kanlı noel ve akritas planı

Transkript

kanlı noel ve akritas planı
KANLI NOEL VE AKRİTAS PLANI
21.12.2009 tarihinde Doç. Dr. Ulvi Keser tarafından verilen konferans metnidir.
Atılım Üniversitesi İşletme Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç.
Dr. Ulvi Keser: Bugün Kıbrıs Türk tarihi açısından son derece önemli bir gün ve tam bir
kırılma noktası esasında; 16 Ağustos 1960 tarihinde kurulmuş Kıbrıs Cumhuriyetinin şehidi
olarak yıkıldığı gün de 21 Aralık 1963. Ancak 21 Aralık 1963’e gelmeden önce o güne nasıl
gelindiği de ilgili birkaç söz etmek istiyorum müsaade ederseniz. 1878’de İngilizlere sözde
kiralanan Kıbrıs Adası’nda Yunanistan’ın ve adada yaşayan Kıbrıs Rumlarının her dönem
Megali İdea denilen Adayı Yunanistan’a bağlama yönündeki girişimleri süre gelmiştir.
Özellikle I. Dünya Savaşı ve hemen ardından gelen süreçte Megali İdea’yla ilgili yani
Yunanistan’ın Kıbrıs Adası’na ilhak etme topraklarına katma yönündeki girişimlerinin daha
gerilimli ve daha şiddetli bir ivme kazandığını görüyoruz. Örneğin 1914 sonrasında hemen
savaşın bitimiyle beraber 1931 yılında 1940’lı yıllarda adada Kıbrıs Rumlarının başlattığı
isyan girişimleri var İngilizlere yönelik olarak adayı Yunanistan’a vermeleri için. Ancak
Yunanistan’ın fiili olarak Kıbrıs’la ilgili devreye girmesi 1950 yılına rastlıyor. 1950 yılında
Kıbrıs Adası’nda dönemin Başpiskoposu ki 1960 sonrasında Cumhurbaşkanı da olacak
Makarios’a yaptırılan bir halk oylamasıyla Kıbrıs’ta Rumların %99.8’i Evet biz Yunanistan’a
ilhak olmak yani katılmak istiyoruz yönünde oy kullanırlar. Bunun üzerine Yunanistan derhal
Birleşmiş Milletler’e müracaat ederek adanın kendisine verilmesini talep eder. Ancak ilginçtir
o dönem içerisinde toplanan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi bu sorunun eğer bir sorun
olarak kabul edilecekse Türkiye’yle Yunanistan arasında tartışılması gerektiğini uluslararası
bir sorun olmadığını Birleşmiş Milletler’i de ilgilendirmediğini de belirterek Yunanistan’ın bu
talebini reddeder 1950 yılında. Hemen ardından da devreye İngiltere girer tıpkı bugün olduğu
üzere tarafların anlaşamadığını ancak İngiltere’nin ev sahipliğinde Yunanistan ve Türkiye’nin
bir uzlaşma masasında buluşabileceklerini belirtir ve 50–55 döneminde Türkiye’de
Yunanistan Dışişleri Bakanları seviyesinde görüşmelere başlarlar. Dönemin içerisinde
Yunanistan adayı ilhak edemeyeceğini anlayınca 1953 yılından itibaren düğmeye basar ve 1
Nisan 1955’te Kıbrıs Adası’nda faaliyete geçen emekli bir Yarbay Yunan Yarbayı Grivas’ın
komutasındaki EOKA isimli tedhiş örgütünü kurdurur ve 1 Nisan 1955’ten itibaren ada tam
manasıyla bir kan gölüne döner ne zamana kadar 1959 yılına kadar. O tarihte 1959
Şubat’ında Londra ve Zürich’te yapılan antlaşmalar sonrasında adada Türkiye Yunanistan ve
İngiltere’nin garantörlüğünde Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmasına karar verilir ve 16 Ağustos
1960 itibariyle Kıbrıs Cumhuriyeti fiili olarak hayata geçer. Az önce belirttiğim Başpiskopos
Makarios kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nde cumhurbaşkanıdır yardımcılığını ve muhalifliğini ise
Dr. Fazıl Küçük yapmaktadır. Ancak Makarios daha sonraki dönemde ortaya çıkacaktır ki
Kıbrıs Cumhuriyeti’ni de Megali İdea yönünde yani adanın Yunanistan’a verilmesi yönünde
bir atlama tahtası olarak kullanmaktadır ve düşüncesi de bu yöndedir. Dolayısıyla 1960–63
döneminde gerilim Kıbrıs Adası’nda iyice artar. Örneğin Cumhurbaşkanı muavinine verilen
yetkiler ortadan kaldırılır. Bir tanesini söyleyeyim Kasım 1963 itibariyle Makarios’un
görüşmeye ve sonrasında oylamaya açtığı on üç tekliften bir tanesi Cumhurbaşkanının
adada bulunmadığı dönemlerde yani Makarios’un adada bulunmadığı dönemlerde ona
vekalet eden kişi Cumhurbaşkanı vekili olmayacaktır. Kim olacaktır? Hükümetteki yetkili bir
Rum Bakan olacaktır gibi on üç maddelik adadaki Türkleri tamamen asimile etmeye yönelik
30 Kasım 1963 tarihli bir yeni tadilat yeni bir asimilasyon planının içerisine girer. Aynı dönem
EOKA’nın da şiddetini arttırarak Türkler üzerinde yoğun baskısının görüldüğü hissedildiği bir
dönemdir. Ancak öyle bir noktaya gelinir ki bu özellikle EOKA Teşkilatıyla Kıbrıs Rumlarının
Yunanistan destekli Kıbrıs Rumlarının artık gözlerini iyiden iyiye kararttıklarını ve amiyane
ifadeyle işin ne kadar çığırından çıktığının göstergesidir. Ne olur? Rumlar 1967 yılında Nikos
Sampson çıkardığı Mahi isimli gazetede ilk defa deşifre edilen Akritas Planı isimli bir plan
ortaya koyarlar. Akritas Planı ismini mitolojide bir Yunan kahramanından almaktadır. Tıp
EOKA lideri Grivas’ın kendisine Diogenes ismini yine Yunan Mitolojisinde geçen bir
1
kahramanın ismini verdiği gibi Akritas Planı da Yunan Mitolojisinden bir isim alır. Plan özü
son derece kısa nettir. Adada yaşayan bütün Kıbrıs Türklerini topyekun katletmek ve de facto
yani bir oldubitti durum yaratmak suretiyle adayı Yunanistan’a bağlamak. Bu manada girişim
21 Aralık 1963 günü başlatılır. Dolayısıyla Yunanistan destekli EOKA başta olmak üzere
Rum Milli Muhafız Ordusu adada bulunan Yunan askeri gücü Grivas’ın liderliğinde adanın
dört bir tarafında Kıbrıs Türklerine yönelik katliama girişirler. Ancak olayın fitilini ateşleyen
hadise ise 21 Aralık 1963 yani bugün Girne’den Lefkoşa’ya dönmekte olan kendi halinde altı
kişinin içinde bulunduğu bir Türk arabasının durdurulması ve arabadaki iki kişinin kimlik
sorma bahanesiyle indirilmesi ve hiçbir gereçle gösterilmeden Rum polisler tarafından
öldürülmesiyle patlak verir. Bu olayın hemen ardından sanki bu bir başlangıç veya işaret gibi
kabul edilir ve adanın dört bir tarafındaki o güne kadar çok küçük kantonlarda sıkışmış
durumda yaşayan Kıbrıs Türklerine yönelik katliam girişimi başlatılır. Yani burada tek bir
amaç vardır Kıbrıs Türklerinin adadan katletmek suretiyle atmak. Bununla ilgili girişim fiili
olarak 23 Aralık günü Lefkoşa’nın dört bir tarafında başlatılır.
