19.Ulusal Kongre - Çocuk Ergen Kongre

Transkript

19.Ulusal Kongre - Çocuk Ergen Kongre
Değerli Meslektaşlarımız,
19. Ulusal Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları
Kongresini düzenlemek için yola çıktık. Adana grubu
adına tam 10 yıl sonra sizinle buluşmak dileğimiz.
Disiplinler arası buluşmaların keyifli ve doyurucu
olduğunu düşünüyoruz. Bu nedenle kongrenin disiplinler
arası olmasını hedefledik ve ana temayı “mozaik” olarak
aldık. Mozaik sanatı binlerce parçalardan oluşan bir
bilmece gibi. Saatlerce, günlerce aylarca uğraşıyorsunuz,
sonra bir bakıyorsunuz ortaya muazzam bir şey çıkıyor.
Bu ana tema ile sizleri Antakya’da tarih ve sanat içeren
bir bölgede ağırlamayı istedik.
Disiplinler arası kavramı ayrı ayrı disiplinlerin zenginliğini,
onların birbiriyle bağlantılı olduğunu, sorunların her
zaman tek doğru cevabı olmadığını kabul eder. Bu
kavramdan yola çıkarak değişik bilim dallarında bir çok
bilim adamını çocuk ve ergen ruh sağlığı çatısı altında bir
araya getirmeyi planlıyoruz.
Nisan 2009’da Antakya’da buluşmak dileğiyle.
1
EŞ BAŞKANLAR
Ayşe Avcı
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi
Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı
Füsun Çuhadaroğlu Çetin
Çocuk ve Gençlik Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı
ONURSAL BAŞKANLAR
Alper Akınoğlu
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Rektörü
Süha Aydın
Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Rektörü
Figen Doran
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı
Efser Kerimoğlu
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve
Hastalıkları Anabilim Dalı
BİLİMSEL SEKRETERYA
Ayşegül Yolga Tahiroğlu
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve
HastalıklarıABD
Fevziye Toros
Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve
Hastalıkları ABD
2
ÜYELER
Asena Akdemir
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri ABD Başkanı
Necmi Çekin
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp ABD
Nurdan Evliyaoğlu
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Sosyal Pediatri BD
Erbuğ Keskin
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi ABD
Şakir Altunbaşak
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nöroloji ABD
Rasim Somer Diler
Western Psychiatric Institute and Clinic
University of Pittsburgh Inpatient Child and Adolescent Bipolar
Services
Ersin Akpınar
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği ABD
İrem Dündar
Adana Sağlık Müdürlüğü Ruh Sağlığı Daire Başkanı
Nureddin Özdener
Adana İl Sağlık Müdürlüğü Ruh Sağlığı ve Sosyal Hastalıklar Şubesi
Gonca Gül Çelik
Mersin Devlet Hastanesi
Sunay Fırat
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve
Hastalıkları ABD
Esra Güzel
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve
Hastalıkları ABD
3
Kayhan Bahalı
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve
Hastalıkları ABD
Özlem Meryem Kütük
Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve
Hastalıkları ABD
Satı Sanberk
Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve
Hastalıkları ABD
Serhat Nasıroğlu
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve
Hastalıkları ABD
Özge Metin
Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve
Hastalıkları ABD
Duygu Öncel
Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh
Sağlığı ve Hastalıkları ABD
Veli Yıldırım
Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve
Hastalıkları ABD
Mehtap Uzel
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve
Hastalıkları ABD
Özlem Keskiner
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve
Hastalıkları ABD
4
Bilimsel Sekreterya
Yrd. Doç. Dr. Ayşegül Yolga Tahiroğlu
Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana
Tel: +90 (322) 338 60 60 / 3246 / 3398
Fax: +90 (322) 338 60 60
e-mail: [email protected]
Doç Dr. Fevziye Toros
Mersin Üniversitesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları
Anabilim Dalı, Mersin
Tel: +90 (324) 337 43 00 / 1158
Fax: +90 (324) 337 43 05
e-mail: [email protected]
ORGANİZASYON SEKRETERYASI
DALYA TURİZM
Kongre & Organizasyon Hizmetleri
Telefon : +90 232 464 88 30
Fax: : +90 232 464 88 31
Adres : 1427 Sok. No:19/B 35230 Kahramanlar / İzmir
E-Mail : [email protected]
5
BİLİMSEL PROGRAM
6
14 NİSAN SALI 2009
08:00 - 09:00
Kayıt
09:00- 11:00
Kurs
Çocuk İstismarı -1
Resmiye Oral
11:00-12:30
Kurs
Çocuk İstismarı -2
Resmiye Oral
12:30-13:30
Öğle Yemeği
13:30-15:00
Çocuk Nöroloji
Kurs
Nörodejeneratif Hastalıklara
13:30 - 15:30
Yaklaşım
Kurs
Şakir Altunbaşak
Bioistatistik Kursu
Gülşah Seydaoğlu
Nörometabolik Hastalıklara
Yaklaşım
Neslihan Önenli Mungan
15:00-16:30
Kurs
Bioistatistik Kursu
Gülşah Seydaoğlu
Çocuk Nöroloji
Kurs
Nörogelişimsel Geriliği Olan Çocuğa Yaklaşım
Özlem Hergüner
Nöbetle Karışan Paroksismal Olaylar
Çetin Okuyaz
16:30-17:30
Asistan Kurulu
18:00-19:00
HALK KONFERANSI
Atilla Turgay
Dikat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu
7
15 NİSAN ÇARŞAMBA 2009
SALON A - KURS
“Aile İçi Stres Yönetimi”
Şükrü Uğuz
08:00-09:00
SALON B - KURS
“Sistemik Aile Terapisinde Temel Kavramlar ve Bir
Aile Örnekleminde Görüşme Örnekleri Üzerinde
Kavramların Tartisilmasi”
Asena Akdemir , Sibel Orsel
SALON C - KURS
“Adli Psikiyatrik Değerlendirme ve Çocuk Koruma
Kanunu Uygulamasında Çocuk Psikiyatrisinin
Rolü”
Ayşen Coşkun
09:00-09:30
Açılış
Salon A
PANEL - Yaygın Gelişimsel Bozukluklar Tanı ve
Tedavide Güncel Yaklaşımlar
Oturum Başkanı: Efser Kerimoğlu
Süha Miral
Yankı Yazgan
Ayten Erdoğan
Mehmet Gökşin Karaman
09:30- 11:00
Salon B
PANEL - Medya ve Çocuk
Oturum Başkanı: Ferhunde Öktem
Bengi Semerci
Nilüfer Pembecioğlu
Nurullah Öztürk
11:00-11:15
Kahve Molası
8
SALON A
PANEL- Selahattin Şenol Paneli
11:15-12:45
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu
Oturum Başkanı:Şahnur Şener
Cahide Aydın
Eyüp Sabri Ercan
Özlem Yıldız Öc
SALON B
PANEL-Farklı Olanla Yaşamak
Oturum Başkanı:Neşe Erol
Şaziye Senem Başgül
Sezgin Kartal
Özlem Hergüner
12:45-14:15
Öğle Yemeği
(13:00 - 14:00 Lilly Uydu Sempozyumu )
SALON A
PANEL-Adli Tıp Risk Altındaki Çocuklar ve Göç
Olgusu Paneli
Oturum Başkanı:Oğuz Polat
Ceyda Dedeoğlu
Timur Demirbaş
Meltem Arıkan
14:15-15:45
SALON B
PANEL-Çocuk Ruh Sağlığı
Sosyal Pediatri
Disiplinler Arası Farklılıklar
Oturum Başkanı: Bahar Gökler
Nurdan Evliyaoğlu
Elvan İşeri
15:45-16:00
Kahve Molası
9
SALON A
PANEL-Gençlik Hataları
Oturum Başkanı:Saynur Canat
Erdal Atabek
Meral Berkem
Ersin Akpınar
16:00-17:30
SALON B
SANAL PANEL - Psikopatolojiyle Oynamak
Oturum Başkanı:Levent Kayaalp
Burak Doğangün
Onur Saltuk Dönmez
Ayşegül Yolga Tahiroğlu
18:00-19:00
SALON A - Mozaik Kursu
Ayşegül Güvenir (www.mozaikci.com)
SALON B - Yemek Kursu
20:00
Gala Yemeği
Antakya Medeniyetler Korosu
22:00
10
16 NİSAN PERŞEMBE 2009
SALON A - KURS
“Aile İçi Stres Yönetimi”
Şükrü Uğuz
08:00-09:00
SALON B - KURS
“Sistemik Aile Terapisinde Temel Kavramlar ve
Bir Aile Örnekleminde Görüşme Örnekleri
Üzerinde Kavramların Tartisilmasi”
Asena Akdemir , Sibel Orsel
SALON C - KURS
“Adli Psikiyatrik Değerlendirme ve Çocuk
Koruma Kanunu Uygulamasında Çocuk
Psikiyatrisinin Rolü”
Ayşen Coşkun
09:00- 10:30
SALON A
PANEL-"Farklı Dikkat Modaliteleri ve Klinik
Uygulamalardaki Yeri Dikkat Şebekeleri ve Pratik
Anlamları"
Oturum Başkanı:Tümer Türkbay
Tümer Türkbay
Sennur Zaimoğlu
Birim Günay Kılıç
Ayhan Cöngöloğlu
SALON B
PANEL- "Sünnet"
Oturum Başkanı:Fatih Ünal
Erbuğ Keskin
Esin Özatalay
Seda Akço
10:30-11:00
Kahve Molası
11:00-12:30
SALON A
PANEL- "Çocuklarda Baş Ağrısı"
Oturum Başkanı:Emine Öztürk Kılıç
Fevziye Toros
Aynur Özge
Hakan Kar
11
SALON B
PANEL- "Korku avcısı Çocuklarda Anksiyeteye
Yönelik Bilişsel Davranışçı Bir Müdahale"
Oturum Başkanı:Melda Akçakın
Oya Sorias
Tezan Bildik
Arzu Aydın
Serap Tekinsav Sütçü
SALON C
PANEL- "Dikkat Eksikliği Hiperaktivite
Bozukluğu Komisyonu Etkinliği"
Oturum Başkanı: Ayla Aysev
Özgür Öner
Birim G. Kılıç
İlkiz Altınoğlu Dikmeer
Aynur Şahin Aközel
Öğle Yemeği (Lunch Box)
12:30-14:00
PANEL-"Tedavi Edilemeyen Dikkat Eksikliği
Hiperaktivite Bozukluğu'nun Bedeli ve Yeni
Gelişmeler "
Atilla Turgay
SALON A
PANEL- Adli Tıp "Çocuk Psikiyatrisi
Uygulamaları ve Hukuki Sorumluluklar"
Oturum Başkanı:Serpil Salaçin
Ayten Erdoğan
Işık Karakaya
Yahya Deryal
14:00-15:30
SALON B
KONFERANS-"Çocuk Ruh Sağlığı Hekimliğinde
Akıllı Laboratuar Kullanımı "
Oturum Başkanı:Suna Taneli
Tamer İnal
KONFERANS- "Çocuklarda Kaygı Bozukluklar "
Oturum Başkanı:Salih Zorloğlu
Mücahit Öztürk
12
15:30-16:00
Kahve Molası
SALON A
PANEL-Çocuk ve Gençlerde Uyku Bozukluklarıİşitme Kayıpları
Oturum Başkanı:Şakir Altunbaşak
Ülkü Tuncel
Onur Çelik
Ayşe Arman
Bülent Şerbetçioğlu
16:00-17:30
SALON B
PANEL-"Çocuk Psikiyatrisi Kliniginde PsikologPsikiyatrist Ortak Klinik Çalışma Modeli"
Oturum Başkanı:Ayşe Yalın
Nilgun Ongider
Burak Baykara
Neslihan Emiroglu
18:00
Kokteyl Prolanj (Hatay Müzesinde)
13
17 NİSAN CUMA 2009
SALON A - KURS
“Aile İçi Stres Yönetimi”
Şükrü Uğuz
08:00-09:00
SALON B - KURS
“Sistemik Aile Terapisinde Temel Kavramlar ve
Bir Aile Örnekleminde Görüşme Örnekleri
Üzerinde Kavramların Tartisilmasi”
Asena Akdemir , Sibel Orsel
SALON C - KURS
“Adli Psikiyatrik Değerlendirme ve Çocuk
Koruma Kanunu Uygulamasında Çocuk
Psikiyatrisinin Rolü”
Ayşen Coşkun
09:00- 10:30
SALON A
PANEL-"Çocuklarda Kronik Hastalık ve Uzun
Süre Hastanede Yatış Sorunları"
Oturum Başkanı:Füsun Çuhadaroğlu
Ümran Tüzün
Özden S. Üneri
Ayşegül Bilge
Rabia Ekti Genç
SALON B
PANEL- "Bebeklerde ve Küçük Çocuklarda
Yeme Bozuklukları"
Oturum Başkanı:Gülbin Gökçay
Runa Uslu
Birim Günay Kılıç
Sabri Hergüner
10:30-11:00
Kahve molası
SALON A
KONGRE KURULU
11:00-12:30
ÖDÜL TÖRENİ
14
12:30-14:00
Öğle Yemeği
SALON A
PANEL-"Çocuklarda Bipolar Bozukluklar "
Oturum Başkanı:Belma Ağaoğlu
Nahit Motavallı
Rasim Somer
Diler Aynur Pekcanlar Akay
Neslihan Emiroğlu
14:00-15:30
SALON B
KONFERANS-"Çocuğunuzun Teyzesi Olmak"
Oturum Başkanı:Necmi Çekin
Osman Demirhan
KONFERANS-"Epileptik Çocuklarda Ruhsal
Sorunlar"
Oturum Başkanı:Çetin Okuyaz
Özalp Ekinci
SALON C
KONFERANS-"Kortikal Görme ve Otizm
Görüngüsü"
Oturum Başkanı:Sema Kandil
Sennur Zaimoğlu
15:30-16:00
Kahve molası
SALON A
PANEL-"Çocuk Ruh Sağlığında Yataklı Tedavi
Kurumları"
Oturum Başkanı:Ayşen Baykara
Taner Güvenir
16:00-17:30
SALON B
PANEL-"TÜP BEBEK"
Oturum Başkanı:Müge Tamar
Hakan Şatıroğlu
Burcu Özbaran
Gonca Gül Çelik
15
18 NİSAN CUMARTESİ 2009
GEZİ (Halep Turu)
Keyifli bir gezi geçirmek için Halep’e doğru hareket
ediyoruz.
08.00
Halep’e varış; Halep Ümevi Camii, Bimaristan Kale,
Kapalı Çarşı, gezerek göreceğimiz yerler arasında.
Öğle yemeğimizi alıyoruz.
Öğle yemeğimizin ardından serbest zaman.
Gezimizin sonunda dönüş için yola çıkıyoruz.
Antakya ya varış.
16
KONUŞMACI ÖZETLERİ
17
Çocuğunun Teyzesi Olmak ve Anne Sevgisi..!
Prof. Dr. Osman Demirhan
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji ve Genetik A.D.
Mitolojide kimera, gövdesi insan ve başı kurt görünümünde olan ve bu örnek
gibi pek çok kimerik canlı modeli bulunmaktadır. Zoolojide kimera terimi,
mitolojik yaratıklardan dolayı kullanılmakta ve farklı zigotlardan
kaynaklanmış iki ya da daha çok genotipin veya genetik olarak farklı hücre
grubunun aynı canlı ya da insanda bulunması durumu olarak tanımlanır.
Kimerizm, kromozom yapıları değişik hücrelerin farklı zigotlardan
kaynaklanan bir olaydır. Kan nakli sonucu aynı bireyde farklı kan hücrelerinin
karışması ve doğum sırasında çift yumurta ikizlerinde plasenta aracılığı ile
intraüterin kan nakli olabilmesi ya da kalıtım yoluyla kimerizm/mozaisizm
oluşabiliyor. Hamilelik sırasında az sayıda fötal hücrenin, plasenta yoluyla
anne kanına karışmasına mikrokimerizm denir. Mikrokimerizm olgusunun
anne sağlığı açısından yararları olduğu anne sağlığını olumlu yönde
etkilemesi mantıklıdır. Çünkü sağlıklı bir anne doğacak çocuğun yaşama
şansını arttıracaktır (1). Anne kanına geçen fötal kök hücreler daha sonra
anne vücuduna dağılmakta deri, karaciğer ve dalak gibi organları oluşturan
dokularda, 10 yıllarla ifade edilebilecek sürelerde canlı kalabilmektedirler1.
Hemen bütün iç organlara dağılan bu hücrelerin tedavi edici özellikleri
olduğu düşünülmektedir. Buna göre, fetal hücreler gittikleri organların
özellikle yıkıma uğramış veya yaralanmış bölgelerine göç etmekte ve
organların yıkıma uğramış bölgelerinde, ilgili organın hücrelerine benzer yapı
ve fonksiyonlar kazanarak organı bir anlamda tamir etmektedirler. Bunun,
özellikle rejenere yeteneği olmayan organ ve dokular açısından çok faydalı
bir işlem olduğu düşünülmektedir. Bu anlamda fetal hücrelerin sinir sistemi
ve beyin dokusunda meydana gelen hasarları tedavi edebilmesi oldukça
önemlidir. Son yıllarda çalışmalar özellikle bu yöne kaydırılmıştır. Gebelik
sürecinde annenin dolaşım sistemine geçtikten sonra, fetal hücrelerin
vücudun çeşitli organ ve dokularına dağılmaları olağandır (Makrokimerizm).
Ancak, beynin burada özel bir durumu vardır. Bilindiği beyin, kan-beyin
bariyeri denen özel bir yapı tarafından korunmaktadır. Beynin ihtiyaçlarına
göre bu bariyerden madde geçişi olmaktadır. Dolayısıyla dolaşımdaki her
şey rast gele olarak beyine geçememektedir. Bu bağlamda fetal hücrelerin
beyne geçip geçmedikleri oldukça ilgi çeken bir çalışma konusu haline
gelmiştir. Bu kök hücrelerin, anne kan-beyin bariyerini de aşabildikleri
farelerde rapor edildi. İnsandaki beyin hücreler, birkaç yüz adetlik bölümler
halinde, yaşayan farelere enjekte edildiklerinde bu hücreler fare beyninin
%0.1’den daha az kısmını oluşturmaktadırlar. Daha sonra, bu hücrelerin fare
beyni boyunca dağıldıkları ve fare beyin hücreleri ile uyumlu işlevler
kazandığı gözlendi. Daha ilginç olanı, enjekte edilen bu 17 µm
büyüklüğündeki insan beyin hücrelerinin 11 µm çapına küçülmeleridir (2).
Buna karşın, anneden de bebeğe kök hücre geçişi
gerçekleşebilmekte ve bu olaya mikrokimerizm denilmekte. Kimeralar, dört
atasal hücrenin (ayrı ayrı döllenmiş iki yumurtanın) erken gebelik döneminde
18
birleşmesi sonucu oluşurlar (Makrokimerizm). Her hücre populasyonu, kendi
genetik karakterini korur ve oluşan canlının bedeni farklı genetik kökenli
parçaların bir karışımı şeklinde olurlar (mozaik). Sonuçta, tek canlıda çok
kimlik oluşur ve homoloji gösteren fakat farklı resimlerin birleşmesi şeklinde
bir oluşum ortaya çıkar. Memeli embriyoları, kendi genotipinden olduğu
kadar, farklı genotiplerdeki embriyoların da birleşmesini ve sonuçta tek bir
embriyo oluşumunu sağlar. Kimerik canlılar, doğal koşullarda nadir
görülürler. Ya da bunlar, sık oluşmakta fakat az fark edilmekte veya
çoğunlukla gözden kaçıyor olabilirler. Kimerik hayvanların oluşturulması,
embriyonik uygulamalar arasında yer almakta. Bu teknoloji, aynı zamanda,
transgenik hayvanların elde edilmesinde de kullanılmaktadır. Kimera
oluşumunda ilk modeller, yine başta fare olmak üzere diğer küçük
laboratuvar hayvanları oldu. Sıçan/fare ve tavşan/insan kimeraları
oluşturuldu; ancak bunlar birkaç gün yaşayabildiler. Bu teknik, daha sonra
ekonomik değeri olan çiftlik hayvanlarında da uygulamaya konuldu. Böylece,
her hayvan türüne özgü bazı önemli değişiklikler yapılmış oldu. Laboratuar
ve çiftlik hayvanları kullanılarak, aynı veya ayrı iki ırka ait embriyoların
birleştirilmesi, blastomer, çekirdek, embriyo iç hücrelerinin transferi ve diğer
tekniklere dayalı olarak kimeralar oluşturulmakta. 1984 yılında bir kimerik
“geep”; bir keçi ve koyundan oluşan ortak bir embriyodan üretildi. Ayrıca
tavuk embriyosuna, bıldırcın embriyosunun kısmi enjeksiyonu ile bıldırcın
beyinli bir tavuk da üretildi. Bitkilerde de kimerik olgulara rastlanmakta.
Konjenital kimerizmin en az yaygın olanı iki sperm tarafından ayrı ayrı
döllenmiş iki yumurtanın gelişmesi sonucunda oluşan iki embriyonun ikiz
kardeşler oluşturmak yerine, gelişmenin blastomer ya da gastrula
evrelerinde birleşerek tek bir canlı olarak doğmalarıdır. Bu organizma iki
ikizine ait hücre ve dokuları taşır. Böyle bir organizma, dört gametten
oluştuğu için bu olaya tetragametik kimerizm denir3. Sonuçta, doğan kimerik
çocuk doğmayan ikizinin DNA'sını da taşımaktadır. Böyle çocuklarda
örneğin; deri ile kanın DNA profili birbirini tutmaz. Eğer birleşen iki yumurta
aynı cinsiyeti taşıyor ise (XX/XX veya XY/XY) o canlıda, makrokimerizm
fenotipik olarak fark edilemez ancak DNA testleri ile teşhis edilebilir. Böyle
olgular, daha yaygın olarak bulunabilirler. Ancak, bunlar fenotipik bir belirti
vermedikleri için gözden kaçmaktadır. Eğer, birleşen iki embriyo ayrı
cinsiyetlere sahip ise oluşan canlı her iki cinsiyetin eşey organlarını
taşıyabildiği gibi (hermofrodit, XX/XY) nadiren interseks formu şeklinde de
gelişebilir4. Kimerik kişilerde, kan dokusunun farklı iki hücre
populasyonundan oluşması, kan grubu uyuşmazlığı, belirsiz eşey organlar
ve hermofrodit gibi bulgular ayrı ayrı veya birlikte görülebilir. Böyle kişilerde
bazen deri, saç ve gözlerde pigmentasyon görülebilir. Kimerik kişilerde,
karaciğer bir kromozom setine sahipken, böbrek farklı bir sete sahip olur.
Yani, farklı dokular farklı kromozom kuruluşlarına sahip olurlar. Bedenlerinde
birden fazla DNA varlığı ile doğan kimerik vakaların 2003 yılında, 30-40
dolayında olduğu “New Scientist” dergisinde bildirilmiş. Kimera bulgusu,
hermafroditler gibi bazı istisnalar dışında, dışardan bakıldığında
anlaşılmadığı için rastlantı sonucu ortaya çıkmaktadır. Doğuştan olan
kimerik insanların sayısı çok fazla olabilir. Günümüzde, gebelik şansını
artırabilmek amacıyla birden fazla döllenmiş yumurtanın anneye transfer
19
edildiği tüp bebek uygulamaları yaygınlaştıkça, iki embriyonun füzyon
olasılığının da giderek artacağı ve kimera sayında ciddi bir yükselme olacağı
düşünülmektedir. Nitekim, tüp bebek uygulamalarında dizigotik oluşma
olasılığının 30-35 kat arttığı bilinmektedir. Bu olay ikizlerle ilişkili sakatlık
olasılığını tetiklemektedir. Doğal kimerizmde döller, normallikleri
(hermafroditik karakterler ve deri renginin bozulması gibi) göstermedikleri
sürece tanınmazlar. Bu durum, yüksek sıklıkta ve tipik olarak bazı çilli erkek
kedilerde, cinsiyeti belirsiz hayvanlarda veya cinsiyet davranış bozuklukları
gösteren (dişi hücreler beyni, erkek hücrelerinde ise eşey organları
oluşturduğu durumlarda) hayvanlarda görülebilir. Son yıllarda, çocuğunu
kabul etmeyen bazı annelerde de tetragametik kimerizme rastlanmıştır.
Nitekim, böyle üç vakamız bulunmaktadır. Bu annelerden birini ikna
edebildik, gereken genetik analizleri yapıldı ve tetragametik kimerizim
taşıdığını saptadık. Diğerleri çevrede oluşacak yanlış anlamalardan dolayı
çekindikleri için tetkiklere razı olmadılar. Çocuğunu kabul etmeyen böyle bir
anneye 2002 yılında İngiltere’de rastlandı5. Tetragametik kimerizm, organ
veya kök hücre nakli için de önemli bir uygulama alanı oluşturmaktadır.
Kimeralar, iki hücre hattı taşımaları dolayısıyla bu iki hücre hattına yakın
dokulara karşı yüksek bir immünolojik tolerans gösterirler. Fare
çalışmalarında da, tetragametik farelerin atasal bireylerden elde edilen deri
parçalarına karşı yüksek tolerans gösterdikleri bildirildi1. Bundan dolayı,
tetragametik insanların daha geniş bir akraba çevresinde veya yabancı
bireylerden organ nakillerine olumlu cevap verdikleri bildirilmektedir.
Tetragametik kimerizm ile ilgili olarak fareler üzerinde yapılan çalışmalarda;
iki ayrı embriyodan elde edilen blastomerler, bir arada kültüre edilerek 34
kimerik fare üretildi. Bunların 12 tanesinde, bir hücre hattından gelişmiş tek
bir eritrosit populasyonuna rastlanmasına karşın, diğer dokularında ise iki
hücre hattına rastlandı. Tetragametik kimerizmin, tanısında kullanılan
moleküler teknikler ve laboratuvar süreçleri de oldukça karmaşık
olabilmektedir. Bundan dolayı, bu olgularının toplumda tanısı konulandan
daha yüksek oranda olduğu varsayılmaktadır. Örneğin, kimerik bir bireyin
kanında çok baskın olarak bir hücre hattı bulunuyorsa, aile çalışmasına
başvurulmadan kimerik durum tanımlanamaz. Dolayısıyla, bir çocuğun anne
ya da babasını tayin ederken kimerizm durumundan dolayı hatalar meydana
gelebilmektedir. Böyle durumlarda, bireylere ait çeşitli dokuların moleküler
yöntemler kullanılmak suretiyle kimerizm yönünden araştırılmaları gerekir.
Kimerizm yönünden tanı konulması özellikle IVF durumlarında önemlidir.
Çünkü embriyoların yakın temas halinde bulunmaları nedeniyle kaynaşma
olasılığı arttığı için tetragametik kimerizm sıklığı da artmaktadır. IVF sonrası
oluşan hermafrodit kimera olgusu bildirilmiştir4 IVF yöntemi ile oluşturulan
gebeliklerde dizigotik gebelik meydana gelme olasılığı 33 kat artıyor. Bu artış
aynı zamanda kimerizm gibi ikiz gebeliğe bağlı anormal çocuk riskini de
arttırmaktadır. Doğal yollardan meydana gelen kimerizm sıklığı
bilinmemektedir.
Tetragametik annelerde gözlenen ve tıp literatüründe çok az
rastlanan kendi çocuğunu kabul etmeme tipi ilginç bir davranış “bu çocuk
benim çocuğum değil” şekli gelişmektedir. Bu anneler, ruh sağlığı hastalıkları
uzmanına başvurmakta ve majör depresyon tanısı almakta hatta intihar
20
etmeyi bile sık tekrar etmektedirler. Nitekim, 2002 yılında İngiltere’de “bu
çocuk benim çocuğum değil” diyerek çocuğunu ret eden 52 yaşındaki bir
İngiliz kadında, yetmezlik nedeniyle böbrek nakline hazırlık olarak hasta ve
yakın aile bireyleri, doku uygunluk testinden geçirilmeleri sonuçunda annenin
üç çocuğundan ikisinin biyolojik annesi olmadığı ortaya çıkmıştır5. Bu iki
çocuğun, babaya ait HLA haplotipini (tek bir ebeveynden gelen gen ya da
gen seti) taşıdığı bulundu. Buna karşın anneden geçmesi beklenen
haplotiplerin yerine özgün bir haplotip koleksiyonu rapor edildi. Bunun
sonucunda, annenin detaylı fiziki muayenesinde; deride ve gözlerde anormal
pigmentasyon bulgusuna rastlanmadı. Doğumunun normal gerçekleştiği ve
doğum sırasında veya sonrasında kayda değer bir değişikliğin olmadığı
saptandı. Hastanın yazılı izni alındıktan sonra, durumunu aydınlatmak için
daha ileri laboratuar tetkiklerinin yapılmasına karar verildi. Bu amaçla
anneden, ağız içi epitel hücreleri, sac folikülleri, deri ve tiroid gibi dokulardan
DNA örnekleri alındı. Bununla birlikte, kan grup ve HLA tiplendirme
çalışması, kan ve deri fibroblast hücre kültürlerinden kromozom analizi, eşey
kromozomlarının tespiti, DNA tekrar dizi analizi ve karıştırılmış lenfosit
kültürü gibi tetkikler yapıldı. Bu analizler sonucunda, annenin fenotipik olarak
normal ve XX/XX kromozom kuruluşuna sahip olduğu ortaya çıktı. Bu
annede, çok az bilinen tetragametik kimerizmin bulunduğu ve ayrı ayrı
döllenmiş iki zigotun kaynaklanmış olduğu rapor edildi. Daha önce de, kan
dokuları tek hücre hattından oluştuğu halde tetragametik kimerizm gösteren
başka iki olgunun varlığı da bilinmekteydi. Bu olguların birinde, anne ve
çocuğu arasındaki kan grubu farklılığı, annenin biyolojik anne olamayacağını
düşündürmüştü. Bu annede de, çocukta rastlanan farklı haplotipin (babadan
ve anneden gelmeyen yeni haplotip) annenin ebeveynlerinden çocuğuna
geçtiği saptandı (5) .
Şimdiye kadar, “bu çocuk benim çocuğum değil” diyen anneler “deli”
olarak varsayılmakta anne, anti-psikotik ilaçların her türlüsüne maruz
kalmaktadır. Bu nedenle, böyle annelerin mutlaka kimerizm açısından
değerlendirilmeli, buna bağlı olarak yönlendirilmeli ve tedavi edilmesi
gerekmektedir. Ancak, bu anneler çocuğun kendisine ait olmadığını nasıl
hissetmiş ve anlayabilmişlerdir? Asla emin olmayacaksak ve daha
öğreneceğimiz çok şeyler varsa; annenin kök hücreleri, bebeğin beynine
geçip orada hayatiyetini sürdürebildiklerine göre; bu durum bir bilgisayarda
aynı anda var olan iki işletim sistemi gibi davranıp, örneğin obsesif-kompulsif
bozukluk veya psikoz gibi hastalıkların nedeni olabilir miydi ? Bununla
birlikte, anne doğurduğu çocuğunun kök hücrelerini beyin ve diğer
organlarında uzun yıllar taşıyor ise çocuk annenin içinde demektir. Yani,
anne ile çocuğu arasındaki bu genetik birliktelik ve etkileşim annedeki sevgi
duygusunun düzeyini mi etkilemektedir? Annelerdeki sonsuz sevgi duygusu
ile genetik yakınlık arasında bir ilişki mi var? Binlerce soru…!.
Öğreneceğimiz çok şey var ve asla emin olmamalıyız. Özellikle, en emin
olduğumuzu zannettiğimiz hallerde bile..!.
Kaynaklar
1. Coghlan A. Baby comes with brain repair kit for mum, 20 August 2005,
Magazine issue 2513
21
2. Coghlan A. Human stem cells go native in mouse brains. 17 December
2005, Magazine issue 2530
3. Demirhan O, Demirberk B. Tetragametik Kimerizm, Çocuğunun teyzesi
olmak..! 54 Bilim ve Teknik Dergisi 2006; 54-57
4. Strain L, John CS, Dean FRCP, et al., A true hermaphrodite chimera
resulting from embryo amalgamation after in vitro fertilization.The New
England Journal of Medicine .1998; 166-169
5. Yu N, Kruskall MS, Yunis JJ et al., Disputed maternity leading to
identification of tetragametic chimerism. The New England Journal of
Medicine, 2002; 346(20): 1545-1552
22
Farklı Olanla Yaşamak
Uzm. Dr. Şaziye Senem BAŞGÜL
………kurum bilgisi?………………..
Özür, sakatlık ya da elverişsizlik; engel, bir işi yapılmaz duruma sokan
neden olarak tanımlanır. Özürlü doğan bebek uygun ve yeterli eğitim
alamazsa engelli bir çocuk ve yetişkin olur. Engelli bireyler yetişmemesi için
yapılacak en önemli adım mümkün en erken dönemde özel eğitime
başlanmasıdır. Zihinsel engelli çocukların gelişimi hangi zeka düzeyinde
olursa olsun, normal çocuklardan farklıdır. Ancak gelişim ihtiyaçları
onlarınkinden farklı değildir. Bu çocukların da beslenmeye, sevilmeye,
eğitime, başarmaya, kabul edilmeye ve toplumun bir üyesi gibi yaşamaya
hakları vardır.
Özürlü çocuğun eğitimi, onun bakımından birincil sorumlu olan ve
zamanının tamamına yakının birlikte geçiren anne babasından ayrı
planlanamaz. Özürlü çocukların anne babalarının eğitiminde aileleri, anne
babalığın değişik yönleri ile ilgili bilgilendirmek, bilinçlendirmek ve beceri
sahibi yapmak amaçlanmalıdır. Gelişimi normal çocukların günlük yaşam
içerisinde farkında olmadan model olma ve az bir yardım ile öğrendikleri
becerileri, özürlü çocukların öğrenebilmesi için anne babanın farkındalığına
ve ekstra bir gayrete ve düzenli, programlı bir yardıma gerek vardır. Aileye
yeterli ruhsal destek, eğitim ve etkin danışmanlık verilmesi önemlidir. Aile
cesaretlendirilmeli, güçlendirilmelidir. Anne babalarla grup çalışmaları
yapılabilir ve bu arada aile hem bilgilendirilir hem desteklenir. Maalesef,
günümüzde halen daha özel eğitim kurumlarının birçoğunda aile eğitimi
hizmetleri yetersizdir. Sadece geri bildirimlerle yetinilmektedir. Aileye hazır
olmadığı dönemde, yeterli destek olunmadan eğitici rolü verilmesi,
sorumluluğun asıl kendilerinde olduğunun hissettirilmesi durumunda, anne
baba çok yoğun kaygı, ağır bir sorumluluk hisseder. Bu durumda aile,
Çocuğunun yetersizlikleri ile karşı karşıya kalır ve ne yapacağını bilemez,
çocuğuna öfkelenebilir, onu zorlayabilir, yoğun suçluluk, yetersizlik ve
tükenmişlik duygusu yaşayabilir. Sonunda çocuğun eğitiminden vaz
geçebilir, hatta çocuktan uzaklaşabilir.
Bebek özürlü doğduğunda, normal çocuk hayali yıkılmış, imge
bebek kaybedilmiştir. Doğan çocuk farklı görünüyordur, daha fazla ilgi ve
bakım istemektedir, rutin bakımı daha güçtür ve belki de en önemlisi gelecek
belirsizdir. Yaşanan ilk şokun ardından inkar edilir, öfkelenilir, suçlu aranır, iki
uçlu duygular yaşanır, kendilerine bir ceza olarak algılanır, utanılır ve
olumsuz duygular sebebiyle hissedilen suçluluk çok ağır olur. Çok büyük bir
acı, çaresizlik, çözümsüzlük ve yetersizlik hissedilir. Sonrasında depresyon
dönemine girilir. Çevredekilerin meraklı, acıyan ve sorgulayan bakışlarıyla
baş edilemez ve sosyal olaylardan ve çevreden uzak kalınır. Akrabaların ve
yakın çevredekilerin tepkileri ile baş edilmeye çalışılır. Eşler birbirlerine karşı
suçluluk ve yetersizlik hissedebilir.
Planlanmamış ve istenmeyen bir bebek, çok ağır anomalilerin
varlığı, çok ağır zihinsel özür, anne babanın ruhsal yapılanmasında
23
yetersizlik, birincil desteklerin yetersizliği, gerçekçi olmayan beklentiler,
düşük eğitim seviyesi ve maddi imkanlar yetersiz olduğunda; kabul süreci
uzun sürer, yaşanan depresyon ağır olur, çocukla yeterince ilişki kurulamaz.
Bunun
sonucunda
bebeğin
duygusal
ve
fiziksel
ihtiyaçlarının
karşılanamaması, bağlanma bozukluğu, anne babada ruhsal hastalık ve
anne baba arası evlilik problemleri gelişmesi riski artar. Bu durumda bebeğe
gerekli tıbbi bakım ve rehabilitasyonun gecikmesi bir önemli risktir. Diğer bir
risk ise, durumun ciddi inkarı sonucu bebeğin normal kabul edilmesi,
mevcut durumun yok sayılması ve bebek için gerekli girişimlerde
bulunulmamasıdır. Yoğun suçluluk duyguları ile anne babanın aşırı özverili
davranması, çocukları için her şeylerinden vazgeçmeleri, tüm zaman ve
enerjileri bebeğe harcamaları da bir başka sorundur.
Bebeğin planlanmış ve arzulanan bir bebek olması, ,anomalilerin az
ve müdahale edilebilir düzeyde oluşu, zihinsel özür derecesinin düşük oluşu,
anne babanın ruhsal yapılanmasının yeterli olması, birincil desteklerin iyi ve
beklentilerin gerçekçi olması, iyi eğitim düzeyi ve maddi imkanların yeterli
olması durumunda ise; kabul süreci daha kısa sürer, yaşanan depresyon
daha hafif ve kısa süreli olur, çocukla daha iyi ilişki kurulur. Sonuçta; bebeğin
duygusal ve fiziksel ihtiyaçlarının karşılanması için daha fazla çaba harcanır,
bağlanma daha yeterli olur, anne babada ruhsal sorun daha az görülür ve
evlilik problemlerine daha az rastlanır. Anne babanın yapılanmasında en
güçlü motivasyon bebeğe yapılacak uygun tedavi ve eğitim girişimleri
planıdır. Bebek ile ilgili yapıcı girişimler hem anne babanın yasının
çözümlenmesine yardımcı olur hem de bebeğin daha iyiye gitmesiyle
sonuçlanır ve bunlar döngüsel olarak birbirini tetikler. Artık gelecek için daha
gerçekçi umutlar vardır.
Özürlü çocuklarda diğerleri gibi çocuktur. Farkları; daha çok emek
gerektirmeleri, daha yorucu olmaları, daha zor öğrenmeleridir.
24
Göç ve Risk Altındaki Çocuklar
Prf. Dr. Timur Demirbas
Bahçeşehir Üniversitesi
Son yıllarda medyada yer alan bazı suçlar, her gün kavşaklarda oto camı
silmek isterken ya da şehrin işlek caddelerinde kağıt mendil satmaya
çalışırken gördüğümüz sokak çocuklarını gündeme getirmiştir. Köylerden
kentlere göç, yoksulluk, çocuk sayısının çokluğu, ailenin ilgisizliği, terör gibi
toplumsal nedenlerin doğurduğu bir sosyal yara olan sokak çocukları çok
olumsuz koşullar altında bulunmaktadırlar.
Türkiye’de 1950’li yıllardan itibaren başlayan, ancak 1960’lı yıllarda
artan köyden kente göç olayı ile birlikte, çarpık kentleşme ve
gecekondulaşma başlamıştır. 1970’li yıllardan itibaren artan bu çarpık
kentleşme, okula gidememe, göç ve gecekondulaşma bir çok sorunla birlikte
suçluluğunun da en önemli nedenlerinden birisi olmuştur. Son zamanlarda
buraları için “varoş” ifadesinin kullanıldığı da görülmektedir.
Risk altındaki çocuklar dediğimizde de en sık karşımıza çıkan dört
grup olduğu görülmektedir. Bunlar: Sokak çocukları, suça itilen çocuklar,
çalışan çocuklar ve istismara maruz kalan çocuklar. Aslında bu grubun içine
son yıllarda sayıları sürekli artan mülteci çocukları da dahil etmek, onları da
bu kategoride değerlendirmek gerekmektedir
İşkence ve kötü muamele, çocukların haklarını ihlâl etmede yoğun olarak
uygulanan yöntemler arasında yer alıyor. Ülkeler arasında farklılık gösteren
unsurları, bu fiillerin yoğunluğu, uygulama şekli ya da bu fiilleri
uygulayanların kimliği belirliyor. Çocukların pek çoğu kaçırılarak seks
pazarına sokulurken bazıları aileleri tarafından zorlanıyor.
Sokak çocuklarının da içinde bulunduğu çocukların işlediği iddia
edilen polis istatistikleri değerlendirilirken, kırsal kesimi kapsayan Jandarma
bölgesine ilişkin sayıların yer almadığı unutulmamalı ve çocukların işledikleri
suçlarda karanlık alanın yüksek olması nedeniyle bu istatistiklerdeki sayıların
gerçeği yansıtmadığı dikkate alınmalıdır.
Türkiye, Çocuk Haklarına Dair Sözleşmeye taraf olmakla çocukları
koruma yükümlülüğünün gereğini yerine getirmek durumundadır. Çocukların
korunmasına yönelik yasal düzenlemeler 2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve
Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununda
yer almaktadır. Ancak sadece kanun yapmak sorunların çözümü bakımından
yeterli değildir; uzman personel, eğitim ve barınma yerleriyle birlikte
kanunların gerektiği gibi uygulanması gereklidir. Bunun yanında, göçü,
yoksulluğu ve işsizliği giderici sosyal politikaların önemi de ortadadır.
25
İstismarla Çalışmak; Yasalar, Presedürler, Ensest,
Töre, Fuhuş, Çocuk Anneler ve Elimizdeki İmkanlar!!
Sosyal Hizmet Uzmanı Nuran Arpalıgil
Adana Oğuz Kağan Köksal Bakım ve Sosyal Rehabilitasyon Merkezi
Mülkiyeti SHÇEK Genel Müdürlüğüne ait olan bina; SHÇEK Genel
Müdürlüğü, Adana Valiliği, Adana Büyük Şehir Belediyesi, Çukurova
Üniversitesi, Adana Barosu ve Adana Sokak Çocukları Derneği arasında
düzenlenen protokol ve SHÇEK Genel Müdürlüğünün olurları ile Çocuk ve
Gençlik Merkezi olarak hizmete açılması uygun görülmüştür. Daha sonra
5395 sayılı ÇKK’nuna istinaden yeniden düzenlenerek Oğuz Kağan Köksal
Bakım ve Sosyal Rehabilitasyon Merkezi olarak değiştirilmiştir.
Merkezimiz 8-18 yaşlarında cinsel, fiziksel, duygusal istismar ve ihmale
uğramış, alkol-madde bağımlılığı ya da kötüye kullanımı olan, ruhsal
sorunları nedeniyle tedaviye ihtiyaç duyan, bunlar ya da başka nedenlerle
tekrarlayabilecek istismar yaşatıları için yüksek risk taşıyan ve yaşamı tehdit
altında olduğundan korunma ihtiyacı olan kızların rehabilitasyon ve eğitimini
sağlamak amacı ile 30 çocuk kapasiteli olarak hizmete açılmıştır.
Merkez multidisipliner hizmet modelidir ve hizmete özel protokol ve iç
hizmet yönetmeliğine göre işletilmektedir. İşleyişi Merkez Yürütme Kurulu ve
Merkez Danışma Kurulu tarafından düzenlenmektedir.
Merkeze kabulü yapılan her çocuk ile ilgili mahkemeden koruma kararı
çıkarılmakta, böylece devlet tarafından ihtiyaçları karşılanmakta ve
korunmaktadırlar. Uygun durumlarda aileyi uygulamalarını da (aile dışı
istismar olgularında ve eğer bir aile varsa) içerecek biçimde Çocuğa özgü
tedavi planı hazırlanmakta bütüncül yaklaşım hedeflenmektedir. Merkezin
temel hizmet alanları ruhsal ve fiziksel sağlık hizmetleri, eğitim, mesleki
eğitim, sosyal aktivite, adli yardım ve destek, rehberlik, koruma, bakımdır.
2004 Yılında çocuk kabulüne başlanmış, ilk etapta Adana ilin de
yaşayan çocuklar kabul edilmekte iken ihtiyaç nedeni ile diğer illerden de
çocuk kabulü yapılmıştır. Bu güne kadar 118 çocuk hizmet almıştır.
Dört yılı aşan denyimimiz, verilen hizmetin çok buyutlu olması ve
disiplinler arası çalışmanın avantajları yanı sıra güçlükleri de beraberinde
getirmesi, hizmet alan hedef grubun kendinden kaynaklanan güçlükleri gibi
nedenlerle pek çok zorluk içermektedir. Temel zorluklarımız;
1. Kızların koruma altına alınarak merkeze kabulleri ve merkezden
çıkarılmaları aşamasında adli süreçlerin ve diğer resmi sistemlerin
yavaş işlemesinden kaynaklanan sorunlar
2. Töre nedeniyle merkeze alınan kızların, geldikleri sosyal ortamdan
kaynaklanan, çoğu zaman yaşam tehdidini de içeren korunma
ihtiyaçlarına rağmen, mevcut yasa ve yönetmeliklere göre gizlilik ve
koruma ilkelerinin sağlanmasının imkânsızlığı
3. Ergen annelerin gebelik, doğum ve doğum sonrası süreçlerinde,
fiziksel-ruhsal travmanın yanında bebekten ayrılmak zorunda
kalmalarını da içeren güçlüklerin yönetimi
26
4.
5.
6.
7.
8.
Fuhuştan gelen, özellikle bunu meslek olarak benimsemiş,
rehabilitasyon ve korunma hizmetlerine motive olmayan kızların,
kimi zaman tüm grubu etkileyecek ve hatta fuhuşa yönlendirecek
biçimde davranmaları riski ile başa çıkmak
Fuhuş olguları ile ensest olgularının aynı ortamda tedavi ve
rehabilitasyonunun getirdiği güçlükler
Tedavi sürecini olumlu bir biçimde tamamlasalar da, tedaviden
sonra gönderecek uygun ve güvenli bir ortamın sağlanamaması, bu
nedenle kalıcı faydaların sınırlandırılması
Özellikle töre, ensest ve fuhuş olgularınının korunması
aşamasında, sadece kızların değil tüm merkez çalışanlarının
zaman zaman ciddi biçimde tehdit edilmeleri; yaşamlarının
tehlikede olduğunu hissetmeleri, ve
Alanda çalışan uzmanların azlığından kaynaklanan güçlüklerdir.
