PDF - İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Transkript

PDF - İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Türk Basınında Kamuoyu Araştırmaları
Doç. Dr. Necdet ATABEK∗
Giriş
Demokratik toplumlarda kamuoyu demokratik siyasal sistemin en
önemli unsurlarından biridir. Kamuoyunun çeşitli konulardaki görüşlerini ve
eğilimlerini ortaya çıkarmayı amaçlayan kamuoyu araştırmaları da bu
nedenle büyük bir önem kazanır. Siyasal iktidarlar ve çeşitli güç odakları,
kamuoyu araştırmaları sayesinde toplumun geniş kesimlerinin belirli
konulardaki görüşlerini öğrenme ve politikalarını bu bilgilerden yararlanarak
planlama olanağına kavuşurlar. Diğer taraftan, toplum da kamuoyu
araştırmaları sayesinde çeşitli sorunlar karşısındaki görüşlerini siyasal
iktidara ve diğer toplumsal güç merkezlerine iletir. Şayet gazeteler kamuoyu
araştırmalarına ilgi göstermeseydi, bu araştırmalardan elde edilecek sonuçlar
sadece belirli karar merkezlerinin ve güç odaklarının belirli amaçlarına
hizmet etmekle sınırlı kalırdı. Gazeteler, kamuoyu araştırması sonuçlarını
toplumun geniş kesimlerine ulaştırarak demokrasinin gelişmesine hizmet
ederler.
Türkiye’de gazetelerde sonuçları yayınlanan kamuoyu araştırmaları
zaman zaman tartışma gündemine gelmektedir. Ancak, söz konusu kamuoyu
araştırmalarının hangi sıklıkla yayınlandığına ve hangi konuları kapsadığına
ilişkin kapsamlı araştırma bulunmamaktadır. Bu makalede söz konusu
durum incelenmesi gereken bir sorun olarak ele alınmaktadır. Çalışmada ilk
olarak kamuoyu araştırmalarının işlevleri ve anlamı tartışılacaktır. Daha
sonra, kamuoyu araştırmalarının dünyadaki ve Türkiye’deki gelişiminden
söz edilecektir. Son olarak da Hürriyet, Milliyet ve Sabah gazetelerinde
1983-2002 yılları arasında yayınlanan kamuoyu araştırmaları yayınlanma
∗
Doç. Dr. Anadolu Üniversitesi, İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü
İletişim 2003/17
2
Necdet ATABEK
sıklığı, araştırmalarda ele alınan konular, araştırmaları yapan kuruluşlar ve
araştırmaların yayınlanma süreleri bakımından karşılaştırmalı olarak analiz
edilecektir.
Kamuoyu Araştırmalarının İşlevleri
Kamuoyu araştırmaları toplumun tümünün veya belirli kesimlerinin
bir sorun karşısındaki tutum ve düşüncelerini ortaya çıkarmak için yapılır
(Küçükkurt, Bir ve Yeles, 1987:137-149). Toplumsal davranış, beklenti ve
yönelimlerin ortalama görüntüsünü belirleme amacını güden kamuoyu
araştırmaları; kamunun bütününü veya belirli kesimlerini oluşturan
bireylerin sosyal, ekonomik, kültürel veya siyasal düşünceleriyle ilgili
bilgilerin derlenmesini sağlamaktadır (Yeğenoğlu, 1988:1). Bugün kamuoyu
araştırmalarından söz edildiğinde genel olarak medya kuruluşlarının yaptığı
okuyucu araştırmaları, ticari kuruluşların yaptırdığı pazar araştırmaları ve
çeşitli kuruluşların toplumsal, siyasal, ekonomik vb. konularla ilgili olarak
yaptırdıkları eğilim belirleme araştırmaları anlaşılmaktadır. Kamuoyu
araştırmaları günümüzde kamuoyunun siyasi aday, lider ve parti tercihlerini
belirlemede ve çeşitli siyasal sorunlar karşısındaki eğilimlerini saptamada
sıklıkla kullanılır. Modern demokrasilerde siyasal iktidarın kamuoyunun
düşüncelerine ve eğilimlerine önem vermesi sistemin kuralları gereğidir
(Bektaş, 1996:190-191). Kamuoyunun görüşlerini göz ardı eden yönetimler
ve siyasetçiler uzun süre iktidarda kalamazlar (Milburn, 1998:39).
Kamuoyu araştırmalarının toplumda ne tür işlevlere sahip olduğu veya
ne gibi etkiler yarattığı sorgulanması gereken bir husustur. Kamuoyu
araştırmalarının önemi şu işlevleri yerine getirmesinden kaynaklanır (Lake
ve Harper, 2002:12): 1- İnsanların belirli konulardaki düşüncelerini ortaya
çıkarır. 2- İnsanların nelerin farkında olduğunu ve neleri bildiğini
öğrenmede yardımcı olur. 3- Siyasi objeler ve gelişmeler hakkında insanların
ne tür duygu, düşünce, değerlendirme ve oy verme davranışlarına sahip
olduklarını belirler. 4- İnsanların hangi sosyal ve siyasal özelliklere sahip
olduğunu, hangi olay veya konu ile ilgilendiklerini ve değişik olaylarla ilgili
bilgileri nerelerden aldıklarını gösterir. Tosun (1993:131-142) da kamuoyu
İletişim 2003/17
Türk Basınında Kamuoyu Araştırmaları
3
araştırmalarının toplumsal yaşamdaki işlevlerini şöyle sıralamaktadır: 1Toplumda siyasilere bilgi akışı sağlamak, 2- Kamu için ayna işlevi görmek,
3- Kamuoyunu değiştirme işlevi, 4- Uygulanacak politikaları biçimlendirme
işlevi, 5- Zaman içindeki değişimleri gösterme işlevi, 6- Bilinmeyen ve
tartışmalı konularda kamuoyuna ağırlık kazandırma işlevi, 7- Azınlık
görüşlerine yer verme işlevi.
Kamuoyu Araştırmalarının Anlamı
Kamuoyu araştırması, “alt bir gruba veya daha büyük bir gruba
genelleştirmek için kullanılan örneklemden veya örneklemin elde edildiği
popülasyondan sistematik, bilimsel ve tarafsız bilgi toplama işlevidir.” (Lake
ve Harper, 2002:11). Kamuoyu araştırmaları nitel (kalitatif) ve nicel
(kantitatif) olmak üzere iki temel yöntemle yapılır (Tufan, 1995:11-12).
Sayısal bir sonuç elde etmeye yönelik olmadığından nitel kamuoyu
araştırmalarında görüşülen kişilerin araştırma evreninde aranan belirli
özelliklere sahip olması istenir ancak “tam temsiliyet” koşulu aranmaz. Nicel
kamuoyu araştırmalarında ise sayısal temsiliyet temel olduğundan, araştırma
evrenini hatasız olarak temsil edecek örneklem kitlesinin seçimi büyük bir
öneme sahiptir. Nicel kamuoyu araştırmalarının en yaygın tekniği ankettir.
Lake ve Harper’a (2002:14-15) göre dört tip kamuoyu araştırması
vardır: 1- Derinlemesine Gözlem: Kamuoyu araştırmalarının en yaygın
olanıdır. Kamuoyunun görüşlerini bir veya birkaç başlık altında ele alan 2060 dakika süren araştırmalardır. 2- Kısa Kamuoyu Araştırmaları: Belirli
olayların, gelişmelerin ve stratejilerin kamuoyu üzerindeki etkisini ölçmek
ve zaman içinde değişimini belirlemek için yapılan 10-15 dakika süren
araştırmalardır. 3- Açıklayıcı Kamuoyu Araştırmaları: Kısa zaman dilimi
içerisinde meydana gelen gelişmeleri açıklamak için kullanılır. Örneğin, her
gece 5-10 dakika süre ile 100-200 kişilik küçük gruplara birkaç soruluk
anket uygulanır. 4- Paneller: İnsanların görüşlerindeki değişiklikleri ve
bunun nedenlerini ortaya çıkarmak için zamanın iki değişik noktasında aynı
insanlara benzer sorular sorarak yapılan anket çalışmasıdır.
İletişim 2003/17
4
Necdet ATABEK
20. yüzyıl boyunca bilim adamlarının bazıları kamuoyu kavramının
geçirdiği değişiklikleri, kamuoyunun oluştuğu sosyal, siyasal ve psikolojik
süreçleri incelerken diğer bazıları da kamuoyu araştırmalarının ölçüm
teknikleri üzerinde yoğunlaştılar. Bu yaklaşımlardan birincisi sosyolojik
model, ikincisi ise yığın modeli olarak adlandırılır (Price, 1992:.34).
Sosyolojik modelde nitel araştırma yöntemleri tercih edilirken yığın
modelinde ise nicel araştırma yöntemleri kullanılır.
Sosyolojik modele göre kamuoyu akışkan ve karmaşık bir yapıya
sahiptir. Kamuoyu bir sorun etrafında ve zaman içinde oluşur. Tartışma ile
birlikte sorun değişik boyutlar kazandıkça, sorunla ilgilenen kamuoyunu
oluşturan kişilerin sayısında da değişiklikler olur. Sosyolojik model, birey
düşüncelerinin/kanaatlerinin biçimlendiği ve ifade edildiği kolektif
süreçlerin incelenmesini önerir. Çünkü kamuoyu, “karşılıklı etkileşimin ve
iletişimin” bir ürünüdür. Bu görüşü savunanlara göre kamuoyu konusundaki
çalışmalar çeşitli sosyal ve siyasal süreçler üzerine yoğunlaşarak bunları
açıklama çabası içinde olmalıdır. Sosyolojik modeli savunan Blumer’e göre
kamuoyu toplumsal yapı içinde karşılıklı etkileşim ile üretilen ve gücü
elinde bulunduran insanların dikkate değer bulduğu bir olgudur. Kaçınılmaz
olarak da konuyla ilgili çıkar gruplarını, lobileri ve sorunla dolaylı bağlantısı
bulunan bazı kesimleri ilgilendirir. Bu bilim adamına göre birbiri ile
tamamen ilişkisiz bireyleri kendi toplumsal konumlarından soyutlayarak her
birini eşit ağırlıkta değerlendiren bir örneklem biçimi, kamuoyu kavramının
“gerçekçi” herhangi bir anlamıyla alay etmektir (Herbst, 1990:144).
Yığın modelinde ise kamuoyu daha çok “bireysel düşüncelerin bir
yığını” veya “kamuoyu araştırmacılarının ölçmeye çalıştığı şey” olarak
algılanmaktadır. Bu modele göre “bir kişi bir oy” demektir ve bu yaklaşımı
temel alan kamuoyu araştırmaları sayesinde toplumda çeşitli sorunlara
ilişkin kamuoyu görüşleri ortaya çıkarılabilir. Bu formülleştirme,
kamuoyunun çoğunluk görüşü olduğu şeklindeki görüşle tutarlılık gösterir.
Kamuoyu araştırmalarında yığın modeline dayanmak büyük kolaylıklar
sağlamaktadır. Bu model sayesinde araştırmacılar örneklem üzerinde
çalışarak çeşitli konularda kamuoyu araştırmaları yapabilmektedirler. Başka
bir deyişle, bu görüşü paylaşan araştırmacılar için anket yöntemi kullanarak
İletişim 2003/17
Türk Basınında Kamuoyu Araştırmaları
5
örneklemde yer alan bireylerden bireysel düzeyde veriler toplayarak çeşitli
sorunlar hakkındaki kamuoyu görüşünün ortaya çıkarılması mümkündür.
Günümüzde pek çok kişi kamuoyunu anket çalışmalarıyla anlaşılabilecek,
birey düşüncelerinin basit bir yığını olarak görmektedir.
Kamuoyu Araştırmalarının Gelişimi
Kamuoyu araştırmalarının ilk başladığı ülke Amerika Birleşik
Devletleri’dir. ABD’de kurumsal bir temele dayalı ilk pazar araştırması
1879’da W.W. Ayer and Son adlı biçer döver makineleri imal eden bir firma
tarafından gerçekleştirildi. Reklama yapılan harcamalar zamanla arttıkça, bu
alana yapılan yatırımların verimliliğini ölçmek amacıyla David Starch adlı
Amerikalı bir işadamı, 1927’de “Starch Readership Survey” adıyla okuyucu
araştırmalarına başladı (Neyzi, 1990:13). Ancak ABD’de pazar
araştırmalarının yaygınlık kazanması İkinci Dünya Savaşı sonrasında
toplumun bir tüketim toplumuna dönüşmesiyle birlikte olmuştur (AbadanUnat, 1990:33).
ABD’de eğilim belirlemeye yönelik ilk kamuoyu araştırmaları ilkel
yöntemlerle yerel gazeteler tarafından seçim sonuçlarını tahmin etmeye
yönelik olarak yapılmıştır. Bu kamuoyu araştırmalarından ilki 1824 yılında
Harrisburg Pennsylvanian’da yayınlanmıştır. 19 yüzyıl boyunca zaman
zaman basında görülen bu tür kamuoyu araştırmaları 20 yüzyıla gelindiğinde
büyük bir yaygınlık gösterdi. Bunun bir nedeni, taşıdığı haber değerinden
dolayı kamuoyu araştırmalarının okuyucu çektiğini gören ulusal yayın
organlarının da kamuoyu araştırması işine el atmasıdır. Diğer nedeni ise
toplumsal gelişmeyle birlikte insanların siyasal ve toplumsal olaylara
ilgisinin artması ve kamuoyu araştırmalarına daha fazla ilgi göstermesidir.
ABD’de ulusal yayın organları arasında ilk kez Farm Journal 1912’de,
Literary Digest de 1916’da kamuoyu araştırmalarına sayfalarında yer verdi.
Dünya’da düzenli ve kurumsal bir temele dayalı olarak bugünkü anlamda ilk
kamuoyu araştırmaları ABD’de Elmor Roper ve arkadaşları tarafından
Fortune Poll adı ile Temmuz 1935’de Fortune Dergisi’nde yayınlandı. Ekim
İletişim 2003/17
6
Necdet ATABEK
1935’de George Gallup 35 gazeteye Gallup Poll adıyla hizmet vermeye
başladı. 1936’da ise Archibald Crossley kamuoyu araştırması işine girdi. Bu
araştırma kuruluşları 1936 yılında ABD Başkanı Roosevelt’in başkanlığı
kazanacağını iyi bir şekilde tahmin ederek ilk başarılarını gösterdiler
(Bradburn ve Sudman, 1989:28). 1950’li yıllara gelindiğinde artık bu
kamuoyu araştırma şirketleri kullandıkları yöntemleri iyice geliştirmişlerdi
ve belirli konularda düzenli aralıklarla araştırma yapar hale gelmişlerdi
(Herbst, 1990:949).
ABD’deki bu gelişmeler Avrupa ülkelerini etkilemekte gecikmedi. Bu
ülkelerdeki araştırma şirketleri George Gallup’un önderliğinde İngiltere’de
British Gallup Poll adıyla 1937’de, Fransa’da 1938’de, Avustralya’da
1940’da, Kanada’da 1941’de, Danimarka’da 1943’de, İsviçre’de 1944’de,
Almanya, Finlandiya, Norveç ve İtalya’da da 1945-46 yıllarında birbiri
ardına kuruldu (Buradburn ve Sudman, 1989:29). Medya kuruluşları,
ABD’de 1960’lı yılların ikinci yarısından sonra, Avrupa ülkelerinde de
1970’li yıllarla birlikte özellikle seçim zamanları yapılan kamuoyu
yoklamalarının en büyük finansman destekçisi oldular.
Türkiye’de Kamuoyu Araştırmaları
Kamuoyu konusunda Türkiye’de yayınlanan ilk ciddi çalışma Doç.
Dr. Aydın Yalçın’ın 1945 yılında Siyasal İlimler Dergisi’nde yayınlanan
“Efkarı umumiye” başlıklı yazısıdır. Adnan Adıvar’ın “Efkarı Umumiye” ve
“Efkarı Umumiye Karşısında Hükümetler ve Kararlar” adlı iki makalesi de
Şubat 1950’de Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanmıştır. 1952 yılında
yayınlanan Prof. Yavuz Abadan’ın “Amme Hukuku ve Devlet Nazariyeleri”
adlı kitabında da kamuoyu konusuna bir bölüm ayrılmıştır (Meray,
1954:257-258). Ayrıca Sadri Ertem’in 1932-1942 yılları arasında yazdığı
kamuoyu konusunu da içeren Propaganda adlı kitabı, Duygu Sezer’in
1972’de kaleme aldığı Kamuoyu ve Dış Politika adlı eseri ve Osman
Zümrüt’ün 1977’de yayınladığı İslamda Kamuoyu Oluşması adlı çalışması
Türkiye’de kamuoyu konusunda yayınlanan ilk kitaplar arasında yer alır
(Onaran:1984:8). Bu konuda Türkiye’de yazılan ilk doktara tezi de Nermin
İletişim 2003/17
Türk Basınında Kamuoyu Araştırmaları
7
Abadan’ın 1956’da bitirdiği ve daha sonra kitap olarak bastırılan Halk Efkarı
Mefhumu ve Tesir Sahaları adlı çalışmasıdır. Türkiye’de kamuoyu
konusunda ilk ders 1955 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesi’nde, daha sonra da aynı üniversitenin bugünkü adıyla İletişim
Fakültesi’nde okutulmaya başlamıştır.
Türkiye’de siyasal nitelikli kamuoyu araştırmalarının ortaya çıkışı
1950’li yıllarla birlikte başlar. Tek partili siyasal yaşama geçilmesinin
ardından 1950 seçimleriyle birlikte Cumhuriyet Halk Partisi uzun süren tek
parti iktidarını kaybetmiştir. İktidara gelen Demokrat Parti, seçim öncesinde
de vaat ettiği gibi iktidarının ilk yıllarında basına belli özgürlükler ve
kolaylıklar sağlamıştır. Ülkenin ekonomik bakımdan kalkınması için liberal
politikalar hayata geçirilmeye çalışılmış ve özel girişimciler desteklenmiştir.
1950’lerin ilk yıllarında gerçekleştirilen siyasal nitelikli ilk kamuoyu
araştırmaları gazeteler tarafından yapılmıştır. Ancak bu araştırmalar
bilimsellikten uzaktı. Örneğin, gazeteler İstanbul’da Gülhane Parkı’na ya da
miting alanı gibi kalabalık yerlere seçim sandıkları koyuyor ve halka
“Seçimlerde kime oy vereceksiniz?” diye sorarak kamuoyu araştırması
yapıyorlardı. Bu sandıklarda zaman zaman onbinlerce kişi oy kullanıyordu.
Buradan elde edilen sonuçlarda gazetelerin birinci sayfalarından okuyuculara
duyuruluyordu (Esmer ve Gücelioğlu, 1990:127-140).
1950’li yıllarda Türkiye’de bilimsel yöntemlerle siyasal nitelikli
kamuoyu araştırmaları yapacak ticari kuruluşlar henüz ortaya çıkmamıştı.
Akademik çevreler tarafından bu konuda gösterilen çabalar da henüz
emekleme aşamasındaydı. 1955’de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesi bünyesinde bir ara kurulan Siyasal Halk Oyu Araştırma Grubu’nun
(SİHAG) çalışmaları da bürokratik engeller nedeniyle süreklilik kazanamadı
(Abadan-Unat, 1990:35).
Türkiye’de kamuoyu araştırmaları ilk kez 1960’larda Prof. Dr. Nermin
Abadan-Unat tarafından başlatılmıştır. Abadan-Unat’ın yabancı kuruluşlar
için politik konularda yaptığı bu araştırmaların sonuçları genellikle
yurtdışında yayınlandı. Prof. Dr. Mübeccel Kıray
da “Ereğli
İletişim 2003/17
8
Necdet ATABEK
Araştırması”nın birincisini 1960’larda gerçekleştirdi. İstanbul Ticaret Odası,
Prof. Dr. A. Hart’a Gaziosmanpaşa gecekonduları, Amerikan U.S.I.S.
Bürosu da PEVA’ya dergi ve gazete okuma alışkanlıkları hakkında
araştırmalar yaptırdı (Neyzi, 1990:16).
27 Mayıs 1960 askeri darbesini takip eden günlerde askeri idare ve
sıkıyönetim koşullarında piyasa araştırmaları bile izine bağlı olarak
yapılabiliyordu. İzin alma zorlukları, anketörlerin polis tarafından sorguya
çekilmeleri ve diğer güçlükler gerek üniversitelerde gerekse özel sektörde
araştırmacıları sosyal ve siyasal konularda kamuoyu araştırmaları yapmaktan
uzak tutmuştur (Neyzi, 1990:16). Bu dönemde özel izinle gerçekleştirilen
araştırma
sonuçları
bile
çekingenlik
nedeniyle
gazetelerde
yayınlanamıyordu.
1960 yılında Türkiye’deki sektörel gelişmeleri makro düzeyde
izleyebilmek ve kalkınma planlarını yapabilmek için Devlet Planlama
Teşkilatı (DPT) kuruldu. DPT’nin anaçlarını gerçekleştirebilmek için yatırım
yapacak yerli ve yabancı kuruluşlara piyasa araştırmaları yaptırması
gerekiyordu. Bu dönemde yerli firmaların yanı sıra bazı yabancı kuruluşlar
da üniversitelerle işbirliği yaparak kamuya ve özel kuruluşlara ait çeşitli
araştırma fonlarını kullanmaya başladılar. Böylece piyasa koşullarının
gelişmesi nedeniyle değil de dışarıdan bir müdahale ile (devlet
müdahalesiyle) özellikle piyasa araştırmalarına yönelik bir talep doğdu.
1960’lı yılların sonunda devletin getirdiği teşvik uygulaması da
ülkemizde araştırma bilincinin gelişimini olumsuz yönde etkileyen
unsurlardan biridir. Bu dönemde yerli ve yabancı yatırımcılara devletten
teşvik alabilmeleri için belirli koşulları yerine getirmenin yanı sıra
yapılabilirlik (fizibilite) çalışması zorunluluğu da getirildi. Araştırma
talebinde bulunan kuruluşların büyük çoğunluğu gerçekten yapacakları
yatırımın yapılabilir olup olmadığından daha çok teşvik belgesi almakla
ilgilendiler. Bu nedenle de araştırmaları, yerine getirilmesi gereken bir
formalite olarak gördüler ve sonuçlarından gerektiği gibi yararlanmadılar
(Kongar ve diğerleri, 1989:5-10).
İletişim 2003/17
Türk Basınında Kamuoyu Araştırmaları
9
Türkiye’deki kamuoyu ve piyasa araştırmaları bakımından 1970’li
yılları iki dönemde incelemek gerekir. İlk beş yıllık dönem 12 Mart 1971
askeri muhtırasının yol açtığı ara rejim döneminin olumsuz koşullarını
aşmakla geçmiştir. Her askeri idare ve sıkıyönetim döneminde olduğu gibi
bu dönemde de kamuoyu ve piyasa araştırmaları rahatça yapılamamıştır.
1975’den itibaren ise siyasal amaçlı ve piyasaya yönelik araştırmalarda
görece olarak bir canlanma gözlenmiştir. Toplumun sosyoekonomik
yapısındaki gelişmeler bunda önemli bir rol oynamıştır. Özellikle yerli
firmaların büyümeleri ve zenginleşmeleri onları batıda uygulanan
tekniklerden yararlanmaya yöneltmiştir. Bu bağlamda pazarlama ve imaj
araştırmaları ile reklamcılık çalışmalarında görülen talep artışı çok sayıda
araştırma şirketinin kurulmasına da yol açmıştır.
Basın tarafından ilk geniş çaplı kamuoyu yoklaması 1975 yılında ara
seçim öncesi Milliyet Gazetesi tarafından Ankara Üniversitesi Siyasal
Bilgiler Fakültesi Mensubu bir grup akademisyene yaptırıldı (Abadan-Unat,
1990: 46).1977 seçimleri öncesinde Politika Gazetesi ve 1978’de de
Tercüman Gazetesi siyasal amaçlı kamuoyu araştırması yaptırmışlardır
(Kongar ve diğerleri, 1989:6).
1980’li yıllara gelinceye kadar Türkiye’de kamuoyu araştırmalarının
kurumsal bir temele dayalı olarak düzenli bir şekilde belli aralıklarla
yapılmadığı göze çarpmaktadır. Bunun başlıca nedeni siyasal partilerin,
basının ve daha önemlisi toplumun kamuoyu araştırmalarına yönelik belirgin
bir talep oluşturamamasıdır. 12 Eylül 1980 darbesinin ardından 1983 genel
seçimleriyle birlikte Türkiye’de kamuoyu ve piyasa araştırmaları alanında
büyük bir patlama yaşanmıştır. Bu gelişmenin siyasal ve ekonomik
nedenlerini ayrı ayrı ele almak gerekir.
Siyasal nitelikli kamuoyu araştırmalarının artmasındaki başlıca neden
12 Eylül 1980’de gelen askeri yönetimin eski siyasi partileri kapatması ve
1983’e kadar süren ara rejim döneminde siyasal bir belirsizlik yaşanmış
olmasıdır. Bu ara dönem ve siyasal yasaklamalar nedeniyle halkın
geleneksel haber alma kanalları kapanmıştır. Bu gelişmelerin doğal sonucu
olarak da halkın siyasal ortam ve eğilimler hakkında bilgi alma gereksinimi
İletişim 2003/17
10
Necdet ATABEK
artmıştır. Öncekilerin kapatılmış olması nedeniyle Türkiye 1983 seçimlerine
tamamen yeni siyasal partiler ve kadrolarla giriyordu. Bu nedenlerden dolayı
1983 seçimleri öncesi basının yaptırdığı kamuoyu araştırmalarına karşı
toplum yoğun bir ilgi göstermiştir (Kongar ve diğerleri, 1989:10).
Türkiye’de kamuoyu ve piyasa araştırmalarının özellikle 1983
yılından başlayarak ivme kazanmasının başlıca nedeni 1980-83 yılları
arasında yaşanan ekonomik yapı değişikliğidir. 24 Ocak 1980 kararlarıyla
başlayan ekonomide yeniden yapılanma dönemi 1983 seçimleri sonrası
iktidara gelen siyasi kadrolar tarafından benimsenmiş ve hızla uygulanmıştır.
İthalatın serbest bırakılması, ihracatın teşvik edilmesi, rekabetin
desteklenmesi ve özelleştirme çabaları bu sürecin belli başlı ayırt edici
özelliklerini oluşturuyordu. Ekonomide bu gelişmeler sonucu özellikle
yabancı sermayenin Türkiye’ye ilgisi arttı. Aynı dönemde yerli firmalar da
oluşmaya başlayan tam rekabet koşullarına ayak uydurabilmek ve dışa
açılabilmek için piyasa araştırmalarına önem vermeye başladılar. 1980’li
yılların ikinci yarısından itibaren ise talebin gerçekçi olmaya başlamasıyla
birlikte piyasa araştırmaları, okuyucu araştırmaları ve ülke düzeyinde
gerçekleştirilen kamuoyu araştırmaları yaygınlık kazandı.
Medya kuruluşları 1983 Milletvekili Genel Seçimi ile birlikte
kamuoyu araştırmalarını finansman olarak desteklemişler ve bu
araştırmaların sonuçlarına sayfalarında kapsamlı olarak yer vermişlerdir.
Böylece kamuoyu araştırmaları medya sayesinde Türk halkının yaşamına
daha önce görülmedik ölçüde girmiş ve giderek yaygınlaşmıştır. Bu yıllarda
basında sonuçları yayınlanan kamuoyu araştırmalarının seçmeni
yönlendirebileceği ve bu durumun yol açabileceği olası olumsuzluklar henüz
tartışma gündeminde değildi. Dolayısıyla kamuoyu araştırmalarının
gazetelerde yayınlanması konusu spesifik olarak yasal düzenlemelere
bağlanmamıştı. Yasalarda sadece seçim dönemlerinde siyasi partilerin
propaganda çalışmalarını radyo ve televizyonlar aracılığıyla nasıl
yürüteceklerini düzenleyen maddeler vardı. Kıyaslama yoluyla bu yasal
düzenlemelerden, seçime 24 saat kalıncaya kadar kamuoyu araştırmalarının
gazeteler tarafından yayınlanmasını engelleyen bir hüküm olmadığı
anlaşılıyordu. Ancak, zamanla medyanın kamuoyu araştırmalarına ilgisi
İletişim 2003/17
Türk Basınında Kamuoyu Araştırmaları
11
arttıkça bu araştırmaların okuyucular üzerindeki olası yönlendirme etkisi de
daha şiddetli bir şekilde tartışılmaya başlandı. Bu gelişmeler sonucu, 13
Nisan 1994’de kabul edilen 3984 Sayılı Radyo ve Televizyon Kuruluş ve
Yayınları Hakkındaki Kanun’un 32. Maddesi ile kamuoyu araştırması
sonuçlarının medyada yayınlanması, seçimlerde oy verme gününden yedi
gün öncesinden itibaren yasaklandı.
Kamuoyu araştırması sonuçlarının medyada yayınlanmasını
engellemeye yönelik bir başka yasal düzenleme de 1995 Milletvekili Genel
Seçimi’nin yapılmasına ilişkin yasanın Resmi Gazete’de yayınlanması
sırasında getirilmiştir. Bu yasal düzenlemeyle birlikte Türkiye’de seçim
kampanyası döneminde kamuoyu araştırmalarının medyada yayınlanması
yasaklanmıştır (Resmi Gazete, 22448:53:54). Bu durum karşısında medya
kuruluşları getirilen yasağı çeşitli şekillerde delme çabasına girdiler.
Kamuoyu araştırması sonuçları bazen gazetelerin köşe yazıları içinde
yayınlandı, bazen yabancı yayın organlarının yaptığı araştırma sonuçları ilan
edildi, bazen de bizzat siyasetçiler tarafından basın toplantıları düzenlenerek
açıklandı. Ancak, medyada yayınlanan kamuoyu araştırmaları eski
canlılığına asla kavuşamadı.
2002 Milletvekili Genel Seçimi öncesinde ise Yüksek Seçim Kurulu,
yazılı basında seçimlerde oy verme gününe yedi gün kalıncaya kadar
kamuoyu araştırması sonuçlarının yayınlanabileceğini ilan etmiştir (Resmi
Gazete, 24840:14). Bu kararın alınmasında, daha önceki yasakların toplum
ve medya tarafından hoş karşılanmamasının yanı sıra Avrupa Birliği’ne üye
ülkelerdeki uygulamalara uyum çabasının rolü de olmuştur.
Araştırmanın Amacı ve Yöntemi
Günümüzde hemen hemen her konuda yapılan kamuoyu araştırmaları
modern toplumların gündelik yaşamlarında önemli bir yere sahiptir.
Dünyada kamuoyu araştırmaları kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması ile
birlikte ivme kazanmıştır (Tufan, 1995:25-26). Kitle iletişim araçları
kamuoyunun çeşitli konulardaki genel eğilim ve düşüncelerle ilgili merakını
İletişim 2003/17
12
Necdet ATABEK
gidermek için kamuoyu araştırmalarına özel bir önem verir. Medya
kamuoyunun kanaat ve görüşlerini yine kamuoyuna aktarırken, bir başka
deyişle kamuoyunu açıklarken haber konusu yaptığı olayların başında
kamuoyu araştırmaları gelir (Güz, 1997:47). Kitle iletişim araçları bizzat
kendilerinin yaptığı, yaptırdığı veya başka kuruluşlar tarafından yapılmış
kamuoyu araştırmalarını yayınlayarak okuyucularını bilgilendirir.
Türkiye’de medyada sonuçları yayınlanan kamuoyu araştırmaları
üzerine bugüne kadar çok sayıda çalışma yayınlanmıştır (Yeğenoğlu, 1988;
Küçük, Bir ve Yeles, 1988; Tüzün ve diğerleri, 1990; Özerkan, 1992; Binark
ve İrvan, 1994; Güz, 1997). Bu araştırmalarda seçim öncesi yapılan ve
sonuçları gazetelerde yayınlanan kamuoyu araştırmalarının geçerliliği,
seçim sonuçları ile ne ölçüde tutarlı olduğu, seçmenin karar verme süreci
üzerine etkileri, okuyucuları/seçmeni yönlendirme aracı olarak kullanılıp
kullanılmadığı, söz konusu araştırma sonuçlarının medyada yayınlanmasına
ilişkin dünyadaki ve Türkiye’deki yasal düzenlemeler gibi konular yer
almıştır. Ancak bu araştırmaların hiç birinde söz konusu kamuoyu
araştırmalarının hangi sıklıkla yayınlandığı, ne gibi konular üzerine eğildiği,
araştırmaların hangi kuruluşlar tarafından yapıldığı ve kaçar gün
yayınlandığı hakkında bir takım genellemelerin dışında kapsamlı bir
araştırma yapılmamıştır. Bir başka deyişle, Türk basınında kamuoyu
araştırmalarının nasıl bir görünüme sahip olduğu konusunda kapsamlı bir
araştırma yoktur. Mevcut araştırmalar da genellikle sadece belirli seçim
dönemlerini ele alan görece kısa dönemli araştırmalardır. Bu araştırmanın
amacı, Türk basınında yayınlanan kamuoyu araştırmalarını sözü edilen
unsurlar bakımından uzun dönemli olarak incelemektir.
Bu makalede 1983-2002 yılları arasında Hürriyet, Milliyet ve Sabah
gazetelerinde yayınlanan kamuoyu araştırmaları incelenmiştir. Çalışmada 20
yıllık dönem boyunca adı geçen gazetelerde yer alan kamuoyu
araştırmalarının hangi sıklıkla yayınlandığı, hangi konuları kapsadığı, hangi
kuruluşlar tarafından yapıldığı ve araştırmaların kaçar gün yayınlandığı
araştırılmıştır. Söz konusu kamuoyu araştırmalarının okuyucuları kasıtlı bir
biçimde yönlendirmesini önlemek için uluslar arası araştırma dernekleri
tarafından önerilen kriterler bakımından değerlendirilmesi ise içeriği
İletişim 2003/17
Türk Basınında Kamuoyu Araştırmaları
13
bakımından bu makalenin boyutlarını aştığından dolayı başka bir makale
konusu olarak değerlendirilecektir.
1983-2002 yılları arasında Hürriyet, Milliyet ve Sabah gazetelerinde
yer alan kamuoyu araştırmalarını niceliksel olarak inceleyen bu araştırmada
içerik analizi tekniği kullanılmıştır. Türkiye’de kamuoyu araştırmaları 6
Kasım 1983 Milletvekili Genel Seçimi kampanyasının başlaması ile birlikte
gazetelerde yaygın olarak yer aldığından dolayı bu araştırma 1983 yılından
başlatılmıştır. Kamuoyu araştırmalarının söz konusu gazetelerdeki durumunu
günümüze kadar inceleyebilmek ve 3 Kasım 2002 Milletvekili Genel Seçimi
kampanyasındaki konuyla ilgili gelişmeleri de görebilmek için araştırma
2002 yılının tamamını kapsayacak şekilde tasarlanmıştır.
Araştırmacının gözlemlerine göre 1983-2002 yılları arasında Hürriyet,
Milliyet ve Sabah gazetelerinin Türkiye’de kamuoyu araştırmalarına
sayfalarında en fazla yer veren gazeteler olması, söz konusu gazetelerin
araştırma için seçilmesinin temel nedenini oluşturmaktadır. Ayrıca, Hürriyet,
Milliyet ve Sabah gazeteleri bu dönemde Türkiye’de en yüksek tiraja sahip
ilk üç gazetedir. Sabah Gazetesi’nin 22 Nisan 1985’de yayın hayatına
başlaması nedeni ile 1983 ve 1984 yıllarında inceleme kapsamına
alınamamasının araştırmanın amaçları bakımından önemli bir sorun
oluşturmadığı düşünülmüştür.
Araştırmada Hürriyet, Milliyet ve Sabah gazetelerinde yer alan
kamuoyu araştırmaları sadece gazetelerin birinci sayfaları incelenerek elde
edilmiştir. Kamuoyu araştırmasının ilk bölümü gazetenin birinci sayfasında
yer alıyorsa veya iç sayfalarda yer alan bir kamuoyu araştırmasının birinci
sayfadan duyurusu yapılıyorsa, söz konusu kamuoyu araştırması bu
araştırma kapsamına alınmıştır.
Gazetelerde yer alan kamuoyu araştırmaları bazen birden fazla konuyu
kapsayabilir. Böyle durumlarda kamuoyu araştırmasının hangi konu
kategorisine ait olduğunu belirleyebilmek için araştırmanın başlığına,
spotlarına ve gerekiyorsa araştırma ile ilgili yazının giriş paragrafına
bakılmıştır. Öncelik hangi konuya veriliyorsa araştırma o konu kategorisine
İletişim 2003/17
14
Necdet ATABEK
dahil edilmiştir. İncelenen dönemde gazetelerde tespit edilen kamuoyu
araştırmaları seçim, siyaset ve toplum olmak üzere üç kategoride ele
alınmıştır.
Seçim kategorisinde yer alan kamuoyu araştırmalarının konusu, ülke
genelinde veya herhangi bir yerleşim biriminde yapılan genel seçim, yerel
seçim veya ara seçim ile ilgilidir. Seçim kategorisine dahil edilen kamuoyu
araştırmalarının en belirgin sorusu, “Bugün seçim olsa oyunuzu hangi
partiye/lidere verirsiniz?” biçimindedir. Bir başka deyişle, seçim
kategorisine giren kamuoyu araştırmaları, seçmenin siyasal parti/aday
tercihleri ile ilgilidir. Bu kategorideki kamuoyu araştırmaları, genellikle
seçimlere az bir süre kala artış gösterir. Ancak, zaman zaman daha ufukta bir
seçim gözükmediği halde yapılan kamuoyu araştırmalarına da
rastlanmaktadır.
Siyaset kategorisi, genel olarak seçim kategorisi dışında kalan
siyasetle ilgili konuları kapsar. Cumhurbaşkanının kim olacağı, referandum,
siyasi iktidarın veya liderlerin karnesi, bakanlar kurulunun performansı,
iktidarın politikaları gibi konular siyaset kategorisi içinde ele alınmıştır.
Belirli bir partinin delegeleri veya seçmenleri üzerinde yapılan parti
politikalarına veya parti liderini belirlemeye yönelik kamuoyu araştırmaları
siyaset kategorisine dahil edilmiştir. Ayrıca, “Erken seçim yapılsın mı?” gibi
konuları kapsayan kamuoyu araştırmaları da doğrudan siyasi parti veya
siyasi parti adayının seçimi ile ilgili olmadığından siyaset kategorisi içinde
değerlendirilmiştir.
Toplum kategorisi ise seçim ve siyaset kategorileri dışında kalan tüm
konuları kapsadığından en geniş konu çeşitliliğine sahiptir. Ekonomi, eğitim,
gençlik, güvenlik, trafik, hayat pahalılığı ve gelecekle ilgili beklentiler gibi
pek çok konuyu kapsar. Burada ifade edilen konuların her biri bir kategori
oluşturabilecek niteliğe sahiptir. Ancak, teker teker ele alındıklarında bu
konularla ilgili olarak yapılan kamuoyu araştırmaları süreklilik
göstermediğinden ve siyasal anlamda dikkate değer bir önem arz
etmediğinden tümü toplum kategorisi içinde değerlendirilmiştir.
İletişim 2003/17
Türk Basınında Kamuoyu Araştırmaları
15
1983-2002 yıllarını kapsayacak şekilde üç gazete üzerinde yapılan bu
çalışma toplam 60 yıllık gazete taramasını gerektirmiştir. Gazete taraması
araştırmacının kendisi ve bir grup öğrenci tarafından gerçekleştirilmiştir.
Önce, oluşturulan kodlama cetveli toplam gazete taramasının %10’luk bir
kısmında sınanmıştır. Bu süreçten sonra kodlama cetveli araştırmanın
amaçları doğrultusunda geliştirilmiştir. Daha sonra, gazetelerde yer alan
kamuoyu araştırmalarının her biri ile ilgili bilgiler bu kodlama cetveline
aktarılmıştır. Toplam 60 yıllık gazete taraması bittikten sonra bu gazetelerin
%30’u üzerinde farklı kişilere yaptırılan taramada %90 oranında bir uyum
saptanmıştır.
Gazete taraması Eylül-Aralık 2002 tarihleri arasında Anadolu
Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulunan gazete arşivinde gerçekleştirilmiştir.
Saban Gazetesi’nin burada bulunmayan sayıları, Sabah Gazetesi’nin
Ankara’daki matbaa tesislerinde incelenmiştir.
Araştırma Bulguları
Hürriyet Gazetesi 306 kamuoyu araştırması ile araştırılan dönemde ele
alınan gazeteler
arasında en fazla kamuoyu araştırması yayınlayan
gazetedir. Hürriyet’i, 162 kamuoyu araştırması ile Milliyet ve 139 kamuoyu
araştırması ile de Sabah gazeteleri izlemektedir. Milliyet Gazetesi’nde
yayınlanan kamuoyu araştırmalarının araştırılan dönemde ilk kez 1985
yılında 20, Hürriyet Gazetesi’nde 1986 yılında 19 ve Sabah Gazetesi’nde de
1987 yılında 21 gibi yüksek rakamlara ulaşmıştır. 1983-2002 yılları arasında
araştırmada ele alınan gazetelerde yayınlanan kamuoyu araştırmalarının
sayısı özellikle Türkiye’deki seçim dönemleriyle ilişkili olarak çeşitli iniş ve
çıkışlar göstermiştir. Ancak, kamuoyu araştırmalarının sayısı 1996 yılı ve
sonrasında her üç gazetede de ciddi bir düşüş göstermiştir (Tablo:1). Bu
durum 1995 Milletvekili Genel Seçimi öncesinde kamuoyu araştırmalarının
gazetelerde yayınlanmasına getirilen yasaklamadan kaynaklanmaktadır. Her
ne kadar gazetelerin seçimlere yönelik kamuoyu araştırmaları yayınlaması
önündeki engeller 2003 Milletvekili Genel Seçimi öncesinde kaldırıldıysa da
İletişim 2003/17
16
Necdet ATABEK
bu kararın son anda alınmış olması, kamuoyu araştırmalarının bu gazetelerde
eski düzeyine ulaşmasını engellemiştir. 2003 yılında Hürriyet Gazetesi’nde
hiç kamuoyu araştırması yayınlanmamıştır. Buna karşılık aynı yıl Milliyet
Gazetesi’nde altı, Sabah Gazetesi’nde de dört kamuoyu araştırması yer
almıştır.
Tablo 1: Hürriyet, Milliyet ve Sabah Gazetelerinde 1983-2002
Yılları Arasında Yayınlanan Kamuoyu Araştırmalarının Yıllara Göre
Dağılımı
Gazete
Yıl
1983
Hürriyet
Milliyet
2
6
1984
5
4
1985
Sabah
20
1
1986
19
20
1
1987
10
11
21
1988
19
7
9
1989
16
8
10
1990
13
6
18
1991
111
14
18
1992
11
7
7
1993
17
12
19
1994
52
21
12
1995
9
9
5
1996
2
1997
3
1
6
1998
4
2
3
1999
9
3
2
2000
3
1
2
2001
1
4
1
6
4
162
139
2002
TOPLAM
İletişim 2003/17
306
Türk Basınında Kamuoyu Araştırmaları
17
Bu araştırmada ele alının dönem içinde Türkiye’de 1984, 1989, 1994
ve 1999 yıllarında yerel seçim; 1883, 1987, 1991, 1995, 1999 ve 2002
yıllarında da genel seçimler yapılmıştır. Hürriyet, Milliyet ve Sabah
gazetelerinde yer alan kamuoyu araştırmaları seçim, siyaset ve toplum
kategorilerine ayrılmıştır (Tablo: 2). “Seçim” kategorisinde en fazla
araştırma Hürriyet Gazetesi’nde sırasıyla 1991 ve 1994, Milliyet
Gazetesi’nde 1991 ve 1989, Sabah Gazetesi’nde de 1991 ve 1994 yıllarında
yayınlanmıştır. Açıkça görüldüğü gibi her üç gazetede de en fazla araştırma,
genellikle seçimlerin olduğu yıllarda gerçekleşmiştir. Ancak, 1995 genel
seçimi öncesi kamuoyu araştırmalarının gazetelerde yayınlanmasına getirilen
yasaklama, bu eğilimi değiştirmiştir. 2002 genel seçimi öncesi kamuoyu
araştırmalarının gazetelerde yayınlanmasını engelleyen yasakların büyük
ölçüde kaldırılması da gazetelerdeki kamuoyu araştırmalarının sayısını
arttırmakta yeterli olamamıştır. Bunun nedenini, son ana kadar konuyla ilgili
yasal düzenlemelerdeki belirsizlikte aramak gerekir.
Siyaset kategorisi ile ilgili kamuoyu araştırmaları Hürriyet, Milliyet ve
Sabah gazetelerinde genellikle 1980’li yılların ikinci yarısıyla birlikte
belirgin bir artış göstermiştir. Bu kategoride yer alan araştırmalar söz konusu
gazetelerde 1993 yılına kadar belirgin bir yoğunlukta yayınlanmıştır. Ancak,
siyaset kategorisindeki kamuoyu araştırmaları 1994’de Hürriyet ve Sabah
gazetelerinde hiç gözükmemiş, takip eden yıllarda da iyice azalmıştır. Bu
kategorideki araştırmalarda Milliyet Gazetesi’nde 1985’den 1995 yılına
kadar bir süreklilik görülürken 1995 yılından sonra ise ciddi bir azalma
saptanmıştır. Bu durum, 1995 Milletvekili Genel Seçimi öncesi seçimlere
yönelik araştırmalara getirilen yasaklamanın, gazetelerin siyaset
kategorisinde yayınladıkları kamuoyu araştırmaları da olumsuz yönde
etkilediği şeklinde yorumlanabilir.
İletişim 2003/17
18
Necdet ATABEK
Tablo 2: Hürriyet, Milliyet ve Sabah Gazetelerinde 1983-2002
Yılları Arasında Yayınlanan Kamuoyu Araştırmalarının Seçim,
Siyaset ve Toplum Kategorilerine Göre Yıllar İtibariyle Dağılımı
Hürriyet
Konu Seçim Siyaset Toplum
Yıl
1983
1
1
1984
3
2
1985
1986
12
4
3
1987
6
3
1
1988
11
5
3
1989
13
3
1990
6
1
6
1991
110
1
1992
7
2
2
1993
4
5
8
1994
52
1995
3
2
4
1996
2
1997
1
1
1
1998
4
1999
2
7
2000
1
2
2001
1
2002
Toplam 230
29
47
Seçim
3
2
2
6
3
3
6
3
14
4
3
5
4
1
3
62
Milliyet
Siyaset Toplum
2
2
3
2
4
2
1
2
8
13
2
1
1
1
2
46
1
2
16
11
6
2
1
1
3
3
1
2
1
3
1
54
Seçim
1
10
3
5
10
12
2
4
11
2
1
1
1
63
Sabah
Siyaset Toplum
1
6
2
3
5
4
2
15
1
4
2
1
1
47
5
4
2
3
2
3
1
2
1
1
2
1
2
29
Toplum kategorisinde yer alan araştırmalar ise araştırılan dönemde her
üç gazetede de belirgin bir süreklilik göstermiştir. Bu kategoride yer alan
araştırmalar Hürriyet Gazetesi’nde en çok sekize 1993’de, yediye 1999’da;
Milliyet Gazetesi’nde en çok 16’ya 1985’de, 11’e 1986’da; Sabah
Gazetesi’nde de en çok beşe 1987’de ve dörde 1988’de ulaşmıştır. Hürriyet
Gazetesi’nde 1985, 1989, 1991, 1994 ve 2002 yıllarında; Milliyet
Gazetesi’nde 1988, 1989, 1990, 1996 ve 1997 yıllarında; Sabah
Gazetesi’nde de 1985, 1986, 1993 ve 1996 yıllarında toplum kategorisinde
hiçbir araştırma yer almamıştır.
İletişim 2003/17
19
Türk Basınında Kamuoyu Araştırmaları
Hürriyet, Milliyet ve Sabah gazetelerinde yer alan kamuoyu
araştırmaları, kaç gün yayınlandıkları bakımından da incelenmiştir.
Araştırmadan elde edilen bulgulara göre Hürriyet Gazetesi’nde yer alan
kamuoyu araştırmalarından 287’si bir gün, 10’u iki gün, altısı üç gün, biri
dört gün ve ikisi de beş gün yayınlanmıştır. Milliyet Gazetesi’nde yer alan
kamuoyu araştırmalarından 125’i bir gün, 25’i iki gün ve altısı üç gün
yayınlanmıştır. Milliyet’de dört ve beş gün yayınlanan ikişer araştırma yer
alırken, altı ve yedi gün yayınlanan birer araştırma bulunmaktadır. Sabah
Gazetesi’nde ise toplam 134 araştırma bir gün, dört araştırma iki gün ve bir
araştırma dört gün süresince yayınlanmıştır (Tablo: 3). Araştırmadan elde
edilen bulgulara göre, incelenen gazetelerde yayınlanan kamuoyu
araştırmalarının 546’sı bir gün, 39’u iki gün, 12’si de üç gün boyunca
yayınlanmıştır. Yayınlandığı gün sayısı bakımından en uzun süren kamuoyu
araştırmaları altı ve yedi gün ile Milliyet Gazetesi’nde yer almıştır.
Tablo 3: Hürriyet, Milliyet ve Sabah Gazetelerinde 1983-2002
Yılları
Arasında
Yayınlanan
Kamuoyu
Araştırmalarının
Yayınlandıkları gün Sayısı Bakımından Dağılımı
Gün
Sayısı
Gazete
Hürriyet
Milliyet
Sabah
Toplam
1 Gün
2 Gün
3 Gün
4 Gün
5 Gün
6 Gün
7 Gün
287
125
134
546
10
25
4
39
6
6
12
1
2
1
4
2
2
4
1
1
1
1
1983-2002 yılları arasında Hürriyet, Milliyet ve Sabah gazetelerinde
yayınlanan kamuoyu araştırmaları, araştırmayı yapan kuruluşlara göre de
incelenmiştir. Araştırmada ele alınan her üç gazetenin de gazetelerde
kamuoyu araştırmalarının yoğunluk kazandığı yıllarda dönem dönem farklı
araştırma şirketlerine kamuoyu araştırmaları yaptırdıkları belirlenmiştir.
Hürriyet Gazetesi daha çok 1987-90 yılları arasında KAMAR’a, 1991-92
yıllarında ZET’e ve 1994-95 yıllarında da Strateji Mori’ye araştırmalar
yaptırmıştır. Milliyet Gazetesi de daha çok 1983-86 yılları arasında SİAR’a,
1987-94 döneminde KONDA’ya ve 1994-95 yıllarında da PİAR-GALLUP’a
İletişim 2003/17
20
Necdet ATABEK
araştırmalar sipariş etmiştir. Sabah Gazetesi ise 1987-88 yıllarında PİAR’a,
1989-91 yıllarında GALLUP’a, 1992-93 yıllarında PİAR-GALLUP’a ve 1994
yılında da BRITISH GALLUP’a araştırmalar yaptırmıştır (Tablo: 4,5,6).
Tablo 4: Hürriyet Gazetesi’nde 1983-2002 Yılları Arasında
Yayınlanan Kamuoyu Araştırmalarının Araştırmayı Yapan
Kuruluşlara Göre Dağılımı
Arş.
Hüriyet
Yapan
Gazetesi
ZET
Strateji
KAM
-Mori
AR
Yıl
1983
2
1984
5
Strateji
ARAT
Kamu
Arş.ve
Kuru-
Planlama
luşları
SİAR
Diğer
1985
1986
12
1
5
1987
5
1988
18
1989
11
1
1990
12
1
1991
1
107
3
1992
1
7
2
1993
1
1994
52
1995
6
1
3
2
1
4
1
8
3
5
3
1996
1
1
1997
1
2
1998
3
1
1999
2
7
2000
3
2001
1
2002
Toplam
21
İletişim 2003/17
114
59
52
8
7
10
4
31
21
Türk Basınında Kamuoyu Araştırmaları
Araştırmadan elde edilen bulgulara göre Hürriyet Gazetesi sırası ile en
çok 114 araştırma ile ZET’e, 59 araştırma ile Strateji Mori’ye ve 52
araştırma ile KAMAR’a; Milliyet Gazetesi, 65 araştırma ile KONDA’ya, 44
araştırma ile SİAR’a ve 17 araştırma ile PİAR-GALLUP’a; Sabah Gazetesi
de 44 araştırma ile GALLUP’a, 33 araştırma ile PİAR’a ve 21 araştırma ile
PİAR-GALLUP’a kamuoyu araştırmaları yaptırmıştır. Hürriyet, Milliyet ve
Sabah gazetelerinin bizzat kendileri de kamuoyu araştırmaları yapmışlardır.
Söz konusu üç gazete içinde Hürriyet, toplam 21 kamuoyu araştırması ile en
fazla kamuoyu araştırması yapan gazetedir
Tablo 5: Milliyet Gazetesi’nde 1983-2002 Yılları Arasında
Yayınlanan Kamuoyu Araştırmalarının Araştırmayı Yapan
Kuruluşlara Göre Dağılımı
Arş.
Yapan
SİAR
Yıl
PİARGALLUP
DATA
SONAR KONDA
Arş.
A&G
Diğer
Kurumu
1983
5
1
1984
2
2
1985
20
1986
17
Belli
Değil
3
1987
3
1988
6
1
1989
7
1
1990
5
1
1991
1
1992
3
1
1
13
5
1993
6
2
9
1994
8
13
1995
7
2
1996
1997
1
İletişim 2003/17
22
Necdet ATABEK
Tablo 6: Sabah Gazetesi’nde 1985-2002 Yılları Arasında Yayınlanan
Kamuoyu Araştırmalarının Araştırmayı Yapan Kuruluşlara Göre Dağılımı
Arş.
Sabah
PİAR
GALLUP
Yapan Gazetesi
PİAR-
BRITISH
Belirsiz
Diğer
GALLUP GALLUP
Yıl
1985
1
1986
1
1987
20
1988
9
1989
4
1
6
1990
17
1
1991
17
1
1992
3
1993
1994
3
1
18
1
1
7
1995
2
2
3
2
5
1
1996
1997
1998
1
2
1999
1
1
2000
2
2001
1
2002
1
Toplam
5
İletişim 2003/17
3
33
44
21
7
10
19
Türk Basınında Kamuoyu Araştırmaları
23
Sonuç
Türkiye’de kamuoyu konusundaki çalışmalar 1950’li yılların
ortalarından itibaren giderek artan bir şekilde toplumsal ve siyasal
yaşamımızda yer almıştır. Özellikle 1983 Milletvekili Genel Seçimi ile
birlikte basın da kamuoyu araştırmalarına özel bir önem vermeye
başlamıştır. Takip eden yıllarda Türk basınında kamuoyu araştırmaları
özellikle seçim dönemlerinde yoğun olarak yer almıştır. Hürriyet, Milliyet ve
Sabah gazetelerinde 1983-2002 yılları arasında yayınlanan kamuoyu
araştırmalarını konu alan bu araştırmanın sonuçlarına göre adı geçen
gazetelerde kamuoyu araştırmaları özellikle 1986-1995 yılları arasında
yoğun olarak yayınlanmıştır. Bu dönemde, Türkiye’de genel veya yerel
seçimlerin yapıldığı 1987, 1989, 1991 ve 1994 yılları kamuoyu
araştırmalarının da incelenen gazetelerde en fazla yer aldığı yıllar olmuştur.
Basında yer alan kamuoyu araştırmalarının okuyucuları, dolayısıyla
seçmeni kasıtlı bir biçimde yönlendirdiği yönündeki iddialar, 1994’de kabul
edilen 3984 Sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları
Hakkındaki Kanun’da ve 1995 Milletvekili Genel Seçimi’nin yapılmasını
düzenleyen kanunda etkisini göstermiştir. Bu yasaklama nedeniyle, Hürriyet,
Milliyet ve Sabah gazetelerinde seçim ve siyaset kategorisinde yer alan
araştırmaların sayısında 1995-2002 yılları arasında ciddi bir azalma
görülmüştür. Her ne kadar 2002 Milletvekili Genel Seçimi’nin hemen
öncesinde bu yasaklama kaldırıldıysa da bu araştırmadan elde edilen
bulgulara göre gazetelerde yer alan kamuoyu araştırmaları bir daha asla 1995
öncesindeki boyutlarına ulaşamamıştır. Bunun nedeni, yasaklamanın
kaldırılması kararının son anda alınmasından dolayı gerek medya
kuruluşlarının gerekse araştırma kuruluşlarının seçimlere yönelik kamuoyu
araştırmaları planlamak için yeterli zamanı bulamamış olmaları olabilir.
Seçim kampanyası döneminde seçimlere yönelik kamuoyu
araştırmalarının gazetelerde yayınlanması üzerine 1995’de getirilen
yasaklama, gazetelerin kamuoyu araştırması şirketleriyle ilişkilerini de
önemli ölçüde koparmış görünmektedir. 1995’i takip eden yıllarda Hürriyet,
Milliyet ve Sabah gazetelerinin neredeyse hiçbir araştırma kuruluşuna
İletişim 2003/17
24
Necdet ATABEK
kapsamlı kamuoyu araştırması siparişi vermedikleri görülmektedir. Bu
dönemde gazeteler sayfalarında yer verdikleri az sayıda kamuoyu
araştırmasını da genellikle ya kamu kuruluşlarından ya da diğer araştırma
kuruluşlarından elde ederek yayınlayabilmişlerdir.
Araştırılan dönemde incelenen gazeteler için de Hürriyet, 306
kamuoyu araştırması ile en fazla kamuoyu araştırması yayınlayan gazetedir.
Her üç gazetede de “seçim” kategorisi,
hakkında en çok araştırma
yayınlanan kategoriyi oluşturmaktadır. Bu gazetelerde yayınlanan kamuoyu
araştırmalarının yaklaşık %90’ı bir gün yayınlanan kamuoyu
araştırmalarından oluşmaktadır. Milliyet Gazetesi’nde altı ve yedi gün
boyunca yayınlanan birer araştırma, bu çalışma boyunca rastlanan en uzun
süreli kamuoyu araştırmasını oluşturmaktadır. Çalışmada elde edilen
bulgulara göre 1983-2002 yılları arasında Hürriyet Gazetesi en fazla
araştırmayı 114 araştırma ile ZET’e, Milliyet Gazetesi 65 araştırma ile
KONDA’ya ve Sabah Gazetesi de 44 araştırma ile GALLUP’a
yaptırmışlardır.
Gazeteler için kamuoyu araştırmaları önemli bir haber kaynağıdır. Bu
araştırmalar sayesinde gazeteler, toplumun tartışmalı konular ve toplumsal
sorunlar karşısında nasıl düşündüğü, dönem dönem ne gibi görüşlerin
etkisine girdiği ve hangi siyasi parti tercihlerinde bulunduğu hakkında
okuyucularını bilgilendirir. Kamuoyu araştırmalarının gazetelerde
yayınlanması, haber kaynaklarının çeşitlenmesi ve farklı görüşlerin geniş
okuyucu kitlelerine duyurulabilmesi anlamına geldiğinden demokratik
siyasal
rejimin
gelişmesine
de
katkı
sağlar.
Dolayısıyla,
okuyucuların/seçmenlerin
çeşitli
çıkar
çevreleri
tarafından
yönlendirilebileceği endişesi ile kamuoyu araştırmalarının medya tarafından
yayınlanmasını engellemek yerine belirli yayın ilkelerini geliştirmek ve
uygulamak daha uygun olur.
İletişim 2003/17
Türk Basınında Kamuoyu Araştırmaları
25
Kaynaklar
Abadan-Unat, Nermin (1990). “Türkiye’de Toplumsal Değişme,
Piyasa araştırmaları ve Kamuoyu Yoklamaları”. Kamuoyu Araştırmaları
Birinci Sempozyumu (17-19 Ekim 1988:Ankara), ed. Muharrem Varol.
Ankara: Ankara Üniversitesi Basın-Yayın Yüksekokulu Yayınları, No:11.
Bektaş, Arsev (1996). Kamuoyu, İletişim ve Demokrasi. İstanbul:
Bağlam Yayıncılık.
Binark, F. Mutlu ve Süleyman İrvan (1994). “1994 Yerel Seçimleri ve
Kamuoyu Yoklamaları: Temsiller ve Koro.” Amme İdaresi Dergisi, 27 (3) :
101-116.
Bradburn, M. Norman ve Sudman Seymour (1989). Polls and
Surveys: Understanding What They Tell Us. San Fransisco: Jossey-Bass
Publishers.
Esmer, Yılmaz ve Öner Gücelioğlu (1990). “Kamuoyu
Araştırmalarında Örneklem Seçimi”. Kamuoyu Araştırmaları Birinci
Sempozyumu (17-19 Ekim 1988:Ankara), ed. Muharrem Varol. Ankara:
Ankara Üniversitesi Basın-Yayın Yüksekokulu Yayınları, No:11.
Güz, Nurettin (1997). “Türk Basınında Kamuoyu Araştırmalarının
Yönlendirme Aracı Olarak Kullanılması.” Türkiye Sosyal Araştırmalar
Dergisi, 1: 45-73
Herbst, Susan (1990). “Assesing Public Opinion in the 1930s-1940s:
Retrospective Views of Journalists.” Journalism Quarterly, 67 (4):944949.
Kongar, Emre, Bülent Tanla, Tunç Tayanç, Sezgin Tüzün ve Nezihi
H. Neyzi (1989). “Kamuoyu araştırmaları Nedir? Ne Değildir? Açık
Oturumu.” Banka ve Ekonomik Yorumlar Dergisi, 5 (Mayıs ): 5-30.
Küçükkurt, Mehmet, A. Atıf Bir ve Selçuk Yeles (1988). “29 Kasım
1987 Erken Genel Seçimlerine İlişkin Kamuoyu Araştırmalarının
Geçerliliği.” Anadolu Üniversitesi İİBF Dergisi, 2:137-149.
İletişim 2003/17
26
Necdet ATABEK
Lake, Celinda C. ve Pat, C. Harper (2002). Kamuoyu Araştırmaları.
Çev., Nurettin Güz. Ankara: Altınküre Yayınları.
Neyzi, Nezihi H., (1990). “Piyasa ve Kamuoyu Araştırmalarının
Gelişimi.” Kamuoyu Araştırmaları Birinci Sempozyumu (17-19 Ekim
1988:Ankara), ed. Muharrem Varol. Ankara: Ankara Üniversitesi BasınYayın Yüksekokulu Yayınları, No:11.
Meray, Seha L., (1954). “Halk Efkarı ve Yoklaması.” Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 1 (1) :256-303.
Milburn, Michael A. (1998). Sosyal Psikolojik Açıdan Kamuoyu ve
Siyaset. Çev., Ali Dönmez ve Veli Duyan. Ankara: İmge.
Onaran, Alim Ş. (1984). Kamuoyu. İstanbul: Filiz Kitapevi.
Özerkan, Şengül (1992). “Kamuoyu Araştırmalarının Karar Verme
Sürecine Etkisi.” Marmara İletişim Dergisi, 1: 61-83.
Price, Vincent (1992). Public Opinion. New York: Sage.
Resmi Gazete, 30 Ekim 1995, Sayı: 22448.
Resmi Gazete, 30 Ekim 1995, Sayı:24840.
Tosun, Gülgün (1993). “Siyasal Yaşam ve Kamuoyu Araştırmaları.”
Düşünceler, 6:131-142.
Tufan, Hülya (1995). Kamuoyu Kimin Oyu? İstanbul: Kesit
Yayıncılık.
Tüzün, Sezgin, Tunç Tayanç, Tarhan Erdem ve Bülent Tanla (1990).
“Son Seçim Kampanyalarında Kamuoyu Yoklamaları.” Kamuoyu
Araştırmaları Birinci Sempozyumu (17-19 Ekim 1988:Ankara), ed.
Muharrem Varol. Ankara: Ankara Üniversitesi Basın-Yayın Yüksekokulu
Yayınları, No:11.
Yeğenoğlu, Özgür (1988). Dünyada ve Ülkemizde Kamuoyu
Anketleri, Mesleki Davranış Kuralları ve Yasal Yaklaşım. Ankara.
İletişim 2003/17
Türk Basınında Kamuoyu Araştırmaları
27
Özet
Gelişmiş demokratik toplumlarda kamuoyu araştırmaları toplumsal ve
siyasal yaşamımızın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Kamuoyu
araştırmalarının bu denli önemsenmesinin başlıca nedenlerinden biri
kuşkusuz medyanın, özellikle gazetelerin kamuoyu araştırması sonuçlarını
yayınlamasından kaynaklanmaktadır. Gazeteler merak edilen konularla ilgili
olarak kendilerine ulaşan veya çeşitli araştırma kuruluşlarına yaptırdıkları
kamuoyu araştırmalarını yayınlayarak demokratik siyasal sistemin daha
sağlıklı bir şekilde işlemesine katkıda bulunurlar.
Bu araştırmada önce kamuoyu konusundaki çalışmaların ve
araştırmaların Türkiye’deki tarihsel gelişimi incelenmiştir. Daha sonra da
1983-2002 yılları arasında Türkiye’de en yüksek tiraja sahip Hürriyet,
Milliyet ve Sabah gazetelerinde yayınlanan kamuoyu araştırmaları;
kapsadıkları konular, yayınlanma sıklığı, yayınlanma süresi ve araştırmayı
yapan kuruluşlar bakımından incelenmiştir. 1983-2002 yılları arasında
yukarıda sözü üç gazetede yer alan kamuoyu araştırmalarını niceliksel olarak
inceleyen bu araştırmada içerik analizi tekniği kullanılmıştır. Araştırma,
gerek Türk basını üzerine bu kapsamda yapılan ilk araştırma olması
nedeniyle gerekse ortaya çıkardığı bulgular bakımından konuyla ilgili olarak
ileride yapılacak araştırmalara zemin oluşturması bakımından önemlidir.
Araştırmadan elde edilen bulgulara göre Hürriyet Gazetesi 306
kamuoyu araştırması ile araştırılan dönemde ele alınan gazeteler arasında en
fazla kamuoyu araştırması yayınlayan gazetedir. Her üç gazetede de
kamuoyu araştırmaları en fazla 1980’li yılların ikinci yarısından başlayarak
1995 yılına kadar yayınlanmıştır. Hürriyet Gazetesi sırası ile en çok ZET,
Strateji Mori ve KAMAR’a; Milliyet Gazetesi, KONDA, SİAR ve PİARGALLUP’a; Sabah Gazetesi de GALLUP, PİAR ve PİAR-GALLUP’a
araştırmalar yaptırmıştır.
İletişim 2003/17
28
Necdet ATABEK
Abstract
Researching public opinion is an important part of social and political
life in developed democratic societies. One of the main reasons of why
public opinion researches are valued so much is that, the findings of these
researches are published by the newspapers. Newspapers contrubute the
improvement of democracy and political system covering the public opinion
researches which they gathered or they got the surveying organizations
conduct about the most interested topics.
