2016 Özet Kitabı

Transkript

2016 Özet Kitabı
CTF Bilim Günleri 2016
4. Bilim Günleri
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Bilim Günleri
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
PROGRAM KİTAPÇIĞI
CTF Bilim Günleri 2016
Sağlık ve Sosyal Yardım Vakfı'na
katkılarından dolayı teşekkür ederiz.
CTF Bilim Günleri 2016
ADRES:
ÖBAK
İstanbul Üniversitesi
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
İngilizce Tıp Bölümü
Fatih / İSTANBUL
www.ctfobak.com/tr
CTF 4. Bilim Günleri 2016 Organizasyon Ekibi
Editör:Beşir Hilmi Aras
Kapak Tasarım:Melis Gökçe Çil
DESTEKÇİLERİMİZ
CTF BİLİM GÜNLERİ 2016
ONURSAL KOMİTE
Onursal Başkan
Prof. Dr. Alaattin Duran
CTF Öğrenci Bilimsel Araştırma Kulübü Danışman
Öğretim Üyesi
Prof.Dr. H. Oktay SEYMEN
Kongre Başkanı
Gülçin Baş
Bizleri destekleyen öğretim üyelerimize çok
teşekkür ederiz...
Prof. Dr. Şükrü Emre
Doç. Dr. Elif Seda S. Tierney
Prof. Dr. Tunaya Kalkan
Prof. Dr. Kaya Sarıbeyoğlu
Prof. Dr. Çiğdem Özkara
Prof. Dr. İlhan Yargıç
Prof. Dr. Hacı Murat Emül
Prof. Dr. Gökhan Oral
Prof. Dr. Oktay Demirkıran
Prof. Dr. Kaya Özkuş
Prof. Dr. Abdullah Sonsuz
Doç. Dr. Mehmet Uzel
Yrd. Doç. Dr. Erdal Polat
Uzm. Dr. Fehim Esen
DESTEKÇİLERİMİZ
SPONSORLARIMIZ
TAV Havalimanları Terminal İşletmeciliği A.Ş.
Kurukahveci Mehmet Efendi
RedBull
Arbella
Çiğköfteci Ömür Usta
Dialogue Dil Kursları
English Academy Dil Kursları
TUSDATA TUS'a Hazırlık Dershaneleri
Nobel Tıp Kitabevi
Sağlık ve Sosyal Yardım Vakfı
Bakırköy Belediyesi
ROLLsahne
CTF Bilim Günleri 2016 Organizasyon Komitesi
CTF Bilim Günleri 2016 Organizasyon Komitesi
Başkan
Gülçin Baş
Başkan Yardımcısı
İbrahim Halil Baloğlu
Bilimsel Program Sorumluları
Pelin Kocazeybek, Merve Atik,
Neval Yetimçok
Genel Sekreter
Merve Ümran Yılmaz
Mali Sorumlu
Mert Can Rador
İletişimSorumluları
Aslı Akdeniz, Cansu Keş,
Zeycan Aytaş
Sponsor Sorumluları
Sabri Öztürk, Hamit Özgül,
Yusuf İnanç
Bilişim Sorumlusu
Beşir Hilmi Aras
Sosyal Program Sorumluları
Nurgül Tekeli, Celal Yeşilkaya,
Mehmet Zahid Şerefoğlu
Haftalık Sunumlar Sorumlusu
Alpcan Ateş
CTF Bilim Günleri 2016 Organizasyon Komitesi
Dergi Sorumluları
İlvana Caklovica,Mert Gürcan,
Onur Merzifonlu
Panel ve Workshop Sorumluları
Pınar Zeytun, Mert Birinci,
Salih Karaismail
Çalışma Grupları Sorumlusu
Pouya Anv
Staj ve Kongre Sorumluları
Fulya Güçlü, Serdar Çetin
Poster ve Afiş Sorumlusu
Melis Gökçe Çil
Denetim Kurulu Üyeleri
Bekir Burak Kılboz, İrem
Yenidoğan, Cemre Özdemir
İÇİNDEKİLER
Önsözler
İstanbul Üniversitesi Rektörü
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dekanı
CTF Bilim Günleri Danışmanı
CTF Bilim Günleri Başkanı
Prof. Dr. Mahmut Ak
Prof. Dr. Alaattin Duran
Prof.Dr.H.Oktay Seymen
Gülçin Baş
1
2
3
4
Bilimsel Program
5
Sözlü Sunum Özetleri
12
Açılış Konuşması
1. Oturum Açılışı
1. Oturum Özetleri
2. Oturum Özetleri
Çalıştaylar
3. Oturum Açılışı
3. Oturum Özetleri
Prof. Dr. Tunaya Kalkan
Prof. Dr. Şükrü Emre
Doç. Dr. Elif Seda S. Tierney
8
10
14
20
24
31
33
Poster Sunum Özetleri
41
Jüri
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Haritası
Sosyal Program
Yararlı Bilgiler
Organizasyon Ekibi
Sponsorlar
CTFÖBAK
55
56
57
58
59
60
61
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ’NDEN ÖNSÖZ
PROF. DR. MAHMUT AK
Sayın meslektaşlarım,
Öncelikle hepinize dünyadaki en eski ve en prestijli üniversitelerden biri olan İstanbul
Üniversitesi’nde, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Cem-i Demiroğlu Oditoryumu’nda gerçekleşecek
Cerrahpaşa Bilim Günleri’ne hoş geldiniz demek istiyorum.
1453 yılında kurulduğundan beri İstanbul Üniversitesi’nin misyonu sadece yerel olarak var
olmak değil, aynı zamanda uluslararası da var olmaktır. Bu dileğimiz ve arzumuz bizleri bilimsel
olarak gelişen ve “Daha üst seviyelerde eğitimin lider bir eğitimi yüzyıllar boyu” veren büyük
öncülerden biri haline getirdi.
Bu nedenle, konu bilimsel toplumun geleceğine geldiğinde, öğrencilerin kişisel gelişimlerinin
öneminden fazlasıyla haberdarız. Bize göre, özellikle genelde hızlı gelişmelerin ve medikal
teknolojideki başarıların özetlenmesi gerektiği tıp eğitiminde Bilim Günleri gibi organizasyonlar
desteklenmeyi hakediyor ve eğitimin önemli bir parçasını oluşturuyor.
İstanbul Üniversitesi’nin şuanki rektörü olarak, sizleri İstanbul Üniversitesi’nin bu
saygıdeğer tıp fakültesinde, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Öğrenci Bilimsel Araştırma Kulübü tarafında
düzenlenen, bu profesyonel ve uluslararası organizasyonda ağırlamaktan gurur duyuyorum.
Şüphesizdir ki, Cerrahpaşa Bilim Günleri 2016 tıptaki en son yenilikleri yakalamak, yeni
düşünceler vermek ve İstanbul’daki eski kültürü tecrübe etmek için büyük bir fırsat olacaktır. Bütün
ÖBAK üyelerini profesyonel ve takdir edilen emekleri sebebiyle kutlamak istiyorum.
Cerrahpaşa Bilim Günleri’nin bütün katılımcılar için medikal kariyerlerinde bir dönüm
noktası olacağına ve onların tatmin olmuş beklentilerden daha da öteye bakmalarını sağlayacağına
inanıyorum.
Umarım ki, kongreden zevk alır ve tüm ülke genelinden ve dünyadan gelen
meslektaşlarınızla ilişkileriniz, yaratıcı fikir alışverişleri yapmanıza ve böylece kişisel olarak
gelişmenize ön ayak olur.
Saygılarımla,
Prof. Dr. Mahmut Ak
İstanbul Üniversitesi Rektörü
1
CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ DEKANI’NDAN ÖNSÖZ
PROF. DR. ALAATTİN DURAN
Sevgili öğrenciler,
Tıp alanında meydana gelen görkemli başarılar ve hala gelişmesi göz önünde
bulundurulduğunda 21. yüzyıl büyük ihtimalle en inanılmaz yüzyıldır. Bugün gereğinden fazla
bilgiler tüm bilgi kaynaklarında mevcuttur. Dolayısıyla, kongreler ve konferanslar kendimizi en
yararlı ve etkili bir biçimde güncellememiz için çok gereklidir.
Düzgün yaklaşım düzgün standart getirir. Ülkemizin bilimadamları tüm enerjilerini ülkemizi
dünyadaki yeni gelişmelere paralel olarak yüksek standartlara getirmek için harcayıpTürkiye
Cumhuriyeti’nin kurucusu, büyük önder M. Kemal Atatürk’ün açtığı yolda ilerliyorlar. Geleceğimizin
farkında olmak bilimsel araştırmamızın başarısına dayanır. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Yönetim Kurulu
bu konudaki görevini 140+40 yıllık bir tıp bilgisi, büyük araştırma tecrübesiyle, dinamik fakülte
üyeleri ve öğrencileriyle dolu bir ortamda yerine getiriyor.
Fakültemizin kuruluşunun 49. Yılında, Cerrahpaşa Bilim Günleri, rektörümüz, Prof. Dr.
Yunus Söylet’in takdir edilir desteği ve Öğrenci Bilimsel Araştırmalar Kulübü(ÖBAK)’ın uzun
çalışmaları ve üstün çalışmaları sayesinde gerçekleşmiştir. Cerrahpaşa Bilim Günleri’ni düzenleyen
komiteyi ve ÖBAK’ın tüm üyelerini bu çalışmalarından ötürü teşekkür ve tebrik etmek istiyorum.
Ülkemizdeki değişik tıp fakültelerinden gelen sevgili tıp öğrencileri, araştırma ruhu bir hayat
biçimidir; öğrenciler ve genç araştırmacılar bilimsel araştırmanın ve gelişmenin kalbinde yatar.
Ülkenizin bilimsel geleceği sizin ellerinizdedir. Sizleri desteklemek bizim en önemli görevimiz, bizim
için büyük bir onur ve zevktir. Bu kongrede sizlerle buluşmaktan ve ev sahibiniz olmaktan son
derece mutluyuz. Diyalog bir sürü probleme çözüm olacak ve dünyadaki insanların mutlu
yaşamalarını sağlayacak bir anahtardır. Bilmenizi isterim ki, öğretmenleriniz olarak bizler, her
zaman sizlerin yanında olacağız.
Bilimsel araştırmada, bir konu vardır ki dikkate değerdir, o da etik değerlerdir. Bilimde etik
uzun yüzyıllardan beri dinamik bir konu olsa dahi sosyal ve bilimsel gelişmelere göre yeni ölçütler
kazanmaya devam etmektedir. Hekimler için bunun sembolü ‘Hipokrat Yemini’dir. Ama biz yine de
İslam hekimi Razi’nin söylediği şu sözleri unutturmamalıyız: “Bir kantar ilim, bir okka edebe
muhtaçtır.”
Cümlelerime İbn-i Sina’dan bir sözle son vermek istiyorum: “ Bilim ve sanat değer verilmedikleri
ülkeleri terk eder.” Bir ülke bilimsel gücü olmadan diğerleri arasında hak ettiği yeri alamaz.
Yeni bilimsel toplantılarda görüşmek dileğiyle, sevgilerimi ve saygılarımı sunarım.
Prof. Dr. Alaattin Duran
İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dekanı
2
CTF BİLİM GÜNLERİ DANIŞMANI’NDAN ÖNSÖZ
PROF. DR. HAKKI OKTAY SEYMEN
Sayın Kongre Katılımcıları,
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Bilim Günleri 2016 İstanbul’a hoşgeldiniz. Cerrahpaşa Tıp
Fakültesi Öğrenci Bilimsel Araştırma Kulübü(ÖBAK) 1985 yılında kurulmuştur. O zamandan beri,
ÖBAK fakültedeki en aktif kulüplerden biri olmuştur. Kulübün esas amacı, genç doktor adaylarına
bilimsel araştırma yöntemini öğretmek, yeni fikirler geliştirmek ve aynı zamanda literatür bilgisini
artırarak yeni fikirler paylaşmaktır.
Kulübün son derece demokratik bir yapısı vardır. Genel kurulu, yönetim, kontrol ve disiplin
komiteleri mevcuttur. Her yıl bütün komiteler çalışmaya genel kurulun seçiminden sonra başlar.
Kulüp başkanı yönetim kurulu tarafından seçilir. Yönetim kurulu üyeleri ve kulüp başkanı kulüp
danışmanıyla bilgi alışverişinde bulunur. Aylık raporlar fakülte idaresine sunulur. Kulüp üyeleri
özgür bir biçimde kendi bilimsel projelerini geliştirir.
ÖBAK üyeleri 1985 yılından beri birçok bilimsel proje geliştirmiştir ve birçok uluslararası ve
ulusal kongreye katılarak topladıkları bilgileri sunmuşlardır. Uluslararası ve ulusal ödüller
kazanmışlardır. Ayrıca her yıl birçok panel, sempozyum ve bilim günleri düzenlemişlerdir. Son
projeler ise çeşitli dergilerde yayınlanmıştır. İlerde yayınlanacak birçok çalışmalara da sahiplerdir.
Onlar yoğun bilimsel çalışmalarının yanı sıra bu kongre atmosferini oluşturmayı
başarmışlardır. Bu kongre ambiyansı ÖBAK üyelerinin çabası sonucundadır. En küçük detaya kadar
her şeyle uğraşan onlardır. ÖBAK danışmanı olarak ben, inanılmaz çabaları sayesinde bu güzel
atmosferi oluşturan kongre komitesine teşekkürlerimi sunuyorum. Katılımcılarımıza bizi
onurlandırdıkları için teşekkür ediyorum. İki yakayı birleştiren bu güzel şehirde güzel ve bilimle dolu
günler yaşamanızı dilerim.
Tekrardan, İstanbul’a hoşgeldiniz!
Prof. Dr. Oktay Seymen
ÖBAK Danışmanı
3
CTF BİLİM GÜNLERİ BAŞKANI’NDAN ÖNSÖZ
GÜLÇİN BAŞ
Sayın Meslektaşlarım,
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Öğrenci Bilimsel Araştırma Kulübü, 1985 yılından beri
fakültemizde bilimsel araştırmaya hevesli öğrencileri bir çatı altında toplayan, öğrencilerin bir araya
gelip ortak fikirler ürettiği ve başarılı organizasyonların düzenlendiği bir kulüp olmuştur.
Kulübümüz bugüne kadar düzenlediği birçok panel, kurs, haftalık bilimsel toplantılar ve
kongreler ile fakültemizde geleceğin bilim adamlarının yetişmesine ortam sağlayan önemli bir
yapıdır. Kulüp olarak katıldığımız sayısız ulusal ve uluslararası kongrelerde fakültemizi temsil
etmekteyiz. Ayrıca senede 2 defa yayınlanan Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi ile öğrencilerin
araştırma ve derlemelerini ulusal çapta yayınlamaktayız.
İlki 2010’da gerçekleştirilen Bilim Günleri’nin gelenekselleşmesi gerektiğine zaten o yıl karar
vermiştik. Cerrahpaşa Bilim Günleri 2016 için ise ağustosta hazırlıklara başladığımızda hayal
etmeye başladık ve şu an karşınızdayız.
Bizim tüm isteğimiz tıp alanındaki araştırmalarda bir adım ötesini teşvik ederek yeniliklere
ilham vermektir. Çünkü biz biliyoruz ki geleceğimiz genç nesillere dayanır ve bu da klinik tıptaki
araştırmalarla mümkündür.