İşte kırılma noktası olayda bugüne ismini veren Kıbrıs
Rum ve Türk Tarihine Kanlı Noel olarak geçen dönemin
kırılma noktası da burada krokisini gördüğünüz evin
etrafında olur. Bu ev şuanda Lefkoşa’da Kanlı Dere diye
bilinen Dere Boyunda Lefkoşa’nın içerisinde Dere Boyu
üzerinde kendi halinde bir ev. Evin özelliği nedir? Ev
esasında bahçe içerisinde iki küçük evden oluşmaktadır.
Evin sahibi Hasan Yusuf
Gudum şurada işaretli olan
arkadaki
iki
göz
evde
oturmaktadır yaşlı karısıyla beraber Ferdiye Hanımla beraber.
Öndeki ev ise o dönemde Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alay
Komutanlığında görev yapan Tabip Binbaşı yani Doktor Binbaşı
Nihat İlhan’a kiralanmıştır. Ancak 21 Aralık günü olayların
başlamasıyla beraber Doktor Binbaşı Nihat İlhan birliğine gider. 28
Aralık 1963’e kadar yani yedi gün boyunca geriye dönmeyecektir
birliği alarm durumundadır. Dolayısıyla evde karısı Mürüvvet
Hanım ve çocukları Murat Kutsi ve Hakan vardır, evde yaşayan
dört kişi. 23 Aralık gecesi de saat 19:00–19:30 sularında evin
ortasında hemen şurada boşlukta bir yer sofrası yapmışlar orada
karınlarını doyurmaya çalışıyorlar. Perdeler kapalı vaziyette yerde
oturmalarının sebebi hemen bir olay vukuunda en azından kendilerini kurtarabilmek. Olaylar
patlak verince Hasan Bey yanına karısını da alıyor. O gün evlerinde misafir olan Meriç
bugünkü ismiyle Meriç Rumca ismiyle Mora Köyünden misafirliğe gelmiş olan Ayşe Hanım,
Növber Hanım ve Ayşe Hanım’ın iki buçuk yaşındaki kızı Işıl’ı da yanına almak suretiyle
Binbaşı Nihat İlhan’ın evine geliyorlar beraber olalım ve herhangi bir hadise olursa en
azından birbirimize destek oluruz düşüncesiyle görüldüğü evde dört tane küçük çocuk iki
tane yaşlı Feride Hanım ve Hasan Bey üç tane genç bayan.
Bu evin şuan ki ön bahçesi az önce belirttiğim Dere Boyu hemen
şu çitin arkası karşıda görülen kısımlar Uluslararası Lefkoşa
Havalimanında bulunduğu bölgedir. Rumların zaten giriş yaptığı
yerde hemen arkada bir bir buçuk metre genişliğinde kuru bir
dere yatağı. 23 Aralık günü Rumlar başlarında bir Yunan
Binbaşısı olmak üzere ki sayılarının yüz elli civarında olduğu
tahmin ediliyor EOKA Tedhiş Örgütünün mensupları. Ama
başlarında komuta eden kişi Yunan Ordusuna mensup Yunan
2
Binbaşısı olduğu halde bölgeye geliyorlar. Şimdi Lefkoşa Bölgesinin esasında en güvenilir en
güvenilir ama en korunaksız kısmı burası neden? Çünkü çatışma var Lefkoşa’nın özellikle
bugün Lokmacı Barikatı diye ismini çok sık duyduğunuz veya Ledra Palace diye müzakere
sürecinin yaşandığı bölgede yaşanıyor. Dolayısıyla iskan bölgesi meskun mahal olarak kabul
edilecek bu bölge son derece güvenli ancak ilginçtir bölgede yaşayan bir Ermeni EOKA
Teşkilatına haber gönderiyor. II. Dünya Savaşı sonrasında bölgeye göç etmiş bir Ermeni
büyük olasılıkla da Türkiye’den göç etmiş bir Ermeni. Bölgede askeri bir güç olmadığını
Lefkoşa’nın işgal edilebilmesi için en elverişli yerin Kumsal Bölgesini ifade ediyor. Bunun
üzerine Yunan Binbaşı komutasındaki o yüz elli kişilik birlik Kumsal’daki Kanlı Dere’den veya
Dere boyundan hiçbir direniş karşılaşmadan Türk tarafına Lefkoşa’nın Kumsal Bölgesine
giriyorlar.
Burası Nihat İlhan Binbaşının eşi Mürüvvet Hanım ve üç
çocuğuyla saklandığı yer fotoğrafı ben çekmiştim yıllar
öncesinden üzerinde görülebilir kırıklar çatlaklar bunlar mermi
deliklerinin olduğu yerlerdir şuralarda. Bu tavanın resmi ben
70’li yıllara kadar hatırlıyorum hala kan izleri tavanda
duruyordu.
