncesi işlemlerde tarımsal üretime konu olan herhangi bir unsurun otomatik olarak
algılanması olabileceği gibi, hasat sonrasında ürünün kendine özgü niteliklerine göre
tanımlanması veya sınıflandırılması olabilir. Bu çerçevede sayısal görüntü işleme ve
bilgisayarlı görme yöntemleri arazide verim tahmini ve haritalama, yabancı ot saptama,
hastalık ve zararlı tespiti, ürün kalite parametrelerine göre sınıflandırma, otonom traktör
kullanımı için bitki sıralarının belirlenmesi gibi farklı uygulama alanlarına sahiptir. Bu
çalışmada bilgisayarlı görme ve sayısal görüntü işleme yöntemlerinin tarımda
kullanımına yönelik çalışmalar incelenmiştir. Bu konuda önceki yapılmış çalışmalarda
rapor edilen sonuçların ışığında bilgisayarlı görme ve sayısal görüntü işleme
teknolojilerinin tarımsal üretimin hasat öncesi ve sonrası süreçlerinde uygulama
potansiyelleri irdelenmiştir. Bu teknolojilerin tarımda kullanımının getirebileceği
avantajlar sunulmuştur.
GÖRÜNTÜ İŞLEME VE BİLGİSAYARLI GÖRME
UYGULAMALARI
Tarımda uzaktan algılama kapsamında görüntü işleme esaslı uygulamalar mevcut
olmakla birlikte, uzaktan algılama konusunun kendine özgü geniş kapsamı nedeniyle bu
çalışmada tarımda görüntü işleme esaslı uzaktan algılama uygulamaları
incelenmemiştir. Önceki bölümde bahsedildiği gibi birbirinden çok farklı ve birçok
amaca yönelik görüntüleme sistemleri mevcuttur. Ancak bilgisayarlı görme ve görüntü
işleme perspektifinden bakıldığında bu sistemlerin ortak buluşma noktası görüntünün
veya imgenin sayısallaştırılmasıdır. Bu bağlamda öncelikle sayısal görüntüyü
tanımlamak gerekir. Doğal çevrede analog halde sinyaller ve görüntüler çok miktarda
bulunmaktadır. Analog görüntü işleme insanlar ve hayvanlar tarafından gözleri
yardımıyla sürekli yapılmaktadır. Buradaki analog kelimesinin ifade ettiği anlam,
sinyallerin uzay-zamanda sürekli bir şekilde bulunmasıdır. Ancak görüntü işleme
anlamında uzay-zamanda bulunan bu analog sinyallerin bilgisayar ortamına uygun hale
getirilmesi gerekmektedir. Bu işlem, sayısallaştırma olarak ifade edilmekte ve
görüntüleme sistemleri tarafından gerçekleştirilmektedir (Bovik 2009, Karakuş 2006).
150
Bilgisayarlı Görme ve Sayısal Görüntü İşleme Yöntemlerinin Tarımda Uygulama Alanları
Ferhat KURTULMUŞ*
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Görüntü işleme alanında sayısal görüntüler iki boyutlu sayısal bir fonksiyon f(x,y)
olarak ifade edilmektedir. Renkli görüntüler de bu f(x,y) fonksiyonundan birden
fazlasının farklı renk kanallarını temsil etmesiyle meydana gelmektedir. İfadede x ve y
uzaysal düzlem koordinatlarını temsil ederken, f’nin herhangi bir (x, y) koordinatındaki
şiddeti sayısal görüntünün o noktadaki yoğunluğu ya da gri seviyesi olarak
adlandırılmaktadır. Bu şekildeki görüntü modeli birçok görüntü işleme yönteminde iki
boyutlu bir vektör dizisi olan matris olarak ele alınmaktadır. Bu sonlu sayıda elementten
oluşan sayısal görüntünün en küçük yapı taşı da piksel olarak adlandırılmaktadır. Şekil
1’de sayısal görüntünün gösterim modeli görülmektedir. Bu gösterimin matris olarak
ifadesi de eşitlik 1’ de verilmiştir (Gonzales ve Woods 2002, Karakuş 2006). Bu
matematiksel tanımlamadan yola çıkarak görüntü işleme ve bilgisayarlı görme alanında
istenen amaca yönelik olarak sayısız algoritma ve yöntem geliştirilmektedir. Sayısal
görüntü işleme teknikleri amaca yönelik ve spesifik olarak çeşitlilikler göstermekle
birlikte genel olarak dört madde halinde incelenmektedir. Bunlar; 1) görüntü
zenginleştirme, 2) görüntü onarımı, 3) görüntü sıkıştırma ve kodlaması, 4) görüntü
bölütlemesi (segmentasyon) ve algılaması olarak sıralanabilir (Çulha 1996). Doğal
olarak bu tekniklerin birbirleriyle yakın ilişkilerde olmaları kaçınılmazdır. Ancak, bu
tekniklerden ilk üçü daha çok bilgisayar mühendisliği ve buna benzer mühendislik
dallarının araştırma konuları içerisinde yer alırken, tarımsal uygulamalarda çoğunlukla
dördüncü maddede belirtilen görüntü bölütlemesi ve algılaması yoğun olarak
araştırılmakta ve kullanılmaktadır. Tarımsal uygulamalarda görüntü bölütlemesi ve
algılaması; bir görüntünün bir kısmı veya tamamından tarımsal üretime konu olan bir
unsurla ilgili bilgi edinilmesi (nitelik ve nicelik), bu unsurun algılanması veya
sınıflandırılması konularını içermektedir.
Şekil 1.
Sayısal görüntünün temsil modeli
…
𝑓(0,0)
𝑓(0,1)
𝑓(0, 𝑁 − 1)
…
𝑓(1,0)
𝑓(1,1)
𝑓(1, 𝑁 − 1)
𝑓(𝑥, 𝑦) = [
]
⋮
⋮
⋮
𝑓(𝑀 − 1,0) 𝑓(𝑀 − 1,1) … 𝑓(𝑀 − 1, 𝑁 − 1)
(1)
Arazi uygulamaları
Görüntü işleme ve bilgisayarlı görmenin tarımsal uygulamalarında geliştirilmesi en zor
algoritmalar, tarımsal faaliyetin öncelikli olarak yapıldığı tarım arazisinden alınan
görüntülerle çalışabilecek sistemlerdir. Bunun temel nedenleri; dış ortam görüntülerinde
değişken aydınlanma koşulları, tarımsal materyalin çeşitliliği, bitki meyve ve diğer
Bilgisayarlı Görme ve Sayısal Görüntü İşleme Yöntemlerinin Tarımda Uygulama Alanları
Ferhat KURTULMUŞ*
151
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
cisimlerin birbirlerini örtmeleri ve diğer kontrol edilemeyen ortam koşullarıdır. Ancak
arazide çalışabilecek bu sistemlerin potansiyel avantajlarından dolayı özellikle hassas
tarım kapsamında duyarga geliştirmeye yönelik birçok AR-GE çalışmaları
yapılmaktadır.
Yabancı ot algılama
Yabancı ot kontrolünün tarımsal üretimde işgücü ve toplam üretim maliyetleri açısından
önemli bir yeri vardır. Bu yüzden yabancı otları sıra üzerinde kültür bitkisinden ayırt
ederek konumlayabilmek için bilgisayarlı görme yöntemleri esaslı birçok çalışma
yapılmıştır. Yabancı ot, bilgisayarlı görme teknikleriyle konumlanarak saptandığında
ilaçlama makinalarının püskürtücü düzenleri bu konumlara yönlendirilebilmektedir.
Böylelikle yabancı ot ilaçlarının sadece yabancı otlara uygulanması başarılarak ilaç
kullanımının çevresel etkileri azaltılabilmektedir. Geliştirilen yöntemlerde yabancı ot ile
kültür bitkisi arasında bir ayırım yapabilmek için renk ve şekil gibi parametreler
kullanılmıştır.
Sıra üzerinde domates bitkisi ve yabancı ot ayırımı yapabilen bir görüntü işleme sistemi
Lee ve ark. (1999) tarafından geliştirilmiştir. Çalışmada HSI renk uzayında piksel
değerleri bir Bayes sınıflandırıcı ile birlikte kullanılarak görüntülerde bulunan yeşil
yapraklar ikili (binary) görüntü üzerine ayrıştırılmış ve şekil analizi esaslı bir görüntü
işleme algoritması ortaya konmuştur. Yabancı otları konumlamayı kolaylaştırmak için
görüntüler, belirli boyutlardaki hücrelere bölünmüştür. İkili görüntü üzerinde leke
eksenleri, alan, çevre ve eğrilik derecesi gibi bazı şekil öznitelikleri hesaplanmıştır.
Hesaplanan öznitelikler ile bir diğer Bayes sınıflandırıcısı eğitilmiş ve yabancı ot ve
domates bitkisi ayırt edilmiştir. Araştırmacılar çalışmalarında yabancı ot algılama için
yaklaşık %77 düzeyinde bir sınıflandırma başarısı bildirmişlerdir. Kavdır (2004)
tarafından yapılan diğer bir çalışmada bitki gelişiminin erken safhalarında ayçiçeği ile
yabancı otu sıra üzerinde ayırt etmek üzere renkli görüntüler ve yapay sinir ağları
kullanılmıştır. Çalışmada geri yayılımlı yapay sinir ağı yapısı kullanılarak, farklı ağ
gizli katman sayıları ve farklı gizli katmandaki nöron sayıları denemiştir. Araştırmacı,
çok sayıda gizli katman kullanımının görüntülerde yapancı ot tespitindeki başarıyı
artırdığını bildirmiştir. Bilgisayarlı görme esaslı bir başka sıra üzeri yabancı ot tespit
sistemi Burgos-Artizzu ve ark. (2011) tarafından geliştirilmiştir. Geliştirilen sistemde
öncelikle arpa sıraları renk esaslı bir eşikleme yöntemiyle ikilileştirilmekte ve
sonrasında ikili görüntü üzerinde morfolojik işlemler yapılarak kültür bitkisi ve yabancı
ot pikselleri ayrılmaktadır. Araştırmacılar geliştirdikleri sistemin traktöre monte
edilerek sürekli video görüntüleri üzerinde %90’ların üzerinde bir saptama başarısıyla
ve hızlı bir şekilde çalışabildiğini bildirmişlerdir.
Robotla hasat veya verim tayini için meyve algılama
Tarım arazisinden alınmış görüntülerde meyveleri algılama üzerine yapılan çalışmalar
özellikle iki amaca yönelik olarak gerçekleştirilmektedir. Bunlardan ilki, robotla hasat
sistemlerinde olgun meyvelerin seçilerek robot kolu için konumlandırılması tekniklerini
içermektedir. Bu çalışmalarda genellikle olgun meyvelerin renk farklılıklarından
yararlanılmaktadır. Görüntü işleme sistemleri genellikle iki boyutta konumlama
sağladığından bir lazer sensörüyle kamera ve meyve arasındaki mesafe tayin
edilebilmektedir. Lazer sensörü olmaksızın stereo görüntüleme yöntemleriyle de robotla
hasat çalışmalarında üç boyutlu konumlama sağlanabilmektedir.
Tarımın en ilkel dönemlerinden beri insanlar ürün verimini ölçmenin farklı yöntemlerini
geliştirmişler ve uygulamışlardır. En eski yöntem ürünün hasat edilip, ayrılıp ve
152
Bilgisayarlı Görme ve Sayısal Görüntü İşleme Yöntemlerinin Tarımda Uygulama Alanları
Ferhat KURTULMUŞ*
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
temizlenmesinden sonra tartılmasıdır. Gelişen teknoloji ve hassas tarımın ihtiyaçları
farklı verim ölçme ve neticesinde haritalama yöntemlerini doğurmuştur. Hassas tarımda
bahçe yetiştiriciliği bakımından en düşük üretim birimi ağaç olduğundan, ağaç
seviyesinde verim tahmini büyük önem taşımaktadır. Meyvenin erken gelişme
safhalarında ya da hasattan önce herhangi bir gelişme safhasında ağaç seviyesinde ürün
verimini ölçmek veya verim haritası çıkarmak amacıyla bilgisayarlı görme ve görüntü
işleme yöntemleri geliştirilmektedir. Özellikle henüz olgunlaşmamış meyveleri
saptayabilen sistemler, yetiştiricilikte erken işletmecilik kararlarının alınabilmesi
açısından hassas tarım açısından büyük avantajlar vadetmektedir.
Meyveleri dış ortamda ağaç üzerinde konumlamak üzere gerçekleştirilen ilk
çalışmalarda standart renkli görüntüleme teknikleri kullanılmıştır. Levi ve ark. (1988)
renkli kamera ve yapay aydınlatma kullanarak portakal meyvesini saptayan bir sistem
geliştirmişlerdir. Renk bilgisini ve Sobel operatörü kullanarak gradyan görüntüler elde
etmişler, önceden tanımlı meyve şablonu ile eşleştirme yaparak meyveleri
saptamışlardır. Bu yöntemle görünür meyvelerin %70’ini saptayabilmişlerdir.
Araştırmacıların bildirdiğine göre geliştirdikleri algoritma yeşil meyveler üzerinde
düşük performanslar sergilemiştir. Buemi ve ark. (1995) renkli kamera kullanan
bilgisayarlı görü sistemine sahip bir robotla domates hasat sistemi geliştirmişlerdir.
Görüntü bölütlemesi için hue-saturasyon-yoğunluk renk modelinde hue ve saturasyon
bileşenlerini çıkararak eşikleme yöntemini kullanmışlardır. Aynı görüntüyü stereo
kameralar kullanarak üç boyutlu olarak oluşturmuşlardır. Araştırmacıların bildirdiğine
göre geliştirdikleri bilgisayarlı görme sistemi, görüntülerdeki domateslerin %90’ını
tanıyabilmiştir.
Meyve saptama başarısını artırmak üzere ilerleyen yıllarda termal görüntüleme
teknikleri de araştırılmıştır. Bu tekniği esas alan sistemlerin en zayıf yönü, görüntüleme
sistemi performanslarının gün içinde farklı sürelerde sıcaklığa bağlı olarak
değişmesidir. Stanjko ve ark. (2004) elma meyvesinin doğal yetişme periyodunda
sayıları ve çaplarını tahmin etmek üzere bir yöntem ortaya koymuşlardır.
Araştırmacıların algılama algoritmaları yaprak ve meyvelerin farklı ısı depolama
kabiliyetleri prensibine göre çalışmaktadır. Bu amaçla termal kamera kullanarak
görüntüler toplamıştır. Renkli kırmızı-yeşil-mavi renk modelindeki görüntüleri
bileşenlerine ayırarak bitki ve toprak piksellerini ayırmak üzere NDI endeks
hesaplaması yapmışlardır. NDI görüntü üzerinde eşikleme yaparak meyve ve yaprakları
ayırabilmişlerdir. Algoritmalarının sonuçlarını elle sayılan ve algoritma tarafından
sayılan meyveler arasında regresyon analizi yaparak değerlendirmişlerdir.
Denemelerinde 0,83 ve 0,88 arasında korelasyon katsayıları elde etmişlerdir.
Ağaç üzerinde olgunlaşmamış meyveleri saptayabilmek amacıyla çok bantlı
görüntüleme teknikleri de araştırılmıştır. Kane ve Lee (2007) multispektral görüntüleme
yönteminden yararlanarak yeşil narenciye meyvelerini saptamak üzere piksel
sınıflandırma esaslı bir görüntü işleme sistemi geliştirmişlerdir. Bir NIR kameradan
yararlanarak görüntüleri farklı dalga boylarında toplamışlardır. Farklı dalga boylarında
toplanan görüntüleri birleştirmek için bir endeks hesaplama yöntemi kullanmışlardır.
Multispektral görüntülemeden yararlanarak geliştirdikleri sistemle meyve piksellerinin
%84,5’ini saptayabilmişlerdir. Okamoto ve Lee (2009) yeşil narenciye meyvelerini ağaç
üzerinde saptayabilmek için hiperspektral görüntüleme yönteminden yararlanarak bir
araştırma yapmışlardır. Bir hiperspektral kamera ile 369–1042 nm arasında görüntüler
toplamışlardır. Meyve ve yaprak arasında ayırt edici özniteliklere ulaşmak için farklı
dalga boylarının sunduğu bilgileri birleştirmek üzere bir endeks hesaplama yönteminden
yararlanmışlardır. Piksel sınıflandırmada doğrusal diskriminant analizini uygulamışlar
Bilgisayarlı Görme ve Sayısal Görüntü İşleme Yöntemlerinin Tarımda Uygulama Alanları
Ferhat KURTULMUŞ*
153
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
ve daha sonra gürültü azaltma, etiketleme ve alan eşikleme gibi görüntü işleme
yöntemlerinden faydalanmışlardır. Araştırmacıların bildirdiğine göre hiperspektral
görüntüleme yöntemi kullanarak geliştirdikleri sistem, görüntülerdeki meyvelerin %80–
89’unu saptayabilmiştir.
Kurtulmuş ve ark. (2014) doğal bahçe koşullarında alınmış görüntülerde verim tayinine
yönelik olarak olgunlaşmamış şeftali meyvelerini saptayabilen algoritmalar
geliştirmişlerdir. Çalışmada görüntüdeki potansiyel meyve bölgelerini tespit etmek
amacıyla farklı görüntü tarama yaklaşımları denemişlerdir. Meyvelerin renk, şekil ve
doku özelliklerini farklı öznitelik çıkarma yöntemleri kullanarak sayısallaştırmışlardır.
Hesaplanan öznitelikler ile yapay sinir ağı ve destek vektör makinesi gibi
sınıflandırıcıları eğitmişlerdir. Olgunlaşmamış şeftali meyvesinin renkli görüntülerde
saptanma başarısı %85’ler düzeyinde bildirilmiştir.
Otonom traktör kullanımı için bitki sıralarının belirlenmesi
Otonom yani sürücüsüz traktörlerin geliştirilmesi tarımda iş gücünü maliyetlerini
azaltmaya yönelik yapılan çalışmalar arasındadır. Bu tür robot sistemler ilk
geliştirilmeye başlandığında rota tayini için genellikle konumlama sistemleri
kullanılmıştır. Ancak uydu sinyallerinin yetersiz olduğu durumlar ve daha otonom bir
sürüşü gerçekleştirmek için günümüzde kendi kendine görüp rotasını belirleyebilen
sistemler geliştirilmektedir. Bu doğrultuda konumlama sistemlerinin yerine veya
bunlara yardımcı olarak ağaç ve bitki sıralarını otomatik olarak tespit etmek üzere
bilgisayarlı görme algoritmalarından yararlanılmaktadır.
Subramanian ve ark (2006), narenciye bahçelerinde sıra aralarında çalışmak üzere bir
otomatik traktör yönlendirme sistemi geliştirmişlerdir. Lazer duyarga yardımlı olarak
geliştirilen sistemin bir parçası olarak ağaç sıralarını saptayabilen bir bilgisayarlı görme
algoritması geliştirmişlerdir. Araştırmacılar uygun bir bilgisayarlı görmenin
gerçekleştirilebilmesi için günün farklı saatleri ve bulutluluk durumuna göre her koşula
uygun bir görüntü işleme algoritmasının gerekliliğini tespit etmişler, sistemlerini buna
göre programlamışlardır. Bu doğrultuda yeşil bitki piksellerini açığa çıkarmak için yeşil
bölgelerdeki yaygın piksel değerlerini dikkate alan dinamik bir eşikleme yöntemi ortaya
koymuşlardır. Görüntülerdeki saptanan mesafeler ile gerçek mesafeler arasındaki
ilişkiyi bilinen referans işaretçiler kullanarak belirlemişler ve kalibrasyon yapmışlardır.
Traktörün yönlendirilmesinde bir PID kontrol döngüsü yöntemiyle hata düzeltmesi
yapılmıştır. Bakker ve ark. (2008), sera içerisinde şeker pancarı yetiştiriciliğinde
kullanılmak üzere bitki sıralarını bilgisayarlı görme ile algılayabilen bir otonom araç
geliştirilmişlerdir. Çalışmada renkli görüntüler gri seviyeli görüntülere dönüştürülerek
işlenmiştir. Bitki sıralarını tespit etmek üzere gri seviyeli görüntü üzerinde düz çizgileri
tespit etmek için geliştirilmiş Hough dönüşümü kullanılmıştır. Araştırmacılar
geliştirdikleri algoritmayı test etmek için görüntüler üzerinde manuel olarak oluşturulan
bitki sıra çizgileri ile algoritma tarafından saptanan sıra çizgilerini karşılaştırmışlardır.
Çalışmada algoritma başarısının toprak üzerindeki rasgele desenlerden olumsuz olarak
etkilendiği bildirilmiştir. Stereovizyon görüntüleme ilkesiyle çalışan ve tarla
koşullarında kullanılmak üzere traktöre monte edilerek bitki sıralarını saptayabilen bir
sistem Kise ve ark. (2014) tarafından geliştirilmiştir. Sistem; görüntü işleme, yüksekli
haritası oluşturma ve navigasyon noktası belirleme gibi aşamalara sahiptir. Geliştirilen
yöntem ile öncelikle stereovizyon görüntülerden bir üç boyutlu arazi yükseklik haritası
oluşturulmakta sonrasında en uygun yönlendirme noktası harita üzerinde
belirlenmektedir. Araştırmacılar ortaya koydukları yöntemi hem düzgün hem de
kıvrımlı sıra karakteristiklerine sahip bir soya fasulyesi tarlasında yaygın olarak
154
Bilgisayarlı Görme ve Sayısal Görüntü İşleme Yöntemlerinin Tarımda Uygulama Alanları
Ferhat KURTULMUŞ*
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
kullanılan ilerleme hızlarında test etmişlerdir. Çalışmada, geliştirilen yöntemin yabancı
otlar ve sıra üzeri bitki eksiklikleri olması durumlarında bile başarıyla çalışabildiği
bildirilmiştir.
Ürün sınıflandırma uygulamaları
Özellikle hasat sonrası tarımsal ürünlerin kusurluluk veya kalite parametrelerine göre
paketleme süreçlerinde sınıflandırılmasına yönelik bilgisayarlı görme yöntemlerini
temel alan çalışmalar yapılmıştır. Tarım ürünlerinde bir zararlı, hastalık ve mekanik
deformasyon gibi etmenlerden dolayı ürünün ekonomik değerini etkileyebilen kusurlar
olabilmektedir. Yapılan çalışmalarda genel olarak ürün sınıflandırmada insan
hatalarından kaynaklanan hataların azaltılması, ürün işleme süreçlerinin hızlandırılması
ve toplam üretim maliyetlerinin azaltılması amaçlanmıştır.
Ürün kalite parametrelerine göre sınıflandırma
Blasco ve ark. (2007) tarafından yapılan çalışmada narenciye meyvelerinde yaygın
görülen kusurların görüntü işleme ile sınıflandırılması amaçlanmıştır. Araştırmacılar
meyve yüzeyindeki kusurları görüntü işleme yöntemiyle açığa çıkarmak için
danışmansız (unsupervised) bir yaklaşım izlemişlerdir. Bunun için renk esaslı bir piksel
sınıflandırması yapmak yerine görüntüdeki yerel eşdeğer piksel gruplarını belirlemeyi
esas alan bölge büyütme algoritmasından yararlanmışlardır. Bölge büyütme
algoritmasının kullanacağı başlangıç piksellerini her pikselin homojenlik değerini
hesaplayarak belirlemişlerdir. Bu şekilde bölütlenen bölgeler üzerinde komşuluk ve
renk benzerliği hesaplamaları yapılmış, benzer bölgeler birleştirilmiştir. Araştırmacılar,
ortaya koydukları bölütleme algoritmasının %94’lük bir başarıyla meyve yüzeyindeki
kusurları saptayabildiğini bildirmişlerdir. Muzda hasat sonrası olgunlaşma sürecinde
oluşan kahverengi lekeleri tespit etmek üzere bir bölütleme algoritması Hu ve ark.
(2014) tarafından ortaya koyulmuştur. Çalışmada RGB görüntü üzerinde renk
kanallarının piksel değerleri ile K-means kümeleme algoritması kullanılarak meyve
yüzeyindeki kusurlu piksel bölgeler belirlenmiştir. Meyve ve arka planın ayrılmasında
arka plan renginin ayırma başarısını büyük ölçüde etkilediği vurgulanmıştır.
Araştırmacılar geliştirdikleri yöntemin mekanik kusur ve doğal olgunlaşma sürecinden
kaynaklanan lezyonları ayıramadığını bildirmişlerdir.
Hastalık teşhisi
Pydipati ve ark. (2006) bilgisayarlı görme yöntemlerini esas alarak narenciye
yapraklarından üç farklı hastalığa ait semptomları sınıflandırabilen bir algoritma
geliştirmişlerdir. Çalışmalarında kontrollü aydınlanma koşullarına sahip yapay bir
görüntü alma ve işleme istasyonu oluşturmuşlardır. Örneklere ait farklı renk
kanallarından doku öznitelikleri hesaplamışlar ve bu özniteliklerin istatistiksel
anlamlılıklarını adımlı diskriminant analizi ile ortaya koymuşlardır. Eğitim setinden
hesaplanan öznitelikler ile bir sınıflandırıcı eğitilerek oluşturulmuştur. Araştırmacılar
geliştirdikleri hastalık teşhisi algoritmasıyla %95 düzeyinde bir başarı bildirmişlerdir.
Oberti ve ark. (2014) tarafından multispektral görüntüleme tekniği ile üzüm
yapraklarındaki bir mantar hastalığından (Vitis vinifera L.) dolayı oluşan semptomları
tespit etmek üzere bir çalışma gerçekleştirilmiştir. Çalışmada hastalık teşhisi için
özellikle görüntüleme açısı ve arka plan gibi görüntü alma koşullarını optimize etmek
amaçlanmıştır. Hastalıklı bölge piksellerini açığa çıkarmak için renk kanalları ve yakın
kızılötesi kanalını kullanarak farklı endeks hesaplamaları yapılmıştır. Araştırmacılar
farklı görüntü alma koşullarındaki hastalıklı bölge saptama başarılarını ortaya koyarak
%90’lar seviyesinde bir saptama başarısı bildirmişlerdir.
Bilgisayarlı Görme ve Sayısal Görüntü İşleme Yöntemlerinin Tarımda Uygulama Alanları
Ferhat KURTULMUŞ*
155
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Yardımcı uygulamalar
Bilgisayarlı görme ve görüntü işlemenin tarımda bu makalede yer verilemeyen daha
birçok uygulama alanı mevcuttur. Bu uygulamalarda görüntü analizi, doğrudan tarımsal
üretime konu olan ana materyal olan ürün üzerinde yapılabileceği gibi tarımsal üretime
yardımcı olan herhangi bir unsurun veya materyalin de sahip olduğu bazı nitelik ve
nicelikler görüntü analiziyle ortaya konulabilmektedir. Bu çerçevede tarım alanında
insan hayatını kolaylaştırma potansiyeli olan her uygulamada bilgisayarlı görme
yöntemlerinin potansiyeli azımsanmamalıdır.
Tarımsal üretimde biyolojik kontrol kapsamında son yıllarda entomopatojen
nematodların (EPN) kullanımı ön plana çıkmıştır. EPN’lar üzerinde yapılan
çalışmalarda mikroskop görüntülerindeki sayımlar laboratuvar çalışmaları içerisinde
zaman alıcı işlemler arasındadır. Sayım işlemlerini otomatikleştirmek amacıyla
Kurtulmuş ve Ulu (2014) tarafından bir bilgisayarlı görme algoritması geliştirilmiştir.
Çalışmada mikroskop görüntülerinde ölü nematodların sayılması amaçlanmıştır.
Eşikleme yöntemiyle ikilileştirilen nematod gövdelerinin morfolojik işlemlerle orta
eksenleri elde edilmiş ve üst üste yığılmış nematod grupları bir dizi algoritma
kullanarak ayrıştırılmıştır. İki farklı analiz yöntemiyle ayrıştırılan nematodlar üzerinde
canlı ve ölü olarak sınıflandırma yapılmıştır. Çalışmada ölü nematodların
saptanmasında %85’lik bir başarı değeri bildirilmiştir.
Pothula ve ark. (2014) tarafından yapılan çalışmada farklı bitkilere ait doğranmış
biyomas saplarında düğüm ve düğümler arası sap kısımlarının etanol üretmede farklı
uygunluk özelliklerini gösterdikleri vurgulanmıştır. Bu doğrultuda lazer tarayıcı
görüntülerinde düğüm ve düğümler arasında kalan kısımları ayırt etmek üzere bir
görüntü işleme algoritması geliştirmişlerdir. Çalışmada görüntülere öncelikle medyan
filtreleme gibi ön işlemler uygulandıktan sonra kenar bulma algoritmasıyla sap kenarları
belirlenmiştir. Düğüm ve ara düğüm kısımlarını ayırt etmek için alan, ağırlık merkezi,
ana eksen, en düşük ve en yüksek gri seviye değerleri gibi öznitelikler hesaplanmıştır.
Bu öznitelikler esas alınarak hazırlanan algoritma ile %97’ler düzeyinde başarı
bildirilmiştir.
Özellikle tohumluk mısır üretiminde arzu edilen genetik özelliğin elde edilebilmesi için
püskül çekme işlemi önemli bir yetiştiricilik faaliyetidir. Son yıllarda bitki yüksekliği
ilkesini esas alan bazı ticari püskül çekme makinaları kullanılmaya başlanmış olsa da,
henüz istenen performans değerlerine ulaşılamamıştır. Bu eksikliği gidermek amacıyla
renkli görüntülerde mısır püskülünü tespit etmek üzere Kurtulmuş ve Kavdır (2014)
tarafından bilgisayarlı görme ve öğrenme yöntemlerini kullanan bir algoritma
geliştirilmiştir. Çalışmada mısır piksellerinin farklı renk bileşenlerinden sağlanan bilgi
ile bir destek vektör makinası eğitilmiş ve potansiyel mısır püskülü bölgeleri bir ikili
görüntü üzerinde temsil edilmiştir. Bir dizi morfolojik işlem ile bu ikili görüntüdeki
gürültü azaltılmıştır. Püsküllerin kendine has doku ve şekil öznitelikleri GLCM ve SIFT
öznitelik hesaplama yöntemleriyle sayısallaştırılmıştır. Bu öznitelikler ile diğer bir
destek vektör makinası eğitilerek test seti görüntülerinde püskül saptama başarıları
ortaya konulmuştur. Geliştirilen bilgisayarlı görme algoritması ile püskülleri algılamada
%82’lik bir başarı elde edilmiştir.
SONUÇ
Tarımsal üretimde bilgisayarlı görme ve görüntü işleme teknolojilerinin oldukça geniş
bir kullanımım alanı vardır. Çiftçiler açısından günümüz koşullarında tarımsal üretimin
birçok safhasında özellikle insan uzmanların yetersiz sayıda ya da pahalı olduğu
156
Bilgisayarlı Görme ve Sayısal Görüntü İşleme Yöntemlerinin Tarımda Uygulama Alanları
Ferhat KURTULMUŞ*
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
durumlarda bilgisayarlı görme esaslı uzman sistemlerin gerekliliği ön plana
çıkmaktadır. Tarımsal materyalin çeşitliliği uygulamaya aktarılacak bilgisayarlı görme
sistemlerini birbirinden çok farklı ve karmaşık yapıda olmalarını gerektirmektedir.
Kullanılan donanımların hesaplama kapasiteleri ve hızlarının önümüzdeki yıllarda daha
da artması, bu teknolojilerin özellikle gerçek zamanlı uygulamalarda çiftçiler tarafından
daha yaygın olarak kullanılmasına yol açacaktır. Multispektral, hiperspektral ve termal
görüntüleme sensörleri tarımsal materyalin algılanmasında potansiyel vadetmekle
birlikte henüz bu sistemler yaygın bir kullanım alanı bulacak kadar ekonomik
değildirler. Ancak henüz 10-15 yıllık bir yaygın kullanım alanı olan mobil telefonların
başlangıçtaki ve şimdiki fiyatları göz önünde bulundurulursa bu görüntüleme
sistemlerinin de yakın gelecekte yaygın olarak kullanılabileceği öngörülebilmektedir.
Tarımda bilgisayarlı görme sistemlerinin geliştirilmesinin bir başka yönü de bu
sistemlerin çok disiplinli çalışmalarla ortaya konmasının gerekliliğidir. Bazen tarımsal
üretime konu olan bir faaliyette karşılaşılan bir sorun bir uzman tarafından fark
edilmekte ancak, bilgisayarlı görme teknolojilerinin bu soruna çözüm getirebileceği göz
önünden kaçırılmaktadır. Bu anlamda da bu çalışmada özetlenen çalışmaların tarımsal
üretime ve gıda sektörüne getirebildikleri çözümlerin dikkate alınması gerekmektedir.
Amaca uygun olarak geliştirilmiş bilgisayarlı görme sistemleri, hasat öncesi ve sonrası
tarımsal faaliyetlerde yapılan işlerin doğruluğunu ve hassasiyetini artırabilmekte,
toplam ürün maliyetlerini azaltabilmektedir. Gelecek yıllarda artacak insan nüfusu ve
gıda talebiyle birlikte bu sistemlerin tarımsal üretimde daha yaygın kullanım alanı
bulacağı beklenmektedir. Bu bakımdan ülkemizde de bilgisayarlı uzman sistemleri
içeren ileri teknolojilerin tarım ve gıda sektöründe daha fazla kullanımı önerilmekle
birlikte, bu konularda daha fazla araştırmacının çalışmalarda bulunması gerekmektedir.
KAYNAKLAR
Akar, F. 2009. Şablon eşleme yöntemi ile plaka tanıma ve değerlendirme sistemi.
Doktora Tezi, AÜ Fen Bilimleri Enstitüsü, Matematik Anabilim Dalı, Erzurum.
Bakker, T., Wouters, H., Asselt, K.V., Bontsema, J., Tang, L., Müller, J., Straten, G.V.
2008. A vision based row detection system for sugar beet. Computers and
Electronics in Agriculture, 60(1): 87-95.
Blasco, J, Aleixos, N., Moltó, E. 2007. Computer vision detection of peel defects in
citrus by means of a region oriented segmentation algorithm. Journal of Food
Engineering, 81(3): 535–543.
Bovik, A. 2009. The essential guide to image processing. Elsevier Inc., 853 pp.
Buemi, F., Massa M., Sandini, G. 1995. Agrobot: a robotic system for greenhouse
operations. 4th Workshop on robotics in Agriculture, IARP, Tolouse, 172-184.
Burgos-Artizzu, X.P., Ribeiro, A., Guijarro, M., Pajares, G. 2011. Real-time image
processing for crop/weed discrimination in maize fields. Computers and
Electronics in Agriculture, 75(2): 337–346.
Çulha, S. 1996. Sayısallaştırılmış bilgisayarlı tomografi ve magnetik rezonans
tomogramları üzerinde görüntü işleme tekniği uygulamaları. Yüksek Lisans
Tezi, AÜ Fen Bilimleri Enstitüsü, Elektronik Mühendisliği Anabilim Dalı,
Ankara.
Gonzalez, R.C., Woods R.E. 2002. Digital image processing. Prentice-Hall, Inc. Upper
Saddle River, New Jersey, 793 pp.
Bilgisayarlı Görme ve Sayısal Görüntü İşleme Yöntemlerinin Tarımda Uygulama Alanları
Ferhat KURTULMUŞ*
157
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Hu, M.H., Dong, Q.L., Liu, B.L., Malakar, P.K. 2014. The potential of double k-means
clustering for banana image segmentation. Journal of Food Process Engineering,
37(1): 10–18.
Kane, K.E., Lee W.S. 2007. Multispectral imaging for in-field green citrus
identification. 2007 ASABE Annual International Meeting Sponsored by
ASABE, 17 - 20 June, 2007, Minneapolis, Minnesota.
Karakuş, D. 2006. Görüntü analiz yöntemleri ile kayaçların yapısal özelliklerinin
tanımlanması. Doktora Tezi, DEÜ Fen Bilimleri Enstitüsü, Maden İşletme
Anabilim Dalı, İzmir.
Kise, M., Zhang, Q., Más, F.R. 2014. A Stereovision-based Crop Row Detection
Method for Tractor-automated Guidance. Biosystems Engineering, 90(4): 357–
367.
Kurtulmuş, F., Lee, W.S., Vardar, A. 2014. Immature Peach Detection in Colour
Images Acquired in Natural Illumination Conditions Using Statistical Classifiers
and Neural Network. Precision Agriculture, 15(1), 57-79.
Kurtulmuş, F., Kavdır, İ. 2014. Detecting corn tassels using computer vision and
support vector machines. Expert Systems with Applications, DOI:
10.1016/j.eswa.2014.06.013.
Kurtulmuş, F., Ulu, T.C. 2014. Detection of Dead Entomopathogenic Nematodes in
Microscope Images Using Computer Vision. Biosystems Engineering, 118, 29–
38.
Lee, W.S, Slaughter, C., Giles, K. 1999. Robotic weed control system for
tomatoes.Precision Agriculture, 1: 95-113.
Levi P., Falla, R., Pappalardo, R. 1988. Image controled robotics applied to citrus fruit
harvesting. Procedures ROVISEC-VII, Zurich.
Oberti, R., Marchi, M., Tirelli, P., Calcante, A., Iriti, M., Borghese, A.N. 2014.
Automatic detection of powdery mildew on grapevine leaves by image analysis:
Optimal view-angle range to increase the sensitivity. Computers and Electronics
in Agriculture, 104: 1–8.
Okamoto, H., Lee, W.S. 2009. Green citrus detection using hyperspectral imaging.
Computers and Electronics in Agriculture, 66(2): 201-208.
Pothula, A.K., Igathinathane, C., Kronberg, S., Hendrickson, J. 2014. Digital image
processing based identification of nodes and internodes of chopped biomass
stems. Computers and Electronics in Agriculture 105: 54–65.
Pydipati, R., Burks, T.F., Lee, W.S. 2006. Identification of citrus disease using color
texture features and discriminant analysis. Computers and Electronics in
Agriculture, 52(1–2): 49–59.
Stajnko, D., Lakota, M., Hoevar, M. 2004. Estimation of number and diameter of apple
fruits in an orchard during the growing season by thermal imaging. Computers
and Electronics in Agriculture, 42:31–42.
Subramanian, V., Burks, T.F., Arroyo, A.A. 2006. Development of machine vision and
laser radar based autonomous vehicle guidance systems for citrus grove
navigation. Computers and Electronics in Agriculture 53: 130–143.
158
Bilgisayarlı Görme ve Sayısal Görüntü İşleme Yöntemlerinin Tarımda Uygulama Alanları
Ferhat KURTULMUŞ*
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Güneş Enerjisi Kaynaklı Tarımsal Ürün Kurutucuları
Onur TAŞKIN¹ Nazmi İZLݹ Ali VARDAR¹
¹Uludağ Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Biyosistem Mühendisliği Bölümü, Görükle Yerleşkesi. Nilüfer,
16059, Bursa / Türkiye
Özet
Güneş enerjisi; çevre dostu temiz bir enerji kaynağı oluşu, tükenmeyen yapısı ve ısı enerjisine kolayca
dönüştürülebilmesi sebebiyle dünya genelinde tarımsal ürünlerin kurutulmasında yaygın olarak kullanılmaktadır.
Özellikle ticari amaçlı sebze ve meyvelerin kaliteli ve hızlı kurutulması için farklı tipte güneş enerjili kurutucular
bulunmaktadır. Bu kurutucular geniş anlamda aktif ve pasif sistemler olarak iki ana grupta isimlendirilirler. Ancak
çalışma prensiplerine bağlı olarak güneş enerjisinin toplanması ve faydalı ısı enerjisine dönüşümü esas alındığında üç
ayrı alt sınıflara daha ayrılmaktadır. Bunlar doğrudan (direkt), doğrudan olmayan (indirekt) ve bunların kombine
edildiği hibrit tip güneş enerjili kurutuculardır. Dünya güneş kuşağı olarak adlandırılan 40 derece kuzey ve 40 derece
güney enlemleri arasında bulunan ülkemizde özellikle tarımsal ürünlerin ekonomik ve sürdürülebilir biçimde
kurutulması imkanının daha fazla değerlendirilmesi gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler: Güneş Enerjisi, Kurutucular
Giriş
Tarımsal ürünlerin ve gıdaların açık gökyüzü altında güneşi kullanarak kurutulması eski
zamanlardan beri uygulanan bir yöntemdir. Ancak bu sürecin yağmur, rüzgar, nem ve
tozdan etkilenmesinden dolayı dezavantajları bulunmaktadır. Ayrıca kuşlar, böcekler
ve mantar zararlıları sebebiyle hasat edilmiş ürünlerde üretim kayıplarına neden
olmaktadır. Bu yöntem yoğun emek, zaman ve kurutulacak ürünleri yaymak için büyük
bir alan gerektirmektedir. Diğer yandan mekanik kurutmalar ise nispeten yeni bir
gelişme olup, enerji kullanımına ihtiyaç duyulmaktadır. Sonuç olarak da ürünün
kurutma maliyetini pahalı hale getirmektedir (Sharma ve ark, 2009). Özellikle
1980'lerden itibaren artan enerji fiyatları, çevre kirliliği ile ilgili mevzuatlar, çalışma
koşulları ve güvenlik gereksinimleri daha sıkı hale gelmiştir. Bu gereksinimleri
karşılamak ve enerji tüketimini optimize etmek için kurutma yöntemi ve kurutucu
tasarımlarında yeni teknolojiler talep edilmiştir (Hawlader ve ark, 1998). Güneş enerjisi
kaynaklı kurutma teknolojisi sıfır enerji maliyetleri ile temiz, hijyenik ve sıhhi
koşullarda ürün kurutmaya bir alternatif sunmaktadır. Ayrıca; enerji ve zamandan
tasarruf sağlanırken, ürünün kalitesi artırılır, süreç daha verimli hale getirilir ve çevrenin
korunmasına katkıda bulunulur (Sharma ve ark, 2009). Enerji tüketimini ve kullanım
maliyetini azaltmak için güneş enerjisi kaynaklı kurutucular meyve ve sebzelerin
kurutulması adına iyi bir seçenektir (Aware and Thorat, 2012).
Gelişmekte olan ülkelerde koruma araçlarının eksikliği nedeniyle tarımsal ürünlerde
önemli seviyelerde hasat sonrası kayıplar yaşandığı tahmin edilmektedir (Visavale,
2012). Bu kayıplar, kurutma süresine, kurutma sırasında yağmur yağmasına ve bu
yağmurun kurumaya fırsat vermeden tekrarlanmasına ve böylece kurutma süresinin
artmasına bağlı olarak % 60 ve hatta bunun da üzerinde olabilmektedir (Oktay ve ark,
1984). Ülkemizin sahip olduğu ekonomik öğelerden birisi hatta en önemli öğenin tarım
olduğu bilinen bir gerçektir. Fakat ülkemizin son yıllarda artan kuru sebze-meyve
pazarında kendine yer aramasına rağmen yeterli altyapı ve teknik donanım
eksikliğinden kendisine bu alanda yeterli pay bulamamaktadır (Kurban ve ark, 2007).
Güneş enerjisinden beslenen kurutucu sistemlerin kullanılmaya başlanmasıyla birlikte,
tarımda artan enerji kullanımının önüne nispeten geçilebilecektir. Yapılan bu çalışma ile
güneş enerjisi potansiyeli yüksek olan ülkemizde açık alanlarda yayarak kurutma veya
fosil yakıt kaynaklı mekanik kurutucuların yerine güneş enerjili kurutucular
kullanımının artırılması ve yaşanan hasat sonrası kayıpların azaltılması hedeflenmiştir.
Güneş Enerjisi Kaynaklı Tarımsal Ürün Kurutucuları
Onur TAŞKIN¹ Nazmi İZLݹ Ali VARDAR¹
159
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Türkiye’nin Güneş Enerjisi Potansiyeli
Türkiye, 36 – 42 derece Kuzey enlemleri arasında yer almakta olup, coğrafi
konumundan dolayı sahip olduğu güneş enerjisi potansiyeli açısından birçok ülkeye
göre şanslı durumdadır. Türkiye’nin ortalama yıllık toplam güneşlenme süresinin 2640
h (günlük toplam 7.2 h), ortalama toplam ışınım şiddeti 1311 kWh m-2 yıl-1 (günlük
toplam 3.6 kWh m-2) olduğu belirlenmiştir (Kumbur ve ark., 2005).
Şekil 1.
Türkiye global güneş dağılım haritası (EİE, 2012)
Güneş enerjisinin günümüzde önem kazanan uygulamaları arasında güneş enerjili su
ısıtıcıları, güneş ile ısınan binaların yapımı, güneş enerjisinin elektriğe çevrilmesi, güneş
enerjili su pompalarının tarımsal sulamada kullanılması, geleceğin yakıtı olan
hidrojenin sudan üretiminde güneş enerjisinden yararlanılması yer almaktadır (Güneş,
1999). Ayrıca güneş enerjisinin kullanıldığı alanlara hesap makineleri, radyo, TV ve
uydu alıcıları, radar ve meteoroloji istasyonları, havaalanları ve helikopter pist
ışıklandırmaları, denizcilik uygulamaları, mobil telefonlar, karavanlar, sokak ve bahçe
aydınlatmaları ilave edilebilir (Gençoğlu ve Cebeci, 2011). Tüm bu kullanım alanlarının
yanı sıra güneş enerjisinden tarımsal ürünlerin kurutulması işleminde de
faydalanılabilmektedir.
Güneş Enerjisi Kaynaklı Kurutucular
Güneş enerjisinden faydalanılarak yapılan en basit kurutma şekli tarımsal ürünlerin
yayılarak açık havada kurutulmasıdır. Bu tip kurutma şekli ülkemizde de yaygın olarak
kullanılmakta ise de kurutma havası (çevre havası) sıcaklığı düşük olduğu için kuruma
yavaş olmaktadır. Ayrıca yağışlar, rüzgar tarafından tozların urun üzerine taşınması,
böcekler ve kuşlar tarafından ürünlere zarar verilmesi açık havada kurutulan ürünlerin
sağlıklı olmasını sınırlamaktadır. Mikroorganizmaların ürün üzerinde büyüme fırsatı
bulmasıyla kurutulmuş ürünlerin kalitesi düşmektedir. Bu sebeple ülkemizde ticari
amaçla kullanılacak güneş enerjili kurutuculara ihtiyaç duyulmaktadır (Tarhan ve ark,
2007). Güneş enerjili kurutucular güneş ısınlarının tutulma şekline göre; doğrudan
(direkt), doğrudan olmayan (indirekt) ve bunların kombine edildiği hibrit (kombine) tip
olarak sınıflandırılmaktadır (Ekechukwu ve Norton, 1999)
160
Güneş Enerjisi Kaynaklı Tarımsal Ürün Kurutucuları
Onur TAŞKIN¹ Nazmi İZLݹ Ali VARDAR¹
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Şekil 2.
Güneş Enerjisi Kaynaklı Kurutucu Modelleri (Ekechukwu and Norton, 1999)
Pasif Kurutucular
Pasif kurutuculara aynı zamanda doğal sirkülasyonlu veya doğal taşınımlı sistemler de
denilmektedir. Doğal sirkülasyonlu güneş enerjisi kaynaklı kurutucuların çalışması
tamamen güneş ışınımına bağlıdır. Bu tür sistemlerde, güneş ile ısıtılmış hava ürünün
üzerine ya kaldırma kuvveti ya da rüzgar basıncının sonucu olarak sirküle edilir.
Genellikle boyutları çiftlik kullanımları için uygundur. (Weiss ve Buchinger, 2012).
Aktif Kurutucular
Aktif kurutuculara aynı zamanda cebri konveksiyonlu kurutucular da denilmektedir.
Kurutma işlemi boyunca kurutucu içindeki sıcaklık ve nemin kontrol edilmesine olanak
sağlamaktadır. Ayrıca yığın derinliği daha fazla olup hava akış hızı kontrol
edilebilmektedir. Bu nedenle, doğal konveksiyon kurutma ile karşılaştırıldığında
kurutucu kapasitesi ve güvenilirliği önemli ölçüde yüksektir. Genellikle iyi tasarlanmış
cebri konveksiyonlu kurutucular doğal sirkülasyonlu modellere göre daha etkili ve daha
yönetilebilir olduğu kabul edilmektedir. Cebri konveksiyon kullanımı ile kuruma
süresini üç kat azaltmak ve gerekli kolektör alanı % 50 oranında düşürülebilmektedir.
Sonuç olarak, fanlar kullanılarak yapılan kurutmada doğal konveksiyon ile yapılan
kurutmaya oranla altı kat büyük işlem hacmi elde edebilir (Hislop,1992).
Doğrudan Tip (Direkt)
Doğrudan tip güneş enerjili kurutucularda materyal doğrudan güneş ışınlarına maruz
kalmaktadır. Bu kurutucuların kurutma odaları şeffaf cam ya da plastikten kaplanır,
yüzeye gelen güneş ışınlarının bir kısmı atmosfere geri yansıtılırken, kalan kısım
kurutucunun içine iletilir. Ayrıca, iletilen güneş ışınları ürün yüzeyinden geri
yansıtılmaktadır. Kalan kısım materyalin yüzeyince emilmektedir. Güneş ışınımı
emilimine bağlı olarak üründe sıcaklık artışı başlar (Sharma ve ark, 2009; Murthy,
2009). Doğrudan tip güneş enerjisi kaynaklı kurutucuların hem maliyeti düşüktür hem
de kolaylıkla üretilebilmektedirler. Fakat bu sistemlerde sıcaklık kontrolü mümkün
Güneş Enerjisi Kaynaklı Tarımsal Ürün Kurutucuları
Onur TAŞKIN¹ Nazmi İZLݹ Ali VARDAR¹
161
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
değildir. Bu nedenle de birçok sebze ve meyve uzun süreli güneş ışınlarına maruz
kaldığından vitamin ve renk kayıpları yaşanmaktadır (Al-Juamily ve ark, 2007).
Doğrudan Olmayan Tip (İndirect)
Doğrudan olmayan tip kurutucudaki ürünler mat bir kurutma odası içindeki tepsilere ya
da raflara yerleştirilir. Güneş ışını toplayıcı olarak adlandırılan ayrı bir birim ise
kurutma odasına girecek havanın ısıtılması için kullanılır. Isıtılmış havanın nemli
ürünlerin üzerine aktarılmasına izin verilmesiyle, sıcak hava ile nemli ürün arasında
konvektif ısı transferi sayesinde nemin buharlaşması sağlanır. (Visavale, 2012).
Doğrudan olmayan tip kurutma sistemleri daha pahalı ve zor kullanılan bir sistem
olmasına rağmen sıcaklık kontrolü mümkün olmaktadır. Böyle sistemler ile UV ışınlar
da uzaklaştırılabileceği için gelecekte ürün rengi değişmemektedir (El-Sebaii ve ark,
2002).
Hibrit Tip (Kombine)
Hibrit tip kurutucular doğrudan ve doğrudan olmayan tip kurutucuların özelliklerini
kapsamaktadır. Burada kurutulacak ürünün üzerine doğrudan güneş ışınımı etki
etmesinin yanı sıra güneş ışını toplayıcısından ısıtılan hava kurutma işlemi için gerekli
olan ısıyı üretir (Visavale, 2012).
Sonuç
Güneş enerjisi kaynaklı kurutucu tasarımları çalışma sıcaklığına ve işletme biçimine
göre sistematik olarak gruplandırılabilir. Ancak kurutucunun seçimini kurutulacak ürün,
kullanılacağı coğrafi konumun güneşlenme oranı, ürün işlem hacmi, yakıt maliyeti ve
tecrübeler gibi kritere bağlı olarak belirlenmelidir.
Ülkemizin güneş kuşağındaki ülkeler arasında bulunması, güneş enerjisi kaynaklı
kurutucu araştırmalarının uygulanabilmesi için avantaj sağlamaktadır. Güneş enerjisi
kaynaklı kurutucular, ülkemizde yetiştirilen sebze ve meyvelerin kaliteli ve hızlı
kurutulması kullanılabilecek olup ürünlerimizin kalitesini yükseltecek ve uluslararası
pazarlarda rekabet gücümüzü ve pazar payımızı arttıracaktır. Yapılması gereken,
yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanan ve 20-40 yıllık uzun ekonomik ömrü olan bu
sistemlerin uygulamalarının arttırılmasını sağlamak ve ülke ekonomisine katkıda
bulunmaktır.
Kaynaklar
Al-Juamily KIJ, Khalifa AJN, Yassen TA. 2007. Testing of the Performance of a
Fruit and Vegetable Solar Drying System in Iraq. Desalination 209: 163–170.
Aware, R.S., Thorat B. N., 2012. Solar Drying: Fundamentals, Applications and
Innovations Principles, Solar Drying of Fruits and Vegetables, pp. 51-73.
Ekechukwu O.V., Norton B (1999) Review of solar energy drying systems II: an
overview of solar drying technology. Energy Conversion and Management,
40:615-655.
162
Güneş Enerjisi Kaynaklı Tarımsal Ürün Kurutucuları
Onur TAŞKIN¹ Nazmi İZLݹ Ali VARDAR¹
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
El-Sebaii AA, Aboul-Enein S, Ramadan MRI, El-Gohary HG. 2002. Experimental
Investigation of an Indirect Type Natural Convection Solar Dryer. Energy
Conversion and Management, 43:16; 2251-2266.
Gençoğlu, M.T., Cebeci, M. 2011. Türkiye’nin Enerji Kaynakları Arasında Güneş
Enerjisinin Yeri Ve Önemi.
http://perweb.firat.edu.tr/personel/yayinlar/fua_612/612_494.pdf
(Erişim
tarihi: 10.10.2012)
Güneş, M. 1999. Fotovoltaik Sistemin Sağladığı Elektrik Enerjisi İle Çalışan Bir
Uygulama Sisteminin Tasarımı. Fırat Üni. Fen. Bil. Ens.,Elektrik ve Elektronik
Mühendisliği ABD, Yüksek Lisans Tezi, 40s.
Hawlader, M.N., Bong, T.Y., Yang, Y., 1998, A Simulation and Performance Analysis
of a Heat Pump Batch Dryer. In: Proceedings of the 11th international drying
symposium, vol. A; pp. 208–215.
Hislop, D.: Energy Options – Chapter 3: Heat from Solar Energy., (1992).
Kumbur, H., Özer, Z., Özsoy, H.D., Avcı, E.D. 2005. Türkiye’de Geleneksel ve
Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Potansiyeli ve Çevresel Etkilerinin
Karşılaştırılması. III. Yenilenebilir Enerji Kaynakları Sempozyumu ve Sergisi,
19-21Kasım, Mersin.
Kurban, M., Varlık, T., Başaran, Filik Ü. ve Hocaoğlu, F. O., 2007. Yaş Sebze-Meyve
Kurutma İşleminde Güneş Enerjisi Destekli Hibrid Sistemli Makine Kullanımı,
IV. Yenilenebilir Enerji Kaynakları Sempozyumu, Gaziantep, 31 Ekim-02
Kasım 2007.
Murthy, M.V.R., 2009, A Review of New Technologies, Models and Experimental
Investigations
of Solar Driers, Renewable and Sustainable Energy Reviews, 13, pp. 835–844.
Oktay, E., Olgun, H., Ünal S. 1984. Çeşitli Koşullarda Kurutulan Yoncanın Besin
Değerleri Kaybı Üzerinde Bir Araştırma. Lalahan Zoot. Arast. Enst. Derg. 24 (14) 3-14.
Sharma, A., Chen, C.R., Lan, N. V., 2009, Solar-energy drying systems: A review,
Renewable and Sustainable Energy Reviews, 13, pp. 1185-1210.
Tarhan, S., Ergunes, G., Tekelioğlu, O. 2007. Tarımsal Ürünler İçin Güneş Enerjili
Kurutucuların Tasarım Ve İşletme Esasları, Tesisat Mühendisliği Dergisi Sayı:
99, s.26-32.
Visavale, G.L. 2012. Solar Drying: Fundamentals, Applications and Innovations
Principles, Classification and Selection of Solar Dryers, pp. 1-50.
Weiss W and Buchinger J (2012) Solar Drying. AEE INTEC Publication, A-8200
Gleisdorf, Feldgasse 19, Austria. 110 pp.
Güneş Enerjisi Kaynaklı Tarımsal Ürün Kurutucuları
Onur TAŞKIN¹ Nazmi İZLݹ Ali VARDAR¹
163
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Bu sayfa boş bırakılmıştır.
164
Güneş Enerjisi Kaynaklı Tarımsal Ürün Kurutucuları
Onur TAŞKIN¹ Nazmi İZLݹ Ali VARDAR¹
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Bitkilerden Biyoplastik Üretimi
Ezgi BEZİRHAN ARIKAN*, H. Duygu ÖZSOY
Mühendislik Fakültesi, Çevre Mühendisliği Bölümü, Mersin Üniversitesi, Mersin, Türkiye
*[email protected]
ÖZET
Plastiklerin, ahşap ve metal gibi diğer malzemelere göre daha hafif, dayanıklı ve ucuz olması, günümüzde plastiklerin
geniş bir kullanım alanına sahip olmasına yol açmaktadır. Geniş uygulamalarda kullanılması nedeni ile oluşan plastik
atık miktarı da fazla olmaktadır. Plastik atık kirliliğinin yarattığı çevresel endişeler, plastiğin yapımında kullanılan
fosil yakıtların fiyatlarındaki dalgalanmalar ve çevre bilincindeki artış, biyoplastik gibi çevre dostu malzemelerin
gelişimi tetiklemiştir.
Biyoplastikler, mısır, patates ve şeker gibi yenilenebilir kaynaklardan elde edilen malzemelerdir. Son zamanlarda
biyoplastiklerin ambalaj olarak gıda endüstrisinde, çatal, kaşık ve tabak vb. tek kullanımlık ürünlerde, diş protezi gibi
medikal alanlarda uygulamaları görülmektedir. Yakın bir gelecekte ise, biyoplastiğin teknoloji ile uyum sağlaması ile
kullanım alanının artarak plastiğin yerini alacağı belirtilmektedir. Biyoplastiğin çevre dostu olarak kabul görmesine
rağmen, mısır, patates gibi birincil tüketim kaynaklarından üretilmesi tartışmalara yol açmaktadır. Bu çalışmada ise,
biyoplastiklerin avantajları ve dezavantajları birlikte ele alınarak, bitkilerden üretimine odaklanılacaktır.
Anahtar kelimeler: Bitki esaslı biyoplastik, Biyoplastikler, Biyoplastiklerin avantajları, Biyoplastiklerin
dezavantajları.
Bioplastic Production from Plants
Abstract
Plastics have used many field of applications because of they are lighter, durable and cheaper than other materials
such as wood and metal. Due to use in wide range of applications plastic wastes is higher. The ever-growing
environmental pressure caused by the widespread consumption of plastics, fluctuations in oil prices and growing
environmentally conscious have spurred a thrust into the development of environmentally acceptable materials such
as bioplastics.
Bioplastic are made from renewable resources such as corn, potato and sugar. Recently, bioplastics have been used in
food industry as packaging, in day- to day products such as fork, spoon and plate, in biomedical field like making
bone plates and screws. In the near future, it is indicated that bioplastics will comply with the technology and replace
to plastics. Although bioplastics are accepted as environmentally friendly materials, producing from renewable
resources such as corn and potato leads to the discussion. Therefore, this paper will look at aspects of the bioplastics
from the perspective of advantages and disadvantages and focused to production from plants.
Key words: Advantages of bioplastic, Bioplastics, Disadvantages of bioplastics, Plant based bioplastic.
GİRİŞ
Geçmişten günümüze kadar insan toplumu kullanılan malzemelere göre taş, tunç, bakır
ve çelik çağları olarak adlandırılan çağlardan geçmiştir (Stevens, 2002; El-Kadi, 2010).
Bugün, dünyada üretilen toplam plastik miktarı üretilen çelik miktarını aşmış
durumdadır ve her yıl yaklaşık 200 milyon tonu aşkın plastik üretimi yapılmaktadır
(Europan Commission, 2011). Günümüzde ise plastikler modern yaşamın ayrılmaz bir
parçası haline gelmiş ve yaşadığımız çağın ‘plastik çağı’ adını almasına neden olmuştur.
Plastikler, ahşap ve metal gibi diğer malzemelere göre daha ucuz, dayanıklı ve hafif
olmaları nedeniyle endüstrinin birçok alanında kullanılmaktadır (El-Kadi, 2010;
Alvarez-Chavez ve ark., 2011). 2015 yılında ise dünya genelinde 300 milyon tonu aşkın
plastiğin üretileceği tahmin edilmektedir (Ralden, 2010). Bu kadar çok miktarda plastik
üretimi ve tüketimi ise parçalanamaz olması nedeniyle çevresel endişelere, üretiminde
doğal kaynakların kullanılması nedeniyle ise ekonomik endişelere yol açmaktadır.
Son yıllarda artan çevresel endişeler ve baskılar, petro-kimyasal hammaddeler olan
bağımsızlığın artırılması gibi amaçlar endüstride yenilenebilir hammaddelerden üretimi
teşvik etmiştir (Gonzalez-Gutierrez ve ark., 2010). Bu teşvikle geliştirilen en yenilikçi
malzemelerden biri de ‘biyoplastiklerdir’.
Bitkilerden Biyoplastik Üretimi
Ezgi BEZİRHAN ARIKAN*, H. Duygu ÖZSOY
165
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
BİYOPLASTİĞİN TARİHİ
Her ne kadar biyoplastik adı son yıllarda duyulan bir terim olsa da, aslında ticari
gelişimleri 19. yüzyılın ortalarında başlamıştır. Amerikalı mucit John Wesley Hyatt Jr,
1869 yılında bilardo toplarının üretiminde kullanılan fildişi yerine selüloz türevi
kaplamanın patenti alınmıştır. Yanan puronun kaza ile toplara temas etmesiyle
ateşlenen toplar bu girişimi engellemiştir. Ancak Hyatt projesi üzerinde çalışmaya
devam etmiş ve şimdilerde fotoğraf ve film bandı olarak bilinen, yaygın olarak
kullanılan ilk plastik olan selüloidi geliştirmiştir (El-Kadi, 2010).
Wilhelm Krische ve Adolf Spitteler ise 1897 yılında, Galalith olarak pazarlanan sütte
bulunan kazeinden yapılan bir plastik geliştirmişlerdir. Kazeinden yapılan bu plastik
düğme, takı gibi malzemelerde ve elektronik ekipmanlarda kullanılmıştır. Ancak sütün
az bulunur bir kaynak haline gelip, ham petrolün bollaşması nedeniyle 1945’li yıllardan
sonra
kazeinden
üretilen
plastik
önemini
yitirmiştir
(http://www.konline.de/cipp/md_k/custom/pub/content,oid,46375/lang,2/ticket,g_u_e_s_t/local_lang,
2).
1920’lerde ise Henry Ford otomobil üretiminde soya fasulyesini kullanmayı denemiştir.
Ford kısmen tarımsal üretim artığı için gıda dışı uygulamalar bulma arzusu tarafından
motive edilmiştir. Soya plastikleri direksiyon, iç donanım ve gösterge paneli gibi
otomobil parçalarında kullanılmıştır. Daha sonra Ford büyük bir reklam ile 1941 yılında
soya fasulyesinden yapmış olduğu otomobilin prototipini sergilemiştir. Ancak
yılsonunda savaş ve diğer nedenlerle soya fasulyesinden yapılmış otomobile olan ilgi
azalmıştır (El-Kadi, 2010).
