Hillsider 71 türkcell 01
Transkript
Hillsider 71 türkcell 01
Sayı 71 (Haziran, Temmuz, Ağustos 2013) Üç ayda bir yayımlanır. LE TOUR DU MONDE - SHAWN WATSON - LA NOUVELLE VAGUE - UZAKTAK‹ CENNET PÜFÜR PÜFÜR S‹NEMA - G‹ZL‹ BAHÇELER - LOOK - ART BASEL BY BOAT - HILLSIDER LIKES C‹N F‹K‹RL‹ LOGOLAR - CELEBRITY DESIGNERS - Ç‹N YEMEK KÜLTÜRÜ - GOOD FOR MEN VINE - ART BLOG - REM‹X - OPEN 24/7 - EN BE⁄EN‹LEN ‹LANLAR - SUMMARY ZEK‹ TR‹KO ZEK‹ TR‹KO BOYNER BOYNER 15/16/17/18 20/21/22/23/24 26/27/28 30/31/32/33/34 36/37/38/39/40 42/43/44/45/46 48 50/51/52 54/55/56/57/58 60/61/62 64/65/66 68/69/70 72 74 76/77/78 80/81/82/83 hillsider likes look 2 84 remix karl lagerfeld bahçeler Şehirde gizli kalmış bahçeler good for men Erkeklere ipuçları 86/87/88 Republica A4 Ofset Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. . Şti. Tel: 0212 281 6448 Oto Sanayi Sitesi, Yeşilce Mah. Donanma Sk. No:16 Kağıthane/‹stanbul Temmuz 2013 Yerel Süreli Yayın (Dergi) modada taşlar yerinden oynuyor Modada ünlü tasarımcılar marka değiştiriyor vine 6 saniyede bir hikaye 90 open 24/7 Attaş Alarko Turistik Tesisler A.Ş. Tel: 0212 362 30 00 Nispetiye Cad. Ahular Sok. No: 6 Etiler 34337 ‹stanbul / Türkiye Attaş Alarko Turistik Tesisler Adına Sahibi ‹shak Alaton Genel Yayın Koordinatörü Edip ‹lkbahar Sorumlu Yazı ‹şleri Müdürü ve Özlem Gökbel ([email protected]) Reklam Sorumlusu Yazı ‹şleri Çağan Şimşek Serkan Mekikoğlu ‹pek Kigan Çeviri Ayşem Özbaşaran Basıldığı Tarih Yayın Türü look 1 cin fikirli logolar Zekasına şapka çıkarılan logolar Yayımcı Tasarım Basımcı ve Basıldığı Yer la nouvelle vague Geçmişten gelen bir dalga en beğenilen ilanlar 71. sayıya katkıda bulunanlar püfür püfür sinema Açık hava sinemaları shawn watson Dünya wakeboard şampiyonu ile sudan konular Berna Gençalp Burak Işık Cem Mirap Çağla Cabaoğlu Elmira Gürses Esra Kuşçu Hüseyin Aksoy Mehmet Ali Tokgözlü Melis Oğuz Nurhan Turan Keeler Saadet Dursun Saffet Emre Tonguç Styleboom Fotoğraflar le tour du monde Dünyadan en son haberler, tasarımdaki en son yenilikler Serhat Kapki Julien Aksoy uzaktaki cennet Tahiti’den Bora Bora’ya egzotik cennetler art basel by boat Teknede sanat turu çin’de yeme içme durakları Şık restoranlardan çok iyi sokak yemeklerine farklı alternatifler art blog Bir sokak sanatçısı; Lakormis 92/102 summary Sayı 71 (Haziran, Temmuz, Ağustos 2013) Üç ayda bir yayımlanır. “Hillsider Magazin’de yayımlanan yazı ve fotoğrafların tüm hakları, Hillsider logosu ve isim hakkı Attaş AlarkoTuristik Tesisler A.Ş.’ye aittir. Kaynak gösterilecek de olsa Attaş Alarko Turistik Tesisler A.Ş.’nin yazılı izni olmadan hiçbir şekilde yazı ve fotoğraflardan alıntı yapılamaz.” Hillside Leisure Nispetiye Cad. Ahular Sok. No: 6 Etiler 34337 ‹stanbul / Türkiye T.(90) 212 362 30 00 F.(90) 212 362 30 04 www.hillside.com.tr [email protected] DÜNYADAN HABERLER LE TOUR DU MONDE “V&A’da Bir Efsane: David Bowie Dünyanın en büyük sanat ve tasarım müzesi Victoria ve Albert bu kez David Bowie’ye ev sahipliği yapıyor. Modern zamanların en önde gelen ve etkili isimlerinden olan David Bowie’nin olağanüstü kariyerini Gucci ve Sennheiser sponsorluğuyla gözler önüne seren arşiv, büyüleyici uluslararası retrospektif sunumunu sanat aşıklarıyla buluşturuyor. David Bowie sergisi Bowie’nin müzikal bir yenilikçi ve kültür ikonu olarak süregelen yaratıcılık sürecini, yarım yüzyıldır hiç durmadan gelişen tarzını ve değişmeyen orijinalli ini bizlere yeniden keşfettiriyor. V&A Müzesi’nin tiyatro ve performans sorumlularv , Victoria Broackes ve Geoffrey Marsh koleksiyonda ilk defa bir araya gelecek 300’den fazla obje seçtiler. Koleksiyon elle yazılmış şarkı sözleri, orijinal kostümler, moda, fotoğrafçılık, film ve müzik videoları, sahne tasarımları, Bowie’nin kendi enstrümanları ve albümlerinden resimler içeriyor. Sergi, Bowie’nin moda, ses, grafik, tiyatro, sanat ve film alanlarından sanatçı ve tasarımcılarla ortaklıklarından geniş bir yelpaze sunuyor. Halkın beğenisine sunulan 300’den fazla objenin arasında; tasarımını Freddie Burretti’nin yaptığı, fotoğrafçılığı Brian Duffy’ye ait Ziggy Stardust vücut takımları, Guy Peellaert ve Edward Bell’den albüm kapağı tasarımları, The Man Who Fell to Earth (Dünyaya Düşen Adam) de dahil, filmlerinden görsel kesitler ve canlı performanslar, Boys Keep Swinging gibi müzik videoları ve 1974 Diamond Dogs Turnesi için tasarlanan sahne tasarımları var. Koleksiyonda bütün bunların yanı sıra Bowie’nin yaratıcı fikirlerinin evrimini gösteren daha önce hiç görülmemiş film şeritleri, el yazısı set listeleri ve şarkı sözleri; Bowie’nin kendi skeçleri, nota kağıtları ve günlük sayfaları gibi kişisel parçalar da var. David Bowie Is sergisi 11 Ağustos tarihine kadar V&A Müzesi’nde görülebilir. DÜNYADAN HABERLER “Daft Punk’tan Anılara Fütüristik Bir Yolculuk! Dünyaca ünlü elektronik müzik grubu Daft Punk’ın dördüncü albümü Random Access Memories Mayıs 21’de yeni anlaşma yaptıkları müzik şirketi Columbia’nın imzasıyla çıktı. Fransız müzik grubunun “elektronik müziğin yeniden doğuşu” olarak tanımlanan ve büyük bir heyecanla beklenen albümü 13 yeni şarkıdan oluşuyor. Nile Rodgers, Todd Edwards, Giorgio Moroder ve Pharrell Williams gibi dokuz büyük müzisyenin de katkı sağladığı albüm Daft Punk’ın Columbia müzik şirketi ile yakalamak istediği yeni “insani robotlar” tarzını da hayranlarıyla paylaşıyor. Fransız moda evi Yves Saint Laurent’ın imzasını taşıyan yeni robotik kostümleri ve Coachella’daki ilk gösterimden beri geniş yankı uyandıran tanıtım videoları ile neredeyse dört yıllık bir aradan sonra hayranlarını çılgına çeviren Daft Punk grubundan Thomas Bangalter “Stüdyodaki üçüncü kaydımızdan sonra daha önce hiç yapmadığımız bir şey aradığımızın farkına vardık. Eskiden ses örnekleri ve makinalarla yaptığımız şeyin aynısını bu defa insanlarla yapmak istedik. Bugünlerde popüler olan, kayıtlı insan sesinin robotik hale getirildiği müzikler. Biz robotik seslerin duygu ve anlam bakımından daha önce hiç olmadığı kadar insani çıkmasını sağlamak istedik” diye konuştu. “Tod’s For Ferrari! Üstü açılabilir Ferrari’sinden inen, polo t-shirt’lü o yakışıklı adamları mutlaka görmüşsünüzdür. Bir dahaki sefer ayakkabılarına dikkat edin. Büyük olasılıkla Tod’s giyiyorlardır zira ‹talyan ayakkabı markası egzotik araba yapımcısı ile neredeyse eş anlamlı hale geldi. Bunun tek sebebi ikincinin başkanının birincinin yönetim kurulunda oturması da değil. ‹ki benzer ruh biri tarafından öteki için yapılmış sürücü ayakkabılarından oluşan çok özel bir seride bir araya geldiler. Tod’s for Ferrari serisi üç modelden oluşuyor – Leccetto (dantelli), Laccetto Tubi GT (püsküllü) ve Mascherina Griglia (ikonik 250 GTO için tasarlanan özel bir kafes amblem taşıyor). Laccetto Tubi ve Mascherina Griglia siyah ve kahverengi süet seçeneklerine sahipken, Leccetto gerçek Elvis tarzına uygun olarak ayrıca kırmızı ve mavi süet seçeneği de sunuyor. Her modelin iç astarı Ferrari spor arabalarının koltuklarının rahatlığı ve dokusuna sahip. Playboy hayat tarzı için vazgeçilmez olan ve Tod’s’un hiç değişmeyen geleneksel ustalığıyla yapılan ayakkabılar 290 ile 320 Euro arası değişen fiyatlardan satılıyor. DÜNYADAN HABERLER “Mars One: Geri Dönüşü Olmayan Bir Keşif Yolculuğu! 2013 yılından başlayarak Mars’ta yaşama fikrini gerçeğe çevirmek adına adım atan Mars One Projesi, Mars’a giderek orada kurulacak olan ilk uzay kolonisinde yaşayacak gönüllüler arıyor. ‹nsanoğlunun geleceği ve ilerleyişi adına kendi hayatlarını feda edecek kadar inançlı 18’le 62 yaş arası 10.000 kişinin üstünde aday, proje için çoktan başvurdu bile. Bugüne kadar Mars’a insanlı bir yolculuk hiç yapılmadı ancak Skylab, Mir ve Uluslararası Uzay ‹stasyonu’ndan öğrenilenler ve Mars One ekibi bunu gerçekleştirecek teknolojiye çoktan sahip olduğumuzu söylüyor. Adayların dünyanın seçilmiş bir noktasında Mars simülasyonu ile eğitileceği ve tek tek elenerek Mars’a gidecek ilk insanın seçileceği proje, seçilen kişi için aynı zamanda Dünya’yı son kez görmek anlamına geliyor. Mars’a yolculuk 7-8 ay kadar sürüyor ve tek yön bir seyahat olmasının yanı sıra pek çok zorluk da içeriyor. Güneş enerjisi panelleri ile enerji üretmesi planlanan Mars Kolonisi’nde yaşayacak olan astronotlar yeni üretilen 3D yazıcı teknolojisi ile pek çok ihtiyaçlarına ulaşırken, oksijen, su ve besin gibi bazı ihtiyaçlarını Mars’ın kaynaklarını kullanarak kendileri de üretebilecekler. Mars One, insanoğlunun öncüsü olmak isteyen cesur ve fedakar kaşifleri imkansızı hayal etmeye ve ardından bu hayali gerçek yapmaya davet ediyor. “Yaza Merhaba Deyin! 2000’li yıllarda ilk piyasa çıktığı anda devrim yaratan bronzlaştırma ürünlerinin öncüsü St. Tropez, üstünden on yıldan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen hala çok popüler olan bronzlaştırma ürünlerine o kadar güveniyor ki; bu yılki kampanyaları için Kate Moss’u masaya oturtmayı başardılar. Süper modelin mükemmel vücudu kolay ulaşılabilecek bir hedef olmasa da, en az onunki kadar egzotik, bronz bir cilt tonu yakalamanız mümkün. Bu yılın en göze çarpan bronzlaştırma ürünlerinin arasında, Utan: L.A Instant Glammar Shimmer Tan, James Read: Uyku Maskesi Tan Kremi, Creme De La Mer: Yüz ve Vücut Bronzlaştırma Kremi. Sisley: Kendi Kendine Bronzlaştıran Nemlendirici Vücut Kremi ve St. Tropez: Mükemmel Bacaklar Spreyi var. Siz de kendinize en uygun ürünü seçin ve yaza büyüleyici, bronz bir tenle girin! DÜNYADAN HABERLER “‹stanbul’da Bir Vietnamlı: COCHINE Vietnam ve Fransız mutfağından otantik örneklerle leziz bir deneyim sunan Cochine çoğunluğu yabancılardan oluşan müdavimlere sahip cool ve çok ilginç bir restoran. Gizli bir mekan bulduğunuzu hissettiren özel atmosferi ve sıcak personeli ile Cochine, ‹stanbul’a Vietnam mutfağını tanıtmaya kararlı çekici bir yer. Restoran uyumsuzlukta sıcacık bir uyum yakalayan mobilyalar, inanılmaz rahat koltuklar, bir şöminenin bulunduğu samimi bir kitaplık bölümü ve seçkin Vietnam klasiklerinden oluşan bir menüye sahip. Summer Rolls, Pho Bo ve Bo Luc La gibi Vietnam yemeklerinin yanı sıra kızarmış patates de bulabileceğiniz Cochine’de yemekler şaşırtıcı derece otantik olduğu bir mekan. Soslar ise tam olması gerektiği gibi; tuzlu, biraz tatlı ve çok taze. ‹çecek menüsü, Earl Grey Martini gibi sıra dışı kokteyllere sahipken tatlı menüsü mascarpone sosuyla kızarmış muz ve çikolatalı sufle gibi alternatifler içeren daha özgün tatlar içeriyor. Ana yemekler büyük, cömert porsiyonlarda geliyor ve Perşembe günleri 20:30’dan 23:30’a kadar süren ve ek ücret içermeyen jazz akşamları yemekten alınan zevki ikiye katlıyor. Restoran öğlenleri kapalı olmak üzere, haftanın her günü açık. SHAWN WATSON 20/21/22/23/24 ‹nsan Güney Florida Palm Beach doğumlu olunca, hele annesi de sörf, su kayağı gibi sporlarda iddialı ise, suyla daha bebekken haşır neşir olması kaçınılmazdır zaten... 30 yaşındaki Shawn’un arkadaşlarıyla oyun anlayışı hep su içinde ya da üzerinde olmuş. Wakeboarda 12 yaşındayken başlamış, ilk zaferini 14 yaşında, sırf eğlence olsun diye katıldığı, Teksas Ulusal Yarışması’nda “junior man” kategorisinde 2. olarak yaşamış... Hemen akabinde teklifler gelmiş, profesyonel çalışmalar, uluslararası yarışmalar ve dünyanın 4 bir köşesine yolculuklar başlamış... Shawn bir yıldız ve 18 yıldır dalgaların üzerinde... Geçtiğimiz aylarda Fethiye-Hillside Beach Club’a hem şovlar yapmak, hem de dileyen konuklara eğitimler vermek üzere gelince, onu karaya çekmeden ve bir söyleşi yapmadan bırakmak olmazdı... ‹pek Kigan : Wakeboard ile yaşadığın aşkı nasıl tarif edersin? Shawn Watson: Wakeboard sporuna olan tutkum, tıpkı çocukluğumda olduğu gibi; her gün tekneyle çıkıp bütün günü suda wakeboard yaparak ve arkadaşlarımla eğlenerek geçirmek gibi... Çok seviyorum... Bu tutku, aşk bana aynı zamanda, dünyayı dolaşma ve insanın rüyalarında bile zor görebileceği yerlerde wakeboard yapma şansı da veriyor. ‹nsanın sınırlarını zorlayan bir spor. Bu sporu yaparken nasıl / ne hissediyorsun ? Kendimi özgür hissediyorum; wakeboard yaptığım anlar, kendimi en fazla ifade edebildiğim anlar! Araya bir not düşelim ve henüz bu sporla tanışmamış olanlar için biraz wakeboardu anlatalım; Wakeboard botun arkasında, teknenin oluşturduğu dalgaları kullanarak yapılan bir spor. Snowboard gibi tek bir board üzerinde yapılıyor. ‹lk etapta suyun üzerinde durabilmek ve denge içinde gidebilmek önemli. Yükseldikten sonra suya iniş kısmı da kritik. Snowboard’da kara indiğiniz için nispeten daha yumuşak. Suda ise daha zorlayıcı. Riskleri azaltmak için can yeleği giymek lazım. Bir de suya yumuşak inişi kesin becerebilmeniz. ‹leri safhalarda suyun üzerinde zıplamaya, 180-360 derecelik taklalar atmaya başlıyorsunuz. ‹şin artistik ve zor kısmı da burası zaten. Su üzerinde spinlerle, saltolarla harikalar yaratmak mümkün. Bildiğiniz diğer su sporlarından daha zorlayıcı ve fakat aynı zamanda daha etkileyici... Shawn ise bırakın alışılmış saltoları, Almanya’da katıldığı ilk “double up” yarışmasında 900 derecelik bir dönüşle bir ilki gerçekleştirmiş... Suyun üzerinde devleşenlerden kısacası :) Wakeboard hem denizde hem de gölde yapılıyor. Aralarında bariz farklar var. Durgun suyun bu spor için önemli olduğunu biliyorum. Gene de sormak istiyorum; sen hangisini tercih ediyorsun? Aralarında kesinlikle fark var; deniz suyu daha tuzlu ve objeleri yüzdürme özelliği daha fazla; tatlı su ise çok daha yoğun. Normalde denizde muazzam büyüklükte ve dalgalanmaya yatkın bir su kütlesi var karşınızda. Gölde ise büyük ihtimalle daha dalgasız bir ortamdasınız ve rüzgardan korunuyorsunuz ki; bunlar da wakeboard yapmak için çok daha ideal koşullar. Hillside Beach Club mesela, sahip olduğu özel koy sayesinde wakeboard için hayli ideal. Her spor bir disiplin gerektirir. Bir wakeboardcu nasıl yaşamalıdır sence ? Başarısını nasıl daha ileriye taşır ? Ya da başarılı kalabilmek için nelere dikkat etmelidir ? ‹yi, güçlü bir fiziğe sahip olmak çok önemli. Başarılı olmak için çok çalışmak, bütün temel kuralları öğrenmek ve her gün idman yapmak zorundasınız; ayrıca sizi yetiştirecek iyi bir koçunuz olması da şart. Başarınızı sürekli kılmak için yapılacak en iyi şey ise hayatla ilgili müthiş bir duruşa ve iyi bir bakış açısına sahip olmanız ve bunu yaparken de mümkün olduğunca eğlenmeniz! Sıklıkla dünyanın her yerine seyahat ettiğini biliyoruz. Yolda olmadığın, seyahat etmediğin sıradan bir günün nasıl geçiyor? Ülkemde, evimde kaldığım zamanlar çok sınırlı; bu yüzden seyahat etmediğim zamanlarda mümkün olduğunca ailemle ve dostlarımla vakit geçirmeye özen gösteriyorum. Ayrıca göl kenarında bir evim var. Evimin işlerine yetişmeye çalışmak sonu gelmeyen bir iş. Bunların yanı sıra mümkün olduğunca wakeboard ve idman yapmaya çalışıyorum elbette! Spor yaşantındaki en unutulmaz anların ? Aslında sayılamayacak kadar çok an var. Büyük yarışlarda elde ettiğim şampiyonluklar, yaşamımdaki en unutulmaz anlar olsa gerek; bu anlar çok sık olmuyor ama olduğunda da kıymetini biliyorum. Su ile bu kadar haşır neşir olmak insana neler kazandırıyor? Fiziksel ve zihinsel olarak nasıl etkileri var? Evet, wakeboard yapmak fiziksel bir şey ama bunun ötesinde zihinsel bir boyutu da var. Eğer bir numarayı yapmadan önce onu gerçekten düşünür ve adım adım kafanızda canlandırırsanız genelde daha kolay gerçekleştirirsiniz. ‹nsanlar hep yarış öncesinde fazla düşünerek heyecanlanıp kendilerini yıldırıyorlar; halbuki suya çıkıp her gün yarışma dışında yaptığınız gibi, idman yaptığınız gibi yapsanız ve başkalarını kafaya takmasanız büyük ihtimalle çok daha iyi sonuçlar alırsınız! Yaşamından bir an için wakeboard’u çıkarsak geriye neler kalır? Zor bir soru. Böyle bir şeyi düşünmek bile istemiyorum çünkü wakeboard yapmayı seviyorum ve başka bir şey yapmak istemezdim! Hali hazırda bir Dünya Şampiyonusun. Yine de her sporcunun daha fazlasını, mükemmelini yapmak gibi bir ideali vardır? Senin bu sporda -hatta hayatta- ulaşmak istediğin nokta nedir? Şampiyonluk onur verici bir derece. Hayattaki ve bu spordaki amacım başarılı olmaya devam etmek, her gün kendimi zorlamak ve yaşamımı, kariyerimi bir üst düzeye taşımak. Yaptığın başka sporlar var mı? Sevdiğim pek çok başka spor var. Sörf, skateboard ve snowboard gibi board üzerinde yapılan diğer sporları seviyorum. Arkadaş grubumla yapmaktan gerçekten keyif aldığım bir diğer spor türü ise golf oynamak! Yaşlılık günlerin için bir rüyan var mı? Bu spor dalındaki hayalim veya amacım diyelim, yaşım ve bedenim izin verdiği sürece, son onbeş yıldır bu dalda yapmakta olduğum şeyleri yapmaya devam etmek. Profesyonel wakeboard sporunu bıraktıktan sonrasıyla ilgili hayalim ise kendime ait bir şirketimin veya wakeboard yapılan bir tesisimin olması. Sudan ve bu spordan kopmaya niyetim yok kısacası. Geçmişten Gelen Bir Dalga; LA NOUVELLE VAGUE 26/27/28 Bir dönem, içinde reddedilen formların ve yıkılan tabuların olduğu, 1950-60’larda spontan bir şekilde bir araya gelen cesur film yapımcıları, klasikleşen formlardan uzaklaşıp dönemin bakışını değiştiren toplumsal ve siyasi etkenlere odaklandılar. Daha önceleri eleştirmenlik yapan bu yapımcılar her filmlerinde farklı bir sanat manifestosunu ve sinema teorisini ele aldı. Muhafazakarlığa baş kaldıran ve ‹talyan “Yeni Gerçekçilik” akımından etkilenen bu döneme Fransızlar “La Nouvelle Vague” yani “Yeni Dalga” adını verdi. Başta Andre Bazin olmak üzere Jean Luc Godard, Eric Rohmer ve François Truffaut gibi dönemin bir çok önemli film eleştirmeni bu yeni akımı destekleyip, film sektöründe yer alıp, yapılan değişiklikleri hayata geçirmeye başladı. Yalnız bu akım film sektöründe kalmayıp, etkisini moda sektöründe de hissettirmeye başladı. Bizi ilgilendiren kısmı da burası. Biraz bundan bahsedecegim. Yazı: Melis Oğuz www.melisoguz.co Başta Jean Luc Godard’ın ilham perileri olarak bilinen aktris Jean Seberg, Anne Wiazemsky ve Anna Karina usta oyunculuklarının yanı sıra dönemin moda ikonları olarak da takip edildi, giyimleri ve yaşam tarzlarıyla toplumun sevilen isimleri oldular. Çizgili bluz, etek, babet, kelebek gözlük ve hasır şapkalarıyla özdeşleşen bu kadınlar, Yeni Dalga’nın da yüzleri haline geldi. Onlarla yaşadığı aşklarıyla dillerden düşmeyen ve sürekli göz önünde olan Godard’ın takım elbiseleri ve şapkası da erkeklere ilham verdi. Günümüzde bu aktrislerin tarzları hala sıklıkla kullanılıyor. Hatta yeni varisleri Tilda Swington ve Alexa Chung’ın stilleriyle yeni dalgalarda yontulmaya devam ediyor. Moda sektöründe de durum bundan farksız değildi. 