Bunları kaldırdılar şuanda yok çok afişe
etmek istemiyorum ama böyle bir
görüntü de var. Çocukların saçları, beyin parçaları ve dişleri. Bu az
önce belirttiğim evin sahibi Hasan Yusuf Gudum evde bulunan dokuz
kişinin içerisinde tek erkek. Hasan Bey’in eşi Feride Hanım Feride
Hanım tuvaletin yanına saklanmış Mürüvvet Hanım üç çocuğuyla
küvette Hasan Bey evin içerisinde kadınları ve çocukları sakladıktan
sonra kendisini saklayacak yer arıyor. Dışarıdan gürültüler gelince o da
bir divanın bir karyolanın altına saklanıyor. Ancak giremeyince iki büklüm vaziyette divanın
anında saklanmış buna tabii ne kadar saklanmış denir bilemiyorum. Bütün mermileri zaten
Hasan Bey sırtından yemiş. Evde bulunan Nihat İlhan Binbaşının eşi Mürüvvet Hanım,
çocuklardan Murat altı yaşında bu Kutsi dört yaşında bu da altı aylık Hakan anne tabii
annelik içgüdüsüyle çocuklarını koruma amacıyla kucaklayıp küvettin içine attığında en altta
maalesef Hakan kalmış onun üzerinde hemen bir mermi deliği söz konusu değil ancak
havasızlıktan ölmüş Hakan İlhan. Annesinin üzerine boşalttıkları mermiler iki çocuğu da
geçtikten sonra ancak durmuş veya yavaşlamış küvettin içerisinde. Bu çocukların en son
üzerinde olan kıyafetler ayakkabıları, çocukların bornozları çocuklar ve anne bulunduğunda
çekilmiş orijinal fotoğrafı; küvet bazı mendil gene aynı yerde.
Bu Feride Hanım’ın saklandığı tuvalet şu orijinal şekliyle duruyor
mu? Yakın zamana kadar maalesef tadilat yapmışlar ve tarihin canlı
tanığı bu parçaları kaldırmışlar şu kısım.
Burası evin şuan ki hali 1967 yılından
itibaren Hasan Bey yani Hasan Yusuf
Gudum burada eşini kaybetti kendisi ağır
yaralandı. 21 Aralık 1963 sonrasında
Türkiye’den giden Kızılay ekibi gizlice ve
kaçak olarak Hasan Yusuf Gudum’u Türkiye’ye getirdiler. Aylarca
Türkiye’de yoğun bakımda kaldı. Tedavisi tamamlanıp Kıbrıs’a
döndüğünde ise Rumlar tarafından tutuklandı. Kaçak yollarla adayı
terk ettiği için az önce söylediğim gibi bahçenin içerisinde iki tane ev
var bu evi Hasan Yusuf Gudum kendi imkanlarıyla 1967 yılından itibaren müze haline getirdi
3
Barbarlık Müzesi olarak şuanda faaliyette devletin bu müzeyi sahiplenmesi ise açılım 75
sonrasında oldu o güne kadar gayri resmi kişisel bir müze görünümündeydi. Bu evin ön ana
giriş kapısı evin ön cephesi çocukların ve annemin o akşam yani 23 Aralık 1963 günü yemek
yedikleri yer hemen bunun içi burası müzenin şuan ki girişi. Evet, az önce gördüğümüz
çocuklara ait kıyafetler.
Bu kişi kimdir diyeceksiniz. 23 Aralık günü ilginç bir olay yaşanır.
Çünkü bu konuyla ilgili yıllar sonra inanılmaz iddialar ortaya çıkar
Kıbrıs Rum kesiminde maalesef Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde
bazı insanlar tarafından. Bu nedir? Derler ki bu işi Rumlar yapmadı.
Bu evde bulunan insanları Türk Mukavemet Teşkilatı katletti. Gayede
Türk Mukavemet Teşkilatının efendim katlettiği bu insanlar
vasıtasıyla Türkiye’ye acite etmek provoke etmek ve Türkiye’nin
Kıbrıs’a müdahalesini hızlandırmak bununla ilgili olarak Türk
Mukavemet Teşkilatını o dönem içerisinde en cesur en kahraman
üyelerinden birisi Albay Mustafa’ya görev verildiği şeklinde inanılmaz
bir iddia söz konusudur. Bir başka iddia ise iki yıl önce ortaya çıktı Kostas Yennaris isimli bir
Rum Gazeteci bu evdeki katliamı Türk Mukavemet Teşkilatının ve Rumların değil bizzat
Binbaşı Doktor Binbaşı Nihat İlhan tarafından yapıldığı yönünde. Neden? İddiaya göre o gün
cinnet geçirmiş Doktor Binbaşı Nihat İlhan ve çocuklarıyla beraber evde olanları katletmiş
böylede bir iddia var. Şimdi o günle ilgili ilginç bir olay tabii evde o katliamı yaşayan ve hala
sağ olan üç kişi var dolayısıyla onlar kimin tarafından saldırıya uğradıklarını eve kimin
saldırdığını gayet iyi bilmekte ancak aynı olayın hemen üzerine eve giden bir kişi Yılmaz
Bora. Nedir? 23 Aralık 1963 günü saat 19:00–19:30 sularında Rumların saldırısı devam
ederken Türk Mukavemet Teşkilatının Lefkoşa karargahına bir haber gelir. Bu eve yaklaşık
yüz elli metre mesafede Severis Un Fabrikası isimli bir un fabrikası yıllardır kullanılmayan
çatışmalar nedeniyle kullanılmayan on beş katlı bir bina cam bir bina Birleşik Milletler
binasına benzer ama bütün camları delik deşik kırılmış vaziyettedir. O on beş katlı binanın
çatısına Rumlar tarafından üç tane uçaksavar silahı yerleştirilmiş ve Girne, Magosa, Lefkoşa
yol ayrımında son derece stratejik bir noktadaki bu silahlar vasıtasıyla Türk Bölgesini tehdit
altında tutmaktadır. Konuyla ilgili olarak karargahta hemen bir toplantı yapılır ve komutan der
ki Türk Mukavemet Teşkilatının Lefkoşa karargahındaki komutan o silahların çatıdan
indirilmesi lazım üç tane uçaksavar silahın. Ancak bu iş için görevlendirileceğimiz
adamlarımızın geriye dönmeyeceğimizi hepimiz biliyoruz. Dolayısıyla da evli olmayan gönüllü
beş kişi istiyorum der orada bulunan bütün Türk Mukavemet Teşkilatı mensupları göreve talip
olurlar. Sonuç olarak içlerinden beş tanesi bu görevi alır. Görevleri Kumsal Baskınının
yaşandığı eve 150 metre mesafedeki o uçaksavar mevziini çatıdaki uçaksavar mevziini
ortadan kaldırmaktır. Beş kişinin içerisinden fotoğrafını gördüğünüz Yılmaz Bora da
bulunmakta ve akşamın karanlığında bölgeye doğru harekete geçerler. İlginçtir saat 19:30
itibariyle maalesef Yunan Binbaşı komutasındaki o yüz elli kişilik birlik bugün şehit Mürüvvet
İlhan Sokağı olarak isimlendirilen sokaktaki bütün Kıbrıslı Türkleri sokağa çıkarıp esir almış
vaziyette dokuz kişinin yaşadığı evde de sadece dört kişi ağır yaralı, beş kişi hayatını
kaybetmiş vaziyette dışarıya çıkarlar ve başka bölgeye doğru hareket ederler saat 19:30’dur.
