PDF - Bitlis Eren Üniversitesi

Transkript

PDF - Bitlis Eren Üniversitesi
BEÜ AKADEMİK İZDÜŞÜM DERGİSİ
BİTLİS EREN UNIVERSITY JOURNAL OF ACADEMIC PROJECTION
Cilt / Volume: 1 Sayı / Number: 1 Yıl / Year: Eylül /September 2016
Sahibi / Owner
Prof. Dr. Mahmut DOĞRU, Rektör/Rector
Yazı İşleri Müdürü / Editor in Chief
Yrd. Doç. Dr. Vecihi Sefa Fuat HEKİMOĞLU
Editörler / Editors
Yrd. Doç. Dr. Vecihi Sefa Fuat HEKİMOĞLU
Arş. Gör. Dr. Veysel ERAT
Yayın Kurulu / Editorial Board
Prof.Dr. Asem Nauşabayeva HEKİMOĞLU
Yrd. Doç. Dr. Vecihi Sefa Fuat HEKİMOĞLU
Yrd. Doç. Dr. Ayşe Nur BUYRUK AKBABA
Yrd. Doç. Dr. Cemal ÖZTÜRK
Yrd. Doç. Dr. Yahya DEMİRKANOĞLU
Yrd. Doç. Dr. Serap TOPRAK
Yrd. Doç. Dr. Gül GÜN
Yrd. Doç. Dr. Gökhan DÖNMEZ
Arş Gör. Dr. Veysel ERAT
Arş. Gör. Dr. Yasemin HAYTA
Arş. Gör. Dr. Zeki UÇAR
Arş. Gör. Dilek ALMA
Arş Gör. Mehmet NALBANT
Arş. Gör. Mustafa Salim EREK
Arş. Gör. Yunus SAVAŞ
Danışma Kurulu / Advisory Board
Prof. Dr. Asem Nauşabayeva HEKİMOĞLU-Bitlis Eren Ünv.
Prof. Dr. Bayram ÇOŞKUN-Muş Alparslan Üniversitesi
Prof. Dr. Cenap ÇAKMAK- Osmangazi Üniversitesi
Prof. Dr. Cüneyt Yenal KESBİÇ-Batman Üniversitesi
Prof. Dr. Harun ARIKAN - Çukurova Üniversitesi
Prof. Dr. Haydar ÇAKMAK- Gazi Üniversitesi
Prof. Dr. Murat OKÇU-Süleyman Demirel Üniversitesi
Prof. Dr. Müslüme NARİN-Gazi Üniversitesi
Prof. Dr. Neşe ÖZDEN- Ankara Üniversitesi
Prof. Dr. Pınar SÜRAL ÖZER- Dokuz Eylül Üniversitesi
Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ
Prof. Dr. Zerrin TOPRAK KARAMAN-Dokuz Eylül Ünv.
Doç. Dr. Ali ASKER- Karabük Üniversitesi
Doç. Dr. Derya GÜLTEKİN KARAKAŞ-İstanbul Teknik Üniv.
Doç. Dr. Erkin EKREM- Hacettepe Üniversitesi
Doç. Dr. Ester RUBEN-Yıldız Teknik Üniversitesi
Doç. Dr. Ethem DUYGULU- Dokuz Eylül Üniversitesi
Doç. Dr. İbrahim Güray YONTAR- Dokuz Eylül
Doç. Dr. Kutluk Kağan SÜMER- İstanbul Üniversitesi
Doç. Dr. Muhammed Şükrü MOLLAVELİOĞLU- YYÜ
Doç. Dr. Sabahattin NAL İstanbul Üniversitesi
Doç. Dr. Tümen SOMUCUOĞLU- Gazi Üniversitesi
Doç. Dr. Yakup ALTAN-Süleyman Demirel Üniversitesi
Yazı İşleri Sorumlusu/Editorial Office
Arş. Gör. Veysel ERAT
Doç. Dr. Yunus Emre ÖZER- Dokuz Eylül Üniversitesi
Doç. Dr. Zafer KANBEROĞLU- Yüzüncü Yıl Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Arif EREN-Niğde Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Ayşe Nur Buyruk AKBABA-Bitlis Eren Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Berna GÜLER MÜFTÜOĞLU-Marmara Üniv.
Yrd. Doç. Dr. Cemal ÖZTÜRK-Bitlis Eren Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Dilek MEMİŞOĞLU-İzmir Katip Çelebi Üniv.
Yrd. Doç. Dr. Ebru TOLAY- Dokuz Eylül Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Ece DEMİRAY EROL Celal Bayar Üniv.
Yrd. Doç. Dr. Gökhan DÖNMEZ-Bitlis Eren Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Gül GÜN-Bitlis Eren Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Hakan ÖZDEMİR-İnönü Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. İbrahim ARAP- Dokuz Eylül Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. İsmail ŞAHİN- Karabük Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Kurtar TANYILMAZ-Marmara Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Nurcan H. ÇIRAKLAR- Dokuz Eylül Üniv.
Yrd. Doç. Dr. Raşid TACİBAYEV- Hoca Ahmet YeseviUluslararası Türk-Kazak Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Serap TOPRAK-Bitlis Eren Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Sultan KAVİLLİ ARAP- Dokuz Eylül Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Vecihi Sefa Fuat HEKİMOĞLU-Bitlis Eren Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Yahya DEMİRKANOĞLU-Bitlis Eren Üniversitesi
Web Sorumlusu Web Management
Metin TUNÇADAM
Ürün Editörü/Product Editor
Arş. Gör. Zafer CÖMERT
BEÜ AKADEMİK İZDÜŞÜM DERGİSİ
BİTLİS EREN UNIVERSITY JOURNAL OF ACADEMIC PROJECTION
Cilt / Volume:1 Sayı / Number: 1 Yıl / Year: Eylül /September 2016
HAKEM KURULU
Prof. Dr. Asem Nauşabayeva HEKİMOĞLU-Bitlis Eren Ünv.
Prof. Dr. Bayram ÇOŞKUN-Muş Alparslan Üniversitesi
Prof. Dr. Murat OKÇU-Süleyman Demirel Üniversitesi
Prof. Dr. Pınar SÜRAL ÖZER- Dokuz Eylül Üniversitesi
Doç. Dr. İbrahim Güray YONTAR- Dokuz Eylül
Yrd. Doç. Dr. Ayşe Nur Buyruk AKBABA-Bitlis Eren Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Cemal ÖZTÜRK-Bitlis Eren Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Gökhan DÖNMEZ-Bitlis Eren Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Gül GÜN-Bitlis Eren Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. İbrahim ARAP- Dokuz Eylül Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Serap TOPRAK-Bitlis Eren Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Sultan KAVİLLİ ARAP- Dokuz Eylül Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Vecihi Sefa Fuat HEKİMOĞLU-Bitlis Eren Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Yahya DEMİRKANOĞLU-Bitlis Eren Üniversitesi
Arş Gör. Dr. Veysel ERAT-Bitlis Eren Üniversitesi
Arş. Gör. Dr. Yasemin HAYTA-Bitlis Eren Üniversitesi
Arş. Gör. Dr. Zeki UÇAR-Bitlis Eren Üniversitesi
BİTLİS EREN ÜNİVERSİTESİ AKADEMİK İZDÜŞÜM DERGİSİ YAYIN İLKELERİ
Bitlis Eren Üniversitesi Akademik İzdüşüm Dergisi, Bitlis Eren Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesi tarafından "Hakemli Dergi" statüsüne uygun yılda üç sayı olmak üzere yayımlanır. Dergi
içeriği, tüm kullanıcılara açık, ücretsiz "açık erişimli" bir dergidir. Kullanıcılar yayımcıdan ve
yazar/yazarlardan izin almaksızın, dergideki makaleleri tam metin olarak okuyabilir, indirebilir,
dağıtabilir, makalelerin çıktısını alabilir ve kaynak göstererek makalelere bağlantı verebilir. Bu dergide
yayımlanan makalelerin ilim ve dil yönünden sorumluluğu yazarlarına aittir. Fikirlerden Fakültemiz ve
Üniversitemiz sorumlu tutulamaz. Makalelerde belirtilen görüşler, Bitlis Eren Üniversitesi Akadmik
İzdüşüm Dergisinin görüşünü yansıtmaz. Dergide yayınlanan makalelerin tüm yayın hakları Akademik
İzdüşüm Dergisine aittir. Makalesi dergimizde yayınlanmış olan yazarlar makalenin Özet kısmının veya
tamamının PDF olarak dijital ortamda yayınlanmasını kabul etmiş sayılırlar. Dergi yazım kurallarına
uymayan makaleler değerlendirmeye alınmaz. Basılmama kararı verilen yazılar varsa hakem raporuyla
birlikte yazarına iade edilir. Yayın için kabul edilen yazıların yayın hakkı, yayınlanan yazılarında her
türlü telif hakları dergiye aittir. Yazara herhangi bir telif hakkı ödenmez.
BEÜ Akademik İzdüşüm Dergisi Bitlis Eren Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesi 13000, Merkez, Bitlis/ TÜRKİYE
Tel: 0 (434) 222 0040 Fax: 0 (434) 222 9144
MAKALELER/ARTICLES
TÜRKİYE’DE DOĞAL GAZ TÜKETİMİ İLE EKONOMİK BÜYÜME ARASINDAKİ İLİŞKİ/
THE RELATIONSHIP BETWEEN ECONOMIC GROWTH AND NATURAL GAS CONSUMPTION
IN THE TURKEY
Coşkun ÇILBANT & Dilek ALMA……………………………………………………...……………1-11
TÜRKİYE’DE KENTSEL MEKÂNLARDA KAMUSAL ALANIN KONUMU: TARİHSEL
PERSPEKTİFTEN BİR DEĞERLENDİRME/THE LOCATION OF PUBLIC SPHERE IN URBAN
SPACES IN TURKEY: ASSESSMENT FROM AN HISTORICAL PERSPECTIVE
Mehmet NALBANT…………………………………………………………………………………..12-27
ÖRGÜT KÜLTÜRÜ TİPLERİNİN ÖRGÜTSEL SİNİZM ALGISINA ETKİSİ: BİTLİS İLİ OTEL
İŞLETMELERİNDE BİR ALAN ARAŞTIRMASI/THE EFFECT OF THE TYPES OF
ORGANIZATIONAL CULTURE ON ORGANIZATIONAL CYNICISM: A FIELD STUDY ON THE
HOTELS OF BİTLİS PROVINCE
Gül GÜN………………………………………………………………………………………..……..28-55
TÜRKİYE EKONOMİSİNDE KADIN İSTİHDAMININ ROLÜ ve ÖNEMİ/THE ROLE AND
IMPORTANCE OF WOMAN EMPLOYMENT AT TURKISH ECONOMY
Perihan DUTLU ERTEN…………………………………………………………………………….56-66
İŞGÖREN SESSİZLİĞİ: TEORİK YAKLAŞIMLAR TEMELİNDE BETİMSEL BİR
ANALİZ/EMPLOYE SİLENCE: A DESCRİPTİVE ANALYSİS BASED ON THEORETİCAL
APPROACHES
Zeki UÇAR……………………………………………………………………………………………67-86
MAHALLİ İDARE BİRİMİ OLARAK KÖYLER VE 6360 SAYILI YASANIN
ETKİLERİ/VİLLAGES AS LOCAL ADMİNİSTRATİVE UNİT AND THE EFFECT OF 6360
NUMBERED LAW
Veysel ERAT………………………………………………………………………………………….87-98
LEWIS MODEL, EDUCATION AND UNCERTAINTIES: THE CASE OF TURKEY FROM 1990
to 2014/LEWİS MODEL, EĞİTİM VE BELİRSİZLİKLER: 1990’DAN 2014’E TÜRKİYE ÖRNEĞİ
Yunus SAVAŞ……………………………………………………………………………………….99-111
AÇIK DENİZLERDE DÜZEN VE GÜVENLİK/THE LAYOUT AND SECURITY AT THE HIGH
SEAS
Cemal ÖZTÜRK…………………………………………………………………………………...112-132
TÜRKİYE’DE PARTİ İÇİ DEMOKRASİ OLGUSUNUN GELİŞİMİ/DEVELOPMENT OF INPARTY DEMOCRACY İN TURKEY
Gökhan DÖNMEZ…………………………………………………………………………………133-150
KİTAP TANITIMI/BOOK LAUNCH
GÜLNAR KARA, POLENEZKÖY’ÜN KURUCULARINDAN ÇAYKOVSKİ MEHMET SADIK
PAŞA’NIN OSMANLI ANILARI
Serap TOPRAK……………………………………………………………………………………151-153
CHIRATA CARAIANI, CAMELIA I. LUNGU, CORNELIA DASCALU AND FLORIAN
COLCEAG, GREEN ACCOUNTİNG INİTİATİVES AND STRATEGİES FOR SUSTAİNABLE
DEVELOPMENT
Ayşe Nur BUYRUK AKBABA…………………………………………………………………....154-155
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 1-11.
TÜRKİYE’DE DOĞAL GAZ TÜKETİMİ İLE EKONOMİK BÜYÜME ARASINDAKİ
İLİŞKİ
Coşkun ÇILBANT*
Dilek ALMA**
ÖZET
Enerji, günümüz modern üretim yapısı içerisinde en fazla gereksinim duyulan üretim faktörlerinden biri
olarak ülke ekonomileri içerisinde önemli bir yere sahiptir. Bu durum enerjiye olan talebi canlı tutarken
maliyetleri de oldukça yukarı çekmektedir. Bununla birlikte enerji çeşitliliği içerisinde maliyeti ve çevreye
dost bir yakıt olması bakımından doğalgaz en çok aranan enerji kaynaklarının başında gelmektedir. Ancak
doğalgaz üretiminde birçok ülkenin kendine yetmeyişi, doğalgaz tedariki bakımından ülkeleri dışa bağımlı
kılmaktadır. Nitekim doğalgaz yatakları bakımından fakir bir coğrafya üzerinde yer alan Türkiye’ nin de
dışa bağımlı olduğu bilinmektedir. Bu nedenle gerek ithal edilen gerekse ülke içerisinden tedarik edilen
doğalgaz tüketiminin Türkiye ekonomisine yaratmış olduğu katma değerinin belirlenmesi önemlidir. Bu
önem doğrultusunda bu çalışmada, enerji kaynakları arasında önemli yere sahip olan doğal gaz tüketimi
ile ekonomik büyüme arasındaki ilişki, 1998-2015 yılları arasında incelenmiştir. Çalışmada Johansen
eşbütünleşme ve Granger nedensellik testi kullanılmıştır. Johansen eşbütünleşme testi sonuçları ele alınan
dönem için değişkenler arasında uzun dönemli bir ilişkinin var olduğunu göstermiştir. Granger nedensellik
test sonuçları ise doğalgaz tüketimi ile GSYİH arasında tek yönlü nedensellik olduğunu ve nedenselliğin
yönünün doğalgaz tüketiminden GSYİH’ ye doğru olduğunu göstermiştir.
Anahtar Kelimeler: doğal gaz, ekonomik büyüme, enerji kaynakları.
THE RELATIONSHIP BETWEEN ECONOMIC GROWTH AND NATURAL GAS
CONSUMPTION IN THE TURKEY
ABSTRACT
Energy as one of the most needed production factor in the modern structure has a significant
place in the national economics. This situation keeps alive the demand of energy, however,
pushes up the costs. In addition to this, natural gas is one of the most wanted energy
resources in the variety of energy resources with regard to cost and environmental friendly
fuel. However, no sufficient
production
of
natural
gas of
many countries makes foreign
dependent at the context of natural gas supply. Thus, it is known that Turkey is foreign
dependent , which is situated on poor region in terms of natural gas deposits. Because of
this, it is important to determine the added value of natural gas which both imported and
supplied on Turkish economy. As a result of this, the relationship between the consumption
of natural gas which has an important place in natural resources and economic growth is
examined between 1998 and 2015. Johansen co-integration and Grangercausality test was used in the
study. Johansen co-integration test results demonstrated that there is long term relationship between
variables for the base period. Granger causality test results illustrated that there is unilateral causality
between natural gas consumption and GDP, and the direction of causality is from natural gas consumption
to GDP
Keywords: naturalgas, economic growth, energy resources
*
Yrd. Doç. Dr. Manisa Celal Bayar Üniversitesi, İİBF, İktisat Bölümü
Arş. Gör. Bitlis Eren Üniversitesi, İİBF, İktisat Bölümü
**
1
C. Çılbant & D. Alma/ Türkiye’de Doğal Gaz Tüketimi İle Ekonomik Büyüme Arasındaki İlişki
GİRİŞ
Enerji kaynaklarının kullanımının devamlılığı, hızlı ve bilinçsiz tüketimi, çevreye verdiği
kirlilik geçmişte olduğu gibi günümüzde de önemli konular ve sorunlar arasındadır. Kömür,
petrol, doğalgaz gibi kendini yenileme durumu olmayan kaynakların çevreye ve atmosfere verdiği
zarardan dolayı insanlar yenilenebilir enerji kullanımına yönlenmiştir.1
Ekonomik kalkınmanın başlangıç dönemlerinde tarımsal faaliyetler ön plândayken,
endüstrileşme sürecinin başlamasıyla birlikte enerji kaynakları ön plana çıkmaktadır. Enerji
kaynaklarının kullanımındaki artış toplam üretimi artırmış ve endüstrileşme sürecini
hızlandırmıştır. Günümüze kadar olduğu gibi bundan sonraki yüzyıllarda da artan nüfus
beraberinde enerji ihtiyacını artıracak ve enerjinin önemi daha da öne çıkacaktır.2
Türkiye’de doğalgaz tüketimi ve ekonomik büyüme arasındaki ilişki üzerine yapılan bu çalışma
üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde enerji konusunun genel çerçevesi, ikinci bölümde;
konuyla ilgili yazına yansıyan bazı çalışmalar ele alınmaktadır. Son bölümde uygulama için
kullanılan yöntemler hakkında genel bilgi verilmekte, doğalgaz tüketimi ve ekonomik büyüme
ilişkisi analiz edilmektedir.
ENERJİ VE ENERJİ KAYNAKLARI
Birçok alanda gelişim için gerekli olan enerji; sanayi başta olmak üzere, ulaştırma,
iletişim, konut gibi pek çok alt sektörde kullanılmakla beraber günlük yaşantımızı
sürdürebilmemiz için gerekli olan tüm süreçler için de vazgeçilmez bir girdidir.3
Bireyin gündelik yaşamını sürdürebilmesi için gerekli olan enerji kaynağı, ilk başlarda
gerek doğada bulunan temel kaynaklardan gerekse insanın ve hayvanın kas gücünden
karşılanırken, daha sonra kömürle çalışan buhar makinelerinin icadı enerji kaynakları
değişmiştir.4Yeni buluşların endüstriyel alanda yoğun kullanımıyla birlikte Sanayi Devriminin
ardından enerji kullanımı, kendini geniş bir yelpazede göstermiş ve enerjiye olan talebi artırmıştır.
Artan talebe karşılık rezervlerin giderek azalması, enerji kaynaklarının dengesiz dağılımı ve aynı
zamanda kalkınmanın gerçekleşmesi için üretim sürecindeki en temel girdiler arasında yer alması
ülkeleri enerji konusunda farklı arayışlara itmiştir.5
Günümüzde enerji kaynakları; doğal gaz, nükleer enerji, petrol, kömür vb. yenilenemeyen
ve rüzgâr enerjisi, güneş enerjisi, jeotermal enerji vb. yenilenebilir enerji kaynakları olmak üzere
iki kısımdan oluşmaktadır. Aynı zamanda kömür, petrol, doğalgaz vb. yenilenemeyen enerji
kaynakları birincil enerji kaynağı olarak adlandırılırken bunların kullanımıyla elde edilen enerji
Özlem C. Külekçi, ‘Yenilenebilir Enerji Kaynakları Arasında Jeotermal Enerjinin Yeri ve Türkiye
Açısından Önemi’, Ankara Üniversitesi Çevrebilimleri Dergisi, Cilt:1, Sayı:2,2009, s.83.
2
Fatma F. Aydın, ‘Enerji Tüketimi ve Ekonomik Büyüme’, Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi Dergisi, Sayı: 35, 2010, s.318.
3
Türkiye Petrolleri, ‘2014 Yılı Ham Petrol ve Doğal Gaz Sektör Raporu’, 2015,
http://www.tpao.gov.tr/tp5/docs/imaj/HP_DG_SEKTOR_RPR_040515.pdf , (10.01.2016),s.4.
4
Ahu Soylu ve Metin Türkay, ‘Yenilenebilir Enerji Kaynaklarına Geçiş Sürecinin Planlanmasında Doğrusal
En İyileme Tekniğinin Kullanılması’, 3. Yenilenebilir Enerji Kaynakları Sempozyumu, 2005,
http://www.emo.org.tr/ekler/9510081ac30ffa8_ek.pdf (10.08.2016). s.1.
5
Mehmet Mucuk ve Doğan Uysal, ‘Türkiye Ekonomisinde Enerji Tüketimi ve Ekonomik Büyüme’, T.C
Maliye Bakanlığı, Maliye Dergisi,Sayı 157, 2009, s.105-106.
1
2
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 1-11.
kaynakları ise (elektrik, petrol ürünleri) ikincil enerji kaynaklarıdır. Ülkemiz, yenilenemeyen
enerji kaynaklarının yetersizliğinden dolayı dışa bağımlı bir ülke olmakla beraber, yenilenebilir
enerji kaynaklarıyla bu yetersizliğin bir bölümünün karşılanabileceği düşünülmektedir. Artan
yönde eğiliminin olduğu gözlemlenen enerji talebini Türkiye’nin ekonomik gelişmişliğine
yansıyacağı düşünülmektedir.6
Enerjinin; yeterli, güvenilir, rekabet edilebilir fiyat, çevresel etki gibi faktörler
çerçevesinde ekonomik büyümeyi gerçekleştirmesi ve sosyal gelişmeyi desteklemesi diğer
ülkeler gibi ülkemizin de hedefleri arasındadır.7
Enerjinin sanayileşme ve kentleşme ile birlikte tüm ekonomik aktivitelerde kullanımının
artması, enerji kullanımı ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi iktisadi analiz konusu
yapmıştır.
LİTERATÜR TARAMASI
Enerji tüketimdeki artış ve bu artışın ekonomik büyümedeki yeri konuyla ilgili akademik
çalışmalara yansımıştır. Bu bağlamda konuyla ilgili son yıllarda yapılan bazı çalışmalar
incelendiğinde;
Mucuk ve Uysal, Türkiye ‘nin 1960-2006 dönemi verilerini kullanarak yapmış oldukları
çalışmada enerji tüketimi ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi eşbütünleşme ve Granger
nedensellik analizleriyle incelemişlerdir. Elde ettikleri bulgular, değişkenlerin eşbütünleşik
olduğunu, Granger nedenselliğin yönünün enerji tüketiminden ekonomik büyümeye doğru
olduğunu ve enerji tüketiminin büyümeyi pozitif yönde etkilemekte olduğunu göstermiştir.8
Güvenek ve Alptekin, 25 OECD üyesi ülkeyi kapsayan çalışmalarında panel data analizi
kullanmış ve uygulanan testlerin nihai model sonucunda ekonomik büyümenin enerji tüketimini
etkilediği sonucuna ulaşmışlardır.9
Türkiye’de enerji harcamalarının ekonomik büyüme üzerindeki etkisini1987-2007
yıllarını kapsayan verilerle inceleyen Tetik, ekonomik büyüme ve enerji harcaması arasında uzun
dönemde bir ilişkinin varlığını araştırmış fakat Granger eşbütünleşme testi ve Johansen
eşbütünleşme analizi sonucunda serilerin aralarında uzun dönemli bir ilişkinin olmadığı ve enerji
harcamalarının ile GSMH arasında nedenselliğin olmadığı sonucuna ulaşmıştır.10
Uzungöz ve Akçay Türkiye’ nin birincil enerji tüketimi ile GSYİH arasındaki ilişkiyi
1970-2010 dönemleri arasında incelemiş ve çalışma sonucunda enerji tüketimi ile büyüme
arasında eşbütünleşme olduğunu, nedenselliğin ise GSYİH’ dan enerji tüketimine doğru tek yönlü
olduğunu tespit etmişlerdir.11
Özge Korkmaz ve Abdülkadir Develi, ‘Türkiye’de Birincil Enerji Kullanımı, Üretimi ve Gayri Safi Yurt
İçi Hasıla (GSYİH) Arasındaki İlişki’, Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Dergisi, Cilt:27, Sayı:2, 2012, s.2.
7
Seyhan Tetik, ‘Türkiye’de Ekonomik Büyüme İle Enerji Harcamaları Arasındaki İlişki’, Ankara
Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Ankara,2011, s.1.
8
Mucuk ve Uysal, s.114.
9
Burcu Güvenek ve Volkan Alptekin, ‘Enerji Tüketimi ve Büyüme İlişkisi: OECD Ülkelerine İlişkin Bir
Panel Veri Analizi’,Enerji, Piyasa ve Düzenleme, Cilt:1, Sayı:2, 2010, s.190.
10
Tetik, s.51.
11
Meral Uzungöz ve Yaşar Akçay, ‘Türkiye’de Büyüme ve Enerji Tüketimi Arasındaki Nedensellik
İlişkisi:1970-2010’, Çankırı Karatekin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 3(2):001016,2012, s.1.
6
3
C. Çılbant & D. Alma/ Türkiye’de Doğal Gaz Tüketimi İle Ekonomik Büyüme Arasındaki İlişki
Korkmaz ve Develi’nin Türkiye’de birincil enerji kullanımı, üretimi ve gayri safi yurt içi
hasıla arasındaki ilişki başlıklı çalışmalarında enerji tüketimi- üretimi ile GSYİH arasındaki
nedensellik ilişkisini 1960-2009 dönemi yıllık verilerini ve Johansen eşbütünleşme ve Granger
nedensellik testlerini kullanarak incelemişlerdir. Nedensellik sınaması ve eşbütünleşme test
sonuçlarında, söz konusu dönemde değişkenler arasında uzun dönemli bir ilişkinin var olduğu ve
enerji tüketimi ile GSYİH arasında iki yönlü nedenselliğin olduğu görülmüştür.12
Erdoğan ve Gürbüz, Türkiye’de 1970-2009 dönemi yıllık verilerini kullanarak, enerji
tüketimi ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi yapısal kırılmalı modeller aracılığı ile
incelemiştir. Z-A birim kök testi, Gregory-Hansen eşbütünleşme ve Granger nedensellik
analizlerini uyguladıkları çalışmada, seriler arasında uzun dönemde eşbütünleşme olduğu, enerji
tüketimi ile ekonomik büyüme arasında nedenselliğin olmadığı, reel gayrı safi yurt içi hâsıladan
sermayeye, enerji tüketiminden sermayeye, ihracattan reel gayrı safi yurt içi hasılaya, ihracattan
enerji tüketimine ve yine ihracattan sermayeye doğru tek yönlü nedensellik ilişkisi olduğu
sonucunu ortaya koymuşlardır.13
Dineri ve Bazarova yapmış oldukları çalışmada, Türkmenistan’ın 1985-2014 yılları
arasında gayri safi milli hasıla, doğal gaz tüketimi ve birincil enerji tüketimi arasındaki ilişkiyi
nedensellik yönünden incelemişlerdir. Çalışma sonucunda doğal gaz tüketimi ile gayri safi milli
hasıla arasında çift yönlü, doğal gaz tüketiminden birincil enerji tüketimine ve birincil enerji
tüketiminden gayrisafi milli hasılaya doğru tek yönlü nedensellik bulunmuştur. 14
Gövdere ve Can çalışmalarında, Türkiye’nin 1970-2014 dönemi verilerini kullanarak
enerji tüketimi ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi birim kök testi Genişletilmiş DickeyFuller, eşbütünleşme analizi, Granger nedensellik, dinamik en küçük kareler yöntemleriyle analiz
etmişlerdir. Enerji tüketimi ile ekonomik büyüme arasında eş bütünleşme olduğunu ve seriler
arasında ortaya çıkan bir sapmanın yaklaşık 3dönem sonra trende döndüğünü belirtmişlerdir.15
Türkiye’de enerji tüketimi ekonomik büyümeye yol açar şeklindeki hipotezi test etmek
amacıyla yaptığı çalışmasında Aydın, birim kök testini ve sıradan en küçük kareler yöntemini
kullanmıştır. Analiz sonuçlarına göre, enerji tüketimindeki %1’lik değişme ekonomik büyümede
%1.03’lük bir artışa neden oluşundan ve enerji tüketimi ile ekonomik büyüme arasında pozitif
yönlü bir ilişkiden söz edilmiştir.16
Ersoy, yazınında 1987-2007 döneminde OECD ülkeleri için birincil enerji tüketimi ile gayrisafi
yurtiçi hasıla arasında eşbütünleşme ilişkisini araştırmış ve ekonometrik çalışmada panel veri seti
12
Korkmaz ve Develi, s.20.
Savaş Erdoğan ve Süleyman Gürbüz, ‘Türkiye'de Enerji Tüketimi Ve Ekonomik Büyüme İlişkisi:Yapısal
Kırılmalı Zaman Serisi Analizi’, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı: 32, 2014,
s.86.
14
Eda Dineri ve Almagul Bazarova, ‘Türkmenistan Ekonomisinde Enerji Tüketimi Ve Ekonomik Büyüme
Arasındaki İlişki’,Dicle Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi C:5 S:9, 2015,s.105.
15
Bekir Gövdere ve Muhlis Can, ‘Enerji Tüketimi Ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: Türkiye Örnekleminde
Eşbütünleşme Analizi’, Uluslararası İktisadi Ve İdari Bilimler Dergisi C:1 S:2, 2015, 104.
16
Aydın,s.335.
13
4
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 1-11.
kullanmıştır. Araştırma sonucunda, uzun vadede GSYİH ve birincil enerji tüketimi arasında
kuvvetli bir ilişki olduğu ifade edilmiştir.17
METODOLOJİ
Türkiye’ deki doğal gaz tüketimi ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi belirlemeye
yönelik yaptığımız bu çalışmada; ADF(AugmentedDickey-Fuller Test) birim kök testi, VAR
modeli gecikme uzunluğu, Johansen eşbütünleşme testi, Granger nedensellik test sonuçları
incelenecektir.
Çalışmamızın analiz yöntemlerinden eş bütünleşme(koentegrasyon), durağan olmayan
iki zaman serisi arasındaki korelasyonu incelemek için diğer bir ifadeyle uzun dönem denge
ilişkisinin saptanması ve test edilmesi için Clive Granger tarafından geliştirilmiş bir tekniktir.18
Ekonomide zaman serisi verilerini kullanarak değişkenler arasında nedenselliğin olup
olmadığını ortaya koymak için nedensellik analizi uygulanır ve Granger nedensellik testinin de
bu analiz için kullanıldığı bilinmektedir.
Bu çalışma da BP Statistical Review of World Energy ve Türkiye İstatistik Kurumu
(TUİK)’ndan edinilen 1998-2015 dönemi verileri kullanılmıştır. Yapılan bütün ekonometrik
uygulamalarda Eviews 8.0 paket programı kullanılmıştır. Çalışmada öncelikle serilerin birim kök
içerip içermediği araştırılmış daha sonra ise değişkenler arasında eş-bütünleşme ilişkisi
incelenmiş ve son aşamada Granger nedensellik analizi ile değişkenlerimiz arasındaki nedensellik
test edilmiştir.
VERİ VE BULGULAR
Birim kök sınaması yapabilmek için gerekli olan doğal gaz tüketimi ve büyüme hızına ait
bilgiler Grafik 1’de gösterilmektedir.
Grafik 1:Değişkenlerin Yıllara Göre Grafiği
25.7
4.0
25.6
3.6
25.5
25.4
3.2
25.3
2.8
25.2
25.1
2.4
25.0
24.9
2.0
96
98
00
02
04
06
08
LNGSY_H
10
12
14
16
96
98
00
02
04
06
08
10
12
14
LNDGLGZ
Grafik 1’de doğal gaz tüketiminde ve GSYİH’ de belirli dönemlerde dalgalanmaların
yaşandığı görülmektedir.
Doğal gaz tüketimi ve büyüme arasındaki ilişkiyi değerlendirilebilmek için öncelikle
serilerin birim kök sorunu içerip içermediklerine (durağanlığına) bakılmaktadır. Bu bağlamda
Ahmet Yağmur Ersoy, ‘OECD Ülkelerinde Ekonomik Büyüme Odaklı Enerji Tüketiminin Ekonometrik
Modeli’, Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 21, Sayı 1, 2012, s. 339.
18
Özlem Göktaş, ‘Teorik ve Uygulamalı Zaman Serileri Analizi’, Beşir Kitabevi, İstanbul, 2005, s.113.
17
5
16
C. Çılbant & D. Alma/ Türkiye’de Doğal Gaz Tüketimi İle Ekonomik Büyüme Arasındaki İlişki
durağanlık sınaması için kullanılan ADF(AugmentedDickey-Fuller) testi sonuçlarına göre
kullanılan serilerin birinci farklarında durağan oldukları görülmektedir.
Tablo 1: Birinci Dereceden Farkı Alınan Değişkenlerin Birim Kök Analiz Sonuçları
Değişkenler
t-istatistiği
Olasılık(P)
Doğalgaz ADF Test İstatistiği -5.017658
0.0044
GDP ADF Test İstatistiği
0.0242
-4.158172
Tablo 1’de değişkenlerin t-istatistik değerleri ve olasılık değerleri verilmiştir.
Değişkenlerin t-istatistik değerleri(=-5.017658, =-4.158172)
ile kritik değerleri
karşılaştırıldığında katsayının anlamlı olduğu sonucu çıkmıştır. Bu durumda serinin birinci
dereceden durağanlaştığını söyleyebiliriz.
Olasılık (P) değerleri (=0.0044, =0.0242), α=0.05 güven sınırından küçük olduğu için
serinin birinci dereceden durağanlaştığını söyleyebiliriz.
Değişkenlerinin tümü birinci farklarında durağan olduğundan VAR(vektör otoregresyon
modeli) analizi ile eşbütünleşme (koentegrasyon) analizi birlikte yapılmaktadır. Tahminlerin
doğru olması için öncelikle en uygun gecikme uzunluklarının belirlenmesi gerekmektedir.
Tablo 2:VAR Gecikme Uzunluğu
Lag
LogL
LR
FPE
AIC
SC
HQ
0
19.16387
NA
0.000295
-2.451982
-2.360688
-2.460433
1
50.04378
48.52557*
6.43e-06
-6.291968
-6.018087
-6.317321
2
52.53069
3.197457
8.41e-06
-6.075813
-5.619343
-6.118067
3
60.95009
8.419404
5.10e-06
-6.707156
-6.068099
-6.766313
4
69.83391
6.345583
3.37e-06*
-7.404844*
-6.583199*
-7.480902*
En uygun gecikme uzunluğunu belirlemek için uygulanan VAR modeli uygun gecikme
uzunluğu istatistiği sonuçları Tablo 2’de görülmektedir. Final Prediction Error (FPE), Akaike
6
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 1-11.
(AIC), Schwarz (SC) ve HannanQuinn (HQ) bilgi kriterlerine göre 4 gecikme alınması
gerekmektedir. Önerilen bu 4 gecikme uzunluğuna göre VAR modeli tahmin edilir ve eş
bütünleşme tahmini bu gecikme uzunluğuna göre ortaya konulur. 4 gecikmeli VAR modelinin
istikrarlılığını ortaya koymak için yapılan testler ve sonuçları aşağıda sunulmaktadır.
Tablo 3: AR Karakteristik Polinomunun Ters Kökleri
Kök
Modulus
0.881562 - 0.090950i
0.886241
0.881562 + 0.090950i
0.886241
-0.192537 - 0.068959i
0.204514
-0.192537 + 0.068959i
0.204514
Tablo 3’te bütün modulus değerlerinin referans değer aralığında olması(1’den küçük
olması) VAR modelinin istikrarlılığını göstermektedir.
Grafik 2: AR Karakteristik Polinomun Ters Köklerinin Birim Çember Konumu
Inverse Roots of AR Characteristic Polynomial
1.5
1.0
0.5
0.0
-0.5
-1.0
-1.5
-1.5
-1.0
-0.5
0.0
0.5
1.0
1.5
Grafik 2, AR köklerinin (noktaların) tamamı birim çember dışına taşmadığını ve böylece
kurulan modelin dinamik olarak durağan olduğunu göstermektedir.
Serilerin kendi arasında ardışık bağımlılığını incelemek için LM testine bakılabilir.
7
C. Çılbant & D. Alma/ Türkiye’de Doğal Gaz Tüketimi İle Ekonomik Büyüme Arasındaki İlişki
Tablo 4: LM Test Sonuçları
Lags
LM-Stat
Prob
1
5.528858
0.2372
2
4.925305
0.2950
3
8.429264
0.1771
4
1.698368
0.7910
Otokorelasyon LM testi ‘otokorelasyon yoktur’ biçimindeki H0 hipotezini test etmektedir.
Bu nedenle her bir gecikme uzunluğuna ait olasılık değerleri 0,10’ dan büyük olduğundan ilgili
gecikme uzunluğunda otokorelasyon sorunu bulunmamaktadır. Diğer bir ifade ile LM test
sonuçları, kurulan modelin istatistiksel olarak iyi bir model olduğunu ve yapısal olarak tutarlı bir
model olduğunu ortaya koymaktadır.
Yukarıdaki aşamalardan sonra söz konusu dönemde Türkiye’ de doğal gaz üretimi ve
ekonomik büyüme arasında uzun dönemli bir ilişkinin bulunup bulunmadığını tespit etmek
amacıyla eş bütünleşme testi uygulanmakta ve sonuçlar Tablo 5’de gösterilmektedir;
Tablo 5: Eş Bütünleşme Testi
Hipotez
r=0
Hipotez
r=0
Trace(iz)
%5
İstatistik
Kritik Değer
Olasılık
24.87550
18.39771
0.0054
Max-Eigen
%5
İstatistik
Kritik Değer
Olasılık
24.85411
17.14769
0.0031
8
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 1-11.
Eş bütünleşme (koentegrasyon) testi bulguları değişkenler arasında 1 adet eş bütünleşme
vektörünün bulunduğunu ve böylece ilişki olmadığını gösteren H0 hipotezinin % 5 anlamlılık
düzeyinde reddedilmesi gerektiğini göstermektedir. Ortaya çıkan sonuca göre; söz konusu
dönemlerde doğal gaz tüketimi ve ekonomik büyüme arasında uzun dönemli bir ilişki olduğu
ifade edilir.
Tablo 6: Granger Nedensellik Analiz Sonuçları
Bağımlı Değişken: LNGSY_H
Dışlanan
LNDGLGZ
Ki-kare
Prob.(p)
9.766703
0.0445
Bağımlı Değişken: LNDGL
dDışlanan
LNGSY_H
Ki-kare
9.009051
Prob.(p)
0.0609
LNDGLGZ için hipotezler:
H0:Lndglgz Lngsyih’ nin granger nedenseli değildir.
H1: Lndglgz Lngsyih’ nin granger nedenselidir.
LNGSY_H için hipotezler:
H0: Lngsyih Lndglgz’ nin granger nedenseli değildir.
H1: Lngsyih Lndglgz’ nin granger nedenselidir.
Tablo 6’da LNDGLGZ değişkeninin p değerinin %5 önem düzeyinden küçük olduğundan
H0 hipotezi red ve LNGSYİH değişkeninin p değerinin%5 önem düzeyinden büyük olduğundan
H0 hipotezi kabul edilmektedir. Dolayısıyla doğal gaz tüketimi GSYİH’ nin nedenseli iken
GSYİH doğal gaz tüketimindeki değişimin nedenseli olmadığı görülmektedir.
SONUÇ
Türkiye için büyümenin en önemli faktörlerinden biri enerjidir. Ülkemiz diğer birçok
dünya ülkesinde olduğu gibi artmaya devam eden enerji talebini karşılamakta kendi başına yeterli
olmamakla beraber enerji kaynak hatlarının nakil noktası konumundadır. Bu konum, enerji arzı
konusunda politika aracı şekline dönüştürülebilir. Enerji arzı ve talebi büyüme ile paralel bir seyir
9
C. Çılbant & D. Alma/ Türkiye’de Doğal Gaz Tüketimi İle Ekonomik Büyüme Arasındaki İlişki
gösterdiğinden politika yapıcıları sürdürülebilir bir büyüme ve enerji talebini karşılamak için arz
yönlü kısıtlı olanakları geliştirmeli ve talep yönlü bir planlamaya gidilebilir.
Yapılan bu çalışma sonucunda, doğal gaz tüketimi ve GSYİH’ de ilgili dönemlerde
dalgalanmalar olduğu, ADF testiyle ele alınan serilerin birinci farkta durağan hale geldiği, optimal
gecikme uzunluğunun 4 olduğu sonuçlarına ulaşılmaktadır. LM test sonuçlarına göre kurulan
model istatistiksel ve yapısal olarak iyi ve tutarlı bir model olduğu, eş bütünleşme test sonuçlarına
göre ise ilgili dönemlerde doğal gaz tüketimi ve büyüme arasında uzun dönemli bir ilişki olduğu
görülmektedir. Son olarak da, uygulanan Granger nedensellik testiyle de doğal gaz tüketiminin
ekonomik büyümenin nedenseli olduğu, ekonomik büyümenin ise doğal gaz tüketiminin
nedenseli olmadığını görülmektedir.
KAYNAKÇA
Aydın, Fatma Fehime. ‘Enerji Tüketimi Ve Ekonomik Büyüme’, Erciyes Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Sayı: 35, 2010, ss.317-340.
Dineri, Eda ve Bazarova, Almagul.‘Türkmenistan Ekonomisinde Enerji Tüketimi
veEkonomik Büyüme Arasındaki İlişki’,Dicle Üniversitesi İktisadi Ve İdari Bilimler Fakültesi
Dergisi, C:5 S:9 Kış-2015, ss.96-106.
Erdoğan, Savaş ve Gürbüz,Süleyman.‘Türkiye'de Enerji Tüketimi Ve Ekonomik Büyüme
İlişkisi:Yapısal Kırılmalı Zaman Serisi Analizi’,Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi, Sayı: 32, 2014, ss. 79-87.
Ersoy, Ahmet Yağmur. ‘OECD Ülkelerinde Ekonomik Büyüme Odaklı Enerji Tüketiminin
Ekonometrik Modeli’, Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 21, Sayı 1, 2012, s. 339-356.
Göktaş, Özlem. Teorik ve Uygulamalı Zaman Serileri Analizi, Beşir Kitabevi, İstanbul,
2005.
Gövdere, Bekir ve Can, Muhlis. ‘Enerji Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: Türkiye
Örnekleminde Eşbütünleşme Analizi’, Uluslararası İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi,1 (2),
2015, ss.101-114
Güvenek, Burcu ve Alptekin, Volkan.‘Enerji Tüketimi ve Büyüme İlişkisi: OECD
Ülkelerineİlişkin Bir Panel Veri Analizi’,Enerji, Piyasa ve Düzenleme, Cilt:1, Sayı:2, 2010,
Sayfa 172-193.
Korkmaz, Özge ve Develi, Abdülkadir. ‘Türkiye’de Birincil Enerji Kullanımı, Üretimi ve
Gayri Safi Yurt İçi Hâsıla (GSYİH) Arasındaki İlişki’, Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve
İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt:27, Sayı:2,2012, ss.1-25.
Külekçi, Özlem C.. ‘Yenilenebilir Enerji Kaynakları Arasında Jeotermal Enerjinin Yeri ve
Türkiye Açısından Önemi’, Ankara Üniversitesi Çevrebilimleri Dergisi ,
Sayı: 2, 2009, Cilt: 1, ss: 83-91.
Mucuk, Mehmet ve Uysal, Doğan.‘Türkiye Ekonomisinde Enerji Tüketimi ve Ekonomik
Büyüme’, T.C Maliye Bakanlığı, Maliye Dergisi, Sayı 157, 2009, ss.105-115.
10
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 1-11.
Soylu, Ahu ve Türkay, Metin.‘Yenilenebilir Enerji Kaynaklarına Geçiş Sürecinin
Planlanmasında Doğrusal En İyileme Tekniğinin Kullanılması’, 3. Yenilenebilir Enerji
Kaynakları Sempozyumu, 2005, http://www.emo.org.tr/ekler/9510081ac30ffa8_ek.pdf
(10.08.2016).
Tetik, Seyhan.‘Türkiye’de Ekonomik Büyüme İle Enerji Harcamaları Arasındaki
İlişki’, Ankara Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Ankara, 2011.
Türkiye Petrolleri, ‘2014 Yılı Ham Petrol ve Doğal Gaz Sektör Raporu’,
http://www.tpao.gov.tr/tp5/docs/imaj/HP_DG_SEKTOR_RPR_040515.pdf, 2015, (10.01.2016).
Uzungöz, Meral ve Akçay, Yaşar, ‘Türkiye’de Büyüme ve Enerji Tüketimi Arasındaki
Nedensellik İlişkisi:1970-2010’, Çankırı Karatekin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi, 3(2):001-016,2012.
11
M. Nalbant/ Türkiye’de Kentsel Mekânlarda Kamusal Alanın Konumu: Tarihsel Perspektiften Bir
Değerlendirme
TÜRKİYE’DE KENTSEL MEKÂNLARDA KAMUSAL ALANIN KONUMU:
TARİHSEL PERSPEKTİFTEN BİR DEĞERLENDİRME
Mehmet NALBANT*
ÖZET
İnsanlık tarihinin aynası olan kent, toplumların eserlerini barındıran bir mekandır. Kent aynı zamanda
mekân içerisinde toplumsal ilişkilerin kurulduğu bir bütünü de temsil etmektedir. Kamusal alan Antik
Yunan döneminden beri var olan ve toplumu oluşturan bireylerin, fikir paylaşımında bulunduğu
özgürlükler alanıdır. Kentsel mekân diye tabir edilen sokak ve meydanlarda insanların paylaşım içerisinde
bulunması bu yerleri birer kamusal mekân haline dönüştürmektedir. Kamusal mekânlar Batı’da agora ve
forumlarda başlayan tartışmalarla doğmuştur. Osmanlı Devleti’nde kamusal mekânın doğuşu 16.yüzyılda
kahvehanenin ortaya çıkmasıyla başlamıştır. Kentsel mekânda önemli yere sahip olan kamusal mekân
meydanlardır. Bu bağlamda, Osmanlı Devleti’nden Cumhuriyet Dönemine kamusal mekânın dönüşümü
meydan ve kahvehane temelinde ele alınmıştır. Bu çalışmada, Osmanlı Devleti’nden günümüze Anadolu
topraklarında kamusal mekânın doğuşu ve değişimi incelenmiştir. Bu değişim dönemin en önemli kamusal
mekânları ele alınarak açıklanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Kent, Kamusal Alan, Kentsel Mekân
THE LOCATION OF PUBLIC SPHERE IN URBAN SPACES IN TURKEY:
ASSESSMENT FROM AN HISTORICAL PERSPECTIVE
ABSTRACT
City which is mirror of the human history is a place that featured the work of communities. The city also
represents a whole established social relations in this space. Public Sphere is freedom areas where
individuals formed the society exchange ideas and has existed since the era of Ancient Greek. In the
presence of people sharing in the Street and square that called as urban spaces and thus, these places are
transformed into a public space. Public space was born with the debate that began in the Agora and Form
in the West. The birth of public space in the Ottoman Empire began with the emergence of the “Kahvehane”
in the 16th century. Public space which has an important place in urban space is squares. In this context,
the transformation of the public space from the Ottoman Empire to Republic period are dealt on the basis
of the “Kahvehane” and square. In this study , change and the birth of public space in Anatolia from the
Ottoman Empire to present was researched. This change is explained by the considering the most important
public spaces of the period.
Key Words: City, Public Sphere, Urban Space.
*
Arş. Gör. Bitlis Eren Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü.
12
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 12-27.
GİRİŞ
Kamusal alan tartışmaları Habermas’ın 1962 yılında yayımladığı “Kamusallığın Yapısal
Dönüşümü” adlı eseriyle başladı. Bu düşünsel alanın mekâna yansımasının dünyadaki tarihi
Antik Yunan’a kadar dayanmaktadır. Bu bağlamda kentsel mekânlarda kamusal alanın oluşumu
Antik Yunan agoralarında süregelen tartışmalar çerçevesinde dönemin hem toplumsal yaşamını
hem de siyasal yaşamını şekillendirdi. O dönem için Habermas’ın da vurguladığı üzere kamusal
alan, insanların kendilerini özgürce ifade edebileceği bir mekândı.
Zaman içerisinde farklı işlevlere sahip olarak dönüşen kamusal alan 16. Yüzyıl’dan
itibaren Osmanlı’da yer almaya başlamıştır. Osmanlı’da yer alan kamusal mekânlardan ilki
kahvehanelerdi. Günümüzde pejoratif bir anlam kazanan kahvehaneler, Osmanlı Devleti’nde
entelektüel sohbetlerin yapıldığı nezih bir mekândı. Cumhuriyetin ilanı ile birlikte hakim olan
ideoloji ise, hem kamusal alanı hem de onun kentsel mekana yansıması olan kamusal mekanları
etkiledi. Bu çalışmada hem Osmanlı hem de Cumhuriyet döneminin en önemli kamusal
mekânlarını ve burada yaşanan değişimlerin nasıl olduğu ortaya çıkarılmaya çalışıldı.
Bu çalışmada betimsel ve tarihsel araştırma yöntemleri kullanılmıştır. Basılı ve elektronik
ortamdaki kaynaklar taranarak bilgi toplanmış, elde edilen bulgular niteliksel olarak
çözümlenmiştir. Çalışmada ilk olarak, kamusal alana ve mekâna dair kavramsal çerçeve çizildi.
Ayrıca kamusal alan üzerinde çalışan Ardent, Sennet ve Habermas gibi kuramcıların görüşlerine
yer verildi. İkinci olarak ise Osmanlı’dan başlayarak Anadolu topraklarında kamusal mekân
anlayışının nasıl doğduğu, nasıl geliştiği, yönetsel ve siyasal olaylara nasıl etki ettiği
açıklanmıştır.
KAVRAMSAL ÇERÇEVE
Kent
Kent; insanlık tarihinin oluşturduğu kültür birikimini yansıtan ve bu birikim sayesinde,
içerisinde toplumsal süreçlerin yaşandığı bir mekândır. Tarihsel perspektiften kent, bir bütün
olarak belirli bir coğrafya üzerinde kurulmuş medeniyetlerin ve o coğrafyaya ait insanlık tarihinin
aynası olarak tanımlanabilir. Kentin tarihsel süreçte gelişimi, insanın doğa karşısında daha iyi bir
duruma gelmesi içgüdüsünden beslenmekteydi. Bu durum kentsel ekolojik kuramı ilk geliştiren
kişi olan R. Park’ın kenti tanımlamasına da yansımıştır. Park’a göre Kent; insanın içinde yaşadığı
dünyayı, arzularına daha uygun hale getirebilmek için verdiği çabaların en tutarlısı ve bütününe
bakıldığında en başarılısıdır.1
Tarihsel süreç içerisinde birçok değişim geçiren kent, mekân-toplum ilişkisi içerisinde
Wirth tarafından da tanımlanmıştır. Louis Wirth’e göre kent2 , toplumsal bakımdan benzerlik
göstermeyen bireylerin oluşturduğu, göreceli olarak geniş, yoğun nüfuslu ve mekânda süreklilik
niteliği olan yerleşmedir. Günümüzde ise kentler giderek artan bir nüfusa sahip olup, sayıca da
artmaktadır. Günümüzde kentler; “Küresel ekonominin yönetim merkezleri; küresel çevreyi
1
Robert PARK, On Social Control and Collective Behavior, Chicago: Chicago University
Press,1967:3’den aktaran: David HARVEY, Asi Şehirler: Şehir Hakkından Kentsel Devinime Doğru,
Ayşe Deniz Temiz (Çev.),Metis Yayınevi, İstanbul,2012,s.43.
2
Ruşen KELEŞ, Kentleşme Politikası, İmge Yayınevi,12. Baskı, Ankara, 2012,s.102.
13
M. Nalbant/ Türkiye’de Kentsel Mekânlarda Kamusal Alanın Konumu: Tarihsel Perspektiften Bir
Değerlendirme
dönüştüren deneyimler ve politikaların mekânıdır”3. Kenti bu değişen mekân ilişkisi içerisinde
değerlendiren en önemli kent kuramcısı H.Lefebvre’dir. Lefebvre’ye göre kent;4 toplumun bir
arazideki iz düşümüdür. Lefebvre kenti,5 zamanın mekânla ilişkisini de kapsayan bir ilişkiler alanı
olarak ele almıştır.
Kentsel Mekân
TDK ’ya göre mekân;6 “Yer, bulunulan yer” olarak tanımlanmıştır. Mekânı,7 “insanı
çevreden belli bir ölçüde ayıran ve içinde eylemlerini sürdürmesine elverişli olan boşluk, boşun”
olarak tanımlamaktadır. Mekân iç ve dış olarak sınıflandırılır. Bu çalışmanın da temelini oluşturan
dış mekândır. Dış mekân ya da kentsel mekân;8 “Sokaklarda, alanlarda, parklarda, bahçelerde,
özetle insan yapıtları arasında kalan ve bunları sınırlayan mekân” olarak tanımlanabilir.
İnceoğlu ve Aytuğ’a göre kentsel mekân9; “Dış mekânda yapıların birbirleriyle ve diğer
öğelerle olan ilişkilerinin, yakınlıklarının oluşturduğu mekâna” denir. Madanipour’a göre ise
kentsel mekân;10” fiziksel ve herkes tarafından da erişilebilir olan bir yer; yabancıların ve
yerlilerin çok az kısıtlamalarla girebildikleri, kasabalar, şehirler ve kırsal mekânların içlerinde
kalan mekânlar” olarak tanımlanmıştır.
Kentsel mekânları bu tanımlamalardan sonra kent içerisinde değişim ve dönüşüm halinde
olan alanlar olarak da tanımlayabiliriz. Kentsel mekânı bu değişim ve dönüşüm çerçevesinde
değerlendiren Alexander11; Kentsel mekanları, değişen sosyo ekonomik koşullara ve kentlerin
kültürel dokusuna cevap verebilen “yaşayan organizmalar” olarak tanımlamıştır. Genel manada
kentsel mekan, sürekli olarak dönüşüm halinde olan, toplumsal ilişkilerin kurulumunda rol alan,
kentin değişimine ışık tutan alanlar olarak da tanımlanabilir.
Kıvılcım Akkoyunlu ERTAN, ”Kent Hakkı Üzerine Düşünceler”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt: 41, Sayı:
4, Aralık 2008, s.130. <http://www.todaie.edu.tr/resimler/ekler/da6db5aa6dac08d_ek.pdf> Erişim
Tarihi:12.04.2016.
4
Henri LEFEBVRE,”The Right to the City” içinde (Ed.ve Çev.Eleonore Kofman – Elizabeth Lebas),
Writing on Cities Oxford: Blackwell Publishers, Oxford, USA( orijinal olarak Le Droit á lá Ville, Paris,
Anthropos olarak basılmıştır)’dan aktaran; ERTAN , s.130.
5
ERTAN, s.130.
6
Türk Dil Kurumu, < http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.>
Erişim Tarihi:14.05.2016.
7
Ebru ERDÖNMEZ, Kamusal Alan ve Toplum, Esenler Şehir ve Düşünce Merkezi, İstanbul ,s.21.
8
Doğan HASOL, Ansiklopedik Mimari Sözlüğü, Yapı-Endüstri Merkezi Yayınları, İstanbul,1998’den
Aktaran; ERDÖNMEZ ,s.21.
9
Mehmet İNCEOĞLU ve Ayfer AYTUĞ, “Kentsel Mekanda Kalite Kavramı”, Megaron Dergisi-Yıldız
Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi E-Dergisi,2009,Cilt:4,Sayı:3,s.132.
10
Madanipour, A., (1999), ‘Why are the design and development of public spaces significant for ities’,
Environment and Planning B: Planning and Design, 26(6), 879-891.’dan Aktaran; İNCEOĞLU ve
AYTUĞ ,s.132.
11
Alexander, C., Silverstein, M., Ishikawa, S. (1977), A Pattern Language. New York: Oxford University
Press.’den Aktaran; İNCEOĞLU ve AYTUĞ ,.133.
3
14
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 12-27.
Kamusal Alan
Kamusal alan, Antik Yunan’da doğan ve günümüze kadar birçok açıdan farklı çevrelerce
ele alınıp değerlendirilmiş bir kavramdır. Kamusal alanın, Antik Yunan’da agoralarda yurttaşın
kendini ifade edebildiği bir mekandan, günümüzde kamuoyunun oluşumuna, ideolojiler altında
şekillenmesine kadar uzun bir serüveni vardır. Kamusal alanın(Public Sphere) bir kavram olarak
tanımlanıp bunun üzerinden yoğun tartışmaların başlaması ise siyaset bilimci J. Habermas’ın
“Kamusallığın Yapısal Dönüşümü”(1962) adlı eseriyle olmuştur. Siyaset felsefesi alanında bu
kavram yoğun bir şekilde kullanılıp çoğu tartışmanın ana eksenini oluşturmuştur. Hukuk terimleri
içerisinde ise herhangi bir konumu bulunmamakta, bir başka ifade ile hukuksal alanda “kamusal
alan” kavramı kullanılmamaktadır.
Kamusal alan kavramındaki “kamu” kelimesi TDK’ya göre;12 “1.Halk hizmeti gören
devlet organlarının tümü,2. Bir ülkedeki halkın bütünü, halk, amme,3. Hep ,bütün” olarak
tanımlanmıştır. Yine TDK’ya göre içerisinde “kamu” kelimesi geçen (Ör: Kamu Personeli, Kamu
Yönetimi vb.) gibi kavramlar içerisinde de “kamusal alan” tanımı yapılmamıştır.13 TDK
sözlüğünde “ kamusal” kavramına da “Kamu ile ilgili” ifadesiyle bir tanımlama getirilmiştir. Bu
bağlamda kamusal alan “ resmi alan” olarak tanımlanabilir. “Kamu” ve “Kamusal” kavramları
arasında net olarak kurulamayan ve birbirleriyle bazen çarpışan bu anlam karışıklığına
Habermas’da değinmektedir. Habermas bu durumu şöyle açıklamaktadır:14
“ Kamusal ve kamu kavramlarının günlük dildeki kullanımı, bunların birbirleriyle
uyuşmayan çok çeşitli anlamlara sahip olduklarını ele veriyor. Değişik tarihsel evrelerden
kaynaklanan bu anlamlar, sanayisi gelişmiş ve sosyal devlet olarak örgütlenmiş burjuva toplumu
koşullarına eş zamanlı olarak uyarlanan kullanımları içinde, birbirleriyle bulanık bir ilişkiye
giriyorlar.”
Buradan çıkan karmaşık durum kamusal alanın Habermas tarafından da net olarak
tanımlanmasını zorlaştırmaktadır. Kavramın kuramsal tartışmalar içerisindeki boyutlarına ise
ilerleyen bölümlerde değinilecektir. Son dönemlerdeki tartışmalar içerisinden belli özelliklerden
hareketle kamusal alanı tanımlamak mümkün olabilir. Erkip’e göre;15 “ Kamusal alanın asıl
belirleyicileri, i) her türden insanın, sosyal ayrışım olmadan, erişim serbestliği, girişimlerinin ve
kullanımlarının engellenmemesi, ii)denetimin kullananlarda olmasıdır”. Dolayısıyla kamusal
alan; tarihten bu yana özgürlüğün bir getirisi, topluma ait sorunların ortak mekânlarda
değerlendirilmesini ve bu değerlendirmeye toplumdaki herkesin katılmasını içeren bir kavramdır.
Bu çalışmada ele alınacak kamusal alan kavramını özellikle kamusal mekan olarak ele
alınacağını ifade etmek gerekir. Her ne kadar kamusal alan kavramının kuramsal açıdan çıkış
noktası siyaset felsefesine ve siyaset bilimine dayansa da bu çalışma, “kamusal alan”’ın ideolojik
Türk Dil Kurumu, <http://www.tdk.gov.tr> Erişim Tarihi:09.05.2016
Abdurrahman EREN, ”Özgürlükler Mekanı Olarak Kamusal Alan”, Ankara Üniversitesi Dergiler
Veritabanı,2005, C.IX, S.3-4,s.96 http://file.setav.org/Files/Pdf/ozgurlukler-mekani-olarak-kamusalalan-abdurrahman-eren.pdf, Erişim Tarihi: 09.04.2016
14
Jürgen HABERMAS, Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, Çev: Tanıl BORA ve Mithat SANCAR,
İletişim Yayınları,6.Baskı, İstanbul,2005,s.57.(Kitabın Orijinal İsmi, “Struktuwandel der Öffentlichkeit)
15
Feyzan
ERKİP,
“Kamusal
Dönüşüm”,
Radikal,
Erişim:
15
Ocak
2015,
<http://www.radikal.com.tr/radikal2/kamusal-donusum-1141904>’den Aktaran; Mim Sertaç TÜMTAŞ
vd., Kente Dair, 2016,İstanbul, s.198.
12
13
15
M. Nalbant/ Türkiye’de Kentsel Mekânlarda Kamusal Alanın Konumu: Tarihsel Perspektiften Bir
Değerlendirme
tartışmalarından ziyade, bu tartışmaların kentsel mekanın neresinde gerçekleştiği üzerine
odaklanmaktadır. Bu bağlamda kuramsal tartışmalara sıkışmış kamusal alanın, somut mekan
içerisinde yansıması kamusal mekan kavramını ortaya çıkarmaktadır. Donat ve Yavuzçehre’ye
göre kamusal mekan;16 “Toplumun değer, kültür, dil gibi insana has olguların aktarıldığı,
paylaşıldığı veya hayat verildiği bir ortamdır”. Dolayısıyla kamusal mekanlar, tarihsel açıdan
kentlerin içerisinde sürekli değişim halinde olan toplumun ortak alanını ifade etmektedir. Donat
ve Yavuzçehre bu duruma da şöyle yaklaşmışlardır:17” Kentlerin tarihi boyunca kamusal
mekanlar; özel mekanın dışında kalan, insanların bir araya geldiği, iletişim kurmak suretiyle
etkileşim ve paylaşımda bulunduğu ortak, aleni kullanım niteliğine haiz mekanlardır”.