In this study firstly, the historical development of the studies and
surveys in Turkey on public opinion is examined. Afterwards, public opinion
researches published in Hurriyet, Milliyet and Sabah newspapers which have
highest circulations in Turkey were examined in the years from 1983 to 2002
in terms of their topics, publication frequency, duration of publication and
the organizations which conducted the research. In the study, which
examines the public opinion researches reported in the above mentioned
three newspapers between 1983 and 2002 qualitatively content analysis
technique is used. This is an important research either as being the first study
on Turkish press in this aspects or providing example for further studies on
this issue in terms of its findings.
According to the results of this study Hurriyet is the newspaper, which
reported most of the public opinion researches with 306 public opinion
researches in the examined period. Public opinion researches mostly
published after the second half of 1980 until 1995 in three of the
newspapers. The researches sponsored by Hurriyet mostly conducted by
ZET, Strateji Mori and KAMAR respectively, the researches sponsored by
Milliyet mostly conducted by KONDA, SİAR and PIAR-GALLUP and
Sabah newspaper mostly had the researches conducted by GALLUP, PIAR
and PIAR-GALLUP.
İletişim 2003/17
İnsan Kaynakları Yönetiminde İletişim:
Halkla İlişkiler Odaklı Yaklaşım
Beril Akıncı VURAL*
Giriş
Bu makalenin amacı, örgüt içindeki insanların yönetimiyle ilgili tüm
alanları kapsayan insan kaynakları yönetimini (İKY) ve de bu süreçte örgüt
içi iletişimi inceleyerek insan kaynakları yönetiminde iç halkla ilişkiler
uygulamalarının önemini açığa çıkarmaktır. Bu bağlamda ilk bölümde kısaca
tanımı, amaçları, ilkeleri, faaliyet alanı ve örgüt içindeki konumuyla İKY
incelenmiş, ikinci bölümde örgüt içi iletişim tanımı ve amaçlarına yer
verilmiştir. Son bölümde ise, İKY’de iç halkla ilişkiler uygulamalarından
bahsedilerek iç halkla ilişkilerin tanımı, amaçları, temel görevleri ve İK
departmanıyla arasında olması gereken kooridnasyon gibi konulara
değinilmiştir. Bu makale, oldukça geniş bir alan olan İKY’nin faaliyet
alanına ilişkin detaylı bilgi vermekten ziyade insanların yönetim sürecinde
iletişimin rolünü açığa çıkarmaya çalışmaktatır. Örgütsel iletişim ve halkla
ilişkiler yönetiminin örgüt içi uygulamalar olarak sınırlandırıldığı bu
çalışma, her hangi bir alan araştırmasına dayanmayıp konu üzerine bir
literatür taraması olarak değerlendirilmelidir.
İnsan Kaynakları Yönetimi
İKY, rekabet avantajı sağlanması için örgütsel hedeflerin
gerçekleştirilmesine bireysel ve kollektif olarak katkıda bulunan örgütün en
değerli öz varlığı olan insanların yönetimine stratejik ve tutarlı bir yaklaşım
*
Yrd. Doç. Dr. Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Halka İlişkiler Anabilim Dalı
İletişim 2003/17
30
Beril Akıncı VURAL
olarak tanımlanabilir (Armstrong,1994:180). İKY, örgüt ile çalışanları
arasındaki ilişkiyi etkileyen tüm yönetsel karar ve faaliyetleri içermektedir.
Örgüt içinde bir süreç, bir yaklaşım ve bir felsefe olarak gelişen İKY, insan
kaynağının en etkin kullanımını sağlayarak iş hayatının kalitesini arttırmaya
çalışmaktadır. Bu bağlamda, insan kaynağının planlanması, bunun için
gerekli iş analizlerinin ve görev tanımlarının yapılması, insan kaynağının
seçilmesi için iş ilanlarının verilmesi, başvuruların kabul edilmesi,
görüşmelerin yapılması, işe uyum eğitimi, eğitim ve geliştirme çabaları,
başarı ve performans değerlendirmesi, terfi, iş değiştirme, işten çıkarma, iş
değerlendirme, ücret yönetimi, disiplin, sosyal-kültürel etkinlikler, sağlık
hizmetleri ve benzeri çalışmalaı koordine eder (Fındıkçı,1999:23).
İKY felsefesinin temel ilkesi, rekabetçi avantajın insanlar aracılığı ile
sağlandığıdır. Bu yüzden de çalışanlar değişken maliyet olarak görülmemeli,
bilakis doğasında bulunan değere değer katarak kendilerine yatırım
yapılması gereken öz varlıklar olarak görülmelidir. Bir diğer ilkesi ise, İKY
ile ilgili herbir konunun, örgüt stratejisine entegre edilmesi ve arzu edilen
kurum kültürünü güçlendirmesidir. Son olarak da, örgüt içinde itaatten çok
bağlılığa önem verildiği görülmektedir.
Kısacası İKY, insanlardan katma değer sağlanması neticesinde rekabet
avantajı yaratılması için oluşturulmuş işletme-merkezli bir felsefedir.
Geleneksel personel yaklaşımlarından farklı olarak, kollektif çalışanlardan
çok bireysel katkıların önemini vurgulayan İKY’nin iki temel amacı vardır
(Palmer ve Winters,1993:25).
• İnsan kaynaklarının organizasyonun hedefi doğrultusunda en verimli
şekilde kullanılmasını sağlamak,
• İşgörenlerin ihtiyaçlarının karşılanmasını ve mesleki bakımdan
gelişmelerini sağlamak.
İKY’nin örgüt içindeki genel amaçları, bir işlev olarak örgüt açısından
önemini de ortaya koymaktadır. Bir zamanlar önceliğin ekonomik
performans ve sermayenin geri dönüşümüne verildiği ekonomilerde insan
kaynağı ekonomik sonuçların gerçekleştirilmesinde pahalı bir maliyet olarak
görülmekteydi. Aslında insan kaynağı, örgütlerin yaptığı en büyük yatırımı
İletişim 2003/17
31
İnsan Kaynakları Yönetiminde İletişim: Halkla İlişkiler Odaklı Yaklaşım
oluşturmaktadır. Genellikle işgücüne yapılan harcamalar, tüm örgütsel
işlevler için yapılan harcamaların yarısını ve hatta bazen fazlasını
oluşturmaktadır. Ancak bu bile, daha etkili ve verimli bir faaliyet için herbir
işçiden en yüksek verimin alınmasının önemini göstermektedir. Neticede
etkinliğin ve verimliliğin yine insanlar aracılığı ile sağlanacağının bilincinde
olan örgütler, artık insan kaynağına ve onların etkili yönetimine pozitif bir
tutum sergilemektedir.
İKY’nin önemi örgüt içindeki konumunu da belirlemektedir.
Genellikle cephe gerisindeki kurmay konumda ve uygulamaları fiilen
yürüten bölümlere yardımcı olmaktadır. Her ne kadar İKY’nin konumu,
sorumluluk ve yetkileri örgütün yapısına ve büyüklüğüne bağlı olsa da son
yıllarda İK yöneticisinin özellikle de büyük firmalarda doğrudan yönetim
kurulu başkanına veya CEO’ya* bağlı olarak çalıştığı ve doğrudan ona
raporlama yaptığı görülmektedir. Örgüt içinde hangi sorumluluk, yetki veya
konuma sahip olursa olsun insan kaynakları yöneticisi, çeşitli personel
sistemlerinin etkin yönetiminden sorumludur ve insan kaynakları
departmanın tüm faaliyetleri, diğer yönetici gruplarının katkılarıyla
gerçekleştirilmektedir. Yani temel insan kaynağı politikalarıyla ilgili
kararlar, İKY’nin ve diğer üst düzey yöneticilerin ortak kararlarıyla
oluşmaktadır. Örneğin, insan kaynağının planlanması, ilanların verilmesi ve
aday toplama, adaylarla görüşme gibi süreçler, örgüt içindeki diğer yönetici
gruplarının işbirliği ile gerçekleştirilmektedir. Yine aynı şekilde, her ne
kadar İK yöneticisi ücret sistemlerini hazırlayıp yürütüp bunların tüm
firmanın ücret planlarına uygunluğunu aktif olarak sağlayan kişi olsa da tek
başına ücret artışlarıyla ilgili en son kararı veren kişi değildir.
Örgüt İçi İletişim
Örgütsel iletişim, birden fazla insanın bir amaç etrafında toplanmasını
sağlayan ve bir araya gelen insanların güçbirliği yaparak örgüt amaçları
*
Açılımı chief executive officer olan CEO, firmalarda bazen yönetim kurulu başkanı bazen de ondan
sonra gelen en yetkili kişi olabilmektedir.
İletişim 2003/17
32
Beril Akıncı VURAL
yönünde etkili bir biçimde çalışabilmeleri için aralarında olması gereken
işbirliği ve çevreyle uyum sağlamada önemli rolü olan, biçimsel ve biçimsel
olmayan yapılardaki anlam yükü taşıyan her türlü insan etkinliğinin
paylaşılmasıdır (Karakoç,1989:83). Örgütsel iletişimin temel amacı
faaliyetleri yönlendirmek, yani bireylerin istenilen yönde davranmasını
sağlamaktır. Yani kopuk ve dağınık ilişkileri bir düzen içine sokmak ve
örgütün amaçları ile çalışanların amaçllışanların amaçlinçli bir denge
kurulmasını sağlamaktır. Örgüt içindeki iletişim, astlar ve üstler arasında
açık bir ilişki ortamının yaratılmasında yöneticilerin çabalarını içermektedir.
İstenilen bilgiyi sağlayacak etkin biçimde işleyen bir iletişim sistemi yardımı
ile örgüt üyeleri sorunlu oldukları işlerden üyesi oldukları örgütten
memnunluk duymaya başlayabilirler. Böylece örgüt daha iyi tanınabilir, iş
sürecinin devamı sağlanır ve işten tatmin, işe bağlılık, sorumluluk, moral
gibi örgütsel tutumlar da olumlu yönde etkilenir (Pira,2000:35-36). Örgüt içi
iletişimin genel amaçlarını Muharrem Varol şöyle sıralamaktadır
(Varol,1993:129):
• Örgütün amaçları, hedefleri ve politikasının elemanlarca bilinmesini
sağlamak,
• İş ve işlemlere ilişkin bilgi vermek ve bu yolla iş ve beceri eğitimini
kolaylaştırmak,
• Örgütün sosyal ve ekonomik sorunları konusunda bilgi vermek ve
elemanları bunların genel sosyal ve ekonomik sorunlar ile bağlantıları konusunda aydınlatmak, ayrıca örgüt içi duygusal ve çatışmalı sorunlar
konusunda aydınlatmak,
• Yenilik ve yaratıcılığı özendirerek, elemanları deneyim, sezgi ve
akıllarına dayanarak yönetime bilgi ve geri bildirim sağlamaları konusunda
özendirmek,
• Örgütün etkinlikleri, önemli olaylar ve kararlar, başarımlar konusunda aydınlatmak,
• Bilgilendirme yoluyla da örgütsel yaşama katılım düzeyini
arttırmak,
İletişim 2003/17
33
İnsan Kaynakları Yönetiminde İletişim: Halkla İlişkiler Odaklı Yaklaşım
• Yöneticiler ve elemanlar arasında iki yönlü-karşılıklı iletişimi özendirmek,
• Elemanların iş sırasında veya iş sonrasında örgütü temsil
niteliklerini geliştirmek,
• İşte ilerleme olanakları, çeşitli elemanlarla ilgili gelişmeler, geleceğe
ilişkin beklentiler vb. konularda bilgilendirmek veya aydınlatmak,
• Bütün bunlar ve diğer iletişim etkinlikleriyle bir örgüt iklimi, kültürü
ve kimliği yaratmaya ve bunu sürdürmeye çalışmak.
Örgütsel içi iletişime ilişkin birçok araştırma, personelin mevcut
iletişim kaynaklarının sırasıyla dedikodu ve söylenti gibi informel iletişim
kanalları, şefleri, firma yayınları ve de yüzyüze iletişim toplantıları olduğu,
ama aslında, çalışanların sırasıyla üst yönetim, kendi amirleri, oriyantasyon
programları, küçük grup toplantıları ve yukarıya doğru iletişim
programlarında iyileştirme istediklerini göstermektedir. Yapılan birçok
araştırma, çalışanların yöneticilerden bilgi alamadığı takdirde, informel iletişim ağlarına başvurduğunu göstermektedir. Dedikodu ve söylentiyle birincil
iletişim kaynağı haline gelen bu ağ ise, örgütsel gelişmeleri etkilemektedir.
Gerald Goldhaber'in yaptığı bir araştırmada, örgütsel iletişime ilişkin bazı
belirleyiciler şunlardır (Goldhaber,1978:82):
• Birçok çalışan, yeterli bilgi verme ve alma ortamında bulunmadığını
düşünmekte, özellikle işle ilgili daha fazla bilgi istemektedir.
• Bilgi, ne kadar üst basamağa gönderilirse tepki o kadar azalmaktadır.
• Personel için en yakın bilgi kaynağı amiridir.
• Üst yönetimden gelecek bilginin kalitesi, aşağıya doğru inerken her
seviyede kalitesini yitireceği düşünülürse, çok önemlidir.
• Üst yönetimle yüz yüze ilişkilere ihtiyaç duyulmaktadır.
• Çalışanlar üstleri ve kendi seviyelerindeki diğer bireylerle iletişim
kurmaktan hoşlanmaktadır. Ancak mevcut iletişim ortamının, katılımı teşvik
etmediği ve kararlara etki edilmesinin sağlayamadığını düşünmektedir.
İletişim 2003/17
Beril Akıncı VURAL
34
• Çalışanlar informal yollarla arzu ettiklerinden daha fazla bilgi edinmekte, böyle bir mekanizmayı hızlı ancak güvenilmez bulmaktadır.
• Mevcut durumlarından memnun olsalar bile, çalışanlar gelecekleriyle ilgili pek iyimser değillerdir. Bu da genelde iletişim problemlerine
(geri-besleme ve kararlara katılmadaki yetersizlik) bağlanmaktadır.
Yöneticilerin temel sorumluluklarından biri de, etkili iletişim kurarak
kuruluşun varlığını sürdürmesine ve örgütsel amaçlarını gerçekleştirmesine
katkıda bulunmaktır. Etkili iletişim kurmak, her zaman yönetimlerin en
önemli görevlerinden biri olarak görülmekle beraber, günümüzde her
zamankinden daha önemli hale gelmiştir. Çünkü hızla değişen iş dünyası,
örgüt yapıları ve yönetim şekilleri, değişen müşteri talepleri ve beklentileri,
teknolojik gelişme ve yenilikler her an örgütleri bir değişim süreci içine
sokmakta ve bu yüzden de başarı her geçen gün örgütteki iletişim ağlarının
ve ilişkilerin ne kadar başarılı olduğuna dayanmaktadır. Bu da iletişimi,
örgüt faaliyetlerinin merkezine oturtarak iç ve dış seviyede etkili iletişim
kurulmasını ve bilginin paylaşılmasını gerektirmektedir. Örgütsel
hedeflerinin başarılmasında iletişimin de rolü olduğunun farkında olan
yönetimler, kurum halkla ilişkiler veya iletişimcilerini stratejik hedeflerin
gerçekleştirilmesinde kullanmaktadır.
İnsan Kaynakları Yönetiminde İç Halkla İlişkiler Uygulamaları
Halkla ilişkiler topluluk hissi yaratılmasına yardımcı olma
potansiyeline sahip interaktif, işbirliğine yönelik, karmaşık bir iletişim
sürecidir (Toth ve Heath,1992:82). Amaç merkezli, stratejik ve de örgütün
diğer birimleriyle sistematik bir ilişki içinde olan halkla ilişkiler yönetimi,
aynı zamanda iletişim faaliyetlerini tercüme edip, arabulucuk yaparak
iletişimin bir şekilde iki yönlü olması beklentisine de cevap vermektedir.
Kısacası, halkla ilişkiler uygulamaları, örgütle hedef kitleleri arasındaki
iletişimin yönetimidir (Banks,1995:19).
Örgüt içi iletişim, sadece halkla ilişkiler yönetiminin sorumluluğunda
görülmemekle birlikte, etkili bir iletişim için gerekli olan ortamın
İletişim 2003/17
35
İnsan Kaynakları Yönetiminde İletişim: Halkla İlişkiler Odaklı Yaklaşım
yaratılmasında iç halkla ilişkiler gerekli ve önemli yönetsel bir süreç olarak
kabul edilmektedir. “İşverenlerin maksimum düzeyde verimlilik ve başarı
sağlamak için ücret dışında uyguladıkları birçok şeyi kapsayan geniş bir
alan” (Wright,1995:183) olarak tanımlanan iç halkla ilişkiler, personel ile
ilişkilerin geliştirilmesi anlamında halkla ilişkilerin oldukça yeni bir alanıdır.
İç müşterilerin istek, ihtiyaç ve beklentilerini öğrenmek suretiyle uygun
iletişim teknikleri ile motivasyonu arttırmak, sorunlar varsa belirleyerek
bunları üst yönetime götürmek suretiyle sorunların çözümünü sağlamak ve
en önemlisi verimliliği arttırıcı çalışmalar yapmak örgüt içi halkla ilişkiler
çalışmalarının içinde yer almaktadır (Göksel ve Yurdakul,2002:218-219). İç
iletişimi sağlama görevi halkla ilişkiler yönetimine verildiğinde, bu birim
çalışanları örgüt amaçları ve felsefesi hakkında bilgilendirmek için çeşitli
planlar geliştirecektir. İç iletişim ve ilişkilerin düzeltilmesi ve geliştirilmesi
için gözönünde bulundurulması gerekenler şunlardır (Okay,1999:177-178):
• Aşağıdan yukarı ve yukarıdan aşağıya doğru bilgi akışının tespit
edilmesi,
• Olumlu ya da olumsuz olsun tüm gelişmeler hakkında çalışanları
haberdar etmek,
• Planlar, hedefler, pazarlama ve reklam hedefleri hakkında çalışanları
bilgilendirmek,
• Gazete veya
bilgilendirmek,
kara
tahta
aracılığı
ile
çalışanlara
ulaşmak,
• Kararların alınmasına çalışanların katılması,
• Görüşleri bildirme olanağının varlığı,
• Ürün, satış tekniği, kişilik geliştirmesi hakkında eğitim ve
alıştırmalar vermek,
• İyi bir çalışma durumunda çalışanın övülmesi, takdir edilmesi,
• Üstün başarıları parasal olarak ödüllendirme, prim verme,
• Düzenli toplantılar düzenlemek,
İletişim 2003/17
Beril Akıncı VURAL
36
• Sosyal etkinlikler hazırlamak,
• Çalışanların ailelerinin kuruluşu ziyaret için davet edilmeleri.
Çalışanlarıyla etkili iletişim kurabilen örgütler, çalışanlarının
kendisinden ne beklendiğini, çalışanlar da örgütün kendisinden ne
beklediğini çok iyi bilmektedir. Yönetim ile çalışanların her zaman her
konuda anlaşması ve dostça ilişkiler kurması beklenmemekle beraber
birbirlerini
anlamaları
beklenmektedir.
Bu
karşılıklı
anlayışın
gerçekleştirilmesi ise halkla ilişkiler yönetiminin en önemli hedefidir
(Grunig ve Hunt,1994:5). İnsan kaynakları uygulamaları içinde
değerlendirilen oryantasyon, entagrasyon ve motivasyon programları, sürekli
eğitim ve insan kaynağını geliştirme programları, ödüller, karar alma
mekanizmalarına katılım fırsatları, çalışanlara yönelik özel program ve
aktiviteler, çalışanlara sağlanan yan faydalar gibi birçok uygulama,
çalışanların kendilerine saygı duyan saygın bir örgütün parçası oldukları
konusundaki onuru arttırmaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki, insan
kaynağının yönetimine ve personelle ilişkilere yönelik bu tür programlar,
doğru bir şekilde kullanılır ve etkili bir şekilde duyurulursa çalışanların
zihinlerindeki kurum imajını güçlendirmektedir (Marconi,1996:39).
Diğer taraftan günümüz çalışanları, artık üstlerinden ‘ileti’ değil,
‘iletişim’ beklemektedir. Bunun önemini kavrayıp personeli ile kurulan
ilişkilere gereken önemi veren örgütler, personeli tarafından anlaşılıp
desteklendiği için sorunların üstesinden daha kolay gelebilmektedir. Her ne
kadar iş hayatının doğal akışı içinde sürekli iletişim kuruluyor gibi gözükse
de, etkili iletişim kurmak, planlı ve koordine edilmiş aktivitelerle tatmin
düzeyi yüksek personel ilişkilerinin bir güven ortamı içinde geliştirilmesiyle
sağlanmaktadır. Bu bağlamda, insan kaynakları departmanı ile dirsek
temasında olması gereken halkla ilişkiler yönetiminden beklenen, iletişime
mani olacak her türlü engeli ortadan kaldırmak, çalışanların bilgiyi dedikodu
ve söylenti gibi informel iletişim kanalarından değil, halkla ilişkiler
teknikleri aracılığı ile almasını sağlamak ve de bu sürecin önemli bir parçası
olan geri bildirime önem vererek örgüt içinde etkili bir iletişim iklimi
yaratmaktır.
İletişim 2003/17
İnsan Kaynakları Yönetiminde İletişim: Halkla İlişkiler Odaklı Yaklaşım
37
Örgüt içindeki mevcut iletişim iklimini tespit edip sadece yönetimin
değil, personelin de bu iklim içerisinde ne tür bilgileri istediğini ve karşılıklı
ihtiyaçları tespit eden ve de her iki tarafın ihitiyaçlarını karşılayacak şekilde
neyi, kime ve hangi iletişim kanallarıyla iletileceğine karar veren iç halkla
ilişkiler uygulamalarının amaçları şu şekilde sıralanmaktadır (Cutlip et
al.,1985:315):
• İş gören ve işverenler arasında güven yaratmak,
• Yatay ve dikey tarafsız , içten iletişimi sağlamak,
• Her birey için statü ve katılım yaratmak,
• Sorunsuz bir iş ortamının sürekliliğini sağlamak,
• Sağlıklı ve konforlu bir iş mekanı yaratmak,
• Girişimciliği ödüllendirmek,
• Gelecek hakkında iyimserlik yaratmak.
Halkla ilişkiler yönetimi, bu amaçlar doğrultusunda örgüt içi
iletişimde hangi araçlarının kullanılacağına karar verirken, genel prensip
olarak iletişim araçlarının hedef kitlesine, mesajına, örgüte ve kültürüne
uygunluğu prensibini benimsemektedir (Harrison,1995:112). Bu prensip
çerçevesinde halkla ilişkiler yönetimi; bireysel brifingler, takım brifingleri,
personel toplantıları, konferanslar, gezinerek yönetim, televizyon, radyo,
video, tele-konferans/video-konferans, telefon bigi servisleri, örgüt yayınları,
destek yayınlar, haber niteliğinde mektuplar, doğrudan postalama, elektronik
postalama, faaliyet raporları, bülten tahtaları ve afişler, film ve slayt
gösterileri, sergiler, sosyal aktiviteler gibi geniş bir yelpazede sözlü, yazılı,
görsel ve multimedia birçok araç kullanabilmektedir.
Hem örgütün, hem çalışanların ihtiyaçlarını karşılayacak bir işyeri
yaratmanın ön koşulu olan örgüt içi iletişimin gerekliliğinin bilincinde olan
örgütler, en önemli hedef kitle koltuğuna personeli oturtarak sadece insan
kaynakları uygulamalarına değil, iç halkla ilişkiler uygulamalarına daha
fazla ağırlık vermektedir. İnsan kaynakları ve halkla ilişkiler
İletişim 2003/17
38
Beril Akıncı VURAL
departmanlarının uygulamalarıyla elde etmek istedikleri sonuç, çalışanların
örgüte, değerlerine ve hedeflerine bağlhedeflerine bağlerimliliği ve
motivasyonu arttırmak ve de örgütsel etkinlik anlamında arzu edilen örgüt
ikliminin, motivasyon ve iş tatmininin, adaptasyon ve örgütsel performansın
gerçekleştirilmesine katkıda bulunmaktır. Bu sonuçların elde edilmesinde
halkla ilişkiler yönetiminin katkısı ise, personelle etkili iletişim kuracak,
örgüt içindeki iletişimin kalitesini sağlayacak veya koruyacak, katılımı
sağlayarak personelle ilişkileri geliştirecek mesajların iletilmesini
sağlamaktır. Bu yüzden, hem insan kaynakları hem de halkla ilişkiler
departmanının aşağıdaki temel görevleri gerçekleştirmek üzere dirsek
temasıyla koordinasyon içinde çalışması gerekmektedir (Cantor,1989:77):
• İletişim politikasını belirleme ve etkileme
sorumluluğu örgütün yasal bir parçası haline getirme,
konusundaki
• Yöneticilerin örgüt sözcüsü haline getirilebilmeleri için uygun bir
şekilde bilgilenmelerini sağlama,
• Örgütteki her yöneticinin, tüm insan kaynakları ve iletişim
uygulamalarının ve bu konudaki sorumluluğunun bir parçası olduklarını
savunma.
Yöneticilerin öncelikli görevi, örgütün sahip olduğu insan kaynağı
için bir anlam yaratmak ve örgüt içindeki üyeliklerinin neden önemli
olduğunu göstermektir. Halkla ilişkiler yönetiminin insan kaynağına bakışı
ise, örgütü oluşturan insanların sadece örgütsel amaçlar doğrultusunda
çalışan bir grup olmadığı, davranışları, tutumları ve örgüt hakkında
konuştuklarıyla örgütün temsilcileri olduğu yolundadır. Bu yüzden de, halkla
ilişkiler perspektifiyle ‘iç müşteriler’ olarak nitelendirilen insan kaynağının,
örgüt hakkındaki algılamaları şans eseri oluşup gelişmesine izin
verilmeyecek kadar önemlidir. Neticede örgütler, rekabet ve diğer dış
baskılara karşı ayakta kalabilmek ve örgütsel hedeflerini gerçekleştirebilmek
için insan kaynağının desteğine ihtiyaç duymaktadır.
Örgütlerdeki etkili insan kaynakları yönetiminin temel amacı, örgüte
ve hedeflerine destek sağlayacak yüksek düzeyde motive olmuş istekli
İletişim 2003/17
İnsan Kaynakları Yönetiminde İletişim: Halkla İlişkiler Odaklı Yaklaşım
39
işgücü yaratmaktır. Bu tür bir destek ise, ancak sebeplerinin açıkça
belirtildiği dürüst bir iletişimle sağlanabilmektedir. Şüphesiz ki, gerekli
desteğin sağlanmasında bahsedilen iletişim, çalışanların manipülasyonu
şeklinde değil, hem örgütün hem de onu oluşturan insan kaynağının karşılıklı
yasal çıkarlarını gözönünde bulundurarak ikisini uzlaştırmaya çalışan ve bu
tür bir iletişim ile örgüt ve amaçlarına destek sağlamaya çalışan bir iletişim
türüdür (White,1991:43).
Örgüt içinde bu tür bir desteğin sağlanması öncelikle insan kaynakları
ve halkla ilişkiler departmanlarının çalışma sistemlerine dayanmaktadır.
Çoğu durumda örgüt açısından her iki işlevin de önemi konusunda bilinçli
olan firma yönetimleri, örgüt içi iletişim ve personelle ilişkilerin
geliştirilmesinde her iki departmanın işbirliği ve koordinasyon içinde
çalışmasını teşvik etmektedir. Yani örgüt içinde etkili iletişim kurulması ve
personelle ilişkilerin yönlendirilmesinde yöneticiler, her iki departmana da
aynı şekilde önem vermektedir. Çünkü, insan kaynakları yönetimi ve örgüt
içi iletişim anlamında halkla ilişkiler yönetimi interaktif süreçlerdir.
“Örgütlerde insan kaynağının etkili kullanımı, halkla ilişkilerin mükemmel
bir şekilde işleyebileceği türde bir örgütü oluşturarak dolaylı yoldan
mükkemmel halkla ilişkilere katkıda bulunmaktadır. Bununla beraber, örgüt
içindeki iletişim de, etkili personel ilişkilerine katkıda bulunmaktatır. Bu
yüzden iç halkla ilişkiler de, insan kaynağının etkin kullanımında örgütlere
yardımcı olmaktadır” (Grunig et al.,1992:225).
Örgütteki özel konumu ve üyelerinin iletişim uzmanlarından oluşması
nedeniyle halkla ilişkiler yönetimi (Cutlip et al.,1985:327):
• Yönetim ve personel politikalarını genel halkla ilişkiler programına
uygun bir şekilde iç çevreye uyarlar,
• Örgüt dışına taşınan iş gören bilgi, yaklaşım ve kanaatlerinin şekillendirilmesini sağlar,
• İnsan kaynakları yönetiminin başarıya ulaşması için uygun ortam
hazırlar,
İletişim 2003/17
Beril Akıncı VURAL
40
• Örgütsel kültürün bir parçası olarak yatay ve dikey iletişimi sağlayacak yollar bulur. Böyle bir çaba, çatışma ve sürtüşmeyi önleyeceği gibi,
eşgüdümü kolaylaştırır.
Örgütün çalışanlarıyla beraber örgütsel amaçlarını gerçekleştirmesi ve
yüksek performans elde edebilmesi, örgüt içindeki iletişimin kalitesine ve
çalışanlarla kurulan ilişkilere bağlıdır. Bu yüzden de, iç iletişim ve personel
ilişkileri şansa ya da informel iletişim kanallarına bırakılmamalıdır. Halkla
ilişkiler yönetimi, iç halkla ilişkiler politikalarını saptar ve insan kaynakları
yönetimi ile uygulamaları planlarken sadece örgütsel ihtiyaçları değil, insan
kaynağının da iç iletişime ilişkin beklentilerini saptamalıdır. Personelin
genelde halkla ilişkiler yönetiminden talep ettiği bilgiler şu şekilde
sıralanmaktadır (Cutlip et al.,1985:318):
• Gelecekle ilgili örgütsel planlar,
• Verimlilik gelişimi ile ilgili bilgiler,
• Personel politikaları ve uygulamaları,
• İş ile ilgili bilgiler,
• İş geliştirme imkanları,
• Dış koşulların iş üzerine etkisi,
• İşin örgüt içindeki önemi,
• Diğer bölümlerdeki uygulamalar,
• Rekabet koşulları ve performans,
• Personel değişimi ve promosyon,
• Örgütün sosyal durumu,
• Örgütün güncel konular karşısındaki tutumu,
• Örgütün karını nasıl kullandığı,
• Halkla ilişkiler planları,
• Finansal sonuçlar,
İletişim 2003/17
İnsan Kaynakları Yönetiminde İletişim: Halkla İlişkiler Odaklı Yaklaşım
41
• Diğer iş görenlerle ilgili bilgiler.
Personele ve ihtiyaçlarına yapılan yatırım, sadece üretilen değerlerin
kalitesini değil, iş hayatının kalitesi ve örgütsel başarıya da katkıda
bulunmaktadır. Bu yüzden de hem örgütün hem insan kaynağının
ihtiyaçlarını karşılayan, karşılıklı tatmin yaratarak örgütsel başarıyı
dengeleyen ve karşılıklı yarar esasına dayanan bir ilişki tipinin belirlenmesi,
yerleştirilmesi ve devam ettirilmesi gerekmektedir. Bu yüzden halkla
ilişkiler yönetiminin, insan kaynakları yönetiminin işbirliği ile iç halkla
ilişkiler politikalarını saptayıp personel iletişimine ilişkin programları
planlayıp uygulamaya geçmeden önce cevaplaması gereken bir takım sorular
vardır. Bunları iletişim ihtiyaçlarının tanımlanması, iletişim problemlerinin
değerlendirilmesi ve çözüm üretilmesi olarak sıralanabilmektedir
(Haywood,1991:116):
İletişim İhtiyaçlarının Tanımlanması
1. Yönetim değerlendirmeleri veya araştırmalarla personelin bilgi
ihtiyacı tespit edilmiş midir?
2. Bunlar herbir işgören, kademe yoksa coğrafi lokasyona göre ayrı
ayrı mı dikkate alınmalıdır?
3. Bu gruplar arasında örgüte yönelik tutumlar nelerdir?
4. Örgüt kendisi için nasıl bir tutum oluşturmak istiyor, mevcut
tutumlar ile arzu edilen tutmlar arasında fark var mıdır?
5. Bu farklılık, daha iyi iletişim ile kapatılabilir mi?
6. Örgütün kontrolünde olan veya olmayan kullanımdaki mevcut
iletişim kanallarını tespit etmek mümkün mü?
7. Örgütün gideremediği ihtiyacı gideren resmi olmayan bir iletişim
kanalı var mı?
8. Tüm iletişim metodlarının güvenilirliğine ilişkin doğru bir
değerlendirme yapılabilir mi?
İletişim 2003/17
Beril Akıncı VURAL
42
9. Bu kanalların hangisi çalışanlara gerçek geri bildirim fırsatı
sunmaktadır?
10. Yöneticiler
sorumlu
olduğu
çalışanların
tutumlarını
değerlendirmede ve tepkilerini gözlemlemede ne kadar etkililerdir?
11. Yöneticiler çalışanlardan aldıkları geri bildirimi ne dereceye kadar
üst yönetime iletiyorlar?
12. Yöneticiler, bir probleme dönüşmeden önce tutumlara ilişkin ilgi
alanlarını ve iletişim yetersizliklerini tanımlayıp raporlayabiliyorlar mı?
İletişim Problemlerinin Değerlendirilmesi:
1. Çalışanlar işlerini yapmak için gerekli olan bilgiyi nasıl
almaktadırlar?
2. Yönetim iletişim zincirinde tanımlanmış engeller var mı?
3. Farklı departman veya bölümler bilgi alışverişinde işbirliği
yapıyorlar mı, yani dikey iletişim kadar yatay iletişim de işlemekte mi?
4. Yöneticilerin toplantı, tartışma veya diğer iletişim metodlarına
harcadıkları zamanla ilgili yakınmaları var mı?
5. İş yerine gelmeme, iş ortamına özen göstermeme, kötü müşteri
hizmetleri, güvenlik veya kalite kontrolü gibi spesifik problemler kötü
iletişimle ilgili olabilir mi?
6. Şirket politikaları, ürün gelişimi, rekabet gibi çalışanların
performansını etkileyecek konular hakkında yeterince bilgilendirme var mı?
7. Bu gelişmelerle ilgili bilgiyi ölçecek bir metod geliştirilebilir mi?
8. Bu, zayıflıkları, engelleri veya farklılıkları belirlemek için kurulan
iletişim linkleri ve tutumlar ile nasıl ilişkilendirilebilir?
İletişim 2003/17
43
İnsan Kaynakları Yönetiminde İletişim: Halkla İlişkiler Odaklı Yaklaşım
Çözüm oluşturulması:
1. Mevcut iletişim kanallarının işgücü dahil olmak üzere maliyeti
nedir?
2. Çalışanların performansı ve olumlu tutumlarını geliştirmek için en
etkili kanallar hangileridir?
3. Bu kanalların hangileri tutumları gözlemleyip bunlara göre
iletişim prog-ramlarının düzenlenmesinde etkili geri bildirim sağlamaktadır?
4. Her faaliyetin maliyet-etkili olup olmadığı değerlendirilip daha
uygun kanallar belirlenebilir mi?
5. Aşağıdaki alternatifler ve maliyetleri değerlendirilmiş midir?
Firma gazete veya magazinler
Düzenli haber bültenleri
Bülten tahtaları
Telefon bilgi hizmeti
Haber vidyo veya filmleri
Kapalı devre TV tartışmaları
Slayt gösterileri
Firma radyo yayını
Bilgilendirme seminerleri
Basın ilişkileri
Kurum imaj çalışmaları
Afişler, duvar panoları
Bilgilendirme dosyaları
Göreve tanıştırma programları
Bölgesel/ulusal konferanslar
Politika bildirileri
Doğrudan postalama
Faaliyet raporları
Firma tarihçesi
Sponsorluk
Şirket ziyaretleri
Açık günler
Örgütün iletişim ihtiyaçları, iletişim sorunları belirlenip bunlara uygun
çözümler geliştirildikten sonra planlanan gerçek halkla ilişkiler
programlarının amacı, örgütün etkinliğine katkıda bulunacak şekilde
çalışanlar arasında anlayış ve destek yaratmak olmalıdır. Bu da, iç halkla
ilişkiler programlarında, halkla ilişkiler araştırma yöntemlerinin stratejik
kullanımı temeline dayanan ve de iletişimi, anlaşmazlıkların üstesinden
İletişim 2003/17
Beril Akıncı VURAL
44
gelmek ve stratejik hedef kitlelerle örgüt arasındaki karşılıklı anlayışı
geliştirmek üzere kullanan çift yönlü simetrik iletişim modelinin
kullanılmasını gerektirmektedir. “Özetle söylenecek olursa, çift yönlü
simetrik iletişim modeli, yalnızca konuşmak yerine, hem konuşmak hem
dinlemek gerektiğini savunur. Ve, hedef halk kitleleriyle görüşmenin, onları
düpedüz istenen yönde değiştirmeye çalışmaktan daha iyi sonuç vereceğini
ileri sürer” (Berth ve Sjöber,1998:30). Bu anlamda halkla ilişkiler
yöneticileri, insan kaynağına ‘iletmekten’ çok, ‘iletişim’ kurma amacına
yönelik çift yönlü akışı sağlayacak programları planlayıp uygulamaya dikkat
etmelidir. Unutulmamalıdır ki, örgüt açısından personelle kurulan kötü bir
iletişimin maliyeti, yeterince iyi kullanılamamış veya kaybedilmiş bir fırsat
maliyetidir.
Sonuç
1980’li yıllardan itibaren örgütler, en önemli öz varlıklarının
‘insanlar’ olduğunu ve örgütsel hedeflere neticede insanlar aracılığı ile
ulaşılarak rekabet farkı yaratabileceklerini farketmeye başlamışlardır.
İnsanların rekabette en önemli farkı yaratan kaynak olduğunun
farkedilmesiyle örgütler, en yetenekli çalışanların örgüte çekilmesi,
çalışanların sosyalizasyonu, entegrasyonu ve motivasyonu, insan kaynağının
sürekli geliştirilmesi ve örgüt içinde tutulabilmesi için insan kaynağının
yönetimine her zamankinden daha fazla önem vermeye başlamışlardır.
Modern iş dünyasında örgütlerin çalışanlarına ‘kur yapması’
gerektiğini ileri sürülmekte ve insanların otoriteden ziyade ilişkilerle
yönetilmeye ihtiyaç duyduklarını belirtilmektedir. Bu kur yapma sürecinin
en önemli bölümü de, insanlara örgüt içinde üyelik duygusunun verilmesidir.
Çalışanlara bu tür bir duygunun verilmesi ise öncelikle, örgüt içindeki temel
ihtiyaçlarının belirlenmesini, örgütsel ihtiyaçlarla bireysel ihtiyaçların bir
seviyede tutulmasını gerektirmektedir. Bu da insan kaynağının elde edilmesi,
sosyalizasyonu, motivasyonu, insan kaynağının eğitimi ve geliştirilmesi,
performansı, ödüllendirilmesi ve ücretlendirilmesi gibi temel İKY
süreçlerinin her bir aşamasında, kalitesi yüksek iç iletişim sistemi ve iç
İletişim 2003/17
İnsan Kaynakları Yönetiminde İletişim: Halkla İlişkiler Odaklı Yaklaşım
45
halkla ilişkiler uygulamalarını ve de çalışanlarla kurulan iyi ilişkileri
gerektirmektedir
Örgüt bireylerini bilgilendirme, etkileme ve motive etmede kullanılan
en önemli araçlardan olan iletişim, işbirliğine yönelik kişilerarası ilişkilerin
kurulması, geliştirilmesi ve korunmasında önemli bir süreçtir. Son yıllarda
yapılan araştırmalar, iletişim ile yönetsel etkinlik, iş tatmini ve örgütün tüm
etkinliği arasında bağlantı kurmaktadır. Etkili bir örgütün geliştirilmesi,
etkili iletişim ile doğru orantılıdır. Yani örgütsel çıktıların kantitatif ve
kalitatif bir ürünü olan örgütsel etkinlik, örgütsel iletişim süreçlerinin
kalitesiyle de değerlendirilmektedir. İnsan kaynakları açısından ise insan
kaynağının elde edilmesi, oryantasyonu, motivasyonu ve sosyalizasyonu,
geliştirilmesi, eğitimi, performansı, ücretlendirilmesi ve ödüllendirilmesi
gibi temel İKY süreçlerinde, iletişim kanallarının etkinliği ve çalışanlarla
kurulan iletişimin kalitesi örgütsel etkinliği etkilemektedir. Neticede,
teknoloji, sermaye, bilgi transferi insanlar tarafından kullanılıp
yönetilmektedir. Bu yüzden, insan kaynağı politika ve uygulamalarının
rekabet avantajı sağlanmasına ve korunmasına katkıda bulunduğunun
bilincinde olan örgütler, insan kaynağının etkili yönetimine, çalışanlarla
kurulan iletişime ve bu anlamda iç halkla ilişkiler uygulamalarına her
zamankinden daha fazla ağırlık vermeye başlamışlardır.
Kaynaklar
Armstrong, M. (1994). Improving Organizational Effectiveness,
London, Kogan Page.
Banks, S. P. (1995). Multi-Cultural Public Relations: A SocialInterpretive Approach, Thousand Oaks, Sage Publications.
Berth K., Sjoberg G. (1998). “Halkla İlişkiler Uygulamacıları İçin
Sürekli Eğitim”, Halkla İlişkiler Eğitiminin Evrimi ve Küreselleşmenin
Etkisi, IPRA Altın Kitap Sayı:12, İstanbul, Rota Yayınları.
İletişim 2003/17
Beril Akıncı VURAL
46
Cantor, B. (1989). Experts in Action: Inside Public Relations, 2nd
Edition, New York, Longman.
Cutlip, S. M., Centre A.H., Broom G. M. (1985). Effective Public
Relations, 6th Edition, New Jersey, Prentice Hall Inc.
Fındıkçı, İ. (1999). İnsan Kaynakları Yönetimi, İstanbul, Alfa.
Goldhaber G., Yates M., Porter T., Lesniad R. (1978): "Organizational
Communication", Human Communication Research, Vol:1.
Göksel, A., Yurdakul N. (2002). Temel Halkla İlişkiler Bilgileri,
İzmir, E.Ü. İleitşim Fakültesi Yayınları, No:15.
Grunig J. E., Dozier D.M., Ehling W.P., Grunig L.A., Repper F. C.,
White J. (1992). Excellence in Public Relations and Communication
Management, New Jersey, Lawrence Erlbaum Publishers.
Grunig J. E., Hunt T., (1994). Public Relations Techniques, Forth
Worth, Harcourt Brace College Publishers.
Harrison S. (1995). Public Relations: An Introduction, London,
Routledge.
Haywood R. (1991). All About Public Relations: How to Build
Business Success on Good Communications, 2nd Edition, Berkshire,
McGraw Hill.
Marconi, J. (1996). Image Marketing: Using Public Relations to
Attain Business Objectives, Illinois, NTC Business Books.
Okay, A. (1999). Kurum Kimliği, Ankara, MediaCat yayınları.
Palmer, M., Winters, K.T. (1993). İnsan Kaynakları, Çev: Doğan
Şahiner, İstanbul, Rota.
PİRA, A. (2000). Halkla İlişkiler Üzerine Çeşitlemeler, İzmir,
Üniversiteliler Ofset.
Toth, E.L., Heath, R.L. (1992). Rhetorical and Critical Approaches
to Public Relations, New Jersey, Lawrence Erlbaum Publishers.
İletişim 2003/17
İnsan Kaynakları Yönetiminde İletişim: Halkla İlişkiler Odaklı Yaklaşım
47
Varol, M. (1993). Örgüt Sosyolojisine Giriş, Ankara, Ankara
Üniversitesi Yayınları, No:2.
White, J. (1991). How To Understand and Manage Public
Relations: a Jargon Free Guide to Public Relations Management,
London, Business Books Ltd.
Wright, D. K. (1995). ''The Role of Corporate Public Relations
Executives in the Future of Employee Relations'', Public Relations Review,
Vol:21, No:3.
İletişim 2003/17
Beril Akıncı VURAL
48
Özet
İnsan kaynağının yönetiminde iletişime verilen önem, arzu edilen
örgütsel amaçların başarılması adına etkinliğin arttırılması için, sadece insan
kaynağı (İK) yöneticilerine yeni görev ve sorumluluklar getirmemekte,
örgütün dış iletişiminden olduğu kadar iç iletişim ve personelle kurulan
ilişkilerden de sorumlu olan halkla ilişkiler (Hİ) yöneticilerine de yeni görev
ve sorumluluklar getirmektedir. İK yöneticileri, halkla ilişkiler yöneticileri
ile kurdukları stratejik ittifaklardan faydalanabilmektedir. İK yöneticileri ile
dirsek teması içinde çalışması gereken halkla ilişkiler yöneticileri, insan
kaynağının etkili yönetimine katkıda bulunup arzu edilen örgütsel amaçların
başarılmasına yardımcı olabilmektedir.
Abstract
The great importance attached to communication in managing human
resources burdens not only human resources (HR) managers with new tasks
and responsibilites but also public relations (PR) managers as they are not
only in charge of external communication but also internal communication
and relations with personnel to increase the effectiveness for the sake of
performing the desired organizational goals. HR managers might benefit
from strategic alliances with communication or PR managers. PR managers,
who should work ‘hand-in-glove’ with HR managers, might contribute to the
effective management of HR, and also help to attain desired organizational
goals.
İletişim 2003/17
Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim
(Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği)
Fatma GEÇİKLİ*
Giriş
Yaşamın temelini oluşturan iletişim tek hücreli canlıdan en gelişmiş
yaratık olan insana kadar vazgeçilmez bir süreçtir.
İnsan yaşamının ve örgütlü toplumsal düzenin olmazsa olmaz olgusu
olan iletişim konusunun tek başına önem kazanması 19.yy. sonlarına
rastlamaktadır. 21.yy.daki son gelişmelerle birlikte iletişim, bilimsel
tartışmaların temel konularından biri haline gelmiştir.
Gereksinimlerin karşılanması için bilgi ve becerilerin birleştirilmesi
fikrinden ortaya çıkan örgüt, iletişim ağının düzenli bir şekilde oluşturulması
ve işlerlik kazanması ile amacına ulaşmaktadır. Çalışanlar örgütün
amaçlarını gerçekleştirmek için aralarında belirli derecede işbirliği kurup
birbirleriyle sosyal ilişkilere girmek zorundadır. İletişim, örgütün en önemli
özelliği sayılan devamlılık, bütünlük ve sosyal ilişkiler açısından
vazgeçilmezdir.
Örgüt, amaçları doğrultusunda etkinliklerini sürdüreceğinden, bireysel
davranışların yönlendirilmesi gerekmektedir. İletişim olmadan bireysel davranışların yönlendirilmesi olanaklı değildir (Ergun ve Polatoğlu; 1992; 204).
İster kâr amaçlı, ister yerel yönetimler gibi hizmet amaçlı olsun
örgütler belli bir hiyerarşik yapıya sahiptirler ve bu hiyerarşik yapı içerisinde
yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya doğru yatay ve çapraz bir hareketle
bilgi akışı içerisinde yönetilirler. Karar mekanizmasını oluşturan yönetim,
söz konusu bilgileri süzgeçten geçirerek ileriye dönük planlarını yapar ve
*
Yrd. Doç. Dr. Atatürk Üniversitesi, İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü
İletişim 2003/17
Fatma GEÇİKLİ
50
uygulamaya koyar. Bilgi akışının düzenli olması, uygulamaların amacına
uygun gerçekleşmesi bu süreçler esnasında kurulacak kolaylaştırıcı, anlaşılır,
geçerli ve etkili iletişimle sağlanır. Örgütte bütün bilgilerin toplanıp,
dağıtılması, örgütün kusursuz işlemesi ve yaşamını sürdürebilmesi gerekli
iletişim ağı oluşturup bu ağın sağlıklı bir şekilde işlemesi ile mümkündür.
Ayrıca, örgütsel iletişim çalışanların örgüte bağlılıkları ve motivasyonu
açısından bütün diğer strateji ve politikaların önünde gelir. Çalışanların işleri
konusunda sürekli ilgi ve heyecan duymalarını sağlayabilmek, insanları
yaratıcı etkinliklere yöneltebilmek, iş başarısını sağlayabilmek etkili
iletişime dayanır.
Halkla iç içe bir örgüt olan yerel yönetimlerde iletişimin önemi bir kat
daha artmaktadır. Çünkü, yerel yönetimler siyasetin yoğun olduğu bir yerdir.
Yerel yönetimlerde aynı ideoloji ve görüşü paylaşan kişiler üst üste
seçilebildiği gibi farklı görüşlerdeki kişiler de yönetimlerde iş başına
gelebilir. Bu durum ise örgüt içinde huzursuzlukların yaşanmasına, iç
iletişimin bozulmasına ve dolayısıyla verimin düşmesine, yerel yönetimlerin
çıktıları olan hizmetlerin kalitesinin istenenin çok altında olmasına neden
olabilir (Gürdal; 1997; 79). Örgütün başarılı olabilmesi için önce kendi
içinde sağlıklı ve etkili bir iletişime ihtiyacı vardır. Mükemmel bir iletişim
aracılığıyla yönetsel işlevler, planlama, örgütleme, yöneltme, koordinasyon
ve kontrol mekanizmaları verimli çalışacak, kurum ve roller benimsenecek
ve hizmet amacına ulaşacaktır. Bu bağlamda, çalışmamızda yerel
yönetimlerde örgütsel iletişim üzerinde durulmaktadır. Amaç, mevcut
iletişim olgusunun nasıl algılandığını ortaya çıkarmaktır.
Örgütsel İletişimin Tanımı ve Amacı
İletişim, birbirlerine ortamlarındaki nesneler, olaylar, olgularla ilgili
değişmeleri haber veren, bunlara ilişkin bilgilerini birbirine aktaran, aynı
olgular, nesneler, sorunlar karşısında benzer yaşam deneyimlerinden
kaynaklanan, benzer duygular taşıyıp bunları birbirine ifade eden insanların
oluşturduğu topluluk ya da toplum yaşamı içinde gerçekleştirilen tutum,
yargı, düşünce, duygu bildirişimlerine denir (Oskay; 1997; 129). Örgütsel
İletişim 2003/17
Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği)
51
iletişim ise, bir örgüt yönetiminin kendisi ve çalışanları arasındaki işbirliğini
ve örgüt iklimini pozitif yönde etkilemek için istediği tüm tedbir ve çabalar
olarak tanımlanabilir (Spinder; 1989; 129). Bir başka deyişle, örgütün
işleyişini sağlamak ve amaçlarını gerçekleştirmek amacıyla gerek örgütü
meydana getiren çeşitli bölüm ve öğeler arasında, gerekse örgüt ve çevresi
arasında girişilen sürekli bilgi alışverişidir veya bunlar arasında gerekli
ilişkilerin kurulmasına olanak veren toplumsal bir süreçtir (Artan; 1977; 64).
Bir örgütün bütün olarak işleyişi çalışanlar arasındaki bilgi alışverişine
dayanır. Dolayısıyla, iletişimin üstlendiği rolü küçümsemek mümkün
değildir. İletişim bütün yönetici ve çalışanlar için hem anahtar bir kavram
hem de anahtar bir beceridir.
Örgütsel iletişim, yöneticinin gönderdiği mesajın anlamını iş görene
anlatmasını, benimsetmesini ve onu eyleme geçirmesini kapsar (Gürgen;
1997; 33). Bir örgütün işleyişi açısından iş gerekleri ve becerileri ne kadar
iyi tanımlanırsa tanımlansın bu işleri yürütecek örgüt çalışanları arasında
koordinasyon olmadan hedefe ulaşılamaz. Yönetici ve çalışanlar arasındaki
iletişim çift yönlü olmalıdır. İş talimatları, süre ve şartların değişimi, kural
ve yöntemler, örgütün ilerlemeleri hakkında çalışanlara bilgi verilirken onların fikirlerini, uyarılarını, kaygılarını ve şikayetlerini dikkate almak gerekir.
Örgütlerde gerçekleştirilen planlı ve programlı iletişim, çalışanlar
arasında dikey ve yatay ilişkilerin gelişimine katkıda bulunur. İletişim
sadece işe ilişkin bilgi ve emir verme işleriyle sınırlı değildir. Yöneticiçalışan ilişkilerinin iyileştirilmesi morali yükseltecek, dedikodu, söylenti ve
abartıları engelleyecek, anlaşmazlığı ve güvensizliği azaltacak, personelin
sorunlarının hızla çözümünü olanaklı kılacak ve sonuçta iş hayatının yolunda
ve verimli gitmesini sağlayacaktır.
Örgütün iletişim yapısının, sorunların, işgörenlerin ve koşulların
değişmesi olasılığına karşı esnek bir şekilde oluşturulması gerekir. Çünkü
örgüt-içi iç ve dış sorunlar değişimi gerekli kıldığında değişim, işgörenler
tarafından bir tehdit olarak algılanabilir ve işgörenler bu değişim karşısında
kendilerini çaresiz ve endişeli hissedebilirler (Allcorn; 1995;73).
İletişim 2003/17
52
Fatma GEÇİKLİ
Örgütsel iletişim yapısal olarak biçimsel ve biçimsel olmayan türde
karşımıza çıkar. Biçimsel iletişim, örgütte, örgütsel kurallar doğrultusunda
gerçekleştirilen örgüt üyelerinin kişiliklerinden soyutlanmış, statüler arası bir
iletişim türüdür. Biçimsel olmayan iletişim ise çalışanların oluşturdukları
biçimsel olmayan gruplar ve bu gruplar arasında gerçekleşen kişiler arası bir
iletişimdir (Gürgen; 1997; 63).
Biçimsel örgüt yapısı içerisinde iletişim yukarıdan aşağıya, aşağıdan
yukarıya, yatay ve çapraz bir şekilde gerçekleşmektedir. Yukarıdan aşağıya
doğru iletişim, yönetimin en üst basamağından başlayarak en alt basamağına
kadar mesajın akışını ifade eder. Aşağıdan yukarıya iletişim bir örgütün
hiyerarşik yapısındaki daha alt basamaklardan üst basamaklara doğru mesajların akışını içermektedir (Schermerhorn; 1989; 340). Yatay iletişim, örgütlerde aynı hiyerarşik basamak içinde yer alan, rütbece eşit bireylerin örgütsel amaçlar doğrultusunda iletişimde bulunmasıdır (Türkmen; 2000; 47).
Bir başka deyişle bir örgütte çalışma grubunun üyeleri arasında bir çalışma
grubuyla başka bir grup arasında farklı departman üyeleri arasında ortaya
çıkan ve örgütteki iş akışını izleyen iletişimdir (Miner, Miner;1985;624).
Çapraz iletişim ise farklı fonksiyonel birimlerde çalışan ast ve üstlerin arasında gelişen bilgi içerikli iletişimdir. Bir çok işletmede çapraz iletişimin
olmadığı gözlemlenmektedir. Halbuki çapraz iletişim, örgüte yönelik uzmanlaşmayı, farklı birimlerin birbirlerinin sorumluluklarını daha iyi kavramaları ve yardımlaşmalarını kolaylaştırıcı bir etki yaratır (Türkmen; 2000;
48). Bazı olağanüstü durumlarda, bir yönetici kendi bölümü dışında çalışan
diğer işgörenlerle doğrudan ilişki kurabilir. Örneğin; bir kaza ya da yangın
durumunda fabrikanın güvenlik işeriyle sorumlu müdür yardımcılarından
bir, tüm işgörenlere basamaksal kanalları kullanmaksızın doğrudan doğruya
emir verebilir. İşte bu durumda çapraz iletişim söz konusu olmaktadır. Karmaşık ve çoğu kez uzun olan dikey kanalların sakıncalarını giderme ve olağanüstü durumlarda zaman kazanma olanağı vermesi bakımından önem kazanmaktadır (Sabuncuoğlu, Tüz; 1998; 66).
Pek çok örgüt yukarıdan aşağıya iletişim kurarken, el kitapları,
broşürler, sirküler, afişler ve ilan tahtaları, örgütün yayınladığı periyodikler,
iş mektupları, yıllık raporlar gibi araç ve yöntemlerden faydalanmaktadır.
Örgütteki katı hiyerarşik yapı, kanal sayısı arttıkça üstten çıkan emir ve
İletişim 2003/17
Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği)
53
talimatlar alt basamaklara ulaşıncaya kadar özünden çok şey kaybedebilir.
Bu nedenle, örgütün üretkenliği ve hizmet kalitesi açısından sadece
yukarıdan aşağıya değil aynı zamanda aşağıdan-yukarıya iletişime de ağırlık
verilmelidir. Yatay iletişim ise, örgüt üyelerinin birbirleriyle ilişki kurması
ve iş tatmini açısından önemlidir.
Biçimsel olmayan yapı içerisindeki iletişim, iş görenlerin insani
amaçlarla iletişim kurma gereksinimlerinin sonucunda gerçekleşir. Bu iletişim sistemi örgüt üyeleri arasındaki kişisel yakınlık ve etkileşimler sonucunda ortaya çıkar. Örgütün iletişim sistemini biçimsel iletişim sistemi tek
başına karşılayamaz. Biçimsel sistemin bu eksikliğini biçimsel olmayan
iletişim sistemi tamamlar. Biçimsel yapı “olması gerekeni”, biçimsel olmayan yapı ise “olanı” gösterir (Gürgen; 1997; 77). Bu iki iletişim sistemi birbirini tamamlar.
Örgüt-içi iletişimin bazı önemli amaçları vardır (CBS; 1990;56). Bu
amaçlar:
1-Örgüt içinde karşılıklı anlayışı artırarak, herkesin işte çalışma süresi
içinde kendilerinden bekleneni kavramalarına zemin hazırlamayı, çalışma
gruplarındaki kişilerin grup içindeki görev ve sorumluluklarını ve bunların
birbirleriyle nasıl bağlandığını anlamalarını sağlamayı ve tüm bunların
bileşimiyle grubun görev ve amaçlarının temsil edilmesine olanak tanımayı
ve her kişi ve grubun ortak amaçlar için etkin iletişim kurarak sadece bu
amaçların anlaşılmasını değil, aynı zamanda bireyler arasında nasıl
paylaşıldığının da kavranmasını içerir.
2-Yukarıya doğru bilgi akışını sağlayarak her yöneticinin, sorumlu
olduğu elemanın davranış ve isteklerinden kesinlikle haberdar olmaya ve
çalışma gruplarını, grup olarak daha iyi performans gösterecekleri yolları
düşünmeye ve tartışmaya cesaretlendirmeye olanak sağlar.
Araştırmanın Amacı ve Önemi
Erzurum Büyükşehir Belediyesi’nde uygulanan araştırma ile, temel
olarak çalışanların örgüt-içi iletişimi nasıl değerlendirdikleri belirlenmeye
çalışılmıştır. Araştırmaya katılan çalışanların örgüt-içi iletişimi nasıl
İletişim 2003/17
Fatma GEÇİKLİ
54
algıladıkları çalışma yılı, çalışılan kademe, eğitim düzeyi açısından farklılık
gösterip göstermediği araştırılmaktadır .
Bu araştırmanın iki önemli sayıltısı bulunmaktadır; birincisi, iletişim
değerlendirme anketinin örgüt-içi iletişim durumunu belirlemek açısından
gerekli özellikleri taşıması, ikincisi ise, araştırmaya katılan çalışanların anket
sorularına verdikleri yanıtlar, onların gerçek algı ve değerlendirmelerini
yansıtmaktadır. Üç önemli sınırlılık vardır; birincisi, araştırmada elde edilen
veriler Erzurum Büyükşehir Belediyesi çalışanlarıyla sınırlıdır. İkincisi,
araştırma bulguları örgüt-içi iletişimin çalışanlar tarafından nasıl algılandığı
ile sınırlıdır. Üçüncüsü, araştırma kişisel doldurmalı anket tekniği ile
yapıldığı için her değişkende gözlem sayısı (N) ankete cevap veren
çalışanlarla sınırlıdır.
Uygulama Yapılan Örgütle İlgili Bilgiler
Büyükşehir belediye sistemi iki kademeli belediye yönetiminden
oluşmaktadır. Alt kademede dört ilçe belediyesi bulunmaktadır; Kazım
Karabekir, Yakutiye, Yenişehir ve Dadaşkent Belediyesi. Üst kademede ise
Anakent Belediyesi yer almaktadır. Her iki belediye yönetiminin organları
birbirlerine benzerlik arz eder. Sadece teşekkül tarzı ve yetkileri farklıdır.
Büyükşehir Belediyesi’nin organları şunlardır:
1-
Büyükşehir Belediye Meclisi
2-
Büyükşehir Belediye Encümeni
3-
Büyükşehir Belediye Başkanı
Büyükşehir Belediye Meclisi, Büyükşehir Belediyesi’nin ve bazı
hallerde ilçe belediyelerinin karar organıdır. Meclis, Büyükşehir
Belediyesi’ne bağlı ilçe belediyeleri için tespit edilen belediye meclisi üye
sayısının, her ilçe için beşte biri alınmak suretiyle bulunacak toplam sayı
kadar üyeden meydana gelir. Büyükşehir meclisi üyeleri her ilçe için
seçilmiş olan asıl üyelerin seçiliş sıralarına göre başlayarak yeter sayıya
kadar inilmek suretiyle hesaplanır.
İletişim 2003/17
Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği)
55
Büyükşehir Belediye Encümeni, Büyükşehir Belediye Başkanı ve
belirleyeceği şahsın başkanlığında genel sekreter, Büyükşehir Belediyesi’nin
imar, fen, hukuk, hesap, yazı işleri ve personel işlerini yöneten birim
başkanlarından oluşmaktadır.
Büyükşehir Belediye Başkanı, Büyükşehir Belediyesi sınırları içindeki
seçmenler tarafından çoğunluk usulüne göre beş yıl süre için seçilir
(Eryılmaz; 1994; 164-165).
Büyükşehir Belediyesine ait görevler:
a- Büyükşehir yatırım plan ve programlarını yapmak,
b- Büyükşehir’de nazım imar planlarını yapmak, yaptırmak ve
onaylayarak uygulamak, ilçe belediyelerinin nazım plana uygun olarak
hazırlayacakları imar planlarını onaylamak ve uygulamasını denetlemek,
c- Büyükşehir dahilindeki meydan, bulvar, cadde ve anayollarını
yapmak, yaptırmak, bakım ve onarımını sağlamak ve kanunların
belediyelere verdiği trafik düzenlemesinin gerektirdiği bütün işleri
yürütmek,
d- Yolcu ve yük terminalleri, katlı otoparklar yapmak, yaptırmak,
işletmek veya işlettirmek,
e- Çevre sağlığı ve korunmasını sağlamak, 1., 2. ve 3. sınıf gayrı
sıhhi müesseselerin açılış ve çalışmalarına ruhsat vermek,
f-Yeşil sahalar, parklar ve bahçeler yapmak, sosyal ve kültürel
hizmetleri yerine getirmek, spor, dinlenme, eğlence vb. yerleri yapmak,
yaptırmak, işletmek veya işlettirmek,
g- Büyükşehir dahilindeki su, kanalizasyon, her nevi gaz, merkezi
ısıtma ve toplu taşıma hizmetlerini yürütmek ve bu amaçla gerekli tesisleri
kurmak, kurdurmak, işletmek veya işlettirmek,
h- Yiyecek ve içecek maddelerinin tahlillerini yapmak üzere
laboratuarlar kurmak ve işletmek,
i- Mezarlık alanlarını tespit ve tesis etmek ve işletmek,
j- Çöplerin ve sanayi atıklarının toplanma yerlerini belirtmek,
değerlendirilmesi ve imhası için gerekli tesisleri kurmak, kurdurmak,
işletmek veya işlettirmek,
İletişim 2003/17
Fatma GEÇİKLİ
56
k- Meydan, bulvar, cadde, yol ve sokak isim ve numaraları ile bunlar
üzerindeki binalara numara verilmesi işlemini gerçekleştirmek,
l- Toptancı halleri ve mezbahaları yapmak, yaptırmak, işletmek veya
işlettirmek,
m- İtfaiye hizmetlerini yürütmek, patlayıcı ve yanıcı maddeler üreten
ve depolayan yerleri tespit etmek, fabrikalar ve sanayi kuruluşlarının
bulundurmaları zorunlu olan yangın söndürme ve çevre sağlığına ilişkin
araç, gereç ve tesisleri tespit etmek ve bu kuruluşları denetlemek,
n- İlçe belediyeleri arasındaki ihtilaflarda zabıta veya diğer belediye
hizmetlerinin koordinasyonunu sağlamak,
o- Büyükşehir çapında ortak finansman ve yatırım gerektiren
hizmetlerin gerçekleştirilmesini sağlamak,
p- Büyükşehir belediyesince işletilen alanlarda zabıta hizmetiyle
diğer belediye hizmetleri ve ruhsat verme işlemlerini yürütmek (Erdumlu;
1993; 52-53).
Araştırmanın Yöntemi:Veri Toplama ve Analiz
Araştırma, tarama modelinin kullanıldığı, betimsel bir çalışmadır.
Örgüt-içi iletişimi betimleyen değişkenlerin Erzurum Büyükşehir Belediyesi
çalışanları tarafından nasıl algılandığı ölçülmüştür. Mevcut olan durumun
nasıl algılandığı, görev yapılan kademe, çalışma yılı, eğitim düzeyi bağımsız
değişkenlerine göre değişip değişmediği ilişkisel olarak analiz edilmiştir. Bu
çalışma için kullanılan “iletişim değerlendirme anketi” Gürgen tarafından
Mart 1997 yılında, Toplam Kalite Yönetim sistemini uygulayan, Anadolu
Grubu, Erciyas Biracılık ve Malt Sanayi A.Ş’ye uygulanmış, Örgütlerde
İletişim Kalitesi adlı çalışmadan alınmıştır. Bu araştırma, Erzurum
Büyükşehir Belediyesi çalışanlarını kapsamaktadır ve toplam 402 çalışan
üzerinde gerçekleştirilmiştir. Verilerin toplanmasında örgüt ve iletişim
sistemini tanımak amacıyla hem çalışanlarla yüzyüze görüşmeler yapılmış
hem de yazılı kaynaklar taranmıştır. Böylece örgütün iletişim sorunlarına
ilişkin bilgi toplanmıştır. Ayrıca, soru kağıdının yeterliliği araştırma evrenini
temsil edecek şekilde oluşturulan bir grup üzerinde sınanmıştır.
İletişim 2003/17
Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği)
57
Araştırmaya katılan çalışanların % 37.1’i memur, % 52.2’si işçi, %
10.7’si ise yönetici kademelerinde görev yapmaktadır. Anket çalışmasının
sonuçları
bilgisayarlı
ortamda
SPSS
istatistik
programı
ile
değerlendirilmiştir. Öncelikle her bir anket sayısallaştırılarak kodlanmış ve
bu işlemde soruların şıklarına bağlı olarak 1’den 5’e kadar rakam
kullanılmıştır. Aralıklı ölçekli sorularda “her zaman-çoğu zaman-bazen-çok
az zaman-hiçbir zaman”, “çok iyi-iyi-orta-kötü-çok kötü”, “çok mutluyummutluyum-kararsızım-mutlu değilim-hiç mutlu değilim”, ölçeğin olumlu
noktası “1”, olumsuz noktası ”5” ve orta noktası “3” olacak şekilde
kodlanmıştır. Kodlanan veriler bilgisayarlı ortamda SPSS istatistik
programına aktarılmış ve veri tabanı oluşturulmuştur.