Fransız kimyager ve bakteriyolog Maurice Lemoigne 1926 yılında, Gram-pozitif bakteri
Bacillus megaterium'dan, hücre içi bir biyoplastik türü olan polihidroksibutirat (PHB)
ürettiğini keşfetti. Günümüzde tanınan PHB’lar polihidroksialkonat(PHA) biyoplastik
türünün en yaygın türetilmiş formlarından biridir. O zamandan bu yana, 100 PHA çeşidi
mikroorganizmaların geniş bir kısmında tespit edilmiştir (Digregorio,2009).
1900’lü yıllarda ise, yakıt ve kimyasalların kaynağı olarak petrolün ortaya çıkmasıyla
plastiğin tarihi önemli ölçüde değişmiştir. Sentetik polimerlerden yapılan plastikler
tarafından biyoplastikler yerinden edilmiştir (El-Kadi, 2010).
Günümüzde de, çevre bilinci ve sürdürülebilirlik üzerine olan vurgular artmış ve
dolayısı ile biyoplastik kalkınma ve tüketim için önemli bir etmen haline gelmiştir.
Şuanda biyoplastikler çatal, kaşık gibi kullanılıp atılan malzemelerde, diş protezi gibi
medikal alanlarda ve özellikle gıda ambalajı olarak kullanılmaktadır (Kaith ve ark.,
2010).
BİYOPLASTİĞİN ÜRETİM YÖNTEMLERİ
Genellikle ‘biyoplastikler’, şeker, mısır ve patates gibi (Sarasa ve ark., 2008; Karana,
2012) protein, lipit ve polisakkaritleri içeren yenilenebilir kaynaklardan (Averous, 2004;
Siracusa ve ark., 2008) ya da bazı mikroorganizmalardan, alglerden ve mantarlardan
üretilmektedirler (Luengo ve ark., 2003; Özdemir ve Erkmen, 2013). Son zamanlarda
ise bitki ya da hayvansal üretimin yanında, biyolojik köken ve petrol monomerlerinin
birleştirilerek üretildiği biyoplastikler gündeme gelmiştir. Buna göre biyoplastikler
üretim yöntemlerine göre 3’e ayrılmaktadırlar (Şekil 1).
166
Bitkilerden Biyoplastik Üretimi
Ezgi BEZİRHAN ARIKAN*, H. Duygu ÖZSOY
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Şekil 1.
Biyoplastiklerin üretim yöntemlerine göre sınıflandırılması (Reddy ve ark.,
2013)
Petrol türevli biyoplastikler, petrol türevli monomerlerden sentezlenen ancak biyolojik
olarak parçalanabilen biyoplastiklerdir. Polikaprolakton (PCL) ve polibütülen adipat
tereftalat (PBAT) gibi biyoplastikler bu gruba dahil edilmektedir (Reddy ve ark., 2013).
Biyolojik kökenli petrol karşımı ile üretilen biyoplastikler ise biyolojik kökenli
kaynaklar ile petrol kökenli kaynakların monomerlerinin kombinasyonuyla elde edilen
polimerlerdir. Örneğin bu gruba dahil olan poli trimetilen tereftalat (PTT), biyolojik
tabanlı 1,3-propanediol ve petrol türevli terefitalik asitin birleştirilmesi ile
üretilmektedir (Reddy ve ark., 2013).
Yenilenebilir kaynaklardan biyoplastik üretiminde nişasta ( mısır, patates, arpa, buğday,
pirinç, manyok, sorgum, şeker pancarı gibi) (Cheng-Cheng, 2011), selüloz (odun gibi)
(Nawrath ve ark., 1995), lignin (Kumar ve ark., 2009), protein (buğday gluteni,
albümin) (Jerez ve ark., 2007) ve yağ gibi bitkisel hammaddeler kullanılmaktadır.
Özetle, yenilenebilir kaynaklardan biyoplastik üretiminde agro-polimerlerden
yararlanılmaktadır. Aşağıda bazı agro-polimerlerden bahsedilmektedir.
Nişasta biyoplastik üretimi için en çok tercih edilen yenilenebilir kaynaklardan biridir
(Gaspar ve ark., 2005).Nişasta bitkilerde depo maddesi olan, amiloz ve amilopektinden
oluşan bir polisakkarittir. Bitki türüne bağlı olarak genellikle nişasta, %85-70
amilopektin, %15-30 amilozdan oluşur. Nişastanın yumuşama sıcaklığının, parçalanma
sıcaklığından daha yüksek (Halley, 2005) olması işlenmesinde kolaylık sağlamaktadır.
Nişastanın işlenip plastik üretilmesi sırasında genellikle gliserol, su ve sorbitol gibi
plastikleştirici maddeler kullanılmaktadır. Nişastadan plastik üretiminde, plastikleştirici
maddeler kullanılarak nişastanın moleküler yapısının ısıtılarak belirli koşullarda
bozulması sağlanır. Jelatinleşme adı verilen bu proses sonucunda termoplastik adı
verilen biyoplastik elde edilir (Reddy ve ark., 2013). Nişastadan termoplastik eldesi
şekil 2’de gösterilmektedir. Nişasta esaslı biyoplastik üretimi birçok ülkede yapılmakla
birlikte en fazla üretimi yapan firma Novamonttur.
Bitkilerden Biyoplastik Üretimi
Ezgi BEZİRHAN ARIKAN*, H. Duygu ÖZSOY
167
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Şekil 2.
Termoplastik eldesi (Xie ve ark, 2012).
Selüloz bitki hücrelerinin yapısında doğada çok bulunan bir polimerdir. Endistriyel
alanda birçok alanda farklı formlarda kullanımı mevcuttur. Çoğunlukla ağaç ve
pamuktan elde edilir. Endüstriyel alanda kullanılan selüloz hamuru ise posa, sap ve
kamış gibi tarımsal yan ürünlerden de elde edilebilir. Endüstride kullanılan selülozun iki
formu vardır; Fiber ve film üretimi gibi eritme yapılmayan rejenere edilmiş selüloz ve
plastik üretimi ve biyomedikal alanda kullanılan esterlenmiş selülozdur (Reddy ve ark.,
2013).
Kitin ve sitozan polimerleri, iyi adsorbsiyon, biyolojik uyumlu, biyolojik olarak
parçalanabilir ve toksik olmayan eşsiz özellikte polimerlerdir. Kitin deniz kabukluları
ve böcekler gibi birçok omurgasızda bulunan bir polimerdir. Kitin, β (1→4) bağları ile
bağlanmış
2-asetamid
2-deoksi-β-D-glukozlardan
oluşur
ve
sitozana
parçalanırlar.Deasitile edilmiş kitin ise sitozan olarak bilinir.Daha çok biyomedikal
alanda tercih edilen bir polimerdir.Ayrıca film ve fiber üretiminde de kullanılmaktadır
(Reddy ve ark., 2013).
Protein ise aminoasitlerin kopolimerleridir. Proteinler kaynaklarına göre bitki proteinleri
(soya, bezelye, kanolya vb.) ve hayvan proteinleri (jelatin, peynir altı suyu, kazein ve
keratin vb.) olarak 2 sınıfa ayrılabilir. Proteinden plastik eldesinde hidrofilik bileşikler
ve lipitler plastikleştirici madde olarak kullanılmaktadırlar. Su, gliserol, yağ asitleri ve
yağlar bu plastikleştirici maddelerdendir (Reddy ve ark., 2013).
Yenilenebilir kaynaklardan elde edilen biyoplastik grubunda yer alan biyoplastik türleri
polilaktik asit (PLA) ve poli hidroksialkonatlar (PHA) ve poli hidroksibütiratlardır
(PHB) (Reddy ve ark., 2013). Biyoplastikler arasında PLA ve PHA üretim ve kullanım
açısından lider konumundadır. Bu polimerler bitkisel nişasta ile birlikte elastiki film,
enjeksiyon kalıplı objeler ve zirai malç gibi kısa ömürlü ürünlerin yapımında
kullanılmaktadır (Özdemir ve Erkmen, 2013).
Biyolastik üretiminde en çok kullanılan biyolojik kaynaklardan biri de bakterilerdir.
Kısıtlı azot ve aşırı karbon kaynağı varlığında bazı mikroorganizmaların intraselüler
depo materyali olarak PHA sentezlediği bilinmektedir (Satoh ve ark., 1998). PHA %100
biyolojik parçalanabilir bir biyoplastik türüdür (Nitinard ve ark.,2014). PHA’nın
üretiminde kullanılan en önemli bakteri türleri Bacillus megaterium (kuru ağırlığının
%20’si PHA), Klebsiella aerogenes rekombinantları (kuru ağırlığının %65’i PHA),
Pseudomonas resinovorans (kuru ağırlığının %45’i PHA) bakterileridir (Özdemir ve
Erkmen, 2013). Ancak yapılan çalışmalarla birlikte PHA’nın üretimi için kullanılan saf
168
Bitkilerden Biyoplastik Üretimi
Ezgi BEZİRHAN ARIKAN*, H. Duygu ÖZSOY
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
karbon kaynaklarının maliyeti arttırdığı düşünülmektedir. Bu nedenle son zamanlarda
bakterilerden PHA üretiminde atık değerlendirme yoluna gidilmektedir (Nitinard ve
ark.,2014).
Özetle, yenilenebilir kaynaklardan biyoplastik üretiminde bitkilerdeki polimerler
plastikleştiriciler yardımı ile jelatinleştirilerek, belirli basınç ve sıcaklık koşullarında
şekillendirilerek elde edilmektedir. Bakterilerden biyoplastik eldesinde ise, bazı
sınırlayıcı koşullar altında büyük ölçekli çalışmalarla bakterinin depo maddesi ve bir
biyoplastik türü olan PHA’ı salgılaması sağlanmakta ve immobilizasyon tekniği ile
endüstride kullanılmaktadır. Ancak bakterilerden PHA eldesinde saf kültürle çalışmanın
gerektirdiği sterilizasyon ve immobilizasyon tekniklerinin pahalı teknikler olması
bakterilerden biyoplastik üretimini sınırlandırmaktadır. Ancak son zamanlarda saf
kültür yerine atıksu gibi karışık kültürlerde çalışılarak bu engel elimine edilmeye
çalışılmaktadır.
BİYOPLASTİĞİN AVANTAJ ve DEZAVANTAJLARI
Michigian Üniversitesinden, S.Berkesch biyoplastikleri plastiklerin yeniden doğuşu
olarak tanımlamıştır (El-Kadi, 2010). Çoğu ülkede biyoplastik üretimi yapılmakla
birlikte birçok araştırmacı biyoplastiğin ileride plastiğin yerini alacağını öngörmektedir.
Bu nedenle biyoplastikler artıları ve eksileri ile birlikte ele alınmalıdır.
Biyoplastiğin avantajları aşağıda verilmektedir;
Petrole olan bağımlılığın azaltılması; Petrol ve türevlerinden üretilen plastiğin aksine,
biyoplastiklerin yenilenebilir hammaddelerden üretilmesinin toplumların ve üretimin
petrole olan bağımsızlığını azaltacağı belirtilmektedir (Yu ve Chen, 2008). Ayrıca,
ekonomik olarak rekabetten ileri gelen petrol fiyatındaki dalgalanmaların da dolaylı
olarak azalacağı düşünülmektedir.
Enerji verimliliği; Biyoplastiklerin üretimi sırasında, geleneksel plastiklere oranla %65
daha
az
enerji
tüketildiği
ileri
sürülmektedir
(http://www.foodservicewarehouse.com/restaurant-equipment-supply-marketingarticles/going-green/the-bioplastic debate/c28137.aspx)
Daha az sera gazı emisyonu; Yu ve Chen (2008), yaptıkları bir çalışmada 1 kg
biyoplastiğin üretimi sırasında 0.49 kg karbondioksit üretildiğini, 1 kg geleneksel
plastiğin üretiminde ise 2-3 kg karbondioksit gazı üretildiğini saptamışlardır. Bunun da
küresel ısınmayı %80 azaltacağını ileri sürmektedirler.
Çevre dostu; Biyoplastiklerin toksik madde içermemeleri sebebiyle geleneksel
plastiklere göre çevre dostu olduğu belirtilmektedir. Ayrıca biyoplastiklerin biyolojik
kökenli olması sebebiyle, geleneksel plastiklere oranla daha az zamanda doğada
parçalandığı ileri sürülmektedir. Ancak Avrupa’daki Uluslararası Biyobozunur
Polimerler Topluluğunun (IBAW) foto-parçalanabilir biyoplastik için yapılan ‘tamamen
çevre dostu’ gibi iddialar konusunda bazı endişeleri bulunmaktadır. Örneğin fotoparçalanabilir poşetlerde ağır metal (kobalt) seviyesi Kanada’da izin verilenin çok
üstünde belirlenmiştir.
Biyoplastiklerin dezavantajları ise şunlardır;
Yüksek fiyat; Biyoplastik malzemelerin maliyetlerinin geleneksel plastiklerden en az 2
kat
daha
fazla
olduğu
belirtilmektedir
(http://archive.hgca.com/publications/documents/Bioplastics_web28409.pdf).
Ancak
biyoplastik üretiminin geniş ölçekli endüstriyel miktarlarda daha yaygın
gerçekleştirilmesi ile ileride maliyetin de azalması beklenmektedir.
Bitkilerden Biyoplastik Üretimi
Ezgi BEZİRHAN ARIKAN*, H. Duygu ÖZSOY
169
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Geri dönüşüm; Son zamanlarda yapılan araştırmalarda biyoplastiğin farklı yapısının,
geri dönüşümünde problemlere neden olduğu belirtilmiştir (Biyoplastik Gerçeği,
Erişim: http://t24.com.tr/haber/uzmanlardan-biyoplastik-gercegi/218146 ). Örneğin kızıl
ötesi ışın ile çalışan çöp ayrıştırma sistemlerinde biyoplastikler ayrıştırılamamakta diğer
plastiklerle karışmakta ve ayrılması istenen plastiği kirlettiği ileri sürülmektedir.
Terimler; Biyoplastikler için bazı tanımlamalar tüketicide yanlış anlamaya neden
olmaktadır. Öncelikle bütün biyoplastikler tüketicinin gıda atıkları ile birlikte
kompostlanamayabilir, kompostlama için endüstriyel ölçekli tesisler gerekebilir (Barker
ve Safford,2009). Bütün biyoplastikler parçalanmaz ve biyo terimi sadece plastiğin
biyolojik kökenli olduğunu ifade etmektedir. Biyolojik esaslı biyoplastiklerin ise
yenilenebilir kaynak kökenli olması nedeniyle biyolojik olarak parçalanabilir olması
beklenmektedir. Ancak dayanıklılık doğasına ve yapısına bağlı olarak yenilenebilir
kaynak esaslı biyoplastikler biyolojik olarak parçalanamayan özellikte olabilir. Bu
nedenle bütün biyoplastikler yaşam döngüsü analizi kavramında değerlendirilmelidir.
Hammaddelerin azalması; Diğer bir dezavantaj ise yenilenebilir kaynaklardan üretilen
biyoplastiklerin ham madde rezervlerini azaltacak olmasıdır. Dolaylı olarak da erozyona
neden
olacağı
endişesidir
(http://www.foodservicewarehouse.com/restaurantequipment-supply-marketing-articles/going-green/the-bioplastic-debate/c28137.aspx).
SONUÇLAR
Biyoplastikler avantajları ile birlikte ele alındığında plastikleri yerinden edeceği
düşünülmektedir. Ancak biyoplastiklerin gıda ürünleri olarak da kullanılan yenilenebilir
hammaddelerden üretimi ayrıca ele alınmalıdır. Bitki tipine ve biyoplastik tipine bağlı
olarak, yaklaşık 2 ton biyoplastik için gerekli biyokütlenin ihtiyaç duyduğu alan 1
hektardır. Gıda mahsullerinin biyoplastikleri de içeren gıda dışı uygulamalara
dönüştürülmesi konusunda endişeler mevcuttur. Bu nedenle tarım ve polimer
sanayilerinin tarımsal arazilerin iyi yönetilen ve dengeli kullanımını garanti altına
alması gerekmekte ve biyoplastik üretiminde ‘atık değerlendirmesi’ yoluna gidilmelidir.
Ancak Türkiye’de de henüz kullanılmaya başlayan biyoplastikler avantajları ve
dezavantajları birlikte ele alınıp, dezavantajları elimine edilmeye çalışarak kullanıma
teşvik edilmelidir. Günümüzde ASTM Kurumu biyoplastiklerin çevreye zararlı
olmamaları için bazı standartlar oluşturmaya çalışsa da bu standartlar henüz
uygulamada yeterli değildir. Bu nedenle Türkiye’de de biyoplastiğin kullanımı, atık
yönetimi ve terimleri ile ilgili standartlar ve yönetmelikler geliştirilmelidir.
KAYNAKLAR
Alvarez-Chavez, C. R., Edwards S., Moure-Eraso R.l., Geiser, K. 2011. Sustainability
of Bio-based Plastics: General Comparative Analysis and Recommendations for
Improvement, Journal of Cleaner Production, 23(1):46-47.
Averous, L. 2004.Biodegradable multiphase systems based on plasticized starch: a
review. J. Macromol. Sci. C Polym. Rev., 44:231–274.
Barker, M., Safford, R. 2009. Industrial uses for crops: markets for bioplastics, England,
HGCA.
Chaleomrum, N., Chookietwattana, K., Darara, S. 2014. Production of PHA from
Cassava Starch Wastewater in Sequencing Batch Reactor Treatment System,
APCBEE Procedia 8 (2014):167 – 172.
170
Bitkilerden Biyoplastik Üretimi
Ezgi BEZİRHAN ARIKAN*, H. Duygu ÖZSOY
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Cheng-Cheng, F. 2011. Bioplastics development planning in Thailand. Invest in
Taiwan.
http://investtaiwan.nat.gov.tw/news/ind_news_eng_display.jsp?newsid=72
(online erişim eylül 2014).
Digregorio, B. E. 2009. Biobased Performance Bioplastic: Mirel.Chemistry&Biology,
16(1):1-2.
El-Kadi, S. 2010. Bioplastic Production Form İnexpensive Sources Bacterial
Biosynthesis, Cultivation System, Production and Biodegrability, VDM
Publishing House, ABD, 145 s.
Europan Commission. 2011. Plastic Wastes In The Environment: Revised Final Report,
sf:51-70, United Kingdom.
Gaspar, M., Benko Z., Dogossy, G., Reczey, K., Czigany, T. 2005. Reducing water
absorption in compostable starch-based plastics, Polymer Degradation and
Stability 90(3):563-569.
Gonzalez-Gutierrez, J., Partal, P., Garcia-Morales, M., Gallegos, C. 2009.
Development of highly-transparent protein/starch-based bioplastics, Bioresource
Technology, 101(2010): 2007-2013.
Halden, R.U. 2010. Plastics and health risks, Annual Review of Public Health, 31:17994
Halley, P.J. Thermoplastic starch biodegradable polymers. In: Smith R, editor.
Biodegradable polymers for industrial applications. Cambridge UK: CRC
Press/Woodhead, 2005. sf. 140-62
http://www.konline.de/cipp/md_k/custom/pub/content,oid,46375/lang,2/ticket,g_u_e_s_
t/local_lang,2 23.09.2014
http://www.foodservicewarehouse.com/restaurantequipmentsupplymarketingarticles/goi
ng-green/the-bioplastic-debate/c28137.aspx 23.09.2014
http://archive.hgca.com/publications/documents/Bioplastics_web28409.pdf 23.09.2014
http://t24.com.tr/haber/uzmanlardan-biyoplastik-gercegi/218146 23.09.2014
Jerez, A., Partal, P., Martínez, I., Gallegos, C. and Guerrero, A. 2007. Protein-based
bioplastics: effect of thermo-mechanical processing. Rheologica Acta,
46(5):711-720.
Kaith, B. S., Jindal, R., Jana, A. K., Maiti, M., 2010, Development of corn starch based
green composites reinforced with Saccharum spontaneum L fiber and graft
copolymers – Evaluation of thermal, physico-chemical and mechanical
properties, Bioresource Technology, 101: 6843–6851.
Karana, E. 2012.Characterization of ‘natural’ and ‘high-quality’ materials to improve
perception of bioplastics. Journal of Cleaner Production, 37:316-325.
Kumar, S. M. N., Mohanty, A. K., Erickson, L., Misra, M. 2009. Lignin and its
applications with polymers. Journal of Biobased Materials and Bioenergy
3(1):1-24.
Luengo, J.M., Garcia, B., Sandoval, A., Naharro, G., Olivera, E.R. 2003. Bioplastics
from microorganisms. Current Opinion in Microbiology, 6:251–260.
Bitkilerden Biyoplastik Üretimi
Ezgi BEZİRHAN ARIKAN*, H. Duygu ÖZSOY
171
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Nawrath, C., Poirier, Y., Somerville, C. 1995. Plant polymers for biodegradable
plastics: Cellulose, starch and polyhydroxyalkanoates. Molecular Breeding
1(2):105-122.
Özdemir, N., Erkmen, J. 2013. Yenilenebilir Biyoplastik Üretiminde Alglerin
Kullanımı, Karadeniz Fen Bilimleri Dergisi / The Black Sea Journal of Sciences
3(8):89-104.
Reddy, M. M., Vivekanandhan, S., Misra, M., Bhatia, S. K., Mohanty, A. K. 2013.
Biobased plastics and bionanocomposites: Current status and future
opportunities, Progress in Polymer Science 38(10–11):1653–1689.
Sarasa, J., Gracia, J.M., Javierre, C. 2008. Study of the biodisintegration of a bioplastic
material waste. Bioresource Technology, 100:3764-3768.
Satoh, H, Iwamoto, Y., Mino, T., Matsuo, T. 1998. Activated sludge as a possible
source of biodegradable plastic. Water Sci Technol., 38:103-109.
Siracusa, V., Rocculi, P., Romani, S., Dalla Rosa, M. 2008. Biodegradable polymers for
food packaging: a review. Trends Food Science Technology, 19:634–643.
Stevens, E.S. 2002. Green Plastics: An Introduction to the New Science of
Biodegradable Plastics, Princeton Univesity Press, USA, 238 s
Xie, F, Halley, P.J., Avérous, L. 2012. Rheology to understand and optimize
processibility, structures and properties of starch polymeric materials. Prog
Polym Sci., 37:595-623.
Yu, J., Chen L. X. L. 2008. The Greenhouse Gas Emissions and Fossil Energy
Requirement of Bioplastics from Cradle to Gate of a Biomass Refinery, Environ.
Sci. Technol., 42: 6961–6966.
172
Bitkilerden Biyoplastik Üretimi
Ezgi BEZİRHAN ARIKAN*, H. Duygu ÖZSOY
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Bursa İli Su Varlığı ve Tarımda Su Kirliliği
Barış Bülent AŞIK*, Gökhan ÖZSOY, Ertuğrul AKSOY, A. Vahap KATKAT
Uludağ Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü, [email protected]
ÖZET
Bursa ili sahip olduğu coğrafi yapısı nedeniyle yüzey ve yeraltı su kaynakları bakımından zengin bölgelerimizdendir.
İlde göller ve akarsular önemli bir yer tutar. Ayrıca yeraltı su potansiyeli açısından özellikle Bursa Ovası genelde
serbest yeraltı suyu ve artezyen akiferler içermektedir. Ancak son yıllardaki kentleşme ve sanayileşme süreci
sonucunda kirlilik yükü nedeniyle Bursa’nın sahip olduğu su kaynaklarının kalitesi önemli düzeyde kirlenmiştir.
Özellikle tarımsal açıdan sulama amaçlı kullanılan su kaynaklarında meydana gelen kirlilik insan sağlığını tehdit eder
hale gelmiştir. Bu durumun en belirgin örneği Nilüfer çayında meydana gelen kirlilik olarak gösterilebilir. Benzer
şekilde bölgede diğer su kaynakları da kirlilik tehditi altındadır.
Anahtar Kelimeler: Bursa, su, kirlilik, tarım, sulama
1.GİRİŞ
Su, insanın yaşam sürecinin her döneminde tüm faaliyetlerin gerçekleşebilmesi için
gerekli bir madde ve hayatın en önemli unsurudur. Aynı zamanda sanılanın aksine de
sınırlı bir kaynaktır. Suyun yaşam ortamında bulunması, kalitesi ve kullanılabilirliği son
derece önem taşımaktadır (Akın ve Akın, 2007). Ülkeler, yılda kişi başına düşen
kullanılabilir su miktarına göre sınıflandırılmaktadır. Buna göre, yıllık kişi başına düşen
kullanılabilir su miktarı 1000 m3’ten az ise o ülke su fakiri, 1000-2000 m3 arasında su
azlığı çeken ve 2000-10000 m3 ise su zengini ülkeler olarak nitelendirilirler. Bugün ülke
nüfusumuzun tahmini 77 milyon olduğu kabul edilirse, kişi başına düşen yaklaşık 1500
m3’lük yıllık kullanılabilir su miktarıyla ülkemiz su azlığı çeken bir ülke konumundadır.
Ülkemizde nüfusun hızlı artışı, sanayileşmenin büyümesi, tarımda gübre ve ilaç
kullanımının yaygınlaşması ve çevre bilincindeki eksiklikler gibi nedenlerle mevcut su
kaynaklarımızda aşırı kirlenmeler saptanmıştır. Bu açıdan havzalar incelendiğinde
yüzey sularında 4. derecede kirlenmiş sulara rastlıyoruz. Özellikle Meriç-Ergene,
Marmara, Sakarya, Gediz, Küçük Menderes, Büyük Menderes, Burdur ve Akarçay
(Afyon) havzalarında bulunan çay, nehir ve göllerde aşırı kirlenmeler tespit edilmiştir.
Kirlenmeler azot, fosfor, kalsiyum, organik maddeler, kurşun, çinko, krom gibi
kirleticiler tarafından meydana gelmektedir. Bazı su havzalarında, aşırı ağır metal
kirlenmelerine de rastlanmaktadır. Su azlığı çeken bir ülke konumunda olan Türkiye’nin
su kaynaklarında gözlenen kirlenmeler, sağlık için büyük sorunlar yarattığı gibi, suyun
oluşturduğu alanlarında yaşam kalitesini olumsuz etkilemektedir.
Ülkemizin bir sorunu olarak gündeme gelen su kirliliğinin malesef bir örneğini de Bursa
ilindeki su kaynaklarında görmekteyiz. Bölgenin en önemli su kaynağı durumundaki
Nilüfer çayı ve kollarının kirlilik durumu ve bu suyun tarımsal sulama amaçlı kullanımı
sonucu oluşabilecek riskler giderek artmaktadır. Ülkemizde ve bölgemzide su
kaynaklarının kirlenmesi bu şekilde devam ederse, 25-30 yıl sonrasında ortaya çıkacak
sorunların geri dönüşümünün olanaksız duruma dönüşeceği göz ardı edilmemelidir.
2. BURSA İLİ SU VARLIĞI
2.1. Yüzeysel Sular
2.1.1. Akarsular
Nilüfer Çayı: Bursa İli’nin en önemli akarsuyu ve Bursa kentinin karakteristiklerinden
biridir. Su toplama havzası büyüklüğü 680 km2’dir. Uludağ’ın güney yamaçlarında,
Keles civarında doğan Nilüfer Çayı, kuzeybatı yönünde akarken topladığı yan dereler
Bursa İli Su Varlığı ve Tarımda Su Kirliliği
Barış Bülent AŞIK*, Gökhan ÖZSOY, Ertuğrul AKSOY, A. Vahap KATKAT
173
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
ile taşıdığı su potansiyelini arttırarak geldiği Doğancı Köyü mevkiinde soldan katılan
Sultaniye kolunu da alarak faydalanılabilir bir potansiyele ulaşmaktadır. Akarsuyun
Doğancı Köyü mevkiinde sahip olduğu 450 km2 su toplama havza büyüklüğü kendisine
yıllık 233.000.000 m3’lük bir su verimi kazandırmaktadır. Bu noktada DSİ’ nin Bursa
Kenti’ne içme kullanma suyu temini için 1983 yılında hizmete açtığı Doğancı Barajı ile
Nilüfer Çayı’ndan yıllık 105.000.000 m3 su alınabilmektedir. 2007 yılında yapımı
tamamlanan ve aynı Çay üzerinde kurulu bulunan Nilüfer Barajından ise yılda
60.000.000 m3 içme suyu elde edilmektedir. Nilüfer Çayı, Uluabat gölünü drene eden
derenin de katıldığı Susurluk Çayı ile birleşerek Karacabey Boğazı civarında Marmara
Denizi’ne dökülür (Anonim, 2013) (Şekil 1).
Şekil 1.
Bursa ili su varlığı
Deliçay: Uludağ’ın kuzey yamaçlarından doğar ve eğimin çok dik olması nedeniyle
bahar aylarında karların erimesi sonucu fazla partikül madde getirir. Ancak, taşınan
partiküller, Dokuzgözler Tersip Bendi’nin rezervuarında çökelmekte ve bu noktadan
sonra su kirliliği düzeyi düşmektedir.
Aksu Deresi: Uludağ’ın kuzey yamaçlarından inen bir deredir. Gölbaşı göletine
dökülmektedir.
Kaplıkaya Deresi: Uludağ’ın kuzey yamaçlarından doğar, Bursa Ovası’na girdikten
sonra Deliçay ile birleşerek Nilüfer Çayı’na katılır.
Ayvalı Deresi: Çayırköy Ovası’ndan geçerek Nilüfer Çayı’na katılır.
Hasanağa Deresi: Ayvalı deresinden yaklaşık 7 km batıda Nilüfer Çayı ile
birleşmektedir.
Orhaneli Çayı: İlin en büyük akarsuyu. Mustafakemalpaşa Çayı’nın doğudan gelen kolu
olan Orhaneli Çayı, Kütahya İli’nin Gediz ilçesinde doğar ve 276 km’lik akıştan sonra
Mustafakemalpaşa ilçesine 20 km kala Çamandar Köyü’nde Mustafakemalpaşa
174
Bursa İli Su Varlığı ve Tarımda Su Kirliliği
Barış Bülent AŞIK*, Gökhan ÖZSOY, Ertuğrul AKSOY, A. Vahap KATKAT
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Çayı’nın batıdan gelen kolu olan Emet Çayı ile birleşerek Mustafakemalpaşa Çayı adını
alır ve Uluabat Gölü’ne dökülür. Orhaneli Çayı üzerinde yapımı 2008 yılında
tamamlanan ve su tutulan Enerji+Sulama+Taşkın Koruma +İçme Suyu temini amaçlı
Çınarcık Barajı bulunmaktadır. Söz konusu barajdan yılda 145.000.000 m3 içme suyu
elde edilmesi planlanmaktadır (Anonim, 2013).
Emet Çayı: Gediz yöresinde Şaphane dağında 1100 metrelerde doğar, kuzeye 180 km
akıp Orhaneli Çayı ile birleşerek Mustafakemalpaşa Çayı’nı oluşturur.
Mustafakemalpaşa Çayı: Orhaneli ve Emet çaylarının Çamandar Köyü’nde birleşmeleri
ile meydana gelen Mustafakemalpaşa Çayı, buradan 40 km sonra Uluabat Gölü’ne
dökülmektedir.
Susurluk Çayı: Simav yakınlarındaki Şaphane Dağından doğan Simav Çayı birçok
küçük kolla birleşerek Susurluk İlçesi’ne gelir. Buradaki ismi “Susurluk Çayı
(Kocadere)” olur. Susurluk Çayı, Mustafakemalpaşa Çayı ve Karadere ile ayrıca
Manyas yöresinden gelen Hanife Dere ve Nilüfer Çayı ile birleşerek Karacabey
Boğazı’ndan Marmara Denizi’ne dökülür.
2.1.2. Göller ve Göletler
Uluabat Gölü: Marmara Denizi’nin güneyinde yer alan sığ (ortalama derinlik 2.5 m),
bulanık, ötrofik bir tatlısu gölüdür. Doğu-batı doğrultusunda uzanan (23-24 km)
tektonik kökenli Yenişehir-Bursa-Gönen çöküntü alanında oluşmuştur. Göl alanı yıllara
ve mevsimlere göre değişiklik göstermektedir. Göl alanı için bugüne kadar verilmiş en
yüksek değer 24.000 hektar, en düşük değer 13.500 hektardır. Gölün güney-batı kıyıları
1993 yılında yapılan seddelerle çevrelenmiş ve gölün bu kesimi tarıma açılarak
geçmişte olduğu gibi geniş alanlara yayılması engellenmiştir.
Göl suyu kolloidal kil ihtiva ettiği için devamlı bulanıktır. Göldeki fitoplanktonların
baskın durumuna göre göl suyuna bazen yeşilimsi-sarı bazen de grimsi-sarı renkler
hâkim olmaktadır. Göl suyunun bulanık olmasından dolayı ışık geçirgenliği çok azdır.
İlkbaharda göle giren süspanse maddelerin artışına bağlı olarak ışık geçirgenliği 22
cm’ye kadar düşebilmektedir.
Gölü besleyen en önemli su kaynağı Mustafakemalpaşa Çayı’dır. Göl dibindeki ve
çevresindeki karst kaynakları ile yağışlı dönemlerde göle ulaşan küçük dereler gölün
beslenmesine katkı sağlamaktadır. Ayrıca gölün güneybatısındaki tarım alanlarının
drenaj suları da göle verilmektedir. Göle giren su miktarı mevsimlere ve yıllara göre
büyük değişiklikler göstermektedir. Gölün fazla suları, gölün batısındaki Uluabat Deresi
ile Susurluk Çayına ve bu çay vasıtasıyla da Marmara Denizi’ne boşalmaktadır. Ancak
göl su seviyesi Uluabat Deresinin altına düştüğünde, dere göle doğru akışa geçerek gölü
beslemektedir. Gölden pompalarla su çekilmekte ve göl çevresindeki 6.350 hektar arazi
sulanmaktadır.
Uluabat Gölü, küçük karabatak (300 çift), alaca balıkçıl (30 çift) ve kaşıkçı (75 çift) için
önemli bir üreme alanıdır. Kışın gölde aralarında küçük karabatak (max. 1078), tepeli
pelikan (max. 136), elmabaş patka (max. 321.500) gözlenebilir. Bu nedenle, Uluabat
Gölü 15.04.1998 tarih ve 23314 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak, Ramsar
(Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar)
sözleşmesi kapsamında, uluslararası düzeyde kaynak değerine sahip bir sulak alan
olarak ilan edilmiştir (Anonim, 2013).
İznik Gölü: Marmara Bölgesi’nin en büyük, Türkiye’nin ise beşinci büyük doğal gölü
olan İznik Gölü, derinliği en fazla 80 m olan tektonik bir tatlısu gölüdür. Güney ve
Bursa İli Su Varlığı ve Tarımda Su Kirliliği
Barış Bülent AŞIK*, Gökhan ÖZSOY, Ertuğrul AKSOY, A. Vahap KATKAT
175
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
kuzeyde alçak olan sıraları ile sınırlanmıştır. En büyükleri kuzeydoğusundaki Karasu ve
güneybatıdaki Sölöz olmak üzere derelerin göle girdiği noktalarda küçük deltalar ve
sazlıklar oluşmuştur. Karsak Çayı gölü drene eden çaydır. Gölün batısından çıkar ve
Marmara Denizi’ne akar. Gölün bu tarafında taşkınları önlemek için bir sedde inşa
edilmiştir.
Göl bütünüyle tarım alanları ve zeytinliklerle çevrilidir. Batıdaki seddenin ardındaki
eski göl alanında kavaklıklar vardır. Gölden gerek Gemlik’teki fabrikalar, gerekse
çevredeki tarım alanları için su alınmaktadır.
Alan, sık sazlıkların arasında karışık koloniler kuran küçük karabatak (30 çift) ve gece
balıkçılı (250 çift) ile özel Çevre Koruma Alanı ölçütlerine uyar. İznik Gölü 1990
yılında Sit Alanı ilan edilmiştir.
1963’te gölün batısındaki seddenin yapımı sonucunda 416 ha sulak alan kurutulmuştur.
Su tutma amacıyla da yapılan bu sedde, gölü kısmen bir rezervuara dönüştürmüştür.
Yaklaşık 9000 ha tarım arazisi göl suyuyla sulanmaktadır. Yapımı süren tesislerle bu
alanın 6.945 ha daha arttırılması öngörülmüştür. Bunun yanı sıra, göl kıyısındaki tarım
alanlarının sulanması için çiftçiler tarafından pompayla su çekilmektedir (Anonim,
2013).
Sulama Göletleri ve Baraj Gölleri: Bursa ilinde DSİ ve İl özel idaresi tarafından yapılan
ve yapılmakta olan sulama göletleri Çizelege 1’de ve baraj gölleri ise Çizelge 2’de
verilmiştir.
2.2. Yeraltı Suları
Bursa Ovası genelde serbest yeraltı suyu ve artezyen akiferler içerdiği için ovada yeraltı
suyu temini sığ kuyulardan sağlanmaktadır. Kimyasal olarak sular içilebilir durumda
olup, endüstriyel kullanıma da uygundur. Bursa Ovası’ndan sonra yeraltı suyu rezervi
sırasıyla Mustafakemalpaşa ve Karacabey havzalarından sağlanır. Bursa İli yeraltı suyu
potansiyeli Çizelge 3’de verilmektedir. Bursa İli sınırları içerisinde kullanılabilecek
yıllık ortalama yeraltı suyu miktarı 317,0 hm3’dür. Yıllık çekilen miktar 275,1 hm3
civarındadır.
Çizelge 1. Bursa ilinde mevcut sulama göletleri (Anonim, 2013)
Göletin Adı
Gövde Dolgu Tipi
Gölcük Göleti
Kozluören Göleti
Burcun Göleti
Eymir Göleti
Akalan Göleti
Yenice Göleti
Halhalca Göleti
Uşakpınar Göleti
Kurşunlu Göleti
Kayapa Göleti
Çalı Göleti
Çamlık Göleti
Bayramdere Göleti
Yolçatı (Göbelye) Göleti
Şevketiye Göleti
Kınık Göleti
Hisardere Göleti
Karıncalı Göleti
Dağdibi Göleti
Göynükbelen Göleti
Homojen Toprak Dolgu
Homojen Toprak Dolgu
Homojen Toprak Dolgu
Homojen Toprak Dolgu
Homojen Toprak Dolgu
Toprak+Kaya Dolgu
Homojen Toprak Dolgu
Homojen Toprak Dolgu
Homojen Toprak Dolgu
Homojen Toprak Dolgu
Zonlu Kaya Dolgu
Kil Çekirdekli homojen Dolgu
Zonlu toprak Dolgu
Zonlu Toprak Dolgu
Toprak+Kaya Dolgu
Zonlu Toprak Dolgu
Homojen Toprak Dolgu
Zonlu Toprak Dolgu
Kil Çekirdekli Kaya Dolgu
Kil Çekirdekli Kaya Dolgu
176
Göl
Hacmi
(hm3)
4,300
0,710
1,000
0,290
0,262
1,120
0,440
0,500
1,750
3,850
2,750
0,858
0,800
0,645
0,600
0,600
0,450
0,773
1,300
0,727
Sulama
Alanı
(net) ha
820
253
295
150
102
257
151
96
317
1418
806
213
192
125
420
189
180
286
770
160
Aktif
Hacim
(hm3)
4,000
0,700
0,900
0,262
0,213
1,080
0,417
0,450
1,550
3,650
2,650
0,849
0,700
0,630
0,590
0,570
0,370
0,750
1,200
0,687
Kullanım
Amacı
Sulama
Sulama
Sulama
Sulama
Sulama
Sulama
Sulama
Sulama
Sulama
Sulama
Sulama
Sulama
Sulama
Sulama
Sulama
Sulama
Sulama
Sulama
Sulama
Sulama
Bursa İli Su Varlığı ve Tarımda Su Kirliliği
Barış Bülent AŞIK*, Gökhan ÖZSOY, Ertuğrul AKSOY, A. Vahap KATKAT
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Güngören Göleti *
Söğüt Göleti *
Çiçeközü Göleti *
Mahmudiye Göleti *
Nüzhetiye Göleti *
Kızılkaya Göleti *
Toplam
Homojen Toprak Dolgu
Homojen Toprak Dolgu
Homojen Toprak Dolgu
Homojen Toprak Dolgu
Homojen Toprak Dolgu
Homojen Toprak Dolgu
0,280
0,283
4,900
1,400
0,630
0,519
31,737
89
820
1730
425
109
316
10689
0,258
0,253
4,400
1,190
0,420
0,514
Sulama
Sulama
Sulama
Sulama
Sulama
Sulama
Çizelge 2. Bursa ili Mevcut Baraj Gölleri (DSİ 1. Bölge Müdürlüğü)
Barajın Adı
Gövde Dolgu Tipi
Doğancı Barajı
Nilüfer Barajı
Demirtaş Barajı
Gölbaşı Barajı
Büyükorhan Barajı
Hasanağa Barajı
Çınarcık Barajı
Babasultan Barajı
Boğazköy Barajı
Toplam
Toprak+Kaya Dolgu
Kaya Dolgu
Kaya Dolgu
Homojen Toprak Dolgu
Zonlu Toprak Dolgu
Toprak+Kaya Dolgu
Kaya Dolgu
Toprak+Kaya Dolgu
Zonlu Toprak Dolgu
Baraj
Hacmi
(hm3)
2,520
3,706
1,714
0,320
0,130
0,873
5,800
2,075
3,032
20,17
Çekilen su Max. Su
miktarı kotunda göl
(hm3/yıl) hacmi (hm3)
110
43,3
60
39,5
1710
14,457
1816
14,28
707
6,93
742
3,710
6111
372,940
4100
15,760
11,645
41,620
15367,65
552,497
Kullanım Amacı
İçme Suyu
İçme Suyu
Sulama+End. Suyu
Sulama
Sulama+İçme Suyu
Sulama+End. Suyu
Çok amaçlı
Sulama
Sulama+Enerji
Çizelge 3. Bursa ili Yeraltı Suyu Potansiyeli (Anonim, 2013)
İşletme Rezervi(hm3/yıl)
115,0
6,5
65,5
14,0
19,5
6,0
41,0
46,0
3,5
317,0
Ova Adı
Bursa Ovası
Çayır köy Ovası
Aşağı Susurluk Ovası
İznik Ovası
Orhangazi Ovası
Gemlik Ovası
İnegöl Ovası
Yenişehir Ovası
Mudanya Sahil Ovası
Toplam
Fiilen Kullanılan(hm3/yıl)
112,0
6,5
65,0
4,2
14,1
6,0
29,5
36,5
2,8
276,6
3. BURSA İLİ TARIMSAL SULAMA ve SU SORUNLARI
Bursa ili su kaynaklarının fazlalığı nedeniyle Bursa ilinde sulanan arazi varlığı oranı
ülkemiz ortalamasından yüksektir. Bu durumun oluşmasında su kaynakları ile
sulanabilir arazilerin varlığı yanında bölge üreticileri tarafından modern sulama
tekniklerinin kullanılmasının da etkili olduğu söyelenebilir. Çizelge 4’de Bursa ili tarım
arazilerinin sulanabilirlik durumu verilmiştir. Ayrıca Çizelge 5’de Bursa ilinde DSİ ve
İl Özel İdaresi tarafından sulama suyu biriktirme amacıyla yapıları olan göletler ilçeler
düzeyinde verilmiştir.
Çizlege 4. 2006 yılı Bursa ili tarım arazilerinin sulanabilirlik durumu (Anonim, 2010)
Bursa
Türkiye
Devlet sulama
Tarım
arazisi,
ha
Sulanabilir
arazi, ha
İl özel
idaresi
DSİ
430.950
26.968.000
250.543
8.500.00
17.639
1.100.000
69.540
2.800.000
Bursa İli Su Varlığı ve Tarımda Su Kirliliği
Barış Bülent AŞIK*, Gökhan ÖZSOY, Ertuğrul AKSOY, A. Vahap KATKAT
Üretici, ha
Toplam
sulanan
arazi, ha
40.215
1.000.000
127.394
4.900.000
Sulanan
arazinin tarım
arazisine oranı,
%
29.56
18.16
177
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Bursa yaklaşık 2.7 milyonluk nüfusu ile Türkiye’nin en büyük sanayi şehirlerinden
birisidir. (Anonim, 2012). Bursa ilinde planlı 13 adet organize sanayi bölgesi (OSB) ve
birçok küçük sanayi bölgesi bulunmaktadır. Ayrıca bu planlı OSB (Organize sanayi
Bölgesi) ve KSS (Küçük Sanayi Sitesi) bölgeleri dışında belirli alanlarda ve bu
planlamanın dışında sanayi kuruluşlarının bulunduğu alanlarda mevcuttur. Bu alanlar
çoğunlukla tarımsal özelliği olan alanlarda kurulmuştur. Bu sanayi siteleri tarım
toprakları üzerinde faaliyetlerini sürdürmekte olup, çevreye olan olumsuz etkileri herkes
tarafından bilinmektedir. Bu olumsuz etkilerinin başında da atıksuların arıtılmadan su
kaynaklarına deşarj edilmesi gelmektedir. Buna parallel olarak nufustaki artış da göz
önüne bulundurulduğunda toprak ve su ortamında meydana gelen kirlilik yükünün
boyutları giderek artmaktadır. Özellikle Nilüfer Çayı Bursa geçişinde oldukça olumsuz
çevresel baskılara maruz kalmaktadır. Özellikle endüstriyel gelişme süreci de çayda
atıksu miktarını ve kirlilik yükünü artırmaktadır.
Çizelge 5. Bursa ili DSİ ve İl Özel İdaresi tarafından yapılan sulama göletleri
Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü I. Bölge
Müdürlüğü’nün İnşa Ettiği Göletler
Adı
İlçe
Göbelye Göleti
Göbelye
Gölcük Göleti
Gölcük
Akalan Göleti
Akalan
Eymir Göleti
Eymir
Burcun Göleti
Burcun
Kozluören Göleti
Kozluören
Çamlık Göleti
Kestel
Şevketiye Göleti
Kestel
Yenice Göleti
Yenice
Halhalca Göleti
Halhalca
Çalı Göleti
Çalı
Kayapa Göleti
Kayapa
Kurşunlu Göleti
Kurşunlu
Uşakpınar Göleti
Uşakpınar
Bayramdere Göleti
Karacabey
Kınık Göleti
Büyükorhan
İl Özel İdaresi’nin İnşa Ettiği Göletler
Adı
Dağyenice Göleti
Dağkadı Göleti
Ericek Göleti
Alpagut Küçük Ölçekli Göleti
Çamoluk Göleti
Keşlik Göleti
Yalıntaş Göleti
Orhaniye Göleti
İnkaya Göleti
Akbıyık Göleti
Merkez Göleti
Yenice Göleti
Yeniköy Göleti
Yağcılar Hayvan İçme Suyu Göleti
Çayönü Göleti
Gököz Hayvan İçme Suyu Göleti
Kurtul Göleti
Erdoğan Göleti
Kozluca Göleti
Kavaklı Göleti
Karaca Göleti
Hasköy Göleti
Baraklı Göleti
Sarıgazel Göleti
Doğla Küçük Ölçekli Göleti
Okçular Küçük Ölçekli Göleti
İlçe
Osmangazi
Karacabey
Gürsu
Keles
İznik
Karacabey
M.K.paşa
Yenişehir
Karacabey
Yenişehir
Keles
İnegöl
Yenişehir
Keles
Mudanya
Keles
Gemlik
Kestel
İnegöl
Yenişehir
Harmancık
Mudanya
Keles
Mudanya
Karacabey
Karacabey
Nilüfer Çayı kirliliği ve çevresel etkileri ile ilgili yapılan çalışmalarda durumla ilgili
olarak; Kocaer ve Başkaya (2004) tarafından Nilüfer-Ayvalı Deresi’nden sulanan ve
sulanmayan iki tarım toprağında belirlenen kimyasal parametreler kıyaslanmış ve
sulama sonucu toprakta oluşması muhtemel farklılıklar değerlendirilmiştir. Elde edilen
sonuçlara göre; dere suyundan yapılan sulamanın özellikle topraktaki tuzluluk ve
serbest+değişebilir katyon konsantrasyonlarını önemli ölçüde artırdığı belirlenmiştir.
Üstün ve ark. (2008) tarafından ise Nilüfer Çayı’ndaki AKM, amonyum azotu,
değişebilir sodyum karbonat (ESP) parametrelerinin ulusal sulama suyu standartları
açısından uygun olmadığı tespit edilmiştir. Benzer şekilde elektriksel iletkenlik ve
sodyum adsorpsiyon oranının dikkate alındığı diyagrama göre Nilüfer Çayı
178
Bursa İli Su Varlığı ve Tarımda Su Kirliliği
Barış Bülent AŞIK*, Gökhan ÖZSOY, Ertuğrul AKSOY, A. Vahap KATKAT
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
sınıflandırılması yapıldığında, su numunelerinin büyük bir kısmı C3S2 kalite sınıfına
girmiştir. Nilüfer Çayı’nda analiz edilen ağır metallerden Cu parametresinde ise, su
kalitesinin uzun süreli sulamada verilen sınır değerlerin aşıldığı tespit edilmiştir. Üstün
(2011), Nilüfer Çayında ağır metallerin zamana bağlı olarak değişimini incelemiş ve
Nilüfer Çayı su kalitesinin yıldan yıla kötüleştiğini belirlemiştir. Özellikle yoğun atıksu
deşarjı kirli bir akış oluşturmuş ve Ulusal Yüzeysel Su Kalite Sınıflandırmasına göre
Nilüfer Çayı çıkış noktasında krom ve kurşun seviyeleri açısından "çok kirlenmiş su”
sınıfına girmiştir. Aydınalp ve ark. (2010), Nülüfer Çayı ile sulama yapılan ve sulama
yapılmayan topraklardaki ağır metal içeriğini araştırmışlar ve Nilüfer Çayı ile sulanan
toprakların DTPA ile ekstrakte edilebilir ağır metal miktarının artış gösterdiğini
belirlemişlerdir. Başar ve ark. (2011), hızlı kentleşme ve sanayileşmenin bir sonucu
olarak artan şekilde kirletilen ve Bursa ovasının tek yer üstü su kaynağı Nilüfer çayı ile
yapılan sulamaların şeftali bahçelerinin kimi ağır metal içeriklerine etkisini belirlemek
amacıyla yürütmüşlerdir. Çalışmada Nilüfer çayının akış istikametinde İsmetiye,
Armutköy, Alaşar, Çağlayanköy, Dereçavuş, Ahmetbey, Aksungur ve Geçit köylerinde
seçilen ve Redhaven, Glohaven ve J.H.Hale çeşitlerinden kurulu 21 bahçeden toprak
örnekleri almışlardır. Araştırma sonucunda elde edilen bulgulara göre; su örneklerinin
tamamında Mn ve Co, % 90’ında Cr ve % 39’unda ise Ni yüksek düzeylerde
belirlenmiştir. Araştırma bahçesi topraklarında Cr ve Ni kirliliğinin bulunduğu, Fe, Mn,
Zn, Cu, Pb, Co ve Cd birikiminin olmadığı, bitki örneklerinde Fe ve Zn’nun düşük, Mn,
Cu, Cr, Ni, Co, Pb ve Co’ın normal sınırlarda bulunduğu belirlenmiştir. Araştırıcılar
Bursa ovasında Nilüfer çayı ile sulanan şeftali bahçelerinin ağır metaller ile kirlenme
sürecinde olduğunu bildirmişlerdir.
“Su Havzalarında Kirlenme Durumlarının İncelenmesi ve Bu Havzalarda Kalite
Sınıflarının Tespiti Projesi” kapsamında incelenen Susurluk Havzası’nda yer alan çaylar
ve kirlilik durumları ile ilgili olarak: Susurluk Havzası’nda yer alan Nilüfer Çayı, hem
organik hem de ağır metal açısından aşırı derecede kirlenmektedir. Nilüfer Çayı’nın
diğer bir kolu olan Soğanlıdere ve Ayvalı Dereleri’nin su kalitesi SKKY’ne göre IV.
Sınıf olarak belirlenmiştir. Benzer durum Nilüfer Belediyesi Sağlık İşleri Müdürlüğü
2011 Yılı Faaliyet Raporunda da belirlenmiştir (Çizelge 6).
Bursa Bölgesinde Nilüfer çayının su kalitesi ve sulama yapılması sonucu toprakta
meydana gelen kirlilikle ilgili olarak bazı çalışmalar yapılmıştır.
Küçükali ve Atabay (2012) tarafından Nilüfer Çayı özelinde yerel yönetimler ile ilgili
kamu kuruluşları ve üniversiteler tarafından yapılan çalışmalarda elde edilmiş olan
kirlilik örnekleri değerlendirildiğinde; Bursa Ovası’nda tarımsal sulama amaçlı olarak
kullanılan Nilüfer Çayı’nın Uludağ’daki kaynağından Bursa kent merkezine kadar olan
bölümünün yüksek çözünmüş oksijen (ÇO), düşük biyolojik oksijen ihtiyacı (BOI5) ve
kimyasal oksijen ihtiyacı (KOİ) değerleri gösterdiğinden kirlenmemiş olduğu kabul
edilmiştir. Buna karşılık kent merkezinden geçerek Bursa Ovası’na doğru ilerleyen
kesiminde Nilüfer Çayı’nın ÇO değeri düşmekte, BOI5 ve KOİ değerleri ile kurşun,
nikel, çinko, krom, ve bakır konsantrasyonlarının yüksekliği dikkat çekmektedir. Su
kalitesi açısından değerlendirildiğinde Nilüfer Çayı’nın kaynağında su kalitesi ilgili
parametrelere göre 1. sınıf su olduğu halde, 4.’cü kilometrede 500 kat, 14.’cü
kilometrede 10.000 kat ve 38.’inci kilometrede 65.000 kat kirlenmekte ve 3. ve 4. sınıf
su kalitesine dönüşmektedir. Bu olgunun başlıca nedeni; araştırma alanının doğal
kaynaklarının fiziksel – biyolojik ve ekolojik özelliklerin göz ardı edildiği arazi
kullanımı kararlarının getirdiği olumsuz etkiler neticesinde özellikle araştırma alanında
yer alan sanayi ve kentsel ya da kırsal yerleşimlerin neden olduğu su, toprak ve hava
kirlilikleridir. Araştırıcı bu kirliliğin yaklaşık olarak sadece yüzde 10'u evsel nitelikli
Bursa İli Su Varlığı ve Tarımda Su Kirliliği
Barış Bülent AŞIK*, Gökhan ÖZSOY, Ertuğrul AKSOY, A. Vahap KATKAT
179
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
olup, diğer büyük bir kısmını endüstriyel atıklara bağlı kirliliklerin oluşturduğunu
bildirmiştir.
Çizelge 6. 2011 Yılı Ayvalı Dere, Yan Kolları ve Nilüfer Çayının Bazı Noktalarının
Kimyasal Analiz Sonucu Saptanan Su Kalite Sınıfları
Kontrol Noktaları
Ayvalı Dere İzmir Yolu
Kayapa Deresi
Yaylacık Deresi
Çalık, Ahi Koca Dere
Karışımı
Çalı Kanal Deşarj Sonrası
Ahi Dere
Çalık Dere Koca Dere
Karışımı Sonrası
Çalık Dere
Koca Dere
Batı AAT Deşarjı Öncesi
Batı AAT Deşarjı Sonrası
OSB AAT Deşarjı Sonrası
Ayvalı Dere Yol Çatı
Nilüfer Çayı Geçit
Nilüfer Çayı Gümüştepe
Ağustos Ayı Su Kalite Sınıfı
IV
IV
Dere kurumuş
IV
Dere kurumuş
IV
IV
IV
IV
IV
IV
IV
IV
IV
4. SONUÇ
Bursa ilinde mevcut durum incelendiğinde su kaynakları açısından zengin olduğunu
görebiliriz. Ancak var olan su kaynaklarını korumak ve kirlilik yükü bulunan su
kaynaklarının temizlenmesi için gerekli tedbirlerin alınması gerekmektedir. Özellikle
Nilüfer çayı ve kollarının sulama amaçlı kullanıldığı bölgelerde olaşabilecek çevresel ve
sağlık risklerinin önüne geçilebilmesi için yetkili kurumlar tarafından hazırlanan eylem
planının en kısa sürede hayata geçirilmesi gerekmektedir. Sanayileşme sürecinde
günümüze kadar meydana gelen durumun belirlenmesi amacıyla U.Ü. Ziraat Fakültesi
Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü tarafından “Nilüfer Çayının Kirlilik Durumu
ve Nilüfer Çayı ile Sulanan Bölge Topraklarının ve Yetiştirilen Bitkilerin Ağır Metal
İçeriklerinin Belirlenmesi” konusunda bir proje hazırlanarak TUBİTAK’a sunulmuştur.
KAYNAKLAR
Akın, M., Akın, G. 2007. Suyun Önemi, Türkiye’de Su Potansiyeli, Su Havzalari ve Su
Kirliliği, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, 47(2):
105-118.
Anonim, 2010. BEBKA TR41 Bursa Eskişehir Bilecik Bölge Planı 2010-2013
Anonim. 2012. Giritlioğlu, C., Ocakçı, M., Çubukçu, I., Kaya, E., Tırnava, Ç. Doğan,
L., Karademir, H., Özcelik, M.,1/100 000 ölçekli Bursa İl Çevre Düzeni Planı
İmalat Sanayi ve Madencilik Sektörü Grup Çalışma Raporu.
180
Bursa İli Su Varlığı ve Tarımda Su Kirliliği
Barış Bülent AŞIK*, Gökhan ÖZSOY, Ertuğrul AKSOY, A. Vahap KATKAT
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Anonim 2013. TC. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Bursa İli İl Çevre Durum Raporu,
Bursa.
Aydınalp,C., Fuleky, G., Tolner, L.2010. “The Comparıson Study of Some Selected
Heavy Metals in The Irrigated and Non-Irrigated Agricultural Soils”, Bulgarian
Journal of Agricultural Science, 16 (6), 754-768.
Başar, H., Okur, N., Aydınalp, C.2001. Bursa Ovası’nda Nilüfer Çayı ile Sulanan
Şeftali Bahçelerinin Ağır Metal Kirliliğinin Araştırılması. TÜBİTAK/
TOGTAG 2397 Projesi
Kocaer, F.O., Başkaya, H.S. 2004. “Bursa İlinde Nilufer-Ayvalı Deresiyle Sulanan ve
Sulanmayan Tarım Topraklarının Bazı Kimyasal Özellikleri”, Ekoloji, 13, 51,
33-38.
Küçükali, U.F., Atabay, S. 2012. Bursa / Nilüfer Çayı’nin Başköy- Kentsel Bölümü ve
Alt Havzalarinin Kirlilik ve Risk Analizi, Yıldız Teknik Üniversitesi, Fen
Bilimleri Enstitüsü Doktora Tezlerinden Üretilmiş Yayınlar, Sigma (4): 97-110.
Üstün, G.E., Karaer, F., Solmaz, S.K.A. 2008. Bursa Nilüfer Çayının Sulama Suyu
Olarak Kullanılabilirliğinin Değerlendirilmesi, Su Tüketim, Arıtma, Yeniden
Kullanım Sempozyumu Bildiriler Kitabı, 3-5 Eylül 2008, s, 97-104
Üstün, G.E. 2011. “The Assessment of Heavy Metal Contamination in the Waters of the
Nilufer Stream in Bursa”, Ekoloji, 81, 61-66.
Bursa İli Su Varlığı ve Tarımda Su Kirliliği
Barış Bülent AŞIK*, Gökhan ÖZSOY, Ertuğrul AKSOY, A. Vahap KATKAT
181
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Bu sayfa boş bırakılmıştır.
182
Bursa İli Su Varlığı ve Tarımda Su Kirliliği
Barış Bülent AŞIK*, Gökhan ÖZSOY, Ertuğrul AKSOY, A. Vahap KATKAT
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Meyve ve Sebze Ürünlerinde Fiyat Dalgalanmalarına Kuraklığın
Etkisi
Dr. Filiz PEZİKOĞLU, Gülşah MISIR
Atatürk Bahçe Kültürleri Merkez Araştırma Enstitüsü, Yalova, [email protected]
ÖZET
Çoğunlukla kabul edildiği şekli ile kuraklık, belirli bir coğrafyada belirli bir süreç dahilinde yağışların uzun yıllar
ortalamasının altına düşmesi sonucu arazi ve su kaynaklarının olumsuz etkilenmesi ve hidrolojik dengenin
bozulmasına neden olan doğal olay olarak tanımlanmaktadır. Kuraklık genel olarak dört kategoride ele alınmaktadır:
meteorolojik, hidrolojik, tarımsal ve sosyo-ekonomik kuraklık. Sosyo-ekonomik kuraklık, diğer kuraklıkların
etkilerine bağlı olarak ekonomik değeri bulunan ürünlerin arz ve fiyatında meydana gelen değişim olarak
tanımlanmaktadır.
Sosyo-ekonomik ve tarımsal kuraklığın etkilerinin en fazla hissedildiği tarımsal ürünler içerisinde su ihtiyaçlarının
daha fazla olması nedeni ile meyve ve sebze ürünleri ilk sırada yer almaktadır. Meyve ve sebzelerin fiyatlarındaki
dalgalanmalar, mevsimselliğin yanı sıra farklı olaylardan etkilenen arz miktarındaki değişime bağlı olarak şiddetini
artırmaktadır.
Türkiye’nin de taraf olduğu uluslararası anlaşmalar kapsamında Türkiye’de kurumsal anlamda hazırlanan belgeler
içerisinde Tarımsal Kuraklıkla Mücadele Eylem Planı, 2008-2012 ve 2013-2017 dönemleri için hazırlanmış ve
yürürlüğe konulmuştur. Eylem planları, kuraklık ile ilgili olarak gerek önleme gerekse de tanımlama anlamında
izlenecek yol açısından somut ve doğrudan önerileri içermeyip, kurumsal anlamda bir harita oluşturmakta, il bazında
eylem planlarının hazırlanarak kuraklığın ölçülmesi, gerçek anlamda kuraklık zararlarının mali olarak
karşılanabilmesi amacıyla bütçe ayrılmasını öngörmektedir. Dolayısı ile kuraklık sonucu oluşan fiyat
dalgalanmalarının getirdiği mali yükün ortaya konulması önem taşımaktadır. Bu bildiride, ikincil kaynaklardan
yararlanılarak meyve ve sebzelerin fiyat dalgalanmalarına kuraklığın etkisi örnek ürünler ele alınarak incelenmeye
çalışılmıştır.
Anahtar kelimeler: Kuraklık, meyve, sebze, fiyat dalgalanmaları.
ABSTRACT
Drought is often defined as the natural phenomena that cause adversely affect to the water and land resources and
destruction of the hydrological balance in an specific geography. Drought has four categories in general;
meteorological, hydrological, agricultural and socio-economic drought. Socio-economic drought is defined the
change in prices and supply products due to the side effects of drought.
Fruits and vegetables are more affected products than other agricultural products by socio-economic and agricultural
droughts, because they needs more water than the others. The fluctuations in the prices of fruit and vegetables are
depended on seasonality and also supply changes resulting different events.
