Hillsider 71 türkcell 01

Transkript

Hillsider 71 türkcell 01
Sayı 71 (Haziran, Temmuz, Ağustos 2013)
Üç ayda bir yayımlanır.
LE TOUR DU MONDE - SHAWN WATSON - LA NOUVELLE VAGUE - UZAKTAK‹ CENNET
PÜFÜR PÜFÜR S‹NEMA - G‹ZL‹ BAHÇELER - LOOK - ART BASEL BY BOAT - HILLSIDER LIKES
C‹N F‹K‹RL‹ LOGOLAR - CELEBRITY DESIGNERS - Ç‹N YEMEK KÜLTÜRÜ - GOOD FOR MEN
VINE - ART BLOG - REM‹X - OPEN 24/7 - EN BE⁄EN‹LEN ‹LANLAR - SUMMARY
ZEK‹ TR‹KO
ZEK‹ TR‹KO
BOYNER
BOYNER
15/16/17/18
20/21/22/23/24
26/27/28
30/31/32/33/34
36/37/38/39/40
42/43/44/45/46
48
50/51/52
54/55/56/57/58
60/61/62
64/65/66
68/69/70
72
74
76/77/78
80/81/82/83
hillsider likes
look 2
84
remix
karl lagerfeld
bahçeler
Şehirde gizli kalmış bahçeler
good for men
Erkeklere ipuçları
86/87/88
Republica
A4 Ofset Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. . Şti.
Tel: 0212 281 6448
Oto Sanayi Sitesi, Yeşilce Mah.
Donanma Sk. No:16 Kağıthane/‹stanbul
Temmuz 2013
Yerel Süreli Yayın (Dergi)
modada taşlar
yerinden oynuyor
Modada ünlü tasarımcılar
marka değiştiriyor
vine
6 saniyede bir hikaye
90
open 24/7
Attaş Alarko Turistik Tesisler A.Ş.
Tel: 0212 362 30 00
Nispetiye Cad. Ahular Sok. No: 6
Etiler 34337 ‹stanbul / Türkiye
Attaş Alarko Turistik Tesisler Adına Sahibi ‹shak Alaton
Genel Yayın Koordinatörü
Edip ‹lkbahar
Sorumlu Yazı ‹şleri Müdürü ve
Özlem Gökbel ([email protected])
Reklam Sorumlusu
Yazı ‹şleri
Çağan Şimşek
Serkan Mekikoğlu
‹pek Kigan
Çeviri
Ayşem Özbaşaran
Basıldığı Tarih
Yayın Türü
look 1
cin fikirli logolar
Zekasına şapka çıkarılan logolar
Yayımcı
Tasarım
Basımcı ve Basıldığı Yer
la nouvelle vague
Geçmişten gelen bir dalga
en beğenilen ilanlar
71. sayıya katkıda bulunanlar
püfür püfür sinema
Açık hava sinemaları
shawn watson
Dünya wakeboard
şampiyonu ile sudan konular
Berna Gençalp
Burak Işık
Cem Mirap
Çağla Cabaoğlu
Elmira Gürses
Esra Kuşçu
Hüseyin Aksoy
Mehmet Ali Tokgözlü
Melis Oğuz
Nurhan Turan Keeler
Saadet Dursun
Saffet Emre Tonguç
Styleboom
Fotoğraflar
le tour du monde
Dünyadan en son haberler,
tasarımdaki en son yenilikler
Serhat Kapki
Julien Aksoy
uzaktaki cennet
Tahiti’den Bora Bora’ya
egzotik cennetler
art basel by boat
Teknede sanat turu
çin’de yeme içme durakları
Şık restoranlardan çok iyi sokak
yemeklerine farklı alternatifler
art blog
Bir sokak sanatçısı; Lakormis
92/102
summary
Sayı 71 (Haziran, Temmuz, Ağustos 2013)
Üç ayda bir yayımlanır.
“Hillsider Magazin’de yayımlanan yazı ve fotoğrafların tüm hakları, Hillsider logosu
ve
isim hakkı Attaş AlarkoTuristik Tesisler A.Ş.’ye aittir.
Kaynak gösterilecek de olsa Attaş Alarko Turistik Tesisler A.Ş.’nin
yazılı izni olmadan hiçbir şekilde yazı ve fotoğraflardan alıntı yapılamaz.”
Hillside Leisure
Nispetiye Cad. Ahular Sok. No: 6
Etiler 34337 ‹stanbul / Türkiye
T.(90) 212 362 30 00
F.(90) 212 362 30 04
www.hillside.com.tr
[email protected]
DÜNYADAN HABERLER
LE TOUR DU MONDE
“V&A’da
Bir Efsane:
David Bowie
Dünyanın en büyük sanat ve tasarım müzesi
Victoria ve Albert bu kez David Bowie’ye ev
sahipliği yapıyor. Modern zamanların en önde
gelen ve etkili isimlerinden olan David Bowie’nin
olağanüstü kariyerini Gucci ve Sennheiser
sponsorluğuyla gözler önüne seren arşiv,
büyüleyici uluslararası retrospektif sunumunu
sanat aşıklarıyla buluşturuyor. David Bowie
sergisi Bowie’nin müzikal bir yenilikçi ve
kültür ikonu olarak süregelen yaratıcılık sürecini,
yarım yüzyıldır hiç durmadan gelişen tarzını ve
değişmeyen orijinalli ini bizlere yeniden
keşfettiriyor. V&A Müzesi’nin tiyatro ve
performans sorumlularv , Victoria Broackes ve
Geoffrey Marsh koleksiyonda ilk defa bir araya
gelecek 300’den fazla obje seçtiler.
Koleksiyon elle yazılmış şarkı sözleri, orijinal
kostümler, moda, fotoğrafçılık, film ve müzik
videoları, sahne tasarımları, Bowie’nin kendi
enstrümanları ve albümlerinden resimler içeriyor.
Sergi, Bowie’nin moda, ses, grafik, tiyatro, sanat ve
film alanlarından sanatçı ve tasarımcılarla
ortaklıklarından geniş bir yelpaze sunuyor.
Halkın beğenisine sunulan 300’den fazla objenin
arasında; tasarımını Freddie Burretti’nin yaptığı,
fotoğrafçılığı Brian Duffy’ye ait Ziggy Stardust
vücut takımları, Guy Peellaert ve Edward Bell’den
albüm kapağı tasarımları, The Man Who Fell to
Earth (Dünyaya Düşen Adam) de dahil, filmlerinden
görsel kesitler ve canlı performanslar, Boys Keep
Swinging gibi müzik videoları ve 1974 Diamond
Dogs Turnesi için tasarlanan sahne tasarımları var.
Koleksiyonda bütün bunların yanı sıra Bowie’nin
yaratıcı fikirlerinin evrimini gösteren daha önce
hiç görülmemiş film şeritleri, el yazısı set listeleri
ve şarkı sözleri; Bowie’nin kendi skeçleri,
nota kağıtları ve günlük sayfaları gibi kişisel
parçalar da var.
David Bowie Is sergisi 11 Ağustos tarihine kadar
V&A Müzesi’nde görülebilir.
DÜNYADAN HABERLER
“Daft Punk’tan
Anılara Fütüristik
Bir Yolculuk!
Dünyaca ünlü elektronik müzik grubu Daft
Punk’ın dördüncü albümü Random Access
Memories
Mayıs 21’de yeni anlaşma yaptıkları müzik
şirketi Columbia’nın imzasıyla çıktı. Fransız
müzik grubunun “elektronik müziğin yeniden
doğuşu” olarak tanımlanan ve büyük bir
heyecanla beklenen albümü 13 yeni şarkıdan
oluşuyor. Nile Rodgers, Todd Edwards,
Giorgio Moroder ve Pharrell Williams gibi dokuz
büyük müzisyenin de katkı sağladığı albüm Daft
Punk’ın Columbia müzik şirketi ile yakalamak
istediği yeni “insani robotlar” tarzını da
hayranlarıyla paylaşıyor.
Fransız moda evi Yves Saint Laurent’ın imzasını
taşıyan yeni robotik kostümleri ve
Coachella’daki ilk gösterimden beri geniş yankı
uyandıran tanıtım videoları ile neredeyse dört
yıllık bir aradan sonra hayranlarını çılgına
çeviren Daft Punk grubundan Thomas Bangalter
“Stüdyodaki üçüncü kaydımızdan sonra daha
önce hiç yapmadığımız bir şey aradığımızın
farkına vardık.
Eskiden ses örnekleri ve makinalarla yaptığımız
şeyin aynısını bu defa insanlarla yapmak istedik.
Bugünlerde popüler olan, kayıtlı insan sesinin
robotik hale getirildiği müzikler. Biz robotik
seslerin duygu ve anlam bakımından daha önce
hiç olmadığı kadar insani çıkmasını sağlamak
istedik” diye konuştu.
“Tod’s
For Ferrari!
Üstü açılabilir Ferrari’sinden inen, polo t-shirt’lü
o yakışıklı adamları mutlaka görmüşsünüzdür.
Bir dahaki sefer ayakkabılarına dikkat edin.
Büyük olasılıkla Tod’s giyiyorlardır zira ‹talyan
ayakkabı markası egzotik araba yapımcısı ile
neredeyse eş anlamlı hale geldi. Bunun tek sebebi
ikincinin başkanının birincinin yönetim kurulunda
oturması da değil. ‹ki benzer ruh biri tarafından
öteki için yapılmış sürücü ayakkabılarından
oluşan çok özel bir seride bir araya geldiler.
Tod’s for Ferrari serisi üç modelden oluşuyor –
Leccetto (dantelli), Laccetto Tubi GT (püsküllü)
ve Mascherina Griglia (ikonik 250 GTO için
tasarlanan özel bir kafes amblem taşıyor).
Laccetto Tubi ve Mascherina Griglia siyah ve
kahverengi süet seçeneklerine sahipken,
Leccetto gerçek Elvis tarzına uygun olarak ayrıca
kırmızı ve mavi süet seçeneği de sunuyor. Her
modelin iç astarı Ferrari spor arabalarının
koltuklarının rahatlığı ve dokusuna sahip. Playboy
hayat tarzı için vazgeçilmez olan ve Tod’s’un hiç
değişmeyen geleneksel ustalığıyla yapılan
ayakkabılar 290 ile 320 Euro arası değişen
fiyatlardan satılıyor.
DÜNYADAN HABERLER
“Mars One:
Geri Dönüşü
Olmayan Bir Keşif
Yolculuğu!
2013 yılından başlayarak Mars’ta yaşama fikrini
gerçeğe çevirmek adına adım atan Mars One
Projesi, Mars’a giderek orada kurulacak olan ilk
uzay kolonisinde yaşayacak gönüllüler arıyor.
‹nsanoğlunun geleceği ve ilerleyişi adına kendi
hayatlarını feda edecek kadar inançlı 18’le 62 yaş
arası 10.000 kişinin üstünde aday, proje için
çoktan başvurdu bile. Bugüne kadar Mars’a
insanlı bir yolculuk hiç yapılmadı ancak Skylab,
Mir ve Uluslararası Uzay ‹stasyonu’ndan
öğrenilenler ve Mars One ekibi bunu
gerçekleştirecek teknolojiye çoktan sahip
olduğumuzu söylüyor. Adayların dünyanın
seçilmiş bir noktasında Mars simülasyonu ile
eğitileceği ve tek tek elenerek Mars’a gidecek ilk
insanın seçileceği proje, seçilen kişi için aynı
zamanda Dünya’yı son kez görmek anlamına
geliyor. Mars’a yolculuk 7-8 ay kadar sürüyor ve
tek yön bir seyahat olmasının yanı sıra pek çok
zorluk da içeriyor. Güneş enerjisi panelleri ile
enerji üretmesi planlanan Mars Kolonisi’nde
yaşayacak olan astronotlar yeni üretilen 3D
yazıcı teknolojisi ile pek çok ihtiyaçlarına
ulaşırken, oksijen, su ve besin gibi bazı
ihtiyaçlarını Mars’ın kaynaklarını kullanarak
kendileri de üretebilecekler. Mars One,
insanoğlunun öncüsü olmak isteyen cesur ve
fedakar kaşifleri imkansızı hayal etmeye ve
ardından bu hayali gerçek yapmaya davet ediyor.
“Yaza
Merhaba Deyin!
2000’li yıllarda ilk piyasa çıktığı anda devrim yaratan
bronzlaştırma ürünlerinin öncüsü St. Tropez,
üstünden on yıldan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen
hala çok popüler olan bronzlaştırma ürünlerine o kadar
güveniyor ki; bu yılki kampanyaları için Kate Moss’u
masaya oturtmayı başardılar. Süper modelin mükemmel
vücudu kolay ulaşılabilecek bir hedef olmasa da,
en az onunki kadar egzotik, bronz bir cilt tonu
yakalamanız mümkün. Bu yılın en göze çarpan
bronzlaştırma ürünlerinin arasında, Utan: L.A Instant
Glammar
Shimmer Tan, James Read: Uyku Maskesi Tan Kremi,
Creme De La Mer: Yüz ve Vücut Bronzlaştırma Kremi.
Sisley: Kendi Kendine Bronzlaştıran Nemlendirici
Vücut Kremi ve St. Tropez: Mükemmel Bacaklar Spreyi
var. Siz de kendinize en uygun ürünü seçin ve yaza
büyüleyici, bronz bir tenle girin!
DÜNYADAN HABERLER
“‹stanbul’da
Bir Vietnamlı:
COCHINE
Vietnam ve Fransız mutfağından otantik
örneklerle leziz bir deneyim sunan Cochine
çoğunluğu yabancılardan oluşan müdavimlere
sahip cool ve çok ilginç bir restoran. Gizli bir
mekan bulduğunuzu hissettiren özel atmosferi ve
sıcak personeli ile Cochine, ‹stanbul’a Vietnam
mutfağını tanıtmaya kararlı çekici bir yer.
Restoran uyumsuzlukta sıcacık bir uyum
yakalayan mobilyalar, inanılmaz rahat koltuklar,
bir şöminenin bulunduğu samimi bir kitaplık
bölümü ve seçkin Vietnam klasiklerinden oluşan
bir menüye sahip. Summer Rolls, Pho Bo ve
Bo Luc La gibi Vietnam yemeklerinin yanı sıra
kızarmış patates de bulabileceğiniz Cochine’de
yemekler şaşırtıcı derece otantik olduğu bir
mekan. Soslar ise tam olması gerektiği gibi; tuzlu,
biraz tatlı ve çok taze.
‹çecek menüsü, Earl Grey Martini gibi sıra dışı
kokteyllere sahipken tatlı menüsü mascarpone
sosuyla kızarmış muz ve çikolatalı sufle gibi
alternatifler içeren daha özgün tatlar içeriyor.
Ana yemekler büyük, cömert porsiyonlarda
geliyor ve Perşembe günleri 20:30’dan 23:30’a
kadar süren ve ek ücret içermeyen jazz akşamları
yemekten alınan zevki ikiye katlıyor. Restoran
öğlenleri kapalı olmak üzere, haftanın her günü
açık.
SHAWN
WATSON
20/21/22/23/24
‹nsan Güney Florida Palm Beach doğumlu olunca, hele annesi de sörf, su kayağı gibi
sporlarda iddialı ise, suyla daha bebekken haşır neşir olması kaçınılmazdır zaten... 30
yaşındaki Shawn’un arkadaşlarıyla oyun anlayışı hep su içinde ya da üzerinde olmuş.
Wakeboarda 12 yaşındayken başlamış, ilk zaferini 14 yaşında, sırf eğlence olsun diye
katıldığı, Teksas Ulusal Yarışması’nda “junior man” kategorisinde 2. olarak yaşamış... Hemen
akabinde teklifler gelmiş, profesyonel çalışmalar, uluslararası yarışmalar ve dünyanın 4 bir
köşesine yolculuklar başlamış... Shawn bir yıldız ve 18 yıldır dalgaların üzerinde... Geçtiğimiz
aylarda Fethiye-Hillside Beach Club’a hem şovlar yapmak, hem de dileyen konuklara
eğitimler vermek üzere gelince, onu karaya çekmeden ve bir söyleşi yapmadan bırakmak
olmazdı...
‹pek Kigan : Wakeboard ile
yaşadığın aşkı nasıl tarif edersin?
Shawn Watson: Wakeboard sporuna olan tutkum,
tıpkı çocukluğumda olduğu gibi; her gün tekneyle
çıkıp bütün günü suda wakeboard yaparak ve
arkadaşlarımla eğlenerek geçirmek gibi... Çok
seviyorum... Bu tutku, aşk bana aynı zamanda,
dünyayı dolaşma ve insanın rüyalarında bile zor
görebileceği yerlerde wakeboard yapma şansı da
veriyor. ‹nsanın sınırlarını zorlayan bir spor.
Bu sporu yaparken nasıl / ne hissediyorsun ?
Kendimi özgür hissediyorum; wakeboard
yaptığım anlar, kendimi en fazla ifade
edebildiğim anlar!
Araya bir not düşelim ve henüz bu sporla
tanışmamış olanlar için biraz wakeboardu
anlatalım; Wakeboard botun arkasında,
teknenin oluşturduğu dalgaları kullanarak
yapılan bir spor. Snowboard gibi tek bir
board üzerinde yapılıyor. ‹lk etapta suyun
üzerinde durabilmek ve denge içinde
gidebilmek önemli. Yükseldikten sonra
suya iniş kısmı da kritik. Snowboard’da
kara indiğiniz için nispeten daha
yumuşak. Suda ise daha zorlayıcı. Riskleri
azaltmak için can yeleği giymek lazım. Bir
de suya yumuşak inişi kesin
becerebilmeniz. ‹leri safhalarda suyun
üzerinde zıplamaya, 180-360 derecelik
taklalar atmaya başlıyorsunuz. ‹şin
artistik ve zor kısmı da burası zaten. Su
üzerinde spinlerle, saltolarla harikalar
yaratmak mümkün. Bildiğiniz diğer su
sporlarından daha zorlayıcı ve fakat aynı
zamanda daha etkileyici... Shawn ise
bırakın alışılmış saltoları, Almanya’da
katıldığı ilk “double up” yarışmasında 900
derecelik bir dönüşle bir ilki
gerçekleştirmiş... Suyun üzerinde
devleşenlerden kısacası :)
Wakeboard hem denizde hem de gölde
yapılıyor. Aralarında bariz farklar var. Durgun
suyun bu spor için önemli olduğunu
biliyorum. Gene de sormak istiyorum; sen
hangisini tercih ediyorsun?
Aralarında kesinlikle fark var; deniz suyu daha
tuzlu ve objeleri yüzdürme özelliği daha fazla;
tatlı su ise çok daha yoğun. Normalde denizde
muazzam büyüklükte ve dalgalanmaya yatkın
bir su kütlesi var karşınızda. Gölde ise büyük
ihtimalle daha dalgasız bir ortamdasınız ve
rüzgardan korunuyorsunuz ki; bunlar da
wakeboard yapmak için çok daha ideal
koşullar. Hillside Beach Club mesela, sahip
olduğu özel koy sayesinde wakeboard için
hayli ideal.
Her spor bir disiplin gerektirir. Bir wakeboardcu
nasıl yaşamalıdır sence ? Başarısını nasıl daha
ileriye taşır ? Ya da başarılı kalabilmek için
nelere dikkat etmelidir ?
‹yi, güçlü bir fiziğe sahip olmak çok önemli.
Başarılı olmak için çok çalışmak, bütün temel
kuralları öğrenmek ve her gün idman yapmak
zorundasınız; ayrıca sizi yetiştirecek iyi bir
koçunuz olması da şart. Başarınızı sürekli kılmak
için yapılacak en iyi şey ise hayatla ilgili müthiş
bir duruşa ve iyi bir bakış açısına sahip olmanız ve
bunu yaparken de mümkün olduğunca
eğlenmeniz!
Sıklıkla dünyanın her yerine seyahat ettiğini
biliyoruz. Yolda olmadığın, seyahat etmediğin
sıradan bir günün nasıl geçiyor?
Ülkemde, evimde kaldığım zamanlar çok sınırlı;
bu yüzden seyahat etmediğim zamanlarda
mümkün olduğunca ailemle ve dostlarımla vakit
geçirmeye özen gösteriyorum. Ayrıca göl
kenarında bir evim var. Evimin işlerine yetişmeye
çalışmak sonu gelmeyen bir iş. Bunların yanı sıra
mümkün olduğunca wakeboard ve idman
yapmaya çalışıyorum elbette!