Ancak akşamın karanlığında bir kum yığınının hemen önünde bölgeye sürüne sürüne
gitmekte olan beş kişilik Türk timiyle Yunan Binbaşı komutasındaki yüz elli kişilik birliğin
öncüleri yani sekiz on kişilik öncü birliği karşılaşır. Ne olduğunu önce anlayamazlar hemen
ardından iki taraf karşılıklı ateş etmeye başlar bir buçuk metre mesafede karşılıklı ateş
ederler. Bölgedeki beş Türkün beşi de ağır yaralanır ve düşer. Üçü hemen orada hayatını
kaybeder Yılmaz Bora ağır yaralıdır ama o da diğer arkadaşları gibi elindeki silahın bütün
mermilerini karşıya boşaltmış vaziyettedir. İlginçtir zaten Akritas Planı denilen bu planın 23
Aralık 1963’ten sonra durması yani adadaki Türklerin topyekun katledilmesine yönelik girişim
manasında Rumların geri adım atması veya savunmaya geçmesi işte bu beş kişilik timle
karşılaşmaları sonrasında olur. Neden?
4
Sanırlar ki Lefkoşa’daki Türk Karargahı konuyla ilgili bilgi sahibi ve bölgeye takviye güç
gönderiyor. Korkuyla ellerindeki esirleri yaklaşık doksan civarında esiri bırakmak suretiyle
kaçarlar bölgeden. Beş kişi orada yatıyor üç tanesi hayatını kaybetmiş şehit olmuş durumda
iki tanesi ağır yaralı bir tanesi Yılmaz Bora daha sonraki süreçte milletvekili siyaset adamı
Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin Dışişleri Bakanlığı görevini yapmış şuanda da Kıbrıs’ta Türk
Mukavemet Teşkilatı Derneği’nin Başkanı. Bu da o evde ağır yaralanan iki kişiden birisi Vural
Bey Vural Türkmen o da şuanda Kıbrıs’ta Kıbrıs Türk Mücahitler Derneği’nin Başkanlığını
yapıyor. Rumların bölgesini terk etmesinin ardından ilginç bir olay gelişiyor. Bu iki olayın
kesişmesinin hemen ardından aynı bölgede Vural Türkmen ve bir önceki resimde
gördüğümüz Yılmaz Bora’ya Severis Un Fabrikası çatısındaki silahları indirin emrini veren
Kıbrıslı Türk Mukavemet Teşkilatı Komutanı Nevzat Uzunoğlu da başka bir görev için tek
başına o kanlı derenin içerisinde ancak farklı bir istikamete doğru ilerlemektedir tek başına.
Karşısına mahalleden tanıdığı bir Kıbrıs Türk’ü çıkar ve ona Nevzat Bey der bizim
mahalleden silah sesleri geliyor sanırım Rumlar bölgeyi bastı. Bunun üzerine Nevzat Bey
Nevzat Uzunoğlu yapacağı görevi ötelemek suretiyle evin bulunduğu noktaya doğru hareket
eder. Eve geldiğinde az önce krokide gördüğümüz şekilde anne Mürüvvet Hanım üç çocuğu
küvetin içerisinde Hasan Yusuf ve karısı Feride Hanım evin farklı yerlerinde ve tuvalette
çocuklar köyden misafirliğe gelmiş iki yeğeni ve iki buçuk yaşındaki kızı Işıl başka bir odada
olmak suretiyle bunları bulur. İlginçtir Nevzat Uzunoğlu evin içerisine girdikten sonra bir
odanın kapısının yarı aralık olduğunu görünce elindeki silahla kapıyı açmaya çalışır.
Arkasında sanki böyle yumuşak bir şey varmış gibi bir hisse kapılır. Silahın ucunu içeri
uzatmak suretiyle kendini güvenliğe alır ve bakar nedir diye. İçeride Hasan Bey’in köyden
gelen yeğenlerinden birisi Ayşe Hanım ve kucağında da iki buçuk aylık kızı Işıl vardır. Ayşe
Hanım’ın sol kolu o gün aldığı darbelerden kesilmiş durumdadır. Hayattadır, aynı sokaktadır
bir bakkal dükkanı işletiyorlar. Kızı Işıl’da iki buçuk yaşındadır ve onun da bir ayağı kısadır
onun da ayağını kesmek zorunda kaldılar. Kapının arkasında kan gölüne dönmüş odanın
orta yerinde sırtını kapıya vermiş vaziyette oturur bulur bunları. Kadın tabii biraz tedirgindir
silahı da görünce korkma kızım der Nevzat Uzunoğlu. Biz Türk’üz sizi kurtarmaya geldik.
Amca der korkmuyorum, yalnız bir şey rica edeceğim bir şey isteyeceğim sizden der Ayşe
Hanım. Ben r karşıda hemen sokağın karşısında oturan Mermerci Derviş Ağa’nın geliniyim.