The Turkey Agricultural Drought Action Plan for the periods 2008-2012 and 2013-2017 was prepared in the context
of international agreements. Action Plans are included to prevent and definition in the sense of the way forward in
terms of tangible and direct recommendations. Revealing the price fluctuations as a result of drought and the financial
issues are important. In this paper, the price fluctuations in the fruit and vegetable products by considering the effects
of drought have been studied in some samples using by secondary sources.
Keywords: Drought, fruits, vegetables, price fluctuations.
1. GİRİŞ
Dünyanın son 25-30 yılında insan faaliyetlerini ve yaşam şekillerini önemli ölçüde
yönlendiren bir kavram bulunmaktadır “iklim değişikliği”. İklim değişikliği dünyanın
yaşam döngüsü içerisinde sürekli gerçekleşen bir olgu olduğu halde, Birleşmiş Milletler
İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesinin (BMİDÇS) 1994 yılında yürürlüğe girmesine
neden olan iklim değişikliği ise insan kaynaklı olarak kontrolsüzce artan karbon
emisyonu ve oluşan sera gazı etkisinin artık ekonomik ve sosyal yaşam için önemli bir
tehdit oluşturmasından kaynaklanmaktadır.
İklimbilimcilerin ellerindeki verilere göre karbon emisyonu sanayi çağının başlangıcı
olan 1780 yılındaki 280 ppmv (hacimce milyonda bir) kabul edilmektedir. Bu oranın
insan faaliyetlerinin sonucu olarak bugün 400 ppmv’ye çıktığı ifade edilmektedir. İnsan
ve tüm diğer canlılar için tehlike sınırı 1200 ppmv olarak kabul edilmektedir. Bu
Meyve ve Sebze Ürünlerinde Fiyat Dalgalanmalarına Kuraklığın Etkisi
Dr. Filiz PEZİKOĞLU, Gülşah MISIR
183
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
yükseliş gerçekleşirse sıcaklığın 6,5 C artacağı ifade edilmektedir. Bu sıcaklık artışı ise
pek çok canlı türünün sonlanmasına neden olacaktır. Dünyanın yaşam döngüsü
içerisinde çeşitli dönemlerde ısınma ve soğuma dönemleri bulunmaktadır ve bunu çok
farklı doğal faaliyetler etkilemektedir. Karbon kaynaklı gazların artması, güneşte
meydana gelen patlamalar, su buharı, Büyük Okyanusta yer alan sıcak-soğuk akıntısı
gibi olaylar bu dönemleri etkilemektedir. Ancak sorun sanayi devrimi ile birlikte ortaya
çıkan üretim faaliyetlerinden kaynaklanan ve atmosferik olaylarda ciddi değişkenlikler
ortaya çıkaran karbondioksit miktarının çok ciddi artış göstermesindedir (Filinte, 2007).
Temel olarak fosil yakıtların yakılması, sanayisel faaliyetler, arazi kullanım şekillerinin
değişmesi ve ormansızlaşma gibi çeşitli insan faaliyetleri sonucunda önemli sera
gazlarının atmosferdeki birikimi sera etkisini artırmaktadır. Sera etkisini dünyanın
ikliminin ısınması olarak kısaca tanımlayabiliriz. 1906-2005 döneminde küresel bazda
ortalama yüzey sıcaklıklarında 0,74 C’lik bir artış gözlenmiştir. İklim modellerinde
küresel ortalama yüzey sıcaklığının 1190-2100 dönemi için yaklaşık 3 C‘lik (2 ila 4,5
C) bir artış olacağı ifade edilmektedir. Bu sıcaklık değişikliklerine bağlı olarak da
hidrolojik döngünün değişmesi (yağış miktar-süre-bölge, kuraklık gibi) kara
buzullarının ve deniz buzullarının erimesi, deniz seviyelerinin yükselmesi, sıcak hava
dalgalarının şiddet ve sıklıklarının artması gibi değişikliklerin oluşması beklenmektedir
(Türkeş, 2007). Hükümetlerarası İklim Değişim Paneli (IPCC) (Intergovernmental
Panel for Climate Change) tarafından hazırlanan 2030 yılı senaryolarına göre artacak
olan olası tehlikeler genelde; sıcak hava dalgaları, orman yangınları, kuraklık, şiddetli
yağışlar, tropikal fırtınalar, tarım ve tarımsal dengeler üzerinde etkiler şeklinde
sıralanmıştır (Anonim, 2013). Tarım doğaya bağlı olarak sürdürülen bir faaliyet
olduğundan, iklim değişikliğinin tarıma etkisi diğer sektörlerden daha fazla olacaktır.
Ayrıca tarımsal faaliyetler de karbon atığı oluşturmaktadır. Türkiye, yarı-kurak bir
bölge olarak kabul edilmektedir. IPPC’nin 2007 raporunda ifade edildiği şekliyle
Türkiye iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek Akdeniz havzasında bulunmakta ve
tarım sektörünün ekonomik ve sosyal açıdan ülke içindeki önemi nedeniyle, iklim
değişikliğinin tarım ve gıda üretimi üzerinde etkileri açısından Türkiye’nin hassas
ülkelerden biri olduğu ifade edilmektedir (Anonim, 2012).
Küresel iklim değişim senaryoları içerisinde etkilerin en fazla yaşanacağı belirtilen
Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler arasında bulunan Türkiye’nin orta tropikal iklim kuşağının
etkisinde kalacağı bildirilmektedir. Buna göre Türkiye’nin tropikal iklim kuşağı bitim
çizgisinin hemen yanında yer almakta ve tropikal atmosfer sirkülasyonundan
etkileneceği, güney bölgelerin orta tropikal enlemlerden gelen klimanın etkisine girerek
yağış ve sıcaklık normallerini kaybedeceği, güneydeki klimanın ise daha kuzeye
kayacağı tahmin edilmektedir (Filinte, 2007; Kayhan, 2007). Sıcaklık ortalamasının 1,5
C artacağı ve güneydeki klimanın yurdun tamamını etkisi altına alacağı, kısa ve ani
yağışların artacağı belirtilmektedir. Tropikal iklim kuşağının Türkiye’nin üzerine
kayması ile birlikte artan kuraklığın ilk etkileyeceği bölgelerin Akdeniz kıyıları olacağı,
Akdeniz bölgesine özgü bitki türlerinde vejetasyon sürelerinin daralacağı ve aroma
kaybedebileceği de ifade edilmektedir. Yüksek rakıma sahip Doğu Anadolu bölgesinin
daha az etkileneceği ve özellikle Batı Anadolu’da kuraklığın daha fazla etki yapacağı
düşünülmektedir (Filinte, 2007).
IPCC’nin dördüncü değerlendirme raporunda Türkiye’nin de içinde bulunduğu Akdeniz
havzasında sıcaklığın artacağı, sıcak dalgalarının daha yoğun olacağı ve yağışlarda
%20’ye varan azalmalar olacağı öngörülmektedir. Bu nedenle dünyada 2 C’lik bir
sıcaklık artışının tahıl veriminde %5’lik, 4 C’lik bir artışın ise %10 verim kaybına
184
Meyve ve Sebze Ürünlerinde Fiyat Dalgalanmalarına Kuraklığın Etkisi
Dr. Filiz PEZİKOĞLU, Gülşah MISIR
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
neden olacağı, Akdeniz havzasında ise bu kaybın %25-35’lere varacağı tahmin
edilmektedir (Anonim, 2012).
İklim değişikliği genelinde ve kuraklık özelinde incelendiğinde ortaya çıkan önemli
etkilerden biri de ekonomik etkilerdir. Tarımda ürün verimliliğindeki azalma ile birlikte,
düşen toplam arz nedeni ile ürün fiyatlarında ortaya çıkan artış bu etkilerden biridir.
Ürün fiyatlarında özellikle de meyve ve sebzelerde mevsimsel dalgalanmalar olağan
kabul edilmektedir. Ancak, özellikle sanayiye yönelik ürünlerde toplam arzda ortaya
çıkan miktarsal ve kalitesel düşüş fiyatları da doğrudan artırıcı etkiye sahiptir.
Bu bildiride, ikincil kaynaklardan yararlanılarak seçilmiş bazı ürünler özelinde fiyat
dalgalanmalarına kuraklığın etkisi sorgulanmıştır.
2. KURAKLIK VE FİYAT DALGALANMALARI
İklim değişiklikleri içerisinde yer alan kuraklık hesaplamalarında bir bölgedeki yağış ve
buharlaşma arasındaki uzun süreli ortalamalar dikkate alınmaktadır. Kuraklık yalnız
yağışın azalması değil aynı zamanda bu yağışın ürün vejetasyon dönemi ile uyumlu
olup olmadığı, yağışların yoğunluğu ve sıklığı, yüksek sıcaklık, şiddetli rüzgar ve düşük
nem dikkate alınarak tanımlanmaktadır. Kuraklık kısaca, bir bölgede nem miktarındaki
geçici dengesizliğin o bölgedeki su kıtlığı ile olan ilişkisidir. Su kıtlığı nedeniyle insan
ve faaliyetleri ile doğrudan ilgilidir ve çeşitli olumsuz etkileri bulunmaktadır. Bu etkiler
çevresel, ekonomik ve sosyal etkilerdir. Kuraklık etkilerine ve oluşumlarına göre dört
kategoride değerlendirilmektedir (Anonim, 2014):




Meteorolojik kuraklık, uzun bir zaman içinde yağışın belirgin şekilde normal
değerlerin altına düşmesi olarak tanımlanır. Nem azlığının derecesi ve uzunluğu
meteorolojik kuraklığı belirler ve bölgeden bölgeye gelişiminde farklılıklar
gözlenir. Örneğin yağışın ve yağışlı gün sayısının belirli bir değerden az olması
temeline dayanarak kurak periyotlar teşhis edilir.
Tarımsal kuraklık, meteorolojik kuraklığın çeşitli özellikleri ile çok yakın
ilişkilidir. Toprakta bitkinin ihtiyacını karşılayacak miktarda su bulunmaması
olarak tanımlanan tarımsal kuraklık nem kaybı ve su kaynaklarında kıtlık oluştuğu
zaman meydana gelir. Ürün miktarında azalmaya, büyümelerinde değişime ve
hayvanlar için tehlikeye sebep olur.
Hidrolojik kuraklık, yeraltı su kaynakları, yüzey suları veya yağış periyotlarının
etkisi ile ilişkilidir. Meteorolojik kuraklığın uzaması durumunda hidrolojik
kuraklıktan söz edilir. Uzun süreli yağış azlığının kaynak seviyeleri, yüzey akışı
ve toprak nemi gibi hidrolojik sistemin bileşenlerinde kendisini göstermesidir.
Yeraltı suları, nehirler ve göllerin seviyesinde keskin bir düşüşe sebep olur. İnsan,
bitki ve hayvan yaşamı için büyük bir tehlike yaratır. Bir dönemde yaşanan yağış
miktarında azalma toprak neminde hızlı azalmaya neden olacağı için tarımla
uğraşanlarca hemen hissedileceği halde hidroelektrik santrallerinde bir süre etkili
olmayacaktır. Hidrolojik kuraklıkta en önemli etken iklim olmasına rağmen arazi
kullanımı (örneğin ağaç kesimi), arazinin verimsizleşmesi bölgenin hidrolojik
özelliklerini etkiler. Bölgeler hidrolojik sistemleri ile birbirine bağlı oldukları için
meteorolojik kuraklığın etkisi ile yağış kıtlığı yaşanan alanların sınırları daha
genişleyebilir. İnsan aktiviteleri; arazi kullanımında değişim meydana getirdiği
için meteorolojik kuraklığın frekansında değişim olmadığı halde su kıtlığının
frekansında değişim meydana getirmesinden dolayı en öne
Sosyo-ekonomik kuraklık, meteorolojik, tarımsal ve hidrolojik etkilere bağlı
olarak ekonomik ürünlerin arz ve talebinde meydana gelen değişimi ifade
etmektedir (Anonim, 2013).
Meyve ve Sebze Ürünlerinde Fiyat Dalgalanmalarına Kuraklığın Etkisi
Dr. Filiz PEZİKOĞLU, Gülşah MISIR
185
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Türkiye’de yıllık yağış miktarları Şekil 1’de görülmektedir. Kuraklık yılları olarak
kabul edilen 2001, 2003 ve 2007 yıllarında uzun yıllar yağış ortalamasının altında
yağışlar görülmüştür. Ardından 2008 ve 2013 yıllarında da yağışlar normalin oldukça
altında olmasına rağmen bu dönemlerdeki yağışlar vejetasyon süreçlerini etkileyecek
dönemlerde olmamıştır. Ayrıca bu iki yılda tarımsal üretimde ve özellikle meyve-sebze
üretiminde verim artışı yaşandığı bildirilmektedir. 2013 yılında kış yağışları %42
artmış, ilkbaharda %10, yaz mevsiminde %22 ve sonbaharda %10 azalmıştır. Kış
yağışlarının fazla olması sulama suyu açısından da rezervleri doldurmuş olabilecektir
(Anonim, 2013a; Anonim 2014a). 2008 yılında bir önceki yıla göre üretim miktarları
tahıl ürünlerinde %0,1, sebzelerde %6 ve meyvelerde %8,8 oranında artış göstermiştir.
Meyveler içinde önemli ürünlerin üretim miktarlarına bakıldığında, 2007 yılında bir
önceki yıla göre elma %22,8, armut %12,1, kayısı %21,2, erik %12,3, kiraz %28,3,
vişne 48,9 oranında artmış, şeftali %2,4 oranında azalmıştır. Zeytin üretimi ise bir
önceki yıla göre %39,1 oranında azalış göstermiştir. Turunçgil meyvelerden portakal
%7,1, mandalina %5,9 ve limon %8,3 oranında azalmıştır. Sebzeler grubunun önemli
ürünlerinden domates %0,9, kuru soğan %5,3, havuç %62,6 oranında artarken, sivri
biber %6,2, dolmalık biber %9, sakız kabak %7,4, pırasa %19,9, hıyar %6,9, fasulye
%7,8, baş lahana %7,5, ıspanak %2,7, kavun %5,9 oranında azalmıştır (Anonim, 2008).
Kuraklığın tarıma olası etkilerini kısaca aşağıdaki şekilde ifade etmek mümkündür
(Anonim, 2012; Anonim, 2014):








Bitkisel ve hayvansal ürün verimliliğinde azalma, kalite kaybı ve maliyet artışı
Tarımsal üretim için gerekli kaliteli topraklarda azalma
Topraklarda su ve rüzgar erozyonu
Sulama suyu arzında ve kalitesinde azalma
Hastalık ve zararlılarda artış
Tarıma dayalı sanayilerde ortaya çıkan kayıplar
Gıda güvencesinde azalma
Çiftçi gelirinde düşüş
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Binyıl Kalkınma Hedefleri
eşzamanlı olarak yürümektedir. Bu nedenle iklim değişikliği ile ilgili alınan tedbirlerin
Binyıl kalkınma hedefleri ile tutarlı olması gerekmektedir (Akın, 2013). Benzer şekilde
kuraklık ve benzeri sorunlar gıda güvencesini de tehdit etmektedir. Gıda güvencesi tüm
insanların sağlıklı bir yaşam için gereken besine fiziksel ve ekonomik olarak
ulaşabilirliği olarak tanımlanmaktadır (Anonim, 2012). İklim değişikliklerinin
ekonomik kayıplar yanı sıra dünyadaki açlık sorununu daha da artıracağı ifade
edilmektedir.
186
Meyve ve Sebze Ürünlerinde Fiyat Dalgalanmalarına Kuraklığın Etkisi
Dr. Filiz PEZİKOĞLU, Gülşah MISIR
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Şekil 1.
Türkiye’de uzun yıllar yıllık yağışlar (Anonim, 2014a)
Tarımsal üretim, doğaya bağlı üretim sürecine sahip olmasından dolayı, ekonomik
krizlerden ziyade doğal olumsuzluklardan ve iklim şartlarından etkilenmektedir.
Türkiye’de yaşanan ekonomik krizler sırasında tarım sektörü kurtarıcı rolü
oynamaktadır. Gayri Safi Yurtiçi Hasıla verilerine bakıldığında, tarımda büyümenin
ekonomik kriz dönemlerinde (2004, 2008, 2009) pozitif bir eğilim göstererek arttığı,
ancak kuraklık olduğu dönemlerde (2001, 2003, 2007) ise tarımda büyüme hızının
negatif bir büyüme gösterdiği görülmektedir (Anonim, 2012; Anonim, 2014b). Tarımda
büyüme hızları Şekil 2’de izlenebilmektedir. Kuraklığın yaşandığı 2007 yılında tarımda
büyüme hızı % (-) 6,7 iken bütün sektörler baz alındığında % (+)4,8 olarak
gerçekleşmiştir.
Türkiye’de kuraklık yılı olarak tanımlanan 2007 yılında kuraklıktan etkilenen 583.154
çiftçiye toplam 278 milyonluk ödeme yapıldığı bildirilmektedir. 2090 sayılı Tabi
Afetlerden Zarar Gören Çiftçilere Yapılacak Yardımlar Hakkında Kanun, tarım
sigortalarının kapsamı dışında kalan doğal felaketlere yönelik kayıpların karşılanmasına
yöneliktir (Anonim, 2014c). 5363 sayılı Tarım Sigortaları Kanunu 2005 yılında kabul
edilmiş ve 2006 yılından itibaren uygulanmaya başlamıştır. Başlarda sigorta
kapsamında yer alan konular çok azken, sigorta havuzundaki çiftçi sayısının artması ile
birlikte konular da artmıştır. Şu an itibarı ile kuraklık tarım sigortaları kapsamında yer
almamaktadır.
Meyve ve sebzelerin çabuk bozulabilen ürünler olması, çok sayıda küçük üretici
tarafından üretilmesi ve çoğu üründe yeterince depolama olanağının olmayışı ve ürün
arzının belirli tarihlerde yoğunlaşması gibi nedenlerle, arz miktarı yıl içerisinde azalıp
çoğalmaktadır. Buna karşılık talep sabittir. Bu nedenle fiyatlar dalgalanma göstermekte
ve böylece mevsimlik dalgalanma olarak isimlendirilen fiyat hareketleri ortaya
çıkmaktadır. Fiyatın arz duyarlılığının çok daha fazla olduğu meyve ve sebzelerde
mevsimsel fiyat dalgalanmaları %100’e kadar çıkabilmektedir (Osmanlıoğlu ve Ertürk,
1974; Kıymaz ve Saçlı, 2008; Taşdemir ve Taşdan, 2011). Sektörün bu doğal sürecinin
yanında kuraklık, sel, don, fırtına gibi doğal felaketlerin ortaya çıkışı fiyat ve arz
dalgalanmalarını ayrıca etkilemektedir. Günümüzde her türlü tarımsal ürün dünya
ticaretine konu olmaktadır. Küresel ürün fiyatları da küresel arz miktarı ile bağlantılı
Meyve ve Sebze Ürünlerinde Fiyat Dalgalanmalarına Kuraklığın Etkisi
Dr. Filiz PEZİKOĞLU, Gülşah MISIR
187
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
olarak değişiklik göstermektedir. Bu anlamda özellikle stratejik ürün olarak tanımlanan
temel gıda ürünlerinde (buğday, mısır, pirinç vb) bu fiyat dalgalanmaları daha fazla
olabilmektedir.
12
10
8
6
4
2
0
-2
2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013
-4
-6
-8
-10
Tarım
Şekil 2.
Tüm sektörler
Türkiye’de tarım ve tüm sektörlerde sabit fiyatlarla GSYİH % (1988=100)
(Anonim, 2104b)
2006-2007-2008 yıllarında dünyada gerçekleşen tarım ve gıda ürünleri fiyatlarının
dönemsel olarak yükselmesinde birkaç etkenin bir arada rol oynadığı ve küresel kriz
dönemleri dışında ilk defa temel tarımsal ürünlerin tümünde birden, farklı oranlarda
ancak aynı dönemde fiyat artışları yaşandığı ifade edilmektedir. Özellikle temel gıda
ürünlerindeki fiyat artışları kısaca aşağıdaki şekilde sıralanmaktadır (Kıymaz ve
Saçlı,2008):





Küresel ısınma ve bunun getirdiği kuraklığa bağlı olarak ürün arzında yaşanan
sorunlar,
Petrol fiyatlarındaki artışların üretim girdileri ve nakliye gibi maliyet unsurları
üzerindeki olumsuz etkileri,
Biyoyakıtların üretiminin desteklenmesine bağlı olarak bazı büyük tarımsal arz
fazlası ihracatçı ülkelerin dünya piyasalarında yarattığı gıda dışı ürün talebi,
Gelişmekte olan piyasalara sahip ülkelerde hızlı büyümeden kaynaklanan refah
artışı ve bunun getirdiği et ve süt talep artışı ve dolayısıyla yem bitkilerine olan
talebin artması,
Mali piyasalarda mal borsalarına giren sermayenin yarattığı spekülatif etkiler ve
ihracatçı ülkelerin ticareti kısıtlayıcı tedbirler uygulamaları.
Şekil 3, 4 ve 5’te kuraklık yılı olarak kabul edilen 2007 yılı ile yağışların normale göre
daha düşük olduğu 2008 ve 2013 yıllarında seçilmiş bazı ürünlerin üretim
miktarlarındaki ve fiyatlarındaki değişimler verilmiştir. 2007 yılında meydana gelen
üretim düşüşleri fiyatlarda daha yüksek oranda bir artışa neden olmuştur. Ancak 2008
ve 2013 yıllarında bu durumun yaşanmadığı ve hatta 2013 yılında üretim artışına paralel
olarak fiyatların düştüğü görülmektedir. Bu nedenle 2008 ve 2013 yıllarındaki arz ve
fiyat değişikliklerinin yalnızca yağışlardaki azalma ile açıklanamayacağı şeklinde
yorum yapılabilir. Ancak 2007 yılı arz hareketliliğinin tarımsal ürün fiyatlarında ne gibi
bir değişikliğe neden olabileceği konusunda dikkate alınabilecektir. Fiyatlar çiftçi eline
188
Meyve ve Sebze Ürünlerinde Fiyat Dalgalanmalarına Kuraklığın Etkisi
Dr. Filiz PEZİKOĞLU, Gülşah MISIR
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
geçen fiyatlar olarak ele alınmıştır. Kuraklık üretici tarafından incelenmiş olsa da
tüketici fiyatları açısından ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir. Türkiye’de tarım
ürünlerinin perakende fiyatlarına yönelik sürekli istatistikler olmadığından bu konu
daha detaylı yapılması gereken bir başka çalışmaya bırakılmıştır.
40
28,3
30
22,8
20
14,5
16
13,7
8,8
10
15,3
12,112,2
11,2
3,3
0,8
0
-10
Domates
(tarla)
Kavun
-5,9
Patlıcan
-6,5
Marul
Elma
Kiraz
Şeftali
-2,4
-6,9
üretim değişimi
Şekil 3.
Armut
fiyat değişimi
Seçilmiş bazı ürünlerde 2007 yılı üretim ve fiyat değişimleri (%) (Anonim,
2014b)
15
10
10,6
5,6
5
5,33,4
1,4
2,66,9
1,2
1,96,1
Marul
-0,2
Armut
Elma
7,8
2,31,6
0
-5
-10
Domates
(tarla)
Kavun
-5,8
Patlıcan
Kiraz
Şeftali
-15
-15
-20
üretim değişimi
Şekil 4.
fiyat değişimi
Seçilmiş bazı ürünlerde 2008 yılı üretim ve fiyat değişimleri (%) (Anonim,
2014b)
15
10,3
10
6,1
4,1
5
8,3
4,3
3,5
5 4,9
4,3
Kiraz
Şeftali
-3
0,6
0
-5
Domates
(tarla)
Kavun
Patlıcan
-3,7
Marul
-3,7
Armut
-0,6
Elma
-10
-15
-11,1
-12,5
üretim değişimi
Şekil 5.
fiyat değişimi
Seçilmiş bazı ürünlerde 2013 yılı üretim ve fiyat değişimleri (%) (Anonim,
2014b)
Meyve ve Sebze Ürünlerinde Fiyat Dalgalanmalarına Kuraklığın Etkisi
Dr. Filiz PEZİKOĞLU, Gülşah MISIR
189
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
3. SONUÇ
Kuraklık ve benzeri iklim değişiklikleri açısından uluslararası sözleşmeler çerçevesinde
ve Türkiye gerçekleri dikkate alınarak farklı Bakanlıklar düzeyinde kurumsal hazırlıklar
yapılmaktadır. İklim değişiklikleri kapsamında yürütülmesi gereken çalışmaların
kurumlar arası işbirliği ile yapılması gerekliliği gibi, kuraklık da tek başına
değerlendirilebilecek bir konu değildir. Tarımsal ürünlerde yaşanan fiyat
dalgalanmalarının nedenlerinden biri arz miktarındaki değişimdir ve bu değişime neden
olan farklı konular bulunmaktadır. Kuraklık ve benzeri iklim felaketlerinin sonucunda
doğrudan doğaya bağlı olarak üretim yapan tarım sektörünün diğer sektörlere göre çok
daha fazla olumsuzluk yaşanacağı bir gerçektir. Bu durum yalnız çiftçileri değil gıda
güvencesi açısından tüketicileri de ilgilendirmektedir.
Tarımsal sulama amacıyla yapılan hatalar hem toprak erozyonuna hem de mevcut su
kaynaklarının yok olmasına neden olmaktadır. Su kullanımı fazla olan meyve ve
sebzelerin üretiminde sulama yönetimi son yüzyılda en önemli konulardan biri haline
gelmiştir. Benzer şekilde tarımda yanlış gübre ve ilaç kullanımı nedeni ile su
kaynaklarının kirlenmesinin önlenmesi gerekmektedir. Bu nedenle toprak ve yaprak
analizlerinin yaptırılması ve öneriler doğrultusunda gübreleme yapılması, tarımda ilaç
kullanımını ve atık üretimini azaltan organik tarım, iyi tarım, entegre tarım gibi sistem
ve tekniklerin yaygınlaşması önemlidir.
Meyve ve sebzelerde kuraklığa ve sıcaklık stresine dayanıklı çeşit geliştirmeye yönelik
Ar-Ge çalışmaları son derece sınırlıdır. Bu çalışmaların desteklenmesi ve artırılması
gerekmektedir. Kurağa ve sıcağa dayanıklı yerel tip ve çeşitlerin muhafaza edilmesi,
yeni dayanıklı çeşitlerin geliştirilmesinde kullanılmaları önem taşımaktadır.
Gıda egemenliği, gıda güvencesi gibi kavramların gerçeğe dönüşebilmesinde tarımsal
üretimde üretici güç olan toprak ve suyun muhafaza ve devamlılığının sağlanması
gerekmektedir. Toprak kalite ve miktar kaybında çölleşme, rüzgar ve su erozyonu,
kuraklık, hatalı tarımsal faaliyetler ve tarımdışı alanlar olarak değerlendirme önemli rol
üstlenmektedir. Doğal faktörlerin yanında insan faktörünün ortaya çıkardığı bu
kayıplardan insan faktörü ile ortaya çıkan kayıpların önlenmesi mümkündür. Bu
nedenle çiftçilere, tüketicilere ve diğer kullanıcılara önemli görevler düşmektedir.
4. KAYNAKLAR
Anonim, 2008. Bitkisel Üretim, 2007. Türkiye İstatistik Kurumu, Haber Bülteni,
Sayı:53.
Anonim, 2012. Türkiye’de İklim Değişikliğinin Tarım ve Gıda Güvencesine Etkileri.
Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi
Yayını, 34s.
Anonim, 2013. Türkiye Tarımsal Kuraklıkla Mücadele Strateji ve Eylem Planı: 20132017. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, 84s.
Anonim, 2013a. Bitkisel Üretim, 2013. Türkiye İstatistik Kurumu, Haber Bülteni,
Sayı:13656.
Anonim, 2014. Kuraklık. (www.boun.edu.tr/meteoroloji/kuraklik.php), (Erişim:Eylül
2014).
Anonim, 2014a. 2013 Yılı İklim Verilerinin Değerlendirilmesi. Devlet Meteoroloji
İşleri Genel Müdürlüğü, (www.mgm.gov.tr) (Erişim:Eylül 2014)
190
Meyve ve Sebze Ürünlerinde Fiyat Dalgalanmalarına Kuraklığın Etkisi
Dr. Filiz PEZİKOĞLU, Gülşah MISIR
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Anonim, 2014b. Bitkisel Üretim Rakamları ve Çiftçi Eline Geçen Fiyatlar. Türkiye
İstatistik Kurumu, (www.tuik.gov.tr) (Erişim:Eylül 2014)
Anonim, 2014c. (www.tarim.gov.tr) (Erişim:Eylül 2014)
A. Akın, 2013. Tarımda İklim Değişikliğine Uyum ve Ülke Tecrübeleri. İklim
Değişikliği ve Tarım Çalıştayı, 21-22 Mayıs 2013. Atatürk Toprak Su ve
Meteoroloji Araştırma İstasyon Müdürlüğü, Kırklareli.
E. Osmanlıoğlu, A. Ertürk, 1974. Meyve Fiyatları Üzerinde Çalışmalar, Mevsimlik
Dalgalanmalar. Atatürk Bahçe Kültürleri Araştırma ve Eğitim Merkezi Yayın
No:34.
H. M. Filinte, 2007. Yaklaşan Küresel İklim Krizi. Yeni İnsan Yayınevi Ekoloji Serisi6, Tohum Yayıncılık Turizm Reklam ve Sağlık Hizmetleri San.Tic.Ltd Şti.,
İstanbul, 239s.
K. Taşdemir, K. Taşdan, 2011. Tarım Ürünleri Fiyatlarında Mevsimsel Dalgalanmalar.
Tarımsal Ekonomi ve Politika Geliştirme Enstitüsü, TEPGE Bakış, 8s.
M. Türkeş, 2007. Küresel İklim Değişikliği Nedir? Temel Kavramlar, Nedenleri,
Gözlenen ve Öngörülen Değişiklikler. I. Türkiye İklim Değişikliği Kongresi –
TİKDEK.
M. Kayhan, 2007. Küresel İklim Değişikliği ve Türkiye. I. Türkiye İklim Değişikliği
Kongresi – TİKDEK.
T. Kıymaz, Y. Saçlı, 2008. Tarım ve Gıda Ürünleri Fiyatlarında Yaşanan Sorunlar ve
Öneriler. DPT, İktisadi Sektörler ve Koordinasyon Genel Müdürlüğü, Tarım
Dairesi, Yayın No: DPT-2767, 84s.
Meyve ve Sebze Ürünlerinde Fiyat Dalgalanmalarına Kuraklığın Etkisi
Dr. Filiz PEZİKOĞLU, Gülşah MISIR
191
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Bu sayfa boş bırakılmıştır.
192
Meyve ve Sebze Ürünlerinde Fiyat Dalgalanmalarına Kuraklığın Etkisi
Dr. Filiz PEZİKOĞLU, Gülşah MISIR
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Doğal Afetlerle İlgili Tarım Sigortaları ve Üreticilerin Tutumu (Edirne
ve Kırklareli İlleri Örneği)
Zir. Y. Müh. Dr. Erol ÖZKAN¹, End. Y. Müh. Dr. Başak AYDIN², Yrd. Doç. Dr. Harun HURMA³, Öğr.
Gör. Fuat YILMAZ4
1,2
Atatürk Toprak Su ve Tarımsal Meteoroloji Araştırma İstasyonu Müdürlüğü – Kırklareli, 3,4Namık
Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Tarım Ekonomisi Bölümü – Tekirdağ, [email protected]
ÖZET
Bilindiği üzere tarımsal üretim birçok risk ve belirsizlikler ile karşı karşıyadır. Özellikle don, dolu, yangın, sel,
kuraklık ve heyelan gibi doğal afet sonucu tarımsal üretim önemli miktarlarda zarar görebilmektedir. Tarımsal
üretimdeki risklere karşı gerek toplumsal ve gerekse kişisel önlemler alınabilmektedir. Bunlar arasında düşük risk
taşıyan üretim faaliyetini seçme, girişimleri çeşitlendirme, pazar bilgilerini sağlama, satışların yıl içerisine yayılması,
sözleşmeli üretim yapmak, tarım sigortası yaptırmak gibi uygulamalar sayılabilir. Tarımsal üretimde, özellikle doğal
afet zararlarını gidermeye yönelik önlemlerin başında tarım sigortası gelmektedir. Tarım Sigortası Kanunu ile bazı
değişiklikler getirilmiş ve doğal afet sigorta priminin %50’si devlet desteği kapsamına alınmıştır. Ancak, buna
rağmen tarımda üreticilerin sigorta yaptırmaları tam olarak yaygınlaşamamıştır. Bu bağlamda, bazı üreticilerin tarım
sigortası yaptırmalarına karşın, bazılarının yaptırmadıkları veya bu konuda kararsız oldukları görülmektedir.
Özellikle bitkisel üretimde, doğal afet zararlarının tespiti ve bu zararların karşılanma şeklinin belirlenmesi önemlidir.
Bu makaleye kaynak oluşturan asıl araştırma projesi Edirne ve Kırklareli illerinde sigorta yaptıranlarla 148,
yaptırmayanlarla 169 olmak üzere, toplam 317 üretici ile yüz yüze anket yapılarak yürütülmüştür. Yapılan anketlerin
çözümlenmesi ve değerlendirilmesi sonucu; Trakya ekonomisinde önemli yer tutan bitkisel üretimde, üreticilerin
tarım sigortasından haberdar olma durumları, tarım sigortasına yönelik eğilimleri, sigorta yaptırma ve yaptırmama
nedenleri, beklentileri, kısaca bitkisel ürün tarım sigortası uygulamaları karşısındaki tutumları, karşılaşılan sorunlar
ve bunlara yönelik çözüm önerilerinin ortaya konulması amaçlanmıştır. Bu bildiri kapsamında ise, belirtilen anket
çalışması sonuçlarına göre, Edirne ve Kırklareli illerinde bitkisel üretim faaliyet kolundaki çiftçilerin tarım
sigortasına yaklaşımları, sigorta yaptırma veya yaptırmama nedenleri, yaşadıkları sorunlar vb. türden tutumlarına
yönelik sonuçlar üzerinde durulacaktır.
Anahtar kelimeler: Tarım sigortası, çiftçi tutumu, Edirne, Kırklareli
Agricultural Insurances Related With Natural Disasters and Producers' Attitudes
ABSTRACT
Agricultural production encounters many risks and uncertainties. Agricultural production gets harm in significant
amounts as a result of natural disaster especially as freezing, hail, fire, flooding, aridity and avalanche. Both social
and personal precautions can be taken. Among these, applications as selecting production activity with low risk,
diversification of attempts, providing market information, spreading of the selling to year, making contractual
production, making agricultural insurance can be taken into account. Agricultural insurance comes ahead in the
precautions aimed at to overcome especially natural disaster damages in agricultural production. Some changes have
been introduced by agricultural insurance and 50 percentage of natural disaster insurance subsidy has been taken in
government support scope. In this respect, it has been seen that some producers have agricultural insurance but on the
other hand some producers are indecisive on this subject. Determination of natural disaster damages especially in
vegetative production and determination of overcoming method of these damages is important.
The research which is the basis of this paper has been carried through with the participation of a total of 317 farmers,
148 of whom hold insurance policies and 169 of whom do not hold insurance policies in Edirne and Kırklareli. As a
result of the evaluations of the inquires, it has been aimed to find out whether the farmers are aware of agricultural
insurance, to identify their inclination in terms of applying the agricultural insurance, to see whether they hold an
agricultural insurance policy or not, to determine the expectations of the farmers, attitudes of the farmers to plant
production agricultural insurance applications, the problems and the suggestions. Within this paper, according to the
stated inquiry results, it has been stated on the approaches of the farmers on plant production branch to agricultural
insurance, on the reasons whether they hold an agricultural insurance policy or not and on the problems they
encountered.
Key words: Agricultural insurance, farmer attitude, Edirne, Kırklareli
1. GİRİŞ
Türkiye tarıma elverişli coğrafi özellikleri, doğal kaynakları ve farklı iklim bölgelerine
sahip olması gibi nedenlerle, tarım ve tarıma dayalı sanayi kuruluşlarının faaliyetleri
açısından uygun bir tarım ülkesi olmayı sürdürmektedir. Tarım, insan beslenmesi gibi
mutlak gereksinimleri karşılamasının yanında, ulusal gelir, istihdam, dış ticaret ve
tarıma dayalı sanayiye yaptığı katkılardan dolayı milli ekonomiye katkısı açısından da
Doğal Afetlerle İlgili Tarım Sigortaları ve Üreticilerin Tutumu (Edirne ve Kırklareli İlleri Örneği)
Zir. Y. Müh. Dr. Erol ÖZKAN¹, End. Y. Müh. Dr. Başak AYDIN², Yrd. Doç. Dr. Harun HURMA³, Öğr. Gör. Fuat YILMAZ4
193
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
oldukça önemli bir sektördür. Bu bağlamda; sektörün ve sektör temsilcileri olan
üreticilerin, üretim periyodunda ve hasat sonrasında, karşılaşabilecekleri risklere karşı
korunmaları yukarıda belirtilen nedenlere bağlı olarak büyük önem arz etmektedir. İşte
burada kişilerin risklerini devredebileceği mekanizma olan “Sigorta” kavramı devreye
girmektedir (Keskinkılıç, 2013).
Tarımsal teknolojide meydana gelen gelişmeler, doğal risklerin etkilerini azaltamadığı
gibi, yasalarla yapılan yardımlardan faydalanan üretici sayısı dikkate alındığında,
bunların da yetersiz kaldığı gözlenmiştir. Sonuçta, bu yardımlar ve ertelenen çiftçi
borçları her yıl devlete büyük ölçüde bütçe yükü getirmiştir. Riskler transfer
edilemediği için, devlet ve çiftçiler büyük ekonomik kayıplara uğramışlardır.
Türkiye gerek bitkisel üretim ve gerekse hayvansal üretim yönünden büyük bir
potansiyele sahip olmasına karşın, tarımsal üretimini çeşitli nedenlere bağlı olarak arzu
edilen düzeye çıkaramamıştır. Üretimin büyük ölçüde doğal koşullara bağlı olması,
ürün veriminde ve üretici gelirlerinde dalgalanmalara yol açmaktadır (Tesbi, 2000).
Doğal şartlar altında yetiştirilen, don, sel, hastalık, kuraklık ve dolu gibi olayların etkisi
altında bitkisel ve hayvansal tarım ürünlerinde, bazı yıllar büyük zararlar olmakta,
birçok çiftçinin bu yüzden bir veya birkaç yıl bekleyerek yetiştirdiği bitki ve
hayvanlarından beklediği ürünü alamadığı veya tamamen kaybettiği sık sık rastlanan
olaylardır. Kontrol edilemeyen doğal afet ve hastalıklar sonucu çiftçinin geliri yıldan
yıla dalgalanmalar göstermekte, yeterli geliri sağlayacak ürünü alamadığı yıllarda ise
çiftçilerin zor duruma düştükleri görülmektedir (Akçaöz ve ark., 2006-a).
Tarımsal üretimin devamlılığı için, ürün fiyatlarının ve çiftçi gelirlerinin istikrarını
sağlamak üzere risk yönetimi stratejilerinden biri olan tarım sigortası uygulaması
gerekmektedir. Dünyada çeşitli ülkelerde uygulanan tarım sigortalarının kapsamları,
uygulanış tekniği ve organizasyonlarının ülkelerin sosyal, ekonomik ve çalışma
düzeylerine bağlı olarak planlandığı ve yürütüldüğü dikkati çekmektedir. Sigortanın
kapsamına alınan tehlikelerin sayısı ve sigorta tekniği de, yetiştirilen ürünlerin doğal
risklerden etkilenme derecesi, doğal risklerin meydana gelme sıklığı, hasarın miktarı,
tarım sektörünün genel ekonomideki yeri ve önemi gibi faktörler göz önüne alınarak
belirlenmektedir (Çetin, 2003).
Genel olarak, hava koşulları, fiyatlar, üretim faktörleri, hastalık ve zararlılar gibi bitkisel
ve hayvansal üretimi tehdit eden bu riskler, süreklilik özelliğine sahip olup yığın olarak
hasar meydana getirmektedirler. Bu nedenle gelişmiş ülkelerde tarım sektörünü
koruyucu ve yasam standardını yükseltici önlemler alınmaktadır. Türkiye’de de tarımsal
üretimi tehdit eden risk ve belirsizlikler sonucu meydana gelecek hasarların
önlenebilmesi için en etkili sistem tarım sigortasıdır (Çetin, 2007).
Yapılan bu tanımlamalar ışığında tarım sigortası; tarımsal üretim sürecinde her türlü
doğal risk, hastalık ve kazalar sonucunda bitkisel ve hayvansal ürünler ile tarımsal
varlıklarda oluşabilecek zarar ve kayıpların teminat altına alınması ve böylece
sigortalının varlığının devamlılığının sağlanması seklinde ifade edilebilir (Çetin, 2007).
Kuraklık, dolu, don, sel, taban suyu baskını, fırtına, hortum, deprem, heyelan, yangın
gibi doğal afetler, kaza ve zararlılar ile hayvan hastalıklarının neden olacağı zararlar
nedeniyle, dünyada derin acıların yaşandığı bilinmektedir. Gelişmiş ülkeler, tarımdaki
riskleri, devletin ve üreticilerin üzerinden alacak şekilde, risk transfer sistemlerini
kurmuşlardır. Tarım Sigortası olarak tanımlanan, bu risk transfer sistemleri içinde;
bitkiler, bitkisel ürünler ve seralar, tarımsal yapılar, tarım alet ve makineleri ile çiftlik
hayvanlarının, sürdürülebilir güvence altına alınması hedeflenmektedir.
194
Doğal Afetlerle İlgili Tarım Sigortaları ve Üreticilerin Tutumu (Edirne ve Kırklareli İlleri Örneği)
Zir. Y. Müh. Dr. Erol ÖZKAN¹, End. Y. Müh. Dr. Başak AYDIN², Yrd. Doç. Dr. Harun HURMA³, Öğr. Gör. Fuat YILMAZ4
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Tarım sigortaları uygulamalarının amacı; üreticilerin tarım sigortaları uygulamaları
kapsamına alınan riskler nedeniyle uğrayacağı zararların tazmin edilmesi ve bu
çerçevede sigorta primlerinin belirli bir kısmının devlet tarafından karşılanarak, risklerin
sigortacılık kurallarına uygun yönetilmesi, tarımsal üretimin sürdürülebilirliğinin
sağlanması ve risklerden doğabilecek kamu bütçe yükünün azaltılmasıdır. Sürdürülebilir
tarımsal üretim ve gelir istikrarı açısından tarım sigortası konusu oldukça önemlidir
(Keskinkılıç, 2013).
Ülkemizde tarım sigortaları uygulamaları; genel sigortacılık kanunu çerçevesinde,
bitkisel ürünlerin dolu riskine karsı sigortalanması ile 1957 yılında başlamış, fakat
sistem, sektörün özelliği dolayısıyla, bağımsız bir yasal zemin oluşturulamadığından
istenen başarıya ulaşılamamıştır.
Bu nedenle, bitkisel üretimde tarım sigortası uygulamalarına karşı çiftçi eğilimlerinin
belirlenmesi, uygulamada karşılaşılan sorunların belirlenmesi ve bunlara ilişkin çözüm
önerilerinin sunulması önem göstermektedir. Özellikle bitkisel üretimde, doğal afet
zararlarının tespiti ve bu zararların karşılanma şeklinin belirlenmesi önemlidir. Bu
gerekçelerle Türkiye genelinde farklı bölgelerde araştırma projesi yürütülmüştür.
Araştırmanın amacı; Edirne ve Kırklareli illerinde bitkisel üretim faaliyetinde
karşılaşılan tarımsal risk faktörlerinin belirlenmesi; bu risklere karşı çiftçilerin almış
oldukları önlemler; çiftçilerin tarım sigortasından haberdar olma durumlarının
belirlenmesi; çiftçilerin tarım sigortasına karşı tutumlarının belirlenmesi; risklere karşı
tarım sigortası yaptırma ve/veya yaptırmama durumları ve nedenlerinin ortaya
konulması; hasar durumu, zarar tazmini, sigorta uygulamalarında karşılaşılan
problemler ve çiftçilerin beklentilerinin saptanması şeklinde sıralanabilir.
2. MATERYAL VE YÖNTEM
2.1. Materyal
Çalışmanın materyalini birincil ve ikincil kaynaklardan derlenen veriler oluşturmuştur.
Araştırmanın yürütüleceği ilçe ve köy seçimleri araştırma bölgesindeki illeri temsil
edecek şekilde yapılmıştır.
Tarım işletmelerinden anket yoluyla derlenen veriler çalışmanın birincil kaynağın,
ulusal ve uluslararası alanda yapılmış benzer çalışmalar ve konuyla ilgili kurum ve
kuruluşların kayıtları ise ikinci verileri oluşturmuştur.
2.2. Yöntem:
2.2.1. Örnekleme Aşamasında Kullanılan Yöntem
Anket yapılacak üretici sayısının belirlenmesinde “Basit tesadüfi örnekleme yöntemi”
kullanılmış olup formülü aşağıda verilmiştir (Çiçek ve Erkan, 1996).
n=N. (p.q) / (N-1) D2 +( p.q)
Burada; n= Örnek hacmini (Anket yapılacak üretici sayısını),
N= Ana kitleyi (Sigorta yaptırmayan üreticiler için; Gıda, Tarım ve Hayvancılık
Bakanlığı Çiftçi Kayıt Sisteminden (ÇKS) elde edilen bilgiler, sigorta yaptıran üreticiler
için ise, TARSİM kayıtlarına (Çizelge 3.4) göre araştırma alanında tarım sigortası
yaptıran üreticiler kabul edilmiştir),
p= İncelenen birimin populasyondaki oranı
q=1-p,
D=(d/z)** , z= Güven aralığı (%95 ile z= 1,96)
Doğal Afetlerle İlgili Tarım Sigortaları ve Üreticilerin Tutumu (Edirne ve Kırklareli İlleri Örneği)
Zir. Y. Müh. Dr. Erol ÖZKAN¹, End. Y. Müh. Dr. Başak AYDIN², Yrd. Doç. Dr. Harun HURMA³, Öğr. Gör. Fuat YILMAZ4
195
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
d=Kabul edilebilir hata payını (%10) göstermektedir.
Bu formül, her iki il ve sigorta yaptırma durumlarına göre ayrı ayrı uygulanarak yapılan
hesaplama ile tarım sigortası yaptırmayan 169 ve sigorta yaptıran 148 üretici ile olmak
üzere toplam 317 üretici anketi yapılması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
2.2.2. Verilerin Toplanması Aşamasında Kullanılan Yöntem
Orijinal nitelikli verilerin toplanması için üretici anket formu hazırlanmıştır. Tarım
sigortası yaptıran ve yaptırmayan üreticiler için ayrı ayrı anket formları düzenlenmiştir.
Sorular, seçenekli, çizelge doldurma ve açık uçlu sorulardan oluşmuş olup üreticiler ile
yüz yüze görüşme yöntemi ile doldurulmuştur.
2.2.3. Verilerin Değerlendirilmesi Aşamasında Kullanılan Yöntem
Elde edilen verilerin analizinde ortalama, yüzde gibi basit hesaplama ve çapraz
tablolardan faydalanılarak; anket yapılan üreticilerin bazı sosyo-ekonomik özellikleri ile
işletmelerin bazı teknik ve ekonomik özellikleri belirlenmeye çalışılmıştır. Ayrıca
araştırma alanında riskler ve riske karşı işletmelerin tutumları, üreticilerin tarım
sigortası uygulamaları hakkında bilgileri ile gelişmiş tarım teknolojilerini benimseme ve
uygulama düzeyleri belirlenmeye çalışılmıştır.
İşletme gruplarının bazı özellikler bakımından farklılık gösterip göstermediğinin test
edilmesi için varyans analiz testleri kullanılmıştır. Bu amaçla yapılan istatistiki analizde
sürekli değişkenler için öncelikle Kolmogorov-Smirnov testi ile normal dağılım testi
yapılmıştır. Normal dağılım gösteren ve göstermeyen değişkenler belirlenmiştir.
Normal dağılım gösteren değişkenler için varyans analizi (One-Way Anova) yapılmıştır.
One–Way Anova ile iki ya da daha fazla grubun, normal dağılan benzer ortalamalı
populasyonlarından alınıp alınmadığı ortak varyans kullanarak test edilmektedir.
Normal dağılım göstermeyen değişkenler için ise, Mann-Whitney U testi uygulanmıştır.
Mann-Whitney U testi, aralıksız ölçülen iki bağımsız grup arasındaki farklılıkların testi
için kullanılır Bu test bağımsız örnekler için uygulanan t testlerinin parametrik olmayan
alternatifidir (Kalaycı, 2009).
İncelenen değişkenler bakımından iller arasında işletme gruplarının farklılıklarının ve
sigorta yaptırma durumuna göre farklılık belirlenmesi amacıyla Mann-Whitney U testi
uygulanmıştır.
3. BULGULAR
3.1. İşletme Sahibi İle İlgili Bazı Bilgiler
3.1.1. Yaş
Üreticilerin yaşlarına göre dağılımları Çizelge 1'de verilmiştir. Araştırma alanında
sigorta yaptıran üreticilerin %37,84'ü orta yaşlı, %54,73'ü yaşlı ve %7,43'ü genç
üreticilerdir. Sigorta yaptırmayan üreticilerin ise %38,46'sı orta yaşlı, %59,76'sı yaşlı,
%1,78'i genç üreticilerdir. Araştırma alanında sigorta yaptıran üreticilerin yaş ortalaması
51,06, sigorta yaptırmayan üreticilerin yaş ortalaması ise 53,38'dir.
196
Doğal Afetlerle İlgili Tarım Sigortaları ve Üreticilerin Tutumu (Edirne ve Kırklareli İlleri Örneği)
Zir. Y. Müh. Dr. Erol ÖZKAN¹, End. Y. Müh. Dr. Başak AYDIN², Yrd. Doç. Dr. Harun HURMA³, Öğr. Gör. Fuat YILMAZ4
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Çizelge 1. Üreticilerin yaşlarına göre dağılımı
Sigorta Yaptıran
Yaş katmanı
Genç
(<35)
Orta Yaşlı (36-50)
Yaşlı
(51+)
Toplam
Ortalama
İşletme
sayısı
11
56
81
148
51,06
%
7,43
37,84
54,73
100,00
Sigorta
Yaptırmayan
İşletme
%
sayısı
3
1,78
65
38,46
101
59,76
169
100,00
53,38
Toplam
İşletme
sayısı
14
121
182
317
52,30
%
4,42
38,17
57,41
100,00
3.1.2. Eğitim
Üreticilerin eğitim durumlarına göre dağılımları belirlenmiş ve Çizelge 2’de verilmiştir.
Araştırma alanında sigorta yaptıran üreticilerin %55,41'i ilkokul mezunu, %16,89'u
ortaokul mezunu, %16,22'si lise mezunu, %6,76'sı yüksekokul mezunu, %4,73'ü ise
üniversite mezunudur. Sigorta yaptırmayan üreticilerin ise %76,33'ü ilkokul mezunu,
%13,61'i ortaokul mezunu, %8,28'i lise mezunu, %1,78'i ise yüksekokul mezunudur.
Her iki ilde de, sigorta yaptıran üreticiler arasında düşük miktarda da olsa üniversite
mezunu üreticiye rastlanırken, sigorta yaptırmayan üreticiler arasında üniversite mezunu
üretici bulunmamaktadır.
Çizelge 2. Üreticilerin eğitim durumlarına göre dağılımı
Sigorta Yaptıran
Eğitim düzeyi
İlkokul
Ortaokul
Lise
Yüksekokul
Üniversite
Toplam
İşletme
sayısı
82
25
24
10
7
148
%
55,41
16,89
16,22
6,76
4,73
100,00
Sigorta
Yaptırmayan
İşletme
%
sayısı
129
76,33
23
13,61
14
8,28
3
1,78
0
0,00
169
100,00
Toplam
İşletme
sayısı
211
48
38
13
7
317
%
66,56
15,14
11,99
4,10
2,21
100,00
3.1.3. Ailedeki Birey Sayısı
Araştırma alanındaki sigorta yaptıran üreticilerin %43,24'ü az bireyli, %39,86'sı orta
bireyli, %16,89'u çok bireyli aile yapısına sahipken, sigorta yaptırmayan üreticilerin
%50,3'ü az bireyli, %37,87'si orta bireyli, %11,73'ü çok bireyli aile yapısına sahiptir.
Sigorta yaptıran üreticilerin ailelerindeki ortalama birey sayısı 3,97, sigorta yaptırmayan
üreticilerin ailelerindeki ortalama birey sayısı ise 3,77'dir.
3.1.4. Mesleki Deneyim
Araştırma alanında sigorta yaptıran üreticilerin %71,62'sinin mesleki deneyimi yüksek,
%18,92'sinin mesleki deneyimi orta, %9,46'sının mesleki deneyimi düşük, sigorta
yaptırmayan üreticilerin ise %72,78'inin mesleki deneyimi yüksek, %19,53'ünün
mesleki deneyimi orta, %7,69'unun mesleki deneyimi düşüktür. Sigorta yaptıran
üreticilerin ortalama mesleki deneyimleri 28,24 yıl, sigorta yaptırmayan üreticilerin ise
30,87 yıldır.
Doğal Afetlerle İlgili Tarım Sigortaları ve Üreticilerin Tutumu (Edirne ve Kırklareli İlleri Örneği)
Zir. Y. Müh. Dr. Erol ÖZKAN¹, End. Y. Müh. Dr. Başak AYDIN², Yrd. Doç. Dr. Harun HURMA³, Öğr. Gör. Fuat YILMAZ4
197
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
3.1.5. Tarım Dışı Faaliyet
Araştırma alanındaki sigorta yaptıran üreticilerin %18,24'ü, sigorta yaptırmayan
üreticilerin ise %20,12'si tarım dışı herhangi bir faaliyetle uğraştığını belirtmiştir.
Sigorta yaptıran üreticilerin %62,96'sı esnaf, %18,52'si serbest meslek sahibi, %11,11'i
memur, %3,7'si muhtar ve %3,7'si emekli olduğunu ifade ederken, sigorta yaptırmayan
üreticilerin %73,53'ü esnaf, %14,71'i işçi, %11,76'sı serbest meslek sahibi olduğunu
belirtmiştir. Her iki ilde de, sigorta yaptırmayan üreticilerin tarım dışı bir faaliyette
bulunma oranı, sigorta yaptıran üreticilere oranla daha fazladır.
3.1.6. İşletmelerin Yıllık Geliri
Araştırma alanındaki sigorta yaptıran üreticilerin kendi işletmelerinden elde ettikleri
ortalama gelir 24152 TL, makine-işgücü kirasından elde ettikleri ortalama gelir 795 TL,
tarım dışı faaliyetlerden elde ettikleri ortalama gelir 7575 TL'dir. Kendi işletmelerinden
elde ettikleri gelirin toplam gelir içerisindeki payı %74,26, makine-işgücü kirasından
elde ettiklerin gelirin toplam gelir içerisindeki payı %2,44, tarım dışı faaliyetlerden elde
ettikleri gelirin toplam gelir içerisindeki payı %23,29'dur.
Sigorta yaptırmayan üreticilerin kendi işletmelerinden elde ettikleri ortalama gelir
16555 TL, makine-işgücü kirasından elde ettikleri ortalama gelir 1911 TL, tarım dışı
faaliyetlerden elde ettikleri ortalama gelir 6155 TL'dir. Kendi işletmelerinden elde
ettikleri gelirin toplam gelir içerisindeki payı %67,24, makine-işgücü kirasından elde
ettiklerin gelirin toplam gelir içerisindeki payı %7,76, tarım dışı faaliyetlerden elde
ettikleri gelirin toplam gelir içerisindeki payı %25'dir.
3.2. Riske Karşı Tutum
3.2.1. Risklere Karşı Sigorta Yaptırma Durumu
Risklere karşı güvence olarak 2007-2011 yılları arasında üreticilerin yaptırmış oldukları
sigortalar ve yaptıran üretici sayıları da anketle alınmıştır.
2011 Yılında araştırma alanında sigorta yaptıran üreticilerin 68 adedi araç kaskosu, 17
adedi DASK, 136 adedi bitkisel ürün sigortası, 11 adedi hayvan sigortası, 3 adedi
bireysel emeklilik sigortası, 2 adedi özel sağlık sigortası yaptırmıştır.
Sigorta yaptırmayan üreticilerin ise 43 adedi araç kaskosu, 14 adedi DASK, 3 adedi
bitkisel ürün sigortası, 5 adedi hayvan sigortası, 7 adedi bireysel emeklilik sigortası, 5
adedi özel sağlık sigortası yaptırmıştır.
3.2.2. Üreticilerin Tarım Sigortaları İle İlgili Düşünceleri
Üreticilerin tarım sigortalarından haberdar oldukları zamana ve kaynağa göre
dağılımları Çizelge 3 ve Çizelge 4'de verilmiştir.
Çizelgelerdeki verilere göre sigorta yaptıran üreticilerin %72,3'ü tarım sigortalarını
2005 yılından önce, %7,43'ü 2005 yılında, %16,22'si 2005 yılından sonra öğrendiğini
belirtirken, %4,05'i hatırlamadığını ifade etmiştir. Sigorta yaptırmayan üreticilerin ise
%71,01'i tarım sigortalarını 2005 yılından önce, %5,33'ü 2005 yılında, %22,49'u 2005
yılından sonra öğrendiğini belirtirken, %1,18'i hatırlamadığını ifade etmiştir (Çizelge 3).
198
Doğal Afetlerle İlgili Tarım Sigortaları ve Üreticilerin Tutumu (Edirne ve Kırklareli İlleri Örneği)
Zir. Y. Müh. Dr. Erol ÖZKAN¹, End. Y. Müh. Dr. Başak AYDIN², Yrd. Doç. Dr. Harun HURMA³, Öğr. Gör. Fuat YILMAZ4
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Çizelge 3. Üreticilerin tarım sigortalarından haberdar oldukları zamana göre dağılımı
Sigorta Yaptıran
İşletme
%
sayısı
107
72,30
11
7,43
24
16,22
6
4,05
148
100,00
Tarım sigortasından
haberdar olma zamanı
2005'ten önce
2005 yılında
2005'ten sonra
Hatırlamıyor
Toplam
Sigorta Yaptırmayan
Toplam
İşletme
İşletme
%
%
sayısı
sayısı
120
71,01
227
71,61
9
5,33
20
6,31
38
22,49
62
19,56
2
1,18
8
2,52
169
100,00
317
100,00
Araştırma alanında sigorta yaptıran üreticilerin %39,86'sı tarım sigortalarını köye gelen
sigorta elemanlarından, %27,7'si diğer kaynaklardan, %13,51'i komşu, arkadaş veya
akrabalardan, %9,46'sı Tarım İl/İlçe Müdürlüğünden, %8,78'i TV, radyo veya
internetten, %0,68'i ise tarım danışmanından öğrendiğini belirtmiştir (Çizelge 5).
Sigorta yaptırmayan üreticilerin ise %28,99'u tarım sigortalarını köye gelen sigorta
elemanlarından, %23,67'si diğer kaynaklardan, %13,61'i komşu, arkadaş veya
akrabalardan, %11,24'ü Tarım İl/İlçe Müdürlüğünden, %17,16'sı TV, radyo veya
internetten, %4,14'ü ise tarım danışmanından öğrendiğini belirtmiştir (Çizelge 5).
Çizelge 5. Üreticilerin tarım sigortalarından haberdar oldukları kaynağa göre dağılımı
Sigorta Yaptıran
Haberleşme kaynağı
TV, radyo, internet
Köye gelen sigorta
elemanları
Tarım İl/İlçe Müdürlüğü
Tarım danışmanı
Komşu-arkadaş-akrabalar
Diğer kaynaklar
Duymadım - Haberim yok
Toplam
Sigorta
Yaptırmayan
İşletme
%
sayısı
29
17,16
İşletme
sayısı
13
8,78
59
39,86
49
14
1
20
41
0
148
9,46
0,68
13,51
27,70
0,00
100,00
19
7
23
40
2
169
%
Toplam
İşletme
sayısı
42
13,25
28,99
108
34,07
11,24
4,14
13,61
23,67
1,18
100,00
33
8
43
81
2
317
10,41
2,52
13,56
25,55
0,63
100,00
%
Üreticilerin tarım sigortalarının gerekliliğine yönelik düşüncelerine göre dağılımı
Çizelge 6'da verilmiştir. Araştırma alanında sigorta yaptıran üreticilerin %97,97'si,
sigorta yaptırmayan üreticilerin ise %94,08'i tarım sigortalarının gerekli olduğunu
belirtmiştir.
Çizelge 6. Üreticilerin tarım sigortalarının gerekliliğine yönelik düşüncelerine göre
dağılımı
Sigorta Yaptıran
Evet
Hayır
Toplam
İşletme
sayısı
145
3
148
%
97,97
2,03
100,00
Sigorta
Yaptırmayan
İşletme
%
sayısı
159
94,08
10
5,92
169
100,00
Toplam
İşletme
sayısı
304
13
317
%
95,90
4,10
100,00
Doğal Afetlerle İlgili Tarım Sigortaları ve Üreticilerin Tutumu (Edirne ve Kırklareli İlleri Örneği)
Zir. Y. Müh. Dr. Erol ÖZKAN¹, End. Y. Müh. Dr. Başak AYDIN², Yrd. Doç. Dr. Harun HURMA³, Öğr. Gör. Fuat YILMAZ4
199
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Tarım sigortası yaptırmayan üreticilere yaptırmama nedenleri de sorulmuş olup,
verdikleri cevaplara göre dağılımı Çizelge 7'de verilmiştir.
Araştırma alanında üreticilerin %35,5'i gelirlerinin yetersiz ve primlerin yüksek
olduğunu, %20,71'i hasar bedelinin ödeneceğine dair inancın olmadığını belirtmiş ve ilk
iki sırayı bu gerekçeler almıştır. Daha sonra sırasıyla; %11,24'ü arazilerinin hisseli
olduğunu, %10,06'sı gereksiz bir maliyet unsuru olarak gördüğünü, %5,92'si
arazilerinin az olduğunu, %5,92'si ihmal ettiğini, %2,96'sı öyle bir alışkanlıklarının
olmadığını, %2,37'si kapsamın yetersiz olduğunu, %2,37'si risk olmadığını, %1,78'i
gerek görmediğini, %1,18'i bilinçsiz olduğunu belirtmiştir.
Çizelge 7. Tarım sigortası yaptırmayan üreticilerin yaptırmama nedenlerine göre
dağılımı
Tarım sigortası yaptırmama
gerekçeleri
Gelir yetersizliği ve primlerin yüksek
oluşu
Hasar bedelinin ödeneceğine dair
inancın olmayışı
Gereksiz bir maliyet unsuru olarak
görme
Arazilerin hisseli oluşu (tapu sorunu)
Arazi azlığı
Dini inanç örf ve adetlerle
örtüşmemesi
Alışkanlık olmaması
Bilinçsizlik
Gerek görmeme
İhmalcilik
Kapsam yetersizliği
Risk görmeme
Toplam
Edirne
İşletme
%
sayısı
Kırklareli
İşletme
%
sayısı
Toplam
İşletme
%
sayısı
37
40,22
23
29,87
60
35,50
21
22,83
14
18,18
35
20,71
9
9,78
8
10,39
17
10,06
10
4
10,87
4,35
9
6
11,69
7,79
19
10
11,24
5,92
0
0,00
0
0,00
0
0,00
0
1
1
4
3
2
92
0,00
1,09
1,09
4,35
3,26
2,17
100,00
5
1
2
6
1
2
77
6,49
1,30
2,60
7,79
1,30
2,60
100,00
5
2
3
10
4
4
169
2,96
1,18
1,78
5,92
2,37
2,37
100,00
Sigorta yaptıran üreticilere devlet destekli tarım sigortasının sigorta yaptırma isteğinde
etkili olup olmadığı da sorulmuş olup, verdikleri cevaplara göre, araştırma alanındaki
üreticilerin %61,49'u etkili olduğunu, %38,51'i etkili olmadığını belirtmiştir.