Spor yaşantındaki en unutulmaz anların ?
Aslında sayılamayacak kadar çok an var.
Büyük yarışlarda elde ettiğim şampiyonluklar,
yaşamımdaki en unutulmaz anlar olsa gerek;
bu anlar çok sık olmuyor ama olduğunda da
kıymetini biliyorum.
Su ile bu kadar haşır neşir olmak insana
neler kazandırıyor? Fiziksel ve zihinsel
olarak nasıl etkileri var?
Evet, wakeboard yapmak fiziksel bir şey ama
bunun ötesinde zihinsel bir boyutu da var. Eğer
bir numarayı yapmadan önce onu gerçekten
düşünür ve adım adım kafanızda
canlandırırsanız genelde daha kolay
gerçekleştirirsiniz. ‹nsanlar hep yarış
öncesinde fazla düşünerek heyecanlanıp
kendilerini yıldırıyorlar; halbuki suya çıkıp her
gün yarışma dışında yaptığınız gibi, idman
yaptığınız gibi yapsanız ve başkalarını kafaya
takmasanız büyük ihtimalle çok daha iyi
sonuçlar alırsınız!
Yaşamından bir an için wakeboard’u çıkarsak
geriye neler kalır?
Zor bir soru. Böyle bir şeyi düşünmek bile
istemiyorum çünkü wakeboard yapmayı
seviyorum ve başka bir şey yapmak istemezdim!
Hali hazırda bir Dünya Şampiyonusun. Yine de
her sporcunun daha fazlasını, mükemmelini
yapmak gibi bir ideali vardır? Senin bu sporda
-hatta hayatta- ulaşmak istediğin nokta nedir?
Şampiyonluk onur verici bir derece. Hayattaki
ve bu spordaki amacım başarılı olmaya devam
etmek, her gün kendimi zorlamak ve yaşamımı,
kariyerimi bir üst düzeye taşımak.
Yaptığın başka sporlar var mı?
Sevdiğim pek çok başka spor var. Sörf,
skateboard ve snowboard gibi board üzerinde
yapılan diğer sporları seviyorum. Arkadaş
grubumla yapmaktan gerçekten keyif aldığım bir
diğer spor türü ise golf oynamak!
Yaşlılık günlerin için bir rüyan var mı?
Bu spor dalındaki hayalim veya amacım diyelim,
yaşım ve bedenim izin verdiği sürece, son onbeş
yıldır bu dalda yapmakta olduğum şeyleri
yapmaya devam etmek. Profesyonel wakeboard
sporunu bıraktıktan sonrasıyla ilgili hayalim ise
kendime ait bir şirketimin veya wakeboard
yapılan bir tesisimin olması. Sudan ve bu
spordan kopmaya niyetim yok kısacası.
Geçmişten Gelen Bir Dalga;
LA NOUVELLE
VAGUE
26/27/28
Bir dönem, içinde reddedilen
formların ve yıkılan tabuların
olduğu, 1950-60’larda spontan bir
şekilde bir araya gelen cesur film
yapımcıları, klasikleşen
formlardan uzaklaşıp dönemin
bakışını değiştiren toplumsal ve
siyasi etkenlere odaklandılar.
Daha önceleri eleştirmenlik yapan bu yapımcılar her
filmlerinde farklı bir sanat manifestosunu ve sinema
teorisini ele aldı. Muhafazakarlığa baş kaldıran ve
‹talyan “Yeni Gerçekçilik” akımından etkilenen bu
döneme Fransızlar “La Nouvelle Vague” yani “Yeni
Dalga” adını verdi.
Başta Andre Bazin olmak üzere Jean Luc Godard,
Eric Rohmer ve François Truffaut gibi dönemin bir
çok önemli film eleştirmeni bu yeni akımı
destekleyip, film sektöründe yer alıp, yapılan
değişiklikleri hayata geçirmeye başladı.
Yalnız bu akım film sektöründe kalmayıp, etkisini
moda sektöründe de hissettirmeye başladı.
Bizi ilgilendiren kısmı da burası.
Biraz bundan bahsedecegim.
Yazı: Melis Oğuz
www.melisoguz.co
Başta Jean Luc Godard’ın ilham perileri olarak
bilinen aktris Jean Seberg, Anne Wiazemsky ve
Anna Karina usta oyunculuklarının yanı sıra
dönemin moda ikonları olarak da takip edildi,
giyimleri ve yaşam tarzlarıyla toplumun sevilen
isimleri oldular. Çizgili bluz, etek, babet, kelebek
gözlük ve hasır şapkalarıyla özdeşleşen bu kadınlar,
Yeni Dalga’nın da yüzleri haline geldi.
Onlarla yaşadığı aşklarıyla dillerden düşmeyen ve
sürekli göz önünde olan Godard’ın takım elbiseleri
ve şapkası da erkeklere ilham verdi.
Günümüzde bu aktrislerin tarzları hala sıklıkla
kullanılıyor. Hatta yeni varisleri Tilda Swington
ve Alexa Chung’ın stilleriyle yeni dalgalarda
yontulmaya devam ediyor.
Moda sektöründe de durum bundan farksız
değildi. 50’lerde moda camiası “New World- New
Look” başlığı altında yeniliklerle kucaklaşmaya
başladı.
Öncelikle Christian Dior’un piyasaya sürdüğü
“Bar Suit” modeli Harpers Bazaar’ın genel yayın
yönetmeninden aldığı “It’s such a new look!”
yorumuyla koleksiyon adını “New Look” olarak
hafızalara kazıdı.
Bu A kesim elbiseler formlarda yapılan adeta bir
devrimdi. 60’ların başarılı tasarımcılarından Paco
Rabanne, Oscar de la Renta, Yves Saint Laurent,
Guy Laroche ve tabii ki Mary Quant da bu
akımdan etkilenip koleksiyonlarda yeniliklere
gittiler.
Özellikle Mary Quant Londra’da açtığı Bazaar
adındaki butiğinde etekleri kısaltmaya yönelik
çalışmalara başladı ve 1964’de ilk mini etek
kavramı ortaya çıktı. Adını ise Quant’ın
en sevdiği arabası Mini’den aldı.
Günümüzde, Hüseyin Çağlayan, Maison Martin
Margiela, Comme des Garçons, Alexander Mc
Queen bu alanda hatırı sayılan isimlerin başında
geliyor. Yaptıkları formlar ve alışılmışın dışında
avangarde kalıplarıyla günümüzün tabu yıkıcıları,
yenilikçileri olarak biliniyor. Düz pantalon, elbise,
bluz veya etek kavramlarına gerek teknik, gerekse
kullanılan materyaller açısından bambaşka bir
boyut katıyorlar. Sanatın ve modanın
harmanlandığı yeni bir teori bu isimlerin hemen
hemen her koleksiyonunda moda severlerle
buluşuyor. 50’lerde esmeye başlayan bir rüzgarın
yarattığı dalgalar 2000’li yıllarda şiddetini
arttırarak; her sene daha fazla yenilikle, daha fazla
tabu yıkmaya devam ediyor...
“Yığınla genç sinemacıyı etkilediğim ileri sürülüyor.
Dahası bir Jean Luc Godard stilinden söz ediliyor.
Bence Godard’ın stili, bir stili olmamasıdır.”
Jean Luc Godard
CENNETE
BUYRUN!
30/31/32/33/34
Yazı ve Fotoğraflar: Saffet Emre Tonguç
[email protected]
Tahiti
Tahiti diğer adıyla Fransız Polinezyası,
Türkiye’den gidebileceğiniz en uzak yerlerden biri.
En meşhur adası Bora Bora’ya dört farklı uçak
yolculuğundan sonra ulaşmanız 35 saati
bulabiliyor, gündüzünüz gecenize karışıyor ama
gözlerinizi cennette açıyorsunuz.
Turkuaz rengi bir denizin üzerinde bulunan
bir bungalovda kalıp, akvaryumda gördüklerinize
benzer balıklarla yüzüyor ya da odanızın cam
zemininden aşağıdaki renkli dünyayı
seyrediyorsunuz. Dağlardaki yeşil renginin
envai çeşidi ise cabası...
Başkent Pape’ete
Fransız Polinezyası 19. yüzyıldan beri Avrupalı
gezginlerin dikkatini çekmiş. Ünlü ressam
Paul Gauguin Batı Dünyası’nın nimetlerini geride
bırakıp Tahiti’ye gelmiş ve adalarda yaşayanları
tuvaline hapsetmiş. ‹stanbul aşığı Pierre Loti 1880’de
“Loti’nin Evliliği” isimli kitabını burada yazmış.
Dünyadaki cennete açılan ilk kapı başkent Pape’ete,
Pasifik’in ortalarında bulunuyor.
Bora Bora
Başkent Pape’ete’den hareket edip 40 dakikalık
bir uçuş sonrasında Bora Bora’da denizin üzerinde
bulunan bir havaalanına iniyorsunuz.
Aynı eski güzel günlerdeki gibi uçaktan inip direkt
terminale yürüyorsunuz. Güvenlik, valizleri
makineden geçirmek yok. Sizi bir otel temsilcisi
karşılayıp boynunuza çiçeklerden yapılmış bir
kolye takıyor, sonra özel bir tekneye binip, otele
gidiyorsunuz. Oteller denizin üzerinde inşa edilmiş,
Havaalanının adında arka arkaya tam üç a var
lobiye vardığınızda resepsiyonistin aşağıdaki
“Faa’a “! Şehrin adı ise “su kovası” demek. Pasifik’teki rengarenk tropikal balıkları beslediğini
çoğu yeri ilk keşfeden kişi olan
görüyorsunuz. Herkeste bir güleryüz,
Kaptan Cook 1769’da Pape’ete’ye geldiğinde adada en çok kullanılan kelimeler ise merhaba
fazla yerleşim yokmuş ama zamanla Avrupalı
anlamındaki “Ia ora na” ile teşekkür etmek için
göçmenler adaya akın etmeye başlamış.
söyledikleri “Mauruuru”. Onca saatlik uçuşlardan
Bugün 170 bin kişinin yaşadığı adada 20. yüzyıl
sonra insan hangisi gerçek hangisi rüya karıştırıyor,
başlarında sadece 5,000 kişi yaşıyormuş.
hedonizm dorukta odanıza geçiyorsunuz.
Pape’ete, Marche dedikleri pazarıyla ünlü.
Cibinlikli koskoca bir yatağa doğru ilerlerken
250 yıllık tarihe sahip pazarda rengarenk
oturma grubunun önündeki camın altında ve
kumaşlardan yerel mücevherlere, taze meyveden
banyonun zemininde deniz gülümsüyor gene.
balığa her şeyi bulabilirsiniz. Cumartesi günleri
Günbatımlarının tadını çıkarmak için önde bir
pazarın en kalabalık zamanı. Adadaki Marau Dağı’na veranda var, merdivenlerden aşağıya indiğinizde
tırmanmak ya da Teahupoo Plajı’nda sörf yapmak çok ise kendi iskeleniz. Dolabınızdaki paletleri ve deniz
popüler. Tahiti Iti Plajı ise güneşi batırmak için en
gözlüklerini alıp mercanların arasına gizlenmiş
romantik noktalardan biri. Pape’ete Temmuz ayında balıkları keşfe çıkıyorsunuz. Tahiti’deki adaların
yapılan Heiva Festivali ile de ünlü.
çoğu dalmayı sevenler için tam bir cennet.
Yeni Zelanda’daki yerli halk olan Maoriler, Hawai’deki Adı “ilk doğan” anlamına gelen Bora Bora balayı
adalarda yaşayanlar, Mikronezyalılar ve Tahitililer
çiftlerinin ideal mekanı, rüyaların gerçek olarak
akrabalar. En büyük okyanus olan Pasifik’in değişik servis edildiği bir hayaller alemi. Bora Bora’da
adalarında yaşayan bu insanların kökeni aynı. Dilleri oteller merkezden uzaktaki “motu” diye
ve kültürleri de
adlandırılan adalarda yer alıyor, çünkü adanın
çok benzerlik taşıyor. Dansları, vücutlarına yaptıkları etrafında çok fazla plaj yok. Aslında adanın
dövmeleri bile ortak özelliklere sahip.
merkezinde fazla bir şey yok. Üç beş hediyelik
eşya satan dükkan dışında iki de kilise var.
Eğer bir pazar sabahı ayin zamanına denk
Nerede Kalınır, Nerede Yenir?
gelirseniz, insanların ne kadar renkli olduğunu
Intercontinental Resort Tahiti
görüyorsunuz. Kadınların çoğu birbirinden şık
(www.tahiti.interconti.com) Pape’ete’de
şapkalar takıyor. Papazlar bile karnavala gider gibi
konaklayabileceğiniz en güzel tesislerden biri.
rengarenk giyiniyor.
Le Royal Tahitien (www.hotelroyaltahitien.com )
tropik bahçeler içinde yer alan, kendi plajı olan ve
sunduğu imkanlara göre en uygun fiyata sahip olan bir Nerede Kalınır, Nerede Yenir?
otel. Tahiti Iti’de bulunan Vanira Lodge
Bora Bora’da otellerin çoğunda konsept aynı,
(www.vairalodge.com) ise adadaki en güzel
en pahalı odalar denizin üzerine yerleştirilmiş ve
pansiyonlardan biri, manzarası muhteşem.
fiyatlar 500 Dolar’dan başlıyor, kara kısmında daha
ucuz odalar bulunuyor. Özel adalarda gecelik otel
L’O a la Bouche (Tel: 452976) Fransız restoranı
ücreti 10,000 Dolar’a çıkabiliyor.
adadaki en iyi seçeneklerden birisi.
Taha’a Adası’nda bulunan Le Taha’a Private Island
Yemekler çok lezzetli, etraftaki insanları seyretmek & Spa (www.letahaa.com ) en el yakanlardan biri.
ayrı bir keyif.
Adadaki en iyi oteller:
Bora Bora Nui Resort (www.boraboranui.com ),
Lou Pescadou (Tel: 437426 ) ise makarna çeşitlerini St. Regis( www.starwoodhotels.com) , Bora Bora
deneyebileceğiniz uygun fiyatlı bir
Lagoon Resort (www.boraboralagoonresort.com),
alternatif.Pape’ete’den cennetin diğer köşelerine
Hotel Bora Bora (www.amanresorts.com ) ve
feribotla veya uçakla gidebiliyorsunuz.
Intercontinental Moana Beach
(www.borabora.interconti.com ).
Göreceli olarak daha daha uygun fiyatlı tesisler ise
Novotel Bora Bora (www.accorhotels.com) ve
Village Pauline ([email protected]).
Club Med (www.clubmed.com) her şey dahil
sistemiyle çalıştığından bazı turistlere daha uygun
geliyor. Bir zamanların en gözde oteli olan
Le Meridien Bora Bora (www.lemeridien.com)
ise rakipleri tarafından geçilmiş durumda.
Adanın en bilindik restoranı ise Bloody Mary
(Tel:677286). Girişe bu mekanda yemek yemiş tüm
şöhretlerin adları yazılmış. ‹çerdeki zemin plaj gibi
kumla kaplanmış, ayakkabılarınızı çıkarıp
yemeğinizi yiyiyor, içkinizi yudumluyorsunuz.
Mo’orea
Adını “sarı kertenkele” diye Türkçe’ye
çevirebileceğimiz Mo’orea Türkiye’de daha az
bilinen bir ada ama Bora Bora’dan çok daha güzel,
en azından yolları delik deşik değil, etraf çok daha
yeşil, binalar daha bakımlı ama oteller
Bora Bora’dakilere göre daha sıradan. Eski bir
volkan olan adaya Pape’ete’den yedi dakika süren
bir uçuştan sonra ulaşıyorsunuz, dileyenler
feribotla da gelebiliyor. Etraf şöhret kaynıyor,
yan şezlongta Ralph Lauren’in güneşlenmesi sizi
şaşırtmıyor,
siz de kendinizi önemli zannediyorsunuz!
Adada vakit geçirmek için çeşitli aktiviteler var.
Jip safari, tekne turları, yunuslarla yüzmek,
çarpmayan çarpan balıklarını beslemek
alternatiflerden bazıları. Polinezyalılar’ın kutsal
alan dedikleri “marae”leri Opunohu Körfezi’nde
görebilir, Paopao Vadisi’nde ananasların tadını
çıkarabilirsiniz. Bir araba kiralayıp adanın etrafını
da turlayabilirsiniz. Tüm adayı dolaşmak sadece
60 km. tutuyor. Mo’orea çok dağlık bir ada o
yüzden de manzaralar çok güzel.
Nerede Kalınır, Nerede Yenir?
Mo’orea Sheraton (www.sheratonmoorea.com)
özellikle deniz üzerindeki bungalovlarıyla öne
çıkan, servisin ikinci planda olduğu ama adadaki
en güzel otellerden biri.
Mo’orea Beachcomber Intercontinental Resort
(www.moorea.interconti.com) adanın en gözdesi.
Mo’orea Pearl Resort (www.pearlresorts.com )
servisi çok öne çıkmayan bir tesis. Tarariki
Village ([email protected] ) ise fiyatı çok
makul olan işletmelerden biri. ‹yi bir yemek için
Te Honu Iti Restaurant’ı (Tel.561984)
deneyebilirsiniz.
Suyun üzerinde yer alan bu tesiste denizi
ışıklandırıyorlar ve yemeğinizi yerken balıkları
seyredebiliyorsunuz.
Gündelik Yaşam
Polinezyalılar 70 kişi alabilen ve bugünkü
katamaranların atası sayılabilecek kanolarla
Endonezya ve Filipinler tarafından
3.500 yıl kadar önce yola çıkıp Pasifik üzerindeki
adalara göç etmişler. Tahiti’ye gelmeleri ise
yaklaşık 2.200 yıl kadar önce gerçekleşmiş.
Fransız sömürgesi konumundan dolayı Avrupa
Birliği pasaportu taşıyan Tahitililerin yaşam
felsefesi “ağır ol molla desinler”e benzeyen
“haere maru” . Bir restoranda uzun süre
beklerseniz, bankalar ve dükkanların sık sık kapalı
olmasına denk gelirseniz şaşırmayın, adalardaki
yaşamın temposuna ayak uydurun. Zaten
tatildesiniz aceleye gerek var mı? Tahiti’de aile çok
önemli bir kavram ve toplumun belkemiğini
oluşturuyor. Kadınların da toplumda önemli bir yeri
var.
Bazen kapı gibi, iri kıyım kadınlar görüyorsunuz,
onlar da “Mahu” diye adlandırılan ve karşı cinsin
kıyafetleriyle dolaşan erkekler. Bu çok doğal bir
olgu olarak görülüyor ve çok çocuklu ailelerde kız
gibi yetiştirilen erkek çocuklar görebiliyorsunuz.
Hıristiyan misyonerler dine ters düşen bu geleneği
değiştirmeye çalışmışlar ama başarılı olamamışlar.
Tahiti, Ege Denizi’nin eski adı olan ve noktalı deniz
anlamına gelen Arşipel (Archipelago) yani
takımadalardan oluşuyor. Bu adalarda turizmden
sonra en gözde sektör siyah inci üretimi.
Tahiti’yi yirmi yıldan fazla bir süre seçimle başa
gelen Gaston Flosse isimli diktatör yönetmiş,
2004 yılında ise Oscar Temaru başkanlık yarışını
kazanmış ve ülkede insanlar düşüncelerini daha
yüksek sesle dile getirmeye başlamışlar.
Son yıllarda ABD’yle ilişkiler daha güçlenmiş, bu da
sömürgesi oldukları Fransa’nın tepkisini çekmiş.
Hawai’deki hula, Yeni Zelanda’daki haka
danslarının benzerini Tahiti’de de görüyorsunuz.
‹lk gelen Hıristiyan misyonerler bu yerel dansları
yasaklamışlar ama Tahitililer gizli de olsa
geleneklerini devam ettirmişler. Bugün büyük
otellerde haftanın en az bir gününde dansçılar
gelip beş farklı çeşidi bulunan danslardan örnekleri
turistler için yorumluyorlar. Kreşlerden itibaren bu
danslar öğrencilerin ders programında yer alıyor.
Tahiti Mutfağı’nda Fransız ve Çin etkisi var.
Ton ve kılıç balığı gibi bilindik balıklar dışında
wahoo ve mahi mahi gibi okyanus balıkları da
yeniliyor. Poisson cru ise Hindistan cevizi sütüyle
hazırlanan balığa verilen isim ve en popüler yerel
yemeklerden.
