Aileye mutluluk yakışır kıtap - AİLE OKULU | Muslimische

Transkript

Aileye mutluluk yakışır kıtap - AİLE OKULU | Muslimische
Aile
ÖNSÖZ
AİLEYE MUTLULUK YAKIŞIR!
Başarıya ve mutluluğa odaklanarak yaşanılan hayatta gerçek başarının tarifini
Cenab-ı Allah Hadid Suresi 57/12. ve Mü’min Suresi 40/9. ayetlerinde içlerinden
ırmaklar akan, ebedi olarak kalacakları cennetler olduğunu, Mü’minun suresi 23/10. Ve
11. ayetlerinde ise mü’minin vasıfları bulunan herkesin cennetin varisleri olduklarını
buyurmuştur.
Eşref-i mahlukat olan insanın yeryüzünde tesadüfi olmadığı bir gerçek.Yaratılan
her bir şey bir sebebe binaen yaratılmış. Hiç bir şey boşuna değil. Mutsuzlukta bu eşref-i
mahlukatın kaderi değil.
“Kalb düzgün çalıştığı, kendisinden beklenileni yerine getirdiği sürece yoğun
dikkatin konusu olmaz.” (Kur’an’a Göre Toplumun Yapılanmasında İlim ve Alimin Rolü;
Yrd.Dc.Dr.Zeki Tan)
Rabbim Nahl Suresi 16/ 80 ayetinde “Allah, size evlerinizi huzur ve dinlenme yeri
yaptı...” buyuruyor ve evlerimiz huzur ve dinlenme yeri değilse, vücuttaki bir arıza gibi
yoğun dikkatin konusu durumuna düşer aile... Başı ağrıyan, kalbi sızlayan, beli bükülen
nasıl doktordan bir çare arıyorduysa, ailesinde huzur bulamayan, evinde dinlenemeyen
huzurun sahibine el açmalı...
Bir mektup yazmalı; içini dökmeli, sıkıntılarını anlatmalı...Zarfın üzerine ismini
yazdıktan sonra göndereceği adresi yazmayı unutmamalı...
“Yalnız sana ibadet eder , yalnız senden yardım bekleriz “ (Fatiha 1/5) diye dua
ederken hamdini layık olana yapmalı, başkasına ibadet etmemeli, başkasından yardım
beklememeli...
Samimiyetle el açıp tıpkı İbrahim (a.s.) gibi “Rabbim! Beni namaza devam eden
bir kimse eyle. Soyumdan da böyle kimseler yarat. Rabbimiz! Duamı kabul eyle...”
(İbrahim 14/ 40) diye niyaz etemeli.
“(Ey Muhammed !) Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazında dostoğru ol.
Çünkü namaz hayasızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah’ı anmak (olan namaz) elbette en
büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı biliyor.” ( Ankebut Suresi: 29/45)
Hayasızlıktan ve kötülükten alıkoymak,
Allah’ı anmak şüphesiz insanı
yaptıklarıyla yüzleşeceği günü düşündürür. Bu dikkat üzere hayatını yaşar.
[Text eingeben]
Seite 1
Aile
Mutsuzluk bulaşıcıdır, tıpkı korkaklık gibi. Adını hatırlayamadığım bir filmden şu
sözler aklımda kaldı: ”Oğlum! Korkakların gözlerine bakma, korkaklık bulaşıcıdır sana
da bulaşır.” Korkaklık gibi cesurluk da, mutluluk da bulaşıcıdır.
Gül satanların yanında bulunanlar nasıl gül kokarlarsa, mutlu insanların yanında
bulunan insanlarda mutlu olurlar.
Merhametli olmak, merhamet etmeye; af etmek, af edilmeye; saygı göstermek,
saygı görmeye; güvenmek, güvenilmeye; fedâkarlık yapmak, fedâkarlık görmeye; ve-l
hâsıl sevmek sevilmeye delâlet eder.
Sevgilerin dejenere olduğu bir dünyada gerçek mânâda sevenler hedefi ve rüyası
yüce olanlardır... Sadık rüyasının arkasında tıpkı Hz. İbrahim (a.s.) gibi duranlardır.
“İnsanın rüyası ne kadar yüceyse, kurbanı o kadar yücedir. Kurbanı ne kadar
yüceyse insan o kadar yücedir.” ( Sören Kierkegoord)
Peki bizim hedefimiz ne ? Biz hayattan ne bekliyoruz? Neleri veriyoruz?
Zamanımızı, imkanlarımızı, bilgimizi, maddemizi nerelerde harcıyoruz? Nefsimizin
isteklerinin peşinde mi koşuyoruz? Bu koşturmacada ailemize ne kadar zaman
bırakıyoruz?
Hasılı kelâm; aileye mutluluk yakışır. Bunun için neler yapıyoruz?
DİN VE FITRAT İLİŞKİSİNDE AİLE ( Asiye Türkan)
“Fıtrat; varlıkların yapısını oluşturan, geliştiren ve değiştiren kanunlar bütünüdür.
İnsanların, hayvanların, bitkilerin, yerin, göğün, kurumların, kavramların hâsılı her şeyin
yapısı ve işleyişi fıtrata göredir.
Din, Akıl sahiplerini, peygamberler vasıtasıyla gönderilen kitap ve hükümlerle bildirilen
gerçekleri benimsemeye ve uygulamaya çağıran ilahi kanundur. İnsanların
yaratıcılarıyla, birbirleriyle ve diğer varlıklarla olan ilişkilerinin belirleyicisidir.
Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Sen yüzünü dosdoğru bu dine, Allah ’ın fıtratına çevir. O,
insanları ona göre yaratmıştır. Allah’ın yarattığının yerini tutacak bir şey yoktur.
İşte sağlam din bu dindir. Ama insanların çoğu bunu bilmezler.” (Rum 30/30)
Bu âyete göre din, fıtrattır. Bundan dolayı Kur’ân’da, sık sık fıtrata vurgu yapılmış ve
Kur’ân’daki örneklerin tamamı fıtrattan yani doğadan seçilmiştir.„
Fıtrata uyan din İslam’dır. “Kim İslam’dan başka din ararsa, bu ondan kabul edilmez. O,
ahirette, kaybetmiş olanlardan olur.” (Al-i İmrân 3/85)
(Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır)
Yaptığı bir hatadan dolayı Mısırı terk etmek zorunda kalan Hz. Musa (a.s.) yollara
düşmüştür. Bir kuyunun başına vardığında hayvanlarını sulamaya çalışan iki kız görür
ve onlara hayvanlarını sulamada yardım etmiştir. Sonra bir gölgeye çekilmiş ve şu
[Text eingeben]
Seite 2
Aile
şekilde dua etmiştir; “ Ya Rabbi! Senin indireceğin her hayra muhtacım.”
28/24) Ve devamını Cenab-ı Allah şöyle anlatmıştır;
( Kassas,
"O sırada, kadınlardan biri utana utana yürüyüp ona geldi: "Babam sana sulama
ücretini ödemek için seni çağırıyor." dedi. Musa ona gelince, başından geçeni anlattı.
O: "Korkma! Artık zâlim milletten kurtuldun."dedi. İki kadından biri: "Babacığım,
onu ücretli olarak tut. Ücretle tuttuklarının en iyisi bu güçlü ve güvenilir adamdır."
dedi. Kadınların babası, "Bana sekiz yıl çalışmana karşılık bu iki kızımdan birini
sana nikâhlamak istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan, o senden bir lütuf olur. Ama
sana ağırlık vermek istemem. İnşallah beni iyi kimselerden bulacaksın." dedi. Musa:
"Bu seninle benim aramdadır. Bu iki süreden hangisini doldurursam doldurayım,
bir kötülüğe uğramayacağım. Söylediklerimize Allah vekildir." dedi." (Kasas, 28/2528).
Görülen o ki, Allah Teala kulu Musa’nın duasına en güzel şekilde icabet etmiştir. O
böylece Hz. Şuayb (.a.s.)’a yakın olabilmenin yanısıra, hem bir barınağa, hem de kendini
sevecek, hayatını onunla paylaşacak bir yol arkadaşına kavuşmuştur.
İki kapılı bir han hükmünde olan bu dünya hayatına Hz. Musa gibibir kapısından giren
öteki kapısından çıkmış, tarihte dünyada kalıcı olan bir varlığa hiç rastlanmamıştır. Bu
dünya ne güzeller, ne zenginler, ne makam sahibi insanlar görmüş, aynı zamanda ne
büyük acılara şahitlik etmiştir. Lakin sonunda arkada bırakılan iyilikler onları
yapanların iyilikleriyle anılmalarına, kötülükler ise kötülükleriyle anılmalarına vesile
olmuştur.
Hazinelerinin anahtarlarını ancak güçlü develerin taşıyabildiği Karun’un (Kasas 28/77)“
Bu servet bana ancak bendeki bir bilgiden dolayı verildi” ( Kasas 28/78) diyerek
övündüğüzenginliği, azgınlığını artırıp malıyla beraber helak oluşuna sebep olurken (
Kasas 28/ 81), kendisine hiçbir kula nasip olmayan dünya nimetleri ve saltanat
bahşedilen Sultan Suleyman (a.s.) ise Sebe Melikesi Belkıs’ın kilometrelerce uzaktaki
tahtını karşısında bulunca:“Bu, şükür mü yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni
denemek için Rabbimin bana bir lutfudur. Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş
olur. Kim de nankörlük ederse (bilsin ki) Rabbim her bakımdan sınırsız zengindir,
cömerttir.”(Neml, 27/40 )diyerek Rabbine şükretmiş ve böylece kendisine verilen
nimetler onun ancak imanını artırmıştır.
Bizi doğru yola ileten, eğriyi doğrudan ayırt edebilmemizi sağlayan ve bize en güzel olanı
sunan Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hak, anlamak ve öğüt almak isteyenlerebir çok misal
sunmuştur:
“ O halde öğüt fayda vereceği için öğüt ver.(Allah‘a) saygı duyan kişi öğütten
yararlanacaktır.” ( A’la :87/ 8,9 )
Mehmet Okuyan hocamız, Kısa Surelerin Tefsiri adlı kitabındaA’la suresi’nin
açıklamasında yaratılış gayesini şu şekilde anlatır; “Bütün yaratılmışların mutlak surette
bir yaradılış gayesi vardır; işte Kur-an bu amaca “onların hidayeti” demektedir.
[Text eingeben]
Seite 3
Aile
Firavun’un Hz. Musa ve Hz. Harun’a sorduğu;“Sizin Rabbiniz kimmiş?” sorusuna , Hz.
Musa şöyle cevap vermişti: “ Bizim Rabbimiz her şeye yaradılışını veren ve onu yaratılış
amacına uygun yönlendirendir.” (Taha 20/ 49,50).
Demek ki hidayet, yaradılış hedefini Cenab-ı Hakk’ın göstermesidir. Yaradılışmızın yani
fıtratımızın gereği ise Kur’anî programa uygun, tevhid çevresinde layıkıyla Allah’a kul
olmaktır. Kainatta bütün yaratılanlar kendi hidayeti ile devamlıdırlar. Arının hidayetinin
bal vermesi, tavuğun hidayetinin yumurta vermesi, güneşin hidayetinin ışık ve ısı
vermesi gibi... İnsanın hidayeti de yaradılış gayesine uygun olarak inandığı Rabbına
layıkıyla kul olabilmek için dünyayı ahirete tercih etmeden, Yaradan’ı ikinci sıraya
koymadan, yani şirk koşmadan, hayatını en güzel şekilde yaşamak için bütün enerjisini
harcamasıdır...
Ailelerin paramparça olduğu, sevgilerin çöpçülerin süpürgelerine terkedildiği, saygının
zedelenip, merhametin kalmadığı bir toplumda Cenab-ı Hak şüphesiz Kendisine saygı
duyan kullarına öğüt vermiştir:
“ Yine sizin için kendileriyle huzur bulasınız diye kendi türünüzden eşler yaratması,
aranıza sevgi ve merhamet yerleştirmesi de O’nun mucizevi işaretlerinden biridir. Şüphesiz
bütün bunlarda düşünen bir topluluk için alınacak dersler vardır. “ ( Rum 30/21)
Cenab-ı Hak kendileriyle huzur bulalım diye bizim için karşı cinsten eşler yaratmış ve
eşlerin bir araya gelebilmeleri içinde sevginin, meveddetin, merhametin ve acıma
duygusunun olmasını şart koşarak bunu da kendi varlığına delil olarak sunmuştur.
Bundan şüphesiz düşünen insanlar faydalanacak, hayatlarına anlam katıp sevgi ve
merhamet dolu bir yuvaya sahip olmak için muhakkak ellerinden gelen gayreti
göstereceklerdir.
“Ey gençler sizden evlenmeye güç yetirenler evlensin. Zira evlilik gözü harama bakmaktan
iffet ve namusu harama düşmekten daha çok korur” (Buhari, Nikah, 3, VI, 117; Müslim,
Nikah 1, II, 1018.)“Nikah benim sünnetimdir. Benim sünnetimle amel etmeyen benden
değildir" Evleniniz, çoğalınız. Zira ben kıyamet günü sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere
karşı iftihar edeceğim...„
( Ibn Mâce, Nikâh, 1,I, 592.)
Allah’u Teala’nın Nur suresinin 32. ayetinde evlendirin emriyle önemini vurguladığı,
insanın fıtratında olan evliliğin, yukarıdaki hadis-i şeriflerden de anlaşılacağı gibi aynı
zamanda Peygamber Efendimiz’inde bir sünneti olduğunu görüyoruz.
Kur’an’da evlilik, ebedi bir akit, ağır sorumluluk isteyen bir anlaşma olarak tanımlanır.
(Nisa 4/20,21) Aile kurulurken, evlilikte ve çıkabilecek anlaşmazlıklarda eşlerin
birbirlerine karşı görevlerinden bahsedilir.( Bakara 2/ 228) Evlilikteki gayenin neslin
çoğalması ve devamı olduğu( Bakara 2/ 223 ; Nahl 16/ 72 ) vurgulanırken şehvetin de
kontrol altına alınması hedeflenir. Eşlerin yakınlık derecesi açıklanırken onların
biribirleri için birer elbise oldukları söylenir.(Bakara 2/ 187)
[Text eingeben]
Seite 4
Aile
Kur’an-ı Kerim’e göre erkek, evin idarecisi, bakıcısı ve hakimidir. Ev içinde ve dışındaki
ağır sorumluluklarından dolayı kadınlar üzerinde kaimdirler. Ailede kadın ve erkeğin
belirli hakve yükümlülükleri vardır. Bu durum ayet ve hadislerde şu şekilde ele
alınmıştır:
“Erkekler kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar..” (Nisa: 4/34)
"Kişi ailesinin koruyucusudur ve onlardan sorumludur”( Buhârî, Ahkâm 1, VIII, 104. Nikâh
81, VI, 146; 90, VI, 151. Tirmizî, Cihâd 27, 1705, IV, 208; Ebû Dâvud, İmâret 1, III, 232.)
“-Ey Allah'ın Elçisi! kadınların erkekler üzerindeki hakları nelerdir?” sorusuna
Peygamberimiz (s.a.v.) cevaben şöyle buyurmuştur:
“Yediğinden yedirmesi, giydiğinden giydirmesi (kadının kocası üzerindeki hakkıdır.) Sakın
(eşinin)yüzüne vurmasın, ona kötü muamelede bulunmasın, evin dışında onu terk etmesin”
( İbn Mace, Nikah 3, I, 594.)
Evin idarecisi olarak görev yapan erkek hanımına iyi davranmak durumundadır.
“Onlarla iyi geçinin” ( Nisa 4 /19) Kadın ve erkek iffet ve namusunu korumakla
yükümlüdür. ( Nur 24/ 30,31)
Kur’an’da anne ve babanın çocuklarına karşı görevlerinden de bahsedilmiştir. Buna göre
çocukları sevmek ve değer vermek, onlara bir emanet ve imtihan vesilesi gözüyle
bakmak, yetişmeleri ve eğitimleriyle yakından ilgilenmek, onları dünya ve ahiret
tehliklerinden korumak ebeveylerin çocuklarına karşı başlıca görevlerindendir.
Kur’an’a göre aile modern dünyada anlaşıldığı üzere sadece anne, baba ve çocuklardan
oluşmaz. Anne-babanın dışında akraba da aile tanımının içindedir. Anne-baba iyiliğe en
layık kişilerdir. Bu sebepledir ki Allah (c.c.) Kendisine ibadetten hemen sonra anne ve
babaya iyiliği emretmiş, onları kendisine iyilik ve yardım edilmesi gerekenlerin en
başında saymıştır. (İsra 17/23-24; Bakara 2/ 215; Nisa 4/36; Nahl 16/ 151; Lokman 31/
14; Ahkaf 46/15, 17- 18) Rabbimiz anne-babaya iyi davranmanın gerekliliğinin yanı sıra,
ayrıca onların razı olmayacağı şeyleri yapmaktan kaçınmak ve öğütlerini dinlemek
konusunda da bizleri uyarmıştır.
Allah Teala çekememezlik ve anlaşmazlıktan uzak, yardımlaşma ve dayanışmayı esas
alan bir kardeşlik ahlakını hedeflemektedir. Anlaşmazlık durumlarında meselenin
Allah’a ve Rasulüne danışılmasını emretmiştir. ( Ahzap 33/56) Ayrıca, akrabalık
görevlerini yerine getirenleri övmüş, aileçevresiyle ilgiyi kesmeyi münafıklık ve fasıklık
olarak nitelemiştir.(Bakara 2/27; Ra’d 13/21, 25; Muhammed 47/22)
Akrabaya ve çevremizdekilere, manevi yardımın yanısıra maddi yardımda da
bulunmamız gerekmektedir: “Akrabaya, yoksula ve yolda kalmışa hakkını ver ” (İsra
17/26; Rum 30/38) mealindeki ayetlerde yardım kesin bir emir ifade eden ahlaki
yükümlülüklerdendir.
[Text eingeben]
Seite 5
Aile
Allah’u Teala Kur’an-ı Kerimde bir aileyi kalıcı kılan unsurların madde, makam veya
servet değil; sevgi, sadakat ve merhamet gibi değerler olduğunun bizebir çok örneğini
sunar…
Cenab-ı Allah Al-i İmran suresinin 33 ve 34. ayetlerinde şöyle buyurur; “Şüphesiz Allah
Adem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini ve imran ailesini birbirinden gelmiş birer nesil olarak seçip
alemlere üstün kıldı.Allah herşeyi hakkıyla işitendir, bilendir. “
İnsanlık ailesinin anne ve babası olan, Allah adı ile ilk kandırılan, rahata alışmışken
yeryüzündeki sıkıntılara katlanan, hata yapan ama yaptığı hatanın farkına varıp af
dileyerek cenneti tekrar hak eden iki örnek insan: Hz. Adem ve Hz. Havva...
Rabbimiz bize Adem ve Havva ile başlayan insanlık serüveniyle (Hucurat 49/13)
ailenin fıtrattan olduğunu ve yalnızlığın sadece Kendisine mahsus olduğunu bir kere
daha göstermiştir. Bu bağlamda aile, yeryüzünün en köklü, insanlık tarihiyle yaşıt, eski
ama eskimeyen kurumudur. Her ne kadar Adem ile Havva’nın aile hayatı cennette
başladıysada, birlikte işledikleri bir hata yüzünden ikisi de cennetten kovularak
cezalandırılmışlar; fakat beraber yaptıkları hatanın yine beraberce farkına vararak
birlikte tevbe etmiş ve böylece inananlar için çok değerli bir rol model olmuşlardır.
Evlat acısıyla imtihana tabi tutulan ilk ebeveyn oldukları halde asla isyan
etmemeleriyle de arkalarından gelecek olan tüm anne ve babalara ibretlik bir öykü ve
unutulmaz bir ders bırakmışlardır.
Karısıyla ( Tahrim 66/ 10) ve evladıyla ( Hud 11/ 42,46) imtihan edilen baba ve eş olan
Hz. Nuh (a.s.), kavminin verdiği sıkıntıya tam 950 yıl ( Ankebut 29/14 )katlandıktan
sonra (a.s.) Rabbine şöyle niyaz etti:„ Rabbim beni yalanlamalarına karşı bana yardım et
„ ( Mu-min;23/26)"Benimle onların arasında sen hüküm ver. Beni ve beraberimdeki
müminleri kurtar." ( Şu’ara 26/118)Ve duasına şöyle devam etti:“ Ey Rabbimiz!
Kafirlerden hiç kimseyi yeryüzünde bırakma! Çünkü sen onları bırakırsan, kullarını
saptırırlar; sadece ahlaksız ve kafir kimseler yetiştirirler. Rabbim! Beni, ana babamı,
iman etmiş olarak evime girenleri,iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla.
Zalimlerin de ancak helakını arttır. „ ( Nuh 71/26,27,28)
Peygamber eşi ya da peygamber evladı olamanın kişiye hiç bir faydasının olmadığını,
Nuh (a.s)’ın evladına duyduğu muhabbetten ötürü onun kurtulması talebine Allah’ın
vermiş olduğu şu cevaptan anlıyoruz:“ Ey Nuh! O, asla senin ailenden değildir. O’nun
yaptığı iyi olmayan bir iştir. O halde hakkında hiç bir bilgin olmayan şeyi benden
isteme.Bene sana cahillerden olmamanı öğütlerim“ ( Hud 11/46)(a.s.) Rabbinin bu ikazı
karşısında Hz. Nuh korkusunu ve pişmanlığını şu şekilde dile getirmiştir:“Rabbim! Ben
senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım.Eğer beni bağışlamaz ve
bana acımazsan, şüphesiz ziyana uğrayanlardan olurum.“ ( Hud 11/ 47)
Tek başına bir ümmet olma ünvanını almış, tevhid mücadelesinde en çok ismini
duyduğumuz, O’nun milleti olmakla övündüğümüz ve her alandaki örnek hayatına
şahit olduğumuz Hz. İbrahim (a.s.)…Çağının yönetimine, kavmine ve en önemlisi
putperest babasına karşı verdiği mücadeleyle, eşleriyle, evlatlarıyla ve dualarıyla bize
yol gösteren Hz. İbrahim (a.s.)..
[Text eingeben]
Seite 6
Aile
Kur’an’da: “ İbrahim_de ve O‘nunla birlikte bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır.
„ (Mümtahine 60/ 4) buyuran Rabbimiz, ehl-i kitabın Hz.İbrahim hakkında
tartıştışmaları karşısında onları bilgi sahibi olmadıkları bir konuda tartışmaya
girmemeleri hususunda uyardıktan sonra: “ İbrahim ne Yahudi idi, ne de Hıristiyan.
Fakat O hanif, bir müslümandı. Allah’a ortak koşanlardan da değildi „( Al-i İmran 3/ 67)
buyurarak onun hakkındaki tartışmalara son noktayı koymuştur.
Kendisine İhtiyarlığında evlat sevgisini tattırarak ona İsmail ve İshak’ı veren Allah’a
hamd ettikten sonra şu şekilde dua ederek bize de dua etmede örnek sunar
Hz.İbrahim;
“ Rabbimiz! Beni namaza devam eden kimse eyle. Soyumdan da böyle kimseler yarat.
Rabbimiz! Duamı kabul eyle. Rabbimiz! Hesap görülecek günde beni, ana- babamı ve
inananları bağışla.„( İbrahim 14/40,41)
Her namazımızda salatüsselamlarla andığımız Hz. İbrahim bize ölümsüz dersler
bırakmıştır. Örnek hayatıyla bizlere:“İman sadakat ister” “Sabrın sonu selamettir” ve
“Evlat, anne babanın hem duası hem aynasıdır” dedirtmiştir Hz. İbrahim…
Kur’an bize bir roman akıcılığıyla okuyabileceğimiz ve kıssaların en güzeli ( Yusuf 12/
3) olarak nitelendirdiği Yusuf Peygamberin kıssasında Yakup (a.s.)‘ın ailesini de tanıtır.
Kardeşler arasında çıkan kıskançlığın öyküsünü anlatırken sanki bizlere „kardeşler
arasında olur böyle şeyler“ diyerek biz ebeveynleri teselli etmek istemektedir. Hz.
Yakup (a.s.)‘ ın sabrı veiffetin en güzel örneği Hz. Yusuf (a.s.)‘ınaffı kötü başlayan
hikayeyi mutlu sona erdirir.
Kur’an bize Allah katında erkek ya da kadın olmanın üstünlük getirmediğini cok güzel
bir şekilde anlatan İmran ailesinden de bahseder. Konuyla ilgili ayetlerde genç yaşta
dul kalmış iffetli, yıllarca evlat özlemiyle yanmış Hanne’nin ( Meryem 19/ 28)
karnındaki yavrusunu Allah’a adayışını ( Al-i imran 3/ 35), adağının kız olduğu halde
adağının kabul edilişini, Rabbinin katından rızıklarla beslenip özel bir bitki gibi
peygamber elinde yetiştirilişini ( Al-i imran 3/ 37) anlatılır bize; böylece geleneğin
kadın konusundaki algıları düzeltilerek aslolanın „Meryem„ gibi olabilmek ve bu
adanmışlığa göre yaşayabilmek olduğunun altı çizilir.
Lokman suresinde de baba ile oğul arasında geçen konuşmadan çıkardığımız nasihatte
de mutlulukta birinci şartın Allah’a ortak koşmamak olduğunu görürüz. Sonrasında
anne babaya iyi davranmak, namaz kılmak, iyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak,
sabırlı olmak, kibirli olmamak gibi daha bir çok nasihata yer verir yüce Yaradan.
İyiliklerin asla karşılıksız kalmayacağını, her nerede olursa olsun hardal tanesi kadar
bile olsa yapılan her iyiliğin mükafatlandırılacağını beyan eder Rabbimiz…
Alemlere rahmet Hz. Muhammed (s.a.v.) in ailesinden de bahseder yüce Kur’an. Ahzab
suresinde Allah resulünün ailesinde yaşanan olumsuzluklardan bahsedilirken, bir
yandan Efendimiz’e bu durumda takınacağı tavır konusunda uyarılar yapılmakta, diğer
yandan peygamber eşleri Allah ve Resulüne itaat hususunda ikaz edilmektedirler.(
Ahzab, 33/33) Peygamber ailesi dahil sorunsuz aile yoktur. Ancak sorunlarının farkına
[Text eingeben]
Seite 7
Aile
varıp çözme gayreti içinde olan aileler mutlu ve kalıcı olmuşlardır. Öfke ve şiddetin
hakim olduğu ailelerde diyalog ve sukunete yer yoktur. Buda bu gibi ailelerde
problemleri çözümsüz hale getiren ana nedendir.
Sözün özü: Tahrim Suresi 66/ 6. ayetinde Cenab-ı Allah iman edenlere şu şekilde
seslenerek gayretli olmalarını öğütler:“Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar
olan ateşten koruyun. O ateşin başında gayet katı, çetin, Allah’ın kendilerine verdiği
emirlere karşı gelmeyen ve kendilerine emredilen şeyi yapan melekler vardır. „
Sözün özü; dünya ve ahiret mutluluğuna talip olan mü‘minlere Cenab-ı Hak Tahrim
Suresi 66/ 6. ayetinde “Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten
koruyun. O ateşin başında gayet katı, çetin, Allah’ın kendilerine verdiği emirlere karşı
gelmeyen ve kendilerine emredilen şeyi yapan melekler vardır. „ buyurarak gayretli
olmamızı öğütler.
“ O, ölümü ve hayatı hanginizin daha güzel yapacağını sınamak için yaratmıştır. ( Mülk
67/ 2) İmtihan daha iyi olmanın aracıdır. İyilerden olma gayretini en yakınlardan
başlatamayanlar, Kur’an ahlakıyla ahlaklanamayanlardır. Nitekim Hz. Muhammed
(s.a.v.) Efendimiz “ En hayırlınız ailesine hayırlı olandır. Bana gelince ben ailesine en
hayırlı olanınızım.“ (İbn-i Mace; Sünen, Nikah 50) buyururken örnekiliği ile bize bunun
yollarını göstermiştir.
Saygının, sevginin, karşılıklı güven ve sadakatin, karşılıklı yardımlaşma ve dayanışmanın
olduğu yuvalarda mutluluğun olması ancak eşine ve akrabalarına iyi davranmakla olur.
MÜSLÜMAN AİLELERİN SORUNLARI
Herbirimiz hızla bireyselleşen, yalnızlaşan bir dünyanın fertleriyiz. Dünyanın globelleşti,
uzağın yakın olduğu, iletişimin en hızlı çağının yaşandığı şu artamda hızla insanlar bu
gelişmişliğin inadına birbirinden uzaklaşmakta...
Değerlerin alt üst olup, erdemlerin ve erdemlilerin az olduğu bir dünyada, ne insan
kendine yakışanın yani imanın peşinde, ne de mutlu olmak için kurulan evlilikler
mutluluk peşinde...
Boş hayallerin peşinde koşturan onca kalabalık, hayallerine erişemeyince intihar
etmekte. Benim yakın çevremde iki hafta önce bir hanıma, daha bir hafta bile olmadı 19
yaşında bir genç kızımıza göz yaşı döktük. Bu devran sürdükce daha çok göz yaşı
dökeceğe benziyoruz.
Şu unutulmamalı! Dinsiz bir toplumda hayal ön plandadır. Şu an insanlar “Düşün başar”
ninnileriyle uyutulup, NLP metodlarıyla uyuduğu uykulara devam ettirmek
durumundalar.
Başarının zenginliğe, makama, şâna endekslendiği günümüzde bizim rüyâlarımız
nelerdir?
Hayâl; kafamızda tasarladığımız seraplardır.
[Text eingeben]
Seite 8
Aile
Rüyâ ise; gökden inen bir gerçektir, bir misyondur, bir haktır...
Bunun farkında olan batılı düşünür Sören Kierkegorg; “ İnsanın rüyası ne kadar
yüceyse, kurbanı o kadar yücedir. Kurbanı ne kadar yüceyse insan o kadar yücedir”
demiştir.
Hak edilmeden, hemen ve çok kazanmak peşinde olan insanlık, yolunda gitmeyen
durumlarda da başkalarını suçlu göstermektedir. Suçlu ya yaşadığımız ortamdır, ya da
karşılaştığımız insanlar...Kurbanı daima kendimiz olarak görürüz.
Evliliklerimizde, birbirine yabancı aile bireylerinin oluşmaması, ortak değerlerin
olmaması, evde ortak kararlar alınamaması, farklı dillerden konuşulması, iletişimin
olmaması sonucu mutlu son ve başarı elde edilememiştir.
Cenab-ı Allah Nahl Suresi 80. Ayetinde “Allah size evlerinizi huzur ve dinlenme yeri
yaptı” buyurmaktadır.
Bizim bu noktada tekrar insanlığımıza dönüp, bize yakışanın peşinde olmamızı
umuyorum. Sanırım bu şekilde olmak, dünyayı daha yaşanılır kılar. Huzur ve dinlenme
ahirete mi kalmalı? Halbuki dualarımızda “Ya Rabbi! Bana bu dünyada iyilik, güzellik
ver, ahirette de iyilik güzellik ver ve bizi cehennem azabından koru” diye dua etmiyor
muyuz?
Evet! Fazla söze gerek yok. Mutlu aile nedir? Mutsuz aile nedir? Sanıyorum bunun
tarifini yaparak olayları analiz etmeliyiz. Sorunlar bilinmiyorsa, çözüme ulaşamayız.
Öncelikle intiharın peşinde olan hastaya hastalığının kabul ettirilmesi gerek ki tedavi
olabilsin...
Gayret bizden, başarı Allah’tan. Bu hakikat unutulmamalı, yalnış adresten istenmemeli.
Mutluluğun ve huzurun yegâne sahibi olan Allah’a el açılmalı...
İNSANLAŞMA ADINA
Siz ey imana ermiş olanlar! Yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten
kendinizi ve ailenizi koruyun.1
Yarın kadar yakın ve şu an kadar gerçek olan; Ahiret...
1
Tahrim, 66/6
[Text eingeben]
Seite 9
Aile
Bu dünyaya gelmenin sebebi, imtihanın sonucu: Cennet ya da Cehennem...
O cehennem ki yakıtı erimeyen taşlar ve insanlar... Ve ilahi emir: Kendini ve aileni
koru (Tahrim 66/6)...