Cerrahpaşa Bilim Günleri Organizasyon Komitesi’ndeki iş arkadaşlarıma tutkulu
çabalarından ötürü teşekkür etmek istiyorum. Onlar çoktan bunun bir takım işi olduğunu
kanıtladılar. Bilim Günleri 2016 onların emeğine çok şey borçlu.
CTF-ÖBAK başkanı olarak başkanlığını yaptığım IV. Cerrahpaşa Bilim Günleri'nin coşkusunu
ve kalitesini kulübümüzde yetişen genç arkadaşlarımız sayesinde önümüzdeki yıl uluslararası
kongremizde de göreceğimize inanıyorum.
Umarım ki bu gönüllü ama profesyonel organizasyonu takdir edersiniz.
Hepiniz hoş geldiniz.
Saygılarımla,
Güş.in Baş
IV. Cerrahpaşa Bilim Günleri Kongre Başkanı
4
BİLİMSEL PROGRAM
CTF Bilim Günleri 2016
CTF Bilim Günleri, İstanbul
İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Öğrenci Bilimsel Araştırma Kulübü tarafından organize edilmiştir.
Bilimsel Program
5
4. Cerrahpaşa Bilim Günleri Bilimsel Programı
09.00-10.30
10.30-11.00
11.00-12.00
12.00-13.00
13.00-14.00
14.00-14.55
19 Mart Cumartesi
Kongrenin açılış konuşmaları
Poster Sunumları
Organ Nakli Semineri
Öğle Yemeği
I. Oturum Açılışı(Oturum Başkanı Prof.Dr. Şükrü
Emre’nin Konuşmasıyla)
I. Oturum
Düşük doz
dimetilsülfoksitinhepatosellülerkarsinoma
hücrelerinin proliferasyonu,morfolojik
özellikleri ve lipid içeriği üzerine etkileri
Melatonin in, bağırsak yapışıklığı için
preoperatif ve postoperatif kullanımının
ratlarda karşılaştırılması
OksidatifDistresin Diyabetik Nefropatideki Rolü
14.55-15.10
15.10-16.10
Kahve Arası
II. Oturum
Fingolimodun Alzheimer
Hastalığı üzerindeki
noroprotektif etkisinin
transgenik fare modeli
üzerinde incelenmesi
Nosiseptör Nöronların
Susturulması Alerjik
Havayolu Enflamasyonunu
Azaltması
Prostat Kanser Hücreleri Ve
Kök Hücrelerinde
Taksanların Etkisi
16.10-16.25
16.30-17.30
Ayşe
Uyanık
İstanbul
Üniversitesi
Cerrahpaşa Tıp
Fakültesi
Mücahit
Polat
Gülhane Askeri
Tıp Akademisi
Cemal
Terzioğlu
Bezmialem
Vakıf
Üniversitesi Tıp
Fakültesi
Damla Mergen
İstanbul Üniversitesi
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Büşranur Ağaç
İstanbul Üniversitesi
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Melek Aydın
Ege Üniversitesi Tıp
Fakültesi
YURTDIŞINDA EĞİTİM ve DİL OKUMAK
Çalıştaylar
6
20 Mart Pazar
09.00-10.00
10.00-11.00
11.00-12.00
12.00-13.30
Kahve Arası
Poster Sunumları
III. Oturum Açılış Konuşması(Oturum
Başkanı:Prof. Dr. Elif Seda Tierney)
III. Oturum
Timoma Hücrelerinde Epitelyal-Mezenkimal
Transformasyon
Kanser Hücrelerinde Selenit ile İndüklenmiş
Hücre Ölümü
CVD incidenceandlifestyle risk factors in
theNijmegencommunities: using GP practicedata
Elif Koçak
Koç
Üniversitesi
Tıp Fakültesi
Semra
Cemre
Atalar
Besra
Hazal
Yeşil
Koç
Üniversitesi
Tıp Fakültesi
Acıbadem
Üniversitesi
Tıp Fakültesi
Çocuk ve Yetişkinlerde Toplum Kökenli Üriner
Sistem Enfeksiyonu Etkeni Olarak İzole Edilen
Asuman
Florokinolon ve/veya Beta
Begüm
LaktamAntimikrobiyallere Dirençli
Ateş
EscherichiacoliİzolatlarındaPlazmidikFlorokinolon
Direncinin Araştırılması
Mitokondriyal Artıkların SIRS'taki etkisi
13.30-14.30
14.30-15.30
15.30-16.00
16.00
Öğle Yemeği
Uyuşturucu Semineri
Kahve Arası-Değerlendirme
Ödül Töreni ve Kapanış
7
Burak İsal
Ankara
Üniversitesi
Tıp Fakültesi
İstanbul
Üniversitesi
Cerrahpaşa
Tıp Fakültesi
Konuk Konuşmacı
19 Mart Cumartesi 10:00 – 10.30
Prof. Dr. Tunaya Kalkan
8
19 Mart Konuşmacı
Açılış Konuşması: Prof. Dr. Tunaya Kalkan
Açılış Konuşması: Prof. Dr. Tunaya Kalkan
Prof. Dr. Mustafa Tunaya Kalkan İstanbul Üniversitesi
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Biyofizik Anabilimdalı öğretim üyesidir.
Temel Tıp Bilimleri başkanlığı yapmıştır.
Tunaya Kalkan’ın denetiminde yapılan yerli malı radyasyon
yaymayan Mikrodalga Teşhis Cihazı (MMT) gibi araştırmaları ve
çalışmalarıyla dikkat çekti. 15-17 Mayıs 2015’te Çin’in başkenti
Pekin’de Avrupa Cerrahi Birliği (ESS European Society of
Surgery) tarafından düzenlenen konferansta, klinik çalışmaları
da tamamlanan bu cihaz ‘Mükemmel Çalışma’ (excellent
abstract) ödülü alarak birçok modern görüntüleme yöntemini
geride bıraktı.
9
Konuşmacı
19 Mart Cumartesi 13:00 – 14.00
Prof. Dr. Şükrü Emre
10
19 Mart Konuşmacı
1. Oturum Açılışı : Prof. Dr. Şükrü Emre
1. Oturum Açılışı : Prof. Dr. Şükrü Emre
Sukru H. Emre, MD, FACS
Professor of Surgery and Pediatrics
Section of Transplantation and Immunology
Department of Surgery
Yale University School of Medicine
Amerika’nın en iyi 10 doktorundan biri olarak seçilen ve kariyeri boyunca
Newsweek ve New York Magazine dahil çeşitli yayın kuruluşları tarafından
Amerika’nın en iyi doktorları arasında gösterilen Prof.Dr.Şükrü Emre,
İstanbul Tıp Fakültesi mezunu olup genel cerrahi ihtisasını yine İstanbul
Tıp Fakültesi’nde tamamlamış, ayni fakultede Hepato-pakreatobiliercerrahi dalinda yandal ihtisası yaptiktan sonra 1988 yilinda doçentlik
unvanını almıştır.Prof. Dr.Şükrü Emre karaciğer transplantı konusunda
deneysel ve klinik calışmalar yapmak amacı ile Amerika Birlesik
Devletlerine gitmiş ve New York’taki SUNY Down Sate Medical Center ve
Mount Sinai Tıp Fakultesinde transplantasyonla ilgili deneysel ve klinik
arastirmalar yapmistir. Prof. Dr.Şükrü Emre genel cerrahi dalında
uluslararası board sertifikası sahibi olmasının yanısıra American College of
Surgeons’da da akademisyen unvanındadır.Prof.Dr.ŞükrüEmre,Mount
Sinai Tip Fakultesinde Cocuklarda Karaciger Transplantasyonu Merkezini
ve Yale Tip Fakultesinde Eriskin ve Cocuk karaciger transplant
merkezlerini kurmus ve bu merkezlerin direktorluk gorevlerini basari ile
yurutmustur. Şükrü Emre hem yetişkin hem de pediatrik karaciğer
nakilleri konusunda uzmandır. 16 gunluk en genç hastasından 75
yaşındaki en yaşlı hastasına kadar 2000 den fazla başarılı karaciger nakili
gerçekleştirmiştir.Özelleştiği alanlar parçakaraciğernakilleri ve bir donörün
sağlıklı karaciğerinin birkısmının hastaya nakiledildiği canlı nakillerdir. Dr.
Emre’nin araştırma alanları üre döngüsü bozukluğuyla doğmuş çocuklar
için karaciger hucre transplantasyonu, akut karaciğe ryetmezliği, hepatit B
ve C, ve karaciğer kanseri gibi konuları içermektedir.250 den fazla atıfalan
makalesi ve 10 kitapta bölümü vardır. Prof.Dr. Emre hastalarına olan
özverisive organ bağışını artırma çalışmaları nedeniile TRIO, NKF,
DonateLife CT gibi birçok transplantasyon organizasyonu tarafından yilin
doktoru secilmistir.Prof. Dr. Emre United Network for Organ Donation,
American Society of Transplant Surgeons gibi birçok cerrahi/
transplantasyon grubunun üyesidir. UNOS ve ASTS çalıştaylarında görev
almıştır. Prof. Dr. Emre DonateLife CT nin yönetim kurulundadır. Kendisi
Annals of Medical Sciences, Pediatric Transplantation, Liver
Transplantation, Transplantation Proceeding, World Journal of
Gastroenterology, Euroasian Journal of Medicine, World Journal of
Transplantation gibi transplantasyon konusunda yayinlanan bir cok tibbi
mecmuanin yayin kurulunda yer almaktadır.
11
Sözlü Sunumlar
SÖZLÜ SUNUMLAR
Sözlü Sunum Özetleri
12
1. Oturum
1. OTURUM
1.Oturum
19 Mart Cumartesi 14.00 – 14.55
Oturum Yöneticileri : Prof. Dr. Şükrü Emre
Uzm. Dr. Fehim Esen
14
1. Oturum
1. OTURUM
Ad-Soyad: Ayşe Uyanık
Üniversite: İstanbul Üniversitesi
Derece: 3
Başlık: Gastroenteroloji&Hepatoloji
Çalışma Başlığı: düşük doz dimetilsülfoksitin hepatosellüler karsinoma
hücrelerinin proliferasyonu,morfolojik özellikleri ve lipid içeriği üzerine
etkileri
Yazarlar: Ayşe UYANIK,Esra ŞENGÜL,Begüm CEVİZ,Rümeysa
GÜRBÜZ,Hatice İSAN,Ranan Gülhan AKTAŞ
Giriş: Dimetil sülfoksit (DMSO); hücrelerin ve dokuların dondurulması
sırasında en sık kullanılan kriyoprezervatif ajanlardan birisidir. Son yıllarda
yapılan çalışmalarda ; DMSO’in apopitozisi, diğer deyişle kontrollü hücre
ölümünü indüklediği ortaya çıkarılmıştır. Son araştırmalarla kanserli
hücrelerde apopitozis mekanizmalarının işlevselliğini kaybettiğinin ortaya
çıkarılması; DMSO gibi apopitozisi indükleyen ajanların kanser tedavisinde
kullanılabilirliği sorularını da beraberinde getirmiştir. Bunun yanısıra;
düşük doz DMSO’nun embriyonik kök hücrelerde farklılaşmaya neden
olduğu, farklı tür hücre kültürü çalışmalarında da nöronal farklılaşmayı
uyardığı yönünde son yıılarda yayınlanan çalışmalar mevcuttur. HepG2
hücreleri; hepatosellüler karsinoma tanısı konulmuş bir hastadan izole
edilmiş olan ve karaciğer kanseri üzerine çalışmalarda çok sık kullanılan
bir hücre dizisidir. HepG2 hücrelerinin farklı kültür koşullarında
farklılaşmaya başlayabildikleri gösterilmiştir.Bu hücreler üzerine DMSO’nun
etkileri konusundaki çalışmalar kısıtlıdır.
Metotlar: HepG2 hücrelerinin (ATCC,USA) 37 °C’de 5% CO2 içeren
inkübatörlerde; 10% fetal sığır serumu (FBS) ve 1% antibiyotik
(streptomycin+penisilin) içeren Dulbecco’s Modified Eagle’s Medium
(DMEM) içerisinde kültürleri yapılmıştır. Kültür medyumuna aşağıdaki
konsantrasyonlarda DMSO eklenerek toplam 6 deney grubu
oluşturulmuştur: Grup I: Kontrol Grup II: % 0.01 DMSO Grup III: %
0.1 DMSO Grup IV: % 1 DMSO Grup V: % 2 DMSO Grup VI: % 5 DMSO
Kültür süresince hücrelerin günlük takibi faz kontrast mikroskop altında
(Zeiss, Primovert) yapılmış; X40, X100, X200 ve X400 büyütmelerde canlı
görüntüleri kaydedilmiştir. Canlı hücrelerden günlük çekilen fotoğraflarda;
“Axiovision” programı kullanılarak hücrelerin kapladığı alanlar ölçülmüştür.
Deneyin 7.gün ve 15.günlerinde hücreler iki şekilde fiikse edilmiştir: a.
Aseton ile (-20 C, 10 dak.) fikse edilerek Hematoksilen-Eozin ile
boyanmıştır. Tüm örneklerden X400 büyütmede fotoğraflar çekilerek;
sitoplazma ve çekirdekteki değişim incelenmiştir. b. %2,5 glutaraldehit
ile 25 dakika fiksasyonun ardından 1,5 saat Osmiyum tetraoksit ile
muamele edilmiştir. Glutaraldehit ve Osmiyum ile boyanmış bu
örneklerde; hücre içi lipid oranındaki değişimler değerlendirilmiştir.
Sonuçlar: Hücrelerin günlük takiplerinde kültür yüzeyini kapladıkları
alanlar karşılaştırıldığında; I., II, III, IV. gruplarda benzer çoğalma
oranları olduğu saptanmıştır. V. grupta ise; canlı hücre sayısının, dolayısı
ile hücrelerin kültür yüzeyini kapladıkları alanın deney süresi ile orantılı
15
1. Oturum
1. OTURUM
olarak azaldığı görülmüştür. %5 DMSO içeren medyumla beslenen VI.
deney grubu hücrelerinde ise 24. saat sonunda örneklerin tamamına
yakınında canlı hücreye rastlanamamıştır. Bu nedenle; VI. grup deneyin
ilerleyen sürecinde dikkate alınmamıştır. Hematoksilen-Eozin ile boyanmış
örneklerde dozla orantılı şekilde sitoplazmik vakuolizasyonda artış
saptanmıştır. Deneyin başlangıcında poligonal olan HepG2 hücrelerinin,
deneyin ilerlemesiyle şekilsel değişime uğradığı, bu durumun özellikle V.
deney grubunda belirgin olduğu dikkati çekmiştir. Osmium tetraoksitle
fikse edilerek boyanmış örneklerde; %2 DMSO içeren besi yerinde
kültürleri yapılan hücrelerin lipid içeriğinde dramatik bir azalma
görülmüştür.
Kapanış: Deneyin sonuçları; %2 oranındaki DMSO’nun onbeş günlük
kültür süreci boyunca HepG2 hücrelerinde hücre proliferasyon oranı, hücre
morfolojisi ve hücre lipid içeriğinde belirigin değişikliklere neden olduğunu
göstermektedir. DMSO’nun düşük dozlarda hücre proliferasyonunu inhibe
edici etki özelliklerinin mekanizmalarının inceleneceği yeni çalışmalar; bu
ajanın apopitotik mekanizmaları indükleyici özellikleri ve karaciğer kanseri
tedavisinde umut verici yeni bir ajan olması konusundaki araştırmalara
ışık tutacaktır.