Cennete Tarif
Her şeyin bir bedeli var, cennetin de...
Tahiti turizmin nimetlerinin farkına varalı çok olmuş.
‹stedikleri cebinde akrep olmayan, para saçmaya
hazır turistler. Lüks otellerin fiyatları en tepelerde
dolaşıyor. Düşük sezonda bile 1000 Dolar’a oda var,
üstelik fiyatlara ne kahvaltı dahil, ne de vergiler.
Adalar arasındaki kısa uçak yolculukları, ülkelerarası
uçak yolculuklarından bile pahalı.
Dört saatliğine kiraladığınız vasat bir arabanın
fiyatıyla ABD’de en lüks arabayı tam gün
kiralayabiliyorsunuz. Sıradan restoranlardaki fiyatlar
en el yakanından. Siz ortalama bir yemekle karın
doyurmaya çalışırken restoran sahibi gelip, “Geçen
hafta da Sharon Stone buradaydı” deyip fahiş fiyatlar
konusuna bir açıklık getiriyor.
Sokaktaki satıcılarda karnınızı doyurmak bile
15 dolardan başlıyor. Kısa bir taksi yolculuğu için
35-40 Dolar’ı rahatça gözden çıkarıyorsunuz.
Mutluluğunuzun yolu sürekli elinizi cebinize atmaktan
geçiyor. Hindistan’da birkaç dolara bulabileceğiniz
tişört burada 25 dolara satışa sunuluyor. Fiyatlar
böyle yüksek olunca 250 bin kişinin yaşadığı adalarda
kişi başına düşen milli gelir de 25 bin doları geçiyor.
Nerede Kalınır, Nerede Yenir?
En ideal zaman Mart ile Kasım arası, kalan zamanın
yağışlı olma ihtimali çok yüksek. Temmuz ve Ağustos
ayları ise iğne atsanız yere düşmeyecek şekilde
kalabalık, fiyatlar ise en tavanda. ‹stanbul’dan Air
France ile Paris aktarmalı olarak Los Angeles’a
gidebilirsiniz, ardından sekiz saatlik bir uçuşla
Pape’ete’ye ulaşıyorsunuz.
Air Tahiti Nui (www.airtahitinui.pf) ise
New York, Tokyo, Sydney, Auckland gibi şehirlerden
direkt Pape’ete’ye uçuyor.
Yeni Zelanda Tahiti arası sadece beş saat sürüyor.
Tahiti’ye ulaştıktan sonra iç hat uçuşları için
Air Tahiti’yi kullanabilirsiniz (www.airtahiti.aero).
Tahiti her ne kadar Fransa’ya bağlı olsa da Schengen
vizesiyle gidemiyorsunuz, gitmek için Fransız
Büyükelçiliği’nden ada vizesi almanız gerekiyor. ABD
aktarmalı gittiğinizde de
Amerikan vizesine ihtiyacınız var, önce ABD’ye giriş
yapıp valizinizle gümrükten geçip valizinizi tekrar
görevlilere vermeniz gerekiyor.
Alışveriş
Tahiti’de her köşede inci satan mağazalar var.
En ünlüsü ise lüks otellerde dükkanlarını
görebileceğiniz Robert Wan, hatta Pape’ete’de adını
taşıyan bir inci müzesi bile var.
Hawai gömleklerinin benzerleri de alabileceğiniz
hediyelik eşyalar arasında. Adalar çok büyük
olmadığından dükkanlar merkezde ve büyük otellerin
bünyesinde bulunuyor.
Faydalı ‹nternet Adresleri
Genel bilgiler için www.tahiti-tourisme.com ,
www.tahitiguide.com , www.tahitiexplorer.com ,
www.tahiti-nui.com, www.tahiti1.com sitelerini
tıklayabilirsiniz. Dalmaya meraklıysanız
www.boradive.com, www.topdive.com ,
www.dive-moorea.com , www.moreabluediving.com,
sitelerini ziyaret edebilirsiniz. www.recipes4us.co.uk
çok sayıda mutfakla birlikte Tahiti Mutfağı’ndan da
yemek tarilerinin bulunduğu bir site.
PÜFÜR PÜFÜR
SiNEMA!
36/37/38/39/40
Yazı: Berna Gençalp
[email protected]
‹lk Açık Hava
‹lk sinema gösterimi 1895 yılında Lumière
Kardeşler tarafından Paris’te bir kafede
gerçekleştirilmişti. Bu gösterim bugün anladığımız
anlamda bir sinema filminden çok yeni bir icadın
sergilenmesi, çekilmiş çok kısa sessiz bir
görüntünün perdeye yansıtılmasından ibaretti. Bu
icat giderek hikayeleri kendi meşrebince
anlatabilen bir mecraya dönüştü. Sinemacılar
kadar izleyiciler de ona alıştı. ‹lk gösterimde
perdeye yansıtılan görüntü, trenin gara girişiydi ve
trenin üstlerine doğru gelen gerçek
bir tren olduğunu sanan izleyiciler arasından ürküp
kaçışanlar olmuştu. Kısa bir zaman içinde
izleyicilerde o ürkeklik kalmadı. Meraklı izleyiciler
kafelere sığmaz oldu, filmler ve anlattıkları
hikayeler uzadı. Gösterimler tiyatro salonlarına ve
müzikhollere taşındı. Sinema endüstrileşti, kendi
yıldızlarını yarattı.
Nostaljik olmayan bir açık hava
sineması yazısı yazmak ya da
yazmamak... ‹şte bütün mesele!
‹zmir… Yaz… Şehirde sıcak kavuruyor.
Nihayet akşamüstü, evlerin sonuna dek açık
pencerelerinden kızartma kokuları dışarı taşarken
sokaklardan da evlere bir anons ulaşıyor.
Üzerine film posterleri yapıştırılmış külüstür
bir araba sokak sokak gezip o gece yakınlardaki
bir ortaokulun bahçesinde faaliyet gösteren
açık hava sinemasında hangi filmin oynayacağının
haberini veriyor. Yazlık sinemaya dair benim ilk
hatıram böyle... Son hatıram ise Çeşme’de
hala varlığını sürdüren Ilıca’daki yazlık sinemada
yıldızların altında, çoluk çocuk kalabalığı,
çekirdek ve patlamış mısır çıtırtıları arasında
izlediğim filmler.
Arada Fethiye Hillside’da kumsala sıra sıra
dizilmiş şezlonglara uzanıp denize yerleştirilmiş
perdeye dalıp gitmişliğim de var. Filmin verdiği
zevkten bağımsız olarak bunların hepsi ayrı ayrı
çok keyifliydi. Açık hava sinemaları ya da yazlık
sinemaların sayısı bir dönem çoğalıp sonra azalsa
da bu keyfin hayatımızdan tamamen çıkıp gitmesini
istemeyiz. Sonuç olarak; bir açık hava sineması
gördüğünüz yerde, giriniz. Pişman olmazsınız…
1900’lü yılların başında, aynı gezici sirkler gibi semt
semt ya da şehir şehir gezen mobil sinemalar
ortaya çıktı. Bunlar fazla uzun ömürlü olmadı çünkü
bir yandan filmlerin süresi uzuyor ve içerikleri
yoğunlaşıyordu, öte yandan da mobil sinemalar
tiyatro salonlarının ve müzikhollerin sağladığı
konforu sağlayamıyorlardı. Herhalde 20. yüzyılın ilk
yarısında, savaşlarla geçen yıllar da hava
karardıktan sonra faaliyet gösteren açık hava
sinemalarına ket vurdu. Ama 1950’li ve 1960’lı
yıllarda, ikinci dünya savaşı sonrası ve televizyon
öncesi dönemde açık hava sinemalarının sayısında
hızlı bir tırmanış yaşandı.
Bu nedenle açık hava sinemalarına, o dönemdeki
filmlerin sahnelerinde de sık sık rastlanır.
Aynı yıllarda ‹stanbul’da ve Türkiye’nin neredeyse
her köşesinde pek çok yazlık sinema faaliyetteydi.
Seanslar; çoluk çocuk, mahallece toplaşıp
gelenlerle dolup taşıyordu. Aileler bir tarafta, bekar
gelen erkekler başka bir tarafta oturtulsa da
flörtleşmeler eksik olmuyordu. Belki de bu
açık hava sinemalarının bunca nostaljiyle
anılmasına bir neden de bu görece rahat ve
romantik ortamdır. Bu arada, filmleri sadece bilet
alanlar izlemiyordu; sinemaya komşu
apartmanların, binaların balkonlarında, damlarında
toplanan insanlar da filmleri izliyorlardı.
Şeylerin Sihri
Orhan Pamuk’un yazdığı ve birçok yabancı dile
çevrilen romanı Masumiyet Müzesi’nde açık hava
sinemalarına ayrılmış uzun bir bölüm var.
Müzede ve müzenin katalog kitabında da açık hava
sinemalarına özel bir yer verilmiş. Hikayenin
anlatıcısı ve baş kahramanı zengin Kemal,
platonik aşk yaşadığı ve bir filmde başrol oynatma
sözü verdiği Füsun ile yaz boyunca açık hava
sinemalarına gider. Yeşilçam filmlerine, orta sınıf
mahalle eğlencelerine pek aşina olmayan
Kemal yazlık sinema localarını La Scala’nın
localarına benzetir. Yine de hep bir ağızdan gülen,
kızan, duygulanıp ağlayan bu izleyici kalabalığı ile
Eyüp’te Yazlık Sinema
kendisi arasında her şeye rağmen bir “kardeşlik
“Gözlerimi kapatıyorum. Peş peşe görüntüler…
duygusu” olduğunu hisseder. Başlangıçta kaba
Yaşamımdan, hayal dünyamdan… Çocuk
bulduğu Yeşilçam filmleri, bu kardeşlik duygusu ve
belleğimde kalan bir görüntü; ışıklar içinde bir
Füsun’a yakın olmanın da etkisi ile giderek içine
kadın, saçları uzun, eteklerini toplamış, suyun içinde işler. Füsun’a “Bu filmler beni terbiye etti” diyecek
birşeyler topluyor. 7 yaşındayım bu büyülü perdeyi hale gelir. Müzenin katalog kitabındaki Şeylerin
gördüğümde… Bir akşam komşular başka
Sırrı başlıklı bölümde ise daha da açık bir itiraf var;
çocuklarla beraber beni de alıyorlar, yanımızdaki
“Türk filmlerine gitmeyi, onları sevmeyi,
evin damına çıkıyoruz. O yükseklikten yanımızdaki
‹stanbul’un kışlık, kapalı sinemalarında değil, yaz
yazlık sinemanın perdesi görünüyor. Ne olduğunu
sinemalarında öğrendim.” Buradan kitabın,
tam anlamadan çocuk şaşkınlığıyla izliyorum.
koleksiyonun, müzenin, sinemanın ve aslında her
Pencereden gelen ışık çoğalarak beni içine çekiyor, türden şeylerin sahip olduğu sihrin sırrına
üstüme ışıklar yağıyor. Gözümü bile kırpmadan
bağlanıyoruz; “Ruhumuz şeylere odaklandıkça,
ışıklar içindeki kadını soluksuz seyrediyorum.
dünyanın bütünlüğünü kırık kalbimizde hissediyor
O kadın sanki bana bakıyor ve göz kırpıyor.
ve acılarımızı kabul ediyoruz. Bu kabulü mümkün
Yıllar sonra öğreniyorum o filmin adı Acı Pirinç’miş, kılan şey, sinema kalabalığının bakışlarında da var”.
o güzel kadın da ‹talyan sinemasının emsalsiz yıldızı
Silvano Mangano…”
‹lerleyen yıllarda şehirlerde silahlı siyasi
çatışmaların yaşanmaya başlaması, seks filmleri
Bu büyülü anı yaşayan, 7 yaşındaki kız çocuğu
furyası, televizyonun ve ardından videoların
büyüyünce bir film yıldızı olacağını bilmiyordu.
yaygınlaşması Türkiye’deki açık hava sinemalarının
Sinema aşk okunu o gece fırlatmıştı ve beyazperde sayısında dramatik bir düşüşe neden oldu. Yurt
ile tanıştığı o ilk akşamı bir daha hiç unutmayacaktı. dışındaki örneklerde olduğu gibi burada da yazlık
sinemaların yerine binalar dikildi, bu alanlar halı
Türk Sineması’nın en ünlü ve etkileyici kadın figürü saha ya da otopark olarak kullanılmaya başlandılar.
Türkan Şoray’ın Sinemam ve Ben isimli
Bir sihir bozuldu.
otobiyografik kitabı “Eyüp’te Yazlık Sinema”
başlıklı bölümle başlar. Öyle içten kaleme alınmış ki
bu satırlar, neredeyse tüm bölümü buraya almadan
edemedim. Yeşilçam’ın Sultanı olarak anılan Türkan
Şoray’ı biraz da Eyüp’teki bu yazlık sinemaya borçlu
olduğumuzu öğrenmek ne güzel…
Arabada Sinema Keyfi
Bilinen ilk arabalı sinemalardan biri 1933’te New
Jersey’de açılmış. Geniş Amerikan arabalarında
ailece ya da kalabalık bir arkadaş grubu ile ucuza
eğlenceli bir akşam geçirmek için tercih edilen bir
etkinlik olmuş bu sinemalar. 1950’lerde bazı
sinema zincirleri ve büyük kapalı salonlar
ekonomik sebeplerle kapanmak zorunda kalsa da
arabalı sinemaların sayısı artmış. O yıllada
sadece ABD’de 4000’den fazla arabalı sinema
olduğunu yazıyor bazı kaynaklar. Amerika’da
sinema salonlarının %25’ini bu arabalı
sinemaların oluşturduğuna dair bir bilgi de var.
Kısacası arabalı sinemalar Amerikan popüler
kültürünün öne çıkan bir öğesi sayılabilir. Taş
Devri çizgi dizisinde ve sinema filminde
kahramanlarımızın arabalı açık hava sinemasına
gidişini hatırlar mısınız? Bu tür sinemalara
günümüzde pek sık rastlamıyoruz.
Diriliş
Teknolojinin gelişmesi, film gösteriminin teknolojik
olarak kolaylaşması ve belki iklim değişkliğinden
kaynaklanan aşırı sıcak yaz günlerinin de etkisiyle
açık hava sinemaları sadece nostaljik bir keyif olarak
değil neredeyse doğal bir ihtiyacın cevabı olarak
tekrar hayatımıza girmeye başladı. Geçtiğimiz yaz,
sinemaseverler için Fenerbahçe Dalyan’da, Turkcell
Kuruçeşme Arena’da, Swiss Otel’de açık hava
sinemaları faaliyetteydi. Son yıllarda kimi semtlerde
belediyeler de meydanlarda ve parklarda film
geceleri yapıyorlar. Ya da gökdelen tepeleri, teraslar
bu amaç için pratik olarak düzenleniyor. Türkiye’de
yapımcıların bu tür gösterimlerden dertli olduğu da
bir gerçek, çünkü bu gösterimlerin bir kısmı yapımcı
izni olmadan ve telif ödemesi yapılmadan
gerçekleştiriliyor. Elbette bu sorumsuz
yaklaşımların dışında ciddiyetle ve istikrarla yapılan
gece gösterimleri de var. Hillside Trio içinde yer alan
ve yıllardır varlığını sürdüren Wings Cinecity Trio
Açık Hava Sineması vizyon filmleri göstermesi ve
sunduğu konforla diğer yazlık sinemalardan
ayrışıyor.
Ankara’da geçen yaz, Haziran’dan Ekim’e dek Cer
Modern’de Türk Sineması’nın son dönem
örnekleri gösterildi. ‹stanbul Modern’den,
Sabancı Müzesi’nden, Arkeoloji Müzesi’nden,
‹zmir Fuarı’ndan da böyle ataklar gelse ne hoş
olur, harika açık hava mekanları var.
Geçmişte dört açık hava sinemasına sahip olan
Büyükada'da şu an hala faaliyette olan bir açıkhava
sineması bulunuyor: Lale Sineması. 1980-90 yılları
arasında kapanan sinema 1991 yılında kapasitesini
küçülterek de olsa yeniden açılmış. Bir aile
işletmesi olan bu sinemada her yaştan seyirciye
hitap edecek filmler gösteriliyor. 90’lı yıllarda
yazlık sinema keyfini adaya kaçamamış şehir
ahalisine hatırlatan mekanın Kuruçeşme’deki Pasha
olduğunu da hatırlatmakta fayda var. Boğaz’ın
kenarında, yıldızların altında dönemin gençleri
yazlık sinema keyfini Pasha’da yaşayabiliyorlardı.
Bu yıl Haziran ayında Güneydoğu Anadolu illerini
dolaşacak SineMASAL Açık hava Sinema
Festivali’nden ise bu yazıyı yazarken haberim oldu
ve çok sevindim. Tarihi mekanları temizleyip
perdelerini oralara kuracaklarmış, film
gösterimlerinin yanı sıra gündüzleri özellikle
çocuklara yönelik eğlenceli etkinlikler de
olacakmış. Bu yıl ilki gerçekleşecek bu festivalin
tüm Türkiye’yi dolaşmasını ve uzun ömürlü olmasını
diliyorum.
Batı’nın büyük metropollerinde ise Batı Yakası’nın
Hikayesi gibi bir sinema klasiğini romantik bir
parkta, Shining gibi bir gerilim filmini de bir
mezarlığın bahçesinde göstermek gibi kışkırtıcı
organizasyonlar yapılıyor. Sadece New York’ta
açık havada film gösterimi yapmaya odaklanan
ondan fazla festival var.
Açık hava sineması, yazlık sinema, bahçe
sineması… Bin, ikibin hatta Beşiktaş’taki
Yumurcak gibi 7000 kişilik sinemalar, 7’den 70’e
herkesin yegane eğlence olarak, bir ritüel gibi
yaşadığı o sinemalar geri dönmeyecek. Ama
yıldızların altında, püfür püfür film izlemenin keyfi
de hayatımızdan neyse ki tam olarak çıkmayacak.
En başta söylediğim gibi, açık hava sineması
gördüğünüz yerde giriniz. Pişman olmazsınız.
Meraklısına Notlar
-1916 yılından beri film gösteriyor olması nedeniyle
Guinness Rekorlar Kitabı’na girmiş “Sun Pictures”
isimli bir Avusturalya sineması olduğunu
ineternetten öğrendim. Yolu oralara düşüp bana
bu bilgiyi teyit eden olur mu acaba?
-Avrupa’nın en eski arabalı sineması ise
Frankfurt’ta hala gösterimlerine devam
ediyormuş.
-www.sadibey.com sitesinde Yıldızların Altında
başlıklı ‹stanbul’un eski yazlık sinemalarına dair
güzel bir araştırma yer alıyor.
- www.sinemasal.org linkinden festivale dair daha
detaylı bilgi edinebilirsiniz.
-Türkan Şoray’ın sinemaya dair ilk anısını oluşturan
filmin orijinal adı Riso Amaro, bu filmin Yeşilçam
versiyonu 1972’de Acı Pirinç adıyla çekilmiş.
Ama başrolde Türkan Şoray yok.
Betonlar içinde kendine yer bulan
BAHÇELER
42/43/44/45/46
Bahçe; şehir hayatında betonlar
arasında kendisine
yer bulamayan bitkilere ev
sahipliği yapar. Her yeri dolu
ormanlarda da tutunamayan
bitkileri sever büyütür.
Bahçe; insanlar için olduğu kadar
doğa için de yeni şeyleri
deneme yeridir.
‹nsanın keyif sürdüğü ve huzur bulduğu cennet de
hep bahçe olarak tasvir edilir.
‹nsanlar bahçe sayesinde hem doğayı kontrol
ettiklerini, hem de uzaklaştıkları doğaya
yaklaştıklarını hissediyorlar.
Doğaya ve doğala dokunan insanın merhametinin,
tatmin duygusunun, kendine yetme ve
yaratıcılığının arttığı bir gerçek.
Bitkiler ise gerilla yöntemlerle kendilerini insanlara
ve hayvanlara sevdirip, şehir hayatındaki yerlerini
alıyorlar.
Şehir hayatında bitkiler gerilla bahçeler, şehir
bahçeleri, ortak toplum bahçeleri, tıbbi bitkiler
bahçeleri, çatı bahçelerinde karşımıza çıkıyorlar.