Bizler öleceğiz herhalde; ben ve kızım öleceğiz herhalde burada. Sizden bir tek şey istiyorum
evime gidin kapıyı açınca hemen karşıda benim çeyiz sandığımı göreceksiniz. Açın ve
oradaki silahı alın. Bundan sonra sizden isteğim o silahla bizim intikamımızı almanız. Buna
benzeyen ifadelere ben Türkiye’de Milli Mücadelenin farklı safhalarında da gördüğüm için
zaten 55–63 ve 63-74 döneminde Kıbrıs Türklerinin verdiği mücadeleyi de Kıbrıs Türklerinin
de Kuvayi Milliyesi olarak nitelendiriyorum. En azından Kıbrıslı Türk Kadınlarının cesareti ve
vakurluğu manasında ilginç bir örnek ve oradan çıkarıyorlar ölüleri ve yaralıları. Şimdi burada
ilginç bir şey yıllar sonraki Binbaşı Nihat İlhan olayın yaşanmasından beş gün sonra yani 28
Aralık 1963 günü izinle evine gelmek istediğinde büyükelçilik müsaade etmez kendisine ve iki
büyükelçilik görevlisi eşliğinde büyükelçiliğe getirirler ve dönemin Türkiye Büyükelçisi
kendisine eşinin ve çocuklarının katledildiğini söyler. Evinden 21 Aralık 1963 günü ayrılmıştır
olay 23 Aralık günü oldu 28 Aralık’ta da böyle bir haber alır. Yıkılır tabii günlerdir birliğindedir.
Evine hasret kalmıştır çocuklarının ve eşinin öldüğünü öğrenince yıkılır. Ancak namusuna bir
zarar gelmediğini öğrenmesi kendi ifadesiyle bir teselli aracı olmuştur. Görüntüsünün çok da
şık olmadığını bir Silahlı Kuvvetler mensubuna yakışmayan kılık kıyafet içerisinde sakalları
uzamıştır tıraş olmak ister. Kendisine bir tıraş bıçağı verirler yanına da bir nöbetçi dikerler ki
intihar etmesin bir bunalıma girmesin diye bu arada kapıyı açık tutarlar elindeki kendi
tabancasını alırlar belindeki kemerini çıkarırlar vs. Nihat İlhan tıraş olup odadan çıktığında
ilginç bir görüntüyle karşılaşır. Bu özellikle Türklerin ve Rumların yaklaşımları manasında son
derece ilginç bir örnektir. İşgüzar birileri kelimenin tam manasıyla bölgede yaşayan bir Rum
berberi Rum berberin hamile karısını ve üç çocuğunu yakalayıp getirmiştir büyükelçiliğe.
Nihat İlhan tıraş olup dışarı çıkınca karşısında bu insanları görür. Kadıncağız tir tir titremekte
Rum kadın adam ne yapacağını bilmez vaziyette etrafında silahlı Türkler etrafını çevirmiş
vaziyette esir almıştır.
5
Nihat İlhan sorar büyükelçilik yetkililerine nedir ne oluyor diye. O arada bir büyükelçilik
yetkilisi Rus yapımı bir silah çıkarır ve Nihat İlhan Binbaşının eline tutuşturur. Efendim derler
sizin üç çocuğunuzu ve karınızı bu Rumlar katletti siz de bu Rumları öldürün ki intikamınızı
almış olasınız. Silahı almayı reddeder geriye verir silahı Nihat İlhan ve şöyle söyler ben her
şeyden önce bir Türk İnsanıyım Silahlı Kuvvetler mensubuyum üstüne üstlük bir insanım ve
de ırkı, dili, dini, cinsi ne olursa olsun bütün insanların hayatını kurtarmaya yönelik yemin
etmiş Hipokrat yemini etmiş bir doktorum. Dolayısıyla böyle bir şey yapmak mümkün değildir
reddeder. Bu olayın hemen ardından cenazelerin Türkiye’ye getirilmesi yönünde bir girişim
başlar. İnanılmaz bir dönemdir. Çünkü dönem içerisinde ne İngilizler kendi üslerinin
kullanılmasına izin verirler ne de Rumlar bu cenazelerin Türkiye’ye gönderilmesi yönünde bir
kolaylık sağlarlar. Aksine cenazeler Türkiye’ye gönderilmek üzere havaalanına yola
çıktığında birkaç seferde pusuya düşürülür. Bu görüntüler cenazelerin Türkiye’ye getirildiği
andan itibaren çekilmiştir. Bu cenazeleri almak üzere Türkiye iki tane savaş uçağını gönderir
Kıbrıs’a ve doğrudan Ankara’ya getirilmeleri kararlaştırılmıştır. Ancak Toroslar üzerindeyken
dönemin Genel Kurmay Başkanı Nihat İlhan Binbaşıyla bir telsiz konuşması yapar ve ona 6–
7 Eylül 1955 döneminde Türkiye’de azınlıklara yönelik taşkın hareketlerin yaşandığını bu
olayların eğer cenaze Türkiye’ye ve özellikle Ankara gibi büyük bir şehre getirilirse yine
yaşanmasından endişe ettiklerini insanların güvenliğini sağlamak konusunda sıkıntı
çekeceklerini belirtir. Bunun üzerine cenazeler Ankara’ya getirilmek yerine Nihat İlhan
Binbaşının ve eşinin memleketi olan Elazığ’a sevk edilir ve bu fotoğraflarda ilk defa gün
ışığına çıkıyor benim koleksiyonumda arşivimde olan fotoğraflar Elazığ’daki cenaze
töreninden alınmış fotoğraflar. (Dakika 00:34:11) 28 Aralık 1963 bu kişi dönemin o dönem
binbaşı olan Nihat İlhan’a ait Elazığlıları görüyorsunuz Nihat İlhan. Bu şuanda Elazığ’da
bulunan şehitlik ailenin bütün fertleri o kabristanda evet Mürüvvet Hanım, Murat Kutsi ve
Hakan ve Nihat İlhan Binbaşının bugünkü hali. Olayın üzerinden tam kırk beş yıl geçtikten
sonra Kıbrıs’a giden Nihat İlhan esasında her şeyi orada bırakmıştır. Yani 28 Aralık 1963
Türkiye’ye dönüşünde yanında sadece eşinin ve üç çocuğunun cenazesi vardır. Onun
dışında bütün evi bütün eşyaları her şeyi Kıbrıs’ta kalmıştır. Dönüp bakmaz ve adaya da bir
daha gitmez. 2008 yılında adaya gidişi ise maalesef az önce belirttiğim son derece çirkin
iftiralar üzerinedir. Özellikle Kostas Yennaris isimli bir Rum gazetecinin bu katliamı bizzat
Nihat İlhan’ın gerçekleştirdiği yazması üzerine Nihat İlhan eşiyle beraber kırk beş yıl sonra
adaya gider ve doğrudan Kostas Yennaris Kıbrıs Rum kesiminden davet etmek suretiyle
Lefkoşa’daki Saray Otelde yüzleşirler ve ona sorar siz bu bilgileri nereden aldınız diye.