Anahtar Kelimeler: DMSO, hepatosellüler karsinoma,morfolojik yapı,
lipid
16
1. Oturum
1. OTURUM
Ad-Soyad: Mücahit Polat
Üniversite: Gülhane Askeri Tıp Fakültesi
Derece: 3
Başlık: Gastroenteroloji&Hepatoloji
Çalışma Başlığı: Melatonin in, bağırsak yapışıklığı için preoperatif ve
postoperatif kullanımının ratlarda karşılaştırılması(36 rat üzerinde yapıldı
ve skorlama birçok biyokimyasal teste bakıldı)
Yazarlar: Mücahit Polat, Doc.Dr.Nail Ersöz, Doc.Dr.Mehmet Özler,
Doc.Dr.Turgut Topal, Prof.Dr.Ahmet Korkmaz
Giriş: Antioksidan özelliği olan ve sirkadiem ritimle salınan melatonin,
postoperatif ciddi bir sorun olan bağırsak adhezyonunda kullanıldı.
Bağırsak adhezyonu herhangi bir bağırsak operasyonu sonrası oluşan ve
ciddi sorunlara yol açan bir problemdir. Karın içi yapışıklık çoğunlukla
kişinin önceden geçirmiş olduğu karın ameliyatlarının sonrasın da
meydana gelen zar ya da bant gibi oluşumlarının ortaya çıkma şeklidir.
Kişinin geçirdiği karın ameliyatların da karın zarın da meydana gelen
yaralanmalar, kullanılmış olan dikiş materyalleri, cerrahi eldivenleri, karnın
içerisine dökülen kanlar, gazlı bezler ve bağırsak içeriği gibi sıvıların iltihap
reaksiyonu sonucun da yapışıklıkların ortaya çıkmasıdır. Çoğunlukla karın
içi yapışıklık pek çok kişi de hiçbir şikâyete sebep olmamaktadır. Genel
olarak en fazla olan şikâyetler arasın da karın ağrılarının olması, kusmalar,
bulantılar, karın da meydana gelen şişlik ve doğurganlık çağında iken
kadın da kısırlığa sebep olması şikâyetleri var olmaktadır. Karın içi
yapışıklık problemleri kişi açısından çok acil olarak ameliyat gerektirecek
durum çoğunlukla bağırsak tıkanıklığı konusundadır. Ancak bazı hastalar
da ise tıkanıklıklar sebebi ile gelip geçici karın ağrılarının yaşanmasına da
neden olmaktadır.
Metotlar: Preoperatif Melatonin kullanımı yapılacak gruplarda, 15 gün
boyunca, günde 5mg/kg içme suyu yoluyla melatonin verilmiştir. Bu
sürede diğer grupların ise rutin bakımına devam edilmiştir. Bu 15 gün
sonunda ratların tümünde model oluşturmak için yapılan cerrahi girşim
öncesi anestezi uygulanmıştır. Anestezi için ketamin ve Xylasine(85 +
12.5 mg/kg) kullanılmıştır. Ratlar anestezi altındayken supin yatırılacak ve
abdomen orta hattından traş sonrası neşter ile kesi atılmıştır.Traşlı alanda
dezenfeksiyon için Betadin solüsyonu kullanılmıştır. Kolon bölgesinde
yapışıklık modeli, ceacum(kör barsak)’un seroza tabakası aşındırılarak
oluşturulup ipek ipliklerle kapatılmıştır. Operasyon sonrası Melatonin
kullanılması gereken gruplara da günde 5mg/kg ve tek doz Melatonin
kullanılmıştır. Melatonin, modellere içme sularının içinde verilmiştir. 15
gün sonra ratlar anestezi altında tekrardan açılıp, peritoneal adhezyon
durumları Mazuji Ölçeği ve diğer skorlama ölçeklerine göre
karşılaştırılmıştır. Bu ilk karşılaştırmadan sonra, yapışıklık oluşturulan
bölgeden (ceacum=kör bağırsak), Melondialdehit(MDA)’e bakılmak üzere
doku alınmıştır. Hidroksiprolin ve SOD enzim düzeylerine bakıldı.Kan
değerlerinden ise IL-10 bakılmıştır. Modeller ise anestezi altında rutin
işlemlerle sakrifiye edilmiştir.
Sonuçlar: Melatoninin preoperatif kullanımı, postoperatif ve
preop+postop. kullanıma göre daha olumlu sonuç vermiştir. Bu sonuç
17
1. Oturum
1. OTURUM
skorlama ve diğer biyokimyasal testler ile daha da doğrulanmıştır.
Çalışmamız klinik kullanıma referans oluşturmaktadır.
Kapanış: Abdomen bölgesinde ameliyatlar sonrasında ciddi sorun
oluşturan yapışıklığa karşı melatoninin özellikle preoperatif kullanımının
ciddi şekilde güzel sonuçlar vermesi klinik kullanım öncesinde referans
oluşturmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Kolon, yapışıklık, bağırsak, melatonin, ameliyat
18
1. Oturum
1. OTURUM
Ad-Soyad: Cemal Terzioğlu
Üniversite: Bezmialem Vakıf Üniversitesi
Derece: 2
Başlık: Nefroloji
Çalışma Başlığı: Diyabetik Nefropatili Hastalarda Oksidatif Stresin Rolü
Yazarlar: Cemal Terzioğlu, Eray Metin Güler, Sinem Uçak, Orhan Çakmak,
Mehmet Zorlu, Muharrem Kıskaç, Şahabettin Selek, Abdurrahim Koçyiğit
Amaç:Diyabetik Nefropati,Diabetes Mellitus’un yaygın
komplikasyonlarından biridir ve böbrek yetmezliğinin en sık
nedenlerindendir. Bu yüzden diyabetik nefropati gelişmesini önlemeye
yönelik çalışmalar yoğun şekilde sürmektedir. Oksidatif stres, diyabetik
nefropati gibi diyabetik komplikasyonların gelişmesinde ve ilerlemesinde
önemli rol oynamaktadır. Çalışmamızda diyabetik nefropati tanısı konmuş
hastalar ile sağlıklı kontrol grubu arasında oksidatif stres belirteçleri
açısından bir fark olup olmadığı araştırıldı.
Metotlar:Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Dahiliye Polikliniğine
başvuran, diyabetik nefropati tanısı konulmuş 18 - 59 yaş arası 50 hasta
ile 50 sağlıklı kişiden heparinize kan örneği alındı. Eritrositlerden
glutatyon (GSH) ve glutyon peroksidaz (GSH-Px), glutatyon redüktaz
(GSSG-Red), glutayon transferaz (GST), süperoksit dismutaz (SOD),
katalaz aktiviteleri ile, plasma malondialdehit (MDA) protein karbonilleri
(PC), total antioksidan (TAS), total oksidan (TOS), miyeloperoksidaz
(MP), arilasteraz (ARES) ve paraoksonaz (PON1) düzeyleri analiz edildi.
Oksidatif stres indeksi (OSI) hesapla bulundu.
Sonuçlar: Plazma TAS ve GSH seviyeleri (p=0.01, p<0.05) ile GSSG-Red,
ARES, PON1 ve katalaz aktiviteleri hasta grubunda kontrol grubuna göre
anlamlı derecede (p=0.01, p<0.05, p<0.05, p<0.05) düşük bulunurken,
SOD, GST, GSH-Px aktiviteleri (p=0.01, p=0.01, p<0.05) ile MP, TOS, PC,
MDA ve OSI seviyeleri (p<0.05, p=0.01, p=0.01, p=0.01, p=0.01)
yüksek bulundu. Diyabetik nefropati hastalarında oksidatif stresin
artmasının GSH-Rd ve katalaz gibi antioksidan enzim aktivitelerini
kompanzasyon mekanizması gereği uyardığı ancak yeterli olmadığı,
dolayısı ile oksidatif durumun oksidanlar lehine bozulduğu sonucuna
varıldı.
Anahtar Kelimeler: Diyabetik Nefropati, Oksidatif Stres
19
2. OTURUM
2.Oturum
19 Mart Cumartesi 15.10 – 16.10
Oturum Yöneticileri :Doç. Dr. Uğur Uygunoğlu
20
2. OTURUM
Ad-Soyad: Damla Mergen
Üniversite: İstanbul Üniversitesi
Derece: 3
Başlık: Sinirbilimi
Çalışma Başlığı: Fingolimodun Alzheimer Hastaligi uzerindeki
noroprotektif etkisinin transgenic fare modeli uzerinde incelenmesi
Yazarlar: Damla Mergen, Nurgul Aytan, Isabel Carreras ,Bruce G.
Jenkins, Alpaslan Dedeoglu
Giriş: Fingolimod klinikte MS hastaliginda kullanilmakta olan ilactir. Bunun
Alzheimer hastaligi uzerindeki koruyucu etkisi transgenic fare modellerinde
denenmektedir. Bunun icin Alzheimer hastaliginin patolojisinde one cikan
noroinflamatuar markerlar ve amyloid plaklar incelenmektedir
Metotlar: Alzheimer hastaligi transgenic mouse modelinde doza bagli
olarak fingolimodun etkisi arastirilamaktadir. Fingolimod farelere su ile
oral olarak verilmektedir. ve farelerin fingolimoda karsi gelistiridigi cevap
hafiza testi ve beyinde patoloji markerlariyla ölçülmektedir
Sonuçlar: Fingolimodun Alzheimer fare modelinde verilen dozu tolere
ettigi gozlemlendi.Inflammasyon markerlarinda dusme ve amyloid
plaklarda azalma gozlendi
Kapanış: fingolimod Alzheimer hastaligi icin yeni bir tedavi secenegi
olarak umut vaad etmektedir
Anahtar Kelimeler: fingolimod Alzheimer inflammation amyloid plaklar
21
2. OTURUM
Ad-Soyad: Büşranur Ağaç
Üniversite:İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa
Derece:5
Çalışma Başlığı:Nosiseptör Nöronların Susturulması Alerjik Havayolu
Enflamasyonunu Azaltıyor
Akciğer nosiseptörleri öksürük ve bronkokonstriksiyon oluşmasından
sorumludur. Bu nöronların aynı zamanda alerjik havayolu enflamasyonuna
da sebep olup olmadığını aydınlatmak için akciğer nosiseptörlerini
kapsaisin ile uyardığımızda artmış nöropeptid salınımı ve immun hücre
infiltrasyonu gözlemledik. Bunun aksine Nav1.8+ duyusal nöronları ablate
etmek veya yüklü bir sodyum kanal inhibitörü olan ve geniş porlu iyon
kanallarından hücre içine giren QX-314 ile nosiseptörleri susturmak,
ovalbümin veya ev tozu akarı kaynaklı havayolu enflamasyonunu ve bronş
aşırı duyarlılığını belirgin ölçüde azalttı. Aynı zamanda, aktive olmuş
immun hücrelerden salınan IL-5’in nosiseptörler üzerine doğrudan
etkiyerek vazoaktif intestinal peptid (VIP) salınmasına sebep olduğunu
keşfettik. Ardından VIP, CD4+ ve yerleşik doğuştan gelen lenfoid tip 2
(ILC2) hücrelerini uyarıyor ve alerjik enflamasyonu daha da arttıran bir
enflamatuar sinyal halkası oluşturuyor. Sonuçlarımız göstermektedir ki,
nosiseptörler patolojik adaptif immun yanıtları arttırıyor ve bu nöronları
QX-314 ile susturmak bu nöro-immun etkileşimi kesintiye uğratıyor. Bu da
astım için potansiyel yeni bir tedavi stratejisini ortaya koyuyor.
22
2. OTURUM
Ad-Soyad: Melek Aydın
Üniversite: Ege Üniversitesi
Derece: 4
Başlık: PROSTAT KANSER HÜCRELERİ VE KÖK HÜCRELERİNDE TAKSANLARIN
ETKİSİ
Çalışma Başlığı: PROSTAT KANSER HÜCRELERİ VE KÖK HÜCRELERİNDE
TAKSANLARIN ETKİSİ
Yazarlar: Melek AYDIN1, Berika ŞENTÜRK1, A.Pınar ERÇETİN2,Ayça
PAMUKOĞLU2,Fulya ÇAĞLAR2,Banu DEMİR2, ve Safiye AKTAŞ2 1.Ege
Üniversitesi Fen Fakültesi Biyokimya Bölümü 2.Dokuz Eylül Üniversitesi Onkoloji
Enstitüsü,Temel Onkoloji Anabilim Dalı ,İzmir
Giriş: Prostat kanseri erkeklerde en çok rastlanan,ileri evrede bölgesel lenf
düğümlerine ve kemiğe yayılan bir kanser türüdür. Bilimsel gelişmelerde prostat
kanserinde başarı giderek artmaktadır. Ancak hala ileri evre hastalıkta baş
etmede kanser biyolojisi bilgi birikiminde ihtiyaç duyulmaktadır. Hormon bağımlı
olmayan prostat kanserinde taksan sınıfı ajanlardan dosetaksel tedavi
rejimlerinde yerini kanıtlamış kemoterapötiktir. Kanser kök hücresi (KKH) kanser
dokusunun %1-8 lik alt populasyonunu oluşturan kanser başlatıcı oldukları
öngörülen hücrelerdir. Prostat kanserinde KKH CD44+ ile karakterizedir. KKH
tümörün büyümesi, metastazı ve tekrarından sorumlu tutulmaktadır. Kanser
tedavisinde kullanılan yöntemlerin KKH lerini de öldürmesi tedavinin önemli
hedeflerinden biridir. KKH ler eredike edilen hastalarda uzun süreli sağ kalımlar
gözlenmektedir. Bu çalışmanın amacı dosetaksel ve paklitakselin prostat
kanserinde KKH lerine olan etkilerini benzer ajanlarla karşılaştırarak
araştırmaktır.
Metotlar: Bu çalışmada DU145 ve PC3 prostat kanser hücre hatları
kullanılmıştır. Bu hücre hatları 37C %5 CO2li ortamda kültüre edilmiştir.
Manyetik izolasyon yöntemi (MACs) ile her iki hücre hattından CD44+ ve CD44hücreleri izole edilmiştir. Dosetaksel ve Paklitakselin optimize edilmiş dozları
kanser hücrelerine , CD44+ KKH lerine ve CD44- hücrelere 24 saat süreyle
uygulanmıştır. WST1 ile hücre canlılık testi yapılarak ELISA ile okutulmuştur.
Akım Sitometri ile Annexin V ve Propidyum İyodit (PI) yöntemiyle apoptoz
oranları değerlendirilmiştir.
Sonuçlar: Annexin V ile Apoptoz bulgusunda Dosetakselin etkisiyle DU 145
kanser hücresinde geç apoptotik/nekroz oranı %86 iken DU 145 CD 44+ kök
hücresinde ise % 2.1 dır.Aynı şekilde PC 3 kanser hücre hattında geç
apoptotik/nekroz oranı %69.7 , CD 44+ kök hücrede %1,1 olduğu görülmüştür.