Bu çalışma ile, bu güne değin karşılaşılan güçlükler ve sistemin
tartışılması, farklı bakış açılarının yakalanması hedeflenmiştir.
27
Çocuk ve Ergenlerin Medya ile İlişkisi
Prof.Dr. Bengi Semerci
Bengi Semerci Enstitüsü
Çocuk ve ergenlerle medya arasındaki ilişki çok boyutludur. Haberler, bilgi
verici programlar ve yazılar, diziler ve filmler, reklamlar ve eğlence
programları bu ilişkinin yollarıdır.
Medyanın her türlü yayının çocuk ve ergenler üzerinde etkisi tartışılmaz.
Medyanın etkisi yaş gruplarının özelliklerine göre değişir. 0-6 yaş grubu:
Hayal gücü yüksek, taklit eğiliminde, somut düşünen, gerçeği ayırt etmekte
zorlanan, olumsuzu olduğu gibi alan, duyduğu herşeyi öğrenen, kadın ve
erkek rollerini öğrenen,7-12 yaş grubu: Akranlarının yaptıklarını yapmaya
çalışan, soyutu anlamakta güçlük çeken, otoriteyi kabullenen, kahramanlara
özenen,12 yaş üstü: kendi akranlarının yaptıklarına ve söylediklerine duyarlı,
gruplara girmeye çalışan, riskli davranışlardan hoşlanan, bedene önem
veren, cinsellikle ilgilenen olarak tanımlanabilir. Medya, Şiddet, korku,
cinsellik, madde kullanımı, suç, ayrımcılık ve konuşma sorunları alanlarında
çocuk ve ergenleri etkiler. Şiddet ve suç açısından etkileri, duyarsızlaştırma,
güven yitimi, özdeşim ve taklit, şiddetin taktiri ve onayı, yasal olmayan
davranışlara özenme olarak çıkar. Korkunun etkisi yaşa bağımlı değişir ve
sorun yaratır. Cinsellik üzerine etkisi, küçük çocuklarda yanlış bilgi ve
inançlar, erken cinsel uyarılma, yanlış cinsel bilgiler edinme, yanlış ve
korunmazsız deneyimleri teşvikdir. Maddelerin aşırı tüketimi, kullanımın
olumlu sunumu, özendirmesi ve cesaretlendirmesi olumsuz etkileridir. Ayrıca
dini, siyasi, etnik ve cinsiyete bağlı ayrımcılığı körükler.
Çocuk ve ergen medya için aynı zamanda bir malzemedir. Aileler
için çocuklara ve ergenlere ilişkin verilecek her türlü bilgi ve haber önemlidir.
Bunu bilen medya, tüm dalları ile onları kullanır. Çocuk ve ergenlere ilişkin
bilgiler, sorunlar, tüketim malları ve çözüm yolları medyanın malzemesidir.
Az sayıda bilimsel ve çözüme yönelik haberin yanında, çoğunluğu bu
sorunlara ilişkin haberler alır. Madde kullanımı, cinsel sorunlar, şiddet gibi
sorunlar ailelerin korkularını arttıracak şekilde verilmekte, çocuk ve ergenler
adeta bir sorun yumağı olarak gösterilmektedir. Oysa gerçek sorunlar,
hastalıklar fazla ilgi çekmeyeceği düşüncesiyle yer almamaktadır. Örneğin
ergen intiharı haber olmakta, ancak bunun nedenleri aşk, satanizm gibi
sansasyonel
nedenlere
bağlanmakta,
ama
depresyondan
hiç
bahsedilmemektedir. Son zamanlarda artan oranlarda çocuk ve gençlere
ilişkin dosyalar şeklinde yayınlar vardır. Bu yayınların hemen hepsinin sonu
“gençliğin kötüye gittiği” yorumuyla bitmektedir.
Çocuk ve ergenler, haber olarak genellikle üçüncü sayfaları
kaplamaktadır. Tecavüz, aşk, cinayet, gasp, uyuşturucu, şiddet, evlilik
haberlerinin failleri ve madurları olarak yer almaktadırlar. Bu haberlerin veriliş
şeklinde medyanın tutumu, ergenlerin sıkça yakındıkları aile tutumu ile
aynıdır. Bazen onlardan genç, bazen de çocuk diye bahsedilmektedir. Bu
seçim haberin daha etkin olacağı düşüncesiyle belirlenir. Bazen 15 yaş
evlenmek için uygundur, bazen insafsızlık. Bazen sevdiği karşılık
28
vermediğinde onu öldürmek “büyük aşktır”, bazen canilik. Son zamanlarda
haber içeriklerinde değişiklik olmamasına karşın, medya yaklaşımı bu
haberleri birinci sayfaya taşıma değişimi göstermişitir. Geldikleri sosyoekonomik duruma göre de değişmektedir. Üst sosyo-ekonomik düzeyden
gelen çocuklar genellikle araba kazaları, magazin haberleri olarak yer alır.
Özellikle magazin tarafından 15 yaşdan başlayarak aşkları, kıyafetleri,
gezmeleri ile “tanınmış, ünlü” yapılan çocuklar vardır. Daha düşük
sosyaekonomik grup ise şiddet, uyuşturucu vb haber kaynakları olur.
Çocuk ve ergenlere ilişkin olumlu haberler medyada az yer
almaktadır. Tek-tük verilen başarı haberlerine bakıldığında, başarıdan çok
bir şaşkınlık haberi olduğu fark edilebilir. Haber “bunu nasıl başarabildi?”
üstüne kuruludur. Tüketimi sürdürmek için reklamlar ya onların çekiciliğinden
yararlanır, ya da ertelenemeyen dürtülerini, başarı isteklerini satılması
gereken ürünlerle doyuracaklarını bildiriler.
DİZİLER ÇOCUKLARI ETKİLER Mİ?
Tartışılıp duruyor yıllardır. Diziler çocuklarımızı etkiler mi? Uzun uzun
bilimsel araştırmalar okumanıza gerek yok. Ben gelen çocuklara, gençlere
bakıyorum görüyorum. Siz evinizde dizi izlettiğiniz çocuklarınıza baktığınızda
görüyor, endişeleniyor ve yardım arıyorsunuz. Geçen hafta en çok
eleştirilenlerden biri olan, Kurtlar Vadisi dizisinin oyuncusu açıklama yaptı.
Kıbrıs savaşında nasıl insan öldürdüğünü anlattı. Bir insan olarak, bir
psikiyatrist olarak, bir insanın başka bir insanı savaş koşullarında bile
öldürmek zorunda kalmasının acı verici ve travma yaratıcı olduğunu
biliyorum. Açıklamaları yapan kişiyi tanımıyorum. Ama sanırım kurtlar vadisi
ile ünlenmek onu rolü ile özdeşleştirmiş. O kadar inanmış ki kanunsuz, can
alan biri olmanın önemli olduğuna, sanatçı olduğunu, insan olduğunu
unutmuş. Orada ki rolü bir psikopat rolü. Hatta o denli özdeşleşmiş ki bu
durumla palavralarının, övünmelerinin sadece kendisini değil, ülkesini ve tüm
insanlığı yaralayacağını anlamaz olmuş. Savaş suçlusu olarak ülkesinde
tutuklanabileceğini, yurt dışına çıktığı anda bir başka ülke tarafından
yargılanabileceğini aklına bile getirmemiş. Ya da bunun bile övünülecek bir
şey olacağını düşünecek kadar rolle gerçeği karıştırır hale gelmiş. Oysa
hayat bir dizi film değil. Ölen insanlar yönetmen “kes” dediğinde
canlanmıyor. Ülkelerin itibarları film bittiğinde geri gelmiyor.
Ve Çocuklarımız....
İnternetten baktım. Atilla Olgaç 1944 doğumluymuş. Bu yaşta ve
deneyimli bir insan rolüne bu denli kapılırsa çocuklar, gençler ne yapmaz.
Sonradan bunun bir senaryo olduğunu söyledi ki, gündelik dilde buna
uydurma ya da yalan söyleme denir, o diziye hayran olan insanlara nasıl bir
örnek olur. O insanlara, çocuklara bu nasıl anlatılır. Henüz soyut düşünceyi
bilmeyen çocuklarınız güçlü olmayı, kazanmayı, aklını değil silahını
kullanmayla birleştirmez mi? Daha yeni yanı başımızda bir savaş vardı,
halende var. Çocuklarımıza insan öldürmenin kötü olduğunu anlatmaya
çalışıyorduk. Çocukların öldürülmesinin acısını hissetmeleri için çalışıyorduk.
Sonra çok izlenen ve tüm uyarılara karşın çocuklara ve gençlere izlettirilen
bir dizinin, üstelik basın tarafından sık sık gerçekle bağdaşlaştırılarak
29
zihinlerin bulandırıldığı bir dizinin kahramanlarından biri bir çocuğu (19 yaş!)
öldürmekle övündü. Bu bir hayal bile olsa ciddi bir sorun. Hala medya
çocukları ve gençleri etkilemez diyecek var mı? Varsa onlara bu gerçeği
anlatabilmek için daha ne olması gerekiyor!
Sonuç olarak, çocuk ve ergenler, medya için iyi bir kaynaktır. Ama
bu kaynak iyi ve olumlu kullanılmazsa bizzat medyanın kendisi tarafından
tüketilecektir. Bize düşen hem kendimizi çocuklarımızı kullanarak bizi
izlemeye, almaya, tüketmeye sevk eden medyanın etkileri konusunda
bilinçlenmek ve çocuklarımıza bu değerleri aktarmak olmalıdır. Belki de
yanlış seçimler yapma nedenimiz; önemli şeylere gereken önemi vermeyip,
gereksiz şeyleri önemli hale getirerek çözümler için çaba göstermekten
kaçarak hazır çözümlere ve yaratılmış mutluluklara konma eğilimimizdir.
30
Çocuk Ergen Baş Ağrıları; Epidemiyolojik Temelde
Klinik Yaklaşım
Doç. Dr. Aynur Özge
Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji A.D.
Sıklıkla çocukluk çağında başlayan baş ağrıları önemli bir sağlık problemi
olmasına karşın gerek aileler, gerekse hekimler arasında yeterince dikkate
alınmamaktadır. Oysa 15 yaş altı çocukların %75’i hayatları boyunca en az
bir kez baş ağrısı deneyimi yaşadıklarını ifade etmektedirler. Klinik
çalışmalara bakıldığında çocuk-ergen yaş grubunda baş ağrısı sıklığı ve
özellikle de migren insidansının son 30 yılda anlamlı şekilde arttığı
gözlenmektedir. Bu durum konuya olan ilginin artışı dışında çocukların
yaşam şekillerindeki değişiklikler ile açıklanmakta ve tüm ülkelerde eğitim
bilim, sosyal bilim ve sağlık bilimler açısından önemli uyarı işaretleri
taşımaktadır. Genel bir gözlem olarak ergenlik öncesinde baş ağrısı
sıklığının kız ve erkeklerde benzer sıklıkta iken, ergenlik sonrası ilerleyen
yaşla birlikte kızlarda daha sık gözlendiği bilinmektedir.
Çalışmalarda uygulanan yönteme bağlı olarak çocuk-ergen yaş
grubunda baş ağrısı sıklığı % 2.8 ile %93.3 arasında değişmektedir. Bu
sıklık bildirimlerinde yöntem dışında baş ağrısı tanısı için uygulanan
ölçütlerde temel belirleyiciler arasında yer almaktadır. Örneğin migren için
1955 yılında önerilen Vahlquist ölçütleri ile başlayan süreç, 1962 yılında
önerilen Bille ölçütleri, 1979 yılında önerilen Prensky -Sommer ölçütleri ve
nihayetinde 1988 yılında geliştirilip, 2004 yılında gözden geçirilmiş şekli
yayınlanan Uluslararası Baş ağrısı Cemiyeti Ölçütleri ile uygulama alanı
bulmaktadır. Baş ağrısı gibi subjektif bir kavramda katı ölçütler pratikte
sınırlayıcı olmakla birlikte hastaların doğru tanımlanması ve uluslararası
ortak dil oluşturulması açısından da kaçınılmaz olmaktadır. Bizim bu ölçütleri
sorguladığımız saha çalışmamız (2-5.sınıflardaki 5562 çocuk irdelendi ve
2002 yılında yayınlandı) çocukluk döneminde tekrarlayıcı baş ağrısı
sıklığının %49.2 olduğu, bu çocukların %24.7’sinin gerilim tipi baş ağrısı
(GTB), %10.4’ünün ise migren için cemiyet ölçütlerini karşıladığı ve bu
bulguların aile ve öğretmen gözlemleri ile desteklendiğini gösterdi. Ölçütler
açısından baktığımızda migren tanısında en duyarlı tanı ölçütünün “ağrı
şiddeti- %86.6” ve GTB tanısında ise “ağrı süresi- %95.3” olduğunu gösterdi.
Keza bu çalışma çocuklarda baş ağrısı tanısında ağrı sırasında çocuğun
gösterdiği davranış değişikliğinin ifadelerden daha değerli olduğunu gösterdi.
Çocuk-ergen yaş grubunda saptanan baş ağrısının doğal seyri
toplumsal yük ve sağaltım modelleri açısından önemli bir konudur. Bu
noktada yapılan uzun dönem izlem çalışmaları çelişkili sonuçlar vermektedir.
Bizim henüz yayınlanmamış 6 yıllık izlem çalışmamız ergenlik dönemine
gelindiğinde baş ağrısı sıklığının kızlarda daha fazla olmak üzere anlamlı
şekilde arttığı (%45.2’ye karşın %78.7, p<0.05), ve tanı tiplerinin yıllar içinde
büyük oranda değişiklik gösterdiğini ortaya koydu. Başta migren olguları
olmak üzere baş ağrısı ergenlerde günlük yaşam etkinlikleri ve akademik
başarıyı olumsuz yönde etkiliyordu. Yine ergenlerde GTB oranı migren ve
31
diğer baş ağrılarına oranla özellikle de sınav kaygısı paralelinde anlamlı artış
gösteriyordu. Yine bu yaş grubunda acil önlem alınmasını gerekli kılan ilaç
kötü kullanımı dikkati çekiyordu.
Sonuç olarak, çocuk ergen yaş grubunda baş ağrısı sıklığı tüm
dünyada anlamlı şekilde artmaktadır. Bu artışta rol oynayan faktörler her
toplum için belirlenmeli ve gerekli işbirliği yaratılarak uygun önlemler
alınmalıdır. Keza ergenlerde artan ilaç kötü kullanımı ve bunu belirleyen
faktörlerin sağaltımı öncelikle ele alınmalıdır. Baş ağrısının çocukların duygu
durumları, okul hayatları, sosyal etkinlikleri ve ilişkileri üzerine olumsuz
etkileri migren olguları başta olmak üzere dikkatle değerlendirilmeli ve
gerekli önlemler alınmalıdır.
32
Çocukluk Çağı Baş Ağrılarının Legal Boyutu
Yrd. Doç. Dr. Hakan Kar
Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp A.D.
Baş ağrısı pediatrinin temel semptomlarından biridir. Çocukluk çağı baş
ağrıların organik ve psikojenik nedenleri erişkinlerdeki ile benzerdir. Bunlara
ek olarak oldukça nadir olmakla birlikte, istismar çocuk yaş grubunda baş
ağrısı semptomuyla karşımıza çıkabilmektedir.
Özellikle kafa travmalarına sekonder ortaya çıkan baş ağrıları,
çocuğun fiziksel istismarı açısından araştırılmalıdır. Ayrıca stres ve
anksiyetenin psikojenik baş ağrısını tetiklediği göz önüne alındığında bu tür
olguların da duygusal istismar ya da ihmal olup olmadığı açısından
araştırılması gerekir. Bazen de olgumuzda olduğu gibi, nörolojik muayenesi,
laboratuar testleri ve görüntülemesi normal olan ve tedaviye dirençli baş
ağrısı olgularının altından cinsel istismar çıkabilmektedir. Olgumuz aurasız
migren tanısıyla tedavi gören, tedaviye dirençli 11 yaşında kız çocuğu olup,
yapılan çocuk psikiyatrisi konsültasyonunda majör depresif bozukluk tanısı
almıştır. Devam eden süreçte yapılan psikiyatrik görüşmelerde, annesinin
erkek arkadaşı tarafından defalarca cinsel istismara maruz kaldığını ifade
etmiştir. Baş ağrısının başlangıç tarihi, cinsel istismarın başlangıcı ile
örtüşmektedir. Olguda adli olgu bildirimi yapılmış ve devamında sanık ceza
almıştır. Cinsel istismarı itiraf ettikten ve sanık tutuklandıktan sonra, çocuğun
baş ağrısında dramatik şekilde iyileşme gözlenmiştir.
Klinisyenler çocukluk çağı baş ağrısı olgularını değerlendirirken
istismar açısından dikkatli ve şüpheci yaklaşmalıdırlar. Çocuktan ve
ebeveynlerinden alınan öykülerdeki karşıtlık ve tutarsızlıklar, mutlaka fiziksel
bulgular ile karşılaştırılmalıdır. Travmatik lezyonların lokalizasyonu ve yara
yaşı, alınan öykü ile uyuşmuyor ise kazadan ziyade fiziksel istismar üzerinde
durulmalıdır. Değişik iyileşme süreçlerinde çok sayıda travmatik lezyon, aynı
anda vücudun değişik bölgelerinde birçok travmatik lezyon, saç kayıpları,
ısırık izleri, ya da sigara yanıkları gibi spesifik lezyonlar, hastaneye
başvurmada gecikme, yetersiz hijyen veya kaşeksi gibi durumlarda, mutlaka
istismar veya ihmal göz önünde bulundurulmalıdır.
33
“Tüp Bebek” Kavramı ve Anne-Çocuk Ruh Sağlığı
Uzm. Dr. Burcu Özbaran
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Yardımcı üreme teknikleri birçok ailenin çocuk sahibi olmasını sağlayan
yöntemlerdir. Bu yöntemlerin ülkemizde de birçok merkezde uygulanabilir
olması konuya olan ilgiyi daha da arttırmaktadır. Literatür incelendiğinde “tüp
bebek” olarak doğmuş çocukların psikososyal uyumları, bilişsel işlevleri,
anne babanın ruh sağlığı ve evlilik uyumları ile ilgili çalışmalar birbiriyle
oldukça çelişkili olmakla birlikte, veriler çalışma yapılan ülkeye göre de
değişmektedir.
Bu sunumda, anneliğin nörobiyolojisi, tüp bebek kavramının
psikodinamiği üzerinde durulacak, tüp bebek ve ruh sağlığı alanında
yapılmış çalışmalar özetlenecek ve Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk
Psikiyatrisi Polikliniği’nde bu konuda yürütülmekte olan çalışmanın ön
verilerine değinilecektir.
34
Akut Lenfoblastik Lösemili Çocuklarda Yaşam
Kalitesi ve Yaşam Kalitesini Etkileyen Faktörler
Uzm. Dr. Özden Ş. Üneri
Dr. Sami Ulus Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Psikiyatrisi
Birimi
Lösemi çocukluk çağında görülen en yaygın kanser türüdür. Tüm çocukluk
çağı lösemilerinin yaklaşık %75’i Akut Lenfoblastik Lösemi (ALL)’dir. Son 50
yılda ALL tedavisinde kaydedilen başarılar 5 yıllık sağ kalım oranlarını
%80’lere taşımıştır. Sağ kalım oranlarında artış sağlandıktan sonra, ilgi
tedavi sırasında ve sonrasında ortaya çıkan yan etkileri azaltmaya ve yaşam
kalitesi (YK) artışı sağlamaya yönelmiştir. YK sağlıkla ilgili verilerin
değerlendirmesinde önemli bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. YK
kısaca bireyin nesnel yaşam koşullarından sağladığı öznel doyum olarak
tanımlanabilir. Bu sunumda yaygın bir kronik hastalık olan ALL’nin YK’si
üzerine etkileri, son yazın bilgisi eşliğinde tartışılacaktır.
ALL’li çocuklarda yapılan YK çalışmaları incelendiğinde bu
çalışmaların ilk yıllarda daha çok YK’yi ölçme araçları geliştirmeye yönelik
olduğu görülmektedir. Bu alanda yaşanan ve hala devam eden sorun YK
ölçeklerini kimin dolduracağı, kaç yaşından sonra öz bildirim ölçeklerinin
kullanılması gerektiği ve seçilecek ölçeğin türü olarak özetlenebilir. Yazında
ALL’li çocuklarla yapılan YK çalışmalarında daha çok ebeveyn ölçeklerinin
tercih edildiği izlenmektedir. Çalışmaların bir kısmında hastalığa özel, bir
kısmında genel ölçekler kullanılmıştır. Yapılan çalışmaların bulguları
özetlenecek olursak, ALL tanısı tüm ailenin YK’sini etkilemeyebilmektedir.
Çoklu, yoğun kemoterapi alan çocukların YK’leri daha az sayıda ilaçla tedavi
alanlara göre azalabilmektedir. Cerrahi girişim YK algısını olumsuz
etkileyebilmektedir. Ailede başka bir çocukta ya da ebeveynde kronik
hastalık varlığı ALL’li çocuğun YK’sini azaltabilmektedir. ALL’li çocuğun yaşı
arttıkça YK ile ilgili olumsuz algıları artabilmektedir.
35
Uzun Bir Süreç: Çaresizlikten Umuda
Uzm. Dr. Fatma Varol Taş
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Çocuk ve ergen ruh sağlığında yataklı tedavi, ayaktan tedavi olanaklarının
yetersiz kaldığı ruhsal bozukluklarda, ayırıcı tanıya gereksinim duyulan klinik
tablolarda ve krize müdahale gerektiren durumlarda çok önemli bir olanak
sunmaktadır. Özellikle kendine ya da çevresine zarar verme riski yüksek
olan, ayaktan tedaviye uyumu yeterli olmayan ancak yoğun ve ağır ruhsal
bozukluğu bulunan ya da ayaktan tedavi yöntemlerinin etkisiz kaldığı
durumlarda hastanın yatarak tedavisinin sağlanması hem hasta ve ailesi
hem de hekimleri açısından önemli yararlar sağlamaktadır. Tüm bunların
yanı sıra yatarak tedavi gören çocukların/ergenlerin bir kısmında, ruhsal
bozukluğun şiddeti, tedaviye direnç durumları ya da ciddi psikososyal
sorunlar nedeniyle yatış süreci de pek çok zorluk içerebilmektedir.
Bu sunumda, çok erken başlangıçlı şizofreni tanısı nedeniyle birkaç
yıldır farklı merkezlerde izlenen, şiddetli düzeyde kendisine-çevresine zarar
verme ve dezorganize davranışları olan, ilaç tedavisinden de çok az
yararlanımı olduğu için izlendiği çocuk psikiyatrisi kliniği tarafından yatış
amacıyla servisimize yönlendirilen 13 yaşında bir kız olgunun yatış süreci
tanımlanacaktır. Yaklaşık 9 ay boyunca serviste kalan, antipsikotik ilaçların
birçoğuna dirençli psikiyatrik belirtileri olan, süreçte elektrokonvulsiv
tedavinin de uygulandığı, ciddi psikososyal sorunlar (ailenin İzmir’e göçü,
babanın kaybı, vb) yaşayan olgunun yatış süreci hem psikiyatrik tedavisinde
hem de taburculuk sonrası rehabilitasyon planlamaları sürecinde diğer
disiplinlerle işbirliği konusunda karşılaşılan zorluklar açısından detaylı olarak
ele alınacaktır.
36
POSTER BİLDİRİLERİ
37
P.001
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu ve Renk
Algısı
*Uzm. Dr. A. Tuğba Bahadır, *Prof. Dr. Yankı Yazgan
*Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Giriş: Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğunun (DEHB) patofizyolojisinde
rolü olduğu öne sürülen hipodopaminerjik işlevsellik DEHB’de gözlenen
renkli uyaranları isimlendirme ve renk ayrımı performansındaki eksiklikleri
açıklayabilir. Bu eksikliklerin santral ve retinal dopaminerjik hipofonksiyonu
yansıtıyor olabileceği öne sürülmüştür [Tannock ve ark 2004].
Yöntem: Araştırmaya Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi
Polikliniği’nde DEHB tanısı ile takip edilmekte olan rasgele örnekleme ile
seçilmiş 7-17 yaş aralığındaki 35 hasta katıldı. Hastalarla yaş, cinsiyet ve el
tercihi açısından eşleştirilmiş 41 katılımcı kontrol grubunu oluşturdu.
Katılımcıların klinik değerlendirmeleri, Okul Çağı Çocukları için Duygulanım
Bozuklukları ve Şizofreni Görüşme Çizelgesi-Şimdi ve Yaşam Boyu
Versiyonu ile yapıldı. Çocuklar, Çocuklar için Depresyon Ölçeği’ni;
anne/babaları Conners Anababa Derecelendirme Ölçeğini; öğretmenleri
Conners Öğretmen Derecelendirme Ölçeğini; anne/baba ve öğretmenler ayrı
ayrı DEHB için DSM-IV’e göre değerlendirme listesini doldurdular.
Katılımcılara Stroop renk-kelime testi (SRKT), renk ayrımını değerlendirmek
için ise Lanthony 40 Renk Tonu Testi (LRTT) (Lanthony 40 Hue Test) önce
sağ sonra sol göz için ayrı ayrı uygulandı.
Bulgular ve Tartışma: SRKT’nde 7-12 ve 13-17 yaş grubu için DEHB ve
kontroller karşılaştırıldığında literatürle uyumlu olarak DEHB grubunun renkli
kelimeleri isimlendirme ile ilgili eksiklikler sergilediği saptandı. LRTT’nde 712 yaş DEHB ve kontrol grupları karşılaştırıldığında DEHB olan katılımcıların
sağ ve sol göz alt testlerinde ve toplamda anlamlı olarak daha fazla hata
yaptıkları saptandı. Bu yaş grubunda DEHB ve kontroller arasındaki anlamlı
fark sol göz için birçok alt testte daha belirgin olarak saptandı. 13-17 yaş
grubunda DEHB ve kontroller karşılaştırıldığında sadece yeşil-mavi alt testi
ve sol göz toplam puanında anlamlı farklılık saptandı. Yaşla birlikte LRTT
performansının düzelmesinde gelişimsel etkilerin rol aldığı düşünülmektedir.
DEHB ve renkli görme ilişkisinin araştırılması, DEHB’yi açıklamak için öne
sürülen nöropsikolojik modellerin de aydınlatılmasına katkıda bulunacaktır
[Tannock ve ark 2004].
38
P.002
“Makattan Kene Gelmesi”- Bir Munchausen by Proxy
Sendromu Şüphesi
*Dr. Ahmet Şenses, *Yrd. Doç. Dr. Koray Karabekiroğlu
*Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Giriş: Munchausen by proxy sendromu (MBPS) özel bir çocuk istismarı
formudur. Aile veya koruyucu, çocukta bir hastalık varmış gibi yapmakta ya
da hastalık yaratmakta ve "hasta" çocuğu doktora götürmektedir.
Yayımlanan olgular arasında bazı ailelerin eşek arısı veya balarısı gibi
böceklerle çocuklarını sokturdukları bildirilmiştir.
Olgu Sunumu: 11 yaşında, 5. sınıf öğrencisi kız hastada, yaklaşık 5 aydır
zaman zaman artarak devam eden “makatından kene gelmesi”, “karın
ağrısı”, “kaşıntı”, “kilo kaybı” şikâyetleri ile çocuk hastalıklarından
konsültasyon istendi. Çocuğun kendisinden ve annesinden alınan öyküye
göre, bu şikayetlerle başvurdukları tüm hastanelerde yapılan tüm tetkiklere
rağmen kene kaynağı tespit edilemedi. Ayrıca Veterinerlik Fakültesi ile
yapılan değerlendirmelerde kenenin yaşam döngüsünde bu tip bir
taşıyıcılığın olamayacağı bilgisine ulaşıldı. Şikâyetlerinin ilk olarak
televizyondaki kene haberlerinden sonra başladığını belirtmekteydi. Yapılan
psikiyatrik görüşmelerde annenin çocuğun hastalığı ile çok yakından ilgili
oluşu düzelme olmamasında dolayı sıkıntı yaşadıklarını söylese de, eşinden
uzak kalmasından hoşnut olduğunu belirtmesi ve bir servis viziti sırasında
“kan geliyor mu?” sorusundan iki gün geçtikten sonra annenin hastanın iç
çamaşırına “bulaş şeklinde kan olduğunu” söylemesi dikkat çekiciydi. O
günlerde annenin kan almak için iğne istediği bilgisi hasta yakınlarından
edinildi.
Tartışma: Olgumuzda Munchausen by proxy sendromundan şüphe etmek
için nedeni bulunamayan ama sürekli tekrarlayan makatından kene gelmesi
şikâyeti mevcut idi. Alınan hikâyeden farklı olarak hastanın genel durumu ve
laboratuar
sonuçları
normal
olarak
saptanıyordu.
Psikiyatrik
değerlendirmeler sırasında anne ve çocuk arasında bağımlı bir ilişki olması
tarafımızdan tanıyı destekler bir bulgu olarak değerlendirildi. Baba “sinirli”,
“sürekli küfür eden”, “sevilmeyen”, “uzak” biri olarak tanımlanıyordu.
Kolonoskopi gibi ciddi tıbbi girişimlerden sonuç alınamadığı halde anne daha
ileri tektiler konusunda istekliydi. Servis yatışı sırasında kan gelmesi
şikâyetinin bu konuda bilgi sahibi olduktan sonra oluşması ve hastanede
gelen kenenin daha önce ölmüş olduğunun saptanması şüphelerimizi
destekliyordu. Hastanın halen Enfeksiyon Hastalıkları servisinde anne
dışında bir refakatçi ile izlemi devam etmektedir.
39
P.003
Madde Kullanım Bozukluğu ve Davranım Bozukluğu
Olan 5 Olguda Klozapin Tedavisinin
Değerlendirilmesi
*Ali Bacanlı, *Zeki Yüncü, *Burcu Özbaran, *Müge Tamar, *Cahide Aydın,
*Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh sağlığı ve Hastalıkları A.B, EGEBAM
Giriş: Madde kullanım bozukluğunda (MKB) ve psikiyatrik eş tanılar özellikle
davranım bozukluğu (DB) sıktır. Bu çalışmada diğer psikofarmakolojik
tedavilerle sonuç alınmayan MKB ve DB olgularında klozapin kullanımını
tartışmayı amaçladık.
Yöntem: Bu çalışmada 2006-2008 yılları arasında EGEBAM’da tedavi gören
olguların kayıtları geriye dönük tarandı, MKB (esrar, ekstasy ve alkol) ve DB
(zarar verici ve hırsızlık, gasp, kavga, suça yönelik davranışlar) tanıları alan
5 olgunun klozapin tedavisi gördüğü belirlendi.
Olgu Sunumları: OLGU-1: 18 y, erkek, Daha önce DEHB nedeniyle
kullandığı psikostimülan, ayrıca risperidon/ketiapin tedavilerinden fayda
görmemiş, klozapin (idame dozu 400 mg/gün) başlanmıştır. 20 aylık
boyunca 4 kez esrar kullanmış ve şuç davranışı görülmemiş, açık liseye
yazılmıştır, 10 kg almıştır. Tedavi başında eksen-5 işlevselliğin genel
değerlendirilmesi (İGD) 30-40 iken, tedaviden sonra 80 puan almaktadır.
OLGU-2: 18y, erkek. DEHB nedeniyle kullandığı psikostimulan/risperidon
tedavisinden fayda görmemiş, klozapin başlanmış, 18 aylık dönemde 3 kez
esrar kullanmış, başlangıçta 30-40 puan 30 olan İGD puanı, takipte 60-70
olarak belirlenmiş, 30 kg almıştır. Olgu 3: 18 y, erkek, lise 1’den terk.
Klorpromazin ve ketiapin tedavilerinden fayda görmemiş, klozapin (idame
dozu 300 mg) başlanmıştır. 40 ay boyunca 7 kez esrar kullanmış, eğitimine
devam etmiş, başka suç işlememiş, başlangıçta 30 olan İGD puanı, tedavi
sonrası 70 olarak belirlenmiş, 6 kg almıştır. Olgu-4: 19 y, erkek.
Olanzapin/risperidon tedavilerinden fayda görmemiş, klozapin (idame dozu
200mg/gün) başlanmış, 20 aylık dönemde 2 kez esrar kullanmış, açık liseye
ve gazete dağıtım işine başlamış, suç işlememiş, başlangıçta 30 olan İGD
puanı takipte 80 olarak belirlenmiş, 20 kg almıştır. OLGU-5: 23, erkek,
Flupentiksol/risperidon tedavisinden fayda görmemiş, klozapin (idame dozu
300 mg) başlanmış, 14 aylık dönemde 6 kez esrar kullanmış, sorunları
azalarak devam etmiş, başlangıçta 30 olan İGD puanı, takipte 50-60 olarak
belirlenmiş, 18 kg almış, bu nedenle tedaviyi kesmiş ve tekrar adli sorunlar
yaşamıştır.
Tartışma: Klozapin tedavisinin anti-agresyon etkisinin diğer antipiskotiklere
göre üstün olduğu bildirilmiş ve diğer seçeneklerinin yararlı olmadığı
olgularda tercih edilmektedir. Kilo artışı ergenlerde uzun tedavilere engel
oluşturmaktadır.
40
P.004
Aile Öyküsünde YGB Spektrum Bulguları Olan BTAYaygın Gelişimsel Bozukluk ve Orta Derecede Mental
Retardasyon Tanılı Bir Ergende Gelişen Major
Depresif Bozukluğun Tanısı ve Tedavisi
*Uzm. Dr. Ali Evren Tufan, **Uzm. Psikolog Hüseyin Kutlu
* Elazığ Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi Çocuk Psikiyatri Birimi
** Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri A.D.
Giriş: Yaygın gelişimsel bozukluk (YDB) tanısı duygu durum bozukluklarıyla
beraber olabilmesine rağmen tanıda zorluklar yaşanmaktadır (Geller ve
DelBello 2003). Bu çalışmada bir ergende YGB ve mental retardasyon (MR)
zemininde gelişen major depresif bozukluğun (MDB) tanı ve tedavisi
sunulmuştur.
Olgu Sunumu: 17 yaş 6 aylık ergen bir kız olan hasta, polikliniğimize
“uykusuzluk, sinirlilik, iştahsızlık” yakınmalarıyla getirilmişti. Yakınmaların 6
aydır olduğu, ayrıca kafasını duvara vurarak kendine zarar vermeye çalıştığı
öğrenildi. İşlevsellik, sözel çıkış ve iştah azalmıştı. Yakınmaları öncesi veya
sırasında cinsel içerikli davranış, enerji ve sözel çıkışta artış, aşırı uyuma,
aşırı hareketlilik tariflenmedi. Hastaya 4 yaşındayken Otistik Bozukluk tanısı
konulmuş ve 6 yıl özel eğitim görmüştü. Gelişim öyküsünde YGB belirtileri
dışında özellik saptanmadı. Hastanın babaannesi, büyük halalarından birisi
ve halasının sözel iletişim, göz teması ve sosyal etkileşimde zorlandığı;
büyük halaların ve dayısının çocuklarında MR olduğu öğrenildi. Anneye
hasta üç yaşındayken MDB tanısı konmuştu. Hastanın annesi, kızlarını
tedaviye getirdikleri sırada sertralin kullanmaktaydı ve tedaviden fayda
görmüştü.
Bulgular: WISC-R sonucunda TZB=41 (Orta Derecede MR ile uyumlu)
olarak saptandı. Peabody testinde, alıcı dil puanı 3-6 yaş arasına denk
geliyordu (gecekondu normları). Fizik muayene ve tetkikler olağandı.
Hastada I. Eksende MDB, Tek Epizot, II. Eksende ise BTA-YGB ve Orta
Derecede MR tanıları düşünüldü. Sertralin 25 mg/gün ve ketiapin 25 mg/gün
başlanarak, sırasıyla 50 mg/gün ve 100 mg/gün dozlarına titre edildi.
Tedavinin üçüncü ayında hastanın başlangıçtaki işlevsellik düzeyine
döndüğü saptandı. Aileye psiko-eğitim uygulandı.
Tartışma: Gelişimsel bozukluğu olan bireylerde ek psikopatolojinin
atlanması “Tanısal gölgeleme” olarak adlandırılır (Sovner 1986). Olgumuzun
aile öyküsünün YGB spektrumu açısından yüklü olması, bu öykünün
özellikle kadın akrabalarda belirgin olması özgün bir kalıtım biçimini (örn.
Maternal imprinting) gösterebilir (Bachelli ve Maestrini 2006).
41
P.005
Çocukluk Çağında Narkolepsinin Modafinil ile
Tedavisi: Bir Olgu Sunumu
*Uzm. Dr. Ali Evren Tufan, **Uzm. Dr. İbrahim Durukan, **Yrd. Doç. Dr.
Ayhan Cöngöloğlu, **Doç. Dr. Tümer Türkbay
*Elazığ Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi Çocuk Psikiyatri Birimi
**Gülhane Askeri Tıp Akademisi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Giriş: Narkolepsi, çocuklardaki yaygınlığı bilinmeyen, tanısı klinik görünüm
ve/veya polisomnografi ile konan bir uyku bozukluğudur (Mignot 1998).
Yazında çocukluk çağı başlangıçlı olgular nadirdir ve tanıda zorluklar
yaşandığı bildirilmektedir (Hood ve Harbord 2004). Bu çalışmada bir çocukta
gelişen narkolepsinin tanı ve tedavisi sunulmuştur.
Olgu Sunumu: 6 yaşında bir kız çocuğu olan hasta, polikliniğimize “hareket
zorluğu ve gün içerisinde dalmalarının olması” yakınmalarıyla getirilmişti.
Öyküden ayrıca uykuya dalarken ve uyanırken görsel varsanılar, sinirlenme
ve üzülme ile düşme ve beceriksizlik şikayetlerinin de olduğu öğrenildi.
Yakınmaları üç aydır devam etmekteydi. İşlevsellik, akademik başarı,
konuşma azalmış; iştah ve uyku artmıştı. Yakınmaları okula başlama, kardeş
doğumu ve geçirdiği bir enfeksiyonun ardından ortaya çıkmıştı. Geçmiş
yakınmaların öyküsü: Özellik saptanmadı. Gelişim Öyküsü: Özellik
saptanmadı. Aile Öyküsü: Hastanın amcası çocukluğunda epilepsi tanısıyla
antiepileptik tedavi görmüş.
Bulgular: Elektroensefalogram ve biyokimyasal tetkikler normal sınırlar
içerisindeydi. Beyin Magnetik Rezonans görüntülemede patoloji saptanmadı.
WISC-R testinde 30 dakika sonunda uykuya meyil hali, baş düşmesi
gözlendi. Test sonucunda SZB=107, PZB=104, TZB=106 olarak saptandı.
Fiziksel, oftalmolojik ve nörolojik muayenede patoloji saptanmadı. Öykü ve
değerlendirmelerle diğer tanılar dışlanan hastada narkolepsi düşünüldü. 25
mg/ gün dozunda sertralin başlanarak, 50 mg/ gün dozuna titre edildi, gün
içerisinde uyku zamanları planlandı. Altı haftalık tedavide görsel varsanılar
dışındaki yakınmalarda gerileme olmaması üzerine tedavisi sonlandırılarak
modafinil 50 mg/ gün tedavisi başlandı ve doz 100 mg/güne çıkarıldı.
Tedavinin birinci ayında hastanın yakınmalarının tamamen gerilediği ve
başlangıçtaki işlevsellik düzeyine döndüğü saptandı. Aileye ayrıca
psikoeğitim uygulandı.
Tartışma: Narkolepsinin psikolojik stresörler ve enfeksiyon hastalıkları
sonrası gelişebileceği bildirilmiştir (Orellana ve ark. 1991). Çocukluk
döneminde narkolepsi tanısı koymak zordur ve DEHB ile ayırıcı tanısı
gerekir. Çocuklarda katapleksi yerine beceriksizlik daha belirgin olabilir.
Tedavide dopamin, noradrenalin ve serotonin düzeyini artıran ilaçlar
denenebilir. Okul öncesi çocuklarda gün içerisindeki uykuların
planlanmasının en etkin tedavi seçeneği olabileceği bildirilmektedir (Hood ve
Harbord 2004).
42
P.006
Herpes Simpleks Ensefaliti Sonrası Gelişen Çocukluk
Çağı Demansı: Bir Olgu Sunumu
*Uzm. Dr. Ali Evren Tufan, **Uzm. Dr. İbrahim Durukan, **Yrd. Doç. Dr M.
Ayhan Cöngöloğlu, **Doç. Dr Tümer Türkbay
*Elazığ Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi Çocuk Psikiyatri Birimi
**Gülhane Askeri Tıp Akademisi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Giriş: Çocuklukta, normal gelişim sonrası uyum becerilerin kaybı ile birlikte
bütüncül nörobilişsel yıkım demans olarak adlandırılabilir (Nunn ve ark.
2002). Herpes Simpleks Virüsüne (HSV) bağlı ensefalit (HSE) çocukluk çağı
demanslarının önemli nedenlerinden biri olabilir. Yazında olgu sunumları
nadirdir ve tanıda zorluklar yaşanmaktadır (Jha ve ark. 2004). Bu çalışmada
bir çocukta HSE sonrası gelişen demansın tanı süreci sunulmuştur.
Olgu Sunumu: 10 yaşında kız hasta, polikliniğimize “unutkanlık, sinirlilik,
takıntılarının olması” yakınmalarıyla getirilmişti. Yakınmaları 1.5 yıl önce
HSE tanısı konması sonrası başlamış. Okulun, evinin yerini, ödevlerini,
öğrendiklerini unutuyormuş. Zamanı sürekli hatırlatmak gerekiyormuş.
Yakınmalara sonrasında beceriksizlik, sakarlık, nesneleri adlandırma ve
kullanma güçlükleri eklenmiş. Ders başarısı, konuşma ve iştahı azalmış,
arkadaşlarıyla ilişkisi bozulmuş. Uyarılara bağırarak cevap veriyormuş.
Kendisiyle ilgilenmesini istiyor, geçmişteki yaşantılarından bahsediyormuş.
Ödevlerinin tamamlanıp tamamlanmadığını kontrol ediyormuş. Bunların
dışında zorlantılı davranışları yokmuş. Geçmiş yakınmaların öyküsü:
Hastaya 2007 yılı Ocak ayında GATA Çocuk Nörolojisi ABD’de tanı konarak
valproat 800 mg/ gün başlandığı, yakınmaları için daha önce bir hafta
haloperidol 0.4 mg/gün, 8 ay kadar da risperidon 0.5 mg/gün kullandığı,
belirgin fayda görmediği anlaşılmıştır. Gelişim ve Aile Öyküsünde Özellik
saptanmamıştır.
Bulgular: Fizik muayene olağandı. Nörolojik muayenede amnezi, semantik
parafazi, konfobulasyon, perseverasyon, agnozi, apraksi saptandı. Beyin
Magnetik Rezonans görüntülemede bilateral temporal lobları, sağ oksipital
lobu tutan gliozis;
sağ temporal lobda belirgin atrofi, özellikle sağ
hemisferde belirgin olan ventriküllerde yaygın genişleme saptandı. Bulgular
geçirilmiş HSE lehine değerlendirildi. Elektroensefalogramda sağ temporooksipital bölgede belirgin teta dalgaları, nadir yavaş dalgalar saptandı ve
bulgular fokal, anormal EEG olarak yorumlandı. Diğer laboratuar verileri
olağandı. Tanı ve Sağaltım: Hastada eksen 1’de HSE’ye Bağlı Demans,
Davranışsal Bozukluk olmayan, eksen 3’de HSV Ensefaliti (geçirilmiş)
tanıları düşünüldü. Aileye psikoeğitim uygulandı.
Tartışma: HSE sonrası Klüver-Bucy sendromunun yanı sıra amnezi ve
demans sık olarak gözlenebilir. Postensefalitik demansın etkin bir tıbbi
tedavisi bulunmamaktadır, rehabilitasyonu hakkında ancak birkaç olgu
bildirimi mevcuttur (Del Grosso ve ark. 2002).
43
P.007
Liseli Öğrencilerde Kilo Algısını Etkileyen Faktörler
*Prof. Dr. Asena Akdemir, **Doç. Dr. Tacettin İnandı, *Dr. Duygu Akbaş,
***Dr. Akfer Kahiloğulları, *Dr. Mehmet Eren, *Dr. Bahar Sarı Nargis, *Dr.
Ahmet Doğru
*Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri A.D.
**Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı A.D.
***Sağlık Bakanlığı Ruh Sağlığı Daire Başkanı
Giriş: Ergenlik döneminde beden algısı, boy, kilo gibi fiziksel göstergeler
psikolojik gelişim için önemli parametrelerdir. Bu çalışmada gençlerde kilo
algısına etki eden faktörler incelenmiştir.
Yöntem: Çalışmanın örneklemini Hatay ili sınırlarındaki liselerden olasılıklı
bir yöntemle seçilen 2. sınıfta okuyan ve çalışmaya katılmayı kabul eden
1208 öğrenci oluşturmaktadır. Çalışmadan önce gerekli yasal izin, etik kurul
onayı ve öğrencilerden bilgilendirilmiş onam alınmıştır. Ölçekler
tamamlandıktan sonra her öğrencinin boyu ve kilosu standart aletlerle ve
gizli kalacak biçimde ölçülmüştür. Çalışmaya katılmak istediği halde formları
eksik bırakan 85 öğrenci bazı değerlendirmelere alınamamıştır. Bu
öğrencilere demografik bilgilerinin sorulduğu anket dışında Vücut Şekli
Anketi (BSQ), Hopkins Belirti Kontrol Listesi (SCL-90), Beden Kitle İndeksi
(BKİ), Diyet Yapma Durumu Ölçümü (Dieting Status Measure) uygulanmıştır.
Bulgular: Çalışmada yer alan öğrencilerin 665’i kız, 543’ü erkek
öğrencilerden oluşmaktadır. Grubun yaş ortalaması 15.2 olup, erkeklerin yaş
ortalaması 15.3, kızların yaş ortalaması 15.1’dir. Boy ölçüm aralığı 140-193
cm olup, kilo ölçüm aralığı 35-118.4 kg, beden kitle indeksi (BKİ) ortalaması
ise 21.1 olarak saptanmıştır. Ergenlerin % 70.5’inin diyet yapmayanlardan;
%29.5’inin diyet yapanlardan oluştuğu görülmüştür. Diyet yapma oranı
kızlarda anlamlı düzeyde yüksektir. Diyet yaparım diyen grubun BKİ
ortalaması 22.98, yapmam diyenlerin ortalaması 20.33 olarak saptanmıştır.