İlk olarak anketteki her bir soru için SPSS programı analiz (analyze)
bölümünde, tanımlayıcı istatistik (descriptive statistics) biriminde frekans
(frequencies) analizi ile frekans tabloları oluşturulmuş ve frekans
tablolarında ortalama değer (X) ile standart sapma değeri (S) ile
gösterilmiştir. İkinci olarak, görev yapılan kademe, çalışma yılı ve eğitim
düzeyi bağımsız değişkenleri ile bağımlı değişkenlerinin her biri için
tanımlayıcı istatistik (descriptive statistic) biriminde çaprazlama (crosstabs)
analizi ile çaprazlama tabloları oluşturulmuştur.
Bulgular
I. Kişisel Bilgiler ( Demoğrafik Özellikler)
Araştırmaya katılan deeklerin kişisel bilgileri incelendiği zaman
aşağıdaki bulguların ortaya çıktığı görülmektedir.
Erzurum Büyükşehir Belediyesi’nde ki anket çalışması 402 kişi
üzerinde yapılmıştır. Ankete cevap verenlerin 47’si bayan 355’i erkektir. Bu
veriler doğrultusunda araştırmaya katılan deneklerin genellikle erkeklerden
oluştuğu görülmektedir.
Araştırmaya katılıp, ankete cevap veren katılımcıların çoğunluğu evli
(% 87.6) iken, bekar katılımcıların oranının (% 12,4) düşük olduğu
görülmektedir.
İletişim 2003/17
Fatma GEÇİKLİ
58
Araştırmanın verilerine göre, ankete katılan deneklerin çoğunluğunu
lise mezunuları (% 46,3) oluştururken ilkokul, ortaokul ve üniversite mezunu
katılımcılar birbirlerine yakın oranlara sahip olduğu görülmektedir. İlkokul
mezunun oranı % 18.2, ortaokul mezununun oranı % 19.9 ve üniverisite
muzunu olanların oranı ise % 15.7'dir. Bu veriler doğrultusunda araştırmaya
katılan deneklerin büyük coğunluğunun lise ve dengi okullardan mezun
olduğu görülmektedir.
Araştırmaya katılan denekler yaşlarına göre analiz edildiği zaman ise;
katılımcıların çoğunluğu 25-34 (% 45,3) ve 35-44 (% 37,8) yaş gruplarında
yer aldığı görülmektedir. Yani, genç ve orta yaş düzeyindeki katılımcıların
oranı oldukça yüksektir.
Ankete cevap veren katılımcıların yarıdan fazlası (%52,2) işçi olarak
kurumda görev yaparken, % 37,1’i memur ve % 10,7’si yönetici olarak
görev yaptığı görülmektedir.
Katılımcıların çalışma sürelerine bakıldığında, yarıdan çoğunun
(%54,5) 10 yıl ve üzeri bir süredir kurumda çalıştıkları ve tamamına yakın
bir bölümünün ise (% 93,3) 4 yıl ve üzerinde bir zamandır kurumda
çalıştıkları görülmektedir. Buna göre, katılımcıların örgüt içi iletişim
konusunda söyleyecekleri hususlarda deneyimli oldukları söylenebilir.
II. Frekans Dağılımları –Tanımlayıcı Bulgular
1. Belediyede Çalıştığınız Bölümün Yöneticisine Sorunlarınızı ve
Önerilerinizi İletmek Amacı İle Ulaşma Kolaylığı
Örgüt içi iletişimin önemli bir boyutunu oluşturan aşağıdan-yukarıya
yani astlardan yöneticilerine yönelik iletişim olayı ile ilgili bu soruya,
katılımcıların verdiklerin yanıtların ortalaması 5 üzerinden 2,0149 olarak
karşımıza çıkmaktadır. Buna göre, çalışanların büyük bir çoğunluğunun
bölüm yöneticilerine sorun ve önerilerini iletmek için çoğu zaman kolayca
ulaştıkları söylenebilir.
İletişim 2003/17
Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği)
59
Tablo- 1: Deneklerin Yöneticilere Sorun ve Önerileri İletmek
Yönünden Ulaşabilme Durumlarına Göre Dağılmı
Bölüm
Yöneticisine
Ulaşma
Her Zaman
Çoğu Zaman
Bazen
Çok Az Zaman
Hiçbir Zaman
Toplam
Sayı
206
70
71
24
31
402
%
51,2
17,4
17,7
6,0
7,7
100,0
N=402; x=2,0149; s=1,2750
2. Belediye Başkanına Sorunlarını ve Önerilerini İletebilme
Durumları
Çalışanların kuruma ilişkin iletişim ortamını değerlendirmeleri için
sorulan "Belediye Başkanına Sorunlarınızı ve önerilerinizi iletebiliyor
musunuz?" şeklindeki soruya, ankete katılan 402 kişinin verdiği yanıtların
ortalaması 3,0124’dür. Bir kurumun açık ve yalın bir iletişim açısından nasıl
olduğunu göstermeye yarayacak bu soruya göre, çalışanların sorun ve
önerilerini iletmek üzere gerektiğinde Belediye Başkanı’na ulaşamadıkları
görülmektedir. Yanıtların ortalamasına göre, Belediye Başkanı’na ulaşma
"bazen" düzeyinde kaldığı görülmektedir.(Bkz:Tablo-2)
Tablo-2: Deneklerin Belediye Başkanını Sorun ve Önerilerini
Ulaştırma Durumlarına Göre Dağılımı
Belediye
Başkanına
Ulaşma
Her Zaman
Çoğu Zaman
Bazen
Çok Az Zaman
Hiçbir zaman
Toplam
Sayı
101
50
85
75
91
402
%
25,1
12,4
21,1
18,7
22,6
100,0
N=402; x=3,0124; s=1,4922
İletişim 2003/17
Fatma GEÇİKLİ
60
3. Yöneticilerin Başarılı Olmak İçin Çalışanlara Destek Verme Durumu
Yöneticilerin çalışanların başarılı olmaları için destekleyip
desteklemedikleri ile ilgili soruya, ankete katılanların verdikleri yanıtların
ortalaması 2,4328’dir. Çalışanların güdülenmesi için yöneticiler tarafından
desteklenmesi önemli bir olgu olduğuna göre, bu sorunun yanıtlarının
ortalamasına bakıldığında, çalışanların "çoğu zaman" düzeyinde
desteklendikleri görülmektedir. (Bkz: Tablo-3)
Tablo-3: Yöneticilerin Başarılı Olmak İçin Çalışanlara Destek
Verme Durumuna Göre Dağılmı
Yöneticinin
Desteği
Her Zaman
Çoğu Zaman
Bazen
Çok Az Zaman
Hiçbir Zaman
Toplam
Sayı
164
55
85
41
57
402
%
40,8
13,7
21,1
10,2
14,2
100,0
N=402; x=2,4328; s=1,4565
4. İşi İyi Yapma Konusundaki Çabaların Yönetim Tarafından
Takdirle Karşılanma Durumu
Çalışanların gösterdikleri çabadan ötürü yönetim tarafından takdirle
karşılanıp karşılanılmadığı, başarıya ödül verilip verilmediğini ve yönetimin
bu konudaki tavrını ortaya koymaya çalışan analiz sonuçlarına göre,
yanıtların ortalaması 2,9627’dir. Yani, çalışanlar gösterdikleri çaba
karşılığında yönetim tarafından "bazen" düzeyinde takdir edilmektedirler.
Tablo-4:
İşi İyi Yapma Konusundaki Çabaların Yönetim
Tarafından Takdirle
Karşılanma Durumuna Göre Dağılımı
Sayı
Takdirle
Karşılanma
Her Zaman
Çoğu Zaman
Bazen
Çok Az Zaman
Hiçbir Zaman
Toplam
N=402; x=2,9627; s=1,4597
İletişim 2003/17
95
64
90
67
86
402
%
23,6
15,9
22,4
16,7
21,4
100,0
Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği)
61
5.Yetkili En Son Kişiye Ulaşmadaki Hiyerarşik Basamakların
Durumu
Örgütün hiyerarşisini ve buna bağlı olarak dikey iletişim yapısını
değerlendirmeyi amaçlayan "Yetkili En Son Kişiye Ulaşmada Hiyerarşik
Basamaklar Fazla Mı?" şeklindeki soruya, çalışanlar, yetkili en son kişiye
ulaşmada geçilmesi gereken kademelerin % 56,7 ile çok olduğunu, % 43,3
ile çok olmadığını söylemektedirler. (Bkz: Tablo-5) Bu doğrultuda,
kurumda bir hiyerarşik yapının olduğundan söz edilebilir.
Tablo-5: Yetkili En Son Kişiye Ulaşmadaki Hiyerarşik
Basamakların Durumuna Göre Dağılımı
Kademe
Çok
Evet
Hayır
Toplam
Sayı
228
174
402
%
56,7
43,3
100,0
6. Belediyenin Eğitim ve Mesleki Gelişimle İlgilenme Durumu
Belediyenin çalışanların eğitim ve mesleki gelişimiyle ilgilenme
durumunu ortaya çıkarmayı amaçlayan bu soruya, 402 katılımcının verdiği
cevaplar doğrultusunda bakıldığında, ortalamanın 3,2338 olduğu
görülmektedir. Buna göre, çalışanların kuruma adaptasyonu doğrultusunda
bilgilendirilmelerini ve geliştirilmelerini amaçlayan bu çalışmaya, kurumun
"bazen" düzeyinde önem verdiği söylenebilir.
Tablo-6: Belediyenin Eğitim ve Mesleki Gelişmeyle İlgilenme
Durumuna Göre Dağılımı
Sayı
Eğitim ve
Mesleki
Gelişmeyle
İlgilenme
Her Zaman
Çoğu Zaman
Bazen
Çok Az Zaman
Hiçbir Zaman
Toplam
71
54
95
74
108
402
%
17,7
13,4
23,6
18,4
26,9
100,0
N=402; x=3,2338; s=1,4318
İletişim 2003/17
Fatma GEÇİKLİ
62
7. Belediye Yöneticilerinin Çalışanların Sorunlarını İzleme ve
Çözme İçin Çaba Harcama Durumları
Çalışanların sorunlarının yönetim tarafından izlenilmesi ve çözülmesi
ile ilgili bu soruya, katılımcıların verdiklerin yanıtların ortalaması
3,1343’tür. Kurumda çalışanların; kurumla, çalışma arkadaşları ile ilgili
psikolojik-sosyolojik sorunlarının izlenilmesi ve çözülmesinde, yönetimin
"bazen" düzeyinde ilgili olduğunu söylemek mümkündür.
Tablo-7: Belediye Yöneticilerinin Çalışanların Sorunlarını İzleme
Ve Çözme İçin Çaba Harcama Durumlarına Göre Dağılımı
Sayı
Çalışanların
Sorunlarını
Çözme
Her Zaman
Çoğu Zaman
Bazen
Çok Az Zaman
Hiçbir Zaman
Toplam
88
52
83
76
103
402
%
21,9
12,9
20,6
18,9
25,6
100,0
N=402; x=3,1343; s=1,4854
8. Deneklerin Belediyenin Hedefleri Bilme Durumları
Belediyenin hedeflerinin bilinip bilinmediği ile ilgili bu soruya,
katılımcıların % 69,7’si evet cevabını verirken % 30,3’ü ise hayır cevabını
verdiği görülmektedir. Buna göre, kurumda çalışan her 3 kişiden 2’sinin
kurumun hedeflerini bildiği sonucuna ulaşabiliriz.
Tablo-8: Deneklerin Belediyenin Hedefleri Bilme Durumlarına
Göre Dağılımı
Belediyenin
Hedefleri Biliniyor
Evet
Hayır
Toplam
Sayı
280
122
402
%
69,7
30,3
100,0
9. Deneklerin Çalıştıkları Bölümün Hedeflerini Bilme Durumları
Çalışanların bölümün hedeflerini bilip bilmedikleri ile ilgili olarak
sorulan bu soruya, katılımcıların % 82,6’sı evet, % 17,4’ü hayır cevabı
vermiştir. Bu doğrultuda çalışan her 5 kişiden 4’ü, çalıştıkları bölümün
hedeflerini bildiklerini söyleyebiliriz.
İletişim 2003/17
63
Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği)
Tablo-9: Deneklerin Çalıştıkları
Durumlarına Göre Dağılımı
Bölümün
Evet
Hedefleri Hayır
Toplam
Sayı
332
70
402
Bölümün Hedeflerini
Bilme
%
82,6
17,4
100,0
10. Bölümler Arası İletişim Durumu
“Bölümler arası iletişim durumu” ile ilgili soruya katılımcıların
verdikleri yanıtlara bakıldığında, ortalamanın 2,8134 ile orta düzeyde olduğu
ve buna göre de, bölümler arası iletişimin orta bir düzeye sahip olduğu
görülmektedir. Yönetimin bu noktada, bölümler arası iletişimi geliştirici
yönde çaba göstermesi gerektiği ortaya çıkmaktadır.
Tablo-10: Bölümler Arası İletişim Durumuna Göre Dağılımı
Bölümler Çok İyi
Arası
İyi
İletişim Orta
Kötü
Çok Kötü
Toplam
Sayı
57
94
149
71
31
402
%
14,2
23,4
37,1
17,7
7,7
100,0
N=402; x=2,8134; s=1,1200
11. Kişiler Arası İletişim Durumu
Kişiler arası iletişime ilişkin soruya verilen yanıtların, bir üstteki
soruya yani bölümler arası iletişime ilişkin verilen yanıtlar ile paralellik
gösterdiği görülmektedir. Buna göre, soruya verilen yanıtların ortalaması
2,8159 ile "orta düzeyde" bir iletişimin olduğu görülmektedir.
İletişim 2003/17
Fatma GEÇİKLİ
64
Tablo-11: Kişiler Arası İletişim Durumuna Göre Dağılımı
Kişiler Çok İyi
Arası
İyi
İletişim Orta
Kötü
Çok Kötü
Toplam
Sayı
50
92
173
56
31
402
%
12,4
22,9
43,0
13,9
7,7
100,0
N=402; x=2,8159; s=1,0692
12. Yönetimin Çalışanların Yanlış Hareketlerine Gereken Tepkiyi
Gösterme Durumları
Yönetimin kişilerin yanlış hareketlerine gösterdiği tepki ile ilgili
soruya, ankete katılan katılımcıların verdikleri yanıtların ortalaması
2,5746’dır. Buna göre, çalışanların % 50’2’sinin (her zaman-çoğu zaman)
yönetimin yanlış hareketlere gösterdiği tepkiyi olumlu karşıladığı
görülmektedir.
Tablo-12: Yönetimin Çalışanların Yanlış Hareketlerine Gereken
Tepkiyi Gösterme Durumlarına Göre Dağılımı
Yanlış
Hareketlere
Gösterilen
Tepki
Her Zaman
Çoğu Zaman
Bazen
Çok Az Zaman
Hiçbir Zaman
Toplam
Sayı
117
85
104
44
52
402
%
29,1
21,1
25,9
10,9
12,9
100,0
N=402; x=2,5746; s=1,3513
13. Belediyede Kişilerin Kayırıldığını İlişkin Düşünceleri
Ankete katılanların bu soruya verdikleri yanıtların ortalaması 2,7662
olup, bu ortalama, katılımcıların yarıya yakın bir kısmının (% 45,5 her
zaman-çoğu zaman) kurumda kişilerin yönetim tarafından kayırıldığını
düşündüklerini göstermektedir. (Bkz: Tablo-13) Çalışanların çoğunluğunun,
İletişim 2003/17
Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği)
65
çalışanlara karşı yönetimin çifte standart bir davranış sergilediğini
düşünmeleri, yönetim için bu davranışını gözden geçirme noktasında
önemlidir.
Tablo-13: Belediyede Kişilerin Kayırıldığını İlişkin Düşüncelerine
Göre Dağılımı
Kişilerin
Kayırılması
Her Zaman
Çoğu Zaman
Bazen
Çok Az Zaman
Hiçbir Zaman
Toplam
Sayı
109
74
96
48
75
402
%
27,1
18,4
23,9
11,9
18,7
100,0
N=402; x=2,7662; s=1,4439
14. Belediyede Yapılan Değişikliklerden Zamanında ve Yeterince
Bilgi Sahibi Olma Durumu
Kurumda meydana gelen değişikliklerden zamanında ve yeterince
haberdar olup olmadıklarını öğrenmek için sorulan bu soruya, katılımcıların
verdikleri yanıtların ortalaması 3,1294’tür. Yani, katılımcılar bu konuda
büyük bir sıkıntı yaşadıklarını, yanıtlar doğrultusunda ortaya çıkan "bazen"
düzeyinde ortalaması ile açıkça ortaya koymaktadırlar. Çalıştıkları kurumda
meydana gelen değişiklikleri zamanında ve yeteri düzeyde öğrenme isteği
olan çalışanların, bu istekleri doğrultusunda, yönetimin gayret göstermesi
gerekmektedir.
Tablo-14: Belediyede Yapılan Değişikliklerden Zamanında ve
Yeterince Bilgi Sahibi Olma Durumuna Göre Dağılımı
Sayı
Değişikliklerden
Haberdar Olma
Her Zaman
Çoğu Zaman
Bazen
Çok Az Zaman
Hiçbir Zaman
Toplam
50
69
131
83
69
402
%
12,4
17,2
32,6
20,6
17,2
100,0
N=402; x=3,1294; s=1,2447
İletişim 2003/17
Fatma GEÇİKLİ
66
15. Sorunların Kişisel İlişkilerle Çözülme Durumu
Kurumda karşılaşılan sorunların kişisel ilişkiler ile çözülüp
çözülmediğine ilişkin bu soruya verilen yanıtlara bakıldığında, yanıtların
ortalamasının 2,6816 olduğu görülmektedir. Ortaya çıkan duruma göre,
çalışanların biçimsel olmayan bir iletişim yöntemi olarak kişisel ilişkilere,
karşılaşılan sorunların çözümüne ağırlık verdikleri söylenebilir.
Tablo-15: Sorunların Kişisel İlişkilerle Çözülme Durumuna Göre
Dağılımı
Sayı
Sorunlar
Kişisel
İlişkiler ile
Çözülüyor
Her Zaman
Çoğu Zaman
Bazen
Çok Az Zaman
Hiçbir Zaman
Toplam
70
123
115
53
41
402
%
17,4
30,6
28,6
13,2
10,2
100,0
N=402; x=2,6816; s=1,2019
16. Yöneticilerin İletilen
Haberdar Etme Durumu
Konulara
İlişkin
Gelişmelerden
Çalışanların yöneticilere ilettikleri konu ya da sorunlarına ilişkin
gelişmelerden, yöneticilerin kendilerini haberdar edip etmediklerine yönelik
soruya, verilen yanıtların ortalaması 2,9254’tür. Bu konuda çalışanların
genel bir rahatsızlıklarının olduğu, gelişmelerden yöneticilerin "bazen"
düzeyinde haberdar ettikleri sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu noktada
çalışanların % 65 düzeyinde olumsuz bir görüşe sahip oldukları
görülmektedir.
Tablo-16: Yöneticilerin İletilen Konulara İlişkin Gelişmelerden
Haberdar Etme Durumuna Göre Dağılımı
Sayı
Gelişmelerden
Haberdar
Edilme
Her Zaman
Çoğu Zaman
Bazen
Çok Az Zaman
Hiçbir Zaman
Toplam
N=402; x=2,9254; s=1,2962
İletişim 2003/17
75
70
125
74
58
402
%
18,7
17,4
31,1
18,4
14,4
100,0
67
Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği)
17. Gerekli Bilgilere Kolayca Ulaşılma Durumu
Gerekli bilgilere kolaylıkla ulaşılıp ulaşılmadığına ilişkin soruya,
katılımcıların verdiklerin yanıtların ortalaması 2,4627 ile "çoğu zaman"
düzeyindedir. Buna göre, çalışanlar işleri ile ilgili bilgi ve verilere ulaşmada,
olumlu bir düşünceye sahiptirler.
Tablo-17: Gerekli Bilgilere Kolayca Ulaşılma Durumuna Göre
Dağılımı
Sayı
Gerekli
Bilgilere
Kolayca
Ulaşılıyor
Her Zaman
Çoğu Zaman
Bazen
Çok Az Zaman
Hiçbir Zaman
Toplam
115
105
92
61
29
402
%
28,6
26,1
22,9
15,2
7,2
100,0
N=402; x=2,4627; s=1,2494
18. Örgüt İçi İletişimde Kullanılan İletişim Araçlarının Dili
Kurum içinde kullanılan iletişim araçlarının dilinin çalışanlarca
anlaşılır bulunup bulunmadığına yönelik bu soruya, katılımcıların % 77,1 ile
evet, % 22,9 ile hayır dedikleri görülmektedir. Yani, her 5 katılımcıdan 4’ü
iletişim araçlarının dilini anlaşılır bulurken, 1 katılımcı ise anlaşılır
bulmamaktadır.
Tablo-18: Örgüt İçi İletişimde Kullanılan İletişim Araçlarının
Dilinin Anlaşılma Durumuna Göre Dağılımı
İletişim Araçlarını Evet
Dili Anlaşılır
Hayır
Toplam
Sayı
310
92
402
%
77,1
22,9
100,0
İletişim 2003/17
Fatma GEÇİKLİ
68
19. Çalışanların Yöneticilerden Göreviyle
Kanalları
İlgili Bilgileri Alma
İşle ilgili bilgileri daha çok hangi kanaldan aldıkları ile ilgili bu
soruya, katılımcıların % 44,3’ü bire-bir görüşme ile, % 39,8’i yazılı, %
14,9’u grup görüşmesi ve % 1,0’ı afişler yoluyla aldıklarını söylemişlerdir.
Ortaya çıkan tabloya göre, bilginin daha çok bire-bir görüşme ve yazılı
olarak alındığı görülmektedir.
Tablo-19: Çalışanların Yöneticilerden Göreviyle
Alma Kanallarına Göre Dağılımı
Bilgi
Bire-bir Görüşme
Alma
Yazılı
Kanalı Grup Görüşmesi
Afişler
Toplam
Sayı
178
160
60
4
402
İlgili Bilgileri
%
44,3
39,8
14,9
1,0
100,0
20. Yazılı İletişim Araçları Zamanında Ulaşma Durumu
Duyuru, genelge, iş notu gibi yazılı iletişim araçlarının çalışanlara
zamanında ulaşıp ulaşmadığını ortaya çıkarmayı amaçlayan bu soruya,
katılımcıların % 70’ine yakını evet demiştir. Yani, her 3 katılımcıdan 2’si
zamanında ulaştığını söylerken, 1 katılımcı zamanında ulaşmadığını
söylemektedir. Bu veriler neticesinde Erzurum Büyükşehir Belediye
Başkanlığı’nın kullanmış olduğu yazılı iletişim araçları çalışanlara
zamanında ulaştığını söyleyebiliriz.
Tablo-20 Yazılı İletişim Araçları Zamanında Ulaşma Durumuna
Göre Dağılımı
İletişim Araçları
Zamanında Ulaşıyor
İletişim 2003/17
Evet
Hayır
Toplam
Sayı
279
123
402
%
69,4
30,6
100,0
69
Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği)
21. İşgörenlerin Kuruluşta Çalışma Mutluluğu
Belediye kurumunda çalışmaktan ötürü mutlu olup olmadıklarına
yönelik bu soruya, katılımcıların verdikleri yanıtların ortalaması 2,5050’dir.
Buna göre, çalışanların yarıdan biraz fazlasının (% 58,7), belediyede
çalışmaktan dolayı "mutluyum" düzeyinde mutlu oldukları söylenebilir. Geri
kalan % 41,3’ünün ise "kararsızım-mutlu değilim-hiç mutlu değilim"
yönünde olumsuz bir görüşe sahip oldukları ortaya çıkmaktadır. Bu veriler
doğrultusunda çalışanların kurumda çalışmaktan mutlu oldukları sonucuna
ulaşılmaktadır.
Tablo-21: İşgörenlerin Kuruluşta Çalışma Mutluluğuna Göre
Dağılımları
Sayı
Belediyede
Çalışmak
Mutlu
Ediyor
Çok Mutluyum
Mutluyum
Kararsızım
Mutlu Değilim
Hiç Mutlu Değilim
Toplam
86
150
83
43
40
402
%
21,4
37,3
20,6
10,7
10,0
100,0
N=402; x=2,5050; s=1,2217
22. Kurumda Sosyal Faaliyetlerle İlgili Çalışmaların Durumu
Çalışanların birbirlerini daha yakından tanımaları ve dostça ilişkiler
geliştirmeleri, yönetim ile yakınlaşmaları için düzenlenen sosyal faaliyet
çalışmalarının yeterli olup olmadığına yönelik bu soruya, katılımcıların
büyük bir çoğunluğu olumsuz görüş beyan etmişlerdir. Verilen yanıtların
ortalaması 3,6692 ile "hiçbir zaman" düzeyindedir. Yani, yaklaşık olarak %
80’lik bir kitle, sosyal faaliyetleri yeterli bulmamaktadır. Bu tabloya göre,
yönetimin sosyal faaliyet olayına gereken önemi vermesinin gerekliliği
ortaya çıkmaktadır.
İletişim 2003/17
Fatma GEÇİKLİ
70
Tablo-22: Kurumda Sosyal Faaliyetlerle İlgili Çalışmaların
Durumuna Göre Dağılımı
Sayı
Sosyal
Faaliyet
Çalışmaları
Yeterli
Her Zaman
Çoğu Zaman
Bazen
Çok Az Zaman
Hiçbir Zaman
Toplam
43
39
79
88
153
402
%
10,7
9,7
19,7
21,9
38,1
100,0
N=402; x=3,6692; s=1,3502
23. Kuruluşta Görülen İletişim Sorunları
Erzurum Büyükşehir Belediyesi'nde yapılan bu araştırmada, kuruluşta
görülen iletişim sorunları ile ilgili analizlerde aşağıdaki sonuçlara
ulaşılmaktadır.
a. Ast-Üst İlişkileri ve İletişimdeki Zayıflık Durumu
Kurum içi iletişimde görülen bir sorun olarak ast-üst ilişkileri ve
iletişimde zayıflık sorusuna, katılımcıların % 64,7’si evet, % 35,3’ünün ise
hayır cevabı verdikleri görülmektedir. Katılımcılara göre, kurumda ast-üst
ilişkileri ve iletişimde zayıflık bulunmakta ve yönetimce bu konu
çözümlenmesi gereken bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır.
Tablo-23: Ast-Üst İlişkileri ve İletişimdeki Zayıflık Durumuna
Göre Dağılımı
İletişim
Zayıf
Evet
Hayır
Toplam
Sayı
260
142
402
%
64,7
35,3
100,0
b. Astların Sorunlarına İlgisizlik Durumu
Astların sorunlarına ilgisizliğe verilen yanıtların % 62,9’u evet, %
37,1’i hayır cevabını vermişlerdir. Bu veriler neticesinde Erzurum
İletişim 2003/17
Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği)
71
Büyükşehir Belediyesi yöneticilerinin astların sorunlarına ilgisiz kaldığı
görülmektedir.
Tablo-24: Astların Sorunlarına İlgisizlik Durumuna Göre
Dağılımı
Astların Sorunlar Evet
İlgisizlik
Hayır
Toplam
Sayı
253
149
402
%
62,9
37,1
100,0
c. Sosyal Faaliyetler Yeterli/Yetersizliği Durumu
Katılımcılar sosyal faaliyet yetersizliğini önemli bir sorun olarak
algılamaktadırlar. Buna göre, katılımcıların % 79,9 evet, % 20,1’i ise hayır
cevabını verdikleri görülmektedir. Bu verilerin neticesinde Erzurum
Büyükşehir Belediyesi sosyal faaliyetler düzenleyerek işgörenlerin moral ve
motivasyonunu artırıcı bir etki yapma konusunda eksik ka.ldığı söylenebilir.
Tablo-25: Sosyal Faaliyetler Yeterli/Yetersizliği Durumuna Göre
Dağılımı
Sosyal Faaliyetler
Yetersiz
Evet
Hayır
Toplam
Sayı
321
81
402
%
79,9
20,1
100,0
d. Bölümlerarası İletişimdeki Kopukluk Durumu
Katılımcılara göre, bölümler arası iletişim kopukluğu % 67,7 ile evet,
% 32,3 ile hayırdır. Bu verilere göre Erzurum Büyükşehir Belediyesi'nde
iletişimin ortamının çok sağlıklı olduğunu söylemek zordur.
Tablo-26: Bölümlerarası İletişim Kopukluk Durumuna Göre
Dağılımı
Bölümler Arası
İletişim Kopuk
Evet
Hayır
Toplam
Sayı
272
130
402
%
67,7
32,3
100,0
İletişim 2003/17
Fatma GEÇİKLİ
72
e. Grup Çalışmasının Olup Olmaması Durumu
Ankete katılan katılımcıların % 63,9’u Erzurum Büyükşehir
Belediyesi'nde grup çalışmasının olmadığı şeklinde görüş bildirirken, %
36,1’i grup çalışmasının olduğu şeklinde görüş bildirmişlerdir. İş yaşamında
verimliliğin artırılması açısından son derece önemli olan grup çalışmasının
Erzurum Büyükşehir Belediyesi'nde son derece sınırlı kaldığı görülmektedir.
Tablo-27: Grup çalışmasının olup olmaması durumuna göre
dağılımı
Grup Çalışması
Yok
Evet
Hayır
Toplam
Sayı
257
145
402
%
63,9
36,1
100,0
f. Yönetimin etkililik / etkisizlik durumu
Araştırmaya katılan deneklere yöneltilen "yönetiminin etkinliliği"
konusundaki soruya, deneklerin % 60,7 ile hayır yönetim etkili değil
şeklinde cevap verirken, % 39,3 ise evet yönetim etkili cevabını verdikleri
görülmektedir. Bu veriler doğrultusunda Erzurum Büyükşehir Belediyesi
çalışanları yönetimi etkisiz olarak değerlendirmektedir.
Tablo-28: Yönetimin etkililik / etkisizlik durumuna göre dağılımı
Yönetim
Etkisiz
Evet
Hayır
Toplam
Sayı
158
244
402
%
39,3
60,7
100,0
g. Yöneticiler Arasındaki İletişim Kopukluğu Olup Olmama
Durumu
Araştırmaya katılan deneklere yöneltilen "Yöneticiler arasıdaki
iletişim kopukluğu var mıdır?" şeklindeki soruya deneklerin % 53,2 ile evet
İletişim 2003/17
Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği)
73
yöneticiler arasında iletişim kopukluğu vardır şeklinde cevap verirken, %
46,8 ise hayır yöneticiler arasında iletişim kopukluğu yoktur şeklinde görüş
bildirmektedirler.
Tablo- 29: Yöneticiler Arasındaki İletişim Kopukluğu Olup
Olmama Durumuna Göre Dağılımı
Yöneticiler Arasında Evet
İletişim Kopukluğu
Hayır
Toplam
Sayı
214
188
402
%
53,2
46,8
100,0
h. Eğitim eksikliği sorunu
Kurumda eğitim eksikliği sorunun önemli ölçüde olduğu verilen evet
cevabından ortaya çıkmaktadır. Buna göre, katılımcıların % 73,6’sı eğitim
sorunu olduğunu, % 26,6’sı ise eğitim sorunu olmadığını ifade etmişlerdir.
Bu veriler neticesinde Erzurum Büyükşehir Belediyesi'nin büyük ölçüde bir
eğitim sorunu olduğunu söyleyebiliriz.
Tablo-30: Eğitim Eksikliği Sorununa Göre Dağılımı
Sayı
Eğitim
Eksikliği
Evet
Hayır
Toplam
296
106
402
%
73,6
26,4
100,0
III. Karşılaştırmalı Bulgular
Anketteki kişisel bilgiler başlığı altındaki sorulardan, görev yapılan
kademe ve çalışma yılı değişkenleri, bağımsız değişken olarak alınmış ve
ankete cevap verenlerin belediye kurumu içindeki örgüt-içi iletişimi
değerlendirdikleri sorular ile çaprazlanmıştır. Bu çaprazlamanın sonuçları
Chi-kare testleri ile sınanmış ve aralarında anlamlı ilişki (p<0.005) olan
çaprazlamalar aşağıya çıkartılmıştır.
Çaprazlama yapılırken aralıklı (interval) düzeyde elde edilen veriler,
yeniden kodlanmış ve böylece ikili sınıflama (nominal) verilerine
dönüştürülmüştür. Bu nedenle 1., 2., 3., 4., 6., 7., 12., 13., 14., 15., 16., 17.
İletişim 2003/17
Fatma GEÇİKLİ
74
ve 22. sorularda “her zaman-çoğu zaman” seçenekleri “olumlu”, “bazen-çok
az zaman-hiçbir zaman” seçenekleri de “olumsuz” olarak sınıflandırılmıştır.
10. ve 11. sorularda “çok iyi-iyi” seçenekleri “iyi”, “orta-kötü-çok kötü”
seçenekleri de “kötü” olarak, 21. soruda “çok mutluyum-mutluyum”
seçenekleri “mutluyum”, “kararsızım-mutlu değilim-hiç mutlu değilim”
seçenekleri de “mutlu değilim” olarak yeniden kodlanmıştır.
A. Görev Yapılan Kademe
Görev yapılan kademe; memur-işçi-yönetici olmak üzere üç sınıfta
toplanmıştır. Örgüt-içi iletişime yönelik olarak sorulan sorulara, görev
yapılan kademe itibariyle verilen cevaplar karşılaştırılmış ve aralarında
anlamlı ilişki olanlar aşağıya çıkartılmıştır.
1. Görev Yapılan Kademe İle Belediye Başkanına Sorun ve
Önerileri İletme Durumu
Belediye başkanına sorun ve önerileri iletme ile görev yapılan kademe
arasında yapılan çaprazlamanın sonucuna bakıldığında, genel olarak
çalışanların belediye başkanına sorun ve önerilerini iletmede olumsuz yanıt
verdikleri görülmektedir. Bu olumsuz değerlendirme memurlarda (%73,2),
işçilerde (%61,0) ve yöneticilerde (% 39,5)’tur. Yönetim kademesinde görev
yapanların memur ve işçilere nazaran, belediye başkanına sorun ve
önerilerini iletmede görev yaptıkları kademe dolayısıyla daha olumlu yanıt
verdikleri söylenebilir. Memur ve işçiler için ise belediye başkanlığı makamı
ulaşılmaz görünmesi açısından üzerinde durulması gereken bir sorun olarak
algılanmalıdır.
Tablo-31: Görev Yapılan Kademe İle Belediye Başkanına Sorun
ve Önerileri İletme Durumuna Göre Dağılımı
Görev
Kademesi
Memur
İşçi
Yönetici
Toplam
İletişim 2003/17
Belediye Başkanına
Sorun ve Önerileri
İletme
Olumlu
Olumsuz
40
109
26,8%
73,2%
82
128
39,0%
61,0%
26
17
60,5%
39,5%
148
254
36,8%
63,2%
Toplam
149
100,0%
210
100,0%
43
100,0%
402
100,0%
Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği)
75
2. Görev Yapılan Kademe İle Belediye Yönetimi Tarafından
Takdir Edilme Durumu
Yönetim tarafından takdir edilme ile görev yapılan kademe arasında
yine, memur ve işçi kademelerinde görev yapan personelin yönetim
tarafından takdir edilme davranışına ağırlıklı olarak olumsuz cevap
verdikleri görülmektedir. Memurların % 72,5’u, işçilerin % 55,2’si olumsuz
derken, yöneticiler konum itibari ile takdir edilme davranışına genel olarak
olumlu (% 55,8) demektedirler. Yaptığı işin karşılığında veya davranışı
karşılığında yönetimden takdir edilmeyi bekleyen çalışanların, takdir
edilmeye ağırlıklı olarak olumsuz cevap vermeleri önemli bir sorun olarak
üzerinde durulmayı gerektirir.
Tablo-32: Görev Yapılan Kademe İle Belediye Yönetimi
Tarafından Takdir Edilme Durumuna Göre Dağılımı
Görev
Kademesi
Memur
İşçi
Yönetici
Toplam
Belediye Yönetimi
Tarafından Takdir
Edilme
Olumlu
Olumsuz
41
108
27,5%
72,5%
94
116
44,8%
55,2%
24
19
55,8%
44,2%
159
243
39,6%
60,4%
Toplam
149
100,0%
210
100,0%
43
100,0%
402
100,0%
3. Görev Yapılan Kademe İle Yöneticilerin
Sorunlarını Çözmek İçin Çaba Harcamaları Durumu
Çalışanların
Yöneticilerin çalışanların sorunlarını çözmek için çaba harcayıp
harcamadıkları ile ilgili soruya, memur (% 77,2) ve işçiler (% 60,0) olumsuz
yanıt vermişlerdir. Yöneticiler ise (% 51,2 olumlu-% 48,8 olumsuz) olumlu
ve olumsuza hemen hemen eşit cevaplar vermişlerdir. Bu karşılaştırmada da,
memurlar işçilere oranla yönetimin sorunlarını çözmede olumsuz olduğunu
belirtmişlerdir. Bu tabloya göre, yönetim çalışanların sorunlarını çözmede
yeteri kadar çaba harcamadığını söylemek mümkündür.
İletişim 2003/17
Fatma GEÇİKLİ
76
Tablo- 33: Görev Yapılan Kademe İle Yöneticilerin Çalışanların
Sorunlarını Çözmek İçin Çaba Harcamaları Durumuna Göre Dağılımı
Görev
Memur
Kademesi
İşçi
Yönetici
Toplam
Yöneticilerin
Çalışanların
Sorunlarını Çözmesi
Olumlu
Olumsuz
34
115
22,8%
77,2%
84
126
40,0%
60,0%
22
21
51,2%
48,8%
140
262
34,8%
65,2%
Toplam
149
100,0%
210
100,0%
43
100,0%
402
100,0%
4. Görev Yapılan Kademe İle Yönetimin Yanlış Hareketlere
Gösterdiği Tepki Durumu
Yönetimin yanlış hareketlere gösterdiği tepki, genel olarak işçi (% 54,8
olumlu) ve yönetici (% 62,8 olumlu) düzeyinde olumlu olarak algılanırken, memur
(% 60,4 olumsuz) düzeyinde olumsuz olarak algılanmaktadır.
Tablo- 34: Görev Yapılan Kademe İle Yönetimin Yanlış
Hareketlere Gösterdiği Tepki Durumuna Göre Dağılımı
Görev
Kademesi
Memur
İşçi
Yönetici
Toplam
Yönetimin Yanlış
Hareketlere
Tepkisi
Olumlu
Olumsuz
59
90
39,6%
60,4%
115
95
54,8%
45,2%
27
16
62,8%
37,2%
201
201
50,0%
50,0%
Toplam
149
100,0%
210
100,0%
43
100,0%
402
100,0%
5.Görev Yapılan Kademe İle Çalışanlar İçin Düzenlenen Sosyal
Faaliyet Çalışmaları Durumu
Çalışanlar için sosyal faaliyet düzenlenmesi sorusuna, hangi
kademede olursa olsun çalışanların çoğunluğu olumsuz yanıt vermektedirler.
Memurların nerede ise tamamına yakını (% 89,9), işçi (% 72,4) ve
yöneticilerin (% 76,7) dörtte üçüne yakın bölümü sosyal faaliyetlerin
İletişim 2003/17
Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği)
77
yetersizliğine dikkatleri çekmektedirler. Bu ise, yönetimin çalışanlara
yönelik olarak sosyal faaliyet organizasyonlarına daha fazla önem vermeleri
gerektiğini göstermektedir.
Tablo-35: Görev Yapılan Kademe İle Çalışanlar İçin Düzenlenen
Sosyal Faaliyet Çalışmaları Durumuna Göre Dağılımı
Görev
Kademesi
Memur
İşçi
Yönetici
Toplam
Çalışanlar İçin
Sosyal Faaliyetler
Olumlu
Olumsuz
15
134
10,1%
89,9%
58
152
27,6%
72,4%
10
33
23,3%
76,7%
83
319
20,6%
79,4%
Toplam
149
100,0%
210
100,0%
43
100,0%
402
100,0%
B. Çalışma Yılı
1.Çalışma Yılı İle Çalışanların Yönetim Tarafından Takdir
Edilmesi Durumu
Çalışma yılı ile çalışanların yönetim tarafından takdir edilmesi
arasında anlamlı bir ilişki vardır. Bu ilişkiye göre, çalışanların çalışma yılı ne
olursa olsun genel olarak yönetim tarafından takdir edilme davranışına
olumsuz yanıt verdikleri görülmektedir. Bu olumsuzluk oranı 0-3 (% 51,9)
ve 10-+ (% 52,5) dönemleri için yarıdan biraz fazla iken, diğer çalışma
süreleri için (4-6 % 73,6 ve 7-9 % 72,5) dörtte üçe yakındır. Bu tabloya göre,
iş hayatının başında ve sonunda çalışanların yönetim tarafından takdir
edilme davranışını, ara dönem çalışma sürelerindeki çalışanlara göre daha
çok gördükleri söylenebilir.
Tablo-36: Çalışma Yılı İle Çalışanların Yönetim Tarafından
Takdir Edilmesi Durumuna Göre Dağılımı
Çalışma
Süresi
0-3
4-6
7-9
10-+
Toplam
Yönetim Tarafından
Takdir Edilme
Olumlu
Olumsuz
13
14
48,1%
51,9%
23
64
26,4%
73,6%
19
50
27,5%
72,5%
104
115
47,5%
52,5%
159
243
39,6%
60,4%
Toplam
27
100,0%
87
100,0%
69
100,0%
219
100,0%
402
100,0%
İletişim 2003/17
Fatma GEÇİKLİ
78
2.Çalışma Yılı İle Yönetimin Çalışanların Eğitim ve Mesleki
Gelişimiyle İlgilenmesi Durumu
Çalışma yılı ile yönetimin çalışanların eğitim ve mesleki gelişmeyle
ilgilenmesi sorusu arasındaki ilişkiye bakıldığında, çalışma yılının başında
olan yani 0-3 döneminde ki çalışanların yarıdan fazlası (% 51,9) olumlu
demektedir. Çalışma yılı arttıkça yönetimin eğitim ve mesleki gelişmeye
verdiği öneme çalışanların yoğun olarak olumsuz dedikleri görülmektedir.
Tablo-37: Çalışma Yılı İle Yönetimin Çalışanların Eğitim ve
Mesleki Gelişimiyle İlgilenmesi Durumu
Çalışma
Süresi
0-3
4-6
7-9
10-+
Toplam
Çalışanların Eğitim
ve Mesleki
Gelişimiyle
İlgilenilmesi
Olumlu
Olumsuz
14
13
51,9%
48,1%
15
72
17,2%
82,8%
19
50
27,5%
72,5%
77
142
35,2%
64,8%
125
277
31,1%
68,9%
Toplam
27
100,0%
87
100,0%
69
100,0%
219
100,0%
402
100,0%
C. Eğitim Düzeyi
1. Eğitim Düzeyi İle Belediye Başkanına Sorun ve Önerileri İletme
Durumu
Eğitim düzeyi ile çalışanların sorun ve önerilerini yönetime iletmeleri
arasında ki ilişkiye göre, çalışanların hangi eğitim düzeyinde olursa olsunlar
bu soruya genel olarak olumsuz yanıt verdikleri ortaya çıkmaktadır. Lise
düzeyinde bir eğitime sahip olan çalışanların ise çoğunlukla (% 72,6) bu
soruya olumsuz yanıt verdikleri tablo 38'de görülmektedir. Bu veriler
ışığında, çalışanlar için sorun ve önerilerini yönetime iletmenin, yönetim için
bir sorun olarak algılanması gerektiği üzerinde durulmalıdır.
İletişim 2003/17
Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği)
79
Tablo-38: Eğitim Düzeyi İle Belediye Başkanına Sorun ve
Önerileri İletme Durumuna Göre Dağılımı
Eğitim
Düzeyi
İlkokul
Ortaokul
Lise
Üniversite
Toplam
Belediye Başkanına
Sorun ve Önerileri
İletme
Olumlu
Olumsuz
35
38
47,9%
52,1%
33
47
41,3%
58,8%
51
135
27,4%
72,6%
29
34
46,0%
54,0%
148
254
36,8%
63,2%
Toplam
73
100,0%
80
100,0%
186
100,0%
63
100,0%
402
100,0%
2.Eğitim Düzeyi İle Çalışanların Yönetim Tarafından Takdir
Edilmesi Durumu
Eğitim düzeyi ile çalışanların yönetim tarafından takdir edilmesi
arasındaki ilişkiye göre, ilkokul düzeyinde olanların yarıdan çoğunun (%
52,1) olumlu yanıt verdikleri, eğitim düzeyinin yükselmesi ile birlikte
çalışanların bu konuda memnuniyetsizliklerinin arttığı görülmektedir. Bu
noktada, eğitim düzeyi ile takdir edilme arasında, eğitim düzeyine bağlı
olarak çalışanların farklı beklentiler içinde olduğunu söyleyebiliriz. Bu
noktayı dikkate alarak yönetimin, bu sorunun üzerine gitmesinde olumlu
sonuçlar olduğu gerçektir.
Tablo-39: Eğitim Düzeyi İle Çalışanların Yönetim Tarafından
Takdir Edilmesi Durumuna Göre Dağılımı
Eğitim
Düzeyi
İlkokul
Ortaokul
Lise
Üniversite
Toplam
Çalışanların
Takdir Edilmesi
Olumlu
Olumsuz
38
35
52,1%
47,9%
38
42
47,5%
52,5%
67
119
36,0%
64,0%
16
47
25,4%
74,6%
159
243
39,6%
60,4%
Toplam
73
100,0%
80
100,0%
186
100,0%
63
100,0%
402
100,0%
İletişim 2003/17
Fatma GEÇİKLİ
80
3. Eğitim Düzeyi İle Çalışanlara Yönelik Sosyal Faaliyet
Çalışmaları Durumu
Eğitim düzeyi ile çalışanlara yönelik sosyal faaliyet çalışmalarına
yönelik sorulara, yine çalışanlar tarafından olumsuz yanıtı ağırlıklı olarak
verilmiştir. Eğitim düzeyine bağlı olarak çalışanların sosyal faaliyet
çalışmalarından beklentileri arasında da, eğitim düzeyi yükseldikçe farklılık
ortaya çıktığı söylenebilir. Çünkü, ilkokul ve ortaokul seviyesindeki
çalışanların olumsuz yanıtları ile lise ve üniversite seviyesindeki çalışanların
olumsuz yanıtları arasında % 20-25’lere varan bir fark söz konusudur.
Yönetim, bu konuda da eğitim düzeyi ile sosyal faaliyet çalışmaları
beklentileri arasındaki farkı dikkate alarak, çalışmalarına yön vermelidir.
Tablo-40: Eğitim Düzeyi İle Çalışanlara Yönelik Sosyal Faaliyet
Çalışmaları Durumuna Göre Dağılımı
Eğitim
Düzeyi
İlkokul
Ortaokul
Lise
Üniversite
Toplam
Çalışanlar İçin
Sosyal Faaliyet
Çalışmaları
Olumlu
Olumsuz
24
49
32,9%
67,1%
27
53
33,8%
66,3%
26
160
14,0%
86,0%
6
57
9,5%
90,5%
83
319
20,6%
79,4%
Toplam
73
100,0%
80
100,0%
186
100,0%
63
100,0%
402
100,0%
4. Eğitim Düzeyi İle Belediyede Görülen İletişim Sorunu Olarak
Astların Sorunlarına İlgisizlik Durumu
Eğitim düzeyi ile yönetimin astların sorunlarına ilgisiz kaldığı
arasındaki tabloya bakıldığında, ortaokul mezunu çalışanlar % 53,8 ile
yönetimin sorunlarına ilgili olduğunu belirtmektedirler. Diğer eğitim
seviyesindeki çalışanların ise, eğitim düzeyi yükseldikçe bu soruya yükselen
oranlarda evet dedikleri görülmektedir. Bir kurumda çalışan astların
üstlerinden ve yönetimden öncelikli istedikleri konulardan biri de sorunları
ile ilgilenilmesi olduğuna göre, bu konu yönetim için üzerinde durulması
gereken bir öncelik arz etmektedir.
İletişim 2003/17
Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği)
81
Tablo-41: Eğitim Düzeyi İle Belediyede Görülen İletişim Sorunu
Olarak Astların Sorunlarına İlgisizlik Durumuna Göre Dağılımı
Eğitim
Düzeyi
İlkokul
Ortaokul
Lise
Üniversite
Toplam
Yönetim Astların
Sorunlarına
İlgisiz
Evet
Hayır
42
31
57,5%
42,5%
37
43
46,3%
53,8%
127
59
68,3%
31,7%
47
16
74,6%
25,4%
253
149
62,9%
37,1%
Toplam
73
100,0%
80
100,0%
186
100,0%
63
100,0%
402
100,0%
5. Eğitim Düzeyi İle Belediyede Görülen İletişim Sorunu Olarak
Sosyal Faaliyet Yetersizliği Durumu
Eğitim düzeyi ile belediye kurumunda görülen iletişim sorunu olarak
sosyal faaliyet yetersizliği arasındaki ilişkide de, çalışanların büyük
çoğunluğunun bu sorunu yaşadıkları açıkça görülmektedir. Eğitim düzeyi
yükseldikçe (bilhassa lise ve üniversite mezunları) çalışanlarda bu sorunun
had safhaya ulaştığını söylemek mümkündür. Çalışanları, çalıştıkları ortama,
birbirlerine ve kuruma motive etmeyi amaçlayan sosyal faaliyet
organizasyonlarına, belediye yönetiminin daha fazla ağırlık vermesi
gerektiği sonucu ortaya çıkmaktadır.
Tablo-42: Eğitim Düzeyi İle Belediyede Görülen İletişim Sorunu
Olarak Sosyal Faaliyet Yetersizliği Durumuna Göre Dağılımı
Eğitim
Düzeyi
İlkokul
Ortaokul
Lise
Üniversite
Toplam
Sosyal Faaliyetler
Yetersiz
Evet
Hayır
56
17
76,7%
23,3%
52
28
65,0%
35,0%
156
30
83,9%
16,1%
57
6
90,5%
9,5%
321
81
79,9%
20,1%
Toplam
73
100,0%
80
100,0%
186
100,0%
63
100,0%
402
100,0%
İletişim 2003/17
Fatma GEÇİKLİ
82
6. Eğitim Düzeyi İle Belediyede Görülen İletişim Sorunu Olarak
Grup Çalışması Yokluğu Durumu
Eğitim düzeyi ile belediye kurumunda görülen iletişim sorunu olarak
grup çalışması yokluğuna, ilkokul mezunu çalışanlar % 53,4 ila hayır
cevabını vermişlerdir. Oysa, ortaokul, lise ve üniversite mezunu çalışanların
kurumda böyle bir sorun olduğunu söyledikleri, eğitim seviyesine bağlı
olarak artan oranlarda görülmektedir. Bir kurumda, kurumu amaçlarına
götürecek başarı, bireysel çabadan çok grup çalışmasına bağlı olduğuna
göre, belediye yönetiminin bu sorun üzerinde durması gerekir. Kurum
çalışanlarını, grup çalışması oluşturma yönünde heveslendirmeli ve
desteklemelidir.
Tablo- 43: Eğitim Düzeyi İle Belediyede Görülen İletişim Sorunu
Olarak Grup Çalışması Yokluğu Durumuna Göre Dağılımı
Eğitim
Düzeyi
İlkokul
Ortaokul
Lise
Üniversite
Toplam
Grup Çalışması Yok
Evet
Hayır
34
39
46,6%
53,4%
46
34
57,5%
42,5%
130
56
69,9%
30,1%
47
16
74,6%
25,4%
257
145
63,9%
36,1%
Toplam
73
100,0%
80
100,0%
186
100,0%
63
100,0%
402
100,0%
Sonuç
Yapılan bu çalışmada varılan önemli bazı sonuçları şöyledir;
hGörev yapılan kademe ve çalışanların Belediye Başkanı’na sorun ve
önerilerini iletmede olumsuz yanıt verdikleri görülmektedir. Bu olumsuz
değerlendirmeler memurlarda % 73.2, işçilerde % 61.0 ve yöneticilerde %
39.5’tir. Yönetim kademesinde görev yapanların memur ve işçilere göre
görev yaptıkları kademe dolayısıyla daha olumlu yanıt verdikleri
söylenebilir. Türkiye’de kamu kurumlarında görülen yetki hiyerarşisi,
geleneksel bir tutuculuğu da beraberinde getirmiştir. Katı hiyerarşik yapıdan
İletişim 2003/17
Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği)
83
dolayı iletişim kanallarında tıkanıklık yaşanmaktadır. İletişimlerin işleyiş
şekli genellikle yukarıdan aşağıya doğru ve tek yönlüdür, aşağıdan yukarıya
iletişim çok az yapılmaktadır.
hGörev yapılan kademe ile belediye yönetimi tarafından takdir
edilme arasındaki ilişkiyi memurların % 72.5’i, işçilerin % 55.2’si olumsuz
olarak değerlendirirken, yöneticiler konum itibari ile takdir edilme
davranışına genel olarak olumlu (% 55.8) yanıt vermektedirler. Üretkenlik
ve hizmet kalitesi açısından çalışanların takdir edilmesi sağlanmalıdır.
hGörev yapılan kademe ile yöneticilerin çalışanların sorunlarını
çözmek için çaba harcamaları sorusuna, memurların % 77.2’si, işçilerin %
60.0’ı olumsuz yanıt vermişlerdir. Yöneticiler olumlu ve olumsuz (% 51.2
olumlu - % 48.8 olumsuz) hemen hemen eşit cevap vermişlerdir. Oysa,
biriken iletişim sorunları zamanla örgüte zarar veren çatışmalara neden
olabilir.
hGörev yapılan kademe ile yönetimin yanlış hareketlere gösterdiği
tepkiyi işçi % 54.8, yönetici % 62.8 olumlu, memur ise % 60.4 oranında
olumsuz düzeyde algılamıştır.
hSosyal faaliyetlerin düzenlenmesi ile ilgili soruya, memurların %
89.9’u, işçilerin % 72.4’ü ve yöneticilerin % 76.7’si olumsuz yanıt
vermişlerdir.
hÇalışma yılı ile çalışanların yönetim tarafından takdir edilme
davranışına çalışma yılı ne olursa olsun olumsuz yanıt verilmiştir.
hÇalışma yılı ve çalışanların eğitim ve mesleki gelişimiyle
ilgilenmede, çalışma yılının başında olanlar, 0-3 yıl arasındaki çalışanların
yarıdan fazlası (% 51.9) olumlu demektedir. Çalışma yılı arttıkça olumsuz
dedikleri görülmektedir.
hEğitim düzeyi ile çalışanların sorun ve önerilerini yönetime iletme
arasındaki ilişkiye, hangi eğitim düzeyinde olursa olsun olumsuz yanıt
verilmiştir.
İletişim 2003/17
Fatma GEÇİKLİ
84
hEğitim düzeyi ile çalışanların yönetim tarafından takdir edilmesine,
ilkokul düzeyinde olanların % 52.1’i olumlu yanıt verirken eğitim düzeyi
arttıkça memnuniyetsizlikler de artmaktadır.
hEğitim düzeyi ile yönetimin astların sorunlarına ilgisiz kaldığı
sorusuna verilen cevap dikkate alındığında, eğitim düzeyi arttıkça bu
durumun da arttığı görülmektedir.
hEğitim düzeyi ile belediyede bir iletişim sorunu olarak görülen
sosyal faaliyet yetersizliği arasındaki ilişkide, çalışanların büyük
çoğunluğunun bu sorunu açıkça yaşadıkları görülmektedir.
hAraştırma bulguları ayrıca grup çalışmalarının da olmadığını
göstermektedir.
hÖrgütte açık ve samimi,
yaratılmasında duyarlılık düşüktür.
güvene
dayalı
bir
atmosferin
Öneriler
Örgütsel iletişimi destekleyici ve geliştirici nitelikte sayılabilecek
öneri niteliğindeki aşağıdaki önemli noktalara dikkat edilmelidir.
1- Yönetim, iletişim uygulamalarını talep ve teşvik etmelidir. Açık bir
iletişim kültürü oluşturulmalıdır. Çalışanlara ne kadar az bilgi verilirse
işyerinde memnuniyetsizlik o kadar yaygınlık kazanır. Resmi iletişim
boşluğunu dedikodular ve abartılar doldurur. Çalışanların öneri ve
sorunlarını özgürce ifade edebileceği ortamın sağlanması gerekir. Bu
nedenle yönetici ve çalışanlar için aşağıdaki konuları içeren hizmet-içi
eğitim seminerleri verilmelidir;
* İlk adımda verilmesi gereken sosyal becerileri geliştirme eğitimi
olarak adlandırılan “Güvenli Girişkenlik Eğitimi” dir. Kişiler bu eğitim
yoluyla paylaşma, bütünleşme ve uyum sağlama gibi kendilerini ifade etme
olanağına kavuşurlar.
* Diğer bir eğitim ise “Duyarlılık Eğitimi” dir. Çalışanların kendileri
ve başkaları hakkındaki gerçeği olduğu gibi görebilmeleri, başkalarının
İletişim 2003/17
Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği)
85
duygularını anlayabilmeleri açısından önemlidir. Çeşitli oturumlar şeklinde
verilir. Teorik bilgilerin verildiği, planlı eğitimler, biçimsel olmayan
ilişkileri içeren bilgiler verilir.
* İletişim yeteneklerinin geliştirilmesi, okuma, konuşma, ikna etme ve
dinleme konularında gerekli beceri ve yeteneğin kazanılacağı eğitim
çalışmalarına yer verilmelidir.
* İnsan ilişkileri ve iletişim; çalışanlar arası ilişkilerin geliştirilmesi
açısından önemlidir.
* Yöneticilikte iletişim; yöneticilerin kendileriyle yüzleşmeleri ve
çalışanları anlamaları açısından önemlidir.
2- Kurum-içi halkla ilişkiler faaliyetleri geliştirilmelidir. Bu faaliyetler
yönetici-çalışanlar, çalışanlar-çalışanlar arasındaki ilişkilerin iyileştirilmesi
açısından önemlidir.
* Emekli olanları uğurlamak ve çalışanların aileleriyle birlikte
katılabilecekleri çeşitli örgütsel etkinlikler düzenlenmelidir.
* Yöneticiler zaman zaman bölümleri ziyaret ederek bizzat şikayet ve
dilekleri dinlemelidirler.
* Ödüllendirme yapılmalıdır.
3- Yukarıdan-aşağıya, aşağıdan-yukarıya iletişimi kolaylaştırmak
açısından aşağıdaki faaliyetler gerçekleştirilebilir;
* Telefonla bilgi aktarımı, yöneticinin kurum çalışanlarını
bilgilendirmek amacıyla kurumla ilgili bilgileri telesekretere kaydetmesi,
aynı zamanda boş telesekretere de çalışanların dilek ve şikayetlerini telefonla
bırakma olanağı sağlama.
* Kapalı devre TV programları, kurum hedefleri ile ilgili bilgiler
açısından önemlidir.
* Yöneticilerin çalışanları bilgilendirmek amacıyla bizzat kaleme
aldıkları mektupları çalışanların evlerine göndermeleri.
İletişim 2003/17
Fatma GEÇİKLİ
86
* İlan panosu çalışanlara bazı genel haberleri aktarmanın faydalı bir
yolu olabilir. Ancak ilan panosu çalışanların görebilecekleri ve ilgi
çekebilecek bir yerde olmalıdır.
* Haftalık, on beş günlük, aylık ya da iki aylık süreli yayınlarla bilgi
aktarılması.
* Katılımcı yönetim anlayışının benimsenmesi.
* Tüm bu faaliyetler çift yönlü iletişim açısından önemli olmaktadır.
Çift yönlü iletişimle çalışanların kurumla ilgili haberleri, bilgileri,
değişimleri öğrenmeleri mümkün olur. Bu durum çalışanların teşvik
edilmeleri açısından da önemlidir.
* Yüz yüze görüşmeler, çalışanlarla, disiplin, şikayetler ve personel
değerlendirme konularında sık sık resmi ve resmi olmayan görüşmeler
yapılabilir. Bu tür bir geribildirimle edinilen bilgiler, her hangi bir sorunu
açıkça ortaya koyabilir.
* Düzenli toplantılar yararlı olabilir. Duruma göre haftada veya iki
haftada bir çalışanlarla bir araya gelerek önemli konuların tartışılması, kişi
ve kişiler arası ilişkileri iyileştirmeye yönelik olup aynı zamanda geri
beslemenin daha sağlıklı bir şekilde işlemesini sağlayacaktır.
* Personel el kitapları, en küçük işyerlerinde bile iş ile ilgili bilgileri,
olanakları, yöntemleri, genel kuralları kapsayan bir el kitabı olmalıdır. El
kitapları basit bir dille yazılarak sürekli olarak güncelleştirilmelidir. Her
çalışana görevi sırasında veya yeni işe alınırken bunlar verilmelidir.
* Örgütün belirli yerlerine öneri ve şikayet kutuları yerleştirilebilir.
Örgütte çalışanların fikirleri daima alınmalıdır. Öneri kutusu koymak,
çalışanların fikirlerini ileri sürmeye cesaretlendirir.
* Örgüt-içi iletişimi geliştirmek için yönetici, mesajı oluştururken geri
beslemeyi nasıl teşvik edeceğini planlamalıdır.
İletişim 2003/17
87
Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği)
Kaynaklar
Allcorn, Seth, "Understanding Organizational Culture As The Quality
Of Work Place Subjectivity, Human Relations", 48/1, 73-95.
Artan, S. (1977). "İşletmelerde İletişim", Eskişehir
Dergisi, Cilt:13, Sa. 2, Haziran.
Confederation of British Industries (CBI),
Personelin Önemi, TUSİAD T 790. 1. 137, İstanbul.
(1990)
İ.T.İ.A.
Başarıda
Erdumlu, Güngör, (1993). Büyükşehir Belediyeleri Araştırması,
Sosyal Planlama Genel Müdürlüğü Araştırma Dairesi Başkanlığı, DPT (T.C.
Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı), Ankara.
Ergun, Turgay ve Polatoğlu A., (1992). Kamu Yönetimine Giriş, 4.
Baskı, Ankara, TODAİ Yayınları.
Eryılmaz, Bilal, (1994). Kamu Yönetimi, İzmir, Üniversite Kitabevi.
Gürdal, Sahavet, (1997). Halkla İlişkiler ve Yerel Yönetimlerde
Uygulamalar, İstanbul.
Gürgen, H., (1997). Örgütlerde İletişim Kalitesi, İstanbul.
Miner, J. B., Miner M. G.,( 1985). Personel And Industrial
Relations; A Managerial Approach, Fourth Edition, Macmillan Pub.
Company, New York.
Oskay, Ünsal., (1997). İletişimin ABC’si, İstanbul,. Der Yayınları.
Sabuncuoğlu, Zeyyat ve Tüz, Melek, (1998) Örgütsel Psikoloji,
Bursa, Alfa Yayınları.
Schermerhorn, J. R., (1989). Management for Productivity, John
Wiley and Sons Inc., New York.
Spinder, G., (1989). Innenbetriebliche Kommunikation, Lexion de
Public Relations (Hrsg), Diteter Pflavm, Wolfgang Preper, Landerberge /
Lech, Verlog Moderne Industrie.
Türkmen, İsmail, (2000). "Yöneticiler İçin Etken İletişim Modeli", 3.
Basım, Ankara, Milli Prodüktivite Merkezi Yayınları.
İletişim 2003/17
Fatma GEÇİKLİ
88
Özet
Bu çalışma, örgüt-içi unsurlar arasındaki ilişki, ahenk ve
koordinasyonu sağlayan örgütsel iletişimin yerel yönetimlerdeki
durumunu tespit etmek amacıyla yapılmıştır. Çok kısa teorik özetle
birlikte daha önce geliştirilmiş olan “iletişim değerleme anketi”
kullanılmıştır. Örgütsel iletişimin çalışanlar tarafından nasıl
algılandığı ve değerlendirildiği çalışma yılı, çalışılan kademe ve
eğitim seviyesi değişkenleriyle ilişkilendirilerek var olan durumun
nasıl algılandığı bağımsız değişkenlere göre değişip değişmediği
ilişkisel olarak analiz edilmiştir.
Absract
This study has been carried out to determine the situation of
organizational communication which provides the relation, harmony and
coordination among the various positions in local administrations. A brief
theoretical summary is given and “communication evaluation” questionnaire
developed formerly is used. How the present situation is perceived and
whether it changes or not according to independent variables are analysed
interrelatedly by relating how the organizational communication is perceived
and evaluated by the employees with the working years, position held and
education level variants.
İletişim 2003/17
Genç Parti Reklamları İçin Bir Söylem Çözümlemesi
Halime Yücel ALTINEL*
Giriş
Genç Parti’nin 3 Kasım 2002 Genel Seçimleri için yaptığı siyasal
reklam kampanyası, gerek yöntemleri gerek içeriğiyle son yıllarda
ülkemizde en çok konuşulan kampanyalardan biri oldu. “Türk siyasetinde
bugüne kadar görülen en başarılı reklam kampanyasını” yaptığı (Korkmaz,
2003), hatta “sadece Türkiye’nin değil, belki dünyanın gördüğü en önemli
kampanyalardan birini” gerçekleştirdiği (Baysal, 2002) söylenen Genç
Parti’nin kendisi de “bir reklam mucizesi’ olarak nitelendi (`Kemiksiz,
2002). Parti kimi yazarlarca da“ürün” olarak adlandırıldı (Görmüş, 2002:82).
Biz de çalışmamızda Genç Parti’nin yazılı basın aracılığıyla yaptığı siyasal
reklamları incelemeyi amaçladık. Çalışmayı yazılı basına verilen reklamlarla
sınırlamamızın nedeni, partinin reklam kampanyasının önemli bir bölümünü
oluşturması ve partinin söyleminin incelenmesi açısından elverişli olmasıdır.
Siyasal reklam söylemi çözümlemesi alanında tutarlı ve anlamlı bir
çalışma gerçekleştirebilmek için reklamları, siyasal parti ve yöneticilerinin
söylemleri ardındaki görüş ve tutumlarının saptanmasına yardımcı olabilecek
bir yöntemle ele almak gerekir. Amacımız söz konusu reklamların kitleyi
nasıl etkilediğini belirlemek değil, -bu çok daha kapsamlı toplumbilimsel
araştırmalar gerektirecek konudur- nasıl algılanabileceğine ilişkin
saptamalarda bulunmaktır. Barthes, reklam imgesinin en iyi okumayı
sağlama
amacıyla
oluşturulmuş
göstergelerle
doldurulduğundan,
göstergebilimsel çözümlemeye çok elverişli olduğunu belirtir (Barthes,
2001:70). Siyasal evrenin de eğretilemelerin, görsel dilin, simgelerin ağır
*
Yrd. Doç. Dr. Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi
İletişim 2003/17
90
Halime Yücel ALTINEL
bastığı bir alan olduğu (Sherr,1999: 46-47), siyasal reklamın da bu tür bir
çözümlemeye uygun olduğu ileri sürülebilir.