Cennet’den bir bahçe veya cehennemden bir çukur hükmünde olan yuvalara ancak
rahmeti her şeyi kuşatan Rabbu-ul Âlemin’e itaat ederek huzura ulaşılabilinir. Tarihin
hiç bir döneminde, manevi hayat terk edilerek huzur elde edilememiştir.
“Bir ailede nezaket ve görgü kökleşmişse, yaşamak bir zevk haline gelecektir.”
(Said Havva)
Ahlâki erdemlerden uzak, nezâket kurallarını bilmeyen, kötü sözü ağzından eksik
etmeyen, herkese bağıran, Allah’tan korkmayan, kuldan utanmayan görgüsüz, nezaketsiz
insanların kurduğu evlilikler ne kadar uzun sürebilir ki?
Kendilerine saygıları olmayan, kendileri için fedakârlık yapmayan, kendini
sevmeyen başkalarına ne kadar saygı duyar, ne kadar fedakârlık yapar; ne kadar
sevebilir ki?
Allah Resulünün ifadesiyle “Kadınlar, erkeklerin şakikleridir.”2
Şakik, ortasında iki parçaya ayırılan bir bütünün parçasıysa, erkek de eksik kadın
da... Ancak erkekle kadının bir araya gelmesiyle bütünleşip insan olunur. İnsan ne kadar
öbür yarısına iyi bakarsa, hoş tutarsa, sevip sayarsa, saygı duyarsa o kadar insanlaşıyor
demektir.
İnsan olmayanların insanlıktan dem vurması ne kadar akıl kârı değilse, insan
olarak yuva kuramayanların da, mutlulukdan bahs etmeleri akıl karı değil sanırım.
İnsanlık dini olan İslam’a tâbi olan bizler, ne kadar insanlaşıyorsak, o kadar
Rabbimizin emirlerine muhatap oluyoruz demektir.
Ne kadar sorumluluklarımızın farkına varabiliyorsak, o sorumululuklarımız
doğrultusunda yaşayabiliyorsak insanlığımızın önü açılıyor demektir...
İlk ilahi vahye muhatap olan Allah Resulünün, “igra- oku” emriyle uyarılması ve
akabinde yaradılışına atıf yapıldıktan sonra Rabbu’l- Âlemin’in, kalemle yazmayı öğreten
olduğunu söylemesi, nasıl insanlaşacağımızı bize sunmaktadır.
“Oku! Yaratan Rabbin’in adıyla oku!” Kitaba, kaleme dost ol ki, insanlığının önü
açılsın ve hürleşesin...
2
Ebu Davud, Taharet; 96
[Text eingeben]
Seite 10
Aile
İnsan, ne kadar biliyorsa o kadar hürdür. Ne kadar hürse, o kadar verimlidir...
Peygamber efendimiz “Bir kavmin başı, efendisi onlara hizmet edendir.” 3 buyurur.
İlâhi bir emir ile (Nisa 4/34 ) Allah’u Teâlâ’nın evliliklere baş tayin ettiği erkekler, ne
kadar hizmet ediyorsa, görevlerini ne kadar iyi yapabiliyorsa o kadar efendi olurlar
ehline...
“Cennet anaların ayakları altındadır” meşhur hadisiyle, Rabbu-l Âleminin lutfuna
mazhar olan hanımlar da, cennet gibi bir nimetin ayaklarının altına serilmesine layık
olacak hal ve hareketlerde bulunmalı, ırzını ve namusunu koruyarak, eşini ruhen ve
morel olarak beslemeli...
Her iki taraf da saygıda kusur etmemeli. Yaptıkları yalnışlara İslâm’dan “kulp”
aramamalı. Peygamber Efendimizin, kişiye has söylediği sözleri eşler birbirlerine
söyleyip birbirlerini incitmemeli; yalnış sözlerle dinden ve imandan uzaklaştırmamalı...
Telofondaki ses, ağlamaklı bir ses tonuyla, “Kur’an’ı Kerim’de kadınları dövün diye
bir ayet var mı? Bu nasıl olur? Allah benim dövülmemi nasıl emreder? Ben böyle bir dine
inanmıyorum”... diyordu.
Kulaklarıma inanamıyordum. “Yemeğin tuzu fazla; ev niye toplanmadı, beni neden
geç kaldırdın ve daha saçma sebeplerden dolayı onu hep dövdüğünü, buna da
Kur’an’dan bir ayeti gösterek buna hakkı olduğunu söyleyen bir koca ve onun mağdur ve
mazlum hanımı... Hâlbuki âyet “serkeşlik ederlerse” buyuruyordu ve dövme en son
noktada idi...
Bilginin insanı özgürleştirmesi, insanı her yaptığı hataya ya da eksikliğe, Kitap’tan
bir yer göstermesi demek değildir şüphesiz.
Hikâyeler bazen olmayacak şeylerle, bazı güzellikler sunar anlayanlara. Bir hataya
düşmeden insanı uyarır, en az zararla o olaydan kurtulmayı sağlayabilir.
İşte böylesi bir hikâyenin kahramanının ineği kaybolur ve yana yakıla ineğini
aramaktadır. Ararken de “aman aman ola ki bir hocanın eline düşmez inşallah” diye dua
eder. Etrafındakiler de “neden öyle diyorsun? Hoca bu Rabbini bilir, Allah’tan korkar ve
sahibini arar ve verir” derler. İneği kaybolanın cevabı şöyledir; “Hoca eğer bulursa
kitabında yerini bulur, keser ve yer” dir.
Kıssadan hisse; bilginin özgürleştirmesi bu olmasa gerektir...
3
Buhari,Acluni
[Text eingeben]
Seite 11
Aile
Eşler yapılan her iyiliği görmeli, minnet ve teşekkür etmeli...
Yuvaların huzuru için, her iki taraf da gönüllü katkıda bulunmalı...
Çiçekler beraber sulanmalı... Sulanmalı ki yuvalar cennet bahçesinden bir bahçeye
dönüşsün. Gönüller huzur bulsun, evlatlar güzel yetişsin...
Çocuk yetiştirmek için özel bir gayrete gerek olmadığı bilinsin. Yaşanan sevgi,
saygı, güven çemberinde fedakârlıklarla evlatlar yetişsin. Yetişsin ki huzurlu toplum
oluşsun...
Kimsenin kimseye güvenmediği ortamın sonucunda dokunsan patlayacak kadar
gergin olan bu toplumdaki katliamlar son bulsun... Ve dahi insanlar kendilerini güvende
hissetsin...
Daha güvenilir ve huzurlu bir dünya ümidi, gayreti ve duasıyla!...
ESİR YA DA VEZİR OLMAK!
Bir insanın mutluluğu, odasının duvarları arasındadır
Pascal
“Peygamberimiz oturmaktaydı. Ebu Cehil geldi Resulullah’ın yanına. Kalbini
aktardı sözleriyle;
“Ey Muhammed!” dedi. “Senden daha çirkin bir insan görmedim.”
Peygamberimiz gülerek cevap verdi.
“Doğru söyledin”
Nefretiyle
giden
Ebu
Cehil’in
ardından,
Ebu
Bekir
gelmişti
sevgisiyle.
Peygamberimizin ışıldayan nurlu yüzüne baktı, baktı... Kalbini koydu sözlerine:
“Ey Allah’ın Resulü! “dedi. “Senden daha güzel bir insan görmedim. Sana bakmaya
doyamıyorum.” dedi.
Allah Resul’ü, Habibullah sıfatıyla cevap verdi:
“Doğru söyledin ya Ebu Bekir!”
Her iki konuşmaya şahit olan sahabiler şaşkındı.
“Nasıl olur? Her ikisine de doğru söyledin dediniz?”
Allah’ın Habibi cevap verdi:
[Text eingeben]
Seite 12
Aile
“Ben bir aynayım. O aynada her bakan kendisini görür.” 4
O sebepledir ki, insanın insana aynalık yaptığı bir âlemin oyuncularıyız. Hangi
toplumda, hangi kültür ile karşı karşıyaysak onunla yaşayıveriyoruz.
Yaşadığımız olumsuzluklara vereceğimiz cevabı, nasıl yaşamamız gerektiğini
içinde şekillendiğimiz toplum belirler olmuş. Nasıl giyineceğimizden tutun, mutfakta ne
pişireceğimize, düğünlerimizi nasıl yapacağımıza, çocuklarımızı nasıl yetiştireceğimize,
kısacası hayatımızın her alanını, içinde yaşadığımız toplum, örf ve adetler belirler olmuş.
Televizyon kültürünün etkisinde kalan kişiliksiz insanlar da kurbanı olmuşlar
yaşadıkları toplumun...
İnsan, duyduklarından ve yaşananların yakın çevresindeki yorumlarından
etkilenerek bakmış hayata. Sadece kendi kültürleriyle büyümüş olan büyüklerimiz,
eşlerinden en ağır hakaretleri almalarına, halı dövülürcesine dövülmelerine, adam
yerine konulmamalarına pek aldırış etmemişler. Yine de evliliklerini sürdürmüşler.
Lakin böylesi bir ortamdan çıkıp, başka kültürlerden etkilenerek büyüyenler asla
anlamamışlar yapılan bunca fedakârlığın sebebini. Ve soluk mahkemelerde alınır olmuş
günümüz tartışmalarının sonunda da, hemen hemen her zaman aynı olmuş: şiddetli
geçimsizlikden AYRILIK!
Yine gözümüzü, Allah Resulü’nün zamanına çevirdiğimizde, Hicret’in getirisi olan
bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Hz. Ömer’in Mekke halkı ile Medine halkını,
kadınlara hâkimiyet bakımından karşılaştırdığı şu sözleri, toplum değiştikce ilişki ve
davranışlarında değişebileceğini bize göstermektedir.
“Biz muhacirler, kadınlarımıza hâkimdik, sözümüzden çıkmazlardı. Medine’ye
gelince gördük ki, Medine’nin yerli kadınları kocalarına hâkimler. Bu defa bizim
kadınlarımız da onlara benzemeye, onlar gibi davranmaya başladı”5
Görüldüğü üzere değişen hayat şartları “eski çamlar bardak oldu” dedirtiyor. Bunu
anlamayan ya da anlamak istemeyen insanlar, eskiye özlem duyarak, bu gününü
karartıp, hayatı hem kendine hem de yakınlarına çekilmez kılıyor.
Bir
yandan
hayatın
değişen
şartlarının
rahatlıklarından,
lükslerinden
faydalanırken, en çok değişmeye müsait olan insanın değişimi göz ardı ediliyor.
4
5
Peygamberimiz Kadınlara Nasıl Davranırdı; Nuriye Çeleğen, Sayfa: 9
Buhari, Nikâh;83, İbn Aşur 5;41-42; Kur’an Yolu; Diyanet İşleri Başkanlığı yayını, 2.cilt, 46. sayfa
[Text eingeben]
Seite 13
Aile
Annemin devri kapandı. Fazlalarıyla eksikleriyle, birçok kültürün bir noktada
buluştuğu, “dünyanın globelleşerek, köye dönüştüğü” bir ortamın sonucu olarak,
beğensek de beğenmesek de yeni bir kültür oluştu...
Yaşanan her acı olay, yenilgi aslında bir dahasını yaşatmamalıydı. Lakin o acılar hiç
bitmedi, yenilgiler hep tekrar etti durdu...
Saygının yitirildiği, otoritenin sarsıldığı yuvalarda ne erkekler, ne kadınlar, ne de
çocuklar mutlu ve huzurlu olabildi. Huzur başka yerlerde aranır olmaya başlandı.
Herkes bir şeyin kurbanı oldu. Kimi eğlencenin, kimi kumarın, kimi içkinin, kimi
uyuştucunun, kimi maddenin, kimi makamın, kimi nefsinin, kimi kadının... Allah’a
kurban olmayanlar, kurban ettiler kendilerini layık olmayanlara... Ve sonunda ezilen,
üzülen, ağlayan daime kendisi oldu...
Hayat asla boşluk kabul etmiyordu ve herhes layıkını buluyordu...
Bakmak! Tıpkı aynaya bakar gibi bakmak... Tıpkı Resulullah’a bakar gibi bakmak...
Ya nefret gözlüğüyle ya da sevgi gözlüğüyle bakmak...
Sevgi gözlüğünü takanlar; sevgisini herkese yaşatıp en çirkini güzel görmüşler.
Güzel görmüşler, güzel bakanlar. Güzel baktığı için güzel görmüşler. Güzel görmenin
getirisi, hayatlarından zevk almaya, yaşadığı her anı değerlendirmeye eriştirmiş onları.
Güzel ruhlarının aynası olmuş yaşantıları. Olaylardan ibret alıp yaşatmamışlar
sevdiklerine acıları...
Hayatın boşluk kabul etmediği bu dünyanın ya esiri olmak, ya da veziri olmak!
Esir olmamak için olayları ve ortamları iyi analiz etmeli ve vezir gibi hareket
etmeli... Vezir olmak, kişilikli, onurlu, kararlı, istikrarlı, samimi, ne istediğini bilen
insanların hakkı.
Hakkın insanın eline verilmediği, almak için gayret edilmesi gerekliliği bilinmeli.
Yaşanan birçok olumsuzlukların esiri olmanın “kader” olmadığı bilinmeli...
Bilinmeli ki hakkını almak için, insanın gayreti de olmalı...
Ne mutlu hakkı için gayret edenlere...
Ne mutlu ezmeyenlere, ezilmeyenlere, ezdirmeyenlere...
[Text eingeben]
Seite 14
Aile
SUÇLU KİM?
Ey Gençler!
Bir düşüncenin başarılı olabilmesi için o düşünceye sağlam bir
şekilde iman etmek, ona karşı sadık ve samimi olmak, onun yolunda
coşkuyla, şevkle çalışmak ve uğruna kendini feda edecek kadar
gerçekleşmesi için çalışma eğilimine sahip olmak gerekir
Hasan El- Benna Gençliğe Sesleniş
“Beyaz gelinlikle girdiğin evden, beyaz kefenle çıkmak ”
“Kol kırılır, yeninde kalır ” derdi annem. Acaba bu veciz ifadeler, bugünün
gençlerine ne ifade ediyor? Söyleyeyim mi? Koca bir hiç...
Hanımından ayrılmış bir bey, Almanya’daki sosyal kurumun, aile ile eş tutulduğunu
söylemişti. Galiba çok da yalnış düşünmüyor.
Mutluluk ve başarının paraya endekslendiği bir dünyada yaşıyoruz.
“İki gönül bir olunca samanlık seyran olur” tarihte kalmış. İki gönül bir olacak, ama
son model arabası, çok güzel evi ve eşyaları, kıyafetleri markalı, beş yıldızlı otelde
tatilleri ve gerisini siz düşünün...
Beklentilerin en üst seviyede olduğu, ulaşılamayınca düşüşün hızlı olduğu bir
ortam...
Ben büyüklerle oturmasını ve hayatlarını onların dilinden dinlemesini çok seven
biriyim. “Nerde kaldı o eski ramazanlar sözünden tutun da “nasıl evlediklerini,
kayınvalidelerinin yaptıkları zulümleri, çocuklarını nasıl doğurduklarını, nasıl çocuk
okuttuklarını ve geçmişlerindeki yaşadıkları acı tatlı hatıralarını...”
Nedendir bilinmez, acılar daha çok akılda kalmış. Güzellikler de hemen
unutulmuş... Anlatılanların çoğu yaşadıkları olumsuzluklar üzerine büyüklerimin. Acı
hatılaralar yüreklerden sökülüp atılamamış...
O zamandan bu zamana çok zaman geçmiş, acılar yine bitmemiş. Eşler, büyükler,
evlatlar yine birbirlerini üzmüş. Acılar, bir sonraki nesile yine hatıra olarak bırakılmış...
[Text eingeben]
Seite 15
Aile
“Zamane çocukları, zamane gençleri”
Acaba tek suçlu olan zaman mı?
Değerlerin alt üst olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Sadakat, güvenirlik, doğruluk,
çalışkanlık gibi üstün özellikler bu günlerde yerini “kendine güven, düşün, başar, kendin
olmaya çalış, kim ne derse desin kafana göre yaşa, içindeki gibi ol...” gibi toplum
kurallarını hiçe sayan, “ ben merkezli ” bir yaklaşım...
Asıl mutluluğun, paylaşmakta olduğunun unutulduğu bir ortam...
Nesiller arası çatışmanın en üst seviyede olduğu bir dönem...
Gerçekten merak ediyorum: Bizim kendi çocuklarımızı anlamaya çalıştığımız kadar
annem ve babam beni anlamaya gayret ettiler mi?
Beynimi zorluyorum, hatıralarımın içinde annemin beni karşısına alıp, beni bir
yemek veya dondurma yemeğe götürüp “kızım ne oldu sana, seni anlamıyorum. Ne olur
bana yardım et. Ben seninle ilk defa anne oluyorum, nerede hata yaptım? Neler
yapmalıyım? Niçin böyle davranıyorsun?” gibi feryadını hiç hatırlamıyorum.
Ne oldu bize?
Acaba okuma yazmayı sonradan öğrenen annem, kaç tane eğitim kitabı okudu ki
beni o doğrultuda eğitti?
Ya babam! Devlet su işlerinde gecesini gündüzüne katıp bizim için çalışan, eve
yorgun düşen, üstelik otoriter “dediğim dedik” olan bir baba acaba kaç seminer dinledi
ki, biz bu haldeyiz?
Evet!
Gençlerin isyanı varsa bizlere karşı, benim de onlara cavabım var. Merhum üstad
Necip Fazıl gibi “Durun kalabalıklar; bu cadde çıkmaz sokak?” diye haykırasım geliyor
insanların önüne geçip...
Biz de gençtik ve geçiş dönemini biz de yaşadık. Ama şimdiki gençler gibi bir
dolmuşa binmedik, binemedik. Çünkü o zamanlar dolmuşlar bu kadar lüks (!!!) değildi.
Galiba işin kolayına kaçıyoruz. Biz de bu akımdan etkileniyoruz.
Nasıl etkilenmeyeceksin ki?
Zaman gazetesinden arşivlediğim notlar bir adım daha geri attırıyor beni. Alman
gençlik dairesinin, Özcan ailesinin elinden yargısız infazla aldığı 16 yaşındaki kızlarının
dramı değil bir adım, bin adım geri attırır insanı...
[Text eingeben]
Seite 16
Aile
Ağzınla kuş tutsan da önemli değil. Bir kızı, başka bir şehirde Tıp fakultesinde
okuyor, diğeri yine başka bir şehirde Hukuk Fakültesini okuyor, 16 yaşındaki kızı da
Almanya’nın en iyi okulunda okuyor. Herşey yolunda, ne güzel dediğin bir anda “bir
arkadaş kurbanı” (!)...
Tabi bize bakan boyut bu... Ama ne olursa olsun bu kızın yabancı bir aileye verilip,
içkiye ve sigaraya alıştırılıp, istenmeyen bir ilişkiden olan çocuğunun aldırılmasına
kadar gitmemeliydi...
Bu ailenin ve çevresinin bu ve bunun gibi sebeplerle haksızlığa uğradığını düşünen
insanların nasıl bu topluma uyum sağlamasını bekliyebiliriz ki?
Düşünün!
Bu aile çocuklarını çok sevdiklerini, geri dönmesini istediklerini, her ne olursa
olsun kızlarını evde görmeyi istediklerini söylüyorlar. Evlerini satıp Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesine kadar çıkacaklarını söylüyorlar...
Sonuca ulaşılmış mı? Kız tekrar eve gelebilmiş mi? Bilmiyorum. Güzel olan bu kız
için arkasında arayanları var...
Nice gençler, çocuklar var. Anne baba ayrı olduğu için, onları öylece kabul eden
yok. Ve işte o yavrular yok olmakla yüz yüze...
Evet; hayatın ağır yükünü sorumsuzca evlilik yapıp ayrılan ailelerin bıraktıkları
genç vücutlar yükleniyor. Bunun vebalini hiç kimse çekemez.
Bir macera olsun diye başlamayan, ömür boyu bir mutluluk için evlenen çiftlerin;
zorluklarla, mücadelerle “hamdım, piştim, yandım...” sözünde olduğu gibi, emeklemeden
yürünmeyeceği gerçeğinde olduğu unutulmamalı.
Evliliklere de müsade edilmelidir. Yeni kurulan bir evlilikten süper bir sonuç
beklenilmemeli. Eşler birbirlerini tanımak için zamana ihtiyaçları olduklarını bilmeli...
Bunun için kalbe giden yolu öğrenmek gerek. Buna da zamanla beraber sabır
lazım...
Ömür biter, hayat geçer ama yaşananlar hatırda kalır...
[Text eingeben]
Seite 17
Aile
KALBE GİDEN YOL
“Bütün mutlu aileler birbirlerine benzerler, her mutsuz ailenin ise
kendine özgü bir mutsuzluğu vardır
Tolstoy
Hikâye bu ya (aldığım kaynağa haksızlık yapmak isyemiyorum) iki yaşlı biri genç
üç papaz hafta sonu balık tutmaya çıkarlar. Kıyıdan oldukça uzaklaşırlar. Bir süre sonra
bakarlar ki oltalarını kıyıda unutmuşlar.
Yaşlı papaz;
- Merak etmeyin, ben şimdi gider getiririm, der. Dua eder ve suyun üzerinden
yürüyerek kıyıya gider, oltayı alır gelir. Bir süre sonra yemleri biter.
Tam genç;
- Ben gideceğim, derken diğer yaşlı papaz;
- Bir dakika ben giderim, der duasını eder, o da suyun üstünden yürüyerek kıyıya
kadar gider ve gelir. Bir süre başka şey lazım olduğunda;
- Bu sefer ben gideceğim, der genç papaz. Hayır sen gitme, deseler de;
- Ben de inançlıyım, güveniyorum kendime, ben de iyi dua ederim. Ben gidip
alacağım, der genç papaz.
Ne kadar ısrar etseler de dinletemezler. Ve genç papaz duasını eder, ilk adımını
atar atmaz cumburlop suya düşer. Boğulma tehlikesiyle karşı karşıyadır.
İki papaz genci zorlukla kurtarırlar. Kendisine geldiğinde biri der ki;
- Evladım! Sen de iyi niyetlisin, inançlısın, güzel dua ediyorsun ama buradan kıyıya
kadar olan kayaların yerlerini bilmezsen batarsın.
Hikaye deyip geçmemeli. Eksik ve yalnışlarımızı göstermede ne kadar etkili bir
metod. İyi niyet her zaman olduğu gibi evlilikte de yalnız başına yeterli değil. Bilgi
olmayınca ilgi, sevgi, güven olmuyor; saygı olmayınca, tek başına götürdüğü evliliği
bekleyen acı akibet… Boşanma…
Kalbden kalbe giden bir yol vardır. Tıpkı hikâyede olduğu gibi bu yolu bulanlar
beraber olup, değerli zaman geçirenlerdir ve bunu uzun seneler yapanlardır.
[Text eingeben]
Seite 18
Aile
Hep merak etmişimdir: Neden beraber yaşlanan çiftler aynîleşir? Mesela
kayınvalidem ve kayınpederim. Ben, hayatta kendimin bir maç seyredip ondan zevk
alacağımı hayal bile edemiyorum.. Ama kayınvalidem, gençliğinde pek de sevmediği
halde, şu an gerçekten büyük bir zevkle maçlara bakar, hatta oyuncuya söylemediğini
bırakmaz. Ben, doğrusu kayınvalidemi seyretmekten daha çok zevk alırım maç
seyretmekten. Âdetâ maçı yaşıyormuşcasına, oyunculara kızarak, severek bakması
evlere şenliktir.
Aynı şeyi düşünürler, aynı şeyden zevk alırlar; aynı yere gitmek isterler vs...
‘‘Üzüm üzüme baka baka kararır.“ Bu zaman işi... Bunlar birden olmuyor. Zamanla
birlikte üzümü olgunlaştıran bir güneşe (Sevgiye) ihtiyaç var şüphesiz…
Hatayı nerede yapıyoruz? Ya da hata yapıyor muyuz? Annem; ‘‘suçun, kirli bir
gömlek olduğunu, onu da kimsenin sahiplenmek istemediğini ‘‘ söylerdi.
Peki hata yoksa bu sorunlar nedir?
(2+2= 4) eder der matematik. Hiç bir zaman (5) ya da (3) etmeyeceğine göre hiç
hata yoksa sonucu da güzel olmalı değil miydi ?
Hava, güneş, su var, toprak ta var. Peki bahçemde neden ektiğim fasulyeler
büyümüyor?
Yağ, şeker, un var. Ocak ta var. Neden helva olmuyor?
Ne güzel olurdu değil mi fasulyeler hemen büyüyüp, hatta toplanmış bir şekilde
evimizde olsa?
Ya da helva hiçbir gayret göstermeden tel tel tabağımızda olsa…
Bir helva için bile ilim gerekiyorsa, bir fasulye için bile iyi bir çiftçi olmak
gerekiyorsa, iyi bir eş olmak için, iyi bir anne-baba olmak için ne gerekli acaba?
Aile denilince akla ne gelir?
Birbirlerine muhtaç olan, birbirine dayanan, güvenen Cennetten bir bahçe gelmeli
değil miydi? Dışarıda yaşanan bütün olumsuzlukları, ev ortamında söndürüp,
birbirlerine söz ve davranışlarıyla aralarındaki muhabbetin arttığı bir barınak akla
gelmeli değil miydi?
Sevginin, saygının ve güvenin en derin biçimde hissedildiği, mimarının erkeği,
yardımcısının ve koruyucusunun hanımı, süslerinin de çocuklar olduğu bir yuva...
[Text eingeben]
Seite 19
Aile
Bir mimar düşünün: Ben mimarım diyebilmek için üniversiteyi bitirmek, bir yığın
kitap okuyup, imtihanlara girmek zorundayken; mimarlık da, yardımcı olacak kişiler de
hiç bir bilgisi olmayanlar değilken, şu an dış mimarlıkdan da önemli olan iç mimarlık
olan aile oluşumunda da, en azından bu kadar emek verilmeli değil mi?
Çalışana, ancak çalıştığının karşılığının verildiği şu fani dünyada, şüphesiz çok
çalışanlar kazanacak ve verdiği mesainin karşılığını alacakladır.
Çalışmayanın para kazanamadığı bir gerçek ise, eşinin kalbine giden yolu bulmak
için gayretli olup, çalışmayanın da mutluluk yolunda yaya kalacağı bir gerçektir.
Mutluluk herkesin hakkı...
Cenab-ı Allah bu imtihan dünyasında bizim mutluluğu yakalayıp, imtihanımızla
barışık olmamızı ister. Her şerrin arkasında bir hayrın olduğunu belirtirken, ne kadar
zor günler yaşarsak yaşayalım her zorluğun arkasından da bir kolaylık olduğunu da
söyler.
“Şüphesiz güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Gerçekten, güçlükle beraber bir
kolaylık vardır. Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul. Ancak Rabbine yönel ve yalvar.”
(İnşirah, 94/5-8)
Galiba bütün mesele burada...
Sadece kendi dertlerimizle ilgilenmemiz, sorunlarımızı büyüterek bütün enerjimizi
sadece bir olumsuzluğa yöneltip çözümü zor bir hale sokmamız...
Başka işlerle meşgul olmayıp, kolaylığı yakalama yolunda başka adreslere
gitmemiz, yani Rabbimize yönelip Rabbimizden istemeyişimiz...
Şu bir gerçek ki; biz ne zaman dertlerimize derman olabilecek doğru adrese
başvurursak ve dualarımızla sadece O’ndan istersek mutlu olabiliriz.
“Rabbim! Doğrusu bana indireceğin her hayra muhtacım.” (Kassas, 28/24)
[Text eingeben]
Seite 20
Aile
SORUMLULUKLARDAN DOĞAN HAKLAR
Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden sorumlusunuz...
Erkek ailesinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Kadın
kocasının evinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur 6
“Meşru olmak kaydıyla erkeklerin kadınlar üzerinde, kadınların da erkekler
üzerinde benzer hakları vardır. Ne ki erkeklerin kadınlar üzerinde öncelik hakkı vardır.
(Aile reisliği) Allah her işinde mükemmeldir, her hükmünde tam isabet sahibidir.‘‘
(Bakara; 2/228)
Uzun bir yolculuğa çıkıyoruz. Rehberimiz Rasulullah (s.a.v.)’in tavsiyeleri
kulaklarımızda;
‘‘Ebu Said ve Ebu Hurayre (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre resulullah (s.a.v.) şöyle
buyurdu; üç kişi yolculuğa çıkarlarsa aralarından birini başkan seçsinler.7
Öyle ya iki baş demek, iki ayrı yol planı demek…
Allah’ın bu çıkacağımız yolculukta, her işinde mükemmel olduğu ve her hükmünde
isabet etmesi sonucu bizim elimize bırakmadığı yolculuk başkanı erkekler !!!
Kumandansız ordu, başbakansız hükümet, müdürsüz okul olmadığı gibi reissiz de
aile olmaz.
Ne kadar sorumluluk, o kadar hak;
Ne kadar hak, o kadar sorumluluk…
Rabbını bilen haddini bilir. Haddini bilen hanımlar da aile reisliği gibi sorumlulğu
çok zor olan bir işe girişmez.
Akıllı olan her hanım bilir ki; tamamen otorite işi olan aile reisliği sevgi ve şefkat
özelliği ile birleştirilmemeli…
Allah‘u Teala çocuklarımızın emzirilme süresini iki yıl sürdürülmesini belirtirken,
bu günün bilimi de bunu tasdik etmektedir. Çocuğun hem duygusal, ruhi gelişiminde
hem de fiziki gelişiminde etkili olduğunu ifade etmektedir.
Emzirme işinin sevgi ve şefkat yüklü olan anneye verilmesi, bu doyumların daha
çok anne tarafından olması gerekliliğini bize sunmakta…Başka çaresi de yok…
6
Buhârî, Vesâyâ; 9
7
Ebu Davud,Cihad; 80
[Text eingeben]
Seite 21
Aile
Sevgisiz ve doyumsuz olan çocuklar da iyi modelleri olmazsa kinci ve saldırgan
olmakta…
O zaman bilinmeli ki; anne baba çocukların ilk modelleridir.
Tecrübelerle sabit ki, otoriter olması gereken aile reisliği gibi ağır bir görevi
üstlenen annelerde, erkeksi güdülerin hakim olması sonucu, çocuklarına yeterince anne
sütü verememekte, sevgi doyumuna çocuklarını ulaştıramamakta…
Çocuk kreşinde verdiğim seminerlere katılan bir hanımın anlattıkları ibrete şayan;
- Ben eşimi döverim, demişti bir gün. Biz de diğer hanımlarla birlikte çok şaşırmış
ve;
- Şaka yapıyorsun değil mi? diye sormuştuk. Verdiği cevap iliklerimizi
dondurmuştu. Aynen şöyle demişti;
“Yok, valla döverim.“ deyip gerisini yazmaya gerek duymadığım hayatından
kesitler sunmuştu. Aynı hanım, zamanla öyle sorular sordu ki, çıkılmaz bir sokakta
hissettim kendimi. Sorularla, çocuklarını ne büyük tehlıkelere sürüklediğinin seyircisi
olabildik ancak…
- Çocuklarımı hiç emziremedim, demesi
az evvel söylediğimizi de doğrular
mahiyette idi sanki…
Görünen o ki her birimizin haddini bilmesi ve yapabileceğini yapması,
kaldırabileceği yükü kaldırması gerek.
Eşitliğin aynılık olmadığı bilinmeli ve belimizi büken ağırlığın altına girilmemeli…
Eş olmak eşitliği doğurmaz şüphesiz.
İki cins tıpkı ayakkabı gibi birbirinin eşi olmalı lakin birinin yerine diğerini
giydirmemeli… Nasıl ki sağ ayağın ayakkabısını sol ayağa, sol ayağın ayakkabısını da sol
ayağa giydiremezsek, erkeğin yerine hanım, hanımın yerine erkek konmamalı. (
M.İslamoğlu)
Pegamberimiz (s.a.v.) ‘‘Ahlakınızı güzelleştirin“8 derken bunun yolunu da
yaşantısıyla bize göstermekte.
‘‘Bana dünyada kadınlar ve güzel kokular sevdirildi. Mutluluğun doruğuna da
namazla erdirildim.“9
8
9
İbn-İ Lal
Müsned 3;128, Nesai; 62
[Text eingeben]
Seite 22
Aile
Nasıl ki mutluluğun doruğu olarak nitelediği namazı, O (s.a.v.)‘na emrolunduğu
gibi yaşaması gerekliliğini hatırlatıyorsa bize de hatırlatması gerekmekte…
İslâm’ın kendimizle başlayıp, ailemizle kökleşip, tüm insanlığı kapsaması, barış ve
adaleti esas alarak, haklara saygı ve adilliği yaşatma dini olduğunun bilinmesi gerek.