50’lerde moda camiası “New World- New Look” başlığı altında yeniliklerle kucaklaşmaya başladı. Öncelikle Christian Dior’un piyasaya sürdüğü “Bar Suit” modeli Harpers Bazaar’ın genel yayın yönetmeninden aldığı “It’s such a new look!” yorumuyla koleksiyon adını “New Look” olarak hafızalara kazıdı. Bu A kesim elbiseler formlarda yapılan adeta bir devrimdi. 60’ların başarılı tasarımcılarından Paco Rabanne, Oscar de la Renta, Yves Saint Laurent, Guy Laroche ve tabii ki Mary Quant da bu akımdan etkilenip koleksiyonlarda yeniliklere gittiler. Özellikle Mary Quant Londra’da açtığı Bazaar adındaki butiğinde etekleri kısaltmaya yönelik çalışmalara başladı ve 1964’de ilk mini etek kavramı ortaya çıktı. Adını ise Quant’ın en sevdiği arabası Mini’den aldı. Günümüzde, Hüseyin Çağlayan, Maison Martin Margiela, Comme des Garçons, Alexander Mc Queen bu alanda hatırı sayılan isimlerin başında geliyor. Yaptıkları formlar ve alışılmışın dışında avangarde kalıplarıyla günümüzün tabu yıkıcıları, yenilikçileri olarak biliniyor. Düz pantalon, elbise, bluz veya etek kavramlarına gerek teknik, gerekse kullanılan materyaller açısından bambaşka bir boyut katıyorlar. Sanatın ve modanın harmanlandığı yeni bir teori bu isimlerin hemen hemen her koleksiyonunda moda severlerle buluşuyor. 50’lerde esmeye başlayan bir rüzgarın yarattığı dalgalar 2000’li yıllarda şiddetini arttırarak; her sene daha fazla yenilikle, daha fazla tabu yıkmaya devam ediyor... “Yığınla genç sinemacıyı etkilediğim ileri sürülüyor. Dahası bir Jean Luc Godard stilinden söz ediliyor. Bence Godard’ın stili, bir stili olmamasıdır.” Jean Luc Godard CENNETE BUYRUN! 30/31/32/33/34 Yazı ve Fotoğraflar: Saffet Emre Tonguç [email protected] Tahiti Tahiti diğer adıyla Fransız Polinezyası, Türkiye’den gidebileceğiniz en uzak yerlerden biri. En meşhur adası Bora Bora’ya dört farklı uçak yolculuğundan sonra ulaşmanız 35 saati bulabiliyor, gündüzünüz gecenize karışıyor ama gözlerinizi cennette açıyorsunuz. Turkuaz rengi bir denizin üzerinde bulunan bir bungalovda kalıp, akvaryumda gördüklerinize benzer balıklarla yüzüyor ya da odanızın cam zemininden aşağıdaki renkli dünyayı seyrediyorsunuz. Dağlardaki yeşil renginin envai çeşidi ise cabası... Başkent Pape’ete Fransız Polinezyası 19. yüzyıldan beri Avrupalı gezginlerin dikkatini çekmiş. Ünlü ressam Paul Gauguin Batı Dünyası’nın nimetlerini geride bırakıp Tahiti’ye gelmiş ve adalarda yaşayanları tuvaline hapsetmiş. ‹stanbul aşığı Pierre Loti 1880’de “Loti’nin Evliliği” isimli kitabını burada yazmış. Dünyadaki cennete açılan ilk kapı başkent Pape’ete, Pasifik’in ortalarında bulunuyor. Bora Bora Başkent Pape’ete’den hareket edip 40 dakikalık bir uçuş sonrasında Bora Bora’da denizin üzerinde bulunan bir havaalanına iniyorsunuz. Aynı eski güzel günlerdeki gibi uçaktan inip direkt terminale yürüyorsunuz. Güvenlik, valizleri makineden geçirmek yok. Sizi bir otel temsilcisi karşılayıp boynunuza çiçeklerden yapılmış bir kolye takıyor, sonra özel bir tekneye binip, otele gidiyorsunuz. Oteller denizin üzerinde inşa edilmiş, Havaalanının adında arka arkaya tam üç a var lobiye vardığınızda resepsiyonistin aşağıdaki “Faa’a “! Şehrin adı ise “su kovası” demek. Pasifik’teki rengarenk tropikal balıkları beslediğini çoğu yeri ilk keşfeden kişi olan görüyorsunuz. Herkeste bir güleryüz, Kaptan Cook 1769’da Pape’ete’ye geldiğinde adada en çok kullanılan kelimeler ise merhaba fazla yerleşim yokmuş ama zamanla Avrupalı anlamındaki “Ia ora na” ile teşekkür etmek için göçmenler adaya akın etmeye başlamış. söyledikleri “Mauruuru”. Onca saatlik uçuşlardan Bugün 170 bin kişinin yaşadığı adada 20. yüzyıl sonra insan hangisi gerçek hangisi rüya karıştırıyor, başlarında sadece 5,000 kişi yaşıyormuş. hedonizm dorukta odanıza geçiyorsunuz. Pape’ete, Marche dedikleri pazarıyla ünlü. Cibinlikli koskoca bir yatağa doğru ilerlerken 250 yıllık tarihe sahip pazarda rengarenk oturma grubunun önündeki camın altında ve kumaşlardan yerel mücevherlere, taze meyveden banyonun zemininde deniz gülümsüyor gene. balığa her şeyi bulabilirsiniz. Cumartesi günleri Günbatımlarının tadını çıkarmak için önde bir pazarın en kalabalık zamanı. Adadaki Marau Dağı’na veranda var, merdivenlerden aşağıya indiğinizde tırmanmak ya da Teahupoo Plajı’nda sörf yapmak çok ise kendi iskeleniz. Dolabınızdaki paletleri ve deniz popüler. Tahiti Iti Plajı ise güneşi batırmak için en gözlüklerini alıp mercanların arasına gizlenmiş romantik noktalardan biri. Pape’ete Temmuz ayında balıkları keşfe çıkıyorsunuz. Tahiti’deki adaların yapılan Heiva Festivali ile de ünlü. çoğu dalmayı sevenler için tam bir cennet. Yeni Zelanda’daki yerli halk olan Maoriler, Hawai’deki Adı “ilk doğan” anlamına gelen Bora Bora balayı adalarda yaşayanlar, Mikronezyalılar ve Tahitililer çiftlerinin ideal mekanı, rüyaların gerçek olarak akrabalar. En büyük okyanus olan Pasifik’in değişik servis edildiği bir hayaller alemi. Bora Bora’da adalarında yaşayan bu insanların kökeni aynı. Dilleri oteller merkezden uzaktaki “motu” diye ve kültürleri de adlandırılan adalarda yer alıyor, çünkü adanın çok benzerlik taşıyor. Dansları, vücutlarına yaptıkları etrafında çok fazla plaj yok. Aslında adanın dövmeleri bile ortak özelliklere sahip. merkezinde fazla bir şey yok. Üç beş hediyelik eşya satan dükkan dışında iki de kilise var. Eğer bir pazar sabahı ayin zamanına denk Nerede Kalınır, Nerede Yenir? gelirseniz, insanların ne kadar renkli olduğunu Intercontinental Resort Tahiti görüyorsunuz. Kadınların çoğu birbirinden şık (www.tahiti.interconti.com) Pape’ete’de şapkalar takıyor. Papazlar bile karnavala gider gibi konaklayabileceğiniz en güzel tesislerden biri. rengarenk giyiniyor. Le Royal Tahitien (www.hotelroyaltahitien.com ) tropik bahçeler içinde yer alan, kendi plajı olan ve sunduğu imkanlara göre en uygun fiyata sahip olan bir Nerede Kalınır, Nerede Yenir? otel. Tahiti Iti’de bulunan Vanira Lodge Bora Bora’da otellerin çoğunda konsept aynı, (www.vairalodge.com) ise adadaki en güzel en pahalı odalar denizin üzerine yerleştirilmiş ve pansiyonlardan biri, manzarası muhteşem. fiyatlar 500 Dolar’dan başlıyor, kara kısmında daha ucuz odalar bulunuyor. Özel adalarda gecelik otel L’O a la Bouche (Tel: 452976) Fransız restoranı ücreti 10,000 Dolar’a çıkabiliyor. adadaki en iyi seçeneklerden birisi. Taha’a Adası’nda bulunan Le Taha’a Private Island Yemekler çok lezzetli, etraftaki insanları seyretmek & Spa (www.letahaa.com ) en el yakanlardan biri. ayrı bir keyif. Adadaki en iyi oteller: Bora Bora Nui Resort (www.boraboranui.com ), Lou Pescadou (Tel: 437426 ) ise makarna çeşitlerini St. Regis( www.starwoodhotels.com) , Bora Bora deneyebileceğiniz uygun fiyatlı bir Lagoon Resort (www.boraboralagoonresort.com), alternatif.Pape’ete’den cennetin diğer köşelerine Hotel Bora Bora (www.amanresorts.com ) ve feribotla veya uçakla gidebiliyorsunuz. Intercontinental Moana Beach (www.borabora.interconti.com ). Göreceli olarak daha daha uygun fiyatlı tesisler ise Novotel Bora Bora (www.accorhotels.com) ve Village Pauline ([email protected]). Club Med (www.clubmed.com) her şey dahil sistemiyle çalıştığından bazı turistlere daha uygun geliyor. Bir zamanların en gözde oteli olan Le Meridien Bora Bora (www.lemeridien.com) ise rakipleri tarafından geçilmiş durumda. Adanın en bilindik restoranı ise Bloody Mary (Tel:677286). Girişe bu mekanda yemek yemiş tüm şöhretlerin adları yazılmış. ‹çerdeki zemin plaj gibi kumla kaplanmış, ayakkabılarınızı çıkarıp yemeğinizi yiyiyor, içkinizi yudumluyorsunuz. Mo’orea Adını “sarı kertenkele” diye Türkçe’ye çevirebileceğimiz Mo’orea Türkiye’de daha az bilinen bir ada ama Bora Bora’dan çok daha güzel, en azından yolları delik deşik değil, etraf çok daha yeşil, binalar daha bakımlı ama oteller Bora Bora’dakilere göre daha sıradan. Eski bir volkan olan adaya Pape’ete’den yedi dakika süren bir uçuştan sonra ulaşıyorsunuz, dileyenler feribotla da gelebiliyor. Etraf şöhret kaynıyor, yan şezlongta Ralph Lauren’in güneşlenmesi sizi şaşırtmıyor, siz de kendinizi önemli zannediyorsunuz! Adada vakit geçirmek için çeşitli aktiviteler var. Jip safari, tekne turları, yunuslarla yüzmek, çarpmayan çarpan balıklarını beslemek alternatiflerden bazıları. Polinezyalılar’ın kutsal alan dedikleri “marae”leri Opunohu Körfezi’nde görebilir, Paopao Vadisi’nde ananasların tadını çıkarabilirsiniz. Bir araba kiralayıp adanın etrafını da turlayabilirsiniz. Tüm adayı dolaşmak sadece 60 km. tutuyor. Mo’orea çok dağlık bir ada o yüzden de manzaralar çok güzel. Nerede Kalınır, Nerede Yenir? Mo’orea Sheraton (www.sheratonmoorea.com) özellikle deniz üzerindeki bungalovlarıyla öne çıkan, servisin ikinci planda olduğu ama adadaki en güzel otellerden biri. Mo’orea Beachcomber Intercontinental Resort (www.moorea.interconti.com) adanın en gözdesi. Mo’orea Pearl Resort (www.pearlresorts.com ) servisi çok öne çıkmayan bir tesis. Tarariki Village ([email protected] ) ise fiyatı çok makul olan işletmelerden biri. ‹yi bir yemek için Te Honu Iti Restaurant’ı (Tel.561984) deneyebilirsiniz. Suyun üzerinde yer alan bu tesiste denizi ışıklandırıyorlar ve yemeğinizi yerken balıkları seyredebiliyorsunuz. Gündelik Yaşam Polinezyalılar 70 kişi alabilen ve bugünkü katamaranların atası sayılabilecek kanolarla Endonezya ve Filipinler tarafından 3.500 yıl kadar önce yola çıkıp Pasifik üzerindeki adalara göç etmişler. Tahiti’ye gelmeleri ise yaklaşık 2.200 yıl kadar önce gerçekleşmiş. Fransız sömürgesi konumundan dolayı Avrupa Birliği pasaportu taşıyan Tahitililerin yaşam felsefesi “ağır ol molla desinler”e benzeyen “haere maru” . Bir restoranda uzun süre beklerseniz, bankalar ve dükkanların sık sık kapalı olmasına denk gelirseniz şaşırmayın, adalardaki yaşamın temposuna ayak uydurun. Zaten tatildesiniz aceleye gerek var mı? Tahiti’de aile çok önemli bir kavram ve toplumun belkemiğini oluşturuyor. Kadınların da toplumda önemli bir yeri var. Bazen kapı gibi, iri kıyım kadınlar görüyorsunuz, onlar da “Mahu” diye adlandırılan ve karşı cinsin kıyafetleriyle dolaşan erkekler. Bu çok doğal bir olgu olarak görülüyor ve çok çocuklu ailelerde kız gibi yetiştirilen erkek çocuklar görebiliyorsunuz. Hıristiyan misyonerler dine ters düşen bu geleneği değiştirmeye çalışmışlar ama başarılı olamamışlar. Tahiti, Ege Denizi’nin eski adı olan ve noktalı deniz anlamına gelen Arşipel (Archipelago) yani takımadalardan oluşuyor. Bu adalarda turizmden sonra en gözde sektör siyah inci üretimi. Tahiti’yi yirmi yıldan fazla bir süre seçimle başa gelen Gaston Flosse isimli diktatör yönetmiş, 2004 yılında ise Oscar Temaru başkanlık yarışını kazanmış ve ülkede insanlar düşüncelerini daha yüksek sesle dile getirmeye başlamışlar. Son yıllarda ABD’yle ilişkiler daha güçlenmiş, bu da sömürgesi oldukları Fransa’nın tepkisini çekmiş. Hawai’deki hula, Yeni Zelanda’daki haka danslarının benzerini Tahiti’de de görüyorsunuz. ‹lk gelen Hıristiyan misyonerler bu yerel dansları yasaklamışlar ama Tahitililer gizli de olsa geleneklerini devam ettirmişler. Bugün büyük otellerde haftanın en az bir gününde dansçılar gelip beş farklı çeşidi bulunan danslardan örnekleri turistler için yorumluyorlar. Kreşlerden itibaren bu danslar öğrencilerin ders programında yer alıyor. Tahiti Mutfağı’nda Fransız ve Çin etkisi var. Ton ve kılıç balığı gibi bilindik balıklar dışında wahoo ve mahi mahi gibi okyanus balıkları da yeniliyor. Poisson cru ise Hindistan cevizi sütüyle hazırlanan balığa verilen isim ve en popüler yerel yemeklerden. Cennete Tarif Her şeyin bir bedeli var, cennetin de... Tahiti turizmin nimetlerinin farkına varalı çok olmuş. ‹stedikleri cebinde akrep olmayan, para saçmaya hazır turistler. Lüks otellerin fiyatları en tepelerde dolaşıyor. Düşük sezonda bile 1000 Dolar’a oda var, üstelik fiyatlara ne kahvaltı dahil, ne de vergiler. Adalar arasındaki kısa uçak yolculukları, ülkelerarası uçak yolculuklarından bile pahalı. Dört saatliğine kiraladığınız vasat bir arabanın fiyatıyla ABD’de en lüks arabayı tam gün kiralayabiliyorsunuz. Sıradan restoranlardaki fiyatlar en el yakanından. Siz ortalama bir yemekle karın doyurmaya çalışırken restoran sahibi gelip, “Geçen hafta da Sharon Stone buradaydı” deyip fahiş fiyatlar konusuna bir açıklık getiriyor. Sokaktaki satıcılarda karnınızı doyurmak bile 15 dolardan başlıyor. Kısa bir taksi yolculuğu için 35-40 Dolar’ı rahatça gözden çıkarıyorsunuz. Mutluluğunuzun yolu sürekli elinizi cebinize atmaktan geçiyor. Hindistan’da birkaç dolara bulabileceğiniz tişört burada 25 dolara satışa sunuluyor. Fiyatlar böyle yüksek olunca 250 bin kişinin yaşadığı adalarda kişi başına düşen milli gelir de 25 bin doları geçiyor. Nerede Kalınır, Nerede Yenir? En ideal zaman Mart ile Kasım arası, kalan zamanın yağışlı olma ihtimali çok yüksek. Temmuz ve Ağustos ayları ise iğne atsanız yere düşmeyecek şekilde kalabalık, fiyatlar ise en tavanda. ‹stanbul’dan Air France ile Paris aktarmalı olarak Los Angeles’a gidebilirsiniz, ardından sekiz saatlik bir uçuşla Pape’ete’ye ulaşıyorsunuz. Air Tahiti Nui (www.airtahitinui.pf) ise New York, Tokyo, Sydney, Auckland gibi şehirlerden direkt Pape’ete’ye uçuyor. Yeni Zelanda Tahiti arası sadece beş saat sürüyor. Tahiti’ye ulaştıktan sonra iç hat uçuşları için Air Tahiti’yi kullanabilirsiniz (www.airtahiti.aero). Tahiti her ne kadar Fransa’ya bağlı olsa da Schengen vizesiyle gidemiyorsunuz, gitmek için Fransız Büyükelçiliği’nden ada vizesi almanız gerekiyor. ABD aktarmalı gittiğinizde de Amerikan vizesine ihtiyacınız var, önce ABD’ye giriş yapıp valizinizle gümrükten geçip valizinizi tekrar görevlilere vermeniz gerekiyor. Alışveriş Tahiti’de her köşede inci satan mağazalar var. En ünlüsü ise lüks otellerde dükkanlarını görebileceğiniz Robert Wan, hatta Pape’ete’de adını taşıyan bir inci müzesi bile var. Hawai gömleklerinin benzerleri de alabileceğiniz hediyelik eşyalar arasında. Adalar çok büyük olmadığından dükkanlar merkezde ve büyük otellerin bünyesinde bulunuyor. Faydalı ‹nternet Adresleri Genel bilgiler için www.tahiti-tourisme.com , www.tahitiguide.com , www.tahitiexplorer.com , www.tahiti-nui.com, www.tahiti1.com sitelerini tıklayabilirsiniz. Dalmaya meraklıysanız www.boradive.com, www.topdive.com , www.dive-moorea.com , www.moreabluediving.com, sitelerini ziyaret edebilirsiniz. www.recipes4us.co.uk çok sayıda mutfakla birlikte Tahiti Mutfağı’ndan da yemek tarilerinin bulunduğu bir site. PÜFÜR PÜFÜR SiNEMA! 