PDF - İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Transkript
PDF - İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Türk Basınında Kamuoyu Araştırmaları Doç. Dr. Necdet ATABEK∗ Giriş Demokratik toplumlarda kamuoyu demokratik siyasal sistemin en önemli unsurlarından biridir. Kamuoyunun çeşitli konulardaki görüşlerini ve eğilimlerini ortaya çıkarmayı amaçlayan kamuoyu araştırmaları da bu nedenle büyük bir önem kazanır. Siyasal iktidarlar ve çeşitli güç odakları, kamuoyu araştırmaları sayesinde toplumun geniş kesimlerinin belirli konulardaki görüşlerini öğrenme ve politikalarını bu bilgilerden yararlanarak planlama olanağına kavuşurlar. Diğer taraftan, toplum da kamuoyu araştırmaları sayesinde çeşitli sorunlar karşısındaki görüşlerini siyasal iktidara ve diğer toplumsal güç merkezlerine iletir. Şayet gazeteler kamuoyu araştırmalarına ilgi göstermeseydi, bu araştırmalardan elde edilecek sonuçlar sadece belirli karar merkezlerinin ve güç odaklarının belirli amaçlarına hizmet etmekle sınırlı kalırdı. Gazeteler, kamuoyu araştırması sonuçlarını toplumun geniş kesimlerine ulaştırarak demokrasinin gelişmesine hizmet ederler. Türkiye’de gazetelerde sonuçları yayınlanan kamuoyu araştırmaları zaman zaman tartışma gündemine gelmektedir. Ancak, söz konusu kamuoyu araştırmalarının hangi sıklıkla yayınlandığına ve hangi konuları kapsadığına ilişkin kapsamlı araştırma bulunmamaktadır. Bu makalede söz konusu durum incelenmesi gereken bir sorun olarak ele alınmaktadır. Çalışmada ilk olarak kamuoyu araştırmalarının işlevleri ve anlamı tartışılacaktır. Daha sonra, kamuoyu araştırmalarının dünyadaki ve Türkiye’deki gelişiminden söz edilecektir. Son olarak da Hürriyet, Milliyet ve Sabah gazetelerinde 1983-2002 yılları arasında yayınlanan kamuoyu araştırmaları yayınlanma ∗ Doç. Dr. Anadolu Üniversitesi, İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü İletişim 2003/17 2 Necdet ATABEK sıklığı, araştırmalarda ele alınan konular, araştırmaları yapan kuruluşlar ve araştırmaların yayınlanma süreleri bakımından karşılaştırmalı olarak analiz edilecektir. Kamuoyu Araştırmalarının İşlevleri Kamuoyu araştırmaları toplumun tümünün veya belirli kesimlerinin bir sorun karşısındaki tutum ve düşüncelerini ortaya çıkarmak için yapılır (Küçükkurt, Bir ve Yeles, 1987:137-149). Toplumsal davranış, beklenti ve yönelimlerin ortalama görüntüsünü belirleme amacını güden kamuoyu araştırmaları; kamunun bütününü veya belirli kesimlerini oluşturan bireylerin sosyal, ekonomik, kültürel veya siyasal düşünceleriyle ilgili bilgilerin derlenmesini sağlamaktadır (Yeğenoğlu, 1988:1). Bugün kamuoyu araştırmalarından söz edildiğinde genel olarak medya kuruluşlarının yaptığı okuyucu araştırmaları, ticari kuruluşların yaptırdığı pazar araştırmaları ve çeşitli kuruluşların toplumsal, siyasal, ekonomik vb. konularla ilgili olarak yaptırdıkları eğilim belirleme araştırmaları anlaşılmaktadır. Kamuoyu araştırmaları günümüzde kamuoyunun siyasi aday, lider ve parti tercihlerini belirlemede ve çeşitli siyasal sorunlar karşısındaki eğilimlerini saptamada sıklıkla kullanılır. Modern demokrasilerde siyasal iktidarın kamuoyunun düşüncelerine ve eğilimlerine önem vermesi sistemin kuralları gereğidir (Bektaş, 1996:190-191). Kamuoyunun görüşlerini göz ardı eden yönetimler ve siyasetçiler uzun süre iktidarda kalamazlar (Milburn, 1998:39). Kamuoyu araştırmalarının toplumda ne tür işlevlere sahip olduğu veya ne gibi etkiler yarattığı sorgulanması gereken bir husustur. Kamuoyu araştırmalarının önemi şu işlevleri yerine getirmesinden kaynaklanır (Lake ve Harper, 2002:12): 1- İnsanların belirli konulardaki düşüncelerini ortaya çıkarır. 2- İnsanların nelerin farkında olduğunu ve neleri bildiğini öğrenmede yardımcı olur. 3- Siyasi objeler ve gelişmeler hakkında insanların ne tür duygu, düşünce, değerlendirme ve oy verme davranışlarına sahip olduklarını belirler. 4- İnsanların hangi sosyal ve siyasal özelliklere sahip olduğunu, hangi olay veya konu ile ilgilendiklerini ve değişik olaylarla ilgili bilgileri nerelerden aldıklarını gösterir. Tosun (1993:131-142) da kamuoyu İletişim 2003/17 Türk Basınında Kamuoyu Araştırmaları 3 araştırmalarının toplumsal yaşamdaki işlevlerini şöyle sıralamaktadır: 1Toplumda siyasilere bilgi akışı sağlamak, 2- Kamu için ayna işlevi görmek, 3- Kamuoyunu değiştirme işlevi, 4- Uygulanacak politikaları biçimlendirme işlevi, 5- Zaman içindeki değişimleri gösterme işlevi, 6- Bilinmeyen ve tartışmalı konularda kamuoyuna ağırlık kazandırma işlevi, 7- Azınlık görüşlerine yer verme işlevi. Kamuoyu Araştırmalarının Anlamı Kamuoyu araştırması, “alt bir gruba veya daha büyük bir gruba genelleştirmek için kullanılan örneklemden veya örneklemin elde edildiği popülasyondan sistematik, bilimsel ve tarafsız bilgi toplama işlevidir.” (Lake ve Harper, 2002:11). Kamuoyu araştırmaları nitel (kalitatif) ve nicel (kantitatif) olmak üzere iki temel yöntemle yapılır (Tufan, 1995:11-12). Sayısal bir sonuç elde etmeye yönelik olmadığından nitel kamuoyu araştırmalarında görüşülen kişilerin araştırma evreninde aranan belirli özelliklere sahip olması istenir ancak “tam temsiliyet” koşulu aranmaz. Nicel kamuoyu araştırmalarında ise sayısal temsiliyet temel olduğundan, araştırma evrenini hatasız olarak temsil edecek örneklem kitlesinin seçimi büyük bir öneme sahiptir. Nicel kamuoyu araştırmalarının en yaygın tekniği ankettir. Lake ve Harper’a (2002:14-15) göre dört tip kamuoyu araştırması vardır: 1- Derinlemesine Gözlem: Kamuoyu araştırmalarının en yaygın olanıdır. Kamuoyunun görüşlerini bir veya birkaç başlık altında ele alan 2060 dakika süren araştırmalardır. 2- Kısa Kamuoyu Araştırmaları: Belirli olayların, gelişmelerin ve stratejilerin kamuoyu üzerindeki etkisini ölçmek ve zaman içinde değişimini belirlemek için yapılan 10-15 dakika süren araştırmalardır. 3- Açıklayıcı Kamuoyu Araştırmaları: Kısa zaman dilimi içerisinde meydana gelen gelişmeleri açıklamak için kullanılır. Örneğin, her gece 5-10 dakika süre ile 100-200 kişilik küçük gruplara birkaç soruluk anket uygulanır. 4- Paneller: İnsanların görüşlerindeki değişiklikleri ve bunun nedenlerini ortaya çıkarmak için zamanın iki değişik noktasında aynı insanlara benzer sorular sorarak yapılan anket çalışmasıdır. İletişim 2003/17 4 Necdet ATABEK 20. yüzyıl boyunca bilim adamlarının bazıları kamuoyu kavramının geçirdiği değişiklikleri, kamuoyunun oluştuğu sosyal, siyasal ve psikolojik süreçleri incelerken diğer bazıları da kamuoyu araştırmalarının ölçüm teknikleri üzerinde yoğunlaştılar. Bu yaklaşımlardan birincisi sosyolojik model, ikincisi ise yığın modeli olarak adlandırılır (Price, 1992:.34). Sosyolojik modelde nitel araştırma yöntemleri tercih edilirken yığın modelinde ise nicel araştırma yöntemleri kullanılır. Sosyolojik modele göre kamuoyu akışkan ve karmaşık bir yapıya sahiptir. Kamuoyu bir sorun etrafında ve zaman içinde oluşur. Tartışma ile birlikte sorun değişik boyutlar kazandıkça, sorunla ilgilenen kamuoyunu oluşturan kişilerin sayısında da değişiklikler olur. Sosyolojik model, birey düşüncelerinin/kanaatlerinin biçimlendiği ve ifade edildiği kolektif süreçlerin incelenmesini önerir. Çünkü kamuoyu, “karşılıklı etkileşimin ve iletişimin” bir ürünüdür. Bu görüşü savunanlara göre kamuoyu konusundaki çalışmalar çeşitli sosyal ve siyasal süreçler üzerine yoğunlaşarak bunları açıklama çabası içinde olmalıdır. Sosyolojik modeli savunan Blumer’e göre kamuoyu toplumsal yapı içinde karşılıklı etkileşim ile üretilen ve gücü elinde bulunduran insanların dikkate değer bulduğu bir olgudur. Kaçınılmaz olarak da konuyla ilgili çıkar gruplarını, lobileri ve sorunla dolaylı bağlantısı bulunan bazı kesimleri ilgilendirir. Bu bilim adamına göre birbiri ile tamamen ilişkisiz bireyleri kendi toplumsal konumlarından soyutlayarak her birini eşit ağırlıkta değerlendiren bir örneklem biçimi, kamuoyu kavramının “gerçekçi” herhangi bir anlamıyla alay etmektir (Herbst, 1990:144). Yığın modelinde ise kamuoyu daha çok “bireysel düşüncelerin bir yığını” veya “kamuoyu araştırmacılarının ölçmeye çalıştığı şey” olarak algılanmaktadır. Bu modele göre “bir kişi bir oy” demektir ve bu yaklaşımı temel alan kamuoyu araştırmaları sayesinde toplumda çeşitli sorunlara ilişkin kamuoyu görüşleri ortaya çıkarılabilir. Bu formülleştirme, kamuoyunun çoğunluk görüşü olduğu şeklindeki görüşle tutarlılık gösterir. Kamuoyu araştırmalarında yığın modeline dayanmak büyük kolaylıklar sağlamaktadır. Bu model sayesinde araştırmacılar örneklem üzerinde çalışarak çeşitli konularda kamuoyu araştırmaları yapabilmektedirler. Başka bir deyişle, bu görüşü paylaşan araştırmacılar için anket yöntemi kullanarak İletişim 2003/17 Türk Basınında Kamuoyu Araştırmaları 5 örneklemde yer alan bireylerden bireysel düzeyde veriler toplayarak çeşitli sorunlar hakkındaki kamuoyu görüşünün ortaya çıkarılması mümkündür. Günümüzde pek çok kişi kamuoyunu anket çalışmalarıyla anlaşılabilecek, birey düşüncelerinin basit bir yığını olarak görmektedir. Kamuoyu Araştırmalarının Gelişimi Kamuoyu araştırmalarının ilk başladığı ülke Amerika Birleşik Devletleri’dir. ABD’de kurumsal bir temele dayalı ilk pazar araştırması 1879’da W.W. Ayer and Son adlı biçer döver makineleri imal eden bir firma tarafından gerçekleştirildi. Reklama yapılan harcamalar zamanla arttıkça, bu alana yapılan yatırımların verimliliğini ölçmek amacıyla David Starch adlı Amerikalı bir işadamı, 1927’de “Starch Readership Survey” adıyla okuyucu araştırmalarına başladı (Neyzi, 1990:13). Ancak ABD’de pazar araştırmalarının yaygınlık kazanması İkinci Dünya Savaşı sonrasında toplumun bir tüketim toplumuna dönüşmesiyle birlikte olmuştur (AbadanUnat, 1990:33). ABD’de eğilim belirlemeye yönelik ilk kamuoyu araştırmaları ilkel yöntemlerle yerel gazeteler tarafından seçim sonuçlarını tahmin etmeye yönelik olarak yapılmıştır. Bu kamuoyu araştırmalarından ilki 1824 yılında Harrisburg Pennsylvanian’da yayınlanmıştır. 19 yüzyıl boyunca zaman zaman basında görülen bu tür kamuoyu araştırmaları 20 yüzyıla gelindiğinde büyük bir yaygınlık gösterdi. Bunun bir nedeni, taşıdığı haber değerinden dolayı kamuoyu araştırmalarının okuyucu çektiğini gören ulusal yayın organlarının da kamuoyu araştırması işine el atmasıdır. Diğer nedeni ise toplumsal gelişmeyle birlikte insanların siyasal ve toplumsal olaylara ilgisinin artması ve kamuoyu araştırmalarına daha fazla ilgi göstermesidir. ABD’de ulusal yayın organları arasında ilk kez Farm Journal 1912’de, Literary Digest de 1916’da kamuoyu araştırmalarına sayfalarında yer verdi. Dünya’da düzenli ve kurumsal bir temele dayalı olarak bugünkü anlamda ilk kamuoyu araştırmaları ABD’de Elmor Roper ve arkadaşları tarafından Fortune Poll adı ile Temmuz 1935’de Fortune Dergisi’nde yayınlandı. Ekim İletişim 2003/17 6 Necdet ATABEK 1935’de George Gallup 35 gazeteye Gallup Poll adıyla hizmet vermeye başladı. 1936’da ise Archibald Crossley kamuoyu araştırması işine girdi. Bu araştırma kuruluşları 1936 yılında ABD Başkanı Roosevelt’in başkanlığı kazanacağını iyi bir şekilde tahmin ederek ilk başarılarını gösterdiler (Bradburn ve Sudman, 1989:28). 1950’li yıllara gelindiğinde artık bu kamuoyu araştırma şirketleri kullandıkları yöntemleri iyice geliştirmişlerdi ve belirli konularda düzenli aralıklarla araştırma yapar hale gelmişlerdi (Herbst, 1990:949). ABD’deki bu gelişmeler Avrupa ülkelerini etkilemekte gecikmedi. Bu ülkelerdeki araştırma şirketleri George Gallup’un önderliğinde İngiltere’de British Gallup Poll adıyla 1937’de, Fransa’da 1938’de, Avustralya’da 1940’da, Kanada’da 1941’de, Danimarka’da 1943’de, İsviçre’de 1944’de, Almanya, Finlandiya, Norveç ve İtalya’da da 1945-46 yıllarında birbiri ardına kuruldu (Buradburn ve Sudman, 1989:29). Medya kuruluşları, ABD’de 1960’lı yılların ikinci yarısından sonra, Avrupa ülkelerinde de 1970’li yıllarla birlikte özellikle seçim zamanları yapılan kamuoyu yoklamalarının en büyük finansman destekçisi oldular. Türkiye’de Kamuoyu Araştırmaları Kamuoyu konusunda Türkiye’de yayınlanan ilk ciddi çalışma Doç. Dr. Aydın Yalçın’ın 1945 yılında Siyasal İlimler Dergisi’nde yayınlanan “Efkarı umumiye” başlıklı yazısıdır. Adnan Adıvar’ın “Efkarı Umumiye” ve “Efkarı Umumiye Karşısında Hükümetler ve Kararlar” adlı iki makalesi de Şubat 1950’de Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanmıştır. 1952 yılında yayınlanan Prof. Yavuz Abadan’ın “Amme Hukuku ve Devlet Nazariyeleri” adlı kitabında da kamuoyu konusuna bir bölüm ayrılmıştır (Meray, 1954:257-258). Ayrıca Sadri Ertem’in 1932-1942 yılları arasında yazdığı kamuoyu konusunu da içeren Propaganda adlı kitabı, Duygu Sezer’in 1972’de kaleme aldığı Kamuoyu ve Dış Politika adlı eseri ve Osman Zümrüt’ün 1977’de yayınladığı İslamda Kamuoyu Oluşması adlı çalışması Türkiye’de kamuoyu konusunda yayınlanan ilk kitaplar arasında yer alır (Onaran:1984:8). Bu konuda Türkiye’de yazılan ilk doktara tezi de Nermin İletişim 2003/17 Türk Basınında Kamuoyu Araştırmaları 7 Abadan’ın 1956’da bitirdiği ve daha sonra kitap olarak bastırılan Halk Efkarı Mefhumu ve Tesir Sahaları adlı çalışmasıdır. Türkiye’de kamuoyu konusunda ilk ders 1955 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde, daha sonra da aynı üniversitenin bugünkü adıyla İletişim Fakültesi’nde okutulmaya başlamıştır. Türkiye’de siyasal nitelikli kamuoyu araştırmalarının ortaya çıkışı 1950’li yıllarla birlikte başlar. Tek partili siyasal yaşama geçilmesinin ardından 1950 seçimleriyle birlikte Cumhuriyet Halk Partisi uzun süren tek parti iktidarını kaybetmiştir. İktidara gelen Demokrat Parti, seçim öncesinde de vaat ettiği gibi iktidarının ilk yıllarında basına belli özgürlükler ve kolaylıklar sağlamıştır. Ülkenin ekonomik bakımdan kalkınması için liberal politikalar hayata geçirilmeye çalışılmış ve özel girişimciler desteklenmiştir. 1950’lerin ilk yıllarında gerçekleştirilen siyasal nitelikli ilk kamuoyu araştırmaları gazeteler tarafından yapılmıştır. Ancak bu araştırmalar bilimsellikten uzaktı. Örneğin, gazeteler İstanbul’da Gülhane Parkı’na ya da miting alanı gibi kalabalık yerlere seçim sandıkları koyuyor ve halka “Seçimlerde kime oy vereceksiniz?” diye sorarak kamuoyu araştırması yapıyorlardı. Bu sandıklarda zaman zaman onbinlerce kişi oy kullanıyordu. Buradan elde edilen sonuçlarda gazetelerin birinci sayfalarından okuyuculara duyuruluyordu (Esmer ve Gücelioğlu, 1990:127-140). 1950’li yıllarda Türkiye’de bilimsel yöntemlerle siyasal nitelikli kamuoyu araştırmaları yapacak ticari kuruluşlar henüz ortaya çıkmamıştı. Akademik çevreler tarafından bu konuda gösterilen çabalar da henüz emekleme aşamasındaydı. 1955’de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi bünyesinde bir ara kurulan Siyasal Halk Oyu Araştırma Grubu’nun (SİHAG) çalışmaları da bürokratik engeller nedeniyle süreklilik kazanamadı (Abadan-Unat, 1990:35). Türkiye’de kamuoyu araştırmaları ilk kez 1960’larda Prof. Dr. Nermin Abadan-Unat tarafından başlatılmıştır. Abadan-Unat’ın yabancı kuruluşlar için politik konularda yaptığı bu araştırmaların sonuçları genellikle yurtdışında yayınlandı. Prof. Dr. Mübeccel Kıray da “Ereğli İletişim 2003/17 8 Necdet ATABEK Araştırması”nın birincisini 1960’larda gerçekleştirdi. İstanbul Ticaret Odası, Prof. Dr. A. Hart’a Gaziosmanpaşa gecekonduları, Amerikan U.S.I.S. Bürosu da PEVA’ya dergi ve gazete okuma alışkanlıkları hakkında araştırmalar yaptırdı (Neyzi, 1990:16). 27 Mayıs 1960 askeri darbesini takip eden günlerde askeri idare ve sıkıyönetim koşullarında piyasa araştırmaları bile izine bağlı olarak yapılabiliyordu. İzin alma zorlukları, anketörlerin polis tarafından sorguya çekilmeleri ve diğer güçlükler gerek üniversitelerde gerekse özel sektörde araştırmacıları sosyal ve siyasal konularda kamuoyu araştırmaları yapmaktan uzak tutmuştur (Neyzi, 1990:16). Bu dönemde özel izinle gerçekleştirilen araştırma sonuçları bile çekingenlik nedeniyle gazetelerde yayınlanamıyordu. 1960 yılında Türkiye’deki sektörel gelişmeleri makro düzeyde izleyebilmek ve kalkınma planlarını yapabilmek için Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) kuruldu. DPT’nin anaçlarını gerçekleştirebilmek için yatırım yapacak yerli ve yabancı kuruluşlara piyasa araştırmaları yaptırması gerekiyordu. Bu dönemde yerli firmaların yanı sıra bazı yabancı kuruluşlar da üniversitelerle işbirliği yaparak kamuya ve özel kuruluşlara ait çeşitli araştırma fonlarını kullanmaya başladılar. Böylece piyasa koşullarının gelişmesi nedeniyle değil de dışarıdan bir müdahale ile (devlet müdahalesiyle) özellikle piyasa araştırmalarına yönelik bir talep doğdu. 1960’lı yılların sonunda devletin getirdiği teşvik uygulaması da ülkemizde araştırma bilincinin gelişimini olumsuz yönde etkileyen unsurlardan biridir. Bu dönemde yerli ve yabancı yatırımcılara devletten teşvik alabilmeleri için belirli koşulları yerine getirmenin yanı sıra yapılabilirlik (fizibilite) çalışması zorunluluğu da getirildi. Araştırma talebinde bulunan kuruluşların büyük çoğunluğu gerçekten yapacakları yatırımın yapılabilir olup olmadığından daha çok teşvik belgesi almakla ilgilendiler. Bu nedenle de araştırmaları, yerine getirilmesi gereken bir formalite olarak gördüler ve sonuçlarından gerektiği gibi yararlanmadılar (Kongar ve diğerleri, 1989:5-10). İletişim 2003/17 Türk Basınında Kamuoyu Araştırmaları 9 Türkiye’deki kamuoyu ve piyasa araştırmaları bakımından 1970’li yılları iki dönemde incelemek gerekir. İlk beş yıllık dönem 12 Mart 1971 askeri muhtırasının yol açtığı ara rejim döneminin olumsuz koşullarını aşmakla geçmiştir. Her askeri idare ve sıkıyönetim döneminde olduğu gibi bu dönemde de kamuoyu ve piyasa araştırmaları rahatça yapılamamıştır. 1975’den itibaren ise siyasal amaçlı ve piyasaya yönelik araştırmalarda görece olarak bir canlanma gözlenmiştir. Toplumun sosyoekonomik yapısındaki gelişmeler bunda önemli bir rol oynamıştır. Özellikle yerli firmaların büyümeleri ve zenginleşmeleri onları batıda uygulanan tekniklerden yararlanmaya yöneltmiştir. Bu bağlamda pazarlama ve imaj araştırmaları ile reklamcılık çalışmalarında görülen talep artışı çok sayıda araştırma şirketinin kurulmasına da yol açmıştır. Basın tarafından ilk geniş çaplı kamuoyu yoklaması 1975 yılında ara seçim öncesi Milliyet Gazetesi tarafından Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Mensubu bir grup akademisyene yaptırıldı (Abadan-Unat, 1990: 46).1977 seçimleri öncesinde Politika Gazetesi ve 1978’de de Tercüman Gazetesi siyasal amaçlı kamuoyu araştırması yaptırmışlardır (Kongar ve diğerleri, 1989:6). 1980’li yıllara gelinceye kadar Türkiye’de kamuoyu araştırmalarının kurumsal bir temele dayalı olarak düzenli bir şekilde belli aralıklarla yapılmadığı göze çarpmaktadır. Bunun başlıca nedeni siyasal partilerin, basının ve daha önemlisi toplumun kamuoyu araştırmalarına yönelik belirgin bir talep oluşturamamasıdır. 12 Eylül 1980 darbesinin ardından 1983 genel seçimleriyle birlikte Türkiye’de kamuoyu ve piyasa araştırmaları alanında büyük bir patlama yaşanmıştır. Bu gelişmenin siyasal ve ekonomik nedenlerini ayrı ayrı ele almak gerekir. Siyasal nitelikli kamuoyu araştırmalarının artmasındaki başlıca neden 12 Eylül 1980’de gelen askeri yönetimin eski siyasi partileri kapatması ve 1983’e kadar süren ara rejim döneminde siyasal bir belirsizlik yaşanmış olmasıdır. Bu ara dönem ve siyasal yasaklamalar nedeniyle halkın geleneksel haber alma kanalları kapanmıştır. Bu gelişmelerin doğal sonucu olarak da halkın siyasal ortam ve eğilimler hakkında bilgi alma gereksinimi İletişim 2003/17 10 Necdet ATABEK artmıştır. Öncekilerin kapatılmış olması nedeniyle Türkiye 1983 seçimlerine tamamen yeni siyasal partiler ve kadrolarla giriyordu. Bu nedenlerden dolayı 1983 seçimleri öncesi basının yaptırdığı kamuoyu araştırmalarına karşı toplum yoğun bir ilgi göstermiştir (Kongar ve diğerleri, 1989:10). Türkiye’de kamuoyu ve piyasa araştırmalarının özellikle 1983 yılından başlayarak ivme kazanmasının başlıca nedeni 1980-83 yılları arasında yaşanan ekonomik yapı değişikliğidir. 24 Ocak 1980 kararlarıyla başlayan ekonomide yeniden yapılanma dönemi 1983 seçimleri sonrası iktidara gelen siyasi kadrolar tarafından benimsenmiş ve hızla uygulanmıştır. İthalatın serbest bırakılması, ihracatın teşvik edilmesi, rekabetin desteklenmesi ve özelleştirme çabaları bu sürecin belli başlı ayırt edici özelliklerini oluşturuyordu. Ekonomide bu gelişmeler sonucu özellikle yabancı sermayenin Türkiye’ye ilgisi arttı. Aynı dönemde yerli firmalar da oluşmaya başlayan tam rekabet koşullarına ayak uydurabilmek ve dışa açılabilmek için piyasa araştırmalarına önem vermeye başladılar. 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren ise talebin gerçekçi olmaya başlamasıyla birlikte piyasa araştırmaları, okuyucu araştırmaları ve ülke düzeyinde gerçekleştirilen kamuoyu araştırmaları yaygınlık kazandı. Medya kuruluşları 1983 Milletvekili Genel Seçimi ile birlikte kamuoyu araştırmalarını finansman olarak desteklemişler ve bu araştırmaların sonuçlarına sayfalarında kapsamlı olarak yer vermişlerdir. Böylece kamuoyu araştırmaları medya sayesinde Türk halkının yaşamına daha önce görülmedik ölçüde girmiş ve giderek yaygınlaşmıştır. Bu yıllarda basında sonuçları yayınlanan kamuoyu araştırmalarının seçmeni yönlendirebileceği ve bu durumun yol açabileceği olası olumsuzluklar henüz tartışma gündeminde değildi. Dolayısıyla kamuoyu araştırmalarının gazetelerde yayınlanması konusu spesifik olarak yasal düzenlemelere bağlanmamıştı. Yasalarda sadece seçim dönemlerinde siyasi partilerin propaganda çalışmalarını radyo ve televizyonlar aracılığıyla nasıl yürüteceklerini düzenleyen maddeler vardı. Kıyaslama yoluyla bu yasal düzenlemelerden, seçime 24 saat kalıncaya kadar kamuoyu araştırmalarının gazeteler tarafından yayınlanmasını engelleyen bir hüküm olmadığı anlaşılıyordu. Ancak, zamanla medyanın kamuoyu araştırmalarına ilgisi İletişim 2003/17 Türk Basınında Kamuoyu Araştırmaları 11 arttıkça bu araştırmaların okuyucular üzerindeki olası yönlendirme etkisi de daha şiddetli bir şekilde tartışılmaya başlandı. Bu gelişmeler sonucu, 13 Nisan 1994’de kabul edilen 3984 Sayılı Radyo ve Televizyon Kuruluş ve Yayınları Hakkındaki Kanun’un 32. Maddesi ile kamuoyu araştırması sonuçlarının medyada yayınlanması, seçimlerde oy verme gününden yedi gün öncesinden itibaren yasaklandı. Kamuoyu araştırması sonuçlarının medyada yayınlanmasını engellemeye yönelik bir başka yasal düzenleme de 1995 Milletvekili Genel Seçimi’nin yapılmasına ilişkin yasanın Resmi Gazete’de yayınlanması sırasında getirilmiştir. Bu yasal düzenlemeyle birlikte Türkiye’de seçim kampanyası döneminde kamuoyu araştırmalarının medyada yayınlanması yasaklanmıştır (Resmi Gazete, 22448:53:54). Bu durum karşısında medya kuruluşları getirilen yasağı çeşitli şekillerde delme çabasına girdiler. Kamuoyu araştırması sonuçları bazen gazetelerin köşe yazıları içinde yayınlandı, bazen yabancı yayın organlarının yaptığı araştırma sonuçları ilan edildi, bazen de bizzat siyasetçiler tarafından basın toplantıları düzenlenerek açıklandı. Ancak, medyada yayınlanan kamuoyu araştırmaları eski canlılığına asla kavuşamadı. 2002 Milletvekili Genel Seçimi öncesinde ise Yüksek Seçim Kurulu, yazılı basında seçimlerde oy verme gününe yedi gün kalıncaya kadar kamuoyu araştırması sonuçlarının yayınlanabileceğini ilan etmiştir (Resmi Gazete, 24840:14). Bu kararın alınmasında, daha önceki yasakların toplum ve medya tarafından hoş karşılanmamasının yanı sıra Avrupa Birliği’ne üye ülkelerdeki uygulamalara uyum çabasının rolü de olmuştur. Araştırmanın Amacı ve Yöntemi Günümüzde hemen hemen her konuda yapılan kamuoyu araştırmaları modern toplumların gündelik yaşamlarında önemli bir yere sahiptir. Dünyada kamuoyu araştırmaları kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması ile birlikte ivme kazanmıştır (Tufan, 1995:25-26). Kitle iletişim araçları kamuoyunun çeşitli konulardaki genel eğilim ve düşüncelerle ilgili merakını İletişim 2003/17 12 Necdet ATABEK gidermek için kamuoyu araştırmalarına özel bir önem verir. Medya kamuoyunun kanaat ve görüşlerini yine kamuoyuna aktarırken, bir başka deyişle kamuoyunu açıklarken haber konusu yaptığı olayların başında kamuoyu araştırmaları gelir (Güz, 1997:47). Kitle iletişim araçları bizzat kendilerinin yaptığı, yaptırdığı veya başka kuruluşlar tarafından yapılmış kamuoyu araştırmalarını yayınlayarak okuyucularını bilgilendirir. Türkiye’de medyada sonuçları yayınlanan kamuoyu araştırmaları üzerine bugüne kadar çok sayıda çalışma yayınlanmıştır (Yeğenoğlu, 1988; Küçük, Bir ve Yeles, 1988; Tüzün ve diğerleri, 1990; Özerkan, 1992; Binark ve İrvan, 1994; Güz, 1997). Bu araştırmalarda seçim öncesi yapılan ve sonuçları gazetelerde yayınlanan kamuoyu araştırmalarının geçerliliği, seçim sonuçları ile ne ölçüde tutarlı olduğu, seçmenin karar verme süreci üzerine etkileri, okuyucuları/seçmeni yönlendirme aracı olarak kullanılıp kullanılmadığı, söz konusu araştırma sonuçlarının medyada yayınlanmasına ilişkin dünyadaki ve Türkiye’deki yasal düzenlemeler gibi konular yer almıştır. Ancak bu araştırmaların hiç birinde söz konusu kamuoyu araştırmalarının hangi sıklıkla yayınlandığı, ne gibi konular üzerine eğildiği, araştırmaların hangi kuruluşlar tarafından yapıldığı ve kaçar gün yayınlandığı hakkında bir takım genellemelerin dışında kapsamlı bir araştırma yapılmamıştır. Bir başka deyişle, Türk basınında kamuoyu araştırmalarının nasıl bir görünüme sahip olduğu konusunda kapsamlı bir araştırma yoktur. Mevcut araştırmalar da genellikle sadece belirli seçim dönemlerini ele alan görece kısa dönemli araştırmalardır. Bu araştırmanın amacı, Türk basınında yayınlanan kamuoyu araştırmalarını sözü edilen unsurlar bakımından uzun dönemli olarak incelemektir. Bu makalede 1983-2002 yılları arasında Hürriyet, Milliyet ve Sabah gazetelerinde yayınlanan kamuoyu araştırmaları incelenmiştir. Çalışmada 20 yıllık dönem boyunca adı geçen gazetelerde yer alan kamuoyu araştırmalarının hangi sıklıkla yayınlandığı, hangi konuları kapsadığı, hangi kuruluşlar tarafından yapıldığı ve araştırmaların kaçar gün yayınlandığı araştırılmıştır. Söz konusu kamuoyu araştırmalarının okuyucuları kasıtlı bir biçimde yönlendirmesini önlemek için uluslar arası araştırma dernekleri tarafından önerilen kriterler bakımından değerlendirilmesi ise içeriği İletişim 2003/17 Türk Basınında Kamuoyu Araştırmaları 13 bakımından bu makalenin boyutlarını aştığından dolayı başka bir makale konusu olarak değerlendirilecektir. 1983-2002 yılları arasında Hürriyet, Milliyet ve Sabah gazetelerinde yer alan kamuoyu araştırmalarını niceliksel olarak inceleyen bu araştırmada içerik analizi tekniği kullanılmıştır. Türkiye’de kamuoyu araştırmaları 6 Kasım 1983 Milletvekili Genel Seçimi kampanyasının başlaması ile birlikte gazetelerde yaygın olarak yer aldığından dolayı bu araştırma 1983 yılından başlatılmıştır. Kamuoyu araştırmalarının söz konusu gazetelerdeki durumunu günümüze kadar inceleyebilmek ve 3 Kasım 2002 Milletvekili Genel Seçimi kampanyasındaki konuyla ilgili gelişmeleri de görebilmek için araştırma 2002 yılının tamamını kapsayacak şekilde tasarlanmıştır. Araştırmacının gözlemlerine göre 1983-2002 yılları arasında Hürriyet, Milliyet ve Sabah gazetelerinin Türkiye’de kamuoyu araştırmalarına sayfalarında en fazla yer veren gazeteler olması, söz konusu gazetelerin araştırma için seçilmesinin temel nedenini oluşturmaktadır. Ayrıca, Hürriyet, Milliyet ve Sabah gazeteleri bu dönemde Türkiye’de en yüksek tiraja sahip ilk üç gazetedir. Sabah Gazetesi’nin 22 Nisan 1985’de yayın hayatına başlaması nedeni ile 1983 ve 1984 yıllarında inceleme kapsamına alınamamasının araştırmanın amaçları bakımından önemli bir sorun oluşturmadığı düşünülmüştür. Araştırmada Hürriyet, Milliyet ve Sabah gazetelerinde yer alan kamuoyu araştırmaları sadece gazetelerin birinci sayfaları incelenerek elde edilmiştir. Kamuoyu araştırmasının ilk bölümü gazetenin birinci sayfasında yer alıyorsa veya iç sayfalarda yer alan bir kamuoyu araştırmasının birinci sayfadan duyurusu yapılıyorsa, söz konusu kamuoyu araştırması bu araştırma kapsamına alınmıştır. Gazetelerde yer alan kamuoyu araştırmaları bazen birden fazla konuyu kapsayabilir. Böyle durumlarda kamuoyu araştırmasının hangi konu kategorisine ait olduğunu belirleyebilmek için araştırmanın başlığına, spotlarına ve gerekiyorsa araştırma ile ilgili yazının giriş paragrafına bakılmıştır. Öncelik hangi konuya veriliyorsa araştırma o konu kategorisine İletişim 2003/17 14 Necdet ATABEK dahil edilmiştir. İncelenen dönemde gazetelerde tespit edilen kamuoyu araştırmaları seçim, siyaset ve toplum olmak üzere üç kategoride ele alınmıştır. Seçim kategorisinde yer alan kamuoyu araştırmalarının konusu, ülke genelinde veya herhangi bir yerleşim biriminde yapılan genel seçim, yerel seçim veya ara seçim ile ilgilidir. Seçim kategorisine dahil edilen kamuoyu araştırmalarının en belirgin sorusu, “Bugün seçim olsa oyunuzu hangi partiye/lidere verirsiniz?” biçimindedir. Bir başka deyişle, seçim kategorisine giren kamuoyu araştırmaları, seçmenin siyasal parti/aday tercihleri ile ilgilidir. Bu kategorideki kamuoyu araştırmaları, genellikle seçimlere az bir süre kala artış gösterir. Ancak, zaman zaman daha ufukta bir seçim gözükmediği halde yapılan kamuoyu araştırmalarına da rastlanmaktadır. Siyaset kategorisi, genel olarak seçim kategorisi dışında kalan siyasetle ilgili konuları kapsar. Cumhurbaşkanının kim olacağı, referandum, siyasi iktidarın veya liderlerin karnesi, bakanlar kurulunun performansı, iktidarın politikaları gibi konular siyaset kategorisi içinde ele alınmıştır. Belirli bir partinin delegeleri veya seçmenleri üzerinde yapılan parti politikalarına veya parti liderini belirlemeye yönelik kamuoyu araştırmaları siyaset kategorisine dahil edilmiştir. Ayrıca, “Erken seçim yapılsın mı?” gibi konuları kapsayan kamuoyu araştırmaları da doğrudan siyasi parti veya siyasi parti adayının seçimi ile ilgili olmadığından siyaset kategorisi içinde değerlendirilmiştir. Toplum kategorisi ise seçim ve siyaset kategorileri dışında kalan tüm konuları kapsadığından en geniş konu çeşitliliğine sahiptir. Ekonomi, eğitim, gençlik, güvenlik, trafik, hayat pahalılığı ve gelecekle ilgili beklentiler gibi pek çok konuyu kapsar. Burada ifade edilen konuların her biri bir kategori oluşturabilecek niteliğe sahiptir. Ancak, teker teker ele alındıklarında bu konularla ilgili olarak yapılan kamuoyu araştırmaları süreklilik göstermediğinden ve siyasal anlamda dikkate değer bir önem arz etmediğinden tümü toplum kategorisi içinde değerlendirilmiştir. İletişim 2003/17 Türk Basınında Kamuoyu Araştırmaları 15 1983-2002 yıllarını kapsayacak şekilde üç gazete üzerinde yapılan bu çalışma toplam 60 yıllık gazete taramasını gerektirmiştir. Gazete taraması araştırmacının kendisi ve bir grup öğrenci tarafından gerçekleştirilmiştir. Önce, oluşturulan kodlama cetveli toplam gazete taramasının %10’luk bir kısmında sınanmıştır. Bu süreçten sonra kodlama cetveli araştırmanın amaçları doğrultusunda geliştirilmiştir. Daha sonra, gazetelerde yer alan kamuoyu araştırmalarının her biri ile ilgili bilgiler bu kodlama cetveline aktarılmıştır. Toplam 60 yıllık gazete taraması bittikten sonra bu gazetelerin %30’u üzerinde farklı kişilere yaptırılan taramada %90 oranında bir uyum saptanmıştır. Gazete taraması Eylül-Aralık 2002 tarihleri arasında Anadolu Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulunan gazete arşivinde gerçekleştirilmiştir. Saban Gazetesi’nin burada bulunmayan sayıları, Sabah Gazetesi’nin Ankara’daki matbaa tesislerinde incelenmiştir. Araştırma Bulguları Hürriyet Gazetesi 306 kamuoyu araştırması ile araştırılan dönemde ele alınan gazeteler arasında en fazla kamuoyu araştırması yayınlayan gazetedir. Hürriyet’i, 162 kamuoyu araştırması ile Milliyet ve 139 kamuoyu araştırması ile de Sabah gazeteleri izlemektedir. Milliyet Gazetesi’nde yayınlanan kamuoyu araştırmalarının araştırılan dönemde ilk kez 1985 yılında 20, Hürriyet Gazetesi’nde 1986 yılında 19 ve Sabah Gazetesi’nde de 1987 yılında 21 gibi yüksek rakamlara ulaşmıştır. 1983-2002 yılları arasında araştırmada ele alınan gazetelerde yayınlanan kamuoyu araştırmalarının sayısı özellikle Türkiye’deki seçim dönemleriyle ilişkili olarak çeşitli iniş ve çıkışlar göstermiştir. Ancak, kamuoyu araştırmalarının sayısı 1996 yılı ve sonrasında her üç gazetede de ciddi bir düşüş göstermiştir (Tablo:1). Bu durum 1995 Milletvekili Genel Seçimi öncesinde kamuoyu araştırmalarının gazetelerde yayınlanmasına getirilen yasaklamadan kaynaklanmaktadır. Her ne kadar gazetelerin seçimlere yönelik kamuoyu araştırmaları yayınlaması önündeki engeller 2003 Milletvekili Genel Seçimi öncesinde kaldırıldıysa da İletişim 2003/17 16 Necdet ATABEK bu kararın son anda alınmış olması, kamuoyu araştırmalarının bu gazetelerde eski düzeyine ulaşmasını engellemiştir. 2003 yılında Hürriyet Gazetesi’nde hiç kamuoyu araştırması yayınlanmamıştır. Buna karşılık aynı yıl Milliyet Gazetesi’nde altı, Sabah Gazetesi’nde de dört kamuoyu araştırması yer almıştır. Tablo 1: Hürriyet, Milliyet ve Sabah Gazetelerinde 1983-2002 Yılları Arasında Yayınlanan Kamuoyu Araştırmalarının Yıllara Göre Dağılımı Gazete Yıl 1983 Hürriyet Milliyet 2 6 1984 5 4 1985 Sabah 20 1 1986 19 20 1 1987 10 11 21 1988 19 7 9 1989 16 8 10 1990 13 6 18 1991 111 14 18 1992 11 7 7 1993 17 12 19 1994 52 21 12 1995 9 9 5 1996 2 1997 3 1 6 1998 4 2 3 1999 9 3 2 2000 3 1 2 2001 1 4 1 6 4 162 139 2002 TOPLAM İletişim 2003/17 306 Türk Basınında Kamuoyu Araştırmaları 17 Bu araştırmada ele alının dönem içinde Türkiye’de 1984, 1989, 1994 ve 1999 yıllarında yerel seçim; 1883, 1987, 1991, 1995, 1999 ve 2002 yıllarında da genel seçimler yapılmıştır. Hürriyet, Milliyet ve Sabah gazetelerinde yer alan kamuoyu araştırmaları seçim, siyaset ve toplum kategorilerine ayrılmıştır (Tablo: 2). “Seçim” kategorisinde en fazla araştırma Hürriyet Gazetesi’nde sırasıyla 1991 ve 1994, Milliyet Gazetesi’nde 1991 ve 1989, Sabah Gazetesi’nde de 1991 ve 1994 yıllarında yayınlanmıştır. Açıkça görüldüğü gibi her üç gazetede de en fazla araştırma, genellikle seçimlerin olduğu yıllarda gerçekleşmiştir. Ancak, 1995 genel seçimi öncesi kamuoyu araştırmalarının gazetelerde yayınlanmasına getirilen yasaklama, bu eğilimi değiştirmiştir. 2002 genel seçimi öncesi kamuoyu araştırmalarının gazetelerde yayınlanmasını engelleyen yasakların büyük ölçüde kaldırılması da gazetelerdeki kamuoyu araştırmalarının sayısını arttırmakta yeterli olamamıştır. Bunun nedenini, son ana kadar konuyla ilgili yasal düzenlemelerdeki belirsizlikte aramak gerekir. Siyaset kategorisi ile ilgili kamuoyu araştırmaları Hürriyet, Milliyet ve Sabah gazetelerinde genellikle 1980’li yılların ikinci yarısıyla birlikte belirgin bir artış göstermiştir. Bu kategoride yer alan araştırmalar söz konusu gazetelerde 1993 yılına kadar belirgin bir yoğunlukta yayınlanmıştır. Ancak, siyaset kategorisindeki kamuoyu araştırmaları 1994’de Hürriyet ve Sabah gazetelerinde hiç gözükmemiş, takip eden yıllarda da iyice azalmıştır. Bu kategorideki araştırmalarda Milliyet Gazetesi’nde 1985’den 1995 yılına kadar bir süreklilik görülürken 1995 yılından sonra ise ciddi bir azalma saptanmıştır. Bu durum, 1995 Milletvekili Genel Seçimi öncesi seçimlere yönelik araştırmalara getirilen yasaklamanın, gazetelerin siyaset kategorisinde yayınladıkları kamuoyu araştırmaları da olumsuz yönde etkilediği şeklinde yorumlanabilir. İletişim 2003/17 18 Necdet ATABEK Tablo 2: Hürriyet, Milliyet ve Sabah Gazetelerinde 1983-2002 Yılları Arasında Yayınlanan Kamuoyu Araştırmalarının Seçim, Siyaset ve Toplum Kategorilerine Göre Yıllar İtibariyle Dağılımı Hürriyet Konu Seçim Siyaset Toplum Yıl 1983 1 1 1984 3 2 1985 1986 12 4 3 1987 6 3 1 1988 11 5 3 1989 13 3 1990 6 1 6 1991 110 1 1992 7 2 2 1993 4 5 8 1994 52 1995 3 2 4 1996 2 1997 1 1 1 1998 4 1999 2 7 2000 1 2 2001 1 2002 Toplam 230 29 47 Seçim 3 2 2 6 3 3 6 3 14 4 3 5 4 1 3 62 Milliyet Siyaset Toplum 2 2 3 2 4 2 1 2 8 13 2 1 1 1 2 46 1 2 16 11 6 2 1 1 3 3 1 2 1 3 1 54 Seçim 1 10 3 5 10 12 2 4 11 2 1 1 1 63 Sabah Siyaset Toplum 1 6 2 3 5 4 2 15 1 4 2 1 1 47 5 4 2 3 2 3 1 2 1 1 2 1 2 29 Toplum kategorisinde yer alan araştırmalar ise araştırılan dönemde her üç gazetede de belirgin bir süreklilik göstermiştir. Bu kategoride yer alan araştırmalar Hürriyet Gazetesi’nde en çok sekize 1993’de, yediye 1999’da; Milliyet Gazetesi’nde en çok 16’ya 1985’de, 11’e 1986’da; Sabah Gazetesi’nde de en çok beşe 1987’de ve dörde 1988’de ulaşmıştır. Hürriyet Gazetesi’nde 1985, 1989, 1991, 1994 ve 2002 yıllarında; Milliyet Gazetesi’nde 1988, 1989, 1990, 1996 ve 1997 yıllarında; Sabah Gazetesi’nde de 1985, 1986, 1993 ve 1996 yıllarında toplum kategorisinde hiçbir araştırma yer almamıştır. İletişim 2003/17 19 Türk Basınında Kamuoyu Araştırmaları Hürriyet, Milliyet ve Sabah gazetelerinde yer alan kamuoyu araştırmaları, kaç gün yayınlandıkları bakımından da incelenmiştir. Araştırmadan elde edilen bulgulara göre Hürriyet Gazetesi’nde yer alan kamuoyu araştırmalarından 287’si bir gün, 10’u iki gün, altısı üç gün, biri dört gün ve ikisi de beş gün yayınlanmıştır. Milliyet Gazetesi’nde yer alan kamuoyu araştırmalarından 125’i bir gün, 25’i iki gün ve altısı üç gün yayınlanmıştır. Milliyet’de dört ve beş gün yayınlanan ikişer araştırma yer alırken, altı ve yedi gün yayınlanan birer araştırma bulunmaktadır. Sabah Gazetesi’nde ise toplam 134 araştırma bir gün, dört araştırma iki gün ve bir araştırma dört gün süresince yayınlanmıştır (Tablo: 3). Araştırmadan elde edilen bulgulara göre, incelenen gazetelerde yayınlanan kamuoyu araştırmalarının 546’sı bir gün, 39’u iki gün, 12’si de üç gün boyunca yayınlanmıştır. Yayınlandığı gün sayısı bakımından en uzun süren kamuoyu araştırmaları altı ve yedi gün ile Milliyet Gazetesi’nde yer almıştır. Tablo 3: Hürriyet, Milliyet ve Sabah Gazetelerinde 1983-2002 Yılları Arasında Yayınlanan Kamuoyu Araştırmalarının Yayınlandıkları gün Sayısı Bakımından Dağılımı Gün Sayısı Gazete Hürriyet Milliyet Sabah Toplam 1 Gün 2 Gün 3 Gün 4 Gün 5 Gün 6 Gün 7 Gün 287 125 134 546 10 25 4 39 6 6 12 1 2 1 4 2 2 4 1 1 1 1 1983-2002 yılları arasında Hürriyet, Milliyet ve Sabah gazetelerinde yayınlanan kamuoyu araştırmaları, araştırmayı yapan kuruluşlara göre de incelenmiştir. Araştırmada ele alınan her üç gazetenin de gazetelerde kamuoyu araştırmalarının yoğunluk kazandığı yıllarda dönem dönem farklı araştırma şirketlerine kamuoyu araştırmaları yaptırdıkları belirlenmiştir. Hürriyet Gazetesi daha çok 1987-90 yılları arasında KAMAR’a, 1991-92 yıllarında ZET’e ve 1994-95 yıllarında da Strateji Mori’ye araştırmalar yaptırmıştır. Milliyet Gazetesi de daha çok 1983-86 yılları arasında SİAR’a, 1987-94 döneminde KONDA’ya ve 1994-95 yıllarında da PİAR-GALLUP’a İletişim 2003/17 20 Necdet ATABEK araştırmalar sipariş etmiştir. Sabah Gazetesi ise 1987-88 yıllarında PİAR’a, 1989-91 yıllarında GALLUP’a, 1992-93 yıllarında PİAR-GALLUP’a ve 1994 yılında da BRITISH GALLUP’a araştırmalar yaptırmıştır (Tablo: 4,5,6). Tablo 4: Hürriyet Gazetesi’nde 1983-2002 Yılları Arasında Yayınlanan Kamuoyu Araştırmalarının Araştırmayı Yapan Kuruluşlara Göre Dağılımı Arş. Hüriyet Yapan Gazetesi ZET Strateji KAM -Mori AR Yıl 1983 2 1984 5 Strateji ARAT Kamu Arş.ve Kuru- Planlama luşları SİAR Diğer 1985 1986 12 1 5 1987 5 1988 18 1989 11 1 1990 12 1 1991 1 107 3 1992 1 7 2 1993 1 1994 52 1995 6 1 3 2 1 4 1 8 3 5 3 1996 1 1 1997 1 2 1998 3 1 1999 2 7 2000 3 2001 1 2002 Toplam 21 İletişim 2003/17 114 59 52 8 7 10 4 31 21 Türk Basınında Kamuoyu Araştırmaları Araştırmadan elde edilen bulgulara göre Hürriyet Gazetesi sırası ile en çok 114 araştırma ile ZET’e, 59 araştırma ile Strateji Mori’ye ve 52 araştırma ile KAMAR’a; Milliyet Gazetesi, 65 araştırma ile KONDA’ya, 44 araştırma ile SİAR’a ve 17 araştırma ile PİAR-GALLUP’a; Sabah Gazetesi de 44 araştırma ile GALLUP’a, 33 araştırma ile PİAR’a ve 21 araştırma ile PİAR-GALLUP’a kamuoyu araştırmaları yaptırmıştır. Hürriyet, Milliyet ve Sabah gazetelerinin bizzat kendileri de kamuoyu araştırmaları yapmışlardır. Söz konusu üç gazete içinde Hürriyet, toplam 21 kamuoyu araştırması ile en fazla kamuoyu araştırması yapan gazetedir Tablo 5: Milliyet Gazetesi’nde 1983-2002 Yılları Arasında Yayınlanan Kamuoyu Araştırmalarının Araştırmayı Yapan Kuruluşlara Göre Dağılımı Arş. Yapan SİAR Yıl PİARGALLUP DATA SONAR KONDA Arş. A&G Diğer Kurumu 1983 5 1 1984 2 2 1985 20 1986 17 Belli Değil 3 1987 3 1988 6 1 1989 7 1 1990 5 1 1991 1 1992 3 1 1 13 5 1993 6 2 9 1994 8 13 1995 7 2 1996 1997 1 İletişim 2003/17 22 Necdet ATABEK Tablo 6: Sabah Gazetesi’nde 1985-2002 Yılları Arasında Yayınlanan Kamuoyu Araştırmalarının Araştırmayı Yapan Kuruluşlara Göre Dağılımı Arş. Sabah PİAR GALLUP Yapan Gazetesi PİAR- BRITISH Belirsiz Diğer GALLUP GALLUP Yıl 1985 1 1986 1 1987 20 1988 9 1989 4 1 6 1990 17 1 1991 17 1 1992 3 1993 1994 3 1 18 1 1 7 1995 2 2 3 2 5 1 1996 1997 1998 1 2 1999 1 1 2000 2 2001 1 2002 1 Toplam 5 İletişim 2003/17 3 33 44 21 7 10 19 Türk Basınında Kamuoyu Araştırmaları 23 Sonuç Türkiye’de kamuoyu konusundaki çalışmalar 1950’li yılların ortalarından itibaren giderek artan bir şekilde toplumsal ve siyasal yaşamımızda yer almıştır. Özellikle 1983 Milletvekili Genel Seçimi ile birlikte basın da kamuoyu araştırmalarına özel bir önem vermeye başlamıştır. Takip eden yıllarda Türk basınında kamuoyu araştırmaları özellikle seçim dönemlerinde yoğun olarak yer almıştır. Hürriyet, Milliyet ve Sabah gazetelerinde 1983-2002 yılları arasında yayınlanan kamuoyu araştırmalarını konu alan bu araştırmanın sonuçlarına göre adı geçen gazetelerde kamuoyu araştırmaları özellikle 1986-1995 yılları arasında yoğun olarak yayınlanmıştır. Bu dönemde, Türkiye’de genel veya yerel seçimlerin yapıldığı 1987, 1989, 1991 ve 1994 yılları kamuoyu araştırmalarının da incelenen gazetelerde en fazla yer aldığı yıllar olmuştur. Basında yer alan kamuoyu araştırmalarının okuyucuları, dolayısıyla seçmeni kasıtlı bir biçimde yönlendirdiği yönündeki iddialar, 1994’de kabul edilen 3984 Sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkındaki Kanun’da ve 1995 Milletvekili Genel Seçimi’nin yapılmasını düzenleyen kanunda etkisini göstermiştir. Bu yasaklama nedeniyle, Hürriyet, Milliyet ve Sabah gazetelerinde seçim ve siyaset kategorisinde yer alan araştırmaların sayısında 1995-2002 yılları arasında ciddi bir azalma görülmüştür. Her ne kadar 2002 Milletvekili Genel Seçimi’nin hemen öncesinde bu yasaklama kaldırıldıysa da bu araştırmadan elde edilen bulgulara göre gazetelerde yer alan kamuoyu araştırmaları bir daha asla 1995 öncesindeki boyutlarına ulaşamamıştır. Bunun nedeni, yasaklamanın kaldırılması kararının son anda alınmasından dolayı gerek medya kuruluşlarının gerekse araştırma kuruluşlarının seçimlere yönelik kamuoyu araştırmaları planlamak için yeterli zamanı bulamamış olmaları olabilir. Seçim kampanyası döneminde seçimlere yönelik kamuoyu araştırmalarının gazetelerde yayınlanması üzerine 1995’de getirilen yasaklama, gazetelerin kamuoyu araştırması şirketleriyle ilişkilerini de önemli ölçüde koparmış görünmektedir. 1995’i takip eden yıllarda Hürriyet, Milliyet ve Sabah gazetelerinin neredeyse hiçbir araştırma kuruluşuna İletişim 2003/17 24 Necdet ATABEK kapsamlı kamuoyu araştırması siparişi vermedikleri görülmektedir. Bu dönemde gazeteler sayfalarında yer verdikleri az sayıda kamuoyu araştırmasını da genellikle ya kamu kuruluşlarından ya da diğer araştırma kuruluşlarından elde ederek yayınlayabilmişlerdir. Araştırılan dönemde incelenen gazeteler için de Hürriyet, 306 kamuoyu araştırması ile en fazla kamuoyu araştırması yayınlayan gazetedir. Her üç gazetede de “seçim” kategorisi, hakkında en çok araştırma yayınlanan kategoriyi oluşturmaktadır. Bu gazetelerde yayınlanan kamuoyu araştırmalarının yaklaşık %90’ı bir gün yayınlanan kamuoyu araştırmalarından oluşmaktadır. Milliyet Gazetesi’nde altı ve yedi gün boyunca yayınlanan birer araştırma, bu çalışma boyunca rastlanan en uzun süreli kamuoyu araştırmasını oluşturmaktadır. Çalışmada elde edilen bulgulara göre 1983-2002 yılları arasında Hürriyet Gazetesi en fazla araştırmayı 114 araştırma ile ZET’e, Milliyet Gazetesi 65 araştırma ile KONDA’ya ve Sabah Gazetesi de 44 araştırma ile GALLUP’a yaptırmışlardır. Gazeteler için kamuoyu araştırmaları önemli bir haber kaynağıdır. Bu araştırmalar sayesinde gazeteler, toplumun tartışmalı konular ve toplumsal sorunlar karşısında nasıl düşündüğü, dönem dönem ne gibi görüşlerin etkisine girdiği ve hangi siyasi parti tercihlerinde bulunduğu hakkında okuyucularını bilgilendirir. Kamuoyu araştırmalarının gazetelerde yayınlanması, haber kaynaklarının çeşitlenmesi ve farklı görüşlerin geniş okuyucu kitlelerine duyurulabilmesi anlamına geldiğinden demokratik siyasal rejimin gelişmesine de katkı sağlar. Dolayısıyla, okuyucuların/seçmenlerin çeşitli çıkar çevreleri tarafından yönlendirilebileceği endişesi ile kamuoyu araştırmalarının medya tarafından yayınlanmasını engellemek yerine belirli yayın ilkelerini geliştirmek ve uygulamak daha uygun olur. İletişim 2003/17 Türk Basınında Kamuoyu Araştırmaları 25 Kaynaklar Abadan-Unat, Nermin (1990). “Türkiye’de Toplumsal Değişme, Piyasa araştırmaları ve Kamuoyu Yoklamaları”. Kamuoyu Araştırmaları Birinci Sempozyumu (17-19 Ekim 1988:Ankara), ed. Muharrem Varol. Ankara: Ankara Üniversitesi Basın-Yayın Yüksekokulu Yayınları, No:11. Bektaş, Arsev (1996). Kamuoyu, İletişim ve Demokrasi. İstanbul: Bağlam Yayıncılık. Binark, F. Mutlu ve Süleyman İrvan (1994). “1994 Yerel Seçimleri ve Kamuoyu Yoklamaları: Temsiller ve Koro.” Amme İdaresi Dergisi, 27 (3) : 101-116. Bradburn, M. Norman ve Sudman Seymour (1989). Polls and Surveys: Understanding What They Tell Us. San Fransisco: Jossey-Bass Publishers. Esmer, Yılmaz ve Öner Gücelioğlu (1990). “Kamuoyu Araştırmalarında Örneklem Seçimi”. Kamuoyu Araştırmaları Birinci Sempozyumu (17-19 Ekim 1988:Ankara), ed. Muharrem Varol. Ankara: Ankara Üniversitesi Basın-Yayın Yüksekokulu Yayınları, No:11. Güz, Nurettin (1997). “Türk Basınında Kamuoyu Araştırmalarının Yönlendirme Aracı Olarak Kullanılması.” Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi, 1: 45-73 Herbst, Susan (1990). “Assesing Public Opinion in the 1930s-1940s: Retrospective Views of Journalists.” Journalism Quarterly, 67 (4):944949. Kongar, Emre, Bülent Tanla, Tunç Tayanç, Sezgin Tüzün ve Nezihi H. Neyzi (1989). “Kamuoyu araştırmaları Nedir? Ne Değildir? Açık Oturumu.” Banka ve Ekonomik Yorumlar Dergisi, 5 (Mayıs ): 5-30. Küçükkurt, Mehmet, A. Atıf Bir ve Selçuk Yeles (1988). “29 Kasım 1987 Erken Genel Seçimlerine İlişkin Kamuoyu Araştırmalarının Geçerliliği.” Anadolu Üniversitesi İİBF Dergisi, 2:137-149. İletişim 2003/17 26 Necdet ATABEK Lake, Celinda C. ve Pat, C. Harper (2002). Kamuoyu Araştırmaları. Çev., Nurettin Güz. Ankara: Altınküre Yayınları. Neyzi, Nezihi H., (1990). “Piyasa ve Kamuoyu Araştırmalarının Gelişimi.” Kamuoyu Araştırmaları Birinci Sempozyumu (17-19 Ekim 1988:Ankara), ed. Muharrem Varol. Ankara: Ankara Üniversitesi BasınYayın Yüksekokulu Yayınları, No:11. Meray, Seha L., (1954). “Halk Efkarı ve Yoklaması.” Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 1 (1) :256-303. Milburn, Michael A. (1998). Sosyal Psikolojik Açıdan Kamuoyu ve Siyaset. Çev., Ali Dönmez ve Veli Duyan. Ankara: İmge. Onaran, Alim Ş. (1984). Kamuoyu. İstanbul: Filiz Kitapevi. Özerkan, Şengül (1992). “Kamuoyu Araştırmalarının Karar Verme Sürecine Etkisi.” Marmara İletişim Dergisi, 1: 61-83. Price, Vincent (1992). Public Opinion. New York: Sage. Resmi Gazete, 30 Ekim 1995, Sayı: 22448. Resmi Gazete, 30 Ekim 1995, Sayı:24840. Tosun, Gülgün (1993). “Siyasal Yaşam ve Kamuoyu Araştırmaları.” Düşünceler, 6:131-142. Tufan, Hülya (1995). Kamuoyu Kimin Oyu? İstanbul: Kesit Yayıncılık. Tüzün, Sezgin, Tunç Tayanç, Tarhan Erdem ve Bülent Tanla (1990). “Son Seçim Kampanyalarında Kamuoyu Yoklamaları.” Kamuoyu Araştırmaları Birinci Sempozyumu (17-19 Ekim 1988:Ankara), ed. Muharrem Varol. Ankara: Ankara Üniversitesi Basın-Yayın Yüksekokulu Yayınları, No:11. Yeğenoğlu, Özgür (1988). Dünyada ve Ülkemizde Kamuoyu Anketleri, Mesleki Davranış Kuralları ve Yasal Yaklaşım. Ankara. İletişim 2003/17 Türk Basınında Kamuoyu Araştırmaları 27 Özet Gelişmiş demokratik toplumlarda kamuoyu araştırmaları toplumsal ve siyasal yaşamımızın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Kamuoyu araştırmalarının bu denli önemsenmesinin başlıca nedenlerinden biri kuşkusuz medyanın, özellikle gazetelerin kamuoyu araştırması sonuçlarını yayınlamasından kaynaklanmaktadır. Gazeteler merak edilen konularla ilgili olarak kendilerine ulaşan veya çeşitli araştırma kuruluşlarına yaptırdıkları kamuoyu araştırmalarını yayınlayarak demokratik siyasal sistemin daha sağlıklı bir şekilde işlemesine katkıda bulunurlar. Bu araştırmada önce kamuoyu konusundaki çalışmaların ve araştırmaların Türkiye’deki tarihsel gelişimi incelenmiştir. Daha sonra da 1983-2002 yılları arasında Türkiye’de en yüksek tiraja sahip Hürriyet, Milliyet ve Sabah gazetelerinde yayınlanan kamuoyu araştırmaları; kapsadıkları konular, yayınlanma sıklığı, yayınlanma süresi ve araştırmayı yapan kuruluşlar bakımından incelenmiştir. 1983-2002 yılları arasında yukarıda sözü üç gazetede yer alan kamuoyu araştırmalarını niceliksel olarak inceleyen bu araştırmada içerik analizi tekniği kullanılmıştır. Araştırma, gerek Türk basını üzerine bu kapsamda yapılan ilk araştırma olması nedeniyle gerekse ortaya çıkardığı bulgular bakımından konuyla ilgili olarak ileride yapılacak araştırmalara zemin oluşturması bakımından önemlidir. Araştırmadan elde edilen bulgulara göre Hürriyet Gazetesi 306 kamuoyu araştırması ile araştırılan dönemde ele alınan gazeteler arasında en fazla kamuoyu araştırması yayınlayan gazetedir. Her üç gazetede de kamuoyu araştırmaları en fazla 1980’li yılların ikinci yarısından başlayarak 1995 yılına kadar yayınlanmıştır. Hürriyet Gazetesi sırası ile en çok ZET, Strateji Mori ve KAMAR’a; Milliyet Gazetesi, KONDA, SİAR ve PİARGALLUP’a; Sabah Gazetesi de GALLUP, PİAR ve PİAR-GALLUP’a araştırmalar yaptırmıştır. İletişim 2003/17 28 Necdet ATABEK Abstract Researching public opinion is an important part of social and political life in developed democratic societies. One of the main reasons of why public opinion researches are valued so much is that, the findings of these researches are published by the newspapers. Newspapers contrubute the improvement of democracy and political system covering the public opinion researches which they gathered or they got the surveying organizations conduct about the most interested topics. In this study firstly, the historical development of the studies and surveys in Turkey on public opinion is examined. Afterwards, public opinion researches published in Hurriyet, Milliyet and Sabah newspapers which have highest circulations in Turkey were examined in the years from 1983 to 2002 in terms of their topics, publication frequency, duration of publication and the organizations which conducted the research. In the study, which examines the public opinion researches reported in the above mentioned three newspapers between 1983 and 2002 qualitatively content analysis technique is used. This is an important research either as being the first study on Turkish press in this aspects or providing example for further studies on this issue in terms of its findings. According to the results of this study Hurriyet is the newspaper, which reported most of the public opinion researches with 306 public opinion researches in the examined period. Public opinion researches mostly published after the second half of 1980 until 1995 in three of the newspapers. The researches sponsored by Hurriyet mostly conducted by ZET, Strateji Mori and KAMAR respectively, the researches sponsored by Milliyet mostly conducted by KONDA, SİAR and PIAR-GALLUP and Sabah newspaper mostly had the researches conducted by GALLUP, PIAR and PIAR-GALLUP. İletişim 2003/17 İnsan Kaynakları Yönetiminde İletişim: Halkla İlişkiler Odaklı Yaklaşım Beril Akıncı VURAL* Giriş Bu makalenin amacı, örgüt içindeki insanların yönetimiyle ilgili tüm alanları kapsayan insan kaynakları yönetimini (İKY) ve de bu süreçte örgüt içi iletişimi inceleyerek insan kaynakları yönetiminde iç halkla ilişkiler uygulamalarının önemini açığa çıkarmaktır. Bu bağlamda ilk bölümde kısaca tanımı, amaçları, ilkeleri, faaliyet alanı ve örgüt içindeki konumuyla İKY incelenmiş, ikinci bölümde örgüt içi iletişim tanımı ve amaçlarına yer verilmiştir. Son bölümde ise, İKY’de iç halkla ilişkiler uygulamalarından bahsedilerek iç halkla ilişkilerin tanımı, amaçları, temel görevleri ve İK departmanıyla arasında olması gereken kooridnasyon gibi konulara değinilmiştir. Bu makale, oldukça geniş bir alan olan İKY’nin faaliyet alanına ilişkin detaylı bilgi vermekten ziyade insanların yönetim sürecinde iletişimin rolünü açığa çıkarmaya çalışmaktatır. Örgütsel iletişim ve halkla ilişkiler yönetiminin örgüt içi uygulamalar olarak sınırlandırıldığı bu çalışma, her hangi bir alan araştırmasına dayanmayıp konu üzerine bir literatür taraması olarak değerlendirilmelidir. İnsan Kaynakları Yönetimi İKY, rekabet avantajı sağlanması için örgütsel hedeflerin gerçekleştirilmesine bireysel ve kollektif olarak katkıda bulunan örgütün en değerli öz varlığı olan insanların yönetimine stratejik ve tutarlı bir yaklaşım * Yrd. Doç. Dr. Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Halka İlişkiler Anabilim Dalı İletişim 2003/17 30 Beril Akıncı VURAL olarak tanımlanabilir (Armstrong,1994:180). İKY, örgüt ile çalışanları arasındaki ilişkiyi etkileyen tüm yönetsel karar ve faaliyetleri içermektedir. Örgüt içinde bir süreç, bir yaklaşım ve bir felsefe olarak gelişen İKY, insan kaynağının en etkin kullanımını sağlayarak iş hayatının kalitesini arttırmaya çalışmaktadır. Bu bağlamda, insan kaynağının planlanması, bunun için gerekli iş analizlerinin ve görev tanımlarının yapılması, insan kaynağının seçilmesi için iş ilanlarının verilmesi, başvuruların kabul edilmesi, görüşmelerin yapılması, işe uyum eğitimi, eğitim ve geliştirme çabaları, başarı ve performans değerlendirmesi, terfi, iş değiştirme, işten çıkarma, iş değerlendirme, ücret yönetimi, disiplin, sosyal-kültürel etkinlikler, sağlık hizmetleri ve benzeri çalışmalaı koordine eder (Fındıkçı,1999:23). İKY felsefesinin temel ilkesi, rekabetçi avantajın insanlar aracılığı ile sağlandığıdır. Bu yüzden de çalışanlar değişken maliyet olarak görülmemeli, bilakis doğasında bulunan değere değer katarak kendilerine yatırım yapılması gereken öz varlıklar olarak görülmelidir. Bir diğer ilkesi ise, İKY ile ilgili herbir konunun, örgüt stratejisine entegre edilmesi ve arzu edilen kurum kültürünü güçlendirmesidir. Son olarak da, örgüt içinde itaatten çok bağlılığa önem verildiği görülmektedir. Kısacası İKY, insanlardan katma değer sağlanması neticesinde rekabet avantajı yaratılması için oluşturulmuş işletme-merkezli bir felsefedir. Geleneksel personel yaklaşımlarından farklı olarak, kollektif çalışanlardan çok bireysel katkıların önemini vurgulayan İKY’nin iki temel amacı vardır (Palmer ve Winters,1993:25). • İnsan kaynaklarının organizasyonun hedefi doğrultusunda en verimli şekilde kullanılmasını sağlamak, • İşgörenlerin ihtiyaçlarının karşılanmasını ve mesleki bakımdan gelişmelerini sağlamak. İKY’nin örgüt içindeki genel amaçları, bir işlev olarak örgüt açısından önemini de ortaya koymaktadır. Bir zamanlar önceliğin ekonomik performans ve sermayenin geri dönüşümüne verildiği ekonomilerde insan kaynağı ekonomik sonuçların gerçekleştirilmesinde pahalı bir maliyet olarak görülmekteydi. Aslında insan kaynağı, örgütlerin yaptığı en büyük yatırımı İletişim 2003/17 31 İnsan Kaynakları Yönetiminde İletişim: Halkla İlişkiler Odaklı Yaklaşım oluşturmaktadır. Genellikle işgücüne yapılan harcamalar, tüm örgütsel işlevler için yapılan harcamaların yarısını ve hatta bazen fazlasını oluşturmaktadır. Ancak bu bile, daha etkili ve verimli bir faaliyet için herbir işçiden en yüksek verimin alınmasının önemini göstermektedir. Neticede etkinliğin ve verimliliğin yine insanlar aracılığı ile sağlanacağının bilincinde olan örgütler, artık insan kaynağına ve onların etkili yönetimine pozitif bir tutum sergilemektedir. İKY’nin önemi örgüt içindeki konumunu da belirlemektedir. Genellikle cephe gerisindeki kurmay konumda ve uygulamaları fiilen yürüten bölümlere yardımcı olmaktadır. Her ne kadar İKY’nin konumu, sorumluluk ve yetkileri örgütün yapısına ve büyüklüğüne bağlı olsa da son yıllarda İK yöneticisinin özellikle de büyük firmalarda doğrudan yönetim kurulu başkanına veya CEO’ya* bağlı olarak çalıştığı ve doğrudan ona raporlama yaptığı görülmektedir. Örgüt içinde hangi sorumluluk, yetki veya konuma sahip olursa olsun insan kaynakları yöneticisi, çeşitli personel sistemlerinin etkin yönetiminden sorumludur ve insan kaynakları departmanın tüm faaliyetleri, diğer yönetici gruplarının katkılarıyla gerçekleştirilmektedir. Yani temel insan kaynağı politikalarıyla ilgili kararlar, İKY’nin ve diğer üst düzey yöneticilerin ortak kararlarıyla oluşmaktadır. Örneğin, insan kaynağının planlanması, ilanların verilmesi ve aday toplama, adaylarla görüşme gibi süreçler, örgüt içindeki diğer yönetici gruplarının işbirliği ile gerçekleştirilmektedir. Yine aynı şekilde, her ne kadar İK yöneticisi ücret sistemlerini hazırlayıp yürütüp bunların tüm firmanın ücret planlarına uygunluğunu aktif olarak sağlayan kişi olsa da tek başına ücret artışlarıyla ilgili en son kararı veren kişi değildir. Örgüt İçi İletişim Örgütsel iletişim, birden fazla insanın bir amaç etrafında toplanmasını sağlayan ve bir araya gelen insanların güçbirliği yaparak örgüt amaçları * Açılımı chief executive officer olan CEO, firmalarda bazen yönetim kurulu başkanı bazen de ondan sonra gelen en yetkili kişi olabilmektedir. İletişim 2003/17 32 Beril Akıncı VURAL yönünde etkili bir biçimde çalışabilmeleri için aralarında olması gereken işbirliği ve çevreyle uyum sağlamada önemli rolü olan, biçimsel ve biçimsel olmayan yapılardaki anlam yükü taşıyan her türlü insan etkinliğinin paylaşılmasıdır (Karakoç,1989:83). Örgütsel iletişimin temel amacı faaliyetleri yönlendirmek, yani bireylerin istenilen yönde davranmasını sağlamaktır. Yani kopuk ve dağınık ilişkileri bir düzen içine sokmak ve örgütün amaçları ile çalışanların amaçllışanların amaçlinçli bir denge kurulmasını sağlamaktır. Örgüt içindeki iletişim, astlar ve üstler arasında açık bir ilişki ortamının yaratılmasında yöneticilerin çabalarını içermektedir. İstenilen bilgiyi sağlayacak etkin biçimde işleyen bir iletişim sistemi yardımı ile örgüt üyeleri sorunlu oldukları işlerden üyesi oldukları örgütten memnunluk duymaya başlayabilirler. Böylece örgüt daha iyi tanınabilir, iş sürecinin devamı sağlanır ve işten tatmin, işe bağlılık, sorumluluk, moral gibi örgütsel tutumlar da olumlu yönde etkilenir (Pira,2000:35-36). Örgüt içi iletişimin genel amaçlarını Muharrem Varol şöyle sıralamaktadır (Varol,1993:129): • Örgütün amaçları, hedefleri ve politikasının elemanlarca bilinmesini sağlamak, • İş ve işlemlere ilişkin bilgi vermek ve bu yolla iş ve beceri eğitimini kolaylaştırmak, • Örgütün sosyal ve ekonomik sorunları konusunda bilgi vermek ve elemanları bunların genel sosyal ve ekonomik sorunlar ile bağlantıları konusunda aydınlatmak, ayrıca örgüt içi duygusal ve çatışmalı sorunlar konusunda aydınlatmak, • Yenilik ve yaratıcılığı özendirerek, elemanları deneyim, sezgi ve akıllarına dayanarak yönetime bilgi ve geri bildirim sağlamaları konusunda özendirmek, • Örgütün etkinlikleri, önemli olaylar ve kararlar, başarımlar konusunda aydınlatmak, • Bilgilendirme yoluyla da örgütsel yaşama katılım düzeyini arttırmak, İletişim 2003/17 33 İnsan Kaynakları Yönetiminde İletişim: Halkla İlişkiler Odaklı Yaklaşım • Yöneticiler ve elemanlar arasında iki yönlü-karşılıklı iletişimi özendirmek, • Elemanların iş sırasında veya iş sonrasında örgütü temsil niteliklerini geliştirmek, • İşte ilerleme olanakları, çeşitli elemanlarla ilgili gelişmeler, geleceğe ilişkin beklentiler vb. konularda bilgilendirmek veya aydınlatmak, • Bütün bunlar ve diğer iletişim etkinlikleriyle bir örgüt iklimi, kültürü ve kimliği yaratmaya ve bunu sürdürmeye çalışmak. Örgütsel içi iletişime ilişkin birçok araştırma, personelin mevcut iletişim kaynaklarının sırasıyla dedikodu ve söylenti gibi informel iletişim kanalları, şefleri, firma yayınları ve de yüzyüze iletişim toplantıları olduğu, ama aslında, çalışanların sırasıyla üst yönetim, kendi amirleri, oriyantasyon programları, küçük grup toplantıları ve yukarıya doğru iletişim programlarında iyileştirme istediklerini göstermektedir. Yapılan birçok araştırma, çalışanların yöneticilerden bilgi alamadığı takdirde, informel iletişim ağlarına başvurduğunu göstermektedir. Dedikodu ve söylentiyle birincil iletişim kaynağı haline gelen bu ağ ise, örgütsel gelişmeleri etkilemektedir. Gerald Goldhaber'in yaptığı bir araştırmada, örgütsel iletişime ilişkin bazı belirleyiciler şunlardır (Goldhaber,1978:82): • Birçok çalışan, yeterli bilgi verme ve alma ortamında bulunmadığını düşünmekte, özellikle işle ilgili daha fazla bilgi istemektedir. • Bilgi, ne kadar üst basamağa gönderilirse tepki o kadar azalmaktadır. • Personel için en yakın bilgi kaynağı amiridir. • Üst yönetimden gelecek bilginin kalitesi, aşağıya doğru inerken her seviyede kalitesini yitireceği düşünülürse, çok önemlidir. • Üst yönetimle yüz yüze ilişkilere ihtiyaç duyulmaktadır. • Çalışanlar üstleri ve kendi seviyelerindeki diğer bireylerle iletişim kurmaktan hoşlanmaktadır. Ancak mevcut iletişim ortamının, katılımı teşvik etmediği ve kararlara etki edilmesinin sağlayamadığını düşünmektedir. İletişim 2003/17 Beril Akıncı VURAL 34 • Çalışanlar informal yollarla arzu ettiklerinden daha fazla bilgi edinmekte, böyle bir mekanizmayı hızlı ancak güvenilmez bulmaktadır. • Mevcut durumlarından memnun olsalar bile, çalışanlar gelecekleriyle ilgili pek iyimser değillerdir. Bu da genelde iletişim problemlerine (geri-besleme ve kararlara katılmadaki yetersizlik) bağlanmaktadır. Yöneticilerin temel sorumluluklarından biri de, etkili iletişim kurarak kuruluşun varlığını sürdürmesine ve örgütsel amaçlarını gerçekleştirmesine katkıda bulunmaktır. Etkili iletişim kurmak, her zaman yönetimlerin en önemli görevlerinden biri olarak görülmekle beraber, günümüzde her zamankinden daha önemli hale gelmiştir. Çünkü hızla değişen iş dünyası, örgüt yapıları ve yönetim şekilleri, değişen müşteri talepleri ve beklentileri, teknolojik gelişme ve yenilikler her an örgütleri bir değişim süreci içine sokmakta ve bu yüzden de başarı her geçen gün örgütteki iletişim ağlarının ve ilişkilerin ne kadar başarılı olduğuna dayanmaktadır. Bu da iletişimi, örgüt faaliyetlerinin merkezine oturtarak iç ve dış seviyede etkili iletişim kurulmasını ve bilginin paylaşılmasını gerektirmektedir. Örgütsel hedeflerinin başarılmasında iletişimin de rolü olduğunun farkında olan yönetimler, kurum halkla ilişkiler veya iletişimcilerini stratejik hedeflerin gerçekleştirilmesinde kullanmaktadır. İnsan Kaynakları Yönetiminde İç Halkla İlişkiler Uygulamaları Halkla ilişkiler topluluk hissi yaratılmasına yardımcı olma potansiyeline sahip interaktif, işbirliğine yönelik, karmaşık bir iletişim sürecidir (Toth ve Heath,1992:82). Amaç merkezli, stratejik ve de örgütün diğer birimleriyle sistematik bir ilişki içinde olan halkla ilişkiler yönetimi, aynı zamanda iletişim faaliyetlerini tercüme edip, arabulucuk yaparak iletişimin bir şekilde iki yönlü olması beklentisine de cevap vermektedir. Kısacası, halkla ilişkiler uygulamaları, örgütle hedef kitleleri arasındaki iletişimin yönetimidir (Banks,1995:19). Örgüt içi iletişim, sadece halkla ilişkiler yönetiminin sorumluluğunda görülmemekle birlikte, etkili bir iletişim için gerekli olan ortamın İletişim 2003/17 35 İnsan Kaynakları Yönetiminde İletişim: Halkla İlişkiler Odaklı Yaklaşım yaratılmasında iç halkla ilişkiler gerekli ve önemli yönetsel bir süreç olarak kabul edilmektedir. “İşverenlerin maksimum düzeyde verimlilik ve başarı sağlamak için ücret dışında uyguladıkları birçok şeyi kapsayan geniş bir alan” (Wright,1995:183) olarak tanımlanan iç halkla ilişkiler, personel ile ilişkilerin geliştirilmesi anlamında halkla ilişkilerin oldukça yeni bir alanıdır. İç müşterilerin istek, ihtiyaç ve beklentilerini öğrenmek suretiyle uygun iletişim teknikleri ile motivasyonu arttırmak, sorunlar varsa belirleyerek bunları üst yönetime götürmek suretiyle sorunların çözümünü sağlamak ve en önemlisi verimliliği arttırıcı çalışmalar yapmak örgüt içi halkla ilişkiler çalışmalarının içinde yer almaktadır (Göksel ve Yurdakul,2002:218-219). İç iletişimi sağlama görevi halkla ilişkiler yönetimine verildiğinde, bu birim çalışanları örgüt amaçları ve felsefesi hakkında bilgilendirmek için çeşitli planlar geliştirecektir. İç iletişim ve ilişkilerin düzeltilmesi ve geliştirilmesi için gözönünde bulundurulması gerekenler şunlardır (Okay,1999:177-178): • Aşağıdan yukarı ve yukarıdan aşağıya doğru bilgi akışının tespit edilmesi, • Olumlu ya da olumsuz olsun tüm gelişmeler hakkında çalışanları haberdar etmek, • Planlar, hedefler, pazarlama ve reklam hedefleri hakkında çalışanları bilgilendirmek, • Gazete veya bilgilendirmek, kara tahta aracılığı ile çalışanlara ulaşmak, • Kararların alınmasına çalışanların katılması, • Görüşleri bildirme olanağının varlığı, • Ürün, satış tekniği, kişilik geliştirmesi hakkında eğitim ve alıştırmalar vermek, • İyi bir çalışma durumunda çalışanın övülmesi, takdir edilmesi, • Üstün başarıları parasal olarak ödüllendirme, prim verme, • Düzenli toplantılar düzenlemek, İletişim 2003/17 Beril Akıncı VURAL 36 • Sosyal etkinlikler hazırlamak, • Çalışanların ailelerinin kuruluşu ziyaret için davet edilmeleri. Çalışanlarıyla etkili iletişim kurabilen örgütler, çalışanlarının kendisinden ne beklendiğini, çalışanlar da örgütün kendisinden ne beklediğini çok iyi bilmektedir. Yönetim ile çalışanların her zaman her konuda anlaşması ve dostça ilişkiler kurması beklenmemekle beraber birbirlerini anlamaları beklenmektedir. Bu karşılıklı anlayışın gerçekleştirilmesi ise halkla ilişkiler yönetiminin en önemli hedefidir (Grunig ve Hunt,1994:5). İnsan kaynakları uygulamaları içinde değerlendirilen oryantasyon, entagrasyon ve motivasyon programları, sürekli eğitim ve insan kaynağını geliştirme programları, ödüller, karar alma mekanizmalarına katılım fırsatları, çalışanlara yönelik özel program ve aktiviteler, çalışanlara sağlanan yan faydalar gibi birçok uygulama, çalışanların kendilerine saygı duyan saygın bir örgütün parçası oldukları konusundaki onuru arttırmaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki, insan kaynağının yönetimine ve personelle ilişkilere yönelik bu tür programlar, doğru bir şekilde kullanılır ve etkili bir şekilde duyurulursa çalışanların zihinlerindeki kurum imajını güçlendirmektedir (Marconi,1996:39). Diğer taraftan günümüz çalışanları, artık üstlerinden ‘ileti’ değil, ‘iletişim’ beklemektedir. Bunun önemini kavrayıp personeli ile kurulan ilişkilere gereken önemi veren örgütler, personeli tarafından anlaşılıp desteklendiği için sorunların üstesinden daha kolay gelebilmektedir. Her ne kadar iş hayatının doğal akışı içinde sürekli iletişim kuruluyor gibi gözükse de, etkili iletişim kurmak, planlı ve koordine edilmiş aktivitelerle tatmin düzeyi yüksek personel ilişkilerinin bir güven ortamı içinde geliştirilmesiyle sağlanmaktadır. Bu bağlamda, insan kaynakları departmanı ile dirsek temasında olması gereken halkla ilişkiler yönetiminden beklenen, iletişime mani olacak her türlü engeli ortadan kaldırmak, çalışanların bilgiyi dedikodu ve söylenti gibi informel iletişim kanalarından değil, halkla ilişkiler teknikleri aracılığı ile almasını sağlamak ve de bu sürecin önemli bir parçası olan geri bildirime önem vererek örgüt içinde etkili bir iletişim iklimi yaratmaktır. İletişim 2003/17 İnsan Kaynakları Yönetiminde İletişim: Halkla İlişkiler Odaklı Yaklaşım 37 Örgüt içindeki mevcut iletişim iklimini tespit edip sadece yönetimin değil, personelin de bu iklim içerisinde ne tür bilgileri istediğini ve karşılıklı ihtiyaçları tespit eden ve de her iki tarafın ihitiyaçlarını karşılayacak şekilde neyi, kime ve hangi iletişim kanallarıyla iletileceğine karar veren iç halkla ilişkiler uygulamalarının amaçları şu şekilde sıralanmaktadır (Cutlip et al.,1985:315): • İş gören ve işverenler arasında güven yaratmak, • Yatay ve dikey tarafsız , içten iletişimi sağlamak, • Her birey için statü ve katılım yaratmak, • Sorunsuz bir iş ortamının sürekliliğini sağlamak, • Sağlıklı ve konforlu bir iş mekanı yaratmak, • Girişimciliği ödüllendirmek, • Gelecek hakkında iyimserlik yaratmak. Halkla ilişkiler yönetimi, bu amaçlar doğrultusunda örgüt içi iletişimde hangi araçlarının kullanılacağına karar verirken, genel prensip olarak iletişim araçlarının hedef kitlesine, mesajına, örgüte ve kültürüne uygunluğu prensibini benimsemektedir (Harrison,1995:112). Bu prensip çerçevesinde halkla ilişkiler yönetimi; bireysel brifingler, takım brifingleri, personel toplantıları, konferanslar, gezinerek yönetim, televizyon, radyo, video, tele-konferans/video-konferans, telefon bigi servisleri, örgüt yayınları, destek yayınlar, haber niteliğinde mektuplar, doğrudan postalama, elektronik postalama, faaliyet raporları, bülten tahtaları ve afişler, film ve slayt gösterileri, sergiler, sosyal aktiviteler gibi geniş bir yelpazede sözlü, yazılı, görsel ve multimedia birçok araç kullanabilmektedir. Hem örgütün, hem çalışanların ihtiyaçlarını karşılayacak bir işyeri yaratmanın ön koşulu olan örgüt içi iletişimin gerekliliğinin bilincinde olan örgütler, en önemli hedef kitle koltuğuna personeli oturtarak sadece insan kaynakları uygulamalarına değil, iç halkla ilişkiler uygulamalarına daha fazla ağırlık vermektedir. İnsan kaynakları ve halkla ilişkiler İletişim 2003/17 38 Beril Akıncı VURAL departmanlarının uygulamalarıyla elde etmek istedikleri sonuç, çalışanların örgüte, değerlerine ve hedeflerine bağlhedeflerine bağlerimliliği ve motivasyonu arttırmak ve de örgütsel etkinlik anlamında arzu edilen örgüt ikliminin, motivasyon ve iş tatmininin, adaptasyon ve örgütsel performansın gerçekleştirilmesine katkıda bulunmaktır. Bu sonuçların elde edilmesinde halkla ilişkiler yönetiminin katkısı ise, personelle etkili iletişim kuracak, örgüt içindeki iletişimin kalitesini sağlayacak veya koruyacak, katılımı sağlayarak personelle ilişkileri geliştirecek mesajların iletilmesini sağlamaktır. Bu yüzden, hem insan kaynakları hem de halkla ilişkiler departmanının aşağıdaki temel görevleri gerçekleştirmek üzere dirsek temasıyla koordinasyon içinde çalışması gerekmektedir (Cantor,1989:77): • İletişim politikasını belirleme ve etkileme sorumluluğu örgütün yasal bir parçası haline getirme, konusundaki • Yöneticilerin örgüt sözcüsü haline getirilebilmeleri için uygun bir şekilde bilgilenmelerini sağlama, • Örgütteki her yöneticinin, tüm insan kaynakları ve iletişim uygulamalarının ve bu konudaki sorumluluğunun bir parçası olduklarını savunma. Yöneticilerin öncelikli görevi, örgütün sahip olduğu insan kaynağı için bir anlam yaratmak ve örgüt içindeki üyeliklerinin neden önemli olduğunu göstermektir. Halkla ilişkiler yönetiminin insan kaynağına bakışı ise, örgütü oluşturan insanların sadece örgütsel amaçlar doğrultusunda çalışan bir grup olmadığı, davranışları, tutumları ve örgüt hakkında konuştuklarıyla örgütün temsilcileri olduğu yolundadır. Bu yüzden de, halkla ilişkiler perspektifiyle ‘iç müşteriler’ olarak nitelendirilen insan kaynağının, örgüt hakkındaki algılamaları şans eseri oluşup gelişmesine izin verilmeyecek kadar önemlidir. Neticede örgütler, rekabet ve diğer dış baskılara karşı ayakta kalabilmek ve örgütsel hedeflerini gerçekleştirebilmek için insan kaynağının desteğine ihtiyaç duymaktadır. Örgütlerdeki etkili insan kaynakları yönetiminin temel amacı, örgüte ve hedeflerine destek sağlayacak yüksek düzeyde motive olmuş istekli İletişim 2003/17 İnsan Kaynakları Yönetiminde İletişim: Halkla İlişkiler Odaklı Yaklaşım 39 işgücü yaratmaktır. Bu tür bir destek ise, ancak sebeplerinin açıkça belirtildiği dürüst bir iletişimle sağlanabilmektedir. Şüphesiz ki, gerekli desteğin sağlanmasında bahsedilen iletişim, çalışanların manipülasyonu şeklinde değil, hem örgütün hem de onu oluşturan insan kaynağının karşılıklı yasal çıkarlarını gözönünde bulundurarak ikisini uzlaştırmaya çalışan ve bu tür bir iletişim ile örgüt ve amaçlarına destek sağlamaya çalışan bir iletişim türüdür (White,1991:43). Örgüt içinde bu tür bir desteğin sağlanması öncelikle insan kaynakları ve halkla ilişkiler departmanlarının çalışma sistemlerine dayanmaktadır. Çoğu durumda örgüt açısından her iki işlevin de önemi konusunda bilinçli olan firma yönetimleri, örgüt içi iletişim ve personelle ilişkilerin geliştirilmesinde her iki departmanın işbirliği ve koordinasyon içinde çalışmasını teşvik etmektedir. Yani örgüt içinde etkili iletişim kurulması ve personelle ilişkilerin yönlendirilmesinde yöneticiler, her iki departmana da aynı şekilde önem vermektedir. Çünkü, insan kaynakları yönetimi ve örgüt içi iletişim anlamında halkla ilişkiler yönetimi interaktif süreçlerdir. “Örgütlerde insan kaynağının etkili kullanımı, halkla ilişkilerin mükemmel bir şekilde işleyebileceği türde bir örgütü oluşturarak dolaylı yoldan mükkemmel halkla ilişkilere katkıda bulunmaktadır. Bununla beraber, örgüt içindeki iletişim de, etkili personel ilişkilerine katkıda bulunmaktatır. Bu yüzden iç halkla ilişkiler de, insan kaynağının etkin kullanımında örgütlere yardımcı olmaktadır” (Grunig et al.,1992:225). Örgütteki özel konumu ve üyelerinin iletişim uzmanlarından oluşması nedeniyle halkla ilişkiler yönetimi (Cutlip et al.,1985:327): • Yönetim ve personel politikalarını genel halkla ilişkiler programına uygun bir şekilde iç çevreye uyarlar, • Örgüt dışına taşınan iş gören bilgi, yaklaşım ve kanaatlerinin şekillendirilmesini sağlar, • İnsan kaynakları yönetiminin başarıya ulaşması için uygun ortam hazırlar, İletişim 2003/17 Beril Akıncı VURAL 40 • Örgütsel kültürün bir parçası olarak yatay ve dikey iletişimi sağlayacak yollar bulur. Böyle bir çaba, çatışma ve sürtüşmeyi önleyeceği gibi, eşgüdümü kolaylaştırır. Örgütün çalışanlarıyla beraber örgütsel amaçlarını gerçekleştirmesi ve yüksek performans elde edebilmesi, örgüt içindeki iletişimin kalitesine ve çalışanlarla kurulan ilişkilere bağlıdır. Bu yüzden de, iç iletişim ve personel ilişkileri şansa ya da informel iletişim kanallarına bırakılmamalıdır. Halkla ilişkiler yönetimi, iç halkla ilişkiler politikalarını saptar ve insan kaynakları yönetimi ile uygulamaları planlarken sadece örgütsel ihtiyaçları değil, insan kaynağının da iç iletişime ilişkin beklentilerini saptamalıdır. Personelin genelde halkla ilişkiler yönetiminden talep ettiği bilgiler şu şekilde sıralanmaktadır (Cutlip et al.,1985:318): • Gelecekle ilgili örgütsel planlar, • Verimlilik gelişimi ile ilgili bilgiler, • Personel politikaları ve uygulamaları, • İş ile ilgili bilgiler, • İş geliştirme imkanları, • Dış koşulların iş üzerine etkisi, • İşin örgüt içindeki önemi, • Diğer bölümlerdeki uygulamalar, • Rekabet koşulları ve performans, • Personel değişimi ve promosyon, • Örgütün sosyal durumu, • Örgütün güncel konular karşısındaki tutumu, • Örgütün karını nasıl kullandığı, • Halkla ilişkiler planları, • Finansal sonuçlar, İletişim 2003/17 İnsan Kaynakları Yönetiminde İletişim: Halkla İlişkiler Odaklı Yaklaşım 41 • Diğer iş görenlerle ilgili bilgiler. Personele ve ihtiyaçlarına yapılan yatırım, sadece üretilen değerlerin kalitesini değil, iş hayatının kalitesi ve örgütsel başarıya da katkıda bulunmaktadır. Bu yüzden de hem örgütün hem insan kaynağının ihtiyaçlarını karşılayan, karşılıklı tatmin yaratarak örgütsel başarıyı dengeleyen ve karşılıklı yarar esasına dayanan bir ilişki tipinin belirlenmesi, yerleştirilmesi ve devam ettirilmesi gerekmektedir. Bu yüzden halkla ilişkiler yönetiminin, insan kaynakları yönetiminin işbirliği ile iç halkla ilişkiler politikalarını saptayıp personel iletişimine ilişkin programları planlayıp uygulamaya geçmeden önce cevaplaması gereken bir takım sorular vardır. Bunları iletişim ihtiyaçlarının tanımlanması, iletişim problemlerinin değerlendirilmesi ve çözüm üretilmesi olarak sıralanabilmektedir (Haywood,1991:116): İletişim İhtiyaçlarının Tanımlanması 1. Yönetim değerlendirmeleri veya araştırmalarla personelin bilgi ihtiyacı tespit edilmiş midir? 2. Bunlar herbir işgören, kademe yoksa coğrafi lokasyona göre ayrı ayrı mı dikkate alınmalıdır? 3. Bu gruplar arasında örgüte yönelik tutumlar nelerdir? 4. Örgüt kendisi için nasıl bir tutum oluşturmak istiyor, mevcut tutumlar ile arzu edilen tutmlar arasında fark var mıdır? 5. Bu farklılık, daha iyi iletişim ile kapatılabilir mi? 6. Örgütün kontrolünde olan veya olmayan kullanımdaki mevcut iletişim kanallarını tespit etmek mümkün mü? 7. Örgütün gideremediği ihtiyacı gideren resmi olmayan bir iletişim kanalı var mı? 8. Tüm iletişim metodlarının güvenilirliğine ilişkin doğru bir değerlendirme yapılabilir mi? İletişim 2003/17 Beril Akıncı VURAL 42 9. Bu kanalların hangisi çalışanlara gerçek geri bildirim fırsatı sunmaktadır? 10. Yöneticiler sorumlu olduğu çalışanların tutumlarını değerlendirmede ve tepkilerini gözlemlemede ne kadar etkililerdir? 11. Yöneticiler çalışanlardan aldıkları geri bildirimi ne dereceye kadar üst yönetime iletiyorlar? 12. Yöneticiler, bir probleme dönüşmeden önce tutumlara ilişkin ilgi alanlarını ve iletişim yetersizliklerini tanımlayıp raporlayabiliyorlar mı? İletişim Problemlerinin Değerlendirilmesi: 1. Çalışanlar işlerini yapmak için gerekli olan bilgiyi nasıl almaktadırlar? 2. Yönetim iletişim zincirinde tanımlanmış engeller var mı? 3. Farklı departman veya bölümler bilgi alışverişinde işbirliği yapıyorlar mı, yani dikey iletişim kadar yatay iletişim de işlemekte mi? 4. Yöneticilerin toplantı, tartışma veya diğer iletişim metodlarına harcadıkları zamanla ilgili yakınmaları var mı? 5. İş yerine gelmeme, iş ortamına özen göstermeme, kötü müşteri hizmetleri, güvenlik veya kalite kontrolü gibi spesifik problemler kötü iletişimle ilgili olabilir mi? 6. Şirket politikaları, ürün gelişimi, rekabet gibi çalışanların performansını etkileyecek konular hakkında yeterince bilgilendirme var mı? 7. Bu gelişmelerle ilgili bilgiyi ölçecek bir metod geliştirilebilir mi? 8. Bu, zayıflıkları, engelleri veya farklılıkları belirlemek için kurulan iletişim linkleri ve tutumlar ile nasıl ilişkilendirilebilir? İletişim 2003/17 43 İnsan Kaynakları Yönetiminde İletişim: Halkla İlişkiler Odaklı Yaklaşım Çözüm oluşturulması: 1. Mevcut iletişim kanallarının işgücü dahil olmak üzere maliyeti nedir? 2. Çalışanların performansı ve olumlu tutumlarını geliştirmek için en etkili kanallar hangileridir? 3. Bu kanalların hangileri tutumları gözlemleyip bunlara göre iletişim prog-ramlarının düzenlenmesinde etkili geri bildirim sağlamaktadır? 4. Her faaliyetin maliyet-etkili olup olmadığı değerlendirilip daha uygun kanallar belirlenebilir mi? 5. Aşağıdaki alternatifler ve maliyetleri değerlendirilmiş midir? Firma gazete veya magazinler Düzenli haber bültenleri Bülten tahtaları Telefon bilgi hizmeti Haber vidyo veya filmleri Kapalı devre TV tartışmaları Slayt gösterileri Firma radyo yayını Bilgilendirme seminerleri Basın ilişkileri Kurum imaj çalışmaları Afişler, duvar panoları Bilgilendirme dosyaları Göreve tanıştırma programları Bölgesel/ulusal konferanslar Politika bildirileri Doğrudan postalama Faaliyet raporları Firma tarihçesi Sponsorluk Şirket ziyaretleri Açık günler Örgütün iletişim ihtiyaçları, iletişim sorunları belirlenip bunlara uygun çözümler geliştirildikten sonra planlanan gerçek halkla ilişkiler programlarının amacı, örgütün etkinliğine katkıda bulunacak şekilde çalışanlar arasında anlayış ve destek yaratmak olmalıdır. Bu da, iç halkla ilişkiler programlarında, halkla ilişkiler araştırma yöntemlerinin stratejik kullanımı temeline dayanan ve de iletişimi, anlaşmazlıkların üstesinden İletişim 2003/17 Beril Akıncı VURAL 44 gelmek ve stratejik hedef kitlelerle örgüt arasındaki karşılıklı anlayışı geliştirmek üzere kullanan çift yönlü simetrik iletişim modelinin kullanılmasını gerektirmektedir. “Özetle söylenecek olursa, çift yönlü simetrik iletişim modeli, yalnızca konuşmak yerine, hem konuşmak hem dinlemek gerektiğini savunur. Ve, hedef halk kitleleriyle görüşmenin, onları düpedüz istenen yönde değiştirmeye çalışmaktan daha iyi sonuç vereceğini ileri sürer” (Berth ve Sjöber,1998:30). Bu anlamda halkla ilişkiler yöneticileri, insan kaynağına ‘iletmekten’ çok, ‘iletişim’ kurma amacına yönelik çift yönlü akışı sağlayacak programları planlayıp uygulamaya dikkat etmelidir. Unutulmamalıdır ki, örgüt açısından personelle kurulan kötü bir iletişimin maliyeti, yeterince iyi kullanılamamış veya kaybedilmiş bir fırsat maliyetidir. Sonuç 1980’li yıllardan itibaren örgütler, en önemli öz varlıklarının ‘insanlar’ olduğunu ve örgütsel hedeflere neticede insanlar aracılığı ile ulaşılarak rekabet farkı yaratabileceklerini farketmeye başlamışlardır. İnsanların rekabette en önemli farkı yaratan kaynak olduğunun farkedilmesiyle örgütler, en yetenekli çalışanların örgüte çekilmesi, çalışanların sosyalizasyonu, entegrasyonu ve motivasyonu, insan kaynağının sürekli geliştirilmesi ve örgüt içinde tutulabilmesi için insan kaynağının yönetimine her zamankinden daha fazla önem vermeye başlamışlardır. Modern iş dünyasında örgütlerin çalışanlarına ‘kur yapması’ gerektiğini ileri sürülmekte ve insanların otoriteden ziyade ilişkilerle yönetilmeye ihtiyaç duyduklarını belirtilmektedir. Bu kur yapma sürecinin en önemli bölümü de, insanlara örgüt içinde üyelik duygusunun verilmesidir. Çalışanlara bu tür bir duygunun verilmesi ise öncelikle, örgüt içindeki temel ihtiyaçlarının belirlenmesini, örgütsel ihtiyaçlarla bireysel ihtiyaçların bir seviyede tutulmasını gerektirmektedir. Bu da insan kaynağının elde edilmesi, sosyalizasyonu, motivasyonu, insan kaynağının eğitimi ve geliştirilmesi, performansı, ödüllendirilmesi ve ücretlendirilmesi gibi temel İKY süreçlerinin her bir aşamasında, kalitesi yüksek iç iletişim sistemi ve iç İletişim 2003/17 İnsan Kaynakları Yönetiminde İletişim: Halkla İlişkiler Odaklı Yaklaşım 45 halkla ilişkiler uygulamalarını ve de çalışanlarla kurulan iyi ilişkileri gerektirmektedir Örgüt bireylerini bilgilendirme, etkileme ve motive etmede kullanılan en önemli araçlardan olan iletişim, işbirliğine yönelik kişilerarası ilişkilerin kurulması, geliştirilmesi ve korunmasında önemli bir süreçtir. Son yıllarda yapılan araştırmalar, iletişim ile yönetsel etkinlik, iş tatmini ve örgütün tüm etkinliği arasında bağlantı kurmaktadır. Etkili bir örgütün geliştirilmesi, etkili iletişim ile doğru orantılıdır. Yani örgütsel çıktıların kantitatif ve kalitatif bir ürünü olan örgütsel etkinlik, örgütsel iletişim süreçlerinin kalitesiyle de değerlendirilmektedir. İnsan kaynakları açısından ise insan kaynağının elde edilmesi, oryantasyonu, motivasyonu ve sosyalizasyonu, geliştirilmesi, eğitimi, performansı, ücretlendirilmesi ve ödüllendirilmesi gibi temel İKY süreçlerinde, iletişim kanallarının etkinliği ve çalışanlarla kurulan iletişimin kalitesi örgütsel etkinliği etkilemektedir. Neticede, teknoloji, sermaye, bilgi transferi insanlar tarafından kullanılıp yönetilmektedir. Bu yüzden, insan kaynağı politika ve uygulamalarının rekabet avantajı sağlanmasına ve korunmasına katkıda bulunduğunun bilincinde olan örgütler, insan kaynağının etkili yönetimine, çalışanlarla kurulan iletişime ve bu anlamda iç halkla ilişkiler uygulamalarına her zamankinden daha fazla ağırlık vermeye başlamışlardır. Kaynaklar Armstrong, M. (1994). Improving Organizational Effectiveness, London, Kogan Page. Banks, S. P. (1995). Multi-Cultural Public Relations: A SocialInterpretive Approach, Thousand Oaks, Sage Publications. Berth K., Sjoberg G. (1998). “Halkla İlişkiler Uygulamacıları İçin Sürekli Eğitim”, Halkla İlişkiler Eğitiminin Evrimi ve Küreselleşmenin Etkisi, IPRA Altın Kitap Sayı:12, İstanbul, Rota Yayınları. İletişim 2003/17 Beril Akıncı VURAL 46 Cantor, B. (1989). Experts in Action: Inside Public Relations, 2nd Edition, New York, Longman. Cutlip, S. M., Centre A.H., Broom G. M. (1985). Effective Public Relations, 6th Edition, New Jersey, Prentice Hall Inc. Fındıkçı, İ. (1999). İnsan Kaynakları Yönetimi, İstanbul, Alfa. Goldhaber G., Yates M., Porter T., Lesniad R. (1978): "Organizational Communication", Human Communication Research, Vol:1. Göksel, A., Yurdakul N. (2002). Temel Halkla İlişkiler Bilgileri, İzmir, E.Ü. İleitşim Fakültesi Yayınları, No:15. Grunig J. E., Dozier D.M., Ehling W.P., Grunig L.A., Repper F. C., White J. (1992). Excellence in Public Relations and Communication Management, New Jersey, Lawrence Erlbaum Publishers. Grunig J. E., Hunt T., (1994). Public Relations Techniques, Forth Worth, Harcourt Brace College Publishers. Harrison S. (1995). Public Relations: An Introduction, London, Routledge. Haywood R. (1991). All About Public Relations: How to Build Business Success on Good Communications, 2nd Edition, Berkshire, McGraw Hill. Marconi, J. (1996). Image Marketing: Using Public Relations to Attain Business Objectives, Illinois, NTC Business Books. Okay, A. (1999). Kurum Kimliği, Ankara, MediaCat yayınları. Palmer, M., Winters, K.T. (1993). İnsan Kaynakları, Çev: Doğan Şahiner, İstanbul, Rota. PİRA, A. (2000). Halkla İlişkiler Üzerine Çeşitlemeler, İzmir, Üniversiteliler Ofset. Toth, E.L., Heath, R.L. (1992). Rhetorical and Critical Approaches to Public Relations, New Jersey, Lawrence Erlbaum Publishers. İletişim 2003/17 İnsan Kaynakları Yönetiminde İletişim: Halkla İlişkiler Odaklı Yaklaşım 47 Varol, M. (1993). Örgüt Sosyolojisine Giriş, Ankara, Ankara Üniversitesi Yayınları, No:2. White, J. (1991). How To Understand and Manage Public Relations: a Jargon Free Guide to Public Relations Management, London, Business Books Ltd. Wright, D. K. (1995). ''The Role of Corporate Public Relations Executives in the Future of Employee Relations'', Public Relations Review, Vol:21, No:3. İletişim 2003/17 Beril Akıncı VURAL 48 Özet İnsan kaynağının yönetiminde iletişime verilen önem, arzu edilen örgütsel amaçların başarılması adına etkinliğin arttırılması için, sadece insan kaynağı (İK) yöneticilerine yeni görev ve sorumluluklar getirmemekte, örgütün dış iletişiminden olduğu kadar iç iletişim ve personelle kurulan ilişkilerden de sorumlu olan halkla ilişkiler (Hİ) yöneticilerine de yeni görev ve sorumluluklar getirmektedir. İK yöneticileri, halkla ilişkiler yöneticileri ile kurdukları stratejik ittifaklardan faydalanabilmektedir. İK yöneticileri ile dirsek teması içinde çalışması gereken halkla ilişkiler yöneticileri, insan kaynağının etkili yönetimine katkıda bulunup arzu edilen örgütsel amaçların başarılmasına yardımcı olabilmektedir. Abstract The great importance attached to communication in managing human resources burdens not only human resources (HR) managers with new tasks and responsibilites but also public relations (PR) managers as they are not only in charge of external communication but also internal communication and relations with personnel to increase the effectiveness for the sake of performing the desired organizational goals. HR managers might benefit from strategic alliances with communication or PR managers. PR managers, who should work ‘hand-in-glove’ with HR managers, might contribute to the effective management of HR, and also help to attain desired organizational goals. İletişim 2003/17 Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği) Fatma GEÇİKLİ* Giriş Yaşamın temelini oluşturan iletişim tek hücreli canlıdan en gelişmiş yaratık olan insana kadar vazgeçilmez bir süreçtir. İnsan yaşamının ve örgütlü toplumsal düzenin olmazsa olmaz olgusu olan iletişim konusunun tek başına önem kazanması 19.yy. sonlarına rastlamaktadır. 21.yy.daki son gelişmelerle birlikte iletişim, bilimsel tartışmaların temel konularından biri haline gelmiştir. Gereksinimlerin karşılanması için bilgi ve becerilerin birleştirilmesi fikrinden ortaya çıkan örgüt, iletişim ağının düzenli bir şekilde oluşturulması ve işlerlik kazanması ile amacına ulaşmaktadır. Çalışanlar örgütün amaçlarını gerçekleştirmek için aralarında belirli derecede işbirliği kurup birbirleriyle sosyal ilişkilere girmek zorundadır. İletişim, örgütün en önemli özelliği sayılan devamlılık, bütünlük ve sosyal ilişkiler açısından vazgeçilmezdir. Örgüt, amaçları doğrultusunda etkinliklerini sürdüreceğinden, bireysel davranışların yönlendirilmesi gerekmektedir. İletişim olmadan bireysel davranışların yönlendirilmesi olanaklı değildir (Ergun ve Polatoğlu; 1992; 204). İster kâr amaçlı, ister yerel yönetimler gibi hizmet amaçlı olsun örgütler belli bir hiyerarşik yapıya sahiptirler ve bu hiyerarşik yapı içerisinde yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya doğru yatay ve çapraz bir hareketle bilgi akışı içerisinde yönetilirler. Karar mekanizmasını oluşturan yönetim, söz konusu bilgileri süzgeçten geçirerek ileriye dönük planlarını yapar ve * Yrd. Doç. Dr. Atatürk Üniversitesi, İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü İletişim 2003/17 Fatma GEÇİKLİ 50 uygulamaya koyar. Bilgi akışının düzenli olması, uygulamaların amacına uygun gerçekleşmesi bu süreçler esnasında kurulacak kolaylaştırıcı, anlaşılır, geçerli ve etkili iletişimle sağlanır. Örgütte bütün bilgilerin toplanıp, dağıtılması, örgütün kusursuz işlemesi ve yaşamını sürdürebilmesi gerekli iletişim ağı oluşturup bu ağın sağlıklı bir şekilde işlemesi ile mümkündür. Ayrıca, örgütsel iletişim çalışanların örgüte bağlılıkları ve motivasyonu açısından bütün diğer strateji ve politikaların önünde gelir. Çalışanların işleri konusunda sürekli ilgi ve heyecan duymalarını sağlayabilmek, insanları yaratıcı etkinliklere yöneltebilmek, iş başarısını sağlayabilmek etkili iletişime dayanır. Halkla iç içe bir örgüt olan yerel yönetimlerde iletişimin önemi bir kat daha artmaktadır. Çünkü, yerel yönetimler siyasetin yoğun olduğu bir yerdir. Yerel yönetimlerde aynı ideoloji ve görüşü paylaşan kişiler üst üste seçilebildiği gibi farklı görüşlerdeki kişiler de yönetimlerde iş başına gelebilir. Bu durum ise örgüt içinde huzursuzlukların yaşanmasına, iç iletişimin bozulmasına ve dolayısıyla verimin düşmesine, yerel yönetimlerin çıktıları olan hizmetlerin kalitesinin istenenin çok altında olmasına neden olabilir (Gürdal; 1997; 79). Örgütün başarılı olabilmesi için önce kendi içinde sağlıklı ve etkili bir iletişime ihtiyacı vardır. Mükemmel bir iletişim aracılığıyla yönetsel işlevler, planlama, örgütleme, yöneltme, koordinasyon ve kontrol mekanizmaları verimli çalışacak, kurum ve roller benimsenecek ve hizmet amacına ulaşacaktır. Bu bağlamda, çalışmamızda yerel yönetimlerde örgütsel iletişim üzerinde durulmaktadır. Amaç, mevcut iletişim olgusunun nasıl algılandığını ortaya çıkarmaktır. Örgütsel İletişimin Tanımı ve Amacı İletişim, birbirlerine ortamlarındaki nesneler, olaylar, olgularla ilgili değişmeleri haber veren, bunlara ilişkin bilgilerini birbirine aktaran, aynı olgular, nesneler, sorunlar karşısında benzer yaşam deneyimlerinden kaynaklanan, benzer duygular taşıyıp bunları birbirine ifade eden insanların oluşturduğu topluluk ya da toplum yaşamı içinde gerçekleştirilen tutum, yargı, düşünce, duygu bildirişimlerine denir (Oskay; 1997; 129). Örgütsel İletişim 2003/17 Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği) 51 iletişim ise, bir örgüt yönetiminin kendisi ve çalışanları arasındaki işbirliğini ve örgüt iklimini pozitif yönde etkilemek için istediği tüm tedbir ve çabalar olarak tanımlanabilir (Spinder; 1989; 129). Bir başka deyişle, örgütün işleyişini sağlamak ve amaçlarını gerçekleştirmek amacıyla gerek örgütü meydana getiren çeşitli bölüm ve öğeler arasında, gerekse örgüt ve çevresi arasında girişilen sürekli bilgi alışverişidir veya bunlar arasında gerekli ilişkilerin kurulmasına olanak veren toplumsal bir süreçtir (Artan; 1977; 64). Bir örgütün bütün olarak işleyişi çalışanlar arasındaki bilgi alışverişine dayanır. Dolayısıyla, iletişimin üstlendiği rolü küçümsemek mümkün değildir. İletişim bütün yönetici ve çalışanlar için hem anahtar bir kavram hem de anahtar bir beceridir. Örgütsel iletişim, yöneticinin gönderdiği mesajın anlamını iş görene anlatmasını, benimsetmesini ve onu eyleme geçirmesini kapsar (Gürgen; 1997; 33). Bir örgütün işleyişi açısından iş gerekleri ve becerileri ne kadar iyi tanımlanırsa tanımlansın bu işleri yürütecek örgüt çalışanları arasında koordinasyon olmadan hedefe ulaşılamaz. Yönetici ve çalışanlar arasındaki iletişim çift yönlü olmalıdır. İş talimatları, süre ve şartların değişimi, kural ve yöntemler, örgütün ilerlemeleri hakkında çalışanlara bilgi verilirken onların fikirlerini, uyarılarını, kaygılarını ve şikayetlerini dikkate almak gerekir. Örgütlerde gerçekleştirilen planlı ve programlı iletişim, çalışanlar arasında dikey ve yatay ilişkilerin gelişimine katkıda bulunur. İletişim sadece işe ilişkin bilgi ve emir verme işleriyle sınırlı değildir. Yöneticiçalışan ilişkilerinin iyileştirilmesi morali yükseltecek, dedikodu, söylenti ve abartıları engelleyecek, anlaşmazlığı ve güvensizliği azaltacak, personelin sorunlarının hızla çözümünü olanaklı kılacak ve sonuçta iş hayatının yolunda ve verimli gitmesini sağlayacaktır. Örgütün iletişim yapısının, sorunların, işgörenlerin ve koşulların değişmesi olasılığına karşı esnek bir şekilde oluşturulması gerekir. Çünkü örgüt-içi iç ve dış sorunlar değişimi gerekli kıldığında değişim, işgörenler tarafından bir tehdit olarak algılanabilir ve işgörenler bu değişim karşısında kendilerini çaresiz ve endişeli hissedebilirler (Allcorn; 1995;73). İletişim 2003/17 52 Fatma GEÇİKLİ Örgütsel iletişim yapısal olarak biçimsel ve biçimsel olmayan türde karşımıza çıkar. Biçimsel iletişim, örgütte, örgütsel kurallar doğrultusunda gerçekleştirilen örgüt üyelerinin kişiliklerinden soyutlanmış, statüler arası bir iletişim türüdür. Biçimsel olmayan iletişim ise çalışanların oluşturdukları biçimsel olmayan gruplar ve bu gruplar arasında gerçekleşen kişiler arası bir iletişimdir (Gürgen; 1997; 63). Biçimsel örgüt yapısı içerisinde iletişim yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya, yatay ve çapraz bir şekilde gerçekleşmektedir. Yukarıdan aşağıya doğru iletişim, yönetimin en üst basamağından başlayarak en alt basamağına kadar mesajın akışını ifade eder. Aşağıdan yukarıya iletişim bir örgütün hiyerarşik yapısındaki daha alt basamaklardan üst basamaklara doğru mesajların akışını içermektedir (Schermerhorn; 1989; 340). Yatay iletişim, örgütlerde aynı hiyerarşik basamak içinde yer alan, rütbece eşit bireylerin örgütsel amaçlar doğrultusunda iletişimde bulunmasıdır (Türkmen; 2000; 47). Bir başka deyişle bir örgütte çalışma grubunun üyeleri arasında bir çalışma grubuyla başka bir grup arasında farklı departman üyeleri arasında ortaya çıkan ve örgütteki iş akışını izleyen iletişimdir (Miner, Miner;1985;624). Çapraz iletişim ise farklı fonksiyonel birimlerde çalışan ast ve üstlerin arasında gelişen bilgi içerikli iletişimdir. Bir çok işletmede çapraz iletişimin olmadığı gözlemlenmektedir. Halbuki çapraz iletişim, örgüte yönelik uzmanlaşmayı, farklı birimlerin birbirlerinin sorumluluklarını daha iyi kavramaları ve yardımlaşmalarını kolaylaştırıcı bir etki yaratır (Türkmen; 2000; 48). Bazı olağanüstü durumlarda, bir yönetici kendi bölümü dışında çalışan diğer işgörenlerle doğrudan ilişki kurabilir. Örneğin; bir kaza ya da yangın durumunda fabrikanın güvenlik işeriyle sorumlu müdür yardımcılarından bir, tüm işgörenlere basamaksal kanalları kullanmaksızın doğrudan doğruya emir verebilir. İşte bu durumda çapraz iletişim söz konusu olmaktadır. Karmaşık ve çoğu kez uzun olan dikey kanalların sakıncalarını giderme ve olağanüstü durumlarda zaman kazanma olanağı vermesi bakımından önem kazanmaktadır (Sabuncuoğlu, Tüz; 1998; 66). Pek çok örgüt yukarıdan aşağıya iletişim kurarken, el kitapları, broşürler, sirküler, afişler ve ilan tahtaları, örgütün yayınladığı periyodikler, iş mektupları, yıllık raporlar gibi araç ve yöntemlerden faydalanmaktadır. Örgütteki katı hiyerarşik yapı, kanal sayısı arttıkça üstten çıkan emir ve İletişim 2003/17 Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği) 53 talimatlar alt basamaklara ulaşıncaya kadar özünden çok şey kaybedebilir. Bu nedenle, örgütün üretkenliği ve hizmet kalitesi açısından sadece yukarıdan aşağıya değil aynı zamanda aşağıdan-yukarıya iletişime de ağırlık verilmelidir. Yatay iletişim ise, örgüt üyelerinin birbirleriyle ilişki kurması ve iş tatmini açısından önemlidir. Biçimsel olmayan yapı içerisindeki iletişim, iş görenlerin insani amaçlarla iletişim kurma gereksinimlerinin sonucunda gerçekleşir. Bu iletişim sistemi örgüt üyeleri arasındaki kişisel yakınlık ve etkileşimler sonucunda ortaya çıkar. Örgütün iletişim sistemini biçimsel iletişim sistemi tek başına karşılayamaz. Biçimsel sistemin bu eksikliğini biçimsel olmayan iletişim sistemi tamamlar. Biçimsel yapı “olması gerekeni”, biçimsel olmayan yapı ise “olanı” gösterir (Gürgen; 1997; 77). Bu iki iletişim sistemi birbirini tamamlar. Örgüt-içi iletişimin bazı önemli amaçları vardır (CBS; 1990;56). Bu amaçlar: 1-Örgüt içinde karşılıklı anlayışı artırarak, herkesin işte çalışma süresi içinde kendilerinden bekleneni kavramalarına zemin hazırlamayı, çalışma gruplarındaki kişilerin grup içindeki görev ve sorumluluklarını ve bunların birbirleriyle nasıl bağlandığını anlamalarını sağlamayı ve tüm bunların bileşimiyle grubun görev ve amaçlarının temsil edilmesine olanak tanımayı ve her kişi ve grubun ortak amaçlar için etkin iletişim kurarak sadece bu amaçların anlaşılmasını değil, aynı zamanda bireyler arasında nasıl paylaşıldığının da kavranmasını içerir. 2-Yukarıya doğru bilgi akışını sağlayarak her yöneticinin, sorumlu olduğu elemanın davranış ve isteklerinden kesinlikle haberdar olmaya ve çalışma gruplarını, grup olarak daha iyi performans gösterecekleri yolları düşünmeye ve tartışmaya cesaretlendirmeye olanak sağlar. Araştırmanın Amacı ve Önemi Erzurum Büyükşehir Belediyesi’nde uygulanan araştırma ile, temel olarak çalışanların örgüt-içi iletişimi nasıl değerlendirdikleri belirlenmeye çalışılmıştır. Araştırmaya katılan çalışanların örgüt-içi iletişimi nasıl İletişim 2003/17 Fatma GEÇİKLİ 54 algıladıkları çalışma yılı, çalışılan kademe, eğitim düzeyi açısından farklılık gösterip göstermediği araştırılmaktadır . Bu araştırmanın iki önemli sayıltısı bulunmaktadır; birincisi, iletişim değerlendirme anketinin örgüt-içi iletişim durumunu belirlemek açısından gerekli özellikleri taşıması, ikincisi ise, araştırmaya katılan çalışanların anket sorularına verdikleri yanıtlar, onların gerçek algı ve değerlendirmelerini yansıtmaktadır. Üç önemli sınırlılık vardır; birincisi, araştırmada elde edilen veriler Erzurum Büyükşehir Belediyesi çalışanlarıyla sınırlıdır. İkincisi, araştırma bulguları örgüt-içi iletişimin çalışanlar tarafından nasıl algılandığı ile sınırlıdır. Üçüncüsü, araştırma kişisel doldurmalı anket tekniği ile yapıldığı için her değişkende gözlem sayısı (N) ankete cevap veren çalışanlarla sınırlıdır. Uygulama Yapılan Örgütle İlgili Bilgiler Büyükşehir belediye sistemi iki kademeli belediye yönetiminden oluşmaktadır. Alt kademede dört ilçe belediyesi bulunmaktadır; Kazım Karabekir, Yakutiye, Yenişehir ve Dadaşkent Belediyesi. Üst kademede ise Anakent Belediyesi yer almaktadır. Her iki belediye yönetiminin organları birbirlerine benzerlik arz eder. Sadece teşekkül tarzı ve yetkileri farklıdır. Büyükşehir Belediyesi’nin organları şunlardır: 1- Büyükşehir Belediye Meclisi 2- Büyükşehir Belediye Encümeni 3- Büyükşehir Belediye Başkanı Büyükşehir Belediye Meclisi, Büyükşehir Belediyesi’nin ve bazı hallerde ilçe belediyelerinin karar organıdır. Meclis, Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı ilçe belediyeleri için tespit edilen belediye meclisi üye sayısının, her ilçe için beşte biri alınmak suretiyle bulunacak toplam sayı kadar üyeden meydana gelir. Büyükşehir meclisi üyeleri her ilçe için seçilmiş olan asıl üyelerin seçiliş sıralarına göre başlayarak yeter sayıya kadar inilmek suretiyle hesaplanır. İletişim 2003/17 Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği) 55 Büyükşehir Belediye Encümeni, Büyükşehir Belediye Başkanı ve belirleyeceği şahsın başkanlığında genel sekreter, Büyükşehir Belediyesi’nin imar, fen, hukuk, hesap, yazı işleri ve personel işlerini yöneten birim başkanlarından oluşmaktadır. Büyükşehir Belediye Başkanı, Büyükşehir Belediyesi sınırları içindeki seçmenler tarafından çoğunluk usulüne göre beş yıl süre için seçilir (Eryılmaz; 1994; 164-165). Büyükşehir Belediyesine ait görevler: a- Büyükşehir yatırım plan ve programlarını yapmak, b- Büyükşehir’de nazım imar planlarını yapmak, yaptırmak ve onaylayarak uygulamak, ilçe belediyelerinin nazım plana uygun olarak hazırlayacakları imar planlarını onaylamak ve uygulamasını denetlemek, c- Büyükşehir dahilindeki meydan, bulvar, cadde ve anayollarını yapmak, yaptırmak, bakım ve onarımını sağlamak ve kanunların belediyelere verdiği trafik düzenlemesinin gerektirdiği bütün işleri yürütmek, d- Yolcu ve yük terminalleri, katlı otoparklar yapmak, yaptırmak, işletmek veya işlettirmek, e- Çevre sağlığı ve korunmasını sağlamak, 1., 2. ve 3. sınıf gayrı sıhhi müesseselerin açılış ve çalışmalarına ruhsat vermek, f-Yeşil sahalar, parklar ve bahçeler yapmak, sosyal ve kültürel hizmetleri yerine getirmek, spor, dinlenme, eğlence vb. yerleri yapmak, yaptırmak, işletmek veya işlettirmek, g- Büyükşehir dahilindeki su, kanalizasyon, her nevi gaz, merkezi ısıtma ve toplu taşıma hizmetlerini yürütmek ve bu amaçla gerekli tesisleri kurmak, kurdurmak, işletmek veya işlettirmek, h- Yiyecek ve içecek maddelerinin tahlillerini yapmak üzere laboratuarlar kurmak ve işletmek, i- Mezarlık alanlarını tespit ve tesis etmek ve işletmek, j- Çöplerin ve sanayi atıklarının toplanma yerlerini belirtmek, değerlendirilmesi ve imhası için gerekli tesisleri kurmak, kurdurmak, işletmek veya işlettirmek, İletişim 2003/17 Fatma GEÇİKLİ 56 k- Meydan, bulvar, cadde, yol ve sokak isim ve numaraları ile bunlar üzerindeki binalara numara verilmesi işlemini gerçekleştirmek, l- Toptancı halleri ve mezbahaları yapmak, yaptırmak, işletmek veya işlettirmek, m- İtfaiye hizmetlerini yürütmek, patlayıcı ve yanıcı maddeler üreten ve depolayan yerleri tespit etmek, fabrikalar ve sanayi kuruluşlarının bulundurmaları zorunlu olan yangın söndürme ve çevre sağlığına ilişkin araç, gereç ve tesisleri tespit etmek ve bu kuruluşları denetlemek, n- İlçe belediyeleri arasındaki ihtilaflarda zabıta veya diğer belediye hizmetlerinin koordinasyonunu sağlamak, o- Büyükşehir çapında ortak finansman ve yatırım gerektiren hizmetlerin gerçekleştirilmesini sağlamak, p- Büyükşehir belediyesince işletilen alanlarda zabıta hizmetiyle diğer belediye hizmetleri ve ruhsat verme işlemlerini yürütmek (Erdumlu; 1993; 52-53). Araştırmanın Yöntemi:Veri Toplama ve Analiz Araştırma, tarama modelinin kullanıldığı, betimsel bir çalışmadır. Örgüt-içi iletişimi betimleyen değişkenlerin Erzurum Büyükşehir Belediyesi çalışanları tarafından nasıl algılandığı ölçülmüştür. Mevcut olan durumun nasıl algılandığı, görev yapılan kademe, çalışma yılı, eğitim düzeyi bağımsız değişkenlerine göre değişip değişmediği ilişkisel olarak analiz edilmiştir. Bu çalışma için kullanılan “iletişim değerlendirme anketi” Gürgen tarafından Mart 1997 yılında, Toplam Kalite Yönetim sistemini uygulayan, Anadolu Grubu, Erciyas Biracılık ve Malt Sanayi A.