Hiç kimseye haksızlık ve zulüm edilmemesi gerekliliği bilinmeli. Özellikle de güçlü
pozisyonunda olunduğunda; gücünü kötüye değil, iyiye kullanmanın gerekliliği ve asla
zulüm edilmemesinin önemi bilinmeli.
Cenab‘ı Allah ‘‘Allah katında en büyük zulümün, adaletle hükmetmemek olduğunu“
(Maide, 5/45) belirtmektedir.
‘‘Allah her şahsa, ancak gücü yettiği kadar sorumluluk yükler.“ (Bakara: 2/286)
Gücü doğrultusunda sorumluluklarının farkında olanlar, bu sorumluluklarını
hakkıyla yerine getirenler, bu dünyalarını cennet haline getirenlerdir; mutluluğu ve
huzuru bulanlardır. Bu “mutlu azınlık” diyorum çünkü çok az kişi bunun farkında…
Nedendir bilmiyorum insanlar kaldırabileceğinden daha fazlasına talip olmakta,
ama bunu da kaldıramamakta ve ağır yükün altında ezilmekte… Ayetin devamında
‘‘Herkesin kazandığı kendi lehinedir yahut aleyhinedir.‘‘ Demek ki iyilik de bizden,
kötülük de…
Güzelliklerin ne olduğu gün kadar ‘aşikârken, insanoğlu yine de kötülüklerin, güzel
olmayanların peşine düşmekte…
“Allaha yemin olsun ki kul kendi nefsi için istediği düzelliği kardeşi için de
istemedikce iman etmiş olamaz.”10 Diyen İslam Peygamberi, kemâli yaşamış ve bize de
tavsiye etmiştir.
Eşler arasındaki sevgi, saygı ve güven beraberliğini uyum ve fedâkârlıkla
zenginleştiren evliler de, bu tavsiyeye kulak verirse, doyumsuz mutluluklar yaşanır
şüphesiz.
Birbilerini anlayanlar, şefkat besleyerek birbirlerine merhamet eden eşler,
kendileri için istemediklerini eşlerine de yapmazlar…
Hz. Peygamber, kadınların haklarını şöyle anlatır. ‘‘Onları yediğinden yedirmen,
giydiğinden giydirmen, yüzüne vurmaman, kötüleyip hakir görmemen ve evde yalnız
10
Buhari, İman; 7, Müslim, İman; 71-72
[Text eingeben]
Seite 23
Aile
bırakmaman.‘‘11 Ailede olabilecek bütün sorunları kökünden söküp atacak kadar etkili
bir emir…
Kur‘an-ı Kerim‘de Cenab-ı Allah, erkeklere hitaben: ‘‘Onlarla iyi geçinin. Eğer
onlardan hoşlanmazsanız (biliniz ki) Allah‘ın hakkınızda çok hayırlı kılacağı bir şeyden
de hoşlanmamış olabilirsiniz. ‘‘ (Nîsâ, 4/19) buyurmaktadır.
Sorumluğun büyüğünü aile reisine yüklemesi, gayretin erkekten yana ağır olmasını
gerektirir her hâlÛkârda…
Tatlı dili bilenler ve kullananlar, sevdiğine sevdiğini güzel sözle söyleyenlerin
kazananlardan olduğu muhakkak. ‘‘din kardeşini seven kişi ona sevdiğini bildirsin”12
buyurmuştur Resulullah (s.a.v.)
Şüphesiz insanın sevildiğini bilmesi, bazı hataları görmemezlikten getirir.
Bakışlarla hissetirilen, doruğunu da vücut temasıyla oluşturan sevgi, insanı hayata ve
yaşananlara güzel bakmaya iter. Bilir ki Resulullah (s.a.v.);
“Karı koca birbirleine sevgi ile bakarsa, Allah‘da onlara rahmet nazarıyla bakar. El
ele tutuşurlarsa parmaklarının arasından günahları dökülür‘‘13 buyurmuştur.
Cenab-ı Allah Nisa suresinin 19. ayetinde ‘‘Kadınlara iyiyi ve doğruyu tavsiye edin,
anlatın. Onlarla hoş geçinin.‘‘ buyururken sorumluluğu yine beylere yüklemiştir.
Bilinmelidir ki; iyilik iyiliği, kötülük de kütülüğü getirir. Toprak örneğiyle anlatılan
kadın (Bakara, 2/221) bereketlidir, bir alırsa bin verecektir.
Bilinmeli ki; okyanustaki fıtınalardan sığınacak limanı olan ve o limana yakın olan
gemiler nasıl güvende olursa; ailesini de liman bilenler güvendedirler, mutlu ve
huzurludurlar.
Kadın ve erkek bedensel huzuru ve ruhsal doyumu, birbirleri ile elde ederler.
Doğru değerlere inanılıp, birbirlerinin haklarına saygı duyularak yaşanılırsa,
bu
dünyalarını cennet ederler. Ahiret dahi, bu dünyanın uzantısı değil midir?
Ne mutlu bu gününden cennetine kavuşanlara!…
„Ey Rabbımız !
Unutursak ve ya hataya düşersek bizi hesaba çekme (yarlığa)
Rabbımız !
11
Ebu Davud, Nikah; 42
Ebu Davud, Edep; 113, Tirmizi, Zühd; 54
13
Süyuti, El-Cami’ul-Sağir C.1, S.166, No: 1977
12
[Text eingeben]
Seite 24
Aile
Bizden öncekilere yüklemediğin gibi bize de ağır yük yükleme!.
Ey Rabbımiz !
Bizim gücümüzün yetmediği işlerden bizi sorumlu tutma; bizi affet; bizi bağışla;
bize acı. Çünkü sen bizim Mevlamızsın. Kâfirler gürûhuna karşı bize yardım et. ‘‘(Bakara,
2/286 )
BİRAZ MERHAMET LÜTFEN !!!
Mutlu bir aile, cennete erken girmiştir
John Bowınrıng
“Kaynaşıp huzura kavuşmanız için, size kendi cinsinizden zevceler yaratması ve
aranıza sevgi ve merhamet koyması O’nun kudretinin delillerindendir. Şüphesiz ki
bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.” (Rum, 30/21)
[Text eingeben]
Seite 25
Aile
Huzurun bulunması için sevgi şart, merhamet şart. Sevginin her daim konuşulduğu
fakat merhametin rafa kaldırıldığı zaman durum vahim...
Toprağa ekilen tohumun yeryüzüne çıkmayışı o tohumun çürümesinin ya da o
tohumun iyi olmadığının ifadesidir. Toplumun tohumu hükmünde olan ailelerde sevgi ve
merhametin, acıma duygusunun olmaması aileyi mutsuz etmekte. Topluma yansıması
da acı olmakta... Mutlu ve geleceğine umutla bakan gençlerin yetişmesi, mutlu toplumun
oluşması ancak mutlu ailelerden geçmekte...
Hepimiz acilen öze dönüş yapmalı ve ailelerimizi yeniden imar etmeliyiz. Şuna
inanmalıyız ki hayatımıza muhakkak doğru değerler hâkim olmalı. Biz,
bu doğru
değerler yerine, insanı başıboşluğa iten sûflilikleri hayatımıza dâhil edersek mutluluk
yolunda yaya kalırız.
O zaman diyebiliriz ki; insanı insanla uyumlu yapan, uzlaştıran kaynaştıran, doğru
değerler ve ahlâktır, o da fıtratdır.
İnancımız ve ahlâkımızı yitirirsek, insanlığımızı da yitiririz. Ve sunuçta bencil, hep
kendisi için yaşayan, geleceğini düşünmeyen, mutsuz, ilkesiz, hedefsiz ve güvensiz
insanlar oluşur.
Ailede muhakkak derecede önemlidir ki sevgi, saygı ve güven çemberi kurulmalı,
bu da fedâkârlıkla desteklenmeli ki kalıcı beraberlikler oluşabilsin. Gerçekten bu dünya
cenneti de mutluluk yakalanabilsin.
“Ey Rabbımız! Bize bu dünyada da güzellik, ahirette de güzellik ver ve bizi
cehennem azabından koru.” (Bakara Suresi, 2/201)
İşte Kur’an’ın yolu ve yol göstericiliği... Bu dünyadaki mutluluğa aday olurken,
ahiret azabında da emin olmayı arzulamak...
Allah’a ve ahiret de hesapla denetlenecek bir hayata inanmayan bir insanı kim
denetleyebilir?
Bozulan insanın herşeyi bozmasına ne engel olabilir?
Herkesi kendisi gibi değerlendirebilir mi?
Küçükleri sevmenin, büyüklere saygı duymanın erdemini yaşayabilir mi?
Aslında bizler cennetimizi bu dünyada oluşturabiliriz.
[Text eingeben]
Seite 26
Aile
“Kim ahiret kazancını isterse onun kazancını arttırırız. Kim de (bile bile ahiret
sorumluluklarını terkeder ya da gerekli görmez de yalnız) dünya menfaatini isterse, ona
da bundan veririz. Fakat ahirette ona (sevaptan) hiç bir nasip yoktur.“(Şura, 42/20)
Demek ki istemeliymişiz, verebileceğinde hiç şüphemiz olmadığı O yüceler
yücesinden. Tıpkı aciz bir bebek gibi. Duanın da emek olduğunu, bir eylem olduğunu
unutmadan istemeliyiz. Samimi olarak...
“Eğer kullarım sana benim hakkımda sorular sorarlarsa (bilsinler ki) Ben çok
yakınım; dua edenin yakarışına her zaman karşılık veririm. Öyleyse onlar da bana
karşılık versinler ve bana inansınlar ki doğru yolu bulabilsinler.’’ (Bakara, 2/186)
Bir şeylerin yolunda gitmemesi hoşumuza gitmemesi onun kötü ve hayırsız
olduğunu göstermez. İşte bu sıkıntılardan dolayıdır ki; kalbimiz niyaza, dilimiz duaya
ulaşır.
Bazen hoşlanmadığımız şeylerde, zaman sonra hayrın olduğunu görürüz. Biliriz ki
Rabbımın vaadi vardır. “ Her şer görünen şeyin ardında, hayır vardır.’’
Bir Hadis-i Kutside: ‘‘Bazı mü’min kullarımın imanını fakirlik korur; onu zengin
etsem ahlakı bozulur.
Bazı mü’min kullarımın imanını zenginlik korur, onu fakir etsem kalbi bozulur.
Bazı mü’min kullarımın imanını hastalık korur, onu sıhhatli etsem edebi bozulur.
Bazı mü’min kullarımın imanını sıhhat korur, onu hasta etsem hali bozulur.
Ben kullarımın işlerini ilmimle tedbir ederim. Ben onların kalblerini ve gizli
hallerini çok iyi bilirim.” (İbn-i Kesir, Tefsir )
Bizi bizden daha iyi bilen ve bize daha yakın olan yüceler yücesi her ne yaparsa bir
hikmet ile yapar. Ve hayatta yaşadığımız hiç bir şey tesadüf değildir. İlimden bir pay
verilenler, yaşadıkları bütün musibet gibi değerlendirdiği olaylarda sabır ve namazla
Rablerinden yardım beklerler.
“Ey iman edenler, sabırla ve namazla ( Allah’tan ) yardım dileyin. Şüphesiz ki Allah
sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 2/153)
Yaptığımız işin hemen karşılığını beklediğimiz şu madde dünyasından ister
istemez biz de etkileniyoruz.
[Text eingeben]
Seite 27
Aile
Alah’a ve ahiret gününe inancımız, bize ebediyete göndermeyi ve asıl mutluluk
diyarının o âlem olduğunu telkin etmekte. Bunca ayetlere inat, mükâfatını hemen almayı
istemek ne kadar akıllıca?
Hâlbuki Resulullah (s.a.v.) üç şeyin bizimle beraber kabre gittiğini; sevdiklerimizin
ve dünya malının geri döndüğünü, sadece ahirete adadıklarımızın; yaptığımız güzel
işlerin, iyi amellerimizin bizimle gittiğini defaatle hatırlatmamış mıydı?
Büyükler bile “sen iyilik yap at denize, balık bilmezse Halık bilir.” dememişler
miydi?
Hiç bir hareketimiz ve sözlerimizin ve dahi niyetlerimizin gizli kalmadığını
biliyoruz.
“Göklerde ve yerde olanların tümü Allah’a aittir. Siz içinizdekini gizleseniz de açığa
vursanız da Allah sizi ondan dolayı hasaba çekecektir ve ardından dilediğini bağışlar,
istediğini cezalandırır. Zira O (c.c.) her şeye kadirdir.“ (Bakara: 2/184 )
Bu ayet bizi korkutmuyor mu?
Sahabiler dehşetle koşmuşlardı Resullulah’ın kapısına...
“Ya Resulallah! Kalblerimizden her zaman iyi şeyler geçmiyor. Ne olacak bizim
halimiz” diye... Öyleya, ayet apaçık içimizden geçirdiklerimizden hesaba çekileceğimizi
söylüyor.
Biz biliyoruz ki; içimizden geçirdiğimiz kötülükleri yapmadığımız için hesap yok.
Dahası yapmadığımız için sevap bile alacağımızı öğreniyoruz Resulullah (s.a.v.)’ın
dilinden.
Rahmeti, acıması, affı bol olan Rabbım. “Rahmetim gazabımı geçti” diyen yüceler
yücesi Rabbım !!!
Ya rahmetinle gazabın eşit olsaydı ne olurdu halimiz?...
DÜĞÜNÜM NASIL OLSUN?
“ Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takva
sahiplerine önder kıl” ( Furkan 15/ 74) duası ve Allah’ın emri, peygamberin gavliyle bir
kıza talip olunması ; biz islamı din olarak kabul ettik, Rabbımız ne derse o şekilde
[Text eingeben]
Seite 28
Aile
davranmayı kendimize şiar edindik, kim ne derse desin bizim için Rabbimizin rızası
önemli demek olduğunu dile getirmektir.
Temeli sağlam atılmayan binaların yıkılması ne kadar kolaysa, dine ve fıtrata uygun
olmayan evliliklerin yıkılması da o kadar kolaydır. Hayırla başlayan her iş hayırla devam
eder, şerle başlayan her iş düzeltmedikçe şerle devam eder. Gömleğin ilk düğmesi yalnış
iliklenmişse diğerleri de yalnış devam edecektir.
Cenab-ı Hakk “Sizden bekar olanları evlendirin” (Nur 24/32) emri ile bizlere bir görev
yüklemiş ve bunun yapılması içinde teşvikte bulunmuştur. Dünyanın globelleştiği, bir
köy hükmünde olduğu, birbirlerine yakın ama tanımadıkları bir ortamda gençler
evlenememektedir.
“Kim iyi işte aracılık ederse onun da o işten bir nasibi olur. Kim kötü bir işe aracılık ederse
onun da ondan bir payı olur. Allah her şeyin karşılığını vericidir.” (Nisa 4/85)
Müslüman bir ailenin oluşması, müslüman bir toplumun oluşmasına vesiledir. Bundan
dolayı; Müslüman gençleri tesbit etmek, bunları tanıştırmak, evlenmelerine yardımcı
olmak, nikahı kolaylaştırmak, maddi yardımda bulunmak, aralarında çıkabilecek
anlaşmazlıklarda Kur’an ve sünnete müracaat etmelerini sağlamak gayretinde olmak
şüphesiz iyilikte çığır açmak olacaktır.
Düğünün amacı eviliği halka duyurmaktır. Nitakim Peygamber Efendimiz (s.a.v.);
“Evliliğin alameti nikahın ilan edilmesidir.” (Nesai, Nikah, 72) buyurmuştur.
Kur’an-ı Kerim de ve Peygamberimizin hayatından bize sunulan bilgilerde düğün
hakkında örf ve adetlerin, toplumun tercihlerinin belirleyici olduğu, helal ve haram
dairesinin içinde kalındığı müddetce müdahele edildiği görülmemiştir. Abdullah b.
Mesud, örf ile ilgili olarak, “Müslümanların güzel gördüğü şey, Allah katında da güzeldir,”
(Ahmed bin Hanbel, Müsned, I) demiştir. Hanefi ve Maliki fakihler de “örf ile sabit olan
bir şey sanki nass ile sabit olmuş gibidir” diyerek örfün hukuktaki yerine işaret
etmişlerdir. Örf, Kuran ve sünnete aykırı olmadığı sürece şer'î bir delil olarak kabul
edilmiştir. (Ebû Zehrâ, İslam Hukuku Metodolojisi Fıkıh Usûlü, s. 234.)
Düğün tüm haramlara kapalı, tüm mübah tercihlere açık olmalıdır. Bir halkın inancını,
yaşama biçimini, tercihlerini, hoş görülerini ilk etapda düğünlerden öğrenebiliriz.
Düğünler bir bakıma o halkın dini anlayışlarının aynasıdır. Önceliğin kime verildiği
düğünlerden anlaşılır.
Resulullah (s.a.v.) Efendimiz; “ Evlenmenin en hayırlısı, en kolay ve külfetsiz olandır.” (
Ebu Davud Nikah:32 ,İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 25 ) buyururken bize bir yol haritası
çizmiştir.
Ebu Hureyreden rivayet edilen hadis-i şerifte; “Düğün yemeği ilk gün haktır, ikinci gün
meşrudur, üçüncü gün riya ve gösteriştir.” ( Kütüb-ü Sitte 17.Cilt 605) buyurarak bir
sınır çizmiştir.
[Text eingeben]
Seite 29
Aile
“Nikahı ilan edin, onu mescitlerde yapın, üzerine de def vurun.” (Tirmizî, Sünen, Nikâh,
6)
“Bu evlenme işini (halka) duyurunuz ve bunun için def çalınız.”( İbn Mâce, Sünen, Nikâh,
20)
“Nikahta haramla helali ayıran fark, def ve sestir.”(Tirmizî, Sünen, Nikâh, 6, Nesaî, Sünen,
Nikâh, 72, İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 20)
İslam da evliliğin meşruiyet kazanması iki şahit ve nikah aktinin yanında özel bir
merasim olmamakla beraber gayri meşru birleşmelerden ayırma gereği hukuki
birleşmeyi herkese duyurmak ve nikahta helal ve haram arasındaki işaretin def ve ses
(müzik) olduğu da hadislerde belirtilmiştir.
“Nikahı açıkça yapınız, Ve bu esnada def çalınız.“ ( İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 20;Tirmizî,
Sünen, Nikâh, 6)
Ebü’l-Huseyn Hâlid el-Medenî’den (r.a.) nakledildiğine göre, o şöyle demiştir: Biz bir
âşûre günü Medîne’de idik. Cariyeler, def çalıp nağme ile şarkı söylüyorlardı. er-Rubeyy
binti Muavviz’in yanına girdik ve cariyelerin durumunu ona anlattık. Kendisi bize şöyle
dedi: “Ben, gelin olduğumun kuşluk vaktinde, Peygamber (s.a.v.) evlenme törenime
gelerek odama girdi. O sırada iki kız def eşliğinde nağme ile söz söylüyor ve Bedir
savaşında şehit edilen babalarımın menkıbelerini anıyorlardı. Bu kızlar söyledikleri
sözler arasında: “İçimizde yarın ne olacağını bilen bir Peygamber de vardır” diyorlardı.
Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.): “Bu söze gelince bunu söylemeyiniz. Yarın ne
olacağını Allah’tan başka kimse bilmez” buyurdu.” (Buhârî, Sahih, Nikâh, 48; İbn Mâce,
Sünen, Nikâh, 21)
Bu hadise binaen müziğin meşruluğunu tartışma konusu ile ilgili varılan sonuçları şu
şekilde özetleyebiliriz:
Kur’ân-ı Kerim’de ses sanatı olarak “müzik” kavramını ifade eden özel bir kelime ve
kavram bulunmamaktadır. Ancak müziğin muhtevası, icrası ve sonuçlarını ilgilendiren
ve bu hususlarda temel ölçü sayılacak kurallardan söz eden bir çok ayet-i kerime yer
almaktadır. Bu kuralları şu şekilde özetleyebiliriz:
1- Müziğin, insanları Allah yolundan alıkoymaması.
2- Din ve dince mukaddes kabul edilen şeyleri alay konusu etmemesi.
3- Dini sorumluluk ve görevleri ihmal edecek seviyede olmaması.
4- Dini değerlere aykırı konularda propoganda özelliği taşımaması.
5- Söz veya icrâsında yalan, iftira, zinaya teşvik gibi dince yasaklanan hususların yer
almaması.
6- İbadet gibi telakki edilmemesi.
[Text eingeben]
Seite 30
Aile
7- Kur’ân okuma ve dinleme kültürünün önüne geçmemesi.
8- İnsanları nefsânî arzularına esir edecek bir icra, muhteva ve seviyede olmaması.
9- İnsanları dini ya da dünyevî faydalardan tamamen uzak bir şekilde faydasız şeylerle
meşgul etmemesi.
10-Maddi ya da manevi her hangi bir zarar unsuru taşımaması. ( Behlül Düzenli )
Bir diğer husus da düğünlerde yemek verilmesidir. Yemek vermek Peygamberin
sünnetidir.
“Velime bir haktır ve bir sünnettir. Kim çağırır ve icabet etmezse Allah’a ve Resulüne
isyan etmiş olur.” ( Tirmizi, Nikah 6; Nesai,72; İbn-i Mace, Nikah 20)
Sabit el- Buhani (r.a.) anlatmıştır; Hz. Enes’e : ”Resulullah (s.a.v.) Zeyneb (r.anha)’nın
düğün ziyafetini ne ile yaptı? diye sordum. Hz. Enes (r.a.) ; “Resulullah (s.a.v.)
sahabelerin doyup terk edinceye kadar ekmek ve et ziyefeti verdi” dedi.( Müslim, nikah
,91)
Peygamber (s.a.v.) “Düğünlerin en şerlisi fakirlerin çağrılmayıp, zenginlerin çağrıldığı
düğün yemekleridir” (Müslim, Nikah 98,101; İbn-i Mace, nikah 25) buyurması da
toplumun diğer yarasına parmak basmaktadır.
Düğün sonunda evlenenler tebrik edilir ve hayır duada bulunulur. Nitekim Peygamber
Efendimiz de “Allah mubarek etsin. Allah sizi mutlu kılsın ve sizi hayırla bir araya
getirsin” (Tirmizi, Nikah 7) duasıyla yeni evlenenlere niyazda bulunmuştur.
Cenab-ı Hak Maide suresinin 142. Ayetinde israf etmememizi, israf edenleri
sevmeyeceğini söylüyor. Düğünlerimizde de israftan kaçınmaya çalışılmalı, imkanlar
ölçüsünde ezgilerle düğüne renk verilmelidir. Eşler arası görev ve sorumlulukları
anlatan kısa konuşmalara yer verilmelidir. Küçük skeçlerle, düşündürücü oyunlarla,
şiirlerle, yarışmalarla düğün zenginleştirilebilmelidir.
Başlangıcının ve sonunun belli olduğu, abartılı masrafların olmadığı kısa düğün
merasiminin sonunda yapılan dualarla düğüne son verilmelidir...
[Text eingeben]
Seite 31
Aile
FARKLILIKLAR ÜZERİNE
Sizin en hayırlı olanınız, ailesine en iyi olanınızdır. Ben de aileme en
iyi olanınızım14
“Bir acı kahvenin kırk yıl hatırı vardır” demiş büyüklerimiz. Bir acı su... Nasıl olur
da kırk yıl gibi bir ömür, insan yanında hatırı olur bu acı kahvenin? Boşuna söylenmeyen
bu sözün, en güzel sohbetlerimize eşlik etmiş olan kahvenin olduğunu görünce anladım
ki, kırk yıl bile azmış.
KAHVE BAHANE, SOHBET ŞAHANE...
Kahvemi yudumlarken, şahane sohbetlerin eksik olmadığı, küskünlüklerin,
dargınlıkların girmediği mutluluk yüklü evliliklerin ve bu yuvalarda yetişen, kendine ve
çevresindekilere güvenen, hedefi belli, saygılı evlatların huzurun bekçilerinin olduğunu
gördüm.
Stres içinde bunalan insanlığın korkuları, kuşkuları ve kaygıları sonucu
hırçınlaştığı, iş yoğunluğunun altında ezildiği, kendini devamlı suçluluk psikolojisinde
hissettiği ve kendini yetersiz gördüğü bir gerçek. Ancak bu duygulardan, öncelikle
kendisine güvenerek ve yakınlarına saygı duyarak ve bu saygıyı koruyarak kurtulabilir.
Saygı, yaptığı bir haksızlığı görüp, pişman olup özür dilemesi, hata yapan
karşısındaki kişi ise özürünü hemen kabul etmesidir.
Evlerinde saygıyı yitirenler, zamanla sermaye hükmünde olan güveni ve sevgiyi
tüketenlerdir. Ömür de bir sermayeyse, bu sermayeyi en güzel koruyan ve bu kazancına
daha fazlasını katmaya gayret eden her hususta haddini bilip, haddini aşmayanlardır. Bu
yüzdendir ki, haddini aşanlar öncelikle Rabbına ve kendisine karşı saygısını
kaybedenlerdir. Gerisi kolay olacaktır.
Evlerimizde en çok ihmal ettiğimiz, faturasını da en ağır biçimde ödediğimiz
şüphesiz saygıdır.
“Her kim Allah’ın emir ve yasaklarına saygı gösterirse, bu Rabbinin katında kendisi
için daha hayırlıdır.” (Hac, 22/30)
14
Mace, Cilt5, Syf.461
[Text eingeben]
Seite 32
Aile
Saygısızlık, saygı getiren davranışlar bırakıldığında, bu davranışlardan taviz
verildiğinde başlar. Karşımızdakine layık olduğu değeri vermediğimiz gün, kendi
değerimizin de düştüğü gündür. Bizim değerimiz, verdiğimiz değer kadardır.
“Ne verirsen elinle, o gider seninle” ilkesi gereği ne ekersek onu biçeceğiz. Limon
ağacı dikip, gül toplamayı bekleyenler boş yere beklerler.
Bütün geçimimizin bahçemiz, ya da tarlamızdan olduğunu farzedelim. Bir çiftci
misali; hangi toprağa neyin ekileceğini bilir ve ona göre ekersek bol bir mahsul ile karşı
karşıya kalırız. O çiftçi ki; suyu olmayan bir tarlaya pirinç ekmez. Bilir ki pirinç, bol su
altında yetişir. Ve dahi bilir ki, toprağın da ön yatırıma yani ilgiye ihtiyacı vardır. Çapalar,
sular, ayrık otlarını temizler. Ve yine bilir ki, güneşi iyi gören bakımlı tarla ürününü bol
verir.
“Kadınlarınız sizin için bir tarladır...” (Bakara, 2/223) Tarlanız olarak sunulan
kadınlara çiftci olmak, beylere düşüyor.
Çiftci hükmünde olan beylere daha fazla sorumluluk düşer. Bazen güneş olmalı
enerjisiyle toprağı canlandırmalı, bazen su olmalı toprağı beslemelidir. Bilmelidir ki
erkek hem cinsel anlamda, hem duygusal anlamda kadına ancak verdiğinin karşılığını
alabilir. Kadın tıkpı toprak gibi bereketlidir. Bir alırsa karşılığını fazlasıyla verir.
Resulullah (s.a.v.) Efendimiz; “Hiç biriniz eşiyle hayvanlar gibi sevişmeksizin cinsi
münasebette bulunmasın. Arada bir elçi bulunsun. Soruldu;
-Ya Resulullah! Sözünü ettiğin elçi nedir?
-Aşk fısıltıları ve öpüşmedir.”15 Buyurur.
Şu unutulmamalıdır ki; kadınların önceliğini bilen erkekler, hanımlarını mutlu
edebilirler. Aynı dünyayı paylaşan ama farklı olan iki cins, birbirlerinin farklılıklarını ne
kadar iyi bilirlerse, o kadar yaklaşabilirler.
Kadınların istekleri; değer verilmeleridir, önemsenmeleridir.
Buna da en güzel, beraber içeceğiniz kahve veya çay eşliğinde göz göze bakarak
bile yakınlaşmak ve paylaşmakla ulaşılabilir. Konuşmak, güzel bir beraberlik yaşamak en
büyük ilaçtır sorunlara... Kendisinin anlaşıldığını gören bir hanım, hemen atağa
geçecektir.
15
İhya-u Ulumiddin, K.Nikah, Adab’ul-Muaşeret; 2/64
[Text eingeben]
Seite 33
Aile
Hanım da bilmelidir ki; beyinin önceliği yeteklerinin görülmesi, yeterli ve güçlü
olduğunun hissettirilmesidir. Hanımın sırf iyi niyetinden dolayı eşinin eksiklerini
gidermeye çalışması, eşine de “hanım beni yönetmeye çalışıyor“ düşüncesini
verdirebilir. Oysa bunu “yardım” olarak kabul etsek ne olur?
Anlaşalılan o ki biz biraz farklıyız. Bu farklılık da zenginliktir. Bu zenginliği
yaşayanlar ve bu zenginliği keşfedenler, mutluluğu ve huzuru yakalayanlardır.
Kadınlar bir güle bayılırken, akan suları durdururken, beyler “bir liralık ot”
diyebilirler belki.
Evlilikleri boyunca hiç çicek getirdiğini görmeyen bir teyzenin eşi, bir sohbetde
dinlediği nasihatı tutar ve eşine bir gül alır. Bunu gören teyze o kadar mutlu olır ki, yere
göğe sığdıramaz bu kırmızı gülü. Bey şaşkın, anlamaz. Ne var ki bunda? Ve şöyle söyler;
“Bir liralık ota, bu kadar sevineceğini bilseydim, her gün alırdım.” der.
İşte sır burada. Kadınlar gülü dünyanın en değerli hediyesi olarak görürken, beyler
“ot” olarak görebilirler. Sema Maraşlı’dan okumuştum. Ben biraz değiştirerek yazayım;
“Biz kadınlar o kadar safız ki, bir güle kanarız. Ama erkekler daha saflar, bize bir gül
getirmezler.”
Gayret gerek, emek gerek. Yemek bile hemen pişip ağzımıza girmiyor. Önceliklerin
ve farklılıkların bilinmesi, evliliklerin mutluluk ocağı olmasını sağlar. Ocakları tüten
evlilikler de etrafa huzur saçarlar.
Hanımlar sevgiye, iletişime, güzelliğe değer verirler. Kadını tatmin eden
davranışlar, destek görmek, destek vermek, paylaşmak, yardımcı olmaktır.
Şu da unutulmamalıdır ki, eşlerin birbirlerine verebilecekleri en büyük hediye,
güvende olduklarını ve güvenildiklerini hissettirmeleri, saygı duyularak evdeki yerini
belirtmeleridir.
Birbirlerine sevgilerini en güzel göstermek isteyenler, birbirlerini dinlemeli ve
duygularını anlamaya çalışmalıdırlar.
Eşinin mutluluğuyla mutlu olanlar yani aynı dili, sevgi dilini konuşanlardır. Evde
hiç tartışma yoksa her zaman güllük gülüstanlıksa o evde sorunun belirtisi de olabilir.
”Aman bulaşmayayım şu hanıma ya da beye, bu günümü zehir etmesin” gibi söylemler
de olabilir...
Aradaki küçük tartışmalar, yemeğin tadı tuzu gibidir. Tuzu çok kaçan yemek nasıl
güzel olmazsa, tartışmaları da fazla kaçıran evliliklerde de tad olmaz.
[Text eingeben]
Seite 34
Aile
Hata yapmaktan korkanlar, hayatta başarısız olanlardır. Hatalar yapalım ki
doğrulara ulaşabilelim. Şu da unutulmamalı ki; tecrübelerden faydalananlar da şüphesiz
en az zararla atlatanlardır.
Evliliklerdeki çatışmalar da birer fırsattır. Fırsatlar da değerlendirmek içindir.
Fırsatlar dünyasından faydalanamayanlar, bu fırsatları tehlike gibi görenlerdir.
Ne mutlu fırsatları iyi değerlendirenlere !!!