36/37/38/39/40 Yazı: Berna Gençalp [email protected] ‹lk Açık Hava ‹lk sinema gösterimi 1895 yılında Lumière Kardeşler tarafından Paris’te bir kafede gerçekleştirilmişti. Bu gösterim bugün anladığımız anlamda bir sinema filminden çok yeni bir icadın sergilenmesi, çekilmiş çok kısa sessiz bir görüntünün perdeye yansıtılmasından ibaretti. Bu icat giderek hikayeleri kendi meşrebince anlatabilen bir mecraya dönüştü. Sinemacılar kadar izleyiciler de ona alıştı. ‹lk gösterimde perdeye yansıtılan görüntü, trenin gara girişiydi ve trenin üstlerine doğru gelen gerçek bir tren olduğunu sanan izleyiciler arasından ürküp kaçışanlar olmuştu. Kısa bir zaman içinde izleyicilerde o ürkeklik kalmadı. Meraklı izleyiciler kafelere sığmaz oldu, filmler ve anlattıkları hikayeler uzadı. Gösterimler tiyatro salonlarına ve müzikhollere taşındı. Sinema endüstrileşti, kendi yıldızlarını yarattı. Nostaljik olmayan bir açık hava sineması yazısı yazmak ya da yazmamak... ‹şte bütün mesele! ‹zmir… Yaz… Şehirde sıcak kavuruyor. Nihayet akşamüstü, evlerin sonuna dek açık pencerelerinden kızartma kokuları dışarı taşarken sokaklardan da evlere bir anons ulaşıyor. Üzerine film posterleri yapıştırılmış külüstür bir araba sokak sokak gezip o gece yakınlardaki bir ortaokulun bahçesinde faaliyet gösteren açık hava sinemasında hangi filmin oynayacağının haberini veriyor. Yazlık sinemaya dair benim ilk hatıram böyle... Son hatıram ise Çeşme’de hala varlığını sürdüren Ilıca’daki yazlık sinemada yıldızların altında, çoluk çocuk kalabalığı, çekirdek ve patlamış mısır çıtırtıları arasında izlediğim filmler. Arada Fethiye Hillside’da kumsala sıra sıra dizilmiş şezlonglara uzanıp denize yerleştirilmiş perdeye dalıp gitmişliğim de var. Filmin verdiği zevkten bağımsız olarak bunların hepsi ayrı ayrı çok keyifliydi. Açık hava sinemaları ya da yazlık sinemaların sayısı bir dönem çoğalıp sonra azalsa da bu keyfin hayatımızdan tamamen çıkıp gitmesini istemeyiz. Sonuç olarak; bir açık hava sineması gördüğünüz yerde, giriniz. Pişman olmazsınız… 1900’lü yılların başında, aynı gezici sirkler gibi semt semt ya da şehir şehir gezen mobil sinemalar ortaya çıktı. Bunlar fazla uzun ömürlü olmadı çünkü bir yandan filmlerin süresi uzuyor ve içerikleri yoğunlaşıyordu, öte yandan da mobil sinemalar tiyatro salonlarının ve müzikhollerin sağladığı konforu sağlayamıyorlardı. Herhalde 20. yüzyılın ilk yarısında, savaşlarla geçen yıllar da hava karardıktan sonra faaliyet gösteren açık hava sinemalarına ket vurdu. Ama 1950’li ve 1960’lı yıllarda, ikinci dünya savaşı sonrası ve televizyon öncesi dönemde açık hava sinemalarının sayısında hızlı bir tırmanış yaşandı. Bu nedenle açık hava sinemalarına, o dönemdeki filmlerin sahnelerinde de sık sık rastlanır. Aynı yıllarda ‹stanbul’da ve Türkiye’nin neredeyse her köşesinde pek çok yazlık sinema faaliyetteydi. Seanslar; çoluk çocuk, mahallece toplaşıp gelenlerle dolup taşıyordu. Aileler bir tarafta, bekar gelen erkekler başka bir tarafta oturtulsa da flörtleşmeler eksik olmuyordu. Belki de bu açık hava sinemalarının bunca nostaljiyle anılmasına bir neden de bu görece rahat ve romantik ortamdır. Bu arada, filmleri sadece bilet alanlar izlemiyordu; sinemaya komşu apartmanların, binaların balkonlarında, damlarında toplanan insanlar da filmleri izliyorlardı. Şeylerin Sihri Orhan Pamuk’un yazdığı ve birçok yabancı dile çevrilen romanı Masumiyet Müzesi’nde açık hava sinemalarına ayrılmış uzun bir bölüm var. Müzede ve müzenin katalog kitabında da açık hava sinemalarına özel bir yer verilmiş. Hikayenin anlatıcısı ve baş kahramanı zengin Kemal, platonik aşk yaşadığı ve bir filmde başrol oynatma sözü verdiği Füsun ile yaz boyunca açık hava sinemalarına gider. Yeşilçam filmlerine, orta sınıf mahalle eğlencelerine pek aşina olmayan Kemal yazlık sinema localarını La Scala’nın localarına benzetir. Yine de hep bir ağızdan gülen, kızan, duygulanıp ağlayan bu izleyici kalabalığı ile Eyüp’te Yazlık Sinema kendisi arasında her şeye rağmen bir “kardeşlik “Gözlerimi kapatıyorum. Peş peşe görüntüler… duygusu” olduğunu hisseder. Başlangıçta kaba Yaşamımdan, hayal dünyamdan… Çocuk bulduğu Yeşilçam filmleri, bu kardeşlik duygusu ve belleğimde kalan bir görüntü; ışıklar içinde bir Füsun’a yakın olmanın da etkisi ile giderek içine kadın, saçları uzun, eteklerini toplamış, suyun içinde işler. Füsun’a “Bu filmler beni terbiye etti” diyecek birşeyler topluyor. 7 yaşındayım bu büyülü perdeyi hale gelir. Müzenin katalog kitabındaki Şeylerin gördüğümde… Bir akşam komşular başka Sırrı başlıklı bölümde ise daha da açık bir itiraf var; çocuklarla beraber beni de alıyorlar, yanımızdaki “Türk filmlerine gitmeyi, onları sevmeyi, evin damına çıkıyoruz. O yükseklikten yanımızdaki ‹stanbul’un kışlık, kapalı sinemalarında değil, yaz yazlık sinemanın perdesi görünüyor. Ne olduğunu sinemalarında öğrendim.” Buradan kitabın, tam anlamadan çocuk şaşkınlığıyla izliyorum. koleksiyonun, müzenin, sinemanın ve aslında her Pencereden gelen ışık çoğalarak beni içine çekiyor, türden şeylerin sahip olduğu sihrin sırrına üstüme ışıklar yağıyor. Gözümü bile kırpmadan bağlanıyoruz; “Ruhumuz şeylere odaklandıkça, ışıklar içindeki kadını soluksuz seyrediyorum. dünyanın bütünlüğünü kırık kalbimizde hissediyor O kadın sanki bana bakıyor ve göz kırpıyor. ve acılarımızı kabul ediyoruz. Bu kabulü mümkün Yıllar sonra öğreniyorum o filmin adı Acı Pirinç’miş, kılan şey, sinema kalabalığının bakışlarında da var”. o güzel kadın da ‹talyan sinemasının emsalsiz yıldızı Silvano Mangano…” ‹lerleyen yıllarda şehirlerde silahlı siyasi çatışmaların yaşanmaya başlaması, seks filmleri Bu büyülü anı yaşayan, 7 yaşındaki kız çocuğu furyası, televizyonun ve ardından videoların büyüyünce bir film yıldızı olacağını bilmiyordu. yaygınlaşması Türkiye’deki açık hava sinemalarının Sinema aşk okunu o gece fırlatmıştı ve beyazperde sayısında dramatik bir düşüşe neden oldu. Yurt ile tanıştığı o ilk akşamı bir daha hiç unutmayacaktı. dışındaki örneklerde olduğu gibi burada da yazlık sinemaların yerine binalar dikildi, bu alanlar halı Türk Sineması’nın en ünlü ve etkileyici kadın figürü saha ya da otopark olarak kullanılmaya başlandılar. Türkan Şoray’ın Sinemam ve Ben isimli Bir sihir bozuldu. otobiyografik kitabı “Eyüp’te Yazlık Sinema” başlıklı bölümle başlar. Öyle içten kaleme alınmış ki bu satırlar, neredeyse tüm bölümü buraya almadan edemedim. Yeşilçam’ın Sultanı olarak anılan Türkan Şoray’ı biraz da Eyüp’teki bu yazlık sinemaya borçlu olduğumuzu öğrenmek ne güzel… Arabada Sinema Keyfi Bilinen ilk arabalı sinemalardan biri 1933’te New Jersey’de açılmış. Geniş Amerikan arabalarında ailece ya da kalabalık bir arkadaş grubu ile ucuza eğlenceli bir akşam geçirmek için tercih edilen bir etkinlik olmuş bu sinemalar. 1950’lerde bazı sinema zincirleri ve büyük kapalı salonlar ekonomik sebeplerle kapanmak zorunda kalsa da arabalı sinemaların sayısı artmış. O yıllada sadece ABD’de 4000’den fazla arabalı sinema olduğunu yazıyor bazı kaynaklar. Amerika’da sinema salonlarının %25’ini bu arabalı sinemaların oluşturduğuna dair bir bilgi de var. Kısacası arabalı sinemalar Amerikan popüler kültürünün öne çıkan bir öğesi sayılabilir. Taş Devri çizgi dizisinde ve sinema filminde kahramanlarımızın arabalı açık hava sinemasına gidişini hatırlar mısınız? Bu tür sinemalara günümüzde pek sık rastlamıyoruz. Diriliş Teknolojinin gelişmesi, film gösteriminin teknolojik olarak kolaylaşması ve belki iklim değişkliğinden kaynaklanan aşırı sıcak yaz günlerinin de etkisiyle açık hava sinemaları sadece nostaljik bir keyif olarak değil neredeyse doğal bir ihtiyacın cevabı olarak tekrar hayatımıza girmeye başladı. Geçtiğimiz yaz, sinemaseverler için Fenerbahçe Dalyan’da, Turkcell Kuruçeşme Arena’da, Swiss Otel’de açık hava sinemaları faaliyetteydi. Son yıllarda kimi semtlerde belediyeler de meydanlarda ve parklarda film geceleri yapıyorlar. Ya da gökdelen tepeleri, teraslar bu amaç için pratik olarak düzenleniyor. Türkiye’de yapımcıların bu tür gösterimlerden dertli olduğu da bir gerçek, çünkü bu gösterimlerin bir kısmı yapımcı izni olmadan ve telif ödemesi yapılmadan gerçekleştiriliyor. Elbette bu sorumsuz yaklaşımların dışında ciddiyetle ve istikrarla yapılan gece gösterimleri de var. Hillside Trio içinde yer alan ve yıllardır varlığını sürdüren Wings Cinecity Trio Açık Hava Sineması vizyon filmleri göstermesi ve sunduğu konforla diğer yazlık sinemalardan ayrışıyor. Ankara’da geçen yaz, Haziran’dan Ekim’e dek Cer Modern’de Türk Sineması’nın son dönem örnekleri gösterildi. ‹stanbul Modern’den, Sabancı Müzesi’nden, Arkeoloji Müzesi’nden, ‹zmir Fuarı’ndan da böyle ataklar gelse ne hoş olur, harika açık hava mekanları var. Geçmişte dört açık hava sinemasına sahip olan Büyükada'da şu an hala faaliyette olan bir açıkhava sineması bulunuyor: Lale Sineması. 1980-90 yılları arasında kapanan sinema 1991 yılında kapasitesini küçülterek de olsa yeniden açılmış. Bir aile işletmesi olan bu sinemada her yaştan seyirciye hitap edecek filmler gösteriliyor. 90’lı yıllarda yazlık sinema keyfini adaya kaçamamış şehir ahalisine hatırlatan mekanın Kuruçeşme’deki Pasha olduğunu da hatırlatmakta fayda var. Boğaz’ın kenarında, yıldızların altında dönemin gençleri yazlık sinema keyfini Pasha’da yaşayabiliyorlardı. Bu yıl Haziran ayında Güneydoğu Anadolu illerini dolaşacak SineMASAL Açık hava Sinema Festivali’nden ise bu yazıyı yazarken haberim oldu ve çok sevindim. Tarihi mekanları temizleyip perdelerini oralara kuracaklarmış, film gösterimlerinin yanı sıra gündüzleri özellikle çocuklara yönelik eğlenceli etkinlikler de olacakmış. Bu yıl ilki gerçekleşecek bu festivalin tüm Türkiye’yi dolaşmasını ve uzun ömürlü olmasını diliyorum. Batı’nın büyük metropollerinde ise Batı Yakası’nın Hikayesi gibi bir sinema klasiğini romantik bir parkta, Shining gibi bir gerilim filmini de bir mezarlığın bahçesinde göstermek gibi kışkırtıcı organizasyonlar yapılıyor. Sadece New York’ta açık havada film gösterimi yapmaya odaklanan ondan fazla festival var. Açık hava sineması, yazlık sinema, bahçe sineması… Bin, ikibin hatta Beşiktaş’taki Yumurcak gibi 7000 kişilik sinemalar, 7’den 70’e herkesin yegane eğlence olarak, bir ritüel gibi yaşadığı o sinemalar geri dönmeyecek. Ama yıldızların altında, püfür püfür film izlemenin keyfi de hayatımızdan neyse ki tam olarak çıkmayacak. En başta söylediğim gibi, açık hava sineması gördüğünüz yerde giriniz. Pişman olmazsınız. Meraklısına Notlar -1916 yılından beri film gösteriyor olması nedeniyle Guinness Rekorlar Kitabı’na girmiş “Sun Pictures” isimli bir Avusturalya sineması olduğunu ineternetten öğrendim. Yolu oralara düşüp bana bu bilgiyi teyit eden olur mu acaba? -Avrupa’nın en eski arabalı sineması ise Frankfurt’ta hala gösterimlerine devam ediyormuş. -www.sadibey.com sitesinde Yıldızların Altında başlıklı ‹stanbul’un eski yazlık sinemalarına dair güzel bir araştırma yer alıyor. - www.sinemasal.org linkinden festivale dair daha detaylı bilgi edinebilirsiniz. -Türkan Şoray’ın sinemaya dair ilk anısını oluşturan filmin orijinal adı Riso Amaro, bu filmin Yeşilçam versiyonu 1972’de Acı Pirinç adıyla çekilmiş. Ama başrolde Türkan Şoray yok. Betonlar içinde kendine yer bulan BAHÇELER 42/43/44/45/46 Bahçe; şehir hayatında betonlar arasında kendisine yer bulamayan bitkilere ev sahipliği yapar. Her yeri dolu ormanlarda da tutunamayan bitkileri sever büyütür. Bahçe; insanlar için olduğu kadar doğa için de yeni şeyleri deneme yeridir. ‹nsanın keyif sürdüğü ve huzur bulduğu cennet de hep bahçe olarak tasvir edilir. ‹nsanlar bahçe sayesinde hem doğayı kontrol ettiklerini, hem de uzaklaştıkları doğaya yaklaştıklarını hissediyorlar. Doğaya ve doğala dokunan insanın merhametinin, tatmin duygusunun, kendine yetme ve yaratıcılığının arttığı bir gerçek. Bitkiler ise gerilla yöntemlerle kendilerini insanlara ve hayvanlara sevdirip, şehir hayatındaki yerlerini alıyorlar. Şehir hayatında bitkiler gerilla bahçeler, şehir bahçeleri, ortak toplum bahçeleri, tıbbi bitkiler bahçeleri, çatı bahçelerinde karşımıza çıkıyorlar. Bu yazıda çatıya, izbe alana, kaçak araziye, balkona, terasa, kamu alanına, tıbba vs sızan bahçeler var. Gerilla Bahçeler Gerilla bahçeler genelde şehrin mahkemelik veya tartışmalı boş alanları ya da bakımsız izbe yerlerine kuruluyor. Arazi sahibi kovalayıncaya kadar bahçe ekilip biçiliyor. Bu bahçeler şehirli insanların küçük ya da büyük yeşil alanla tekrar buluşmasını sağlıyor. ‹nsanları bir araya getirip, mahalle kültürünü canlandıran bu bahçelerde insanlar tarım yapmayı ve kendilerine yetmeyi öğreniyorlar. Kahraman Bostan Geçen senelerde Kuzguncuk’ta yaşayan Avrupalı öğrenciler terk edilmiş Kuzguncuk Bostanı’nı hem bahçe, hem oyun, hem de buluşma alanına çevirdiler. Mahalleli burada buluştu; futbol oynandı, eğlenceler düzenlendi. Adı Kahraman Bostan’a çıktı. ‹stanbul’da Tıbbı Bitkiler Bahçesi de 14 dönümlük alanda 2005 yılında açılmış bir bahçe. Zeytinburnu Belediyesi ile Merkezefendi Geleneksel Tıp Derneği’nin yürüttükleri bir proje. Hedefleri ise şöyle sıralanabilir: • Tıbbi bitkileri araştırmak, üretmek, tanıtmak • Bitki çeşitliliğinin korunup, geliştirilmesine Prinzessinnengarten Berlin’de 6000 m2’lik sahipsiz bir alan vardı. Burası katkıda bulunmak 2009 yılında kent tarım hareketine iyi bir örnek oldu. • Eğitim programları için çalışma alanı ve 2009 yılında 3 genç bu alanı bahçe haline getirdi. Üç materyal sağlamak • Tıbbi bitkilerin etkin ve güvenli kullanımlarını yıl sonra burası viranelikten kurtulmakla ve yeşil alana dönüşmekle kalmayıp, insanların buluşma alanı teşvik etmek haline geldi. Burada insanlar bir şeyler yetiştirmenin •Tıbbi floradan faydalanma konusundaki tatminini yaşadılar. Bir de tabii kendi kendine yeter çalışmalara zemin oluşturmak hale gelmeye başladılar. Ekili ve etiketli tıbbi bitki sayısı 600’ü aşkın. Bitki atıkları doğal gübre olarak değerlendiriliyor, Mobil Bahçeler Bahçeler de sergi gibi taşınabilir formda kurulduğu sentetik gübre ve ilaçlardan kaçınılıyor. Su israfının önüne geçmek için damlama ve yağmurlama zaman bir yerden diğer bir yere rahatlıkla taşınabiliyor. Ayaklı veya taşınabilir büyük kaplara yöntemleri kullanılıyor. Gönüllü çalışan ekilen bitkiler hayatlarına şehrin bir yerinde başlayıp bahçıvanlarının yanı sıra siz de çocuğunuzla birlikte bahçıvanlık yapabiliyorsunuz. Şehir hayatında diğer yerinde devam edebiliyorlar. AVM’lere alternatif olabilecek bir yer haline geldi. Londra’da yaşayan bir mimar olan Heather Ring Şehir Bahçeleri ekibiyle birlikte ev ve tren istasyonu arasında Şehir bahçeleri vahşi doğada veya betonların sıkışmış harabe bir yeri meyve bahçesine arasında kendisine yer bulamayan bitkilerin yeridir. dönüştürdü. Harabeden bahçeye dönüşen bu yeri Bu bahçeler aynı zamanda insanları bir araya getiren insanlar ziyaret ederek kent tarımını merak edip öğrenmeye başladılar. Bu meyve bahçesi yaz sonu ve yeni nesillere kendi kendine yetmeyi öğreten toplum bahçeleridir. kapandı. ‹nsanlar ağaçları, bitkileri evlat edinip eve götürdüler. Hasat Nasıl Olacak Bu bir toplum bahçesinin ismi. Karen Guthrie ve Tıbbi Bitkiler Bahçesi Heather Ring’in ekibiyle birlikte kurduğu bu bahçe o Nina Pope adındaki iki artist tarafından Doğu kadar ilgi gördü ki; Londra’nın merkezinde de böyle Londra’da 2000 m2’lik bir alanda kuruldu. bir bahçe kurmaları istendi. Merkezde kurdukları bu Hasat Nasıl Olacak adını verdikleri bu bahçeyi bahçenin adını Fizik Bahçesi koydular. Modern tıbba kurarken, bu topraklarda Ortaçağdan beri bir şeyler yetiştiren rahiplerden ilham aldılar. alternatif olarak geleneksel tedavi edici bitkiler diktiler. Burası bitki bilimcilerin, aktarların katıldığı Artistlerin bir ilham kaynağı da 1906 yılında çekilen bir fotoğraf olmuş. Fotoğraf Newham arşivinde workshoplara ev sahipliği yapmaya başladı. mevcut. Bir grup adam harabe halindeki bir toprağı Tasarımcıları, sağlık uzmanlarını, bahçıvanları, ve işleyerek çalışmak istediklerini ve tembel gönüllüleri bir araya getiren bir bahçeye dönüştü. olmadıklarını göstermek istemişler. Bitkilerin dikildiği yerlere ‘şifa kabini’ adı verildi. Fotoğrafta tuğladan duvarın önünde bu adamlar var Şimdi herkes bu bahçenin nasıl devam edip, neye ve üzerinde “hasat ne olacak?” yazıyor. dönüşeceğini merakla bekliyor. Londra Toplum Bahçeleri Toplum bahçeleri 40 yıldan beri varlar. 