Bu yazıda çatıya, izbe alana, kaçak araziye, balkona,
terasa, kamu alanına, tıbba vs sızan bahçeler var.
Gerilla Bahçeler
Gerilla bahçeler genelde şehrin mahkemelik veya
tartışmalı boş alanları ya da bakımsız izbe yerlerine
kuruluyor. Arazi sahibi kovalayıncaya kadar bahçe
ekilip biçiliyor. Bu bahçeler şehirli insanların küçük
ya da büyük yeşil alanla tekrar buluşmasını sağlıyor.
‹nsanları bir araya getirip, mahalle kültürünü
canlandıran bu bahçelerde insanlar tarım yapmayı
ve kendilerine yetmeyi öğreniyorlar.
Kahraman Bostan
Geçen senelerde Kuzguncuk’ta yaşayan Avrupalı
öğrenciler terk edilmiş Kuzguncuk Bostanı’nı hem
bahçe, hem oyun, hem de buluşma alanına çevirdiler.
Mahalleli burada buluştu; futbol oynandı, eğlenceler
düzenlendi. Adı Kahraman Bostan’a çıktı.
‹stanbul’da Tıbbı Bitkiler Bahçesi de
14 dönümlük alanda 2005 yılında açılmış bir bahçe.
Zeytinburnu Belediyesi ile Merkezefendi
Geleneksel Tıp Derneği’nin yürüttükleri bir proje.
Hedefleri ise şöyle sıralanabilir:
• Tıbbi bitkileri araştırmak, üretmek, tanıtmak
• Bitki çeşitliliğinin korunup, geliştirilmesine
Prinzessinnengarten
Berlin’de 6000 m2’lik sahipsiz bir alan vardı. Burası katkıda bulunmak
2009 yılında kent tarım hareketine iyi bir örnek oldu. • Eğitim programları için çalışma alanı ve
2009 yılında 3 genç bu alanı bahçe haline getirdi. Üç materyal sağlamak
• Tıbbi bitkilerin etkin ve güvenli kullanımlarını
yıl sonra burası viranelikten kurtulmakla ve yeşil
alana dönüşmekle kalmayıp, insanların buluşma alanı teşvik etmek
haline geldi. Burada insanlar bir şeyler yetiştirmenin •Tıbbi floradan faydalanma konusundaki
tatminini yaşadılar. Bir de tabii kendi kendine yeter çalışmalara zemin oluşturmak
hale gelmeye başladılar.
Ekili ve etiketli tıbbi bitki sayısı 600’ü aşkın. Bitki
atıkları doğal gübre olarak değerlendiriliyor,
Mobil Bahçeler
Bahçeler de sergi gibi taşınabilir formda kurulduğu sentetik gübre ve ilaçlardan kaçınılıyor. Su israfının
önüne geçmek için damlama ve yağmurlama
zaman bir yerden diğer bir yere rahatlıkla
taşınabiliyor. Ayaklı veya taşınabilir büyük kaplara yöntemleri kullanılıyor. Gönüllü çalışan
ekilen bitkiler hayatlarına şehrin bir yerinde başlayıp bahçıvanlarının yanı sıra siz de çocuğunuzla birlikte
bahçıvanlık yapabiliyorsunuz. Şehir hayatında
diğer yerinde devam edebiliyorlar.
AVM’lere alternatif olabilecek bir yer haline geldi.
Londra’da yaşayan bir mimar olan Heather Ring
Şehir Bahçeleri
ekibiyle birlikte ev ve tren istasyonu arasında
Şehir bahçeleri vahşi doğada veya betonların
sıkışmış harabe bir yeri meyve bahçesine
arasında kendisine yer bulamayan bitkilerin yeridir.
dönüştürdü. Harabeden bahçeye dönüşen bu yeri
Bu bahçeler aynı zamanda insanları bir araya getiren
insanlar ziyaret ederek kent tarımını merak edip
öğrenmeye başladılar. Bu meyve bahçesi yaz sonu ve yeni nesillere kendi kendine yetmeyi öğreten
toplum bahçeleridir.
kapandı. ‹nsanlar ağaçları, bitkileri evlat edinip
eve götürdüler.
Hasat Nasıl Olacak
Bu bir toplum bahçesinin ismi. Karen Guthrie ve
Tıbbi Bitkiler Bahçesi
Heather Ring’in ekibiyle birlikte kurduğu bu bahçe o Nina Pope adındaki iki artist tarafından Doğu
kadar ilgi gördü ki; Londra’nın merkezinde de böyle Londra’da 2000 m2’lik bir alanda kuruldu.
bir bahçe kurmaları istendi. Merkezde kurdukları bu Hasat Nasıl Olacak adını verdikleri bu bahçeyi
bahçenin adını Fizik Bahçesi koydular. Modern tıbba kurarken, bu topraklarda Ortaçağdan beri bir şeyler
yetiştiren rahiplerden ilham aldılar.
alternatif olarak geleneksel tedavi edici bitkiler
diktiler. Burası bitki bilimcilerin, aktarların katıldığı Artistlerin bir ilham kaynağı da 1906 yılında çekilen
bir fotoğraf olmuş. Fotoğraf Newham arşivinde
workshoplara ev sahipliği yapmaya başladı.
mevcut. Bir grup adam harabe halindeki bir toprağı
Tasarımcıları, sağlık uzmanlarını, bahçıvanları, ve
işleyerek çalışmak istediklerini ve tembel
gönüllüleri bir araya getiren bir bahçeye dönüştü.
olmadıklarını göstermek istemişler.
Bitkilerin dikildiği yerlere ‘şifa kabini’ adı verildi.
Fotoğrafta tuğladan duvarın önünde bu adamlar var
Şimdi herkes bu bahçenin nasıl devam edip, neye
ve üzerinde “hasat ne olacak?” yazıyor.
dönüşeceğini merakla bekliyor.
Londra Toplum Bahçeleri
Toplum bahçeleri 40 yıldan beri varlar.
21 tane toplum bahçesi var. Bunların kimisi özel,
kimisi kamuya ait.
Bu bahçeler taze meyve sebzeye erişimi
sağlıyorlar. Uygun fiyata besin değeri yüksek sebze
ve
meyve yetişiyor. Hem fiziksel, hem de psikolojik
açıdan sağlıklı olmaya yardım ediyorlar.
Yalnızlık, izolasyon gibi duyguları yatıştırıyorlar.
Farklı sosyo-kültürel kesimlerden insanların bir
araya gelmesini, hoşgörünün ve empatinin
artmasını sağlıyorlar. Şehirleri güzelleştiriyor.
‹nsanların doğal yollardan hareket etmesini
sağlıyorlar. Komşuluk ilişkileri gelişiyor. ‹nsanlar
birbirlerini tanıdıkça sert ilişkilerin yerini
yardımlaşma alıyor. Doğada çalı çırpı olarak
görülen yeşillikleri insanların fark etmesi, onların
yiyecek kaynağı olduğunu anlaması, kendi
reçellerini yapmaları, domateslerini yetiştirmeleri
yiyeceğin yanı sıra mutluluk da veriyor. Ayrıca
küçük bir toprak parçasının yiyeceklerinden fazla
sebze vermesine şahit oluyorlar. Artan meyve
sebzeleri komşularıyla paylaşıyorlar.
Toplum Bahçeleri’nin bir Yönetim Kurulu var.
Yönetim Kurulu bu bahçeleri sürdürülebilir hale
getirmek ve geliştirmek için araştırmalar yaptırmış.
Bu bahçeleri sürdürmek, finansmanı, kalitesi ve
nasıl işleyeceğine dair komiteler oluşturmuşlar.
Bahçeler büyüdükçe yönetmesi de komplike hale
gelip sistemleşiyor. En iyisi bahçeleri küçük tutmak.
Yoksa anlamı bozan ve yıldıran prosedürler,
kağıt kürekler başlıyor.
Ortak toplum bahçeleri yaratmak için
ne yapmak lazım:
1. Bahçeye karar vermek
Kimler bu bahçeye dahil olacaklar?
Bahçeye başlamadan önce ilgilenebilecek kişilerle
toplanmak gerekiyor. Bahçeyi gerçekleştirmek için
ne kadar gönüllü olduklarının anlaşılması şart.
Çevrede yaşayanları, komşuları, bahçeden anlayan
kişileri dahil etmekte fayda var.
Böyle bir bahçeye neden ihtiyaç duyulduğu
saptanmalı. Bahçenin ne bahçesi olacağına;
sebze mi, çiçek mi, hem sebze hem çiçek mi,
organik mi karar verilmeli. Bir de bahçenin
en az 3 sene sürecek kadar garantiye alınması
tartışılmalı.
2. Planlama
Bahçeyi başlatmak ve ilk adımların atılmasını
sağlamak için zaman ve emek harcayacak kişileri
bulmak önemli. Yapılacaklar listesini, sorumluluk
alacak kişileri belirlemek, yapım ve iletişimde
görev alacak ekibin olması önemli.
3. Kaynakları belirlemek
Bahçeye dahil olacak ve sorumluluk alacak
kişilerin yetenekleri, donanımları ne? Bahçeye
nasıl katkı sağlayabilirler? Belediyelerle nasıl iş
birliği yapılabilir?
4. Sponsor bulmak
Bahçede çalışacak kişiler olsa da tohum, bahçe
araçları, ekipmanları için kaynak gerekecektir.
Bu kaynak için sponsor bulunabilir. Metrekaresi
5 dolara sponsor bulan bahçeler var.
5. Yer
Sebzelerin günde 6 saat güneşe ihtiyacı var.
Bahçenin güneydoğu ilişkisi önemli.
6. Çocuk bahçeleri
Küçük çocuk bahçeleri çocukların bahçe sürecini
öğrenmelerini ve bizzat deneyimlemelerini
sağlıyor.
7. Prensipler, kurallar
Alanlar nasıl kullanılacak? Aletler gereçler
ortak mı kullanılacak? Para nasıl bölüşülecek?
Toplantı sıklığı ne olacak?
8. ‹letişim
Dahil olan kişilerin iletişim halinde olması için
mail grubu, telefon grupları oluşturulabilir. Bu
bahçeler en nihayetinde insanın doğayla ilişkisi
kadar insanın insanla da ilişkisini geliştiriyor.
Wisconsin Üniversitesi bahçeleri
Wisconsin Üniversitesi’nin Kartal Tepesi
Bahçeleri 1962 yılında kurulmuş. Ortak olan bu
bahçeler organikler ve insanların bahçe
aktivitelerine katılmasını sağlıyorlar. Kartal
Tepesi Bahçeleri Amerika’da en eski ve en geniş
bahçelerden.
Bahçenin bahçıvanları toplamda 60 dil biliyorlar.
Tüm dünyadan bahçe uygulamaları burada
görülebiliyor. Buradaki düzenek kuş izlemeye,
aile pikniklerine ve yürüyüşlere de çok uygun.
Bahçelerin amacı Üniversitenin
apartmanlarında kalanlar bu bahçeler sayesinde
doğanın keyfini çıkarıyorlar, sosyalleşiyorlar,
topluluk oluşturuyorlar, bahçeciliği
öğreniyorlar ve yiyeceklerinin bir kısmını
buradan temin edebiliyorlar. Amaçları şöyle:
Beslenme
Bahçeler öğrenci ve aileler için taze
meyve sebze kaynağı
Uğraş
Bahçeler insanların doğanın keyfini çıkarıp
toprakla ilişki kurmasını sağlıyor.
Eğitim
Bahçede çalışanlar doğal hayatı, yeni bahçe
tekniklerini ve organik ve çevre dostu bahçeciliği
öğreniyorlar. Doğaya iyi davranmayı öğreniyorlar.
Topluluk olmak
Bu bahçelerde farklı yaş ve kültürlerden gelen
öğrenciler, üniversite üyeleri, bahçeyle
uğraşanlar birbirleriyle iletişim kurup
birbirlerinden
pek çok şey öğreniyorlar.
Bahçe bağış kabul ediyor. Bağışları da amaçlarını
gerçekleştirmek için kullanıyor.
Bahçelerden hediye çeki: Londra ve Berlin gibi
şehirlerde bahçeyle çok ilgili bir nüfus olunca
fidanlıklar ve bahçeler de hediye çekleri ürettiler.
2000 kadar yerden bu çeklere ulaşılabiliyor ve
90,000’in üzerinde bitki ve bahçeye dair ekipman
alabiliyorsunuz.
Çatıdaki canlı bahçeler
Bu bahçelere en güzel örnek California
Academy of Science. Sanki yerdeki bahçeyi
yukarı kaldırmışsınız gibi bir çatısı var.
7 kubbesinin üçü büyük diğerleri daha küçük...
Kubbelerin yanı sıra çatıda cam bir bölme var...
Bilim adamları ve uzmanlar çatı için hemen her
mevsim dayanabilecek ve estetik görünümlü
otuz bitki çeşidi seçmişler. Çatı cam tavan hariç
bitki örtüsüyle kaplı...
Kubbelerden bitki örtüsü ve çiçeklerin
kaymaması için yeşil bir çözüm bulunmuş.
Çatıya binlerce adet 70X70’lik tepsiler
yerleştirilmiş. Tepsiler hindistancevizi
liflerinden yapılma... Yan yana bir puzzle’ın
parçası gibi duran bu tepsiler hem hava, hem su
geçiren tamamen doğal tepsiler.
Kubbeler serin havayı binadan içeri alıyor.
Bitkiler karbondioksiti oksijene çevirdikleri ve
yağmur yağdırdıkları için içerideki ve dışarıdaki
havanın dengesi daha iyi sağlanmış durumda.
Isı dengesi için daha az enerji sarf ediliyor...
Camlı çatı ve kubbeler içerideki havayı standart
çatılardan 10 derece daha fazla serin tutabiliyor.
1
PANTOLON
ERDEM
ÇANTA
TORY BURCH
BLUZ
JOSEPH
AYAKKABI
MANOLO BLAHNIK
Art Basel by Boat:
RIVER CLOUD II
TURU
50/51/52
Uluslararası sanat camiasını
bir araya getirmek 1970’ten beri
Art Basel’in amacı oldu.
Geniş bir konsept çerçevesinde,
mükemmelliğe adanmış
gelenekselliğiyle ziyaretçilere
dünyanın en iyi sanat
galerilerinin sunabileceği en özel
eserleri getiriyor. Ve Fugue
Collection düzenlediği River
Cloud II - Art Basel Turu’yla
büyük ilgi çekti.
1970 yılında ‹sviçre’nin Basel şehrinde
üç galerici şehirleri için düşledikleri bir fikrin
arkasına tüm tutku ve kararlılıklarını koydular.
Ve kırk yıl sonra, her yıl üç uluslararası sanat
gösterisi sahneleyen, dünyanın her yerinden
artistler ve galericiler için bir platform haline gelen
Art Basel’in yaratıcıları olma şerefine eriştiler.
Yazı: Saadet Dursun
Fugue Collection misafirlerini daha önce
görülmemiş bir görkemle, insan elinin yarattığı
en zarif gemilerden biri olan, River Cloud II ile
Art Basel 2013’e götürdü. Ren Nehri boyunca
gezerek daha Art Basel’e varmadan yol boyunca
pek çok şaşırtıcı sanat koleksiyonu gören
yolcular, dünyanın en önde gelen sanat fuarını eşi
görülmemiş bir görkemle gezdiler. Officiel Art
Dergisi’nin sahibi ve Palais de Tokyo’nun
kurucularından Jerome Sans’ın da katıldığı açılış
seremonisi en az bir o kadar etkileyiciydi.
7 Günlük muhteşem ‹sviçre turunun dopdolu da
bir programı vardı. Köln’de başlayan gezi
Wuppertal, Düsseldorf, Lorelei, Strazburg,
Baden-Baden’e uğradı ve son durak olan Basel’de
son buldu. Kolumba Müzesi’nden, dünyaca ünlü
artist Tony Cragg’ın yaşadığı Wuppertal’da
bulunan ve evinin etrafını çeviren 16 hektarlık
Skulpturenpark’a, Baden-Baden’deki Frieder
Burda Derneği’nden Strasbourg Modern Sanat
Müzesi’ne ve hatta “I’Aubette” e kadar tam
anlamıyla nefes kesici mekanlar Royal Cloud
yolcularını ağırladı.
Basel’e var›ld›ğ›nda ise, en son detay›na kadar
son derece VIP bir deneyim yaşayan yolcular,
Art Basel’›n “Schaulager”›n› - deposunu - gezme
şans›, Emanuel Hoffman Derneği’nin koleksiyonuna
hayran olma f›rsat› ve İngiliz artist Steve
McQueen’in eserlerinin ağ›rl›kta olduğu müzeyi
görme imkan› gibi unutulmaz deneyimler yaşad›lar.
Gezinin 6.gününde Monet, Cezanne, Van Gogh,
Picasso ve Bacon’a ait 250’den fazla eserin ve
Afrika, Alaska ve Okyanusya kökenli 25 ilkel eserin
bir araya geldiği XX. yüzy›l koleksiyonuna ev
sahipliği yapan Beyeler Derneği de kap›lar›n› Fugue
Collection misafirleri için açt›.
Yemekler de gezinin görkemiyle yar›ş›yordu.
Gezinin 2.gününde Franz Krause taraf›ndan
1950 y›l›nda inşa edilmiş Waldfrieden villas›’nda
sunulan öğle yemeğini, Royal Cloud’un
güvertesinde, y›ld›zlar alt›nda muhteşem
bir akşam yemeği takip etti.
Bütün yolculuk boyunca Jerome Sans, sunumlar›,
sanat yorumlar› ve rehberliği ile yolcular›n
yan›nda kald›.
River Cloud II’nin kendisi de tam bir şaheser.
Yüzen beş y›ld›zl› bir otelin tüm özelliklerini
bar›nd›ran gemi, 30’u deluxe, 14’ü panoramik
olmak üzere sadece 44 kamaras›yla özel bir yat
görünümüne sahip. Restoran, tur boyunca her
durakta tazelenen malzemelerle yöresel
yemekler sundu ve bar bölümündeki oturma
alan›n› tamamlayan şahane Steinway Grand
piyanosu
tüm yolculara birinci s›n›f müziklerle dolu
akşamlar yaşatt›. Adanm›ş servis ekibinin
yolcular›n hep bir ad›m ötesinde ve hizmete haz›r
bekliyor oluşu, yolcular›n bu gezinin tad›n› sonuna
kadar ç›karabilmelerini sağlad›.
River Cloud II’yle alt› günlük bir turla Art Basel’›
gezen Fugue Collection misafirleri için bu
deneyim, büyük olas›l›kla asla unutamayacaklar›
muhteşem bir an› haline geldi.
HILLSIDER
LIKES
54/55/56/57/58
Pierre Hardy
Gumcalf neon çanta, Harvey Nichols
Salvatore Ferragamo
Turkuaz kol düğmesi, Harvey Nichols
Fratelli Rossetti
Beyaz loafer, Harvey Nichols
Salvatore Ferragamo
Aqua marine saat, Harvey Nichols
Philip Lim
Beyaz ayakkab›, Harvey Nichols
60/61/62
Günlük hayat›m›zda, bir günde
onbinlerce logoyla
karş›laş›yoruz fark›nda
olmadan. Ve bu logolardan çok
az› bizi düşündürüyor ya da
yüzümüzde bir gülümseme
oluşturmay› başarabiliyor.
Bu durum, karş›m›za ç›kan çoğu
logonun s›radanl›ğ›ndan
kaynaklan›yor. Ama hemen
karamsarl›ğa kap›lmay›n öyle
logolar var ki; grafik olarak ilk
bak›şta fark edilmeyen,
fark edildiği zaman da
yarat›c›s›n›n ince zekas›na
şapka ç›kartan detaylar
taş›yorlar.
Birkaç örnek vermemi ister
misiniz? O zaman “cin fikirli
logolar” sergimiz başlas›n:
Black Cat
Bugüne kadar hiç size geri bakan
bir logo görmüş müydünüz?
1
Yaz› : Burak Iş›k
twitter/ @burakisik_
marka123.com
Families
Logodaki aileyi fark ettiniz mi?
3
Illusion
illusion kelimesinin “s”si nerede?
2
4
5
Half
Logo tam ortadan ikiye bölünmüş...
Zekice!!
Seeds
Seeds markas› için “tohuma kaçm›ş”
özel bir font yarat›lm›ş. Dahiyane!
7
Ninenty Percent
( yüzde doksan ) logosundaki amblem her şeyi anlat›yor..