Üreticilere tarım sigortası yaptırma yoğunluğunun yeterli olmamasına yönelik
düşünceleri de sorulmuş, verdiklere cevaplara göre dağılımları Çizelge 8’de verilmiştir.
Çizelgedeki verilere göre; araştırma alanında sigorta yaptıran üreticilerin %28,38'i
sigorta alışkanlığının kazanılmadığına, %21,62'si gelirlerin yetersiz ve primlerin yüksek
olduğuna, %16,22'si bilgi eksikliğine bağlamış ve bu gerekçeler ilk üç sırayı almıştır.
Daha sonra ise sırasıyla; %13,51'i hasar bedelinin ödeneceğine inanılmadığına,
%10,14'ü arazilerin hisseli olduğuna, %4,73'ü gereksiz gördüğüne, %4,05'i köylerinde
fazla risk olmadığına, %1,35'i kapsamın yetersiz olduğuna bağlamışlardır.
200
Doğal Afetlerle İlgili Tarım Sigortaları ve Üreticilerin Tutumu (Edirne ve Kırklareli İlleri Örneği)
Zir. Y. Müh. Dr. Erol ÖZKAN¹, End. Y. Müh. Dr. Başak AYDIN², Yrd. Doç. Dr. Harun HURMA³, Öğr. Gör. Fuat YILMAZ4
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Çizelge 8. Üreticilerin köylerinde tarım sigortası yaptırma yoğunluğunun yeterli
olmamasına yönelik düşüncelerine göre dağılımı
Sigorta Yaptıran
Çiftçilerin öngörü ve düşünceleri
Gelir yetersizliği ve primlerin
yüksek oluşu
Hasar bedelinin ödeneceğine dair
inancın olmayışı
Sigorta alışkanlığının
kazanılmaması
Arazilerin hisseli oluşu (tapu
sorunu)
Dini nedenler
Bilgi eksikliği
Gereksiz görme
Kapsam
Risk az
Yeterli
Toplam
Sigorta
Yaptırmayan
İşletme
%
sayısı
İşletme
sayısı
%
32
21,62
62
20
13,51
42
Toplam
İşletme
sayısı
%
36,69
94
29,65
25
14,79
45
14,20
28,38
31
18,34
73
23,03
15
10,14
22
13,02
37
11,67
0
24
7
2
6
0
148
0,00
16,22
4,73
1,35
4,05
0,00
100,00
1
11
5
1
11
0
169
0,59
6,51
2,96
0,59
6,51
0,00
100,00
1
35
12
3
17
0
317
0,32
11,04
3,79
0,95
5,36
0,00
100,00
Sigorta yaptırmayan üreticilerin ise %18,34'ü sigorta alışkanlığının kazanılmadığına,
%36,69'u gelirlerin yetersiz ve primlerin yüksek olduğuna, %6,51'i bilgi eksikliğine,
%14,79'u hasar bedelinin ödeneceğine inanılmadığına, %13,02'si arazilerin hisseli
olduğuna, %2,96'sı gereksiz görüldüğüne, %6,51'i köyde fazla risk olmadığına, %0,59'u
kapsamın yetersiz olduğuna, %0,59'u dini nedenlere dayalı olduğunu belirtmiştir.
Sigorta yaptıran üreticilere uygulamalarda karşılaştıkları sorunlar sorulmuş ve verdikleri
cevaplara göre dağılımları Çizelge 9'da verilmiştir.
Çizelgedeki değerler incelendiğinde, üreticilerin %34,46'sı hasar tespitinin uygun
yapılmadığını, %15,54'ü sigorta kapsamının yeterli olmadığını ifade etmekte ve
gündeme getirilen bu iki sorun ilk iki sırayı almaktadır. Daha sonra sırasıyla; üreticilerin
%7,43'ü primlerin yüksek olduğunu, %6,76'sı sigorta kapsamının zamanlamasının
uygun olmadığını, %6,08'i hasar ödemesinin zamanında yapılmadığını, %5,41'i
muafiyet oranının yüksek olduğunu, %2,7'si tapu sorununun olduğunu, %2,7'si rüzgarfırtına sınırında problem olduğunu %2,03'ü devlet desteğinin yetersiz olduğunu,
%2,03'ü prosedürün fazla olduğunu belirtmişlerdir. Çiftçilerin %14,86'sı herhangi bir
sorunla karşılaşmadığını ifade etmiştir.
Doğal Afetlerle İlgili Tarım Sigortaları ve Üreticilerin Tutumu (Edirne ve Kırklareli İlleri Örneği)
Zir. Y. Müh. Dr. Erol ÖZKAN¹, End. Y. Müh. Dr. Başak AYDIN², Yrd. Doç. Dr. Harun HURMA³, Öğr. Gör. Fuat YILMAZ4
201
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Çizelge 9. Üreticilerin tarım sigortası uygulamasında karşılaştıkları sorunlara göre
dağılımı
Karşılaşılan sorunlar
Primler yüksek
Sigorta kapsamının zamanlaması
uygun değil
Hasar ödemesi zamanında yapılmıyor
Hasar tespiti (Ekspertiz) uygun
yapılmıyor
Devlet desteği yetersiz
Sigorta kapsamı yeterli değil
(çatlama vs)
Yeterince bilgilendirme yapılmıyor
Tapu sorunu
Muafiyet oranı yüksek
Rüzgar-fırtına hızı sınırı
Prosedür fazla
Sorun yok
Toplam
Edirne
İşletme
%
sayısı
6
7,50
Kırklareli
İşletme
%
sayısı
5
7,35
Toplam
İşletme
%
sayısı
11
7,43
6
7,50
4
5,88
10
6,76
3
3,75
6
8,82
9
6,08
32
40,00
19
27,94
51
34,46
1
1,25
2
2,94
3
2,03
12
15,00
11
16,18
23
15,54
0
1
3
1
3
12
80
0,00
1,25
3,75
1,25
3,75
15,00
100,00
0
3
5
3
0
10
68
0,00
4,41
7,35
4,41
0,00
14,71
100,00
0
4
8
4
3
22
148
0,00
2,70
5,41
2,70
2,03
14,86
100,00
Üreticilere gelecek yıllarda tarım sigortası yaptırmayı düşünüp düşünmedikleri de
sorulmuş olup, verdikleri cevaplara göre dağılımları Çizelge 10’da verilmiştir.
Araştırma alanında sigorta yaptıran üreticilerin %87,16'sı, sigorta yaptırmayan
üreticilerin ise %23,67'si gelecek yıllarda tarım sigortası yaptırmayı düşündüğünü
belirtmiştir.
Çizelge 10. Üreticilerin gelecek yıllarda tarım sigortası yaptırma düşüncelerine göre
dağılımı
Evet
Hayır
Cevap yok
Toplam
Sigorta Yaptıran
İşletme
%
sayısı
129
87,16
16
10,81
3
2,03
148
100,00
Sigorta Yaptırmayan
Toplam
İşletme
İşletme
%
%
sayısı
sayısı
40
23,67
169
53,31
121
71,60
137
43,22
8
4,73
11
3,47
169
100,00
317
100,00
Yenilikleri benimseme açısından bakıldığında ve tarım sigortası bir yenilik olarak ele
alındığında ise, tarım sigortası yaptırmayan üreticilerin yaptırmama nedenlerine göre
dağılımı Çizelge 11'de verilmiştir.
Edirne ilinde tarım sigortası yaptırmayan üreticilerin %31,52'si maddi imkanlarının
yetersiz olduğunu, %11,96'sı bilgi eksikliği olduğunu, %9,78'i arazinin az olduğunu,
%6,52'si arazinin söz konusu yenilik için uygun olmadığını, %2,17'si yayım
elemanlarının yeteri kadar ilgilenmediğini belirtirken, %38,04'ü gerek görmediğini ifade
etmiştir.
Kırklareli ilinde tarım sigortası yaptırmayan üreticilerin %36,36'sı maddi imkanlarının
yetersiz olduğunu, %11,69'u arazinin az olduğunu, %10,39'u bilgi eksikliği olduğunu,
202
Doğal Afetlerle İlgili Tarım Sigortaları ve Üreticilerin Tutumu (Edirne ve Kırklareli İlleri Örneği)
Zir. Y. Müh. Dr. Erol ÖZKAN¹, End. Y. Müh. Dr. Başak AYDIN², Yrd. Doç. Dr. Harun HURMA³, Öğr. Gör. Fuat YILMAZ4
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
%9,09'u arazinin söz konusu yenilik için uygun olmadığını belirtirken, %32,47'si gerek
görmediğini ifade etmiştir.
Çizelge 11. Yeniliklerin benimsenmesi yönü ile tarım sigortası yaptırmayan üreticilerin
yaptırmama nedenlerine göre dağılımı
Edirne
Kırklareli
Toplam
Yenilik olarak tarım sigortasının
İşletme
İşletme
İşletme
benimsenmemesinin gerekçeleri
%
%
%
sayısı
sayısı
sayısı
Yayım elemanları yeteri kadar
2
2,17
0
0,00
2
1,18
ilgilenmiyor
Bilgi eksikliğim var
11
11,96
8
10,39
19
11,24
Maddi olanaklarım yetersiz
29
31,52
28
36,36
57
33,73
Arazim söz konusu yenilik için
6
6,52
7
9,09
13
7,69
uygun değil
Arazim az
9
9,78
9
11,69
18
10,65
Gerek görmüyorum
35
38,04
25
32,47
60
35,50
Toplam
92
100,00
77
100,00
169
100,00
4. SONUÇLAR
Yapılan anketlerdeki verilerin değerlendirilmesi ve yapılan grup karşılaştırmaları
sonucunda, sigorta yaptıranlarla yaptırmayanlar arasında bazı sosyo-ekonomik
özellikler açısından çeşitli istatistiki önemlilik düzeyinde farklılık olduğu görülmüştür.
Yapılan grup karşılaştırmalarına ilişkin sonuçlar Çizelge 12’de verilmiştir. Çizelge’deki
sonuçlar incelendiğinde, üreticilerin incelenen bazı sosyo-ekonomik özellikleri ile
sigorta yaptırıp yaptırmama yönündeki tutumları arasında çeşitli olasılık düzeylerinde
bağımlılık olduğu görülecektir.
Bu sonuçlara göre; eğitim düzeyi,tarım dışı faaliyet alanlarının mevcudiyeti, toplam
yıllık gelir, toplam yıllık tarımsal gelir, üretici örgütlerine üyelik gibi sosyo-ekonomik
özellikler açısından sigorta yaptıranlarla yaptırmayanlar arasında %99 olasılıkla, diğer
deyişle %1 istatistiki önemlilik düzeyinde anlamlı fark bulunmaktadır. Üreticilerin yaşı
ve çiftçilikle uğraşma süresi açısından da iki grup arasında %90 olasılıkla, yani %10
istatistiki önemlilik düzeyinde anlamlı fark bulunmaktadır.
Başka bir yönüyle yorumlamak gerekirse; üreticilerin belirtilen bu sosyo ekonomik
özellikleri ile tarım sigortası yaptırma veya yaptırmama yönündeki karar verme
tutumları arasında analizle bulunan istatistiki olasılık ve önem düzeyinde bağımlılık
olduğu söylenebilir. Diğer ifade ile, üreticilerin tarım sigortalarına yaklaşım ve
tutumları belirtilen bu sosyo ekonomik özelliklerden istatistiki analizle bulunan olasılık
ve önemlilik düzeylerinde etkilenmektedir denebilir.
Doğal Afetlerle İlgili Tarım Sigortaları ve Üreticilerin Tutumu (Edirne ve Kırklareli İlleri Örneği)
Zir. Y. Müh. Dr. Erol ÖZKAN¹, End. Y. Müh. Dr. Başak AYDIN², Yrd. Doç. Dr. Harun HURMA³, Öğr. Gör. Fuat YILMAZ4
203
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Çizelge 12. Sigorta yaptıranlar ve yaptırmayanlar arasındaki bazı değişkenlere (sosyoekonomik özellikler) göre farklılıklar
Değişkenler (Üreticilerin bazı sosyo-ekonomik özellikleri)
Üreticinin yaşı
Eğitim düzeyi1
Ailedeki birey sayısı
Çiftçilikle uğraşma süresi
Tarım dışı faaliyette bulunma durumu2
Toplam yıllık gelir
Toplam tarımsal gelir
Arazi büyüklüğü
Tarım sigortalarında eğitim alıp almama durumu3
Tarımsal konularda teknik elemanlara danışma durumu4
Sosyal güvence5
Üretici örgütlerine üyelik6
z
-1,680
-4,360
-1,325
-1,717
-0,422
-5,431
-5,694
-5,716
-0,570
-0,528
-0,302
-4,271
p
0,093*
0,000***
0,185
0,086*
0,673
0,000***
0,000***
0,000***
0,569
0,598
0,763
0,000***
* Tarım sigortası yaptıran ve yaptırmayan işletmeler arasındaki fark %10 istatistiki önemlilik düzeyinde anlamlıdır.
** Tarım sigortası yaptıran ve yaptırmayan işletmeler arasındaki fark %5 istatistiki önemlilik düzeyinde anlamlıdır.
*** Tarım sigortası yaptıran ve yaptırmayan işletmeler arasındaki fark %1 istatistiki önemlilik düzeyinde nlamlıdır.
Üreticilerin şikayetçi olduğu ve ana sorun sorun olarak gündeme taşıdığı konuların
başında hasar tespitlerinin zamanında ve doğru yapılmadığı yönündeki değerlendirmeler
gelmektedir. Bu nedenle, sigorta şirketlerinin ve eksperlerin bu konuda daha özenli ve
hassas olmaları sağlanmalıdır. Belirlenen hasar oranlarına göre üretici zararlarının
tazmin edilmesinde muafiyet sınırlarının düşürülmesi yönündeki üretici talepleri ile
ilgili gerekli değerlendirme ve çalışmalar yapılmalıdır. Ayrıca tarımsal kuraklığın
sigorta kapsamına alınabilecek bir doğal afet olarak değerlendirilmemesi yoğun
şikayetlere gerekçe olarak görülmektedir. Yine bu doğrultuda, sigorta kapsamlarının
yeterli olmadığı, özellikle meyvelerde çatlama vb. durumlardan kaynaklanan zararların
da sigorta kapsamına alınması yönünde çalışma yapılmalıdır. Sigorta kapsamının
genişletilmesinin yanında, sel-su baskınlarındaki zarar tazmini koşullarının yeniden
düzenlenebileceği ve özellikle buğday ve çeltik alanlarındaki fırtına zararlarında
gündeme gelen rüzgar hızı limitlerinin düşürülerek esas alınacak meteorolojik verilerin
temininde farklı alternatifler ve daha uygun noktalar belirlenebileceği öngörülmektedir.
5. KAYNAKLAR
AKÇAÖZ, H., ÖZKAN, B., KARADENİZ, F., FERT, C., (2006-a). Tarımsal Üretimde
Risk Kaynakları ve Risk Stratejileri: Antalya İli Örneği, Akdeniz Üniversitesi,
Ziraat Fakültesi Dergisi, 2006, 19(1): 89-97.
ANONİM, (2009).www.tarsim.org.tr
BARIŞ, Ö., (2007). Türkiye'de ve Avrupa Birliği Ülkelerinde Risk Yönetimi ve Tarım
Sigortalarının AB'ne Uyumu Açısından Değerlendirilmesi. Namık Kemal
Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Tarım Ekonomisi Anabilim Dalı, Yüksek
Lisans Tezi, Tekirdağ.
ÇETİN, B., (2003). Tarımsal Sigorta İşletmeciliği, Uludağ Üniversitesi, Bursa, 145 s.
ÇETİN, B., (2007). Tarımsal Sigorta İşletmeciliği, Uludağ Üniversitesi, Bursa, S.13-16.
204
Doğal Afetlerle İlgili Tarım Sigortaları ve Üreticilerin Tutumu (Edirne ve Kırklareli İlleri Örneği)
Zir. Y. Müh. Dr. Erol ÖZKAN¹, End. Y. Müh. Dr. Başak AYDIN², Yrd. Doç. Dr. Harun HURMA³, Öğr. Gör. Fuat YILMAZ4
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
ÇİÇEK, A., ERKAN., (1996). Tarım Ekonomisinde Araştırma ve Örnekleme Yöntemi,
Ziraat Fakültesi, Yayın No:12, Ders Notları Serisi:6, Tokat.
KALAYCI, Ş., (2009). SPSS Uygulamalı Çok Değişkenli İstatistik Teknikleri. 4. Baskı.
Ankara.
KESKİNKILIÇ, K., (2013). Tarım Sigortacılığı: Dünya ve Türkiye’deki Uygulamaların
Değerlendirilmesi. Çukurova Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Tarım
Ekonomisi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi. Adana.
KHGM (1991). Kırklareli İli Arazi Varlığı. T.C. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Köy
Hizmetleri Genel Müdürlüğü Yayınları. İl Rapor No:39, Ankara.
TESBİ, M. A., (2000). “Tarım Sigortalarının Önemi”, TZOB, Çiftçi ve Köy Dünyası,
Sayı:192, Ankara, s. 7-10.
Doğal Afetlerle İlgili Tarım Sigortaları ve Üreticilerin Tutumu (Edirne ve Kırklareli İlleri Örneği)
Zir. Y. Müh. Dr. Erol ÖZKAN¹, End. Y. Müh. Dr. Başak AYDIN², Yrd. Doç. Dr. Harun HURMA³, Öğr. Gör. Fuat YILMAZ4
205
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Bu sayfa boş bırakılmıştır.
206
Doğal Afetlerle İlgili Tarım Sigortaları ve Üreticilerin Tutumu (Edirne ve Kırklareli İlleri Örneği)
Zir. Y. Müh. Dr. Erol ÖZKAN¹, End. Y. Müh. Dr. Başak AYDIN², Yrd. Doç. Dr. Harun HURMA³, Öğr. Gör. Fuat YILMAZ4
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Samsun İli Sebze Ve Meyve Üreticilerinin İyi Tarım Uygulamalarına
(İTU) Yaklaşımı
Mehmet AYDOĞAN¹ Necla TOPÇU²
¹Karadeniz Tarımsal Araştırma Enstitüsü, Samsun, ²Samsun Tohum Sertifikasyon Test Merkezi
Müdürlüğü, Samsun, [email protected]
ÖZET
Bu çalışma Samsun ilindeki sebze ve meyve üreticilerinin İyi Tarım Uygulamalarından (İTU) haberdar olma
durumlarını, İTU üretim sistemine bakış açılarının tespit edilmesi, İTU teknikleri ile üretim yapmaya teşvik eden
faktörlerin ortaya çıkartılması amacıyla yapılmıştır. Araştırma kapsamında, Samsun ilinde İTU üretim yöntemi ile
üretimin yoğun olarak yapıldığı Bafra ve Çarşamba ilçelerindeki hem İTU üretim yöntemine göre üretim yapan hem
de konvansiyonel olarak üretim yapan sebze ve meyve üreticileri ile görüşülmüştür.
Araştırmanın birincil ve temel materyalini İTU üretim yöntemine göre sebze ve meyve üretimi yapan ve
konvansiyonel üreticilerden anket yoluyla elde edilen veriler oluşturmaktadır. Araştırma kapsamındaki üreticilerden
basit tesadüfi örnekleme yöntemine göre belirlenmiş 210 üretici ile anket çalışması yapılmıştır. Elde edilen verilerin
değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistik yöntemlerinden yararlanılmıştır.
İTU üretim yöntemine göre üretim yapan üreticilerin ve konvansiyonel üreticilerin sosyo-ekonomik durumları
karşılaştırıldığında; İTU üretim yöntemine göre üretim yapan çiftçilerin eğitim düzeyleri, ailedeki birey sayısı,
yeniliklere karşı tutumları, tarım sigortası yaptırma durumları, toplam arazi miktarı, sahip olunan büyükbaş hayvan
sayısı, tarım dışı gelir kaynakları, medyayı bilgi kaynağı olarak kullanma durumları ve informal bilgi kaynaklarını
kullanma durumları konvansiyonel üreticilere göre daha yüksek olduğu (p<0,05); üreticilerin yaş ortalamaları ve
tarımsal karar verme deneyimleri arasında ise istatistiki açıdan fark bulunmadığı tespit edilmiştir (p>0,05).
İTU üretim yöntemine göre üretim yapan üreticilerin bu tekniği benimsemelerinde; bu tarım tekniğinin çevreye daha
duyarlı olması (%34,7), üretilen ürünlerin konvansiyonel ürünlere göre daha kaliteli ve sağlıklı olması(%23,6) ve
destekleme ödemelerinin (%22,7) etkili olduğu tespit edilmiştir.
İTU üretim yöntemi ile üretim yapılmasının önündeki engeller arasında, İTU’nun konvansiyonel üretimden farklı
olmadığını düşünme (%25), konu hakkında yeterli bilgiye sahip olmama (%20) ve İTU ile üretim yapmanın daha
maliyetli olması (%15) sayılabilir. İTU üreticilerinin bu tarım tekniği ile üretilen ürünlerden gelecek dönemlerde
yüksek getiri beklentisi (%25,9), Bafra ve Çarşamba ilçelerindeki sebze yetiştiriciliği konusunda üreticilerin mevcut
bilgi birikimi, araştırma bölgesinde ülkesel büyük ölçekli marketlerin satın alma ve depolama tesislerinin bulunması
İTU uygulamalarının yaygınlaştırılmasında güçlü argümanlar olarak değerlendirilebilir.
Anahtar kelimeler: iyi tarım uygulamaları, sebze, meyve, samsun
The Approaches Of The Vegetable And Fruıt Producers In Samsun To Good Agrıcultural Practıces (GAP)
Abstract
This study was conducted to determine the producers’ awareness of GAP, the viewpoints of producers against to
GAP, and to reveal the promoting factors producing with GAP. Bafra and Çarşamba Districts were selected as
research area because of the intensive Good Agricultural Practices (GAP).
The first and main materials of the research are data obtained questionnaire through vegetable and fruit producers in
GAP and conventional vegetable and fruit producers. In the research, 210 producers were selected with random
sampling method. The descriptive statistics methods were used to evaluate the data.
The socioeconomic characteristics of the GAP producers and conventional producers were compared. The GAP
producers’ education level, household size, attitudes towards agricultural innovation, having agricultural insurance,
total land size, the presence of cattle, nonfarm income sources and information sources are statistically different from
conventional producers’ (p<0.05). The GAP producers’ average ages and agricultural decision-making experiences
are not statistically different from conventional producers’ (p>0.05).
According to GAP producers, the GAP is more sensitive to the environment (34.7%), the vegetables and fruits have
better quality and healthy to conventional vegetables and fruits (23.6%). Another factor affected to adopt the GAP is
supporting payments (22.7%).
The quarter of the conventional producers think there are no differences between the GAP and conventional
production systems. The 20% of the conventional producers have no idea about the GAP. According to 15% of the
conventional producers, the GAP production costs are higher than conventional production costs.
The high return expectations (25.9%), the existing knowledge in vegetable production in Bafra and Çarşamba
districts, the presence of purchasing and storage facilities by national large-scale emporium are powerful factors in
spreading of the GAP.
Keywords: good agricultural practices, vegetable, fruit, Samsun
Samsun İli Sebze Ve Meyve Üreticilerinin İyi Tarım Uygulamalarına (İTU) Yaklaşımı
Mehmet AYDOĞAN¹ Necla TOPÇU²
207
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
1. Giriş
Dünya genelinde nüfusun sürekli artması gıda talebini de artırmaktadır. Bu talep artışını
karşılayabilmek için üretim teknolojilerinin geliştirilmesi ile birlikte tarımsal
uygulamalarda aşırı girdi kullanımını beraberinde getirmektedir. Gelişmekte olan
ülkelerde artan gıda talebini karşılamak diğer bir ifade ile gıda güvencesi temel sorun
iken; gelişmiş ülkelerde gıdaların nasıl üretildiği, hangi işlemlerden geçtiği ve insan
sağlığı üzerindeki etkileri sorgulanır hale gelmiştir. Gelişmiş ülkelerdeki eğitim
seviyesi, gelirin artması ve bu konuda yapılan çalışmaların etkisi ile gıda üretiminin
sürdürülebilirliği, gıda güvencesi ve gıda güvenirliği son yıllarda önem kazanmıştır.
Tüketiciler satın aldıkları ve tükettikleri ürünlerin kendilerine sağladıkları yararların
dışında diğer üretim faktörlerine, çevreye, sosyal konulara duyarlı olarak üretilmesini de
sorgulamaktadırlar. Başka bir ifade ile tarım ürünlerinin tüketilmeden önce nasıl
üretildiklerinin kontrol edilmesini ve bazı kriterlere uygun olarak üretildiğinin
denetlendiğini görmek istemektedirler. Bu kaygıların giderilmesi için tarımsal alanda da
yeni üretim teknikleri geliştirilmiştir. Organik üretim, iyi tarım uygulamaları ve entegre
ürün yönetimi bu alanda geliştirilen tarımsal üretim tekniklerinden bazılarıdır.
İyi Tarım Uygulamaları (ITU); insan sağlığına zararlı kimyasal, mikrobiyolojik, fiziksel
kalıntılar içermeyen, doğal çevreyle uyumlu, sürdürülebilir üretimi ön gören, insan ve
hayvan sağlığını koruyan, ekonomik açıdan kârlı ve verimli, üretimin her aşamasının
kayıt altına alındığı, gerekli kontrollerin yapılarak sertifikalandırıldığı bir üretim sistemi
olarak tanımlanabilir. Bu üretim sisteminde amaç, çiftçiler, gıda işleyicileri, gıda
perakendecileri, tüketiciler ve hükümetlerin sürdürülebilir tarımsal üretimdeki
sorumluluklarını yerine getirmek için teşvik edilmesidir (FAO, 2002). İyi Tarım
Uygulamalarında temel amaç, üretim her aşamasının kayıt altına alınarak
izlenebilmesini sağlamak, üretim aşamalarını kontrol etmek ve bağımsız bir kurum
tarafından denetlemesi yapılarak sertifikalandırmaktır. Dünya genelinde bu kavramsal
çerçeve kapsamında sertifikalandırma ve denetleme görevi yapan birçok oluşum
bulunmaktadır. Bu oluşumlar arasında, dünyada en kapsamlı İyi Tarım Uygulamaları
EUREP tarafından hazırlanan EUROGAP protokolüdür (Akdamar, 2004).
Avrupa Gıda Perakendecileri Çalışma Grubu (EUREP) 1997 yılında dünya çapında bazı
seçilmiş ürünler için İyi Tarım Uygulamalarının geliştirilmesi için gerekli olan
faktörleri ifade eden bir kavramsal çerçeve geliştirmiştir. Bu kavramsal çerçeve 2007
yılına kadar EUROGAP, 2007 yılından sonra ise GLOBALGAP olarak ifade
edilmektedir.
EUROGAP, taze meyveler ve sebze üretimi için güvenli bir üretim sürecini garanti eden
bir uluslararası kalite sistemidir. EUROGAP’ın prensipleri sadece gıda güvenliği
olmayıp aynı zamanda çevrenin korunması, iş sağlığı ve güvenliği ve refahı üzerinedir
(Galdos, 2004).
Avrupa’daki toplam yaş meyve ve sebze pazarının %70-80’ini elinde bulunduran
Perakendeciler Birliği’nin üyelerinin EUROGAP sertifikalı ürün talebi nedeni ile İyi
Tarım Uygulamalarının önemi giderek artmaktadır. Bu sebeple dünya ülkeleri 2002
yılında “Ulusal ve Bölgesel Çalışma Grupları” oluşturmuş ve ülkelerindeki tarımsal
üretimi EUROGAP protokolüne uygun hale getirmeye başlamışlardır. Günümüz itibari
ile dünyanın 80 ülkesinde İTU uygulamaları yapılmakta ve sertifikalandırılmaktadır
(Akdamar, 2004).
İyi Tarım Uygulamaları, diğer yeni geliştirilen üretim sistemlerinden gönüllülük esasına
dayanması açısından farklılıklar göstermektedir. Avrupa dışındaki ülkelerin İTU
208
Samsun İli Sebze Ve Meyve Üreticilerinin İyi Tarım Uygulamalarına (İTU) Yaklaşımı
Mehmet AYDOĞAN¹ Necla TOPÇU²
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
uygulamalarına göre üretim yapmalarının temelinde ihracat baskısı yatmaktadır. Avrupa
kıtasına ihracat yapacak ülkelerden EUROGAP sertifikası istendiği için, bu ülkeler bu
büyük pazardan pay alabilme yarışına girmişlerdir.
2. Türkiye ve Samsun’da İyi Tarım Uygulamaları
Türkiye’de ITU uygulamaları ile ilgili yasal düzenleme 08.09.2004 tarih ve 25577 sayılı
Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren “İyi Tarım Uygulamalarına İlişkin
Yönetmelik” ile yapılmıştır. İlgili yönetmelikte ITU; “tarımsal üretim sisteminin sosyal
açıdan yaşanabilir, ekonomik açıdan kârlı ve verimli, insan sağlığını koruyan, hayvan
sağlık ve refahı ile çevreye önem veren bir hale getirmek için uygulanması gereken
işlemler” olarak tanımlanmaktadır. Bu Yönetmeliğin amacı; çevre, insan ve hayvan
sağlığına zarar vermeyen bir tarımsal üretimin yapılması, doğal kaynakların korunması,
tarımda izlenebilirlik ve sürdürülebilirlik ile güvenilir ürün arzının sağlanması için
gerçekleştirilecek iyi tarım uygulamalarının usul ve esaslarını düzenlemektir (Resmi
Gazete, 2010).
Türkiye’de 2012 yılı itibari ile 47 ilde 3.676 üretici ITU esaslarına göre üretim
yapmaktadır. Bu oran 2007 yılındaki rakamlarla kıyaslandığında; üretim yapılan il
sayısında %161; üretici sayısında %434; toplam üretim alanında %1461 oranında artış
olduğu gözlemlenmektedir (GTHB, 2014a). Türkiye’de 2012 yılı itibari ile ITU
kapsamında üretilen bazı bitkisel ürünlerin değerleri Çizelge 1’de verilmiştir.
Çizelge 1: Bazı ürünler için İTU bitkisel üretim değerleri (GTHB, 2014b)
Ürün adı
Limon
Mısır
Mandalina
Portakal
Domates
Muz
Elma
Zeytin
Antepfıstığı
Patates
Nar
Çeltik
Zeytin
Üretici sayısı
477
411
409
375
341
340
313
309
231
17
150
12
309
Üretim alanı (da)
54.965
24.843
62.098.585
99.758
29.209
2.661
37.072
42.067
47.892
79.764
59.914
44.788
42.067
İTU kapsamında üretilen bitkisel ürünler arasında; üretici sayılarına göre limon, mısır
ve mandalina ilk üç sırayı almaktadır. Üretim alanlarına göre ise ilk üç sırayı mandalina,
portakal ve patates almaktadır. Çizelgeden de anlaşılacağı üzere ülkemizde ITU
kapsamında meyve üretimi oldukça fazladır ve yıllara göre artan bir şekilde devam
etmektedir.
ITU çerçevesinde yapılan üretimin teşvik edilmesi amacı ile Gıda Tarım ve Hayvancılık
Bakanlığı tarafından üreticiler desteklenmektedir. 2014 yılında yapılacak Tarımsal
Desteklemelere ilişkin karar 12.04.2014 tarihli 28970 sayılı Resmi Gazete’de
yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Buna göre İyi Tarım Uygulamaları Destekleme
miktarları meyve ve sebze üretimi için dekar başına 50 TL, bu üretimlerin örtü altında
yapılması halinde ise dekar başına 150 TL olarak belirlenmiştir.
Samsun İli Sebze Ve Meyve Üreticilerinin İyi Tarım Uygulamalarına (İTU) Yaklaşımı
Mehmet AYDOĞAN¹ Necla TOPÇU²
209
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Samsun ilinde İTU uygulamaları 2013 yılı içerisinde; Çarşamba, Terme, Bafra ve
İlkadım İlçelerinde yazlık sebze, kışlık sebze, biçilebilir tarla ürünleri ve meyve
gruplarında yaklaşık 48.130,14 da alanda, 572 üretici iyi tarım uygulamalarına göre
üretim yapmaktadır.
Samsun ilinde ITU tekniklerine göre üretim Bafra ve Çarşamba ilçelerinde
yoğunlaşmaktadır (Çizelge 2). Çizelge 2’den de anlaşılacağı üzere toplam üretici
sayısının %72,9’u Bafra, %21,5’i ise Çarşamba ilçesinde yer almaktadır.
Çizelge 2: Samsun ilinde ITU tekniklerine göre yapılan bitkisel üretim değerleri
(Anonim, 2014)
İlçeler
Bafra
Merkez
Terme
Çarşamba
Tekkeköy
19 Mayıs
Toplam
Çiftçi
sayısı
417
3
27
123
1
1
572
Yazlık sebze
(da)
2.616.891
Kışlık sebze
(da)
2.362.794
Tahıl grubu
(da)
39.420.720
445
2.617.336
2.362.794
39.420.720
Meyve
(da)
33
237
133.024
400
495
134.189
Yazlık sebze olarak kavun, karpuz, domates ve biber; kışlık sebze olarak ise Beyaz baş
lahana, kırmızılahana, karnabahar ve brokoli yoğun olarak yetiştirilmektedir. Tahıl
grubunda ise çeltik ve dane mısır önemli yer tutmaktadır. Kışlık sebze ve tahıl grubunun
tamamı, yazlık sebzenin ise tamamına yakını Bafra ilçesinde üretilmektedir. Meyvecilik
alanında ise Çarşamba ve diğer ilçeler önde gelmektedir. ITU tekniklerine göre meyve
üretimi elma, armut, şeftali ve kiraz da yapılmaktadır.
İlgili Bakanlığın destekleme ödemeleri yanında ildeki İyi Tarım Uygulamaları Samsun
Valiliği tarafından da desteklenmektedir. Bu kapsamda İl Özel İdaresi kaynakları
kullanılarak 572 üreticinin sertifika ücretleri karşılanmıştır (GTHB Samsun İl
Müdürlüğü, 2014).
3. Materyal ve Metot
Araştırmanın hedef kitlesini Samsun İlinin Bafra ve Çarşamba ilçelerinde iyi tarım
yapan ve yapmayan üreticiler oluşturmaktadır. Anket yapılacak üretici sayısının
belirlenmesinde Çarşamba ilçesinde yer alan iyi tarım yapan şeftali ve elma
üreticilerinin sayılarının az olması nedeniyle tam sayım örnekleme yöntemi
kullanılmıştır. Bafra ilçesinde yer alan iyi tarım yapan işletmelerin ürün çeşitliliği ve
işletme sayısının fazla olması nedeniyle; en çok üretimi yapılan ürünler (çeltik, beyaz
baş lahana, karpuz) gayeli olarak seçilmiştir. Araştırmada örnekleme kriteri olarak
işletme arazisi büyüklüğü (da) kullanılmış olup, örnek işletme sayısı, basit tesadüfî
örnekleme metoduna göre aşağıdaki formül ile tespit edilmiştir (Yamane, 1967).
n
N 2
( N  1) D 2   2
Formülde; N toplam işletme sayısını, n; örneğe seçilecek işletme sayısını, ϭ varyansı ve
D hata payını göstermektedir. Formülde %90 güven aralığı ve %10 hata payına göre
elde edilen 210 işletme ile anket çalışması yapılmıştır. Anketlerin ilçelere ve ürünlere
göre dağılımı Çizelge 3’de verilmiştir.
210
Samsun İli Sebze Ve Meyve Üreticilerinin İyi Tarım Uygulamalarına (İTU) Yaklaşımı
Mehmet AYDOĞAN¹ Necla TOPÇU²
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Çizelge 3: Anketlerin ilçelere ve ürün gruplarına göre dağılımı
İlçe
Bafra
Bafra
Bafra
Çarşamba
Çarşamba
Toplam
Ürün grubu
Çeltik
Beyazbaş Lahana
Karpuz
Şeftali
Elma
İTU anket sayısı
47
18
16
14
10
105
Konvansiyonel anket sayısı
47
18
16
14
10
105
Araştırmada kullanılan veriler üreticilerden anket yoluyla elde edilmiştir. Araştırmada
üretim dönemi olarak 2012 yılı hasat dönemi esas alınmıştır. Araştırma değişkenlerinin
test edilmesi ve yorumlanmasında basit istatistiki metotlardan, t testi ve ki-kare test
istatistiklerinden yararlanılmıştır.
4. Araştırma Bulguları ve Tartışma
4.1. Üreticilerin bazı sosyoekonomik özelliklerinin karşılaştırılması
Araştırma bölgesindeki İTU tekniklerine göre tarım yapan üreticiler ile konvansiyonel
olarak üretim yapan üreticilerin sosyal ve ekonomik özelliklerinin belirlenmesi; çiftçiler
arasındaki yaş, eğitim, arazi büyüklüğü, aile büyüklüğü gibi değişkenlerin üretim
biçimini etkileyip etkilemediğini belirlemek açısından önemlidir.
Araştırma bölgesindeki üreticilerin bazı sosyoekonomik özellikleri Çizelge 4’te
verilmiştir. Üreticilerin yaşı, karar almada ve bilgi yayılımının açıklanmasında bazen
önemli bir kişisel özellik olarak karşımıza çıkmaktadır. Zhou (2010), yaşlı çiftçilerin
tarımsal deneyimlerinin daha fazla olduğunu ve teknolojik bilgiye daha kolay
ulaşabildiklerini saptamıştır. Araştırma bölgesindeki İTU kapsamında üretim yapan
tarım işletmelerinin sahiplerinin aynı bölgedeki konvansiyonel tarım yapan işletme
sahiplerinin yaş ortalamaları arasında istatistiki açıdan bir farklılık tespit edilememiştir
(p>0,05). Diğer bir ifade ile yaş faktörü İTU uygulamalarını benimsemede etkili bir
faktör olmadığı söylenebilir.
Deneyim; bireyin daha önceden doğrudan katılmış olduğu olay ve aktiviteler sonucu
elde ettiği bilgi ve becerilerin toplamı olarak tanımlanabilir. Kırsal toplumlarda
üreticiler herhangi bir karar verme sürecinde geçmiş deneyimlerinden
yararlanmaktadırlar. Bu araştırmada tarımsal deneyim, üreticinin üretim kararlarını
kendisinin verdiği yıllar toplamını ifade etmektedir. Araştırma bölgesindeki İTU
kapsamında üretim yapan üreticilerin tarımsal deneyimleri ile konvansiyonel olarak
üretim yapan işletme sahiplerinin tarımsal deneyimleri arasında istatistiki olarak fark
tespit edilememiştir (p>0,05). Başka bir ifade ile tarımsal deneyim üretim yöntemini
seçmede etkili bir faktör olmadığı söylenebilir.
Çizelge 4: Üretim yöntemlerine göre üreticilerin bazı sosyoekonomik göstergeleri
Sosyoekonomik özellikler
İşletme sahibinin yaşı (yıl)
Hane halkı genişliği
İşletme sahibinin tarımsal deneyimi (yıl)
Toplam arazi miktarı (da)
Toplam BH sayısı (adet)
Üretim yöntemi
ITU
Konvansiyonel
ITU
Konvansiyonel
ITU
Konvansiyonel
ITU
Konvansiyonel
ITU
Konvansiyonel
Samsun İli Sebze Ve Meyve Üreticilerinin İyi Tarım Uygulamalarına (İTU) Yaklaşımı
Mehmet AYDOĞAN¹ Necla TOPÇU²
Sayı
105
105
105
105
105
105
105
105
105
105
Ortalama
48
50
7
5
34
31
91,8
36
13
6
T testi (p)
0,703
0,010*
0,767
0,000*
0,002*
211
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Ülkemizdeki tarımsal faaliyetler, mekanizasyonun yeterli kullanılmaması nedeniyle
emek yoğun olarak gerçekleştirilmektedir. Bir işletmenin hane halkı genişliğinin büyük
olması işletmenin iş gücü bakımından dışa bağımlılığını da azaltmaktadır. Araştırma
bölgesindeki İTU kapsamında üretim yapan tarım işletmelerinin hane halkı genişlikleri
konvansiyonel olarak üretim yapan işletmelerin hane halkı genişliklerinden daha
büyüktür (p<0,05). Diğer bir ifade ile hane halkı genişliği büyük olan tarım işletmeleri
yenilikleri benimseme ve uygulama konusunda konvansiyonellere göre daha avantajlı
durumdadır. Padel (2008), Olhan (1997), Demiryürek (2010) ve Aydoğan (2012),
yaptıkları çalışmalarda; organik tarım yapan işletmelerinin hane halkı büyüklüğünün
konvansiyonel tarım yapan işletmelerin hane halkı büyüklüğünden fazla olduğunu
ortaya koymuşlardır. Sonuç olarak, hane halkı genişliğinin üretim yöntemini
belirlemede etkili olduğu söylenebilir.
Çizelge 4 incelendiğinde İTU kapsamında üretim yapan tarım işletmelerinin ortalama
arazi büyüklükleri ve sahip oldukları hayvan sayıları bakımından farklılık olduğu
görülmektedir. Araştırma bölgesindeki İTU kapsamında üretim yapan işletmelerin arazi
büyüklükleri konvansiyonel üretim yapanların arazi büyüklüklerinin iki katından daha
fazla olduğu görülmektedir. Araştırma alanı için arazi genişliği ve sahip olunan hayvan
sayısı arttıkça üreticilerin üretim sistemlerini de daha kolay değiştirebildikleri
görülmektedir. Eş deyişle, sahip olunan arazi miktarı ve hayvan sayısı üretim yöntemini
seçmede etkili bir faktördür (p<0,05).
Genel olarak eğitimin, sosyal refah ve büyüme ile ilişkili olduğu varsayılmaktadır.
Eğitim, ekonomik kalkınmanın temeli olarak görülmektedir. Ekonomik kalkınmasını
tamamlamış ve gelir düzeyi yüksek ülkelerin insanlarının eğitim seviyelerinin de
yüksek olduğu görülmektedir. Jacobson ve ark. (2003), organik ve konvansiyonel tarım
yapan çiftçilerin sosyal yapılarını, araştırdıkları çalışmasında, konvansiyonel üreticilerin
eğitim düzeylerinin organik üreticilere oranla düşük olduğunu saptamışlardır. Düşük
eğitim ve gelir seviyesindeki çiftçiler zararlı böceklerin hasara neden olduğu ve bunu
gidermek için çok fazla miktarda bitki koruma ilacı harcaması yaptıklarını belirtmiştir.
Serin ve ark.(2009), yaygın eğitim ile çiftçilerin eğitilmesinin üreticilerin gelirleri
üzerine etkisini araştırdıkları çalışmalarında, eğitimin gelir üzerinde etkisi olduğunu ve
eğitim değişkenindeki bir birimlik artışın çiftçilerin gelirlerinde 0,24 birim artışa neden
olduğunu tespit etmişlerdir. Zhou ve ark.(2010), çiftçilerin gübre kullanımındaki
kararlarını etkileyen faktörleri belirledikleri çalışmalarında, yüksek eğitim seviyesine
sahip olmanın, aşırı gübre kullanımını önemli ölçüde düşüren bir faktör olduğunu ve
istatistiki açıdan bunun önemli olduğunu tespit etmişlerdir. Benzer şekilde, eğitim
çiftçilerin; tarımsal girdilerin nasıl kullanılacağı konusunda bilgiye ulaşmasını
kolaylaştırmaktadır. Bu sebeple, eğitimin tarımsal karar almada etkili olması
beklenmektedir. Araştırma bölgesindeki üreticilerin eğitim düzeyleri üç kategoride ele
alınarak aralarında anlamlı bir ilişki olup olmadığı ki-kare testi ile incelenmiştir
(Çizelge 5). İTU kapsamında üretim yapan üreticilerin eğitim düzeyleri konvansiyonel
üretim yapan çiftçilere göre daha yüksek olduğu tespit edilmiştir (χ2=9,233; p<0,05). Eş
deyişle, üreticilerin eğitim düzeyleri üretim yöntemini seçmede etkili bir faktör olarak
değerlendirilebilir.
Çizelge 5: Üretim yöntemlerine göre üreticilerin eğitim düzeyleri
Eğitim düzeyi
İlkokul ve okuryazar
Ortaokul
Lise ve üstü
Toplam
212
ITU
56
14
35
105
Üretim yöntemi
Konvansiyonel
75
14
16
105
Samsun İli Sebze Ve Meyve Üreticilerinin İyi Tarım Uygulamalarına (İTU) Yaklaşımı
Mehmet AYDOĞAN¹ Necla TOPÇU²
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Tarım Dışı Gelir (TDG), işletmelerin arazilerinin bir kısmını kiraya vermeleri ile aile
fertlerinin bir kısmının tarım dışı çeşitli hizmetlerde çalışmaları sonucunda elde ettikleri
gelirden meydana gelmektedir (Erkuş ve ark., 1995). Araştırma kapsamındaki
üreticilere tarım dışı başka bir gelirlerinin olup olmadığı sorulmuş ve farklılık ki-kare
analizi ile test edilmiştir. İTU kapsamında üretim yapan işletmelerin %51,4’ü,
konvansiyonel üretim yapan işletmelerin ise %35,2’inin tarım dışı geliri olduğu tespit
edilmiştir (Çizelge 6). Eş deyişle tarım dışı gelir kaynaklarının varlığı üretim yöntemini
seçmede etkili bir faktördür denilebilir (χ2=5,147; p<0,05).
Çizelge 6: Üretim yöntemine göre üreticilerin tarım dışı gelir kaynakları
Üretim yöntemi
Tarım dışı gelir kaynakları
Tarım dışı geliri yok
Ücretli çalışanlar
Esnaf
Serbest meslek
Toplam
ITU
Sayı
51
32
15
7
105
Konvansiyonel
Sayı
68
23
9
5
105
%
48,6
30,5
14,3
6,7
100
%
64,8
21,9
8,6
4,8
100
Tarım sigortaları, tarımsal üretimde aynı risklerle karşı karşıya bulunan üreticilerin
ödeyecekleri primlerle oluşturulacak olan fon aracılığıyla zarara uğrayan üreticilerin
zararlarını tazmin etme amacına yönelik olarak oluşturulmuş özel bir sigorta uygulama
şeklidir. Tarım sigortası ile üreticilerin uğrayacakları gelir kayıpları sigorta sistemine
transfer edilerek bu kaybın önlenmesi hedeflenmiştir. Araştırma alanındaki incelenen
işletmelerin tarım sigortası yaptırma durumları Çizelge 7’de verilmiştir.
Çizelge 7: Üretim yöntemine göre işletmelerin sigorta yaptırma durumları
Üretim yöntemi
Tarım sigortası yaptırma durumu
Yaptıranlar
Yaptırmayanlar
Toplam
ITU
Sayı
75
30
105
%
71,4
28,6
100
Konvansiyonel
Sayı
%
29
27,6
76
72,4
105
100
Araştırma bölgesindeki İTU kapsamında üretim yapan tarım işletmelerinin %71,4’ü,
konvansiyonel üretim yapan işletmelerin ise %27,6’sı tarım sigortası yaptırmaktadır.
Tarım sigortası yaptırma ile üretim türü arasında istatistiki açıdan farklılık vardır
denilebilir (χ2=38,25; p<0,05).
Örgütlenme; işbirliği, disiplin ve sorunları birlikte göğüsleme istek ve azmine sahip bir
grup kişinin belirlenmiş bir hedefe ulaşmak için gerekli düzenlemeleri yapmak amacı ile
belli kurallar çerçevesinde bir araya gelmeleri ile meydana getirilen bir sistemdir
(Eraktan, 2001). Başka bir tanıma göre ise çiftçi örgütü; çiftçilerin çıkarları
doğrultusunda faaliyet göstermek üzere, çiftçiler tarafından kurulan ve çiftçiler
tarafından yönetilen örgütler olarak tanımlanmaktadır (Gül ve Köksal, 2004). Kırsal
alanda yaşayan ve tarımsal üretim faaliyetinde bulunan üreticilerin; var olan üretim
kaynaklarını daha etkin kullanabilmeleri, tarımsal girdileri uygun koşullarda temin
edebilmeleri, modern tarım teknolojilerini uygulayabilmeleri, ürünlerini en iyi şekilde
değerlendirerek pazarlayabilmeleri ve kamu hizmetlerinden daha etkin
yararlanabilmeleri yeterince örgütlenmeleri ile mümkündür (Karlı, 2001).
Araştırma bölgesindeki çiftçi örgütleri incelendiğinde çiftçi örgütü olarak Ziraat Odası,
Tarım Kredi Kooperatifi, Köy Kalkınma Kooperatifleri, Sulama Kooperatifi ve
Birlikleri, Sebze Üreticileri Birliği ve Çeltik Üreticileri Birliğinin olduğu tespit
edilmiştir. Araştırma bölgesindeki üreticilerin üye oldukları tarımsal örgütler
incelenmiştir (Çizelge 8).
Samsun İli Sebze Ve Meyve Üreticilerinin İyi Tarım Uygulamalarına (İTU) Yaklaşımı
Mehmet AYDOĞAN¹ Necla TOPÇU²
213
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Çizelge 8: Üretim türlerine göre üye olunan tarımsal örgüt sayıları
Üretim türü
Üye olunan örgüt sayısı
0
1
2
3
4
5
Toplam
ITU
Sayı
0
5
41
40
18
1
105
%
0,0
4,8
39,0
38,1
17,1
1,0
100
Konvansiyonel
Sayı
%
11
10,5
26
24,8
28
26,7
32
30,5
5
4,8
3
2,9
105
100
Araştırma bölgesindeki İTU kapsamında üretim yapan işletmelerin %95,2’si iki ve üzeri
bir tarımsal üretici örgütüne üye iken konvansiyonel üreticilerin %64,8’inin iki ve üzeri
tarımsal üretici örgütüne üye oldukları tespit edilmiştir. İTU kapsamında üretim yapan
işletmelerin örgütlenme oranlarının yüksek olması; İTU tekniğinin kayıtlı bir üretim
şekli olmasından kaynaklanabilir. Özellikle araştırma bölgesindeki İTU kapsamında
üretim yapan üreticilerin sertifika belgeleri gibi prosedürleri bağlı oldukları Üretici
Birlikleri kanalı ile temin etmeleri ve genelinin sözleşmeli tarım yapması ile
açıklanabilir.
4.2. Üreticilerin bilgi kaynakları ve yenilikçilik durumları
Tarımsal üreticilerin bilgi kaynaklarının tespit edilmesi, üreticilerin üretim aşamalarında
ve pazarlama kanallarında kullandıkları yöntemlerin ortaya çıkartılmasında önem
kazanmaktadır. Diğer bir ifade ile üreticiler hangi tür bilgiyi hangi bilgi kaynağından ve
nasıl elde ettiklerinin belirlenmesi üretimde bilimsel bilginin mi yoksa geleneksel
bilginin mi kullanıldığı sorusunu cevaplaması açısından önem kazanmaktadır.
Araştırma bölgesinde üreticilerin bilgi kaynakları olarak medya bilgi kaynakları,
informal bilgi kaynakları ve formal bilgi kaynakları olarak üç kategoride incelenmiştir.
İyi Tarım Uygulamaları kapsamında üretim yapan üreticilerin %52,4’ü bilgi kaynağı
olarak yazılı ve görsel basını kullanırken, konvansiyonel üretim yapan üreticilerin
%66,7’si medya kaynaklarını bilgi kaynağı olarak kullanmaktadır. Yapılan ki-kare
analizine göre bu farklılık istatistiki açıdan önemli bulunmuştur (χ2=5,10; p=0,017).
Üreticilerin bilgi kaynakları informal ve formal bilgi kaynakları olarak da incelenmiştir.
Üreticilerin atalarından öğrendikleri bilgiler, aynı yerleşim alanındaki diğer üreticiler,
akrabalar ve önder çiftçiler informal bilgi kaynakları olarak değerlendirilmiştir. İTU
kapsamında üretim yapan üreticilerin %56,2’i informal bilgi kaynaklarından
yararlanırken; konvansiyonel üretim yapan üreticilerin %40’ı informal bilgi
kaynaklarını kullanmaktadır ve bu farklılık istatistiki açıdan önemlidir (χ2=6,138;
p=0,010). GTHB il ve ilçe müdürlüklerinin yayım servisleri, kitap ve dergi gibi bilimsel
yayınlar, sertifikasyon kuruluşunun bilgilendirme toplantıları ve üretici birlikleri
tarafından sağlanan her türlü bilgilendirme dokümanı formal bilgi kaynağı olarak kabul
edilmiştir. Yapılan incelemede İTU kapsamında üretim yapan üreticilerin %66,7’si
formal bilgi kaynaklarına, konvansiyonel üreticilerin ise %37,1’i bilgi kaynağı olarak
formal bilgi kaynaklarına başvurdukları tespit edilmiştir. Her iki üretim grubunun bilgi
kaynakları birlikte değerlendirildiğinde, İTU kapsamında üretim yapan üreticilerin bilgi
kaynağı olarak formal kaynaklardan; konvansiyonel üreticilerin ise informal bilgi
kaynaklarından yararlandığı söylenebilir. Benzer şekilde İTU kapsamında üretim yapan
çiftçilerin bilgi kaynağı çeşitliliği daha fazladır denilebilir. Bilgi kaynakları kullanma
düzeyi üzerinde eğitim seviyesi, yapılan uygulamalı eğitimler, yayım servislerinin
çalışmaları ve örgütlenmenin etkili olduğu sonucu çıkartılabilir.
214
Samsun İli Sebze Ve Meyve Üreticilerinin İyi Tarım Uygulamalarına (İTU) Yaklaşımı
Mehmet AYDOĞAN¹ Necla TOPÇU²
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
İleriye dönük yapılacak plan ve programlar için hedef kitlenin tutumunun ne olduğunu
bilmek doğru sonuca gitme açısından son derece önemlidir. Bu nedenle, araştırma
bölgesindeki üreticilerin üretim yöntemleri ile ilgili geliştirilen yeni yöntemler, üretim
biçimleri ve pazarlama tekniklerine karşı tutumlarını incelemek için yeniliklere bakış
açıları sorgulanmıştır (Çizelge 9). Kendileri ile ilgili bir yenilik karşısında, İTU
kapsamında üretim yapan tarım işletmelerinin %50,5’inin hemen deneyeceğini,
%41,9’unun ise çevrelerindeki diğer üreticilerin tutumlarına göre karar vereceklerini
ifade etmişlerdir. Bu durum konvansiyonel üretim yapan tarım işletmeleri için
değerlendirildiğinde; %23,8’inin hemen deneyeceğini, %62,9’unun ise çevrelerindeki
diğer üreticilerin tutumlarına göre karar verecekleri şeklindedir. Diğer bir ifade ile
üreticilerin yeniliklere karşı tutumları arasında istatistiki açıdan farklılıklar vardır
(χ2=14,803; p=0,001).
Çizelge 9: Üretim yöntemlerine göre üreticilerin yeniliklere karşı tutumu
Yeniliklere karşı tutum
Hemen denemeye karar veririm
Köydeki diğer üreticilerin kabul etmesini beklerim
Herkes kabul ettikten sonra en son ben kabul ederim
Toplam
ITU
Sayı
53
44
8
105
Üretim yöntemi
Konvansiyonel
%
Sayı
%
50,5
25
23,8
41,9
66
62,9
7,6
14
13,3
100
105
100
4.3. İyi Tarım Uygulamaları (İTU) ile üretim yapma nedenleri
Araştırma kapsamında iyi tarım uygulamaları kapsamında üretim yapan üreticilerin
hangi amaçla bu sistemi seçtikleri araştırılmıştır. Buradaki amaç, üreticiyi İTU üretim
sistemine yönelten olumlu faktörlerin tespit edilerek, bu faktörlerin diğer yayım
programlarında öncelikle yer almasına vurgu yapmaktır. Araştırma kapsamında
görüşülen İTU kapsamında üretim yapan tarım işletmelerinin İTU sistemini seçme
nedenleri Çizelge 10’da verilmiştir.
Çizelge 10: İTU kapsamında üretim yapmada etkili olan faktörler
Neden ITU ile üretim yapıyorsunuz?
Çevreye duyarlı bir üretim sistemi olduğu için
Ürün kaliteli ve sağlıklı oluyor
Destekleme ödemesi alabilmek için
Üretimin her aşamasında denetlendiği için
Daha fazla ürün elde ediyorum
İş güvenliği açısından
Diğer
Toplam
%
34,7
23,6
22,7
6,2
5,8
3,6
3,4
100
Araştırma kapsamındaki üreticilerin çevre duyarlılıklarının ve sağlıklı ürün yetiştirme
istekliliklerinin yüksek olduğu söylenebilir (%64,5). ITU’nun benimsenmesinde diğer
önemli faktörler ise sırasıyla destekleme ödemesi alabilmek, daha fazla ürün elde
edebilme ve iş güvenliği sayılabilir.
4.4. İTU kapsamında üretim yapmamada etkili olan faktörler
Araştırma bölgesindeki konvansiyonel üretim yapan tarım işletmelerinin hangi
sebeplerden dolayı İTU sistemini benimsemedikleri ve bu sistem kapsamında üretim
yapmadıkları araştırılarak Çizelge 11’de sunulmuştur.
Samsun İli Sebze Ve Meyve Üreticilerinin İyi Tarım Uygulamalarına (İTU) Yaklaşımı
Mehmet AYDOĞAN¹ Necla TOPÇU²
215
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Çizelge 11: ITU kapsamında üretim yapmama nedenleri
Neden İTU standartlarına uygun üretim yapmıyorsunuz?
ITU’nun gerekli olduğuna inanmadığım için
Konu hakkında bilgim yok
İTU kapsamında üretim yapmanın maliyeti fazla
ÇKS kaydı yok
Konvansiyonel tarımdan daha fazla ürün elde ediyorum
Yetersiz arazi
Parçalı arazi
Toplam
%
25
20
15
14,4
13,3
8,9
3,4
100
İTU kapsamında üretim yapmama nedenleri 3 kategoride incelenebilir. i) Uygulamaya
karşı geliştirilen olumsuz tutum ve yeterli bilgi sahibi olmama, ii) Ekonomik nedenler
ve iii) yeterli üretim faktörlerine sahip olamama. Bu ayrım İTU sisteminin
yaygınlaştırılması kapsamında yapılacak yayım çalışmalarının planlanması açısından
önem kazanmaktadır. Araştırma alanındaki konvansiyonel üreticilerin %25’i İTU’nun
gerekli bir üretim sistemi olmadığına, konvansiyonel üretimden farklı bir sistem
olmadığına inanmaktadırlar. Üreticilerin %20’sinin konu hakkında bilgisi olmadığı
tespit edilmiştir. Bu gruptaki üreticilerin İTU konusunda eğitime ihtiyaçları olduğunu
ortaya çıkartmaktadır. İkinci grupta yer alan üreticilerin %15’i İTU kapsamında üretim
yapmanın daha maliyetli olması, %13,3’ü ise konvansiyonel üretimde daha fazla ürün
elde ettiğini ifade etmişlerdir. İTU kapsamında üretilen ürünlerin fiyatları ile
konvansiyonel ürünlerin satış fiyatları arasında farklılık olmaması, İTU ürünleri için bir
pazar yapısının oluşmaması bu düşüncenin ortaya çıkmasındaki en büyük faktörlerdir.
Üçüncü grupta yer alan üreticilerin oranı ise %26,7 civarındadır. İTU kapsamında
üretim yapabilmek için ÇKS kaydı aranmaktadır. Mevcut arazilerin tapu intikallerinin
yapılmamış olması, arazilerin ekonomik öneme haiz olmaması ve parçalı olması bu
gruptaki en büyük sorunlar olduğu söylenebilir.
4.4. İyi Tarım Uygulamalarına ilişkin beklentiler
Araştırma kapsamındaki üreticilerin iyi tarım uygulamalarının gelecek yıllardaki
beklentileri, bu tarım sisteminin sürdürülebilirliği açısından önem taşımaktadır.
Günümüzün temel problemi olan aşırı girdi kullanımı ve kontrolsüz üretim bu tür
yenilikçi uygulamalarla ortadan kaldırılabilecek, üreticilerin bilinç düzeyleri
artırılabilecek ve sürdürülebilir bir tarımsal üretime geçilebilecektir. Araştırma
bölgesinde yaptığımız çalışmalarda İTU kapsamında üretim yapan üreticilerin belli bir
seviyede bilinç düzeylerinin yükseldiği gözlemlenmiştir. İTU kapsamında üretim yapan
üreticilerin %63,5’inin bu üretim yönetimini seçmesi ile geçmiş yıllara göre kimyasal
gübre kullanım miktarlarının azaldığını ortaya koymuştur. Aynı şekilde, İTU’den sonra
üreticilerin %44’ü kullanılan ilaç miktarının azaldığını ifade etmişlerdir. İyi tarım
uygulamalarının toprak kalitesine olumlu bir etki yaptığını ifade edenlerin oranı
%88,6’dir. Aşırı gübre kullanımının ve gereğinden fazla kimyasal ilaç kullanımının
azalması ile su kaynaklarının kirlenmesinin önlendiğini ifade eden üreticilerin oranı ise
%97,5’tir. Bununla birlikte, İTU kapsamında üretim yapma üreticiler, ürünlerde kalıntı
olmaması (%84,6) ve yetiştirilen ürünlere güven duygusu ve prestij sağlaması nedeniyle
tercih edildiklerini ifade etmektedirler.
İTU kapsamında üretim yapan üreticiler bu tarım sisteminde üretimlerini devam
ettirebilmeleri ve bu sistemin daha fazla üretici tarafından benimsenmesi için
destekleme miktarlarının arttırılması, eğitim ve yayım çalışmalarının artırılması, İTU
ürünlerine özel pazar oluşturulması gerektiğini ifade etmektedirler.
216
Samsun İli Sebze Ve Meyve Üreticilerinin İyi Tarım Uygulamalarına (İTU) Yaklaşımı
Mehmet AYDOĞAN¹ Necla TOPÇU²
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
5. Sonuç
İyi Tarım Uygulamaları (İTU), tarımsal ürünlerin tarladan sofraya kadar ki süreçte kayıt
altına alınması, denetlenmesi ve kontrol edilmesini takip eden bir kalite kontrol
sistemidir. Günümüz dünyasında özellikle gelişmiş ülkelerde gelir arttıkça tüketicilerin
zevk ve tercihleri de değişmektedir. Artık tüketiciler aldıkları tarım ve gıda ürünlerinin
nasıl yetiştirildiğini, güvenilir olup olmadığını ve sürdürülebilir tarım esasları
çerçevesinde yetiştirilmiş olmasını sorgulamaktadırlar. Bu durum tüketicilere bu
güvenceyi verecek sertifikasyon kuruluşlarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu tür
kuruluşlar belli kurallar çerçevesinde üretilen ve sertifika almaya hak kazanan ürünlerin
güvenilir olduğunu gösteren belgeler vermektedirler. Dolayısı ile bu tür sertifikalı
ürünler diğer ürünlere göre önemli avantajlar sağlamaktadırlar.