Kız öğrencilerin %36.5’i, erkek öğrencilerin %20.8’i hayatlarının herhangi bir
döneminde diyet yapmıştır. Kız öğrencilerin %41.2’si, erkek öğrencilerin
%20.4’ü daha ince olmak isterken, kız öğrencilerin %26.4’ü, erkek
öğrencilerin %16.5’i kendini şişman ya da çok şişman olarak görmektedir.
Kendini zayıf gören öğrenci oranı kızlarda %9.3, erkeklerde %17.8 toplamda
%13.1 olarak saptanmıştır. Kendini zayıf gören grubun %39.8’i BKİ
hesaplamalarına göre de zayıf olan grubun içindedir. Ancak kendini zayıf
görenlerin %58.8’i BKİ’ye göre normal grubun içinde yer almaktadır. SCl
toplam puanları ile şimdiki kilodan memnun olmama ve diyet yapma uğraşısı
istatistiksel olarak anlamlıdır. Grubun BKİ ortalamasına bakıldığında
%64’ünün sağlıklı sınırlarında yer aldığı, BKİ arttıkça BSQ puanlarının da
arttığı görüldü. Sağlıklı sınırın altında; zayıf olmak bedensel hoşnutsuzluğu
artırmıyordu. BKI ve BSQ arasındaki korelasyon 0.41’dir.
Tartışma: Gençlerin kilolarından memnun olmaları psikiyatrik bir belirtinin
varlığında azalmaktadır. Cinsiyet ve BKİ kilo algısını etkilemektedir. Aynı
zamanda kilo algıları Dünya Sağlık Örgütünün sağlıklılık sınırlarından farklı
olabilmektedir. Zayıf olma bedensel hoşnutsuzluğa yol açmamaktadır.
44
P.008
Perisentrik İnversiyon (10)(p11.1;q22.1)’un Agresif
Davranış ve Hiperaktivite Üzerine Etkisi
*Doç. Dr. Ayfer Pazarbaşı, *Prof. Dr. Osman Demirhan, *Dr. Nilgün
Tanrıverdi, **Prof. Dr. Ayşe Avcı, **Yrd. Doç. Dr. Ayşegül Yolga Tahiroğlu,
*Erdal Tunç, *Dilara Karahan
*Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji ve Genetik A.D.
**Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Giriş: Agresif davranış ve hiperaktivite, nedeni ve patogenezi tam olarak
bilinmeyen
genetik
nörogelişimsel
hastalıklardır.
Perisentrik
inv(10)(p11.2;q21.2) mutasyonu sitogenetik laboratuarlarında sıklıkla
tanımlanmaktadır. Fenotipik olarak sessizdir ve polimorfik bir varyant olduğu
düşünülmektedir ancak bazı hastalarda otizm gibi nörogelişimsel
hastalıklarla ilişkilendiren raporlar mevcuttur.
Yöntem: Karyotip belirlemek amacıyla rutinde yaygın olarak kullanılan Gbantlama boya tekniğini kullanılmıştır.
Bulgular: Bu çalışmada; gelişme geriliği, mental motor retardasyonu ve
dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan bir erkek çocuğunun klinik ve
sitogenetik bulguları rapor edilmiştir. Kromozom analizi sonucunda, 10.
kromozomun p11.1 ve q22.1 bantları arasındaki bölgeyi kapsayan geniş bir
perisentrik inversiyon saptanmıştır. Probandın anne, baba ve kardeşlerinin
karyotiplerinin normal olduğu bulunmuştur.
Tartışma: Bulgumuz, inv(10)’un davranış bozukluğu hastalıkları ile ilişkili
olabileceğini düşündürmektedir. Bununla birlikte, moleküler çalışmalar,
hastalığın patogenezine dahil olan 10p-q kritik bölgesinde yer alan genlerin
bulunmasına ve hastalığın daha iyi tanımlanmasına yardımcı olacaktır.
45
P.009
Çocuğun Okula Uyumu İçin Bir Form: Okula Uyum
Aile Öneri Formu
*Yrd. Doç. Dr. Ayşegül Bilge, *Yrd. Doç. Dr. Semlin Şenol, *Yrd. Doç. Dr.
Rabia Ekti Genç, ** Dr. Gülseren Keskin
*Ege Üniversitesi İzmir Atatürk Sağlık Yüksekokulu
**Ege Üniversitesi Atatürk Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu
Giriş: Erken çocukluk dönemi 0-6 yaş arasını kapsayan çocuğun en hızlı
geliştiği dönemdir. Beyin yapısı ve fonksiyonlarının gelişiminin üçte ikilik
bölümü de 0-4 yaş arasında tamamlanmaktadır. Bu nedenle sosyalleşme
sürecini yaşayan çocuğun, bu dönemi sağlıklı geçirmesi önemlidir. Erken
çocukluk dönemindeki deneyimler beynin çalışma biçimi için belirleyicidir.
Okul öncesi dönem olarak da adlandırabilen bu dönem; çocuğun bilişsel,
duygusal ve sosyal gelişimi açısından yaşamında çok büyük bir yer
tutmaktadır. Çocuklar psikososyal ve zihinsel gelişimleri sırasında
karşılaştıkları zorluklara bulundukları gelişim dönemine uygun olarak farklı
tepkiler vermektedirler. Çocuklar, kreşe başlama, öğretmen değişikliği, yakın
çevreden sevilen birinin hastalığı ya da kaybı, anne baba tartışması ve
kardeş doğumu gibi yaşam olayları karşısında zorlanmakta, belirli bir uyum
süreci yaşamaktadırlar. Çocuklar olumlu ya da böylesi olumsuz duygularını
sözelleştirebilmeyi ancak ilkokula başladıkları dönemde, daha belirgin olarak
ise 9-10 yaşlarından sonra kazanmaktadırlar. Duyguların sözle ifade
edilemediği dönemlerde yaşanan kaygı bedensel tepkilerle belirtilmektedir.
Kreşe ya da okula başlamada zorlanan çocuklarda karın ağrısı, uyku, iştah
ya da davranışları ile ilgili tepkiler “zorlanıyorum” ifadesinin bedensel
yansımalarıdır. Günümüzde “okul korkusu” yakınması, okul reddi başlığı
altında ele alınmakta ve anksiyete, depresyon gibi birçok bozuklukta
saptanabilen bir belirti olarak kabul edilmektedir. Çocuk evden ya da
bağlandığı kişiden ayrılmasıyla ilgili olarak, gelişimsel düzeyine göre
beklenenden daha fazla kaygı yaşamakta ve ayrılma korkusundan ötürü,
sürekli olarak, okula ya da yalnız olarak ev dışında başka bir yere gitmek
istememektedir. Bu bağlamda aile, okula uyum sürecini zorlaştırabilmektedir.
Aşırı koruyucu- kollayıcı tutum sergileyen anne ve babadan oluşan ailelerde
çocuk bireyselleşememektedir. Bu nedenle çocuğun daha az zarar
alabileceği aile ve çocuğu destekleyen önlemler alınmalıdır.
Tartışma: Çocuğun okula uyum sürecini kolaylaştırmaya yönelik bir amaç
içeren “Okula Uyum Aile Öneri Formu” her okul öncesi eğitim alacak çocuk
aileleri için önerilmekte, bu çalışmada formun tanıtımı amaçlanmaktadır.
46
P.010
Görme Kaybı ve Beden İmgesi: Olgu Sunumu
*Dr. Ayşegül Selcen Güler, **Dr. Ali Görkem Gençer, *Doç. Dr. Ayşe
Rodopman Arman, *Prof. Dr. Meral Berkem
*Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
**Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Psikiyatri Kliniği
Giriş: Beden imgesi, kişinin fiziksel görünümünün zihinsel temsilini ifade
eder. Yeme bozuklukları etiyolojisindeki yeri tartışmalıdır (Fernandez-Aranda
ve ark. 1999). Bununla birlikte kişinin bedeniyle ilgili değerlendirmesinde
bozulmanın olması, DSM-IV’te yeme bozukluklarının tanı kriterleri arasında
bulunmaktadır. Bedenin duruşu ve uzaydaki uzanımını da içeren dış
görünümünün zihinsel iz düşümü olarak adlandırılan “beden şeması”nın
oluşumunda, görmenin tek başına değil, dokunma ve propriosepsiyon gibi
çok sayıda duyu girdisiyle birlikte yer aldığı bildirilmektedir (Maravita ve ark.
2003). Zayıf beden imgesinin ön plana çıkarıldığı görsel medyanın, sosyal
ve kültürel bağlamda, yeme bozukluğu etiyolojisinde payı olduğundan
bahsedilmekle birlikte (Maravita 2003), yazın bilgisinde görme kaybı olan
anoreksiya nervoza olguları bulunmakta, görme duyusunun beden imgesi
oluşumundaki rolü tartışılmaktadır (McFarlane 1983). Öte yandan, yapılan
değerlendirmede, yeme bozukluğunun ortaya çıkışında bireysel baş etme
becerilerindeki yetersizliklerin ve aile ile ilgili faktörlerin, beden algısının
etiyolojideki olası rolünün pekiştirici unsurları olduğu göz önüne alınmalıdır
(Hamli 2007).
Olgu Sunumu: On beş yaşında bir kız hasta Marmara Üniversitesi Tıp
Fakültesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Polikliniği’ne, yatılı olarak sekiz yıldır
devam etmekte olduğu, görme engelli öğrencilere yönelik bir okulun
personeli tarafından, yemek yememe ve bayılma şikâyetleriyle getirildi.
Hastanın doğuştan itibaren, glokoma bağlı bilateral ilerleyici görme kaybı
olduğu öğrenildi. Hasta yedi çocuklu bir ailenin son üyesiydi ve ailesini yılda
iki kere, yalnızca tatillerde görmekteydi. Hastanın dört yıldır
duygudurumunun depresif olduğu, bir yıldır da bedeninin bazı bölgelerinin
şişman olduğuna dair zihinsel aşırı uğraş, referans düşünceleri ve yeme
sorunlarının klinik tabloya eklendiği bildirildi. Yakın izleme alınan ve
antidepresan tedavisi planlanan hastanın takibinde, görüşme ve Yeme
Tutumu Testi (Savaşır ve Erol 1989) ile yapılan değerlendirmede, yeme
bozukluğuna dair belirtisinin kalmadığı ancak beden imgesi ile ilgili zihinsel
uğraşının devam ettiği gözlendi.
Tartışma: Bu sunumda, görme kaybı olan bir ergenin beden algısında
bozulma ile belirli klinik tablosu, görme duyusunun bedenle ilgili zihinsel bir
temsil oluşturmadaki yeri ve ailesinden ayrı olan bu genç kızda yeme
bozukluğunun ortaya çıkışında rol oynayan çevresel değişkenler bağlamında
tartışılacaktır.
47
P.011
Çocukluk Çağı Obsesif Kompulsif Bozukluğunda
İmmün Etyoloji
*Yrd. Doç. Dr. Ayşegül Yolga Tahiroğlu, **Uzm. Dr. Kayhan Bahalı, *Prof. Dr.
Ayşe Avcı, ***Uzm. Dr. Salih Çetiner, ****Doç. Dr. Gülşah Seydaoğlu,
*****Doç. Dr. Ümit Lüleyap, ***Prof. Dr. Akgün Yaman, *****Biyolog Dilge
Onatoğlu
*Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
**Mersin Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi Çocuk psikiyatri Birimi
***Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Merkez Laboratuarı
****Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik A.D.
*****Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji ve Genetik A.D.
Giriş: PANDAS olgularında otoimmün nedenlerle merkezi sinir sisteminde
nöron kaybı olduğu düşünülmektedir. Hücre kaybı ile ilgili düzenekler henüz
tamamen tanımlanmamış olmakla birlikte, programlanmış hücre ölümü
(apaptozis) en çok kabul gören teoridir. Bu çalışmada OKB olan ve normal
çocuklarda plazma CD-2, CD-4, CD-8, CD-20, CD-95, naturel killer hücre
(NKH), tümör nekrotizan faktör-α (TNF-α) ve interlökin-2 (IL-2) düzeyleri
karşılaştırılmıştır. Bu değişkenler Apaptoziste rolü gösterilmiş olduğundan
tercih edilmiştir.
Yöntem: Çalışmaya grubu (ÇG) 4-12 yaşlarında Obsesif Kompulsif
Bozukluk (OKB) tanısı alan 72 olgu, kontrol grubu (KG) ise benzer yaşlarda
22 çocuktan oluşmaktadır. OKB, Tik Bozukluğu, tonsillektomi ve streptokok
enfeksiyona bağlı romatizmal hastalık öyküsü olanlar KG’ ye alınmamıştır.
Psikiyatrik tanılar WASH-U-KSADS kullanılarak konulmuştur. OKB belirti
Çocukluk Çağı Yale-Brown Obsesif Kompulsif Skalası ile araştırılmıştır.
Bulgular: Olguların %79.2’ si en az bir eş tanıya sahiptir. KG’ ye kıyasla ÇG’
de CD-2 (p<0.0003) ve CD-8’ nin (p<0.0011) anlamlı biçimde azaldığı ve
NKH’ nin (p<0.0013) arttığı belirlenmiştir. “Sık enfeksiyon” ve “enfeksiyon
hastalıklarından sonra belirtilerinde alevlenme” öyküsü olan olguların CD-2
(p<0.029, p<0.011) ve CD-4 (p<0.030, p<0.026) düzeyleri benzer öykülere
sahip olmayanlara göre anlamlı biçimde azalmıştır. ÇG’ de CD-2 ve C-4
arasında belirlenen korelasyon (0.54**) KG’ de gözlenmezken; KG’ de CD-2
ve NKH arasındaki korelasyon (0.40**) ÇG’ de belirlenememiştir. KG’ de IL-2
ve TNF-α tüm immünolojik ölçümlerle korele iken (CD-2; 0.46**, 0.23*, CD4; -0.68***, 0.29*, CD-8; 0.81***, yok, CD-20; -0.43**, -0.22*, CD-95; 0.43**,
0.32*, NKH; 0.32*, 0.35*) ÇG’ nin bu incelemelerinde ilişki belirlenememiştir.
Tonsillektomi olmayanlara göre tonsillektomi olan olguların CD-2, CD-4,
NKH düzeylerindeki farklılıklarda hafifleme gözlenmiştir.
Tartışma: Elde edilen bulgular CD-2, CD-8 ve NKH’ nin çocukluk çağı OKB
etyolojisinde rolü olabileceği; CD-2 ve CD-4’ ün immünolojik etyolojiye sahip
OKB olgularında önemli bir etmen olabileceği fikrini desteklemektedir. CD-2
ve IL-2’ nin NKH ve TNF-α aktivasyonunu düzenlediği, böylece apaptozisin
başlatıldığı bilinmektedir. KG’ nin ve ÇG’ nin immünolojik ölçümleri arasında
korelasyonların önemli farklılıklar göstermesi CD-2, IL-2, NKH, TNF-α aracılı
apaptozis fikrini desteklemektedir.
48
P.012
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğunda İlaç
Tedavi Yanıtlarını Etkileyen Durumlar
*Yrd. Doç. Dr. Ayşegül Yolga Tahiroğlu, *Dr. Özlem Keskiner, *Prof. Dr.
Ayşe Avcı, **Dr. Zehra Öztürk, ***Uzm. Dr. Gonca Gül Çelik, *Dr. Serhat
Nasıroğlu
*Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
** Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri A.D.
***Mersin Devlet Hastanesi Çocuk Psikiyatri birimi
Giriş: Bu çalışmada dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB) olan
çocuk ve ergenlerde stimülan ilaç tedavilerine yanıtı etkileyen durumların
araştırılması amaçlanmıştır.
Yöntem: Katılımcılar DEHB nedeniyle stimülan ilaç tedavisi alan 7-17
yaşlarında 314 çocuk ve ergendir. Dikkat eksikliği belirtisinin düzeyini
belirlemek amacıyla Stroop-TBAG formu ilk muayenede (ST-ilk), kullanıldığı
bir saatte (ST-tedavi) ve 6-8 ay düzenli ilaç kullanan olgularda ilaç tatili
sırasında (ST-takip) uygulanmıştır. Televizyon ve bilgisayar kullanma
süreleri, solunum sisteminin enfeksiyon hastalıkları, rutin laboratuar
incelemeleri, aileye ve çocuğun demografik özellikleri incelenmiştir. Ayrıca
İnternette Bilişsel Durum Ölçeği (İBDÖ) ve Klinik Global İzlem (KGİ)
puanlaması kullanılmıştır.
Bulgular: Olguların 218’ i erkek, 96’ sı kızdır. Günde 4 saatten fazla
televizyon izleyenlerin KGİ ortalamaları (p<0.005), ST-takipte belirlenen
toplam düzetme hata oranları (TDHO) (p<0.058), ST-tedavi toplam süreleri
(TS) (p<0.032) anlamlı biçimde artmıştır ve televizyon izleme sürelerinin
artması, ilaç yanıtını azaltmaktadır (p<0.035). Annenin eğitim düzeyinin
artması ST-ilk TS (p<0.020) ve TDHO (p<0.0001); ST-tedavi TS (p<0.0026)
ve TDHO (p<0.0001); ST-takip TDHO (p<0.045) sonuçlarını olumlu yönde
etkilemektedir. Babanın eğitiminin artması ise daha iyi ST-ilk TS (p<0.024)
ve TDHO (p<0.022), ST-tedavi TDHO (p<0.011) ile ilişkilendirilmiştir. Serum
ferritin düzeyinin artması ilaç yanıtını olumlu yönde etkilerken (p<0.030),
total demir bağlama kapasitesinin artması ST-ilk (p<0.014) ve ST-tedavi TS’
lerinde (p<0.001) uzama, ASO düzeylerinin artması ise ST-takip TS’ de
uzama (p<0.0001), ST-ilk TDHO’ de artma (p<0.012) ile ilişkilendirilmiştir.
Regresyon analizine göre test sonuçlarını olumsuz etkileyen durumlar; ST-ilk
ve ST-tedavi TS’ leri için televizyon izleme süreleri (p<0.020, p<0.016); STtakip TS için adenoid vejetasyon (p<0.034), günlük televizyon izleme süreleri
(p<0.035) ve yüksek İBDÖ puanları (p<0.031) olarak belirlenmiştir.
Tartışma: Bulgularımıza göre demir eksikliği anemisi ile ilgili etmenler,
solunum sisteminin enfeksiyon hastalıkları, televizyon ve bilgisayar kullanma
süreleri, problemli internet kullanımı DEHB belirti şiddetini ve tedavi yanıtını
etkiliyor olabilir. Kesin yargılardan çok, olası risklere işaret eden ve öncü
veriler sunan bulgularımız, daha sistemli takip çalışmalarına önemli bakış
açıları sunacaktır.
49
P.013
Dört Atipik Antipsikotik Tedavisinin Karaciğer
Fonksiyon Testleri Üzerine Etkisinin Kıyaslanması:
Prospektif Bir Çalışma; Kısa Dönem Bir Aylık Tedavi
Sonrası Sonuçlar
*Ayten Erdogan, *Mehmet Goksin Karaman, **Nuray Atasoy, *Nihal Yurteri,
*Esra Özdemir, **Ülkem Öztürk, ***Handan Ankaralı
*Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları
A.D.
**Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri A.D.
***Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik A.D.
Giriş: Atipik antipsikotik ilaçlar çocuk ve ergen popülasyonunda son yıllarda
birçok psikiyatrik hastalıkta tedavide kullanılmaktadır. Atipik antipsikotik
ilaçlar genellikle karaciğer fonksiyon testlerinde (KFT) asemptomatik
yükselmeye neden olduğu erişkinlerde gösterilmiştir. Atipik antipsikotik
ilaçların çocuk ve ergenlerde bilinmeyen yan etkilerinin açığa kavuşması
uzun yıllar alabilir. Bu çalışmada çocuk ve ergenlerde dört farklı atipik
antipsikotik ile tedavisi sonrası KFT değişikliklerini tespit etmek
amaçlanmıştır.
Yöntem: Çalışmaya risperidon tedavisi alan 126 çocuk ve ergen, olanzapin
tedavisi alan 18 çocuk ve ergen, aripiprazol tedavisi alan 26 çocuk ve ergen,
ketiapin tedavisi alan 23 çocuk ve ergen dahil edilmiştir (yaşları 3-18 yaş
arası). Tedavi başlanmadan önce ve tedaviden sonraki ilk bir aylık dönemde
hastaların KFT değerleri (alanin-aminotransferaz (ALT), aspartat
aminotransferaz (AST), gamma gluatamil transeraz (GGT), alkalin fosfataz
(ALP) ve serum biluribin) değerlendirilmiştir.
Sonuçlar: Tedaviden sonraki iki erkek hastada ALT ve AST düzeyleri tehlike
sınırı olarak kabul edilen normal değerlerin üç katı düzeyde artış gösterdiği
için tedavi kesilmek zorunda kalınmıştır (olanzapin tedavisi AST ve ALP
artışı; risperidon tedavisi ALT artışı). Bir ay tedavi sonrası ölçümlerde
ortalama karaciğer enzim ve biluribin düzeyleri dört ilaçla da istatistik olarak
anlamlı şekilde tedavi öncesi değerlerden yüksek bulunmuştur. Ancak
ortalama karaciğer enzim ve biluribin düzeylerinde yükselme açısından dört
ilaç arasında istatiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamıştır.
Tartışma: Araştırma sonucunda olanzapin, risperidon, aripiprazol ve
ketiapin tedavisi sonucunda karaciğer enzim ve biluribin düzeylerinde
yükselmeler olduğu tespit edilmiştir. Tedaviden sonraki ilk ayda iki erkek
hastada ALT ve AST düzeyleri tehlike sınırında yükselmiş olup risperidon ve
olanzapin tedavisi kesilmek zorunda kalınmıştır. Bulgular bu tedavilerin nadir
olarak karaciğer enzimlerinde ciddi artış yapabileceğini, sıklıkla klinik önemi
olmayan değişiklikler yapabileceğine işaret etmektedir. Bu bulgular karaciğer
hasarı açısından risk taşıyan çocuk ve ergen hastalar öncelikli olmak üzere,
atipik antipsikotik tedavi başlanmadan önce ve başlandıktan sonra belli
aralıklarla KFT düzeylerinin takibinin olası risk oluşumu önlemek açısından
önemli olduğunu göstermektedir.
50
P.014
Özgül Öğrenme Güçlüğü Belirtileri Olan ve Olmayan
Çocukların Ebeveynlerinin Çocuk Yetiştirme
Stillerinin Karşılaştırılması
*Psk. Belgin Üstün, *Uzm. Psk. İlkiz Altınoğlu Dikmeer, *Hemş. Nuray
Yıldırım, *Psk. İrem Öker Aycan, *ÇGE. Uzm. Gönül Erdoğan,*Psk. Başak
Alpas,
*Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D
Giriş: Ebeveynlerin çocuk yetiştirme stillerinin çocukların davranışları
üzerinde doğrudan etkili olduğu bilinmektedir. Özgül Öğrenme Güçlüğü
(ÖÖG) belirtileri olan çocuklarda okuma yazma ile ilgili sorunların yanı sıra
davranış ve tutumlar ile ilgili sorunlara da sıklıkla rastlanmaktadır.
Yöntem: Mevcut çalışmada, Özgül Öğrenme Güçlüğü (ÖÖG) belirtileri olan
ve olmayan çocuğa sahip ebeveynlerin çocuk yetiştirme stillerinin
karşılaştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Özgül Öğrenme Güçlüğü (ÖÖG)
belirtisi olan ve başka psikiyatrik bozukluklar nedeniyle kliniğe başvuran
çocuklar ile herhangi bir psikiyatrik bozukluğu olmayan çocukların anne
balarına Kişisel Bilgi Formu, Çocuk Yetiştirme Stilleri Ölçeği ve Wender Utah
Ölçeği verilecektir. Elde edilen veriler üç grup açısından karşılaştırılacaktır.
Bulgular ve Tartışma: Bulgular ilgili yazın ışığında tartışılacaktır.
51
P.015
Bipolar Bozukluğu Olan Bir Ergende Psikotik
Depresyon ve Mani Ataklarının Risperidon
Monoterapisi ile Sağaltımı
*Betül Mazlum
*Trabzon Doğum ve Çocuk Bakımevi, Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Birimi
Giriş: Çocuk ve ergenlerde akut mani ataklarının tedavisinde duygudurum
düzenleyicilerin olduğu kadar atipik antipsikotiklerin de kullanımı söz
konusudur ve risperidon dahil diğer atipik antipsikotiklerin bu grup hastada
ne kadar etkin ve güvenli olduğuna ilişkin çalışmaların sayısı giderek
artmaktadır (Bishop ve Pavuluri 2008).
Amaç: Burada psikotik depresyon ve mani atakları risperidon
monoterapisinden fayda gören Bipolar I bozukluğu olan bir ergen hastadan
bahsedilecektir.
Tartışma: Risperidonun da dahil olduğu atipik antipsikotiklerin akut mani
ataklarının monoterapisinde etkinliği bilinmekle beraber bu ilaçların bipolar
depresyonunda adjuvan tedavi olarak kullanımının faydalarına ilişkin
çalışmalar da mevcuttur (Perlis 2007). Bu vaka, özellikle duygudurum
düzenleyiciler ile tedavide ilaç uyumunun sağlanmasında sorunların
yaşanabileceği ergen hastalarda risperidonun hem depresyon hem de manik
atakların akut tedavisinde monoterapi olarak öne çıkabileceğine dair örnek
teşkil etmektedir.
52
P.016
Bir Ergende Travma Sonrası Gelişen Ses Tikinin Eşlik
Ettiği Konversiyon Bozukluğu Tablosu
*Uzm. Dr. Betül MAZLUM*, **Yrd. Doç. Dr. Ali CANSU**, *Psikolog Şükran
Turhan*
*Trabzon Doğum ve Çocuk Bakımevi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Birimi
**Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nöroloji B.D.
Giriş: Konversiyon bozukluğu, altta yatan organik bir sorun olmaksızın,
psikolojik stres faktörlerine bağlı olarak kişinin fiziksel durumunda meydana
gelen ani değişiklik veya yeti kayıplarıdır. Konversiyon bozukluğunda yaygın
olarak görülen semptomlar arasında istemsiz motor hareketler, duyusal
bozukluklar ve viseral şikayetler bulunabilir.
Olgu Sunumu: Burada bir çocuk ve ergen psikiyatrisi polikliniğine yaptığı ilk
başvuruda kafa travması sonrası gelişen ses tiki mevcut olan bir kız ergende
saptanan konversiyon bozukluğu tablosundan bahsedilecektir.
Tartışma: Tik bozukluklarının etiyolojisinde organik etmenlerin rol oynadığı
bilinmektedir. Tik bozukluğu olan bazı hastalarda organik kökenli tiklerin
yanında psikojenik tikler de olabileceği gibi bazı bireylerde sadece psikojenik
kökenli tikler de bulunabilir. Organik kökenli ve psikojenik tiklerin ayrımı
bazen oldukça zor olabilmektedir.
Konversiyon bozukluğunda geniş semptom spektrumu içine psikojenik
kökenli motor tikler de dahil edilmektedir. Diğer yandan literatürde kafa
travması sonrasında bazal gangliyonlarda zedelenmeye ikincil olabilecek
motor veya vokal tik geliştiğine dair vaka bildirimleri bulunmaktadır. Bu hasta
kafa travması sonrasında akut olarak gelişen, konuşma aktivitesi sırasında
azalırken diğer aktivitelerde ve istirahat halinde sürekli devam eden,
dakikada 60-70 defaya kadar tekrarlayan, stridorun eşlik ettiği hıçkırık
benzeri bir ses tiki ile başvurmuştur. Vokal tik tablosu ile başvurmadan önce
hem fiziksel kafa travması, kısa süreli bilinç kaybı hem de psikolojik travma
öyküsü bulunması sebebi ile organik kökenli ve psikojenik tik ayrımı bu
hastada önem kazanmıştır. Hastada fizik ve nörolojik muayene bulguları
normal olup organik etiyolojiyi dışlamak amacı ile yapılan tetkiklerde de
(Beyin Tomografisi, Beyin Magnetik Rezonans, Elektroensefalografi)
herhangi bir patolojik bulguya rastlanmamıştır. Hastada ses tikinin birkaç
gün içinde geçmesi sonrasında bacaklarda paralizi, disosiyatif amnezi
şeklinde başka belirtiler de gelişmiş ve hasta konversiyon bozukluğu tanısı
ile izlenmiştir. Bedensel ve ruhsal travma sonrası tik bozukluğu gelişen
hastalarda organik kökenli tikler yanında psikojenik tik varlığı da mutlaka
akla gelmelidir. Ayrıca bu vaka, konversiyon bozukluğunda sadece motor
tiklerin değil vokal tiklerin de eşlik edebileceğini göstermektedir.
53
P.017
Yaygın Gelişimsel Bozuklukta Risk Etkeni Olarak
Neonatal Hipoglisemi
*Uzm. Dr. Betül Mazlum
*Trabzon Doğum ve Çocuk Bakımevi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Birimi
Giriş: Otistik bozukluk, nedeni tam olarak bilinmemekle beraber hastalarda
mevcut genetik yatkınlığın çeşitli çevresel faktörler ve risk etkenleri ile birlikte
suçlandığı nörogelişimsel bir hastalıktır. Neonatal hipoglisemi klinik olarak
hastalarda hiçbir kalıcı soruna yol açmayabileceği gibi otistik belirtilerin de
içinde olduğu çeşitli nörogelişimsel sorunlar için bir risk etkeni olarak
bildirilmiştir.
Olgu Sunumu: Bu yazıda aynı cinsiyette erkek dizigot ikiz kardeşi sağlıklı
gelişim gösteren, erken doğum öyküsüne ek olarak neonatal hipoglisemi
öyküsü olan ve yaygın gelişimsel bozukluk tanısı konan bir vakadan
bahsedilecektir.
Tartışma: Hipoglisemi, iskemi, inme, hipoksi, kernikterus ve travma gibi
çeşitli perinatal etkenler beyinde sinaptik fonksiyonun zedelenmesine ve
hücre dışında aşırı glutamat birikimine dolayısı ile bu hücrelerin aşırı
uyarımına neden olabilir. Glutamat beyinde bulunan en önemli eksitatuvar
nörotransmiterdir ve eksitotoksisite, perinatal beyin zedelenmelerinde önemli
bir aracı mekanizma olarak anılmaktadır. Glutamat reseptörleri/iyon kanal
komplekslerinin bu aşırı uyarımının ortamda kalsiyum artışına ve apoptoz ya
da nekroz ile sonuçlanabilecek patogenetik mekanizmalara yol açabileceği
söylenmektedir. Hipoglisemiye ikincil olarak tetiklenmiş olabilecek apoptotik
bazı süreçler postnatal dönemdeki nöronal apoptotik mekanizmalarda
normalden sapmaya ve yaygın gelişimsel bozukluk belirtilerinde önemli bazı
nöronal döngülerde kritik öneme sahip nöronlarda apoptoza neden olabilir.
Bu teori otizmdeki nöronal görüşler ile de örtüşmektedir.
Dizigot ikizlerde geniş otizm fenotipi açısından eş hastalanma oranının % 10’
a ulaşabildiği bilinmektedir. Ayrıca yaygın gelişimsel bozukluk bakımından
kız cinsiyet ile kıyaslandığında erkek cinsiyet 4 kat daha fazla risk altındadır.
Her ikisi de erkek cinsiyette dizigot ikiz kardeşlerin erken doğumun
beraberinde getirdiği tüm risk etkenlerine birlikte maruz kalmalarına rağmen
sadece neonatal hipoglisemi öyküsü olan hastada yaygın gelişimsel
bozukluk gelişmiş olması, beyin gelişiminin önemli olduğu perinatal
dönemde maruz kalınacak metabolik sorunların bu spektrum hastalıklarında
etiyolojide rol oynayabileceği yönünde delil teşkil etmektedir. Nörogelişimsel
bozukluklarda genetik yatkınlığın ve cinsiyete bağlı faktörlerin önemi inkar
edilemez ancak perinatal metabolik risk faktörleri de önlenebilir olması
sebebi ile ayrı önem kazanmaktadır ve koruyucu tedbirlerin alınmasının
gerekliliği yönünde uyarıcı olmaktadır.
54
P.018
Üniversite Öğrencilerinin Algıladıkları Sosyo-Ekonomik
Düzeylerine ve Barınma Yerlerine Göre Psikolojik
Belirtilerinin İncelenmesi
*Yrd. Doç. Dr. Birol Alver, **Yrd. Doç. Dr. Mücahit Dilekmen, *Yrd. Doç. Dr.
Mücahit Dilekmen
*Atatürk Üniversitesi, Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi, Rehberlik ve Psikolojik
Danışmanlık A.D.
Atatürk Üniversitesi, Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi, Sınıf Öğretmenliği A.D.
**
Giriş: Bu araştırmanın amacı, son ergenlik döneminde bulunan (birinci ve
ikinci sınıfa devam eden) üniversite öğrencilerinin algıladıkları sosyoekonomik düzeyleri ve barınma yerlerine göre psikolojik belirtilerini
incelemektir.
Yöntem: Araştırma verileri Derogatis (1992) tarafından geliştirilen Şahin ve
Durak, (1994) tarafından Türkiye’ye uyarlanan 53 maddeden oluşan Kısa
Semptom Envanteri (Brief Symptom Inventory – BSI) ile toplanmıştır.
Araştırmanın evrenini, 2006-2007 öğretim yılında Erzurum Atatürk
Üniversitesi’nde öğrenim gören öğrenciler oluşturmaktadır. Örneklem ise, bu
gruptan seçkisiz ve orantısız olarak belirlenen 997 öğrenciden oluşmaktadır.
Bulgular: Öğrencilerin algıladıkları sosyo- ekonomik düzeye göre
dağılımları; 76 kişi (% 7.6) düşük, 864 kişi (%86.7) orta ve 57 kişi (%5.7)
yüksek şeklindedir. Algılanan düşük ile yüksek sosyo-ekonomik düzeylere
göre, obsesif-kompulsif bozukluk, kişilerarası duyarlılık ve psikotisizim belirti
puanları arasında; algılanan düşük ile orta ve yüksek sosyo-ekonomik
düzeylere göre ise, depresyon belirtisi puanları arasında anlamlı farklılaşma
bulunmuştur. Algılanan sosyo ekonomik düzeylere göre, somatizasyon,
anksiyete bozukluğu, hostilite, fobik anksiyete ve paranoid düşünceler
belirtilerine ilişkin puanlar arasında anlamlı fark görülmemiştir. Öğrencilerin
barınma yerlerine göre dağılımları; 363 kişi (% 36.4) resmi yurt, 168 kişi (%
16.9) özel yurt, 373 kişi (% 37.4) ev ve 93 kişi (%9.3) ailesinin yanında
şeklindedir.
Tartışma: Öğrencilerin barınma yerlerine göre, resmi yurtta kalanlar ile özel
yurtta ve evde kalanlar, evde kalanlar ile özel yurtta kalanların anksiyete
bozukluğu; resmi yurtta kalanlar ile evde kalanların fobik anksiyete; resmi
yurtta kalanlar ile özel yurtta kalanlar; evde kalanlarla özel yurtta kalanlar
arasında paranoid düşünceler belirti puanları arasında anlamlı farklılaşma
bulunmuştur. Öğrencilerin barınma yerlerine göre, somatizasyon, obsesifkompulsif bozukluk, kişilerarası duyarlılık, depresyon, hostilite ve psikotisizim
belirtilerine ilişkin puanlar arasında anlamlı fark görülmemiştir.
55
P.019
Bipolar Tip I Bozukluğu Olan Ergenlerde Manyetik
Rezonans Görüntüleme ile Amigdala Hacimlerinin
Değerlendirilmesi
*Uzm. Dr. Birsen Şentürk, *Yrd. Doç. Dr. F. Neslihan İnal- Emiroğlu, **Prof.
Dr. Handan Çakmakçı, **Uzm. Dr. Taner Çelik, **Dr. Ahmet Ergin Çapar,
***Doç. Dr. Hülya Ellidokuz, *Psk. Ümit Şahin, *Prof. Dr. Süha Miral
*Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
**Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyodiagnostik A.D.
***Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı A.D.
Giriş: Bipolar Bozukluk (BB) çocukluk ve ergenlik döneminde önemli
morbiditeye neden olan bir bozukluktur. Son yıllarda bu hastalıktaki
nörobiyolojik etyolojiyi anlamak üzere araştırmalar artmış ve yeni beyin
görüntüleme yöntemleri kullanılmaya başlanmıştır. Manyetik Rezonans
Görüntüleme (MRG) bunlardan biridir.
Yöntem: Olgu grubunu, DEÜTF Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları AD’de
BB tip-I tanısı ile izlenmekte olan 13-19 yaşlarında 17 olgu oluşturmuştur.
Çocuklar İçin Duygulanım Bozuklukları ve Şizofreni Görüşme ÇizelgesiŞimdi ve Yaşam Boyu Versiyonu (K-SADS P-L) ve Washington Üniversitesi
Çocuk ve Gençler için Duygulanım Bozuklukları ve Şizofreni Ölçeği - Şimdiki
Zaman ve Yaşam Boyu (WASH-U-K-SADS) duygulanım modülü ile tüm
olguların tanıları kesinleştirilmiştir. Kontrol grubunu, üniversitenin
epidemiyolojik kapsama alanından seçilen ve psikiyatrik değerlendirme
sonucunda herhangi bir psikiyatrik tanı almayan 13-19 yaş arasındaki 12
ergen oluşturmuştur. Tüm hastaların beyin MRG incelemeleri 1,5 Tesla
(Gyroscan Intero, Philips, Netherland) MRG cihazı ile standart kafa koili
kullanılarak yapılmıştır. Hasta ve kontrol grubunda reformat aksiyel ve
sagital kesitlerde amigdala sınırları kontrol edilmiştir. Sınırları belirlenen seri
kesitlerden elle yapılan çizim sonucunda mevcut programdan hacim verisi
milimetreküp olarak kaydedilmiştir. Olgular ötimik fazda MRG çekimine
alınmıştır. Ötimik fazda olma ölçütü, Young Mani Derecelendirme Ölçeği
(YMDÖ) ve Hamilton Depresyon Ölçeği (HDÖ) ile değerlendirilmiştir. Her iki
ölçekte puanların 7’ nin altında olması ötimik olarak kabul edilmiştir.
Bulgular: Olgu kontrol grupları arasında sağ ve sol amigdala hacimlerinde
anlamlı bir fark bulunamamıştır. Ancak olgu grubunda hastalık süresi ile sağ
ve sol amigdala hacimlerinin negatif korele (sırayla, P=0,026; P=0,031)
bulunmuştur. Olgu grubunda risperidon kullananlarda kontrol grubuna göre
sol amigdala hacminin daha büyük olduğu görülmüştür (P=0,060).
Tartışma: Ergen ve erişkin BB örneklemlerinde yapısal MRG ile saptanan
amigdala hacim farkları; erken başlangıçlı BB ile geç başlangıçlı BB
arasındaki altta yatan patofizyoloji farklarını gösteriyor olabilir. Ergenlerdeki
amigdala hacminde azalma ya da değişikliğin olmaması gibi sonuçların
nedenleri ile ilgili sorulara, daha homojen gruplarda ve ilaçsız olgularda
yapılacak yapısal ve fonksiyonel görüntüleme çalışmaları ile daha iyi yanıtlar
bulunabilecektir.
56
P.020
Anne-Babası Boşanmış ve Evli Olan Çocuklar ile
Onların Annelerinin Kaygı Düzeylerinin ve Bunları
Etkileyen Faktörlerin İncelenmesi
*Yrd. Doç. Dr. Burak BAYKARA, **Yrd. Doç. Dr. Nilgün ÖNGİDER
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Maltepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü ve Tıp Fakültesi Psikiyatri A.D.
Giriş: Bu araştırmada, boşanmanın çocuk üzerindeki etkilerinin incelenmesi
amacı ile boşanmış ve evli anneler ve onların çocuklarının kaygı düzeyleri;
ayrıca annelerin yalnız algıları karşılaştırılmıştır.
Yöntem: Araştırmanın örneklemi, İzmir ilindeki bir ilköğretim okuluna devam
eden anne-babası boşanmış ve evli olan 3-6. sınıf öğrencileri ve onların
annelerinden oluşmaktadır. Araştırmaya katılan çocuklara, Çocuklar İçin
Durumluluk ve Süreklilik Kaygı Ölçeği ile Bireysel Bilgi Formu; annelere ise,
STAI, UCLA Yalnızlık Ölçeği ve Bireysel Bilgi Formu uygulanmıştır.
Bulgular: Araştırmanın örneklemi, 39 anne-babası boşanmış olan çocuk
(%45.4) ve onların anneleri ile 47 anne - babası evli olan çocuk (%54.6) ve
onların anneleri olmak üzere toplam 172 kişiden oluşmaktadır. Örneklemin
yaş ortalamaları incelendiğinde, anne-babası boşanmış olan çocukların yaş
ortalamalarının 11.5±2.5; boşanmış annelerin yaş ortalamalarının 36.7±6.2;
anne-babası evli olan çocukların yaş ortalamalarının, 10.9±1.9 ve evli
annelerin yaş ortalamalarının ise, 34.8±3.9 olduğu bulunmuştur. Annebabası boşanmış olan çocukların durumluk ve süreklik kaygı düzeylerinin,
anne-babası evli olan çocuklara göre daha yüksek olduğu (t=4.13 p<.05,
t=5.08 p<.05) bulunmuştur. Benzer şekilde, boşanmış annelerin durumluk ve
süreklik kaygı düzeylerinin, evli annelere göre daha yüksek olduğu (F=15.08
p<01, F= 24.06 p<.01) bulunmuştur. Ayrıca, boşanmış annelerin kendilerini
evli annelere göre daha yalnız hissettikleri (F=19.894 p<.001) bulunmuştur.
Tartışma: Hem anne-babası boşanmış olan çocukların hem de annelerinin
kaygı düzeylerinin, anne-babası evli olan çocuklara ve onların annelerine
göre daha yüksek olması şeklindeki bulgunun, boşanmanın hem çocuklar
hem
de anneleri üzerinde olumsuz etkileri olduğu şeklinde
yorumlanabileceği düşünülmektedir. Literatürde de bu yönde bulgular vardır.
Araştırmamızda dikkat çeken diğer bir bulgu ise, boşanmış annelerin
kendilerini evli annelere göre daha yalnız hissetmeleridir.
57
P.021
Mirror Movement ve Enkoprezis
*Arş. Gör. Dr. Burcu Akın Sarı, *Prof. Dr. Elvan İşeri
*Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Giriş: Mirror Movement tek taraflı kasın kasılması sonrası olarak homolog
kontrlateral kasta istemsiz kasılma olmasıdır. Örneğin sağ elle yapılan bir
hareket (yazı yazmak gibi) aynı şekilde sol elde de görülür. Hafif dereceli
formları normal gelişim gösteren çocuklarda görülebilir Bu hafif formlar yaşla
birlikte azalma eğilimindedir. Diğer nörolojik bozukluklar olmadan görülen
konjenital mirror movement genellikle otozomal dominant olarak kalıtılır.
Olgu Sunumu: 10 yaşında erkek hasta kliniğimize sinirlilik, agresyon, dikkat
dağınıklığı, mutsuzluk, geceleri altına kaçırma ve kaka kaçırma şikayetleriyle
başvurdu. Ailenin ikinci çocuğu olan hastanın ailesinde 3. dereceden
akrabalık olduğu öğrenildi. Polikliniğimize Nisan 2007’de başvuran hastanın
şikayetlerinin 2 senedir mevcut olduğu belirtildi. Ders başarısı orta idi, okulda
dersi dinlemediği, okumayı zamanında öğrendiği, verilen görevleri yerine
getirmeyi unuttuğu, öğretmenler tarafından dikkatinin dağınık olduğunun
söylendiği belirtildi. Öğretmeninin 1 sene önce değişmiş olduğu bildirildi.
Geceleri uyanıp keşke ben de sen de ölsek diyerek ağladığı bildirildi.
Bebekliğinden beri haftada 6-7 kez olan geceleri altına ıslatmanın ve kaka
kaçırmasının olduğu öğrenildi. Gündüzleri haftada 2-3 kez olan bulaş
tarzında kaka kaçırması mevcuttu. Kabızlık problemi vardı. Gelişimsel
hikayede bir sorun olmadığı öğrenildi. Soy geçmişte annesinden babanın
şizofren hastası olduğu ablasının otistik olduğu öğrenildi. Hastanın baba ve
babaannesinde mirror movement bulunduğu bildirildi. Ablanın Kranial MR
görüntülemesinde korpus kallosum agenezisi olduğu görüldü. Hastanın
nörolojik ve sistemik muayenesinde mirror movement dışında bir patolojiye
rastlanmadı.
Tartışma: Mirror movement şizofreni ve korpus kallosum agenezisi ile
ilişkilidir. Hastanın babasında şizofreni ve ablasında korpus kallosum
agenezisi vardır. Otizm ve şizofreni farklı nöropsikiyatrik gelişimsel
hastalıklar olmasına rağmen birçok çalışmada aynı genetik faktörlere sahip
oldukları gösterilmiştir (Burbach). Korpus kallosum agenezisinin otizmle
ilişkili olduğu da gösterilmiştir (Stanfield). Bu nedenlerle mirror movement,
şizofreni ve otizmin aynı genetik faktörleri paylaştığı sonucuna varılmıştır.
Bu vaka yazında Mirror movement ve Enkoprezisin bir arada bildirildiği ilk
vakadır.
58
P.022
Bir Çocuk Psikiyatrisi Polikliniğinde İzlenen, Yardımcı
Üreme Teknikleri ile Dünyaya Gelmiş Hastaların
Özellikleri
*Burcu Özbaran, *Ülkü Akyol Ardıç, *Derya Demirkıran, *Serpil Erermiş,
*Hande Kesikçi Ergin, *Saniye Korkmaz Çetin, *Eyüp Sabri Ercan, *Cahide
Aydın
*Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
Giriş: Yardımcı üreme teknikleri (YÜT) geliştikçe bu yöntemlerle çocuk
sahibi olan anne-baba sayısı da artmaktadır. Literatürde, YÜT ile doğmuş
bebeklerde, doğum sonrası daha uzun süre hastanede kalma, çoğul gebelik
oranlarının daha fazla olduğunu bildiren çalışmalar bulunmaktadır. Ruh
sağlığı yönünden bakıldığında çalışmalardan elde edilen veriler birbiriyle
oldukça çelişkilidir. Bu çalışmada, Mayıs 2008 – Şubat 2009 tarihleri
arasında, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi
Anabilim Dalı’ndaki birim polikliniklerinde çeşitli psikiyatrik yakınma veya
tanılarla izlenmekte olan, YÜT ile dünyaya gelmiş oldukları belirlenen, çocuk
ve gençlerin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Hastalar ve anne-babalarıyla yapılan ayrıntılı psikiyatrik
görüşmede
K-SADS
kullanılmış,
hastaların
mental
kapasiteleri
değerlendirilmiş, aile özellikleri, anne yaşı, kardeş sayısı gibi
sosyodemografik özellikler ve çocuğun fiziksel sağlık durumu kaydedilmiştir.