Karmaşık ve belirsiz gibi görünse de “kentsel mekanda kamusal alan” konusu; Siyasetten,
sosyolojiye; Mimarlıktan, Şehir Planlamaya kadar birçok farklı disiplinin çalışma alanı içerisine
girmektedir. Bu durumdan hareketle Onat kentsel mekanda kamusal alanı şöyle açıklamaktadır:18
“Çoğunlukla şehir plancıları, mimarlar, çevre mühendisleri gibi meslek gruplarının kamusal alana
ilişkin yaptıkları tanım; meydan, sokak, park, kahvehane, salon, ortak merkezler gibi insanların
bir araya geldikleri ortak mekânlardır”.
KURAMSAL ÇERÇEVE
Hannah Arendt ve Kamusal Alan
Arendt, kamusal alana dair düşüncelerini Antik Yunan şehir devletlerinden hareket
ederek açıklamaktadır. “Polis” üzerine inşa ettiği düşüncelerini ise insan doğasından kaynaklanan
“zorunluluk” unsuru üzerinden şöyle ifade etmektedir:19
“ Bireysel maişetin temini erkeğin görevi olunca kadına da türün devamını sağlama
görevinin düşeceği açıktı. Bu iki doğal işlevde, erkeğin yiyecek sağlayacağı emeği ile kadının
doğurucu emeği de, aynı yaşamsal aciliyetin konusuydu. O nedenle hanedeki doğal topluluk
zorunluluğun eseriydi”.
Hanenin polis içerisindeki konumunu bu şekilde ifade eden Arendt, Polis alanını ise
“özgürlükler alanı”20 olarak ifade etmektedir. Kamu – özel alan ayrımını bu temelden hareket
ederek açıklamakta ve kamusal mekânı Polis içinde hanenin dışında yurttaşların eyleme geçtiği
alan olarak ele almaktadır. Kamu- özel ayrımını da bu bağlamda yurttaşın politik olarak eyleme
geçmesi bakımından bir koşul olarak görür. “İnsanlık Durumu” adlı eserinde Antik Yunan’a ait
yaptığı açıklamaları bir “öykü” aracılığıyla ifade etmiştir. Antik Yunan’da, insanın doğal
durumundan hareketle açıkladığı durumu; “hane” de köle ve kadınların yer aldığını, kamusal
Onur DONAT ve Pınar Savaş YAVUZÇEHRE, ”Sakin Kent (Cittaslow) Üyeliğinin Kamusal Mekanlara
Etkisi”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,2016,Sayı:35,s.116, <
http://dergisosyalbil.selcuk.edu.tr/susbed/article/view/1231> , Erişim Tarihi: 14.05.2016.
17
DONAT ve YAVUZÇEHRE, s.116.
18
Onat, N. (2013). Kamusal Alan ve Sınırları, İstanbul: Durak İstanbul Dizisi 1.’dan Aktaran; DONAT
ve YAVUZÇEHR ,s.116.
19
Hannah ARENDT, İnsanlık Durumu, Çev. Bahadır Sina Şener İletişim Yayınları, İstanbul,1994,s.50.
20
ARENDT ,s.50.
16
16
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 12-27.
mekân olarak adlandıracağımız agoralarda ise, erkeklerin yer aldığını ifade etmiştir. Bir başka
ifadeyle kamusal mekânda politik eyleme geçenlerin erkekler olduğunu ifade etmiştir.
Sennett ve Kamusal Alan
Sennett’in kamusal alana ilişkin görüşleri, değişen kamusal mekan anlayışına ışık
tutmaktadır. Bu bağlamda Sennett, “Avrupa’da feodalizm sonrasında siyasi ve ekonomik
gelişmelere dikkat çekerek sekülerizm ve kapitalizmi(sonuçlarını), kamusallığın altını oyan iki
olgu olarak görmektedir”.21Sennett’e göre kamusal mekanın kentin dönüşümüne aracılık eden bir
işlevi vardır.
Bu durumu Gökgür şöyle özetlemiştir:
“Sennett’e göre kamusal alan maddi bir alandır. Kentsel veya kentsel olmayan bir
topluluğun içinde yer alır ve meydan, cadde gibi somut bir alanı içerir. Kamusal alan kentin ruhu,
kentin ambiyansıdır. Bu alanlar fiziki, sosyal ve sembolik olarak kenti dönüştürmek, yeniden
biçimlendirmek için birer araçtır. Demokrasinin taşıyıcısı, kentin kalbi, yurttaşlık hislerinin,
anıların yer aldığı ‘dolu’ bir alan olan bu alanlar, devinim imkanı veren bir işleve dönüştüğünden
beri anlamını yitirmiştir”22.
Gökgür’ün de ifade ettiği üzere, Sennett’in kamusal alanın kentsel mekan üzerinde
yansımasının zaman içerisinde hem kendini hem de kenti değiştiren bir unsur olarak ele aldığı
söylenebilir.
Habermas ve Kamusal Alan
Habermas “Kamusallığın Yapısal Dönüşümü” adlı eseriyle, günümüz kamusal alan
tartışmalarının temelini teşkil eden bir çerçeve çizmiştir. Habermas bu eserinde kamusal alan
kavramını, burjuvazinin temellerinden ele alarak ideolojik hale dönüşümüne ve çöküşüne kadar
incelemiştir. Habermas kamusal alana dair değerlendirmesini tek bir noktaya indirgemez.
Kamusallığın bu dönüşümünü özetle; temsili kamu, burjuva kamusu, edebi kamu, siyasal kamu
gibi aşamalar içerisinde değerlendirmiştir. Bunu yaparken de 17. ve 18. Yüzyıllarda Fransa,
Almanya ve İngiltere’deki burjuvazi ve öncesinin temellerinden hareket eder.
Habermas, burjuva kamusallığını değerlendirirken yukarda sıralanan Avrupa ülkelerinin
kökenlerinden mahremiyetin aile içerisindeki mekanlarda farklı bir kamusallığın yani devlet dışı
bir kamusallığın, feodalizminden kapitalizme geçişte dönüşerek yeni aktörlerin dahil olduğu
ideolojik bir alan olarak kamusal alana geçildiğini belirtir. Habermas bu kamusal alan modelini
şu şekilde açıklar;
“ Kamusal alan kavramıyla, her şeyden önce, toplumsal yaşamımız içinde, kamuoyuna
benzer bir şeyin oluşturulabildiği bir alanı kastederiz. Bu alana tüm yurttaşların erişmesi garanti
altına alınmıştır. Özel bireylerin kamusal bir gövde oluşturarak toplandıkları her konuşma
durumunda, kamusal alanın bir parçası varlık kazanmış olur. Bu tür bir aradalık durumundaki
bireylerin davranışları, ne iş ve meslek sahiplerinin özel işlerini görürken yaptıkları davranışlara;
ne de bir devlet bürokrasisinin yasal sınırlarına tabi anayasal bir düzenin üyelerinin davranışlarına
Osman ÇALIŞKAN, ”Kamusal Alan Bağlamında Ağ Toplumu ve Yeni Kamusal Alan Arayışı”,
Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi,2014,Güz:1,s.46. <http://iletisimdergi.maltepe.edu.tr> ,
Erişim Tarihi: 04.04.2016
22
Pelin GÖKGÜR, Kentsel Mekânlarda Kamusal Alanın Yeri, Bağlam Yayıncılık, İstanbul,2008,s.1314.
21
17
M. Nalbant/ Türkiye’de Kentsel Mekânlarda Kamusal Alanın Konumu: Tarihsel Perspektiften Bir
Değerlendirme
benzer. Yurttaşlar ancak, genel yarara ilişkin meseleler hakkında kısıtlanmamış bir tarzda, yani
toplanma, örgütlenme, kanaatlerini ifade etme ve yayınlama özgürlükleri garantilenmiş olarak
tartışabildiklerinde kamusal bir gövde biçiminde davranmış olurlar”23.
Habermas’ın bu tanımlamasından çıkarılabilecek kamusal alan özellikleri ise şunlardır: ”
1. Katılım herkese açık ve erişilebilir bir alandır. 2.Katılımda yer alan herkes eşit ve özgürdür. 3.
Konuşmalar ‘alenidir’. 4. Yurttaşların katılımının önündeki engellerin kaldırılmış olması ve bu
alana erişimin garanti altına alınmış olması gerekir. 5. Kamu alanı, devlet kurumlarının dışında
yer alır. 6. Genel yarara ilişkin olması dışında bir gündem kısıtlaması yoktur”24.
Habermas’ın düşünsel bir kamusal alan tanımlamasının kentsel mekana yansımasını ise
Gökgür şöyle değerlendirmektedir:25”Habermas kamusal alanı fiziksel ve sembolik anlamda
kullanmaktadır; kamusal alanın cadde, sokak, meydanlardan oluşması ve bu alanda toplumun
şikayetlerini belirtmesi, yetkiye karşı muhalefet oluşturması ve yeni bir düzenin kurulması için
çağrıda bulunması nedeniyle fiziksel anlamda kullanılmıştır”. Habermas’ın belirttiği bu sembolik
alan oluşumu ise, kamusal alanın; kamusal düşünce, kamusal görüş yani bireysel yargılama
oluşumunda gerekli bilgilerin dolaştığı ve basın özgürlüğünün garanti olduğu bir alan olmasından
dolayıdır.26
Özetle, Habermas kamusal alanı, yurttaşların kamusal mekanlarda demokrasinin gereği
olarak düşüncelerini ifade edebilmesini, bunları ifade ederken herkesin eşit olduğu ilkesini
koruyarak, demokratik bir müzakere ortamını işaret etmektedir.
OSMANLI DEVLETİ’NDE KAMUSAL MEKAN
Osmanlı Devleti’nde kamusal mekânın gelişimi batıya göre çok farklı şekilde olmuştur.
Bu farkın ana unsuru farklı din anlayışının hakim olmasıdır. Osmanlı’da mekân İslam dininin
gerekliliklerine göre şekillenmiştir. Bu bağlamda en temel örnek kentlerin oluşumuna ilişkin
verilebilir. Batı medeniyetine ait kentler, - Antik Yunandan beri- “meydan” ları merkez olarak
alırken, Osmanlı Devleti “cami” leri kent merkezi olarak almıştır. Bir başka örnek ise, İslam
dininin “mahremiyet” anlayışı üzerinden verilebilir. Bu durum Osmanlı’da mekânların içe dönük
olmasına yol açmıştır. Klasik bir Osmanlı evi doğrudan sokaklara açılmamakta, etrafı yüksek
duvarlarla örülü bir avluya, o avludan sonra sokağa açılmaktadır.
Batı’da kentler tarihsel süreçte; bir şato, agora veya bir forum etrafında şekillenmiştir.
Bütün bu farklılığın getirdiği mekân anlayışı ayrıca estetik ve geometrik tasarım ile sıkı sıkıya
Jürgen Habermas, "Kamusal Alan,"Kamusal Alan, ed. Meral Özbek, İstanbul, Hil Yayın, 2004. s.95.
Kamusal alan ile kamu kelimesi birbirine özdeş değildir. Hohendahl bu ayrımı şu şekilde netleştirir: "kamu,
daha çok, bir araya gelerek kurgulayan bireylere tekabül eder. Oysa Habermas'm "kamusal alan" kavramı
insanların katılımıyla somutlaşan bir kurumu tanımlamaktadır." Aynı makalenin 1. dipnotu. Peter Uwe
Hohendahl, "The Public Sphere: Models and Boundaries," Habermas and the Public Sphere, Ed. Craig
Calhoun, Cambridge, The MİT Press, 1992, fn. 1. ‘den AKTARAN; Ülker YÜKSELBABA, ”Kamusal
Alan Modelleri Ve Bu Modellerin Bağlamları”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Mecmuası,2008,C.LXVI,S:2,s.250.
24
YÜKSELBABA, s.250.
25
GÖKGÜR, s.12.
26
Jürgen HABERMAS, L ‘Espace Public, Payot, Paris’den Aktaran; GÖKGÜR, s.12.
23
18
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 12-27.
bağlıdır. Geleneksel Türk Devletleri açısından mekân anlayışına bakıldığında ise batıdaki bu
duruma tamamen zıt bir sonuç oluşmaktadır.
Geleneksel Türk kentlerinde genel olarak; “Cami ve külliyenin dış ve iç avlusu kentsel
ortak kullanım için açık mekânı oluşturur”.27 Cami ve külliyelerin yanısıra, Geleneksel Türk
Devletlerinin diğer açık kamusal mekanları; “ Mescit, çeşme, kahvehane çevresinde veya
pazarlarda kendiliğinden veya sokakların biçimlenmesiyle oluşan, ‘planlanmamış’ kendiliğinden
gelişmiş semt ve mahalle ölçeğinde küçük meydanlar”28 dır.
Osmanlı Devleti’nde kamusal mekanın işlevleri, Batı medeniyetlerinden yine
farklılaşmaktadır. Batı’da dönem dönem tam olarak yansımasa da genel olarak kamusal mekan,
Antik Yunan’dan itibaren yoğun tartışmaların odağı olmuştur. Özellikle toplumsal yaşam farklı
dönemlerde ciddi sorgulamaların bu mekanlar üzerinden merkezi olmuştur.
Şüphesiz ki bu durum batıda Antik Yunan’dan beri var olan “yurttaşlık” geleneğinin bir
sonucudur. Osmanlı açısından bu durumu farklılaştıran ise, kamusal mekânların; bir tartışma
ortamı değil, “birlikteliğin pekiştiği” bir mekân olarak algılanmasıdır.
Osmanlı Devleti’nde bu çatışma durumunun oluşmasını önleyen en önemli etmenler;
İslam inancı, hükümdarların hoşgörü politikasıdır. Ayrıca Batı medeniyetlerinde var olan bariz
“sınıfsal sistem” Osmanlı Devleti’nde olmamıştır. Osmanlı Devleti çok uluslu bir yapıya sahip
olmasına rağmen kamusal mekânda Batı tarzı yoğun tartışmaların oluşmamasının en önemli
nedeni hükümdarların “hoşgörü” politikasından kaynağını alır. Bu hoşgörü politikasını II.
Mahmut’un şu sözleri çok açık bir şekilde yansıtmaktadır:29“Tebaamdan Müslümanları camide,
Hristiyanları kilise de, Musevileri havrada görmek isterim”.
Osmanlıda kentsel mekânda batıda yaşanan tarzda kamusal alan tartışmalarının yaşandığı
ilk mekân “kahvehaneler” dir. Özellikle kahvehanede başlayan bu tartışma ortamı, devletin
milliyetçilik etkisi altında dağılmaya başlaması sürecinde daha da yoğunlaşmıştır. Osmanlı
Devleti’nde kamusal alanda tartışmalarının yapıldığı en önemli kent ise, İstanbul’dur. İstanbul’da
dönemin en önemli kamusal mekânları; Kahvehaneler ,cami avluları, hamamlar ve bazı
meydanlardır.
Kahvehaneler
Kahvenin bir içecek olarak ortaya çıkması 1550’lerden sonraya tekabül etmektedir.30
Kahve, ilk çıktığı yer olan İslam coğrafyasında çokça tartışılmış bir içecektir. Bu bağlamda kahve
;“İslam toplumlarında tüketim normlarını belirleyen günah, mekruh, caiz olma vb. ölçütler
açısından ölçüye vurulur”.31 Bütün bunlara rağmen “Yemen kahvesi” İslam toplumları tarafından
geniş çapta rağbet görmüş ve sevilmiştir.
Kahve kültürünün Osmanlı’da bir kamusal mekan içerisinde çıkması ise, 16.Yüzyıl
sonrasında olmuştur. 16. Yüzyıl Osmanlı Devleti’nde hem ekonomik hem de yönetsel açıdan bir
çok değişikliğin yaşandığı bir dönemdir. Ayrıca bu ekonomik değişim devlet içerisinde -özellikle
İstanbul’a doğru- yoğun bir nüfus hareketini tetikledi. “ Böyle bir ortamda kahve İstanbul’a girdi
GÖKGÜR, s.92.
GÖKGÜR, s.92.
29
Hakan OLGUN,” Müslümanlığın Din ve Tarih Çizgisinde Gayrimüslimler”, Diyanet Dergisi, Sayı:234,
< http://www.diyanetdergisi.com/diyanet-dergisi-138/konu-823.html>, Erişim Tarihi: 10.05.2016.
30
Ahmet KARADAĞ, Kamusal Alan ve Türkiye, Asil Yay., 2006,Ankara, s.245.
31
KARADAĞ, s.245.
27
28
19
M. Nalbant/ Türkiye’de Kentsel Mekânlarda Kamusal Alanın Konumu: Tarihsel Perspektiften Bir
Değerlendirme
ve kısa süre içerisinde, biri Şamlı diğeri Halepli iki tüccar şehirde ilk kahvehanelerini açtı”.32
Osmanlı Devleti’nin üç başkentinin sonuncusu ve en uzun başkentlik yapan ili olan İstanbul,
dönemin ticaret merkezi konumundaydı. Kahvenin sevilmesi ile bu içeceğin sunulduğu
mekanlara olan talep arttı. “II. Selim ve III. Murat dönemlerinde İstanbul’da yaklaşık 600
kahvehane vardı ve bunlar şehrin en önemli bölümlerinde bulunuyordu”.33
Kahvehaneler ilk açıldıklarında toplumun pek çok kesimini bir araya getirdi. Özellikle
daha önceleri sadece cami içerisinde veya avlusunda Müslüman tebaanın yer aldığı kamusal
mekan yapısı, kahvehanelerin açılmasıyla birlikte gayrimüslim tebaanın daha aktif katıldığı bir
mekan anlayışı oluşturdu. Cami yakınlarındaki kahvelerde insanlar namaz saatlerini beklerken,
diğer yandan tebaa içerisindeki diğer insan gruplarıyla da kaynaşıyorlardı. Böylece kahvehaneler
diğer kamusal mekanlar olan hamam ve çarşıdan daha aktif bir mekan olarak doğmuştu.
Kahvehane içerisinde kültür ve sanata dair tartışmaların olduğu yeni bir ortam da
oluşmuştur. Oluşan bu ortam, önceki dönemlerden çok farklı bir yere kapı araladı. Bu yeni
sosyallik durumu, bugünkü manada pejoratif bir anlam yüklenen kahvehane yapısından çok farklı
bir yere sahipti. Kahvehanelerin içerisinde gerçekleşen bu yeni sosyalleşmeyi Peçevi şöyle ifade
eder:34 “ Ziyaretçilerin bir kısmı kitap ve risaleler okur, bazıları tavla ve satranç oynardı, bazıları
ise yeni lirik şiirler getirir ve edebiyat hakkında konuşurdu”. Edebiyatın yanısıra kahvehanelerde
tiyatro gösterileri de yapılmaktaydı. “Osmanlı kahvehanelerinin çoğunda bir meddah
bulunduruluyordu. Meddahların gösterileri, kahvehanelerdeki teatral performansların en
popülerlerindendi. Bu meddah geleneği sebebiyledir ki, 16. ve 17. yüzyıl İstanbulluları
kahvehanelerdeki teatral konuşmalara oldukça aşinaydı”.35
19.yüzyıldan itibaren kahvehaneler, hicivlerin söylendiği bir mekan haline geldi.
Mekanın dekor olarak değişimi de yine bu yüzyılda olmuştur. Ayrıca tütünlü mamüllerin
kullanıldığı bir dönemin de başlangıcı bu yüzyıl olmuştur. Yaşanan bu değişimi büyük bir kültürel
kopuş olarak gören dönemin ünlü aydınlarından olan Namık Kemal ve Mehmet Akif Ersoy bu
durumu eleştirmişlerdir.36
Sonuç olarak, Osmanlı’da bir kamusal mekan olarak kahvehaneler ilk dönem itibariyle
kültürel zenginliğin paylaşıldığı bir mekanken,19. Yüzyıl itibariyle kültürel zenginliklere
olumsuz etki eden bir yapıya dönüşmüştür.
Osmanlı’da Önemli Bir Meydan: Atmeydanı - Sultanahmet Meydanı
Osmanlı Devleti’nde kentlerin oluşumu mekânsal olarak “cami”leri merkez almıştır. Bu
durum Batı’da ise “meydan”ların merkeze alınması şeklinde olmuştur. Bu bağlamda Osmanlı’da
mekân olarak en önemli yer cami ve külliyelerdir. Burada şunu da belirtmek gerekir ki; Bu durum
Hasan SANKIR,” Osmanlı İmparatorluğu’nda Kamusallığın Oluşumu Sürecinde Kahvehanelerin Rolü
Üzerine Sosyolojik Bir Değerlendirme”, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi,2010,
Güz(13)(185-210),s.193.< http://hutad.hacettepe.edu.tr/index.php/hutad/article/viewFile/104/52>, Erişim
Tarihi:11.05.2016.
33
SANKIR, s.194.
34
Peçevi, İ. (1992). Peçevi Tarihi. Ankara: C: 1 Kültür Bakanlığı’ndan Aktaran; SANKIR, s.195.
35
SANKIR, s.197.
36
EDİZ, s.184.
32
20
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 12-27.
meydanın hiç olmaması anlamına gelmemektedir. Meydanların varlığı işlevsel olarak Batı
medeniyetlerinden farklıdır. Osmanlı’da meydanlar, planlanmadan oluşan ve genellikle
mahallenin ortasında yer alan küçük alanlar olarak var olmuştur.
Osmanlı Devleti’nde önemli bir meydan olan İstanbul- Atmeydanı, Osmanlı’ya Bizans
döneminden kalan bir mekandır. Roma dönemindeki adı “hipodrom” olan Atmeydanı;37” Roma
ve Bizans İmparatorlarının, Osmanlı sultanlarının at yarışları yaptıkları, her türlü resmi törenlerin
yapıldığı bir meydandı”.
1453 yılında Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethi ile hipodrom Osmanlı Devleti’ne
geçmiştir. İstanbul’un fethi ile birlikte hipodromun hem ismi hem de işlevi değişti. “Osmanlılar
kenti aldıktan sonra Saraylarını, Sultanahmet Camii, Haseki Hürrem Hamamı gibi kent için
önemli olan yapılar hipodrom yakınlarına inşa etmiştir. Constantinopolis Hipodromu yarışlara ve
şenliklere ev sahipliği yaparken, Osmanlı Dönemi‘ndeki Atmeydanı da saray düğünleri, saray
şenlikleri, spor gösterilerine sahne olmuştur”.38”Atmeydanı‘nda fetihten sonra yeniçeriler,
sipahiler, saray ve sadrazam cündileri eğitim, gençler ve çocuklar ise ata binmesini, ok atmasını,
cirit oynamasını öğreniyorlardı”.39
Atmeydanı bir kamusal mekan olarak kahvehaneler gibi bir işleve sahip olmasa da
şenliklerin, düğünlerin yapıldığı bir alan olmasının yanısıra 17.Yüzyıl sonrasında yeniçerilerin
isyanlarının bastırıldığı ve idamların gerçekleştirildiği bir yer olması bakımından önemli bir
mekandır. Yıldırım dönemin önemli olaylarını şöyle özetlemektedir:40
“25– 28 Ekim 1648 günleri boyunca yaşanan, yeniçerilerle sipahiler arasında
Atmeydanı‘nda yoğunlaşan, sipahilerin yenilgisiyle sonuçlanan At Meydanı Olayı, 1656
yılındaki Vak‘ai Vakvakiye (Çınar Olayı), 28 Eylül 1730‘da başlayan Patrona Halil Ayaklanması,
25 Mayıs 1807 Kabakçı Mustafa Ayaklanması, 1826‘da yeniçeri ocağının kapatılmasıyla
sonuçlanan Vak‘ai Hayriye Atmeydanı‘nda yaşanan ve birçok kanın döküldüğü önemli
olaylardır”.
Dönemin en önemli meydanı olan Atmeydanı, Osmanlı dönemine ana meydan olarak en
hareketli kamusal mekan olarak varlığını günümüze kadar devam ettirdi. Bugün ise meydan;
turistlerin ziyaret ettiği önemli bir mekan haline gelmiştir.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NDE KAMUSAL MEKAN
1789 Fransız İhtilalinin dünyaya yaydığı milliyetçilik etkisi, çok ulusa sahip
imparatorlukların adeta altını oymuş ve böylece bir çözülme başlamıştır. Her ulus kendi
bağımsızlıklarını talep etmekte ve bunun mücadelesini vermekteydi. Böylesine karmaşık bir
ortamdan Osmanlı Devleti de 19.yy’daki siyasi olaylardan etkilenmiştir.
I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşları bu bağlamda, Misak-ı Milli sınırları dahilinde yeni
bir devletin kurulmasına yol açtı. Bu noktada Türkiye’de ulus – devlet inşası süreci “Türk” ulusu
merkezli olarak başladı. Bunun yanısıra devlet yönetimi kökten değişerek -modernleşme olarakcumhuriyet rejimi devrimleri her alanı yeniden şekillendirmiştir.
GÖKGÜR, s.99.
Nahit YILDIRIM, Constatinopolis Hipodromu, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya,2013,s.134.
39
YILDIRIM, s.136.
40
YILDIRIM, s.139.
37
38
21
M. Nalbant/ Türkiye’de Kentsel Mekânlarda Kamusal Alanın Konumu: Tarihsel Perspektiften Bir
Değerlendirme
Cumhuriyet rejimi temelinde ulus devlet inşası, kamusal alanı da şekillendirmiştir. Bu
bağlamda kamusal alan devlet tarafından sınırlandırılmış bir yer olarak var oldu. Mahçupyan’a
göre;41 “ İmparatorluktan ulus devlete geçiş, kolektif ruha dayalı, cemaatçi bir ulus yaratma
çabaları, baskıcı bir homojenleştirme politikası uygulanmasına yol açmış, bu da kamusal alanı
farklı kimliklere kapatmıştır”.
Osmanlı’da kahvehanelerde başlayan seküler düşünce, Habermas’ın kamusal alanına
uygun bir şekilde gelişmiştir. Bir başka ifadeyle halk, kamusallığını ve dünyeviliğini, devletten
bağımsız olarak oluşturmuştur.
Ancak bu durum Türkiye Cumhuriyeti açısından
değerlendirildiğinde Osmanlı’da kamusal mekanda gerçekleşen sekürlerleşmeden farklı bir
durum ortaya çıkar. Cumhuriyet dönemi devleti, kamusallığı sekülerleşme bağlamında değil
laiklik ekseninde ele almıştır. Bu bağlamda kamusallık artık devlet etkisinde ve ulus devletin
gerekliliklerine göre şekillenen bir alan halini almıştır.
Osmanlı Devleti’nde kamusal mekanda söz sahibi sadece erkelerdi. Cumhuriyet
dönemiyle birlikte bu durum değişmiştir. 1934 yılında kadınlara seçme ve seçilme hakkı
tanınmıştır. Böylece kamusal alana kadınlarda dahil edilmeye başlanmıştır.
Kamusal mekanların inşası batıda Hausmann örneğinde olduğu gibi Türkiye
Cumhuriyeti’nde de dönemin hakim ideolojisinin yansıtıldığı alanlar olmuştur. Bu bağlamda
Cumhuriyetin ilk yıllarında gerçekleştirilmeye çalışılan “hızlı modernleşmenin” kamusal
mekânın şekillenmesi üzerine etki ettiği söylenebilir.
Cumhuriyet Döneminde Önemli Bir Kamusal Mekân: Taksim Meydanı
Osmanlı Devleti’nde Taksim Bahçesi olarak tanımlanan mekân, İstanbul’da kamuya ait
ilk açık park kavramı örneğini teşkil etmektedir.42 Taksim meydanı Osmanlı Devletinde ayrıca su
deposu olarak da kullanıldı. Burada yer alan “Su Maskemi”, dönemin en önemli su dağıtım
merkezidir. “1730’da tahta geçen I. Mahmut 1731’de bu tesisi tamamlamıştır. Daha sonra ilaveler
ve düzenlemelerle de tesis 1839’da son şeklini almıştır”.43
Cumhuriyet dönemi hızlı modernleşmesinin kamusal mekâna yansıması bağlamında
Taksim Meydanı en önemli mekan örneğidir. “1925’te dönemin İstanbul Milletvekili Hakkı
Şinasi Paşa’nın başkanlığında oluşturulan bir komisyonun bağlantı kurmasıyla İtalyan heykeltraş
Pietro Caronica’ya Cumhuriyet anıtı yapımı ısmarlanmıştır”.44 1928’de heykelin
tamamlanmasıyla taksim tam bir meydan haline gelmiştir.
Bu meydan, “Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde yeni devletin bir simgesi olarak görülmüş,
birçok tören ve resmigeçide tanık olmuştur. 1940 yılına gelindiğinde ise Fransız Mimar Henri
Etyen MAHÇUPYAN, Osmanlı’dan Günümüze Parçalı Kamusal Alan ve Siyaset, 1998,Doğu- Batı (5
),22-47.’den Aktaran: C.Zehra KÖROĞLU ve M.Ali KÖROĞLU,” Klasik Kamusal Alan Modelleri ve
Türkiye’nin Kamusal Alan Tecrübesi Üzerine Genel Bir Değerlendirme”, International Journal of Social
Science, Volume:6, Issue:4, April,2013,s.927.
42
GÖKGÜR, s.106.
43
“Taksim Meydan Düzenlemesi”, TMMOB Peyzaj Mimarları Odası İstanbul Şubesi,
İstanbul,2012,s.4. < http://www.peyzajmimoda.org.tr/resimler/ekler/2ed1e6976d7f22d_ek.pdf> , Erişim
Tarihi:06.05.2016
44
TMMOB, s.5.
41
22
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 12-27.
Prost, halkın kullanımı için dev boyutlarda bir yeşil alan planlamıştır. Bir başka ifade ile bugünkü
gezi parkı oluşturulmuştur”.45
Türkiye Cumhuriyeti’nde Yeni Bir Kamusal Mekân: Alışveriş Merkezleri
Dünya’da alışveriş merkezlerinin kamusal mekân olarak doğuşu
Alışveriş, herhangi bir mal veya ürün üzerinden alıcı ve satıcının kuruduğu dolaylı ya da
doğrudan ilişkidir. Bu bağlamda Alışveriş, tarihte basit bir mübadeleden, günümüzde kaydi
paranın kullanımı çerçevesinde şekillenen uzun bir serüvene sahiptir. Tarihsel süreçte temel
ihtiyaçların karşılanması çerçevesinde kurulan alışveriş ilişkisi günümüzde çok farklı bir boyuta
ulaşmıştır. Zamanla tüketim odaklı yaşam kültürü ile alışveriş kavramı farklı bir sosyal boyut
kazanarak tüketiciye haz veren bir işleve dönüşmüştür.
Alışverişte yaşanan koşulların değişmesi ve gelişmesi, hem insan ihtiyaçlarıyla hem de
bu ihtiyaçları şekillendiren ekonominin gelişmesiyle ilişkilidir. Ekonomi bilimine göre, insan
ihtiyaçları sınırsızdır. Dolayısıyla insanlar maddi durumlarına göre bu sonsuz ihtiyaç arzusunu
gidermeye çalışmaktadırlar. Bu döngü içerisinde ekonomi-alışveriş ilişkisi de bir mekan dahilinde
kurulmaya çalışıldı. Bunun sebebi ise, paranın ve sermayenin insan yaşamının tamamını
sarmasıdır. “Ticari hayata canlılık getirmek” diye deyimleşen bu durum, ekonomi- alışveriş
ilişkisinin mekânda kurulmasının temelini oluşturdu.
Alışveriş merkezlerinin kurulmasından önce var olan alışveriş mekânları; kimi zaman bir
Pazar yeri, kimi zaman küçük bir dükkan olmaktaydı. 19. Yüzyıl sonrası sanayi kapitalizminin
etkisi, kentlerde bu durumu değiştirmiştir. Bu dönemde gelişmekte olan ülkelerde kırsal alanda
doğan işsizlik, kentlerde sanayi temelinde emilmeye çalışıldı. Gelişmekte olan ülkelerin
başkentleri bu durumdan en çok etkilenen kentlerdi ve değişim talebi de buralardan başladı.
Sennett yaşanan bu değişimi şöyle özetlemektedir:46
“Bu başkentlerin iç ekonomileri yeni bir ekonomik uğraşın doğmasına yol açtı. Şehir
nüfusunun böylesine artması sonucu, perakende ticaret hiç olmadığı kadar karlı duruma geldi.
Alıcı kitlesi, klasik açık hava pazarları ve küçük dükkanlar yerine satış mağazalarında odaklanan
yeni türde bir kamusal ticaret başlattı. Bu yeni perakende ticarette, 19.yy kamusal yaşamının tüm
karmaşası ve sorunları ortaya çıktı. Bu ticaret kamusal alanda oluşacak değişimin bir
paradigmasıydı”.
19.yy da alıcı kitlesinin değişen taleplerinin yanı sıra ekonomide yaşanan krizler ve
bunları aşmak üzere tasarlanan politikalar da alışveriş merkezlerinin doğumuna sebep olmuştur.
Özellikle sermaye krizlerini aşmak için oluşturulan ekonomi politikaları artık kentler üzerinden
şekillenmekteydi. Bu durum, insan ihtiyaçlarını yeni bir tüketim kültürü çerçevesinde yeniden
oluşturmaktan geçiyordu. Bunu sağlamanın aracı olarak da Alışveriş merkezleri doğdu.
20. Yüzyıl sonrası değişen tüketim faaliyeti ;47 “Postmodern kültürün ortaya çıkışında
büyük bir rol oynamıştır. Dünyada tüketim temeline dayanan yeni bir sosyal düzen şekillenmiş;
GÖKGÜR, s.108.
Richard SENNETT, Kamusal İnsanın Çöküşü, Çev. Serpil Durak- Abdullah Yılmaz, Ayrıntı Yayınları,
İstanbul,2010,s.177.
47
B.Ece ŞAHİN ve Tülin VURAL ARSLAN,” Kamusal ve Özel Mekanlarda Kullanıcı Tercihleri
Açısından
Bir
Değerlendirme”,
Uluslararası
Sosyal
Araştırmalar
Dergisi,
Cilt:8,
Sayı:36,Şubat,2015(ss.997-1012),s.999,
45
46
23
M. Nalbant/ Türkiye’de Kentsel Mekânlarda Kamusal Alanın Konumu: Tarihsel Perspektiften Bir
Değerlendirme
anlamlar gerçek, bilgi ve kimlikler de dahil olmak üzere düşünülebilecek her şey tüketim nesnesi
haline gelmiştir”. Alışveriş merkezleri de bu anlayışın bir getirisi olarak hem tüketim, hem de
sosyalleşmenin gerçekleştiği bir mekân olarak ortaya çıkmıştır.
Çıkış itibariyle kamusal bir mekân olmayan alışveriş merkezleri, kent merkezlerinin
yakınında yer almasıyla birlikte, kent merkezine alternatif olarak, meydanların, sokakların bir
hareket alanına dönüşmesiyle bu mekânların kamusallık özelliklerini bünyesine taşımıştır. “En
ince ayrıntısına kadar planlanmış AVM’ler içinde yer alan atriumlar, oturma bankları, yemek
masaları, bitkiler, süs havuzları, çocuk oyun alanları ile adeta kamusal alan özelliği
taşımaktadırlar”.48
Türkiye’de alışveriş merkezlerinin doğuşu ve gelişimi
Alışveriş merkezlerinin Türkiye’de ilk örnekleri 1980 sonrası neoliberal politikalar
ışığında şekillenen bir dönemde ortaya çıktı. Bu yıllar Türkiye’nin ekonomik küreselleşmeye
dahil olduğu, özelleştirmelerin desteklendiği, devletin ekonomiden “yatırım” anlamında çıktığı
bir dönemin başlangıcıdır. AVM’ler, devletin özel sektörü desteklediği ve girişimciliği arttırmak
için teşviklerde bulunduğu böyle bir dönemin ürünüdür.
“Türkiye özelinde ilk AVM örneği 1 Ekim 1988 tarihinde İstanbul Ataköy’de açılan
‘Galeria’ dır”.49 İlk olarak İstanbul’da ortaya çıkan alışveriş merkezleri daha sonra ülkenin diğer
önemli kentleri olan Ankara ve İzmir’de yaygınlaşmıştır. Türkiye’de alışveriş merkezi sayısı Mart
2015 itibariyle 342’ye ulaşmıştır.50
SONUÇ
Kamusal alan tartışmaları, Habermas’ın 1962 yılında yayımladığı “Kamusallığın Yapısal
Dönüşümü” adlı eseriyle başladı. Düşünsel bir tartışma alanı olarak var olan kamusal alan bir
mekân üzerinde gerçekleşti. Bu tartışmaların geçtiği mekânın dünyadaki tarihi ise Antik Yunan’a
kadar dayanmaktadır. Antik Yunan’da Akropol ve Agoralarda yapılan tartışmalar Habermas’ın
işaret ettiği kendini özgürce ifade etme durumun en somut örneğini teşkil etmekteydi.
Tarihsel gelişimde kamusal mekânların Osmanlı’da oluşmaya başlaması 16. Yüzyılda
tüccarların İstanbul’daki faaliyetleri çerçevesinde gerçekleşti. İki tüccarın İstanbul’da ilk
kahvehaneyi açmasıyla birlikte seküler düzlemde yeni bir sosyalleşme ağı kuruldu. Kahvehane o
dönemde, halkın hem gündelik sorunları konuştuğu hem de entelektüel sohbetlerin yapıldığı bir
mekandı.
Batıda özellikle meydanlar üzerine kurulan kamusal alan ilişkisi, Osmanlı Devletinde
hakim olan İslam inancının etkisinden dolayı meydanlar çerçevesinde gelişmemiştir. Tabi bu
durum Osmanlı Devletinde meydanların yokluğu anlamına gelmemektedir. Osmanlı’da da bu
< http://www.sosyalarastirmalar.com/cilt8/sayi36_pdf/8digersosyalbilimler/sahin_ece_vd.pdf>, Erişim
Tarihi: 04.05.2016.
48
Gaye BİROL,” Çağdaş Alışveriş Merkezlerinde Kent Dokusunun Yeniden Yorumlanması”, Gazi
Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi Dergisi,20(4):421-427’den Aktaran; TÜMTAŞ, s.202.
49
TÜMTAŞ, s.203.
50
Eva Gayrimenkul ve Akademetre Research,” Türkiye AVM Potansiyeli Analizi Raporu(2014-2016),
İstanbul,2014’den aktaran; TÜMTAŞ, s.203.
24
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 12-27.
bağlamda en önemli meydan Atmeydanıydı. Burada yeniçerilerin gösterileri siyasal açıdan,
festival ve gösterilerin olması ise, sosyal açıdan tam bir kamusal mekan özelliği taşımaktaydı.
Cumhuriyet Döneminde ise kamusal mekanlar, devletin kontrolünde gelişen bir alan
haline geldi. Bu , Habermas, Ardent ve Sennett’in ifade ettiği kamusal alan dışında bir durumdu.
Kamusal Mekânın dönemin koşullarına uygun inşasının en önemli örneğini Taksim Meydanı
temsil etmekteydi. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren değişen ekonomik koşullar, teknoloji ve
küreselleşme kamusal mekânının işlevini de değiştirdi. Artık toplumsal tartışmaların yaşandığı
bir alandan “hareket alanı”na dönen kamusal mekan, özellikle 1980 sonrasında araç trafiğinin
yoğun olarak gerçekleştiği alanlar haline geldi.
1980 sonrasında devletin ekonomi alanında yatırımcı durumunu gözlemci durumuna
çekmesiyle ve girişimciliği desteklemesiyle birlikte özel sektörün öncülüğünde, tüketim anlayışı
temelinde alışveriş merkezleri ortaya çıktı. Alışveriş merkezleri, insanlara tüketim temelinde yeni
bir sosyalleşme alanı açarak, kent merkezlerine ve meydanlara alternatif olan bir kamusal mekan
halini aldı.
Sonuç olarak, Türkiye’de kamusal alanın mekâna yansıması Batı’dan çok farklı olmuştur.
Günümüzde ise, kentlerde kamusal mekânlar, sadece bir hareket alanı haline gelmekte ve eskiden
var olan sosyalleşme işlevini alışveriş merkezlerine devretmektedir.
KAYNAKÇA
Ardent, Hannah. İnsanlık Durumu, Çev. Bahadır Sina Şener, İletişim Yayınları,
İstanbul,1994.
Birol, Gaye. “Çağdaş Alışveriş Merkezlerinde Kent Dokusunun Yeniden Yorumlanması”,
Gazi Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi Dergisi,20(4):421-427,Ankara, 2005.
Çalışkan, Osman. “Kamusal Alan Bağlamında Ağ Toplumu ve Yeni Kamusal Alan
Arayışı”,
Maltepe
Üniversitesi
İletişim
Fakültesi
Dergisi,Güz:1,
2014.
<http://iletisimdergi.maltepe.edu.tr> , Erişim Tarihi: 04.04.2016
Donat, Onur. ve Yavuzçehre, Pınar Savaş. “Sakin Kent (Cittaslow) Üyeliğinin Kamusal
Mekanlara Etkisi”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, ,Sayı:35,2016. <
http://dergisosyalbil.selcuk.edu.tr/susbed/article/view/1231> , Erişim Tarihi: 14.05.2016.
Erdönmez, Ebru. Kamusal Alan ve Toplum, Esenler Şehir ve Düşünce Merkezi,
İstanbul,2014.
Ertan, Kıvılcım Akkoyunlu. “Kent Hakkı Üzerine Düşünceler”, Amme İdaresi Dergisi,
Cilt:41,Sayı:4,Aralık,2008<http://www.todaie.edu.tr/resimler/ekler/da6db5aa6dac08d_ek.pdf>E
rişim Tarihi:12.04.2016.
Erkip, Feyzan. “Kamusal Dönüşüm”, Radikal, Erişim:
<http://www.radikal.com.tr/radikal2/kamusal-donusum-1141904>.
15
Ocak
2015,
Eren, Abdurrahman. “Özgürlükler Mekanı Olarak Kamusal Alan”, Ankara Üniversitesi
Dergiler Veri Tabanı , C.IX, S.3-4,2005. <http://file.setav.org/Files/Pdf/ozgurlukler-mekaniolarak-kamusal-alan-abdurrahman-eren.pdf>, Erişim Tarihi: 09.04.2016
Ediz, İsmail. “Osmanlı’dan Cumhuriyetin İlk Yıllarına Kahvehaneler ve Sosyal Değişim”,
Sakarya
Üniversitesi
Fen
Edebiyat
Dergisi,
Sayı:2008-1,
25
M. Nalbant/ Türkiye’de Kentsel Mekânlarda Kamusal Alanın Konumu: Tarihsel Perspektiften Bir
Değerlendirme
<http://www.fed.sakarya.edu.tr/arsiv/yayinlenmis_dergiler/2008_1/2008_1_15.pdf>,
Tarihi:05.05.2016.
Erişim
Eva Gayrimenkul ve Akademetre Research, “Türkiye AVM Potansiyeli Analizi
Raporu(2014-2016)”, İstanbul,2014
Gökgür, Pelin. Kentsel Mekânlarda Kamusal Alanın Yeri, Bağlam Yayıncılık,
İstanbul,2008.
Harvey, David. Asi Şehirler: Şehir Hakkından Kentsel Devinime Doğru, Ayşe Deniz
Temiz (Çev.),Metis Yayınevi, İstanbul, 2012.
Habermas, Jürgen. Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, Çev. Tanıl BORA ve Mithat
SANCAR, İletişim Yayınları,6.Baskı, İstanbul,2005.
Hasol, Doğan. Ansiklopedik Mimari Sözlüğü, Yapı-Endüstri Merkezi Yayınları,
İstanbul,1998.
İnceoğlu, Mehmet. Ve Aytuğ, Ayfer. “Kentsel Mekanda Kalite Kavramı”, Megaron
Dergisi-Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi E-Dergisi,2009,Cilt:4,Sayı:3
Keleş, Ruşen. Kentleşme Politikası, İmge Yayınevi,12. Baskı, Ankara,2012.
Karadağ, Ahmet. Kamusal Alan ve Türkiye, Asil Yayınevi, Ankara,2006.
Köroğlu, C.Zehra.ve Köroğlu, M.Ali. “Klasik Kamusal Alan Modelleri ve Türkiye’nin
Kamusal Alan Tecrübesi Üzerine Genel Bir Değerlendirme”, International Journal of Social
Science, Volume:6, Issue:4, April,2013.
Lefebvre, Henri. The Right to the City,(Ed.ve Çev.Eleonore Kofman – Elizabeth Lebas),
Writing on Cities Oxford: Blackwell Publishers, Oxford, USA,1968.
Madanipour, Ali. ‘Why are the design and development of public spaces significant for
ities’, Environment and Planning B: Planning and Design, 26(6), 879-891,1999.
Mahçupyan, Etyen. “Osmanlı’dan Günümüze Parçalı Kamusal Alan ve Siyaset”, DoğuBatı (5 ),22-47,1998.
Onat, N. (2013). Kamusal Alan ve Sınırları, İstanbul: Durak İstanbul Dizisi 1
Olgun, Hakan.” Müslümanlığın Din ve Tarih Çizgisinde Gayrimüslimler”, Diyanet
Dergisi, Sayı:234, < http://www.diyanetdergisi.com/diyanet-dergisi-138/konu-823.html>, Erişim
Tarihi: 10.05.2016.
Özer, M. Ve Ayten A.,(1995), Tarihsel Süreç İçerisinde Meydanlar ve Gelişimi, Gazi
Üniversitesi Fenbilimleri Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Kentsel Doku Değerlendirme
Dersi
Ödevi,
Ankara,
Erişim
Tarihi:
12.04.2016.
<
www.spo.org.tr/resimler/ekler/66d856ef1a6b02f_ek.pd>.
Park, Robert. On Social Control and Collective Behavior, Chicago: Chicago University
Press.,1967.
26
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 12-27.
Sennett, Richard. Kamusal İnsanın Çöküşü, Çev. Serpil Durak- Abdullah Yılmaz, Ayrıntı
Yayınları, İstanbul,2010.
Sankır, Hasan. “Osmanlı İmparatorluğu’nda Kamusallığın Oluşumu Sürecinde
Kahvehanelerin Rolü Üzerine Sosyolojik Bir Değerlendirme”, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat
Araştırmaları
Dergisi,
Güz(13)(185-210),2010.<
http://hutad.hacettepe.edu.tr/index.php/hutad/article/viewFile/104/52>,
Erişim
Tarihi:11.05.2016.
Şahin, B.Ece. ve Arslan, Tülin Vural. “Kamusal ve Özel Mekanlarda Kullanıcı Tercihleri
Açısından Bir Değerlendirme”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt:8, Sayı:36
,Şubat,2015, <http://www.sosyalarastirmalar.com/cilt8/sayi36_pdf>, Erişim Tarihi: 04.05.2016.
Türk Dil Kurumu, < http://www.tdk.gov.tr.> Erişim Tarihi:14.05.2016.
Tümtaş, Mim Sertaç. Vd. Kente Dair…, Bağlam Yayınları, İstanbul,2016.
TMMOB.,(2012), Taksim Meydan Düzenlemesi, TMMOB Peyzaj Mimarları Odası
İstanbul Şubesi, İstanbul, <http://www.peyzajmimoda.org.tr> , Erişim Tarihi:06.05.2016
Yıldırım, Nahit. Constatinopolis Hipodromu, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi),
Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya,2013.
Yükselbaba, Ülker. “Kamusal Alan Modelleri Ve Bu Modellerin Bağlamları”, İstanbul
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, C.LXVI,S:2,2008.
27
G. Gün/ Örgüt Kültürü Tiplerinin Örgütsel Sinizm Algısına Etkisi: Bitlis İli Otel İşletmelerinde Bir Alan
Araştırması
ÖRGÜT KÜLTÜRÜ TİPLERİNİN ÖRGÜTSEL SİNİZM ALGISINA ETKİSİ: BİTLİS
İLİ OTEL İŞLETMELERİNDE BİR ALAN ARAŞTIRMASI
Gül GÜN*
ÖZET
Örgütsel sinizm, iş görenlerin örgütün kararlarına karşı bir inançsızlık ve yöneticilerin niyetlerine
güvenmeme ve yine yöneticilerinin gerçek karakterlerini yansıtmadıklarına olan inançlarını
tanımlamaktadır. Örgütlerde karar almada; çalışanlara bir çerçeve çizen ve örgüt yapısını yönlendiren,
çalışanları ortak amaçlar etrafında bir araya toplayarak koordinasyonu sağlayan, bu amaçlar
doğrultusunda işgücünün harekete geçirilmesine yardım ederek yürütme işlevini kolaylaştıran ve işgören
davranışlarını şekillendirerek denetimi sağlamada önemli bir faktör olan örgüt kültürü; çalışanlar
arasında sinizm algısını etkileyen önemli bir etken olduğu varsayımından hareketle çalışmamız; örgüt
kültürünün örgütsel sinizm üzerindeki etkisini araştırmayı amaçlamaktadır. Araştırma verileri Bitlis ili 3
ve 4 yıldızlı otel işletmeleri çalışanlarından anket aracılığıyla elde edilmiştir. Verilerin analizi sonucunda
Örgüt kültürü tiplerinden destekleyici ve yenilikçi örgüt kültürü tipleri örgütsel sinizm algılarını negatif
yönde etkilerken bürokratik örgüt kültürü tipi örgütsel sinizm algısını pozitif yönde etkilediği görülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Örgütsel Sinizm, Bürokratik Örgüt Kültürü Tipi, Yenilikçi Örgüt Kültürü Tipi,
Destekleyici Örgüt Kültürü Tipi, Otel İşletmeleri.
THE EFFECT OF THE TYPES OF ORGANIZATIONAL CULTURE ON
ORGANIZATIONAL CYNICISM: A FIELD STUDY ON THE HOTELS OF BİTLİS
PROVINCE
ABTSRACT
Organizational cynicism is defined as the employees’ disbelief in the decisions of the organization, distrust
in their intentions and the belief that the managers do not reflect their real personalities. In organizational
decision-making, organizational culture is a significant element as it establishes a framework for the
employees, it guides the organizational structure, it connects the employees together around common
objectives and enables coordination, it stimulates the work power in parallel with these objectives and
facilitates the executive function and it shapes the behaviors of the employees to establish control. Based
on the assumption that organizational culture is an important factor in the prevention of cynicism among
the employees, we conducted our study through a survey intended for the employees of 3-star and 4-star
hotels in Bitlis province. At the end of the study it was concluded that; whereas supportive and innovative
organizational cultures influenced organizational cynicism negatively, bureaucratic organizational culture
influenced organizational cynicism positively.
Keywords: Organizational cynicism, Bureaucratic organizational culture, Innovative organizational
culture, Supportive organizational culture, Hotels
*
Yrd. Doç. Dr. Bitlis Eren Üniversitesi, İİBF, İşletme Bölümü, [email protected].
28
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 28-55.
GİRİŞ
Örgüt yönetimlerinin birçok hatalı ve başarısız uygulamaları neticesinde ortaya çıkan
örgütsel problemler ve yaşanılan kriz ve skandallar, çalışanlarda örgütlerine yönelik ciddi
şekilde güvensizlik, yılma, monotonluk, tedirginlik, kuşku, yabancılaşma ve benzeri bir takım
olumsuz düşünce, tutum ve davranışların gelişmesine sebebiyet vermiştir. Bu olumsuz düşünce
ve tutumların en yaygın görülenlerinin başında da sinizm olgusu gelmektedir. Örgütsel sinizm,
sinizme ilişkin inanç geliştirmeyi içeren bilişsel boyuttan; sinizmin varlığından dolayı çeşitli
olumsuz duygular yaşamayı içeren duyuşsal boyuttan ve sinizme olan inanç ve sinizmden
kaynaklanan olumsuz duyguların davranış olarak ortaya çıkmasını içeren davranışsal boyuttan
oluşan, çalışanları örgüt ile karşı karşıya getiren karmaşık bir olgudur.1Örgütlerde karar almada;
çalışanlara bir çerçeve çizen ve örgüt yapısını yönlendiren, çalışanları ortak amaçlar etrafında
bir araya toplayarak koordinasyonu sağlayan, bu amaçlar doğrultusunda işgücünün harekete
geçirilmesine yardım ederek yürütme işlevini kolaylaştıran ve işgören davranışlarını
şekillendirerek denetimi sağlayan, insan kaynakları yönetimi uygulamalarına ilişkin kararları
etkileyen çalışanları ortak bir paydada buluşturan örgüt kültürü2çalışanlar arasında sinizm
olgusunun ortaya çıkmasında ve önlenmesinde önemli bir etken olduğu düşünülmektedir.
Örgütlerde iş görenlerin örgütün kararlarına karşı bir inançsızlık ve niyetlerine güvenmeme ve
yöneticilerinin gerçek karakterlerini yansıtmamalarını ifade eden sinizm algısının azaltılması
örgüt kültürü değerlerine bağlı olduğu söylenebilir. Bu da bir bakıma yöneticilerin çalışanlarını
geliştirmek için kendilerini sorumlu hissettikleri, insani değerleri odak noktasına alan, ilişki
yönelimli destekleyici ve gelişmeye, risk almaya büyümeye önem veren yenilikçi örgüt kültürü
tiplerinin varlığıyla mümkün olacağı düşünülmektedir. Bu bağlamda; Çalışmanın temel hipotezi
“Örgüt kültürü tiplerinin örgütsel sinizm algısına etkisi vardır” şeklindedir. Bu çalışma
sonucunda; Örgüt kültürü tiplerinden destekleyici ve yenilikçi örgüt kültürü tipleri örgütsel
sinizm algısını negatif yönde etkilerken bürokratik örgüt kültürü tipi örgütsel sinizm algısını
pozitif yönde etkilemektedir.
KAVRAMSAL ÇERÇEVE
ÖRGÜT KÜLTÜRÜ TANIMI
Örgüt kültürü, farklı disiplinlerden kavramlar, perspektifler, modeller ve yöntemler alıp
kullanan, birden fazla bilim dalıyla ilgili olan bir araştırma alanıdır. Bu bağlamda farklı
disiplinlerin kesişiminden oluşan örgüt kültürü kavramının tanımı da çeşitlidir3Aşağıda bu
konuda yapılan tanımların bazıları sıralanmıştır:
Örgüt kültürü geniş bir tanımlamayla “Burada işler nasıl yapılırı” temsil etmektedir 4. Bu
çok geniş anlamda kullanılan tanım, işletmenin çalışma biçiminden ücret biçimine, çalışanlar
Soner Doğan, Celal Teyyar Uğurlu, Okul Yöneticilerinin Etik Liderlik Davranışları ile Öğretmenlerin
Örgütsel Sinizm Algıları Arasındaki İlişki, Gefad / Gujgef; 34(3), 2014, p.489-516.
2
Gül Gün, Örgüt Kültürü Tiplerinin Kariyer Yönetim Sistemi Uygulamalarına Etkisi: Bir Araştırma,
(Yayınlanmamış Doktora Tezi), İnönü Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Malatya, 2015.
3
Halil Can, Öznur Aşan, Miski Eren Aydın, Örgütsel Davranış, Arıkan Basım Yayım Dağıtım, 2006.
4
Kim Cameron, E.quinn Robert. Diagnosing and Changing Organization Culture, San Fransico:
Revised Edıtıon, 2006; Joanne Martin. Organizational Culture, Mapping the Terrain, A sage
Publications Series London, 2002.
1
29
G. Gün/ Örgüt Kültürü Tiplerinin Örgütsel Sinizm Algısına Etkisi: Bitlis İli Otel İşletmelerinde Bir Alan
Araştırması
arasındaki ilişkilerden, iş görenlerine karşı olan tavırlarına kadar birçok olguyu içermektedir.5
Deal ve Kennedy (2000)6 örgütsel kültürü; “örgütte yapılan her şeyin yapılış biçimi olarak
tanımlayıp, örgüt kültürünün özünü değerlerin meydana getirdiğini belirtir. Koşut bir
tanımlamayla; Örgüt kültürü; genel olarak belirlenmiş (kanıksanmış) değerler setidir. Örgüt
çalışanlarına hangi davranışların kabul edilir, hangilerinin kabul edilmez olduğuna yardım eder.7
Bu bağlamda Örgüt kültürü, organizasyon içindeki kişileri yönlendiren kolektif normların bir seti
olarak düşünülebilir.8
Örgüt kültürü; Örgüt üyelerinin paylaştığı değerler, inançlar ve temel varsayımlar
bütünüdür.9 Bu paylaşılan inanç ve beklentiler, ürün ve hizmetleri, iletişim ve diğer sözlü
ifadeleri, davranış ve duyguları oluşturur.10
Tanım olarak kültür, tarif edilmesi zor, soyut, üstü kapalı ve bir kavramdır 11 Bu bağlamda
örgüt kültürü; bir grubun sahip olduğu ve çeşitli ortamlarını nasıl algıladıkları, düşündükleri ve
tepki verdiklerine dair, paylaşılan, hâlihazırda olan gizli varsayımlardır.12 Örgüt kültürünün,
örgütü diğer örgütlerden ayırt eden üyeler tarafından paylaşılan anlamlar sistemini ifade ettiği
konusunda bir fikir birliği olduğu görülmektedir.13 Bu paylaşılan anlam sistemi, daha detaylı bir
incelemeyle, örgütün değer verdiği önemli özellikler bütünüdür.14Bu özellikler bütünü
5
Joanne Martin, Organizational Culture, Mapping The Terrain, A sage Publications Series London,
2002.
6
Deal Terrencee, Kennedy Allana, The New Corporate Cultures: Revitalizing The Work Place After
Downsizing, Mergers and Reengineering, Cambridge: Perseus Publishing, 2000.
7
Gregory Moorhead, W.Rickky Griffin. Organizational Behaviour, Second Edition, ABD: Houghton
Mifflin, 2.Baskı. New Jersey,1989; Alvesson Mats, Understanding Organizational Culture, London:
Sage Publications Ltd, 2002.
8
Neslihan Derin, “Çalışanların Algılamalarına göre Yalın Yönetimin İç imaja etkisi: Türkiye’deki
Özel Hastanelerde Bir Araştırma”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İnönü Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, İşletme Anabilim Dalı, Malatya, 2008.
9
Daniel Prajoga, Christopher Mcdermott,. “The Relationship Between Multidimensional Organizational
Culture and Performance”, Vol:31, No:7, 2011, Internatıonal Journal Operations of Operations&
Production Management.; James Gibson, M.john Ivancevich, H.Jomes Donnely, Organization
Behaviour Structure Processes, 9.baskı, 1997, Mcgraw-Hill.; Eren Erol, Örgütsel Davranış ve Yönetim
Psikolojisi, İstanbul, 7.baskı, 2001.
10
Don Hellriegel Don, John Slocum, Richard Woodman. Organizational Behaviour, Fourth Edition,
West Publıshıng Company,1986; Christopher, Mcdermotts, Gregory Stock. “Organizational Culture and
Advance Manufacturing Technology Implementation”, Journal of Operations Management, Volume 17,
Issue 5, August,1999, p. 521- 533; Ronda F. Reigle.“Organizational Culture Assessment: Development
of a Descriptive Test Instrument”, Hunstvılle: Alabama,2003.
11
Stephen Robbins, Organizational Behaviour, 9 th, San Diego State University,2001.
12
Angelo Kinicki, & Robert Kreitner, Organizational Behaviour, key concept, skills .& best practices,
Mcgraw-Hill, Irwin, 2003.
13
Stephen Robbins. Organizational Behaviour, 9 th, San Diego State University, 2001; Nyameh Jerome.
“Empirical Investigation of the Impact of Organizational Culture on Human Resource Management”,
Vol:4, No:5, 2013; Pirjol Florentina, Raluca Maxim. “Organızatıonal Culture And Its Way of Expressıon
Wıthın The Organızatıon, Annals of Faculty of Economics, Vol 1, ıssue 2, 2012, p. 371-376; Prajoga,
Daniel, Mcdermott, Christopher. “The Relationship Between Multidimensional Organizational Culture and
Performance”, Vol:31, 2011, No:7, Internatıonal Journal Operations of Operations & Production
management. Judith Gordon. A Diagnostic Approach to Organizatıonal Behaviour, 4.Baskı,1992.
14
Stephen Robbins, Organizational Behaviour, 9 th, San Diego State University, 2001.
30
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 28-55.
kapsamında örgütün kültür değerlerini şu boyutlarda ele aldığımızda 1) Eylemlerde normlara
uygunluk 2) Ayrıntılara Önem verme 3)Süreç ya da sonuçlara Yönelme 4) Göreve veya sosyal
ilişkilere yönelme 5) Kontrol biçimi (gevşek ya da katı kontrol sistemi) 6) Değişime karşı tutum
7) Örgüte bağlılık düzeyi, kültürler arasındaki farklılığı belirlemede bir ölçüt olarak
kullanılabilir.15 Bu bağlamda örgütü, bu boyutlar üzerinden değerlendirmek, örgütün kültürü
hakkında tam bir resim ortaya koyar. Bu resim, üyelerin örgüt hakkında sahip oldukları, örgüt
içinde nelerin nasıl yapıldığı ve üyelerin nasıl davranmaları beklendiği gibi paylaşılan anlayış
duyguları için temel oluşturmaktadır.16 Tanımların çeşitliliğine rağmen bunlar arasında bazı ortak
noktalarda görülmektedir.17
1)
Öncelikle tüm tanımlarda örgüt üyelerince paylaşılan bir değerler bütününden
bahsedilmektedir. Bu bütün, üyelere doğru ve kabul edilebilir olan davranışla yanlış
ve kabul edilemez olan davranışın ne olduğunu bildirir.
2)
İkinci ortak nokta, değerler bütününün tüm üyelerce sorgulanmaksızın doğru kabul
edilmesidir.
3)
Tanımlarda kültürel yapıya genellikle işlevselci bir anlayışla yaklaşılmaktadır.