Kapanış: Taksanlar prostat kanser her iki hücre hattını da nekroz üzerinden
ölüme götürdüğü gözlenirken, KKH lerinde ölüm oranını yarı yarıya azalmakta
olduğu görülmüştür. Bulgularımız bu direncin nedeninin bu ajanların prostat KKH
lerini nekroza uğratamaması yönünde olduğunu desteklemektedir. Taksan grubu
ajanların prostat KKH lerine etkisininin azlığının nedeninin moleküler düzeyde
araştırılması, bu direncin ortadan kalkmasında farklı ajanlarla kombinasyonların
etkili olup olmayacağının araştırılması faydalı olacaktır
Anahtar Kelimeler: Prostat,Kanser Kök
Hücresi,Taksanlar,Dosetaksel,Paklitaksel
23
ÇALIŞTAYLAR
19 Mart Cumartesi 16.30 – 17.30
24
19 Mart Çalıştaylar
ÇALIŞTAYLAR
ÇALIŞTAYLAR
TIBBİ MALPRAKTİS VE HEKİM SAVUNMA STRATEJİSİ
2005 yılında yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu, adli tıp hizmetleri açısından farklı
tanımlar getirmekle birlikte hekimlerin cezai ve hukuki sorumlulukları ile ilgili tanımlarda
da dikkat çekici değişikilikleri de içermektedir. Bu değişikliklerin ardından hekimler ciddi
bir sıkıntı ve endişe içindedir.
Hekimlerin, hastaların sağlığı için mesleki bilgi ve becerilerini kullanarak
yapacakları her işlem, verecekleri her tavsiye hastanın hayatı ile ilgili ciddi değişikliklere
yol açacaktır. Hekimlerin insan yaşamına doğrudan etkili olan mesleklerini uygulamaları
sırasında; en üst düzeyde özen göstermeleri gerektiğini ve verdikleri hizmetin aynı
zamanda yüksek bir riski de içerdiğini unutmamaları gerekir. Bu kapsamda ilk
başvurudan itibaren etik ilkelere ve yasalara uygun bir davranışın sergilenmesi bir
zorunluluk olmaktadır.
Bugün; yeni ve ağırlaştırılan koşulların, açılan davalarda hekimlerin ceza ve tazminat
sorumluluğu ile karşı karşıya kalması sonucunu doğurabileceği öngörülebilmektedir.
Türkiye’de hiçbir hekim, kendisini malpraktis davalarının uzağında göremez. Bu nedenle
tüm hekimlerin “Medikolegal Savunma Stratejileri ve Risk Yönetimleri” konusunda
bilgilendirilmiş olması gerekir.
Ancak bu bilgilerin teoride bilinmesinin meslek pratiğinin uygulanması sırasında
yeterli ve efektif olamayabildiği gözlenmektedir. Tıbbi malpraktisin görünmeyen ama en
önemli nedenlerinden biri olan hasta – hekim iletişimi veya hekimin hukuki
sorumluluklarından olan hastanın aydınlatılması ve onamının alınması, kayıtların
tutulması ya da hastanın sırlarının saklanması teorik bilginin ötesine geçerek, hekimlerin
içselleştirdiği ve davranış modelleri olarak benimsediği kavramlar olmalıdır. Bu nedenle
hekimlerin henüz meslek hayatına atılmadan tıp fakültesi eğitimlerinin erken
dönemlerinden başlayarak alacakları “Medikolegal Savunma Stratejileri ve Risk Yönetimi”
eğitimi onların gelecekte malpraktis iddiaları ile karşılaşmalarını engelleyecek, böyle bir
iddia ile karşılaştıklarında ise doğru bir tutum sergilemelerine neden olacaktır.
Prof. Dr. Gökhan Oral
İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı
25
ÇALIŞTAYLAR
CE
RRAHİ DİKİŞ KURSU
Maketler üzerinde uygulamalı olarak gerçekleşecek çalıştay 20 kişi ile sınırlı
olacaktır.
ALÇILAMA
Yarım alçı atel uygulaması 30 öğrenciyle beraber yapılmıştır. Çalıştay başında kısa bir
bilgilendirme sonrası her öğrenci bir kez yarım alçı uygulayacak şekilde öğrenciler kendi
üzerinde asistanlar eşliğinde alçı çalışılacaktır. Çalıştay sonunda her öğrenci yarım alçı
uygalayacak seviyeye ulaşmaktadır.
Ass. Dr. Lercan Aslan
26
19 Mart Çalıştaylar
“…Cerrahi olarak dikiş atmak, dokuyu bir arada tutacak bir halka meydana
getirmek ve onun çözülmesine engel olacak uygun düğüm konfigürasyonunu
oluşturmaktır.Genel tanım olarak temel düğüm, birbirini takip eden aynı yönde veya ters
yönde atılmış en az 2 ilmekten meydana gelir…”
ÇALIŞTAYLAR
LARVA TEDAVİLERİ LABORATUVARI TANITIM VE GEZİSİ
Özet
Lucilia sericata'nın I. ve II. dönem larvaları ile yapılan Larva Debridman Tedavi
(LDT)’si son 20 yıldan beri derideki pürülan, kabuklu yaraların tedavisinde altta yatan
hastalıklardan
bağımsız
olarak
kullanılmaktadır.HastanemizdeLDT’si
TÜBİTAK’ın
desteklediği “Lucilia sericata’nın larvaları ile zor iyileşen yaraların tedavisi”
başlıklı proje kapsamında kurulan Biyoterapi Araştırma ve Geliştirme Laboratuarında 14 –
06 - 2007 tarihten itibaren yapılmaya başlamıştır.
Çalıştayımız kapsamında genel bilgilendirme verilecek ve laboratuvar gezisi ile
birlikte bu heyecan verici laboratuvarın tanıtımı yapılacaktır.
Aşağıda, yapılan çalışmalarla ilgili ayrıntılı bilgiye sahip olabilirsiniz:
Giriş
Amerika, İsrail, Britanya Krallığı, Almanya, İsveç, İsviçre, Ukrayna ve Tayland’da;
1990 yılından itibaren basınç ülserleri, venöz staz ülserleri, temporal mastoiditis, fournier
gangreni, nekrotize tümör kitlelerinin ve diğer yumuşak doku yaralarının tedavisinde
kullanılmaktadır. Tedavide kullanılan Lucilia sericata sinek tününe ait larvalar sadece ölü
dokulara saldırır ve yaranın temizlenmesine yardımcı olurlar. Hareketli larvalar yaradaki
tüm nekrotik alana tutunabilirler. Larvalar, ürettikleri enzimler ile yara üzerindeki ölü
dokuyu eriterek çıkarır, yarayı da dezenfekte eder, dokuyu granülasyon oluşturması için
uyarırlar.
Lucilia sericata larvalarının salgıladıkları enzimler ve aktiviteleri
BApNAα-N-benzoil-DL-arginine-p-nitroanilid; LpNA, leucin-p- nitroanilid; HPA,
hippüril-L-fenilalanin; HA, hippüril-L-arginin; GPpNA, giutaril-L-fenilalanin nitroanilid
Larva salgılarının hidrofobik peptit benzeri 3-10 kDa ve hidrofofilik 1 kDa olmak
üzere en az iki anti-bakteriyel özellikte madde içerdiği tespit edilmiştir. Huberman ve
arkadaşları 2007 yılında L. sericata larvalarının salgıladıkları 138, 152 ve 194 kDa
ağırlığındaki maddelerin; Gram pozitif [(Metisilin’e duyarlı S. aureus (MSSA), Metisilin’e
dirençli S. aureus (MRSA)] ve Gram negatif (P. aeruginosa, S. marcescens, E. coli ve K.
pnumoniae) bakterilere karşı anti-bakteriyel aktiviteye sahip olduklarını belirlemişlerdir.
Larva Debridman Tedavisi
Ortalama 1 cm2’lik yaraya 6-7 adet L. Sericata’nın genellikle I. dönem veya II.
dönem steril larvaları; genellikle yara üzerine direkt olara konur. Bu şekilde hareketli
larvalar yaradaki tüm nekrotik alana tutunabilir ve nekrotik dokunun derinliklerine
girebilirler. Yüzeysel ağrılı yaralarda larvalar steril bir poşet içerisinde yara üzerine konur.
Böylece yarada larvaların hareketinden kaynaklana bilecek ağrı önlenir. Eğer yine ağrı
oluşursa larva ve yaranın üzerine steril serum fizyolojik sıkılarak ağrı giderilerek
larvaların yara üzerinde daha uzun süre kalması sağlanır. Yaradaki nekrotik dokunun
durumuna göre larva tedavisi; 24 saatte bir, haftada 1-2 kez veya haftada 1 kez
uygulanır. Larva tedavisi genellikle haftada iki kez uygulanır; larvalar yara üzerinde 4872 saat tutulduktan sonra larvalar yaradan uzaklaştırılır. Bu işlem yaradaki nekrotik doku
tamamen temizlene kadar devam eder. Nekrotik doku tamamen temizlendikten sonra
yaranın iyileşmesine göre hasta iki haftada veya ayda bir kontrole çağrılır. Kontrollerde
yara kapanmamışsa genellikle larva tedavisi uygulanır. Çünkü larvalar ürettikleri enzimler
ile yarayı dezenfekte eder ve dokuyu granülasyon oluşturması için uyarırlar.
27
ÇALIŞTAYLAR
Yrd. Doç. Dr. Erdal Polat
Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı
Lucilia sericata’nın larvaları ile zor iyileşen yaraların tedavisi
Biyoterapi Araştıma ve Geliştirme Laboratuvarı Sorumlusu
28
19 Mart
Diyabet hastanelerinde yapılan tedaviye rağmen iyileşmeyen diyabetik ayak
ulserasyonu % 25–50 kadar olduğu bilinmektedir. Bunun sonucu Amerika'da yıllık 60 000
ile 70 000 ayak ampütasyonu yapılmaktadır. Diyabetli hastaların % 15’de bir veya daha
fazla ayak ulserasyonu gelişir ve bunu sonucu olarak hastaların %15–25 kadarında
ampütasyon gerekleşebilir. Bundan dolayı LDT'si diyabetli hastalarda yaraların
tedavisinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Çünkü diyabet hastası olan insanlardaki
yaraların iyileşmesi diyabet hastası olmayan insanlardaki yaraların iyileşmesine göre daha
zordur. Zayıf iyileşme kapasitesi yüzünden, bu yaralar kolaylıkla infekte olabilir ve
bakteriler kan dolaşımına geçebilir, bu durumda yaşamı tehdit eden potansiyel infeksiyon
sebebi olabilirler. Ancaklarvalar bol miktarda proteolitik enzimler, anti-bakteriyel
aktiviteye sahip maddeler ve dokunun granülasyonunu geliştiren değişik maddeler
üretirler. Bu maddeler ile yaradaki bakterileri eriterek, öldürerek veya üremesini
durdurarak yarayı dezenfekte ederler. Sherman’a göre özellikle antibiyotiklere dirençli
bakterilerle infekte kronik yaraların tedavisinde LDT’si çoğu kez başarılı olmuştur. Canlı
larvaların özellikle S. aureus, A ve B grubu streptokok gibi patojen bakterileri öldürdüğü
çalışmalarla
ortaya
konmuştur.
yada
büyümelerini
inhibe
ettiği
in-vitro
Thomas larvaların antibiyotiklere dirençli kökenlerle infekte değişik tip yaraların
tedavisinde kullanılabileceğini; Metisiline Dirençli S. aureus (MRSA) ile infekte 3 basınç
ülseri, 1 pilonidal sinüs ve 1 geniş apseden oluşan 5 lezyonun tedavi ederek göstermiştir.
LDT’sinden 48 saat sonra tüm lezyonlarda MRSA negatifleşmiş ve yaralar iyileşmiştir.
Bizim çalışmalarımızda P.mirabilis, P. vulgaris, E. coli, P. aeruginosa,MRSA, MSSA,
Metisiline dirençli plazma koagülaz negatif stafilokoklar,S. agalactiae, ß hemolitik
Streptokoklar ve Gram pozitif çomakların tümü yaralara larva konduktan 48 saat sonra
kayıp olmuştur. Osteomiyelit olmuş MRSA ve P. aeruginosa ile enfekte 1 hasta ve MRSA’lı
1
hastanın
yaraları
larva
ile
başarılı
bir
şekilde
tedavi
edilmiştir.
L. sericata’nın II. dönemden III. döneme geçmek üzere olan steril larvalarının
salgıladıkları salgılar Leishmania tropica’nın promastigot sekilerine in-vitro, amastigot
şeklerine ise in-vivo koşullarda etkili olduğu Dünya’da ilk kez tarafımızdan tespit
edilmiştir.
LDT nekrotik venöz ülserlerin tedavisinde, geleneksel tedaviden daha hızlı ve ucuz
olduğundan, alternatif uygun bir maliyet sağlayabilmektedir.
t Çalıştaylar
Sonuç
ÇALIŞTAYLAR
TEMEL YAŞAM DESTEĞİ
Temel Yaşam Desteği hayati tehlike taşıyan bir hastalığı ya da yaralanması olan hastalara
tam kapsamlı bir hastanede tıbbi müdahele sağlanana kadar verilen tıbbi destek
aşamasıdır.
Kursumuz, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde tıbbi beceri konularını öğretme maksadıyla geniş
bir çerçevede çeşitli hayati tehlike oluşturan aciliyetlere tanı koyma sağlayacak, KardiyoPulmoner Resüsitasyon uygulama, AED cihazı kullanma, boğulma olaylarını güvenli, hızlı
ve etkili bir yöntemle engellemeyi sağlama, aletleri ve mankenleri kullanarak çok amaçlı
laboratuvarlarda öğrenime yönelik geliştirilmiştir.
Prof. Dr. Oktay Demirkıran
DOĞUM SİMÜLASYONU
Normal doğum 38-42 gebelik haftaları arasında, kendiliğinden başlayan rahim
kasılmalarıyla, başla gelen tek bir bebeğin anne ve bebeğe zarar vermeden vajinal yolla
canlı olarak doğmasıdır. Vajinal doğumların %96'sı baş gelişi, geri kalan kısmı da makat
gelişi şeklinde gerçekleşir.
“Goumard Noelle” adlı eş zamanlı doğum simülatörü ile yapacağımız bu çalıştayımızda
amacımız yetişmekte olan tıp öğrencilerine normal doğumun tüm aşamalarıyla tecrübe
etmelerini sağlamaktır.
Ass. Dr. Kübra Irmak
29
DANS
MENDEL BİLİMSEL EĞİTİM PROGRAMI ( SERTİFİKALI )
PSİKANALİZ : Prof. Dr. Hacı Murat Emül
AKUPUNKTUR : Prof. Dr. Kaya Özkuş
KONTAKT LENS YAPIMI : Uzm. Dr. Fehim Esen
FOTOĞRAFÇILIK
SPOR HEKİMLİĞİ : Prof. Dr. Gökhan Metin
Doç. Dr. Mehmet Üzel
30
19 Mart Çalıştaylar
ÇALIŞTAYLAR
3. OTURUM AÇILIŞI: Doç. Dr. Elif Seda S. Tierney
Konuşmacı
20 Mart Pazar 11.00 - 12.00
Doç. Dr. Elif Seda S. Tierney
31
Prof. Dr. Seda Selamet-Tierney
1996 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İngilizce Tıp
Programı’ndan mezun olup 2004 -2011 yılları arasında Harvard
Tıp Fakültesi’nde pediatrik kardiyoloji ihtisası yapan Prof. Dr.