Bu çalışmanın ilk bölümünde siyasal reklamların kurgusu,
reklamların biçimsel özellikleri, söylem özneleri ve söylemin alıcısı
açısından incelenmektedir. İkinci bölümdeyse ilanlarda kullanılan söylemin
içeriği, dolayısıyla her partinin kendini ve liderini nasıl tanımladığı ve
ülkeye ilişkin görüşleri değerlendirilmektedir.
1. Genç Parti Reklamlarının Kurgusu
Çalışmanın bu bölümünde incelenen reklamların genel bir yorumu
yapılacak ve öncelikle biçimsel açıdan değerlendirilecektir. Bu yapılırken
betimleyici olmakla yetinilmeyerek reklamların biçimsel düzenlenişinin
siyasal reklam ve partinin siyasal tutumu açısından anlamı belirlenmeye
çalışılacaktır. Yazı ve fotoğraf ilişkisi, yazıların biçimsel açıdan incelenmesi
ve fotoğrafların yorumlanması da bu kapsamda incelenecektir. Fotoğraflar
ilanlara görsel bir zenginlik sağlamakla kalmadığı, ilanların iletisini
bütünlediği, kimi zaman da metinde söylenmeyen bildirileri ilettiği için, bu
alt başlık çalışmanın önemli bölümlerindendir. Siyasal reklamın kurgusunun
incelenmesi için söylem öznesini, partinin karşı öznesini ve söylemin
alıcısını da saptamak önemlidir.
1.1. Biçimsel açıdan reklamlar
Genç Parti’nin gazeteler yoluyla yaptığı siyasal reklamlar biçim
açısından genellikle aynıdır, bu durum da tutarlı bir kampanya açısından
olumludur. Grafik tasarımına özen gösterilmiş olan bu reklamların yalın bir
biçimi olduğu görülmektedir. Tüm reklamlarda dikey beyaz bir fon üzerinde
yazı, parti amblemi, liderin imzası, bir oy pusulası ve bir el resmi
bulunmaktadır. Amblemi kırmızı renkte birbirine bakan iki hilal, hillalerin
ortasında da bir yıldızdan oluşmaktadır (Bora, 2002:53). Beyaz fonun
oldukça geniş bir alan kaplaması dikkat çekicidir, Genç Parti reklamlarını
öteki partilerin reklamlarından biçimsel açıdan ayıran temel farklılık da
İletişim 2003/17
Genç Parti Reklamları İçin Bir Söylem Çözümlemesi
91
budur. Yalınlık izlenimi uyandıran beyaz fonun ağırlığı, reklamların
gazetelerde kolayca farkedilmesini sağlamanın yanında, öteki partilerin
reklamlarıyla bir karşıtlık doğurmaktadır. Boşluk/doluluk ekseninde dile
getirilebilecek bu karşıtlık, iletilerin içeriği için
geçerli olabilecek
yalınlık/karmaşıklık karşıtlık eksenini de ortaya çıkarmaktadır. Reklamların
aydınlık ve çizgisel olarak tanımlanabilecek tasarımlarıyysa Wölffin’in
sınıflandırması uyarınca ‘klasik’ olarak adlandırılan biçime denk
düşmektedir (Wölffin,1995:44;235). Floch da bu klasik biçimi rahatlığın,
kendinden hoşnut olmanın (1995: 129) ve açıklığın (1990: 65) göstergesi
olarak değerlendirir.
Genç Parti reklamlarının biçimsel açıdan Telsim reklamlarını
andırdığı da dikkat çeker: Telsim reklamlarındaki gibi beyaz geniş fonun
üzerine siyah harfler kullanılmış, kırmızı Telsim logosunun yerini parti
amblemi almıştır. Ancak Telsim reklamları genellikle yatayken, Genç Parti
reklamları dikeydir. Dikey biçim dinamik ve devinimi çağrıştıran bir biçim
olduğundan (Semprini,1996:70) politik reklamlar için akılcı bir seçimdir.
1.1.2. Yazı ve Fotoğraf
1.1.2.1. Yazı ve Fotoğraf İlişkisi
Fotoğrafın ilanlarda önemli bir yeri vardır, birçok seçim ilanında
yazıdan daha fazla yer kapladığı saptanabilir. Oysa Genç Parti reklamlarında
yazı ve fotoğraf oldukça dengeli bir biçimde yerleştirilmiştir. Ancak yine de
anlamsal açıdan fotoğraf öne geçer, çünkü fotoğraf bir tür başlık gibi
kullanılmış, böylece metin de fotoğrafın altyazısı gibi algılanabilecek
duruma gelmiştir. Dolayısıyla fotoğrafın, yazıdan daha fazla yer
kaplamamakla birlikte öncelikli bir konumu olduğu söylenebilir.
1.1.2.2. Biçimsel Açıdan Yazılar
Siyasal reklamlarda hangi düşüncelerin biçimsel olarak ne tür
yazıyla anlatıldığını, böylece reklamın metninde daha çok hangi
İletişim 2003/17
92
Halime Yücel ALTINEL
düşüncelerle seçmenin ilgisini çekmek istendiğini anlamak için, yazıları
biçimsel açıdan değerlendirmek söylem çözümlemesi için yararlıdır.
Kuşkusuz başlıkların, sloganların, çarpıcı sözlerin, ana düşünceyi açıklayan
cümlelerin göze çarpmasını sağlayacak biçimde sunulması doğaldır, böylece
etkileyici sözlerin dikkat çekmesinin, tüm ilanı okumaya zaman ayırmayan
seçmene de ulaşılmasının amaçlandığı söylenebilir. İletilerin içeriği tipografi
kullanımıyla belirginleştirilir ve önemine göre büyük ya da küçük puntolarla
yansıtılır (Joly,1993:97). Birçok reklamda polemik türünde, suçlayan
cümleler genellikle dikkati çekecek biçimde, iri ve koyu harflerle yazılır.
Seçmene benimsetilmek istenen ana düşünce metinde yazı biçimiyle
belirginleştirildiğinde, seçmenin tüm metni okumasa da ana düşüncenin
ayrımına varması sağlanır.
Genç Parti reklamlarında genel olarak yazılar iri puntolu harflerle,
kolay okunacak biçimde yazılmıştır. Fotoğrafın altındaki iri punto ve koyu
renkte yazılmış yazıların altında daha küçük puntoyla yazılmış, ana
düşünceyi açıklayan oldukça kısa, bir ya da iki tümcelik bir metin bulunur.
Dolayısıyla reklamlarda tek bir düşünce, bununla bağlantılı olarak da Genç
Parti’ye oy verme çağrısı vardır. Ayrıca “Cem Uzan” imzasının metinden
daha büyük puntoyla yazılmış olması da öne çıkmasını sağlar. Metnin gri
harflerle, imzanınsa siyah harflerle yazılması, imzayı belirgin kılar.
Metindeki harflerin seçiminin de belirli bir anlam yarattığı söylenebilir.
Yuvarlak hatlı ya da tombul olmayan times karakterine yakın, yalın biçimli
harfler “modern” olarak nitelenir (Joly,1993:98). Genç Parti’nin ilanlarında
da böyle bir biçimin yeğlenmesinin modernlik izleğini yansıttığı ileri
sürülebilir.
Genç Parti reklamlarında siyasal tanıtımın vazgeçilmez öğelerinden
olan sloganın kullanılmamış olması dikkat çekicidir. Metinler kısalıkları ve
yalınlıklarıyla sloganı andırsa da sloganın akılda kalıcılığından yoksundur.
1.2. Fotoğraflar
İmgenin siyasal iletişimde önemli bir işlevi olduğu, siyasal
reklamlarda içerikten çok görüntünün ilgi çektiği tartışılmaktadır
İletişim 2003/17
Genç Parti Reklamları İçin Bir Söylem Çözümlemesi
93
(Topuz,1991:68). Düşünürler Platon’dan beri, imgeye olan bağımlılıktan
kurtulmaya çalışmış olsalar da çağımızda imgenin egemen bir konumu
vardır (Sontag,1999:80). Siyasal reklamda da sıklıkla imgenin sözle
aktarılan düşüncelerin önüne geçtiği saptanabilir. Bu nedenle fotoğraflar,
partinin bildirilerini çözümlemek açısından aydınlatıcıdır. Genç Parti
reklamlarındaki fotoğraflar içerik açısından pek değişmez, hepsinin temel
öğesi liderdir. Kimi zaman liderin çevresinde kadro olduğu düşünülebilecek
kişiler ve halk da bulunur. Partinin yalnızca “Hoparlor İşkencesi” (Hürriyet,
21.10.2002) ve “Bugün Son Gün” (Cumhuriyet, 26.10.2002) başlıklı
ilanlarında fotoğraf kullanılmamıştır, bu ilanların dışındaysa fotoğraf bir yazı
başlığı işlevi görmektedir.
1.2.1. Lider
Liderin fotoğrafının yorumlanması gibi, ne sıklıkta kullanıldığının
belirlenmesi de parti konusunda bilgi verebilir. Örneğin her ilanda liderin
fotoğrafının büyük yer verilerek kullanılması, liderin partide büyük yetke
sahibi olduğu, partiye oy vermenin lidere oy vermek anlamına geleceği
izlenimini uyandırır. İncelediğimiz reklamlarda kullanılan fotoğrafların
tümünde liderin yer alması, başkalarıyla birlikte görüntülendiğinde bile
belirgin olarak öne çıkması, partinin liderle özdeşleştirilmek istendiğini,
liderin çekiciliğine dayandırıldığını gösterir.
Genç Parti liderinin batılı bir görüntüsü olduğu dikkat çeker. Böylece
çevresindeki kişilerden farklılaşır, toplumun açık renk saçlara duyduğu
beğeni de göz önüne alınırsa, bir doğu toplumu için modernliği çağrıştıran
bir imge sunduğu ileri sürülebilir. Fotoğrafların çoğu lideri mitingde, sağ
kolunu havaya kaldırmış, coşku ve öfkeyle konuşurken gösterir. Liderin
kendinden emin, sevilen bir politikacı olduğu izlenimi düşündürülmek
istenir, ayrıca yüzündeki kızgın anlatımla ülkenin içinde bulunduğu
durumdan hoşnutsuzluğu vurgulanır. Böylece lider bir bakıma halkın
varsayılan öfkesini yansıtma işlevini de üstlenir, aynı zamanda engel
tanımayacağını, halkın hakkını savunacağı izlenimi uyandırılır. Mitingde
onu destekleyen kişilerin yüzündeyse bu anlatımın izi bile yoktur, mutlu ve
İletişim 2003/17
94
Halime Yücel ALTINEL
neşeli görünürler. Lider çoğunlukla halkın karşısında ve yukarısında
konuşurarak tüm toplum adına yetkeci bir söylem gerçekleştirir, düşünce ve
konuşma onun tekelindedir, halka kalan da yalnızca hayranlığını gösterme
ve onaylama özgürlüğüdür (Yücel,1998:122).
Lider seçmene, bir başka deyişle objektife doğrudan bakmaz, ileri,
hafifçe yukarıya bakar, çünkü gözlerini geleceğe dikmiştir, ancak halk onun
baktığı geleceğe değil, yalnızca ona bakar, tek yapması beklenen onun
ardından gitmesidir. Genç Parti lideri tüm fotoğraflarda ayakta durur, bu
duruş biçimi de yetkesinin, kendinden emin ve harekete geçmeye hazır
olduğunun bir göstergesi gibidir. Tüm fotoğraflarda liderle çevresindekiler
arasında belirli bir uzaklık gözetildiği, liderin daha önde ya da daha yukarıda
olmasına özen gösterildiği dikkat çeker. Canetti’ye göre, ayakta duran
adamla çevresindekiler arasında bir uzaklık varsa, duruşunun etkisi artar.
Kendi başına yalıtılmış bir biçimde, başkalarına yüzünü dönmüş, ama
onlardan ayrı ayakta duran bir insan daha da etkileyicidir, çünkü kendisi tek
başına hepsinin yerine ayakta duruyor gibidir. Ayrıca ayakta durmak tüm
hareketlerin öncülü olduğundan, ayakta duran bir insan daha kullanılmamış
bir enerjinin varlığını belirtir (Canetti,1998: 384-385). Genç Parti liderinin
duruşu ve anlatımı da Canetti’nin bu savlarıyla uyumludur.
Kullanılan fotoğraflarda liderin giyim biçimi de dikkat çekicidir, onu
mitingde gösteren tüm fotoğraflarda üzerinde televizyondaki tanıtım
programlarında görmeye alışkın olduğumuz beyaz gömleği vardır. Liderin
spor bir giyim biçimi olduğu söylenebilir, ancak neredeyse bir simge gibi hiç
değişmeyen, vazgeçilmeyen beyaz gömleğin spor giyimden öte bir anlam
taşıdığı açıktır. Beyaz gömlek öncelikle liderin fotoğrafta öne çıkmasını,
biraz koyu bir fon kullanıldığında da ışıltılı görünmesini sağlar. Halktan
kişilerle birlikte görüntülendiği fotoğraflarda, açık renk saçları ve beyaz
gömleğiyle neredeyse onlara ışık götürüyor gibidir, arkada batan güneşin
göründüğü bir fotoğrafta bu etki daha açıktır. Ayrıca beyazın simgelediği
kabul edilen dürüstlük, saflık, temizlik gibi nitelikler de bir politikacının
tanıtımı açısından önemlidir. Genç Parti liderinin halka seslenirken özensiz
bir giyim biçimi benimsemesi, ceketsiz ve kravatsız, üstelik gömleğinin
kollarını sıvamış oluşu, onun halka yakın görünmesini sağlamakta, onu
İletişim 2003/17
Genç Parti Reklamları İçin Bir Söylem Çözümlemesi
95
alışılmış politikacı imgesinden uzaklaştırarak “politikacı” sözcüğünün kötü
çağrışımlarından uzak tutmaktadır. Gömleğinin kollarını sıvaması,
çalışmaktığının, üstelik yakasını açmış ve terli oluşuna bakılırsa beden işi
yaptığının, dolayısıyla halktan biri olduğunun göstergesi gibi kullanılır, oysa
gerçekte yapmakta olduğu tek şey konuşmaktır, bu da tam politikacılara
özgü olduğu düşünülen bir iştir.
Genç Parti lideri bir fotoğrafta takım elbise ve kravatla, çevresinde
kadrosundan kişiler olduğu düşünülebilecek kişilerle görülür(Hürriyet,
24.10.2002). Loş ışıkta çekilmiş bu fotoğrafta, lider beyaz gömleği ve sarı
kravatıyla parlaklık etkisi yaratmakta, ışıltısıyla çevresindekilerden
farklılaşıp üstün bir konumda olduğu izlenimini uyandırmaktadır. Bu
fotoğrafta da lider klasik giyimine karşın, politikacıdan çok, iş adamını
andırır.
Birçok fotoğrafda liderin başının arkasında bir Türk bayrağının
dalgalandığını görürüz. Görsel öğelerin yan yana kullanılması, siyasal
reklamın kullandığı ikna biçimlerinden biridir, bu öğelerin birlikte
düşünülmesi gerektiğini sezdirir (Messaris, 1997: xi). Bu fotoğraflarda da
liderin ve bayrağın yan yana görülmesi, liderin yurtseverlik söylemini
güçlendirmektedir.
1.2.2. Kadro
İncelediğimiz reklamların yalnızca birinde, kadro olduğu
düşünülebilecek bir topluluk görüntülenmiştir, onunda önünde yine lider
vardır (Hürriyet, 24.10.2002). Topluluğu oluşturan kişilerin de liderin
arkasından geldiği, lideri izlediği anlaşılmaktadır. Erkeklerden oluşan
topluluk, dış görünüş açısından da liderin gerisindedir, hiçbir üyesi lider
kadar iyi giyimli ve iyi görünüşlü değildir. Liderin bürokrat-politikacı
imgesinden uzak kalması için gösterilen çaba, kadro için söz konusu
olmamıştır. Kadroyu oluşturan kişiler klasik giyimlidir, ancak kimi faklı
renklerde ceket pantalon giymiş, kimi giysisiyle ayakkabıları arasında renk
uyumu sağlamamıştır, bu da liderin simgelediği düş simgelediği dü rlerin,
İletişim 2003/17
96
Halime Yücel ALTINEL
partinin geri kalanı için pek geçerli olmadığı izlenimini verir. Ancak
tanıtımlara bakılırsa, bu bir sorun oluşturmaz, çünkü bu kişilerin liderin
gerisinde durmaları onun üstünlüğünü benimsediklerini göstermekte, Cem
Uzan’ın karizmatik, partisine söz geçiren bir lider olduğunu
düşündürmektedir. Bu niteliğin ülkemizde kimi zaman istendiği, parti içi
çatışmanın olmayacağının göstergesi gibi kabul ediliği söylenebilir.
1.2.3. Halk
Liderin
imgesi
çoğu
kez
çevresindekilerle
bütünlenir
(Yücel,1997:225). Çevresindekiler elbette seçmenlerin çok küçük bir
bölümünü temsil eder, buna karşılık, genelleştirilip tüm halk gibi sunulur. Bu
fotoğrafların amacı liderle halk arasındaki sıcak ilişkiyi ve halkın lidere
verdiği desteği göstermektir. Halk partiye oy vereceği kesin seçmenler gibi
algılanmaktadır, çünkü Genç Parti mitinglerinde lidere duydukları hayranlığı
açıkça dışa vururken görüntülenmiştir ( Radikal, 20.10.2002; Cumhuriyet,
15.10.2002). Bu kalabalık liderden aşağıdadır, onun beline ya da dizlerine
kadar uzanabilmektedir. Kalabalık çok ayrıntılı görülmez kadın-erkek, gençyaşlı birçok kişiden oluştuğu anlaşılır, ama en belirgin yönü, lidere uzanan
elleridir. Pop konserlerini anıştıran bu görüntü, kalabalığın lidere taptığını,
ona dokunabilmek için çabaladıklarını gösterir.
1.3. Söylem Öznesi
Partilerin gazete reklamları hiç kuşkusuz parti adına, konunun uzmanı
partililer ya da tanıtımcılar, yani belli bir kişi ya da topluluk tarafından
hazırlanır. Bu nedenle yazının oluşturduğu söylemin tek bir öznesi
bulunduğu, tek bir kişi ya da topluluğun ağzından yansıtıldığı düşünülebilir.
Ancak, neredeyse tüm parti reklamlarında reklamı oluşturan söylemin
bölündüğü, kimi bölümlerin partinin, kimi bölümlerin liderin, kimi
bölümlerin adayın, kimi bölümlerin seçmenin vb. ağzından yansıtıldığı
görülür. Göstergebilimciler bu tür durumların yarattığı karışıklıkları önlemek
için, söylemde yer alan özneleri ayırmaya özen gösterirler (Greimas;
İletişim 2003/17
Genç Parti Reklamları İçin Bir Söylem Çözümlemesi
97
Landowski, 1976). Sözü söyleyen söylem öznesi, sözü edilen eylemi
gerçekleştiren edim öznesi, sözü aktaran da ikinci derecede söylem
öznesidir. Öznenin amacını gerçekleştirmesine engel olan da karşıt öznedir.
Söylem öznesini saptamak için “kim konuşuyor?” sorusunu yanıtlamak
yeterlidir.
1.3.1. Parti
Genç Parti reklamlarının tümünde parti adına söz verilir, parti
tanıtılırken üçüncü tekil şahıs ya da birinci çoğul şahıs kullanılarak tüm
partinin söylem ve görüş birliği içinde olduğu düşüncesi uyandırılmaktadır.
Söylem öznesinin parti olması siyasal tanıtım açısından elverişli bulunabilir,
çünkü tüm partinin uyumlu çalıştığı izlenimini verir. Söylem, tüm partililerin
söylemi olduğundan partinin söylem öznesi olarak metin içinde birinci çoğul
şahıs olarak belirse de çoğunlukla, sanki özne parti dışında nesnel bir
varlıkmış gibi, üçüncü tekil şahıs kullanıldığı saptanabilir. Bu kullanım, yasa
ve bilim dillerinde olduğu gibi söyleme bir nesnellik boyutu getirir. Ayrıca
polemik türündeki reklamlarda, sorunu liderler ya da adaylar arasında
kişisel bir çatışma boyutuna getirmemek için, söylem öznesinin parti
olmasına özen gösterilir.
1.3.2. Lider
Yazılı siyasal reklamlarda söylem öznesinin lider olduğu, en açık
biçimiyle reklamın altında liderin imzasının bulunmasıyla anlaşılabilir. Genç
Parti lideri de tüm reklamlarda söylem öznesidir, çünkü reklamların sonunda
değişmez bir biçimde, güvence olarak “Cem Uzan” imzası bulunmaktadır.
Bu da liderin parti içindeki yetkesini gösterir, kitle üzerindeki saygınlığını
vurgular. Reklamlarda metnin liderin fotoğrafının altına yerleştirilmesi ve
fotoğrafların çoğunda liderin mitingde konuşurken görülmesi bu izlenimi
güçlendirmekte, metnin liderin ağzından çıktığı sanısını yaratmaktadır.
Ayrıca kullanılan metin, liderin miting konuşmalarını da andırmaktadır, bu
da söylem öznesinin lider olduğunu ve partinin propagandasını büyük ölçüde
İletişim 2003/17
98
Halime Yücel ALTINEL
liderin karizmasına ve yüksek görevlerine dayandırdığını gösterir. Böylece
partiden çok, lider için oy istenir, tek bir kişiyi halka benimsetmek de partiyi
benimsetmekten daha kolaydır. Partiyi benimsetmek için ilkeleri, amaçları
üzerine akıl yürütmek gerekecektir; tek bir kişi söz konusu olduğundaysa
görüntü düşüncenin önüne geçer, kişilik partinin ilke ve amaçlarından daha
çok önem kazanır. Ama söylem öznesinin sıklıkla lider olması, partinin
liderin egemenliğinde, demokratik bir işleyişten yoksun bir parti olduğu
kuşkusunu uyandırır. Aynı zamanda da ülkemizde partilerin güçlerini
liderlerinden aldıkları, bir başka deyişle, partilerin güvenilirliğini ve
çekiciliğini liderlerinden aldıkları gerçeğini doğrular. Bu durum kimi
yazarların “Cem Uzan’ın tek kişilik partisi” olarak değerlendirdiği (Zelyut,
2002) Genç Parti için daha da belirgindir.
1.3.3. Katılım Söylemleri
Partiler, söylemlerini desteklemek için katılım söylemlerinden de
yararlandıkları birçok partinin reklamında gözlemlenebilir. Katılım
söylemlerinin en yaygın kullanılan türü varsayımsal olanlardır. Varsayımsal
katılım söylemlerinde seçmene ikinci derecede söylem öznesi olarak da yer
verilir, örneğin partinin bazı düşünceleri halkın ağzından aktarılır. En sık
görülen de parti ambleminin üzerinde “evet” mührü gibi seçmenin partiyi
onayladığı izlenimi vermeye çalışan söylemlerdir. Böylece büyük
çoğunluğun, söz konusu partiye oy vereceği sanısı yaratılmaya çalışılarak
bireyin çoğunluğa uyma güdüsünden yararlanmak amaçlanır, partiye verilen
oyun boşa gitmeyeceği anlatılır.
Genç Parti reklamlarında varsayımsal katılım söylemleri örtük bir
biçimde yer alır. Birçok reklamda seçmene yönelik sorular sorulup,
bunlardan olumlu yanıt alındığı varsayılır, dolayısıyla varsayımsal katılım
söylemleri belirsiz olarak yer alır. Ancak Genç Parti’nin gazetelerdeki
reklamları, televizyon reklamlarının bir parçası, bir fotoğrafı gibidir, bu
nedenle, seçmene sorulan sorular da mitingdeki soruları anıştırır,
televizyonlarda, bu soruların hep bir ağızdan “evet’ diye yanıtlandığını
İletişim 2003/17
Genç Parti Reklamları İçin Bir Söylem Çözümlemesi
99
gördüğümüz için de katılım söylemlerine daha fazla yer verilmesine gerek
duyulmaz, böylece bir “söyleşim öykünüsü” (Yücel, 1998:128) yaratılır.
1.3.4. Karşı Özne
Seçim ilanlarında bir özne olan partinin, liderin ya da adayın karşında
içkin ya da açık bir karşı özne yer alır. Siyasal iktidara göre biçimlenen
karşılıklı bağıntılarında, birinin yengisi ötekinin yenilgisidir (EveraertDesmedt, 2000:42), bu nedenle karşı öznenin niteliklerinin belirlenmesi
partinin söylemini daha anlaşılır kılar.
Seçim reklamlarında karşı özne, öznenin amacını gerçekleştirmesine
engel olan kişi, topluluk ya da durumdur. Karşı özne kimi reklamlarda
açıkça belirtilir, kimilerindeyse yalnızca kendi görüşleriyle karşıtlaşan kesim
olarak sunulur. Ama karşı özne geniş kitleler değil, daha çok politikacılardan
oluşan küçük bir topluluktur, çünkü bu, hem kolay altedilebileceği izlenimi
uyandırır hem de partiyi ve destekleyicilerini daha güçlü gösterir, ayrıca
belirli bir sınıfın tepkisini de çekmemiş olur.
Genç Parti reklamlarında birincil karşı özne iktidar partileri, bir başka
deyişle “Türkiye’yi bu hale getirenler” (Sabah, 25.10.2002), “yabancılara
boyun” eğdirenlerdir (Sabah, 22.10.2002). Genç Parti’nin varlık nedeni de
bu karşı özneye “cezasını vermek”tir. Ancak partinin karşı özneyle iktidar
arayışı dışında hangi açılardan karşıtlaştığı ayrıntılı açıklanmaz. Bununla
birlikte, seçime katılan öteki partilerin propaganda yöntemlerini eleştirmek
amacıyla bir ilan vermeye gerek duyulabilmiştir (Hürriyet, 21.10.2002).
Öteki partilerin, dolayısıyla karşı öznenin halka “hoparlör işkencesi”
yaptığını, “seçmenin oyunu alabilmek için onu hastası var mı yok mu,
çocuğu uyuyor mu uyumuyor mu hiçe sayarak, minibüslerin üzerine
yerleştirilmiş hoparlörlerle bas bas bağırarak rahatsız ettiğini” vurgulayarak
karşı öznenin halka saygı göstermediğini kanıtlamaya çalışır. Genç Parti
reklamlarında bir başka karşı özne de “yabancılar”dır. “Yabancılar”ın
Türkiye’nin işlerine karışabilen güçlü devletler ve uluslararası örgütler
olduğu anlaşılır. Yine de yabancılar ikincil bir karşı özne olmaktan öteye
İletişim 2003/17
100
Halime Yücel ALTINEL
gidemez, çünkü Türkiye üzerinde etkili olabilmelerinin nedeni de birincil
karşı özne olan iktidar partileri, “Türkiye’yi yabancılara boyun
eğdirenler”dir.
Reklamlarda karşı özneye büyük yer verilip, Genç Parti özellikle karşı
özneyle kurulan karşıtlık bağıntısı içinde değerlendirilse de, karşı öznenin
gücü pek büyütülmez. Parti, seçmenin de yardımıyla, karşı öznenin
üstesinden geleceğine kuşku duymaz, bunun için mührü gösterilen yere
basmak yetecektir. Bu tutum sorunların derinine inilmesini ve seçmenin
konu üzerinde fazla düşünmesini önleme amacını taşır.
1.4. Söylemin Alıcısı
Söylemin alıcısı, seçim ilanının bildirisinin ulaşması amaçlanan kişi
ya da kitle, dolayısıyla seçmenlerdir. Siyasal reklamda söylemin alıcısını
bulmak, partinin tutumunu konusunda aydınlatıcıdır. Söylemin alıcısını
incelerken belirlenmesi gereken, partinin hangi kesimin çıkarlarını korur
göründüğü, buna karşılık söyleminin içeriği ve benimsediği politika
doğrultusunda gerçekte hangi kesimin çıkarlarını savunduğudur.
Genç Parti reklamlarında söylemin alıcısının tüm seçmenler olduğu
anlaşılmaktadır. Partiler birçok düşünceyi dışlasalar da bu düşünceleri
benimseyen halkı dışladıkları izlenimi yaratmak istemez, onun böyle
düşündüğünü yadsıyor görünürler. Ancak tüm partilerin reklamlarında
olduğu gibi Genç Parti’nin reklamlarında da birincil hedef olarak belirlenen,
söylemin alıcısını oluşturan bir kitle vardır. Genç Parti muhalif bir söylemle
ortaya çıkan bir parti olduğundan, günün yönetiminden hoşnut olmayanlara
seslendiği açıktır. Parti, yabancı devletlerin Türkiye’de etkili olmalarına
açıkça tepki gösterdiği için, milliyetçi kesime seslendiği düşünülebilir, ancak
bu vatanseverlik olarak da değerlendirilebileceğinden kesin bir sınır koymak
doğru olmaz, partinin de yalnızca milliyetçi kesimi hedeflediği söylenemez.
Partinin gazete reklamlarında bir yoksulluk/varsıllık karşıtlığının temel
alınmadığı anlaşılsa da “millet hakettiği geliri” istiyor sözlerinden
(Cumhuriyet, 25.10.2002), yoksulların da söylemin alıcısı olduğu
anlaşılmaktadır. Ayrıca kimi yazarlar tarafindanGenç Parti’nin başarısının
İletişim 2003/17
Genç Parti Reklamları İçin Bir Söylem Çözümlemesi
101
reklama oluğu kadar, halkın mağduriyetine de bağlantılandırılması bu savı
doğrulamaktadır (Sağlam, 2002:25).
Genç Parti’nin öncelikle politikayla yakından ilgilenmeyen bir kesimi
hedeflediği açıkça görülür, halkın partinin ideolojik amaçları konusunda
bilgilendirmez, buna karşılık nasıl oy verileceğini grafikle gösterir. Yalnızca
Genç Parti amblemi görünen bir oy pusulası ve bir el gösteren bu grafiğin
ilginç bir yanı vardır, el öteki partilerin ilanlarında görmeye alıştığımız gibi
“evet” mührünü basan seçmenin eli değil, bir öğretenin elidir, işaret
parmağıyla nereye mühür basması gerektiğini gösterir, bir bakıma seçmene
biraz tepeden bakan bir söylemdir bu. Ayrıca, ilanlarda fazla yazıya yer
verilmemesi, yalın bir söylem kullanılması, reklamlar çok kısa ve
açıklamaya yer vermeden amacı açıklayan tümceler içermesi de savımızı
kanıtlar niteliktedir. Parti, reklamları okumak için çok zaman ayırmayacak,
parti programlarına çok önem vermeyecek, dolayısıyla partileri iyice tanıyıp,
oyunu düşünerek değil, önyargılarına göre verecek kişilere seslenmektedir.
Genç Parti reklamları bu nedenle “artık siyasetin bir gösteri
faaliyeti”(Aydoğdu, 2002:42) durumuna geldiğini düşündürür niteliktedir..
Kısacası Genç Parti’nin söyleminin birincil alıcısı politikayla
yakından ilgilenmeyen, mantık ve uslamlamadan çok, duygulara ve
coşkunluğa, ön yargılara eğilimli bir kitledir. Kuşkusuz her partinin
gerçekten çıkarlarını temsil ettiği küçük bir topluluk da olabilir, ancak bu
topluluk için gazeteye ilan verme gereği duyulmaz.
2. Siyasal Reklamın İçeriği
Siyasal reklamın içeriği, reklamların temel konularda verdiği
bilgilerden oluşur. Bu bölümde partinin kendisini nasıl tanımladığı, parti
genel başkanı konusunda verdiği bilgiler değerlendirilmekte, partinin günün
Türkiyesini nasıl gördüğü ve nasıl bir Türkiye istediğine ilişkin bildirileri de
bu bölümün kapsamında ele alınmaktadır.
İletişim 2003/17
102
Halime Yücel ALTINEL
2.1. Parti Konusunda Bilgi
Partinin kendini nasıl tanımladığını açıklamaya çalışırken, kendisiyle
öteki partiler arasında kurduğu karşıtlıklardan yararlanılabilir. Seçim bir
rekabet olduğundan, parti kendi özelliklerini ve değerini belirtmek için, öteki
partilerle arasında karşıtlıklar kurup farklı yönlerini vurgular. Partinin
kendini nasıl tanımladığını saptayabilmek için, öncelikle reklamlarda
üzerinde durulan belli başlı kavramlar belirlenerek, partinin bu kavramlardan
hangilerini benimseyip hangileriyle karşıtlaştığı incelenebilir.
Genç Parti reklamlarında parti konusunda ayrıntılı bilgi verilmez.
Öteki partilerden çok farklı olduğu savunulur elbette, ancak bu konuda bile
söylemin içeriği oldukça sınırlıdır, parti hiçbir konuda fazla birşey
söylememeyi bir siyasal reklam yöntemi olarak benimsemiş görünür. Genç
Parti daha çok kendi adıyla, gençlik kavramıyla tanımlanmayı yeğlemiştir.
Gençlik ve gençliğin çağrıştırdığı canlılık, devinim, yenilik gibi kavramlarla
partinin öteki partilerden farkı bildirilir. Partinin adı, liderinin genç görünüşü
ve coşkulu tavırlarıyla da örtüşerek belirli bir etkileyicilik kazanır. Partinin
adından dolayı, öteki partilerle arasında bir genç/yaşlı karşıtlığı kurulabilir.
Ancak gençlik kavramının, düşünülebileceğinin tersine, geleneksellikle
çeliştiğini ve çağdaşlık kavramıyla bütünleştiğini öne sürmek güçtür, çünkü
partinin reklamlarda kullandığı söylem, ‘Türkiye’nin önünün açılması isteği”
dışında çağdaşlığın üzerinde durmaz. Gençlik/yaşlılık karşıtlığı yeni/eski,
devinim/durağanlık karşıtlıklarına koşuttur yalnızca. Ayrıca parti liderinin
tavırları göz önüne alındığında, gençlik sözcüğünün “delikanlılık”
kavramını,
dolayısıyla mertliği ve sözünün eri olmayı çağrıştırdığı
düşünülebilir. Partinin kızgınlık belirten söylemi de boyun eğmezlik ve
yiğitlik izlenimi uyandırılmasına katkıda bulunmaktadır.
İncelediğimiz reklamlarda “bir Genç Parti inancı” “prensip” gibi
sözlerden yararlanılarak, Genç Parti’nin yeni olmasına karşın, yerleşmiş,
sağlam inanç ve ilkelerinin olduğu vurgulanır. Bunlar, “Hoparlör İşkencesi”
başlıklı reklamda (Hürriyet, 21.10.2002) dile getirdiği seçim propagandası
gibi sınırlı bir konuyla bağlantılıdır, ancak partinin bunu çok önemli bir fark
olarak kabul ettiği açıktır, “Genç Parti’nin diğerleriyle arasındaki anlayış
İletişim 2003/17
Genç Parti Reklamları İçin Bir Söylem Çözümlemesi
103
farkını, böyle bir konuda da bilesiniz diye, bu ilanı verme gereği duyduk”
denilerek, bunu önemli bir fark gibi gördüğünü belirtir. Elbette Genç
Parti’nin öteki partilerle bu açıdan kurduğu karşıtlık yalnızca eleştirilen
propaganda yöntemiyle sınırlı değildir, bu propaganda yönteminden yola
çıkılarak varılan temel karşıtlık yurttaşı hiçe saymak/değer vermek, bir
başka deyişle saygı/saygısızlık ekseninde belirir. Üstelik Genç Parti söz
konusu propaganda yöntemini yararsız bulur: “Kaldı ki bu yöntemin
vatandaşın oyunu getirmekten çok, oyunu götüreceği de bir Genç Parti
inancıdır”(Hürriyet, 21.10.2002). Bu söyleme bakılırsa, öteki partiler
yararsız bir propaganda çalışması yaparken, Genç Parti yararlı ve akılcı bir
yöntem izler. Bundan Genç Parti’nin başarılı çalışmalar sonucunda iktidara
geleceği sezdirilerek, seçmenlere örtük biçimde, kazanacak olan partiye oy
vermeleri iletisi aktarılarak, çoğunluğa uyma eğiliminden yararlanılmak
istenir.
İktidar partileriyle karşıtlığını bildiren Genç Parti, kendini bir bakıma
bir “cezalandırıcı” olarak tanımlar, “Türkiye’yi bu duruma getirenleri
cezalandırma” sözü verir, üstelik milletvekili dokunulmazlıklarını
kaldıracağını da açıklar, bu yolla milletvekillerinin yargılanıp
cezalandırılabilmelerini sağlayacaktır (Radikal, 20.10.2002). Kuşkusuz Genç
Parti bu “cezalandırıcı” niteliğini halkla da paylaşacaktır, çünkü halkın Genç
Parti’ye vereceği oylar cezalandırmayı olanaklı kılmaktadır. Görüldüğü gibi,
Genç Parti öteki partilerle arasındaki bir başka karşıtlığı da suç/ceza
ekseninde ortaya koyar.
Kısacası Genç Parti kendini yeni, canlı, dürüst, sözünün eri, yuttaşa
saygı duyan ve suçluları cezalandıran bir parti olarak tanıtır.
2.2. Lider Konusunda Bilgi
Parti genel başkanının reklamların söyleminde belirli bir yeri vardır.
Özellikle “karizmatik” olarak nitelendirilebilecek liderler, reklamlarda öne
çıkarılırlar. Liderin iyi niteliklerinin öne çıkarılarak zayıf yönlerinin
gizlenmesi temel ilkedir (Sfez, 1993:1385). Nitekim siyasal kampanya, lider
İletişim 2003/17
104
Halime Yücel ALTINEL
kimliğinin yapılandırılmasında elverişli bir araçtır (Uztuğ, 1999:166) Genç
Parti lideri imgesiyle çoğu reklamda öne çıkar. Parti liderinin “vatansever iş
adamı” kimliğiyle öne çıkarıldığı ileri sürülebilir (Altuntaş, 2003). Ancak
reklamlarda kişisel nitelikleri üzerinde fazlaca durulmaz, çünkü lider partiyle
özdeşleştirilir, partiye yakıştırılan niteliklerin simgesi gibi belirir. Partinin
amaçlarını ve büyüklüğünü bir bireye indirgemek de propagandanın canlılığı
açısından olumludur (Domenach, 1995:46) .
Tanıl Bora’nın “kişi-parti” olarak tanımladığı Genç Parti’nin tam
anlamıyla bir liderin karizmasına dayanan bir lider partisi olduğu açıktır
(2002:54). Partinin adı bile liderinin gençliğinden kaynaklandığı izlenimi
uyandırır. Lider, gençliğiyle, coşkusu, kararlılığı ve öfkesiyle öne çıkarak,
seçmeni arkasına alarak karşısındaki tüm güçleri altedebileceğini
düşündürür.
2.3. Partinin Türkiye Üzerine Düşünceleri
Genç Parti reklamlarında ülke üzerine oldukça kısıtlı bir söylem
oluşturmuş, bir-iki tümceyle dile getirilen düşüncelerle yetinmiştir. Söylemin
içeriği parti programı ya da partinin amaçlarına ulaşmak için izleyeceği
yollar konusunda fazla bilgi vermez. Parti düşüncelerini kesinleme, tasarı ve
polemik türünde söylemlerle aktarır.
2.3.1. Kesinleme
Kesinleme tüm siyasal reklamlarda baskın bir söylem türüdür, öteki
söylem türlerine karıştığı da olur. Kesinleme türünde, bildirinin kuşku ve
duraksamaya yer bırakmayan değişmez bir biçimde
iletilmesi söz
konusudur. Kesinleme sık kullanılır, çünkü siyasal partiler kuşkuyu
tanımazlar, savlarının doğruluğunun kesin olduğu izlenimini vermeye
çalışırlar.
Genç Parti reklamlarında da kesinleme egemen söylem türüdür. Oy
verilmesi için seçmene yapılan çağrılar bile “O halde 3 Kasım’da mührü bu
yuvarlağa basacaksınız” (Hürriyet, 20.10.2002) tümcesiyle bir kesinleme
İletişim 2003/17
Genç Parti Reklamları İçin Bir Söylem Çözümlemesi
105
niteliği kazanır. Tchakotine, yinelemenin tüm şartlı reflekslerde olduğu gibi
reklamlarda da önemli işlev gördüğünü belirtir (1952:131) Bu tümcenin de
birçok ilanda yinelenmesi de söyleme bir değişmezlik, kesinlik niteliği
kazandırmaktadır. Böylece Genç Parti’ye oy vermenin kaçınılmaz olduğu,
partinin de kendisine oy verileceğinden kuşku duymadığı dile getirilir.
Bunun dışında da partinin tüm söyleminde kesinleme niteliği bulunur,
söylenenler tek gerçeklik gibi sunulur.
2.3.2. Tasarı
Gerçekleştirilmek istenenler açıklanırken tasarı türünde bir söylem
kullanılır. Ancak Genç Parti reklamlarında tasarıya fazla geniş yer
vermemiştir. Ulusun hakkını almasını sağlamak biçiminde özetlenebilecek
tasarılarıysa “Türkiye’yi bu hale getirenleri cezalandırmak” (Sabah,
22.10.2002), “yabancılara boyun eğmeyen güçlü bir Türkiye” yaratmak
(Star,17.10.2002), “milletin hak ettiği eğitimi, geliri, hizmeti vermek”
(Cumhuriyet, 15.10.2002), “Türkiye’nin önünü açmak”, “milletvekili
dokunulmazlıklarını kaldırmak”tır (Star, 20.10.2002). Genç Parti
reklamlarında tasarılar soru-yanıt biçiminde seçmene aktarılır. Seçmenin bu
sorulara olumlu yanıt verdiği varsayılır, böylece bir tür söylem içinde
söylem yaratılır. Soru-yanıtlar olumsuz, ancak umutlu bir Türkiye tablosu
çizer. Bu da bir muhalefet partisi için olağan bir tutumdur.
2.3.3. Polemik
Polemik, eleştirel bir tutum takınarak saldırgan bir tartışmaya
girildiğinde kullanılan söylem türüdür ve Genç Parti’nin sık kullandığı bir
söylem biçimidir, çünkü partinin tanıtım çalışması daha çok rakiplerini,
özellikle de iktidar partilerini eleştirmek üzerine kurulmuştur. Dost/düşman
ayrımını söyleminin önemli dayanaklarından birini oluşturmaktadır (Tosun,
2003: 57). Derin bir eleştiri ortaya koyulmaz, tüm seçmenlerin eleştirilecek
bir durum olduğu konusunda birleştiği varsayılır. Turan ve Çapan da Genç
Parti’nin söyleminin içeriksizliğini vurgulayarak en somut olarak beliren
İletişim 2003/17
106
Halime Yücel ALTINEL
politikanın IMF’ye yöneltilen eleştiriler olduğunu öne sürmüşlerdir
(2003:114) Genç Parti için tartışmak söz konusu değildir, amacı
“cezalandırmak”tır. Kaynağını propagandadan alan siyasal reklamın özü de
propaganda da olduğu gibi, özgür sorgulamanın sınırlandırılmasıdır (Brown,
1992:35-36). Bu yalnızca Genç Parti için geçerli bir durum değildir; Yücel’e
göre, siyasal reklam genellikle budanmış bir söylemdir, imgeye, simgeye
slogana indirgendiğinden söylemin ve söyleşimin en alt basamağında yer alır
(1997:225).
Genç Parti reklamlarında kesinleme, tasarı ve polemik söylem
biçimleri iç içe geçmiştir, çünkü çok az tümceyle iletinin aktarılması
yeğlenmiş, etkili bir anlatım için de bir tümcede birden çok söylem türü
kullanılmıştır.
Sonuç
Genç Parti’nin gazetelere verdiği reklamlar genel söylemi konusunda
oldukça bilgi verir. Reklamların biçimsel açıdan yalın olduğu, hep belirli bir
biçimin izlenmesine özen gösterildiği ve fotoğrafın öne çıktığı görülür.
Reklam ve grafik açısından başarılı olarak değerlendirilebilecek biçimdeki
bu yalınlık içerikte de ortaya çıkar. Partinin seçmene yönelttiği söylem
liderin imgesinin egemen olduğu bir söylemdir. Parti genç, kararlı ve öfkeli
görünen lideriyle özdeşleştirilmeye çalışılır. Liderin söylem öznesi olarak da
partinin önüne geçtiği saptanmıştır, dolayısıyla partinin liderinin karizmasına
dayalı bir siyasal tanıtım biçimi yeğlediği anlaşılır. Genç Parti öteki
partilerle karşıtlığını temel olarak saygı/saygısızlık, genç/yaşlı ve suç/ceza
eksenlerinde kurarak, yargılayıcı, cezalandırıcı bir parti gibi belirir. Genç
Parti’nin söylemin alıcısını da politikayla çok yakından ilgilenmeyen, bu
konuda düşünceden çok duygu ve önyargıyla karar veren bir topluluk gibi
gördüğü de anlaşılmaktadır. Çünkü reklamların içeriği oldukça sınırlı, her
konuda yüzeyseldir. Genç Parti kendini bir “öğreten’ olarak gösterir,
seçmense onun öğrencisidir, öğretici, yol gösterici olduğunu
düşündürebilecek bir söylemi vardır. Geniş kitleye seslenebilmek amacıyla
İletişim 2003/17
107
Genç Parti Reklamları İçin Bir Söylem Çözümlemesi
yuvarlak sözlerle yetinilir. İdeolojinin fazla ağırlığı yoktur, basmakalıp,
halkın hoşuna gidebilecek anlatımlardan yararlanılır.
Kaynaklar
Altuntaş, Ömer (2003). “Üç Aylık Genç Parti’nin Seyir Defteri:
Kaçılın Cem Uzan Geliyor”. Türkiye ve Siyaset Dergisi.
Http://www.turkiyevesiyaset.com. Kış 2003.
Aydoğdu, Cengiz (2002).“Siyaseti gösteriye alet etmek”. Türkiye
Günlüğü, 70:38-45.
Barthes, Roland (2001). “Rhetoric of the Image”.The Visual Culture
Reader, der: Nicholas Mirzoeff. London: Roudledge.
Baysal, Yüksel (2002). “Geleneksel Siyasete Sandık darbesi”.
Http://www.cgd.bursa.org. Aralık 2002.
Bora,
Tanıl
Birikim,162:53,60
(2002).“Şirket
Konserlerinden
Partiye”.
Brown, J.A.C. (1992). Siyasal Propaganda. Çev. Yusuf Yazar.
İstanbul: Ağaç Yayıncılık.
Canetti, Elias (1998). Kitle ve İktidar. Çev. Gülşat Aygen. İstanbul:
Ayrıntı Yayınları.
Domenach, Jean-Marie (1995). Politika ve Propaganda. Çev. Tahsin
Yücel. İstanbul: Varlık Yayınları.
Everaert-Desmedt, Nicole (2000). Sémiotique du Récit. Brüksel: De
Boeck Université.
Floch, Jean- Marie (1990). Sémiotique, Marketing et
Communication Sous Les Signes Les Stratégies. Paris: Presses
Universitaires de France.
Floch, Jean- Marie (1995). Identités visuelles. Paris: Presses
Universitaires de France.
İletişim 2003/17
108
Halime Yücel ALTINEL
Görmüş, Alper (2002) “Medya Genç Parti’yi ‘Görmedi’ Partinin
İstediği de Buydu.” Birikim, 163-164:81-85.
Greimas, Algirdas Julien; Landowski, Eric (1979). Introduction à
l’analyse du discours en sciences sociales. Paris: Hachette Yayınları.
Joly, Martine (1993). Introduction à l’analyse de l’image. Paris:
Nathan.
Kemiksiz,
Aslı
(2002).
“Medyayı
Bilirdiniz?”Http://www.cgd.bursa.org. Aralık 2002.
Nasıl
Korkmaz, Tamer (2003). “Genç Parti Olayı”.Zaman. 10.06.2003,
Messaris, Paul (1997). Visual Persuasion: The Role of Images in
Advertising. California: Sage Publications.
Sağlam, Serdar, (2002) “Paranın, Reklamın ve Mağduriyetin Zaferi:
Genç Parti”. Türk Yurdu, 184: 25-29
Semprini, Andrea (1996). Analyser la Communication: Comment
Analyser les Images, les Médias, la Publicité. Paris: L’Harmattan.
Sfez, Lucien (1993). Dictionnaire Critique de la Communication.
Paris: Presses Universitaires de la France.
Sherr, Susan A. (1999). “Scenes from the Political Playground: An
Analysis of the Symbolic Use of Children in Presidential Campaign
Advertising”. Political Communication, 16: 45-59.
Sontag, Susan (1999). “The Image -world”. Visual Culture: The
Reader, der. Jessica Evans, Stuart Hall. London: Sage Publications.
Tchakotine, Serge (1952). Le Viol des Foules par la Propagande
Politique. Paris: Gallimard.
Topuz, Hıfzı (1991). Siyasal Reklamcılık. İstanbul: Cem Yayınevi.
Tosun, Tanju (2003), “İhtiyaç:İdeolojik Berlaklaşma”. Görüş, 15:54-61.
Turan, Ömer; Çapan, Zeynep Gülşah (2003) “Siyasetin yeniden
tanımlanması ve gösteri Toplumu: Genç Parti Özelinde 3 Kasım Seçimleri”.
Birikim,165:101-118.
İletişim 2003/17
109
Genç Parti Reklamları İçin Bir Söylem Çözümlemesi
Uztuğ, Ferruh (1999). Siyasal Marka, Seçim Kampanyaları ve
Aday İmajı. Ankara: MediaCat Yayınları.
Wölffin, Heinrich (1995). Sanat Tarihinin Temel Kavramları. Çev.
Hayrullah Örs. İstanbul: Remzi Kitabevi.
Yücel, Tahsin (1997). Alıntılar. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Yücel, Tahsin (1998). Söylemlerin İçinden. İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları.
Zelyut, Rıza. (2002) “Nereden Çıktı Bu Genç Parti?” Akşam.
3.9.2002
Cumhuriyet, 15.10.2002
Cumhuriyet, 25.10.2002
Cumhuriyet, 26.10.2002
Hürriyet, 20.10.2002
Hürriyet, 21.10.2002.
Hürriyet, 24.10.2002
Sabah, 22.10.2002
Sabah 25.10.2002
Star,17.10.2002
Star, 20.10.2002
Radikal, 20.10.2002
İletişim 2003/17
110
Halime Yücel ALTINEL
Özet
Bu çalışmada Genç Parti’nin 2002 genel seçimleri için yaptığı politik
reklamlar göstergebilimsel yöntemle incelenmiştir. Çalışma gazetelerde
yayınlanan reklamları kapsamaktadır. Reklamların grafik tasarımı, sözel ve
görsel öğelerle aktarılan düzanlamlar ve yanamlamlar çözümlenmiştir. Bu
reklamların söyleminin suç/ceza, genç/yaşlı, saygı/saygısızlık gibi
karşıtlıklar üzerine kurulduğu ve ideolojik ilkelerden çok basmakalıp
düşüncelerin kullanıldığı gözlemlenmiştir.
Abstract
In this work the political advertising of Young Party (Genç Parti) for
elections 2002 is analized by using the principles of semiotics. Study covers
the advertisements published in the newspapers. Their graphical desings,
denotative and connotative messages which are transmitted by verbal and
visual elements are analized. It is observed that the discours of these
advertisements on the oppositions such as crime/punishment, young/old,
respect/disrespect and clichés are used rather than ideological principles in
this discours.
İletişim 2003/17
Kitle İletişimi Araçlarının
Gerçekliğin Yansıtılması ya da Kurulması Süreçlerindeki Rolü
Murat Sadullah ÇEBİ*
Giriş
İletişim araştırmaları alanında medya etkileri sorunu üzerine
odaklanan ilk dönem çalışmaların büyük çoğunluğu, bir kaynağın kitle
iletişimi araçları aracılığıyla alımlayıcıların zihinlerine zerkettiği mesajlara,
kaynağın veya kanalın önceden öngördüğü biçimde tepki göstereceğini
kabul eden çizgisel, neden-sonuç ilişkisini içeren bir etki modeline
dayanmaktaydı. Kitle iletişimi araçlarının alımlayıcılar üzerinde doğrudan,
sınırsız ve güçlü etkilere yol açtığını anlatan bu etki modeli, iletişim
araştırmalarında egemen olan ana damar pozitivist-davranışçı paradigmanın
temelini oluşturan “uyaran-tepki”, “şırınga”, “sihirli mermi” gibi kavramlar
veya metaforlarla adlandırılan yaklaşımların temel modelini oluşturdu. Bu
modele göre etki kavramı, kitle iletişimi araçlarından aktarılan mesajların
uyaranlar olarak alımlayıcıların bilgi, duygu, kanı, tutum ve davranışları
üzerinde doğrudan yol açtığı değişiklikler olarak kabul edilmekteydi. Bu
bağlamda kitle iletişimi araçları etken konumda iletilerini alımlayıcılara
gönderen mecralar; alımlayıcılar ise, edilgen konumda mesajların doğrudan
etkisine açık, birbirlerinden yalıtılmış, soyutlanmış kişiler olarak ele
alınıyordu. Kitle iletişimi araçlarının alımlayıcılar üzerinde doğrudan, kısa
sürede, otomatik ve tekdüze etkiye yol açtığı, bir başka deyişle
alımlayıcıların iletilere yüklenen niyetler doğrultusunda tepkiler verdiği ileri
sürülüyordu. Ancak, zaman içerisinde yapılan araştırmaların bulguları kitle
iletişimi araçlarının alımlayıcılar üzerinde doğrudan ve kısa sürede etkilere
yol açtığı görüşüne olan ilgiyi azaltmış, kitle iletişimi araçlarıyla aktarılan
*
Yrd. Doç. Dr. Gazi Üniversitesi, İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü
İletişim 2003/17
112
Murat Sadullah ÇEBİ
iletilerin alımlayıcıların bilgi, duygu, kanı, tutum ve davranışları üzerinde
dolaylı ve uzun sürede değişikliklere yol açtığı varsayımına dayalı sınırlı etki
modelinin rağbet görmesine ve benimsenmesine neden olmuştur. Bir başka
deyişle; kitle iletişimi araçları, günümüzde, iletilerin etkilerini konu alan
araştırmalarda tek başına gerçekliği yapılandıran; alımlayıcılar üzerinde
güçlü, sınırsız, doğrudan etkilere yol açan mecralar olarak kabul
edilmemektedirler (Joussen, 1990: 59-110; Schenk, 1987: 3-10).
Çağdaş toplumlarda, insanların dış dünyadaki olay ve olguları
algılama, kavrama ve değerlendirmeleri iki ana kaynağa dayanmaktadır:
Gerçekliğin doğrudan, insan tarafından gözlemlenmesi, yani insanın birincil
deneyimleri ve gerçekliğin dolaylı biçimde, kitle iletişimi araçları
aracılığıyla gözlemlenmesi; yani insanın ikincil deneyimleri. Günümüzde,
insanlara kitle iletişimi araçları tarafından iletilen bilgiler, insanların kendi
özgün gözlemleriyle elde ettikleri bilgilere oranla kat kat artmıştır. Bir başka
anlatımla dış dünya ile ilgili kendi başımıza edindiğimiz bilgilerin oranı her
geçen gün azalmaktadır. Kitle iletişimi araçları günümüzde sadece bilgi ve
haber iletmemekte, dolaysız bilgi denilen yaşantı deneyimlerimize de yön
vermektedirler. Günümüzde, dış gerçekliği algılamakta kullandığımız
mihenk taşları veya ölçütler, kurallar kişisel deneyim ürünü olmaktan çıkmış
ve büyük ölçüde bunlar kitle iletişimi araçları tarafından
oluşturulmaktadırlar. Hatta çıplak gözle tanık olduğumuz olaylar bile, kitle
iletişimi araçları tarafından doğrulandıktan sonra zihnimizde pekişmektedir.
Nesnel gerçekliğin algılanmasında kitle iletişimi araçları adete bir tür süzgeç
gibi işlev görmektedirler (Anık, 2003: 136). Bu çerçevede araştırılması
gereken sorun, kitle iletişimi araçlarının gerçekliğin yansıtılması veya
kurulması süreçlerindeki rolünün ne olduğudur. İletişim çalışmaları alanında
kitle iletişimi araçlarının gerçeklik üzerindeki etki ve işlevlerini ele alan
araştırmalarda iki soru cevaplanmaya çalışılmaktadır: Bunlardan biri, kitle
iletişimi araçlarının dış dünyadaki olay ve olguları nesnel, dengeli ve yansız
biçimde yansıtıp yansıtmadığı, diğeri kitle iletişimi araçlarının gerçekliği
inşa edip etmediğidir.
Kitle iletişimi araçlarının gerçekliğin yansıtılması veya kurulması
süreçlerindeki rolü, iletişim araştırmalarında önemli bir inceleme konusunu
İletişim 2003/17
Kitle İletişimi Araçlarının Gerçekliğin Yansıtılması ya da Kurulması Süreçlerindeki Rolü
113
oluşturmaktadır. Medya ve gerçeklik arasındaki ilişkilere odaklanan bu
araştırmalar, iki farklı kuramsal ve yöntembilimsel paradigma ekseninde
yapılmaktadır. Bunlardan ilki yansıtma yaklaşımı, ikincisi kurmacı
yaklaşımdır. Eleştirel paradigmaya dayalı kurmacı yaklaşım, gerçekliğin
inşasını kitle iletişimi araçları ve toplum arasındaki ilişkinin çok önemli bir
yönü olarak ele almaktadır. Kurmacı yaklaşım, kitle iletişimi araçlarının
gerçekliği inşa ettiği ve yeniden ürettiği varsayımını ileri sürmektedir.
Kurmacı
yaklaşımın
felsefi
temelleri,
kurmacılık
öğretisine
dayandırılmaktadır. Liberal-çoğulcu paradigmaya dayalı yansıtma yaklaşımı
ise, gerçekliğin inşasını kitle iletişimi araçlarının etki türlerinden biri olarak
kabul etmektedir. Kuramsal ve yöntembilimsel açılardan pozitivist
davranışçı geleneğe bağlı bu yaklaşımın hareket noktası, kitle iletişimi
araçlarının nesnel gerçekliği nesnel, dengeli, adil ve yansız biçimde
yansıttığı varsayımıdır. Yansıtma yaklaşımının felsefi temelleri, gerçekçilik
öğretisine dayanmaktadır.
Liberal-çoğulcu paradigma; kitle iletişimi araçlarının bağımsız,
nesnel, adil, dengeli ve tarafsız yayın yapması gereğine vurgu yapmakla
birlikte, dış dünyadaki olay, olgu, konu, sorun kişi, kurum, ulus veya ülkeler
hakkında kafamızda oluşan ve eylemlerimizi yönlendiren imgelerin büyük
ölçüde medya tarafından yapılandırıldığı konusunda bir mutabakat
bulunmaktadır. Kitle iletişimi araçları tarafından iletilen mesajların insanın
kendi algılarıyla edindiği bilgiye oranla kafamızdaki imgelerin ve
gerçekliğine inandığımız sahte dünyanın oluşumundaki egemenliğine dikkat
çeken ilk kişi Lippmann’dır. Muhabir olmasının, insanın kendi gözlemleri
aracılığıyla edindiği bilgi ile, başkaları, özellikle de kitle iletişimi araçları
aracılığıyla edindiği bilgi arasındaki farkı bu kadar iyi görebilmesine katkısı
çok fazladır. Lippmann, insanların bu farkın bilincinde olmadıkları, tersine,
dolaylı yoldan elde ettikleri bilgileri kendilerine mal etme eğiliminde
oldukları için, bu iki bilginin iç içe geçtiğini, aradaki farkın ortadan
kalktığını da görebilmiştir. O’na göre; siyasal bakımdan ilişki içinde
bulunduğumuz dünya, algı menzilimizin, görüş alanımızın ve
düşüncelerimizin dışında yer almaktadır. Bu dünyayı algılamak ve
İletişim 2003/17
114
Murat Sadullah ÇEBİ
anlamlandırmak için insan dış dünyayı önce araştırmak, betimlemek ve
kafasında tasarlamak zorundadır. Çünkü hiç kimse bu evreni bütün
yönleriyle bir bakışta algılayabilecek ve kavrayabilecek bir “Aristoteles
tanrısı” değildir. İnsan, gerçekliğin kendi hayatını sürdürmesi ve koruması
açısından önemli olan bölümlerini algılayabilen ve kavrayabilen bir
yaratıktır. İnsanın algılayabildiği ve kavrayabildiği gerçekliğin bu parçaları
zaman terazisinin kefesine koyulduğunda ancak birkaç kısa bilgi ve mutluluk
anı olarak ölçülebilen bir değer taşımaktadır. Ancak aynı insan, hiçbir çıplak
gözün doğrudan göremeyeceği şeyleri görebilmesini, hiçbir kulağın
işitemeyeceği şeyleri işitmesini sağlayan yöntemler geliştirmiştir. Bu
yöntemler yardımıyla insan, bir bireyin tek başına yapabileceğinden çok
daha sonsuz büyüklük ve sonsuz küçüklükte nesneleri değerlendirebilmekte,
çok daha nesneyi seçip birbirinden ayırt edebilmektedir. İnsan, aklı
sayesinde, dünyada daha önce hiç göremediği, dokunamadığı,
koklayamadığı, duyamadığı veya aklında tutamadığı uçsuz bucaksız
bölgeleri öğrenmektedir. Böylece yavaş yavaş, kafasında, görüş alanının
dışında kalan bir dünyaya ilişkin imgeleri istediği gibi oluşturmaktadır
(Lippmann, 1964’den aktaran Noelle-Neumann, 1991: 210, 1998: 169).
İletişim çalışmaları alanında kitle iletişimi araçlarının gerçekliği
yansıtması veya kurması sorununu doğrudan veya dolaylı olarak ele alan bir
yığın araştırma yapılmıştır. Bu araştırmaların önemli bir bölümü uluslar arası
haber akışı, yabancı ülke, ulus ve devletlerin medya içeriklerindeki imgeleri
ile ulusal ve uluslar arası haberlerin seçimini belirleyen etmenler üzerinedir.
Bu araştırmalarda elde edilen en önemli bulgu, gelişmiş ülkelerdeki iletişim
tekellerinin uluslar arası iletişim sürecinde az gelişmiş veya gelişmekte olan
ülkeler aleyhine tek yönlü, yanlı ve dengesiz habercilik yaptığıdır. Uluslar
arası haber akışı sürecinde egemen olan bu kültür-merkezci bakış açısının,
uluslar arası medya kuruluşlarının etkinlikte bulundukları toplumsal,
kültürel, siyasal ve ekonomik sistemleri referans merkezi kabul ederek diğer
toplumları ve onlara ait ürünleri kendi referans sistemlerine yakınlık ve
uzaklığına, uyuşma ve çelişme durumuna göre algılama, kavrama,
anlamlandırma ve değerlendirmelerine yol açtığı ileri sürülmektedir.. Bu
iddiaya göre, merkez olarak adlandırılan batı ülkelerinin kitle iletişimi
İletişim 2003/17
Kitle İletişimi Araçlarının Gerçekliğin Yansıtılması ya da Kurulması Süreçlerindeki Rolü
115
düzenlerinde, çevre olarak yaftalanan az gelişmiş veya gelişmekte olan
ülkelerdeki olay ve olgular hakkında çoğunlukla olumsuzluk içeren dış
haberlere öncelik verilmektedir. Buna karşılık liberal-çoğulcu paradigmanın
üzerine oturduğu nesnellik, tarafsızlık, adillik, dengelilik gibi gazeteciliğin
meslek kuralları bir yana bırakılarak çevre ülkelerdeki olumlu olay ve
olgulara ilişkin dış haberler; amaçlı-akılcı biçimde ayıklanmakta, elenmekte,
saf dışı bırakılmakta yahut çarpıtılıp bozulmaktadır (Galtung ve Ruge 1965;
Kepplinger ve Weißbecker 1991; Alscheid-Schmidt, 1991). Araştırmaların
bir bölümü; basmakalıp yargılar, çerçeveleme ve önceleme aracılığıyla
çeşitli toplumsal grup ve tabakaların, azınlıkların, yabancıların, mesleklerin
veya kadınların kitle iletişimi araçlarında yanlı ve dengesiz biçimde temsil
edildiğini ve sunulduğunu ortaya çıkarmıştır. Kitle iletişimi araçlarında terör,
şiddet, cinayet olayları, skandallar ve yolsuzlukların ele alınış ve sunuluş
biçimlerini inceleyen araştırmalar; bu tür olayların ilgi ve heyecan
uyandırmak amacıyla kitle iletişimi araçları tarafından çarpıtılıp
bozulduğunu göstermiştir. Kitle iletişimi araçları ve gerçeklik ilişkisinin bir
başka boyutunu inceleyen gündem belirleme araştırmaları, kitle iletişimi
araçlarının kamu gündemini yansıtmaktan çok biçimlendirdiğini,
kamuoyunu oluşturduğunu, gerçekliği kurup yeniden üreterek yapay
gerçekliğe dönüştürdüğünü ortaya koymuştur (Schulz, 1989).
Kitle iletişimi araçlarında gerçekliğin yansıtılması veya kurulması
sorununa odaklanan araştırmalarda elde edilen en önemli bulgu, dış dünyada
varolan gerçeklik ile medya gerçekliği arasında önemli farklar ve sapmalar
olduğudur. Bu araştırmalar, kitle iletişimi araçlarının gerçekliğin bütününü
veya herhangi bir parçasını bire bir, doğru biçimde yansıtamadığını, tersine
gerçekliği inşa edip, yeniden üretip medya gerçekliği biçimine dönüştürerek
alımlayıcılara ilettiğini göstermiştir. Araştırmalar, kitle iletişim araçlarının
gerçekliğin iletilmesi sürecindeki rolüne ilişkin yargıları da kökünden
değiştirmiştir. Günümüzde kitle iletişimi araçları, edilgen bir konumda
gerçekliği nesnel, dengeli ve yansız biçimde aktaran aracılar olma rolünden
sıyrılmışlar, etken biçimde gerçekliği inşa eden, yeniden üreten,
İletişim 2003/17
116
Murat Sadullah ÇEBİ
biçimlendiren ve değiştiren mecralara dönüşmüşlerdir (Adoni, 1984;
Shoemaker ve Mayfield 1987; Schulz, 1989; Kepplinger, 1989).
İnsanın medya aracılığıyla algıladığı ve tasarladığı sahte gerçeklik ile
bilincinin dışında var olan nesnel gerçeklik arasındaki farkı, Alman iletişim
bilimcisi Kepplinger, 1975 yılında yayımlanan eserinin başlığında kullandığı
kavram çiftiyle özetlemiştir: Gerçek Kültür ve Medya Kültürü [Realkultur
und Medienkultur]. Kepplinger, medya kültürünü, kitle iletişimi araçlarının
bir kültürle ilgili belirli bir zamanda ilettiği imgeler bütünü olarak tanımlar.