4)
Tanımlardaki bir diğer ortak yön de değerlerin iletimi ve paylaşılmasında kullanılan
yollara ilişkindir. Örgüt içindeki sembollerin, bunlara yüklenen anlamların,
hikâyelerin ve geçmiş olayların hem ortak kültürün yaratımı ve iletimini sağlayan
hem de davranışları yönlendiren kültürel unsurlar olduğu belirtilmektedir.
Örgüt kültürünün tanımı konusunda görüş birliği olmamakla birlikte, bu konuda yapılmış
tanımlar incelendiğinde örgüt kültürünü “ paylaşılmış değerler ve normlar" ve bunları örgütte
gösteren sembollerin oluşturduğunu söylemek yanıltıcı olmaz.
Örgüt Kültürü Tipleri
Örgüt kültürü çalışmaları, ana hatları ile örgütlerin baskın kültürel özelliklerinin
belirlenmesine ve bu özellikler ile örgütsel çıktılar arasındaki ilişkilerin açıklanmasına yöneliktir.
Bu farklı özelliklerin belirlenmesi ve tanımlanması örgüt kültürü tipleri olarak ele
alınmaktadır.18Örgüt kültürü tipleri ile ilgili olarak yazında çeşitli sınıflandırmalar bulunmaktadır.
Örgüt kültürü kavramının tanımlarının disiplinlere göre farklılaştığını ve bu nedenle de çeşitli
şekillerde tanımlanabildiği görülmektedir. Kavram hakkında araştırma yapanların tanımları
arasında farklılaşma olduğu gibi kavramı sınıflandırmaları da değişmektedir. Sınıflandırmaları
yapan araştırmacılar kültüre kendi perspektiflerinden bakarak sınıflandırma yapmışlardır.19 Bu
konudaki sınıflandırmalar araştırmacıların vurgularına ve çalışmalarında dayanak olarak
seçtikleri kuramsal modellere göre farklılık göstermektedir. Çalışmamızda örgütsel sinizm
üzerinde Wallach’ın bu kültür sınıflandırması etkili olabileceği düşünülerek bu sınıflandırmaya
yer verilmiştir.
Binali Doğan, Örgüt Kültürü, Ekim, Beta yayınları, 2007.
Stephen Robbins, Organizational Behaviour, 9 th, San Diego State University, 2001.
17
Zeyyat Sabuncuoğlu, Melek Tüz, Örgütsel Psikoloji, Bursa: Alfa, Aktüel Yayınları, 2001.
18
Binali Doğan, Örgüt Kültürü, Ekim, Beta yayınları, 2007.
19
Gürsu Sezen Torun, “Örgüt Kültürünün Çalışan Bağlılığı Üzerindeki Etkisi: Turizm Sektöründe Bir
Araştırma”, T.C. Sanayi Bilim ve Teknoloji Bakanlığı Verimlilik Genel Müdürlüğü, Yayın No:724,
2012.
15
16
31
G. Gün/ Örgüt Kültürü Tiplerinin Örgütsel Sinizm Algısına Etkisi: Bitlis İli Otel İşletmelerinde Bir Alan
Araştırması
Wallach (1983) 20, örgüt kültürünü yenilikçi, bürokratik ve destekleyici kültür olarak üç alt
boyutta ele almıştır:
Yenilikçi kültür
Değişim, girişimcilik, heyecan ve dinamizm gibi değerleri içerisinde barındırmaktadır.
Yenilikçi kültür tipine sahip olan firmaların yöneticileri yeni ürünler üretmek, yeni pazarlara
girme eğilimindedirler ve riske girmekten hoşlanırlar. Bu örgütlerde adem-i merkeziyetçi yapı
görülür.21Bu örgütlerin faaliyet sahaları ve endüstrileri genellikle yenliklere açıktır ve yöneticiler
yeni fırsatlar aramayı tercih ederek strateji ve yapılarında değişim ve belirsizlikler yaratmayı
arzulamaktadırlar.22 Girişimci ve istekli kişiler bu ortamlarda gelişirler.23
Bürokratik kültür
Güç ve kontrol, sorumluluk ve otorite açıkça tanımlanmakta ve sistemli bir yapı ve
formalite etrafında konumlandırılmaktadır.24 Rol kültürü, mantık ve rasyonellikle çalışan,
bürokratik örgütün bir diğer adıdır. “Klasik bürokrasi” olarak nitelendirilen rol kültürüne sahip
örgütlerde rasyonel ve yasal yapılanmalar söz konusudur.25 Bu kültür istikrarlı pazarda yer alan
işletmeler için uygundur. Ayrıca bu kültür yaratıcı kişileri bünyesinde çalıştırmak istemez.26
Bürokratik anlayış kariyer bakımından “kapalı kariyer” sistemini benimsemektedir. Örgütte
boşalan görevlere ancak örgüt içinden üyeler atanmaktadır, dışarıdan elaman alınmasına pek fazla
olanak tanınmamaktadır. Çalışanların kurumdaki yükselmeleri, işteki başarılarından daha çok
çalışma hayatındaki kıdemlerine bağlanmaktadır.27
Destekleyici kültür
Geniş bir aile ile uyumlu ilişkiler ve insani değerleri odak noktasına almaktadır.28Bu
bağlamda; destekleyici kültürler, çalışanların birbirlerinden öğrenebilecekleri “sıcak bir aile”
çevresine sahip olmaları, işbirlikçi ve ilişki yönelimli olmaları ile karakterize edilir.29Destekleyici
kültürlerde özellikle liderlerin ve çalışanın birbirine güvendiği, bu da bir bakıma çift yönlü
iletişim ve samimi geri bildirimin olduğu, çalışanların birbirlerine ve işlerine karşı nerede
Ellenj Wallach, “Individuals and Organizations: The Cultural Match, Training and Development
Journal, February, 1983.
21
Alan William, Paul Dobson, Mike Walters, Changing Culture: New Organizational Approaches,
Institute of Personnel Management,1993.
22
Beril Akıncı Vural, Kurum Kültürü ve Örgütsel İletişim, İletişim yayınları; Eren Erol, Örgütsel
Davranış ve Yönetim Psikolojisi, İstanbul, 7.baskı, 2001
23
Ellenj. Wallach , “Individuals and Organizations: The Cultural Match”, Training and Development
Journal, February, 1983.
24
Wallach, a.g.e
25
Melek Alev Sönmez, “Meslek Liselerinde Örgüt Kültürü”, Kuram ve Uygulamada Eğitim Yönetimi,
Kış 2006, Sayı 45, ss: 85-108, http://kuey.net/index.php/kuey/article/view/350/175, 17 .05 2014.
26
Wallach, a.g.e
27
Erol Eren, Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi, İstanbul, 7.baskı, 2001.
28
Wallach, a.g.e
29
Wallach, a.g.e
20
32
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 28-55.
durduğunu bildiği ve bunun sonucunda da endişe ve merak etmek için çabalarını harcamadıkları,
yöneticilerin çalışanlarını geliştirmek için kendilerini sorumlu hissettikleri bir örgüt ortamıdır.30
ÖRGÜTSEL SİNİZM
Örgütsel sinizmi, iş çevresindeki; sorunlu olaylara karşı örgüt üyelerinin kendilerini
savunmalarının karşılığı olarak ifade etmektedirler.31Andersson (1996)32, çalışan sinizmini
çalışanın örgüte, yöneticiye ya da örgütle ilgili herhangi bir değişkene karşı duyulan ümitsizlik,
güvensizlik, kızgınlık, ümitsizlik, hayal kırıklığı) genel veya spesifik tutum olarak
kavramlaştırmıştır. Örgütsel sinizm, Örgüte ilişkin “eleştirici”, yine örgüte ilişkin “küçük
düşürücü” ve “olumsuz tutum”.33 bulunma eğilimindeki inanç ve duyguları kapsamaktadır 34Bu
tutumlar üç boyutta ele alınmaktadır.35
Bilişsel (İnanç) Boyut: Örgütsel sinizmin bu boyutu; öfke, hor görme ve kınama gibi
olumsuz duygularla meydana gelen, örgütün dürüstlükten yoksun olduğuna yönelik bir inançtır.
Bu yönüyle sinizm, eylemlerin ve insan güdülerinin iyiliği ve samimiyeti ile ilgili olan inançsızlık
eğilimini içermektedir.36Örgütsel sinizmin bilişsel boyutu incelendiğinde; sinik tutuma sahip
bireylerin, çalıştıkları örgütteki uygulamaların örgütsel ilkelerden yoksun olduğuna, örgütte
yapılan resmi açıklamaların çalışanlar tarafından ciddiye alınmadığına, örgüt içindeki ilişkilerin
kişisel çıkarlara bağlı ve örgütlerdeki bireylerin tutarsız ve güvenilmez olduğuna dair inançlara
sahip oldukları görülmektedir.37
Duyuşsal(Duygu) Boyut: Örgütsel sinizmin duygusal boyutu ise örgüte yönelik
kızgınlık, öfke, utanç, sıkıntı ve hatta tiksinti hayal kırıklığı ve şüphe gibi olumsuz duygu ve hisler
oluşturmaktadır.38
Davranışsal Boyut: Örgütsel sinizmin davranışsal boyutu, iş görenlerin örgütle ilgili
olarak, çevresine olumsuz bilgiler aktarması, şikayet etmesi, eleştiride bulunması olarak ifade
30
Zandy b.,Farren Leibowitz, Designing Career Development Systems, Jossey-Bass (San Francisco,
Calif.), 1st edition,1986.
31
Nil Pelit, Elbeyi Pelit, Mobbing ve Örgütsel Sinizm (Teori-Süreç ve Örgütlere Yansımaları), Ankara:
Detay Yayıncılık, 2014.
32
Lynne M. Andersson, “Employee Cynicism: An examination Using a Contract Violation Framework”,
Human Relations, 49/11, 1996, s.1395-1418.
33
Walter D Davis, William L. Gardner, Perceptions of Politics and Organizational Cynicism: “An
Attributional and Leader-Member Exchange Perspective”, The Leadership Quarterly, 15/4, 2004, s.439
– 465; Kasalak, G. Aksu, B. M, “Araştırma Görevlilerinin Algıladıkları Örgütsel Desteğin Örgütsel Sinizm
ile İlişkisi”, Kuram ve Uygulamada Eğitim Bilimleri, 14/1, 2014, s.115-133.
34
James W. Dean, Pamela Brandes and Ravi Dharwadkar, Organizational Cynicism, The Academy of
Management Review, 23/2, 1998, 341-352..
35
Dean, a.g.e.; Gamze Kalağan, Cem Oktay Güzeller, Öğretmenlerin Örgütsel Sinizm Düzeylerinin
İncelenmesi. Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı- 27, 2010, s. 83-97; Şebnem Aslan
ve Demet Akarçay, Psikolojik Şiddetin Genel ve Örgütsel Sinizme Etkileri, Erciyes Üniversitesi İktisadi
ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Sayı:41, 2013, s. 25-44.
36
Dean, a.g.e; Yasemin Torun, Canan Çetin, “Örgütsel Sinizmin Kuşaklar Bazında Değerlendirilmesi:
Kuşaklara Göre Örgütsel Sinizmin Hedefinde Ne Var?”, İş ve İnsan Dergisi, 2/2, 2015, s.137-146.
37
İbrahim Efe Efeoğlu, ve Esengül İplik, “Algılanan Örgütsel Adaletin Örgütsel Sinizm Üzerindeki
Etkilerini Belirlemeye Yönelik İlaç Sektöründe Bir Uygulama”, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, 20/3, 2011,343-360.
38
James W. Dean, Pamela Brandes and Ravi Dharwadkar, Organizational Cynicism, The Academy of
Management Review, 23/2, 1998, 341-352.
33
G. Gün/ Örgüt Kültürü Tiplerinin Örgütsel Sinizm Algısına Etkisi: Bitlis İli Otel İşletmelerinde Bir Alan
Araştırması
edilmektedir.39 Bu davranışların çoğu, örgütün samimiyet ve dürüstlükten yoksun olduğuna dair
ifadelerdir. Bu boyut güçlü eleştirileri, karamsar tahminleri, alaycı mizah gibi unsurları ve örgütle
ilgili hakir görmeleri ve eleştirel ifadeleri de kapsamaktadır.40 Örgütsel sinizmin nedenleri
arasında; adaletsizlik algısı, psikolojik kontrat ihlali, üstlere güvensizlik, liderlik davranışındaki
eksiklikler, çok uzun çalışma saatleri, yıldırma, yönetim tarzı, yanlış yönetilen değişim çabaları,
yüksek düzeyde rol çatışması, aşırı iş yükü, gibi olumsuzluklar da sıralanmaktadır.41
Sinizmin, örgütlerin etkililik ve verimliliğini azaltan, önemli maddi ve manevi kayıplara
neden olan etkileri vardır. Bu kapsamda işten doyumsuzluk, örgüte bağlılığın azalması, sabotaj,
hırsızlık, dolandırıcılık, örgütsel küçülmelerin artması, işten ayrılma oranlarının artması, işgücü
devrinin azalması, işten çıkarılma oranlarının artması, işe yabancılaşma ve örgütsel performansın
düşmesine kadar çok geniş bir alana yayılan örgütsel sinizm sonuçlarından söz edebilmek
mümkündür.42Örgütlerde örgütsel sinizm sonuçları uzun süre devam ederse sonuçları çok ağır
olabilir ve örgüt parçalanmaya başlar ve en sonunda örgütün etkililiği ve yaşayabilirliği tehlikeye
düşer.43 Örgütsel etkenler ve deneyimlerden kaynaklanan örgütsel sinizmin önlenmesi de yine
örgütün izleyeceği politika ve uygulamalara bağlı olmaktadır. Sinizmi azaltmak ya da gidermek
amacıyla geliştirilen çözümlerin ve yapılacak örgütsel düzenlemelerden bazıları şunlardır.44

Örgütlerde en önemli değerin işgörenler olduğunu fark etmek,

İşgörenleri, maddi, manevi, sosyal ve kültürel anlamda desteklemek,

İşgörenlerin stres düzeyini düşürmek ve tükenme noktasına gelmelerinin önüne geçmek,

İşgörenlerin fiziksel ve teknolojik çalışma koşullarını iyileştirmek,

Örgütsel esnekliği arttırmak,

İşgörenlere örgütteki değişimler hakkında bilgi vermek ve örgütsel iletişimin önemini göz ardı
etmemek,

İşyerindeki monotonluğu azaltmak
Rahaoul Sheel, C. And Vohra Neharika, “Relationship Between Perceptions of Corporate Social
Responsibility and Organizational Cynicism: The role of Employee Volunteering”, The International
Journal of Human Resource Management, 201(13), 2016, 1373-1392; James W. Dean, Pamela Brandes
and Ravi Dharwadkar, “Organizational Cynicism”, The Academy of Management Review, 23/2, 1998,
341-352.
40
Efeoğlu, a.g.e.
41
Ayşehan Çakıcı ve Seçkin Doğan, “Örgütsel Sinizmin İş Performansına Etkisi: Meslek
Yüksekokullarında Bir Araştırma”, Doğuş Üniversitesi Dergisi, 15/1, 2014, 79-89; Efeoğlu,
a.g.e.;Beheshtifar, M., Moghadam, M.N, Effect of Organizational Cynicism Factors on Normative
Commitment, Journal of Social Issues& Humanities, 3(10), 2015, p.273-276, Bestpractices, McgrawHill, Irwin.
42
Chiaburu, Dan S.,Peng, A. C., Oh, I. S., Banks, G.C. and Lomeli, L.C, “Antecedents and Consequences
of Employee Organizational Cynicism:A Meta-Analysis”, Journal of Vocational Behavior, 83/2,
2013,181–197.
43
Nil Pelit ve Elbeyi Pelit, Mobbing ve Örgütsel Sinizm (Teori-Süreç ve Örgütlere Yansımaları),
Ankara: Detay Yayıncılık, 2014.
44
Pelit, a.g.e, s.109.
39
34
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 28-55.

İşgörenlerin, görevleriyle ilgili gerçekçi beklentilere ve hedeflere odaklanmasını sağlamaktır

İşletmede uygulanan mevcut ödül sistemlerinin geliştirilerek hak edene hak ettiği ödülün
verilmesi (ayın personeli seçimi, ikramiye, terfi vb.)
METODOLOJİ
Araştırmanın Önemi ve Amacı
Bu araştırmanın amacı; çalışanların örgüt kültürü algısı ile örgütsel sinizm tutumlarının
cinsiyet, yaş, pozisyon, eğitim düzeyi, örgütte çalışma süresi ve kuruma göre farklılaşıp
farklılaşmadığını belirleyerek, çalışanların örgüt kültürü algılarının örgütsel sinizm tutumlarına
etki edip etmediğinin incelenmesidir. Araştırmanın amacı, örgütlerin önemli kaynağı insana özgü
bir kavram olan örgütsel sinizm hakkında literatürün taranıp, kavramın geliştirilerek tanıtılmasını,
anlaşılmasını sağlamak ve örgüt kültürü ile ilişkisini irdeleyerek konuya ilişkin literatüre katkı
sağlamaktır. Bunun yanı sıra ulaşılan bulgular ve sonuçlarla kurumların personel politikalarının
iyileştirilebilmesine katkı sağlamak ta araştırmanın ikincil amacıdır. Bu amaçla, örgüt kültürü ve
örgütsel sinizm konularında ilgili literatür taranmış, daha sonra da örgüt kültürü ve örgütsel
sinizm arasında ilişkinin nasıl olduğunu anlamak amacıyla Bitlis ilinde bulunan otel çalışanları
ile bir anket uygulama çalışması yapılmıştır.
Araştırmanın Yöntemi
Bu araştırma betimsel bir araştırmadır, bir durum tespitidir. Bu bölümde, araştırmanın
evren ve örneklemi, veri toplama aracının geliştirilmesi, anketin uygulanması ve verilerin
toplanması, veri toplamada kullanılan istatistiksel yöntem ve analizler üzerinde durulmuştur.
Araştırma evreni, Bitlis ilindeki 3 ve 4 yıldızlı otel çalışanlarıdır. Sonuç olarak araştırma
evreninde bulunan toplam otel çalışanı sayısı99’dur. Araştırmanın birinci bölümündeki örgüt
kültürü, Wallach‘ın (1983) bir çalışmasından uyarlanan ölçek ile değerlendirilmiştir. Ölçek, örgüt
kültürünü her boyutta sekiz ifade olmak üzere bürokratik, yenilikçi ve destekleyici olarak üç alt
boyutta toplam 24 ifade ile değerlendirmektedir. Ölçek Türkçe’ye Yahyagil (2004) tarafından
uyarlanmıştır. KMO katsayısı, veri matrisinin faktör analizi için uygun olup olmadığını, veri
yapısının faktör çıkarma için uygunluğu hakkında bilgi verir. Faktörleştirilebilirlik (factorability)
için KMO'nun .60 'dan yüksek çıkması beklenir.45 (Büyüköztürk, 2011:126). KMO test değeri
0,891 olarak ölçülmüştür. KMO değeri de örgüt kültür tipi ölçeğinin faktör analizine
uygunluğunun mükemmel düzeyde olduğunu göstermektedir. Ayrıca Bartlett testi sonuçlarının
Ki kare testindeki gibi anlamlılık değerine bakılırsa P:0,00<0,05 kıyaslamasından verilerin çok
değişkenli normal dağılımdan geldiği söylenebilir. Örgüt kültürüne ait ankette belirtilen 24
yargının toplandığı 3 faktör toplam değişkenliğin %71,266’sını açıklamaktadır. “Bürokratik örgüt
kültürü” (Faktör 1) boyutu değişkenliği en yüksek (%36,218) açıklayan faktör olurken,
“Destekleyici Örgüt Kültürü” (Faktör 2) boyutunda değişkenliği açıklama oranı (%18,415),
“Yenilikçi Örgüt Kültürü” (Faktör 3) boyutunda ise değişkenliği açıklama oranı en düşük
(%16.633) düzeydedir.
24 soruluk ölçekte yapılan güvenirlik testinde tüm anket sorularının güvenirliği α =
Cronbach Alpha değeri 0,884 olarak bulunmuştur. Bu güvenirlik yüksek dereceli bir güvenirlik
seviyesidir. Alfa katsayısına bağlı olarak, 0,80 ≤ α < 1.00 ise ölçek yüksek derecede güvenilir bir
45
Şener Büyüköztürk, Bilimsel Araştırma Yöntemleri, Pegem Akademi Yayıncılık, 2011.
35
G. Gün/ Örgüt Kültürü Tiplerinin Örgütsel Sinizm Algısına Etkisi: Bitlis İli Otel İşletmelerinde Bir Alan
Araştırması
ölçektir. 46Anketimizin genel güvenirlik yapısını ortaya koyan Cronbach Alfa katsayılarını
değerlendirdiğimizde; Bürokratik örgüt kültürünü içeren 8 soruluk ölçekte güvenirlik katsayısı α
= 0.912 (α= Cronbach Alpha değeri), Destekleyici örgüt kültürünü içeren 8 soruluk ölçekte
güvenirlik katsayısı α = 0.786, Yenilikçi örgüt kültürünü içeren 8 soruluk ölçekte güvenirlik
katsayısı α = 0.839 olarak ölçülmüştür. Her boyuta ilişkin yer alan ölçeklerin güvenilir oldukları
söylenebilir. Örgütsel sinizm algısını ölçmek için ise Brandes, Dharwadkar ve Dean (1999)
tarafından geliştirilen ve 13 maddeden oluşan örgütsel sinizm ölçeği kullanılmıştır. Örgütsel
sinizm ölçeği Arabacı (2010), Kalağan ve Aksu (2010) tarafından yapılan çalışmalarda da
kullanılmıştır.47 Örgütsel sinizm ölçeğinde bilişsel, duyuşsal ve davranışsal olmak üzere üç boyut
yer almaktadır. 13 soruluk ölçekte yapılan güvenirlik testinde tüm anket sorularının güvenirliği α
= Cronbach Alpha değeri 0,884 olarak bulunmuştur. Anketimizin genel güvenirlik yapısını ortaya
koyan Cronbach Alfa katsayılarını değerlendirdiğimizde; Bilişsel boyutu (Faktör 1)içeren 5
soruluk ölçekte güvenirlik katsayısı α = 0.912 (α= Cronbach Alpha değeri), Duygusal boyutu
(Faktör 2) içeren 4 soruluk ölçekte güvenirlik katsayısı α = 0.786, Davranışsal boyutu (Faktör 3)
içeren 4 soruluk ölçekte güvenirlik katsayısı α = 0.839 olarak ölçülmüştür. Her boyuta ilişkin yer
alan ölçeklerin güvenilir oldukları söylenebilir.
Araştırmanın Modeli
DEMOGRAFİK
ÖZELLİKLER






Cinsiyet
Yaş
Öğrenim Durumu
Turizm Alanındaki Eğitimi
Çalışılan Departman
Oteldeki Görev Basamağı
ÖRGÜT KÜLTÜR
TİPİ
Bürokratik Kültür
Yenilikçi Kültür
Destekleyici Kültür
ÖRGÜTSEL
SİNİZM
Duyuşsal Sinizm
Bilişsel Sinizm
Davranışsal Sinizm
Araştırma Modeli
Araştırma modelinden yola çıkılarak oluşturulan hipotezler ise aşağıdaki gibidir.
H1: “Farklı demografik özelliklere sahip olan bireylerin örgütsel sinizm boyutlarından
bilişsel sinizme ilişkin algılarında farklılık vardır”
Kazım Özdamar, Paket Programlar ile İstatistiksel Veri Analizi, Genişletilmiş 5.Baskı, Kaan Kitabevi,
2004.
47
Korhan Karacaoğlu, Fatma İnce, “Brandes, Dharwadkar ve Dean’in (1999) Örgütsel Sinizm
ÖlçeğiTürkçe Formunun Geçerlilik ve Güvenilirlik Çalışması: Kayseri Organize Sanayi Bölgesi Örneği,”
Business and Economics Research Journal, Volume 3, Number 3, 2012, p. 77 – 92.
46
36
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 28-55.
H2: “Farklı demografik özelliklere sahip olan bireylerin örgütsel sinizm boyutlarından
duyuşsal sinizm ilişkin algılarında farklılık vardır”
H3: “Farklı demografik özelliklere sahip olan bireylerin örgütsel sinizm boyutlarından
davranışsal sinizme ilişkin algılarında farklılık vardır”
H4: “Farklı demografik özelliklere sahip olan bireylerin örgütsel sinizm düzeylerine
ilişkin algılarında farklılık vardır”
H5: “Farklı demografik özelliklere sahip olan bireylerin bürokratik örgüt kültür tipine
ilişkin algılarında farklılık vardır”
H6: “Farklı demografik özelliklere sahip olan bireylerin yenilikçi örgüt kültür tipi
algılarına ilişkin farklılık vardır”
H7: “Farklı demografik özelliklere sahip olan bireylerin destekleyici örgüt kültür tipine
ilişkin algılarında farklılık vardır”
H8: “Bürokratik örgüt kültürü tipi örgütsel sinizm algısını pozitif yönde etkilemektedir”
H9 “Destekleyici örgüt kültürü tipi örgütsel sinizm algısını pozitif yönde etkilemektedir”
H10: “Yenilikçi örgüt kültür tipi örgütsel sinizm algısını negatif yönde etkilemektedir”
H11: “Bürokratik örgüt kültür tipi bilişsel sinizm algısını pozitif yönde etkilemektedir”
H12: “Destekleyici örgüt kültür tipi bilişsel sinizm algısını negatif yönde etkilemektedir”
H13: “Yenilikçi örgüt kültür tipi bilişsel sinizm algısını negatif yönde etkilemektedir”
H14: “Bürokratik örgüt kültür tipi duyuşsal sinizm algısını pozitif yönde etkilemektedir”
H15: “Destekleyici örgüt kültür tipi duyuşsal sinizm algısını negatif yönde
etkilemektedir”
H16: “Yenilikçi örgüt kültürü tipi duyuşsal sinizm algısını negatif yönde etkilemektedir”
H17: “Bürokratik örgüt kültür tipi davranışsal sinizm algısını pozitif yönde
etkilemektedir”
H18: “Destekleyici örgüt kültür tipi davranışsal sinizm algısını negatif yönde
etkilemektedir”
H19: “Yenilikçi örgüt kültür tipi davranışsal sinizm algısını negatif yönde etkilemektedir”
37
G. Gün/ Örgüt Kültürü Tiplerinin Örgütsel Sinizm Algısına Etkisi: Bitlis İli Otel İşletmelerinde Bir Alan
Araştırması
Araştırma Bulguları ve Bulguların Değerlendirilmesi
Tablo 1: Katılımcıların Demografik Özelliklerine Göre Dağılımı
Frekans Yüzde
Cinsiyet
Kadın
28
28,3
Erkek
71
71,7
Toplam
99
100,0
Frekans Yüzde
Yaş
Öğrenim
Tur Öğrenim
25 – 30
59
50,5
31 – 35
25
28,3
36 - 45
2
15,2
45 ve üzeri
13
6,1
Toplam
99
100,0
İlköğretim
27
27,3
Lise
45
45,5
Önlisans
21
21,2
Lisans
6
6,1
Toplam
99
100,00
Almadım
50
50,5
Kurs
28
28,3
Lise Eğitim
15
15,2
Lisans Eğitim
6
6,1
Toplam
99
100,00
Ön Büro
25
25,2
Mutfak
19
19,9
21
21,1
Mu - Satınalma 13
13,1
Rest - Bar
20
20,2
Toplam
99
100,00
Otelde Çalışılan Departman Kat Hizmetleri
38
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Oteldeki Görev Basamağı
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 28-55.
Üst Yönetici
5
5,1
Orta Yönetici
37
37,4
Alt Yönetici
57
57,6
Toplam
99
100,00
Tablo 1 incelendiğinde, ankete katılan çalışanların %28,3’ü Kadın %71,7’sı Erkektir.
Bu dağılıma baktığımızda Doğu Anadolu Bölgesi’nde çalışanların çoğunluğunun erkek olduğu
görülmektedir. Bu bulguya bakılarak; Turizm sektörü diğer sektörlerden farklı olarak
mevsimlik olma, düzensiz çalışma saatleri, eş zamanlı üretim, kalifiye olmayan personel
çalıştırma ihtiyacı, düşük ücretler.48 sosyal statüsü düşük olan pozisyonlar.49gibi özellikleri
nedeniyle bayan çalışanların sektörde daha az yer aldığı söylenebilir. Çalışanların büyük
çoğunluğunun %85’i 25-30 ve 30-45 yaş aralıklarında olduğu görülmektedir. Bu bulguya
bakılarak; Turizm sektörü genel olarak sezonluk personel çalıştırdığı için çalışanlarını özellikle
genç ve dinamik personelden seçmeleri bu durumu doğrular niteliktedir.
Çalışanlar eğitim durumuna göre incelendiğinde ise lise eğitimi alanların %45,5 ile en
fazla olduğu, ilköğretim mezunlarının %27,3 ile 2. sırada oldukları, üniversite eğitimi almış
olanların oranlarının ise düşük oldukları gözlenmiştir. Bu bulguya dayanarak; Doğu Anadolu
Bölgesi’ndeki otellerimizde çalışanların eğitim düzeylerinin düşük olduğu görülmektedir. Bunda
genel olarak bu bölgelerde turizm alanında üniversite düzeyinde eğitim veren kurumların az
olması ve eğitimli personelin daha çok kıyı otellerde çalışmayı tercih ettikleri söylenebilir.
Çalışanların Turizm alanında almış oldukları eğitim durumları incelendiğinde; araştırmamızda;
Turizm eğitimi almamış olanların %50,5 ile en fazla olduğu, Turizmde lise seviyesinde mesleki
eğitim alanların % 15,2 olduğu görülmektedir. Otel işletmelerinde en çok otomasyona
gidilemeyen bölümün bu departman olması çalışan işgücünün burada yoğunlaşmasına neden
olmuştur. Organizasyonda çalışanların yönetsel pozisyonuna göre katılımcılar incelendiğinde
departman elemanlarının %57,6 ile en fazla olduğu görülmüştür.
Demografik Özelliklerin Örgüt Kültür Tipleri ve Örgütsel Sinizm Açısından
Ortalamalarının Karşılaştırılması
Tablo 2:Demografik Özelliklerin Çalışanların Örgütsel Sinizmin Boyutlarından Bilişsel
Sinizm Algıları Açısından Ortalamalarının Karşılaştırılması
Değişken
Gruplar
Sayı Ort.
Std. Sapma Test
Amoah, v.a. And Baum, t., “Tourism Education: Policy Versus Practice”, International Journal of
Contemporary Hospitality Management, 9 (1), 1997, p.5–12.
49
Hjalager, a.m. And Andersen s. , “Tourism Employment: Contingent Work or Professional Career?”,
Employee Relations, 23 (2), 2001, p. 115–129.
48
39
G. Gün/ Örgüt Kültürü Tiplerinin Örgütsel Sinizm Algısına Etkisi: Bitlis İli Otel İşletmelerinde Bir Alan
Araştırması
Kadın
28
3,2500
,60339
p= 0,257
Erkek
71
2,9965
,47931
T= 2,198
25 – 30
59
3,1390
,06665
p= 0,892
31 – 35
25
3,1680
,09336
F= ,187
36 - 45
2
2,5000
,10000
45 ve üzeri
13
2,6423
,14332
İlköğretim
6
3,9583
,54052
p= 0,00
Lise
27
2,0996
,53284
F=,905
Önlisans
21
2,0833
,48666
Lisans
45
2,0289
,66590
Almadım
50
3,0740
,54326
p= ,727
Kurs
28
3,1679
,46869
F= ,512
Lise Eğitim
15
2,9667
,50309
Lisans Eğitimi
6
2,8083
,69672
Ön büro
22
3,9455
,64363
p= ,187
Mutfak
22
2,0818
,62518
F= 11,99
Kat Hizmetleri
22
2,1432
,41008
MuhasebeSatınalmaDepo
12
2,0167
,61730
Restoran ve Bar 21
2,1333
,31557
Üst Yönetici
5
2,3400
,5122
p= ,0000
Orta Yönetici
37
2,8900
,0923
F= 11,99
Alt Yönetici
57
3,2400
,14443
Cinsiyet
Yaş
Öğrenim
Turizm eğitimi
Çalışılan
departman
Oteldeki
Basamağı
Görev
*Bu ortalamaların karşılaştırılması için T testi ve Anova testi yapılmıştır. Cinsiyet değişkeni için
T testi, yaş ve eğitim durumu değişkenleri için Anova testi uygulanmıştır. * p<0.05 ise önemlidir.
40
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 28-55.
Çalışanların bilişsel sinizm algıları; cinsiyet, yaş, departman, turizm eğitimi alma
durumlarına göre farklılık göstermemektedir. Ancak öğrenim durumu ve görev basamağında
çalışanların bilişsel sinizm algılarında farklılık görülmektedir (p=0.00<0.005) İlkokul
mezunlarının üniversite mezunlarına göre bilişsel sinik algılarının daha fazla olduğu, çalışanların
(astların) yöneticilerine göre bilişsel sinik algılarını daha fazla yaşadıkları söylenebilir. Buna göre
H1: “Farklı demografik özelliklere sahip olan bireylerin örgütsel sinizm boyutlarından bilişsel
sinizme ilişkin algılarında farklılık vardır” hipotezi kabul edilmiştir.
Tablo 3:Demografik Özelliklerin Çalışanların Örgütsel Sinizmin Boyutlarından Duyuşsal
Sinizm Algıları Açısından Ortalamalarının Karşılaştırılması
Değişken
Gruplar
Sayı Ort.
Std. Sapma Test
Kadın
28
3,2500
,60339
p= 0,000
Erkek
71
2,9965
,47931
T= 2,198
25 – 30
59
3,1390
,06665
p= 0,892
31 – 35
25
3,1680
,09336
F= ,187
36 - 45
2
2,5000
,10000
45 ve üzeri
13
2,6423
,14332
İlköğretim
6
3,9583
,54052
p= 0,07
Lise
27
2,0296
,53284
F=,905
Önlisans
21
2,0833
,48666
Lisans
45
2,0989
,66590
Almadım
50
3,0740
,54326
p= ,727
Kurs
28
3,1679
,46869
F= ,512
Lise Eğitim
15
2,9667
,50309
Lisans Eğitimi
6
2,8083
,69672
Ön büro
22
3,9455
,64363
p= ,187
Mutfak
22
2,0818
,62518
F= 11,99
Kat Hizmetleri
22
2,1432
,41008
MuhasebeSatınalma-Depo
12
2,0167
,61730
Restoran ve Bar
21
2,1333
,31557
Cinsiyet
Yaş
Öğrenim
Turizm eğitimi
Çalışılan
departman
41
G. Gün/ Örgüt Kültürü Tiplerinin Örgütsel Sinizm Algısına Etkisi: Bitlis İli Otel İşletmelerinde Bir Alan
Araştırması
Oteldeki
Basamağı
Görev
Üst Yönetici
5
2,34
,5122
p= ,125
Orta Yönetici
37
2,89
,0923
F= 11,99
Alt Yönetici
57
3,24
,14443
*Bu ortalamaların karşılaştırılması için T testi ve Anova testi yapılmıştır. Cinsiyet değişkeni için
T testi, yaş ve eğitim durumu değişkenleri için Anova testi uygulanmıştır.*p<0,05 ise önemlidir.
Çalışanların duyuşsal sinizm algıları, cinsiyetlerine (p=0,00<0.05) göre farklılaşmaktadır.
Buna göre kadın çalışanların erkek çalışanlara göre duyuşsal sinizm algılarının daha fazla olduğu
söylenebilir. Buna göre; H2: “Farklı demografik özelliklere sahip olan bireylerin örgütsel sinizm
boyutlarından duyuşsal sinizm ilişkin algılarına ilişkin farklılık vardır” hipotezi kabul edilmiştir.
Tablo 4: Demografik Özelliklerin Çalışanların Örgütsel Sinizmin Boyutlarından
Davranışsal Sinizm Algıları Açısından Ortalamalarının Karşılaştırılması
Değişken
Gruplar
Sayı Ort.
Std. Sapma Test
Kadın
28
3,2500
,60339
p= 0,257
Erkek
71
2,9965
,47931
T= 2,198
25 – 30
59
3,1390
,06665
p= 0,892
31 – 35
25
3,1680
,09336
F= ,187
36 - 45
2
2,5000
,10000
45 ve üzeri
13
2,6423
,14332
İlköğretim
6
3,9583
,54052
p= 0,00
Lise
27
2,8296
,53284
F=,905
Önlisans
21
2,8833
,48666
Lisans
45
2,0989
,66590
Almadım
50
3,0740
,54326
p= ,727
Kurs
28
3,1679
,46869
F= ,512
Lise Eğitim
15
2,9667
,50309
Lisans Eğitimi
6
2,8083
,69672
Ön büro
22
3,9455
,64363
Cinsiyet
Yaş
Öğrenim
Turizm eğitimi
p= ,187
42
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Çalışılan
departman
Oteldeki
Basamağı
Görev
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 28-55.
Mutfak
22
2,0818
,62518
F= 11,99
Kat Hizmetleri
22
2,1432
,41008
MuhasebeSatınalma-Depo
12
2,0167
,61730
Restoran ve Bar
21
2,1333
,31557
Üst Yönetici
5
2,34
,5122
p= ,123
Orta Yönetici
37
2,89
,0923
F= 11,99
Alt Yönetici
57
3,24
,14443
*Bu ortalamaların karşılaştırılması için T testi ve Anova testi yapılmıştır. Cinsiyet değişkeni için
T testi, yaş ve eğitim durumu değişkenleri için Anova testi uygulanmıştır. *p<0,05 ise anlamlı
fark vardır.
Çalışanların davranışsal sinizm algıları, öğrenim düzeyine (p=0,00<0.05), göre farklılık
göstermektedir. Buna göre ilköğretim düzeyindeki çalışanların lisans eğitimi almış kişilere göre
daha fazla sinik tutumlara sahip olduğu söylenebilir.H3: “Farklı demografik özelliklere sahip olan
bireylerin örgütsel sinizm boyutlarından davranışsal sinizme ilişkin algılarında farklılık vardır”
hipotezi kabul edilmiştir.
Tablo 5: Demografik Özelliklerin Çalışanların Örgütsel Sinizm Algıları Açısından
Ortalamalarının Karşılaştırılması
Değişken
Gruplar
Sayı Ort.
Std. Sapma Test
Kadın
28
3,2500
,60339
p= 0,257
Erkek
71
2,9965
,47931
T= 2,198
25 – 30
59
3,1390
,06665
p= 0,892
31 – 35
25
3,1680
,09336
F= ,187
36 - 45
2
2,5000
,10000
45 ve üzeri
13
2,6423
,14332
İlköğretim
6
3,9583
,54052
p= 0,00
Lise
27
2,8296
,53284
F=,905
Önlisans
21
2,8833
,48666
Lisans
45
2,0989
,66590
Almadım
50
3,0740
,54326
Cinsiyet
Yaş
Öğrenim
Turizm eğitimi
p= ,727
43
G. Gün/ Örgüt Kültürü Tiplerinin Örgütsel Sinizm Algısına Etkisi: Bitlis İli Otel İşletmelerinde Bir Alan
Araştırması
Çalışılan
departman
Oteldeki
Basamağı
Kurs
28
3,1679
,46869
Lise Eğitim
15
2,9667
,50309
Lisans Eğitimi
6
2,8083
,69672
Ön büro
22
3,9455
,64363
p= ,187
Mutfak
22
2,0818
,62518
F= 11,99
Kat Hizmetleri
22
2,1432
,41008
MuhasebeSatınalma-Depo
12
2,0167
,61730
Restoran ve Bar
21
2,1333
,31557
Üst Yönetici
5
2,10
,5112
Orta Yönetici
37
2,19
,0923
Alt Yönetici
57
3,54
,14443
Görev
F= ,512
p=
,000
F= 11,99
*Bu ortalamaların karşılaştırılması için T testi ve Anova testi yapılmıştır. Cinsiyet değişkeni için
T testi, yaş ve eğitim durumu değişkenleri için Anova testi uygulanmıştır. *p<0,05 ise anlamlı
fark vardır.
Çalışanların örgütsel sinizm algıları, öğrenim düzeyi ve oteldeki görev basamağına
(p=0,00<0.05), göre farklılık göstermektedir. Buna göre ilköğretim düzeyindeki çalışanların lisan
eğitimi almış kişilere göre daha fazla sinik tutumlara sahip olduğu ve oteldeki alt yöneticilerin üst
yöneticilere göre daha fazla sinik tutumlara sahip olduğu söylenebilir. H4: “Farklı demografik
özelliklere sahip olan bireylerin örgütsel sinizm düzeylerine ilişkin algılarında farklılık vardır”
hipotezi kabul edilmiştir.
Tablo 6:Demografik Özelliklerin Çalışanların Örgüt kültür Tiplerinden Bürokratik Örgüt
Kültür tipi Algıları Açısından Ortalamalarının Karşılaştırılması
Değişken
Gruplar
Sayı Ort.
Std. Sapma Test
Kadın
28
3,2321
,77151
p= 0,443
Erkek
71
3,2817
,88500
T= 0,260
25 – 30
59
3,3585
,82400
p= 0,622
31 – 35
25
3,3800
,81535
F= 2,530
Cinsiyet
Yaş
44
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Öğrenim
Turizm eğitimi
Çalışılan
departman
Oteldeki
Basamağı
Görev
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 28-55.
36 - 45
2
2,7500
,63640
45 ve üzeri
13
2,7192
,91094
İlköğretim
6
3,3593
,77547
p= 0,001
Lise
27
3,2611
,97648
F= 265
Önlisans
21
3,1429
,73353
Lisans
45
2,1417
,63357
Almadım
50
3,3250
,83423
F= ,998
Kurs
28
3,3714
,86232
p= ,397
Lise Eğitim
15
3,0400
,94059
Lisans Eğitimi
6
2,8750
,66539
Ön büro
22
2,6568
,84702
F= 6,656
Mutfak
22
3,1432
,81566
p= 0,493
Kat Hizmetleri
22
3,5909
,72138
MuhasebeSatınalma
12
3,1917
Restoran ve Bar
21
3,7429
,71542
Üst Yönetici
5
2,7263
,41322
F= 42,029
Orta Yönetici
37
2,7703
,74344
p= ,521
Alt Yönetici
57
3,7200
,55494
,67985
*Bu ortalamaların karşılaştırılması için T testi ve Anova testi yapılmıştır. Cinsiyet değişkeni için
T testi, yaş ve eğitim durumu değişkenleri için Anova testi uygulanmıştır.
*p<0,05 ise önemlidir.
Çalışanların bürokratik örgüt kültür tipi algıları öğrenim düzeylerine göre
farklılaşmaktadır (p=0,00<0.05), Bu sonuçlara göre; ilköğretim düzeyinde çalışanların bürokratik
örgüt kültür algıları lisans eğitimi alanlara göre göre daha fazla algıladığı söylenebilir.H5: “Farklı
demografik özelliklere sahip olan bireylerin bürokratik örgüt kültür tiplerine ilişkin algılarında
farklılık vardır” hipotezi kabul edilmiştir.
45
G. Gün/ Örgüt Kültürü Tiplerinin Örgütsel Sinizm Algısına Etkisi: Bitlis İli Otel İşletmelerinde Bir Alan
Araştırması
Tablo 7:Demografik Özelliklerin Çalışanların Örgüt kültür Tiplerinden Yenilikçi Örgüt
Kültür Tipi Algıları Açısından Ortalamalarının Karşılaştırılması
Değişken
Gruplar
Sayı Ort.
Std. Sapma Test
Kadın
28
3,2321
,77151
p= 0,443
Erkek
71
3,2817
,88500
T= 0,260
25 – 30
59
3,3585
,82400
p= 0,622
31 – 35
25
3,3800
,81535
F= 2,530
36 - 45
2
2,7500
,63640
45 ve üzeri
13
2,7192
,91094
İlköğretim
6
3,3593
,77547
p= 0,521
Lise
27
3,2611
,97648
F= 265
Önlisans
21
3,1429
,73353
Lisans
45
3,3417
,63357
Almadım
50
3,3250
,83423
F= ,998
Kurs
28
3,3714
,86232
p= ,397
Lise Eğitim
15
3,0400
,94059
Lisans Eğitimi
6
2,8750
,66539
Ön büro
22
2,6568
,84702
F= 6,656
Mutfak
22
3,1432
,81566
p= 0,493
Kat Hizmetleri
22
3,5909
,72138
MuhasebeSatınalma
12
3,1917
Restoran ve Bar
21
3,7429
,71542
5
1,7263
,41322
F= 42,029
37
2,7703
,74344
p= ,000
Cinsiyet
Yaş
Öğrenim
Turizm eğitimi
Çalışılan
departman
Oteldeki
Basamağı
Görev Üst Yönetici
Orta Yönetici
,67985
46
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Alt Yönetici
57
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 28-55.
3,7200
,55494
*Bu ortalamaların karşılaştırılması için T testi ve Anova testi yapılmıştır. Cinsiyet değişkeni için
T testi, yaş ve eğitim durumu değişkenleri için Anova testi uygulanmıştır.
*p<0,05 ise önemlidir.
Çalışanların yenilikçi örgüt kültür tipi algıları oteldeki görev basamağına göre
farklılaşmaktadır (p=0,00<0.05), Bu sonuçlara göre; çalışanların yenilikçi örgüt kültür tipi
algılarını üst yöneticilere göre daha fazla algıladıkları söylenebilir.
H6: “Farklı demografik özelliklere sahip olan bireylerin yenilikçi örgüt kültür tipi
algılarına ilişkin farklılık vardır” hipotezi kabul edilmiştir.
Tablo 8:Demografik Özelliklerin Çalışanların Örgüt Kültür Tiplerinden Destekleyici Örgüt
Kültür Tipi Algıları Açısından Ortalamalarının Karşılaştırılması
Değişken
Gruplar
Sayı Ort.
Std. Sapma Test
Kadın
28
3,2321
,77151
p= 0,443
Erkek
71
3,2817
,88500
T= 0,260
25 – 30
59
3,3585
,82400
p= 0,622
31 – 35
25
3,3800
,81535
F= 2,530
36 - 45
2
2,7500
,63640
45 ve üzeri
13
2,7192
,91094
İlköğretim
6
3,3593
,77547
p= 0,521
Lise
27
3,2611
,97648
F= 265
Önlisans
21
3,1429
,73353
Lisans
45
3,3417
,63357
Almadım
50
3,3250
,83423
F= ,998
Kurs
28
3,3714
,86232
p= ,397
Lise Eğitim
15
3,0400
,94059
Lisans Eğitimi
6
2,8750
,66539
Ön büro
22
2,6568
,84702
F= 6,656
Mutfak
22
3,1432
,81566
p= 0,493
Kat Hizmetleri
22
3,5909
,72138
Cinsiyet
Yaş
Öğrenim
Turizm eğitimi
Çalışılan
departman
47
G. Gün/ Örgüt Kültürü Tiplerinin Örgütsel Sinizm Algısına Etkisi: Bitlis İli Otel İşletmelerinde Bir Alan
Araştırması
Oteldeki
Basamağı
Görev
MuhasebeSatınalma
12
3,1917
,67985
Restoran ve Bar
21
3,7429
,71542
Üst Yönetici
5
1,7263
,41322
F= 42,029
Orta Yönetici
37
2,7703
,74344
p= ,000
Alt Yönetici
57
3,7200
,55494
*Bu ortalamaların karşılaştırılması için T testi ve Anova testi yapılmıştır. Cinsiyet değişkeni için
T testi, yaş ve eğitim durumu değişkenleri için Anova testi uygulanmıştır.
*p<0,05 ise anlamlı fark vardır.
Çalışanların destekleyici örgüt kültür tipi algıları oteldeki görev basamağına göre
farklılaşmaktadır (p=0,00<0.05), Bu sonuçlara göre; çalışanların destekleyici örgüt kültür tipi
algılarını üst yöneticilere göre daha fazla algıladığı söylenebilir. H7: “Farklı demografik
özelliklere sahip olan bireylerin destekleyici örgüt kültür tiplerine ilişkin algılarında farklılık
vardır” hipotezi kabul edilmiştir.
Örgüt Kültürü Tiplerine İlişkin Regresyon Analizi
Anket formundan elde edilen verilere uygulanan faktör analizinden sonra otel işletmelerinin
kariyer yönetim sistemi uygulamalarında etkili oldukları örgüt kültür tiplerinin etkilerini
belirlemek amacıyla çoklu regresyon analizi yapılmıştır. Çoklu regresyon modeli iki veya daha
fazla açıklayıcı değişkene gerek duyulduğu durumlarda birden çok açıklayıcı değişkenli analiz
modeli olarak tanımlanmaktadır.50 Bu araştırmada uygulanan çoklu regresyon modeli kariyer
yönetim sistemi uygulamalarını açıklamada üç örgüt kültür tipini açıklayıcı değişken olarak
kullanıldığı modeldir. Regresyon analizi sonuçları tablo 9, 10, 11’de gösterilmiştir.
Tablo 9: Örgüt Kültürü Tipleri ve Örgütsel Sinizm İlişkisine Yönelik Regresyon Analizi
Sonuçları
Bağımsız
Değişkenler
Beta
Std. Hata
(Constant) (β0)
2.004
0.144
Bürokratik(β1)
0.213
0.092
Yenilikçi(β2)
50
Stnd.
Beta
t test
Test
R square
F=55.927
P= 0.000
0.209
13.878
0.199
2.307
-0.417
0.099
0.423
-4.225
Destekleyici(β3) -0.159
0.093
0.166
-1.720
Şeref Kalaycı, SPSS Uygulamalı Çok Değişkenli İstatistik Teknikleri, 3.Baskı, 2010.
48
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 28-55.
* Bağımlı Değişken Örgütsel Sinizm
** Bürokratik Örgüt Kültürü, Yenilikçi Örgüt Kültürü ve Destekleyici Örgüt Kültür tipinin
Örgütsel Sinizm algısını etkileyip etkilemedikleri, etkiliyorlar ise buna bağlı oluşabilecek
regresyon denklemi hesaplanmıştır.
*** Örgütsel sinizm= 2,004 + 0,213 (Bürokratik ÖK) - 0,417 (Yenilikçi ÖK) -0,159
(Destekleyici ÖK)
Tablo 9’daki sonuçlara göre, örgütsel sinizm ile bürokratik örgüt kültürü, yenilikçi örgüt kültürü
ve destekleyici örgüt kültürü arasındaki çoklu doğrusal regresyon modeli anlamlı bulunmuştur
(F=55.927; p<0,001). Buna göre, çoklu doğrusal regresyon modeli için bulunan regresyon
katsayıları anlamlıdır ve sıfıra eşit değildir. Bir diğer anlatımla, modele ilişkin bulunan en az bir
regresyon katsayısı sıfırdan farklıdır. Bürokratik örgüt kültür tipi örgütsel sinizm algısını pozitif
yönde etkilemiştir. Elde edilen bu sonuç; H8: “Otel işletmelerinde bürokratik örgüt kültürü tipi
örgütsel sinizm algısını pozitif yönde etkilemektedir” hipotezi kabul edilmiştir.
Destekleyici örgüt kültür tipi örgütsel sinizm algısını negatif yönde etkilemektedir. Elde edilen
bu sonuç; H9: “Destekleyici örgüt kültür tipi örgütsel sinizm algısını pozitif yönde
etkilemektedir” hipotezi kabul edilmiştir. Yenilikçi örgüt kültür tipi örgütsel sinizm algısını
negatif yönde etkilemektedir. Elde edilen bu sonuç; H10: “Yenilikçi örgüt kültür tipi örgütsel
sinizm algısını negatif yönde etkilemektedir ” hipotezi kabul edilmiştir.
Tablo 10: Örgüt Kültürü Tipleri ve Örgütsel Sinizm Boyutlarından Bilişsel Sinizm İlişkisine
Yönelik Regresyon Analizi Sonuçları
Bağımsız
Değişkenler
Beta
Std. Hata
Sabit(β0)
1.928
0.144
Bürokratik (β1)
0.138
0.092
0,142
1,494
Yenilikçi (β2)
-0.398
-0.099
0.398
-4.036
Destekleyici (β3)
-0,250
-0.093
0.230
-2.713
Stnd.
Beta
t test
Test
R square
13.360
F= 64.472
0.233
P= 0.000
* Bağımlı değişken bilişsel sinizm
** Bürokratik örgüt kültürü, yenilikçi örgüt kültürü ve destekleyici örgüt kültür tipinin Bilişsel
sinizm algısını etkileyip etkilemedikleri, etkiliyorlar ise buna bağlı oluşabilecek regresyon
denklemi hesaplanmıştır.
*** Bilişsel Sinizm= 1,928 +0,138 (Bürokratik ÖK) - 0,398 (Yenilikçi ÖK) -0,250 (Destekleyici
ÖK)
Tablo 10’daki sonuçlara göre, Bilişsel Sinizm ile Bürokratik Örgüt Kültürü, Yenilikçi
Örgüt Kültürü ve Destekleyici Örgüt Kültürü arasındaki çoklu doğrusal regresyon modeli anlamlı
bulunmuştur (F=64.472; p<0,001). Buna göre, çoklu doğrusal regresyon modeli için bulunan
regresyon katsayıları anlamlıdır ve sıfıra eşit değildir. Bir diğer anlatımla, modele ilişkin bulunan
en az bir regresyon katsayısı sıfırdan farklıdır. Bürokratik örgüt kültür tipleri örgütsel sinizm
algısını pozitif yönde etkilemektedir. Elde edilen bu sonuç; H11: “Bürokratik örgüt kültür tipi
bilişsel sinizm algısını pozitif yönde etkilemektedir” hipotezi kabul edilmiştir. Destekleyici örgüt
49
G. Gün/ Örgüt Kültürü Tiplerinin Örgütsel Sinizm Algısına Etkisi: Bitlis İli Otel İşletmelerinde Bir Alan
Araştırması
kültür tipi bilişsel sinizm algısını negatif yönde etkilemektedir. Elde edilen bu sonuç H12:
“Destekleyici örgüt kültür tipi bilişsel sinizm algısını negatif yönde etkilemektedir” hipotezi
kabul edilmiştir. Yenilikçi örgüt kültür tipi bilişsel sinizm algısını negatif yönde etkilemektedir.
Elde edilen bu sonuç H13: “Yenilikçi örgüt kültür tipi bilişsel sinizm algısını negatif yönde
etkilemektedir” hipotezi kabul edilmiştir.
Tablo11: Örgüt Kültür Tipleri ve Örgütsel Sinizm Boyutlarından Duyuşsal Sinizm Algısına
Yönelik Regresyon Analizi Sonuçları
Bağımsız
Değişkenler
Beta
Std.
Hata
Sabit(β0)
1.907
0.149
Bürokratik (β1)
0,095
0.095
0.094
0,996
Yenilikçi (β2)
-0.404
-0.102
0.390
-3.966
Destekleyici (β3)
-0,224
-0.095
0.199
-2.356
Stnd.
Beta
t test
Test
R square
12.810
F= 66.274
0.238
P= 0.000
* Bağımlı Değişken Duyuşsal Sinizm
** Bürokratik örgüt kültürü, yenilikçi örgüt kültürü ve destekleyici örgüt kültür tipinin duyuşsal
Sinizm algısını etkileyip etkilemedikleri, etkiliyorlar ise buna bağlı oluşabilecek regresyon
denklemi hesaplanmıştır.
*** Duyuşsal Sinizm= 1,907 +0,095(Bürokratik ÖK) - 0,404 (Yenilikçi ÖK) - 0,224
(Destekleyici ÖK)
Tablo 11” deki sonuçlara göre, Duyuşsal Sinizm ile Bürokratik Örgüt Kültürü, Yenilikçi Örgüt
Kültürü ve Destekleyici Örgüt Kültürü arasındaki çoklu doğrusal regresyon modeli anlamlı
bulunmuştur (F=66.274; p<0,001). Buna göre, çoklu doğrusal regresyon modeli için bulunan
regresyon katsayıları anlamlıdır ve sıfıra eşit değildir. Bir diğer anlatımla, modele ilişkin bulunan
en az bir regresyon katsayısı sıfırdan farklıdır.
Bürokratik örgüt kültür tipi duyuşsal sinizm algısını pozitif yönde etkilemektedir. Elde edilen bu
sonuç; H14: “Bürokratik örgüt kültür tipi duyuşsal sinizm algısını pozitif yönde etkilemektedir”
hipotezi kabul edilmiştir.
Destekleyici örgüt kültür tipi duyuşsal sinizm algısını negatif yönde etkilemektedir. Elde edilen
bu sonuç; H15: “Destekleyici örgüt kültür tipi duyuşsal sinizm algısını negatif yönde
etkilemektedir” hipotezi kabul edilmiştir.
Yenilikçi örgüt kültür tipi duyuşsal sinizm algısını negatif yönde etkilemektedir. Elde edilen bu
sonuç; H16: “Otel işletmelerinde yenilikçi örgüt kültürü tipi duyuşsal sinizm algısını negatif
yönde etkilemektedir” hipotezi kabul edilmiştir.
50
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 28-55.
Tablo 12: Örgüt Kültürü Tipleri ve Örgütsel Sinizm Boyutlarından Davranışsal Sinizm
Algısına İlişkin Regresyon Analizi Sonuçları
Bağımsız
Değişkenler
Beta
Std.
Hata
Sabit(β0)
1.943
0.134
Bürokratik (β1)
0.231
0.085
Stnd.
Beta
t test
Test
R square
14.530
0.225
2.710
F= 74.410
0.260
Yenilikçi (β2)
-0.405
-0.091
0.429
-4.428
Destekleyici (β3)
-0.130
-0.086
0.142
-1.516
P= 0.000
* Bağımlı Değişken Davranışsal Sinizm
** Bürokratik örgüt kültürü, yenilikçi örgüt kültürü ve destekleyici örgüt kültürünün davranışsal
sinizm algısını etkileyip etkilemedikleri, etkiliyorlar ise buna bağlı oluşabilecek regresyon
denklemi hesaplanmıştır.
*** Davranışsal Sinizm= 1,943 +0,231 (Bürokratik ÖK) - 0,405 (Yenilikçi ÖK) - 0,130
(Destekleyici ÖK)
Tablo 12”deki sonuçlara göre, Davranışsal Sinizm ile Bürokratik Örgüt Kültürü, Yenilikçi
Örgüt Kültürü ve Destekleyici Örgüt Kültürü arasındaki çoklu doğrusal regresyon modeli anlamlı
bulunmuştur (F=74.410; p<0,001). Buna göre, çoklu doğrusal regresyon modeli için bulunan
regresyon katsayıları anlamlıdır ve sıfıra eşit değildir. Bir diğer anlatımla, modele ilişkin bulunan
en az bir regresyon katsayısı sıfırdan farklıdır. Bürokratik örgüt kültür tipi davranışsal sinizm
algısını pozitif yönde etkilemektedir. Elde edilen bu sonuç; H17: “Bürokratik örgüt kültür tipi
davranışsal sinizm algısını pozitif yönde etkilemektedir” hipotezi kabul edilmiştir.
Destekleyici örgüt kültür tipi davranışsal sinizm algısını negatif yönde etkilemektedir. Elde
edilen bu sonuç; H18: “Destekleyici örgüt kültürü tipi davranışsal sinizm algısını negatif yönde
etkilemektedir” hipotezi kabul edilmiştir.
Yenilikçi örgüt kültür tipi davranışsal sinizm algısını negatif yönde etkilemektedir. Elde
edilen bu sonuç; H19: “Yenilikçi örgüt kültür tipi davranışsal sinizm algısını negatif yönde
etkilemektedir” hipotezi kabul edilmiştir.
SONUÇ
Örgütsel sinizm, iş görenlerin örgütün kararlarına karşı bir inançsızlık ve niyetlerine
güvenmeme ve yöneticilerinin gerçek karakterlerini yansıtmamaları inancı olarak
tanımlanmaktadır. Örgütsel sinizmin bu tanımından hareketle örgüt kültürünün oluşumunda ve
paylaşımındaki aksaklıklar sinizm olgusunu getireceği varsayımından hareketle çalışmamızın ana
hipotezi; Örgüt kültürü tiplerinin örgütsel sinizm algısına etkisi vardır” şeklindedir.
Bitlis ilindeki otel işletmelerinin örgütsel sinizm algılarını açıklamada belirli örgüt
kültürü tiplerinin ne ölçüde geçerli olduğu diğer bir ifadeyle örgütsel sinizm algılarını açıklama
derecesini belirlemek için çoklu regresyon analizleri yapılmıştır. Analiz değerleri dikkate alınarak
şu sonuçlara ulaşılmıştır:
51
G. Gün/ Örgüt Kültürü Tiplerinin Örgütsel Sinizm Algısına Etkisi: Bitlis İli Otel İşletmelerinde Bir Alan
Araştırması
Örgüt kültürü tiplerinden bürokratik örgüt kültür tipi örgütsel sinizmi pozitif yönde
etkilerken, yenilikçi ve destekleyici örgüt kültür tipleri örgütsel sinizm algısını negatif yönde
etkilemektedir. Burada sinizm işgörenin üstüne güvenmemesine bağlı olarak işgören sessizliğiyle
de ele alınabilir. Nitekim Uçar, gerçekleştirmiş olduğu nitel araştırma sonucunda bürokratik örgüt
özellikleri içerisinde ele alınan merkezileşme, biçimselleşme ve uzmanlaşmanın işgören
sessizliğine neden olduğunu belirtmektedir.51
Literatürde; Girişimciliğin, yaratıcılığın,
esnekliğin, risk almanın, yönetimsel özgürlüklerin olduğu, müşteri odaklı örgütlerde bürokrasinin
hâkim olduğu, kuralcı, ihtiyatçı örgütlere kıyasla örgütsel sinizm algısının daha az olduğu
görülmüştür.52 Araştırmamızda çıkan sonuçlarda bu durumu destekler niteliktedir. Örgütlerde iş
görenlerin örgütün kararlarına karşı bir inançsızlık ve niyetlerine güvenmeme ve yöneticilerinin
gerçek karakterlerini yansıtmamalarını ifade eden sinizm algısının azaltılması örgüt kültürü
değerlerine bağlıdır. Bu da bir bakıma yöneticilerin çalışanlarını geliştirmek için kendilerini
sorumlu hissettikleri, karşılıklı güvenin hakim olduğu, insani değerleri odak noktasına alan,
destekleyici ve gelişmeye, risk almaya büyümeye önem veren yenilikçi örgüt kültürü tiplerinin
varlığıyla mümkün olacağı düşünülmektedir.