Push The Bottle
Şişeye basan eli görüyor musunuz?
6
Yoga Australia
Logo son derece basit asl›nda.
İlk bak›şta çok ta ilginç değil.
Şimdi bir de aşağ›daki dünya
haritas›nda Avustralya’ya bir
bakal›m... Yoga Australia
logosundaki cinliği
farkedebildiniz mi?
8
9
UP
Bakal›m U ve P harflerini
görebilecek misiniz?
“CELEBRITY
DESIGNERS
Modada Taşlar Yerinden Oynuyor!
64/65/66
Moda! Bir yandan moda kurban› olmayal›m
derken, bir yandan onun getirdiği yeniliklere ve
heyecana kapt›rmadan edemiyoruz. Ve moda
öyle büyük bir endüstri ki; biz çoğunlukla sadece
en ›ş›lt›l› taraf›n› görüyor ya da ilgileniyoruz,
oysa arka planda bu büyük endüstrinin aktörleri
kimi yüzy›ll›k markalar ad›na büyük kararlara
imza atmakta. Son dönemde moda
endüstrisinde yerinden oynayan taşlar nelermiş
bakal›m.
En yeni ve pek çoklar› için şaş›rt›c› gelişme,
bir İtalyan devi moda evinin kreatif direktörlüğüne
getirilen ilk Türk olan gözbebeğimiz Ümit Benan’›n,
2 y›ldan sonra Trussardi’den ayr›l›ş› oldu. Bu ayr›l›ğ›
önce kendi Twitter hesab›ndan bildiren Benan,
Trussardi defilesinin kapan›ş müziği olan “Road to
Nowhere”i hat›rlatarak şimdilik hiçbir plan›
olmad›ğ›n› ve bunun keyfini ç›karmak istediğini
söyledi. Trussardi ise resmi aç›klamas›nda
tasar›mc› ile zaten 2 y›ll›k kontratlar›n›n sona
erdiğini ve bunun doğal bir gelişme olduğunu
aç›klad›. Benan, bir süre kendi ismindeki erkek
koleksiyonlar›na yoğunlaşacak, bakal›m yeni
gelişmeler ya da sürprizler olacak m›?
Trussardi’nin yeni kreatif direktörü ise markan›n
kurucusu Dante’nin büyük büyük torunu olan Gaia
Trussardi oldu.
Y›llar y›l› her sezon YSL’den ayr›lacağ›
dedikodular› dolaşan Stefano Pilati’nin sonunda
2012 Şubat’›nda gerçekten de ayr›ld›ğ› YSL’den
sonraki durağ› Zegna oldu! Ermenegildo Zegna,
Agnona isimli kad›n grubu için Pilati’yi kreatif
direktör olarak aç›klad›.
Yaz›: Styleboom
www.style-boom.blogspot.com
twitter.com/styleboom
Bunun yan›nda YSL cephesinde fazlas›yla
büyük değişiklikler oldu! Yetenek avc›s›
Hedi Slimane, 2007 y›l›nda fotoğrafç›l›ğa
odaklanmak niyeti ile moda tasar›m› işini
b›rakt›ğ›n› aç›klam›ş ve ABD’ye yerleşmişti. Mart
2012’de
Yves Saint Laurent’in kreatif direktörlüğüne
getirildiği haberi pek çoklar›n› heyecana sevk etti.
Ve Slimane’in dönüşü epey “reformist”
şartlarla oldu. Öncelikle markan›n ad›
Saint Laurent oldu. [bu duruma duygusal tepki
verenlerdenim]
Yves’e veda edildi. Saint Laurent’in Paris’teki
meşhur tasar›m stüdyosu Slimane’in isteği
üzerine Los Angeles’a taş›nd›. Slimane’in Saint
Laurent için ilk koleksiyonu oldukça beğeni
toplarken, son moda haftas›nda ç›kard›ğ› grunge
koleksiyon için
eş-dost d›ş›nda başka kimseden olumlu
bir yorum gelmedi. Moda kritikleri koleksiyonu
yerden yere vurdu.
John Galliano’suz düşünülemeyen Dior’da olmaz
denilen olmuş ve Galliano, malum skandal sonras›
Dior’dan kovulmuştu. Apar topar kreatif
direktörlüğe getirilen Bill Gaytten ile durum idare
edilmeye çal›ş›l›rken bir yandan da neredeyse
1 y›ldan fazla süren bir dedikodu kazan›
kaynamaya başlam›şt›. Her gün yeni bir isim aday
oluyor,
yeni bir yalanlama geliyordu. Marc Jacobs?
Phoebe Philo? Sarah Burton? Sonunda 2012
Nisan’›nda Dior, yeni kreatif direktörünü
Raf Simons olarak aç›klad›!
Jil Sander’in kayb› Dior severlerin kazanc› oldu.
Simons’un Dior için ilk defilesi büyük s›navd›
çünkü bir couture koleksiyonu ç›karmak
durumundayd›, ve bu koleksiyon da hemen tüm
moda elitleri taraf›ndan epey övgü ald›.
Öte yanda, Jil Sander’den ayr›lmas›na karar
verilen Raf Simons yerine sürpriz bir isim başa
geçti,
epey zaman önce emekli olan markan›n da
kurucusu 69 yaş›ndaki Jil Sander’in ta kendisi!
Modan›n oldukça yetenekli ama bir şekilde bir
evde tutunamayan isimlerinden Alessandra
Facchinetti, Tod’s kad›n grubunun kreatif
direktörü oldu. Kariyerine Miu Miu’da başlayan,
oradan da Tom Ford’dan boşalan Gucci
koltuğuna oturan Facchinetti, oradan 2 sene
içinde ayr›lm›ş,
2007’de emekli olan Bay Valentino yerine
Valentino’ya geçmiş ama en fazla 1 sene kalm›şt›.
Bakal›m, detaylara ve materyale olan tutkusu ile
tan›nan Facchinetti’nin Tod’s maceras› nas›l
sonuçlanacak.
Moda endüstrisinde 2012’deki en heyecan veren,
merak uyand›ran haberlerden birisi
Dolce&Gabbana’n›n bir couture defilesi
yapacağ› oldu! Haz›r giyim koleksiyonlar›nda bile
muazzam İtalyan işçliğini görebildiğimiz ikili
“couture”e el atarsa elbette masals› olacakt›. İkili
ilk couture koleksiyonlar›n› Sicilya adas›nda çok
özel bir gruba 36 saatlik bir eventle tan›tt›.
Koleksiyon, tamam› elde yap›lan tam 73
parçadan oluşuyordu!
Bir ayr›l›k haberi de Versus’tan. Genç
yeteneklerden Christopher Kane, 2006’daki
mezuniyet koleksiyonundan bu yana Donatella
Versace’nin gözdesi idi. Kane, Versace çat›s›
alt›nda çal›şma önerisini kabul etmemiş olsa bile
Donatella her zaman onun tavsiyelerini ve
dan›şmanl›ğ›n› al›yordu. Daha sonra 2009’da
Kane, Versace’nin daha
genç çizgiye hitap eden Versus markas›n›n
kreatif direktörü olmay› kabul etti ve çok güzel
işler ç›kard›. Fakat bu birliktelik 2012’de sona erdi,
Kane art›k kendi yolunda hem de büyük
yat›r›c›mc›lar›n desteği ile ilerleyecek.
Her sezon bize arzu nesneleri sağlayan
Balenciaga da 2012’de büyük değişiklik yaşayan
evlerden biri oldu. Tam 15 y›l›n sonunda,
fütürüstik couture’un babas› say›lan Nicolas
Ghesquiere Kas›m 2012’de markadan ayr›ld›.
Ghesquiere, markan›n kurucusu Cristobal
Balenciaga’dan sonra en büyük ivme, kar ve arzu
edilirliği sağlayan dönemini yaşatm›şt›. Peşi s›ra
Balenciaga büyük haberi patlatt›, yeni kreatif
direktör
Alexander Wang oldu!
Peter Som’un kreatif direktörü olduğu 2008’de
kapanan Bill Blass ise bir “yeniden aç›lal›m”
hamlesini daha başaramadan bitirdi, 2010’daki
denemesinden sonra 2012’de bu defa Jefrrey
Monteiro’nun direktörlüğü alt›nda kad›n
koleksiyonuna başlayan markada, koleksiyonun
%90’› bitmiş olmas›na rağmen Monteiro’nun
işine son verildi ve yine kad›n grubu kapat›ld›.
Kişisel skandallar›n›n savunucusu olmasam da
şu yüzy›l›n tart›şmas›z en büyük yeteneklerinden
biri olan John Galliano ise rehabilitasyon süreci
ve tedavisi tamamlan›r tamamlanmaz hakk›n›
geri aramaya başlad›. Dior’la oldukça çekişmeli ve
tazminatl› bir hukuki sürecin yan›nda modaya geri
dönüşünün sinyallerini NY Moda Haftas› boyunca
Oscar de la Renta’n›n tasar›m stüdyosuna
yerleşerek verdi.
Bir başka ayr›l›k haberi ise son derece üzücü...
Pronovias gelinliklerinin baş tasar›mc›s›
Manuel Mota, 46 yaş›nda hayata veda etti.
İspanyol tasar›mc› 23 y›ld›r marka için çal›ş›yordu
ve her y›l 3 ayr› koleksiyona imza at›yordu.
Pronovias, onun yeri doldurulamaz diyerek bir
tasar›m ekibiyle yoluna devam edeceğini aç›klad›.
Vionnet, yeni patronu Goga Ashkenazi sonras›
tasar›mc› ikilisi Barbara and Lucia Croce ile
yollar›n› ay›rd›. Tasar›mc› k›zkardeşlerin yerini
alacak bir isim henüz duyurulmad›. 2011
Kas›m’›ndan bu yana koleksiyon ç›karmayan
Emanuel Ungaro, yeni kreatif direktörü olarak
Fausto Puglisi’yi aç›klad›. Emanuel Ungaro,
Giles’dan Linsdsay Lohan’a
pek çok isimle yeniden doğmaya çal›şm›ş ama
başar›l› olamam›şt›.
Alberta Ferretti, alt markas› olan Philosophy di
Alberta Ferretti’yi art›k başka ellere b›rakma
zaman› geldiğini söyleyerek, markay› yeni kreatif
direktör Natalie Rebesi’ye teslim etti.
Ferretti, bundan böyle tüm enerjisini kendi üst
markas›na adayacak. CSM mezunu yeni tasar›mc›
Ralph Lauren’›n tasar›m ekibinde çal›şm›ş,
Dior’da, Oscar de la Renta’da, Valentino ve
Gucci’de bulunmuş.
Paris Couture Haftas›’nda her benim diyen moda
evi haute couture koleksiyonu sunam›yor
malumunuz. Bu onura nail olabilmek için öncelikle
“The Commission de Classement Couture
Création in Paris”in kesin ve s›k› kurallar›na uygun
olman›z gerekiyor. Bu y›l komisyon 2 moda evini
daha couture haftas›na resmen dahil etti.
Maison Martin Margiela ve Alexis Mabille
komisyonun onay›yla art›k birer couture moda evi
oldu.
Moda dünyas›nda her zaman büyük sayg› ve
övgüyle an›lan Rei Kawakubo ile Hermes
heyecan veren bir işbirliğine imza at›yor.
Bir yanda geleneksele ve klasiğe bağl› Hermes,
öte yanda yeniliğe ve fütürizme hayat veren
Kawakubo limitli bir eşarp koleksiyonu için bir
araya geldi. Bu ipek eşarplar Comme des Carrés
ad› alt›nda sat›şta olacak.
2012 moda endüstrisinde büyük değişikliklere,
çok yetenekli tasar›mc›lara daha büyük yüklere,
ama öte yandan daha büyük heyecanlara yol
açm›şt›. 2013’ün ilk aylar› ile moda haftalar› son
bulurken yenileri gördük, eskilerle k›yaslad›k,
değişmeyen tek şey modan›n ›ş›ğ›, heyecan›,
keyfi oldu. Önümüzde kocaman bir y›l var!
YEME-İÇME VE
EĞLENCE
DURAKLARI
68/69/70
Dünyan›n süper güçlerinden ve
en eski kültürüne sahip
ülkelerinden biri olan Çin’e
yapt›ğ›m yeni gezide;
asl›nda bu ülkenin ekonomik
patlama ve tarihsel mutfağ›n›n
birleşimiyle ne kadar iyi bir
yeme – içme destinasyonu
olduğunu anlad›m.
Tarihsel güzelliklerinin yan› s›ra Çin; özellikle
uzakdoğu mutfağ›na merakl›ysan›z dünya
kalitesinde uluslararas› ş›k restaurantlardan çok
iyi sokak yemeğine kadar say›s›z seçenek sunan
bir destinasyon.
Çin mutfağ› ; Yunnan; Szechuan; Cantonese gibi
bölgesel çok farkl› mutfak seçenekleri sunan ;
Amerika ve Avrupa’daki Çin mutfağ›
restaurantlar›ndan asl›nda ne kadar derin
olduğunu anlayamad›ğ›m›z; klasik bildiğimiz Çin
mutfağ›n›n yan› s›ra keşfedilecek binlerce lezzet
bar›nd›ran bir gastronomik kültür. Sizin için
Pekin ve Şangay’daki en beğendiğim yeme - içme
ve eğlence lokasyonlar›n› şöyle sayabilirim:
Yaz› ve Fotoğraflar:
Cem Mirap
PEKİN
Asl›nda Pekin Ördeğiyle iyi bilinen
Pekin’de Kuzey Çin Mutfağ› ( Mandarin Mutfağ› )
ve Çin Saray Mutfağ›’n›n (Bizim Saray
Mutfağ›m›z gibi ) en iyi örneklerini sunan
restaurantlar bulabilirsiniz. Özellikle Amerika’da
popüler olan k›zarm›ş yiyecekleri içeren güney
mutfağ›ndan farkl› olarak Pekin mutfağ›; Yin and
Yang felsefesine uygun olarak; sebzeli hafif
yiyeceklerle ; etli soslu ağ›r yiyeceklerin dengede
olduğu bir anlay›şa sahip.
En iyi Pekin Ördeğini yemek için kuşkusuz
Çinlilerin de çok sevdiği bizim Beyti’yi and›ran
lüks bir restaurant olan DADONG (Birkaç şubesi
var )
ve daha turistik olan QUAN JU DE restaurantlar›
doğru adresler. Buralarda gerçek bir Pekin
Ördeği ziyafeti çekebilirsiniz. DADONG’ta ördek
harici özellikle sweet and sour fish ve lotus root
yemeklerini denemenizi tavsiye ederim.
MADE İN CHİNA ’›n içindeki bu restaurant aç›k
mutfak konsepti ve modern dizayn› ile kuzey
Çin ağ›rl›kl› çok iyi ve geniş bir menüye sahip
olmakla beraber; yine iyi bir pekin ördeği,
iyi şarap ve iyi ambiyans için doğru seçim.
Mantarl› Rice Mushroom Dumpling ve diğer
dumplingleri de müthiş. Grand Hyatt’taki diğer
restaurantlarda ayn› şekilde başar›l› LAN
CLUB; Philippe Starck taraf›ndan çok renkli ve
flamboyant dizayn edilmiş bu restaurant / bar
biraz turistik olamakla beraber mutlaka her
listede olmas› gereken hareketli bir mekan.
Çok iyi ve geniş bir Çin mutfağ› menüsüne
sahip. Vejeteryanlara müthiş seçenekler sunan
PURE LOTUS; çok orjinal ve değişik uzakdoğu
vejeteryan mutfağ› yemeklerini tan›mak ve
müthiş bir çay menüsünden çay içmek için
bulunmaz bir adres.
SHANGHAİ
18 milyon nüfuslu Pekin’e göre daha koloniyel ;
daha uluslararas› bir tarihe ve kültüre sahip;
dünyan›n en büyük şehirlerinden 22 milyon nufuslu
Shanghai; gerçek bir modern megapolis.
Yiyecek içecek seçenekleri de dolay›s›yla benzer
yap›da şehirler olan New York; Tokyo gibi çok
zengin. Jean Georges; Daniel Boulud gibi dünyaca
ünlü restaurantörlerden ; lokal yerlere birçok
seçeneğe sahip. DİN TAİ FUNG şehirde ve Asyada
birkaç lokasyonu bulunan bu dumpling restaurant’›
kuşkusuz Shanghai’deki en iyi dumplinglere sahip.
Özellikle bir Shangai spesiyalitesi olan sulu
Xiao Long Bao dumplinglerini mutlaka denemenizi
tavsiye ederim. İddaal› resturantlar›yla
New York’taki SOHO bölgesini and›ran
THE BUND mahallesi birçok ünlü resturanta
ev sahipliği yap›yor.
Shanghai estetiğinde Art Deco tasar›ma sahip
modern ve çok ş›k bir Çin resturant’› olan
WHAMPOA CLUB ve yine ayn› binadaki ş›k bar /
lounge / restaurant UNİCO; çok popüler bir bar /
lounge olan BAR ROUGE; Avrupa-çin füzyonu bir
mutfağa sahip olan Mr. And Ms. BUND bu
bölgedeki seçeneklerden baz›lar›. Gökdelenleriyle
ünlü PUDONG taraf›ndaki PARK HYATT’›n bar›
şehrin 360 derece manzaras›n› görmek
istiyorsan›z bir içki içmek için uğranabilir.
Şehrin lüks mahallelerinden XİNTİANDİ
bölgesindeki koloniyel etkili Shanghai
mutfağ›ndan etkilenmiş ş›k ve modern bir
restaurant olan YE SHANGHAİ; hem ambiyans
hem iyi bir yemek için şehrin en iyi
seçeneklerinden.
Şangay mutfağ›nda özellikle ( aran›z varsa )
çok ilginç deniz mahsülü ve domuz s›rt› gibi ilginç
domuz eti yiyecekleri mevcut. Ağ›rl›kl› Koloniyel
mimariye sahip FRENCH CONCESSİON
bölgesindeki daha ac›l› ve indochine mutfağ›na
daha yak›n olan güney bat› YUNNAN
Çin Mutfağ› örneklerine sahip
LOST HEAVEN ‘da güzel bir restaurant.
Şehrin eski bölgesindeki pazarlar› birçok değişik
sokak yemeklerini denemek için tavsiye ederim.
2
ELBİSE
VERSACE
ÇANTA
MICHAEL KORS
AYAKKABI
MANOLO BLAHNIK
“GOOD
FOR
MEN
74
Erkeğin
Derisi
Su Alt›nda
Bile ޛk
Yaşlanmayan
Erkeklerden Tavsiyeler
Bir milyonluk adam gibi görünmek için çok şey
yapman›za gerek yok. Jilet gibi bir saç t›raş› ve çok
ş›k bir çift ayakkab› her zaman işe yarar. Ama
dikkat edin. Seçtiğiniz aksesuarlar giyiminizi
mükemmel bir şekilde tamamlayacağ› gibi,
tamamen kötü bir görünüme de sebep olabilirler.
Tatilinizi evinize yak›n bir yerde, kendi
havuzunuzda da geçiriyor olsan›z, Akdeniz’de
güneş alt›nda bronzlaşarak, Orta Amerika’da
sörf yaparak ya da Macaristan’da bir spa’da
gerçek bir huzur içinde dinlenerek geçiriyor da
olsan›z, her iyi tatilin, iyi bir mayoya ihtiyac› vard›r.
Baz› erkekler yaşlar›na rağmen doğaya ve zamana
direnirmişçesine zinde ve formda görünürler. Onlar
ne robotlar ne de gençlik p›nar›n›n gizli
müdavimleriler. Genetik k›skançl›ğa ise hiç gerek
yok zira sizde ayn› görünüme birkaç şeye dikkat
ederek ulaşabilirsiniz.
Bu çanta seçiminde özellikle daha önemlidir.
Eğer hala lise günlerinizden kalma o eski s›rt
çantan›za tutunuyorsan›z, bunu değiştirmenin
vakti geldi de geçiyor bile. Kendinize kaliteli bir
deri çanta alarak neredeyse her türlü mekan ve
buluşmada kullanabileceğiniz sağlam, seçkin ve
etkileyici bir deri çantan›n giyiminizin en
tamamlay›c› parças› olmas›na izin verin!
Sahip olduğunuz mayolardan bu yaz kurtulun ve
kendinize sezonun en göze çarpan trendlerine
uygun yepyeni bir model mayo seçin.