Bulgular: Çalışma kapsamında 10 kız, 16 erkek toplam 26 çocuk
değerlendirilmiştir. Çocukların yaş ortalaması 5.92±2.8; annelerin yaş
ortalaması 37.91±4.4; babaların yaş ortalaması 43.29±4.7 yıldır. Evde en az
1 en fazla 2 çocuk yaşadığı; ailelerin %84.6’sının birlikte; %7.7’sinin
boşanmış ve %7.7’sinde babanın ölmüş olduğu kaydedilmiştir. Annelerin
doğum yapma yaşının ortalaması 32.9±3.8’dir. 9 çocuk ikiz eşidir. Hastaların
psikiyatrik değerlendirmelerinde 4 çocuğun (%16.6) dikkat eksikliği
hiperaktivite bozukluğu, 3 çocuğun (%12.5) yaygın gelişimsel bozukluk, 1
çocuğun (%4.1) otizm, 4 çocuğun (%16.6) yeme bozukluğu, 3 çocuğun
(%12.5) anksiyete bozukluğu, 3 çocuğun (%12.5) obsesif kompulsif
bozukluk, 1 çocuğun (%4.1) depresyon, 1 çocuğun psikojenik polidipsi
(%4.1), 1 çocuğun (%4.1) fonolojik bozukluk ve 3 çocuğun (%12.5) hafif
düzeyde gelişimsel geriliği olduğu görülmüştür. Hastaların 11’i (%42.35)
psikofarmakolojik sağaltım ve destekleyici psikoterapi ile 6’sı (%23.1) özel
eğitim ile ve 5’i (%19.2) ilaçsız psikoterapi yöntemleri ile izlenmiştir.
Tartışma: YÜT ile doğmuş çocukların uzun dönem ruh sağlığı ile çalışmalar
oldukça değişik sonuçlar vermektedir. Yöntemin olumsuz etkilerini
vurgulayan çalışmaların yanı sıra, olumsuz etkisi olmadığını bildiren
çalışmalar da mevcuttur. YÜT’nin Türkiye’deki çocuk ve gençlik ruh sağlığına
etkilerini irdeleyecek kontrollü çalışmalara gereksinim bulunmaktadır.
59
P.023
Obsesif kompulsif semptomlarla başlayan prodromal
psikoz: Bir olgu sunumu
*Dr. Bürge Kabukçu Başay, *Dr. Fırat Hamidi, **Dr. Cem Çınar, **Doç. Dr.
Baybars Veznedaroğlu
*Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
**Ege Tıp Fakültesi Psikiyatri A.D.
Giriş: Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB) genellikle ergenlik ve çocukluk
çağında başlayan tedaviye dirençli vakaların nadir olmadığı bir psikiyatrik
rahatsızlıktır. Sıklıkla ergenlik döneminde başlayan bir başka rahatsızlık olan
şizofreni; zaman zaman OKB’ ye benzer bir klinik görünümde ortaya
çıkabilmektedir. Bunun yanı sıra, bazı şizofrenik hastalarda obsesif
düşünceler ve kompulsif davranışların bulunması (şizo-obsesif bozukluk),
bazen de içgörüsüz OKB hastalarının psikotik bulgular göstermesi, özellikle
de çocukluk ve ergenlik döneminde ayırıcı tanı yapmayı güçleştirebilir.
Olgu Sunumu: Bu yazıda, EÜTF psikiyatri servisinde obsesyon ve
kompulsyonları nedeniyle iki kez ikişer aylık dönemlerle yatarak tedavi
gören, yakınmaları okul öncesi dönemde başlamış ve son bir buçuk yıl
içinde çok şiddetlenmiş olan, bu nedenle okula devam edemeyen 11
yaşında bir kız olgu ele alınmıştır. Olgunun obsesyonları ilk olarak cinsel ve
dinsel doğada başlamış süreç içinde sayma ve biriktirme biçiminde
obsesyon ve kompülsyonlar eklenmiştir. Öyküsünde henüz 2-3 yaşlarında
iken giysilerine su damladığında annesine üzerini değiştirttiği,
vazgeçirilemeyen tutturmalarının olduğu, oyun oynamayı sevmediği, pek
fazla arkadaşlık kuramadığı, huzursuz bir çocuk olduğu belirtilmiştir. Olgunun
çevreye ve kendine yönelik (başını duvara çarpma, kendini yere atma gibi)
saldırgan davranışları olmuştur. Sebebini bilmediği korkuları olduğunu
belirten hasta sık sık “İçim sıkılıyor, kendimi öldüreceğim” demiştir. SSRI
monoterapisinden, trisiklik antidepresan kombinasyonundan yarar görmeyen
hastanın tedavisine antipsikotik eklenmesiyle obsesyonları kısmi düzeyde
azalmış, ancak izleminde yeniden şiddetlenmiştir. Bu dönemde birkaç kez
işitsel ve görsel varsanı tarif eden hasta bir kez evden kaçmış ve nereye
nasıl gittiğini bilmediğini belirtmiştir. Hastada, saldırganlık, dezorganize
davranışlar, algısal bozukluk bulunması obsesyonlarla başlayan prodomal
psikozu düşündürmüştür. Etkin doz ve sürede antipsikotik ve antidepresan
kombinasyonundan yarar sağlanmaması nedeniyle Klozapin başlanmıştır.
Tartışma: Birbirine benzer klinik bulguların görülebilmesi nedeniyle OKBşizofreni ayırıcı tanısının yapılması güç olabilmektedir. Çocuk ve ergen
hasta grubunda özellikle içgörünün olmadığı, sosyal uyum ve işlevsellikte
belirgin biçimde bozulmaya yol açan dirençli obsesyon ve kompulsyonların
görüldüğü olgularda psikotik bir süreç akılda tutulmalı, hastalar yakından,
uygun tedaviyle izlenmelidir.
60
P.024
Bir Çocuk Psikiyatrisi Polikliniğinde İzlenen İki
Dezintegratif Bozukluk Olgusu: Olgu Sunumu
*Dr. Caner Mutlu, *Yrd. Doç. Dr. Burak Baykara, **Doç. Dr. Semra Hız Kurul,
*Prof. Dr. Süha Miral
*Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
**Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nörolojisi B.D.
Giriş: Dezintegratif bozukluk, doğumdan sonraki ilk iki yıl içinde görünüşte
normal bir gelişim olmasına karşın, 2- 10 yaş arasında daha önce kazanılan
becerilerin önemli ölçüde yitirilmesi ile karakterize yaygın gelişimsel
bozukluklardan biridir. Toplumdaki prevelansının 100000’ de 1.1 ile 6.4
arasında değiştiği ileri sürülmektedir. Erkeklerde kızlara göre 3-8 kat daha
sık görülmektedir.
Yöntem: Dokuz Eylül Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Anabilim Dalı polikliniğine
başvurmuş olan 8 yaşında kız olgu ile 7 yaşındaki erkek olgu, çocuk
psikiyatrisi, çocuk nörolojisi ve genetik anabilim dalları tarafından
multidisipliner olarak ele alınmış ve Çocukluk Çağı Otizm Değerlendirme
Ölçeği ile de değerlendirilmiştir.
Bulgular: 8 yaşındaki kız olgunun 3 yaşından itibaren gelişim alanlarında
progresif gerileme, verbal ve non verbal iletişimde belirgin gerileme, barsak
ve mesane fonksiyon kaybı, motor stereotipiler, sosyal beceri kaybı olduğu
öğrenilmiş ve klinik olarak gözlenmiştir. Çocuk nörolojisi tarafından
değerlendirilen olguda EEG bozukluğu saptanmış, ancak metabolik açıdan
bir sorun saptanmamıştır. 7 yaşındaki erkek olguda 2.5-3 yaş arasında üç
kelimeli cümleler kurarken konuşma becerilerinin ve sosyal ilgisinin
gerilediği, davranışsal uyumunun bozulduğu bildirilmiştir. Bu gelişimsel
sorunların özellikle kardeş doğumu ardından hız kazanması dikkat çekicidir.
Değerlendirmeler sonucunda her iki olguya dezintegratif bozukluk tanısı
konmuştur.
Tartışma: Dezintegratif bozukluk, nadir görülen bir bozukluk. Ancak
olasılıkla gerçek prevalansından daha az tanılanmaktadır. Kliniğe başvuran,
otistik bozukluk tanısı alan hastaların özellikle 0-2 yaş arasındaki
gelişimlerinin daha ayrıntılı incelenmesi, regresyonun ayırt edilmesi ile
dezintegratif bozukluk daha fazla tanılanabilir. Kliniğe başvuran bu olguların
ayırıcı tanısının tartışılması, olguların bildirilmesi, farklı klinik özelliklerin
ortaya konması ile literatüre katkıda bulunulabileceği kanısındayız.
61
P.025
Genç, Sporcu Bir Erkek Hastada Şiddetli
Bradikardiyle Seyreden Anoreksiya Nervoza
* Uzm. Dr. Devrim Akdemir, *Dr. Hayati Sınır, *Doç. Dr. Berna Pehlivantürk,
**Uzm. Dr. Murat Şahin, **Prof. Dr. Alpay Çeliker
*Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
**Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Kardiyoloji B.D.
Giriş: Bradikardi sağlıklı ve spor yapan bireylerde hiçbir önemi olmaksızın
görülebilmesine karşın sistemik ya da kardiyovasküler bir hastalığın bulgusu
da olabilmektedir.
Olgu Sunumu: Bu sunumda 16 yaşında, kalp hızında yavaşlama yakınması
ile pediatrik kardiyoloji bölümüne başvuran ve daha sonra anoreksiya
nervoza tanısı alan erkek bir hasta aktarılacaktır. Hasta başvurudan önce
çocuk hastalıkları uzmanı tarafından bulantı ve yemek yemeye karşı
isteksizlik nedeniyle değerlendirilmiş ve fizik muayenesinde bradikardi
saptanarak pediatrik kardiyoloji bölümüne yönlendirilmiştir.
Bulgular: Yapılan incelemelerde bradikardiyi açıklayacak hiçbir organik
etyoloji bulunmamıştır. Ancak ciddi bradikardisi olması nedeniyle hastaya
geçici kalp pili yerleştirilmiştir. Hastanın yatışı sırasında diyet ve aşırı
egzersiz yapma öyküsünden dolayı çocuk ve ergen ruh sağlığı ve
hastalıkları bölümünden konsültasyon istenmiştir. Psikiyatrik muayene ve
klinik izlem doğrultusunda hastaya anoreksiya nervoza tanısı koyulmuştur ve
hastanın tedavisi halen sürmektedir.
Tartışma: Bu olgu, ciddi bradikardi etyolojisinde aşırı egzersiz ve diyet
yapan genç hastalarda anoreksiya nervoza tanısının düşünülmesi ve bu
hastaların ruhsal açıdan değerlendirilmesi gerektiğini düşündürmektedir.
62
P.026
01.01.2008–31.12.2008 tarihleri arasında Erciyes
Üniversitesi Tıp Fakültesi ve İnönü Üniversitesi Tıp
Fakültesi Çocuk Psikiyatri Polikliniklerine Cinsel
İstismar Nedeniyle Adli Değerlendirme için Getirilen
Olguların Değerlendirilmesi
*Yrd. Doç. Dr. Didem Behice Öztop, **Yrd. Doç. Dr. Özlem Özel Özcan
*Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve hastalıkları A.D.
** İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve hastalıkları A.D.
Giriş: Cinsel istismar saptanması en zor olan, çoğunlukla bildirilmeyen ve
gizli kalan, kısa ve uzun dönemli etkileri açısından önemli bir olaydır. Türkiye
gibi gelişmekte olan ülkelerde, özellikle de çocuklar ruhsal örseleyici
yaşantılara daha fazla maruz kalmalarına rağmen, ülkemizde kesinleşen ve
resmiyet kazanan istismar olgularının sıklığı ve dağılımının yanı sıra
istismara bağlı ruhsal travmaların sıklığı ve etkileri ile ilgili veriler de son
derece kısıtlıdır. Bu çalışmada; Kayseri ve Malatya olmak üzere Türkiye’de
orta Anadolu ve doğu Anadolu’yu temsil edebileceği düşünülen iki ayrı
şehirdeki tıp fakültesi çocuk psikiyatri polikliniklerine adli rapor istemiyle
başvuran çocukların sosyodemografik özellikleri psikiyatrik tanılarını
belirlemek amaçlanmıştır.
Yöntem: Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi ve İnönü Üniversitesi Tıp
Fakültesi Çocuk Psikiyatri Polikliniklerine 01.01.2007–31.12.2007 tarihleri
arasında adli rapor düzenlenmesi amacıyla gönderilen cinsel istismara
maruz kalmış 0-18 yaş arası çocuk ve ergen olgular; yaş, cinsiyet, eğitim,
istismar tipi ve sıklığı ile DSM-IV tanı kriterlerine göre belirlenmiş psikiyatrik
tanılar açısından retrospektif olarak araştırıcılar tarafından incelenmiştir.
Analizlerde SPSS 15.00 İstatiksel Paket Programı kullanılarak deskriptif
istatistikler yapılmıştır.
Bulgular: Olgular en küçüğü 3 yaş 8 ay, en büyüğü 17 yaş 7 ay olan 89'u
kız (% 70), 38'i( % 30) erkek toplam 127 çocuk ve ergenden oluşmaktadır.
Cinsel istismarın tipi fiziksel temas içeren bedene cinsel amaçla dokunma
şeklindeydi. DSM-IV tanı kriterlerine göre en sık belirlenen psikiyatrik tanılar
travma sonrası stres bozukluğu, akut stres reaksiyonu ve uyum bozukluğu
olarak belirlenmiştir
Tartışma: Çalışmada yazınlarla uyumlu olarak kız çocuklarının daha fazla
cinsel istismara maruz kaldığı ve çocukluk dönemi cinsel istismar ile ruhsal
bozukluklar arasında güçlü bir ilişki olduğu belirlenmiştir. Bu nedenle çocuk
ve ergen ruh sağlığı alanında çalışan uzmanların cinsel istismara bağlı
oluşabilecek risk etmenlerini ve psikiyatrik bozuklukları da göz önüne alarak
konuyla ilgilenmeleri ve istismara uğramış çocuk ve ergenleri yakından ve
uzun süreli takip etmeleri gerekmektedir.
63
P.027
Otistik Bozukluklu Çocuklarda Müzik Terapisi
*Araş. Gör. Dr. Esra Güney,*Prof. Dr. Elvan İşeri,**Yrd. Doç. Dr. Oruç Rahmi
Güvenç, ***Azize Andrea Güvenç, Erşan Çırak, ****Doç. Dr. Banu Çaycı,
****Araş. Gör. Dr. Burak Bahar, *Prof. Dr. Şahnur Şener, *****Tümata Grubu
*Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
**Müzik Terapisti, ***Ergoterapist
****Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya A.D.
*****Yaşar Güvenç, Emre Başaran, Neslihan Öztürk, Gülten Urallı, Hande Odabaşı,
Serap Çelik
Giriş: Müziksel aktivitenin otistik çocuklarda iletişimi, etkileşimi, motivasyonu
artırma ve dikkati geliştirme ve sürdürmeyi sağlama yoluyla olumlu etkilerinin
olduğunun bildirilmiştir. Müzik terapisi “terapistin, müziksel yaşantı ve hasta
ile aralarında gelişen yakınlığı kullanarak hastanın sağlığını düzeltmesine
yardımcı olduğu sistematik bir müdahale süreci” olarak tanımlanmaktadır.
Psikolojik streslerden sonra rahatlatıcı bir müzik deneyiminin hipotalamikhipofiz-adrenal aksın strese yanıtını azalttığı gösterilmiştir. Bu çalışmada,
otistik bozukluklu çocuklarda müzik terapisinin etkinliğinin ve müzik
terapisine nörohormonal yanıtların araştırılması amaçlanmıştır.
Yöntem: GÜTF Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları bölümünde otistik
bozukluk tanısı ile takip edilen 6-15 yaşlarında 10 olgu, 7 ay süreyle düzenli
olarak müzik terapisine alınmıştır. Otistik bozukluk tanısı DSM-IV kriterleri;
Otizmin şiddetini ise Çocukluk Otizmi Değerlendirme Ölçeği (ÇODÖ) ile
belirlenmiştir. ÇODÖ terapi öncesi ve sonrası tekrarlanmıştır.
Terapiden önce dil/sözel iletişim, sosyal etkileşim ve davranış alanlarında
yaşadığı kısıtlılık ve güçlüklerin dereceleme skalası ebeveynler tarafından
doldurulmuştur. Müzik terapi pentatonik özelliğe sahiptir (tar, kopuz, ney ve
su sesi). Olgulardan iki kez (08.00, 12.30) alınan kan örneklerinde; kortizol,
adrenalin, noradrenalin ve ACTH düzeylerine bakılmıştır.
Bulgular: Çalışmada 6-15 yaşlarında 10 olgu değerlendirilmiştir. Ayda bir 5
saatlik süre ile 4-8 terapi seansı uygulanmıştır. Terapiden sonra ÇODÖ
puanlarında anlamlı düşüş belirlenmiştir (p=0.008). Terapiden sonra dil/sözel
iletişim (p=0.041), sosyal etkileşim (p=0.24) ve davranış (p=0.007)
alanlarında anlamlı düşük saptanmıştır. Seans sayısı arttıkça, davranış
skalasından puanların azaldığı görülmüştür (p=0.056; r=0.621). Terapi
öncesi ve sonrası hiçbir hormon düzeyinde anlamlı fark bulunamamıştır.
Tartışma: Bulgular müzik terapisinin hareketliliği ve basmakalıp-yineleyici
davranışları azalttığını; karşılıklı sosyal etkileşimi ve sözel iletişimi arttırdığını
destelemektedir. Olguların ortak etkinliklere katılımı, göz teması, anlamlı
sözcük sayısı ve çevreye uyumunda artış olmuştur ve ÇODÖ’ye göre otistik
belirtilerin şiddetinde anlamlı azalma saptanmıştır. Bizim çalışma
bulgularımız müzik terapisinin otistik bozukluklu çocuklarda iletişim
becerilerini artırdığını ve tekrarlayıcı davranışları azalttığını gösteren çalışma
sonuçlarını desteklemektedir. Terapinin stres hormonları ile ilişkisi
belirlenememiştir. Müzik terapisi, otistik bozukluğun tedavisinde özel eğitim
desteği ve bireysel psikoterapilere eklenebilecek etkili bir terapi seçeneğidir.
64
P.028
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Olan Çocuk
ve Ergenlerde Ağır Duygudurum Düzensizliği Tanısı
*Dr. Esra Taşgın Çöp, *Prof. Dr. Füsun Çuhadaroğlu Çetin, **Psk. Dr.
Zepnep Tüzün
*Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
**Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastanesi Adolesan Ünitesi
Giriş: Ağır Duygudurum Düzensizliği (ADD, Severe Mood Dysregulation)
çocuk ve ergen psikiyatrisi literatüründe yeni bir tanımlamadır. ADD, kronik
irritabilite, öfke ve/ veya üzüntülü duygudurumun olduğu; uykusuzluk, fiziksel
huzursuzluk, distraktibilite, giricilik gibi aşırı uyarılmışlık belirtileri ve olumsuz
uyaranlara artmış tepkisellik ile karakterize bir durumdur. ADD’ nin, komorbid
dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB) ve karşıt olma karşı gelme
bozukluğu (KOKGB)/ davranım bozukluğu (DB) ile bipolar bozukluk arasında
bir tanı olduğu düşünülmektedir. Literatürde çocuklarda ADD’ de DEHB
yaygınlığı ile ilgili çok az sayıda araştırma olmasına rağmen DEHB’ de ADD
yaygınlığını araştıran bir çalışma bulunmamaktadır. Bu çalışmanın amacı
klinik bir örneklemde DEHB’ de ADD yaygınlığının ve ADD’nin yönetici
işlevler açısından saf ve komorbid DEHB’ den farkının araştırılmasıdır.
Yöntem: 8-17 yaşları arasında ilk kez DEHB tanısı alan 95 çocuk ile KSADS-PL ve KSADS-ADDM (Ağır Duygudurum Düzensizliği Modülü)
kullanılarak yarı yapılandırılmış görüşmeler yapılmıştır. Bu örneklemden
seçilen, ADD tanısı alan 10 çocuk, saf DEHB tanısı alan 33 çocuk ve
KOKGB/DB tanısı alan 12 çocuktan oluşan üç grup, Wisconsin Kart Eşleme
Testi (WKET) ve WISC-R ile değerlendirilmiştir.
Bulgular: DEHB’ de ADD yaygınlığı %10.5 bulunmuştur. ADD grubunda
KOKGB/DB (%80) ve anksiyete bozukluklarının (%60) yüksek oranda
olduğu saptanmıştır. Gruplar arasında sözel, performans ve toplam IQ
puanları açısından anlamlı bir fark gözlenmemiştir. WKET’ de, ADD olan
çocuklarda KOKGB/DB olan gruba göre anlamlı olarak toplam hata
sayılarının daha yüksek olduğu ve daha az sayıda kategori tamamladıkları
bulunmuştur.
Tartışma: ADD grubu DEHB+KOKGB/DB grubundan perseverasyon
yatkınlıklarının daha fazla olması ile ayırt edilebilir.
65
P.029
Nörokognitif Test Bataryasında Metilfenidat Etkisi
*Doç. Dr. Eyüp Sabri Ercan, **Uzm. Psk. Öykü Mançe, ***Dr. Fatma Sibel
Durak
*Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
**Özel Klinik
***Karşıyaka Devlet Hastanesi
Giriş: Nörokognitif testler aracılığıyla dikkat süresi ve dikkati kaydırma
yeteneğinin değerlendirilebildiği bilinmektedir. Bu çalışmada amaç, DEHB
olan çocuk ve ergenlerde Metilfenidat öncesi ve sonrasında gerçekleştirilen
nörokognitif testler aracılığıyla Metilfenidat etkinliğinin değerlendirilmesidir.
Yöntem: 6-18 yaşlarında, Çocuklar için Şizofreni ve Affektiv Bozukluklar için
Tanı görüşmesi(K-SADS) ile DEHB tanısı almış 101 olgu çalışmaya
alınmıştır. Olgulara bilgisayar ortamında uygulanan nörokognitif test
bataryası metilfenidat öncesi ve metilfenidat uygulamasından 1 saat sonra
uygulanmıştır. Bu batarya sözlü bellek, görsel bellek, parmak tıklatma,
sembol rakam kodlama, stroop, dikkat kaydırma ve sürekli performans
testlerinden oluşmaktadır. Sonuçlar altı puan türünde verilmektedir.
Nörobilişsel indeks, tüm testlerin, bellek puanı sözlü ve görsel bellek
testlerinin; psikomotor hız, parmak tıklatma ve sembol rakam kodlama
testlerinin; tepki verme zamanı, stroop testin; bütüncül dikkat puanı, sürekli
performans testi, stroop test ve dikkat kaydırma testlerinin; bilişsel uyum
puanı, ise dikkat kaydırma testinin ortalaması alınarak hesaplanmaktadır.
Sonuçlar: Metilfenidat öncesi ve sonrasında nörokognitif testlerde bellek
dışında ön-test ve son-test arasında anlamlı farklılık olduğu bulunmuştur
(p<.001). Nörobilişsel indeks puanı ( t= - 10.12, df= 95, p<.001), psikomotor
hız puanı ( t= -9.09, df= 99, p<.001), tepki verme zamanı puanı ( t= - 5.31,
df= 99, p<.001), bütüncül dikkat puanı ( t= - 11,26 df= 99, p<.001) ve bilişsel
uyum puanı ( t= - 11.20, df= 95, p<.001) metilfenidat sonrası anlamlı olarak
artış göstermiştir. Olguların bellek puanı tam tersi yönde metilfenidat sonrası
düşüş göstermiştir. Buna sebep olarak hafızalarında tutmaları gereken
kelime ve şekillerin son testte değişmesine rağmen, olguların ön testte
ezberletilenleri işaretleme eğilimi göstermeleri olabilir. Sadece dikkat eksikliği
olan olgularla DEHB bileşik tanı almış olguların ön-son test puan değişimi
açısından fark bulunmamıştır.
Tartışma: Daha önce çoğunlukla Kuzey Amerika kökenli çalışmalarda
DEHB’li olguların nörokognitif performanslarında metilfenidatla artış olduğu
gösterilmiştir. Bu araştırmada Türkiye’ deki DEHB tanılı olgularda da
metilfenidatla nörokognitif performansta anlamlı düzeyde artış olduğu
gösterilmiştir.
Ölçüm
araçları
tedavinin
gidişini
objektif
olarak
değerlendirmesi açısından klinisyene yardımcı olmak adına önem
taşımaktadır.
66
P.030
Yatarak Tedavi Gören Ergenlere İzlemde Neler
Oluyor?
*Uzm. Dr. Fatma Varol Taş, *Yrd. Doç. Dr. Taner Güvenir
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve hastalıkları A.D.
Giriş: Yataklı servislerde tedavi gören çocukların ve ergenlerin taburcu
olduktan sonraki tedavi süreçleri büyük önem taşımaktadır. Ancak yazında
bu alanda yapılmış çalışmaların kısıtlı olduğu görülmektedir. Çalışmalarda
hastanede yatarak tedavi görmenin önemli düzelmeler sağladığı
bildirilmektedir. Bu çalışmanın amacı, Türkiye’ de az sayıda bulunan çocuk
ve ergen ruh sağlığı yataklı birimlerinden biri olan servisimizdeki tedavinin
etkinliğini, hastaların taburculuktan sonraki süreçlerini değerlendirerek
saptamaktır.
Yöntem: Çalışma, DEÜTF Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı Servisi’ nde en az
iki hafta yatarak tedavi gören ve taburculuğunun üzerinden 6 ay-1 yıl geçmiş
olan hastalarla, Şubat 2008 - Ocak 2009 tarihleri arasında yapılmıştır.
Çalışma kapsamında hastalar yeniden çağrılıp değerlendirilmiştir. Hastanın
taburculuk sonrasındaki tedavisi, izlem süreci, risklerindeki değişimleri,
akran, aile ve okul alanlarındaki ilişkileri ve işlevselliği değerlendirilmiştir.
Ayrıca her hastaya Çocuklar için Genel Değerlendirme Ölçeği (CGAS)
uygulanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde SPSS Windows 11.0 paket
programı kullanılmıştır. İstatistiksel değerlendirmede frekans analizleri ile
bağımlı gruplarda t-testi yapılmıştır.
Bulgular: Çalışma ölçütlerini karşılayan 56 hasta olmuştur. 6 (%10.7) hasta
gelmeyi kabul etmemiş, 4 (%4.1) hastaya ise ulaşılamamıştır. Görüşmeye
gelen 46 (%82.1) hastanın verileri değerlendirilmiştir. Hastalar 11-19 yaş
(ort: 16.2±1.6) aralığındadır. Hastanede kalış süresi 26-136 gün arasında
değişmekte olup ortalama 81.3±24.1 gündür. Taburculuk sırasındaki durum
ile çalışma kapsamında görüşmelerin yapıldığı zamandaki durum
karşılaştırıldığında; bireysel psikopatoloji alanında hastaların kendileri %78.3
(36 hasta), aileler %76.1 (35 hasta) ve hekimler %78.3 (36 hasta için)
oranlarında “oldukça/kısmen iyileşti” olarak değerlendirmişlerdir. Yatıştaki
CGAS ortalama puanları 40.6±8.8, taburculuktaki 60.7±9.0, görüşme
sırasındaki 65.1±11.7’ dir. Yapılan istatistiksel değerlendirmede her üç ölçüm
arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.05).
Tartışma: Çalışmanın bulguları, serviste yatarak tedavi gören ergenlerin
büyük bir çoğunluğunda psikiyatrik hastalıklar, aile ilişkileri ve işlevselliğin
diğer alanlarında belirgin düzelmeler görüldüğünü göstermektedir.
Bulgularımız yazındaki taburculuk sonrası izlem çalışmalarının bulguları ile
de uyumludur. Bu değerlendirme sonuçları kısıtlı sayıdaki yataklı tedavi
hizmetlerinin yaygınlaşmasına yardımcı olabilir ve ortak tedavi protokolleri
geliştirilmesine ışık tutabilir.
67
P.031
Ergenlerde Somatizasyon ile İlişkili Ailesel Etmenler
*Feryal Çam Çelikel, **Kerim Münir, *Birgül Elbozan Cumurcu, *İlker Etikan
*Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri A.D.
**Children's Hospital Boston, Harvard Medical School
Giriş: Ergenlerde somatizasyona etki eden ailesel etmenler hakkında yeterli
çalışma yoktur. Bu çalışmanın amacı ergenlerde psikosomatik belirti sıklığını
etkileyen ailesel etmenleri belirlemek ve hangi yapısal ve işlevsel etmenlerin
etkili olduğunu araştırmaktır. Bu etmenler gençlerin cinsiyetine ve yaşadıkları
yere göre ayrı ayrı incelenmiştir.
Yöntem: Tokat ilinde okuyan 8. sınıf öğrencilerinden yaşları 13 ile 16
arasında değişen 269’u kız, 273’ü erkek, toplam 542 öğrenci
(ort±SD=14.14±0.58) ve ailesine Belirti Tarama Listesi (SCL90R) ve Aile
Değerlendirme Ölçeği (FAD) uygulandı. Somatik belirti düzeyi SCL90R’nin
somatizasyon alt ölçeği (SCL90R-1) ile ölçüldü. Değişkenler, ailesel
etmenler (sosyoekonomik düzey, ailedeki çocuk sayısı, ailenin büyüklüğü)
ve anne-babaya dair özellikler (eğitim düzeyleri) olarak iki gruba ayrıldı.
Bulgular: Tüm örneklemde (n=542), SCL90R-1 düzeyi, FAD’ın yedi boyutu
ile de pozitif korelasyon gösterdi (p<0.05 ya da p<0.001). Grup kızlar
(n=269) ve erkekler (n=273) olarak ikiye ayrıldığında, iki grup gençte de
somatik sıkıntı ile FAD alt ölçeklerinden yalnızca Duygusal Tepki Verebilme
arasında korelasyon gözlenmedi (r=0.098, p=0.114 ve r=0.120, p=0.054,
sırasıyla). Grup köy (n=210) ve kent (n=332) yerleşimliler olarak ayrı ayrı
incelendiğinde, Problem Çözme (r=0.172, p=0.014) ve Duygusal Tepki
Verebilme (r=0.158, p=0.025) alt ölçekleri yalnızca köyde yaşayan
gençlerde; İletişim (r=0.224, <0.001) ve Gereken İlgiyi Gösterme (r=0.114,
p=0.105) alt ölçekleri ise kentte yaşayan gençlerde somatizasyon
belirleyicileri olarak saptandı. Ergenlerdeki somatik belirti bildirimi ile ailenin
sosyoekonomik düzeyi, ailedeki çocuk sayısı ya da anne-baba eğitim
düzeyleri arasında anlamlı bir ilişki gözlenmedi.
Tartışma: Bulgularımız, gençlerdeki somatik belirti düzeyi ile ailenin işlevsel
özellikleri arasındaki ilişkiyi vurgulamakta ve somatizasyonu ele alırken,
ergenin bireysel özelliklerinin yanı sıra ailesel etmenlerin de dikkatlice
değerlendirmesi gerektiğini ileri sürmektedir.
68
P.032
Madde Kullanım Bozukluğu Olan Ergenlerin, Sağlıklı
Ergen ve Bağımlı Erişkinlerle Özsaygı, İçselleştirilmiş
Damgalanma ve Ruhsal Belirti Şiddeti Açısından
Karşılaştırılması
*Dr. Fırat Hamidi, *Dr. Bürge Kabukçu Başay, **Yrd. Doç. Dr. Zeki Yüncü,
***Prof. Dr. Hakan Coşkunol, *Prof. Dr. Cahide Aydın
*Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
** Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Bağımlılık Merkezi (EGEBAM)
***Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri A.D.
Giriş: Bu çalışmada MKB’ u olan ergenlerle sağlıklı ergenlerin ve MKB’ u
olan erişkinlerin içselleştirilmiş damgalanma, öz saygı ve ruhsal belirti şiddeti
açısından karşılaştırılması amaçlanmıştır.
Yöntem: EGEBAM’ da MKB tanısıyla izlenen 20 ergen, EÜTF Psikiyatri
kliniği, bağımlılık servisinde yatarak tedavi gören 20 erişkin ve çevre bir
liseye devam eden ve daha önce herhangi bir psikiyatrik tanı almamış, MKB’
u olmayan 20 sağlıklı ergen çalışmaya alınmıştır. Olgulardan
Sosyodemografik Veri Formu, Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği (RBSÖ),
Kısa Semptom Envanteri (KSE) ve Ruhsal Hastalıklarda İçselleştirilmiş
Damgalanma
Ölçeğini
(RHDİ)
doldurmaları
istenmiştir.
Olgular
sosyodemografik özellikler ve ölçek ve alt ölçeklerden aldıklar puanlar
açısından karşılaştırılmıştır. İstatiksel analiz’ de SPSS 13.0 paket programı
kullanılmıştır. İstatiksel anlamlılık hesaplanmasında sürekli değişkenler için
Kruskal Wallis, ikili grup karşılaştırılırken Mann Whitney U test, kategorik
değişkenler için Çapraz Tablo ve Ki Kare Testi kullanılmıştır.
Bulgular: Çalışmaya katılan ergenlerin (MKB ve sağlıklı, n=40) yaş
ortalaması 15.7±1.7, erişkinlerin yaş ortalaması 42.5±9.6’ dir (n=20). İRHDÖ
toplam puanı bağımlı ergen grupta en yüksek bulunmuştur (ortalama puan;
bağımlı ergen: 66.15, sağlıklı ergen: 55.32, bağımlı erişkin: 60.00). 3 grup
arasındaki bu fark istatiksel olarak anlamlıdır (X²=6.462, df=2, p=0.040,
Kruskal Wallis nonparametrik test). İkili grup karşılaştırılması yapıldığında
bağımlı ergen grup ile sağlıklı ergen grup arasında anlamlılık elde edilmiştir
(Mann Whitney U=100.000, p=0.011). Bağımlı erişkin grup ile bağımlı ergen
grup arasındaki fark istatiksel anlamlılık düzeyinde bulunmamıştır (Mann
Whitney U=138.000, p=0.093). Gruplar arasında RBSÖ- benlik saygısı alt
ölçeği açısından ve KSE toplam puanı açısından anlamlı bir fark
saptanmamıştır. (X²=2.250, df=2, p=0.325; X²=1.741, df=2, p=0.419, Kruskal
Wallis nonparametrik test).
Tartışma: Çalışmada MKB olan ergenlerde içselleştirilmiş damgalanma
sağlıklı ergenlere göre daha fazla bulunmuştur. Bu durum, MKB’ u olan
ergenlerin daha az sosyal destek almalarına ve tedaviye ulaşım güçlüğüne
neden olabilir. Ayrıca çalışma, istatiksel anlamlılık düzeyinde olmamakla
birlikte MKB’ u olan ergenlerin kendilerin MKB’ u olan erişkinlere göre daha
fazla damgalanmış hissettiklerini göstermiştir.
69
P.033
Genç Kızlarda Depresif Bozukluk ve
Adet Döngüsü İlişkisi
*Doç. Dr. Fisun Akdeniz, ** Prof. Dr. Müge Tamar, **Uzm. Dr. Burcu
Özbaran, **Yrd. Doç. Dr. Tezan Bildik
* Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatrisi A.D.
** Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Giriş: Üreme çağı boyunca, kadınların büyük bölümünde adet
kanamasından önceki günlerde farklı şiddette psikolojik ve / veya bedensel
belirtiler ortaya çıkmaktadır. Genç kızlarda üreme hormonlarının
nörotransmitterler üzerinde düzenleyici etkisi olduğu ve hormon
dalgalanmalarının dolaylı olarak ruhsal yakınmalara yol açtığı düşünülür. Bu
çalışmada, depresif bozukluk tanısı olan kızlarda depresyon, öfke ve fiziksel
belirtilerden oluşan toplam adet öncesi sorun şiddetinin (DRSP toplam
puanı) adet öncesi (Luteal evre) ve sonrası (Folliküler evre) dönemlerde
değişip değişmediğini belirlemek amaçlanmıştır.
Yöntem: Çalışmaya DSM-IV’e göre Depresif Bozukluk tanısı olan ve
antidepresan tedavisi düzenlenen, en az 2 yıldır düzenli adet gören 22 ergen
ve 25 sağlıklı kontrol grubu alınmıştır. Hasta grubunda 2–6 ay, kontrol
grubunda 2 ay süre ile ileriye dönük olarak, kendilerinin doldurduğu Sorun
Şiddeti Günlük Kayıt Çizelgesi (DRSP) kullanılmıştır. Beck Depresyon
Envanteri (BDE) adet kanamasından 2 gün önce ve 7. Gününde
doldurulmuştur.
Bulgular: Hasta ve kontrol grubunda sırasıyla yaş ortalaması 16.5±0.7 ve
16.3±0.7 yaş, menarş yaşı 12.6±1.0 ve 12.6±1.0 yaş, Adet döngü süresi ve
adet kanama süresi sırasıyla hasta grubunda 28.5±1.6 ve 5.6±1.7 gün iken,
kontrol grubunda, 28.7±2.1 ve 5.2±1.2 gün olarak bulunmuştur.
Premenstrüel Sendrom hasta grubunda %40,9, kontrol grubunda %28
sıklıktadır (p=0.351). İkinci (p=0.031) ve beşinci adet döngülerinde
(p=0.002); DRSP toplam puanın, Luteal evrede, foliküler evreden anlamlı
biçimde yüksek saptanmıştır. Beşinci (p<0.036) ve altıncı (p<0.011) adet
döngülerinde luteal evrede ki BDE ortalamaları folüküler vereden anlamlı
olarak yüksek bulunmuştur.
Tartışma: Çalışmamızda, Depresif bozukluğu olan kızlarda adet
dönemlerine göre belirti dalgalanmaların olduğu ve DRSP ve BDE’ye göre
depresif bozukluk şiddetindeki artış olduğu gösterilmiştir. Depresif bozukluğu
olan hasta grubunun altı aylık izleminde, DRSP toplam puanları 5 ay
boyunca adet öncesi dönemde, adet sonrasından yüksek bulunmuştur.
Çalışma sırasında özkıyım girişimlerinin (3 olguda) tümü adet öncesi
döneme rastlamıştır. Depresif bozukluğun tedavi ve izlemi sosyal etmenlerin
yanı sıra, fizyolojik bir etmen olan adet döngüsünü de dikkate almak yararlı
olabilir.
70
P.034
Kemik İliği Nakli Olan Çocuklarda ve Annelerinde
Travma Sonrası Stres Bozukluğu
*Dr. G. Tekeli, *Yrd. Doç. Dr. Çığıl Fettahoğlu, *Doç. Dr. Esin Özatalay,
**Prof. Dr. Akif Yeşilipek
*Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
**Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Hematoloji B.D.
Giriş: Bu araştırmada Kemik iliği nakli (KİT) olan çocuklarda ve annelerinde
Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) öncelikli olmak üzere diğer
psikopatolojilerin belirlenmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Kök Hücre
Transplantasyon Ünitesi’ nde nakil olmuş 5-18 yaş arası 27 çocuk ve ergen
ile anneleri çalışmaya dahil edilmiştir. Kontrol grubunu ise bilinen psikiyatrik
ve tıbbi rahatsızlık öyküsü bulunmayan, yaş ve cinsiyet açısından hasta
grubu ile eşleştirilmiş 28 çocuk ve ergen ile anneleri oluşturmuştur. Hasta ve
kontrol grubundaki çocuklardaki mevcut psikopatolojileri Okul Çağı Çocukları
için Duygulanım Bozuklukları ve Şizofreni Görüşme Çizelgesi-Şimdi ve
Yaşam Boyu Versiyonu (K-SADS-PL) ile TSSB belirtileri ve bu belirtilerin
şiddetleri ise Çocuklar için Travma Sonrası Stres Tepki Ölçeği(CPTSD-RI)
ile değerlendirilmiştir. Çocukların annelerinde psikiyatrik belirtiler için Ruhsal
Belirti Tarama Listesi (SCL-90), TSSB için Klinisyen Tarafından Uygulanan
Travma Sonrası Stres Bozukluğu Ölçeği (CAPS) kullanılmıştır.
Bulgular: Hasta çocukların %67’ sinde mevcut en az bir psikopatoloji
saptanırken, sağlıklı kontrollerde ise bu oran %54’ dür. KIT olan çocuklarda
sağlıklı yaşıtlarına göre sadece Anksiyete Bozukluğu daha fazla
görülmektedir (p<0.05). CPTSD-RI’ ye göre KIT olan çocuklarda (N=5
%18,5) klinik anlamlı düzeyde TSSB görülme oranı sağlıklı yaşıtlarından
(n=0) daha yüksektir (p=0.004). Hasta çocukların annelerinin kontrol
annelere göre daha fazla anksiyete, obsesyon, kişiler arası duyarlılık ve fobi
belirtileri olduğu ve bu belirtiler nedeniyle kontrol annelere göre daha fazla
sıkıntı yaşadıkları saptanmıştır (p<0.05). Ayrıca bu annelerde kontrol
annelere göre daha fazla oranda TSSB bulunmaktadır (p<0.02).
Tartışma: Bu çalışmada KIT olan çocuklarda anksiyete bozukluklarının ve
travmaya bağlı belirtilerin sağlıklı yaşıtlarına göre daha fazla görüldüğü
saptanmıştır. Benzer şekilde bu çocukların annelerinde de genel olarak
anksiyete ile ilişkili belirtiler ve TSSB daha fazla görülmektedir. Bu sonuçlar,
hastalar tarafından yaşam kurtarıcı olarak kabul edilen kemik iliği naklinde
hem hastanın hem de yakınlarının psikiyatrik sorunlar açısından takip
edilmeleri gerektiğine işaret etmektedir.
71
P.035
Suisidal Girişimi Olan Ergenlerde Benlik İmgesi ve
Aile Etkeni
*Uzm. Dr. Gonca Çelik, **Dr. Veli Yıldırım, **Dr. Özge Metin, ***Yrd. Doç. Dr.
Ayşegül Yolga Tahiroğlu, **Doç. Dr. Fevziye Toros, ***Prof. Dr. Ayşe Avcı,
*Çoc. Gel. Uzm. Aylin Örgen, *Sosyolog İffet Karayazı
*Mersin Devlet hastanesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Birimi
**Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve hastalıkları A.D.
***Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve hastalıkları A.D.
Giriş: Ergenlik dönemi pek çok ruhsal hastalık başlangıcı için riskli bir
dönemdir. Suisid girişiminde kendilik gelişimi, aile ve çevre ile olan iletişim
kadar gencin bireysel özellikleri de etkilidir. Bu araştırmada psikiyatrik tanılar,
benlik imgeleri ve ailelerin evlilik uyumunun suisid girişimi ile ilişkisi
araştırılmıştır
Yöntem: 2008 Şubat ve 2009 Şubat ayları arasında Mersin Devlet
Hastanesi ve Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlıkları A.D.
suisid girişimi ile başvuran ergen hastalar sosyodemografik verileri, offer
benlik imgesi, evlilik uyum ölçeği, STAI-1-2, Beck depresyon ölçekleri ile
değerlendirildi
Bulgular: 1 yılda başvuran olgulardan 16 sı (%25) erkek; 48’i (%75) kız
hasta idi. Olguların yaş ortalamaları 15,5±1,7, en sık özkıyım şekli 51
(%79,7) ile ilaç alma olarak belirlendi. En sık görülen ruhsal bozukluklar 23
hasta (%35,9) duygudurum bozuklukları,15 hasta yıkıcı davranım
bozukluklarıydı. Erkeklerde yıkıcı davranım bozuklukları, kızlarda ise
duygudurum bozuklukları daha fazla olmak üzere cinsiyete göre tanı grupları
arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0,004). Offer benlik imgesi
288; evlilikte uyum ölçeği ortalaması: 40, beck depresyon ortalaması: 17,
STAİ-1: 41, STAİ-2: 38,5 puan olarak belirlendi.
Tartışma: Literatür bilgileri ile uyumlu olarak ergenlik dönemindeki suisidal
girişimlerin aile, akran ve diğer psikososyal etkenlere bağlı olabileceğini ve
olgulara bütüncül bir yaklaşım gerektiği sonucuna varılmıştır.
72
P.036
Çocukluk Çağı Somatizasyonu-Ağrı Yakınması
*Dr. Gülseren Keskin, **Yrd. Doç. Dr. Ayşegül Bilge
*Ege Üniversitesi Atatürk Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu
**Ege Üniversitesi İzmir Atatürk Sağlık Yüksek Okulu
Giriş: Somatizasyon bireyin fiziksel yetersizlik semptomlarını bir hastalıkmış
gibi yorumlayıp tekrarlayıcı bir şekilde tıbbi yardım arama davranışını ifade
eder. Herhangi bir tıbbi hastalıkla açıklanamayan somatik şikayetler,
çocuklarda oldukça yaygındır ve ciddi seyreder. Pediatri kliniğine başvuran
okul çağı çocuklarının %20’ sinde somatizasyon tanımlanmıştır. Bir
çalışmada 12-16 yaşları arasındaki kızların %10.7’si, erkeklerin %4.5’inde
somatizasyon tespit edilmiştir. Bu çalışmada somatizasyonun çocuklardaki
boyutunun değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: 1990-2009 arasındaki literatür taranarak somatizasyon ve çocuk
ilişkini değerlendiren makaleler incelenmiştir.