Yazara göre medya kültürü, kitle iletişimi araçlarının dış dünyada varolan
olay ve olgular arasından seçip bireye sunduğudur. Dış dünya, insanın görüş
alanı ve düşüncelerinin dışında kaldığı sürece de, genellikle, insanın bu
dünyada varolan nesneler hakkında sahip olduğu tek görüştür. Medya
kültürü, gerçek kültürün hem bir yansıması hem de yeniden üretilen,
biçimlendirilen ve değiştirilen bir türü olarak düşünülebilir. Medya kültürü,
bireyin bilincinde dünyaya ilişkin görüntülerin veya tasarımların oluşmasına
katkıda bulunur. Bu görüntü veya tasarımlar, kitle iletişimi araçlarının
bireyin deneyim biçimlerini düzenleme mantığına göre üretilmekte ve
sonuçta gerçekliğin kurgusallaşması söz konusu olmaktadır. Kitle iletişimi
araçları tarafından üretilen medya kültürü, gerçek kültürü hammadde olarak
kullanmaktadır. Gerçek kültür, kelimenin her anlamında başlı başına bir
kültür olarak tanımlanabilir. Kitle iletişimi araçları, gerçek kültürün değişik
yönlerini yeniden üreterek, değiştirerek ve biçimlendirerek kullanmaktadır
(Kepplinger 1979: 165, 173-174; Noelle-Neumann, 1991: 216, 1998: 173;
Lundby ve Ronnig, 1997: 18-19).
Bu çalışma, kitle iletişimi araçlarının gerçekliğin yansıtılması veya
kurulması süreçlerindeki rolünü incelemeyi amaçlamaktadır. Bu amaca
ulaşmak için aşağıda yer verilen soruların yanıtlanmasına çalışılacaktır: Kitle
iletişimi araçları, gerçekliği olduğu gibi nesnel, dengeli ve yansız biçimde
yansıtmakta mıdırlar? Kitle iletişimi araçları, gerçekliği kurmakta mıdırlar?
Araştırma sistemli, güvenilir, geçerli ve faydalı verileri bir araya
getirerek kitle iletişimi araçları ve gerçeklik arasındaki ilişkileri
tanımlamaya, betimlemeye, dolayısıyla, tutarlı bir biçimde bilmeye ve
İletişim 2003/17
Kitle İletişimi Araçlarının Gerçekliğin Yansıtılması ya da Kurulması Süreçlerindeki Rolü
117
anlamaya yönelik nedenlere dayalı olarak tasarlanmıştır. Konu, iletişim
araştırmaları alanında kitle iletişimi araçlarında gerçekliğin aktarılması veya
kurulmasına yönelik literatürün taranması yoluyla incelenmiştir.
Gerçeklik Kavramı
Kitle iletişimi araçlarının gerçeklik üzerindeki etkilerini belirlemeden
önce çalışmanın temel çözümleme kavramı olan gerçeklik kavramını
tanımlamak gerekir. Türkçe’de gerçeklik sözcüğü, doğruluk ve hakikat
sözcükleriyle yan yana, çoğunlukla aralarındaki anlam farklılığı da pek
önemsenmeksizin biri diğerinin yerine kullanılmaktadır. Özellikle gerçeklik,
“hakikat”in Türkçe karşılığı gibi düşünüldüğünden, kimi okuyucu bu
sözcüğü gördüğü yerde, bunu yazanların dilinin eskiliğine verip, onu
gerçeklik olarak algılıyor yahut tersine bir anlam yükleyerek gerçeklik
sözcüğünü “hakikat” olarak kavramaktadır. Yabancı felsefe terimlerini
Türkçe’ye çevirmede yaşanan karışıklık, felsefe diline de aynen
yansımaktadır. Felsefeciler, bu sözcük veya terimlerin farklı olgu ve
kavramları ifade ettiklerinin farkında olsalar bile bunların hangi sözcüklerle
karşılanacağı konusunda yine de uzlaşamamaktadırlar. Bu sorun sözcüklerin
batı dillerindeki karşılıklarının ele alınarak incelenmesiyle çözümlenebilir.
İngilizce’de reality, Almanca’da “Realität” ve “Wirklichkeit”, Türkçe’deki
“gerçeklik” sözcüğünün karşılığı olarak ele alınıp İngilizce’deki “truth” ve
Almanca’daki “Wahrheit”, Türkçe’deki “doğruluk” veya “hakikat” ile
karşılanırsa en azından “gerçeklik” sözcüğüyle “hakikat/doğruluk”
sözcüklerinin karıştırılması sorunu dil açısından çözülmüş olur (Tepe, 1995: 3).
Gerçeklik sözcüğünü tanımlamada izlenecek diğer bir yol ise, bu
kavram “nedir?”, “neye ilişkindir?” veya “taşıyıcısı nedir?” türünden sorular
yöneltmek olabilir. “Neye ilişkindir?” veya “taşıyıcısı nedir?” soruları
dolaylı olarak “nedir?”i de içlerinde taşıdıklarından bu sorulara verilen cevap
aynı zamanda “nedir?” sorusunu da aydınlatır. Bir başka ifadeyle gerçeklik
“nedir?” sorusunu cevaplayabilmek için öncelikle gerçeklik “neye
ilişkindir?” veya “taşıyıcısı nedir?” sorularının cevaplanması gerekmektedir.
İletişim 2003/17
118
Murat Sadullah ÇEBİ
Bu soruların cevabı ise, “var olan” olacaktır. Gerçeklik var olanın veya bazı
var olanların bir özelliğidir (Tepe, 1995: 4). Şimdi “gerçeklik nedir?”
sorusuna şu cevap verilebilir: Gerçeklik, bilinçte oluşan bir tasarım veya
bilincin bir ürünü olmayıp, bilincin dışında, algılayan öznenin bilip
bilmemesine bağlı olmaksızın mevcut olma durumudur (Demir ve Acar,
1993: 146). Bir başka ifadeyle gerçeklik bilenden, bilinçten bağımsız olarak
varolan şeylere ilişkin bir özelliktir. Bolay (1996: 156) “Felsefî Doktrinler ve
Terimler Sözlüğü”nde, gerçekliği “varolan şeylerin tamamı, bilinçten
bağımsız olarak varolan günlük hayatta karşılaşılan somut şeyler” olarak
tanımlamaktadır.
İletişim bilimcileri Adoni ve Mane (1984: 325-326) gerçekliğin üç
tipini ayırt etmektedirler: 1. Nesnel gerçeklik: Bilenden ve bilinçten
bağımsız olarak var olan, kişinin dış dünyada gözlemlediği nesneler, 2.
Sembolik gerçeklik: Nesnel gerçekliğin sanat ve edebiyat ürünlerinde,
medya içeriklerinde değişik biçimlerde dışa vurumuyla oluşan şeyler, 3.
Öznel gerçeklik: Dış dünyada varolan nesnelerin birincil ve ikincil
gözlemlenmesi aracılığıyla bireylerin bilincinde oluşan imgeler.
Weimann’ın çiftli koni modeli, üç gerçeklik türü içermektedir: 1.
Nesnel Gerçeklik, 2. Kitle İletişimi Araçlarında İnşa Edilen Gerçeklik, 3.
Kitle İletişimi Araçları Aracılığıyla Algılanan Gerçeklik. Bu model iki
aşamalı bir süreci açıklamaktadır. Birinci aşamada, gerçek dünyadaki olay
ve olgular, deneyimler bir iletişimci veya mesaj kaynağı tarafından kitle
iletişimi araçlarında inşa edilen gerçekliğe dönüştürülmektedir. Gerçekliğin
kitle iletişimi araçlarında kurulması televizyon haber öyküleri, kurgusal
dramalar, gazete haberleri, görüntüler veya müzik biçiminde olabilir. Her ne
kadar kitle iletişimi araçlarında inşa edilen gerçeklik büyük ölçüde dış
dünyadaki olay, olgu ve deneyimlere, bazı somut unsurlara dayansa da,
gerçeklik ile kitle iletişimi araçlarında inşa edilen gerçeklik arasında çok fark
vardır. Kitle iletişimi araçlarında inşa edilen gerçeklik dış dünyada varolan
gerçeklikten, bir başka deyişle dış dünyadaki gerçek olay ve olgulardan daha
çok dramatik, renkli, heyecan verici ve canlıdır. Medyada inşa edilen
gerçeklik özel niteliklere sahip olduğu, insanların yaşadığı gerçek hayatı
allak bullak ettiği için, onları, yani tüketicileri/alımlayıcıları yalnızca
İletişim 2003/17
Kitle İletişimi Araçlarının Gerçekliğin Yansıtılması ya da Kurulması Süreçlerindeki Rolü
119
cezbetmekle kalmaz, insanlar hayatları süresince bu tür bir gerçekliğin
sunumunu beklemekte, talep etmektedirler. İnsanlar, medya gerçekliğinin
olağanüstü, dramatik biçimde sunulmasını istemektedirler. İkinci aşamada,
medya gerçekliği alımlayıcılara aktarılmaktadır. Alımlayıcılar, zihinsel
seçme süreçlerindeki dikkat, algı ve saklama mekanizmaları aracılığıyla kitle
iletişimi araçlarında inşa edilen gerçekliğin bazı yönlerini seçerek gerçeklik
olarak kabul etmektedirler. Kitle iletişimi araçlarından aktarılan gerçekliği
alımlayan bireylerin zihinlerinde oluşan gerçeklik, medya gerçekliği olarak
tanımlanmaktadır. İnsanların medyada inşa edilen gerçekliği alımlama
aşaması yüksek derecede seçmeye dayalı bir süreçtir. Bu süreç, kendi içinde
üç aşamadan oluşmaktadır. Birinci aşamada insanlar, okuyacakları,
izleyecekleri veya dinleyecekleri kitle iletişimi araçlarını seçerler, ilgi ve
dikkatlerini bunlara yoğunlaştırmaktadırlar. Bu, seçici dikkat veya ilgi
aşamasıdır. İkinci aşamada insanlar, seçtikleri medyanın içeriklerinde ne
okuyacaklarına, izleyeceklerine ve dinleyeceklerine karar verirler ve
seçtikleri medya içeriklerinin bünyesinde barındırdığı iletileri algılamaya,
anlamlandırmaya ve kavramaya çalışmaktadırlar. Bu, seçici algı aşamasıdır.
Üçüncü aşamada insanlar, belleklerinde sakladıkları iletileri anımsayarak
seçmektedirler. Bu, seçici anımsama aşamasıdır. Bu seçme mekanizmaları;
bilinçli ve bilinçsiz olarak işlemekte, sürekli olarak medya
profesyonellerinin medya içeriklerini seçme, düzenleme sunması aracılığıyla
gerçekliği yeniden inşa etmektedirler (Weimann, 2000: 11-12).
Weimann’ın çiftli koni modeli, bünyesinde üç gerçeklik türünü
barındırmaktadır. Bunlardan birincisi bireyin bilincinin dışında, dış dünyada
varolan nesnel gerçeklik; ikincisi dış dünyadaki olay, olgu, konu, sorun veya
aktörlerin kitle iletişimi araçlarında seçimi ve düzenlenmesi ile inşa edilen
medyatik gerçeklik, üçüncüsü ise medyanın aktardığı iletilerle
alımlayıcıların zihninde oluşturduğu imgelere gönderme yapan,
alımlayıcıların kitle iletişimi araçları aracılığıyla algıladığı öznel gerçeklik.
Medyatik gerçeklik ve öznel gerçeklik, üç mekanizma aracılığıyla inşa
edilmektedir: Seçici dikkat, seçici algı ve seçici anımsama. Seçiçi dikkat
aşamasında medya veya gazeteciler belli olay, olgu, konu, sorun, süreç veya
İletişim 2003/17
120
Murat Sadullah ÇEBİ
aktörlere ilgi ve dikkatini yoğunlaştırır. Seçici algı aşamasında medya veya
gazeteciler herhangi bir günde meydana gelen bir çok haber arasından hangi
haberin alımlayıcılar açısından ilgiye değer olduğuna, hangi haberin göz ardı
edilebileceğine, hangisinin manşet olacağına veya ana haber bülteninde ilk
sırada ve ağırlıklı olarak yayınlanacağına karar verirler. Seçici anımsama
aşamasında medya veya gazeteciler; belli olay, olgu, konu, sorun, süreç veya
aktörleri tekrarlayarak gündeme getirir, tanımlar veya öne çıkarır. Bütün bu
süreçler, öznel gerçekliğin inşasında da geçerlidir. Seçici dikkat aşamasında
mesajların alımlayıcıları olan bireyler belli kitle iletişimi araçları, olay, olgu,
konu, sorun, süreç veya aktörler üzerinde dikkatlerini toplarlar. Seçici algı
aşamasında bireyler, kitle iletişimi araçlarının sunduğu bir yığın haber
arasından hangilerinin kendi amaç, çıkar, ihtiyaç, değer, beklenti ve
tutumları açısından değerli olduğuna, hangi haberlerin göz ardı
edilebileceğine, hangilerinin alımlanacağına karar verirler. Seçici anımsama
aşamasında bireyler kitle iletişimi araçlarının kişisel amaç, çıkar, ihtiyaç,
değer, beklenti ve tutumlarıyla uyuşan mesajlarını hatırlayarak gerçek
yaşamlarında kullanırlar.
Yansıtma Yaklaşımının Temel Varsayımları
Kitle iletişimi araçlarının gerçeğin aynası olduğu varsayımı üzerine
oturan yansıtma yaklaşımı, bilgi felsefesinde gerçekçilik olarak adlandırılan
öğretiye dayandırılmaktadır. Gerçekçilik, duyularımızla algıladığımız
nesnelerin, algılayan öznenin bilmesinden, algılamasından veya zihninde
onunla ilgi kurmasından bağımsız olarak evrende var olduğunu ileri süren
bir öğretidir. Tarihsel süreçte yalın gerçekçilik, tasarımcı gerçekçilik ve
çağdaş gerçekçilik olarak adlandırılan üç algı kuramı geliştirilmiştir (Honer
ve Hunt, 1996: 92-99, 329).
Yalın gerçekçiliği başka öğretilerden ayırt eden en belirgin
bilgibilimsel özellik, bilginin kaynağı olarak algıya mutlak bir güven
duyulmasıdır. Yalın gerçekçiler, dış dünyada bir nesne algıladıklarında o
nesneyi gerçekte varolduğu gibi tecrübe ettiklerine inanırlar. Onlara göre
nesnenin görünüşü ile gerçek varoluşu arasında hiçbir fark yoktur.
İletişim 2003/17
Kitle İletişimi Araçlarının Gerçekliğin Yansıtılması ya da Kurulması Süreçlerindeki Rolü
121
Dolayısıyla, kişi duyu deneyi aracılığıyla dış dünyayı olduğu gibi
algılayabilir, bilebilir. Dış dünyanın varlığı; algılayan, bilen özneden
bağımsızdır. Dünyada hiç bir canlı bulunmasa bile gerçeklik varlığını
sürdürmektedir. Kişinin algıladığı, veya tecrübe ettiği şey, nesnenin
kendisidir. Algılanan nesne, algılayan kişiden bağımsız olarak var olsa bile,
bilinen şey, yani algının içeriği, var olan nesne ile tam olarak çakışır
(Denkel, 1998: 34). Tasarımcı gerçekçilik veya tasarımcılık dış gerçekliğin
algı yoluyla zihni etkileyerek orada kendine benzer izler, tasarımlar
bıraktığını öne sürer. Bu öğretiye göre kişi duyu organları aracılığıyla dış
dünyadaki nesneleri algılar, tecrübe eder veya bilir. Algılama sürecinde duyu
organları dış dünyadaki nesneler tarafından uyarırlar. Bu uyarıların etkisiyle
zihinde dış dünyadaki nesnelerin görüntüleri veya tasarımları oluşur. Duyu
organları, adeta fotoğraf makinesi gibi dış dünyadaki nesnelerin resmini
çekerek onları kopya veya temsil eder. Tasarımcılık varlıkbilim alanında,
yalın gerçekçilik gibi duyularımızla hissettiğimiz dış dünyadaki nesnelerin
bilinmelerinden, algılanmalarından veya zihinle ilgilerinden bağımsız olarak
var olduğu savını benimser. Tasarımcılığın yalın gerçekçilikten ayrıldığı
nokta bilgibilim alanındadır. Tasarımcılık algı içeriğinin gerçekliğin ancak
bir görüntüsü veya tasarımı olduğunu ileri sürer. Algının konusu olan dış
dünya fiziksel, algının içeriğini oluşturan tasarımlar veya görüntüler dünyası
da anlıksal varlığa sahiptir (Denkel, 1998: 42-43; Honer ve Hunt, 1996: 94).
Bilgi felsefesindeki üçüncü algı kuramı olan çağdaş gerçekçilik de
nesnel dünyanın gerçekten varolduğunu ve insan tecrübesine açık olduğunu
benimser. Bundan başka, bir nesneyi algılama sürecinin o nesneyi hiçbir
şekilde değiştirmediğini ileri sürer. Kişinin duyularıyla tecrübe ettiği
nesneler, bilim adamlarının da aletleriyle bulup çıkardıkları veriler gözlem
sürecinde değişmezler. Çağdaş gerçekçiler, insan dikkatinin seçici olduğunu
kabul ederler; fakat, bunun algılanan nesneyi ne değiştirdiğini ne de
oluşturduğunu ileri sürerler. Onlara göre algı, kişinin daha sonra kendiyle
uyum kurabileceği veya üzerinde bazı eylemlerde bulunabileceği bir nesneyi
açığa çıkaran araçtır. Algı, bilmenin bilinene bağlandığı bir süreç olarak
İletişim 2003/17
122
Murat Sadullah ÇEBİ
kabul edilir. Bu süreçte zihin, duyu organlarının uyarısıyla, nesnelerin
özelliklerini çıkarsamaya başlar (Honer ve Hunt, 1996: 99-100).
Gerçekliğin kitle iletişimi araçlarında olduğu gibi yansıtıldığını ileri
süren yansıtma yaklaşımının felsefi temelleri, yalın gerçekçiliğe
dayandırılmaktadır. Gerçekçilik anlayışına göre “akıllı, geleneksel
kalıplardan kurtulmuş bir beyin, çevresini dikkatli izleyebilir, gözlemlediği
olay yada olgunun gizemini fark edip, anlayabilir. Onun sırrını deşifre
ederek, onda mündemiç nesnel gerçekliği ondan çekip çıkartarak; iletilebilir
bir simge haline dönüştürmek için icadını-keşfini kavramsallaştırabilir.
Kavramsal düzleme çekilen nesnel gerçeklik, böylece başkaları açısından da
apaçık hale getirilebilir” (Anık, 2003: 61). Yansıtma yaklaşımının kitle
iletişimi araçları ve gerçeklik ilişkileri hakkındaki varsayımları şunlardır:
Dış dünyada kitle iletişimi araçları ve gazetecilerden bağımsız bir gerçeklik
vardır. Bu gerçeklik, gazetecinin algılayabilmesine ve bilebilmesine açıktır.
Gazeteci, dış dünyadaki nesnelerle ilgili bilgileri duyu deneyi aracılığıyla
edinebilir. Gerçeklik, algı yoluyla gazetecilerin zihninde gerçeğinden ayırt
edilemeyecek kadar benzeri izler bırakır. Bu görüntüler veya kopyalar,
gerçekliğin gazetecinin zihnindeki yansısıdır. Gazeteci, her hangi bir algı
içeriği ile ilgili zihninde oluşan bu görüntüleri veya kopyaları nesnel, yansız
ve dengeli biçimde medya içeriklerine yansıtabilir. Dolayısıyla gerçek bir
nesne ile o nesnenin medya aracılığıyla yansıtılan görüntüsü veya kopyası
arasında hiç bir fark bulunmamaktadır. Gazetecinin algıladığı nesne, dış
dünyada gazeteciden bağımsız olarak var olsa bile, algının içeriği, dış
dünyada var olan nesne ile tam olarak çakışır. Bu yüzden kitle iletişimi
araçları, dış dünyanın tam ve doğru bir görüntüsünü veya kopyasını
yansıtabilir. Bununla birlikte dış dünya ile medya dünyası, öznel bilgi ile
nesnel bilgi arasında fark olduğu gibi yanlış/doğru, nesnel/öznel gibi
kavramlar arasında da fark olduğu unutulmamalıdır. Bu yüzden dış
dünyadaki gerçeklik ile medyadaki görüntüsünü veya kopyasını
karşılaştırmak gerekli ve önemlidir. Bu karşılaştırma, dış veriler ile medya
verilerinin
karşılaştırılmasıyla
yapılmalıdır.
Doğruluk/yanlışlık,
nesnellik/öznellik ölçülebilir ve sınanabilir olgulardır. Medyanın görevi
nesnel, dengeli ve yansız habercilik yaparak kamuoyunu bilgilendirmek,
İletişim 2003/17
Kitle İletişimi Araçlarının Gerçekliğin Yansıtılması ya da Kurulması Süreçlerindeki Rolü
123
demokrasiyi korumak, gerçeği açığa çıkarmak olmalıdır. Bu bağlamda
gazeteciler doğru, nesnel, dengeli, adil ve yansız olmalı; gerçeklikle ilgili
betimlemelerinde dış dünyadaki nesneleri olduğu gibi yansıtmalıdırlar
(Kepplinger, 1992: 58; Bentele 1993: 156-158).
Yansıtma yaklaşımı, kitle iletişimi araçlarında gerçekliğin aynen
aktarılmasının sırrını, medyanın ve gazetecilerin bilgi toplama, seçme,
işleme ve sunma süreçlerinde doğru, yansız, dengeli ve adil davranmalarına
gönderme yapan nesnel olabilme yeteneği ile açıklamaktadır. Nesnellik,
olguların yorumlardan ayrılabilmesi, dışsal gerçekliğin duygu, düşünce ve
yargılardan arınarak kavranması, yani dış dünyadaki olay ve olguların
incelenmesinde öznel değerlerden arınılması olarak tanımlanabilir. Yansıtma
yaklaşımının dayandığı gazetecilik kodları arasında, haberin söylemsel
yapısı içinde geliştirilen ikinci bir mit, gerçekliğin yansıtılması retoriğidir.
Öznelliğin yalıtılması için geliştirilen bu retoriğe göre kitle iletişimi araçları
ve medya profesyonelleri; dış dünyadaki olay ve olguları tarafsız, şeffaf ve
dengeli biçimde alımlayıcılara aktarabilmektedirler. Liberal-çoğulcu
paradigmanın bu gazetecilik kodunda dil, kitle iletişimi araçları ve
gazeteciler dışsal gerçekliğin aktarılması sürecinde yansız, edilgen bir aracı
olarak görülmektedir. Gerçekliğin yansıtılması mitinin arka planında yatan
düşünce, gerçek olabilecek bir hakikat tanımlayabilmektir. Böylece
gazeteciler, kendilerini sadece olguları değil aynı zamanda gerçeği de
aktaran kişiler olarak sunabilirler (Young, 1980’den aktaran Ergül, 2000:
126).
Yansıtma yaklaşımı, medyanın gerçekliği olduğu gibi doğru, nesnel,
dengeli ve yansız biçimde yansıtabileceğini ileri sürer. Medya, gerçekliği
aktaran ayna veya yansıtıcı olarak kabul edilir. Medya içeriklerinin seçimi,
üretimi ve sunumunda kitle iletişimi araçlarına ve gazetecilere edilgen bir rol
yüklenir. Ancak bu edilgenlik medyanın ve gazetecilerin dış dünyadaki
nesneler ile ilgili bilgileri sünger gibi emip hiçbir ön seçime ve
değerlendirmeye bağlı kılmaksızın olduğu gibi fikir pazarında dolanıma
sundukları anlamına da gelmez. Gazetecilerin bilgiyi toplama, seçme,
biçimlendirme ve sunma eylemlerini doğruluk, nesnellik, dengelilik,
İletişim 2003/17
124
Murat Sadullah ÇEBİ
hakkaniyet ve yansızlık gibi profesyonel gazetecilik kodlarına ve liberalçoğulcu anlayışa dayalı gazetecilik kültüründe egemen haber değeri
ölçütlerine göre yaptıkları ileri sürülmektedir. Meslek kuralları ve haber
değeri ölçütleri nedeniyle medya içeriklerinin çarpıtılması ve bozulmasının
mümkün olmadığı söylenmektedir. Kitle iletişimi araçlarına gerçekliği
olduğu gibi yansıtma ve medya içeriklerinin alımlayıcılarına gerçekliğin
mümkün olduğunca tam bir görüntüsünü veya kopyasını iletme görevi
yüklenmektedir. Hatta medya ve gazeteciler, hiçbir zaman hata yapmayan,
yanılmayan, kişisel çıkar gözetmeyen, bütünüyle özerk, her yerde hazır ve
nazır gözlemciler, kaydediciler ve aktarıcılar olarak adlandırılırlar
(Shoemaker ve Mayfield, 1987: 6; Schulz, 1989: 140-141).
Kurmacı Yaklaşımının Temel Varsayımları
Kitle iletişimi araçlarında gerçekliğin olduğu gibi doğru, nesnel,
dengeli ve yansız biçimde yansıtıldığını savunan yansıtma görüşüne karşı
kurmacı yaklaşım geliştirilmiştir. Kurmacı paradigma, bilgi felsefesinde
kurmacılık adıyla bilinen öğretiye dayandırılmaktadır. Kurmacılık
bilgibilimde, algı içeriğinin algılayan, bilen öznenin zihninde tasarlandığını
daha doğrusu kurulduğunu ileri süren bir görüştür. Gerçekçiliğin tersine
varlıkbilimde dış dünyada algılayan, bilen özneden bağımsız algılanacak,
bilinecek bir gerçeklik olmadığı savını benimser. Kurmacılık, dış dünyadaki
nesnelerle ilgili her türlü bilginin, bu bilginin edinilme koşullarına bağlı
olduğuna gönderme yapar. Nesnel gerçeklik reddedildiği için gerçeklikle
ilgili her türlü betimlemenin daha çok öznel tasarımları yansıttığı ileri
sürülür. Bu tasarımlar gerçekliği yansıtmadığı için gerçeklik ile tasarımı
arasında bir karşılaştırma yapmanın mümkün olmadığı vurgulanır.
(Kepplinger, 1992: 55-56; Bentele, 1993: 158-159).
Kurmacı yaklaşımın medya ve gerçeklik ilişkisi hakkındaki
varsayımları şöyledir: Dış dünyada medya ve gazetecilerden bağımsız bir
gerçeklik yoktur. Bu gerçeklik ne tam olarak bilinebilir ne de medyadaki
tasarımı ile karşılaştırılabilir. Medya, dış dünyanın tam ve doğru bir
görüntüsünü veya kopyasını yansıtamaz. Medyanın ilettiği bu gerçeklik,
İletişim 2003/17
Kitle İletişimi Araçlarının Gerçekliğin Yansıtılması ya da Kurulması Süreçlerindeki Rolü
125
daha çok bireysel, kurumsal, siyasal ve toplumsal koşulların etkisiyle
gazetecilerin zihninde kurulan, medya örgütleri içerisindeki üretim
süreçlerinde biçimlendirilen ve medya içeriklerine yansıtılan bir tasarımdır.
Bu tasarım, medya dışı verilerle ölçülüp sınanamadığı için, gazeteciler
gerçekliğin tanımı üzerinde tekel kurmuşlardır: Gerçek ve önemli,
gazetecilerin gerçek ve önemli olarak kabul ettikleridir. Gazetecilerin gerçek
ve önemli olarak sunmadıkları, gerçek ve önemli değildir (Kepplinger, 1992:
55-56; Bentele, 1993: 158-159). Kurmacı yaklaşım, medyayı içinde etkinlik
gösterdiği toplumun temel bir unsuru olarak kabul etmektedir. Medya,
gerçekliğin oluştuğu toplumsal süreçlere etkin büreçlere etkin badır.
Medyanın işlevi, dış dünyayı gözlemlemek ve dünyadaki olay ve olgular
hakkında bilgi toplamak, bunları seçmek, biçimlendirmek ve medya
tüketicilerine sunmaktır. Medya içeriklerinin üretimi sürecinde gerçeklik
inşa edilmekte, yeniden üretilmektedir (Schulz, 1989: 142 ).
Kitle
Kurulması
İletişimi
Araçlarında
Gerçekliğin
Yansıtılması
Veya
Liberal-çoğulcu paradigmanın gerçekliğin kitle iletişimi araçlarında
yansız, şeffaf ve dengeli biçimde yansıtıldığı görüşü, iletişim araştırmaları
alanında yapılan kuramsal ve görgül çalışmaların yanı sıra medya
aracılığıyla aktarılan bir çok olay ve olgu ile defalarca sorgulandı ve her
defasında kökten çürütüldü. Kitle iletişimi araçlarında gerçekliğin
yansıtılması efsanesinin sorgulanması ve kökünden yerle bir edilmesi medya
içeriklerinin seçimi, düzenlenmesi ve sunumunu belirleyen bireysel, meslekî,
örgütsel, toplumsal ve ideolojik nitelikli etmenlerin sonucudur.
Eşik bekçiliği araştırmaları, medya kuruluşlarının karar alma
mekanizmalarında görev yapan gazetecilerin medya içeriklerinin seçimi,
düzenlenmesi ve sunumu üzerindeki belirleyici etkilerini ortaya çıkarmıştır.
Bu araştırmaların bulguları; gazetecilerin kişisel özellikleri, etnik kökenleri,
eğitim düzeyleri, tutumları, değerleri, beklentileri, yaş durumları, ahlâk
anlayışları, inançları, cinsiyetleri, meslekî rol anlayışları, meslekî birikim ve
İletişim 2003/17
126
Murat Sadullah ÇEBİ
deneyimleri gibi etmenlerin medyada gerçekliğin olduğu gibi yansıtılmasını
engellediğini göstermektedirler. Dış dünyadaki olay ve olgular ile ilgili
bilgilerin toplanması, seçilmesi, işlenmesi ve sunulması süreçlerinde medya
profesyonellerinden kaynaklanan etkiler gerçekliğin kitle iletişimi
araçlarında bozulup çarpıtılmasına; medyatik gerçekliğe dönüşmesine yol
açmaktadırlar (White, 1950:383-390 ; Breed, 1955: 326-355; Erdoğan ve
Alemdar, 2002: 90-91).
Yanlılık olgusu da kitle iletişimi araçlarında dış gerçekliğin çarpıtılıp
bozularak medya gerçekliğine dönüşmesine yol açmaktadır. Yanlılık, dış
dünyadaki olay ve olgularla ilgili bilgilerin toplanması, seçimi, işlenmesi ve
sunumunda gazetecilerin öznel değer ve tutumlarının, medya örgütlerinin
genel yayın politikasının etkili olması, olaya konu olan tarafların medya
içeriklerinde adil ve doğru biçimde temsil edilmemesi, birbirleri ile çatışan
düşünce ve bakış açılarına nicel ve nitel açıdan dengeli biçimde yer
verilmemesi olarak tanımlanabilir.Yanlılığa yol açan etmenler arasında
gazetecilerin siyasal/ideolojik eğilimleri, değerleri ve tutumları, medya
kurumlarının genel yayın politikaları sayılabilir. Medya içeriklerinde görülen
en önemli siyasal veya ideolojik yanlılık, sözgelimi haberlerde bilinçli veya
bilinçsiz biçimde belli bir liderin, adayın, partinin, politik eğilimin veya
çıkar grubunun gündeme getirilmesi, öne çıkarılması, buna karşılık
diğerlerine sınırlı biçimde yer verilmesi veya hiç yer verilmemesidir.
Değerler ve tutumların belirlediği önyargılara dayalı yanlılık ise medya
içeriklerinde ırk, cinsiyet, dil, din, sınıf ve felsefi inanç ayrımcılığı şeklinde
kendini gösterir. Medya içeriklerindeki yanlılığı belirleyen diğer bir etmen
de medya örgütünün genel yayın politikasıdır.
Günümüzde, özellikle haber metinlerinde yanlılığa yol açan dört temel
strateji uygulandığı belirgin olarak ortaya çıkmıştır: Kişiselleştirme,
dramatize etme, parçalama ve normalleştirme (Bennett, 2000: 82-147).
Gazetecilerin gerçekliğin kurulmasında benimsedikleri stratejilerden
birincisi, kişiselleştirmedir. Kişiselleştirme olayları bireylerin, insanların
eylemleri olarak görülmesi, kişilerin semboller şeklinde kullanılması,
olayların bağlamını belirleyen toplumsal, ekonomik, politik, örgütsel vb.
İletişim 2003/17
Kitle İletişimi Araçlarının Gerçekliğin Yansıtılması ya da Kurulması Süreçlerindeki Rolü
127
etkenlerin çözümlenmesini engelleyen bir profesyonel gazetecilik eğilimidir.
Bu eğilim haberlerde toplumsal yaşamın değişik alanlarında ayrıcalıklı
konumda bulunan güçlü ve seçkin kişilerin, bireyler olarak temsil
edilmesine, buna karşılık yoksullar, güçsüzler, zayıflar veya karşıtlar birey
olarak değil ait oldukları toplumsal grup ve çevreyle ilişkisi içinde sınırlı bir
biçimde yer verilmesine yol açmaktadır. Kişiselleştirilmiş haber, temel
karşıtlıklar üzerine kurulmakta ve bu karşıtlıklar temelinde belirli
basmakalıplar üretilmektedir. Temel karşıtlık “biz/onlar” karşıtlığıdır.
Haberlerde “biz” örneğin ABD başkanı, öğretmenler, avukatlar, doktorlar
dostlar, zenginler, erkekler, beyazlar olarak yer alırken, “onlar”, fabrika
işçileri, suçlular, teröristler, düşmanlar, fakirler, kadınlar, siyahlar şeklinde
sıralanmaktadır (Bennett, 2000: 97-105). Bu bağlamda televizyon politikayı,
köktenci bir tutumla kişiselleştirme yöntemi aracılığıyla somuta
indirgemektedir. Çünkü soyut olanın görüntüsü çekilememekte, yalnızca
gerçek olanın filme alınabilmektedir. Televizyonlar da reel politik gerçeklik,
siyasetin olabildiğince kişiselleştirilip yapay olarak kurgulanmasıyla elde
edilmektedir. Sözgelimi bir parti, bir ülke, bir kişi çoğu kez de o partinin
veya ülkenin başkanı, tek bir yüz olarak tanıtılıyor. Siyasal hayat, ekrana
nasıl yansıtılacağı bilinemeyen fikirlerin çatışması olacak yerde birtakım
insanların birbiriyle çatışmasına dönüşüyor. Sandviç-adamları gibi, bu kez
de karşımıza simge adamlar çıkıyor ve bu kişiler stüdyoya çağrılıyor, onlara
sorular sorulup cevaplar alınıyor. Yaptıkları konuşmaların yorumu, politik
gerçekliğin yorumu olarak kabul ediliyor. Bu yöntem, insanları çoğu kez
yanılsamanın doruğuna ulaştırıyor: bir çok gazeteci sorduğu sorular,
doğrudan yapılan nabız yoklamaları, televizyon izleyicilerinin telefonla
programa katılması, bütün bunlar, sorgulanan siyasal liderin, siyasal durum
üstüne
yaptığı
çözümlemeyle
veya
gerçekleştirdiği
eylemle
değerlendirileceği düşüncesini doğrulamaya yöneliktir. Oysa gerçekte, son
nabız yoklaması, varılan yargı yalnızca, söz konusu siyasal aktörün
“inandırıcı” olup olmadığını ortaya koymaktadır. Aslında o kişinin izlediği
politika değil; kendisi, inandırıcılık yeteneği, psikolojisi, karakteri, konuya
hakimiyeti ve insanları ikna etme becerisi değerlendirilmektedir. Bu
durumda politik bir program ile cumartesi akşamları yayımlanan ve geniş
İletişim 2003/17
128
Murat Sadullah ÇEBİ
kitleleri hedef alan eğlence programı arasında bir fark kalmamaktadır
(Ramonet, 2000: 110-11).
Gerçekliğin inşası bir yandan da habere konu edilen olayın dramatize
edilerek sunulması yoluyla sağlanır. Dramatize etmek; haber öykülerinin
senaryolar ve kurgulamalarla adeta bir oyuna, gösteriye dönüştürülmesi,
böylece olayın olduğundan çok daha acıklı, abartılı biçimde sunulması
olarak tanımlanabilir. Haberlerdeki dramatize etme eğilimi haber içeriğinin
sığlaştırılmasına, olayların ardında yatan toplumsal, ekonomik veya politik
nedenlerinden sıyrılmasına ve bağlamlarından koparılmasına ve olay
örgüsünün parçalanmasına, anlık olanın vurgulanmasına, olguların dramatik
öğelerinin öne çıkartılıp basitleştirilmesine yol açmaktadır. Haber
metinlerinde yanlılığa yol açan üçüncü strateji, kamusal bilginin
parçalanmasıdır. Haberin inşasında başvurulan bu strateji, olayların
bağlamlarından koparılarak zaman ve yer olarak birbirlerinden koparılmış
bağlantısız olgular kümesi halinde sunulması olarak tanımlanabilir Politik
aktörler düzleminde parçalanmış haber, politikacıları, politik bağlamlarından
koparmak ve onların eylemlerini insanların duygularını okşayıcı; ancak
ilgisiz fantezi konularla sarmalamak suretiyle politik dünyaya ait bütünlüklü
bir resim yerine parçalanmış, karmaşık bir görüntü sunar. Haber
metinlerinde yanlılığa yol açan dördüncü strateji normalleştirmedir. Bu
strateji çerçevesinde medya kriz dönemlerinde resmî haber kaynaklarıyla
işbirliği yapmaktadır. Haberlerde bir resmî yetkili veya otorite tarafından her
şeyin yolunda gideceğine ve hayatın normale döneceğine dair güven verici
açıklamalar yer alır. Bu bağlamda bilgi egemen değerler, inançlar ve toplum
imajlarının süzgecinden geçirilir ve bu süzülmüş bilgi her şeyin normale
döneceği konusunda güvence veren otoritelerin güven verici açıklamalarıyla
aktarılır (Bennett, 2000: 105-130).
Haber değeri araştırmaları, gazetecilerin dış gerçekliği algılamaları ve
kavramalarında mihenk taşları olarak kullandığı zamanlılık, yakınlık,
önemlilik, sonuç ve insanın ilgisini çekme gibi liberal gazetecilik veya haber
kültüründe egemen mesleki ölçütlerin aynı zamanda gerçekliği
yapılandırdığını, yeniden ürettiğini göstermiştir. Uluslar arası haber akışı
alanında yapılan araştırmalarda elde edilen en önemli bulgu, haber değeri
İletişim 2003/17
Kitle İletişimi Araçlarının Gerçekliğin Yansıtılması ya da Kurulması Süreçlerindeki Rolü
129
ölçütlerinin gerçekliğin bozulup çarpıtılmasına yol açtığıdır. Haber değeri
ölçütlerinin yapılandırdığı tek yönlü uluslar arası haber akışı süreci
insanların zihninde diğer uluslar hakkında basma kalıp yargılar
oluşturmakta, böylece ulusların birbirleriyle iyi ilişkiler kurarak barış içinde
yaşamalarını engellemektedir. Haber değeri ölçütleri, statükoyu korunması
ve sürdürülmesine katkı sağlamakta, siyaseti toplumsal açıdan güçlü ve
saygın kişilerin eylemleri olarak ele almakta, dünyayı, gerçekte olduğundan
farklı biçimde çatışma yüklü olarak yansıtmakta ve dünyanın gelişmiş-az
gelişmiş ülkeler şeklinde birbirine karşı iki kutba ayrılmasını
desteklemektedir (Östgaard, 1965: 45-55).
Medyanın sahiplik yapısı, örgütlenme biçimi, yayın politikası,
editoryal özerkliğin biçimi ve derecesi, uzmanlaşma, kendi kendini sansür,
örgütsel çatışma ve topluluk baskısı gibi kurumsal etmenler de kitle iletişimi
araçlarında gerçekliğin aynen yansıtılmasından çok kurulmasına yol
açmaktadırlar (Negrine, 1991: 144-146; Ettema ve arkadaşları, 1997: 37;
Soloski, 1997: 137-143; Hanlin, 1998: 66-67). Gerçekliğin medyada olduğu
gibi yansıtılmasını perdeleyen kurumsal etmenlerden bir tanesi, medya
sektörünün kârlarını en üst düzeye çıkarmak isteyen küresel holdinglerin
eline geçmesidir. Bunun sonucunda eğlence patronlarının zihinlerindeki
ticari haritada, bilgi öncelikle bir meta olarak ele alınmakta, bu özelliğiyle de
medyanın insanları bilgilendirip demokratik tartışmaya zenginlik
kazandırmak olan temel işlevinin önüne geçmektedir. Kitle iletişimi araçları
giderek daha acımasız bir rekabetle karşı karşıya gelmekte, üzerlerindeki
ticari baskılar şiddetlenmektedir. Bu yüzden medyanın birçok yönetici
kadrosu artık basın dünyasından değil, girişim dünyasından gelmektedir.
Girişim dünyasından gelmeleri nedeniyle, bilginin gerçekliğine daha az
duyarlılık göstermektedirler. Onların gözünde haber ticareti, bilgi pazarı, her
şeyden önce bir kâr kapısıdır (Ramonet, 2000: 7-9).
Kitle iletişimi araçlarında gerçekliğin yansıtılması mitini yerle bir
eden etmenler arasında, günlük gazetecilik pratikleri içinde uygulanan
medya rutinleri ve meslek kuralları sayılabilir. Medyada gerçekliği inşa eden
kurum eksenli rutinlerden iki tanesi, “öne çıkarma” ve “çerçeveleme”dir.
İletişim 2003/17
130
Murat Sadullah ÇEBİ
Öne çıkarma, sözgelimi haber metinlerinde belli konu ve sorunların, kişi,
grup ve kuruluşların diğerlerine göre öne çıkarılması ve bunlara vurgu
yapılmasıdır. Çerçeveleme, haber metninde aktarılan sorunun ne olduğu,
nedenleri ve çözüm yollarının belirli bir bakış açısından tanımlanması ve ele
alınmasıdır. Bu rutinde, haber dünyaya açılan bir çerçeve olarak
kullanılmaktadır. Gazeteciler, günlük meslek pratikleri aracılığıyla etkili
biçimde surda bir gedik açarlar ve böylece gerçeklikle ilgili parçalı bir imaj
oluştururlar. Gerçekliğin diğer parçaları çerçevenin dışında, surun arkasında
gizlidir. Haber sürekli olarak çerçevenin boyutu, kalıbı ve konumu
tarafından çarpıtılmaktadır. Ancak; bu çarpıtma genellikle kasıtlı bir
yanlılığa yönelik bilinçli bir karar vermenin sonucu değildir. Tam tersine,
haber çerçevesine egemen olan bakış açısı, gazetecilerin sosyalleşme yoluyla
benimsedikleri meslekî pratikler ve rutinler ile söylemlerinden herhangi
birinin sonucudur. Haber çerçeveleri, haberde yanlılığa neden olur; bundan
dolayı haberin bozulmasına ve çarpıtılmasına yol açar (Louw, 2001: 160).
Liberal-çoğulcu paradigmanın medyanın gerçekliği yansıttığı inancına
dayanak oluşturan meslek kurallarından nesnellik mitinin de öznel
değerlerden, mesleki ve örgütsel rutinlerden kaçınılmaz biçimde etkilendiği
de eleştirel yaklaşım tarafından ortaya çıkarılmıştır. Bu bağlamda nesnellik
kuralının, medya örgütlerinin mülkiyetini elinde bulunduranların haber
üretimi sürecini denetlemek amacıyla kullandıkları önemli bir araç olduğu
ileri sürülmektedir. Bu görüşü savunanlar nesnellik mitinin, gerçekte
gazetecilerin yansız hareket ettiği izlenimini vererek medyanın “egemen
hegemonya”yı desteklemesi ve pekiştirmesine hizmet ettiğinin altını
çizmektedirler (Gitlin, 1980: 52).
Kitle iletişimi araçlarında gerçekliğin inşası; medyanın toplumsal,
politik ve ekonomik çevreyle kurduğu ilişkilerin ürünü olarak ele alınabilir.
Bu ilişkiler; çoğunlukla yoğun pazarlıklar, mübadeleler, uzlaşmalar,
etkileşimler; bazen de örtülü veya açık baskılar, yönlendirmeler, gerilimler
ve çatışmalar şeklinde ortaya çıkmaktadır. Kitle iletişimi araçlarında
gerçekliğin yansıtılmasını zorlaştıran ekonomik etmenlerden en önemlisi
serbest pazarda faaliyet gösteren medya örgütlerinin müşteri odaklı bir
anlayışla yapılandırılması ve kâra odaklanmalarıdır. Medya örgütleri, bu
İletişim 2003/17
Kitle İletişimi Araçlarının Gerçekliğin Yansıtılması ya da Kurulması Süreçlerindeki Rolü
131
nedenle okur, dinleyici ve izleyici sayısını artırarak reklâm gelirlerini en üst
düzeye çıkarmaya çabalarlar. Sundukları içeriklerin alımlayıcılarını artırmak
isteyen medya örgütleri, eğlence odaklı magazin haber üretirler. Kişileri
merkeze alan bir habercilik anlayışıyla; entrika, cinsellik ve skandallar
üzerine ışık tutularak alımlayıcı sayısı en üst düzeye çıkarılmaya çalışılır.
Kazancı artırmaya yönelik baskılar, medya endüstrileri arasındaki artan
yarışın ve özel medya sahiplerinin finansal yatırımlarının geri dönmesine
yönelik istem ve beklentilerinin sonucu olarak yoğunlaşmıştır. Bunun
sonucunda editörler, gerçek haber öyküleri yerine serbest piyasada haberin
pazarlanması ve paketlenmesi üzerine odaklanmışlardır (Croteau ve Hoynes,
1997: 50-53).
Kitle iletişimi araçları, günümüzde tek yönlü siyasal gerçekliğin
inşasında önemli bir araç konumuna gelmiştir. Bunun nedeni, çoğulcu
demokrasilerde medyanın politik sistem açısından yaşamsal öneme sahip
politik bekçilik rolünü üstlenmesidir. Medya bu işlevini, haber kapılarını
belli siyasal aktör, grup veya kurumların görüş ve düşüncelerine açarak ve
diğer perspektiflere kapatarak yerine getirmektedir. Böylece, yanlı ve
dengesiz biçimde yansıttığı politik gerçeklik görüntüleri ile bireylerin politik
yapı, süreç ve içerikler ile ilgili algılarının çerçevesini çizmekte, politik
durum tanımlaması yapmakta ve siyasal eylemleri açısından bireylere algı
dayanağı oluşturmaktadır. Haber kapıları iki nedenden açılmaktadır. Güçlü
ve saygın politik aktörlerin düşünce ve bakış açılarının düzenli olarak
haberlerde yer alması ve bu düşünce ve bakış açılarının kamusal alana
aktarılması için. Daha az güçlü olanların düşünce ve bakış açılarının kamusal
alana aktarılmasında haber kapıları nadiren açılmaktadır (Bennett, 2000: 64).
Toplumsal konumları bakımından daha az güçlü ve saygın olanların
haberlerde yer alabilmesi ancak protestolar, grevler veya cinayet gibi sapkın
eylemler sayesinde olsa da (Shoemaker ve Reese, 1997:105), bu sapkın
eylemler haber eleme süzgeçlerinde damıtılmakta; bu yüzden bazen bizzat
sapkın eylemleri düzenleyenler bu eylemlerin hedefi olan otoritelerce
yargılanabilmektedirler (Bennett, 2000: 64).
İletişim 2003/17
132
Murat Sadullah ÇEBİ
Kitle iletişimi araçlarında gerçekliğin kurulması olgusunu
anlayabilmek için, gazeteciler ve haber kaynakları arasındaki ilişkinin
irdelenmesi ve çözümlenmesi gerekir. Bu bağlamda, gazetecinin bilgi ve
haber aldığı kaynakların kimler olduğu, haber kaynağı ile gazeteci arasındaki
ilişkilerin biçimi ve bu ilişkilerin haberin üretimini nasıl etkilediği açıklığa
kavuşması gereken sorulardır. Çağdaş liberal demokratik sistemlerde,
toplumdaki konumları ve saygınlıkları açısından güçlü kişi, grup ve
kuruluşların medya kuruluşları ve gazetecilerin en önemli haber kaynaklarını
oluşturduğu ve gerçekliğin birincil tanımlayıcısı oldukları, eleştirel yaklaşım
tarafından belirlenmiştir. Merkezileşmiş haber kaynakları, kendileriyle ilgili
olayların haber yapılması ve bu haberlerde kendi bakış açılarının
yansıtılması konusunda ayrıcalığa sahiplerdir. Bunlar, toplumsal rol ve statü
açısından güçlü ve saygın konumdadırlar, çünkü en azından kendi alanları
içinde kalan sorunların tanımlanmasında yetkili oldukları konusunda geniş
bir oydaşma bulunmaktadır. Öte yandan, üstlendikleri ve sahip oldukları
toplumsal rol ve statü nedeniyle tanınmış ve inandırıcı olma gibi
üstünlüklere de sahiplerdir. Toplumsal sorunların alternatif tanımlamalarını
yapan, daha az merkezi değerleri temsil eden kişiler, gruplar, kurumlar veya
karşıt ve sapkın değerler haberlerde yer alma açısından dezavantajlı
konumdadırlar ve gazetecilerin haber değeri ölçütleri tarafından çok sıkı
biçimde denetlenmektedirler. Bunlar haberlerde ya hiç yer almazlar veya
karışıklık çıkardıklarına dikkat çekilerek “çıkar gözeten”, “yanlı” veya
karışıklık çıkaran “siyasal terörist” olarak etiketlenmektedirler. Gazeteciler,
belli sorun alanlarında bilgi toplamak için doğal olarak toplumsal
konumlarını yetkili kaynaklar biçiminde tanımlayan resmî görevlilere
başvurmaktadırlar (Gurevitch ve Blumler, 1997: 208-210).
Kitle iletişimi araçlarında gerçekliğin inşasına yol açan en önemli
etmenlerden biri de medya içerikleri üzerinde görülen ideolojik etkilerdir.
Medya içerikleri üzerinde ideolojik hegemonya; gazetecilik kültüründe
egemen meslek kuralları, haber değeri ölçütleri, örgütsel ve mesleki pratikler
ve rutinler, medya profesyonellerinin benimsediği profesyonellik ideolojisi
ve dil aracılığıyla kurulur.
İletişim 2003/17
Kitle İletişimi Araçlarının Gerçekliğin Yansıtılması ya da Kurulması Süreçlerindeki Rolü
133
Medyada gerçekliğin yansıtılması inancını sarsan başka etmenler de
bulunmaktadır. Günümüzde kitle iletişimi araçları, görüntünün gücüne
dayalı sanal bilgi çağında bilgilendirmenin hırpalayıcılığından kurtulmak
için taklitçiliğe ve aşırı heyecan yaratmaya önem vermektedirler.
Görüntünün sesi ve yazıyı bastırması nedeniyle televizyonun; gazete ve
radyoya göre hoşça vakit geçirten, eğlendiren ve bilgi aktaran en önemli araç
olarak medya hiyerarşisinin baş köşesindeki konumunu oldukça
sağlamlaştırdığı görülmektedir. Televizyonda görüntü kullanma gereğinin
kendini zorunluluk olarak dayatması, sahte görüntü kullanılmasına veya
arşivlerdeki benzer görüntülere başvurulmasına, oyuncular kullanarak veya
eldeki görüntülerden montajlar yapılarak düzmece sahneler oluşturulmasına,
önemsiz olayları “anında” ve “canlı” olarak göstermek amacıyla amatör
kameralardan yararlanılmasına, vb. yol açmaktadır. Öte yandan iktidarların
savunduğu sıfır görüntü mantığı da medyanın aktarmak istediği olay ve
olgular hakkında istediği gibi bilgi ve görüntü elde edememesine yol
açmaktadır. Askerler, yakın zamanlarda çıkan çatışmalarda, bu mantığı daha
ileri götürüp tüm savaş alanlarında uygulamak istemişlerdir. Artık kamu ve
özel kuruluşlarının çoğu medyaya bilgi sağlayan çok sayıda basın ve halkla
ilişkiler uzmanını istihdam etmektedirler. Özel veya kamu kuruluşlarındaki
halkla ilişkiler birimlerinin etkinlikleri gazetecinin işini bulandırmakta,
bozmakta, karıştırmakta; onun özelliğini,benzersizliğini, özgürlüğünü de
ortadan kaldırmaktadır. Üstelik bu kuruluşlar gazetecilere haber sağlayıp,
haberleri de yayımlamalarını istemektedirler. Bunu onlara buyurarak değil,
telkin ederek yapmakta, telkini de son derece kandırıcı, ikna edici biçimde
gerçekleştirmektedir. Günümüzde medyada gerçekliğin inşasına yol açan
diğer bir etmen haberin gizlenmesidir. Bu habere haber eklenerek
yapılmakta; böylelikle haber saklanmakta veya budanmaktadır. Tüketilmesi
gereken aşırı ölçüde haber olduğu için, bu kadar çok haber arasında insanlar
hangi haberin eksik olduğunu bile fark edememektedirler. Gerçek bir
propaganda söylemine sahne olan Körfez savaşında insanlara o kadar çok
görüntü izlettirildi ki, herkes savaşı doğrudan izlediğini sandı. Ta ki, herkes
savaşı izlemediğini, gösterilen görüntülerin suskunlukları maskelediğini, o
görüntülerin çoğu kez gerçeği yansıtan görüntü olmadığını, yeniden
İletişim 2003/17
134
Murat Sadullah ÇEBİ
kurgulanan, aldatıcı görüntüler olduğunu anlayıncaya kadar. Gerçekten de o
görüntüler, gerçek savaşı gizlemekteydi. Reklamcılar ve ilancıların medya
içerikleri üzerindeki etkisi ve baskısı da gerçekliğin olduğu gibi
yansıtılmasını engellemektedir. Öte yandan bu bağlamda bir de büyük
medya gruplarının ve medya sahipleri ile hissedarlarının medya içerikleri
üzerindeki baskıları söz konusudur. Medyanın ve gazetecilerin heyecan
uyandırma, ne pahasına olursa olsun sansasyon yaratacak olanın peşinde
koşma tutumu da, saptırmalara ve “yutturmaca”lara yol açabilmektedir.
Medya örgütlerinin verimliliği konusundaki zorlamalar ve medya grupları
arasında yaşanan yarışmanın baskısı yüzünden medya ve gazeteciler
sansasyon peşinde giderek daha fazla koşma zorunluluğunda kalmaktadırlar.
Gerçekliğin olduğu gibi yansıtılmasını zorlaştıran, medyayı yanlışlar
yapmaya, yalana başvurmaya iten nedenlerden biri de medyatik zaman ile
politik zaman arasındaki sürekli çelişkidir. Politik zamanın, demokrasinin
kurucularının isteğine uygun olarak, duyguların, tutkuların yatışmasını, aklın
ağır basmasını sağlamak için yavaş ilerlemesi gerekirken, medyatik zaman
hızın ileri noktasına, sıcağı sıcağına, anında gazetecilik yapma noktasına
ulaşmış durumdadır (Ramonet, 2000: 16-32, 56-65, 73-83).
Körfez Savaşı’nda dünya medyasının “petrole bulanmış karabatak”
görüntüleriyle sunduğu Irak lideri Saddam Hüseyin’in Basra Körfezi’ne
petrol akıttığı haberi ile Irak ordusunun istila ettiği Kuveyt’in hastanelerinde
“bebeklerin kuvözlerden çıkarılıp ölüme terk edildiği” haberi, medyanın
gerçekliği inşa edip yeniden üreterek medyatik gerçekliğe dönüştürülmesinin
en çarpıcı örnekleri olarak anımsanacaktır. Dünya medyası o süreçte, petrol
tabakası ile kaplanan Körfez’in yüzeyinde bir karabatağın can çekişmesinin
görüntülerini yayımlayarak uluslar arası kamuoyunda Saddam’a karşı nefret
duyguları oluşmasına neden olmuştu. Ancak sonra anlaşıldı ki, Saddam’ın
“kara bataklık”a dönüştürdüğü körfezde ham petrol kurbanı karabatak
görüntüleri Körfez’de değil, Fransa açıklarında Bretagne sahilinde
çekilmişti. Diğer yandan dünya kamuoyunda büyük bir kızgınlığa yol açan,
öfke yaratan ikinci televizyon haberi için, 15 yaşındaki Kuveytli bir
“hemşire” kullanılmıştı. ABD Temsilciler Meclisi önünde konu ile ilgili
tanıklık yapan “hemşire” Neyire, iki gözü iki çeşme, başkent Kuveyt’teki El
İletişim 2003/17
Kitle İletişimi Araçlarının Gerçekliğin Yansıtılması ya da Kurulması Süreçlerindeki Rolü
135
Addan Hastanesi’nde çalıştığını, Iraklı askerlerin hastanenin bebek bakım
bölümüne barbarlar gibi daldıklarını, kuvözler içinde yatan bebekleri çıkarıp
yerlere atarak ölüme terk ettiklerini, sonra da kuvözleri alıp gittiklerini
anlatıyordu. BM Güvenlik Konseyi’nin gündemine de gelen bu olayı konu
alan haber öyküsünün yalan ve kurmaca olduğu ve sahneye konulduğu daha
sonradan anlaşıldı: Genç “hemşire” Neyire; gerçekte Kuveyt kraliyet
ailesinin bir mensubuydu, Amerika’da öğrenim görüyordu; babası da
Kuveyt’in Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçisi’ydi. Haber metninin ana
temasını oluşturan kuvöz öyküsü ise, en ince ayrıntısına kadar Başkan
Reagan’ın eski basın danışmanlarından Mike Deaver adında biri ve
Amerikan halkla ilişkiler şirketi “Hill and Knowlton” tarafından
uydurulmuştu, ödemeyi yapan da Kuveyt Emirliği’ydi (Ramonet, 2000: 33, 74).
Sonuç
Medya ve gerçeklik arasındaki ilişkiyi ele alıp inceleyen bu çalışma,
medyanın nesnel gerçekliği aynen yansıtamadığını, aksine gerçekliğin
herhangi bir parçasını inşa ettiğini, yeniden ürettiğini göstermiştir.
İletişim araştırmalarında medya ve gerçeklik arasındaki ilişki iki
yaklaşım çerçevesinde incelenmektedir. Bunlardan ilki ‘yansıtma yaklaşımı’,
ikincisi ‘kurmacı yaklaşım’dır. Yansıtma yaklaşımının felsefi temelleri
gerçekçilik öğretisine, kurmacı yaklaşımın felsefi temelleri ise kurmacılık
öğretisine dayanmaktadır.
Yansıtma yaklaşımının medya ve gerçeklikle ilgili varsayımları
şunlardır: Algı içeriği neden, algılama sonuçtur. Gerçeklik, algılayan
özneden bağımsız olarak vardır. Algıdan bağımsız olarak var olan algı
içeriği, algılayan öznenin zihnine aynen yansır. Bu nedenle gazeteciler;
gerçekliği
algılayabilme,
kavrayabilme
yetisine
sahip
iletişim
profesyonelleridir. Kitle iletişimi araçları, gerçekliği edilgen bir konumda
aynen yansıtan mecralardır.
Kurmacı yaklaşımın medya ve gerçeklikle ilgili varsayımları
şunlardır: Algılama neden, algı içeriği sonuçtur. Algılayan; algı içeriğini
İletişim 2003/17
136
Murat Sadullah ÇEBİ
etken bir konumda inşa eder, yeniden üretir. Algı içeriği; algı aracılığıyla
kurulur, yeniden üretilir. Dış dünyada medya ve gazetecilerden bağımsız bir
gerçeklik yoktur. Bu gerçeklik, ne tam olarak algılanabilir ve kavranabilir ne
de medyadaki görüntüsü ile karşılaştırılabilir. Medya, dış dünyanın tam ve
doğru bir görüntüsünü veya kopyasını yansıtamaz. Gerçeklik; kitle iletişimi
araçlarında inşa edilir, yeniden üretilir.
Medya çağının yaşandığı günümüzde, medyanın her yerde hazır ve
nazır olacak kadar yaygınlaşması, gerçeklik algımızı ve gerçeklik kavramını
da kökünden değiştirmiştir. Artık gerçeklik parçalanmış; iki farklı gerçeklik
biçimi ortaya çıkmıştır: Birincisi, bireyin kendi gözlemleriyle algılayabildiği,
kavrayabildiği ve yaşadığı gerçeklik. İkincisi de, medyanın kurduğu, ürettiği
sanal gerçeklik veya medyatik gerçeklik. Günümüzde medya, gerçekliği
yalnızca inşa edip yeniden üretmemekte, aynı zamanda tanımlamaktadır.
Gerçeklik; gazeteciler, medya kurumları, gazetecilik kültüründe egemen
profesyonellik ideolojisi, sosyal ve kültürel sistemler aracılığıyla inşa
edilmekte, yeniden üretilmekte ve medya gerçekliği olarak alımlayıcılara
sunulmaktadır.
Medyanın inşa ettiği, ürettiği ve temsil ettiği sanal gerçeklik, aynı
zamanda hiper gerçeklik olarak da adlandırılmaktadır. Hiper gerçeklik veya
medyatik gerçeklik, dış gerçeklikten daha gerçekmiş gibi algılanmakta ve
bireylerin zihninde egemenlik kurmaktadır: Öyle ki, medya aracılığıyla inşa
edilen ve yeniden üretilen bu medyatik gerçeklik, çoğu zaman bildiğimiz,
yaşadığımız nesnel gerçekliğin önüne ve yerine geçmektedir. Dolayısıyla biz
bildiğimiz, yaşadığımız olayları, dış dünyadaki olay ve olguları artık
oldukları gibi değil, medya nasıl sunuyorsa öyle algılamakta ve
öğrenmekteyiz. Bir başka deyişle, günümüzde medyatik gerçeklik, dış
dünyadaki asıl gerçeklikten daha gerçek bir konum elde etmiştir. Medyatik
gerçekliğin inşası ve yeniden üretiminde televizyon başat bir rol
oynamaktadır. Televizyon görüntülerinin nesnel gerçekliği olduğu gibi
yansıtma yeteneğini yitirmesiyle birlikte oluşan bu medyatik gerçeklik
ortamında, gerçeklikle görünümü veya taklidi artık yer değiştirmeye
başlamıştır. Sonuçta, medyada inşa edilen, yeniden üretilen ve sunulan
gerçekler, dış dünyada var olan gerçeklerin yerine geçmiş; algıladığımız,
İletişim 2003/17
Kitle İletişimi Araçlarının Gerçekliğin Yansıtılması ya da Kurulması Süreçlerindeki Rolü
137
bildiğimiz ve yaşadığımız gerçeklerse buharlaşıp yok olmuşlardır. Artık;
algılayan, bilen, yaşayan birey için hakiki gerçek, medya aracılığıyla
okudukları, izledikleri ve dinledikleridir.
Dış dünyadaki olay ve olgulara ilişkin gelişmeleri çoğunlukla medya
aracılığıyla öğrenebilen insanlar adeta medyanın ‘rehin’i ve ‘esir’i
olmuşlardır. Medya, toplumsal olay ve olguların tam merkezinde olduğu
sürece, ne olay ve olguların arka plânlarını ve bağlamlarını, ne de bundan
sonra neler olabileceğine ilişkin ipuçlarını hiçbir zaman tam olarak elde etme
imkânı kalmamıştır. İnsanlar, medya kendilerine neyi sunarsa onları
gerçekmiş diye kabul etmek zorunda kalmaktadırlar. Çünkü insanlar, asıl
gerçek olarak adlandırılan bir dizi toplumsal, kültürel, siyasal, ekonomik,
sportif veya askeri olay ve olgu hakkında birincil gözlemleri aracılığıyla
doğrudan bilgi edinme imkânından yoksundurlar. İnsanların büyük
çoğunluğu dış dünyadaki olay ve olguları çoğu zaman medyanın gözlükleri
ve bakış açısından, medyanın süzgecinden damıtılmış biçimiyle
öğrenebilmektedirler. Bir başka deyişle; insanların medya aracılığıyla
bildikleri, gerçekte dış dünyadaki olay ve olgulara ilişkin ‘asıl gerçek’ değil,
‘medyatik gerçek’tir. Kitle iletişimi araçlarında artık ‘medyatik gerçek’ inşa
edilmekte, yeniden üretilmektedir. Medyatik gerçek, toplumdaki güçlü ve
saygın kişi, grup ve kurumların, küresel ve ulusal medya gruplarının amaç ve
çıkarları, ihtiyaç ve beklentileri doğrultusunda yapılandırılmış; asıl gerçeğin,
çarpıtılmış, bozulmuş, ezilmiş-büzülmüş, bazı parçalarını gizleyen bir
biçimidir.
İletişim çalışmaları alanında medya ve gerçeklik ilişkisine odaklanan
araştırmaların bulguları, medyanın gerçekliği yansıtmaktan çok kurduğunu,
yeniden ürettiğini ve medya gerçekliği biçiminde alımlayıcılara sunduğunu
göstermektedir. Bu bulgulara göre kitle iletişimi araçları, dışsal gerçekliği
tasarlayıp kurgulayarak üretmekte ve medya gerçekliğine dönüştürmektedir.
Medya gerçekliği, hayalî veya temsilî olarak üretilen, paketlenip yeniden
şekillendirilen, görselleştirilip kurgulanan yapay bir gerçekliktir.
İletişim 2003/17
138
Murat Sadullah ÇEBİ
Kaynaklar
Adoni, Hanna ve Sherrill Mane (1984), “Media and the Social
Construction of Reality. Toward and Integration of Theory and Research”,
Communication Research, Cilt 11 (3), 323-340.
Alscheid-Schmidt, Petra (1991), Die Kritik am internationalen
Informationsfluss Beurteilung der politischen Diskussion anhand
wissenschaftlicher Untersuchungsergebnisse, Frankfurt am Main: Peter Lang.
Anık, Cengiz (2003), Bilgi Fabrikaları ve Müşteriler, Ankara:
Altınküre.
Bennett, W. Lance (2000), Politik İllüzyon ve Medya, Çev., Seyfi Say,
İstanbul: Nehir.
Bentele, Günter (1993), “Wie wirklich ist die Medienwirklichkeit? Einige
Anmerkungen
zum
Konstruktivusmus
und
Realismus
in
der
Kommunikationswissenschaft”, der., Günter Bentele ve Manfred Rühl,
Theorien öffentlicher Kommunikation. Problemfelder, Positionen,
Perspektiven, München: Ölschläger, 152-171.
Bentele, Günter ve Manfred Rühl (Der.) (1993): Theorien öffentlicher
Kommunikation. Problemfelder, Positionen, Perspektiven, München:
Ölschläger.
Bolay, Süleyman Hayri (1996), Felsefî Doktrinler ve Terimler Sözlüğü,
6. baskı, Ankara: Akçağ Yayınları.
Breed, Waren (1955), “Social Control in Newsroom: A Functional
Analysis”, Social Forces, 33 (1), 326-355.
Croteau, David ve William Hoynes (1997), Media/Society. Industries,
Images, and Audiences, Thousand Oaks/California, London ve New Delhi:
Pine Forge Press.
Erdoğan, İrfan ve Korkmaz Alemdar (2002), Öteki Kuram. Kitle
İletişimine Yaklaşımların Tarihsel ve Eleştirel Bir Değerlendirmesi,
Ankara: Erk.
İletişim 2003/17
Kitle İletişimi Araçlarının Gerçekliğin Yansıtılması ya da Kurulması Süreçlerindeki Rolü
139
Ergül, Hakan (2000), Televizyonda Haberin Magazinelleşmesi,
İstanbul: İletişim.