Bu sezonun en popüler trendleri aras›nda
çizgi bask›lar, renk bloklar› ve her zamankinden
daha yüksek bel boyu var. Denizi hat›rlatan
renkler ve bask›lar da sezonun en ak›lda kalan
seçimleri aras›nda.
1. Bol bol egzersiz yap›n. Haftada üç defa
30 dakikal›k düzenli egzersizler sizi çok uzun süre
formda tutmaya yeter de artar bile.
2. Saç›n›z azal›rken uzat›p kel bölgelere
dikkat çekmektense saç›n›z› k›sa tutun.
Veya saç art›r›c› ürünler kullan›n.
3. Sakal t›raş›n›zda moday› takip edin.
Trendlerin fark›nda olmak genç görünmenin
inceliklerindendir.
4. Cildinize ihtiyaç duyduğu ürünler ile bak›m yap›n.
K›r›ş›kl›k önleyici kremlerden,
gerdirici solüsyonlara erkeklere özel
ürünlerle kendinize bak›n.
Altı Saniyede Bir Hikaye, Bir Film:
VINE BY
TWITTER
76/77/78
Alt› saniye bir film izlemek için çok k›sa. Ama bir Vine’›n
tamam›n› izlemek için sadece alt› saniye yetiyor.
Twitter’›n Ocak ay›nda kullan›c›lar›yla buluşturduğu
çabuk-video hizmeti Vine, bir anlamda var olan en basit
ve kolay taş›nabilir film yap›m ve dağ›t›m arac›.
Popülerliği ilk birkaç ay içerisinde iPhone App Store’dan
en fazla indirilen uygulama haline geldi kaç›n›lmazd›
zira insanlar›n ilgilendikleri şeyleri, hayatlar›ndan
kesitleri ve dünyalar›n› başkalar›yla paylaşma arzusuna
beklenenden daha büyük bir tatmin getirdi.
Vine 2012’nin yaz›nda geliştirildi; y›l›n ilerleyen
günlerinde ise Twitter taraf›ndan sat›n al›nd›.
Uygulaman›n kurucular›ndan Dom Hofmann şirket
bloğunda “Vine’daki paylaş›mlar asl›nda çok daha büyük
olan bir şeyin k›salt›lm›ş hali. İnsanlar›n hayat›na, olaylara,
fikirlere ve bizi biz yapan her şeye aç›lan minik pencereler
gibi Vinelar,” dedi. Vine filmsel bir terim. Zaman Vine için
merkezi önem taş›yor; sadece videolar›n k›sal›ğ›ndan
değil ama ayn› zamanda başa dönerek ayn› alt› saniyeyi
tekrar oynatmas›ndan.
“Alt› ya da daha az saniye çok k›sa olduğu için, videolar
tekrarlanmad›ğ› takdirde çok eksik hissi veriyordu.
Başa dönme konsepti, ayn› şekilde videoya sanatsal bir
tamamlanmam›şl›k hissi de katabilir; romantik bir döngü
gibi zira tekrar asla bitmez,” diyen Hofmann, Vine’›n alt›
saniyenin sonunda neden başa döndüğünü aç›klad›.
Yaz›: Elmira Gürses
Vine paylaş›mlar› GIFlere çok benzese de, hem teknik
aç›dan, hem de verdikleri his bak›m›ndan çok farkl›lar.
Bir seri s›k›şt›r›lm›ş imajdan oluşan GIFler de ayn›
Vinelar gibi başa dönebiliyor olsa da, ses içermiyorlar.
“ (Vinelar›n) değişik, izlenimci bir hissi var. Hareket
eden grafikler gibiler. Vine’daki bir paylaş›m sizi oraya
götürüyor. Sanki hikâyenin içindeymiş gibi
hissetmenizi sağl›yor.
Birisi Vine’daki paylaş›m›yla ne anlatmak istiyor olursa
olsun ses de eklenmesi ve renklerin çok daha iyi olmas›
da cabas› sanki izlediğiniz şey o anda gerçek hayatta
oluyormuş hissi yarat›yor,” diyor Hofmann. Vine’in en
temel özelliklerinden biri tabii ki çekilen videolar›n
kolayca paylaş›labilir olmas›. Uygulama Twitter’›n
parças› olduğu ve direkt olarak Facebook’ta
paylaş›labildiği için kullan›c›lar›n ak›ş›nda an›nda
görüntülenebiliyor. Bir Vine yaratman›n kolayl›ğ› tek
t›kla çek, kes, bas yarat›lan küçük filmleri gözlenen bir
‘an’ olmaktan ç›kar›p zorlanmadan Internet’te
yay›mlanan hikâyelere dönüştürüyor.
Bir şey görüyor ve gördüğünüz şeyi kameraya
çekiyorsunuz. Tamamen bu basit kavrama dayanan
simultane bir işleyişi var Vine’›n. Vine’in temel renk ve
görüntü filtreleri optimum paylaş›m seçenekleri
sunarken, sanatsal ruhlu
Vinec›lar› da memnun ediyor. İnternet şimdiden
minimalist, yarat›c›, dâhiyane ve esprili Vine
paylaş›mlar› ile binlerce insan› etkileyen ve bir o kadar
da takipçi kazanan
Vinec›larla dolu. Entelektüel, olgun ama bir o kadar
çocuksu bir çekiciliği var uygulaman›n.
Görmek, yakalamak ve paylaşmak üçgenine dayanan basit bir
mant›kla yarat›lan ama asl›nda tamamen insan hayat›na,
ne gördüğümüz ve ne hissettiğimize dayanan ve Twitter’›n
uygulamalar alan›nda gösterdiği beceriyle mükemmelleşen
Vine son zamanlar›n en iyi uygulamalar›ndan. Trend o kadar
büyüdü ki; Twitter’a bağl› olmad›ğ› halde Vinelara adanm›ş
onlarca yeni web sitesi türedi. Sanal âlemde bulabileceğiniz en
iyiVinelar›naras›ndanetiket sistemi ile size rastgele bir Vine bulan
VineRoulettegibi. Tribeca Film Festivali’nin Vine Yar›şmas›’nda
jüri üyeliği yapan Festival Program› Müdürü Genna Terranova;
“Vine, bildiğimiz filmlerin mikro versiyonu. Film yap›m›n›n tüm
yönlerine sahip ama farkl› bir düzen taş›yor. Bir filmde ne
ar›yorsak en iyi Vine’› seçmek için de ayn› şeyleri ar›yoruz. Güçlü
ses, iyi hikâye, yarat›c›l›k,” dedi.
Telefonunda hiç resim olmayan, sadece video çeken Hofmann
ise “Küçükken hep bir film yap›mc›s› olmak istedim” diyerek
Vine’› geliştirmesine önayak olan dürtünün bu çocukluk
sevdas›ndan geldiğini belirtiyor. Günümüzün teknolojiyle
büyüyen çocuklar›n›n bile kolayl›kla kullanabileceği çok basit
bir işleyişe sahip Vine, büyük mesajlar›n, anlaml› hikâyelerin ve
esprili yorumlar›n atl› saniyeye s›k›şt›r›lm›ş özetleri.
Vine bizi hayat› daha dikkatle gözlemlemeye, k›sac›k anlar›n bile
değerini bilmeye yönlendiriyor. İnsanlar›n çok konuşup, az şey
anlatt›klar› bir dönemde az konuşup çok şey anlatman›n görsel
hat›rlat›c›lar› konumunda. Bir kelebeğin uçuşunun, kahvenizi
yaparken içine eklediğiniz sütün kahverengin içinde dağ›l›ş›n›n,
çocuğunuzun sahilde ilk yürüyüşünün ve bunun gibi milyonlarca
‘an›n’ ak›c› bir şekilde ölümsüzleştiği, s›radanl›ğ›n içinde sanatsal
bir güzellik görmeyi bize yeniden hat›rlatan bir araç. Vine
demek, alt› saniyede bir hayat demek.
Bir Sokak Sanatçısı;
LAKORMIS
80/81/82/83
Bu say›da; çok özel bir
kad›n sokak sanatç›s›
bize hayatla ilişkisini,
kimlik konusunda
düşüncelerini, sokaklar›
ve çok özel an›lar›n›
anlatacak...
Onun ad›; Lakormis...
Röportaj : Çağla Cabaoğlu
Seni tan›mayanlar için kendinden
bahseder misin? Sence seni farkl› yapan nedir bir
sanatç› olarak?
Milyarlarca sanatç› var. Beni diğerlerinden
bir şey ay›r›yor mu bilmiyorum.
Çok çizgi roman okudum, çok animasyon izledim.
Çocukluğumu görsel olarak çok beslemişim
fark›nda olmadan ve popüler kültürle besledim.
Sokaktan çok etkilendim. Belki bunlard›r beni
diğerlerinden ay›ran, çünkü Türkiye’de sokak sanat›
zaten çok az, bu işi yapan çok az insan var.
Bu işi yapan kad›n bir iki tane. Dünyada da öyle
asl›nda. Belki bunlar ay›r›yordur beni.
Mesela kim var? Nalan Y›rtmaç var, Canan var.
Bütün dünyada street artta sokağa ç›kan
kad›n say›s› az. Neden peki street art?
Adrenalin mi seni d›şar› ç›karan?
Evet tabii. Ama Türkiye’ye bak›l›nca fazla.
Orada çok fazla insan olduğu için bunu yapan
dolay›s›yla kad›n say›s› da art›yor.
Evet kat›l›yorum ama bir yandan da sokak cinsiyet,
yaş gözetmeksizin insan›n kendini en rahat ifade
edebileceği yer. Hiçbir erkeğin Türkiye’de
ya da dünyada bir kad›n› sokağa ç›k›p iş yapma
özgürlüğünü dolayl› veya direkt olarak engellediğini
düşünmüyorum. Kad›n nüfusu bu dala erkekler
kadar ilgi göstermiyorsa burda birilerini suçlamak
da yersiz. Adrenalin çok yüksek ama adrenaline
gelene kadar seni tatmin eden çok şey var.
En başta sokak adaletlidir. Çok rahats›n,
istediğin her şeyi yapabilirsin. Kimse seni tutmuyor.
Kad›n›n işleri y›rt›l›r erkeklerinki korunur gibi bir
durum yok. Herkes eşit.
Senin mesela sokakta
en çok olmay› istediğin şehir hangisi?
İstanbul. Ben burada doğdum
büyüdüm. İstanbul’da nereye gidersem
ne tür insanlarla karş›laşacağ›m›,
o sokaktan ç›k›nca nereye
bağlanacağ›m›, orada nas›l duvarlar
oluyor, nas›l insanlar oluyor biliyorum
ve bu durumdan da keyif al›yorum.
Dünyada kolektif bir bilinç var. Street art
değeri anlaş›ld›kça özgürleşecek bir sanat türü.
Mimari de, kentsel dönüşüm projeleri
kapsam›nda street artla gelişecek ve
geliştirilecek bir konu. Ama san›r›m sokakta
özgür olduğunu bildiğin zaman ayn›
adrenalini yaşam›yorsun değil mi?
Legal olduğu zaman kontrollü olur. Mesela
Tarlabaş›’nda bir sokak festivali yap›ld›.
Çok anlams›zd› çünkü oras› boşalt›ld›ğ›nda zaten
boyayacak adam gidip boyad›. Sonra
Tarlabaş›’ndaki o olay› protesto ettik dediler.
Ama bu protesto değildi bu işin ekmeğini
yemekti, çok yaz›k. Ama bir yandan iyi legal
etkinlikler de olmuyor değil.
Mesela Kad›köy’de geçen sene Muralist yap›ld›.
Yurt d›ş›ndan çok büyük street artistler geldi.
Dört beş katl› apartmanlar boyand›.
Muhteşemdi. Yeni sanatç›larla iletişime geçtik,
kabul ettiler, şimdi bunu bu sene ikincisiyle
büyütmek hedefleniyor.
Brezilya Sao Paulo’da çok iyi street art örnekleri
var. Oscar Niemeyer gibi bir mimar var
Sao Paulo’da Brezilya’ya imza atm›ş.
Mimari kültür ve streetart kavramlar› ilişkisini
sen nas›l değerlendiriyorsun?
Tabii ordan bir sanatç›ya bakt›ğ›n zaman
Latin ülkelerinden geldiğini direkt anl›yorsun.
Dediğiniz gibi hem böyle kendi kültürlerinin görsel
dünyas›n› bar›nd›r›yorlar, hem de çağdaşlar.
Burada da sokak kültürü hala devam ediyor.
İnsanlar koruyor, kolluyor. Mahallecilik hala var
asl›nda. Geleneklerinden kopartmam›şlar.
Sokağa ç›kt›ğ›n›z zaman şunu fark ediyorsunuz ki; o
asl›nda onun apartman›n›n önü değil.
O, o kata bir kira ödüyor, hepsi bu. Asl›nda
o sokağ›n herkesin olduğunu İstanbul’un da
herkesin olduğunu ve İstanbul’dan ç›k›p, başka
şehirleri boyad›ğ›n›z zaman asl›nda o şehirle,
o kap›n›n önüyle, bu kap›n›n önünde hiçbir fark
olmad›ğ›n›, o mahallenin insan›yla, bu mahallenin
insan› aras›nda asl›nda kilometreleri b›rak›n net bir
bağlant› olduğunu görüyorsunuz.
Yurt d›ş›na ç›k›p oradaki sanatç›larla birlikte
boyad›ğ›n›z zaman da, ben de Kad›köy’den farkl› bir
yerde boyuyormuş gibi hissetmiyorum.
Sokağa ç›kmak asl›nda toprağ› en rahat anlama
yöntemi bence, yani hiçbir fark olmad›ğ›n›,
hiçbir aile, kültür, s›n›f fark› olmad›ğ›n›
hiçbir ülke fark› olmad›ğ›n›...
S›n›rs›zlaşma, özgürleşme, kimliksizleşme
streetart la mümkün diyorsun...
Aynen. Kimliksizleşince her zaman daha rahat
iletişime geçiyorsun insanlarla. Bir sokağa
iş yap›şt›rd›ğ›n›z zaman; teyze de görüyor amca da
görüyor, sanatla ilgilenen insan da görüyor,
ilgilenmeyen de. Ayr›ca bir süreliğine nerden
geldiğini, ad›n›, yaş›n›, cinsiyetini bi kenara b›rak›p
üretmek, benim aç›mdan en az›ndan çok
rahatlat›c› oluyor.
Peki sokakta yapt›ğ›n sanatla, atölyende
ürettiğin sanat aras›nda nas›l bir fark ve
bağlant› var? Çünkü sen sokağa yapt›ğ›n›
tuvaline yans›tm›yorsun.
Asl›nda sokakta ne görüyorsam, ne yap›yorsam
o galeride bir şey yapmam› sağl›yor.
Yani sokak onu besliyor. Eğer ben sokakta
boyamasayd›m, sokakta iş yapmasayd›m galeride
o işleri asla yapamazd›m. O ruhu kaybettiğim de
oldu. İnan›lmaz kaybettim hem de. Nas›l küratör
o konuda size müdahale ediyor ya da galerici ya da
sat›n alan insan müdahale ediyorsa sokak da size
müdahale ediyor. Ama sokakta doğal ve
faydac›l›ktan uzak bir müdahale var.
Mesela tamamen renkler bu, kompozisyon bu
dedikten sonra sokağa gidip bunu birebir yapma
olas›l›ğ›n›z çok yüksek değil. Mesela çok yağmur
yağarsa sokakta spreyle iş yapamazs›n›z.
Hafta sonlar› ç›karsan›z çok fazla insanla
karş›laş›rs›n›z. Duvar pütürlüdür malzemeyi
değiştirmek zorunda kal›rs›n›z. Çok işlek bir yerdir;
çabuk hareket etmek zorundas›n›zd›r bu sefer de
daha az detayl› bir şey yapmak zorundas›n›zd›r.
Demek istediğim sokak da size çok müdahale
ediyor ama kesinlikle kişisel değil.
Sokağ›n yaratt›ğ› şanslar,
dezavantajlar ve avantajlar› biraz daha
aç›klayabilir misin? Malzeme kullan›m› ile
sokak ilişkisi nas›l?
Oraya gidip işi şansa b›rakamazs›n›z.
Şans›n tabii ki etkisi var ama sen işine hakim olmak
zorundas›n. O yüzden Ümraniye’de 18 yaş›nda bir
graffiticiyi çevirseniz belki galeride iş yapan
insanlara nazaran malzemesine çok daha hakim,
çok daha kontrollü biri olduğunu göreceksinizdir.
Sokak o konuda size deneyim, el çabukluğu veriyor,
malzemeyi tan›mlamay› öğretiyor. Sokakta iş
yapan insanlarla yapt›ğ›m malzeme, teknik
muhabbetini hiçbir zaman steril bir sanatç›yla
yapam›yorum. Resim dünyas›ndaki malzeme,
boya gelişimine bak›n, durdu.
Sokak sanatç›lar› boyuyorlar sonra boyada bir bug
görüyorlar ve bunu nas›l çözebiliriz ya da bu boya
pürüzlü duvar için bir problemli, nas›l bir çözüm
üretebilirizi tart›ş›yorlar. Geçenlerde Eskreyn bir
şey anlatm›şt›. Rusya’daki graffiticilerin bir
taktikleri var; her yer buz ya tren de buz gibi, treni
boyuyorlar sonra üzerine su at›yorlar ve oras›
tamamen buz kapl›yor sonra gel de ç›kar trenin
üzerinden o boyay›. Böyle bir teknik geliştirmişler.
Bunlar› sokaktan öğrenebilirsin sadece çünkü
sokaktayken faydal› pratik çözümler ürettiğin
sürece rahats›nd›r. Bu bitmez işte! Brezilya’dakiler
de soğutucu kullan›yorlar çünkü s›cak havalarda
boya çok eriyor, kusuyor. Yani hep böyle, bulduğun
ortam›, sokağ›, mevsimi her şeyi düşünüyorsun.
En beğendiğin streetart sanatç›lar› kimler ?
Seni etkilediler mi?
Os Gemeos inan›lmaz. Ben gerçekten onlar›n
işlerine çok çok hayran›m, inan›lmaz işler
yarat›yorlar. Sokaktan Etam var, Aryz var.
Ç›lg›n isimler... Hem malzemeye bu kadar hakim,
hem bu kadar yarat›c›, hem o boyutta işler
üretebilecek kapasiteye sahipler. Bir de tabi baz›
insanlar çok ilgi çekici, onlar› işlerinden bağ›ms›z,
birebir tan›may› da çok istiyorsun. Öyle bir çekicilik
bende yok mesela. Bu çok az insanda oluyor bence
zaten. Os Gemeos şimdi art›k galerilere de girdiler.
Yüz binlerce dolara iş sat›yorlar. Benim şahsen bu
işi yapmam için en büyük itici güç Os Gemeos’tur.
Çok etkilenmiştim. Yani gerçekten çocukluğumda
bir Van Gogh’un Y›ld›zl› Gece’sini gördüğüm zaman
“vay can›na” dediğimi hat›rl›yorum, bir de
Os Gemeos’un işini. Onlar mesela çok büyük
boyutlarda ama küçük detayl› işler yap›yorlar.
Sprey size belli bir büyüklük skalas› verir ve onlar›n
alt›na girerseniz iş deforme olmaya başlar.
Onlar da buna çözüm için -OsGe diyoruz biz - bir
teknik ürettiler. Spreylerin üzerindeki kapaklar›
kesip s›cak iğneyle delerek ekstra ikinci bir kap
yarat›p f›rça kal›nl›ğ›n› inceltme yoluna gittiler.
Bunu y›llarca kulland›lar, sonra bu teknik
öğrenildiğinde çok yay›ld›. Şimdi mesela markalar
onlar›n kulland›ğ› bu küçük tekniği satmaya
başlad›lar. Bu adamlar küçük birer dahi asl›nda yani.
Çünkü mecbursun iş üretmeye.
Ne kadar çok şey öğrendik bugün
Lakormis'ten... Yeni bir şeyler söyleyen o kadar
az kişi var ki? 1988 doğumlu, sanatç› olarak
doğmuş cesaretli Lakormis... Bütün sokaklara
imza atman› diliyorum...
Ne güzel! Çok sevindim.
Amsterdam’da Bir Konsept
Mağazas›
Karl Lagerfeld’in evi de
diyebileceğiniz ve en ufak
detay›na kadar ustas›n›n
imzas›n› taş›yan konsept
mağazas›, tüketicilerin
markayla ve markan›n
arkas›ndaki adamla bağlant›
kurmas›n› sağl›yor.