Bulgular: Çocukluk çağı somatizasyonu sıklıkla yıkıcı ve tekrarlayıcı fiziksel
stres ve ağrı ile kendini gösterir. Karın ağrısı ve baş ağrısı en fazla şikayet
edilen ağrılardır. Ağrı yakınmaları dışında baş dönmesi, bulantı, yorgunluk
en sık görülen belirtilerdir. Nedenleri biyopsikososyal modelle daha kolay
anlaşılabilmektedir. Bu modelde biyomedikal, psikolojik, sosyal faktörler
somatik şikayetlerin algılanışını açıklar. Stres ve negatif duygulanım
psikolojik deneyimlerle ilgili reaksiyonlar, biyolojik parametreleri etkileyerek
kalp hızını, dolaşımı ve kas gerginliğini arttırır. Klinik araştırmalar stresin
tekrarlayıcı ağrıyı ortaya çıkaran major risk faktörlerinden olduğunu ortaya
koymuştur. Çocuğun yaşantısı, yaşıtları ile tedirgin edici ilişkileri, çocuk için
birer stresördür. Okul çevresi, yaşıtları tarafından çocuğun taciz edilmesi
çocukta tekrarlayıcı ağrıyı ortaya çıkaran faktörlerdendir. Stresör strese karşı
geliştirilen reaksiyonu tetiklerken bilinçdışında bu reaksiyon bilinçli hale
getirilir ve stresin algılanışı farklılaşır, stresin üzeri somatik semptomlarla
örtülür. Çocuklarda psikosomatik şikayetlerden üzüntü, sinirlilik ve
irritasyonun hızla arttığı bildirilmiştir. Aynı zamanda somatizasyon akademik
ve sosyal işlevleri, aile ilişkilerini bozabilir. Somatik yakınmalar anksiyete
bozuklukları, depresyon ve düşük benlik saygısıyla birlikte seyreder. Özelikle
çocukluk çağı baş ağrıları yetişkinlik çağındaki psikiyatrik ve fiziksel
morbiditeyi arttırmaktadır. Kognitif davranışçı yaklaşımlarla çocuğun baş
etme stratejileri geliştirilerek somatoform hastalıklarla baş etmesi
sağlanabilir. İçsel kontrol sistemi ile sosyal dışarılamayı başarabilir. Sosyal
dışarılama ile diğerlerinin yanında kendini güçlü hissetmesini, semptomlarını
kontrol etmesini sağlayabilir.
Tartışma: Ebeveynleri ile birlikte farkındalığı arttıracak psikodinamik
yaklaşımlar çocuğun adaptif olmayan baş etme mekanizmasını ortadan
kaldırabilecektir.
73
P.037
Seksüel Saldırı Mağduru Mental Reartde Olguların
Psikiyatrik Değerlendirilmesi
*Yrd. Doç. Dr. Hakan Kar, *Doç. Dr. Nursel Gamsız Bilgin, *Doç. Dr. Halis
Dokgöz, *dr. Ali Metin, **Doç. Dr. Toros Fevziye
*Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp A.D.
**Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Giriş: Mental retarde olguların ve özellikle çocuk ve adolesan çağdaki
olguların seksüel saldırıya maruz kalma olasılığının normal popülasyona
nazaran oldukça yüksek olduğu bilinmektedir. Cinsel saldırı mağduru mental
retarde
olguların
psikiyatrik
değerlendirilmesinde
problemlerle
karşılaşılmaktadır.
Yöntem: Çalışmamızda 2007-2008 yılları arasında Mersin Üniversitesi Tıp
Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı cinsel saldırı birimine başvuran seksüel
saldırı mağduru mental retarde olguların psikiyatrik değerlendirme
sonuçlarının ortaya konularak Türk Ceza Kanunu açısından tartışılması
amaçlanmıştır.
Bulgular: Çalışmamızda 12 olgunun 5’i hafif mental retarde, 2’si hafif / orta
mental retarde, 3’ü orta mental retarde, 2’si ağır mental retarde olarak tespit
edilmiştir. Yaşlarına göre yapılan erişkin ve çocuk psikiyatrisi
konsültasyonları neticesinde; 5 hafif mental retarde olgunun 3’ünde ve 2
hafif / orta mental retarde olgunun 1’inde olaya bağlı psikopatoloji geliştiği
tespit edilmiş olup, orta ve ağır mental retarde olguların hiçbirinde olaya
bağlı psikopatoloji saptanamadığı belirtilmiştir.
Tartışma: Özellikle orta ve ağır mental retarde olguların durumları itibariyle,
Türk Ceza Kanunu’nda cezayı şiddetle ağırlaştırıcı bir düzenleme olan
“suçun sonunda mağdurun beden ve ruh sağlığının bozulması hali”nden
faydalanamadıkları görülmektedir. Bu mağduriyetin önüne geçilmesi için yeni
yasal düzenlemelerin yapılması bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.
74
P.038
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Olgularında
Anne Babaların Çocuklarına İlişkin Belirti
Bildirimlerinin Uyumluluğu
*Dr. Hasan Kandemir, *Uzm. Dr. Kağan Gürkan, *Dr. Ömer Faruk Akça,
*Prof. Dr. Ayla Aysev
*Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Giriş: Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) çocukluk çağının sık
görülen
nöropsikiyatrik
bozukluklarındandır.
Tanısal
güvenilirliğin
sağlanması için klinik değerlendirme sırasında çoklu kaynaklardan edinilen
davranış ve belirtilere ilişkin bilgilerin kullanılması önem taşımaktadır. Bu
çalışmada klinik başvurusu olan DEHB’li çocukların anne babalarının
çocuklarının belirti şiddetlerine yönelik bildirimlerinin uyumluluğunun
incelenmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Yaşları 7-17 arasında değişen, Ankara Üniversitesi Çocuk Ruh
Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu
ve Özgül Öğrenme Bozuklukları Birimi’ne 2008 yılında ardışık olarak
başvuruda bulunan 64 çocuk çalışmaya katılmıştır. DEHB tanısı iki çocuk ve
ergen psikiyatristi tarafından DSM-IV-TR ölçütlerine göre konulmuştur. Anne
ve babalar Conners derecelendirme ölçeklerini doldurmuşlardır. Bağımsız
örneklem t testi ile anne ve babaların bildirimlerine göre alt ölçek puanları
arasındaki ilişki saptanmış, Pearson bağıntı analizi kullanılarak ise
aralarındaki bağıntı incelenmiştir.
Bulgular: DEHB’li çocukların yaş ortalaması 10.83±2.32’dir. Annelerin yaş
ortalaması ve eğitim süreleri babalara göre anlamlı olarak düşüktür (
p>0.05). Conners alt ölçek puanları açısından karşı gelme alt ölçeği puanları
annelerde anlamlı olarak yüksek iken (p=0.042), diğer alt ölçek puanları
arasında fark bulunmamıştır ( p>0.05). Anne baba Conners alt ölçek
puanlarının bütün alanlarda (dikkatsizlik, karşıt olma-karşı gelme ve
hiperaktivite) anlamlı olarak iyi derecede bağıntı gösterdiği saptanmıştır
(r>0.5, p<0.05).
Tartışma: Birimimize başvuran bir grup çocuk ve ergenin anne babalarının
belirti şiddet ölçümleri büyük oranda uyumludur. Annelerin karşı gelme
puanlarındaki anlamlı yüksekliğin annelerin aile içindeki rolüyle ilişkili
olabileceği düşünülmüştür. Çoğul kaynaklardan elde edilen bilgilerde farklı
noktaların bulunması, DEHB’li çocuk ve ergenlerin değerlendirilmesinde
çoklu kaynaklardan alınan bilgilerle karar verilmesinin önemli olduğunu
düşündürmektedir.
75
P.039
Özgül Öğrenme Güçlüğü Eğitsel Tedavi Grupları İçin
İdeal Süre Ne Olmalıdır?
*Uzm. Psk. İlkiz Altınoğlu Dikmeer, *Çoc. Gel. Uzm. Gönül Erdoğan,*Psk.
Başak Alpas, *Psk. İrem Öker Aycan, *Psk. Belgin Üstün, *Hemş. Semiha
Uyaroğlu, *Hemş. Nuray Yıldırım, *Prof. Dr. Ayla Soykan-Aysev
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Giriş: Özgül Öğrenme Güçlüğü (ÖÖG)belirtileri nedeniyle AÜTF Çocuk Ruh
Sağlığı Polikliniğine başvuran çocuklar eğitsel tedavi gruplarına
alınmaktadır. Bu grupların ekonomi ve verimlilik açısından değerlendirilmesi
için aynı program 8 ve 12 haftalık dönemler halinde uygulanmıştır.
Yöntem: 8 ve 12 haftalık gruplara katılan çocukların okuma hızları, yazı
hataları ve ebeveynlerin bildirdiği ÖÖG belirtileri grup öncesinde ve
sonrasında değerlendirilmiş, gruplar arası karşılaştırmalar yapılmıştır.
Bulgular ve Tartışma: Bulgular ilgili yazın ışığında tartışılmıştır.
76
P.040
Renal Transplantasyon Sonrası Çocukluk Çağı
Psikozu: Bir Buçuk Yıllık Takip
*Dr. İsmet Esra Zeytinci, **Dr. Esra Güney, ***Prof. Dr. Şahnur Şener
*Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri A.D.
**Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Giriş: Şizofreni tablosunun 18 yaşından önce başlaması erken başlangıçlı
şizofreni olarak bilinmektedir. Erken başlangıçlı şizofreni daha fazla organik
etyoloji ve daha kötü prognoz ile seyretmesi açısından erişkin tip
şizofreniden ayrılır. Son yıllarda organ nakli birçok son dönem organ
yetmezlikli hasta için yaygın olarak kullanılır hale gelmiştir. Transplanta
hazırlanan hastaların psikiyatrik açıdan değerlendirilmesi ve takibi hastanın
uyumunu artırır. Burada 14 yaşında bir hastada renal transplant sonrası
başlayan bir psikoz olgusu bildirilmektedir.
Olgu Sunumu: 14 yaşında kız. Üç yıl önce kronik böbrek yetmezliği tanısı
alan ve hastalığının 14. ayında kadavradan renal transplantasyon
geçirdikten sonrası içe kapanma, duygulanımda anhedoni, sosyal
etkileşimde azalma belirtileri gözlenerek takip önerildi. immün sistemi
baskılayıcı tedavi olarak mycophenolate 180+360 mg 2x1, sirolimus 1mg
3x1 ve prednizolon günaşırı 5 mg kullanmaktaydı. Bir ay sonra ki
değerlendirmede depresif özellikli uyum bozukluğu tanısı ile sertralin 25 mg,
risperidon 0.5 mg tedavi başlandı. Transplantasyonun üçüncü ayında
hastanın psikotik belirtileri gözlenerek sertralin kesildi. Organik olmayan
psikoz tanısıyla risperidon dozu günlük 3 mg’a kadar çıkıldı. Yaklaşık 5 ay
sonra yeterli fayda görmemesi üzerine bu tedavi Olanzapin 10 mg ile
değiştirildi. 10 aydır kısmi remisyonda takibi sürmektedir.
Tartışma: Erken başlangıçlı şizofreni tanısı ile takip edilen hastalarda
organik beyin hasarı sıktır. Bizim olgumuzda belirgin bir organik beyin hasarı
saptanmamış olmakla birlikte organ nakli gibi bir major cerrahi sonrasında
ortaya çıkmış olması öncelikli olarak deliryum ve diğer organik beyin
sendromlarını akla getirmiştir. Her hangi bir dönemde hastada bilinç ve
oryantasyon değişikliği olmaması ve MR görüntülemede patoloji
saptanmaması nedeniyle bu tanılar dışlanmıştır. Hastamızın kullanmakta
olduğu immunsupresan tedavilerden prednizolon dışındaki tedavilerin
psikiyatrik sorunlarla ilişkilerine dair bir veri saptanmadı. Kullanılan
prednizolon dozunun düşük olması ve takipte dozunun azaltılmasına rağmen
psikiyatrik belirtilerin artarak devam etmesi psikotik belirtilerin ilaç ile ilişkili
olmadığını düşündürmüştür. Nakil hastalarının seçiminde mutlaka ayrıntılı
psikiyatrik değerlendirme yapılmalıdır.
77
P.041
Metilfenidat Tedavisi Alan DEHB’li Çocuklarda
Depresyon, Anksiyete, Obsesif Kompulsif Belirtiler
ve Yaşam Kalitesindeki Değişim
*Uzm. Dr. Kağan Gürkan, **Dr. Ayhan Bilgiç, ** Serhat Türkoğlu, *Do. Dr.
Birim Günay Kılıç, *Prof. Dr. Ayla Aysev, *Prof. Dr. Runa Uslu
*Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
**Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Giriş: Bu çalışmada Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) olan
çocuklarda metilfenidat (MPH) tedavisi ile depresyon, anksiyete ve
obsesif/kompulsif belirtilerde ve yaşam kalitesinde bir değişim olup
olmadığının belirlenmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Ardışık olarak başvuruda bulunan DSM-IV-TR’ ye göre DEHB
tanısı konmuş ve daha önce tedavi almamış, 8-14 yaş aralığındaki 45 çocuk
ve ergen çalışmaya katılmıştır. MPH tedavisi sırasında başlangıçta, birinci
ve üçüncü ayda anne-baba, öğretmen ve çocuk özbildirim ölçeklerine göre
DEHB belirtileri, depresyon, anksiyete, obsesif/kompulsif belirtiler ve yaşam
kalitesindeki değişimler incelenmiştir. Üç farklı zamanda toplanan veriler
tekrarlı ölçümler varyans analizi ile değerlendirilmiştir. Varyans analizi
sonrası ikili karşılaştırmalarda Bonferroni düzeltmesi kullanılmıştır (anlamlılık
düzeyi p<0.017).
Bulgular: Anne-baba ve öğretmen bildirimlerine göre dikkat eksikliği ve
hiperaktivite/impulsivite puanları üç aylık MPH tedavisi sırasında anlamlı
olarak azalmıştır (p< 0.017). Depresyon (p=0.004), sürekli anksiyete
(p=0.000) ve kontrol obsesyon/kompulsyonları (p=0.001) puanlarında da
anlamlı bir azalma meydana gelmiştir. Durumluk anksiyete (p>0.017), kuşku,
temizlik ve yavaşlık obsesyon/kompulsyonlarındaki (p>0.05) azalma anlamlı
değildir. Anne-baba bildirimlerine göre yaşam kalitesi ölçeğinin psikososyal
(p=0.001) ve toplam (p=0.009) alt ölçek puanlarında, çocuk bildirimlerine
göre ise toplam (p=0.001) alt ölçek puanlarında anlamlı bir artış
saptanmıştır. Anne-baba fiziksel sağlık alt ölçeği ve çocuk fiziksel sağlık ve
psikososyal alt ölçeklerindeki azalma anlamlı değildir (p>0.05). DEHB
belirtilerindeki değişim kontrol edilerek tekrarlı ölçümler varyans analizi
tekrarlandığında sonuçlardaki anlamlı düzelmeler anlamını yitirmiştir
(p>0.05).
Tartışma: Çalışmamızın bulguları DEHB’li çocuk ve ergenlerde MPH
tedavisi ile depresyon, sürekli anksiyete belirtilerinde ve kontrol
obsesyon/kompulsyonlarında azalma ve yaşam kalitesi puanlarında artış
olabileceğini ve bu iyileşmenin DEHB belirtilerindeki düzelmeye ikincil
olduğunu düşündürmektedir.
78
P.042
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Olgularının
Anne Babalarında Hiperaktivite Belirtileri ve Olumsuz
Yaşam Olayları
*Uzm. Dr. Kağan Gürkan, **Dr. Ömer Faruk Akça, *Dr. Hasan Kandemir,
*Prof. Dr. Ayla Aysev
*Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Giriş: Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) çocukluk çağının en
sık nöropsikiyatrik bozukluğu olup, yüksek oranda kalıtılabilirlik
göstermektedir. Bu nedenle psikiyatrik başvuruda bulunan DEHB’li
çocukların anne babalarında da bu belirtiler gözlenmektedir. Bu çalışmada
klinik başvurusu olan DEHB’li çocukların anne babalarında DEHB
belirtilerinin sıklığının belirlenmesi ve okuldan atılma, işten çıkarılma ve
boşanma gibi olumsuz yaşam olaylarının ne oranda olduğunun ortaya
çıkarılması amaçlanmıştır.
Yöntem: Ankara Üniversitesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim
Dalı, Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu ve Özgül Öğrenme
Bozuklukları Birimi’ne 2008 yılında ardışık olarak başvuruda bulunan 64
çocuk çalışmaya alınmıştır. DEHB tanısı klinik görüşme ve derecelendirme
ölçekleri yardımıyla iki çocuk ve ergen psikiyatristi tarafından DSM-IV-TR
ölçütlerine göre konulmuştur. Anne babaların DEHB belirtileri Wender-Utah
Derecelendirme Ölçeği (WUDÖ) ile taranmıştır. Anne babalara araştırıcılar
tarafından geliştirilmiş okuldan atılma, iş değiştirme, suç işlemeye bağlı
hüküm giyme ve boşanma gibi olumsuz yaşam olayları hakkında bilgi
toplayan bir anket formu uygulanmıştır.
Bulgular: Olguların 51’i erkek (%79.7) 13’ü (%20.3) kız yaş ortalaması
10.83±2.32’dir. WUDÖ’ye göre annelerin toplam belirti puan ortalaması
16.88±12.78; babaların ortalaması 21.09±11.97 ve aradaki fark anlamlı
değildir ( p>0.05). Kesme noktası olan 46’nın üstünde yer alan olguların
oranı açısından anlamlı fark yoktur (p>0.05). Hiçbir anne babada okuldan
atılma saptanmazken, sadece bir baba okulda iken disiplin cezası aldığını
bildirmiştir. Ortalama eğitim süreleri annelerde 8.77±3.36, babalarda
10.06±3.34 yıldır (p=0.034). Hiçbir anne baba işten atılmadığını bildirirken, 7
anne ve 10 baba son 5 yılda en az bir kez iş değiştirmiştir. 5 (%7.8) ailede
boşanma olduğu bildirilmiştir; TÜİK verilerine göre 2007 yılında boşanma
hızı %0.134’dür. Hiçbir anne babada hapse girme ya da hüküm giyme
bildirilmemiştir.
Tartışma: DEHB’li çocuk ve ergenlerin anne babalarında da DEHB belirtileri
saptanmakla birlikte tanısal kesim noktasını aşanların oranı azdır. Boşanma
oranlarının klinik başvurusu olan bu grupta yüksek olduğu görülmüştür. Bu
konuda daha geniş örneklemli çalışmalara gereksinim vardır.
79
P.043
Yasak-Sevi Olgusunda Asılsız Bildiri
*Uzm. Dr. Kayhan Bahalı, **Yrd. Doç. Dr. Ayşegül Yolga Tahiroğlu, **Prof.
Dr. Ayşe Avcı
*Mersin Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi Çocuk psikiyatri Birimi
**Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Giriş: Yasak-sevi (ensest), yasal olarak evlenmelerine izin verilmeyen kişiler
arasındaki cinsel ilişki olarak tanımlanmaktadır. Cinsel istismarın önemli bir
alt grubudur. Cinsel istismar ve sonuçları çocuk ve ergen ruh sağlığı
hizmetlerinin önemli bir parçasıdır. Bu konuda çalışan uzmanlar asılsız
istismar bildirimleri ile de karşılaşabilmektedir. Asılsız bildirim olgularında
sağaltım, etik ve adli sorunlar en önemli güçlüklerdir. Bu yazıda cinsel saldırı
yakınması ile polikliniğimize başvuran, yasak-sevi olarak izleme alınan ve
izleminde asılsız bildiri olduğu ortaya çıkan olgunun değerlendirme süreci
sunulmuştur.
Olgu Sunumu: F, 16 yaşında, lise birinci sınıf öğrencisidir. Mutsuzluk, ilgiistek kaybı, ders başarısında düşme yakınmaları olan hasta abisinin
yineleyen cinsel saldırıları nedeniyle polikliniğimize başvurmuştur. Yapılan
psikiyatrik değerlendirme sonucunda, izlemine karar verilerek, Adana Oğuz
Kağan Köksal Gençlik Merkezi’ ne alınmıştır.
Tartışma: Asılsız bildirimin değerlendirilmesinde yaşanan güçlükler mevcut
literatür ışığında tartışılmıştır.
80
P.044
Okul Reddi Olan Çocuk ve Ergenlerin Ailesel
Özellikleri
*Uzm. Dr. Kayhan Bahalı, **Yrd. Doç. Dr. Ayşegül Yolga Tahiroğlu, **Rrof.
Dr. Ayşe Avcı, ***Doç. Dr. Gülşah Seydaoğlu
*Mersin Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi Çocuk psikiyatri Birimi
**Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
***Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik A.D.
Giriş: Bu çalışmada okul reddi yakınması olan çocukların ailesel
özelliklerinin değerlendirilmesi ve okul reddi gelişiminde ailesel özelliklerin
araştırılması amaçlanmıştır.
Yöntem: Okul reddi yakınması olan 55 çocuk ve ana babası çalışmaya
alınmış, benzer yaş ve cinsiyette çocukları ve ailelerini içeren kontrol
grubuyla karşılaştırılmıştır. Ana-babalara sosyodemografik bilgi formu, Beck
Depresyon Ölçeği, Toronto Aleksitimi Ölçeği, Durumluk-Sürekli Bunaltı
Ölçeği ve Ruhsal Belirti Tarama Listesi uygulanmıştır. Verilerin
değerlendirilmesi ki-kare ve Mann Whitney U testi ile yapılmıştır.
Bulgular: Annesi ev hanımı ve eğitim düzeyi düşük olan çocuklarda, çalışan
ve eğitim düzeyi yüksek annelerin çocuklarına göre anlamlı olarak daha sık
okul reddi görülmüştür (p<0,0001). Okul reddi grubundaki ana-babaların
bunaltı, depresyon ve aleksitimi düzeyleri kontrol grubuna kıyasla daha
yüksek bulunmuştur (sırayla: p<0,0001, p<0,0001, p<0,005). Ruhsal belirti
tarama listesine göre, okul reddi grubundaki ana-babalarda, daha fazla
ruhsal belirti saptanmıştır (p<0,0001). Ana-baba tarafından çocuğa fiziksel
şiddet uygulanması (OR: 9,2 [% 95 GA, 3,2-26,4]; p<0,0001); annede (OR:
9,4 [% 95 GA, 1,1-77,6]; p=0,014), babada (OR: 9,2 [% 95 GA, 2,0-42,8];
p<0,001) ya da çocukta (OR: 5,8 [% 95 GA, 2,3-14,5]; p<0,0001) bedensel
hastalık öyküsünün olması; annede (OR: 2,4 [% 95 GA, 1,9-3,1]; p<0,0001),
babada (OR: 8,0 [% 95 GA, 1,0-67,6]; p=0,026) ya da geniş ailede (OR:
13,1 [% 95 GA, 2,9-60,0]; p<0,0001) ruhsal hastalık varlığının okul reddi
gelişimi için risk etmeni olduğu saptanmıştır.
Tartışma: Genetik ve çevresel etmenler, çocuk ve ergenlerde, okul reddi
gelişimine katkıda bulunmaktadır. Bu nedenle okul reddi gelişimine katkıda
bulunan etmenlerin saptanarak gereken önlemlerin alınması, sağaltım
sürecinde, klinisyenlere kolaylık sağlayacaktır.
81
P.045
Anne Sütü Alma Süresi ile 1-4 Yaş Dönemi Psikiyatrik
Sorunları Arasındaki İlişki
*Yrd. Doç. Dr. Koray Karabekiroğlu, *Yrd. Doç. Dr. Seher Akbaş, *Arş. Gör.
*Dr. Gökce Nur Taşdemir
*Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Giriş: Anne sütü ile beslenmenin bebeğin hastalanma ve ölüm oranlarını
belirgin olarak azalttığı bilinmektedir ve çocuklardaki çeşitli psikiyatrik
sorunları azaltabileceği öngörülmektedir. Bu çalışmada erken çocukluk
dönemindeki sağlıklı toplum örnekleminde, anne sütü alma süresi ile
psikiyatrik sorunların, özellikle de beslenme ve uyku sorunlarının ilişkisini
incelemeyi amaçladık.
Yöntem: Samsun ilini temsil edecek şekilde sağlık ocakları aşılama
kliniklerine ailesi eşliğinde başvuran 12-42 ay arasındaki çocuklara ulaşmak
amacıyla, tüm ilçeler kırsal ve kentsel nüfus oranlarına göre katmanlanmış
ve her bir sağlık ocağında çalışmaya dahil edilecek çocukların sayısı
belirlenmiştir. Çalışmaya yaşları ortalama 25,76±7,80 (12-42) ay olan toplam
376 çocuk dahil edilmiştir. Anneler Kısa 1-3 Yaş Sosyal Duygusal
Değerlendirme Ölçeği’ni (K-1/3-SDD-TR) ve Çocuk Davranış Değerlendirme
Ölçeği’ni /2-3 (ÇDDÖ-2/3) doldurmuşlardır.
Bulgular: Katılımcılar anne sütü alma sürelerine göre gruplandıklarında, 2
aydan daha kısa süre ve 24 aydan daha uzun süre anne sütü alanların
ÇDDÖ-2/3 toplam puan ve K-1/3-SDD-TR psikiyatrik sorun (PS) puanlarının
anlamlı olarak daha yüksek olduğu ve bu gruplarda özellikle yeme
sorunlarının daha fazla olduğu görülmüştür. Ayrıca, K-1/3-SDD-TR PS puanı
subklinik kesme değerinden yüksek olma durumu ile ilişkili etkenleri
incelemek için yapılan lojistik regresyon analizinde, anne ve babanın yaşları
ve eğitim sürelerine ek olarak anne sütü alma süresinin de psikiyatrik sorun
düzeyi ile anlamlı bir ilişki içinde olduğunu ortaya konmuştur (X 2 = 26.47,
df= 7, N=337, p<.001)
Tartışma: Bu çalışmanın bulguları genel olarak incelendiğinde anne sütü
alma süresinin özgül bir etken olarak, çocuklarda ruhsal sorunların düzeyi,
özellikle de yeme sorunları ile ilişkili olduğu görülmüştür. 2 aydan daha kısa
ya da 24 aydan daha uzun süre anne sütü almanın bir psikososyal risk
etkeni olarak görülebileceğine dair kanıtlar elde edilmiştir.
82
P.046
Kronik Baş ağrısı Olan Çocuklarda Psikiyatrik Eş
Tanılar
*Dr. Mehmet Fatih Ceylan, *Dr. Esra Güney, **Prof. Dr. Ayşe Serdaroğlu,
*Prof. Dr. Elvan İşeri, **Uzm. Dr. Ebru Arhan
*Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
**Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nörolojisi A.D.
Giriş: Bu çalışmada Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nörolojisi
Biriminde baş ağrısı nedeniyle izlenen hastaların komorbid psikiyatrik
hastalıklar açısından incelenmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Ocak 2008-Mayıs 2008 tarihleri arasında polikiniğe başvuran 7-18
yaş arası 44 baş ağrısı yakınması nedeniyle izlenen hastaya DSM-IV
ölçütlerine göre yapılandırılmış görüşme ve “Okul Çağı Çocukları İçin
Duygulanım Bozuklukları ve Şizofreni Görüşme Çizelgesi-Şimdi ve Yaşam
Boyu Versiyonu” (Schedule for Affective Disorders and Schizophrenia for
School Age Children-Present and Lifetime version =K-SADS-PL) uygulandı.
Bulgular: Kronik baş ağrısı ile başvuran 44 hastanın %40.9’u (n=18)
psikiyatrik tanı almamıştır. Tek bir psikiyatrik tanı alan hastaların %43.2’sine
(n=19) anksiyete bozukluğu, %4.5’ine (n=2) DEHB, %2.3’üne (n=1)
depresyon tanıları konmuştur. Komorbid psikiyatrik tanı olarak da hastaların
%9.1’i (n=4) depresyon-anksiyete idi. Baş ağrısı hastalarında tekli ve ikili
tanılar bir arada değerlendirildiğinde toplamda %52.3 (n=23) anksiyete
bozukluğu, %11.4 (n=5) depresyon, %4.5 (n=2) DEHB tanısı bulunmuştur.
Tartışma: Bu çalışmada baş ağrısı nedeniyle izlenen hastalarda depresyon
ve anksiyete bozukluğunun yaygın olduğu saptanmıştır. Çocuk nörolojisi
polikliniklerinde sık görülen kronik baş ağrılarında eşlik eden komorbid
psikiyatrik tanıların bilinmesi bu bozukluğu olan çocuklarda tedaviye katkı
sağlayacak ve yaşam kalitelerini arttıracaktır.
83
P.047
Epilepsisi Olan Çocuklarda Psikiyatrik Eş Tanılar
*Araş. Gör. Dr. Mehmet Fatih Ceylan, *Araş. Gör. Dr. Esra Güney, **Prof.
Dr. Ayşe Serdaroğlu, *Prof. Dr. Elvan İşeri, **Uzm. Dr. Ebru Arhan
*Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
**Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nörolojisi A.D.
Giriş: Bu çalışmada Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nörolojisi
Biriminde epilepsi nedeniyle izlenen hastaların komorbid psikiyatrik
hastalıklar açısından incelenmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Ocak 2008-Mayıs 2008 tarihleri arasında polikiniğe başvuran 7-18
yaş arası 30 primer jeneralize epilepsi hastasına DSM-IV ölçütlerine göre
yapılandırılmış görüşme ve Okul Çağı Çocukları İçin Duygulanım
Bozuklukları ve Şizofreni Görüşme Çizelgesi-Şimdi ve Yaşam Boyu
Versiyonu (Schedule for Affective Disorders and Schizophrenia for School
Age Children-Present and Lifetime version =K-SADS-PL) uygulandı.
Bulgular: Epilepsi hastalığı nedeniyle başvuran 30 hastanın, %50’si (n=15)
hiçbir psikiyatrik tanı almamıştır. Tanı alanların %33.2’si (n=10) tek bir
psikiyatrik tanı almıştır. Bunların %16.6’sında (n=5) anksiyete bozukluğu,
%13.3’ünde (n=4) depresyon , %3.3’ünde dikkat eksikliği hiperaktivite
bozukluğu (DEHB) saptanmıştır. Epilepsi hastalarının %16.7’si ise ikili
psikiyatrik tanı almıştır. Bunlar sırasıyla DEHB-depresyon (%6.7, n=2) ,
DEHB-anksiyete
(%6.7, n=2), depresyon-anksiyete (%3.3, n=1) idi.
Epilepsi hastalarında tekli ve ikili psikiyatrik rahatsızlıklar birlikte
değerlendirildiğinde %26.6’sı(n=8) anksiyete bozukluğu, %23.3’ü(n=7)
depresyon, %16.7’si (n=5) DEHB tanısı almıştır.
Tartışma: Bu çalışmada baş ağrısı ve epilepsi nedeniyle izlenen hastalarda
depresyon, anksiyete ve DEHB yaygın olduğu saptanmıştır. Çocuk nörolojisi
polikliniklerinde sık görülen epilepsi hastalarında eşlik eden komorbid
psikiyatrik tanıların bilinmesi bu bozukluğu olan çocuklarda multidisipliner
yaklaşımla daha kaliteli hizmet sunulmasını sağlayacak ve yaşam kalitelerini
arttıracaktır.
84
P.048
Travma ve Cinsel Kimlik Bozukluğu: Olgu Sunumu
*Araş. Gör. Dr. Mehmet Fatih Ceylan, *Araş. Gör. Dr. Esra Güney, *Prof. Dr.
Elvan İşeri, *Prof. Dr. Şahnur Şener
*Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
Giriş: Cinsel kimlik bozukluğu (CKB), kendi cinsiyetinden rahatsız olma,
karşı cinsten olma isteği veya ısrarlı bir biçimde karşı cinsiyetle özdeşim
kurma ile seyreden bir klinik durumdur. Bu olguda, kız hastada, çocukluk
çağı boyunca kronik olarak travmaya uğrayan ve belirtileri ergenlik çağında
başlayan CKB olgusundan bahsedeceğiz.
Olgu Sunumu: 15 yaşında kız hasta, 3 kız kardeşin en küçüğü, lise 1.
sınıfta okuyor. Annesinden alınan bilgiye göre son 2 senedir belirgin olarak
saçlarını sürekli kısa kestirme, devamlı pantolon ve gömlek giyme, etek,
külotlu çorap, südyen gibi kız kıyafetleri giymeme, daha çok erkeklerle
oynama, kendine “Bay X” adını koyma ve komşunun bir kızından hoşlanma
şikâyetleriyle annesi tarafından kliniğimize getirildi. Hastanın genel
görünümü bebek yüzlü erkek tipindeydi ve depresifti. Kendisinden alınan
bilgiye göre babası tarafından kendisinin ve annesinin sürekli dövüldüğünü
ablalarının ise babası tarafından evlenene kadar birkaç kez cinsel tacize de
uğradığını belirtti. Fakat kendisi cinsel tacize uğramamıştı. Özellikle
küçükken babasının ayaklarının altını tornavida ile deldiği olayı sürekli
“flashback” şeklinde gözünün önüne geldiğini belirtmektedir. Büyüyünce
polis olmak istediğini, annesini bu hayattan kurtaracağını ve babasına
muhtaç olmadan annesiyle birlikte yaşayacağını belirtmektedir. Hasta cinsel
kimliğinden bahsedilince belirgin disfori yaşadı. Hastaya DSM-IV kriterlerine
göre CKB, travma sonrası stres bozukluğu ve depresyon tanıları kondu. Aile
öyküsünde baba şizoafektif bozukluk ve alkol bağımlılığı; annede depresyon
vardı.
Tartışma: Bu olguda anne ve çocuk babadan sürekli şiddet gören, çaresiz
bir konumdaydı. İki ablası gerek fiziksel gerekse birkaç kez olan cinsel
istismardan dolayı erkenden evlenerek bir nevi baskılardan kurtulmuşlardı.
Evde adeta hiç yüzü gülmemiş annesini farkında olmadan bu hayattan
kurtarmaya çalışan ikame koca rolüne bürünmüştü. Ayrıca annesi, ablaları
gibi sürekli ezilen bir cinsiyet karakterindense daha güçlü erkek modelini
benimsemişti. Erkek cinsel kimliğini benimserken “polis” olmak istemesi
kendisini ve annesini koruyabileceği daha güçlü bir karakter olarak
düşünmüş olabilir. Bu vakada CKB oluşmasında kendisine, annesine ve
ablalarına uygulanan travmanın hastalığın etiyolojisinde önemli olduğunu
düşünmekteyiz.
85
P.049
Risperidon Tedavisinin Çocuk ve Ergenlerde Lipit
Profiline Etkileri
*Mehmet Gökşin Karaman, *Esra Özdemir, *Nihal Yurteri, *Ayten Erdogan
*Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları
A.D.
Giriş: Atipik antipsikotiklerin, kilo artışı ve lipit profil değişikliklerini içeren
metabolik yan etkilere neden oldukları bilinmektedir. Bu araştırmada,
normoglisemik çocuk ve ergen psikiyatri hastalarında risperidon kullanımının
lipit profili üzerine olan etkilerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Çalışmaya herhangi bir psikiyatrik bozukluk için risperidon
kullanılan 5-15 yaş arası 54 hasta dahil edilmiştir. Çalışmada, araştırmanın
başlangıcından önceki 2 hafta içerisinde lipit profilini değiştiren ilaç
kullanımının olması, diyabet, dislipidemi veya kardiyovasküler hastalıkların
bulunması dışlama kriterleri olarak alınmıştır. Araştırmaya alınan hastaların,
risperidon kullanılmadan önceki ve tedavinin 4. haftasındaki LDL Kolesterol,
HDL Kolesterol, Total Kolesterol ve Trigliserid düzeyleri değerlendirmeye
alınmıştır.
Bulgular: TC, TG ve LDL düzeylerinde baseline düzeylere göre artış tespit
edildi. Cinsiyet, yaş ve hastalık tanılarının TC, TG ve LDL düzeyleri üzerinde
herhangi bir etkisi saptanmadı.
Tartışma: Bu çalışma verileri risperidon tedavisi ve dislipidemi arasında ilişki
olabileceğine işaret etmektedir. Çalışmanın kısa dönem tedavi sonuçlarını
değerlendirmesi ve cros sectional olması kısıtlılık olsa da, bu sonuçlar
risperidon tedavisi ile lipit parametrelerinde değişik olabileceğine işaret
etmesi açısından önemlidir.
86
P.050
3-5 Yaş Grubunda Kurum Bakımındaki Çocuklarda
Ruhsal Hastalık Sıklığı ve İlişkili Etmenler
*Dr. Muhammed Ayaz, **Dr. Şaziye Senem Başgül, *Doç. Dr. Işık Karakaya,
*Yrd. Doç. Dr. Şahika Gülen Şişmanlar, *Dr. Ahmet Yar, *Dr. Ekrem Şentürk,
*Dr. Sema Dikmen
*Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
**Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Çocuk Psikiyatri Birimi
Giriş: Kurum bakımının çocuklardaki olumsuz etkilerinden söz edilmektedir.
Bu çalışmada kurum bakımında yaşayan 3-5 yaş aralığındaki çocukların
ruhsal bozukluk sıklığını saptamak, ilişkili etmenleri araştırmak, toplum ve
klinik örneklem verileri ile karşılaştırmak amaçlanmıştır.
Yöntem: Çalışma grubu Kocaeli ilinde kurum bakımındaki 3-5 yaş
arasındaki tüm çocuklardan, klinik örneklem KOÜ Çocuk Psikiyatrisi
Polikliniğine başvuran çocuklardan, toplum örneklemi ise bir başka
çalışmanın verilerinden rasgele olarak oluşturulmuştur. Her grubun denekleri
yaş ve cinsiyet açısından eşleştirilmiştir. Çocukların sosyodemografik bilgileri
çalışmacı tarafından hazırlanan bir form aracılığı ile toplanmış ve ebeveyn
ya da kurum bakımındaki çocuklar için çocukla en fazla zaman geçiren
bakımveren tarafından Erken Çocukluk Envanteri-4 ölçeği doldurulmuştur.
Bulgular: Çalışmaya her bir grupta 34 çocuk olmak üzere toplam 102 çocuk
alınmıştır. Gruptaki çocukların yaş ortalaması 4.3±0.75 (min:3, max: 5)’ dir.
Her grupta 18 erkek (%52.9) ve 16 kız (%47.1) yer almaktadır. Gruplar
deneklerin aldıkları en az bir ruhsal hastalık tanısı açısından
karşılaştırıldığında, klinik örneklemde hastalardan 26’sı (% 76.5), kurum
çocuklarından 22’si (%64.7), saha örnekleminde çocuklardan 16’ sı (%
47.1) en az bir ruhsal hastalık tanısı almıştır. Aradaki fark istatistiksel olarak
anlamlıdır. Kurum çocuklarında Bağlanma Bozukluğu ve Dikkat Eksikliği
Hiperaktivite Bozukluğu(Dikkatsizliğin Önde Geldiği Tip) görülme sıklığı diğer
iki gruptan, Karşıt Olma Karşı Gelme Bozukluğu ve Davranım Bozukluğu
saha örnekleminden daha yüksek bulunmuştur.
Tartışma: Çalışmamızın sonucunda kurum bakımındaki çocuklarda klinik
örneklem düzeyine yakın oranlarda ruhsal bozukluk bildirilmiştir.
Sonuçlarımız kurum bakımındaki çocukların ruh sağlığının korunması
açısından önemli adımların atılması gerektiğini düşündürmüştür.
87
P.051
WISC-R Kısa Form Uygulaması
*Nagehan Demiral, **Mediha Korkmaz, *İnci Altıntaş, *Prof. Dr. Cahide
Aydın
*Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
**Ege Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü
Giriş: Kısa form geliştirme isteğinin ardında bulunan en temel faktör zaman
sınırlılıkları olmaktadır. Kısa test formlarının geliştirilmesi psikometrik
anlamda öncelikli olarak bir geçerlik sorunudur. Kısa form ile kazanılan
zaman, kaybedilen geçerlik olmamalıdır. Test kısa formlarını geliştirmede: a)
madde seçme yaklaşımı b) alttest seçme yaklaşımı olmak üzere iki temel
model vardır (Watkins, 1986).Kısa test formu geliştirmek aynı zamanda uzun
test formunu da daha etkin, verimli ve yeterli de yapabilmektedir (Donders,
1997).
Yöntem: Bu çalışmanın amacı, Türkiye adaptasyonu 1988 yılında
tamamlanan WISC-R’ın bir kısa formunun oluşturulmasıdır. Elde edilen
verilere alttest seçme yaklaşımı kullanılarak kısa form incelemeleri
yapılacaktır. Örneklem 2005-2008 yılları arasında, İzmir ilinde yüksek zeka
düzeyindeki çocukların tanılama sürecinde yer alan yaş ranjı 7-12 aralığında
olan toplam 596 denekten oluşmaktadır.
Bulgular: Örneklemin genel zeka düzeyleri sözel, performans ve tüm IQ için
100-145 IQ aralığındadır (ortalamanın 3 standart sapma üzerinde).100-115
IQ aralığında örneklemin %18’i, 116-130 IQ aralığında örneklemin %58’i ve
131-145 IQ aralığında %23’ü bulunmaktadır. Örneklemin %43’ü kız ve
%57’si erkek çocuklardan oluşmaktadır. Sözel IQ ortalaması=123,
performans IQ ortalaması= 120 ve tüm IQ ortalaması=123,85’tir. Tüm
örneklemde sözel IQ ve tüm IQ korelasyonu 0,81(p<.01), performans IQ ve
tüm IQ korelasyonu 0.80(p<.01) derecesindedir. Tüm sözel IQ ile en yüksek
korelasyon değerleri genel bilgi (.63), benzerlik (.61) ve yargılama (.62 )
alttestlerindedir. Performans IQ ile en yüksek korelasyon değerleri küplerle
desen(.63), parça birleştirme (.63) ve resim tamamlama (.53)
alttestlerindedir.
88
P.052
Çocuk Uyku Alışkanlıkları Anketi Geçerlilik ve
Güvenilirlik Çalışması
*Dr. Neşe Perdahlı Fiş, *Ayşe Arman, **Pınar Ay, **Ahmet Topuzoğlu,
*Ayşegül Selcen Güler, *Sebla Gökçe İmren, ***Refika Ersu, *Prof. Dr. Meral
Berkem
*Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh sağlığı ve Hastalıkları A.B
**Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı A.D.
***Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Göğüs Hastalıkları B.D.
Giriş: Bebeklik, erken çocukluk, okul çağı ve ergenlik dönemlerinin tümünde
çeşitli uyku sorunlarına sık rastlanılmaktadır. Uykunun çocukların büyüme ve
gelişiminde önemli etkisi olduğu bilinmektedir. Tıpkı yetersiz uyku gibi, aşırı
uykululuk halinin de çocuklarda öğrenme güçlükleri ile bağlantılıdır.
Standardize edilmiş, ölçekler sınırlı sayıda olup pek çok yayında çocukların
uyku sorunları ebeveyn temelli anketlerde tanımlanmaya çalışılmıştır.
“Children’s Sleep Habits Questionnaire” (CSHQ), çocukların uyku
alışkanlıklarını ve uyku ile ilişkili zorluklarını araştırmaya yönelik
tasarlanmıştır. Bu anketin önemli bir özelliği Uluslararası Uyku Bozuklukları
Sınıflandırma Sistemi (ICSD) temel alınarak hazırlanmış olmasıdır. Bu
çalışmada Çocuk Uyku Anketi-kısaltılmış formunun Türkçe geçerlik ve
güvenilirliğinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Ölçek 30 öğrenciye 15 gün arayla iki defa uygulanmıştır. Geçerlilik
aşamasında ise İstanbul da çok aşamalı örnekleme yöntemiyle belirlenen 11
ilçeden toplam 70 ilköğretim okulundan 1,2,3 ve 4. sınıf öğrencilerinin
ebeveynleri sosyodemografik bilgi formu ve Çocuk Uyku Alışkanlıkları
Anketini (ÇUAA) doldurmuştur. Anket sorularını tamamlayan 1749 olgunun
verileri incelenmiştir.
Bulgular: Güvenilirlik: İç tutarlılık Cronbach alfa katsayısı 0.78 olarak
bulundu. Ölçeğin 15 gün içindeki test tekrar test ortalamaları, ortanca ve
persantilleri, arasında istatistiksel anlamlılık yoktu (p>0.05) ve korelasyon
katsayısı r:0.81 olarak saptandı (p<0.001). Geçerlilik: Katılımcıların %50.8’ i
kız, %49.2’ si erkekti (ortalama yaş 8.2±1.2). Yapısal geçerliliği
değerlendirmek amacıyla ölçek toplam puanı cinsiyet, yaş, sosyoekonomik
düzey (SED) açısından analiz edildi. Cinsiyet ve yaş açısından uyku toplam
puanları benzerdi. SED düştükçe uyku ölçeği puanlarının artıyordu
(p<0.001). Hareketlilik, dikkatsizlik, sinirlilik, kavgacılık, kurallara uymama
gibi davranış sorunları; ayrıca üzüntü, mutsuzluk, endişe, korku, bedensel
sorunlar gibi etmenler artmış ÇUAA puanlarıyla ilişkiliydi (p<0.001).
Tartışma: Bulgular DEHB, davranım bozukluğu gibi davranış sorunlarının ve
depresif, anksiyete ve bedensel yakınmaların uyku sorunlarıyla ilişkisini
bildiren yazın bilgisi ile uyumludur. Çalışmadan elde edilen bu bulgu anketin
klinik örneklemde de uyku sorunlarını taramada kullanılabileceğine işaret
etmektedir. ÇUAA için orta derecede güvenilir Cronbach alfa değerleri elde
edilmiştir ve test-tekrar test güvenilirliği de yeterli düzeydedir.
89
P.053
Otizm ve Smith-Lemli-Opitz Sendromu: İki Kardeş
Olgu
*Dr. Nihal Karaçayır, **Yrd. Doç. Dr. Şahika Gülen Şişmanlar, *Doç. Dr.
Bülent Kara
*Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
**Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Giriş: Otistik bozukluk normal gelişimde sapmalarla kendini gösteren bir
yaygın gelişimsel bozukluktur. Bozukluğu sergileyen çocuklar toplumsal
etkileşim, iletişim, ilgi alanı ve davranışlarda sorunlar yaşamaktadırlar.
Bozukluğun etyolojisi kesin olarak bilinmemekle birlikte genetik etkenler
başta olmak üzere enfeksiyonlar, gastrointestinal sistem, metabolik ve
çevresel faktörler konusunda pek çok çalışma yürütüle gelmiştir. Yine FrajilX sendromu, Angelman sendromu, tuberoz skleroz gibi pek çok genetik
bozuklukta otistik belirtiler görülebilmektedir. Smith Lemli Opitz Sendromu
(SLOS) da otizmle en fazla ilişkilendirilen tek gen bozukluğu olarak
bildirilmektedir. Bu sendromu sergileyen çocukların %86’ ya varan oranlarda
otizm spektrum bozukluğu belirtileri sergiledikleri ve bu nedenle otizmin
patogenezini anlamada SLOS’ un iyi bir model olabileceği ileri sürülmektedir.