Kostas Yennaris kendisine bu bilgileri yıllar önce Atina’da görev yaptığı sırada aynı dönemde
Atina’da Anadolu Ajansı adına görev yapan Türk Gazeteci Ahmet İlhan Baran tarafından
verildiğini Ahmet İlhan Baran isimli gazeteci de çok sık gece alemlerine çıktıklarını ve çok sık
içki içtiklerini belirtir. O içki ortamlarından bir tanesinde Ahmet İlhan Baran iddiaya göre
Kostas Yennaris’a o küvette katledilmiş üç çocuk ve kadının fotoğrafını ben çektim der. Ama
yıllarca bunu sakladım. Şimdi sana söylüyorum sen de ne olur kimseye söyleme der. Ahmet
Uran Baran ne zaman Kıbrıs’ta bulunmuştur. O resmi nasıl ne şekilde çekmiştir, neden bir
Rum gazeteciye bunları söylemiştir o tabii tartışma konusu. İlginç olan nokta Kostas
Yennaris’ın bu bilgiyi Ahmet Uran Baran’ın ölmesinden sonra kitabına alması dolayısıyla bu
konuda söylenebilecek veya ortaya sunulabilecek gerçekçi tezler söz konusu değil. Kostas
Yennaris’a bu durumu sorar Kostas Yennaris Nihat İlhan’dan özür diler Saray Otelinde
yaptıkları konuşmada başını öne eğer ve kendisini affetmesini ister. Nihat İlhan Kostas
Yennaris’tan bu söylediklerini kamuoyu önünde de söylemesini rica eder. Bu noktada Kostas
Yennaris açıklaması son derece ilginçtir. Böyle bir şeyi söylemesinin mümkün olmadığını
hayatının tehlikeye gireceğini böyle bir şeyi yaparsa özellikle Kıbrıs Rum kesiminde ve
Yunanistan’da aforoz edilme tehlikesi yaşayacağını belirtir ve bunu reddeder. Ancak
söyledikleri ve yazdıkları için Nihat İlhan’dan özür diler.
Bu ilginç bir resimdir. Halen Nihat İlhan Binbaşını ve Emekli
Tuğgeneralin yaşadığı evin önündeki dört çam ağacını gösterir.
İnanılmaz doğa aşığı bir insan Nihat İlhan Binbaşı 28 Aralık 1963
döneminden itibaren Türkiye’ye geldiğinde memleketi Elazığ’da
6
Elazığ Askeri Hastanesinde görev yapmaya başlamıştır. Bölgede binlerce ağaç diken bir
kişidir hala da aynı görevi sürdürmekte. Üç çocuğunu ve karısını simgeleyen bu çam ağaçları
da evinin hemen önündedir. Kıbrıs’ta Bloody Christmas diye geçen Kanlı Noel olarak tarihe
geçmiş bu dönemi yaşatan bu olayla ilgili olarak Sayın Rauf Denktaş’ın Cumhurbaşkanı
olduğu dönemde Akritas Planı denilen az önce belirttiğim Rumların bütün ada Türklerini
topyekun katletmeye yönelik silahlı girişimi ki bu plan içerisinde EOKA mensubu Rumların ve
Yunanlıların hangi köyde hangi kasabada kimin komutasında hangi gün hangi saatte kimleri
katledeceği şeklinde son derece spesifik görevlendirmeler bulunmaktadır. Bu Akritas Planı
Cumhurbaşkanlığı tarafından çoğaltılır ve dönemin Milli Eğitim Bakanlığı’na dönemin Milli
Eğitim Bakanına okullara dağıtılmak üzere gönderilir. İlginçtir dönemin Milli Eğitim Bakanı
Rumlarla Türkler arasında düşmanlık hissi uyandırır tezini ileri sürerek Akritas Planını
basılmış durumda olan küçük birer kitapçık boyutunda binlerce Akritas Planını okullara
dağıtmaz. Hemen bir soru sormak isterim size. Tahmin edebilir misiniz acaba bu dönemin
Milli Eğitim Bakanı kimdir? Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti için söylüyorum. Söyleyeceğiniz ilk
isim büyük ihtimalle doğru olacaktır. Maalesef Mehmet Ali Talat yani bugün Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı olan Mehmet Ali Talat tarafından Rumlarla Türkler
arasında husumet duygularını körükleyeceği ileri sürülerek okullara dağıtılmaz. Daha ilginç
bir şey söyleyeyim az önce belirttiğim gibi burası 1967 yılından itibaren evde eşini kaybetmiş
kendisi de ağır yaralanmış Hasan Yusuf tarafından müze haline getirilir ve 1967’den itibaren
bu müze evde bir ziyaretçi defteri tutulmaya başlanır. 2000 yılına kadar tutulan onlarca
ziyaretçi defteri ortadan yok edilmiş durumda kimin talimatı tarafından bu defterlerin ortadan
kaldırıldığını tahmin edebilir misiniz? Evet. Yine aynı kişiden bahsediyoruz Mehmet Ali Talat
tarafından maalesef 2000 yılına kadar 1967–2000 arasında bu defterde yerli yabancı
binlerce ziyaretçinin düşüncelerine duygularına aktardığı o anı defterleri bizzat dönemin
Başbakanı Mehmet Ali Talat’ın talimatıyla ortadan kaldırılır. 2000 sonrasındakileri ise Rauf
Bey kişisel inisiyatifini kullanmak suretiyle kurtarmıştır. Durumun böyle olduğunu görünce
ben de 2000–2009 yani günümüze kadar geçen süreçteki bütün defterlerin her sayfasını
fotokopilemek ve fotoğrafını çekmek suretiyle en azından kendi arşivime attım. Ama acıdır ki
2000 yılına kadar olan bu defterler şuanda imha edilmiş durumda. Konuyla ilgili çok fazla
ayrıntıya girmeyeceğim. Ama Kanlı Noel dönemi 21 Aralık 1963 günü başlayan Kanlı Noel
dönemi Kıbrıs Adası’nı yeni bir sürece aktarır. Çünkü fiili olarak Kıbrıs Cumhuriyeti ortadan
kalkmıştır. Bu olayların hemen ardından Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi adada bir barış
gücü kurulmasını kararlaştırır ve bugün itibariyle dünyada en uzun süreli görevde bulunan
ama hiçbir işe yaramayan barış gücü Kıbrıs Adası’nda tesis edilmiştir. 21 Aralık 63’te
başlayan 20 Temmuz 1974’de kadar geçen dönem ise Kıbrıs Türkleri açısından inanılmaz
sıkıntıların yoklukların yaşandığı bir dönemdir. Bugün bazı ambargolardan bahsediliyor.