Ş’ye uygulanmış, Örgütlerde İletişim Kalitesi adlı çalışmadan alınmıştır. Bu araştırma, Erzurum Büyükşehir Belediyesi çalışanlarını kapsamaktadır ve toplam 402 çalışan üzerinde gerçekleştirilmiştir. Verilerin toplanmasında örgüt ve iletişim sistemini tanımak amacıyla hem çalışanlarla yüzyüze görüşmeler yapılmış hem de yazılı kaynaklar taranmıştır. Böylece örgütün iletişim sorunlarına ilişkin bilgi toplanmıştır. Ayrıca, soru kağıdının yeterliliği araştırma evrenini temsil edecek şekilde oluşturulan bir grup üzerinde sınanmıştır. İletişim 2003/17 Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği) 57 Araştırmaya katılan çalışanların % 37.1’i memur, % 52.2’si işçi, % 10.7’si ise yönetici kademelerinde görev yapmaktadır. Anket çalışmasının sonuçları bilgisayarlı ortamda SPSS istatistik programı ile değerlendirilmiştir. Öncelikle her bir anket sayısallaştırılarak kodlanmış ve bu işlemde soruların şıklarına bağlı olarak 1’den 5’e kadar rakam kullanılmıştır. Aralıklı ölçekli sorularda “her zaman-çoğu zaman-bazen-çok az zaman-hiçbir zaman”, “çok iyi-iyi-orta-kötü-çok kötü”, “çok mutluyummutluyum-kararsızım-mutlu değilim-hiç mutlu değilim”, ölçeğin olumlu noktası “1”, olumsuz noktası ”5” ve orta noktası “3” olacak şekilde kodlanmıştır. Kodlanan veriler bilgisayarlı ortamda SPSS istatistik programına aktarılmış ve veri tabanı oluşturulmuştur. İlk olarak anketteki her bir soru için SPSS programı analiz (analyze) bölümünde, tanımlayıcı istatistik (descriptive statistics) biriminde frekans (frequencies) analizi ile frekans tabloları oluşturulmuş ve frekans tablolarında ortalama değer (X) ile standart sapma değeri (S) ile gösterilmiştir. İkinci olarak, görev yapılan kademe, çalışma yılı ve eğitim düzeyi bağımsız değişkenleri ile bağımlı değişkenlerinin her biri için tanımlayıcı istatistik (descriptive statistic) biriminde çaprazlama (crosstabs) analizi ile çaprazlama tabloları oluşturulmuştur. Bulgular I. Kişisel Bilgiler ( Demoğrafik Özellikler) Araştırmaya katılan deeklerin kişisel bilgileri incelendiği zaman aşağıdaki bulguların ortaya çıktığı görülmektedir. Erzurum Büyükşehir Belediyesi’nde ki anket çalışması 402 kişi üzerinde yapılmıştır. Ankete cevap verenlerin 47’si bayan 355’i erkektir. Bu veriler doğrultusunda araştırmaya katılan deneklerin genellikle erkeklerden oluştuğu görülmektedir. Araştırmaya katılıp, ankete cevap veren katılımcıların çoğunluğu evli (% 87.6) iken, bekar katılımcıların oranının (% 12,4) düşük olduğu görülmektedir. İletişim 2003/17 Fatma GEÇİKLİ 58 Araştırmanın verilerine göre, ankete katılan deneklerin çoğunluğunu lise mezunuları (% 46,3) oluştururken ilkokul, ortaokul ve üniversite mezunu katılımcılar birbirlerine yakın oranlara sahip olduğu görülmektedir. İlkokul mezunun oranı % 18.2, ortaokul mezununun oranı % 19.9 ve üniverisite muzunu olanların oranı ise % 15.7'dir. Bu veriler doğrultusunda araştırmaya katılan deneklerin büyük coğunluğunun lise ve dengi okullardan mezun olduğu görülmektedir. Araştırmaya katılan denekler yaşlarına göre analiz edildiği zaman ise; katılımcıların çoğunluğu 25-34 (% 45,3) ve 35-44 (% 37,8) yaş gruplarında yer aldığı görülmektedir. Yani, genç ve orta yaş düzeyindeki katılımcıların oranı oldukça yüksektir. Ankete cevap veren katılımcıların yarıdan fazlası (%52,2) işçi olarak kurumda görev yaparken, % 37,1’i memur ve % 10,7’si yönetici olarak görev yaptığı görülmektedir. Katılımcıların çalışma sürelerine bakıldığında, yarıdan çoğunun (%54,5) 10 yıl ve üzeri bir süredir kurumda çalıştıkları ve tamamına yakın bir bölümünün ise (% 93,3) 4 yıl ve üzerinde bir zamandır kurumda çalıştıkları görülmektedir. Buna göre, katılımcıların örgüt içi iletişim konusunda söyleyecekleri hususlarda deneyimli oldukları söylenebilir. II. Frekans Dağılımları –Tanımlayıcı Bulgular 1. Belediyede Çalıştığınız Bölümün Yöneticisine Sorunlarınızı ve Önerilerinizi İletmek Amacı İle Ulaşma Kolaylığı Örgüt içi iletişimin önemli bir boyutunu oluşturan aşağıdan-yukarıya yani astlardan yöneticilerine yönelik iletişim olayı ile ilgili bu soruya, katılımcıların verdiklerin yanıtların ortalaması 5 üzerinden 2,0149 olarak karşımıza çıkmaktadır. Buna göre, çalışanların büyük bir çoğunluğunun bölüm yöneticilerine sorun ve önerilerini iletmek için çoğu zaman kolayca ulaştıkları söylenebilir. İletişim 2003/17 Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği) 59 Tablo- 1: Deneklerin Yöneticilere Sorun ve Önerileri İletmek Yönünden Ulaşabilme Durumlarına Göre Dağılmı Bölüm Yöneticisine Ulaşma Her Zaman Çoğu Zaman Bazen Çok Az Zaman Hiçbir Zaman Toplam Sayı 206 70 71 24 31 402 % 51,2 17,4 17,7 6,0 7,7 100,0 N=402; x=2,0149; s=1,2750 2. Belediye Başkanına Sorunlarını ve Önerilerini İletebilme Durumları Çalışanların kuruma ilişkin iletişim ortamını değerlendirmeleri için sorulan "Belediye Başkanına Sorunlarınızı ve önerilerinizi iletebiliyor musunuz?" şeklindeki soruya, ankete katılan 402 kişinin verdiği yanıtların ortalaması 3,0124’dür. Bir kurumun açık ve yalın bir iletişim açısından nasıl olduğunu göstermeye yarayacak bu soruya göre, çalışanların sorun ve önerilerini iletmek üzere gerektiğinde Belediye Başkanı’na ulaşamadıkları görülmektedir. Yanıtların ortalamasına göre, Belediye Başkanı’na ulaşma "bazen" düzeyinde kaldığı görülmektedir.(Bkz:Tablo-2) Tablo-2: Deneklerin Belediye Başkanını Sorun ve Önerilerini Ulaştırma Durumlarına Göre Dağılımı Belediye Başkanına Ulaşma Her Zaman Çoğu Zaman Bazen Çok Az Zaman Hiçbir zaman Toplam Sayı 101 50 85 75 91 402 % 25,1 12,4 21,1 18,7 22,6 100,0 N=402; x=3,0124; s=1,4922 İletişim 2003/17 Fatma GEÇİKLİ 60 3. Yöneticilerin Başarılı Olmak İçin Çalışanlara Destek Verme Durumu Yöneticilerin çalışanların başarılı olmaları için destekleyip desteklemedikleri ile ilgili soruya, ankete katılanların verdikleri yanıtların ortalaması 2,4328’dir. Çalışanların güdülenmesi için yöneticiler tarafından desteklenmesi önemli bir olgu olduğuna göre, bu sorunun yanıtlarının ortalamasına bakıldığında, çalışanların "çoğu zaman" düzeyinde desteklendikleri görülmektedir. (Bkz: Tablo-3) Tablo-3: Yöneticilerin Başarılı Olmak İçin Çalışanlara Destek Verme Durumuna Göre Dağılmı Yöneticinin Desteği Her Zaman Çoğu Zaman Bazen Çok Az Zaman Hiçbir Zaman Toplam Sayı 164 55 85 41 57 402 % 40,8 13,7 21,1 10,2 14,2 100,0 N=402; x=2,4328; s=1,4565 4. İşi İyi Yapma Konusundaki Çabaların Yönetim Tarafından Takdirle Karşılanma Durumu Çalışanların gösterdikleri çabadan ötürü yönetim tarafından takdirle karşılanıp karşılanılmadığı, başarıya ödül verilip verilmediğini ve yönetimin bu konudaki tavrını ortaya koymaya çalışan analiz sonuçlarına göre, yanıtların ortalaması 2,9627’dir. Yani, çalışanlar gösterdikleri çaba karşılığında yönetim tarafından "bazen" düzeyinde takdir edilmektedirler. Tablo-4: İşi İyi Yapma Konusundaki Çabaların Yönetim Tarafından Takdirle Karşılanma Durumuna Göre Dağılımı Sayı Takdirle Karşılanma Her Zaman Çoğu Zaman Bazen Çok Az Zaman Hiçbir Zaman Toplam N=402; x=2,9627; s=1,4597 İletişim 2003/17 95 64 90 67 86 402 % 23,6 15,9 22,4 16,7 21,4 100,0 Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği) 61 5.Yetkili En Son Kişiye Ulaşmadaki Hiyerarşik Basamakların Durumu Örgütün hiyerarşisini ve buna bağlı olarak dikey iletişim yapısını değerlendirmeyi amaçlayan "Yetkili En Son Kişiye Ulaşmada Hiyerarşik Basamaklar Fazla Mı?" şeklindeki soruya, çalışanlar, yetkili en son kişiye ulaşmada geçilmesi gereken kademelerin % 56,7 ile çok olduğunu, % 43,3 ile çok olmadığını söylemektedirler. (Bkz: Tablo-5) Bu doğrultuda, kurumda bir hiyerarşik yapının olduğundan söz edilebilir. Tablo-5: Yetkili En Son Kişiye Ulaşmadaki Hiyerarşik Basamakların Durumuna Göre Dağılımı Kademe Çok Evet Hayır Toplam Sayı 228 174 402 % 56,7 43,3 100,0 6. Belediyenin Eğitim ve Mesleki Gelişimle İlgilenme Durumu Belediyenin çalışanların eğitim ve mesleki gelişimiyle ilgilenme durumunu ortaya çıkarmayı amaçlayan bu soruya, 402 katılımcının verdiği cevaplar doğrultusunda bakıldığında, ortalamanın 3,2338 olduğu görülmektedir. Buna göre, çalışanların kuruma adaptasyonu doğrultusunda bilgilendirilmelerini ve geliştirilmelerini amaçlayan bu çalışmaya, kurumun "bazen" düzeyinde önem verdiği söylenebilir. Tablo-6: Belediyenin Eğitim ve Mesleki Gelişmeyle İlgilenme Durumuna Göre Dağılımı Sayı Eğitim ve Mesleki Gelişmeyle İlgilenme Her Zaman Çoğu Zaman Bazen Çok Az Zaman Hiçbir Zaman Toplam 71 54 95 74 108 402 % 17,7 13,4 23,6 18,4 26,9 100,0 N=402; x=3,2338; s=1,4318 İletişim 2003/17 Fatma GEÇİKLİ 62 7. Belediye Yöneticilerinin Çalışanların Sorunlarını İzleme ve Çözme İçin Çaba Harcama Durumları Çalışanların sorunlarının yönetim tarafından izlenilmesi ve çözülmesi ile ilgili bu soruya, katılımcıların verdiklerin yanıtların ortalaması 3,1343’tür. Kurumda çalışanların; kurumla, çalışma arkadaşları ile ilgili psikolojik-sosyolojik sorunlarının izlenilmesi ve çözülmesinde, yönetimin "bazen" düzeyinde ilgili olduğunu söylemek mümkündür. Tablo-7: Belediye Yöneticilerinin Çalışanların Sorunlarını İzleme Ve Çözme İçin Çaba Harcama Durumlarına Göre Dağılımı Sayı Çalışanların Sorunlarını Çözme Her Zaman Çoğu Zaman Bazen Çok Az Zaman Hiçbir Zaman Toplam 88 52 83 76 103 402 % 21,9 12,9 20,6 18,9 25,6 100,0 N=402; x=3,1343; s=1,4854 8. Deneklerin Belediyenin Hedefleri Bilme Durumları Belediyenin hedeflerinin bilinip bilinmediği ile ilgili bu soruya, katılımcıların % 69,7’si evet cevabını verirken % 30,3’ü ise hayır cevabını verdiği görülmektedir. Buna göre, kurumda çalışan her 3 kişiden 2’sinin kurumun hedeflerini bildiği sonucuna ulaşabiliriz. Tablo-8: Deneklerin Belediyenin Hedefleri Bilme Durumlarına Göre Dağılımı Belediyenin Hedefleri Biliniyor Evet Hayır Toplam Sayı 280 122 402 % 69,7 30,3 100,0 9. Deneklerin Çalıştıkları Bölümün Hedeflerini Bilme Durumları Çalışanların bölümün hedeflerini bilip bilmedikleri ile ilgili olarak sorulan bu soruya, katılımcıların % 82,6’sı evet, % 17,4’ü hayır cevabı vermiştir. Bu doğrultuda çalışan her 5 kişiden 4’ü, çalıştıkları bölümün hedeflerini bildiklerini söyleyebiliriz. İletişim 2003/17 63 Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği) Tablo-9: Deneklerin Çalıştıkları Durumlarına Göre Dağılımı Bölümün Evet Hedefleri Hayır Toplam Sayı 332 70 402 Bölümün Hedeflerini Bilme % 82,6 17,4 100,0 10. Bölümler Arası İletişim Durumu “Bölümler arası iletişim durumu” ile ilgili soruya katılımcıların verdikleri yanıtlara bakıldığında, ortalamanın 2,8134 ile orta düzeyde olduğu ve buna göre de, bölümler arası iletişimin orta bir düzeye sahip olduğu görülmektedir. Yönetimin bu noktada, bölümler arası iletişimi geliştirici yönde çaba göstermesi gerektiği ortaya çıkmaktadır. Tablo-10: Bölümler Arası İletişim Durumuna Göre Dağılımı Bölümler Çok İyi Arası İyi İletişim Orta Kötü Çok Kötü Toplam Sayı 57 94 149 71 31 402 % 14,2 23,4 37,1 17,7 7,7 100,0 N=402; x=2,8134; s=1,1200 11. Kişiler Arası İletişim Durumu Kişiler arası iletişime ilişkin soruya verilen yanıtların, bir üstteki soruya yani bölümler arası iletişime ilişkin verilen yanıtlar ile paralellik gösterdiği görülmektedir. Buna göre, soruya verilen yanıtların ortalaması 2,8159 ile "orta düzeyde" bir iletişimin olduğu görülmektedir. İletişim 2003/17 Fatma GEÇİKLİ 64 Tablo-11: Kişiler Arası İletişim Durumuna Göre Dağılımı Kişiler Çok İyi Arası İyi İletişim Orta Kötü Çok Kötü Toplam Sayı 50 92 173 56 31 402 % 12,4 22,9 43,0 13,9 7,7 100,0 N=402; x=2,8159; s=1,0692 12. Yönetimin Çalışanların Yanlış Hareketlerine Gereken Tepkiyi Gösterme Durumları Yönetimin kişilerin yanlış hareketlerine gösterdiği tepki ile ilgili soruya, ankete katılan katılımcıların verdikleri yanıtların ortalaması 2,5746’dır. Buna göre, çalışanların % 50’2’sinin (her zaman-çoğu zaman) yönetimin yanlış hareketlere gösterdiği tepkiyi olumlu karşıladığı görülmektedir. Tablo-12: Yönetimin Çalışanların Yanlış Hareketlerine Gereken Tepkiyi Gösterme Durumlarına Göre Dağılımı Yanlış Hareketlere Gösterilen Tepki Her Zaman Çoğu Zaman Bazen Çok Az Zaman Hiçbir Zaman Toplam Sayı 117 85 104 44 52 402 % 29,1 21,1 25,9 10,9 12,9 100,0 N=402; x=2,5746; s=1,3513 13. Belediyede Kişilerin Kayırıldığını İlişkin Düşünceleri Ankete katılanların bu soruya verdikleri yanıtların ortalaması 2,7662 olup, bu ortalama, katılımcıların yarıya yakın bir kısmının (% 45,5 her zaman-çoğu zaman) kurumda kişilerin yönetim tarafından kayırıldığını düşündüklerini göstermektedir. (Bkz: Tablo-13) Çalışanların çoğunluğunun, İletişim 2003/17 Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği) 65 çalışanlara karşı yönetimin çifte standart bir davranış sergilediğini düşünmeleri, yönetim için bu davranışını gözden geçirme noktasında önemlidir. Tablo-13: Belediyede Kişilerin Kayırıldığını İlişkin Düşüncelerine Göre Dağılımı Kişilerin Kayırılması Her Zaman Çoğu Zaman Bazen Çok Az Zaman Hiçbir Zaman Toplam Sayı 109 74 96 48 75 402 % 27,1 18,4 23,9 11,9 18,7 100,0 N=402; x=2,7662; s=1,4439 14. Belediyede Yapılan Değişikliklerden Zamanında ve Yeterince Bilgi Sahibi Olma Durumu Kurumda meydana gelen değişikliklerden zamanında ve yeterince haberdar olup olmadıklarını öğrenmek için sorulan bu soruya, katılımcıların verdikleri yanıtların ortalaması 3,1294’tür. Yani, katılımcılar bu konuda büyük bir sıkıntı yaşadıklarını, yanıtlar doğrultusunda ortaya çıkan "bazen" düzeyinde ortalaması ile açıkça ortaya koymaktadırlar. Çalıştıkları kurumda meydana gelen değişiklikleri zamanında ve yeteri düzeyde öğrenme isteği olan çalışanların, bu istekleri doğrultusunda, yönetimin gayret göstermesi gerekmektedir. Tablo-14: Belediyede Yapılan Değişikliklerden Zamanında ve Yeterince Bilgi Sahibi Olma Durumuna Göre Dağılımı Sayı Değişikliklerden Haberdar Olma Her Zaman Çoğu Zaman Bazen Çok Az Zaman Hiçbir Zaman Toplam 50 69 131 83 69 402 % 12,4 17,2 32,6 20,6 17,2 100,0 N=402; x=3,1294; s=1,2447 İletişim 2003/17 Fatma GEÇİKLİ 66 15. Sorunların Kişisel İlişkilerle Çözülme Durumu Kurumda karşılaşılan sorunların kişisel ilişkiler ile çözülüp çözülmediğine ilişkin bu soruya verilen yanıtlara bakıldığında, yanıtların ortalamasının 2,6816 olduğu görülmektedir. Ortaya çıkan duruma göre, çalışanların biçimsel olmayan bir iletişim yöntemi olarak kişisel ilişkilere, karşılaşılan sorunların çözümüne ağırlık verdikleri söylenebilir. Tablo-15: Sorunların Kişisel İlişkilerle Çözülme Durumuna Göre Dağılımı Sayı Sorunlar Kişisel İlişkiler ile Çözülüyor Her Zaman Çoğu Zaman Bazen Çok Az Zaman Hiçbir Zaman Toplam 70 123 115 53 41 402 % 17,4 30,6 28,6 13,2 10,2 100,0 N=402; x=2,6816; s=1,2019 16. Yöneticilerin İletilen Haberdar Etme Durumu Konulara İlişkin Gelişmelerden Çalışanların yöneticilere ilettikleri konu ya da sorunlarına ilişkin gelişmelerden, yöneticilerin kendilerini haberdar edip etmediklerine yönelik soruya, verilen yanıtların ortalaması 2,9254’tür. Bu konuda çalışanların genel bir rahatsızlıklarının olduğu, gelişmelerden yöneticilerin "bazen" düzeyinde haberdar ettikleri sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu noktada çalışanların % 65 düzeyinde olumsuz bir görüşe sahip oldukları görülmektedir. Tablo-16: Yöneticilerin İletilen Konulara İlişkin Gelişmelerden Haberdar Etme Durumuna Göre Dağılımı Sayı Gelişmelerden Haberdar Edilme Her Zaman Çoğu Zaman Bazen Çok Az Zaman Hiçbir Zaman Toplam N=402; x=2,9254; s=1,2962 İletişim 2003/17 75 70 125 74 58 402 % 18,7 17,4 31,1 18,4 14,4 100,0 67 Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği) 17. Gerekli Bilgilere Kolayca Ulaşılma Durumu Gerekli bilgilere kolaylıkla ulaşılıp ulaşılmadığına ilişkin soruya, katılımcıların verdiklerin yanıtların ortalaması 2,4627 ile "çoğu zaman" düzeyindedir. Buna göre, çalışanlar işleri ile ilgili bilgi ve verilere ulaşmada, olumlu bir düşünceye sahiptirler. Tablo-17: Gerekli Bilgilere Kolayca Ulaşılma Durumuna Göre Dağılımı Sayı Gerekli Bilgilere Kolayca Ulaşılıyor Her Zaman Çoğu Zaman Bazen Çok Az Zaman Hiçbir Zaman Toplam 115 105 92 61 29 402 % 28,6 26,1 22,9 15,2 7,2 100,0 N=402; x=2,4627; s=1,2494 18. Örgüt İçi İletişimde Kullanılan İletişim Araçlarının Dili Kurum içinde kullanılan iletişim araçlarının dilinin çalışanlarca anlaşılır bulunup bulunmadığına yönelik bu soruya, katılımcıların % 77,1 ile evet, % 22,9 ile hayır dedikleri görülmektedir. Yani, her 5 katılımcıdan 4’ü iletişim araçlarının dilini anlaşılır bulurken, 1 katılımcı ise anlaşılır bulmamaktadır. Tablo-18: Örgüt İçi İletişimde Kullanılan İletişim Araçlarının Dilinin Anlaşılma Durumuna Göre Dağılımı İletişim Araçlarını Evet Dili Anlaşılır Hayır Toplam Sayı 310 92 402 % 77,1 22,9 100,0 İletişim 2003/17 Fatma GEÇİKLİ 68 19. Çalışanların Yöneticilerden Göreviyle Kanalları İlgili Bilgileri Alma İşle ilgili bilgileri daha çok hangi kanaldan aldıkları ile ilgili bu soruya, katılımcıların % 44,3’ü bire-bir görüşme ile, % 39,8’i yazılı, % 14,9’u grup görüşmesi ve % 1,0’ı afişler yoluyla aldıklarını söylemişlerdir. Ortaya çıkan tabloya göre, bilginin daha çok bire-bir görüşme ve yazılı olarak alındığı görülmektedir. Tablo-19: Çalışanların Yöneticilerden Göreviyle Alma Kanallarına Göre Dağılımı Bilgi Bire-bir Görüşme Alma Yazılı Kanalı Grup Görüşmesi Afişler Toplam Sayı 178 160 60 4 402 İlgili Bilgileri % 44,3 39,8 14,9 1,0 100,0 20. Yazılı İletişim Araçları Zamanında Ulaşma Durumu Duyuru, genelge, iş notu gibi yazılı iletişim araçlarının çalışanlara zamanında ulaşıp ulaşmadığını ortaya çıkarmayı amaçlayan bu soruya, katılımcıların % 70’ine yakını evet demiştir. Yani, her 3 katılımcıdan 2’si zamanında ulaştığını söylerken, 1 katılımcı zamanında ulaşmadığını söylemektedir. Bu veriler neticesinde Erzurum Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın kullanmış olduğu yazılı iletişim araçları çalışanlara zamanında ulaştığını söyleyebiliriz. Tablo-20 Yazılı İletişim Araçları Zamanında Ulaşma Durumuna Göre Dağılımı İletişim Araçları Zamanında Ulaşıyor İletişim 2003/17 Evet Hayır Toplam Sayı 279 123 402 % 69,4 30,6 100,0 69 Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği) 21. İşgörenlerin Kuruluşta Çalışma Mutluluğu Belediye kurumunda çalışmaktan ötürü mutlu olup olmadıklarına yönelik bu soruya, katılımcıların verdikleri yanıtların ortalaması 2,5050’dir. Buna göre, çalışanların yarıdan biraz fazlasının (% 58,7), belediyede çalışmaktan dolayı "mutluyum" düzeyinde mutlu oldukları söylenebilir. Geri kalan % 41,3’ünün ise "kararsızım-mutlu değilim-hiç mutlu değilim" yönünde olumsuz bir görüşe sahip oldukları ortaya çıkmaktadır. Bu veriler doğrultusunda çalışanların kurumda çalışmaktan mutlu oldukları sonucuna ulaşılmaktadır. Tablo-21: İşgörenlerin Kuruluşta Çalışma Mutluluğuna Göre Dağılımları Sayı Belediyede Çalışmak Mutlu Ediyor Çok Mutluyum Mutluyum Kararsızım Mutlu Değilim Hiç Mutlu Değilim Toplam 86 150 83 43 40 402 % 21,4 37,3 20,6 10,7 10,0 100,0 N=402; x=2,5050; s=1,2217 22. Kurumda Sosyal Faaliyetlerle İlgili Çalışmaların Durumu Çalışanların birbirlerini daha yakından tanımaları ve dostça ilişkiler geliştirmeleri, yönetim ile yakınlaşmaları için düzenlenen sosyal faaliyet çalışmalarının yeterli olup olmadığına yönelik bu soruya, katılımcıların büyük bir çoğunluğu olumsuz görüş beyan etmişlerdir. Verilen yanıtların ortalaması 3,6692 ile "hiçbir zaman" düzeyindedir. Yani, yaklaşık olarak % 80’lik bir kitle, sosyal faaliyetleri yeterli bulmamaktadır. Bu tabloya göre, yönetimin sosyal faaliyet olayına gereken önemi vermesinin gerekliliği ortaya çıkmaktadır. İletişim 2003/17 Fatma GEÇİKLİ 70 Tablo-22: Kurumda Sosyal Faaliyetlerle İlgili Çalışmaların Durumuna Göre Dağılımı Sayı Sosyal Faaliyet Çalışmaları Yeterli Her Zaman Çoğu Zaman Bazen Çok Az Zaman Hiçbir Zaman Toplam 43 39 79 88 153 402 % 10,7 9,7 19,7 21,9 38,1 100,0 N=402; x=3,6692; s=1,3502 23. Kuruluşta Görülen İletişim Sorunları Erzurum Büyükşehir Belediyesi'nde yapılan bu araştırmada, kuruluşta görülen iletişim sorunları ile ilgili analizlerde aşağıdaki sonuçlara ulaşılmaktadır. a. Ast-Üst İlişkileri ve İletişimdeki Zayıflık Durumu Kurum içi iletişimde görülen bir sorun olarak ast-üst ilişkileri ve iletişimde zayıflık sorusuna, katılımcıların % 64,7’si evet, % 35,3’ünün ise hayır cevabı verdikleri görülmektedir. Katılımcılara göre, kurumda ast-üst ilişkileri ve iletişimde zayıflık bulunmakta ve yönetimce bu konu çözümlenmesi gereken bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Tablo-23: Ast-Üst İlişkileri ve İletişimdeki Zayıflık Durumuna Göre Dağılımı İletişim Zayıf Evet Hayır Toplam Sayı 260 142 402 % 64,7 35,3 100,0 b. Astların Sorunlarına İlgisizlik Durumu Astların sorunlarına ilgisizliğe verilen yanıtların % 62,9’u evet, % 37,1’i hayır cevabını vermişlerdir. Bu veriler neticesinde Erzurum İletişim 2003/17 Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği) 71 Büyükşehir Belediyesi yöneticilerinin astların sorunlarına ilgisiz kaldığı görülmektedir. Tablo-24: Astların Sorunlarına İlgisizlik Durumuna Göre Dağılımı Astların Sorunlar Evet İlgisizlik Hayır Toplam Sayı 253 149 402 % 62,9 37,1 100,0 c. Sosyal Faaliyetler Yeterli/Yetersizliği Durumu Katılımcılar sosyal faaliyet yetersizliğini önemli bir sorun olarak algılamaktadırlar. Buna göre, katılımcıların % 79,9 evet, % 20,1’i ise hayır cevabını verdikleri görülmektedir. Bu verilerin neticesinde Erzurum Büyükşehir Belediyesi sosyal faaliyetler düzenleyerek işgörenlerin moral ve motivasyonunu artırıcı bir etki yapma konusunda eksik ka.ldığı söylenebilir. Tablo-25: Sosyal Faaliyetler Yeterli/Yetersizliği Durumuna Göre Dağılımı Sosyal Faaliyetler Yetersiz Evet Hayır Toplam Sayı 321 81 402 % 79,9 20,1 100,0 d. Bölümlerarası İletişimdeki Kopukluk Durumu Katılımcılara göre, bölümler arası iletişim kopukluğu % 67,7 ile evet, % 32,3 ile hayırdır. Bu verilere göre Erzurum Büyükşehir Belediyesi'nde iletişimin ortamının çok sağlıklı olduğunu söylemek zordur. Tablo-26: Bölümlerarası İletişim Kopukluk Durumuna Göre Dağılımı Bölümler Arası İletişim Kopuk Evet Hayır Toplam Sayı 272 130 402 % 67,7 32,3 100,0 İletişim 2003/17 Fatma GEÇİKLİ 72 e. Grup Çalışmasının Olup Olmaması Durumu Ankete katılan katılımcıların % 63,9’u Erzurum Büyükşehir Belediyesi'nde grup çalışmasının olmadığı şeklinde görüş bildirirken, % 36,1’i grup çalışmasının olduğu şeklinde görüş bildirmişlerdir. İş yaşamında verimliliğin artırılması açısından son derece önemli olan grup çalışmasının Erzurum Büyükşehir Belediyesi'nde son derece sınırlı kaldığı görülmektedir. Tablo-27: Grup çalışmasının olup olmaması durumuna göre dağılımı Grup Çalışması Yok Evet Hayır Toplam Sayı 257 145 402 % 63,9 36,1 100,0 f. Yönetimin etkililik / etkisizlik durumu Araştırmaya katılan deneklere yöneltilen "yönetiminin etkinliliği" konusundaki soruya, deneklerin % 60,7 ile hayır yönetim etkili değil şeklinde cevap verirken, % 39,3 ise evet yönetim etkili cevabını verdikleri görülmektedir. Bu veriler doğrultusunda Erzurum Büyükşehir Belediyesi çalışanları yönetimi etkisiz olarak değerlendirmektedir. Tablo-28: Yönetimin etkililik / etkisizlik durumuna göre dağılımı Yönetim Etkisiz Evet Hayır Toplam Sayı 158 244 402 % 39,3 60,7 100,0 g. Yöneticiler Arasındaki İletişim Kopukluğu Olup Olmama Durumu Araştırmaya katılan deneklere yöneltilen "Yöneticiler arasıdaki iletişim kopukluğu var mıdır?" şeklindeki soruya deneklerin % 53,2 ile evet İletişim 2003/17 Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği) 73 yöneticiler arasında iletişim kopukluğu vardır şeklinde cevap verirken, % 46,8 ise hayır yöneticiler arasında iletişim kopukluğu yoktur şeklinde görüş bildirmektedirler. Tablo- 29: Yöneticiler Arasındaki İletişim Kopukluğu Olup Olmama Durumuna Göre Dağılımı Yöneticiler Arasında Evet İletişim Kopukluğu Hayır Toplam Sayı 214 188 402 % 53,2 46,8 100,0 h. Eğitim eksikliği sorunu Kurumda eğitim eksikliği sorunun önemli ölçüde olduğu verilen evet cevabından ortaya çıkmaktadır. Buna göre, katılımcıların % 73,6’sı eğitim sorunu olduğunu, % 26,6’sı ise eğitim sorunu olmadığını ifade etmişlerdir. Bu veriler neticesinde Erzurum Büyükşehir Belediyesi'nin büyük ölçüde bir eğitim sorunu olduğunu söyleyebiliriz. Tablo-30: Eğitim Eksikliği Sorununa Göre Dağılımı Sayı Eğitim Eksikliği Evet Hayır Toplam 296 106 402 % 73,6 26,4 100,0 III. Karşılaştırmalı Bulgular Anketteki kişisel bilgiler başlığı altındaki sorulardan, görev yapılan kademe ve çalışma yılı değişkenleri, bağımsız değişken olarak alınmış ve ankete cevap verenlerin belediye kurumu içindeki örgüt-içi iletişimi değerlendirdikleri sorular ile çaprazlanmıştır. Bu çaprazlamanın sonuçları Chi-kare testleri ile sınanmış ve aralarında anlamlı ilişki (p<0.005) olan çaprazlamalar aşağıya çıkartılmıştır. Çaprazlama yapılırken aralıklı (interval) düzeyde elde edilen veriler, yeniden kodlanmış ve böylece ikili sınıflama (nominal) verilerine dönüştürülmüştür. Bu nedenle 1., 2., 3., 4., 6., 7., 12., 13., 14., 15., 16., 17. İletişim 2003/17 Fatma GEÇİKLİ 74 ve 22. sorularda “her zaman-çoğu zaman” seçenekleri “olumlu”, “bazen-çok az zaman-hiçbir zaman” seçenekleri de “olumsuz” olarak sınıflandırılmıştır. 10. ve 11. sorularda “çok iyi-iyi” seçenekleri “iyi”, “orta-kötü-çok kötü” seçenekleri de “kötü” olarak, 21. soruda “çok mutluyum-mutluyum” seçenekleri “mutluyum”, “kararsızım-mutlu değilim-hiç mutlu değilim” seçenekleri de “mutlu değilim” olarak yeniden kodlanmıştır. A. Görev Yapılan Kademe Görev yapılan kademe; memur-işçi-yönetici olmak üzere üç sınıfta toplanmıştır. Örgüt-içi iletişime yönelik olarak sorulan sorulara, görev yapılan kademe itibariyle verilen cevaplar karşılaştırılmış ve aralarında anlamlı ilişki olanlar aşağıya çıkartılmıştır. 1. Görev Yapılan Kademe İle Belediye Başkanına Sorun ve Önerileri İletme Durumu Belediye başkanına sorun ve önerileri iletme ile görev yapılan kademe arasında yapılan çaprazlamanın sonucuna bakıldığında, genel olarak çalışanların belediye başkanına sorun ve önerilerini iletmede olumsuz yanıt verdikleri görülmektedir. Bu olumsuz değerlendirme memurlarda (%73,2), işçilerde (%61,0) ve yöneticilerde (% 39,5)’tur. Yönetim kademesinde görev yapanların memur ve işçilere nazaran, belediye başkanına sorun ve önerilerini iletmede görev yaptıkları kademe dolayısıyla daha olumlu yanıt verdikleri söylenebilir. Memur ve işçiler için ise belediye başkanlığı makamı ulaşılmaz görünmesi açısından üzerinde durulması gereken bir sorun olarak algılanmalıdır. Tablo-31: Görev Yapılan Kademe İle Belediye Başkanına Sorun ve Önerileri İletme Durumuna Göre Dağılımı Görev Kademesi Memur İşçi Yönetici Toplam İletişim 2003/17 Belediye Başkanına Sorun ve Önerileri İletme Olumlu Olumsuz 40 109 26,8% 73,2% 82 128 39,0% 61,0% 26 17 60,5% 39,5% 148 254 36,8% 63,2% Toplam 149 100,0% 210 100,0% 43 100,0% 402 100,0% Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği) 75 2. Görev Yapılan Kademe İle Belediye Yönetimi Tarafından Takdir Edilme Durumu Yönetim tarafından takdir edilme ile görev yapılan kademe arasında yine, memur ve işçi kademelerinde görev yapan personelin yönetim tarafından takdir edilme davranışına ağırlıklı olarak olumsuz cevap verdikleri görülmektedir. Memurların % 72,5’u, işçilerin % 55,2’si olumsuz derken, yöneticiler konum itibari ile takdir edilme davranışına genel olarak olumlu (% 55,8) demektedirler. Yaptığı işin karşılığında veya davranışı karşılığında yönetimden takdir edilmeyi bekleyen çalışanların, takdir edilmeye ağırlıklı olarak olumsuz cevap vermeleri önemli bir sorun olarak üzerinde durulmayı gerektirir. Tablo-32: Görev Yapılan Kademe İle Belediye Yönetimi Tarafından Takdir Edilme Durumuna Göre Dağılımı Görev Kademesi Memur İşçi Yönetici Toplam Belediye Yönetimi Tarafından Takdir Edilme Olumlu Olumsuz 41 108 27,5% 72,5% 94 116 44,8% 55,2% 24 19 55,8% 44,2% 159 243 39,6% 60,4% Toplam 149 100,0% 210 100,0% 43 100,0% 402 100,0% 3. Görev Yapılan Kademe İle Yöneticilerin Sorunlarını Çözmek İçin Çaba Harcamaları Durumu Çalışanların Yöneticilerin çalışanların sorunlarını çözmek için çaba harcayıp harcamadıkları ile ilgili soruya, memur (% 77,2) ve işçiler (% 60,0) olumsuz yanıt vermişlerdir. Yöneticiler ise (% 51,2 olumlu-% 48,8 olumsuz) olumlu ve olumsuza hemen hemen eşit cevaplar vermişlerdir. Bu karşılaştırmada da, memurlar işçilere oranla yönetimin sorunlarını çözmede olumsuz olduğunu belirtmişlerdir. Bu tabloya göre, yönetim çalışanların sorunlarını çözmede yeteri kadar çaba harcamadığını söylemek mümkündür. İletişim 2003/17 Fatma GEÇİKLİ 76 Tablo- 33: Görev Yapılan Kademe İle Yöneticilerin Çalışanların Sorunlarını Çözmek İçin Çaba Harcamaları Durumuna Göre Dağılımı Görev Memur Kademesi İşçi Yönetici Toplam Yöneticilerin Çalışanların Sorunlarını Çözmesi Olumlu Olumsuz 34 115 22,8% 77,2% 84 126 40,0% 60,0% 22 21 51,2% 48,8% 140 262 34,8% 65,2% Toplam 149 100,0% 210 100,0% 43 100,0% 402 100,0% 4. Görev Yapılan Kademe İle Yönetimin Yanlış Hareketlere Gösterdiği Tepki Durumu Yönetimin yanlış hareketlere gösterdiği tepki, genel olarak işçi (% 54,8 olumlu) ve yönetici (% 62,8 olumlu) düzeyinde olumlu olarak algılanırken, memur (% 60,4 olumsuz) düzeyinde olumsuz olarak algılanmaktadır. Tablo- 34: Görev Yapılan Kademe İle Yönetimin Yanlış Hareketlere Gösterdiği Tepki Durumuna Göre Dağılımı Görev Kademesi Memur İşçi Yönetici Toplam Yönetimin Yanlış Hareketlere Tepkisi Olumlu Olumsuz 59 90 39,6% 60,4% 115 95 54,8% 45,2% 27 16 62,8% 37,2% 201 201 50,0% 50,0% Toplam 149 100,0% 210 100,0% 43 100,0% 402 100,0% 5.Görev Yapılan Kademe İle Çalışanlar İçin Düzenlenen Sosyal Faaliyet Çalışmaları Durumu Çalışanlar için sosyal faaliyet düzenlenmesi sorusuna, hangi kademede olursa olsun çalışanların çoğunluğu olumsuz yanıt vermektedirler. Memurların nerede ise tamamına yakını (% 89,9), işçi (% 72,4) ve yöneticilerin (% 76,7) dörtte üçüne yakın bölümü sosyal faaliyetlerin İletişim 2003/17 Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği) 77 yetersizliğine dikkatleri çekmektedirler. Bu ise, yönetimin çalışanlara yönelik olarak sosyal faaliyet organizasyonlarına daha fazla önem vermeleri gerektiğini göstermektedir. Tablo-35: Görev Yapılan Kademe İle Çalışanlar İçin Düzenlenen Sosyal Faaliyet Çalışmaları Durumuna Göre Dağılımı Görev Kademesi Memur İşçi Yönetici Toplam Çalışanlar İçin Sosyal Faaliyetler Olumlu Olumsuz 15 134 10,1% 89,9% 58 152 27,6% 72,4% 10 33 23,3% 76,7% 83 319 20,6% 79,4% Toplam 149 100,0% 210 100,0% 43 100,0% 402 100,0% B. Çalışma Yılı 1.Çalışma Yılı İle Çalışanların Yönetim Tarafından Takdir Edilmesi Durumu Çalışma yılı ile çalışanların yönetim tarafından takdir edilmesi arasında anlamlı bir ilişki vardır. Bu ilişkiye göre, çalışanların çalışma yılı ne olursa olsun genel olarak yönetim tarafından takdir edilme davranışına olumsuz yanıt verdikleri görülmektedir. Bu olumsuzluk oranı 0-3 (% 51,9) ve 10-+ (% 52,5) dönemleri için yarıdan biraz fazla iken, diğer çalışma süreleri için (4-6 % 73,6 ve 7-9 % 72,5) dörtte üçe yakındır. Bu tabloya göre, iş hayatının başında ve sonunda çalışanların yönetim tarafından takdir edilme davranışını, ara dönem çalışma sürelerindeki çalışanlara göre daha çok gördükleri söylenebilir. Tablo-36: Çalışma Yılı İle Çalışanların Yönetim Tarafından Takdir Edilmesi Durumuna Göre Dağılımı Çalışma Süresi 0-3 4-6 7-9 10-+ Toplam Yönetim Tarafından Takdir Edilme Olumlu Olumsuz 13 14 48,1% 51,9% 23 64 26,4% 73,6% 19 50 27,5% 72,5% 104 115 47,5% 52,5% 159 243 39,6% 60,4% Toplam 27 100,0% 87 100,0% 69 100,0% 219 100,0% 402 100,0% İletişim 2003/17 Fatma GEÇİKLİ 78 2.Çalışma Yılı İle Yönetimin Çalışanların Eğitim ve Mesleki Gelişimiyle İlgilenmesi Durumu Çalışma yılı ile yönetimin çalışanların eğitim ve mesleki gelişmeyle ilgilenmesi sorusu arasındaki ilişkiye bakıldığında, çalışma yılının başında olan yani 0-3 döneminde ki çalışanların yarıdan fazlası (% 51,9) olumlu demektedir. Çalışma yılı arttıkça yönetimin eğitim ve mesleki gelişmeye verdiği öneme çalışanların yoğun olarak olumsuz dedikleri görülmektedir. Tablo-37: Çalışma Yılı İle Yönetimin Çalışanların Eğitim ve Mesleki Gelişimiyle İlgilenmesi Durumu Çalışma Süresi 0-3 4-6 7-9 10-+ Toplam Çalışanların Eğitim ve Mesleki Gelişimiyle İlgilenilmesi Olumlu Olumsuz 14 13 51,9% 48,1% 15 72 17,2% 82,8% 19 50 27,5% 72,5% 77 142 35,2% 64,8% 125 277 31,1% 68,9% Toplam 27 100,0% 87 100,0% 69 100,0% 219 100,0% 402 100,0% C. Eğitim Düzeyi 1. Eğitim Düzeyi İle Belediye Başkanına Sorun ve Önerileri İletme Durumu Eğitim düzeyi ile çalışanların sorun ve önerilerini yönetime iletmeleri arasında ki ilişkiye göre, çalışanların hangi eğitim düzeyinde olursa olsunlar bu soruya genel olarak olumsuz yanıt verdikleri ortaya çıkmaktadır. Lise düzeyinde bir eğitime sahip olan çalışanların ise çoğunlukla (% 72,6) bu soruya olumsuz yanıt verdikleri tablo 38'de görülmektedir. Bu veriler ışığında, çalışanlar için sorun ve önerilerini yönetime iletmenin, yönetim için bir sorun olarak algılanması gerektiği üzerinde durulmalıdır. İletişim 2003/17 Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği) 79 Tablo-38: Eğitim Düzeyi İle Belediye Başkanına Sorun ve Önerileri İletme Durumuna Göre Dağılımı Eğitim Düzeyi İlkokul Ortaokul Lise Üniversite Toplam Belediye Başkanına Sorun ve Önerileri İletme Olumlu Olumsuz 35 38 47,9% 52,1% 33 47 41,3% 58,8% 51 135 27,4% 72,6% 29 34 46,0% 54,0% 148 254 36,8% 63,2% Toplam 73 100,0% 80 100,0% 186 100,0% 63 100,0% 402 100,0% 2.Eğitim Düzeyi İle Çalışanların Yönetim Tarafından Takdir Edilmesi Durumu Eğitim düzeyi ile çalışanların yönetim tarafından takdir edilmesi arasındaki ilişkiye göre, ilkokul düzeyinde olanların yarıdan çoğunun (% 52,1) olumlu yanıt verdikleri, eğitim düzeyinin yükselmesi ile birlikte çalışanların bu konuda memnuniyetsizliklerinin arttığı görülmektedir. Bu noktada, eğitim düzeyi ile takdir edilme arasında, eğitim düzeyine bağlı olarak çalışanların farklı beklentiler içinde olduğunu söyleyebiliriz. Bu noktayı dikkate alarak yönetimin, bu sorunun üzerine gitmesinde olumlu sonuçlar olduğu gerçektir. Tablo-39: Eğitim Düzeyi İle Çalışanların Yönetim Tarafından Takdir Edilmesi Durumuna Göre Dağılımı Eğitim Düzeyi İlkokul Ortaokul Lise Üniversite Toplam Çalışanların Takdir Edilmesi Olumlu Olumsuz 38 35 52,1% 47,9% 38 42 47,5% 52,5% 67 119 36,0% 64,0% 16 47 25,4% 74,6% 159 243 39,6% 60,4% Toplam 73 100,0% 80 100,0% 186 100,0% 63 100,0% 402 100,0% İletişim 2003/17 Fatma GEÇİKLİ 80 3. Eğitim Düzeyi İle Çalışanlara Yönelik Sosyal Faaliyet Çalışmaları Durumu Eğitim düzeyi ile çalışanlara yönelik sosyal faaliyet çalışmalarına yönelik sorulara, yine çalışanlar tarafından olumsuz yanıtı ağırlıklı olarak verilmiştir. Eğitim düzeyine bağlı olarak çalışanların sosyal faaliyet çalışmalarından beklentileri arasında da, eğitim düzeyi yükseldikçe farklılık ortaya çıktığı söylenebilir. Çünkü, ilkokul ve ortaokul seviyesindeki çalışanların olumsuz yanıtları ile lise ve üniversite seviyesindeki çalışanların olumsuz yanıtları arasında % 20-25’lere varan bir fark söz konusudur. Yönetim, bu konuda da eğitim düzeyi ile sosyal faaliyet çalışmaları beklentileri arasındaki farkı dikkate alarak, çalışmalarına yön vermelidir. Tablo-40: Eğitim Düzeyi İle Çalışanlara Yönelik Sosyal Faaliyet Çalışmaları Durumuna Göre Dağılımı Eğitim Düzeyi İlkokul Ortaokul Lise Üniversite Toplam Çalışanlar İçin Sosyal Faaliyet Çalışmaları Olumlu Olumsuz 24 49 32,9% 67,1% 27 53 33,8% 66,3% 26 160 14,0% 86,0% 6 57 9,5% 90,5% 83 319 20,6% 79,4% Toplam 73 100,0% 80 100,0% 186 100,0% 63 100,0% 402 100,0% 4. Eğitim Düzeyi İle Belediyede Görülen İletişim Sorunu Olarak Astların Sorunlarına İlgisizlik Durumu Eğitim düzeyi ile yönetimin astların sorunlarına ilgisiz kaldığı arasındaki tabloya bakıldığında, ortaokul mezunu çalışanlar % 53,8 ile yönetimin sorunlarına ilgili olduğunu belirtmektedirler. Diğer eğitim seviyesindeki çalışanların ise, eğitim düzeyi yükseldikçe bu soruya yükselen oranlarda evet dedikleri görülmektedir. Bir kurumda çalışan astların üstlerinden ve yönetimden öncelikli istedikleri konulardan biri de sorunları ile ilgilenilmesi olduğuna göre, bu konu yönetim için üzerinde durulması gereken bir öncelik arz etmektedir. İletişim 2003/17 Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği) 81 Tablo-41: Eğitim Düzeyi İle Belediyede Görülen İletişim Sorunu Olarak Astların Sorunlarına İlgisizlik Durumuna Göre Dağılımı Eğitim Düzeyi İlkokul Ortaokul Lise Üniversite Toplam Yönetim Astların Sorunlarına İlgisiz Evet Hayır 42 31 57,5% 42,5% 37 43 46,3% 53,8% 127 59 68,3% 31,7% 47 16 74,6% 25,4% 253 149 62,9% 37,1% Toplam 73 100,0% 80 100,0% 186 100,0% 63 100,0% 402 100,0% 5. Eğitim Düzeyi İle Belediyede Görülen İletişim Sorunu Olarak Sosyal Faaliyet Yetersizliği Durumu Eğitim düzeyi ile belediye kurumunda görülen iletişim sorunu olarak sosyal faaliyet yetersizliği arasındaki ilişkide de, çalışanların büyük çoğunluğunun bu sorunu yaşadıkları açıkça görülmektedir. Eğitim düzeyi yükseldikçe (bilhassa lise ve üniversite mezunları) çalışanlarda bu sorunun had safhaya ulaştığını söylemek mümkündür. Çalışanları, çalıştıkları ortama, birbirlerine ve kuruma motive etmeyi amaçlayan sosyal faaliyet organizasyonlarına, belediye yönetiminin daha fazla ağırlık vermesi gerektiği sonucu ortaya çıkmaktadır. Tablo-42: Eğitim Düzeyi İle Belediyede Görülen İletişim Sorunu Olarak Sosyal Faaliyet Yetersizliği Durumuna Göre Dağılımı Eğitim Düzeyi İlkokul Ortaokul Lise Üniversite Toplam Sosyal Faaliyetler Yetersiz Evet Hayır 56 17 76,7% 23,3% 52 28 65,0% 35,0% 156 30 83,9% 16,1% 57 6 90,5% 9,5% 321 81 79,9% 20,1% Toplam 73 100,0% 80 100,0% 186 100,0% 63 100,0% 402 100,0% İletişim 2003/17 Fatma GEÇİKLİ 82 6. Eğitim Düzeyi İle Belediyede Görülen İletişim Sorunu Olarak Grup Çalışması Yokluğu Durumu Eğitim düzeyi ile belediye kurumunda görülen iletişim sorunu olarak grup çalışması yokluğuna, ilkokul mezunu çalışanlar % 53,4 ila hayır cevabını vermişlerdir. Oysa, ortaokul, lise ve üniversite mezunu çalışanların kurumda böyle bir sorun olduğunu söyledikleri, eğitim seviyesine bağlı olarak artan oranlarda görülmektedir. Bir kurumda, kurumu amaçlarına götürecek başarı, bireysel çabadan çok grup çalışmasına bağlı olduğuna göre, belediye yönetiminin bu sorun üzerinde durması gerekir. Kurum çalışanlarını, grup çalışması oluşturma yönünde heveslendirmeli ve desteklemelidir. Tablo- 43: Eğitim Düzeyi İle Belediyede Görülen İletişim Sorunu Olarak Grup Çalışması Yokluğu Durumuna Göre Dağılımı Eğitim Düzeyi İlkokul Ortaokul Lise Üniversite Toplam Grup Çalışması Yok Evet Hayır 34 39 46,6% 53,4% 46 34 57,5% 42,5% 130 56 69,9% 30,1% 47 16 74,6% 25,4% 257 145 63,9% 36,1% Toplam 73 100,0% 80 100,0% 186 100,0% 63 100,0% 402 100,0% Sonuç Yapılan bu çalışmada varılan önemli bazı sonuçları şöyledir; hGörev yapılan kademe ve çalışanların Belediye Başkanı’na sorun ve önerilerini iletmede olumsuz yanıt verdikleri görülmektedir. Bu olumsuz değerlendirmeler memurlarda % 73.2, işçilerde % 61.0 ve yöneticilerde % 39.5’tir. Yönetim kademesinde görev yapanların memur ve işçilere göre görev yaptıkları kademe dolayısıyla daha olumlu yanıt verdikleri söylenebilir. Türkiye’de kamu kurumlarında görülen yetki hiyerarşisi, geleneksel bir tutuculuğu da beraberinde getirmiştir. Katı hiyerarşik yapıdan İletişim 2003/17 Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği) 83 dolayı iletişim kanallarında tıkanıklık yaşanmaktadır. İletişimlerin işleyiş şekli genellikle yukarıdan aşağıya doğru ve tek yönlüdür, aşağıdan yukarıya iletişim çok az yapılmaktadır. hGörev yapılan kademe ile belediye yönetimi tarafından takdir edilme arasındaki ilişkiyi memurların % 72.5’i, işçilerin % 55.2’si olumsuz olarak değerlendirirken, yöneticiler konum itibari ile takdir edilme davranışına genel olarak olumlu (% 55.8) yanıt vermektedirler. Üretkenlik ve hizmet kalitesi açısından çalışanların takdir edilmesi sağlanmalıdır. hGörev yapılan kademe ile yöneticilerin çalışanların sorunlarını çözmek için çaba harcamaları sorusuna, memurların % 77.2’si, işçilerin % 60.0’ı olumsuz yanıt vermişlerdir. Yöneticiler olumlu ve olumsuz (% 51.2 olumlu - % 48.8 olumsuz) hemen hemen eşit cevap vermişlerdir. Oysa, biriken iletişim sorunları zamanla örgüte zarar veren çatışmalara neden olabilir. hGörev yapılan kademe ile yönetimin yanlış hareketlere gösterdiği tepkiyi işçi % 54.8, yönetici % 62.8 olumlu, memur ise % 60.4 oranında olumsuz düzeyde algılamıştır. hSosyal faaliyetlerin düzenlenmesi ile ilgili soruya, memurların % 89.9’u, işçilerin % 72.4’ü ve yöneticilerin % 76.7’si olumsuz yanıt vermişlerdir. hÇalışma yılı ile çalışanların yönetim tarafından takdir edilme davranışına çalışma yılı ne olursa olsun olumsuz yanıt verilmiştir. hÇalışma yılı ve çalışanların eğitim ve mesleki gelişimiyle ilgilenmede, çalışma yılının başında olanlar, 0-3 yıl arasındaki çalışanların yarıdan fazlası (% 51.9) olumlu demektedir. Çalışma yılı arttıkça olumsuz dedikleri görülmektedir. hEğitim düzeyi ile çalışanların sorun ve önerilerini yönetime iletme arasındaki ilişkiye, hangi eğitim düzeyinde olursa olsun olumsuz yanıt verilmiştir. İletişim 2003/17 Fatma GEÇİKLİ 84 hEğitim düzeyi ile çalışanların yönetim tarafından takdir edilmesine, ilkokul düzeyinde olanların % 52.1’i olumlu yanıt verirken eğitim düzeyi arttıkça memnuniyetsizlikler de artmaktadır. hEğitim düzeyi ile yönetimin astların sorunlarına ilgisiz kaldığı sorusuna verilen cevap dikkate alındığında, eğitim düzeyi arttıkça bu durumun da arttığı görülmektedir. hEğitim düzeyi ile belediyede bir iletişim sorunu olarak görülen sosyal faaliyet yetersizliği arasındaki ilişkide, çalışanların büyük çoğunluğunun bu sorunu açıkça yaşadıkları görülmektedir. hAraştırma bulguları ayrıca grup çalışmalarının da olmadığını göstermektedir. hÖrgütte açık ve samimi, yaratılmasında duyarlılık düşüktür. güvene dayalı bir atmosferin Öneriler Örgütsel iletişimi destekleyici ve geliştirici nitelikte sayılabilecek öneri niteliğindeki aşağıdaki önemli noktalara dikkat edilmelidir. 1- Yönetim, iletişim uygulamalarını talep ve teşvik etmelidir. Açık bir iletişim kültürü oluşturulmalıdır. Çalışanlara ne kadar az bilgi verilirse işyerinde memnuniyetsizlik o kadar yaygınlık kazanır. Resmi iletişim boşluğunu dedikodular ve abartılar doldurur. Çalışanların öneri ve sorunlarını özgürce ifade edebileceği ortamın sağlanması gerekir. Bu nedenle yönetici ve çalışanlar için aşağıdaki konuları içeren hizmet-içi eğitim seminerleri verilmelidir; * İlk adımda verilmesi gereken sosyal becerileri geliştirme eğitimi olarak adlandırılan “Güvenli Girişkenlik Eğitimi” dir. Kişiler bu eğitim yoluyla paylaşma, bütünleşme ve uyum sağlama gibi kendilerini ifade etme olanağına kavuşurlar. * Diğer bir eğitim ise “Duyarlılık Eğitimi” dir. Çalışanların kendileri ve başkaları hakkındaki gerçeği olduğu gibi görebilmeleri, başkalarının İletişim 2003/17 Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği) 85 duygularını anlayabilmeleri açısından önemlidir. Çeşitli oturumlar şeklinde verilir. Teorik bilgilerin verildiği, planlı eğitimler, biçimsel olmayan ilişkileri içeren bilgiler verilir. * İletişim yeteneklerinin geliştirilmesi, okuma, konuşma, ikna etme ve dinleme konularında gerekli beceri ve yeteneğin kazanılacağı eğitim çalışmalarına yer verilmelidir. * İnsan ilişkileri ve iletişim; çalışanlar arası ilişkilerin geliştirilmesi açısından önemlidir. * Yöneticilikte iletişim; yöneticilerin kendileriyle yüzleşmeleri ve çalışanları anlamaları açısından önemlidir. 2- Kurum-içi halkla ilişkiler faaliyetleri geliştirilmelidir. Bu faaliyetler yönetici-çalışanlar, çalışanlar-çalışanlar arasındaki ilişkilerin iyileştirilmesi açısından önemlidir. * Emekli olanları uğurlamak ve çalışanların aileleriyle birlikte katılabilecekleri çeşitli örgütsel etkinlikler düzenlenmelidir. * Yöneticiler zaman zaman bölümleri ziyaret ederek bizzat şikayet ve dilekleri dinlemelidirler. * Ödüllendirme yapılmalıdır. 3- Yukarıdan-aşağıya, aşağıdan-yukarıya iletişimi kolaylaştırmak açısından aşağıdaki faaliyetler gerçekleştirilebilir; * Telefonla bilgi aktarımı, yöneticinin kurum çalışanlarını bilgilendirmek amacıyla kurumla ilgili bilgileri telesekretere kaydetmesi, aynı zamanda boş telesekretere de çalışanların dilek ve şikayetlerini telefonla bırakma olanağı sağlama. * Kapalı devre TV programları, kurum hedefleri ile ilgili bilgiler açısından önemlidir. * Yöneticilerin çalışanları bilgilendirmek amacıyla bizzat kaleme aldıkları mektupları çalışanların evlerine göndermeleri. İletişim 2003/17 Fatma GEÇİKLİ 86 * İlan panosu çalışanlara bazı genel haberleri aktarmanın faydalı bir yolu olabilir. Ancak ilan panosu çalışanların görebilecekleri ve ilgi çekebilecek bir yerde olmalıdır. * Haftalık, on beş günlük, aylık ya da iki aylık süreli yayınlarla bilgi aktarılması. * Katılımcı yönetim anlayışının benimsenmesi. * Tüm bu faaliyetler çift yönlü iletişim açısından önemli olmaktadır. Çift yönlü iletişimle çalışanların kurumla ilgili haberleri, bilgileri, değişimleri öğrenmeleri mümkün olur. Bu durum çalışanların teşvik edilmeleri açısından da önemlidir. * Yüz yüze görüşmeler, çalışanlarla, disiplin, şikayetler ve personel değerlendirme konularında sık sık resmi ve resmi olmayan görüşmeler yapılabilir. Bu tür bir geribildirimle edinilen bilgiler, her hangi bir sorunu açıkça ortaya koyabilir. * Düzenli toplantılar yararlı olabilir. Duruma göre haftada veya iki haftada bir çalışanlarla bir araya gelerek önemli konuların tartışılması, kişi ve kişiler arası ilişkileri iyileştirmeye yönelik olup aynı zamanda geri beslemenin daha sağlıklı bir şekilde işlemesini sağlayacaktır. * Personel el kitapları, en küçük işyerlerinde bile iş ile ilgili bilgileri, olanakları, yöntemleri, genel kuralları kapsayan bir el kitabı olmalıdır. El kitapları basit bir dille yazılarak sürekli olarak güncelleştirilmelidir. Her çalışana görevi sırasında veya yeni işe alınırken bunlar verilmelidir. * Örgütün belirli yerlerine öneri ve şikayet kutuları yerleştirilebilir. Örgütte çalışanların fikirleri daima alınmalıdır. Öneri kutusu koymak, çalışanların fikirlerini ileri sürmeye cesaretlendirir. * Örgüt-içi iletişimi geliştirmek için yönetici, mesajı oluştururken geri beslemeyi nasıl teşvik edeceğini planlamalıdır. İletişim 2003/17 87 Yerel Yönetimlerde Örgütsel İletişim (Erzurum Büyükşehir Belediyesi Örneği) Kaynaklar Allcorn, Seth, "Understanding Organizational Culture As The Quality Of Work Place Subjectivity, Human Relations", 48/1, 73-95. Artan, S. (1977). "İşletmelerde İletişim", Eskişehir Dergisi, Cilt:13, Sa. 2, Haziran. Confederation of British Industries (CBI), Personelin Önemi, TUSİAD T 790. 1. 137, İstanbul. (1990) İ.T.İ.A. Başarıda Erdumlu, Güngör, (1993). Büyükşehir Belediyeleri Araştırması, Sosyal Planlama Genel Müdürlüğü Araştırma Dairesi Başkanlığı, DPT (T.C. Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı), Ankara. Ergun, Turgay ve Polatoğlu A., (1992). Kamu Yönetimine Giriş, 4. Baskı, Ankara, TODAİ Yayınları. Eryılmaz, Bilal, (1994). Kamu Yönetimi, İzmir, Üniversite Kitabevi. Gürdal, Sahavet, (1997). Halkla İlişkiler ve Yerel Yönetimlerde Uygulamalar, İstanbul. Gürgen, H., (1997). Örgütlerde İletişim Kalitesi, İstanbul. Miner, J. B., Miner M. G.,( 1985). Personel And Industrial Relations; A Managerial Approach, Fourth Edition, Macmillan Pub. Company, New York. Oskay, Ünsal., (1997). İletişimin ABC’si, İstanbul,. Der Yayınları. Sabuncuoğlu, Zeyyat ve Tüz, Melek, (1998) Örgütsel Psikoloji, Bursa, Alfa Yayınları. Schermerhorn, J. R., (1989). Management for Productivity, John Wiley and Sons Inc., New York. Spinder, G., (1989). Innenbetriebliche Kommunikation, Lexion de Public Relations (Hrsg), Diteter Pflavm, Wolfgang Preper, Landerberge / Lech, Verlog Moderne Industrie. Türkmen, İsmail, (2000). "Yöneticiler İçin Etken İletişim Modeli", 3. Basım, Ankara, Milli Prodüktivite Merkezi Yayınları. İletişim 2003/17 Fatma GEÇİKLİ 88 Özet Bu çalışma, örgüt-içi unsurlar arasındaki ilişki, ahenk ve koordinasyonu sağlayan örgütsel iletişimin yerel yönetimlerdeki durumunu tespit etmek amacıyla yapılmıştır. Çok kısa teorik özetle birlikte daha önce geliştirilmiş olan “iletişim değerleme anketi” kullanılmıştır. Örgütsel iletişimin çalışanlar tarafından nasıl algılandığı ve değerlendirildiği çalışma yılı, çalışılan kademe ve eğitim seviyesi değişkenleriyle ilişkilendirilerek var olan durumun nasıl algılandığı bağımsız değişkenlere göre değişip değişmediği ilişkisel olarak analiz edilmiştir. Absract This study has been carried out to determine the situation of organizational communication which provides the relation, harmony and coordination among the various positions in local administrations. A brief theoretical summary is given and “communication evaluation” questionnaire developed formerly is used. How the present situation is perceived and whether it changes or not according to independent variables are analysed interrelatedly by relating how the organizational communication is perceived and evaluated by the employees with the working years, position held and education level variants. İletişim 2003/17 Genç Parti Reklamları İçin Bir Söylem Çözümlemesi Halime Yücel ALTINEL* Giriş Genç Parti’nin 3 Kasım 2002 Genel Seçimleri için yaptığı siyasal reklam kampanyası, gerek yöntemleri gerek içeriğiyle son yıllarda ülkemizde en çok konuşulan kampanyalardan biri oldu. “Türk siyasetinde bugüne kadar görülen en başarılı reklam kampanyasını” yaptığı (Korkmaz, 2003), hatta “sadece Türkiye’nin değil, belki dünyanın gördüğü en önemli kampanyalardan birini” gerçekleştirdiği (Baysal, 2002) söylenen Genç Parti’nin kendisi de “bir reklam mucizesi’ olarak nitelendi (`Kemiksiz, 2002). Parti kimi yazarlarca da“ürün” olarak adlandırıldı (Görmüş, 2002:82). Biz de çalışmamızda Genç Parti’nin yazılı basın aracılığıyla yaptığı siyasal reklamları incelemeyi amaçladık. Çalışmayı yazılı basına verilen reklamlarla sınırlamamızın nedeni, partinin reklam kampanyasının önemli bir bölümünü oluşturması ve partinin söyleminin incelenmesi açısından elverişli olmasıdır. Siyasal reklam söylemi çözümlemesi alanında tutarlı ve anlamlı bir çalışma gerçekleştirebilmek için reklamları, siyasal parti ve yöneticilerinin söylemleri ardındaki görüş ve tutumlarının saptanmasına yardımcı olabilecek bir yöntemle ele almak gerekir. Amacımız söz konusu reklamların kitleyi nasıl etkilediğini belirlemek değil, -bu çok daha kapsamlı toplumbilimsel araştırmalar gerektirecek konudur- nasıl algılanabileceğine ilişkin saptamalarda bulunmaktır. Barthes, reklam imgesinin en iyi okumayı sağlama amacıyla oluşturulmuş göstergelerle doldurulduğundan, göstergebilimsel çözümlemeye çok elverişli olduğunu belirtir (Barthes, 2001:70). Siyasal evrenin de eğretilemelerin, görsel dilin, simgelerin ağır * Yrd. Doç. Dr. Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi İletişim 2003/17 90 Halime Yücel ALTINEL bastığı bir alan olduğu (Sherr,1999: 46-47), siyasal reklamın da bu tür bir çözümlemeye uygun olduğu ileri sürülebilir. Bu çalışmanın ilk bölümünde siyasal reklamların kurgusu, reklamların biçimsel özellikleri, söylem özneleri ve söylemin alıcısı açısından incelenmektedir. İkinci bölümdeyse ilanlarda kullanılan söylemin içeriği, dolayısıyla her partinin kendini ve liderini nasıl tanımladığı ve ülkeye ilişkin görüşleri değerlendirilmektedir. 1. Genç Parti Reklamlarının Kurgusu Çalışmanın bu bölümünde incelenen reklamların genel bir yorumu yapılacak ve öncelikle biçimsel açıdan değerlendirilecektir. Bu yapılırken betimleyici olmakla yetinilmeyerek reklamların biçimsel düzenlenişinin siyasal reklam ve partinin siyasal tutumu açısından anlamı belirlenmeye çalışılacaktır. Yazı ve fotoğraf ilişkisi, yazıların biçimsel açıdan incelenmesi ve fotoğrafların yorumlanması da bu kapsamda incelenecektir. Fotoğraflar ilanlara görsel bir zenginlik sağlamakla kalmadığı, ilanların iletisini bütünlediği, kimi zaman da metinde söylenmeyen bildirileri ilettiği için, bu alt başlık çalışmanın önemli bölümlerindendir. Siyasal reklamın kurgusunun incelenmesi için söylem öznesini, partinin karşı öznesini ve söylemin alıcısını da saptamak önemlidir. 1.1. Biçimsel açıdan reklamlar Genç Parti’nin gazeteler yoluyla yaptığı siyasal reklamlar biçim açısından genellikle aynıdır, bu durum da tutarlı bir kampanya açısından olumludur. Grafik tasarımına özen gösterilmiş olan bu reklamların yalın bir biçimi olduğu görülmektedir. Tüm reklamlarda dikey beyaz bir fon üzerinde yazı, parti amblemi, liderin imzası, bir oy pusulası ve bir el resmi bulunmaktadır. Amblemi kırmızı renkte birbirine bakan iki hilal, hillalerin ortasında da bir yıldızdan oluşmaktadır (Bora, 2002:53). Beyaz fonun oldukça geniş bir alan kaplaması dikkat çekicidir, Genç Parti reklamlarını öteki partilerin reklamlarından biçimsel açıdan ayıran temel farklılık da İletişim 2003/17 Genç Parti Reklamları İçin Bir Söylem Çözümlemesi 91 budur. Yalınlık izlenimi uyandıran beyaz fonun ağırlığı, reklamların gazetelerde kolayca farkedilmesini sağlamanın yanında, öteki partilerin reklamlarıyla bir karşıtlık doğurmaktadır. Boşluk/doluluk ekseninde dile getirilebilecek bu karşıtlık, iletilerin içeriği için geçerli olabilecek yalınlık/karmaşıklık karşıtlık eksenini de ortaya çıkarmaktadır. Reklamların aydınlık ve çizgisel olarak tanımlanabilecek tasarımlarıyysa Wölffin’in sınıflandırması uyarınca ‘klasik’ olarak adlandırılan biçime denk düşmektedir (Wölffin,1995:44;235). Floch da bu klasik biçimi rahatlığın, kendinden hoşnut olmanın (1995: 129) ve açıklığın (1990: 65) göstergesi olarak değerlendirir. Genç Parti reklamlarının biçimsel açıdan Telsim reklamlarını andırdığı da dikkat çeker: Telsim reklamlarındaki gibi beyaz geniş fonun üzerine siyah harfler kullanılmış, kırmızı Telsim logosunun yerini parti amblemi almıştır. Ancak Telsim reklamları genellikle yatayken, Genç Parti reklamları dikeydir. Dikey biçim dinamik ve devinimi çağrıştıran bir biçim olduğundan (Semprini,1996:70) politik reklamlar için akılcı bir seçimdir. 1.1.2. Yazı ve Fotoğraf 1.1.2.1. Yazı ve Fotoğraf İlişkisi Fotoğrafın ilanlarda önemli bir yeri vardır, birçok seçim ilanında yazıdan daha fazla yer kapladığı saptanabilir. Oysa Genç Parti reklamlarında yazı ve fotoğraf oldukça dengeli bir biçimde yerleştirilmiştir. Ancak yine de anlamsal açıdan fotoğraf öne geçer, çünkü fotoğraf bir tür başlık gibi kullanılmış, böylece metin de fotoğrafın altyazısı gibi algılanabilecek duruma gelmiştir. Dolayısıyla fotoğrafın, yazıdan daha fazla yer kaplamamakla birlikte öncelikli bir konumu olduğu söylenebilir. 