21 tane toplum bahçesi var. Bunların kimisi özel, kimisi kamuya ait. Bu bahçeler taze meyve sebzeye erişimi sağlıyorlar. Uygun fiyata besin değeri yüksek sebze ve meyve yetişiyor. Hem fiziksel, hem de psikolojik açıdan sağlıklı olmaya yardım ediyorlar. Yalnızlık, izolasyon gibi duyguları yatıştırıyorlar. Farklı sosyo-kültürel kesimlerden insanların bir araya gelmesini, hoşgörünün ve empatinin artmasını sağlıyorlar. Şehirleri güzelleştiriyor. ‹nsanların doğal yollardan hareket etmesini sağlıyorlar. Komşuluk ilişkileri gelişiyor. ‹nsanlar birbirlerini tanıdıkça sert ilişkilerin yerini yardımlaşma alıyor. Doğada çalı çırpı olarak görülen yeşillikleri insanların fark etmesi, onların yiyecek kaynağı olduğunu anlaması, kendi reçellerini yapmaları, domateslerini yetiştirmeleri yiyeceğin yanı sıra mutluluk da veriyor. Ayrıca küçük bir toprak parçasının yiyeceklerinden fazla sebze vermesine şahit oluyorlar. Artan meyve sebzeleri komşularıyla paylaşıyorlar. Toplum Bahçeleri’nin bir Yönetim Kurulu var. Yönetim Kurulu bu bahçeleri sürdürülebilir hale getirmek ve geliştirmek için araştırmalar yaptırmış. Bu bahçeleri sürdürmek, finansmanı, kalitesi ve nasıl işleyeceğine dair komiteler oluşturmuşlar. Bahçeler büyüdükçe yönetmesi de komplike hale gelip sistemleşiyor. En iyisi bahçeleri küçük tutmak. Yoksa anlamı bozan ve yıldıran prosedürler, kağıt kürekler başlıyor. Ortak toplum bahçeleri yaratmak için ne yapmak lazım: 1. Bahçeye karar vermek Kimler bu bahçeye dahil olacaklar? Bahçeye başlamadan önce ilgilenebilecek kişilerle toplanmak gerekiyor. Bahçeyi gerçekleştirmek için ne kadar gönüllü olduklarının anlaşılması şart. Çevrede yaşayanları, komşuları, bahçeden anlayan kişileri dahil etmekte fayda var. Böyle bir bahçeye neden ihtiyaç duyulduğu saptanmalı. Bahçenin ne bahçesi olacağına; sebze mi, çiçek mi, hem sebze hem çiçek mi, organik mi karar verilmeli. Bir de bahçenin en az 3 sene sürecek kadar garantiye alınması tartışılmalı. 2. Planlama Bahçeyi başlatmak ve ilk adımların atılmasını sağlamak için zaman ve emek harcayacak kişileri bulmak önemli. Yapılacaklar listesini, sorumluluk alacak kişileri belirlemek, yapım ve iletişimde görev alacak ekibin olması önemli. 3. Kaynakları belirlemek Bahçeye dahil olacak ve sorumluluk alacak kişilerin yetenekleri, donanımları ne? Bahçeye nasıl katkı sağlayabilirler? Belediyelerle nasıl iş birliği yapılabilir? 4. Sponsor bulmak Bahçede çalışacak kişiler olsa da tohum, bahçe araçları, ekipmanları için kaynak gerekecektir. Bu kaynak için sponsor bulunabilir. Metrekaresi 5 dolara sponsor bulan bahçeler var. 5. Yer Sebzelerin günde 6 saat güneşe ihtiyacı var. Bahçenin güneydoğu ilişkisi önemli. 6. Çocuk bahçeleri Küçük çocuk bahçeleri çocukların bahçe sürecini öğrenmelerini ve bizzat deneyimlemelerini sağlıyor. 7. Prensipler, kurallar Alanlar nasıl kullanılacak? Aletler gereçler ortak mı kullanılacak? Para nasıl bölüşülecek? Toplantı sıklığı ne olacak? 8. ‹letişim Dahil olan kişilerin iletişim halinde olması için mail grubu, telefon grupları oluşturulabilir. Bu bahçeler en nihayetinde insanın doğayla ilişkisi kadar insanın insanla da ilişkisini geliştiriyor. Wisconsin Üniversitesi bahçeleri Wisconsin Üniversitesi’nin Kartal Tepesi Bahçeleri 1962 yılında kurulmuş. Ortak olan bu bahçeler organikler ve insanların bahçe aktivitelerine katılmasını sağlıyorlar. Kartal Tepesi Bahçeleri Amerika’da en eski ve en geniş bahçelerden. Bahçenin bahçıvanları toplamda 60 dil biliyorlar. Tüm dünyadan bahçe uygulamaları burada görülebiliyor. Buradaki düzenek kuş izlemeye, aile pikniklerine ve yürüyüşlere de çok uygun. Bahçelerin amacı Üniversitenin apartmanlarında kalanlar bu bahçeler sayesinde doğanın keyfini çıkarıyorlar, sosyalleşiyorlar, topluluk oluşturuyorlar, bahçeciliği öğreniyorlar ve yiyeceklerinin bir kısmını buradan temin edebiliyorlar. Amaçları şöyle: Beslenme Bahçeler öğrenci ve aileler için taze meyve sebze kaynağı Uğraş Bahçeler insanların doğanın keyfini çıkarıp toprakla ilişki kurmasını sağlıyor. Eğitim Bahçede çalışanlar doğal hayatı, yeni bahçe tekniklerini ve organik ve çevre dostu bahçeciliği öğreniyorlar. Doğaya iyi davranmayı öğreniyorlar. Topluluk olmak Bu bahçelerde farklı yaş ve kültürlerden gelen öğrenciler, üniversite üyeleri, bahçeyle uğraşanlar birbirleriyle iletişim kurup birbirlerinden pek çok şey öğreniyorlar. Bahçe bağış kabul ediyor. Bağışları da amaçlarını gerçekleştirmek için kullanıyor. Bahçelerden hediye çeki: Londra ve Berlin gibi şehirlerde bahçeyle çok ilgili bir nüfus olunca fidanlıklar ve bahçeler de hediye çekleri ürettiler. 2000 kadar yerden bu çeklere ulaşılabiliyor ve 90,000’in üzerinde bitki ve bahçeye dair ekipman alabiliyorsunuz. Çatıdaki canlı bahçeler Bu bahçelere en güzel örnek California Academy of Science. Sanki yerdeki bahçeyi yukarı kaldırmışsınız gibi bir çatısı var. 7 kubbesinin üçü büyük diğerleri daha küçük... Kubbelerin yanı sıra çatıda cam bir bölme var... Bilim adamları ve uzmanlar çatı için hemen her mevsim dayanabilecek ve estetik görünümlü otuz bitki çeşidi seçmişler. Çatı cam tavan hariç bitki örtüsüyle kaplı... Kubbelerden bitki örtüsü ve çiçeklerin kaymaması için yeşil bir çözüm bulunmuş. Çatıya binlerce adet 70X70’lik tepsiler yerleştirilmiş. Tepsiler hindistancevizi liflerinden yapılma... Yan yana bir puzzle’ın parçası gibi duran bu tepsiler hem hava, hem su geçiren tamamen doğal tepsiler. Kubbeler serin havayı binadan içeri alıyor. Bitkiler karbondioksiti oksijene çevirdikleri ve yağmur yağdırdıkları için içerideki ve dışarıdaki havanın dengesi daha iyi sağlanmış durumda. Isı dengesi için daha az enerji sarf ediliyor... Camlı çatı ve kubbeler içerideki havayı standart çatılardan 10 derece daha fazla serin tutabiliyor. 1 PANTOLON ERDEM ÇANTA TORY BURCH BLUZ JOSEPH AYAKKABI MANOLO BLAHNIK Art Basel by Boat: RIVER CLOUD II TURU 50/51/52 Uluslararası sanat camiasını bir araya getirmek 1970’ten beri Art Basel’in amacı oldu. Geniş bir konsept çerçevesinde, mükemmelliğe adanmış gelenekselliğiyle ziyaretçilere dünyanın en iyi sanat galerilerinin sunabileceği en özel eserleri getiriyor. Ve Fugue Collection düzenlediği River Cloud II - Art Basel Turu’yla büyük ilgi çekti. 1970 yılında ‹sviçre’nin Basel şehrinde üç galerici şehirleri için düşledikleri bir fikrin arkasına tüm tutku ve kararlılıklarını koydular. Ve kırk yıl sonra, her yıl üç uluslararası sanat gösterisi sahneleyen, dünyanın her yerinden artistler ve galericiler için bir platform haline gelen Art Basel’in yaratıcıları olma şerefine eriştiler. Yazı: Saadet Dursun Fugue Collection misafirlerini daha önce görülmemiş bir görkemle, insan elinin yarattığı en zarif gemilerden biri olan, River Cloud II ile Art Basel 2013’e götürdü. Ren Nehri boyunca gezerek daha Art Basel’e varmadan yol boyunca pek çok şaşırtıcı sanat koleksiyonu gören yolcular, dünyanın en önde gelen sanat fuarını eşi görülmemiş bir görkemle gezdiler. Officiel Art Dergisi’nin sahibi ve Palais de Tokyo’nun kurucularından Jerome Sans’ın da katıldığı açılış seremonisi en az bir o kadar etkileyiciydi. 7 Günlük muhteşem ‹sviçre turunun dopdolu da bir programı vardı. Köln’de başlayan gezi Wuppertal, Düsseldorf, Lorelei, Strazburg, Baden-Baden’e uğradı ve son durak olan Basel’de son buldu. Kolumba Müzesi’nden, dünyaca ünlü artist Tony Cragg’ın yaşadığı Wuppertal’da bulunan ve evinin etrafını çeviren 16 hektarlık Skulpturenpark’a, Baden-Baden’deki Frieder Burda Derneği’nden Strasbourg Modern Sanat Müzesi’ne ve hatta “I’Aubette” e kadar tam anlamıyla nefes kesici mekanlar Royal Cloud yolcularını ağırladı. Basel’e var›ld›ğ›nda ise, en son detay›na kadar son derece VIP bir deneyim yaşayan yolcular, Art Basel’›n “Schaulager”›n› - deposunu - gezme şans›, Emanuel Hoffman Derneği’nin koleksiyonuna hayran olma f›rsat› ve İngiliz artist Steve McQueen’in eserlerinin ağ›rl›kta olduğu müzeyi görme imkan› gibi unutulmaz deneyimler yaşad›lar. Gezinin 6.gününde Monet, Cezanne, Van Gogh, Picasso ve Bacon’a ait 250’den fazla eserin ve Afrika, Alaska ve Okyanusya kökenli 25 ilkel eserin bir araya geldiği XX. yüzy›l koleksiyonuna ev sahipliği yapan Beyeler Derneği de kap›lar›n› Fugue Collection misafirleri için açt›. Yemekler de gezinin görkemiyle yar›ş›yordu. Gezinin 2.gününde Franz Krause taraf›ndan 1950 y›l›nda inşa edilmiş Waldfrieden villas›’nda sunulan öğle yemeğini, Royal Cloud’un güvertesinde, y›ld›zlar alt›nda muhteşem bir akşam yemeği takip etti. Bütün yolculuk boyunca Jerome Sans, sunumlar›, sanat yorumlar› ve rehberliği ile yolcular›n yan›nda kald›. River Cloud II’nin kendisi de tam bir şaheser. Yüzen beş y›ld›zl› bir otelin tüm özelliklerini bar›nd›ran gemi, 30’u deluxe, 14’ü panoramik olmak üzere sadece 44 kamaras›yla özel bir yat görünümüne sahip. Restoran, tur boyunca her durakta tazelenen malzemelerle yöresel yemekler sundu ve bar bölümündeki oturma alan›n› tamamlayan şahane Steinway Grand piyanosu tüm yolculara birinci s›n›f müziklerle dolu akşamlar yaşatt›. Adanm›ş servis ekibinin yolcular›n hep bir ad›m ötesinde ve hizmete haz›r bekliyor oluşu, yolcular›n bu gezinin tad›n› sonuna kadar ç›karabilmelerini sağlad›. River Cloud II’yle alt› günlük bir turla Art Basel’› gezen Fugue Collection misafirleri için bu deneyim, büyük olas›l›kla asla unutamayacaklar› muhteşem bir an› haline geldi. HILLSIDER LIKES 54/55/56/57/58 Pierre Hardy Gumcalf neon çanta, Harvey Nichols Salvatore Ferragamo Turkuaz kol düğmesi, Harvey Nichols Fratelli Rossetti Beyaz loafer, Harvey Nichols Salvatore Ferragamo Aqua marine saat, Harvey Nichols Philip Lim Beyaz ayakkab›, Harvey Nichols 60/61/62 Günlük hayat›m›zda, bir günde onbinlerce logoyla karş›laş›yoruz fark›nda olmadan. Ve bu logolardan çok az› bizi düşündürüyor ya da yüzümüzde bir gülümseme oluşturmay› başarabiliyor. Bu durum, karş›m›za ç›kan çoğu logonun s›radanl›ğ›ndan kaynaklan›yor. Ama hemen karamsarl›ğa kap›lmay›n öyle logolar var ki; grafik olarak ilk bak›şta fark edilmeyen, fark edildiği zaman da yarat›c›s›n›n ince zekas›na şapka ç›kartan detaylar taş›yorlar. Birkaç örnek vermemi ister misiniz? O zaman “cin fikirli logolar” sergimiz başlas›n: Black Cat Bugüne kadar hiç size geri bakan bir logo görmüş müydünüz? 1 Yaz› : Burak Iş›k twitter/ @burakisik_ marka123.com Families Logodaki aileyi fark ettiniz mi? 3 Illusion illusion kelimesinin “s”si nerede? 2 4 5 Half Logo tam ortadan ikiye bölünmüş... Zekice!! Seeds Seeds markas› için “tohuma kaçm›ş” özel bir font yarat›lm›ş. Dahiyane! 7 Ninenty Percent ( yüzde doksan ) logosundaki amblem her şeyi anlat›yor.. Push The Bottle Şişeye basan eli görüyor musunuz? 6 Yoga Australia Logo son derece basit asl›nda. İlk bak›şta çok ta ilginç değil. Şimdi bir de aşağ›daki dünya haritas›nda Avustralya’ya bir bakal›m... Yoga Australia logosundaki cinliği farkedebildiniz mi? 8 9 UP Bakal›m U ve P harflerini görebilecek misiniz? “CELEBRITY DESIGNERS Modada Taşlar Yerinden Oynuyor! 64/65/66 Moda! Bir yandan moda kurban› olmayal›m derken, bir yandan onun getirdiği yeniliklere ve heyecana kapt›rmadan edemiyoruz. Ve moda öyle büyük bir endüstri ki; biz çoğunlukla sadece en ›ş›lt›l› taraf›n› görüyor ya da ilgileniyoruz, oysa arka planda bu büyük endüstrinin aktörleri kimi yüzy›ll›k markalar ad›na büyük kararlara imza atmakta. Son dönemde moda endüstrisinde yerinden oynayan taşlar nelermiş bakal›m. En yeni ve pek çoklar› için şaş›rt›c› gelişme, bir İtalyan devi moda evinin kreatif direktörlüğüne getirilen ilk Türk olan gözbebeğimiz Ümit Benan’›n, 2 y›ldan sonra Trussardi’den ayr›l›ş› oldu. Bu ayr›l›ğ› önce kendi Twitter hesab›ndan bildiren Benan, Trussardi defilesinin kapan›ş müziği olan “Road to Nowhere”i hat›rlatarak şimdilik hiçbir plan› olmad›ğ›n› ve bunun keyfini ç›karmak istediğini söyledi. Trussardi ise resmi aç›klamas›nda tasar›mc› ile zaten 2 y›ll›k kontratlar›n›n sona erdiğini ve bunun doğal bir gelişme olduğunu aç›klad›. Benan, bir süre kendi ismindeki erkek koleksiyonlar›na yoğunlaşacak, bakal›m yeni gelişmeler ya da sürprizler olacak m›? Trussardi’nin yeni kreatif direktörü ise markan›n kurucusu Dante’nin büyük büyük torunu olan Gaia Trussardi oldu. Y›llar y›l› her sezon YSL’den ayr›lacağ› dedikodular› dolaşan Stefano Pilati’nin sonunda 2012 Şubat’›nda gerçekten de ayr›ld›ğ› YSL’den sonraki durağ› Zegna oldu! Ermenegildo Zegna, Agnona isimli kad›n grubu için Pilati’yi kreatif direktör olarak aç›klad›. Yaz›: Styleboom www.style-boom.blogspot.com twitter.com/styleboom Bunun yan›nda YSL cephesinde fazlas›yla büyük değişiklikler oldu! Yetenek avc›s› Hedi Slimane, 2007 y›l›nda fotoğrafç›l›ğa odaklanmak niyeti ile moda tasar›m› işini b›rakt›ğ›n› aç›klam›ş ve ABD’ye yerleşmişti. Mart 2012’de Yves Saint Laurent’in kreatif direktörlüğüne getirildiği haberi pek çoklar›n› heyecana sevk etti. Ve Slimane’in dönüşü epey “reformist” şartlarla oldu. Öncelikle markan›n ad› Saint Laurent oldu. [bu duruma duygusal tepki verenlerdenim] Yves’e veda edildi. Saint Laurent’in Paris’teki meşhur tasar›m stüdyosu Slimane’in isteği üzerine Los Angeles’a taş›nd›. Slimane’in Saint Laurent için ilk koleksiyonu oldukça beğeni toplarken, son moda haftas›nda ç›kard›ğ› grunge koleksiyon için eş-dost d›ş›nda başka kimseden olumlu bir yorum gelmedi. Moda kritikleri koleksiyonu yerden yere vurdu. John Galliano’suz düşünülemeyen Dior’da olmaz denilen olmuş ve Galliano, malum skandal sonras› Dior’dan kovulmuştu. Apar topar kreatif direktörlüğe getirilen Bill Gaytten ile durum idare edilmeye çal›ş›l›rken bir yandan da neredeyse 1 y›ldan fazla süren bir dedikodu kazan› kaynamaya başlam›şt›. Her gün yeni bir isim aday oluyor, yeni bir yalanlama geliyordu. Marc Jacobs? Phoebe Philo? Sarah Burton? Sonunda 2012 Nisan’›nda Dior, yeni kreatif direktörünü Raf Simons olarak aç›klad›! Jil Sander’in kayb› Dior severlerin kazanc› oldu. Simons’un Dior için ilk defilesi büyük s›navd› çünkü bir couture koleksiyonu ç›karmak durumundayd›, ve bu koleksiyon da hemen tüm moda elitleri taraf›ndan epey övgü ald›. Öte yanda, Jil Sander’den ayr›lmas›na karar verilen Raf Simons yerine sürpriz bir isim başa geçti, epey zaman önce emekli olan markan›n da kurucusu 69 yaş›ndaki Jil Sander’in ta kendisi! Modan›n oldukça yetenekli ama bir şekilde bir evde tutunamayan isimlerinden Alessandra Facchinetti, Tod’s kad›n grubunun kreatif direktörü oldu. Kariyerine Miu Miu’da başlayan, oradan da Tom Ford’dan boşalan Gucci koltuğuna oturan Facchinetti, oradan 2 sene içinde ayr›lm›ş, 2007’de emekli olan Bay Valentino yerine Valentino’ya geçmiş ama en fazla 1 sene kalm›şt›. Bakal›m, detaylara ve materyale olan tutkusu ile tan›nan Facchinetti’nin Tod’s maceras› nas›l sonuçlanacak. Moda endüstrisinde 2012’deki en heyecan veren, merak uyand›ran haberlerden birisi Dolce&Gabbana’n›n bir couture defilesi yapacağ› oldu! Haz›r giyim koleksiyonlar›nda bile muazzam İtalyan işçliğini görebildiğimiz ikili “couture”e el atarsa elbette masals› olacakt›. İkili ilk couture koleksiyonlar›n› Sicilya adas›nda çok özel bir gruba 36 saatlik bir eventle tan›tt›. Koleksiyon, tamam› elde yap›lan tam 73 parçadan oluşuyordu! Bir ayr›l›k haberi de Versus’tan. Genç yeteneklerden Christopher Kane, 2006’daki mezuniyet koleksiyonundan bu yana Donatella Versace’nin gözdesi idi. Kane, Versace çat›s› alt›nda çal›şma önerisini kabul etmemiş olsa bile Donatella her zaman onun tavsiyelerini ve dan›şmanl›ğ›n› al›yordu. Daha sonra 2009’da Kane, Versace’nin daha genç çizgiye hitap eden Versus markas›n›n kreatif direktörü olmay› kabul etti ve çok güzel işler ç›kard›. Fakat bu birliktelik 2012’de sona erdi, Kane art›k kendi yolunda hem de büyük yat›r›c›mc›lar›n desteği ile ilerleyecek. Her sezon bize arzu nesneleri sağlayan Balenciaga da 2012’de büyük değişiklik yaşayan evlerden biri oldu. Tam 15 y›l›n sonunda, fütürüstik couture’un babas› say›lan Nicolas Ghesquiere Kas›m 2012’de markadan ayr›ld›. Ghesquiere, markan›n kurucusu Cristobal Balenciaga’dan sonra en büyük ivme, kar ve arzu edilirliği sağlayan dönemini yaşatm›şt›. Peşi s›ra Balenciaga büyük haberi patlatt›, yeni kreatif direktör Alexander Wang oldu! Peter Som’un kreatif direktörü olduğu 2008’de kapanan Bill Blass ise bir “yeniden aç›lal›m” hamlesini daha başaramadan bitirdi, 2010’daki denemesinden sonra 2012’de bu defa Jefrrey Monteiro’nun direktörlüğü alt›nda kad›n koleksiyonuna başlayan markada, koleksiyonun %90’› bitmiş olmas›na rağmen Monteiro’nun işine son verildi ve yine kad›n grubu kapat›ld›. Kişisel skandallar›n›n savunucusu olmasam da şu yüzy›l›n tart›şmas›z en büyük yeteneklerinden biri olan John Galliano ise rehabilitasyon süreci ve tedavisi tamamlan›r tamamlanmaz hakk›n› geri aramaya başlad›. Dior’la oldukça çekişmeli ve tazminatl› bir hukuki sürecin yan›nda modaya geri dönüşünün sinyallerini NY Moda Haftas› boyunca Oscar de la Renta’n›n tasar›m stüdyosuna yerleşerek verdi. Bir başka ayr›l›k haberi ise son derece üzücü... Pronovias gelinliklerinin baş tasar›mc›s› Manuel Mota, 46 yaş›nda hayata veda etti. İspanyol tasar›mc› 23 y›ld›r marka için çal›ş›yordu ve her y›l 3 ayr› koleksiyona imza at›yordu. Pronovias, onun yeri doldurulamaz diyerek bir tasar›m ekibiyle yoluna devam edeceğini aç›klad›. Vionnet, yeni patronu Goga Ashkenazi sonras› tasar›mc› ikilisi Barbara and Lucia Croce ile yollar›n› ay›rd›. Tasar›mc› k›zkardeşlerin yerini alacak bir isim henüz duyurulmad›. 