KAYNAKÇA
Alvesson, Mats. Understanding Organizational Culture, London: Sage Publications Ltd,
2002.
Andersson, L. M. “Employee Cynicism: An examination Using a Contract Violation
Framework.” Human Relations, 49/11, 1996, ss.1395-1418.
Amoah, v.a. And Baum, T. “Tourism Education: Policy Versus Practice”, International
Journal of Contemporary Hospitality Management,1997, 9 (1), 5–12.
Aslan, Ş ve Akarçay, D. “Psikolojik Şiddetin Genel ve Örgütsel Sinizme Etkileri” Erciyes
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Sayı:41, 2013, ss.25-44.
Beheshtifar, M., Moghadam, M. N. ”Effect of Organizational Cynicism Factors on
Normative Commitment,”Journal of Social Issues & Humanities, 3(10), 2015, ss. 273-276.
Brandes, P., Dharwadkar, R and Dean, J. W. Does Organizational Cynicism Matter?
Employee and Supervisor Perspectives on Work Outcomes.” Eastern Academy of Management
Proceedings, Outstanding Empirical Paper Award, 1999, pp. 150–153.
Büyüköztürk, Şener. Bilimsel Araştırma Yöntemleri, Pegem Akademi Yayıncılık, 2011.
Cameron, Kims., Robert, E.Quinn. Diagnosing and Changing Organizational Culture,
San Fransico: Revised Edıtıon, 2006.
Uçar, Zeki, and Ethem Duygulu. "Örgüt Yapı ve Özellikleri Bağlamında Örgütsel Sessizliğin Oluşumu:
Nitel Bir Finans Politik & Ekonomik Yorumlar, Sayı: 614. 2016, s. 21-42.
52
Görmen, a.ge.
51
52
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 28-55.
Can, Halil, Akgün, Ahmet, Kavuncubaşı, Şahin. Kamu ve Özel Kesimde İnsan
Kaynakları Yönetimi, 4. Baskı, Siyasal Kitabevi, 2001.
Chiaburu, Dan S., Peng, A. C., Oh, I. S., Banks, G.C. and Lomeli, L.C. “Antecedents and
Consequences of Employee Organizational Cynicism: A Meta-Analysis,”Journal of Vocational
Behavior, 83/2, 2013, ss.181–197
Çakıcı, A ve Doğan, S. “Örgütsel Sinizmin İş Performansına Etkisi: Meslek
Yüksekokullarında Bir Araştırma”, Doğuş Üniversitesi Dergisi, 15/1, 2014, ss.79-89.
Davis, Walter and Gardner, William L. “Perceptions of politics and organizational
cynicism: An attributional and leader–member Exchange perspective” The Leadership
Quarterly, 15/4, 2004, ss. 439 – 465.
Deal, Terrencee., Allan a., Kennedy . The New Corporate Cultures: Revitalizing the
Workplace after Downsizing, Mergers and Reengineering, Cambridge: Perseus Publishing,
2000.
Dean Jr, J.W., Brandes, P and Dharwadkar, R.“Organizational Cynicism,”The Academy
of Management Review, 23/2, 1998, pp.341-352.
Derin, Neslihan. Çalışanların Algılamalarına göre Yalın Yönetimin İç imaja etkisi:
Türkiye’deki Özel Hastanelerde Bir Araştırma, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), İnönü
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İşletme Anabilim Dalı, Malatya, 2008.
Doğan, Binali. Örgüt Kültürü, Ekim, Beta yayınları, 2007.
Efeoğlu, İ.E ve İplik, E. “Algılanan Örgütsel Adaletin Örgütsel Sinizm Üzerindeki
Etkilerini Belirlemeye Yönelik İlaç Sektöründe Bir Uygulama”, Çukurova Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, 20/3, 2011, ss.343-360.
Eren, Erol. Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi, İstanbul, 7.baskı, 2001.
Florentina, Pirjol, Maxim, Raluca. “Organızatıonal Culture And Its Way of Expressıon
Wıthın The Organızatıon,”Annals of Faculty of Economics, Vol 1,ıssue 2, 2012, pp.371-376.
Gibson, L.James, Ivancevich, M.John, Donnely, H.Jomes. Organizations Behaviour
Structure Processes, 9.baskı, Mcgraw-Hill, 1997.
Gordon, Judith. A Diagnostic Approach to Organizatıonal Behaviour, 4. Baskı,1992.
Görmen, Murat. Örgüt Kültürünün Örgütsel Sinizm Tutumları Üzerine Etkisi ve Bir
Uygulama, (Yayınlanmamış Doktora tezi), Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İşletme
Anabilim Dalı, Ankara, 2012.
Gün, Gül. Örgüt Kültürü Tiplerinin Kariyer Yönetim Sistemi Uygulamalarına Etkisi:
Bir Araştırma, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), İnönü Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Malatya, 2015.
Hellriegel, Don, Slocum John, Woodman Richard. Organizational Behaviour, Fourth
Edition, West Publıshıng Company, 1986.
53
G. Gün/ Örgüt Kültürü Tiplerinin Örgütsel Sinizm Algısına Etkisi: Bitlis İli Otel İşletmelerinde Bir Alan
Araştırması
Hjalager, A.m. And Andersen S. “Tourism Employment: Contingent Work or Professional
Career?”, Employee Relations, 23 (2), 2001, pp. 115–129.
Jerome, Nyameh. “Empirical Investigation of the Impact of Organizational Culture on
Human Resource Management”, International Journal of Business and Social Science, Vol:4,
No:5, 2013.
Kalaycı, Şeref. SPSS Uygulamalı Çok Değişkenli İstatistik Teknikleri, 3.Baskı, 2010.
Karacaoğlu, Korhan, İnce, Fatma. Brandes, “Dharwadkar ve Dean’in (1999) Örgütsel
Sinizm Ölçeği Türkçe Formunun Geçerlilik ve Güvenilirlik Çalışması: Kayseri Organize Sanayi
Bölgesi Örneği”, Business and Economics Research Journal, Volume 3 Number 3, 2012, ss.
77 – 92.
Kasalak, G. Aksu, B.M. “Araştırma Görevlilerinin Algıladıkları Örgütsel Desteğin
Örgütsel Sinizm ile İlişkisi”, Kuram ve Uygulamada Eğitim Bilimleri, 14/1, 2014,ss. 115-133.
Kinicki, Angelo, Kreitner, Robert. Organizational Behaviour Key Concept Skills,&
Bestpractices , Mcgraw-Hill, Irwin, 2003.
Leibowitz, Zandy b.,Farren, Caela, Kaye, Beverly l. Designing Career Development
Systems, Jossey-Bass (San Francisco, Calif.), 1st edition, 1986.
Martin, Joanne. Organizational Culture Mapping The Terrain, A sage Publications
Series, London, 2002.
Mcdermotts, Christopher, Stock, Gregory.“Organizational Culture and Advance
Manufacturing Technology Implementation”, Journal of Operations Management, Volume 17,
Issue 5, August, 1999, pp.521- 533.
Moorhead, Gregory, Griffin, W.Rickky. Organizational Behavıour, Second edıtıon,
ABD: Houghton Mifflin, 2.Baskı, 1989.
Pelit, N ve Pelit, E. Mobbing ve Örgütsel Sinizm (Teori-Süreç ve Örgütlere
Yansımaları), Ankara: Detay Yayıncılık, 2014.
Prajoga, Daniel, Mcdermott, Christopher .“The Relationship Between Multidimensional
Organizational Culture and Performance”, Vol:31, 2011, No:7, Internatıonal Journal
Operations of operations & production management.
Reigle, Ronda, F. Organizational Culture Assessment: Development of a Descriptive
Test Instrument, Hunstvılle: Alabama, 2003.
Robbins, Stephen. Organizational Behaviour, 9 th, San Diego State University, New
Jersey, 2001.
Sabuncuoğlu, Zeyyat, Tüz, Melek. Örgütsel Psikoloji, Bursa: Alfa Aktüel Yayınları, 2001.
54
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 28-55.
Sheel, R.C. and Neharika V. Relationship Between Perceptions of Corporate Social
Responsibility and Organizational Cynicism: The role of Employee Volunteering, The
International Journal of Human Resource Management, 201(13), 2016, pp.1373-1392.
Sönmez, Melek Alev. “Meslek Liselerinde Örgüt Kültürü ”Kuram ve Uygulamada
Eğitim Yönetimi, Kış 2006, Sayı 45, 2006, http://kuey.net/index.php/kuey/article/view/350/175.
pdf, (17.04.2014), ss. 85-108.
Torun, Gürsu Sezen .“Örgüt Kültürünün Çalışan Bağlılığı Üzerindeki Etkisi: Turizm
Sektöründe Bir Araştırma”, T.C. Sanayi, Bilim ve Teknoloji Bakanlığı Verimlilik Genel
Müdürlüğü, Yayın No:724, 2012.
Torun, Y ve Çetin, C. Örgütsel Sinizmin Kuşaklar Bazında Değerlendirilmesi Kuşaklara
Göre Örgütsel Sinizmin Hedefinde Ne Var? İş ve İnsan Dergisi, 2/2, 2015, pp. 137-146
Uçar, Zeki, and Ethem Duygulu. "Örgüt Yapı ve Özellikleri Bağlamında Örgütsel
Sessizligin Oluşumu: Nitel Bir Arastırma/Organizational Silence and Organizational Structure
and Characteristics: A Qualitative Study." Finans Politik & Ekonomik Yorumlar, Cilt 53. Sayı:
614. 2016, ss. 21-42.
Vural, Akıncı Beril. Kurum Kültürü ve Örgütsel İletişim, İletişim Yayınları,1998.
Wallach, Ellen J. “Individuals and Organizations: The Cultural Match” By Training and
Development Journal, February, 1983.
Williams, Alan, Dobson, Paul, Walters Mike. Changing Culture: New Organizational
Approaches, Institute of Personnel Management,1993.
55
P. Dutlu Erten/ Türkiye Ekonomisinde Kadın İstihdamının Rolü ve Önemi
TÜRKİYE EKONOMİSİNDE KADIN İSTİHDAMININ ROLÜ ve ÖNEMİ
Perihan DUTLU ERTEN*
ÖZET
Bu çalışmada ilk olarak, genel anlamda kadın istihdamından bahsedilecek ardından, TÜİK’in 2014 yılında
yaptığı araştırmalar ile Türkiye’de kadın istihdamı değerlendirilecek ve son olarak da Türkiye Ekonomisi
içinde kadın istihdamının rolü ve önemi izah edilmeye çalışılacaktır.
Kadın istihdamı, ülkelerin kalkınmaları için önemli unsurlardan biridir. Diğer yandan, kadınlar çalışırsa,
kendilerini ekonomik açıdan özgür hissederler. Böylece, ekonomik anlamda kendini özgür hisseden kadın,
hem ekonomik hayatta kendine daha çok güvenir, hem de sosyal hayatta annelik görevini daha iyi yaparak
sağlıklı düşünen kişiler yetiştirebilir. Ayrıca ekonomik özgürlüğünü elde etmiş kadın, özgüveni ve özgün
düşünceleri ile ülkelerin kaderini değiştirebilir. Bu nedenle kadın istihdamı, Türkiye ve diğer ülkelerin
ekonomik gelişmeleri için üzerinde önemle durulması gereken bir konudur.
Çalışmamız ülke ekonomisinin kalkınması için, kadın istihdamı çalışmalarının artırılmasının önemine
vurgu yaparak kadın istihdamının artırılmasını amaçlamaktadır
Anahtar Kelimeler: İstihdam, Kadın İstihdamı, Türkiye Ekonomisi.
THE ROLE AND IMPORTANCE OF WOMAN EMPLOYMENT AT TURKISH
ECONOMY
ABSTRACT
First in this paper will be talked about woman employment in general meaning, and then, women’s
employment in Turkey will be evaluated with TUIK’s research in 2014 and finally the role and importance
of woman employment in Turkey’s Economy will tried to be explain.
Woman employment is one of the important factor for the development of the countries. On the other hand,
if women work, they feel free economically. So, The woman who feel free for economically, both trust herself
in economic life and do her duty of motherhood very well for her children, at last she feed people who think
healty. Also, the woman who have fredom of economic, can change countries’ destiny with her self- reliance
and original thoughts. So woman employment is the important subject should be considered for Turkey’s
and the other countries’ economic development.
Our study is to emphasize of importance of enhance study of woman employment for development of
country’s economy, aims to be increased of woman employment.
Key Words: Employment, Woman Employment, The Economy of Turkey
*
Celal Bayar Üniversitesi, İİBF, İktisat Bölümü Doktora Öğrencisi.
56
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 56-66.
KADIN İSTİHDAMINA GENEL BİR BAKIŞ
1950’li yılların ikinci yarısından itibaren isme dayalı (nominal) davet almak suretiyle
başlamış olan emek göçü, ilk önce 1961’de Türkiye-Almanya arasında imzalanan bilateral (ikili)
anlaşmalar nedeniyle birdenbire hızlanmıştır. Daha önce bireysel girişimler sonucu başlamış olan
bu demografik hareketlilik, 1961’den sonra ilgili devletlerin kamu yönetimleri tarafından
kurumsal düzeyde işletilen uluslararası ilişkilere dayalı bir sürece dönüşmüştür. Ancak bu göç
hareketi erkek ağırlıklı idi, varılan anlaşmalarda aile fertlerinin beraber getirilmesine izin
verilmemişti. Sırf erkeklere özgü istihdam hareketi 1970’ten itibaren hızla değişti. İlk başta
fiziksel güç isteyen işlerde istihdam edilen Türk işçilerine ilave olarak, giderek parmak mahareti
gerektiren elektronik endüstrisi ile gıda ve otomotiv sektörlerinde çalışabilecek kadın işçilere de
ihtiyaç duyulmaya başlandı. Nitekim 1960’ta Almanya’da çalışma iznine sahip kadın işçilerin
sayısı sadece 173 iken, bu sayı 1974’te 159.984’e kadar yükselmiştir.1
Diğer yandan, Türkiye’de kadın emeği ve istihdamı alanında çalışan bir grup kadın
aktivist ve akademisyen Nisan 2006’da bir araya gelmiş, kadın emeğinin ev içinde ve ev dışında
bütünsel bir perspektiften ele alınması ile kadınların maruz kaldıkları ayrımcılıkların son
bulmasına ilişkin politikalar üretmek ve bu politikaları kamuoyunda yaygınlaştırmak için Kadın
Emeği ve İstihdamı Girişimini (KEİG) kurmuştur. Bu girişim, Şubat 2007’de düzenlenen geniş
katılımlı bir toplantı ile çalışmalarına başlamış olup o zamandan bu yana çeşitli politika metinleri
üretmektedir. KEİG’in çalışmalarının temel özelliği, kadınların hane içinde harcadığı karşılıksız
emeğin görmezden gelindiği ve bakım hizmetlerine yönelik kamusal politikalar geliştirilmediği
sürece, kadınların başta çalışma yaşamı olmak üzere toplumsal yaşamın tüm alanlarında eşit
katılımının sağlanamayacağının altını çizmesidir.2
Ayrıca kadın istihdamında sıklıkla karşımıza çıkan “normal çalışma süresinden önemli
ölçüde daha kısa bir zaman süresi içinde, düzenli ve isteğe bağlı olarak sürdürülen bir çalışma” 3
olan kısmi süreli çalışma şeklidir. Çünkü kadınlar sosyal hayatta çok fazla yükü omuzlayabilen
güçlü karakterli kişilerdir. Ev işlerinden çocukların bakımına kadar birçok yük kadınların
omzundadır. Durum böyle olunca evin ekonomik gelirine katkı sağlamak isteyen kadınlar, sosyal
alandaki bu sorumluluklarını yerine getirdikten sonra, arta kalan zamanlarında kısmi zamanlı
işlerde çalışmak istemektedir. Bu nedenle kısmi zamanlı işler kadınlar arasında gün geçtikçe
yaygınlaşmaktadır.
Diğer yandan, bazı kadınlar istihdam edilmekten ziyade istihdam etmeyi tercih ederek
ekonomik hayata girişimci olarak katılırlar. Kadın girişimcilerin sayısı da yine her geçen gün
artmaktadır. “Kadınların iş kurma nedenleri “itme ve çekme” faktörleri çerçevesinde ele
alınabilir. Kadınları iş kurmaya “iten faktörler” arasında ülkenin ekonomik koşullarından
kaynaklanan işsizlik sorunları, kadınlara uygun olmayan iş koşulları ve kadınların özellikle ücretli
işlerde cinsiyet ayrımcılığına uğramaları sayılabilmektedir.” 4
Küreselleşen dünya koşullarında kadın istihdamı, her ne kadar erkek istihdam oranının
gerisinde kalsa da, her geçen gün artış kaydetmektedir. Çünkü kadın istihdamı ülkelerin
Nermin Abadan Unat,“Türkiye’den Göç Hareketleri ve Kadın Emeği”, Geçmişten Günümüze Kadın Emeği,
Hazırlayanlar: Ahmet Makal-Gülay Toksöz, Ankey Ankara Üniversitesi Yayınevi, Ankara, 2012,s.19-20.
2 Ahmet Makal ve Gülay Toksöz, Geçmişten Günümüze Türkiye’de Kadın Emeği, Ankey Ankara Üniversitesi
Yayınevi, Ankara, 2012, s.9-10.
3 Kenan Tunçomağ ve Tankut Centel, İş Hukukun Esasları, Beta Basım Yayın Dağıtım, İstanbul, 2005, s.68.
4 Robert L. Aronson, Self Employment: A Labor Market Perspective, Ithaca, NY, ICR Press, 1991.
1
57
P. Dutlu Erten/ Türkiye Ekonomisinde Kadın İstihdamının Rolü ve Önemi
sürdürülebilir kalkınmasının ve gelişmesinin elzem unsurlarından birisi olarak kabul edilir.
Nitekim, kadınların çalışma hayatına entegre edilmesi ve ekonomik olarak kendi kendilerine yeter
duruma gelmeleri, zaten olması gereken bir durumdur. Çünkü ekonomik açıdan kendini özgür
hisseden kadın, ekonomik hayatta kendine daha güvenli bir karakter olarak faaliyet gösterirken,
sosyal hayatta da annelik fonksiyonunu daha iyi icra ederek sağlıklı düşünen bireyler
yetiştirebilir. Ayrıca ekonomik açıdan kendi ayakları üstünde duran kadın, beraberinde sahip
olduğu özgüveni ve özgün düşünceleri ile ülkelerin kaderini değiştirebilir. Bu nedenle kadın
istihdamı ülkelerin sosyo-ekonomik gelişme ve ilerlemeleri için üzerinde önemle durulması
gereken bir konudur.
TÜRKİYE’DE KADIN İSTİHDAMI
Türkiye Nüfusunun (77 695 904 kişi) %50.2’sini erkek nüfus (38 984 302 kişi) ve
%49.8’ini kadın nüfus (38 711 602 kişi) oluşturmaktadır. Türkiye’de 2014 yılında toplam kadın
nüfusun %71.3’ü 18 ve daha yukarı yaşta iken bu oran erkek nüfusta %69.9’dur. Kadın nüfus
oranı, 65 ve daha yukarı yaşlarda erkek nüfus oranını geçmiştir. Erkeklerin istihdam oranı
kadınların istihdam oranının 2.4 katı olmuştur. Avrupa Birliği üye ülkelerinin istihdam oranı
incelendiğinde; 2013 yılında kadın istihdam oranının en yüksek olduğu ülke %72.5 ile İsveç iken
en düşük olduğu ülke %39.9 ile Yunanistan’dır. Avrupa Birliği üye ülkelerinin (28 ülke) ortalama
kadın istihdam oranı ise %58.8’dir. Avrupa Birliği üye ülkelerinde 2013 yılında erkek istihdam
oranının en yüksek olduğu ülke %78.7 ile Hollanda iken en düşük olduğu ülke %56.5 ile
Hırvatistan’dır. Avrupa Birliği üye ülkelerinin (28 ülke) ortalama erkek istihdam oranı ise
%69.4’tür. Ayrıca eğitimli kadınların işgücüne katılma oranı daha yüksek olmuştur. Eğitim
durumuna göre işgücüne katılım oranı incelendiğinde, kadınların eğitim seviyesi yükseldikçe
işgücüne daha fazla katıldıkları görülmüştür .5
Ülkemizde de istihdam edilebilirlik fırsatı, eğitim düzeyi yükseldikçe artmaktadır. Bu
nedenle iş gücüne katılım oranı eğitim düzeyi ile birlikte artış göstermektedir. Yapılan
araştırmalar kadınların eğitim düzeyi ile iş gücüne katılımı arasında belirgin bir ilişki olduğunu
ortaya koymaktadır. Eğitim seviyesinin yüksekliği kadınların istihdamında daha fazla önem
kazanırken erkeklerde daha az önemli olmaktadır.6 Bu konu, 2014 yılının eğitim durumuna göre
iş gücü durumunu gösteren aşağıdaki Tablo 1’de ayrıntılı olarak ifade edilmiştir. Eğitim kadın
istihdamı açısından önemli bir faktör olup, kadınların eğitim düzeyi arttıkça istihdam oranının da
arttığı gözlenmektedir. Buna bağlı olarak, kadın ve erkek istihdam oranında gözlenen farklılık
eğitim düzeyi arttıkça azalmaktadır.
5TÜİK,
“İstatistiklerle
Kadın-2014”
,
Haber
Bülteni,
Mart
file:///C:/Users/qqq/Downloads/%C4%B0statistiklerle_Kad%C4%B1n_05.03.2015.pdf, ( 01.12.2015).
6Muammer Kaya, Türkiye’nin İstihdam-İşgücü-İşsizlik Değerlendirmesi, Üniversite ve Toplum,
http://www.universite toplum.org/pdf/pdf.php?id=2769, (01.12.2015), s.3.
2015,
2006,
58
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 56-66.
Tablo 1. Eğitim Durumuna Göre İş Gücü Durumu (2014 Yılı Verileri)
15+ yaş
Toplam (%)
Kadın (%)
Erkek (%)
İşgücüne
Katılma
Oranı
İstihdam
oranı
İşsizlik
Oranı
İş gücüne
Katılma
Oranı
İstihdam
Oranı
İşsizlik
Oranı
İş
Gücüne
Katılma
Oranı
İstihdam
Oranı
İşsizlik
Oranı
Toplam
51.1
45.8
10.5
71.7
65.2
9.1
31.1
26.8
13.6
Okur-Yazar
Olmayanlar
19.5
18.2
6.3
32.7
27.9
14.6
16.5
16.1
2.7
Lise-Altı
Eğitimliler
48.4
43.8
9.5
69.6
63.1
9.3
26.5
23.8
10.1
Lise
53.2
46.8
11.9
70.9
64.3
9.2
31.4
25.4
19.2
Mesleki/
Teknik Lise
64.6
57.5
11.0
80.6
74.7
7.3
39.9
30.7
22.9
Yüksek
Öğretim
79.5
69.2
12.9
84.8
77.3
8.9
72.3
58.3
19.4
Eğitim
Durumu
(Kaynak: TÜİK, Hanehalkı İş Gücü Araştırması, Eylül 2014)
2014 yılında, TÜİK’in eğitimin iş gücü üzerine olan etkisi üzerine yaptığı araştırma
sonuçlarını gösteren Tablo 1’e baktığımızda, 2014 yılında iş gücüne katılım oranı toplamda
%51.1 iken, istihdam oranı %45.8 ve işsizlik oranı ise %10.5 olarak belirtilmiştir. Yine erkek
istihdam oranı %65.2 iken kadın istihdam oranı ise %26.8’lerdedir. Yine tabloda dikkatimizi
çeken bir nokta kadınlarda eğitim seviyesinin artması ile beraber iş gücüne katılım oranındaki
artıştır. Erkeklerde de eğitim seviyesi ile beraber artışlar olsa da kadın oranlarının artışı kadar
göze çarpmamaktadır. Dikkat edersek, tabloya baktığımızda mesleki ve teknik lise mezunu
kadınlarda iş gücüne katılım oranı %39.9 iken, yükseköğretim mezunu kadınların iş gücüne
katılım oranı oldukça yükselerek %72.3 oranına ulaşmıştır. Diğer yandan erkeklere baktığımızda,
mesleki ve teknik lise mezunu erkeklerin iş gücüne katılım oranları %80.6 iken, yükseköğretim
mezunu erkeklerde bu oran ise artarak %84.8 seviyelerinde kaydedilmiştir.
Ülkemizde, okuma yazma bilmeyen kadın nüfus oranı erkeklerden 5 kat fazladır.
Türkiye’de 2013 yılında 25 ve daha yukarı yaşta olan ve okuma yazma bilmeyen toplam nüfus
oranı %5.7 iken bu oran erkeklerde %1.9, kadınlarda %9.4’tür. Lise ve dengi okul mezunu olan
25 ve daha yukarı yaştakilerin toplam nüfus içindeki oranı %18.2 iken, bu oran erkeklerde %22.2,
kadınlarda %14.4’tür. Diğer yandan, üst düzey kadın yönetici oranı %9.4 olarak kaydedilmiştir.
Türkiye’de 2014 yılında kamusal alanda üst düzey kadın yönetici oranı 2013 yılına göre önemli
bir değişiklik göstermeyerek %9.4 olarak gözlenmiştir. Kadın hakim oranı %36.9, kadın
59
P. Dutlu Erten/ Türkiye Ekonomisinde Kadın İstihdamının Rolü ve Önemi
profesörlerin oranı ise 2013-2014 öğretim yılı için %28.7 olmuştur. Kadın polis oranı daha önceki
yıllara göre önemli bir değişiklik göstermeyerek 2014 yılında da %5.5 olarak kayıtlara geçmiştir.7
Aşağıdaki Tablo 2’de 2014 yılında, kadınların ve erkeklerin işgücüne katılmamasının
altında yatan sebepler araştırılmıştır. Özellikle kadınların, iş gücüne katılmama sebeplerinde ilk
sırayı ev işleri ile meşgul olmaları almaktadır. Hatta, ev işleri ile meşgul olduğu için
çalışamadığını belirten kadınların sayısı 11 580 000 kişi ve %58.1 gibi yüksek bir rakamla ifade
edilmiştir. Tabloya baktığımızda yine iş gücüne dahil olmayan toplam nüfusun 27 942 000 kişi
olduğu bunun ise 7 993 000 kişisinin erkek, 19 948 000 kişisinin kadın olduğu belirtilmiştir.
Tablo 2. İş Gücüne Dâhil Olmayanların Nedene Göre Dağılımı, (2014 Yılı Verileri)
15+ yaş
Toplam
Kadın
İş Gücüne Dahil Olmama Nedeni
Sayı (Bin)
%
Sayı (Bin)
%
Sayı (Bin )
%
İş gücüne Dahil Olmayan Nüfus
27 942
100.0
7 993
100.0
19 948
100.0
İş aramayıp Çalışmaya Hazır Olanlar
2 485
8.9
994
12.4
1 491
7.5
İş Bulma Ümidi Olmayanlar
593
2.1
371
4.6
222
1.1
Diğer
1892
6.8
623
7.8
1 269
6.4
Mevsimlik Çalışanlar
76
0.3
21
0.3
55
0.3
Ev İşleri İle Meşgul
11 580
41.4
…
…
11 580
58.1
Eğitim Öğretim
4 208
15.1
2 068
25.9
2 140
10.7
Emekli
3 820
13.7
2 986
37.4
833
4.2
Çalışamaz Halde
3 985
14.3
1 444
18.1
2 541
12.7
Diğer
1 788
6.4
480
6.0
1 308
6.6
Erkek
(Kaynak: TÜİK, Hanehalkı İş Gücü Araştırmaları, Eylül 2014)
Tablo 2’de, iş gücüne dahil olmayan 19 948 000 toplam kadın sayısının 11 580 000 gibi
büyük çoğunluğu ev işleri ile meşgul olmalarını sebep gösterirken, diğer geri kalan 8 368 000
kadının çalışmama sebepleri ise şöyle dağılmıştır. 1491 000 kadın iş aramayıp çalışmaya hazır
olduğunu, 222 Bin kadın iş bulma ümidinin olmadığını, 55 Bin kadın mevsimlik çalıştığını, 2 140
000 kadın eğitim ve öğretimi, 833 Bin kadın emekli olduğunu, 2541 000 kadın çalışamaz halde
olduğunu ve geri kalanlar ise diğer sebepleri ileri sürmüşlerdir. Diğer yandan tablodan çıkan
sonuca göre, mevsimlik çalışmanın kadınlar arasında yaygın olduğunu söylemek mümkündür.
Çünkü 2014 yılı verilerine göre toplamda 76 Bin mevsimlik çalışan işçi bulunurken, bunun 55
Bin kişisini kadınlar, 21 Bin kişisini ise erkekler oluşturmaktadır.
Ayrıca Türk işgücü piyasasında işverenler, genel kabul görmüş inanç ve önyargılarla
hareket ederler ve kadınların çalışma hayatında erkekler kadar güvenilir olmadığı, çünkü
kadınların evlendiklerinde ya da çocuk sahibi olduklarında işi terk edeceği veya evdeki
TÜİK,
“İstatistiklerle
Kadın-2014”,
Haber
Bülteni,
Mart
file:///C:/Users/qqq/Downloads/%C4%B0statistiklerle_Kad%C4%B1n_05.03.2015.pdf ( 01.12.2015)
7
2015,
60
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 56-66.
sorumluluklarından dolayı işe kendilerini tam olarak veremeyecekleri gibi inançları vardır.8 Bu
inancın yanı sıra, Türkiye’deki işgücüne katılma oranlarındaki düşüklüğün önemli nedenlerinden
biri de kadınların işgücüne katılım oranlarının düşük olmasıdır. Kadınların toplumsal ve
ekonomik yaşama katılımları ile toplumsal ve ekonomik kalkınmadan yararlanma biçimleri ve
ölçüleri doğru orantılı değildir. Kadınların toplumsal ve ekonomik kalkınmadan yararlanma
durumları, ülkelerin gelişmişlik ve azgelişmişlik düzeyleri ile ilişkilendirilebilirse de genel
anlamda bütün toplumlarda erkeklerin gerisinde kaldıkları bilinen bir gerçektir. Oysaki son 50
yıldır pek çok ülkede kadınların işgücüne katılımındaki artış, işgücü arzının artmasına ve
dolayısıyla da ekonomik büyümenin artmasına neden olmuştur.9
Sektörlerarası işgücü dağılımına baktığımızda, hizmet ve tarım kadınlar için en çok
istihdam yaratan iki sektördür. Kadın çalışanların yaklaşık yarısını oluşturan hizmet sektörü
(%48.7) ile üçte birini oluşturan tarım sektörü (%34.4) kadınlar açısından istihdam yaratan en
önemli iki sektör konumundadır.10 Aşağıdaki Tablo 3’e baktığımızda, bu durumu daha net
görmek mümkündür. Kadın çalışanlar tarım ve hizmet sektörlerinde yığılma yaşamışlardır.
Ayrıca bu sektörler dışında kadınlar en çok ücretli ve yevmiyeli işlerde çalışmaktadır. Ücretli ve
yevmiyeli işlerde çalışan toplam 4 649 000 kadın mevcuttur.
Tablo 3. İşteki Durum ve Ekonomik Faaliyetlere Göre İstihdam Edilenler (2014 yılı Verileri )
15+ yaş grubu
TOPLAM (Bin Kişi)
ERKEK (Bin Kişi)
KADIN (Bin Kişi)
İşteki durum/Ekonomik
Faaliyet
Sayı
%
Sayı
%
Sayı
%
İşteki Durum
26 169
100.0
18 400
100.0
7 769
100.0
Ücretli veya Yevmiyeli
17 298
66.1
12 649
68.7
4 649
59.8
İşveren
1 200
4.6
1 091
5.9
109
1.4
Kendi Hesabına
4 410
16.9
3 729
20.3
680
8.8
Ücretsiz Aile İşçisi
3 262
12.5
931
5.1
2 331
30.0
Ekonomik Faaliyetler
26 169
100.0
18 400
100.0
7 769
100.0
Tarım
5 625
21.5
2 954
16.1
2 671
34.4
Sanayi
5 306
20.3
4 078
22.2
1 229
15.8
İnşaat
1 975
7.5
1 887
10.3
87
1.1
Hizmetler
13 264
50.7
9 482
51.5
3 782
48.7
(Kaynak: Tüik, Hanehalkı İşgücü Araştırması, Eylül 2014)
Serap Palaz “Türkiye’de Cinsiyet Ayrımcılığı Analizinde Neo-Klasik Yaklaşıma Karşı Kurumcu Yaklaşım: Eşitliği
Sağlayıcı Politika Önerileri,” Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2003, s.94.
9Gaye Karpat Çatalbaş, “Kadınların İşgücüne Katılımını Belirleyen Faktörlerin Belirlenmesi: Panel Veri Yaklaşımı”,
Kafkas Üniversitesi, İİBF Dergisi, Cilt 6, Sayı 10, 2015, s.251.
10 TÜİK, “Kadınlarda İşgücüne Katılma Oranı Artıyor”, Haber Bülteni, 5 mayıs 2015, Sayı 25,
http://www.tuik.gov.tr/basinOdasi/haberler/2015_25_20150505.pdf ,( 03.12.2015)
8
61
P. Dutlu Erten/ Türkiye Ekonomisinde Kadın İstihdamının Rolü ve Önemi
Ayrıca kadınların %15.8i ise sanayi sektöründe, %1.1’i ise inşaat sektöründe
çalışmaktadır. Çalışan kadınların %59.8’i ücretli ve yevmiyeli, %30’u ücretsiz aile işçisi olarak
faaliyet göstermektedir. Aynı zamanda kendi hesabına çalışan 680 Bin kadın ve işveren olarak
çalışan ise 109 Bin kadın bulunmaktadır.
Kadınlarda işsizlik oranının en yüksek olduğu, 20-24 yaş grubu %22.5 ile işsizlik oranının
en yüksek olduğu yaş grubudur. İşsizlik oranı evli kadınlarda %8.3 iken, hiç evlenmemiş
kadınlarda bu oran %19.6’dır.11
TÜRKİYE EKONOMİSİNDE KADIN İSTİHDAMININ ROLÜ ve ÖNEMİ
Günümüz Türkiye’sinde kadın istihdamında ise karşımıza 5 çeşit kadın tiplemesi
çıkmaktadır. 1) Köy Kadını, 2) Kasaba Kadını, 3) Gecekondu Kadını, 4) Kent Kadını ve 5)
Metropol Kadını, ilk ikisi kırsalda yaşarken son üçü ise kentlerde yaşamlarını devam
ettirmektedir.12 Aslında kadın profilini kır ve kent olarak sadece ikiye ayırmak mümkündür. “kır
ve kent” ayrımında yapısal özelliklerin başında sosyo-kültürel özellikler gelir. Toplumları
birbirinden ayıran bir özelliktir. Yapılan evliliklerde, çocuk bakımından geleneksel ve modern
değerlerin kabulü ya da reddinde, törenlerde bu yapı kendini gösterir.
Sabit ve değişmez değillerdir, fakat öncesi ya da geçmişinden bağımsız olamazlar. Yeni
mekan ve süreçlerde de yeni şekiller alırlar. Her iki yapının karşılaştığı ve etkileşime girdiği
mekan, kentlerdir denilebilir. Kentler dönüştürücüdür. Kendine katılanları yeniden formatlar.
Ancak bazı kentler sosyo-kültürel yapının dönüşmesinde çok mahir olanaklara ve beceriye
sahipken bazıları da şekillenme konusunda kararsızdır.”13
Kentlerde istihdam edilmek isteyen kadınlar, kırsaldaki kadınlara nazaran bir takım
sorunlarla karşı karşıya kalmaktadır. Çünkü “her koşul altında ve her tür işte çalışmaya hazır genç
bir erkek iş gücü arzı nedeniyle de kadın işgücüne talep düşük kalmaktadır. Ayrıca işverenler
kadınların yeniden üretim faaliyetlerinin getirdiği başta hamilelik, doğum izni, çocuk bakımı gibi
durumlarla ilgili maliyetleri üstlenmek istememektedir.” 14 Oysa kırsalda çalışan kadın bu
durumlardan tamamen uzaktır.
Kırsalda yaşayan kadınlar kendi işleri başta olmak üzere, çok yoğunluklu olarak tarım ve
hayvancılıkla uğraşmaktadır. Ücretli çalışma oranı sınırlıdır. Buna karşın kentte çalışan kadın
oranı kırsala göre az olsa da, çalışanlar içerisinde ücretli çalışanların ya da başkasının hesabına
çalışanların oranı kırsaldan fazladır. Ayrıca kırsaldaki kadınlar genelde oturdukları mekanın ya
da mahallenin, köyün ve toprağın çevresinde çalışırken, kent kadınları kırsaldakilere göre, ikamet
ettikleri evlerinden, mahallelerinden hatta semtlerinden uzakta çalışmaktadır. Çalışan kent
kadınlarında daha fazla ev ve işyeri ayrımı ve uzmanlaşma vardır. Kent kadınları kırsala göre
daha eğitimli hatta yüksek eğitim oranı fazla olmasından dolayı, işin niteliği de değişmekte ve
daha nitelikli yerlerde iş bulabilmektedir. Kırsalda ise yapılan işler birbirinin benzeridir. Yıllar
geçse de yapılan işlerin türü fazla değişmemektedir.15
TÜİK, “Kadınlarda İşgücüne Katılma Oranı Artıyor”, Haber Bülteni, 5 mayıs 2015, Sayı 25,
http://www.tuik.gov.tr/basinOdasi/haberler/2015_25_20150505.pdf ,( 03.12.2015)
12 Mustafa Orçan, Kır ve Kent Hayatında Kadın Profili, Harf Eğitim Yayıncılığı, Ankara, 2008, s.24.
13 Orçan, s.106.
14 Gülay Toksöz, “Kalkınmada Farklı Yörüngeler-Kadın İstihdamında Farklı Örüntüler Işığında Türkiye’de Kadın
İstihdamı”, Geçmişten Günümüze Türkiye’de Kadın Emeği, Hazırlayanlar: Ahmet Makal- Gülay Toksöz, Ankey
Ankara Üniversitesi Yayınevi, Ankara, 2012, s.195.
15 Orçan, s.40.
11
62
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 56-66.
İşgücüne katılma oranının yüksek olması ekonomiler açısından arzu edilen bir durumdur.
Bunun içindir ki, ülkemizde son yıllarda bilhassa kadınların istihdamını sağlamaya yönelik
politikalar geliştirilmekte ve hayata geçirilmektedir. Kadını işgücü piyasasının dışına iten pek çok
sebep bulunmaktadır. Bunların başında medeni durum, eğitim, ailede bilhassa 0-5 yaş grubunda
çocukların varlığı, kadın erkek eşitliğini sağlamaya yönelik hukuki düzenlemelerin yetersizliği ve
kırsal alandan kente göç gibi sebepler sayılabilmektedir.16
Hiç şüphesiz kadın İstihdamının, Türkiye Ekonomisindeki rolü ve önemi yadsınamaz bir
gerçektir. Bu nedenle, “Türkiye’de kadın istihdamının artırılması son yıllarda çeşitli gerekçelerle
politika yapıcıların gündemlerinde öncelikli alanlar arasında yer alıyor. Kadın istihdamını
artırma girişimleri, idari bir düzenlemeye de konu oldu. 2010 yılında yayımlanan “Kadın
İstihdamının Artırılması ve Fırsat eşitliğinin Sağlanması” başlıklı Başbakanlık Genelgesi, kadın
istihdamına yönelik faaliyetlerin neler olduğu ve nasıl uygulanması gerektiğini içeriyor. Genelge,
kadın istihdamı sorununun Hükümetin en üst düzeyince tanınması açısından önem arz ediyor.”17
Ayrıca kadın istihdamında, eğitim seviyesini yükseltmek yine ekonomik kalkınmanın
olmazsa olmazlarındandır. Çünkü, “kadın millî kültürün değer hükümlerini öğrenerek ve
benimseyerek millî ve dinî ideallere ulaşmış bir kişilik seviyesine vardığı takdirde; gerek aile
içinde, gerek daha geniş çerçeve olan toplum içinde görevlerini yerine getirebilir. Bu özellikleri
kazanan kadın, sosyalleşip toplum üyeliğini geliştirebilmektedir. Böylece aile ve toplumda daha
fonksiyonel ve daha verimli duruma gelmektedir. Kadın, aile ve toplum arasındaki en sağlam
köprüdür. İyi yetişmiş ve de eğitilmiş kadın her toplum hayatında daha tesirli olabildiği gibi aynı
zamanda eğitimci rolü oynar. Bir çocuğun hayatının ilk altı yılında aldığı etkiler çok önemlidir.
Şu halde ilk eğitim ana kucağındaki ve daha sonraki de aile ocağındaki eğitimdir. Ferdi saran ilk
sosyal çevre olarak ailenin eğitici, şahsiyet verici ve ferdi olgunlaştırıcı rolü o derece büyüktür ki,
bu imkândan faydalanan ve faydalanamayan aynı yüksek diplomaya sahip fertler arasında
meslekî hareketlilikte bile çok önemli farklar doğabilir. Eğer ferdi saran ilk sosyal çevre olan aile
nitelikli ise, başarı daha da yükselebilmektedir.18Bu nedenle kadınlar eğitim ve öğretim hakkından
mahrum bırakılmamalı ve müreffeh bir toplum yapısının temel taşı olarak kadının eğitimine
öncelik verilmelidir.
Diğer yandan, kadınların çalışma durumları ile sosyal hayattaki konumları ve rolleri
arasında güçlü bir bağ vardır. Bu bağ çoğu zaman kadınların kentte yaşamasından daha etkili
olmaktadır. Çalışan kadınların hayata, çevresine ve kendilerine bakışı değişmektedir. Fakat
çalışmasının niteliği de önemlidir. Bu bakımdan işçi olan kadınlarla memur ve işveren kadınlar
arasında önemli farklar bulunmaktadır. Kırsaldaki kadınlar ise ev işlerinden ayrı olarak ev dışı
işlerde aktif olarak çalışmaktadır. Kentte ise, farklı işlerde daha fazla çalışma imkanı olsa da iş ve
verilen ücretin tatmin edici olmaması kadınların çalışmasını sınırlı seviyede tutmaktadır. Ayrıca
çalışma konusunda kadınların erkekler kadar çevresindekilerden bağımsız olarak hareket ettiği de
söylenemez. Güçlü bir aile geleneği vardır. Bu konuda Mahmut Tezcan, Türk kadınının çalışma
ile aile yaşamı arasında bir tercih durumunda kaldığında aileyi tercih edeceğini belirtir.19
Adem Korkmaz ve Gülsüm Korkut, “Türkiye’de Kadının İşgücüne Katılımının Belirleyicileri”, Süleyman Demirel
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt :17, Sayı: 2, 2012, s.42.
17 KEİG PLATFORMU, “Türkiye’de Kadın Emeği ve İstihdamına Yönelik Politikalar-Kadın Emeği ve İstihdamına
Dair Politika ve Faaliyetlerin On iki İlde Değerlendirilmesi”, Keig yayınları dizisi: Araştırma Raporu, 2013, s.7.
18 Mustafa E. Erkal, Sosyoloji, 3.Baskı, İstanbul, 1987, s.378.
16
19
Orçan, s.38-39.
63
P. Dutlu Erten/ Türkiye Ekonomisinde Kadın İstihdamının Rolü ve Önemi
Ayrıca kadın istihdamının artırılması, Türkiye’nin International Labor Organization
(ILO) ile ilişkileri açısından da büyük önem taşımaktadır. ILO’nun insana yakışır iş programları
çerçevesinde, 10 şubat 2009 tarihinde Türkiye ve ILO arasında, Türkiye açısından insana yakışır
iş önceliklerini belirleyen bir mutabakat zaptı imzalandı. Bu mutabakat zaptında yer alan iş birliği
alanları, çocuk emeğinin sonlandırılması, genç istihdamı, sosyal diyalog ve kadın istihdamının
artırılması olarak belirlendi. Bu iş birliği ortaklığı çerçevesinde ILO Ankara Ofisi, Türkiye İş
Kurumu Genel Müdürlüğü ile Ankara, Gaziantep ve Konya illerinde Ocak 2009-Mart 2010 proje
uygulanmıştır. Bu proje ile kadınların işgücüne katılımının ve İş Kur İl Müdürlüklerine
düzenlenen aktif iş gücü piyasası programları kanalıyla istihdam edilebilirliklerinin artırılması
hedeflenmiştir.20
Dünyanın ve Avrupa’nın (yükselen) ekonomileri arasına girmiş olmasına rağmen,
Türkiye’nin sürdürülebilir kalkınma ve yoksullukla mücadelede, hedeflenen gelişmişlik düzeyini
ve AB üyeliğini yakalayabilmesi için, çalışabilir nüfusun tamamını, hiç olmazsa önemli bir
oranını ekonomik ve sosyal kalkınma süreçlerine dahil etmesi zorunludur. Çalışabilir nüfusun
yarısını devre dışı bırakarak bu hedeflere ulaşmak mümkün görülmemektedir.21
Bu nedenle ülkelerin sosyo-kültürel ve ekonomik kalkınmışlığının ve gelişmişliğinin
desteklenmesi yönünden kadın istihdamının arttırılması ekonomide itici bir güç olacaktır. Bu
sebeple kadın istihdamını arttırıcı tedbirler hızla uygulamaya konulmaktadır. Bu tedbirler
arasında ilk olarak eğitim göze çarpmaktadır. Kadın nüfusun okullaştırılmasının ve eğitilmesinin
ekonomik verimliliği yüksektir. Özellikle toplumsal verimliliği erkek nüfusunkinden daha
önemlidir. Eğitim iktisatçılarına göre, erkek olsun kadın olsun bireyin verimliliği dolayısıyla
kazancı öğrenim düzeyiyle doğru orantılı artmaktadır. Kadınlara daha fazla eğitim imkanı
sağlanarak bir ülkede yoksulluk azaltılabilir, verimlilik artırılabilir, ekonomik ve toplumsal
kalkınmada hızlı nüfus artışının baskısı hafifletilebilir.22 Bunun içindir ki kadın istihdamı başta
ekonomide, siyasette, eğitimde ve toplumsal alanda rolü ve önemi göz ardı edilemeyecek bir
konudur.
SONUÇ
Çalışmamızda ulaştığımız sonuçları söyle sıralayabiliriz: Türkiye’de kadınların istihdam
edilmesi ile ilgili çalışmalar 1980’li yıllardan sonra hız kazanmıştır. “Türkiye’de 80’li yılların
sonlarında %34’lerde seyreden kadınların işgücüne katılım oranları, tarımın çözülmesi- kırdan
kente göçle sürekli düşüş göstermiştir. Tarımda ücretsiz aile işçisi olarak çalışan kadın, kentte çok
çeşitli nedenlerle işgücü piyasası dışında kalmaktadır. Bu nedenlerin başında kırdan kente göç
eden kadınların eğitim düzeyinin düşüklüğü gelmektedir. Eğitim düzeyinin düşüklüğünün yanı
sıra toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümü ve bu iş bölümüne dayalı olarak belirlenen toplumsal
cinsiyet rolleri, ataerkil aile yapısı, ücret düzeyi, çocuk-yaşlı bakım hizmetlerindeki
yetersizliklerde kadınların işgücüne katılmasını engellemektedir. Kadınların eğitim düzeyleri
20Gülay
Aslantepe, “Kadın İstihdamının Artırılması ve ILO Sözleşmeleri” Geçmişten Günümüze Kadın Emeği,
Hazırlayanlar: Ahmet Makal-Gülay Toksöz, Ankey Ankara Üniversitesi Yayınevi, Ankara, 2012, s.161-162.
21
Aslantepe, s.159.
Mahmut Adem, Kalkınmada Kadın Eğitimi, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, Cilt:26,
Sayı:2,1993.
22
64
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 56-66.
yükseldikçe iş gücüne katılma oranları da yükselmektedir.23 Böylece kadınlar daha kaliteli ve
seçkin meslek kollarında yer alabilmektedir. Özellikle son on yıl içerisinde kadın işgücü oranında
belli oranlarda artışlar söz konusudur. Bu durum ise şüphesiz ülkemizde toplam işgücü sayısının
artmasına ve böylece ekonominin kendisine yeni bir can suyu bulmasında yardımcı olmaktadır.
Bu durum aynı zamanda toplumun ekonomik açıdan kalkınması noktasında da itici bir rol
oynamaktadır.
Nesilleri yetiştiren kadınlar, toplumda erkeklerin sahip olduğu haklardan mahrum
bırakılmamalıdır. Çünkü ülkelerin topyekün kalkınmasının temeli, kadın-erkek demeden aktif
olarak ekonomik hayatta üretim faaliyetinde bulunmaktan geçmektedir. Aksi halde müreffeh bir
hayattan söz etmek imkansız hale gelirken, ülke fakirleşerek yok olmaya mahkum konuma kadar
gelebilir. Bu nedenle kadın istihdamının artırılması, ekonominin gelişmesi ve ilerlemesi için en
az erkek istihdamı kadar önemlidir.
KAYNAKÇA
Abadan Unat, Nermin. “Türkiye’den Göç Hareketleri ve Kadın Emeği”, Geçmişten
Günümüze Kadın Emeği, Hazırlayanlar: Ahmet Makal-Gülay Toksöz, Ankey Ankara
Üniversitesi Yayınevi, Ankara, 2012.
Adem, Mahmut. “Kalkınmada Kadın Eğitimi”, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri
Fakültesi Dergisi, Cilt:26, Sayı:2, 1993.
Aronson, Robert L. Self Employment: A Labor Market Perspective, Ithaca, NY,ICR
Press.1991.
Aslantepe, Gülay. “Kadın İstihdamının Artırılması ve ILO Sözleşmeleri” Geçmişten
Günümüze Kadın Emeği, Hazırlayanlar: Ahmet Makal-Gülay Toksöz, Ankey Ankara
Üniversitesi Yayınevi, Ankara, 2012.
Erkal, Mustafa E. Sosyoloji, 3.Baskı, İstanbul, 1987.
Karpat Çatalbaş, Gaye. “Kadınların İşgücüne Katılımını Belirleyen Faktörlerin
Belirlenmesi: Panel Veri Yaklaşımı”, Kafkas Üniversitesi, İİBF Dergisi, Cilt 6, Sayı 10.2015.
Korkmaz, Adem ve Gülsüm Korkut. “Türkiye’de Kadının İşgücüne Katılımının
Belirleyicileri”, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi,
Cilt.17, Sayı: 2, 2012.
KEİG PLATFORMU. “Türkiye’de Kadın Emeği ve İstihdamına Yönelik Politikalar-Kadın
Emeği ve İstihdamına Dair Politika ve Faaliyetlerin On iki İlde Değerlendirilmesi”, Keig
yayınları dizisi: Araştırma Raporu, 2013.
Kaya, Muammer. Türkiye’nin İstihdam-İşgücü-İşsizlik Değerlendirmesi, Üniversite ve
Toplum, (http://www.universite toplum.org/pdf/pdf.php?id=2769),2006.
Makal Ahmet ve Gülay Toksöz. Geçmişten Günümüze Türkiye’de Kadın Emeği, Ankey
Ankara Üniversitesi Yayınevi, Ankara,2012.
Orçan, Mustafa. Kır ve Kent Hayatında Kadın Profili, Harf Eğitim Yayıncılığı,
Ankara,2008.
23
Aslantepe, s.160.
65
P. Dutlu Erten/ Türkiye Ekonomisinde Kadın İstihdamının Rolü ve Önemi
Palaz, Serap. “Türkiye’de Cinsiyet Ayrımcılığı Analizinde Neo-Klasik Yaklaşıma Karşı
Kurumcu Yaklaşım: Eşitliği Sağlayıcı Politika Önerileri,” Balıkesir Üniversitesi Sosyal
Bilimler Dergisi, 2003.
Toksöz, Gülay. “Kalkınmada Farklı Yörüngeler-Kadın İstihdamında Farklı Örüntüler
Işığında Türkiye’de Kadın İstihdamı”, Geçmişten Günümüze Türkiye’de Kadın Emeği,
Hazırlayanlar: Ahmet Makal- Gülay Toksöz, Ankey Ankara Üniversitesi Yayınevi, Ankara, 2012.
Tunçomağ, Kenan ve Tankut Centel. İş Hukukun Esasları, Beta Basım Yayın Dağıtım,
İstanbul, 2005.
TÜİK. “İstatistiklerle Kadın-2014”
, Haber Bülteni,
Mart
2015,
(file:///C:/Users/qqq/Downloads/%C4%B0statistiklerle_Kad%C4%B1n_05.03.2015.pdf)
(01.12.2015 ).
TÜİK. “Hanehalkı İşgücü İstatistikleri”, Haber Bülteni, Nisan 2014,
http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=16009# ( 01.12.2015).
TÜİK. “İş gücü İstatistikleri Ocak 2015”, Haber Bülteni, 15 Nisan 2015,
http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18636 (01.12.2015).
TÜİK. “Kadınlarda İşgücüne Katılma Oranı Artıyor”, Haber Bülteni, 5 mayıs 2015,
http://www.tuik.gov.tr/basinOdasi/haberler/2015_25_20150505.pdf ( 03.12.2015).
66
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 67-86.
İŞGÖREN SESSİZLİĞİ: TEORİK YAKLAŞIMLAR TEMELİNDE BETİMSEL
BİR ANALİZ
Zeki UÇAR*
ÖZET
Bu araştırmada işgören sessizlik olgusunun çeşitli teorilere dayalı olarak açıklanması amaçlanmıştır.
Amaca yönelik olarak sessizlik yazını ve örgüt ve yönetim yazını içerisinde ele alınan birçok kuram
incelenmiştir. İşgören sessizlik olgusunu açıklayabilecek yapıya sahip olan kuramlar değerlendirilerek
betimsel analizler gerçekleştirilmiştir. Araştırma sonuçları sessizlik olgusunun ağırlıklı olarak sosyolojik
veya psikolojik kuramlar bağlamında ele alındığını ortaya koymuştur. Ayrıca ilk kez bu çalışmada Eşitlik
Teorisi ve Edimsel Koşullanma Teorilerinin de işgören sessizlik olgusunu açıkladığı betimsel analizlerle
ortaya konmuştur.
Anahtar Kelimeler: İşgören Sessizliği, Örgütsel Sessizlik, Teori.
EMPLOYE SİLENCE: A DESCRİPTİVE ANALYSİS BASED ON THEORETİCAL
APPROACHES
ABSTRACT
In this research, it is intended to explain phenomenon of employee silence based on various theories. In
accordance with this purpose, many theories that exist on the silence and management and organization
litaratures are investigated. Theories have a structure that describes phenomenon of employee silence
had been aveluated,descriptive analyzes were carried out. The research results have revealed that
employee silence handled mainly in the context of sociological and psychological theories. Also, for the
first time,Equity Theory and the Operant Conditioning Theory have been put forward to explain employee
silence plenomenon through descriptive analysis of the phenomenon.
Keywords: Employee Silence, Organizational Silence, Teori.
*
Arş. Gör. Dr. Bitlis Eren Üniversitesi, İİBF, İşletme Bölümü, [email protected].
67
Z. Uçar/ İşgören Sessizliği: Teorik Yaklaşımlar Temelinde Betimsel Bir Analiz
GİRİŞ
İşgörenlerin sahip oldukları bilgi, fikir, düşünce, eleştiri, kaygı gibi durumları ifade
edebilmelerinin örgütlerin yaşamları açısından önemli bir olgu olduğu birçok araştırmacı
tarafından üzerinde hem fikir olunan bir konudur.1 Nitekim Gül’ünde belirtmiş olduğu gibi
günümüzde insan faktörü örgütlerin belirlemiş oldukları somut hedeflere ulaşmada en önemli
kaynaklardan biri olarak değerlendirilmektedir.2 Ancak işgörenlerin işyerlerinde ortaya çıkan
belirli durumlara bağlı olarak sessiz kalmayı tercih ettikleri de araştırmalara sıklıkla konu
olmaktadır. İşgörenlerce bilginin amaçlı ve bilinçli olarak gerekli ve/veya ilgili yerlere
aktarılmaması olarak ele alınan İşgören Sessizliği (Employee Silence), organizasyonlarda
oldukça yaygın görünen bir durumdur.3 Organizasyonlarda bu denli yaygın görülmesine karşın,
işgören sessizliği kavramı örgütsel davranış ve yönetim yazınlarında ancak son yıllarda
araştırmalara sıklıkla konu olmaya başlamıştır.4
Son dönemde birçok örgüt ve yönetim teorisyeni ve araştırmacısı tarafından örgütlerin
yaşamları açısından önemli bir sorun olarak değerlendirilen işgören sessizlik olgusunun var olan
teorilerin ışığında açıklanması önemlidir. Çünkü alana özgü teorilerle açıklanabilen olguların
sağlam bir teorik süzgeçten geçmesi tümevarımcı istatistiksel modellerin genelleyici özelliklerini
daha hedefe dönük ve etkin kılabilecektir.5 Ayrıca bu bulgular daha kapsayıcı ve farklı durumlara
uygulanabilir bir hale dönüşecektir.6Çünkü kuramlar geleceği planlayabilmemiz ve farklı
durumlara uyum sağlamamız temelinde7 olayların hangi durumda ne şekilde gerçekleştiğini
açıklamak ve kestirmek gibi bir amacı olan ve olaylar içerisindeki ilişkileri belirterek onların
düzenli görüntülerini sunan kavramlar, tanımlar ve önermeler bütünü olarak8olguları daha iyi ve
yalın bir biçimde açıklamamızda bilim insanlarına eşsiz bir bakış açısı sunmaktadır. Ayrıca
kuramlar olayların nasıl tekrar edeceğine ilişkin iç ve dış unsurlarla ilgili basit gözlemlerle
edindiğimiz izlenimlerin arka planındaki mekanizmaları açıklayarak bilgilerimizi geliştirmemizi
ve farklı durumlara uyum sağlamaktadırlar.9 Buradan hareketle bu çalışmada işgören sessizlik
olgusunun yönetim ve örgüt yazınında var olan çeşitli teorilerin lensinden açıklanması
amaçlanmıştır.
1
Morrison, Elizabeth Wolef, and Frances J. Milliken. "Organizational silence: A barrier to change and
development in a pluralistic world." Academy of Management review.; Milliken, Frances J., vd."An
exploratory study of employee silence: Issues that employees don’t communicate upward and
why." Journal of Management Studies.; Dyne, Linn Van, vd. "Conceptualizing employee silence and
employee voice as multidimensional constructs." Journal of Management Studies.; Pinder, Craig C., and
Karen P. Harlos. "Employee silence: quiescence and acquiescence as responses to perceived
injustice." Research in personnel and human resources management.
2
Gün, Gül. "Bitlis İli Otel İşletmelerindeki Personelin Motivasyon Düzeylerini Belirlemeye Yönelik Bir
Alan Araşatırması." Bitlis Eren Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 5.1 (2016).
3
Pinder ve Harlos; Morrison ve Milliken.
4
Tangirala, Subrahmaniam, and Rangaraj Ramanujam. "Exploring nonlinearity in employee voice: The
effects of personal control and organizational identification." Academy of Management Journal, s. 38.
5
Sargut, A. Selami. "Yapısal Koşul Bağımlılık Kuramının Örgütsel Çevre Kuramları Bağlamındaki
Yeri.";Taşçı, D. (2013) “Örgüt Kuramlarına Giriş” Taşçı, et al. (eds.) Örgüt Kuramı, Ankara,
Açıköğretim Fakültesi Yayını;
6
Taşçı ve diğerleri, s. 5.
7
Taşçı ve diğerleri, s. 5.
8
Aldemir, M. Ceyhan. Örgütler ve yönetimi: makro bir yaklaşım, Bilgehan Basımevi, 1979, s. 12.
9
Taşçı ve diğerleri, s. 5.
68
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 67-86.
İŞGÖREN SESSİZLİĞİ KAVRAMI
Yönetim okulları ve örgüt yöneticileri, örgütsel başarı adına işgörenlerin çok önemli
kaynak olduklarını dile getirmektedirler.10 Çalışanlar, örgütlerin başarılı olmasında kritik öneme
sahip olan örgütsel değişim, yaratıcılık, öğrenme ve yenilikçiliğin ana kaynağı olarak kabul
edilmelerine karşın, birçok çalışan, üyesi oldukları örgütlerde ortaya çıkan sorunlar hakkında
kendi görüş ve endişelerini açık bir şekilde dile getirmekten kaçınmaktadırlar.11 Pinder ve Harlos’
unda belirtmiş oldukları gibi bu soruna ilişkin 1980’ler öncesine kadar uzanan araştırmaları
görmek mümkün olsa da sorunun nasıl oluştuğu hakkında yapılmış sistematik araştırmaların
işgören sessizlik literatüründe kısıtlı bir biçimde ele alınması nedeniyle oldukça yetersiz olduğu
düşünülmektedir.12
Hirschman “sesliliği” örgütsel tatminsizliğe karşı bir yanıt olarak ele almış olan ilk sosyal
bilimci olarak,13 bu durumu performansta yaşanan bir düşüşü takiben müşterilerin ya da örgüt
üyelerinin14 nasıl davrandığını betimleyen bir tipoloji önererek ortaya koymaktadır.15
Hirschman’ın bu tipoloji içerisinde işgörenlerin pasif bir durumu olarak ele almış olduğu bağlılık
kavramı, işgörenlerin yapıcı bir tutum olarak sessizleşip itaatkâr davranmalarını ima etmektedir.