[Text eingeben]
Seite 35
Aile
TEMELLERİ SAĞLAM ATILAN YUVALAR
Bir yuvanın ne kadar ayakta duracağı, hangi temeller üzerine
kurulduğuna bağlıdır. Yüzüklerini, sadece parmaklarına taktıkları
için böyle kolay çıkarabiliyorlar
Mehmed Selâhâddın Şimşek
Hz. Peygamber ( s.a.v. ) Efendimiz, can pâresi Fatıma’sını evlendirirken şu
nasihatları yapmıştır;
“Kızım; evimizden çıkıp başka bir eve, ülfet etmediğin bir eve gidiyorsun. Sen
kocana yer ol ki o sana gök olsun. Sen kocana hizmetçi ol ki, o sana köle olsun. Kocana
yumuşak davran! Öfkeli anlarında sessizce yanından kayboluver. Öfkesi geçinceye kadar
ona görünme. Ağzını ve kulağını muhafaza et.
Kocan sana fena söylerse, söylediklerini sakın duyma ve sakın karşılık verme. Ona
karşı gelme. Daima senden güzel söz işitsin, güler yüz görsün. Bu suretle sana iyi nazarla
baksın.”
Bu güzel tavsiyelerle teslim ettiği Ali’ye ‘‘Zevcen, iyi zevcedir’’ dedikten sonra;
“Ya Ali; Fatıma’nın hatırına riayet eyle. O benden bir parçadır. Onu hoş tut. Eğer
onu üzersen beni üzmüş olursun.’’ 16 Buyurur.
Her anne baba evlatlarının mutluluğunu bu denli ister. Evliliklere başlamadan, ilk
hazırlıklarda yaşanan lüks ve israfın doğurduğu aşırılıklar yüzünden, hayata ağır bir
yükle başlar iki genç...
Aile fertleri birbirlerine karşı saygılarını daha işin başında, düğün alış verişi
yaparken yitirirler. Örf ve âdetin kurban olma hali, mutluluk harcı ile atılması gereken
temele huzursuzluk harcı eklettirir. Ve sonunda kız babasının ‘‘kızımı üzme, onu üzersen
beni de üzersin” tavsiyesi duyulmaz olur.
Bir şirket kurmuyoruz evliliklerimizde. Lakin küçük bir işyeri açarken bile
tavsiyelerden, tecrübelerden faydalanırken, hayatın dönüm noktası olan evliliklerde “bir
defa yaşayacağım” düşüncesiyle “her şey gönlümce olmalı“ diyerek evlilik müessesine
adım atılmakta.
16
Müslim Fezailu’s Sahabe; 94, Tirmizi, Menakib; 61
[Text eingeben]
Seite 36
Aile
Mutluluğun, iğneden ipliğe herşeyin olması gerekliliği üzerine bina edildiği
düşüncesiyle, “yok yok” la girilmekte evliliklere...
Yuvaların
temelleri
böylesine
çürük
kurulduğundan
mıdır
bilmiyorum
Resulullah’ın bize seslenişi de duyulmaz olmakta: “Kızım sen yer ol ki o gök olsun. Sen
ona hizmetci ol ki, o sana köle olsun. Dâimâ senden güzel söz işitsin, güler yüz görsün...”
Büyüklerimiz de “yuvayı, dişi kuş yapar” derken, herhalde aynı duygularla
söylemişlerdir. ”Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır “ derken, güler yüze ve tatlı dile
doyulmayacağını, en kötü hallerden ancak güzel sözlerle ve gülen yüzlerle
çıkılabilinileceğini, ifade etmek istemişlerdir şüphesiz.
Neden insanlar birbirlerinden tatlı dili, güler yüzü esirgerler ki şu iki günlük
dünyada. Hâlbuki Cenab-ı Allah (Tâhâ, 20/103 ve 104) ayetlerinde;
“Aralarında birbilerine gizli gizli şöyle derler: ”Dünyada sadece on gün kaldınız.”
Aralarında ki konuştukları konuyu biz daha iyi biliriz. Onların en olgun ve akıllı olanı o
zaman “Bir günden fazla kalmadınız” der, buyurmamış mıydı? İki gün bile değil. Bu
kadar az bir zaman dilimi için bu savaşlar, bu kanlar, bu kinler niye?
Tolstoy’un “sevginin olduğu yerde, Allah vardır“ kitabında üç evlattan bahsedilir.
Biri zengin olmak için evinden çıkan, biri komutan olan, biri de aptal olup babasının
yanında çiftçilik yapan. Müthiş ibretlerle dolu bir hikâye. Ben size sonunu vermek
istiyorum. Çok zengin olan zenginliğini kaybeder, ekonominin hâkim olduğu ülkesi
batar. Bir iyiliğinden dolayı bir kralın kızıyla evlenen aptal kardeşinin ülkesine gelir.
Herkes aptallaşır, aptal krallarına bakıp bu ülkede. Zenginlerin teklifi şöyledir;
’’Gelin ticaret yapalım, daha zengin olalım. Dış ülkelere ihracat yapalım ve daha da
zengin olalım...’’ tavsiyeleri vardır. “Biz size para verelim, siz bize mal verin...’’ Aptallar
ülkesinin sakinleri;
“Ne gerek var, biz zaten zenginiz. Hem o para da neymiş. Ne işe yararmış o kâğıt
parçaları. Sen bana elma ver, ben sana armut vereyim. Bizim herşeyimiz var. Size de
yeter, bize de’’ demişler. Bir türlü anlatamamışlar meramlarını aptallara...
Yenilgilere uğrayan ve herşeyini kaybeden komutan kardeş de gelmiş aptallar
ülkesi kralı kardeşinin yanına. Savaşmakla ellerinde alıp, o topraklara sahip olmak
istemişler. Lakin aptallar yine uymamış bu akıllı komutan kardeşine ve adamlarına...
[Text eingeben]
Seite 37
Aile
’’Ne gerek var kardeşim? Bizim topraklarımız çok geniş, size de yeter bize de...’’
söndürmüşler içindeki yanan ateşlerini... Ve hikâye bu ya; aptallar ülkesinde hepsi
huzurlu ve mutlu yaşamışlar bundan sonrasında...
Bu aptallık mı yoksa abdallık mı bilinmez... “Abdala malum olur” demişler. Demek
ki malum olmuş ne paranın ne de toprağın mutluluk getirmeyeceğini, aklını kötüye
kullananların mutlu olamayacağını...
Aklımızla, dilememizle diğer yaratılanlardan ayrıldığımız halde, neden insanoğlu
aklını kötüye kullanır ki?
İradesini niçin güzele vermez ki?
Neden güzeli duymaz, güzeli görmez ki?
“Görmek için iki şey lazımdır; Göz ve ışık. Göz insanın iradesini temsil eder, ışık ise
Allah’ın iradesini. Görme eylemi bu iki iradenin çakışması ile gerçekleşir. Eğer ışık yoksa
gören göz kör olur. Fakat gözünü açmak istemeyene de ışık fayda vermez.’’ (Mustafa
İslamoğlu)
Göz görmek, kulak duymak, dil de güzel söz söylemek için yaratılmıştır. Bunun
farkında olup, sorumululuğunu düşünüp, iradesini bu yolda kullananlar, şu bir günlük
dünyasını cennet edenlerdir.
Bizim dilememiz bu dünyayı cennete çeviriyorsa irademize sahip çıkmalıyız. Asla
başkalarının eline vermemeliyiz. Vermemek için de dilemeliyiz. Dilemek için de şüphesiz
bilmeliyiz. Neyi isteyeceğini, nerede duracağını, ne yapacağını, ne söyleyeceğini, ne
göreceğini...
Söylediklerimizin hayatımızı şekillendirdiğini, dudaklarımızdan niyetlerimizin ve
duygularımızın dışarıya süzüldüğünü bilmeliyiz.
Bilmeliyiz ki; herşeyin ama herşeyin bu gününün ve din gününün yegâne sahibi
Allah’u Teâlâ (c.c.) “Dile kulum benden ne dilersen” niyâzına karşı sadece bir günlük
dünya mutluluğu değil; çirkinsem güzel olayım, fakirsem zengin olayım, kiloluysam zayıf
olayım... Gibi sığ istekler değil... Rabbul Âleminin öğrettiği gibi;
“Sırat-el mustakim” Doğru yol... Nimet verdiklerinin yoluna.
İstikamet üzere derken; gazaba uğrayanların ve sapıtanların yoluna değil!
Ne mutlu mührünü “âmin” olarak vuranlara!
[Text eingeben]
Seite 38
Aile
ESENLİK YURDU
İster kral, ister köylü olsun, dünyadaki en mutlu insan evinde
huzuru olandır
Goethe
İmanın ve vicdanın zulme razı olmadığı bir gerçek. Ne ki haksızlık, ne ki güzel değil,
insanın imanı ve vicdanı el ele verir ve haksızlığa engel olur, çirkini güzelleştirir.
Lakin imanların pörsüdüğü, vicdanların kalmadığı bir toplumun sonucu
samimiyetsiz ve vicdansız insanlar ne kadar haksızlığa engel olabilir ki? Nasıl
olumsuzluklarla başa çıkabilir ki?
Duydukların, şahit oldukların, okudukların, hatta bizzat içinde olduğun olaylar
vicdanın öldüğünü, sevgilerin yok olduğunu göstermekte... Acı ama gerçek olan olaylar
karşısında gün be gün insanlık da erimekte. Hele hele ahlaksızlıklarına dini alet edenleri
görünce işler tamemen karışmakta...
Evet! Doluyum bugün. İsyanım var bugün... Dinini yaptıkları pisliklere alet edenlere
intizarım var bugün... Bir yığın samimiyetsiz, bilgisi boğazlarından aşağıya inmeyen
insanların yaptıkları, hayatı çekilmez kılmakta, geleceğe dâir ümitleri çalmakta... Yaşları
20-30 arası olan gençlere, evliliğe dair söylenen onca güzel sözlere inadırmamakta...
Duisburg üniversitesinde yaptığımız beş seminerin sonucunda arkamızdan; “Asiye abla,
ayın arkasında yaşıyor galiba” dedirtmekde... Bu kadar kötü örnekleri gören gençleri
evlilikden soğutmakta...
Birbirlerine denk olmadığı halde birbirlerini seviyoruz diye, bir bakışda âşık
olduklarını düşünüp evlenenler... Evliğinin akabinde nişanlıyken nezaketli, nazik,
bakımlı, alımlı, sözlerine dikkat eden, üzerine titreyen , evliliğin akabinde
hayal
kırıklığına uğrayan eşler...
Çözümü boşanmakta bulan çiftler...
Ve bu aile enkazın altında kalan dul eşler ve yavrular...
Ve onları seven yakınlarına bıraktığı acı sonuçlar...
Samimiyetle ve içtenlikle bağlılığın meyvesi olan aşkı tadamayan bir yığın sabırsız
insana, gençlere aşkı tadıp anlatanların, ayın arkasında yaşadığını söyletmekte...
[Text eingeben]
Seite 39
Aile
Sevdiğinden başkasında gözü olanlar, eşlerini aldatanlar veya aldatmayı meşru
görenler, kendilerince mazeretli olduğunu düşünenler aşkı tadamazlar. Birbirlerini her
ortamda aldatanlar, sözlerine yalan katanlar, yüzüne gülüp arkasından konuşanlar aşk
yolunda yaya kalırlar...
Aşk, sevgi ve merhametin kaynağına ulaşmıyorsa dünyevileşir. O zaman aşk,
menfaatin bittiği yerde biter. Muhabbetin hâsıl olduğu, Vedud olan Allah’a dayanan sevgi
ebedileştirir aşkı ve her güzel olmayanı güzelleştirir. Sabrın meyvesi olarak sunar
mutluluğu...
“İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki,
seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir. Bu güzel
sonuca ancak sabreden kavuşturulur. Buna ancak (hayırdan ve olgunluktan) büyük payı
olanlar kavuşturulur.” (Fussılet,41/34-35)
Hayır ve olgunluktan büyük pay almak nedir acaba?
Allah Teâlâ‘nın diğer yarattığı bütün varlıkların üzerinde, muhabbetinden yarattığı
insan, değerini koruduğu kadar insandır. Değerini yitirdiğinde aşağılara düşer.
Allah insanı yaratmış ve hamuruna kendi özelliklerinden esintiler koymuştur.
Hayır ve olgunluk, bu esintileri üzerinde göstermektir desek yalnış söylememiş oluruz
galiba... Rahim olan Allah: Acıyan merhamet eden, Rahman: Bahşeden veren, Vedud:
Seven sevilen sevindiren, Tevvab: Afeden bağışlayan, Âlim: Olmuş olacak her şeyi bilen...
İşte bu ve benzeri özelliklerin ayinesi kılmış insanı yüce yaradan. Ne kadar
üzerimizde bu özellikler varsa; acıma, merhamet, af, sevme, bir ölçüde bilgi edinme ve
ne kadar saf ve temiz tutuluyorsa ve geliştirilirse sevginin asıl sahibine ulaşılır. Sevilmesi
gereken her şey sevilir ve aşklara kutsilik katılır.
Aka Gündüz der ki; “Aşk kudsî olmalıdır. Kutsi olmayan aşk, hayvânî şehvettir;
sadece vesikalı münasebettir.”
Evlilikler “vesikalı bir münasebete” mi dönüştü yoksa günümüzde?
Büyükler “aşk olmadan meşk olmaz” demişler. Aşksız, sevgisiz, hak edilmeden
mutlulukların peşinde koşulur oldu.
Haksız elde edilen kazançlar nasıl perişan ediyorsa, aşksız elde edilen evlilikler de
mutsuz ediyor insanı...
[Text eingeben]
Seite 40
Aile
“Kişi sevdiği ile beraberdir”17 diyen muhabbet Peygamber’ine ümmet olup, O’na
uymak gerek. Mutluluğun ve huzurun yegâne ipine yapışmak gerek. Her istediğimizi
verebilene el açmak gerek...
Ellerin herkese ve her şeye açıldığı, sevgilerin uçkura düştüğü, gözlerin güzelliklere
kapanıp çirkinliklere açıldığı, her söylenen söze inanıldığı, güvenlerin zedelendiği bir
ortamın doğurduğu mutsuz insanlar…
Ne olurdu samimiyet, muhabbet ve acıma olsaydı kendimize ve yakınlarımıza?
Ne olurdu bu koca yanlışlara dur diyecek imanımız olsaydı?
Ne olurdu şeytanla iş birliği yapmış nefsimize söz geçirecek bilgimiz olsaydı?
Ne olurdu yüksek ruhlara sahip olup, evliliğimiz kurtaracak aşkımız olsaydı?
Ne olurdu şahsımıza yapılan kötülüklere, güzellikle cevap verecek sabrımız
olsaydı?
Ne mi olurdu? SAADET-İ DAREYN
“Rabbimiz! Bize dünyada iyilik ver, ahirete de iyilik ver ve biz cehennem azabından
koru.” (Bakara, 2/201) ÂMİN...
17
Buhari, Edeb; 96; Müslim, Birr; 165; Tirmizi, Zühd; 50; Daavat; 98
[Text eingeben]
Seite 41
Aile
NİKÂHDA KERAMET VARDIR
İyi bir evlilik ancak iyi bir iletişimle, taviz verilerek ve dürüst
olunarak yürütülebilir
Anonim
Bir önceki bölümde “dinini yaptıkları kirli işlere alet edenlerden” bahsetmiştim.
Örnek olmalı. Olmalı ki ne demek istediğim anlaşılsın.
Ailesinin haberi olmadan, güzel bir kızı okutma niyetiyle (!) nikâhlayan sahtekâr,
zengin müslümanlar...
Sırf iyi niyetinin sonucunda, “metres” dememek için, adına da “mut’a nikâhı“
diyerek kendini aldattığı ya da aldanmak istediğini tahmin ettiğimiz bilinçli müslüman
kızlar...
“Haram olmasın, bizim kız-oğlan nişanlandı, birbirlerini tanısınlar, beraber
olsunlar, günah olmasın, ele güne karşı...” deyip evlatlarına Dînî nikah kıydıran
ebeveynler; bu nikahı kıyan hocalar...
Ve bu nikâhâ güvenip de düğününü beklemeden berabere olan gençler...
“Bir müslüman bir yılan deliğinden ikinci defa ısırılmaz” Bu kaçıncı ısırılış? Bu
kaçıncı canların yanışı? Bu kaçıncı aynı hataların yapılışı?
Bilmek yani ilim üç çeşit olur. İlme-l yâkin, Hakka-l yakîn, Ayne-l yakîn. Bileceksin
yılandan dost olmadığını, yılanın sokup öldüreceğini... İlla ki denemek mi lazım? Yılana
sokulup kendini zahirletmen mi lazım?
Hep başımıza gelenler “bana olmaz, benim sevdiğim yapmaz” dememizden olmadı
mı?
Şu bilinmeli! Hayat bir oyun ve eğlenceden ibaret. Cenab-ı Hak buyuruyor: “Bu
dünya hayatı sadece bir eğlence ve bir oyundan ibarettir. Ahiret yurduna (oradaki
hayata) gelince: İşte asıl yaşama odur. Keşke bilmiş olsalardı!” (Ankebut, 29/64)
Asıl yaşama yeri olan ebediyete açılan kapı, hayatta mü’min olarak yaşama
hususnda başarılı olanlara açılacaktır. Evliliklerinde mutluluk yoluyla başarıyı
yakalamak da, bu “oyunu” zevkli kılan bir olgudur. Nikâh da ise evliliği
meşrulaştırmaktır; nişanlığı değil sadece evliliği…
[Text eingeben]
Seite 42
Aile
Nikâh hukuki bir akit, söz vermedir. Evliliğin ilk adımı, dinin yarısıdır.
Peygamberimiz; “evlenen dininin yarısını tamamlamıştır, diğer yarısında da Allah’dan
korksun”18 buyurmuştur.
Nikâh insanın birbirine ait olduğunu gösteren bir belge, bir tapudur. Nikâh
evliliğinin ilanının sonucu olarak artık kimsenin kendisine tâlip olmamasının
duyurulmasıdır.
Bir nevi sözleşme olan nikâh, şartları yerine geldikten sonra ebediyete varan
birlikteliğe atılan adımdır. Evliliğe mâni olacak sebepler ortadan kalktıkdan sonra,
kişinin kendi hür iradesiyle evliliğe “evet” demesi ve bu sırada şahitlerin hazır olması ve
bu evliliğin duyurulması, nikâhın gerçekleşmesine sebep olur.
İslam hukukunun uygulandığı veya uygulanmadığı bir ülkede, bu şekilde yapılan
nikâhın, verilen bir yemekle (velime) ilan edilmesi sonucu evlilik olmuştur. Anlaşmazlık
olursa İslam devleti yoksa müslümanlar meseleyi halleder. Allah’a ve Resulullah’a
götürerek, hakem tayin ederek anlaşmazlıklara çözüm bulur.
İslam hukukunun olmadığı bir yerde, hukuki bir akit ve müessese olan nikâhı
koruma altına almak, devletin görevidir. Ufacık alış verişlerimizde dahi yazışmamız
istenen Kur’an’ın en uzun ayeti (Bakara, 2/282) göz önüne alınırsa, nikâh gibi bir akitte
de yazışmak gereklidir.
Laikliğin merkezi olan batıda bile kiliselerde papazların, havralarda hahamların
kıydığı nikâhlar devlet tarafından kabul ediliyorken, memleketimizde camilerimizde
imamların kıydığı nikâhlar devlet tarafından kabul görmemektedir. Bundan dolayıdır ki
devletin, kanun ve otoritenin olabildiği bir ortamda nikâh yapılmalıdır. (Doğrusu bu
durum da memeleketimizin bir ayıbıdır. Sanıyorum bunun için hep beraber çaba
harcamalıyız…)
İmanın ve vicdanını her zaman zulme razı olmadığı, lâkin yaşanan olumsuzluklar
da bazen imanın ve vicdanın devre dışı bırakıldığı ortamlarda, meşrû kanun ve
otoritenin yaptırım gücünün illa ki şart olduğu bir gerçek. Yaptırımı olmayan bir otorite
orman kanununa tabidir. Güç kimin elinde ise o haklıdır.
Arkadaşımın düğününe katıldık aylar önce. Israrla “Lütfen dini nikahla yetinme,
önce resmi nikahın olsun” dememize rağmen herkes duyurulan, bir düğün merasimi
akabinde kurulan bir yuva ne yazık ki bir aya varmadan ayrılmayla son bulan bir evlilik...
18
İbn-İ Cezvi El-İle‘lde Enesden (R.A.) Rivayet Etmiştir.
[Text eingeben]
Seite 43
Aile
Hukuki bir beraberliğin dayanağının olmaması sonucu hiç bir hak talep edemediği
evlilik… İmanın ve vicdanın, zulme razı olması sonucu, arkada hasta bir genç bırakması…
Irzına geçilmiş muamelesiyle geçen bir hayat…
Dini nikâhlı olması sonucu, evliliğe üç ay kala beraber olup, evliliğe geçemeden
ayrılan da diğer kızımızın hikâyesi…
Sükûn bulup durulmamız için (Rum, 30/21) evliliğin olması, ırz ve namuslarımızı
korumak için sevgi ve merhametin fakat illa da helâl ve haramın olması, bütün olmamız
ve mükemmel yaşaşamız için Resulullahın sünnetine uymamız, şüphesiz insanı cennet
bahçesi hükmünde olan yuvalarımıza bizi davet eder.
Ne mutlu evlerini cennet bahçesi çevirenlere…
Ne mutlu bu mutluluğu yakınlarına yaşatanlara…
Ne mutlu imanını ve vicdanını kendi nefsinin eline vermeyenlere…
Selam imanı ve vicdanı olanlara olsun!..
[Text eingeben]
Seite 44
Aile
AŞK BU MU?
Mutluluk kendi ocağımızda yetişir, başkalarının bahçesinde değil
Douglas Ferrold
Yalnızlık Allah‘a mahsus. Maddi ve manevi eksikliklerimizi tamamlamak, mutluhuzurlu olmak, evlat sahibi olup anne-babalık duygusunu yaşamak ve daha birçok
sebeplerden dolayı insan evlenir. Hiç kimse sanırım sadece “şu yakışıklı, zengin, güzel,
makam sahibi vs. kişiyle evleneyim, sonra da ayrılayım” diye evlenmez. Bir ömür
beraberlik yatar düşüncelerde...
“Bir yastıkta kocamak” tabiriyle niyet ve dualar edilir yeni evlilere. Acaba günümüz
insanları erken mi kocuyorlar ki evliliğin ilk ay, ya da yıllarında ayrılıyorlar?
“Gelin ata binmiş, ya nasip” tabiri de raflara kaldırılmış. Gelin arabasının at olduğu
o günlerde, düğünün akabinde kocasının evine giderken bile “ya nasip” denilen bir
dönemden bu döneme ne günler geçmiş. Nedendir bilinmez; hayâ, iffet, namus demode
olmuş günümüzde. Sonucunda da böylesi insan ucûbeleriyle dolmuş ortalık. “Ben sensiz
yaşayamam, âşık oldum sana” deyip teslim edilmiş bütün güzellikler...
Aşk!...
Aşk üzerine çok düşünülmüş, çok yazılmış. “Aşk, sevginin delicesidir. Aşık olan
kimse, sevgilisinden başka sevecek bulamayan ve sevgilisinin hiç bir kusurunu
görmeyecek biçimde onu seven kimsedir.” Bu satırların sahibi Prof.Dr. Faruk Beşer
“Kadın ve evlilik” kitabının devamında platonik aşkı muzip birinin şöyle tarif
ettiğini yazmış. Aşk; çarpık bacaklı sevgiliyi insana selvi gibi gösterme hastalığıdır.”
Sevginin delicesi olan aşkı yanlış olanlar, büyük hatalara imza atarlar. Aşkta
duygular hâkimdir. Akıl ise tatile çıkmıştır. Aklı ve duyguları ile olaya bakanlar daima
akl-ı selim olanlardır.
“Gönül bu, ota da konar, ota da konar”
Gönülü akıldan ayırmamak gerek...
Sevdiklerimize dikkat etmemiz gerek...
[Text eingeben]
Seite 45
Aile
“Benim fazla bir ibadetim yok ama, ben Allah’ı ve Resulünü seviyorum. Buna göre
yerim neresi olur?” diye soran sahabisine, o meşhur hadisle cevabı gelmiştir; ”Kişi
sevdiği ile beraberdir”19
Şu bilinmeli; seven sevilenle beraber olacak... “Üzüm üzüme baka baka kararır”
ifadesinin, bizim de sevdiklerimize benzememiz olduğunun açıklaması olsa gerek...
Gönül bu, ne yaşa bakar, ne de zamana. Bir demet çiçek misali güzel söze muhtaç
olan kanadı kırık, kalbi yaralı insanlar, küçücük bir sözün arkasına takılıp gönüllerini
teslim etmişler hiç layık olmayanlara...
İnternette tanışıp eşinden beklediği güzel sözleri hiç tanımadığı, söyleyenin kadın
mı erkek mi olduğunu bilmediği kişilere kanıp arkasında yavrularını dahi bırakıp
gidebilirler. Ve gittiler de...
İnsanlığa ve insancıllığa hasret kalbi yaralı, başını yaslayacak birine ihtiyacı olan
hanımlar kandılar bir çift güzel söze. Sevdiler, sevmemeleri gerekenleri. Sevilmek,
istenmek, güzel söz duymak ruhlarını okşadı. Gönüllerini de verebildiler, sonlarını
unutup kesinlikle evlenmemesi gereken birilerine... Gönüllerine ferman dinletemediler...
Nefsimizle beraber çalışan şeytan boş durmuyor. Hayat da boşluk kabul etmiyor.
Nihayetin de kalb de boş kalmıyor...
Midesini her önüne gelenle dolduranlar, beynine her duyduğunu doğru mu, yalnış
mı demeden atanlar, her layık olmayanı sevenler, herkesle beraber olanların sonu
malum...
Elimizdekilerin kıymeti illa gittikten sonra mı anlaşılmalı?
İnsan imtihanın altında ezilip, hayatını bu kadar çekilmez mi kılmalı?
Önümüzdeki bu kadar yalnışları görüp de illa kendi de mi yapmalı?
Hiç kimse bize bizden daha fazla kötülük yapamaz. El vicdana konulmalı ve
yalnışlara “dur” denilmeli. Başımıza gelenler, elimizi vicdanımızdan kaldırdığımızdan mı
geldi?
Kendimize yapılmasını istemediğimizi, başkasına düşündüğümüzden mi geldi?
Rasulullah Efendimize kulaklarımızı tıkamaktan mı geldi?
Beklentilerin çok olmasından mı acaba?...
19
Buhari, Edeb; 96; Müslim, Birr; 165; Tirmizi, Zühd; 50; Daavat; 98
[Text eingeben]
Seite 46
Aile
Çok konuşulduğu, her şeyin edebiyatının yapıldığı lakin hayata geçirilmediği bir
dönemin kurbanlarıyız. Bu akıntıya bizler de katılmışız. “Kelin merhemi olsa, önce kendi
başına çalar” denilen bir dönemin şahitleriyiz. Dinden, imandan, evdeki huzurdan, çocuk
eğitiminden, gelin-kaynana ilişkisinden bahseden insanlar dinden imandan uzak,
namazsız, niyazsız, evinde huzursuz, evlatlarıyla anlaşamıyor, eşinden ayrı vs.
Bal yiyen evladını şikâyet eden babaya kırk gün sonra gelmesini söyleyip, kırkıncı
gün sonra gelen babanın evladına ”oğlum bal yeme” nasihatının karşısında şikayetci olan
babaya, İmam-ı Azam’a atfedilen o meşhur söze kulak verelim; “O zaman ben de bal
yiyordum. Nasihatım fayda vermezdi”
“Din nasihattır” diyen peygamberimize uyup nasihata etmek ve uymaktır bize
düşen. Tutulmuyorsa sözler bakılmalı hayatlarımıza.
Lakin evine hırsız giren ve komşularının “evini kilitleseydin hırsız girmezdi” diyen
ve devamlı Nasreddin hocayı suçlayan ifadelerine karşı “ne yani, hırsızın hiç mi suçu
yok?” Sözüne de kulak verilmeli...
Ne diyelim... Aşağıya tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık...
Ne aldatanlardan ne aldananlardan olmamak için Rabbe sığınılmalı, şu iki günlük
dünyadan en az zararla çıkılmalı...
Allah’ım! İmanımızı yoldaş et bize...
Allah’ım! Biz kendimizi bıraksak da Sen bizi bırakma...
Âmin.
[Text eingeben]
Seite 47
Aile
MUHABBETİN YOLU
Ey insanlar! Kadınların hakkına riâyet etmenizi ve bu hususta
Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim.
Veda Hutbesinden
Nefsimizin ve şeytani duyguların elele verip, hilelerini sergilediği ve bunu da
medyanın desteğiyle en üst seviyeye çıkardığı günümüz insanını kurtaracak tek çare var:
SAMİMİYET...
Ne olduğunu, nereden geldiğini ve nereye gittiğini sorgulamayan insanoğlu, bu
tuzakların içine düşecek ve neye uğradığıın farkına bile varamayacaktır. Alışkanlığın ve
sıradanlığın kurbanı olarak hayatını devam ettirecektir.
Hâlbuki sıradanlıktan çıkıp hayata emin adımlarla yürüyenler, hayatına bir hedef
koyup amacını belirleyip, bu amaç doğrultusunda istikamet üzere yürüyenler, başarılı ve
mutlu olmuşlardır. Bu başarı ve mutluluğunun anahtarını geriden gelen nesile miras
bırakmışlardır..
Kim bu mirasa sahip çıkıp, bu emaneti yüklenirse, bir sonraki nesil tarafından
hayırla yâd edilecek ve onun da bıraktığı izlerden yürüyen, ne istediğini bilen insanlar
çıkacaktır.
Özellikle de aile hayatında başarıyı elde edenler, en büyük mükâfâtâ mazhar
olmuşlardır. Sokrates’in dediği çok ilginç: “Karınız iyiyse mutlu olursunuz, eğer kötüyse
filozof olursunuz’’ İnsanı düşüncelere boğan, içinden çıkılmaz bir duruma sokan en
önemli olgulardan biri şüphesiz aile mutluluğuymuş ki, insanlar mutluluğun ardından
koşmuş.
Yaşlı bir bayanın, genç bir hanımın, dul bir kadının, başka bir ırktan ve dinden bir
kadının kocası, hülasa birden fazla bayanın kocalığını üstlenen Resulullah (s.a.v.)’ın ideal
örnekliği unutulmamalı.
Maddî ve manevî bütün zorluklarına yardımcı olan Mekke’nin zengin ve yaşlı
hanımı Hz. Hatice... Resulullah için emin ve güvenilir bir kucak iken, O’na içten ve samimi
muhabbet bağlarıyla bağlı olan Resulullah da, aynı zamanda Mariye’den olma İbrahim’le
beraber Hz.Hatica’den doğan bütün çocuklarının babalığını en güzel şekilde üstlenmiş,
mükemmel bir eşti.
[Text eingeben]
Seite 48
Aile
Genç hanımı Hz. Aişe’nin yaşlı kocası olan Hz. Muhammed (s.a.v.)’in oyun
alışkanlığına engel olmadığını, bilakis oynamasına yardımcı olduğunu, bazen
oyuncakları vesilesiyle kendisine latife yaptığını, bayramlar da Habeşlilerin sergilediği
oyunları seyrettiğini, bunun için yardım ettiğini, Hz. Aişe ile yarıştığını... Okuyoruz siyer
kitaplarında.
Şu bir gerçektir ki; insanlarda eğlenme, dinlenme ve mizah yönleri fıtrî bir
ihtiyaçtır. Meşru düzlemlerde giderilmeyen bu istekler, muhakkak gayrî meşru biçimde
patlak verecektir. Bu ihtiyaçların harama düşmeden giderilmesi önemli bir husustur. Bu
tür gayretler, aile içerisindeki muhabbeti artıracak ve yakınlığı sağlayacaktır.
Peygamber (s.a.v.)’in örnekliğine başvuranlar, azarlama ve şiddetin olmadığı,
hayatın her anında, sevinçte ve tasada ortak olduğu mutlu eşlerle karşılaşacaklardır.