Bir tarım ülkesi olan Türkiye, yıllık ihracatının önemli bir bölümünü tarımsal ve gıda
ürünleri oluşturmaktadır. En fazla ihracat yaptığımız ülkelerin başında AB ülkeleri
gelmektedir. AB ülkeleri ise diğer ülkelerden ithal ettikleri tarım ve gıda ürünlerinde
GlobalGAP sertifikası aramaktadırlar. Bu sebeple iyi tarım uygulamaları ülkemiz için
önemli bir üretim sistemi olarak düşünülmelidir. Ülke içerisinde İTU standartlarında
üretim yapan tarım işletmelerinin sayısının artırılması ile önemli ihracat rakamlarına
ulaşmak mümkün olabilecektir.
Samsun ilindeki İTU ile üretim yapan tarım işletmelerinin sayısı yıllara göre artmakla
birlikte hala çözülemeyen sorunları da bulunmaktadır. Bu sorunların başında İTU
sertifikalı ürünler için bir pazar oluşturulamaması ve konvansiyonel ürünler ile satış
fiyatı arasında farklılık olmaması gösterilebilir. Dünya genelinde yapılan birçok
çalışmada İTU ile üretim yapmanın maliyetlerinin konvansiyonel üretime göre daha
maliyetli olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bu sebeple İTU kapsamında üretimde sözleşmeli
üretim modeli teşvik edilmeli, üreticilerin tarımsal üretici birliklerine katılımlarının
artırılması için teşvik edilmeleri önerilebilir. Sözleşmeli üretimde üretici birliği aracılığı
ile kurumsal bir yapı kazandırılabilir.
İyi tarım uygulamalarının yayılmasının artırılması için üreticilere yerinde uygulamalarla
eğitimler verilmeli, konusunda uzman teknik personelin sözleşmeli tarımsal
danışmanlık kapsamında üreticilere yayım hizmetini sağlanmalıdır.
6. Kaynaklar
Akdamar, M. 2004. Dünyada İyi Tarım Uygulamaları ve Gerekçeleri. Türk Tarım
Dergisi, 157: 38-39.
Anonim, 2014. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Samsun İl Müdürlüğü
İstatistikleri. http://samsun.tarim.gov.tr [26.09.2014]
Aydoğan, M., 2012. Samsun İlinde Organik ve Konvansiyonel Fındık Yetiştiricilerinin
Gübre Kullanımı Konusundaki Bilgi Kaynaklarının SNA ile Karşılaştırılması.
TEPGE YAYIN NO: 207, ISBN: 978-605-4672-06-6.
Demiryürek, K., 2010. Organik tarımın Dünya ve Türkiye’deki durumu. Türkiye IX.
Tarım Ekonomisi Kongresi, Poster, Şanlıurfa.
Eraktan, G., 2001. Tarım Politikası Temelleri ve Türkiye’de Tarımsal Destekleme
Politikası. Uzel Yayınları, İstanbul.
Samsun İli Sebze Ve Meyve Üreticilerinin İyi Tarım Uygulamalarına (İTU) Yaklaşımı
Mehmet AYDOĞAN¹ Necla TOPÇU²
217
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Erkuş, A., Bülbül, M., Kıral, T., Açıl, A.F., Demirci, R., 1995. Tarım Ekonomisi.
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Eğitim ve Geliştirme Vakfı Yayınları
No:5, 298s, Ankara.
FAO, 2002. Good Agricultural Practices. [http://www.fao.org/ag/magazine/GAP-V2June02.pdf, 24.09.2014].
Galdos, A.E.B.L., 2004. Implementation of EUREPGAP Standards in the Agro –
Export Sector of Peru: A Case Study. Master thesis, Institute of Agricultural
Economics, University of Göttingen.
GTHB, 2014a. İyi Tarım Uygulamaları İstatistikleri, ITU Değişim Oranları.
http://www.tarim.gov.tr/Konular/Bitkisel-Uretim/Iyi-TarimUygulamalari/Istatistikler [25.09.2014]
GTHB, 2014b. İyi Tarım Uygulamaları İstatistikleri, En Fazla Üretimi Yapılan Ürünler.
http://www.tarim.gov.tr/Konular/Bitkisel-Uretim/Iyi-TarimUygulamalari/Istatistikler [25.09.2014]
Gül, U. ve Köksal, Ö., 2004. Çiftçi örgütlerinde yayım eğitimi., TEAE-Bakış Dergisi,
Sayı 5 Nüsha 4 Nisan.
Jacobson, S. ve ark., 2003. Assessment of farmer attitudes and behavioral ıntentions
toward bird conservation on organic and conventional florida farms.
Conservation Biology, sf. 595–606 Volume 17, No. 2, Nisan.
Karlı, B., 2001. Kooperatifçilik ve diğer örgütlenme modellerine ilişkin genel çerçeve.
GAP Bölgesi Kırsal Kalkınmasında Kooperatifçilik ve Diğer Örgütlenme
Modelleri (Atölye Çalışması 26-27 Aralık 2001), GAP-BKİ Türkiye
Kooperatifleri, s.12, Ankara.
Olhan, E., 1997. Türkiye’de bitkisel üretimde girdi kullanımının yarattığı çevre
sorunları ve organik tarım: Manisa Örneği, Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri
Enstitüsü, Doktora Tezi (Basılmamış), Ankara, 190 s.
Padel, S., 2008. Values of organic producers converting at different times: results of a
focus group study in five European countries. Int. J. Agricultural Resources,
Governance and Ecology, Vol. 7, Nos. ½, pp.63-67.
Resmi Gazete, 2010. İyi Tarım Uygulamaları Hakkında Yönetmelik. 07.12.2010 tarih
ve 27778 sayılı Resmi Gazete.
Serin, V., 2009. Effects of Formal Education and Training on Farmers Income.
European Journal of Social Sciences – Volume 7, Number 3 (2009) .
Zhou, Y., 2010. Factors affecting farmers decisions on fertilizer use: A case study for
the Chaobai watershed in Northern China. The Journal of Sustainable
Development Vol. 4, Iss. 1 (2010), Pp. 80–102. Switzerland.
218
Samsun İli Sebze Ve Meyve Üreticilerinin İyi Tarım Uygulamalarına (İTU) Yaklaşımı
Mehmet AYDOĞAN¹ Necla TOPÇU²
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Yerel Tohum Çeşitliliğimizi Koruma Çalışmalarında TOHUM
TAKAS ŞENLİKLERİ ve TOHUM ÜRETİM TEKNİĞİ İlişkilerinin
Değerlendirilmesi
Hasan Çetin Özbayram
EKODER - Ekolojik Yaşam Derneği
TOHUM; Bitkilerde döllenme sonrası oluşan tohum taslaklarının meydana gelmesiyle
oluşan yapıdır. Bitkilerin tohumları, embriyoları vasıtasıyla binlerce yıl öncesindeki
bilgileri günümüze aktarır.
Çiçeklenme döneminde oluşan erkek organlar ve onların ürettiği polenlerin dişi organı
döllemesiyle, tohum taslağında bulunan embriyo kesesi tohum haline dönüşür.
Domates, biber, patlıcan gibi sebzelerin çiçeklerinde hem erkek hem dişi organ birlikte
vardır ve kendi kendini dölleyebilir. Kabak, karpuz, hıyar gibi sebzelerin erkek ve dişi
çiçekleri aynı bitkide farklı yerlerdedir. Gerek bu bitkiler, gerekse erkek ve dişi çiçeği
ayrı bitkilerde olanlarda döllenme, rüzgar ve böceklerle olur. Döllenme olayında arıların
rolü küçümsenemez, zira tükettiğimiz meyve ve sebzelerin 1/3 ü arılar sayesindedir.
292 milyon yıl önce Paleozoik zamanın son dönemindeki aşırı soğuma sürecinde bazı
bitkiler ortama uyum sağlarken, üremede yeni bir gelişme göstererek tohum
oluşturdular.100 milyon yıl önce tropikal bölgelerde soğuktan etkilenmeyip hayatta
kalanlardan ilk kapalı tohumlular yani çiçekli bitkiler oluşup yaygınlaşmaya başladı.
Ağaçlardan otlara, buğdaya bugün bilinen 270.000 çiçekli bitki türü vardır. Günümüze
ulaşan tüm bitkiler, tohumlarında geçmişin genetik bilgilerini taşır. Bilinen en eski tarım
10.000 yıl önce uygulanmaya başlamıştır.
Tarıma başlayan insanlar gözlemlerle, çeşitli bitkisel ürünlerinin erkenci, hastalığa
dayanıklı, iklime uygun, lezzetli, büyük ve verimli olanlarından tohum alarak günümüze
ulaştırmışlardır. Bu süreç içinde pazarlarda, panayırlarda, çeşitli kültürel alışverişlerinde
de ürünlerinin bilgilerini ve tohumlarını da paylaşmışlar, takas etmişler,
çeşitlendirmişlerdir. En iyilerin devamı sağlanmış, uyum sağlayamayanlar elenmiştir.
Bir ürünün ekildiği tarlada ertesi yılın ekiminde kullanılacak tohumlukta aynı zamanda
ayrılarak saklanmış, köy sınırları içindeki tarlalarda yüzlerce yıldır üretilen çeşitler,
kendi izolasyon sınırları içinde yerel olarak korunarak, özellikleri değişmeden
kalabilmiştir. Günümüzde yerel tohum çeşitlerinin daha çok olduğu bölgeler, yerelde
üretip, tüketen büyük tarım alanlarına uzak izoleli köylerde kalmış olduğu
bilinmektedir.
Gregor Johann Mendel 1850 li yıllarda bezelyelerle yaptığı çalışmalarda kalıtım
kanunlarını bulmuştur. XX. Yüzyılın ikinci yarısında Yeşil Devrim adıyla tarımda yeni
bir dönem başlatılmış ve bu süreçte verim arttırma çalışmaları özellikle tohumlar
üzerinde de yoğunlaştırılarak “Hibrit Tohum”, son 20 yılda da “GDO lu Tohum”
kavramlarıyla tanışılmıştır.
Meslek harici kişiler için bazı kavramlara açıklık getirelim;
Doğal Tohum nedir?
"Yerli","Yerel","Atalık","Evladiyelik" ya da "Miras Tohumlar" olarak adlandırılan bu
tohumlar her sene aynı bitki ve meyveyi veren durulmuş standart çeşitlerdir. En önemli
özellikleri bulundukları coğrafya ve iklime adapte olmuş olmaları, bölgedeki hastalık ve
Yerel Tohum Çeşitliliğimizi Koruma Çalışmalarında TOHUM TAKAS ŞENLİKLERİ ve TOHUM ÜRETİM TEKNİĞİ İlişkilerinin
Değerlendirilmesi
Hasan Çetin Özbayram
219
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
zararlılara karşı belirli bir direnç geliştirmiş olmalarıdır. Kendi coğrafyası dışında
ekildiklerinde bu özelliklerini koruyamayabilirler. Yapılan bilimsel araştırmalar bu
tohumlardan elde edilen ürünlerin besin madde içeriklerinin endüstriyel tohumlardan
çok daha fazla olduğunu göstermektedir.
Hibrit Tohum nedir?
Aynı bitki türüne ait uzak akraba konumunda olan iki doğal bitki kümesi veya
popülasyonundan (örneğin A ve B) seçilen saf hatların veya bireylerin birbirleri ile
çaprazlanması (A x B) sonucunda elde edilen ilk nesil (F1) melez tohumlara verilen
isimdir. Hibrit tohumlar seçilmiş özelliklerini daha sonraki (F2) döllerinde
göstermezler. Dolayısıyla her sene yeniden tohum satın almak gerekmektedir.
Günümüzde ticari olarak üretilen Hibrit sebzelerde hastalıklara karşı mukavemet ve
yüksek verim hedeflendiğinden, gerek tat ve aroma gerekse besin maddesi içerikleri
yerli yada doğal tohumlardan elde edilenlerden çok daha zayıftır. 50 yaş ve üzerindeki
insanların sera yada endüstriyel tarım ürünleri için "Çocukluğumdaki lezzet, aroma ve
kokuyu alamıyorum" demelerinin sebebi işte budur.
GDO' lu Tohum nedir?
Tarımsal biyoteknoloji şirketlerinin laboratuvar koşullarında, daha önce o bitkide
bulunmayan yabancı bir geni (virüs, bakteri, hayvan) hedef bitkiye aktarmalarıyla elde
ettikleri, doğada kendiliğinden bulunmayan tohumlardır. Özellikle bakteri ve virüs
kökenli genlerin hedef bitkiye aktarılmasıyla herbisitlere (yabani ot öldürücüler),
hastalıklara ve zararlılara dayanıklı GDO’lu tohumlar geliştirilmiştir. Gen aktarımı
yapılan mısır artık bildiğimiz mısır değildir. Soya ya da domates artık bildiğimiz soya
ve domates değildir, çünkü içinde yepyeni bir gen vardır ve her gen kural olarak bir
protein üretir. O güne kadar bilmediğimiz, yemediğimiz, vücudumuzun hiç alışık
olmadığı, tanımadığı bir Protein barındırmaktadır içinde. Ülkemizde henüz GDO'lu
tohumların ekimine izin verilmediği halde her yıl yüzbinlerce ton GDO'lu mısır ve soya
hayvan yemi olarak ithal edilmektedir. Tüketiciler olarak bunların ekilip ekilmediği ya
da insan gıdası olarak işlenip işlenmediği konusundaki endişelerimiz vardır.
Tarım ürünlerinin nakliye ve market raflarında dayanıklılığı, görsel çekiciliği ön plana
çıktıkça, bu özelliklere uygun tohumlar geliştirilmiştir. Bu nedenle de tohum şirketleri
karlı olan birkaç çeşide yönelmiş, aynı türün yüzlerce çeşidini gözardı ederek, birkaç
özelliği öne çıkarılmış tek kullanımlık hibritleri üretmiştir. Bunun sonucu olarak,
yüzlerce yılda oluşan geniş genetik bilgilerleriyle beraber, yerel çeşitlerimiz hızla yok
olmaya başlamıştır.
Yereldeki çok sayıda çeşidin kaybolması sonucu birkaç çeşide indirgenmiş bitkisel
üretimlerin, ortaya çıkacak yeni hastalıklara dayanıksızlığı, iklim değişiklikleri
nedeniyle değişen şartlara uyum gösterememeleri sonucu gittikçe azalarak kıtlıklara
neden olabileceği geçmiş dönemlerde yaşanmış gerçeklerdendir. Bu örneklerden en
trajik olanı,1840 lı yıllarda besinlerinin çoğunu patatesten sağlayan İrlandalıların
uğradığı felakettir. Tek tip patatesin ekildiği İrlanda’da baş gösteren mantari
hastalığa (Phytophthora infestans) maruz kalan tarlalardaki ve hatta depolardaki patates
tamamen yok olduktan sonra birkaç yıl içinde (1845-1852) baş gösteren açlıktan 1,5
milyon kişi ölmüş, 1,5 milyon kişi de İrlanda’dan göç etmek zorunda kalmıştır.
Biyolojik çeşitliliğin öneminin farkında olan ülkeler, kendi tohum bankalarını kurarak;
çok pahalı, zor ve özel koruma odalarına ihtiyaç duyulan saklama üniteleri inşa
etmişlerdir. Bunu, yerel ve ülke sınırları dışında tüm Dünya genelindeki tohumlar için
220
Yerel Tohum Çeşitliliğimizi Koruma Çalışmalarında TOHUM TAKAS ŞENLİKLERİ ve TOHUM ÜRETİM TEKNİĞİ İlişkilerinin
Değerlendirilmesi
Hasan Çetin Özbayram
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
uygulayan, çok pahalı özel bir banka da Norveç’te Svalbard adasında kurulmuştur. Bu
depoda yaklaşık 4 milyon çeşit tohum saklanmaktadır.
Türkiye’de, biri İzmir'de diğeri de Ankara'da olmak üzere 2 gen bankası mevcuttur.
İzmir Menemen’deki Ege Tarımsal Araştırma Enstitüsü 1964 yılından beri ülkemiz
genetik kaynaklarına ait tohumları saklamaktadır.
Tohumculuk Kanununun getirdikleri
5553 sayılı Tohumculuk Kanunu 2006 yılında yürürlüğe girmiş, tohum ve fide alım
satımı sertifikasyona bağlanmış, çiftçinin kendi tohumunu, fidesini satması
yasaklanmıştır. Bu yasak sonucunda yerel çeşitlerimizin hızla yok olacağı, şirket
tohumculuğunun tarımda hakimiyet kuracağı bilinmektedir. Bu değerli genetik çeşit
mirasını kaybetmek istemeyen sivil toplum kuruluşları, duyarlı çiftçiler, kırsalda ya da
şehirlerde yaşayan duyarlı bireyler, tohum saklama, tohum takası gibi etkinliklerle bir
araya gelmeye başlamışlardır. Çeşitli belediyeler, çiftçi örgütleri, STK lar da takasları
yaygınlaştırma çabasındadırlar. Biyolojik çeşitliliğinin zenginliği ve birçok tarım
ürününün anavatanı olmasıyla övündüğümüz Anadolu, artık yerel çeşitlerinin, gen
kaynaklarının yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Tohum satın almak zorunda kalmadan, yöresel iklim ve toprak yapısına uygun,
hastalıklara dayanıklı üretimlerimiz yüzyıllardır süregelmekteydi. Besin değeri yüksek,
verimlilikleri yeterli tohumluk alınarak korunmuş, kayıtları tutulmuş, kaybolmadan
yeniden keşfedilmiş tohumlarımızın hep birlikte takas şenlikleri, panayırlar, ortak
platformlarda örgütlü paylaşımı gelecekte bizi kurtaracak olan uygulamalardır.
Tohumlarımızı koruyarak, saklayarak, çoğaltarak geleceğe taşımalıyız.
Tohum şirketleri hızla birleşip, sayıca azalıp, cirolarını milyar dolarlara katlarken bizler
"Yerli","Yerel","Geleneksel" tohumlarımızın korunması için örgütler oluşturarak
büyümeli ve çoğalmalıyız.
Tohum Takas Etkinlikleri
Takaslar; köylerde yaşayan çiftçiler, kırsal alanda küçük bahçecilik yapan üreticiler,
kentlerde hobi amaçlı üretimlerde bulunanların ürettikleri tohumlarla gerçekleşmektedir.
Küçük miktarlarda paketlenmiş tohumlar; bazı uygulamalarda üretici bilgisi, ürün
çeşidi, ürün yılı belirlenmişken bazı uygulamalarda sadece ürün çeşidi ile
yetinilmektedir.
İlk tohum takas şenliği 2012 yılında, İzmir-Torbalı da yapılmıştır. Şenlik sayısı artarak
yaygınlaşmaktadır.
Tohum Takas şenliklerinin amacı; yerel tohumların safiyetlerini, çeşitliklerini korumak
ve kaybolmasını önlemektir. İthal tohum, hibrit tohum kullanmayıp, üreticilerin yerli
yerel tohum kullanmalarını da hedeflemektedir.
Şenlik havasında, üreticilerin buluştuğu, yerel tohumlarımızın kaybolmaması için
takasların yapıldığı etkinliklerin gerçek amacına ulaşabilmesi için takasa katılacak
üreticilerimizin, değişen günümüz şartlarına göre bazı yeni önlemler alması
gerekmektedir.
1. Binlerce tohum çeşidinin, fidenin çok uzak mesafelere gönderilebilmesi artık
kolaylaşmıştır. Yerel bir çeşidin yüzlerce yıldır aynı bölgede yabancı çeşitlerden uzakta
“izole” yaşadığı bilinmektedir. Fakat bu çeşit, doğal izolasyonla korunamaz duruma
gelmiştir. Bunun çözümü; çeşitlerimizin “izolasyon mesafelerine uyularak” yetiştirilip,
Yerel Tohum Çeşitliliğimizi Koruma Çalışmalarında TOHUM TAKAS ŞENLİKLERİ ve TOHUM ÜRETİM TEKNİĞİ İlişkilerinin
Değerlendirilmesi
Hasan Çetin Özbayram
221
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
tohumlarının alınmasıdır. İzolasyon mesafeleri bitki çeşidine, çiçek yapısına göre
farklılıklar göstermektedir.
BİTKİ
Domates
Kabak
Hıyar
Lahanagiller
Havuç
Buğday
Fasulye
Biber
Mısır
İzolasyon
Mesafesi (m)
50
1,000
500
1,000
1,000
10
500
300
1,000-10,000
En Az
Bitki Sayısı
20
10
10
50
30
50
25
10
200
Döllenme
Şekli
Kendine
Yabancı
Yabancı
Yabancı
Yabancı
Kendine
Kendine
Kendine
Yabancı
2. Yabancı bir çeşitle tozlaşan yerel çeşit, özellikleri değişerek sonraki yıllarda yeni bir
çeşit oluşturmakta ve yerellik özelliklerinin çoğunu yitirmektedir. Bazı hatlarda meyve,
çiçek oluşumu olamamakta, bazı hatlarda ise orijinal çeşidin tat, koku, renk, büyüklük
gibi özelliklerinin tamamı değişmektedir. Bu bilinmemezlik, mesleği ve geliri tarım
olan çiftçinin bu tohumları tercih etmesine engeldir.
3. Üretim kayıtları geriye dönük tutulmadığı için, eldeki tohumun hangi şartlarda, ne
gibi izolasyonlarda, hangi başka çeşitle çaprazlandığı ve çeşit adının ne olduğu
bilinememektedir. Sosyal medyadaki paylaşımlarda “pazardan alınan domatesin
tohumu”nun da tohum olarak paylaşıldığı görülmektedir. Takasla ilgili bir gurubun
toplam 690 kişiye 18.500 paket tohum dağıttığı ve her pakette 10 adet tohum olması
durumunda bile dolaşımdaki sayının boyutu, coğrafik alanı, çaprazlanma oranı
hesaplanabilir.
4. Tohum alma yöntemleri, tohumluk meyvenin hasat zamanı, hasat edilmiş meyvenin
tohumlarının kurutma işlemine kadar geçirmesi gereken aşamaları, kurutma süresi ve
nem oranı, saklama koşulları ve süreleriyle ilgili bilgiler eksik olduğundan, canlı ve
hastalıklı olmayan temiz tohuma ulaşmak zorlaşmaktadır. Bu süreçle ilgili bilgiler,
eksik ve yanlış olabilmektedir.
5. Tohumluk olarak çoğaltılacak yerel çeşidin bitki türlerine göre, genetik havuzun
daralmaması için en az bitki sayısına uyularak ekilmesi gereklidir. Domates, biber,
patlıcanda 20-30 olan bu sayı, mısır bitkisinde 200 olarak belirlenmiştir. Bir saksıda 1-2
bitkiden alınan tohumlar “eksik tohum” olacaktır.
Yerel çeşitlerimizin dikkatle korunması, yaygınlaştırılması, çeşit zenginliğimizin
kaybolmaması için tohumlarımız çoğaltılarak takas edilmelidir. Bu konuda TOHUM
ALMA KURALLARI na ve KAYIT sistemine mutlaka uyumlu bir yöntem
kullanılmalıdır. Tohum alma, saklama konularında eğitimlerle konuya ilgili, çiftçi,
köylü, amatör meraklılar bilgilendirilmelidir. Kurallara uygun tohumluk üreten, bu
konuda eğitilmiş üreticilerin tohumları ayrı bir başlık altında adlandırılmalıdır. Amatör
bahçecilik yöntemleriyle üretilen tohumlar başka bir sınıflandırmayla, belirlenmelidir.
Tohum alınacak bitki nasıl seçilir?
Tohumluk bitkiler önceden seçilir. Çiçeklenme döneminden önce kendi çeşidinden belli
sayıdaki bitki, yabancı döllenme olmaması için kapatılır. Bu işlem, bitkilerin tamamının
bir tül altına alınarak böcek-arı girişleri engellenerek yapılabildiği gibi, erkek ve dişi
aynı çiçekte olanlarda çiçekler tek tek kapatılarak da yapılabilir.(tercih tümünün tülle
222
Yerel Tohum Çeşitliliğimizi Koruma Çalışmalarında TOHUM TAKAS ŞENLİKLERİ ve TOHUM ÜRETİM TEKNİĞİ İlişkilerinin
Değerlendirilmesi
Hasan Çetin Özbayram
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
kapatılmasıdır).Açıkta çiçeklenen ve serbest döllenip meyveye dönüşen tüm bitkilerin
tohumları, farklı çeşitlerle büyük oranda karışacaktır.
Çeşitler karışırsa ne olur?
Belli özelliklere sahip bir çeşidin kendi özelliklerinin bazıları kaybolarak, diğer yabancı
tozlaşmadan gelen çeşidin istenmeyen bazı özellikleriyle yer değiştirebilir. Yüksek
verim, düşük verime, hastalıklara dayanıklılık dayanıksızlığa, istenen renk özellikleri,
tad, koku gibi özelliklerin kaybolmasına, azalmasına neden olabilir. Bu nedenlerle
Tohumluk Çeşitler en az 6 yıl "kendilenmiş" olmalıdır.
Kendileme ne demektir?
Bir çeşidin görünen özellikleriyle, görünmeyen özelliklerinin her yıl yeniden
üretildiğinde hiç değişmeden kalması, durulması demektir. Bunu sağlamanın tek yolu
da tohum alma kurallarına uygun tohumluk üretilmesidir.
Tohumluk meyve nasıl seçilir?
Tohumu alınacak çeşidin özelliklerine en uygun olan ilk tane meyvesi, dalından düşecek
kadar olgunlaştırılır. Olgun meyve koparıldıktan sonra 1-2 gün bekletilir. Çekirdekleri
alınır.
Tohumluk çekirdeklere hangi işlemler yapılır?
Tohumluk çekirdeklerin sulu çeşitlerde kendi suyunda 2-3 gün bekletilerek, fermente
olması sağlanır. Fermente olan çekirdeklerin dış zarları incelir, zararlı mantar ve küfler
ölür, içi boş olanlar yüzer. Dibe çökenler tel süzgeçte yıkanarak gölgede kurumaya
bırakılır. Kurutma işlemi çekirdek kırılma sesi çıkarıncaya kadar devam ettirilir. Kavun,
karpuz, domates, hıyar fermente ettirilecek çeşitlerdir.
Kayıt tutma ve fotoğraflama gerekir mi?
Mutlaka kayıt tutulmalı ve bitkinin özellikleri işlenmelidir. Mümkünse fotoğrafıyla
saklanmalıdır.
Neden yerel tohumlarımızı korumalıyız?
Yüzyıllardır Anadoluda ve diğer tarım ülkelerinde, insanlar kendi tohumlarını üretip bir
kısmını bir yıl sonra ekmek için saklarlardı. Bugünlere ulaşabilen yerli tohumlar en eski
ıslahçılar olan çiftçi atalarımızdan kalmıştır. Bu günün çiftçisi modern tarım yöntemleri
veya endüstriyel tarım baskısı nedeniyle tohumları satın almak durumunda
kalmaktadırlar.
Doğal, ekolojiye uygun, dayanıklı yerli türler artık kaybolmakta ve yerini hibrit
tohumlar almaktadır ve özellikle 1980 den sonraki süreçte çiftçi, tohum şirketlerinin
esiri olmuştur. Hibritler kendilerinden üreyemezler. Hazır hibrit veya GDO'lu tohum
kullanıldıkça geleneksel türler ekilmiyor, kayboluyor. "Neleri kaybettik" yerine "Neleri
kurtarabiliriz"i düşünelim.10.000 yıllık tohumların kaybı için 1 kuşak yeterlidir.
Eskiden normal olan gelenek artık kaybolmaktadır.
Gıdalarımız 1900 yılında 1300 farklı tohumdandı, bu gün ise % 90 ı 30 çeşide
düşmüştür. Buğday, mısır, pirinç, soya aldığımız toplam kalorinin % 70 ini oluşturuyor.
Dünyada beslenme artık çok az çeşide düşmüştür. Şirketlerin kendi tohumlarını
yaygınlaştırması aynı zamanda kimyasal gübre ve ilaçları da yaygınlaştırmaya
yöneliktir. Saklanarak her yıl kullanabildiğimiz tohum, satın alınır duruma getirilerek
türlerin azalmasına neden olunuyor. Bu nedenle eski saklama yöntemlerimizi yeniden
Yerel Tohum Çeşitliliğimizi Koruma Çalışmalarında TOHUM TAKAS ŞENLİKLERİ ve TOHUM ÜRETİM TEKNİĞİ İlişkilerinin
Değerlendirilmesi
Hasan Çetin Özbayram
223
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
hatırlamamız ya da öğrenmemiz gerekiyor. Kendi tohumumuzu üretebiliriz. Dışarıdan
şirket tohumu almak zorunda değiliz. Kötü tarım politikaları, endüstriyel tarımın vahşi
istilası, ulusal ve uluslararası tarım ilaç ve tohum şirketlerinin hâkimiyeti, içinde çiftçi
ve köylünün adının geçmediği Tohumculuk Kanunu, uluslararası tarımsal biyoteknoloji
şirketlerinin ve hükümetlerinin GDO'lu ürün baskıları, bizim Yerel Tohum
Mücadelemizi engelleyemez.
224
Yerel Tohum Çeşitliliğimizi Koruma Çalışmalarında TOHUM TAKAS ŞENLİKLERİ ve TOHUM ÜRETİM TEKNİĞİ İlişkilerinin
Değerlendirilmesi
Hasan Çetin Özbayram
POSTER SUNUMLAR
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Tarım Ürünlerinin Sınıflandırılması Amacıyla Çarpma Akustik ve
Sinyal Analiz Yöntemlerinin Kullanılması
Ferhat KURTULMUŞ*
*Uludağ Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Biyosistem Mühendisliği Bölümü, Görükle/BURSA,
[email protected]
Özet
Günümüzde giderek artan insan nüfusu ve buna paralel artan gıda ihtiyacı, tarım sektörüne hiç olmadığı kadar bir yük
getirmektedir. Bu talebin nitelikli ürünlerle yeterli miktarda ürünle ve zamanında karşılanması gün geçtikçe
zorlaşmaktadır. Tarım ürünlerinin özellikle hasat sonrası süreçlerde tüketicilere kalite parametrelerine göre uygun bir
şekilde sınıflandırılarak sunulabilmesi, üretici ve işleyici firmaların güvenilirliğini artırırken, tüketiciye aldığı ürünü
güvenle tüketme imkânı tanıyacaktır. Bu nedenlerle tarım ürünlerinin kalite unsurlarına göre zaman ve işgücünü
azaltarak otomatik sınıflandırma yapabilen sitemlere ihtiyaç duyulmaktadır. Ses sinyali analizi ilkesine dayanan
çarpma akustik yöntemi, 2000’li yılların başlarında tarımsal ürünlerin sınıflandırılması amacıyla bazı araştırmacılar
tarafından çalışılmaya başlanmış ve genç olarak nitelendirilebilecek bir yöntemdir. Bu yöntem, ürünün belirli bir
yükseklikten yatayda açıyla konumlandırılmış bir çarpma düzlemine çarptırılarak darbenin çıkardığı sesin mikrofonla
sayısallaştırılması, sayısal sinyal analizi yapan sisteme gönderilmesi ve bu sinyallerin analiziyle ürün
karakteristikleriyle ilgili bilgilerin ortaya çıkarılması aşamalarından oluşur.
Bu çalışmada çarpma akustik yöntemiyle tarımsal ürünlerin bazı kalite unsurlarına göre sınıflandırma uygulamaları
incelenmiştir. Özellikle taneli ürünlerin çarpma akustik sinyallerinin analiz edilerek sınıflandırılması amacıyla
yapılmış önceki çalışmalar irdelenmiş ve çarpma akustik yönteminin teknolojik açıdan günümüzde geldiği nokta
özetlenmiştir. Tarım ürünlerini sınıflandırmak amacıyla çarpma akustik yöntemiyle elde edilen sinyallerden
hesaplanabilen öznitelikler ve bu özniteliklerden yola çıkarak farklı çalışmalarda geliştirilmiş örüntü tanıma
algoritmaları incelenmiştir.
Anahtar kelimeler: Ürün sınıflandırma, çarpma akustik, sinyal işleme, örüntü tanıma.
1. GİRİŞ
Tarım ürünlerinin kalite parametrelerinin uygun olarak belirlenebilmesi üretici ve
işleyiciler için kilit rolüne sahiptir. Günümüzde giderek artan insan nüfusu ve buna
paralel artan gıda ihtiyacı, tarım sektörüne hiç olmadığı kadar bir yük getirmektedir. Bu
talebin nitelikli ürünlerle yeterli miktarda ürünle ve zamanında karşılanması gün
geçtikçe zorlaşmaktadır. Özellikle hasat sonrası süreçlerde ürünlerin tüketicilere kalite
parametrelerine göre uygun bir şekilde sınıflandırılarak sunulabilmesi, üretici ve işleyici
firmaların güvenilirliğini artırırken, tüketiciye aldığı ürünü güvenle tüketme imkânı
tanır. Günümüzde artan refah seviyesiyle birlikte tarımsal ürünlerin sadece boyut ve
ağırlık gibi parametrelerine dayalı sınıflandırma uygulamaları, tüketicilerin taleplerine
cevap verme konusunda yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle birçok farklı modaliteyi
içeren sınıflandırma sistemlerinin geliştirilmesi kaçınılmaz hale gelmiştir. Son yıllarda
bu amaçlara yönelik olarak geliştirilen sınıflandırma uygulamalarından birisi de çarpma
akustik (ÇA) yöntemidir.
Çarpma akustik yöntemi, malzeme bilimi ve inşaat gibi alanlarda materyalin içyapısı
hakkında bilgi edinmek üzere daha uzun bir süredir kullanılmasına rağmen tarımsal
ürünlerin sınıflandırılması, ayrılması veya temizlenmesi amacıyla 2000’li yılların
başlarında bazı araştırmacılar tarafından çalışılmaya başlanmış ve genç olarak
nitelendirilebilecek bir yöntemdir. Bu yöntemin en büyük avantajlarından birisi, ürünü
zedelemeden veya kabuğunu ayırmadan ürün içyapısı, türü ve durumu gibi bilgilerin
açığa çıkarılabilmesi ve sınıflandırılabilmesidir. ÇA yöntemini esas alan çalışmalarda
ürünlerin çeşit unsuruna göre sınıflandırılması, bir etmenden (örneğin: fungus veya
kurtçuk) dolayı kusurlu hale gelen ürünlerin tespit edilmesi ve ürün nem içeriğinin
belirlenmesi gibi konular araştırılmıştır. Bu çalışmada ÇA yöntemiyle tarımsal ürünlerin
bazı kalite unsurlarına göre sınıflandırma uygulamaları incelenmiştir. Özellikle taneli
ürünlerin ÇA sinyallerinin analiz edilerek sınıflandırılması amacıyla yapılmış önceki
Tarım Ürünlerinin Sınıflandırılması Amacıyla Çarpma Akustik ve Sinyal Analiz Yöntemlerinin Kullanılması
Ferhat KURTULMUŞ*
227
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
çalışmalar irdelenmiş ve ÇA yönteminin teknolojik açıdan günümüzde geldiği nokta
özetlenmiştir. Tarım ürünlerini sınıflandırmak amacıyla ÇA yöntemiyle elde edilen
sinyallerden hesaplanabilen öznitelikler ve bu özniteliklerden yola çıkarak farklı
çalışmalarda geliştirilmiş örüntü tanıma algoritmaları incelenmiştir.
2. ÇARPMA AKUSTİK YÖNTEMİ
Çarpma akustik yöntemi, ürünün belirli bir yükseklikten yatayda açıyla
konumlandırılmış bir çarpma düzlemine çarptırılarak darbenin çıkardığı sesin mikrofon
ile toplanması, ses kartıyla sayısallaştırılması, sayısal sinyal analizi yapan sisteme
gönderilmesi ve bu sinyallerin analiziyle ürün karakteristikleriyle ilgili bilgilerin ortaya
çıkarılması aşamalarından oluşur. Sistemde ürünün çarpma düzlemine sadece bir kez
çarpmasını garantilemek için düzleme yatayda bir açı verilmektedir. Farklı ürünler için
bu açının en uygun değeri araştırılarak belirlenmektedir.
2.1. Çarpma akustik uygulamalarında sinyal toplama sistemleri
ÇA yönteminin en hassas noktalarından birisi ortam seslerinden kaynaklanan
gürültünün esas incelenmesi gereken sinyale karışmasıdır. Bu durumun etkilerini yok
etmek ya da en aza indirmek amacıyla yalıtım ve tetikleme ile sinyal alımı gibi farklı
yöntemler kullanılabilmektedir. Şimdiye kadar farklı çalışmalarda birçok farklı ÇA
sistemi tasarlanmış olmakla birlikte bu çalışmalarda ortaya konan sistemlere birer
örmek Şekil 1’de görülmektedir.
(a)
(b)
Şekil 1. Çarpma akustik esaslı sınıflandırma sistemine ait iki farklı örnek, akustik
odacığa sahip sistem (a), akustik odacığa sahip olmayan sistem (b)
Ses sinyalinin toplanma biçimi açısından ÇA düzenekleri akustik odacıklı veya dış
ortama açık olabilmektedir. Her iki sistemin diğerine göre üstünlükleri olabilir. Akustik
odacığa sahip sistemlerde mikrofon, dış ortamdan yalıtılmış bir odacık içerisinde
bulunmaktadır. Bu şekilde ortam gürültüsünün ses sinyaline karışmasının önüne
geçilmek istenmektedir. Çarpma olayı bu odacığın üzerindeki bir düzlemde
gerçekleştiğinden çarpma düzleminin çarpma sinyalini odacığa yeterince iletememesi
riski bulunmaktadır. Şekil 1a’da görülen ve Omid vd.(2009)’nin ortaya koydukları
akustik odacığa sahip olan sistemde Antep fıstığı çeşitlerinin sınıflandırılması
amaçlanmıştır. Akustik odacığa sahip olmayan sistemlerde ise mikrofon çarpma
228
Tarım Ürünlerinin Sınıflandırılması Amacıyla Çarpma Akustik ve Sinyal Analiz Yöntemlerinin Kullanılması
Ferhat KURTULMUŞ*
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
düzleminin hemen üzerinde veya yan tarafına yakın bir yerde bulunur. Bu sistemlerde
çarpma
enerjisinden
meydana
gelen
sesin
daha
büyük
bir
kısmı
sayısallaştırılabilmetedir. Ancak ortam gürültüsüne karşı daha hassaslardır. Şekil 1a’da
görülen ve İnce vd. (2008) tarafından geliştirilen düzenek akustik odacığa sahip
olmayan sistemlere bir örnektir. Çalışmada içi boş fındıkların ÇA karakteristiklerine
göre tespit edilmesi amaçlanmıştır. Her iki tip sistemde de filtreleme gibi sinyal işleme
yöntemleri kullanılarak ortam gürültüsünün etkileri azaltılabilmektedir. ÇA
uygulamalarında ortam gürültüsünü elimine etmek için sinyal ön işleme olarak
genellikle bir yüksek geçiren (high-pass) filtre kullanılmaktadır (Pearson vd., 2007;
Buerano vd., 2012). Ayrıca sadece tek bir doğrultudan ses sinyali toplayabilen shotgun
tipi mikrofonlar kullanılarak ortam gürültüsü hassasiyeti azaltılabilmektedir.
2.2. Sinyal kaydı için tetikleme yöntemleri
Genel olarak ÇA sistemlerinde toplanan sinyalleri analiz ederek sınıflandıracak
algoritmaların geliştirilmesi bir tarafa, akustik sinyallerinin mikrofon ile kayıt edilmesi
bile kendine özgü zorlukları barındırmaktadır. Uygun düşme yüksekliği ve çarpma
düzlemi açısı gibi değişkenler farklı tarım ürünleri için ön denemelerle belirlenmektedir.
Çarpma anının oldukça kısa bir sürede gerçekleşmesi de bu zorluklardan bir tanesidir.
Bugüne kadar yapılar çalışmalarda çarpma sinyalinin çarpma olayının başlangıç
anından itibaren 1 – 2 ms’lik oldukça kısa bir sinyal penceresi incelenmiştir (Pearson,
2001; Cetin vd., 2004a,b; Elbatawi, 2008). Bunu başarmak için kayıt aygıtı çarpma
gerçekleşmeden hemen önceki bir zaman diliminde tetiklenmektedir. Tetikleme işlemi
ürünün düşme anında bir lazer duyargasını aktive etmesiyle yapılabilmektedir (Şekil
1b). Bunun dışında piezoelektrik basınç duyargaları kullanılan tetikleyiciler arasındadır
(Omid vd., 2009). Ses kayıt işlemini başlatmak için kullanılan bir başka yöntem ise
sürekli açık tutulan mikrofon sisteminin kayıt işlemini ses seviyesinin belirli bir eşik
değerinin aşılmasından sonra başlatmasıdır. Ancak bu tarz yaklaşımlar, sistemin doğal
gecikmelerinden dolayı toplanan sinyalde çarpma anının başlangıç kısmında kayıt
edilmeyen kısımlara yol açabilmektedir. Şekil 2’de tetikleme duyargası kullanılarak
(Şekil 2a) ve kullanılmadan (Şekil 2b) toplanmış ÇA sinyalleri görülmektedir. İnce vd.
(2008) tarafından yapılan çalışmada ürünün çarpma sesinin kayıt edilmesi bir optik
duyarga ile tetiklenmiştir. Şekil 2a’da verilen zaman domenindeki bu sinyalin sessizlik
anından sinyal şiddetinin pik noktasına kadarlık kısmını da içerdiği görülebilmektedir.
Şekil 2b’de görülen zaman domeni sinyali ise tetikleme duyargası kullanılmadan
eşikleme yoluyla kayıt edilen ve Buerano vd. (2012) tarafından gerçekleştirilen
çalışmadan alınmıştır. Burada ses sinyalinin pik noktasından itibaren kayıt edildiği
kolaylıkla görülebilir. Bu pik noktasından önceki çarpma anının başlangıç kısımlarından
itibaren olan akustik sinyali ile ilgili bilgi incelenememiştir. ÇA yöntemiyle ürün
sınıflandırma çalışmalarında sinyalin hangi zaman penceresinde ayırt edici bilginin
saklandığını önceden kestirmek güç olduğundan, ses sinyalinin çarpma anının hemen
başından itibaren toplanması büyük önem taşımaktadır. Bu amaçla bir mikroişlemciye
bağlı bir duyarga kolaylıkla kullanılabilmektedir. Duyarga vasıtasıyla tetikleme
sinyalini alan mikroişlemci bilgisayara komut göndererek kayıt işlemini başlatmaktadır.
Tarım Ürünlerinin Sınıflandırılması Amacıyla Çarpma Akustik ve Sinyal Analiz Yöntemlerinin Kullanılması
Ferhat KURTULMUŞ*
229
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
(a)
(b)
Şekil 2.
Duyarga esaslı (a) ve duyargasız (b) tetiklenen sistemlerle toplanmış çarpma
akustik sinyallerine ait örnekler.
2.3. Zaman ve frekans domeninde ses sinyalinin genel karakteristikleri
Sinyal analizi uygulamalarında ses sinyalinden zaman ve frekans domeninde olmak
üzere iki grupta farklı ayırt edici öznitelikler hesaplanabilmektedir (Khalesi vd., 2012;
Reshadsedgh ve Mahmoudi, 2013). En yalın haliyle x vektörü ile gösterilen zaman
domenindeki sinyal, belirli bir zaman aralığında kayıtlı nokta verileri olarak tanımlanır.
Uygulamada zaman domenindeki özniteliklerin hesaplanması kolay olmalarına rağmen,
herhangi bir karakteristiği ölçme ve sınıflandırmada çoğunlukla tek başına yeterli
olmamaktadır. Tablo 1’ de ÇA yöntemlerinde zaman domeninde hesaplanan bazı sinyal
öznitelikleri verilmiştir. Bu grup öznitelikler sinyalin frekans içeriği ile ilgili bilgileri
temsil etme konusunda yeterli değildir.
230
Tarım Ürünlerinin Sınıflandırılması Amacıyla Çarpma Akustik ve Sinyal Analiz Yöntemlerinin Kullanılması
Ferhat KURTULMUŞ*
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Tablo 1. Ses sinyalinden ürün sınıflandırmada zaman domeninde hesaplanan bazı
öznitelikler.
Öznitelik
Ortalama
Eşitlik numarası
(1)
Formulasyon
1 N 1
   xi
N i 0 ,
xi : Sayısal sinyal vektörü,
N : Sinyal uzunluğu
Sıfırdan geçiş sayısı
(Gouyon vd., 2000)
zcr 
1 N 1
 xi xi1  0
N  1 i 0
,
(2)
 : Signum gösterge fonksiyonu
Rxx ( j )   xn xn j
Otokorelasyon (Box vd.,
1994)
n
(3)
(4)
,
j : Ayrık sinyal xn için mesafe
(lag)
N 1
Mutlak toplam enerji
(Qiang ve Youwei, 1998)
E   xi
Kısa zamanlı enerji (Rao,
2007)
1
Er 
N
Standart sapma
2 
(5)
i 0
2
(6)
1 N 1
xi   2

N  1 i 0
(7)
N
x
i 1
i
Yaygın kullanılan sinyal analizi yöntemlerinden biri de sinyalin zaman domeninden
frekans domenine geçirilmesidir. Bu yöntemle sinyal verisinin frekans
karakteristiklerine ait bilgiler açığa çıkarılabilmektedir. Hızlı Fourier dönüşümü (FFT)
gibi sinyali frekans domenine geçiren yöntemler, frekans domeninde öznitelik çıkarımı
için kullanılmaktadır. Sinyal vektörü x için FFT dönüşümü:
N 1
X k  FFT {x, N}   xn e
n 0
i 2k
n
N
, k  0,..., N 1
(8)
Eşitlik 8’de tanımlanan FFT dönüşümünde (Johnson ve Frigo, 2007) karmaşık sayı
bileşeni i’den dolayı elde edilen Fourier katsayılarının karmaşık sayılar olacağı
anlaşılabilir. FFT dönüşümünden sonra veri üzerinde diğer hesaplamaların da
X k vektörü elemanlarının karmaşık bileşenlerinden kurtulmak
yapılabilmesi için
FFT {x, N}
gerekir. Bu durumda dönüşümün mutlak değeri olan
ifadesi ile sinyal
genliği olarak da ifade edilen bir reel sayı vektörü elde edilir. Buradaki N örneklenen
zaman noktaları sayısıdır ve genellikle 1024 olarak alınmaktadır (Omid vd. 2009;
Khalifahamzehghasem, 2012). Elde edilen bu vektör, bir öznitelik vektörü olarak
doğrudan bilgisayarlı öğrenme algoritmalarının eğitiminde kullanılabileceği gibi Fourier
dönüşümünden yola çıkarak başka öznitelikler de hesaplanabilir. Eşitlik 9 ise FFT esaslı
bir diğer öznitelik olan faz açısını tanımlamaktadır (Khalifahamzehghasem, 2012).
 faz  X k
(9)
Tarım Ürünlerinin Sınıflandırılması Amacıyla Çarpma Akustik ve Sinyal Analiz Yöntemlerinin Kullanılması
Ferhat KURTULMUŞ*
231
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Güç spektral yoğunluğu (PSD), ürün akustik karakteristiklerini ortaya koymak üzere
hesaplanan bir diğer FFT esaslı özniteliktir (Omid vd., 2009). Eşitlikte * operatörü
karmaşık eşleniği ifade etmektedir. PSD, gücün farklı frekanslardaki bir ölçüsüdür.
PSD 
X k X k*
1024
(10)
Frekans domeninde hesaplanabilen FFT esaslı diğer bir öznitelik grubu mel-kepstrum
X
katsayılarıdır. Bu öznitelikleri hesaplamak için öncelikle k , M adet düzgün olmayan
alt banda bölünmektedir, ve her alt bandın enerjisi (ei, i = 1, 2,...,M) Eşitlik 5 ve 6’ya
benzer şekilde Eşitlik 11’e uygun olarak tahmin edilmektedir.
q
ei   X k (l )
2
l p
(11)
Burada p ve q frekans domeninde alt bant sınırlarının indisleridir. Alt bantlar, düşük
bantlarda lineer olan ve sonrasında logaritmik olan frekans domenindeki mel ölçeğine
göre dağılım göstermektedirler. Bu, insan kulağının frekans çözünürlüğüne
benzemektedir. FFT, 12 kHz’nin altında 12 banda lineer olarak bölünmektedir. Daha
yüksek frekans bantlarındaki (10-44 kHz) alt bantlar, logaritmik olarak 12 kısma
bölünmektedir. Bu durumda Fourier domeni 10 kHz’in altında 12 banda bölünmekte, 10
ila 44 kHz’i kapsayan daha yüksek frekanslar logaritmik olarak 12 kısma
bölünmektedir. Böylelikle düşük frekanslı bilgiye yüksek frekanslı veriden daha çok
önem verilmektedir. Özet olarak FFT katsayıları M=24 alt banda tekdüze olmayan bir
şekilde gruplandırılmaktadır. Mel-kepstrum öznitelik vektörü (c=[c1,c2,...,cK]), Eşitlik
12’de tanımlanan ayrık kosinüs dönüşümü ile hesaplanmaktadır (Çetin vd., 2004).
M
ck   log( ei ) cosk i  0.5 / M 
i 1
,
k  1,2..., K
(12)
2.4. Sınıflandırma algoritmaları
ÇA uygulamalarında ses toplama aygıtları tarafından toplanan sinyal verisi bilgisayarlı
sinyal işleyici birime sayısallaştırılarak aktarılmaktadır. Bu aşamadan sonra önceki
bölümde bahsedilen öznitelikler sınıflandırılacak tarım materyallerine ait örnekler için
hesaplanmaktadır. Öncelikle bu özniteliklerin sınıflandırılacak örnek grupları üzerindeki
ayırt edici güçlerinin istatistiksel olarak ortaya konması gerekir. Hesaplanan öznitelikler
ile bir sınıflandırıcı sistemi programlamak bilgisayarlı öğrenme (machine learning)
biliminin kapsamı içerisindedir. Bilgisayarlı öğrenme algoritmalarıyla ayırt edici
öznitelikler arasındaki gizli interaksiyonlar açığa çıkarılabilir ve sınıflandırma başarısı
artırılabilir. Ayırt edici olarak belirlenen öznitelikler kullanılarak yapay sinir ağları ve
destek vektör makinesi gibi danışmanlı öğrenme algoritmaları eğitilebilir. Bunun için
bir danışmanlı öğrenme algoritmasını eğitmek üzere bir eğitim seti verisi
hazırlanmaktadır. Bu eğitim seti örneklerinden ayırt edici öznitelikler hesaplanarak
bilgisayarlı sınıflandırıcı eğitilir. İstenen sınıflandırma görevini yerine getirmek üzere
eğitilen bir sınıflandırıcı artık hiç görmediği sinyal verisinden hesaplanan öznitelikler
ile verilen örneği sınıflandırabilmektedir.
232
Tarım Ürünlerinin Sınıflandırılması Amacıyla Çarpma Akustik ve Sinyal Analiz Yöntemlerinin Kullanılması
Ferhat KURTULMUŞ*
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
3. BAZI TARIM ÜRÜNLERİ İÇİN ÇARPMA AKUSTİK
UYGULAMALARI
Pearson (2001) kabuğu çatlatılamamış Antep fıstıklarını çatlak fıstıklar arasından ayırt
etmek üzere ÇA yöntemi esaslı bir sistem geliştirmiştir. Çalışmada fıstıkların bir
çarpma yüzeyine çarptırıldığı anda oluşturduğu ses sinyalleri mikrofon ve DSP kartı ile
kaydedilerek zaman ve frekans domeninde analizleri yapılmıştır. Araştırmacı
çatlamamış Antep fıstıklarını sınıflandırmada %97 düzeyinde bir sınıflandırma
doğruluğu bildirmiştir. Benzer şekilde Çetin vd. (2004) tarafından çatlamamış Antep
fıstıklarını saptamak üzere konuşma sesi tanımlama teknolojilerinden yararlanılarak bir
algoritma geliştirilmiştir. Mel-Kepstrum katsayılarından oluşan öznitelikler ses
sinyallerinden çıkartılarak ilkesel bileşenler analizi (PCA) yapılmıştır. Araştırmacılar
çatlamamış fıstıklar için sınıflandırma algoritmasının doğruluğunu %99’ların üzerinde
olarak bildirmişlerdir. Amoodeh vd. (2006) ÇA esaslı bir sistemi buğday tanelerinin
nem ölçümü için geliştirmişlerdir. Araştırmacılar elektronik ses sinyali ile buğday nem
içeriği arasında regresyon ilişkisi ortaya koyarak nem belirleme algoritmalarını kalibre
etmişlerdir. Çalışmalarında ayrıca farklı çarpma yüzeyi ve yüksekliklerinin nem
düzeyini belirleme başarısı üzerine olan etkilerini de ortaya koymuşlardır. Diğer ÇA
esaslı sistemler Kalkan ve Yardımcı (2006) ve Kalkan vd. (2008) tarafından yapılan
çalışmalarda çatlak fındıkların sağlam olanlar arasından ayırt edilebilmesi amacıyla
geliştirilmiştir. Elbatawi (2008) içerisinde boşluklar bulunduran kusurlu patates
yumrularını tespit etmek üzere ÇA yönteminden yararlanmıştır. Kusurlu olmayan
patates yumrularının ürettiği sinyallerin genliğinin kusurlu olanlara göre daha yüksek
olduğunu açıklayarak sistemlerinde %98’lik bir sınıflandırma başarısı bildirmiştir.
Omid vd. (2009) tarafından ÇA yöntemi, Antep fıstığında çeşit sınıflandırması için
kullanılmıştır. Hızlı Fourier dönüşümüyle (FFT) ses sinyallerinden elde edilen
karakteristik özniteliklerin PCA analizi ile boyut azalması yapılmış, yapay sinir ağı
kullanılarak sınıflandırma algoritması eğitilmiştir. Araştırmacılar Antep fıstığında çeşit
sınıflandırması denemelerine ait %97,5’luk bir doğruluk bildirmişlerdir. Buerano vd.
(2012) hasarlı (kırık veya çatlak) ve sağlam pirinç tanelerinin ÇA yöntemle oluşturduğu
ses sinyalleri arasındaki farklılıkları analiz etmişlerdir. Araştırmacılar sağlam ve hasarlı
pirinç tanelerinin sinyal genliklerinde istatistiksel olarak önemli farklılık tespit etmişler
ve sınıflandırma başarısı olarak %93’ler seviyesinde bir doğruluk elde edebilmişlerdir.
Khalesi vd. (2012) iki farklı ceviz çeşidini ayırt etmek üzere ÇA esaslı bir yöntem
geliştirmişlerdir. Çalışmalarında FFT esaslı özniteliklere PCA uygulamışlar ve
sınıflandırıcı olarak yapay sinir ağlarını kullanmışlardır. Araştırmacılar iki farklı ceviz
çeşidini %99’luk bir başarı oranıyla sınıflandırabilmişlerdir. Reshadsedghi ve
Mahmoudi (2013) ise, farklı badem çeşitlerini ÇA ve yapay sinir ağları yöntemiyle
sınıflandırmak üzere bir çalışma gerçekleştirmişlerdir. Çalışmalarında araştırmacılar
ayrıca bademleri farklı sertlik derecelerine göre de sınıflandırmışlardır.
4. SONUÇ
Gündelik tarımsal üretim süreçlerinde tarım ürününün tüketiciye beklenen kalite
düzeyinde ulaştırılması bakımından otomatikleştirilmiş sistemlere olan talep gün
geçtikçe artmaktadır. Yetersiz iş gücü, zaman ve giderek artan tüketim, bu talebi artıran
en önemli nedenlerdir. Ayrıca otomatikleştirilmiş sistemler, bilgisayar destekli objektif
karar mekanizmalarıyla son ürünün kalitesini tekdüze bir şekilde artırarak pek çok
kolaylığı vadetmektedirler. ÇA yönteminin günümüzde ürün sınıflandırmadan nem ve
sertlik durumunun belirlenmesine kadar birçok kullanım alanı vardır. Bu sistemlerin
Tarım Ürünlerinin Sınıflandırılması Amacıyla Çarpma Akustik ve Sinyal Analiz Yöntemlerinin Kullanılması
Ferhat KURTULMUŞ*
233
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
günümüzdeki teknolojik yeterlilikleri bu çalışmada özetlenmiştir. ÇA sınıflandırma
sistemlerinin daha birçok tarımsal materyali kapsayacak bir şekilde kullanılma alanları
genişletilmelidir. Gürültü hassasiyeti gibi ÇA sistemlerinin bazı olumsuz tarafları,
sürekli gelişen donanımsal ve yazılımsal çözümlerden yararlanılarak giderilmelidir.
KAYNAKLAR
Amoodeh, M.T., Khoshtaghaza, M.H., Minaei, S. 2006. Acoustic on-line grain
moisture meter. Computers and Electronics in Agriculture, 52, 71–78.
Box, G.E.P. Jenkins, G.M., Reinsel, G.C. 1994. Time Series Analysis: Forecasting and
Control (3. basım). NewJersey: Prentice–Hall.
Buerano, J., Zalameda, J., Ruiz, R.S. 2012. Microphone system optimization for free
fall impact acoustic method in detection of rice kernel damage. Computers and
Electronics in Agriculture, 85, 140–148.
Çetin, A.E., Pearson, T.C., Tewfik, A.H. 2004. Classification of closed and open shell
pistachio nuts using voice recognition technology. Transactions of the ASAE,
47, 659–664.
Elbatawi, I.E. 2008. An acoustic impact method to detect hollow heart of potato tubers.
Biosystems Engineering, 100(2), 206–213.
Gouyon, F., Pachet, F., Delerue, O. 2000. Classifying percussive sounds: a matter of
zero-crossing rate?. in Proceedings of the COST G-6 Conference on Digital
Audio Effects (DAFX-00), 1-6.
İnce, N.F., Onaran, İ, Pearson, T., Tewfik, A.H., Çetin, A.E., Kalkan, H., Yardımcı, Y.
2008. Identification of damaged wheat kernels and cracked-shell hazelnuts with
impact acoustics time-frequency patterns. Transactions of the ASABE, 51(4):
1461-1469.
Johnson, S.G., Frigo, M. 2007. A modified split-radix FFT with fewer arithmetic
operations. IEEE Trans. Signal Processing, 55 (1), 111–119.
Kalkan, H., Yardımcı, Y. 2006. Classification of hazelnuts by impact acoustics. In
Proceedings 16th IEEE signal processing society workshop on MLSP, 325–
330.
Khalesi, S., Mahmoudi, A., Hosainpour, A., Alipour, A. 2012. Detection of Walnut
Varieties Using Impact Acoustics and Artificial Neural Networks (ANNs).
Modern Applied Science, 6(1), 43-49.
Khalifahamzehghasem, S. 2012. Applying acoustic emission and neural network to
classify wheat seeds from weed seeds. Int J Agric & Biol Eng., 5(4), 68-73.
Omid, M., Mahmoudi, A., Omid, M.H. 2009. An intelligent system for sorting pistachio
nut varieties. Expert Systems with Applications, 36, 11528–11535.
Pearson, T.C., 2001. Detection of pistachio nuts with closed shells using impact
acoustics. Applied Engineering Agriculture 17(2), 249–253.
Pearson, T.C., Çetin, A.E., Tewfik, A.H., Haff, R., 2007. Feasibility of impact-acoustic
emissions for detection of damaged wheat kernels. Digital Signal Processing 17,
617–633.
234
Tarım Ürünlerinin Sınıflandırılması Amacıyla Çarpma Akustik ve Sinyal Analiz Yöntemlerinin Kullanılması
Ferhat KURTULMUŞ*
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Reshadsedghi, A., Mahmoudi, A. 2013. Detection of almond varieties using ımpact
acoustics and artificial neural networks. International Journal of Agriculture and
Crop Sciences, 6(14), 1008-1017.
Qiang, H., Youwei, Z. 1998. On prefiltering and endpoint detection of speech signal.
Signal Processing Proceedings ICSP '98, 1: 749-750.
Rao, P. 2007. Sayfa 169. Audio, Image and Biomedical Signal Processing using Neural
Networks. Editörler: Prasad, B., Prasanna, S.R.M. New York: Springer-Verlag.
Tarım Ürünlerinin Sınıflandırılması Amacıyla Çarpma Akustik ve Sinyal Analiz Yöntemlerinin Kullanılması
Ferhat KURTULMUŞ*
235
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Bu sayfa boş bırakılmıştır.
236
Tarım Ürünlerinin Sınıflandırılması Amacıyla Çarpma Akustik ve Sinyal Analiz Yöntemlerinin Kullanılması
Ferhat KURTULMUŞ*
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Bazı Böğürtlen Çeşitlerinin Malatya Ekolojik Koşullarına
Adaptasyonu
Selçuk AVCI¹ Mürüvvet ILGIN²
¹Malatya Meyvecilik Araştırma Enstitüsü. MALATYA [email protected], ²KSÜ Ziraat Fakültesi
Bahçe Bit. Böl. K.Maraş, [email protected]
Özet
Bu araştırma, 2011-2012 yıllarında üç böğürtlen çeşidinin (Bursa I, Chester, Jumbo) Malatya yöresine adaptasyon
yeteneğini belirlemek için yürütülmüştür. Bu amaçla böğürtlen çeşitlerinin bazı morfolojik ve pomolojik
özelliklerinin yanında fenolojik dönemleri gözlemlenmiştir. Araştırma sonuçlarına göre; ilk hasat Bursa I ve Jumbo
çeşitlerinde 16.07.2012 tarihinde, Chester çeşidinde ilk hasat 23.07.2012 tarihinde yapılmıştır. Çeşitler bitki başına
verim ve ortalama meyve ağırlıkları bakımından incelendiklerinde; Jumbo 3244.73 g bitki başına verim ve 6.51 g
ortalama meyve ağırlığı ile ön plana çıkarken, Bursa I çeşidinden 3243.26 g bitki başına verim ve 5.40 g ortalama
meyve ağırlığı, Chester çeşidinden 2413.73 g bitki başına verim ve 4.44 g ortalama meyve ağırlığı değerleri elde
edilmiştir. Jumbo çeşidine ait meyvelerin hasadı ağustos ayı ortasında tamamlanmasına rağmen, Bursa I ve Chester
çeşitlerinde ağustos ayının üçüncü haftasında çeşit özelliği ve ekolojiye bağlı olarak, meyvelerin olgunlaşması
durduğu için hasat tamamlanamamıştır.
Anahtar Kelimeler: Böğürtlen, adaptasyon, Malatya, pomoloji
Adaptation Studies of Some Blackberry Cultivars in Ecological Conditions of Malatya
Summary
This research was carried out to determine the adaptation ability of three blackberry cultivars (Bursa I, Chester,
Jumbo) in ecological conditions of Malatya region during 2011-2012. Some morphological and pomological
characteristics of the varieties were evaluated during their phenological periods.As a consequence, cv. Bursa I and cv.