Bu bağlamda, işgörenlerin yapıcı bir tutumu olarak görülen sessizlik durumu, çalıştığı iş yerinde
tatmin olmayan ve iyi muamele görmeyen çalışanların ihmal edilen bir davranışı olarak
değerlendirilebilir. Hirschman tarafından kullanılan bağlılık kavramının, işgörenin pasif bir
durumu olarak sessizlik kavramıyla eş anlamlı olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Hirschman’ın ele almış olduğu üç boyuta ek olarak Rusbuld vd. ve Farrell tatminsizliğe
tepki olarak dördüncü bir boyut ortaya koymaktadır.16 Bu dördüncü boyut umursamazlık,
aldırmazlık ve sessizlik ile karakterize edilen “ihmal” kavramıdır. Farrell çalışmasında,
deneyimlemiş oldukları tatminsizlik sonucunda organizasyona karşı bağılılıkları azalan ve
yapmış olduğu işe yabancılaşan işgörenin, organizasyon içerisinde katılımdan uzak durup
umursamaz davranışlar sergileyeceğini öne sürmektedir. Ayrıca Farrell sesi aktif ve yapıcı bir
boyut olarak ele alırken, ihmalin (Sessiz kalmanın) pasif ve yıkıcı bir durum olduğunu
değerlendirmektedir.17
Çakıcı, Ayşehan. "Örgütlerde Sessiz Kalınan Konular Sessizliğin Nedenleri Ve Algılanan Sonuçları
Üzerine Bir Araştırma." Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:17, Sayı:1, 2008,
s. 117.
11
Liu, Dan, Jun Wu, and Jiu-cheng Ma. "Organizational silence: A survey on employees working in a
telecommunication company." Computers & Industrial Engineering, 2009. CIE 2009. International
Conference on. IEEE, 2009, s.1647.
12
Pinder ve Harlos.
13
Albert, Hirschman. "Exit, voice, and loyalty: Responses to decline in firms, organizations, and states."
1970.
14
Hirschman, s.30.
15
Brinsfield vd. "Voice and silence in organizations: Historical review and current
conceptualizations."Voice and silence in organizations , 2009, s. 8.
16
Rusbult, Caryl E., vd. "Exit, voice, loyalty, and neglect: Responses to dissatisfaction in romantic
involvements."Journal of Personality and Social Psychology. (1982), Cilt: 43, Sayı: 6.; Farrell, Dan.
"Exit, voice, loyalty, and neglect as responses to job dissatisfaction: A multidimensional scaling
study." Academy of management journal Cilt:26, Sayı:4 (1983).
17
Brinsfield vd., s. 9-10.
10
69
Z. Uçar/ İşgören Sessizliği: Teorik Yaklaşımlar Temelinde Betimsel Bir Analiz
Ancak sonraki araştırmalarda insan davranışlarını inceleyen bilim insanları sessizliğin
eylemsizliği ifade etmediğini,18 diğer bir ifade ile sessizliğin geleneksel anlamda pasif bir
davranış olduğunu eleştirmekte19 ve hatta bazı yazarlar bütün sessizlik türlerinin pasif bir davranış
olarak değerlendirilmemesi gerektiği, aslında sessizliğin biliş, duygu ya da niyetleri içeren
iletişimin bir formu olarak, aktif ve bilinçli bir çabanın sonucunda oluşabileceğini
belirtmektedirler.20 Dolayısıyla sessizlik kavramı üzerine yapılan değerlendirmelerde bir
paradigma değişimi görülmektedir. Başka bir anlatımla, sessizlik araştırmalarının sonuçları
itibariyle ilk çıktığı zamanlardaki olumlu davranış paradigmasının yerini genel olarak işgörenlerin
bilinçli/amaçlı olarak sergiledikleri olumsuz bir davranış paradigmasına bıraktığı söylenebilir.21
Bu çerçevede sessizlik literatüründeki paradigma değişiminin etkileri örgütler üzerinde de kendini
göstermektedir. Morrison ve Milliken yapmış oldukları çalışmada örgütlerde yaşanan sessizlik
olgusunu, katılımcı bir örgüt yaratma önünde büyük engel olarak değerlendirmektedirler.22 Diğer
taraftan, bu olgunun örgütün özelliklerinden etkilendiği de ifade edilmektedir.23 Bununla birlikte,
günümüzde sessizlik olgusu, işgören performansını ve dolayısıyla da örgüt performansını
olumsuz yönde etkileyen bir davranış biçimi olarak da kavramsallaştırılmaktadır.24
İşgörenlerce bilginin amaçlı ve bilinçli olarak gerekli ve/veya ilgili yerlere aktarılmaması olarak
ele alınan İşgören Sessizliği/Örgütsel Sessizlik (Employee Silence/Organizational Silence),
organizasyonlarda oldukça yaygın görünen bir durumdur.25 Ancak organizasyonlarda bu denli
yaygın görülmesine karşın, işgören sessizliği kavramı örgütsel davranış ve yönetim yazınlarında
ancak son yıllarda araştırmalara sıklıkla konu olmaya başlamıştır.26
Yönetim ve örgüt yazınında “Örgütsel Sessizlik” kavramının ilk olarak Morrison ve
Milliken tarafından kullanıldığı görülürken,27 benzer bir kavramın da Pinder ve Harlos tarafından
“İşgören Sessizliği”28 olarak kavramsallaştırıldığı görülmektedir. Morrison ve Milliken (2000)
tarafından “örgütsel sessizlik” olarak kavramsallaştırılan olgu, genellikle işgörenlerin örgütsel
konu, problemler hakkındaki kendi fikir seçim ve endişelerini açık bir şekilde konuşmaktan
18
Nader, Laura. "Breaking the silence-politics and professional autonomy."Anthropological quarterly,
2002, Cilt: 75, Sayı:1, s. 162.
19
Scott, Robert L. "Dialectical tensions of speaking and silence." (1993), Cilt: 79, Sayı:1. s. 3
20
Pinder ve Harlos, s. 333-334.
21
Morrison ve Milliken; Pinder ve Harlos; Van Dyne vd.; Premeaux, Sonya Fontenot, and Arthur G.
Bedeian. "Breaking the silence: The moderating effects of self‐monitoring in predicting speaking up in the
workplace." Journal of Management Studies, 2003, Cilt:40, Sayı: 6.; Bowen, Frances, and Kate
Blackmon. "Spirals of silence: The dynamic effects of diversity on organizational voice." Journal of
management Studies, 2003, Cilt:40, Sayı: 6; Tangirala ve Ramanujam.
22
Morrison ve Milliken.
23
Morrison ve Milliken; Vakola, Maria, and Dimitris Bouradas. "Antecedents and consequences of
organisational silence: an empirical investigation." Employee Relations, 2005, Clit:27, Sayı:5.; Bowen ve
Blockman; Bell, M. P.,vd., 2011. Voice, silence, and diversity in 21st century organizations: Strategies for
inclusion of gay, lesbian, bisexual, and transgender employees. Human Resource Management,Strategies
for inclusion of gay, lesbian, bisexual, and transgender employees." Human Resource
Management, 2011, Cilt:50, Sayı:1
24
Çakıcı, Ayşehan. "Örgütlerde sessizlik: sessizliğin teorik temelleri ve dinamikleri." Çukurova
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. (2007), Cilt:16, Sayı:1, s. 149.
25
Pinder ve Harlos, 2001; Morrison ve Miliken.
26
Tangirala ve Ramanujam, s. 38; Morrison ve Milliken.; Pinder ve Harlos.
27
Morrison ve Milliken, s.709.
28
Pinder ve Harlos.
70
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 67-86.
bilinçli olarak kendilerini alıkoymaları, engellenmeleri olarak tanımlanırken29çoğulcu örgüt
yapısının önündeki en büyük engel olarak değerlendirilmektedir. Yine aynı yazarların Academy
of Menagement Review’da yayınlanan “Saunds of Silence” (sessizliğin sesi) adlı çalışmasında
örgütsel sessizlik, mevcut uygulamaların beklenilen şekilde etki göstermediğini ortaya koyan
olumsuz geri bildirim ya da bilgilerin engellenmesi suretiyle etkili bir organizasyonel öğrenme
ve gelişmeden taviz vermek, şeklinde tanımlanmaktadır.30
Yönetim ve örgüt yazınında Morrison ve Milliken’in 2000 yılında yapmış oldukları
çalışmalarıyla birlikte en fazla atıf alan çalışmalardan bir diğeri de 2001 yılında Pinder ve Harlos
tarafından gerçekleştirilen çalışmadır. Yazarlar ilk kez “İşgören Sessizliği” kavramını literatüre
katmış ve işgörenlerin hangi nedenlerden kaynaklı olarak sessiz kaldıklarını keşifsel bir
çalışmayla ortaya koymaya çalışmıştır. Pinder ve Harlos tarafından “işgören sessizliği”, örgütsel
durumlar hakkında işgörenlerin bilişsel ve/veya etkili değerlendirmelerini içeren gerçek
ifadelerini, etkili çözüm ve değişiklik kapasitesine sahip olarak değerlendirdikleri kişilerden
esirgemeleri olarak tanımlanmaktadır.31 Pinder ve Harlos ayrıca yapmış oldukları tanımla ilgili
olarak beş temel özellik ve bağlantıları ana hatlarıyla belirtmişlerdir. Bunlar; 32
Sessizlik, adaletsizliğin algılandığı çeşitli durumlarda, (sessizliğin hem bir kavram olarak
hem de ses ile ilişkisinde) bir takım kişisel ve durumsal faktörlere bir yanıt olarak hareket
eden ve dönüşüm özelliği bulunan dinamik bir süreçtir.
2- İkinci özellik, sorun içerisinde kişiyi doğrudan etkileyen, kişinin kendi ya da diğerlerinin
yaşadıklarına ilişkin bilişsel duygusal ve davranışsal durumları ile ilgilidir.
3- Üçüncü özellik, sessizlik iletişimsel medya ya da eylemler dizisinin tümü ya da herhangi
birisi ile ortadan kaldırılabilir.
4- Tanımın dördüncü özelliği, kişilerin bilinçsiz bir şekilde/farkında olmadan olumlu ya da
olumsuz durumlarda sessiz kalacaklarını kabul etmektedir
5- Son olarak da kişilerin sessizlik davranışlarının incelenmesinin bir gözlemci açısından zor
bir durum olmaya devam ettiği ve bu bakımdan yapılacak araştırmaların çok zorlu
olabileceği ve sıra dışı yöntemler gerektirebileceğini belirtmeleridir.
1-
İŞGÖREN SESSİZLİK OLGUSUNUN TEORİK BAĞLAMLAR YÖNÜNDEN
ANALİZİ
Sessizlik yazınına ilişkin öncü nitelikteki araştırmalar incelendiğinde farklı disiplinlerde
geliştirilmiş olan kimi teorilerle kişilerin neden sessizleştikleri veya sessiz kaldıkları üzerine
bağlar kurulduğu görülmektedir. Literatür araştırması sonucunda sessizlik olgusunun
açıklanmaya çalışıldığı bu teorilerin Kendini Uyarlama Teorisi (Self Monitoring),33 X
Teorisi,34Bekleyiş Teorisi,35 Mum Etkisi (Mum Effect),36, Sessizlik Sarmalı (Spirals of Silence),37
29
Vokola ve Bouradas, s. 441.
Milliken, Frances J., and Elizabeth Wolfe Morrison. "Shades of silence: Emerging themes and future
directions for research on silence in organizations." Journal of Management Studies, (2003), Cilt: 40,
Sayı.6.
31
Pinder ve Harlos, s. 334
32
Pinder ve Harlos, s. 334-335
33
Premeaux ve Bedian.
34
Morrison ve Milliken, (2000)
35
Premeaux.
36
Milliken vd.; Brinsfield.
37
Bowen ve Blockman.
30
71
Z. Uçar/ İşgören Sessizliği: Teorik Yaklaşımlar Temelinde Betimsel Bir Analiz
Planlı Davranış Teorisi38 olduğu görülmektedir. Çalışmanın bu kısmında sessizlik olgusuyla daha
önce ilişkisi kurulmamış olan Eşitlik Teorisi ve Edimsel Koşullanma Teorisi’ne de araştırma
bulgularından hareketle yönetim ve örgüt yazını araştırmalarına dayalı olarak yer verilmektedir.
Kendini Uyarlama Teorisi (Self Monitoring) Bağlamında İşgören Sessizliği
Kendini Uyarlama Teorisi (KUT) ilk kez 1974’ teki çalışmasıyla Snyder tarafından ortaya
konmuştur. Snayder’e göre bireyler sosyalleşme olgusu içerisinde topluma ve çevreye uyum
gösterme gayreti içerisine girmekte ve bu durum kişinin, diğer kişi topluluklarla olan ilişkilerine
yansımaktadır. Bu gayret içerisinde kişi, toplum içinde vermiş olduğu imajı izlemekte ve bu imajı
belli bir ölçüye kadar düzenlemekte ve kontrol etmeye çalışmaktadır.39
İnsanlar, bir durumun gereklerine davranışlarını adapte etme kabiliyetlerinde değişiklik
gösterirler. Kendini uyarlama düzeyi yüksek olan kişiler kamu nezdinde arzu ettikleri görüntüyü
verebilmek için bağlamsal ipuçlarına karşı duyarlıdırlar ve bilinçli bir çaba sonucunda
davranışlarını duruma uyarlamada yeteneklidirler. Bu tip kişiler, içinde bulundukları durumun
doğasını okur, koşulların gerektirdiği kişi imajına girer ve sonra bürünmüş olduğu bu imajı kendi
davranışlarına bir rehber olarak kullanırlar.40 Bu bağlamda kendini uyarlama düzeyi yüksek olan
kişiler, belirli bir toplum, örgüt veya grup içinde öznel bir davranış tarzı geliştirirken, içinde yer
aldıkları toplulukların kendilerine atfetmiş oldukları hareket tarzlarına göre kendilerini dizayn
etmekte, diğer bir ifade ile koşulların gerektirdiği kişi imajını çizmeye çalışmaktadırlar. Buna
karşın kendini uyarlama düzeyi düşük olan kişiler içerisinde yer aldıkları yapılar içinde durum ve
koşulların gerektirdiği farklı insan profilini sergileyememekte ve bağlamsal faktörlerden asgari
düzeyde etkilenmektedirler.
İşgörenleri açık konuşup konuşmama yönünde etkileyen değişkenlerin neler olduğunu
araştıran Premeaux ve Bedian, Snyder tarafından geliştirilen Kendini Uyarlama Teorisi’nin bu
durumu açıklamada önemli bir bakış açısına sahip olduğunu belirtmektedir. Yine Premeaux ve
Bedian ile aynı döneme denk düşen çalışmalarında Morrison ve Miliken’in de bu tespiti
destekledikleri ve araştırmalarında KUT’a yer verdikleri görülmektedir.41 Bu bağlamda KUT’un
sessizlik yazını ile bağının kurulmasıyla birlikte örgütsel davranış yazını içerisinde ele alınmaya
başlandığı anlaşılmaktadır.
Snyder’in KUT içerisinde ele almış olduğu kişisel özellik, Premeaux ve Bedian tarafından
işgören sessizliğinin anlaşılmasında önemli bir değişken olarak ele alınmaktadır.42 Yazarlar
kendini uyarlama olarak ifade edilen kişisel özelliğin, çalışanların açık iletişime geçme
olasılığının olup olmadığını belirlemede çeşitli kişisel ve bağlamsal düzeydeki degişkenler ile
etkileşim içinde olduğunu belirtmektedirler. Ayrıca araştırmacılar özel olarak iç kontrol odağı ve
öz saygının düşük düzeyde kendini uyarlama karakteristiğine sahip çalışanlar için açık
38
Premeaux, Sonya Fontenot. Breaking the silence: Toward an understanding of speaking up in the
workplace. Diss. McNeese State University, 2001.
39
Snyder, Mark. "Self-monitoring of expressive behavior." Journal of personality and social psychology,
(1974), Cilt:30, Sayı: 4.
40
(Premeaux ve Bedeian, s.1541.
41
Morrison ve Miliken, (2003)
42
Premeaux ve Bedian.
72
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 67-86.
konuşmayla pozitif yönde ilişkili olduğunu saptamışlardır. Buna karşın yüksek düzeyde kendini
uyarlama karakteristiğine sahip kişilerde bu durum olumsuz yönde bir ilişkiye sahiptir.43
Premeaux ve Bedian’ın araştırma sonuçları, işgörenleri açık konuşmaya iten veya onların
açık konuşmasını engelleyen değişkenlerin karmaşık yapılarını görmemiz açısndan önemlidir.
Premeaux ve Bedian bu çalışmada yüksek ve düşük düzeyde kendini uyarlama karakteristiğine
sahip işgörenlerin açık konuşup konuşmamaya karar verdiklerinde farklı bilgilere dikkat
edebileceklerini ve ayrıca bu kişilerin “Ses”i temelde farklı yol ve şekillerde kullanabileceklerini
öne sürmektedirler. Bu bakımdan düşük düzeyde kendini uyarlama yetisine sahip işgörenler için
açık konuşma, kişinin kendi düşünce ve endişelerini dürüst bir şekilde ifade edebilmesi olarak
görülebilir. Buna karşın yüksek düzeyde kendini uyarlama yetisine sahip işgörenler için bu durum
(diğerlerinin sahip oldukları düşünce veya kaygıları açık bir şekilde konuşmak) onların diğerleri
nezdinde itibar kazanmalarını sağlayacak bir araç olarak görülebilmektedir.44
KUT içerisinde kişisel bir özellik olarak ele alınan bireyin kendini uyarlama düzeyi ve
işgören sessizlik olgusu arasında çok kolay bir biçimde ilişki kurulabilmektedir. Nitekim
toplumsal ortamlar gibi, örgütlerde kişilerin çeşitli mübadele ilişkileri içerisine girdiği sosyal bir
ortamı temsil etmektedir. Bu sosyal ortam içerisinde işgören sahip olduğu kişisel bir özellik olan
kendini uyarlama düzeyine göre belirli bir davranış biçimi sergileyecektir. Özellikle üstlerine iyi
gözükmek ve onlar nezdinde itibar kazanmak isteyen işgörenler, üstlerinin duymak istediği
şeyleri açık bir şekilde konuşurken, duymak istemedikleri konulara ilişkin sessiz kalmayı,
belirlemiş olduğu amaç doğrultusunda bir araç olarak kullanma eğiliminde olacaklardır. Ancak
bu durum yukarıda da belirtildiği gibi işgörenin kendini uyarlama düzeyine göre değişecektir.
Kendini uyarlama düzeyi azaldıkça işgören, ortamsal faktörlerin etkisinden kurtulup stratejik
davranmanın ötesinde, içindekileri açık bir şekilde konuşma eğilimi içerisine girecektir.
Teori X Bağlamında İşgören Sessizliği
Sessizlik yazınında temel çalışmalardan birini temsil eden Morrisson ve Milliken’in
yapmış oldukları çalışmada45 örgütsel sessizlik olgusunun McGregor tarafından geliştirilen Teori
X ile açıklanmaya çalışıldığı görülmektedir. Araştırmacılar, özellikle de çeşitli yönetsel
faktörlerin işgörenlerin sessizlik davranışı göstermeleri üzerindeki etkilerini ayrıntılı bir şekilde
ele almaktadırlar.
Morison ve Miliken, örgüt düzeyinde incelemiş oldukları sessizlik olgusunun
yöneticilerin sahip oldukları bazı örtük inanç ve tutumlarının sonucunda ortaya çıktığını
değerlendirmektedirler.46 Yazarlar, yöneticilerin, işgörenler ve yönetimin doğası hakkında taşımış
oldukları bu örtük inançların, örgütsel düzeyde sessizliğin kökenini açıklamada önemli bir faktör
olduğu kanısındadırlar. Bu örtülü inançlardan en önemlilerinden biri paradoksal bir durumu
yansıtan ve halen günümüzde çoğu yönetici açısından da belirgin birbiçimde geçerliliğini
koruyan; yöneticiler nezdinde çalışanların çıkarcı ve güvenilmez oldukları inancıdır. Morison ve
Miliken’e göre bu inanç doğrudan McGregor’un 1960 yılında yapmış olduğu çalışmada ortaya
43
Morrison ve Miliken, (2003), s.1354.
Morrison ve Miliken, (2003), s.1354.
45
Morrison ve Miliken, (2000).
46
Morison ve Miliken, (2000), s. 708.
44
73
Z. Uçar/ İşgören Sessizliği: Teorik Yaklaşımlar Temelinde Betimsel Bir Analiz
koymuş olduğu Teori X’i çağrıştırmaktadır ki bu teorinin de çıkış noktası işgörenlerin çıkarcı
oldukları ve bu çıkarlarını maksimize edecek şekilde hareket ettikleri varsayımıdır.47
McGregor yöneticilerin çalışanlara ilişkin değer yargılarının bazı kalıp düşünce ve
inançlara dayandığını belirtirken;48yönetici davranışlarının, astlarını nasıl algıladıklarına ve onları
nasıl gördüklerine bağlı olarak şekillendiğini iddia etmektedir.49 Bu bağlamda McGregor Klasik
Yönetim Yaklaşımı (KYY) yönetsel anlayışını temsil eden Teori X’i ortaya koyarken Neo Klasik
Yönetim Yaklaşımına (NKY) ilişkinde Teori Y’yi ortaya koymaktadır.
McGregor, yöneticilerin çalışanlarını nasıl gördükleri üzerinden güdülenmeyi incelediği
çalışmada, yöneticilerin çalışanlarla etkileşimlerini gözlemledikten sonra farklı yöneticilerin
çalışanlarının hareket tarzları hakkındaki varsayımları ve bu varsayımların yönetim tarzlarını ne
şekilde etkilediği sorusuna yanıt olarak50 zıt iki görüş üzerine odaklanmakta ve bu görüşlere
ilişkin iki temel teori ortaya koymaktadır. Bu görüşlerden ilki KYY’nin işgörenlere yönelik
olumsuz yönetsel anlayışını temsil eden “Teori X” tir. Diğeri ise NKY’nin işgörenlere ilişkin
olumlu yönetim bakış açısını temel alan “Teori Y” dir. 51 Bu yaklaşımlar günümüz örgütsel
davranış araştırmalarına geniş biçimde konu olan liderlik çalışmaları içerisinde ele alınmaktadır.
Ancak bu çalışmada teorik olarak ilişkisi kurulmuş olması bakımından sadece Teori X ele
alınmaktadır. Çünkü İnsan İlişkileri Yaklaşımı bakış açısını temsil eden Teori Y’nin işgöreni açık
konuşma yönünde motive ettiği anlaşılmaktadır.
McGregor (1971: 306) tarafından Teori X olarak adlandırılan yönetsel bakış açısının bazı
temel değerlendirme noktaları aşagıdaki gibidir. 52 (McGregor, 1971: 305-306; Baransel, 1979:
196, 197; Davis’ten akt. Koçel, 2010: 238):
 Vasat bir insan çalışmaktan hoşlanmaz ve eğer becerebilirse çalışmaktan kaçınır. McGregor’a
göre bu varsayımın kökleri çok eskilere uzanmaktadır. Adem ve Havva, bilgi ağacının meyvesini
yedikleri için cezaları cennetten dünyaya gönderilmek olmuştur ki onlar burada hayatta kalmak
için çalışmak zorunda kalmışlardır. Bu gizli inanç birçok yönetici için yadsınamaz bir gerçeklik
olarak değerlendirmekte ve insanın doğasında var olan işten kaçınmaya karşı önlem almayı
gerektirmektedir.
 Çalışmaktan kaçınan karakteristiklerinden dolayı işgörenler, örgütsel amaçları başarmaya
yönelik yeterli çabayı ortaya koymaları için zorlanmalı, kontrol edilmeli, yönlendirilmeli ve
cezalar ile korkutulmalıdır.
 Vasat bir insan yönlendirilmeyi tercih eder, sorumluluk almayı arzulamaz, iş yapmaya karşı
isteksizdir ve ayrıca güvenliği her şeyin üstünde tutar.
47
Morison ve Miliken, (2000), s. 708-709.
Robbins, S. P. ve Judge, T. A. Organizational Behavior (15. Baskı) Pirentice Hall. 2013, s. 206.
49
Koçel, Tamer. Davranışsal (Neo-Klasik) Yönetim ve Organizasyon Teorisi, İşletme Yöneticiliği.
12.Baskı. İstanbul: Beta Yayıncılık, (2010), s. 238.
50
Bone ve Kurtz, s. 272.
51
Robbins ve Judge, s. 206.
52
McGregor, Douglas. Theory X and Theory Y. Organization Theory (ss, 305-323). Editor D.S. London
Pugh Penguin Books. (1971). s. 305-306.; Baransel, Atilla. "Çağdaş Yönetim Düşüncesinin Evrimi
(Klasik ve Neo-klasik Yönetim ve Örgüt Teorileri) İstanbul, İstanbul Ünv." İşletme Fakültesi
Yayınları101, (1979), s.196-197.; Koçel, s. 238.
48
74
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 67-86.
McGregor’un ortaya koymuş olduğu bu tespitler, ilk bakışta akla Coleman’ın ekonomik
davranışı sosyolojik boyutta incelemiş olduğu çalışmayı53 akla getirmektedir. Coleman, davranışı
açıklamak için en asgari iki unsur bulunduğunu belirtirken, bu unsurlar arasındaki ilişkiyi de iki
şekilde açıklamaktadır. Coleman’a göre bir eylemin sosyal sistem içerisinde açıklanabilmesi için
her birinin diğerinin çıkarları üzerinde kontrolü bulunan en az iki aktör gerekmektedir. Her biri
diğerinin çıkarları üzerinde kontrole sahiptir. Bu iki aktörün her biri kendi çıkarları için diğer
aktörle ilişkiye girmek ve bu sayede onun kontrolü altında bulunan çıkarlarını etkileyebilmek için
amaçlı bir şekilde eyleme girişecektir.54
Koçel’e göre X bakış açısına sahip olan yöneticiler, Klasik Yönetim Anlayışının işgöreni
maddi yapının bir parçası olarak gördüğü ve çalışanların pasif bir yapıya sahip olduğunu
değerlendiren bakış açısıyla, otoriter bir yapı sergileyeceklerdir.55 KYY’nın mevcut olduğu
dönemlerin başlarında, yoğun olarak savunulan bu düşünce ve inançlar, kökenlerini KYY
üzerinde büyük bir etkisi bulunan Klasik Firma Teorisi’nden (Mikro Ekonomik Teori)’
almaktadır. Çünkü KYY’nın temel çıkış noktalarından biri ve insan davranışlarını yönlendiren
temel faktörün kişisel çıkarlar olduğunu iddia eden Ekonomik İnsan (Homo Economicus) modeli
Klasik Firma Terosi’nden alınmaktadır.56
Teori X bakış açısı altında işgörenlerin üstlerince çıkarcı ve güvenilmez olarak
değerlendirilmesi, işgörenlerin belirli fikir, görüş, öneri, düşünce ve eleştiri ve endişelerine önem
verilmemesi gerektiği kanısını temellendirmektedir. Çünkü yöneticileri nezdinde çalışan hiçbir
şekilde örgütün iyiliğini düşünmemekte, sadece kendi çıkarını maksimize etmeye çalışmaktadır.
Bu bağlamda çeşitli söylemlerinin dikkate alınmadığını gören işgören, duruma rıza gösterip
zaman içerisinde sessiz kalmayı seçecektir. Çünkü açık bir şekilde konuşmasının durumu
zorlaştırmaktan öte hiçbir şeyi olumlu şekilde değiştirmeyeceğinin farkındadır. Nitekim Pinder
ve Harlos konuştuklarının dikkate alınmadığını gören işgörenlerin zaman içerisinde sessizleşerek
acı içerisinde bu durumu kanıksadıklarını belirtmektedirler.57
Bekleyiş Teorisi Bağlamında İşgören Sessizliği
Yine öncü çalışmalardan biri sayılabilecek Premeaux yapmış olduğu çalışmada, 58işgören
sessizlik olgusunu Wrom tarafından geliştirilmiş olan Bekleyiş Teorisiyle (BT)59 açıklamaya
çalışmaktadır. Örgütsel Davranış yazınında motivasyon teorileri içerisinde değerlendirilen BT,
kişisel çabanın kişinin arzulamış olduğu sonucu elde edebilme olasılığını ve bu sonuca atfetmiş
olduğu değeri (arzulama derecelerini) ifade emektedir.60 Bu bakımdan bekleyiş, kişinin algılamış
olduğu bir olasılığı ifade etmektedir. Bu olasılık belirli bir davranışın belirli bir sonuçla
karşılaşacağına ilişkindir.61Bu sonuca ilişkin olarak Premeaux’a göre kişi, sergileyeceği bir
davranışın, kendisinin arzu etmiş olduğu sonuçlara ulaşmasında araçsal bir rol oynayacağını ümit
53
Coleman, James S. Equality and Achievement in Education. Westview pres, (1990).
Coleman, s. 29.
55
Koçel, s. 238.
56
Baransel, s. 189.
57
Pinder ve Harlos.
58
Premeaux (2001).
59
Vroom, V. H. "Work and motivation. New York: John Willey & Sons." 1964.
60
Boone, Louis E., and David L. Kurtz.İnsaların Motivasyonu ve Çalışma İlişkileri, Çağdaş
İşletme/Contenporary Business. Çev. Belkıs Özkara.(ss.268-273). Ankara: Nobel Yayıncılık. (2013), s.
270.
61
Koçel, s. 633.
54
75
Z. Uçar/ İşgören Sessizliği: Teorik Yaklaşımlar Temelinde Betimsel Bir Analiz
ediyorsa ya da arzu edilmeyen sonuçlardan kendini koruyacağını düşünüyorsa (ancak kişinin
tahmini olumlu sonuçların yüksek olacağı yönünde ise) kişi bu belirli davranışı sergileyecektir.62
Bu duruma paralel olarak kişi, açık konuşmanın yararlı olduğuna inandığında, çok yüksek bir
olasılıkla açık konuşma davranışını sergileyecektir. Aksi halde kişiler açıkça konuşmanın olumlu
bir durum yaratacağına inanmadıklarında sessizleşebileceklerdir.63 Bununla birlikte kişi sessiz
kaldığında çok arzu ettiği bazı kazanımlar ya da çıkarlar elde edebileceğini düşünerek, bu yönde
fırsatçı davranabilir. Nitekim Knoll ve Dick ile Üçok ve Torun sessizlik literatüründe fırsatçı
sessizlik adını verdikleri yeni bir işgören sessizlik boyutunun varlığına dikkat çekmektedirler. 64
Eşitlik Teorisi Bağlamında İşgören Sessizliği
J.Stacy Adams65 tarafından geliştirilen teorini ana temasını, kişinin sarf etmiş olduğu
gayret karşılığında elde ettiği sonucu, aynı iş ortamında başkalarının sarf ettiği gayret ve elde
ettikleri sonuç ile karşılaştırması oluşturmaktadır. Daha çok örgütsel adalet çalışmaları içerisinde
ele alınan kuram, eşit gayretin eşit şekilde ödüllendirilmesine vurgu yapmaktadır. Eşitsizliğin
giderilmemesi durumunda ise kişinin sarf etmiş olduğu gayreti düşürmesi ve bilişsel çelişkiler
içine girmesi gibi olumsuz durumlara da dikkat çekmektedir.
Kurama göre, eşitlik veya eşitsizlik işgörenin organizasyon içinde veya dışında yapmış
olduğu karşılaştırmaların sonucunda algılamış olduğu bir durumdur ve algılanan eşitsizlik kişisel
bazda çeşitli tepkilere neden olabilmektedir.66 Özellikle zihinsel çabanın çok önemli olduğu iş
alanlarında faaliyet gösteren örgütler açısından bu olumsuz bir durum yaratabilecektir. Çünkü
kendisine karşı bir eşitsizlik algılayan işgören sarf etmiş olduğu çabayı düşürerek (zihinsel beceri
gerektiren) algılamış olduğu bu eşitsiz durumdan bilişsel düzeyde uzaklaşmaya çalışacaktır.
Yaşanan bu durum işletme için gerekli olan bilginin azalmasına ve dolayısıyla da işgören
açısından sessizleşmeye neden olabilecektir. Zira kişiler gösterdikleri çaba ve bu çaba sonucunda
elde edebilecekleri olası sonuçları değerlendirme eğilimindedirler. Nitekim sarf edilecek çaba ve
elde edilecek ödül arasında bir eşitsizlik sezinlenmesi kişinin sessizlik davranışı sergilemesine
neden olabilecektir. Sonuç olarak işgörenler bazı durumlarda sessiz kalmanın konuşmaktan daha
faydalı olabileceğini değerlendirmektedirler.67
Edimsel Koşullanma Teorisi Bağlamında İşgören Sessizliği
Sessizlik yazınında değinilmemesine karşın, Skinner tarafından geliştirilen ve Örgütsel
Davranış literatüründe motivasyon teorileri içerisinde değerlendirilen Edimsel Koşullanma
Teorisi’nin (EKT) işgörenlerin sessizlik davranışıyla bağı mantıksal olarak kurulabilmektedir. Bu
bağlamda EKT’nin Örgütsel Davranış yazını içerisindeki yeri açıklandıktan sonra işgören
sessizlik davranışıyla olan ilişkisi belirtilecektir.
62
Premeaux, s. 10.
Çakıcı, Ayşehan. Örgülerde İşgören Sessizliği. Neden Sessiz Kalmayı Tercih Ediyoruz? Ankara:
Detay Yayıncılık, 2010, s. 16.
64
Knoll, Michael, and Rolf van Dick. "Do I hear the whistle…? A first attempt to measure four forms of
employee silence and their correlates." Journal of Business Ethics, (2013), Cilt:113 Sayı: 2.; Üçok, Dilek
Işılay, and Ayşe Alev Torun. "Örgütsel Sessizliğin Nedenleri Üzerine Nitel Bir Araştırma." İş ve İnsan
Dergisi, (2015), Cilt: 2. Sayı: 1.
65
Adams, J. Stacy. "Inequity in social exchange." Advances in experimental social psychology , 1965.
66
Koçel, s. 636-637.
67
Dutton, Jane E., et al. "Reading the wind: How middle managers assess the context for selling issues to
top managers." Strategic management journal, (1997), Cilt:18, Sayı: 5.
63
76
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 67-86.
Skinner tarafından geliştirilen bu teori, bir davranışın o davranışın sonuçlarına bağlı
olarak değişikliğe uğraması olarak tanımlanmaktadır. Skinner’ e göre olumlu sonuçlar veren
edimler ödüllendirilirse tekrarlanma olasılıkları artmaktadır. Ancak bu ödüllendirmeler olumlu
veya olumsuz pekiştirme biçiminde olabilmektedir.68 Bu bakımdan kişiler istedikleri bir şeyi elde
etmek ya da istemedikleri bir şeyden uzaklaşmak için davranışta bulunmaktadırlar. Pekiştirmenin
davranışı güçlendirdiğini ve tekrarlanma ihtimalini etkilediğini savunan Skinner, belirli
davranışlar sonucunda ortaya çıkan olumlu tepkilerin, ilgili davranışların tekrarlanma ihtimalini
attıracağını savunurken, ancak davranış sonucunda olumsuz bir tepkiyle karşılaşılması (olumsuz
pekiştireç) ise davranışın tekrarlanma ihtimalini azaltacaktır.69
EKT’nin işgörenlerin sessizleşmesi ile olan ilişkisi basit şekilde kurulabilmektedir. Eğer
işgören belirli bir duruma ilişkin açık konuşma davranışında bulunmuş ve bu davranışı iş
arkadaşları ve/veya üstleri tarafından olumsuz olarak değerlendirilmiş ve bu olumsuz
değerlendirmeler benzer durumlarda da tekrar etmişse, işgören bu olumsuz pekiştireçlerin
etkisiyle sessizleşebilecektir. Örnek olarak, almış olduğu ücretin düşük olduğunu düşünen ve bu
yönde sürekli konuşarak diğer arkadaşlarını da etkilemeye çalışan bir işgöreni düşünülebilir. Bu
konu yöneticilere ulaştığında yöneticiler bu durumdan rahatsız olacaklar ve bu konuyla ilgili
olarak yüksek ihtimalle çalışanın sessiz kalması için çeşitli stratejiler üzerinde duracaklardır.
Burada, yöneticiler açısından İşgörenin bu davranışından vaz geçmesi için cezalandırma basit ve
etkin bir strateji olarak düşünülebilir. Örneğin, çalışma yerinin değiştirilmesi, ücret kesilmesi ve
bunun gibi farklı cezalarla karşılaşan işgören, bu olumsuz pekiştireçlerin etkisiyle zaman
içerisinde duruma razı gelerek sessizleşmek zorunda bırakılabilecektir. Aslında bu durum
yönetici ve işgören arasında düşey eksende gerçekleşebildiği gibi aynı düzeydeki işgörenler
arasında yatay düzlemde de gerçekleşebilecektir. Örneğin, belirli bir işgörenin bazı tutum ve
davranışlarını beğenmeyen diğer işgörenler, kendilerini üstlere ispiyonlayan arkadaşlarını
yalnızlaştırarak bu yöndeki tutum ve davranışlarından uzaklaşmasını sağlayabilirler.
Mum Etkisi (Mum Effect)70Bağlamında İşgören Sessizliği
İşgören sessizliğini açıklamada literatürde sıkça bahsedilen diğer bir teoride Mum Etkisi
Teorisi’dir.71 Mum Etkisi (ME), kişilerin kötü haber taşıyıcısı olarak görülmenin olumsuz
imajından dolayı, olumsuz bilgileri iletmeye karşı genel manada bir gönülsüzlüğe / isteksizliğe
sahip oldukları üzerine temellenmektedir.72
Rossen ve Tesser ME’yi test etmek için deneysel bir çalışma yapmışlardır. Araştırmada
daha önceden konu hakkında bilgilendirilmiş bir katılımcıdan, konuyla ilgili bilgisi olmayan
farklı bir katılımcıya, biri iyi biri kötü olmak üzeri iki habere ilişkin olarak evi araması gerektiği
söylenmesi istenmiştir. Katılımcılara bu mesajı iletmeleri için uygun ortam sağlanmış ve sonuç
olarak, kötü haber durumunu iletmekle görevlendirilen katılımcılarla karşılaştırıldığında, iyi
Odabaşı, Yavuz, and Gülfidan Barış.G. Tüketici Davranışı (12. Baskı). İstanbul: Kapital Medya, (2002).
s. 83-84.
69
Robbins ve Judge, s. 220.
70
Rosen, Sidney, and Abraham Tesser. "On reluctance to communicate undesirable information: The MUM
effect." Sociometry (1970).
71
( bkz. Morrison ve Milliken, (2003); Brinsfield vd.; Çakıcı, (2007).
72
Rosen ve Tesser, s. 254.; Conlee, Mary Charles, and Abraham Tesser. "The effects of recipient desire to
hear on news transmission." Sociometry, (1973), Cilt:36, Sayı:4, s. 588.; Tesser, Abraham, Sidney Rosen,
and Mary Charles Conlee. "News valence and available recipient as determinants of news
transmission." Sociometry, (1972),s. 619.; Morrison ve Milliken, (2003), s. 1454.
68
77
Z. Uçar/ İşgören Sessizliği: Teorik Yaklaşımlar Temelinde Betimsel Bir Analiz
haber iletmekle görevlendirilen katılımcıların haberi aktarma konusunda daha istekli oldukları
deney sonucunda ortaya çıkmıştır.73
Aynı konu üzerinde örgütsel alanda yapılan araştırmalarda yukarı doğru bilgi akışı
esnasında da bu durumun geçerli olduğuna dair bir çok kanıt bulunmuştur. İşgörenler potansiyel
problemler ve sorunlar hakkında olumsuz görülen bilgileri aktarmaktan özellikle rahatsızlık
duymaktadırlar.74
Roberts ve O'Reilly dört firmadan doğrudan topladıkları bilgilerle ast-üst etkileşimi ve
iletişiminin gerçek yönlerine doğrudan odaklanma niyetinde olduklarını belirtmişlerdir.75
Araştırmalarında kişilerarası üç değişken (güven/trust, etki/influence ve hareketlilik/ mobiliy)
üzerinden işgörenin üstüyle olan iletişim ilişkisini araştırmışlardır. Bu çalışmanın sonucunda ME
ile ilişkili olabilecek durum güven ile yukarı doğru iletişim arasındaki ilişkide karşımıza
çıkmaktadır. Çalışma sonucunda güven ile yukarı doğru iletişimde iletilerin tam ve doğruluğu
konusunda pozitif yönlü bir ilişki76 tespit edilmiştir. Buna göre ilişkideki yüksek güven, aktarılan
bilginin tamlığını ve doğruluğunu arttırırken bunun tam tersi olarak düşük güven, çalışanların
bilgiyi tam ve doğru olarak aktarmaktan kendilerini alıkoymalarına neden olmaktadır. Burada
güven eksikliğine dayalı olarak, yukarı doğru bilgi akışının bozulmasına neden olan (olumsuz
geri bildirim alma, sert bir tepkiyle karşılaşma gibi) bazı olumsuz durumlar ortaya çıkmaktadır.77
Athanassiades tarafından gerçekleştirilen araştırmada, yukarı doğru iletişimde bilginin
çarpıtılması, astların ihtiyaçları ve örgütsel iklimin yönü arasındaki ilişkiler araştırılmıştır. 78 Bu
çalışmanın sonuçlarına göre yukarı doğru iletişimde bilgilerin çarpıtılması ile güvenlik seviyesi
arasında negatif yönlü bir ilişki, başarı ihtiyacıyla pozitif yönlü bir ilişki ve ayrıcı otonom
olmayan (heteronomous) örgütsel iklimle pozitif yönlü ve otonom olan bir örgüt iklimi ile de
negatif yönlü bir ilişki tespit edilmiştir. Athanassiades’e (1973: 207) göre astlar tarafından yukarı
doğru iletişimde bilgilerin tam ve doğru olmayarak ya da çarpıtılarak aktarılmasının altında yatan
neden, astların ihtiyaçlarını elde etmek ya da amaçlarına ulaşmak için bunu bir araç olarak
kullanmalarıdır.79
Ayrıca Milliken vd.’nin yapmış oldukları çalışmada işgörenlerin, üstleriyle belirli
sorunları tartışmayı, nafile bir çaba ve riskli bir durum olarak algıladıkları bulgulanmıştır.
80
İşgörenler, açık bir biçimde konuşmalarının bir anlam ifade etmediğini ve hatta kendilerine zarar
veren bir duruma dönüştüğünü deneyimledikçe açık bir şekilde konuşmaktan vaz
geçebilmektedirler. Aynı araştırma sonuçları içerisinde ayrıca çalışanlar kötü haber getiren biri
olarak görülmekten oldukça rahatsızlık duyduklarını belirtilmektedir. Nitekim bireylerin kötü
haberleri aktarmaktansa iyi haberleri aktarmada daha istekli davrandıkları hayatın bir çok
alanında karşımıza çıkan olağan bir gerçekliktir. Bu durum, kendinizden hem kademe hem de
yetki olarak daha üstün durumda olan kişilerle cereyan ettiğinde işgörenler kötü haberi iletip
73
Rossen ve Tesser, s. 256-258.
(Morrison ve Milliken, (2003), s. 1454).
75
Roberts, Karlene H., and Charles A. O'reilly. "Failures in upward communication in organizations: Three
possible culprits." Academy of Management Journal, (1974), Cilt:17, Sayı. 2.
76
Brinsfield, s. 27.
77
Roberts and O'Reilly, s. 206-207.
78
Athanassiades, John C. "The distortion of upward communication in hierarchical
organizations." Academy of Management Journal, (1973), Clit:16, Sayı: 2.
79
Athanassiades, s. 207.
80
Milliken vd., s.1466.
74
78
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 67-86.
iletmemeyi iki kez düşünmektedirler. Çünkü bu durumun kendilerine olumsuz olarak yansıyıp
yansımayacağını statejik olarak değerlendirmektedirler. Araştırmacıların ulaşmış oldukları
çalışma sonuçlarının ME ile uygun olduğu anlaşılmaktadır.
Sessizlik Sarmalı (Spirals of Silence) Bağlamında İşgören Sessizliği
İşgörenlerin sessiz kalma davranışlarının dayandırıldığı diğer bir teori de Noelle-Nouman
(1974) 81 tarafından geliştirmiş olan Sessizlik Sarmalı Teorisidir (SST). SST Noelle-Neumann
tarafından kamuoyu oluşum sürecini tanımlamak için geliştirilen bir kuramdır. Kuram, kamu
söylemi oluşumu sürecinde bazı grupların fikirlerini açıkça ortaya koymasına rağmen diğerlerinin
neden sessiz kaldıklarını belirlemek için ortaya koyulan hipotezleri açıklamaya çalışmaktadır.
Noelle-Neumann sessizliği kişilerin var olan konu üzerinde kendi görüşlerini diğer kişilerle
tartışmak isteyip istememelerini sorarak ölçmektedir.82
Noelle-Noumann’a göre sessizlik sarmalı, kişinin savunmuş olduğu görüşün zemin
kaybettiği yani kişinin kendi fikrine karşı kamu desteğinin olmadığını fark ettiği zaman
deneyimlemiş olduğu bir süreçtir. Bu durum ne kadar fazla algılanırsa muhtemelen kişinin
kendini yansıtması da o kadar belirsiz bir hal alacaktır ve kişi giderek daha az bir şekilde kendi
görüşünü açıklama eğiliminde olacaktır. Ayrıca yazar, bireylerin kişisel bakış açılarıyla sosyal
çevrelerini ne şekilde değerlendirdiklerinin, çevrelerindeki hâkim görüşler tarafından güçlü bir
şekilde etkilenmekte olduğunu belirtmektedir. Eğer kişi kendinin savunmadığı bir görüşün
çevrede çok yaygın olduğunu görür ve bu durum bulunduğu sosyal çevresinde gittikçe artan bir
şekilde devam ederse, bu durumda kişi gittikçe kendi görüşünü alenen açıklamaya daha az
eğilimli olacaktır.83
İlk kez kamuoyu araştırmalarında geliştirilen kuramın öne sürdüğü temel tez bireylerin
çoğunluğun fikrine uymadıkları takdirde toplum dışına itilecekleridir.84 Bu bakımdan NoelleNeumann’a göre bireyler kendi görüşlerini açıklamaya isteklidirler. Ancak, bu doğrultudaki
isteklerini, hâkim düşünceye sahip diğer kişilerin yaptıkları veya düşündükleri şeyleri
algılamalarıyla birlikte baskılayacaklardır.85 İzole edilme korkusu kişileri aynı görüşleri veya
bakış açılarını paylaşmamalarına rağmen çoğunluğun görüş veya bakış açılarını savunmalarına
neden olmaktadır. Bu bakımdan birey sosyal izolasyondan kaçınma adına çoğunluğun fikrinin ne
olduğu ve ayrıca hangi fikir veya görüşlerin popülerliğinin arttığını ya da azaldığını anlamaya
çalışır. Bunun için birey baskın görüşleri medya aracılığıyla takip etmekte ve hâkim olan görüşe
uyum için yüksek bir farkındalık düzeyi sağlamaya çalışmaktadır. Ancak sonuç olarak birey elde
etmiş olduğu verileri değerlendirdikten sonra görüşünü açıklama veya kendini sansürleme
yönünde bir karar verecektir.86 Bowen ve Blackmon, 2003’te yaptıkları çalışmada NoelleNouman tarafından ortaya konan SST’yi örgütsel alana taşımışlardır.87 Araştırmacılara göre
işgörenler iş arkadaşlarından destek görecekleri inancına sahip değillerse ya da farklı görüşlerin
81
Noelle‐Neumann, Elisabeth. "The spiral of silence a theory of public opinion."Journal of
communication, 1974, Cilt:24, Sayı:2.
82
Kostiuk, Damian D. Silence: The reasons why people may not communicate. Diss. University of
Missouri--Columbia, 2012.
83
Noelle-Noumann, s. 44.
84
Çakıcı, s.153.
85
Scheufle, Dietram A., and Patricia Moy. "Twenty-five years of the spiral of silence: A conceptual review
and empirical outlook." International journal of public opinion research,(2000), Cilt:12. Sayı:1, s. 3.
86
Çakıcı, (2007),s. 153.
87
Çakıcı, (2007), s. 153.
79
Z. Uçar/ İşgören Sessizliği: Teorik Yaklaşımlar Temelinde Betimsel Bir Analiz
dillendirilmesine karşı bir direnç olduğu kanaatindeyseler, muhtemelen yalan söylemeyi ya da
sessiz kalmayı tercih edeceklerdir. Çünkü insanları fikir ve düşüncelerini açık ve dürüst bir
biçimde dile getirmelerinden alıkoyan durum izolasyon tehdidi ve korkusudur. Bu bakımdan
grup içinde gelişen sessizlik sarmalı organizasyonun gelişimi için gerekli açık ve dürüstçe yapılan
tartışmaları sınırlandırabilmektedir.88
Çalışanlar belirli konular üzerine kendi bakış açılarını yansıtan değerlendirmeleri ile
ilgili olarak sahip oldukları fikirlerin çoğunluk tarafından paylaşılmadığını fark ettiklerinde sessiz
kalmayı tercih edecekler ve baskın görüşlerin karşısında durmanın sonucu olarak yalnız bırakılma
korkusuna kapılacaklardır. İşgörenler ancak kendi görüşlerinin baskın olduğu durumlarda
fikirlerini daha açık ve serbest bir şekilde dile getireceklerdir.89
Planlı Davranış Teorisi90
Premeaux’a 91göre işgörenlerin sessiz kalma yönündeki kararları Planlı Davranış Teorisi
(PDT) (Ajzen, 1991) ile ortak bir temele oturtulabilmektedir. PDT’ne göre, kişi davranışı
sonucunda arzu etmiş olduğu sonuçları elde edeceğini düşünüyorsa ya da davranışın kendini arzu
etmediği sonuçlardan koruyacağını ümit ediyorsa, belirli bir davranışı sergileme yönünde olumlu
bir tutum sergileyecektir.
Planlı Davranış Teorisi’nin kökleri Gerekçeli Davranış Teorisi’ne (GET)92 uzanmakta ve
GET üzerinde temellenmektedir.93Ajzen ve Fishbein, bireylerin spesifik bir davranışı eyleme
dönüştürmeden önce eyleme dönüşmüş davranışın olası sonuçlarını gözönüne alarak dikkatle
değerlendirdiklerini, bilgiyi sistematik bir biçimde işlediklerini ve sonuçta mantıklı bir şekilde
davrandıklarından hareketle geliştirmiş oldukları teoriyi Gerekçeli Davranış Teorisi olarak
nitelendirmişlerdir.94 GET’e göre kişinin bir davranışı eyleme döküp dökmeyeceğini belirleyen
şey kişinin o davranışa dönük niyetidir. Ancak niyet kişinin davranışa yönelik olarak kendi
tutumundan ve ayrıca sosyal örüntü içerisinde diğer bireylerin ilgili davranış hakkındaki
değerlendirmelerinden olumlu ya da olumsuz yönde etkilenmektedir.
88
Bowen ve Blockmon, s. 1394.
Durak, İbrahim. "Korku kültürü ve örgütsel sessizlik." Bursa: Ekin Basım Yayın Dağıtım , 2012.
90
Ajzen, Icek. "The theory of planned behavior." Organizational behavior and human decision
processes, 1991, Cilt: 50, Sayı: 2, ss. 179-211.
91
Premeaux, s. 10.
92
Ajzen, Icek, and Martin Fishbein. "Understanding attitudes and predicting social behaviour." Englewood
Cliffs, NJ: Prentice-Hall. 1980.; Fishbein, Martin, and Icek Ajzen. "Belief, attitude, intention, and behavior:
An introduction to theory and research." 1977.
93
Ajzen, s. 181.
94
Ajzen ve Fishbein, s. 5.
89
80
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 67-86.
Şekil 1: Planlı Davranış Teorisi Modeli
Kaynak: Ajzen (1991: 182)
PDT insan davranışlarının belirli bir davranışı gerçekleştirmeye yönelik olarak, kendi
niyetleri tarafından belirlendiğine vurgu yapmaktadır. Niyetler davranışa en yakın öncüllerdir ve
belirli bir davranış ile ilişkilendirilen bilişsel, motivasyonel ve etkili iç süreçleri bir noktada
buluşturulmasını ifade eder. Niyet bilinçli bir davranışın en iyi tahminleyicisi olarak dikkate
alınmaktadır. PDT Niyeti aşağıda belirtilen üç faktörün bir fonksiyonu olarak kabul etmektedir.
Bunlar davranışa yönelik tutumlar, sübjektif normlar ve davranış üzerinde algılanan kontroldür.
Burada tutumlar, davranışı gösterecek olan kişinin o davranışın gerçekleşmesi yönünde pozitif
veya negatif değerlendirmeleri olarak95 belirli bir davranışı ortaya koymanın sonuçları hakkındaki
inançları ifade etmektedir. Subjektif norm, diğer kişilerin bir kişiyi gerçekleştirmiş olduğu
davranıştan dolayı ne şekilde değerlendirdikleri, diğer bir ifade ile davranışı gerçekleştirecek olan
kişi için önemli olan kişi, kurum ve kuruluşların kişinin davranışı ortaya koyması yönünde ne tür
bir beklenti içinde oldukları hakkındaki algılarını ifade etmektedir. Davranışlar üzerinde algılanan
kontrol ise kişinin davranışa yönelik olarak kendi kapasite veya yetenek ve şansı hakkındaki öz
değerlendirmesidir.96
PDT’ ye göre şekil 1‘de de görüldüğü üzere “niyet” (davranışa yönelik amaç) “davranışa
yönelik tutum, sübjektif normlar ve davranış üzerinde algılanan kontrol” faktörleriyle
açıklanmaktadır.97 Buna göre insan davranışı belirli faktörlerin etkisi altındadır ve belirli
nedenlerden kaynaklanmaktadır. Sonuç olarak davranış, planlanmış bir biçimde ortaya
çıkmaktadır.98
GET’de olduğu gibi PDT de merkezi faktör belirli bir davranışı gerçekleştirmeye yönelik
kişisel niyettir. Niyetlerin davranışı etkileyen motivasyonel faktörleri kuşattığı farz edilmektedir.
Diğer bir ifade ile niyetler belirli bir davranışı gerçekleştirmek için insanların zoru denemeye ne
kadar gönüllü olduklarının, planladıklarını ne kadar uygulayacaklarının göstergesidir. Genel bir
kural olarak bir davranışa yönelik niyet ne kadar güçlü ise kişinin performans düzeyinin de o denli
Erten, Sinan. "Çevre eğitiminde planlanmış davranış teorisinin kullanılması." Hacettepe Üniversitesi
Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt:20, Sayı: 20, 2001, s. 74.
96
Casper, Edward S. "The theory of planned behavior applied to continuing education for mental health
professionals." Psychiatric Services, 2007, Cilt:58, Sayı:10, s.1324.
97
Erten, Sinan. "Planlanmış davranış teorisi ile uygulamalı öğretim metodu."Edebiyat Fakültesi Dergisi,
(2002). Cilt:19, Sayı: 2, s. 221.
98
(Erten, (2001), 74).
95
81
Z. Uçar/ İşgören Sessizliği: Teorik Yaklaşımlar Temelinde Betimsel Bir Analiz
artacağı var sayılmaktadır.99 Belirtilen noktalardan hareketle PDT ve sessizlik ilişkisi mantıklı bir
temelde kurulabilir. Nitekim birçok araştırma işgörenlerin bilinçli bir şekilde sessizleştiğini
belirtmektedirler. Yani işgörenler sessiz kalıp kalmama yönünde davranış sergilemeden önce bu
davranışın sonuçlarını düşünmekte ve üstleri tarafından bu davranışın ne şekilde algılanacağını
stratejik olarak değerlendirmektedirler. Ancak üstleriyle kıyaslandığında davranışlarının
sonuçları üzerinde daha az kontrolleri olduğundan çoğu kez sessizleşme kararı
verebilmektedirler.
SONUÇ
Farklı formlarıyla sosyolojik düzeyde ortaya konan işgören sessizlik olgusu Hirchman’ın
çalışmasıyla birlikte örgüt ve yönetim yazını içine taşınmış ve birçok araştırmaya konu olmuştur.
Önceleri işgörenlerin örgütlerine olan bağlılıklarıyla eş anlamlı olarak kullanılan sessizlik
kavramı sonraki çalışmalarda işgörenlerin sergilemiş oldukları olumsuz bir davranış biçimi olarak
değerlendirilmiştir. 2000 yılında Morisson ve Milliken tarafından gerçekleştirilen çalışmayla
kavram, Örgütsel Sessizlik başlığı altında ele alınırken, Pinder ve Harlos’un 2001 yılında yapmış
olduğu çalışmayla birlikte kavram işgören sessizliği olarak kavramsallaşmıştır.
İşgören Sessizlik olgusunu konu edinen ilk araştırmaların sosyoloji ve sosyal psikoloji
alanında yapılan araştırmaları eksenine almış olduğu görülmektedir. Özellikle de bu alanlara
ilişkin teorilerin işgören sessizlik olgusunu açıklayacak yapıda olması araştırmacıları bu alanlara
yöneltmiştir. Literatür incelemesi sonucunda işgören sessizlik olgusunun belirli teoriler özelinde
açıklandığı görülmüştür. Bunlar: X Teorisi, Bekleyiş Teorisi, Mum Etkisi (Mum Effect),
Sessizlik Sarmalı (Spirals Of Silence) ve Planlı Davranış Teorisidir. Bu çalışmada yazından farklı
olarak işgören sessizlik olgusu ilk kez Eşitlik Teorisi ve Edimsel Koşullanma Teorileri
bağlamında betimsel bir analizle açıklanmıştır.
Sonraki araştırmalar için eşitlik teorisi ve Edimsel Koşullanma Teorileri bağlamında
işgören sessizlik olgusunun çok daha yönlü olarak araştırılması bir yandan alan yazını
zenginleştirirken diğer taraftan teorik bağlamların daha da güçlenmesine katkı sağlayacağı
düşünülmektedir.
KAYNAKÇA
Adams, J. Stacy. Inequity in social exchange. Advances in experimental social
psychology,Sayı: 2, 1965, ss. 267-299.
Ajzen, Icek. The theory of planned behavior. Organizational behavior and human
decision processes, Cilt: 50, Sayı: 2, 1991, ss. 179-211.
Ajzen, Icek, and Martin Fishbein. Understanding attitudes and predicting social
behaviour.Englewood Cliffs, NJ: Prentice-Hall. 1980.
Aldemir, M. Ceyhan. Örgütler ve yönetimi: makro bir yaklaşım. Bilgehan Basımevi,
1985.
99
Ajzen, s.181).
82
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 67-86.
Athanassiades, John C. "The distortion of upward communication in hierarchical
organizations." Academy of Management Journal, (1973), Clit:16, Sayı: 2, ss. 207-226.
Baransel, Atilla. "Çağdaş Yönetim Düşüncesinin Evrimi (Klasik ve Neo-klasik
Yönetim ve Örgüt Teorileri). İstanbul, İstanbul Ünv." İşletme Fakültesi Yayınları,101 (1979).
Bell, M. P., Özbilgin, M. F., Beauregard, T. A., & Sürgevil, O. (2011). “Voice, silence, and
diversity in 21st century organizations: Strategies for inclusion of gay, lesbian, bisexual, and
transgender employees.” Human Resource Management,Cilt:50, Sayı:1, 2011, ss. 131-146.
Boone, Louis E., and David L. Kurtz.İnsaların Motivasyonu ve Çalışma İlişkileri,
Çağdaş İşletme/Contenporary Business. Çev. Belkıs Özkara.(ss.268-273). Ankara: Nobel
Yayıncılık.2013.
Brinsfield, Chad T., Marissa S. Edwards, and Jerald Greenberg. "Voice and silence in
organizations: Historical review and current conceptualizations."Voice and silence in
organizations. (ss. 1-33). Bingley, UK: Emerald Group. 2009.
Brinsfield, Chad T. “Employee Silence: Investigation of Dimensionality, Development
of Measures, and Examination of Related Factors (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ohio State:
Ohio State University, USA. (2009).
Bowen, Frances, and Kate Blackmon. "Spirals of silence: The dynamic effects of diversity
on organizational voice." Journal of management Studies, Cilt:40, Sayı: 6, 2003, ss. 1393-1417.
Casper, Edward S. "The theory of planned behavior applied to continuing education for
mental health professionals." Psychiatric Services, Cilt:58, Sayı:10,2007, ss. 1324-1329.
Coleman, James S. Equality and Achievement in Education. Westview pres, (1990).
Conlee, Mary Charles, and Abraham Tesser. "The effects of recipient desire to hear on
news transmission." Sociometry, Cilt:36, Sayı:4,1973, ss. 588-599.
Çakıcı, Ayşehan. "Örgütlerde sessizlik: sessizliğin teorik temelleri ve
dinamikleri." Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi.Cilt:16, Sayı:1,2007,
ss.145-162.
Çakıcı, Ayşehan. "Örgütlerde Sessiz Kalınan Konular Sessizliğin Nedenleri Ve Algılanan
Sonuçları Üzerine Bir Araştırma." Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,
Cilt:17, Sayı:1, 2008,ss. 117- 134.
Çakıcı, Ayşehan.Örgülerde İşgören Sessizliği. Neden Sessiz Kalmayı Tercih
Ediyoruz?Ankara: Detay Yayıncılık, 2010.
Durak, İbrahim. Korku kültürü ve örgütsel sessizlik. Bursa: Ekin Basım Yayın
Dağıtım, 2012.
Dutton, Jane E., et al. "Reading the wind: How middle managers assess the context for
selling issues to top managers." Strategic management journal, Cilt:18, Sayı: 5,1997, ss. 407423.
83
Z. Uçar/ İşgören Sessizliği: Teorik Yaklaşımlar Temelinde Betimsel Bir Analiz
Dyne, Linn Van, Soon Ang, and Isabel C. Botero. "Conceptualizing employee silence and
employee voice as multidimensional constructs." Journal of Management Studies, Clt: 40,
Sayı:6, 2003, ss. 1359-1392.