Hanımlarının kıskançlıklarına, çekememezliklerine sabırla ve tatlılıkla mukabele
etmesi, onlarla toplu olarak ya da ayrı ayrı sohbet ederek zaman ayırması, hanımlarıyla
istişare etmesi, sadece kendilerine değil, hanımlarının ailelerine de alaka göstermesi,
onların ev işlerine yardımcı olması, şüphesiz hanımlarının da Hz. Muhammed (s.a.v.)’ın
mükemmel karakteri hakkında şahitlikler ve misli ile mukabele etmelerini beraberinde
getirmiştir. Bu ilgi ve alaka da sevgili annelerimizi, şeytânî tuzaklara karşı en iyi
koruyucu, kuvvetli bir kale, iffet ve namus örneği etmiştir.
Unutulmamalı ki, Resulullah’ı örnek alanlar, O’nun gibi yaşamayı arzu edenler,
böylesi bir mutluluğu hak edenlerdir.
Davranışlarında nezaket ve iyiliği esas alanlar, hayırlı olma yarışına girenler
Resulullah’a en yakın olanlardır.
Yüzbin insanın eşlik ettiği Veda Hutbesi’nde:
“Ey insanlar! Kadınların hakkına riâyet etmenizi ve bu hususta Allah’tan
korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah’ın emaneti olarak aldınız ve onların
namus ve ismetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz!
Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin
kadınlar üzerinde hakkınız; onların aile mahremiyetini, sizin hoşlanmadığınız hiç bir
kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer onlar, sizin razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile
yuvanıza alırsa, onları hafif surette darb ve tahkir edebilirsiniz. Kadınların da sizin
üzerinizdeki hakları, onları giydirmeniz ve helal yoldan yedirmenizdir.’’ (Veda hutbesi,
Buhari, Müslim)
[Text eingeben]
Seite 49
Aile
Allah adına söz verilerek helal kılınan ve Allah’tan korkması tavsiye edilen
erkeklere Rabbimiz, eşlerini birer emanet olarak vermiştir. Emanet olduğunun farkında
olmayıp (malımış gibi) görülen hanımlarda güven duygusunu zedeler. Güven
duygusunun zedelenmesi zamanla sevginin ve saygının yıpranmasına sebep olur.
Nezaket ve iyiliğin esas alınmaması, kin güdülmesi, keyfi olarak sert davranışta
bulunulması, karşı tarafta tepkisini itaatsizlik olarak gösterir.
Hassas olan, ince bir mizaca sahip olan kadın çabuk kırılır. Eşinin saldırgan hatta
yerli yersiz öfkeli olması, çiftlerin arasında menfî duygular oluşmasına sebep olur ki, bu
da evliliğin saadetini yok eder.
Evliliklerde anlayış ve müsâmahanın olması, muhabbetin hâkim olması huzuru
oluşturur. Dövmek en son çaredir, yüze vurmamak şartıyla! Dayaktan önce ihtar,
yataktan uzaklaştırma vardır. Bu da, serkeşliğe bağlanır ayet-i kerime’de.
“... Kötü niyetlerinden korktuğunuz kadınlara gelince, onlara (önce) nasihat edin;
sonra yatakta yalnız bırakın, (bunlar fayda vermez de mecbur kalırsanız) onları (hafifce)
dövün. Ve bundan sonra itaat ederlerse, onları incitmekten kaçının. Şüphesiz Allah çok
yücedir, çok büyüktür.’’ (Nisa, 4/34)
Muhammed Esed: “Bu kötü niyetin, evlilik sorumluluğunu kasıtlı ve sürekli olarak
ihmal etmesi’’ olduğunu söyler.
Veda haccında Resulullah (s.a.v.) kadının sadece “gayr-ı ahlâkî davranışta
bulunması’’ halinde dövülebileceğini ve bunun da “acı vermeyecek şekilde’’ yapılması
gerektiğini bildirmiştir. İslam âlimleri bunun ‘sembolik’ bir ifade olduğunu, bir misvak
veya benzeri bir şey ile (Taberi) ya da “katlanmış bir mendil ile”(Râzi) olacağını
belirtmişlerdir.
Resulullah (s.a.v.) erkeğin kadını dövmesini şiddetle kınarken, İmam-ı Şafii de,
buna istisnâî olarak izin verildiğini bundan sakınılması gerektiği görüşündedir.
“Allah’ın, bazınızı bazınıza üstün kılması ve onların kendi mallarından harcaması
nedeniyle erkekler, kadınlar üzerine sorumlu gözeticidir... ’’ (Nisa, 4/34 )
Maddi bakım ve koruma kavramları ile ahlaki sorumluluk kavramları bütünün
birer parçalarıdır ve erkeğin sorumluluğu olarak verilmiştir. Şu bir gerçek ki, üstünlük,
sorumluluğu doğurur. Sorumluluğun farkında olanlar, başarılı olma yolunda adım atmış
demektir.
[Text eingeben]
Seite 50
Aile
“Sad ibn-i Vakkas’dan ;“Allah rızasını düşünerek yaptığın harcamalra hatta yemek
yerken eşinin ağzına verdiğin lokmalara varıncaya kadar hepsinin mükâfatını
alacaksın.”20 Buyurarak Resulullah (s.a.v.) erkeğin hanımına hayırseverlikte ve
cömertlikte üst seviyede olmasını tavsiye etmiştir.
Erkeğe dert ortağı olan, ahlaksızlığa ve iffetsizliğe karşı dış etkenlerden koruyan ve
sıkıntılarda teselli eden bir saliha bir hanım mükâfattır yaradandan. Allah ona yar ve
yardımcı göndermiştir kadını. Ve bu hanım da bilir ki;
“Dürüst ve erdemli
kadınlar, gerçekten Allah’ın korumasını buyurduğu
mahremiyeti koruyan, sadık ve itaatkâr kadınlardır.’’ (Nisa, 4/34)
Bilir ki hanım, eşinin bütün meşru isteklerine itaat eder.
Kadınların en hayırlısı kimdir? Diye soran sahabesine Peygamber:
’’Baktığı zaman kocasına huzur veren, emrettiği zaman itaat eden, nefsi ve zengillik
konusunda kocasına karşı gelmeyen ve onun hoşnut olmamasından çekinen kadındır’’21
buyurmuştur.
Evinin muhafızı hükmünde olan hanımlar, evini, malını ve çocuklarını muhafaza
eder, namusunu haramlardan korur. Bilir ki hanım:
“Kocasını memnun ederek ölen kadın cennetliktir.”22
Müthiş bir tavsiye, günümüz hanımlarının da bilmesi ve uygulaması gereken bir
tavsiye...
Evlilik, ruhi, ferdi, iktisadi ve cinsi ihtiyaçlarımızın karşılanması için kurulmuş bir
müessedir. Nasıl ki, yediğinden yedirmek, giydiğinden giydirmek gibi sorumluluklar
beylere yüklenmişse, cinsi ihtiyaçların giderilme sorumluluğu da hanımlara verilmiştir.
“Hayatım yed-i kudreti elinde olana and olsun ki; karısını yatağa çağırdığı halde,
kocasından yüz çeviren hiç bir kadın yoktur ki, koca ondan razı olmadıkca Allah’da
ondan razı olsun.”23 Buyurmuştur, âlemlere rahmet Resulullah (s.a.v.)
Namazlarının başlarında yukarıya yükselmeyenlerden birinin de kocası ondan
memnun değilken geceyi geçiren kadın olduğunu ifade etmiştir Resulullah.
20
Buhari, İman; 41, Müslim, Vasiyet; 5, Tirmizi, Vesaya; 1, Nesai, Vesaya; 3, İbn-İ Mace, Vesaya; 5
Ebu Davud, Zekat; 32
22
Tirmizi, Rada; 10, İbn-İ Mace, Nikah;4
23
Müslim, Nikah; 121
21
[Text eingeben]
Seite 51
Aile
“Erkek hanımını yatağına çağırdığı zaman, hanımı imtina ederse, sabahlayıncaya
veya kocasının yatağına dönünceye kadar, melekler ona lanet eder.”24
İşte bu denli önemli olan cinsel hayat; hanımın sorumluluğuna yüklenmiştir. Şu da
unutulmamalı;
“Zaruret olmaksızın kocasından boşanmak isteyen kadına, cennet kokusu haram
olur” 25 der Peygamber (a.s.)...
Ne mutlu evliliği ganimet bilip, bu evlilikten cenneti kazananlara.
24
25
Tirmizi, Salat; 266
Ebu Davud, Talak; 3, İbn-İ Mace, Talak; 1
[Text eingeben]
Seite 52
Aile
HAYATIMIZDAKİ ÖNCELİKLER
Mutluluk ya da mutsuzluk, çoğunlukla bir seçimdir
Anonim
Bir gün öğretmen öğrencilerine hayatımızdaki önceliklerin neler olması
gerekliliğini güzel bir şekilde anlatır.
Ortada kocaman bir kavanoz vardır. İçine büyükce taş parçalarını yerleştirir ve
sorar;
“Evlatlarım! Kavanoz doldu mu?” Öğrenciler hep bir ağızdan;
“Evet, hocam doldu” derler. Öğretmen üzerine bir avuç çakıl taşını yerleştirir. Ve
sorar;
“Peki, gençler şimdi doldu mu? ”
“Evet hocam. İşte şimdi doldu.”
Öğretmen tebessüm ederek kum ile geri kalan yerleri doldurur.
Öğrenciler;
“Şimdi doldu.” derler. Öğretmenin son hamlesi bir bardak suyu alıp kavanoza
boşaltmasıdır. Öğrencinin birinin tesbiti çok güzeldir.
“Evet hocam! Bize şu dersi verdiniz. Günlük iş programımız ne kadar dolu olursa
olsun, her zaman yeni işler için yeni zaman bulabiliriz.”
Öğretmeni cevabı ise şudur;
“Bununla beraber benim vermek istediğim mesaj şudur. K
Kavanoza koyacağımız şeylerin öncelik sırasını doğru tesbit edersek yani önce
büyük taşları, sonra çakılları, sonra kumları en sonunda da suyu koyarsak
kavanozumuzu rahat doldurmuş oluruz, İşimizi doğru yaparsak, yapmak istediğimiz her
şeyi yapacak yer ve zamanı buluruz. Ama kavanoza önce kumu koyarsak üstüne sadece
biraz su ilave edebiliriz. Kaya ve çakıl taşları da dışarıda kalır.”
Biz kayalarımızın ne olduğunu biliyor muyuz?
Hayat ta tıpkı bu cam kavanoz gibi değil mi?
Yaptığımız veya yapmadıklarımız, verdiğimiz veya vermediğimiz, sevdiklerimiz
veya sevmediklerimiz... Hepsi gözümüzün önünde değil mi?
[Text eingeben]
Seite 53
Aile
Geçmişten, yaşananlardan ibret almayanlar, geleceğini güzelliklerle doldurabilir
mi?
Dünya güzel bakmasını bilenler için, içinde binbir gizemin saklandığı bir bahçe...
Bilinmeli ki güzel bakanlar güzel görür, güzel görenler güzel düşünür, güzel düşünenler
hayatından tad alır.
Bizim bakışlarımızın sakatlığından mıdır nedir, mutluluğun arkasından koşulur
olmuş günümüzde...
Resulullah (s.a.v.) kendisine dünya da namazın, güzel kokunun ve kadının
sevdirildiğini söylerken, bu üç olgudan da zevk alınması gerekliliğini belirtmek
istemiştir herhalde...
Resulullah (s.a.v.) namazı öncelerken hayattaki birinci kayamızın, mutluluk ve
huzurun basamağı olması gerektiğini göstermiştir. Bilinmelidir ki devamlılığını
sağlayanarak kılınan namaz, devamlı olanları hayâsızlıktan ve kötülüklerden
uzaklaştıracaktır. Böyle kılınmayan namazı, İslam büyükleri sırtta taşınan bir vebal, yük
olarak nitelemiştir.
“Sana vahyedilen bu ilâhî kelâmı (başka insanlara) ilet ve namazında dikkatli ve
devamlı ol; çünkü namaz (insanı) çirkin fiilerden ve akla sağduyuya aykırı olan her türlü
şeyden alıkoyar. Allah’ı anmak gerçekten en büyük erdem ve iyiliktir. Allah, bütün
yaptıklarınızı bilir.” (Ankebût, 29/45)
İkincisi, güzel koku; dünyanın helâl dairesi içinde bütün güzelliklerini kapsar.
Allah’ın arzı geniş olduğu gibi, nimetleri de genişdir. Et mi canın çekti; domuz eti ve Allah
adına kesilmeyenler hariç ne istersen ye. Tatlı sular mı canın çekti; sarhoşluk verip seni
senden eden içkiler hariç iç.
“Yiyin, için, israf etmeyin.’’ (Araf, 7/31)
İsrafa dalmaksızın dünya nimetlerini ayağımızın altına sermiş yüce Yaradan.
Üçüncü taşımız ise belki en çok ihmal ettiğimiz ya da “çantada keklik ”
düşüncesiyle pek önemsemediğimiz “kadın” yani “eş”
Saliha bir eş sahibi olmak, göz aydınlığı demek bu dünyanın cennete dönüşmesi
demek, doğacak evlatların salih olmaları demek, göz aydınlığı demek...
Çocuk eğitiminin anne karnına düşmeden önce başladığı bilinen bir gerçekse, eşler
iyi seçilmeli...
[Text eingeben]
Seite 54
Aile
Eşine iyi seçenler, çocuklarını iyi ve helâl yetiştirmek isteyenlerdir.
Mutlu olmak isteyen eşini, sağlıklı olmak isteyen aşını, iyi para kazanmak isteyen
işini iyi düşünmeli...
Evliliklerini sadece fiziki güzelliklerine bakıp, ahlakını, karekterini, inanç birliğini
aramayanlar, başlarını çok vuracaktır duvarlara...
“Ve müşrik erkeklere de iman etmedikce, müslüman kadınları nikah ettirmeyiniz.
Elbette mü’min bir köle, bir müşrikten hayırlıdır. Velev ki, o müşrik hoşunuza gitse bile.”
(Bakara, 2/221)
Rahmet peygamberi eşlerde aranabilecek özellikleri dört başlıkta toplar: Güzellik,
asalet, zenginlik, dindarlık yani ahlak. Ve tavsiyesi dindar ve güzel ahlaklısıdır ki
mutluluğu elde edelim. Ve bizi samimiyete davet eder.
“Kim ki gözünü yabancıdan çekmek, namahremden korunmak ve akrabalık hakkını
gözetmek üzere evlenirse, Allah’u Teâlâ (bu evlenmede) o erkeği bu kadınla ve o kadını
da bu erkekle mesud eder.”26 buyurur rahmet peygamberi.
Bu iki hadisde de ne istendiğini bilerek, hayat yolculuğunu beraber yapacağımız
yol arkadaşını seçme gerekliliğini öğretmiştir. Nitekim hayatta ne istediğini bilenler
kazanmamış mıdır?
Dindar ve ahlaklı olanını seçin derken; çirkin olsun, asil bir aileden gelmesin, çok
fakir olsun demek istememiştir şüphesiz Resulullah (s.a.v.) ...
Şu unutulmamalıdır ki, akrabalık bağının korunması demek, evlenenin sadece
eşiyle değil, ailesiyle de beraber olması demektir. Evlendikten sonra eşinin annesi anne,
babası baba, kardeşleri de kardeşleridir artık. Biz bir aile olmuşuzdur. Senin annen
benim annem, senin akrabaların benim akrabalarım denildiği gün, aile mutluluğu suya
düşmüştür. Evliliklerde sen ben olmamalı ki, gerçek cennetî bir mutluluk temin
edilebilsin...
Evliliğin dininin tamamlanması demek olduğu unutulmamalı...
“Birbirimize her yönden muhtacız” düşüncesiyle kurulmalı ki evlilikler, her anda;
hastaklıkta, sağlıkta, güzel ve kötü günde gençlikte ve yaşlılıkta beraber olunabilsin...
26
Şemsüddin Muhammed B. Ahmet Ez-Zehebi, Mizanul-İ’tidal Fi Nakd, Er-Rical C.2, S.617 H No: 5054
[Text eingeben]
Seite 55
Aile
İyi bir eş, eşine yaşama gücü, mücadele azmi kazandırır, başarısını arttırır. Hayatı
anlamlı ve yaşanılır kılar. Bu da aralarındaki sevgi, saygı ve güven çemberinin
oluşturduğu fedakârlığı getirir.
Uyumlu, sabırlı ve anlayışlı evlilikler huzurlu evliliklerdir. Çocuğun eğitilmesi için
ekstra bir gayrete ihtiyaç yoktur. Zaten çocuk herşeyi görerek öğreniyordur.
Şu da unutulmamalıdır ki, hep eleştirililiyorsa eş, saygısızlık yapılıp evdeki yeri
korunmuyorsa, zamanla saygı da, güven de, sevgi de tükenecektir. Ve sonunda Allah’ın
hiç sevmediği ama hayatın çekilmez olduğu zaman gündeme gelen boşanma olacaktır.
Bu acı sonun, en ağır yükünü de yavrular çekecektir.
Ne olur, ne kendimize, ne eşlerimize, ne de çocuklarımıza zulmedelim. Hayatı
yaşanılır kılmak elimizde. Bunu hiç kimsenin eline vermeyelim.
Yaşanılır bir hayat, ya bizim, ya eşimizin ya da ikimizin birden elinde olsa daha iyi
olmaz mı?
[Text eingeben]
Seite 56
Aile
AYNALARA KÜS MÜSÜN?
Ey Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve nesillerimizden gözler(imizin)
nuru (olacak iyi insanlar) lütfet ve bizi (fenalıktan) sakınanlara
rehber yap27
Ne istediğini bilerek yola çıkmak gerek. Ne istediğini bilenler, isteklerine ulaşırlar.
Mutlu olmak için, huzuru yakalamak için gönderildiğimiz yeryüzünde, en büyük
hakkımız mutlu ve huzurlu olmak...
Mutlu ve huzurlu, ama illâ da kul olmak...
Mutsuzluk bizim kaderimiz değildir.
Herşeyin, dahî mutluluğun yagane sahibi, bu dünya mutluluğunun saliha bir eşle ve
çocuklarla olduğunu bildirir. Bunda da önceliğin sorumluluğunun farkında olmaktan
geçtiğini ekler. Öyle ki, takva sahibi diye belirtilen, sorumluluğunu bilen mutlu insanlara
önder olmayı da dualarımıza eklememizi ister.
Ve der ki; “Mü’ minlere de ki: Eğer duanız olmasaydı Rabbım, size niçin değer
verecekti ki.” (Furkan, 25/77)
Allah ile diyaloğumuz olan duayı yapmayanlar, rahmet kapısını kapatmışlardır ve
yalnış adresten istemişlerdir. Hâlbuki dua ibadetlerin bel kemiği ve özüdür. Dua etmek
Rabbe karşı esas duruşa geçmektir. Bu esas duruşunu kaybedenler, varlık sebebini
unutanlardır. Bu sebepdendir ki dua bir eylemdir.
Dua; ne istediğini bilmektir. Ne istediğini bilmek, istediği için emek vermek
demektir. İlgi olmazsa, emek olmazssa, bilgi olmazsa gayret olmaz. Gayret olmazsa
fedakârlık olmaz, güven olmaz, saygı olmaz ve dahî sevgi de olmaz.
Önce sev, sonrası kolay... Sevgi en büyük iksir, en büyük ilaç. Seven sevdiğini ispat
etmeli. İspatı olmayan sevgi, boş bir sevgidir. Seven sevdiğini incitmemeli, kırmamalı,
güzel söz söylemeli, sevdiğine emek vermeli, zaman ayırmalı...
27
Furkan, 25/74
[Text eingeben]
Seite 57
Aile
Seven sevdiğini tanımalı ki ne istediğini bilmeli... Bilmeli ki, istediğini vermeli.
Vermeli; çünkü veren el, alan elden üstündür. Seven üstünlükte yarışmalı...
Öyle ya dualarında örnek ve öncülerden olmak var... Bu hemen oluvermiyor.
Zaman işi, bilgi işi, fedakârlık işi...
Ve seven bilir üstünlüğün “ farkında olmak” olduğunu, güzel iş yapmakta
olduğunu...
“Erkek olsun kadın olsun, kim inanmış olarak güzel iş yaparsa, ona çok güzel bir
hayat yaşatacağız. Ve böylelerinin ecirlerini muhakkak surette yapmış olduklarının daha
güzeliyle vereceğiz.” (Nahl, 16/97)
Seven; güzel iş peşindedir. Sorumluluklarını yapmanın peşindedir. Ve ilk sorumlu
olduğu Rabbidir ve en çok beraber oldukları kişilerdir. Başta da ailesi...
Allah’a ve âhiret gününe inanan, ölümden sonrası için hazırlık yapmaya çalışır. Hak
sahibine haklarını vermeye çalışır ve bilir ki, Rabbının vaadi vardır. Rabbı ona daha bu
dünyada hoş bir hayat yaşatacaktır. Ahiret, ebediyet, sonsuzlukdaki mutluluk ise
Cennettir...
Göz nuru eşler isteyenler; göz nuru eş ve göz aydınlığı çocuk sahibi olmaya
adaydır. Her şeyin kendinde başlayıp, kendinde biteceğini bilir. Göz nuru olacak eşine ve
çocuklarına layık olmaya çalışır.
Seven bir kalbe sahip olmak, vicdanı olmak demektir. Acıyan, merhamet eden,
düşünen demektir. Zaten Rabbım akledenlere hitap eder;
“Sözün tamamını dinleyip en güzeline uyanlar var ya, işte onlar Allah’ın kendilerine
doğru yolu dösterdiği kimselerdir. İşte onlar akletme melekerini kâmil manada
kullananlardır.” (Zümer, 39/18)
Sevenler; önce dinlemesini bilirler. Sözün tamamını dinlerler. Ön yargısız, güzeli
bulmak için, mutluluğu elde etmek için, nerede hata yaptığını tesbit için dinler.
Seven, yağacak sıkı bir yağmurun, hafif bir esinti ile geleceğini bilerek yağmura
karşı nasıl tedbir alıyorsa, mutsuzluklar ve huzursuzluklar varsa onlar için de, âlametleri
belirir belirmez tedbir alır. Bilir ki birşeyler yolunda gitmiyor.
Seven bilir ki kâinatın yağmura, rahmete ihtiyacı var, yağan yağmura “neden
yağdın?” demez. O bir rahmettir. Tedbirini almazsa, evinin çatısını koymazsa rahmet
felakete döner. Seven bilir ki çatı şart. Seven bilir ki; çatıya da sağlam bir temel ve
duvarlar şart.
[Text eingeben]
Seite 58
Aile
Sağlam bir temel kurulmayan evler misali evlilikleride, daha evliliğin ilk aylarında
yıkılmakta, daha birbirlerini tanıyıp sevemeden ayrılmakta...
Direğini namazla kaldırmayan evliliklerin çatıları başlarına çökmekte...
“De ki; (Allah şöyle buyuruyor) Ey inanan kullarım! Rabbınıza karşı
sorumluluğunuzun bilincinde olun. Bu dünyada iyi şeyler için gayret edenleri iyi son
beklemektedir. (unutmayın ki) Allah’ın arzı geniştir. (ve) Yalnızca sıkıntılara göğüs
gerenlere mükâfatları hesapsız verecektir.”(Zümer, 39/10)
Sorumululuğun farkında olup, iyiliklerin, güzelliklerin arkasında sabır ve namazla
koşanlara hesapsız mükâfat...
Hep karşısındakinin yapmasını beklediğimiz, vermeden almak istediğimizden
midir görünmez oldu güzel sonlar.
Verenin üstün olduğu söylenirken, hep almaya talip olundu. Ekmeden
biçilemeyeceği, çalışmadan parasının alınamayacağı gün kadar açıkken, bedavacılıkta
kaldı günümüzün rahat insanı...
Yan gelip yatacak ama bol kazançlı olacak... Kendisi edepsiz olacak, saygıyı
karşıdan bulacak...
Bir gün Resulullah (s.a.v. )’a inanmayan biri gelir ve ona ne kadar kötü olduğunu
söyler. “Haklısın” der.
Arkasından inanan biri tam aksine tüm güzellikleri, iyilikleri sıralar.
“Haklısın” der. Arkadaşları şaşkın.
“Ya Resulullah; hangisi haklı? Ve ünlü cevap gelir ardından.
“İnsanlar birbirlerinin aynalarıdır. İnanmayan bende kendini gördü, inanan da
kendini gördü.”
Zaman aynaya bakma zamanı..
Ne mutlu aynada güzellik adına ne varsa görebilenlere...
[Text eingeben]
Seite 59
Aile
KİTAP YÜKLÜ MERKEPLER
Mutluluğu tatmanın tek yolu, onu paylaşmaktır
Byron
Bir Simurg Anka da ben olayım...
Mevlânâ Mesnevîsinde ibretlerle dolu bir hikâye anlatır.
Kuşların hükümdarı olan Simurg Anka, Bilgi Ağacı'nın dallarında yaşayan bilge bir
kuşmuş...
Kuşlar, Simurg’a inanır ve onun kendilerine kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar
dünyasında her şey ters gittikçe, onlar da Simurg’u bekler dururlarmış. Ne var ki, Simurg
ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler
Derken bir gün, uzak bir ülkede bir kuş sürüsü, Simurg’un kanadından bir tüy
bulmuş. Simurg’un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar, toplanmışlar ve hep
birlikte Simurg’un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler.
Ancak Simurg’un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı’nın
tepesindeymiş. Oraya varmak için, yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş. Kuşlar, hep
birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. Yorulanlar ve düşenler olmuş.
Önce Bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp:
Papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş. (Halbuki tüyleri yüzünden kafese
kapatılırmış)
Kartal, yükseklerdeki krallığını bırakamamış; baykuş yıkıntılarını özlemiş, balıkçıl
kuşu bataklığını. Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış.
Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen Altıncı Vadi “şaşkınlık” ve sonuncusu
Yedinci Vadi “yok oluş” ta bütün kuşlar umutlarını yitirmiş…
Kaf Dağı’na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış.
Simurg’un yuvasını bulunca öğrenmişler ki; “SİMURG ANKA-Otuz Kuş” demekmiş.
Onların hepsi birer Simurg’muş.
[Text eingeben]
Seite 60
Aile
Kuşlar misali bir beklenti içinde olanlar, ne istediklerini bile bilmeden birilerinin
gelip bütün dertlerine, bütün çıkmazlarına çare bulacağına ve bu dünya zindanından onu
kurtaracağına inananlar!…
“Kuşlar! Sizin kadar hür olmaktır hayalim” diyen, hür olmak için yaratılan insanlık;
kuşlar kadar hür olamamakta ve altın kafeslere, kendi isteklerinin kurbanı olarak
hapsedilmekteler…
Altın kafesteki gölge olmayı, hür olmaya tercih etmekteler…
‘‘Gönlüm uçmak dilerken semâvî ülkelere
Ayağım takılıyor, yerdeki gölgelere” diyor merhûm üstâd Necip Fazıl Kısakürek
Beklentilerin çok olduğu, ulaşılamayınca da düşüşlerin çok çabuk olduğu bir
insanlıktan nasıl hürlük bekleyebiliriz ki? Nasıl uçabilir ki?
Yaşantılarındaki olumsuzlukları, inancına uymasa da yaptıklarını savunurken,
insanlıklarını da yitirdiğini göremez oldu gözler…
Bir yandan bildiklerini söylerken, diğer yandan bilgilerini yaşamamakla adım adım
Kur’an’i tabir ile “kitab yüklü eşeklere” döndüklerine inanmamaktalar…
“Tevratla yükümlü tutulup da O’nunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap
taşıyan eşeğin durumu gibidir.” (Cuma, 62/5)
Allah’ın kitabı olan Tevratı, nasıl tahrip edip, kendi istekleri doğrultusunda tahrif
ederek ve o doğrultuda yaşayanlar için böylesi dehşet bir benzetme yapıldıysa, Kur’an’ı
da manasını anlayarak, düşünerek ve hükmünü yerine getirerek okumayanların da bu
ayetin muhatabı olduklarını unuttular…
Dehşetengüz sonu, şimdiden görmeyenlerin akibeti oldukca vahim…
Peygamber, “Ey Rabbım! Kavmim şu Kur’an’ı terkedilmiş bir şey haline getirdi
dedi.” (Furkan, 25/30)
Kitap yüklü eşeklerden olmamak, hâlâ elimizde…
Edebiyatını bol bol yaptığımız hak din İslam’a yaraşır bir hayatı ne zaman
yaşarsak, Allah’ın bize emrettiği doğruları ne zaman hayatımıza geçirirsek işte bu kötü
akibetten beri olacağız inşallah…
Bunu da yaşantımızın her ânında ve her noktasında yaparak…
Namazımızı nasıl Resulullah’a göre kılıyor, orucumuzu O’na göre tutuyorsak, her
halimizi de O’na göre yaparak...
[Text eingeben]
Seite 61
Aile
Hayatımızın her karar verme noktasında, her an gözetim altında olduğumuz, her
an son gerçek olan ölümle karşı karşıya olacağımızın bilincinde olsak, ne kalp kırabilir
ne de yapacağımız güzel amlleri ertelemeye gideririz.
Hayatın, elimize verilmiş bir sermaye olduğunu ve bunun bir defa verileceğinin
farkında olsak, geçirdiğimiz her anı daha dikkatli geçirecek ve ânı güzl yaşamanın tadını
bulanlardan olacağız.
Bir
kurtarıcı
beklemekten
vazgeçmeyerek,
kendi
içimizden
dirilişi
yakalayamayarak, altın kafeslerimizden çıkmayarak mutlu olamayız. Gölgemizle uğraşıp,
kendimize bakmadığımız, hak bildiğimiz Kur’an’a uymadığımız sürece hapsolmaktan
kurtulamayacağız. Bizi çevreleyen örf ve adetlerimizden ve ‘‘el gün ne der” sözünden
kurtulmadan oyalanıp duracağız…
“Çoklukla övünmek sizi kabirlere varıncaya kadar oyaladı.” (Tekasür, 102/ 1-2)
Zamanın aleyhimizde şâhid olduğunu unutanlar, elindeki nimetlerin gerçek sahibi
olduğunu düşünenler, ölümü kendinden çok uzakta sananlar, yanılılıp hüsrana
uğrayanlardır.
Unutulmamalı ki, verilen her nimet, her üstünlük sorumululuk getirir. Her
sorumluluk, da fedâkâr insanların kaldıracağı yüktür.
Evet ! Zaman kendine bakma zamanı…Aynalara küsmeyelim. Aynadaki biziz.
Aynaya bakıp, kendine çeki düzen verenler, hayatının anlamını da bulurlar.
İnsanların ne derdi var ki hayatı zehir ediyorlar kendilerine?
Bir yandan dünya ve ahiret mutluluğuna talip iken; değişime açık olmamak, yine
“eski tas, eski hamam“ yaşayarak , bir gayret içine girmeden, pes demeden, doğrularda
direnerek, yalnız kalınacağını bilse de devam ederek gerçeklere ulaşılabilir.
Emeksiz kazanılan hiç bir şeyin değeri yoktur. Derdi olmayanlar, bu sıkıntılara asla
katlanamazlar. Dert etmek gerek. Bu derdi dert edinenler, nasıl yaşamış bilmek gerek.
Fatiha suresinde Rabb’ûl Âlemîni takdis edip övdükten, kulluğumuzu Allah’a tahsis
ettikten ve yardımı sadece Allah’tan diledikten sonra Rabbımdan gelen “dile kulum
benden ne dilersen“ misali mukabelesine karşı beklentimiz de yine bizim elimize
verilmemiş.
Bize kalsa kiloluysak zayıf olmayı, fakirsek zengin olmayı, hastaysak sağlıklı olmayı
vs. isterdik. Öğreten Rabbımız, doğru yolu istememizin en büyük hayır, bitmez tükenmez
hazine olacağını da belirtirken, bunun yolunu da göstermiştir bize.
[Text eingeben]
Seite 62
Aile
Gazaba uğrayanlardan ve sapıtanlardan değil, nimet verdiklerinin yoluna gitmenin
gerçek erdemlilik olduğunu belirtmiştir.
Ve bu güzelliklere ulaşanların bütün hayatları gözümüzün önünde…
Okumasını bilenler ve ibret alanlar için bütün olaylar karşısında alacağımız
tavırlar, yapacaklarımız ya da yapmayacaklarımızın her biri yazılı o yüce Kur’an da…
Yeter ki okuyanlardan olalım. Okuyalım ki, anlayıp idrak edebilelim. Hayatımıza
anlam katalım.