Jumbo were harvested on 16.07.2012, followed by cv. Chester harvested on 23.07.2012. In the evaluation of the taste
and aroma, cv. Chester with 4.42 taste and 4.11 aroma scores was the most appreciated cultivar. Moreover, cv. Bursa
I and cv. Jumbo had the taste and aroma scores as 3.59 - 2.72 and 4.16 - 3.66, respectively. In terms of fruit weight
and yield per plant, cv. Jumbo with 3244.73 g yield/plant and 6.51 g average fruit weight was prominent cultivar,
while the yield per plant and average fruit weight for cv. Bursa I and cv. Chester were 3243.26 g , 5.40 g and 2413.7
g, 4.44 g, respectively.Although fruit harvest of cv. Jumbo was completed in mid-August, cv. Bursa I and cv. Chester
were found to be late variation due to incomplete fruit ripening.
Keywords:Blacberry, adaptation, Malatya, pomological
GİRİŞ
Ülkemizin coğrafik konumu ve ekolojik durumu, dünya üzerinde çok az ülkede var olan
büyük bir ürün yetiştirme potansiyeli ve çeşitlilik yelpazesi oluşturmuştur (Ağaoğlu,
2006). Bunlar içerisinde yer alan üzümsü meyvelerde ülkemiz için özel bir öneme
sahiptir. Üzümsü meyveler tüketiciler tarafından talep gören, çok çeşitli değerlendirme
şekillerine sahip olan türlerdir. Türkiye bu türlerin doğal yayılma alanı içinde
bulunmakta, hemen bütün bölgelerde bir veya birkaç türün farklı tiplerine
rastlanmaktadır. Bu türler kolay çoğaltılabilmekte, erken meyveye yatmakta ve aynı
zamanda meyve bahçelerinde ara ziraati bitkisi ya da çit bitkisi olarak
değerlendirilebilmektedir. Bu özellikleri dışında kendilerine özgü muhteşem renkleri,
aroma ve tatları önemlerini daha da artırmaktadır. Rosaceae familyasında yer alan
Rubus cinsinin Eubatus alt cinsine giren böğürtlen, 19. Yüzyılın ortalarına kadar yabani
bitki olarak görülmüş ve tarım araştırıcıları tarafından imha edilmesi gereken bitkiler
listesine konmuştur. Yine araştırıcılar tarafından yabani hibrit böğürtlenlerinin
keşfedilmesi ve Amerika’da 1850’li yıllarda kültüre alma işlemlerinin başlatılmasıyla
pek çok çeşit geliştirilmiştir (Poling, 1996). Ülkemizde ise böğürtlenlere her yerde
rastlanmakta fakat Orta Anadolu ve Karadeniz Bölgeleri’nde daha yoğun olarak
bulunmaktadır. Ülkemizde böğürtlen yetiştiriciliği 1970’li yıllarda dikensiz böğürtlen
çeşitleri ile başlamış o yıllarda pek fazla gelişme göstermemiş ancak son yıllarda besin
içeriğinin ve insan sağlığına faydalarının ortaya konması ile ve buna bağlı olarak
tüketici taleplerinin artması ile böğürtlen yetiştiriciliğine ilgi artmıştır. Birçok ürüne
Bazı Böğürtlen Çeşitlerinin Malatya Ekolojik Koşullarına Adaptasyonu
Selçuk AVCI¹ Mürüvvet ILGIN²
237
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
kotaların uygulandığı günümüzde, çiftçilere ek gelir getirecek bu grup meyveler
alternatif ürün arayışlarının en karlı ve şanslı adayları konumundadır. Eksik olan şey bu
ürünler için yöreye uygun çeşitlerin geliştirilmemesidir. Üzümsü meyveler içerdikleri
bileşikler yanında, kısa sürede meyveye yatmaları bakımından da diğer birçok meyve
türünden daha avantajlıdır.
Bu araştırma ile böğürtlenin aile işletmeciliğine uygunluğu, böğürtlen bahçelerinin tesis
ve üretim maliyetlerinin düşük olması, minimum düzeyde destek sistemine ihtiyaç
duyması, budama ve bakım işlemlerinin kolay olması diğer yandan birçok endüstri
kuruluşlarına hammadde temini, taze ve dondurulmuş olarak ihraç olanağının
bulunması ve bölgede yoğun yetiştiriciliği yapılan sofralık ve kurutmalık kayısıya
alternatif olarak yetiştiriciliğinin yapılabilmesi gibi özellikleri ile yöreye katkı
sağlayacağı düşünülmüştür.
Bu çalışmanın amacı, Malatya ilinde böğürtlen çeşitlerinin gelişme performanslarını
incelemek, adaptasyon kabiliyetlerini saptamak ve yörede iyi gelişme gösteren yüksek
verimli böğürtlen çeşitlerini belirlemektir.
MATERYAL VE METOD
Materyal
Bu araştırma 2011-2012 yıllarında Malatya Kayısı Araştırma İstasyonuna ait deneme
parseline dikimi yapılan 3 böğürtlen çeşidi üzerinde yürütülmüştür. Malatya ilinin
denizden yüksekliği 970 m civarındadır. Çalışmada bitkisel materyal olarak Bursa I,
Chester ve Jumbo böğürtlen çeşitleri kullanılmıştır. Bitki materyalleri Bursa ilinde
faaliyet gösteren özel bir fidancıdan 20 x 30 ebatlarındaki tüpler içerisinde köklü fidan
şeklinde temin edilmiştir.
Metot
Denemede çeşitler 26 Ekim 2010 tarihinde 1x3 m (sıra üzeri x sıra arası) parsellere 3
tekerrürlü olarak ve her tekerrürde 5 bitki olacak şekilde dikilmiştir. Fenolojik olarak
yapraklanma başlangıcı, çiçek tomurcuğu başlangıcı, pembe tomurcuk tarihi,
çiçeklenme başlangıcı, meyve olgunlaşma başlangıcı, ilk hasat tarihi, çiçeklenme sonu,
meyve olgunlaşma sonu, son hasat tarihi ve yaprak döküm tarihi kaydedilmiştir. Bitki
özellikleri olarak çeşitlerin sürgün boyu, sürgün çapı, dip sürgünü sayısı, yan dal sayısı
ve bitki başına verimleri kayıt altına alınmıştır. Deneme üç tekerrürlü tesadüf blokları
deneme desenine göre kurulmuş ve ortalamalar Duncan çoklu karşılaştırma testine göre
yapılmıştır (Düzgüneş ve ark., 1983). Çeşitlerin meyve eni ve boyu (mm), meyve
ağırlığı (g), meyve şekli, meyve rengi, tat ve aroma, suda çözünür kuru madde miktarı
(%), pH ve titre edilebilir asit (sitrik asit, %) miktarı gibi özellikler belirlenmiştir.
BULGULAR VE TARTIŞMA
Fenolojik Gözlemler
Çeşitlerin 2011 ve 2012 yıllarına ait yapraklanma başlangıcı, çiçek tomurcuğu
başlangıcı, pembe tomurcuk tarihi, çiçeklenme başlangıcı ve çiçeklenme sonuna ait
gözlem tarihleri Çizelge 1’de verilmiştir.
238
Bazı Böğürtlen Çeşitlerinin Malatya Ekolojik Koşullarına Adaptasyonu
Selçuk AVCI¹ Mürüvvet ILGIN²
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Çizelge1. Böğürtlen çeşitlerinin 2011-2012 yıllarına ait fenolojik gözlemleri
Çiçek
Pembe
Tomurcuğu
Tomurcuk
Başlangıcı
Tarihi
2011 2012 2011 2012 2011 2012
Bursa I 01.04 29.03 21.05 02.05 30.05 13.05
Chester 03.04 02.04 24.05 06.05 06.06 28.05
Jumbo 03.04 02.04 26.05 07.05 07.06 26.05
Yapraklanma
Çeşitler Başlangıcı
Çiçeklenme
Başlangıcı
2011
03.06
09.06
09.06
Çiçeklenme
sonu
2012 2011 2012
16.05 29.07 03.07
30.05 22.07 10.07
28.05 01.07 07.07
Böğürtlen çeşitlerinde her iki yılda da yapraklanma başlangıcı Bursa I çeşidinde daha
erken gerçekleşmiş, Chester ve Jumbo çeşitlerinde her iki yılda da tarihler
değişmemiştir. Çiçek tomurcuğu oluşumu 2012 yılında 2011 yılından daha erken
gerçekleşmiştir. Her iki yılda da en erken çiçek tomurcuğu Bursa I çeşidinde
gerçekleşmiştir. Çiçeklenme başlangıcı her iki yılda da en erken Bursa I çeşidinde
meydana gelmiş, 2011 yılında Chester ve Jumbo çeşitleri aynı tarihte çiçeklenmiştir.
Her üç çeşidin de çiçeklenmeleri temmuz ayı içerisinde sona ermiştir (Çizelge 1).
Demirsoy ve ark. (2006), 1999-2005 yılları arasında Samsun’da yürüttükleri böğürtlen
çeşit adaptasyon çalışmasıyla, ilk çiçeklenme tarihini Bursa I çeşidinde 5-10 Mayıs,
Chester çeşidinde 19-25 Mayıs ve Jumbo çeşidinde 20-25 Mayıs tarihi olarak
bildirmişlerdir.
Çizelge 2. Böğürtlen çeşitlerinin 2011-2012 yıllarına ait fenolojik gözlemleri
Çeşitler
Bursa I
Chester
Jumbo
Meyve Olgunlaşma
Başlangıcı
2011
2012
20.07
08.07
24.07
17.07
10.07
İlk Hasat
Tarihi
2011 2012
22.07 16.07
29.07 23.07
16.07
Son Hasat
Tarihi
2011
2012
25.08 15.08
30.08 22.08
14.08
Yaprak Döküm
Tarihi
2011
2012
15.12
12.12
19.12
25.12
15.12
12.12
Meyve olgunlaşma başlangıcı, ilk hasat tarihi, son hasat tarihi ve yaprak döküm
tarihlerine ait 2011 ve 2012 yıllarına ait gözlemler Çizelge 2’de verilmiştir. 2011 yılında
en erken Bursa I çeşidinde 20 Temmuz’da meyve olgunlaşması başlamış, 24
Temmuz’da Chester çeşidi bunu takip etmiştir. Jumbo çeşidinde 2011 yılında
çiçeklenme meydana gelmesine rağmen meyve teşekkülü görülmemiştir (Çizelge 2).
2012 yılında ise en erken meyve olgunlaşması Bursa I çeşidinde gerçekleşmiş (08
Temmuz) bunu sırasıyla Jumbo ve Chester çeşitleri takip etmiştir (10 Temmuz, 17
Temmuz). Yıllar arasındaki farklılıklar ekolojik faktörlerden kaynaklanmaktadır.
Göktaş ve ark. (2006), Isparta Eğirdir koşullarında yaptıkları araştırmada meyve
olgunlaşma tarihlerini Bursa I çeşidinde 19 Temmuz, Chester çeşidinde 05 Ağustos,
Jumbo çeşidinde 04 Ağustos olarak bildirmişlerdir. 2011 yılında ilk hasat Bursa I
çeşidinden yapılırken 2012 yılında ilk hasat tarihleri Bursa I ve Jumbo çeşitlerinde aynı
tarihte gerçekleşmiştir. Son hasat ise her iki yılda da en geç Chester çeşidinde
yapılmıştır. Çeşitler yapraklarını her iki yılda da Aralık ayında dökmüşlerdir.
Morfolojik Özellikler
Böğürtlen çeşitlerinin 2011-2012 yıllarına ait ortalama sürgün boyu, sürgün çapı, dip
sürgünü sayısı, yan dal sayısı ve verimleri Çizelge 3’de verilmiştir.
Bazı Böğürtlen Çeşitlerinin Malatya Ekolojik Koşullarına Adaptasyonu
Selçuk AVCI¹ Mürüvvet ILGIN²
239
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Çizelge 3. Böğürtlen çeşitlerinin 2011-2012 yıllarına ait morfolojik özellikleri
Dip Sürgünü Sayısı
Yan Dal Sayısı
Bitki Başına Verim
(adet/bitki)
(adet/bitki)
(g/bitki)
2011
2012
2011
2012
2011
2012
2011
2012
2011
2012
1.66
2.11
5.66
33.00
Bursa I
293.81 ab 327.74
12.48
20.54
269.75 a 3243.26 a
ab
b
a
a
2.00
4.22
5.11
Chester
257.67 b
315.50
14.97
21.18
24.66 ab 50.94 b 2413.73 b
a
a
a
1.22
2.00
2,16
13.44
Jumbo
334.36 a
324.11
13.87
20.80
3244.73 a
b
b
b
b
p
0.003**
0.833*
0.129* 0.874* 0.049** 0.000** 0.002** 0.001** 0.000** 0.000**
**% 5 düzeyinde önemli
* Önemli değil
Çeşit
Sürgün Boyu (cm)
Sürgün Çapı (mm)
2011 yılına ait morfolojik özellikler (Çizelge 3) incelendiğinde sürgün boyu bakımından
Jumbo çeşidi (334.36 cm) ilk sırada, 2012 yılı verileri incelendiğinde, sürgün boyu
bakımından Bursa I çeşidi (327.74 cm) ilk sırada, Jumbo çeşidi (324.11 cm) ikinci
sırada yer almıştır. Sürgün çapı bakımından çeşitler arasındaki farklılıklar her iki yılda
önemsiz bulunmuştur. Her iki yılda da en fazla dip sürgününe sahip olan çeşit Chester
olmuştur, en düşük dip sürgünü veren çeşit ise Jumbo olarak belirlenmiştir. Yapılan
çalışmada en fazla yan dal oluşturan çeşit Bursa I olurken, her iki yılda da en az yan dal
oluşumu Jumbo çeşidinde gerçekleşmiştir. Çeşitlerin 2011 ve 2012 yılı bitki başına
verim özelliklerinin istatistiksel değerlendirmesinde çeşitler arasındaki fark %5
düzeyinde önemli bulunmuştur. 2011 yılı bitki başına ortalama verim değerleri
incelendiğinde; Bursa I (269.75 g) ve Chester çeşidinden (50.94 g) azda olsa ürün
alınmasına rağmen, Jumbo çeşidinden hiç ürün alınamamıştır. 2012 yılında bu özellik
bakımından Jumbo çeşidi 3244.73 g ile ilk sırada yer alırken, Bursa I çeşidi 3243.26 g
ile ikinci sırada yer almıştır. Ağustos ayı sonu itibariyle Bursa I ve Chester çeşitleri
üzerinde meyvelerin olgunlaşmadan kaldığı görülmüştür. Isparta Eğirdir yöresinde
yapılan bir çalışmada sürgün başına verim bakımından, Bursa I çeşidi (4660.77 g)
Chester (2463.73 g) ve Jumbo (2516,37 g) çeşitlerine göre daha fazla ürün vermiştir
(Göktaş ve ark., 2006).
Pomolojik Özellikler
Çeşitlerin 2011-2012 yıllarına ait ortalama meyve ağırlığı, meyve eni, meyve boyu,
renk değerleri çizelge 4’ de verilmiştir.
Çizelge 4. 2011-2012 yıllarına ait pomolojik değerler
Meyve eni
(mm)
2011
2012
2011
Bursa I
4.65 a
5.40 b
18.40 a
Chester 2.52 b
4.44 c
16.67 b
Jumbo
6.51 a
p
0.000**
0.000**
0.000**
**% 5 düzeyinde önemli
* Önemli değil
Çeşit
Meyve ağırlığı (g)
2012
20.00 c
20.96 b
21.86 a
0.000**
Meyve Boyu(mm)
Meyve Rengi (L*a*b*)
2011
23.73 a
16.43 b
0.000**
2012
14.91*1.15*0.66
14.33*1.04*0.64
15.89*0.72*0.79
-
2012
25.71 b
22.91 c
28.26 a
0.000**
2011 yılında Jumbo çeşidinden verim alınamadığından, Chester ve Bursa I çeşitlerine
ait pomolojik değerlerin istatistiksel değerlendirmesinde T-testi kullanılmış olup meyve
ağırlığı, meyve eni ve meyve boyu arasındaki fark % 5 seviyesinde önemli
bulunmuştur. 2012 yılı pomolojik verilerin istatistiksel değerlendirilmesi sonucunda;
meyve ağırlığı, meyve eni, meyve boyu bakımından gruplar arasındaki fark % 5 önem
seviyesinde önemli bulunmuştur (Çizelge 4). 2011 yılında Jumbo çeşidinden verim
alınmadığı için en yüksek ağırlık, meyve eni ve boyu değerlerine Bursa I çeşidi sahip
olmuştur. Bu özellikler bakımından 2012 yılında en yüksek değerler Jumbo çeşidinden
elde edilmiştir. Ankara Ayaş koşullarında yapılan araştırmada ise meyve ağırlığı en
240
Bazı Böğürtlen Çeşitlerinin Malatya Ekolojik Koşullarına Adaptasyonu
Selçuk AVCI¹ Mürüvvet ILGIN²
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
yüksek çeşit Chester (5.27 g) olurken, Jumbo (4.13 g) ve Bursa I (3.54 g) çeşitleri daha
düşük değerlere sahip olmuştur (Ağaoğlu ve ark., 2006). Ankara Ayaş koşullarında
yapılan çalışma özellikle Chester çeşidinin meyve ağırlığı bakımından ekolojik
şartlardan daha fazla etkilendiğini göstermektedir. Kromometre ile ölçülen L değeri
meyvenin parlaklığını sayısal olarak göstermektedir. Buna göre Jumbo çeşidinin meyve
renginin diğer iki çeşide göre daha parlak olduğu görülmektedir. Rengin kırmızılığı ve
sarılığını sayısal olarak veren a ve b değerlerine göre ise en siyah renk yine Jumbo
çeşidine ait olmuştur. Meyve rengi çeşide ve ekolojiye göre değişim göstermektedir.
Çizelge 5. 2011-2012 yıllarına ait pomolojik değerler
SÇKM (%)
pH
2011
2012
2011
2012
Bursa I
10.8
10.7 b
2.64
2.86 b
Chester
11.4
12.6 a
3.36
3.14 a
Jumbo
10.9 b
3.02 ab
p
0.000**
0.004**
**% 5 düzeyinde önemli
* Önemli değil
Çeşit
Asitlik (%)
2011
2012
1.73
1.56 a
1.35
1.01 c
1.25 b
0.000**
Çeşitlerin 2011 ve 2012 yılı SÇKM, pH ve asitlik değerleri Çizelge 5’de görülmektedir.
2011 yılında Jumbo çeşidinden meyve alınamadığından SÇKM, pH, asitlik değerleri
belirlenememiştir. 2012 yılında Chester çeşidi % 12.6’lık SÇKM ile ön plana çıkarken
Jumbo ve Bursa I çeşitlerinden sırasıyla % 10.9 - % 10.7 SÇKM değerleri elde
edilmiştir. 2012 yılı asitlik verilerine bakıldığında, Bursa I çeşidi % 1.56 asit miktarı ile
en yüksek asitlik değerine sahip iken, Jumbo çeşidinden % 1.26 ve Chester çeşidinden
% 1.01 asitlik değerleri elde edilmiştir.
SONUÇLAR VE ÖNERİLER
Malatya merkez ekolojik koşullarında 2011-2012 yıllarında denemeye alınan üç
böğürtlen çeşidinin fenolojik, morfolojik, pomolojik ve kimyasal özelliklerinin
belirlenmesinin yanında yörede yetiştiriciliği yapılabilecek en uygun çeşidin ortaya
konulması amacıyla yapılan bu araştırmadan elde edilen sonuçlara göre; 2011 yılında
Chester (50.94 g) ve Bursa I (269.75 g) çeşitlerinden meyve alınabilmiş ancak Jumbo
çeşidinden meyve alınamamıştır. 2012 yılında ise her üç çeşitten de ekonomik anlamda
ürün alınmış olup Jumbo (3244.73 g) ve Bursa I (3243.26 g) ürün miktarı yönünden ön
plana çıkmıştır. Chester çeşidi (2413.73 g) ise ürün miktarı yönünden son sırada yer
almıştır. Jumbo ve Bursa I çeşitlerinden alınan ürün miktarı her ne kadar eşit görünse
de, Jumbo çeşidinin tat ve aroma yönünden Bursa I çeşidinden üstün olması bu çeşidi
daha cazip hale getirmektedir. Ayrıca Bursa I çeşidine ait tüm bitkilerdeki bir miktar
meyvenin ağustos sonu itibariyle olgunlaşmadan bitki üzerinde kalması, hasat
olgunluğunda meyve sertliğinin düşük olması ve meyvelerde homojen renklenme
görülmemesi bu çeşide ait diğer olumsuz özelliklerdir. Ağustos ayı sonu itibariyle
meyvelerdeki olgunlaşmama durumu Chester çeşidinde de görülmüştür. Demirsoy ve
ark. (2006), Samsun’da yaptıkları çalışmada Bursa I çeşidinin meyvelerinin üniform
olgunlaşmadığını, Bursa II, Chester ve Ness çeşitlerinin ise Ağustos ayı sonu itibariyle
olgunlaşmanın durduğunu bildirmişlerdir. Bu durumlara Malatya ekolojisinde sadece
Jumbo çeşidinde rastlanmamıştır. Chester çeşidinden her ne kadar diğer iki çeşide göre
daha az ürün alınmış olsa da, tat ve aroma bakımından araştırmamızda ve diğer
araştırmalarda (Ağaoğlu ve ark., 2006; Göktaş ve ark., 2006; İslam ve ark., 2009) en
beğenilen çeşitlerden olması bu çeşidin daha yüksek fiyattan pazarlanabileceği ve
piyasada diğer iki çeşide göre daha fazla rağbet göreceği düşünülmektedir. Hasat
olgunluğunda meyve sertliğinin diğer iki çeşide göre daha fazla olması, bu çeşidin bir
Bazı Böğürtlen Çeşitlerinin Malatya Ekolojik Koşullarına Adaptasyonu
Selçuk AVCI¹ Mürüvvet ILGIN²
241
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
diğer olumlu özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Sonuç olarak; yapılan tüm tespit
ve değerlendirmeler neticesinde Malatya merkez koşullarında denemeye alınan üç
böğürtlen çeşidinden (Jumbo, Chester, Bursa I) yörede yetiştiriciliği yapılabilecek en
uygun çeşitlerin Jumbo ve Chester olduğu kanaatine varılmıştır.
KAYNAKLAR
Ağaoğlu, S.Y., 2006. Türkiye’de Üzümsü Meyvelerin Bugünkü Durumu ve Geleceği.
II. Ulusal Üzümsü Meyveler Sempozyumu, Tokat, 1-7s.
Ağaoğlu, S.Y., Eyduran, S.P., Çelik, M., 2006. Bazı Böğürtlen Çeşitleri Ayaş (Ankara)
Koşullarına Adaptasyonu Üzerinde Araştırmalar. II. Ulusal Üzümsü Meyveler
Sempozyumu, Tokat, 231-236s.
Demirsoy, L., Demirsoy, H., Bilginer, Ş., Öztürk, A., Ersoy, B., Çelikel, G., Balcı, G.,
2006. Samsunda Yapılan Böğürtlen Çeşit Adaptasyon Çalışmaları II.Ulusal
Üzümsü Meyveler Sempozyumu, Bildiriler Kitabı, Tokat, 237-240s.
Düzgüneş, O., Kesici, T., Gürbüz, F., 1983. İstatistik metotları I. Ankara Üniversitesi
Ziraat Fak., Yayın No : 861, Ders Kitabı, Ankara, 229s.
Göktaş, A., Demirtaş, İ., Atasoy, A., 2006. Bazı Böğürtlen ve Frenk Üzümü Çeşitlerinin
Eğirdir Yöresine Adaptasyonu. II. Ulusal Üzümsü Meyveler Sem., Tokat, 151–
156s.
İslam, A., Çelik, H., Aydın, E., 2009. Bazı Böğürtlen Çeşitlerinin Hayrat (Trabzon)
Ekolojik Koşullarına Adaptasyonu. III. Ulusal Üzümsü Meyveler Sempozyumu,
Kahramanmaraş, 96-104s.
Poling, B.E., 1996. Blackberries. Journal of Small Fruit & Viticulture. Food Products
Press. Vol : 4, No: 1-2, s.33-69.
242
Bazı Böğürtlen Çeşitlerinin Malatya Ekolojik Koşullarına Adaptasyonu
Selçuk AVCI¹ Mürüvvet ILGIN²
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Türkiye’de Dane Mısır Yetiştiriciliğinde Karşılaşılan Problemler
Ahmet YULAFCI
Karadeniz Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü-Samsun, [email protected]
ÖZET
Bu çalışma Türkiye’de dane mısırın ekiminden hasadına kadar olan dönemde görülen problemleri tespit etmek
amacıyla 2009-2012 yıllarında Türkiye genelinde yürütülmüştür. Gerekli veriler Tarım İl Müdürlüklerinde görev
yapan teknik elemanlardan anket yoluyla toplanmıştır. Problemler; tohumluk ve çeşit, ekim, gübreleme, sulama, zirai
mücadele, hastalık ve zararlılar, genel bakım işleri ve hasat-harman olmak üzere 8 ana konu başlığı altında toplanmış;
Türkiye geneli ve tarım bölgeleri bazında ayrı ayrı değerlendirilmiştir. Araştırma sonuçlarına göre; mısırın yoğun
üretildiği bölgelerimizde sertifikasız tohum kullanım oranı %5’in altındadır. Mısır tarımında mibzer kullanım oranı
bir hayli yüksektir. Mısırda toprak tahlili yaptırmayanların oranı %50 civarında olup gübreler genelde teknik
tavsiyelerden fazla kullanılmaktadır. Salma sulama hala yaygındır. Hastalık ve zararlılarla mücadelede ekonomik
zarar eşiği dikkate alınmamakta, kültürel tedbirlere yeterince önem verilmemektedir. Hasat sonrası toprakta kalan
bitki artıkları toprak işlemede ve bir sonraki ürünün ekiminde problem oluşturmaktadır.
Anahtar Kelimeler: mısır, tohumluk, ekim, gübreleme, sulama
Problems of Sweet Corn Growing in Turkey
ABSTRACT
In Turkey, this study is the cultivation of corn from the harvest in order to identify common problems in the period
2009-2012 was carried out in Turkey in general. The data required technical staff working in Provincial Directorates
of Agriculture of the survey was collected through. Problems; seed and varieties, planting, fertilization, irrigation,
pest control, pests and diseases, including general maintenance and harvesting-threshing collected under eight main
issues; Turkey on the basis of general and agricultural regions were evaluated separately. According to the survey;
the region of the corn produced in our intensive use of uncertified seed rate is below 5%. Corn agricultural utilization
rate is very high in the drills. In corn 50% of those taking soil analysis and fertilizer near is used more often than
technical advice. Flooding method is still prevalent. Diseases and pests are not taken into account the economic
damage threshold, cultural measures not received enough attention. Post-harvest crop residues remaining in the soil
tillage and sowing of the next product poses a problem with.
Key Words: corn, seed, planting, fertilizing, irrigation
1. GİRİŞ
Mısır tahıllar içerisinde güneş enerjisini en iyi kullanan ve birim alandan en fazla kuru
madde üreten bir bitkidir. Mısır, Dünya tahıl ekiliş ve üretiminde buğdaydan sonra
ikinci sırayı almaktadır. Dünyadaki mısır ekiliş alanı yaklaşık 177 milyon ha, üretimi
ise 872 milyon tondur Anonim, 2012).
Mısır, Türkiye tarımında önemli bir yere sahiptir. Mısır üretimi ülkemizde sulanan
alanların artmasına bağlı olarak özellikle son yıllarda önemli artışlar göstermiştir.
Türkiye’de dane mısır üretim alanı 659 bin hektar, üretim ise yaklaşık 4,9 milyon ton
civarındadır (Anonim, 2013). Buğday ve arpadan sonra en fazla ekiliş alanına sahip bir
sıcak iklim tahılıdır. Her türlü bitki ile münavebeye girer. Kendisinden sonra ekilen
bitkinin verimi genellikle münavebeye giren diğer tahıllara göre daha yüksektir.
Üretilen mısır insan gıdası, hayvan yemi ve endüstride çok sayıda üretimin
hammaddesidir. Ülkemizde hemen hemen tüm bölgelerde az ya da çok mısır
üretilmektedir. Ancak üretimin en fazla yapıldığı bölgeler Akdeniz, Marmara, Ege ve
Karadeniz Bölgeleridir. Ülkemizde hayvancılığın gelişmesine paralel olarak artan
karma yem talebi sonucunda yurtiçi talep karşılanamamaktadır.
Her sektörde olduğu gibi tarım sektöründe de geleceğe dair plan ve projelerin
hazırlanmasında mevcut durumun bilinmesi önem arz etmektedir. Bu kapsamda
Türkiye’de tarım kesiminde karşılaşılan durum tespitine yönelik çalışmalar geçmişte
yapıldığı gibi bugün de devam etmektedir. Günümüzde şartların hızlı bir şekilde
değiştiği göz önüne alındığında durum tespitine yönelik yapılan çalışmaların da belirli
dönemlerde güncellenmesi gereklidir. Bu çalışmada Türkiye için önemli bir ürün olan
Türkiye’de Dane Mısır Yetiştiriciliğinde Karşılaşılan Problemler
Ahmet YULAFCI
243
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
mısırın yetiştirme tekniği ile ilgili olarak karşılaşılan problemler incelenmiştir.
Araştırmada kullanılan veriler anket yoluyla Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı İl
Müdürlüklerinden toplanmıştır. Elde edilen veriler tarım bölgeleri ve Türkiye geneli
bazında ayrı ayrı değerlendirilmiştir.
2. MATERYAL VE METOT
Bu çalışma 2009-2012 yıllarında Türkiye genelinde yürütülmüştür. Çalışmanın esas
materyalini, Türkiye’deki tarımsal yayım kuruluşlarının başında gelen Gıda Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığı İl ve İlçe Müdürlüklerinde görev yapan teknik elemanlardan
(mühendis, tekniker, teknisyen vb.) 2009 yılında anket yoluyla toplanan veriler
oluşturmuştur. Ayrıca konuyla ilgili olarak yayınlanmış istatistikler ve araştırma
sonuçlarından da yararlanılmıştır.
Çalışmada ilk önce; mısır yetiştiriciliğinde görülmesi muhtemel olan problemlerle ilgili
bir anket formu hazırlanmıştır. Anket formunda; tohumluk, ekim, gübreleme, sulama,
hastalık ve zararlılar ve hasat gibi konu başlıkları altında problemlere yer verilmiştir.
Hazırlanan anketler 2009 yılında Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı İl ve İlçe
Müdürlüklerine gönderilmiş, anketlerin her ilçe için 1 adet olmak üzere doldurularak
geri gönderilmesi istenmiştir. Mısırla ilgili olarak 60 İl’e bağlı toplam 198 ilçeden
anketler doldurularak Enstitümüze geri gönderilmiştir. Anketlerin değerlendirilmesinde
esas alınan tarım bölgeleri; Ortakuzey, Ege, Marmara, Akdeniz, Kuzeydoğu,
Güneydoğu, Karadeniz, Ortadoğu ve Ortagüney bölgeleridir. Anketlerden elde edilen
veriler, tarım bölgeleri ve Türkiye geneli esas alınarak ayrı ayrı değerlendirilmiş ve
analiz edilmiştir.
Anketlerde her bir problemin seçilen ürünlerde % kaç oranında görüldüğü sorulmuş
ayrıca seçilen ürünlerin o ilçedeki üretim miktarlarının yazılması istenmiştir. İlk önce
anketlerdeki problemlerin % görülme oranı ile o ilçelerdeki üretim miktarları çarpılarak
yüzdelik rakamlar miktara çevrilmiş, son aşamada ise bu miktarlar tarım bölgeleri ve
Türkiye’deki toplam üretim rakamlarına bölünerek yeniden yüzdelik rakamlara
çevrilmiş böylece her problemin genel ortalamaya o ilçedeki üretim miktarı oranında
yansıması sağlanmıştır. Aynı konu başlığı altında yer alan problemler ayrı ayrı tablo
haline getirilmiş, tablolarda yer alan problemler Türkiye genelindeki yüzde oranlarına
göre yüksek puandan daha az puana göre sıralanmıştır.
3. BULGULAR ve TARTIŞMA
3.1. Tohumluk ve Çeşit
Türkiye genelinde mısırda sertifikasız tohumluk kullanım oranı %10 civarındadır
(Çizelge 1). Sertifikasız tohumluk kullanım oranı en fazla Kuzeydoğu Tarım
Bölgesinde, en az ise Güneydoğu Bölgesindedir. Mısırın yoğun üretildiği Ege, Akdeniz
ve Marmara gibi bölgelerimizde ise sertifikasız tohum kullanım oranı %5’in altındadır.
Karadeniz Bölgesinde ise yerli çeşitlerle aile tüketimi için üretim fazla olduğundan bu
oran nispeten yüksektir. Sertifikalı tohumluk kullanımını azaltan faktörler arasında en
başta gelenleri; sertifikalı çeşitlerin fiyatlarının üretici tarafından pahalı bulunması,
sertifikalı çeşitlere devlet desteği olmaması ile sertifikalı tohum firmaları veya
bayilerinin yeterli danışmanlık hizmeti vermemesi, sattıkları çeşitte bir olumsuzluk
çıktığında buna sahip çıkmamalarıdır. Üreticilerin ürün yeterince para etmediği için
sertifikalı çeşitlere fazla ödeme yapmak istememeleri de burada önemli bir faktördür.
244
Türkiye’de Dane Mısır Yetiştiriciliğinde Karşılaşılan Problemler
Ahmet YULAFCI
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Çizelge 1. Mısırda Sertifikalı Tohumluk Kullanımı ile İlgili Problemler (%)
TARIM BÖLGELERİ
PROBLEMLER
I
Orta
kuzey
Sertifikalı tohumluk
kullanılmaması
II
Ege
III
Marmara
IV
V
VI
Akdeniz
Kuzey
doğu
Güney
doğu
69,16 2,85 4,24
4,13 100,00 0,27
VII
VIII
IX
Karadeniz
Orta
doğu
Orta
güney
TÜRKİYE
56,80 63,44 3,58
10,48
Sertifikalı çeşitlerin
fiyatlarının üretici tarafından 61,74 8,02 5,35 22,77 80,00 39,83 47,83 68,35 3,51
pahalı bulunması
20,49
Sertifikalı çeşitlere devlet
desteği olmaması
4,70 0,38 1,87 23,55
21,26 13,40 43,33 0,21
10,43
Sertifikalı tohum firmaları
veya bayilerinin yeterli
danışmanlık hizmeti
vermemesi, sattıkları çeşitte
bir olumsuzluk çıktığında
buna sahip çıkmamaları
10,35 9,41 1,86
3,76 100,00 13,98 18,62 46,99 1,25
9,33
Üreticilerin ürün yeterince
para etmediği için sertifikalı
çeşitlere fazla ödeme
yapmak istememeleri
47,20 2,08 2,10
3,56
8,09
Sertifikalı tohumluk kullanımını azaltan faktörler
-
80,00
2,71
41,09 52,08 3,10
Mısırda tohumluk ve çeşit konusunda yukarıdaki problemlere ilave olarak; uzun
yıllardır aynı çeşitlerin kullanılması ve daha üstün özellikleri olan yeni çeşitlerin
denenmemesi, gıda sanayiinin yörede istediği çeşitleri istediği miktarda bulamaması,
ihracatçının yörede istediği çeşitleri istediği miktarda bulamaması ve hibrit çeşitlerden
elde edilen tohumların ertesi yıl tohumluk olarak kullanılması gibi problemler de
görülmektedir. Problemler daha ziyade Karadeniz ve Kuzeydoğu bölgelerinde
yoğunlaşmaktadır.
Mısır tarımında çeşit seçiminde yapılan hatalar önemli ürün kayıplarına neden
olmaktadır. Erkenci çeşitlerin verim potansiyelinin düşük olması, üreticilerin geççi
çeşitleri tercih etmelerine sebep olmakta, bu da Akdeniz ve Ege Bölgelerinde ikinci
ürün ekilişlerinde, yüksek hasat nemi problemine yol açmaktadır (Gençtan ve ark.,
2010).
3.2. Ekim
Mısır ekiminde görülen belli başlı problemler; münavebe yapılmadan üst üste ekim
yapılması; çeşitlerin erkencilik, geççilik durumu ya da ana ürün için mi ikinci ürün için
mi tavsiye edildiği dikkate alınmadan uygunsuz tarihlerde ekilmesi ve ikinci ürün
ekimlerinin gecikmesi ve hasatların yağmurlu döneme kalması sonucu ürünün yeterince
olgunlaşmamasıdır (Çizelge 2). Problemler Kuzeydoğu, Güneydoğu ve Karadeniz
Bölgesinde daha yoğundur. Mısır tarımında mibzer kullanım oranı %90 civarındadır.
Mibzer kullanımının en düşük olduğu bölge; Kuzeydoğu, en yüksek olduğu bölgeler
ise; Ortagüney ve Ege Bölgeleridir.
Akdeniz ve Güney Marmara’da mısır tarımı sınıra ulaşmış olup, yer yer monokültür
tarımın sorunları yaşanmaktadır (Sade ve Soylu, 2008). Akdeniz ve Ege Bölgelerinde,
ana ürün ve ikinci ürün olarak yetiştirilen mısır, Sakarya İli çevresinde yaygın olarak
Türkiye’de Dane Mısır Yetiştiriciliğinde Karşılaşılan Problemler
Ahmet YULAFCI
245
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
mono kültür şeklinde yetiştirilmektedir. Bu durum hastalık ve zararlıların artmasına yol
açmaktadır. Güneydoğu Anadolu Bölgesinde ana ürün mısırın çiçeklenme zamanının,
havanın aşırı sıcak, nispi nemin düşük ve kurutucu rüzgarın etkili olduğu döneme
rastlaması nedeniyle tane tutma oranı büyük ölçüde düşmektedir (Gençtan ve ark.,
2010).
Çizelge 2. Mısırda Ekimle İlgili Problemler (%)
TARIM BÖLGELERİ
PROBLEMLER
I
Orta
kuzey
II
Ege
III
Marmara
IV
V
VI
Akdeniz
Kuzey
doğu
Güney
doğu
VII
VIII
IX
Karadeniz
Orta
doğu
Orta
güney
TÜRKİYE
Münavebe yapılmadan üst
üste ekim yapılması
6,91 14,86 19,02 27,13 70,00 24,59 20,91
3,73 5,15
18,76
Çeşitlerin erkencilik,
geççilik durumu ya da ana
ürün için mi ikinci ürün
için mi tavsiye edildiği
dikkate alınmadan
uygunsuz tarihlerde
ekilmesi
5,95
3,35
4,60 25,32 30,00 27,70 13,09
0,62 2,20
11,82
İkinci ürün ekimlerinin
gecikmesi ve hasatların
yağmurlu döneme kalması,
ürünün yeterince
olgunlaşmaması
5,98
6,92
8,11 11,04
25,05 10,59 32,31 2,72
11,22
Mibzer kullanılmaması
30,66 1,78
5,46
-
7,14 100,00 6,89
58,94 19,34 0,45
10,20
3.3. Gübreleme
Mısırda azotlu gübreleme ile ilgili en başta gelen problem; bu gübrelerin teknik
tavsiyelerden fazla kullanılmasıdır. Bu problemi azotlu gübrelerin; uygun dozlarda
verilmemesi, uygun olmayan şekilde verilmesi ve uygun olmayan gübre çeşitlerinin
kullanılması gibi problemler takip etmektedir. Problemler en fazla Karadeniz
Bölgesinde görülmekte onu Akdeniz Bölgesi izlemektedir. Gençtan ve ark. (2010)’a
göre, mısır yetiştiriciliğinde aşırı azotlu gübre kullanımı önemli bir sorundur.
Mısırda fosforlu gübreleme ile ilgili olarak da en başta gelen problem; bu gübrelerin
teknik tavsiyelerden fazla kullanılmasıdır. Bu problemi sırasıyla fosforlu gübrelerin;
teknik tavsiyelerden az kullanılması, uygun olmayan şekilde verilmesi, bitki gelişimi
açısından uygun olmayan dönemlerde verilmesi ve hiç verilmemesi gibi problemler
takip etmektedir. Fosforlu gübrelerin en az kullanıldığı bölge; Kuzeydoğu Bölgesidir.
Fosforlu gübreleme ile ilgili problemlerin genelde en fazla görüldüğü bölgeler;
Ortakuzey ve Kuzeydoğu Bölgeleridir. Akdeniz Bölgesi ise problemlerin en az
görüldüğü bölgedir.
Mısır ekim alanlarının %45’inde yöre topraklarında potasyum yeterli olduğu gerekçesi
ile potaslı gübre kullanılmamaktadır. %18 civarındaki alanda ise toprakta potasyum
yetersiz olduğu halde potaslı gübre kullanılmamaktadır. Potaslı gübrelerin en az
kullanıldığı bölge; Kuzeydoğu Bölgesidir. Potaslı gübre kullanılan alanlarda potaslı
gübreleme ile ilgili; teknik tavsiyelerden fazla kullanılması, teknik tavsiyelerden az
kullanılması, uygun olmayan şekilde verilmesi ve bitki gelişimi açısından uygun
olmayan dönemlerde verilmesi gibi problemler görülmektedir.
246
Türkiye’de Dane Mısır Yetiştiriciliğinde Karşılaşılan Problemler
Ahmet YULAFCI
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Mısırda çiftlik gübresi kullanımı ile ilgili en başta gelen problem; bu gübrelerin mısır
ekim alanlarının yaklaşık yarısında hiç kullanılmamasıdır. Çiftlik gübresinin en az
kullanıldığı bölge; Ortadoğu Bölgesidir. Bu problemi çiftlik gübresinin; çiftlik
gübresinin bir defa verilip daha uzun yıllar hiç verilmemesi, gübrelemenin birkaç yılda
bir tekrarlanmaması, çiftlik gübresinin bir süre fermantasyona uğratılıp çürütülmesi
gerekirken taze olarak toprağa verilmesi ve teknik tavsiyelerden daha az kullanılması
gibi problemler takip etmektedir. Çiftlik gübresi kullanımı ile ilgili problemlerin en
fazla görüldüğü bölge; Marmara Bölgesidir. Çolakoğlu ve İrget (2008), çiftlik gübresi
kullanımında; olgunlaşmamış gübre kullanıldığına ve toprağa karıştırılmadan aylarca
toprak üzerinde bırakıldıklarına dikkat çekmektedirler.
Mısırda toprak tahlili yaptırmayanların oranı %50 civarındadır. Bu oranın en fazla
olduğu bölge; Ortakuzey Bölgesidir. Toprak tahlili yaptırılmamasında etkili olan
faktörlerin başında tahlilin önemini bilmeme gelmektedir. Bunu; toprak tahlillerinin
genelde pahalı bulunması, özellikle mikro elementler için yapılan analizlerin pahalı
bulunması ve toprak örneğinin nasıl alınacağının bilinmemesi gibi hususlar takip
etmektedir. Kınacı ve ark. (2010), Türkiye’de toprak ve bitki analizi yapacak laboratuar
kapasitesinin yetersiz olduğunu, mevcut laboratuarlarda yeterli eleman olmadığını, özel
laboratuarlardaki analiz ücretlerinin pahalı olduğunu ifade etmektedirler.
Mısırda genel gübreleme hatalarının başında; gübre kullanımında teknik elemanlara
danışılmaması gelmektedir. Bu konuda Ortakuzey Bölgesi başta gelmektedir. Bunu
sırasıyla; DAP ve 20.20.0 gibi kompoze gübrelerde gübre dozunun azota göre
ayarlanması sonucu fazla fosfor ve potasyum atılması, tahlil yaptırsa bile tahlil
sonuçlarına göre gübre kullanmama ve gübre dağıtma makinalarında gerekli ayarların
yapılmaması gibi hatalar takip etmektedir. Gübreleme hatalarının genelde en fazla
görüldüğü bölgeler; Karadeniz, Ortakuzey ve Güneydoğu Bölgeleridir. Ortagüney ve
Akdeniz Bölgesi ise bu konuda problemlerin en az görüldüğü bölgedir. Çolakoğlu ve
İrget (2008), Türkiye’de yapılan gübre uygulamalarında; analize göre gübre
kullanmama, toprak özelliklerine uygun gübreleme yöntemini seçmeme, toprak bünyesi
ve bitki kök derinliğine göre gübre uygulama derinliğini ayarlamama, taban gübrelerini
ekim ve çıkıştan sonra verme, taban gübre kullanmadan sadece üst gübre kullanma gibi
yanlışlıkların yapıldığını bildirmektedirler.
3.4. Sulama
Mısırda yağışların bitkinin yıllık su ihtiyacını karşılamaması oranı %61 civarındadır.
Yağışların yetersizliğine rağmen sulama yapılmama oranı ise %11 civarındadır. Sulama
yapılmamasında etkili olan faktörlerin başında; sulama için gerekli altyapının olmaması
gelmektedir. Bunu; yeterli su kaynağı olmaması, üreticilerde sulama için gerekli
ekipman ve işgücü yetersizliği ve suların kirlilikten ya da tuzluluktan dolayı sulamada
kullanılamaması gibi hususlar takip etmektedir.
Mısırda sulama ile ilgili problemlerin başında; uzun tava, adi tava, karık usulü gibi
yüzey sulama metotları yerine salma sulama metodunun kullanılması gelmektedir
(Çizelge 3). Bu problemi sırasıyla; gün ortası sıcakta sulama yapılması; sulamada
kullanılan elektriğin pahalı olması ve birçok üreticinin birikmiş, ödenemeyen elektrik
borçlarının olması ve devlet sulama kanallarının henüz yapılmamış olması ve sondaj vb.
yollarla yapılan sulamanın da pahalıya mal olması gibi problemler takip etmektedir.
Sulama ile ilgili problemlerin genelde en fazla görüldüğü bölgeler; Güneydoğu,
Kuzeydoğu, Ortadoğu ve Marmara Bölgeleridir. Ortagüney Bölgesi ise problemlerin en
az görüldüğü bölgedir. Akış ve ark. (2005), Harran Ovasında 15.000 hektar alanda
tuzlanma problemi olduğunu, bunun sebepleri arasında da sulama sularının kalitesiz
Türkiye’de Dane Mısır Yetiştiriciliğinde Karşılaşılan Problemler
Ahmet YULAFCI
247
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
oluşu, yanlış ve aşırı sulama ve drenaj yetersizliğinin yer aldığını bildirmektedirler.
Türkiye’de sulanabilir nitelikteki arazilerin ancak %17,57’sinin sulanabilmekte,
sulanabilir nitelikteki arazilerin %32,5’inde ise drenaj yetersizliğinden kaynaklanan
tuzluluk ve alkalilik sorunu bulunmaktadır (Kanber ve ark., 2004).
Çizelge 3. Mısırda Sulama ile İlgili Problemler (%)
TARIM BÖLGELERİ
PROBLEMLER
I
II
III
IV
V
VI
VII
VIII
IX
Orta
kuzey
Ege
Marmara
Akdeniz
Kuzey
doğu
Güney
doğu
Karadeniz
Orta
doğu
Orta
güney
Uzun tava, adi tava, karık
usulü gibi yüzey sulama
metotları yerine salma
sulama metodunun
kullanılması
32,67 40,76 14,05 59,02 100,00 13,52
Gün ortası sıcakta sulama
yapılması
13,38 17,98 24,66 42,05 20,00 48,31 12,27
Sulamada kullanılan
elektriğin pahalı olması
ve birçok üreticinin
birikmiş, ödenemeyen
elektrik borçlarının
olması
7,73 10,65 22,88 12,71
Devlet sulama
kanallarının henüz
yapılmamış olması ve
sondaj vb. yollarla
yapılan sulamanın da
pahalıya mal olması
34,68 5,94 38,43 4,19
Sulama sıklığında toprak
tipinin dikkate
alınmaması
69,63 20,67
32,36
8,57
6,60
26,16
-
75,23 21,95 58,48 11,31
24,29
-
71,19 29,74 53,72 10,34
23,75
22,30 27,23 29,13 2,48
30,00 37,83 24,21 20,53 9,24
22,66
Sulama sayısının yetersiz
olması
33,26 20,70 33,77 5,36
50,00
24,97 37,04 3,06
17,75
Her bir sulamada
gereğinden fazla su
verilmesi
7,35 13,54 16,65 2,19
30,00 52,56 12,46 13,02 9,95
16,80
5,88
3,00
TÜRKİYE
3.5. Hastalık ve Zararlılar
Mısırda görülen hastalıkların başında; mısır tohum, kök, kökboğazı ve sap çürüklüğü
hastalığı ile mısır rastığı gelmektedir (Çizelge 4). Bu hastalıkların en fazla görüldüğü
bölgeler; Karadeniz, Ortakuzey ve Marmara Bölgeleridir. Ortagüney Bölgesi ise
hastalıkların en az görüldüğü bölgedir.
248
Türkiye’de Dane Mısır Yetiştiriciliğinde Karşılaşılan Problemler
Ahmet YULAFCI
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Çizelge 4. Mısırda Hastalıklar (%)
TARIM BÖLGELERİ
I
II
V
VI
VII
VIII
IX
Marmara
Akdeniz
Kuzey
doğu
Güney
doğu
Karadeniz
Orta
doğu
Orta
güney
Mısır Tohum, Kök, Kökboğazı
ve Sap Çürüklüğü (Pythium spp.,
Fusarium moniliforme Sheld.,
12,02 1,72
Diplodia maydis (Berk.) Sacc.,
Macrophomina phaseolina
(Tassi))
6,21
1,94
-
6,20
7,62
0,25 1,11
3,63
Mısır Rastığı (Ustilago maydis
"DC" corda)
4,99
1,73
-
2,92 10,50 3,07 0,95
3,41
Orta
kuzey
3,40
Ege
2,23
III
TÜRKİYE
IV
PROBLEMLER
Mısırda görülen zararlıların başında; mısır koçan kurdu gelmektedir (Çizelge 5). Bu
zararlının en fazla görüldüğü bölge; Marmara Bölgesidir. Bu zararlıyı sırasıyla; bozkurt,
tel kurdu ve mısır kurdu gibi zararlılar takip etmektedir. Bu zararlıların en fazla
görüldüğü bölgeler; Marmara ve Karadeniz Bölgeleridir. Ortagüney Bölgesi ise
zararlıların en az görüldüğü bölgedir.
Mısır koçan kurdu iç bölgeler hariç, sahil bölgeleri ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinin
ana zararlısı konumundadır (Sade ve Soylu, 2008).
Çizelge 5. Mısırda Zararlılar (%)
TARIM BÖLGELERİ
PROBLEMLER
I
Orta
kuzey
II
Ege
III
Marmara
IV
V
VI
Akdeniz
Kuzey
doğu
Güney
doğu
VII
VIII
IX
Karadeniz
Orta
doğu
Orta
güney
TÜRKİYE
Mısır Koçan Kurdu (Sesamia
spp., Lep.: Noctuidae)
4,94 11,42 32,40 26,51
-
13,40 20,95
8,20 1,11
17,97
Mısırda Bozkurt (Agrotis
ipsilon Hfn., A. Segetum DS.,
Lep.: Noctuidae)
10,42 11,59 39,87 9,72
-
18,75 17,01 21,63 2,47
16,88
Mısırda Tel Kurdu (Agriotes
spp., Col.: Elateridae)
4,20
4,96 29,52 8,72
-
14,27
8,44
5,72 0,93
10,88
Mısır Kurdu (Ostrinia nubilalis
Hbn., Lep.: Pryalidae)
2,45
2,27
6,91 16,80
-
11,57 20,02
1,95 0,66
8,61
Mısırda Danaburnu
(Gryllotalpa gryllotalpa L.,
Col.: Gryllotalpidae)
4,03
2,51 18,22 2,71
-
13,47 19,28
8,10 0,98
8,18
Mısırda Çizgili Yaprak Kurdu
(Spodoptera
(=Laphygma=Caradrina)
exiqua Lep.: Noctuidae)
0,84
1,46
2,57 18,58
-
3,92
6,69
3,16 0,49
5,71
Mısır Maymuncuğu
(Tanymecus dilaticollis. Gly.,
Col.: Curculionidae)
3,10
2,27 13,62 4,21
-
2,16
9,66
3,12 0,13
5,00
Mısırda görülen ambar zararlılarının başında; mısır biti gelmektedir (Çizelge 6). Bu zararlıyı
sırasıyla; pirinç biti, kırma biti ve değirmen güvesi gibi zararlılar takip etmektedir. Bu
zararlıların en fazla görüldüğü bölgeler; Ortadoğu ve Karadeniz Bölgeleridir.
Türkiye’de Dane Mısır Yetiştiriciliğinde Karşılaşılan Problemler
Ahmet YULAFCI
249
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Çizelge 6. Mısırda Ambar Zararlıları (%)
TARIM BÖLGELERİ
IV
V
VI
Marmara
Akdeniz
Kuzey
doğu
Güney
doğu
2,09
1,00
2,79
-
2,54 12,41 0,12
0,05
2,01
-
1,56
-
0,23
2,48
Kırma Biti (Tribolium confusum
Duv.) Col: Tenebrionidae
0,61
0,43
0,01
1,26
-
0,04
Değirmen Güvesi (Ephestia
kuehniella (Zell.) Co:
0,40
0,43
0,96
0,61
-
0,21
PROBLEMLER
I
II
Orta
kuzey
Ege
Mısır biti (Sitophilus zeamais
Motsch) (Coleoptera:
Curculionidae)
1,30
Pirinç biti (Sitophilus oryzae (L.)
Coleoptera: Gelechiidae
III
VII
VIII
IX
Karadeniz
Orta
doğu
Orta
güney
TÜRKİYE
0,60
2,95
0,03
-
1,22
5,25
8,93
0,51
1,20
3,75
8,93
0,48
1,10
Mısırda görülen genel zararlıların başında; yabani domuz gelmektedir (Çizelge 7). Bu
zararlıyı sırasıyla; tarla fareleri, ambar ve depolardaki fare ve sıçanlar ve zararlı kuşlar
gibi zararlılar takip etmektedir. Bu zararlıların en fazla görüldüğü bölgeler; Karadeniz,
Marmara ve Kuzeydoğu Bölgeleridir. Ortagüney Bölgesi ise bu zararlıların en az
görüldüğü bölgedir.
Çizelge 7. Mısırda Genel Zararlılar (%)
TARIM BÖLGELERİ
PROBLEMLER
TÜRKİYE
I
II
III
IV
V
VI
VII
VIII
IX
Orta
kuzey
Ege
Marmara
Akdeniz
Kuzey
doğu
Güney
doğu
Karadeniz
Orta
doğu
Orta
güney
7,12
2,12
7,39
2,34 16,48 10,57 2,13
6,35
Yabani Domuz (Sus Scrofa)
5,42 7,95
3,86
3,08 20,00 1,51 31,60
Tarla Fareleri (Microtus spp.)
(Rodentia: Muridae)
7,19 3,86 11,57 4,72
Ambar ve Depolardaki Fare ve
Sıçanlar (Rattus ratus L., Rattus
norvegicus Berk., (Mus
musculus L.) (Rodentia:
Muridae)
1,87 1,15
3,99
1,34 10,00 2,11 15,18
0,15
0,05
3,01
Zararlı Kuşlar Corvus spp.
(Passeres: Corvidae) Passer
spp. (Passeres: Passeridae)
Sturnus vulgaris
2,00 1,66
5,87
1,15 10,00 2,07
2,70
0,20
0,17
2,24
Zararlı Çekirgeler (Orthoptera:
Acrididae, Catantopidae,
Tettigoniidae, Gryllidea)
0,39 0,29
3,23
0,87
-
1,23 12,66
2,75
0,18
2,24
Salyangoz ve Sümüklü Böcekler
(Helix spp. Helicella spp.,
Eobania spp.,) (Pulmanata:
Helimacidae) (Agriolimax
agrestis L., Arion spp., Limax
spp., Dericory spp.,)
(Pulmanata: Limacidae)
1,11 0,07
7,92
0,86
-
0,03
7,02
1,83
0,11
2,17
Körfare (Sapalax leucodon
Nordmann) (Rodentia:
Spalacidae)
0,14 0,02
2,96
0,29
-
0,08
5,97
0,07
0,03
1,11
-
Mısırda zirai mücadelede görülen genel hataların başında; ilaçlama esnasında gerekli
tedbirlere uyulmaması gelmektedir. Bu problemi sırasıyla; ilaçların sıcakkanlılara karşı
zehirliliğinin (LD değeri) dikkate alınmaması, ilaçlama aletlerinde kullanım öncesi
250
Türkiye’de Dane Mısır Yetiştiriciliğinde Karşılaşılan Problemler
Ahmet YULAFCI
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
kalibrasyon ayarının yapılmaması ve ilaçların ürünlerde bırakacağı bakiyenin (tolerans
değeri) dikkate alınmaması gibi problemler takip etmektedir. Zirai mücadelede görülen
genel hataların en fazla görüldüğü bölgeler; Ortadoğu ve Güneydoğu Bölgeleridir.
Akdeniz ve Ortagüney Bölgeleri ise problemlerin en az görüldüğü bölgedir.
3.6. Hasat
Mısır hasadında karşılaşılan problemlerin başında; hasat sonrası toprakta kalan bitki
artıklarının toprak işlemede ve bir sonraki ürünün ekiminde problem oluşturması
gelmektedir. Bu problemin en fazla görüldüğü bölgeler; Güneydoğu ve Ege
Bölgeleridir. Bu problemi sırasıyla; anızların yakılması, geç tarihte hasat yapılması ve
bundan kaynaklanan problemler ve hasat zamanındaki yağışların hasatları olumsuz
etkilemesi gibi problemler takip etmektedir. Hasatla ilgili sorunların genelde en fazla
görüldüğü bölgeler; Güneydoğu, Ege ve Ortadoğu Bölgeleridir. Ortagüney Bölgesi ise
sorunların en az görüldüğü bölgedir.
Mısır hasadında makine kullanımı oldukça yaygındır. Makine kullanımının en az
olduğu bölge; Karadeniz Bölgesidir. Makine kullanılmamasında; arazilerin küçük,
parçalı ve engebeli olması, makineli hasadın pahalı bulunması gibi faktörler etkili
olmaktadır.
Mısırda hasat sonrasında; yağışlardan dolayı ürünlerin kurutulması ve uygunsuz
şartlarda kurutmadan kaynaklanan bazı problemler yaşanmaktadır. Bu konuda en fazla
problem yaşanan bölge Karadeniz, en az problem yaşanan bölge ise; Akdeniz’dir.
4. SONUÇ
Mısırda sertifikalı kullanım oranı oldukça yüksek olup bu konuda fazla bir problem
görülmemektedir. Ancak üreticiler ana ürün-ikinci ürün, üretim amacı ve bölge şartları
dikkate alınarak hangi çeşitleri kullanmaları konusunda bilinçlendirilmelidir. Mısır
ekiminde görülen problemlerin başında; münavebe yapılmadan üst üste ekim yapılması
gelmektedir. Bu durum hastalık ve zararlıların artmasına yol açmaktadır. Tohumluk ve
ekim konusunda eğitim ve yayım çalışmalarına ağırlık verilmelidir.
Azotlu ve fosforlu gübrelemelerde gereğinden fazla ya da az gübre kullanımı, uygun
olmayan gübre çeşitlerinin kullanımı gibi problemler yaygındır. Potasyumda ise bazı
yörelerde potasyum yetersiz olduğu halde potasyumlu gübre kullanılmamaktadır.
Türkiye genelinde mısır tarımında işletmelerin %43’ünde çiftlik gübresi hiç
kullanılmamaktadır. Mısırda toprak tahlili yaptırmayanların oranı %50 civarındadır.
Toprak tahlili yaptırılmamasında etkili olan faktörlerin başında tahlilin önemini
bilmeme gelmektedir. Mısırda genel gübreleme hatalarının başında ise; gübre
kullanımında teknik elemanlara danışılmaması gelmektedir. Gübreleme konusunda
eğitim ve yayım çalışmalarına ağırlık verilmelidir.
Mısırda yağışların bitkinin yıllık su ihtiyacını karşılamaması oranı %61 civarındadır.
Yağışların yetersizliğine rağmen sulama yapılmama oranı ise %11 civarındadır. Sulama
yapılmamasında etkili olan faktörlerin başında; sulama için gerekli altyapının olmaması
gelmektedir. Bunu; yeterli su kaynağı olmaması, üreticilerde sulama için gerekli
ekipman ve işgücü yetersizliği ve suların kirlilikten ya da tuzluluktan dolayı sulamada
kullanılamaması gibi hususlar takip etmektedir. Bu konularda üreticiler altyapı ve
maddi açıdan desteklenmelidir.
Mısırda zirai mücadelede görülen genel hataların başında; ilaçlama esnasında gerekli
tedbirlere uyulmaması gelmektedir. Bu problemi sırasıyla; ilaçların sıcakkanlılara karşı
Türkiye’de Dane Mısır Yetiştiriciliğinde Karşılaşılan Problemler
Ahmet YULAFCI
251
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
zehirliliğinin (LD değeri) dikkate alınmaması, ilaçlama aletlerinde kullanım öncesi
kalibrasyon ayarının yapılmaması ve ilaçların ürünlerde bırakacağı bakiyenin (tolerans
değeri) dikkate alınmaması gibi problemler takip etmektedir. Bu konuda eğitim ve
yayım çalışmaları devam etmeli, iyi tarım uygulaması yaygınlaştırılmalıdır.
Mısır hasadında karşılaşılan problemlerin başında; hasat sonrası toprakta kalan bitki
artıklarının toprak işlemede ve bir sonraki ürünün ekiminde problem oluşturması
gelmektedir. Hasat sonrası kalan bitki artıklarının hayvan yemi olarak kullanılması ya
da toprağa karıştırılması imkânları araştırılmalıdır.
KAYNAKLAR
Akış, A., Kaya, B., Seferov, R., Başkan, H. O. 2005. Harran Ovası ve Çevresindeki
Tarım Arazilerinde Tuzluluk Problemi ve Bu Problemin İklim Özellikleriyle
İlişkisi. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (14). s. 21-38
(www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/ sos mak/makaleler /.../21-38.pdf. Erişim: 2012)
Anonim, 2012. www.fao.org/statistics
Anonim, 2013. www.tuik.gov.tr
Çolakoğlu, H., İrget, M. E. 2008. Ülkemizde Kimyasal ve Organik Gübre Kullanımında
Yapılan Yanlışlar ve Düzeltilme Yolları. 4. Ulusal Bitki Besleme ve Gübre
Kongresi 8-10 Ekim 2008, Konya s. 20-23
Gençtan, T., Öktem, A., Sürek, H., Gevrek, M., Balkan, A. 2010. Sıcak İklim Tahılları
Üretiminin Artırılması Olanakları. Türkiye Ziraat Mühendisliği VII. Teknik
Kongresi. TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası. 11-15 Ocak 2010, Ankara.
(http://www.zmo.org.tr/yayinlar/kitap_ goster.php?kodu=82 Erişim: 2012)
Kanber, R., Çullu, M. A., Kendirli, B., Antepli, S., Yılmaz, N., 2004. Sulama, Drenaj ve
Tuzluluk. Türkiye Ziraat Mühendisliği VI. Teknik Kongresi. Bildiri Kitabı, s.