Seda Selamet-Tierney Stanford Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde
pediatrik kardiyoloji uzmanı olarak çalışmaktadır. American
Board sertifikası bulunmaktadır. Stanford Üniversitesi Çocuk
Hastanesi’nde Pediatrik Vasküler Araştırma Laboratuvarı’nın
(Dr. Tierney Lab) baş direktörüdür. Marfan sendromu, aort ve
kapak hastalıkları, çocuklarda obezite ve konjenital kalp
hastalıkları üzerine birçok çalışması bulunmaktadır. Çalışmaları,
çeşitli uluslararası dergilerde çok sayıda makaleyle
yayınlanmıştır. 5 yılda 20 den fazla makale çıkarmıştır.
32
Konuşmacı
3. OTURUM AÇILIŞI: Doç. Dr. Elif Seda S. Tierney
3. OTURUM
3. Oturum
20 Mart Pazar 12.00 - 13.30
Oturum Yöneticileri : Doç. Dr. Elif Seda S. Tierney
Prof. Dr. Kaya Sarıbeyoğlu
33
3. OTURUM
Ad-Soyad: Elif Kocak
Üniversite: Koç Üniversitesi
Derece: 2
Başlık: Molekuler Biyoloji
Çalışma Başlığı: Timoma Hücrelerinde Epitelyal-Mezenkimal
Transformasyon
Yazarlar: Elif Kocak, Tiphaine Arlabosse, Yann Barrandon
Giriş: Timus, primer lenfoid organlarından biridir ve adaptif bağışıklık
sisteminin gelişmesini sağlar. Kompleks üç boyutlu bir yapıya sahip olan
timusta, gelişmekte olan lenfositler ve timik epitel hücreleri gibi hücreler
bulunur. Genellikle timus, yaşın ilerlemesiyle birlikte küçülür, ancak bazı
ender durumlarda timik epitel hücreleri yeniden bölünmeye başlayarak
burada tümör oluşturabilir. Timik tümörlerin bir çeşidi de timomadır.
Timoma vakaları oldukça enderdir. Diğer yandan, bu hücreleri kültürde
büyütmek zor olduğundan timomalar hakkında bilinenler oldukça azdır.
Vakaların yüzde 93’ünde timomanın invazif olmadığı ve metastaz
yapmadığı bilinmektedir. Epitelyal tümör hücreleri metastatik
karakteristiklerini epitelyal-mezenkimal transformasyon (EMT) adı verilen
bir süreç ile kazanmaktadırlar. Bu süreçte, epitel hücreleri gen
ekpresyonlarını değiştirerek mezenkimal hücrelere dönüşmeye başlarlar.
Daha sonra artık mezenkimal özellikler gösteren bu hücreler, hücre
adezyonu özelliklerini kaybederler, hareket yeteneği kazanırlar. Ayrıca bu
hücrelerin şekilleri de değişir ve uzun-ince bir morfolojiye sahip olurlar.Bu
araştırmada; timomanın non-invazif oluşunun sebeplerini daha iyi
açıklayabilmek amacıyla, hücre kültüründe büyütülmüş timoma
hücrelerinin çeşitli EMT belirteçlerini hangi seviyelerde eksprese ettiğinin
belirlenmesi ve sonuçların normal timik epitel hücreleri ile karşılaştırılması
planlandı.
Metotlar: Timik epitel hücreleri ve Tip B timoma hücreleri beş hafta
boyunca hücre kültüründe büyütüldü. 100 mm petri kabına aktarılan
hücreler büyüme kapasitesini incelemek için, 60 mm petri kabına aktarılan
hücreler ise büyütme işlemine devam etmek ve RNA elde etmek için
kullanıldı. Daha sonra izole edilen RNA’lardan cDNA yapıldı ve qPCR analizi
gerçekleştirildi. İmmünofloresan analizi içinse 12-kuyucuklu plakalara
aktarılan hücreler kullanıldı.
Sonuçlar: Timik epitel hücreleri ve tip B timoma hücrelerinin 5 hafta
boyunca hücre kültüründe büyütülebildiği gözlenmiştir. Bu hücreler için
ekim verimliliği değerleri sırasıyla 13% ve 24% olarak hesaplanmıştır.
İmmünofloresan analizleri ile tip B timoma hücrelerinin EMT
belirteçlerinden olan vimentin, ZEB-1, Beta-katenin, ve SLUG proteinlerini
eksprese ettikleri görülmüştür. Tip B timoma hücrelerinden çok katlı
yapıya sahip olanların E-kaderin, ZO-1, CD49f, ve pan-keratin gibi
epitelyal belirteçleri eksprese ettiği görülmüştür. Sadece mezenkimal
belirteçleri eksprese eden tip B timoma hücrelerinin ise birbirine temas
etmediği ve uzun-ince bir morfolojiye sahip oldukları görülmüştür. qPCR
analizi sonucunda elde edilen verilere göre, tip B timoma hücreleri EpCAM,
34
3. OTURUM
ZEB-1, SLUG ve E-kaderin proteinlerini RNA seviyesinde eksprese
etmektedir.
Kapanış: Kültürde büyütülen tip B timoma hücrelerinin epitel,
mezenkimal ve EMT belirteçlerini ekspres ettikleri qPCR ve
immünofloresan analizleriyle gösterilmiştir. Sadece bir timoma alt türü
üzerinde yapılan bu analizler, uygulanan protokollerin optimizasyonunu
sağlamıştır ve EMT olayının bu şekilde test edilebileceğini göstermiştir.
Timoma oldukça heterojen bir yapıya sahip olduğu için bu deneylerin farklı
hastalardan alınmış örneklerle de gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Ayrıca,
bu hücrelerin başka bir organizmada yeniden tümör oluşturma kapasitesi
incelenmelidir. Bu çalışma timomada EMT olayını inceleyen ilk çalışmadır
ve EMT olayının varlığı timoma hücrelerinin organizmada neden invazif
hale geçmediğinin anlaşılması konusunda önemli bir basamak olabilir.
Anahtar Kelimeler: tip B timoma, epitelyal-mezenkimal transformasyon,
EMT
35
3. OTURUM
Ad-Soyad: Semra Cemre Atalar
Üniversite: Koç Üniversitesi
Derece: 2
Başlık: Onkoloji&Hematoloji
Çalışma Başlığı: Kanser Hücrelerinde Selenit ile İndüklenmiş Hücre Ölümü
Yazarlar: Semra Cemre Atalar, Jeremy Forsberg, Marcus Olsson, Boris
Zhivotovsky
Giriş: Selenyum, insan vücudunda eser düzeyde bulunur ve antioksidan olarak
işlev gören bazı proteinlerin koenzimi olarak görev yaparak kanserden koruma
işlevi vardır. Ancak hücrelerin yüksek dozda selenit iyonuna maruz kalması
durumunda toksik etki gösterir ve antioksidan işlevi yerine hücrede reaktif
oksijen radikalleri oluşumuna yol açmaktadır. Hücreler bunun sonucunda hücre
tipine veya selenyum dozuna bağlı olarak apoptosiz veya nekroz geçirerek
ölmektedir. Ancak hücre ölümü tipini neyin belirlediği hala bilinmemektedir.
Selenyum iyonunun kanser hücreleri üzerinde sağlıklı hücrelere kıyasla daha
toksik etkisi olduğu için bu projenin amacı selenyum iyonuyla indüklenen hücre
ölümünü araştırmak ve kaspaz-2 enziminin bu süreçte bir rolü olup olmadığını
test etmekti. Ayrıca, selenit iyonunun sfingomiyelinaz (SMase) aktivitesini
artırdığı bilindiği için SMase tarafından üretiminin artışı sağlanan seramid lipit
ailesinin gözlemlenen hücre ölümünün sebebi olup olmadığını da test edildi.
Metotlar: Araştırmada Caov-4 (yumurtalık kanseri) ve HCT 116 (rektum
kanseri) hücrelerinin kültürleri kullanıldı ve bu hücrelerin selenit uygulamasına
verdikleri tepkiler Western Blot, kaspaz aktivite tahlili, LDH (laktaz dehidrogenaz)
tahlili ve sfingomiyelinaz aktivite tahliliyle test edildi.
Sonuçlar: Western Blot sonucunda selenit uygulanması sonucu Caov-4 ve HCT
116 hücrelerinde apoptosiz proteinlerinde azalma gözlemlendi. Selenit
uygulaması sonucunda kaspaz-2, -8, -9 enzimlerinin aktivitelerinde artış
gözlemlenmedi. Bu iki deneyin sonucunda hücrelerin apoptosizle ölmediği
sonucuna varıldı. Kaspaz-2 enziminin miktarının ve aktivitesinin bu süreçte
azaldığı gözlemlendiği için bu araştırmada kaspaz-2’nin selenit ile indüklenmiş
hücre ölümünde bir rolü tespit edilemedi. LDH tahlili sonucunca uygulanan selenit
konsantrasyonu arttıkça LDH seviyesinin giderek yükseldiği gözlemlendi ve bu
sonuç hücre ölümünün nekroz olduğunu destekledi. Bunun üzerine elimizdeki
hücrelerde gözlemlenen hücre ölümünün SMase aracılığıyla üretilen seramid
tarafından tetiklendiği hipotezi test edildi. Ancak farklı hücre tiplerinin SMase
seviyelerinin selenit uygulamasına farklı tepki verdiği gözlemlendiği için
gözlemlenen hücre ölümünün bu yolla tetiklenmediği sonucuna varıldı.
Kapanış: Selenit’in kanser tedavisinde apoptosizi indükleyeceği sonuçların
alınması ve kanser tedavisinde kullanılabileceği yöntemlerin geliştirilmesi için
üzerinde daha bir çok araştırma yapılması gerekmekte, ancak kanser hücreleri
üzerinde daha toksik etkiye sahip olması nedeniyle gerekli araştırmalar yapıldığı
takdirde selenit gelecekte kanser tedavisinde kullanılma potansiyeli taşımaktadır.
Anahtar Kelimeler: Selenyum, Selenit, Apoptosiz, Nekroz, Kaspaz,
Sfingomiyelinaz, Seramid
36
3. OTURUM
Ad-Soyad: Hazal Yeşil
Başlık:Nijmegen populasyonunda KVH insidansı ve bunun yaşam
tarzı ile ilişkisi
GİRİŞ:Kronik hastalıklar 21.yüzyılın en önemli halk sağlığı problemini
oluşturmakta ve tüm dünyada giderek epidemik seviyelere ulaşmaktadır.
Kardiyovasküler hastalıklar (KVH) gibi yaşam tarzı ile ilişkili kronik
hastalıkların önümüzdeki yıllarda tüm dünyayı alarma geçirecek derecede
artması beklenmektedir. Tüm bu veriler, etkili koruyucu sağlık stratejileri
ve sağlık hizmetleri planlamaları ile önlenmesi gereken büyük bir
problemin göstergesidir.
KVH’ın önlenmesinde en iyi ve en etkili sağlık stratejilerini geliştirebilmek
için o toplumda yaşayan insanların ve hastalık riskinin en fazla olduğu
bölgelerdeki yaşam tarzlarını, hastalığın insidans ve prevalansını bilmek
gerekir.Yapılan çalışmalarda, artan KVH insidans ve prevalansı, yaşam
tarzı ile ilişkili değiştirilebilir risk faktörleriyle doğrudan ilişkili bulunmuştur.
Bu risk faktörleri ortadan kaldırıldığında morbidite ve mortalitenin önemli
ölçüde azaldığı gösterilmiştir.
Bu araştırmanın amacı Nijmegen’da aile hekimliğine kayıtlı hastaların
verilerini kullanarak KVH insidansını hesaplamak ve bu insidansın şehrin
farklı risk profillerine sahip bölgelerine göre nasıl bir değişiklik gösterdiğini
incelemektir. Ayrıca, yaşam tarzı faktörlerinin KVH riski ve insidansıyla
ilişkisi incelenecektir.
METHOD:Aile hekimliği ESK (Elektronik sağlık kaydı) verilerine dayanarak
yapılan bu retrospektif kohort çalışmasında, KVH insidansını hesaplamak
için ICPC ile tanımlanmış hastalık kodları kullanılmıştır.Analizler 4
rakamdan oluşan farklı postakodlarına sahip 23 bölgeden alınan veriler
kullanılarak yapılmıştır. Yaşam tarzı faktörlerini incelemek içinGGD
Gelderland-Zuid sağlık değerlendirme anketi kullanılmıştır. Her bölgenin 5
yıllık tahmini KVH riskine ait veriler Dr. Bagheri’nin çalışmasından elde
edilmiştir.
Belirlenen sürede ortaya yeni çıkan vaka sayısının risk altındaki
populasyonda 1000 hasta yılına olan oranı bulunarak toplam
populasyonun insidans dansitesi (insidans hızı) hesaplanmıştır.Ayrıca, 23
farklı bölgenin insidans dansiteleri de hesaplanmıştır. SPSS’te bivariate
korelasyon analizi kullanılarak her bölgenin KVH dansitesinin o bölenin 5
yıllık KVH riski ile olan ilişkisi incelenmiştir.Bütün bölgelerin yaşam tarzı
faktörlerinin KVH insidans dansitesi ve 5 yıllık KVH riski ile olan ilişkisi
çeşitli korelasyon ve regresyon analizleri yapılarak değerlendirilmiştir.
BULGULAR:Tüm populasyonun insidans dansitesi %1,1 olarak
bulumuştur. İnsidans dansitesi en yüksek olan bölge 6541 numaralı
postakoduna sahip bölgedir. 23 bölgenin 5 yıllık KVH riski ile KVH insidans
dansitesi arasında pozitif ve orta derecede ilişki bulunmuştur ( p=0.002 ).
Yaşam tarzı faktörlerindenfazla kilolu olmak (p=0.01),obez olmak
37
3. OTURUM
(p=0.002), sağlık durumunun kötü
olması(p=0.006),anksiyeteveyadepresyon(p=0.006),finanasal açıdan
zorluk yaşamak(p=0.02),çevresindekilerle ilişki kuramamak (p=0.02)
vekendi hayatında kontrol sağlayamamak(p=0.001) insidans dansitesi ile
pozitif yönde ilişkili bulunmuştur. Sağlık durumunun kötü olması
(p=0.006),finansal açıdan zorluk yaşamak(p=0.03),obez olmak(p=0.02)
5yıllık KVH riski ile pozitif yönde ilişkili bulunmuş ve gönüllü çalışmalar
yapmak(p=0.009)negatiF yönde ilişkili bulunmuştur.
SONUÇ
Sonuç olarak 23 bölgenin 5 yıllık KVH riski ile KVH insidans dansitesi
arasında pozitif ve orta derecede bir korelasyon bulunmuştur. Bunun
yanında obezite, fazla kilo, kötü sağlık durumu, finansal zorluk yaşamak,
anksiyete veya depresyon, çevresindekilerle ilişki kuramamak ve kendi
yaşamında kontrolü sağlayamamak gibi yaşam tarzı faktörlerine sahip
bölgeler yüksek insidans dansitesine sahiptir. Var olan insidansın
hesaplanan 5 yıllık KVH riskine ulaşmasını önlemek için bu yaşam tarzı
faktörleri önleyici sağlık stratejileri tarafından hedeflenebilir. Fakat, bu
araştırmada bölgeye ait yaşam tarzı faktörlerinin insidans dansitesi ile olan
ilişkisi incelendiğinden bu korelasyonu bireysel boyutta kabul etmek
ekolojik yanılgıya neden olacaktır.