2011 Kas›m’›ndan bu yana koleksiyon ç›karmayan Emanuel Ungaro, yeni kreatif direktörü olarak Fausto Puglisi’yi aç›klad›. Emanuel Ungaro, Giles’dan Linsdsay Lohan’a pek çok isimle yeniden doğmaya çal›şm›ş ama başar›l› olamam›şt›. Alberta Ferretti, alt markas› olan Philosophy di Alberta Ferretti’yi art›k başka ellere b›rakma zaman› geldiğini söyleyerek, markay› yeni kreatif direktör Natalie Rebesi’ye teslim etti. Ferretti, bundan böyle tüm enerjisini kendi üst markas›na adayacak. CSM mezunu yeni tasar›mc› Ralph Lauren’›n tasar›m ekibinde çal›şm›ş, Dior’da, Oscar de la Renta’da, Valentino ve Gucci’de bulunmuş. Paris Couture Haftas›’nda her benim diyen moda evi haute couture koleksiyonu sunam›yor malumunuz. Bu onura nail olabilmek için öncelikle “The Commission de Classement Couture Création in Paris”in kesin ve s›k› kurallar›na uygun olman›z gerekiyor. Bu y›l komisyon 2 moda evini daha couture haftas›na resmen dahil etti. Maison Martin Margiela ve Alexis Mabille komisyonun onay›yla art›k birer couture moda evi oldu. Moda dünyas›nda her zaman büyük sayg› ve övgüyle an›lan Rei Kawakubo ile Hermes heyecan veren bir işbirliğine imza at›yor. Bir yanda geleneksele ve klasiğe bağl› Hermes, öte yanda yeniliğe ve fütürizme hayat veren Kawakubo limitli bir eşarp koleksiyonu için bir araya geldi. Bu ipek eşarplar Comme des Carrés ad› alt›nda sat›şta olacak. 2012 moda endüstrisinde büyük değişikliklere, çok yetenekli tasar›mc›lara daha büyük yüklere, ama öte yandan daha büyük heyecanlara yol açm›şt›. 2013’ün ilk aylar› ile moda haftalar› son bulurken yenileri gördük, eskilerle k›yaslad›k, değişmeyen tek şey modan›n ›ş›ğ›, heyecan›, keyfi oldu. Önümüzde kocaman bir y›l var! YEME-İÇME VE EĞLENCE DURAKLARI 68/69/70 Dünyan›n süper güçlerinden ve en eski kültürüne sahip ülkelerinden biri olan Çin’e yapt›ğ›m yeni gezide; asl›nda bu ülkenin ekonomik patlama ve tarihsel mutfağ›n›n birleşimiyle ne kadar iyi bir yeme – içme destinasyonu olduğunu anlad›m. Tarihsel güzelliklerinin yan› s›ra Çin; özellikle uzakdoğu mutfağ›na merakl›ysan›z dünya kalitesinde uluslararas› ş›k restaurantlardan çok iyi sokak yemeğine kadar say›s›z seçenek sunan bir destinasyon. Çin mutfağ› ; Yunnan; Szechuan; Cantonese gibi bölgesel çok farkl› mutfak seçenekleri sunan ; Amerika ve Avrupa’daki Çin mutfağ› restaurantlar›ndan asl›nda ne kadar derin olduğunu anlayamad›ğ›m›z; klasik bildiğimiz Çin mutfağ›n›n yan› s›ra keşfedilecek binlerce lezzet bar›nd›ran bir gastronomik kültür. Sizin için Pekin ve Şangay’daki en beğendiğim yeme - içme ve eğlence lokasyonlar›n› şöyle sayabilirim: Yaz› ve Fotoğraflar: Cem Mirap PEKİN Asl›nda Pekin Ördeğiyle iyi bilinen Pekin’de Kuzey Çin Mutfağ› ( Mandarin Mutfağ› ) ve Çin Saray Mutfağ›’n›n (Bizim Saray Mutfağ›m›z gibi ) en iyi örneklerini sunan restaurantlar bulabilirsiniz. Özellikle Amerika’da popüler olan k›zarm›ş yiyecekleri içeren güney mutfağ›ndan farkl› olarak Pekin mutfağ›; Yin and Yang felsefesine uygun olarak; sebzeli hafif yiyeceklerle ; etli soslu ağ›r yiyeceklerin dengede olduğu bir anlay›şa sahip. En iyi Pekin Ördeğini yemek için kuşkusuz Çinlilerin de çok sevdiği bizim Beyti’yi and›ran lüks bir restaurant olan DADONG (Birkaç şubesi var ) ve daha turistik olan QUAN JU DE restaurantlar› doğru adresler. Buralarda gerçek bir Pekin Ördeği ziyafeti çekebilirsiniz. DADONG’ta ördek harici özellikle sweet and sour fish ve lotus root yemeklerini denemenizi tavsiye ederim. MADE İN CHİNA ’›n içindeki bu restaurant aç›k mutfak konsepti ve modern dizayn› ile kuzey Çin ağ›rl›kl› çok iyi ve geniş bir menüye sahip olmakla beraber; yine iyi bir pekin ördeği, iyi şarap ve iyi ambiyans için doğru seçim. Mantarl› Rice Mushroom Dumpling ve diğer dumplingleri de müthiş. Grand Hyatt’taki diğer restaurantlarda ayn› şekilde başar›l› LAN CLUB; Philippe Starck taraf›ndan çok renkli ve flamboyant dizayn edilmiş bu restaurant / bar biraz turistik olamakla beraber mutlaka her listede olmas› gereken hareketli bir mekan. Çok iyi ve geniş bir Çin mutfağ› menüsüne sahip. Vejeteryanlara müthiş seçenekler sunan PURE LOTUS; çok orjinal ve değişik uzakdoğu vejeteryan mutfağ› yemeklerini tan›mak ve müthiş bir çay menüsünden çay içmek için bulunmaz bir adres. SHANGHAİ 18 milyon nüfuslu Pekin’e göre daha koloniyel ; daha uluslararas› bir tarihe ve kültüre sahip; dünyan›n en büyük şehirlerinden 22 milyon nufuslu Shanghai; gerçek bir modern megapolis. Yiyecek içecek seçenekleri de dolay›s›yla benzer yap›da şehirler olan New York; Tokyo gibi çok zengin. Jean Georges; Daniel Boulud gibi dünyaca ünlü restaurantörlerden ; lokal yerlere birçok seçeneğe sahip. DİN TAİ FUNG şehirde ve Asyada birkaç lokasyonu bulunan bu dumpling restaurant’› kuşkusuz Shanghai’deki en iyi dumplinglere sahip. Özellikle bir Shangai spesiyalitesi olan sulu Xiao Long Bao dumplinglerini mutlaka denemenizi tavsiye ederim. İddaal› resturantlar›yla New York’taki SOHO bölgesini and›ran THE BUND mahallesi birçok ünlü resturanta ev sahipliği yap›yor. Shanghai estetiğinde Art Deco tasar›ma sahip modern ve çok ş›k bir Çin resturant’› olan WHAMPOA CLUB ve yine ayn› binadaki ş›k bar / lounge / restaurant UNİCO; çok popüler bir bar / lounge olan BAR ROUGE; Avrupa-çin füzyonu bir mutfağa sahip olan Mr. And Ms. BUND bu bölgedeki seçeneklerden baz›lar›. Gökdelenleriyle ünlü PUDONG taraf›ndaki PARK HYATT’›n bar› şehrin 360 derece manzaras›n› görmek istiyorsan›z bir içki içmek için uğranabilir. Şehrin lüks mahallelerinden XİNTİANDİ bölgesindeki koloniyel etkili Shanghai mutfağ›ndan etkilenmiş ş›k ve modern bir restaurant olan YE SHANGHAİ; hem ambiyans hem iyi bir yemek için şehrin en iyi seçeneklerinden. Şangay mutfağ›nda özellikle ( aran›z varsa ) çok ilginç deniz mahsülü ve domuz s›rt› gibi ilginç domuz eti yiyecekleri mevcut. Ağ›rl›kl› Koloniyel mimariye sahip FRENCH CONCESSİON bölgesindeki daha ac›l› ve indochine mutfağ›na daha yak›n olan güney bat› YUNNAN Çin Mutfağ› örneklerine sahip LOST HEAVEN ‘da güzel bir restaurant. Şehrin eski bölgesindeki pazarlar› birçok değişik sokak yemeklerini denemek için tavsiye ederim. 2 ELBİSE VERSACE ÇANTA MICHAEL KORS AYAKKABI MANOLO BLAHNIK “GOOD FOR MEN 74 Erkeğin Derisi Su Alt›nda Bile Ş›k Yaşlanmayan Erkeklerden Tavsiyeler Bir milyonluk adam gibi görünmek için çok şey yapman›za gerek yok. Jilet gibi bir saç t›raş› ve çok ş›k bir çift ayakkab› her zaman işe yarar. Ama dikkat edin. Seçtiğiniz aksesuarlar giyiminizi mükemmel bir şekilde tamamlayacağ› gibi, tamamen kötü bir görünüme de sebep olabilirler. Tatilinizi evinize yak›n bir yerde, kendi havuzunuzda da geçiriyor olsan›z, Akdeniz’de güneş alt›nda bronzlaşarak, Orta Amerika’da sörf yaparak ya da Macaristan’da bir spa’da gerçek bir huzur içinde dinlenerek geçiriyor da olsan›z, her iyi tatilin, iyi bir mayoya ihtiyac› vard›r. Baz› erkekler yaşlar›na rağmen doğaya ve zamana direnirmişçesine zinde ve formda görünürler. Onlar ne robotlar ne de gençlik p›nar›n›n gizli müdavimleriler. Genetik k›skançl›ğa ise hiç gerek yok zira sizde ayn› görünüme birkaç şeye dikkat ederek ulaşabilirsiniz. Bu çanta seçiminde özellikle daha önemlidir. Eğer hala lise günlerinizden kalma o eski s›rt çantan›za tutunuyorsan›z, bunu değiştirmenin vakti geldi de geçiyor bile. Kendinize kaliteli bir deri çanta alarak neredeyse her türlü mekan ve buluşmada kullanabileceğiniz sağlam, seçkin ve etkileyici bir deri çantan›n giyiminizin en tamamlay›c› parças› olmas›na izin verin! Sahip olduğunuz mayolardan bu yaz kurtulun ve kendinize sezonun en göze çarpan trendlerine uygun yepyeni bir model mayo seçin. Bu sezonun en popüler trendleri aras›nda çizgi bask›lar, renk bloklar› ve her zamankinden daha yüksek bel boyu var. Denizi hat›rlatan renkler ve bask›lar da sezonun en ak›lda kalan seçimleri aras›nda. 1. Bol bol egzersiz yap›n. Haftada üç defa 30 dakikal›k düzenli egzersizler sizi çok uzun süre formda tutmaya yeter de artar bile. 2. Saç›n›z azal›rken uzat›p kel bölgelere dikkat çekmektense saç›n›z› k›sa tutun. Veya saç art›r›c› ürünler kullan›n. 3. Sakal t›raş›n›zda moday› takip edin. Trendlerin fark›nda olmak genç görünmenin inceliklerindendir. 4. Cildinize ihtiyaç duyduğu ürünler ile bak›m yap›n. K›r›ş›kl›k önleyici kremlerden, gerdirici solüsyonlara erkeklere özel ürünlerle kendinize bak›n. Altı Saniyede Bir Hikaye, Bir Film: VINE BY TWITTER 76/77/78 Alt› saniye bir film izlemek için çok k›sa. Ama bir Vine’›n tamam›n› izlemek için sadece alt› saniye yetiyor. Twitter’›n Ocak ay›nda kullan›c›lar›yla buluşturduğu çabuk-video hizmeti Vine, bir anlamda var olan en basit ve kolay taş›nabilir film yap›m ve dağ›t›m arac›. Popülerliği ilk birkaç ay içerisinde iPhone App Store’dan en fazla indirilen uygulama haline geldi kaç›n›lmazd› zira insanlar›n ilgilendikleri şeyleri, hayatlar›ndan kesitleri ve dünyalar›n› başkalar›yla paylaşma arzusuna beklenenden daha büyük bir tatmin getirdi. Vine 2012’nin yaz›nda geliştirildi; y›l›n ilerleyen günlerinde ise Twitter taraf›ndan sat›n al›nd›. Uygulaman›n kurucular›ndan Dom Hofmann şirket bloğunda “Vine’daki paylaş›mlar asl›nda çok daha büyük olan bir şeyin k›salt›lm›ş hali. İnsanlar›n hayat›na, olaylara, fikirlere ve bizi biz yapan her şeye aç›lan minik pencereler gibi Vinelar,” dedi. Vine filmsel bir terim. Zaman Vine için merkezi önem taş›yor; sadece videolar›n k›sal›ğ›ndan değil ama ayn› zamanda başa dönerek ayn› alt› saniyeyi tekrar oynatmas›ndan. “Alt› ya da daha az saniye çok k›sa olduğu için, videolar tekrarlanmad›ğ› takdirde çok eksik hissi veriyordu. Başa dönme konsepti, ayn› şekilde videoya sanatsal bir tamamlanmam›şl›k hissi de katabilir; romantik bir döngü gibi zira tekrar asla bitmez,” diyen Hofmann, Vine’›n alt› saniyenin sonunda neden başa döndüğünü aç›klad›. Yaz›: Elmira Gürses Vine paylaş›mlar› GIFlere çok benzese de, hem teknik aç›dan, hem de verdikleri his bak›m›ndan çok farkl›lar. Bir seri s›k›şt›r›lm›ş imajdan oluşan GIFler de ayn› Vinelar gibi başa dönebiliyor olsa da, ses içermiyorlar. “ (Vinelar›n) değişik, izlenimci bir hissi var. Hareket eden grafikler gibiler. Vine’daki bir paylaş›m sizi oraya götürüyor. Sanki hikâyenin içindeymiş gibi hissetmenizi sağl›yor. Birisi Vine’daki paylaş›m›yla ne anlatmak istiyor olursa olsun ses de eklenmesi ve renklerin çok daha iyi olmas› da cabas› sanki izlediğiniz şey o anda gerçek hayatta oluyormuş hissi yarat›yor,” diyor Hofmann. Vine’in en temel özelliklerinden biri tabii ki çekilen videolar›n kolayca paylaş›labilir olmas›. Uygulama Twitter’›n parças› olduğu ve direkt olarak Facebook’ta paylaş›labildiği için kullan›c›lar›n ak›ş›nda an›nda görüntülenebiliyor. Bir Vine yaratman›n kolayl›ğ› tek t›kla çek, kes, bas yarat›lan küçük filmleri gözlenen bir ‘an’ olmaktan ç›kar›p zorlanmadan Internet’te yay›mlanan hikâyelere dönüştürüyor. Bir şey görüyor ve gördüğünüz şeyi kameraya çekiyorsunuz. Tamamen bu basit kavrama dayanan simultane bir işleyişi var Vine’›n. Vine’in temel renk ve görüntü filtreleri optimum paylaş›m seçenekleri sunarken, sanatsal ruhlu Vinec›lar› da memnun ediyor. İnternet şimdiden minimalist, yarat›c›, dâhiyane ve esprili Vine paylaş›mlar› ile binlerce insan› etkileyen ve bir o kadar da takipçi kazanan Vinec›larla dolu. Entelektüel, olgun ama bir o kadar çocuksu bir çekiciliği var uygulaman›n. Görmek, yakalamak ve paylaşmak üçgenine dayanan basit bir mant›kla yarat›lan ama asl›nda tamamen insan hayat›na, ne gördüğümüz ve ne hissettiğimize dayanan ve Twitter’›n uygulamalar alan›nda gösterdiği beceriyle mükemmelleşen Vine son zamanlar›n en iyi uygulamalar›ndan. Trend o kadar büyüdü ki; Twitter’a bağl› olmad›ğ› halde Vinelara adanm›ş onlarca yeni web sitesi türedi. Sanal âlemde bulabileceğiniz en iyiVinelar›naras›ndanetiket sistemi ile size rastgele bir Vine bulan VineRoulettegibi. Tribeca Film Festivali’nin Vine Yar›şmas›’nda jüri üyeliği yapan Festival Program› Müdürü Genna Terranova; “Vine, bildiğimiz filmlerin mikro versiyonu. Film yap›m›n›n tüm yönlerine sahip ama farkl› bir düzen taş›yor. Bir filmde ne ar›yorsak en iyi Vine’› seçmek için de ayn› şeyleri ar›yoruz. Güçlü ses, iyi hikâye, yarat›c›l›k,” dedi. Telefonunda hiç resim olmayan, sadece video çeken Hofmann ise “Küçükken hep bir film yap›mc›s› olmak istedim” diyerek Vine’› geliştirmesine önayak olan dürtünün bu çocukluk sevdas›ndan geldiğini belirtiyor. Günümüzün teknolojiyle büyüyen çocuklar›n›n bile kolayl›kla kullanabileceği çok basit bir işleyişe sahip Vine, büyük mesajlar›n, anlaml› hikâyelerin ve esprili yorumlar›n atl› saniyeye s›k›şt›r›lm›ş özetleri. Vine bizi hayat› daha dikkatle gözlemlemeye, k›sac›k anlar›n bile değerini bilmeye yönlendiriyor. İnsanlar›n çok konuşup, az şey anlatt›klar› bir dönemde az konuşup çok şey anlatman›n görsel hat›rlat›c›lar› konumunda. Bir kelebeğin uçuşunun, kahvenizi yaparken içine eklediğiniz sütün kahverengin içinde dağ›l›ş›n›n, çocuğunuzun sahilde ilk yürüyüşünün ve bunun gibi milyonlarca ‘an›n’ ak›c› bir şekilde ölümsüzleştiği, s›radanl›ğ›n içinde sanatsal bir güzellik görmeyi bize yeniden hat›rlatan bir araç. Vine demek, alt› saniyede bir hayat demek. Bir Sokak Sanatçısı; LAKORMIS 80/81/82/83 Bu say›da; çok özel bir kad›n sokak sanatç›s› bize hayatla ilişkisini, kimlik konusunda düşüncelerini, sokaklar› ve çok özel an›lar›n› anlatacak... Onun ad›; Lakormis... Röportaj : Çağla Cabaoğlu Seni tan›mayanlar için kendinden bahseder misin? Sence seni farkl› yapan nedir bir sanatç› olarak? Milyarlarca sanatç› var. Beni diğerlerinden bir şey ay›r›yor mu bilmiyorum. Çok çizgi roman okudum, çok animasyon izledim. Çocukluğumu görsel olarak çok beslemişim fark›nda olmadan ve popüler kültürle besledim. Sokaktan çok etkilendim. Belki bunlard›r beni diğerlerinden ay›ran, çünkü Türkiye’de sokak sanat› zaten çok az, bu işi yapan çok az insan var. Bu işi yapan kad›n bir iki tane. Dünyada da öyle asl›nda. Belki bunlar ay›r›yordur beni. Mesela kim var? Nalan Y›rtmaç var, Canan var. Bütün dünyada street artta sokağa ç›kan kad›n say›s› az. Neden peki street art? Adrenalin mi seni d›şar› ç›karan? Evet tabii. Ama Türkiye’ye bak›l›nca fazla. Orada çok fazla insan olduğu için bunu yapan dolay›s›yla kad›n say›s› da art›yor. Evet kat›l›yorum ama bir yandan da sokak cinsiyet, yaş gözetmeksizin insan›n kendini en rahat ifade edebileceği yer. Hiçbir erkeğin Türkiye’de ya da dünyada bir kad›n› sokağa ç›k›p iş yapma özgürlüğünü dolayl› veya direkt olarak engellediğini düşünmüyorum. Kad›n nüfusu bu dala erkekler kadar ilgi göstermiyorsa burda birilerini suçlamak da yersiz. Adrenalin çok yüksek ama adrenaline gelene kadar seni tatmin eden çok şey var. En başta sokak adaletlidir. Çok rahats›n, istediğin her şeyi yapabilirsin. Kimse seni tutmuyor. Kad›n›n işleri y›rt›l›r erkeklerinki korunur gibi bir durum yok. Herkes eşit. Senin mesela sokakta en çok olmay› istediğin şehir hangisi? İstanbul. Ben burada doğdum büyüdüm. İstanbul’da nereye gidersem ne tür insanlarla karş›laşacağ›m›, o sokaktan ç›k›nca nereye bağlanacağ›m›, orada nas›l duvarlar oluyor, nas›l insanlar oluyor biliyorum ve bu durumdan da keyif al›yorum. Dünyada kolektif bir bilinç var. Street art değeri anlaş›ld›kça özgürleşecek bir sanat türü. Mimari de, kentsel dönüşüm projeleri kapsam›nda street artla gelişecek ve geliştirilecek bir konu. Ama san›r›m sokakta özgür olduğunu bildiğin zaman ayn› adrenalini yaşam›yorsun değil mi? Legal olduğu zaman kontrollü olur. Mesela Tarlabaş›’nda bir sokak festivali yap›ld›. Çok anlams›zd› çünkü oras› boşalt›ld›ğ›nda zaten boyayacak adam gidip boyad›. Sonra Tarlabaş›’ndaki o olay› protesto ettik dediler. Ama bu protesto değildi bu işin ekmeğini yemekti, çok yaz›k. Ama bir yandan iyi legal etkinlikler de olmuyor değil. Mesela Kad›köy’de geçen sene Muralist yap›ld›. Yurt d›ş›ndan çok büyük street artistler geldi. Dört beş katl› apartmanlar boyand›. Muhteşemdi. Yeni sanatç›larla iletişime geçtik, kabul ettiler, şimdi bunu bu sene ikincisiyle büyütmek hedefleniyor. Brezilya Sao Paulo’da çok iyi street art örnekleri var. Oscar Niemeyer gibi bir mimar var Sao Paulo’da Brezilya’ya imza atm›ş. Mimari kültür ve streetart kavramlar› ilişkisini sen nas›l değerlendiriyorsun? Tabii ordan bir sanatç›ya bakt›ğ›n zaman Latin ülkelerinden geldiğini direkt anl›yorsun. Dediğiniz gibi hem böyle kendi kültürlerinin görsel dünyas›n› bar›nd›r›yorlar, hem de çağdaşlar. Burada da sokak kültürü hala devam ediyor. İnsanlar