213-252. (http://www.zmo.org.tr/ yayinlar/kitap_goster.php?kodu=82 Erişim:
2012)
Kınacı, E., Kınacı, G., Birsin, M. A., Alp, A., Kutlu, İ. 2010. Serin İklim Tahılları
Üretiminin Arttırılması Olanakları. VII. Türkiye Ziraat Mühendisliği Teknik
Kongresi. TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası. 11-15 Ocak 2010, Ankara.
(http://www.zmo.org.tr/yayinlar/ kitap_goster.php?kodu=82 Erişim: 2012)
Sade, B., Soylu, S. 2008. Dünyada ve Türkiye’de Mısır Tarımı. Ülkesel Tahıl
Sempozyumu, 2-5 Haziran 2008, Konya. s. 101-108.
252
Türkiye’de Dane Mısır Yetiştiriciliğinde Karşılaşılan Problemler
Ahmet YULAFCI
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Meyve Ağaçlarında Görülen Verticillium Dahliae Kleb. ve Mücadelesi
Furkan COŞKUN* Yaşar ALPTEKİN¹
*Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Bitki Koruma Ana Bilim Dalı,
KAHRAMANMARAŞ, ¹Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bitki Koruma
Bölümü, KAHRAMANMARAŞ, [email protected]
Özet
Verticillium dahliae Hphomycetes sınıfına ait toprak kökenli bir fungustur. Konidioforlar renksiz, ince ve vertisillat
olarak 1-3 defa dallanmıştır. Bir vertisildeki fiyalit sayısı 2-4'dür. Fiyalitler ince uzun, dip tarafı geniştir.
Kışı genellikle toprakta ve bitki parçaları üzerinde miselyum veya mikrosklerot olarak geçirmektedir. Düşük
sıcaklıktaki topraklarda yaşamını sürdürse de 25-28°C'de optimum gelişme göstermektedir. Toprakta konukçu bitki
olmadan 10 yıl kadar saprofit olarak canlı kalabilmektedir.
Hastalığın meyve bahçelerinde yayılması genelde sulama ve toprak işlemesiyle toprağın taşınması şeklinde
gerçekleşir. Verticillium dahliae 300’ün üzerinde bitki familyasında özellikle zeytin, antep fıstığı ve sert çekirdekli
meyvelerde hastalık yapar.
Hastalıkla mücadelede ilk olarak sağlıklı üretim materyali ve fidan kullanılmalıdır. Özellikle bu hastalık yönünden
riskli olan alanlarda kurulacak tesislerde hastalığa dayanıklı veya tolerant çeşit ve anaçlar kullanılmalıdır. Etmenin
bitkiye girişini önlemek amacıyla köklere zarar verecek derin toprak işlemesinden kaçınılmalıdır. Daha önceden
hastalığın görülmediği alanlarda, meyvecilik yapılmalıdır. Toprakta en az 2 yıl V.dahliae‘nin konukçusu olmayan
bitkiler yetiştirildikten sonra meyve ağaçları dikilmelidir. Özellikle topraktaki hastalık etmeninin aktivitesini azaltan
veya önleyen antagonist mikroorganizmaların sayısını arttırmaya ve etmenin miktarını azaltmaya yönelik yöntemler
ve yaz aylarında toprak solarizasyonu uygulanmalıdır.
Sonuç olarak dayanıklı çeşit ve biyolojik mücadele etmenlerini içeren biyopreparat uygulamasının daha etkili
sonuçlar verebileceği düşünülmektedir. Mücadelede dayanıklı çeşit-antagonist kombinasyonu entegre mücadelede iyi
sonuçlar verebilir.
Anahtar Kelime: Meyve Ağacı, Solgunluk, Verticillium dahliae
Verticillium Dahliae Kleb. seen on the Fruit Trees and Disease Management
Abstract
Verticillium dahliae is a soil borne fungi belonging to the Hphomycetes class. Conidiophores are colorless, thin and
verticillate and branched 1-3 times. Number of phialides in a verticile is 2-4. Phialides are thin and long and the
bottoms are wide.
It usually passes the winter in the soil and on plant parts as the mycelium or microsclerot. Although it lives in low
temperature soil, it shows maximum growth at 25-28°C. It may survive as a saprophyte, up to 10 years in the soil
without the hosting plants.
Spread of the disease in orchards is generally due to transport of the soil by irrigation and cultivation. Over 300 plant
species are known to be susceptible to Verticillium dahliae, particularly olives, pistachios and stone fruits.
Healthy seedlings and propagation materials must be used in an effective disease management. Disease resistant or
tolerant rootstocks or varieties must be used in contaminated areas with diseases. Deep soil tilling must be avoided in
order to prevent penetration of the the host plant by pathogen. Fruit trees must be planted in the areas don’t affected
by the disease previously. Fruit trees must be planted after non-host plants of V.dahliae are grown for at least 2 years
in the soil. Methods that increase number of antagonist microorganisms and prevent or reduce activities of the disease
propagules and reduce the amount of disease in the soil must be employed, and soil solarization must be applied
during summer.
As a result, resistant varieties and application of biopreparats containing biological control agents is expected to
provide more effective results against the pathogen. Combination of resistant varieties and antagonist microorganisms
may give good results in the integrated disease management.
Keywords: Fruit Tree, Wilt, Verticillium dahliae
Giriş
Türkiye, birçok meyve türlerinin anavatanı ve meyvecilik kültürünün beşiğidir. Bugün,
meyvecilik kültüründe önem kazanmış olan elma, armut, ayva, fındık, antepfıstığı,
vişne, kiraz, erik, ceviz, badem, kestane, incir, üzüm ve nar gibi birçok meyve türü bu
topraklarda ortaya çıkmıştır (Cordon ve ark., 1993).
Meyve Ağaçlarında Görülen Verticillium Dahliae Kleb. ve Mücadelesi
Furkan COŞKUN* Yaşar ALPTEKİN¹
253
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Türkiye çok değişik iklimleriyle çok sayıda tür ve çeşitleri bünyesinde barındırır. Bu
şekilde yurdumuzda yetişen meyve tür sayısı, yeni ürünlerle birlikte 75'in üzerindedir.
Bu türlerin büyük çoğunluğunun orijini Anadolu olup, turunçgillerin büyük çoğunluğu,
şeftali, kivi, ananas, pikan gibi bazı meyve türleri ise çok önceden veya yakın
zamanlarda yurdumuza başka ülkelerden getirilmişlerdir. Türkiye'de görülen bu büyük
tür zenginliği yanında, büyük bir çeşit çokluğu vardır (Anonim, 2012a).
Bu ürünler içerisinde meyve üretimi dünya da ve ülkemizde önemli yer tutmaktadır.
Ülkemiz ’de meyvelerin toplam üretim alanı 29.980.385 da olup, bunun % 33’ünü
subtropik meyveler, % 32’sini sert kabuklular %16’sını üzümsü meyveler, %9’unu sert
çekirdekliler, %6’sını yumuşak çekirdekliler ve % 4’ünü turunçgiller oluşturmaktadır
(Anonim, 2010).
Tablo 1. Türkiye’de Meyve Üretimi (Ton)
Meyve
Üzüm
Portakal
Mandalina
Limon
Elma
Armut
Şeftali
Kayısı
Zeytin
2011(ton)
4.296.351
1.730.146
872.251
790.211
2.680.075
386.382
545.902
650.000
1.750.000
2012(ton)
4.234.305
1.661.111
874.832
710.211
2.888.985
442.646
611.165
760.000
1.820.000
2013(ton)
4.011.409
1.781.258
942.226
726.283
3.128.450
461.826
637.543
780.000
1.676.000
Türkiye’deki meyve ağaçların sayısı baktığımızda ilk sırada sert kabuklular meyveler
423.821.914 ile yer almaktadır. Zeytin ağacı sayısı ise 155.428.192 ağaç ile ülkemizde
yağlı meyve grubuna ait olup oldukça yüksek sayıdadır. Sert çekirdekliler meyve
grubunda 75.994.591, yumuşak çekirdeklilerde 73.680.837, turunçgillerde 34.968.323,
üzümsü meyvelerde 34.858.593 ile ülkemizde meyve ağaçları önemli bir yere sahiptir.
Tablo 2. Türkiye deki toplam meyve ağaç sayısı (Anonim 2012b.)
Meyve Grubu
Yumuşak Çekirdekliler
Sert Çekirdekliler
Turunçgiller
Sert Kabuklular
Üzümsü Meyveler
Zeytin
Toplam Ağaç Sayısı
73.680.837
75.994.591
34.968.323
423.821.914
34.858.593
155.428.192
Her tarımsal üründe olduğu gibi, meyvelerde de verim ve kaliteyi olumsuz yönde
etkileyen birçok hastalık bulunmaktadır. Meyve yetiştiriciliği yapılan tüm ülkelerde,
meyve ağacının en önemli hastalıklarından biri Verticillium dahliae (Kleb.)’nin neden
olduğu solgunluk hastalığıdır. Hastalık etmeninin, geniş bir konukçu dizisine sahip
olması, toprak kaynaklı bir patojen olması ve kimyasal savaşımının olmaması hastalık
önemini kat ve kat artırmaktadır. Watkins (1981)’e göre Verticillium solgunluk hastalığı
ilk defa ABD’nin Virginia eyaletinde 1914 yılında serada yetiştirilen pamuk bitkisinden
teşhis edilmiştir. Tarla şartlarında ise hastalık etmeni 1927 yılında Tennessee’de ve
1930 yılında California’da saptanmıştır (Erdoğan ve ark., 2009). Saydam ve Copçu,
(1972)’de belirtilen hastalık etmeni fungus ülkemizde 1940’lı yıllardan beri bilinmesine
karşın, meyve ağaçlarında varlığı 1970 yılında Ayvalık ve Milas zeytinliklerinde
254
Meyve Ağaçlarında Görülen Verticillium Dahliae Kleb. ve Mücadelesi
Furkan COŞKUN* Yaşar ALPTEKİN¹
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
belirlenmiştir. Bu hastalığın ülkemizde, özellikle sulanan, çok sürülen ve ara ziraatın
yapıldığı taban arazilerde yaygınlaşması dikkati çeken bir sorun olarak ortaya çıkmıştır.
Ayrıca pamuk ve domates gibi patojenin olduğu gibi patojenin konukçusu olduğu
ürünlerin yetiştirildiği alanlarda kurulan zeytinliklerde hastalık hızla yaygınlaşmıştır
(Hantal, 2008). Hastalık nedeniyle dünya çapında pamukta ürün kaybı yaklaşık 1,5
milyon balya olup, çok duyarlı çeşitlerin seleksiyonu ve performansı yüksek dayanıklı
çeşitlerin kullanılmasıyla bu kayıplar azaltılabilecektir (Bell, 2001).
Verticillium; Hypomycetes sınıfına ait, renksiz hiflerinin görüldüğü, vasat gelişim
hızına sahip koloniler oluşturan toprak kaynaklı bir fungustur. Konidioforları, vejatatif
hiften çok farklılaşmış olup, vertisillat dallanma gösterirler (Domsch et al., 1980.
Melouk, 1992). Yan dallar lamba şişesi şeklindedir ve daire şeklinde aynı yerden
çıkarlar (Vertisillat form). Konidiler bu yan dalların ucunda oluşurlar. Konukçu dokusu
içinde vertisillat form oluşmaz. Konidiler renksiz ya da hafif renklidir. Boyutu 3-6 x 1-3
mikrondur (Korkmaz, 2005).
Verticillium dahliae konukçusu olduğu bitkilerin ölü dokularında oluşturduğu
mikrosklerotları ile toprakta uzun yıllar canlılığını devam ettirir (Green, 1980). Isaac
(1976)’ a göre hastalık kötü çevre koşullarında toprak ve bitki artıklarında dormant
olarak 14 yıl gibi uzun bir süre canlılığını koruyabilir (Korkmaz, 2005).
Hastalık gelişimi için optimum gelişme sıcaklığı 21-27oC’dir (Sezener, 2008). Genel
olarak ilkbaharda 20-25oC’lik, yazın ise 30-35oC arasında dalgalanma gösteren
sıcaklıkların hastalık çıkışını kolaylaştırdığı bildirilmektedir. Hastalık etmeninin meyve
ağaçlarından izole edilmesinde mevsimsel değişiklikler olduğu bildirilmiştir. Bu konuda
ilk yapılan çalışma, kış ve ilkbaharda kolaylıkla izole edilebilen etmenini, belirtilerin
şiddetli olarak görülmesine rağmen, yazın izole edilemediği sonucu elde edilmiştir. Bu
sonuç ile fungusun aşırı yüksek yaz sıcaklarında öldüğü kanısına varılmıştır (Wilhelm
and Taylor, 1965).
Verticillium dahliae birçok otsu ve odunsu bitkide zararlı olan bir hastalık etmenidir.
Ülkemizde Verticillium dahliae 200’ün üzerinde bitki familyasında konukçuluk
yapmaktadır (Çubukçu, 2007). Başta pamuk olmak üzere birçok kültür bitkisi, yabancı
ot ve özellikle sert çekirdekli meyve ağaçlarında önemli bir konukçudur.
Verticillium dahliae hastalık belirtisi, öncelikle iletim sisteminin engellenmesi sonucu
ortaya çıkmaktadır. Patojen etkisiyle, lokal iletim demeti tıkanıkları oluşur ve bitkide su
stresi başlar. Bunun sonucunda bitkide solgunluk, kuruma yaprak dökümü gibi belirtiler
oluşmaktadır. Eğer tıkalı iletim demetinin yerine yeni ve sağlıklı bir ksilem demeti
oluşmazsa, ölüm meydana gelir (Hiemstra,1998). Bitkide iletim demetlerinde
tıkanıklığına yol açtığı için (tylose) besin elementi alımı engellenir ve fotosentez yapımı
gecikir. Hastalık etmeninin duyarlı çeşitlerin yapraklarında önce solma ve pörsüme
şeklinde ortaya çıkar, daha sonra ise yapraklar tamamen dökülür (El-Zik, 1985).
Hastalıklı ağaçların sürgün ve dallarının uçtan geriye doğru kuruması Verticillium
Solgunluğu'nun en tipik belirtisidir. Ayrıca dallar, sürgün ve yapraklar yeşilimsi rengini
kaybederek kahverengiye dönmektedir. Ağaçta ana dalın kabuk dokusunun menekşe
rengine dönmesi ve renk değişiminin zamanla tüm ağaca yayılması izlenirken, bu
belirtilerin görüldüğü ağaçların belirti gösteren dallarından boyuna kesitler alındığında
ksilemin koyu kahverengiye dönüştüğü görülmektedir (Agrios, 2005). Zeytinlerde
V.dahliae akut solgunluk (apopleksi) ve ölüm, kronik solgunluk ya da yavaş ölüm
olarak açıklanabilecek iki belirti tipi oluşturmaktadır. Bu iki farklı belirti tipi farklı
ülkelerde bir çok araştırıcı tarafından tanımlanmıştır (Al-Ahmad and Mosli, 1993,
Rodrigez Jurado et al., 1993, Serrhini and Zeroual, 1995, Thanassoulopoulos et al.,
Meyve Ağaçlarında Görülen Verticillium Dahliae Kleb. ve Mücadelesi
Furkan COŞKUN* Yaşar ALPTEKİN¹
255
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
1979, Tosi and Zazzerini, 1998). Akut solgunluk, genel olarak kış sonundan erken
ilkbahara kadar gelişmektedir. Sürgün ve dallar hızla kuruyarak ölürler. Bunun sonucu
tüm ağaç ölüme gidebilir (Jimenez-Diaz et al., 1998). Buna karşın kronik solgunluk ise,
öncelikle çiçeklerin nekroze olması ile tanımlanır. Hasta dallar üzerindeki yapraklar
donuk yeşile döner ve kıştan önce dökülürler. Bu belirtiler ilkbaharda akut solgunluk
belirtilerinden sonra ortaya çıkmaktadır.
Hiemstra (1998)’e göre toprağın üst kısımlarında bulunan etmenin mikrosklerotları,
kültürel işlemler, sulama ve rüzgâr gibi etkenlerle yayılırlar. Hasta zeytin yapraklarının
yere
dökülmesiyle
topraktaki
hastalık
miktarının
arttığı
belirtilmiştir.
Thanassoulopoulos (1981)’ e göre etmenin salma ve sulama ile de yakın mesafelere
yayılabildiği çalışmalar ile ispatlanmıştır. Sinclair ve ark. (1987)’e göre etmenin uzun
mesafelere yayılması ise hastalıklı bitki materyali kullanımı ile gerçekleşmektedir.
Fidanlıklarda etmenle bulaşık materyalin kullanılması, etmenin yeni alanlara
taşınmasına neden olmaktadır (Hantal, 2008).
Zeytinlerde Verticillium solgunluğunun sulanan bahçelerde daha yaygın olarak
görüldüğüne dair yerleşmiş bir kanı mevcuttur. Bu nedenle bahçesinde hastalık mevcut
olsun veya olmasın bütün üreticilere sulama yapıp yapmadıkları önemli bir faktördür.
Araştırmalara göre sulama ile hastalık çıkışı arasında doğrudan bir ilişki kurmak kolay
olmamıştır. Çünkü hastalık görülen zeytinliklerin % 41' inde, görülmeyenlerin ise % 20'
sinde sulama uygulandığı anlaşılmıştır. Yani oran daha düşük olmakla birlikte Batı
Anadolu' da hastalık görülmeyen bahçelerin bir kısmında da sulama yapılmaktadır
(Hantal, 2008).
Korolev et al. (2000a)’a göre V.dahliae’nin geniş bir konukçu dizisine sahip olması ve
görünüşte konukçuya özelleşmesinin az olması nedeniyle genetik farklılığın az
olduğunu belirtmiştir. Ancak son zamanlarda yapılan vejetatif uyum ve moleküler
çalışmalar, V.dahliae’deki genetik farklılığın önemli olduğunu göstermektedir. Vejetatif
uyum, hifsel anastomosis’e maruz kalan fungal ırkların heterokaryon oluşturma
yeteneğini ifade etmektedir. Bu heterokaryonu oluşturan izolatlar aynı vejetatif uyum
grubunda yer almaktadır (Dinler, 2007). Joaquim and Rowe (1990)’a göre vejetatif veya
heterokaryon uyum birçok bitki patojeni fungusta gösterilmiş olup onların doğal
populasyonları arasındaki genetik farklılığı değerlendirmede önemlidir. Biri diğeriyle
heterokaryonlar oluşturan ve anastomosis’i gerçekleştiren fungal ırklar, vejetatif uyumlu
olarak değerlendirilmekte ve tek bir VCG (vegetative compatibility group = vejetatif
uyum grubu)’ye dahil edilmektedir. Aksine biri diğeriyle anastomosis oluşturmayan
ırklar (bunlar heterokaryon oluşturmaz) vejetatif uyumsuz olarak adlandırılır. Puhalla
(1983)’ten nakledildiğine göre Katan (2000) anastomosis özel dallanmış hifler arasında
oluşur, hifin uca doğru gelişen büyüme noktalarının 1-2 mm gerisinde oluşan yan dallar,
iki hifi birleştiren anastomosis köprülerini oluştururlar. Sonuçta birleşen hücreler H
şeklinde ve çift nükleusludur. Ancak hif boyunca hücreden hücreye çekirdek göçü
olmaz ve bu iki nukleuslu hücreler çoğalma özelliğine sahip değildirler. Katan (2000)’a
göre anastomosis sonucu oluşan hücrenin çekirdekleri genetik olarak birbirinin benzeri
ise bu tip hücrelere homokaryon denir. Eğer anastomosis sonucu oluşmuş hücrenin
çekirdekleri genetik olarak farklı bireylerden geliyor ise bu tip hücrelere de
heterokaryon denir. Farklı bireyler arasındaki anastomosis rastgele bir olay değildir ve
bazı özel genetik mekanizmalarla yönetilir. Burada vejetatif uyumluluk, kromozomlar
üzerinde bulunan het (heterokaryon) ve vic (vegetative in compatibility) olarak
isimlendirilmiş çoklu gen lokuslarının yönetimi altındadır. Vejetatif uyumsuzluk doğada
heterokaryosis’in kurulmasını engeller ve genetik olarak farklı misellerin birleşmesini
engeller. Ancak laboratuvarda uygun mutantlar heterokaryonlar yaratmak için rutin
256
Meyve Ağaçlarında Görülen Verticillium Dahliae Kleb. ve Mücadelesi
Furkan COŞKUN* Yaşar ALPTEKİN¹
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
olarak bir araya getirilmektedir. Nitratı kullanmayan mutantlar (nit) arasındaki
heterokaryon testleri, V.dahliae izolatları arasındaki vejetatif uyumu saptamak için
yaygın olarak kullanılmaktadır. Nitmutantlar, klorat eklenmiş ortamlarda klorat’a
dayanıklı sektörler şeklinde ortaya çıkmaktadır (Dinler, 2007).
Meyve ağaçlarında solgunluk simptomları açıkça görülebilir ve doğrudan ürünü
kalitesini etkileyebilir. Meyve ağaçlarında belirtiler düşük inokulum yoğunluğunda
meydana gelir. Buda zarar eşiğinin düşük olmasına neden olmuştur. Dökülen yapraklar
toprak inokulum birikmesini önlemek için önemlidir. Hastalık yoğunluğu şiddetli
olduğunda, yetiştiriciler tarafından sahip olunan veya daha uzun bir süre için kiraya
verilir alanlarda, hassas bitki türlerinin yetişmesine uygun değildir. Verticillium
solgunluğu belirtileri ağaç türlerine bağlı olarak farklı olabilir. Genellikle etkileri üç
şekilde görülebilir: yaprak simptomlar (solgunluk, renk değişimi), gövde de meydana
gelen simptomlar (ksilem renginin değişmesi ve damarların tıkanması) ve gerileme
(bodurluk ve geri ölüm). Belirti görülen ağaçlar ölebilir, ama çoğu zaman yaprak
dökümünden sonra ya da özellikle kök tabanından adventif sürgünler oluşumu ile
yaprakları gömme yoluyla hastalıktan kurtarılabilir (Goud ve ark., 2003).
Antep fıstığında genellikle Haziran ayında ilk simptomları görülür ve Ekim-Kasım
aylarına kadar daha da şiddetlenir. Hastalıklı sürgünler önce sararır. Sonra güneş
yanığına benzer renge döner ve yavaş yavaş kurur. Bazı hastalıklı bitkiler hastalandığı
yıl ölebilirler ( Epstein ve ark., 2004).
Bağlarda meydana gelen Verticillium solgunluğu belirtileri tüm bitkinin ya da bir
kısmının solması olarak bilinmektedir. Solgunluklar genellikle su gereksinimin fazla
olduğu sıcak sezonlarda ortaya çıkmaktadır. Fungus kök ve gövdenin iletim dokularını
istila eder ve iletim demetlerinin kararmasına neden olur (Bonfiglioli, 2007).
Erik ağaçlarında meydana gelen Verticillium solgunluğunda enfekteli ağaçlarda
yapraklarda renk değişimleri, solgunluk, sürgünlerin çıplak kalması, iletim
demetlerinde, renk değişimi, tek taraflı, ileri hallerde tüm dal kurumaları görülmüştür.
Hastalığın görüldüğü erik bahçesinin pamuktan bozma bir arazi oluşu aynı yörede
önceleri pamuk tarımı yapılan topraklarda kurulan şeftali ve kayısı bahçelerinde
Verticillium solgunluğuna sorun olması, pamuktan bozma bir araziye kurulan meyve
fidanlığında özellikle kayısı fidanlarının aynı hastalık yüzünden hemen elden çıkması,
yeni kurulacak plantasyonlarda dikkatle üzerinde durulması gerekmektedir (Sarıbay ve
Demir, 1984).
Kayısı ağaçlarında meydana gelen Verticillium solgunluğunda enfekteli ağaçlarda önce
sararmalarla başlayıp yer yer dal kurumaları, daha sonra tüm ağacın kurumasına yol
açar (Sarıbay ve ark., 1972).
Kirazda Verticillium solgunluğu ilk belirtileri genellikle yaprakların sararması ve ani
solma ile yaz sonunda görünür. Kiraz, geriye doğru kurumaların yaygın ve yaprak
üzerine ölüm bir veya daha fazla dallar üzerinde meydana gelmektedir. Fungus birçok
odunsu dokuda kahverengimsi renk solması veya çizgilenmeye neden olur, fakat bu
belirti kirazda her zaman açık değildir. Etkilenen ağaçları ölebilir, ancak hastalıklı
ağaçlar genellikle kendiliğinden iyileşir. Belirtiler hafif olduğu zaman kurtarma olasılığı
daha yüksektir. Toprakta bulunan özellikle Prantylenchlus spp. gibi yüksek nematod
populasyonu da hastalık şiddetini artırmaktadır. Ayrıca Vesicular-arbuscular mycorrhiza
(VAM) hastalığı azaltmaktadır.
Son olarak en çok hastalığın görüldüğü meyvelerden biri olan zeytinde ise simptomlar
iki şekilde görülmektedir. Bunlardan ilki, kış sonundan ilkbaharın ilk aylarına kadar
Meyve Ağaçlarında Görülen Verticillium Dahliae Kleb. ve Mücadelesi
Furkan COŞKUN* Yaşar ALPTEKİN¹
257
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
gelişen ve kendini daha çok sürgün ve dalların kuruyarak ölmesi olarak belli eden akut
solgunluktur. Belirtiler önce yaprakların renginin açılması, sonra kahverengiye dönerek
uzunlamasına geriye doğru kıvrılması ile başlar. Eğer uçlardan geriye doğru kuruma ve
ölüm çok hızlı gelişir ise bu durumda 'inme' adı verilen ve ağacı tümden ölüme götüren
ağır bir tablo ortaya çıkar.
Diğer belirti ise ilkbaharda akut solgunluk belirtilerinden sonra ortaya çıkan ve yaz
aylarına doğru yavaşça gelişen kronik solgunluk belirtileridir. Ancak bu defa kuruma ilk
olarak çiçeklerde meydana gelir. Çiçekler ölür ancak sürgünlerin üzerinde asılı kalırlar.
Daha sonra bunu hastalıklı dallar üzerinde bulunan yaprakların renginin donuk yeşile
dönerek dökülmesi izler. Dallar çıplaklaşır, sadece sürgün uçlarındaki yapraklar kalır.
Hastalıklı sürgün ve dalların kabuğu kırmızımsı kahverengi olur ve içteki iletim
dokularının rengi de koyulaşır (Hantal, 2008).
Kronik solgunluk görülen ağaçlarda, zeytinin kendini yenileme yeteneği ile hastalık
iyileşme görülebilir. Bu durum, yaşlı veya hastalıklı ksilemin çevresinde bulunan
kambiyum dokusunun genç ksilem tabakalarının oluşturmasından kaynaklanmaktadır.
İyileşme, ağaçların enfekte olmuş veya zarar görmüş dokuların iyileştirmesi nedeniyle
değil, o bölgeyi izole etmesi ve onun yerine işlevsel dokular koyması nedeniyle
olmaktadır. Bu nedenle hastalığın bitkilerdeki gelişimi bir mevsimden diğerine
bağımsızdır. Yani bir ağaçtaki hastalık seyri diğer bir seyri sonraki mevsimde farklı
olabilir (Hantal, 2008).
Bulaşıklı ağaçları, sonraki büyüme mevsiminde hastalıktan kurtarabilirsiniz.
Hastalıktan kurtulma özellikle sık sık gözlenmektedir. Ancak şu yıllarda yine hastalıklı
olma şansı daha yüksek oldu. Ayrıca, hastalıklı bitkilerin komşu bitkilerden bulaşma
şansı daha yüksek olmaktadır. Böylece hastalıklı ağaçları toprak inokulum birikmesini
önlemek için en kısa sürede kaldırılması gerekmektedir (Goud ve ark., 2003).
Kök-ur Nematod yoğunluğunun fazla bulunduğu kumlu ve kumlu-tınlı alüviyal toprak
tipindeki bölge pamuk alanlarında solgunluk hastalık şiddetinin fazla olduğu tespit
edilmiştir. Bu gibi yerlerde nematod zararı, bitki daha fide devresinde iken daha da çok
artmakta ve bölgenin bazı yerlerinde % 10-50 kadar yükselmektedir. Bitkiye nematodlar
ile V.Dahliae ’nin etkileşimleri sonucu patates ve şeker akça ağacında bir takım
değişikler meydana getirmiştir. Bu nematodlar genellikle zarar eşiğini düşüren ve
etkileşimleri hastalığı tahmininde dikkate alınması gerekmektedir (Goud ve ark. , 2003)
Kimyasallar tarafından V.dahliae kontrolü mümkündür, ancak kullanımları nedeniyle
potansiyel çevre kirliliği ve sağlık riskleri nedeniyle yasak ve sınırlıdır. Başlangıçta
inokulum yoğunluklarını azaltmak için alternatif yöntemler serada uygulama için uygun
olup ancak maliyetlidir. Bu nedenle, güvenilir bir hastalık öngörüsünde acilen bu pahalı
yönetim uygulamaları garantilidir ve bu konuda karar vermeleri gereklidir. Bu fidan gibi
değeri yüksek bitkiler için özellikle doğrudur. Hastalık dikim öncesi tahmin
değerlendirilmesi ile mümkündür. V.dahliae inokulum yoğunluğu yabani turp, domates,
karnabahar, pamuk arasında gözlenmiştir. Hasat verimi göreceli olarak etkilenmez
olabilir. Ağaçların hastalık görülme sıklığı ve hasar eşikleri arasındaki ilişki inokulum
yoğunluklarına bağlıdır. Şimdiye kadar inokulum yoğunluğu hakkında kantitatif bilgi
eksikliği vardır.
Fidanlıklarda V. dahliae için bir kontrol yöntemi olarak solarizasyon etkinliğini
araştırılmıştır. Solarizasyon yaz aylarında 6-8 hafta boyunca, hava geçirmez plastiklerle
malçlama ile birlikte toprak aynı zamanda taze organik maddeleri de (örneğin; çimen)
içeriğinide korumaktadır. Bunun sonucu olarak, V.dahliae toprak inokulum yoğunluğu
%85 oranında azaltıldı. Ayrıca, bitki patojenik nematodları % 99 oranında öldürmüştür.
258
Meyve Ağaçlarında Görülen Verticillium Dahliae Kleb. ve Mücadelesi
Furkan COŞKUN* Yaşar ALPTEKİN¹
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Fidan gibi değeri yüksek ürünlerin ve böyle düşük bir zarar eşiği ile verim kaybına yol
açmakta ise, solarizasyon hastalığı azaltmak için iyi bir yöntem olmaktadır (Goud ve
ark. , 2003).
Kimyasal mücadelesi olmayan Verticillium solgunluğuna karşı mücadelede yeni
stratejilerin geliştirilmesi gerekmektedir. Bitkilerinin yeşil aksamının çiçeklenme
döneminde toprağa karıştırılması pamuk bitkilerinin V.dahliae ile enfekte olmalarını
azaltmıştır. Arpa yeşil gübre uygulaması hastalık şiddetini azaltmada en etkin uygulama
olmuştur. Bunun yanında fiğ yeşil gübre uygulaması da hastalık şiddetini azaltmıştır.
Fabacae ve Graminae familyalarına ait bitki eklerinin V.dahliae Kleb. etmenini öldürme
mekanizmaları net olarak bilinmemektedir. Bununla birlikte organik eklerin toprak
kökenli hastalık etmenlerinin yapılanmasında önemli bir rol oynadığı herkes tarafından
kabul görmektedir (Erdoğan ve ark., 2011).
Yapılan araştırmalarda ilerlemelere rağmen, hala bazı sorunların çözülmesi
gerekmektedir. Moleküler yöntemlerle anaç, bitki sağlığı etkileyen faktörlerin analizi,
toprak sağlığı ve Verticillium solgunluk oluşumu arasındaki ilişki ve toprakta V. dahliae
miktarının iyileştirilmesi seçimi odaklanmalıdır.
Materyal ve Metod
Materyal
Bu çalışmanın materyali Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Merkez Kütüphanesi
ve Ziraat Fakültesi Kütüphanesindeki tez ve süreli yayınlar oluşturmuştur. Ayrıca
Google arama motoruna ‘Verticillium dahliae’, ’Verticillium Solgunluğu’, Verticillium
dahliae trees’ gibi anahtar kelimeler yazılarak internetten tez ve yayınlar taranmış ve
yapılan bu araştırmada derlenmiştir.
Metod
Google arama motoruna yazılan anahtar kelimeler sonucunda 12 tez bulunmuştur. Bu
tezler yapılan taramalar sonucu derleme çalışmasında kullanılmıştır. Ayrıca internet
üzerinden Bitki Koruma Bülteni sitesi arşivlerinde elde edilen kaynaklara göre 1952 den
günümüze kadar olan 52 cilt yayın taranmıştır. Bunların içinde Verticillium solgunluğu
ile ilgili 12 yayın bulunmuştur.
Türkiye Fitopatoloji Derneği (The Journal of Turkish Phytopathology) sitesinden
yapılan tarama sonucunda ise 1971 yılından günümüze kadar olan yayınlar taranıp
araştırılmış ve konu ile ilgili yayın ve makaleler okunmuştur. Bunun sonuncundan
yapılan araştırmalarda arşivlerden elde edilen kaynaklara göre 32 cilt taranmıştır ve
konuyla ilgili 17 yayın ve makale bulunmuştur.
Sonuç
Bu hastalık etmeniyle mücadele konusunda dünyadaki yapılan çalışmaları içeren
literatür bilgilerine dayanan ve ülkemizde uygulanabilir olduğunu düşündüğümüz
etmenin toprağa bulaşmasını, yayılmasını ve köklerden bitkiye girmesini önlemek için
tedbirler önem arz etmektedir. Özellikle bu hastalık yönünden riskli olan alanlarda
kurulacak tesislerde hastalığa dayanıklı, tolerant çeşit ve anaçlar kullanılmalıdır.
Etmenin bitkiye girişini önlemek amacıyla köklere zarar verecek derin toprak
Meyve Ağaçlarında Görülen Verticillium Dahliae Kleb. ve Mücadelesi
Furkan COŞKUN* Yaşar ALPTEKİN¹
259
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
işlemesinden kaçınılmalıdır. Özellikle ağaç köklerinin bulunduğu bölgede olmak üzere
topraktaki hastalık etmeninin aktivitesini azaltan veya önleyen antogonist
mikroorganizmaların sayısını arttırmaya ve etmenin miktarını azaltmaya yönelik şu
yöntemler uygulanmalıdır; Fidanların dikilmesi sırasında dikim toprağı ile hastalık
belirtisi görülen ağaçların kök bölgesindeki toprağa brokoli kalıntısı tek başına veya
diğer yeşil gübrelerle birlikte karıştırılmalıdır. Özellikle hastalık belirtisi olan ağaçların
köklerinin bulunduğu alana sıcak yaz aylarında toprak solarizasyonu uygulanmalıdır.
Toprak solarizasyonunun uygulanması sırasında ışığı geçirecek şekilde saydam ve
geçirgen polietilen kullanılmalıdır.
Hastalıkla mücadelede önemli yollardan biri kültürel mücadeledir. Sağlıklı üretim
materyali ve fidan kullanılmalıdır. Daha önceden hastalığın görülmediği alanlarda,
meyvecilik yapılmalıdır. Ancak, hastalığın konukçusu olan bitkilerin tarımının yapıldığı
yerlerde yetiştiricilik yapılacaksa, bu toprakta en az 2 yıl V.dahliae‘nin konukçusu
olmayan buğdaygiller, baklagiller, pirinç, yonca gibi bitkiler yetiştirildikten sonra
meyve ağaçları dikilmelidir. Solgunluk ve kuruma belirtilerinin görüldüğü hastalıklı
sürgün ve dallar sağlam kısımdan itibaren budanmalı ve bahçeden uzaklaştırılmalıdır.
Yere dökülen hastalıklı yapraklar toprakta enfeksiyon kaynağı oluşturacağından,
yapraklar dökülmeden önce budama tamamlanmalıdır. Hastalığın bulaşma ve taşınma
riskini azaltmak amacıyla budama aletleri %10’luk çamaşır suyu (sodyum hipoklorid)
ile dezenfekte edilmelidir. Bitkide belirti görülen tıkalı iletim demetlerini tedavi edici
hiçbir uygulama da yoktur.
Verticillium solgunluğunun mücadelesine yönelik yapılan çalışmalarda; ekim nöbeti,
dengeli gübreleme (N-P-K oranı 1-0,7-1), sulama zamanı ve sulama yöntemi, yabancı ot
mücadelesi ile dayanıklı çeşit geliştirme çalışmaları ele alınan konular olmuştur.
Kimyasal savaşımı bulunmayan hastalığın kontrolünde en etkili yöntemlerden birisi
dayanıklı çeşit kullanmaktır (Wilhelm, 1974). Fakat El-Zik (1985)’e göre son 25 yıldır
Verticillium solgunluğuna karşı tolerant veya dayanıklı olarak geliştirilen American
upland pamuklarında (Gossypium hirsutum L.) yüksek seviyede dayanıklılık hala
sağlanabilmiş değildir.
Verticillium solgunluğuna karşı üzerinde durulan mücadele yöntemlerinden biri de
biyolojik mücadeledir. Hastalığa karşı yapılan biyolojik mücadele çalışmalarına
bakıldığında, hem fungal hem de bakteriyel antagonistler kullanılarak hastalığın kontrol
altına alınmaya çalışıldığı görülmektedir. Bunlardan fungal antagonistler içerisinde P.
oligandrum, Talaromyces flavus, Trichoderma spp.ve mikorizal funguslar yer
almaktadır. Toprak kökenli fungal patojenleri baskı altına almasının sebebi; patojene
karşı rekabet edebilme güçlerinin fazla olması, patojene karşı bitkiye sistemik
dayanıklılık kazandırmaları, mikolitik enzime sahip olmaları, antibiyotik ve siderofor
gibi metabolitleri üretmelerindendir ve başarılı sonuçlar alınmaktadır.
Dünyada Verticillium solgunluğuna karşı biyolojik mücadele çalışmalarında Fluoresan
Pseudomonas bakterileri kullanılmakta ve başarılı sonuçlar alınmaktadır. Toprak
kökenli patojenlere karşı, kimyasal savaşın genellikle başarılı olmadığını, buna karşılık
biyokontrol ajanlarının rizosferde iyi kolonize olduğunu ve kimyasallara göre yaprakta
toksik etkisinin olmadığını, biyokontrol ajanlarının sadece hastalığı kontrol etmeyip
aynı zamanda bitki gelişimini artırdığını, bu ajanlardan özellikle Fluoresan
Pseudomonas bakterilerinin hem biyolojik mücadelede başarılı olmaları hem de bitki
gelişimini teşvik etmeleri sebebiyle yaygın bir şekilde kullanıldığını ifade etmiştir.
Bütün bu bilgilerin ışığı altında Verticillium solgunluğuyla mücadele etmenin hiç de
kolay olmadığı anlaşılmaktadır. Hastalığı yeterli şekilde kontrol edebilen kimyasal ilaç
260
Meyve Ağaçlarında Görülen Verticillium Dahliae Kleb. ve Mücadelesi
Furkan COŞKUN* Yaşar ALPTEKİN¹
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
bulunamamıştır. Dayanıklı çeşit ve biyopreparat uygulamasının daha etkili sonuçlar
verebilmektedir. Solgunluk hastalığı ile mücadelede dayanıklı çeşit antagonist
kombinasyonu biyolojik mücadelenin entegre mücadelede en iyi alternatiflerden biri
olabilir (Yolageldi, 2003).
Karamsarlığa düşmesine engel olunabilmesi için bu hastalığın biraz daha önemsenmesi
ve özellikle de tarım teşkilatına bağlı araştırma kuruluşları ve ziraat fakültelerince
hastalığın mücadelesine yönelik araştırmalar yapılması çok gereklidir. Yine hastalığı
tanıtmak ve mücadelesinde etkili olabilecek yöntemleri öğretebilmek için Gıda, Tarım
ve Hayvancılık Bakanlığı yayın teşkilatınca hem üreticilere hem teknik personele
yönelik bilgilendirme toplantıları yapılması çok faydalı olacaktır.
Kaynaklar
Agrios, G. N. 2005. Plant Pathology, The Fifth Edition. Academic Pres, Department of
Plant Pathology, University of Florida, 527 Pp.
Al-Ahmad, M. A. and Mosli, M. N. 1993. Verticillium Wild of Syria. Bull OEEP/EPPO
BUL., 23: 521-529.
Anonim, 2010. Tüik Verileri (www.tüik.gov.tr) 25.06.2012.
Anonim, 2012a. Tüik Verileri (www.tüik.gov.tr) 15.07.2011.
Anonim, 2012b. Meyvecilik Kültürünün Tarihçesi
(http://www.bahcesel.com/forumsel/genel-meyvecilik) 15.07.12
Bell, A. 2001. Verticillium Wilt. 28-31, in Eds, T.L. Kirkpatrick and C.S. Rothrock
“Compendium of Cotton Diseases” Second ed. APS Pres VIII+77.
Bonfiglioli, R., Mcgregor S. 2007. Verticillium Wilt İn New Zealand Vines,
www.winebiz.com.au (25.09.14).
Cordon, J. M. , Lauret, F. 1993. Les Fruits; Ed. Economica,
http://www.meyed.org.tr/tarim/index.php?p=2. (12.07.12) .
Çubukçu, N. 2007. Pamuklarda Verticillium Solgunluğu (Verticillium dahliae Kleb.)’na
Karşı Endofitik Bakterilerle Biyolojik Mücadele Olanakları, Yüksek Lisans Tezi
Adnan Menderes Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 58s.
Dinler, H. 2007. Aydın İli’nde Pamuk Alanlarında Elde Edilen Verticillium dahliae
Kleb. İzolatlarının Vejetatif Uyum Gruplarının (VCGs) Saptanması, Yüksek
Lisans Tezi Adnan Menderes Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 56s.
Domsch, K. H. , Gams, W. and Anderson, T. H. 1980. Compendium Of Soil Fungi,
Academic Pres, 1: 859.
El-Zik, K. M. 1985. Integrated Control Of Verticillium Wilt Of Cotton. Plant Disease,
69: 1025-1032.
Epstein, L. , Beede, R. , Kaur, S. and Ferguson L. 2004. Department of Plant Pathology,
University of California, Davis 95616.
Erdoğan, O. , Dündar, H. , Göre, M. 2009. Bazı pamuk genotiplerinin verticillium
solgunluk hastalığı etmeni (Verticillium dahliae Kleb.)’ne karşı reaksiyonlarının
belirlenmesi, Bitki Koruma Bülteni 2011, 51: (2) 159-173.
Meyve Ağaçlarında Görülen Verticillium Dahliae Kleb. ve Mücadelesi
Furkan COŞKUN* Yaşar ALPTEKİN¹
261
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Erdoğan, O. , Göre, M. E. ve Özbek, N. 2011. Yeşil gübre uygulamalarının organik
pamuk üretiminde solgunluk hastalığı (Verticillium dahliae Kleb.)’na ve verime
etkileri. Bitki Koruma Bülteni 2012, 52 (1) : 81-91.
Goud, D. C. , Termorshuizen, A. J. ve Vanbruggen A.H.C. 2003. Verticillium Wılt In
Trees: Detection, Prediction and Disease Management. İn Verticillium wilt İn
Trees (eds A. H. C. Vanbruggen, A. J. Termorshuizen, K. V. Subbarao, J.A.
Hiemstra, P.C. Struik, P. W. Crous ) 98s, ISBN 90-5808-872-3.
Green, R. J. 1980. Soil Factors Affecting Survival Of Microsclerotia Of Verticillium
Dahliae. Phytopathology 58: 657-570.
Hantal, M. 2008. Güney Marmara Bölgesin Zeytinliklerinde Verticillium
Solgunluğunun Yaygınlığı ve Etmenin Patotiplerinin Belirlenmesi, Yüksek
Lisans Tezi (Ege Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü) 48 s.
Hiemstra, J. A. 1998.Some General Features of Verticillium Wilts İn Trees. IN: J. A.
Hiemstra and D. C. Haris (Eds) A. Compendium Of Verticillium Wilts İn Tree
Species. Ponsen and Looijen, Wageningen, The Netherlands, 80 Pp.
Isaac, I. 1976.Speciation İn Verticillium Annual Review Of Phytopathology S.201-222
Jimenez-Diaz, R. M. ,Tjamos, E. C. and Circelli, M. 1998. VerticilliumWilt of Major
Tree Hosts Olives in Hiemstra J.A., D.C. Haris (eds). Compedium of
VerticilliumWilts in Tree Species, PP:13-16.
Joaquım, T. R. and Rowe, R. C. 1991. Vegetative Compatibility and Virulence of
Strains of Verticillium dahliae From Soil and Potato Plants. Phytopathology, 81:
552-558.
Katan, T. 2000.Vegetative Compatibility in Populations of Verticillium - An Overview.
(E. J. Tyjamos, R. C. Rowe, J. B. Heale, And D. R. Fraveleds.) Advences in
Verticillium Research and Disease Management. APS Pres, St. Paul, Mn. , p.6986.
Korolev, N. , Jımenez-Dıaz, R. M. , Katan, J. , Perez-Artes, E. , Garcıa-Pedrajas, M.,
Bejarano-Alcazar, J. D., Rodrıguez-Jurado and Katan, T. 2000a. (E. J.
Tyjamos, R. C. Rowe, J. B. Heale, And D. R. Fraveleds.) Advences in
Verticillium Research and Disease Management. APS Pres, St. Paul, Mn.,
Pp.109-111.
Korkmaz, Y. 2005. Pamuk Solgunluk Hastalığı Etmeni Verticillium dahliae Kleb.
İzolatlarının Morfolojik ve Patolojik Özellikleri ve Bazı Pamuk Çeşitlerinin
Hastalığa Tepkisi, Yüksek Lisans Tezi (Kahramanmaraş Sütçü İmam
Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü) 41s.
Puhalla, J. E. and Hummel, M. 1983.Vegetative compatibility groups with in
Verticillium dahliae. Phytopathology, 73: 1305-1308.
Rodrigez Juradao, D. , Blanco-Lopez, H. F. , Rapoport, H. and Jimenez-Diaz, R. M.
1993. Present Status of Verticillium Wilt Olive in Andalucia OEEP/EPPO BUL.
, 23: 513- 516.
Sarıbay A., Delen N., Ercivan S. 1972. VerticilliumWilt of Apricot, Regıonal Plant
Protectıon, Turkısh Journal of Phytopathology, 2: (2) 90-92.
Sarıbay And Demir, 1984. VerticilliumWilt of Plum, Regıonal Plant Protectıon, Turkısh
Journal of Phytopathology, 13: (2-3) 105-109.
262
Meyve Ağaçlarında Görülen Verticillium Dahliae Kleb. ve Mücadelesi
Furkan COŞKUN* Yaşar ALPTEKİN¹
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Saydam, C. , Çopçu, M. 1972. Vertıcıllıum Wılt of Olives in Turkey. J. Turkısh
Phytopathol. , 1: (2) 45-49.
Serrhini, M. N. and Zeroural, A. 1995.VerticilliumWilt in olive in Moracco, Oliveae 58:
58-61.
Sezener, V. 2008. Farklı Pamuk Genotipleri ile Bunların F1 Melez Popülasyonlarında
Verticillium’a Karşı Dayanıklılığın Bazı Tarımsal Özelliklerin Kalıtımının
Saptanması, Doktora Tezi, Adnan Menderes Üniversitesi, Fen Bilimleri
Enstitüsü, 125 s.
Sinclair, W. A. , Lyon, H. H. and Jhonson, W. T. 1987.Disease of trees and shrubs.
Comstock Publishing Associates, Cornell. University Pres, Ithaca and London,
547 pp.
Thanassoulopoulos, C. C. , Bris, D. A. And Tjamos, E.C. 1979. Survey of Verticillium
Wilt of Olive Trees in Greece, Plant Disease Reporter, 63: 936-940.
Tosi, L. and Zazzerini. A. 1998. Investigations on The Epidemiology of Verticillium
Wilt in Olive in Central Italy. Olivae 71: 50-55.
Watkıns, G. M. 1981.Compendium of Cotton Diseases. Published by the American
Phytopathological Society. 41-44 pp.
Wilhelm, S. and Taylor, J. B. 1965.Control of Verticillium Wilt of Olive Through
Natural Recovery and Resistance. Phytopathology 55: 310-316.
Yolageldi, L. , Onoğur, E. and Tunç, C. 2003.Presentstatues of Verticillium Wilt in
Western Anatolia and some factors affecting the disease prevelance. J. Turkish.
Phytopathol., 32 (1): 31-39.
Meyve Ağaçlarında Görülen Verticillium Dahliae Kleb. ve Mücadelesi
Furkan COŞKUN* Yaşar ALPTEKİN¹
263
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Bu sayfa boş bırakılmıştır.
264
Meyve Ağaçlarında Görülen Verticillium Dahliae Kleb. ve Mücadelesi
Furkan COŞKUN* Yaşar ALPTEKİN¹
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Türkiye’de Yağlı Tohum ve Bitkisel Ham Yağ Üretimi İle Üretimin
Arttırılabilmesi İçin Alınması Gerekli Önlemler
*Ferrin Ferda AŞIK, Reşat YILDIZ
*GTHB, TAGEM Yağlı Tohumlar Araştırma İstasyonu Müdürlüğü-OSMANİYE,
[email protected]
Özet
Yağlar, proteinler ve karbonhidratlar insan organizması için 3 temel besin maddesini oluşturmaktadır. Bunlar
içerisinde enerji kaynağı olarak yağlar ayrı bir öneme sahiptirler. Normal bir insanın günlük faaliyetlerini yerine
getirebilmesi için toplam 2800-3000 kaloriye gereksinim vardır. Bunun % 30-35’ini (850-900 kalori) yağlardan
alması gerekmektedir. İçerdikleri yağ, protein, karbonhidrat, mineral maddeler ve vitaminler nedeniyle, insan ve
hayvan beslenmesinde önemli bir yere sahip olan yağlı tohumlar, aynı zamanda, sanayi sektörü içinde önemli bir
hammadde kaynağını oluşturmaktadırlar. Yağlı tohumlu bitkiler; sahip oldukları değerli içerik maddeleri nedeniyle,
çok yönlü kullanım alanlarına sahip, asrın harika bitkileridir. Yağ bitkileri, yağ üretiminde hammadde olarak, karma
yem üretiminde, toprak verimliliğini arttırmada, yeşil yem (silaj) ve kuru ot olarak, ekim nöbeti bitkisi olarak, arı
yetiştiriciliğinde, bio-dizel üretiminde ve sanayide hammadde kullanılırlar. Ürün cinslerine göre bir kıyaslama
yapıldığında, dünya yağlı tohum üretiminin yarıdan fazlasının % 55.4’lük bir oranla soyadan karşılandığı bunu %
14.9’luk bir oranla da kolza tohumunun izlediği görülmektedir. Diğer yağlı tohumların payı ise, pamuk % 10.8,
yerfıstığı % 9.4, ayçiçeği % 8.6 ve susam % 0.9 dur. Ülkemizde ortaya çıkan ham yağ açığını kapatabilmek, ithal
yoluyla döviz kaybını önleyebilmek ve işlenmiş yağ ihraç ederek, ülkemize döviz kazandırmak ve Türk çiftçisinin
gelir seviyesini yükseltebilmek için, acilen gerekli tedbirlerin alınması gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler: Yağ Bitkileri, Yağlı Tohumlar, Yağ Üretimi.
1. BİTKİSEL YAĞLAR ve ÖNEMİ
Yağlar, proteinler ve karbonhidratlar insan organizması için 3 temel besin maddesini
oluşturmaktadır. Bunlar içerisinde enerji kaynağı olarak yağlar ayrı bir öneme
sahiptirler. 1 gr yağın vücutta yakılması sonucu 9,3 kalorilik bir enerji ortaya
çıkarılmasına rağmen, 1 gr proteinin sağladığı enerji miktarı 4 kalori ve 1 gr
karbonhidratın sağladığı enerji ise 4,5 kaloridir (Bütün,1993). Normal bir insanın
günlük faaliyetlerini yerine getirebilmesi için toplam 2800-3000 kaloriye gereksinim
vardır. Bunun % 30-35’ini (850-900 kalori) yağlardan alması gerekmektedir. Normal
beslenme kurallarına göre, insanlar gereksinim duydukları toplam yağın 1/3’ ünü sıvı
olarak yemeklerle, 1/3’ünü katı yağ olarak kahvaltılarda ve 1/3’ünü de peynir, süt,
fındık gibi besinlerle almalıdırlar. Yapılan hesaplamalara göre; yemeklerle ve
kahvaltılarda alınması gerekli toplam yağ miktarı günlük 63 gr dır. Bu ise yılda kişi
başına 23 kg yağ demektir.
Kimyasal olarak yağ asitlerinin trigliseridleri olarak bilinen yağlar (3 Yağ Asiti +
Gliserin = Yağ); insan beslenmesinde enerji kaynağı olma yanında, diğer etkileri de
bulunmaktadır. Bunlar;
a) A, D, E ve K gibi yağda çözünen vitaminleri içerirler
b) Vücut yapısının gelişmesi için gerekli esansiyel (temel) yağ asitlerinin kaynağını
teşkil ederler
c) Yemeklere lezzet ve tat kazandırırlar
d) Midenin boşalma süresini uzatarak acıkmayı geciktirirler
e) Organların dış etkilerden korunmasını sağlarlar
f) Sanayide hammadde olarak kullanılırlar
g) Biodizel üretiminde kullanılırlar.
Türkiye’de Yağlı Tohum ve Bitkisel Ham Yağ Üretimi İle Üretimin Arttırılabilmesi İçin Alınması Gerekli Önlemler
*Ferrin Ferda AŞIK, Reşat YILDIZ
265
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Yağlar içerdikleri yağ asitlerinin miktarına göre; yemeklik sıvı yağ, sabun, parfümeri ve
diğer endüstri kollarında olmak üzere, farklı amaçlar için kullanılırlar.
Kimyasal yapı bakımından yağlar; doymuş, tekli doymamış ve çoklu doymamış yağlar
olarak 3 grupta toplanmaktadır. Bu üç grupta tüm yağlarda mevcuttur, ancak oranları
yağ cinslerine göre değişmektedir. Yağlarda bulunan doymamış yağ asitlerinin, doymuş
yağ asitlerine oranı (P/S), önemli bir kalite faktörüdür. Bu oran, ne kadar yüksek olursa,
yağların insan sağlığı açısından önemi de o kadar fazla olmaktadır. Bazı yağların yağ
asitleri bakımından durumları ve P/S oranları Çizelge 1’de verilmiştir.
Çizelge 1. Bazı Yağların, Yağ Asitleri Bakımından Durumları ve P/S Oranları
Çoklu
Doymamış Yağ
Yağ Cinsi
Asidi (%)
Ayçiçek
69
Mısır Özü
62
Soya
61
Yerfıstığı
33
Kolza
32
Palm
10
Zeytin
9
Sığır İç Yağı
4
Tereyağı
4
Tekli
Doymamış Yağ
Asidi (%)
20
25
24
49
62
39
77
44
30
Doymamış Doymuş Yağ
P/S
Yağ Asidi
Asidi
Oranları
Toplamı (%) Toplamı (%)
89
11
8.1
87
13
6.7
85
15
5.7
82
18
4.6
94
6
15.7
49
51
1.0
86
14
6.1
48
52
0.9
34
66
0.5
Doymamış yağ asitleri: Oleik, Linoleik ve Linolenik; Doymuş yağ asitleri: Palmitik
ve Stearik
Yağlarda; yağın beslenme değerini belirleyen önemli kriterlerden biri de, besin değeri
faktörüdür (B.D.F). Yemeklik yağlarda; yağın hesaplanan besin değeri faktörünün
(B.D.F) 2-4 arasında bulunması o yağın besin değerinin yüksek olduğunu
göstermektedir. B.D.F değerinin artması ise, yağın besin değerinin düştüğünü ifade
etmektedir.
Linoleik (18:2) + Linolenik (18:3)
Besin değeri faktörü (B.D.F):
açıklanmaktadır.
----------------------------------------
formülüyle
Palmitik (16:0) + Stearik (18:0)
B.D.F değeri Yerfıstığı için 2.6, soya için 2.7, mısır özü için 4.3 ve aspir için ise 9.1
olarak hesaplanmıştır. Bu formülün incelenmesinden de görüleceği gibi 18:1 ve 18:2
yağ asitlerinin oranı bir birine yakın olan yağların, besin değerinin yüksek olduğu
görülmektedir (Esendal ve ark.2008).
Doymuş yağ asitleri yüksek olan yağlar, insan sağlığı açısından tehlike
oluşturmaktadırlar. Özellikle hayvansal kökenli yağlar, doymuş yağ asitleri bakımından
zengindirler. Bu nedenle, insanlar gereksinim duydukları yağın en az % 30’unu bitkisel
kökenli yağlardan karşılamalıdırlar ve bunlarda çoklu doymamış yağ asitleri içermelidir
(Anonymous,1994).
266
Türkiye’de Yağlı Tohum ve Bitkisel Ham Yağ Üretimi İle Üretimin Arttırılabilmesi İçin Alınması Gerekli Önlemler
*Ferrin Ferda AŞIK, Reşat YILDIZ
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
2. YAĞLI TOHUMLU BİTKİLER ve ÖNEMİ
İçerdikleri yağ, protein, karbonhidrat, mineral maddeler ve vitaminler nedeniyle, insan
ve hayvan beslenmesinde önemli bir yere sahip olan yağlı tohumlar, aynı zamanda,
sanayi sektörü içinde önemli bir hammadde kaynağını oluşturmaktadırlar. Yağlı
tohumlu bitkiler; sahip oldukları değerli içerik maddeleri nedeniyle, çok yönlü kullanım
alanlarına sahip, asrın harika bitkileridir. Dünya üzerinde yabani ve kültürel olarak
yetiştirilen tek ve çok yıllık birçok bitkinin etli meyve kısmı, çoğunlukla tohumları
değişik oranlarda yağ içermektedirler.
Çizelge 2. Başlıca Yağlı Tohumlu Bitkiler ve İçerdikleri Yağ Oranları.
Bitkiler
Ayçiçeği
Çiğit
Soya
Yerfıstığı
Susam
Kolza
Aspir
Haşhaş
Keten
Ketencik
Hintyağı
Yağ Oranları (%)
40-50
16-20
18-24
45-55
45-60
35-45
25-40
40-55
30-45
30-45
50-60
Çizelge 2’de verilmeyen, ancak tohumlarından ve meyvelerinden yağ elde edilen çok
yıllık yağ bitkileri de bulunmaktadır. Bunlar; Jojoba, Zeytin, Hindistan cevizi (coco) ve
Hurma (palm)’dir. Bunlardan, Coco ve Palm tropik kökenli bitkilerdir. Önemi ana
başlıklar halinde aşağıda özetlenmiştir:
2.1.Yağ Üretiminde Hammadde Olarak Kullanımı
Hayvansal kökenli yağların üretiminin pahalı ve yeterli olmaması nedeniyle, insan
beslenmesi için gereksinim duyulan yağların büyük bir kısmı bitkisel kökenli yağlardan
karşılanmaktadır. 2013 yılı verilerine göre; yaklaşık 200 milyon ton olan dünya ham
yağ üretiminin (% 85) 169 milyon tonunu bitkisel yağlar, (% 15) 31 milyon tonunu ise
hayvansal yağlar oluşturmaktadır. 2011 yılı verilerine göre ülkemizde, iç ve dış
kaynaklardan olmak üzere toplam üretilen ham yağ miktarı ise 2.575 bin ton olup,
bunun 2.239 bin tonu bitkisel yağlardan 336 bin tonu da hayvansal yağlardan
oluşmaktadır. Bu açıdan yağlı tohumlu bitkilerin üretimi ülkemiz ekonomisi açısından
büyük bir öneme sahiptir.
2.2. Karma Yem Üretiminde Kullanımı
Yağlı tohumların içeriğinde bulunan yağın alınması sonucu geriye kalan kısma küspe
denilmektedir. Ham protein oranı bakımından oldukça yüksek değerlere sahip olan yağlı
tohum küspeleri, hayvan beslenmesi bakımından önemli bir yere sahiptir. Karma yem
üretiminde temel ham madde olarak tahıllar kullanılmaktadır. Ancak, tahıllar lizin ve
metionin gibi esansiyel aminoasit içeriği bakımından fakirdirler. Tahıllarda eksik olan
bu aminoasitler, yağlı tohumlarda yüksek miktarda olduğundan karma yemlerdeki lizin
ve metionin açığı yağlı tohum küspeleriyle kapatılmaktadır. Dünyada yaklaşık 306
milyon ton yağlı tohum küspesi üretilmekte ve bu miktarın tamamına yakın kısmı
karma yem üretiminde kullanılmaktadır (FAO, 2013).
Türkiye’de Yağlı Tohum ve Bitkisel Ham Yağ Üretimi İle Üretimin Arttırılabilmesi İçin Alınması Gerekli Önlemler
*Ferrin Ferda AŞIK, Reşat YILDIZ
267
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
2.3. Yağlı Tohumlu Bitkilerin Toprak Verimliliğine Katkısı
Yağlı tohumlu bitkilerden olan soya ve yerfıstığı baklagil bitkisi oldukları için,
köklerinde yaşayan Rhizobium bakterileri sayesinde havanın serbest azotunu toprağa
bağlarlar. Bu şekilde hem kendi gereksinimleri olan azot miktarını karşılarlar, hem de
kendisinden sonra ekilecek bitkilere organik madde ve azotça zengin bir toprak
bırakırlar (Arıoğlu,2007). Yapılan araştırmalara göre; soya bitkisi bir yetişme dönemi
içerisinde yaklaşık olarak 25-30 kg/da azotu, yerfıstığı ise 20-25 kg/da azotu köklerinde
yaşayan Rhizobium bakterileri sayesinde, havadan bitkiye transfer ederler.
2.4. Yağlı Tohumlu Bitkilerin Yeşil Yem (Silaj) ve Kuru Ot Olarak
Kullanımı
Soya ve yerfıstığı gibi, yağlı tohumlu bitkilerin hasat sonrası artıkları (sap kısımları),
proteince zengin oldukları için, hayvan yemi olarak değerlendirilmektedir. Buğday
samanı ile karşılaştırıldıklarında, besleme değerlerinin daha yüksek olduğu ve hayvanlar
tarafından daha bir iştahla tüketildikleri saptanmıştır. Ayrıca soya gibi bazı yağ bitkileri
de karışım halinde slaj amacıyla üretilmektedir.
2.5. Ekim Nöbeti Bitkisi Olarak Kullanımı
Tek yıllık olarak üretilen yağlı tohumlu bitkiler, birer çapa bitkisi oldukları için, yetişme
süresi boyunca toprak çapalanarak havalandırılmakta ve yabancı otlar yok edilmektedir.
Ayrıca rhizobium bakterileri sayesinde havanın serbest azotunu toprağa bağladıkları
için yağlı tohumlu bitkiler kendilerinden sonra ekilecek bitkilere temiz, havalanmış ve
verimli bir toprak bırakırlar (Soyada 9-10 kg azot, yerfıstığında da 6-7 kg/da azot
toprağa bırakmaktadır).