Anahtar Kelimeler
KVH insidansı, yaşam tarzı faktörleri, KVH risk
38
3. OTURUM
Ad-Soyad: Asuman Begüm Ateş
Üniversite: Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Derece: 3
Başlık: Mikrobiyoloji
Çalışma Başlığı: Çocuk ve Yetişkinlerde Toplum Kökenli Üriner Sistem
Enfeksiyonu Etkeni Olarak İzole Edilen Florokinolon ve/veya Beta Laktam
Antimikrobiyallere Dirençli Escherichia coli İzolatlarında Plazmidik
Florokinolon Direncinin Araştırılması
Yazarlar: Prof. Dr. Zeynep Ceren Karahan, Asuman Begüm Ateş, Melisa
Akgöz, İrem Akman, Betül Keskin, Cem Çelik
Giriş: Escherichia coli dünya genelinde toplum kökenli üriner sistem
enfeksiyonlarının en önemli etkenidir. Üriner sistem enfeksiyonlarının
tedavisinde sıklıkla kullanılan özellikle beta-laktam ve kinolon grubu
antimikrobiyallere karşı çoklu direnç büyük bir hızla artmaktadır.
Dirençteki bu artış tedavide kullanılabilecek antimikrobiyal seçeneklerini
kısıtlayıp, tedaviyi zorlaştırmaktadır. Beta-laktam grubu antimikrobiyallere
çoklu dirençte en önemli mekanizma “Genişlemiş Spektrumlu Beta
Laktamaz (GSBL)” adı verilen, beta-laktamaz inhibitörlü kombinasyonlar
hariç, beta-laktam inhibitörlerini parçalayıp etkisiz hale getiren enzimlerin
üretimidir. Kinolon grubu antimikrobiyallere dirençte ise en önemli
mekanizma antibiyotiğin hedefi olan giraz (gyrA) ve topoizomeraz (parC)
enzimlerini kodlayan genlerdeki mutasyonlara bağlı olarak hedef aminoasit
dizisinin değişmesidir. Bununla birlikte, özellikle son yıllarda plazmidle
kodlanan koruyucu protein sentezi veya atım pompası kodlanmasına bağlı
gelişen kinolon direncinde artış bildirilmektedir. Enterik basillerde, hedef
bölgeyi koruyan bir protein üretimine neden olan qnr geni taşıyan plazmid
carlığı, GSBL üretimi ile de ilişkili bulunmaktadır. Bu çalışmada, çocuk ve
erişkin hastalardan idrar yolu enfeksiyonu etkeni olarak izole edilen GSBL
üreten ve/veya florokinolon dirençli E.coli izolatlarında, plazmid aracılı
florokinolon direnç genlerinin varlığı polimeraz zincir reaksiyonu (PZR)
yöntemi ile araştırılacak ve çocuk ve erişkin hasta grubundan izole edilen
izolatlarda bu genlerin sıklığı belirlenecek, yaş gruplarına göre direnç
görülme sıklıkları karşılaştırılarak antibiyotik kullanım politikalarının direnç
gelişimine etkisine yönelik yargı sahibi olunacaktır. Elde edilen sonuçların
Ulusal/Uluslar arası kongrelerde sunulması ve yayına çevrilmesi
amaçlanmaktadır. Elde edilecek sonuçlara göre, izolatlarda gyr ve par geni
mutasyonlarının araştırılması gündeme gelebilecek, bu durumda yeni bir
proje sunulacaktır.
Metotlar: Temmuz 2015- Ocak 2016 tarihleri arasında Ankara
Üniversitesi Tıp Fakültesi İbn-i Sina Hastanesi ve Cebeci Hastanesi Merkez
Mikrobiyoloji Laboratuvarları’na gönderilen idrar kültürlerinden enfeksiyon
etkeni olarak izole edilen E. coli suşları arasından GSBL pozitif ve/veya
florokinolon grubu antimikrobiyallere (norfloksasin, siprofloksasin,
levofloksasin) direnç tespit edilen 100 yetişkin ve 100 çocuk kökeni
çalışmaya dahil edilecektir. İzole edilen suşlar, DNA ekstraksiyonları
yapılıncaya kadar %20 gliserol içeren beyin-kalp infüzyon besiyeri içerisine
alınarak -20 °C’de saklanacaktır. Suşların identifikasyonu konvansiyonel
39
3. OTURUM
bakteriyolojik yöntemler ve/veya otomatize identifikasyon sistemi
(Phoenix, BD) kullanılarak yapılacak; antimikrobiyal duyarlılıkları Kirby
Bauer disk difüzyon testi ve/veya otomatize sistem (Phoenix, BD)
kullanılarak belirlenecektir. 2. Stok Kültürlerin Canlandırılması ve DNA
Ekstraksiyonu: Stok kültürler oda sıcaklığına getirildikten sonra koyun
kanlı agar plaklarına pasajlanacak ve 37 °C’de normal atmosfer şartlarında
inkübe edilerek canlandırılacaktır. Ertesi gün üreyen kolonilerden,
üreticinin önerileri doğrultusunda hazır ticari kit kullanılarak DNA
ekstraksiyonu gerçekleştirilecektir. 3. Gen Analizi: Suşlardan plazmidik
direnç genlerinin varlığı literatürde belirtildiği şekilde araştırılacaktır.
Plazmidik kökenli kinolon direnci genleri (qnrA, qnrB, qnrS, qnrC, qepA ve
aac(6’)1b ) varlığı PZR analizi ile; direncin temelinde yatan kromozomal
mutasyon varlığını ekarte etmek için araştırılacak gyr ve par geni
mutasyonlarının araştırılması PZR ve sekans analizi ile yöntemleri
kullanılarak araştırılacaktır. aac(6’)-1b-cr varyantının araştırılması için PZR
işlemini takiben elde edilen ürünler BseGI restriksiyon enzimi ile
kesilecektir. Araştırmada kullanılacak primerler ve reaksiyon şartları tablo1de verilmiştir. Pozitif kontrol olarak, daha önce yapılan araştırmalarda
pozitif bulunan suşlar araştırıcılardan temin edilerek kullanılacaktır.
Sonuçlar: Haziran 2016da sonuçlanacak
Kapanış: Tahmini veriler.
Anahtar Kelimeler: E.coli, GSBL, Florokinolon direnci, Plazmid, PZR
40
Poster Sunumları
POSTER SUNUMLARI
Oturum Yöneticileri: Prof. Dr. Tunaya Kalkan
Prof. Dr. Selma Yılmazer
41
Poster Sunumları
Ad-Soyad: Mesut Yılmaz
Üniversite: Yüzüncü Yıl Üniversitesi
Derece: 2
Başlık: Patoloji
Çalışma Başlığı: VAN İLİNDE BİR AİLE SAĞLIĞI MERKEZİNDE ÇALIŞAN
AİLE HEKİMLERİNİN ANTİBİYOTİK KULLANIMI KONUSUNDAKİ
DAVRANIŞLARI
Yazarlar: MESUT YILMAZ, EMİNE ULU BOTAN
Giriş: Bu çalışmada Van il merkezinde bir aile sağlığı merkezinde görev
yapan aile hekimlerinin antibiyotik reçete etme konusundaki davranışlarını
değerlendirmek amaçlanmıştır.
Metotlar: Tanımlayıcı tipte olan bu çalışma, Van ili İpekyolu ilçesinde
sosyoekonomik düzeyi düşük ailelerin kayıtlı olduğu bir aile sağlığı
merkezinde yapılmıştır. Çalışmanın yapılabilmesi için Yüzüncü Yıl
Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden etik kurul onayı ve Van Halk Sağlığı
Müdürlüğü'nden gerekli izinler alınarak seçilen aile sağlığı merkezindeki
aile hekimlerinin Mart 2015 döneminde 2 günlük tanı ve tedavi kayıtları
retrospektif olarak incelenmiştir. Hastaların demografik özellikleri,almış
oldukları tanı ve reçete edilen antibiyotikler, antibiyotiğin veriliş yolu gibi
bilgileri içeren standart bir veri formu geliştirilerek toplanan veriler bu
formlara kaydedilmiştir. Toplanan verilerin analizi SPSS 13.0 paket
programı ile yapılmıştır.
Sonuçlar: Çalışmada incelenen aile hekimlerin antibiyotik reçete etme
oranları yüksektir.
Kapanış: Aile sağlığı merkezlerinde görev yapan aile hekimlerine akılcı
antibiyotik kullanımı ile ilgili hizmet içi eğitimlerin verilmesi ve toplumda
bu konuda farkındalık oluşturacak çalışmaların yapılması faydalı olacaktır.
Anahtar Kelimeler: ANTİBİYOTİK
42
Poster Sunumları
Ad-Soyad: Esra Şengül
Üniversite: İstanbul Üniversitesi
Derece: 1
Başlık: Gastroenteroloji&Hepatoloji
Çalışma Başlığı: Kültür Sürecine Bağlı Olarak Hepatosellüler Karsinoma
Hücrelerinde Glikojen Depolanmasında Ortaya Çıkan Değişimin Morfolojik
Düzeyde Değerlendirilmesi
Yazarlar: Esra ŞENGÜL, Sercan UZUN, Hatice İSAN, Ranan Gülhan AKTAŞ
Giriş: HepG2 hücreleri; hepatosellüler karsinoma tanısı konulmuş bir
hastadan izole edilmiş olan hücrelerdir. Normal karaciğer hücrelerinin bazı
fonksiyonlarını az da olsa gerçekleştirebilmeleri nedeniyle karaciğer ile
ilgili çok farklı alandaki çalışmalarda tercih edilen bir hücre dizisidir.
Karaciğer hücreleri; glikojen sentezleyebilen ve depolayabilen hücrelerdir.
HepG2 hücrelerinin de glikojen sentezleyip depolayabildiği farklı
araştırmalarda gösterilmiştir. Hücre kültürü çalışmalarında; bazı hücre
türlerinin kültür yüzeyine yapışarak çoğalmayı tercih ettikleri, bazı türlerin
ise ortamda suspansiyon oluşturdukları gözlenmektedir. Yine bazı hücre
türleri sferoidler, yani küresel yapılar oluşturmayı tercih etmektedirler. Bir
hücre türünün büyüme karakteri; yapılacak deneylerin ilerleyen
aşamalarında bu hücre türüne özgü beklenen büyüme şeklinin
değerlendirilmesi ve farklı kültür koşullarında ne şekilde değiştiğinin
değerlendirilmesi açısından önem taşımaktadır. Hatta bu özellik;
embriyonik kök hücre çalışmalarında hücre kültürü içerisindeki kök
hücrelerin ayrıştırılmasında özel bir teknik olarak kullanılmaktadır. Kültür
yüzeyine yapışarak üremeyi seven bir hücre tipi olan HepG2 hücreleri;
kültür içerisinde kümecikler oluşturmayı tercih etmektedirler. Bu
kümecikler tüm kültür yüzeyini kapladıktan sonra farklılaşmaya
başlamakta; bazı hücreler küresel yapılar oluşturmakta, ancak bazı
hücreler bu küresel yapılar dışında çoğalmayı tercih etmektedir. Hücrelerin
tercihinin neden bu şekilde olduğu, küresel yapılar oluşturan kanser
hücrelerinin özelliklerinin ne olduğu henüz kesin olarak açıklanamamıştır.
Metotlar: HepG2 hücrelerinin (ATCC,USA) 37 °C’de 5% CO2 içeren
inkübatörlerde; 10% fetal sığır serumu (FBS) ve 1% antibiyotik
(streptomycin+penisilin) içeren Dulbecco’s Modified Eagle’s Medium
(DMEM) içerisinde kültürleri yapılmıştır. Kültür süresince hücrelerin
günlük takibi faz kontrast mikroskop altında (Zeiss, Primovert) yapılmıştır.
Sferoid oluşumu gözlenmeye başlanmasından itibaren; X40, X100, X200
ve X400 büyütmelerde sferoidlerin ve çevre hücrelerin canlı görüntüleri
kaydedilmiştir. Deneyin 7., 14., 21. , ve 28. günlerinde hücreler %10
formaldehit ile fikse edilmiştir. Hücrelerin glikojen içeriğini göstermek için
örnekler PAS (Periodic Acid Schiff) ile boyanmıştır. Yine tüm örneklerden
X40, X100, X200 ve X400 büyütmelerde fotoğraflar çekilmiştir. X100 ile
çekilen fotoğraflarda Image J analiz programı kullanılarak PAS (+)
alanların ölçümü yapılmıştır.
Sonuçlar: Kültürün ilk dönemlerinde çok az sayıda PAS (+) hücreler
gözlenmektedir. PAS ile boyanan alanların kültür süresi ile doğru orantılı
43
Poster Sunumları
olarak arttığı görülmüştür. Hücreler tüm yüzeyi kapladıktan sonra sferoid
oluşumu başladığı dikkati çekmiştir. Sferoid oluşumu gözlenmeye
başladıktan sonra; özellikle sferoidlerin merkezinde PAS (+) hücrelerde
artış saptanmıştır. Sferoidlerin dışında yer alan hücrelerdeki PAS (+)
alanlar tüm kültür sürecinde minimal düzeyde kalmıştır. Çalışmanın
sonuçları; HepG2 hücre kültürlerinde glikojen depolayan hücrelerin kültür
süreci ile paralel olarak arttıklarını göstermştir. Bu hücreler özellikle
sferoidlerin merkezinde yer almaktadır. Glikojen sentezlemek ve
depolamak; normal karaciğer hücrelerinin çok önemli bir fonksiyonudur.
Karaciğer kanser hücreleri arasında bu fonksiyonu gerçekleştirebilen
hücrelerin ortaya çıktığının gözlenmesi; neden bu hücrelerin diğer
hücrelerden farklı davrandığı, hangi sinyallerle farklı davranır hale geldiği,
bu hücrelerin lokalizasyonunun bu özellik kazanmalarındaki öneminin ne
olduğu sorularını beraberinde getirmektedir. Bu sorulara yeni çalışmalarla
cevaplar alınması; karaciğer kanser hücrelerinin farklılaşması ve yapay
karaciğer çalışmaları alanında yeni ve çok değerli veriler elde etmemizi
sağlayacaktır.
Kapanış: Çalışmada; uzun süreli kültürlerde HepG2 hücrelerinin glikojen
içeriğinin kültür süreci ve hücrelerin lokalizasyonuna göre değişiminin
karşılaştırmalı değerlendirilmesi amaçlanmıştır.çalışmalarla cevaplar
alınması; karaciğer kanser hücrelerinin farklılaşması ve yapay karaciğer
çalışmaları alanında yeni ve çok değerli veriler elde etmemizi
sağlayacaktır.