Bilmemiz gerekir ki, sonun da kitap yüklü eşeklerden olmak da var…
KADININ İSLAM DAVASINDAKİ ROLÜ
Mutluluk, cesaret verir
Goethe
[Text eingeben]
Seite 63
Aile
Cihad; Allah’u Teâlâ’nın dini için; can, mal, dil ve diğer vasıtalarla, elden gelen güç
ve gayreti sarfetme...
Cenab-ı Allah “Müşriklerle malınızla, canınızla ve dilinizle cihad ediniz.”
(Nisa,4/95) buyurmaktadır. İslamda Allah’ın dinini yüceltmek için cihad farzdır.
Cenab-ı Hak gerçek mü’mini şöyle tarif ediyor;
“Gerçek mü’minler, ancak Allah’a ve Resulüne iman eden, ondan sonra asla
şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlardır. İşte doğrular
ancak onlardır” (Hucurat, 49/15)
Ve günüllere korku saçan ilahi emir: “Yoksa Allah cihad edenleri belli etmeden,
sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?” (Al-i imran, 3/142)
İşte cihad!!!
Kadın ve erkek için farz kılınmış ibadet!!!
Emanet…
Dağlarin ve göklerin yüklenmekten korktukları emanet…
Bu ağır yükü yüklenen insan!!!
Daha 1586 da, batının gözbebeği Fransa’da konferanslar düzenleniyor…
Konu: Kadın insan mıdır, değil midir?
Karar: Sırf erkeğe hizmet için yaratılmış bir mahluk.
Peki şu ingilizlerin yaptıklarına ne demeli? 1882’ye kadar, İngiliz anayasasına göre
kadınlar vatandaş sayılmazdı. Hatta Kral 8.Henri İncil okumayı bile yasaklamıştı
kadınlara.
Daha düne kadar kadına “şeytan„ gözüyle bakan batı, şu an raklam aracı olarak
kullanmakta kadını… Gerçek değerini islamda bulan kadın, şükür nişanesi olarak kendini
Allah’a adamalıydı… Adamalıydı ki O’nun rızasına kavuşa…Cennetine gire…
Bunu çok iyi anlayan, cehaletin
pençesinden kurtulan, bir eşya kadar değeri
olmadığı cehaletten sıyrılıp, İslamla müşerref olan Yâsir ailesinin şerefli, cefakar annesi
SÜMEYYE…
İlk şehid ünvanını alan ve Allah’u Teâlâ’nın “SAKIN ONLARA ÖLÜ DEMEYİN”
(Bakara, 2/154) buyurduğu, ebedi makamına emanete ihanet etmeden uçarak giden O
mübarek annemiz…
Müşriklere kanının son damlasına kadar direnen yüce şehid!
[Text eingeben]
Seite 64
Aile
“Allah’u Teâlâ, mü’minlerin mallarını ve canlarını cennet karşılığında satın
almıştır.” (Tevbe, 9 /111)
Şehid Seyyid Kutub’un ifadesiyle bu
“dehşet saçan ayet”i idrak eden Nesibe
anamız, Uhud savaşında arkada yaralılara bakıp su dağıtırken, İnsanların neredeyse
aklını yitirdiği o anda Nesibe, Resulullah‘ın önünde kılıçların hışmına karşı siper etmitşi
kendini…
“Nefsim yed-i kudretinde kudret elinde tutan Allah’a and olsun ki, siz ya iyiliği
emredip kötülüğü yapmaktan vaz geçirmeye çalışırsınız, ya da Allah kendi katından sizin
üzerinize bir azap gönderir. O zaman dua edersiniz, fakat duanız kabul olmaz. „28
Hz, Peygamber Efendimizin şu hadisine kulak verelim ve çok düşünelim
akibetimizin nasıl olacağını...
“Herhangi bir müslüman gazâ etmeden (savaşmadan) ve onu gönlünden
geçirmeden ölürse NİFAK ın bir şubesi üzerine ölür…”29 Bizi dört duvar arasına
hapsetmeye çalışan, hayâsını dinin önüne çıkarmaya çalışan zihniyet kimin zihniyeti? Ve
niçin bu kadar iyi çalışıyor? Hak Teâlâ, rızasının arkasından cennetle müjdeliyor.
Peki bu zihniyete çalışanların mükafatı ne ? Ki bu kadar iyi çalışıyorlar…
Fatihleri doğuran analarla övünürüz. Ama biz Fatih’ler, Sümeyye’ler olmayı
istemeyiz…Fatih’leri doğurmak için gayret etmeyiz…
Uyanın hanımlar !!!
Bu uyuduğumuz kaçıncı güzellik uykusu? Bu kandırmacalar daha bitmeyecek mi ?
« Eğer Allah yolunda öldürür ya da öldürülürseniz, şunu bilin ki Allah’ın mağfiret
ve rahmeti onların elde edecekleri bütün şeylerden daha hayırlıdır.» (Al-i imran, 3/157)
Allah yolunda öldürmek ve öldürülmek için, âlemler Sultanı’nın (s.a.v.) ifadesiyle
büyük cihadda başarılı olmalıyız.
Mücadele insanı olmak için hak olan islam dininin gereklerini yerine getirmede
etkin bir rol oynamalıyız. Bunu da ancak ilimle yapabiliriz. Eğer Allah’ a ve Resulüne
iman etmişsek, bu dünyanın fâni olduğunu, gerçek hayatın ölümden sonraki hayat
olduğunu, âhiret hayatı olduğunu kavramışsak…
İşte o zaman kalkmalı, O’na yönelmeliyiz. Biz koşmalıyız ki O’da uçmalı…
28
29
Tirmizi,Fiten; 9
Ebu Davud, İmare; 158
[Text eingeben]
Seite 65
Aile
« Eğer siz Allah’ın dinine yardım ederseniz, Allah da size yardım eder Ve
ayaklarınızı düşman karşısında sabit kılar.» (Muhammed, 47/7)
« Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın Eğer kalpten inanmışsanız üstün
gelecek olan sizsiniz.» (Al-i imran, 3/139)
Üzerimizdeki zincirleri kırmak, Kur’an ve sünnet ışığı altında çizdiğimiz yolda
yalnız kalacağımızı da bilsek sağa sola sapmadan, O’na doğru yürümek…
Ancak bu şekilde kararlı, istikametli ve halis bir niyetle O’nun sevgisine, O’nun
rızasına ulaşabiliriz…
„Ey Rabbımız !
Unutursak ve ya hataya düşersek bizi hesaba çekme (yarlığa)
Rabbımız !
Bizden öncekilere yüklemediğin gibi bize de ağır yük yükleme.
Ey Rabbımiz !
Bizim gücümüzün yetmediği işlerden bizi sorumlu tutma ; bizi affet ; biz bağışla ;
bize acı. Çünkü sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler güruhuna karşı bize yardım et.“ (Bakara,
2/286 )
«Allah’ın emrine uyan müslüman erkekler ve müslüman kadınlar ; mü’min erkek
ve mü’min kadınlar ; taata devam eden erkekler ve taata devam eden kadınlar , (niyet,
söz ve hareketlerinde) doğru erkekler ve
doğru kadınlar ; sabreden erkekler ve
sabreden kadınlar ; mütevazi erkekler ve mütevazi kadınlar ; sadaka veren erkekler ve
sadaka veren kadınlar ; oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar ; ırzlarını koruyan
erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar ; (tesbih, tahlil, tekbir Kur’an tilavet ve ilimle)
Allah’ı çokca zikreden erkekler ve kadınlar,(işte) Allah, bunlar için büyük bir mükafat
hazırlamıştır. » (Ahzab, 33/35)
«Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman inanmış erkek ve kadına, o işi
kendierine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir
sapıklığa düşmüş olur. » (Ahzab, 33/36)
FUHUŞTAN KAÇIŞ
[Text eingeben]
Seite 66
Aile
İyiliğin ilmine sahip olmayana, diğer bütün ilimler zarar verir
Montaigne
Kim bilir dört duvarla çevrili, kara kutu hükmünde olan evlerin içinde ne dramlar
yaşanıyor. Kulaklarımdan hâlâ gitmeyen “ablacığım, ablacığım” diye anlatmaya başladığı
acı sorularla dolu hayat hikâyesi, her aklıma geldikce yüreğimi sızlatıyor.
Aman Allah’ım! İnsanların bu kadar zalimleşeceğini, bu kadar egoist olup
gözlerinin körleşeceğini görmek ne kadar kötü.
Ey Rahman olan Allah’ım! Ben bu kadar olaylara az vakıflığımla, eğer rızık vermek
elimde olsa, bu tür iğrenç insanlara vermemeyi düşünürken, senin affını, mağfiretini,
rahmetini hiç kimseden esirgememen karşısında sana hamdim artıyor. Hamd olsun sana
ya Rab!
“Eğer Allah, insanları kazandıkları yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı,
yeryüzünün sırtında hiç bir canlı bırakmazdı. Ne var ki onları belirli bir süreye kadar
erteliyor. Nihayet süreleri gelince (gerekeni yapar). Çünkü Allah, kulları hakkıyla
görmektedir.” (Fâtır, 35/45)
Belli bir süreye kadar ertelenmek; yaptığı hatayı anlamak ve makbul olacak bir
tevbe ile tevbe etmek için inanan insana verilmiş bir fırsat. Aksi durumda ısrar edenlere
Üstadımız Said Nursi hazretlerinin ifadesiyle: “Yaşasın zalimler için cehennem!”
“Yoksa (makbul) tevbe, (kötülükleri, günahları) yapıp yapıp da kendisine ölüm
gelip çatınca işte şimdi ben tevbe ettim diyen kimseler ile kâfir olanların ki değildir.
Bunlar için âhirette elem dolu bir azâb hazırlamışızdır.” ( Nisa, 4/18 )
Allah’a ve ahirete imanın gereğidir yapılan hatalara pişman olmak... Hemen af
dilemek, özür dilemek...
Belki evliliklerde en çok unutulan özürdür; yapılan hataları unutamamaktır.
Evliliklerde yapılan kötülüklere af dilenmemesi, unutulmaması en çok karşılaşılan
durumdur. Sonucu her zaman hüsran olarak karşımıza çıkar. Geçmişle yaşamayı seven,
af edemeyen insan âdetâ şeytanın oyuncağıdır.
Bir hafta önce pişmiş yameğin bile yenmesi insanı öldürürken, yılların hatalarını af
edemeyen çiftleri ne yapar acaba?
“Allah’ın emri, Peygamberin kavli ile” kurulan yuvalarda, Allah ve Peygamber’in
dışlanmasıyla mutluluğun tamin edilmesi yakalanır mı acaba?
[Text eingeben]
Seite 67
Aile
Allah’ın rızasını kazanmak için yapılan her hareket ibadet olduğuna göre, helâllere
uymak insanı ne kadar temizliyorsa, haramlardan kaçınmak da, insanı Allah’a o nisbette
yaklaştırır şüphesiz...
Allah’ın ve Resulü Hz. Muhammed’in emirlerine ve yasaklarına itaat etmek insanın
mutluluğunun temel şartı, kendine zulm etmemesinin birinci basamağıdır...
İnsan aklına, kalbine, midesine ve hayâsına çok dikkat etmeli...
“Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu
davranış onlar için daha nezihdir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarında
haberdardır.” (Nur, 24/30 )
Böylesi bir hitabın, kadınlara tesettürün farz kılındığı bir ayetin önüne alınması,
mü’min erkeklere “gözlerini haramdan sakınmaları, ırzlarını korumaları” emrinin
verilmesi oldukca mânidardır. Bakılması yasak olan şeylere bakmak, zinaya giden yolu
açmaktır. Hâlbuki Cenab-ı Allah;
“Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o son derece çirkin bir iştir ve çok kütü bir yoldur.”
(İsrâ, 17/32)
“Benim iki tane genç kızım var. Onlarla hiç anlaşamıyorum. Beni hiç dinlemiyorlar.
Bu yetmiyormuş gibi, bey sabahlara kadar internetin başında oturuyor, pis yerlere
bakıyor ve benden de aynısını yapmamı istiyor. Ben ne yapayım; ayrılsam ben ne
yaparım ablam.”
Diğer bir olay da şöyle; “Ben eşimle beraber olmayı sevmiyorum. Çok nâdir
beraber oluyoruz. O da intenete çok bakıyor. Bunun günahı benim boynuma mı?”
Eşler arasında yakınlaşma ve bütünleşmenin getirisi olan, gözleri haramdan
koruyan ve insanın sakinleşmesine vesile olan cinsel beraberliğin sadaka sevabı gibi
sevab olduğunu hadislerden öğreniyoruz.
Sahabi Ebu Zer (r.a.) anlatıyor. Allah Resulü şöyle buyurdu:
“Sübhânallah” şeklindeki her bir tesbihde, “Elhamdulillah” şeklindeki her bir
hamdde, “La ilahe illâ Allah” şeklindeki her bir tehlilde, her bir hakka çağırmak ve her bir
batıldan sakındırmada sadaka sevabı vardır.
(Bunlar bir tarafa) Sizden birinizin, eşiyle cinsi münasebette bulunmasında bile
sadaka (sevabı) vardır.
Ashab-ı Kiram (hayret ve merakla) sordular;
[Text eingeben]
Seite 68
Aile
Ya Resulullah! Bizden biri, cinsel arzularını tatmin eder de, bu sebeple ona nasıl
sevab verilir?
Pek tabi ki verilir. Ya sizlerden biri zina yapacak olsaydı, yaptığı zinadan ötürü
günaha girmeyecek miydi? Buna ne dersiniz? Bunun gibi nikâhlı eşiyle tatmin olduğu
zaman da kendisine sevap verilir. “30
İyice bilinmelidir ki Kur’an ve sünnet, insanlığın biricik hayat nizamıdır. Bu iki
mukaddes kaynak yalnızca cinselliği değil, insanla ilgili itikâdî, siyâsî, ictimâî, iktisâdî,
hukûkî, ahlaki vb. her konuyu içericidir. Böylece dünya ve ahiret saadetine erdiricidir.31
Evet! Zinadan uzak durulması gereği bilinmeli. Şirk ne kadar büyük zulümse, adam
öldürmek ne kadar günahsa, zina da o kadar günahtır ve zulümdür...
Furkan sûresinin son ayetlerinde, rahmeti bütün yaratılanları kuşatan Allah
sevdiği kulları şöyle tarif eder;
“Onlar, Allah ile beraber başka bir ilâha kulluk etmeyen, haksız yere Allah’ın
haram kıldığı cana kıymayan ve zina etmeyen kimselerdir. Kim bunları yaparsa ağır
azaba uğrar. Kıyamet günü onun azabı kat kat arttırılır ve horlanmış olarak orada ebedi
kalır.” (Furkan, 25/67-68)
Azabı kat kat tatmamak, horlananlardan olmamak için, hem bu dünyada hem de
ahirette mutlu olanlardan olmak için, kendimize ve sevdiklerimize karşı sevgi ve
saygımızı yitirmemek için biraz daha samimiyet!...
HUDEYBİYE‘YE BAŞKA BİR BAKIŞ
Denizin durgunluğu, dalgalara gebedir
Tagore
Peygamberimiz’in Medine’ye hicretinin üzerinden tam altı yıl geçmişti. Muhacirler
de hasretin doruk noktaya geldiği o günlerde, Allah Resulü’nün rüyasında kendisinin ve
ashabının Mescid-i Haram’a girdiklerini, Kâbe’nin anahtarını aldığını, tavaf ettiğini, umre
sonunda bazılarının saçlarını kısalttığını, bazılarının da saçlarını tamamen traş ettiğini
30
31
Müslim, Zekât; 53, Müsned; 5/167-8
Ali Rıza Demircan, İslama Göre Cinsel Hayat
[Text eingeben]
Seite 69
Aile
anlatması, mü’minleri sevindirmişti. Bu haber umre yapılması için hazırlıklara
girişilmesine yetti.
Mü’minlerin sınandığı o çöl sıcağını, (1400) veya (1500) kişiyle, kurbanlık develeri
ve telbiyelerle aldıkları yolculuklarının sonunda, Mekke’ye alınmamaları, o zorlu
mücadele ve sonunda ilk etapta yenilgi gibi görülen, lâkin Kureyş’in devlet olarak
tanıdığı, İslam Devlet’inin kabulünün onayı olan anlaşma maddeleri...
Bilemediler o anda Ashab-ı Kiram bu maddelerin Feth-i Mûbîn olduğunu. Her
emrine hazır duran, “anam, babam, canım sana feda olsun” diyen arkadaşları, ilk defa
muhalefet
etmişlerdi.
Kimse
Peygamber’in
emrini
dinlemiyor,
kurbanlarını
kesmiyorlardı. O kritik dönemde yanında, Ümmü Seleme annemiz vardı. O’nun yanına
gitti ve olanları annemize anlattı. Sanki sorar gibiydi. En zor bir dönemde annemizin
tavsiyesi şöyleydi:
“Ya Resulullah! Bu emri yerine getirmelerini mi istiyorsun? O halde dışarı çık, hiç
kimseye tek kelime söylemeden kurbanını kes, saçını kesmek için birini çağır, başını
tıraş etsin” dedi.
Annemizin ferâseti yüzünden mü’minler helak olmaktan kurtuldu. Taş gibi imanı
olan o Ashab, bir imtihandan geçti. Burası Hudeybiye idi. Tarihlerde, Mekke’nin fethinin
müjdesi olarak yerini aldı. Ve onlar bir ümmetti. Onlar imtihanını tamamladı.
Bu kritik zamanın kahramanı bir hanımdı. Allah Resulü eşiyle yaptığı istişare
sonucunda aşmıştı bu büyük meseleyi...
Hayatımıza da, evliliklerimize de olası Hudeybiyeler’de yol gösterir gibiydi. Feth-i
Mübînîn müjdesi olan bu maddeler, şer gibi gelirken ilk anda, hiç kan dökmeden
Mü’minlerin kalbinin attığı Kâbe’nin de içinde olduğu Mekke’nin fethini sunmuştu
inananlara...
İstişârenin, samimiyetin doğurduğu sonuçlara ancak sabredenler erişebilir.
Sabırsızlık insanı felâkete sürükleyebilir.
Hayatımızda, sabırsızlığın sebep olduğu nice acılar vardır. Hiç düşünülmeden
söylenen sözlerin açtığı nice yaralar vardır.
Kelimeler kendimizi ifâde etmek içindir. Niçin böyle davrandığını, karşındakine
anlayacağı bir dille anlatmak, anlaşmak isteyenlerin işidir.
Güzel sözlerle sunmak, Allah’a inanın yapması gereken işledendir. Firavun gibi
zâlim birine anlatılırken, hakikatleri yumuşak ve güzel anlatma tavsiyesine uymak,
[Text eingeben]
Seite 70
Aile
anlamıyorsa Allah’a havale etmektir bize düşen. Güzeller güzeli olduğunu düşündüğüm
Asiye annemiz, Firavun gibi birinden feth-i mübin mahiyetinde olan cennetini çıkarmış.
Zalim, gaddar, câni, zânî bir eş olan Firavun’dan Hz. Asiye sabrı, ferâseti, Rabbına olan
güveniyle sadece kendi cennetini değil, ondan sonra gelen bütün hanımlar için de bir yol
gösterici olmuş.
Firavun gibi bir eşin varsa, dünya sarayında da olsan, etrafında hizmetçilerin de
olsa, fÂni dünya mutluluğuna ebediyeti tercih etmenin yollarını göstermiş. Nasıl dua
etmemiz gerekliliğini öğretmiş.
“Rabbim!
Bana, katında cennetten ev yap; beni Firavun’dan ve onun yaptığı
şeylerden koru. Ve beni zalimler topluluğundan kurtar.” (Tahrim, 66/67)
Sabırsızlığımızın neticesi olan, düşünmeden sarf ettiğimiz söylemlerin açtığı
yaraları tedavi etmek gerek. Peygamber’in, sevgili arkadaşı Hz. Ömer’in söylediği
sözlerin altında ne kadar ezildiğini, Safiyurrahman el- Mübârak-Fûri’nin Peygamber
Efendimizin Hayatı Ve Daveti kitabınından okuyalım:
Hudeybiye muâlahasının doğuracağı bazı sonuçları düşündükce, müslümanları
üzüntü ve keder kaplıyordu.
Aralarında en çok üzülen belki de Hz. Ömer (r.a.) idi. Peygamberimiz (s.a.v.)’e gelip:
“Ya Resulallah!... Onlar batıl üzerinde, biz Hak yol üzerinde değil miyiz? diye sordu.
Peygamgerimiz (s.a.v.):
“Evet” diye cevap verdi. Hz. Ömer (r.a.):
“Bizim ölülerimiz Cennette, onların ölüleri Cehennem’de değil mi?” diye sordu.
Peygamberimiz (s.a.v.):
“Evet” diye cevap verdi. Hz. Ömer bu defa:
“O halde ne diye dinimizden taviz veriyoruz?” diye sordu. Peygamberimiz (s.a.v.) :
“Ya Ömer! Ben Allah’ın Resulüyüm ve O’na isyan edecek değilim. O benim
yardımcımdır. Beni asla zayi etmeyecektir” dedi. Hz. Ömer:
“Sen bize Beytullah’a gidip tavaf edeceğimizi söylemiyor muydun?” diye sordu.
Peygamberimiz (s.a.v.):
“Evet, ama bu sene gireceğinizi söyledim mi?” dedi. Hz. Ömer:
“Hayır” dedi. Peygamberimiz (s.a.v.):
“Sen Beytullah’a girecek ve tavaf yapacaksın”buyurdu.
[Text eingeben]
Seite 71
Aile
Ömer kızgın olarak ayrılıp Hz. Ebu Bekir’e geldi. Rasulullah (s.a.v.)’e
söylediklerinin aynısını O’na da söyledi. Hz.Ebu Bekir’de, aynen Rasulullah (s.a.v.)’in
verdiği şekilde cevab verdi. İlâve olarak:
-Ölünceye kadar O’nun üzengisini sımsıkı tut. Vallahi O Hak üzerinedir.” dedi.
Bundan sonra:
“Biz sana gerçekten açık bir zafer (feth-i mübin) verdik” (Fetih, 48/1) âyet-i celilesi
nâzil oldu. Peygamberimiz (s.a.v.) Hz. Ömer’e haberci gönderip bu âyeti okudu. Hz.
Ömer:
-Ya Resulullah! Yoksa fetih bu mudur? Diye sordu. Peygamberimiz (s.a.v.):
“Evet” diye cevap verince, gönlü huzurla dolup gitti.
Hz. Ömer’in sabırsızlığının netice olan ve sonrasını düşünmeden söylediği bu
sözlerden son derece pişman olduğunu devamında şöyle anlatmıştır:
“Bu günahımın bağışlanması için çok amel yaptım. Hala o gün yaptığım bu hareket
sebebiyle, hayırlı olduğunu umarak söylediğim sözlerin korkusundan sadaka veriyor,
oruç tutuyor, namaz kılıyor, köle âzâd ediyorum.”32
Hayatımızda sarf ettiğimiz nice zamansız sözler vardır. “Her doğru her yerde
söylenmez” hakikatını bir tarafa bırakıp, hemen söylemeyi, sözümüz daha biter bitmez
hemen karşımızdakinin de anlamasını isteriz. Üstelik o doğruyu anlattığımız kişinin
bizim anladığımız gibi anlamasını bekleriz. Hâlbuki kalblerin mutmain olması gerek.
Nitekim Hz. Ömer’de mutmain olmak için zamna ihtiyaç duymamış mıydı?
Kabul edilmeyen, anlaşılmayan her anlayış karşıdaki için boştur. Kabul edilmek de,
anlaşılmak da hoştur.
Kendilerinin iyi ifade edilmediği, beraberliklerin anlık olduğu, ortak noktalarda
buluşulmadığı bir birliktelik, uzun sürecek bir birliktelik değildir. İstişarenin olmadığı
evliliklerde, değersizlik duygusu hâkimdir.
Görünen o ki, Hudeybiyeden bi de kendi feth-i mübinimizin müjdesini
çıkartabiliriz. Gecenin en karanlık zamanı, gündüze en yakın ânıdır. Sıkıntıların
atlatılması, mutlu ve huzurlu olmanın hebercisidir.
32
Zadül-Mead, 2/122- 127
[Text eingeben]
Seite 72
Aile
Sabredenlerin, sıkıntılarını, dertlerini karşısındakine anlaşılmak için, oun anladığı
dilden anlatanların, anlatırken kalb kırmayanların, kırdıysa tedavi etmek için büyük
gayret serfedenlerin feth-i mübin’i hayırlı olsun...
BOŞANMANIN DOĞURDUĞU SORUNLAR
Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Evleniniz, boşanmayınız!.. Zîrâ boşanma dolayısıyla arş titrer…”
(Muhtâru’l-Ehâdîsi’n-Nebeviyye, 228)
Her insan başlı başına bir âlem. Merhamet mefhumunun ortadan kalkması,
insanların birbirlerine acımamaları, hayatı yaşanılmaz kılmış. Herkesi kendi hayatında
küçük bir firavuncuk yapmış. Güçlü, gücü yeteni ezmiş...
Güçlülerin dâima altındakileri ezdiği, adaletin değil gücün hâkim olduğu ortamın
sonucunda ya Mûsâ’lar, Asiye’ler, ya da buna alışan İsrailoğuları, köle ruhlu insanlar
oluşmuş. Musa ve Asiye rolünü üstlenenler de, köle rolünü üstlenenler de çok çalışmış
çok gayret etmiş... Sonunda köleler efendilerini memnun edemeyip her seferinde acı
çekerken, Mûsâ’lar, Asiye’ler âlemlerin Efendisi olan Rabbu’l Âlemînî memnun edip, hem
bu dünya hem de ahiret mutluluğuna erişmiş...
Dünya bir mücadele alanı. Toplumu ve cemaati doğuran, insan fabrikası güçsüz
ana, çoğunlukla ezilen olmuş. İyilik yapma sıralamasında, üç defa “annen” diyen
Resulullah’ın sözünün de unutulması, anneyi hep muzdarib olan, ağlayan, acı çeken
etmiş...
Bir sevda uğruna girdiği evliliğinde, biriktirdiği ümitlerin gün be gün erimesi eşleri
de eritir olmuş. Bir yandan “çocuklarımız var veya el gün ne der ” deyip zor bela
sürdürülürken kimi evlilikler, diğer taraftan da “her ne pahasına olursa olsun, seninle
bir gün daha aynı çatı altında duramam” deyip boşanılmış.
[Text eingeben]
Seite 73
Aile
Âlemlere Rahmet Allah Resulü (s.a.v.)’nün, “Allah katında en sevilmeyen helal,
boşanmadır”33 buyurması, boşanma için, kapıların tamamen kapalı olmadığını, lakin
sevilmeyen bir iş olduğunu belirtmiştir: Hem de “Allah’ın sevmediği”...
Hayatın çekilmez olup, ahiretini de yitirebileceğin bir beraberliğin sonucudur
boşanmak...
Kişilik özelliklerini, cinsel ve kültürel uyumu, ekonomik yeterliliği göz önüne
alınmadan yapılan evliliklerde, toplumsal değişimin hayatımıza kattığı farklılıkları da
göremeyince, sonuç “boşanmak” oluyor...
“Erkeklerin para kazanmaya başlayınca ilk işleri, eşlerinden ayrılmak, kadınların
ise yoksulluk ve eşinden şiddet gördüğü zaman dava açmaktır” Nevin Meriç, Fetva
Sorularında Değişen Kadın Yaşamı kitabında araştırmaların bu sonucu doğurduğunu
yazıyor.
Yıllar önce yaşadığım ve hanımıyla da arkadaş olduğum bir aile dramını hatırlattı
bana bu araştırma sonucu. (20) Mark borcunu ödeyemeyen bir beyin, bir “holdingte”
pazarlamacı oluş sonrasında üç katlı bir bina, son model kendisine ve hanımına aldığı
araba ve arkasından sırf iyi niyetinden dolayı (!), okutmak için yaptığı ikinci evlilik...
Neyse ki boşama değildi o beyin ki!
Meriç, devamında boşanma sebeplerini sıralıyor: Başta şiddetli geçimsizlik, terk,
zani, akıl hastalığı, cürüm, haysiyetsizlikle cana kast ve kötü muamele gelmektedir.
Bir aileye, bundan yaklaşık on ay önce danışmanlık yapmıştım. ”Babanızın bostan
tarlasını mı paylaşamıyorsunuz? Bir eliniz yağda, bir eliniz balda, azdınız, ne
yapacağınızı bilmiyorsunuz...” deyip dövmeyi ne kadar isterdim. Lâkin kocaman
insanlar. Hiç ortak düşünceleri olmayan, hâyal bile kurmayan, gündelik sorunları
büyüten, afetmeyen bencil bir bey... “Hayâliniz var mı?” diye sormuştu bana eşlik eden
eşim.
-“Evet, var” dedi ve duvarda resmini gösterdiği araba resimlerine bakarak ekledi
bey;” Bunu aldım, şunu da aldım. Şu an büyük hayalim öbür arabayı almak”
Hayâle bakar mısınız? Bu hayeller eşini ne kadar mutlu edebilir ki? Her
konuşmanın sonunun paraya varması, “kendi ellerimle kaza kaza elde ettim bu iş yerini”
deyip, karşımda Karunlaşması üzmüştü beni...
33
Ebu Davud, Talak; 3, İbn-i Mace, Talak; 1
[Text eingeben]
Seite 74
Aile
Bir zaman sonra bu hanımla telefonla görüştüm. Boşanmışlar. Üzülmedim doğrusu.
Beklediğim bir sonuçtu. Anlattıkları korkunçtu. Mahkeme parasını kendisinin ödediğini,
iş yerini iflas etmiş gösterip, kendisine ailesinin baktığını öne sürerek değil nafaka, hakkı
olan mehirinin bile “hakkı olmadığı” gerekçesiyle vermediğini, bu da yetmezmiş gibi
düğünde takılan hediyeleri olan altınları bile vermediğini söyledi. Hattâ kendi aldığı ev
eşyalarını bile vermemesi, “bu kadar da olmaz” dedirtti bana...
Müslümanım diyen herkese duyrulur. Cenab-ı Allah boşanmayı şu şekilde
anlatmıştır:
“Boşanmak iki defadır. Bunlar ya iyilikle tutmak (geri almak) ya da güzel ve adaletli
bir şekilde salıvermektir. Kadınlara verdiklerinizden, (boşanma esnasında) bir şey
almanız size helâl olmaz. Ancak erkek ve kadın Allah’ın sınırlarında kalıp, evlilik
haklarını tam tatbik edememekten korkarlarsa bu durum müstesna. Ey iman edenler!
Siz de karı ile kocanın, Allah’ın sınırlarını hakkıyla muhafaza etmelerinden şüpheye
düşerseniz, (kadının serbest boşanması için) erkeğe fidye vermesinde her iki taraf içinde
günah yoktur. Bu söylenenler Allah’ın koyduğu sınırlardır. Sakın onları aşmayın. Kim
Allah’ın sınırlarını aşarsa, işte onlar zalimlerdir.” (Bakara, 2/229)
Ne diyelim. “Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az...”
Ey Gençler!
Bir düşüncenin başarılı olabilmesi için o düşünceye sağlam bir şekilde iman etmek,
ona karşı sadık ve samimi olmak, onun yolunda coşkuyla, şevkle çalışmak ve uğruna
kendini feda edecek kadar gerçekleşmesi için çalışma eğilimine sahip olmak
gerekir.
Bu dört esas; iman, sadakat, coşku ve çalışma gençlerin sahip oldukları
özelliklerdir. Çünkü imanın aslı zeki bir kalp, sadakatin aslı temiz bir gönül,
[Text eingeben]
Seite 75
Aile
coşkunun aslı güçlü bir bilinç, çalışmanın aslı ise azimdir. Bu özelliklerin hepsi de
gençlerde vardır.
Bu sebeple tarihte ve şimdi gençler halkların dirilişinin dayanağı, her dirilişin sırrı
ve her düşüncenin sancağının taşıyıcısıdırlar. "Onlar gerçekten de Rablerine
yürekten inanan gençlerdi; ve biz de kendilerini doğru yolda derin bir bilinç ve
duyarlıkla güçlendirdik." (Kehf, 13)
HASAN EL- BENNA GENÇLİĞE SESLENİŞ
AFFEDİN GENÇLER!