koruyor, kolluyor. Mahallecilik hala var asl›nda. Geleneklerinden kopartmam›şlar. Sokağa ç›kt›ğ›n›z zaman şunu fark ediyorsunuz ki; o asl›nda onun apartman›n›n önü değil. O, o kata bir kira ödüyor, hepsi bu. Asl›nda o sokağ›n herkesin olduğunu İstanbul’un da herkesin olduğunu ve İstanbul’dan ç›k›p, başka şehirleri boyad›ğ›n›z zaman asl›nda o şehirle, o kap›n›n önüyle, bu kap›n›n önünde hiçbir fark olmad›ğ›n›, o mahallenin insan›yla, bu mahallenin insan› aras›nda asl›nda kilometreleri b›rak›n net bir bağlant› olduğunu görüyorsunuz. Yurt d›ş›na ç›k›p oradaki sanatç›larla birlikte boyad›ğ›n›z zaman da, ben de Kad›köy’den farkl› bir yerde boyuyormuş gibi hissetmiyorum. Sokağa ç›kmak asl›nda toprağ› en rahat anlama yöntemi bence, yani hiçbir fark olmad›ğ›n›, hiçbir aile, kültür, s›n›f fark› olmad›ğ›n› hiçbir ülke fark› olmad›ğ›n›... S›n›rs›zlaşma, özgürleşme, kimliksizleşme streetart la mümkün diyorsun... Aynen. Kimliksizleşince her zaman daha rahat iletişime geçiyorsun insanlarla. Bir sokağa iş yap›şt›rd›ğ›n›z zaman; teyze de görüyor amca da görüyor, sanatla ilgilenen insan da görüyor, ilgilenmeyen de. Ayr›ca bir süreliğine nerden geldiğini, ad›n›, yaş›n›, cinsiyetini bi kenara b›rak›p üretmek, benim aç›mdan en az›ndan çok rahatlat›c› oluyor. Peki sokakta yapt›ğ›n sanatla, atölyende ürettiğin sanat aras›nda nas›l bir fark ve bağlant› var? Çünkü sen sokağa yapt›ğ›n› tuvaline yans›tm›yorsun. Asl›nda sokakta ne görüyorsam, ne yap›yorsam o galeride bir şey yapmam› sağl›yor. Yani sokak onu besliyor. Eğer ben sokakta boyamasayd›m, sokakta iş yapmasayd›m galeride o işleri asla yapamazd›m. O ruhu kaybettiğim de oldu. İnan›lmaz kaybettim hem de. Nas›l küratör o konuda size müdahale ediyor ya da galerici ya da sat›n alan insan müdahale ediyorsa sokak da size müdahale ediyor. Ama sokakta doğal ve faydac›l›ktan uzak bir müdahale var. Mesela tamamen renkler bu, kompozisyon bu dedikten sonra sokağa gidip bunu birebir yapma olas›l›ğ›n›z çok yüksek değil. Mesela çok yağmur yağarsa sokakta spreyle iş yapamazs›n›z. Hafta sonlar› ç›karsan›z çok fazla insanla karş›laş›rs›n›z. Duvar pütürlüdür malzemeyi değiştirmek zorunda kal›rs›n›z. Çok işlek bir yerdir; çabuk hareket etmek zorundas›n›zd›r bu sefer de daha az detayl› bir şey yapmak zorundas›n›zd›r. Demek istediğim sokak da size çok müdahale ediyor ama kesinlikle kişisel değil. Sokağ›n yaratt›ğ› şanslar, dezavantajlar ve avantajlar› biraz daha aç›klayabilir misin? Malzeme kullan›m› ile sokak ilişkisi nas›l? Oraya gidip işi şansa b›rakamazs›n›z. Şans›n tabii ki etkisi var ama sen işine hakim olmak zorundas›n. O yüzden Ümraniye’de 18 yaş›nda bir graffiticiyi çevirseniz belki galeride iş yapan insanlara nazaran malzemesine çok daha hakim, çok daha kontrollü biri olduğunu göreceksinizdir. Sokak o konuda size deneyim, el çabukluğu veriyor, malzemeyi tan›mlamay› öğretiyor. Sokakta iş yapan insanlarla yapt›ğ›m malzeme, teknik muhabbetini hiçbir zaman steril bir sanatç›yla yapam›yorum. Resim dünyas›ndaki malzeme, boya gelişimine bak›n, durdu. Sokak sanatç›lar› boyuyorlar sonra boyada bir bug görüyorlar ve bunu nas›l çözebiliriz ya da bu boya pürüzlü duvar için bir problemli, nas›l bir çözüm üretebilirizi tart›ş›yorlar. Geçenlerde Eskreyn bir şey anlatm›şt›. Rusya’daki graffiticilerin bir taktikleri var; her yer buz ya tren de buz gibi, treni boyuyorlar sonra üzerine su at›yorlar ve oras› tamamen buz kapl›yor sonra gel de ç›kar trenin üzerinden o boyay›. Böyle bir teknik geliştirmişler. Bunlar› sokaktan öğrenebilirsin sadece çünkü sokaktayken faydal› pratik çözümler ürettiğin sürece rahats›nd›r. Bu bitmez işte! Brezilya’dakiler de soğutucu kullan›yorlar çünkü s›cak havalarda boya çok eriyor, kusuyor. Yani hep böyle, bulduğun ortam›, sokağ›, mevsimi her şeyi düşünüyorsun. En beğendiğin streetart sanatç›lar› kimler ? Seni etkilediler mi? Os Gemeos inan›lmaz. Ben gerçekten onlar›n işlerine çok çok hayran›m, inan›lmaz işler yarat›yorlar. Sokaktan Etam var, Aryz var. Ç›lg›n isimler... Hem malzemeye bu kadar hakim, hem bu kadar yarat›c›, hem o boyutta işler üretebilecek kapasiteye sahipler. Bir de tabi baz› insanlar çok ilgi çekici, onlar› işlerinden bağ›ms›z, birebir tan›may› da çok istiyorsun. Öyle bir çekicilik bende yok mesela. Bu çok az insanda oluyor bence zaten. Os Gemeos şimdi art›k galerilere de girdiler. Yüz binlerce dolara iş sat›yorlar. Benim şahsen bu işi yapmam için en büyük itici güç Os Gemeos’tur. Çok etkilenmiştim. Yani gerçekten çocukluğumda bir Van Gogh’un Y›ld›zl› Gece’sini gördüğüm zaman “vay can›na” dediğimi hat›rl›yorum, bir de Os Gemeos’un işini. Onlar mesela çok büyük boyutlarda ama küçük detayl› işler yap›yorlar. Sprey size belli bir büyüklük skalas› verir ve onlar›n alt›na girerseniz iş deforme olmaya başlar. Onlar da buna çözüm için -OsGe diyoruz biz - bir teknik ürettiler. Spreylerin üzerindeki kapaklar› kesip s›cak iğneyle delerek ekstra ikinci bir kap yarat›p f›rça kal›nl›ğ›n› inceltme yoluna gittiler. Bunu y›llarca kulland›lar, sonra bu teknik öğrenildiğinde çok yay›ld›. Şimdi mesela markalar onlar›n kulland›ğ› bu küçük tekniği satmaya başlad›lar. Bu adamlar küçük birer dahi asl›nda yani. Çünkü mecbursun iş üretmeye. Ne kadar çok şey öğrendik bugün Lakormis'ten... Yeni bir şeyler söyleyen o kadar az kişi var ki? 1988 doğumlu, sanatç› olarak doğmuş cesaretli Lakormis... Bütün sokaklara imza atman› diliyorum... Ne güzel! Çok sevindim. Amsterdam’da Bir Konsept Mağazas› Karl Lagerfeld’in evi de diyebileceğiniz ve en ufak detay›na kadar ustas›n›n imzas›n› taş›yan konsept mağazas›, tüketicilerin markayla ve markan›n arkas›ndaki adamla bağlant› kurmas›n› sağl›yor. Mağaza, aynalar, ›ş›k duvarlar›, müşterilerin iPad veya iPhone’lar›yla bağlanabildikleri dijital misafir defteri ve giyinme odalar›ndaki dokunmatik ekranl› ve sosyal medya platformlar›na an›nda bağlanabilen fotoğraf kulübeleri ile teknoloji ve estetiğin bir araya geldiği muhteşem bir mekan. Karl Lagerfeld for Vogue Ustas› olduğu beceri ve yetenekler listesine can› her s›k›ld›ğ›nda bir yenisini ekleyen Karl Lagerfeld, içgüdüsel diye tan›mlanabilecek estetik anlay›ş›yla fotoğrafç›l›kta da usta olduğunu Vogue için çektiği resimlerle kan›tlad›. Sanat ve modan›n bir araya getirildiği fotoğraf çekimi, Karl Lagerfeld’in imzas›yla tam bir göz ziyafetine dönüştü. Karl Lagerfeld Moda tasar›m›, fotoğrafç›l›k, sanat, teknoloji, mimari… Yar›m as›rdan fazlad›r dehas›, karizmas›, yeteneği ve neredeyse içgüdüsel estetik anlay›ş›yla Karl Lagerfeld her yerde ve zamans›z bir zerafetle her zaman moda… Dünya Küçülür Karl Lagerfeld Büyür Modan›n maestrosunun Chanel için yapt›ğ› ve 2013 Bahar/Yaz podyumunda boy gösteren hula hoop çantas› herkesi çok şaş›rtt›. Çantan›n kocaman ebatlar› tart›şma yarat›rken Karl Lagerfeld neşeli bir rahatl›kla çantan›n bir plaj çantas› olarak tasarland›ğ›n› ve halkas›n›n kuma sapland›ğ› takdirde bir şeyleri asmak için kullan›labileceğini söyledi. Koleksiyonunda Karl Lagerfeld Olsun İsteyenler Minik bir sanat eseri ile eğlenceli bir oyuncak aras›ndaki çizgide gidip gelen ve s›n›rl› say›da üretilen Karl Lagerfeld oyuncağ› moda aş›klar›n›n ve modac›lara ait nadir tasar›mlar›n koleksiyonunu yapanlar›n son derece ilgisini çekiyor. “Bazen” anlam›na gelen Japon Tokidoki firmas› taraf›ndan üretilen oyuncaklardan tüm dünyada sadece 1000 tane var. Ve Sonsuza Dek Karl Lagerfeld… Ünlü saat markas› Fossil’le bir araya gelerek ilk saat serisini tasarlayan Karl Lagerfeld, böylece zamana da el atm›ş oldu. ‘Karl Zip’, ‘Karl Chain’ ve ‘Karl7’ olmak üzere üç modelden oluşan saatler hem saat hem de bilezik olarak kullan›labilme özelliğine sahip olmakla kalm›yor, tasar›mc›s›n›n portresini kadran›nda taş›yor ve s›n›rl› say›da üretilen özel paketlerde geliyor. The Nike Air Max “Beaches of Rio” pack Renklerini Brezilya'n›n kumundan,denizinden,rengarenk giyiminden alan Nike "Rio'nun sahilleri" sneakerlar› mutlaka Nike kolleksiyonunuzda yerini almas› gereken rengarenk alternatifler ile Okini'de . http://www.oki-ni.com/brands/nike 100 Haz›rlayan: M.Ali Tokgözlü Fancy Gift Box Kendi ilgi alan›n›za göre belirlediğiniz Fancy sürpriz hediye kutular› ile her ay postadan ne ç›kacak diye heyecanla bekleyeceksiniz. http://www.fancy.com/things/190403263978277559/Fancy-Box-Subscription 39 AESOP Hydrating Body Gels&Balms Yaz geldi. Hepimiz kendimizi masmavi denizlere atmak için gün say›yoruz. Aesop'un nemlendirici krem ve balmlar› ile vücüdumuz tum yaz canl› ve ›ş›l ›ş›l gözükecek. http://www.net-a-porter.com/product/337114 25 İşte 70. say›m›z›n en beğenilen 3 ilan› // ZEKİ TRİKO 2 /3 // TAV 4 /5 // MAXX ROYAL 6/7 // BOYNER EVDE 8/9 // P&G AUSSIE ŞAMPUAN 10/11 // MERCEDES 13 // WINGS 14 // BEYMEN 19 // NEW BALANCE 25 // VODAFONE 29 // OPEL // PUMA // BİO İSTANBUL // ULUDA⁄ // FLAMİNGO REST. // MIELE // PHILIPS // SETAİR // COCA COLA // DOVE 35 41 47 49 53 59 63 67 71 73 // TWEEN 75 // PİLATES STUDIO FORM 79 // TOYA YAPI 85 // FG 89 // AVİVA 91 // BİLFEN 103 // ULYSSE NARDIN 104 Bu say›daki en beğendiğiniz ilan› bize e-mail'le bildirmenizi rica ederiz. [email protected] SUMMARY 71 A Wakeboard Star… A World Champion; SHAWN WATSON How would you describe the LOVE (relation) with Wakeboard? My passion for wakeboarding is the same as it was when I was a child, I love being able to go out on the boat everyday and spend all day long on the water wake boarding and having a blast with my friends, as well as traveling the world and getting to wakeboard in some of the most unreal places ever! 20/21/22/23/24 Interview : İpek Kigan Photos : Jülien Aksoy How do you feel while you are doing this sport? I feel free and it’s when I get to be able to express myself the most! Each sport needs a certain discipline. How should a successful boarder live? How should he / she work to enhance his/her success? What should he / she pay attention to remain successful? There are many disciplines in the sport right now, it is very important to be well rounded and good at all aspects. To be successful you must work hard and learn all the fundamentals, practice everyday and have a good coach to help bring you up. To remain successful the best thing would be to have a great attitude and good outlook on life and have as much fun as possible while doing so! We know, you are traveling all around the world. How do you spend a day, when you are not traveling? I'm very rarely home so when I do. I try to spend as much time with my family and close friends. Also being a homeowner is a never ending story of trying to keep up with my house. As well as trying to wakeboard as much as possible and practice! What does one gain by being extra close / friendly with water like you are? Is there any extra effect in physically and mentally? Yes, wakeboarding is both physical but more so mental. If you really think about a trick before doing it and walk yourself thru the trick it typically makes it easier. As well as with a contest, people always psych themselves out before because they over think, if you go out and ride just like you do everyday at home like when you practice and not worry about anybody else there’s a good chance you will do much better! Just for a moment, imagine; wakeboard is out of your life. What is left in it? Hard to say, I don’t even want to think about it because it’s what I love doing and wouldn’t want to be doing anything different! You are already a world champion. Every sportsman aims to achieve the excellent point in his career. What is your aim in this sport? Or shall i ask; what is your aim in this life? It is very honoring to be a champion. My aim in life and this sport is to keep succeeding, pushing myself everyday and taking my life and career to that next tier. 26/27/28 Article: Melis Oğuz www.melisoguz.co A Wave From The Past: “LA NOUVELLE VAGUE” At some point in time, bold filmmakers that were spontaneously bonded in rejected forms and iconoclasm in the 1950s and 1960s turned away from classic forms and focused on social and political factors that molded the society’s view. Former critics, these producers addressed a different artistic manifesto and cinema theory in each film. Rising against conservatism and influenced by Italy’s ”New Realism” trend, this period was dubbed ”La Nouvelle Vague” or ”the New Wave” by the French. This new trend was supported by many outstanding film critics led by Andre Bazin, as well as Jean Luc Godard, Eric Rohmer and François Truffaut; they went into the film industry and began realizing the proposed changes. The trend extended its reach beyond the film industry and made an impact on the fashion industry, as well. This is the bit that concerns us and that I would like to briefly touch upon. Actresses Jean Seberg, Anne Wiazemsky and Anna Karina, known as the muses of Jean Luc Godard, were followed as fashion icons of the time, as well as for their masterful acting. Identified with their striped blouses, skirts, ballerinas, butterfly sunglasses and straw hats, these women became the faces of the French New Wave. The men, on the other hand, were inspired by the suits and hat of Godard, who was constantly in the limelight and was known for his romantic affairs with these women. Today, the styles of these actresses are still used frequently. Their successors, including Tilda Swinton and Alexa Chung, continue to shape new waves with their styles. Things were not any different in the fashion industry, either. In the ‘50s, the fashion world began embracing novelties under the heading “New World-New Look”. First introduced by Christian Dior, the model “Bar Suit” received the comment “It’s such a new look!” from Harpers Bazaar’s editor-in-chief, after which the collection’s name was etched as the “New Look” in minds. The A-line dresses revolutionized the forms. Among the successful designers of the ‘60s, Paco Rabanne, Oscar de la Renta, Yves Saint Laurent, Guy Laroche and certainly Mary Quant were influenced by this trend and made innovations in their collections. Especially Mary Quant began working on shortening the skirts in her London boutique, Bazaar, and introduced the first mini skirt concept in 1964. It was named after Quant’s favorite car: Mini. At present, the leading names in this field are Hussein Chalayan, Maison Martin Margiela, Comme des Garçons, and Alexander McQueen. With the forms they produce and their unusually avant-garde patterns, they are the iconoclasts, innovators of the present day. They add a totally different dimension to trousers, dresses, blouses or skirts in terms of the technique and the materials used. A new theory blending art and fashion gets together with fashion-lovers almost in every collection launched by these names. The waves created by the wind that started to blow in the ‘50s increase their intensity in the 2000s and keep demolishing even more taboos with additional novelties every year. DO COME TO HEAVEN! (TAHITI) Tahiti, aka the French Polynesia, is one of the furthest destinations from Turkey. It takes up to 35 hours and four separate flights to reach Bora Bora, the most famous island of the archipelago. You might lose sense of time, but you surely wake up in heaven. 