Anahtar Kelimeler: hepatoselluler karsinoma, glikojen, hepg2, hucre
kulturu
44
Poster Sunumları
Ad-Soyad: Hasan Çalışkan
Üniversite: Ankara Üniversitesi
Derece: Academician
Başlık: Sinirbilimi
Çalışma Başlığı: Nörotransmitterden Davranışa Depresyon Testi: Zorunlu
Yüzme Testi
Yazarlar: Hasan Çalışkan
Giriş: Zorunlu yüzme testi keşifsel bir depresyon hayvan testidir. Porsolt 1977
yılında sıçanların yüzmeye zorlanması sonucu depresyondaki depresif ruh haline
denk gelen su içinde pasif kalma hareketini tanımlamıştır. Su içinde odun kütüğü
gibi harektsiz kalan sıçanlara antidepresan ajanlar verildiğinde bu sürenin
kısaldığını, aktif hareketin ise uzadığını gözlemlemiştir. 1990’ larda Detke ve
Lucki tarafından sıçanların yüzdüğü suyun yükseltilmesiyle hayvanın su içindeki
aktif davranışları yüzme ve tırmanma olarak ikiye ayrılmıştır. Bu ayrım
nörotransmitter değişiminin davranışa yansıması açısından önemlidir.
Modifikasyona uğrayan zorunlu yüzme testinde noradrenerjik sisteme etki eden
ilaçların tırmanmaya, serotenerjik sisteme etki eden ilaçların yüzme ile bağlantısı
bulunması deneyin popülerliğini ve güvenirliğini arttırmıştır. Depresyon için
uygulanan en ucuz ve en kolay yöntem olmasıyla 2000’ lere gelindiğinde diğer
davranış deneyleriyle birlikte yapılan çalışma sayısı hemen hemen 5 katına
çıkmıştır. Pub Med verilerine göre 2000 yılında yayılanan araştırma sayısı 73
iken 2014 yılında 388 ‘tir. Depresyona yeni tedavi seçenekleri aramak, var olan
antidepresanların antidepresan etkilerini karşılatırmak, farklı ilaçların
antidepresan etkileri olabileceğini göstermek için çalışmalar yapılmaktadır.
Bunlardan dikkat çekici olanlardan birisi 2014 yılında Guan ve arkadaşları
tarafından zorunlu yüzme testinde asetilsalisilik asit uygulanan sıçanlarda
antidepresan benzeri davranışların gösterilmesi sayılabilir. İnflamasyon
oluşturan ajanların doza bağımlı olarak azalması özellikle serotonin yolaklarında
triptofandan serotonin oluşumunun arttığı ve böylelikle depresif davranışları
azalttığı düşünülmektedir. 2015 yılında Boyko ve arkadaşları tarafından zorunlu
yüzme testi ile yapılan diğer bir çalışmada ise depresif davranışların bulaşıcı olup
olamayacağını göstermek için kullanılmıştır.
Metotlar: 1977 yılı ile 2015 yılı arasındaki zorunlu yüzme testi ile ilgili 500 yayın
taranarak, metotsal , yapılış amacı ve sonuçları açısından incelenmiştir.
Sonuçlar: Zorunlu yüzme testiyle birlikte moleküler yöntemler, hücresel boyama
teknikleri, sterotaksik girişimlerin kullanılmasıyla birlikte depresyonun
fizyopatolojisi çözülmeye çalışılmaktadır. Hücresel boyutdaki değişimin davranışa
yansıması ve birlikte incelenip gösterilebilmesi özellikle psikolojik rahatsızlıkların
patolojisinde etkin çözümlerin oluşmasına olanak sağlayabilir.
Kapanış: Zorunlu yüzme testinin akut ilaç uygulaması ile sıklıkla yapılması,
yöntemsel olarak kolay ve ucuz uygulanabilir olması açısından depresyonun
fizyolojik mekanizmalarının aydınlatılmasında popülerliğini sürdürecek gibi
gözükmektedir.
Anahtar Kelimeler: Zorunlu Yüzme Testi, Depresyon testi, Nörotransmitterler.
45
Poster Sunumları
Ad-Soyad: Fatma Demir
Üniversite: Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi
Derece: 4
Başlık: Tıbbi Biyoloji
Çalışma Başlığı: BALIN YARA İYİLEŞTİRME MEKANİZMASININ
ARAŞTIRILMASI
Yazarlar: Fatma Demir1, Muazzez Derya1, Gamze Karadaş1, Pınar Altın1,
Nurhan Ertaş Onmaz2, Metin Aytekin1 1 Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı,
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, 38039 Melikgazi, Kayseri 2 Besin Hijyeni
ve Teknolojisi, Anabilim Dalı, Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, 38039
Melikgazi, Kayseri
Giriş: Yara, doku yapısının sürekliliğinin bozulmasıdır. Hasar ise cerrahi
veya kaza sonucu dokunun tahrip olması, kan damarlarının bozulması ve
kan bileşenlerinin ekstravazasyonu ve hipoksidir. Bu çalışmadaki temel
amacımız yara iyileşmesini hızlandırmaktır. Ameliyatlarda, kazalarda veya
hastalıklardan sonra oluşan yaralar ne kadar kısa sürede ve az maliyette
iyileşebilirse hem hasta hem de ülke ekonomisi için o kadar fayda
sağlayacaktır. Bu amaca yönelik balın yara iyileştirme özelliğinin
hiyalüronan molekülü sentezini arttırarak olduğu hipotezimizi öne sürdük
ve bu hipotez ışığında çalışma gerçekleştirildi. Bu proje TÜBİTAK 2209/A
1919B011401208 nolu proje kapsamında desteklenmiştir.
Metotlar: Laboratuvar deneylerinde Erciyes Üniversitesi Veterinerlik
Fakültesi’nden temin edilen 10 farklı bal çeşidi kullanıldı. Bal içerisinde ve
bu ballara maruz bırakılan HeLa hücre hatlarının hiyalüronan üretimleri
ELİSA yöntemi ile belirlendi. Yara iyileşme (wound healing) deneylerinde
HeLa hücreleri kullanıldı. Farklı türdeki balların hiyalüronan molekülünü
sentez eden 3 farklı enzimi olan HAS1, HAS2 ve HAS3’ü HeLa
hücrelerindeki mRNA ekspresyonları Real Time PCR tekniği ile ölçüldü.
Sonuçlar: ELİSA sonuçları, elimizdeki balların hiç birisinin hiyalüronan
içermediğini ve süpernatant hiyalüronan seviyeleri incelendiğinde özellikle
mersin, ulukışla ve çam ballarına maruz bırakılan hücrelerin diğer ballara
maruz bırakılanlara göre çok daha fazla hiyalüronan sentezlediğini gösterdi
(p<0,005). Wound Healing deney sonuçları da mersin, çamardı ve çam
balların diğer ballara göre yarayı daha çabuk kapattıkları belirlendi
(p<0,005). Bununla birlikte HAS2 mRNA ekspresyonlarının HAS1 ve
HAS3’e istatistiksel olarak göre çok yüksek olduğu ve özellikle de mersin,
çamardı ve çam balına maruz kalan hücrelerdeki ekspresyonlarının
diğerlerine göre istatistiksel olarak anlamlı artış bulundu (p<0,001).
Kapanış: Belli bal çeşitlerinin yara iyileştirmesinde diğer ballara göre daha
hızlı etki gösterdiği ve bu etkinin mekanizmasında hiyalüronan
molekülünün rolünün olabileceği sonucuna varılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Hiyalüronan, Ekstraselülermatriks, Yara iyileştirme,
Bal
46
Poster Sunumları
Soyad: Berke Şengün
Üniversite: Koç Üniversitesi
Derece: 3
Başlık: Sinirbilimi
Çalışma Başlığı: Nöron Kök Hücrelerindeki B-catenin’in HDAC
İnhibitörleri ile Değişimi
Yazarlar: Berke Şengün, Jonathan Iaconelli, Joanne Huang, Rakesh
Karmacharya
Giriş: B-katenin, merkezî sinir sisteminde bulunan farklılaşmış ve
farklılaşmamış nöronların gelişiminde rol alan multi-fonksiyonel bir
proteindir. B-katenin, WNT sinyal zincirinin de önemli bir parçasıdır. WNT
sinyal zincirinin aktivasyonu, B-katenin proteininin daha stabil bir hale
gelerek hücre çekirdeğinde konuşlanmasını sağlar. B-katenin’in çekirdeğe
doğru olan bu yönelimi birden fazla hedef geni aktive eder. Bunun
yanında, B-katenin hücre zarında kaderine bağlanarak ara bağlantı (zonula
adherens) protein kompleksinin bir parçası olur. Bundan dolayı hücrehücre bağlantılarında ve nöronlar arası sinaps oluşumunda önemli bir rol
oynar.1-4 WNT sinyali yokluğunda B-katenin; Ser-33, Ser-37 ve Thr-41 Nterminallerinde Glikojen Sentaz Kinaz B (GSKB3) tarafından fosforile edilir.
Bu noktalardaki fosforilizasyon BTrCP (B-transducin repeat containing
protein) tarafından algılanır. Bunun sonucunda B-katenin ubikitinasyon ve
proteozom zincirine girerek parçalanır. B-katenin’in N-terminali yukarıda
bahseliden üç önemli terminalin dışında, Casein Kinaz 1a (CK1A)
tarafından fosforile edilebilen Ser-45, ve PCAF (p300/CBP-associated
factor) asetiltransferazı tarafından asetile edilebilen Lys-49 lokasyonlarını
içerir.5-6 Bu çalışmanın amacı, HDAC inhibitörlerinin, B-katenin
proteinlerinin hücre içi konumunu modifiye ederek, hücre-hücre
bağlantılarına ve sinaptik ilişkilere etkilerini, indüklenmiş pluripotent kök
hücrelerden farklılaştırılmış öncül nöronlarda ve olgun nöronlar üzerinde
saptamaktır
Metotlar: Hücre kültüründe yetiştirilen olgun nöron hücreleri ve iPS
hücreleri toksik olmayacak şekilde optimize edilmiş değerlerde, farklı
konsantrasyonlarda izoform spesifik HDAC inhibitörleri ile farklı zaman
aralıklarında muamele edilmiştir. Hücredeki B-katenin ve diğer yardımcı
proteinlerin miktarının tespiti için Western Blot, HDAC inhibitörlerinin
sinaptik ilişkilere etkisinin araştırılması içinse immünohistokimya yöntemi
kullanılmıştır.
Sonuçlar: Bu araştırmada, izoform-spesifik Histon Deasetilaz
İnhibitörleri’nin (HDAC inhibitörleri), indüklenmiş pluripotent kök
hücrelerden farklılaştırılmış öncül nöronlarda ve olgun nöronlardaki etkisi
incelendi. Elde edilen sonuçlara göre bütün HDAC inhibitörleri arasında
sadece HDAC 6 inhibitörü Lys-49 hedefinin asetilasyonunda artış
sağlamıştır. Her iki hücre grubunda da, Lys-49’daki bu artışı Ser-45’teki
fosforilizasyon takip etmiştir. GSK3B fosforilizasyon bölgeleri de (Ser-33,
Ser-37 ve Thr-41) bunun sonucunda aktive olmuştur. Lys-49 asetilasyonu
B-katenin’in miktarında önemli bir değişikliğe sebep olmamıştır. Fakat
hücre zarındaki lokalizasyonuna bakıldığında, N-kaderinle kesişen
47
Poster Sunumları
bölgelerde B-katenin artışı gözlenmiştir. HDAC 6 inhibitörleri synapsin1 ve
synaptophysin sinaptik markerlarında artışa sebep olmuştur.
Kapanış: Araştırmanın sonuçları, B-katenin Lys-49 asetilasyonunun
indüklenmiş pluripotent kök hücrelerden farklılaştırılmış öncül nöronlarda
ve olgun nöronlarda, B-katenin lokalizasyonunda ve sinaptik bağlardaki
artışta önemli rol oynadığına işaret etmektedir. B-katenin proteininin
moleküler seviyedeki işlevini keşfetmek, Alzheimer hastalığı ve diğer
nörodejenaratif hastalıkların mekanizmasını daha iyi anlamamızı
sağlayarak daha verimli tedaviler geliştirmemize olanak sağlayabilir.
Anahtar Kelimeler: HDAC İnhibitörleri, B-katenin, iPS, Kök Hücre,
Nöron, Sinaps.
48
Poster Sunumları
Ad-Soyad: Mensure Ustamazman
Üniversite: Gülhane Askeri Tıp Fakültesi
Derece: 3
Başlık: Sinirbilimi
Çalışma Başlığı: en az 1 yıllık antiepileptik ilaç kullanan epilepsi
hastalarının kan ve biyokimyasal parametrelerinin antiepileptik ilaç
türlerine göre değerlendirilmesi
Yazarlar: Mensure USTAMAZMAN
Giriş: epilepsi hastalarında antiepileptik ilaçlarının kan ve biyokimyasal
sonuçlarının antiepileptik ilaçlara göre değerlendirilmesi
Metotlar: epilepsi hastalarının biyokimyasal verilerin taranıp excell ve
SPSSte yorumlanması
Sonuçlar: çalışma devam etmektedir
Kapanış: sonuç belirtilecektir
Anahtar Kelimeler: epilepsi,antiepileptik ilaç,biyokimyasal parametreler
49
Poster Sunumları
Ad-Soyad: Tuğba Yılmaz
Üniversite: Erciyes Üniversitesi
Derece: 4
Başlık: Tıbbi Biyoloji & Kadın Doğum
Çalışma Başlığı: Postpartumdaki Plazma Hiyalüronan Seviyesi İle Doğum Sayısı
Arasındaki İlişkinin Araştırılması
Yazarlar: Tuğba Yılmaz, Müberra Nur Dobur, Gamze Karadaş, Muazzez Derya,
Yrd. Doç. Dr. Semih Zeki Uludağ, Doç. Dr. Metin Aytekin
Giriş: Doğumun feto-maternal açıdan önemli rolü olmasına rağmenmekanizması
tam olarak hala açıklanabilmiş değildir. Ekstraselüler matriksin doğum öncesi ve
sonrasında seviyelerinin değiştiği bilinmektedir fakat bu değişimin hangi rolü
üstlendiği bilinmemektedir. Ekstraselüler matriks komponentlerinden olan
hiyalüronan molekülü ile ilgili çalışmalar olmasına rağmen doğum sayısı ve
plazma hiyalüronan seviyeleri arasındaki ilişkiyi gösteren bir bilgiye literatürde
rastlanmamıştır. Böyle bir ilişkinin varlığı hiyalüronan molekülünün doğum sayısı
ile ilgili önemli bir rolü olacağı konusunda fikir verecek ve literatürdeki bu
boşluğu dolduracaktır. Bu çalışmamızdaki hipotezimiz doğum sayısı ile plazma
hiyalüronan seviyesinin ilişkili olduğu yönündedir.
Metotlar: Çalışmamıza 18-45 yaş arası 80 gönüllü katılmıştır. 0, 1, 2 ve ≥3
çocuklu olarak gönüllüler dört gruba ayrıldı ve her grupta yaş ortalamaları aynı
olması sağlandı. Gönüllülere yaş, kronik hastalık, ilaç kullanımı ve obstetrik
öyküsü ile ilgili soruları içeren anket uygulandı ve 3 ml kan EDTA’lı tüplerde
saklandı. Kanlar 1500 rpm’de 15 dk santrifüj edilip plazmalar -800C’de ELISA
yapılacak güne kadar saklandı. hiyalüronan ölçümleri, R&D kit (katalog
no:DY3614) kullanılarak, üretici firmanın protokolüne göre
ThermoScientificMultiskanGo ELİSA okuyucusu kullanıldı ve 450 nm dalga
boyunda okuma yapılarak belirlendi. Tüm istatistik analizleri JMP versiyon:
5.0.1.2 programı ile gerçekleştirildi. Çalışmanın etiği Erciyes Üniversitesi
tarafından onaylanmıştır.