1.1.2.2. Biçimsel Açıdan Yazılar Siyasal reklamlarda hangi düşüncelerin biçimsel olarak ne tür yazıyla anlatıldığını, böylece reklamın metninde daha çok hangi İletişim 2003/17 92 Halime Yücel ALTINEL düşüncelerle seçmenin ilgisini çekmek istendiğini anlamak için, yazıları biçimsel açıdan değerlendirmek söylem çözümlemesi için yararlıdır. Kuşkusuz başlıkların, sloganların, çarpıcı sözlerin, ana düşünceyi açıklayan cümlelerin göze çarpmasını sağlayacak biçimde sunulması doğaldır, böylece etkileyici sözlerin dikkat çekmesinin, tüm ilanı okumaya zaman ayırmayan seçmene de ulaşılmasının amaçlandığı söylenebilir. İletilerin içeriği tipografi kullanımıyla belirginleştirilir ve önemine göre büyük ya da küçük puntolarla yansıtılır (Joly,1993:97). Birçok reklamda polemik türünde, suçlayan cümleler genellikle dikkati çekecek biçimde, iri ve koyu harflerle yazılır. Seçmene benimsetilmek istenen ana düşünce metinde yazı biçimiyle belirginleştirildiğinde, seçmenin tüm metni okumasa da ana düşüncenin ayrımına varması sağlanır. Genç Parti reklamlarında genel olarak yazılar iri puntolu harflerle, kolay okunacak biçimde yazılmıştır. Fotoğrafın altındaki iri punto ve koyu renkte yazılmış yazıların altında daha küçük puntoyla yazılmış, ana düşünceyi açıklayan oldukça kısa, bir ya da iki tümcelik bir metin bulunur. Dolayısıyla reklamlarda tek bir düşünce, bununla bağlantılı olarak da Genç Parti’ye oy verme çağrısı vardır. Ayrıca “Cem Uzan” imzasının metinden daha büyük puntoyla yazılmış olması da öne çıkmasını sağlar. Metnin gri harflerle, imzanınsa siyah harflerle yazılması, imzayı belirgin kılar. Metindeki harflerin seçiminin de belirli bir anlam yarattığı söylenebilir. Yuvarlak hatlı ya da tombul olmayan times karakterine yakın, yalın biçimli harfler “modern” olarak nitelenir (Joly,1993:98). Genç Parti’nin ilanlarında da böyle bir biçimin yeğlenmesinin modernlik izleğini yansıttığı ileri sürülebilir. Genç Parti reklamlarında siyasal tanıtımın vazgeçilmez öğelerinden olan sloganın kullanılmamış olması dikkat çekicidir. Metinler kısalıkları ve yalınlıklarıyla sloganı andırsa da sloganın akılda kalıcılığından yoksundur. 1.2. Fotoğraflar İmgenin siyasal iletişimde önemli bir işlevi olduğu, siyasal reklamlarda içerikten çok görüntünün ilgi çektiği tartışılmaktadır İletişim 2003/17 Genç Parti Reklamları İçin Bir Söylem Çözümlemesi 93 (Topuz,1991:68). Düşünürler Platon’dan beri, imgeye olan bağımlılıktan kurtulmaya çalışmış olsalar da çağımızda imgenin egemen bir konumu vardır (Sontag,1999:80). Siyasal reklamda da sıklıkla imgenin sözle aktarılan düşüncelerin önüne geçtiği saptanabilir. Bu nedenle fotoğraflar, partinin bildirilerini çözümlemek açısından aydınlatıcıdır. Genç Parti reklamlarındaki fotoğraflar içerik açısından pek değişmez, hepsinin temel öğesi liderdir. Kimi zaman liderin çevresinde kadro olduğu düşünülebilecek kişiler ve halk da bulunur. Partinin yalnızca “Hoparlor İşkencesi” (Hürriyet, 21.10.2002) ve “Bugün Son Gün” (Cumhuriyet, 26.10.2002) başlıklı ilanlarında fotoğraf kullanılmamıştır, bu ilanların dışındaysa fotoğraf bir yazı başlığı işlevi görmektedir. 1.2.1. Lider Liderin fotoğrafının yorumlanması gibi, ne sıklıkta kullanıldığının belirlenmesi de parti konusunda bilgi verebilir. Örneğin her ilanda liderin fotoğrafının büyük yer verilerek kullanılması, liderin partide büyük yetke sahibi olduğu, partiye oy vermenin lidere oy vermek anlamına geleceği izlenimini uyandırır. İncelediğimiz reklamlarda kullanılan fotoğrafların tümünde liderin yer alması, başkalarıyla birlikte görüntülendiğinde bile belirgin olarak öne çıkması, partinin liderle özdeşleştirilmek istendiğini, liderin çekiciliğine dayandırıldığını gösterir. Genç Parti liderinin batılı bir görüntüsü olduğu dikkat çeker. Böylece çevresindeki kişilerden farklılaşır, toplumun açık renk saçlara duyduğu beğeni de göz önüne alınırsa, bir doğu toplumu için modernliği çağrıştıran bir imge sunduğu ileri sürülebilir. Fotoğrafların çoğu lideri mitingde, sağ kolunu havaya kaldırmış, coşku ve öfkeyle konuşurken gösterir. Liderin kendinden emin, sevilen bir politikacı olduğu izlenimi düşündürülmek istenir, ayrıca yüzündeki kızgın anlatımla ülkenin içinde bulunduğu durumdan hoşnutsuzluğu vurgulanır. Böylece lider bir bakıma halkın varsayılan öfkesini yansıtma işlevini de üstlenir, aynı zamanda engel tanımayacağını, halkın hakkını savunacağı izlenimi uyandırılır. Mitingde onu destekleyen kişilerin yüzündeyse bu anlatımın izi bile yoktur, mutlu ve İletişim 2003/17 94 Halime Yücel ALTINEL neşeli görünürler. Lider çoğunlukla halkın karşısında ve yukarısında konuşurarak tüm toplum adına yetkeci bir söylem gerçekleştirir, düşünce ve konuşma onun tekelindedir, halka kalan da yalnızca hayranlığını gösterme ve onaylama özgürlüğüdür (Yücel,1998:122). Lider seçmene, bir başka deyişle objektife doğrudan bakmaz, ileri, hafifçe yukarıya bakar, çünkü gözlerini geleceğe dikmiştir, ancak halk onun baktığı geleceğe değil, yalnızca ona bakar, tek yapması beklenen onun ardından gitmesidir. Genç Parti lideri tüm fotoğraflarda ayakta durur, bu duruş biçimi de yetkesinin, kendinden emin ve harekete geçmeye hazır olduğunun bir göstergesi gibidir. Tüm fotoğraflarda liderle çevresindekiler arasında belirli bir uzaklık gözetildiği, liderin daha önde ya da daha yukarıda olmasına özen gösterildiği dikkat çeker. Canetti’ye göre, ayakta duran adamla çevresindekiler arasında bir uzaklık varsa, duruşunun etkisi artar. Kendi başına yalıtılmış bir biçimde, başkalarına yüzünü dönmüş, ama onlardan ayrı ayakta duran bir insan daha da etkileyicidir, çünkü kendisi tek başına hepsinin yerine ayakta duruyor gibidir. Ayrıca ayakta durmak tüm hareketlerin öncülü olduğundan, ayakta duran bir insan daha kullanılmamış bir enerjinin varlığını belirtir (Canetti,1998: 384-385). Genç Parti liderinin duruşu ve anlatımı da Canetti’nin bu savlarıyla uyumludur. Kullanılan fotoğraflarda liderin giyim biçimi de dikkat çekicidir, onu mitingde gösteren tüm fotoğraflarda üzerinde televizyondaki tanıtım programlarında görmeye alışkın olduğumuz beyaz gömleği vardır. Liderin spor bir giyim biçimi olduğu söylenebilir, ancak neredeyse bir simge gibi hiç değişmeyen, vazgeçilmeyen beyaz gömleğin spor giyimden öte bir anlam taşıdığı açıktır. Beyaz gömlek öncelikle liderin fotoğrafta öne çıkmasını, biraz koyu bir fon kullanıldığında da ışıltılı görünmesini sağlar. Halktan kişilerle birlikte görüntülendiği fotoğraflarda, açık renk saçları ve beyaz gömleğiyle neredeyse onlara ışık götürüyor gibidir, arkada batan güneşin göründüğü bir fotoğrafta bu etki daha açıktır. Ayrıca beyazın simgelediği kabul edilen dürüstlük, saflık, temizlik gibi nitelikler de bir politikacının tanıtımı açısından önemlidir. Genç Parti liderinin halka seslenirken özensiz bir giyim biçimi benimsemesi, ceketsiz ve kravatsız, üstelik gömleğinin kollarını sıvamış oluşu, onun halka yakın görünmesini sağlamakta, onu İletişim 2003/17 Genç Parti Reklamları İçin Bir Söylem Çözümlemesi 95 alışılmış politikacı imgesinden uzaklaştırarak “politikacı” sözcüğünün kötü çağrışımlarından uzak tutmaktadır. Gömleğinin kollarını sıvaması, çalışmaktığının, üstelik yakasını açmış ve terli oluşuna bakılırsa beden işi yaptığının, dolayısıyla halktan biri olduğunun göstergesi gibi kullanılır, oysa gerçekte yapmakta olduğu tek şey konuşmaktır, bu da tam politikacılara özgü olduğu düşünülen bir iştir. Genç Parti lideri bir fotoğrafta takım elbise ve kravatla, çevresinde kadrosundan kişiler olduğu düşünülebilecek kişilerle görülür(Hürriyet, 24.10.2002). Loş ışıkta çekilmiş bu fotoğrafta, lider beyaz gömleği ve sarı kravatıyla parlaklık etkisi yaratmakta, ışıltısıyla çevresindekilerden farklılaşıp üstün bir konumda olduğu izlenimini uyandırmaktadır. Bu fotoğrafta da lider klasik giyimine karşın, politikacıdan çok, iş adamını andırır. Birçok fotoğrafda liderin başının arkasında bir Türk bayrağının dalgalandığını görürüz. Görsel öğelerin yan yana kullanılması, siyasal reklamın kullandığı ikna biçimlerinden biridir, bu öğelerin birlikte düşünülmesi gerektiğini sezdirir (Messaris, 1997: xi). Bu fotoğraflarda da liderin ve bayrağın yan yana görülmesi, liderin yurtseverlik söylemini güçlendirmektedir. 1.2.2. Kadro İncelediğimiz reklamların yalnızca birinde, kadro olduğu düşünülebilecek bir topluluk görüntülenmiştir, onunda önünde yine lider vardır (Hürriyet, 24.10.2002). Topluluğu oluşturan kişilerin de liderin arkasından geldiği, lideri izlediği anlaşılmaktadır. Erkeklerden oluşan topluluk, dış görünüş açısından da liderin gerisindedir, hiçbir üyesi lider kadar iyi giyimli ve iyi görünüşlü değildir. Liderin bürokrat-politikacı imgesinden uzak kalması için gösterilen çaba, kadro için söz konusu olmamıştır. Kadroyu oluşturan kişiler klasik giyimlidir, ancak kimi faklı renklerde ceket pantalon giymiş, kimi giysisiyle ayakkabıları arasında renk uyumu sağlamamıştır, bu da liderin simgelediği düş simgelediği dü rlerin, İletişim 2003/17 96 Halime Yücel ALTINEL partinin geri kalanı için pek geçerli olmadığı izlenimini verir. Ancak tanıtımlara bakılırsa, bu bir sorun oluşturmaz, çünkü bu kişilerin liderin gerisinde durmaları onun üstünlüğünü benimsediklerini göstermekte, Cem Uzan’ın karizmatik, partisine söz geçiren bir lider olduğunu düşündürmektedir. Bu niteliğin ülkemizde kimi zaman istendiği, parti içi çatışmanın olmayacağının göstergesi gibi kabul ediliği söylenebilir. 1.2.3. Halk Liderin imgesi çoğu kez çevresindekilerle bütünlenir (Yücel,1997:225). Çevresindekiler elbette seçmenlerin çok küçük bir bölümünü temsil eder, buna karşılık, genelleştirilip tüm halk gibi sunulur. Bu fotoğrafların amacı liderle halk arasındaki sıcak ilişkiyi ve halkın lidere verdiği desteği göstermektir. Halk partiye oy vereceği kesin seçmenler gibi algılanmaktadır, çünkü Genç Parti mitinglerinde lidere duydukları hayranlığı açıkça dışa vururken görüntülenmiştir ( Radikal, 20.10.2002; Cumhuriyet, 15.10.2002). Bu kalabalık liderden aşağıdadır, onun beline ya da dizlerine kadar uzanabilmektedir. Kalabalık çok ayrıntılı görülmez kadın-erkek, gençyaşlı birçok kişiden oluştuğu anlaşılır, ama en belirgin yönü, lidere uzanan elleridir. Pop konserlerini anıştıran bu görüntü, kalabalığın lidere taptığını, ona dokunabilmek için çabaladıklarını gösterir. 1.3. Söylem Öznesi Partilerin gazete reklamları hiç kuşkusuz parti adına, konunun uzmanı partililer ya da tanıtımcılar, yani belli bir kişi ya da topluluk tarafından hazırlanır. Bu nedenle yazının oluşturduğu söylemin tek bir öznesi bulunduğu, tek bir kişi ya da topluluğun ağzından yansıtıldığı düşünülebilir. Ancak, neredeyse tüm parti reklamlarında reklamı oluşturan söylemin bölündüğü, kimi bölümlerin partinin, kimi bölümlerin liderin, kimi bölümlerin adayın, kimi bölümlerin seçmenin vb. ağzından yansıtıldığı görülür. Göstergebilimciler bu tür durumların yarattığı karışıklıkları önlemek için, söylemde yer alan özneleri ayırmaya özen gösterirler (Greimas; İletişim 2003/17 Genç Parti Reklamları İçin Bir Söylem Çözümlemesi 97 Landowski, 1976). Sözü söyleyen söylem öznesi, sözü edilen eylemi gerçekleştiren edim öznesi, sözü aktaran da ikinci derecede söylem öznesidir. Öznenin amacını gerçekleştirmesine engel olan da karşıt öznedir. Söylem öznesini saptamak için “kim konuşuyor?” sorusunu yanıtlamak yeterlidir. 1.3.1. Parti Genç Parti reklamlarının tümünde parti adına söz verilir, parti tanıtılırken üçüncü tekil şahıs ya da birinci çoğul şahıs kullanılarak tüm partinin söylem ve görüş birliği içinde olduğu düşüncesi uyandırılmaktadır. Söylem öznesinin parti olması siyasal tanıtım açısından elverişli bulunabilir, çünkü tüm partinin uyumlu çalıştığı izlenimini verir. Söylem, tüm partililerin söylemi olduğundan partinin söylem öznesi olarak metin içinde birinci çoğul şahıs olarak belirse de çoğunlukla, sanki özne parti dışında nesnel bir varlıkmış gibi, üçüncü tekil şahıs kullanıldığı saptanabilir. Bu kullanım, yasa ve bilim dillerinde olduğu gibi söyleme bir nesnellik boyutu getirir. Ayrıca polemik türündeki reklamlarda, sorunu liderler ya da adaylar arasında kişisel bir çatışma boyutuna getirmemek için, söylem öznesinin parti olmasına özen gösterilir. 1.3.2. Lider Yazılı siyasal reklamlarda söylem öznesinin lider olduğu, en açık biçimiyle reklamın altında liderin imzasının bulunmasıyla anlaşılabilir. Genç Parti lideri de tüm reklamlarda söylem öznesidir, çünkü reklamların sonunda değişmez bir biçimde, güvence olarak “Cem Uzan” imzası bulunmaktadır. Bu da liderin parti içindeki yetkesini gösterir, kitle üzerindeki saygınlığını vurgular. Reklamlarda metnin liderin fotoğrafının altına yerleştirilmesi ve fotoğrafların çoğunda liderin mitingde konuşurken görülmesi bu izlenimi güçlendirmekte, metnin liderin ağzından çıktığı sanısını yaratmaktadır. Ayrıca kullanılan metin, liderin miting konuşmalarını da andırmaktadır, bu da söylem öznesinin lider olduğunu ve partinin propagandasını büyük ölçüde İletişim 2003/17 98 Halime Yücel ALTINEL liderin karizmasına ve yüksek görevlerine dayandırdığını gösterir. Böylece partiden çok, lider için oy istenir, tek bir kişiyi halka benimsetmek de partiyi benimsetmekten daha kolaydır. Partiyi benimsetmek için ilkeleri, amaçları üzerine akıl yürütmek gerekecektir; tek bir kişi söz konusu olduğundaysa görüntü düşüncenin önüne geçer, kişilik partinin ilke ve amaçlarından daha çok önem kazanır. Ama söylem öznesinin sıklıkla lider olması, partinin liderin egemenliğinde, demokratik bir işleyişten yoksun bir parti olduğu kuşkusunu uyandırır. Aynı zamanda da ülkemizde partilerin güçlerini liderlerinden aldıkları, bir başka deyişle, partilerin güvenilirliğini ve çekiciliğini liderlerinden aldıkları gerçeğini doğrular. Bu durum kimi yazarların “Cem Uzan’ın tek kişilik partisi” olarak değerlendirdiği (Zelyut, 2002) Genç Parti için daha da belirgindir. 1.3.3. Katılım Söylemleri Partiler, söylemlerini desteklemek için katılım söylemlerinden de yararlandıkları birçok partinin reklamında gözlemlenebilir. Katılım söylemlerinin en yaygın kullanılan türü varsayımsal olanlardır. Varsayımsal katılım söylemlerinde seçmene ikinci derecede söylem öznesi olarak da yer verilir, örneğin partinin bazı düşünceleri halkın ağzından aktarılır. En sık görülen de parti ambleminin üzerinde “evet” mührü gibi seçmenin partiyi onayladığı izlenimi vermeye çalışan söylemlerdir. Böylece büyük çoğunluğun, söz konusu partiye oy vereceği sanısı yaratılmaya çalışılarak bireyin çoğunluğa uyma güdüsünden yararlanmak amaçlanır, partiye verilen oyun boşa gitmeyeceği anlatılır. Genç Parti reklamlarında varsayımsal katılım söylemleri örtük bir biçimde yer alır. Birçok reklamda seçmene yönelik sorular sorulup, bunlardan olumlu yanıt alındığı varsayılır, dolayısıyla varsayımsal katılım söylemleri belirsiz olarak yer alır. Ancak Genç Parti’nin gazetelerdeki reklamları, televizyon reklamlarının bir parçası, bir fotoğrafı gibidir, bu nedenle, seçmene sorulan sorular da mitingdeki soruları anıştırır, televizyonlarda, bu soruların hep bir ağızdan “evet’ diye yanıtlandığını İletişim 2003/17 Genç Parti Reklamları İçin Bir Söylem Çözümlemesi 99 gördüğümüz için de katılım söylemlerine daha fazla yer verilmesine gerek duyulmaz, böylece bir “söyleşim öykünüsü” (Yücel, 1998:128) yaratılır. 1.3.4. Karşı Özne Seçim ilanlarında bir özne olan partinin, liderin ya da adayın karşında içkin ya da açık bir karşı özne yer alır. Siyasal iktidara göre biçimlenen karşılıklı bağıntılarında, birinin yengisi ötekinin yenilgisidir (EveraertDesmedt, 2000:42), bu nedenle karşı öznenin niteliklerinin belirlenmesi partinin söylemini daha anlaşılır kılar. Seçim reklamlarında karşı özne, öznenin amacını gerçekleştirmesine engel olan kişi, topluluk ya da durumdur. Karşı özne kimi reklamlarda açıkça belirtilir, kimilerindeyse yalnızca kendi görüşleriyle karşıtlaşan kesim olarak sunulur. Ama karşı özne geniş kitleler değil, daha çok politikacılardan oluşan küçük bir topluluktur, çünkü bu, hem kolay altedilebileceği izlenimi uyandırır hem de partiyi ve destekleyicilerini daha güçlü gösterir, ayrıca belirli bir sınıfın tepkisini de çekmemiş olur. Genç Parti reklamlarında birincil karşı özne iktidar partileri, bir başka deyişle “Türkiye’yi bu hale getirenler” (Sabah, 25.10.2002), “yabancılara boyun” eğdirenlerdir (Sabah, 22.10.2002). Genç Parti’nin varlık nedeni de bu karşı özneye “cezasını vermek”tir. Ancak partinin karşı özneyle iktidar arayışı dışında hangi açılardan karşıtlaştığı ayrıntılı açıklanmaz. Bununla birlikte, seçime katılan öteki partilerin propaganda yöntemlerini eleştirmek amacıyla bir ilan vermeye gerek duyulabilmiştir (Hürriyet, 21.10.2002). Öteki partilerin, dolayısıyla karşı öznenin halka “hoparlör işkencesi” yaptığını, “seçmenin oyunu alabilmek için onu hastası var mı yok mu, çocuğu uyuyor mu uyumuyor mu hiçe sayarak, minibüslerin üzerine yerleştirilmiş hoparlörlerle bas bas bağırarak rahatsız ettiğini” vurgulayarak karşı öznenin halka saygı göstermediğini kanıtlamaya çalışır. Genç Parti reklamlarında bir başka karşı özne de “yabancılar”dır. “Yabancılar”ın Türkiye’nin işlerine karışabilen güçlü devletler ve uluslararası örgütler olduğu anlaşılır. Yine de yabancılar ikincil bir karşı özne olmaktan öteye İletişim 2003/17 100 Halime Yücel ALTINEL gidemez, çünkü Türkiye üzerinde etkili olabilmelerinin nedeni de birincil karşı özne olan iktidar partileri, “Türkiye’yi yabancılara boyun eğdirenler”dir. Reklamlarda karşı özneye büyük yer verilip, Genç Parti özellikle karşı özneyle kurulan karşıtlık bağıntısı içinde değerlendirilse de, karşı öznenin gücü pek büyütülmez. Parti, seçmenin de yardımıyla, karşı öznenin üstesinden geleceğine kuşku duymaz, bunun için mührü gösterilen yere basmak yetecektir. Bu tutum sorunların derinine inilmesini ve seçmenin konu üzerinde fazla düşünmesini önleme amacını taşır. 1.4. Söylemin Alıcısı Söylemin alıcısı, seçim ilanının bildirisinin ulaşması amaçlanan kişi ya da kitle, dolayısıyla seçmenlerdir. Siyasal reklamda söylemin alıcısını bulmak, partinin tutumunu konusunda aydınlatıcıdır. Söylemin alıcısını incelerken belirlenmesi gereken, partinin hangi kesimin çıkarlarını korur göründüğü, buna karşılık söyleminin içeriği ve benimsediği politika doğrultusunda gerçekte hangi kesimin çıkarlarını savunduğudur. Genç Parti reklamlarında söylemin alıcısının tüm seçmenler olduğu anlaşılmaktadır. Partiler birçok düşünceyi dışlasalar da bu düşünceleri benimseyen halkı dışladıkları izlenimi yaratmak istemez, onun böyle düşündüğünü yadsıyor görünürler. Ancak tüm partilerin reklamlarında olduğu gibi Genç Parti’nin reklamlarında da birincil hedef olarak belirlenen, söylemin alıcısını oluşturan bir kitle vardır. Genç Parti muhalif bir söylemle ortaya çıkan bir parti olduğundan, günün yönetiminden hoşnut olmayanlara seslendiği açıktır. Parti, yabancı devletlerin Türkiye’de etkili olmalarına açıkça tepki gösterdiği için, milliyetçi kesime seslendiği düşünülebilir, ancak bu vatanseverlik olarak da değerlendirilebileceğinden kesin bir sınır koymak doğru olmaz, partinin de yalnızca milliyetçi kesimi hedeflediği söylenemez. Partinin gazete reklamlarında bir yoksulluk/varsıllık karşıtlığının temel alınmadığı anlaşılsa da “millet hakettiği geliri” istiyor sözlerinden (Cumhuriyet, 25.10.2002), yoksulların da söylemin alıcısı olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca kimi yazarlar tarafindanGenç Parti’nin başarısının İletişim 2003/17 Genç Parti Reklamları İçin Bir Söylem Çözümlemesi 101 reklama oluğu kadar, halkın mağduriyetine de bağlantılandırılması bu savı doğrulamaktadır (Sağlam, 2002:25). Genç Parti’nin öncelikle politikayla yakından ilgilenmeyen bir kesimi hedeflediği açıkça görülür, halkın partinin ideolojik amaçları konusunda bilgilendirmez, buna karşılık nasıl oy verileceğini grafikle gösterir. Yalnızca Genç Parti amblemi görünen bir oy pusulası ve bir el gösteren bu grafiğin ilginç bir yanı vardır, el öteki partilerin ilanlarında görmeye alıştığımız gibi “evet” mührünü basan seçmenin eli değil, bir öğretenin elidir, işaret parmağıyla nereye mühür basması gerektiğini gösterir, bir bakıma seçmene biraz tepeden bakan bir söylemdir bu. Ayrıca, ilanlarda fazla yazıya yer verilmemesi, yalın bir söylem kullanılması, reklamlar çok kısa ve açıklamaya yer vermeden amacı açıklayan tümceler içermesi de savımızı kanıtlar niteliktedir. Parti, reklamları okumak için çok zaman ayırmayacak, parti programlarına çok önem vermeyecek, dolayısıyla partileri iyice tanıyıp, oyunu düşünerek değil, önyargılarına göre verecek kişilere seslenmektedir. Genç Parti reklamları bu nedenle “artık siyasetin bir gösteri faaliyeti”(Aydoğdu, 2002:42) durumuna geldiğini düşündürür niteliktedir.. Kısacası Genç Parti’nin söyleminin birincil alıcısı politikayla yakından ilgilenmeyen, mantık ve uslamlamadan çok, duygulara ve coşkunluğa, ön yargılara eğilimli bir kitledir. Kuşkusuz her partinin gerçekten çıkarlarını temsil ettiği küçük bir topluluk da olabilir, ancak bu topluluk için gazeteye ilan verme gereği duyulmaz. 2. Siyasal Reklamın İçeriği Siyasal reklamın içeriği, reklamların temel konularda verdiği bilgilerden oluşur. Bu bölümde partinin kendisini nasıl tanımladığı, parti genel başkanı konusunda verdiği bilgiler değerlendirilmekte, partinin günün Türkiyesini nasıl gördüğü ve nasıl bir Türkiye istediğine ilişkin bildirileri de bu bölümün kapsamında ele alınmaktadır. İletişim 2003/17 102 Halime Yücel ALTINEL 2.1. Parti Konusunda Bilgi Partinin kendini nasıl tanımladığını açıklamaya çalışırken, kendisiyle öteki partiler arasında kurduğu karşıtlıklardan yararlanılabilir. Seçim bir rekabet olduğundan, parti kendi özelliklerini ve değerini belirtmek için, öteki partilerle arasında karşıtlıklar kurup farklı yönlerini vurgular. Partinin kendini nasıl tanımladığını saptayabilmek için, öncelikle reklamlarda üzerinde durulan belli başlı kavramlar belirlenerek, partinin bu kavramlardan hangilerini benimseyip hangileriyle karşıtlaştığı incelenebilir. Genç Parti reklamlarında parti konusunda ayrıntılı bilgi verilmez. Öteki partilerden çok farklı olduğu savunulur elbette, ancak bu konuda bile söylemin içeriği oldukça sınırlıdır, parti hiçbir konuda fazla birşey söylememeyi bir siyasal reklam yöntemi olarak benimsemiş görünür. Genç Parti daha çok kendi adıyla, gençlik kavramıyla tanımlanmayı yeğlemiştir. Gençlik ve gençliğin çağrıştırdığı canlılık, devinim, yenilik gibi kavramlarla partinin öteki partilerden farkı bildirilir. Partinin adı, liderinin genç görünüşü ve coşkulu tavırlarıyla da örtüşerek belirli bir etkileyicilik kazanır. Partinin adından dolayı, öteki partilerle arasında bir genç/yaşlı karşıtlığı kurulabilir. Ancak gençlik kavramının, düşünülebileceğinin tersine, geleneksellikle çeliştiğini ve çağdaşlık kavramıyla bütünleştiğini öne sürmek güçtür, çünkü partinin reklamlarda kullandığı söylem, ‘Türkiye’nin önünün açılması isteği” dışında çağdaşlığın üzerinde durmaz. Gençlik/yaşlılık karşıtlığı yeni/eski, devinim/durağanlık karşıtlıklarına koşuttur yalnızca. Ayrıca parti liderinin tavırları göz önüne alındığında, gençlik sözcüğünün “delikanlılık” kavramını, dolayısıyla mertliği ve sözünün eri olmayı çağrıştırdığı düşünülebilir. Partinin kızgınlık belirten söylemi de boyun eğmezlik ve yiğitlik izlenimi uyandırılmasına katkıda bulunmaktadır. İncelediğimiz reklamlarda “bir Genç Parti inancı” “prensip” gibi sözlerden yararlanılarak, Genç Parti’nin yeni olmasına karşın, yerleşmiş, sağlam inanç ve ilkelerinin olduğu vurgulanır. Bunlar, “Hoparlör İşkencesi” başlıklı reklamda (Hürriyet, 21.10.2002) dile getirdiği seçim propagandası gibi sınırlı bir konuyla bağlantılıdır, ancak partinin bunu çok önemli bir fark olarak kabul ettiği açıktır, “Genç Parti’nin diğerleriyle arasındaki anlayış İletişim 2003/17 Genç Parti Reklamları İçin Bir Söylem Çözümlemesi 103 farkını, böyle bir konuda da bilesiniz diye, bu ilanı verme gereği duyduk” denilerek, bunu önemli bir fark gibi gördüğünü belirtir. Elbette Genç Parti’nin öteki partilerle bu açıdan kurduğu karşıtlık yalnızca eleştirilen propaganda yöntemiyle sınırlı değildir, bu propaganda yönteminden yola çıkılarak varılan temel karşıtlık yurttaşı hiçe saymak/değer vermek, bir başka deyişle saygı/saygısızlık ekseninde belirir. Üstelik Genç Parti söz konusu propaganda yöntemini yararsız bulur: “Kaldı ki bu yöntemin vatandaşın oyunu getirmekten çok, oyunu götüreceği de bir Genç Parti inancıdır”(Hürriyet, 21.10.2002). Bu söyleme bakılırsa, öteki partiler yararsız bir propaganda çalışması yaparken, Genç Parti yararlı ve akılcı bir yöntem izler. Bundan Genç Parti’nin başarılı çalışmalar sonucunda iktidara geleceği sezdirilerek, seçmenlere örtük biçimde, kazanacak olan partiye oy vermeleri iletisi aktarılarak, çoğunluğa uyma eğiliminden yararlanılmak istenir. İktidar partileriyle karşıtlığını bildiren Genç Parti, kendini bir bakıma bir “cezalandırıcı” olarak tanımlar, “Türkiye’yi bu duruma getirenleri cezalandırma” sözü verir, üstelik milletvekili dokunulmazlıklarını kaldıracağını da açıklar, bu yolla milletvekillerinin yargılanıp cezalandırılabilmelerini sağlayacaktır (Radikal, 20.10.2002). Kuşkusuz Genç Parti bu “cezalandırıcı” niteliğini halkla da paylaşacaktır, çünkü halkın Genç Parti’ye vereceği oylar cezalandırmayı olanaklı kılmaktadır. Görüldüğü gibi, Genç Parti öteki partilerle arasındaki bir başka karşıtlığı da suç/ceza ekseninde ortaya koyar. Kısacası Genç Parti kendini yeni, canlı, dürüst, sözünün eri, yuttaşa saygı duyan ve suçluları cezalandıran bir parti olarak tanıtır. 2.2. Lider Konusunda Bilgi Parti genel başkanının reklamların söyleminde belirli bir yeri vardır. Özellikle “karizmatik” olarak nitelendirilebilecek liderler, reklamlarda öne çıkarılırlar. Liderin iyi niteliklerinin öne çıkarılarak zayıf yönlerinin gizlenmesi temel ilkedir (Sfez, 1993:1385). Nitekim siyasal kampanya, lider İletişim 2003/17 104 Halime Yücel ALTINEL kimliğinin yapılandırılmasında elverişli bir araçtır (Uztuğ, 1999:166) Genç Parti lideri imgesiyle çoğu reklamda öne çıkar. Parti liderinin “vatansever iş adamı” kimliğiyle öne çıkarıldığı ileri sürülebilir (Altuntaş, 2003). Ancak reklamlarda kişisel nitelikleri üzerinde fazlaca durulmaz, çünkü lider partiyle özdeşleştirilir, partiye yakıştırılan niteliklerin simgesi gibi belirir. Partinin amaçlarını ve büyüklüğünü bir bireye indirgemek de propagandanın canlılığı açısından olumludur (Domenach, 1995:46) . Tanıl Bora’nın “kişi-parti” olarak tanımladığı Genç Parti’nin tam anlamıyla bir liderin karizmasına dayanan bir lider partisi olduğu açıktır (2002:54). Partinin adı bile liderinin gençliğinden kaynaklandığı izlenimi uyandırır. Lider, gençliğiyle, coşkusu, kararlılığı ve öfkesiyle öne çıkarak, seçmeni arkasına alarak karşısındaki tüm güçleri altedebileceğini düşündürür. 2.3. Partinin Türkiye Üzerine Düşünceleri Genç Parti reklamlarında ülke üzerine oldukça kısıtlı bir söylem oluşturmuş, bir-iki tümceyle dile getirilen düşüncelerle yetinmiştir. Söylemin içeriği parti programı ya da partinin amaçlarına ulaşmak için izleyeceği yollar konusunda fazla bilgi vermez. Parti düşüncelerini kesinleme, tasarı ve polemik türünde söylemlerle aktarır. 2.3.1. Kesinleme Kesinleme tüm siyasal reklamlarda baskın bir söylem türüdür, öteki söylem türlerine karıştığı da olur. Kesinleme türünde, bildirinin kuşku ve duraksamaya yer bırakmayan değişmez bir biçimde iletilmesi söz konusudur. Kesinleme sık kullanılır, çünkü siyasal partiler kuşkuyu tanımazlar, savlarının doğruluğunun kesin olduğu izlenimini vermeye çalışırlar. Genç Parti reklamlarında da kesinleme egemen söylem türüdür. Oy verilmesi için seçmene yapılan çağrılar bile “O halde 3 Kasım’da mührü bu yuvarlağa basacaksınız” (Hürriyet, 20.10.2002) tümcesiyle bir kesinleme İletişim 2003/17 Genç Parti Reklamları İçin Bir Söylem Çözümlemesi 105 niteliği kazanır. Tchakotine, yinelemenin tüm şartlı reflekslerde olduğu gibi reklamlarda da önemli işlev gördüğünü belirtir (1952:131) Bu tümcenin de birçok ilanda yinelenmesi de söyleme bir değişmezlik, kesinlik niteliği kazandırmaktadır. Böylece Genç Parti’ye oy vermenin kaçınılmaz olduğu, partinin de kendisine oy verileceğinden kuşku duymadığı dile getirilir. Bunun dışında da partinin tüm söyleminde kesinleme niteliği bulunur, söylenenler tek gerçeklik gibi sunulur. 2.3.2. Tasarı Gerçekleştirilmek istenenler açıklanırken tasarı türünde bir söylem kullanılır. Ancak Genç Parti reklamlarında tasarıya fazla geniş yer vermemiştir. Ulusun hakkını almasını sağlamak biçiminde özetlenebilecek tasarılarıysa “Türkiye’yi bu hale getirenleri cezalandırmak” (Sabah, 22.10.2002), “yabancılara boyun eğmeyen güçlü bir Türkiye” yaratmak (Star,17.10.2002), “milletin hak ettiği eğitimi, geliri, hizmeti vermek” (Cumhuriyet, 15.10.2002), “Türkiye’nin önünü açmak”, “milletvekili dokunulmazlıklarını kaldırmak”tır (Star, 20.10.2002). Genç Parti reklamlarında tasarılar soru-yanıt biçiminde seçmene aktarılır. Seçmenin bu sorulara olumlu yanıt verdiği varsayılır, böylece bir tür söylem içinde söylem yaratılır. Soru-yanıtlar olumsuz, ancak umutlu bir Türkiye tablosu çizer. Bu da bir muhalefet partisi için olağan bir tutumdur. 2.3.3. Polemik Polemik, eleştirel bir tutum takınarak saldırgan bir tartışmaya girildiğinde kullanılan söylem türüdür ve Genç Parti’nin sık kullandığı bir söylem biçimidir, çünkü partinin tanıtım çalışması daha çok rakiplerini, özellikle de iktidar partilerini eleştirmek üzerine kurulmuştur. Dost/düşman ayrımını söyleminin önemli dayanaklarından birini oluşturmaktadır (Tosun, 2003: 57). Derin bir eleştiri ortaya koyulmaz, tüm seçmenlerin eleştirilecek bir durum olduğu konusunda birleştiği varsayılır. Turan ve Çapan da Genç Parti’nin söyleminin içeriksizliğini vurgulayarak en somut olarak beliren İletişim 2003/17 106 Halime Yücel ALTINEL politikanın IMF’ye yöneltilen eleştiriler olduğunu öne sürmüşlerdir (2003:114) Genç Parti için tartışmak söz konusu değildir, amacı “cezalandırmak”tır. Kaynağını propagandadan alan siyasal reklamın özü de propaganda da olduğu gibi, özgür sorgulamanın sınırlandırılmasıdır (Brown, 1992:35-36). Bu yalnızca Genç Parti için geçerli bir durum değildir; Yücel’e göre, siyasal reklam genellikle budanmış bir söylemdir, imgeye, simgeye slogana indirgendiğinden söylemin ve söyleşimin en alt basamağında yer alır (1997:225). Genç Parti reklamlarında kesinleme, tasarı ve polemik söylem biçimleri iç içe geçmiştir, çünkü çok az tümceyle iletinin aktarılması yeğlenmiş, etkili bir anlatım için de bir tümcede birden çok söylem türü kullanılmıştır. Sonuç Genç Parti’nin gazetelere verdiği reklamlar genel söylemi konusunda oldukça bilgi verir. Reklamların biçimsel açıdan yalın olduğu, hep belirli bir biçimin izlenmesine özen gösterildiği ve fotoğrafın öne çıktığı görülür. Reklam ve grafik açısından başarılı olarak değerlendirilebilecek biçimdeki bu yalınlık içerikte de ortaya çıkar. Partinin seçmene yönelttiği söylem liderin imgesinin egemen olduğu bir söylemdir. Parti genç, kararlı ve öfkeli görünen lideriyle özdeşleştirilmeye çalışılır. Liderin söylem öznesi olarak da partinin önüne geçtiği saptanmıştır, dolayısıyla partinin liderinin karizmasına dayalı bir siyasal tanıtım biçimi yeğlediği anlaşılır. Genç Parti öteki partilerle karşıtlığını temel olarak saygı/saygısızlık, genç/yaşlı ve suç/ceza eksenlerinde kurarak, yargılayıcı, cezalandırıcı bir parti gibi belirir. Genç Parti’nin söylemin alıcısını da politikayla çok yakından ilgilenmeyen, bu konuda düşünceden çok duygu ve önyargıyla karar veren bir topluluk gibi gördüğü de anlaşılmaktadır. Çünkü reklamların içeriği oldukça sınırlı, her konuda yüzeyseldir. Genç Parti kendini bir “öğreten’ olarak gösterir, seçmense onun öğrencisidir, öğretici, yol gösterici olduğunu düşündürebilecek bir söylemi vardır. Geniş kitleye seslenebilmek amacıyla İletişim 2003/17 107 Genç Parti Reklamları İçin Bir Söylem Çözümlemesi yuvarlak sözlerle yetinilir. İdeolojinin fazla ağırlığı yoktur, basmakalıp, halkın hoşuna gidebilecek anlatımlardan yararlanılır. Kaynaklar Altuntaş, Ömer (2003). “Üç Aylık Genç Parti’nin Seyir Defteri: Kaçılın Cem Uzan Geliyor”. Türkiye ve Siyaset Dergisi. Http://www.turkiyevesiyaset.com. Kış 2003. Aydoğdu, Cengiz (2002).“Siyaseti gösteriye alet etmek”. Türkiye Günlüğü, 70:38-45. Barthes, Roland (2001). “Rhetoric of the Image”.The Visual Culture Reader, der: Nicholas Mirzoeff. London: Roudledge. Baysal, Yüksel (2002). “Geleneksel Siyasete Sandık darbesi”. Http://www.cgd.bursa.org. Aralık 2002. Bora, Tanıl Birikim,162:53,60 (2002).“Şirket Konserlerinden Partiye”. Brown, J.A.C. (1992). Siyasal Propaganda. Çev. Yusuf Yazar. İstanbul: Ağaç Yayıncılık. Canetti, Elias (1998). Kitle ve İktidar. Çev. Gülşat Aygen. İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Domenach, Jean-Marie (1995). Politika ve Propaganda. Çev. Tahsin Yücel. İstanbul: Varlık Yayınları. Everaert-Desmedt, Nicole (2000). Sémiotique du Récit. Brüksel: De Boeck Université. Floch, Jean- Marie (1990). Sémiotique, Marketing et Communication Sous Les Signes Les Stratégies. Paris: Presses Universitaires de France. Floch, Jean- Marie (1995). Identités visuelles. Paris: Presses Universitaires de France. İletişim 2003/17 108 Halime Yücel ALTINEL Görmüş, Alper (2002) “Medya Genç Parti’yi ‘Görmedi’ Partinin İstediği de Buydu.” Birikim, 163-164:81-85. Greimas, Algirdas Julien; Landowski, Eric (1979). Introduction à l’analyse du discours en sciences sociales. Paris: Hachette Yayınları. Joly, Martine (1993). Introduction à l’analyse de l’image. Paris: Nathan. Kemiksiz, Aslı (2002). “Medyayı Bilirdiniz?”Http://www.cgd.bursa.org. Aralık 2002. Nasıl Korkmaz, Tamer (2003). “Genç Parti Olayı”.Zaman. 10.06.2003, Messaris, Paul (1997). Visual Persuasion: The Role of Images in Advertising. California: Sage Publications. Sağlam, Serdar, (2002) “Paranın, Reklamın ve Mağduriyetin Zaferi: Genç Parti”. Türk Yurdu, 184: 25-29 Semprini, Andrea (1996). Analyser la Communication: Comment Analyser les Images, les Médias, la Publicité. Paris: L’Harmattan. Sfez, Lucien (1993). Dictionnaire Critique de la Communication. Paris: Presses Universitaires de la France. Sherr, Susan A. (1999). “Scenes from the Political Playground: An Analysis of the Symbolic Use of Children in Presidential Campaign Advertising”. Political Communication, 16: 45-59. Sontag, Susan (1999). “The Image -world”. Visual Culture: The Reader, der. Jessica Evans, Stuart Hall. London: Sage Publications. Tchakotine, Serge (1952). Le Viol des Foules par la Propagande Politique. Paris: Gallimard. Topuz, Hıfzı (1991). Siyasal Reklamcılık. İstanbul: Cem Yayınevi. Tosun, Tanju (2003), “İhtiyaç:İdeolojik Berlaklaşma”. Görüş, 15:54-61. Turan, Ömer; Çapan, Zeynep Gülşah (2003) “Siyasetin yeniden tanımlanması ve gösteri Toplumu: Genç Parti Özelinde 3 Kasım Seçimleri”. Birikim,165:101-118. İletişim 2003/17 109 Genç Parti Reklamları İçin Bir Söylem Çözümlemesi Uztuğ, Ferruh (1999). Siyasal Marka, Seçim Kampanyaları ve Aday İmajı. Ankara: MediaCat Yayınları. Wölffin, Heinrich (1995). Sanat Tarihinin Temel Kavramları. Çev. Hayrullah Örs. İstanbul: Remzi Kitabevi. Yücel, Tahsin (1997). Alıntılar. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Yücel, Tahsin (1998). Söylemlerin İçinden. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Zelyut, Rıza. (2002) “Nereden Çıktı Bu Genç Parti?” Akşam. 3.9.2002 Cumhuriyet, 15.10.2002 Cumhuriyet, 25.10.2002 Cumhuriyet, 26.10.2002 Hürriyet, 20.10.2002 Hürriyet, 21.10.2002. Hürriyet, 24.10.2002 Sabah, 22.10.2002 Sabah 25.10.2002 Star,17.10.2002 Star, 20.10.2002 Radikal, 20.10.2002 İletişim 2003/17 110 Halime Yücel ALTINEL Özet Bu çalışmada Genç Parti’nin 2002 genel seçimleri için yaptığı politik reklamlar göstergebilimsel yöntemle incelenmiştir. Çalışma gazetelerde yayınlanan reklamları kapsamaktadır. Reklamların grafik tasarımı, sözel ve görsel öğelerle aktarılan düzanlamlar ve yanamlamlar çözümlenmiştir. Bu reklamların söyleminin suç/ceza, genç/yaşlı, saygı/saygısızlık gibi karşıtlıklar üzerine kurulduğu ve ideolojik ilkelerden çok basmakalıp düşüncelerin kullanıldığı gözlemlenmiştir. Abstract In this work the political advertising of Young Party (Genç Parti) for elections 2002 is analized by using the principles of semiotics. Study covers the advertisements published in the newspapers. Their graphical desings, denotative and connotative messages which are transmitted by verbal and visual elements are analized. It is observed that the discours of these advertisements on the oppositions such as crime/punishment, young/old, respect/disrespect and clichés are used rather than ideological principles in this discours. İletişim 2003/17 Kitle İletişimi Araçlarının Gerçekliğin Yansıtılması ya da Kurulması Süreçlerindeki Rolü Murat Sadullah ÇEBİ* Giriş İletişim araştırmaları alanında medya etkileri sorunu üzerine odaklanan ilk dönem çalışmaların büyük çoğunluğu, bir kaynağın kitle iletişimi araçları aracılığıyla alımlayıcıların zihinlerine zerkettiği mesajlara, kaynağın veya kanalın önceden öngördüğü biçimde tepki göstereceğini kabul eden çizgisel, neden-sonuç ilişkisini içeren bir etki modeline dayanmaktaydı. Kitle iletişimi araçlarının alımlayıcılar üzerinde doğrudan, sınırsız ve güçlü etkilere yol açtığını anlatan bu etki modeli, iletişim araştırmalarında egemen olan ana damar pozitivist-davranışçı paradigmanın temelini oluşturan “uyaran-tepki”, “şırınga”, “sihirli mermi” gibi kavramlar veya metaforlarla adlandırılan yaklaşımların temel modelini oluşturdu. Bu modele göre etki kavramı, kitle iletişimi araçlarından aktarılan mesajların uyaranlar olarak alımlayıcıların bilgi, duygu, kanı, tutum ve davranışları üzerinde doğrudan yol açtığı değişiklikler olarak kabul edilmekteydi. Bu bağlamda kitle iletişimi araçları etken konumda iletilerini alımlayıcılara gönderen mecralar; alımlayıcılar ise, edilgen konumda mesajların doğrudan etkisine açık, birbirlerinden yalıtılmış, soyutlanmış kişiler olarak ele alınıyordu. Kitle iletişimi araçlarının alımlayıcılar üzerinde doğrudan, kısa sürede, otomatik ve tekdüze etkiye yol açtığı, bir başka deyişle alımlayıcıların iletilere yüklenen niyetler doğrultusunda tepkiler verdiği ileri sürülüyordu. Ancak, zaman içerisinde yapılan araştırmaların bulguları kitle iletişimi araçlarının alımlayıcılar üzerinde doğrudan ve kısa sürede etkilere yol açtığı görüşüne olan ilgiyi azaltmış, kitle iletişimi araçlarıyla aktarılan * Yrd. Doç. Dr. Gazi Üniversitesi, İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü İletişim 2003/17 112 Murat Sadullah ÇEBİ iletilerin alımlayıcıların bilgi, duygu, kanı, tutum ve davranışları üzerinde dolaylı ve uzun sürede değişikliklere yol açtığı varsayımına dayalı sınırlı etki modelinin rağbet görmesine ve benimsenmesine neden olmuştur. Bir başka deyişle; kitle iletişimi araçları, günümüzde, iletilerin etkilerini konu alan araştırmalarda tek başına gerçekliği yapılandıran; alımlayıcılar üzerinde güçlü, sınırsız, doğrudan etkilere yol açan mecralar olarak kabul edilmemektedirler (Joussen, 1990: 59-110; Schenk, 1987: 3-10). Çağdaş toplumlarda, insanların dış dünyadaki olay ve olguları algılama, kavrama ve değerlendirmeleri iki ana kaynağa dayanmaktadır: Gerçekliğin doğrudan, insan tarafından gözlemlenmesi, yani insanın birincil deneyimleri ve gerçekliğin dolaylı biçimde, kitle iletişimi araçları aracılığıyla gözlemlenmesi; yani insanın ikincil deneyimleri. Günümüzde, insanlara kitle iletişimi araçları tarafından iletilen bilgiler, insanların kendi özgün gözlemleriyle elde ettikleri bilgilere oranla kat kat artmıştır. Bir başka anlatımla dış dünya ile ilgili kendi başımıza edindiğimiz bilgilerin oranı her geçen gün azalmaktadır. Kitle iletişimi araçları günümüzde sadece bilgi ve haber iletmemekte, dolaysız bilgi denilen yaşantı deneyimlerimize de yön vermektedirler. Günümüzde, dış gerçekliği algılamakta kullandığımız mihenk taşları veya ölçütler, kurallar kişisel deneyim ürünü olmaktan çıkmış ve büyük ölçüde bunlar kitle iletişimi araçları tarafından oluşturulmaktadırlar. Hatta çıplak gözle tanık olduğumuz olaylar bile, kitle iletişimi araçları tarafından doğrulandıktan sonra zihnimizde pekişmektedir. Nesnel gerçekliğin algılanmasında kitle iletişimi araçları adete bir tür süzgeç gibi işlev görmektedirler (Anık, 2003: 136). Bu çerçevede araştırılması gereken sorun, kitle iletişimi araçlarının gerçekliğin yansıtılması veya kurulması süreçlerindeki rolünün ne olduğudur. İletişim çalışmaları alanında kitle iletişimi araçlarının gerçeklik üzerindeki etki ve işlevlerini ele alan araştırmalarda iki soru cevaplanmaya çalışılmaktadır: Bunlardan biri, kitle iletişimi araçlarının dış dünyadaki olay ve olguları nesnel, dengeli ve yansız biçimde yansıtıp yansıtmadığı, diğeri kitle iletişimi araçlarının gerçekliği inşa edip etmediğidir. Kitle iletişimi araçlarının gerçekliğin yansıtılması veya kurulması süreçlerindeki rolü, iletişim araştırmalarında önemli bir inceleme konusunu İletişim 2003/17 Kitle İletişimi Araçlarının Gerçekliğin Yansıtılması ya da Kurulması Süreçlerindeki Rolü 113 oluşturmaktadır. Medya ve gerçeklik arasındaki ilişkilere odaklanan bu araştırmalar, iki farklı kuramsal ve yöntembilimsel paradigma ekseninde yapılmaktadır. Bunlardan ilki yansıtma yaklaşımı, ikincisi kurmacı yaklaşımdır. Eleştirel paradigmaya dayalı kurmacı yaklaşım, gerçekliğin inşasını kitle iletişimi araçları ve toplum arasındaki ilişkinin çok önemli bir yönü olarak ele almaktadır. Kurmacı yaklaşım, kitle iletişimi araçlarının gerçekliği inşa ettiği ve yeniden ürettiği varsayımını ileri sürmektedir. Kurmacı yaklaşımın felsefi temelleri, kurmacılık öğretisine dayandırılmaktadır. Liberal-çoğulcu paradigmaya dayalı yansıtma yaklaşımı ise, gerçekliğin inşasını kitle iletişimi araçlarının etki türlerinden biri olarak kabul etmektedir. Kuramsal ve yöntembilimsel açılardan pozitivist davranışçı geleneğe bağlı bu yaklaşımın hareket noktası, kitle iletişimi araçlarının nesnel gerçekliği nesnel, dengeli, adil ve yansız biçimde yansıttığı varsayımıdır. Yansıtma yaklaşımının felsefi temelleri, gerçekçilik öğretisine dayanmaktadır. Liberal-çoğulcu paradigma; kitle iletişimi araçlarının bağımsız, nesnel, adil, dengeli ve tarafsız yayın yapması gereğine vurgu yapmakla birlikte, dış dünyadaki olay, olgu, konu, sorun kişi, kurum, ulus veya ülkeler hakkında kafamızda oluşan ve eylemlerimizi yönlendiren imgelerin büyük ölçüde medya tarafından yapılandırıldığı konusunda bir mutabakat bulunmaktadır. Kitle iletişimi araçları tarafından iletilen mesajların insanın kendi algılarıyla edindiği bilgiye oranla kafamızdaki imgelerin ve gerçekliğine inandığımız sahte dünyanın oluşumundaki egemenliğine dikkat çeken ilk kişi Lippmann’dır. Muhabir olmasının, insanın kendi gözlemleri aracılığıyla edindiği bilgi ile, başkaları, özellikle de kitle iletişimi araçları aracılığıyla edindiği bilgi arasındaki farkı bu kadar iyi görebilmesine katkısı çok fazladır. Lippmann, insanların bu farkın bilincinde olmadıkları, tersine, dolaylı yoldan elde ettikleri bilgileri kendilerine mal etme eğiliminde oldukları için, bu iki bilginin iç içe geçtiğini, aradaki farkın ortadan kalktığını da görebilmiştir. O’na göre; siyasal bakımdan ilişki içinde bulunduğumuz dünya, algı menzilimizin, görüş alanımızın ve düşüncelerimizin dışında yer almaktadır. Bu dünyayı algılamak ve İletişim 2003/17 114 Murat Sadullah ÇEBİ anlamlandırmak için insan dış dünyayı önce araştırmak, betimlemek ve kafasında tasarlamak zorundadır. Çünkü hiç kimse bu evreni bütün yönleriyle bir bakışta algılayabilecek ve kavrayabilecek bir “Aristoteles tanrısı” değildir. İnsan, gerçekliğin kendi hayatını sürdürmesi ve koruması açısından önemli olan bölümlerini algılayabilen ve kavrayabilen bir yaratıktır. İnsanın algılayabildiği ve kavrayabildiği gerçekliğin bu parçaları zaman terazisinin kefesine koyulduğunda ancak birkaç kısa bilgi ve mutluluk anı olarak ölçülebilen bir değer taşımaktadır. Ancak aynı insan, hiçbir çıplak gözün doğrudan göremeyeceği şeyleri görebilmesini, hiçbir kulağın işitemeyeceği şeyleri işitmesini sağlayan yöntemler geliştirmiştir. Bu yöntemler yardımıyla insan, bir bireyin tek başına yapabileceğinden çok daha sonsuz büyüklük ve sonsuz küçüklükte nesneleri değerlendirebilmekte, çok daha nesneyi seçip birbirinden ayırt edebilmektedir. İnsan, aklı sayesinde, dünyada daha önce hiç göremediği, dokunamadığı, koklayamadığı, duyamadığı veya aklında tutamadığı uçsuz bucaksız bölgeleri öğrenmektedir. Böylece yavaş yavaş, kafasında, görüş alanının dışında kalan bir dünyaya ilişkin imgeleri istediği gibi oluşturmaktadır (Lippmann, 1964’den aktaran Noelle-Neumann, 1991: 210, 1998: 169). İletişim çalışmaları alanında kitle iletişimi araçlarının gerçekliği yansıtması veya kurması sorununu doğrudan veya dolaylı olarak ele alan bir yığın araştırma yapılmıştır. Bu araştırmaların önemli bir bölümü uluslar arası haber akışı, yabancı ülke, ulus ve devletlerin medya içeriklerindeki imgeleri ile ulusal ve uluslar arası haberlerin seçimini belirleyen etmenler üzerinedir. Bu araştırmalarda elde edilen en önemli bulgu, gelişmiş ülkelerdeki iletişim tekellerinin uluslar arası iletişim sürecinde az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkeler aleyhine tek yönlü, yanlı ve dengesiz habercilik yaptığıdır. Uluslar arası haber akışı sürecinde egemen olan bu kültür-merkezci bakış açısının, uluslar arası medya kuruluşlarının etkinlikte bulundukları toplumsal, kültürel, siyasal ve ekonomik sistemleri referans merkezi kabul ederek diğer toplumları ve onlara ait ürünleri kendi referans sistemlerine yakınlık ve uzaklığına, uyuşma ve çelişme durumuna göre algılama, kavrama, anlamlandırma ve değerlendirmelerine yol açtığı ileri sürülmektedir.. Bu iddiaya göre, merkez olarak adlandırılan batı ülkelerinin kitle iletişimi İletişim 2003/17 Kitle İletişimi Araçlarının Gerçekliğin Yansıtılması ya da Kurulması Süreçlerindeki Rolü 115 düzenlerinde, çevre olarak yaftalanan az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerdeki olay ve olgular hakkında çoğunlukla olumsuzluk içeren dış haberlere öncelik verilmektedir. Buna karşılık liberal-çoğulcu paradigmanın üzerine oturduğu nesnellik, tarafsızlık, adillik, dengelilik gibi gazeteciliğin meslek kuralları bir yana bırakılarak çevre ülkelerdeki olumlu olay ve olgulara ilişkin dış haberler; amaçlı-akılcı biçimde ayıklanmakta, elenmekte, saf dışı bırakılmakta yahut çarpıtılıp bozulmaktadır (Galtung ve Ruge 1965; Kepplinger ve Weißbecker 1991; Alscheid-Schmidt, 1991). Araştırmaların bir bölümü; basmakalıp yargılar, çerçeveleme ve önceleme aracılığıyla çeşitli toplumsal grup ve tabakaların, azınlıkların, yabancıların, mesleklerin veya kadınların kitle iletişimi araçlarında yanlı ve dengesiz biçimde temsil edildiğini ve sunulduğunu ortaya çıkarmıştır. Kitle iletişimi araçlarında terör, şiddet, cinayet olayları, skandallar ve yolsuzlukların ele alınış ve sunuluş biçimlerini inceleyen araştırmalar; bu tür olayların ilgi ve heyecan uyandırmak amacıyla kitle iletişimi araçları tarafından çarpıtılıp bozulduğunu göstermiştir. Kitle iletişimi araçları ve gerçeklik ilişkisinin bir başka boyutunu inceleyen gündem belirleme araştırmaları, kitle iletişimi araçlarının kamu gündemini yansıtmaktan çok biçimlendirdiğini, kamuoyunu oluşturduğunu, gerçekliği kurup yeniden üreterek yapay gerçekliğe dönüştürdüğünü ortaya koymuştur (Schulz, 1989). Kitle iletişimi araçlarında gerçekliğin yansıtılması veya kurulması sorununa odaklanan araştırmalarda elde edilen en önemli bulgu, dış dünyada varolan gerçeklik ile medya gerçekliği arasında önemli farklar ve sapmalar olduğudur. Bu araştırmalar, kitle iletişimi araçlarının gerçekliğin bütününü veya herhangi bir parçasını bire bir, doğru biçimde yansıtamadığını, tersine gerçekliği inşa edip, yeniden üretip medya gerçekliği biçimine dönüştürerek alımlayıcılara ilettiğini göstermiştir. Araştırmalar, kitle iletişim araçlarının gerçekliğin iletilmesi sürecindeki rolüne ilişkin yargıları da kökünden değiştirmiştir. Günümüzde kitle iletişimi araçları, edilgen bir konumda gerçekliği nesnel, dengeli ve yansız biçimde aktaran aracılar olma rolünden sıyrılmışlar, etken biçimde gerçekliği inşa eden, yeniden üreten, İletişim 2003/17 116 Murat Sadullah ÇEBİ biçimlendiren ve değiştiren mecralara dönüşmüşlerdir (Adoni, 1984; Shoemaker ve Mayfield 1987; Schulz, 1989; Kepplinger, 1989). İnsanın medya aracılığıyla algıladığı ve tasarladığı sahte gerçeklik ile bilincinin dışında var olan nesnel gerçeklik arasındaki farkı, Alman iletişim bilimcisi Kepplinger, 1975 yılında yayımlanan eserinin başlığında kullandığı kavram çiftiyle özetlemiştir: Gerçek Kültür ve Medya Kültürü [Realkultur und Medienkultur]. Kepplinger, medya kültürünü, kitle iletişimi araçlarının bir kültürle ilgili belirli bir zamanda ilettiği imgeler bütünü olarak tanımlar. Yazara göre medya kültürü, kitle iletişimi araçlarının dış dünyada varolan olay ve olgular arasından seçip bireye sunduğudur. Dış dünya, insanın görüş alanı ve düşüncelerinin dışında kaldığı sürece de, genellikle, insanın bu dünyada varolan nesneler hakkında sahip olduğu tek görüştür. Medya kültürü, gerçek kültürün hem bir yansıması hem de yeniden üretilen, biçimlendirilen ve değiştirilen bir türü olarak düşünülebilir. Medya kültürü, bireyin bilincinde dünyaya ilişkin görüntülerin veya tasarımların oluşmasına katkıda bulunur. Bu görüntü veya tasarımlar, kitle iletişimi araçlarının bireyin deneyim biçimlerini düzenleme mantığına göre üretilmekte ve sonuçta gerçekliğin kurgusallaşması söz konusu olmaktadır. Kitle iletişimi araçları tarafından üretilen medya kültürü, gerçek kültürü hammadde olarak kullanmaktadır. Gerçek kültür, kelimenin her anlamında başlı başına bir kültür olarak tanımlanabilir. Kitle iletişimi araçları, gerçek kültürün değişik yönlerini yeniden üreterek, değiştirerek ve biçimlendirerek kullanmaktadır (Kepplinger 1979: 165, 173-174; Noelle-Neumann, 1991: 216, 1998: 173; Lundby ve Ronnig, 1997: 18-19). Bu çalışma, kitle iletişimi araçlarının gerçekliğin yansıtılması veya kurulması süreçlerindeki rolünü incelemeyi amaçlamaktadır. Bu amaca ulaşmak için aşağıda yer verilen soruların yanıtlanmasına çalışılacaktır: Kitle iletişimi araçları, gerçekliği olduğu gibi nesnel, dengeli ve yansız biçimde yansıtmakta mıdırlar? Kitle iletişimi araçları, gerçekliği kurmakta mıdırlar? Araştırma sistemli, güvenilir, geçerli ve faydalı verileri bir araya getirerek kitle iletişimi araçları ve gerçeklik arasındaki ilişkileri tanımlamaya, betimlemeye, dolayısıyla, tutarlı bir biçimde bilmeye ve İletişim 2003/17 Kitle İletişimi Araçlarının Gerçekliğin Yansıtılması ya da Kurulması Süreçlerindeki Rolü 117 anlamaya yönelik nedenlere dayalı olarak tasarlanmıştır. Konu, iletişim araştırmaları alanında kitle iletişimi araçlarında gerçekliğin aktarılması veya kurulmasına yönelik literatürün taranması yoluyla incelenmiştir. Gerçeklik Kavramı Kitle iletişimi araçlarının gerçeklik üzerindeki etkilerini belirlemeden önce çalışmanın temel çözümleme kavramı olan gerçeklik kavramını tanımlamak gerekir. Türkçe’de gerçeklik sözcüğü, doğruluk ve hakikat sözcükleriyle yan yana, çoğunlukla aralarındaki anlam farklılığı da pek önemsenmeksizin biri diğerinin yerine kullanılmaktadır. Özellikle gerçeklik, “hakikat”in Türkçe karşılığı gibi düşünüldüğünden, kimi okuyucu bu sözcüğü gördüğü yerde, bunu yazanların dilinin eskiliğine verip, onu gerçeklik olarak algılıyor yahut tersine bir anlam yükleyerek gerçeklik sözcüğünü “hakikat” olarak kavramaktadır. Yabancı felsefe terimlerini Türkçe’ye çevirmede yaşanan karışıklık, felsefe diline de aynen yansımaktadır. Felsefeciler, bu sözcük veya terimlerin farklı olgu ve kavramları ifade ettiklerinin farkında olsalar bile bunların hangi sözcüklerle karşılanacağı konusunda yine de uzlaşamamaktadırlar. Bu sorun sözcüklerin batı dillerindeki karşılıklarının ele alınarak incelenmesiyle çözümlenebilir. İngilizce’de reality, Almanca’da “Realität” ve “Wirklichkeit”, Türkçe’deki “gerçeklik” sözcüğünün karşılığı olarak ele alınıp İngilizce’deki “truth” ve Almanca’daki “Wahrheit”, Türkçe’deki “doğruluk” veya “hakikat” ile karşılanırsa en azından “gerçeklik” sözcüğüyle “hakikat/doğruluk” sözcüklerinin karıştırılması sorunu dil açısından çözülmüş olur (Tepe, 1995: 3). Gerçeklik sözcüğünü tanımlamada izlenecek diğer bir yol ise, bu kavram “nedir?”, “neye ilişkindir?” veya “taşıyıcısı nedir?” türünden sorular yöneltmek olabilir. “Neye ilişkindir?” veya “taşıyıcısı nedir?” soruları dolaylı olarak “nedir?”i de içlerinde taşıdıklarından bu sorulara verilen cevap aynı zamanda “nedir?” sorusunu da aydınlatır. Bir