SLOS kolesterol biyosentezinin son aşamasındaki 7-dehidrokolesterol
redüktaz enziminin eksikliğinden kaynaklanan bir tablodur. Bu yetersizlik
plazma ve tüm dokularda kolesterol düzeyinde azalma, 7-dehidrokolesterol
ve onun izomeri olan 8-dehidrokolesterol düzeyinde ise artışa yol
açmaktadır. Otozomal resesif geçiş gösteren bu tablo malformasyonlar,
gelişimsel nörolojik bozulmalar, zeka geriliği ve davranış sorunları ile kendini
göstermektedir. Kolesterolün MSS’ nin gelişimi ve işlevselliğindeki rolü
düşünüldüğünde SLOS’ u olan çocuklarda gelişim ve davranış alanlarında
sorunların olması olağan gibi görünmektedir.
Olgu Sunumu: Bu yazıda otistik belirtilerle Çocuk Ruh Sağlığı kliniğine
başvuran ve Pediatrik Nöroloji polikliniğindeki ayrıntılı değerlendirmelerde
SLOS tanısı konan 4 yaş 9 aylık (erkek) ve 2 yaş 4 aylık (kız) iki kardeşi
sunmak istedik.
Tartışma: SLOS ile otizm arasındaki ilişkiyi gözden geçirmeyi ve otistik
belirtilerle başvuran çocukların değerlendirilmesinde ayrıntılı fizik
muayenenin önemini vurgulamaya çalıştık.
90
P.054
Gelişimsel Gecikmelerin Erken Tespiti Amacıyla
Sosyal-İletişim Alana Yönelik Gelişim Tarama Testi
Oluşturulması (SİATT)
*Nilcan Kuleli Sertgil, Prof. **Dr. Gülbin Gökçay
*Okan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
**İstanbul Tıp Fakültesi Sosyal Pediatri B.D.
Giriş: Bebek Ruh Sağlığı alanının amaçlarından biri gelişimsel gecikmelere
ve sorunlara sebep olabilecek risk durumlarının erken dönemde fark
edilmesi ve girişim programları sunulmasıdır. Bebeklik ve erken çocukluk
döneminde gelişimsel gecikmeler az teşhis edilebilmektedir. Gelişimsel
gecikmeleri olan ya da risk taşıyan çocukların sağlam çocuk kontrollerinde
fark edilmeleri önemlidir. Sağlam çocuk kontrollerinde Gelişim Tarama
Testlerinin düzenli olarak kullanılması, gelişimsel sorunların tespit edilme
oranını anlamlı ölçüde arttırmaktadır. Gelişmiş ülkelerde sağlık
hizmetlerinde,
bebeklik ve erken çocukluk döneminde gelişimsel
gecikmelerin tespit edilmesi amacıyla kolaylıkla uygulanabilen pek çok
Ebeveyn Bildirimli Gelişim Tarama Testleri olmasına rağmen ülkemizde bu
tip tarama ölçekleri sınırlıdır. Çalışmanın amacı Türkiye’ de gelişimsel
gecikme riski taşıyan çocukların erken dönemde tespit edilmesine olanak
sağlayacak “Sosyal-İletişim Alan” odaklı, 06- 24 ay arası bebekler için,
ebeveyn bildirimli ve birinci basamak çocuk sağlığı hizmetlerinde de
kullanılabilecek bir “Gelişim Tarama Testi” geliştirmektir.
Yöntem: Alanyazında sosyal-iletişim alan ile ilgili genel ve ayırt edici gelişim
basamaklarından oluşan 143 maddelik bir madde havuzu hazırlanmıştır. Bu
maddeler pilot çalışma kapsamında İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları Anabilim Dalı Sosyal Pediatri Bilim Dalı Çocuk İzlem
Polikliniğinde rutin sağlam çocuk kontrollerine gelen, 6-24 ay arası çocukları
olan 100 aile ile yüz yüze görüşme yoluyla uygulanmıştır. Faktör analizi ile
ayırt edici özelliği olan maddeler belirlendikten sonra testin son hali
oluşturulmuştur.
Bulgular: Hayatın ilk yılları beyin gelişimi ve işlevi için en kritik dönemdir. Bu
dönemde gelişimsel sorunların tespiti bebek ve ailesinin erken girişimden
yararlanması için fırsat sağlar.
Tartışma: Çalışma, Türkiye'de sosyal iletişim alan odaklı, ebeveyn bildirimli
ve birinci basamak çocuk sağlığı hizmetlerinde kullanılabilme özelliği olan bir
ilk test olması açısından önem taşımaktadır. Ülkemizde “Bebeklik ve Erken
Çocukluk Dönemi” sağlık hizmetlerinde pratik ve kullanımı kolay, erken tespit
özelliği olan, aileler açısından tatmin edici ve gelişimsel anlamda olumlu
açılımlar sağlayabilecek ebeveyn bildirimli standardize edilmiş bir tarama
testinin düzenli kullanılmasının çeşitli faydaları olacaktır.
91
P.055
Çocuk ve Ergen Psikiyatrisinde Bir Gündüz Kliniği
Uygulaması
*Yrd. Doç. Dr. Nursu Çakın Memik, *Yrd. Doç. Dr. Şahika Gülen Şişmanlar,
*Yrd. Doç. Dr. Özlem Yıldız Öç, *Doç. Dr. Işık Karakaya, *Prof. Dr. Belma
Ağaoğlu
*Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Giriş: Çocuk ve ergen psikiyatrisi alanında batılı ülkelerdeki tedavi
uygulamalarında önemli bir yeri olan gündüz kliniklerinde, servise yatırılacak
kadar ağır ruhsal hastalığı olmayan ancak ayaktan tedavi şartlarında ele
alınması zor olan hastaların tedavi edilmesi önerilmektedir. Bu yazıda,
Türkiye'de ilk kez Kocaeli Üniversitesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları
Anabilim Dalı'nda kurulmuş olan Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Gündüz Kliniği
Ünitesi'nde izlenen çocuk ve ergenlerin sosyodemografik özelliklerinin ve
tedaviye yanıt oranlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Kocaeli Üniversitesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Gündüz Kliniği’nde
01.01.2008/01.01.2009 tarihleri arasında izlenen hastaların tedaviye yanıt
oranları Klinik Global İzlem Ölçeği (CGİ), Çocuklar için Genel Değerlendirme
Ölçeği (ÇGDÖ) ve Tedavi Değerlendirme Ölçeği (TDÖ) kullanılarak
değerlendirilmiştir.
Bulgular: Gündüz kliniğinde izlenen 10-17 yaşları arasındaki toplam 31
hastanın (10 erkek, 21 kız) ortalama tedavi süresi 5,7 haftadır. Tedaviye
yanıt oranı CGİ’ye göre %77,8 bulunmuştur. Hastaların ÇGDÖ puan
ortalamaları tedavi sonunda istatistiksel olarak anlamlı oranda artmıştır.
TDÖ’ye göre ebeveyn memnuniyeti “iyi düzeyde” (3,38) saptanmıştır.
Tartışma: Batılı ülkelerde çocuk ve ergen ruh sağlığı alanında gündüz kliniği
uygulamaları uzun yıllardan beri kullanılmakta olmasına rağmen ülkemiz için
yeni bir kavramdır. Ayaktan tedavinin yetersiz kaldığı hastalarda gündüz
kliniğinin etkili bir tedavi yöntemi olduğu, çocuk ve ergen psikiyatrisinde
kullanımının yaygınlaştırılması gerektiği söylenebilir.
92
P.056
Metilfenidat Kullanımı ile Meydana Gelen Priapizim:
Bir Olgu Sunumu
*Yrd. Doç. Dr. Nursu Çakın Memik, *Yrd. Doç. Dr. Özlem Yıldız Öç, *Yrd.
Doç. Dr. Şahika Gülen Şişmanlar, *Doç. Dr. Işık Karakaya, *Prof. Dr. Belma
Ağaoğlu
*Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Giriş: Priapizim, cinsel uyarı veya cinsel istek ile ilişkisiz olarak uzamış
istenmeyen ereksiyon halidir ve tüm yaş gruplarında görülebilmektedir.
Çocuk ve ergenlerde orak hücreli anemi ve malignite en sık görülen
sebepleridir. Priapizim sürekli ve geri dönüşümsüz erektil disfonksiyona yol
açabileceğinden dolayı önem verilmesi gereken bir belirtidir. Çok sayıda
ilacın priapizme yol açabileceği bilinmekte ve bu sayı her geçen gün
artmaktadır. Yazın gözden geçirildiğinde ergende psikotrop ilaç kullanımı ile
priapzmin meydana geldiği olgular bildirilmiştir. Ancak yalnızca
psikostimulan tedavisi ile uzamış ereksiyonun geliştiği bir olgu bildirimine
rastlanamamıştır.
Bu yazıda, bir ergen hastada yalnızca metilfenidat tedavisiyle meydana
gelen Priapizim süreci tartışılmıştır.
Olgu Sunumu: Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu olan 14 yaşındaki
hastaya metilfenidat 10 mg/gün tedavisi başlanmış, iki ay sonra belirtilerinde
yeterli düzelme görülmemesi üzerine metilfenidat 20mg/gün’e çıkılmıştır.
Metilfenidat tedavisinde ilaç tatili uygulanmamıştır. 20mg/gün’e çıkıldıktan üç
gün sonra cinsel uyarı olmaksızın ortaya çıkan, istenmeyen, tekrarlayan, 45
dakika kadar süren ereksiyon geliştiği bildirilmiştir. İstemsiz ereksiyonlar gün
içerisinde 3-4 kez yaklaşık 1 saatlik aralarla meydana geliyormuş. Hasta
herhangi bir ağrı duymamasına rağmen bu durumdan çok rahatsız olmuş,
utanmış ve sürekli saklamaya çalışmış. Annenin ereksiyonu 2 ay sonra fark
etmesi üzerine bu durumun ilaç kullanımına bağlı olabileceğini düşünmüş ve
doktoruna anlatmıştır. Yapılan incelemeler sonunda hastanın metilfenidat
dışında herhangi bir ilaç kullanmadığı, yasa dışı madde kullanmadığı,
priapizme yol açabilecek nedenlerin arasında sayılan hemoglobinopati, orak
hücreli anemi ya da kronik myelositik lösemi gibi organik bir rahatsızlığının
olmadığı muayene ve tetkiklerle saptanmıştır. İncelemenin ardından
ereksiyon metilfenidat tedavisine bağlanmış ve ilaç tedavisi kesilmiştir.
Metilfenidat tedavisinin kesilmesinden 3 gün sonra ereksiyon halinin
düzeldiği görülmüştür.
Tartışma: Metilfenidatın α-2 agonistik etkisi üzerinden libido artışına yol
açtığı söylenmektedir. KK. Olguda ortaya çıkan Priapizim yan etkisinin bu
mekanizmayla ilişkili olabileceği düşünülmüştür.
93
P.057
Çocuk Psikiyatrisi Konsültasyonu Devlete Ne Kazandırır? (Bir Yapay
Bozukluk Olgusu)
*Dr. Onur Burak Dursun, *Dr. Caner Mutlu, *Yrd. Doç. Dr. Neslihan Emiroğlu,
*Doç. Dr. Aynur Akay, **Dr. Benhur Çetin, **Prof Dr. Gül Saylam
*Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve hastalıkları A.D.
**Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve hastalıkları A.D.
Giriş: Yapay bozukluk, fiziksel belirti ya da bulguların amaçlı olarak ortaya
çıkarıldığı ve/veya bu tür belirti varmış gibi davranılması ile ortaya çıkan bir
ruhsal bozukluktur. Bu bozukluk yaklaşık 50 yıldır biliniyor olmasına rağmen
yazında çocuk ve ergenlerle ilgili veriler kısıtlıdır. Erken dönemde tanılama,
hem hastaların uygun ve etkin şekilde tedavi edilebilmesine olanak tanıması
hem de gereksiz sağlık harcamalarının önlenebilmesi açısından önemlidir.
Olgu Sunumu: Bu posterde, nedeni bilinmeyen kanamalarının ayırıcı tanı
ve tedavisinin yapılabilmesi amacıyla pediatri servisinde planlanan yatışı
sırasında tarafımızdan değerlendirilen, bu şikâyetleri ile değişik sağlık
kurumlarında defalarca ayaktan ve yatarak tedavi görmüş, 14 yaşında bir kız
ergenin tanılama süreci ve uygulanan tedavi yaklaşımları aktarılacaktır.
Bulgular: Kanamalara yol açacak organik bir neden tespit edilemeyen
hastanın psikiyatrik değerlendirmesi sonucunda; olgunun hasta rolünü
benimsemiş olduğu, ebeveyn-çocuk ilişkilerinde bağımlı-hostil öğelerin
bulunduğu, ailenin verdiği bilgilerin çelişkili olduğu ve iç görüsünün kısıtlı
olduğu gözlenmiş; en invaziv tanısal girişimlere bile gencin büyük bir
hoşnutlukla girdiği öğrenilmiştir. Aile ve olgu temeldeki psikiyatrik sorunlara
bakmak istememiş, genelde tedavi ekibi ile de öfke dolu ilişki kurmuşlardır.
Çocuk ergen ruh sağlığı ekibinin de sürece dahil olmasıyla multidisipliner
toplantılar ve ekipler arası bilgi paylaşımı artmış, bunun sonucunda tanıya
daha kolay gidilebilmiş ve hastanın izlemi bu doğrultuda planlanmıştır. Olgu
düzenli izlem ve tedaviye alınmaya çalışılınca daha önceki tedavi
girişimlerine benzer şekilde aile hem psikiyatrik hem de tıbbi tedaviden
vazgeçme eğiliminde olmuştur. Bu ve detayına değinilecek diğer
nedenlerden dolayı olguda yapay bozukluk tanısı düşünülmüş, ancak tanıya
ulaşılana dek hasta sağlık sistemine ciddi anlamda bir maliyet oluşturmuştur.
Tartışma: Olgumuzdan elde edilen veriler ışığında, yapay bozukluğun
ekonomik boyutu ve hastaların sağlık sistemine maliyeti irdelenmiş; tanı ve
tedavi zorluğu nedeniyle süreçte hasta, tedavi ekibi ve sağlık sisteminde
doğabilecek olumsuzlukların önlenebilmesi konusunda alınabilecek tedbirler
tartışılmıştır.
94
P.059
Psödonöbetli Bir Olgunun Tedavisinde Bütünsel
Yaklaşım
*Dr. Ömer Başay, *Dr. Bürge Kabukçu Başay, *Uzm. Dr. Burcu Özbaran,
*Doç. Dr. Serpil Erermiş, *Prof Dr. Cahide Aydın
* Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Giriş: Psödonöbet elektroensefalografik anormallik ve klasik epilepsi kliniği
göstermeksizin gerçekleşen nöbet olarak tanımlanmaktadır. Doğu
toplumlarında batı toplumlarına göre daha sık görülmektedir. Görülme sıklığı
10-18 yaşlar arasında artış gösterir. Psödonöbetler, konversiyon bozukluğu,
somatizasyon bozukluğu ve dissosiyatif bozukluk gibi bazı psikiyatrik
rahatsızlıklarda sık görülür.
Olgu Sunumu: 7,5 yaşındaki kız olgu, nöroloji yataklı biriminde
nöbet/psödonöbet ayırıcı tanısı ile onbeş ve yirmi günlük iki ayrı yatış
dönemi sonrasında psödonöbet olarak değerlendirilip çocuk psikiyatrisi
konsültasyon-liyezon polikliniğine yönlendirilmiş. Olgunun hikayesinde 5
yaşındayken cadı gördüğünden bahsettiği, hayali arkadaşlarının olduğu
öğrenildi. Bu dönemde ara sıra olan bayılma ve kasılmalarının ilkokula
başladıktan sonra günde en az 15-20 kez olacak şekilde sıklaştığı ve bu
şikayetleri nedeni ile okula devam edemediği belirtildi. Olguya, psikiyatrik
değerlendirme sonucunda, major depresyon tanısı konuldu. Yapılan WISC-R
zeka testi “Hafif düzeyde Mental retardasyon” ile uyumlu bulundu. Aile
görüşmesinde ailenin çocuğun ikincil kazançlarını desteklediği anlaşıldı.
Olgunun depresif bozukluğuna yönelik antidepresan ilaç tedavisi başlandı.
Ailenin çocuğa yaklaşımı ele alındı. Eğitim ile ilgili sorunlarını gidermek için
öğretmeniyle görüşüldü ve özel eğitime yönlendirildi. Tedavi ve izlem
sonucunda 6 ay içerisinde nöbetlerin azalarak sonlandığı görüldü. Takibine
belirli aralıklarla devam edilen olgu yaklaşık 2 yıldır nöbetsiz olarak
izlenmektedir.
Tartışma: Tedavi yaklaşımı ele alınmış, tedavide bütünsel yaklaşımın
gerekli ve önemli olduğu vurgulanmıştır.
95
P.059
Subakut Sklerozan Panensefalitte Bilişsel ve
Davranışsal Değişiklikler: Bir Olgu Sunumu
*Dr. Ömer Başay, *Dr. Kemal Utku Yazıcı, **Uzm. Dr. Sanem Keskin Yılmaz,
**Doç. Dr. Gül Serdaroğlu, **Prof. Dr. Hasan Tekgül, **Prof. Dr. Sarenur
Gökben
*Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
** Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Pediatrik Nöroloji B.D.
Giriş: Subakut sklerozan panensefalit (SSPE), erken çocukluk döneminde
geçirilen kızamık enfeksiyonu ile ilişkili, ilerleyici ve ölümcül bir
nörodejeneratif hastalıktır. SSPE kızamığın endemik görüldüğü yerlerde
daha sık görülür. Özellikle, kızamık aşısının yaygınlaşmasından sonra SSPE
çok nadir görülen bir hastalık olmuştur. Ülkemizin doğu bölgelerinde batı
bölgelerine göre daha sık görülmektedir. Hastalık en sık 5-15 yaş arasında
ortaya çıkmaktadır.
Olgu Sunumu: Bu yazıda pediatri nöroloji servisine başvurusu sonrasında
SSPE tanısı konulan 13 yaşında bir kız olgu değerlendirilecektir. Olgu
üzerinden SSPE de görülen bilişsel ve davranışsal değişiklikler ele
alınacaktır.
Tartışma: SSPE genellikle bilişsel yetilerde bozulma, kişilik ve davranış
değişiklikleri ile başlamaktadır. Bu nedenle başlangıçta psikiyatrik hastalıklar
ile karıştırılabilir. Okul başarısında belirgin azalma, kişilik ve davranış
değişikliği olan olgularda nadir görülen bir hastalık olsa da SSPE akılda
tutulmalıdır. Geçirilen hastalıklar ve aşılama öyküsü alınmalıdır. Ayrıca
hastalığın sonlanışı düşünüldüğünde aşılama gibi koruyucu toplum sağlık
hizmetlerinin önemi bir kez daha açığa çıkmaktadır.
96
P.060
Psödonöbet Tanısından Başka Bir Epileptik Olmayan
Fenomen Tanısına: Paroksismal Distoni ile Seyreden
Bir Multipl Skleroz Olgusu
*Dr. Ömer Başay, *Dr. Kemal Utku Yazıcı, **Uzm. Dr. Sanem Keskin Yılmaz,
**Prof. Dr. Hasan Tekgül
*Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
** Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Pediatrik Nöroloji B.D.
Giriş: Multipl Skleroz (MS), kadınlarda daha sık görülen, santral sinir
sisteminin demiyelinizan bir hastalığıdır. Görme bozukluğu, duyu
bozuklukları, ekstremitelerde motor fonksiyon kaybı, denge bozukluğu,
cinsel işlevlerde bozukluk, mesane ve barsak sfinkter bozukluğu gibi farklı
nörolojik hasarlarla ortaya çıkabilmektedir. Ayrıca, bilişsel işlevlerde bozulma
ve psikiyatrik belirtiler şeklinde de kendini gösterebilmektedir. Distoni ise MS
de tek başına nadir görülen klinik bir durumdur.
Yöntem: Bu yazıda başvurusundan bir ay önce sağ üst ekstremitesinde, sağ
ağız kenarında kasılma şikayeti başlayan ve bu süre boyunca farklı
zamanlarda çekilen EEG ve video EEG’ler sonucunda psödonöbet tanısı ile
izlenen 17 yaşında bir kız olgu ele alınmıştır.
Bulgular: Şikayetleri geçmeyen olgunun çekilen Manyetik Rezonans
Görüntüleme bulguları MS ile uyumlu bulunmuştur. Bunun üzerine yapılan
beyin omurilik sıvısı incelemeleri de MS tanısını desteklemiştir. Olgunun
hareketleri distoni olarak değerlendirilmiştir.
Tartışma: Olgunun tanı süreci ve tedavisi tartışılmıştır. Psödonöbet olarak
değerlendirilen her olguda tam bir nörolojik değerlendirme yapılmasının
önemi vurgulanmıştır.
97
P.061
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Olan
Çocukların Belirti Şiddeti İle Anne Baba Psikiyatrik
Belirtilerinin İlişkisi
*Dr. Ömer Faruk Akça, *Dr. Hasan Kandemir, *Uz. Dr. Kağan Gürkan, *Prof.
Dr. Ayla Aysev
*Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Giriş: Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB), tanı konan çocuğu
etkilediği kadar diğer aile bireylerini, özellikle de anne babaları
etkilemektedir. Diğer taraftan, anne babaların ruhsal durumları DEHB olan
çocuklara karşı tutumlarını ve çocukların belirtilerini de etkileyebilmektedir.
Bu çalışmada DEHB olan çocukların anne babalarının ölçtüğü belirti
şiddetleri ile anne babalarının özbildirim ölçeğine göre psikopatoloji düzeyleri
arasındaki ilişkinin araştırılması amaçlanmıştır.
Yöntem: Ankara Üniversitesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim
Dalı, DEHB ve Özgül Öğrenme Bozuklukları Birimi’ne 2008 yılında
başvuruda bulunan 64 çocuk çalışmanın örneklemini oluşturmuştur.
Çocuklara DEHB tanısı anne baba ve çocuklarla klinik görüşme yapılarak en
az iki çocuk ve ergen psikiyatristi tarafından DSM-IV-TR ölçütlerine göre
konulmuştur. Çocukların DEHB belirtileri Yenilenmiş Conners Anababa Uzun
Formu ile belirlenmiştir. Anne ve babalar psikiyatrik belirtilerinin saptanması
için SCL-90-R belirti tarama ölçeğini doldurmuşlardır.
Bulgular: SCL 90’a göre annelerin ortalama genel belirti indeksi 0.82±0.61,
babalarınki ise 0.67±0.50 olarak saptanmış olup, aradaki fark istatistiksel
açıdan anlamlı bulunmamıştır (p>0.05). Annelerin somatik şikayetler
(p=0.00) ve depresyon belirtileri (p=0.044) alt ölçeklerinde babalara göre
anlamlı olarak daha yüksek puanlara sahip olduğu belirlenmiştir. Bağıntı
analizi sonucunda anne Conners toplam puanı ile anne depresyon (r=478,
p<0.01), anne anksiyete (r=479, p<0.01), anne öfke (r=471,p<0.01), anne
obsesif kompulsif belirtiler (r=425,p<0.01) ve anne genel belirti indeksi
(r=503,p<0.01) anlamlı olarak pozitif bağıntı göstermiştir. Baba Conners
toplam puanı ile de baba depresyon (r=347, p<0.05), baba anksiyete (r=389,
p<0.05), baba öfke (r=324,p<0.05), baba obsesif kompulsif belirtiler
(r=390,p<0.05) ve baba genel belirti indeksi (r=413,p<0.05) pozitif bağıntı
göstermiştir.
Tartışma: Sonuçlar DEHB’li çocukların belirti şiddetleri ile anne babalarının
psikiyatrik belirti şiddetleri arasında ilişki olduğunu düşündürmektedir. Bu
nedenle çocukların uygun tedavisi anne babaların ruh sağlığını olumlu
etkileyebilir. Bu çocukların anne babalarının da ruhsal açıdan
değerlendirilmesi ve gerektiğinde tedavi için yönlendirilmeleri önemlidir.
98
P.062
Ergenlerin Kendilerini Değerlendirmelerinin Anne
Baba Tutumları ve Bazı Değişkenler
*Yrd. Doç. Dr. Özcan Sezer, **Doç. Dr. Leyla Karaoğlu, ***Arş. Gör. Merve
Ünal, *Psk. Dan. Erkan Sezer
*İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik Bölümü
**İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi Halk Sağlığı A.D.
***İnönü Üniversitesi, Eğitim Fakültesi İlköğretim Bölümü
Giriş: Anne babaların çocuk yetiştirme biçimleri ile aile bireyleri arasındaki
ilişkiler çocukların pek çok yönden gelişimini etkilemektedir Bu çalışma, lise
öğrencilerinin kendilerini değerlendirmelerinin, algıladıkları anne baba
tutumları ve diğer değişkenlerle olan ilişkisini belirlemek amacıyla yapılmıştır.
Yöntem: Araştırma kesitsel niteliktedir. Örneklem, altı liseden tabakalı rast
gele yöntemle seçilen 549 öğrenciden oluşmaktadır. Verilerin toplanmasında
Sosyal Karşılaştırma Ölçeği, Ana Baba Tutum Ölçeği ve bu araştırma için
geliştirilen sosyodemografik bilgi formu kullanılmıştır. Toplanan verilerin
değerlendirilmesinde korelasyon, Mann Whitney- U Test ve Kruskal Wallis
H-Test istatistiklerinden yararlanılmış, hata payı olarak. 05 alınmıştır.
Bulgular: Araştırma kapsamına giren öğrencilerin %50,1 (275) kız, %
49,9’u (274) erkektir. Yaş ortalaması 16,08’dir. Kendini değerlendirmenin
cinsiyete göre değiştiği ve erkeklerin kızlara göre kendilerini daha olumlu
algıladıkları; Sosyal Karşılaştırma Ölçeği puanları ile Demokratik Anne Baba
Tutum Alt Ölçeği puanları arasında yüksek düzeyde ve pozitif yönde bir ilişki
olduğu (r=.295), Sosyal Karşılaştırma Ölçeği puanları ile Koruyucu / İstekçi
(r= -.072) ve Otoriter Anne Baba Tutum puanları (r= -.152 ) arasında negatif
yönde bir ilişki olduğu görülmektedir (P< 0.01, n=549). Ergenlerin kendilerini
değerlendirmeleri arkadaşlarıyla olan iletişim durumlarına göre anlamlı bir
farklılık göstermektedir [ X2 (3) = 19,92, P< 0.01]. İstatistik olarak aralarında
anlamlı bir fark olmamasına rağmen, her zaman ya da ara sıra sigara içtiğini
belirten ergenlerin Soysal Karşılaştırma Ölçeğinden aldıkları (X=85.09)
puanlar, hiç sigara kullanmadığını belirten ergenlere (X=87.70) göre da
düşüktür.
Tartışma: Ergenlik dönemi bireyin değişik yönlerden gelişiminin en belirgin
olduğu bir dönemdir ve bu dönemdeki bazı yaşantılar bundan sonraki
yaşamını önemli düzeyde etkileyebilmektedir. Bu nedenle ergenlerin
kedileriyle ilgili değerlendirmelerinin olumlu yönde gelişmesi için, okul ve
ailenin işbirliği ile onların güçlü yönlerini ortaya çıkartıcı ve zayıf yönlerini
geliştirici ortak etkinlikler düzenlenebilir. Bunun için gereksinimi olan anne
babalar tespit edilerek, ergenlerin gelişim ihtiyaçları ve istendik anne baba
tutumlarının kazandırılmasına yönelik çalışmalar yapılabilir.
99
P.063
Serebral Palsili Çocukların Yaşam Kalitelerini
Etkileyen Faktörlerin Değerlendirilmesi: Bir Ön
Çalışma
*Uz. Dr. Dr. Özden Ş. Üneri, **Uz. Dr. Kıymet İkbal Karadavut,
*Sami Ulus Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Ruh
Sağlığı ve Hastalıkları Birimi
**Sami Ulus Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Fizik Tedavi
ve Rehabilitasyon Birimi
Giriş: Serebral palsi (SP) her 1000 canlı doğumda 2-2.5 oranlarında
görülen, kronik bir hareket ve postür bozukluğudur. Sağlıkla ilgili verilerin
değerlendirmesinde yaşam kalitesi (YK) değerlendirmeleri 20. yüzyılın 2.
yarısından itibaren önem kazanmıştır.
SP’li çocuklarda YK ile ilgili
çalışmalarda da son yıllarda artış gözlenmektedir. Bu çalışmalarda daha çok
ebeveyn ölçekleri kullanılmaktadır. Ülkemizde bu alanda yapılmış az sayıda
çalışma bulunmaktadır. Çalışmamızın amacı CP’li çocukların YK’ lerini
etkileyen faktörlerin araştırılmasıdır.
Yöntem: Çalışma örneklemi Haziran-Aralık 2008 tarihleri arasında Dr. Sami
Ulus Çocuk Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon polikliniğine başvuran
ve SP tanısı alan toplam 53 hastalardan oluşmaktadır. Olguların
ebeveyninden Çocuklar İçin Yaşam Kalitesi Ölçeği (ÇİYKÖ) ebeveyn
formunu, Beck depresyon ve anksiyete ölçeklerini doldurmaları istenmiş,
sosyodemografik bilgi formu doldurulmuştur. YK ölçek puanlarına çocuğun
yaşı, kilosu, SP tipi, Kaba Motor Fonksiyon Sınıflandırma Sistemi (KMFSS)
değerlendirmesi, birincil bakım veren ebeveynin yaşı, eğitim düzeyi, Beck
depresyon ve anksiyete ölçek puanları, aile gelir düzeyi, çocuğun bakımına
evde yardım eden olup olmadığı, çocukta SP dışında ek sağlık sorunu olup
olmadığı gibi faktörlerin etkisi araştırılmıştır.
Bulgular: 53 olgunun 16’sının ebeveynleri çalışmaya katılmayı kabul
etmemiş; toplam 37 olgu ile çalışılmıştır. Çalışmaya katılmayı kabul eden ve
etmeyen birincil bakım veren ebeveynler arasında yaş ortalaması, eğitim
düzeyi dağılımları, aile aylık gelir dağılımları, çocukların cinsiyet dağılımı ve
çocuk yaş ortalamaları açısından istatistiksel olarak anlamlı fark
saptanmamıştır (p>0.05). Değerlendirme sonuçlarına göre Fiziksel Sağlık
Toplam Puanı (FSTP), Psikososyal Sağlık Toplam Puanı (PSTP) ve Ölçek
Toplam Puanlarının (ÖTP) tümü ile sadece anne depresyon ve anksiyete
ölçek puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı doğrusal korelasyon
saptanmıştır (p<0.05). FSTP, PSTP ve ÖTP annelerin depresyon ve
anksiyete ölçek puanları arttıkça azalmaktadır.
Tartışma:
Ebeveynin
ruhsal
süreçlerinin
yaşam
kalitesi
değerlendirmelerinde etkisinin önemli olabileceği, bu nedenle mümkün olan
durumlarda öz bildirim ölçeklerinin de kullanılmasının yararlı olacağı savını
desteklemektedir. Ayrıca SP’li çocuğu olan ebeveynlere psikolojik destek
çalışmalarının çocukların yaşam kalitesini nasıl etkileyeceğinin ileride
yapılacak çalışmalarda değerlendirilmesinin yararlı olacağı düşünülmüştür.
100
P.064
Çevresel Etmenler ve Ruhsal Belirtiler Üzerine
Etkileri
*Dr. Özlem Keskiner*, *Yrd. Doç. Dr. Ayşegül Yolga Tahiroğlu, *Prof. Dr.
Ayşe Avcı, **Dr. Zehra Öztürk, ***Uzm. Dr. Gonca Gül Çelik, *Dr. Serhat
Nasıroğlu
*Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
** Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri A.D.
***Mersin Devlet Hastanesi, Mersin
Giriş: Çevresel etmenler ruhsal bozuklukların ortaya çıkmasında ve ruhsal
belirtilerin şiddetinde etkili olabilir. Bu çalışmada çocuk ve aile ile ilgili
çevresel etmenlerin ruhsal belirti şiddeti üzerine etkisinin araştırılması
amaçlanmıştır.
Yöntem: Çalışmaya ruhsal bozukluğu olan 568 çocuk ve ergen katılmıştır.
Farklı belirtileri taramak amacıyla Stroop TBAG Formu, Çocuklar için
Depresyon Ölçeği (ÇDÖ), Maudsley Obsesif Kompulsif Soru Listesi
(MOKSL), Çocuklar için Durumluk ve Sürekli Kaygı Envanteri (ÇDSKE-1 ve
ÇDSKE-2), Conners Aile Derecelendirme Ölçeği (CADÖ), Conners
Öğretmen Derecelendirme Ölçeği (CÖDÖ), McMaster Aile Değerlendirme
Ölçeği (ADÖ) ve Klinik Global İzlem (KGİ) puanlaması kullanılmıştır. Medya
maruziyeti (günlük televizyon izleme ve bilgisayar kullanma süresi),
enfeksiyon hastalıkları (sık enfeksiyon, tonsillektomi, adenoid vejetasyon) ve
rutin laboratuar incelemeleri (ASO, serum demiri) çevresel etmenler olarak
değerlendirilmiştir.
Bulgular: En sık belirlenen tanı dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğudur
(DEHB) (n:449, %79.0), bunu anksiyete bozuklukları (n:86, %15.1),
duygudurum bozuklukları (n:10, 1.8%) ve diğer bozukluklar (n:23, 4.0%)
izlemektedir. Sık enfeksiyon geçirme (p<0.0039), annede ruhsal hastalık
öyküsü (p<0.007) ve doğum travması (p<0.005) anlamlı biçimde artmış
CADÖ ortalamaları ile ilişkilendirilmiştir. Annede ruhsal (p<0.001) ve fiziksel
hastalık (p<0.004), ailede ruhsal hastalık (p<0.009) ve doğum travması
(p<0.036) daha yüksek ADÖ ortalamalarına; adenoid vejetasyon (p<0.0053)
ve doğum travması (p<0.029) artmış MOKSL ortalamalarına işaret
etmektedir. Artmış Stroop test süreleri, tonsillektomi (p<0.039) ve annenin
çalışmaması ile (p<0.015), artmış Stroop düzeltme-hata oranları (p<0.020)
ise yine annenin çalışmaması ile ilişkili bulunmuştur. ASO düzeyi arttıkça
Stroop hata-düzeltme ortalamaları anlamlı biçimde arttığı belirlenmiştir
(p<0.005).
Tartışma: Bulgularımız başta annenin hastalığı ve annenin çalışmaması
olmak üzere aileye ait pek çok etmenin ve doğum travmasının çocuktaki
ruhsal belirti şiddetine etkisi olabileceği fikrini desteklemektedir. Enfeksiyon
hastalıkları ile ilgili değişkenlerin özelikle daha fazla obsesif kompulsif belirti
ve daha ağır dikkatsizlik belirtisine işaret etmesi, ruhsal bozukluklarda
immünolojik nedenlerin rol alabileceği bilgisi ile uyumludur. Bu çalışmanın
bulguları, medya maruziyetinin çocuk ve gençlerde olumsuz etkilerinin
olabileceği görüşünü desteklenmektedir.
101
P.065
Cinsel İstismara Uğrayan Ergenlerde Bireysel, Ailesel
ve İstismara Ait Özelliklerin Tanımlanarak, İstismara
Uğrama ve Psikiyatrik Bozukluk Oluşumu Üzerine
Etkilerinin Araştırılması: Kontrollü Bir Çalışma
*Dr. Özlem Önen Doğan, *Dr. Handan özek, *Uzm. Psk. Lalecan İşcanlı,
*Psk. Ümit şahin, *Doç. Dr. Özlem Gencer
*Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Giriş: Cinsel istismarı (Cİ) takiben çocuk ve ergenlerde çok çeşitli psikiyatrik
belirtiler ve davranışsal sorunlar görülebileceği araştırmalarla ortaya
koyulmuştur. Bu çalışmada cinsel istismara uğrayan ergen olgularda
bireysel, ailesel ve istismara ait özelliklerin tanımlanması ve bu özelliklerin
ve başa çıkma mekanizmalarının istismara uğrama ve psikiyatrik bozukluk
oluşumu üzerine etkilerinin kontrol grubu ile karşılaştırılarak araştırılmasıdır.
Yöntem: Çalışmanın örneklemini 11 -18 yaş arası 31 Cİ olgusundan; kontrol
grubu ise pediatri polikliniğine kronik başvuran sağlıklı ergenlerden
oluşmaktadır. Tüm olgulara sosyo-demografik veri formu, KSADS, WISC-R
ve Stresle Başa Çıkma Yolları Ölçeği (SBYÖ) uygulanmıştır.
Bulgular: Olgu grubunda marital sorun 4.2 kat, aile içi şiddet 6.1 kat ve
ailede cinsel örselenme öyküsü 5.8 kat daha sıktır. Düşük anne eğitim
düzeyi olgu grubunda olma riskini 4.5 kat, babanın alkol kullanımı 2.8 kat
artırmaktadır. Cİ yaşı ortalama 12.7±2.2 ve sonlanma yaşı 13.24±1.7 olarak
saptanmıştır. İstismarcıların %76,3’ü aile dışındandır; okul personeli,
yabancı biri, komşu, erkek arkadaşı, herhangi bir arkadaşı, bir uzak
akrabası, hapisteki diğer suçlular ya da kuzeni. Aile içi olgularda; ağabey, öz
baba, üvey baba ve abladır. Bir istismarcı kadındır. %47,4 olguda Cİ
penetrasyon içermektedir; erkek olgularda penetrasyon daha sıktır. 14 yaşın
altında olgularda istismarcıların %74’ü aile dışından, 14 yaş üzerinde ise
%75’i aile içindendir. Kontrol grubunun SBYÖ-Aktif Başa Çıkma (ABÇ) alt
ölçeği ortalaması olgu grubundan anlamlı biçimde yüksektir. SBYÖ-ABÇ alt
ölçeği ile değerlendirildiğinde; düşük anne eğitimi ve aile içi şiddet olgu olma
riskini artırıyordu ve ABÇ’deki sağlıksız sonuçlar olgu olma riskini 5,8 kat
artmaktadır. En sık tanılar anksiyete bozukluğu ve majör depresif
bozukluktur. Olgu grubunda tanıya etkisi olan sosyo-demografik değişkenin
sosyo- ekonomik düzeydir.
Tartışma: Cİ’de sadece istismar değil, bireyin ve ailenin içinde olduğu çok
kapsamlı etmenler söz konusudur. Başa çıkma mekanizmaları da cinsel
istismara uğrama ve istismarın sonuçları açısından bireyden bireye önemli
farklılıklar gösterebilmektedir. Bulgularımız bazı bireysel ve cinsel istismara
ait özelliklerin ve aile işlevlerindeki sorunların çocukların cinsel istismara
uğrama riskinde artışa neden olabileceğini düşündürmektedir.
102
P.066
DEHB’ de Atomoksetin ile OROS-metilfenidat
Tedavisinin Karşılaştırılması
*Yrd. Doç. Dr. Özlem Yıldız Öç, *Doç. Dr. Nursu Çakın Memik, *Prof. Dr.
Şahika G. Şişmanlar*, *Doç. Dr. Işık Karakaya, *Prof. Dr. Belma Ağaoğlu
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve hastalıkları A.D.
Giriş: Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğunun (DEHB) tedavi
algoritmalarında psikostimülanlar halen ilk seçenek ilaçlar olmasına rağmen
bazı hastalarda psikostimülanlar yanıt alınamamakta ya da tolere
edilememektedirler. DEHB tanılı çocuk ve ergenlerin tedavisinde FDA onayı
alan stimülan olmayan tek ilaç atomoksetindir. Bu ön çalışmada ülkemizde
son bir yıldır kullanılmaya başlanan atomoksetinin yan etki profili OROSmetilfenidat kullanan çocuklarla karşılaştırılarak tartışılmaya çalışılacaktır.
Yöntem: Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi polikliniğinde
DSM-IV-TR’ a dayalı klinik görüşmeler ve K-SADS değerlendirmesi ile DEHB
tanısı konan 8-14 yaş arasındaki 24 erkek çocuk çalışmaya alınmıştır.
Çalışmaya alınan çocuklara rastgele atomoksetin (0,5 mg/kg/gün) ve OROSmetilfenidat (18mg/gün) tedavisi başlanarak 1 haftanın sonunda etkin doza
çıkılmıştır (atomoksetin:1,2 mg/kg/gün, OROS-metilfenidat:36mg/kg/gün,
ortalama 1mg/kg/gün). Çalışmanın 4. haftasında klinik değerlendirme,
ebeveynlerden alınan bilgi ve Uyarıcı İlaçlar İçin Yan Etkileri Tarama Ölçeği
kullanılarak her iki ilaç grubunda ortaya çıkan yan etkiler değerlendirilmiştir.
Bulgular: Atomoksetin kullanan çocuklarda (n=13) en sık görülen yan etkiler
iştahsızlık (%77.0), karın ağrısı (%46.2), bulantı (%46.2), uyku hali (%37.9)
ve kusma (%15.4); OROS-metilfenidat kullanan çocuklarda (n=11) ise
iştahsızlık (%81.8), uyuma güçlüğü (%63.7) ve baş ağrısı (%45.0) olarak
bildirilmiştir. Çalışmanın sürdürüldüğü ilk 4 hafta boyunca bulantı ve kusma
nedeniyle atomoksetin kullanan 2 çocuk tedaviyi bırakmış, OROSmetilfenidat kullanan grupta ise yan etkiler nedeniyle tedaviyi bırakan hasta
olmamıştır.
Tartışma: Her iki ilaç grubunda yan etkilerin yanında etkinliğin de
değerlendirilmesi, yan etkilerin laboratuar ölçümleriyle (kan basıncı, nabız,
EKG, boy ve kilo takibi gibi) uzun dönemde izlenmesi ileriki çalışmalarda
daha aydınlatıcı verilere ulaşmamızı sağlayacaktır.
103
P.067
Çocuklarda Kanser Yorgunluğu ve Kronik Yorgunluk
Sendromu
*Rabia Ekti Genç, *Selmin Şenol, *Ayşegül Bilge
* Ege Üniversitesi İzmir Atatürk Sağlık Yüksekokulu
Giriş: Genel olarak yorgunluk için bir tanımlama yapmak zor olmakla birlikte
normal aktivite sırasında ya da sonrasında tükenmişlik hissi ya da aktiviteye
başlamak için yeterli enerji olmadığı hissi olarak tanımlanabilir. Kanserli
çocuklarda yorgunluk, kanser veya kemoterapi tedavisi ile ilişkili olarak
olağan işlevleri engelleyen sıra dışı, sürekli, subjektif bir his olarak
tanımlanmaktadır. Kronik yorgunluk ise en az altı ay süren ve sekiz belirtiden
( bellek ve konsantrasyonda bozulma, boğaz ağrısı, servikal ve aksiler lenf
nodlarında hassasiyet, kas ağrısı, çoğul eklem ağrısı, yeni baş ağrısı,
dinlendirmeyen uyku, egzersiz sonrası bitkinlik) en az dördünün eşlik ettiği
bir sendromdur. Kanser yorgunluğu tedavi sonlandığında ya da kanser
iyileştiğinde ortadan kalkarken, kronik yorgunluk çok uzun süre devam
edebilir. Her şekilde ve her yaşta yorgunluk yaşayanlar için ızdırap verici bir
durumdur.
Tartışma: Kronik yorgunluk ve kanser yorgunluğunun azaltılması ve
yönetilmesine yönelik çeşitli sağlık disiplinleri bir arada çalışmaktadır. Bu
derlemede çocuklarda kanser yorgunluğu ve kronik yorgunluk sendromunun
azaltılmasına yönelik girişimler incelenecektir.
104
P.068
Gençlerde Keyif Amaçlı Gaz Soluma Riski: Ani Ölüm
*Uzm. Dr. Ramazan Akçan, **Prof. Dr. Necmi Çekin, **Doç. Dr. Ahmet Hilal,
***Dr. M. Mustafa Arslan
*Adli Tıp Kurumu Şırnak Adli Tıp Şube Müdürlüğü
**Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp A.D.
***Mustafa Kemal Üniversitesi Tayfur Ata Sökmen Tıp Fakültesi Adli Tıp A.D.
Giriş: Uçucu maddelerin istemli inhalasyonu/kötüye kullanımı, tüm dünyada
karşılaşılan bir sağlık sorunu olmakla birlikte, öfori oluşturması nedeniyle
özellikle ergenler ve genç erişkinlerde kullanım sıklığı giderek artmaktadır.
Söz konusu eylemi -olası sonuçlarını bilmeksizin- keyif verdiğini düşünerek
gerçekleştiren bu olgularda, akut kardio-pulmoner etkilenim gibi çeşitli
nedenlerle ani ölüm meydana gelebilmektedir.
Olgu Sunumu: Arkadaş grubu içerisinde, keyif verici etkisi için, bütan içerikli
çakmak gazı tüpünden gaz soluma sonrası ani ölüm meydana gelen
ondokuz yaşındaki kadın olgu olay ortamı ve otopsi bulguları ile
sunulmaktadır.
Tartışma: Bu olgu bağlamında; arkadaş grubu eğilimleri, bireysel ve ailevi
özellikler gibi psiko-sosyal faktörlerin etkisiyle çocuk, ergen ve genç erişkin
yaş gruplarında sıklığı giderek artan uçucu maddelerin kötüye kullanımı
sorununa ve ani ölüm riskine dikkat çekilmesi amaçlandı.
105
P.069
Çocukluk Çağı Davranışsal Uyku Bozukluklarına
Davranışsal Yaklaşım; 12 Haftalık İzlem
*Sabri Hergüner
*Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Çocuk Psikiyatri Birimi
Giriş: Çocukluk çağı davranışsal uyku bozuklukları (ÇDUB) uykuya geçişte
zorlanma ve/veya gece yarısı uyanmalar ile kendini gösteren, okul öncesi
dönemde %20–30 görülen, kolaylıkla tedavi edilebilen ancak karmaşık
yapıya sahip bir durumdur. ICSD – 2’ye (Uluslararası Uyku Bozuklukları
Sınıflaması, 2005) göre ÇDUB’nin alt tipleri; 1-Uykuya dalma, 2-Sınır koyma,
3- Birleşik.
Yöntem: Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi, Çocuk Psikiyatrisi
Kliniği’ne uyku sorunları nedeniyle başvuran ve ÇDUB tanısı alan okul
öncesi dönem çocukları (12–60 ay) ve aileleri 3 haftalık tedavi programına
alınmıştır. Birinci görüşmede, uyku düzeninin belirlenmesinde ebeveynler
tarafından doldurulan bir haftalık Uyku Çizelgesi (Ferber, 2006)
kullanılmıştır. İkinci görüşmede uyarlanmış söndürme, uykuya geçiş rutinleri
ve ebeveyn eğitimini içeren davranışçı yöntemler kullanılmıştır. Uykuya
geçiş süresi, uykuya geçiş için ebeveynlerin kullandığı yöntemler, gece
boyunca uyanma sıklığı ve gece boyunca uyku süresi Uyku Çizelgesi
üzerinden hesaplanmış ve tedavi etkinliğinin belirlenmesinde kullanılmıştır.