2.6. Arı Yetiştiriciliğinde Kullanımı
Yağlı tohumlu bitkilerden olan kolza ve ayçiçeği açık döllenme özelliğine sahip
oldukları için arılar tarafından tercih edilen bitkilerin başında gelirler. Her iki bitkinin
de çiçeklenme süreleri, diğer bitkilere göre daha uzundur. Bu nedenle bal arıları
tarafından daha uzun süre nektar kaynağı olarak kullanılırlar.
2.7. Sanayide Hammadde Olarak Kullanımı
Yağlı tohumlardan elde edilen yağlar, gıda dışında sanayide çok farklı amaçlarda
kullanılmaktadır. Bitkisel yağların en yaygın olarak kullanıldığı sanayi kollarının
başında; sabun, şampuan, deterjan, kumaş boyaları, kozmetik ürünleri, ilaç, inşaat
malzemeleri, zirai ilaç, dezenfektan, plastik, kâğıt, tutkal, matbaa mürekkebi ve cam
macunu üretimi gibi sanayiler gelmektedir (Arıoğlu,2007).
2.8. Bio-dizel Üretiminde Kullanımı
Yağların katalizatör eşliğinde kısa zincirli bir alkol ile reaksiyonu sonucunda açığa
çıkan ve yakıt olarak kullanılan ürüne bio-dizel denilmektedir. Son yıllarda dünya petrol
fiyatlarında meydana gelen aşırı yükselme ve dalgalanmalar nedeniyle, gelişmiş ülkeler
başta olmak üzere pek çok ülkede petrole alternatif olabilecek yeni yakıt arayışı
içerisine girilmiş ve bu çalışmaların bir sonucu olarak da bitkisel yağlardan bio-dizel
üretilmiştir. Özellikle 2015 yılından itibaren enerji düzenleme kurulu tarafından alınan
bir karar gereğince %5 oranında bio-dizel kullanımı zorunlu hale getirilmiştir. Bunun
için 300-500 bin ton arasında yağa gereksinim duyulacaktır. Bio-dizel üretimi için
harcanan enerji miktarının petrol üretimi için harcanacak enerjinin % 32’si kadar olması
nedeniyle enerji tüketimi bakımından da büyük bir tasarruf sağlanmaktadır. Ayrıca,
268
Türkiye’de Yağlı Tohum ve Bitkisel Ham Yağ Üretimi İle Üretimin Arttırılabilmesi İçin Alınması Gerekli Önlemler
*Ferrin Ferda AŞIK, Reşat YILDIZ
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
petrolün araçlarda yakılması sonucu oluşan egzoz gazı, çevreye ve insan sağlığına pek
çok olumsuz etkide bulunmaktadır. Bio-dizel; yenilenebilir olması, biyolojik olarak
bozulması, daha az sera gazı, karbon monoksit, partikül ve hidrokarbon emisyonu
sağlaması ve Kyoto Protokolü ile uyum sağlaması gibi özellikleri ile de avantajlı bir
yakıttır.
3. DÜNYADA YAĞLI TOHUM ve BİTKİSEL HAM YAĞ ÜRETİMİ
Tek yıllık yağlı tohumlu bitkilerin başında; Ayçiçeği, Çiğit, Soya, Yerfıstığı, Susam,
Kolza, Aspir, Haşhaş ve Hintyağı, çok yıllık bitkilerin başında ise; Zeytin, Hindistan
cevizi (coco) ve Hurma (palm) gelmektedir. Bunlardan, Coco ve Palm tropik kökenli
bitkiler olup ülkemizde yetişmemekte, diğer tüm yağlı tohumlu bitkiler ise başarıyla
yetişebilmektedir.
Çizelge 3’den de görüleceği gibi, 1997’li yıllarda dünya toplam yağlı tohum üretimi
yıllık 268.7 milyon ton iken bu rakam 2012 yılında 436.7 milyon tona yükselmiştir. Bu
değerlerin incelenmesinden de görüleceği gibi 15 yıllık dönem içerisinde dünya yağlı
tohum üretiminde % 63 lük bir artış kaydedilmiştir. Ürün cinslerine göre bir kıyaslama
yapıldığında, dünya yağlı tohum üretiminin yarıdan fazlasının % 55.4’lük bir oranla
soyadan karşılandığı bunu % 14.9’luk bir oranla da kolza tohumunun izlediği
görülmektedir. Diğer yağlı tohumların payı ise, pamuk % 10.8, yerfıstığı % 9.4,
ayçiçeği % 8.6 ve susam % 0.9 dur. Çizelge 3’de gösterilmemiş olmasına rağmen,
dünyada yıllık 60 milyon ton Hindistan cevizi, 175 milyon ton hurma ve 17 milyon ton
da zeytin üretilmektedir. Son yıllarda dünya bitkisel yağlı tohum üretiminde önemli
gelişmeler olmuştur.
Çizelge 3. 1997-2012 Yılları Arasında Beşer Yıllık Dönemler Halinde Önemli Yağlı
Tohumlu Bitkilerin Dünya Üretim Değerleri (Milyon ton) ve Artış Oranları (%)
Yıllar
1997
2002
2007
2012
Ürün
cinslerine göre
Son 15 yıllık
artış oranı
Soya
144.4
181.7
219.7
241.8
Ayçiçeği
23.4
24.6
26.5
37.4
Pamuk
34.0
33.7
46.3
47.2
Yerfıstığı
29.4
33.1
37.1
41.2
Kolza
35.0
34.4
51.4
65.1
Susam
2.5
2.8
3.8
4.0
Toplam
268.7
310.3
384.8
436.7
55.4
8.6
10.8
9.4
14.9
0.9
%100
0.67
0.60
0.41
0.40
0.86
0.60
%63
Dünya da yağlı tohum üreten ülkelerin başında A.B.D (97 milyon ton), Brezilya (92
milyon ton), Çin (58 milyon ton), Arjantin (59 milyon ton) ve Hindistan (38 milyon ton)
gelir. Toplam 506 milyon ton yağlı tohum üretimi yapılmaktadır. Bu toplam içinde
diğer ülkelerin üretim miktarı ise 162 milyon tondur. Aynı dönemde Türkiye’de yağlı
tohum üretimi (ayçiçeği, pamuk, kolza, aspir ve soya soya tohumu) 2.677 bin ton olarak
gerçekleşmiştir.
Soya yüksek adaptasyon gücü nedeniyle tüm dünyada üretimi en fazla yapılan, yüksek
kaliteli proteini, temel yağ asitleri, aminoasitler, vitaminler, lifli yapı plastikten gıda
sektörüne kadar yoğun talep gören tek yıllık yağlı tohum bitkisidir. Elde edilen ürünün
pazarlanması konusunda sıkıntı yaşanmaması soyaya ait talebin daha da artmasını
sağlamaktadır. Amerika kıtası ile Çin ve Hindistan dünya soya üretiminin neredeyse
Türkiye’de Yağlı Tohum ve Bitkisel Ham Yağ Üretimi İle Üretimin Arttırılabilmesi İçin Alınması Gerekli Önlemler
*Ferrin Ferda AŞIK, Reşat YILDIZ
269
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
tamamını gerçekleştirmektedir. 2013 yılında 153 milyon ton üretim barajını aşan
ayçiçeği üretiminde Türkiye önemli bir yere sahiptir.
Önemli yağlı tohumlu bitkilerden biri olan kolzanın dünya ekim alanı ise son 5 yıllık
süreçte yaklaşık %18 artarken toplam verim ise yaklaşık %14 oranında artış
göstermiştir. Yağının hem yemeklik hem de biyodizel olarak kullanılabilmesi, kışlık
yetiştirilmesi ve kaliteli küspesi yetiştiriciliğinin artmasında etkili olmuştur. Dünya
üretiminde Çin, Kanada ve Hindistan önemli üretim yapan ülkelerdir.
Yerfıstığı ise yaklaşık 38 milyon ton üretimi ile önemli bir yağlı tohum bitkisi olmasına
karşın dış ticaret hacmi oldukça düşüktür. Dünya üretiminde yağı için tüketilmekle
birlikte tohumlarının çerez ve ezme olarak tüketimi de yaygındır.
Susam, tohumlarında yüksek oranda yağ bulundurmasına rağmen düşük verim ve
olumsuz tarımsal özellikler nedeniyle dünya üretiminde diğer bitkilere göre geride
kalmış bir yağ bitkisidir.
Çizelge 4’ün incelenmesinden de görüleceği gibi, dünya bitkisel ham yağ üretim miktarı
157.7 milyon ton olup, bunun büyük bir kısmını (% 72.9) Soya, Palm ve Kolza yağı
oluşturmaktadır.
2013 yılı değerlerine göre; 200 milyon ton olan dünya ham yağ üretiminin % 85’i (169
milyon ton) bitkisel yağlardan, % 15 (31 milyon ton) ise hayvansal yağlardan
sağlanmaktadır.
2012 yılı verilerine göre, dünyada yıllık toplam bitkisel ham yağ üretiminin (157 milyon
ton) 102.1 milyon tonu (% 65’i) gıda amaçlı ve 54.9 milyon tonu (% 35’i) ise biodizel
ve sanayide hammadde olarak tüketilmektedir. Aynı dönemde dünyada kişi başına ham
yağ tüketimi ise yaklaşık 15.9 kg olarak gerçekleşmiştir.
Çizelge 4. Dünya Bitkisel Ham Yağ Üretimi ve Ürünlere Göre Oransal Dağılımı (FAO,
2012)
Bitkiler
Soya
Palm (hurma)
Kolza
Ayçiçeği
Pamuk
Yerfıstığı
Coco (hindistan cev.)
Zeytin
Mısır özü
Susam
Diğerleri
TOPLAM
Ham Yağ Üretim Miktarı (Ton)
41.537.509
50.198.781
23.570.321
14.946.906
5.300.708
5.170.391
3.304.575
3.320.023
2.350.511
1.277.831
6.733.569
157.711.125
Oransal Değer (%)
26.3
31.8
14.9
9.5
3.4
3.3
2.1
2.1
1.5
0.8
4.2
100.0
1963-2012 yılları arasındaki dünya bitkisel yağ üretiminde ürün bazında meydana gelen
değişimler, Çizelge 5’de verilmiştir.
270
Türkiye’de Yağlı Tohum ve Bitkisel Ham Yağ Üretimi İle Üretimin Arttırılabilmesi İçin Alınması Gerekli Önlemler
*Ferrin Ferda AŞIK, Reşat YILDIZ
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Çizelge 5. Dünya Bitkisel Yağ Üretiminde Meydana Gelen Değişimler (FAO, 2012)
BİTKİSEL
YAĞLAR
Palm
Soya
Kolza
Ayçiçeği
Çiğit
Yerfıstığı
Hindistan cevizi
Diğerleri
Toplam(Milyon Ton)
1963
%
9.1
16.2
5.4
11.1
11.5
13.1
8.8
24.8
21.7
1973
%
9.8
22.9
8.8
12.1
10.2
9.7
7.5
19.0
29.6
YILLAR
1983
1993
%
%
14.1
23.2
29.1
25.1
10.7
13.0
13.0
11.2
6.5
5.3
6.7
6.2
5.8
4.4
14.1
11.6
47.3
69.3
2003
%
29.5
28.2
11.1
8.8
3.6
5.1
3.2
10.5
107.0
2012
%
32.2
26.4
14.3
9.8
3.4
3.4
2.1
8.4
156.0
Çizelge 5’in incelenmesinden de görüleceği üzere; 1963 yılında dünya bitkisel ham yağ
üretimi 21.7 milyon ton iken, 2012 yılında bu değer 156.0 milyon ton’a ulaşmıştır. Ürün
cinslerine göre son 50 yıllık dönemde önemli değişimler olmuştur. Özellikle soyanın
payı %16.2’lerden, %28.2’lere kadar yükselmiştir.
4. TÜRKİYEDE YAĞLI TOHUM ve BİTKİSEL HAM YAĞ
ÜRETİMİ
Bölgeler itibariyle farklı iklim özelliklerine sahip olan ülkemizde, palm ve hindistan
cevizi hariç yağlı tohumlu bitkilerin (ayçiçeği, soya, kolza, yerfıstığı, susam ve aspir)
tamamı başarıyla yetişebilmektedir. Yağlı tohumlu bitkiler içerisinde sınıflandırılmayan
mısır ve pamuktan da bitkisel yağlar üretilmekte ve kullanılmaktadır.
Zeytin ve fındık gibi çok yıllık ve bahçe bitkilerinde yer alan bitkilerde yağ sanayimizde
yoğun olarak kullanılan bitkilerdir. Yemeklik yağ tüketiminde ise ayçiçeği sıvı kaynaklı
olarak %83’lük oran ile en büyük paya sahiptir. Kolza yağı %7, mısır ve soya yağları
ise %5 oranında iç pazarda tüketilmektedir. Yerfıstığı ve susam yağları kaliteli yağlar
olsa da ülkemiz yağ sanayinde kullanılmamaktadır. Pamuk yağı bitkisel kökenli bir yağ
olmakla birlikte ülkemizde sofralarda doğrudan kullanımı yoktur. Doymuş yağ oranının
yüksek olması, gossypol sorunu ve tat olarak tüketiciye ağır gelmesi pamuk yağının
ülkemizde doğrudan kullanılmasını azaltmaktadır.
Ayçiçeği ülkemizde en fazla ekim alanına sahip olan yağlı tohum bitkisidir. 2013
verilerine göre 6 milyon dekar alanda 1.52 milyon tonluk tohum üretimi söz konusudur.
Bu üretim alanı ile ayçiçeği toplam yağlı tohum tarım alanının yaklaşık % 80’ini
oluşturmaktadır. Ayçiçeği ekim alanı son on yıllık süreçte çok büyük bir genişleme
göstermese de yüksek verimli çeşitlerin kullanılması ile dekara verim 155 kg’dan 250
kg’a kadar çıkmıştır. Bu durum toplam tohum üretimine yansımış olup 2002 yılında 850
bin ton olan ayçiçeği üretimi 2013 yılında 1.5 milyon tona ulaşmıştır.
Yerfıstığı doymamış yağ asitleri bakımından yüksek kaliteli yağa sahip olan yerfıstığı
yağı ne yazık ki ülkemizde yemeklik olarak tüketilmemektedir. 2013 yılında yaklaşık
399 bin dekar alanda ortalama 141 bin tonluk üretimin neredeyse tamamı çerez ve
çikolata sektöründe kullanılmıştır. Yapılan ıslah çalışmaları ve tarım uygulamaları ile
son on yıllık süreçte dekara ortalama verim 273 kg’dan 354 kg’a kadar yükseltilmiştir.
2011 yılına kadar iniş çıkışlar gösteren yerfıstığı ekim alanı 2013 yılında büyük bir
sıçrama yaparak önceki yıllara göre % 50 oranında artış göstermiştir.
Türkiye’de Yağlı Tohum ve Bitkisel Ham Yağ Üretimi İle Üretimin Arttırılabilmesi İçin Alınması Gerekli Önlemler
*Ferrin Ferda AŞIK, Reşat YILDIZ
271
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Soyada ekiliş alanı ve üretim bakımından tüm dünyada lider bir yağlı tohum bitkisi
olmasına rağmen ülkemizde üretimi düşüktür. 2013 verilerine göre sadece 432 bin dekar
alanda 180 bin tonluk bir üretim söz konusudur. Ülkemizde özellikle hayvan yemi
olarak değer gören soya 2002 yılında 250 bin dekar olan ekim alanı 2008’de 94 bin
dekara kadar gerilemiştir. Üretim alanının yetersiz olması toplam tohum üretiminin
düşük düzeylerde olmasına neden olmaktadır.
Kolza, hem yağı hem de kışın üretilebilme özelliğine rağmen ülkemizde ihmal edilen
bir yağ bitkisidir. Üretim miktarı günümüzde oldukça düşük düzeydedir. 2013 yılında
yaklaşık 311 bin dekar alanda 102 bin ton üretim söz konusudur.
Susam da ülkemizde üretim miktarı son derece düşüktür. 2006 yılında 26 bin ton olan
üretim günümüzde 15 bin tona kadar gerilemiştir. Son on yıllık süreçte ise ekim alanı
bakımından % 40’ın üzerinde gerileme olmuştur.
Aspir, tohumlarında yüksek oranda yağ barındıran bir bitki olmasına rağmen ihmal
edilmiş bitkilerden bir diğeridir. Kurak koşullara adapte olabilme özelliği ile nadas
alanlarında değerlendirilebilecek bir bitkidir. 2002 yılında sadece 25 ton olan aspir
üretimi 2013 yılında yaklaşık 45 bin ton ile susam üretimini geçmiştir.
2012 yılı değerlerine göre Türkiye bitkisel ham yağ üretimi ve ürünlere göre oransal
dağılımı Çizelge 6’da verilmiştir.
Çizelge 6. 1997-2012 Yılları Arasında Beser Yıllık Dönemler Halinde Önemli Yağlı
Tohumlu Bitkilerin Türkiye Üretim Değerleri (ton/yıl)
Yıllar
1998
2003
2008
2013
Ürün cinslerine
göre
Yıllara göre
artış
Soya Ayçiçeği
Çiğit Yerfıstığı
60.000 880.000 1.334.778
90.000
85.000 800.000 1.337.065
85.000
34.461 900.387 1.077.440
85.274
180.000 1.380.000 1.287.000 141.263
Kolza
300
6.500
83.965
102.000
Susam
34 000
22 000
20 338
15 457
Toplam
1519078
1535565
2201865
3105720
5.80
44.43
41.43
4.55
3.28
0.50
%100
2
0.77
-0.035
0.57
339
-0.55
% 37
Son bir iki yıl içerisinde kolza üretiminde önemli bir artış gözlenmektedir. Bunun
nedeni, kolza yağının bio-dizel üretiminde yaygın olarak kullanılmaya başlamasıdır
(Gizlenci ve ark.,2005). Susam tohumu üretiminde ise, son yıllarda sürekli bir azalma
gözlenmektedir. Özellikle, susam ekilen alanların diğer alternatif ürünlere kayması ve
hasadının mekanize olamaması, ülkemizde susam üretiminin azalmasına neden
olmuştur. Bu nedenle, ülkemizde olması gereken düzeylerde yağlı tohum üretimi
gerçekleştirilememiştir. Oysa iklim ve toprak özellikleri dikkate alındığında, yağlı
tohumlu bitkilerin üretimi bakımından ülkemizde büyük bir potansiyel mevcuttur.
272
Türkiye’de Yağlı Tohum ve Bitkisel Ham Yağ Üretimi İle Üretimin Arttırılabilmesi İçin Alınması Gerekli Önlemler
*Ferrin Ferda AŞIK, Reşat YILDIZ
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Çizelge 7. Türkiye Bitkisel Ham Yağ Üretimi ve Ürünlere Göre Oransal Dağılımı
(FAO, 2012)
Bitkiler
Soya
Kolza
Ayçiçeği
Pamuk
Yerfıstığı
Zeytin
Mısır özü
Susam
Keten
TOPLAM
Ham Yağ Üretim Miktarı (Ton)
238.778
73.660
819.049
233.731
10
206.300
67.597
30.116
12.316
1.681.557
Oransal Değer (%)
14.2
4.4
48.7
13.9
12.3
4.0
1.8
0.7
100.00
Çizelge 7’nin incelenmesinden de görüleceği üzere, Türkiye’de bitkisel ham yağ üretimi
toplam 1.681.557 ton olup, bunun büyük bir kısmını Ayçiçeği yağı (% 48.7)
oluşturmaktadır. Bunu sırasıyla; Soya, Pamuk ve Zeytinyağı izlemektedir.
Tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de ham yağ üretiminin (1.900.000 ton) büyük bir
kısmını bitkisel yağlar oluşturmakta (% 88.5), çok az bir kısmını ise hayvansal yağlar
karşılamaktadır (% 11.5).
2011 yılı değerlerine göre Türkiye’de bitkisel ham yağ üretim ve kullanım durumu
Çizelge 8’de verilmiştir.
Çizelge 8. 2011 Yılı Değerlerine Göre Türkiye’de Bitkisel Yağ Üretim ve Kullanım
Durumu (Bin Ton)
Yıllar
2011
Yağlı Tohum
Temini
İthal
Yurt İç
Yolu
2.613
2.316
Yağlı Tohum
Yağ Üretimi
Kullanımı
Yağ
Yurt İçi İthal
İthal
Diğer*
Üretimi
Tohum Tohum
Yağ
4.116
813
655
541
1043
Kaynak: Büyükşahin,2008; *Fulfat, Yem, Tohum
Yağ Tüketimi
Toplam İç Tüket İhracat
2.239
1.455
566
Diğer**
193
**Yem, Boya, Sabun
Çizelge 8’in incelenmesinden de görüleceği gibi, 2011 yılında toplam 2.239.000 ton
bitkisel ham yağ üretilmiş, bunun sadece %29.3’ü yerli üretimden karşılanmıştır. Geri
kalan %70.7’lik kısmı doğrudan ham yağ olarak ithal edilmiş veya ithal edilen yağlı
tohumların işlenmesinden elde edilmiştir. Bitkisel yağ tüketiminde yerli üretim payının
her geçen yıl düşmesi, bitkisel yağ politikalarımızda başarılı olamadığımız, radikal
önlemler yerine, güncel düzenlemeler ile zevahiri kurtarma politikası uyguladığımızı
göstermektedir.
Yağlı tohum üretimi bakımından büyük bir potansiyele sahip olan ülkemizde, bitkisel
ham yağ ithal edilmesi ülkemiz ekonomisi açısından büyük bir kayıp olmaktadır.
Ülkemizde yeterince yağlı tohum üretilmemesinin ortaya çıkardığı tek sorun, ithal
yoluyla dışarıya ödediğimiz dövizle sınırlı kalmamaktadır. Son yıllarda, Türkiye’de,
ham yağ üreten 110 adet yağ fabrikası mevcut olup, bunun 88’i faal ve 22’si ise gayri
faal durumdadır. Ülkemizde mevcut yağ fabrikalarının tohum işleme kapasiteleri 7.4
milyon ton olup, bunun ancak 6.4 (%64 kapasite ile çalışıyor) milyon tonu faal
durumdadır (yerli tohum üretimi 2.350.000 ton)
Ülkemizde olması gereken düzeylerde yağlı tohum üretimi gerçekleştirilememektedir.
Oysa iklim ve toprak özellikleri dikkate alındığında, yağlı tohumlu bitkilerin üretimi
Türkiye’de Yağlı Tohum ve Bitkisel Ham Yağ Üretimi İle Üretimin Arttırılabilmesi İçin Alınması Gerekli Önlemler
*Ferrin Ferda AŞIK, Reşat YILDIZ
273
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
bakımından ülkemizde büyük bir potansiyel mevcuttur. Ülkemizde yağlı tohum
üretiminin yeterli olmamasının nedenleri;








Günübirlik uygulanan yanlış tarım politikaları,
Ürün planlamasının olmaması,
Üretimdeki bilgi yetersizliği (Eğitim ve yayın eksikliği),
Sözleşmeli tarım modelinin uygulanamaması
Yağlı tohumlardaki üretim maliyetlerinin yüksek olması nedeniyle dış pazar
fiyatlarıyla rekabet edememesi,
Birim alandaki getirisinin düşük olması nedeniyle, yetiştirildikleri bölgelerdeki
alternatif ürünlerle rekabet edememesi,
Yağlı tohumlara göreceli olarak düşük gümrük vergisi uygulandığı için, çiftçiye
yüksek fiyat verilememekte, dolayısıyla tahıllarla rekabet edememektedir.
Dünya Ticaret Örgütü ile yapılan anlaşmalar gereği, ham yağ ithalatına getirilen
fonların (vergi oranının) düşük veya muaf tutulmasıdır.
Sonuç olarak, ülkemizde ortaya çıkan ham yağ açığını kapatabilmek, ithal yoluyla döviz
kaybını önleyebilmek (petrolden sonra en fazla döviz ham yağ ithalatı için
ödenmektedir) ve işlenmiş yağ ihraç ederek, ülkemize döviz kazandırmak ve Türk
çiftçisinin gelir seviyesini yükseltebilmek için, şu önlemlerin acilen alınması
gerekmektedir.












274
Yağlı tohum üreticilerinin örgütlenmesini sağlamak amacıyla “Yağlı Tohum
Üreticileri Birliği” kurulmalıdır.
Düşük faizli işletme kredisi ile yağlı tohum işleyen, işletmeler desteklenmelidir.
Ham yağ ithal eden sanayi kuruluşlarına, ithal ettikleri miktarın en az %20’sine eş
değer miktarda, yağlı tohum alım zorunluluğu getirilmelidir.
Yağlı tohum veya ham yağ ithalatı bir takvime bağlanmalıdır. Yani üretim
döneminde ithalata kısıtlama getirilmelidir (Fon konarak).
Yağlı tohumların fiyatları serbest piyasa koşullarına göre oluşturulmalıdır.
Müdahale fiyatı (Dünya fiyatı) ile hedef fiyat (Ürün maliyeti + üretici karı)
arasındaki fark, üreticilere prim olarak ödenmelidir.
Ayçiçeği üretimi diğer bölgelere de kaydırılarak, şekerpancarı ile zorunlu ekim
nöbetine sokulmalıdır.
Taban fiyatları belirlenirken, Ayçiçeği ile buğday fiyatları arasındaki denge, çok
iyi düzenlenmelidir (Ayçiçeği fiyatı, buğday fiyatının 2-3 katı olmalıdır).
GAP bölgesinde, ayçiçeği, soya, kolza ve susam gibi bitkilerin üretimleri teşvik
edilmelidir.
Potansiyel yağ bitkilerinden olan yerfıstığı, kolza ve susamın üretimi
artırılmalıdır.
Yağ bitkilerinin tohumluk sorunu çözülmeli, üreticiye daha kaliteli (hibrit) ve
ucuz tohumluk verme yolları aranmalıdır.
Yağlı tohumların üretimi düşük faizli kredilerle desteklenmelidir.
Nadas alanlarında yetişebilecek uygun yağ bitkileri belirlenmeli ve bunların nadas
yapılan bölgelerde yetiştirilmeleri için gerekli teşvikler sağlanmalıdır.
Türkiye’de Yağlı Tohum ve Bitkisel Ham Yağ Üretimi İle Üretimin Arttırılabilmesi İçin Alınması Gerekli Önlemler
*Ferrin Ferda AŞIK, Reşat YILDIZ
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
KAYNAKLAR
Anonymous, 1994. Yağ Nedir. Milliyet Gazetesi (15 Kasım 1994).
Anonymous, 2012. Türkiye Yağ Sanayicileri Derneği Kayıtları. I. Bitkisel Yağ
Kongresi.
Arıoglu, H.H., 2007. Yağ Bitkileri Yetiştirme Ve Islahı Ders Kitabı.Genel Yayın
No:220, Ders Kitapları Yayın No:A-70. Adana, 204 S.
Arıoğlu H., 2013. Bitkisel yağlar. I. Bölüm
Arıoğlu H., C. Kurt, Ö. Kolsarıcı, A. T. Göksu, L. Güllüoğlu, M. Arslan, S. Çalışkan, T.
Söğüt, F. Arslanoğlu. Yağ Bitkileri Üretiminin Arttırılması Olanakları.
Bütün,Y., 1993. Bitkisel Yağlar ve Beslenmemizdeki Önemi, Tarım Bakanlığı Dergisi,
(Mayıs 1993) 87: 19-20, Ankara.
Esandal, E., Arslan, B., Ümit,G., Pasa,C., 2008. Yağlı Tohumların Üretimi, Tüketimi ve
Tüketici Tercihleri ile Yeni Kullanım Alanlarına Göre Üretim Projeksiyonları.
Bitkisel Yemeklik Yağlar Sempozyumu ve Sergisi Bildiriler Kitabı, s.320-332.
Fao, 2014. İstatistik Bölümü İnternet Sitesi, http://www.fao.org
Gizlenci,S., Korkmaz,A., Acar, M., Seyis F., 2005. Kolza (Kanola) Tarımı. Karadeniz
Tarımsal Araştırma Enst. Yayınları, 80 s. Samsun
Kolsarıcı Ö., A. Gür, D. Başalma, M. D. KAYA. ve N. İŞLER., Yağlı Tohumlu Bitkiler
Üretimi
TUİK, 2014. http://www.tuik.gov.tr
TÜRKTOB, 2013. Türkiye Tohumcular Birliği Dergisi, (Temmuz-Eylül 2013) 2,
Sayı:7, S:7-11, Ankara.
Türkiye’de Yağlı Tohum ve Bitkisel Ham Yağ Üretimi İle Üretimin Arttırılabilmesi İçin Alınması Gerekli Önlemler
*Ferrin Ferda AŞIK, Reşat YILDIZ
275
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Bu sayfa boş bırakılmıştır.
276
Türkiye’de Yağlı Tohum ve Bitkisel Ham Yağ Üretimi İle Üretimin Arttırılabilmesi İçin Alınması Gerekli Önlemler
*Ferrin Ferda AŞIK, Reşat YILDIZ
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Açık Deve Tüyü Renkli Pamuklarda (Gossypium hirsutum L. ) Döl
Kontrollü Teksel Seleksiyon Yöntemiyle Seçilen Tek Bitkilerin
Agronomik Özelliklerinin İstatistiksel Dağılışları
Zeynep GÖKÇE¹ Lale EFE² Ercan EFE³
¹Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Tarla Bitkileri Ana Bilim Dalı,
KAHRAMANMARAŞ, [email protected], ²Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi,
Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, KAHRAMANMARAŞ, ³Kahramanmaraş Sütçü İmam
Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü, KAHRAMANMARAŞ
ÖZET
Bu araştırma Kahramanmaraş ekolojik koşullarında 2011 yılında Kahramanmaraş Tarımsal Araştırma Enstitüsü
arazisinde bulunan KSÜ Ziraat Fakültesi deneme alanında kurulmuş ve yürütülmüştür. Bu çalışma ile doğal açık
devetüyü renkli pamuk popülasyonundan agronomik ve önemli lif özellikleri yönünden 2010 yılında seçilen 60 adet
tek bitkinin tohumları ile 2011 yılında döl sıraları oluşturulmuş ve bitkilerin tamamında kendileme yapılmıştır.
Oluşturulan döl sıraları içerisinden özellikle lif rengi ve önemli agronomik özelliklerine göre seçilen tek bitkilerde 5
adet sürekli (bitki boyu, çırçır randımanı, kütlü verimi, 100 tohum ağırlığı, koza kütlü ağırlığı) ve 2 adet kesikli (koza
sayısı, meyve dalı sayısı) olmak üzere toplam 7 karakter için dağılım özellikleri belirlenmiştir. Bu karakterler için
çarpıklık, basıklık katsayıları, ortalama, standart sapma, standart hata, varyans, varyasyon katsayısı hesaplanmış,
frekans dağılımları oluşturulmuştur. İncelenen özelliklere ait verilerin normal dağılış gösterdiği ve frekans dağılışına
ait histogram grafiğinde bitki boyu ve çırçır randımanında sola, meyve dalı, bitki başına koza sayısı, koza kütlü
ağırlığı, bitki başına kütlü verimi ve 100 tohum ağırlığında sağa doğru çarpıklık gösterdiği belirlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Gossypium hirsutum L., renkli pamuk, agronomik özellikler, teksel seleksiyon, istatistiksel
dağılış
Statistical Distribution of Agricultural Traits of Selected Plants by Using Methods of Progeny-Controlled
Individual Selection In Light Brown Linted Cottons (Gossypium hirsutum L. )
ABSTRACT
This study was carried out in 2011 in the experimental field of KSU Agricultural Faculty that has been in Agricultural
Research Station field area. In 2011 progeny rows were established by using seeds of selected 60 individual plants
according to agronomic and major lint traits from light brown cotton population in 2010. The all plants were self
polinated. For 5 continuous and 2 intermittent characters distribution properties were determined in selected
individual plants according to especially agronomic and major lint traits from each established progeny rows.
Deviance, lowness coefficients, mean, standard deviation, standard error, variance, variation coefficient were
calculated for these characters and frequence distributions were generated. It was determined that the data of
investigated characters showed normal distribution and that the data showed left deviance for plant height and
ginning outturn and right deviance for sympodial number, boll number per plant, seed cotton weight per boll, seed
cotton yield per plant and 100 seed weight in histogram graphic of frequance distribution.
Key Words: Gossypium hirsutum L., coloured cottons, agronomic traits, individual selection, statistical distiribution
GİRİŞ
Dünyada ve Türkiye’de önemli bir kültür bitkisi olan pamuk, Malvales takımının
Malvaceae familyasından, Gossypium cinsine ait bir bitkidir. Pamuk bitkisi, yaygın ve
zorunlu kullanım alanıyla insanlık açısından, yarattığı katma değer ve istihdam
olanaklarıyla da üretici ülkeler açısından büyük ekonomik öneme sahip bir üründür.
Pamuk işlenmesi açısından çırçır sanayisinin, lifi ile tekstil sanayisinin, çekirdeği ile
yağ ve yem sanayisinin, linteri ile de kağıt sanayisinin hammaddesi durumundadır.
Dünyada sınırlı sayıda ülkenin ekolojisi pamuk tarımına elverişli olduğundan, dünya
üretiminin %80’ine yakınını Türkiye’nin de içinde bulunduğu az sayıda ülke
sağlamaktadır. Türkiye’de 4.508.900 da alanda 877.500 ton lif pamuk üretimi
yapılmaktadır. Güneydoğu Anadolu Bölgesi 512.016 tonluk üretim miktarı ile bölgeler
arasında ilk sırada yer almaktadır (Anonim, 2013a).
Kahverengi ve yeşilin tonlarında yetişen doğal pigmentli lifler doğal renkli pamuk
olarak adlandırılmaktadır. Renkli pamuk, bitkilerin genetik yapılarından
kaynaklanmaktadır. Renkli pamuğun tonları; coğrafik çevrelere, mevsimlere, iklime ve
Açık Deve Tüyü Renkli Pamuklarda (Gossypium hirsutum L. ) Döl Kontrollü Teksel Seleksiyon Yöntemiyle Seçilen Tek Bitkilerin
Agronomik Özelliklerinin İstatistiksel Dağılışları
Zeynep GÖKÇE¹ Lale EFE² Ercan EFE³
277
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
toprak özelliklerine göre değişiklik göstermektedir (Dickerson ve ark., 1999). Tekstil
sanayisinde sağlıklı olmasından dolayı pamuklu giysiler tercih edilmektedir. Tekstilde
üretilen bazı ürünler boyanarak üretilmektedir. Bu boyalar çeşitli kimyasallar
içermektedirler ve bu kimyasallar çocuklarda hatta yetişkinler de bazen cilt alerjilerine
neden olmaktadır. Ayrıca boyama işlemi ipin mukavemetini bazen kötü etkilemektedir
(Straumal, 1941, Maksimenko, 1958). Çok koyu boyalar liflerin içerisine nüfuz ederek
mukavemeti azaltırken, açık renkli boyalar yıkanmaya karşı dayanıksız olabilmektedir
(Straumal, 1941, Maksimenko, 1958). Bu nedenle, doğal renkli pamukların tekstil
sanayisine girmesiyle kumaşın ve ipliğin en azından belirli renklere boyanması işlemi
ortadan kaldırılabilecektir. Doğal renkli pamuklar diğer tipik boyanan pamuklar gibi
solmamaktadır. Yıkamadan sonra renkler daha güçlü ve daha yoğun olmaktadır. Bu
özellikler Texas Tech Üniversitesinde yapılan araştırmada ortaya konulmuştur
(Williams, 1994). Doğal renkli pamuklar, renkli life sahip oldukları için kumaş
üretiminde boyanma ihtiyaçları yoktur. Boyama tekstil üretiminde su, enerji ve atık
madde bakımından en pahalı aşamadır. Boyama aşamasının elimine edilmesi maliyeti
yarı yarıya azaltabilir ve zehirli boya atıklarını ortadan kaldırabilir (Brookhart, 1991;
Apodaca, 1990; Werber, 1994).
Bu çalışmada 2011 yılında oluşturulan doğal açık devetüyü renkli pamuğa ait 60 adet
döl sırası içerisinden lif rengi ve önemli agronomik özelliklerine göre seçilen tek
bitkilerde incelenen özelliklerin istatistiksel dağılışlarının belirlenmesi amaçlanmıştır.
MATERYAL VE YÖNTEM
Açık tozlanan ve genetik varyasyon gösteren doğal açık devetüyü renkli pamuk
(Gossypium hirsutum L.) popülasyonundan agronomik ve önemli lif özellikleri
yönünden selekte edilen 60 adet tek bitkinin tohumları ile oluşturulan döl sıraları
materyal olarak kullanılmıştır. Deneme 2011 yılında Kahramanmaraş Tarımsal
Araştırma Enstitüsü arazisinde bulunan KSÜ Ziraat Fakültesi deneme alanında
kurulmuş ve yürütülmüştür. 60 adet açık devetüyü renkli tek bitkinin tohumları ayrı ayrı
sıralara ekilerek döl sıraları oluşturulmuştur. Normal bakım koşullarında yetiştirilen döl
sıralarındaki bitkilerin tamamında kendileme yapılmıştır. Hasattan önce, her döl sırası
içerisinden bilhassa lif rengi bakımından ve bitki formu, elma ve yaprak şekli, bitki
boyu, odun dalı sayısı, meyve dalı sayısı, koza sayısı gibi özelliklerine bakılarak tek
bitki seleksiyonu yapılmıştır. Her sıradan tarla gözlemlerine göre seçilen ortalama 2 ya
da 3 bitki ayrı ayrı hasat edilerek her bitkide koza kütlü ağırlığı, kütlü verimi, çırçır
randımanı ve 100 tohum ağırlığı belirlenmiştir.
İstatistik Metot
Bu çalışmada 2011 yılında Kahramanmaraş Tarımsal Araştırma Enstitüsü’nde
yetiştirilen açık devetüyü renkli pamuklara ait döl sıralarından seçilen tek bitkilerden
elde edilen önemli agronomik özelliklere ilişkin veriler kullanılmıştır.
Çizelge 1. İncelenen Özellikler
Bitki
Boyu
cm
278
Çırçır
Randımanı
%
ÖZELLİKLER
SÜREKLİ TİP
Bitki Başına 100 Tohum Koza Kütlü
Kütlü Verimi
Ağırlığı
Ağırlığı
g
g
g
KESİKLİ TİP
Koza Meyve Dalı
Sayısı
Sayısı
Adet
Adet
Açık Deve Tüyü Renkli Pamuklarda (Gossypium hirsutum L. ) Döl Kontrollü Teksel Seleksiyon Yöntemiyle Seçilen Tek Bitkilerin
Agronomik Özelliklerinin İstatistiksel Dağılışları
Zeynep GÖKÇE¹ Lale EFE² Ercan EFE³
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Her bir özellik için verilerin dağılışını belirleyen çeşitli tanımlayıcı (betimsel deskriptif)
istatistikler Bek ve Efe, 1995 ve Efe ve ark., 2004'e göre hesaplanmış ve Çizelge 2'de
verilmiştir.
Çizelge 2. Verilerin tanımlanmasında kullanılan istatistikler
Tanımlayıcı istatistikler
Yer Ölçüleri
Dağılma Ölçüleri
Çarpıklık Ölçüsü
Yükseklik Ölçüsü
Ortalama
Medyan
Minimum
Maksimum
Varyans
Standart Sapma
Standart Hata
Varyasyon
Katsayısı
Çarpıklık Katsayısı
Basıklık Katsayısı
X
Med
Min.
Max
S²
S
Sx
% VK
α3
α4
Verilerin dağılışını karakterize eden dört tip ölçü vardır. Bunlar 1) yer (merkezi eğilim)
ölçüleri, 2) dağılma (değişim) ölçüleri, 3) çarpıklık ölçüleri ve 4) yükseklik (basıklık)
ölçüleridir.
Yer ölçüleri, verilerin sayı ekseni üzerinde toplandığı yer ile ilgili ölçülerdir. Bunlar
aritmetik ortalama, geometrik ortalama, tartılı ortalama, harmonik ortalama, kırpılmış
ortalama, mod ve medyandır. Bu çalışmada aritmetik ortalama ve medyan
kullanılmıştır. Frekans grafiklerinden en yüksek histogram sınıfının X ekseni üzerindeki
değerinden mod elde etmek de mümkündür.
Dağılma ölçüleri, verilerin ortalamadan uzaklıkları ile ilgili ölçülerdir. Dağılma ölçüleri
büyüdükçe dağılışın şekli yayvanlaşır, küçüldükçe de sivrileşir. Bu çalışmada en küçük
(Min.), en büyük (Max.) değerler ile varyans, standart sapma, standart hata ve
varyasyon katsayısı incelenmiştir.
Ayrıca dağılımın simetrik, sağa çarpık ya da sola çarpık olup olmadığını veren çarpıklık
ölçüsü ile yükseklik ölçüsü incelenmiştir. Verilerin ortalamadan her iki yönde 1, 2, 3
standart sapma uzaklıktaki verilerin sayıları ve yüzde miktarları hesaplanmıştır. Çeşitli
ölçülerin hesaplanmasında ve frekans dağılımlarının oluşturulmasında MS Excel
tablolama programı ile makrolar oluşturulmuştur.
BULGULAR VE TARTIŞMA
Bitki Boyu
Bitki boyu ile ilgili çeşitli istatistikler Çizelge 3' de verilmiştir. Açık devetüyü renkli
pamuk popülasyonundan tek bitki seleksiyonu ile seçilmiş olan pamukların bitki boyu
94,12 ±1,015 cm’dir. Ortalama ile medyan (94 cm) birbirine çok yaklaşık çıkmış olup
çarpıklık katsayısı (0,331) çok hafif bir sağa çarpık dağılış bildirmesine rağmen sıfıra
oldukça yakındır. Bu durum bitki boyu verilerinin normal dağılış gösterdiği anlamına
gelmektedir.
Açık Deve Tüyü Renkli Pamuklarda (Gossypium hirsutum L. ) Döl Kontrollü Teksel Seleksiyon Yöntemiyle Seçilen Tek Bitkilerin
Agronomik Özelliklerinin İstatistiksel Dağılışları
Zeynep GÖKÇE¹ Lale EFE² Ercan EFE³
279
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Çizelge 3. Bitki boyu özelliğine ait bazı tanımlayıcı istatistikler
Çarpıklık
Basıklık
Min.
Max.
Var.
n
0,331727
0,75525
67
133
148,5384
144
Sınıf sayısı (k) =
Birinci Sınıf Limiti=
Sınıf Genişliğini ( c )
yuvarlayınız
Şekil 1.
s.sapma
s.hata
%VK
Ortalama
Medyan
12,18763
1,015636
12,9493
94,12
94,00
ort+3s
ort+2s
ort+1s
ort-1s
ort-2s
ort-3s
#
68
66
49
55
71
74
%
47,2
45,8
34,0
38,2
49,3
51,4
9
65
Min.=
Max.=
67,00
133
10
c=
7,333333
Bitki boyu özelliğine ait frekans dağılımı
Verilerin 9 sınıflı histogram grafiğinden de simetriğe yakın bir dağılım gözlenmektedir
(Şekil1).
Verilerin ortalama etrafındaki dağılma şekillerine bakılacak olur ise (Çizelge 3)
ortalamanın sol tarafında biraz daha fazla veri toplandığı görülür. Örneğin ortalama
(94,12cm) ile ortalamadan 1 standart sapma daha uzun (94,12+12,18=106,3 cm)
aralıktaki bitkilerin miktarı 49 adet (%34) iken ortalamadan 1 standart sapma daha kısa
(94,12-12,18=81,94 cm)aralıktaki bitkilerin miktarı 55 adet (%31,2) bulunmuştur. Aynı
şekilde ortalama ile ortalamadan 2 standart sapma daha uzun aralıktaki
(94,12+24,36=118,48) 66 adet (%45,8) bitki bulunmuştur. Ortalama ile ortalamadan 3
standart sapma daha uzun aralıktaki (94,12 cm ile 130,66 cm aralığındaki) bitkilerin
miktarı 68 adet (%47,2) iken ortalamadan 3 standart sapma daha kısa aralıktaki (94,12
cm ile 57,58 cm aralığındaki) bitkilerin miktarı 74 adet (%51,4) bulunmuştur. Bitkilerin
%72,2’si ±1S uzaklıktaki aralıkta, bitkilerin %95,1’i ±2S uzaklıktaki aralıkta ve
%98,6’sı ±3S uzaklıktaki aralıkta yer almışlardır.
Meyve Dalı Sayısı
Kesikli tipte bir özellik olan meyve dalı ile ilgili çeşitli istatistikler Çizelge 4.'de
verilmiştir. Medyan dikkate alındığında Açık devetüyü renkli pamuk popülasyonundan
tek bitki seleksiyonu ile seçilmiş olan pamuklar ortalama olarak 17 meyve dalına
sahiptir. En az 8 en fazla 26 meyve dalı görülmüştür.
280
Açık Deve Tüyü Renkli Pamuklarda (Gossypium hirsutum L. ) Döl Kontrollü Teksel Seleksiyon Yöntemiyle Seçilen Tek Bitkilerin
Agronomik Özelliklerinin İstatistiksel Dağılışları
Zeynep GÖKÇE¹ Lale EFE² Ercan EFE³
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Çizelge 4. Meyve dalı özelliğine ait bazı tanımlayıcı istatistikler
Çarpıklık
Basıklık
Min.
Max.
Var.
n
7,933807
81,93476
8
26
31,78253
143
Sınıf sayısı (k) =
Birinci Sınıf Limiti=
Sınıf Genişliğini (c)
yuvarlayınız
Şekil 2.
s.sapma
s.hata
%VK
Ortalama
Medyan
5,63759943
0,47143975
34,0302541
16,57
16,00
ort+3s
ort+2s
ort+1s
ort-1s
ort-2s
ort-3s
#
58
58
57
82
84
4940
%
40,8
40,8
40,1
57,7
59,2
3478,9
20
8
Min. =
Max. =
8
26
1
c=
3,35
Meyve dalı sayısı özelliğine ait frekans dağılımı
Açık devetüyü renkli pamuk popülasyonundan tek bitki seleksiyonu ile seçilmiş olan
pamukların meyve dalı sayısı ortalaması (16,57) ile medyanı (16,00) birbirine yaklaşık
çıkmış ancak çarpıklık katsayısı sağa çarpık dağılış bildirmektedir. Nitekim frekans
dağılımında mod=16 olup mod=medyan<ortalama’dır. bu da sağa çarpıklığın diğer bir
göstergesidir. Verilerin frekans dağılımına ait histogram grafiğinde de sağa doğru bir
çarpılma görülmektedir (Şekil 2).
Bitki Başına Koza Sayısı
Kesikli tipte bir özellik olan koza sayısı ile ilgili çeşitli istatistikler Çizelge 5’de
verilmiştir. Medyan dikkate alındığında Açık devetüyü renkli pamuk popülasyonundan
tek bitki seleksiyonu ile seçilmiş olan pamuklar ortalama olarak 14 kozaya sahiptir. En
az 1 en fazla 28 koza görülmüştür.
Koza sayısı ortalaması (14,63) ile medyan (14,50) birbirine yaklaşık çıkmış olup
çarpıklık katsayısı (0,178) bir miktar sağa çarpık dağılış bildirmektedir.
Açık Deve Tüyü Renkli Pamuklarda (Gossypium hirsutum L. ) Döl Kontrollü Teksel Seleksiyon Yöntemiyle Seçilen Tek Bitkilerin
Agronomik Özelliklerinin İstatistiksel Dağılışları
Zeynep GÖKÇE¹ Lale EFE² Ercan EFE³
281
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Çizelge 5. Bitki başına koza sayısı özelliğine ait bazı tanımlayıcı istatistikler
Çarpıklık
Basıklık
Min.
Max.
Var.
n
0,178166
1,306333
1
28
17,62063
144
Sınıf sayısı (k) =
Birinci Sınıf Limiti=
Sınıf Genişliğini (c)
yuvarlayınız
Şekil 3.
s.sapma
s.hata
%VK
Ortalama
Medyan
4,19769334
0,34980778
28,7021767
14,63
14,50
ort+3s
ort+2s
ort+1s
ort-1s
ort-2s
ort-3s
#
71
67
50
50
70
70
%
50,4
47,5
35,5
35,5
49,6
49,6
20
8
Min.=
Max.=
1
28
1
c=
1,35
Bitki başına koza sayısı özelliği için histogram grafiği
Koza Kütlü Ağırlığı
Koza kütlü ağırlığı ile ilgili çeşitli istatistikler Çizelge 6’da görülmektedir. Açık
devetüyü renkli pamuk popülasyonundan tek bitki seleksiyonu ile seçilmiş olan
pamukların koza kütlü ağırlığı 4,46±0,103g’dır. Ortalama ile medyan (4,40) birbirine
çok yaklaşık çıkmış olup çarpıklık katsayısı (0,434) hafif sağa çarpık dağılış
bildirmektedir.
Çizelge 6. Koza kütlü ağırlığı özelliğine ait bazı tanımlayıcı istatistikler
Çarpıklık
Basıklık
Min.
Max.
Var.
n
0,43482
0,277636
1,399444
8,373684
1,532827
142
Sınıf sayısı (k) =
Birinci Sınıf Limiti=
Sınıf Genişliğini ( c )
yuvarlayınız
282
S.sapma
S.hata
%VK
Ortalama
Medyan
1,238074
0,103897
27,73575
4,46
4,40
ort+3s
ort+2s
ort+1s
ort-1s
ort-2s
ort-3s
#
66
61
46
55
73
75
%
46,5
43,0
32,4
38,7
51,4
52,8
10
1
Min.=
Max. =
1,40
8,373684
1
c=
0,697424
Açık Deve Tüyü Renkli Pamuklarda (Gossypium hirsutum L. ) Döl Kontrollü Teksel Seleksiyon Yöntemiyle Seçilen Tek Bitkilerin
Agronomik Özelliklerinin İstatistiksel Dağılışları
Zeynep GÖKÇE¹ Lale EFE² Ercan EFE³
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Şekil 4.
Koza kütlü ağırlığı özelliğine ait frekans dağılımı
Verilerin 10 sınıflı histogram grafiğine bakılacak olur ise ortalamanın sol tarafında biraz
daha fazla veri toplandığı görülür (Şekil 4).
Bitki Başına Kütlü Verimi
Bitki başına kütlü verimi özelliği ile ilgili çeşitli istatistiklere bakıldığında, açık
devetüyü renkli pamuk popülasyonundan tek bitki seleksiyonu ile seçilmiş olan
pamukların kütlü veriminin 76,44±2,167 olduğu ve ortalama ile medyan (71,23)
çarpıklık katsayısının (1,319) sağa çarpık dağılış bildirdiği görülmektedir (Çizelge 7).
Verilerin 9 sınıflı frekans dağılımına ait histogram grafiğinde sağa doğru çarpıklık
gözlenmektedir (Şekil 5).
Çizelge 7. Bitki başına kütlü verimi özelliğine ait bazı tanımlayıcı istatistikler
Çarpıklık
Basıklık
Min.
Max.
Var.
n
1,319201
2,599968
29,01
178,52
676,6664
144
Sınıf sayısı (k) =
Birinci Sınıf Limiti=
Sınıf Genişliğini ( c )
yuvarlayınız
Şekil 5.
s.sapma
s.hata
%VK
Ortalama
Medyan
26,01281
2,167734
34,0325
76,44
71,23
ort+3s
ort+2s
ort+1s
ort-1s
ort-2s
ort-3s
#
56
53
37
67
85
4940
%
38,9
36,8
25,7
46,5
59,0
3430,6
9
25
Min. =
Max. =
29,01
178,52
13
c=
16,61222
Bitki başına kütlü verimi özelliğine ait frekans dağılımı
Açık Deve Tüyü Renkli Pamuklarda (Gossypium hirsutum L. ) Döl Kontrollü Teksel Seleksiyon Yöntemiyle Seçilen Tek Bitkilerin
Agronomik Özelliklerinin İstatistiksel Dağılışları
Zeynep GÖKÇE¹ Lale EFE² Ercan EFE³
283
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Çırçır Randımanı
Çizelge 8 incelendiğinde, çırçır randımanı ile ilgili istatistiklerden açık devetüyü renkli
pamuk popülasyonundan tek bitki seleksiyonu ile seçilmiş olan pamukların çırçır
randımanının 34,47±0,327 olduğu dikkati çekmektedir. Ortalama ile medyan (34,53)
birbirine çok yaklaşık çıkmış olup çarpıklık katsayısı (-0,211) hafif sola çarpık dağılış
bildirmesine rağmen sıfıra oldukça yakındır. Bu durum çırçır randımanı verilerinin
normal dağılış gösterdiği anlamına gelmektedir.
Çizelge 8. Çırçır randımanı özelliğine ait bazı tanımlayıcı özellikler
Çarpıklık
Basıklık
Min.
Max.
Var.
n
-0,21177
-0,50203
25,4667
41,94605
15,42962
144
Sınıf sayısı (k) =
Birinci Sınıf Limiti=
Sınıf Genişliğini ( c )
yuvarlayınız
s.sapma
s.hata
%VK
Ortalama
Medyan
3,928055
0,327338
11,39579
34,47
34,53
ort+3s
ort+2s
ort+1s
ort-1s
ort-2s
ort-3s
#
73
73
48
46
65
71
%
50,7
50,7
33,3
31,9
45,1
49,3
10
24
Min. =
Max. =
25,47
41,94605
2
c=
1,647935
Verilerin 10 sınıflı frekans dağılışına ait histogram grafiğinde sola doğru bir çarpılma
görülmektedir (Şekil 6 ).
Şekil 6.
Çırçır Randımanı Özelliğine Ait Frekans Dağılımı
Verilerin 10 sınıflı frekans dağılışına ait histogram grafiğinde sola doğru bir çarpılma
görülmektedir (Şekil 6 ).
100 Tohum Ağırlığı
100 tohum ağırlığı özelliği ile ilgili istatistikler Çizelge 9’da yer almaktadır. Çizelgeden
açık devetüyü renkli pamuk popülasyonundan tek bitki seleksiyonu ile seçilmiş olan
pamukların 100 tohum ağırlığının 12,10±0,097g olduğu görülmektedir. Ortalama ile
medyan (12,02) birbirine çok yaklaşık çıkmış olup çarpıklık katsayısı (0,490) bir miktar
sağa çarpık dağılış bildirmektedir. Verilerin 9 sınıflı frekans dağılışına ait histogram
grafiğinde sağa doğru çarpıklık görülmektedir (Şekil 7).
Bu karakterler için çarpıklık, basıklık katsayıları, ortalama, standart sapma, standart
hata, varyans, varyasyon katsayısı hesaplanmış ve frekans dağılımları oluşturulmuştur.
284
Açık Deve Tüyü Renkli Pamuklarda (Gossypium hirsutum L. ) Döl Kontrollü Teksel Seleksiyon Yöntemiyle Seçilen Tek Bitkilerin
Agronomik Özelliklerinin İstatistiksel Dağılışları
Zeynep GÖKÇE¹ Lale EFE² Ercan EFE³
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Buna göre incelenen özellikler için hesaplanan istatistikler Çizelge 10 ve 11' da
verilmiştir.
Çizelge 9. 100 tohum ağırlığı özelliğine ait bazı tanımlayıcı istatistikler
Çarpıklık
Basıklık
Min.
Max.
Var.
N
0,490071
0,699239
9,0525
15,8
1,373066
144
Sınıf sayısı (k) =
Birinci Sınıf Limiti=
Sınıf Genişliğini ( c )
yuvarlayınız
Şekil 7.
s. sapma
s. hata
%VK
Ortalama
Medyan
1,171779
0,097648
9,684194
12,10
12,02
ort+3s
ort+2s
ort+1s
ort-1s
ort-2s
ort-3s
9
8
#
67
63
49
55
74
76
%
46,5
43,8
34,0
38,2
51,4
52,8
Min.= 9,05
Max.= 15,8
1
c= 0,749722
100 tohum ağırlığı özelliğine ait bazı tanımlayıcı istatistikler
Çizelge 10. Bazı sürekli tip özellikler için hesaplanan istatistikler
Ortalama
Medyan
Minimum
Maksimum
Varyans
St. Sapma
%VK
Çarpıklık
Basıklık
Bitki
Boyu
(cm)
94,12
94,00
67
133
148,53
12,18
12,94
0,331
0,755
Çırçır
Randımanı
(%)
34,47
34,53
25,46
41,94
15,42
3,92
11,39
-0,211
-0,502
Koza Kütlü
Verimi
(g)
76,44
71,23
29,01
178,52
676,66
26,01
34,03
1,319
2,599
100 Tohum
Ağırlığı
(g)
12,10
12,02
9,05
15,8
1,37
1,17
9,68
0,490
0,699
Koza Kütlü
Ağırlığı
(g)
4,46
4,40
1,39
8,37
1,53
1,23
27,73
0,434
0,277
Açık Deve Tüyü Renkli Pamuklarda (Gossypium hirsutum L. ) Döl Kontrollü Teksel Seleksiyon Yöntemiyle Seçilen Tek Bitkilerin
Agronomik Özelliklerinin İstatistiksel Dağılışları
Zeynep GÖKÇE¹ Lale EFE² Ercan EFE³
285
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
Sonuç
2011 yılında Kahramanmaraş Tarımsal Araştırma Enstitüsü arazisinde yetiştirilen doğal
krem renkli 60 adet döl sırası içerisinden başta lif rengi ve önemli agronomik özelliklere
göre seçilen tek bitkilerde 5 adet sürekli ve 2 adet kesikli olmak üzere toplam 7 karakter
için dağılım özellikleri belirlenmiştir. Buna göre; incelenen özelliklere ait verilerin
normal dağılış gösterdiği, frekans dağılışına ait histogram grafiğinde bitki boyu ve çırçır
randımanında sola, meyve dalı, bitki başına koza sayısı, koza kütlü ağırlığı, bitki başına
kütlü verimi ve 100 tohum ağırlığında sağa doğru çarpıklık gösterdiği belirlenmiştir.
Çizelge 11. Bazı kesikli tip özellikler için hesaplanan istatistikler
Ortalama
Medyan
Minimum
Maksimum
Varyans
St. Sapma
%VK
Çarpıklık
Basıklık
Koza Sayısı
14,63
14,50
1
28
17,62
4,19
28,70
0,178
1,306
Meyve Dalı Sayısı
16,57
16,00
8
75
31,78
5,63
34,03
7,933
81,934
Kaynaklar
Anonim 2013 a. Tüik verileri www.tüik.gov.tr 18.09.2014
APODACA, J. K. 1990.Naturanla Colored Cotton: A New Niche in The Texas Natural
Fibers Market. Working Paper Series, Bureau of Business Research, Paper
Number 1990-2. Austin, TX: November. Bureau of Business Research.
BEK, Y ve EFE, E. , 1995. Araştırma ve Deneme Metotları I. Ç.Ü. Ziraat Fak. Ders
Kitabı Yay. No: 71, Adana.
BROOKHART, B., 1991. Cotton's Little Red Hen. Farm Journal, pp. 8-9 April.
DICKERSON, D. K., LANE, E. F., RODRIGUEZ, D. F., 1999. Evaluation of Selected
Performance Characteristics of Naturally Colored Cotton Knit Fabrics.
California Agricultural Technology Institute. October, 1999.Cati Pyblication:
990901.
EFE, E. BEK, Y. ve ŞAHİN, M., 2000. SPSS'te Çözümleri ile İstatistik Yöntemler-II.
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Rektörlüğü Yayın No: 10.
EFE, L, MUSTAFAYEV, S.A, ve KILLI, F., 2010. Agronomic, Fiber and Seed Quality
Traits of Naturally Coloured Cottons in East Mediterranean Region of Turkey,
Pakistan Journal of Botany, 42(6), 3865-3873.
EFE, L., KILLI, F. ve MUSTAFAYEV, S.A., 2009. An Evaluation of Eco-Friendly
Naturally Coloured Cottons Regarding Seed Cotton Yield, Yield Components
and Major Lint Quality Traits under Conditions of East Mediterranean Region of
Turkey, Pakistan Journal of Biological Sciences, 12(20), 1346-1352.
MAKSIMENKO, I., 1958. Tabii Renkli Pamuklar. Türkmenistan'da Pamuk Islahı,
(Kitap). Türkmenistan Bilimler Akademisi Yayını. Aşkabat-Türkmenistan.
286
Açık Deve Tüyü Renkli Pamuklarda (Gossypium hirsutum L. ) Döl Kontrollü Teksel Seleksiyon Yöntemiyle Seçilen Tek Bitkilerin
Agronomik Özelliklerinin İstatistiksel Dağılışları
Zeynep GÖKÇE¹ Lale EFE² Ercan EFE³
BURSA TARIM KONGRESİ
16 – 17 – 18 Ekim 2014
MUSTAFAYEV, S., EFE L., GÖKKAYA, B. ve ALASKEROV, K., 1999. Naturally
coloured cottons and their future perspectives. In Proceedings of 1st symposium
on cotton production, fiber technology and textile in Turkish world, (Eds.: M.
Oglakcı and B. Cicek), 28 September-01 October, 1999, KahramanmarasTurkey, Proceedings, p: 315-324.
STRAUMAL, B., 1941. Lifi Tabii Renkli Pamuk Çeşitlerinin Islahı. Özbekistan Tarım
Bakanlığı Dergisi No: 4, Taşkent-Özbekistan.
WERBER, F. X., 1994. Agriculture Research Service, USDA. Personal
Communications, 1-31-94. www.usda.gov. 07.06.2012.
WILLIAMS, B., 1994. Foxfibre Naturally Colored Cotton, Green and Brown (Coyote):
Resistance to Changes in Color When Exposed to Selected Stains and Fabric
Care Chemicals. Unpublished Doctoral Dissertation. Texas Tech University,
Lubbock, Texas. World Cotton Research Conference-2 “New Frontiers In
Cotton Research”. September 6-12, Athens-Greece. Abstract Book, P:42.
Açık Deve Tüyü Renkli Pamuklarda (Gossypium hirsutum L. ) Döl Kontrollü Teksel Seleksiyon Yöntemiyle Seçilen Tek Bitkilerin
Agronomik Özelliklerinin İstatistiksel Dağılışları
Zeynep GÖKÇE¹ Lale EFE² Ercan EFE³
287
“
Ülkelerin, belirli aralıklarla ortaya çıkan küresel
ekonomik krizlerden en az zararla kurtulabilmesinde en
önemli
sektörlerden
biri
olan
tarım,
ekonomik
bağımsızlık ve kalkınmanın en temel yapı taşlarından
biridir. Tarım, ülke insanının yeter ve güvenilir gıdaya
ulaşma, kırsal nüfusun yerinde üreterek kazanma ve
barınma, sanayiye hammadde sağlama, ihracat, dengeli
ve
sürdürülebilir
kalkınma,
sanayi
ve
hizmet
sektörlerinde istihdam yaratma gücü gibi işlevleri
nedeniyle stratejik bir sektördür. Son yıllarda dünyamızı,
ülkemizi ve ilimizi her geçen gün daha fazla etkisi altına
alan küresel ısınma ve buna bağlı gerçekleşen kuraklık
tarım sektörünü tehdit eder duruma gelmiştir. Bu
nedenle üçüncüsü düzenlenecek olan tarım kongresinin
teması “kuraklık gölgesinde tarım ve kıtlık” olarak
belirlenmiştir.
”
ISBN- 978-605-01-0875-0

Benzer belgeler