Erten, Sinan. "Çevre eğitiminde planlanmış davranış teorisinin kullanılması." Hacettepe
Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt:20, Sayı: 20, 2001, ss.73-79.
Erten, Sinan. "Planlanmış davranış teorisi ile uygulamalı öğretim metodu."Edebiyat
Fakültesi Dergisi, Cilt:19, Sayı: 2, 2002, ss. 217-233.
Fishbein, Martin, and Icek Ajzen. Belief, attitude, intention, and behavior: An
introduction to theory and research. 1977.
Farrell, Dan. "Exit, voice, loyalty, and neglect as responses to job dissatisfaction: A
multidimensional scaling study." Academy of management journal, Cilt:26, Sayı:4 1983,ss.
596-607.
Gün, Gül. "Bitlis İli Otel İşletmelerindeki Personelin Motivasyon Düzeylerini Belirlemeye
Yönelik Bir Alan Araşatırması." Bitlis Eren Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi ,
Cilt: 5. Sayı:1. 2016. ss. 189-206.
Albert, Hirschman. Exit, voice, and loyalty: Responses to decline in firms,
organizations, and states. (1970).
Knoll, Michael, and Rolf van Dick. "Do I hear the whistle…? A first attempt to measure
four forms of employee silence and their correlates." Journal of Business Ethics, Cilt:113 Sayı:
2, 2013,ss. 349-362.
Koçel, Tamer. Davranışsal (Neo-Klasik) Yönetim ve Organizasyon Teorisi, İşletme
Yöneticiliği. (ss: 231-244). 12.Baskı.Beta Yayıncılık,İstanbul, 2010.
Kostiuk, Damian D. Silence: The reasons why people may not communicate. Diss.
University of Missouri--Columbia, 2012.
Liu, Dan, Jun Wu, and Jiu-cheng Ma. "Organizational silence: A survey on employees
working in a telecommunication company." Computers & Industrial Engineering, 2009. CIE
2009. International Conference on. IEEE, 2009.
McGregor, Douglas. Theory X and Theory Y. Organization Theory (ss, 305-323). Ed.
D.S. London Pugh Penguin Books.1971.
Milliken, Frances J., and Elizabeth Wolfe Morrison. "Shades of silence: Emerging themes
and future directions for research on silence in organizations." Journal of Management Studies,
Cilt: 40, Sayı.6,2003, ss.1563-1568.
Morrison, Elizabeth Wolef, and Frances J. Milliken. "Organizational silence: A barrier to
change and development in a pluralistic world." Academy of Management review, Cilt:25,
Sayı:4, 2000, ss. 706-725.
Milliken, Frances J., Elizabeth W. Morrison, and Patricia F. Hewlin. "An exploratory study
of employee silence: Issues that employees don’t communicate upward and why." Journal of
management studies, Cilt: 40, Sayı: 6 2003, 1453-1476.
84
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 67-86.
Milliken, Frances J., and Elizabeth Wolfe Morrison. "Shades of silence: Emerging themes
and future directions for research on silence in organizations." Journal of Management Studies,
Cilt:40, Sayı: 6.2003, ss. 1563-1568.
Nader, Laura. "Breaking the silence-politics and professional autonomy."Anthropological
quarterly, Cilt: 75, Sayı:1,2002, ss 160-169.
Noelle‐Neumann, Elisabeth. "The spiral of silence a theory of public opinion."Journal of
communication, Cilt:24, Sayı.2,1974, ss. 43-51.
Odabaşı, Yavuz, and Gülfidan Barış.G. Tüketici Davranışı (12. Baskı). Kapital Medya,
İstanbul,(2002).
Pinder, Craig C., and Karen P. Harlos. "Employee silence: quiescence and acquiescence as
responses to perceived injustice." Research in personnel and human resources management,
Cilt: 20, 2001, ss. 331-370.
Premeaux, Sonya Fontenot. Breaking the silence: Toward an understanding of speaking
up in the workplace. Diss. McNeese State University, 2001.
Premeaux, Sonya Fontenot, and Arthur G. Bedeian. "Breaking the silence: The moderating
effects of self‐monitoring in predicting speaking up in the workplace." Journal of Management
Studies, Cilt:40, Sayı: 6, 2003, ss. 1537-1562.
Robbins, S. P. ve Judge, T. A.Organizational Behavior, (15. Baskı) Pirentice Hall. (2013).
Roberts, Karlene H., and Charles A. O'reilly. "Failures in upward communication in
organizations: Three possible culprits." Academy of Management Journal, Cilt:17, Sayı.
2,1974, ss. 205-215.
Rosen, Sidney, and Abraham Tesser. "On reluctance to communicate undesirable
information: The MUM effect." Sociometry, 1970, ss. 253-263.
Rusbult, Caryl E., Isabella M. Zembrodt, and Lawanna K. Gunn. "Exit, voice, loyalty, and
neglect: Responses to dissatisfaction in romantic involvements."Journal of Personality and
Social PsychologyCilt: 43, Sayı: 6,1982, ss. 1230-1242.
Sargut, A. Selami. "Yapısal Koşul Bağımlılık Kuramının Örgütsel Çevre Kuramları
Bağlamındaki Yeri." (ed. ss. 35-37), 2007.
Scheufle, Dietram A., and Patricia Moy. "Twenty-five years of the spiral of silence: A
conceptual review and empirical outlook." International journal of public opinion research,
Cilt:12. Sayı:1, 2000, ss. 3-28.
Scott, Robert L. "Dialectical tensions of speaking and silence." . The Quarterly Journal
of Speech,Cilt: 79, Sayı:1, 1993,ss. 1-18.
Snyder, Mark. "Self-monitoring of expressive behavior." Journal of personality and
social psychology,Cilt:30, Sayı: 4,1974, ss. 526-564.
Tangirala, Subrahmaniam, and Rangaraj Ramanujam. "Exploring nonlinearity in employee
voice: The effects of personal control and organizational identification." Academy of
Management Journal, Cilt: 51, Sayı:6, 2008, ss. 1189-1203.
85
Z. Uçar/ İşgören Sessizliği: Teorik Yaklaşımlar Temelinde Betimsel Bir Analiz
Taşçı, D. Örgüt Kuramlarına Giriş Taşçı, et al. (eds.) Örgüt Kuramı, Ankara,
Açıköğretim Fakültesi Yayını, 2013.
Tesser, Abraham, Sidney Rosen, and Mary Charles Conlee. "News valence and available
recipient as determinants of news transmission." Sociometry, 1972, ss. 619-628.
Üçok, Dilek Işılay, and Ayşe Alev Torun. "Örgütsel Sessizliğin Nedenleri Üzerine Nitel
Bir Araştırma." İş ve İnsan Dergisi, Cilt: 2. Sayı: 1,2015, ss. 27-37.
Vroom, V. H. Work and motivation. New York: John Willey & Sons." 1964.
Vakola, Maria, and Dimitris Bouradas. "Antecedents and consequences of organisational
silence: an empirical investigation." Employee Relations, Clit:27, Sayı:5. 2005,Ss.441-458.
86
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 87-98.
MAHALLİ İDARE BİRİMİ OLARAK KÖYLER VE 6360 SAYILI YASANIN
ETKİLERİ
Veysel ERAT *
ÖZET
Anayasal bir yerel yönetim birimi olarak köyler tüzel kişiliği elde ettikleri 1924 yılından bu yana bunu
korumuşlardır. Günün koşullarına ayak uyduramayan Köy Kanunu’nun değiştirilmesi sıklıkla gündeme
getirilmiştir. Bazı değişiklikler yapılsa da köklü bir reform düşüncesi sürekli var olmuştur. Ancak yasal
değişiklik olmadan önce 6360 sayılı kanun büyükşehir belediyeleri sınırı içinde kalan tüm köylerin tüzel
kişiliğini kaldırmıştır. Yasanın yeni mahallelere dönüşen köylere hizmetlerin götürülmesi, ekonomik ve
demokratik açılarından etkileri olmuştur. Bu çalışma yasanın etkilerini köyler özelinde sayılan açılardan
değerlendirmeyi amaçlamıştır. Bunun için yerel yönetim birimi olarak köylerin tarihsel gelişimi, Köy
Kanunu’nda yapılan değişiklikler ve 6360 sayılı yasanın etkileri incelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Köy, Köy Kanunu, 6360 Sayılı Yasa, Yerel Yönetim.
VİLLAGES AS LOCAL ADMİNİSTRATİVE UNİT AND THE EFFECT OF 6360
NUMBERED LAW
ABSTRACT
Villages as a constitutional local government unit have protected its legal entity from 1924 when villages
obtained it. The change of village law which are not up to date frequently become a current issue. There has
been continuously the idea of radical reform even though some changes made. However, before the legal
change, 6360 numbered law removed legal entity of all villages which are inside the border of metropolis.
Conveying services to new districts which were villages have effects in terms of economic and democratic.
The law has an effect on conveying services, from the perspective of economic and democratic to new
districts turned from villages. This study aimed to assess the effect of law in the context of special to villages
with regard to the list counted. Therefore, the effect of the historical development of villages as a
constitutional local government unit, the changes made in the villages law and 6360 numbered law were
examined.
Keywords: Village, Village Law, 6360 Numbered Law, Local Government
*
Araştırma Görevlisi, Bitlis Eren Üniversitesi, İİBF, Kamu Yönetimi, [email protected].
87
V. Erat/ Mahalli İdare Birimi Olarak Köyler ve 6360 Sayılı Yasanın Etkileri
GİRİŞ
Köyler yerel yönetimlerden biri olmasına rağmen yerel yönetim çalışmalarının konusu
olma noktasında belediyeler ve il özel idarelerine nazaran ihmal edilmiştir. Cumhuriyetin
kurulması ile birlikte Osmanlı Devleti’nden alınan aşkın devlet anlayışının merkeziyetçi yapısının
korunma ve yerele nüfuz etme çabası neticesinde, köylerin tüzel kişilik kazanması nüfusunun
%75’inin köylerde yaşadığı bir ülke için anlamlıdır. Ancak o günün şartlarına uygun olan Köy
Kanunu zaman içinde değişen koşullara ayak uydurma noktasında yetersiz kalmıştır. Günümüzde
geçerliliğini koruyan Kanun birçok kez değişikliğe uğramıştır. Ancak yapılan değişiklikler yerel
yönetim birimi anlamında değişiklikler değil, ülkenin geneli ile alakalı seçim konusunda ve ülke
bütünlüğüne dair köy koruculuğu müessesesi üzerine yoğunlaşmıştır. Köyün iç meselelerine dair
güncelleme veya değişiklik azdır. Köylerin ihmal edildiğinin bir diğer göstergesi de bir yerel
yönetim birimi olmalarına rağmen mali açıdan oldukça zayıf olmalarıdır. Sayılan nedenler
köylerin gelişememesinin önemli nedenlerindendir.
Bu durum İçişleri Bakanlığına bağlı Mahalli İdareler Genel Müdürlüğünce yapılan
çalıştayda da gündeme getirilmiştir. Çalıştay kanunda köyün görevleri arasında sayılan ‘devlet
parasını kıymetinden aşağı aldırtmak, köy namına nalbant, bakkal, arabacı dükkânları
yaptırmak…’ gibi maddelerin günümüz idari yapısı ile uyumlu olmadığını, mali açıdan da köy
yönetimlerinin görevlerini mali yetersizlik nedeni ile etkin bir şekilde yerine getirmediğini
vurgulamıştır.1 Köylerle ilgili bir reform yapılması düşüncesi olgunlaşmış ve ilgili makamlar bu
konuda adım atmışlardır. Bunun için Kasım 2009’da Köy Kanunu Tasarı Taslağı hazırlanmıştır.
Ancak taslak yasalaşmadan 2012 yılında on dört ilde büyükşehir belediyesi kurulmasına ilişkin
kanun ile mevcut köylerin yaklaşık olarak %50’si kaldırılmıştır. Beklenmedik bir düzenleme olsa
da daha önceden Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısında bu durumun sinyallerini verir tarzda
mahalli idarelerin orantısız bir şekilde niceliksel olarak arttığı vurgulanmıştır. Diğer yerel
yönetim birimleri yanında köylerde 6360 sayılı yasa ile nicelik olarak azaltılmıştır.
Kanun büyükşehir belediyelerinin mülki sınırlarını il sınırı olarak belirlemiş ve bu
mahalleler içinde kalan köylerin mahallelere dönüşeceğini düzenlemiştir. Bu durumun köy
yönetimleri açısından olduğu kadar köylüler açısından da bir takım sonuçları vardır. Yasanın
hukuki ve yerel yönetimler açısından etkilerini inceleyen çalışmalar yapılmıştır.2 Bu çalışma ile
amaçlanan büyükşehir belediyeleri ile ilgili yasanın köyler üzerindeki etkilerinin neler
olduğunu/olacağını saptamaktır. Bunun için öncelikle yerel yönetim yapısı olarak köylerin
tarihsel gelişimi ve idari nitelikleri açısından görevleri, mali yapıları ve personel konuları
incelenmiştir. Daha sonra Köy Kanunu’nda yapılan değişikliler irdelenerek köklü bir reform
Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü, Köy Kanunu Çalıştayı, Hasan H. Can, İlker Gündüzöz, Kasım
Turgut (Ed.) İçişleri Bakanlığı, 2010, s. 22.
2
Kemal Gözler, “6360 Sayılı Kanun Hakkında Eleştiriler -Yirmi Dokuz ilde il Özel İdareleri ve Köylerin
Kaldırılması ve İlçe Belediyelerinin Büyükşehir İlçe Belediyesi Hâline Dönüştürülmesi Anayasamıza
Uygun mudur?” Legal Hukuk Dergisi, Cilt 11, Sayı 122, Şubat 2013, s.37-82; Ferit İzci ve Menaf Turan,
“Türkiye’de Büyükşehir Belediyesi Sistemi ve 6360 Sayılı Yasa ile Büyükşehir Belediyesi Sisteminde
Meydana Gelen Değişimler: Van Örneği”, SÜ, İİBF Dergisi, Cilt: 18, Sayı:1, 2013, s. 118. ss. 117-152;
Mithat Arman Karasu, “6360 Sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu Ve Olası Etkileri- Şanlıurfa Örneği”, GÜ
İİBF Dergisi, Cilt: 15, Sayı:1, 2013, s. 3. ss.1-17; Vehbi Alpay Günal, “Merkezi Yönetim-Belediye
İlişkileri’nde Antalya Büyükşehir Belediyesi Örneği”, Uluslararası Alanya İşletme Fakültesi Dergisi,
Yıl:2013, C:5, S:1, s. 129.
1
88
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 87-98.
yapılmasının nedenleri belirlenmeye çalışılmıştır. Son olarak 6360 sayılı yasanın köylere nasıl
etki ettiği/edeceği incelenmiştir.
CUMHURİYET ÖNCESİ DÖNEMDE KÖYLER
İnsanların bir arada yaşama ihtiyacı ve istekliliğinin bir sonucu olarak ortaya çıkmış olan
köylerin tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. Bu anlamda köy, Osmanlı Devleti’nin ilk
dönemlerinde vardır ancak idari bir yerel yönetim birimi şeklinde görülmeleri 19. yüzyılın ikinci
yarısına denk gelmektedir.3 İlk olarak Tuna Vilayeti’nde 1864 Vilayet Nizamnamesi ile kurulan
ihtiyar meclisleri köylerin yerel yönetim statüsü kazanmasında en önemli adımdır.4 Günümüz köy
idari yapısında kullanılan muhtar ve ihtiyar heyeti bu dönemden kalan deyimlerdir.5
Klasik dönemde taşra hiyerarşisinin en altında yer alan ve sipahi, voyvoda ve kethüda
gibi memurların yönetiminde olan köylerde, II. Mahmud döneminde muhtarlıklar kurulmuştur.6
Köy ve mahallelerde muhtarlıkların kurulması dönemin benimsenen merkezileşme politikasın bir
sonucudur.7 Yapılan reformlar ile köy ve mahallelerde imamlar muhtar karşısında yetkisel olarak
zayıflamışlardır.8
Fransız idari örgütlenmesi esas alınarak oluşturulan 1864 Vilayet Nizamnamesi, vilayet,
sancak, kaza ve köy yönetimini ayrıntıları ile düzenlemiştir.9 Nizamnameye10 göre her köyde her
sınıf ahali için, iki muhtar seçilecektir (md. 58). Seçilen muhtarlar kazaya bildirilerek kaza
müdürünün emri ile tayin olunacaktır (md.59). Muhtarlar köyün bekçi, korucu gibi zabıta görevi
yapanların idaresinden (md.61) ve hükümetin icra vasıtası olarak beledi işlerden sorumlu
tutulmuştur (md.60). Köyün bir diğer organı ve sayıları 3-12 arasında olan ihtiyar heyetleri (md.
62), ait oldukları sınıfın payına düşen vergiyi tevzi etme ve toplanmasına nezaret etmekle
yükümlü kılınmıştır (md.63). 1871 Vilayet Nizamnamesinde köy idaresi ile ilgili hükümler 1864
Nizamnamesi ile paralellik göstermektedir. 1871 Nizamnamesinde11 her köyde gerektiği kadar
muhtar ve ihtiyar heyetinin seçileceğini belirtmiştir (md.59). Muhtarın vazifesi başlığını
düzenleyen 60. madde ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir.
1864 Nizamnamesi merkezin çevre üzerindeki gücünü arttırmaya yöneliktir. Bu
nizamname ile amaçlanan düzenli ve etkin yönetimi gerçekleştirmektir. 1871 Nizamnamesi de bu
amaca paralel olarak taşrada merkezi idarenin temsilcilerinin yetkilerini arttırmaya yönelmiştir.
Muhtara ve ihtiyar heyetine vergi ile ilgili verilen yetkilerin nizamnamedeki diğer maddeler ve
1858 Arazi Kanunu ile düşündüğümüzde; merkezin tarımda verimliliği geliştirmek ve bunun
gerçekleşmesi halinde devletin gelirlerinin artacağı12 düşüncesinden kaynaklandığını
Bekir Parlak- Zahid Sobacı, Kuram ve Uygulamalarda Kamu Yönetimi, Alfa Akademi, İstanbul, 2005,
159.
4
İlber Ortaylı, Tanzimat’tan Sonra Mahalli İdareler (1840-1878), TODAİE, Ankara, 1974, s. 97.
5
Köy İşleri Bakanlığı, Cumhuriyetin 50. Yılında Köyler, Ankara, 1973, s. 1.
6
Mustafa Gençoğlu, “1864 ve 1871 Vilâyet Nizamnamelerine Göre Osmanlı Taşra İdaresinde Yeniden
Yapılanma”, Çankırı Karatekin Üniversitesi SBE Dergisi, Cilt: 2, s. 1, s. 30.
7
Cabir Doğan, “II. Mahmut Dönemi Osmanlı Merkezileşme Politikasının Doğu Vilayetlerinde
Uygulanması”, Turkish Studies, Cilt: 6, Sayı:4, 2011, s. 509.
8
Muharrem ES, “Osmanlı Devleti’nde Mahalli İdareler”, Yerel Siyaset, 27, 2008, s. 32.
9
Seda Kılıç, “1864 Vilayet Nizamnamesinin Tuna Vilayetinde Uygulanması ve Mithat Paşa”, Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi,
Cilt: 24, Sayı: 37, 2005, s. 104.
10
1864 Nizamnamesi,http://yunus.hacettepe.edu.tr/~mehmets/tunavilayetinizamnamesi.pdf (27.01.2014).
11
1871 Nizamnamesi,http://yunus.hacettepe.edu.tr/~mehmets/yerelyonetimmetinleri6.pdf (27.01.2014).
12
Metin Heper, Türkiye’de Devlet Geleneği, Doğubatı, 2. Baskı, 2012, ss. 81-82.
3
89
V. Erat/ Mahalli İdare Birimi Olarak Köyler ve 6360 Sayılı Yasanın Etkileri
söyleyebiliriz. Ancak muhtarlara tanınan yetkiler suiistimal edilerek yolsuzluklara sebebiyet
vermiştir. Bir kısım muhtarlar belirlenenden fazla vergi almış ve bu durum Meclis-i Mebusan’da
tartışılmıştır. Netice itibariyle köylerin statüsel değişimi ile beklenen amaç gerçekleşmemiştir.13
Daha sonraki dönemde köy ile ilgili bir değişiklik olmamıştır. 1876 Anayasası Vilayet başlığı
atında yerel yönetimlerle ilgili düzenlemeye gitmiş ancak köylerden bahsetmemiştir. 1913 yılında
İdare-i Umumiye-i Vilayet Kanunu mahallelerden söz etmezken köy muhtarının statüsünü aynen
korumuştur.14
CUMHURİYET SONRASI KÖYLER
Köyler Cumhuriyetle birlikte tüzel kişilik kazanmıştır. Tarihsel olarak Anayasaları
incelediğimizde, olağanüstü koşulların bir ürünü olan 23 maddelik 1921 Anayasası yerel
yönetimlerle ilgili olarak Vilayet, Kaza ve Nahiye başlıkları şeklinde düzenlemeye gitmiştir.
Anayasa bir veya birkaç köyden mürekkep yerleri Nahiye olarak tanımlamıştır (md. 21). 20 Nisan
1924 tarihinde kabul edilen 1924 Anayasası’ndan önce Köy Kanunu 18 Mart 1924’te kabul
edilmiş ve 7 Nisan 1924’te yayımlanmıştır. Köyler 442 sayılı Köy Kanunu ile tüzel kişilik
kazanmışlardır. 1924 Anayasası’nda köylerle ilgili olarak Türkiye’nin coğrafik durumu ve
ekonomik ilişkileri bakımından illere, illerin ilçelere, ilçelerin bucaklara bölündüğünü ve
bucakların da kasaba ve köylerden meydana geldiği ifade edilmiştir (md. 89). Ayrıca köylerin
tüzel kişiliğe sahip oldukları belirtilmiştir (md. 90). 1961 Anayasası köylerle ilgili olarak, mahalli
idareleri il, belediye ve köy halkının yerel ve ortak ihtiyaçlarını karşılayan ve genel karar
organlarının halk tarafından seçildiği kamu tüzel kişileri olarak tanımlamıştır (md. 116). Son
olarak 1982 Anayasası mahalli idareler ile ilgili 1961 Anayasası’na paralel bir düzenleme
yapmıştır (md. 127).
Günümüzde geçerliliğini koruyan Köy Kanunu köyün tanımı için; nüfusu 2000’den az
olan (md.1) ve cami, mektep, otlak, yaylak, baltalık gibi orta malları bulunan ve toplu veya
dağınık evlerde oturan insanlar bağ, bahçe ve tarlalarıyla birlikte bir köy teşkil ederler demektedir
(md.2). Son içeriğiyle 91 madde, 18 ek madde ve 3 geçici maddeden oluşan kanun hazırlandığı
yıllarda ileri bir adım olsa da zaman içinde yaşanan gelişmelere paralel değişiklikler
yapılmadığından ihtiyaçlara cevap veremez hale gelmiştir. Çeşitli dönemlerde yapılan
değişiklikler de köyleri, kendilerine verilen hizmetleri yapamaz duruma getirme ve
merkezileştirmeye neden olmuştur.15
KÖY YÖNETİMİ ÜZERİNE GENEL BİR DEĞERLENDİRME
Genel olarak köylerin görev yetkileri, maliyesi ve personeli olmak üzere üç temel
yönetsel boyutu bulunmaktadır. Köy Kanunu’nda verilen yetkiler, emir vermeye ve bu emri
yerine getirmeye yetkili köy muhtarı (md. 8) ile ihtiyar heyetince yerine getirilir (md.7). Kanun
köye ait işleri zorunlu ve isteğe bağlı olarak ikiye ayırmıştır (md.12). Köy yönetimi bu görevleri
ya bir yerel yönetim birimi ya da genel yönetimin bir organı olarak yerine getirmektedir. Genel
başlıkları ile ilgili köy yönetiminin görevleri şu şekildedir:16 sağlı ve sosyal yardım, bayındırlık
ve imar, kolluk, kültür ve eğitim, tarımsal görevler ve ekonomik görevler.
Köy yönetiminin maliyesi, köyün gelirleri ve giderleri konularından oluşmaktadır.
Ülkemizde diğer yerel yönetim birimleri olan belediyelerin ve il özel idareleri, genel bütçe vergi
gelirlerinden belirli bir pay ve yerel bazı vergileri elde etmelerine rağmen yeterli gelir kaynağına
Ortaylı, ss. 103-104.
Erbay Arıkboğa, “Yerel Yönetim Açısından Mahalle Muhtarlığına Bir Bakış”, Çağdaş Yerel
Yönetimler, Cilt: 8, Sayı: 3, 1999, s.109.
15
Ulusoy ve Tekin, s. 332.
16
Ruşen Keleş, Yerinden Yönetim ve Siyaset, Cem Yayınevi, 5. Bası, İstanbul, 2006, ss. 193-194.
13
14
90
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 87-98.
sahip değillerdir.17 Köyler de gelirlerin yetersiz olması konusunda diğer yerel yönetim birimlerine
paralellik göstermektedir. Köy Kanunu’nda köyün başlıca gelirleri imece ve salmadır. İmece köy
işlerinin birçoğunu bütün köylünün birleşerek yapılmasına denir. Hangi işlerin imece ile
yapılacağına köy ihtiyar heyeti karar veri (md.44). Köy halkından işlerini göremeyeceklerin işleri,
köy namına ekilen tarlanın mahsulünün toplanması imece ile yapılan işlerdir (md.13). Köyün
diğer bir önemli gelir kaynağı salmadır. Salma, köy gelirlerinin giderlerine yetmemesi durumunda
köy ihtiyar heyeti kararı ile herkesin durumuna göre köyde oturanlar ve köyle maddi olarak
alakası bulunanlardan talep edilen gelirdir (md.16). Bunun dışında köylerin, kendi mal ve
işletmelerinin gelirinden oluşan hasılat, resim ve harçlar, para cezaları, yardım ve bağışlar, vakıf
ve avarız gelirleri gibi başkaca gelir kaynakları vardır.18
Köyün giderleri, köylünün isteğine bağlı olan ve olmayan şeklinde ikiye ayrılmıştır
(md.18). Kanun köylünün isteğine bağlı olan harcamaları saymazken, isteğe bağlı olmayan
giderleri; köy muhtarının köy derneğince kesilen aylık veya seneliği, varsa katip aylığı, köy
namına yazılı veya vakıf emlak ve arazinin vergi ve başka masrafı, köyün mecburi işlerine lazım
olacak paralar, kanunda isteğe bağlı iken mecburi yapılan işlere lazım olacak paralar, köy işine
bakacak adamların aylığı şeklinde sayılmıştır (md.19).
Köy yönetiminin personeli konusu Köy Kanunu’nda ayrı bir bölüm olarak
bulunmaktadır. Muhtelif maddelerde sayılan köyün personeli korucular, imamlar, katip (md.17),
sığırtmaç (md.13,17), danacı (md.13,17) ve sağlık korucusundan (md.14) oluşmaktadır. Bunun
dışında öğretmenler de köyün idaresi ile ilgili işlerde görev almaktadır. Köy Kanunu’nda sayılan
personellerden köy imamları ve korucular ayrıntılı şekillerde düzenlenmiştir. Köy derneğinin
seçtiği ve müftünün atadığı köy imamlarının aylığının köylüler tarafından verileceği
düzenlenmiştir (md. 83-86).
Köy Kanunu’nun yapıldığı 1924 yılında Cumhuriyet’in güvenlik teşkilatının taşrada
yeterince örgütlenememesi nedeniyle köy koruculuğu sistemini oluşturulmuştur.19 Zamanla
uygulamada azalma gözükse de köy korucuları ile ilgili çeşitli kanunlarda düzenlemeler
yapılmıştır. 1985 yılında köy koruculuğu geçici köy koruculuğu ile yeniden örgütlendirilmiştir ve
bu durum Köy Kanunu’na yansımıştır. Her iki koruculuk sisteminin farklı yönetmelikler ve bu
yönetmeliklere dayalı farklı görev koşulları bulunmaktadır. Ancak geçici köy koruculuğu ile ilgili
yönetmelik 3011 sayılı Resmi Gazete’de Yayımlanacak Olan Yönetmelikler Hakkında Kanun’un
1. maddesinde geçen “milli emniyet ve milli güvenlikle ilgili olan ve gizlik derecesi taşıyan
yönetmelikler yayımlanamaz” ifadesine dayanılarak yayımlanmamıştır.20 Köy Kanunu’nda köy
korucularının aylıklarının köy parasından ödeneceği düzenlenmişken geçici köy korucularının
aylıkları devletçe ödenir.
Köy Kanunu’nda geçen personellerden köy sağlık korucusu uygulamada rastlanmayan
bir personel türüdür21 ve köy kâtibi de her köyde bulunmamaktadır.22 Her ne kadar hazırlandığı
yıl Türkiye idari yapısı açısından önemli bir adım olsa da fiili olarak köylerde bulunmayan
personele dair hükümler içermesi ve bunun gibi içerik olarak günümüz koşullarına cevap
verememesi nedenleri mevzuatın durağanlığına işarettir. 23
17
Ulusoy ve Tekin, s. 345.
Keleş, s. 196.
19
Evren Balta Peker, İsmet Akça, Askerler, “Köylüler ve Paramiliter Güçler”, Toplum ve Bilim, Sayı:
126, 2013, s. 8.
20
Bknz. Veysel Erat, “Kamu Görevlisi Kavramı Açısından Geçici Köy Korucuları”, Dokuz Eylül
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt: 28. Sayı: 1, 2013.
21
Zerrin Toprak, Yerel Yönetimler, Birleşik Matbaacılık, 8. Bası, 2010, s. 140.
22
Ulusoy ve Tekin, s. 343.
23
M. Turan Çuhadar, “Türk Kamu Yönetiminde Personel Güçlendirme: Sorunlar Ve Çözüm Öneriler”,
Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Sayı 25, Temmuz – Aralık 2005, s. 6.
18
91
V. Erat/ Mahalli İdare Birimi Olarak Köyler ve 6360 Sayılı Yasanın Etkileri
TARİHSEL OLARAK KÖY KANUNUNDA YAPILAN DEĞİŞİKLİKLER
Köy Kanunu yapıldığı günden güzümüze kadar birçok değişikliğe uğrasa da bu
değişiklikle köyün yönetsel yapısından ziyade çeşitli maddelerin günün koşullarına uyarlanma
girişimidir. Bu bazı maddelerin kaldırılması, yeniden düzenlenmesi ya da yeni bir madde
eklenmesi şeklinde gerçekleştirilen değişiklikler konuları itibariyle şu şekildedir:
-
-
1928 tarih ve 1256 sayılı kanun; 1941 tarih ve 4114 sayılı kanun; 1985 tarih 3175 sayılı
kanun; 2005 tarih ve 5443 sayılı kanun; 2007 tarih 5673 sayılı kanun ve 2012 tarih ve
6353 sayılı kanun köy korucularının kamu görevliliğine ait özellikleri,
1934 tarih ve 2491 sayılı kanun; 1954 tarih ve 6250 sayılı kanun; 1939 tarih 3664 kanun
ve 2008/112 esas sayılı Anayasa Mahkemesi kararı ile köyde salınacak salmanın usulleri,
1933 tarih ve 2329 sayılı kanun; 1950 tarih ve 5672 sayılı kanun; 1963 tarih ve 286 sayılı
kanun; 1984 tarih ve 2972 sayılı kanun köydeki seçimlerin niteliği,
1987 tarih 3367 sayılı kanun ve 1998 tarih 4342 sayılı 1987 kanun ile köyün yerleşme
planı,
2003 tarih ve 4916 sayılı kanun ile yabancılara köylerden mülk satışı konusu
düzenlenmiştir.
Yapılan değişiklikler dikkatle incelendiğinde köy koruculuğu ve seçimleri konularının
diğerlerinden daha fazla güncellendiği anlaşılmaktadır. Bu da ülkenin geneline daha somut
etkileri bulunan konuların günün koşullarına uyarlanırken, neredeyse yalnızca köye ilişkin
konuların göz ardı edildiğini göstermektedir.
6360 SAYILI YASANIN KÖYLERE ETKİLERİ
2012 yılında 6360 sayılı On Dört İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Yedi İlçe
Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Köy Kanunu ile ilgili herhangi bir değişiklik yapmazken köylerin yerel yönetim
anlayışında köklü bir değişime neden olmuştur.
6360 sayılı Kanun’un köyleri ilgilendiren en büyük değişikliği yeni kurulan on dört
büyükşehir belediyesi24 ile birlikte önceden büyükşehir statüsü elde eden on dört büyükşehir
belediyesinin25 sınırlarını il mülki sınırları olarak belirlemesidir (md.1). Geri kalan diğer iki
büyükşehir belediyesi olan İstanbul ve Kocaeli belediyeleri için büyükşehir belediye sınırının il
sınırına dayanması daha önceden 2004 tarih ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu’nun
geçici birinci maddesinde yapılmıştır. 6360 sayılı Kanun ile büyükşehir belediye sınırının il mülki
sınırına dayanmasının bir sonucu olarak bu sınırlar içinde kalan belde ve köylerin tüzel kişiliği
kaldırılmış ve köyler mahallelere dönüştürülmüştür (md. 1).
6360 sayılı Kanun ile belediyelerin %30’u büyükşehir belediyelerine dönüştürülmüş, il
özel idarelerinin %37’si, belediyelerin % 55’i ve köylerin %49’u kaldırılmıştır. Bunun sonucunda
büyükşehirlerde yaşayan nüfusun toplam nüfusa oranı %77 olmuştur.26 Sayısal olarak 30 ilde il
özel idareleri, büyükşehirlerde 1032 belde belediyesi ve 16.082 köy kaldırılmıştır. 2000’de 3.228
Aydın, Balıkesir, Denizli, Hatay, Malatya, Manisa, Kahramanmaraş, Mardin, Muğla, Ordu, Tekirdağ,
Trabzon, Şanlıurfa ve Van.
25
Adana, Ankara, Antalya, Bursa, Diyarbakır, Eskişehir, Erzurum, Gaziantep, İzmir, Kayseri, Konya,
Mersin, Sakarya ve Samsun
26
Mithat Arman Karasu, “6360 Sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu Ve Olası Etkileri- Şanlıurfa Örneği”,
GÜ İİBF Dergisi, Cilt: 15, Sayı:1, 2013, s. 3. ss.1-17.
24
92
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 87-98.
olan belediye sayısı 2010’da yapılan değişiklikle 2.950’ye ve 6360 sayılı Kanun ile de 1.384’e
düşmüştür.27
Tablo: 1 Köye İlişkin Sayısal Veriler28
Yıllar
Köy
Nüfusu
10 342 391
12 355 376
Ülke Nüfusu
Toplam Nüfusa Oranı
1927
1935
Köy
Sayısı
39 901
34 067
13 648 270
16 158 018
75,8
76,5
1940
1945
33 134
33 153
13 474 701
14 103 072
17 820 950
18 790 174
75,6
75,1
1950
1955
33 305
33857
15 702 851
17 137 420
20 947 188
24 064 763
75,0
71,2
1960
1965
34 584
34 740
18 895 089
20 585 604
27 754 820
31 391 421
68,1
65,6
1970
1975
35 110
35 228
21 914 075
23 478 651
35 605 176
40 347 719
61,5
58,2
1980
1985
35 268
35 151
25 091 950
23 798 701
44 736 957
50 664 458
56,1
47,0
1990
2000
35 532
35 371
23 146 684
23 797 653
56 473 035
67 803 927
41,0
35,1
2007
2008
34 438
34 349
20 838 397
17 905 377
70 586 256
71 517 100
29,5
25,0
2009
2010
34 367
34 402
17 754 093
17 500 632
72 561 312
73 722 988
24,5
23,7
2011
2012
34 425
36 350
17 338 563
17 178 953
74 724 269
75 627 384
23,2
22,7
2013
2014
18 608
18 736
6 633 451
6 409 722
76 667 864
77 695 904
8,7
8,2
2015
18 759
6 217 919
78 741 053
7,9
Köylerin Kaldırılmasının Demokratik Açıdan Etkileri
Günümüz yönetim anlayışında baskın olan yönetim tarzı merkezileşme karşısında
yerelleşmedir. Kent ve mahalle düzeyinde katılımın etkin ve verimli olmadığı Türkiye’de, köy
tüzel kişiliğinin kaldırılmasının yerelde demokrasi ve katılım açısından değerlendirildiğinde
kırsal katılım araçları ve yerinden yönetim olanaklarından uzaklaşılarak bir kayba neden
olmaktadır. Ayrıca aşağıda görüleceği üzere hizmetlerin çeşitliliği açısından yoğun meclis
çalışmaları ve ağır işleyen katılım mekanizmaları ile sonuçlanacaktır.29
Kanun köylerin kaldırılmasıyla birlikte il özel idareleri ve belediyelerin de kaldırılması,
Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığın kurulması ve büyükşehir belediyesine tanınan
Yerel Yönetim Araştırma Yardım ve Eğitim Derneği(YAYED), http://www.yayed.org/id287incelemeler/buyuksehir-kanunu-ne-getirmektedir.php(18.1.2013)
28
Verilerin alındığı kaynaklar: TUİK, İstatistiklerle Türkiye 2012, Yayın No: 3942, TUİK, Ankara, 2013,
s. 9; TUİK, İstatistik Göstergeler 1923- 2011, Yayın No: 3890, Ankara, 2012, s. 5; Ulusoy ve
Tekin,s.333;http://www.tuik.gov.tr/(30.01.2014);https://www.eicisleri.gov.tr/Anasayfa/MulkiIdariBoluml
eri.aspx(30.01.2014); TUİK, İstatistiklerle Türkiye 2015, Türkiye İstatistik Kurumu, Ankara, 2016.
29
Emre Koyuncu ve Tunga Köroğlu, Büyükşehirler Tasarısı Üzerine Bir Değerlendirme, tepav.com.tr,
Kasım 2012, s. 8.(18.01.2014).
27
93
V. Erat/ Mahalli İdare Birimi Olarak Köyler ve 6360 Sayılı Yasanın Etkileri
yetkilerle bir bütün olarak düşünüldüğünde hem yerel içinde hem de yerel düzeyde bir
merkezileşmenin olduğu söylenebilir. Ayrıca Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ve Kamu Yönetimi
Temel Kanunu Tasarısı’na çelişik bir durum olduğu görülmektedir. Yerel düzeyde yerele yakın
birimlerin kaldırılması başlı başına yerelleşme anlayışına karşı olarak merkezileşmedir. Yerel
Yönetimler Özerklik Şartı’nda kamu sorumluluklarının yurttaşa en yakın makamlarca yerine
getirilmesini (md.4/3) ve Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı da genel gerekçe kısmında
paralel bir ifade ile özelleştirme, sivilleştirme ve yerelleşmeyi desteklediğini ifade etmektedir.30
Aslında çelişkili gibi duran bu durum her iki hukuki düzenlemeye uyumludur. Köylerin
kaldırılması ile büyükşehir belediyeleri ve büyükşehir ilçe belediyeleri yurttaşa en yakın hizmet
birimleri haline getirilmiştir. Böylece Yerel Yönetim Özerklik Şartı’nda belirildiği gibi kamu
sorumluluklarının yerele en yakın birimler tarafından yerine getirilebilirliği merkezi devlet
anlayışından kopmaksızın sağlanmıştır. Bununla birlikte ilçe belediyelerinin yetersizliği
durumunda büyükşehir belediyelerinin devreye girmesi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nda
geçen sorumluluğun bir başka makama verilmesinde kapsam, nitelik, yetkinlik ve ekonomik
gerekliliğin göz önünde tutulacağı (md. 4/3) maddesiyle paraleldir. Yine 6360 sayılı Kanun ile
yerel yönetimlerin nicel olarak azaltılması, Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı’nın genel
gerekçe kısmında “mahalli idarelerin sayısında optimum ölçeği dikkate almayan bir büyümenin
olduğunu” belirten ifade ile paralellik göstermektedir.31
Hizmetlerin Görülmesi Açısından Yeni Mahalleler
Kanun yetkilerin birçoğu büyükşehir belediyelerine vermiş ve ilçe belediyelerince
yapılacak hizmetlerde mali yetersizlikler nedeniyle bu hizmetlerin büyükşehirce yapılacağını
belirtilmiştir. Böylece köylerin kaldırılması ile büyükşehir belediyeleri kent merkezinin yanı sıra
köylere de hizmet götürecektir. Diğer bir ifade ile hizmet talebinde bulunacak yurttaş bunun için
şehir merkezine gitmek zorunda kalacaktır. Bu durum büyükşehir merkezi ile köyleri arasındaki
mesafenin uzak olduğu yerler açısından hizmetlerin talep edilmesi, yürütülmesi ve maliyeti
açısından olumsuzluklara neden olacaktır.32
Hizmetlerin yürütülmesi açısından büyükşehir belediyelerine geniş yetkiler tanınmıştır.
Büyükşehir belediyesi ilçe belediyeler arasında koordinasyonu sağlayacak ve kanunda belirtilen
görevleri bunlara meclis kararı ile devredebilecektir. Büyükşehir belediyesinin görevine giren ve
mahalleleri/köyleri ilçe merkezine bağlayan yol, bulvar, cadde ve ana yollar yapmak gibi ağır
maliyetli sorumlukları yeni büyükşehir belediyelerinin sınırında bulunan ilçe belediyelerinin mali
sıkıntılar nedeniyle yapamayacağından bu görevi de büyükşehir belediyeleri yerine getirmek
zorunda kalacaktır.
Mali Açıdan Yeni Mahallelerin Durumu
Köylerin kaldırılması köylüler açısından vergi ve harç gibi birtakım mali sorumluluklar
getirmiştir. Mevcut durumda köyler Harçlar Kanunu’na göre köylerin iktisap edecekleri taşınmaz
malların ve başlıca ayni hakların tescili, şerhi gerektiren işlemleri ve bunların terkinleri ile
Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı, http://mcivriz.com/omer-dincer-yapilanma-2.pdf(30.01.2014),
s. 69.
31
Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı, http://mcivriz.com/omer-dincer-yapilanma-2.pdf(30.01.2014),
s. 79.
32
Karasu, s. 11; Kemal Görmez, Yerelleşme, Merkezileşme Arasında Büyükşehir Yasası, Zaman,
18.11.2012,
http://www.zaman.com.tr/yorum_yerellesme-merkezilesme-geriliminde-buyuksehiryasasi_2017227.html(19.01.2014).
30
94
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 87-98.
başkalarına devir ve ferağı harçtan istisna kılınmıştır. Yine 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanunu’na
göre köylere ait bina, arsa ve araziler emlak vergisinden muaf tutulmuştur.33 6360 sayılı Kanun
geçici madde başlığı altında, anılan belediye gelirlerinin ve emlak vergisinin beş yıl boyunca
alınmayacağını düzenlemiştir. Bununla birlikte kanun köylerde içme ve kullanma suyunun beş
yıl süreyle en düşük tarifenin % 25’ini geçmeyecek şekilde fiyatlandıracağını düzenlemiştir.
Bugüne kadar bu şekil bir ödeme yapmamış köylüler açısından tanınan süre bir alıştırma ve
hizmetler yapıldıkça gelirin alınmasının meşru olduğunu gösterme süresidir ve yurttaşları zor
duruma koyabilecektir. Köyler büyükşehir vergilerine tabi olacaktır. Örneğin, Emlak Vergisi’nin
8. maddesine göre normal şartlarda bina vergisinin oranı binde bir, diğer binalarda ise binde iki
iken büyükşehir belediye sınırları içinde bu oran % 100 arttırmalı uygulanacaktır. Yasa ile
köylerin büyükşehir sınırına dahil olması, köy yurttaşlarının da bu vergilere tabi olması ile
sonuçlanacaktır. Bunun gibi Belediye Gelirleri Kanunu’na göre belediye sınırları içinde bulunan
binaların çevre temizlik vergisine tabi olacağı düzenlenmiştir. Ayrıca su tüketiminde metreküp
başına artış ve çevre temizlik vergisi köylüler üzerinde yük oluşturacaktır. Köyde ve büyükşehir
kent merkezinde yaşayan yurttaşların giderleri açısından aynı konumda olmaları beklenen
hizmetler açısından taleplerini de aynılaştıracaktır. Bu durumda bir dönem gecekondu mahalleleri
için yapılan hizmetlerin yetersizliği, istihdam sorunu gibi tartışmalar köyler üzerinden
yapılacaktır (Erat ve Kaçer, 2016: 120-121).
6360 sayılı Yasanın Yeni Mahallelerle İlgili Diğer Hükümler
Mahalleye dönüştürülen köylerde ticari amaç taşımayan yapılar için ilçe belediyeleri veya
talep edildiği takdirde büyükşehir belediyeleri yürürlükteki imar mevzuatı doğrultusunda yörenin
geleneksel, kültürel ve mimari özelliklerine uygun tip mimari projeler yapar veya yaptırır (md.
3). Köy Kanunu’na tabi olan geçici ve gönüllü köy korucuları Köy Kanunu’nda ve mevzuatta
kendilerine öngörülen haklardan aynen yararlanarak yeni mahallelerde görevlerine devam ederler
(md. 3). Mevzuatta orman köyleri için tanınan haklar ile genel olarak köyün ortak kullanım
alanlarına dair hakların devam edeceği düzenlenmiştir (m. 16).
Kanuna tüzel kişilikleri kaldırılan köyler ile belediyelerin personeli, her türlü taşınır ve
taşınmaz malları, hak, alacak ve borçları, komisyon kararıyla 2014 yerel seçimleriyle birlikte
ilgisine göre bakanlıklara, büyükşehir belediyesi, bağlı kuruluşu veya ilçe belediyesine
devredilecektir (geç. md. 1).
SONUÇ
Türkiye idari yapısı ile ilgili bir reform ihtiyacı sürekli gündeme getirilmektedir. Merkezyerel ikilemi arasında yapılan tartışmalarda ana aktörler belediyeler olmuş ve tartışmalar bunlar
üzerinden yürümüştür. Köyler karar organlarını halkın seçtiği yerel yönetim birimi olmalarına
rağmen birçok açıdan ihmal edilmişlerdir. Sonuç olarak Türkiye yerel yönetim anlayışında köklü
bir değişim getiren 6360 sayılı yasa köylere de etki ederek büyükşehir il sınırında olan köyleri
yerel yönetim birimi olmaktan çıkarmıştır. Günümüz hakim yerel yönetim anlayışının anahtar
kavramları olan yerelleşme ve katılım gibi olgularla çelişen bu düzenleme sonucunda yereldeki
yetkiler tek bir merkezde yani büyükşehir belediyelerinde toplanmaya çalışılmıştır. Köy
Kanunu’nun kabul edildiği 1924 yılında köylere nüfuz etmek amacıyla detaylı bir kanunun
hazırlanması merkezi bir devlet anlayışının ürünü olduğu gibi yerel birimlerin yetki genişlemesini
savunan düşüncenin hakim olduğu günümüzde de yerele en yakın birimlerin kaldırılması
merkezileşme eğiliminin devamlılığının göstergesidir.
Yaşanan bu değişim yeni mahaller açısından yeni mali sorumluluklar getirerek hizmete
ulaşmada ve yönetime katılmada güçlüklere neden olacaktır. Günümüzde sıklıkla vurgulanan
yerel kamusal olgular olan hizmette yerellik, yerel özerklik, yetki devri, hesap verebilirlik, yerel
33
Fethi Aytaç, Açıklamalı Köy Kanunu, Seçkin Yayıncılık, 5. Baskı, Ankara, 2009, s.195.
95
V. Erat/ Mahalli İdare Birimi Olarak Köyler ve 6360 Sayılı Yasanın Etkileri
katılım ve yönetişim olguları açısından34 çelişkileri barındıran yasa büyükşehirlerde yerele en
yakın birimleri köyleri kaldırarak belediyeler haline getirmiş ve Yerel Yönetimler Özerklik
Şartına uygun bir şekilde hizmetlerin bunlarca yürütülmesini sağlayacak yasal zemini
hazırlamıştır. Yasa her ne kadar mevcut yerel yönetim birimlerinde mali açıdan bir artırıma gitse
de yetki ve sorumlulukları ile birlikte düşünüldüğünde bu yetersizdir. Bu durum mali açıdan
merkeze bağlı geniş yetkilerle donatılmış büyükşehir belediyelerinin ilçe belediyeleri üzerinde
bir vesayet makamına dönüşmesi35 gibi bir duruma neden olacağı kuşkusunu uyandırmaktadır.
Yukarıda sayılan etkiler mevcut verilerle öngörülenlerdir. Yasa uygulamaya geçtikten ve
üzerinden belirli bir zaman geçtikten sonra ortaya çıkacak olumlu ya da olumsuz birçok etkisi
olacaktır. Kentsel sorumlulukları üstlenen ancak kırsal bir alanda yaşayan yurttaş açısından ne
gibi sonuçların ortaya çıkacağı zamanla anlaşılacaktır.
KAYNAKÇA
Anayasa Mahkemesi Kararı. Esas Sayısı: 2008/112, Karar Sayısı: 2010/31, Karar
Günü: 4.2.2010, Resmi Gazete, Tarih: 28.04.2010-Sayı: 27565.
Arıkboğa, Erbay. “Yerel Yönetim Açısından Mahalle Muhtarlığına Bir Bakış”,
Çağdaş Yerel Yönetimler, Cilt: 8, Sayı: 3, 1999, ss.103-125.
Aytaç, Fethi. Açıklamalı Köy Kanunu, Seçkin Yayıncılık, 5. Baskı, Ankara,
2009, s.195.
Çuhadar, M. Turan. “Türk Kamu Yönetiminde Personel Güçlendirme: Sorunlar
ve Çözüm Öneriler, Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi,
Sayı 25, Temmuz – Aralık 2005, ss. 1-22.
Doğan, Cabir. “II. Mahmut Dönemi Osmanlı Merkezileşme Politikasının Doğu
Vilayetlerinde Uygulanması”, Turkish Studies, Cilt: 6, Sayı:4, 2011, ss. 505-521.
Erat, Veysel ve Fevzi Kaçer. “6360 Sayılı Kanun Bağlamında Merkezileşme Ve
Yerelleşme Eğilimi”, KAYSEM 10 Kamu Yönetimi Sempozyumu, İzmir, 5-7 Mayıs
2016.
Erat, Veysel. “Kamu Görevlisi Kavramı Açısından Geçici Köy Korucuları”,
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt: 28. Sayı:
1, 2013, 169-196.
Es, Muharrem. “Kent Yönetimi, Kentlileşme ve Göç: Sorunlar ve Çözüm
Önerileri – I”, Yerel Siyaset, Haziran 2008, s. 28. Ss. 26-38.
Es, Muharrem. “Osmanlı Devleti’nde Mahalli İdareler”, Yerel Siyaset, Sayı: 27,
ss. 29-38.
Gençoğlu, Mustafa. “1864 ve 1871 Vilâyet Nizamnamelerine Göre Osmanlı Taşra
İdaresinde Yeniden Yapılanma”, Çankırı Karatekin Üniversitesi SBE Dergisi, Cilt: 2,
Sayı: 1, ss. 29-50.
Ayşe Yıldız Özsalmanlı, Çiğdem Pank, “Muğla’da Büyükşehir Belediyesi Yapılanması Sürecine İlişkin
Bir Değerlendirme”, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Güz 2012, s.
13.
35
Günal, s. 134.
34
96
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 87-98.
Görmez, Kemal. “Yerelleşme, Merkezileşme Arasında Büyükşehir Yasası”,
Zaman,
18.11.2012,
http://www.zaman.com.tr/yorum_yerellesme-merkezilesmegeriliminde-buyuksehir-yasasi_2017227.html(19.01.2014).
Gözler, Kemal. “6360 Sayılı Kanun Hakkında Eleştiriler -Yirmi Dokuz ilde il
Özel İdareleri ve Köylerin Kaldırılması ve İlçe Belediyelerinin Büyükşehir İlçe
Belediyesi Hâline Dönüştürülmesi Anayasamıza Uygun mudur?” Legal Hukuk Dergisi,
Cilt 11, Sayı 122, Şubat 2013, s.37-82;
Günal, Vehbi Alpay. Merkezi Yönetim-Belediye İlişkileri’nde Antalya
Büyükşehir Belediyesi Örneği, Uluslararası Alanya İşletme Fakültesi Dergisi,
Yıl:2013, Cilt:5, Sayı:1, ss. 127-134.
Heper, Metin. Türkiye’de Devlet Geleneği, Doğubatı, 2. Baskı, 2012.
İzci, Ferit ve Menaf Turan. “Türkiye’de Büyükşehir Belediyesi Sistemi ve 6360
Sayılı Yasa ile Büyükşehir Belediyesi Sisteminde Meydana Gelen Değişimler: Van
Örneği”, SÜ, İİBF Dergisi, Cilt: 18, Sayı:1, 2013, ss. 117-152;
Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı, http://mcivriz.com/omer-dinceryapilanma-2.pdf(30.01.2014), s. 69.
Karasu, Mithat Arman. “6360 Sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu Ve Olası
Etkileri- Şanlıurfa Örneği”, GÜ İİBF Dergisi, Cilt: 15, Sayı:1, 2013, ss.1-17;
Karasu, Mithat Arman. “6360 Sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu Ve Olası
Etkileri- Şanlıurfa Örneği”, GÜ İİBF Dergisi, Cilt: 15, Sayı:1, 2013, ss.1-17.
Keleş, Ruşen. Yerinden Yönetim ve Siyaset, Cem Yayınevi, 5. Bası, İstanbul,
2006.
Kılıç, Seda. “1864 Vilayet Nizamnamesinin Tuna Vilayetinde Uygulanması ve
Mithat Paşa”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü
Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt: 24, Sayı: 37, 2005, ss. 99-111.
Koyuncu, Emre ve Tunga Köroğlu. Büyükşehirler Tasarısı Üzerine Bir
Değerlendirme, tepav.com.tr, Kasım 2012, (18.01.2014).
Köy İşleri Bakanlığı. Cumhuriyetin 50. Yılında Köyler, Ankara, 1973.
Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü, Köy Kanunu Çalıştayı, Hasan H. Can, İlker
Gündüzöz, Kasım Turgut, (Ed.) İçişleri Bakanlığı, 2010.
Ortaylı, İlber. Tanzimat’tan Sonra Mahalli İdareler (1840-1878), TODAİE,
Ankara, 1974.
Özsalmanlı, Ayşe Yıldız ve Çiğdem Pank. “Muğla’da Büyükşehir Belediyesi
Yapılanması Sürecine İlişkin Bir Değerlendirme”, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Güz 2012, ss. 1-26.
Parlak, Bekir ve Zahid Sobacı. Kuram ve Uygulamalarda Kamu Yönetimi,
Alfa Akademi, İstanbul, 2005.
Peker, Evren Balta ve İsmet Akça. “Askerler, Köylüler ve Paramiliter Güçler,
Toplum ve Bilim”, Sayı: 126, 2013, ss. 7-34.
Toprak, Zerrin. Yerel Yönetimler, Birleşik Matbaacılık, 8. Baskı, 2010.
97
V. Erat/ Mahalli İdare Birimi Olarak Köyler ve 6360 Sayılı Yasanın Etkileri
TUİK. İstatistik Göstergeler 1923- 2011, Yayın No: 3890, Ankara, 2012.
TUİK. İstatistiklerle Türkiye 2012, Yayın No: 3942, TUİK, Ankara, 2013.
TUİK. İstatistiklerle Türkiye 2015, Türkiye İstatistik Kurumu, Ankara, 2016.
Ulusoy, Ahmet ve Tekin Akdemir. Mahalli İdareler, Seçkin Yayıncılık, 7. Baskı,
Ankara, 2012.
Yerel Yönetim Araştırma Yardım ve Eğitim Derneği(YAYED).
http://www.yayed.org/id287-incelemeler/buyuksehir-kanunu-negetirmektedir.php
(18.1.2013).
1864Nizamnamesi,http://yunus.hacettepe.edu.tr/~mehmets/tunavilayetinizamna
mesi.pdf(27.01.2014).
1871Nizamnamesi,http://yunus.hacettepe.edu.tr/~mehmets/yerelyonetimmetinler
i6.pdf(27.01.2014).
98
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 99-111.
LEWIS MODEL, EDUCATION AND UNCERTAINTIES: THE CASE OF TURKEY
FROM 1990 to 2014
Yunus SAVAŞ*
ABSTRACT
Lewis model is used to analyze economic transformation of countries and to investigate labours movement
from traditional sectors to modern sectors. Mechanism of the model designed with no place to uncertainties
in the economy and uncertainties in the ecoomy is ignored . at the context of uncertainties, education can
protect labours from uncertainties in the economy. In this study , lewis model’s compability to labour
market in Turkey and the situation of labour force under uncertainty after the internal migration
investigated at the time period between 1990 and 2014. The result of this investigation demonstrated that
migrated labours opens to both calcuable and incalcuable uncertainties and economic structure of Turkey
is not totally suitable to the Lewis model even though some aspects of the economy is compatible with the
Lewis model.
Keywords: education, Lewis model, uncertainties
LEWİS MODEL, EĞİTİM VE BELİRSİZLİKLER: 1990’DAN 2014’E TÜRKİYE
ÖRNEĞİ
ÖZET
Lewis model ülkelerin ekonomik dönüşümlerini analiz etmek ve geleneksel sektörlerden modern sektörlere
işçi hareketlerini incelemek için kullanılmaktadır. Modelin mekanizması ekonomideki belirsizliklere yer
vermeden dizayn edilmiş ve belirsizlikler göz ardı edilmiştir. Belirsizlik bağlamında, eğitim ekonomideki
belirsizliklerden işçi gücünü koruyabilir. Bu çalışmada, 1990 ve 2014 yılları arasındaki zaman
periyodunda, Lewis modelinin Türkiye’nin işgücü piyasasına uyumluluğu ve iç göçten sonra işgücünün
durumu belirsizlik altında incelenmiştir. Araştırmanın bulguları göstermiştir ki, göç eden işgücü
hesaplanabilir ve hesaplanamaz belirsizliklere karşı açık durumda ve her ne kadar ekonominin bazı yönleri
uygunluk gösterse de, Türkiye’nin ekonomik yapısı tamamen Lewis modele uygun değildir.
Anahtar Kelimeler: Belirsizlik, Eğitim, Lewis Model
*
Bitlis Eren University, Faculty of Economics and Administrative Sciences, Department of Economics.
99
Y. Savaş/ Lewis Model, Education and Uncertainties: The Case of Turkey From 1990 to 2014
INTRODUCTION
The Lewis model is an important economic modelling introduced by Sir Arthur Lewis to
understand how economic development occurs. Dualistic structure of countries is the cornerstone
of development and traditional sectors which include surplus labour inside can be source of cheap
labour force for the capitalist sector. The implicity in Lewis model is that labours are transferred
from traditional sector to work in modern sector and this movement benefits modern sector with
low level of wages and increase in production, and traditional sector will be regardless to this
situation due to the fact that traditional sector includes surplus of labour.
In addition, the mass literature about Lewis model or dual economic models generally
focus on labours transfer and assumes there is no uncertainty in the economy. It is proposed in
this paper that education is a helpful for labours and education can be a shield from both calculable
and incalculable uncertainties in the economy. After the labours move from rural areas to urban
areas, individuals may have not the chance to get high education.
In the first part, Lewis model was basically explained. Lewis claimed that economic
structure of developing countries consists of two sectors contrasts to the Solow model. Lewis put
capital accumulation at the centre of the model. Accumulated capital would be invested by
capitalists and required labour power would be attracted from traditional sector characterized by
surplus labour to modern sector. In the second section of this paper, uncertainties and evaluation
of idea of calculable and incalculable uncertainties were introduced to understand the how
uncertainties occur. In the third part, demographic transformation of Turkey is investigated and
the situation of sectors and labours in these sectors were mainly concentrated to understand
economic structure and change over time. In the fourth part, the relationship between uncertainty,
education and labour force were focused on. The interactions between these factors and effect of
them to each other is a significant issue to understand the role of education in labour market.
LEWIS MODEL AND DUAL ECONOMIC SECTORS
After the release of Arthur Lewis`s seminal article of “Economic Development with
Unlimited Supply of Labour” in 1954 brought a new perspective to the literature of economic
development. Lewis assumed that countries have dualistic economic structure which are called
as modern sector and traditional sector. The dualistic structure named differently in the context
of dualistic economic development process of countries such as formal-informal sector, capitalistnon- capitalist sector . (these names come from the perspective of authors who investigate
dualistic structure of economics. Look studies of harris, todaro, fei, ranis). Even though the
assumption of two sector was named differently, all of them share the idea of that one of the
sectors is labour intensive and the other one is capital-technology intensive.
Traditional sector has the characteristics of over-population which created surplus labour
power and because of over-populated sector, marginal productivity of labour is nearly zero. The
result of low marginal productivity of labour is clear that transfer of labour does not have any
influence on output of traditional sector and traditional sector would not experience any decrease,
at least any considerable decrease after the movement of labours.
100
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 99-111.
The economies had dualistic structure would face internal migration because of the fact
that relatively higher level of wages in modern sector would attract labour power from traditional
sector. Nonetheless, it does not necessarily mean that the migration of labour power is determined
by traditional sector, the decision belongs to modern sector conditions such as the level of capital
accumulation and investment. Additionally, The economic growth was equalized by Lewis to the
savings and profits as it was expressed in the `von Neuman model and Kaldor-Rrobinson
Cambridge theory`1
The drawing labour would ceased up to the point when the marginal productivity of
labour power in modern sector become at the same level with the wage. Thanks to the “unlimited
supply of labour”, wages would stay at constant in modern sector.2 These assumptions of Arthur
Lewis is considered by another authors such as harris and todaro and fei and ranis to revision dual
structure of economics. The engineer of development process in Lewis model is that entrepreneurs
would reinvest the profits. More capital accumulation leads to more investment in the modern
sector which would keep up growing up to point when surplus of labour power ceased to exist
anymore.3 When the reinvestment is finished, entrepreneurs would try to find another ways to
increase its profits and to keep wages at subsistence level. This situation can be achieved via two
ways: promoting migration or transferring investments to other countries which have surplus
labour.4 Capitalist goal is to find cheaper labour force. Therefore, lower wages at developing
countries attracts more firms from developed countries to decline costs and rise profits.