Ettema, James S., D. Charles Whitney ve Daniel B. Wackman (1997),
“Professional Mass Communicators”, der., Dan Berkowitz, Social Meanings of
News. A Text Reader, Thousand Oaks, London ve New Delhi: Sage
Publications, 31-50.
Galtung, Johan ve Marie Holmboe Ruge (1965), “The Structure of
Foreign News. The Presentation of Congo, Cuba and Cyprus Crises in Four
Norwegian Newspapers”, Journal of Peace Research,, Cilt 2, 64-91.
Gitlin, Todd Alan (1980), The Whole World is Watching, Berkeley:
University of California Press.
Gurevitch, Michael ve Jay G. Blumler (1997), “Siyasal İletişim Sistemleri
ve Demokratik Değerler”, der., Süleyman İrvan, Medya, Kültür, Siyaset,
Ankara: Ark, 199-219.
Hanlin, Bruce (1998), “Gazete Sahipleri, Editörler ve Gazeteciler”, der.,
Andrew Belsey ve Ruth Chadwick, Medya ve Gazetecilikte Etik Sorunlar,
Çev. Nurçay Türkoğlu, İstanbul: Ayrıntı, 51-69.
Honer, Stanley M. ve Thomas C. Hunt (1996), Felsefeye Çağrı, Çev.,
Hasan Ünder. Ankara: İmge.
Joussen, Wolfgang (1990), Massen und Kommunikation: Zur
soziologischen Kritik der Wirkungsforschung, Weinheim: VCH.
Kepplinger, Hans Mathias (1979), “Paradigm change in communications
research”, Communication, Cilt 4, 163-182.
Kepplinger, Hans Mathias (1989), “Theorien der Nachrichtenauswahl als
Theorien der Realität”, Aus Politik und Zeitgeschehen. Beilage zur
Wochenzeitung Das Parlament, April 1989, 3-16.
Kepplinger, Hans Mathias (1992), Ereignismanagement: Wirklichkeit
und Massenmedien, Zürich, Osnabrück: Edition Interfrom.
İletişim 2003/17
140
Murat Sadullah ÇEBİ
Kepplinger, Hans Mathias ve Helga Weiβbecker (1991), “Negativität als
Nachrichtenideologie. “Prolegommena eines Zwei-Faktoren-Modells der
Nachrichtenauswahl”, Publizistik, Cilt 36, 330-342.
Lippmann, Walter (1964), Die öffentliche Meinung, München:
Rütten+Leoning.
Louw, Eric P. (2001), The Media and Cultural Production, London,
Thousand Oaks ve New Delhi: Sage Publications.
Lundby, Knut, Helge Ronning (1997), “Medya-Kültür-İletişim: Medya
Kültürü Aracılığıyla Modernliğin Yorumu”, der., Süleyman İrvan, MedyaKültür-Siyaset, Ankara: Ark, 13-28.
Negrine, Ralph (1991), Politics and the Mass Media in the Britain,
London ve New York: Routledge.
Noelle-Neumann, Elisabeth (1991), Öffentliche Meinung. Die
Entdeckung der Schweigespirale. Erweiterte Ausgabe, Frankfurt a. M. ve
Berlin: Ulstein.
Noelle-Neumann, Elisabeth (1998), Kamuoyu. Suskunluk Sarmalının
Keşfi, Ankara: Dost
Östgaard, Einar (1965), “Factor Influencing the Flow of News”, Journal
of Peace Research, Cilt 2, 39-63.
Ramonet, Ignacio (2000), Medyanın Zorbalığı, Çev., Aykut Derman,
İstanbul: Om İletişim.
Schenk, Michael (1987), Medienwirkungsforschung, Tübingen: Mohr.
Schulz, Winfried (1989), “Massenmedien und Realität. Die
‘ptolemaische’ und die ‘kopernakische’ Auffassung”, der., Max Kaase ve
Winfried Schulz, Massenkommunikation. Theorien, Methoden, Befunde,
Kölner Zeitschrift für Soziologie und Sozialpsychologie, Sonderheft 30/1990,
135-149.
Shoemaker, Pamela J. ve Elizabeth Kay Mayfield (1987), “Building A
Theory of News Content”, Journalism Monographs, Sayı 103, Thousand
Oaks, London ve New Delhi: Sage Publications.
İletişim 2003/17
Kitle İletişimi Araçlarının Gerçekliğin Yansıtılması ya da Kurulması Süreçlerindeki Rolü
141
Shoemaker, Pamela J. ve Stephen D. Reese (1997), “İdeolojinin Medya
İçeriği Üzerindeki Etkisi”, der., Süleyman İrvan, Medya, Kültür, Siyaset,
Ankara: Ark, 99-136.
Soloski, John (1997), “News Reporting and Professionalism. Some
Constraints on the Reporting of the News”, der., Dan Berkowitz, Social
Meanings of News. A Text Reader, Thousand Oaks, London ve New Delhi:
Sage Publications, 138-154.
Tepe, Harun (1995), Plato’ndan Habermas’a Felsefede Doğruluk
Veya Hakikat, Ankara: Ark.
Weimann, Gabriel (2000), Communicating Unreality. Modern Media
and the Reconstruction of Reality, Thousand Oaks, London ve New Delhi:
Sage Publications.
White, David Manning (1950), “The ‘Gatekeeper’: A Case Study in the
Selection of News”, Journalism Quarterly, Cilt 27, 383-390.
İletişim 2003/17
142
Murat Sadullah ÇEBİ
Özet
Bu çalışma, iletişim araştırmaları alanında geçerli iki kuramsal yaklaşım
çerçevesinde medya ve gerçeklik arasındaki ilişkileri incelemektedir. Yansıtma
kuramı olarak adlandırılan birinci görüş, dış dünyada kitle iletişim araçlarından
ve gazetecilerden bağımsız bir gerçeklik olduğunu; medyanın bu gerçekliği
aynen nesnel, dengeli ve yansız biçimde bozmadan ve çarpıtmadan ilettiğini ileri
sürmektedir. Kurmacı yaklaşım ise, kitle iletişim araçlarının gerçekliği inşa
ettiği veya yeniden ürettiği varsayımına dayanmaktadır.
İletişim araştırmaları alanında medya ve gerçeklik arasındaki ilişkilere
odaklanan araştırmaların bulguları, yansıtma yaklaşımının bazı eksikliklerini
ortaya çıkarmıştır. Bu araştırmaların bulgularına göre kitle iletişimi araçlarının
gerçekliğin bütününü veya bir parçasını aynen yansıtması mümkün değildir.
Çünkü gerçeklik, çeşitli etmenlerin etkisiyle bozulup çarpıtılmaktadır. Kitle
iletişimi araçları gerçekliğin inşa edilmesi sürecinde önemli rol oynamaktadır.
Gerçekliğin inşa edilme süreci ayrıca kitle iletişimi sisteminin içerdiği ve sistemi
kuşatan bir dizi bireysel, mesleki, toplumsal ve kültürel etmen tarafından
belirlenmektedir.
Abstract
In the present article, it has been investigated the relationships between
mass media and reality. Whether mass media represent the reality as a whole
and they reflect the reality in the right way or they construct and reproduce the
reality were tried. In the field of communication research, the relationships
between mass media and reality isvestigated within the framework of two
theoretical approaches. The first approach, called the “mirror approach”,
assumes that mass media anda journalists reflect the reality objektively,
unbiased, balanced as they are, without degenerating or distorting them. The
second approach, called the “constructivist approach”, is based on the belief that
mass media construct or reproduce reality.
Studies about the relationsships between the mass media and reality in
communication research have pointed at some defects of mirror approach.
According to the results of these studies, it’s impossible for mass media to
reflect the reality exactly and as a whole, because the objective reality is
inevitably degenerated and distorted by various factors. The mass media play a
important role in the process of the construction of reality. The process of
construction of reality has been determined also by the various individual,
professional, social and cultural factors that contain and surround the mass
communication system.
İletişim 2003/17
Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi:
Türkiye’deki İletişim Fakülteleri Üzerine Bir Araştırma*
Erdal DAĞTAŞ**
1. Giriş
Bir toplumsal yapı içerisinde yer alan bütün kurumlar, birbirleriyle
ilişkileri içinde bir anlam kazanmaktadır. Bir ülkedeki ekonomik ve
toplumsal yapı, temel hak ve özgürlükler ne denli gelişmişse; o ülkedeki
eğitim sisteminin de o denli sorunsuz ve gelişmiş olduğundan söz edilebilir.
Bir başka deyişle, Türkiye'deki ekonominin gelişmişliğiyle, üniversitelerdeki
eğitim ve akademik kadronun kalitesi ve gelişmişliği arasında anlamlı bir
ilişki bulunmaktadır. Benzer şekilde, bu tespitin tersi de doğrudur. Bunların
tamamı ise, bir bütünün ayrılmaz parçalarını oluşturmaktadır.
Türkiye’de Şubat 2001 ekonomik krizinin sonrasında, pek çok işçi
ve esnafın yanı sıra, medya sektöründe 5 bine yakın insan da işlerini
kaybetmiştir (1). 2001 yılı içerisinde DİSK tarafından yayınlanan ve iş
güvenliği açısından madencilik ve tekstilden sonra en kötü durumdaki
üçüncü sektörün medya olduğunu söyleyen rapor, 2001 başında yaşanan
kitlesel işten çıkarmaların habercisi olmuştur (Tılıç, 2001: 147).
Bir taraftan medya sektöründe işten çıkarmalar yaşanırken; diğer
yandan da 1990’lı yılların başlangıcından itibaren Türkiye’nin pek çok
yerinde kurulmuş ya da yeni kurulan üniversitelere bağlı olarak iletişim
fakültelerinin açıldığına tanık olunmaktadır. İhtiyaç fazlası yeni iletişim
*
**
Bu çalışma, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi tarafından düzenlenen akademik seminerler
çerçevesinde 2002 Mayıs ayında sunulmuş olup, sonrasında yeniden değerlendirilerek yayına hazır
hale getirilmiştir. Bu süreçte düşünceleriyle, bu araştırmanın geliştirilmesine destek sağlayanlara ve
özellikle teknik açıdan bu yazının yayına hazır hale getirilmesinde Serhan Koyun’a teşekkür ederim.
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü Araştırma Görevlisi
İletişim 2003/17
144
Erdal DAĞTAŞ
fakültelerinin kurulmasının ardında yatan en önemli nedenlerden biri, bu
fakültelerin popüler olma özelliklerinden dolayı üniversitelerin dışarıya
yönelik vitrinini oluşturmalarıdır.
Ne var ki 2000’lerin Türkiye’si, yirminin üzerindeki iletişim
fakültesinden 1500 kadar gazeteci adayının mezun edilmeye başlandığı bir
ülke olmuştur. İletişim fakülteleri, hem devlet üniversitelerinin hem de vakıf
üniversitelerinin vazgeçilmezleri arasına girmiştir (Atman ve Aksu, 2002: 9).
Öte yandan, son yıllarda sayıları hızla artan iletişim fakültelerinin
neye öncelik verecekleri konusundaki tartışma ise henüz sonuçlanmış
değildir. İletişim fakülteleri, zamanında gazetecilik okullarının kuruluşuna
yol açan ve sektörden gelen baskıyı bugün de üzerlerinde hissetmektedirler.
İletişim formasyonuna yönelik uygulamalı ve kuramsal dersler arasındaki
dengenin nasıl kurulacağı ise, henüz sonuçlandırılmamış bir tartışma olarak
karşımıza çıkmaktadır. Kuramsal dersler azalsın ve ders programları
sektörün talepleri doğrultusunda oluşturulsun diyenler olduğu gibi; iletişim
fakültelerinin işlevinin sektöre eleman kazandırmak olmadığını savunan
akademisyenler de bulunmaktadır (Tılıç, 2001: 99).
2000’li yıllarda, medya kuruluşlarının üst yöneticileri son derece
eğitimli kişiler olurken, sektörle iletişim fakülteleri arasında belli bir
uyumsuzluk yaşandığı da gözlemlenmektedir. 1940’ların Simavi’si
üniversiteyi gazetecilik eğitimi için zorlarken; 2001 yılında onun kurduğu
gazetenin genel yayın yönetmeni “iletişim fakülteleri, medyaya düşman
yetiştiriyor” demektedir. Gazete yöneticisinin “düşman yetiştiriyorlar” sözü,
sektörün iletişim fakültesi mezunlarından memnun olmadığının bir ifadesi
ise, gazetecilik öğrencilerinin eğitimini gördükleri mesleğe sırtlarını
dönmeleri ve 2000’ler Türkiye’sinde medyanın yüzde 17’lik güvenilirlik
oranıyla en az güvenilen meslekler arasında sayılması da halkın mevcut
medya pratiğinden memnun olmadığının ifadesi olabilir. İletişim
fakültelerinin bu pratiği onaylayan gazeteciler yetiştirmesi ise, gerek
üniversitenin kendisinin gerekse de “olması gereken” medya pratiğinin reddi
anlamına gelecektir (Tılıç, 2001: 101).
İletişim 2003/17
Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim…
145
Türkiye gerçekliklerine ilişkin vurgulanan bu noktalar, akademik
eğitimi irdeleme ve beraberinde iletişim eğitimini, daha özelde bu çalışmanın konusunu oluşturan gazetecilik eğitimini tartışma açısından konunun çok
boyutlu olduğunu dile getirmektedir. Çünkü birbirinden ayrı tutamayacağımız bu dinamikler o ülkedeki eğitim sisteminin kalitesini, akademik kadronun verimliliğini, eğitime verilen önemi belirler. Bu çalışmada, varolan durumu sergileme açısından oldukça önemli, ancak diğer değişkenlere göre
arkaplana atılan ders programlarının irdelenmesinden yola çıkarak iletişim
fakültelerindeki gazetecilik eğitimi tartışılmaya çalışılacaktır.
İletişimin bir alan olarak zenginliği ise, salt sektörün gereksinimlerini gözetmekten öte, ders programlarının hangi amaca yönelik olması gerektiğini tartışmaya açmaktır. Bu ise, günümüzde iletişim fakültelerinin yaşadıkları sorunun doğru tanımlanabilmesiyle mümkündür. Bu anlamda çalışmanın temel amacı, sözü edilen sorunu tanımlamaya ders programlarından
yola çıkarak katkıda bulunmaktır.
Bu çalışmada, gazetecilik eğitimini üniversitenin geniş hedefleri
çerçevesinde ele almaya ve hem mesleğin hem de genel olarak üniversitenin
temel gerekleri nasıl bağdaştırılabilir sorusuna yanıt aramaya çalışarak, gazetecilik eğitiminin genel hedefleri ve biçimleri açısından kaynaklık edebilecek bazı düşünceler ileri sürülmektedir. Ancak bu öneriler hiçbir şekilde
tamamlanmış olmadığı gibi, demokratik bir üniversite eğitiminin temel kaynağı olan öğrenci aşamasını da kapsamamaktadır. Özellikle öğrenci-öğretim
üyesi ilişkisinin bir parçası olan pedagoji açısından ise, gazetecilik eğitiminin bu tür kavranışının getirdiği sonuçlar geliştirilmeyi beklemektedir.
Bununla birlikte, bu çalışma, iletişimin disiplinlerarası bir alan
olduğu kabulünden hareket ederek, mesleğin gereklerinin nasıl ele
alınabileceği üzerine ders programları üzerinde yoğunlaşmayı hedeflemiştir.
Bunun için de gerek dünyadan ve gerekse Türkiye'de gazetecilik eğitimini
yürüten bazı iletişim fakültelerinin ders programları analiz edilmiştir. Bu
çalışmanın arkaplanında ise, kuram ile uygulamanın birbirinden bağımsız
düşünülemeyeceği, ancak salt piyasanın taleplerinin gazetecilik eğitiminin
belirleyicisi olamayacağı varsayımı yatmaktadır.
İletişim 2003/17
146
Erdal DAĞTAŞ
2. Dünyadaki İletişim Eğitiminden Örnekler
2.1. ABD'de İletişim Eğitimi
Amerikan eğitim sisteminde iletişim programları, ACEJMC
(Accrediting Council for Education in Journalism and Mass
Communication) -Gazetecilik ve Kitle İletişim Programları Onay Konseyiadlı bir kuruluştan onay almaktadırlar. Konseyce, eğitim programlarının
iletişim öğrencilerini geleceğe hazırlayan bir misyona (profesyonel yeterlilik, bilgi birikimi, sorumluluk bilinci vb.) sahip olmaları hedeflenmiştir.
Öğrencilerin, gazetecilik ve iletişim mesleklerinin demokratik bir toplumdaki sivil ve toplumsal öneminin farkına varmalarının altını çizen ACEJMC;
aynı zamanda iletişim öğrencilerinin, gazetecilik ve iletişim sektörlerinin
içinde işlev gördüğü ekonomik koşulların da bilincinde olmaları gerektiğine
vurgu yapmaktadır (Aktaran Gürkan ve İrvan, 2000: 354).
Onay Konseyi, tüm okullar için geçerli olacak tek bir eğitim programı
belirlememektedir. Her bir fakültenin kendine özgü bir misyonu
olabileceğini ve bu biricikliğin de korunması gerektiğini kabul etmektedir.
Konsey daha çok, eğitim kurumlarının kendileri için çizdikleri hedefler
doğrultusunda karar vermektedir. Ancak bazı sınırlamalar da söz konusudur.
Bununla birlikte ACEJMC, ders programlarının geleceğini gazetecilikte ve
iletişim sektöründe arayanları tatmin edecek nitelikte olmasına ayrı bir özen
göstermektedir.
Onay Konseyi, gazetecilik ve iletişim eğitimi ders programının temeli
olarak fen-edebiyat (liberal arts and sciences) alanını görmektedir. Konsey,
iletişim öğrencilerinin alacağı derslerin önemli bir bölümünün, modern
dünya hakkında bilgi birikiminin gelişmesine yardımcı olan disiplinlere
(sosyoloji, psikoloji, hukuk, ekonomi, tarih, felsefe, antropoloji, edebiyat,
matematik, biyoloji, kimya, jeoloji, coğrafya, güzel sanatlar, siyaset bilimi,
yabancı diller vb.) ait dersler olması gerektiğine vurgu yapmaktadır. Ayrıca,
iletişim araçlarının tarihi, işlevleri, etkileri, iletişim hukuku ve etik
konusunda kuramsal derslere de programda yer verilmektedir (Aktaran
Gürkan ve İrvan, 2000: 355).
İletişim 2003/17
Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim…
147
Konsey’e göre, iletişim eğitimi veren kurumların öğrencilerin enformasyonu toplamayı, analiz etmeyi, düzenlemeyi ve kitlelere uygun formatlar
içinde aktarmayı öğretmeleri gerekmektedir. Bir başka deyişle, ders programı içinde beceri kazandırmayı amaçlayan dersler de yeterli düzeyde yer
almak zorundadır. ACEJMC, ortalama 120 kredilik bir iletişim programında
75/25 kuralının uygulanmasını zorunlu hale getirmiştir. Bu kurala göre:
(1) Öğrenciler en az 90 kredi-saat miktarında dersi alan dışından
almak durumundadır. Bu derslerin de en az 60 kredisi fen-edebiyat
alanlarından alınması gerekmektedir.
(2) 30 kredi-saatlik alan derslerinin en az 12 kredi-saati, kuramsal
iletişim derslerinden (iletişim kuramları, iletişim tarihi, iletişim araçlarının
etkileri, iletişim hukuku, iletişim sosyolojisi, iletişim etiği vb.) oluşması
zorunluluğu getirilmiştir. Ayrıca, ACEJMC, ABD'de 108 üniversitedeki 109
fakülte ve bölüme onay vermiştir (Aktaran Gürkan ve İrvan, 2000: 355).
Amerikan üniversitelerindeki iletişim programlarına bakıldığında,
genel olarak bir fen-edebiyat odaklanması olduğu görülmektedir. Zaten
ACEJMC de toplam müfredatın dörtte üçünün fen-edebiyat ağırlıklı
olmasını istemektedir. Burada temel amaç, öğrencilerin öğrenmeyi
öğrenmeleri, değerlendirme yapabilmeyi başarmaları ve iletişimi
gerçekleştirebilmeleridir. Fen-edebiyat ağırlıklı eğitimin ana hedefi,
öğrencilere yaşam boyu öğrenme deneyimi kazandırmaktır. Öğrenciler bu
dersler aracılığıyla düşünmeyi, problem çözmeyi, analiz yapmayı, elde
ettikleri verileri kullanmayı öğrenmektedirler (Kock, Kang ve Allen, 1999).
Ancak, iletişim öğrencilerinin bu alandan hangi dersleri almalarının daha
uygun olacağı konusunda iletişim fakülteleri bir planlama yapmadıkları için;
öğrencinin kendisi belli bir alanda yoğunlaşmadığı takdirde bir odaksızlık
sorunu ortaya çıkmaktadır (Morrison, 1997).
Özellikle seçimlik derslerin fazla olduğu ya da belli bir alanda
uzmanlaşmayı öngören eğitim programlarının benimsendiği fakültelerde
(İstanbul, Anadolu ve Yeditepe Üniversiteleri vb.) danışmanlık hizmetleri
büyük bir önem kazanmaktadır. Aksi takdirde eğitim sistemi, tıpkı
Türkiye'de olduğu gibi, yüzeysel bilgilerle donatılmış, eleştirel yeteneklerini
geliştirememiş gazeteci adaylarını fakültelerden mezun etmektedir.
İletişim 2003/17
148
Erdal DAĞTAŞ
2.2. İngiltere'de İletişim Eğitimi
İngiltere'de yüksek öğrenim kurumlarında iletişim ve medya
eğitiminin gelişimi oldukça farklı bir rota izlemiştir. Lisans eğitimi, ilk
olarak politeknik (2) okullarında verilmeye başlamıştır. Yüksek lisans
eğitimi veren üniversiteler ise daha çok araştırmalara ağırlık vermiştir.
Önemli araştırma merkezleri arasında Leicester Üniversitesi'nde Centre for
Mass Communication Research (Kitle İletişim Araştırmaları Merkezi),
Birmingham Üniversitesi'nde Centre for Contemporary Cultural Studies
(Çağdaş Kültürel Çalışmalar Merkezi) ve Leeds Üniversitesi'nde Television
Research Centre (Televizyon Araştırmaları Merkezi) yer almaktadır (Gürkan
ve İrvan, 2000: 358).
Lisans programlarının çok geç tarihlerde başlamasının temel
nedenlerinin başında, medya kuruluşlarının üniversitelerden çok kendi
açtıkları kursları bitirenleri tercih etmeleri gelmektedir. Örneğin, BBC daha
çok Oxford ve Cambridge mezunlarını kendi açtığı kurslardan geçirerek işe
alma yolunu tercih etmiştir. Gazeteler ise, National Council for the Training
of Journalists (Gazetecilik Eğitimi Ulusal Konseyi) tarafından açılan
programları bitirenleri işe almıştır. Piyasanın kendisini iletişim eğitimi alan
üniversitelilere kapatmasının bir sonucu olarak, politeknik okullarındaki
iletişim eğitimi programları da büyük ölçüde pratik bilgilerden çok,
kuramsal ağırlıklı derslerden oluşmuştur. Ancak 1980'li yıllardan itibaren
İngiliz üniversitelerinde büyük ölçüde disiplinlerarası nitelikte iletişim lisans
programları açılmaya başlamıştır (French ve Richards, 1994: 26-27).
University of London / Goldsmiths College, buna örnek olarak
verilebilir. Goldsmiths College, iletişim alanında birbiriyle bağlantılı üç
lisans programına sahiptir. (1) Antropoloji ve İletişim Çalışmaları; (2)
İletişim Çalışmaları ve Sosyoloji; (3) Medya ve İletişim. Birincisinde,
Toplumsal ve Kültürel Antropoloji'yle Medya ve Kültürel Çalışmalar'ı
birleştiren program, alanında tek olma özelliğini taşımaktadır. İkinci
program, disiplinlerarası bir iletişimi hedeflemektedir. Üçüncü programda
ise, medya pratiği ile iletişim kuramlarının bağdaştırılarak, öğrencilere ilk
yıldan itibaren uygulamalı ve kuramsal dersler birarada verilmektedir.
İletişim 2003/17
Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim…
149
3. Türkiye’de Gazetecilik Eğitimine İlişkin İlk Adımlar ve 1980
Sonrası Gelişmeler
Türkiye'de gazetecilik eğitimine ilişkin ilk çabalar Cumhuriyet
döneminin ilk on yılına uzansa da, bu alanda ilk eğitim kurumunun açılışı
1940'lı yılların sonlarına doğru gerçekleşmiştir. Dolayısıyla, yarım yüzyılı
aşan (55 yıllık) bir maziye sahip olan iletişim eğitimi veren kurumların
tarihsel gelişimi sektörün belirleyiciliğinde olmuştur. Bu anlamda, ilk eğitim
kurumu olan ve 1948'de kurulan "İstanbul Özel Gazetecilik Okulu"ndan
günümüz iletişim fakültelerine uzanan tarihsel süreçte gazetecilik eğitimi
veren kurumlar belli aşamalardan geçmişlerdir.
Sektörün talepleri doğrultusunda yaşama geçirilen gazetecilik
eğitimini üstlenen yapılanmalar, bugün gelinen noktada yine sektör
tarafından fazlaca eleştirilen ve beğenilmeyen kurumlar olarak gündeme
gelmektedir.
Bugün iletişim fakültelerinde öğrenim gören öğrenciler üzerinde,
sanki 30 Ağustos 1948 tarihinde Ulus gazetesinde Server Bedi adıyla yazan
Peyami Safa'nın düşüncelerini doğrulayan bir atmosfer hakimdir. Peyami
Safa, Gazetecilik Enstitüsü kurulmasıyla ilgili girişimlere o günlerde
gülümseyerek bakmakta ve böyle bir enstitüde bir dakikadan fazla sürmeyen
tek bir ders verilebileceğini, profesörün kürsüye çıkıp, şunları söylemesinin
yeterli olacağını belirtir: "Gençler, gazeteciliğin tek enstitüsü bir gazetenin
kendisidir. Ona kapılanmaya bakınız. Burada boşuna vakit kaybetmeyiniz".
Bu anlayış bugün de sık sık karşımıza çıkmaktadır. Nitekim, gazetecilik
enstitülerinden iletişim fakültelerine giden süreçte, asıl amaç sektörün
ihtiyaçlarını gözetmek ve taleplere yanıt vermeye çalışmak olmuştur
(Aktaran Gürkan ve İrvan, 2000: 354).
Öte yandan, 1947 yılında İstanbul Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı'nı
yürüten Sedat Simavi, İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü'ne bir mektup
yazarak, üniversitede gazetecilik eğitimi yapmanın zorunlu hale geldiğini
belirtir. Bu mektup, Türkiye'deki gazetecilik eğitimine duyulan gereksinimin
bizzat sektörden geldiğinin en önemli kanıtıdır. Simavi'ye göre, bu eğitimin
ders programında hem kuramsal hem de uygulamaya dönük dersler
İletişim 2003/17
150
Erdal DAĞTAŞ
bulunmalıydı. Böylece 1950 yılından itibaren, İstanbul Üniversitesi İktisat
Fakültesi'ne bağlı Gazetecilik Enstitüsü öğrenci almaya başladı. Daha sonra
çeşitli adlarla açılan bu okullar, 1992 yılında "fakülte" olarak yeniden
yapılanma sürecine girdiler (Özbek, 1992: 307; Altun, 1999: 245-246;
Gürkan ve İrvan, 2000: 354; Tokgöz, 2003: 14-15).
İletişim eğitimini üstlenen fakülteler, meslek eğitimi mi yoksa
akademik eğitim mi vermelidirler? Teknik eğitimin gerekli araç ve gereçleri
olmadan, meslek eğitimi verilebilir mi? Ayrıca bu gerekli mi? Gazete, radyo,
televizyon gibi teknolojik iletişim araçları esasına göre örgütlenmiş bir okul,
meslek okulu olmaktan kurtulabilir mi? Dolayısıyla bu okullarda iletişim
eğitimi nasıl yapılmalı ve nasıl bir öğrenci formasyonu amaçlanmalı?
(Mutlu, 1992: 139-140; Özbek, 1992: 308). Bu sorular, iletişimci / gazeteci
olabilmek için Peyami Safa'nın vurguladığı gibi, bu okullardan mezun
olmanın gerekli olup olmadığı sorgulamasına değin uzatılabilir
Yukarıda yer verilen sorularla dile getirilen kaygılar, yüksek
öğrenimin esaslarıyla ilgilidir ve aslında sorgulanan üniversite eğitiminin
kendisi ve hedefleridir. Öğrencilerin bile "bu bilgiler bana yaşamda nasıl
yararlı olacak" diye sorduklarında, yaşam derken dar anlamda meslek
gereklerini kastederek katıldıkları bu kaygılar, içinde yaşadığımız dönemin
daha geniş bir problemine işaret etmektedir. 'Üniversitelerin öldüğü'
iddiasını hatırlatan bu kaygılar, evrensel toplumsal projelerin artık
anlamsızlaştığı ve hatta öldüğü iddia edilen, üstelik sadece iddiada kalmayıp
gerekleri pratikte yerine getirilen bir dünyada, hiç de şaşırtıcı değil. Bilimsel
bilginin sadece teknolojik gelişmenin kaynağı olarak değil, kültürün yaratıcı
kaynaklarından biri olarak tasarlandığı modern projede, üniversite eğitiminin
birincil amacı eleştirel bilgi geliştirmek olarak görülmekteydi. Bir başka
deyişle, üniversite pratik felsefe geleneği içinde düşünülmekteydi.
Üniversitelerin gelişiminin dar siyasal amaçlarla planlandığı, üniversite ve
öğrenci sayılarıyla ölçüldüğü, sosyal bilimlerin budanmasıyla orantılı
görüldüğü, 'iş bitirici' olmayan üniversite mezunlarının işsizlikle
ödüllendirildiği 1980'ler sonrası Türkiye'sinde de; iletişim gibi genel eğilimi
piyasanın ve 'çağ atlama'nın gereklerine bağlanabilecek bir eğitim ile
üniversite mantığının boşaltılması doğaldır. Küresel olarak yeni bilgi
İletişim 2003/17
Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim…
151
teknolojilerindeki gelişme ve Türkiye'de 1980'ler sonrası iletişim
sektöründeki, sonradan özel radyo ve televizyonların ortaya çıkmasıyla da
desteklenen patlama, bu yönde piyasanın teknik personel ve meslek adamı
taleplerini hızla arttırmış durumdadır (Özbek, 1992: 309).
Dolayısıyla iletişim / gazetecilik eğitimi üzerine düşünmeye,
üniversite eğitiminin hedeflerine yönelik şu temel soruyla başlamak uygun
görünmektedir: Üniversiteler içinde yer aldıkları toplumun yeniden
üretiminde işlevsel olan, bir başka deyişle piyasanın taleplerini karşılayan
meslekî bilgi ve becerileri üretmek ve aktarmakla sınırlı kalabilir mi? Bu
sorunun yanıtının olumsuz olduğu ve üniversite eğitiminin meslek
eğitiminden öte hedeflere sahip olması, bunun da iletişim dahil her eğitim
alanı açısından geçerli olması gerektiği açıktır. Habermas (1992: 1-4)'a
dayanarak, üniversitelerin "... teknolojik kullanıma elverişli bilgi üretme ve
aktarmanın ötesine uzanan, ... üç görevden hiçbir şartta" kaçınamayacağını
söyleyebiliriz. Bunlar, "yazılı olmayan meslekî standart erdemlerini"
geliştirmek; öğrencilerin ve genel kamunun "kendini anlaması"nı da
sağlayacak olan "toplumun kültürel geleneğini aktarmak, yorumlamak ve
geliştirmek" ve "öğrencilerin politik aydınlanmasını" sağlamaktır.
Türkiye’de 1990’lı yılların başında Basın Yayın Yüksek Okulları,
fakültelere dönüşmüştür. "Radyo Televizyon ve Sinema", "Gazetecilik" ve
"Halkla İlişkiler ve Tanıtım" dallarında diploma veren Basın Yayın Yüksek
Okulları'nın bu bölümleri korunmuştur. Ancak, bölümlerin altına anabilim
dalları yerleştirilmiştir. Örneğin Gazetecilik Bölümü; Genel Gazetecilik,
Basın Ekonomisi ve İşletmeciliği, Basın Yayın Tekniği ve Bilişim olarak
dört anabilim dalına ayrılmış ve eğitim kadrosu bu anabilim dallarına
ayrıştırılmıştır. Ne var ki, bu durumun her fakültede işlevsel olarak
yürütüldüğünden söz etmek mümkün değildir. Öte yandan, anabilim
dallarına lisans, yüksek lisans ve doktora programları açma hakkı
tanınmıştır. Sonuç olarak, dünyada benzeri olmayan bir uzmanlaşma,
tepeden inmeci bir anlayışla iletişim ve gazetecilik eğitiminin içine
yerleştirilmeye çalışılmıştır (İnal, 1996: 205-206; Tokgöz, 2003: 24).
İletişim 2003/17
152
Erdal DAĞTAŞ
Aralarına kalın duvarlar örülen disiplinler arasına köprüler kurulmaya
çalışıldığı günümüzde, Türkiye'deki gazetecilik bölümleri, değil genel bir
iletişim sorunsalı, kitle iletişim sorunsalı ile de köprüleri atıp, uzmanlaşmış
bir alan olarak kendi kimliklerini tanımlamak zorunda bırakılmıştır.
Gazetecilik eğitimine ilişkin yeni bir uygulama da, lise dengi Teknik
Mesleki Eğitim programları biçiminde alana uzman personel yetiştirmeye
yöneliktir. Radyo Televizyon dalında bu eğitim başlamış, diğer medya
dallarında da plan aşamasındadır. Ayrıca geçtiğimiz yıllarda açılan İletişim
Meslek Liseleri ile üniversite mezunlarına yönelik açılan özel kurs
programlarından da bahsetmek mümkündür (Tokgöz, 2003: 30).
Hürriyet Vakfı'na bağlı olarak 1990 yılında kurulan "Erol Simavi Özel
İletişim ve Eğitim Merkezi"nin gazetecilik mesleğinin geliştirilmesini
amaçlamıştır. Merkez, faaliyetlerine bir süre sonra son vermiştir. Benzer bir
girişim de 1995 yılında "Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı"
tarafından başlatılmıştır. Vakıf çalışmalarını halen sürdürmektedir.
"Akademi İstanbul" adlı kuruluş ise, Ekim 1995 tarihinden itibaren, iki yıllık
bir program çerçevesinde gazetecilik, işletme iletişimi, televizyon / radyo,
reklâmcılık ve siyasal iletişim gibi alanlarda kurslar düzenlemektedir
(Altun, 1999: 249).
Tüm bu gelişmeler, medya ve gazetecilik alanlarında, piyasaya gün
geçtikçe daha çok sayıda meslekî eğitim görmüş insan gücünün sunumunu
da beraberinde getirmektedir. Türkiye'de yaşanan bu gelişmenin, alanda
oluşan talepten mi; yoksa oy kaygısına yönelik miyop siyasal politikalardan
mı kaynaklandığı sorusu yanıt beklemektedir. İkinci durum, alınan
kararlarda daha belirleyici bir konuma sahip görünmektedir.
Medya eğitimiyle ilgili temel kaygılardan biri, medya eğitiminin
endüstriye işgücü yetiştirmeye yönelik olarak düzenlenmesidir.
Gazetecilerin, montaj hattında çalışan işçilere dönüşmesini kolaylaştıran bir
eğitim anlayışı, eğitim kurumlarının statükocu eğilimlerini yansıtıyordu.
Gerek ABD'de yaşanan bütçe kesintilerinden kaygılanarak alanın kimliğini
tanımlamaya yönelen kuramcılar, gerekse eleştirel pedagoji anlayışını
benimseyerek, eğitim kurumlarını demokratik kamusal alanlara dönüştürme
İletişim 2003/17
Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim…
153
gereği üzerinde duran eğitimciler bu ortak kaygıda birleşiyorlar. Türkiye'de
gazetecilik ve medya eğitiminin bugünkü yapılaşmasına baktığımızda ise, bu
kaygı katlanarak büyümektedir (İnal, 1996: 207).
Tekelleşme olgusu, bugün Türkiye'de alternatif (karşıt / muhalif)
medyanın gelişmesine ayak bağı olurken ve neredeyse bütünüyle
engellerken, birden çok gazete ve bir televizyon kuruluşunu elinde
bulunduran yayın kuruluşları, izleyici sayılarını artırmak için daha nitelikli
bir habercilik ve kamusal yayıncılık anlayışını benimsemek yerine; büyük
paralarla transfer edilen "popüler" gazetecilerle ve promosyonlar aracılığı ile
yayınlarını sürdürmektedir.
Eğitim kurumlarından her yıl alana daha büyük sayıda sunulan işgücü,
ücretlerin düşük tutulmasını, her an işten çıkarılma tehdidini genç
gazetecilerin kaderi haline getirmektedir. Lise dengi teknik okulların
eğitiminin genişletilip yaygınlaştırılmasına yönelik anlayış ise, asgarî ücretle
çalışabilecek, biraz bilgili, biraz uzman ancak montaj hattındaki akışa daha
az karşı çıkacak gençleri endüstrinin hizmetine sunarken; özgürleşimci,
demokratik idealleri neredeyse bütünüyle gözardı etmiş görülmektedir (İnal,
1996: 207; Nalçaoğlu, 1998; Tekinalp, 2000: 466).
Türkiye'de gazetecilik eğitimi üzerine ilk girişimlerin üzerinden geçen
55 yıllık süre içerisinde, kurulan / dönüşen fakültelerin ders programlarında
kesişmeler / benzeşmeler gözlemlense de; kurumların benimsedikleri temel
anlayış çerçevesinde, kendilerine özgü eğitim programlarını yaşama
geçirdiklerine tanık olunmaktadır. Sözü edilen eğitim programlarının nasıl
oluşturulduğu, bu araştırmanın konu ve kapsamı dışında olmasının ötesinde;
Türkiye’deki iletişim fakültelerinin gazetecilik bölümlerine ilişkin ders
programlarının hangi kriterlere göre oluşturulduğu ayrıca ele alınması
gereken bir konu olarak önem kazanmaktadır. Bu yüzden gazetecilik bölümü
ders programlarına ilişkin genel bir değerlendirmeye gitmenin güçlüğü bir
tarafa; arzu edilmese de bu çalışmada yapay olarak yaratılmış "kuram /
uygulama" ikiliğine başvurularak, örnek olarak seçilen iletişim fakültelerinin
gazetecilik bölümlerinin eğitim programlarındaki dersler değerlendirilmiştir.
İletişim 2003/17
154
Erdal DAĞTAŞ
Bunun için de, iletişim fakültelerindeki ders programları, "üçlü bir
kategorileştirme" çerçevesinde ele alınmıştır. Birincisi, iletişim eğitimine
altyapı sağlayan sosyal bilimlerde disiplin olma hüviyetini kazanmış "genel
formasyon"a yönelik temel kültür dersleri; ikincisi iletişim ve kitle
iletişimini konu alan "kuram ve kavramsal çerçeve" dersleri; üçüncüsü ise
uzmanlaşmaya yönelik "uygulama" dersleri eğitim programlarını
oluşturmaktadır. Bununla birlikte, irdelenen bu iki kategoriyi (iletişim kuram
ve kavramları ve uygulama alanına dönük dersler) iletişim formasyonuna
yönelik dersler kapsamında değerlendirmek mümkündür. Burada genel
formasyona yönelik temel kültürden kastedilen ise, Gramsci’ye göre
“kültürü ansiklopedik bir bilgi, insanları da yalnızca dış dünyadan gelen
çeşitli dürtülere yanıt veren, kafaları bir sözlük sütunu gibi görgül verilerle
ve bir yığın bağlantısız ham malzemeyle doldurulacak alıcılar olarak görmek
alışkanlığından vazgeçmek”tir (Aktaran Merrington, 1985).
Araştırma, 2001-2002 eğitim-öğretim dönemi itibariyle dokuz iletişim
fakültesinin gazetecilik bölümlerinin yürürlükte olan ders programları göz
önünde bulundurularak gerçekleştirilmiştir. Sözü edilen iletişim
fakültelerinin gazetecilik bölümlerinin dört yıllık ders programları internet
ortamındaki web sayfalarından, öğrenci kılavuzlarından ve fakülte
dekanlıkları ile bağlantıya geçilerek elde edilmiş ve doğruluğu teyit
edilmiştir.
Öte yandan, bazı iletişim fakültelerinin gazetecilik bölümlerinin ders
programlarında yer alan derslerin içeriğine ilişkin tanımlardan; diğerlerinde
ise sadece derslerin adlarından yola çıkarak bu kategorileştirme
gerçekleştirilmiştir. Programlardaki dersler, “genel formasyon“, “iletişim
kuram ve kavramları“ ve “uygulama“ şeklinde oluşturulan üçlü sacayağına
dahil edilecek şekilde sınıflandırılmıştır. Daha somut bir ifadeyle, analiz
edilen ders programlarında Sosyoloji, Psikoloji, Sosyal Psikoloji, Ekonomi,
Hukuk, Felsefe, Antropoloji, Siyasat Bilimi vb. dersler “genel formasyon“a
yönelik dersler kapsamında ele alınmıştır. Bununla birlikte, İletişim Bilimine
Giriş, Kitle İletişim Kuramları, Medyanın Ekonomi Politiği, Kültürel
Çalışmalar, Medya Etiği, İletişim Sosyolojisi, Popüler Kültür, İletişim
Bilimlerinde Araştırma Yöntemleri vb. dersler ise “iletişim kuram ve
İletişim 2003/17
155
Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim…
kavramları“na yönelik dersler başlığında değerlendirilmiştir. Son olarak,
Haber Toplama ve Yazma Teknikleri, Gazete Yazı Türleri, Masaüstü
Yayıncılık, Basın Fotoğrafçılığı, Bilgisayar Uygulamaları, Gazetecilik
Uygulamaları vb. dersler de “uygulama“ya dönük dersler bağlamında
değerlendirilmiştir.
Bugün gelinen noktada, özetle iletişim eğitiminin devlet, vakıf ve
özel kurs programları çerçevesinde yürütüldüğü gözlemlenmektedir. Özellikle 1990'lı yılların başında Basın Yayın Yüksek Okulları'nın İletişim Fakülteleri‘ne dönüştürülmesiyle birlikte, dönemin ekonomik ve siyasal atmosferinin sonucu olarak kurulan yeni üniversitelerde herhangi bir hazırlık yapılmaksızın (temel altyapı eksiklikleriyle birlikte) yeni iletişim fakültelerinin
çevredeki üniversitelerde de açılması gündeme gelmiştir. Bu konuda gerekli
önlemler alınmadığı takdirde, "her üniversiteye bir iletişim fakültesi" adı
altında bugün yirmiyi aşan iletişim fakültesinin sayısı, il yapılan kentlerin ve
açılan yeni üniversitelerin sayısıyla doğru orantılı olarak artacaktır.
4. Türkiye'deki İletişim Fakültelerinde Gazetecilik Eğitimi
Programlarının Değerlendirilmesi
İletişim Fakülteleri‘nin ders programlarını analiz ederken, kamu ve
vakıf ayrımına gidilmiştir. Kamu / devlet üniversitelerinde yürütülen iletişim
eğitimi ise, "merkez" ve "çevre" bölgelerde olmak üzere ikiye ayrılmıştır.
Vakıf üniversitelerinin yürüttüğü iletişim eğitiminin yanı sıra, yine metropol
kentlerde açılan özel eğitim kurslarına ise yukarıda değinilmiştir. Temel
tartışma konusu ise, bu kurumlardaki eğitim programlarının belirtilen
sınıflandırma çerçevesinde bir kıyaslaması olacaktır.
Burada merkez / çevre ayrımına, iletişim eğitimi veren üniversitelerin
Türkiye coğrafyasında konumlandıkları bölgeyi, o bölgenin gelişmişlik
düzeyini ve sahip olduğu ekonomik, toplumsal ve kültürel donanımları
irdelemesi açısından başvurulmuştur.
Merkez / metropol bölgelerdeki üniversitelere bağlı İletişim Fakülteleri hem iletişim eğitimine farklı adlarla ve yapılanmayla başlamış olmaları
İletişim 2003/17
156
Erdal DAĞTAŞ
hem de tarihsel bir geçmişe sahip olduklarından dolayı İstanbul, Ankara,
Gazi ve Ege Üniversiteleri'nin Gazetecilik Bölümü ders programları bu
bağlamda analiz edilmiştir. Sözü edilen iletişim fakülteleri gibi, Anadolu
Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi de göz ardı edilmeyecek bir geçmişe
sahiptir. Ancak yapılan sınıflandırma gereği, sözü edilen İletişim Fakültesi‘nin Basın ve Yayın Bölümü çevrede yer alan üniversiteler bağlamında
değerlendirilmiştir. Bu kategoride, kuruluşu eskiye dayanmayan Selçuk Üniversitesi ve yeni kurulan Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin Gazetecilik Bölümü eğitim programları da yine bu kapsamda ele alınmıştır. Son
olarak ise, Yeditepe ve Doğu Akdeniz Üniversiteleri’ndeki Gazetecilik Bölümleri’nin ders programları ise vakıf üniversiteleri temsilen incelenmiştir.
4.1. Merkezdeki Üniversitelerde Gazetecilik Eğitimi
İletişim Fakülteleri’nin Gazetecilik Bölümleri’nin ders programlarında
genel formasyona yönelik dersler şu temel başlıklar altında sınıflandırılmıştır: “Felsefe“, “Sosyoloji ve Antropoloji“, “Psikoji“, “Hukuk“, “Ekonomi“, “Siyasal Bilimler ve Düşünce Tarihi“, “Araştırma Yöntemleri, Bilimsel Kuramlar ve İstatistik“, “Güzel Sanatlar, Estetik ve Kültür“ ve “YÖK“
dersleri.
Merkezde yer alan üniversitelerin İletişim Fakülteleri’nin Gazetecilik
Bölümleri’nin ders programları karşılaştırıldığında, temel kültüre yönelik
genel formasyon başlığı altında toplanan zorunlu ve seçimlik derslere en
fazla oranda Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin Gazetecilik Bölümü’nde
(bundan sonra metinde Ege İletişim olarak anılacaktır) rastlanılmıştır. Ege
Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin Gazetecilik Bölümü’nün ders programında 22 adet zorunlu ve 62 adet de seçimlik genel formasyona yönelik
derse eğitim programında yer verilmiştir. Zorunlu derslerin önemli bir oranını “Siyasal Bilimler ve Düşünce Tarihi“ne yönelik dersler (yüzde 31.9)
oluşturmaktadır. Ayrıca, yüzde 22.8 ile “Ekonomi“ ile ilgili derslere de, eğitim programında önemli bir oranda yer verilmiştir. Benzer şekilde Ege İletişim’in ders programında ise, genel formasyona yönelik kredi toplamı açısından, en fazla sıklık oranına irdelenen bu iki ders grubunun sahip olduğu sonucuna ulaşılmıştır (Bakınız Tablo-1).
İletişim 2003/17
Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim…
157
TABLO 1 GELECEK
İletişim 2003/17
158
Erdal DAĞTAŞ
Öte yandan, merkezde yer alan diğer İletişim Fakülteleri’nin
Gazetecilik Bölümleri’nin ders programlarında, genel formasyon alanına
yönelik zorunlu derslerin sayı ve kredi açısından sıklık oranları ise homojen
bir dağılım göstermiştir. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde (bundan
sonra metinde İstanbul İletişim olarak anılacaktır) bu alana dönük toplam 14
adet ders / 32 kredi, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde (bundan sonra
metinde Gazi İletişim olarak anılacaktır) 15 adet ders / 39 kredi ve Ankara
Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde de (bundan sonra metinde Ankara
İletişim olarak anılacaktır) 17 adet ders / 53 kredi eğitim programlarına
yansımıştır (Bakınız Tablo-1).
Genel formasyon alanına dönük olarak seçimlik derslere ise, en fazla
sıklık oranında Ankara İletişim’in ders programında rastlanılmıştır. Ankara
İletişim’in eğitim programında, toplam 26 adet / 77 kredi oranında genel
formasyon dersine tanık olunurken; onu sırasıyla 13 adet / 39 kredi oranıyla
Gazi İletişim ve 5 adet / 13 kredi oranıyla da Ege İletişim’in ders
programları izlemiştir. İstanbul İletişim’in eğitim programında ise, genel
formasyon alanına yönelik herhangi bir seçimlik derse yer verilmemiştir
(Bakınız Tablo-1). Ankara İletişim’deki genel formasyon alanına yönelik
seçimlik derslere ilişkin en yüksek sıklık oranına “Siyasal Bilimler ve
Düşünce Tarihi“ (yüzde 31) ve “Güzel Sanatlar, Estetik ve Kültür“ (yüzde
23.1) alanındaki derslerin sahip olduğu gözlemlenmiştir.
İstanbul İletişim’in eğitim programında seçimlik derslere üçüncü ve
dördüncü sınıflarda yer verilmiştir. Üçüncü sınıfta, Gazetecilik Bölümü
öğrencilerine “Radyo, Televizyon ve Sinema“ ve “Halkla İlişkiler ve
Tanıtım Bölümleri“nin derslerinden seçim yapabilme özgürlüğü tanındığı
gibi; dördüncü sınıfta ise “Uzman Gazetecilik (I-II)” adı altında başlıca şu
dersler arasından seçim yapabilme olanağı sağlanmıştır: Çevre Basını, Spor
Basını, Ekonomi Basını, Sağlık Gazeteciliği, Parlamento Gazeteciliği ve
Kültür Gazeteciliği. Benzer şekilde, Ankara İletişim’de Gazetecilik Bölümü
eğitim programında yer alan seçimlik dersler, diğer bölüm öğrencileri
İletişim 2003/17
Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim…
159
tarafından seçilebileceği gibi, Gazetecilik Bölümü öğrencileri de diğer
bölümlerin seçimlik derslerini alabilme özgürlüğüne sahiptir.
Bununla birlikte, Gazi İletişim’in eğitim programında dört yıl
süresince okutulan toplam 43 adet zorunlu dersten 15’i genel formasyon,
15’i iletişim kuram ve kavramları ve 13’ü ise uygulama alanına yönelik
derslerden oluşmaktadır. Toplam 69 adet seçimlik dersten ise, 13’ü genel
formasyon, 28’i iletişim kuram ve kavramları ve 28’i de uygulamaya yönelik
derslerden oluşmaktadır.
İletişim Fakülteleri’nin Gazetecilik Bölümleri’nin ders programlarında
iletişim kuram ve kavramlarına yönelik dersler ise şu temel başlıklar altında
sınıflandırılmıştır: “Kitle İletişim Kuramları ve İletişim Alanları”, “İletişim
ve Medya Tarihi“, “İletişim Hukuku ve Etiği“, “İletişim / Medya Ekonomisi,
İşletmecilik, Finansman, Muhasebe“, “İletişim Teknolojileri“ ve “Mezuniyet
Projesi (Seminer / Bitirme Tezi)“.
Merkezde yer alan üniversitelerin İletişim Fakülteleri’nin Gazetecilik
Bölümleri’nin ders programlarında iletişim kuram ve kavramlarına yönelik
zorunlu derslere en fazla sıklık oranında Gazi ve İstanbul İletişim’in yer
verdiği gözlemlenmiştir. Gazi İletişim, 15 adet ders / 43 kredi oranında bu
kategorideki derslere eğitim programında yer ayırırken; İstanbul İletişim ise
13 adet ders / 39 kredi oranında yer vermiştir. Bu anlamda, her iki İletişim
Fakültesi’nin bu kategoride birbirine benzerlik gösterdiğinden söz edilebilir.
Ege İletişim’de 10 adet ders / 30 kredi ve Ankara İletişim’de ise 9 adet ders /
33 kredi olarak iletişim kuram ve kavramlarına yönelik dersler eğitim
programlarına yansımıştır (Bakınız Tablo-2). Ayrıca, en fazla sıklık oranında
“Kitle İletişim Kuramları ve İletişim Alanları” derslerine zorunlu dersler
kategorisinde Gazi (yüzde 35.4) ve İstanbul İletişim’in (yüzde 38.4) yer
verdiğine tanık olunmuştur.
İletişim 2003/17
160
Erdal DAĞTAŞ
Tablo-2 gelecek
İletişim 2003/17
Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim…
161
Merkezdeki üniversitelere ilişkin örnek olarak seçilen İletişim
Fakülteleri’nden, iletişim kuram ve kavramlarına yönelik seçimlik dersler
kapsamında en fazla sıklık oranına Gazi İletişim’in (28 adet ders / 84 kredi)
eğitim programında rastlanılmıştır. Onu, 17 adet ders / 54 kredi ile Ankara
İletişim’in eğitim programı izlemiştir. Diğer yandan, Ege İletişim 5 adet ders
/ 15 kredi oranında bu derslere eğitim programında yer verirken; İstanbul
İletişim’in ders programında ise iletişim kuram ve kavramlarına ilişkin
herhangi bir seçimlik derse rastlanılmamıştır (Bakınız Tablo-2).
Seçimlik iletişim kuram ve kavramlarına ilişkin olarak en fazla sayıda
dersin yine Gazi ve Ankara İletişim’in ders programlarında yer verildiği
gözlemlenmiştir. Gazi İletişim’de 21 adet ders / 63 kredi ile yüzde 75
oranında “Kitle İletişim Kuramları ve İletişim Alanları” derslerine yer
verilirken; Ankara İletişim’de ise 10 adet ders / 32 kredi ile yüzde 59
civarında bu dersler belirginlik kazanmıştır.
Merkezdeki üniversitelerin İletişim Fakülteleri’nin Gazetecilik
Bölümleri’nin ders programlarında uygulamaya yönelik dersler de şu temel
başlıklar altında ele alınmıştır: “Gazete Yayımlama Teknikleri”, “İnternet ve
Web Tasarımı”, “Fotoğrafçılık Uygulamaları”, “Bilgisayar Uygulamaları”,
“Haber Toplama-Yazma, Yazınsal Türler, Gazetecilik Türleri, Haber
Değerlendirme” ve “Grafik, Animasyon, Radyo, Televizyon, Sinema,
Reklam Uygulamaları”.
Uygulama alanına yönelik olarak incelenen Gazetecilik Bölümü ders
programlarından, İstanbul ve Ege İletişim’in zorunlu dersler kapsamında
uygulama derslerine en fazla oranda yer verdiği saptanmıştır. İstanbul
İletişim 19 adet ders / 57 kredi oranında uygulama derslerine programda yer
ayırırken; Ege İletişim ise 17 adet ders / 46 kredi oranında yer ayırmıştır.
Bunları takiben Gazi İletişim 13 adet ders / 37 kredi ve Ankara İletişim ise 9
adet ders / 33 kredi oranında çeşitli uygulama dersine eğitim programlarında
yer vermiştir (Bakınız Tablo-3).
İletişim 2003/17
162
Erdal DAĞTAŞ
Tablo-3 gelecek
İletişim 2003/17
Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim…
163
Öte yandan, merkezdeki üniversitelerin İletişim Fakülteleri’nin eğitim
programlarında uygulamaya yönelik seçimlik derslere ise en fazla sıklık
oranında Gazi İletişim’in (38 adet ders / 84 kredi) eğitim programında yer
verilmiştir. Onu, sırasıyla Ankara İletişim 19 adet ders / 64 kredi, İstanbul
İletişim 6 adet ders / 18 kredi ve Ege İletişim 1 adet ders / 3 kredi ile
izlemektedir.
Merkezde yer alan her dört İletişim Fakültesi’nin Gazetecilik Bölümü
ders programında, uygulamaya yönelik zorunlu dersler içerisinde “Haber
Toplama-Yazma,
Yazınsal
Türler,
Gazetecilik
Türleri,
Haber
Değerlendirme” başlığı altanda değerlendirilen derslerin en yüksek sıklık
oranında yer aldığı tespit edilmiştir. İstanbul İletişim’in ders programında
irdelenen kategorideki derslere en yüksek sıklık oranında yer verilirken (13
adet ders / 39 kredi); onu takiben merkezde konumlanan diğer İletişim
Fakülteleri’nin ders programlarından elde edilen oranlar ise Tablo-3’den
izleneceği üzere şu şekildedir: Ankara İletişim (7 adet ders / 25 kredi, yüzde
75.8), Ege İletişim (9 adet ders / 23 kredi, yüzde 50) ve Gazi İletişim (5 adet
ders / 13 kredi, yüzde 35.1).
Uygulama alanına yönelik seçimlik derslerin merkezdeki
üniversitelere ilişkin bir kıyaslaması yapıldığında, zorunlu derslere yönelik
tespit edilen oranların, seçimlik derslere ilişkin olarak da genellenebilmesi
mümkün olmuştur.
Öte yandan, “Haber Toplama-Yazma, Yazınsal Türler, Gazetecilik
Türleri, Haber Değerlendirme” adı altında sınıflandırılan uygulamaya
yönelik seçimlik derslerin, incelenen merkezdeki İletişim Fakülteleri’nin
Gazetecilik Bölümü ders programlarına da en yüksek sıklık oranında
yansıdığı gözlemlenmiştir.
Özetle, merkezdeki İletişim Fakülteleri’nin kendi aralarında bir
karşılaştırması yapıldığında, zorunlu genel formasyon derslerinin sayı ve
kredi oranları açısından Ankara ile Ege İletişim’in; diğer yandan da İstanbul
ile Gazi İletişim’in ders programlarının birbirine benzerlik gösterdiği
İletişim 2003/17
164
Erdal DAĞTAŞ
gözlemlenmiştir. Bununla birlikte, seçimlik genel genel formasyon
derslerine yönelik olarak da incelenen ders programları birbirinden
farklılaşmaktadır. Bu kategoride, en fazla sıklık oranına Ankara İletişim’de
rastlanılırken (26 adet ders / 77 kredi); Gazi İletişim’de 13 adet ders / 39
kredi ve Ege İletişim’de ise 5 adet ders / 13 kredi eğitim programlarına
yansımıştır. İstanbul İletişim’de ise, bu kategoride hiçbir seçimlik derse
rastlanılmamıştır.
İletişim kuram ve kavramlarına yönelik zorunlu dersler bağlamında
ise, İstanbul (13 adet ders / 39 kredi) ve Gazi İletişim’in (15 adet ders / 43
kredi) ders programları birbirine benzerlik göstermektedir. Zorunlu dersler
kapsamında ise, Ankara ve Ege İletişim’in ders programları benzerlik
göstermektedir. Seçimlik iletişim kuram ve kavramlarına yönelik dersler
açısından da, Gazi ve Ankara İletişim’in ders programları öğrencilere önemli
bir seçenek bolluğu sunmaktadır. Ege İletişim’in ders programında bu oran
çok küçük kalırken, İstanbul İletişim’de ise bu alana yönelik hiçbir seçimlik
derse programda yer verilmemiştir.
Uygulamaya yönelik zorunlu dersler açısından ise, İstanbul (19 adet
ders / 57 kredi) ve Ege İletişim’in (17 adet ders / 46 kredi) ders programları
birbirine benzerlik göstermiştir. Gazi İletişim’in eğitim programında bu oran
(13 adet ders / 37 kredi), Ankara İletişim’in (9 adet ders / 33 kredi) ders
programından elde edilen orandan daha yüksektir. Öte yandan, uygulamaya
yönelik seçimlik dersler açısından, en yüksek oran ve krediye sahip Ankara
ve Gazi İletişim’in ders programları birbirine benzerlik gösterirken; İstanbul
İletişim’in ders programında seçimlik uygulama derslerinin oranı daha azdır.
Ege İletişim’in eğitim programında ise seçimlik uygulama dersi ise yok
denecek kadar azdır.
Burada değinilmesi gereken önemli noktalardan biri, uzmanlaşmaya
yönelik çoğu derste "kuram / uygulama" ikiliğinin aşılması ve kuramsal
bilgilerin uygulama derslerine taşınması ya da karşılıklı etkileşimi açısından
teorik olarak verilmesi ve ders programında da teorik dersler kapsamında
İletişim 2003/17
Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim…
165
değerlendirilmesidir. Bu tespite örnek olarak Ankara İletişim’in ders
programında Yargı Muhabirliği, Magazin Muhabirliği, Parlamento
Muhabirliği, Yaratıcı Araştırmacı Gazetecilik, Yaratıcı Yazarlık, Yorum
Gazeteciliği, Sanat Muhabirliği, Ekonomi Muhabirliği, İleri Muhabirlik,
Yazın Türleri, Konuşma Metni Yazarlığı türünden yer verilen dersler ileri
sürülebilir.
İnal (1996: 211)'ın da vurguladığı gibi, Türkiye'de gazetecilik
eğitiminde, uygulama derslerine kuramsal bilgilerin taşındığını, özellikle de
pratiklerle, eleştirel pedagoji anlayışını benimseyenlerin olmasının
gerektiğini belirttikleri biçimde bütünleştiğini düşünmek neredeyse
olanaksız. İletişim Fakülteleri‘nin diğer bölümlerinde olduğu gibi,
Gazetecilik Bölümleri’nde de uygulamaya yönelik, meslekî pratiklerin
öğretildiği dersleri kimi zaman hiçbir akademik kariyeri olmayan "alaylı"lar
vermektedir.
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nün ders
programının belirlenen sınıflandırmaya göre (genel formasyon, iletişim
kuram ve kavramları, uygulama) genel dağılımının birbirine yakın olduğu
gözlemlenmiştir. Programda uygulamayı ihmal etmeyen ancak, meslekî
uzmanlaşmaya destek sağlayan genel formasyon ve iletişim derslerine daha
fazla ağırlık verildiği gözlemlenmiştir. Öte yandan, seçimlik derslere eğitim
programında zorunlu derslere kıyasla daha az oranda yer verildiği
saptanmıştır.
Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nün ders
programının analizi yapıldığında, genel formasyon ve iletişim kuram ve
kavramlarına yönelik derslerin sayısının ve ağırlık oranlarının uygulamaya
yönelik derslerden daha fazla olduğu görülmektedir. Öte yandan, seçimlik
derslerin azlığı, sadece birinci sınıfta yer alması ve öğrencilere alternatif
seçim olanakları sağlayamaması dikkat çekmektedir.
İletişim 2003/17
166
Erdal DAĞTAŞ
4.2. Çevredeki Üniversitelerde Gazetecilik Eğitimi
Araştırma kapsamı dahilinde çevredeki üniversitelere örnek olarak
seçilen İletişim Fakülteleri’nin Gazetecilik Bölümleri’nin ders programları
Anadolu, Selçuk ve Atatürk Üniversiteleri göz önünde bulundurularak analiz
edilmiştir.
Anadolu Üniversitesi'ni diğer üniversitelerin İletişim Fakülteleri‘nden
farklı kılan, adının "İletişim Bilimleri Fakültesi" olması ve yaygın bölüm
adlarından değişik isimlerle anılan dört bölüme sahip olmasıdır. Bunlar,
"Basın ve Yayın", "Sinema ve Televizyon", "İletişim Sanatları" ve "İletişim
Bilimleri" bölümleridir. İrdelenen bu örneklem içerisinde Anadolu
Üniversitesi’nin, çevredeki diğer üniversitelere kıyasla gerek tarihsel mirası
gerekse kurumsal yapılanması açısından merkezdeki üniversitelerle birlikte
değerlendirilmesi mümkün gözükse de; araştırmada yapılan sınıflandırma
gereği bu üniversiteye bağlı İletişim Bilimleri Fakültesi’nin Basın-Yayın
Bölümü’nün ders programının çevredeki üniversiteler kapsamında
değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
Zorunlu genel formasyon derslerine ilişkin olarak ders sayısı ve kredi
oranları açısından Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi BasınYayın Bölümü ders programı (bundan sonra metnin ilerleyen bölümlerinde
Anadolu İletişim olarak anılacaktır) 18 adet ders ile Selçuk Üniversitesi
İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü ders programında (bundan sonra
metnin ilerleyen bölümlerinde Selçuk İletişim olarak anılacaktır) aynı
kategoride yer verilen toplam 21 adet ders ile benzerlik göstermektedir.
Ancak, kredi oranlarında önemli bir farklılık yaşanmaktadır. Anadolu
İletişim’de zorunlu genel formasyon dersleri 53 krediye sahip iken; Selçuk
İletişim’de bu oran 33 kredi olarak tespit edilmiştir. Atatürk Üniversitesi
İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü ders programında (bundan sonra
metnin ilerleyen bölümlerinde Atatürk İletişim olarak anılacaktır) zorunlu
genel formasyon dersleri eğitim programına 29 adet ders / 73 kredi gibi çok
yüksek bir sıklık oranında yansımıştır (Bakınız Tablo-4).
İletişim 2003/17
Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim…
167
Tablo-4 gelecek
İletişim 2003/17
168
Erdal DAĞTAŞ
Diğer yandan, Tablo-4’den de gözlemleneceği üzere, seçimlik genel
formasyon alanına yönelik derslerin analiz konusu fakültelerin ders programlarına göre dağılımı ise şöyle gerçekleşmiştir: Anadolu İletişim 13 adet
ders / 33 kredi ve Selçuk İletişim 10 adet ders / 20 kredi. Bununla birlikte,
Atatürk İletişim’in ders programında genel formasyon alanına yönelik olarak
herhangi bir seçimlik derse rastlanılmamıştır.
Anadolu İletişim’in eğitim programında genel formasyon alanında zorunlu dersler olarak en fazla sıklık oranına “YÖK” dersleri (6 adet ders / 19
kredi, yüzde 35) ve “Güzel Sanatlar, Estetik ve Kültür”e yönelik dersler (3
adet ders / 9 kredi, yüzde 17) sahipken; Selçuk İletişim’in ders programında
da zorunlu dersler bağlamında “YÖK” dersleri (6 adet ders / 12 kredi, yüzde
28.5) ve “Araştırma Yöntemleri, Bilimsel Kuramlar ve İstatistik” alanına
yönelik dersler öne çıkmıştır. Atatürk İletişim’de ise, diğer İletişim Fakülteleri’nin ders programlarında olduğu gibi başta “YÖK” dersleri olmak üzere
(6 adet ders / 12 kredi, yüzde 20), “Hukuk” (5 adet ders / 14 kredi, yüzde 19)
ve “Siyasal Bilimler ve Düşünce Tarihi” (4 adet ders / 9 kredi, yüzde 13)
alanındaki dersler en yüksek sıklık oranına sahip dersler olarak programa
yansımıştır (Bakınız Tablo-4).
Genel formasyon alanına dönük seçimlik dersler bağlamında ise,
Anadolu İletişim’de “Güzel Sanatlar, Estetik ve Kültür” (6 adet ders / 13
kredi, yüzde 40) ve “Siyasal Bilimler ve Düşünce Tarihi”ne yönelik dersler
(4 adet ders / 12 kredi, yüzde 36) eğitim programında tespit edilmiştir.
Selçuk İletişim’de ise “Güzel Sanatlar, Estetik ve Kültür” (4 adet ders, 8
kredi, yüzde 40) ve “Siyasal Bilimler ve Düşünce Tarihi”ne yönelik dersler
(3 adet ders / 6 kredi, yüzde 30) ağırlıklı olarak programa yansımıştır (Bakınız Tablo-4).