başka ifadeyle gerçeklik “nedir?” sorusunu cevaplayabilmek için öncelikle gerçeklik “neye ilişkindir?” veya “taşıyıcısı nedir?” sorularının cevaplanması gerekmektedir. İletişim 2003/17 118 Murat Sadullah ÇEBİ Bu soruların cevabı ise, “var olan” olacaktır. Gerçeklik var olanın veya bazı var olanların bir özelliğidir (Tepe, 1995: 4). Şimdi “gerçeklik nedir?” sorusuna şu cevap verilebilir: Gerçeklik, bilinçte oluşan bir tasarım veya bilincin bir ürünü olmayıp, bilincin dışında, algılayan öznenin bilip bilmemesine bağlı olmaksızın mevcut olma durumudur (Demir ve Acar, 1993: 146). Bir başka ifadeyle gerçeklik bilenden, bilinçten bağımsız olarak varolan şeylere ilişkin bir özelliktir. Bolay (1996: 156) “Felsefî Doktrinler ve Terimler Sözlüğü”nde, gerçekliği “varolan şeylerin tamamı, bilinçten bağımsız olarak varolan günlük hayatta karşılaşılan somut şeyler” olarak tanımlamaktadır. İletişim bilimcileri Adoni ve Mane (1984: 325-326) gerçekliğin üç tipini ayırt etmektedirler: 1. Nesnel gerçeklik: Bilenden ve bilinçten bağımsız olarak var olan, kişinin dış dünyada gözlemlediği nesneler, 2. Sembolik gerçeklik: Nesnel gerçekliğin sanat ve edebiyat ürünlerinde, medya içeriklerinde değişik biçimlerde dışa vurumuyla oluşan şeyler, 3. Öznel gerçeklik: Dış dünyada varolan nesnelerin birincil ve ikincil gözlemlenmesi aracılığıyla bireylerin bilincinde oluşan imgeler. Weimann’ın çiftli koni modeli, üç gerçeklik türü içermektedir: 1. Nesnel Gerçeklik, 2. Kitle İletişimi Araçlarında İnşa Edilen Gerçeklik, 3. Kitle İletişimi Araçları Aracılığıyla Algılanan Gerçeklik. Bu model iki aşamalı bir süreci açıklamaktadır. Birinci aşamada, gerçek dünyadaki olay ve olgular, deneyimler bir iletişimci veya mesaj kaynağı tarafından kitle iletişimi araçlarında inşa edilen gerçekliğe dönüştürülmektedir. Gerçekliğin kitle iletişimi araçlarında kurulması televizyon haber öyküleri, kurgusal dramalar, gazete haberleri, görüntüler veya müzik biçiminde olabilir. Her ne kadar kitle iletişimi araçlarında inşa edilen gerçeklik büyük ölçüde dış dünyadaki olay, olgu ve deneyimlere, bazı somut unsurlara dayansa da, gerçeklik ile kitle iletişimi araçlarında inşa edilen gerçeklik arasında çok fark vardır. Kitle iletişimi araçlarında inşa edilen gerçeklik dış dünyada varolan gerçeklikten, bir başka deyişle dış dünyadaki gerçek olay ve olgulardan daha çok dramatik, renkli, heyecan verici ve canlıdır. Medyada inşa edilen gerçeklik özel niteliklere sahip olduğu, insanların yaşadığı gerçek hayatı allak bullak ettiği için, onları, yani tüketicileri/alımlayıcıları yalnızca İletişim 2003/17 Kitle İletişimi Araçlarının Gerçekliğin Yansıtılması ya da Kurulması Süreçlerindeki Rolü 119 cezbetmekle kalmaz, insanlar hayatları süresince bu tür bir gerçekliğin sunumunu beklemekte, talep etmektedirler. İnsanlar, medya gerçekliğinin olağanüstü, dramatik biçimde sunulmasını istemektedirler. İkinci aşamada, medya gerçekliği alımlayıcılara aktarılmaktadır. Alımlayıcılar, zihinsel seçme süreçlerindeki dikkat, algı ve saklama mekanizmaları aracılığıyla kitle iletişimi araçlarında inşa edilen gerçekliğin bazı yönlerini seçerek gerçeklik olarak kabul etmektedirler. Kitle iletişimi araçlarından aktarılan gerçekliği alımlayan bireylerin zihinlerinde oluşan gerçeklik, medya gerçekliği olarak tanımlanmaktadır. İnsanların medyada inşa edilen gerçekliği alımlama aşaması yüksek derecede seçmeye dayalı bir süreçtir. Bu süreç, kendi içinde üç aşamadan oluşmaktadır. Birinci aşamada insanlar, okuyacakları, izleyecekleri veya dinleyecekleri kitle iletişimi araçlarını seçerler, ilgi ve dikkatlerini bunlara yoğunlaştırmaktadırlar. Bu, seçici dikkat veya ilgi aşamasıdır. İkinci aşamada insanlar, seçtikleri medyanın içeriklerinde ne okuyacaklarına, izleyeceklerine ve dinleyeceklerine karar verirler ve seçtikleri medya içeriklerinin bünyesinde barındırdığı iletileri algılamaya, anlamlandırmaya ve kavramaya çalışmaktadırlar. Bu, seçici algı aşamasıdır. Üçüncü aşamada insanlar, belleklerinde sakladıkları iletileri anımsayarak seçmektedirler. Bu, seçici anımsama aşamasıdır. Bu seçme mekanizmaları; bilinçli ve bilinçsiz olarak işlemekte, sürekli olarak medya profesyonellerinin medya içeriklerini seçme, düzenleme sunması aracılığıyla gerçekliği yeniden inşa etmektedirler (Weimann, 2000: 11-12). Weimann’ın çiftli koni modeli, bünyesinde üç gerçeklik türünü barındırmaktadır. Bunlardan birincisi bireyin bilincinin dışında, dış dünyada varolan nesnel gerçeklik; ikincisi dış dünyadaki olay, olgu, konu, sorun veya aktörlerin kitle iletişimi araçlarında seçimi ve düzenlenmesi ile inşa edilen medyatik gerçeklik, üçüncüsü ise medyanın aktardığı iletilerle alımlayıcıların zihninde oluşturduğu imgelere gönderme yapan, alımlayıcıların kitle iletişimi araçları aracılığıyla algıladığı öznel gerçeklik. Medyatik gerçeklik ve öznel gerçeklik, üç mekanizma aracılığıyla inşa edilmektedir: Seçici dikkat, seçici algı ve seçici anımsama. Seçiçi dikkat aşamasında medya veya gazeteciler belli olay, olgu, konu, sorun, süreç veya İletişim 2003/17 120 Murat Sadullah ÇEBİ aktörlere ilgi ve dikkatini yoğunlaştırır. Seçici algı aşamasında medya veya gazeteciler herhangi bir günde meydana gelen bir çok haber arasından hangi haberin alımlayıcılar açısından ilgiye değer olduğuna, hangi haberin göz ardı edilebileceğine, hangisinin manşet olacağına veya ana haber bülteninde ilk sırada ve ağırlıklı olarak yayınlanacağına karar verirler. Seçici anımsama aşamasında medya veya gazeteciler; belli olay, olgu, konu, sorun, süreç veya aktörleri tekrarlayarak gündeme getirir, tanımlar veya öne çıkarır. Bütün bu süreçler, öznel gerçekliğin inşasında da geçerlidir. Seçici dikkat aşamasında mesajların alımlayıcıları olan bireyler belli kitle iletişimi araçları, olay, olgu, konu, sorun, süreç veya aktörler üzerinde dikkatlerini toplarlar. Seçici algı aşamasında bireyler, kitle iletişimi araçlarının sunduğu bir yığın haber arasından hangilerinin kendi amaç, çıkar, ihtiyaç, değer, beklenti ve tutumları açısından değerli olduğuna, hangi haberlerin göz ardı edilebileceğine, hangilerinin alımlanacağına karar verirler. Seçici anımsama aşamasında bireyler kitle iletişimi araçlarının kişisel amaç, çıkar, ihtiyaç, değer, beklenti ve tutumlarıyla uyuşan mesajlarını hatırlayarak gerçek yaşamlarında kullanırlar. Yansıtma Yaklaşımının Temel Varsayımları Kitle iletişimi araçlarının gerçeğin aynası olduğu varsayımı üzerine oturan yansıtma yaklaşımı, bilgi felsefesinde gerçekçilik olarak adlandırılan öğretiye dayandırılmaktadır. Gerçekçilik, duyularımızla algıladığımız nesnelerin, algılayan öznenin bilmesinden, algılamasından veya zihninde onunla ilgi kurmasından bağımsız olarak evrende var olduğunu ileri süren bir öğretidir. Tarihsel süreçte yalın gerçekçilik, tasarımcı gerçekçilik ve çağdaş gerçekçilik olarak adlandırılan üç algı kuramı geliştirilmiştir (Honer ve Hunt, 1996: 92-99, 329). Yalın gerçekçiliği başka öğretilerden ayırt eden en belirgin bilgibilimsel özellik, bilginin kaynağı olarak algıya mutlak bir güven duyulmasıdır. Yalın gerçekçiler, dış dünyada bir nesne algıladıklarında o nesneyi gerçekte varolduğu gibi tecrübe ettiklerine inanırlar. Onlara göre nesnenin görünüşü ile gerçek varoluşu arasında hiçbir fark yoktur. İletişim 2003/17 Kitle İletişimi Araçlarının Gerçekliğin Yansıtılması ya da Kurulması Süreçlerindeki Rolü 121 Dolayısıyla, kişi duyu deneyi aracılığıyla dış dünyayı olduğu gibi algılayabilir, bilebilir. Dış dünyanın varlığı; algılayan, bilen özneden bağımsızdır. Dünyada hiç bir canlı bulunmasa bile gerçeklik varlığını sürdürmektedir. Kişinin algıladığı, veya tecrübe ettiği şey, nesnenin kendisidir. Algılanan nesne, algılayan kişiden bağımsız olarak var olsa bile, bilinen şey, yani algının içeriği, var olan nesne ile tam olarak çakışır (Denkel, 1998: 34). Tasarımcı gerçekçilik veya tasarımcılık dış gerçekliğin algı yoluyla zihni etkileyerek orada kendine benzer izler, tasarımlar bıraktığını öne sürer. Bu öğretiye göre kişi duyu organları aracılığıyla dış dünyadaki nesneleri algılar, tecrübe eder veya bilir. Algılama sürecinde duyu organları dış dünyadaki nesneler tarafından uyarırlar. Bu uyarıların etkisiyle zihinde dış dünyadaki nesnelerin görüntüleri veya tasarımları oluşur. Duyu organları, adeta fotoğraf makinesi gibi dış dünyadaki nesnelerin resmini çekerek onları kopya veya temsil eder. Tasarımcılık varlıkbilim alanında, yalın gerçekçilik gibi duyularımızla hissettiğimiz dış dünyadaki nesnelerin bilinmelerinden, algılanmalarından veya zihinle ilgilerinden bağımsız olarak var olduğu savını benimser. Tasarımcılığın yalın gerçekçilikten ayrıldığı nokta bilgibilim alanındadır. Tasarımcılık algı içeriğinin gerçekliğin ancak bir görüntüsü veya tasarımı olduğunu ileri sürer. Algının konusu olan dış dünya fiziksel, algının içeriğini oluşturan tasarımlar veya görüntüler dünyası da anlıksal varlığa sahiptir (Denkel, 1998: 42-43; Honer ve Hunt, 1996: 94). Bilgi felsefesindeki üçüncü algı kuramı olan çağdaş gerçekçilik de nesnel dünyanın gerçekten varolduğunu ve insan tecrübesine açık olduğunu benimser. Bundan başka, bir nesneyi algılama sürecinin o nesneyi hiçbir şekilde değiştirmediğini ileri sürer. Kişinin duyularıyla tecrübe ettiği nesneler, bilim adamlarının da aletleriyle bulup çıkardıkları veriler gözlem sürecinde değişmezler. Çağdaş gerçekçiler, insan dikkatinin seçici olduğunu kabul ederler; fakat, bunun algılanan nesneyi ne değiştirdiğini ne de oluşturduğunu ileri sürerler. Onlara göre algı, kişinin daha sonra kendiyle uyum kurabileceği veya üzerinde bazı eylemlerde bulunabileceği bir nesneyi açığa çıkaran araçtır. Algı, bilmenin bilinene bağlandığı bir süreç olarak İletişim 2003/17 122 Murat Sadullah ÇEBİ kabul edilir. Bu süreçte zihin, duyu organlarının uyarısıyla, nesnelerin özelliklerini çıkarsamaya başlar (Honer ve Hunt, 1996: 99-100). Gerçekliğin kitle iletişimi araçlarında olduğu gibi yansıtıldığını ileri süren yansıtma yaklaşımının felsefi temelleri, yalın gerçekçiliğe dayandırılmaktadır. Gerçekçilik anlayışına göre “akıllı, geleneksel kalıplardan kurtulmuş bir beyin, çevresini dikkatli izleyebilir, gözlemlediği olay yada olgunun gizemini fark edip, anlayabilir. Onun sırrını deşifre ederek, onda mündemiç nesnel gerçekliği ondan çekip çıkartarak; iletilebilir bir simge haline dönüştürmek için icadını-keşfini kavramsallaştırabilir. Kavramsal düzleme çekilen nesnel gerçeklik, böylece başkaları açısından da apaçık hale getirilebilir” (Anık, 2003: 61). Yansıtma yaklaşımının kitle iletişimi araçları ve gerçeklik ilişkileri hakkındaki varsayımları şunlardır: Dış dünyada kitle iletişimi araçları ve gazetecilerden bağımsız bir gerçeklik vardır. Bu gerçeklik, gazetecinin algılayabilmesine ve bilebilmesine açıktır. Gazeteci, dış dünyadaki nesnelerle ilgili bilgileri duyu deneyi aracılığıyla edinebilir. Gerçeklik, algı yoluyla gazetecilerin zihninde gerçeğinden ayırt edilemeyecek kadar benzeri izler bırakır. Bu görüntüler veya kopyalar, gerçekliğin gazetecinin zihnindeki yansısıdır. Gazeteci, her hangi bir algı içeriği ile ilgili zihninde oluşan bu görüntüleri veya kopyaları nesnel, yansız ve dengeli biçimde medya içeriklerine yansıtabilir. Dolayısıyla gerçek bir nesne ile o nesnenin medya aracılığıyla yansıtılan görüntüsü veya kopyası arasında hiç bir fark bulunmamaktadır. Gazetecinin algıladığı nesne, dış dünyada gazeteciden bağımsız olarak var olsa bile, algının içeriği, dış dünyada var olan nesne ile tam olarak çakışır. Bu yüzden kitle iletişimi araçları, dış dünyanın tam ve doğru bir görüntüsünü veya kopyasını yansıtabilir. Bununla birlikte dış dünya ile medya dünyası, öznel bilgi ile nesnel bilgi arasında fark olduğu gibi yanlış/doğru, nesnel/öznel gibi kavramlar arasında da fark olduğu unutulmamalıdır. Bu yüzden dış dünyadaki gerçeklik ile medyadaki görüntüsünü veya kopyasını karşılaştırmak gerekli ve önemlidir. Bu karşılaştırma, dış veriler ile medya verilerinin karşılaştırılmasıyla yapılmalıdır. Doğruluk/yanlışlık, nesnellik/öznellik ölçülebilir ve sınanabilir olgulardır. Medyanın görevi nesnel, dengeli ve yansız habercilik yaparak kamuoyunu bilgilendirmek, İletişim 2003/17 Kitle İletişimi Araçlarının Gerçekliğin Yansıtılması ya da Kurulması Süreçlerindeki Rolü 123 demokrasiyi korumak, gerçeği açığa çıkarmak olmalıdır. Bu bağlamda gazeteciler doğru, nesnel, dengeli, adil ve yansız olmalı; gerçeklikle ilgili betimlemelerinde dış dünyadaki nesneleri olduğu gibi yansıtmalıdırlar (Kepplinger, 1992: 58; Bentele 1993: 156-158). Yansıtma yaklaşımı, kitle iletişimi araçlarında gerçekliğin aynen aktarılmasının sırrını, medyanın ve gazetecilerin bilgi toplama, seçme, işleme ve sunma süreçlerinde doğru, yansız, dengeli ve adil davranmalarına gönderme yapan nesnel olabilme yeteneği ile açıklamaktadır. Nesnellik, olguların yorumlardan ayrılabilmesi, dışsal gerçekliğin duygu, düşünce ve yargılardan arınarak kavranması, yani dış dünyadaki olay ve olguların incelenmesinde öznel değerlerden arınılması olarak tanımlanabilir. Yansıtma yaklaşımının dayandığı gazetecilik kodları arasında, haberin söylemsel yapısı içinde geliştirilen ikinci bir mit, gerçekliğin yansıtılması retoriğidir. Öznelliğin yalıtılması için geliştirilen bu retoriğe göre kitle iletişimi araçları ve medya profesyonelleri; dış dünyadaki olay ve olguları tarafsız, şeffaf ve dengeli biçimde alımlayıcılara aktarabilmektedirler. Liberal-çoğulcu paradigmanın bu gazetecilik kodunda dil, kitle iletişimi araçları ve gazeteciler dışsal gerçekliğin aktarılması sürecinde yansız, edilgen bir aracı olarak görülmektedir. Gerçekliğin yansıtılması mitinin arka planında yatan düşünce, gerçek olabilecek bir hakikat tanımlayabilmektir. Böylece gazeteciler, kendilerini sadece olguları değil aynı zamanda gerçeği de aktaran kişiler olarak sunabilirler (Young, 1980’den aktaran Ergül, 2000: 126). Yansıtma yaklaşımı, medyanın gerçekliği olduğu gibi doğru, nesnel, dengeli ve yansız biçimde yansıtabileceğini ileri sürer. Medya, gerçekliği aktaran ayna veya yansıtıcı olarak kabul edilir. Medya içeriklerinin seçimi, üretimi ve sunumunda kitle iletişimi araçlarına ve gazetecilere edilgen bir rol yüklenir. Ancak bu edilgenlik medyanın ve gazetecilerin dış dünyadaki nesneler ile ilgili bilgileri sünger gibi emip hiçbir ön seçime ve değerlendirmeye bağlı kılmaksızın olduğu gibi fikir pazarında dolanıma sundukları anlamına da gelmez. Gazetecilerin bilgiyi toplama, seçme, biçimlendirme ve sunma eylemlerini doğruluk, nesnellik, dengelilik, İletişim 2003/17 124 Murat Sadullah ÇEBİ hakkaniyet ve yansızlık gibi profesyonel gazetecilik kodlarına ve liberalçoğulcu anlayışa dayalı gazetecilik kültüründe egemen haber değeri ölçütlerine göre yaptıkları ileri sürülmektedir. Meslek kuralları ve haber değeri ölçütleri nedeniyle medya içeriklerinin çarpıtılması ve bozulmasının mümkün olmadığı söylenmektedir. Kitle iletişimi araçlarına gerçekliği olduğu gibi yansıtma ve medya içeriklerinin alımlayıcılarına gerçekliğin mümkün olduğunca tam bir görüntüsünü veya kopyasını iletme görevi yüklenmektedir. Hatta medya ve gazeteciler, hiçbir zaman hata yapmayan, yanılmayan, kişisel çıkar gözetmeyen, bütünüyle özerk, her yerde hazır ve nazır gözlemciler, kaydediciler ve aktarıcılar olarak adlandırılırlar (Shoemaker ve Mayfield, 1987: 6; Schulz, 1989: 140-141). Kurmacı Yaklaşımının Temel Varsayımları Kitle iletişimi araçlarında gerçekliğin olduğu gibi doğru, nesnel, dengeli ve yansız biçimde yansıtıldığını savunan yansıtma görüşüne karşı kurmacı yaklaşım geliştirilmiştir. Kurmacı paradigma, bilgi felsefesinde kurmacılık adıyla bilinen öğretiye dayandırılmaktadır. Kurmacılık bilgibilimde, algı içeriğinin algılayan, bilen öznenin zihninde tasarlandığını daha doğrusu kurulduğunu ileri süren bir görüştür. Gerçekçiliğin tersine varlıkbilimde dış dünyada algılayan, bilen özneden bağımsız algılanacak, bilinecek bir gerçeklik olmadığı savını benimser. Kurmacılık, dış dünyadaki nesnelerle ilgili her türlü bilginin, bu bilginin edinilme koşullarına bağlı olduğuna gönderme yapar. Nesnel gerçeklik reddedildiği için gerçeklikle ilgili her türlü betimlemenin daha çok öznel tasarımları yansıttığı ileri sürülür. Bu tasarımlar gerçekliği yansıtmadığı için gerçeklik ile tasarımı arasında bir karşılaştırma yapmanın mümkün olmadığı vurgulanır. (Kepplinger, 1992: 55-56; Bentele, 1993: 158-159). Kurmacı yaklaşımın medya ve gerçeklik ilişkisi hakkındaki varsayımları şöyledir: Dış dünyada medya ve gazetecilerden bağımsız bir gerçeklik yoktur. Bu gerçeklik ne tam olarak bilinebilir ne de medyadaki tasarımı ile karşılaştırılabilir. Medya, dış dünyanın tam ve doğru bir görüntüsünü veya kopyasını yansıtamaz. Medyanın ilettiği bu gerçeklik, İletişim 2003/17 Kitle İletişimi Araçlarının Gerçekliğin Yansıtılması ya da Kurulması Süreçlerindeki Rolü 125 daha çok bireysel, kurumsal, siyasal ve toplumsal koşulların etkisiyle gazetecilerin zihninde kurulan, medya örgütleri içerisindeki üretim süreçlerinde biçimlendirilen ve medya içeriklerine yansıtılan bir tasarımdır. Bu tasarım, medya dışı verilerle ölçülüp sınanamadığı için, gazeteciler gerçekliğin tanımı üzerinde tekel kurmuşlardır: Gerçek ve önemli, gazetecilerin gerçek ve önemli olarak kabul ettikleridir. Gazetecilerin gerçek ve önemli olarak sunmadıkları, gerçek ve önemli değildir (Kepplinger, 1992: 55-56; Bentele, 1993: 158-159). Kurmacı yaklaşım, medyayı içinde etkinlik gösterdiği toplumun temel bir unsuru olarak kabul etmektedir. Medya, gerçekliğin oluştuğu toplumsal süreçlere etkin büreçlere etkin badır. Medyanın işlevi, dış dünyayı gözlemlemek ve dünyadaki olay ve olgular hakkında bilgi toplamak, bunları seçmek, biçimlendirmek ve medya tüketicilerine sunmaktır. Medya içeriklerinin üretimi sürecinde gerçeklik inşa edilmekte, yeniden üretilmektedir (Schulz, 1989: 142 ). Kitle Kurulması İletişimi Araçlarında Gerçekliğin Yansıtılması Veya Liberal-çoğulcu paradigmanın gerçekliğin kitle iletişimi araçlarında yansız, şeffaf ve dengeli biçimde yansıtıldığı görüşü, iletişim araştırmaları alanında yapılan kuramsal ve görgül çalışmaların yanı sıra medya aracılığıyla aktarılan bir çok olay ve olgu ile defalarca sorgulandı ve her defasında kökten çürütüldü. Kitle iletişimi araçlarında gerçekliğin yansıtılması efsanesinin sorgulanması ve kökünden yerle bir edilmesi medya içeriklerinin seçimi, düzenlenmesi ve sunumunu belirleyen bireysel, meslekî, örgütsel, toplumsal ve ideolojik nitelikli etmenlerin sonucudur. Eşik bekçiliği araştırmaları, medya kuruluşlarının karar alma mekanizmalarında görev yapan gazetecilerin medya içeriklerinin seçimi, düzenlenmesi ve sunumu üzerindeki belirleyici etkilerini ortaya çıkarmıştır. Bu araştırmaların bulguları; gazetecilerin kişisel özellikleri, etnik kökenleri, eğitim düzeyleri, tutumları, değerleri, beklentileri, yaş durumları, ahlâk anlayışları, inançları, cinsiyetleri, meslekî rol anlayışları, meslekî birikim ve İletişim 2003/17 126 Murat Sadullah ÇEBİ deneyimleri gibi etmenlerin medyada gerçekliğin olduğu gibi yansıtılmasını engellediğini göstermektedirler. Dış dünyadaki olay ve olgular ile ilgili bilgilerin toplanması, seçilmesi, işlenmesi ve sunulması süreçlerinde medya profesyonellerinden kaynaklanan etkiler gerçekliğin kitle iletişimi araçlarında bozulup çarpıtılmasına; medyatik gerçekliğe dönüşmesine yol açmaktadırlar (White, 1950:383-390 ; Breed, 1955: 326-355; Erdoğan ve Alemdar, 2002: 90-91). Yanlılık olgusu da kitle iletişimi araçlarında dış gerçekliğin çarpıtılıp bozularak medya gerçekliğine dönüşmesine yol açmaktadır. Yanlılık, dış dünyadaki olay ve olgularla ilgili bilgilerin toplanması, seçimi, işlenmesi ve sunumunda gazetecilerin öznel değer ve tutumlarının, medya örgütlerinin genel yayın politikasının etkili olması, olaya konu olan tarafların medya içeriklerinde adil ve doğru biçimde temsil edilmemesi, birbirleri ile çatışan düşünce ve bakış açılarına nicel ve nitel açıdan dengeli biçimde yer verilmemesi olarak tanımlanabilir.Yanlılığa yol açan etmenler arasında gazetecilerin siyasal/ideolojik eğilimleri, değerleri ve tutumları, medya kurumlarının genel yayın politikaları sayılabilir. Medya içeriklerinde görülen en önemli siyasal veya ideolojik yanlılık, sözgelimi haberlerde bilinçli veya bilinçsiz biçimde belli bir liderin, adayın, partinin, politik eğilimin veya çıkar grubunun gündeme getirilmesi, öne çıkarılması, buna karşılık diğerlerine sınırlı biçimde yer verilmesi veya hiç yer verilmemesidir. Değerler ve tutumların belirlediği önyargılara dayalı yanlılık ise medya içeriklerinde ırk, cinsiyet, dil, din, sınıf ve felsefi inanç ayrımcılığı şeklinde kendini gösterir. Medya içeriklerindeki yanlılığı belirleyen diğer bir etmen de medya örgütünün genel yayın politikasıdır. Günümüzde, özellikle haber metinlerinde yanlılığa yol açan dört temel strateji uygulandığı belirgin olarak ortaya çıkmıştır: Kişiselleştirme, dramatize etme, parçalama ve normalleştirme (Bennett, 2000: 82-147). Gazetecilerin gerçekliğin kurulmasında benimsedikleri stratejilerden birincisi, kişiselleştirmedir. Kişiselleştirme olayları bireylerin, insanların eylemleri olarak görülmesi, kişilerin semboller şeklinde kullanılması, olayların bağlamını belirleyen toplumsal, ekonomik, politik, örgütsel vb. İletişim 2003/17 Kitle İletişimi Araçlarının Gerçekliğin Yansıtılması ya da Kurulması Süreçlerindeki Rolü 127 etkenlerin çözümlenmesini engelleyen bir profesyonel gazetecilik eğilimidir. Bu eğilim haberlerde toplumsal yaşamın değişik alanlarında ayrıcalıklı konumda bulunan güçlü ve seçkin kişilerin, bireyler olarak temsil edilmesine, buna karşılık yoksullar, güçsüzler, zayıflar veya karşıtlar birey olarak değil ait oldukları toplumsal grup ve çevreyle ilişkisi içinde sınırlı bir biçimde yer verilmesine yol açmaktadır. Kişiselleştirilmiş haber, temel karşıtlıklar üzerine kurulmakta ve bu karşıtlıklar temelinde belirli basmakalıplar üretilmektedir. Temel karşıtlık “biz/onlar” karşıtlığıdır. Haberlerde “biz” örneğin ABD başkanı, öğretmenler, avukatlar, doktorlar dostlar, zenginler, erkekler, beyazlar olarak yer alırken, “onlar”, fabrika işçileri, suçlular, teröristler, düşmanlar, fakirler, kadınlar, siyahlar şeklinde sıralanmaktadır (Bennett, 2000: 97-105). Bu bağlamda televizyon politikayı, köktenci bir tutumla kişiselleştirme yöntemi aracılığıyla somuta indirgemektedir. Çünkü soyut olanın görüntüsü çekilememekte, yalnızca gerçek olanın filme alınabilmektedir. Televizyonlar da reel politik gerçeklik, siyasetin olabildiğince kişiselleştirilip yapay olarak kurgulanmasıyla elde edilmektedir. Sözgelimi bir parti, bir ülke, bir kişi çoğu kez de o partinin veya ülkenin başkanı, tek bir yüz olarak tanıtılıyor. Siyasal hayat, ekrana nasıl yansıtılacağı bilinemeyen fikirlerin çatışması olacak yerde birtakım insanların birbiriyle çatışmasına dönüşüyor. Sandviç-adamları gibi, bu kez de karşımıza simge adamlar çıkıyor ve bu kişiler stüdyoya çağrılıyor, onlara sorular sorulup cevaplar alınıyor. Yaptıkları konuşmaların yorumu, politik gerçekliğin yorumu olarak kabul ediliyor. Bu yöntem, insanları çoğu kez yanılsamanın doruğuna ulaştırıyor: bir çok gazeteci sorduğu sorular, doğrudan yapılan nabız yoklamaları, televizyon izleyicilerinin telefonla programa katılması, bütün bunlar, sorgulanan siyasal liderin, siyasal durum üstüne yaptığı çözümlemeyle veya gerçekleştirdiği eylemle değerlendirileceği düşüncesini doğrulamaya yöneliktir. Oysa gerçekte, son nabız yoklaması, varılan yargı yalnızca, söz konusu siyasal aktörün “inandırıcı” olup olmadığını ortaya koymaktadır. Aslında o kişinin izlediği politika değil; kendisi, inandırıcılık yeteneği, psikolojisi, karakteri, konuya hakimiyeti ve insanları ikna etme becerisi değerlendirilmektedir. Bu durumda politik bir program ile cumartesi akşamları yayımlanan ve geniş İletişim 2003/17 128 Murat Sadullah ÇEBİ kitleleri hedef alan eğlence programı arasında bir fark kalmamaktadır (Ramonet, 2000: 110-11). Gerçekliğin inşası bir yandan da habere konu edilen olayın dramatize edilerek sunulması yoluyla sağlanır. Dramatize etmek; haber öykülerinin senaryolar ve kurgulamalarla adeta bir oyuna, gösteriye dönüştürülmesi, böylece olayın olduğundan çok daha acıklı, abartılı biçimde sunulması olarak tanımlanabilir. Haberlerdeki dramatize etme eğilimi haber içeriğinin sığlaştırılmasına, olayların ardında yatan toplumsal, ekonomik veya politik nedenlerinden sıyrılmasına ve bağlamlarından koparılmasına ve olay örgüsünün parçalanmasına, anlık olanın vurgulanmasına, olguların dramatik öğelerinin öne çıkartılıp basitleştirilmesine yol açmaktadır. Haber metinlerinde yanlılığa yol açan üçüncü strateji, kamusal bilginin parçalanmasıdır. Haberin inşasında başvurulan bu strateji, olayların bağlamlarından koparılarak zaman ve yer olarak birbirlerinden koparılmış bağlantısız olgular kümesi halinde sunulması olarak tanımlanabilir Politik aktörler düzleminde parçalanmış haber, politikacıları, politik bağlamlarından koparmak ve onların eylemlerini insanların duygularını okşayıcı; ancak ilgisiz fantezi konularla sarmalamak suretiyle politik dünyaya ait bütünlüklü bir resim yerine parçalanmış, karmaşık bir görüntü sunar. Haber metinlerinde yanlılığa yol açan dördüncü strateji normalleştirmedir. Bu strateji çerçevesinde medya kriz dönemlerinde resmî haber kaynaklarıyla işbirliği yapmaktadır. Haberlerde bir resmî yetkili veya otorite tarafından her şeyin yolunda gideceğine ve hayatın normale döneceğine dair güven verici açıklamalar yer alır. Bu bağlamda bilgi egemen değerler, inançlar ve toplum imajlarının süzgecinden geçirilir ve bu süzülmüş bilgi her şeyin normale döneceği konusunda güvence veren otoritelerin güven verici açıklamalarıyla aktarılır (Bennett, 2000: 105-130). Haber değeri araştırmaları, gazetecilerin dış gerçekliği algılamaları ve kavramalarında mihenk taşları olarak kullandığı zamanlılık, yakınlık, önemlilik, sonuç ve insanın ilgisini çekme gibi liberal gazetecilik veya haber kültüründe egemen mesleki ölçütlerin aynı zamanda gerçekliği yapılandırdığını, yeniden ürettiğini göstermiştir. Uluslar arası haber akışı alanında yapılan araştırmalarda elde edilen en önemli bulgu, haber değeri İletişim 2003/17 Kitle İletişimi Araçlarının Gerçekliğin Yansıtılması ya da Kurulması Süreçlerindeki Rolü 129 ölçütlerinin gerçekliğin bozulup çarpıtılmasına yol açtığıdır. Haber değeri ölçütlerinin yapılandırdığı tek yönlü uluslar arası haber akışı süreci insanların zihninde diğer uluslar hakkında basma kalıp yargılar oluşturmakta, böylece ulusların birbirleriyle iyi ilişkiler kurarak barış içinde yaşamalarını engellemektedir. Haber değeri ölçütleri, statükoyu korunması ve sürdürülmesine katkı sağlamakta, siyaseti toplumsal açıdan güçlü ve saygın kişilerin eylemleri olarak ele almakta, dünyayı, gerçekte olduğundan farklı biçimde çatışma yüklü olarak yansıtmakta ve dünyanın gelişmiş-az gelişmiş ülkeler şeklinde birbirine karşı iki kutba ayrılmasını desteklemektedir (Östgaard, 1965: 45-55). Medyanın sahiplik yapısı, örgütlenme biçimi, yayın politikası, editoryal özerkliğin biçimi ve derecesi, uzmanlaşma, kendi kendini sansür, örgütsel çatışma ve topluluk baskısı gibi kurumsal etmenler de kitle iletişimi araçlarında gerçekliğin aynen yansıtılmasından çok kurulmasına yol açmaktadırlar (Negrine, 1991: 144-146; Ettema ve arkadaşları, 1997: 37; Soloski, 1997: 137-143; Hanlin, 1998: 66-67). Gerçekliğin medyada olduğu gibi yansıtılmasını perdeleyen kurumsal etmenlerden bir tanesi, medya sektörünün kârlarını en üst düzeye çıkarmak isteyen küresel holdinglerin eline geçmesidir. Bunun sonucunda eğlence patronlarının zihinlerindeki ticari haritada, bilgi öncelikle bir meta olarak ele alınmakta, bu özelliğiyle de medyanın insanları bilgilendirip demokratik tartışmaya zenginlik kazandırmak olan temel işlevinin önüne geçmektedir. Kitle iletişimi araçları giderek daha acımasız bir rekabetle karşı karşıya gelmekte, üzerlerindeki ticari baskılar şiddetlenmektedir. Bu yüzden medyanın birçok yönetici kadrosu artık basın dünyasından değil, girişim dünyasından gelmektedir. Girişim dünyasından gelmeleri nedeniyle, bilginin gerçekliğine daha az duyarlılık göstermektedirler. Onların gözünde haber ticareti, bilgi pazarı, her şeyden önce bir kâr kapısıdır (Ramonet, 2000: 7-9). Kitle iletişimi araçlarında gerçekliğin yansıtılması mitini yerle bir eden etmenler arasında, günlük gazetecilik pratikleri içinde uygulanan medya rutinleri ve meslek kuralları sayılabilir. Medyada gerçekliği inşa eden kurum eksenli rutinlerden iki tanesi, “öne çıkarma” ve “çerçeveleme”dir. İletişim 2003/17 130 Murat Sadullah ÇEBİ Öne çıkarma, sözgelimi haber metinlerinde belli konu ve sorunların, kişi, grup ve kuruluşların diğerlerine göre öne çıkarılması ve bunlara vurgu yapılmasıdır. Çerçeveleme, haber metninde aktarılan sorunun ne olduğu, nedenleri ve çözüm yollarının belirli bir bakış açısından tanımlanması ve ele alınmasıdır. Bu rutinde, haber dünyaya açılan bir çerçeve olarak kullanılmaktadır. Gazeteciler, günlük meslek pratikleri aracılığıyla etkili biçimde surda bir gedik açarlar ve böylece gerçeklikle ilgili parçalı bir imaj oluştururlar. Gerçekliğin diğer parçaları çerçevenin dışında, surun arkasında gizlidir. Haber sürekli olarak çerçevenin boyutu, kalıbı ve konumu tarafından çarpıtılmaktadır. Ancak; bu çarpıtma genellikle kasıtlı bir yanlılığa yönelik bilinçli bir karar vermenin sonucu değildir. Tam tersine, haber çerçevesine egemen olan bakış açısı, gazetecilerin sosyalleşme yoluyla benimsedikleri meslekî pratikler ve rutinler ile söylemlerinden herhangi birinin sonucudur. Haber çerçeveleri, haberde yanlılığa neden olur; bundan dolayı haberin bozulmasına ve çarpıtılmasına yol açar (Louw, 2001: 160). Liberal-çoğulcu paradigmanın medyanın gerçekliği yansıttığı inancına dayanak oluşturan meslek kurallarından nesnellik mitinin de öznel değerlerden, mesleki ve örgütsel rutinlerden kaçınılmaz biçimde etkilendiği de eleştirel yaklaşım tarafından ortaya çıkarılmıştır. Bu bağlamda nesnellik kuralının, medya örgütlerinin mülkiyetini elinde bulunduranların haber üretimi sürecini denetlemek amacıyla kullandıkları önemli bir araç olduğu ileri sürülmektedir. Bu görüşü savunanlar nesnellik mitinin, gerçekte gazetecilerin yansız hareket ettiği izlenimini vererek medyanın “egemen hegemonya”yı desteklemesi ve pekiştirmesine hizmet ettiğinin altını çizmektedirler (Gitlin, 1980: 52). Kitle iletişimi araçlarında gerçekliğin inşası; medyanın toplumsal, politik ve ekonomik çevreyle kurduğu ilişkilerin ürünü olarak ele alınabilir. Bu ilişkiler; çoğunlukla yoğun pazarlıklar, mübadeleler, uzlaşmalar, etkileşimler; bazen de örtülü veya açık baskılar, yönlendirmeler, gerilimler ve çatışmalar şeklinde ortaya çıkmaktadır. Kitle iletişimi araçlarında gerçekliğin yansıtılmasını zorlaştıran ekonomik etmenlerden en önemlisi serbest pazarda faaliyet gösteren medya örgütlerinin müşteri odaklı bir anlayışla yapılandırılması ve kâra odaklanmalarıdır. Medya örgütleri, bu İletişim 2003/17 Kitle İletişimi Araçlarının Gerçekliğin Yansıtılması ya da Kurulması Süreçlerindeki Rolü 131 nedenle okur, dinleyici ve izleyici sayısını artırarak reklâm gelirlerini en üst düzeye çıkarmaya çabalarlar. Sundukları içeriklerin alımlayıcılarını artırmak isteyen medya örgütleri, eğlence odaklı magazin haber üretirler. Kişileri merkeze alan bir habercilik anlayışıyla; entrika, cinsellik ve skandallar üzerine ışık tutularak alımlayıcı sayısı en üst düzeye çıkarılmaya çalışılır. Kazancı artırmaya yönelik baskılar, medya endüstrileri arasındaki artan yarışın ve özel medya sahiplerinin finansal yatırımlarının geri dönmesine yönelik istem ve beklentilerinin sonucu olarak yoğunlaşmıştır. Bunun sonucunda editörler, gerçek haber öyküleri yerine serbest piyasada haberin pazarlanması ve paketlenmesi üzerine odaklanmışlardır (Croteau ve Hoynes, 1997: 50-53). Kitle iletişimi araçları, günümüzde tek yönlü siyasal gerçekliğin inşasında önemli bir araç konumuna gelmiştir. Bunun nedeni, çoğulcu demokrasilerde medyanın politik sistem açısından yaşamsal öneme sahip politik bekçilik rolünü üstlenmesidir. Medya bu işlevini, haber kapılarını belli siyasal aktör, grup veya kurumların görüş ve düşüncelerine açarak ve diğer perspektiflere kapatarak yerine getirmektedir. Böylece, yanlı ve dengesiz biçimde yansıttığı politik gerçeklik görüntüleri ile bireylerin politik yapı, süreç ve içerikler ile ilgili algılarının çerçevesini çizmekte, politik durum tanımlaması yapmakta ve siyasal eylemleri açısından bireylere algı dayanağı oluşturmaktadır. Haber kapıları iki nedenden açılmaktadır. Güçlü ve saygın politik aktörlerin düşünce ve bakış açılarının düzenli olarak haberlerde yer alması ve bu düşünce ve bakış açılarının kamusal alana aktarılması için. Daha az güçlü olanların düşünce ve bakış açılarının kamusal alana aktarılmasında haber kapıları nadiren açılmaktadır (Bennett, 2000: 64). Toplumsal konumları bakımından daha az güçlü ve saygın olanların haberlerde yer alabilmesi ancak protestolar, grevler veya cinayet gibi sapkın eylemler sayesinde olsa da (Shoemaker ve Reese, 1997:105), bu sapkın eylemler haber eleme süzgeçlerinde damıtılmakta; bu yüzden bazen bizzat sapkın eylemleri düzenleyenler bu eylemlerin hedefi olan otoritelerce yargılanabilmektedirler (Bennett, 2000: 64). İletişim 2003/17 132 Murat Sadullah ÇEBİ Kitle iletişimi araçlarında gerçekliğin kurulması olgusunu anlayabilmek için, gazeteciler ve haber kaynakları arasındaki ilişkinin irdelenmesi ve çözümlenmesi gerekir. Bu bağlamda, gazetecinin bilgi ve haber aldığı kaynakların kimler olduğu, haber kaynağı ile gazeteci arasındaki ilişkilerin biçimi ve bu ilişkilerin haberin üretimini nasıl etkilediği açıklığa kavuşması gereken sorulardır. Çağdaş liberal demokratik sistemlerde, toplumdaki konumları ve saygınlıkları açısından güçlü kişi, grup ve kuruluşların medya kuruluşları ve gazetecilerin en önemli haber kaynaklarını oluşturduğu ve gerçekliğin birincil tanımlayıcısı oldukları, eleştirel yaklaşım tarafından belirlenmiştir. Merkezileşmiş haber kaynakları, kendileriyle ilgili olayların haber yapılması ve bu haberlerde kendi bakış açılarının yansıtılması konusunda ayrıcalığa sahiplerdir. Bunlar, toplumsal rol ve statü açısından güçlü ve saygın konumdadırlar, çünkü en azından kendi alanları içinde kalan sorunların tanımlanmasında yetkili oldukları konusunda geniş bir oydaşma bulunmaktadır. Öte yandan, üstlendikleri ve sahip oldukları toplumsal rol ve statü nedeniyle tanınmış ve inandırıcı olma gibi üstünlüklere de sahiplerdir. Toplumsal sorunların alternatif tanımlamalarını yapan, daha az merkezi değerleri temsil eden kişiler, gruplar, kurumlar veya karşıt ve sapkın değerler haberlerde yer alma açısından dezavantajlı konumdadırlar ve gazetecilerin haber değeri ölçütleri tarafından çok sıkı biçimde denetlenmektedirler. Bunlar haberlerde ya hiç yer almazlar veya karışıklık çıkardıklarına dikkat çekilerek “çıkar gözeten”, “yanlı” veya karışıklık çıkaran “siyasal terörist” olarak etiketlenmektedirler. Gazeteciler, belli sorun alanlarında bilgi toplamak için doğal olarak toplumsal konumlarını yetkili kaynaklar biçiminde tanımlayan resmî görevlilere başvurmaktadırlar (Gurevitch ve Blumler, 1997: 208-210). Kitle iletişimi araçlarında gerçekliğin inşasına yol açan en önemli etmenlerden biri de medya içerikleri üzerinde görülen ideolojik etkilerdir. Medya içerikleri üzerinde ideolojik hegemonya; gazetecilik kültüründe egemen meslek kuralları, haber değeri ölçütleri, örgütsel ve mesleki pratikler ve rutinler, medya profesyonellerinin benimsediği profesyonellik ideolojisi ve dil aracılığıyla kurulur. İletişim 2003/17 Kitle İletişimi Araçlarının Gerçekliğin Yansıtılması ya da Kurulması Süreçlerindeki Rolü 133 Medyada gerçekliğin yansıtılması inancını sarsan başka etmenler de bulunmaktadır. Günümüzde kitle iletişimi araçları, görüntünün gücüne dayalı sanal bilgi çağında bilgilendirmenin hırpalayıcılığından kurtulmak için taklitçiliğe ve aşırı heyecan yaratmaya önem vermektedirler. Görüntünün sesi ve yazıyı bastırması nedeniyle televizyonun; gazete ve radyoya göre hoşça vakit geçirten, eğlendiren ve bilgi aktaran en önemli araç olarak medya hiyerarşisinin baş köşesindeki konumunu oldukça sağlamlaştırdığı görülmektedir. Televizyonda görüntü kullanma gereğinin kendini zorunluluk olarak dayatması, sahte görüntü kullanılmasına veya arşivlerdeki benzer görüntülere başvurulmasına, oyuncular kullanarak veya eldeki görüntülerden montajlar yapılarak düzmece sahneler oluşturulmasına, önemsiz olayları “anında” ve “canlı” olarak göstermek amacıyla amatör kameralardan yararlanılmasına, vb. yol açmaktadır. Öte yandan iktidarların savunduğu sıfır görüntü mantığı da medyanın aktarmak istediği olay ve olgular hakkında istediği gibi bilgi ve görüntü elde edememesine yol açmaktadır. Askerler, yakın zamanlarda çıkan çatışmalarda, bu mantığı daha ileri götürüp tüm savaş alanlarında uygulamak istemişlerdir. Artık kamu ve özel kuruluşlarının çoğu medyaya bilgi sağlayan çok sayıda basın ve halkla ilişkiler uzmanını istihdam etmektedirler. Özel veya kamu kuruluşlarındaki halkla ilişkiler birimlerinin etkinlikleri gazetecinin işini bulandırmakta, bozmakta, karıştırmakta; onun özelliğini,benzersizliğini, özgürlüğünü de ortadan kaldırmaktadır. Üstelik bu kuruluşlar gazetecilere haber sağlayıp, haberleri de yayımlamalarını istemektedirler. Bunu onlara buyurarak değil, telkin ederek yapmakta, telkini de son derece kandırıcı, ikna edici biçimde gerçekleştirmektedir. Günümüzde medyada gerçekliğin inşasına yol açan diğer bir etmen haberin gizlenmesidir. Bu habere haber eklenerek yapılmakta; böylelikle haber saklanmakta veya budanmaktadır. Tüketilmesi gereken aşırı ölçüde haber olduğu için, bu kadar çok haber arasında insanlar hangi haberin eksik olduğunu bile fark edememektedirler. Gerçek bir propaganda söylemine sahne olan Körfez savaşında insanlara o kadar çok görüntü izlettirildi ki, herkes savaşı doğrudan izlediğini sandı. Ta ki, herkes savaşı izlemediğini, gösterilen görüntülerin suskunlukları maskelediğini, o görüntülerin çoğu kez gerçeği yansıtan görüntü olmadığını, yeniden İletişim 2003/17 134 Murat Sadullah ÇEBİ kurgulanan, aldatıcı görüntüler olduğunu anlayıncaya kadar. Gerçekten de o görüntüler, gerçek savaşı gizlemekteydi. Reklamcılar ve ilancıların medya içerikleri üzerindeki etkisi ve baskısı da gerçekliğin olduğu gibi yansıtılmasını engellemektedir. Öte yandan bu bağlamda bir de büyük medya gruplarının ve medya sahipleri ile hissedarlarının medya içerikleri üzerindeki baskıları söz konusudur. Medyanın ve gazetecilerin heyecan uyandırma, ne pahasına olursa olsun sansasyon yaratacak olanın peşinde koşma tutumu da, saptırmalara ve “yutturmaca”lara yol açabilmektedir. Medya örgütlerinin verimliliği konusundaki zorlamalar ve medya grupları arasında yaşanan yarışmanın baskısı yüzünden medya ve gazeteciler sansasyon peşinde giderek daha fazla koşma zorunluluğunda kalmaktadırlar. Gerçekliğin olduğu gibi yansıtılmasını zorlaştıran, medyayı yanlışlar yapmaya, yalana başvurmaya iten nedenlerden biri de medyatik zaman ile politik zaman arasındaki sürekli çelişkidir. Politik zamanın, demokrasinin kurucularının isteğine uygun olarak, duyguların, tutkuların yatışmasını, aklın ağır basmasını sağlamak için yavaş ilerlemesi gerekirken, medyatik zaman hızın ileri noktasına, sıcağı sıcağına, anında gazetecilik yapma noktasına ulaşmış durumdadır (Ramonet, 2000: 16-32, 56-65, 73-83). Körfez Savaşı’nda dünya medyasının “petrole bulanmış karabatak” görüntüleriyle sunduğu Irak lideri Saddam Hüseyin’in Basra Körfezi’ne petrol akıttığı haberi ile Irak ordusunun istila ettiği Kuveyt’in hastanelerinde “bebeklerin kuvözlerden çıkarılıp ölüme terk edildiği” haberi, medyanın gerçekliği inşa edip yeniden üreterek medyatik gerçekliğe dönüştürülmesinin en çarpıcı örnekleri olarak anımsanacaktır. Dünya medyası o süreçte, petrol tabakası ile kaplanan Körfez’in yüzeyinde bir karabatağın can çekişmesinin görüntülerini yayımlayarak uluslar arası kamuoyunda Saddam’a karşı nefret duyguları oluşmasına neden olmuştu. Ancak sonra anlaşıldı ki, Saddam’ın “kara bataklık”a dönüştürdüğü körfezde ham petrol kurbanı karabatak görüntüleri Körfez’de değil, Fransa açıklarında Bretagne sahilinde çekilmişti. Diğer yandan dünya kamuoyunda büyük bir kızgınlığa yol açan, öfke yaratan ikinci televizyon haberi için, 15 yaşındaki Kuveytli bir “hemşire” kullanılmıştı. ABD Temsilciler Meclisi önünde konu ile ilgili tanıklık yapan “hemşire” Neyire, iki gözü iki çeşme, başkent Kuveyt’teki El İletişim 2003/17 Kitle İletişimi Araçlarının Gerçekliğin Yansıtılması ya da Kurulması Süreçlerindeki Rolü 135 Addan Hastanesi’nde çalıştığını, Iraklı askerlerin hastanenin bebek bakım bölümüne barbarlar gibi daldıklarını, kuvözler içinde yatan bebekleri çıkarıp yerlere atarak ölüme terk ettiklerini, sonra da kuvözleri alıp gittiklerini anlatıyordu. BM Güvenlik Konseyi’nin gündemine de gelen bu olayı konu alan haber öyküsünün yalan ve kurmaca olduğu ve sahneye konulduğu daha sonradan anlaşıldı: Genç “hemşire” Neyire; gerçekte Kuveyt kraliyet ailesinin bir mensubuydu, Amerika’da öğrenim görüyordu; babası da Kuveyt’in Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçisi’ydi. Haber metninin ana temasını oluşturan kuvöz öyküsü ise, en ince ayrıntısına kadar Başkan Reagan’ın eski basın danışmanlarından Mike Deaver adında biri ve Amerikan halkla ilişkiler şirketi “Hill and Knowlton” tarafından uydurulmuştu, ödemeyi yapan da Kuveyt Emirliği’ydi (Ramonet, 2000: 33, 74). Sonuç Medya ve gerçeklik arasındaki ilişkiyi ele alıp inceleyen bu çalışma, medyanın nesnel gerçekliği aynen yansıtamadığını, aksine gerçekliğin herhangi bir parçasını inşa ettiğini, yeniden ürettiğini göstermiştir. İletişim araştırmalarında medya ve gerçeklik arasındaki ilişki iki yaklaşım çerçevesinde incelenmektedir. Bunlardan ilki ‘yansıtma yaklaşımı’, ikincisi ‘kurmacı yaklaşım’dır. Yansıtma yaklaşımının felsefi temelleri gerçekçilik öğretisine, kurmacı yaklaşımın felsefi temelleri ise kurmacılık öğretisine dayanmaktadır. Yansıtma yaklaşımının medya ve gerçeklikle ilgili varsayımları şunlardır: Algı içeriği neden, algılama sonuçtur. Gerçeklik, algılayan özneden bağımsız olarak vardır. Algıdan bağımsız olarak var olan algı içeriği, algılayan öznenin zihnine aynen yansır. Bu nedenle gazeteciler; gerçekliği algılayabilme, kavrayabilme yetisine sahip iletişim profesyonelleridir. Kitle iletişimi araçları, gerçekliği edilgen bir konumda aynen yansıtan mecralardır. Kurmacı yaklaşımın medya ve gerçeklikle ilgili varsayımları şunlardır: Algılama neden, algı içeriği sonuçtur. Algılayan; algı içeriğini İletişim 2003/17 136 Murat Sadullah ÇEBİ etken bir konumda inşa eder, yeniden üretir. Algı içeriği; algı aracılığıyla kurulur, yeniden üretilir. Dış dünyada medya ve gazetecilerden bağımsız bir gerçeklik yoktur. Bu gerçeklik, ne tam olarak algılanabilir ve kavranabilir ne de medyadaki görüntüsü ile karşılaştırılabilir. Medya, dış dünyanın tam ve doğru bir görüntüsünü veya kopyasını yansıtamaz. Gerçeklik; kitle iletişimi araçlarında inşa edilir, yeniden üretilir. Medya çağının yaşandığı günümüzde, medyanın her yerde hazır ve nazır olacak kadar yaygınlaşması, gerçeklik algımızı ve gerçeklik kavramını da kökünden değiştirmiştir. Artık gerçeklik parçalanmış; iki farklı gerçeklik biçimi ortaya çıkmıştır: Birincisi, bireyin kendi gözlemleriyle algılayabildiği, kavrayabildiği ve yaşadığı gerçeklik. İkincisi de, medyanın kurduğu, ürettiği sanal gerçeklik veya medyatik gerçeklik. Günümüzde medya, gerçekliği yalnızca inşa edip yeniden üretmemekte, aynı zamanda tanımlamaktadır. Gerçeklik; gazeteciler, medya kurumları, gazetecilik kültüründe egemen profesyonellik ideolojisi, sosyal ve kültürel sistemler aracılığıyla inşa edilmekte, yeniden üretilmekte ve medya gerçekliği olarak alımlayıcılara sunulmaktadır. Medyanın inşa ettiği, ürettiği ve temsil ettiği sanal gerçeklik, aynı zamanda hiper gerçeklik olarak da adlandırılmaktadır. Hiper gerçeklik veya medyatik gerçeklik, dış gerçeklikten daha gerçekmiş gibi algılanmakta ve bireylerin zihninde egemenlik kurmaktadır: Öyle ki, medya aracılığıyla inşa edilen ve yeniden üretilen bu medyatik gerçeklik, çoğu zaman bildiğimiz, yaşadığımız nesnel gerçekliğin önüne ve yerine geçmektedir. Dolayısıyla biz bildiğimiz, yaşadığımız olayları, dış dünyadaki olay ve olguları artık oldukları gibi değil, medya nasıl sunuyorsa öyle algılamakta ve öğrenmekteyiz. Bir başka deyişle, günümüzde medyatik gerçeklik, dış dünyadaki asıl gerçeklikten daha gerçek bir konum elde etmiştir. Medyatik gerçekliğin inşası ve yeniden üretiminde televizyon başat bir rol oynamaktadır. Televizyon görüntülerinin nesnel gerçekliği olduğu gibi yansıtma yeteneğini yitirmesiyle birlikte oluşan bu medyatik gerçeklik ortamında, gerçeklikle görünümü veya taklidi artık yer değiştirmeye başlamıştır. Sonuçta, medyada inşa edilen, yeniden üretilen ve sunulan gerçekler, dış dünyada var olan gerçeklerin yerine geçmiş; algıladığımız, İletişim 2003/17 Kitle İletişimi Araçlarının Gerçekliğin Yansıtılması ya da Kurulması Süreçlerindeki Rolü 137 bildiğimiz ve yaşadığımız gerçeklerse buharlaşıp yok olmuşlardır. Artık; algılayan, bilen, yaşayan birey için hakiki gerçek, medya aracılığıyla okudukları, izledikleri ve dinledikleridir. Dış dünyadaki olay ve olgulara ilişkin gelişmeleri çoğunlukla medya aracılığıyla öğrenebilen insanlar adeta medyanın ‘rehin’i ve ‘esir’i olmuşlardır. Medya, toplumsal olay ve olguların tam merkezinde olduğu sürece, ne olay ve olguların arka plânlarını ve bağlamlarını, ne de bundan sonra neler olabileceğine ilişkin ipuçlarını hiçbir zaman tam olarak elde etme imkânı kalmamıştır. İnsanlar, medya kendilerine neyi sunarsa onları gerçekmiş diye kabul etmek zorunda kalmaktadırlar. Çünkü insanlar, asıl gerçek olarak adlandırılan bir dizi toplumsal, kültürel, siyasal, ekonomik, sportif veya askeri olay ve olgu hakkında birincil gözlemleri aracılığıyla doğrudan bilgi edinme imkânından yoksundurlar. İnsanların büyük çoğunluğu dış dünyadaki olay ve olguları çoğu zaman medyanın gözlükleri ve bakış açısından, medyanın süzgecinden damıtılmış biçimiyle öğrenebilmektedirler. Bir başka deyişle; insanların medya aracılığıyla bildikleri, gerçekte dış dünyadaki olay ve olgulara ilişkin ‘asıl gerçek’ değil, ‘medyatik gerçek’tir. Kitle iletişimi araçlarında artık ‘medyatik gerçek’ inşa edilmekte, yeniden üretilmektedir. Medyatik gerçek, toplumdaki güçlü ve saygın kişi, grup ve kurumların, küresel ve ulusal medya gruplarının amaç ve çıkarları, ihtiyaç ve beklentileri doğrultusunda yapılandırılmış; asıl gerçeğin, çarpıtılmış, bozulmuş, ezilmiş-büzülmüş, bazı parçalarını gizleyen bir biçimidir. İletişim çalışmaları alanında medya ve gerçeklik ilişkisine odaklanan araştırmaların bulguları, medyanın gerçekliği yansıtmaktan çok kurduğunu, yeniden ürettiğini ve medya gerçekliği biçiminde alımlayıcılara sunduğunu göstermektedir. Bu bulgulara göre kitle iletişimi araçları, dışsal gerçekliği tasarlayıp kurgulayarak üretmekte ve medya gerçekliğine dönüştürmektedir. Medya gerçekliği, hayalî veya temsilî olarak üretilen, paketlenip yeniden şekillendirilen, görselleştirilip kurgulanan yapay bir gerçekliktir. İletişim 2003/17 138 Murat Sadullah ÇEBİ Kaynaklar Adoni, Hanna ve Sherrill Mane (1984), “Media and the Social Construction of Reality. Toward and Integration of Theory and Research”, Communication Research, Cilt 11 (3), 323-340. Alscheid-Schmidt, Petra (1991), Die Kritik am internationalen Informationsfluss Beurteilung der politischen Diskussion anhand wissenschaftlicher Untersuchungsergebnisse, Frankfurt am Main: Peter Lang. Anık, Cengiz (2003), Bilgi Fabrikaları ve Müşteriler, Ankara: Altınküre. Bennett, W. Lance (2000), Politik İllüzyon ve Medya, Çev., Seyfi Say, İstanbul: Nehir. Bentele, Günter (1993), “Wie wirklich ist die Medienwirklichkeit? Einige Anmerkungen zum Konstruktivusmus und Realismus in der Kommunikationswissenschaft”, der., Günter Bentele ve Manfred Rühl, Theorien öffentlicher Kommunikation. Problemfelder, Positionen, Perspektiven, München: Ölschläger, 152-171. Bentele, Günter ve Manfred Rühl (Der.) (1993): Theorien öffentlicher Kommunikation. Problemfelder, Positionen, Perspektiven, München: Ölschläger. Bolay, Süleyman Hayri (1996), Felsefî Doktrinler ve Terimler Sözlüğü, 6. baskı, Ankara: Akçağ Yayınları. Breed, Waren (1955), “Social Control in Newsroom: A Functional Analysis”, Social Forces, 33 (1), 326-355. Croteau, David ve William Hoynes (1997), Media/Society. Industries, Images, and Audiences, Thousand Oaks/California, London ve New Delhi: Pine Forge Press. Erdoğan, İrfan ve Korkmaz Alemdar (2002), Öteki Kuram. Kitle İletişimine Yaklaşımların Tarihsel ve Eleştirel Bir Değerlendirmesi, Ankara: Erk. İletişim 2003/17 Kitle İletişimi Araçlarının Gerçekliğin Yansıtılması ya da Kurulması Süreçlerindeki Rolü 139 Ergül, Hakan (2000), Televizyonda Haberin Magazinelleşmesi, İstanbul: İletişim. Ettema, James S., D. Charles Whitney ve Daniel B. Wackman (1997), “Professional Mass Communicators”, der., Dan Berkowitz, Social Meanings of News. A Text Reader, Thousand Oaks, London ve New Delhi: Sage Publications, 31-50. Galtung, Johan ve Marie Holmboe Ruge (1965), “The Structure of Foreign News. The Presentation of Congo, Cuba and Cyprus Crises in Four Norwegian Newspapers”, Journal of Peace Research,, Cilt 2, 64-91. Gitlin, Todd Alan (1980), The Whole World is Watching, Berkeley: University of California Press. Gurevitch, Michael ve Jay G. Blumler (1997), “Siyasal İletişim Sistemleri ve Demokratik Değerler”, der., Süleyman İrvan, Medya, Kültür, Siyaset, Ankara: Ark, 199-219. Hanlin, Bruce (1998), “Gazete Sahipleri, Editörler ve Gazeteciler”, der., Andrew Belsey ve Ruth Chadwick, Medya ve Gazetecilikte Etik Sorunlar, Çev. Nurçay Türkoğlu, İstanbul: Ayrıntı, 51-69. Honer, Stanley M. ve Thomas C. Hunt (1996), Felsefeye Çağrı, Çev., Hasan Ünder. Ankara: İmge. Joussen, Wolfgang (1990), Massen und Kommunikation: Zur soziologischen Kritik der Wirkungsforschung, Weinheim: VCH. Kepplinger, Hans Mathias (1979), “Paradigm change in communications research”, Communication, Cilt 4, 163-182. Kepplinger, Hans Mathias (1989), “Theorien der Nachrichtenauswahl als Theorien der Realität”, Aus Politik und Zeitgeschehen. Beilage zur Wochenzeitung Das Parlament, April 1989, 3-16. Kepplinger, Hans Mathias (1992), Ereignismanagement: Wirklichkeit und Massenmedien, Zürich, Osnabrück: Edition Interfrom. İletişim 2003/17 140 Murat Sadullah ÇEBİ Kepplinger, Hans Mathias ve Helga Weiβbecker (1991), “Negativität als Nachrichtenideologie. “Prolegommena eines Zwei-Faktoren-Modells der Nachrichtenauswahl”, Publizistik, Cilt 36, 330-342. Lippmann, Walter (1964), Die öffentliche Meinung, München: Rütten+Leoning. Louw, Eric P. (2001), The Media and Cultural Production, London, Thousand Oaks ve New Delhi: Sage Publications. Lundby, Knut, Helge Ronning (1997), “Medya-Kültür-İletişim: Medya Kültürü Aracılığıyla Modernliğin Yorumu”, der., Süleyman İrvan, MedyaKültür-Siyaset, Ankara: Ark, 13-28. Negrine, Ralph (1991), Politics and the Mass Media in the Britain, London ve New York: Routledge. Noelle-Neumann, Elisabeth (1991), Öffentliche Meinung. Die Entdeckung der Schweigespirale. Erweiterte Ausgabe, Frankfurt a. M. ve Berlin: Ulstein. Noelle-Neumann, Elisabeth (1998), Kamuoyu. Suskunluk Sarmalının Keşfi, Ankara: Dost Östgaard, Einar (1965), “Factor Influencing the Flow of News”, Journal of Peace Research, Cilt 2, 39-63. Ramonet, Ignacio (2000), Medyanın Zorbalığı, Çev., Aykut Derman, İstanbul: Om İletişim. Schenk, Michael (1987), Medienwirkungsforschung, Tübingen: Mohr. Schulz, Winfried (1989), “Massenmedien und Realität. Die ‘ptolemaische’ und die ‘kopernakische’ Auffassung”, der., Max Kaase ve Winfried Schulz, Massenkommunikation. Theorien, Methoden, Befunde, Kölner Zeitschrift für Soziologie und Sozialpsychologie, Sonderheft 30/1990, 135-149. Shoemaker, Pamela J. ve Elizabeth Kay Mayfield (1987), “Building A Theory of News Content”, Journalism Monographs, Sayı 103, Thousand Oaks, London ve New Delhi: Sage Publications. İletişim 2003/17 Kitle İletişimi Araçlarının Gerçekliğin Yansıtılması ya da Kurulması Süreçlerindeki Rolü 141 Shoemaker, Pamela J. ve Stephen D. Reese (1997), “İdeolojinin Medya İçeriği Üzerindeki Etkisi”, der., Süleyman İrvan, Medya, Kültür, Siyaset, Ankara: Ark, 99-136. Soloski, John (1997), “News Reporting and Professionalism. Some Constraints on the Reporting of the News”, der., Dan Berkowitz, Social Meanings of News. A Text Reader, Thousand Oaks, London ve New Delhi: Sage Publications, 138-154. Tepe, Harun (1995), Plato’ndan Habermas’a Felsefede Doğruluk Veya Hakikat, Ankara: Ark. Weimann, Gabriel (2000), Communicating Unreality. Modern Media and the Reconstruction of Reality, Thousand Oaks, London ve New Delhi: Sage Publications. White, David Manning (1950), “The ‘Gatekeeper’: A Case Study in the Selection of News”, Journalism Quarterly, Cilt 27, 383-390. İletişim 2003/17 142 Murat Sadullah ÇEBİ Özet Bu çalışma, iletişim araştırmaları alanında geçerli iki kuramsal yaklaşım çerçevesinde medya ve gerçeklik arasındaki ilişkileri incelemektedir. Yansıtma kuramı olarak adlandırılan birinci görüş, dış dünyada kitle iletişim araçlarından ve gazetecilerden bağımsız bir gerçeklik olduğunu; medyanın bu gerçekliği aynen nesnel, dengeli ve yansız biçimde bozmadan ve çarpıtmadan ilettiğini ileri sürmektedir. Kurmacı yaklaşım ise, kitle iletişim araçlarının gerçekliği inşa ettiği veya yeniden ürettiği varsayımına dayanmaktadır. İletişim araştırmaları alanında medya ve gerçeklik arasındaki ilişkilere odaklanan araştırmaların bulguları, yansıtma yaklaşımının bazı eksikliklerini ortaya çıkarmıştır. Bu araştırmaların bulgularına göre kitle iletişimi araçlarının gerçekliğin bütününü veya bir parçasını aynen yansıtması mümkün değildir. Çünkü gerçeklik, çeşitli etmenlerin etkisiyle bozulup çarpıtılmaktadır. Kitle iletişimi araçları gerçekliğin inşa edilmesi sürecinde önemli rol oynamaktadır. Gerçekliğin inşa edilme süreci ayrıca kitle iletişimi sisteminin içerdiği ve sistemi kuşatan bir dizi bireysel, mesleki, toplumsal ve kültürel etmen tarafından belirlenmektedir. Abstract In the present article, it has been investigated the relationships between mass media and reality. Whether mass media represent the reality as a whole and they reflect the reality in the right way or they construct and reproduce the reality were tried. In the field of communication research, the relationships between mass media and reality isvestigated within the framework of two theoretical approaches. The first approach, called the “mirror approach”, assumes that mass media anda journalists reflect the reality objektively, unbiased, balanced as they are, without degenerating or distorting them. The second approach, called the “constructivist approach”, is based on the belief that mass media construct or reproduce reality. Studies about the relationsships between the mass media and reality in communication research have pointed at some defects of mirror approach. According to the results of these studies, it’s impossible for mass media to reflect the reality exactly and as a whole, because the objective reality is inevitably degenerated and distorted by various factors. The mass media play a important role in the process of the construction of reality. The process of construction of reality has been determined also by the various individual, professional, social and cultural factors that contain and surround the mass communication system. İletişim 2003/17 Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim Fakülteleri Üzerine Bir Araştırma* Erdal DAĞTAŞ** 1. Giriş Bir toplumsal yapı içerisinde yer alan bütün kurumlar, birbirleriyle ilişkileri içinde bir anlam kazanmaktadır. Bir ülkedeki ekonomik ve toplumsal yapı, temel hak ve özgürlükler ne denli gelişmişse; o ülkedeki eğitim sisteminin de o denli sorunsuz ve gelişmiş olduğundan söz edilebilir. Bir başka deyişle, Türkiye'deki ekonominin gelişmişliğiyle, üniversitelerdeki eğitim ve akademik kadronun kalitesi ve gelişmişliği arasında anlamlı bir ilişki bulunmaktadır. Benzer şekilde, bu tespitin tersi de doğrudur. Bunların tamamı ise, bir bütünün ayrılmaz parçalarını oluşturmaktadır. Türkiye’de Şubat 2001 ekonomik krizinin sonrasında, pek çok işçi ve esnafın yanı sıra, medya sektöründe 5 bine yakın insan da işlerini kaybetmiştir (1). 