Mağaza, aynalar, ›ş›k
duvarlar›, müşterilerin iPad
veya iPhone’lar›yla
bağlanabildikleri dijital
misafir defteri ve giyinme
odalar›ndaki dokunmatik
ekranl› ve
sosyal medya platformlar›na
an›nda bağlanabilen fotoğraf
kulübeleri ile teknoloji ve
estetiğin bir araya geldiği
muhteşem bir mekan.
Karl Lagerfeld for Vogue
Ustas› olduğu beceri ve
yetenekler listesine can› her
s›k›ld›ğ›nda bir yenisini
ekleyen Karl Lagerfeld,
içgüdüsel diye
tan›mlanabilecek estetik
anlay›ş›yla fotoğrafç›l›kta da
usta olduğunu Vogue için
çektiği resimlerle kan›tlad›.
Sanat ve modan›n bir araya
getirildiği fotoğraf çekimi,
Karl Lagerfeld’in imzas›yla
tam bir göz ziyafetine
dönüştü.
Karl Lagerfeld
Moda tasar›m›, fotoğrafç›l›k, sanat, teknoloji, mimari…
Yar›m as›rdan fazlad›r dehas›, karizmas›, yeteneği ve
neredeyse içgüdüsel estetik anlay›ş›yla
Karl Lagerfeld her yerde ve zamans›z bir zerafetle
her zaman moda…
Dünya Küçülür
Karl Lagerfeld Büyür
Modan›n maestrosunun
Chanel için yapt›ğ› ve 2013
Bahar/Yaz podyumunda boy
gösteren hula hoop çantas›
herkesi çok şaş›rtt›.
Çantan›n kocaman ebatlar›
tart›şma yarat›rken Karl
Lagerfeld neşeli bir rahatl›kla
çantan›n bir plaj çantas›
olarak tasarland›ğ›n› ve
halkas›n›n kuma sapland›ğ›
takdirde bir şeyleri asmak için
kullan›labileceğini söyledi.
Koleksiyonunda Karl
Lagerfeld Olsun İsteyenler
Minik bir sanat eseri ile
eğlenceli bir oyuncak
aras›ndaki çizgide gidip gelen
ve s›n›rl› say›da üretilen Karl
Lagerfeld oyuncağ› moda
aş›klar›n›n ve modac›lara ait
nadir tasar›mlar›n
koleksiyonunu yapanlar›n son
derece ilgisini çekiyor. “Bazen”
anlam›na gelen Japon Tokidoki
firmas› taraf›ndan üretilen
oyuncaklardan tüm dünyada
sadece 1000 tane var.
Ve Sonsuza Dek
Karl Lagerfeld…
Ünlü saat markas› Fossil’le
bir araya gelerek ilk saat
serisini tasarlayan Karl
Lagerfeld, böylece zamana da
el atm›ş oldu. ‘Karl Zip’,
‘Karl Chain’ ve ‘Karl7’ olmak
üzere üç modelden oluşan
saatler hem saat hem de
bilezik olarak kullan›labilme
özelliğine sahip olmakla
kalm›yor, tasar›mc›s›n›n
portresini kadran›nda taş›yor
ve s›n›rl› say›da üretilen özel
paketlerde geliyor.
The Nike Air Max “Beaches of Rio” pack
Renklerini Brezilya'n›n kumundan,denizinden,rengarenk giyiminden alan
Nike "Rio'nun sahilleri" sneakerlar› mutlaka Nike kolleksiyonunuzda yerini almas› gereken rengarenk alternatifler ile Okini'de .
http://www.oki-ni.com/brands/nike
100
Haz›rlayan: M.Ali Tokgözlü
Fancy Gift Box
Kendi ilgi alan›n›za göre belirlediğiniz Fancy sürpriz hediye kutular› ile
her ay postadan ne ç›kacak diye heyecanla bekleyeceksiniz.
http://www.fancy.com/things/190403263978277559/Fancy-Box-Subscription
39
AESOP Hydrating Body Gels&Balms
Yaz geldi. Hepimiz kendimizi masmavi denizlere atmak için gün say›yoruz.
Aesop'un nemlendirici krem ve balmlar› ile vücüdumuz tum yaz canl› ve ›ş›l ›ş›l gözükecek.
http://www.net-a-porter.com/product/337114
25
İşte 70. say›m›z›n en beğenilen 3 ilan›
// ZEKİ TRİKO
2 /3
// TAV
4 /5
// MAXX ROYAL
6/7
// BOYNER EVDE
8/9
// P&G AUSSIE ŞAMPUAN 10/11
// MERCEDES
13
// WINGS
14
// BEYMEN
19
// NEW BALANCE
25
// VODAFONE
29
// OPEL
// PUMA
// BİO İSTANBUL
// ULUDA⁄
// FLAMİNGO REST.
// MIELE
// PHILIPS
// SETAİR
// COCA COLA
// DOVE
35
41
47
49
53
59
63
67
71
73
// TWEEN
75
// PİLATES STUDIO FORM 79
// TOYA YAPI
85
// FG
89
// AVİVA
91
// BİLFEN
103
// ULYSSE NARDIN
104
Bu say›daki en beğendiğiniz ilan› bize e-mail'le bildirmenizi rica ederiz.
[email protected]
SUMMARY
71
A Wakeboard Star… A World Champion;
SHAWN
WATSON
How would you describe the LOVE (relation)
with Wakeboard?
My passion for wakeboarding is the same as it
was when I was a child, I love being able to go
out on the boat everyday and spend all day
long on the water wake boarding and having a
blast with my friends, as well as traveling the
world and getting to wakeboard in some of
the most unreal places ever!
20/21/22/23/24
Interview : İpek Kigan
Photos : Jülien Aksoy
How do you feel while you are doing this
sport?
I feel free and it’s when I get to be able to
express myself the most! Each sport needs
a certain discipline.
How should a successful boarder live? How
should he / she work to enhance his/her
success? What should he / she pay
attention to remain successful?
There are many disciplines in the sport right
now, it is very important to be well rounded
and good at all aspects. To be successful you
must work hard and learn all the
fundamentals, practice everyday and have a
good coach to help bring you up. To remain
successful the best thing would be to have a
great attitude and good outlook on life and
have as much fun as possible while doing so!
We know, you are traveling all around the
world. How do you spend a day,
when you are not traveling?
I'm very rarely home so when I do. I try to
spend as much time with my family and close
friends. Also being a homeowner is a never
ending story of trying to keep up with my
house. As well as trying to wakeboard as much
as possible and practice!
What does one gain by being extra close /
friendly with water like you are? Is there
any extra effect in physically and mentally?
Yes, wakeboarding is both physical but more
so mental. If you really think about a trick
before doing it and walk yourself thru the trick
it typically makes it easier. As well as with a
contest, people always psych themselves out
before because they over think, if you go out
and ride just like you do everyday at home like
when you practice and not worry about
anybody else there’s a good chance you will do
much better!
Just for a moment, imagine; wakeboard is
out of your life. What is left in it?
Hard to say, I don’t even want to think about it
because it’s what I love doing and wouldn’t
want to be doing anything different!
You are already a world champion.
Every sportsman aims to achieve the
excellent point in his career. What is your
aim in this sport? Or shall i ask; what is your
aim
in this life?
It is very honoring to be a champion.
My aim in life and this sport is to keep
succeeding, pushing myself everyday and
taking my life and career to that next tier.
26/27/28
Article: Melis Oğuz
www.melisoguz.co
A Wave From The Past:
“LA NOUVELLE
VAGUE”
At some point in time, bold filmmakers that
were spontaneously bonded in rejected forms
and iconoclasm in the 1950s and 1960s turned
away from classic forms and focused on
social and political factors that molded the
society’s view. Former critics, these
producers addressed a different artistic
manifesto and cinema theory in each film.
Rising against conservatism and influenced
by Italy’s ”New Realism” trend, this period was
dubbed ”La Nouvelle Vague” or
”the New Wave” by the French. This new trend
was supported by many outstanding film
critics led by Andre Bazin, as well as Jean Luc
Godard,
Eric Rohmer and François Truffaut; they went
into the film industry and began realizing the
proposed changes. The trend extended its
reach beyond the film industry and made an
impact on the fashion industry, as well. This is
the bit that concerns us and that I would like
to briefly touch upon.
Actresses Jean Seberg, Anne Wiazemsky and
Anna Karina, known as the muses of Jean Luc
Godard, were followed as fashion icons of the
time, as well as for their masterful acting.
Identified with their striped blouses, skirts,
ballerinas, butterfly sunglasses and straw
hats, these women became the faces of the
French New Wave. The men, on the other
hand, were inspired by the suits and hat of
Godard, who was constantly in the limelight
and was known for his romantic affairs with
these women. Today, the styles of these
actresses are still used frequently. Their
successors, including Tilda Swinton and Alexa
Chung, continue to shape new waves with
their styles.
Things were not any different in the fashion
industry, either. In the ‘50s, the fashion world
began embracing novelties under the heading
“New World-New Look”. First introduced by
Christian Dior, the model “Bar Suit” received
the comment “It’s such a new look!” from
Harpers Bazaar’s editor-in-chief, after which
the collection’s name was etched as the “New
Look” in minds. The A-line dresses
revolutionized the forms. Among the
successful designers of the ‘60s, Paco
Rabanne, Oscar de la Renta, Yves Saint
Laurent, Guy Laroche and certainly Mary
Quant were influenced by this trend and made
innovations in their collections. Especially
Mary Quant began working on shortening the
skirts in her London boutique, Bazaar, and
introduced the first mini skirt concept in 1964.
It was named after Quant’s favorite car: Mini.
At present, the leading names in this field are
Hussein Chalayan, Maison Martin Margiela,
Comme des Garçons, and Alexander
McQueen. With the forms they produce and
their unusually avant-garde patterns, they are
the iconoclasts, innovators of the present day.
They add a totally different dimension to
trousers, dresses, blouses or skirts in terms of
the technique and the materials used. A new
theory blending art and fashion gets together
with fashion-lovers almost in every collection
launched by these names. The waves created
by the wind that started to blow in the ‘50s
increase their intensity in the 2000s and keep
demolishing even more taboos with
additional novelties every year.
DO COME
TO HEAVEN!
(TAHITI)
Tahiti, aka the French Polynesia, is one
of the furthest destinations from
Turkey. It takes up to 35 hours and four
separate flights to reach Bora Bora,
the most famous island of the
archipelago. You might lose sense of
time, but you surely wake up in heaven.
30/31/32/33/34
Article & Photos: Saffet Emre Tonguç
[email protected]
(CAPITAL PAPE’ETE)
The French Polynesia has attracted the
attention of European travelers since
the 19th Century. Famous painter
Paul Gauguin left behind the
benedictions of the Western World for
Tahiti, where he portrayed the local
people of the islands. Pierre Loti, the
great admirer of İstanbul, wrote his
novel The Marriage of Loti here in 1880.
The first gateway into the heaven on
earth is located in the capital Pape’ete,
in the middle of the Pacific. There was
not much settlement on the island when
Captain Cook, the first person to
discover many places on the Pacific, had
arrived in Pape’ete in 1769; but the rush
of European immigrants to the island
started over time. Now home to 170,000
people, the island had only 5,000
residents by early 20th Century.
(WHERE TO STAY, WHERE TO EAT)
Intercontinental Resort Tahiti is one of
the best facilities to stay in Pape’ete.
Set amid tropic gardens,
Le Royal Tahitien offers a private beach,
as well as the best value-for-money.
Located in Tahiti Iti, the Vanira Lodge is
one of the loveliest lodges on the island
and boasts an amazing view.
The French restaurant,
L’O a la Bouche (Tel: 452976) is one of
the best options on the island. The
dishes are delicious, while it is a
different kind of pleasure to watch the
people around. Lou Pescadou (Tel:
437426) is another low-cost alternative
where you can try various kinds of
pasta.
(BORA BORA)
After a 40-minute flight from the
capital Pape’ete, you land on the
Bora Bora airport built on an islet.
You will be greeted by an employee of
the hotel who will place a lei around your
neck; then you will get on a private boat
and go to the hotel. The hotels are built
upon the sea; when you get to the lobby,
you see the receptionist feeding the
tropical fish of all colors down the
reception area. After all those long
hours of flights, one confuses which one
is dream and which one is reality.
You go to your room enjoying hedonism
at its maximum.
(WHERE TO STAY, WHERE TO EAT)
The most expensive rooms in Bora Bora
are set upon the sea and priced from
$500. The room rates per night can go
up as high as $10,000 on private islands.
Some of the best hotels on the island
are Bora Bora Nui Resort,
Hotel Bora Bora and Intercontinental
Moana Beach. Relatively affordable
facilities include Novotel Bora Bora
and Village Pauline. Some tourists find
Club Med more reasonable as the prices
are “all-inclusive”.
(MO’OREA)
Mo’orea, which can be translated into
English as “yellow lizard”, is less-known
in Turkey, but it is much more beautiful
than Bora Bora. To say the least,
the roads are not riddled with holes,
there is much more greenery around,
and the buildings are better maintained,
although the hotels are more ordinary
compared with the ones in Bora Bora. It
takes a seven-minute flight from
Pape’ete to get to the island, which was
once a volcano. The island is packed
with celebrities; one is not surprised to
see Ralph Lauren sunbathing on the
next deck chair.
(WHERE TO STAY, WHERE TO EAT)
Mo’orea Sheraton stands out especially
with its overwater bungalows; while the
service is second-class, it is one of the
most beautiful hotels on the island.
Mo’orea Beachcomber Intercontinental
Resort is the hot spot of the island,
while Tarariki Village is one of the very
reasonably priced facilities. For good
food, you can try Te Honu Iti Restaurant
(Tel.561984). The terrace of this place
sits over the water, which is lit up at
night so you can watch the fish
swimming underneath.
(EVERY DAY LIFE)
Polynesians set out from Indonesia and
the Philippines about 3500 years ago
with canoes holding 70 people,
similar to modern catamarans, and
migrated to the islands in the Pacific.
Settlement in Tahiti occurred nearly
2200 years ago. Bearing European
Union passports owing to the country’s
status as the overseas collectivity of
France, the Tahitians’ motto is “haere
maru”, which can be translated as “take
it easy”. Don’t be surprised if you wait
too long at a restaurant or come across
banks or stores that are closed; just
adjust to the pace of life on the islands.
You are on vacation, anyway, so why the
rush? The family is a crucial concept in
Tahiti and it makes the backbone of the
society. The women have an important
place in the society.
Tahiti is made up of archipelagos, and
the sector that is second to tourism on
the islands is black pearl production.
Gaston Flosse, essentially a
democratically elected dictator,
has governed Tahiti for over 20 years. In
2004, Oscar Temaru won the
presidential race, after which people
were able to express their opinions in a
more audible tone. Relations with the
US have grown stronger in the recent
years, which drew a reaction from
France, of which Tahiti is an overseas
collectivity. The Tahitian cuisine bears
influences of French and Chinese
cuisines. Besides tuna and swordfish
that we are familiar with, they also
consume some ocean fish like
Wahoo and mahi mahi.
(WHEN AND HOW TO GO)
The ideal timing will be from
March to November; the rest of the year
is highly likely to be rainy. In July and
August, the place bursts at the seams,
and prices are at their highest.
From İstanbul, you can fly by Air
France to Los Angeles with a stopover
in Paris, and then get to Pape’ete with an
eight-hour flight. Air Tahiti Nui has
direct flights to Pape’ete from several
cities including New York, Tokyo,
Sydney, and Auckland. The distance
between New Zealand and Tahiti is just
five hours long. Once you arrive in Tahiti,
you can use Air Tahiti for domestic
flights. Although Tahiti is an
administrative division of France,
Schengen visa is not valid for entering
the country. You need an island visa
from the French Consulate. If you are
travelling through USA, you will also
need a US visa.
CINEMA PLEASURE IN
OPEN AIR
36/37/38/39/40
Article: Berna Gençalp
[email protected]
İzmir... Summertime...
Scorching hot in the city.
A jalopy with film posters on
it drives through the side
roads, announcing the film
that is on that night at the
open-air cinema operated in
the garden of the nearby
secondary school.
This is my first-ever recollection of an
outdoor cinema. My last one is about
the films I watched in the outdoor
cinema that is open for the
summertime and that still survives in
Il›ca, Çeşme, surrounded by a crowd of
children and youngsters and the
crackling of sunflower seeds and
popcorn. Occasionally, I have laid on
one of the sun beds lined up on the
beach at Fethiye Hillside and lost
myself in the screen set upon the sea.
Each one was very enjoyable,
independently from the pleasure I
took from each film.
Although the number of outdoor
cinemas or summer cinemas increase
at some point in time, to decrease at
some other time, we would not want
this pleasure to be eliminated from
our lives for good. In conclusion,
wherever you see an outdoor cinema,
go in.
You will not regret it...
The First Outdoor Cinemas
The first film screening took place in
1895 at a Parisian café by the Lumière
brothers. By early 1900s, mobile
cinemas emerged that travelled from
one city or district to the other, just
like the travelling circuses did. They
did not last long for two reasons: the
durations and contents of the films
got longer and more intense, and
mobile cinemas failed to match the
comfort offered by theater halls and
music halls. Most probably, the years
spent with wars inhibited the open-air
cinemas that ran films after dark in
the first half of the 20th Century. But
there was a hike in the number of
outdoor cinemas in the 1950 and the
1960s, in the post-WWII and
pre-television era. Thus, open-air
cinemas frequently appear in the
scenes of the films shot in that era.
In the same years, many open-air
cinemas were active in İstanbul and in
almost every corner of Turkey. The
sessions were packed with children
and youngsters that got together for
the occasion. Although the families
and men accompanied by women
were shown to seats on separate
sides, flirting surely did not lack.
Watching a film was not exclusive to
those who bought tickets; people
gathered on the balconies and
rooftops of the buildings neighboring
the cinema also watched the films.
In the years that followed, the
inception of armed political conflicts
in cities, the rise of sex films, and the
growing prevalence of television
followed by video players led to a
dramatic decline in the number of
outdoor cinemas in Turkey. Following
suit of other countries, Turkey began
to see buildings erected on their lots
or car parks or synthetic pitches
replacing the outdoor cinemas. The
spell was broken.
Drive-in Movies
One of the first drive-in movies known
was opened in New Jersey in 1933.
They provided an activity preferred
for spending a night of fun at low-cost
for the whole family or big groups of
friends in the spacious American
passenger cars. While some movie
chains and large indoor theaters had
to close down in the 1950s for
economic reasons, the number of
drive-in movies in creased. Some
sources state that there were more
than 4000 drive-in movies only in the
US in those years. In short, drive-in
movies can be considered a
prominent element of the American
popular culture.
Revival
Open air cinemas are making their
way back into our lives due to the
technological ease of film screening
owing to advanced technology,
coupled with extremely hot summer
days resulting, perhaps, from the
climate change, not only as a
reflection of nostalgic pleasure, but
almost in response to a natural need.
In recent years, municipalities began
organizing movie nights in squares
and parks.
Or rooftops and terraces of
skyscrapers are being practically
arranged for this purpose. It is a
reality that producers in Turkey are
troubled by such screenings because
some of these screenings are carried
out without the producer’s permission
and the copyright payment. Of course
there are night screenings that are
performed consistently and properly,
apart from these irresponsible
approaches.
Wings Cinecity Trio Outdoor Cinema,
the long-standing open air venue set
inside Hillside Trio, is set apart from
the other outdoor cinemas with the
selection of the latest releases and
the comfort presented.
While Büyükada, the Big Island or
Prinkipo, had four outdoor cinemas in
the past, there is only one currently
operating: Lale Sinemas›.
It should be noted that Pasha in
Kuruçeşme was the place that
reminded of the pleasure of outdoor
cinemas to the urban residents who
did not have the means to retreat to
the island in the 1990s. The young
people had the chance to enjoy
outdoor film showings by the
Bosphorus, under the starry sky.
Outdoor cinema, open-air cinema,
garden cinema… Cinemas that
seated one thousand, two thousand,
or even seven thousand people like
Yumurcak in Beşiktaş as the only
place of entertainment for all people
of all ages are not going to make a
comeback.
But fortunately, the joy of watching a
film under the stars enjoying a slight
breeze will not be eliminated from our
lives for good. Like I said in the
beginning, wherever you see an
open-air cinema, go in.