Bir baba çocuğuna güzel ahlaktan daha üstün bir miras bırakamaz
34
Tek başına bir ümmet olan Hz. İbrahim’in bir çok imtihanının yanında, bir yandan
put yontucusu müşrik babasıyla, bir yandan da tam yaşlılık zamanına gelen ve gözünün
nuru olan itaatkâr evladıyla sınanması, herbirimiz için şüphesiz müthiş bir örnekliliktir.
Hz. İbrahim, imanı kemâle ermiş olgun bir kul ve peygamberdirDiğer bütün İslam
Peygamberleri gibi şüphesiz O’nun imtihanı çok zordur ama, O’nun itaatkâr evladı
Hz.İsmâil’in imtihanı daha da zordur.
Hz.İsmâil, babasına ne gücü ve serveti ne de toplum baskısı sebebiyle itaat etmiştir.
Bırakılıp gittiği, Minâ vadisinde O’nu itaate zorlayacak bir durum da yoktur.İlk bakışta
ne arkasında güçlü bir âşireti, ne de O’nu destekleyecek sıradan insanlar vardır. Aksine
itaat etmemesi için, onca sebeb ortadayken... Annesiyle birlikte geçirdiği zorlu hayat
mücâdelesi ve baba, sevgi, şefkar ve otoritesinden uzak geçirilmiş çocukluk yılları...
Kim bilir, şeytan Hz. İsmâil’in kulağına neler fısıldadı... Şüphesiz bunu hiç bir
zaman bilemeyeceğiz. Lâkin bu anın unutulmaması adına, bütün hac yapan mü’minlerin
lanetli şeytanı taşlaması vardır hac menasiki arasında... Unutmaması ve bu şekilde
34
Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 2. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, s.512
[Text eingeben]
Seite 76
Aile
imtihanı da olan tüm müslümanların da, içlerindeki şeytanı böylece taşlaması için
bilinmesi gereken gerçekler...
Hz. İsmâil kadar olmasa da müslümanca hayat sahibi olmayan ailelerin çocuğu
olmak da zor şüphesiz. Ailesi ile mücadele vererek namazını kılan, başını örten bir genç
destanlaşırken,
İslâmî
hayatın
yaşanması
husunda
gayret
eden
ailelerimizin
çocuklarımıza da nefislerine, şeytana ve topluma karşı verdiği mücedelede
destanlaşmalı...
Ebeveyn olarak bizler, kanlarının deli deli aktığı o dönemlerinde, emir almaktan
hoşlanmayan çocuklarımıza nefislerine emir vermeye kalkıştık. Sebebini, hikmet ve
lüyumunu tam hatta hiç anlatmadan, yavrularımız çoğu zaman yapma ağır geldiğini bile
bile istedik bütün farzları ve yanında sünnetler, müstehapları da saymadan geçemedik...
Kendi kendine sorduğu soruları “hiç yokmuş gibi” kabul ettik. İçindeki tereddütleri
ciddiye almadık. Sorularına makul cevaplar veremedik. “Bu böyle işte kabul et dedik.’’
Yaptıkları güzel işlere, kıldıkları namazlara körleştik, kaçırdıkları için de’’ yazıklar olsun
dedik. Sanki bir zamanlar biz, hiç zorlanmamışız gibi davrandık...
Elbette ilk başta namaz onlara çok zor hatta lüzumsuz gibi gelecekti. Hiç
susamadan su içileceğini acıkmadan yemeğe iştah duyulacağını sandık. Tanımadığı
birine doğru yola çıkmalarını bekledik...
Mecbur tuttuk onları... “Başka yolu yok!’’ dedik.
Mecbur olmasına mecburuz. Yalan yok; farzdır. “Dinin direğidir namaz’’
Gözümüzün aydınlığı! Şükürlerin en güzeli... Minettarlığımızı ifade etmenin en zarif
ve en gerekli yolu... Kulluğumuzun en somut biçimi... İbadetin zirvesi...
Lakin zorla mı şükür eder insan?
Minnettarlık böyle zorla ve her dâim “hadi” demekle mi olur?
Gösteremedik Rabbımızın bizi ne kadar çok sevdiğini ve sevindirdiğini... Hiç
hesapsız rızıklandırıldığını, hesapsız, sebepsiz ve karşılıksız indirilen bu kadar
nimetlerin olduğunu hissedemeyince zor geldi onlara ve büyük bir yük gibi göründü
gözlerine yapması gerekenler...
Affedin yavrularım! Biz ne Hacer ne de İbrahim olabildik... Ama sizden İsmail
olmanızı bekledik.
[Text eingeben]
Seite 77
Aile
YOLCULUK: HAREKETTE BEREKET VARDIR.
[Text eingeben]
Seite 78
Aile
Yolculuğun güçlüklerinden, üzücü manzaralarla karşılaşmaktan,
iyiyken kötü olmaktan, mazlumun bedduasından ve dönüşde mal,
çoluk çocuğu kötü hallerde bulmaktan Allah(c.c.)’a sığınırım35
“Ve (Allah) size bineceğiniz gemiler ve hayvanlar var etmiştir ki, siz onların sırtına
binip yerleşince Rabbinizin nimetini anarak şöyle dersiniz; Bunu bizim hizmetimize
vereni tesbih ve takdîs ederiz; yoksa biz buna güç yetiremezdik. Biz şüphesiz Rabbimize
döneceğiz.” (Zuhruf, 43/ 12-17)
Bizi terbiye edip eğiten yüce Rabbimizin; dünya yolculuğunu annemizin
rahmınden başlatıp, kabir âlemine kadar yaşayacağımız yeryüzündeki yolculuğumuza
yardımcı olan vasıtaları yaratması, şüphesiz bu nimetlere şükürü doğurur.
Kültürümüzde “bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır” sözü kara, deniz ve şu
anda saatlerle kat edemeyeceğimiz hava yolunu Cenab-ı Allah ın bizim emrimize âmâde
kılması, bizim O büyük gücü tesbih ve takdis etmemizi gerektirir. Ve ne kadar dünya
üzerinde
gezersek
gezelim,
güç
yetiremeyeceğimiz
bu
yolculuğun,
sonunda
dönüşümüzün Rabbimize olacağı gerçeği, bize asıl yolculuğun “kulluk yoculuğu”
olduğunu hatırlatır.
Yolculuk!
Yolculuk, bir taraftan sevdiklerinden ayrılık, öte teraftan neler yaşayacağını
bilemediğin bir macera... Ne geride bıraktığını bulmaktan, ne de geri dönmekten emin
olamadığın, “gitmek var dönememek var, dönmek var bulamamak var” dediğin
yolculuk...
Dini yükümlülüklerin bile yarıya indirildiği, mest süresinin üç güne çıkarıldığı, farz
namazların yarısının kılındığı, hatta zengin bile olsa, yolda kalmışa zekât verildiği an...
Yolcunun duasını kabul olması, bir hadis-i şerifde Peygamberimiz’in buyurduğu
gibi, yolculuğun bir çeşit azap olduğunun da delilidir.
“Yolculuk bir çeşit azabtır. Doğru dürüst yeyip içmekten ve uyumaktan sizi alıkor.
Herhangi biriniz işiniz bittiğinde acele etsin.”36
35
36
Müslim, Hac; 426; Tirmizi, Daavat; 41; Nesai, İstiaze; 41-42; İbn-i Mace, Dua;30
Buhari, Umma; 19,Cihad; 136, Et’ime; 30, Müslim, İmare; 179, İbni Mace, Menasik; 1
[Text eingeben]
Seite 79
Aile
Bir çeşit azap olarak nitelendirilen yolculuğun sonunda iyiyken kötü olmak,
sevdiklerinden ayrı kalmak, zenginken fakir, sıhhatliyken hastalanmak, sağlamken sakat
kalmak, ilerlemişken geri kalmak gibi tehlikeler de var şüphesiz...
Resulullah Efendimiz (s.a.v.) “Yolculuk yapınız ve sıhhat bulunuz”37 buyururken,
bu tür yolculuklarda yaşanan olumsuzlukların insana sıhhat getireceğini de belirtmiş ve
içinde bulunduğumuz nimetlerin farkında olmamızı ve şükrümüzün yetersiz olduğunu
ifade etmek istemiştir diye düşünüyorum. Nitekim hastalandığımızda da ilaç
kullanıyoruz. İlaç acıdır, lakin hastalığı giderir.
Bütün bu zorluklardan dolayıdır ki, bize hayatının her noktasında örnek olan ve
her anını Allah(c.c.) ile yaşayan Allah(c.c.)’ın Rasûlü Muhammed aleyhisselam, her
yolculuğuna çıkarken üç kere tekbir getirdikten sonra, şöyle dua ederdi:
“Yolculuğun güçlüklerinden, üzücü manzaralarla karşılaşmaktan, iyiyken kötü
olmaktan, mazlumun bedduasından ve dönüşde mal, çoluk çocuğu kötü hallerde
bulmaktan Allah(c.c.)’a sığınırım” 38
Yeme, içme uyuma gibi zorlukların olduğu, içinde nelerin gizli olduğu bilinmeyen
bir yolculuğa çıkarken Allah’a tevekkül bilinciyle çıkmak, şüphesiz “kulluk şuruyla”
alakalı... Her an O (c.c.)’nun gözetimi altında olduğumuz ve her yaptığımızdan hesaba
çekileceğimizi bilmemizi doğurmalı.
Hiç kimse tarafından tanınmadığımız ve bundan dolayı hata yapmaya daha meyilli
olduğumuz yolculuk...
Toplum, mahalle daha da ötesi baba baskısının bile kalmadığı, “Allah(c.c.)’tan
korkmuyorsan, kuldan utan” sözünün kimseye hiç bir şey ifade etmediğinin doğurduğu
başıboşlukta bir yığın insanın içine, aynı duygularla yapılan yolculuk...
Kulluk konumunun ve bilincinin ifadesi hükmünde olan Zuhruf suresinin 13.
ayetindeki “bunu bizim hizmetimize vereni tesbih ve takdis etmek”...
Gücü sınırlı olan bizlere havada kuş gibi uçmak, denizde balık gibi yüzme, karada
jaguar gibi hızlı gitmek, hiç bir insanın yapabileceği bir iş değil. Üç saatte ülkeleri aşıp,
Almanya’dan memleketine gitmek hangi insanın yapabileceği bir iş? “Yoksa biz buna güç
yetiremezdik.”
37
38
Ahmed İbn-İ Hanbel, Müsned ;11 Riyasüz-Salihin 5.Cilt, 380.Sayfa
Müslim, Hac; 426; Tirmizi, Daavat; 41; Nesai, İstiaze; 41-42; İbn-i Mace, Dua;30
[Text eingeben]
Seite 80
Aile
Allah (c.c.)’ım! Seni bütün noksan sıfatlardan tenzih eder ve yüce sıfatlarla anarız
Yüce Allah(c.c.)ım...
Ve sonuç; “Biz şüphesiz Rabbimize döneceğiz. ”Dönüş Sana Allah(c.c.)ım...
Çıkacağımız bütün yolculuklarla dönüşü olmayan büyük yolculuk arasında bir bağ
kurmakta ve asıl yolculuğun “kulluk yolculuğu” olduğunu bize Rabbım hatırlatmaktadır.
Her zaman ve her yerde kulluk görevimizi sürdürmemizi, dünya hayatının başlı
başına bir misafirlik olduğunu bize hatırlatmaktadır yüce Rabbımız...
Her şeyin Rabbımıza kulluk için vesile olduğunun farkında olunmalı... Sürekli
kulluk şuuru içinde olunması lüzumu, yolculuğa bu şekilde bakılması gerekliliği
bilinmeli ki, imânın tadı alınabilsin...
Ne mutlu imânının tadını her yerde ve her zaman alabilenlere!...
[Text eingeben]
Seite 81
Aile
İYİLİKTE ZAMANLAMA
En mutlu insan, başkalarını mutlu eden insandır
Karl
Hayat süprizlerle dolu. Ne zaman, kiminle ve nasıl imtihan edileceğimizi
bilmediğimiz bir gerçek. Ne ümitlerle ve dualarla çıktığımız yolculuğun bize neler
sunacağı, kazananlardan mı yoksa kaybedenlerden mi olacağımız mechul...
Herbirimiz yazılmış bir senaryonun oyuncularıyız. Bunun için bir gayb olan yarının
bize neler sunacağının bilinmemesi ise, bu oyunu ne kadar iyi oynamamız gerekliliğini
bize öğretir. Kim oyunu kurallarına göre oynarsa, aksi bir şey olmadığı müddetce
başarılı olur.
Evet! Trafik kaidelerini bilmek gerek. Şüphesiz bir kemer bağlamak, kırmızı ışıkda,
yaya yolunda durmak, hız kontrolüne dikkat. etmek can kurtarırken, bunlara dikkat
etmemek güzel olmayan sonuçlar doğurabilir. Veya son derece dikkatli iken, dikkat
etmeyen kazaya sebep olabilir.
Tedbirlerin alındığı, tabir-i câiz ise” merkeplerin kazıklarına sağlam bağlandığı”
bir ortamda bile oluşan aksilikler olabilir.
İşte bütün mesele burada... Zor zamanların müslümanı ya da insanı olabilmek...
Ama iyi insan, iyi müslüman
Bütün imkânlar elindeyken, herkes tarafından tanınıp itibar ediliyorken, elinde var
ve dağıtıyorken, mukimken, sevdiklerinle ve seni tanıyanlarla beraberken insan olmak
kolay... Bu anda iyilik yapmak kolay... (Doğrusu bunu yaptığımızı da sanmıyorum.
Yaşayabilseydik bu iyilikleri, en azından ailevi problemlerimiz olmazdı...)
İnsan olmak önemli, müslüman olmak ise gerekli;
İnsan olmak bu dünyanın, müslüman olmak, hem bu dünyanın hem de âhiretin
vazgeçilmezi...
Sadece bu dünyada mutlu olmak isteyenler, insan olmayı;
Ahiretinde de mutluluğu isteyenler, müslümanlığı tercih etmeli...
“Kendin için istemediğini hiçkimse için isteme” diyen bir dinin müntesipleri olan,
her yaptıklarımızdan hatta düşündüklerimizden bile hesaba çekileceğini bilen biz
müslümanlara da, herhalde insanlık dersi vermek düşer herkese...
[Text eingeben]
Seite 82
Aile
Tatlı dillerle sunduğumuz selamın, kalblerde bıraktığı muhabbetin geri dönüşümü
duadır. Hele o dua mazlumun, misafirin ve babanın duasıysa...
“Makbul olduğunda şüphe olunmayan üç dua vardır: Mazlumun duası, misafirin
duası, babanın çocoğuna yaptığı duası.”
39
Ve yolculuğun sonucunda mazlum ya da
misafir olmak da var...
Bazen başımıza bir talih kuşu konar. Duasının silaha dönüşüp tam hedefinden
vurduğu, düştüğü yeri güllük gülistanlık yaptığı, bütün dertlerimizin, sıkıntılarımızın,
hastalıklarımızın ilacı olabileceği bir talih kuşu... İşte o an, iyiliklerde zamanlama iyi
yapıldığında, bu talih kuşunun gönül evine girdiğimizde hayatımız boyunca dua
edenimiz olur.
Bu açıklamalar beni 2002 yılında Türkiye’ye doğru yaptığımız yolculuğa götürdü.
Çok sıkıntılı bir anımızda çok değerli İhsan Süreyye Sırma hocamın vesilesiyle
tanıştığımız Viyana’da ki bir aileye, üç gün misafir olmamızı hatırlattı. Her an
dualarımızda olan, yıllar geçsede gönlümüzden ve dualarımızdan düşmeyecek olan bu
aile, insanlık dersi öğretti bize... Allah’ım! Onlardan razı ol. (Âmin)
Saat 19.30 da girdiğimiz evden 10.00 da yeni tanıdıkları bir aile olan bizlere
evlerini bırakarak gitmeleri, evlerini evimiz gibi kullanmamız, komşularının bile hoş
geldine gelmesi ve hayatımızın en unutamadığımız günlerini yaşamamız islam
kardeşliğinin ne mükemmel bir olay olduğunun getirisiydi şüphesiz.
Zekât gibi en önemli bir ibadetin yolda kalana da yapılmasının hikmetini ancak
yolda kalanlar anlayabilir... Biz de bu vesileyle anlamış bulunduk.
İyilikde zamanlama gerçekten çok önemli... Hele hele kadrini bilemediğimiz, bin
aydan efdal olduğu Kur’an-ı Kerim ile sabit olan ve Kadir gecesi diye düşündüğümüz bir
gecede olursa?
Yine kendimizi talih kuşu olarak nitelendirdiğimiz, hem yolcu hem de mazlum
olduğumuz bir an...
Rabbim ile aramızdaki perdenin kalktığı ve dualarımızın kabul olduğu an... Ve
bizim Kadir gecesi programının akabinde güvenilir kişiler vesilesiyle saat 24.00 de, eve
bırakılmak üzere emanet edildiğimiz aileye arabada yaptığımız dua: “İnşallah Rabbım bu
günü Kadir gecesi eder ve bu hayrınızı da makbul eder”
39
Ebu Davud, Vitr;29; Tirmizi, Daavat; 47
[Text eingeben]
Seite 83
Aile
Ters istkametlerde oturmamız, yol şaşırılması, trafiğin tamamen durması, tam
ikibuçuk saat aynı yerde kalınması ve arkadaşında bir gün sonra dersaneye gidecek olan
çocuklarının olması... Gibi sebepler imtihanımızın zorlaştığı anlardı.
Ve zorlu bir beklemenin ardından bir türlü yolu bulamamız sonucunda gecenin
2.30 da İstanbul’da bir benzin istasyonunda bir taksi şöförüne bırakılmamız...
Uzun hikâye! Emanet ve yerine teslim... Rabbımın lütfu inayeti ile musibete
dönüşmemesinde dolayı beddua etmediğimiz, bizimle beraber o kadar sıkıntıya
katlanmasına rağmen dua da edemediğimiz bir hikâye...
Sonuç: Rabbım’ın bize ciltler dolusu kitab okusak bile belki öğrenemeyeceğimiz ya
da anlayamayacağımız emanet şuurunu bu şekilde öğretmesi...
“Hiç şüphesiz Allah size emanetleri ehline teslim etmenizi emreder.” (Nisa, 4/58)
Bize emanet edilen her ne olursa olsun, sahibine iade etmek mümkün değilse emin
olamadığımız ve itimat etmediğimiz birin asla teslim etmemeliyiz.
Göklerin, yerlerin ve dağların bile yüklenmekden çekindikleri, korktukları
emanetin, zâlim ve câhil olan insanın yüklenmesi (Ahzab,33/72) bu ağır yüke razı
olması, insanı bu dünyanın halifesi kıldığı muhakkak. Halife olmanın da adaleti
doğurması, âdil olmayanların da emanete riayet edemeyeceği bir gerçek.
Münafıklığın alametlerini Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz, Ebu Hureyre’nin nakliyle üç
olduğunu söyler:
“Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünde cayar, kendisine bir şey emanet
edildiğinde hıyanet eder.”40
Bir rivayette de “oruç tutsa, namaz kılsa ve kendini mü’min zannetse bile”
41
denilir.
Yalan söylemek sözün buzuk olmasına, vaadinden dönmek, emanete hıyanet etmek
de fiilin, davranışın bozukluluğuna delalet eder.”42
Şüphesiz yalan söylemek, vaadinden dönmek, emanete hıyanet etmek mü’mini
hemen münafık yapmaz. Lâkin yağmurun yağacağının alameti nasıl hafif bir esintiyse,
münafıklığın adet ve ahlakıyla ahlaklanmak da münafıklığın alameti sayılır.
40
Buhari, iman; 24; Müslim,iman; 107,108; Buhari, Şehâdet; 28; Tirmizi, iman; 14
Müslim, iman; 109
42
Riyazus-salihin, Erkam yayınları, 2. Cilt, 114. Sayfa
41
[Text eingeben]
Seite 84
Aile
Şu bir gerçek: Rabbım bizi her an imtihan ediyor. Bizi tanımayanların arasında da…
“Bizi burada kimse tanımıyor” düşüncesiyle yapılan hatalardan geriye dönme şansı çok
az...
“Kim iyilik getirirse, ona getirdiğinin on katı vardır” (Enam, 55/60) buyuran,
iyiliğin karşılığının illa ki iyilik olacağını (Rahman, 55/60) söyleyen Rabbımız asla
vaadinden dönmez.
“Bir kimse, bir mü’minden dünya sıkıntılarından birini giderirse, Allah da kıyamet
gününde o mü’minin sıkıntılarından birini giderir. Bir kimse darda kalana kolaylık
gösterirse, Allah da ona dünya ve ahirette kolaylık gösterir. Bir kimse bir müslümanın
ayıbını örterse, Allah da onun dünya ve ahirette ayıplarını örter. Mü’min kul, din
kardeşinin yanında olduğu sürece, Allah da o kulun yardımındadır. Bir kimse ilim elde
etmek için yola girerse, Allah da ona Cennet’in yolunu kolaylaştırır. Bir cemaat, Allahu
Teâlâ’nın evlerinden bir evde toplanıp, Allah’ın kitabını okur ve onu aralarında
müzakere eder, anlayıp kavramaya çalışırsa üzerlerine sekinet iner ve kendilerini
rahmet kaplar. Melekler onları kuşatır. Allahu Teâlâ da onları kendi nezdinde
bulunanların arasında anar. Amellerin kendisini geride bıraktığı kişiyi, nesebi öne
geçirmez” 43
Fazla söze gerek yok...“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 39/9)
Bilenlerden olmak duası ve ümidiyle...
SANA NASIL KIYDILAR YA AİŞE!
İnsan mutlu olduğunda daha iyi kalplidir
43
Müslim, Zikr; 38; İbn-i Mace, Mukaddime; 17
[Text eingeben]
Seite 85
Aile
Oscar Wılde
Hayat gören, duyan, akleden her insan için ya aktif ya da pasif duruştur. Aktif
duruşun simgesi olan erlerin, meyve veren ağaç nasıl yaramaz çacuklar tarafından
taşlanıyorsa, olmayan olaylara oldu denilebilmesi, söylenmeyen sözlere söylendi
denilmesi de bu duruşun sonucudur galiba...Taşlayan çocuktur, yaramazlığıdır denilir af
edilir ama, ya aklı başında sandığın müslüman ise ne yapılır acaba?
İman edenlerden olmak gerek...
“Ey iman edenler! Allah’a, peygamberlerine, peygamberine indirdiği kitab’a ve
daha önce indirdiği kitab’a iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını,
peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, derin bir sapıklığa düşmüş olur.” (Nisa,
4/ 136)
Ahirete, günümüzde yaptıklarımızdan, söylediklerimizden hatta yapmamız
gerekirken yapmadıklarımızdan, söylememiz gerekirken söylemediklerimizden bile
hesaba çekileceğimiz o ceza (karşılık) gününe imanın gereğidir sû-i zan beslememek.
“Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır.
Birbirlerinizin kusurlarını araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi
biriniz, ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. Şüphesiz
Allah tevbeyi kabul edendir, çok merhamet edendir.” (Hucurât, 49/12)
Ney! Dokuz düğümden geçtikten sonra çıkan, insanı mest eden o güzel sesin
çıkmasına sebep olan müzik aleti...
Söz! Dişlerle ve dudakla kapalı bir ağızdan çıkarak yılanı deliğinden çıkaracak
kadar önemli olan o güzelim söz... İnsanı insan eden ya da insanı rezil eden söz... Hiç
düşünülmeden söylenen sözler; ne canlar yakar, ne kalbler kırar, ne yuvalar dağıtır...
Her söze inanıldığı, her yalanın takipcisi olunduğu, her iftiraya kanıldığı bir
dönemin kurbanı olmak... Ya da zamanının Hz. Aişe’si olmak...
Bir ay buyunca arasından o kadar konuşulduğu, iffet örneği annemize iftiraların diz
boyunu aştığı ve O’nu Rabbinin temize çıkardığı ifk hadisesi...
“...Bu iftirayı kendiniz için bir kötülük sanmayın, aksine o, sizin için bir iyiliktir.”
(Nur, 24/11)
Beni Mustalik gazvesinin arkasında bıraktığı en ibretli hadise olan, ifk hadisesi ile
çağlar
sonrasında
[Text eingeben]
yaşayıp,
böylesi
iftiralara
uğrayanların
takınacakları
tavır
Seite 86
Aile
anlatılmaktadır. Hz.Aişe’nin ve Ashâb-ı Kirâm’ın verdiği bu imtihan, bu gibi durumlarda
ne yapmamız gerektiği konusunda, bize bir yandan en güzelinden dersimizi verirken,
diğer taraftan da sahip olunan eksikliği gidermektedir.
“Bu iftirayı işittiğiniz zaman, iman eden erkek ve kadınlar, kendi din kardeşleri
hakkında hüsn-i zan besleyip de ‘ bu ap açık bir iftiradır’ deselerdi ya! Onlar (İftiracılar)
bu iddialarına dair dört şahit getirselerdi ya! Mademki şâhid getiremediler; işte onlar
Allah katında yalancıların ta kendileridir” (Nur, 24/13)
Ya Aişe! Benim için de, bu acıyı yaşadığın için sana minnettarım. Benim de
gözlerim dolu. Ben de senin için ve böylesi iftiralar uğrayanlar için ağlıyorum. Daha çok
böylesi iftiralara kananlara, tövbe etmeyenlere, af dilemeyenlere ağlıyorum.
Sen ki ne annene babana, ne de sevgili eşin Peygamber’e (s.a.v.)
teşekkür
etmemişsin. Sedece seni temize çıkaran Allah’a hamdin...
Bu ne büyük iman Allah’ım!
Bu ne büyük tevekkül Allah’ım!
Bu ne büyük teslimiyet Allah’ım!
İmanı olanlara güçtür O (c.c.), tevekkül edenlere vekildir O (c.c.), teslim olanları
kabul edendir O (c.c.)...
Bizi sana teslim olanlardan kıl Allah’ım! Âyetlerini başkalarına okuyup kendi
nefislerine okumayanlardan etme Allah’ım!
Ey iman edenler! hitabına kulak açıp iman edenlerden et bizi Allah’ım. Ve
sonrasından gelecek emirlere hazır et bizi Allah’ım...
“Ey iman edenler! Size bir fasık haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar
verip yaptığınıza pişman olmamak için, o haberin doğruluğunu araştırın.” (Hucurat, 49/
6)
Son pişmanlığın fayda vermediğini, pişmanlıklarımıza düşmeden bize zamanında
dostoğru yaşamayı öğret Allah’ım!
Bize Hz.Aişe’nin imanını, tevekkülünü, sabrını, teslimiyetini ver Allah’ım!
Hz. Aişe’ye atılan iftiraların üzerinden bir ay geçtikten sonra öğrendiğini,
öğrendikten sonra hastalığının daha da arttığını, olayların aslını öğrenmek için Allah
Resulünden izin alıp anne babasının evine gittiğini ve o iki günlük bildiği zaman dilimini
hep ağlayarak geçirdiğin görüyoruz. Bundan sonrasını da kendi anlatımıyla okuyalım:
[Text eingeben]
Seite 87
Aile
“Hakkımda konuşulanları öğrenmemin üzerinden iki gece bir gündüz geçmişti. Bu
süre içersinde sürekli ağlamıştım. Resulullah toplantısının hemen sonrasında, anne ve
babamla ağlaştığımız sırada yanımıza geldi. Yanıma oturup ”Aişe” dedi ve hakkımda
çıkan dedikoduları anlattı. Sözlerini “Eğer sen bu anlatılanlarla ilgili değilsen Allah bu
söylenenlerle ilgili olmadığını bildirip, seni temize çıkarır. Yok, eğer bu günahı işledinse
Allah’tan affını dile, tevbe et. Çünkü Allah günahı itiraf edip de tevbe eden kulunu
bağışlar” diyerek tamamladı.
O böyle deyince anne ve babama dönüp “benim yerime siz cevap verin” dedim.
İkisi de “ne diyeceğimizi bilmiyoruz” dediler. Resulullah’ın konuşması ve annemle
babamın bu cavabı karşısında ağlamam kesildi. Birden kendimi oldukça güçlü buldum.
Allah’a hamd edip O’nu layıkıyla tesbih ettikten sonra söyleyeceklerimi söylemeye
başladım. O zamanlar henüz Kur’andan ezberim yoktu. Bu nedenle düşüncelerimi daha
iyi ifade edebilmek için, âyet okumak istediğim halde okuyamamıştım.
Dedim ki: “Ben anlıyorum ki siz, hakkımda söylenenleri dinlemişsiniz ve hatta
bazısına da inanmışsınız. Şimdi ben size ‘ben bu günahı işlemedim’ desem bana
inanmazsınız. Ama farz edelim ki ‘ben o günahı işledim’ deyip itirafta bulunsam hemen
inanırsnız. Vallahi ben kendim için de sizin için de Yakub’un dediğinden başkasını
demiyorum. O şöyle demişti: “Artık bana düşen güzelce bir sabırdır. İddialarınız
karşısında ancak Allah’tan yardım istenir.” ( Yunus 12/ 18)
Sözlerimi bitirince sırtımı dönüp yattım. Ben suçsuz olduğumu bildiğim için
Allah’ın durumumu açığa kavuşturacağına kesilikle inanıyordum. Ancak:
Allah’ın
durumum hakkında ayet vahyedeceğini düşünmüyordum. Şahsımı ilgilendiren bir iş için
ayet yahy olunacağını aklıma dahi getirmiyordum. Sadece rüya veya ilham yoluyla,
Resulullah’ın hakkımda bilgilendirileceğini düşünmüştüm. Sırtımı dönüp yatınca
Rasulullah kalkmaya niyetlendi. Henüz kalkmamıştı ki ayet vahy olunmaya başladı.
Bunu, Rasulullah’ın âyet vahy olunurken sahip olduğu belirtilerin açığa çıkmasından
anladım. Vallahi o sırada ben ne korkdum ne de aldırış ettim. Anne babama gelince
hakkımda dedikodular doğrulanacak diye korkudan ne yapacaklarını bilmiyorlardı.
Rasulullah’ın üzerinden vahiy hali geçince yüzü güldü. Sevinçliydi: “müjde ya Aişe!
Allah seni temize çıkarttı” dedi. Resulullah böyle deyince, annem ve babam çok
sevindiler. “Resulullah’a teşekkür et” dediler. Ben;
[Text eingeben]
Seite 88
Aile
“Vallahi ne size, ne de O’na teşekkür ederim. Ben ancak sizlerin duyup da red
etmediği şeylerden beni uzak tutan ve hakkımda âyet indiren Allah’a hamd ve teşekkür
ederim” dedim. Ben öyle söyleyince babam; “Sen bunu Resulullah’a mı söylüyorsun?”
dedi. Ben de “Evet. O’na söylüyorum” dedim.44
Sıkıntılı geçen zamanların, hayırlara gebe olduğu, şer gibi görünenlerin arkasında,
güzelliklerin olduğu bir gerçek. Rabbe dayanmak, kendinden bu denli emin olmak
böylesi ikramlara gark eder insanı...
Yanlışlar yapmamamız ve yalnışlıklar karşısında nasıl davranmamız gerektiğini
öğreten fermandır bu ve benzeri olaylar...
Sorumluluklarınız görmeyi ve bu doğrultuda yaşamayı öğretir bu ayetler...
Hakka iman etmiş, teslim olmuş, tevekkül etmiş olarak kavuşanlardan, bu
dünyadan ahirete, temiz göçenlerden olmamız dusıyla...
HİCRETİN GETİRDİKLERİ
Yapılan işler niyetlere göre değerlendirilir. Herkes yaptığı işin
karşılığını niyetine göre alır. Kimin niyeti, Allah’a ve Resulüne
varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevab da, Allah’a ve
Resulüne hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği bir dünyalığa veya
44
Celalettin Vatandaş: Pınar yayınları/ İstanbul, Hz.Muhammed’in Hayatı ve İslâm Daveti, Medine dönemi, 2.Cilt sayfa:
269.270
[Text eingeben]
Seite 89
Aile
evleneceği bir kadına kavuşmak için yola çıkmışsa, onun hicreti de
hicret ettiği şeye göre değerlenir45
Takvimler miladi 22 temmüz 622 yılını gösterdiği, çöl sıcağının en fazla hissedildiği
günlerde, sadık dostu Ebu Bekir‘le Allah Resulü, fanilikten ebediliğe kendisiyle beraber
bütün inananlar için de o sıkıntıya katlanıp hicret ederlerken, biliyorlar mıydı acaba o
yolculuklarıyla insanlık tarihine silinmez bir damga vuracaklarını?