Sonuçlar: Çalışmaya 12 – 60 ay arası 32 çocuk ve ailesi katılmıştır.
Olguların 7’sinde sınır koyma, 8’inde uykuya dalma, 17’sinde ise birleşik tip
bulunmaktaydı. Değerlendirme öncesindeki uykuya geçiş süresi 55,3±18,4;
uyanma sıklığı 6,4±3,2; uyku süresi ise 9,8±1,3 saat olarak bulunmuştur. En
sık kullanılan uykuya geçiş yardımcıları sallama (n=11) ve emzirme (n=7)
olarak bildirilmiştir. Üçüncü haftada yapılan tedavi sonrası değerlendirmede
uykuya geçiş süresinin (21,4±7,2dk), uyanma sıklığının (1,6± 0,7) ve gece
uyku süresinin (10,9±1,1s) anlamlı olarak arttığı görülmüş, hiçbir aile uykuya
geçişte yardımcı kullanmamıştır. Başarısız olduklarını belirten 3 ailede
görüşmelere tek ebeveyn olarak katılan olgulardandır. 12 haftalık kontrol
değerlendirmesine 24 aile katılmış ve sadece 1 olguda uyku sorunlarında
yenileme olduğu belirtilmiştir.
Tartışma: Uyku sorunları tedavisinde etkinlik kadar uygulanabilirlik de
önemlidir. Bu nedenle uygulanabilirliği aileler için zor olduğundan söndürme
yerine uyarlanmış söndürme yöntemi kullanılmıştır. Kısa süreli bir tedavi
programında ailelerin %90’ı yöntemleri uygulayabildiklerini ve başarılı
olduklarını belirtmişlerdir ki bu daha önce yapılan çalışmalara paralel bir
orandır.
106
P.070
Geç Yaşta Başlangıç Gösteren Desentegratif
Bozukluk: Bir Olgu Sunumu
*Dr. Saliha Baykal, *Dr. Melih Nuri Karakurt, *Yrd. Doç. Dr. Seher Akbaş
*Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Giriş: Dezentegratif bozukluk, doğumdan sonraki ilk iki yıl içinde görünüşte
normal gelişimin izlendiği, kazanılmış yetilerin on yaşından önce önemli
ölçüde kaybedildiği, kötü klinik gidiş ile karakterize bir bozukluktur. Malhotra
ve ark. yaptığı bir çalışmada konuşmadaki gerileme en sık gözlenen bulgu
olarak saptanmış, oyunlarda bozulma, bağırsak mesane kontrolünü
kaybetme, motor becerilerde kayıp bunu takip etmiştir. Yaygın Gelişimsel
Bozukluğu olan adolesanlar da şiddetli katatoni benzeri tablolar
görülebileceğini bildiren yayınlar bulunmaktadır. Bu sunumda, başlangıç yaşı
ve semptomları ile atipik özellik gösteren bir Desentegratif Bozukluk olgusu
tartışılacaktır.
Olgu sunumu: On yedi yaşında, MR, erkek hasta; psikomotor eksitasyon,
ajitasyon, uykusuzluk yakınmaları ile polikliniğimize başvurmuştur. Servise
yatırılan hastanın ailesinden alınan öyküye göre, ilk şikayetlerinin 2 yıl önce
korku duyma, kendi kendine konuşma şeklinde başladığı, bir hafta sonra
katatoni benzeri tablo ile acil servise başvurduğu, Nöroloji tarafından
değerlendirildiği ve Kranial MRG, EEG tetkiklerinin normal bulunduğu
öğrenilmiştir. Psikiyatri konsültasyonunda, pozitif psikotik semptomlar
saptanan hastaya Akut Pikoz tanısı ile Olanzapin tedavisi başlanmıştır. İki yıl
süre ile kullandığı bu tedaviden yarar görmüş, katatonik belirtiler
kalmamıştır. Servis izlemine alınan hastada Katatonik eksitasyon
düşünülerek, Klozapin tedavisi başlanmıştır. Takiplerde göz teması
kurmadığı, ışıkları- kapıları açıp kapatma, oturup-kalkma şeklinde stereotipik
davranışlarının gösterdiği, kazanılmış dil, motor becerileri, sosyal iletişimi,
bağırsak-mesane denetiminde ilerleyici kayıp olduğu, Klozapin tedavisine
yanıt alınamadığı görülmüştür. Dezentegratif Bozukluk tanısı koyulan
hastaya Risperidon 4 mg/gün tedavisi uygulanmıştır. Bu tedavi ile hastanın
stereotipik davranışlarının kalmadığı, ilerleyici yeti kaybının durduğu ve
sosyal iletişiminin arttığı gözlenmiştir.
Tartışma: Olgumuz hastalık başlangıcının on yaşından sonra olması, akut
psikotik tablo ile başlaması, tedaviye rağmen ilerleyici yeti kaybının olması
ve kullanılan diğer antipsikotiklere yanıt alınamayarak YGB’de etkinliği
bilinen Risperidona cevap alınması açısından ilgi çekicidir.
107
P.071
Cinsel İstismara Uğrayan Çocuk ve Gençlerde
Adli Psikiyatrik Değerlendirme ve Ruh Sağlığı
*Uzm. Dr. Saniye Korkmaz Çetin, *Yrd. Doç. Dr. Tezan Bildik, *Burcu
*
Özbaran, *Doç. Dr. Serpil Erermiş, Rasiha Kandulu, *Dr. Öznur Akyol ,
*Serkan Süren, *Prof. Dr. Müge Tamar, *Feyza Umay Sadık Akşit, *Prof. Dr.
Cahide Aydın
*Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Giriş: Cinsel istismar (Cİ) çocuk ve gençler üzerindeki kısa ve uzun
dönemdeki ruhsal etkiler ve toplum sağlığı için önemli tehditler oluşturan
sosyal bir sorundur. İstismarın, erken ve geç dönemde ruhsal bozukluklar,
ruhsal belirtiler ve davranış problemleriyle ilişkisi gösterilmiştir. Adli kurumlar
tarafından istenen rapor, çocuk ve gençlerle ilgili davalarda, mahkeme
kararında etkili olmaktadır ve çocuk ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanı, klinik
psikolog ve sosyal hizmet uzmanından oluşan adli ekip tarafından
yapılmalıdır. Bu çalışmada Cİ mağdurlarının sağlığının etkilenip
etkilenmediği ile ilgili değerlendirme sonuçları sunulmuştur.
Yöntem: Bu çalışmada cinsel istismar mağduru 170 adli olgu geriye dönük
olarak incelenmiş; sosyodemografik özellikleri, Cİ türü, DSM-IV’e göre
tanıları, WİSC-R zihinsel kapasite testleri ve sosyal incelemeleri, ruh
sağlığıyla ilgili rapor kararları değerlendirilmiştir.
Bulgular: Olguların 34’ü erkek, 136’sı kızdır; %7,1’i 7 yaş ve altında,
%18,2’si 8–12 yaşlarında, %65,3’ü 13–18 yaşlarında, %9,4’ü 18 yaş ve
üzerindedir; %31.8’inde farklı düzeylerde mental retardasyon belirlenmiştir.
Olgularının % 81,8’inde istismarcı yabancı biridir. Penil-genital penetrasyon
%28,8, penil - anal penetrasyon %13.5, penil-oral %3.5, meme-kalça
okşama %17.6, teşhircilik %24.7, fuhuşa yönlendirme %1.2 olguda
belirlenirken, %10,6 olguda penetrasyon yoktur. Olguların %77,6’sının ruh
sağlığı bozulmuş. Ruh sağlığı bozulması ile penetrasyonun varlığı, yaş,
zihinsel kapasiyesite ve sosyoekonomik düzey arasında ilişki
belirlenmemiştir. Psikiyatrik tanıları: majör depresif bozukluk %50.8, post
travmatik stres bozukluğu (PTSB) %27.3, uyum bozukluğu %16.7, depresif
bozukluk+ergenlik dönemi sorunları %5.3 olarak belirlenmiştir.
Tartışma: Araştırmamızda Cİ mağdurlarının çoğu kızdır; 8–12 yaş
aralığındadır; düşük sosyoekonomik düzeydendir ve çekirdek ailede
yaşamaktadır. Literatür bilgisiyle uyumsuz biçimde, istismarcıların çoğu
yabancı biridir ve penetrasyon oranı %28,8dir. Bunun nedeni çalışmamızda
olguların adli rapor düzenlenmesiyle nedeniyle değerlendirilmiş olmaları ve
aile içi vakalarının adli kurumlara daha az yansıması olabilir. Olguların
%77,6’sının ruh sağlığının bozulduğu kararı adli konseyde oy biriliği ile
verilmiştir. Cİ öncesi her hangi bir ruhsal sorunu olanların oranı %14,7’dir.
Cinsel istismar mağdurlarında, ruh sağlığı hakkında kararı alınırken, meslek
birlikleri toplantılarında tartışılıp ortak görüşler geliştirilmesine ve kurumlar
arası işbirliği ve bilgi paylaşımına gereksinim bulunmaktadır.
108
P.072
Gençlik Birimine Başvuran Sorunlu Ergenlerle Bir
Psikodrama Çalışması
*Uzm Dr. Saniye Korkmaz Çetin, **Uzm Dr. Nurcan Arslantürk, ***Doç Dr.
İnci Doğaner, *Prof Dr Müge Tamar
*Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
** Bireysel
***Abdülkadir Özbek Psikodrama Enstitüsü Eğitici ve Süpervizörü
Giriş: Psikodrama grup psikoterapisi çocuk ve ergen psikiyatrisi alanında
etkin bir yöntem olarak kullanılmaktadır. Bu yöntem iletişim, büyüme ve
duygusal öğrenme yönünde geniş esneklik ve açılımlar getirmektedir. Bu
yöntemde eşleme, aynalama, rol değiştirme temel teknikleri kullanılmaktadır.
Bu çalışmada, DSM IV’ e göre psikiyatrik tanıları ve döneme ilişkin sorunları
olan, bireysel psikofarmakolojik tedavileri devam eden, ergenlerde grup
psikoterapisi sonrasında sosyal destek algılarını arttırmak ve sorun belirtileri
azaltmak amaçlanmıştır.
Yöntem: Bu çalışma, E.Ü.T.F Çocuk Psikiyatrisi Anabilim Dalı Gençlik
Biriminde Nisan- Ağustos 2008 tarihleri arasında toplam 14 oturum (45 saat)
yürütülmüştür. Çalışma 16- 18 yaşları arasında, 5’ i kız, 4’ ü erkek 9 ergenle
tamamlanmıştır. Grup çalışması öncesinde ve sonrasında Çocuklar İçin
Sosyal Desteği Değerlendirme Ölçeği uygulanmıştır. Gruplar psikodramatik
grup psikoterapi eğitimi olan bir terapist ve bir yardımcı terapist tarafından
yapılmıştır.
Bulgular: Grup oturumlarında rol oyunları, spontan grup oyunları ve
protagonist odaklı çalışmalar yapılmıştır. Grup oyunları olarak masal drama,
büyü dükkanı, güven havuzu, sırlar oyunu, kör yürüyüşü, grubun seçtiği
üyeyi bulma, sihirli ayna, yönlendirilmiş affektif imgeleme, dedikodu ve
geleceğe
projeksiyon
oyunları
oynanmıştır.
Protagonist
odaklı
çalışmalarında arkadaş ilişkileri, kendi ebeveynleri ve otorite figürleri ile
ilişkiler/ çatışmalar, meslek seçimi gibi temalar işlenmiştir. Bu temalar
işlenirken, yaşadıkları farklı duyguların birbirinden ayrıştırılıp adlandırılması,
duyguların birbirleriyle ilişkisi ve birbirlerine etkilerini algılama ve kendini
tanıma çalışmalarına ağırlık verilmiştir. Tüm grup ortalamasına göre
arkadaşlarından aldıkları sosyal destek algısında artma (t=-1.052, p=0.323),
aileden (t=-1.375, p=0.225) ve öğretmenden alınan sosyal destek algısında
azalma (t=- 0.114 p=0.912) saptanmıştır. Bu farklılaşmalar istatistiksel
anlamlılık düzeyine ulaşmamıştır. Toplam sosyal destek algısında grup
öncesi ve sonrası arasında farklılaşma saptanmamıştır.
Tartışma: Psikodrama grup psikoterapisi, klinik gözlem ve her bir genç için
yapılan süreç analizi değerlendirmelerinde, ergenlerin sorun belirtilerinin
azalmasında ve işlevselliklerinin düzelmesinde etkili olmuştur. Ayrıca akran
ilişkileri içerisinde özerklik ve sağlıklı kimlik gelişimine katkıda bulunmuştur.
Ergenlerin tedavi ve destek hizmetlerinde, bütüncül tedavi yaklaşımları
içerisinde yer alması önemlidir.
109
P.073
13 Aylık Bir Bebekte Post Travmatik Stres Bozukluğu
*Dr. Sebla Gökçe İmren, *Dr. Ayşegül Selcen Güler, *Doç. Dr. Osman
Sabuncuoğlu, *Prof. Dr. Meral Berkem
*Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Giriş: DSM-IV Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) ölçütlerinin çocuk
yaş grubunda kullanılmasında çeşitli ayırt edici özellikler vardır (APA 1994).
Üç yaş altı süt çocuklarında travma sonrası belirtilerin algısal, bilişsel ve
duygusal değişkenler göz önüne alınarak gelişimsel bir bakışla
değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu çocuklarda travma sonrasında bakım
verenle bağlanma ilişkisinin bozulması ve huzursuzluk, uykunun bozulması
gibi psikofizyolojik belirtileri de kapsayan ek tanı ölçütleri önerilmektedir
(Scheeringa ve ark. 1995). Çocukta ortaya çıkan belirtiler ebeveynin fiziksel,
ruhsal durumu ve davranışları gibi çevresel değişkenlerle birlikte
değerlendirilmelidir (Gurwitch ve ark. 1998). Önemli bir travmatik stres
kaynağı olan trafik kazaları sonrasında çocukların yaklaşık 1/3’ünün TSSB
geliştirdiği, fiziksel yaralanmanın olduğu durumlarda TSSB belirtilerinin tıbbi
sonucu olumsuz etkilediği ve TSSB belirtilerinin küçük yaş grubunda gözden
kaçabildiği bildirilmektedir (Langeland ve Olff 2008).
Olgu Sunumu: Marmara Üniversitesi Çocuk Psikiyatrisi Polikliniğine
huzursuzluk, sık ağlama, kendine zarar verme, anneden ayrılamama ve
uyku sorunları yakınmalarıyla 13 aylık bir erkek bebek anne-babası
tarafından getirildi. On aylıkken geçirdiği trafik kazasının yol açtığı spinal
kord hasarına bağlı olarak emekleme, sıralama gibi motor becerileri
kaybetmiş olan bebeğin Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon amacıyla tekrarlayan
hastane yatışları vardı. Yapılan görüşmelerde annenin depresif belirtileri
olduğu, babanın ise kazaya kendisinin yol açtığı düşüncesiyle yoğun
suçluluk duyguları yaşadığı gözlendi. Bebekte TSSB olduğu düşünülerek
hidroksizin 10 mg/gün başlandı. Aileye destekleyici psikoterapötik
müdahaleler yapıldı, annenin bireysel psikiyatrik tedavisi düzenlendi. Takip
sürecinde uykusu düzene giren, gün içinde huzursuzluğu ve kendine zarar
verme davranışları azalan hastada ayrıca Diabetes İnsipidus olduğu
pediatrik endokrinoloji tarafından saptandı.
Tartışma: Bu sunumda trafik kazası, fiziksel yaralanma, hastane yatışları ve
annenin depresyonu gibi çoklu travma etkenleriyle karşılaşan olgu
bağlamında erken yaşlarda TSSB tanısı ve tedavisinin tartışılması
amaçlanmaktadır.
110
P.074
Çocukluk Otizmini Değerlendirme Ölçeği Türkçe
Formunun Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması
*Uzm. Dr. Seçil İncekaş, *Yrd. Doç. Dr. Burak Baykara, **Doç. Dr. Yücel
Demiral, *Prof. Dr. Süha Miral
*Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D
** Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı A.D
Giriş: Yaygın gelişimsel bozuklukların değerlendirilmesinde pek çok tanısal
araç kullanılmaktadır. Çocukluk Otizmini Derecelendirme Ölçeği (ÇODÖ,
The Childhood Autism Rating Scale [CARS]), otizm tanısını koymak ve otizm
sendromu olmayan gelişimsel olarak engelli çocuklar ile otizmi olan çocukları
ayırt etmek amacı ile geliştirilmiş, 15 maddeden oluşan geçerli ve güvenilir
bir ölçektir. Ülkemizde ölçeğin çeviri ve tekrar çeviri çalışmaları Sucuoğlu ve
arkadaşları tarafından yapılmış, Türkçe formu dilimize kazandırılmıştır. Bu
çalışmanın amacı, Sucuoğlu ve arkadaşları tarafından iç tutarlılık, kapsam
geçerliliği ve örneklem grubunun uç grupları için ayırt ediciliği incelenen
ÇODÖ’ nün geçerlik ve güvenirlik analizini genişletmektir. Bu amaç
doğrultusunda daha büyük bir örneklem grubunda değerlendirmeciler arası
güvenirlik, test-tekrar test tutarlılığı, ölçeğin Otizm Davranış Kontrol Listesi
(ABC) ve Klinik Global İzlenim (CGI) ile karşılaştırılması yapılmıştır.
Yöntem: Çalışma 4-18 yaş arasında, DSM-IV-TR ölçütlerine göre YGB
tanısını karşılayan 48, mental retardasyon tanısını karşılayan 48 çocuk ve
ergenden oluşan, toplam 96 kişilik bir örneklem ile yapıldı. YGB hastalarına
sosyodemografik veri formu, Çocukluk Otizmini Derecelendirme Ölçeği,
Otizm Davranış Kontrol Listesi (ABC), Klinik Global İzlenim (CGI), kontrol
grubuna ise sosyodemografik veri formu, Çocukluk Otizmini Derecelendirme
Ölçeği ve Otizm Davranış Kontrol Listesi (ABC) uygulandı.
Bulgular: Çalışmamızda elde ettiğimiz bulgular ÇODÖ’ nün geçerli ve
güvenilir olduğu konusunda açık kanıtlar sağlamıştır. Güvenirlik bulguları
incelendiğinde
Cronbach
alfa
katsayısı
0,95
olarak
bulundu.
Değerlendirmeciler arası güvenirlik için korelasyon katsayısı 0.98 olarak
bulundu. Test-tekrar test tutarlılığı ölçümünde korelasyon katsayısı 0.98
olarak bulundu. Yapı geçerliğinin değerlendirilmesi amacı ile yapılan faktör
analizinde, zihinsel işlevlerdeki tutarlılığı inceleyen 14. madde dışında tüm
ölçek maddelerinin anlamlı düzeyde birbirleri ile korelasyon gösterdikleri
saptandı. Ölçüt geçerliğinin değerlendirilmesi amacı ile ÇODÖ toplam
puanları CGI puanı ve ABC toplam puanı ile karşılaştırıldı, korelasyon
katsayıları sırası ile 0,873 ve 0,567 bulundu. Ölçeğin otizmi olan ve olmayan
(MR) grup arasında iyi derecede ayırt ediciliğinin olduğu (p< 0.001)
gösterildi.
Tartışma: Çocukluk Otizmini Değerlendirme Ölçeği standardize ölçüm aracı
özelliklerini taşımaktadır.
111
P.075
Çocukluk Otizmini Değerlendirme Ölçeği Türkçe
Formunun Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması
*Uzm. Dr. Seçil İncekaş, *Yrd. Doç. Dr. Burak Baykara, **Doç. Dr. Yücel
Demiral, *Prof. Dr. Süha Miral
*Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
**Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı A.D.
Giriş: Yaygın gelişimsel bozuklukların değerlendirilmesinde pek çok tanısal
araç kullanılmaktadır. Çocukluk Otizmini Derecelendirme Ölçeği (ÇODÖ,
The Childhood Autism Rating Scale [CARS]), otizm tanısını koymak ve otizm
sendromu olmayan gelişimsel olarak engelli çocuklar ile otizmi olan çocukları
ayırt etmek amacı ile geliştirilmiş, 15 maddeden oluşan geçerli ve güvenilir
bir ölçektir. Bu çalışmanın amacı, Sucuoğlu ve arkadaşları tarafından iç
tutarlılık, kapsam geçerliliği ve örneklem grubunun uç grupları için ayırt
ediciliği incelenen ÇODÖ’nün geçerlik ve güvenirlik analizini genişletmektir.
Bu amaçla değerlendirmeciler arası güvenirlik, test-tekrar test tutarlılığı,
ölçeğin Otizm Davranış Kontrol Listesi (ABC) ve Klinik Global İzlenim (CGI)
ile karşılaştırılması yapılmıştır.
Yöntem: Çalışma 4-18 yaş arasında, DSM IV TR ölçütlerine göre yaygın
gelişimsel bozukluk (YGB) tanısını karşılayan 48, mental retardasyon (MR)
tanısını karşılayan 48 çocuk ve ergenden oluşan, 96 olgu ile yapıldı.
Değerlendirmeler aynı görüşmenin video kaydı kullanılarak iki bağımsız
klinisyen tarafından yapıldı.
Bulgular: Çalışmamızda elde ettiğimiz bulgular ÇODÖ’ nün geçerli ve
güvenilir olduğu konusunda açık kanıtlar sağlamıştır. Güvenirlik bulguları
incelendiğinde Cronbach alfa katsayısı 0,95; genellenebilirliği destekleyen
gruplar arası korelasyon katsayısı 0,96 olarak bulundu. Değerlendirmeciler
arası güvenirlik ölçümü amacıyla 46 YGB olgusu iki bağımsız klinisyen
tarafından bağımsız olarak değerlendirildi, (korelasyon katsayısı 0.98) ve
test-tekrar test tutarlılığı ölçümü amacı ile 48 çocuk aynı klinisyen tarafından
60±10 gün ara ile değerlendirildi (korelasyon katsayısı 0.98). Yapı
geçerliğinin değerlendirilmesinde zihinsel işlevlerdeki tutarlılığı inceleyen 14.
madde dışında tüm ölçek maddelerinin birbirleriyle koreleydi. Ölçüt
geçerliğinin değerlendirilmesi amacı ile ÇODÖ toplam puanları CGI puanı ve
ABC toplam puanı ile karşılaştırıldı, korelasyon katsayıları sırası ile 0,873 ve
0,567 bulundu. Ölçeğin otizmi olan ve olmayan (MR) grup arasında iyi
derecede ayırt ediciliğinin olduğu (p< 0.001) gösterildi.
Tartışma: ÇODÖ standardize ölçüm aracı özelliklerini taşımaktadır.
ÇODÖ’nün YGB alanında yapılan çalışmalara ve klinik uygulamaya katkıda
bulunacağı düşünülmektedir.
112
P.076
Adli Olarak Başvuran Cinsel İstismara Uğramış
Mental Sorunlu Çocukların, İstismar, Psikiyatrik ve
Beden Muayenesi Özellikleri
*Yrd. Doç. Dr. Seher Akbaş, **Yrd. Doç. Dr. Ahmet Turla, *Yrd. Doç. Dr.
Koray Karabekiroğlu, ***Uzm. Psk. Tülay Keskin , ****Yrd. Doç. Dr. Ömer
Böke
*Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
**Ondokuz Mayıs Üniversitesi Adli Tıp A.D.
***Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Zihin Engelli Çocuklar Merkezi
****Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri A.D.
Giriş: Bu çalışmanın amacı Mental Retarde (MR) olan istismar kurbanlarının
istismar özelliklerinin ve psikiyatrik özelliklerin MR olmayanlarla farkının ve
etkilenme boyutunun ortaya konmasıdır.
Yöntem: Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi
Polikliniğine cinsel istismara nedeniyle Ocak 2005, Şubat 2009 tarihleri
arasında adli kurumlarca yönlendirilen 7-16 yaş arası 20 MR, 20 MR
olmayan yaş ve cinsiyetleri eşleştirilmiş olgu çalışmaya alınmıştır. Mental
kapasite değerlendirilmesi Wechsler Çocuklar İçin Zeka Ölçeği (WISC-R)
uygulanmıştır. Tüm olguların fizik bakıları yapılmıştır. İstismar özellikleri ve
ruhsal durum değerlendirmeleriyle (DSM-IV-TR tanı kriterlerine göre) ilgili
bilgiler yapılan psikiyatrik görüşmelerde elde edilmiştir.
Bulgular: Adli olarak başvuran MR istismar kurbanları MR olmayanlara göre
daha fazla vajinal penetrasyon şeklindeki istismara maruz kalmış, beden
muayenesinde daha fazla istismara yönelik anal-vajinal bulgulara rastlanmış,
daha fazla akrabaları tarafından istismar edilmişlerdir. Diğer istismar
özellikleri açısından her iki grup, benzer şekilde yüksek oranda tehdit almış,
birden çok istismar şekline maruz kalmış, benzer sürelerde istismar devam
etmiş ve benzer oranda psikiyatrik bozukluk tanısı almıştır.
Tartışma: MR olan grup daha şiddetli istismar şekline maruz kalmakta daha
çok akrabaları tarafından istismar edilmektedir. Her iki grubun ruhsal
etkilenme boyutu benzer ve yüksek oranda bulunmuş olup klinisyenlerin
tedavi koruyucu yaklaşımlar açısından her iki grubu da çok dikkatli
değerlendirmeleri önemlidir.
113
P.077
Özel Eğitim ve İlaç Alan Otistik Bozukluklu
Çocukların ve Otistik Semptomlar Açısından Sekiz
Haftalık İzlemi ve Ek Tanı Özellikleri
*Yrd. Doç. Dr. Seher Akbaş, *Yrd. Doç. Dr. Koray Karabekiroğlu
*Ondokuz Mayıs Üniversitesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Giriş: Otistik bozukluk şiddetinin derecesi değişkenlik gösteren, etyolojisi
bilinmeyen, birey, ailesi ve toplum için önemli etkileri olan gelişimsel
bozukluktur. Ülkemiz otistik bozuklukla ilgili başvuru sonrası kısa ve uzun
dönem psikiyatrik özelliklerin ve tedavinin değerlendirildiği çalışmalar
açısından yeterli değildir. Bu çalışmanın amacı otistik bozukluk tanısı alan
hastaların ek tanı ve sekiz haftalık poliklinik izlemi sırasında semptom
dağılım özelliklerinin değerlendirilmesidir.
Yöntem: Hastalar ve aileleriyle, çocuğa yönelik DSM-IV-TR tanı kriterlerine
göre psikiyatrik değerlendirme yapılmıştır. Tanı alan hastaların anneleri
başvuru sırasında Otizm Davranış Kontrol Listesi (ODKL) ölçeğini ve
Aberrant Behavior Checklist’i (ABC) başvuru sırasında ve birer ay arayla
toplam üç kez doldurmuşlardır. Sosyodemografik özellikler, başvuru
sırasında hastaya ait hastalık ve tedavi bilgileri, başvuru sonrasındaki tanı ve
tedavi bilgileri hasta dosya bilgilerinden elde edilmiştir.
Bulgular: Çalışmaya yaş ortalamaları 4.51±1.62 27 olan 27 otistik çocuk
alınmıştır. Çalışmada kullanılan ODKL ölçeğinin ortalaması 70.33±16.80
bulunmuştur. Dikkat eksikliği hiperaktivite sorunları oldukça yüksek oranda
(%70.4) bulunmuştur. Başvuru sırasında ilaç ve özel eğitim olan ve almayan
otistik çocuklarda ABC puanları arasından anlamlı farklılık bulunmamıştır
(p>0.05). Hastaların özel eğitim ve ilaç tedavisi düzenlendikten sonraki
sekiz haftalık izlemde ABC’te göre otistik çocuklardaki sterotipi (p=0.003) ve
hiperaktivite (p=0.015) davranışlarında anlamlı düzelme bulunmuştur.
Tartışma: Otistik bozuklukta dikkat eksikliği ve hiperaktivite sorunları yüksek
oranda bulunmuş, düzenlenen özel eğitim ve ilaç tedavilerin sekiz haftalık
sürede sterotipi ve hiperaktivite semptomlarını azalttığı görülmüştür.
Uygulanan yöntemlerin farklı semptom kümelerine farklı etkisi
olabileceğinden, otizmin tedavisinde hem ek tanıların ayrıntılı incelenmesine
hem de tedavi yöntemlerinin farklı semptomlara etkisinin daha ayrıntılı
değerlendirilmesine ihtiyaç vardır.
114
P.078
Çocukluğun Dezintegratif Bozukluğu’nda
Atomoksetin Kullanımı: Bir Olgu Sunumu
*Yrd. Doç. Dr. Seher Akbaş, *Dr. Gökçe Nur Taşdemir, *Yrd. Doç. Dr. Koray
Karabekiroğlu
*Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Giriş: Atomoksetin’in Otistik Spektrum Bozuklukları’na(OSB) eşlik eden
Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu(DEHB) semptomları üzerinde
anlamlı ölçüde düzelme sağladığı açık uçlu ve plasebo kontrollü çalışmalar
ile gösterilmiştir. Bu sunumda, Atomoksetin ile DEHB semptomlarında
belirgin düzelme izlenen Çocukluğun Dezintegratif Bozukluğu olan bir olgu
tartışılacaktır.
Olgu Sunumu: 10 yaşında kız hasta, iletişim kurmama, hareketlilik
şikayetleri ile polikliniğimize getirildi. 5 yaşına kadar gelişiminin normal
olduğu, daha sonra içe kapandığı, yaşıtları ve diğer insanlarla sosyal
iletişiminin bozulduğu, kendine zarar verdiği, ekolalisinin, stereotipik
hareketlerinin, hiperaktivitesinin olduğu öğrenildi. Ebeveynleri, “Psikotik
Bozukluk” tanısı ile son iki yıldır Risperidon 1.5mg/gün kullandığını belirttiler.
Kısa süreyle Metilfenidat kullandığı; irritabilite artışı ve uykusuzluk şeklindeki
yan etkileri sebebiyle kesildiği öğrenildi. Pre-peri natal öyküsünde özellik
yoktu. Ailede psikiyatrik hastalık öyküsü yoktu. Normal gelişim
basamaklarına uygun olarak kazanılmış olan iletişim ve sosyal etkileşim
becerilerinde kayıp olması sebebiyle organik patolojinin araştırılması için
hastamız Pediatrik Nöroloji bölümü tarafından değerlendirildi. Nörolojik
muayenesi, kanda laktat, amonyak, ürik asit, seruloplazmin, elektrolit düzeyi,
açlık kan şekeri, karaciğer enzimleri, ASO, CRP, sedimantasyon, tam kan
sayımı, antinükleer antikor, anti-DNA antikor, anti kardiolipin antikor, tandemMS, tam idrar tetkiki ve idrarda organik asit düzeyi, EEG ve kranial
MRG’sinde herhangi bir patoloji saptanmadı. “Çocukluğun Dezintegratif
Bozukluğu” tanısı ile Risperidon dozu kademeli olarak 3mg/güne çıkıldı.
Hiperaktivite semptomlarına yönelik olarak Klonidin 0.75mg 1+1/2 tablet
şeklinde tedavi önerildi. Semptomlarının devam etmesi sebebiyle Klonidin
kesilerek, tedaviye Atomoksetin eklendi, dozu kademeli olarak 30mg/güne
çıkıldı. Ailesinden ve öğretmeninden hareketliliğinde ve kendine zarar
vermesinde belirgin azalma olduğu, dikkat süresinin uzadığı, iletişiminin,
sosyal etkileşiminin ve komutlara yanıtının daha iyi olduğu öğrenildi.
Tartışma: OSB’da DEHB semptomlarının farmakoterapisi gelişimi normal
olan çocuklara göre etkinliğin daha düşük olması ve yan etkilerin daha fazla
görülmesi sebebiyle güçtür. Atomoksetin, etkinliğinin yanı sıra düşük yan etki
profili sebebiyle OSB ve DEHB olan çocuklarda güvenli bir ilaç gibi
görünmektedir.
115
P.079
Dikkat eksikliği Hiperaktivite tanısı olan klinik grup ile
normal popülasyonun sosyal karşılıklılık ölçeği ile
karşılaştırılması
*Uzm. Psk. Dan. Selin Ünal, **Dr. Ayşegül Selcen Güler, *Uzm. Psk. Ceyda
Dedeoğlu, ***Uzm. Dr. Beril Taşkın, **Prof. Dr. Yankı Yazgan
*Güzel Günler Sağlık Hizmetleri
**Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
***Maltepe Üniversitesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Giriş: Sosyal karşılıklılığın olmaması otistik spektrum bozukluklarının (OSB)
belirtilerinden biridir. Çalışmalar OSB dışındaki psikopatolojilerde de bu
alanda sorun yaşanabildiği gösterilmiştir. Sosyal karşılıklılık ölçeği (SKÖ) ile
değerlendirilen sosyal bozulma yalnızca klinik örneklemlerde görülmemekte,
toplumda sürekli bir dağılım sergilemektedir. Bu çalışmada özel bir klinikte
görülen dikkat eksikliği ve hiperaktivite (DEHB) tanılı çocuklar ile klinik tanısı
olmayan toplum örnekleminin SKÖ skorlarının karşılaştırılması amaçlar.
Çalışmada ölçeğin Türk örnekleminde standardizasyonunun yapılması da
planlanmıştır.
Yöntem: 2004 yılında İstanbul da bir ilköğretim okulundaki öğrencilere
(N=1180) SKÖ ve Çocuklar için Davranış Değerlendirme Ölçeği (ÇDDÖ)
verilmiş; bu ölçekler altı ay sonra rastgele seçilen bir grupta (N= 249) tekrar
değerlendirilmiştir. 2006’da ise aynı okulu da içeren 3 ilköğretim okuluna
aynı ölçekler (N=3892) verilmiştir. Bu toplum örneklemi içinde ÇDDÖ dikkat
skoru yüksek (>70) olan ancak klinik tanısı olmayan bir grup (n=60) ve
ÇDDÖ dikkat skoru yüksek olmayan (<70) bir kontrol grubu (n=1075)
oluşturulmuştur. Klinik grup, özel bir klinikte DEHB tanısı alan, ÇDDÖ dikkat
skorları klinik düzeyde olan hastalardan oluşmaktadır (n=12).
Bulgular: Okul örnekleminden ÇDDÖ dikkat skorları 70 üzeri ve altı olan iki
grubun SKÖ skorları klinik grubunkiler ile ANOVA kullanarak karşılaştırıldı.
Gruplar arasındaki fark anlamlı çıkarken en yüksek SKÖ skorları klinik
gruptaydı (ort=90.69 sd=21.54). ÇDDÖ dikkat skorları >70 olan grubun SKÖ
ortalaması 72.49±19.25 iken en düşük skorlar ÇDDÖ (m=52.66 sd=15.45)
dikkat skoru 70’ in altında olan grupta gözlendi. Okul örnekleminde Sosyal
Karşılıklılık Ölçeği’ nin (SKÖ) iç tutarlılığı hesaplandı (n=1072, Cronbach’s
alpha=.86). SKÖ Türkçe şeklinin test-tekrar test güvenilirliği 6 ay arayla elde
edilen veri ile hesaplandı (n=132, Pearson’s r=.53, p<.01). Bütün
örneklemde temel bileşenler faktör analizi ve varimax rotasyonu ile 12 ve 4
faktörlü iki model bulundu. 12 faktör toplam varyansın %48’ ini açıklarken, 4
faktörlü model toplam varyansın %33’ ünü açıklamaktaydı.
Tartışma: Sonuçlar empati becerilerini içeren sosyal kognisyon alanının
OSB dışındaki başka psikopatolojilerde de etkilenebileceğini göstermektedir.
DEHB tanılı çocuklarda sosyal karşılıkta aksamalar olduğu söylenebilir.
116
P.080
Okul Reddi Davranışı Sergileyen ve Takipleri
Sırasında Konversiyon Bozukluğu Gelişen Bir Olgu
*Dr. Selma Tural Hesapçıoğlu, *Dr. Zeynep Göker, *Prof. Dr. Sema
Tanrıöver Kandil
* Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Giriş: Okul reddi davranışı, çeşitli internalizan ve eksternalizan davranışlarla
belirli karmaşık bir durumdur. Yaygın ve sosyal anksiyete, somatik
yakınmalar, depresyon, korku, sosyal geri çekilme, uyumsuzluk, saldırganlık,
kaçma ve tutturma benzeri davranışlar izlenebilir. Bu çalışmada okul reddi
davranışı nedeniyle polikliniğimize başvuran ve takibi sırasında konversiyon
bozukluğu gelişen bir olgunun literatür bilgileri ışığında tartışılması
amaçlandı.
Olgu Sunumu: KS, 13 yaş, erkek, ilköğretim 8. sınıf öğrencisi.
Polikliniğimize ilk kez iki yıl önce, 6. sınıf öğrencisi iken, “4 gündür okula
gitmeme” şikayeti ile annesi tarafından getirildi. Olgu 5. sınıfı bitirdiğinde okul
birincisi idi, 6. sınıfa daha iyi bir okulda devam etmek istedi. Yeni okulunda
bir öğretmeni tarafından azarlanmasının ardından, olguda çok yoğun korku,
kaygı ve okula gitmeme davranışı gelişti. Sertralin 50 mg/gün tedavisi
başlanan olguda, tedavisinin başlanmasından üç hafta sonra bayılmalar
ortaya çıktı. Çocuk acil polikliniğindeki tetkiklerinde organik bir patolojiye
rastlanılmayan olgu, bölümümüze konsülte edildi. Olguya DSM-IV tanı
ölçütleri esas alınarak “Konversiyon Bozukluğu” tanısı kondu. Tedavisine
Risperidon 1 mg/gün eklendi. Takibinde Sertralin 75 mg/gün, Risperidon 1.5
mg/gün ile devam edildi. Okul reddi davranışına yönelik aileye rehberlik ve
danışmanlık yapıldı, hastaya haftalık davranışçı ödevler verildi. Bu
çalışmada olgunun iki yıllık takibi, uygulanan terapötik yaklaşımlar ve
hastanın prognozu tartışıldı.
Tartışma: Okul reddi davranışı kendisini ayrılık anksiyetesi başta olmak
üzere anksiyete bozuklukları ile birlikte gösterebilir. Bu olguda okul reddi
davranışına sekonder olarak ortaya çıkan konversiyon bozukluğu görüldü ve
olgu bu yönüyle tartışıldı.
117
P.081
Kohlear İmplantasyon Sonrası Ortaya Çıkan Otistik
Belirtiler: Bir Olgu Sunumu
*Dr. Serhat Nasıroğlu, *Yrd. Doç. Dr. Ayşegül Yolga Tahiroğlu, *Prof. Dr.
Ayşe Avcı, *Psk. Dan. Sunay Fırat
*Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh sağlığı ve Hastalıkları A.B
Giriş: Kohlear implant (Kİ) işitme cihazlarından az ve ya hiç yarar görmeyen
ileri derece de işitme kaybı olanlarda kullanılır. Kİ sisteminde çocuğun işittiği
günlük sesler şifrelenmiş elektriksel uyarıma dönüşür ve uyarımlarda işitme
sinirini uyarır böylece beyinde uyaranların ses olarak algılanması sağlanır.
Bu çalışmada Kİ sonrası Yaygın Gelişimsel Bozukluk (YGB) belirtileri
gözlenen bir olgunun tartışılması amaçlanmıştır
Olgu Sunumu: 9 aylık olgu ilk olarak Kİ adayı olarak değerlendirildi. 2 aylık
iken seslere tepki vermemesi nedeniyle yapılan değerlendirmede her iki
kulağında %90 işitme kaybı belirlenmiştir. 6 ay işitme cihazı kullanmış
ancak fayda görmemiştir. Gelişimi diğer alanlarda yaşıtlarına benzer
biçimdedir. İlk görüşmede göz temasının iyi olduğu, yabancıları ayırt ettiği,
yabancılarla iletişiminin iyi olduğu gözlendi ve bu gözlemler aile tarafından
da doğrulandı. Ankara Gelişim Envanteri Testi’ ne göre (AGTE) takvim yaşı
9 ay iken; genel gelişimi 7 ay, dil gelişimi 7 ay, ince motor gelişimi 10 ay,
kaba motor gelişimi 8 ay, sosyal beceri öz bakım gelişimi 6 ay ile uyumluydu.
İkinci değerlendirmede 25 aylık olan olguya 6 ay önce Kİ uygulanmıştı. Kİ’
den birkaç hafta sonra başlayan sabit bir nesne etrafında dönme, belirli
yiyecekler dışında yemeyi reddetme, göz temasında azalma, çocuklarla
oyun oynamama yakınmalarının başladığı öğrenildi. Otizm değerlendirme
ölçeği (33.5 puan) YGB tanısını destekliyordu. Bu sırada yapılan AGTE’ ye
göre genel gelişimi 14 ay, dil gelişimi 13 ay, ince motor gelişimi 18 ay, kaba
motor gelişimi 22 ay, sosyal beceri öz bakım gelişimi 20 ay ile uyumluydu.
Olgu “Atipik YGB + Gelişme Geriliği” olarak değerlendirildi.
Tartışma: Uyaran eksikliği YGB’ nin en iyi tanımlanmış çevresel
nedenlerindendir. İşitme kaybı önemli bir uyaran eksikliğidir, işitme kaybına
bağlı YGB belirtileri gözlenen, dahası işitmenin düzelmesinin ardından YGB
bulguları düzelen olgular vardır. Bu çalışmada işitmenin düzeltilmesini
amaçlayan bir girişiminden sonra gözlenen YGB belirtilerinin olası nedenleri
tartışılacaktır.
118
P.082
Bebeklik Depresyonu: Olgu Sunumu
*Dr. Sevcan Karakoç*, *Doç. Dr. Salih Zoroğlu
*İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Giriş: Anne yoksunluk sendromu olarak bilinen, Spitz tarafından hospitalizm
(yuva hastalığı) veya anaklitik depresyon olarak da adlandırılan durumda;
anneden uzun süre ayrı kalan veya bakımevine verilen, 2 yaş altındaki bazı
çocuklarda gözlenir.
Olgu Sunumu: Polikliniğimize 21 aylık erkek bebek konuşmama, huysuzluk
ve iştahsızlık sorunları ile annesi tarafından getirildi. Alınan öyküden
herhangi bir fiziksel hastalığı olmadığı, mental-motor gelişiminin yaşıtlarıyla
uyumlu olduğu, seslenince baktığı, oyun oynadığı öğrenildi. Üç çocuğu olan
anne ile baba hasta 4 aylıkken boşanmışlar, diğer çocuklar, 2 büyük kız
kardeş babaya; hastamız olan bebek anneye verilmiş. Anne 6 aylık olana
kadar bakmış, o dönemden sonra gündüzleri bakıcı ilgilenmekteymiş. Anne,
bakıcı veya babada herhangi psikiyatrik hastalık yokmuş. Babasını ayda bir
kısa süreli görmekteymiş. Başvurudan önceki ay, hasta 40 günlüğüne
babada kalmış. O dönem annesini görmemiş, anneye geldikten sonra
sorunlar fark edilerek polikliniğe getirilmişti. Ruhsal durum muayenesinde;
seslenildiğinde bakmadığı, huysuz olduğu, karşılıklı oyun oynamadığı,
klinisyen ile iletişim kurmadığı saptandı. Gelişimsel bozukluklar dışlanarak
bebeklik depresyonu düşünüldü, çalışmak zorunda olan anneye çocuğunun
durumu nedeniyle 1 aylık istirahat raporu verildi ve birlikte kaliteli vakit
geçirmeleri önerildi. Bir ay sonunda geldiğinde duygudurumu ötimik, afektif
katılımı uygun, karşılıklı oyun oynayan herhangi bir psikopatolojik sorunu
olmadığı gözlendi.
Tartışma: Bu vakadan yola çıkarak literatürdeki bebeklik depresyonu
gözden geçirilecektir.
119
P.083
Obsesif Kompulsif Bozukluğu olan Ergenlerde Anne
ve Babaya Bağlanma
*Dr. Sevcan Karakoç, *Psk. Tülin Yurtbay, **Doç. Dr. Halim İşsever, *Dr.
Hilal Adaletli
*İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
**İstanbul Tıp Fakültesi Halk Sağlığı A.D.
Giriş: Bağlanma kuramını ilk olarak Bowlby açıklamıştır. Yaşamın ilk
yıllarında oluşan bağlanma, daha sonraki psikopatolojik süreci de
etkilemektedir. Obsesif kompulsif bozukluk(OKB) günümüz ruhsal hastalıklar
sınıflandırma ölçütlerinde kaygı bozuklukları ana başlığında yer alan;
tekrarlayıcı biçimde zihni meşgul eden ve kaygıyı arttıran düşünceler ile
endişeyi azaltan tekrarlayıcı davranışlarla tanımlanmaktadır. Amaç, OKB’li
ergenlerde bağlanma özelliklerinin incelenmesidir.
Yöntem: Araştırma grubunu polikliniğimize başvuran 12-18 yaşları arasında
30 OKB’li ergen alındı. Birinci kontrol grubunu oluşturan ve farklı psikiyatrik
tanı alan ergenler çalışma grubuyla eşleştirilerek olabildiğince yakın yaş ve
cinsiyette olması, öykülerinde OKB ve başka grup anksiyete bozukluğu,
zihinsel ve motor gerilik, yaygın gelişimsel bozukluklar, psikoz, epilepsi ve
diğer nörolojik bozuklukların olmaması temel alınmıştır. İkinci kontrol grubu;
sağlıklı kontrol; de okul rehberlik ve sınıf öğretmenlerince değerlendirilerek
okulda ve evde uyumlu, davranış sorunları olmayan başarılı öğrenciler
olmaları öngörülmüştür. Tüm gruptaki ergenlerin anne ve babasının sağ ve
birlikte yaşıyor olması aranmıştır. Ebeveyn ve arkadaşlara bağlanma
envanteri kısa formu (EABE) ile anne ve babaya bağlanmaları ve
Sosyotropi-Otonomi ölçeği (SOSOTÖ) kullanılarak tüm katılımcıların
bağımlılığa ve özerkliğe dayalı kişilik özellikleri değerlendirilmiştir.
Bulgular: Bağlanma özelliklerine bakıldığında OKB grubu ile sağlıklı
kontroller arası fark yok, hastalığı olan kontrollerde fark vardı. (p<0.05)
Bağlanma puanları karşılaştırıldığında anneye bağlanma puanı ortalama
37,0; baba bağlanma ortalama 35,1; anne baba bağlanma puanı 72,1 iken
OKB en yüksek puana ve sağlıklı gruplar ile birlikte ortalama üstü iken, diğer
kontrol grubu ortalama altında puanlara sahip bulundu. Sosyotopi ve
otonomi puanlarına bakıldığında sağlıklı grup yüksek puanlara sahipken,
OKB’li ergenler ikinci sırada ve farklı psikiyatrik tanı alan grup en düşük
puanlara sahipti.