Oysa 63–74 arasında yaşanılan ambargoları insanlar bir hatırlasa bugünküyle mukayese
edilmeyecek kadar dehşet olduğunu görecektir. Örneğin çivi sokmak Türklerin yaşadığı
doksan bölgeye çivi sokmak Rumlar ve İngilizler tarafından yasaklanmıştır. Neden? Çünkü
bununla silah yapabilirsiniz. Örneğin Türklerin yaşadığı bölgelere battaniye gibi birtakım
giyim kuşam malzemesini sokmak yasaklanmıştır. Neden? Cephede mücadele eden Türk
Mukavemet Teşkilatı mensuplarına gönderilir korkusuyla. Örneğin çimento 63–74 döneminde
Türklerin yaşadığı kantonlara sokulmamıştır. Neden? Çünkü Rumlara karşı mevzii
yapabilirsiniz diye. Örneğin pil ve batarya sokulması yasaktır. Neden? Bununla saatli bomba
hatta patlayıcı imal edersiniz gibi yüzlerce madde Türklerin yaşadığı bölgelere yaklaşık
doksan civarında kantona 63–74 döneminde sokulmamıştır ne zamana kadar 20 Temmuz
1974 gününe kadar.
Soru: 23 Aralık 1963 tarihinden sonra şehitlerimiz hani uçaklarla Türkiye’ye gönderildikten
sonra Türkiye bu olay karşısında herhangi bir şey yapmamıştır ya da yoksa pasif mi
kalmıştır? İlk gün sonrası aramızdaki münasebete dayanarak Tabip Binbaşı Nihat İlhan şuan
neden Anıt Tepe’de ikamet etmektedir? Neden müzesinin başında değildir?
Doç. Dr. Ulvi Keser: Uluslararası ilişkiler boyutunda bir defa çok sert bir cevabı var Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin.
7
1930 yılında özellikle Mustafa Kemal’le dönemin Yunan Devlet Başkanı ve hakikaten ciddi bir
devlet adamı olan Venizelos arasındaki yakınlaşmaların sonucunda özellikle 1930’da
imzalanmış bir işbirliği antlaşması vardır. Sosyal, kültürel, siyasi, ekonomik pek çok farklı
alanda işbirliğini öngören bir antlaşmadır bu. Ama en can alıcı ve hassas noktası bu
antlaşmanın bir maddesine uygun olarak Türkiye’de yaşamakta olan Yunanlıların dikkatinizi
çekerim Yunan asıllıların değil bizzat Yunanlıların Türkiye’de Türk vatandaşının sahip olduğu
hakların sahip olarak yaşamaları ve hayatlarını idame ettirme yönündeki karar 21 Aralık 63
sürecinde Kıbrıs’ta yaşanan olaylara Yunanistan’ın kayıtsız kalması üzerine Türkiye
tarafından tek yanlı olarak fes edilir. Dolayısıyla 23 Aralık 1963’ün hemen ardından
Türkiye’de yaşayan Yunanistan vatandaşları biraz da aşağılanmak suretiyle doğrusunu
söylemek gerekirse Türkiye’den sınır dışı edilirler. Türkiye’nin uluslararası alanda ilk tepkisi
bu şekilde olur. Hayatın farklı alanlarında da tabii çok büyük tepkiler var. Örneğin Kızılay
tarafından Kıbrıs Adası’na yönelik bütün girişimler seyyar sahra hastanesinin açılması bir
genel hastanenin kurulması orada Kıbrıs Türklerine yönelik her türlü gıda yardımı ilaç
yardımı manasında sürekli faaliyette bulunacak istasyonların kurulması 21 Aralık 63
sonrasındadır. Ayrıca Türkiye’de de çok farklı tepkiler var. Ben mesela şunu hatırlıyorum
özellikle son dönemde Türkiye’de bazı olaylar sonrasında gazilerin madalyalarını yere
çarpması veya birilerinin iade etmesi örneğini de 63 döneminde hatırlıyorum. Çünkü o
dönemde özellikle Birleşmiş Milletler’in Kıbrıs Adası’nda kelimenin tam manasıyla seyirci
pozisyonunda olması ve olaylara Yunanistan yanlısı bir yaklaşımla yaklaşması Türkiye’de
özellikle 1950–57 sürecinde Kore’de mücadele etmiş ve Birleşmiş Milletler’den gazi
madalyası almış veya farklı madalyalar almış insanların tepki göstermesine neden olur ve bu
insanlar madalyalarını çeşitli şekillerde Birleşmiş Milletler’e iade ederler. Ama tabii en
önemlisi biliyorsunuz ciddi manada o dönemin askeri gücü manasında söylemek gerekirse
Kıbrıs’a yönelik bir askeri harekat başlangıcıdır. Zaten Amerika’yla ilişkilerimizin donma
noktasına gelmesi ve bugüne kadar da hakikaten sıkıntılı bir süreci izlemesi 74’e kadarda
İsmet İnönü’nün Kıbrıs Adası’na yönelik girişimde bulunacağını açıklamasının ardından
dönemin Amerikan Başkanı Lyndon Baines Johnson’ın biliyorsunuz İsmet İnönü’ye
gönderdiği çok sert cevabı yazıdır. Onun ardından gelen İsmet İnönü’nün cevap mektubu da
en az Lyndon Baines Johnson’ın yazısı kadar serttir. Çünkü orada artık klişeleşmiş ve tarihe
geçmiş sözünü söyler İsmet İnönü yeni bir dünya kurulur ve Türkiye bu dünyada yerini alır
şeklinde. İkinci kısım tabii az önce söylediğim gibi bu müze 1967 yılı itibariyle Hasan Yusuf
tarafından kendi evi olduğu için müze haline getirildi. 75 özellikle Kıbrıs Barış Harekatı
sonrasında devlet burayı Müzeler Genel Müdürlüğü adına vakfetti yani sahip çıktı şuanda
devletin bir kurumu pozisyonunda. Dolayısıyla Nihat İlhan Paşa’nın burada bulunmasını
gerektirecek bir durum söz konusu değil zaten halen Ankara’da yaşıyor.