İletişim kuram ve kavramları kategorisinde ise, Anadolu İletişim’in
eğitim programındaki toplam ders sayısının (13 adet ders / 36 kredi), Atatürk
İletişim’in eğitim programındaki derslerden (12 adet ders / 32 kredi) yüksek,
ancak Selcuk İletişim’in eğitim programındaki derslerden (16 adet ders / 33
kredi) ise düşük olduğu gözlemlenmiştir. Ancak, kredi oranları açısından en
yüksek orana Anadolu İletişim’in ders programının sahip olduğu tespit edilmiştir (Bakınız Tablo-5).
İletişim 2003/17
Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim…
169
Tablo-5 gelecek
İletişim 2003/17
170
Erdal DAĞTAŞ
Tablo-5’den de izleneceği üzere, iletişim kuram ve kavramlarına
yönelik zorunlu dersler çerçevesinde Anadolu İletişim (8 adet ders / 21
kredi, yüzde 59), Selçuk İletişim (10 adet ders / 20 kredi, yüzde 61) ve
Atatürk İletişim’in (5 adet ders / 14 kredi, yüzde 43) eğitim programları,
“Kitle İletişim Kuramları ve İletişim Alanları”na yönelik derslerin yüksek
sıklık oranlarında öne çıkması bakımından birbirine benzerlik
göstermektedir.
Öte yandan, seçimlik dersler çerçevesinde “Kitle İletişim Kuramları
ve İletişim Alanları”na dönük derslerin sayı ve kredi oranlarının Anadolu
İletişim’in eğitim programında (6 adet ders / 18 kredi, yüzde 46), Selçuk
İletişim’den (5 adet ders / 10 kredi, yüzde 77) daha fazla olduğu
gözlemlenmiştir. “İletişim ve Medya Tarihi”ne yönelik seçimlik derslerin de
(3 adet ders / 9 kredi, yüzde 23.1), Anadolu İletişim’in eğitim programında
önemli bir orana sahip olduğu tespit edilmiştir (Bakınız Tablo-5).
Çevredeki üniversitelerin İletişim Fakülteleri’nin Gazetecilik Bölümü
ders programlarında yer verilen uygulamaya yönelik zorunlu derslerin
analizi yapıldığında en fazla sayı ve kredi oranına Atatürk İletişim’in (28
adet ders / 75 kredi) eğitim programında yer verilmiştir. Onu bu kategoride,
Anadolu İletişim (10 adet ders / 32 kredi) ve Selçuk İletişim’in (9 adet ders /
25 kredi) ders programları izlemektedir (Bakınız Tablo-6).
Uygulamaya yönelik seçimlik dersler çerçevesinde bir karşılaştırma
yapıldığında ise şöylesi bir sonuçla karşılaşılmaktadır: Bu sefer, ters orantılı
olarak Anadolu İletişim’in ders programında (26 adet ders / 78 kredi)
uygulamaya yönelik seçimlik derslere en fazla sıklık oranında yer verildiği
gözlemlenmiştir. Selçuk İletişim’de ise bu oran, 10 adet ders / 26 kredi
şeklindedir. Atatürk İletişim’in ders programında da diğer kategorilerde
olduğu gibi, uygulama alanına yönelik seçimlik herhangi bir derse
rastlanılmamıştır.
Anadolu İletişim’in eğitim programında, uygulamaya dönük zorunlu
dersler kapsamında en fazla sıklık oranına, “Haber Toplama-Yazma,
Yazınsal Türler, Gazetecilik Türleri ve Haber Değerlendirme” (3 adet ders /
9 kredi, yüzde 30) ve “Gazete Yayımlama Teknikleri / İç Staj / Gazete” (2
İletişim 2003/17
Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim…
171
adet ders / 8 kredi, yüzde 25) derslerinin sahip olduğu tespit edilmiştir.
Selçuk İletişim’de aynı kategoride, “Bilgisayar Uygulamaları / Sayfa
Tasarımı” (3 adet ders / 11 kredi, yüzde 44) ve “Haber Toplama-Yazma,
Yazınsal Türler, Gazetecilik Türleri ve Haber Değerlendirme” (4 adet ders /
10 kredi, yüzde 40) dersleri en fazla sıklık oranında programa yansımıştır.
Atatürk İletişim’in ders programında ise, en fazla sıklık oranına “Haber
Toplama-Yazma, Yazınsal Türler, Gazetecilik Türleri ve Haber
Değerlendirme” (16 adet ders / 43 kredi, yüzde 57) ve “Bilgisayar
Uygulamaları / Sayfa Tasarımı” (5 adet ders / 15 kredi, yüzde 20) derslerinin
sahip olduğu tespit edilmiştir (Bakınız Tablo-6).
İletişim 2003/17
172
Erdal DAĞTAŞ
Tablo-6 gelecek
İletişim 2003/17
Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim…
173
Uygulamaya yönelik seçimlik dersler açısından ise, sırasıyla Anadolu
İletişim’in eğitim programında en yüksek sıklık oranına “Haber ToplamaYazma, Yazınsal Türler, Gazetecilik Türleri ve Haber Değerlendirme” (8
adet ders / 24 kredi, yüzde 23) ve “Fotoğraf Uygulamaları” (5 adet ders / 15
kredi, yüzde 19.2) derslerinin sahip olduğu gözlemlenmiştir. Tablo-6’dan da
izleneceği üzere, Atatürk İletişim’in ders programında, uygulamaya yönelik
hiçbir seçimlik derse rastlanılmazken; Selçuk İletişim’in eğitim programına
yansıyan en fazla sıklık oranına sahip uygulamaya yönelik seçimlik ders şu
olmuştur: “Grafik, Animasyon, Radyo, Televizyon, Sinema ve Reklam Uygulamaları” (7 adet ders / 20 kredi, yüzde 77).
Özetle, Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi “Basın ve
Yayın” Bölümü‘ne ait ders programının analizi yapıldığında ikili bir yapı
ortaya çıkmaktadır: Zorunlu dersler ve seçimlik dersler ayırımı. Dört yıl
boyunca toplam 55 adet ders almak zorunda olan öğrenci, 14 adet dersi
seçme şansına sahiptir. Bir başka deyişle, bölümde okutulan derslerin yüzde
74.55'ini zorunlu (41 adet ders), yüzde 25.45'ini ise seçimlik (14 adet ders)
dersler oluşturmaktadır. Basın ve Yayın Bölümü’nün zorunlu derslerine
ilişkin program analiz edildiğinde, genel formasyon alanına yönelik derslerin
özellikle birinci ve ikinci sınıflarda yoğunlaştığı gözlemlenmektedir.
Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Basın ve Yayın Bölümü’nde dört yıl süresince okutulan seçimlik meslekî ve diğer derslerin
toplam sayısı 52 gibi önemli bir rakamdır. Bu derslerden, 26 adeti uygulamaya (yüzde 50); 13 adeti iletişim kuram ve kavramlarına (yüzde 25) ve 13
adeti ise genel formasyon alanına yönelik derslerden (yüzde 25) oluşmaktadır. Öğrenciler, dört yıllık eğitimleri süresince sözü edilen dersler içerisinden
toplam 14 adet ders seçmek durumundadır. Bu 14 dersten, birinci sınıfın
ikinci döneminde 1 adet; ikinci sınıfta birinci ve ikinci dönemde 1'er olmak
üzere 2 adet; üçüncü sınıfta birinci dönemde 3 adet ve ikinci dönemde 2 adet
olmak üzere toplam 5 adet; dördüncü sınıfta ise her iki dönemde de 3'er adet
olmak üzere toplam 6 adet ders seçilebilmektedir. İkinci, üçüncü ve dördüncü sınıflardaki seçimlik dersler, meslekî olup sayısı 46'dır. Diğer 6 ders
ise, birinci sınıfın ders programında yer almakta ve meslekî dersler kapsamında değildir. “Resim“, “Müzik“, “Beden Eğitimi“, “Karikatür“, “Tiyatro“
İletişim 2003/17
174
Erdal DAĞTAŞ
ve “Grafik“ derslerinden sadece birisi, birinci sınıf öğrencileri tarafından
tercih edilmektedir.
Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Basın ve Yayın
Bölümü ders programında, zorunlu dersler kapsamında ağırlığın yüzde 43.9
ile genel formasyon alanına yönelik derslerden oluştuğu gözlenmiştir. İkinci
sırada yüzde 29.2'lik oranla iletişim kuram ve kavramlarına yönelik dersler;
üçüncü sırada ise yüzde 26.9'luk oranla uygulamaya yönelik dersler yer
almaktadır. Bu anlamda, zorunlu derslerin yer aldığı programda kuramsal
ağırlıklı derslerin egemenliğinden söz etmek mümkünken; seçimlik derslerin
yer aldığı program değerlendirildiğinde ise durum tam aksi bir noktaya
dönüşmektedir. Seçimlik derslerde uygulama alanına yönelik derslerin yüzde
53.7'lik bir orana sahip olması, öğrencilerin daha çok uzmanlaşmaya yönelik
meslekî dersleri seçme durumuyla karşı karşıya gelmesine yol açmaktadır.
Eşdeyişle, her iki programda yer verilen dersler çerçevesinde uygulamaya
yönelik derslerin daha fazla önem kazandığı tespit edilmiştir. Bu durum ise,
Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi'nin öteden beri
benimsediği sektörel taleplere cevap verme ihtiyacını destekler niteliktedir.
Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nün ders
programı incelendiğinde de genel formasyon derslerinin birinci sınıfta;
iletişim kuram ve kavramlarına yönelik derslerin ise son sınıfta
yoğunlaştığına tanık olunmaktadır. Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi
Gazetecilik Bölümü’nde seçimlik derslere birinci sınıfta hiç
rastlanılmamıştır. İkinci sınıfta 4 adet genel formasyona yönelik; 2 adet
iletişim kuram ve kavramlarına yönelik ve 1 adet de uygulama alanına
yönelik ders öğrencilerin seçimine sunulmaktadır. Üçüncü sınıfta genel
formasyon alanına ilişkin 2 adet; iletişim kuram ve kavramlarına yönelik 3
adet ve uygulama alanına yönelik olarak da 5 adet seçimlik derse programda
yer verilmiştir. Son sınıfa gelindiğinde, her üç alana yönelik olarak da
seçimlik ders sayılarında önemli bir artış olduğu gözlemlenmiştir. Uygulama
alanına yönelik 9 adet ders; iletişim kuram ve kavramlarına yönelik olarak 7
adet ve genel formasyona ilişkin olarak da 10 adet ders seçimlik olarak ders
programında yer almaktadır.
Ayrıca, seçimlik derslere ilişkin ağırlıklı olarak (dört yıl süresince)
yüzde 60'lık oranla uygulamaya yönelik derslerin önplana çıktığı, genel
İletişim 2003/17
Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim…
175
formasyon ve iletişim kuram ve kavramlarına yönelik seçimlik derslerin
ağırlık oranları ise birbirine yakın ve yüzde 30 civarında olduğu
gözlemlenmiştir.
Çalışma kapsamında analiz edilen çevredeki üniversitelerden,
kuruluşu yeni olan Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik
Bölümü’nün ders programının analizinde genel formasyon alanına yönelik
derslerin ağırlık oranının en yüksek seviyede olduğu saptanmıştır. Atatürk
Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nde, genel formasyon ve
uzmanlaşmaya dönük uygulama derslerinin daha yoğun olduğundan söz
edilebilir. Öte yandan, eğitim programında zorunlu dersler dışında hiçbir
seçimlik derse rastlanılmadığının da altı çizilmelidir. Burada önemli
etkenlerden biri olarak, fakültenin ve gazetecilik bölümünün daha yeni
açılması ve bu konudaki çeşitliliği sağlama açısından gerekli akademik
kadronun oluşturulamamış olması ileri sürülebilir.
4.3. Vakıf Üniversitelerinde Gazetecilik Eğitimi
Vakıf üniversitelerinin, hem merkez hem de çevrede yer alan
üniversitelerden ayrıldığı en önemli farklılık, gerek devlet bütçesinden
sağladığı katkılar gerekse de öğrencilerin yıllık olarak dolar üzerinden
ödedikleri öğrenim harçları olmaktadır. Bu durum da doğal olarak,
fakültenin teknik altyapısının oluşturulmasında ve olanakların öğrencilerin
hizmetine sunumunda önemli kolaylıklar sağlamaktadır. Ayrıca sözü edilen
üniversitelerin gazetecilik programlarında eğitimin yabancı dil (İngilizce)
olarak yürütülmesi de diğer bir farklılık olarak karşımıza çıkmaktadır.
Araştırmada, vakıf üniversitelerine ilişkin olarak doğrudan Gazetecilik
Bölümleri olan Yeditepe ve Doğu Akdeniz İletişim Fakülteleri inceleme
kapsamına alınmıştır. Yeditepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik
Bölümü eğitim programında (bundan sonra metinde Yeditepe İletişim olarak
anılacaktır) genel formasyon alanına yönelik zorunlu ders toplamının (13
adet ders / 39 kredi), Doğu Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi
Gazetecilik Bölümü (bundan sonra metinde Doğu Akdeniz İletişim olarak
anılacaktır) eğitim programındaki (7 adet ders / 19 kredi) zorunlu derslerden
daha fazla olduğu gözlemlenmiştir (Bakınız Tablo-7).
İletişim 2003/17
176
Erdal DAĞTAŞ
Tablo-7 gelecek
İletişim 2003/17
Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim…
177
Bununla birlikte, Doğu Akdeniz İletişim’in eğitim programında genel
formasyon alanına yönelik seçimlik herhangi bir derse rastlanılmazken,
Yeditepe İletişim’de bu oran 8 adet ders / 24 kredi olarak saptanmıştır.
Tablo-7’den de izleneceği üzere, genel formasyon alanındaki zorunlu
derslere ilişkin olarak en yüksek sıklık oranına sahip dersler Yeditepe
İletişim’in ders programında “Psikoloji” (3 adet ders / 9 kredi, yüzde 23.1)
ve “Siyasal Bilimler ve Düşünce Tarihi”ne (3 adet ders / 9 kredi, yüzde 23.1)
yönelik dersler öne çıkarken; Doğu Akdeniz İletişim’in ders programında ise
“YÖK” dersleri (3 adet ders / 8 kredi, yüzde 42.1) öne çıkmıştır. Seçimlik
genel formasyona yönelik dersler açısından da, Yeditepe İletişim’in eğitim
programında sadece “Siyasal Bilimler ve Düşünce Tarihi” (5 adet ders / 15
kredi, yüzde 62.5) ve “Güzel Sanatlar, Estetik ve Kültür” kategorisindeki
dersler programa yansımıştır.
İletişim kuram ve kavramları alanında ise Yeditepe ve Doğu Akdeniz
İletişim’in eğitim programlarının birbirine benzerlik gösterdiğinden söz
edilebilir. Yeditepe İletişim’in eğitim programında toplam 16 adet ders / 48
kredi oranında iletişim kuram ve kavramlarına yönelik derse tanık
olunurken; Doğu Akdeniz İletişim’de ise 14 adet ders / 41 kredi oranında
ders programa yansımıştır (Bakınız Tablo-8).
İletişim 2003/17
178
Erdal DAĞTAŞ
Tablo-8 gelecek
İletişim 2003/17
Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim…
179
Aynı kategorideki seçimlik derslerin toplam sayısı açısından da
birbirine benzerlik gösteren fakültelerin ders programlarında, Yeditepe
İletişim’de 3 adet ders / 9 kredi ve Doğu Akdeniz İletişim’de ise 2 adet ders /
6 kredi olarak saptanmıştır.
Tablo-8’den de gözlemleneceği üzere, iletişim kuram ve kavramlarına
yönelik zorunlu dersler çerçevesinde en fazla sıklık oranına gerek Yeditepe
gerekse de Doğu Akdeniz İletişim’in ders programlarında “Kitle İletişim
Kuramları ve İletişim Alanları” na yönelik derslerin (10 adet ders / yüzde
65-70) öne çıktığı tespit edilmiştir. Doğu Akdeniz İletişim’in eğitim
programında “İletişim Hukuku ve Etiği”ne yönelik dersler de (3 adet ders / 8
kredi, yüzde 20) zorunlu olarak yer alan bir diğer ders grubunu
oluşturmaktadır.
Vakıf üniversitelerini temsilen seçilen Yeditepe İletişim’in ders
programında uygulamaya yönelik zorunlu derslerin toplamının (15 adet ders
/ 45 kredi), Doğu Akdeniz İletişim’in ders programındaki (12 adet ders / 36
kredi) orandan daha fazla olduğu gözlemlenmiştir (Bakınız Tablo-9).
Diğer yandan, Doğu Akdeniz İletişim’in eğitim programında
uygulamaya yönelik seçimlik derslere rastlanılmazken; Yeditepe İletişim’de
seçimlik derslere (5 adet ders / 15 kredi) yer verildiği tespit edilmiştir. Her
iki İletişim Fakültesi’nin Gazetecilik Bölümü ders programlarında, Tablo9’dan da izleneceği üzere, “Haber Toplama-Yazma, Yazınsal Türler,
Gazetecilik Türleri ve Haber Değerlendirme”ye yönelik derslerin sayı ve
kredi oranlarının (6 adet ders / 18 kredi, yüzde 40-50) birbirine
benzeştiğinden söz etmek mümkündür. Diğer yandan, uygulamaya yönelik
seçimlik dersler açısından Doğu Akdeniz İletişim’in ders programında
herhangi bir seçimlik derse rastlanılmazken; Yeditepe İletişim’in ders
programında “Grafik, Animasyon, Radyo, Televizyon, Sinema, Reklâm
Uygulamaları” başlığı altında değerlendirilen dersler (4 adet ders / 12 kredi,
yüzde 80) en yüksek sıklık oranına sahiptir.
İletişim 2003/17
180
Erdal DAĞTAŞ
Tablo-9 gelecek
İletişim 2003/17
Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim…
181
Özetle, Yeditepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik
Bölümü’nün benimsediği ders programının analizi yapıldığında elde edilen
sonuçlar şöylesi bir tabloyu ortaya koymaktadır: Genel formasyon alanına
yönelik derslerin birinci sınıfta, uygulamaya yönelik derslerin ise son sınıfta
yoğunlaştığı gözlemlenmektedir. İletişim kuram ve kavramlarına yönelik
dersler ise üçüncü sınıfta yoğunlaşmaktadır.
Yeditepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü
programında seçimlik dersler yıllara göre homojen bir görünüm
sergilemektedir. Her üç alana yönelik derslere, birbirine yakın oranlarda ders
programında yer verilmiştir. Dolayısıyla, sözü edilen alanların eğitim
programında homojen bir dağılımından söz etmek mümkündür. Öte yandan,
seçimlik dersler açısından dört yıllık eğitim süresince en fazla oranı toplam 7
adet ders ve yüzde 43.8‘lik oranla genel formasyon alanına yönelik dersler
oluştururken; ikinci sırayı toplam 6 adet ders ve yüzde 37.5‘lik oranla
uygulamaya dönük dersler oluşturmaktadır. Üçüncü sırada ise, toplam 3 adet
ders ve yüzde 18.7‘lik oranla iletişim kuram ve kavramlarına yönelik
seçimlik dersler gelmektedir. Yine genel toplamda, eğitim programının
yüzde 25.8'i seçimlik derslerden, yüzde 74.2'si de zorunlu derslerden
oluşmaktadır. Değinilmesi gereken bir diğer önemli nokta, uygulamaya
yönelik derslerin özellikle son sınıfta arttığı ve yüzde 80 gibi bir orana
ulaştığı gözlemlenmiştir. Uygulama alanına yönelik dersler ise, daha çok
bilgisayar teknolojisi ve tasarıma dayalı pratiklerden oluşturulma yoluna
gidilmiştir.
Doğu Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü
ders programının analizi sonucunda, genel formasyon birikimini arttırıcı
derslerin birinci sınıfta yoğunluk kazandığı; iletişim kuram ve kavramlarına
yönelik derslerin ise, ikinci ve üçüncü sınıflarda yoğunlaştığı
gözlemlenmiştir. Uygulama alanına yönelik derslere ise, birinci sınıftan
itibaren programda yer verilmekte; özellikle de üçüncü ve dördüncü
sınıflarda yoğunlaştığına tanık olunmaktadır.
Doğu Akdeniz İletişim’in ders programında yer alan seçimlik derslere
ilişkin ise şunlar söylenebilir: Öncelikle programda seçimlik ders sayıları,
İletişim 2003/17
182
Erdal DAĞTAŞ
her üç alana yönelik olarak da çok sınırlıdır. Genel formasyon alanına
yönelik olarak sadece 1 adet derse üçüncü sınıfta rastlanılırken; iletişim
kuram ve kavramlarına dönük derslere programda rastlanılmamıştır.
Uygulama alanına yönelik ise, 1 adet seçimlik derse ikinci sınıfta yer
verilmiştir.
Doğu Akdeniz İletişim‘in benimsediği ders programında, ağırlığın
iletişim kuram ve kavramları ile uygulama alanına yönelik derslere ayrıldığı
gözlemlenmiştir. Buradan çıkarılacak sonuç, genel formasyonu arttırıcı
yöndeki derslerin ağırlığının sınırlandırılarak; meslekî uzmanlaşmaya dönük
iletişim kuram ve kavramları ile uygulamaya dönük derslere ağırlıklı olarak
programda yer verilmesidir. Buna yol açan önemli etkenlerden biri, sektörel
taleplere cevap veren istihdam sağlayıcı bir politikanın benimsenmiş
olmasıdır denilebilir.
5. Genel Değerlendirme ve Sonuç
Bu çalışmada analiz edilen İletişim Fakülteleri‘nin Gazetecilik
Bölümleri‘nin eğitim programları her ne kadar ortak özellikler taşısa da;
büyük oranda, o bölüm ve fakülte içinde ağırlıklı olan yan disiplin alanı ile
biçimlenmiş durumdadır. Örneğin Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi
Gazetecilik Bölümü ekonomi / işletme ağırlıklı bir eğitim verirken; Ankara
Üniversitesi'nde siyaset biliminin, Atatürk Üniversitesi'nde hukukun,
Anadolu ve Yeditepe Üniversitesi'nde ise meslekî uzmanlaşmaya yönelik
bilgisayar ve tasarım derslerinin ağırlığı görülmektedir. Yan disiplinler daha
çok genel formasyon derslerinde hangi konuların ağırlıklı olacağını
belirlerken; bu derslerin eğitim programında birinci ve ikinci sınıflarda
yoğunlaştığı, son sınıflara doğru ise ağırlığının azaldığı gözlemlenmiştir.
Bununla birlikte, Anadolu, İstanbul, Doğu Akdeniz ve Yeditepe
Üniversiteleri’ne bağlı iletişim fakültelerinin gazetecilik bölümlerinde ise
piyasanın taleplerine daha fazla cevap veren ve bu yüzden de uygulamaya
yönelik derslerin ağırlık kazandığı tespit edilmiştir. Gazi Üniversitesi ile
Selçuk Üniversitesi İletişim Fakülteleri’nin Gazetecilik Bölümü ders
programlarının benzeşmesine neden olan en önemli etken de, genel
İletişim 2003/17
Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim…
183
formasyon ve iletişim kuram ve kavramlarına ilişkin derslerin ağırlık olarak
öne çıkması olmuştur.
Genel formasyona yönelik derslerin pek çoğu incelenen fakültelerde
ortak olarak yer almaktadır. Siyaset Bilimi, Anayasa, Hukukun Temel
Kavramları, Türkiye'nin Yönetim Yapısı, Sosyoloji, Psikoloji, Sosyal
Psikoloji, Ekonomi, Türkiye Ekonomisi, Uluslararası Politika, İstatistik,
Araştırma Yöntemleri türünden dersler incelenen Gazetecilik Bölümleri’nin
ders programlarının hemen hemen tamamında yer almaktadır.
Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü ders
programında yer verilen Basın İşletmelerinde Muhasebe ve Finansman,
Yönetim ve Organizasyon, İnsan Kaynakları Yönetimi ve Pazarlama gibi
dersler belli disiplinlere yönelik bir eğilimi ortaya koymaktadır. Benzer bir
eğilime, Ankara, Anadolu, Atatürk ve Yeditepe Üniversiteleri'nin
Gazetecilik Bölümleri'nin ders programlarında da rastlanılmaktadır. Atatürk
Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde hukuk derslerinin; Anadolu ve Yeditepe
Üniversiteleri'nde özellikle seçimlik dersler kapsamında bilgisayar ve
tasarım, internet, fotoğrafçılık vb. derslerin; Ankara Üniversitesi'nde ise
siyaset bilimi ağırlıklı derslerin yoğunluk kazandığı gözlemlenmektedir.
Genel formasyon alanına yönelik yukarıda belirtilen dersler iletişimin
aralarında bağlantı kurmaya çalıştığı disiplinlerle ilgili de olsa, bu dersler
daha çok, bu disiplinlerde uzmanlaşmaya yönelik eğitimin giriş dersi
niteliğindedir. Bir başka deyişle, iletişim fakülteleri için özel olarak
isimlendirilmemiştir. Bu iddianın, çalışmada ele alınan çok az sayıdaki
fakülte dışında geçerli olduğu yapılan analiz sonucunda ileri sürülebilir.
Bunun sonucu olarak genel formasyon dersleri ile iletişim kuram ve
kavramları ile meslekî uzmanlaşmaya dönük uygulama dersleri arasında bir
kopukluk olduğu ileri sürülebilir.
İletişim kuram ve kavramlarına yönelik dersler de incelenen tüm
fakültelerin Gazetecilik Bölümleri'nin ders programlarında yer alsa da, bu
dersler çok genel isimlerle verilmekte ve ağırlık oranları ise sınırlı
kalmaktadır. Adında kuram sözcüğünün yer almadığı giriş derslerinin nasıl
bir içerikle okutulduğu tam olarak belirlenemediğinden, iletişim
İletişim 2003/17
184
Erdal DAĞTAŞ
kuramlarının programlar içindeki ağırlığı net olarak belirlenemese de, bu
konunun kısmen ihmal gördüğü ileri sürülebilir. Medyanın ekonomi politiği,
medya ve alımlama sorunu, haber metinlerinin alımlanması ve kamusal
tartışma, medyada temsîl sorunu, haber medyasında güç / iktidar, ideoloji ve
temsîl gibi, içeriklerini net olarak adlandıran ve çağdaş medya kuramlarını
çağrıştıracak dersler incelenen fakültelerin ders izlencelerinin çok azında
(örneğin Ankara, Anadolu, Gazi) yer almaktadır.
Analiz edilen Gazetecilik Bölümleri’nin ders programlarında
uygulamaya ve medya alanında uzmanlaşmaya yönelik dersler arasındaki
benzeşme, farklılıklardan daha fazladır. Bu dersler, medyada üretime yönelik
becerileri kazandırmayı amaçlamaktadır. Fotoğrafçılık, basın fotoğrafçılığı,
güzel konuşma ve yazmaya yönelik teknik dersler, bilgisayar kullanımına
yönelik tasarım dersleri hemen hemen incelenen bütün programlarda farklı
isimlerle de olsa yer almaktadır. Bunun yanı sıra, gazetecilik mesleğinde
uzmanlaşmaya yönelik dersler bir yandan yeni teknolojilerin kullanımlarına
yönelirken, büyük oranda araştırmacı gazetecilik, ajans haberciliği, radyotelevizyon haberciliği gibi uzmanlaşmış alanlarda haber toplama, yazma
yöntem ve teknikleri, röportaj biçimleri, gazete yayımlama teknikleri,
masaüstü yayıncılık, basında bilgisayar kullanımı, foto muhabirliği hepsinde
olmasa da hemen hemen tüm fakültelerin ders programlarında yer
almaktadır.
İstanbul Üniversitesi'nde Basın ve Çevre, Basın ve Parlamento, Basın
ve Sağlık, Basın ve Eğitim, Basın ve Spor gibi isimlerle ikinci sınıfta yer
alan dersler ve bunların devamı bir anlayışla üçüncü sınıfa yerleştirilen
dersler, bu fakültede gazetecilik pratiklerine yönelik sayıyı şişirmektedir.
Bu üç grup dersin (genel formasyon, iletişim kuram ve kavramları ve
meslekî uzmanlaşmaya dönük uygulama dersleri) incelenen dokuz fakültenin
Gazetecilik Bölümleri‘nin ders programlarındaki ağırlık oranlarının birbirleri
ile kıyaslaması yapıldığında, gerek zorunlu dersler gerekse de seçimlik
dersler açısından kimi yakınlıklardan daha çok önemli farklılıkların
olduğunun altı çizilmelidir.
İletişim 2003/17
Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim…
185
Genel formasyon alanına yönelik zorunlu dersler açısından en yüksek
ders sayısı ve kredi oranına incelenen fakültelerin ders programları itibariyle,
Atatürk İletişim’in ders programında rastlanılmıştır. Bununla birlikte, bu
kategoriye yönelik herhangi bir seçimlik derse ise programda yer
verilmemiştir. Atatürk İletişim’in eğitim programında genel formasyon
dersleri açısından başta “Hukuk” alanına yönelik dersler (5 adet ders / 14
kredi) olmak üzere, “Siyasal Bilimler ve Düşünce Tarihi”, “Felsefe” ve
“YÖK” dersleri ağırlıklı olarak öne çıkmıştır.
Ege İletişim, genel formasyona yönelik derslere programında ikinci
sırada yer veren bir fakülte olarak öne çıkmıştır. 62 kredi değerinde 22 adet
ders, programda yer almaktadır. Seçimlik genel formasyon dersleri açısından
ise, Ege İletişim, daha az derse (5 adet ders / 13 kredi) programında yer
vermiştir. Zorunlu dersler açısından “Siyasal Bilimler ve Düşünce Tarihi”,
“Ekonomi” ve “YÖK” derslerinin; seçimlik dersler açısından da “Güzel
Sanatlar, Estetik ve Kültür” alanına yönelik derslerin programa biçim
verdiğinden söz edilebilir.
Anadolu İletişim’in bu kategorideki ders sayısı (18 adet ders / 53
kredi), her ne kadar Ankara İletişim’den (17 adet ders / 53 kredi) bir adet
ders fazlası olduğu gözlemlense de, eşit kredilere sahip olması açısından
benzeşme göstermektedir. Ancak, seçimlik dersler açısından Ankara
İletişim’in ders programı (26 adet ders / 77 kredi), Anadolu İletişim’i (13
adet ders / 33 kredi) ikiye katlamaktadır. Her iki İletişim Fakültesi’nin
eğitim programında da “YÖK” dersleri en fazla ağırlığa sahip olurken;
Ankara İletişim’in eğitim programında zorunlu dersler açısından “Siyasal
Bilimler ve Düşünce Tarihi”, “Araştırma Yöntemleri, Bilimsel Kuramlar ve
İstatistik” dersleri; Anadolu İletişim’in eğitim programında ise “Güzel
Sanatlar, Estetik ve Kültür” alanına yönelik derslerin önemli bir sıklık
oranında temsil edildiği gözlemlenmiştir. Her iki fakültenin Gazetecilik
Bölümü’nün ders programlarında diğer dersler homojen bir dağılım
gösterirken; Ankara İletişim’de zorunlu dersler kapsamında “Felsefe”ye,
Anadolu İletişim’de ise “Hukuk” ile ilgili hiçbir derse rastlanılmamıştır.
İletişim 2003/17
186
Erdal DAĞTAŞ
Aynı kategoride seçimlik dersler açısından, Ankara İletişim’de
“Siyasal Bilimler ve Düşünce Tarihi”, “Güzel Sanatlar, Estetik ve Kültür”e
yönelik derslerin ağırlığı önem kazanırken; Anadolu İletişim’in ders
programında ise “Güzel Sanatlar, Estetik ve Kültür” ve “Siyasal Bilimler ve
Düşünce Tarihi”ne yönelik dersler öne çıkmıştır.
Genel formasyon alanında Selçuk İletişim’in (21 adet ders / 42 kredi)
ders sayısı, Gazi İletişim’den (15 adet ders / 39 kredi) daha fazla gözükse de,
kredi oranları açısından birbirine benzerlik göstermektedir. Oysaki, seçimlik
genel formasyon dersleri açısından Gazi İletişim’in (13 adet ders / 39 kredi)
ders programının, Selçuk İletişim’den (10 adet ders / 20 kredi) daha zengin
olduğu gözlemlenmiştir.
Her iki fakültenin Gazetecilik Bölümü ders programlarında zorunlu
genel formasyon dersleri olarak “YÖK” dersleri önemli bir sıklık oranına
sahiptir. Gazi İletişim’in eğitim programında bu kategoride zorunlu olarak
“YÖK” dersleri önemli bir sıklık oranına sahiptir. Ayrıca, Gazi İletişim’in
eğitim programında zorunlu olarak “Psikoloji” ve “Siyasal Bilimler ve
Düşünce Tarihi” dersleri öne çıkarken; Selçuk İletişim’in eğitim
programında ise “Araştırma Yöntemleri, Bilimsel Kuramlar ve İstatistik”
alanına yönelik derslerin ağırlık kazandığı gözlemlenmiştir. Diğer yandan,
Gazi İletişim’in programında “Güzel Sanatlar, Estetik ve Kültür”e ilişkin
zorunlu herhangi bir derse rastlanılmazken; her iki eğitim programında da
diğer dersler homojen bir dağılım göstermiştir.
Bu kategoride, zorunlu dersler olarak Yeditepe İletişim (13 adet ders /
39 kredi) ile İstanbul İletişim’in (14 adet ders / 32 kredi) ders programları
birbirine benzerlik gösterirken; Doğu Akdeniz İletişim’in (7 adet ders / 19
kredi) ders programının, incelenen fakültelerin Gazetecilik Bölümleri’nin
eğitim programları içerisinde genel formasyon alanına yönelik en az sayıda
derse yer verdiği tespit edilmiştir.
Genel formasyona yönelik seçimlik dersler açısından ise, Yeditepe
İletişim’in eğitim programı (8 adet ders / 24 kredi) Selçuk İletişim’e yakınlık
gösterirken; İstanbul ve Doğu Akdeniz İletişim’in ders programlarında
İletişim 2003/17
Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim…
187
herhangi bir seçimlik derse rastlanılmaması açısından birbirine benzerlik
göstermektedir.
İstanbul ve Doğu Akdeniz İletişim’in ders programlarında zorunlu
dersler olarak “YÖK” dersleri öne çıkmaktadır. Diğer dersler ise, homojen
bir dağılım göstermiştir. Yeditepe İletişim’in ders programında ise zorunlu
dersler kapsamında “Psikoloji”, “Siyasal Bilimler ve Düşünce Tarihi” ve
“Güzel Sanatlar, Estetik ve Kültür” alanına yönelik dersler en fazla sıklık
oranında programa yansımıştır.
İletişim kuram ve kavramlarına yönelik dersler kapsamında incelenen
fakültelerin ders programlarına ilişkin olarak ise şunlar söylenebilir: Zorunlu
ders sayısı ve kredi oranı açısından birinci sırada gelen Yeditepe İletişim’in
(16 adet ders / 48 kredi); seçimlik dersler (3 adet ders / 9 kredi) açısından ise
düşük sayı ve kredi oranına sahip olduğu saptanmıştır. Yeditepe İletişim’in
ders programında irdelenen alanda, “Kitle İletişim Kuramları ve İletişim
Alanları”na yönelik zorunlu derslerin (10 adet ders / 20 kredi, yüzde 61)
programda ağırlığı hissedilirken, diğer kategorideki dersler homojen bir
dağılım göstermiştir. Sadece, “İletişim / Medya Ekonomisi, İşletmecilik,
Finansman” konusunda herhangi bir derse rastlanılmamıştır. Seçimlik
dersler kapsamında da, bu fakültenin eğitim programında “Kitle İletişim
Kuramları ve İletişim Alanları”na yönelik derslerin en fazla sıklık oranına
sahip olduğu gözlemlenmiştir.
Gazi İletişim’in eğitim programında iletişim kuram ve kavramlarına
yönelik zorunlu dersler (15 adet ders / 43 kredi), sayı ve kredi oranlarının
dağılımı yönünde birbirine benzerlik göstermektedir. Seçimlik dersler
açısından ise, Gazi İletişim’in ders programı (28 adet ders / 84 kredi),
incelenen diğer fakültelerin ders programları karşısında önemli bir üstünlüğe
ve çeşitliliğe sahiptir. Doğu Akdeniz İletişim ise programında (2 adet ders / 6
kredi) bu alanda en az seçimlik derse yer veren fakülte olmuştur.
İletişim kuram ve kavramlarına yönelik zorunlu dersler açısından her
iki iletişim fakültesinin ders programlarında “Kitle İletişim Kuramları ve
İletişim Alanları”na yönelik derslerin sıklık oranlarının fazlalığından söz
edilebilir. Doğu Akdeniz İletişim’in (10 adet ders / 30 kredi, yüzde 73.1)
İletişim 2003/17
188
Erdal DAĞTAŞ
ders programında bu dersler, Gazi İletişim’in ders programından (8 adet ders
/ 22 kredi, yüzde 51) biraz daha fazladır. Doğu Akdeniz İletişim’in ders
programında zorunlu dersler olarak “İletişim Hukuku ve Etiği”, “İletişim ve
Medya Tarihi”ne ilişkin zorunlu derslere rastlanılırken; Gazi İletişim’in ders
programında iletişim kuram ve kavramlarına yönelik diğer ders kategorileri
homojen bir dağılım göstermiştir. Seçimlik dersler açısından ise, her iki
programda da “Kitle İletişim Kuramları ve İletişim Alanları”na ilişkin
dersler öne çıkarken; Gazi İletişim’in ders programında ayrıca, “İletişim /
Medya Ekonomisi, İşletmecilik, Finansman” alanına ilişkin seçimlik dersler
de (4 adet ders / 12 kredi, yüzde 14.2) önemli bir orana sahiptir.
İstanbul İletişim (13 adet ders / 39 kredi) ile Anadolu İletişim’in (13
adet ders / 36 kredi) ders programlarındaki iletişim kuram ve kavramlarına
yönelik zorunlu derslerin sayıları birbirine eşit olmasına rağmen, kredi oranı
açısından çok az bir farkla da olsa İstanbul İletişim önde gelmektedir. Öte
yandan, seçimlik dersler açısından İstanbul İletişim’in ders programında bu
alana yönelik herhangi bir seçimlik derse rastlanılmazken; Anadolu
İletişim’in ders programında bu oran (13 adet ders / 39 kredi) dikkat çekici
yüksekliktedir.
Gerek İstanbul gerekse Anadolu İletişim’in eğitim programlarında,
iletişim kuram ve kavramlarına yönelik zorunlu dersler açısından en fazla
sıklık oranına “Kitle İletişim Kuramları ve İletişim Alanları”na yönelik
dersler sahip olurken; diğer kategorilerdeki dersler homojen bir dağılım
sergilemiştir. Seçimlik dersler açısından ise, İstanbul İletişim’in eğitim
programında herhangi bir derse rastlanılmazken; Anadolu İletişim’in eğitim
programında “Kitle İletişim Kuramları ve İletişim Alanları”, “İletişim ve
Medya Tarihi” ve “İletişim / Medya Ekonomisi, İşletmecilik, Finansman”
alanına yönelik seçimlik dersler öne çıkmıştır.
İletişim kuram ve kavramlarına yönelik zorunlu dersler açısından,
Selçuk İletişim’in (16 adet ders / 33 kredi) ders programındaki dersler,
Atatürk İletişim’in (12 adet ders / 32 kredi) ders programındaki derslerden
daha fazla gözükmesine rağmen; toplam kredi oranları açısından birbirine
benzerlik göstermektedir. Öte yandan, seçimlik dersler açısından Atatürk
İletişim 2003/17
Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim…
189
İletişim’in ders programında herhangi bir seçimlik derse rastlanılmazken;
Selçuk İletişim’in ders programında (toplam 6 adet ders / 13 kredi), “Kitle
İletişim Kuramları ve İletişim Alanları” (5 adet ders / 10 kredi, yüzde 76.9)
ve “İletişim Teknolojileri”ne yönelik (1 adet ders / 3 kredi, yüzde 23.1)
seçimlik dersler öne çıkmıştır. Her iki İletişim Fakültesi’nin ders
programında da, zorunlu dersler kapsamında sıklık oranı açısından “Kitle
İletişim Kuramları ve İletişim Alanları”na yönelik derslerin en yüksek
değere sahip olduğu analiz edilmiştir. Selçuk İletişim’de, bu alandaki diğer
ders kategorileri homojen bir dağılım gösterirken; Atatürk İletişim’in ders
programında ise “İletişim ve Medya Tarihi” (3 adet ders / 8 kredi, yüzde 25)
ve “Mezuniyet Projesi” (2 adet ders / 4 kredi, yüzde 12.5) programa yüksek
sıklık oranında yansıyan diğer dersler olmuştur.
İncelenen İletişim Fakülteleri’nin Gazetecilik Bölümleri’nin ders
programlarında, iletişim kuram ve kavramlarına yönelik zorunlu derslere en
az sayıda Ankara ve Ege İletişim’in ders programlarının yer verdiği
saptanmıştır. Ege İletişim’in ders programında bu oran 10 adet ders / 30
kredi iken; Ankara İletişim’in ders programında ise 7 adet ders / 27 kredi
olarak saptanmıştır. Diğer yandan, iletişim kuram ve kavramlarına yönelik
olarak seçimlik ders sayısı ve kredi oranı açısından Ankara İletişim’in ders
programı (17 adet ders / 54 kredi) analiz edilen diğer iletişim fakülteleriyle
de karşılaştırıldığında oldukça yüksek bir orana sahip olduğu
gözlemlenmiştir. Ege İletişim’in ders programında ise, seçimlik ders oranı 5
adet ders / 15 kredi olarak tespit edilmiştir.
İletişim kuram ve kavramlarına yönelik zorunlu dersler açısından,
Ankara İletişim’in eğitim programında “Kitle İletişim Kuramları ve İletişim
Alanları”na (4 adet ders / 15 kredi, yüzde 55.6) yönelik dersler en yoğun
sıklık oranına sahipken; diğer kategorilerdeki derslerin dağılımı homojen bir
görünüme sahiptir. Ege İletişim’in ders programında ise, sadece “Kitle
İletişim Kuramları ve İletişim Alanları”na yönelik zorunlu derslere yer
verildiği gözlemlenmiştir. Öte yandan, seçimlik dersler açısından da Ankara
İletişim’in ders programında “Kitle İletişim Kuramları ve İletişim Alanları”
(10 adet ders / 32 kredi, yüzde 59.2) ve “İletişim / Medya Ekonomisi,
İşletmecilik, Finansman” (4 adet ders / 13 kredi, yüzde 24.1) derslerinin en
İletişim 2003/17
190
Erdal DAĞTAŞ
yüksek sıklık oranına sahip oldukları tespit edilmiştir. Ege İletişim’in ders
programında da iletişim kuram ve kavramları alanında seçimlik dersler
olarak “İletişim ve Medya Tarihi”, “İletişim Hukuku ve Etiği” ve “Kitle
İletişim Kuramları ve İletişim Alanları” başlığı altında değerlendirilen
dersler öne çıkmıştır.
Araştırmanın örneklemini oluşturan üniversitelerin İletişim
Fakülteleri’nin Gazetecilik Bölümleri’nin uygulama alanına yönelik ders
programlarında yer verdiği zorunlu derslerin genel bir karşılaştırması
yapıldığında, en yüksek sıklık oranına Atatürk İletişim’in (28 adet ders / 75
kredi) ders programının sahip olduğu gözlemlenmiştir. Öte yandan,
uygulama alanına yönelik seçimlik herhangi bir dersin programda yer
almaması da dikkat çeken bir bulgu olarak öne çıkmaktadır. Atatürk
İletişim’in ders programında zorunlu dersler kapsamında en fazla sıklık
oranına “Haber Toplama-Yazma, Yazınsal Türler, Gazetecilik Türleri ve
Haber Değerlendirme” ve “Bilgisayar Uygulamaları” başlığı çerçevesinde
toplanan derslerin sahip olduğu tespit edilmiştir. Bununla birlikte, “İnternet
ve Web Tasarımı” dışında, diğer kategorilerde yer alan zorunlu uygulama
dersleri homojen bir dağılım göstermiştir.
Uygulamaya yönelik zorunlu dersler kapsamında ikinci en yüksek
sıklık oranına İstanbul İletişim’in ders programının (19 adet ders / 57 kredi)
sahip olduğu analiz edilmiştir. Seçimlik dersler açısından ise, programda 6
adet ders / 18 kredi oranında derse yer verilmiştir. İstanbul İletişim’in eğitim
programında gerek zorunlu gerekse de seçimlik dersler açısından “Haber
Toplama-Yazma, Yazınsal Türler, Gazetecilik Türleri ve Haber
Değerlendirme” başlığı altında toplanan derslerin ağırlığı gözlemlenmiştir.
Seçimlik başka bir kategoriye rastlanılmazken; zorunlu uygulamalı dersler
bağlamında “İnternet ve Web Tasarımı” na yönelik dersler öne çıkmaktadır.
Diğer yandan, “Fotoğrafçılık” ve “Bilgisayar Uygulamaları”na ilişkin
programda herhangi bir zorunlu derse rastlanılmamıştır.
İncelenen fakültelerin ders programlarında uygulamaya yönelik
zorunlu derslerin sayısı ve kredi oranları açısından Ege İletişim’in (17 adet
ders / 46 kredi) ders programı ile Yeditepe İletişim’in (15 adet ders / 45
İletişim 2003/17
Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim…
191
kredi) ders programı birbirine benzerlik göstermektedir. Bununla birlikte,
uygulama alanına yönelik seçimlik dersler açısından Ege İletişim’in ders
programının sayı ve kredi oranı açısından (1 adet ders / 3 kredi) en düşük
sıklık oranına sahip olduğu tespit edilmiştir. Yeditepe İletişim’in ders
programı ise, 5 adet ders / 15 kredi ile son sıralara yerleşmektedir.
Zorunlu dersler açısından gerek Ege gerekse Yeditepe İletişim’in ders
programlarında “Haber Toplama-Yazma, Yazınsal Türler, Gazetecilik
Türleri ve Haber Değerlendirme” başlığı altında toplanan dersler en fazla
sıklık oranına sahip dersler olarak öne çıkarken; diğer kategorideki dersler
homojen bir dağılım göstermiştir. Ayrıca, Ege İletişim’in programında
“İnternet ve Web Tasarımı” ve “Grafik, Animasyon, Radyo, Televizyon,
Sinema, Reklâm Uygulamaları” alanına yönelik zorunlu ve seçimlik derse
rastlanılmamıştır. Yeditepe İletişim’in programında ise, seçimlik dersler
olarak sadece “Grafik, Animasyon, Radyo, Televizyon, Sinema, Reklâm
Uygulamaları” ile “İnternet ve Web Tasarımı”na ilişkin derslere yer
verilmiştir.
Uygulamaya yönelik zorunlu dersler açısından, gerek Gazi İletişim‘in
(13 adet ders / 37 kredi) gerekse Doğu Akdeniz İletişim’in (12 adet ders / 36
kredi) ders programları birbirine benzeşmektedir. Öte yandan, Doğu
Akdeniz İletişim’in ders programında uygulamaya yönelik herhangi bir
seçimlik derse rastlanılmazken; Gazi İletişim’in (28 adet ders / 84 kredi) ders
programı bu alanda da öğrencilere önemli bir seçim olanağı sunmaktadır.
Ancak, Gazi İletişim’in ders programında öğrenciler, üçüncü ve dördüncü
sınıfların her iki döneminde de belirtilen bu oran içerisinden, iki adet dersi
kendi bölümünden zorunlu olarak seçmek kaydıyla, diğer üç dersi ise kendi
bölümü dahil olmak üzere, farklı bölümlerden de (Radyo Televizyon ve
Sinema ve Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümleri) seçebilme olanağına
sahiptir.
Uygulamaya yönelik zorunlu dersler bağlamında, her iki fakültenin
ders programında da “Bilgisayar Uygulamaları” başlığı altında toplanan
derslerin en fazla sıklık oranında (yüzde 40) programa yansıdığına tanık
olunmuştur. Gazi İletişim’in eğitim programında, “Haber Toplama-Yazma,
İletişim 2003/17
192
Erdal DAĞTAŞ
Yazınsal Türler, Gazetecilik Türleri ve Haber Değerlendirme” ve “Gazete
Yayımlama Teknikleri” başlığı altında toplanan dersler, diğer yüksek sıklık
oranındaki zorunlu dersler olarak dikkat çekerken; programda “İnternet ve
Web Tasarımı” ve “Grafik, Animasyon, Radyo, Televizyon, Sinema,
Reklâm Uygulamaları” başlığı altında zorunlu uygulama derslerine yer
verilmemiştir. Doğu Akdeniz İletişim’in ders programında ise, “Haber
Toplama-Yazma, Yazınsal Türler, Gazetecilik Türleri ve Haber
Değerlendirme” ve “Grafik, Animasyon, Radyo, Televizyon, Sinema,
Reklâm Uygulamaları” başlığı altında zorunlu uygulama derslerine yer
verilmemiştir. Doğu Akdeniz İletişim’in ders programında ise, “Haber
Toplama-Yazma, Yazınsal Türler, Gazetecilik Türleri ve Haber
Değerlendirme” ve “Grafik, Animasyon, Radyo, Televizyon, Sinema,
Reklâm Uygulamaları”na yönelik dersler en fazla sıklık oranında öne
çıkmıştır.
Seçimlik derslere ilişkin olarak da, Doğu Akdeniz İletişim’in
programında herhangi bir derse rastlanılmazken; Gazi İletişim’in ders
programında ise, en yüksek sıklık oranına sahip dersler olarak “Haber
Toplama-Yazma, Yazınsal Türler, Gazetecilik Türleri ve Haber
Değerlendirme” ve “Grafik, Animasyon, Radyo, Televizyon, Sinema,
Reklâm Uygulamaları” başlığı altında toplanan dersler belirginlik
kazanmıştır.
İncelenen İletişim Fakülteleri’nin Gazetecilik Bölümleri’nin
uygulamaya yönelik yer verdiği zorunlu dersler açısından bir diğer
benzeşme, Ankara İletişim’in (9 adet ders / 33 kredi) ders programı ile
Anadolu İletişim’in (10 adet ders / 32 kredi) ders programı arasında
yaşanmaktadır. Aynı benzeşme, sözü edilen fakültelerin eğitim
programlarının uygulamaya yönelik yer verdiği seçimlik ders sayıları ve
kredi oranları açısından da tespit edilmiştir. Her ne kadar bu kategoride,
Anadolu İletişim (26 adet ders / 78 kredi), Ankara İletişim’e kıyasla (19 adet
ders / 64 kredi) daha fazla seçeneği öğrencilere sunsa da; Ankara İletişim’in
ders programının da özellikle uygulama alanında seçimlik derslere yeterince
yer verdiğinden söz edilebilir.
İletişim 2003/17
Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim…
193
Gerek zorunlu gerekse seçimlik uygulama dersleri bağlamında
incelenen her iki fakültenin eğitim programında da, “Haber ToplamaYazma, Yazınsal Türler, Gazetecilik Türleri ve Haber Değerlendirme”
başlığı altında toplanan dersler sıklık oranı en yüksek dersler olarak
programlara yansımıştır. Ancak, Ankara İletişim’in ders programındaki bu
kategorideki derslerin gerek zorunlu gerekse de seçimlik dersler
çerçevesinde sayı ve kredi oranlarının daha yüksek olduğu gözlemlenmiştir.
Diğer yandan, Anadolu İletişim’in ders programında yer alan “Gazete
Yayımlama Teknikleri” dersinin de (2 adet ders / 8 kredi, yüzde 25) yüksek
bir sıklık oranına sahip olduğu tespit edilmiştir. Bununla birlikte, diğer
uygulamaya yönelik zorunlu dersler ise homojen bir dağılım göstermiştir.
“İnternet ve Web Tasarımı”na ilişkin zorunlu herhangi bir derse programda
rastlanılmamıştır. Seçimlik dersler açısından, Anadolu İletişim’in ders
programında sırasıyla en yüksek sıklık oranına sahip olan dersler ise şu
şekilde programa yansımıştır: “Bilgisayar Uygulamaları”, “Fotoğraf
Uygulamaları” ve “Grafik, Animasyon, Radyo, Televizyon, Sinema, Reklâm
Uygulamaları”.
Ankara İletişim’in ders programında da uygulamaya yönelik zorunlu
dersler bağlamında sayı ve kredi oranı açısından en yüksek sıklık oranına
sahip olan dersleri sırasıyla “Gazete Yayımlama Teknikleri”, “Fotoğraf
Uygulamaları” ve “Bilgisayar Uygulamaları” oluştururken; “Grafik,
Animasyon, Radyo, Televizyon, Sinema, Reklâm Uygulamaları” başlığı
altında toplanan herhangi bir zorunlu derse rastlanılmamıştır. Öte yandan,
seçimlik uygulama dersleri bağlamında ise ”Bilgisayar Uygulamaları”
dışında herhangi bir seçimlik derse programda rastlanılmamıştır.
Son olarak, örneklem kapsamındaki İletişim Fakülteleri’nin
Gazetecilik Bölümleri’nin ders programlarından Selçuk İletişim’in eğitim
programında uygulamaya yönelik zorunlu ders sayısı ve kredi oranı oranı (9
adet ders / 25 kredi), seçimlik derslerin (10 adet ders / 26 kredi) sayı ve kredi
oranıyla orantılı bir şekilde programa yansımıştır. Selçuk İletişim’in ders
programında zorunlu uygulama dersleri bağlamında en yüksek sıklık oranına
“Bilgisayar Uygulamaları” ve “Haber Toplama-Yazma, Yazınsal Türler,
Gazetecilik Türleri ve Haber Değerlendirme” başlığı altında ele alınan
İletişim 2003/17
194
Erdal DAĞTAŞ
dersler oluştururken; “Grafik, Animasyon, Radyo, Televizyon, Sinema,
Reklâm Uygulamaları”, “İnternet ve Web Tasarımı” ve “Gazete Yayımlama
Teknikleri” başlığı altında ele alınan herhangi bir derse programda
rastlanılmamıştır. Öte yandan, uygulamaya yönelik seçimlik dersler
çerçevesinde ise en fazla sıklık oranına “Grafik, Animasyon, Radyo,
Televizyon, Sinema, Reklâm Uygulamaları”, “Haber Toplama-Yazma,
Yazınsal Türler, Gazetecilik Türleri ve Haber Değerlendirme” ve
“Fotoğrafçılık Uygulamaları” başlığı altında toplanan derslerin sahip olduğu
gözlemlenmiştir.
Özet olarak, Ege, Ankara ve Atatürk Üniversitesi İletişim
Fakülteleri Gazetecilik Bölümü ders programları genel formasyon ağırlıklı
bir eğilim sergilerken; İstanbul, Anadolu, Yeditepe ve Doğu Akdeniz
Üniversitesi İletişim Fakülteleri’nin Gazetecilik Bölümleri ise uygulamaya
yönelik derslere programlarında daha fazla yer vermiştir. Bu durum, sözü
edilen üniversitelerin iletişim fakültelerinin sektörel talepleri diğer
fakültelere kıyasla daha fazla göz önünde bulundurduğuna işaret etmektedir.
Öte yandan, Gazi ve Selçuk Üniversitesi İletişim Fakülteleri Gazetecilik
Bölümü ders programlarında da bir benzeşme yaşandığı gözlemlenmiştir.
Her iki İletişim Fakültesi’nin Gazetecilik Bölümü’nün ders programlarında,
iletişim kuram ve kavramları ile genel formasyon derslerinin egemen olduğu
tespit edilmiştir.
Araştırmadan elde edilen bulgulardan hareketle, gazetecilik
eğitiminde kuram / uygulama ikircikliği aşılmalı ve birbiri ile uzlaşmayacak
gibi algılanan bu ikilik ders programlarında bütünleşmelidir. Bunun için
örneklerine Batı’da rastlanıldığı gibi, Türkiye’de de gazetecilik eğitiminin
daha verimli ve üretken seviyeye çıkarılması için, tüm iletişim
fakültelerinden seçilecek temsilciler aracılığıyla bir “Fakülteler Arası
Koordinasyon Kurulu“nun oluşturulması önerilebilir (3).
Türkiye’de “nasıl bir gazetecilik eğitimi olmalı“ sorusunun cevabı,
İletişim Fakülteleri‘nin Gazetecilik Bölümleri‘ndeki eğitimin bir meslekî
yüksek okul havasından arındırılarak, akademik nosyonlar açısından
niteliksel bir düzeye çıkartılmasında yatmaktadır. Bunun için de, beş yıllık
İletişim 2003/17
Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim…
195
gazetecilik eğitiminde ilk yılın “yabancı dil“ eğitimine (meslekî ağırlıklı
olmak kaydıyla) ayrılması önerilmektedir. Lisans eğitiminin ilk iki yılı, başta
“genel formasyon“ dersleri ağırlıklı olmak üzere yoğunlaştırılmış bir
program çerçevesinde “iletişim kuram ve kavramları“na özgü derslerin de
dahil edildiği bir özellik sergilemelidir. Doğal olarak, “uygulama“ya dönük
derslerin kuramsal boyutlarını ele alan derslere de, yoğunluğu az da olsa
yine bu dönem içerisinde yer verilmesi uygun olacaktır. Son iki yıl ise, sözü
edilen dersler kapsamında, alana dönük belli bir entellektüel seviyeyi
yakalamış genç gazeteci adaylarını “uygulama“lı derslere yönlendirmesiyle
tamamlanmalıdır. Öğrenciler uygulamalı dersler kapsamında eğitimlerini
sürdürürken, uzmanlaştıkları alana özgü spesifik derslerin ağırlık olarak
arttırılması yerinde olacaktır. Bununla birlikte, son iki yıl ağırlığı azalsa da,
genel formasyon ve iletişim alanına yönelik kuramsal derslerin programda
yer almasına özen gösterilmelidir.
Sonuç olarak, ders programlarını belirleyecek olan yine İletişim
Fakülteleri‘nin kendileridir. Kuram / uygulama ayrılığını fetişleştirme
noktasına getirmeden, kuramın bizatihî kendisinin de pratik olduğu
anlayışından yola çıkılmalıdır. Bu konuda, özellikle “Fakülteler Arası
Koordinasyon Kurulu“na eşgüdüm sağlama ve öneriler getirme açısından
önemli sorumluluklar düşmektedir. Bununla birlikte, son söz olarak üzerinde
hiç tartışılmayacak bir konu, üniversite eğitiminin akademik bir eğitim
oluşudur. Üniversite eğitimi zanaat öğretmez. Üniversitede öğretilecek her
türlü uygulama / pratik, kuramsal bakış açılarının süzgecinden geçmeli ve
onlarla bütünleşmelidir.
Dipnotlar
(1)
Osman Gazi Üniversitesi Teknoloji Araştırma Merkezi tarafından
yapılan "Türkiye Profili" konulu araştırmada, 11 ayrı kategoride
yapılan çalışmalar sonucunda "istatistiklere göre dünya liginin
dibindeyiz, sürünüyoruz" yorumu yapılmıştır. Türk Metal
Sendikası'nın aylık yayın organı Türk Metal (2001: 6-11) dergisinde
yer verilen araştırmaya göre, Türkiye'de nüfusun ilk yüzde 20'lik
İletişim 2003/17
196
Erdal DAĞTAŞ
dilimi ulusal gelirden yüzde 55'lik pay alırken; nüfusun en alt yüzde
20'lik dilimi ise yüzde 4.7 pay aldığı için Türkiye, gelir dağılımı
adaletsizliğinde dünyada beşinci sıradadır. 2000 yılının ilk altı ayında
faiz ödemelerinin bütçe içindeki payı yüzde 43'ten yüzde 55'e
çıkarken; maaş ve ücretlerin yüzde 28'den yüzde 20'ye gerilediğini
hatırlamak gerekmektedir. DPT'nin hazırladığı rapora göre, Türkiye'de
nüfusun yüzde 38'i temel gereksinimleri için günlük 1.5 dolar bile
harcayamamaktadır. DPT'nin bu rakamları, 66 milyon nüfusu bulunan
Türkiye'nin yaklaşık yüzde 38’e yakınının yoksul olduğunu ortaya
koymaktadır.
(2)
Politeknik okulları, özellikle İngiltere’de teknik okul olarak
tanımlanan; birçok dalda yüksek eğitim ve çoğu kez de ünvan veren ve
öğrencileri teknik işlere hazırlayan bir yüksek öğrenim kurumudur. Bir
başka deyişle, bir tekniğin ya da teknik yöntem ve becerilerin
kazandırılmasına önem veren; mühendis, teknisyen ve nitelikli işçi
yetiştirmeyi amaç edinen öğretim alanı ve türüdür (Büyük Larousse
Sözlük ve Ansiklopedisi, 1992: 11366).
(3)
Gazetecilik eğitimine ilişkin olarak da çıkarımların yapılabileceği,
genel anlamda Türkiye’de “nasıl bir iletişim eğitiminin”
geliştirilebileceğine yönelik çözüm önerilerinin sıralandığı bir çalışma
için bakınız Erdal Dağtaş ve Serhat Kaymas (1998). “Türkiye’deki
İletişim Eğitimi Üzerine Öneriler”. Kültür ve İletişim. 1 (2), Yaz, ss.
93-110.
Kaynaklar
Altun, Abdülrezak (1999). "Türkiye'de Gazetecilik Eğitimi". İçinde
Medya Gücü ve Demokratik Kurumlar. Der.: Korkmaz Alemdar.
İstanbul: Afa Yayıncılık ve TÜSES Vakfı, ss. 245-252.
Atman, Gökçe ve Erkan Aksu (2002). “İletişim fakültelerinde
enflasyon var”. Görünüm Gazetesi. 78 (Mart), s.9.
İletişim 2003/17
197
Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim…
Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi (1992). Cilt 22, s. 11366.
Dağtaş, Erdal ve Serhat Kaymas (1998). “Türkiye’deki İletişim
Eğitimi Üzerine Öneriler”. Kültür ve İletişim. 1 (2), Yaz, ss. 93-110.
French, David ve Michael Richards (1994). "Theory, Practice and
Market Forces in Britain: A Case of Relative Autonmy". İçinde (Der.),
David French ve Michael Richards. Media Education Across Europe.
London: Routledge.
Gürkan, Nilgün ve Süleyman İrvan (2000). "İletişim Eğitiminde
Nereden Nereye". 1. İletişim Kongresi Bildiri Kitapçığı, ss. 354-365.
Habermas, Jürgen (1992). Rasyonel Bir Topluma Doğru. Ankara:
Vadi Yayınları.
İnal, Ayşe (1996). Haberi Okumak. İstanbul: Temuçin Yayınevi.
Kock, Erin, Jong G. Kang ve David S. Allen (1999). "Broadcast
Education Curricula in 2-Year and 4-Year Colleges". Journalism and Mass
Communication Educator. Spring.
Merrington, John (1985). “Gramsci’nin Anlayışında Kuram ve
Uygulama”. İçinde (Der.) Kemali Saybaşılı. Siyaset Biliminde Temel
Yaklaşımlar. Ankara: Birey ve Toplum Yayınları, ss. 263-302.
Morrison, Joy (1997). “The Changing Model of Russian Media and
Journalism Education”. Journalism and Mass Communication Educator,
Autumn.
Mutlu, Erol (1992). "Kitle İletişim Kuramları ve Türkiye'deki BasınYayın Eğitimi". 1991- 1992 Yıllık, Şevket Evliyagil'e Armağan.
AÜBYYO, ss. 119-142.
Nalçaoğlu, Halil (1998). " İletişim Eğitimi". Kültür ve İletişim. 1 (2),
Yaz, ss. 13- 15.
Özbek, Meral (1993). "İletişim Eğitimi Üzerine". İLEF Yıllık'92, ss.
307-327.
İletişim 2003/17
198
Erdal DAĞTAŞ
Tekinalp, Şermin (2000). "Yeni Dünya Düzeni, İletişim Fakülteleri ve
Öneriler". 1. İletişim Kongresi Bildiri Kitapçığı, ss. 462-469.
Tılıç, Doğan (2001). 2000’ler Türkiye’sinde Gazetecilik ve
Medyayı Anlamak. İstanbul: Su Yayınları.
Tokgöz, Oya (2003). “Türkiye’de İletişim Eğitimi: Elli Yıllık Bir
Geçmişin Değerlendirilmesi”. Kültür ve İletişim. 6 / 1, ss. 9-32.
Türk Metal Dergisi (2001). “Türkiye Profili 2000: İstatistiklere Göre
Dünya Liginin Dibindeyiz”. 29 (Ekim), ss. 6-11.
Ders Programları
Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü. 20012002 Eğitim Dönemi Ders Programı.
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü. 20012002 Eğitim Dönemi Ders Programı.
Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü. 20012002 Eğitim Dönemi Ders Programı.
Doğu Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü.
2001-2002 Eğitim Dönemi Ders Programı.
Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü. 2001-2002
Eğitim Dönemi Ders Programı.
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü. 20012002 Eğitim Dönemi Ders Programı.
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü. 20012002 Eğitim Dönemi Ders Programı.
Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü. 20012002 Eğitim Dönemi Ders Programı.
Yeditepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü. 20012002 Eğitim Dönemi Ders Programı.
İletişim 2003/17
Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim…
199
Özet
Bu çalışmanın konusunu, Türkiye’de eğitim öğretim veren iletişim
fakültelerinin gazetecilik bölümlerinin ders izlencelerinin irdelenerek,
fakültelerin bu anlamda benimsedikleri tavrın ortaya konulması
oluşturmaktadır. Bunun için de, izlencelerde yer alan derslerin, üçlü bir
sınıflama çerçevesinde değerlendirilerek sayısal olarak ağırlıkları tespit
edilmesi amaçlanmıştır. Bunlar; (a) Genel formasyon dersleri, (b) İletişim
kuram ve kavramlarına yönelik dersler, (c) Uygulamaya dönük dersler.
Çalışmanın temel varsayımı ise, kuram ile uygulamanın birbirinden
bağımsız düşünülemeyeceği ancak, salt piyasanın taleplerinin de gazetecilik
eğitiminin belirleyicisi olamayacağıdır.
Dünyadan örneklerin de verildiği çalışmada, Türkiye’den örnek olarak
seçilen bazı iletişim fakültelerindeki gazetecilik bölümleri merkez, çevre ve
vakıf üniversiteler ayırımı göz önünde bulundurularak analiz edilmiştir. Ders
izlencelerine ilişkin niteliksel analiz, programlarda yer alan derslerin
içeriğinin elde edilmesi zorluğu açısından kapsam dışında tutulmuştur.
Sayısal analiz her zaman sonuca ulaşmada ya da genelleme yapmada belli
sıkıntılara yol açsa da, çalışmanın amacı açısından ders izlencelerinin
irdelenen sınıflandırma çerçevesinde ağırlıkları ortaya konulmaya
çalışılmıştır.
Abstract
The subject of this study has been constituted by journalism
departments of communication faculties’ academic calenders where have
been continued to the training and instructing in Turkey. It has been
emphasized and in this context to be exposed their attitude of identifying
oneself with. Therefore, lessons that take part in academic calender have
been evaluated according to the frame with classification of a market with
the number three. Thus, lessons’ ratio of qualitative esteemed determined
which aimed to this study. These are; (a) General formation lessons, (b)
İletişim 2003/17
200
Erdal DAĞTAŞ
Lessons directed communication theory and concepts, (c) Lessons directed
practice.