2001 yılı içerisinde DİSK tarafından yayınlanan ve iş güvenliği açısından madencilik ve tekstilden sonra en kötü durumdaki üçüncü sektörün medya olduğunu söyleyen rapor, 2001 başında yaşanan kitlesel işten çıkarmaların habercisi olmuştur (Tılıç, 2001: 147). Bir taraftan medya sektöründe işten çıkarmalar yaşanırken; diğer yandan da 1990’lı yılların başlangıcından itibaren Türkiye’nin pek çok yerinde kurulmuş ya da yeni kurulan üniversitelere bağlı olarak iletişim fakültelerinin açıldığına tanık olunmaktadır. İhtiyaç fazlası yeni iletişim * ** Bu çalışma, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi tarafından düzenlenen akademik seminerler çerçevesinde 2002 Mayıs ayında sunulmuş olup, sonrasında yeniden değerlendirilerek yayına hazır hale getirilmiştir. Bu süreçte düşünceleriyle, bu araştırmanın geliştirilmesine destek sağlayanlara ve özellikle teknik açıdan bu yazının yayına hazır hale getirilmesinde Serhan Koyun’a teşekkür ederim. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü Araştırma Görevlisi İletişim 2003/17 144 Erdal DAĞTAŞ fakültelerinin kurulmasının ardında yatan en önemli nedenlerden biri, bu fakültelerin popüler olma özelliklerinden dolayı üniversitelerin dışarıya yönelik vitrinini oluşturmalarıdır. Ne var ki 2000’lerin Türkiye’si, yirminin üzerindeki iletişim fakültesinden 1500 kadar gazeteci adayının mezun edilmeye başlandığı bir ülke olmuştur. İletişim fakülteleri, hem devlet üniversitelerinin hem de vakıf üniversitelerinin vazgeçilmezleri arasına girmiştir (Atman ve Aksu, 2002: 9). Öte yandan, son yıllarda sayıları hızla artan iletişim fakültelerinin neye öncelik verecekleri konusundaki tartışma ise henüz sonuçlanmış değildir. İletişim fakülteleri, zamanında gazetecilik okullarının kuruluşuna yol açan ve sektörden gelen baskıyı bugün de üzerlerinde hissetmektedirler. İletişim formasyonuna yönelik uygulamalı ve kuramsal dersler arasındaki dengenin nasıl kurulacağı ise, henüz sonuçlandırılmamış bir tartışma olarak karşımıza çıkmaktadır. Kuramsal dersler azalsın ve ders programları sektörün talepleri doğrultusunda oluşturulsun diyenler olduğu gibi; iletişim fakültelerinin işlevinin sektöre eleman kazandırmak olmadığını savunan akademisyenler de bulunmaktadır (Tılıç, 2001: 99). 2000’li yıllarda, medya kuruluşlarının üst yöneticileri son derece eğitimli kişiler olurken, sektörle iletişim fakülteleri arasında belli bir uyumsuzluk yaşandığı da gözlemlenmektedir. 1940’ların Simavi’si üniversiteyi gazetecilik eğitimi için zorlarken; 2001 yılında onun kurduğu gazetenin genel yayın yönetmeni “iletişim fakülteleri, medyaya düşman yetiştiriyor” demektedir. Gazete yöneticisinin “düşman yetiştiriyorlar” sözü, sektörün iletişim fakültesi mezunlarından memnun olmadığının bir ifadesi ise, gazetecilik öğrencilerinin eğitimini gördükleri mesleğe sırtlarını dönmeleri ve 2000’ler Türkiye’sinde medyanın yüzde 17’lik güvenilirlik oranıyla en az güvenilen meslekler arasında sayılması da halkın mevcut medya pratiğinden memnun olmadığının ifadesi olabilir. İletişim fakültelerinin bu pratiği onaylayan gazeteciler yetiştirmesi ise, gerek üniversitenin kendisinin gerekse de “olması gereken” medya pratiğinin reddi anlamına gelecektir (Tılıç, 2001: 101). İletişim 2003/17 Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim… 145 Türkiye gerçekliklerine ilişkin vurgulanan bu noktalar, akademik eğitimi irdeleme ve beraberinde iletişim eğitimini, daha özelde bu çalışmanın konusunu oluşturan gazetecilik eğitimini tartışma açısından konunun çok boyutlu olduğunu dile getirmektedir. Çünkü birbirinden ayrı tutamayacağımız bu dinamikler o ülkedeki eğitim sisteminin kalitesini, akademik kadronun verimliliğini, eğitime verilen önemi belirler. Bu çalışmada, varolan durumu sergileme açısından oldukça önemli, ancak diğer değişkenlere göre arkaplana atılan ders programlarının irdelenmesinden yola çıkarak iletişim fakültelerindeki gazetecilik eğitimi tartışılmaya çalışılacaktır. İletişimin bir alan olarak zenginliği ise, salt sektörün gereksinimlerini gözetmekten öte, ders programlarının hangi amaca yönelik olması gerektiğini tartışmaya açmaktır. Bu ise, günümüzde iletişim fakültelerinin yaşadıkları sorunun doğru tanımlanabilmesiyle mümkündür. Bu anlamda çalışmanın temel amacı, sözü edilen sorunu tanımlamaya ders programlarından yola çıkarak katkıda bulunmaktır. Bu çalışmada, gazetecilik eğitimini üniversitenin geniş hedefleri çerçevesinde ele almaya ve hem mesleğin hem de genel olarak üniversitenin temel gerekleri nasıl bağdaştırılabilir sorusuna yanıt aramaya çalışarak, gazetecilik eğitiminin genel hedefleri ve biçimleri açısından kaynaklık edebilecek bazı düşünceler ileri sürülmektedir. Ancak bu öneriler hiçbir şekilde tamamlanmış olmadığı gibi, demokratik bir üniversite eğitiminin temel kaynağı olan öğrenci aşamasını da kapsamamaktadır. Özellikle öğrenci-öğretim üyesi ilişkisinin bir parçası olan pedagoji açısından ise, gazetecilik eğitiminin bu tür kavranışının getirdiği sonuçlar geliştirilmeyi beklemektedir. Bununla birlikte, bu çalışma, iletişimin disiplinlerarası bir alan olduğu kabulünden hareket ederek, mesleğin gereklerinin nasıl ele alınabileceği üzerine ders programları üzerinde yoğunlaşmayı hedeflemiştir. Bunun için de gerek dünyadan ve gerekse Türkiye'de gazetecilik eğitimini yürüten bazı iletişim fakültelerinin ders programları analiz edilmiştir. Bu çalışmanın arkaplanında ise, kuram ile uygulamanın birbirinden bağımsız düşünülemeyeceği, ancak salt piyasanın taleplerinin gazetecilik eğitiminin belirleyicisi olamayacağı varsayımı yatmaktadır. İletişim 2003/17 146 Erdal DAĞTAŞ 2. Dünyadaki İletişim Eğitiminden Örnekler 2.1. ABD'de İletişim Eğitimi Amerikan eğitim sisteminde iletişim programları, ACEJMC (Accrediting Council for Education in Journalism and Mass Communication) -Gazetecilik ve Kitle İletişim Programları Onay Konseyiadlı bir kuruluştan onay almaktadırlar. Konseyce, eğitim programlarının iletişim öğrencilerini geleceğe hazırlayan bir misyona (profesyonel yeterlilik, bilgi birikimi, sorumluluk bilinci vb.) sahip olmaları hedeflenmiştir. Öğrencilerin, gazetecilik ve iletişim mesleklerinin demokratik bir toplumdaki sivil ve toplumsal öneminin farkına varmalarının altını çizen ACEJMC; aynı zamanda iletişim öğrencilerinin, gazetecilik ve iletişim sektörlerinin içinde işlev gördüğü ekonomik koşulların da bilincinde olmaları gerektiğine vurgu yapmaktadır (Aktaran Gürkan ve İrvan, 2000: 354). Onay Konseyi, tüm okullar için geçerli olacak tek bir eğitim programı belirlememektedir. Her bir fakültenin kendine özgü bir misyonu olabileceğini ve bu biricikliğin de korunması gerektiğini kabul etmektedir. Konsey daha çok, eğitim kurumlarının kendileri için çizdikleri hedefler doğrultusunda karar vermektedir. Ancak bazı sınırlamalar da söz konusudur. Bununla birlikte ACEJMC, ders programlarının geleceğini gazetecilikte ve iletişim sektöründe arayanları tatmin edecek nitelikte olmasına ayrı bir özen göstermektedir. Onay Konseyi, gazetecilik ve iletişim eğitimi ders programının temeli olarak fen-edebiyat (liberal arts and sciences) alanını görmektedir. Konsey, iletişim öğrencilerinin alacağı derslerin önemli bir bölümünün, modern dünya hakkında bilgi birikiminin gelişmesine yardımcı olan disiplinlere (sosyoloji, psikoloji, hukuk, ekonomi, tarih, felsefe, antropoloji, edebiyat, matematik, biyoloji, kimya, jeoloji, coğrafya, güzel sanatlar, siyaset bilimi, yabancı diller vb.) ait dersler olması gerektiğine vurgu yapmaktadır. Ayrıca, iletişim araçlarının tarihi, işlevleri, etkileri, iletişim hukuku ve etik konusunda kuramsal derslere de programda yer verilmektedir (Aktaran Gürkan ve İrvan, 2000: 355). İletişim 2003/17 Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim… 147 Konsey’e göre, iletişim eğitimi veren kurumların öğrencilerin enformasyonu toplamayı, analiz etmeyi, düzenlemeyi ve kitlelere uygun formatlar içinde aktarmayı öğretmeleri gerekmektedir. Bir başka deyişle, ders programı içinde beceri kazandırmayı amaçlayan dersler de yeterli düzeyde yer almak zorundadır. ACEJMC, ortalama 120 kredilik bir iletişim programında 75/25 kuralının uygulanmasını zorunlu hale getirmiştir. Bu kurala göre: (1) Öğrenciler en az 90 kredi-saat miktarında dersi alan dışından almak durumundadır. Bu derslerin de en az 60 kredisi fen-edebiyat alanlarından alınması gerekmektedir. (2) 30 kredi-saatlik alan derslerinin en az 12 kredi-saati, kuramsal iletişim derslerinden (iletişim kuramları, iletişim tarihi, iletişim araçlarının etkileri, iletişim hukuku, iletişim sosyolojisi, iletişim etiği vb.) oluşması zorunluluğu getirilmiştir. Ayrıca, ACEJMC, ABD'de 108 üniversitedeki 109 fakülte ve bölüme onay vermiştir (Aktaran Gürkan ve İrvan, 2000: 355). Amerikan üniversitelerindeki iletişim programlarına bakıldığında, genel olarak bir fen-edebiyat odaklanması olduğu görülmektedir. Zaten ACEJMC de toplam müfredatın dörtte üçünün fen-edebiyat ağırlıklı olmasını istemektedir. Burada temel amaç, öğrencilerin öğrenmeyi öğrenmeleri, değerlendirme yapabilmeyi başarmaları ve iletişimi gerçekleştirebilmeleridir. Fen-edebiyat ağırlıklı eğitimin ana hedefi, öğrencilere yaşam boyu öğrenme deneyimi kazandırmaktır. Öğrenciler bu dersler aracılığıyla düşünmeyi, problem çözmeyi, analiz yapmayı, elde ettikleri verileri kullanmayı öğrenmektedirler (Kock, Kang ve Allen, 1999). Ancak, iletişim öğrencilerinin bu alandan hangi dersleri almalarının daha uygun olacağı konusunda iletişim fakülteleri bir planlama yapmadıkları için; öğrencinin kendisi belli bir alanda yoğunlaşmadığı takdirde bir odaksızlık sorunu ortaya çıkmaktadır (Morrison, 1997). Özellikle seçimlik derslerin fazla olduğu ya da belli bir alanda uzmanlaşmayı öngören eğitim programlarının benimsendiği fakültelerde (İstanbul, Anadolu ve Yeditepe Üniversiteleri vb.) danışmanlık hizmetleri büyük bir önem kazanmaktadır. Aksi takdirde eğitim sistemi, tıpkı Türkiye'de olduğu gibi, yüzeysel bilgilerle donatılmış, eleştirel yeteneklerini geliştirememiş gazeteci adaylarını fakültelerden mezun etmektedir. İletişim 2003/17 148 Erdal DAĞTAŞ 2.2. İngiltere'de İletişim Eğitimi İngiltere'de yüksek öğrenim kurumlarında iletişim ve medya eğitiminin gelişimi oldukça farklı bir rota izlemiştir. Lisans eğitimi, ilk olarak politeknik (2) okullarında verilmeye başlamıştır. Yüksek lisans eğitimi veren üniversiteler ise daha çok araştırmalara ağırlık vermiştir. Önemli araştırma merkezleri arasında Leicester Üniversitesi'nde Centre for Mass Communication Research (Kitle İletişim Araştırmaları Merkezi), Birmingham Üniversitesi'nde Centre for Contemporary Cultural Studies (Çağdaş Kültürel Çalışmalar Merkezi) ve Leeds Üniversitesi'nde Television Research Centre (Televizyon Araştırmaları Merkezi) yer almaktadır (Gürkan ve İrvan, 2000: 358). Lisans programlarının çok geç tarihlerde başlamasının temel nedenlerinin başında, medya kuruluşlarının üniversitelerden çok kendi açtıkları kursları bitirenleri tercih etmeleri gelmektedir. Örneğin, BBC daha çok Oxford ve Cambridge mezunlarını kendi açtığı kurslardan geçirerek işe alma yolunu tercih etmiştir. Gazeteler ise, National Council for the Training of Journalists (Gazetecilik Eğitimi Ulusal Konseyi) tarafından açılan programları bitirenleri işe almıştır. Piyasanın kendisini iletişim eğitimi alan üniversitelilere kapatmasının bir sonucu olarak, politeknik okullarındaki iletişim eğitimi programları da büyük ölçüde pratik bilgilerden çok, kuramsal ağırlıklı derslerden oluşmuştur. Ancak 1980'li yıllardan itibaren İngiliz üniversitelerinde büyük ölçüde disiplinlerarası nitelikte iletişim lisans programları açılmaya başlamıştır (French ve Richards, 1994: 26-27). University of London / Goldsmiths College, buna örnek olarak verilebilir. Goldsmiths College, iletişim alanında birbiriyle bağlantılı üç lisans programına sahiptir. (1) Antropoloji ve İletişim Çalışmaları; (2) İletişim Çalışmaları ve Sosyoloji; (3) Medya ve İletişim. Birincisinde, Toplumsal ve Kültürel Antropoloji'yle Medya ve Kültürel Çalışmalar'ı birleştiren program, alanında tek olma özelliğini taşımaktadır. İkinci program, disiplinlerarası bir iletişimi hedeflemektedir. Üçüncü programda ise, medya pratiği ile iletişim kuramlarının bağdaştırılarak, öğrencilere ilk yıldan itibaren uygulamalı ve kuramsal dersler birarada verilmektedir. İletişim 2003/17 Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim… 149 3. Türkiye’de Gazetecilik Eğitimine İlişkin İlk Adımlar ve 1980 Sonrası Gelişmeler Türkiye'de gazetecilik eğitimine ilişkin ilk çabalar Cumhuriyet döneminin ilk on yılına uzansa da, bu alanda ilk eğitim kurumunun açılışı 1940'lı yılların sonlarına doğru gerçekleşmiştir. Dolayısıyla, yarım yüzyılı aşan (55 yıllık) bir maziye sahip olan iletişim eğitimi veren kurumların tarihsel gelişimi sektörün belirleyiciliğinde olmuştur. Bu anlamda, ilk eğitim kurumu olan ve 1948'de kurulan "İstanbul Özel Gazetecilik Okulu"ndan günümüz iletişim fakültelerine uzanan tarihsel süreçte gazetecilik eğitimi veren kurumlar belli aşamalardan geçmişlerdir. Sektörün talepleri doğrultusunda yaşama geçirilen gazetecilik eğitimini üstlenen yapılanmalar, bugün gelinen noktada yine sektör tarafından fazlaca eleştirilen ve beğenilmeyen kurumlar olarak gündeme gelmektedir. Bugün iletişim fakültelerinde öğrenim gören öğrenciler üzerinde, sanki 30 Ağustos 1948 tarihinde Ulus gazetesinde Server Bedi adıyla yazan Peyami Safa'nın düşüncelerini doğrulayan bir atmosfer hakimdir. Peyami Safa, Gazetecilik Enstitüsü kurulmasıyla ilgili girişimlere o günlerde gülümseyerek bakmakta ve böyle bir enstitüde bir dakikadan fazla sürmeyen tek bir ders verilebileceğini, profesörün kürsüye çıkıp, şunları söylemesinin yeterli olacağını belirtir: "Gençler, gazeteciliğin tek enstitüsü bir gazetenin kendisidir. Ona kapılanmaya bakınız. Burada boşuna vakit kaybetmeyiniz". Bu anlayış bugün de sık sık karşımıza çıkmaktadır. Nitekim, gazetecilik enstitülerinden iletişim fakültelerine giden süreçte, asıl amaç sektörün ihtiyaçlarını gözetmek ve taleplere yanıt vermeye çalışmak olmuştur (Aktaran Gürkan ve İrvan, 2000: 354). Öte yandan, 1947 yılında İstanbul Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı'nı yürüten Sedat Simavi, İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü'ne bir mektup yazarak, üniversitede gazetecilik eğitimi yapmanın zorunlu hale geldiğini belirtir. Bu mektup, Türkiye'deki gazetecilik eğitimine duyulan gereksinimin bizzat sektörden geldiğinin en önemli kanıtıdır. Simavi'ye göre, bu eğitimin ders programında hem kuramsal hem de uygulamaya dönük dersler İletişim 2003/17 150 Erdal DAĞTAŞ bulunmalıydı. Böylece 1950 yılından itibaren, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'ne bağlı Gazetecilik Enstitüsü öğrenci almaya başladı. Daha sonra çeşitli adlarla açılan bu okullar, 1992 yılında "fakülte" olarak yeniden yapılanma sürecine girdiler (Özbek, 1992: 307; Altun, 1999: 245-246; Gürkan ve İrvan, 2000: 354; Tokgöz, 2003: 14-15). İletişim eğitimini üstlenen fakülteler, meslek eğitimi mi yoksa akademik eğitim mi vermelidirler? Teknik eğitimin gerekli araç ve gereçleri olmadan, meslek eğitimi verilebilir mi? Ayrıca bu gerekli mi? Gazete, radyo, televizyon gibi teknolojik iletişim araçları esasına göre örgütlenmiş bir okul, meslek okulu olmaktan kurtulabilir mi? Dolayısıyla bu okullarda iletişim eğitimi nasıl yapılmalı ve nasıl bir öğrenci formasyonu amaçlanmalı? (Mutlu, 1992: 139-140; Özbek, 1992: 308). Bu sorular, iletişimci / gazeteci olabilmek için Peyami Safa'nın vurguladığı gibi, bu okullardan mezun olmanın gerekli olup olmadığı sorgulamasına değin uzatılabilir Yukarıda yer verilen sorularla dile getirilen kaygılar, yüksek öğrenimin esaslarıyla ilgilidir ve aslında sorgulanan üniversite eğitiminin kendisi ve hedefleridir. Öğrencilerin bile "bu bilgiler bana yaşamda nasıl yararlı olacak" diye sorduklarında, yaşam derken dar anlamda meslek gereklerini kastederek katıldıkları bu kaygılar, içinde yaşadığımız dönemin daha geniş bir problemine işaret etmektedir. 'Üniversitelerin öldüğü' iddiasını hatırlatan bu kaygılar, evrensel toplumsal projelerin artık anlamsızlaştığı ve hatta öldüğü iddia edilen, üstelik sadece iddiada kalmayıp gerekleri pratikte yerine getirilen bir dünyada, hiç de şaşırtıcı değil. Bilimsel bilginin sadece teknolojik gelişmenin kaynağı olarak değil, kültürün yaratıcı kaynaklarından biri olarak tasarlandığı modern projede, üniversite eğitiminin birincil amacı eleştirel bilgi geliştirmek olarak görülmekteydi. Bir başka deyişle, üniversite pratik felsefe geleneği içinde düşünülmekteydi. Üniversitelerin gelişiminin dar siyasal amaçlarla planlandığı, üniversite ve öğrenci sayılarıyla ölçüldüğü, sosyal bilimlerin budanmasıyla orantılı görüldüğü, 'iş bitirici' olmayan üniversite mezunlarının işsizlikle ödüllendirildiği 1980'ler sonrası Türkiye'sinde de; iletişim gibi genel eğilimi piyasanın ve 'çağ atlama'nın gereklerine bağlanabilecek bir eğitim ile üniversite mantığının boşaltılması doğaldır. Küresel olarak yeni bilgi İletişim 2003/17 Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim… 151 teknolojilerindeki gelişme ve Türkiye'de 1980'ler sonrası iletişim sektöründeki, sonradan özel radyo ve televizyonların ortaya çıkmasıyla da desteklenen patlama, bu yönde piyasanın teknik personel ve meslek adamı taleplerini hızla arttırmış durumdadır (Özbek, 1992: 309). Dolayısıyla iletişim / gazetecilik eğitimi üzerine düşünmeye, üniversite eğitiminin hedeflerine yönelik şu temel soruyla başlamak uygun görünmektedir: Üniversiteler içinde yer aldıkları toplumun yeniden üretiminde işlevsel olan, bir başka deyişle piyasanın taleplerini karşılayan meslekî bilgi ve becerileri üretmek ve aktarmakla sınırlı kalabilir mi? Bu sorunun yanıtının olumsuz olduğu ve üniversite eğitiminin meslek eğitiminden öte hedeflere sahip olması, bunun da iletişim dahil her eğitim alanı açısından geçerli olması gerektiği açıktır. Habermas (1992: 1-4)'a dayanarak, üniversitelerin "... teknolojik kullanıma elverişli bilgi üretme ve aktarmanın ötesine uzanan, ... üç görevden hiçbir şartta" kaçınamayacağını söyleyebiliriz. Bunlar, "yazılı olmayan meslekî standart erdemlerini" geliştirmek; öğrencilerin ve genel kamunun "kendini anlaması"nı da sağlayacak olan "toplumun kültürel geleneğini aktarmak, yorumlamak ve geliştirmek" ve "öğrencilerin politik aydınlanmasını" sağlamaktır. Türkiye’de 1990’lı yılların başında Basın Yayın Yüksek Okulları, fakültelere dönüşmüştür. "Radyo Televizyon ve Sinema", "Gazetecilik" ve "Halkla İlişkiler ve Tanıtım" dallarında diploma veren Basın Yayın Yüksek Okulları'nın bu bölümleri korunmuştur. Ancak, bölümlerin altına anabilim dalları yerleştirilmiştir. Örneğin Gazetecilik Bölümü; Genel Gazetecilik, Basın Ekonomisi ve İşletmeciliği, Basın Yayın Tekniği ve Bilişim olarak dört anabilim dalına ayrılmış ve eğitim kadrosu bu anabilim dallarına ayrıştırılmıştır. Ne var ki, bu durumun her fakültede işlevsel olarak yürütüldüğünden söz etmek mümkün değildir. Öte yandan, anabilim dallarına lisans, yüksek lisans ve doktora programları açma hakkı tanınmıştır. Sonuç olarak, dünyada benzeri olmayan bir uzmanlaşma, tepeden inmeci bir anlayışla iletişim ve gazetecilik eğitiminin içine yerleştirilmeye çalışılmıştır (İnal, 1996: 205-206; Tokgöz, 2003: 24). İletişim 2003/17 152 Erdal DAĞTAŞ Aralarına kalın duvarlar örülen disiplinler arasına köprüler kurulmaya çalışıldığı günümüzde, Türkiye'deki gazetecilik bölümleri, değil genel bir iletişim sorunsalı, kitle iletişim sorunsalı ile de köprüleri atıp, uzmanlaşmış bir alan olarak kendi kimliklerini tanımlamak zorunda bırakılmıştır. Gazetecilik eğitimine ilişkin yeni bir uygulama da, lise dengi Teknik Mesleki Eğitim programları biçiminde alana uzman personel yetiştirmeye yöneliktir. Radyo Televizyon dalında bu eğitim başlamış, diğer medya dallarında da plan aşamasındadır. Ayrıca geçtiğimiz yıllarda açılan İletişim Meslek Liseleri ile üniversite mezunlarına yönelik açılan özel kurs programlarından da bahsetmek mümkündür (Tokgöz, 2003: 30). Hürriyet Vakfı'na bağlı olarak 1990 yılında kurulan "Erol Simavi Özel İletişim ve Eğitim Merkezi"nin gazetecilik mesleğinin geliştirilmesini amaçlamıştır. Merkez, faaliyetlerine bir süre sonra son vermiştir. Benzer bir girişim de 1995 yılında "Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı" tarafından başlatılmıştır. Vakıf çalışmalarını halen sürdürmektedir. "Akademi İstanbul" adlı kuruluş ise, Ekim 1995 tarihinden itibaren, iki yıllık bir program çerçevesinde gazetecilik, işletme iletişimi, televizyon / radyo, reklâmcılık ve siyasal iletişim gibi alanlarda kurslar düzenlemektedir (Altun, 1999: 249). Tüm bu gelişmeler, medya ve gazetecilik alanlarında, piyasaya gün geçtikçe daha çok sayıda meslekî eğitim görmüş insan gücünün sunumunu da beraberinde getirmektedir. Türkiye'de yaşanan bu gelişmenin, alanda oluşan talepten mi; yoksa oy kaygısına yönelik miyop siyasal politikalardan mı kaynaklandığı sorusu yanıt beklemektedir. İkinci durum, alınan kararlarda daha belirleyici bir konuma sahip görünmektedir. Medya eğitimiyle ilgili temel kaygılardan biri, medya eğitiminin endüstriye işgücü yetiştirmeye yönelik olarak düzenlenmesidir. Gazetecilerin, montaj hattında çalışan işçilere dönüşmesini kolaylaştıran bir eğitim anlayışı, eğitim kurumlarının statükocu eğilimlerini yansıtıyordu. Gerek ABD'de yaşanan bütçe kesintilerinden kaygılanarak alanın kimliğini tanımlamaya yönelen kuramcılar, gerekse eleştirel pedagoji anlayışını benimseyerek, eğitim kurumlarını demokratik kamusal alanlara dönüştürme İletişim 2003/17 Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim… 153 gereği üzerinde duran eğitimciler bu ortak kaygıda birleşiyorlar. Türkiye'de gazetecilik ve medya eğitiminin bugünkü yapılaşmasına baktığımızda ise, bu kaygı katlanarak büyümektedir (İnal, 1996: 207). Tekelleşme olgusu, bugün Türkiye'de alternatif (karşıt / muhalif) medyanın gelişmesine ayak bağı olurken ve neredeyse bütünüyle engellerken, birden çok gazete ve bir televizyon kuruluşunu elinde bulunduran yayın kuruluşları, izleyici sayılarını artırmak için daha nitelikli bir habercilik ve kamusal yayıncılık anlayışını benimsemek yerine; büyük paralarla transfer edilen "popüler" gazetecilerle ve promosyonlar aracılığı ile yayınlarını sürdürmektedir. Eğitim kurumlarından her yıl alana daha büyük sayıda sunulan işgücü, ücretlerin düşük tutulmasını, her an işten çıkarılma tehdidini genç gazetecilerin kaderi haline getirmektedir. Lise dengi teknik okulların eğitiminin genişletilip yaygınlaştırılmasına yönelik anlayış ise, asgarî ücretle çalışabilecek, biraz bilgili, biraz uzman ancak montaj hattındaki akışa daha az karşı çıkacak gençleri endüstrinin hizmetine sunarken; özgürleşimci, demokratik idealleri neredeyse bütünüyle gözardı etmiş görülmektedir (İnal, 1996: 207; Nalçaoğlu, 1998; Tekinalp, 2000: 466). Türkiye'de gazetecilik eğitimi üzerine ilk girişimlerin üzerinden geçen 55 yıllık süre içerisinde, kurulan / dönüşen fakültelerin ders programlarında kesişmeler / benzeşmeler gözlemlense de; kurumların benimsedikleri temel anlayış çerçevesinde, kendilerine özgü eğitim programlarını yaşama geçirdiklerine tanık olunmaktadır. Sözü edilen eğitim programlarının nasıl oluşturulduğu, bu araştırmanın konu ve kapsamı dışında olmasının ötesinde; Türkiye’deki iletişim fakültelerinin gazetecilik bölümlerine ilişkin ders programlarının hangi kriterlere göre oluşturulduğu ayrıca ele alınması gereken bir konu olarak önem kazanmaktadır. Bu yüzden gazetecilik bölümü ders programlarına ilişkin genel bir değerlendirmeye gitmenin güçlüğü bir tarafa; arzu edilmese de bu çalışmada yapay olarak yaratılmış "kuram / uygulama" ikiliğine başvurularak, örnek olarak seçilen iletişim fakültelerinin gazetecilik bölümlerinin eğitim programlarındaki dersler değerlendirilmiştir. İletişim 2003/17 154 Erdal DAĞTAŞ Bunun için de, iletişim fakültelerindeki ders programları, "üçlü bir kategorileştirme" çerçevesinde ele alınmıştır. Birincisi, iletişim eğitimine altyapı sağlayan sosyal bilimlerde disiplin olma hüviyetini kazanmış "genel formasyon"a yönelik temel kültür dersleri; ikincisi iletişim ve kitle iletişimini konu alan "kuram ve kavramsal çerçeve" dersleri; üçüncüsü ise uzmanlaşmaya yönelik "uygulama" dersleri eğitim programlarını oluşturmaktadır. Bununla birlikte, irdelenen bu iki kategoriyi (iletişim kuram ve kavramları ve uygulama alanına dönük dersler) iletişim formasyonuna yönelik dersler kapsamında değerlendirmek mümkündür. Burada genel formasyona yönelik temel kültürden kastedilen ise, Gramsci’ye göre “kültürü ansiklopedik bir bilgi, insanları da yalnızca dış dünyadan gelen çeşitli dürtülere yanıt veren, kafaları bir sözlük sütunu gibi görgül verilerle ve bir yığın bağlantısız ham malzemeyle doldurulacak alıcılar olarak görmek alışkanlığından vazgeçmek”tir (Aktaran Merrington, 1985). Araştırma, 2001-2002 eğitim-öğretim dönemi itibariyle dokuz iletişim fakültesinin gazetecilik bölümlerinin yürürlükte olan ders programları göz önünde bulundurularak gerçekleştirilmiştir. Sözü edilen iletişim fakültelerinin gazetecilik bölümlerinin dört yıllık ders programları internet ortamındaki web sayfalarından, öğrenci kılavuzlarından ve fakülte dekanlıkları ile bağlantıya geçilerek elde edilmiş ve doğruluğu teyit edilmiştir. Öte yandan, bazı iletişim fakültelerinin gazetecilik bölümlerinin ders programlarında yer alan derslerin içeriğine ilişkin tanımlardan; diğerlerinde ise sadece derslerin adlarından yola çıkarak bu kategorileştirme gerçekleştirilmiştir. Programlardaki dersler, “genel formasyon“, “iletişim kuram ve kavramları“ ve “uygulama“ şeklinde oluşturulan üçlü sacayağına dahil edilecek şekilde sınıflandırılmıştır. Daha somut bir ifadeyle, analiz edilen ders programlarında Sosyoloji, Psikoloji, Sosyal Psikoloji, Ekonomi, Hukuk, Felsefe, Antropoloji, Siyasat Bilimi vb. dersler “genel formasyon“a yönelik dersler kapsamında ele alınmıştır. Bununla birlikte, İletişim Bilimine Giriş, Kitle İletişim Kuramları, Medyanın Ekonomi Politiği, Kültürel Çalışmalar, Medya Etiği, İletişim Sosyolojisi, Popüler Kültür, İletişim Bilimlerinde Araştırma Yöntemleri vb. dersler ise “iletişim kuram ve İletişim 2003/17 155 Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim… kavramları“na yönelik dersler başlığında değerlendirilmiştir. Son olarak, Haber Toplama ve Yazma Teknikleri, Gazete Yazı Türleri, Masaüstü Yayıncılık, Basın Fotoğrafçılığı, Bilgisayar Uygulamaları, Gazetecilik Uygulamaları vb. dersler de “uygulama“ya dönük dersler bağlamında değerlendirilmiştir. Bugün gelinen noktada, özetle iletişim eğitiminin devlet, vakıf ve özel kurs programları çerçevesinde yürütüldüğü gözlemlenmektedir. Özellikle 1990'lı yılların başında Basın Yayın Yüksek Okulları'nın İletişim Fakülteleri‘ne dönüştürülmesiyle birlikte, dönemin ekonomik ve siyasal atmosferinin sonucu olarak kurulan yeni üniversitelerde herhangi bir hazırlık yapılmaksızın (temel altyapı eksiklikleriyle birlikte) yeni iletişim fakültelerinin çevredeki üniversitelerde de açılması gündeme gelmiştir. Bu konuda gerekli önlemler alınmadığı takdirde, "her üniversiteye bir iletişim fakültesi" adı altında bugün yirmiyi aşan iletişim fakültesinin sayısı, il yapılan kentlerin ve açılan yeni üniversitelerin sayısıyla doğru orantılı olarak artacaktır. 4. Türkiye'deki İletişim Fakültelerinde Gazetecilik Eğitimi Programlarının Değerlendirilmesi İletişim Fakülteleri‘nin ders programlarını analiz ederken, kamu ve vakıf ayrımına gidilmiştir. Kamu / devlet üniversitelerinde yürütülen iletişim eğitimi ise, "merkez" ve "çevre" bölgelerde olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Vakıf üniversitelerinin yürüttüğü iletişim eğitiminin yanı sıra, yine metropol kentlerde açılan özel eğitim kurslarına ise yukarıda değinilmiştir. Temel tartışma konusu ise, bu kurumlardaki eğitim programlarının belirtilen sınıflandırma çerçevesinde bir kıyaslaması olacaktır. Burada merkez / çevre ayrımına, iletişim eğitimi veren üniversitelerin Türkiye coğrafyasında konumlandıkları bölgeyi, o bölgenin gelişmişlik düzeyini ve sahip olduğu ekonomik, toplumsal ve kültürel donanımları irdelemesi açısından başvurulmuştur. Merkez / metropol bölgelerdeki üniversitelere bağlı İletişim Fakülteleri hem iletişim eğitimine farklı adlarla ve yapılanmayla başlamış olmaları İletişim 2003/17 156 Erdal DAĞTAŞ hem de tarihsel bir geçmişe sahip olduklarından dolayı İstanbul, Ankara, Gazi ve Ege Üniversiteleri'nin Gazetecilik Bölümü ders programları bu bağlamda analiz edilmiştir. Sözü edilen iletişim fakülteleri gibi, Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi de göz ardı edilmeyecek bir geçmişe sahiptir. Ancak yapılan sınıflandırma gereği, sözü edilen İletişim Fakültesi‘nin Basın ve Yayın Bölümü çevrede yer alan üniversiteler bağlamında değerlendirilmiştir. Bu kategoride, kuruluşu eskiye dayanmayan Selçuk Üniversitesi ve yeni kurulan Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin Gazetecilik Bölümü eğitim programları da yine bu kapsamda ele alınmıştır. Son olarak ise, Yeditepe ve Doğu Akdeniz Üniversiteleri’ndeki Gazetecilik Bölümleri’nin ders programları ise vakıf üniversiteleri temsilen incelenmiştir. 4.1. Merkezdeki Üniversitelerde Gazetecilik Eğitimi İletişim Fakülteleri’nin Gazetecilik Bölümleri’nin ders programlarında genel formasyona yönelik dersler şu temel başlıklar altında sınıflandırılmıştır: “Felsefe“, “Sosyoloji ve Antropoloji“, “Psikoji“, “Hukuk“, “Ekonomi“, “Siyasal Bilimler ve Düşünce Tarihi“, “Araştırma Yöntemleri, Bilimsel Kuramlar ve İstatistik“, “Güzel Sanatlar, Estetik ve Kültür“ ve “YÖK“ dersleri. Merkezde yer alan üniversitelerin İletişim Fakülteleri’nin Gazetecilik Bölümleri’nin ders programları karşılaştırıldığında, temel kültüre yönelik genel formasyon başlığı altında toplanan zorunlu ve seçimlik derslere en fazla oranda Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin Gazetecilik Bölümü’nde (bundan sonra metinde Ege İletişim olarak anılacaktır) rastlanılmıştır. Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin Gazetecilik Bölümü’nün ders programında 22 adet zorunlu ve 62 adet de seçimlik genel formasyona yönelik derse eğitim programında yer verilmiştir. Zorunlu derslerin önemli bir oranını “Siyasal Bilimler ve Düşünce Tarihi“ne yönelik dersler (yüzde 31.9) oluşturmaktadır. Ayrıca, yüzde 22.8 ile “Ekonomi“ ile ilgili derslere de, eğitim programında önemli bir oranda yer verilmiştir. Benzer şekilde Ege İletişim’in ders programında ise, genel formasyona yönelik kredi toplamı açısından, en fazla sıklık oranına irdelenen bu iki ders grubunun sahip olduğu sonucuna ulaşılmıştır (Bakınız Tablo-1). İletişim 2003/17 Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim… 157 TABLO 1 GELECEK İletişim 2003/17 158 Erdal DAĞTAŞ Öte yandan, merkezde yer alan diğer İletişim Fakülteleri’nin Gazetecilik Bölümleri’nin ders programlarında, genel formasyon alanına yönelik zorunlu derslerin sayı ve kredi açısından sıklık oranları ise homojen bir dağılım göstermiştir. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde (bundan sonra metinde İstanbul İletişim olarak anılacaktır) bu alana dönük toplam 14 adet ders / 32 kredi, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde (bundan sonra metinde Gazi İletişim olarak anılacaktır) 15 adet ders / 39 kredi ve Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde de (bundan sonra metinde Ankara İletişim olarak anılacaktır) 17 adet ders / 53 kredi eğitim programlarına yansımıştır (Bakınız Tablo-1). Genel formasyon alanına dönük olarak seçimlik derslere ise, en fazla sıklık oranında Ankara İletişim’in ders programında rastlanılmıştır. Ankara İletişim’in eğitim programında, toplam 26 adet / 77 kredi oranında genel formasyon dersine tanık olunurken; onu sırasıyla 13 adet / 39 kredi oranıyla Gazi İletişim ve 5 adet / 13 kredi oranıyla da Ege İletişim’in ders programları izlemiştir. İstanbul İletişim’in eğitim programında ise, genel formasyon alanına yönelik herhangi bir seçimlik derse yer verilmemiştir (Bakınız Tablo-1). Ankara İletişim’deki genel formasyon alanına yönelik seçimlik derslere ilişkin en yüksek sıklık oranına “Siyasal Bilimler ve Düşünce Tarihi“ (yüzde 31) ve “Güzel Sanatlar, Estetik ve Kültür“ (yüzde 23.1) alanındaki derslerin sahip olduğu gözlemlenmiştir. İstanbul İletişim’in eğitim programında seçimlik derslere üçüncü ve dördüncü sınıflarda yer verilmiştir. Üçüncü sınıfta, Gazetecilik Bölümü öğrencilerine “Radyo, Televizyon ve Sinema“ ve “Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümleri“nin derslerinden seçim yapabilme özgürlüğü tanındığı gibi; dördüncü sınıfta ise “Uzman Gazetecilik (I-II)” adı altında başlıca şu dersler arasından seçim yapabilme olanağı sağlanmıştır: Çevre Basını, Spor Basını, Ekonomi Basını, Sağlık Gazeteciliği, Parlamento Gazeteciliği ve Kültür Gazeteciliği. Benzer şekilde, Ankara İletişim’de Gazetecilik Bölümü eğitim programında yer alan seçimlik dersler, diğer bölüm öğrencileri İletişim 2003/17 Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim… 159 tarafından seçilebileceği gibi, Gazetecilik Bölümü öğrencileri de diğer bölümlerin seçimlik derslerini alabilme özgürlüğüne sahiptir. Bununla birlikte, Gazi İletişim’in eğitim programında dört yıl süresince okutulan toplam 43 adet zorunlu dersten 15’i genel formasyon, 15’i iletişim kuram ve kavramları ve 13’ü ise uygulama alanına yönelik derslerden oluşmaktadır. Toplam 69 adet seçimlik dersten ise, 13’ü genel formasyon, 28’i iletişim kuram ve kavramları ve 28’i de uygulamaya yönelik derslerden oluşmaktadır. İletişim Fakülteleri’nin Gazetecilik Bölümleri’nin ders programlarında iletişim kuram ve kavramlarına yönelik dersler ise şu temel başlıklar altında sınıflandırılmıştır: “Kitle İletişim Kuramları ve İletişim Alanları”, “İletişim ve Medya Tarihi“, “İletişim Hukuku ve Etiği“, “İletişim / Medya Ekonomisi, İşletmecilik, Finansman, Muhasebe“, “İletişim Teknolojileri“ ve “Mezuniyet Projesi (Seminer / Bitirme Tezi)“. Merkezde yer alan üniversitelerin İletişim Fakülteleri’nin Gazetecilik Bölümleri’nin ders programlarında iletişim kuram ve kavramlarına yönelik zorunlu derslere en fazla sıklık oranında Gazi ve İstanbul İletişim’in yer verdiği gözlemlenmiştir. Gazi İletişim, 15 adet ders / 43 kredi oranında bu kategorideki derslere eğitim programında yer ayırırken; İstanbul İletişim ise 13 adet ders / 39 kredi oranında yer vermiştir. Bu anlamda, her iki İletişim Fakültesi’nin bu kategoride birbirine benzerlik gösterdiğinden söz edilebilir. Ege İletişim’de 10 adet ders / 30 kredi ve Ankara İletişim’de ise 9 adet ders / 33 kredi olarak iletişim kuram ve kavramlarına yönelik dersler eğitim programlarına yansımıştır (Bakınız Tablo-2). Ayrıca, en fazla sıklık oranında “Kitle İletişim Kuramları ve İletişim Alanları” derslerine zorunlu dersler kategorisinde Gazi (yüzde 35.4) ve İstanbul İletişim’in (yüzde 38.4) yer verdiğine tanık olunmuştur. İletişim 2003/17 160 Erdal DAĞTAŞ Tablo-2 gelecek İletişim 2003/17 Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim… 161 Merkezdeki üniversitelere ilişkin örnek olarak seçilen İletişim Fakülteleri’nden, iletişim kuram ve kavramlarına yönelik seçimlik dersler kapsamında en fazla sıklık oranına Gazi İletişim’in (28 adet ders / 84 kredi) eğitim programında rastlanılmıştır. Onu, 17 adet ders / 54 kredi ile Ankara İletişim’in eğitim programı izlemiştir. Diğer yandan, Ege İletişim 5 adet ders / 15 kredi oranında bu derslere eğitim programında yer verirken; İstanbul İletişim’in ders programında ise iletişim kuram ve kavramlarına ilişkin herhangi bir seçimlik derse rastlanılmamıştır (Bakınız Tablo-2). Seçimlik iletişim kuram ve kavramlarına ilişkin olarak en fazla sayıda dersin yine Gazi ve Ankara İletişim’in ders programlarında yer verildiği gözlemlenmiştir. Gazi İletişim’de 21 adet ders / 63 kredi ile yüzde 75 oranında “Kitle İletişim Kuramları ve İletişim Alanları” derslerine yer verilirken; Ankara İletişim’de ise 10 adet ders / 32 kredi ile yüzde 59 civarında bu dersler belirginlik kazanmıştır. Merkezdeki üniversitelerin İletişim Fakülteleri’nin Gazetecilik Bölümleri’nin ders programlarında uygulamaya yönelik dersler de şu temel başlıklar altında ele alınmıştır: “Gazete Yayımlama Teknikleri”, “İnternet ve Web Tasarımı”, “Fotoğrafçılık Uygulamaları”, “Bilgisayar Uygulamaları”, “Haber Toplama-Yazma, Yazınsal Türler, Gazetecilik Türleri, Haber Değerlendirme” ve “Grafik, Animasyon, Radyo, Televizyon, Sinema, Reklam Uygulamaları”. Uygulama alanına yönelik olarak incelenen Gazetecilik Bölümü ders programlarından, İstanbul ve Ege İletişim’in zorunlu dersler kapsamında uygulama derslerine en fazla oranda yer verdiği saptanmıştır. İstanbul İletişim 19 adet ders / 57 kredi oranında uygulama derslerine programda yer ayırırken; Ege İletişim ise 17 adet ders / 46 kredi oranında yer ayırmıştır. Bunları takiben Gazi İletişim 13 adet ders / 37 kredi ve Ankara İletişim ise 9 adet ders / 33 kredi oranında çeşitli uygulama dersine eğitim programlarında yer vermiştir (Bakınız Tablo-3). İletişim 2003/17 162 Erdal DAĞTAŞ Tablo-3 gelecek İletişim 2003/17 Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim… 163 Öte yandan, merkezdeki üniversitelerin İletişim Fakülteleri’nin eğitim programlarında uygulamaya yönelik seçimlik derslere ise en fazla sıklık oranında Gazi İletişim’in (38 adet ders / 84 kredi) eğitim programında yer verilmiştir. Onu, sırasıyla Ankara İletişim 19 adet ders / 64 kredi, İstanbul İletişim 6 adet ders / 18 kredi ve Ege İletişim 1 adet ders / 3 kredi ile izlemektedir. Merkezde yer alan her dört İletişim Fakültesi’nin Gazetecilik Bölümü ders programında, uygulamaya yönelik zorunlu dersler içerisinde “Haber Toplama-Yazma, Yazınsal Türler, Gazetecilik Türleri, Haber Değerlendirme” başlığı altanda değerlendirilen derslerin en yüksek sıklık oranında yer aldığı tespit edilmiştir. İstanbul İletişim’in ders programında irdelenen kategorideki derslere en yüksek sıklık oranında yer verilirken (13 adet ders / 39 kredi); onu takiben merkezde konumlanan diğer İletişim Fakülteleri’nin ders programlarından elde edilen oranlar ise Tablo-3’den izleneceği üzere şu şekildedir: Ankara İletişim (7 adet ders / 25 kredi, yüzde 75.8), Ege İletişim (9 adet ders / 23 kredi, yüzde 50) ve Gazi İletişim (5 adet ders / 13 kredi, yüzde 35.1). Uygulama alanına yönelik seçimlik derslerin merkezdeki üniversitelere ilişkin bir kıyaslaması yapıldığında, zorunlu derslere yönelik tespit edilen oranların, seçimlik derslere ilişkin olarak da genellenebilmesi mümkün olmuştur. Öte yandan, “Haber Toplama-Yazma, Yazınsal Türler, Gazetecilik Türleri, Haber Değerlendirme” adı altında sınıflandırılan uygulamaya yönelik seçimlik derslerin, incelenen merkezdeki İletişim Fakülteleri’nin Gazetecilik Bölümü ders programlarına da en yüksek sıklık oranında yansıdığı gözlemlenmiştir. Özetle, merkezdeki İletişim Fakülteleri’nin kendi aralarında bir karşılaştırması yapıldığında, zorunlu genel formasyon derslerinin sayı ve kredi oranları açısından Ankara ile Ege İletişim’in; diğer yandan da İstanbul ile Gazi İletişim’in ders programlarının birbirine benzerlik gösterdiği İletişim 2003/17 164 Erdal DAĞTAŞ gözlemlenmiştir. Bununla birlikte, seçimlik genel genel formasyon derslerine yönelik olarak da incelenen ders programları birbirinden farklılaşmaktadır. Bu kategoride, en fazla sıklık oranına Ankara İletişim’de rastlanılırken (26 adet ders / 77 kredi); Gazi İletişim’de 13 adet ders / 39 kredi ve Ege İletişim’de ise 5 adet ders / 13 kredi eğitim programlarına yansımıştır. İstanbul İletişim’de ise, bu kategoride hiçbir seçimlik derse rastlanılmamıştır. İletişim kuram ve kavramlarına yönelik zorunlu dersler bağlamında ise, İstanbul (13 adet ders / 39 kredi) ve Gazi İletişim’in (15 adet ders / 43 kredi) ders programları birbirine benzerlik göstermektedir. Zorunlu dersler kapsamında ise, Ankara ve Ege İletişim’in ders programları benzerlik göstermektedir. Seçimlik iletişim kuram ve kavramlarına yönelik dersler açısından da, Gazi ve Ankara İletişim’in ders programları öğrencilere önemli bir seçenek bolluğu sunmaktadır. Ege İletişim’in ders programında bu oran çok küçük kalırken, İstanbul İletişim’de ise bu alana yönelik hiçbir seçimlik derse programda yer verilmemiştir. Uygulamaya yönelik zorunlu dersler açısından ise, İstanbul (19 adet ders / 57 kredi) ve Ege İletişim’in (17 adet ders / 46 kredi) ders programları birbirine benzerlik göstermiştir. Gazi İletişim’in eğitim programında bu oran (13 adet ders / 37 kredi), Ankara İletişim’in (9 adet ders / 33 kredi) ders programından elde edilen orandan daha yüksektir. Öte yandan, uygulamaya yönelik seçimlik dersler açısından, en yüksek oran ve krediye sahip Ankara ve Gazi İletişim’in ders programları birbirine benzerlik gösterirken; İstanbul İletişim’in ders programında seçimlik uygulama derslerinin oranı daha azdır. Ege İletişim’in eğitim programında ise seçimlik uygulama dersi ise yok denecek kadar azdır. Burada değinilmesi gereken önemli noktalardan biri, uzmanlaşmaya yönelik çoğu derste "kuram / uygulama" ikiliğinin aşılması ve kuramsal bilgilerin uygulama derslerine taşınması ya da karşılıklı etkileşimi açısından teorik olarak verilmesi ve ders programında da teorik dersler kapsamında İletişim 2003/17 Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim… 165 değerlendirilmesidir. Bu tespite örnek olarak Ankara İletişim’in ders programında Yargı Muhabirliği, Magazin Muhabirliği, Parlamento Muhabirliği, Yaratıcı Araştırmacı Gazetecilik, Yaratıcı Yazarlık, Yorum Gazeteciliği, Sanat Muhabirliği, Ekonomi Muhabirliği, İleri Muhabirlik, Yazın Türleri, Konuşma Metni Yazarlığı türünden yer verilen dersler ileri sürülebilir. İnal (1996: 211)'ın da vurguladığı gibi, Türkiye'de gazetecilik eğitiminde, uygulama derslerine kuramsal bilgilerin taşındığını, özellikle de pratiklerle, eleştirel pedagoji anlayışını benimseyenlerin olmasının gerektiğini belirttikleri biçimde bütünleştiğini düşünmek neredeyse olanaksız. İletişim Fakülteleri‘nin diğer bölümlerinde olduğu gibi, Gazetecilik Bölümleri’nde de uygulamaya yönelik, meslekî pratiklerin öğretildiği dersleri kimi zaman hiçbir akademik kariyeri olmayan "alaylı"lar vermektedir. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nün ders programının belirlenen sınıflandırmaya göre (genel formasyon, iletişim kuram ve kavramları, uygulama) genel dağılımının birbirine yakın olduğu gözlemlenmiştir. Programda uygulamayı ihmal etmeyen ancak, meslekî uzmanlaşmaya destek sağlayan genel formasyon ve iletişim derslerine daha fazla ağırlık verildiği gözlemlenmiştir. Öte yandan, seçimlik derslere eğitim programında zorunlu derslere kıyasla daha az oranda yer verildiği saptanmıştır. Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nün ders programının analizi yapıldığında, genel formasyon ve iletişim kuram ve kavramlarına yönelik derslerin sayısının ve ağırlık oranlarının uygulamaya yönelik derslerden daha fazla olduğu görülmektedir. Öte yandan, seçimlik derslerin azlığı, sadece birinci sınıfta yer alması ve öğrencilere alternatif seçim olanakları sağlayamaması dikkat çekmektedir. İletişim 2003/17 166 Erdal DAĞTAŞ 4.2. Çevredeki Üniversitelerde Gazetecilik Eğitimi Araştırma kapsamı dahilinde çevredeki üniversitelere örnek olarak seçilen İletişim Fakülteleri’nin Gazetecilik Bölümleri’nin ders programları Anadolu, Selçuk ve Atatürk Üniversiteleri göz önünde bulundurularak analiz edilmiştir. Anadolu Üniversitesi'ni diğer üniversitelerin İletişim Fakülteleri‘nden farklı kılan, adının "İletişim Bilimleri Fakültesi" olması ve yaygın bölüm adlarından değişik isimlerle anılan dört bölüme sahip olmasıdır. Bunlar, "Basın ve Yayın", "Sinema ve Televizyon", "İletişim Sanatları" ve "İletişim Bilimleri" bölümleridir. İrdelenen bu örneklem içerisinde Anadolu Üniversitesi’nin, çevredeki diğer üniversitelere kıyasla gerek tarihsel mirası gerekse kurumsal yapılanması açısından merkezdeki üniversitelerle birlikte değerlendirilmesi mümkün gözükse de; araştırmada yapılan sınıflandırma gereği bu üniversiteye bağlı İletişim Bilimleri Fakültesi’nin Basın-Yayın Bölümü’nün ders programının çevredeki üniversiteler kapsamında değerlendirilmesi uygun görülmüştür. Zorunlu genel formasyon derslerine ilişkin olarak ders sayısı ve kredi oranları açısından Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi BasınYayın Bölümü ders programı (bundan sonra metnin ilerleyen bölümlerinde Anadolu İletişim olarak anılacaktır) 18 adet ders ile Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü ders programında (bundan sonra metnin ilerleyen bölümlerinde Selçuk İletişim olarak anılacaktır) aynı kategoride yer verilen toplam 21 adet ders ile benzerlik göstermektedir. Ancak, kredi oranlarında önemli bir farklılık yaşanmaktadır. Anadolu İletişim’de zorunlu genel formasyon dersleri 53 krediye sahip iken; Selçuk İletişim’de bu oran 33 kredi olarak tespit edilmiştir. Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü ders programında (bundan sonra metnin ilerleyen bölümlerinde Atatürk İletişim olarak anılacaktır) zorunlu genel formasyon dersleri eğitim programına 29 adet ders / 73 kredi gibi çok yüksek bir sıklık oranında yansımıştır (Bakınız Tablo-4). İletişim 2003/17 Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim… 167 Tablo-4 gelecek İletişim 2003/17 168 Erdal DAĞTAŞ Diğer yandan, Tablo-4’den de gözlemleneceği üzere, seçimlik genel formasyon alanına yönelik derslerin analiz konusu fakültelerin ders programlarına göre dağılımı ise şöyle gerçekleşmiştir: Anadolu İletişim 13 adet ders / 33 kredi ve Selçuk İletişim 10 adet ders / 20 kredi. Bununla birlikte, Atatürk İletişim’in ders programında genel formasyon alanına yönelik olarak herhangi bir seçimlik derse rastlanılmamıştır. Anadolu İletişim’in eğitim programında genel formasyon alanında zorunlu dersler olarak en fazla sıklık oranına “YÖK” dersleri (6 adet ders / 19 kredi, yüzde 35) ve “Güzel Sanatlar, Estetik ve Kültür”e yönelik dersler (3 adet ders / 9 kredi, yüzde 17) sahipken; Selçuk İletişim’in ders programında da zorunlu dersler bağlamında “YÖK” dersleri (6 adet ders / 12 kredi, yüzde 28.5) ve “Araştırma Yöntemleri, Bilimsel Kuramlar ve İstatistik” alanına yönelik dersler öne çıkmıştır. Atatürk İletişim’de ise, diğer İletişim Fakülteleri’nin ders programlarında olduğu gibi başta “YÖK” dersleri olmak üzere (6 adet ders / 12 kredi, yüzde 20), “Hukuk” (5 adet ders / 14 kredi, yüzde 19) ve “Siyasal Bilimler ve Düşünce Tarihi” (4 adet ders / 9 kredi, yüzde 13) alanındaki dersler en yüksek sıklık oranına sahip dersler olarak programa yansımıştır (Bakınız Tablo-4). Genel formasyon alanına dönük seçimlik dersler bağlamında ise, Anadolu İletişim’de “Güzel Sanatlar, Estetik ve Kültür” (6 adet ders / 13 kredi, yüzde 40) ve “Siyasal Bilimler ve Düşünce Tarihi”ne yönelik dersler (4 adet ders / 12 kredi, yüzde 36) eğitim programında tespit edilmiştir. Selçuk İletişim’de ise “Güzel Sanatlar, Estetik ve Kültür” (4 adet ders, 8 kredi, yüzde 40) ve “Siyasal Bilimler ve Düşünce Tarihi”ne yönelik dersler (3 adet ders / 6 kredi, yüzde 30) ağırlıklı olarak programa yansımıştır (Bakınız Tablo-4). İletişim kuram ve kavramları kategorisinde ise, Anadolu İletişim’in eğitim programındaki toplam ders sayısının (13 adet ders / 36 kredi), Atatürk İletişim’in eğitim programındaki derslerden (12 adet ders / 32 kredi) yüksek, ancak Selcuk İletişim’in eğitim programındaki derslerden (16 adet ders / 33 kredi) ise düşük olduğu gözlemlenmiştir. Ancak, kredi oranları açısından en yüksek orana Anadolu İletişim’in ders programının sahip olduğu tespit edilmiştir (Bakınız Tablo-5). İletişim 2003/17 Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim… 169 Tablo-5 gelecek İletişim 2003/17 170 Erdal DAĞTAŞ Tablo-5’den de izleneceği üzere, iletişim kuram ve kavramlarına yönelik zorunlu dersler çerçevesinde Anadolu İletişim (8 adet ders / 21 kredi, yüzde 59), Selçuk İletişim (10 adet ders / 20 kredi, yüzde 61) ve Atatürk İletişim’in (5 adet ders / 14 kredi, yüzde 43) eğitim programları, “Kitle İletişim Kuramları ve İletişim Alanları”na yönelik derslerin yüksek sıklık oranlarında öne çıkması bakımından birbirine benzerlik göstermektedir. Öte yandan, seçimlik dersler çerçevesinde “Kitle İletişim Kuramları ve İletişim Alanları”na dönük derslerin sayı ve kredi oranlarının Anadolu İletişim’in eğitim programında (6 adet ders / 18 kredi, yüzde 46), Selçuk İletişim’den (5 adet ders / 10 kredi, yüzde 77) daha fazla olduğu gözlemlenmiştir. “İletişim ve Medya Tarihi”ne yönelik seçimlik derslerin de (3 adet ders / 9 kredi, yüzde 23.1), Anadolu İletişim’in eğitim programında önemli bir orana sahip olduğu tespit edilmiştir (Bakınız Tablo-5). Çevredeki üniversitelerin İletişim Fakülteleri’nin Gazetecilik Bölümü ders programlarında yer verilen uygulamaya yönelik zorunlu derslerin analizi yapıldığında en fazla sayı ve kredi oranına Atatürk İletişim’in (28 adet ders / 75 kredi) eğitim programında yer verilmiştir. Onu bu kategoride, Anadolu İletişim (10 adet ders / 32 kredi) ve Selçuk İletişim’in (9 adet ders / 25 kredi) ders programları izlemektedir (Bakınız Tablo-6). Uygulamaya yönelik seçimlik dersler çerçevesinde bir karşılaştırma yapıldığında ise şöylesi bir sonuçla karşılaşılmaktadır: Bu sefer, ters orantılı olarak Anadolu İletişim’in ders programında (26 adet ders / 78 kredi) uygulamaya yönelik seçimlik derslere en fazla sıklık oranında yer verildiği gözlemlenmiştir. Selçuk İletişim’de ise bu oran, 10 adet ders / 26 kredi şeklindedir. Atatürk İletişim’in ders programında da diğer kategorilerde olduğu gibi, uygulama alanına yönelik seçimlik herhangi bir derse rastlanılmamıştır. Anadolu İletişim’in eğitim programında, uygulamaya dönük zorunlu dersler kapsamında en fazla sıklık oranına, “Haber Toplama-Yazma, Yazınsal Türler, Gazetecilik Türleri ve Haber Değerlendirme” (3 adet ders / 9 kredi, yüzde 30) ve “Gazete Yayımlama Teknikleri / İç Staj / Gazete” (2 İletişim 2003/17 Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim… 171 adet ders / 8 kredi, yüzde 25) derslerinin sahip olduğu tespit edilmiştir. Selçuk İletişim’de aynı kategoride, “Bilgisayar Uygulamaları / Sayfa Tasarımı” (3 adet ders / 11 kredi, yüzde 44) ve “Haber Toplama-Yazma, Yazınsal Türler, Gazetecilik Türleri ve Haber Değerlendirme” (4 adet ders / 10 kredi, yüzde 40) dersleri en fazla sıklık oranında programa yansımıştır. Atatürk İletişim’in ders programında ise, en fazla sıklık oranına “Haber Toplama-Yazma, Yazınsal Türler, Gazetecilik Türleri ve Haber Değerlendirme” (16 adet ders / 43 kredi, yüzde 57) ve “Bilgisayar Uygulamaları / Sayfa Tasarımı” (5 adet ders / 15 kredi, yüzde 20) derslerinin sahip olduğu tespit edilmiştir (Bakınız Tablo-6). İletişim 2003/17 172 Erdal DAĞTAŞ Tablo-6 gelecek İletişim 2003/17 Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim… 173 Uygulamaya yönelik seçimlik dersler açısından ise, sırasıyla Anadolu İletişim’in eğitim programında en yüksek sıklık oranına “Haber ToplamaYazma, Yazınsal Türler, Gazetecilik Türleri ve Haber Değerlendirme” (8 adet ders / 24 kredi, yüzde 23) ve “Fotoğraf Uygulamaları” (5 adet ders / 15 kredi, yüzde 19.2) derslerinin sahip olduğu gözlemlenmiştir. Tablo-6’dan da izleneceği üzere, Atatürk İletişim’in ders programında, uygulamaya yönelik hiçbir seçimlik derse rastlanılmazken; Selçuk İletişim’in eğitim programına yansıyan en fazla sıklık oranına sahip uygulamaya yönelik seçimlik ders şu olmuştur: “Grafik, Animasyon, Radyo, Televizyon, Sinema ve Reklam Uygulamaları” (7 adet ders / 20 kredi, yüzde 77). Özetle, Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi “Basın ve Yayın” Bölümü‘ne ait ders programının analizi yapıldığında ikili bir yapı ortaya çıkmaktadır: Zorunlu dersler ve seçimlik dersler ayırımı. Dört yıl boyunca toplam 55 adet ders almak zorunda olan öğrenci, 14 adet dersi seçme şansına sahiptir. Bir başka deyişle, bölümde okutulan derslerin yüzde 74.55'ini zorunlu (41 adet ders), yüzde 25.45'ini ise seçimlik (14 adet ders) dersler oluşturmaktadır. Basın ve Yayın Bölümü’nün zorunlu derslerine ilişkin program analiz edildiğinde, genel formasyon alanına yönelik derslerin özellikle birinci ve ikinci sınıflarda yoğunlaştığı gözlemlenmektedir. Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Basın ve Yayın Bölümü’nde dört yıl süresince okutulan seçimlik meslekî ve diğer derslerin toplam sayısı 52 gibi önemli bir rakamdır. Bu derslerden, 26 adeti uygulamaya (yüzde 50); 13 adeti iletişim kuram ve kavramlarına (yüzde 25) ve 13 adeti ise genel formasyon alanına yönelik derslerden (yüzde 25) oluşmaktadır. Öğrenciler, dört yıllık eğitimleri süresince sözü edilen dersler içerisinden toplam 14 adet ders seçmek durumundadır. Bu 14 dersten, birinci sınıfın ikinci döneminde 1 adet; ikinci sınıfta birinci ve ikinci dönemde 1'er olmak üzere 2 adet; üçüncü sınıfta birinci dönemde 3 adet ve ikinci dönemde 2 adet olmak üzere toplam 5 adet; dördüncü sınıfta ise her iki dönemde de 3'er adet olmak üzere toplam 6 adet ders seçilebilmektedir. İkinci, üçüncü ve dördüncü sınıflardaki seçimlik dersler, meslekî olup sayısı 46'dır. Diğer 6 ders ise, birinci sınıfın ders programında yer almakta ve meslekî dersler kapsamında değildir. “Resim“, “Müzik“, “Beden Eğitimi“, “Karikatür“, “Tiyatro“ İletişim 2003/17 174 Erdal DAĞTAŞ ve “Grafik“ derslerinden sadece birisi, birinci sınıf öğrencileri tarafından tercih edilmektedir. Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Basın ve Yayın Bölümü ders programında, zorunlu dersler kapsamında ağırlığın yüzde 43.9 ile genel formasyon alanına yönelik derslerden oluştuğu gözlenmiştir. İkinci sırada yüzde 29.2'lik oranla iletişim kuram ve kavramlarına yönelik dersler; üçüncü sırada ise yüzde 26.9'luk oranla uygulamaya yönelik dersler yer almaktadır. Bu anlamda, zorunlu derslerin yer aldığı programda kuramsal ağırlıklı derslerin egemenliğinden söz etmek mümkünken; seçimlik derslerin yer aldığı program değerlendirildiğinde ise durum tam aksi bir noktaya dönüşmektedir. Seçimlik derslerde uygulama alanına yönelik derslerin yüzde 53.7'lik bir orana sahip olması, öğrencilerin daha çok uzmanlaşmaya yönelik meslekî dersleri seçme durumuyla karşı karşıya gelmesine yol açmaktadır. Eşdeyişle, her iki programda yer verilen dersler çerçevesinde uygulamaya yönelik derslerin daha fazla önem kazandığı tespit edilmiştir. Bu durum ise, Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi'nin öteden beri benimsediği sektörel taleplere cevap verme ihtiyacını destekler niteliktedir. Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nün ders programı incelendiğinde de genel formasyon derslerinin birinci sınıfta; iletişim kuram ve kavramlarına yönelik derslerin ise son sınıfta yoğunlaştığına tanık olunmaktadır. Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nde seçimlik derslere birinci sınıfta hiç rastlanılmamıştır. İkinci sınıfta 4 adet genel formasyona yönelik; 2 adet iletişim kuram ve kavramlarına yönelik ve 1 adet de uygulama alanına yönelik ders öğrencilerin seçimine sunulmaktadır. Üçüncü sınıfta genel formasyon alanına ilişkin 2 adet; iletişim kuram ve kavramlarına yönelik 3 adet ve uygulama alanına yönelik olarak da 5 adet seçimlik derse programda yer verilmiştir. Son sınıfa gelindiğinde, her üç alana yönelik olarak da seçimlik ders sayılarında önemli bir artış olduğu gözlemlenmiştir. Uygulama alanına yönelik 9 adet ders; iletişim kuram ve kavramlarına yönelik olarak 7 adet ve genel formasyona ilişkin olarak da 10 adet ders seçimlik olarak ders programında yer almaktadır. Ayrıca, seçimlik derslere ilişkin ağırlıklı olarak (dört yıl süresince) yüzde 60'lık oranla uygulamaya yönelik derslerin önplana çıktığı, genel İletişim 2003/17 Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim… 175 formasyon ve iletişim kuram ve kavramlarına yönelik seçimlik derslerin ağırlık oranları ise birbirine yakın ve yüzde 30 civarında olduğu gözlemlenmiştir. Çalışma kapsamında analiz edilen çevredeki üniversitelerden, kuruluşu yeni olan Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nün ders programının analizinde genel formasyon alanına yönelik derslerin ağırlık oranının en yüksek seviyede olduğu saptanmıştır. Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nde, genel formasyon ve uzmanlaşmaya dönük uygulama derslerinin daha yoğun olduğundan söz edilebilir. Öte yandan, eğitim programında zorunlu dersler dışında hiçbir seçimlik derse rastlanılmadığının da altı çizilmelidir. Burada önemli etkenlerden biri olarak, fakültenin ve gazetecilik bölümünün daha yeni açılması ve bu konudaki çeşitliliği sağlama açısından gerekli akademik kadronun oluşturulamamış olması ileri sürülebilir. 4.3. Vakıf Üniversitelerinde Gazetecilik Eğitimi Vakıf üniversitelerinin, hem merkez hem de çevrede yer alan üniversitelerden ayrıldığı en önemli farklılık, gerek devlet bütçesinden sağladığı katkılar gerekse de öğrencilerin yıllık olarak dolar üzerinden ödedikleri öğrenim harçları olmaktadır. Bu durum da doğal olarak, fakültenin teknik altyapısının oluşturulmasında ve olanakların öğrencilerin hizmetine sunumunda önemli kolaylıklar sağlamaktadır. Ayrıca sözü edilen üniversitelerin gazetecilik programlarında eğitimin yabancı dil (İngilizce) olarak yürütülmesi de diğer bir farklılık olarak karşımıza çıkmaktadır. Araştırmada, vakıf üniversitelerine ilişkin olarak doğrudan Gazetecilik Bölümleri olan Yeditepe ve Doğu Akdeniz İletişim Fakülteleri inceleme kapsamına alınmıştır. Yeditepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü eğitim programında (bundan sonra metinde Yeditepe İletişim olarak anılacaktır) genel formasyon alanına yönelik zorunlu ders toplamının (13 adet ders / 39 kredi), Doğu Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü (bundan sonra metinde Doğu Akdeniz İletişim olarak anılacaktır) eğitim programındaki (7 adet ders / 19 kredi) zorunlu derslerden daha fazla olduğu gözlemlenmiştir (Bakınız Tablo-7). İletişim 2003/17 176 Erdal DAĞTAŞ Tablo-7 gelecek İletişim 2003/17 Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim… 177 Bununla birlikte, Doğu Akdeniz İletişim’in eğitim programında genel formasyon alanına yönelik seçimlik herhangi bir derse rastlanılmazken, Yeditepe İletişim’de bu oran 8 adet ders / 24 kredi olarak saptanmıştır. Tablo-7’den de izleneceği üzere, genel formasyon alanındaki zorunlu derslere ilişkin olarak en yüksek sıklık oranına sahip dersler Yeditepe İletişim’in ders programında “Psikoloji” (3 adet ders / 9 kredi, yüzde 23.1) ve “Siyasal Bilimler ve Düşünce Tarihi”ne (3 adet ders / 9 kredi, yüzde 23.1) yönelik dersler öne çıkarken; Doğu Akdeniz İletişim’in ders programında ise “YÖK” dersleri (3 adet ders / 8 kredi, yüzde 42.1) öne çıkmıştır. Seçimlik genel formasyona yönelik dersler açısından da, Yeditepe İletişim’in eğitim programında sadece “Siyasal Bilimler ve Düşünce Tarihi” (5 adet ders / 15 kredi, yüzde 62.5) ve “Güzel Sanatlar, Estetik ve Kültür” kategorisindeki dersler programa yansımıştır. İletişim kuram ve kavramları alanında ise Yeditepe ve Doğu Akdeniz İletişim’in eğitim programlarının birbirine benzerlik gösterdiğinden söz edilebilir. Yeditepe İletişim’in eğitim programında toplam 16 adet ders / 48 kredi oranında iletişim kuram ve kavramlarına yönelik derse tanık olunurken; Doğu Akdeniz İletişim’de ise 14 adet ders / 41 kredi oranında ders programa yansımıştır (Bakınız Tablo-8). İletişim 2003/17 178 Erdal DAĞTAŞ Tablo-8 gelecek İletişim 2003/17 Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim… 179 Aynı kategorideki seçimlik derslerin toplam sayısı açısından da birbirine benzerlik gösteren fakültelerin ders programlarında, Yeditepe İletişim’de 3 adet ders / 9 kredi ve Doğu Akdeniz İletişim’de ise 2 adet ders / 6 kredi olarak saptanmıştır. Tablo-8’den de gözlemleneceği üzere, iletişim kuram ve kavramlarına yönelik zorunlu dersler çerçevesinde en fazla sıklık oranına gerek Yeditepe gerekse de Doğu Akdeniz İletişim’in ders programlarında “Kitle İletişim Kuramları ve İletişim Alanları” na yönelik derslerin (10 adet ders / yüzde 65-70) öne çıktığı tespit edilmiştir. Doğu Akdeniz İletişim’in eğitim programında “İletişim Hukuku ve Etiği”ne yönelik dersler de (3 adet ders / 8 kredi, yüzde 20) zorunlu olarak yer alan bir diğer ders grubunu oluşturmaktadır. Vakıf üniversitelerini temsilen seçilen Yeditepe İletişim’in ders programında uygulamaya yönelik zorunlu derslerin toplamının (15 adet ders / 45 kredi), Doğu Akdeniz İletişim’in ders programındaki (12 adet ders / 36 kredi) orandan daha fazla olduğu gözlemlenmiştir (Bakınız Tablo-9). Diğer yandan, Doğu Akdeniz İletişim’in eğitim programında uygulamaya yönelik seçimlik derslere rastlanılmazken; Yeditepe İletişim’de seçimlik derslere (5 adet ders / 15 kredi) yer verildiği tespit edilmiştir. Her iki İletişim Fakültesi’nin Gazetecilik Bölümü ders programlarında, Tablo9’dan da izleneceği üzere, “Haber Toplama-Yazma, Yazınsal Türler, Gazetecilik Türleri ve Haber Değerlendirme”ye yönelik derslerin sayı ve kredi oranlarının (6 adet ders / 18 kredi, yüzde 40-50) birbirine benzeştiğinden söz etmek mümkündür. Diğer yandan, uygulamaya yönelik seçimlik dersler açısından Doğu Akdeniz İletişim’in ders programında herhangi bir seçimlik derse rastlanılmazken; Yeditepe İletişim’in ders programında “Grafik, Animasyon, Radyo, Televizyon, Sinema, Reklâm Uygulamaları” başlığı altında değerlendirilen dersler (4 adet ders / 12 kredi, yüzde 80) en yüksek sıklık oranına sahiptir. İletişim 2003/17 180 Erdal DAĞTAŞ Tablo-9 gelecek İletişim 2003/17 Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim… 181 Özetle, Yeditepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nün benimsediği ders programının analizi yapıldığında elde edilen sonuçlar şöylesi bir tabloyu ortaya koymaktadır: Genel formasyon alanına yönelik derslerin birinci sınıfta, uygulamaya yönelik derslerin ise son sınıfta yoğunlaştığı gözlemlenmektedir. İletişim kuram ve kavramlarına yönelik dersler ise üçüncü sınıfta yoğunlaşmaktadır. Yeditepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü programında seçimlik dersler yıllara göre homojen bir görünüm sergilemektedir. Her üç alana yönelik derslere, birbirine yakın oranlarda ders programında yer verilmiştir. Dolayısıyla, sözü edilen alanların eğitim programında homojen bir dağılımından söz etmek mümkündür. Öte yandan, seçimlik dersler açısından dört yıllık eğitim süresince en fazla oranı toplam 7 adet ders ve yüzde 43.8‘lik oranla genel formasyon alanına yönelik dersler oluştururken; ikinci sırayı toplam 6 adet ders ve yüzde 37.5‘lik oranla uygulamaya dönük dersler oluşturmaktadır. Üçüncü sırada ise, toplam 3 adet ders ve yüzde 18.7‘lik oranla iletişim kuram ve kavramlarına yönelik seçimlik dersler gelmektedir. Yine genel toplamda, eğitim programının yüzde 25.8'i seçimlik derslerden, yüzde 74.2'si de zorunlu derslerden oluşmaktadır. Değinilmesi gereken bir diğer önemli nokta, uygulamaya yönelik derslerin özellikle son sınıfta arttığı ve yüzde 80 gibi bir orana ulaştığı gözlemlenmiştir. Uygulama alanına yönelik dersler ise, daha çok bilgisayar teknolojisi ve tasarıma dayalı pratiklerden oluşturulma yoluna gidilmiştir. Doğu Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü ders programının analizi sonucunda, genel formasyon birikimini arttırıcı derslerin birinci sınıfta yoğunluk kazandığı; iletişim kuram ve kavramlarına yönelik derslerin ise, ikinci ve üçüncü sınıflarda yoğunlaştığı gözlemlenmiştir. Uygulama alanına yönelik derslere ise, birinci sınıftan itibaren programda yer verilmekte; özellikle de üçüncü ve dördüncü sınıflarda yoğunlaştığına tanık olunmaktadır. Doğu Akdeniz İletişim’in ders programında yer alan seçimlik derslere ilişkin ise şunlar söylenebilir: Öncelikle programda seçimlik ders sayıları, İletişim 2003/17 182 Erdal DAĞTAŞ her üç alana yönelik olarak da çok sınırlıdır. Genel formasyon alanına yönelik olarak sadece 1 adet derse üçüncü sınıfta rastlanılırken; iletişim kuram ve kavramlarına dönük derslere programda rastlanılmamıştır. Uygulama alanına yönelik ise, 1 adet seçimlik derse ikinci sınıfta yer verilmiştir. Doğu Akdeniz İletişim‘in benimsediği ders programında, ağırlığın iletişim kuram ve kavramları ile uygulama alanına yönelik derslere ayrıldığı gözlemlenmiştir. Buradan çıkarılacak sonuç, genel formasyonu arttırıcı yöndeki derslerin ağırlığının sınırlandırılarak; meslekî uzmanlaşmaya dönük iletişim kuram ve kavramları ile uygulamaya dönük derslere ağırlıklı olarak programda yer verilmesidir. Buna yol açan önemli etkenlerden biri, sektörel taleplere cevap veren istihdam sağlayıcı bir politikanın benimsenmiş olmasıdır denilebilir. 5. Genel Değerlendirme ve Sonuç Bu çalışmada analiz edilen İletişim Fakülteleri‘nin Gazetecilik Bölümleri‘nin eğitim programları her ne kadar ortak özellikler taşısa da; büyük oranda, o bölüm ve fakülte içinde ağırlıklı olan yan disiplin alanı ile biçimlenmiş durumdadır. Örneğin Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü ekonomi / işletme ağırlıklı bir eğitim verirken; Ankara Üniversitesi'nde siyaset biliminin, Atatürk Üniversitesi'nde hukukun, Anadolu ve Yeditepe Üniversitesi'nde ise meslekî uzmanlaşmaya yönelik bilgisayar ve tasarım derslerinin ağırlığı görülmektedir. Yan disiplinler daha çok genel formasyon derslerinde hangi konuların ağırlıklı olacağını belirlerken; bu derslerin eğitim programında birinci ve ikinci sınıflarda yoğunlaştığı, son sınıflara doğru ise ağırlığının azaldığı gözlemlenmiştir. Bununla birlikte, Anadolu, İstanbul, Doğu Akdeniz ve Yeditepe Üniversiteleri’ne bağlı iletişim fakültelerinin gazetecilik bölümlerinde ise piyasanın taleplerine daha fazla cevap veren ve bu yüzden de uygulamaya yönelik derslerin ağırlık kazandığı tespit edilmiştir. Gazi Üniversitesi ile Selçuk Üniversitesi İletişim Fakülteleri’nin Gazetecilik Bölümü ders programlarının benzeşmesine neden olan en önemli etken de, genel İletişim 2003/17 Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim… 183 formasyon ve iletişim kuram ve kavramlarına ilişkin derslerin ağırlık olarak öne çıkması olmuştur. Genel formasyona yönelik derslerin pek çoğu incelenen fakültelerde ortak olarak yer almaktadır. Siyaset Bilimi, Anayasa, Hukukun Temel Kavramları, Türkiye'nin Yönetim Yapısı, Sosyoloji, Psikoloji, Sosyal Psikoloji, Ekonomi, Türkiye Ekonomisi, Uluslararası Politika, İstatistik, Araştırma Yöntemleri türünden dersler incelenen Gazetecilik Bölümleri’nin ders programlarının hemen hemen tamamında yer almaktadır. Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü ders programında yer verilen Basın İşletmelerinde Muhasebe ve Finansman, Yönetim ve Organizasyon, İnsan Kaynakları Yönetimi ve Pazarlama gibi dersler belli disiplinlere yönelik bir eğilimi ortaya koymaktadır. Benzer bir eğilime, Ankara, Anadolu, Atatürk ve Yeditepe Üniversiteleri'nin Gazetecilik Bölümleri'nin ders programlarında da rastlanılmaktadır. Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde hukuk derslerinin; Anadolu ve Yeditepe Üniversiteleri'nde özellikle seçimlik dersler kapsamında bilgisayar ve tasarım, internet, fotoğrafçılık vb. derslerin; Ankara Üniversitesi'nde ise siyaset bilimi ağırlıklı derslerin yoğunluk kazandığı gözlemlenmektedir. Genel formasyon alanına yönelik yukarıda belirtilen dersler iletişimin aralarında bağlantı kurmaya çalıştığı disiplinlerle ilgili de olsa, bu dersler daha çok, bu disiplinlerde uzmanlaşmaya yönelik eğitimin giriş dersi niteliğindedir. Bir başka deyişle, iletişim fakülteleri için özel olarak isimlendirilmemiştir. Bu iddianın, çalışmada ele alınan çok az sayıdaki fakülte dışında geçerli olduğu yapılan analiz sonucunda ileri sürülebilir. Bunun sonucu olarak genel formasyon dersleri ile iletişim kuram ve kavramları ile meslekî uzmanlaşmaya dönük uygulama dersleri arasında bir kopukluk olduğu ileri sürülebilir. İletişim kuram ve kavramlarına yönelik dersler de incelenen tüm fakültelerin Gazetecilik Bölümleri'nin ders programlarında yer alsa da, bu dersler çok genel isimlerle verilmekte ve ağırlık oranları ise sınırlı kalmaktadır. Adında kuram sözcüğünün yer almadığı giriş derslerinin nasıl bir içerikle okutulduğu tam olarak belirlenemediğinden, iletişim İletişim 2003/17 184 Erdal DAĞTAŞ kuramlarının programlar içindeki ağırlığı net olarak belirlenemese de, bu konunun kısmen ihmal gördüğü ileri sürülebilir. Medyanın ekonomi politiği, medya ve alımlama sorunu, haber metinlerinin alımlanması ve kamusal tartışma, medyada temsîl sorunu, haber medyasında güç / iktidar, ideoloji ve temsîl gibi, içeriklerini net olarak adlandıran ve çağdaş medya kuramlarını çağrıştıracak dersler incelenen fakültelerin ders izlencelerinin çok azında (örneğin Ankara, Anadolu, Gazi) yer almaktadır. Analiz edilen Gazetecilik Bölümleri’nin ders programlarında uygulamaya ve medya alanında uzmanlaşmaya yönelik dersler arasındaki benzeşme, farklılıklardan daha fazladır. Bu dersler, medyada üretime yönelik becerileri kazandırmayı amaçlamaktadır. Fotoğrafçılık, basın fotoğrafçılığı, güzel konuşma ve yazmaya yönelik teknik dersler, bilgisayar kullanımına yönelik tasarım dersleri hemen hemen incelenen bütün programlarda farklı isimlerle de olsa yer almaktadır. Bunun yanı sıra, gazetecilik mesleğinde uzmanlaşmaya yönelik dersler bir yandan yeni teknolojilerin kullanımlarına yönelirken, büyük oranda araştırmacı gazetecilik, ajans haberciliği, radyotelevizyon haberciliği gibi uzmanlaşmış alanlarda haber toplama, yazma yöntem ve teknikleri, röportaj biçimleri, gazete yayımlama teknikleri, masaüstü yayıncılık, basında bilgisayar kullanımı, foto muhabirliği hepsinde olmasa da hemen hemen tüm fakültelerin ders programlarında yer almaktadır. İstanbul Üniversitesi'nde Basın ve Çevre, Basın ve Parlamento, Basın ve Sağlık, Basın ve Eğitim, Basın ve Spor gibi isimlerle ikinci sınıfta yer alan dersler ve bunların devamı bir anlayışla üçüncü sınıfa yerleştirilen dersler, bu fakültede gazetecilik pratiklerine yönelik sayıyı şişirmektedir. Bu üç grup dersin (genel formasyon, iletişim kuram ve kavramları ve meslekî uzmanlaşmaya dönük uygulama dersleri) incelenen dokuz fakültenin Gazetecilik Bölümleri‘nin ders programlarındaki ağırlık oranlarının birbirleri ile kıyaslaması yapıldığında, gerek zorunlu dersler gerekse de seçimlik dersler açısından kimi yakınlıklardan daha çok önemli farklılıkların olduğunun altı çizilmelidir. İletişim 2003/17 Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim… 185 Genel formasyon alanına yönelik zorunlu dersler açısından en yüksek ders sayısı ve kredi oranına incelenen fakültelerin ders programları itibariyle, Atatürk İletişim’in ders programında rastlanılmıştır. Bununla birlikte, bu kategoriye yönelik herhangi bir seçimlik derse ise programda yer verilmemiştir. Atatürk İletişim’in eğitim programında genel formasyon dersleri açısından başta “Hukuk” alanına yönelik dersler (5 adet ders / 14 kredi) olmak üzere, “Siyasal Bilimler ve Düşünce Tarihi”, “Felsefe” ve “YÖK” dersleri ağırlıklı olarak öne çıkmıştır. Ege İletişim, genel formasyona yönelik derslere programında ikinci sırada yer veren bir fakülte olarak öne çıkmıştır. 62 kredi değerinde 22 adet ders, programda yer almaktadır. Seçimlik genel formasyon dersleri açısından ise, Ege İletişim, daha az derse (5 adet ders / 13 kredi) programında yer vermiştir. Zorunlu dersler açısından “Siyasal Bilimler ve Düşünce Tarihi”, “Ekonomi” ve “YÖK” derslerinin; seçimlik dersler açısından da “Güzel Sanatlar, Estetik ve Kültür” alanına yönelik derslerin programa biçim verdiğinden söz edilebilir. Anadolu İletişim’in bu kategorideki ders sayısı (18 adet ders / 53 kredi), her ne kadar Ankara İletişim’den (17 adet ders / 53 kredi) bir adet ders fazlası olduğu gözlemlense de, eşit kredilere sahip olması açısından benzeşme göstermektedir. Ancak, seçimlik dersler açısından Ankara İletişim’in ders programı (26 adet ders / 77 kredi), Anadolu İletişim’i (13 adet ders / 33 kredi) ikiye katlamaktadır. Her iki İletişim Fakültesi’nin eğitim programında da “YÖK” dersleri en fazla ağırlığa sahip olurken; Ankara İletişim’in eğitim programında zorunlu dersler açısından “Siyasal Bilimler ve Düşünce Tarihi”, “Araştırma Yöntemleri, Bilimsel Kuramlar ve İstatistik” dersleri; Anadolu İletişim’in eğitim programında ise “Güzel Sanatlar, Estetik ve Kültür” alanına yönelik derslerin önemli bir sıklık oranında temsil edildiği gözlemlenmiştir. Her iki fakültenin Gazetecilik Bölümü’nün ders programlarında diğer dersler homojen bir dağılım gösterirken; Ankara İletişim’de zorunlu dersler kapsamında “Felsefe”ye, Anadolu İletişim’de ise “Hukuk” ile ilgili hiçbir derse rastlanılmamıştır. İletişim 2003/17 186 Erdal DAĞTAŞ Aynı kategoride seçimlik dersler açısından, Ankara İletişim’de “Siyasal Bilimler ve Düşünce Tarihi”, “Güzel Sanatlar, Estetik ve Kültür”e yönelik derslerin ağırlığı önem kazanırken; Anadolu İletişim’in ders programında ise “Güzel Sanatlar, Estetik ve Kültür” ve “Siyasal Bilimler ve Düşünce Tarihi”ne yönelik dersler öne çıkmıştır. Genel formasyon alanında Selçuk İletişim’in (21 adet ders / 42 kredi) ders sayısı, Gazi İletişim’den (15 adet ders / 39 kredi) daha fazla gözükse de, kredi oranları açısından birbirine benzerlik göstermektedir. Oysaki, seçimlik genel formasyon dersleri açısından Gazi İletişim’in (13 adet ders / 39 kredi) ders programının, Selçuk İletişim’den (10 adet ders / 20 kredi) daha zengin olduğu gözlemlenmiştir. Her iki fakültenin Gazetecilik Bölümü ders programlarında zorunlu genel formasyon dersleri olarak “YÖK” dersleri önemli bir sıklık oranına sahiptir. Gazi İletişim’in eğitim programında bu kategoride zorunlu olarak “YÖK” dersleri önemli bir sıklık oranına sahiptir. Ayrıca, Gazi İletişim’in eğitim programında zorunlu olarak “Psikoloji” ve “Siyasal Bilimler ve Düşünce Tarihi” dersleri öne çıkarken; Selçuk İletişim’in eğitim programında ise “Araştırma Yöntemleri, Bilimsel Kuramlar ve İstatistik” alanına yönelik derslerin ağırlık kazandığı gözlemlenmiştir. Diğer yandan, Gazi İletişim’in programında “Güzel Sanatlar, Estetik ve Kültür”e ilişkin zorunlu herhangi bir derse rastlanılmazken; her iki eğitim programında da diğer dersler homojen bir dağılım göstermiştir. Bu kategoride, zorunlu dersler olarak Yeditepe İletişim (13 adet ders / 39 kredi) ile İstanbul İletişim’in (14 adet ders / 32 kredi) ders programları birbirine benzerlik gösterirken; Doğu Akdeniz İletişim’in (7 adet ders / 19 kredi) ders programının, incelenen fakültelerin Gazetecilik Bölümleri’nin eğitim programları içerisinde genel formasyon alanına yönelik en az sayıda derse yer verdiği tespit edilmiştir. Genel formasyona yönelik seçimlik dersler açısından ise, Yeditepe İletişim’in eğitim programı (8 adet ders / 24 kredi) Selçuk İletişim’e yakınlık gösterirken; İstanbul ve Doğu Akdeniz İletişim’in ders programlarında İletişim 2003/17 Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim… 187 herhangi bir seçimlik derse rastlanılmaması açısından birbirine benzerlik göstermektedir. İstanbul ve Doğu Akdeniz İletişim’in ders programlarında zorunlu dersler olarak “YÖK” dersleri öne çıkmaktadır. Diğer dersler ise, homojen bir dağılım göstermiştir. Yeditepe İletişim’in ders programında ise zorunlu dersler kapsamında “Psikoloji”, “Siyasal Bilimler ve Düşünce Tarihi” ve “Güzel Sanatlar, Estetik ve Kültür” alanına yönelik dersler en fazla sıklık oranında programa yansımıştır. İletişim kuram ve kavramlarına yönelik dersler kapsamında incelenen fakültelerin ders programlarına ilişkin olarak ise şunlar söylenebilir: Zorunlu ders sayısı ve kredi oranı açısından birinci sırada gelen Yeditepe İletişim’in (16 adet ders / 48 kredi); seçimlik dersler (3 adet ders / 9 kredi) açısından ise düşük sayı ve kredi oranına sahip olduğu saptanmıştır. Yeditepe İletişim’in ders programında irdelenen alanda, “Kitle İletişim Kuramları ve İletişim Alanları”na yönelik zorunlu derslerin (10 adet ders / 20 kredi, yüzde 61) programda ağırlığı hissedilirken, diğer kategorideki dersler homojen bir dağılım göstermiştir. Sadece, “İletişim / Medya Ekonomisi, İşletmecilik, Finansman” konusunda herhangi bir derse rastlanılmamıştır. Seçimlik dersler kapsamında da, bu fakültenin eğitim programında “Kitle İletişim Kuramları ve İletişim Alanları”na yönelik derslerin en fazla sıklık oranına sahip olduğu gözlemlenmiştir. Gazi İletişim’in eğitim programında iletişim kuram ve kavramlarına yönelik zorunlu dersler (15 adet ders / 43 kredi), sayı ve kredi oranlarının dağılımı yönünde birbirine benzerlik göstermektedir. Seçimlik dersler açısından ise, Gazi İletişim’in ders programı (28 adet ders / 84 kredi), incelenen diğer fakültelerin ders programları karşısında önemli bir üstünlüğe ve çeşitliliğe sahiptir. Doğu Akdeniz İletişim ise programında (2 adet ders / 6 kredi) bu alanda en az seçimlik derse yer veren fakülte olmuştur. İletişim kuram ve kavramlarına yönelik zorunlu dersler açısından her iki iletişim fakültesinin ders programlarında “Kitle İletişim Kuramları ve İletişim Alanları”na yönelik derslerin sıklık oranlarının fazlalığından söz edilebilir. Doğu Akdeniz İletişim’in (10 adet ders / 30 kredi, yüzde 73.1) İletişim 2003/17 188 Erdal DAĞTAŞ ders programında bu dersler, Gazi İletişim’in ders programından (8 adet ders / 22 kredi, yüzde 51) biraz daha fazladır. Doğu Akdeniz İletişim’in ders programında zorunlu dersler olarak “İletişim Hukuku ve Etiği”, “İletişim ve Medya Tarihi”ne ilişkin zorunlu derslere rastlanılırken; Gazi İletişim’in ders programında iletişim kuram ve kavramlarına yönelik diğer ders kategorileri homojen bir dağılım göstermiştir. Seçimlik dersler açısından ise, her iki programda da “Kitle İletişim Kuramları ve İletişim Alanları”na ilişkin dersler öne çıkarken; Gazi İletişim’in ders programında ayrıca, “İletişim / Medya Ekonomisi, İşletmecilik, Finansman” alanına ilişkin seçimlik dersler de (4 adet ders / 12 kredi, yüzde 14.2) önemli bir orana sahiptir. İstanbul İletişim (13 adet ders / 39 kredi) ile Anadolu İletişim’in (13 adet ders / 36 kredi) ders programlarındaki iletişim kuram ve kavramlarına yönelik zorunlu derslerin sayıları birbirine eşit olmasına rağmen, kredi oranı açısından çok az bir farkla da olsa İstanbul İletişim önde gelmektedir. Öte yandan, seçimlik dersler açısından İstanbul İletişim’in ders programında bu alana yönelik herhangi bir seçimlik derse rastlanılmazken; Anadolu İletişim’in ders programında bu oran (13 adet ders / 39 kredi) dikkat çekici yüksekliktedir. Gerek İstanbul gerekse Anadolu İletişim’in eğitim programlarında, iletişim kuram ve kavramlarına yönelik zorunlu dersler açısından en fazla sıklık oranına “Kitle İletişim Kuramları ve İletişim Alanları”na yönelik dersler sahip olurken; diğer kategorilerdeki dersler homojen bir dağılım sergilemiştir. Seçimlik dersler açısından ise, İstanbul İletişim’in eğitim programında herhangi bir derse rastlanılmazken; Anadolu İletişim’in eğitim programında “Kitle İletişim Kuramları ve İletişim Alanları”, “İletişim ve Medya Tarihi” ve “İletişim / Medya Ekonomisi, İşletmecilik, Finansman” alanına yönelik seçimlik dersler öne çıkmıştır. İletişim kuram ve kavramlarına yönelik zorunlu dersler açısından, Selçuk İletişim’in (16 adet ders / 33 kredi) ders programındaki dersler, Atatürk İletişim’in (12 adet ders / 32 kredi) ders programındaki derslerden daha fazla gözükmesine rağmen; toplam kredi oranları açısından birbirine benzerlik göstermektedir. Öte yandan, seçimlik dersler açısından Atatürk İletişim 2003/17 Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim… 189 İletişim’in ders programında herhangi bir seçimlik derse rastlanılmazken; Selçuk İletişim’in ders programında (toplam 6 adet ders / 13 kredi), “Kitle İletişim Kuramları ve İletişim Alanları” (5 adet ders / 10 kredi, yüzde 76.9) ve “İletişim Teknolojileri”ne yönelik (1 adet ders / 3 kredi, yüzde 23.1) seçimlik dersler öne çıkmıştır. Her iki İletişim Fakültesi’nin ders programında da, zorunlu dersler kapsamında sıklık oranı açısından “Kitle İletişim Kuramları ve İletişim Alanları”na yönelik derslerin en yüksek değere sahip olduğu analiz edilmiştir. Selçuk İletişim’de, bu alandaki diğer ders kategorileri homojen bir dağılım gösterirken; Atatürk İletişim’in ders programında ise “İletişim ve Medya Tarihi” (3 adet ders / 8 kredi, yüzde 25) ve “Mezuniyet Projesi” (2 adet ders / 4 kredi, yüzde 12.5) programa yüksek sıklık oranında yansıyan diğer dersler olmuştur. İncelenen İletişim Fakülteleri’nin Gazetecilik Bölümleri’nin ders programlarında, iletişim kuram ve kavramlarına yönelik zorunlu derslere en az sayıda Ankara ve Ege İletişim’in ders programlarının yer verdiği saptanmıştır. Ege İletişim’in ders programında bu oran 10 adet ders / 30 kredi iken; Ankara İletişim’in ders programında ise 7 adet ders / 27 kredi olarak saptanmıştır. Diğer yandan, iletişim kuram ve kavramlarına yönelik olarak seçimlik ders sayısı ve kredi oranı açısından Ankara İletişim’in ders programı (17 adet ders / 54 kredi) analiz edilen diğer iletişim fakülteleriyle de karşılaştırıldığında oldukça yüksek bir orana sahip olduğu gözlemlenmiştir. Ege İletişim’in ders programında ise, seçimlik ders oranı 5 adet ders / 15 kredi olarak tespit edilmiştir. İletişim kuram ve kavramlarına yönelik zorunlu dersler açısından, Ankara İletişim’in eğitim programında “Kitle İletişim Kuramları ve İletişim Alanları”na (4 adet ders / 15 kredi, yüzde 55.6) yönelik dersler en yoğun sıklık oranına sahipken; diğer kategorilerdeki derslerin dağılımı homojen bir görünüme sahiptir. Ege İletişim’in ders programında ise, sadece “Kitle İletişim Kuramları ve İletişim Alanları”na yönelik zorunlu derslere yer verildiği gözlemlenmiştir. Öte yandan, seçimlik dersler açısından da Ankara İletişim’in ders programında “Kitle İletişim Kuramları ve İletişim Alanları” (10 adet ders / 32 kredi, yüzde 59.2) ve “İletişim / Medya Ekonomisi, İşletmecilik, Finansman” (4 adet ders / 13 kredi, yüzde 24.1) derslerinin en İletişim 2003/17 190 Erdal DAĞTAŞ yüksek sıklık oranına sahip oldukları tespit edilmiştir. Ege İletişim’in ders programında da iletişim kuram ve kavramları alanında seçimlik dersler olarak “İletişim ve Medya Tarihi”, “İletişim Hukuku ve Etiği” ve “Kitle İletişim Kuramları ve İletişim Alanları” başlığı altında değerlendirilen dersler öne çıkmıştır. Araştırmanın örneklemini oluşturan üniversitelerin İletişim Fakülteleri’nin Gazetecilik Bölümleri’nin uygulama alanına yönelik ders programlarında yer verdiği zorunlu derslerin genel bir karşılaştırması yapıldığında, en yüksek sıklık oranına Atatürk İletişim’in (28 adet ders / 75 kredi) ders programının sahip olduğu gözlemlenmiştir. Öte yandan, uygulama alanına yönelik seçimlik herhangi bir dersin programda yer almaması da dikkat çeken bir bulgu olarak öne çıkmaktadır. Atatürk İletişim’in ders programında zorunlu dersler kapsamında en fazla sıklık oranına “Haber Toplama-Yazma, Yazınsal Türler, Gazetecilik Türleri ve Haber Değerlendirme” ve “Bilgisayar Uygulamaları” başlığı çerçevesinde toplanan derslerin sahip olduğu tespit edilmiştir. Bununla birlikte, “İnternet ve Web Tasarımı” dışında, diğer kategorilerde yer alan zorunlu uygulama dersleri homojen bir dağılım göstermiştir. Uygulamaya yönelik zorunlu dersler kapsamında ikinci en yüksek sıklık oranına İstanbul İletişim’in ders programının (19 adet ders / 57 kredi) sahip olduğu analiz edilmiştir. Seçimlik dersler açısından ise, programda 6 adet ders / 18 kredi oranında derse yer verilmiştir. İstanbul İletişim’in eğitim programında gerek zorunlu gerekse de seçimlik dersler açısından “Haber Toplama-Yazma, Yazınsal Türler, Gazetecilik Türleri ve Haber Değerlendirme” başlığı altında toplanan derslerin ağırlığı gözlemlenmiştir. Seçimlik başka bir kategoriye rastlanılmazken; zorunlu uygulamalı dersler bağlamında “İnternet ve Web Tasarımı” na yönelik dersler öne çıkmaktadır. Diğer yandan, “Fotoğrafçılık” ve “Bilgisayar Uygulamaları”na ilişkin programda herhangi bir zorunlu derse rastlanılmamıştır. İncelenen fakültelerin ders programlarında uygulamaya yönelik zorunlu derslerin sayısı ve kredi oranları açısından Ege İletişim’in (17 adet ders / 46 kredi) ders programı ile Yeditepe İletişim’in (15 adet ders / 45 İletişim 2003/17 Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim… 191 kredi) ders programı birbirine benzerlik göstermektedir. Bununla birlikte, uygulama alanına yönelik seçimlik dersler açısından Ege İletişim’in ders programının sayı ve kredi oranı açısından (1 adet ders / 3 kredi) en düşük sıklık oranına sahip olduğu tespit edilmiştir. Yeditepe İletişim’in ders programı ise, 5 adet ders / 15 kredi ile son sıralara yerleşmektedir. Zorunlu dersler açısından gerek Ege gerekse Yeditepe İletişim’in ders programlarında “Haber Toplama-Yazma, Yazınsal Türler, Gazetecilik Türleri ve Haber Değerlendirme” başlığı altında toplanan dersler en fazla sıklık oranına sahip dersler olarak öne çıkarken; diğer kategorideki dersler homojen bir dağılım göstermiştir. Ayrıca, Ege İletişim’in programında “İnternet ve Web Tasarımı” ve “Grafik, Animasyon, Radyo, Televizyon, Sinema, Reklâm Uygulamaları” alanına yönelik zorunlu ve seçimlik derse rastlanılmamıştır. Yeditepe İletişim’in programında ise, seçimlik dersler olarak sadece “Grafik, Animasyon, Radyo, Televizyon, Sinema, Reklâm Uygulamaları” ile “İnternet ve Web Tasarımı”na ilişkin derslere yer verilmiştir. Uygulamaya yönelik zorunlu dersler açısından, gerek Gazi İletişim‘in (13 adet ders / 37 kredi) gerekse Doğu Akdeniz İletişim’in (12 adet ders / 36 kredi) ders programları birbirine benzeşmektedir. Öte yandan, Doğu Akdeniz İletişim’in ders programında uygulamaya yönelik herhangi bir seçimlik derse rastlanılmazken; Gazi İletişim’in (28 adet ders / 84 kredi) ders programı bu alanda da öğrencilere önemli bir seçim olanağı sunmaktadır. Ancak, Gazi İletişim’in ders programında öğrenciler, üçüncü ve dördüncü sınıfların her iki döneminde de belirtilen bu oran içerisinden, iki adet dersi kendi bölümünden zorunlu olarak seçmek kaydıyla, diğer üç dersi ise kendi bölümü dahil olmak üzere, farklı bölümlerden de (Radyo Televizyon ve Sinema ve Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümleri) seçebilme olanağına sahiptir. Uygulamaya yönelik zorunlu dersler bağlamında, her iki fakültenin ders programında da “Bilgisayar Uygulamaları” başlığı altında toplanan derslerin en fazla sıklık oranında (yüzde 40) programa yansıdığına tanık olunmuştur. Gazi İletişim’in eğitim programında, “Haber Toplama-Yazma, İletişim 2003/17 192 Erdal DAĞTAŞ Yazınsal Türler, Gazetecilik Türleri ve Haber Değerlendirme” ve “Gazete Yayımlama Teknikleri” başlığı altında toplanan dersler, diğer yüksek sıklık oranındaki zorunlu dersler olarak dikkat çekerken; programda “İnternet ve Web Tasarımı” ve “Grafik, Animasyon, Radyo, Televizyon, Sinema, Reklâm Uygulamaları” başlığı altında zorunlu uygulama derslerine yer verilmemiştir. Doğu Akdeniz İletişim’in ders programında ise, “Haber Toplama-Yazma, Yazınsal Türler, Gazetecilik Türleri ve Haber Değerlendirme” ve “Grafik, Animasyon, Radyo, Televizyon, Sinema, Reklâm Uygulamaları” başlığı altında zorunlu uygulama derslerine yer verilmemiştir. Doğu Akdeniz İletişim’in ders programında ise, “Haber Toplama-Yazma, Yazınsal Türler, Gazetecilik Türleri ve Haber Değerlendirme” ve “Grafik, Animasyon, Radyo, Televizyon, Sinema, Reklâm Uygulamaları”na yönelik dersler en fazla sıklık oranında öne çıkmıştır. Seçimlik derslere ilişkin olarak da, Doğu Akdeniz İletişim’in programında herhangi bir derse rastlanılmazken; Gazi İletişim’in ders programında ise, en yüksek sıklık oranına sahip dersler olarak “Haber Toplama-Yazma, Yazınsal Türler, Gazetecilik Türleri ve Haber Değerlendirme” ve “Grafik, Animasyon, Radyo, Televizyon, Sinema, Reklâm Uygulamaları” başlığı altında toplanan dersler belirginlik kazanmıştır. İncelenen İletişim Fakülteleri’nin Gazetecilik Bölümleri’nin uygulamaya yönelik yer verdiği zorunlu dersler açısından bir diğer benzeşme, Ankara İletişim’in (9 adet ders / 33 kredi) ders programı ile Anadolu İletişim’in (10 adet ders / 32 kredi) ders programı arasında yaşanmaktadır. Aynı benzeşme, sözü edilen fakültelerin eğitim programlarının uygulamaya yönelik yer verdiği seçimlik ders sayıları ve kredi oranları açısından da tespit edilmiştir. Her ne kadar bu kategoride, Anadolu İletişim (26 adet ders / 78 kredi), Ankara İletişim’e kıyasla (19 adet ders / 64 kredi) daha fazla seçeneği öğrencilere sunsa da; Ankara İletişim’in ders programının da özellikle uygulama alanında seçimlik derslere yeterince yer verdiğinden söz edilebilir. İletişim 2003/17 Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim… 193 Gerek zorunlu gerekse seçimlik uygulama dersleri bağlamında incelenen her iki fakültenin eğitim programında da, “Haber ToplamaYazma, Yazınsal Türler, Gazetecilik Türleri ve Haber Değerlendirme” başlığı altında toplanan dersler sıklık oranı en yüksek dersler olarak programlara yansımıştır. Ancak, Ankara İletişim’in ders programındaki bu kategorideki derslerin gerek zorunlu gerekse de seçimlik dersler çerçevesinde sayı ve kredi oranlarının daha yüksek olduğu gözlemlenmiştir. Diğer yandan, Anadolu İletişim’in ders programında yer alan “Gazete Yayımlama Teknikleri” dersinin de (2 adet ders / 8 kredi, yüzde 25) yüksek bir sıklık oranına sahip olduğu tespit edilmiştir. Bununla birlikte, diğer uygulamaya yönelik zorunlu dersler ise homojen bir dağılım göstermiştir. “İnternet ve Web Tasarımı”na ilişkin zorunlu herhangi bir derse programda rastlanılmamıştır. Seçimlik dersler açısından, Anadolu İletişim’in ders programında sırasıyla en yüksek sıklık oranına sahip olan dersler ise şu şekilde programa yansımıştır: “Bilgisayar Uygulamaları”, “Fotoğraf Uygulamaları” ve “Grafik, Animasyon, Radyo, Televizyon, Sinema, Reklâm Uygulamaları”. Ankara İletişim’in ders programında da uygulamaya yönelik zorunlu dersler bağlamında sayı ve kredi oranı açısından en yüksek sıklık oranına sahip olan dersleri sırasıyla “Gazete Yayımlama Teknikleri”, “Fotoğraf Uygulamaları” ve “Bilgisayar Uygulamaları” oluştururken; “Grafik, Animasyon, Radyo, Televizyon, Sinema, Reklâm Uygulamaları” başlığı altında toplanan herhangi bir zorunlu derse rastlanılmamıştır. Öte yandan, seçimlik uygulama dersleri bağlamında ise ”Bilgisayar Uygulamaları” dışında herhangi bir seçimlik derse programda rastlanılmamıştır. Son olarak, örneklem kapsamındaki İletişim Fakülteleri’nin Gazetecilik Bölümleri’nin ders programlarından Selçuk İletişim’in eğitim programında uygulamaya yönelik zorunlu ders sayısı ve kredi oranı oranı (9 adet ders / 25 kredi), seçimlik derslerin (10 adet ders / 26 kredi) sayı ve kredi oranıyla orantılı bir şekilde programa yansımıştır. Selçuk İletişim’in ders programında zorunlu uygulama dersleri bağlamında en yüksek sıklık oranına “Bilgisayar Uygulamaları” ve “Haber Toplama-Yazma, Yazınsal Türler, Gazetecilik Türleri ve Haber Değerlendirme” başlığı altında ele alınan İletişim 2003/17 194 Erdal DAĞTAŞ dersler oluştururken; “Grafik, Animasyon, Radyo, Televizyon, Sinema, Reklâm Uygulamaları”, “İnternet ve Web Tasarımı” ve “Gazete Yayımlama Teknikleri” başlığı altında ele alınan herhangi bir derse programda rastlanılmamıştır. Öte yandan, uygulamaya yönelik seçimlik dersler çerçevesinde ise en fazla sıklık oranına “Grafik, Animasyon, Radyo, Televizyon, Sinema, Reklâm Uygulamaları”, “Haber Toplama-Yazma, Yazınsal Türler, Gazetecilik Türleri ve Haber Değerlendirme” ve “Fotoğrafçılık Uygulamaları” başlığı altında toplanan derslerin sahip olduğu gözlemlenmiştir. Özet olarak, Ege, Ankara ve Atatürk Üniversitesi İletişim Fakülteleri Gazetecilik Bölümü ders programları genel formasyon ağırlıklı bir eğilim sergilerken; İstanbul, Anadolu, Yeditepe ve Doğu Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakülteleri’nin Gazetecilik Bölümleri ise uygulamaya yönelik derslere programlarında daha fazla yer vermiştir. Bu durum, sözü edilen üniversitelerin iletişim fakültelerinin sektörel talepleri diğer fakültelere kıyasla daha fazla göz önünde bulundurduğuna işaret etmektedir. Öte yandan, Gazi ve Selçuk Üniversitesi İletişim Fakülteleri Gazetecilik Bölümü ders programlarında da bir benzeşme yaşandığı gözlemlenmiştir. Her iki İletişim Fakültesi’nin Gazetecilik Bölümü’nün ders programlarında, iletişim kuram ve kavramları ile genel formasyon derslerinin egemen olduğu tespit edilmiştir. Araştırmadan elde edilen bulgulardan hareketle, gazetecilik eğitiminde kuram / uygulama ikircikliği aşılmalı ve birbiri ile uzlaşmayacak gibi algılanan bu ikilik ders programlarında bütünleşmelidir. Bunun için örneklerine Batı’da rastlanıldığı gibi, Türkiye’de de gazetecilik eğitiminin daha verimli ve üretken seviyeye çıkarılması için, tüm iletişim fakültelerinden seçilecek temsilciler aracılığıyla bir “Fakülteler Arası Koordinasyon Kurulu“nun oluşturulması önerilebilir (3). Türkiye’de “nasıl bir gazetecilik eğitimi olmalı“ sorusunun cevabı, İletişim Fakülteleri‘nin Gazetecilik Bölümleri‘ndeki eğitimin bir meslekî yüksek okul havasından arındırılarak, akademik nosyonlar açısından niteliksel bir düzeye çıkartılmasında yatmaktadır. Bunun için de, beş yıllık İletişim 2003/17 Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim… 195 gazetecilik eğitiminde ilk yılın “yabancı dil“ eğitimine (meslekî ağırlıklı olmak kaydıyla) ayrılması önerilmektedir. Lisans eğitiminin ilk iki yılı, başta “genel formasyon“ dersleri ağırlıklı olmak üzere yoğunlaştırılmış bir program çerçevesinde “iletişim kuram ve kavramları“na özgü derslerin de dahil edildiği bir özellik sergilemelidir. Doğal olarak, “uygulama“ya dönük derslerin kuramsal boyutlarını ele alan derslere de, yoğunluğu az da olsa yine bu dönem içerisinde yer verilmesi uygun olacaktır. Son iki yıl ise, sözü edilen dersler kapsamında, alana dönük belli bir entellektüel seviyeyi yakalamış genç gazeteci adaylarını “uygulama“lı derslere yönlendirmesiyle tamamlanmalıdır. Öğrenciler uygulamalı dersler kapsamında eğitimlerini sürdürürken, uzmanlaştıkları alana özgü spesifik derslerin ağırlık olarak arttırılması yerinde olacaktır. Bununla birlikte, son iki yıl ağırlığı azalsa da, genel formasyon ve iletişim alanına yönelik kuramsal derslerin programda yer almasına özen gösterilmelidir. Sonuç olarak, ders programlarını belirleyecek olan yine İletişim Fakülteleri‘nin kendileridir. Kuram / uygulama ayrılığını fetişleştirme noktasına getirmeden, kuramın bizatihî kendisinin de pratik olduğu anlayışından yola çıkılmalıdır. Bu konuda, özellikle “Fakülteler Arası Koordinasyon Kurulu“na eşgüdüm sağlama ve öneriler getirme açısından önemli sorumluluklar düşmektedir. Bununla birlikte, son söz olarak üzerinde hiç tartışılmayacak bir konu, üniversite eğitiminin akademik bir eğitim oluşudur. Üniversite eğitimi zanaat öğretmez. Üniversitede öğretilecek her türlü uygulama / pratik, kuramsal bakış açılarının süzgecinden geçmeli ve onlarla bütünleşmelidir. Dipnotlar (1) Osman Gazi Üniversitesi Teknoloji Araştırma Merkezi tarafından yapılan "Türkiye Profili" konulu araştırmada, 11 ayrı kategoride yapılan çalışmalar sonucunda "istatistiklere göre dünya liginin dibindeyiz, sürünüyoruz" yorumu yapılmıştır. Türk Metal Sendikası'nın aylık yayın organı Türk Metal (2001: 6-11) dergisinde yer verilen araştırmaya göre, Türkiye'de nüfusun ilk yüzde 20'lik İletişim 2003/17 196 Erdal DAĞTAŞ dilimi ulusal gelirden yüzde 55'lik pay alırken; nüfusun en alt yüzde 20'lik dilimi ise yüzde 4.7 pay aldığı için Türkiye, gelir dağılımı adaletsizliğinde dünyada beşinci sıradadır. 2000 yılının ilk altı ayında faiz ödemelerinin bütçe içindeki payı yüzde 43'ten yüzde 55'e çıkarken; maaş ve ücretlerin yüzde 28'den yüzde 20'ye gerilediğini hatırlamak gerekmektedir. DPT'nin hazırladığı rapora göre, Türkiye'de nüfusun yüzde 38'i temel gereksinimleri için günlük 1.5 dolar bile harcayamamaktadır. DPT'nin bu rakamları, 66 milyon nüfusu bulunan Türkiye'nin yaklaşık yüzde 38’e yakınının yoksul olduğunu ortaya koymaktadır. (2) Politeknik okulları, özellikle İngiltere’de teknik okul olarak tanımlanan; birçok dalda yüksek eğitim ve çoğu kez de ünvan veren ve öğrencileri teknik işlere hazırlayan bir yüksek öğrenim kurumudur. Bir başka deyişle, bir tekniğin ya da teknik yöntem ve becerilerin kazandırılmasına önem veren; mühendis, teknisyen ve nitelikli işçi yetiştirmeyi amaç edinen öğretim alanı ve türüdür (Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, 1992: 11366). (3) Gazetecilik eğitimine ilişkin olarak da çıkarımların yapılabileceği, genel anlamda Türkiye’de “nasıl bir iletişim eğitiminin” geliştirilebileceğine yönelik çözüm önerilerinin sıralandığı bir çalışma için bakınız Erdal Dağtaş ve Serhat Kaymas (1998). “Türkiye’deki İletişim Eğitimi Üzerine Öneriler”. Kültür ve İletişim. 1 (2), Yaz, ss. 93-110. Kaynaklar Altun, Abdülrezak (1999). "Türkiye'de Gazetecilik Eğitimi". İçinde Medya Gücü ve Demokratik Kurumlar. Der.: Korkmaz Alemdar. İstanbul: Afa Yayıncılık ve TÜSES Vakfı, ss. 245-252. Atman, Gökçe ve Erkan Aksu (2002). “İletişim fakültelerinde enflasyon var”. Görünüm Gazetesi. 78 (Mart), s.9. İletişim 2003/17 197 Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim… Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi (1992). Cilt 22, s. 11366. Dağtaş, Erdal ve Serhat Kaymas (1998). “Türkiye’deki İletişim Eğitimi Üzerine Öneriler”. Kültür ve İletişim. 1 (2), Yaz, ss. 93-110. French, David ve Michael Richards (1994). "Theory, Practice and Market Forces in Britain: A Case of Relative Autonmy". İçinde (Der.), David French ve Michael Richards. Media Education Across Europe. London: Routledge. Gürkan, Nilgün ve Süleyman İrvan (2000). "İletişim Eğitiminde Nereden Nereye". 1. İletişim Kongresi Bildiri Kitapçığı, ss. 354-365. Habermas, Jürgen (1992). Rasyonel Bir Topluma Doğru. Ankara: Vadi Yayınları. İnal, Ayşe (1996). Haberi Okumak. İstanbul: Temuçin Yayınevi. Kock, Erin, Jong G. Kang ve David S. Allen (1999). "Broadcast Education Curricula in 2-Year and 4-Year Colleges". Journalism and Mass Communication Educator. Spring. Merrington, John (1985). “Gramsci’nin Anlayışında Kuram ve Uygulama”. İçinde (Der.) Kemali Saybaşılı. Siyaset Biliminde Temel Yaklaşımlar. Ankara: Birey ve Toplum Yayınları, ss. 263-302. Morrison, Joy (1997). “The Changing Model of Russian Media and Journalism Education”. Journalism and Mass Communication Educator, Autumn. Mutlu, Erol (1992). "Kitle İletişim Kuramları ve Türkiye'deki BasınYayın Eğitimi". 1991- 1992 Yıllık, Şevket Evliyagil'e Armağan. AÜBYYO, ss. 119-142. Nalçaoğlu, Halil (1998). " İletişim Eğitimi". Kültür ve İletişim. 1 (2), Yaz, ss. 13- 15. Özbek, Meral (1993). "İletişim Eğitimi Üzerine". İLEF Yıllık'92, ss. 307-327. İletişim 2003/17 198 Erdal DAĞTAŞ Tekinalp, Şermin (2000). "Yeni Dünya Düzeni, İletişim Fakülteleri ve Öneriler". 1. İletişim Kongresi Bildiri Kitapçığı, ss. 462-469. Tılıç, Doğan (2001). 2000’ler Türkiye’sinde Gazetecilik ve Medyayı Anlamak. İstanbul: Su Yayınları. Tokgöz, Oya (2003). “Türkiye’de İletişim Eğitimi: Elli Yıllık Bir Geçmişin Değerlendirilmesi”. Kültür ve İletişim. 6 / 1, ss. 9-32. Türk Metal Dergisi (2001). “Türkiye Profili 2000: İstatistiklere Göre Dünya Liginin Dibindeyiz”. 29 (Ekim), ss. 6-11. Ders Programları Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü. 20012002 Eğitim Dönemi Ders Programı. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü. 20012002 Eğitim Dönemi Ders Programı. Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü. 20012002 Eğitim Dönemi Ders Programı. Doğu Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü. 2001-2002 Eğitim Dönemi Ders Programı. Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü. 2001-2002 Eğitim Dönemi Ders Programı. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü. 20012002 Eğitim Dönemi Ders Programı. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü. 20012002 Eğitim Dönemi Ders Programı. Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü. 20012002 Eğitim Dönemi Ders Programı. Yeditepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü. 20012002 Eğitim Dönemi Ders Programı. İletişim 2003/17 Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim… 199 Özet Bu çalışmanın konusunu, Türkiye’de eğitim öğretim veren iletişim fakültelerinin gazetecilik bölümlerinin ders izlencelerinin irdelenerek, fakültelerin bu anlamda benimsedikleri tavrın ortaya konulması oluşturmaktadır. Bunun için de, izlencelerde yer alan derslerin, üçlü bir sınıflama çerçevesinde değerlendirilerek sayısal olarak ağırlıkları tespit edilmesi amaçlanmıştır. Bunlar; (a) Genel formasyon dersleri, (b) İletişim kuram ve kavramlarına yönelik dersler, (c) Uygulamaya dönük dersler. Çalışmanın temel varsayımı ise, kuram ile uygulamanın birbirinden bağımsız düşünülemeyeceği ancak, salt piyasanın taleplerinin de gazetecilik eğitiminin belirleyicisi olamayacağıdır. Dünyadan örneklerin de verildiği çalışmada, Türkiye’den örnek olarak seçilen bazı iletişim fakültelerindeki gazetecilik bölümleri merkez, çevre ve vakıf üniversiteler ayırımı göz önünde bulundurularak analiz edilmiştir. Ders izlencelerine ilişkin niteliksel analiz, programlarda yer alan derslerin içeriğinin elde edilmesi zorluğu açısından kapsam dışında tutulmuştur. Sayısal analiz her zaman sonuca ulaşmada ya da genelleme yapmada belli sıkıntılara yol açsa da, çalışmanın amacı açısından ders izlencelerinin irdelenen sınıflandırma çerçevesinde ağırlıkları ortaya konulmaya çalışılmıştır. Abstract The subject of this study has been constituted by journalism departments of communication faculties’ academic calenders where have been continued to the training and instructing in Turkey. It has been emphasized and in this context to be exposed their attitude of identifying oneself with. Therefore, lessons that take part in academic calender have been evaluated according to the frame with classification of a market with the number three. Thus, lessons’ ratio of qualitative esteemed determined which aimed to this study. These are; (a) General formation lessons, (b) İletişim 2003/17 200 Erdal DAĞTAŞ Lessons directed communication theory and concepts, (c) Lessons directed practice. The main hypothesis of this study, both theory and practice do not consider independent with each other. But, journalism education will not be determined by simple demands of market. When giving the examples from the world at this study, journalism departments that are chosen to be sample about some communication faculties have been analyzed according to the distinction of the center, the periphery and foundation. The qualitative analysis about belong to academic calender has been neglected when the contents of lessons at the calender in order to be gained hard. Although quantitative analysis caused obvious problems about making generalization or reaching toward the result, perspective from the aim of the study try to explain the frame of the emphasized classification academic calender’s esteemed. İletişim 2003/17 Genetik, Klonlama ve Gen-Etik Çetin Murat HAZAR* Darwin’in İnsanla ilgili eski görüşleri, geriye dönülemeyecek bir şekilde değiştirmesinden günümüze kadar bir asırlık bir süre geçmiştir. Darwin, insanın da dahil olduğu bütün canlı formlarının değişme göstermeden varlıklarını sürdüremeyeceklerini, değişmenin yaşamın özünde saklı bir özellik olduğunu ileri sürmüştür. Günümüzde, genetik sayesinde, artık kendi fiziksel yapımızı (dolayısıyla da toplumu, devletleri, kültürleri, ilişkileri, iletişimleri vb.) değiştirebileceğimizi bilmekteyiz. Böylece “Müdahale Çağı” denilen yen bir döneme girmiş bulunmaktayız. Klonlamayı da göz önüme aldığımızda, insanın bir tanrı rolü oynadığından bahsedilebilmekte ve ağır bir şekilde eleştiriler sunulmaktadır. Karşı yanda ise, genetik konulardan kaynaklanan sorunların ancak genetik mühendisliğine dayanan araştırmalarla çözümlenebileceği vurgulanmakta, bilimsel gelişmenin önlenemeyeceği, böyle bir çabanın da ancak illegal araştırmaları teşvik edeceği ve asıl zararın bundan sonra başlayacağı ileri sürülmektedir. Ancak, Papa III. Jean Paul genetik mühendisliğinin doğal hukuka aykırı olduğunu ileri sürmesine rağmen, Katolik filozof olarak bilinen Robert T. Francover şunları söylemiştir : “Her zaman ve çoğu kez yürekten inanmaksızın, Tanrı tarafından, Tanrı suretinde yaratıldığımızı, Tanrı suretinde ve Tanrı benzeri yaratıklar olduğumuzu söyledik durduk. Tanrı “insanı kendi suretimizde, kendimize benzer olarak yapalım” dedi (Kitabı Mukaddes, Tekvin, 1.26). Bu, insanın, doğası gereği, Yaradan’ı gibi bir yaratıcı olduğu anlamına gelir (Benzer * Arş. Gör. Dr. Gazi Üniversitesi, İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü İletişim 2003/17 Çetin Murat HAZAR 202 ayetler Kur’an-ı Kerim’de de bulunmaktadır; Secde Suresi 7-9, “Yarattığı herşeyi güzel yaratan, insanı da balçık çamurundan yarattı. Sonra adi bir sudan yapıp onun neslini yaydı. Sonra ona şekil verdi, ruh üfürdü kendi ruhundan” ve gene Sâd Suresi 71-72. Ayet “Rabbin o zaman meleklere demişti ki; Ben çamurdan insan yaratacağım. Ona şekil verip ruhumdan üflediğim zaman hepiniz önünde saygı ile secdeye kapanın”). Tanrı’nın yalnızca yardımcısı, kâhyası ya da emanetçisi değiliz. Biz insanlar Tanrısal buyruğun bir gereği olarak, birer yaratıcıyız. Öyleyse, bugün ya da yakında, geleceğin insanını yarabileceğimizi öğrenince neden ürperiyoruz? Neden “Tanrı rolü oynama”ya kalktığı için, bir bilim adamı ya da doktor karşısında dehşete kapılıp onu suçluyoruz? Bunun nedeni, Sami kültüründeki yaradılışın Tanrı’nın, insanla işbirliği içinde sürüp giden etkinliği olduğu anlayışını unutmuş olmamız mıdır? Yaratmak, bizim bize Tanrı tarafından verilen rolümüzdür ve bize düşen görev, daha tamamlanmamış, hâlâ evrim göstermekte olan insan doğasını yaratadurmaktır.” (Grobstein, 1987:64) 1. Genetik İnsanlar, karanlık çağlardan beri, neden sonuç ilişkilerine dayanarak, çocukların ebeveynlerine ve akrabalarına benzemesinin basit bir rastlantı ile açıklanamayacağını düşünmüşlerdir. Kalıtım üzerine ilk gözlemler, hayvanların ve bitkilerin ekonomik özelliklerini seçme sonucunu beraberinde getirmiştir. Köpeklerin çok eski çağlarda ıslah edilmesi projeleri, zamanla diğer hayvan ve bitki topluluklarını da kapsamaya başlamıştır. Eski bir Babil yazıtı, beş jenerasyonluk bir at seceresinde yele ve başın nasıl değiştiğini göstermektedir. O zamanlarda, ekilen tohumların en iyi bitkilerden seçilmesine özen gösterilirken, yapay tozlaşmanın getirdiği yararlar gözetilmiştir. Mısırlıların hurmadaki polenlerin oluşma ve tozlaşma tarihlerini not etmeleri ve Çinlilerin daha iyi pirinç ırkları elde etmek için kontrollü tozlaşmalar yapmaları tarihi kayıtlar içinde yer almaktadır. (Demirsoy, 1995:199) İletişim 2003/17 Genetik, Klonlama ve Gen-Etik 203 Kalıtım üzerine ilk varsayımlar ise, kalıtımın gizil güçlerin değil de, belirli mekanik düzeneklerin etkisinde sürdüğünü düşünen Eski Yunan filozoflarından gelmektedir. MÖ. 500 yıllarında yaşayan Pitagor’a göre, çocukların babalarına benzemelerinin nedeni, eşeysel çiftleşme sırasında vücudun değişik bölgelerinden süzülerek gelen ıslak bir buharın, eşeysel organlarda yoğunlaşarak tohumu meydana getirmesi ve buradan da dişinin eşeysel organlarına iletilmesi sonucu, yoğunlaşmış buharın embriyo içerisinde vücudun tüm parçalarını yeniden oluşturmasıdır. Anaya benzerlik ise, embriyonun ana vücudu içinde gelişmesi nedeniyle ortaya çıkmaktadır. MÖ. 300 yıllarında yaşayan Aristo ise, erkeklik tohumunun, kandan saflaştırılarak üretildiğine inanmaktaydı. 2 bin yıl yaygın olarak kabul edilen bu görüşe göre, kan her organa ulaşmakta ve embriyo da bu organları yeniden yapabilmektedir. Erkekler gibi dişilerin de tohum taşıdığını iler süren Aristo, Empedocles’den farklı olarak, bunu ilişki sırasında dişinin eşeysel organlarında oluşan kaygan sıvı yerine, aybaşlarında gelen kan olarak belirlemiştir. Ancak, kadındaki tohum, erkekteki gibi çok güçlü bir şekilde saflaştırılamadığından, kan şeklinde ortaya çıkmaktadır. Çiftleşme sırasında bu kan beden içinde tutulmakta ve erkeğin tohumuyla karışarak bir embriyo halinde çökelmektedir. 1620 yılında William Harvey ile birlikte, Aristo’nun görüşleri sarsılmaya başlamıştır. Geyikleri çiftleştirdikten sonra öldürerek rahimlerine bakan Harvey, çökelmiş herhangi bir embriyo taslağına rastlamamıştır. Ancak bir kaç hafta sonra küçük bir embriyo ortaya çıkmaktadır. Aristo’nun yanıldığını ileri süren Harvey, çiftleşme sırasında sürtünme ile bir mıknatıslanmanın oluştuğunu ve bu yüzden bir embriyonun belirdiğini ileri sürmüştür. 18. yüzyılda mikroskobun bulunmasıyla, üreme hücreleri ortaya çıkarılmıştır. Erkekte spermanın, dişide yumurtanın olduğu ve bunların birleşmesinden yeni bir yaşamın kalıtsal biriminin ortaya çıktığı belirlenmiştir. İletişim 2003/17 204 Çetin Murat HAZAR Lamarck ise, 1809 yılında, “Canlıların Yapısı Üzerine Araştırma”sı ile, organların çevre koşullarının etkisiyle farklılaştıklarını, bunun da üreme sürecine yansıdığını ve sonraki kuşaklara aktarıldığını ileri sürüyordu. Kalıtımı, öğrenme aracılığıyla açıklayan Lamarckçı düşünce temelini Mukaddes Kitap’a kadar götürmektedir. Mukaddes Kitap’a göre, Yakup, kendi koyunlarının kayınbabasınınkilerle karışmasını önlemek için lekeli ve benekli bir sürü edinmeye karar verir. Bunun için, kavak dallarını alır, kabuklarını şeritler halinde soyar ve bunları hayvanların su içmeye geldikleri zaman çiftleştikleri yere yerleştirir. “Böylece değneklerin önünde çiftleştiler ve lekeli, benekli yavruları oldu.”. (Jacop, 1996:44) 18. yüzyılın sonlarında, Weismann’ın Germ Plazma Kuramı ile, kazanılmış özelliklerin kalıtımı varsayımı tamamiyle geçerliliğini yitirmiştir. Weismann fareler üzerine yaptığı deneylerinde, fare doğar doğmaz kuyruklarını kesmektedir. Yirmi iki döl yolu boyunda farelerin kuyruklarını kestiği halde doğan yirmi üçüncü farenin de kuyruğunun olduğunu görünce, Weismann, vücudun, vücut dokularını oluşturan Somatoplazma ve üreme hücrelerini oluşturan Germ Plazma’dan meydana geldiğini ileri sürmüştür. Germ Plazma, bulunduğu organizmanın vücut hücrelerine bağlı olmaksızın, onların etkisinde kalmaksızın taşıdığı kalıtsal birimleri gelecek döllere iletmektedir. 1886 yılında, De Vries, Germ Plazma kuramından Mutasyon kuramına varmıştır. Hollandalı Lale üreticileriyle çalışan De Vries, laleler üzerinde yapılan çaprazlamalara ve seçmelere rağmen, bazen ortaya tamamen değişik renkli lalelerin çıktığına dikkati çekmiştir. Bu ani kalıtsal değişimi ise Mutasyon olarak nitelendirmiştir (ki Darwin bunları Sport yani hilkat garibesi şeklinde değerlendirerek, evrimde önemli olmayacaklarını ileri sürmüştür). Mendel ile De Vries’in çalışmaları, kalıtsal birimlerin değişebilirliği açısından önemli bir noktayı oluşturmaktadır. Bezelyeler üzerine yaptığı çalışmalarla Mendel, bugünkü genetikçilere önderlik eden kalıtımın ilkelerini bulmuştur (Hanson, 1987:11). Bezelyeleri çaprazlayarak 22 çeşit varyete elde eden Mendel, zıt özelliklerde saf ırkları elde etmiştir. Bunların çaprazlanması sonucu bulunan İletişim 2003/17 Genetik, Klonlama ve Gen-Etik 205 bütün tohumlar düz ve sarı renklidir. Sarı renk, anne ve babada olsun, sonuç değişmemektedir. Böylece Mendel, zıt özelliklerden birinin eşeye bağlı olmadan diğerlerine dominant (baskın) olduğunu görmüştür. Yeşil rengin oluşabilmesi için ise, hem anneden, hem de babadan bu özelliğin alınması gerekmektedir. Bunu da resesif (çekinik) özellik olarak belirlemiştir. Bu deney, Mendel kanunlarının ilki olan Ayrılım Yasasını belirlemektedir. İkinci kanun olan Özelliklerin Bağımsız Kalıtımı Yasası ise, ortaya çıkan renklerin ve biçimlerin (düz, pürtüklü) birbirleriyle ilişkili olmadığını göstermektedir. Mendel, özetle, özelliklerin ve kalıtsal faktörlerin bağımsız olarak gametlere aktarılmasını ortaya çıkarmıştır. Mendel’in 1890’lı yıllarda elde ettiği veriler, genetiğin ana rahmine düşmesi olarak görülmektedir. (Köküöz, 1996:16) Bebeklik dönemini, 1910’da kalıtım birimleri için gen sözcüğünün önerilmesiyle, çocukluk dönemini ise, 1940’larda, kalıtımın genler tarafından belirlendiğinin kanıtlanması ve kalıtsal bilginin DNA (deoksiribonükleik asit) molekülünde taşındığının gösterilmesiyle tamamlayan genetik, ergenlik çağını da, 1953 yılında Watson ve Crick’in, Wilkins’in çektiği kromozom maddelerinin kırınımı fotoğrafı üzerine geliştirdikleri DNA’nın çift sarmal şeklindeki molekül yapısını (Harre, 1996:132-133) aydınlatmalarıyla tamamlamıştır. Genetiğin erken gençlik yıllarında verdiği ilk ürün, günümüze de damgasını vuran rekombinant DNA teknolojisi olmuştur. Genetik bu teknoloji yardımıyla gen mühendisliğini kullanarak, dünyanın dört bir yanına ve canlıların her koluna hükmedebilecek bir konuma ulaşmıştır. (Köküöz, 1996:16) 1973 yılıyla birlikte, organizmalar arası transferlerle, genetik, olgunlaşma yolunda önemli adımlar atmıştır. California Üniversitesinden Herbert Boyer, Stanford Üniversitesinden Stanley Cohen ile birlikte yabancı DNA’nın bir organizmaya aktarılması ve aktarılan genin o canlının genetik yapısının bir parçası durumuna gelmesi olanağının bulunduğunu göstermiş- İletişim 2003/17 Çetin Murat HAZAR 206 lerdir (Swanson, 1987:97). Böylece nihai nokta olan Klonlamaya yaklaşılmış bulunulmaktadır. 1.1. DNA Genetik bilimi, her canlının özellilerinin kalıtımla geçtiğini, aynı yavruda hassas bir şekilde yeniden ortaya çıktığını göstermektedir. Kişisel özellikleri düzenleyen bilgi, genler denilen özel varlıklarla nesilden nesile geçmektedir. Her belirgin katılımsal özelliğin ayrı bir geni bulunmaktadır. Genler, her biri organizmanın belirli bir özelliğini içeren, kalıtımla yavruya aktarılabilen küçük bilgi paketleridir. Özellikle Avery’nin deneyleri, moleküler biyoloji çağını açmıştır. 1940’larda, iki taraflı zatürreeye yol açan bakteriyle uğraşan Avery, ölü zatürree bakterilerinin, kötü niteliklerini zatürree yapmayan türden canlı bakterilere geçirebildiklerini bulmuştur. Bu nitelik bir defa kazanıldığında, artık kalıcı olmaya başlamakta ve eskiden iyi huylu olan bakterilerin yeni jenerasyonlarına kalıtımla aktarılmaktadır. Avery, öncelikle ölü bakterilerden dağılan bir molekül karışımını alarak içine DNA’yı bozan bir enzim eklemiştir. DNA’nın bozulması, karışımın zararsız bakterileri zararlı hale getirme işlemine son vermiştir. Böylece, zararsız bakterileri hastalık yapan bakteriye çeviren maddenin DNA olduğu anlaşılmıştır. Dolayısıyla bir şeyi kalıtımla geçirmek demek, bir parça DNA aktarmak anlamına gelmektedir. (Hoagland, 1996:22) DNA molekülü doğrusal bir yapıya sahip olup, ipe dizili tespih taneleri gibi birbirine bağlanmış, birbirini yineleyen birimlerden oluşmaktadır. Bu yinelenen birimlerinden her birine Nükleotid denilmektedir. DNA’daki, fosfat, şeker ve nitrojen bazlarından oluşan nükleotidler, adenin (A), sitozin (S), guanin (G) ve timin (T) adlarını almaktadırlar. (Donady, 1987:18-20) DNA bu özgül kovalant olmayan bağlar aracılığıyla birleşen iki polinükleotidik liften oluşmuştur. Çift lifte, bir lifin A’sı ötekinin T’si ile, İletişim 2003/17 Genetik, Klonlama ve Gen-Etik 207 G’si de C’si ile birleşir. Bu lifler birbirlerinin tamamlayıcısıdır. (Monod, 1983:195) DNA’ya yerleştirilmiş genetik bilgi, öteki moleküllere geçirilebilir ve sonuçta ilgili türün ve o türün bireyinin karakteristik özelliklerini üretebilir. Söz konusu genetik bilgi aktarma süreci, iki basamağa, yani traskripsiyon ve translasyon aşamalarına indirgenerek açıklanabilir. DNA transkripsiyon işlemi RNA adı verilen daha hareketli olan ve DNA’nın genetik bilgisini kendi içinde bulunduran DNA benzeri bir molekül türetir. RNA, DNA’ya benzer olmakla birlikte, ikili sarmal yerine tekli dizi şeklinde olması, şekerinin deoksiriboz yerine riboz olması nitrojen bazında timin yerine urasil içermesi konularında farklıdır. Transkripsiyon işleminde, DNA ikili dizisinden birinin bir parçası, kopyayı sağlayan şablon işlevi görmektedir. DNA dizisinin kutupluluğu (3’ 5’) RNA’da kendisinin zıttı bir kutupluğu (5’ 3’) meydana getirmektedir. DNA’daki baz dizilişleri de, kendi dizilişlerini tamamlayıcı karşıt bazlardan oluşan bir dizi yaratmaktadır. Transkripsiyon süreci DNA genetik bilgisini, temelde nitrojen baz dizilişi biçimindeki aynı dili kullanarak RNA’ya aktarmaktadır. DNA’nın RNA içine transkripte edilen sınırlı bir parçası olan gen, genetik bilginin de sanırlı bir parçasını oluşturmaktadır. Ele alınan bir genin genetik bilgi parçasına, yalnızca bazı hücrelerde veya belli zamanlarda gereksinim olduğundan, DNA’daki toplam genetik bilginin sınırlı parçalarının transkripsiyonu, türlerin toplam genetik bilgi deposundan yani gen havuzundan yararlanmanın etkili bir yolu haline gelmektedir. Kıvırcık saç gibi karakter özelliklerinin türetilmesinde doğrudan doğruya DNA veya RNA aktif bir işleme sahip olmamaktadır. Bu tür özellikleri üreten aktif moleküller, tüm canlıların ve hücrelerin başta gelen yapısal ve işlevsel molekülü olan proteinlerdir. DNA’da depolanarak kodlanmış ve RNA’ya aktarılmış genetik bilginin, sonunda bir proteinin üretimini dikte ettirmesi gerekmektedir. Böylece, bir gendeki genetik bilgi parçası, bir canlının yapısında veya işlevinde, kendini ortaya çıkarmış olmaktadır. DNA’dan İletişim 2003/17 Çetin Murat HAZAR 208 bir proteinin üretilmesini sağlayan bu dikte işlemine ise translasyon denilmektedir. Translasyon, bilginin, DNA ve RNA dilinden protein diline aktarılmasını içermektedir. Birimleri amino asit olan proteinler, DNA ve RNA gibi doğrusal dizilen moleküllerdir. Bir proteinde amino asitlerin diziliş sırası ve biçimi o proteinin nasıl bir işlev göreceğini belirlemektedir. Dolayısıyla, translasyon süreciyle, RNA’daki belli bir nitrojen baz dizilişi proteindeki belli bir amino asit dizilişine dönüştürülmektedir. Bu yolla bir gen, bir türün karakteristik özellilerinden birini üretebilmektedir. Genetik bilgi parçalarının DNA-RNA dilinden protein diline çevrilmesi işinde genetik kod kullanılmaktadır. Hücrenin düzeneği, DNA bazındaki dizilişleri okumakta ve ona göre bir amino asit dizilişi kurmaktadır. Amino asit türünü kodlayabilmek için ancak dört nitrojen baz bulunmakta, dolayısıyla da dört bazın en az yirmi amino asiti belirleyebilmesi için, en az üçlü bir kod gerekmektedir. Bu durumda kod birbirinin aynısı olmayan üçlü harf dizilerinden kurulan 64 sözcüğü içermektedir. Söz konusu kodun bazı sözcükleri, cümleleri birbirinden ayırmada kullanılmaktadır. Bazı amino asitlerin birden fazla kod sözcüğüyle belirlendiği de görülmektedir. Bu şekilde, RNA, doğrusal molekül dizisinde üç bazın belli bir dizilişi, bir amino asit türünün söz konusu proteini oluşturacak amino asit zinciri içindeki konumunu dikte ettirmektedir. Böylece, DNA’da depolanmış genetik bilginin proteindeki aktif bilgiye dönüşmesi tamamlanmış olmaktadır. Genetik kod, harfi harfine kene gibi yapıştığı için, her türün genetik bilgisi, o türün amino asit dizilişine sadakatle aktarılmakta ve söz konusu olan türün tüm bireylerinde o türün karakteristik özellikleri görülmektedir. (Donady, 1987:23-25) İletişim 2003/17 Genetik, Klonlama ve Gen-Etik 209 1.2. işlevler Genom Haritası DNA ve RNA’nın işlevleri anlaşıldıktan sonda, yabancı DNA’ların bir organizmaya nakledilmesiyle ilgili bir teknoloji olan rekombinant-DNA araştırmaları ağırlık kazanmaya başlamıştır. Son yıllarda özellikle bitkilerin genom haritalarının çıkarılması ve moleküler markırlarla (işaretleyiciler) haritalama yöntemlerinin geliştirilmesi, melezleme çalışmalarında çok uzun yıllar alan seleksiyonu iki yıla kadar indirmekte ve istenilen tiplerin çok kısa sürede seçilmesini sağlamaktadır. Bu yöntemle, bir bitkinin içine, mikroorganizma, insan, hayvan veya sentetik herhangi bir gen aktarılabilmektedir. 1986 yılında dünya üzerinde 5 taransgenik bitki tarla testinde iken, 1991 yılında 156 bitki tarla teskinde kullanılmıştır. 1993 yılında ise 345 bitki, Kuzey Amerika, Batı Avrupa ve Çin’de tarla testi denemelerine tabi tutulmuştur. (Gözükırmızı, 1993:21) Öncelikle bitkilerle ilgili çalışmalarda karşımıza çıkan genom, hücrelerin çekirdeğinde içerilen enformasyonların tümünü kapsamaktadır. Hücrelerin bölünmeleriyle bu enformasyonun hücreden hücreye aktarıldığı, dolayısıyla da nesilden nesile geçtiği bilinmektedir. Genom bir kitaba benzetilebilir. Bu kitapta kullanılan alfabe, 4 harften (DNA’nın dört yapı taşı olan adenin, sitozin, guanin ve timin) oluşmaktadır. Bu harflerin milyarlarcasının yan yana tek bir dizi halinde bir araya gelmesiyle, insan genomu bir metre seksen santime kadar ulaşmaktadır. İnsan genomunu harf harf bir kağıda yazıldığında 3 milyar harften oluşan 500 000 sayfalık bir yekun ortaya çıkabilmektedir. (Çırakoğlu, 1993:32) Günümüzde, insan genomu kitabının bir milyonu aşkın cümlesi içinde sadece yüz bininin anlamlı olduğu ileri sürülmektedir (yani diğer bir anlatımla % 90’ının işlevleri daha bilinmemektedir). Bunlar fiziksel yapımızdan karakterimize kadar her şeyde etki sahibi olan genlerdir. 1980’lerin başında, genomla ilgili bilgilerin son derece yetersiz olması ve 3 milyar harflik bir şifrenin çözülebilmesinin ilk adımları atılmaya başlanmıştır. Öncelikle Amerika Birleşik Devletleri ve Fransa’da, daha sonraları İletişim 2003/17 210 Çetin Murat HAZAR ise, diğer gelişmiş Avrupa ülkeleri ve Japonya’da, insanın genom haritasının çıkarılması ile ilgili projeler ortaya konulmuştur. Bunlardan en önemlisi ve sürükleyicisi konumunda olan, DNA’nın ikili sarmal yapısını bulan Jim Watson’un başında olduğu Amerikan kaynaklı HUGO (İnsan Genomu Projesi) 1988 yılında yürürlüğe sokulmuştur. Proje, bugün, 1940’larda atom bombasını yapan Manhattan Projesi ve 1960’larda aya gitmeyi sağlayan Apollo Projesi ile karşılaştırılmaktadır. Ancak dünyayı değiştirmek açısından onlardan çok daha fazla etkilerde bulunacağı açıktır. (Başak, 1993:45) Genom projesi kapsamında, harflerin birbiri ardı sıra tek tek ne şekilde geldiğini araştıran ve böyle kapsamlı bir analiz için biyologlar, gen teknokratları, bilgisayarcılar, algoritmacılar, programcılar, bilgi işlemciler, makine mühendisleri, matematikçiler ve kimyacıların kullanıldığı dizi analizleri yapılmıştır. Dizi analizleriyle, genom istenilen boyda, örneğin 50 000 baz uzunluğunda, sınırlama enzimleri olarak adlandırılan gen kesici moleküller sayesinde küçük parçalar şeklinde kesilebilmektedir. Daha sonra bu parçaların her biri farklı bakterilerin içine klonlanmaktadır. Bu genom parçalarının her biri üzerinde çalışabilmek için, her bakteri farklı kaplarda kültüre yatırılmakta ve böylece her deney kabı, çabucak, aynı genom parçasının milyonlarca sayıda üretilmiş örnekleriyle dolabilmektedir. Bu sayede üzerinde çalışılabilecek olan, genom parçalarından oluşan Anglosaksonların “kütüphane”, kıta Avrupa’sının ise “banka” dedikleri birimlere ulaşılmaktadır. Bunların hepsi sırayla ele alınarak, tek tek çözümlenmekte ve bir çok farklı bireyin eşdeğer genom parçalarına tekabül eden yapıları karşılaştırılmaktadır. Bazı bireylerde dizinin değişmesi, buradan bir polimorf noktanın bulunduğu sonucunu çıkarmaktadır. Böylece, polimorf olarak tanımlanmış noktaların, genom boyunca yerleştirilmeleri gerçekleştirilmektedir. Bunun için, bir çok ailenin içinde allellerin kalıtılma sıklığı araştırılmaktadır (ne kadar çok aile varsa, istatistiki açıdan o kadar önem taşır). Sonuç olarak, iki polimorf yer genom üstünde İletişim 2003/17 Genetik, Klonlama ve Gen-Etik 211 komşuysa, bunların allelleri, birbirine uzak olan iki yere göre, daha sıklıkla “birlikte-aktarılmış” olmaktadır.(Cohen, 1995:48) Genomun A, T, C ve G bazlarının sırasını açıklamak olan dizilemek, aslında anlamadan yapılan bir okuma niteliğindedir. Şifre çözmek ise, genomdaki harflerin ne anlama geldiğini kavramaktır. Dolayısıyla, her iki yöntem arasında büyük bir uçurum bulunmaktadır. Biyolojinin günümüzde vardığı noktaya göre, dizilemek işlemi daha yeni yapılmıştır. Şifrenin çözülmesi konusu ise, çok daha uzun bir araştırma merhalesini içermektedir. Genom yazım biçiminin ortalama olarak her 300 baz çiftinde bir değiştiği, dolayısıyla 300 bazda bir mutasyon olduğu, bunun da genom üzerinde 10 milyondan biraz fazla bir farklılık noktası oluşturduğu bilinmektedir. İnsan genomunun % 90’ı protein kodlamadığı ve en azından bugün bilinen herhangi bir işleve sahip olmadığı için, bu polimorf noktalar arasında en az 9 milyonu görünür herhangi bir fizyolojik özellikle ortaya çıkmayan, tamamen sessiz mutasyonlardır. (Cohen, 1995:47) Genom içinde, mutasyonların önemini, Şempanze örneği ile açıklamak mümkündür. İnsan ve şempanzenin genomlarının çok benzer olmakla kalmayıp (yaklaşık % 1’den de az farklılık), polimorflarının da neredeyse birbirinin eşi olduğu gözlenebilmektedir. İkisinin de çoğu zaman aynı genler ve genlerin içinde de aynı yerlerde aynı alleller bulunmaktadır. Bu yüzden şempanzelerde ve insan topluluklarında çok sayıda benzer hastalıklar ve bireyler arasında aynı tipten ikincil farklılıklar belirgin olarak ortaya çıkmaktadır. Bu bulgulara dayanarak Cohen (1995:295-296), iki tür arasındaki farkın yalnızca, birkaç mutasyondan kaynaklandığını ileri sürmektedir. DNA içindeki tek bir halkada bile meydana gelen değişiklik, DNA mesajında bir harfin değişmesi anlamına gelmekte, böylece DNA’dan kopya alan mesajcı RNA, değişikliği kendinde içermekte ve protein yapmakta olan makine tarafından farklı okunabilmektedir. Dolayısıyla, ortaya değişmiş bir proteinin çıkması sonucu amino asit zincirinde bir halkada farklılık oluşmakta ve proteininin işlevi değişmektedir. İletişim 2003/17 Çetin Murat HAZAR 212 Mutasyonun önemli özelliklerinden birisi, DNA kopyalandığında, mutasyonların da kopyalanmasıdır. Böylece, ufak bir mutasyon DNA diline sonsuza kadar yerleşebilmektedir. Mutasyonlara, X ışınları, ultraviyole ışınları gibi doğal reaksiyonlar ve insan yapısı kimyasal maddelerin DNA’daki nükleotid halkalarına çarparak bunları bozmaları neden olmaktadır. Nükleotidler, bu şekilde başka nükleotidlere dönüşebilmektedirler. Tümüyle rastlantısal olarak gerçekleşen mutasyonların, DNA’nın hangi halkasına çarpacağının bilinmesine günümüzde olanak bulunmamaktadır. Herhangi bir canlının DNA’sının herhangi bir nükleotidinde her an mutasyon görülebilmektedir. Ancak, bazı ilginç enzimler DNA’yı sürekli gözlemekte ve bir değişiklik bulurlarsa onarmaktadırlar. Her şeyi yakalayamadıklarından, nadir de olsa mutasyonlar gerçekleşebilmektedir. 2. Klonlama Canlı varlıkların üreyebilmeleri ve nesillerinin devam edebilmesi için, erkek ve dişi bireylere, bunlar tarafından oluşturulan türün döllenmiş yumurtasına ihtiyaç bulunmaktadır. Klonlamada ise, sadece dişi birey neslin devamı için yeterli olabilmektedir. Klonlama herhangi bir bireyden alınan somatik hücrenin, yumurta içine enjekte edilmesiyle, sperme gerek duyulmadan, somatik hücre sahibinin bütün kalıtımsal özelliklerinin yeni bireyde yaşatılması anlamına gelmektedir. Tek hücreli canlılarda gerçekleştirilen klonlama deneyleri, ilk olarak 1975 yılında omurgalı hayvanlar üzerinde denenmeye başlanmıştır (Kiefer, 1987:41). Memeli bir hayvan olan fareler üzerinde de gerçekleştirilen deneylerden sonra, 1997 yılında koyunlar üzerinde oldukça sansasyonlara ve korkulara neden olan başarılar elde edilmiştir. Artık tartışmalar insanların da klonlanması halinde, nasıl bir toplum, nasıl bir etik, nasıl bir ilişkiler yumağı olacağı üzerine yoğunlaşmaktadır. İletişim 2003/17 Genetik, Klonlama ve Gen-Etik 213 2.1. Koyun Dolly İskoçya Edinburg’daki Roslin Enstitüsünden Dr. Wilmut ve ekibi “Fetal ve Erişkin Memeli Hücrelerinden Türetilebilir Yavrular” isimli çalışmalarını, yayınlanması isteğiyle Nature dergisine vermişlerdir. 10 gün sonra, 27 Şubat 1997’de yayınlanacak olan makale için çalışmayı yürüten Roslin Enstitüsü, kendilerini finanse eden PPL Therapeutics ve danışmanlık yapan halkla ilişkiler şirketi De Facto ortaya çıkabilecek yoğun kamuoyu ilgisini tatmin edebilmek için gazete ve dergilere 26 Şubat saat 19’a kadar ambargolu açıklamalar göndermişlerdir. Ancak, daha önceden, bazı basın kuruluşlarının haberi ele geçirmeleriyle, makale yayınlanmadan yoğun tartışmalara neden olmuştur. Makale yayınlanmadan bir gün önce, dönemin Amerika Birleşik Devletler Başkanı Bill Clinton’un, oluşturduğu biyoetik komisyonundan, 90 gün içinde yapılan araştırmayla ilgili bir rapor hazırlanmasını istemesi, makalenin yayınlandığı gün ise, hem İngiliz Avam Kamarası, hem de Birleşik Devletler Kongresi’nin araştırmacılardan açıklama talep etmeleri, klonlama deneyinin yankıları hakkında daha ilk günden, hatta yayın ortaya çıkmadan bilgi vermektedir. Yüzyılımızın bu en büyük korku ve umut yaratan deneyinde, yetişkin bir koyundan (Dolly, ki bu isim, göğüsten alınan somatik hücreyi anlamlandırması için, göğüslerinin büyüklüğü ile ünlenmiş olan şarkıcı Dolly Parton’dan esinlenerek verilmiştir) alınan somatik bir hücrenin çekirdeğini, başka bir koyuna ait, çekirdeği alınmış bir yumurtaya yerleştirmek ve bilinen tüp bebek yöntemiyle yeni koyuna yaşam vermek işin özünü oluşturmaktadır. (Kurtuluş, 1997:43) Çalışma incelendiğinde araştırmacıların, koyun embriyo, fetal fibroblast ve erişkin meme hücrelerini izole ederek kültür ortamında gelişmeye bıraktıkları görülmektedir. Hücrelerin geçirdiği evreler sıkı gözetim altında tutularak bir hücrenin GO evresinde kıstırılıp bu haliyle durağanlığa bırakılması başarılmıştır. Bunun için, hücrenin besin ortamı neredeyse öldürme sınırına kadar geriletilmiş, tüm süreç dondurularak bir anlamda genetik saat sıfırlanmıştır. Üstelik bu evre, kaynaştırılacağı yumurta hücresinin İletişim 2003/17 Çetin Murat HAZAR 214 mayöz gelişimi sırasında gerçekleştiğinden, bu işlem için en uygun olan matafaz-II evresiyle uyum içindedir (Kurtuluş, 1997:46). Hücrelerin bu şekilde bölünmez duruma getirildikleri ve bu hücrelerle çekirdekleri alınmış koyun dişi eşey hücrelerinin elektrik akımı yardımıyla birleştirildiği görülmektedir. Laboratuarda yapılan bu çalışmanın sonunda, kültür ortamında fertilize olmuş (döllenmiş) gibi gelişmeye ve bölünmeye başlayan eşey hücreleri, taşıyıcı dişi koyunların rahimlerine yerleştirilmiş ve normal hamilelik süreci sonunda yumurtanın sperm tarafından fertilize edilmesine gerek duyulmadan Dolly doğmuştur. Üç tip hücre ile yapılan deneyde, koyun embriyo, fetal fibroblast ve erişkin meme hücrelerinin çekirdekleri toplam 834 fertilize olmamış yumurta hücresine aktarılmış ve sonuçta üç gruptan toplam sekiz yavru elde edilmiştir. Bu durumda genel verim % 0.95 olarak hesaplanmaktadır. Erişkin meme hücreleri grubunda 277 yumurta hücresine çekirdek aktarımı yapılmış, 29 embriyo gelişimi sağlanarak bu embriyolar 13 taşıyıcı dişi koyunun rahimlerine yerleştirilmiştir. Bu koyunlardan sadece birinde hamilelik gelişmiş ve Dolly meydana gelmiştir. (Çırakoğlu, 1997:44) Böylece koyun Dolly, doğduğu annesine benzememekle kalmamakta, meme hücrelerinin alındığı koyunla özdeş genetik bilgileri taşımaktadır (Öztürk, 1997:46). 3. Gen-Etik Genetiğin, bir yaratıcı rolü oynaması, Gen-Etik kavramı üzerinde yoğunlaşmalara neden olmaktadır. Artık genetik araştırmaları çerçevesinde, birey-ekosistem, bireybirey ve birey-toplum ilişkilerinde farklılıklar ortaya çıkmaktadır. 3.1. Birey-Ekosistem İlişkileri Genetik araştırmaları ile milyonlarca, milyarlarca yılda oluşmuş bir denge içindeki doğaya müdahale etmek söz konusu olmaktadır. İletişim 2003/17 Genetik, Klonlama ve Gen-Etik 215 Genetik, insanoğluna belki de milyonlarca yıl sonra gerçekleşebilecek yeni dengeler sunmaktadır. Böylece mevcut dengelerde olağanüstü bozulmalar yaşanmakta olduğu görülürken, bu sürecin geri dönüşü olmayan bir şekilde devam edeceği aşikardır. Mutasyon oranlarını artırmakta olan genetik deneyler, güçlü ve yapay ayıklanma sistemlerini de beraberlerinde getirmektedirler. Böyle bir ivme kazanmış evrimsel değişme sonucu, şimdiye kadar birlikte evrim göstermiş türler arasındaki dengeler de bozulacaktır (Levin ve Harwell, 1987:163). İnsanlar, kendilerine daha yararlı olarak gördükleri hayvanların (küçük baş, büyük baş, kümes hayvanları vb.) nüfuslarını, daha faydalı olarak gördükleri bitkilerin sayılarını diğerlerinin aleyhine artırmak çabası içinde olmaktadırlar ve faydacı anlayış gereği gelecekte de olacaklardır. Bazı türler yok edilirken, diğerlerinin, doğadaki dengenin aleyhine desteklenmesi, desteklenen hayvanlardaki olumlu doğal mutasyonların da yavaş yavaş yok olmasına neden olabilecektir. Bu da, doğanın yeniden ve tek tür (en azından insanoğlu için en gerekli olanlar) için yeniden yapılanması anlamına gelmektedir. Doğal dengenin yıpratılması, genellikle basit sonuçlar doğurmamaktadır. Fizik bilimindeki “Kelebek Etkisi Kuramı”nda olduğu gibi, Çin’deki bir kelebeğin kanat çırpışları, Pasifik’in diğer yanında fırtınalara sebep olmaktadır. Küçük küçük etkiler sonuçta hiç umulmayan, kendileriyle oranlanamayacak kadar büyük tesirler yaratabilmektedir. Bitki ve hayvan türlerinden bazılarının yok alması da genel dengenin, dolayısıyla da insanlığın mahvolmasına sebebiyet verebilecektir. Ancak, genetik mühendisliğinin olumlu noktalarından birisi olarak, nesli tükenmekte olan hayvan ve bitki türlerinin klonlama sayesinde, yok olmalarının önüne geçilmesi gösterilebilir. Gerçi, bunun sadece hayvanat bahçelerinin kapasiteleriyle sınırlı olacağı da göz önünde bulundurulmalıdır. Yine, hayvan ve bitkilerde görülen hastalıklar, DNA’larla oynama sonucunda giderilebilecek, böylece insanlara bulaşmalarına ve zarar vermelerine de bir son verilebilecektir. Lakin, hastalıkların da bir doğal seleksiyon olduğu dikkate alındığında, doğanın dengesi için gerekli olduğu ileri sürülebilir. Hastalıkların sonsuz derecede yok edilmesi, hayvan, bitki ve insan popülasyonlarının denetimsiz olarak artmalarına neden olabilecektir. İletişim 2003/17 Çetin Murat HAZAR 216 3.2. Birey-Birey İlişkileri Genetik mühendisliğinin bireyler üzerindeki ilk etkilerinin, sağlık alanında gerçekleşeceği görülmektedir. Hastalık potansiyeli taşıyan bireylerin, eşey hücresi tedavisi sayesinde, daha doğmadan bu eğilimleri giderilebilecektir. Aynı şekilde, kimya endüstrisinde, insanların bazılarının Benzen’e veya daha başka kimyasal ürünlere karşı dayanıklılıklarının olmadığı bilinmektedir. Hastalık ve kimyasal ürünlere karşı dayanıksızlık gen haritalarının çıkarılmasıyla belirlenebilecektir. Dolayısıyla bir işe başvurulduğunda, kaç dil bilindiği, bilgisayardan ne kadar anlandığı kadar, artık, şizofren geni, alkol bağımlılığı geni, şeker hastalığına direnç vb. taşınıp taşınmadığı araştırılabilecektir. Bu yüzden Amerika Birleşik Devletlerinde 2000 yılına kadar genetik haritaya bakılarak insanların işe alınmaları bu verilere dayalı bir öngörüyle yasaklanmıştı. (Başak, 1993:51) Her anne ve babanın çocukları için sonsuz bir iyilik hali düşledikleri ve bunun için çaba gösterdikleri göz önüne alınırsa, mükemmelcilik ortaya çıkmaktadır. Bu ise, gen mühendisliğinin en azından bir kısmının çekici hale gelmesini sağlamaktadır. Genetik tarama testleri sayesinde daha çok sayıda genetik çeşitleme ortaya çıkabilecektir. Ancak insanların, çocuk sahibi olurken, mavi gözlü, sarışın, uzun boylu, 150 ve üzerinde IQ’su olan, yakışıklı veya güzel, sağlıklı vb. özellikleri elde etmek istemeleri, genetik danışmanlık, yapay üreme teknikleri ve yeni tedavi biçimleri gibi içinden çıkılması güç etik ikilemlere de yol açabilecektir. Gen havuzunun daralması, belli bir topluluktaki genetik çeşitliliğin azalması, bir virüs karşısında popülasyonun varlığını tehlikeye atabilecektir (sineklerin de bu konuda iyi bir örnek olarak gösterdikleri gibi, geliştirilen her türlü kimyasal ilaçlara karşı, türlerinin bir çok üyelerini kaybetmelerine rağmen diğer bireylerde farklı genetik yapılardan dolayı ilaçlara bir karşı koyma ortaya çıkmakta ve yeni nesil bunlardan üreyerek söz konusu ilaçlara İletişim 2003/17 Genetik, Klonlama ve Gen-Etik 217 dirençli olabilmektedir). İnsanoğlu da, mümkün riskleri göğüslemek için 6 milyar birbirinden farklı birey topluluğudur. Klonlamayı da bilimsel açıdan en zorlayacak konu budur. Ayrıca, herkesin aynı mükemmellik derecesinde olması, hayatı, ilişkileri belli bir tek düzeliğe itebilecektir. Ancak, yine de insanın bu yolla şeyselleştirilmesinden endişe edilse de, korkuya kapılmaya gerek bulunmamaktadır. İnsan davranışları, birkaç kural aracılığıyla şeyselleştirilemeyecek, belirlenemeyecek kadar karmaşık bulunmaktadır (Cohen, 1995:259). Küsme, acı duyma, iyilik, umut, sanatsal ve entelektüel aktiviteler gibi özgül olarak insanlara ait tavırların genetik vasıtasıyla yönlendirilmesinin zorluğu ortadadır. Klonlama sonucunda, Dolly örneğinde olduğu gibi, biyolojik problemler de yaşanabilecektir. Tek bir somatik hücreden klonlanan bir canlıda fazla sayıda germline mutasyon beklenmekte bunun sonucu olarak da genetik hastalıklar ve kanser bakımından daha büyük riskler ortaya çıkmaktadır. (Tunçbilek, 1997:47). Genel bir klon popülasyonu göz önüne alındığında, genetik hastalıkların ve bozuklukların kontrolden çıkabileceği de ileri sürülebilir (Kurtuluş, 1997:48). İnsanlardaki, daha fazla şey bilme ve yapma itisi ile önlenemeyen bir ilerleme isteği ister istemez klonlama çalışmalarının geliştirilmesini sağlayacaktır. Bu çalışmaların, devletin denetim ve desteğinde, yerleşik büyük şirketler tarafından yapılmaması durumunda, küçük bir kapital koyarak, gerekli eğitimi görmüş herhangi bir fakülte mezununun, birkaç ay içinde uzman olabileceği veya hiç yoksa etkili bir uygulayıcı konumuna gelebileceği (Luria, 1987:77) böyle bir işte, araştırmada harcanan her bir dolar için, on dolar geliştirme, yüz dolar da üretim ve pazarlama giderleri oluşacağından ve pazarlama için ortalama dört yıla gereksinim duyulacağından (Abelson, 1987:112), doğabilecek riskleri dikkate almayan veya en azından araştırmayan korsan şirketler ortaya çıkabilecektir (Dingell, 1987:145-146). Bu tip bir teknoloji için, ne kadar denetim yapılırsa ve ne derecede destek sağlanırsa sağlansın, başka bir ülkenin özellikle kendini geliştirmeye çalışan geri kalmış veya diktatörlükle idare edilen ülkelerin, ileri ülkeler İletişim 2003/17 Çetin Murat HAZAR 218 konumuna geçebilmek veya diktatörün kendisinden sonra ülkeyi yönetebilecek olan genetik ikizlerini yaratmak istemesi yüzünden, daha fazla destek vermeleri ve elde edilebilecek sonuçlar için etik prensipleri göz ardı etmeleri de çok önemli bir olumsuzluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Her ne kadar Aslı Tolun (1993:52), politikada etkin bir kişinin veya zengin bir kişinin kolanlama yoluyla ikizini veya ikizlerini yarattırmasını pek önemli sonuçlar doğurabilecek bir uygulama olarak görmezse de, teknolojinin gelişmesiyle birlikte bu tip bir uygulamanın çok daha kolay ve ucuz olacağı dikkate alındığında, orta ve üst gelir seviyesindeki hemen herkesin, şu veya bu sebeplerle kendilerinin, bir aile büyüklerinin vb. ikizlerini elde etme yoluna gidecekleri açıktır. Hatta ucuz fiyatlara, bir Sharon Stone’un, bir Einstein’ın veya Bush’un genleri, raflarda tüketicilere sunulabilecektir. Günümüzde ise, halen uluslar arası sözleşmelerle insan embriyosu üzerinde deney yapmak yasaklanmıştır. Avrupa Konseyi’nin 1997 tarihli “Convention for the Protection of Human Rights and Dignity of the Human Being with regard to the Application of Biology and Medicine: Convention on Human Rights and Biomedicine” isimli sözleşmesinin 13. maddesi, önleyici, teşhis ve tedavi edici amaçların dışında insan genomu ile çalışma yapılamayacağını ifade etmektedir (http://conventions.coe.int/treaty/en/treaties/html/164.htm). 3.3. Birey-Toplum İlişkileri Genetik ve klonlamanın en önemli etkilerinden biri olarak öjeni yaklaşımı gösterilmektedir. Yunanca “sağlıklı doğum” anlamına gelen “eugenes” sözcüğünü karşılayan öjeni terimi, ilk kez 1883’te, kalıtım ve mükemmel nesiller yetiştirme üzerine geliştirilen kuramlar için kullanılmıştır. 19. yüzyılın sonlarında, öjeni taraftarlarının en önemli sloganları olarak, “en güçlü olanın hayatta kalması” ve “var olma savaşı” gösterilmektedir. 20. yüzyılda ise, çok çeşitli öjenik yasalar ve hareketler ortaya çıkmıştır. İletişim 2003/17 Genetik, Klonlama ve Gen-Etik 219 1924 yılında Amerika Birleşik Devletlerinde çıkartılan “Göç Kısıtlama Yasası”, Avrupa’nın kuzeyinden gelen göçmenlerin ülkeye girişine izin verirken, biyolojik olarak alt düzeylerine yerleştirilen bölgelerinden gelen göçmenlerin çoğunu ülkeye sokmamaktaydı. 1907-1937 yılları arasında, 32 eyalette, akıl hastaları, özürlüler, yozlaşmışlar ve suç işleme eğiliminde olanları kapsayan istenmeyen vatandaşların kısırlaştırılmaları talep edilmekte idi. Almanya’da öjenik hareketler Dr. Alfred Ploetz tarafından, ırk kuramı ve toplumsal biyoloji arşivi (1904) ve Alman Irk Sağlığı Derneğinin kurulmasıyla (1905) çeşitli etkinliklerde bulunmaya başladı. 1920’lerde Alman ders kitapları kalıtım ve ırk hijyeniği görüşleriyle dolmuştur. 1927 yılında Kaiser Wilhelm Antropoloji, İnsan Kalıtım ve Öjeni Enstitüsü kurulmuştur. Yine 1933 yılında, Doğuştan Hasta Nesilleri Önleme Yasası çıkarılarak, doğuştan akıl hastaları ve saralılar, şizofrenler, mani-depressif psikozlularla ağır alkoliklerin kısırlaştırılması öngörülmekteydi. Nazi Almanya’sıyla birlikte 1933 yılında çıkartılan yasayla, 350 bin akıl hastası, 30 bin çingene ve yüzlerce zenci çocuk kısırlaştırılmış ve Yahudilerin Almanlarla cinsel ilişkide bulunmaları, evlenmeleri yasaklanmıştır. Öjeni görüşünün büyük oranda gözden düşmesine ise, nazi toplama kamplarında 6 milyon Yahudi, 750 bin Çingene ve 70 bin akıl hastasının öldürülmesi neden olmuştur. Ancak, 1950’lerden sonra, bireyin genetik yapısının değiştirilmesinin mümkün olduğu ortaya çıkınca, tekrar öjenik hareketlerde bir canlanma görülmektedir. 1980’lerde, Singapur’da IQ’su yüksek olan bireylerin daha çok çocuk sahibi olmasını teşvik eden bir yasa çıkarılarak, para desteği sağlanmıştır. 1995’de ise, Çin’de, yürürlüğe giren Ana Çocuk Bakımı Yasası, evlenecek olan kadın ve erkeğin ağır genetik hastalıklar, AIDS, Bel soğukluğu, frengi ve cüzzam gibi bulaşıcı hastalıklar ve akıl hastalıkları açısından tıbbı kontrolden geçirilmesini öngörmektedir. Doğacak olan çocukta, bu tür hastalıklardan herhangi birinin bulunması olasılığında, evlenmeye, kısırlaştırma kaydıyla izin verilmektedir. (Köküöz, 1996:18-19) İletişim 2003/17 220 Çetin Murat HAZAR Bütün bu öjenik hareketlere rağmen, insan kopyalama gibi bir düşüncenin akla bile getirilmemesini ileri sürenler olduğu gibi, bunun önüne set çekilemeyecek bir gelişme olduğunu ve doğru yolda kullanılmasının insanlığın faydasına olacağını söyleyenlerde bulunmaktadır. Konuya olumlu yaklaşanlara göre, üreme özgürlüğü çok kuvvetli bir biyolojik bir dürtü olup, korunması gereken temel bir haktır. Bir işlemin ahlaki olarak değerlendirilmesi, onu yapma amacına da bağlı olduğundan, bütün yolların denendiği ve çarelerin tüketildiği bir durumda, bu yolla çocuk sahibi olmanın doğru bir tavır olduğu ileri sürülebilmektedir. (Tunçbilek, 1997:47) Ayrıca, özellikle post-humanistlerin dillendirdiği gibi, eşey hücrelerine yapılabilecek olan bir müdahalenin gelecek nesillerin de yaşamlarını etkileyebileceği kabul edilmekle birlikte, yeni nesilin genlerinden memnun olmaması durumunda, onları yeniden değiştirebilme özgürlüğüne sahip olunması gerektiği ileri sürülmektedir. Böylece, nesillerin kendi yaşamlarını belirleme haklarının ellerinden alınmayacağı belirtilmektedir. Biyoteknolojinin reddedilmesi yerine, üzerinde dikkatli bir şekilde düşünülmesi, topluma, Hindistan’daki Bhopal’da metilizosiyanat sızmasında görülene benzer kazaları çıkmadan önleme veya çıktığında baş edebilme olanaklarını sağlayacağından önemlidir. Bilimsel bir yaklaşımla ise, orijinal ile klonun karşılaştırılmasından, günümüzde de pek bilinmeyen ancak sadece tahmin edilen ve çözümlenemeyen durumlarda kendisine atıfta bulunulan çevresel etkilerin ne derecede etkin olduğu araştırılabilecektir. Bütün bunlara karşın, genetik yapıları insan eliyle biçimlendirilmiş organizmaların kaza ile çevreye yayılmaları, her an karşılaşılabilecek bir durumdur (Dingell, 1087:145). Böyle bir şey toplumsal yaşamda bir kargaşaya yol açabilecektir. Ele alınan bir mikroba veya virüse doğal olarak ürettiğinden farklı toksinler ürettirebilme, patojenlerin (hastalığa neden olan etmenlerin) çoğaldıkları yerleri ve çoğalma yollarını değiştirebilme yeteneğimizi arttırmaktadır. Bu yolla yeni ve eskilerden daha tehlikeli silahların İletişim 2003/17 Genetik, Klonlama ve Gen-Etik 221 geliştirilebilmesi olanağı ve ileride biyolojik savaşın, terörizmin büyük bir tırmanma göstermesi ihtimali ortaya çıkabilecektir. Daha kısa vadede ise, akademik organlardan, dini cemaatlere kadar sasıyız grup gelişmeleri kendi görüşlerine uydurmak çabasıyla kısır tartışmalara girebilecekdir. Budist bir rahibin, Dolly’nin geçmiş yaşamında ne gibi bir kabahat işleyip de bu yaşama klonlanmış olarak gelmeyi hak ettiği üzerine kafa yorması veya bazı feministlerin, geleceğin toplumlarında erkeklere gerek kalmayacağını, kadınların kendilerini kolanlayarak üreyeceklerini ileri sürmeleri bunlara birer örnek teşkil edebilecektir (Kurtuluş, 1997:47-48). Kaynaklar Abelson, Philip H. (1987). “Recombinant DNA Araştırmalarının Yönetilmesi”. Çev. Erhan Göksel ve Alaettin Şenel. Biyoteknoloji Genetik Mühendisliği ve İnsanlığın Geleceği. Ankara: V Yayınları. Başak, Nazlı (1993). “Yeni İnsan Yaratmanın Neresindeyiz? Yaşamın Molekülü Genetik ve İnsanın Çözülen Sırları”. Yarınına Koşan Bilim. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Cohen, Daniel (1995). Umudun Genleri. Çev. Yeşim Küey. İstanbul: Kesit Yayıncılık. Çırakoğlu, Beyazıt (1993). “Yeni İnsan Yaratmanın Neresindeyiz? Yaşamın Molekülü Genetik ve İnsanın Çözülen Sırları”. Yarınına Koşan Bilim. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Çırakoğlu, Beyazıt (1997). “Koyun Kopyalama Üzerine”. Bilim ve Teknik Dergisi, 353 (Nisan 1997). Ankara: Tübitak Yayınları. Demirsoy, Ali (1995). Kalıtım ve Evrim. Ankara: Meteksan Matbaası. Dingell, John D. (1987). “Biyoteknolojinin Yasal Düzenlemeler Dışında Yarattığı Sorunlar Nelerdir?”. Biyoteknoloji Genetik Mühendisliği ve İnsanın Geleceği. Çev. Erhan Göksel ve Alaeddin Şenel. Ankara: V Yayınları. İletişim 2003/17 222 Çetin Murat HAZAR Donady, J. James (1987). “DNA Nedir?”. Biyoteknoloji Genetik Mühendisliği ve İnsanın Geleceği. Çev. Erhan Göksel ve Alaeddin Şenel. Ankara: V Yayınları. Gözükırmızı, Nermin (1993). “Yeni Yaratıcılar İşbaşında. İnsanın Evrime Doğaya Müdahalesi Nereye Kadar?”. Yarınına Koşan Bilim. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Grobstein, Clifford (1987). “Doğaya Karışma Yolunda Yeni Bir Çağın İnişi”. Biyoteknoloji Genetik Mühendisliği ve İnsanın Geleceği. Çev. Erhan Göksel ve Alaeddin Şenel. Ankara: V Yayınları. Hanson, Earl D. (1987). “Yetkinlik Ayartması: Genetik Karışma Çağı Başlıyor”. Biyoteknoloji Genetik Mühendisliği ve İnsanın Geleceği. Çev. Erhan Göksel ve Alaeddin Şenel. Ankara: V Yayınları. Harre, Rom (1996). Büyük Bilimsel Deneyler. Çev. Sinan Kılıç. Ankara: Tübitak Yayınları. Hoagland, Mahlon B. (1996). Hayatın Kökleri. Çev. Şen Güven. Ankara: Tübitak Yayınları. Jacop, François (1996). Mümkünlerin Oyunu. Çev. Turhan Ilgaz. İstanbul: Kesit Yayıncılık. Kiefer, I. Barry (1987). “Recombinant DNA: Yolaçtığı Tartışmalar ve Sahip Olduğu Gizilgüçler”. Biyoteknoloji Genetik Mühendisliği ve İnsanın Geleceği. Çev. Erhan Göksel ve Alaeddin Şenel. Ankara: V Yayınları. Köküöz, Ayşe Nur (1996). “20. Yüzyıldan 21. Yüzyıla Gen-etik Genetik”. Bilim ve Teknik Dergisi, 339 (Şubat 1997). Ankara: Tübitak Yayınları. Kurtuluş, Özgür (1997). “Genetik Kopyalama”. Bilim ve Teknik Dergisi, 353 (Nisan 1997). Ankara: Tübitak Yayınları. Levin, Simon A. Ve Mark A. Harwell (1987). “Genetik Mühendisliğiyle Türetilmiş Organizmalar ve Çevre Riskleri”. Biyoteknoloji Genetik Mühendisliği ve İnsanın Geleceği. Çev. Erhan Göksel ve Alaeddin Şenel. Ankara: V Yayınları. İletişim 2003/17 223 Genetik, Klonlama ve Gen-Etik Luria, Salvador E. (1987). “Recombinant DNA Teknolojisinin Etik ve Akademik Yönleri”. Biyoteknoloji Genetik Mühendisliği ve İnsanın Geleceği. Çev. Erhan Göksel ve Alaeddin Şenel. Ankara: V Yayınları. Monod, Jacques (1983). Raslantı ve Zorunluluk. Çev. Vehbi Hacıkadiroğlu. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları. Öztürk, Mehmet (1997). “Gen Mühendisliği Yoluyla Koyun Klonlama”. Bilim ve Teknik Dergisi, 353 (Nisan 1997). Ankara: Tübitak Yayınları. Swanson, Robert A. (1987). “Bilim ve İş Çevreleri: İnsan Gereksinmelerinin Karşılanmasında Elele”. Biyoteknoloji Genetik Mühendisliği ve İnsanın Geleceği. Çev. Erhan Göksel ve Alaeddin Şenel. Ankara: V Yayınları. Tolun, Aslı (1993). “Yeni İnsan Yaratmanın Neresindeyiz? Yaşamın Molekülü Genetik ve İnsanın Çözülen Sırları”. Yarınına Koşan Bilim. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Tunçbilek, Ergül (1997), “Klonlama Etiği”. Bilim ve Teknik Dergisi, 353 (Nisan 1997). Ankara: Tübitak Yayınları. (http://conventions.coe.int/treaty/en/treaties/html/164.htm). İletişim 2003/17 Çetin Murat HAZAR 224 Özet Bu makalede, genetik çalışmalarının ve klonlamanın getirdiği meselelerin etik boyutu, birey-ekosistem, birey-birey ve birey-toplum ilişkileri bakımından irdelenmektedir. Abstract In this article it has been dealt with the ethical dimensions of problems brought by cloning, by view of individual-ecosystem, individual-individual, and individual-society. İletişim 2003/17 Kaynakların Düzenlenmesi Metin içinde kaynak gösterme 1- Ana metindeki tüm göndermeler metin içi dipnot sistemi ile belirtilir. Metinde uygun yerde parantez açılarak, yazarın veya yazarların soyadı, yayın tarihi ve alıntılanan sayfa numarası belirtilir. Aynı kaynaklara metinde tekrar gönderme yapılırsa yine aynı yöntem uygulanır, a.g.e., a.g.m. gibi kısaltmalar kullanılmamalıdır. Örnek: (Okay, 2000:71-76) 2- Alıntılanan yazarın adı, metinde geçiyorsa, parantez içinde yazarın adını tekrar etmeye gerek yoktur. Örnek: Özer (1995:57), düşünce alışkanlıklarının “Ben” değeri toptancılığının ve tiryakiliğinin, en dolaysız ifadesi olduğunu söylemektedir. 3- Gönderme yapılan kaynak iki yazarlı ise, her iki yazarın da soyadları kullanılmalıdır. Örnek: (Postman ve Powers, 1996:122) 4- Yazarlar ikiden fazlaysa ilk yazarın soyadından sonda “vd.” ibaresi kullanılmalıdır. Örnek: (Keyman vd., 1996:149) 5- Gönderme yapılan kaynaklar birden fazlaysa, göndermeler noktalı virgülle ayrılmalıdır. Örnek: (Erdoğan, 1997:150; Gürbilek, 1993:61) 6- Metin içinde yer alması uygun görülmeyen açıklamalar için sayfa altı dipnot yöntemi kullanılmalı ve bu notlar metin içinde 1,2,3, şeklinde sıralanmalıdır. Bu not içinde yapılacak göndermelerde de yukarıdaki yöntem uygulanmalıdır. Kaynakçanın Düzenlenmesi 1- Kaynakçada, sadece yazıda gönderme yapılan kaynaklara yer verilmeli ve yazar soyadına göre alfabetik sıralama izlenmelidir. 2- Bir yazarın birden çok çalışması kaynakçada yer alacaksa yayın tarihine göre eskiden yeniye doğru bir sıralama yapılmalıdır. Aynı yılda İletişim 2003/18 yapılan çalışmalar için “a”, “b”, “c,” ibareleri kullanılmalıdır ve bunlar metin içinde yapılan göndermelerde de aynı olmalıdır. Kitap Bostancı, M. Naci (1995). Toplum, Kültür ve Siyaset. Ankara: Vadi Yayınları. Çeviri Kitap Postman, Neil ve Steve Powers (1996). Televizyon Haberlerini İzlemek. Çev. Aslı Tunç. İstanbul: Kavram Yayınları. Derleme Kitap Tufan, Hülya, der. (1995). Kamuoyu Kimin Oyu? İstanbul: Kesit Yayıncılık. Derleme Kitapta Makale Bourdieu, Pierre (1995). “Kamuoyu Yoktur”. Çev. Hülya Tufan. Kamuoyu Kimin Oyu?, der. Hülya Tufan. İstanbul: Kesit Yayıncılık. Dergide Makale Üstünler, Fahriye (2000). “Türkiye’de Demokrasi Tartışmalarının Düşünsel Arka Planı: 1845-1950”. ODTÜ Geliştirme Dergisi, 27(1-2):183206. Yayınlanmamış Tez Yıldırım Becerikli, Sema (1999). Örgüt Kültürü Oluşumunda Örgüt İçi İletişimin Rolü: Departmanlı Mağazacılık Sektöründe İç Halkla İlişkiler Açısından Bir Değerlendirme: Beğendik A.Ş. Örneği. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. İletişim 2003/18 Tebliğ Kaymas, Serhat (2001). “Küreselleşme, Etnik Göç ve Ulus Devlet Üzerine Bir Değerlendirme”, ODTÜ 7. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi, 21-23 Kasım, Ankara. İnternette Makale Atabek, Ümit (1998). Http://www.ilet.gazi.edu.tr. 28.10.1998. “İletişim Teknolojileri”. İletişim Dergisinin Temin Edileceği Şahıslar ve Üniversiteleri Anadolu Üniversitesi: Yrd. Doç. Dr. Banu Dağtaş, Atatürk Üniversitesi: Ar. Gör. Elif Küçük, Başkent Üniversitesi: Öğr. Gör. Serpil Aygün Cengiz, Ege Üniversitesi: Ar. Gör. Olcay Canbudak, Fırat Üniversitesi: Ögr. Gör. Basri Barut, Kocaeli Üniversitesi: Ar. Gör. İhsan Karlı, İstanbul Üniversitesi: Ar. Gör. Ayşe Cengiz, Ar. Gör. Selçuk Hünerli, Selçuk Üniversitesi: Ar. Gör. Aldullah Koçak, Maltepe Üniversitesi: Yrd. Doç. Dr. Pınar Erkarslan. Katkılarından dolayı kendilerine teşekkür ederiz. İletişim 2003/18 Yazı Teslim Kuralları 1- Dergiye gönderilecek yazılar, Word 6.0 ve üstü versiyon (IBM uyumlu) programında yazılmış olmalıdır. 2- Bir buçuk aralıklı olarak Times New Roman yazı karakteriyle 12 punto olarak yazılan ve sayfanın tek yüzüne basılan yazılar 3 kopya olarak bir adet disketle birlikte yayın kuruluna teslim edilmelidir. 3- Makalelerin kaynakça ile birlikte 20 sayfayı geçmemesi tercih edilir. Makalelerin 150 kelime civarında İngilizce ve Türkçe özetleri de yazıyla birlikte gönderilmelidir. Özette, araştırmanın kapsamı ve amacı belirtilmeli, kullanılan yöntem tanımlanmalı ve ulaşılan sonuçlar kısaca verilmelidir. 4- Yazıda paragraflar girintili olmalıdır. 5- Dergiye gönderilecek yazıların başka bir yerde yayınlanmamış olması ya da yayın için değerlendirme aşamasında bulunmaması gerekir. 6- Yazar ismi ya da isimleri makalede değil, makaleye iliştirilecek kapak sayfasında yer almalıdır. Bu kapak sayfasında, yazar isimleri dışında metin başlığı, yazarın adresi, telefon varsa e-posta veya faks numaraları yer almalıdır. 7- Hakem raporları doğrultusunda yazarlardan, yazılarında bazı düzeltmeler yapmaları istenebilir. 8-Yazının yayımlanması konusunda son karar yayın kuruluna aittir. Yayın kurulu kararına ilişkin bir mektup, hakem değerlendirmelerinin birer fotokopisiyle birlikte en kısa sürede yazarlara gönderilir. Yazıların Gönderileceği Adres: İletişim Dergisi G.Ü. İletişim Fakültesi, Bişkek Cad. 81. Sok. 06510 Emek/ANKARA İletişim 2003/18