Additionally, Harris and Todaro extended the views of Lewis and brought a new
perspective to dual sector models. They pointed out that migration of labour from traditional
sector to modern sector is not only motivated by higher wages, instead, finding a formal job in
modern sector is another important motivation factor behind the migration of labour power. Form
this context, it is implied that even though wages do not offer sufficient incentives, labour
migration can continue to find a formal job in urban areas.5 Harris and todaro’s point is important
indicator to understand the process of movement of labour due to the fact that movement keeps
continue although development process of countries do not increase and wages does not higher
than urban wages. 6
Fei and ranis pointed out that productivity increase in agriculture has beneficial effect to
modern sectors by that the surplus of agricultural sector would provide capital to the modern
sector to invest more and more. 7However, some difficulties are confronted when the theory of
Lewis model is tried to apply real life. Traditional sector is generally equalized with agriculture
Ronald Findlay , “On W. Arthur Lewis' Contributions to Economics “,The Scandinavian Journal of
Economics, Vol. 82, No. 1, 1980, p. 65
2
Arthur Lewis, W. A. Economic development with unlimited supplies of labour, Manchester School 22,
1954, p. 3
3
Lewis, p.152
4
Lewis, p.22
5
Harris, John R. & Todaro, Michael P. (1970), "Migration, Unemployment and Development: A TwoSector Analysis", American Economic Review, 60, p. 127
6
Todaro and Harris, p. 127
7
G. Ranis And J. C. Fei, "A Theory of Economic Development," American Economic Review, Sept.
1961, 51, p. 549
1
101
Y. Savaş/ Lewis Model, Education and Uncertainties: The Case of Turkey From 1990 to 2014
and urban sector with industries or manufacturing. On the contrary, it is not probable to associate
with rural sector and informal to agriculture or industry with urban and formal sectors.8
Another problematic issue is that unskilled and uneducated labour power cannot be used
in modern sector due to the fact that newly produced machines requires intensive usage of
knowledge and special skills to be obtained. Nonetheless, it can be supply by schools and special
training programs to adapt labours modern sector conditions.9Nonetheless, Lewis model
associated with Karl Marx from the perspective of classes.
“Lewis postulates that the fundamental characteristic of certain less developed economies
is the existence of disguised unemployment. Lewis’s analysis of the role of the unemployed in
the determination of wages during economic development is strictly analogous to that of Marx.”10
CALCULABLE AND INCALCULABLE UNCERTAINTIES
Uncertainty means in general context as the vagueness of future events. Human beings
are not able to estimate hundred percent of proximity of future events. The estimation of proximity
of uncertainties can be made in two ways as the fact that the determination of relative probability
of events by mathematical formulas which is labelled as calculable uncertainties or estimating
volume of uncertainty with less mathematics. In other words, the risk is about probabilities in the
future. Keynes pointed about these probabilities by that:
“Now our knowledge of propositions seems to be obtained in two ways: directly, as the
result of contemplating the objects of acquaintance; and indirectly, by argument, through
perceiving the probability-relation of the proposition, about which we seek knowledge, to other
propositions.” 11 this kind of information is incalculable because it can be possible only to
calculate probability when the knowledge about issues exists. However, it is not possible every
time.
“There is no scientific basis on which to form any calculable probability whatever. We
simply do not know.”12
Before the important contributions of Keynes, Frank Knight made a important distinction between
uncertainties as measurable and unmeasurable risks which refers to calculable uncertainties and
incalculable uncertainties which means ambiguity.
8
John Knight, "China, South Africa and the Lewis Model," Economics Series Working Papers
WPS/2007-12, University of Oxford, Department of Economics, 2007, p.3
9
Michael P. Todaro, Stephen C. Smith, Economic Development, 11th Edition the United States, Pearson,
2012, p. 134
10
Dale Jorgenson, Surplus agricultural labour and the development of a dual economy, Oxford Economic
Papers, 1967, p. 289
11
Keynes, J. (1921) `A Treatise on Probability` London: MACMILLAN and Co, p.12
12
Keynes, J.M. (1937) “The General Theory of Employment” The Quarterly Journal of Economics,
51(2), p.214
102
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 99-111.
Measurable risks correspond to “... all the alternative possibilities [states of nature] are known
and the probability of occurrence of each can be accurately ascertained.”13
On the other hand, uncertainties which are unmeasurable described by Knight is that:
“It will appear that a measurable uncertainty, or `risk` proper, as we shall use the term, is
so far different from an unmeasurable one that it is not in effect an uncertainty at all. We shall
accordingly restrict the term `uncertainty` to cases of the non-quantitative type.”14
Another important contribution to illustrate the distinction between ambiguity and risk
was made by ellsberg with using word of `ambiguity`. Ellsberg described ambiguity by that:
“ What is at issue might be called the ambiguity of this information, a quality depending on the
amount, type, reliability and `unanimity` of information, and giving rise to one`s degree of
`confidence` in an estimate of relative likelihoods.”15
From the context of lewis model , uncertainties in the ecoomy is ignored and mechanism of the
model designed with no place to uncertainties in the economy. As it is well- known, uncertainties
are significant factor both in economics and in labour market.
DEMOGRAPHIC
EMPLOYMENT
TRANSFORMATION OF
TURKEY,
SECTORS AND
Turkey as continued of ottoman empire experienced several migration shocks such as
Crimea, Caucasus, and Balkans.16 After the First World War and establishment of Turkey,
especially Muslims are moved from other parts of demolished Ottoman Empire to new established
Turkey. These a kind of movement as it was emphasized by Arthur Lewis because these
movements are not generally to find a job or to move directly to urban areas. From 1950’s
onwards, rural areas had less advantage to stay and urban areas had more advantage to stay in
because of the fact that industrialisation process took place and urban areas became better places
to find job after the more labour saving technologies are introduced into agriculture. . Turkey’s
demography structurally changed over time and rural population decreased steadily over time and
urban population simultaneously increased at the same rate with rural population decrease.
Additionally, population growth rate steadily decreased over time apart from 2009 and
2010 increase.17 The decrease in population growth has been accompanied with migration of
labour from rural areas to urban areas. Nonetheless, the movement from rural sector to urban
sector is not finished and keeps going. The transformation of these effect can be explained via
various explanation. The most important one is as it was explained in this paper that disguised
unemployment in rural areas pushes individuals to migrate urban areas, additionally, patronal
family structure of turkey forces family members to accompany and go to urban areas. Even
though, the movement from rural areas to urban areas for finding a job is an important explanation
of these transformation, it is not enough tool to explain whole situation. Another important reason
of these movement is due to political problems of rural populated areas. The conflicts in east and
13
Frank Knight, F. (1921) `Risk, Uncertainty Profit ` London: Houghton Mifflin, p. 198
Frank Knight, p. 19-20
15
Daniel Ellsberg. “Risk, Ambiguity, and the Savage Axioms”, The Quarterly Journal of Economics, 75(4),
1961,p.657
16
Isa Blumi, Ottoman refugees, 1878-1939: migration in a post-imperial world Bloomsbury Academic,
London,2013, p. 55
17
World bank development indicators
14
103
Y. Savaş/ Lewis Model, Education and Uncertainties: The Case of Turkey From 1990 to 2014
south east of turkey enforced peasants to abandon their places and immigrate to safer places which
is seen as urban areas.
Political and economic problems enforced Kurds to migrate from rural areas to urban
areas and southeast Anatolian project which was implemented in 1990s was not able to cease this
movement of people in the eastern parts of Turkey.18
Moreover, insufficient educational process in rural areas makes people who want to get
education to move urban areas. From the perspective of capitalist, it is not really matter why
people migrate, the question is whether they are ready to supply its labour power at the wage rate
which keeps capitalist profit as high as it was in the past. As it was pointed out by Lewis, capitalist
will try to find new ways to keep taking advantage of surplus of labour power by two ways when
surplus of labour in traditional sector does not exist anymore as that to move its facilities into
more labour abundant countries or to encourage immigrant to the country.19 Nonetheless, urban
areas were not able to create job for individual who are the part of movement from rural areas to
urban areas.,
Urban population growth steadily increased over time and never decreased compare to
previous years. These stable rise continued from 1990 onwards without any exception. The
transformation of population seemingly not affected by the economic performance. The rise of
urban population is not affected even from the economic crises in 2001, nor global crises in 2008,
neither Syrian refugee crises in 2011. Regardless of economic or social shocks, the transformation
of demographics of turkey took place over time. the urban population consisted of 59,976 percent
of total population in 1990 and 64,223 in 2000 and 72,891 in 2014. Nearly 13 percent increase
took place from 1990 to 2014 and expectation of this upward increase in urban population is
positive because the data of previous years pushes us to make these prediction about the
population of urban areas.
Table 1. : The Population of Urban and Rural Areas
80
70
60
50
40
30
20
90
92
94
96
98
00
02
04
06
08
10
12
14
Urban population (% of total)
Rural population (% of total population)
Ahmet İçduygu, İbrahim Sirkeci ve İsmail Aydıngün, “Türkiye’de İçgöç ve İçgöçün İşçi Hareketlerine
Etkisi”, Türkiye’de İçgöç, (İstanbul: Tarih Vakfı Yayını, 1998), p. 222
19
Lewis, p. 22
18
104
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 99-111.
Source: World Development Indicators
On the contrary, the rural population steadily decreased over time without any exception.
The rural population was 40,024 per cent of total population in 1990 and became 35,259 in 2000
and lastly 27,109 in 2014. The steadily decrease continued over time and the demographic
structure of turkey considerably changed. Significantly high percentage of citizens of turkey had
been living in rural areas as about 40 percent of total population, however, only nearly 27 percent
of total population had stayed in rural areas in 2014.
Another important point is how sectors developed over time and in which way the
economic structure of turkey evolved. As it is clear from the table 2 that the share of agriculture
was and is the lowest one over time and dramatic decreases had been observed apart from the
sharp increase from 1991 to 1996 and in 2002.20 The share of agriculture was 18,0929 percent of
total gross domestic product in 1990 and decrease up to 8,0094 percent in 2014. The share of
agriculture in total GDP is really low and agricultural activities are not able to obtain an important
position in the economy of turkey.
Table 2: The Transformation of Sectors from 1990 to 2014
Services, etc., value added (% of GDP)
Manufacturing, value added (% of GDP)
68
26
64
24
60
22
56
20
52
18
48
16
90 92 94 96 98 00 02 04 06 08 10 12 14
90 92 94 96 98 00 02 04 06 08 10 12 14
Industry, value added (% of GDP)
Agriculture, value added (% of GDP)
36
20
34
18
16
32
14
30
12
28
10
26
8
24
6
90 92 94 96 98 00 02 04 06 08 10 12 14
90 92 94 96 98 00 02 04 06 08 10 12 14
Source: World Development Indicators
Another sector which is the lowest one after the agriculture sector is the manufacturing
sector. Even though fluctuations occurred during the period of 1990-2014, the share of
manufacturing decreased over time. The share of manufacturing shrank from 22, 73262 percent
in 1990 to 17, 7788 percent in 2014. Additionally, it peaked 25, 74108 in 1998 and deeped 16,
20
Other increases are ignorable and never passed more than 1 percent compare to previous year
105
Y. Savaş/ Lewis Model, Education and Uncertainties: The Case of Turkey From 1990 to 2014
6162 in 2009. Even though manufacturing composed nearly 17 percent of total GDP, it is not able
to get more share of labour over time. Moreover, industry is an important sector for the
development process of countries and the share of industry is an important implication to predict
how the economic structure of countries formed. The share of industry as percentage of total
GDP was 32,1571 percent in 1990 and decreased up to 27,10044 in 2014. Furthermore, it peaked
in 1998 as 35,34315 percent and deeped in 2009 as 25,25114. The share of industry is the second
highest indicator amongst the other sectors.
Lastly, the only indicator increased over time is the services, etc. the share of services
generates more than two of three of total GDP. It was only below the fifty percent in 1990 as
49,75 percent and after this year, it had never dropped the below the fifty percent. The share of
services fluctuated from 1990 to 1998 and then, sharply increased over the period although some
fluctuations were observed.
In 2014, it was about 65 percent and the contribution of services to gross domestic product
is two and half times more than industry, three and half more than manufacturing, seven times
more than agriculture.
As it is clear from the table 3 that services has the highest rate of share in GDP and the
employment in services is the highest as well. Nonetheless, the employment in services started to
exceed the employment in agriculture after 2000, then upward trend of employment in services
continued.
Table 3: Employment and Sectors
55
50
45
40
35
30
25
20
15
90
92
94
96
98
00
02
04
06
08
10
12
14
Employment in agriculture (% of total employment)
Employment in industry (% of total employment)
Employment in services (% of total employment)
Source: World Development Indicators
106
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 99-111.
The downwards trend in agriculture dramatically decreased over years. Nearly 47 percent
of total labour were employed in agriculture in 1990 and 32,4 in services, 20,7 in industry. At the
end of period, more than half of labour were employed in services in 2014 as 51,9 and agriculture
only employed 19,7 and industry 28,4 employed.
Agriculture always employed more than its contribution to GDP and it was not the last
one from the context of employment before 2005 although its contribution was the lowest one at
that period. The total contribution of agriculture was 18 percent and the employment was about
47 percent in 1990 which have 3.5 times more and disguised unemployment can easily be
observed to analyse from the perspective of Lewis.
In addition, another important implication of Lewis model is that capitalist will move its
investments to other countries if the surplus of labour ceased. However, open economies and
increased international relationships offered capitalists to move its investments easily into other
countries. Foreign direct investment net inflows as percentage of GDP was below the 1 percent
before 2005 apart from 2001 with 1,71. After 2005 onwards, the dramatic increase were observed
up to 2007, then sharply dropped up to 1,2444 in 2010.
Table 4: Foreign Direct Investment
4
3
2
1
0
90
92
94
96
98
00
02
04
06
08
10
12
14
Foreign direct investment, net inflows (% of GDP)
Foreign direct investment, net outflows (% of GDP)
Source: World Development Indicators
Then, fluctuations accoutred over the period of time, foreign direct investments net
outflows never exceeded 1 percent of GDP and steadily increased. After 2012, the pace of increase
rose up to nearly 0,90 percent in 2014.
As it is clear, foreign direct investments inflows higher than outflows. As it was illustrated
by Orhan Kandemir, European countries see turkey as a source of cheap labour power and to
107
Y. Savaş/ Lewis Model, Education and Uncertainties: The Case of Turkey From 1990 to 2014
move investments in Turkey or as more preferred way, encourage migration of labour from
Turkey to Europe.21
UNCERTAINTY, EDUCATION AND LABOUR FORCE
As it is expected that labour transferred from rural areas are lack of education even though
it is obligatory to attain primary and high schools for twelve years. Policy makers in turkey try to
enhance the education level of citizens via schooling. The motivation of working in high positions
in private sector and to work in public sector as well positioned places pushes individuals to obtain
high education and enrol a university. It is not only motivation to individuals, it is a well
motivation to parent for their children to obtain high education for their career, life standards in
future, well-paid jobs and acquire high status in society.
Table 5: Labour Force and Education
80
70
60
50
40
30
20
10
0
90
92
94
96
98
00
02
04
06
08
10
12
14
Labor force with primary education (% of total)
Labor force with secondary education (% of total)
Labor force with tertiary education (% of total)
Source: World Development Indicators
Due to lack of data, investigation of labour force with education level started from 1997,
instead of 1990.Labour force with tertiary education increased over time and no considerable
fluctuation observed. The share of tertiary educated labours in total labour power started as 8,2
in 1997 and upward trend reached 19,8 percent in 2014. Labour force with tertiary education and
secondary education very closed each other in 2014. The secondary education level fluctuated
around twenty percent during the period at the table and 17,4 percent in 1997 increased up to 20,3
in 2014. Lastly, the labour power with primary education has been the highest characteristics of
labour power in the market and the deep year of percentage in 2013 is more than fifty percent.
Market is still include primary educated labour power more than half of total labour force. It was
Orhan Kandemir, Lewis Modeli Ve Gelişmekte Olan Ülkeler: Türkiye İçin Bir Değerlendirme,
Akademik Bakiş Dergisi, 23, 2011, 17.
21
108
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 99-111.
74,5 percent in 1997 and the fall of percentage between 1997 and 2001 accompanied with
dramatic decrease from 2002 to 2004. The decrease continued, however, the pace of it decreased
from 2004 to 2013. Interestingly, labour power with primary education increased after 2013. The
reason for this situation is given by Ximena V. Del Carpio Mathis Wagner with relation to Syrian
immigration shocks and transfer of labours from informal urban sector to formal urban sectors
due to fact that Syrian refugees area overwhelmed informal sectors in urban areas. 22
To understand the situation of labour market in turkey, it is vital to look at labours
unemployment level in accordance with years. Especially, crises and political uncertainties do
influence labour power with primary education employment. It fluctuated over time and 65,5 in
1991 decreased during the period and dropped to 49,2 in 2012, then increased to 56 percent in
2014. The secondary educated labours’ unemployment rate differentiated form years to years and
fluctuated over the period of time. Nonetheless, the downward trend in unemployment rate of
secondary educated labour power continued apart from the years from 1991 to 1997 and 2004.
Table 6: Unemployment and Education
70
60
50
40
30
20
10
0
90
92
94
96
98
00
02
04
06
08
10
12
14
Unemployment with primary education (% of total unemployment)
Unemployment with secondary education (% of total unemployment)
Unemployment with tertiary education (% of total unemployment)
Source: World Development Indicators
Moreover, unemployment with tertiary educated labours has upward trend and no
considerable fluctuations are observed. Uncertainties, both calculable and incalculable , do not
have influence on educated labour power and education can be shield to labours to have protection
from uncertainties in the country. Only questionable problem is that tertiary educated labours
become unrelated to uncertainties, however, the increaser is stable. The possible explanation for
this situation can be given as that turkey is not able to increase its capacity and use its human
resources sufficiently. The development process of turkey interrupted and well qualified workers
are not demanded as it was supplied. The number of tertiary educated people increased and all of
them are nt able to find jobs in accordance with their qualification.
22
Ximena V. Del Carpio Mathis Wagner, The Impact of Syrian Refugees on the Turkish Labor Market,
Social Protection and Labor Global Practice Group, 2015, p.28.
109
Y. Savaş/ Lewis Model, Education and Uncertainties: The Case of Turkey From 1990 to 2014
The findings show that the higher one's level of education, the better one's chances of
getting a job and keeping the status of employed person in times of crisis on labour market.23
(How does education affect labour market outcomes? Alina Mariuca Ionescu 1+ 1 Alexandru Ioan
Cuza University of Iasi )
CONCLUSION
The Lewis model is an influential model in development economics. The application of
this model has many important features to realise the Turkish labour market and its development
from 1990 to 2014.
The population have significant implication for the Lewis model, but doubly the situation
of turkey is suitable for the condition of Turkey. As it was assumed, labour should be withdrawal
from traditional sector when surplus of labour required by modern sector. Nonetheless, the urban
population growth and diminish in rural population never ceased. This situation can be interpreted
via the explanation of Harris and Todaros’s view of migration as that labours move to urban areas
to obtain a formal job. Another issue is that the share of industry and manufacturing sector in
GDP decreased from 1990 to 2014, however, the share of services amplified.
Lastly, the tertiary educated labour force is more durable to uncertainties in the economy
than other groups in labour force. Education protects labours from unexpected shocks and crisis.
Yet, the capacity of economy of Turkey is not able to absorb all of tertiary educated labour force
and the increase in total tertiary educated labour force is accompanied with at the same rate
increase in unemployment.
It can be asserted that education can be shield from uncertainties but education cannot
guarantee the employment.
REFERENCES
Blumi Isa, Ottoman refugees, 1878-1939: Migration In A Post-Imperial World,
Bloomsbury Academic, London,2013, p. 55
Carpio, Ximena and Wagner V. Del Mathis, “The Impact of Syrian Refugees on the
Turkish Labor Market”, Social Protection and Labor Global Practice Group, world bank,
2015
Ellsberg, D. “ Risk, Ambiguity, and the Savage Axioms”, The Quarterly Journal of
Economics, 75(4), 1961
G. RANIS AND J. C. FEi, "A Theory of Economic Development," Am. Econ. Rev.,
Sept. 1961, 51
Harris, John R. & Todaro, Michael P. , "Migration, Unemployment and Development: A
Two-Sector Analysis", American Economic Review, 60 ,1970
23
Alina Mariuca Ionescu and Alexandru Ioan, How does education affect labour market outcomes?, Review
of Applied Socio- Economic Research, 4(2), 2012, p.1.
110
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 99-111.
Ionescu, Alina Mariuca and Ioan , Alexandru, “How does education affect labour market
outcomes?”, Review of Applied Socio- Economic Research, 4(2), 2012
İçduygu, Ahmet, Sirkeci İbrahim, İsmail Aydıngün, “Türkiye’de İçgöç ve İçgöçün İşçi
Hareketlerine Etkisi”, Türkiye’de İçgöç, (İstanbul: Tarih Vakfı Yayını, 1998
John Knight,"China, South Africa and the Lewis Model," Economics Series Working
Papers WPS/2007-12, University of Oxford, Department of Economics, 2007
Jorgenson, D. W. , “Surplus agricultural labour and the development of a dual
Economy”, Oxford Economic Papers 19 1967
Kandemir, Orhan, “Lewis Modeli Ve Gelişmekte Olan Ülkeler: Türkiye İçin Bir
Değerlendirme” Akademik Bakiş Dergisi, 23, 2011,
Keynes, J. ,A Treatise on Probability, London: MACMILLAN and Co., 1921
Keynes, J.M. (1937) “The General Theory of Employment” The Quarterly Journal of
Economics, 51(2), pp. 209-223
Available at: http://www.jstor.org/stable/1882087 (accessed: 16 September 2015)
Knight, F. ,Risk, Uncertainty Profit, London: Houghton Mifflin. 1921
Lewis, W. A., “Economic development with unlimited supplies of labour”,
Manchester School 22: 1954
Todaro, p and Michael Smith, c. Stephen, Economic Development 11th Edition the
United States, Pearson 2012
Ronald Findlay , “On W. Arthur Lewis' Contributions to Economics”,The Scandinavian
Journal of Economics, Vol. 82, No. 1 ,1980
World Bank (2015) World Bank Development Indicators, Washington
111
C. Öztürk/ Açık Denizlerde Düzen ve Güvenlik
AÇIK DENİZLERDE DÜZEN VE GÜVENLİK
Cemal ÖZTÜRK*
ÖZET
Uluslararası hukuk devletlerin iç hukuku kadar net olmayıp gelişmekte olan bir hukuktur. Milletlerarası
hukukun bir kolu olarak gelişen deniz hukuku örf ve adet hukukunun kodifikasyonu ile oluşturulmuştur. İlk
olarak 1958 Cenevre Deniz Hukuku Sözleşmesi ve daha sonra da 1994’te yürürlüğe giren 1982 Birleşmiş
Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi yapılmıştır. Denizler ülkelerin kullanım amaçları ve yetkilerine göre
bir takım kısımlara ayrılmışlardır. Denizler açık deniz, bitişik bölge, kıta sahanlığı, karasuları ve münhasır
ekonomik bölge diye kısımlara ayrılabilir. Diğer taraftan denizler bir devletin deniz ülkesine dahil olan ya
da hiçbir devletin deniz ülkesine dahil olmayan diye de iki kısma ayrılabilir. Açık denizler hiçbir ülkenin
deniz ülkesine dahil olmayan denizlerdir. Bu nedenle bu deniz kısımlarının kullanımı, buradaki yetkiler,
buradaki suçlarla mücadele, kolluk kullanımı, bayrak devletlerinin yetkileri, bayrak devleti dışındakilerin
sınırlı yetkileri, buradaki canlı kaynaklardan yararlanma ve koruma, deniz haydutluğu ve önlenmesi,
ziyaret ve arama yetkisi, köle ticareti ve uyuşturucu ticareti ile izinsiz yayın yapılmasının önlenmesi ve
kesintisiz takip konuları çok karmaşık ve kuralları ve işleyişinin belirlenmesi gereken son derece önemli
konulardır. Bu çalışmada, açık denizlerde sözü geçen konuların netleştirilmesi ve sorunların giderilmesi,
çözüm yolları bulunması için uluslararası sözleşmeler ve literatür taranmış, karşılaştırmalar,
örneklendirmeler ve değerlendirmeler yapılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Açık Deniz, Açık Denizlerde Düzen, Açık Denizlerde Güvenlik, Uluslararası Deniz
Problemleri.
THE LAYOUT AND SECURITY AT THE HIGH SEAS
ABSTRACT
International law is not as clear as national laws but it is a developing law. As a branch of international
law Law of the Sea was created with the codification of customary law . First 1958 Geneva Convention on
the Law of the Sea and then the 1982 United Nations Convention on Law of the Sea which came into force
in 1994 is made. The seas are divided into a number of parts according to the purpose and powers of the
countries. The Seas can be divided into parts as open sea or offshore sea, contiguous zone, continental
shelf, territorial waters and exclusive economic zones. On the other hand seas can be divided into two parts
as first one included in the country's maritime countries and second one is not included in any of the
country's maritime countries. Offshore-High seas are not included in any of the country's maritime
countries. Fort this reason the subjects of; the use of this parts, the powers on this part, combating crime
here, use of law enforcement, authority of the flag state , the limited powers of the states except flag state,
utilization and protection of living resources, piracy and prevention, visit and search authority, prevention
of the slave trade, drug trafficking and unauthorized broadcasting and continuous chase are very complex
and very important subjects which its rules and mechanism should be determined. At this study, we scaned
international conventions and literatüre, made comparisons, saamplings and evaluations for solving the
problems at open seas and making clear the subjects were talked here.
Key Words: High Sea, Layout at high seas, Security at High Seas, International Sea Problems.
*
Yrd. Doç. Dr. Bitlis Eren Üniversitesi, İİBF, Kamu Yönetimi, [email protected]
112
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 112-132.
GİRİŞ
Milletlerarası Hukuk kuralları egemen olan devletlerarasında gelişen, değişen şartlara
göre şekillenen, hatları, ayrıntıları iç hukuk kadar belirgin olmayan ancak gelişmesine devam
eden bir hukuk dalıdır. Genel olarak milletlerarası hukukta egemen olan şey karşılılık ilkesi
olmakla birlikte bunun istisnaları da olabilmektedir.
Milletlerarası hukukun bir dalı olarak deniz hukukuna gelince eskiden beri uygulana
gelen, örf ve adet hukukunun kodifikasyonu sonucu şekillenmiş ve şekillenmeye de devam
etmektedir. İlk olarak çok kapsamlı olarak deniz hukuku alanında 1958 Cenevre Deniz Hukuku
Sözleşmesi yapılmış ve nitekim çoğu konularda onun tekrarı niteliğinde olan Birleşmiş Milletler
Deniz Hukuku Sözleşmesi 1982 tarihinde kabul edilmiştir. 1982 Sözleşmesi 1994’de yürürlüğe
girmiştir.
Denizler ülkelerin yetkilerine göre ve kullanım amaçlarına göre çeşitli bölümlere
ayrılmıştır. Genel olarak bir devletin deniz ülkesi ya da herhangi bir devletin ülkesine tabi
olmayan açık denizler olmak üzere ikiye ayrılabilir. Ancak bir de bazı devletlerin münhasır
hakları olduğu bitişik bölge ve münhasır ekonomik bölgeler ve kıta sahanlığı bölümleri vardır ki,
kıta sahanlığı bazen açık denizlere yayabilmekte, Bitişik bölge ve münhasır ekonomik bölge ise
kıyı devletine bazı münhasır haklar vermektedir.
Deniz ülkesi olan deniz bölümlerinde kıyı devletinin idari ve vargı yetkileri tam sayılsa
da, açık denizlerdeki boşluğu doldurmak için de bazen bayrak devleti olarak gemilerin
tabiiyetlerini taşıdıkları gemilere bazen de tüm devletlere bir takım yetkiler ve görevler
yüklenmiştir.
Biz de deniz hukukunun kavramı ve gelişiminden bahsedip, deniz bölümlerine genel
olarak değinip nitekim, asıl konumuz olan açık denizlere geleceğiz. Açık denizlerdeki
inceleyeceğimiz bölüm asıl olarak bitişik bölge, münhasır ekonomik bölge ve kıta sahanlığı
dışında kalan deniz kesimleridir. Burada düzenin nasıl sağlanacağını, kimlerin hangi yetkilere
sahip olacağını, birlikte ve ayrı ayrı devletlerin yetki ve görevlerinin neler olduğunu irdelemeye
çalışacağız.
ULUSLARARASI DENİZ HUKUKU VE TARİHİ GELİŞİMİ
Devletler hukuku, bağımsız devletlerarasındaki ilişkileri düzenleyen kurallar olarak
tanımlanırken, özellikle birinci dünya savaşından sonra öyle oluşumlar gözlemlendi, öyle örgütler
ortaya çıktı ki artık bağımsız devletlerin dışındaki bazı varlıkların da devletler hukuku öznesi
olarak kabul edildiğini görüyoruz. Örneğin; Birleşmiş Milletler, Uluslararası Denizcilik Örgütü
(IMO), UNESCO, Papalık. Devletlerarasındaki ilişkilerde büyük yere sahip ilişkilerden biri de
denizlerle ilgili olan uluslararası deniz hukukudur.1
Milletlerarası hukukun yeryüzü ve evren konusunda getirmiş olduğu hukuki düzeni, üç
ayrı hukuki statüye ayırarak, değerlendirebiliriz:
1- Bir devletin ülkesel egemenliğine tabi olan ülkeler statüsü,
2- Herhangi bir devletin ülkesel egemenliğine tabi olmamakla beraber, devlet
egemenliğine tabi kılınabilecek olan, sahipsiz ülkeler statüsü,
1
Gündüz Aybay, Deniz Hukuku, Aybay Yayınları, İstanbul, 1998, s.825.
113
C. Öztürk/ Açık Denizlerde Düzen ve Güvenlik
3- Herhangi bir devletin egemenliğine tabi olmayan ve kural olarak kazanılması da
mümkün olmayan ülkeler statüsü. Bu statü bugün açık denizler ile uzay ve gök cisimlerine
uygulanır. Bunların milletlerarası toplum üyelerinin ortak yararlanmasına açık olduğu kabul
edilir.2
Uluslararası Adalet Divanı Statüsünün 38. maddesi devletler hukukunun kaynaklarını
gösteren en önemli metin olarak kabul edilir. Bu maddede “ödevi kendisine havale edilen
uyuşmazlıkları devletler hukukuna uygun olarak çözmek olan Divan;
a) Uyuşmazlık halindeki devletlerce kabul edilmiş kurallar koyan gerek genel, gerek özel
uluslararası antlaşmaları;
b) Hukuk kuralı olarak kabul edilmiş olan genel bir uygulamanın beyinesi olarak
uluslararası teamülü;
c) Uygar uluslarca kabul edilen genel hukuk ilkelerini;
d) Muhtelif ulusların adli kararları ile en yetkili müelliflerin öğretilerini (doktrinlerini;
bilimsel görüşlerini) uygular”3 denilmektedir.
Paris Kongresi’nde, 1856’da imzalanan ve bütün devletlerin katılımına açık tutulan Paris
Beyannamesinin ön gördüğü kurallar şunlardır;
1- Korsanlık yasaktır,
2- Tarafsız bayrak taşıyan gemilerdeki düşman eşyası harp kaçağı olmadıkça müsadere
edilemez,
3- Düşman bayrağı taşıyan gemideki tarafsız devlete ait eşya, harp kaçağı olmadıkça
müsadere edilemez,
4- Ablukaların ‘uyulması zorunlu” sayılabilmesi için eylemsel olması, yani düşman
kıyılarına yaklaşmayı önlemeye yetecek kuvvetle yapılması şarttır4.
Milletlerarası deniz hukukunun asıl kaynağı5 örf ve adet hukukudur. Deniz hukukunu
yazılı hale getirmek için yapılan ilk resmi kodifikasyon (tedvin) girişimi Mart-Nisan 1930
tarihinde La Haye’de Milletler Cemiyeti çerçevesinde yapılmış ve başarısız olmuştur. Yapılan
kodifikasyon konferansında, karasularının genişliği konusundaki görüş ayrılıkları
uzlaştırılamadığı için bir sonuç alınamamış; bu sorunun dışında karasularının hukuki rejimi ile
ilgili on üç maddelik bir metin hazırlanmışsa da, bu maddelerin kabulünün karasularının genişliği
konusunda anlaşmaya varılması şartına bağlı tutulması karsısında karasularının hukuki rejimine
dair bir antlaşma tasarısı hazırlama çalışmaları bitirilememiştir.6
Bu yoldaki ikinci girişim Birleşmiş Milletler çerçevesinde olmuştur. Birleşmiş Milletler
Genel Kurulunun 21 Kasım 1947 tarih ve 174 (2) sayılı kararı uyarınca kurulan milletlerarası
hukuk komisyonunun 12 Nisan 1949’da yapıları ilk toplantısında, karasuları ve açık denizler
Sevin Toluner, Milletlerarası Hukuk Dersleri, Beta Yayınları, İstanbul, 1996, s.5.
Aybay, s.835-836.
4
Aybay, s.832.
5
Hatice Ilgaz, “Denizde Bilimsel Araştırmaların Uluslararası Hukukta Düzenlenmesi İhtiyacının Ortaya
Çıkışı”, Journal of Naval Science and Engineering, 2009, C.5, No.1, ss.39-48, s.41.
6
Toluner, s.57.
2
3
114
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 112-132.
hukuki rejiminin kodifikasyona uygun olan konular arasında bulunduğu kabul edilmiş;
Komisyonun 1950-1956 yılları arasındaki çalışmaları sonunda bir andlaşma taslağı hazırlanarak
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'na sunulmuştur. 24 Şubat-27 Nisan 1958 tarihleri arasında
Cenevre’de toplanan Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Konferansı, bu tasarı üzerinde çalışarak,
deniz hukukuyla ilgili dört andlaşma metni kabul etmiştir. Karasuları ve Bitişik Bölge
Konvansiyonu; Açık Denizler Konvansiyonu; Kıta Sahanlığı7 Konvansiyonu; Açık Denizlerde
Balıkçılık ve Canlı Kaynaklarının Korunmasına Dair Konvansiyon.8
Milletlerarası Deniz Hukuku alanında ilk yazılı kodifikasyon olarak 1958 andlaşması
deniz hukuku için önemli bir belge olurken asıl olarak deniz hukukuyla alakalı örf ve adet
hukukunu yazılı hale getiren bu andlaşma, karasularının iç sınırının saptanmasında düz hatlar
usulünün kabulü, bitişik bölge ve kıta sahanlığı gibi yeni kavramları da düzenlemektedir. Bu
düzenlemeler ise denize kıyısı olan devletlerin yetkilerini genişletme gayretleri olarak ortaya
çıkmışlardır.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 17 Aralık 1970 tarihli kararında, 1973 yılında milli
yetki sınırları ötesinde kalan açık deniz yatağı ve toprak altının hukuki rejimini saptamak için bir
deniz hukuku konferansının toplanmasını önerirken, sınır sorunuyla birlikte deniz hukukunun
bütün sorunlarının9 (açık denizler, kıta sahanlığı, karasuları ve bitişik bölge, açık denizlerde
avlanma ve canlı kaynaklarının korunması, deniz çevresinin korunması ve kirlenmenin
önlenmesi, denizde bilimsel araştırma) bu konferansın gündemine almak zorunda kalmıştır.
Üçüncü deniz hukuku konferansı 20 Haziran-29 Ağustos 1974 tarihinde Karakas’ta yapılan
toplantıyla başlamış ve 10 Aralık 1982 tarihinde Montego Bay’de imzaya açılan Deniz Hukukuna
Dair Birleşmiş Milletler Konvansiyonu’nun kabulüyle sonuçlanmıştır.10 Daha sonra da bu
sözleşmeye paralel ve onun gereği olarak doğan11 bir çok uluslararası sözleşme daha
imzalanmıştır.
Bu Sözleşme metni 130 olumlu, 17 çekimser ve 4 karşı oy almıştır. Sözleşmeye
konferansta da karşı oy veren Türkiye daha sonra da imzalamamıştır. Yürürlüğe girmesi için en
az 60 devletlin onayından sonra 1 yıl geçmesi gereken Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku
Sözleşmesi (BMDHS) 16.11.1994 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Eylül 1996 tarihinde Sözleşmeyi
106 devlet onaylamıştır. Başta ABD olmak üzere bazı devletlerin Sözleşmenin uluslar arası deniz
yatağını düzenleyen 11.bölümüne eleştirileri üzerine alan bölümün bir andlaşma ile tekrar
düzenlenmesi yoluna gidilmiştir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) 28.7.1994
tarihinde kabul edilen andlaşma, 16 Kasım 1994’te gerekli sayı olan 60 onayı elde etmiş 12,
28.7.1996 tarihinde yürürlüğe girmiş olup Eylül 1996 tarihi itibarı ile 67 devlet taraf olmuş
Daha geniş olarak kıta sahanlığı için bkz. Arda Özkan, “Kıta Sahanlığının Sınırlandırılmasında
Uluslararası Uygulamalar: Sözleşmeler, İçtihat Ve Doktrin”, International Journal of Social Science,
Number: 31 , 2015, ss.367-386, s.367 vd.
8
Toluner, s.57-58
9
Burak Akçapar, “Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nde Deniz Hukuku Uluslararası
Mahkemesi”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 1996, C.51, S.1, ss.19-42, s..26 vd.
10
Toluner, s.60-61
11
http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2014/08/20140828-1-1.pdf. 2004 Gemi Balast Suyu ve
Sedimanlarının Kontrol ve Yönetimi Hakkında Uluslararası Sözleşme bunlardan bir tanesidir.
12
Funda Keskin, “1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nden Doğan Sorunların Çözülmesinde Uluslararası
Deniz Hukuku Mahkemesi”, Ankara Ünv SBF Dergisi, 1998, C.53, S.1-4, ss.186-205, s.185.
7
115
C. Öztürk/ Açık Denizlerde Düzen ve Güvenlik
durumdadır. Yeni Sözleşme ile Uluslar arası deniz hukukunda ulusal alanların genişlemesi eğilimi
kendini göstermiştir.13
Sözleşme 1995’de yeterli katılımın olması ile yürürlüğe girmiştir; Türkiye sözleşmeye
katılmamıştır. Türkiye 1958 Cenevre Sözleşmesine de katılmamıştı. Ancak, sözleşmeye taraf
olmayan ülkeler açısından da bu sözleşme önemlidir; çünkü:
1- Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi14’nin (The 1982 United Nations
Convention on the Law of the Sea-UNCLOS15’un) bazı hükümleri teamülü yansıttığı- var olan
kuralları açıkladığı- için, uluslararası deniz hukuku kaynağı olarak katılmayan devletleri de
bağlar;
2- Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin yeni kurallar getiren hükümleri, zamanla, yeni
teamül kuralları niteliği kazanabilir ve bu bakımdan üye olmayan ülkeleri de bağlayabilir.
Ancak şu önemli noktayı unutmamak gerekir: Bir devlet, bir teamül kuralının oluşması
aşamasında sürekli ve tutarlı olarak bu kurala karşı çıkmışsa, o örf ve adet (teamül) kuralı, karşı
çıkan devlet için bağlayıcı olmaz.16
1958 Konvansiyonu’ndan henüz 16 yıl geçmişken üçüncü Konferansın düzenlenmesinin
nedenlerine gelince, 1958 Kodifikasyonu’nda karasuları sorununun çözümlenememiş olması,
bazı kavramların teknolojik gelişmelere paralel olarak anlamını yitirmesi ya da değişmesi, 1958
den sonra Birleşmiş Milletlerin yapısında az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerin sayısı
artınca bu defa denizlerin kullanımında sosyal adalet ilkesine bağlı yeni bir düzenleme ile
çözümlenmesini istemeleri, yine gelişen teknoloji sayesinde açık denizlerde petrol çıkarılması,
denizde kurulan seyyar fabrikalarla denizlerde üretim yapılması, balıkçılığın daha büyük
çerçevelerde yapılabilir hale gelmesi, deniz kirliliği ve deniz canlılarının korunması ve adil olarak
faydalanabilme gibi sebeplerdir.
1958 Kodifikasyonu ile aralarında bir tezatlık olduğu durumlarda 1982
Kodifikasyonu’nun uygulanacağı, 1982 Kodifikasyonu’nun 311. maddesinde düzenlenmiş
bulunmakla 1982 Kodifıkasyonu’nun kendine daha fazla hukuki etkinlik kazandırmıştır.
AÇIK DENİZLER
Biz açık deniz tanımını 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne
göre yapmadan önce farklı tanımlara bir göz atalım. Açık deniz: Kıyıdan uzakta kalan ve bir
devletin iç suları ya da karasuları sayılmayan deniz.17 Hiçbir devletin egemenliği altında olmayan
uluslar arası deniz alanlarıdır.18 Açık deniz ülkelerin karasularının dışında kalan deniz, uluslar
Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk Dersleri, Turhan Kitabevi Yayınları, Ankara, 1999, s.318
http://denizmevzuat.udhb.gov.tr/dosyam/denizhukuku.pdf Erişim tarihi: 27.08.2016. 1982 Birleşmiş
Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi, Türkçe tam metin.
http://www.un.org/depts/los/convention_agreements/texts/unclos/unclos_e.pdf Erişim tarihi: 29.08.2016.
1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi, İngilizce tam metin.
15
Şule Anlar Güneş, “Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi ve Deniz Çevresinin Korunması”,
AÜHFD, C.56, S.2, ss.1-37, 2007, s.2.
16
Aybay, 1998, s.846-847.
17
Selahattin Bağdatlı, Temel Hukuk Kavramları, Tabevi Yayınları, İstanbul, 1955, s. 10.
18
www.mfa.gov.tr. http://www.mta.gov.tr/v2.0/birimler/redaksiyon/ekonomi-bultenleri/2015_20/3.pdf’da
Nuray Karapınar, Doğal Kaynaklar ve Ekoloji Bülteni, Sayı.20, ss.13-21, 2015, s.14.
13
14
116
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 112-132.
arası deniz.19 Açık deniz bir devletin Münhasır Ekonomik Bölgesi’ne, karasularına ve iç sularına
ve takım ada devletlerinin takım ada sularına girmeyen deniz kesimleri için kullanılan bir
deyimdir20 şeklinde tanımlanmış.
1958 Cenevre Açık Deniz Sözleşmesinin 1. maddesinde, açık deniz, denizin iç sular ya
da karasularına ait olmayan bütün parçaları olarak tanımlanmaktadır. Açık denizden yalnızca su
alanının anlaşılması gerektiği, Uluslararası Deniz Yatağı Rejiminin ayrıca düzenlenmesi
nedeniyle ortaya çıkmaktadır21.
1982 Deniz Hukuku Konferansı dikkate alınarak açık deniz tanımını şu şekilde yapmak
daha kapsamlı ve anlaşılır olur; Herhangi bir devletin iç suları, karasuları, münhasır ekonomik
bölgeleri, takım adalarının takım ada suları dışında kalan, denize kıyısı olsun ya da olmasın bütün
devletlere açık, herhangi bir parçası herhangi bir devletin egemenliğine bırakılamaz bütün deniz
kısımlarıdır.
Bitişik bölge ile karasuları 1958 Kodifikasyonunda var iken Münhasır Ekonomik Bölge,
1982 Kodifikasyonu ile milletlerarası deniz hukukuna kazandırılmıştır. O nedenle açık
denizlerden faydalanmada kıyısı olan devletlerin bir ağırlık kazandıkları gözlenmektedir.
Asıl olarak devletin deniz ülkesi iç suları ve karasularından oluşuyorsa diğer deniz
kısımları da açık denizler olarak değerlendirilebilir. Ancak bu açıklamayı dikkate aldığımızda
açık denizleri de ikiye ayırmak gerekecek birinci kısımda, bütün devletlerin eşit haklara sahip
olduğu, tam bir serbestinin hakim olduğu açık deniz bölümleri diğer kısımda ise kıyı devletine
bazı yetkilerin tanındığı bitişik bölge ve münhasır ekonomik bölgeler yer almaktadır. İşte bu
noktada bizim özel olarak üzerinde duracağımız deniz kesimleri, bitişik bölge, münhasır
ekonomik bölge, takım ada sulan dışında kalan açık deniz bölümleridir. Bunu incelerken de 1982
Birleşmiş Milletler Denizi Hukuku Sözleşmesini ana metin olarak ele alacağız.
AÇIK DENİZLERİN HUKUKSAL STATÜSÜ
1982 tarihli BMDHS’nin 86. maddesinde tanımını bulan açık deniz, aynı sözleşmenin
87. maddesinde denize kıyısı olsun veya olmasın bütün devletlere açıktır. Hiçbir devlet, geçerli
bir şekilde açık denizin herhangi bir parçasını egemenliğine tabi tutmaya kalkamaz (m.89) ve
açık denizler barışçı amaçlar için kullanılacaktır (m. 88).
CK’nun 2. maddesinde de “Açık denizler, bütün milletlere açık olduğu için hiçbir devlet,
bunun herhangi bir kesiminin kendi egemenliğine tabi olduğunu, muteber bir biçimde ileri
süremez.” Denilmekle BMK ile paralellik gösterir. Zaten 1958 Cenevre ve 1982 Birleşmiş
Milletler Kodifikasyonları birbirinin tekrarı gibi ise de, 1982 Kodifikasyonu’yla biraz daha
ilerlemeler sağlanmıştır. Karasularının 12 mil olarak kabul edilmesi, 1958 Kodifikasyonu’nun bir
eksiğini gidermiştir. Ayrıca 1982 Kodifikasyonu’nda Münhasır Ekonomik Bölge tanımıyla
karşılaşıyoruz.
Ali Şafak, Hukuk Terimleri Sözlüğü, Rehber Yayınları, Ankara, 1992, s.3.
Fahiman Tekil, Deniz Hukuku, Alkım Yayınları, 6. Bası, İstanbul, 2001, s.502.
21
Pazarcı, s .417.
19
20
117
C. Öztürk/ Açık Denizlerde Düzen ve Güvenlik
AÇIK DENİZLER SERBESTİSİ22
Açık denizler serbestisi, diğerlerinin yanında (milletlerarası hukuka aykırı olmayan
kullanma biçimleri) şu serbestileri kapsar:
- Seyrüsefer, (Bir devletin gemileri açık denizde suyun üzerinden ya da altından
seyredebilecektir.)
- Uçma,
- Kıta sahanlığı kısmındaki kurallara uygun olarak, su altı kablo ve boru döşeme
- Kıta sahanlığı kısmına dair kurallara uygun olmak üzere suni adaları veya uluslararası
hukukun izin verdiği diğer tesisleri yapma, inşa etme,
- Açık denizin canlı kaynaklarının muhafazası ve idaresi ile ilgili bölüm şartlarına tabi
olmak üzere balıkçılık, (Uluslararası hukukun bu konuda koyduğu kurallar çerçevesinde, bütün
devletlerin ya da vatandaşlarının açık denizde balıkçılık yapabileceklerinin kabul edildiği
belirtilmektedir. Uluslararası hukukun bu konuda ön gördüğü serbestliği kısıtlayan koşullar ise
açık denizde canlı kaynaklarının korunması ve makul olarak işletilmesine dair kurallardan
oluşmaktadır.)
- Deniz bilimsel araştırması kaidelerine uygun olarak bilimsel araştırma, (Araştırmalar
barışçıl amaçlara ayrılmıştır. Bu hükmün anlamı netleşmemişse de, devletlerin açık denizlerden
askeri amaçlarla yararlanması hususunda sınırlayıcı bir hüküm niteliği taşıdığı görülmektedir.
Sorun ise barışçıl amaçlardan bir hukuksal terim olarak ne anlaşılacağıdır. Eğer “barışçıl”
kelimesi geniş yorumlanırsa, askeri olan bütün aktiviteler yasaklanacaktır. Barışçıl teriminden,
saldırgan olmayan askeri faaliyetler anlaşılacaksa o zaman savunma amaçlı faaliyetlerin bu
hüküm ile yasaklanması mümkün olmamaktadır. Bugünkü uygulamalarda ikinci olasılık kabul
edilmiş görülmektedir. Bugün bütün devletler savunma amaçlı askeri faaliyetlerini açık deniz ve
üzerinde, herhangi bir öze ilişkin protesto edilmeden yapabilmektedirler. Ancak bu hükmün açık
denize nükleer silah yerleştirilmesini yasakladığı belirtilmektedir.23
Serbestisini kapsar.
Bu serbestiler bütün devletlerce kullanılır (m.87). 1958 Konvansiyonunda belirtilen
serbestiler ulaştırma, avlanma, uçma, denizaltı kablo ve boru döşeme serbestisinden ibaretti.
Görüldüğü gibi 1982 Konvansiyonunda 1958 Konvansiyonundan farklı olarak, suni adalar ve
diğer tesislerin inşası ve bilimsel araştırma yapma serbestileri var ki, bundan sonra da teknolojik
gelişmelere binaen bu tip serbestilerin artması söz konusudur. Böylece gelişen dünya koşullarında
açık denizlerden yararlanma çeşitlenecektir.
Suni ada, doğal adanın dışında kalan ve insanın katkısı ile yapılmış, su yüzünde kalan
çıkıntıları belirtmektedir. Bu adalar tamamen insan yapısı olabileceği gibi doğanın tanıdığı bazı
olanakların insan eliyle tamamlanması şeklinde de gerçekleşebilmektedir. Bu tür adaların
yapımında kullanılan maddelerin niteliği de önemli değildir.24
Geniş olarak bkz. Sinan Misli, “Açık Denizlerin Serbestliği, Gemilerin Uyrukluğu Ve Bayrak Devleti
Münhasır Yargı Yetkisi Arasındaki İlişkinin Teamül Hukuku, Konvansiyonlar Ve Mahkeme Kararları
Işığında İncelenmesi”, Gazi Üniv Hukuk Fakültesi Dergisi, C.18, S.1, 2014, ss.179-207, s.179 vd.
23
Pazarcı, s.421.
24
Pazarcı, s.324.
22
118
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 112-132.
Ancak bu serbestiler mutlak değildir. Diğer devletlerin açık deniz serbestilerini
kullanmadaki çıkarları makul bir şekilde gözetilerek kullanılabilecektir. 1958 Konvansiyonunda
bu konu “makul bir ölçüde gözetilmek suretiyle”, 1982 Konvansiyonunda “uygun bir biçimde
gözetilerek” şeklinde düzenlenmiştir.
Açık deniz dibindeki kaynakların işletilmesi, açık denizde ve üzerindeki hava sahasında
askeri manevralar ve nükleer denemeler yapılması, füze atışlarında kullanılması, radyoaktif
artıkların depo edilmesi ikinci dünya savaşından sonra ortaya çıkan kullanma biçimleri olup,
askeri manevralar veya nükleer denemeler yapılan alanların ulaşıma kapatılması çalışmalarında
olduğu gibi, bunların klasik serbestileri engelleyici özellikleri de bulunmaktadır. Bunlar açık
deniz canlılarının yok olması tehlikesi yaratması, diğer ülkelerin açık denizi kullanmadaki
serbestilerini ortadan kaldırır, barışçı amaçlarla kullanılması sorununa halel getirir daha da vahimi
açık deniz serbestisi haklarının kötüye kullanılması gibi nedenlerle milletlerin menfaatine
olmayan çalışmalar olarak bazı devletlere askeri alanda üstünlük sağlayabilecekse de açık deniz
serbestisinin ihlali olarak görülebilir ya da bunların durdurulması bilimsel çalışma yapılmasını
baltalar25.
Bu serbestiler kıyısı olsun olmasın bütün devletlere tanınmıştır. 1958 Konvansiyonunda
deniz ile denize kıyısı olmayan devletlerin arasındaki devletler, denize kıyısı olmayan devletlere
karşılılık koşuluyla ülkelerinden transit geçiş hakkını; ve bu devletin bayrağını taşıyan gemilere,
kendi gemileri veya diğer herhangi bir devlet gemileri için ön görülen aynı koşullar altında,
limanlarına girmek ve bunları kullanma hakkını tanımakla yükümlü iken 1982 Konvansiyonunda
transit geçilen devletlerin, denize kıyısı bulunmayan devletlere tanınan hak ve kolaylıkların meşru
çıkarlarını ihlâl etmemesini sağlayacak bütün gerekli önlemleri alma hakkı bulunmaktadır.
Ayrıca her devlet bayrağını taşıyan gemi ya da yargı yetkisine tabi kişilerin kasten veya
ihmalen kablo veya boru hattının koparılması ya da zarara uğratılmasının cezalandırılır bir suç
olarak gerekli kanun ve düzenlemeleri yapacaktır. Ancak bu düzenlemeler sadece hayatlarını veya
gemilerini kurtarmak için hareket edildiği durumlarda uygulanmayacaktır (m.113). Aynı şekilde
bu hatları döşerken ya da tamir ederken ortaya çıkacak zararlar için de geçerlidir (m.114).
Ortaya çıkacak zararın bu kablo ya da boru hattına zarar vermemek için herhangi bir
balıkçılık edavatını kaybedenin zararı kablo veya boru hattının sahibi ülkelerce karşılanması
yönünde gerekli kanun ve düzenlemeler yapılacaktır. (m.115)
BAYRAK DEVLETİNİN YETKİLERİ VE GÖREVLERİ
Bayrak devletinin bayrağını taşıyan gemiler üzerindeki yetki ve görevlerine başlamadan
önce bu “gemi, gemi tabiiyeti, gemi sicili nedir? Sorusuna bir cevap verelim. Gemi, halk dilinde
denizde eşya veya yük taşıyan taşıtlar olarak söylenebilir. 1894 İngiliz Merchand Shipping ACT,
sec.742’de verilen tanıma göre gemi: denizde kürekten başka aletle sefer yapan her teknedir. 4922
sayılı Denizde Can ve Mal Koruma Hakkında Kanun’un 1. maddesine göre, denizde kürekten
başka aletle yola çıkabilen her araca, adı, tonalitosu ve kullanma amacı ne olursa olsun gemi denir.
Devletlerin uygulamalarına hakemlik ve yargı kararlarına ve öğretisel görüşlerle
uyrukluk, temelinde bir toplumsal bağlılık olgusu, karşılıklı hak ve görevlerle birlikte gerçek bir
25
Toluner, s.282
119
C. Öztürk/ Açık Denizlerde Düzen ve Güvenlik
varlık, çıkar ve duygu dayanışması yatan bir hukuksal bağdır. Bundan yararlananlar, iç hukuk
kişileri, tüzel kişiler, gemiler ve hava araçlarıdır26.
Gemi sicili, belli nitelikleri taşıyan gemilerin hem fiziksel hem de hukuksal durumlarını
belirten, böylece bu bilgilerin alenileşmesini sağlayan resmi bir sicildir.
Bir geminin tabiiyeti taşıdığı bayrağa (bandırasına) göre belirlenir. Taşıdığı bayrak o
geminin hangi devletin yetkisi altında olduğunu gösteren bir simgedir. Türk bayrağını taşıyan bir
gemi Türkiye Cumhuriyetinin yetkisi ve korumasına tabidir. Bu yetki ve koruma, gemi dünyanın
neresinde olursa olsun devam eder27.
a) Yetkileri
Gemilerde idari ve yargısal yetkiler bakımından açık denizde herhangi bir boşluk
doğmasının sakıncalarına dikkat edilerek, her devletin kendi ulusal yetkilerinde bulunan gemiler
üzerinde açık denizde de yetkili olmaları kabul edilmektedir. Bir devletin tabiiyetinde bulunan
açık denizdeki gemiler üzerinde ortaya çıkacak her türlü olayın bayrak devletinin (tabiiyetinde
olunan devlet) ülkesinde olmuş gibi ve bayrak devletinin yasalarına göre değerlendirilmesi
gerekir. Böylece açık denizdeki bir gemi üzerinde ceza, idare ve hukuk davalarına konu olacak
her eylem veya işlem bayrak devletinin yetkisi altında bulunmaktadır. Nitekim güvenliğe dair
görevlerini devletler, modern yönetim paradigmalarının yetersiz kaldığını göz önünde tutarak
stratejik bir yaklaşımla yerine getirmelidir28. Yine bayrak devleti geminin kaptanı ve mürettebatı
üzerinde de ulusal hukuka uygun yetkilerini kullanır29.
Her devlet kendi bayrağını taşıyan gemileri seyrüsefer ettirme hakkına sahiptir (m.90).
Gemiler sadece bir devletin bayrağı altında seyrüsefer edecektir. Bir devletin bayrağı altında
olmayan gemiler tabiiyetsizdir. Birden fazla devletin bayrağı altında seyredip yerine göre onları
kullanan gemi de tabiiyetsiz bir gemi ile aynı tutulabilir. Milletlerarası andlaşmalarda veya bu
sözleşmede açıkça ön görülmemiş olan istisnalar hariç, açık denizde bayrağını taşıyan gemiler
bayrağını taşıdığı devletin yargı yetkisine tabi olacaklardır.
Bir gemi gerçek bir mülkiyet devri veya tescil yeri değişikliği dışında, bir yolculuk
esnasında veya bir uğrak limanında bayrağını değiştiremez (m.92).
Açık denizde mürettebatın cezai veya disiplin sorumluluğunu gerektiren bir çarpışma
veya başkaca bir seyrüsefer olayı meydana geldiğinde bu kişilere bayrak devleti veya vatandaşı
oldukları devletin kazai veya idari mercilerinden başka bir merci önünde hiçbir ceza ya da disiplin
tatbikatı yapılamaz. Bir kaptanlık ya da izin belgesini bu belgeleri veren devlet iptal edebilir.
Bayrak devleti dışında kalan hiçbir merci geminin tutuklanmasını veya yakalanmasını hiçbir
şekilde emredemez (m.97).
Her devlet bayrağını taşıyan gemiden, gemiye veya mürettebatına ciddi zarar gelmeden
yapabileceği ölçüde;
a) Denizde kaybolma tehlikesi içinde bulunan kimseye yardım etmesini,
Pazarcı, s. 66.
Aybay, s.481.
28
Cemal Öztürk, Kamu Yönetiminde Stratejik Yaklaşımlar, Sage Yayınları, Ankara, 2016, s.73.
29
Pazarcı, s.420.
26
27
120
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 112-132.
b) Tehlikede bulunanların yardım ihtiyacından haberdar edildiğinde, onları kurtarmaya
makul olan sürede gitmesini,
c) Bir çarpışmadan sonra, diğer gemiye yardım etmesini, mümkün olan yerde diğer
gemiyi, kendi isminden, tescil limanından ve uğrayacağı en yakın limandan haberdar etmesini
isteyecektir (m.98).
1958 Konvansiyonu’nun 12. maddesi ile aynı içeriği ve hükümleri içermekte olup, bu
konuda 1958 Konvansiyonu’nun içeriği aynen korunmuştur.
b) Görevleri
1- "Her devlet, bayrağını taşıma yetkisi verdiği gemilere, o amaçla belgeler verecektir (m
91, 2.fk.). Her devlet gemilere tabiiyetinin verilmesi, ülkesinde tescil edilmesi ve bayrağını tasıma
hakkı için gerekli şartlan tespit edecek. Gemiler tabiiyetini bayrağını taşıdığı ülkeden alırlar.
Gemiyle devlet arasında gerçek bağ olmalıdır (m.91, 1 .fk).
2- Her devlet;
a) Bayrağını taşıyan gemiler üzerindeki yargı yetkisini etkin bir biçimde kullanacaktır.
(Mürettebat üzerinde de, idari, teknik ve sosyal meseleler konusunda)
b) Milletlerarası düzenlemelerden ihraç edilenler hariç, bayrağını taşıyan gemilerin
isimlerini ihtiva eden bir gemi sicilini bulunduracaklardır.
c) Bayrağını taşıyan gemilerin inşası, teçhizi ve denize elverişliliği, gemilerin donanımı,
mürettabatın çalışma şartları ve eğitimi, sinyallerin kullanılması, haberleşmenin idamesi ve
çarpışmaların önlenmesi ile ilgili tedbirleri alır.
Bu tedbirler;
- Her bir geminin uygun aralıklarla ehil bir gemi sürveyanınca tetkik ve güvertede güvenli
bir seyrüsefer için geçerli olan haritalara, deniz yayınlarına ve seyrüsefer teçhizat ve araçlarına
sahip olmasını,
- Kaptanın; özellikle denizcilik, seyrüsefer, haberleşme ve deniz mühendisliği alanlarında
gerekli niteliklere sahip olmasını, mürettebatın nitelik ve sayı bakımından gemiye uygun
olmasını,
- Kaptanın, zabitlerin ve mümkünse mürettebatın denizde can güvenliği çarpışmaların
önlenmesi, deniz kirliliğinin önlenmesi, azaltılması ve kontrolü, ve radyo haberleşmesiyle ilgili
geçerli milletlerarası düzenlemelere aşina olmalarını, riayet etmelerini kapsar.
Günümüzde gemilerin sahip olmak zorunda oldukları uluslararası standartları belirleyen
en temel andlaşma Denizde Can Güvenliği Uluslararası Sözleşmesi (SOLAS) olup, 1.11.1974
tarihinde imzalanmış ve 25.5.1980 talihinde yürürlüğe girmiştir. Diğer taraftan, Nisan 1979’da
imzalanan Deniz Araştırma ve Kurtarma Uluslararası Sözleşmesi de kaza durumunda yardım
yöntem ve koşullarını düzenleyen önemli bir andlaşma olarak yürürlüktedir. Türkiye bahsedilen
her iki sözleşmeye de taraftır30.
30
Pazarcı, s.427.