Arkasından milyonlarca insanın gıpta ile bakıp “keşke o kutlu yolculukda ben de
olsaydım” diyeceklerini?
Korku ile ümit arasında olması gereken ilk iman eden mü’minlerin, korkulu
rüyalarını artık Mekke’de bıraktıklarını da biliyorlar mıydı?
Milyonlarca insanın kalbine gerçek huzurun adresini gösteren, cehaletten sıyrılıp
medenîleşeceği müjdesini veren, insanların “bittim„ dediğinde “geldim„ diyenin Allah
olduğunu da biliyorlar mıydı?
Tarihin akışını değiştieren hicret; yaptığı zulmün yanına kâr kaldığı, zenginin güçlü
ve haklı olduğu, Hak ve adaletin, can, mal, namus, din, nesil güvenliğinin olmadığı,
özgürlüklerin yitirildiği bir dünyaya yeni bir perspektif sunmuş, insanlığa model bir
toplum oluşturmuştur.
Ümidin simgesi haline gelen Medine, mü’minlere kucak açmış ve hayırla yâd
edilecek insanları bağrından çıkarmıştır.
İlk insan Hz. Adem (a.s.)‘den beri insanlık hicret etmekte. Hz. Adem cennet
nimetlerini görüp bizzat o nimetleri tattıktan sonra, tekrar o nimetleri tatmak için o
güzel Cennet‘i hak etmek için, yeryüzüne hicret etmeliydi. Âdetâ yeryüzünü imar etmek
için yeryüzüne halife olarak tayin edilen Hz. Adem, Cennet gibi bir mekandan, kendisi
için dayayıp döşenen, her şeyin emrine âmâde edildiği bir dünyaya iradesini de yanına
alarak hicret edecekti…Şeytan günahında ısrar ederek, af talebi yerine uzun ömür
dilerken, Hz. Adem affını dileyecekti. Affına karşılık olarak da, bu dünya nimetleriyle
ödüllendirilecekti…
Daha sonra gelen bütün İslam peygamberlerinin de hayatlarında böylesi hicretlere
şahid oluyoruz.
45
Buhari, imaret; 41, Müslim, İmaret; 155, Ebu Davud, Talak; 11, Nesai, Teharet; 60, İbn-i Mace, Zühd; 26,
[Text eingeben]
Seite 90
Aile
İnsanılığın ikinci babası olan Hz. Nuh’a 950 yıl tebliğini yaptıktan sonra; “Yer
yüzünde kafirlerden kimseyi bırakma“ duasına karşılık karada gemi yapmayı öğretecekti
Rabbi O’na… Belliydi ki kirlilik olan her yerde, kirleri yıkayacak sularda bulunmalıydı,
azgınların cevabı verilmeliydi ve tufan olarak verildi de…Tufan, bütün azgınları, âsî,
Resûlün‘ü dinlemeyenleri, ailesinden de olsa yok edecek bir felaket olurken, kurtuluş
iman edenler için de bir hicret oldu…
Tek başına bir ümmet olan Hz. İbrahim (s.a.)’in hayatında da bir çok hicretle
karşılaşıyoruz. Nemrud’un zulüm diyarından, kendisini hiç anlamayan o kalabalıkların
içinden inancını yaşayabileceği yerlere giderken, arkasında bıraktılarına kalbi kırık bir
şekilde “Ben Rabbım’a hicret ediyorum” demişti. (Ankebut, 29/26)
Hz. Musa (A.S.) sarayda bir eli yağda, bir eli balda iken hicret etti. Onca
haksızlıklara kör ve dilsiz kalamazdı. Tepkisi terk etmekti. Ama dönmek için terk
etmekti. Firavunun zulmüne “dur” demek için döndüğünde, ezilen halkı kurtarmak için
Rabbi açtı O’nun önünü…Denizleri yardı, âleme ibret olsun diye içinde Firavun ve
askerlerini boğarak… Dağlarda Rabbi ile buluştu, çöllerde Cennet sofralarıyla
nimetlendirildi…
Ya Yûsuf! (a.s.) Hz. Yakub’un sevgili oğlu minik Yusuf…
Köle olarak satıldığı Mısır’a iffeti, sadakâti, samimiyeti, ilmi gayreti ve Allahu
Teala’nın O’na lutfettiği hikmeti ile Mısır’a sultan olmaktı Yusuf’un hicreti. Bir muhacirin
neler yapabileceğini gösterdi kendini gurbette garip ve güçsüz hissedenlere…
Denilebilir ki hayat başlı başına hicret. Kâlû Belâ‘dan anne rahmine, anne
rahminden dünyaya, dünyadan da bir çok hicretlerin akabinde ahirete hicret…İnsanlar
isteseler de istemeseler de, hicret eden yolculardır hep…
Allah Resul‘ü hadis-i şerifte şöyle buyurur:
“Yapılan işler niyetlere göre değerlendirilir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine
göre alır. Kimin niyeti, Allah’a ve Resulüne varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek
sevab da, Allah’a ve Resulüne hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği bir dünyalığa veya
evleneceği bir kadına kavuşmak için yola çıkmışsa, onun hicreti de hicret ettiği şeye göre
değerlenir”46
46
Buhari, imaret; 41, Müslim, İmaret; 155, Ebu Davud, Talak; 11, Nesai, Teharet; 60, İbn-i Mace, Zühd; 26,
[Text eingeben]
Seite 91
Aile
Niyet ve düşüncelerimizle, konuşmamız ve davranışlarımızla belirleriz yaptığımız
amellerin sonunu. İyi niyetin başlı başına ibadet olduğunun bilinmesi, iman eden
mü’minleri her an ümitlendirmeli...
Bütün samimiyetimizi ortaya koyarak yaptığımız her hareket, bizi kötülüklerden
uzaklaştırmalı...
Hicret eden muhacir demek olduğuna göre hakikaten ve hakiki muhacir olmaya
çalışılmalı.
Asıl muhacirin kim olduğunu Fahri kâinat efendimiz şöyle tarif etmiştir;
“(Asıl) muhacir Allah’ın yasakladılarını terk edendir.” 47
Cennetin vatan, dünyanın gurbet olduğunu bilenler, asıl vatana kavuşmak için
haramlardan hicret ederler.
Hicret edenler bilirler ki, o bir yolcu, o bir misafirdir. Misafire düşen haddini
bilmektir. Ev sahibinin malına göz dikmemektir.
Ne mutlu hicreti anlayıp, muhacir gibi yaşayanlara...
Hicretimiz mübârek olsun.
ÇÖPLÜKDE GÜL YETİŞTİRMEK
Çocuklarınızın eğitiminin durumunu görmek için, torunlarınızın
nasıl olduğunu görmeniz lazım
47
Buhari, İman; 4-5; Müslim, İman; 64,65; Ebu Davud, Cihad; 2,Nesai, İman; 8-9-11
[Text eingeben]
Seite 92
Aile
Ehrich Maria Ramark
Bu cümleyi ilk duyduğumda aklıma gelen Hind oldu. Nasıl bir anne ki, yetiştirdiği
evladının sadece kendi kavminin başı olmasıyla yetinmemiş. Daha fazlasını istemiş. O
sahabi olma şerefine ulaşmış Hz.Muaviye ki, bürokrat bir ailede yetişmenin sonucu
olarak, hep başa oynamış. Evlatlarının da başta kalması için bir mücadele vermiş.
Görebilmiş mi ya da tahmin edebilmiş mi islam tarihinin en kanlı sayfasına Kerbela
çöllerinde imza atanın evladı olduğunu? Bu bilinmez, lâkin her ne pahasına olursa olsun
evladını baş olmaya bırakmış...
Hind! Uhud’un vaz geçilmez baş aktörü. Ellerinde şehitlerin şahı Hz. Hamza’nın
ciğerine dişlerini geçirişini ve boynunda da o şanlı şehidin mübarek parmaklarını kolye
olarak gördük. Okurken bizim de ciğerimiz yandı, gözlerimizden yaşlar boşandı.
Mekkenin fethinde İslam’la şereflenmesi en çok bizi sevindirdi. Böylesi bir deha, gayretli,
kişilikli, ne istediğini bilen bir kadının müslümanların saflarında olması şüphesiz iyiydi.
Nereden bilinebilirdi ki, ektiği tohumların torunlarında filizleneceği... Kerbela
ateşinin o günlerden bu günlere sıçrayacağı...
Bir Hind vardı bir de Vahşi... Bir türlü samimiyetini etrafındaki insanlara
anlatamayanlar... Geçmiş geride kalmıştı, lâkin yaşanan acı hatıralar asla unutulmadı.
Vahşi’ye “gözüme görünme” emrinin akabinde, sevdiğine hasretle geçen bir
ömür...
Hind’e “Ellerin hep kınalı olsun, unutma” emrinin akabinde, pişmanlıkla geçen bir
ömür...
Hatice! Ana ve eş Hz. Muhammed’e (s.a.v.),
Hind! Ana ve eş Ebu Süfyan’a,
Hatice, Hz. Fatıma’nın annesi ve Hüseyin ve Hasan’ın anneannesi,
Hind, Hz. Muaviye’nin annesi ve Yezid’in babaannesi...
Hatice ve Hind her ikisi de aynı toplumun içinde yetişmiş farklı da olsa kişilikli, ne
istediğini bilen ve eşlerini kendileri seçen, toplumun en nadir örnekleri.
Sufyan ailesi, devamlı alan ve vermeyen. Kölelerini çoğaltmaya çalışan bir aile,
zulümde aşırılardan olan bir aile...
Peygamber ailesi, devamlı veren, karşılık talep etmeyen. Kölesinin bile hürlüğü
istemeyip, yanlarında köle kalmayı tercih ettiği bir aile...
[Text eingeben]
Seite 93
Aile
Biri tamamen toplumun içinde, biri topluma oldukca uzak…Ve bu ailelerde
büyüyen evlatlar...
Yetiştirilen evlatlar, gül bahçelerinde mi yetişmiş, yoksa çöplüklerde mi?
Hz. Ömer’e atfedilen bir hadis-i şerifde Resulullah aleyhisselam şöyle buyurur:
“Çöplükte yetişen gülden sakının”48
Çüplüklerde gül yetişmez mi? Yetişir şüphesiz. Lakin kökü sağlam değildir
çöplükde yetişen güllerin...
Çöplükte yetişen gülü başka yere almak gerek.
Çok emek verip gayret etmek gerek.
Hepimiz gülüstanlarda yetişmedik.Fakat evlerimizi gülistan etmek için gayret
edebiliriz.
Aile, insanın aynası; bunu bilmek gerek.
Bir labaratuvar evliliği yapmış, evi de gülüstan olan ve asırlar geçse bile herkese
örnek olan o mutlu ailenin bize sundukları güzellikler gözler önünde.
Peygamber Efendimizin güle benzetilmesi acaba evinin bir gülistan olmasından
mıdır? Yoksa, kendisi gül olan, yuvasını gülistana mı çevirmiştir?
Ömrünün 25 yılını asrındaki erkeklerin sayısını bile bilmedikleri evliliklere inat
gibi tek evli olarak geçiren, hayatı boyunca o günlerini ve Hz. Hatice’yi hayırla yâd eden
Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz, elbette mükemmel bir eşdi.
Hatice annemizin
vefatına kadar ikinci bir evlilik yapmayan ve farklı bir sebebe binaen yaptığı bütün
evliliklerinde hanımlarını asla incitmeyen, sabırla ve tatlılıkla muamale eden, hayatına
asla şiddeti katmayan bir insan, bir peygamber görüyoruz. Onların dertlerini dinleyen,
onlara zaman ayıran, onlarla istişare eden, kıymet verip toplumu ilgilendiren konularda
bile fikrini soran, kendilerinin yanında aile efradına da hürmet eden, ev işlerinde yardım
eden bir aile reisi.
Dünyanın şimdiye kadar gördüğü en büyük insan ve insanlık örneği...
Şimdilerde Peygamber’in hâl ve hareketleri hatırlatıldığında “O bir peygamberdi”
denilmesi, kadınlara da “O Hz. Hatice” dedirtir oldu.
Eşinin arkasında durması, eşini desteklemesi kişiliğine kişilik katarken bize de bir
şeyler anlatmakda şüphesiz.
48
Acluni, cilt , sayfa 272
[Text eingeben]
Seite 94
Aile
Medineli, ilk biat edenlerden Yezid kızı Esma; Peygamber Efendimizin huzuruna
en çok çıkan ve kadınların soramadıkları soruları büyük bir cesaretle soran, hayâsını
dininin önününe geçirmeyen, efendimizden seksen hadis rivayet eden annemiz.
Bir gün hanım sahabiler, O’nu Peygamber efendimize gönderdiler. Esma
Rasulullah Efendimizin önüne çıkınca şunları söyledi;
“Anam babam sana feda olsun Ya Resulullah!
Ben sana kadınların elçisi olarak geldim. Allah Seni bütün erkek ve kadınlara
Peygamber olarak göndermiştir. Biz sana ve senin Rabbine iman ettik. Kadın olduğumuz
için evlerimizde kapanıp kalmış, nefislerinizi tatmin etmiş ve çocuklarınızı karnımızda
taşımışızdır.
Siz erkekler ise Cuma namazı kılmak, camiye ve cemaate çıkmak, hastaları ziyaret
etmek, cenazelerde bulunmak, birden fazla hacca gitmek gibi hususlarda bize üstünlük
sağlamış bulunuyorsunuz. Bütün bunların en önemlisi Allah yolunda cihad etmektir.
Fakat siz hac ve umre için yahut düşmanla savaşmak üzere evinizden çıktığınız zaman
mallarınızı biz koruruz. İplik eğirir size elbise yaparız. Çocuklarınızı besleriz.
Buna göre bizler sizin kazandığınız hayır ve sevaplarda size ortak olamaz mıyız?”
Esma’nın bu sözlerini pek beğenen Resul-i Ekrem Efendimiz ashabına dönerek;
“Siz, bir kadından din konusunda sorduğu bir soruda bundan daha güzel söz
işittiniz mi?” diye sordu. Sonra da O’na şunları söyledi;
“Ey Hanım! İyi anla ve seni buraya gönderen hanımlara da iyice anlat ki, bir
kadının kocasıyla güzel geçinip, onun hoşnutluğunu kazanması, sevap bakımında o
saydığın üstünlüklerin hepsine denktir.”49
Asrımızın ne istediğini bilmeyen hanımlarına bir istikâmet göstermekde ne güzel
bir misâl- örnek bu hadis. Her birimizin evini, cennet yuvasına çevirmeye ve evlerimizi
birer gülistan yapmaya ne kadar ihtiyacımız var. Cenab-ı Allah (Tâhâ) suresinde şöyle
buyurmuştur:
“Ey Âdem! Şüphesiz bu (İblis) sen ve eşin için düşmandır. Sakın sizi cennetten
çıkarmasın; sonra mutsuz olursunuz. Şüphesiz senin için orada aç kalmak, çıplak kalmak
49
Prof. Dr. Yaşar Kandemir; Peygamberimin Sevdiği Müslüman, sayfa 408-409, “Esma Bint Yezid” Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi 10. Cilt 423
[Text eingeben]
Seite 95
Aile
yoktur. Orada ne susuzluk çekersin; ne de güneş altında kalırsın.” (Taha; 20/117-118119)
Susuzluktan korunduğumuz, güneş altında kalmadığımız, aç ve açıkda
olmadığımız bu Cennet, yoksa yuvalarımız mı?
Değilse bile bu hâle dönüştürmeye çalışmalı değil miyiz?
Allahu Âlem. En doğruyu bilen Allah’tır.
Biz bilelim ki, kim yuvasını gülllük gülistan yaparsa, o ev bir cennet bahçesinden
bir bahçedir.
Gönüllerimiz sevgiyle, yuvalarımız saadet ve huzur ile dolsun. Yuvalarımız cennet
bahcesi, mutluluğumuz ebedi olsun.
AVRUPADAKİ TÜRK KADININ SORUNLARI VE ÇÖZÜM YOLLARI
Nisan 1957 de 12 Türk Stajer ailenin Almanya Kiel de başladı gurbetci macerası.
31 Ekim 1961 yılında geri dönmelerin olmaması ve buraya gelmek için başvuruların
artması ve ikili anlaşma imzalanması sonucunda ev, traktör, arsa parasını biriktirip
tekrar geri dönmek için yola çıkan gurbetcilere vatan oldu bu topraklar... Kaderimin
bana sunduğu çiçeği burnunda bir hemşire olan bana da ithal gelin olmak düştü 1990
da...
Türkiye de “Almancı” Almanya da “yabancı” tabirleri bizi bir yere oturtmadı.Ve
sonunda iki kültür arasında bocalayan , geri dönüşü düşünmeyen 2. ve 3. nesil Alman
vatandaşlığına geçerek Almanyada söz sahibi olmak yolunda en önemli adımı attı.Hele
hele bir çok paralar vererek aldıkları eski evlerle tamamen buraya bağlandı...
Artık bizler burada misafir işci değiliz. Türk girişimcilerinin 2002 yılında
Essen’deki Türkiye Araştırmalar Merkezi’nce yapılan araştırmalara göre Almanya
ekonomisine 419 bin kişiye iş imkanı sunan ve 35 milyon euro katkısı olan büyük bür
güç haline geldi. Şu anki durumun araştırma sonuçlarını siz düşünün…
Evet! Bu girişim ilk edapta benim kendimi burada yabancı hissetmemem için
önemli. Eğer kadın konuşulacaksa, hür bir ortamda olmam şart.Benim ben olduğum için
kabul edilmem şart.
Ömrümün 18 yılını Türkiye de geri yirmi yılını da burada geçirdim.Allah ne kadar
ömür verirse geriside benim özgürlüğüm elimden alınmazsa burada geçirmeyi
arzularım.Lakin sayın Cumhurbaşkanımız Wulff beyin “İslam da artık Almanya ya
aittir„ sözünün ters yankıları, islamı din olarak kabul etmiş benimle beraber Almanya da
yaşayan yaklaşık 6 veye 7 milyon insanı üzmüştür diye düşünüyorum.
[Text eingeben]
Seite 96
Aile
Bunun yanında Türk göçmenlerin eğitimsiz, uyumsuz ve ülkeye yük olduğunun
söylenmesi ne kadar alman vatandaşı da olsam aslını asla inkar edemeyen beni çok
incitti.
Şu bilinmeli; Biz kadınlar kendimizi ne kadar Almanyalı gibi hissedersek bizim de
bizim yetiştirdiğimiz 3.nesil çocuklarımızında buraya uyumu olacaktır.Yalnız benden
asimile olmam istenmesin.Asimilasyon T.C. Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan
beyin dediği gibi „Asimilasyon bir insanlık suçudur. Bunu matematik olarak görüyorum.
2 kere 2 dört. Bilimsel altyapısı var. Asimilasyon bir insanın değerlerinin devşirilmesidir.
Bu zaman zaman zorla olur. Asimilasyon, dinde, kültürde, örflerinden geleneklerinden
adetlerinden değişime zorlanmasıdır. Bu zorlama insanlık suçudur. Bunu ben
söylemiyorum bilim söylüyor. Entegrasyonun ise çok çok önemli olduğuna inanıyorum.
Soydaşlarımızın Alman toplumu içinde üzerlerine düşen görevi yerine getirmesi
gerekir..„
Başbakanımızın bu sözlerine sonuna kadar katılıyorum.Lakin Kendisine neden
Almanya'yı terk edip Türkiye'ye gittiğini soran gazeteye Kuşdemir, Türkiyenin kendisine
şans sunduğunu, diğer yandan Almanya'da doğduğu halde vatan özlemi çektiğini
"Kendimi Japonya'daki bir Çinli gibi hissediyordum, her şey bir şekilde tanıdık ama aynı
zamanda yabancı" dediğini ve Türkiye'ye dönerek kendi firmasını kuran Rukiye
Çalışkan ise, "Uyumla ilgili her şartı yerine getirseniz bile bir yerde sınıra tosluyorsunuz.
Almanların gözünde hiç bir zaman Alman olmuyorsunuz. Aynı niteliğe sahip Almanlara
göre kariyerde çok daha büyük engellerle karşılaşıyorsunuz" dediğini üzüntü ile
okuyorum.
Hala Türk kadının zorla başının örtüldüğü, istemediğ biriyle zorla evlendirildiği,
namus davasıyla öldürüldüğü, Türk kadının hür olmadığı,Türk erkeğinin maço olduğu ve
daha bir çok lüzumsuz tartışmalarla üzüldüğümüz de bir gerçek…
Ben bir dernek başkanı olmamın yanında çalışan bir iş hanımı ve hepsinden de
önemlisi üç çocuk annesiyim.Evlatlarımı yaşadığım topluma yararlı bir fert olarak
yetiştirmek benim hedefim.Okulda yaşadıkları olumsuzlukları düzeltmek için evde
verdiğim gayreti kimse bilemez. Lakin daha 6. Sınıftayken öğretmeni ile yaptığımız ve
buna da kendisinin şahit olduğu ve öğretmenin“ Ben askeriyeden geliyorum. Biz burada
paralel geselschaft istemiyoruz“ demesini ve benim başörtülü olmamdan dolayı bize
söylediği sözleri, benim bastırıldığımı, zorla başımı örttüğümü ve hatta kan davalarına
kadar konuşulmasını neyle açıklayabilim ki çocuğuma???
Geçen gün 22 yaşında burada doğmuş, Hamburg universitesinde
politikwissenschaft okuyan bir genç bayanın yazısı mail olarak geldi. Bunu size okumak
isterdim. Burada büyüyen genç kızımız sorununu ne kadar güzel dile getirmiş.Kendini ne
Alman nede Türk gibi hissedemeyen daha doğrusu her seferinde Alman olmadığı dile
getirilen, kişilik bunalımına giren bu hanımlar nasıl mutlu olabilirler ki?
[Text eingeben]
Seite 97
Aile
İnsanların gittikce yalnızlaştığı, huzursuzlukların hat safaya çıktığı, en çok
kullanılan ilaçların deprasyon ilaçları ve en çok rağbet gösteren mesleğin psikiyatsitlik
olduğubir dönemi yaşıyoruz. Mutsuz, huzursuz ve daha da önemlisi umutsuz dağılmakta
olan aileler, evlenmek istemeyen gençler, üniversitesini bitirdikleri halde ne olacağını
bilmeyen , hedefsiz, istikrarsız ve doyumsuz gençler...
Hasılı türk kadını almancayı ana dili gibi bilse alman toplumuyla
anlaşamıyor.Nesiller arası çatışmayı büyükleriyle de çocuklarıylada hararetli bir şekilde
yaşıyor. Hoş eşiyle de anlaşamadığı bir gerçek...
Şu da bir gerçek ki; mesele kadın olmak ya da erkek olmak değil.Sorun kadının ya
da erkeğin değil.Sorun insanlık sorunu...Bizler hep beraber kişilik sorunu yaşıyoruz.Açık
hava tımarhanesine dönüşen bu durumu ne zaman görecek, bu gidişata dur diyecek aklı
selim insanlar çıkacak ve bizlerde bu değerli insanlara uyacak olursak değil Almanyada
bütün dünyadaki sorunlar bitecek.
Ben trafikte özgür olduğum kadar özgürlük istiyorum. Çok mu istiyorum?Hata
yaptıysam cezamı çekeyim lakin başkalarının faturasını ben çekmeyeyim. Bu vesile ile
kendilerinin becerisizliklerine kulp arayan ve güçsüz buldukları için durmadan buradaki
dil bilmeyen azınlığa hakaret eden politkacıları, ve benim adıma konuşan medyayı da
kınıyorum.
Daha özgür bir dünya ümidiyle ...
EVLİLİKDE DENKLİK
Aile
nedir?
Aile
her
şeymi?”..Acıların,
mutlulukların,
kırgınlıkların,
barışmaların,hayallerin, gerçeklerin, sevgilerin, kıskançlıkların..Kısacası "Herşeyin"
toplamından oluşan, aile fertlerinin birbirlerinden destek alarak hayata daha sağlam
basan, birbirlerine dayanan, biri olmayınca diğeri de olmayan, fiziksel, bilinçli, duygusal
bir birlikteliktir.
Evlilikte Denklik (Küfüv):
Kelime olarak küfüv, denklik ve eşi olmak demektir.
Fıkıhda ise, evlenecek olan çiftlerin, birbirlerine bazı konularda denk olmaları demektir.
Evlenmede denklik, kadınlar için erkekte aranır. Yâni bir erkeğin, evleneceği kadına,
müslümanlık, neseb, hür olma, meslek ve zenginlik gibi niteliklerde denk durumda
bulunması, özellikle kadını korumak için öngörülmüştür.
Mezhepler, evlenecek kişiler arasında dindârlık bakımından eşitlik bulunmasının
kesinlikle gerekli olduğu görüşünde birleşmişlerdir. Bunun yanında Hanefîler, erkeğin
soy bakımından, kadından daha aşağı olmaması gerektiğini söylemişlerdir.
[Text eingeben]
Seite 98
Aile
Denklik, evlilik için mecbûrî bir şart olmayıp, ancak âile saadetinin te’mîni içindir.
Hanefîlere göre denklik (kefâet), altı yerde aranır. Bunlar: Dindârlık, İslâm, hürriyet,
neseb, mal ve meslektir.
Ayrıca çiftler arasında boy ve güzellik gibi fizîkî ölçülere de dikkat edilmesi, eşlerin
anlaşabilmeleri ve birbirleriyle uyum sağlayabilmeleri açısından önemli bir husustur.
Bütün bunlar hayatın realiteleridir. Yaşanan gerçekler bunların olması gerekliliğini, aksi
taktirde kendini aşamayan insanlarda sorun olabileceği bir vakıadır. Lakin Kur’an’ın
sunduğu denklik: inanç ve ahlâki boyuttadır.
"Zina eden erkek, zina eden veya müşrik kadından başkasıyla evlenmez; zina eden kadın
da zina eden veya müşrik bir erkekten başkasıyla evlenmez. Böyleleriyle evlenmek
mü'minlere haram kılınmıştır " (24 Nur 3).
“İman etmedikçe putperest kadınlarla evlenmeyin. Beğenseniz bile putperest bir
kadından, imanlı bir câriye kesinlikle daha iyidir. İman etmedikçe putperest erkekleri de
(kızlarınızla) evlendirmeyin. Beğenseniz bile putperest bir kişiden, inanmış bir köle
kesinlikle daha iyidir. Onlar (müşrikler) cehenneme çağırır. Allah ise, izni (ve yardımı)
ile Cennete ve mağfirete çağırır. Allah, düşünüp anlasınlar diye âyetlerini insanlara
açıklar” (Bakara Sûresi: 221).
“Kadınlar ile dört tür hasleti için evleniliyor: Malı, soyu, güzelliği, dindârlığı. Ey Mü’min!
Sen bunlardan dindâr olanını seç! Yoksa fakîrliğe düşersin!”( İbn-i Mâce, Nikâh, 1858).
“Kadınları sırf güzellikleri için nikâhlamayınız! Çünkü onların güzelliği onları
böbürlenmek ve kibirlenmek gibi tehlikelere sürükleyebilir.
Kadınları sırf malları için nikâhlamayınız! Çünkü mal üstünlüğü onları azdırabilir ve
isyana sevk edebilir. Lâkin kadınları dindârlıkları için nikâhlayınız! Şüphesiz burnunun
bir kısmı kesik, kulağı delik ve teni siyah dindâr bir câriye, dindar olmayan hür ve güzel
kadından daha efdaldir” (İbn-i Mâce, Nikâh, 1859).
“Ey İnsanlık! Sizi bir tek canlı varlıktan yaratan, ondan da eşini var eden ve her ikisinden
de bir çok erkek ve kadın üreten Rabbinize karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun!
(Nisa Suresi 4/1).
“Ey insanlık (ailesi)! Elbet sizi bir erkek ve dişiden yaratan Biziz; derken sizi kavimler ve
kabileler haline getirdik ki tanışabilesiniz. Elbet Allah katında en üstününüz, O`na karşı
sorumluluk bilinci en üstün olanınızdır”(Hucurat Suresi 49/13).
Hucurat suresinin 10. ayetinde mü’minlerin kardeş olduğu ifade edilerek insanlıkta
eşitlik ilkesi getiriliyor .
Üstünlüğün takva ile olduğu net ilan ediliyor.
[Text eingeben]
Seite 99
Aile
Bu durumda farklılıklar, insanlık ailesinin ve ailele kurumunun oluşmasında üstünlük
göstergesi değil, tanışma gerekçesi oluyor...
Kadın ve erkek farklı yaratılmışlardır.
Psikolojik ve fizyolojik farklılıkları vardır.
Şüphesiz bu farklılıklar ne üstünlük, ne de güç göstergesidir.
Bu farklılıkları bilenler: Sorumluluklarını bilenler ve üstünlük yarışını takvayla
kazanmak isteyenlerdir.
Beşer hayatının devamı için büyük önem arzden evlilik, müslüman için Allah’ın rızasını
kazanmaya vesile olmalıdır.
Hz.Muhammed (s.a.v.) ‘in evliliklerine bakarsak farklı evliliklerinde, davet ve akrabalık
bağlarını kuvvetlendirmek üzre olduğunu görürüz.
Bir müslüman herşeyden evvel bu maksatla, ihlaslı ve hâlis niyetle evliliğe yaklaşırsa,
ona davetinde yardımcı olacak eşler verecektir Rabbim...
Eş seçiminde, ahlâkı ve yaşayışı önem arzedecektir.
Günümüzdeki evlilikler hayatın tabi şartlarına uyularak ve nefsin bir takım ihtiyaçlarını
karşılamak amacıyla olduğundan bir çok problemler oluşmuştur.
Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz evliliklerinde, içtimâî bir hikmet ve maslahatı göz
önünde bulundurmuştur.
O`nun amacı, kalbleri kendisine ve İslâma ısındırmak, kabileleri akrabalık bağı kurarak
etrafında toplamak, kendisine ve İslâma yardımcı kılmaktı.
Malûmdur ki, insan bir kabileden veya bir aşiretten evlendiği zaman, onun ile o kabile
veya aşiret arasında bir yakınlık meydana gelir. Bu da, tabiî olarak onları o insanın
yardımına koşturur.
Abdullah bin Amr (r.a.) peygamberimizin şöyle buyurduğunu anlatıyor:
“Allah merhametli olanlara rahmetle muamele eder. Sizler yeryüzündekilere merhametli
olun ki, göktekiler de size rahmet etsinler. Rahim (akrabalık bağı ) Rahmandan bir
bağdır. Kim onu korursa Allah onunla (Rahmet bağı) kurar. Kim onu koparırsa, Allah’da
ondan (Rahmet bağını) koparır”(Ebu davud,Tirmizi).
Ölçü, denge, balans ayarı= KUR’AN-I KERİM
“ Sizi yarattım, hanginiz daha güzel amel işleyecek diye...”(Mülk Suresi 2)
Ölüm ve hayat = Denge= İmtihan
Kadın ve erkek = Denge =Aile
[Text eingeben]
Seite 100
Aile
Hidrojen ve oksijen=Su= Denge= Hayat
Akıl ve kalp= Denge= Mutluluk
Yerçekimi kuvveti= Denge= Dünya hayatı
Kainat ve kitap= Denge= Mü’min insan
Aile hayatındaki denge: Hakların karşılıklı bilinmesi, birbirlerinin haklarına tecavüz
edilmemesidir.
“Sizin en hayırlınız ailesine en çok hayırlı olanınızdır. Ben ailesine karşı sizin en
hayırlınızım” ( İbni Mace,Nikah 50).
“... Onlar sizin elbiseleriniz, sizde onların elbiselerisiniz...”(Bakara Suresi:2/ 187).
“İnanan erkekler ve inanan kadınlar birbirlerinin dostu ve koruyucusudurlar: İyi ve
doğru olanı önerir, kötü ve yalnış olanı önlerler ve namazı içtenlikle kılarlar, zekatı da
seve seve verirler, Allah’a ve O’nun elçisine uyarlar. İşte onlardır Allah’ın rahmetini
bahşettiği kimseler. Çünkü her işinde mükemmel olan, her hükmünde tam isabet
kaydeden yalnızca Allah’tır”( Tevbe Suresi 9/ 71).
[Text eingeben]
Seite 101

Benzer belgeler