30/31/32/33/34 Article & Photos: Saffet Emre Tonguç [email protected] (CAPITAL PAPE’ETE) The French Polynesia has attracted the attention of European travelers since the 19th Century. Famous painter Paul Gauguin left behind the benedictions of the Western World for Tahiti, where he portrayed the local people of the islands. Pierre Loti, the great admirer of İstanbul, wrote his novel The Marriage of Loti here in 1880. The first gateway into the heaven on earth is located in the capital Pape’ete, in the middle of the Pacific. There was not much settlement on the island when Captain Cook, the first person to discover many places on the Pacific, had arrived in Pape’ete in 1769; but the rush of European immigrants to the island started over time. Now home to 170,000 people, the island had only 5,000 residents by early 20th Century. (WHERE TO STAY, WHERE TO EAT) Intercontinental Resort Tahiti is one of the best facilities to stay in Pape’ete. Set amid tropic gardens, Le Royal Tahitien offers a private beach, as well as the best value-for-money. Located in Tahiti Iti, the Vanira Lodge is one of the loveliest lodges on the island and boasts an amazing view. The French restaurant, L’O a la Bouche (Tel: 452976) is one of the best options on the island. The dishes are delicious, while it is a different kind of pleasure to watch the people around. Lou Pescadou (Tel: 437426) is another low-cost alternative where you can try various kinds of pasta. (BORA BORA) After a 40-minute flight from the capital Pape’ete, you land on the Bora Bora airport built on an islet. You will be greeted by an employee of the hotel who will place a lei around your neck; then you will get on a private boat and go to the hotel. The hotels are built upon the sea; when you get to the lobby, you see the receptionist feeding the tropical fish of all colors down the reception area. After all those long hours of flights, one confuses which one is dream and which one is reality. You go to your room enjoying hedonism at its maximum. (WHERE TO STAY, WHERE TO EAT) The most expensive rooms in Bora Bora are set upon the sea and priced from $500. The room rates per night can go up as high as $10,000 on private islands. Some of the best hotels on the island are Bora Bora Nui Resort, Hotel Bora Bora and Intercontinental Moana Beach. Relatively affordable facilities include Novotel Bora Bora and Village Pauline. Some tourists find Club Med more reasonable as the prices are “all-inclusive”. (MO’OREA) Mo’orea, which can be translated into English as “yellow lizard”, is less-known in Turkey, but it is much more beautiful than Bora Bora. To say the least, the roads are not riddled with holes, there is much more greenery around, and the buildings are better maintained, although the hotels are more ordinary compared with the ones in Bora Bora. It takes a seven-minute flight from Pape’ete to get to the island, which was once a volcano. The island is packed with celebrities; one is not surprised to see Ralph Lauren sunbathing on the next deck chair. (WHERE TO STAY, WHERE TO EAT) Mo’orea Sheraton stands out especially with its overwater bungalows; while the service is second-class, it is one of the most beautiful hotels on the island. Mo’orea Beachcomber Intercontinental Resort is the hot spot of the island, while Tarariki Village is one of the very reasonably priced facilities. For good food, you can try Te Honu Iti Restaurant (Tel.561984). The terrace of this place sits over the water, which is lit up at night so you can watch the fish swimming underneath. (EVERY DAY LIFE) Polynesians set out from Indonesia and the Philippines about 3500 years ago with canoes holding 70 people, similar to modern catamarans, and migrated to the islands in the Pacific. Settlement in Tahiti occurred nearly 2200 years ago. Bearing European Union passports owing to the country’s status as the overseas collectivity of France, the Tahitians’ motto is “haere maru”, which can be translated as “take it easy”. Don’t be surprised if you wait too long at a restaurant or come across banks or stores that are closed; just adjust to the pace of life on the islands. You are on vacation, anyway, so why the rush? The family is a crucial concept in Tahiti and it makes the backbone of the society. The women have an important place in the society. Tahiti is made up of archipelagos, and the sector that is second to tourism on the islands is black pearl production. Gaston Flosse, essentially a democratically elected dictator, has governed Tahiti for over 20 years. In 2004, Oscar Temaru won the presidential race, after which people were able to express their opinions in a more audible tone. Relations with the US have grown stronger in the recent years, which drew a reaction from France, of which Tahiti is an overseas collectivity. The Tahitian cuisine bears influences of French and Chinese cuisines. Besides tuna and swordfish that we are familiar with, they also consume some ocean fish like Wahoo and mahi mahi. (WHEN AND HOW TO GO) The ideal timing will be from March to November; the rest of the year is highly likely to be rainy. In July and August, the place bursts at the seams, and prices are at their highest. From İstanbul, you can fly by Air France to Los Angeles with a stopover in Paris, and then get to Pape’ete with an eight-hour flight. Air Tahiti Nui has direct flights to Pape’ete from several cities including New York, Tokyo, Sydney, and Auckland. The distance between New Zealand and Tahiti is just five hours long. Once you arrive in Tahiti, you can use Air Tahiti for domestic flights. Although Tahiti is an administrative division of France, Schengen visa is not valid for entering the country. You need an island visa from the French Consulate. If you are travelling through USA, you will also need a US visa. CINEMA PLEASURE IN OPEN AIR 36/37/38/39/40 Article: Berna Gençalp [email protected] İzmir... Summertime... Scorching hot in the city. A jalopy with film posters on it drives through the side roads, announcing the film that is on that night at the open-air cinema operated in the garden of the nearby secondary school. This is my first-ever recollection of an outdoor cinema. My last one is about the films I watched in the outdoor cinema that is open for the summertime and that still survives in Il›ca, Çeşme, surrounded by a crowd of children and youngsters and the crackling of sunflower seeds and popcorn. Occasionally, I have laid on one of the sun beds lined up on the beach at Fethiye Hillside and lost myself in the screen set upon the sea. Each one was very enjoyable, independently from the pleasure I took from each film. Although the number of outdoor cinemas or summer cinemas increase at some point in time, to decrease at some other time, we would not want this pleasure to be eliminated from our lives for good. In conclusion, wherever you see an outdoor cinema, go in. You will not regret it... The First Outdoor Cinemas The first film screening took place in 1895 at a Parisian café by the Lumière brothers. By early 1900s, mobile cinemas emerged that travelled from one city or district to the other, just like the travelling circuses did. They did not last long for two reasons: the durations and contents of the films got longer and more intense, and mobile cinemas failed to match the comfort offered by theater halls and music halls. Most probably, the years spent with wars inhibited the open-air cinemas that ran films after dark in the first half of the 20th Century. But there was a hike in the number of outdoor cinemas in the 1950 and the 1960s, in the post-WWII and pre-television era. Thus, open-air cinemas frequently appear in the scenes of the films shot in that era. In the same years, many open-air cinemas were active in İstanbul and in almost every corner of Turkey. The sessions were packed with children and youngsters that got together for the occasion. Although the families and men accompanied by women were shown to seats on separate sides, flirting surely did not lack. Watching a film was not exclusive to those who bought tickets; people gathered on the balconies and rooftops of the buildings neighboring the cinema also watched the films. In the years that followed, the inception of armed political conflicts in cities, the rise of sex films, and the growing prevalence of television followed by video players led to a dramatic decline in the number of outdoor cinemas in Turkey. Following suit of other countries, Turkey began to see buildings erected on their lots or car parks or synthetic pitches replacing the outdoor cinemas. The spell was broken. Drive-in Movies One of the first drive-in movies known was opened in New Jersey in 1933. They provided an activity preferred for spending a night of fun at low-cost for the whole family or big groups of friends in the spacious American passenger cars. While some movie chains and large indoor theaters had to close down in the 1950s for economic reasons, the number of drive-in movies in creased. Some sources state that there were more than 4000 drive-in movies only in the US in those years. In short, drive-in movies can be considered a prominent element of the American popular culture. Revival Open air cinemas are making their way back into our lives due to the technological ease of film screening owing to advanced technology, coupled with extremely hot summer days resulting, perhaps, from the climate change, not only as a reflection of nostalgic pleasure, but almost in response to a natural need. In recent years, municipalities began organizing movie nights in squares and parks. Or rooftops and terraces of skyscrapers are being practically arranged for this purpose. It is a reality that producers in Turkey are troubled by such screenings because some of these screenings are carried out without the producer’s permission and the copyright payment. Of course there are night screenings that are performed consistently and properly, apart from these irresponsible approaches. Wings Cinecity Trio Outdoor Cinema, the long-standing open air venue set inside Hillside Trio, is set apart from the other outdoor cinemas with the selection of the latest releases and the comfort presented. While Büyükada, the Big Island or Prinkipo, had four outdoor cinemas in the past, there is only one currently operating: Lale Sinemas›. It should be noted that Pasha in Kuruçeşme was the place that reminded of the pleasure of outdoor cinemas to the urban residents who did not have the means to retreat to the island in the 1990s. The young people had the chance to enjoy outdoor film showings by the Bosphorus, under the starry sky. Outdoor cinema, open-air cinema, garden cinema… Cinemas that seated one thousand, two thousand, or even seven thousand people like Yumurcak in Beşiktaş as the only place of entertainment for all people of all ages are not going to make a comeback. But fortunately, the joy of watching a film under the stars enjoying a slight breeze will not be eliminated from our lives for good. Like I said in the beginning, wherever you see an open-air cinema, go in. You will not regret it. GARDENS MAKING ROOM FOR THEMSELVES AMONG THE CONCRETE BLOCKS 42/43/44/45/46 Article: Nurhan Turan Keeler A garden loves and grows plants that cannot survive in packed forests. Gardens are sites of experimenting for the nature, as much as for the people. Paradise, where human beings lead a life of pleasure and find peace, is also commonly described as a garden. Through gardens, people feel they control the nature, as they also get closer to the nature from which they have grown distant. It is a reality that senses of compassion, satisfaction, self-sufficiency and creativity increase in those who touch the nature and that which is natural. Plants, on the other hand, use guerilla methods to get people and animals to like them and make themselves a place in city life. In the city, plants cross our path in guerilla gardens, urban gardens, community gardens, medicinal herb gardens and roof gardens.This article is about gardens that penetrate the roofs, abandoned sites, balconies, terraces, public places and the medicine. (Guerrilla Gardens) Guerilla gardens are mostly set in disputed or litigated unoccupied spaces in the city or in distant places not cared for. Guerilla gardeners sow and care for plants in these areas until the landowner chases them away. These gardens reunite the urban people with green spaces, large or small. They bring people together and revive the neighborhood concept, and teach people how to do farming and be self-sufficient. (The Heroic Vegetable Garden) A few years ago, the European students living in Kuzguncuk turned the abandoned Kuzguncuk Vegetable Garden into a garden/playground/meeting point. The residents got together, played football and organized events at this spot, which was dubbed “Kahraman Bostan” (The Heroic Vegetable Garden). (Mobile Gardens) When set in a mobile format like exhibitions, gardens can also be easily transported from one location to the other. Plants sown in free standing or portable large containers start up at one point in the city and go on at another. (Medicinal Herb Gardens) Home to plants with traditional healing properties as an alternative to modern medicine, the garden established in downtown London is named the Physic Garden. The place began hosting workshops attended by botanists and herbalists. It became a garden that brings together designers, healthcare providers, gardeners and volunteers. The spots where the plants are sown are named “healing cabins”. Now, everyone wonders how this garden will carry on and what it will transform into. The Medicinal Herbs Garden in İstanbul opened in 2005 on an area of 14 decares. The project is co-conducted by the Zeytinburnu Municipality and Merkezefendi Geleneksel T›p Derneği (Merkezefendi Traditional Medicine Association). There are more than 600 medicinal herbs that have been planted and labeled. Plant waste is used as natural fertilizer, while synthetic fertilizers and herbicides are avoided.Besides volunteer gardens, you can also take your children and go to this place for some gardening. It has become an alternative spot that can compete with shopping malls in city life. (Urban Gardens) Urban gardens are the place for plants that cannot find themselves a spot in the wild or among concrete blocks. These gardens also bring people together and serve as community gardens teaching self-sufficiency to the new generations. London’s Community Gardens Community gardens have existed for 40 years. There are 21 of them; some are private and some are public. These gardens give access to fresh produce, as highly nutritious vegetables and fruits at affordable prices are grown there. They support physical and psychological well-being; they sooth such emotions as loneliness and isolation. They help gather people from different socio-cultural segments, and boost tolerance and empathy. They beautify the cities and get people moving naturally. The neighborly bonds develop, and rough relations are replaced by cooperation as people get to know each other better. (The Living Roof) California Academy of Science makes up the best example of this type of gardens. Its roof looks just like a garden on the ground, but one that has been lifted up. There is a glass compartment besides the domes. The scientists picked thirty year-round and aesthetic species for the roof. Except for the glass ceiling, the rooftop is covered with plants. The people developed a green solution to prevent the vegetation and flowers from sliding down the dips and slopes. They used thousands of porous trays of 70x70 made from coconut husks as containers for the vegetation. These trays line the rooftop like tile, yet enable the roots to grow and interlock, binding the trays together like patchwork. ART BASEL BY BOAT: THE RIVER CLOUD II CRUISE 50/51/52 Article: Saadet Dursun Since 1970, Art Basel has aimed to bring together the international art community. The event presents the visitors with the most distinctive works on offer by the best art galleries in the world on the basis of a broad concept and with its tradition dedicated to excellence. The Fugue Collection was the center of interest with the River Cloud II Art Basel Cruise. In unprecedented splendor, the Fugue Collection took its guests to Art Basel 2013 aboard River Cloud II, one of the most elegant manmade boats. Cruising along the River Rhine, the passengers were exposed to many surprising art collections on the way, before even reaching Art Basel, and they visited the world’s main art fair in a fashion of unequalled magnificence. The 7-day exquisite Switzerland tour also offered a packed program. After departing from Cologne, the ship made stops in Wuppertal, Düsseldorf, Lorelei, Strasbourg, and Baden-Baden before arriving in Basel. The Royal Cloud passengers were treated to gorgeous venues from the Kolumba Museum to Skulpturenpark, the 16-hectare forest located in Wuppertal and surrounding the house of the world-known artist Tony Cragg, from the Frieder Burda Foundation in Baden-Baden to the Museum of Modern and Contemporary Art in Strasbourg, not to mention “I’Aubette”. Upon their arrival in Basel, the passengers, who had a top-rate VIP experience down to the finest detail, had the chance to visit Art Basel’s “Schaulager” the exhibition stockroom, to admire the Emanuel Hoffman Foundation collection, and to see the museum featuring the works of the British artist Steve McQueen. On the sixth day of the cruise, the Fugue Collection guests were welcomed by the Beyeler Foundation, which presents a XXth century collection with more than 250 artworks by Monet, Cezanne, Van Gogh, Picasso or Bacon, together with 25 primitive artworks from Africa, Alaska and Oceania. Throughout