You will not regret it.
GARDENS MAKING ROOM FOR
THEMSELVES AMONG THE CONCRETE BLOCKS
42/43/44/45/46
Article: Nurhan Turan Keeler
A garden loves and grows plants that
cannot survive in packed forests.
Gardens are sites of experimenting for
the nature, as much as for the people.
Paradise, where human beings lead a
life of pleasure and find peace, is also
commonly described as a garden.
Through gardens, people feel they
control the nature, as they also get
closer to the nature from which they
have grown distant. It is a reality that
senses of compassion, satisfaction,
self-sufficiency and creativity increase
in those who touch the nature and that
which is natural.
Plants, on the other hand, use guerilla
methods to get people and animals to
like them and make themselves a place
in city life. In the city, plants cross our
path in guerilla gardens, urban gardens,
community gardens, medicinal herb
gardens and roof gardens.This article is
about gardens that penetrate the
roofs, abandoned sites, balconies,
terraces, public places and the
medicine.
(Guerrilla Gardens)
Guerilla gardens are mostly set in
disputed or litigated unoccupied
spaces in the city or in distant places
not cared for. Guerilla gardeners sow
and care for plants in these areas until
the landowner chases them away.
These gardens reunite the urban
people with green spaces, large or
small. They bring people together and
revive the neighborhood concept, and
teach people how to do farming and be
self-sufficient.
(The Heroic Vegetable Garden)
A few years ago, the European
students living in Kuzguncuk turned
the abandoned Kuzguncuk
Vegetable Garden into a
garden/playground/meeting point.
The residents got together, played
football and organized events at this
spot, which was dubbed “Kahraman
Bostan” (The Heroic Vegetable
Garden).
(Mobile Gardens)
When set in a mobile format like
exhibitions, gardens can also be easily
transported from one location to the
other. Plants sown in free standing or
portable large containers start up at
one point in the city and go on at
another.
(Medicinal Herb Gardens)
Home to plants with traditional healing
properties as an alternative to modern
medicine, the garden established in
downtown London is named the
Physic Garden. The place began
hosting workshops attended by
botanists and herbalists. It became a
garden that brings together designers,
healthcare providers, gardeners and
volunteers.
The spots where the plants are sown
are named “healing cabins”. Now,
everyone wonders how this garden will
carry on and what it will transform into.
The Medicinal Herbs Garden in İstanbul
opened in 2005 on an area of 14
decares. The project is co-conducted
by the Zeytinburnu Municipality and
Merkezefendi Geleneksel T›p Derneği
(Merkezefendi Traditional Medicine
Association). There are more than 600
medicinal herbs that have been planted
and labeled.
Plant waste is used as natural fertilizer,
while synthetic fertilizers and
herbicides are avoided.Besides
volunteer gardens, you can also take
your children and go to this place for
some gardening. It has become an
alternative spot that can compete with
shopping malls in city life.
(Urban Gardens)
Urban gardens are the place for plants
that cannot find themselves a spot in
the wild or among concrete blocks.
These gardens also bring people
together and serve as community
gardens teaching self-sufficiency to
the new generations.
London’s Community Gardens
Community gardens have existed for
40 years. There are 21 of them; some
are private and some are public.
These gardens give access to fresh
produce, as highly nutritious
vegetables and fruits at affordable
prices are grown there. They support
physical and psychological well-being;
they sooth such emotions as loneliness
and isolation. They help gather people
from different socio-cultural
segments,
and boost tolerance and empathy.
They beautify the cities and get people
moving naturally. The neighborly bonds
develop, and rough relations are
replaced by cooperation as people get
to know each other better.
(The Living Roof)
California Academy of Science
makes up the best example of this
type of gardens.
Its roof looks just like a garden on the
ground, but one that has been lifted up.
There is a glass compartment besides
the domes. The scientists picked thirty
year-round and aesthetic species for
the roof. Except for the glass ceiling,
the rooftop is covered with plants.
The people developed a green solution
to prevent the vegetation and flowers
from sliding down the dips and slopes.
They used thousands of porous trays
of 70x70 made from coconut husks as
containers for the vegetation.
These trays line the rooftop like tile,
yet enable the roots to grow and
interlock, binding the trays together
like patchwork.
ART BASEL BY BOAT:
THE RIVER CLOUD II CRUISE
50/51/52
Article: Saadet Dursun
Since 1970, Art Basel has
aimed to bring together the
international art community.
The event presents the
visitors with the most
distinctive works on offer
by the best art galleries in
the world on the basis of a
broad concept and with its
tradition dedicated to
excellence.
The Fugue Collection was the center
of interest with the River Cloud II Art Basel Cruise. In unprecedented
splendor, the Fugue Collection took
its guests to Art Basel 2013 aboard
River Cloud II, one of the most elegant
manmade boats. Cruising along the
River Rhine, the passengers were
exposed to many surprising art
collections on the way, before even
reaching Art Basel, and they visited
the world’s main art fair in a fashion of
unequalled magnificence.
The 7-day exquisite Switzerland tour
also offered a packed program.
After departing from Cologne, the
ship made stops in Wuppertal,
Düsseldorf, Lorelei, Strasbourg, and
Baden-Baden before arriving in Basel.
The Royal Cloud passengers were
treated to gorgeous venues from the
Kolumba Museum to Skulpturenpark,
the 16-hectare forest located in
Wuppertal and surrounding the house
of the world-known artist Tony Cragg,
from the Frieder Burda Foundation in
Baden-Baden to the Museum of
Modern and Contemporary Art in
Strasbourg, not to mention
“I’Aubette”.
Upon their arrival in Basel, the
passengers, who had a top-rate VIP
experience down to the finest detail,
had the chance to visit Art Basel’s
“Schaulager” the exhibition
stockroom, to admire the Emanuel
Hoffman Foundation collection, and
to see the museum featuring the
works of the British artist Steve
McQueen. On the sixth day of the
cruise, the Fugue Collection guests
were welcomed by the Beyeler
Foundation, which presents a XXth
century collection with more than 250
artworks by Monet, Cezanne, Van
Gogh, Picasso or Bacon, together with
25 primitive artworks from Africa,
Alaska and Oceania.
Throughout the cruise, Jerome Sans
kept the passengers company with
his presentations, artistic comments
and guidance.
It has to be mentioned that
River Cloud II itself is a masterpiece,
as well. Possessing all the qualities of
a floating five-star hotel, the cruise
ship has the look of a private yacht as
it has 44 cabins only (30 deluxe and 14
panoramic cabins).
The restaurant served a refined
cuisine with local ingredients supplied
fresh from the market at each stop.
The comfortable lounge by the bar
and the impressive Steinway grand
piano gave all the passengers
evenings filled with first class music.
For the guests of the Fugue Collection
who visited Art Basel on a six-day
cruise aboard the River Cloud II, this
experience is most certainly an
exquisite memory to be cherished and
recalled for a lifetime.
TILES ARE SHIFTING IN THE
“FASHION” WORLD
64/65/66
Article: Styleboom
www.style-boom.blogspot.com
twitter.com/styleboom
Fashion! While part of us
warns us against being a
victim of fashion, another
part can’t help but get
carried away by the
novelties and excitement
involved. Fashion is a
gigantic industry, although
we mostly see, or deal with,
the glittering side only.
On the backstage, the
actors of this huge
industry -some on behalf
of hundred-year-old brand
names- are undersigning
big decisions. Let’s take a
look at the recent shifts in
the tiles of the fashion
industry.
The latest, and mostly surprising,
development was about our
precious Ümit Benan, who left
Trussardi two years after being
appointed as the first Turkish
creative director of the Italian grand
atelier. Being the first to report this
separation from his Twitter
account, Benan referred to “Road to
Nowhere”, the closing music of the
Trussardi fashion show, saying he
had no plans as yet and that he
wanted to enjoy the moment.
Trussardi, on the other hand,
announced in its official statement
that the two-year contract with the
designer had expired, so this was a
natural outcome. For a while, Benan
will focus on the men’s collections
named after him. We will be
watching to see if there will be new
developments or surprises.
In the meantime, Gaia Trussardi, the
grand-grandchild of the brand’s
founder Dante, was named the new
creative director of Trussardi.
There were super big changes on
the YSL front! In 2007, talent hunter
Hedi Slimane had announced that he
had quit fashion designing with the
intention of concentrating on
photography and settled in the USA.
Many were excited by the news that
he was appointed as the creative
director of Yves Saint Laurent in
March 2012. Slimane’s comeback
involved quite “reformist”
conditions though. First, the brand
was renamed Saint Laurent [I belong
to the group that had an emotional
reaction to that change], eliminating
Yves.
Saint Laurent’s famous design
studio in Paris was relocated to Los
Angeles upon Slimane’s request.
While Slimane’s first collection for
Saint Laurent was highly acclaimed,
no positive comments came from
anyone other than friends and
family for the grunge collection he
launched during the latest fashion
week. In fact, the fashion critics
dragged the collection through the
mud.
Unconceivable without John
Galliano, Dior was the scene to the
unthinkable, and Galliano was fired
after the scandal. As the company
tried to keep appearances with the
hasty appointment of Bill Gaytten
as the creative director, the rumor
mill started running, and it did so for
over a year. Every day a new name
was put up, each of which was
refuted. Marc Jacobs? Phoebe
Philo? Sarah Burton? Finally, Dior
announced Raf Simons as its new
creative director!
Jil Sander’s loss was the win of
Dior-lovers. Simons’s first fashion
show for Dior was a major test
because he was to produce a
couture collection: in the end, the
collection was received with high
praises almost by the entire fashion
elite.
On another wing, Raf Simons was
succeeded by a surprising name at
Jil Sander: the 69-year old founder
of the brand who had retired quite a
while ago – Jil Sander herself!
A highly talented name of the
industry, but somehow failing to peg
away at any fashion house,
Alessandra Facchinetti became the
creative director of Tod’s’ women’s
wear. We will have to wait and see
how the Tod’s adventure will turn
out for Facchinetti, who is famous
for her passion for details and
materials.
One of the most thrilling and curious
highlights of 2012 was the news of a
debut couture show by
Dolce&Gabbana! If the duo
manifesting the magnificent Italian
craftsmanship even in the
ready-to-wear collections was to
step into “couture”, it was bound to
be epic.
The duo launched their first couture
collection to an exclusive group with
a 36-hour event held in Sicily.
The 73-piece collection was entirely
handmade!
Although I am not a champion of
personal scandals, John Galliano,
indisputably one of the greatest
talents of the century, began
reclaiming his rights as soon as his
rehab and treatment were over.
He signaled his comeback to the
fashion world by settling in Oscar de
la Renta’s design studio throughout
the NY Fashion Week, as well as a
controversial litigation that involves
damages with Dior.
2012 led to major changes, to
greater burdens on the shoulders of
gifted designers, but mostly to
thrills in the fashion industry. As the
fashion weeks came to an end in the
first months of 2013, we have seen
the new, we compared them with
the old, and the only thing that
remained unchanged was the allure,
excitement and pleasure of fashion.
We have a whole new year ahead of
us!
WINING & DINING AND ENTERTAINMENT
STOPS IN BEIJING AND SHANGHAI
68/69/70
Articles and Photos: Cem Mirap
During my latest trip to
China, one of the world’s
super powers and oldest
cultures,
I realized that the country is
in fact a great destination for
wining and dining, owing to
the combination of its
economic boom and
long-established cuisine.
Besides the historic landmarks,
China offers countless options from
world-class international elegant
restaurants to great street food,
particularly if you are fond of the
Far East cuisine. Below I will provide a
list of my favorite wining/dining and
entertainment spots in Beijing and
Shanghai for you:
BEIJING
Well-known for Peking Duck, Beijing
has restaurants that offer some of the
best examples of the Northern
Chinese Cuisine (Mandarin Cuisine)
and the Chinese Imperial Cuisine (like
the Ottoman Court Cuisine).
The right addresses to taste the best
Peking Duck are DA DONG (has several
branches), a luxurious restaurant very
popular also among the Chinese and
reminiscent of the Beyti Restaurant in
İstanbul, and the more touristic
QUAN JU DE. At DA DONG, I
recommend that you try sweet & sour
fish and lotus root, besides the duck.
Located inside Grand Hyatt and having
an open kitchen concept and modern
design, MADE IN CHINA presents a
very good and broad menu mostly
featuring Northern Chinese dishes, and
is also the right choice for fine Peking
Duck,
fine wine and fine ambience.
LAN CLUB is a restaurant/bar
colorfully and flamboyantly designed
by Philippe Starck; while it is a bit on
the touristic side, it is a lively venue
that should be included in every
must-see list. It has a very good, very
broad Chinese Cuisine menu. Offering
amazing options for the vegetarians,
PURE LOTUS is a rare address for
getting familiar with the dishes of the
highly original and distinct Far Eastern
vegetarian cuisine, and to savor tea to
be selected from a remarkable menu.
SHANGHAI
Shanghai has a more colonial, more
international history and culture when
compared with Beijing that is home to
a population of 18 million.
With a population of 22 million people
that makes it one of the biggest cities
in the world, Shanghai is a truly modern
megapolis. The city is packed with
numerous options from the branches
of worldwide famous restaurateurs
such as Jean Georges and Daniel
Boulud to local venues.
DIN TAI FUNG, the dumpling
restaurant that has several branches
across Asia as well as in the city,
unquestionably serves the best
dumplings in Shanghai.
Reminding New York’s SoHo with its
presumptuous restaurants,
THE BUND quarter is home to many
famous venues. Among these are
WHAMPOA CLUB, a modern,
very elegant Chinese restaurant in an
art deco setting with a touch of
Shanghai aesthetics; UNICO, the
stylish bar/lounge/restaurant in the
same building; BAR ROUGE, a highly
popular bar/lounge; and Mr. And Mrs.
BUND, offering a European-Chinese
fusion cuisine. If you wish to see a
panaromic view of the city, you could
also drop by for a drink at PARK
HYATT’s bar located in the PUDONG
district famous for its skyscrapers.
Located in the city’s luxurious
XINTIANDI district, YE SHANGHAI is a
chic and modern restaurant influenced
by the colonial-era Shanghai cuisine
and is one of the best alternatives the
city has to offer in terms of ambience
and fine dining. Another good
restaurant is the LOST HEAVEN, which
is situated in the FRENCH
CONCESSION quarter characterized
by the colonial architecture and which
serves southwest YUNNAN Chinese
Cuisine dishes that are quite hot and
closer to Indochinese cuisine. I also
recommend the marketplaces in the
old city to try a great variety of street
food.
SIX-SECOND STORIES, SCENARIOS, FILMS:
VINE BY TWITTER
76/77/78
Article: Elmira Gürses
Introduced by Twitter to its
users in January, the
quick-video service Vine is, in a
sense,
the simplest and easiest
mobile filmmaking and
distributing tool.
Its popularity –it has become the most
downloaded application from
iPhone App Store in the first few months
of its release- was inevitable as it
supplied even more-than-expected
satisfaction
for people’s desire to share their
interests, instances from their lives, and
their worlds with others.
Developed in the summer of 2012, Vine
was later acquired by Twitter. In the
company blog, Dom Hofmann, a
co-founder of the application had this to
say about Vine: “Posts on Vine are about
abbreviation the shortened form of
something larger. They're little windows
into the people, settings, ideas and
objects that make up your life.”
Vine is a movie term. Time is central to
Vine; not only because of the shortness
of videos, but also because they loop and
replay the same six seconds.
Obviously, the key characteristic of Vine
is the ease of sharing the videos shot.
Since the application is part of Twitter
and can be shared directly on Facebook,
it can be instantly viewed on users’
timelines.
The simplicity of creating Vine – shoot,
cut, print by a single click- is that it makes
the little films created more than an
“instant” observed and turns them into
stories readily published online.
You see something and you shoot that
with the camera. Vine has a
simultaneous operation that is entirely
based on this simple concept.
While the basic color and image filters of
Vine offer optimum sharing options,
they also please the artistic Viners. The
Internet is already packed with
minimalist, imaginative, genius and
humorous
Vine posts and Viners who influence
thousands of people and acquire
thousands of followers. The application
oozes an intellectual, mature, and yet
equally childish attraction.
Although created with a simple logic
based on the trio of seeing, capturing
and sharing, the application is, in fact,
erected entirely on human life, things we
see and we feel; it has been perfected
with Twitter’s capability in applications
and Vine is one of the best applications
of late.
The trend has grown so immensely that
dozens of new websites dedicated to
Vines popped up, although they are not
associated with Twitter. One example is
VineRoulette, which uses the tagging
system to serve up random Vines from
among the best ones available in the
virtual world.
Having a highly simple operation that
makes it easy to use by the children of
our time that grow up with technology,
Vine is the summary of big messages,
meaningful stories and witty comments
that are compacted into six seconds.
Vine steers people to observe life
more carefully and to heed even the
shortest moments more. They serve as
the visual reminders of talking little and
telling a lot in a time when people talk
little and tell little. It is a tool that fluently
immortalizes the flight of a butterfly,
the dispersal of the milk amid the brown
coffee, the first steps of your
child on the beach, and millions of other
“instants”; it is a tool that reminds us to
see an artistic beauty within the
ordinary.
Vine means life-in-six-seconds.
BEING A STREET ARTIST IS NOT
AN EASY TASK!
80/81/82/83
Interview: Çağla Cabaoğlu
Photos: Artist’s collection
In this edition, a very special
woman street artist will
share with us her relationship
with life, her ideas about
identity, the streets and
personal memories...
Her name is Lakormis...
Can you tell us about yourself for
those who are unfamiliar with you?
What do you think makes you
different as an artist?
There are billions of artists. I don’t know
if there is anything that sets me apart
from the others. I read a lot of comic
books;
I watched a lot of animated films.
Without realizing, I largely nourished my
childhood visually and with popular
culture.
I was highly impressed by the streets.
Perhaps these things set me apart from
the others, because there is little street
art in Turkey; there are just a few people
doing it. And just a couple of women do
this. This is also true for the world,
actually. Perhaps these are the things
that differentiate me. Let me try to name
some women. There is Nalan Y›rtmaç,
there is Canan.
Also in the world, very few women take
to the streets for street art. Why street
art? Is it the adrenaline that gets you
out on the streets?
Yes, of course. But on another front, the
street is the best place for
self-expression, free from gender or age.
I don’t think that any man, in Turkey or
elsewhere, directly or indirectly hampers
the women’s freedom to get out on the
streets and do their work. It is irrelevant
to blame people if the woman population
is not into this discipline as heavily as
men are. It involves an extremely high
level of adrenaline, but there are so many
other things that satisfy one before that.
First of all, the streets are fair. You are
comfortable, you can do anything you
want. Nobody holds you back. There is no
such thing as “the women’s works get
torn, and the men’s works get protected”.
Everybody is equal.
Which is the city you would like to be
on the streets the most?
İstanbul. I was born and raised here. I
know the kind of people I will run into
when I go to places, I know where one
road leads to, I know the kind of walls in
different places, and I enjoy all these.
You are saying that boundlessness,
emancipation and nonidentification
are possible through street art...
Exactly. When nonidentified, one always
communicates more easily with others.
When you post a work on a street, the
elderly ladies and elderly men get to see
it; people who are and who are not
interested in arts get to see it. In
addition, leaving aside your background,
name, age and gender for a while to
produce is highly relaxing – at least, for
me.
The art you do on the streets and the
art you produce in your atelier – how
are they different and how are they
connected? You do not represent what
you do on the streets on the canvas.
In fact, whatever I see and do on the
streets allows me to do something in the
gallery. I mean, the streets nourish that. If
I did not paint on the streets, if I did not
do works on the streets, I would have
never been able to do those works in the
gallery.
There were times I lost that spirit,
actually. The street intervenes, just like
the curator or the gallery owner or the
purchaser does. But the intervention on
the streets is natural and non-utilitarian.
For example, you may decide which
colors to use and what composition to
make, but it is not very likely to realize
your thoughts exactly on the streets. For
instance, if it’s raining hard, you cannot
do a work with spray paint on the street.
If you go out during the weekends, you
will run into too many people. The wall
may be rough and force you to change
your materials. It may be a busy spot,
which forces you to act quickly, and you
end up with a much less detailed work.
What I am trying to say is that there are a
lot of interventions on the street, but
they are absolutely not personal.
Born in 1988 as an innate artist,
courageous Lakormis... I hope you will
sign your name in all the streets...
How lovely! I am so pleased.
U. NARDIN

Benzer belgeler