Tartışma: Çalışmada bağlanma güvenliği ile OKB arasında anlamlı ilişki
çıkmaması katılımcıların ergenliğin tüm dönemlerini içeriyor olması etkili
olmuş olabilir. Bilindiği üzere geç ergenlik döneminde bağlanma ve duygusal
yatırımlar anne ve babadan başkasına aktarılmış olabilir. Genelde kaçıngan
özelliklerin olmaması OKB’ yi genel anlamda diğer bunaltı bozukluklarından
ayırt etmede kullanılabilir.
120
P.084
Erken Çocukluk Döneminde Çocuklarda Resim Yaşı
ve İlişkili Faktörler
*Uzm. Dr. Şaziye Senem Başgül, **Hemş. Gülcan Başar Akkaya, *** Doç dr.
Nilay Etiler, ****Prof. Dr. Ayşen Coşkun
*Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları hastanesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
**Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Zihinsel Engelliler Öğretmenliği B.
***Kocaeli Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı A.D.
****Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi.
Giriş: Plastik Sanatlar ve İnsan Psikolojisi üzerinde yapılan bazı çalışmalar
her iki konu arasında doğrudan bağlantılar saptamaya yöneliktir. Çocuk
resmindeki gelişim beş evreye ayrılır. Karalama evresi (2-4 yaş), şema
öncesi dönem (4-7 yaş), şematik dönem (7-9 yaş), gerçeklik dönemi (9-12
yaş), görünürde doğalcılık dönemi (12-14 yaş). Çalışmamızda ülkemizde
erken çocukluk dönemindeki çocukların resim yaşını saptamak, resim
yaşının hangi sosyodemografik verilerden etkilendiği ve ruhsal hastalıklarla
ilişkisini araştırmak amaçlanmıştır.
Yöntem: Araştırma, saha ve klinik olmak üzere iki örneklemden
oluşmaktadır. Saha örneklemi İzmit Merkez Sağlık Grup Başkanlığı
bölgesinde yaşayan 3-5 yaşlarındaki çocuklardan sağlık ocakları
kayıtlarından randomize olarak seçilmiştir. Klinik örneklem ise K.Ü.T.F.
Çocuk Ruh Sağlığı Polikliniği’ne başvuran 3-5 yaşlarındaki çocuklardan
oluşturulmuştur. Çocuğun ve ailesinin sosyodemografik bilgileri alınmış;
DSM IV ölçütlerine göre psikiyatrik değerlendirme yapılmıştır. Çocuğa “bana
bir çocuk resmi yap” komutu verilerek resim çizmesi istenmiştir. Resimler bir
resim öğretmeni tarafından incelenmiş ve öğretmen çocuğun klinik
değerlendirme sonuçları, yaşı ve cinsiyetinden habersiz olarak yaş
saptamasında bulunmuştur. Resim yaşı, takvim yaşı ile resim öğretmeninin
saptadığı yaş kıyaslanarak hesaplanmıştır.
Bulgular: Çalışmaya 3-5 yaşlarında toplam 204’ü saha; 105’i klinik
örneklem; toplam 309 çocuk katılmıştır. Bunların 187’si (%60.5) erkek, 122’si
(%39.5) kızlardır. Yaş ortalaması 3.94±0.81 olarak bulunmuştur. Cinsiyet;
annenin çalışıyor olması; kardeşinin olması; ebeveynlerin yaşları ve eğitim
düzeyleri ile resim yaşı arasında anlamlı ilişki gösterilememiştir (p>0.005).
Kreşe giden çocuklarda gitmeyenlere oranla resim yaşı daha büyük olarak
saptanmıştır (p<0.005). Düşük doğum ağırlığı olan çocukların resim yaşları
anlamlı oranda geri bulunmuştur (p<0.005). Tırnak yeme, parmak emme ve
saptanan hiçbir ruhsal hastalık ile resim yaşı arasında anlamlı ilişki
saptanmazken (p>0.005), mastürbasyonu yapan çocuklarda resim yaşı daha
geride bulunmuştur (p<0.005).
Tartışma: Çalışmamızın sonuçlarına göre; çocukların cinsiyetleri, anne baba
eğitim düzeyleri, annenin çalışıyor olması çocukların resim yaşlarını
etkilememektedir. Düşük doğum ağırlığı olan ve kreşe gitmeyen çocuklarda
resim yaşları daha geridir. Çocuklardaki hiçbir psikopatoloji resim yaşını
etkilemiyorken, mastürbasyon yapan çocuklarda resim yaşı daha geridedir.
Bulgularımız posterde literatür eşliğinde daha ayrıntılı olarak tartışılacaktır.
121
P.085
Denizli Devlet Hastanesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi
Polikliniğine Başvuran Olgularda Sosyodemografik
Özellikleri ve Tanıları
*Dr. Şermin Yalın, **Dr. Melike Ceyhan Balcı Şengül
*Denizli Devlet Hastanesi Psikiyatrisi Birimi
**Denizli Devlet Hastanesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Birimi
Giriş: Çocuk ve ergen psikiyatri polikliniğine başvuran olguların
sosyodemografik özelliklerinin ve tanılarının araştırılması amaçlanmıştır.
Yöntem: Denizli Devlet Hastanesi Çocuk Psikiyatrisi Polikliniği’ ne Ağustos
2008- Ocak 2009 tarihleri arası 6 aylık süreçte başvuran olguların bilgisayar
sisteminde kayıtlı olan verileri geriye dönük olarak incelenmiştir.
Bulgular: 6 aylık süreçte toplam 4420 muayene yapılmış, 2954 yeni hasta
görülmüş olup olguların 819’ u (%27,7) heyet polikliniğinde görülmüştür.
Olguların % 61,6’ sını erkekler kalan %38,4’ ünü kızlar oluşturmaktadır.
Başvuran olguların yaş dağılım aralığı; 1-6 yaş aralığında %29, 7-12 yaş
aralığında %50.8, 13-18 yaş aralığında % 20.2’ dir. Olguların sağlık
güvenceleri değerlendirildiğinde SSK %48,9, Bağkur %12,1, Resmi kurumlar
%11,1 Yeşil kart %9,3, sosyal güvencesi olmayan 18 yaş altı %13,7, Emekli
sandığı % 1,3, ücretli %3,6 olduğu saptanmıştır. Olguların tanıları
değerlendirildiğinde
yıkıcı
davranış
bozuklukları%25,2,
anksiyete
bozuklukları % 20,6, duygudurum bozuklukları % 5,8, dışa atım bozuklukları
%6,4 ilişki sorunları %4,3, diğer bozukluklar %19 ve sorunu olmayanlar
%18,7 olarak belirlenmiştir. İspanya, Amerika ve Türkiye’ deki diğer
çalışmalarla da benzer bulunmuştur.
Tartışma: Bu çalışmada saptanan bulgular, çocuk psikiyatrisi polikliniği
hizmetlerinin iyileştirilmesinde yararlı olabilir.
122
P.086
Denizli Devlet Hastanesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi
Polikliniğinde Değerlendirilen Adli Olguların
Özellikleri
*Dr. Şermin Yalın, **Dr. Melike Ceyhan Balcı Şengül
*Denizli Devlet Hastanesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Birimi
**Denizli Devlet Hastanesi Psikiyatrisi Birimi
Giriş: Çocuk ve ergen psikiyatri polikliniğine başvuran adli olguların
özelliklerinin araştırılması amaçlanmıştır.
Yöntem: Denizli Devlet Hastanesi Çocuk Psikiyatrisi Polikliniği’ ne Ağustos
2008-Şubat 2009 tarihleri arası 6 aylık süreçte başvuran olguların kayıtlı
olan verileri geriye dönük olarak incelenmiştir.
Bulgular: 6 aylık süreçte toplam 16’ sı kız 15’ i erkek olmak üzere 31 olgu
değerlendirilmiştir. Olguların yaş gruplarına göre dağılımı; 1-6 yaş arasında
1 olgu, 7-12 yaş arasında 9 olgu, 13-18 yaş arası 21 olgu olarak
saptanmıştır. Adli değerlendirmelerde 17’ si iddia edilen fiilin hukuki anlam
ve sonuçlarını algılama ve davranışlarını yönlendirme yeteneğinin gelişip
gelişmediğinin belirlenmesini, 10’u beden ve ruh sağlığının etkilenip
etkilenmediğinin belirlenmesini,4’ü evlenmesine engel bir ruh sağlığı
sorununun olup olmadığının belirlenmesini, 1’i aileye tesliminde beden ve
ruh sağlığı açısından bir engel olup olmadığının belirlenmesi istenmiştir.
Tartışma: Bu çalışmada saptanan bulgular, çocuk psikiyatrisi adli poliklinik
hizmetlerinin düzenlenmesi ve iyileştirilmesinde yararlı olabilir.
123
P.087
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatri
Polikliniğinde Değerlendirilen Adana Adli Olgularının
Adliye Sürecinin İrdelenmesi
*Uzm. Psk. Dan. Sunay Fırat, *Uzm. Dr. Esra Güzel, *Prof. Dr. Ayşe Avcı,
**Prof. Dr. Necmi Çekin
*Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
** Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp A.D.
Giriş: 2005 yılı Haziran ayından itibaren yürürlüğe giren yeni Türk Ceza
Kanunu madde 103/6 ve çocuk koruma kanunu kapsamında adli çocuk
olguların ruh ve beden sağlığının bozulup bozulmadığı sorusu giderek artan
oranlarda adli olgu heyetlerine sorulmaktadır. Düzenlenen raporların,
cezaların belirlenmesinde ne kadar ve nasıl etkili olduğu ise bu alanda
çalışanlar tarafından yeterince bilinmemektedir. Bu çalışmada; adli çocuk
olguların mahkeme süreçlerinin irdelenmesi, düzenlenen adli raporların
sürece olan etkisinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: 2007-2009 yılları arasında Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi
Çocuk Psikiyatri polikliniğimize Mahkeme ya da Savcılıklar tarafından
gönderilen ve adli olgu heyetimizde değerlendirilen 50 olgu random usulü
seçildi. Adana Adliyesinde mahkeme süreci devam eden ya da
tamamlanmış olguların geriye dönük olarak Ulusal Yargı Programı (UYAP)
sisteminden elde edilen iddianame, gerekçeli karar ve karara ilişkin verileri
toplandı. Olgular suç türü, ceza süresi, suç ve ceza kararı üzerinde adli
raporların etkisi, rapor süreci ve raporu düzenleyen kurumlar açısından
değerlendirildi.
Tartışma Ruh ve beden sağlığının bozulduğu kararının cezayı ciddi oranda
arttırdığı ve Mahkemeler in kararlarında raporların dikkate alındığı
belirlenmiştir.
124
P.088
Yaygın Gelişimsel Bozukluk Tanısı Almış Çocukların
Annelerinin, Çocuğun Eğitimine Aktif Katılım
Programı
*Uzm. Psk. Dan. Sunay Fırat, **Özel Eğt. Uzm. Kerim Yıldırım, **Çocuk
Gelişim Uzm. Zeynep Oya Şekeroğlu, *Prof. Dr. Ayşe Avcı, *Uzm. Dr. Esra
Güzel, ***Uzm. Psk. Dan. Serdal Gökayaz, ***Öğ. Gör. Dr. Yaşar Sertdemir
*Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
** Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Alanı
*** Çukurova Üniversitesi, Medikososyal Merkezi
**** Çukurova Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyoistatistik A.D.
Giriş: Özürlü çocukların anne-babalarıyla yapılan aile eğitimi çalışmaları,
bireysel ve grup çalışması şeklinde yürütülebilmektedir. Anne-baba
eğitimiyle ilgili olarak yapılan birçok araştırmada; anne-babaların, birçok
beceriyi çocuklarına öğretebildikleri, çocuklarının eğitimine katılabildikleri,
çocuklarının eğitimiyle ilgili olarak kendilerine sunulan eğitim hizmetlerinden
faydalanabildiklerine ilişkin bulgulara rastlanılmaktadır.
Yöntem: Çocuk Psikiyatri Polikliniğine başvuran ve Yaygın Gelişimsel
Bozukluk tanısı almış 20 çocuğun anneleri çalışmaya alınmıştır. Hazırlanan
7 haftalık program haftada 1 grup oturumu şeklinde bilgi verici, uygulamalı
olarak yapılmıştır. Yedi haftalık bu programda Milli Eğitim Bakanlığının otistik
çocuklar için hazırladığı eğitim programı dikkate alınarak hazırlanmıştır. Bu
programda öğrenmeye hazırlık becerileri, iletişim becerileri, sosyalleşme ve
oyun, akademik öncesi, problem davranışlarla baş etme ve özbakım
becerileri konularında annelere eğitim verilmiş ve sonuçları tartışılmıştır.
Tartışma: Yapılan istatistik analizleri sonucunda annelere verilen haftalık
eğitimlerden fayda gördükleri ve çocuklarının eğitimine katkıda bulundukları
saptanmıştır.
125
P.089
İşitme Engellilerde Otistik Bozukluk Sıklığı ve Eşlik
Eden Risk Faktörleri
*Dr. Timur Şefketoğlu, *Prof. Dr. Nahit Motavalı Mukaddes
*İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Giriş: Otistik Bozukluk (OB)’ un %9-37 oranında başka bir nörolojik durum
veya medikal bozukluk ile birlikteliği rapor edilmektedir. Otistik Bozukluk ile
işitsel yetersizliklerin birlikteliğine dair bazı çalışmalar bulunmakla beraber,
işitme engellilerde otizm prevalansına dair çalışma nadirdir. Bu nedenle bu
çalışma işitme engeli olan çocuk ve gençlerde otistik bozukluk sıklığını
sistematik olarak incelemeyi ve işitme engelli bireylerde otizme eşlik eden
ilişkili risk faktörleri de saptamayı amaçlamaktadır
Yöntem: Çalışmaya Fatih ilçesi Mimar Sinan İşitme Engelliler İlköğretim
Okulunda öğrenim gören yaşları 5-17 arasında değişen 272 işitme engelli
çocuk ve ergen dâhil edilmiştir. Olguların değerlendirmesi iki aşamada
gerçekleştirilmiştir. Çalışmanın birinci aşamasında katılımcıların tıbbi
dosyaları, özgeçmiş bilgileri, ebeveyn ve öğretmenlerle doldurulan Otizm
Davranış Kontrol Listesi (ODKL), ve her sınıfta sınıf içi gözlemleri ile
muhtemel Otistik Bozukluk vakaları saptanmıştır. ODKL’ de 45 üzeri puan
alanlarla gözlem esnasında şüphelenilen 105 katılımcı ile ikinci aşamaya
geçilmiştir. İkinci aşamada “muhtemel olgularla “psikiyatrik görüşme
yapılmıştır. Bu görüşmede Çocukluk çağı Otizm Derecelendirme Ölçeği
(ÇODÖ) ,ve DSM-IV tanı ölçütlerine göre OB tanısı konmuştur.
Bulgular: Psikiyatrik değerlendirme ve ÇODÖ sonrası 272 katılımcının 14’
ünde (%5,1) Otistik Bozukluk tanısı saptanmıştır. Otistik Bozukluğun eşlik
ettiği işitme engelli katılımcılar, Otistik Bozukluğun eşlik etmediği işitme
engelli katılımcılarla prenatal, perinatal, postnatal risk faktörleri açısından
karşılaştırılmıştır.
Otizmin
eşlik
ettiği
grupta
MSS’yi
etkileyen
hastalıklar(epilepsi, serebral palsi, görsel yetersizlikler) ( p=0,026 ) , zihinsel
işlevsellikte yetersizlikler ( p=0,005 ) ve düşük doğum tartısı ( p=0,025 )
daha yüksek oranda bulunmuştur.
Tartışma: İşitme engelli bireylerde OB sıklığı genel popülâsyondan daha
yüksek bulunmuştur. Bu grupta otizmle ilişkili en önemli risk faktörleri MSS
hastalıklarının varlığıdır. İşitme engeli ve MSS hastalıkları bulunan bireyler
otizm oluşturma açısından risk grubu olarak göz önünde bulundurulmalıdır.
Bu bireylerde görülen sosyal -duygusal kısıtlılıklar otizm açısından ele
alınmalı ve erken yaşta ilk müdahaleler yapılmalıdır.
126
P.089
Uzun Süreli Metilfenidat Kullanımı Genç Sıçanların
Striatumunda Lipit Peroksidasyonunu İndükler
*Doç. Dr. Tümer Türkbay, **Yrd. Doç. Dr. Turgut Topal, *Yrd. Doç. Dr. Ayhan
Cöngöloğlu, **Dr. Bülent Uysal, ***Tuncer Çaycı, **Doç. Dr. Ahmet Korkmaz
*Gülhane Askeri Tıp Akademisi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
**Gülhane Askeri Tıp Akademisi Fizyoloji A.D.
***Gülhane Askeri Tıp Akademisi Biyokimya ve Klinik Biyokimya A.D.
Giriş: Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu çocukluk çağında en sık tanısı
konan nörodavranışsal bozukluktur ve okul çağı çocuklarının %3-7’sini
etkilemektedir. Metilfenidat dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu
tedavisinde etkinliği gösterilmiş olan ve en sık reçete edilen psikostimulandır.
Uzun süreli metilfenidat kullanımının beyin üzerine olası olumsuz etkileri ile
ilgili kaygılar bulunmaktadır. Metilfenidat tedavisi sıklıkla okul çağının ilk
yıllarında başlamakta ve erişkin yaşama kadar devam etmektedir. Bu
nedenle metilfenidat tedavisinin tedavi edici etkilerinin mekanizmalarını ve
olası olumsuz etkilerinin beyin ve onun gelişimi üzerine uzun süreli etkilerini
ortaya
koyabilmek
için
çok
sayıda
çalışmalar
yapılmaktadır.
Psikostimülanların amfetamin ailesi, beyindeki dopaminerjik ve serotonerjik
sistemlerde kalıcı bozukluklarla ilişkilendirilmektedir. Bazı çalışmalarda bu
bozuklukların dopamin ve glutamat tarafından oluşturulan reaktif oksijen
türlerinin bir sonucu olabileceği ileri sürülmüştür. Ancak uzun süreli
metilfenidat kullanımının beyindeki olası olumsuz etkileri hakkında çok az
bilgi mevcuttur. Bu çalışmanın amacı metilfenidatın beynin farklı bölgeleri
üzerine olası olumsuz etkilerini değerlendirmek için antioksidan sistemin ve
lipit peroksidasyonunun araştırılmasıdır.
Yöntem: Çalışma dört-haftalık 30 erkek Wistar sıçanı üzerinde yapılmıştır.
Sıçanlar üç gruba ayrılmış, sırasıyla ilk iki gruba 2mg/kg (n=10) ve 10mg/kg
(n=10) metilfenidat, kontrol grubundaki sıçanlara ise (n=10) serum fizyolojik
verilmiştir. Uygulama beş hafta boyunca, ilacın insanlara uygulama şekline
uyumlu olarak gavajla oral yoldan ve günde iki kez yapılmıştır. Beşinci
haftanın sonunda sıçanların hipokampus, serebellum, striatum ve frontal
kortekslerinde süperoksit dismutaz, glutatyon peroksidaz ve malondialdehid
düzeyleri ölçülmüştür.
Bulgular: Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, 2mg/kg ve 10mg/kg
dozlarında metilfenidat striatumda malondialdehid düzeylerini artırdı
(p<0.01). 10 mg/kg metilfenidat verilen grupta 2 mg/kg metilfenidat verilen
grupla karşılaştırıldığında sadece frontal kortekste süperoksit dismutaz
aktivitesinde bir azalma bulundu (p<0.05). Bununla birlikte, glutatyon
peroksidaz aktivitesinde gruplar arasında bir farklılık saptanmadı.
Tartışma: Bu çalışma 2mg/kg ve 10mg/kg dozlarında uzun süreli
metilfenidat tedavisinin genç sıçan beyinlerinin striatumunda lipit
peroksidasyonuna neden olduğunu ileri sürmektedir. Buradan yola çıkarak
olası metilfenidatın kaynaklı oksidatif stresin önlenmesi için antioksidanların
tedaviye eklenmesinin uygunluğunun araştırılması gerekli görünmektedir.
127
P.090
Fiziksel İstismara Uğrayan Grupta Ruh Sağlığı Nasıl
Desteklenebilir?
* Türkan Yılmaz Irmak, *Şeyda Aksel
*Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü
Giriş: Fiziksel istismarın, yaralanma, davranış problemleri, depresyon,
içselleştirilmiş problemler ve uyum problemleri gibi gelişim üzerindeki
sonuçları literatürde tanımlanmaktadır.
Ancak son yıllarda, istismar
yaşantısının ardından yeterlilik sergileyen bireylerin var olduğunu belirten
çalışmalar da görülmektedir. Bu çalışmalarda istismarın ardından yeterliliğe
katkıda bulunan özellikler, ebeveynle ya da aileyle ilişkiler, benlik saygısı ve
denetim odağı gibi bireysel özellikler ve aile dışı destek başlıkları altında
incelenmektedir. Araştırmacılar sergilenen yeterlilik üzerinde etkili olan
koruyucu ve risk faktörlerinin belirlenebilmesi için risk grubunun, risk altından
olmayan grupla karşılaştırılarak incelenmesinin önemini vurgulamaktadırlar.
Bu çalışmada fiziksel istismara uğrayan ve uğramayan gruplarda aile ile
ilişkili özelliklerden bağlanma, bireysel özelliklerden benlik sayısı, denetim
odağı ve aile dışı destek özelliklerinden algılanan arkadaş desteğinin, ruh
sağlığı belirtileri üzerindeki etkisi incelenmiştir.
Yöntem: 12-17 yaş arası ilköğretim ve lise ve lise dengi okullara devam
eden 216 fiziksel istismara uğrayan ve istismar ve ihmale uğramayan 302
ergen bu araştırmanın örneklemini oluşturmaktadır. Çalışmada, ruh sağlığı
alanındaki yeterlilik, Kısa Semptom Envanteri; anneye bağlanma, Ebeveyn
ve Arkadaşlara Bağlanma Envanteri; benlik saygısı, Rosenberg Benlik
Saygısı Ölçeği; denetim odağı Nowicki-Strickland Denetim Odağı Ölçeği ve
arkadaş desteği Algılanan Arkadaş Desteği Ölçeği ile değerlendirilmiştir.
Bulgular: Bağlanma, benlik saygısı, denetim odağı ve arkadaş desteğinin
ruh sağlığı alanındaki yeterliliğe katkısını incelemek amacıyla istismara
uğrayan ve uğramayan gruplar için çift yönlü varyans analizleri (ANOVA)
yapılmıştır. Bağlanma, benlik saygısı ve denetim odağı istismara uğramayan
grupta ruh sağlığı belirtilerini etkilemezken istismara uğrayan grubun
belirtilerini etkilemektedir. İstismara uğrayanlar arasında güvenli bağlanan,
yüksek benlik saygısına sahip ve içsel denetim odağına sahip olan
ergenlerin bu özelliklere sahip olmayanlara göre daha düşük ruh sağlığı
belirtileri gösterdiği bulunmuştur.
Tartışma: Sonuç olarak, fiziksel istismara uğrayan ergenlerin ruh sağlığının
desteklenmesi için yapılacak müdahale çalışmalarında ebeveynle ilişkilerin,
benlik saygısının ve iç denetim odaklılık özelliklerinin geliştirilmesi
önerilmektedir.
128
P.091
Cinsel İstismar Sonrası Obsesif Kompulsif Bozukluk
Gelişen Üç Olgu
*Dr. Ülkü Akyol Ardıç, * Doç. Dr. Serpil Erermiş, * Dr. Rasiha Kandul, *Doç.
Dr. Eyüp Sabri Ercan, *Uzm. Dr. Burcu Özbaran, *Prof. Dr. Cahide Aydın
*Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Giriş: Cinsel istismar bir yetişkin ya da kurbana göre en az dört yaş büyük
kişilerin çocuk ya da ergeni kendi doyumu için kandırarak zorlayarak ya da
mecbur bırakarak yaptıkları kompleks ve örseleyici bir yaşam olayıdır. Bu
çalışmada Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi
polikliniğine cinsel istismar sonrası obsesif belirtileri başlayan olguların
değerlendirilmesi amaçlanmıştır
Yöntem: Bu çalışmada Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen
Psikiyatrisi polikiliniğine cinsel istismara uğrayan hastalar arasında obsesif
kompülsif bozukluk (OKB) belirtileri gösteren 3 olgu ile ilgili bilgilere yer
verilmiştir.
Bulgular: Olguların hepsinde cinsel istismar sonrası OKB belirtileri
başladığı, hepsinde temizlik obsesyonları, el yıkama kompulsiyonu olduğu
ve istismarın aile içi olduğu anlaşılmıştır.
Olgu-1: 5 yaş 6ay erkek, sinirlilik, huzursuzluk, aile üyelerine karşı (baba,
babaanne, hala) olumsuz düşünceler, korkulu rüyalar görme, gece ağlayarak
uyanma ve sürekli ellerini yıkamak isteme, ölüm düşünceleri, ellerini
kullanmak istememe, ellerini nedenini açıklamadan siyaha boyama gibi
özellikler olduğu belirtilmiştir. Olgunun izlem sürecinde babası tarafından
cinsel istismara uğradığı anlaşılmıştır.
Olgu-2: 5 yaş 7ay kız, hırçınlık, uykuya dalmakta güçlük, babaya ve ailenin
diğer erkek üyelerine karşı hostil davranışlar, sürekli ellerini yıkamak isteme,
düzen ve simetri takıntısı gibi şikayetlerle getirilen olgunun dayısının oğlunun
cinsel istismarına uğradığı anlaşılmıştır.
Olgu-3: 4 yaş 8 ay erkek, huzursuzluk, uyku ve iştah problemleri, korkular ve
özellikle beyaz bir şey gördüğünde ya da beyaz kelimesini ellerini çok uzun
süre yıkama şikayetleriyle getirilen olgunun misafirliğe gittiği yakın bir
akrabanın cinsel istismarına uğradığı anlaşılmıştır.
Tartışma: Yapılan çalışmalarda erkeklerin %14.2’sinin, kadınların
%32.3’ünün çocukluk çağında cinsel istismara maruz kaldığı anlaşılmıştır.
Genel maruziyet sıklığı % 10-40 arasındadır. Cinsel istismara maruz
kalmanın bu kadar sık olması, aile öyküsünde OKB alınmayan çocuklarda
ani başlayan OKB belirtilerinde cinsel istismarın da sorgulanması
gerekebileceğini düşündürmüştür. Çocukluk çağında düzen ve sıralama
obsesyonları ön sıradayken cinsel istismara maruz kalan çocuklarda temizlik
obsesyonlarının birinci sırada yer alması dikkat çekicidir.
129
P.092
Ergenlerde Anksiyete ve Depresyonun Bilişsel
Hatalarla İlişkisi
*Yağmur Suadiye, *Yrd. Doç. Dr. Arzu Aydın
*Mersin Üniversitesi Fen Edebiyet Fakültesi Psikoloji Bölümü
Giriş: Araştırmalar çocukluk ve ergenlikte anksiyete ve depresyon
belirtilerinin erişkinlikte gözlenen psikiyatrik sorunlarla ilişkisine işaret
etmektedir. Anksiyete ve depresyonun altında yatan etiyolojik faktörler ve
mekanizmaların anlaşılması ise tedavi ve erişkinlikte ortaya çıkabilecek
sorunları önleme açısından son derece önemlidir. Bilişsel bakış açısına göre
anksiyete ve depresyon gibi duygusal sorunların temelinde bazı hatalı ya da
olumsuz düşünce biçimlerinin olduğu varsayılmaktadır. Temel bilişsel
hatalar; felaketleştirme, aşırı genelleme, kişiselleştirme ve seçici soyutlama
olarak isimlendirilmektedir. Bu çalışmanın esas amacı ergenlerde anksiyete
ve depresyonla bilişsel hatalar arasındaki ilişkinin incelenmesidir.
Yöntem: Araştırmada klinik grup, çocuk psikiyatrisi kliniklerine başvuran
20’si anksiyete bozukluğu, 16’sı depresyon tanısı almış 36 çocuktan
oluşmuştur. Kontrol grubu ise klinik grupla eşleştirilmiş ve hiçbir bozukluğu
olmayan 33 çocuktan oluşmuştur. Çalışmaya katılan ergenlerin yaş ranjı 1217 (ort= 14.57±1.73) olarak belirlenmiştir. Çalışmada demografik bilgilerin
alındığı bir bilgi formu ile birlikte Çocuklar İçin Durumluk-Sürekli Kaygı
Envanteri-Sürekli Kaygı Formu, Çocuklar için Depresyon Ölçeği (ÇDÖ) ve
Çocuklar için Olumsuz Bilişsel Hatalar Ölçeği (ÇOBHÖ) kullanılmıştır.
Bulgular: Yapılan korelasyon analizlerine göre ÇDSKE-SK ile ÇOBHÖ’nün
tüm alt ölçekleri arasında anlamlı ilişki (.55-.81) olduğu bulunmuştur. Buna
karşın ÇDÖ ile ÇOBHÖ’nün sadece aşırı genelleme alt ölçeği arasında (.56)
anlamlı ilişki olduğu gözlenmiştir. Yapılan çoklu regresyon analizleri
göstermiştir ki aşırı genelleme türü bilişsel hatalar her iki tanı grubu için de
en anlamlı yordayıcıdır.
Tartışma: literatürdeki bazı araştırmalarda belirtildiği gibi depresyon ve
anksiyetede bu iki farklı tanıya özgü bilişsel hataların varlığını
desteklememektedir. Her iki tanı grubunda da aşırı genelleme (tek bir
olaydan hareketle genel bir sonuca ulaşma) türü bilişsel hataların yordayıcı
olduğu anlaşılmaktadır. Buna karşın anksiyete bozukluğu ile bilişsel hatalar
arasında depresyona kıyasla oldukça güçlü bir ilişki vardır.
130
P.093
Kabuki Make-Up Sendromu Tanısı Olan Bir Olguda
Otistik Belirtiler
*Dr. Yasemin Tarzdeh, *Dr. Ayşegül Selcen Güler, *Prof. Dr. Meral Berkem
* Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Giriş: Kabuki make-up sendromu (KMS), 1981 yılında Japonya’da
tanımlanan, otozomal dominant veya X’e bağlı resesif geçişli olabileceği
bildirilen, çok sayıda konjenital anomali, mental retardasyon ve sosyal
etkileşimde bozulma ile seyreden, nadir görülen bir sendromdur (Van Lierde
ve ark. 2000).
Her hastada olmamakla birlikte, tipik yüz görünümü
(ektropion, kulak kepçelerininin geniş ve düşük olması, geniş alın, geniş ve
basık burun kökü), kalp anomalileri, böbrek ve üriner sistem anomalileri,
işitme kaybı, hipotoni, nöbetler, iskelet anomalileri ve doğum sonrası
büyüme gecikmesi görülebilmektedir. Hastaların çoğunda zihinsel gelişimde
aksamalar görülmekte, zihinsel gelişimin daha iyi olduğu olgularda konuşma
ve ince motor becerilerinde zorluklara rastlanmaktadır (Yavaşcan ve ark.
2006). Konuşma ve dil gelişiminde gecikmenin yanı sıra, konuşması
olanlarda artikülasyon problemlerinin görülmesi, ağız kaslarında hipotoni ve
zayıf koordinasyon becerilerine bağlanmaktadır (Adam ve Hudgins 2004).
Sosyal etkileşim ve iletişim becerileri ile motor alanda gelişimsel problemlerin
olmasıyla otistik-benzeri davranış özellikleri sergileyen bu olguların
multidisipliner bir yaklaşımla değerlendirilmeleri gerekmektedir (Akın ve ark.
2008).
Olgu Sunumu: Bu sunumda, Marmara Üniversitesi Çocuk Ruh Sağlığı ve
Hastalıkları polikliniğine, konuşma gecikmesi ve sosyal etkileşimde belirgin
bozulma sebebiyle başvuran, gelişimsel değerlendirmesinde kaba motor
becerileri dışında bütün alanlarda yaşıtlarından geri olduğu tespit edilen,
KMS tanılı 4 yaşındaki bir erkek çocukta, otistik davranış örüntüsünün
tartışılması amaçlanmaktadır.
131
P.094
İlköğretim Çağındaki Kızlarda Dikkat Eksikliği
Hiperaktivite Bozukluğu: Kliniğe Başvuran Bir Grupta
Sosyodemografik, Eş Tanı ve Psikososyal
Özelliklerin Değerlendirilmesi
*Uzm. Dr. Zeynep Aslan, **Doç. Dr. Ayşe Rodopman Arman
* Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Ruh Sağlığı
ve Hastalıkları Bölümü
** Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Giriş: Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB), çocuk psikiyatrisi
alanında en sık görülen ve hem erkeklerde hem de kızlarda geçerli olan bir
tanıdır. Buna karşın çalışmalar daha çok okul çağı erkeklere odaklanmış
durumdadır. Bu çalışmada kliniğe başvuran ve DSM-IV’e göre DEHB tanısı
alan ilköğretim çağındaki kızların sosyodemografik, eş tanı ve psikososyal
özelliklerinin kontrollerle karşılaştırılması amaçlanmıştır.
Yöntem: Çalışmaya Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen
Psikiyatrisi polikliniğinde DEHB tanısı ile takip edilmekte olan, rastgele
örnekleme ile seçilmiş 6-14 yaş arasında 70 kız hasta ve bunlarla yaş
açısından eşleştirilmiş 60 sağlıklı kız çocuk kontrol grubu olarak alınmıştır.
Katılımcıların sosyodemografik özellikleri ayrıntılı bir form ile, klinik
değerlendirmeleri Okul Çağı Çocukları için Duygulanım Bozuklukları ve
Şizofreni Görüşme Çizelgesi- Şimdi ve Yaşam Boyu Şekli ile, DEHB
belirtileri ve davranış özellikleri Conners Anababa Değerlendirme Ölçeği,
Conners Öğretmen Formu, DSM-IV'e Dayalı Yıkıcı Davranış Bozukluklarını
Tarama ve Değerlendirme Ölçeği, Güçler ve Güçlükler Anketi, olumsuz
yaşam olayları ayrıntılı bir listeyle, sosyal ve okul alanındaki işlevsellikleri
genel performans değerlendirmesi formu ile değerlendirilmiştir.
Bulgular: DEHB olan kızlar kontrollere göre okul başarıları daha düşük,
akran ilişkileri, anne baba ve kardeş ilişkileri daha sorunlu olarak; eş tanı ve
ailelerinde DEHB öyküsü sıklığı daha fazla oranda bulunmuştur. Bileşik alt
tipte en sık eş tanılar sırasıyla anksiyete bozuklukları, karşıt olma karşı
gelme bozukluğu; dikkat eksikliği baskın alt tipte ise anksiyete bozukluğu,
özgül öğrenme bozukluğu belirtileri olarak bulundu. Hasta grubunda tüm
ölçek puanlarını aileler öğretmenlere göre daha sorunlu bildirmiştir.
Tartışma: Bu bulgular DEHB’nin kız çocuklarında psikiyatrik, akademik,
sosyal ve davranışsal alanlarda bozulmaya neden olduğunu ancak işlevsellik
üzerine
etkilerinin
çoğunlukla
okul
çağlarında
fark
edildiğini
düşündürmektedir.
132
P.095
Tourette Bozukluğu ve Bipolar Affektif Bozukluk
Birlikteliği ile İlgili Bir Olgu
*Dr. Zeynep Göker, *Dr. Selma Tural Hesapçıoğlu, *Prof. Dr. Sema
Tanrıöver Kandil
* Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Giriş: Tourette Bozukluğu, çocuklukta başlayan, hem süregenlik hem de
eşlik eden davranış sorunları açısından diğer tik bozukluklarından belirgin
biçimde ayrılan, kronik nöropsikiyatrik bir bozukluktur. Bozukluğa eşlik eden
çok çeşitli başka psikiyatrik bozukluklar bulunmasına karşın, bipolar affektif
bozukluğun eşzamanlı görüldüğü olgularla ilgili yazılanlar literatürde sınırlı
sayıdadır.
Olgu Sunumu: YB, 14 yaşında, kız, ilköğretim 8. sınıf öğrenci. Hastanın 6
yıldır süregelen, zaman zaman şiddeti azalıp artan, motor ve vokal tikleri
vardı. Takipleri sırasında mevcut tiklerine aşırı hareketlilik, konuşma hızında
artma, öfori/disfori, düşünce akışında hızlanma, dikkatini toplayamama ve
öfke nöbetleri eklenen hastaya “Bipolar Affektif Bozukluk” tanısı kondu.
Eksen-II’sinde Hafif Düzeyde Mental Retardasyonu vardı. Olgunun annesi
panik atak ve depresyon tanıları ile tedavi alıyordu. Babada sigara ve alkol
kullanım öyküsü mevcuttu. İki amcasında da tik bozukluğu vardı.
Tartışma: Bu olgu nedeni ile literatürdeki son yayınlar gözden geçirilerek
Tourette Bozukluğu ve Bipolar Affektif Bozukluk birlikteliği tartışıldı.
133
P.096
Tırnak Yeme Davranışı Gösteren Çocuk ve
Ergenlerde Psikiyatrik Bozuklukların Araştırılması
*Dr. Zeynep Göker, *Dr. Mutlu Karakuş , *Dr. Selma Tural Hesapçıoğlu , *Dr.
Kadir Serdar Sarp, *Prof. Dr. Sema Tanrıöver Kandil
* Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.
Giriş: Tırnak yeme, çok sıklıkla karşılaşılan bir davranış olup, bu davranışın
düzeltilmesine yönelik müdahaleler her zaman başarılı olmamaktadır. Altta
yatan ya da eşlik eden bir psikiyatrik durumun varlığını saptamak, bu
davranışa yönelik müdahaleleri etkili kılacaktır. Bu çalışmada tırnak yeme
davranışı gösteren çocuk ve ergenlerde psikiyatrik bozukluk varlığı ve
arasındaki ilişki araştırıldı.
Yöntem: 20 Kasım 2008 - 2 Şubat 2009 tarihleri arasındaki süre içinde
Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk-Ergen Ruh Sağlığı ve
Hastalıkları Polikliniğine herhangi bir nedenle başvuran çocuk ve
ergenlerden tırnak yeme davranışı gösterenler seçildi. Dışlama ölçütleri
olarak; yaşı 7’nin altında olanlar, yaygın gelişimsel bozukluk, mental
retardasyon, psikotik bozukluk ve epilepsi bulunanlar çalışma dışı tutuldu.
Olgular polikliniğimize ait “Yarı Yapılandırılmış Görüşme Formu” kullanılarak
ve DSM-IV tanı ölçütleri esas alınarak değerlendirildi. Polikliniğimize ilk kez
başvuran 530 olgunun [n=340’ı erkek (%64.1), n=190’ı kız (%35.9)] kabul
edilme ölçütlerini karşılayan 42’sinde [tüm başvuruların %7.9’unda, (n=22’si
kız (%52.4), n=20’si erkek (%47.6)] tırnak yeme davranışı gözlendi. Bu
çocuk ve ergenlere dudak koparma, saç koparma, derisini yolma, diş
gıcırdatma davranışı varlığı da sorgulandı.
Bulgular: Tırnak yeme davranışının azımsanmayacak bir oranda bulunduğu
gözlendi. Bu çocuk ve ergenlerde gözlenen psikiyatrik bozukluklar Dikkat
Eksikliği
Hiperaktivite
Bozukluğu
(n=12,
%28.6),
Başka
türlü
adlandırılamayan anksiyete bozukluğu (n=11, %26.2), Depresif bozukluk
(n=7, %16.7), Ayrılık anksiyetesi bozukluğu (n=4, %9.5), Karşı olma karşı
gelme bozukluğu (n=3, %7.1), Dışa atım bozuklukları (n=3, %7.1), Obsesifkompulsif bozukluk (n=1, %2.4) ve Uyum bozukluğu (n=1, %2.4) şeklinde idi.
Tırnak yemeye başlama yaşı ile eşlik eden psikiyatrik bozukluk arasında bir
ilişki bulunamadı. Tırnak yeme davranışının şiddeti ve sıklığı ile herhangi bir
psikiyatrik bozukluk arasında anlamlı bir ilişkili bulunamadı. Olguların
%9.5’inin (n=5) anne-babasının major depresif bozukluk nedeniyle tedavi
aldıkları saptandı.
Tartışma: Tırnak yeme davranışı, çocuk-ergen ruh sağlığı ve hastalıkları
polikliniklerine başvurularda azımsanmayacak bir bölümü oluşturmaktadır.
Psikiyatrik değerlendirme sırasında tırnak yemenin mutlaka sorgulanması,
stereotipik ve kendine zarar verici davranışların gözden kaçırılmaması için
gereklidir.
134
İNDEKS
135
A
A. Evren Tufan, 43, 45
A. Tuğba Bahadır, 37
Ahmet Doğru, 47
Ahmet Hilal, 112
Ahmet Şenses, 91
Ahmet Turla, 132
Ahmet Yar, 108
Akfer Kahiloğulları, 47
Ali Evren Tufan, 41, 43, 45
Ali Görkem Gençer, 52
Alpay Çeliker, 59
Arzu Aydın, 12, 157
Asena Akdemir, 3, 8, 11, 14, 47
Ayfer Pazarbaşı, 49
Ayla Aysev, 12, 80, 84, 120
Aynur Özge, 11, 29
Ayşe Avcı, 2, 49
Ayşe Rodopman Arman, 52, 152
Ayşe Serdaroğlu, 93, 99
Ayşegül Bilge, 14, 50, 72, 74, 76,
78, 122
Ayşegül Selcen Güler, 52, 130,
159
Ayşegül Yolga Tahiroğlu, 2, 5,
10, 49
Azize Andrea Güvenç, 61
B
Bahar Sarı Nargis, 47
Banu Çaycı, 61
Belma Ağaoğlu, 15, 113, 115
Bengi Semerci, 8, 25
Berna Pehlivantürk, 59
Birgül Elbozan Cumurcu, 70
Burak Bahar, 61
Burcu Akın Sarı, 55
Burcu Özbaran, 15, 33, 57, 117,
123, 154
Bürge Kabukçu Başay, 117
C
Cahide Aydın, 9, 57, 110, 117,
154
D
Derya Demirkıran, 57
Devrim Akdemir, 59
Dilara Karahan, 49
Duygu Akbaş, 47
E
Ebru Arhan, 94, 99
Ekrem Şentürk, 108
Elvan İşeri, 9, 55, 61, 93, 99,
104
Emre Başaran, 61
Erdal Tunç, 49
Erşan Çırak, 61
Esra Güney, 61, 82, 93, 99, 104
Esra Taşgın Çöp, 66
Eyüp Sabri Ercan, 9, 154
136
F
Feryal Çam Çelikel, 70
Fisun Akdeniz, 123
Füsun Çuhadaroğlu Çetin, 2, 66
G
Gökce Nur Taşdemir, 86
Gökçe Nur Taşdemir, 145
Gül Serdaroğlu, 118
Gülseren Keskin, 50, 72, 74, 76,
78
Gülten Urallı, 61
H
Hakan Kar, 12, 31
Hande Kesikçi, 57
Hande Odabaşı, 61
Hasan Kandemir, 80, 84, 120
Hasan Tekgül, 119
Hayati Sınır, 59
Hilal Adaletli, 147
Hüseyin Kutlu, 41
I
Işık Karakaya, 12, 108, 113, 115
İ
İbrahim Durukan, 45
İnci Altıntaş, 110
İsmet Esra Zeytinci, 82
K
Kadir Serdar Sarp, 166
Kağan Gürkan, 80, 84, 120
Kemal Utku Yazıcı, 118, 119
Kerim Münir, 70
Koray Karabekiroğlu, 86, 91,
132, 139, 145
M
M. Mustafa Arslan, 112
Mediha Korkmaz, 110
Mehmet Eren, 47
Mehmet Fatih Ceylan, 93, 98,
103
Melih Nuri Karakurt, 105, 106
Meral Berkem, 10, 52, 130, 159
Muhammed Ayaz, 107, 108
Murat Şahin, 59
Mutlu Karakuş, 166
Müge Tamar, 15, 123
N
Nagehan Demiral, 109
Necmi Çekin, 3, 15, 111, 112
Neslihan Öztürk, 61
Nilgün Tanrıverdi, 49
Nursu Çakın Memik, 113, 115
O
Oruç Rahmi Güvenç, 61
Osman Demirhan, 15, 18, 49
Osman Sabuncuoğlu, 130
Ö
Ömer Başay, 117, 118, 119
Ömer Böke, 132
Ömer Faruk Akça, 80, 84, 120
Özden Ş. Üneri, 34
Özlem Yıldız Öç, 113, 115
R
Rabia Ekti Genç, 14, 50, 122
S
Saliha Baykal, 106
Sanem Keskin Yılmaz, 118, 119
137
Saniye Korkmaz Çetin, 57, 123
Sarenur Gökben, 118
Sebla Gökçe İmren, 130
Seher Akbaş, 86, 106, 132, 139,
145
Selma Tural Hesapçıoğlu, 163,
165, 166
Selmin Şenol, 122
Sema Dikmen, 108
Sema Tanrıöver Kandil, 163,
165, 166
Serap Çelik, 61
Serpil Erermiş, 57, 117, 154
Sevcan Karakoç, 147
Ş
Şahika Gülen Şişmanlar, 108,
113, 115
Şahnur Şener, 9, 61, 82, 104
Şaziye Senem Başgül, 9, 108
Şeyda Aksel, 150
Tezan Bildik, 12, 123
Timur Demirbaş, 9
Tülay Keskin, 132
Tülin Yurtbay, 147
Tümer Türkbay, 11, 43, 45
Türkan Yılmaz Irmak, 150
Ü
Ülkü Akyol Ardıç, 57, 154
Y
Yağmur Suadiye, 157
Yankı Yazgan, 8, 37
Yasemin Tarzdeh, 159
Yaşar Güvenç, 61
Z
Zepnep Tüzün, 66
Zeynep Aslan, 152
Zeynep Göker, 163, 165, 166
T
Tacettin İnandı, 47
138

Benzer belgeler

23.Ulusal Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Kongresi

23.Ulusal Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Kongresi Bir Aile Örnekleminde Görüşme Örnekleri Üzerinde Kavramların Tartisilmasi” Asena Akdemir , Sibel Orsel SALON C - KURS “Adli Psikiyatrik Değerlendirme ve Çocuk Koruma Kanunu Uygulamasında Çocuk Psik...

Detaylı