the cruise, Jerome Sans kept the passengers company with his presentations, artistic comments and guidance. It has to be mentioned that River Cloud II itself is a masterpiece, as well. Possessing all the qualities of a floating five-star hotel, the cruise ship has the look of a private yacht as it has 44 cabins only (30 deluxe and 14 panoramic cabins). The restaurant served a refined cuisine with local ingredients supplied fresh from the market at each stop. The comfortable lounge by the bar and the impressive Steinway grand piano gave all the passengers evenings filled with first class music. For the guests of the Fugue Collection who visited Art Basel on a six-day cruise aboard the River Cloud II, this experience is most certainly an exquisite memory to be cherished and recalled for a lifetime. TILES ARE SHIFTING IN THE “FASHION” WORLD 64/65/66 Article: Styleboom www.style-boom.blogspot.com twitter.com/styleboom Fashion! While part of us warns us against being a victim of fashion, another part can’t help but get carried away by the novelties and excitement involved. Fashion is a gigantic industry, although we mostly see, or deal with, the glittering side only. On the backstage, the actors of this huge industry -some on behalf of hundred-year-old brand names- are undersigning big decisions. Let’s take a look at the recent shifts in the tiles of the fashion industry. The latest, and mostly surprising, development was about our precious Ümit Benan, who left Trussardi two years after being appointed as the first Turkish creative director of the Italian grand atelier. Being the first to report this separation from his Twitter account, Benan referred to “Road to Nowhere”, the closing music of the Trussardi fashion show, saying he had no plans as yet and that he wanted to enjoy the moment. Trussardi, on the other hand, announced in its official statement that the two-year contract with the designer had expired, so this was a natural outcome. For a while, Benan will focus on the men’s collections named after him. We will be watching to see if there will be new developments or surprises. In the meantime, Gaia Trussardi, the grand-grandchild of the brand’s founder Dante, was named the new creative director of Trussardi. There were super big changes on the YSL front! In 2007, talent hunter Hedi Slimane had announced that he had quit fashion designing with the intention of concentrating on photography and settled in the USA. Many were excited by the news that he was appointed as the creative director of Yves Saint Laurent in March 2012. Slimane’s comeback involved quite “reformist” conditions though. First, the brand was renamed Saint Laurent [I belong to the group that had an emotional reaction to that change], eliminating Yves. Saint Laurent’s famous design studio in Paris was relocated to Los Angeles upon Slimane’s request. While Slimane’s first collection for Saint Laurent was highly acclaimed, no positive comments came from anyone other than friends and family for the grunge collection he launched during the latest fashion week. In fact, the fashion critics dragged the collection through the mud. Unconceivable without John Galliano, Dior was the scene to the unthinkable, and Galliano was fired after the scandal. As the company tried to keep appearances with the hasty appointment of Bill Gaytten as the creative director, the rumor mill started running, and it did so for over a year. Every day a new name was put up, each of which was refuted. Marc Jacobs? Phoebe Philo? Sarah Burton? Finally, Dior announced Raf Simons as its new creative director! Jil Sander’s loss was the win of Dior-lovers. Simons’s first fashion show for Dior was a major test because he was to produce a couture collection: in the end, the collection was received with high praises almost by the entire fashion elite. On another wing, Raf Simons was succeeded by a surprising name at Jil Sander: the 69-year old founder of the brand who had retired quite a while ago – Jil Sander herself! A highly talented name of the industry, but somehow failing to peg away at any fashion house, Alessandra Facchinetti became the creative director of Tod’s’ women’s wear. We will have to wait and see how the Tod’s adventure will turn out for Facchinetti, who is famous for her passion for details and materials. One of the most thrilling and curious highlights of 2012 was the news of a debut couture show by Dolce&Gabbana! If the duo manifesting the magnificent Italian craftsmanship even in the ready-to-wear collections was to step into “couture”, it was bound to be epic. The duo launched their first couture collection to an exclusive group with a 36-hour event held in Sicily. The 73-piece collection was entirely handmade! Although I am not a champion of personal scandals, John Galliano, indisputably one of the greatest talents of the century, began reclaiming his rights as soon as his rehab and treatment were over. He signaled his comeback to the fashion world by settling in Oscar de la Renta’s design studio throughout the NY Fashion Week, as well as a controversial litigation that involves damages with Dior. 2012 led to major changes, to greater burdens on the shoulders of gifted designers, but mostly to thrills in the fashion industry. As the fashion weeks came to an end in the first months of 2013, we have seen the new, we compared them with the old, and the only thing that remained unchanged was the allure, excitement and pleasure of fashion. We have a whole new year ahead of us! WINING & DINING AND ENTERTAINMENT STOPS IN BEIJING AND SHANGHAI 68/69/70 Articles and Photos: Cem Mirap During my latest trip to China, one of the world’s super powers and oldest cultures, I realized that the country is in fact a great destination for wining and dining, owing to the combination of its economic boom and long-established cuisine. Besides the historic landmarks, China offers countless options from world-class international elegant restaurants to great street food, particularly if you are fond of the Far East cuisine. Below I will provide a list of my favorite wining/dining and entertainment spots in Beijing and Shanghai for you: BEIJING Well-known for Peking Duck, Beijing has restaurants that offer some of the best examples of the Northern Chinese Cuisine (Mandarin Cuisine) and the Chinese Imperial Cuisine (like the Ottoman Court Cuisine). The right addresses to taste the best Peking Duck are DA DONG (has several branches), a luxurious restaurant very popular also among the Chinese and reminiscent of the Beyti Restaurant in İstanbul, and the more touristic QUAN JU DE. At DA DONG, I recommend that you try sweet & sour fish and lotus root, besides the duck. Located inside Grand Hyatt and having an open kitchen concept and modern design, MADE IN CHINA presents a very good and broad menu mostly featuring Northern Chinese dishes, and is also the right choice for fine Peking Duck, fine wine and fine ambience. LAN CLUB is a restaurant/bar colorfully and flamboyantly designed by Philippe Starck; while it is a bit on the touristic side, it is a lively venue that should be included in every must-see list. It has a very good, very broad Chinese Cuisine menu. Offering amazing options for the vegetarians, PURE LOTUS is a rare address for getting familiar with the dishes of the highly original and distinct Far Eastern vegetarian cuisine, and to savor tea to be selected from a remarkable menu. SHANGHAI Shanghai has a more colonial, more international history and culture when compared with Beijing that is home to a population of 18 million. With a population of 22 million people that makes it one of the biggest cities in the world, Shanghai is a truly modern megapolis. The city is packed with numerous options from the branches of worldwide famous restaurateurs such as Jean Georges and Daniel Boulud to local venues. DIN TAI FUNG, the dumpling restaurant that has several branches across Asia as well as in the city, unquestionably serves the best dumplings in Shanghai. Reminding New York’s SoHo with its presumptuous restaurants, THE BUND quarter is home to many famous venues. Among these are WHAMPOA CLUB, a modern, very elegant Chinese restaurant in an art deco setting with a touch of Shanghai aesthetics; UNICO, the stylish bar/lounge/restaurant in the same building; BAR ROUGE, a highly popular bar/lounge; and Mr. And Mrs. BUND, offering a European-Chinese fusion cuisine. If you wish to see a panaromic view of the city, you could also drop by for a drink at PARK HYATT’s bar located in the PUDONG district famous for its skyscrapers. Located in the city’s luxurious XINTIANDI district, YE SHANGHAI is a chic and modern restaurant influenced by the colonial-era Shanghai cuisine and is one of the best alternatives the city has to offer in terms of ambience and fine dining. Another good restaurant is the LOST HEAVEN, which is situated in the FRENCH CONCESSION quarter characterized by the colonial architecture and which serves southwest YUNNAN Chinese Cuisine dishes that are quite hot and closer to Indochinese cuisine. I also recommend the marketplaces in the old city to try a great variety of street food. SIX-SECOND STORIES, SCENARIOS, FILMS: VINE BY TWITTER 76/77/78 Article: Elmira Gürses Introduced by Twitter to its users in January, the quick-video service Vine is, in a sense, the simplest and easiest mobile filmmaking and distributing tool. Its popularity –it has become the most downloaded application from iPhone App Store in the first few months of its release- was inevitable as it supplied even more-than-expected satisfaction for people’s desire to share their interests, instances from their lives, and their worlds with others. Developed in the summer of 2012, Vine was later acquired by Twitter. In the company blog, Dom Hofmann, a co-founder of the application had this to say about Vine: “Posts on Vine are about abbreviation the shortened form of something larger. They're little windows into the people, settings, ideas and objects that make up your life.” Vine is a movie term. Time is central to Vine; not only because of the shortness of videos, but also because they loop and replay the same six seconds. Obviously, the key characteristic of Vine is the ease of sharing the videos shot. Since the application is part of Twitter and can be shared directly on Facebook, it can be instantly viewed on users’ timelines. The simplicity of creating Vine – shoot, cut, print by a single click- is that it makes the little films created more than an “instant” observed and turns them into stories readily published online. You see something and you shoot that with the camera. Vine has a simultaneous operation that is entirely based on this simple concept. While the basic color and image filters of Vine offer optimum sharing options, they also please the artistic Viners. The Internet is already packed with minimalist, imaginative, genius and humorous Vine posts and Viners who influence thousands of people and acquire thousands of followers. The application oozes an intellectual, mature, and yet equally childish attraction. Although created with a simple logic based on the trio of seeing, capturing and sharing, the application is, in fact, erected entirely on human life, things we see and we feel; it has been perfected with Twitter’s capability in applications and Vine is one of the best applications of late. The trend has grown so immensely that dozens of new websites dedicated to Vines popped up, although they are not associated with Twitter. One example is VineRoulette, which uses the tagging system to serve up random Vines from among the best ones available in the virtual world. Having a highly simple operation that makes it easy to use by the children of our time that grow up with technology, Vine is the summary of big messages, meaningful stories and witty comments that are compacted into six seconds. Vine steers people to observe life more carefully and to heed even the shortest moments more. They serve as the visual reminders of talking little and telling a lot in a time when people talk little and tell little. It is a tool that fluently immortalizes the flight of a butterfly, the dispersal of the milk amid the brown coffee, the first steps of your child on the beach, and millions of other “instants”; it is a tool that reminds us to see an artistic beauty within the ordinary. Vine means life-in-six-seconds. BEING A STREET ARTIST IS NOT AN EASY TASK! 80/81/82/83 Interview: Çağla Cabaoğlu Photos: Artist’s collection In this edition, a very special woman street artist will share with us her relationship with life, her ideas about identity, the streets and personal memories... Her name is Lakormis... Can you tell us about yourself for those who are unfamiliar with you? What do you think makes you different as an artist? There are billions of artists. I don’t know if there is anything that sets me apart from the others. I read a lot of comic books; I watched a lot of animated films. Without realizing, I largely nourished my childhood visually and with popular culture. I was highly impressed by the streets. Perhaps these things set me apart from the others, because there is little street art in Turkey; there are just a few people doing it. And just a couple of women do this. This is also true for the world, actually. Perhaps these are the things that differentiate me. Let me try to name some women. There is Nalan Y›rtmaç, there is Canan. Also in the world, very few women take to the streets for street art. Why street art? Is it the adrenaline that gets you out on the streets? Yes, of course. But on another front, the street is the best place for self-expression, free from gender or age. I don’t think that any man, in Turkey or elsewhere, directly or indirectly hampers the women’s freedom to get out on the streets and do their work. It is irrelevant to blame people if the woman population is not into this discipline as heavily as men are. It involves an extremely high level of adrenaline, but there are so many other things that satisfy one before that. First of all, the streets are fair. You are comfortable, you can do anything you want. Nobody holds you back. There is no such thing as “the women’s works get torn, and the men’s works get protected”. Everybody is equal. Which is the city you would like to be on the streets the most? İstanbul. I was born and raised here. I know the kind of people I will run into when I go to places, I know where one road leads to, I know the kind of walls in different places, and I enjoy all these. You are saying that boundlessness, emancipation and nonidentification are possible through street art... Exactly. When nonidentified, one always communicates more easily with others. When you post a work on a street, the elderly ladies and elderly men get to see it; people who are and who are not interested in arts get to see it. In addition, leaving aside your background, name, age and gender for a while to produce is highly relaxing – at least, for me. The art you do on the streets and the art you produce in your atelier – how are they different and how are they connected? You do not represent what you do on the streets on the canvas. In fact, whatever I see and do on the streets allows me to do something in the gallery. I mean, the streets nourish that. If I did not paint on the streets, if I did not do works on the streets, I would have never been able to do those works in the gallery. There were times I lost that spirit, actually. The street intervenes, just like the curator or the gallery owner or the purchaser does. But the intervention on the streets is natural and non-utilitarian. For example, you may decide which colors to use and what composition to make, but it is not very likely to realize your thoughts exactly on the streets. For instance, if it’s raining hard, you cannot do a work with spray paint on the street. If you go out during the weekends, you will run into too many people. The wall may be rough and force you to change your materials. It may be a busy spot, which forces you to act quickly, and you end up with a much less detailed work. What I am trying to say is that there are a lot of interventions on the street, but they are absolutely not personal. Born in 1988 as an innate artist, courageous Lakormis... I hope you will sign your name in all the streets... How lovely! I am so pleased. U. NARDIN