Soru: Benim merak ettiğim de EOKA Teşkilatı 1960 öncesinde sadece Türklere değil
İngilizlere çok büyük sorunlar ortaya çıkartıyor. Hatta bir ara İngilizler Türklerden yardım
istiyorlar. Ama sonraki süreçte nedense devamlı İngilizler bir Yunanlılar veya Kıbrıs Rumların
tarafını tutuyor yani bariz bir şekilde bilgilerde böyle geçiyor. Bunun sebebini merak ediyorum
kendine sıkıntı çıkartan bir devletin veya bir milletin yanında neden gelemiyor özellikle
Türklere karşı.
Doç. Dr. Ulvi Keser: Şimdi tabii kesinlikle söylenmesi gereken İngiltere’nin her zaman bir
sinsi politika güttüğü yönünde. Kıbrıs Adası’nda 1950 yıllarda güttüğü politikayla 20092010’na girerken aynı Kıbrıs Adası’yla ilgili güttüğü politika arasında çok da bir fark yok.
1950–55 sürecinde Kıbrıs Türkleriyle Rumları özellikle 55 yılının Ağustosunda Londra’da
Lenkdrachen Hause denilen yerde bir konferansa çağıran İngiltere o konferans sırasında
zaten konunun uluslararası bir boyut kazanmasına neden olur. Ama konferans süreci
içerisinde Türklerle Rumların Türklerle Yunanlıların Türkiye’yi Fatin Rüştü Zorlu temsil
etmiştir Türk Dışişleri Bakanı. Anlaşamamaları için elinden gelen her şeyi yapar ve
kamuoyuna şu mesajı verir. Bu adada ben olmazsam Kıbrıs Türkleriyle Rumlarının bir arada
yaşaması mümkün değildir. Dolayısıyla kendi çıkarlarına uygun bir politika izler bir denge
politikası izler.
8
Örneğin EOKA Teşkilatı kurulduğunda İngilizler çok sinsi bir hareketle EOKA Teşkilatını
durduracak ki profesyonel bir teşkilattı EOKA. Komuta kademesinde görev yapanların hepsi
yeraltı faaliyeti gerile harbi konusunda uzmanlaşmış Yunan subaylarının Rumlara karşı
mücadele edecek Polis Teşkilatı içerisinde Special Commandos denilen bir yeni ünite yeni
bir birlik açar. Ancak bu birliğe sadece Kıbrıs Türklerini alır. Dolayısıyla EOKA karşısına ne
zaman bir hadise ne zaman bir olay ne zaman bir çatışma çıksa EOKA Teşkilatının
karşısında görev yapacak olanlar Türkler oldu. Dolayısıyla Kıbrıs Türkleriyle Rumlarını bu
şekilde birbirine kırdırır. Örneğin Kıbrıs için kırılma noktası olan 27–28 Ocak 1958 olayları
sırasında Kıbrıs Türklerinin İngilizlerin yanlı politikasını protesto etmek için adanın dört bir
tarafında yaptıkları ve son derece ağırbaşlı bir şekilde bitmek üzereyken İngiliz askerlerin
ateş açması ve Range Rover ciplerle Kıbrıs Türklerin üzerine yürümeleri sonucu sekiz kişinin
ilk anda öldüğü olaylar sırasında da İngilizler protesto gösterisinde bulunan Kıbrıs Türklerinin
karşısına bu Special Commandos ismi verilen ancak Türklerden oluşan birliği sürer.
Dolayısıyla Kıbrıs Türklerini yine Kıbrıs Türkleriyle karşı karşıya getirir. Gaye hep aynıdır
Divan-i Rum’dur. Kural son derece basit böl ve yönet. Bu taktiği 1974 yılına kadar vermiştir.
Bugün 2009 itibariyle özellikle Kıbrıs’ta müzakere süreci içerisinde İngiltere’nin oynadığı rol
de aynıdır. Bugün itibariyle bir elli dördüncü müzakere sürecinde elli dördüncü ayağı
tamamlandı Hristofyas ve Mehmet Ali Talat arasında yine anlaşamadılar. İngiltere ise o daha
önce hazırladığı planların bir yenisini hazırlamak suretiyle Hristofyas’ın ve Mehmet Ali
Talat’ın anlaşamayacağının dolayısıyla ortak bir zeminde buluşmaları için İngiliz Planının
kabul edilmesi gerektiğini ileri sürüyor. Büyük ihtimalle nisan mayıs ayı gibi de bizzat İngiltere
tarafından hazırlanmış bir referandum bir halk oylaması Kıbrıs Adası’nda yürürlüğe girecek
gibi görünüyor.
Atılım Üniversitesi İşletme Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Dr.
Ayşe Bahar Hurmi: Hocam izninizle ben burada öğrencilere de yardımcı olacak bir
saptamada bulunmak istiyorum. Bu İngilizlerin sizin de söylediğiniz gibi sinsi politikaları
aslında eskiden İngiltere’nin himayesinde veya kontrolünde hakimiyetinde olmuş olan bütün
ülkelerde var. Yani İngiltere çekildiği yerlerde hep bir nifak tohumu bırakmış. Yani bakın
Hindistan, Pakistan işte Keşmir’de de aynı şey söz konusu yani onlar da İngiliz baskısından
kurtulmuşlar bağımsızlıklar kazanmışlar. Ama kendilerine bir türlü gelemediler hep bu
problemle boğuşuyorlar gene yüzlerce binlerce insan ölüyor orada da Uluslararası Hukuk
çözemiyor Kıbrıs’ta da aynı şey söz konusu. Gerçekten yani tarihi inceleyecek olursak
İngiltere’nin böyle egemenliğinde bir dönem bile kalmış olan ülkelerde böyle bir şeyler var.
Yani böyle bir çatışma bir kaos yani resmen sanki İngiltere hani oralardan çekilirken oradaki
hakimiyetini bırakırken oraya bir nifak tohumu serpmiş koymuş oradaki insanlar işte rahatça
bağımsızlığını özgürlüğünü egemenliğini yaşayamasınlar diye. Bunlar hep karşıma çıkıyor.
Yani İngiltere’nin bu sinsi politikanın aslında geleceğe yönelik yani sadece beş yıllık on yıllık
değil bir ömür boyu belki de devam edecek ve gerçekten çözülmesi çok zor bölgedeki Arap
saçına dönmüş problemler yumağını da oraya bırakıp gitmişler gerçekten.
9

Benzer belgeler