Sonuçlar: Çalışmamıza katılan 80 gönüllünün oluşturduğu gruplar
arasında,hiyarüloranan seviyelerinin yaş ile farklılaştığı bilindiği için yaş
ortalamalarına dikkat edildi. Dört gruba ayrılan gönüllülerin yaş ortalamaları
arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı (p=0.777). Aynı zamanda
yaş ve plazma hiyalüronan seviyeleri arasında da istatistiksel olarak bir
korelasyon bulunmadı (p=0.88, r=0.0003).Plazma hiyalüronan seviyeleri
ölçümleri sonucu 0,1,2 ve ≥3 çocuklu gönüllü gruplarının plazma hiyalüronan
seviyeleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir artış olmasada (p=0.06), grup
ortalamalarında bir artış trendi gözlemlenmiştir. En az hiyalüronan ortalaması 0
çocuklu bireylerin grubunda iken en fazla hiyalüronan ortalaması ≥3 çocuklu
bireylerin grubunda belirlendi [Plazma hiyalüronan (ng/ml, mean±SD): 0
çocuklular 41.3±5.4, ≥3 çocuklular 70±8.5, p<0.001].
Kapanış: Çalışmamızda yaştan bağımsız olarak postpartumdaki plazma
hiyalüronan seviyelerinin doğum sayısı ile ilişkili olduğu bilgisini literatüre
kazandırmış bulunmaktayız. Gebelerle yapılacak çalışmalarla doğum için bir
marker olabileceğini ve genelde doğumları takiben oluşan pelvik taban kaslarının
patolojilerindeki rolünün ilerleyen çalışmalarla desteklenebileceğini
düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Hiyalüronan,
Ekstraselüler Matriks, Doğum, Postpartum
50
Poster Sunumları
Ad-Soyad: Hüseyin Ozan Doğru
Üniversite: Maltepe Üniversitesi
Derece: 2
Başlık: Onkoloji&Hematoloji
Çalışma Başlığı: Karaciğer Kanser Hücreleri Mitokondri, Endoplazmik
Retikulum, Golgi Cisimciği İçeriği ve Sitoplazmik Aktin Filamenti
Miktarının Kültür Süreci ve Ortamdaki Hücre Sayısı İle İlişkisi: Konfokal
Mikroskopik Kantitatif Çalışma
Yazarlar: Hüseyin Ozan Doğru*, Gözde Şanlı*, Ranan Gülhan Aktaş*
Giriş: İn vitro çalışmaların büyük bir kısmı, hücreler kültür yüzeyinin
%60-80’ini kaplamadan önce yapılmaktadır.
Metotlar: 37 C’da, %5 CO2 içeren inkübatörlerde, %10 Fetal Sığır
Serumu (FBS) ile %1 Streptomisin-Penisilin içeren DMEM (Dulbecco’s
Modified Eagle Medium) içerisinde HepG2 hücrelerinin kültürleri
yapılmıştır.
Sonuçlar: Aktin filamentlerinde boyanmış preparatlarda ise; hücre başına
düşen boyanmış alanlarda belirgin bir artış vardır.
Kapanış: Image J görüntü analiz programı altında incelenerek, boyalı
alanların ölçümü ve çekirdek sayımı yapılmıştır.
Anahtar Kelimeler: HepG2
51
Poster Sunumları
Ad-Soyad: Bahadır Karayel
Üniversite: İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Derece: 3
Başlık: Vaka Sunumu
Çalışma Başlığı: Takayasu Arteriti Hastasında Pulse Steroid Terapi
Sonrası Ağır Sol Ana Koroner Arter Stenozunun Tamamen Regresyonu
Yazarlar: Bilgehan Karadağ,Deniz Ersan Ungun,Bahadır Karayel
Giriş: Bu çalışmada Takayasu Arteriti hastalarının pulse steroid terapisi
alarak gereksiz revaskülarizasyon prosedürlerine maruz kalmasını önlemek
istedik.Takayasu Arteriti aortayı, onun dallarını ve pulmoner arterleri
etkileyen nadir görülen kronik bir vaskülittir.Takayasu Arteriti’nin seyrinde
bölgesel darlık,tıkanma,genişleme ve de anevrizma oluşumu damar
duvarında görülebilir. Burada unstabil angina pektoris tanısıyla hastaneye
yatırılan 38 yaşındaki kadın hastada takayasu arteritini ve tedavi sürecini
rapor ettik.
Vaka Raporu: 38 yaşında kadın hasta unstabil angina pektoris tanısı ile
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesine yatırıldı.
EKG: Sinüs ritmi, sağ dal bloku, birinci derece AV blok
Kardiyovasküler Hikaye: Ebstein anomali operasyonu (2008), 6 total
stent implantasyonuyla 2 perkütan koroner girişim (PCI), Takayasu Arteriti
tanısı (2015)
Komorbiditeler : Heterozigot
faktör V Leiden, Takayasu arteriti, konvansiyonel kardiyovasküler risk
faktörü yok.
Tedavi: asetilsalisilik asit 100 mg, klopidogrel 75 mg, metoprolol 100 mg,
atorvastatin 40 mg, furosemid 40 mg, spirolakton/hidroklorotiyazid 25
mg, adalimumab
Koroner angiogram 100
mikrogram intrakoroner nitrat enjeksiyonunu takiben yapıldı. Stenoz sol
ana koroner arterde görüldü.
Ekip Kararı: Sol ana koroner artere PCI yapılması
Romatolojik konsültasyon : aktif vasküliti baskılamak amacıyla üç gün
süre boyunca 1 gram metilprednizolon kullanılarak yüksek doz pulse
intravenöz steroid tedavisi verildi. (ilk gün 500 mg)
İlk angiogramdan dört gün sonra, sol ana koroner perkütan koroner
girişim(PCI) yapılması maksadıyla hasta kateterizasyon laboratuarına
alındı.
Sol ana
koroner arter stenozunda tam bir regresyon sağlandı.
Sonuç: Takayasu arteriti panarterit olarak karakterizedir ayrıca büyük
damarlarda stenoza ve tıkayıcı lezyonlara neden olur fakat koroner
tutulum daha iyi gösterilmiştir. Daha önceki çalışmalarda cerrahi
revaskülarizasyon prosedüründen sonra karotid arter stenozunun ve sol
ana koroner arter ostium stenozunun regresyonu
gösterilmiştir.Konvasyonel risk faktörleri bulunmayan genç hastalarda
vaskülite eşlik eden koroner arter hastalığını tanımak için yüksek klinik
şüpheye ihtiyaç vardır.Steroid ajanlarla farmakolojik tedavi, vaskülitle
ilişkili koroner arter hastalığı olan hastalarda gereksiz revaskülarizasyon
prosedürlerinden kaçınmaya yardımcı olabilir.
52
Poster Sunumları
Ad-Soyad: Yusuf Yaşar
Üniversite: Mustafa Kemal Üniversitesi Tayfur Ata Sökmen Tıp Fakültesi
Derece: 6
Başlık: Fizyoloji
Çalışma Başlığı: NÖRAL TÜP DEFEKTİ GELİŞİMİNİ ÖNLEMEDE FOLİK
ASİT PROFİLAKSİSİ YERİNE ÇİNKO KULLANIMI
Yazarlar: Zehra Dilşad Çoban 1, Orhan Fermanlı 2, Yusuf Yaşar 2,
Atmaca Şahin Sağaltıcı3, Gözde Şahin4, Şefik Güran
Giriş: Nörogenez ve gliogenezden oluşan beyin gelişimi farklı aşamalarda
çeşitli genlerin katımlı ile düzenlenen bir süreçtir. Anjiyogenez önceden var
olan damarlardan yeni kılcal damarların oluşma sürecidir. . Anjiyogenez bir
yaralanma, iskemik olaylar, travma, damarların varikoz yapılanması,
tümör oluşumu ve kanser metastazı gibi durumlarda karşımıza çıkar. Tüm
bu patolojik olayların etyolojisinde anjiyogenez çok önemli role sahiptir.
Yapmış olduğumuz farklı çalışmalardan elde etmiş olduğumuz sonuçlara
dayanarakdan nöral tüp defekti hastalıklarında folik asit yerine çinko
kullanılmasını planladık.
Metotlar: Uygulanan folik asit ve çinko moleküllerinin CAM üzerinde
anjiyogenezi etkileme oranı sekizinci gün gözle yapılan inceleme sonucu
not edilmiştir.İnvivo olarak yapılan bu işleme eş zamanlı olarak invitro
ortamda folik asit ve çinko molekülleri uygulanarakNGN3, KLF4, c-Myc,
Nanog ve Nestin gen ekspresyonlarına bakılarak karşılaştırılmıştır.
Sonuçlar: Folik asit gebelik dönemi beyin gelişiminin geç fazında NGN3,
KLF4, c-Myc, Nanog ve Nestin gen ekspresyonları üzerinde önemli role
sahipdir. Benzer şekilde çinkonun da KLF4, c-Myc, Nanog ve Nestin gen
ekspresyonlarını arttırdığı saptanmıştır. Uygulanan folik asit ve çinko
moleküllerinin CAM üzerinde anjiyogenezi etkileme oranı sekizinci gün
gözle yapılan inceleme sonucu not edilmiştir. Her iki folik asit ve çinko
uygulanmış grupta CAM üzerinde ana damar yapılanmalarının zayıfladığı
ve kılcal damarlanmanın azaldığı gözlenmiştir. Folik asidin ise ilkin
trimestrde KLF4 ve NGN3 gen ekspresyonları üzerine azaltıcı etkisi olduğu
halde çinkonun hiçbir etkisi olmadığı saptanmıştır. Elde etmiş olduğumuz
diğer sonuçlar ise çinkonun üçüncü trimestr fare beyin gelişiminde
ekspresyon düzeylerinin daha yüksek olduğunu gösteriyor. Folik asit ve
çinko damar gelişimini koryoallantik membran üzerinde azalttığı bulundu.
Bu sonuçlara göre folik asit ve çinkonun artmış dozlarda anjiyogenezi
inhibe ettiği saptandı.
Kapanış: Sonuç olarak, yapılmış olan çalışmalardan elde etmiş olduğumuz
sonuçlara dayanarak Nöral Tüp Defekti hastalıklarında Folik asit yerine
çinko kullanılabilirliğini öngörüyoruz.
Anahtar Kelimeler: anjiogenez , gliogenez , gen expresyonu , folik asit,
çinko
53
Poster Sunumları
Ad-Soyad: Zeynep Gençer
Üniversite: İnönü Üniveritesi
Derece: 5
Başlık: Gastroenteroloji&Hepatoloji
Çalışma Başlığı: Malatya Bölgesindeki Sirozlu Olguların Değerlendirilmesi
Yazarlar: Zeynep Gençer
Giriş: Avrupa ve ABD gibi alkol tüketiminin fazla olduğu ülkelerde en sık
görülen etiyolojik sebep alkolik siroz iken, ülkemizde siroza çoğunlukla
viral hepatitler neden olmaktadır. Bu çalışmada bölgemizdeki sirozlu
olguların epidemiyolojik verilerinin değerlendirilmesi amaçlandı.
Metotlar: Çalışmaya klinik, laboratuar, görüntüleme ve biyopsi ile objektif
siroz bulguları tespit edilen hastalar alındı toplam 238 hastanın tıbbi
kayıtları retrospektif olarak incelendi ve SPSS istatistik programı ile analiz
edildi.
Sonuçlar: Bölgemizdeki sirozlu olguların etiyolojisinde viral hepatitler ve
özelliklede hepatit B önemli yer almaktadır. Tanı imkanlarının artmış
olmasına rağmen %18,5 gibi yüksek bir kriptojenik siroz oranı saptandı.
Kapanış: Viral hepatitlerin önlenmesi sirozu büyük ölçüde azaltacaktır.
Anahtar Kelimeler: siroz
54
JÜRİ
JÜRİ
Tüm sözlü sunumlar ilk olarak oturum başkanları tarafından değerlendirme
formu ile birlikte değerlendirmeye alınacaktır. Sunum yapısı, çalışmanın
orijinalliği, zaman kullanımı, tartışma ve soru-cevap üzerinden son karar
verilecektir.
Konuşmacı
jüriden
ve
dinleyicilerden
gelecek
soruları
cevaplayabilecek düzeyde olmalıdır.
Poster sunumları jüri tarafından kahve aralarında değerlendirilecektir.
Yazarların kahve aralarında posterlerinin yanında olmaları, tartışma ve sorucevap son kararda rolü olan faktörlerdir.
Değerlendirmeler hem ayrı olarak seçtiğimiz jüri üyelerinden hem de
oturum başkanları tarafından yapılır.
Oturum Başkanları ve Jüri
Prof. Dr. Şükrü Emre
Doç. Dr. Elif Seda S. Tierney
Prof. Dr. Kaya Sarıbeyoğlu
Prof. Dr. Çiğdem Özkara
Prof. Dr. Tunaya Kalkan
Prof. Dr. Selma Yılmazer
Uzm. Dr. Fehim Esen
Uzm. Dr. Volkan Kara
Ass. Dr. Fırat Tevetoğlu
Ass. Dr. Burak Mergen
Ass. Dr. Mehmet Köstek
Ass. Dr. Serkan Emekli
55
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Haritası
4
3
1
6
5
2
Oklar : CerrahpaşaTıp Fakültesi Girişleri
1 – Cem-i Demiroğlu Oditoryumu
2 – Kafeterya
3 – Kadın Hastalıkları ve Doğum ABD Binası
4 – İngilizce Tıp Binası
5 – Adli Tıp Anabilim Dalı Binası
6 – Tıbbi Beceri Laboratuvarları
56
SOSYAL PROGRAM
Taksim InnPera’nın bir yanda muhteşem Boğaz ve Adalar
manzaralı öbür yanda Taksim meydanı ve tüm İstanbulu gözler
önüne seren şehir manzaralı teras katındaki sosyal
programımıza davetlisiniz!
Sosyal program akşamı 20.00 – 23.00 arasında gala yemeği
(menü aşağıdadır) ardından 23.00-02.00 arası after party
olacaktır. After partyden önce yemek süresince meşrubat
servisi, after party de sınırsız yerli içki servisi olacaktır. After
party den önce servis kalkacaktır. Isteyenler otele ya da okula
dönebilir.
Menü:
Özel Meze Tabağı (10 çeşit)
Serpme Paçanga Böreği
Mevsim salata sızma zeytinyağı ve limon sos ile
Ana yemek: Antrikot Izgara haşlanmış sebze ve püre ile
Serpme Meyve Tabağı
Pasta
57
YARARLI BİLGİLER
METRO - TRAMVAY HARİTASI
1 – Havalimanı
2 – Otogar
3 – Taksim
3
2
1
68
CTF Bilim Günleri 2016 Organizasyon Ekibi
59
CTF Bilim Günleri 2016 SPONSORLARI
60
Öğrenci Bilimsel Araştırma Kulübü Üyeleri
61