The main hypothesis of this study, both theory and practice do not
consider independent with each other. But, journalism education will not be
determined by simple demands of market.
When giving the examples from the world at this study, journalism
departments that are chosen to be sample about some communication
faculties have been analyzed according to the distinction of the center, the
periphery and foundation. The qualitative analysis about belong to academic
calender has been neglected when the contents of lessons at the calender in
order to be gained hard. Although quantitative analysis caused obvious
problems about making generalization or reaching toward the result,
perspective from the aim of the study try to explain the frame of the
emphasized classification academic calender’s esteemed.
İletişim 2003/17
Genetik, Klonlama ve Gen-Etik
Çetin Murat HAZAR*
Darwin’in İnsanla ilgili eski görüşleri, geriye dönülemeyecek bir şekilde değiştirmesinden günümüze kadar bir asırlık bir süre geçmiştir.
Darwin, insanın da dahil olduğu bütün canlı formlarının değişme göstermeden varlıklarını sürdüremeyeceklerini, değişmenin yaşamın özünde saklı bir
özellik olduğunu ileri sürmüştür.
Günümüzde, genetik sayesinde, artık kendi fiziksel yapımızı (dolayısıyla da toplumu, devletleri, kültürleri, ilişkileri, iletişimleri vb.) değiştirebileceğimizi bilmekteyiz. Böylece “Müdahale Çağı” denilen yen bir döneme
girmiş bulunmaktayız.
Klonlamayı da göz önüme aldığımızda, insanın bir tanrı rolü oynadığından bahsedilebilmekte ve ağır bir şekilde eleştiriler sunulmaktadır. Karşı
yanda ise, genetik konulardan kaynaklanan sorunların ancak genetik mühendisliğine dayanan araştırmalarla çözümlenebileceği vurgulanmakta, bilimsel
gelişmenin önlenemeyeceği, böyle bir çabanın da ancak illegal araştırmaları
teşvik edeceği ve asıl zararın bundan sonra başlayacağı ileri sürülmektedir.
Ancak, Papa III. Jean Paul genetik mühendisliğinin doğal hukuka aykırı olduğunu ileri sürmesine rağmen, Katolik filozof olarak bilinen Robert
T. Francover şunları söylemiştir :
“Her zaman ve çoğu kez yürekten inanmaksızın, Tanrı tarafından,
Tanrı suretinde yaratıldığımızı, Tanrı suretinde ve Tanrı benzeri yaratıklar
olduğumuzu söyledik durduk. Tanrı “insanı kendi suretimizde, kendimize
benzer olarak yapalım” dedi (Kitabı Mukaddes, Tekvin, 1.26). Bu, insanın,
doğası gereği, Yaradan’ı gibi bir yaratıcı olduğu anlamına gelir (Benzer
*
Arş. Gör. Dr. Gazi Üniversitesi, İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü
İletişim 2003/17
Çetin Murat HAZAR
202
ayetler Kur’an-ı Kerim’de de bulunmaktadır; Secde Suresi 7-9, “Yarattığı
herşeyi güzel yaratan, insanı da balçık çamurundan yarattı. Sonra adi bir
sudan yapıp onun neslini yaydı. Sonra ona şekil verdi, ruh üfürdü kendi ruhundan” ve gene Sâd Suresi 71-72. Ayet “Rabbin o zaman meleklere demişti
ki; Ben çamurdan insan yaratacağım. Ona şekil verip ruhumdan üflediğim
zaman hepiniz önünde saygı ile secdeye kapanın”). Tanrı’nın yalnızca yardımcısı, kâhyası ya da emanetçisi değiliz. Biz insanlar Tanrısal buyruğun bir
gereği olarak, birer yaratıcıyız. Öyleyse, bugün ya da yakında, geleceğin
insanını yarabileceğimizi öğrenince neden ürperiyoruz? Neden “Tanrı rolü
oynama”ya kalktığı için, bir bilim adamı ya da doktor karşısında dehşete
kapılıp onu suçluyoruz? Bunun nedeni, Sami kültüründeki yaradılışın Tanrı’nın, insanla işbirliği içinde sürüp giden etkinliği olduğu anlayışını unutmuş olmamız mıdır? Yaratmak, bizim bize Tanrı tarafından verilen rolümüzdür ve bize düşen görev, daha tamamlanmamış, hâlâ evrim göstermekte
olan insan doğasını yaratadurmaktır.” (Grobstein, 1987:64)
1. Genetik
İnsanlar, karanlık çağlardan beri, neden sonuç ilişkilerine dayanarak,
çocukların ebeveynlerine ve akrabalarına benzemesinin basit bir rastlantı ile
açıklanamayacağını düşünmüşlerdir.
Kalıtım üzerine ilk gözlemler, hayvanların ve bitkilerin ekonomik
özelliklerini seçme sonucunu beraberinde getirmiştir. Köpeklerin çok eski
çağlarda ıslah edilmesi projeleri, zamanla diğer hayvan ve bitki topluluklarını da kapsamaya başlamıştır.
Eski bir Babil yazıtı, beş jenerasyonluk bir at seceresinde yele ve başın nasıl değiştiğini göstermektedir. O zamanlarda, ekilen tohumların en iyi
bitkilerden seçilmesine özen gösterilirken, yapay tozlaşmanın getirdiği yararlar gözetilmiştir. Mısırlıların hurmadaki polenlerin oluşma ve tozlaşma
tarihlerini not etmeleri ve Çinlilerin daha iyi pirinç ırkları elde etmek için
kontrollü tozlaşmalar yapmaları tarihi kayıtlar içinde yer almaktadır.
(Demirsoy, 1995:199)
İletişim 2003/17
Genetik, Klonlama ve Gen-Etik
203
Kalıtım üzerine ilk varsayımlar ise, kalıtımın gizil güçlerin değil de,
belirli mekanik düzeneklerin etkisinde sürdüğünü düşünen Eski Yunan filozoflarından gelmektedir.
MÖ. 500 yıllarında yaşayan Pitagor’a göre, çocukların babalarına
benzemelerinin nedeni, eşeysel çiftleşme sırasında vücudun değişik bölgelerinden süzülerek gelen ıslak bir buharın, eşeysel organlarda yoğunlaşarak
tohumu meydana getirmesi ve buradan da dişinin eşeysel organlarına iletilmesi sonucu, yoğunlaşmış buharın embriyo içerisinde vücudun tüm parçalarını yeniden oluşturmasıdır. Anaya benzerlik ise, embriyonun ana vücudu
içinde gelişmesi nedeniyle ortaya çıkmaktadır.
MÖ. 300 yıllarında yaşayan Aristo ise, erkeklik tohumunun, kandan
saflaştırılarak üretildiğine inanmaktaydı. 2 bin yıl yaygın olarak kabul edilen
bu görüşe göre, kan her organa ulaşmakta ve embriyo da bu organları yeniden yapabilmektedir. Erkekler gibi dişilerin de tohum taşıdığını iler süren
Aristo, Empedocles’den farklı olarak, bunu ilişki sırasında dişinin eşeysel
organlarında oluşan kaygan sıvı yerine, aybaşlarında gelen kan olarak belirlemiştir. Ancak, kadındaki tohum, erkekteki gibi çok güçlü bir şekilde saflaştırılamadığından, kan şeklinde ortaya çıkmaktadır. Çiftleşme sırasında bu
kan beden içinde tutulmakta ve erkeğin tohumuyla karışarak bir embriyo
halinde çökelmektedir.
1620 yılında William Harvey ile birlikte, Aristo’nun görüşleri sarsılmaya başlamıştır. Geyikleri çiftleştirdikten sonra öldürerek rahimlerine bakan Harvey, çökelmiş herhangi bir embriyo taslağına rastlamamıştır. Ancak
bir kaç hafta sonra küçük bir embriyo ortaya çıkmaktadır. Aristo’nun yanıldığını ileri süren Harvey, çiftleşme sırasında sürtünme ile bir mıknatıslanmanın oluştuğunu ve bu yüzden bir embriyonun belirdiğini ileri sürmüştür.
18. yüzyılda mikroskobun bulunmasıyla, üreme hücreleri ortaya çıkarılmıştır. Erkekte spermanın, dişide yumurtanın olduğu ve bunların birleşmesinden yeni bir yaşamın kalıtsal biriminin ortaya çıktığı belirlenmiştir.
İletişim 2003/17
204
Çetin Murat HAZAR
Lamarck ise, 1809 yılında, “Canlıların Yapısı Üzerine Araştırma”sı
ile, organların çevre koşullarının etkisiyle farklılaştıklarını, bunun da üreme
sürecine yansıdığını ve sonraki kuşaklara aktarıldığını ileri sürüyordu.
Kalıtımı, öğrenme aracılığıyla açıklayan Lamarckçı düşünce temelini
Mukaddes Kitap’a kadar götürmektedir. Mukaddes Kitap’a göre, Yakup,
kendi koyunlarının kayınbabasınınkilerle karışmasını önlemek için lekeli ve
benekli bir sürü edinmeye karar verir. Bunun için, kavak dallarını alır, kabuklarını şeritler halinde soyar ve bunları hayvanların su içmeye geldikleri
zaman çiftleştikleri yere yerleştirir. “Böylece değneklerin önünde çiftleştiler
ve lekeli, benekli yavruları oldu.”. (Jacop, 1996:44)
18. yüzyılın sonlarında, Weismann’ın Germ Plazma Kuramı ile, kazanılmış özelliklerin kalıtımı varsayımı tamamiyle geçerliliğini yitirmiştir.
Weismann fareler üzerine yaptığı deneylerinde, fare doğar doğmaz kuyruklarını kesmektedir. Yirmi iki döl yolu boyunda farelerin kuyruklarını kestiği
halde doğan yirmi üçüncü farenin de kuyruğunun olduğunu görünce,
Weismann, vücudun, vücut dokularını oluşturan Somatoplazma ve üreme
hücrelerini oluşturan Germ Plazma’dan meydana geldiğini ileri sürmüştür.
Germ Plazma, bulunduğu organizmanın vücut hücrelerine bağlı olmaksızın,
onların etkisinde kalmaksızın taşıdığı kalıtsal birimleri gelecek döllere iletmektedir.
1886 yılında, De Vries, Germ Plazma kuramından Mutasyon kuramına varmıştır. Hollandalı Lale üreticileriyle çalışan De Vries, laleler üzerinde
yapılan çaprazlamalara ve seçmelere rağmen, bazen ortaya tamamen değişik
renkli lalelerin çıktığına dikkati çekmiştir. Bu ani kalıtsal değişimi ise Mutasyon olarak nitelendirmiştir (ki Darwin bunları Sport yani hilkat garibesi
şeklinde değerlendirerek, evrimde önemli olmayacaklarını ileri sürmüştür).
Mendel ile De Vries’in çalışmaları, kalıtsal birimlerin değişebilirliği açısından önemli bir noktayı oluşturmaktadır.
Bezelyeler üzerine yaptığı çalışmalarla Mendel, bugünkü genetikçilere
önderlik eden kalıtımın ilkelerini bulmuştur (Hanson, 1987:11).
Bezelyeleri çaprazlayarak 22 çeşit varyete elde eden Mendel, zıt özelliklerde saf ırkları elde etmiştir. Bunların çaprazlanması sonucu bulunan
İletişim 2003/17
Genetik, Klonlama ve Gen-Etik
205
bütün tohumlar düz ve sarı renklidir. Sarı renk, anne ve babada olsun, sonuç
değişmemektedir. Böylece Mendel, zıt özelliklerden birinin eşeye bağlı olmadan diğerlerine dominant (baskın) olduğunu görmüştür. Yeşil rengin oluşabilmesi için ise, hem anneden, hem de babadan bu özelliğin alınması gerekmektedir. Bunu da resesif (çekinik) özellik olarak belirlemiştir. Bu deney,
Mendel kanunlarının ilki olan Ayrılım Yasasını belirlemektedir.
İkinci kanun olan Özelliklerin Bağımsız Kalıtımı Yasası ise, ortaya
çıkan renklerin ve biçimlerin (düz, pürtüklü) birbirleriyle ilişkili olmadığını
göstermektedir.
Mendel, özetle, özelliklerin ve kalıtsal faktörlerin bağımsız olarak
gametlere aktarılmasını ortaya çıkarmıştır.
Mendel’in 1890’lı yıllarda elde ettiği veriler, genetiğin ana rahmine
düşmesi olarak görülmektedir. (Köküöz, 1996:16)
Bebeklik dönemini, 1910’da kalıtım birimleri için gen sözcüğünün
önerilmesiyle, çocukluk dönemini ise, 1940’larda, kalıtımın genler tarafından belirlendiğinin kanıtlanması ve kalıtsal bilginin DNA (deoksiribonükleik
asit) molekülünde taşındığının gösterilmesiyle tamamlayan genetik, ergenlik
çağını da, 1953 yılında Watson ve Crick’in, Wilkins’in çektiği kromozom
maddelerinin kırınımı fotoğrafı üzerine geliştirdikleri DNA’nın çift sarmal
şeklindeki molekül yapısını (Harre, 1996:132-133) aydınlatmalarıyla tamamlamıştır. Genetiğin erken gençlik yıllarında verdiği ilk ürün, günümüze de
damgasını vuran rekombinant DNA teknolojisi olmuştur. Genetik bu teknoloji yardımıyla gen mühendisliğini kullanarak, dünyanın dört bir yanına ve
canlıların her koluna hükmedebilecek bir konuma ulaşmıştır. (Köküöz,
1996:16)
1973 yılıyla birlikte, organizmalar arası transferlerle, genetik, olgunlaşma yolunda önemli adımlar atmıştır. California Üniversitesinden Herbert
Boyer, Stanford Üniversitesinden Stanley Cohen ile birlikte yabancı
DNA’nın bir organizmaya aktarılması ve aktarılan genin o canlının genetik
yapısının bir parçası durumuna gelmesi olanağının bulunduğunu göstermiş-
İletişim 2003/17
Çetin Murat HAZAR
206
lerdir (Swanson, 1987:97). Böylece nihai nokta olan Klonlamaya yaklaşılmış
bulunulmaktadır.
1.1. DNA
Genetik bilimi, her canlının özellilerinin kalıtımla geçtiğini, aynı yavruda hassas bir şekilde yeniden ortaya çıktığını göstermektedir.
Kişisel özellikleri düzenleyen bilgi, genler denilen özel varlıklarla nesilden nesile geçmektedir. Her belirgin katılımsal özelliğin ayrı bir geni bulunmaktadır.
Genler, her biri organizmanın belirli bir özelliğini içeren, kalıtımla
yavruya aktarılabilen küçük bilgi paketleridir.
Özellikle Avery’nin deneyleri, moleküler biyoloji çağını açmıştır.
1940’larda, iki taraflı zatürreeye yol açan bakteriyle uğraşan Avery, ölü zatürree bakterilerinin, kötü niteliklerini zatürree yapmayan türden canlı bakterilere geçirebildiklerini bulmuştur. Bu nitelik bir defa kazanıldığında, artık
kalıcı olmaya başlamakta ve eskiden iyi huylu olan bakterilerin yeni jenerasyonlarına kalıtımla aktarılmaktadır.
Avery, öncelikle ölü bakterilerden dağılan bir molekül karışımını alarak içine DNA’yı bozan bir enzim eklemiştir. DNA’nın bozulması, karışımın
zararsız bakterileri zararlı hale getirme işlemine son vermiştir. Böylece, zararsız bakterileri hastalık yapan bakteriye çeviren maddenin DNA olduğu
anlaşılmıştır. Dolayısıyla bir şeyi kalıtımla geçirmek demek, bir parça DNA
aktarmak anlamına gelmektedir. (Hoagland, 1996:22)
DNA molekülü doğrusal bir yapıya sahip olup, ipe dizili tespih taneleri gibi birbirine bağlanmış, birbirini yineleyen birimlerden oluşmaktadır. Bu
yinelenen birimlerinden her birine Nükleotid denilmektedir. DNA’daki, fosfat, şeker ve nitrojen bazlarından oluşan nükleotidler, adenin (A), sitozin (S),
guanin (G) ve timin (T) adlarını almaktadırlar. (Donady, 1987:18-20)
DNA bu özgül kovalant olmayan bağlar aracılığıyla birleşen iki
polinükleotidik liften oluşmuştur. Çift lifte, bir lifin A’sı ötekinin T’si ile,
İletişim 2003/17
Genetik, Klonlama ve Gen-Etik
207
G’si de C’si ile birleşir. Bu lifler birbirlerinin tamamlayıcısıdır. (Monod,
1983:195)
DNA’ya yerleştirilmiş genetik bilgi, öteki moleküllere geçirilebilir ve
sonuçta ilgili türün ve o türün bireyinin karakteristik özelliklerini üretebilir.
Söz konusu genetik bilgi aktarma süreci, iki basamağa, yani traskripsiyon ve
translasyon aşamalarına indirgenerek açıklanabilir.
DNA transkripsiyon işlemi RNA adı verilen daha hareketli olan ve
DNA’nın genetik bilgisini kendi içinde bulunduran DNA benzeri bir molekül türetir. RNA, DNA’ya benzer olmakla birlikte, ikili sarmal yerine tekli
dizi şeklinde olması, şekerinin deoksiriboz yerine riboz olması nitrojen bazında timin yerine urasil içermesi konularında farklıdır.
Transkripsiyon işleminde, DNA ikili dizisinden birinin bir parçası,
kopyayı sağlayan şablon işlevi görmektedir. DNA dizisinin kutupluluğu (3’
5’) RNA’da kendisinin zıttı bir kutupluğu (5’ 3’) meydana getirmektedir.
DNA’daki baz dizilişleri de, kendi dizilişlerini tamamlayıcı karşıt bazlardan
oluşan bir dizi yaratmaktadır. Transkripsiyon süreci DNA genetik bilgisini,
temelde nitrojen baz dizilişi biçimindeki aynı dili kullanarak RNA’ya aktarmaktadır.
DNA’nın RNA içine transkripte edilen sınırlı bir parçası olan gen, genetik bilginin de sanırlı bir parçasını oluşturmaktadır. Ele alınan bir genin
genetik bilgi parçasına, yalnızca bazı hücrelerde veya belli zamanlarda gereksinim olduğundan, DNA’daki toplam genetik bilginin sınırlı parçalarının
transkripsiyonu, türlerin toplam genetik bilgi deposundan yani gen havuzundan yararlanmanın etkili bir yolu haline gelmektedir.
Kıvırcık saç gibi karakter özelliklerinin türetilmesinde doğrudan doğruya DNA veya RNA aktif bir işleme sahip olmamaktadır. Bu tür özellikleri
üreten aktif moleküller, tüm canlıların ve hücrelerin başta gelen yapısal ve
işlevsel molekülü olan proteinlerdir. DNA’da depolanarak kodlanmış ve
RNA’ya aktarılmış genetik bilginin, sonunda bir proteinin üretimini dikte
ettirmesi gerekmektedir. Böylece, bir gendeki genetik bilgi parçası, bir canlının yapısında veya işlevinde, kendini ortaya çıkarmış olmaktadır. DNA’dan
İletişim 2003/17
Çetin Murat HAZAR
208
bir proteinin üretilmesini sağlayan bu dikte işlemine ise translasyon denilmektedir.
Translasyon, bilginin, DNA ve RNA dilinden protein diline aktarılmasını içermektedir. Birimleri amino asit olan proteinler, DNA ve RNA gibi
doğrusal dizilen moleküllerdir. Bir proteinde amino asitlerin diziliş sırası ve
biçimi o proteinin nasıl bir işlev göreceğini belirlemektedir. Dolayısıyla,
translasyon süreciyle, RNA’daki belli bir nitrojen baz dizilişi proteindeki
belli bir amino asit dizilişine dönüştürülmektedir. Bu yolla bir gen, bir türün
karakteristik özellilerinden birini üretebilmektedir.
Genetik bilgi parçalarının DNA-RNA dilinden protein diline çevrilmesi işinde genetik kod kullanılmaktadır. Hücrenin düzeneği, DNA bazındaki dizilişleri okumakta ve ona göre bir amino asit dizilişi kurmaktadır.
Amino asit türünü kodlayabilmek için ancak dört nitrojen baz bulunmakta,
dolayısıyla da dört bazın en az yirmi amino asiti belirleyebilmesi için, en az
üçlü bir kod gerekmektedir. Bu durumda kod birbirinin aynısı olmayan üçlü
harf dizilerinden kurulan 64 sözcüğü içermektedir. Söz konusu kodun bazı
sözcükleri, cümleleri birbirinden ayırmada kullanılmaktadır. Bazı amino
asitlerin birden fazla kod sözcüğüyle belirlendiği de görülmektedir. Bu şekilde, RNA, doğrusal molekül dizisinde üç bazın belli bir dizilişi, bir amino
asit türünün söz konusu proteini oluşturacak amino asit zinciri içindeki konumunu dikte ettirmektedir. Böylece, DNA’da depolanmış genetik bilginin
proteindeki aktif bilgiye dönüşmesi tamamlanmış olmaktadır. Genetik kod,
harfi harfine kene gibi yapıştığı için, her türün genetik bilgisi, o türün amino
asit dizilişine sadakatle aktarılmakta ve söz konusu olan türün tüm bireylerinde o türün karakteristik özellikleri görülmektedir. (Donady, 1987:23-25)
İletişim 2003/17
Genetik, Klonlama ve Gen-Etik
209
1.2. işlevler Genom Haritası
DNA ve RNA’nın işlevleri anlaşıldıktan sonda, yabancı DNA’ların bir
organizmaya nakledilmesiyle ilgili bir teknoloji olan rekombinant-DNA
araştırmaları ağırlık kazanmaya başlamıştır.
Son yıllarda özellikle bitkilerin genom haritalarının çıkarılması ve moleküler markırlarla (işaretleyiciler) haritalama yöntemlerinin geliştirilmesi,
melezleme çalışmalarında çok uzun yıllar alan seleksiyonu iki yıla kadar
indirmekte ve istenilen tiplerin çok kısa sürede seçilmesini sağlamaktadır.
Bu yöntemle, bir bitkinin içine, mikroorganizma, insan, hayvan veya
sentetik herhangi bir gen aktarılabilmektedir. 1986 yılında dünya üzerinde 5
taransgenik bitki tarla testinde iken, 1991 yılında 156 bitki tarla teskinde
kullanılmıştır. 1993 yılında ise 345 bitki, Kuzey Amerika, Batı Avrupa ve
Çin’de tarla testi denemelerine tabi tutulmuştur. (Gözükırmızı, 1993:21)
Öncelikle bitkilerle ilgili çalışmalarda karşımıza çıkan genom, hücrelerin çekirdeğinde içerilen enformasyonların tümünü kapsamaktadır. Hücrelerin bölünmeleriyle bu enformasyonun hücreden hücreye aktarıldığı, dolayısıyla da nesilden nesile geçtiği bilinmektedir.
Genom bir kitaba benzetilebilir. Bu kitapta kullanılan alfabe, 4 harften
(DNA’nın dört yapı taşı olan adenin, sitozin, guanin ve timin) oluşmaktadır.
Bu harflerin milyarlarcasının yan yana tek bir dizi halinde bir araya gelmesiyle, insan genomu bir metre seksen santime kadar ulaşmaktadır. İnsan genomunu harf harf bir kağıda yazıldığında 3 milyar harften oluşan 500 000
sayfalık bir yekun ortaya çıkabilmektedir. (Çırakoğlu, 1993:32)
Günümüzde, insan genomu kitabının bir milyonu aşkın cümlesi içinde
sadece yüz bininin anlamlı olduğu ileri sürülmektedir (yani diğer bir anlatımla % 90’ının işlevleri daha bilinmemektedir). Bunlar fiziksel yapımızdan
karakterimize kadar her şeyde etki sahibi olan genlerdir.
1980’lerin başında, genomla ilgili bilgilerin son derece yetersiz olması
ve 3 milyar harflik bir şifrenin çözülebilmesinin ilk adımları atılmaya başlanmıştır. Öncelikle Amerika Birleşik Devletleri ve Fransa’da, daha sonraları
İletişim 2003/17
210
Çetin Murat HAZAR
ise, diğer gelişmiş Avrupa ülkeleri ve Japonya’da, insanın genom haritasının
çıkarılması ile ilgili projeler ortaya konulmuştur.
Bunlardan en önemlisi ve sürükleyicisi konumunda olan, DNA’nın
ikili sarmal yapısını bulan Jim Watson’un başında olduğu Amerikan kaynaklı HUGO (İnsan Genomu Projesi) 1988 yılında yürürlüğe sokulmuştur. Proje, bugün, 1940’larda atom bombasını yapan Manhattan Projesi ve
1960’larda aya gitmeyi sağlayan Apollo Projesi ile karşılaştırılmaktadır.
Ancak dünyayı değiştirmek açısından onlardan çok daha fazla etkilerde bulunacağı açıktır. (Başak, 1993:45)
Genom projesi kapsamında, harflerin birbiri ardı sıra tek tek ne şekilde geldiğini araştıran ve böyle kapsamlı bir analiz için biyologlar, gen teknokratları, bilgisayarcılar, algoritmacılar, programcılar, bilgi işlemciler, makine mühendisleri, matematikçiler ve kimyacıların kullanıldığı dizi analizleri
yapılmıştır.
Dizi analizleriyle, genom istenilen boyda, örneğin 50 000 baz uzunluğunda, sınırlama enzimleri olarak adlandırılan gen kesici moleküller sayesinde küçük parçalar şeklinde kesilebilmektedir. Daha sonra bu parçaların
her biri farklı bakterilerin içine klonlanmaktadır. Bu genom parçalarının her
biri üzerinde çalışabilmek için, her bakteri farklı kaplarda kültüre yatırılmakta ve böylece her deney kabı, çabucak, aynı genom parçasının milyonlarca
sayıda üretilmiş örnekleriyle dolabilmektedir. Bu sayede üzerinde çalışılabilecek olan, genom parçalarından oluşan Anglosaksonların “kütüphane”, kıta
Avrupa’sının ise “banka” dedikleri birimlere ulaşılmaktadır.
Bunların hepsi sırayla ele alınarak, tek tek çözümlenmekte ve bir çok
farklı bireyin eşdeğer genom parçalarına tekabül eden yapıları karşılaştırılmaktadır. Bazı bireylerde dizinin değişmesi, buradan bir polimorf noktanın
bulunduğu sonucunu çıkarmaktadır.
Böylece, polimorf olarak tanımlanmış noktaların, genom boyunca yerleştirilmeleri gerçekleştirilmektedir. Bunun için, bir çok ailenin içinde
allellerin kalıtılma sıklığı araştırılmaktadır (ne kadar çok aile varsa, istatistiki
açıdan o kadar önem taşır). Sonuç olarak, iki polimorf yer genom üstünde
İletişim 2003/17
Genetik, Klonlama ve Gen-Etik
211
komşuysa, bunların allelleri, birbirine uzak olan iki yere göre, daha sıklıkla
“birlikte-aktarılmış” olmaktadır.(Cohen, 1995:48)
Genomun A, T, C ve G bazlarının sırasını açıklamak olan dizilemek,
aslında anlamadan yapılan bir okuma niteliğindedir. Şifre çözmek ise, genomdaki harflerin ne anlama geldiğini kavramaktır. Dolayısıyla, her iki yöntem arasında büyük bir uçurum bulunmaktadır. Biyolojinin günümüzde vardığı noktaya göre, dizilemek işlemi daha yeni yapılmıştır. Şifrenin çözülmesi
konusu ise, çok daha uzun bir araştırma merhalesini içermektedir.
Genom yazım biçiminin ortalama olarak her 300 baz çiftinde bir değiştiği, dolayısıyla 300 bazda bir mutasyon olduğu, bunun da genom üzerinde 10 milyondan biraz fazla bir farklılık noktası oluşturduğu bilinmektedir.
İnsan genomunun % 90’ı protein kodlamadığı ve en azından bugün bilinen
herhangi bir işleve sahip olmadığı için, bu polimorf noktalar arasında en az 9
milyonu görünür herhangi bir fizyolojik özellikle ortaya çıkmayan, tamamen
sessiz mutasyonlardır. (Cohen, 1995:47)
Genom içinde, mutasyonların önemini, Şempanze örneği ile açıklamak mümkündür. İnsan ve şempanzenin genomlarının çok benzer olmakla
kalmayıp (yaklaşık % 1’den de az farklılık), polimorflarının da neredeyse
birbirinin eşi olduğu gözlenebilmektedir. İkisinin de çoğu zaman aynı genler
ve genlerin içinde de aynı yerlerde aynı alleller bulunmaktadır. Bu yüzden
şempanzelerde ve insan topluluklarında çok sayıda benzer hastalıklar ve
bireyler arasında aynı tipten ikincil farklılıklar belirgin olarak ortaya çıkmaktadır. Bu bulgulara dayanarak Cohen (1995:295-296), iki tür arasındaki farkın yalnızca, birkaç mutasyondan kaynaklandığını ileri sürmektedir.
DNA içindeki tek bir halkada bile meydana gelen değişiklik, DNA
mesajında bir harfin değişmesi anlamına gelmekte, böylece DNA’dan kopya
alan mesajcı RNA, değişikliği kendinde içermekte ve protein yapmakta olan
makine tarafından farklı okunabilmektedir. Dolayısıyla, ortaya değişmiş bir
proteinin çıkması sonucu amino asit zincirinde bir halkada farklılık oluşmakta ve proteininin işlevi değişmektedir.
İletişim 2003/17
Çetin Murat HAZAR
212
Mutasyonun önemli özelliklerinden birisi, DNA kopyalandığında, mutasyonların da kopyalanmasıdır. Böylece, ufak bir mutasyon DNA diline
sonsuza kadar yerleşebilmektedir.
Mutasyonlara, X ışınları, ultraviyole ışınları gibi doğal reaksiyonlar ve
insan yapısı kimyasal maddelerin DNA’daki nükleotid halkalarına çarparak
bunları bozmaları neden olmaktadır. Nükleotidler, bu şekilde başka nükleotidlere dönüşebilmektedirler.
Tümüyle rastlantısal olarak gerçekleşen mutasyonların, DNA’nın
hangi halkasına çarpacağının bilinmesine günümüzde olanak bulunmamaktadır. Herhangi bir canlının DNA’sının herhangi bir nükleotidinde her an
mutasyon görülebilmektedir. Ancak, bazı ilginç enzimler DNA’yı sürekli
gözlemekte ve bir değişiklik bulurlarsa onarmaktadırlar. Her şeyi yakalayamadıklarından, nadir de olsa mutasyonlar gerçekleşebilmektedir.
2. Klonlama
Canlı varlıkların üreyebilmeleri ve nesillerinin devam edebilmesi için,
erkek ve dişi bireylere, bunlar tarafından oluşturulan türün döllenmiş yumurtasına ihtiyaç bulunmaktadır.
Klonlamada ise, sadece dişi birey neslin devamı için yeterli olabilmektedir. Klonlama herhangi bir bireyden alınan somatik hücrenin, yumurta
içine enjekte edilmesiyle, sperme gerek duyulmadan, somatik hücre sahibinin bütün kalıtımsal özelliklerinin yeni bireyde yaşatılması anlamına gelmektedir.
Tek hücreli canlılarda gerçekleştirilen klonlama deneyleri, ilk olarak
1975 yılında omurgalı hayvanlar üzerinde denenmeye başlanmıştır (Kiefer,
1987:41). Memeli bir hayvan olan fareler üzerinde de gerçekleştirilen deneylerden sonra, 1997 yılında koyunlar üzerinde oldukça sansasyonlara ve korkulara neden olan başarılar elde edilmiştir. Artık tartışmalar insanların da
klonlanması halinde, nasıl bir toplum, nasıl bir etik, nasıl bir ilişkiler yumağı
olacağı üzerine yoğunlaşmaktadır.
İletişim 2003/17
Genetik, Klonlama ve Gen-Etik
213
2.1. Koyun Dolly
İskoçya Edinburg’daki Roslin Enstitüsünden Dr. Wilmut ve ekibi
“Fetal ve Erişkin Memeli Hücrelerinden Türetilebilir Yavrular” isimli çalışmalarını, yayınlanması isteğiyle Nature dergisine vermişlerdir. 10 gün sonra,
27 Şubat 1997’de yayınlanacak olan makale için çalışmayı yürüten Roslin
Enstitüsü, kendilerini finanse eden PPL Therapeutics ve danışmanlık yapan
halkla ilişkiler şirketi De Facto ortaya çıkabilecek yoğun kamuoyu ilgisini
tatmin edebilmek için gazete ve dergilere 26 Şubat saat 19’a kadar ambargolu açıklamalar göndermişlerdir.
Ancak, daha önceden, bazı basın kuruluşlarının haberi ele geçirmeleriyle, makale yayınlanmadan yoğun tartışmalara neden olmuştur. Makale
yayınlanmadan bir gün önce, dönemin Amerika Birleşik Devletler Başkanı
Bill Clinton’un, oluşturduğu biyoetik komisyonundan, 90 gün içinde yapılan
araştırmayla ilgili bir rapor hazırlanmasını istemesi, makalenin yayınlandığı
gün ise, hem İngiliz Avam Kamarası, hem de Birleşik Devletler Kongresi’nin araştırmacılardan açıklama talep etmeleri, klonlama deneyinin yankıları hakkında daha ilk günden, hatta yayın ortaya çıkmadan bilgi vermektedir.
Yüzyılımızın bu en büyük korku ve umut yaratan deneyinde, yetişkin
bir koyundan (Dolly, ki bu isim, göğüsten alınan somatik hücreyi anlamlandırması için, göğüslerinin büyüklüğü ile ünlenmiş olan şarkıcı Dolly
Parton’dan esinlenerek verilmiştir) alınan somatik bir hücrenin çekirdeğini,
başka bir koyuna ait, çekirdeği alınmış bir yumurtaya yerleştirmek ve bilinen
tüp bebek yöntemiyle yeni koyuna yaşam vermek işin özünü oluşturmaktadır. (Kurtuluş, 1997:43)
Çalışma incelendiğinde araştırmacıların, koyun embriyo, fetal
fibroblast ve erişkin meme hücrelerini izole ederek kültür ortamında gelişmeye bıraktıkları görülmektedir. Hücrelerin geçirdiği evreler sıkı gözetim
altında tutularak bir hücrenin GO evresinde kıstırılıp bu haliyle durağanlığa
bırakılması başarılmıştır. Bunun için, hücrenin besin ortamı neredeyse öldürme sınırına kadar geriletilmiş, tüm süreç dondurularak bir anlamda genetik saat sıfırlanmıştır. Üstelik bu evre, kaynaştırılacağı yumurta hücresinin
İletişim 2003/17
Çetin Murat HAZAR
214
mayöz gelişimi sırasında gerçekleştiğinden, bu işlem için en uygun olan
matafaz-II evresiyle uyum içindedir (Kurtuluş, 1997:46). Hücrelerin bu şekilde bölünmez duruma getirildikleri ve bu hücrelerle çekirdekleri alınmış
koyun dişi eşey hücrelerinin elektrik akımı yardımıyla birleştirildiği görülmektedir. Laboratuarda yapılan bu çalışmanın sonunda, kültür ortamında
fertilize olmuş (döllenmiş) gibi gelişmeye ve bölünmeye başlayan eşey hücreleri, taşıyıcı dişi koyunların rahimlerine yerleştirilmiş ve normal hamilelik
süreci sonunda yumurtanın sperm tarafından fertilize edilmesine gerek duyulmadan Dolly doğmuştur.
Üç tip hücre ile yapılan deneyde, koyun embriyo, fetal fibroblast ve
erişkin meme hücrelerinin çekirdekleri toplam 834 fertilize olmamış yumurta hücresine aktarılmış ve sonuçta üç gruptan toplam sekiz yavru elde edilmiştir. Bu durumda genel verim % 0.95 olarak hesaplanmaktadır. Erişkin
meme hücreleri grubunda 277 yumurta hücresine çekirdek aktarımı yapılmış,
29 embriyo gelişimi sağlanarak bu embriyolar 13 taşıyıcı dişi koyunun rahimlerine yerleştirilmiştir. Bu koyunlardan sadece birinde hamilelik gelişmiş
ve Dolly meydana gelmiştir. (Çırakoğlu, 1997:44)
Böylece koyun Dolly, doğduğu annesine benzememekle kalmamakta,
meme hücrelerinin alındığı koyunla özdeş genetik bilgileri taşımaktadır
(Öztürk, 1997:46).
3. Gen-Etik
Genetiğin, bir yaratıcı rolü oynaması, Gen-Etik kavramı üzerinde yoğunlaşmalara neden olmaktadır.
Artık genetik araştırmaları çerçevesinde, birey-ekosistem, bireybirey ve birey-toplum ilişkilerinde farklılıklar ortaya çıkmaktadır.
3.1. Birey-Ekosistem İlişkileri
Genetik araştırmaları ile milyonlarca, milyarlarca yılda oluşmuş bir
denge içindeki doğaya müdahale etmek söz konusu olmaktadır.
İletişim 2003/17
Genetik, Klonlama ve Gen-Etik
215
Genetik, insanoğluna belki de milyonlarca yıl sonra gerçekleşebilecek
yeni dengeler sunmaktadır. Böylece mevcut dengelerde olağanüstü bozulmalar yaşanmakta olduğu görülürken, bu sürecin geri dönüşü olmayan bir şekilde devam edeceği aşikardır.
Mutasyon oranlarını artırmakta olan genetik deneyler, güçlü ve yapay
ayıklanma sistemlerini de beraberlerinde getirmektedirler. Böyle bir ivme
kazanmış evrimsel değişme sonucu, şimdiye kadar birlikte evrim göstermiş
türler arasındaki dengeler de bozulacaktır (Levin ve Harwell, 1987:163).
İnsanlar, kendilerine daha yararlı olarak gördükleri hayvanların (küçük baş,
büyük baş, kümes hayvanları vb.) nüfuslarını, daha faydalı olarak gördükleri
bitkilerin sayılarını diğerlerinin aleyhine artırmak çabası içinde olmaktadırlar
ve faydacı anlayış gereği gelecekte de olacaklardır. Bazı türler yok edilirken,
diğerlerinin, doğadaki dengenin aleyhine desteklenmesi, desteklenen hayvanlardaki olumlu doğal mutasyonların da yavaş yavaş yok olmasına neden
olabilecektir. Bu da, doğanın yeniden ve tek tür (en azından insanoğlu için
en gerekli olanlar) için yeniden yapılanması anlamına gelmektedir.
Doğal dengenin yıpratılması, genellikle basit sonuçlar doğurmamaktadır. Fizik bilimindeki “Kelebek Etkisi Kuramı”nda olduğu gibi, Çin’deki
bir kelebeğin kanat çırpışları, Pasifik’in diğer yanında fırtınalara sebep olmaktadır. Küçük küçük etkiler sonuçta hiç umulmayan, kendileriyle oranlanamayacak kadar büyük tesirler yaratabilmektedir. Bitki ve hayvan türlerinden bazılarının yok alması da genel dengenin, dolayısıyla da insanlığın mahvolmasına sebebiyet verebilecektir.
Ancak, genetik mühendisliğinin olumlu noktalarından birisi olarak,
nesli tükenmekte olan hayvan ve bitki türlerinin klonlama sayesinde, yok
olmalarının önüne geçilmesi gösterilebilir. Gerçi, bunun sadece hayvanat
bahçelerinin kapasiteleriyle sınırlı olacağı da göz önünde bulundurulmalıdır.
Yine, hayvan ve bitkilerde görülen hastalıklar, DNA’larla oynama sonucunda giderilebilecek, böylece insanlara bulaşmalarına ve zarar vermelerine de bir son verilebilecektir. Lakin, hastalıkların da bir doğal seleksiyon
olduğu dikkate alındığında, doğanın dengesi için gerekli olduğu ileri sürülebilir. Hastalıkların sonsuz derecede yok edilmesi, hayvan, bitki ve insan
popülasyonlarının denetimsiz olarak artmalarına neden olabilecektir.
İletişim 2003/17
Çetin Murat HAZAR
216
3.2. Birey-Birey İlişkileri
Genetik mühendisliğinin bireyler üzerindeki ilk etkilerinin, sağlık alanında gerçekleşeceği görülmektedir.
Hastalık potansiyeli taşıyan bireylerin, eşey hücresi tedavisi sayesinde, daha doğmadan bu eğilimleri giderilebilecektir.
Aynı şekilde, kimya endüstrisinde, insanların bazılarının Benzen’e
veya daha başka kimyasal ürünlere karşı dayanıklılıklarının olmadığı bilinmektedir.
Hastalık ve kimyasal ürünlere karşı dayanıksızlık gen haritalarının çıkarılmasıyla belirlenebilecektir. Dolayısıyla bir işe başvurulduğunda, kaç dil
bilindiği, bilgisayardan ne kadar anlandığı kadar, artık, şizofren geni, alkol
bağımlılığı geni, şeker hastalığına direnç vb. taşınıp taşınmadığı araştırılabilecektir. Bu yüzden Amerika Birleşik Devletlerinde 2000 yılına kadar genetik haritaya bakılarak insanların işe alınmaları bu verilere dayalı bir öngörüyle yasaklanmıştı. (Başak, 1993:51)
Her anne ve babanın çocukları için sonsuz bir iyilik hali düşledikleri
ve bunun için çaba gösterdikleri göz önüne alınırsa, mükemmelcilik ortaya
çıkmaktadır. Bu ise, gen mühendisliğinin en azından bir kısmının çekici hale
gelmesini sağlamaktadır.
Genetik tarama testleri sayesinde daha çok sayıda genetik çeşitleme
ortaya çıkabilecektir. Ancak insanların, çocuk sahibi olurken, mavi gözlü,
sarışın, uzun boylu, 150 ve üzerinde IQ’su olan, yakışıklı veya güzel, sağlıklı vb. özellikleri elde etmek istemeleri, genetik danışmanlık, yapay üreme
teknikleri ve yeni tedavi biçimleri gibi içinden çıkılması güç etik ikilemlere
de yol açabilecektir.
Gen havuzunun daralması, belli bir topluluktaki genetik çeşitliliğin
azalması, bir virüs karşısında popülasyonun varlığını tehlikeye atabilecektir
(sineklerin de bu konuda iyi bir örnek olarak gösterdikleri gibi, geliştirilen
her türlü kimyasal ilaçlara karşı, türlerinin bir çok üyelerini kaybetmelerine
rağmen diğer bireylerde farklı genetik yapılardan dolayı ilaçlara bir karşı
koyma ortaya çıkmakta ve yeni nesil bunlardan üreyerek söz konusu ilaçlara
İletişim 2003/17
Genetik, Klonlama ve Gen-Etik
217
dirençli olabilmektedir). İnsanoğlu da, mümkün riskleri göğüslemek için 6
milyar birbirinden farklı birey topluluğudur. Klonlamayı da bilimsel açıdan
en zorlayacak konu budur.
Ayrıca, herkesin aynı mükemmellik derecesinde olması, hayatı, ilişkileri belli bir tek düzeliğe itebilecektir. Ancak, yine de insanın bu yolla şeyselleştirilmesinden endişe edilse de, korkuya kapılmaya gerek bulunmamaktadır. İnsan davranışları, birkaç kural aracılığıyla şeyselleştirilemeyecek,
belirlenemeyecek kadar karmaşık bulunmaktadır (Cohen, 1995:259). Küsme,
acı duyma, iyilik, umut, sanatsal ve entelektüel aktiviteler gibi özgül olarak
insanlara ait tavırların genetik vasıtasıyla yönlendirilmesinin zorluğu ortadadır.
Klonlama sonucunda, Dolly örneğinde olduğu gibi, biyolojik problemler de yaşanabilecektir. Tek bir somatik hücreden klonlanan bir canlıda
fazla sayıda germline mutasyon beklenmekte bunun sonucu olarak da genetik hastalıklar ve kanser bakımından daha büyük riskler ortaya çıkmaktadır.
(Tunçbilek, 1997:47). Genel bir klon popülasyonu göz önüne alındığında,
genetik hastalıkların ve bozuklukların kontrolden çıkabileceği de ileri sürülebilir (Kurtuluş, 1997:48).
İnsanlardaki, daha fazla şey bilme ve yapma itisi ile önlenemeyen bir
ilerleme isteği ister istemez klonlama çalışmalarının geliştirilmesini sağlayacaktır. Bu çalışmaların, devletin denetim ve desteğinde, yerleşik büyük şirketler tarafından yapılmaması durumunda, küçük bir kapital koyarak, gerekli
eğitimi görmüş herhangi bir fakülte mezununun, birkaç ay içinde uzman
olabileceği veya hiç yoksa etkili bir uygulayıcı konumuna gelebileceği
(Luria, 1987:77) böyle bir işte, araştırmada harcanan her bir dolar için, on
dolar geliştirme, yüz dolar da üretim ve pazarlama giderleri oluşacağından
ve pazarlama için ortalama dört yıla gereksinim duyulacağından (Abelson,
1987:112), doğabilecek riskleri dikkate almayan veya en azından araştırmayan korsan şirketler ortaya çıkabilecektir (Dingell, 1987:145-146).
Bu tip bir teknoloji için, ne kadar denetim yapılırsa ve ne derecede
destek sağlanırsa sağlansın, başka bir ülkenin özellikle kendini geliştirmeye
çalışan geri kalmış veya diktatörlükle idare edilen ülkelerin, ileri ülkeler
İletişim 2003/17
Çetin Murat HAZAR
218
konumuna geçebilmek veya diktatörün kendisinden sonra ülkeyi yönetebilecek olan genetik ikizlerini yaratmak istemesi yüzünden, daha fazla destek
vermeleri ve elde edilebilecek sonuçlar için etik prensipleri göz ardı etmeleri
de çok önemli bir olumsuzluk olarak karşımıza çıkmaktadır.
Her ne kadar Aslı Tolun (1993:52), politikada etkin bir kişinin veya
zengin bir kişinin kolanlama yoluyla ikizini veya ikizlerini yarattırmasını
pek önemli sonuçlar doğurabilecek bir uygulama olarak görmezse de, teknolojinin gelişmesiyle birlikte bu tip bir uygulamanın çok daha kolay ve ucuz
olacağı dikkate alındığında, orta ve üst gelir seviyesindeki hemen herkesin,
şu veya bu sebeplerle kendilerinin, bir aile büyüklerinin vb. ikizlerini elde
etme yoluna gidecekleri açıktır. Hatta ucuz fiyatlara, bir Sharon Stone’un,
bir Einstein’ın veya Bush’un genleri, raflarda tüketicilere sunulabilecektir.
Günümüzde ise, halen uluslar arası sözleşmelerle insan embriyosu
üzerinde deney yapmak yasaklanmıştır. Avrupa Konseyi’nin 1997 tarihli
“Convention for the Protection of Human Rights and Dignity of the Human
Being with regard to the Application of Biology and Medicine: Convention
on Human Rights and Biomedicine” isimli sözleşmesinin 13. maddesi, önleyici, teşhis ve tedavi edici amaçların dışında insan genomu ile çalışma yapılamayacağını ifade etmektedir (http://conventions.coe.int/treaty/en/treaties/html/164.htm).
3.3. Birey-Toplum İlişkileri
Genetik ve klonlamanın en önemli etkilerinden biri olarak öjeni yaklaşımı gösterilmektedir.
Yunanca “sağlıklı doğum” anlamına gelen “eugenes” sözcüğünü karşılayan öjeni terimi, ilk kez 1883’te, kalıtım ve mükemmel nesiller yetiştirme üzerine geliştirilen kuramlar için kullanılmıştır.
19. yüzyılın sonlarında, öjeni taraftarlarının en önemli sloganları olarak, “en güçlü olanın hayatta kalması” ve “var olma savaşı” gösterilmektedir.
20. yüzyılda ise, çok çeşitli öjenik yasalar ve hareketler ortaya çıkmıştır.
İletişim 2003/17
Genetik, Klonlama ve Gen-Etik
219
1924 yılında Amerika Birleşik Devletlerinde çıkartılan “Göç Kısıtlama Yasası”, Avrupa’nın kuzeyinden gelen göçmenlerin ülkeye girişine izin
verirken, biyolojik olarak alt düzeylerine yerleştirilen bölgelerinden gelen
göçmenlerin çoğunu ülkeye sokmamaktaydı. 1907-1937 yılları arasında, 32
eyalette, akıl hastaları, özürlüler, yozlaşmışlar ve suç işleme eğiliminde olanları kapsayan istenmeyen vatandaşların kısırlaştırılmaları talep edilmekte idi.
Almanya’da öjenik hareketler Dr. Alfred Ploetz tarafından, ırk kuramı
ve toplumsal biyoloji arşivi (1904) ve Alman Irk Sağlığı Derneğinin kurulmasıyla (1905) çeşitli etkinliklerde bulunmaya başladı. 1920’lerde Alman
ders kitapları kalıtım ve ırk hijyeniği görüşleriyle dolmuştur. 1927 yılında
Kaiser Wilhelm Antropoloji, İnsan Kalıtım ve Öjeni Enstitüsü kurulmuştur.
Yine 1933 yılında, Doğuştan Hasta Nesilleri Önleme Yasası çıkarılarak,
doğuştan akıl hastaları ve saralılar, şizofrenler, mani-depressif psikozlularla
ağır alkoliklerin kısırlaştırılması öngörülmekteydi.
Nazi Almanya’sıyla birlikte 1933 yılında çıkartılan yasayla, 350 bin
akıl hastası, 30 bin çingene ve yüzlerce zenci çocuk kısırlaştırılmış ve Yahudilerin Almanlarla cinsel ilişkide bulunmaları, evlenmeleri yasaklanmıştır.
Öjeni görüşünün büyük oranda gözden düşmesine ise, nazi toplama
kamplarında 6 milyon Yahudi, 750 bin Çingene ve 70 bin akıl hastasının
öldürülmesi neden olmuştur.
Ancak, 1950’lerden sonra, bireyin genetik yapısının değiştirilmesinin
mümkün olduğu ortaya çıkınca, tekrar öjenik hareketlerde bir canlanma görülmektedir.
1980’lerde, Singapur’da IQ’su yüksek olan bireylerin daha çok çocuk
sahibi olmasını teşvik eden bir yasa çıkarılarak, para desteği sağlanmıştır.
1995’de ise, Çin’de, yürürlüğe giren Ana Çocuk Bakımı Yasası, evlenecek olan kadın ve erkeğin ağır genetik hastalıklar, AIDS, Bel soğukluğu,
frengi ve cüzzam gibi bulaşıcı hastalıklar ve akıl hastalıkları açısından tıbbı
kontrolden geçirilmesini öngörmektedir. Doğacak olan çocukta, bu tür hastalıklardan herhangi birinin bulunması olasılığında, evlenmeye, kısırlaştırma
kaydıyla izin verilmektedir. (Köküöz, 1996:18-19)
İletişim 2003/17
220
Çetin Murat HAZAR
Bütün bu öjenik hareketlere rağmen, insan kopyalama gibi bir düşüncenin akla bile getirilmemesini ileri sürenler olduğu gibi, bunun önüne set
çekilemeyecek bir gelişme olduğunu ve doğru yolda kullanılmasının insanlığın faydasına olacağını söyleyenlerde bulunmaktadır.
Konuya olumlu yaklaşanlara göre, üreme özgürlüğü çok kuvvetli bir
biyolojik bir dürtü olup, korunması gereken temel bir haktır. Bir işlemin
ahlaki olarak değerlendirilmesi, onu yapma amacına da bağlı olduğundan,
bütün yolların denendiği ve çarelerin tüketildiği bir durumda, bu yolla çocuk
sahibi olmanın doğru bir tavır olduğu ileri sürülebilmektedir. (Tunçbilek,
1997:47)
Ayrıca, özellikle post-humanistlerin dillendirdiği gibi, eşey hücrelerine yapılabilecek olan bir müdahalenin gelecek nesillerin de yaşamlarını etkileyebileceği kabul edilmekle birlikte, yeni nesilin genlerinden memnun olmaması durumunda, onları yeniden değiştirebilme özgürlüğüne sahip olunması gerektiği ileri sürülmektedir. Böylece, nesillerin kendi yaşamlarını
belirleme haklarının ellerinden alınmayacağı belirtilmektedir.
Biyoteknolojinin reddedilmesi yerine, üzerinde dikkatli bir şekilde düşünülmesi, topluma, Hindistan’daki Bhopal’da metilizosiyanat sızmasında
görülene benzer kazaları çıkmadan önleme veya çıktığında baş edebilme
olanaklarını sağlayacağından önemlidir.
Bilimsel bir yaklaşımla ise, orijinal ile klonun karşılaştırılmasından,
günümüzde de pek bilinmeyen ancak sadece tahmin edilen ve çözümlenemeyen durumlarda kendisine atıfta bulunulan çevresel etkilerin ne derecede
etkin olduğu araştırılabilecektir.
Bütün bunlara karşın, genetik yapıları insan eliyle biçimlendirilmiş
organizmaların kaza ile çevreye yayılmaları, her an karşılaşılabilecek bir
durumdur (Dingell, 1087:145). Böyle bir şey toplumsal yaşamda bir kargaşaya yol açabilecektir. Ele alınan bir mikroba veya virüse doğal olarak ürettiğinden farklı toksinler ürettirebilme, patojenlerin (hastalığa neden olan
etmenlerin) çoğaldıkları yerleri ve çoğalma yollarını değiştirebilme yeteneğimizi arttırmaktadır. Bu yolla yeni ve eskilerden daha tehlikeli silahların
İletişim 2003/17
Genetik, Klonlama ve Gen-Etik
221
geliştirilebilmesi olanağı ve ileride biyolojik savaşın, terörizmin büyük bir
tırmanma göstermesi ihtimali ortaya çıkabilecektir.
Daha kısa vadede ise, akademik organlardan, dini cemaatlere kadar
sasıyız grup gelişmeleri kendi görüşlerine uydurmak çabasıyla kısır tartışmalara girebilecekdir. Budist bir rahibin, Dolly’nin geçmiş yaşamında ne gibi
bir kabahat işleyip de bu yaşama klonlanmış olarak gelmeyi hak ettiği üzerine kafa yorması veya bazı feministlerin, geleceğin toplumlarında erkeklere
gerek kalmayacağını, kadınların kendilerini kolanlayarak üreyeceklerini ileri
sürmeleri bunlara birer örnek teşkil edebilecektir (Kurtuluş, 1997:47-48).
Kaynaklar
Abelson, Philip H. (1987). “Recombinant DNA Araştırmalarının Yönetilmesi”. Çev. Erhan Göksel ve Alaettin Şenel. Biyoteknoloji Genetik
Mühendisliği ve İnsanlığın Geleceği. Ankara: V Yayınları.
Başak, Nazlı (1993). “Yeni İnsan Yaratmanın Neresindeyiz? Yaşamın
Molekülü Genetik ve İnsanın Çözülen Sırları”. Yarınına Koşan Bilim. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Cohen, Daniel (1995). Umudun Genleri. Çev. Yeşim Küey. İstanbul:
Kesit Yayıncılık.
Çırakoğlu, Beyazıt (1993). “Yeni İnsan Yaratmanın Neresindeyiz?
Yaşamın Molekülü Genetik ve İnsanın Çözülen Sırları”. Yarınına Koşan
Bilim. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Çırakoğlu, Beyazıt (1997). “Koyun Kopyalama Üzerine”. Bilim ve
Teknik Dergisi, 353 (Nisan 1997). Ankara: Tübitak Yayınları.
Demirsoy, Ali (1995). Kalıtım ve Evrim. Ankara: Meteksan Matbaası.
Dingell, John D. (1987). “Biyoteknolojinin Yasal Düzenlemeler Dışında Yarattığı Sorunlar Nelerdir?”. Biyoteknoloji Genetik Mühendisliği
ve İnsanın Geleceği. Çev. Erhan Göksel ve Alaeddin Şenel. Ankara: V Yayınları.
İletişim 2003/17
222
Çetin Murat HAZAR
Donady, J. James (1987). “DNA Nedir?”. Biyoteknoloji Genetik
Mühendisliği ve İnsanın Geleceği. Çev. Erhan Göksel ve Alaeddin Şenel.
Ankara: V Yayınları.
Gözükırmızı, Nermin (1993). “Yeni Yaratıcılar İşbaşında. İnsanın Evrime Doğaya Müdahalesi Nereye Kadar?”. Yarınına Koşan Bilim. İstanbul:
Yapı Kredi Yayınları.
Grobstein, Clifford (1987). “Doğaya Karışma Yolunda Yeni Bir Çağın
İnişi”. Biyoteknoloji Genetik Mühendisliği ve İnsanın Geleceği. Çev.
Erhan Göksel ve Alaeddin Şenel. Ankara: V Yayınları.
Hanson, Earl D. (1987). “Yetkinlik Ayartması: Genetik Karışma Çağı
Başlıyor”. Biyoteknoloji Genetik Mühendisliği ve İnsanın Geleceği. Çev.
Erhan Göksel ve Alaeddin Şenel. Ankara: V Yayınları.
Harre, Rom (1996). Büyük Bilimsel Deneyler. Çev. Sinan Kılıç. Ankara: Tübitak Yayınları.
Hoagland, Mahlon B. (1996). Hayatın Kökleri. Çev. Şen Güven. Ankara: Tübitak Yayınları.
Jacop, François (1996). Mümkünlerin Oyunu. Çev. Turhan Ilgaz. İstanbul: Kesit Yayıncılık.
Kiefer, I. Barry (1987). “Recombinant DNA: Yolaçtığı Tartışmalar ve
Sahip Olduğu Gizilgüçler”. Biyoteknoloji Genetik Mühendisliği ve İnsanın Geleceği. Çev. Erhan Göksel ve Alaeddin Şenel. Ankara: V Yayınları.
Köküöz, Ayşe Nur (1996). “20. Yüzyıldan 21. Yüzyıla Gen-etik Genetik”. Bilim ve Teknik Dergisi, 339 (Şubat 1997). Ankara: Tübitak Yayınları.
Kurtuluş, Özgür (1997). “Genetik Kopyalama”. Bilim ve Teknik
Dergisi, 353 (Nisan 1997). Ankara: Tübitak Yayınları.
Levin, Simon A. Ve Mark A. Harwell (1987). “Genetik Mühendisliğiyle Türetilmiş Organizmalar ve Çevre Riskleri”. Biyoteknoloji Genetik
Mühendisliği ve İnsanın Geleceği. Çev. Erhan Göksel ve Alaeddin Şenel.
Ankara: V Yayınları.
İletişim 2003/17
223
Genetik, Klonlama ve Gen-Etik
Luria, Salvador E. (1987). “Recombinant DNA Teknolojisinin Etik ve
Akademik Yönleri”. Biyoteknoloji Genetik Mühendisliği ve İnsanın Geleceği. Çev. Erhan Göksel ve Alaeddin Şenel. Ankara: V Yayınları.
Monod, Jacques (1983). Raslantı ve Zorunluluk. Çev. Vehbi
Hacıkadiroğlu. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.
Öztürk, Mehmet (1997). “Gen Mühendisliği Yoluyla Koyun Klonlama”. Bilim ve Teknik Dergisi, 353 (Nisan 1997). Ankara: Tübitak Yayınları.
Swanson, Robert A. (1987). “Bilim ve İş Çevreleri: İnsan Gereksinmelerinin Karşılanmasında Elele”. Biyoteknoloji Genetik Mühendisliği ve
İnsanın Geleceği. Çev. Erhan Göksel ve Alaeddin Şenel. Ankara: V Yayınları.
Tolun, Aslı (1993). “Yeni İnsan Yaratmanın Neresindeyiz? Yaşamın
Molekülü Genetik ve İnsanın Çözülen Sırları”. Yarınına Koşan Bilim. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Tunçbilek, Ergül (1997), “Klonlama Etiği”. Bilim ve Teknik Dergisi,
353 (Nisan 1997). Ankara: Tübitak Yayınları.
(http://conventions.coe.int/treaty/en/treaties/html/164.htm).
İletişim 2003/17
Çetin Murat HAZAR
224
Özet
Bu makalede, genetik çalışmalarının ve klonlamanın getirdiği meselelerin etik boyutu, birey-ekosistem, birey-birey ve birey-toplum ilişkileri bakımından irdelenmektedir.
Abstract
In this article it has been dealt with the ethical dimensions of problems
brought by cloning, by view of individual-ecosystem, individual-individual,
and individual-society.
İletişim 2003/17
Kaynakların Düzenlenmesi
Metin içinde kaynak gösterme
1- Ana metindeki tüm göndermeler metin içi dipnot sistemi ile
belirtilir. Metinde uygun yerde parantez açılarak, yazarın veya yazarların
soyadı, yayın tarihi ve alıntılanan sayfa numarası belirtilir. Aynı kaynaklara
metinde tekrar gönderme yapılırsa yine aynı yöntem uygulanır, a.g.e., a.g.m.
gibi kısaltmalar kullanılmamalıdır. Örnek: (Okay, 2000:71-76)
2- Alıntılanan yazarın adı, metinde geçiyorsa, parantez içinde yazarın
adını tekrar etmeye gerek yoktur. Örnek: Özer (1995:57), düşünce
alışkanlıklarının “Ben” değeri toptancılığının ve tiryakiliğinin, en dolaysız
ifadesi olduğunu söylemektedir.
3- Gönderme yapılan kaynak iki yazarlı ise, her iki yazarın da
soyadları kullanılmalıdır. Örnek: (Postman ve Powers, 1996:122)
4- Yazarlar ikiden fazlaysa ilk yazarın soyadından sonda “vd.” ibaresi
kullanılmalıdır. Örnek: (Keyman vd., 1996:149)
5- Gönderme yapılan kaynaklar birden fazlaysa, göndermeler noktalı
virgülle ayrılmalıdır. Örnek: (Erdoğan, 1997:150; Gürbilek, 1993:61)
6- Metin içinde yer alması uygun görülmeyen açıklamalar için sayfa
altı dipnot yöntemi kullanılmalı ve bu notlar metin içinde 1,2,3, şeklinde
sıralanmalıdır. Bu not içinde yapılacak göndermelerde de yukarıdaki yöntem
uygulanmalıdır.
Kaynakçanın Düzenlenmesi
1- Kaynakçada, sadece yazıda gönderme yapılan kaynaklara yer
verilmeli ve yazar soyadına göre alfabetik sıralama izlenmelidir.
2- Bir yazarın birden çok çalışması kaynakçada yer alacaksa yayın
tarihine göre eskiden yeniye doğru bir sıralama yapılmalıdır. Aynı yılda
İletişim 2003/18
yapılan çalışmalar için “a”, “b”, “c,” ibareleri kullanılmalıdır ve bunlar metin
içinde yapılan göndermelerde de aynı olmalıdır.
Kitap
Bostancı, M. Naci (1995). Toplum, Kültür ve Siyaset. Ankara: Vadi
Yayınları.
Çeviri Kitap
Postman, Neil ve Steve Powers (1996). Televizyon Haberlerini
İzlemek. Çev. Aslı Tunç. İstanbul: Kavram Yayınları.
Derleme Kitap
Tufan, Hülya, der. (1995). Kamuoyu Kimin Oyu? İstanbul: Kesit
Yayıncılık.
Derleme Kitapta Makale
Bourdieu, Pierre (1995). “Kamuoyu Yoktur”. Çev. Hülya Tufan.
Kamuoyu Kimin Oyu?, der. Hülya Tufan. İstanbul: Kesit Yayıncılık.
Dergide Makale
Üstünler, Fahriye (2000). “Türkiye’de Demokrasi Tartışmalarının
Düşünsel Arka Planı: 1845-1950”. ODTÜ Geliştirme Dergisi, 27(1-2):183206.
Yayınlanmamış Tez
Yıldırım Becerikli, Sema (1999). Örgüt Kültürü Oluşumunda
Örgüt İçi İletişimin Rolü: Departmanlı Mağazacılık Sektöründe İç
Halkla İlişkiler Açısından Bir Değerlendirme: Beğendik A.Ş. Örneği.
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü.
İletişim 2003/18
Tebliğ
Kaymas, Serhat (2001). “Küreselleşme, Etnik Göç ve Ulus Devlet
Üzerine Bir Değerlendirme”, ODTÜ 7. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi,
21-23 Kasım, Ankara.
İnternette Makale
Atabek,
Ümit
(1998).
Http://www.ilet.gazi.edu.tr. 28.10.1998.
“İletişim
Teknolojileri”.
İletişim Dergisinin Temin Edileceği Şahıslar ve Üniversiteleri
Anadolu Üniversitesi: Yrd. Doç. Dr. Banu Dağtaş, Atatürk
Üniversitesi: Ar. Gör. Elif Küçük, Başkent Üniversitesi: Öğr. Gör. Serpil
Aygün Cengiz, Ege Üniversitesi: Ar. Gör. Olcay Canbudak, Fırat
Üniversitesi: Ögr. Gör. Basri Barut, Kocaeli Üniversitesi: Ar. Gör. İhsan
Karlı, İstanbul Üniversitesi: Ar. Gör. Ayşe Cengiz, Ar. Gör. Selçuk
Hünerli, Selçuk Üniversitesi: Ar. Gör. Aldullah Koçak, Maltepe
Üniversitesi: Yrd. Doç. Dr. Pınar Erkarslan.
Katkılarından dolayı kendilerine teşekkür ederiz.
İletişim 2003/18
Yazı Teslim Kuralları
1- Dergiye gönderilecek yazılar, Word 6.0 ve üstü versiyon (IBM
uyumlu) programında yazılmış olmalıdır.
2- Bir buçuk aralıklı olarak Times New Roman yazı karakteriyle 12
punto olarak yazılan ve sayfanın tek yüzüne basılan yazılar 3 kopya olarak
bir adet disketle birlikte yayın kuruluna teslim edilmelidir.
3- Makalelerin kaynakça ile birlikte 20 sayfayı geçmemesi tercih
edilir. Makalelerin 150 kelime civarında İngilizce ve Türkçe özetleri de
yazıyla birlikte gönderilmelidir. Özette, araştırmanın kapsamı ve amacı
belirtilmeli, kullanılan yöntem tanımlanmalı ve ulaşılan sonuçlar kısaca
verilmelidir.
4- Yazıda paragraflar girintili olmalıdır.
5- Dergiye gönderilecek yazıların başka bir yerde yayınlanmamış
olması ya da yayın için değerlendirme aşamasında bulunmaması gerekir.
6- Yazar ismi ya da isimleri makalede değil, makaleye iliştirilecek
kapak sayfasında yer almalıdır. Bu kapak sayfasında, yazar isimleri dışında
metin başlığı, yazarın adresi, telefon varsa e-posta veya faks numaraları yer
almalıdır.
7- Hakem raporları doğrultusunda yazarlardan, yazılarında bazı
düzeltmeler yapmaları istenebilir.
8-Yazının yayımlanması konusunda son karar yayın kuruluna aittir.
Yayın kurulu kararına ilişkin bir mektup, hakem değerlendirmelerinin birer
fotokopisiyle birlikte en kısa sürede yazarlara gönderilir.
Yazıların Gönderileceği Adres:
İletişim Dergisi
G.Ü. İletişim Fakültesi, Bişkek Cad. 81. Sok. 06510 Emek/ANKARA
İletişim 2003/18

Benzer belgeler