121
C. Öztürk/ Açık Denizlerde Düzen ve Güvenlik
Bir gemi üzerinde yargı yetkisinin ve kontrolün kullanılmadığına İnanmak için
gerekçeleri olan devlet, olayları bayrak devletine bildirebilir. Bayrak devleti de konuyu ele alacak,
uygunsa durumu düzeltmek için gerekli olan bir işlemi yapabilir (m.94).
3- Her kıyı devleti, denizde ve deniz üstünde güvenlikle ilgili yeterli ve etkin bir
araştırma ve kurtarma hizmetinin kurulmasını, işletilmesini ve idamesini ilerletecek ve gerekirse
bu amaçla komşu devletlerle işbirliği edecektir (m.98, 2 .fk.).
1958 Konvansiyonunun 10. maddesinde ise devletlerin görevi şu şekilde belirtilmişti;
1- Her devlet bayrağını taşıyan gemiler bakımından, denizde güvenliğin sağlanması için,
diğerleri yanında şu hususlarda gerekli olan tedbirleri alacaktır:
a) İşaretlerin kullanılması, haberleşmenin sağlanması ve çatmaların önlenmesi;
b) Uygulanabilecek milletlerarası iş mevzuatını da göz önünde bulundurarak, geminin
donatılması ve gemi adamlarının çalışma şartları;
c) Gemilerin inşası, teçhizi ve denize elverişliliği.
2- Bu tedbirleri alırken her devlet, genellikle kabul edilmiş olan milletlerarası standartlara
uymak ve bunlara uyulmasını sağlamak için gerekli olan tedbirleri almak zorundadır.
Görüldüğü gibi 1982 Konvansiyonu konuları biraz daha ayrıntılı olarak düzenlemeye tabi
tutmuş. Bu anlamı ile de daha açık ve daha anlaşılır, yoruma daha kapalı olmuştur.
BAYRAK DEVLETİ DIŞINDAKİ DEVLETLERİN SINIRLI YETKİLERİ
ŞUNLARDIR
a) Yabancı gemilerin uğradıkları kazalar vb. olaylar sonucunda bir devletin kıyıları
kirlenme tehlikesi ile ciddi olarak karşılaşırsa, o devlet önlemler alabilir. 1969 tarihli müdahale
konvansiyonu kıyı devletine, böyle bir durumda açık denizlerde de önlem alma yetkisi tanımıştır.
b) Bütün devletlerin korsanlığa karşı gerekli önlemleri alma hak ve yükümlülükleri
vardır. Bir gemi hangi tabiiyete sahip olursa olsun korsanlık yaptığı anlaşılır ya da bundan şüphe
edilirse, bir devletin savaş gemisi ya da yetkili kılınmış gemisince durdurulabilir ve tutuklanabilir.
Tutuklanan geminin gemi mürettebatı veya yolcuları uyrukları ne olursa olsun götürüldükleri
devletin yetkili mahkemelerinde yargılanabilir.
c) Bir devletin iç sularında veya karasularında kuralları çiğneyen gemi, kıyı devletinin
savaş gemilerince izlenip açık denizde tutuklanabilir; Bunun için izlemenin karasularında, ya da
gümrük vergi, göç ve sağlıkla ilgili kuralların çiğnenmesi hallerinde bitişik bölgede başlamış
olmalıdır. Kesintisiz izleme hakkı olarak bilinen bu hakkın kullanılması için izlemenin, ihlali
yapan gemi henüz karasularındayken başlamış olması ve kesintisiz olması şarttır. (İhlal bitişik
bölgeye ilişkin kuralların çiğnenmesiyle oluşmuşsa izleme bitişik bölgede de başlayabilir.) İhlali
yapan gemi karasuları dışında fakat gemiden indirilmiş bir tekne karasularındaysa kesintisiz
izleme hakkı yine bulunmaktadır31.
d) Bütün devletler, açık denizden izinsiz (radyo) yayını yapmayı önlemek için işbirliği
edecektir. İzinsiz yayın açık denizde milletlerarası nizamlara aykırı olarak yapılan radyo veya
TV Yayınını kapsamakta olup, tehlike çağrılarını transmisyonu bunun dışındadır.
31
Aybay, s.964
122
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 112-132.
İzinsiz yayın yapan bir kimse,
- Geminin bayrağını taşıdığı devletin,
- Tesisin tescil edildiği devletin,
- Şahsın vatandaşı olduğu devletin,
- Yayınların alınabileceği herhangi bir devletin,
- İzinli yayının müdahaleye uğradığı devletin,
Mahkemeleri önünde kovuşturulabilir, devletlerce izinsiz yayın yapan gemi veya sahsı
ilgili devlet tutuklayabilir ve yayın aracına el koyabilir (m.109). İzinsiz yayın yapan bir gemi
üzerinde açık denizde, geminin bayrağını taşıdığı devletin yanında, tesisin tescil edildiği devletin,
sahsın vatandaşı olduğu devletin, yayınların alınabileceği herhangi bir devletin ve izinli yayının
müdahaleye uğradığı devletin de kovuşturabilme, tutuklayabilme ve el koyma yetkisi
bulunmaktadır.
BM ÖRGÜTLERİNİN GEMİLERİ VE GAYRI-TİCARİ HİZMETLERDE
KULLANILAN GEMİLER İLE HARP GEMİLERİ
BM’in uzmanlık örgütlerinin, MAEA’nın bayrağını taşıyan gemiler, bu bayrakları
taşıyabilir ve tabiiyetsiz kabul edilmezler (m.93).
Harp gemileri veya bir devletin yalnızca gayri-ticari hizmetinde kullanılan gemiler bayrak
devletinden başka herhangi bir devletin yargı yetkisinden tamamıyla bağışıktır, yargı yetkilerinin
dışındadır (m.95-96).
ZİYARET (ARAMA) YETKİSİ
Tam bağışıklığa sahip olmayan bir yabancı gemi ile karşılaşan bir harp gemisi,
- Geminin haydutluk yaptığından,
- Geminin esir ticaretine giriştiğinden,
. Geminin izinsiz yayına giriştiğinden ve harp gemisinin bayrağını taşıdığı devletin (109.
maddeye göre) yargı yetkisine sahip olduğundan,
- Geminin tabiiyetsiz olduğundan,
- Yabancı bir bayrak taşıdığı veya bayrağını göstermeyi reddettiği halde, gemi gerçekte
harp gemisi ile aynı tabiiyeti haiz olduğundan,
Şüphe etmek için makul sebepler olmadıkça yabancı gemiye yanaşmakta haklı olmaz. 1.
durumda, harp gemisi, geminin kendi bayrağını çekme hakkım tetkik edebilir. Bu amaçla şüpheli
gemiye bir subay komutasında tekne gönderebilir. Belgeler kontrol edilir, şüpheler giderilmezse
detaylı bir inceleme yapılabilir.
Şüpheler doğru çıkmazsa gemiye verilmiş olabilecek herhangi bir kayıp veya zarar
tanzim edilecektir.
Bu hükümler uçaklarda da aynı şekilde uygulanır. Devlet hizmetinde oldukları açıkça
işaretlenmiş ve teşhis edebilen ve usulüne uygun şekilde yetkilendirilen diğer herhangi bir gemiye
veya uçağa da uygulanır (m. 110).’
123
C. Öztürk/ Açık Denizlerde Düzen ve Güvenlik
Bu hükümler 1958 Konvansiyonunun 22. maddesinde de benzer bir düzenleme
bulunmakla, 1982 Konvansiyonunda ziyaret yapabilecek gemi türleri genişletilmiş ve kapsamına
müsaadesiz radyo yayını yapıldığına dair makul şüphe bulunması halinde de bu yetki tanınmıştır.
Savaş gemilerinin, barış zamanında yabancı ticaret gemilerini açık denizde ziyaret ve
durdurma yetkisi bu sınırlar içinde mümkün olabilir. Devletin güvenliğine karşı ani bir tehlikenin
bulunması durumunda, düşmanca davranışlarda bulunma şüphesini uyandıran yabancı ticaret
gemilerinde bu yetkinin kullanılması Milletlerarası hukuk Komisyonu tarafından 1956 tarihli
tasarıda reddedilmiştir32.
Üçüncü devletlerin yetkili gemilerinin bu denetleme hakkını kullanırken dikkat etmeleri
gereken tek şey, söz konusu suçu işlediğinden şüphelenilen yabancı geminin bir devlet gemisi mi
yoksa ticaret gemisi mi olduğu konusundadır33.
KESİNTİSİZ TAKİP
Kıyı devleti, yabancı bir geminin, karasularında, iç sularında veya bitişik bölgesinde iken,
kanunlarını veya düzenlemelerini ihlal ettiğine inanması için haklı sebepleri olduğu zaman, o
geminin kesintisiz olarak takibine gidebilir. Takip, yabancı gemi veya botlarından birisi takip
edecek devletin iç sularında, takımada sularında, karasularında veya bitişik bölgesinde iken
başlatılmalıdır ve takip kesintiye uğramadıysa karasuları veya “bölge dışında bu takibe devam
edilebilir.” Kesintisiz takip hakkı kıta sahanlığı üzerindeki ihlallere de uygulanacaktır. Öncelikle
yabancı gemi taralından görülebilecek ve işitilebilir bir durum işaretinden sonra ancak takibe
geçilebilir. 1958 Konvansiyonunun 23. maddesinde ve 1982 Konvansiyonunun 111. maddesinde
düzenlenmiştir.
Kesintisiz takip hakkının kullanılabilmesi ancak takip edilen geminin kıyı devletinin
kurallarını o devletin yetkisine dahil olan deniz alanlarında ihlal etmesi üzerine o geçiş için
geçerlidir. Karasuları dışında kalan sular yönünden takip hakkı sona ermez. Bitişik bölgede takip
hakkının kullanılabilmesi için ihlal edilen hakkın o bölgenin ihdasını gerektiren haklardan biri
olması gerekir. Gümrük, sağlık, maliye ve muhaceret ile ilgili olması gerekir34.
İzleyen gemi, takip edilecek geminin ya da teknelerinden birinin, yahut ekip halinde
çalışan ve takip edilen gemiyi ana gemi olarak kullanan diğer teknelerin, karasuları, bitişik bölge,
münhasır ekonomik bölge veya kıta sahanlığında bulunduğuna elindeki kullanılabilir vasıtalarla
kanaat getirdiği zaman izlemeye başlayabilir. İzleme ancak izlenecek gemiye görüp
anlayabileceği mesafeden anlaşılabilir bir işaretin verilmesi sonrasında başlar35.
Kıyı ülkelerinin kendilerine bitişik deniz alanlarında korunmuş bir takım çıkarları
bulunur. Kıyı devleti iç sularında hukuki ve cezai kuralları zorla yaptırtma hakkına sahiptir.
Karasularında zararsız geçiş hakkının kullanılması nedeniyle getirilen sınırlamalar dışında kıyı
devletinin mutlak bir egemenliği vardır. Ayrıca kıyı devleti bitişik bölgesinde kendi gümrük,
maliye, sağlık ve muhaceratla ilgili kurallarının uygulanması için kontrol yapmak hakkına da
sahiptir. Bununla birlikte kıyı devleti, münhasır ekonomik bölgesinde ve kıta sahanlığında da
doğal kaynakları münhasıran idare edebilir. Deniz kirliliğinin önlenmesi için de aynı haklara
32
Toluner, s.301.
Pazarcı, s.424.
34
Fent Hakan Baykal, Deniz Hukuku Çalışmaları, Alfa Yayınları, İstanbul, 1998, s.383.
35
Baykal s.384.
33
124
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 112-132.
sahiptir. Bu nedenle kesintisiz takip hakkı kıyı devletinin bu alanlardaki menfaatlerinin
korunabilmesi için gereklidir36.
Takip, takip edilen geminin kendi devletinin veya üçüncü bir devletin karasularına
girmesi ile sona erer. Gemi tekrar açık denize açılsa dahi takibe devam edilemez. Takip eden
geminin durdurma, ziyaret, zapt ve limana götürme yetkileri kullanırken gerekli ve makul
ölçülerde zor kullanması yasak değildir37.
Kesintisiz takip hakkı, harp gemileri, askeri uçaklar veya devlet hizmetinde olduğu veya
o amaçla yetkilendirildiği açıkça işaretlenmiş ve teşhis edilebilir diğer gemiler veya uçaklarca
kullanılabilir.
Geminin esir ticareti yaptığına ilişkin makul sebepler bulunsa ve bu husus gemide yapılan
incelemede doğrulansa dahi, diğer devletlere bu durumda yabancı ticaret gemisini zapt etme
yetkisi tanınmamıştır. Esir ticaretinin özellikle insan haklarındaki gelişmeler karşısında,
milletlerarası hukuka aykırı bir durum olduğu kesindir. Fakat bunun önlenmesi konusunda bayrak
devletinin yetkili olması anlayışından vazgeçilememiştir38.
Uçakla yapılan takipte, uçağın kendisi veya takibe devam eden diğer uçak veya gemiler
tarafından takip edilen geminin hem durması emredilecek hem de bu takiplerin kesintisiz olması
gerekecektir.
Bu şartlara uygun olmadan bir gemi açık denizde durdurulmuş veya tutuklanmış ise
izleyen gemi, izlenen gemiye verilmiş olabilecek herhangi bir kayıp veya zararı tanzim edecektir
(m.111).
Kesintisiz takipte amaç esasen zararsız ve masum gemiler için milletlerarası hukuk
tarafından tanınan serbest ulaşım prensibinin arkasına suç işleyen gemilerin sığınmalarını
engellemektir. Kıyı devletinin yetki alanı dahilindeki deniz alanlarında suç işlenmesinden sonra
açık denize çıkan teknenin bu deniz alanında kovalanmasının sona erdirilmesi bunun
cezalandırılmaksızın kaçmasına fırsat vermek olacak ki, bundan adaletin tecelli etmemesi
nedeniyle milletlerarası toplum da zarar görecektir. Bu hakkın kabul edilmemesi suçlu geminin
cezalandırılmamasına sebep olacak ve karasularında işlenen suçların büyük bir kısmının
cezalandırılamaması nedeniyle kıyı devletinin bu alan hakkında yeterince etkinliği olmayacaktır.
Kesintisiz takip konusu, gelecekte kıyı devletlerinin daha ileri teknolojiye sahip olmaları ve
kıyılarına bitişik suları daha iyi kontrol edebilmeleri halinde daha fazla önem kazanacaktır.
Böylece kıyı devleti yasal olmayan uyuşturucu trafiğini önleyebilecek, kıyı balıkçılık
kaynaklarını bunların başka devletlere ait gemiler tarafından işletilmesi ve kirletilmesine karşı
koruyabilecektir. Teknoloji arttıkça suç işleyen gemiler gözlemci teknelerce tespit edilip,
yakalama için özel olarak geliştirilmiş teknelerce yakalanabilecektir. Kesintisiz takip hakkı açık
denizlerde ulaştırmanın kesintisiz olması ile kıyı devletinin kanunlarının etkin bir biçimde
uygulanabilmesi için gereklidir. Bu hakkın tanınması kıyı devletinin kanunlarını daha etkin bir
biçimde uygulama imkanı vererek kamu düzeninin korunmasını, milletlerarası uyuşmazlıkların
azalmasını sağlamaktadır. Kıyı devletinin yetki alanındaki sularda işlenen suçlar açısından atık
denizlerde bu suçları işleyenlerin izlenebilmesinin diğer bir önemli sebebi de, bu takibin kaçan
36
Baykal, 1998, s.380.
Toluner, s.303-304.
38
Toluner, s.300
37
125
C. Öztürk/ Açık Denizlerde Düzen ve Güvenlik
gemi ile kovalayan gemi arasında surat olarak pek de bir fark olmamasındandır. Bu sebeple
denizdeki kovalama olayında, teknik yönden zayıf olan, gelişmekte olan bir kıyı devleti söz
konusu olması halinde yüzlerce mil sürebilmektedir. Dolayısıyla kıyı devletine, kaçan suçlu
gemiyi açık denizlerde de takip imkanı verilmemesi halinde neredeyse hiçbir teknenin
yakalanabilmesi ve cezalandırılabilmesi imkanı olmayacaktır39.
İzleyen bir gemi takip edilen geminin ya da teknelerinden birinin yahut ekip halinde olan
ve takip edilen gemiyi ana gemi olarak kullanan diğer teknelerin, karasuları, bitişik bölge,
münhasır ekonomik bölge veya kıta sahanlığında bulunduğuna elindeki kullanılabilir araçlarla
kanaat getirince izleme başlatılır. İzleme ancak görülür ve işitilir bir durma işaretinin verilmesini
müteakip başlar ve bu işaret izlenecek gemiye görebileceği ya da işitebileceği şekilde verilir.
Kesintisiz takip sadece yabancı devletlere ait kamu niteliği bulunmayan tekneler üzerinde
kullanılabilir. Kıyı devletinin kendi bayrağını taşıyan gemiler üzerinde her zaman bu gemilerin
hangi deniz alanında olup olmadıklarına bakılmadan yargı yetkisini kullanma hakkı vardır. Kıyı
devletinin takip eden tekneleri kaçan geminin giriş yaptığı karasularına sahip olan devletin açık
ya da zımni muvafakati ile bu gemiyi yakalayabilirler. Kıyı devletinin açık ya da zımni
muvafakati olmadan teknenin kovalanabilmesi için karasularına girilirse bu gemi karasularına
girdiği anda bu devletin barışını, düzenini ve güvenliğini ihlal eder kabul edileceği için geçişi
zararsız geçiş olmayacak ve kıyı devletinin müdahalesine maruz kalacaktır. Ne var ki takip eden
gemi kesintisiz takip hakkına göre devlet gemisi olacağından kıyı devleti bu gemiyi tutuklamak
yerine karasularını terk etmesini isteyecektir. Tabi ki bu tekne, kıyı devletinin karasularındayken
bir zarar vermiş ise bunun milletlerarası sorumluluğunu taşıyacaktır. Kovalama sırasında yabancı
bir devletin karasularına giren geminin bu karasularından geçişi zararsız geçiş kapsamında
değerlendirilecektir.
Münhasır Ekonomik bölgedeki duruma gelince, kıyı devletine genel olarak kabul edilen
milletlerarası kirletme standartlarını bu alanda uygulama yetkisi verilmiştir. Burada sözü edilen,
genel olarak kabul edilmiş ve zorla uygulanabilecek milletlerarası kirletme standartları
gemilerden kaynaklanacak kirlenmeyi önlemek için milletlerarası konvansiyonunda yer
almaktadır. Bir kıyı devletinin yabancı bir özel geminin münhasır ekonomik bölgede bulunduğu
sırada milletlerarası kirlenme standartlarını ihlal ettiği veya kıyı devletinin kirletmeye ilişkin
kurallarını ihlal ettiği konusunda açık sebepler olduğuna inanıyorsa, bu devlet söz konusu
gemiden kimliğini ve yolculuğuna ilişkin bilgileri talep ederek geminin bir ihlalinin olup
olmadığını saptamaya yardım etmesini isteyebilir. Eğer ihlal önemli bir kirlenmeye sebep olan,
kirletme tehdidi yaratan bir madde boşaltımı ile sonuçlanmışsa kıyı devleti gemide fiziki olarak
araştırma yapma hususunda ısrar edebilir. Ancak, kıyı devleti gemiyi ancak ortada açık objektif
bir delil bulunması halinde alıkoyabilir. Bu standart kesintisiz takibin başlatılabilmesi için gerekli
olan genel standardın ötesine geçmektedir ki, bu husustaki genel standart yukarıda da belirtildiği
gibi geminin suç işlediğine dair inandırıcı iyi bir sebebin mevcut olmasıdır40.
Gerek milletlerarası teamül hukuku ve gerekse konvansiyonel hukuk açık denizlerde
bulunan bir geminin, yorumsal olarak kıyı devletinin üzerinde yetkiye sahip bulunduğu denizlerde
bulunduğunun varsayılabileceğini kabul etmektedir. Bir geminin teknelerinden birinin kıyı
devletinin sularındayken kıyı devletinin hukukunu ihlal etmesi veya bu geminin ana gemi olması
39
40
Baykal, s.378-379.
Baykal, s.389-390.
126
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 112-132.
hallerinde, takım halindeki gemilerden birinin kıyı sularındayken kıyı devletinin kurallarını ihlal
etmesi halinde bu tekne yorumsal olarak milli yetkiye tabi sularda kabul edilecektir.
Bazı kişiler kaçan teknenin açık denizlere dönmesi durumunda takibin yeniden devam
edebileceğini ileri sürseler de bu sözleşmeye göre, kesintiye uğramış olması nedeniyle mümkün
görülmemektedir.
Kıyı devletinin bitişik bölge ya da MEB’de bulunan bir yabancı gemiyi izlemesi, ancak
bu deniz alanları ile ilgili yasaların çiğnenmesi halinde yapılabilmektedir. Bir yabancı geminin iç
sular ya da karasularıyla ilgili olarak izlenmeye bitişik bölgede ya da MEB’de bulunduğu sırada
başlanması mümkün değildir. Bir yabancı geminin bir deniz alanı içinde bulunduğu sırada o
konudaki takibin başlaması izleyecek geminin de o anda aynı deniz alanı içinde bulunmasını da
gerektirmemektedir. İzlemenin kesilmesi, izlenen geminin sis ya da karanlık veya fırtına gibi
doğal olaylarla ya da sürat farkı gibi teknik etkenlere bağlı olarak izini kaybettirmesi şeklinde
gerçekleşebilir. Takip edilen geminin tutuklanması, el konulması ya da batırılması durumlarında
tabiiyete sahip olan devletin en kısa sürede haberdar edilmesi gereklidir41.
Kesintisiz takibin takip edilen geminin tabiiyetini taşıdığı devletin ya da üçüncü bir
devletin münhasır ekonomik bölgesine girmesi ile sona ermesi gerekmemektedir. Takip eden
devlet islenen suçla ilgili olarak gemideki kişinin tutuklanması ya da teknenin alıkonulması için
gerekli olan tedbirlerin dışında tedbirlere başvurmamalıdır. Hakkın kötüye kullanılmasını teşkil
edecek tarzda zorlayıcı tedbirlere müracaat etmesi ilgili devletin bu işlemi neticesinde takip ettiği
gemiye vereceği zararlardan dolayı bu teknenin bayrak devletine karşı milletlerarası
sorumluluğuna muhatap olacaktır. Kesintisiz takiple alakalı usulü kısıtlamalarda kıyı devletiyle
milletlerarası toplumun menfaatleri arasındaki dengenin korunması yatmaktadır. Bu hak açık
denizlerin serbestliği ve bu alanda bayrak devletinin yetkili olması kuralına müdahale etmekle
beraber bu hakkın kullanımında kıyı devleti kadar milletlerarası toplumunda menfaati vardır42.
CANLI KAYNAKLARDAN YARARLANMA VE KORUMA
Bütün devletler, ahdi yükümlülüklerine 63. 64. ve 67. maddelere aykırı olmamak
kaydıyla vatandaşlarının açık denizde balıkçılık yapmaları hakkına sahiptir (m.116).
Bütün devletlerin canlı kaynaklarının muhafazası için gerekli tedbirleri ayrı ayrı
vatandaşları için alma veya bunları almak için diğer devletlerle işbirliği yapma görevi vardır (m.
117).
Açık denizlerde müsaade edilen avlanma miktarını tespit ederken devletler, avı yapılan
türleri, azami rekolteyi sağlayabilecek seviyelerde muhafaza edecek veya o seviyelere getirecek
tedbirleri alacaklardır. İlgili çevresel ve ekonomik faktörler göz önünde tutulacaktır.
Mevcut bilimsel bilgi, avlanma miktarı ve balıkçılık faaliyetleri ile ilgili faaliyetler,
istatistikler, yetkili milletlerarası örgütler aracılığı ile yerine göre bütün ilgili devletlerin iştiraki
ile değiştirilecek ve değiş tokuş edilecektir. Muhafaza tedbirlerinde herhangi bir devlet
balıkçılarına karşı ayrım yapılmayacak (m.119).
41
42
Pazarcı, s.421-422.
Baykal, s.395.
127
C. Öztürk/ Açık Denizlerde Düzen ve Güvenlik
Devletler deniz memelilerinin muhafazası amacı ile işbirliği edecekler. Memelilerin
muhafazası, işletilmesi ve araştırılması konusunda özellikle milletlerarası kuruluşlar vasıtasıyla
çalışacaklardır (m.120).
Vatandaşları aynı alanda avlanan yada aynı canlıyı avlayan devletler canlı kaynaklarının
muhafazası için gerekli tedbirleri alacaklar, müzakerelere gireceklerdir. Bu amaçla uygunsa alt
bölge veya bölge seviyesinde balıkçılık örgütleri kurmak için işbirliği edeceklerdir (m. 118).
Denizin canlı kaynaklarının korunması niteliği itibarıyla devletlerarasında sıkı bir
işbirliği yapmayı gerektirmektedir. Bu nedenle 1958’de Cenevre’de kabul edilen Balıkçılık ve
açık denizin canlı kaynaklarının korunmasına dair Konvansiyon ile bu konuda genel bir işbirliği
yapabilmek için çalışılmış ancak 1982 Konvansiyonu bu konuda çok daha geride kalmıştır. Canlı
kaynaklarının korunması önlemleri 1958 Konvansiyonunda “azami bir gıda ve diğer deniz
ürünleri ihtiyatı sağlayacak şekilde, bu kaynakların en yüksek verimini mümkün kılan tüm
tedbirleri almak olarak düzenlenmiştir.
1958 Konvansiyonu bir balık ya da diğer canlı türünün korunması için, bazı
devletlerarasında kabul edilmiş olan koruma önlemlerinin o türde avlanacak kişilerin faaliyetleri
nedeniyle etkisiz kalmasını önlemek amacıyla, açık denizin herhangi bir kesiminde, sonradan o
türde avlanacak olan kişilerin mensubu bulundukları devletlere, bu düzeni kendi vatandaşlarına
uygulamak yükümlülüğünü yüklemiş; Bir devletin karasularına bitişik açık deniz kesiminde kıyı
devletinin koruma önlemlerine öncelik tanımış ve diğer devletlere bu düzeni kendi vatandaşlarına
uygulamak yükümünü yüklemiştir. Bu sadece canlı kaynaklarının korunması ile ilgili önlem
almak yetkisidir43.
KÖLE TİCARETİ VE UYUŞTURUCU TİCARETİ İLE İZİNSİZ YAYIN
YAPILMASININ ÖNLENMESİ
Devletler köle ticaretini önlemek için gerekli tedbirleri alacaklar, herhangi bir gemiye
sığınan köle serbest olacaktır (m.99).
Köle ticareti kişilerin alınıp satılması ve kişiler üzerinde mülkiyet haklarına sahip
olunması olgularını içerir. Örf ve adetler hukuku ve yapılan andlaşmalar devletlere böyle
eylemleri yasaklama ve cezalandırma görevi vermektedir. Devletler bu önlemleri kendi
ülkelerinde ya da tabiiyetindeki gemilerde uygulayabilirler. Deniz haydutluğundaki gibi üçüncü
devletler bu gemileri yakalama ve yargılama yetkisine sahip değillerdir. Bir devletin savaş
gemileri köle ticareti yapıldığına dair ciddi şüphe ettiği üçüncü devletlerin ticaret gemileri ile
ticaret amaçlı devlet gemilerini açık denizde durdurup denetleme hakkına sahiptir44.
Bütün devletler gemilerinin milletlerarası anlaşmalara aykırı olarak yaptığı kanun dışı
uyuşturucu madde veya psikotropik madde ticaretini bastırmada işbirliği edeceklerdir. Bayrağını
taşıyan bir gemi için bu gerekçeyle diğer devletlerin işbirliğini isteyebilir (m. 108).
Bütün devletler açık denizden izinsiz (radyo) yayını yapmayı önlemek için işbirliği
edecektir. İzinsiz yayın, açık denizde milletlerarası nizamlara aykırı olarak yapılan radyo veya
TV yayınını kapsamakta olup tehlike çağrılarının transmisyonu bunun dışındadır.
43
44
Toluner, s.343.
Pazarcı, s. 173-174.
128
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 112-132.
İzinsiz yayım yapan bir kimse,
- Geminin bayrağım taşıdığı devletin,
- Tesisin tescil edildiği devletin,
- Şahsın vatandaşı olduğu devletin,
- Yayınların alınabileceği herhangi bir devletin,
- İzinli yayının müdahaleye uğradığı devletin,
Mahkemeleri önünde kovuşturulabilir, devletlerce izinsiz yayın yapan gemi veya sahsı
ilgili devlet tutuklayabilir ye yayım aracına el koyabilir (m. 109). 1959 Uluslararası
Telekominikasyon Andlasması’na ekli Radyo Yönetmeliği, bir devletin ülkesinin dışındaki
gemilerden bu devlete yayın yapılmasını yasaklamaktadır45.
DENİZ HAYDUTLUĞU VE ÖNLENMESİ
Bütün devletler, deniz haydutluğunun bastırılması konusunda azami derecede işbirliği
edeceklerdir (m. 100).
Deniz haydutluğu; özel bir gemiden, bu geminin yolcu veya mürettebatından özel
amaçlarla işlenen, başka bir gemi veya uçak ile bu gemi veya uçakta bulunan kişilere karşı
yöneltilmiş, gayri hukuki şiddet ve tutuklama veya herhangi bir yağmacılık hareketi ile böyle bir
geminin bilerek işletilmesine katılma, bu hareketi teşvik eden veya kolaylaştıran herhangi bir
harekettir (m. 101). Bu madde 1958 Konvansiyonunun 15. maddesinde aynen geçmektedir.
Buradan da anlaşılacağı gibi bir deniz haydutluğundan bahsedebilmek için, açık denizde
veya hangi bir devletin yetki alanı dışında gerçekleşmesi gerekir, haydutluğun özel bir gemiden
ya da uçaktan bu geminin yolcu veya mürettebatı tarafından özel çıkarlar için yapılmış olması
(siyasi amaçlarla yapılan bu tür hareketler haydutluk olarak değerlendirilemez), bu gemi dışında
başka bir gemi veya mürettebatına yönelmiş olması gerekir (aynı gemi içindeki yolcu veya
mürettebata karşı yapılmış olması kapsam dışındadır), hukuka aykırı şiddet, tutuklama ya da
yağma hareketi olması gerekir ya da bu durumu bilerek bu haydut gemisine yardım, katılma ya
da işlerini kolaylaştırma eylem ya da eylemsizlikleri olmalıdır. Bir savaş gemisinin veya bir devlet
gemi ya da uçağının bu tür hareketleri mensubu olduğu devlete izafe edilir ve buna göre
değerlendirilir46.
Mürettebatı isyan eden bir harp gemisi ki harp gemilerinin yargı bağışıklıkları47 oldukça
geniştir, haydutluk yaparsa özel bir gemi veya uçağın işlediği hareketlerle bir tutulur (m.102).
Yukarıda belirtilen bir hareketi yapmak amacı ile bir geminin kullanılması tasarlandı ise,
gemi veya uçak bir haydut gemisi veya uçağı olarak değerlendirilir. Böyle bir hareket için
kullanılmışsa gemi, bu hareketin suçlusu olan şahısların kontrolünde kaldığı sürece aynı hükümler
uygulanır (m.103).
Bu gemilerin tabiiyetlerini kaybedip kaybetmeyecekleri, tabiiyeti veren devletin
kanunlarına göre belirlenir (m.103).
Pazarcı, s.425.
Toluner, s.296-297.
47
Selami Kuran, “Savaş Gemilerinin Dokunulmazlığı ve Yargı Bağışıklığı”, Milletlerarası Hukuk
Bülteni, Yıl 25, S.1-2, ss.229-240, s.232.
45
46
129
C. Öztürk/ Açık Denizlerde Düzen ve Güvenlik
Bir devletin yargı yetkisi dışındaki herhangi bir yerde, her devlet bir haydut gemiye veya
uçağa, haydutlukla alınan veya haydutların kontrolünde olan bir gemiye veya uçağa el koyabilir
ve gemideki kişileri tutuklayıp mallara el koyabilir. El koyan devlet mahkemeleri verilecek
cezaları kararlaştırabilir, iyi niyetli üçüncü şahısların hakları saklı kalmak üzere gemi, uçak veya
mallar hakkında alınacak tedbiri de kararlaştırabilir (m.105).
Yeterli gerekçe olmadan el koyan bir devlet, uçağın tabiiyetini taşıdığı devlete karşı, el
koymanın sebep olduğu zararlar için hukuken sorumlu olacaktır (m. 106).
El koyma hareketi, sadece harp gemileri veya askeri uçaklar veya açıkça işaretlenmiş ve
teşhis edilebilir ve o amaçla yetkilendirilmiş gemiler veya uçaklar tarafından gerçekleştirilebilir.
Bugün artık deniz haydutluğu pek yaygın değildir. Bu tür eylemlere halen özellikle Çin Hindi
açıkları ve Güney Pasifik bölgeleri ile Afrika kıyılarında rastlanmaktadır48
SONUÇ
Deniz hukukunun tarihi gelişimi, milletlerarası hukukun özellikleri çerçevesinde gelişmiş
ve 1958 ve 1982 Kodifikasyonu ile belli çerçevelere kavuşmuştur. Bu Sözleşmeler kabul etsin
etmesin bütün devletler için belli bir öneme haizdir. Zaten bu sözleşmelerdeki hükümler ya
devletlerarasında var olan örf ve adet hukukunun kodifikesi ya da bundan sonra devletlerce
uygulana uygulana örf ve adet hukuku haline gelecektir.
Sözleşmeler de yasalar gibi her şeyi içeremezler zaman zaman hukukun genel prensipleri
de milletler arasındaki problemlerin çözümünde yardımcı olmaktadır. Milletlerarası hukuk
problemlerinin çözümünde öncelikle andlaşmalar, yoksa örf ve adet hukuku, hukukim genel
prensipleri ya da doktrinler esas alınır ve çözüme ulaşılmaya çalışılır.
Denizleri incelerken bir takım kısımlara ayırmak hem onu anlatırken kolaylık sağlayacağı
gibi hem de özellikleri itibarı ile farklı kategorilerde değerlendirilmeleri yerinde olmaktadır.
Konumuz itibarı ile bitişik bölge, münhasır ekonomik bölge ve kıta sahanlığı dışındaki açık deniz
bölümlerini ağırlıkla incelemeye çalıştık. Açık denizlerin bazı kesimlerinde (bitişik bölge,
münhasır ekonomik bölge ve kıta sahanlığı) devletlerin münhasır bir takım yetkilerinden
bahsetsek de bunların dışındaki bölümlerde devletlerin birbirine üstünlüklerinin bulunmadığı
kısımlar yer almaktadır. Bu bölgelerde devletlerin bazı konularda ortak hareket etmeleri
gerekmekte, bazı konularda yalnızca kendi tabiiyetindeki gemilerde bazı konularda da tek
başlarına ve kendi tabiiyetinde olsun ya da olmasın savaş gemisi veya bir devletin resmi görevli
olmayan gemileri üzerindeki yetkileri bulunmaktadır.
Açık benizlerde devletlerin bayrağını taşıyan, gemiler üzerindeki yetkileri tamdır oysaki
diğer gemilere kesintisiz izleme hakkını ya da ziyaret hakkını kullanırken dikkat etmeleri gereken
şeyler bulunmakta ve bunlara azami özeni göstermek zorundadırlar. Unutulmaması gereken
milletlerarası alanda bütün devletlerin egemen olduğu ve kurallara uymayan hareketlere
girişildiğinde de milletlerarası sorumluluk altına girileceğidir.
Deniz haydutluğunun önlenmesi ve izinsiz yayın yapılması durumunda bütün devletlerin
sahip oldukları yetkiler insanlık suçluları, savaş suçluları, uluslararası mahkeme kararlarına
uygunluk, ya da bunlarla ilgili kişilerin açık denizlerdeki gemilerde bulunmaları halinde ya da
köleliğin ve uyuşturucu ticaretinin önlenmesi amaçları ile de sağlanmalıdır. Bu amaçlara dair
48
Pazarcı, s. 173.
130
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 112-132.
kolluk kullanım koşulları usulleri son derece önemlidir. Açık denizlerin silahların denenme
sahaları olarak kullanılmasının önüne geçilmesi en azından bunun, uluslararası kuruluşlarca
barışçıl amaçlara uygunluğu yönünde denetlenmesi sağlanmalıdır.
Açık deniz alanlarındaki canlıların korunması ve kontrolleri için uluslararası kuruluşlara
görevler verilip, bunun etkinliğinin sağlanması ve bu kuruluşların uzmanlık kuruluşları olmasını
temin etmek gerekmektedir. Deniz kirliliğinin önünü almak için de uluslararası kuruluşlara
ihbarlarda bulunup bu kuruluşları harekete geçirmek, tespit edildiğinde yargılanmalarının temin
edilmesi çok önemlidir.
KAYNAKÇA
Akçapar, Burak. “Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nde Deniz Hukuku
Uluslararası Mahkemesi”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, C.51, S.1, 1996, ss.19-42.
Aybay, Gündüz. Deniz Hukuku, Aybay Yayınları, İstanbul, 1998.
Bağdatlı, Selahattin. Temel Hukuk Kavramları, Tabevi Yayınları, İstanbul, 1955.
Baykal, Ferit Hakan. Deniz Hukuku Çalışmaları, Alfa Yayınları, İstanbul, 1998.
Güneş, Şule Anlar. “Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi ve Deniz Çevresinin
Korunması”, AÜHFD, C.56, S.2, 2007, ss.1-37.
Ilgaz, Hatice. “Denizde Bilimsel Araştırmaların Uluslararası Hukukta Düzenlenmesi
İhtiyacının Ortaya Çıkışı”, Journal of Naval Science and Engineering, C.5, No.1, 2009, ss. 3948.
Karapınar, Nuray. Doğal Kaynaklar ve Ekoloji Bülteni, Sayı.20, 2015, ss.13-21.
Keskin, Funda. “1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nden Doğan Sorunların
Çözülmesinde Uluslararası Deniz Hukuku Mahkemesi”, Ankara Ünv SBF Dergisi, C.53, S.1-4,
1998, ss.186-205.
Misli, Sinan. “Açık Denizlerin Serbestliği, Gemilerin Uyrukluğu Ve Bayrak Devleti
Münhasır Yargı Yetkisi Arasındaki İlişkinin Teamül Hukuku, Konvansiyonlar Ve Mahkeme
Kararları Işığında İncelenmesi”, Gazi Üniv Hukuk Fakültesi Dergisi, C.18, S.1, 2014, ss.179207.
Özkan, Arda. “Kıta Sahanlığının Sınırlandırılmasında Uluslararası Uygulamalar:
Sözleşmeler, İçtihat Ve Doktrin”, International Journal of Social Science, Number: 31, 2015,
ss.367-386.
Öztürk, Cemal. Kamu Yönetiminde Stratejik Yaklaşımlar, Sage Yayınları, Ankara,
2016.
Pazarcı, Hüseyin. Uluslararası Hukuk Dersleri, Turhan Kitabevi Yayınları, Ankara,
1999.
Selami Kuran, “Savaş Gemilerinin Dokunulmazlığı ve Yargı Bağışıklığı”, Milletlerarası
Hukuk Bülteni, Yıl 25, S.1-2, ss.229-240.
Şafak, Ali. Hukuk Terimleri Sözlüğü, Rehber Yayınları, Ankara, 1992.
Tekil, Fahiman. Deniz Hukuku, Alkım Yayınları, 6. Bası, İstanbul, 2001.
131
C. Öztürk/ Açık Denizlerde Düzen ve Güvenlik
Toluner, Sevin. Milletlerarası Hukuk Dersleri, Beta Yayınları, İstanbul, 1996.
http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2014/08/20140828-1-1.pdf.
25.08.2016.
Erişim
Tarihi:
www.mfa.gov.tr. Erişim Tarihi: 23.08.2016.
http://www.mta.gov.tr/v2.0/birimler/redaksiyon/ekonomi-bultenleri/2015_20/3.pdf.
Erişim Tarihi: 23.08.2016.
http://denizmevzuat.udhb.gov.tr/dosyam/denizhukuku.pdf Erişim tarihi: 27.08.2016. 1982
Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi, Türkçe tam metin.
http://www.un.org/depts/los/convention_agreements/texts/unclos/unclos_e.pdf
Erişim
tarihi: 29.08.2016. 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi, İngilizce tam metin.
132
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 133-150.
TÜRKİYE’DE PARTİ İÇİ DEMOKRASİ OLGUSUNUN GELİŞİMİ
Gökhan DÖNMEZ*
ÖZET
Siyasi partiler, demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır ve bir program etrafında toplanarak siyasi iktidarı
elde etme ya da paylaşma amacını güderler. Parti içi demokrasi de bir siyasal partide demokratik bir
yönetimin kurulmasına ve karar sürecinde katılımın artmasına katkı sağlar. Bu çalışmada ilk olarak parti
içi demokrasi olgusunun ortaya konulmuş ve Türkiye’de parti içi demokrasinin gelişimi ele alınmıştır. Bu
doğrultuda Türkiye’de parti içi demokrasinin gelişmesini engelleyen faktörler vurgulanmaya çalışılarak
sonuç bölümüne ulaşılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Siyasi Parti, Demokrasi, Parti İçi Demokrasi
DEVELOPMENT OF IN-PARTY DEMOCRACY İN TURKEY
ABSTRACT
Political parties which is the indispensable factor of democracy are institution that have continuous
organization to aim sharing or having the power. In-party democracy contributes the establishment of
democratic thought and increasing the participation at the process of decision. In this study, firstly, as a
concept of in-party democracy were studied then the development of in-party democracy in Turkey were
discussed.In that direction, factors that impede the development of in-party democracy in Turkey are
emphasized and reached to the result section.
Key Words: Political Party, Democracy, In-Party Democracy
*
Yrd. Doç. Dr. Bitlis Eren Üniversitesi, İİBF, Kamu Yönetimi, [email protected]
133
G. Dönmez/ Türkiye’de Parti İçi Demokrasi Olgusunun Gelişimi
GİRİŞ
Günümüz siyaseti tek bir kişi değil, birçok kişinin ortaklaşa çalışmasıyla yürütüldüğü için
bu kişiler arasında demokrasinin temel esas olarak ele alınması gerekmektedir. Nitekim
demokratik yönetimlerin etkili olabilmesi için parti içi yönetimlerinde demokratik bir esasa
dayanması çok önemli bir konudur.
Esasen parti içi demokrasisinin yukarıda belirtildiği şekilde işlemesi gerekirken çeşitli
çıkar çevreleri ve baskı gruplarının etkisinde kalan siyasi partilerin içyapılarının demokratikliği
tartışmaya açık bir konudur. Bu sebeple günümüz partilerine karşı kamuoyunun güveni
azalmaktadır.
Aynı zamanda parti içlerindeki demokratik oluşumun desteklenmemesi sonucu liderler
putlaştırılmaktadır. Bu konunun üstesinden gelinmesi sonucunda, işleyiş demokratik sistemin
güçlenmesine katkıda bulunacaktır.
Konusu “Türkiye’de Parti İçi Demokrasi Olgusunun Gelişimi” olan bu çalışma yukarıda
anlatılanların temeline dayanarak üç ana bölüm altında incelenmiştir. Birinci bölümde, parti içi
demokrasi olgusu, incelenmiştir. İkinci bölümde Türkiye’de parti içi demokrasinin gelişimi,
üçüncü ve son bölümde Türkiye’de parti içi demokrasinin gelişmesini engelleyen faktörler
vurgulanmaya çalışılarak sonuç bölümüne ulaşılmıştır.
PARTİ İÇİ DEMOKRASİ KAVRAMI
Çoğulcu ve katılımcı parlamenter rejimin demokratik ilke ve yöntemleri parti içi
demokrasiyi gerekli kılmaktadır. Bir bütün olarak, sosyal ve kültürel unsurlar demokrasi içinde
büyük önem arz etmektedir. Zira “sosyal alanda, çeşitli sosyal grup ve tabakaların oluşması,
kültürel alanda ise yine bu ortam içinde oluşup gelişen değer norm ve davranış kalıpları ortaya
çıkmaktadır. 1
Bu nedenle, parti içinde düzenli bir değerler sistemini ortaya koyabilmek özümsenmiş
değer norm ve davranış kalıpları ile mümkündür. Parti içi demokrasiyi hırs ve kavga ile dolu fikir
düşünce ve davranış bağından yoksun hakaret, dedikodu, yalan gibi antidemokratik ilke ve
yöntemlere bağlı yürütmemek gereklidir. Ancak, partideki kişi ve grupların ortak değer ve
davranışları sonucu parti içi demokrasi gündeme gelebilmektedir.
Batılı anlamda demokrasinin yerleşebilmesi için siyasi partilerin fonksiyonel hale
gelebilmesi, milli iradenin parlamentoya tam yansıyabilmesi ve demokratik örgüt yapısı içinde
tartışma ortamının yaratılarak çoğulculuk esasına dayanan geniş katılımlı siyasal kararların
alınabilmesi, adil eşit ve özgür seçimlerle lider teşkilat ve adaylar belirlenerek demokratik
uygulama yöntemlerinin bulunması ancak “parti içi demokrasi”nin varlığı ile mümkündür. Parti
içi demokrasi öncelikle bir süreç olmakla birlikte; bu sürecin işleyebilmesi için belirli unsurları
taşıyabilmesi bir önkoşul olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu önkoşulların başında siyasi
1
Hüsnü Erkan “Türkiye’de Demokrasinin Ekonomik Temelleri ” Türkiye’de Demokrasi ve Demokrasi
Kültürünün gelişmesi, Demokrasi Vakfı ve Atatürk İlkeleri İnkılapları Tarihi Enstitüsü ortak yayını,
İzmir 1990, s.85.
134
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 133-150.
partilerdeki oligarşik eğilimlerin ve siyasi partiler üzerindeki baskıları ortadan kaldırılması ile
hukuki düzenlemelerin yerine getirilmesi gerekmektedir. 2
Bu unsurların içindeki hukuki düzenlemelerin özel bir önemi vardır. Çünkü düzenlemeye
esas olan anayasa hükmü düzenlemenin sınırını belirlemekte; düzenlemenin esasları siyasal
örgütün yeni partilerin işleyişini ortaya çıkarmaktadır. Kısacası, partilerin kuruluşundan üyelik
kriterlerine, meclis gruplarından adayların belirlenmesi yöntemlerine, mali düzenlemelerden,
disiplin işlerine kadar her şey hukuki düzenlemelerle, partilerin iç düzenini şekillendirmektedir.
Buna göre parti içi demokrasinin tanımını şu şekilde yapabiliriz; “Siyasi partilerin örgüt
içi düzenlerinin demokrasi esaslarına uygun hukuki düzenlemelerle sınırlarının çizilerek,
partilerdeki oligarşik eğilimlerin ve baskıların ortadan kaldırılması, demokratik örgüt yapısının
kurularak lider, teşkilat, organlar ve adayların demokratik yöntemlerle belirlenmesi ve karar
mekanizmasının aşağıdan yukarıya oluşturulması sürecine parti içi demokrasi diyebiliriz.3 Aynı
şekilde Yanık da parti içi demokrasiyi, “Partinin iç işlerinde demokrasi ilkelerinin uygulanması”
şeklinde tanımlamıştır.4
Siyasal muhalefet, yüzyılları kapsayan gelişme ve aşamalardan sonra; batı
demokrasilerinde kurumsallaşmış siyasal mekanizmanın adeta kalbi olmuştur. Temsili
sistemlerde, iktidara gelebilme seçimlere bağlı, kamuoyunun tercihi doğrultusunda oluştuğundan;
iktidarların değişebilirliği esasına göre azınlık ve çoğunluk mutlaka uyum içinde siyasal iktidarın
işleyişi sağlanacaktır. Bugün, hükümet olanlar gelecek seçimde muhalefet olabilirler. Onun için
çoğunluk karşısındaki siyasal muhalefet de seçmenlerin oyları ile parlamentoya taşındığından her
iki tarafta milli iradeyi temsil ederler. Anayasal organ içinde önemli yer işgal ederek demokratik
rejimi işletirler.5 Tanilli de Tunaya gibi siyasal muhalefetin önemine değinmekte; muhalefetin
gelecek seçimlerde çoğunluk sayılabilmesi sonucu iktidar alternatifi kimliğini taşıdığından,
“demokrasi de çoğunluk ile muhalefetin, yetkilerde değil ama haklarda birbirine eşit” olduğunu
ileri sürmektedir. 6
Rejimin sağlıklı işleyebilmesi demokrasinin bira araç olarak toplumda ortak bir değer
oluşturması için de öncelikle parti içi demokrasi gereklidir. Toplumun demokratik kültürü ancak
bu yolla oluşturulabilmekte ilke ve yöntemler belirlenmektedir. Yönetimlerde demokratik
olmayan tutum ve davranışlar, diyalog ve uzlaşmadan kaçış, çıkara dayalı siyaset, kısaca
demokratik ilke ve yöntemlerin uygulanmaması siyasal rejimin tıkanmasına neden olmaktadır.
Yavuz Atar, “Çağdaş Demokrasinin Siyasal Boyutu: Türkiye’de Demokratikleşme ve AntiDemokratikleşme Göstergeleri”, Yeni Türkiye, Cilt: 3, Sayı: 17, Eylül-Ekim 1997, ss. 73-94, s. 80; Murat
Yanık, Parti İçi Demokrasi, İkinci Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara, 2013, s. 120; Faruk Bilir, Siyasi
Partilerde Parlamento Adaylarının Belirlenmesi (Karşılaştırmalı Bir İnceleme), Yetkin Yayınları,
Ankara 2007,s. 244; Gökhan Dönmez, 1982 Anayasası’nda Milletvekilliği Statüsünün Kazanılması
ve Sona Ermesi, Adalet Yayınevi, Ankara, 2016, s. 189.
3
Suavi Tuncay, Parti İçi Demokrasi ve Türkiye, Gündoğan Yayınları, Ankara,1996, s.52.
4
Murat Yanık, Parti İçi Demokrasi, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, 2002, s.103.
5
Tarık Zafer Tunaya, Siyasal Kurumlar ve Anayasa Hukuku, 5. Baskı, Ekin Yayınları, İstanbul,1982, s.
349-350.
6
Server Tanilli, Devlet ve Demokrasi, Anayasa Hukukuna Giriş, Say Kitap Pazarlama, İstanbul, 1982,
s. 36.
2
135
G. Dönmez/ Türkiye’de Parti İçi Demokrasi Olgusunun Gelişimi
Tuncay, Parti İçi Demokrasi olgusunun yokluğunda doğması muhtemel gelişmeleri şu şekilde
sıralamaktadır; 7
“-Toplumsal tercihler tam belirlenemiyor.
-Özgür, hür düşünce ve irade ortaya çıkamıyor.
-Politikadan uzaklaşma görülüyor.
-Yetenekli, çalışkan, dürüst ve bilgili kişiler politikaya giremediğinden “karizmatik
liderlik” teşvik ediliyor.
-Oligarşik yapı ile rejim kişiselleşiyor , “tek adam güdümünde sınırlı yönetim”
gündeme geliyor.
-Batı demokrasilerindeki kavram ve kurallar kökleştirilemiyor. Farklı rejim
arayışları sürdürülüyor. Demokratik kültür oluşturulamıyor bu süreç rejimi olumsuz
olarak etkiliyor.
-toplumun bütün kesimleri kamu yönetimini olumsuz yönde etkiliyor.
-Demokratik birlikler, partiler, dernekler, sendikalar vb. örgütlü kuruluşlar ile basın
beklenen objektif ve tarafsız rollerini icra edemiyor
-Kültür, dil, gelenek farklılıkları doğru sentez yapılamadığından, politikada
kimlikler ayrışıyor. Şiddet gündeme geliyor.
-Halk temsilcilerini tercih edemiyor. Seçme ve seçilme tam işletilemiyor.
-Siyasal kararlar kişiselleştirilemiyor, sosyal devlet anlayışı zedeleniyor.
-Kültürel yabancılaşma ve politik yozlaşma olan vatandaş ve yöneticiler gündeme
geliyor.
-Bozulan demokraside halk seçilenlere güven duymuyor, sahip çıkmıyor,
parlamentodan umudu kesiyor. Politik yozlaşma meydana geliyor.
-Sisteme karşı darbe taraftarları, müdahale gerekçelerini yaratmaları kolaylaşıyor.
Askeri müdahalelere davet ediliyor.
-Ve, toplum bunalımlar, sosyal çalkantılara yeni bir kurtarıcı aranıyor.’’
Parti içi demokrasi olgusu, siyasi partilerin örgüt yapısında odaklaşmaktadır. Zira siyasal
kararların alınışı, organların seçimi, adayların belirlenme yöntemlerinin tümü parti örgüt yapıları
içinde karara bağlanmaktadır. Oligarşik eğilimlerin ve dış baskıların ortadan kaldırılması, bu
alanda hukuki düzenlemelerin gerçekleştirilmesi ve kurumsallaşma sağlıklı işleyen bir karar
mekanizmasının oluşturulmasına ve denetimine bağlı görülmektedir.
Siyasi partilerin aslında demokratik bir rejim içinde bir oligarşi tarafından yönetildikleri,
siyaset bilimcilerinin öteden beri ilgilendirilmiş8 parti içi demokrasinin sağlanması yolunda
7
8
Tuncay, s. 56-57.
Doğu Perinçek, Anayasa ve Partiler Rejimi, Kaynak Yayınevi, 3. Baskı, İstanbul, 1985 s.143.
136
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 133-150.
çareler aramaya itmiştir. Uzun bir tarihi seyir takip eden bu gelişme, demokratik ülke anayasaları
ve siyasi partiler yasalarında somutlaşmıştır. Türkiye’de bu gelişmelerden uzak kalmamış gerek
1961 Anayasası ve gerekse 1982 Anayasası parti içi demokrasi ile ilgili hükümler getirilmiştir.
PARTİ İÇİ DEMOKRASİNİN SİYASİ PARTİLER AÇISINDAN ÖNEMİ
Kitle demokrasisinin ortaya çıkışıyla birlikte, demokrasinin işleyişinin zorunlu unsuru
siyasi partiler kabul edilmiş, günümüz demokrasisi bir partiler demokrasisi özelliği kazanmıştır.9
Siyasi partiler, parti içinde olması gereken fonksiyonlarını yerine getirmesi beklenen siyasi
topluluklardır. Ülkeden ülkeye değişebilen parti fonksiyonları “ülkelerin gelişmişliğine,
partilerin yapılarına, siyasi gelenek ve kültür düzeyine, ayrıca anayasaların bu konuda yaydığı
düzenlemelere göre değişmektedir.” 10
Günümüzde temsili rejim uygulayan batı demokrasilerinde parti yapıları daha da öne
çıkmış, siyasi parti fonksiyonlarının aslında, parti içi demokrasinin de özünü oluşturduğu ve
demokrasi esaslarına uygun bir parti içi yapı anlaşılmıştır. Buna paralel olarak kamuoyunun
oluşturulması, adaylarının seçimi ve seçilenlerin korunması demokratik örgüt yapısının önemini
arttırmıştır.
Konu açısından bir diğer önemli husus, vatandaşların parti örgüt yapısı içinde de
yönetime katılarak fikir ve düşünceleri belirtmeleri ve ulusal düzeyde iktidara ulaşabilmesi,
kararların tabandan tavana doğru, parti örgütü içinde alınıp, alınmamasıdır. Şayet örgüt yapısı
demokratik ise bunların gerçekleşmesi oranı yükselecek, örgüt oligarşik bir eğilim taşıyorsa, o
takdirde, parti içi demokrasi işletilmeyecektir. Demek ki bu noktada siyasi partinin örgüt yapısı
büyük önem taşımaktadır. Kişilerin kendi istekleriyle kurdukları birliklerin övülmesi, çok gruplu
(multi group) toplum teorisi, parti içi sendika içi demokrasi temaları, katılmanın demokrasideki
önemine değinen birçok çalışma mevcuttur.11
“Partiler belirli bir siyasi ideolojiye inanmış üye ve seçmenlerden oluşan ve belli bir
yapısı ve işleyişi olan insan topluluklarıdır. Partiler bu topluluğu meydana getiren insanların
ideolojiye bağlılık dereceleri, bu ideolojiye bağlılıktan beklentileri, bu ideolojiyi
gerçekleştirmekteki roller bakımından farklılaşmış örgütlerdir”12. Bu tanımlarda da görüldüğü
gibi, partinin yapısını belirleyen unsurların, ideoloji ve insan olarak öne çıktığı görülmektedir.
Daha geniş bir ifade ile partilerin örgüt yapısı ve sosyo-ekonomik yapısı arasında bir ilişki söz
konusudur.
Tanilli, siyasi partilerde oligarşik eğilimlerin giderilebilmesi için, kararların demokratik
bir biçimde alınması gerektiğini belirtmekte, örgüt yapısı ile ülkenin sosyo-ekonomik yapısı
arasındaki ilişkiyi ideolojiler, eğitim düzeyi, gelir dağılımı, sınıf yapısı gibi veriler
dayandırmaktadır.13
Her şeyden önce, günümüzün siyasi partilerin örgüt yapılarının demokratik özellikler
taşıması gerekmektedir. Bunun ayırt edici özellikleri ise şu şekilde ele alınmaktadır. “Parti
Perinçek, s.17.
Nazif Akçalı, Siyaset Bilimine Giriş, Bilgehan Basımevi, İzmir,1988, s. 93.
11
Giovanni Sartori, Demokrasi Teorisine Geri Dönüş, Çev: Tuncer Karamustafaoğlu, Mehmet Turhan,
Türk Demokrasi Vakfı Yayınları, Yetkin Basımevi, Ankara, s.125; Tuncay, s. 58.
12
İlhan Tekeli “Partilerin Yapıları Türkiye Demokrasisinin Bir Kısmını Açıklayabilir mi?” Bilim ve Sanat
Dergisi, sayı 83, Kasım 1987, s.17.
13
Tanilli, s. 229.
9
10
137
G. Dönmez/ Türkiye’de Parti İçi Demokrasi Olgusunun Gelişimi
liderinin rolü ve seçilme yöntemleri, örgütün merkeziyetçilik derecesi, liderliğin örgüt hiyerarşisi
içindeki gücü, katılma derecesi, parti bürokrasisinin denetimi, parti merkez kadrolarının partinin
diğer bölümleriyle ilişkisi, üyeliğin temeli ve saygınlık derecesi” gibi özellikler olarak önem arz
etmektedir. 14
Demokrasilerin, partilerin yalnız dışında değil, siyasi partilerin kendi içlerinde
demokratik bir düzen kurmalarında karşılarına çıkan yığınla sorunu varlığından söz eden Tanilli,
bunlardan birincisinin “parti içinde oligarşik eğilimlerin göğüslenmesi”, ikincisinin de
“partilerin üzerinde dış baskıların kaldırılması” olarak iki başlık altında ele almaktadır. Bu
tehlikelerin giderilmesinde ise iki çare öneren Tanilli, birinci çare olarak, “parti içi demokrasi”yi
kurtarmak, ikinci olarak da “hukuksal önlemleri”, diğer bir ifadeyle partilerin iç düzenleri ile ilgili
kuralları koymayı gerekli görmektedir.15
Şu halde parti içi demokrasinin örgüt yapısı açısından önemi açıktır. Parti içi demokrasi
oligarşik eğilimleri önlemektedir. Zira, günümüzde siyasi partilerin bürokratik bir yönetim
mekanizmalarına sahip çok büyük örgütler haline geldikleri görülmektedir. Bunun nedeni olarak
“kadro partilerinde kitle partilerine geçişin rolü” görülmekte büyük örgüt ve onun kaçınılmaz
bürokrasinin ister istemez “oligarşik eğilimleri” ortaya çıkardığı ileri sürülmektedir. Böylece,
“partide siyasal iradenin oluşumunun tekeli, yönetici bir azınlığın” eline geçmektedir.16
Ayrıca, siyasi partilerinin yapıları ve türlerinin de partilerin fonksiyonlarını açığa
çıkardığını belirtmeliyiz. Hele hele siyasi partilerin nasıl örgütlendikleri, yönetici kadroların
oluşumu ve etkileri ile bizimde önemle üzerinde durduğumuz aday belirleme yöntemleri
açısından uygulama ve gelişmeler, sadece partiler yönünden değil siyasal rejimlerin anlaşılması
bakımından da oldukça önem taşımaktadır.17
Tanili’nin iç ve dış tehlike olarak ele aldığı, parti içi demokrasiye etki eden saiklerin
partilerin bileşiminden ve yapısından kaynaklanan “iç saikler “ ve partiye, yönetici ve
teşkilatlarına dışarıdan etki eden “dış saikler” şeklinde ikiye ayırabiliriz. İç Saikler, parti liderinin
ortaya çıkışı ve konumu, liderin tutum ve davranış biçimi, partiye üye olan ve üye çoğunluğunu
meydana getiren grupların siyasal bilinç ve siyasal kültür düzeyi, aynı şekilde bu grupların eğitim
düzeyi, mesleki statüleri, gelir düzeyleri, yönetenlerin demokrasi ilkelerine bağlılığı, siyasi
partinin tüzük ve programı-ideolojisi, dış saikler ise kitle iletişim araçlarının etkileri, iş
çevrelerinin beklentileri ve lobicilik faaliyetleri, baskı gruplarının talep ve önerileri, ulusal
demokratik kurum ve kuruluşların baskıları, ulusal olmayan dış müdahale ortamı, Anayasa ve
seçim yasalarının dolaylı etkisi, kamuoyu tepkisi şeklinde belirtilebilir. 18
Bu durumlar karşısında siyasi partinin olumlu fonksiyonlarının ortaya çıkabilmesi,
popilist sapmalara kaymaması ve bunlardan önemlisi siyasal rejimin demokratik işleyişi için;
Mehmet Kabasakal, Türkiye’de Siyasal Parti Örgütlenmesi(1908-1960), Tekin Yayınevi, İstanbul,
1991, s.18, 19.
15
Tanilli, s.227
16
Tanilli, s.227
17
Ahmet Taner Kışlalı, Siyaset Bilimi, A.Ü. Basın Yayın Yüksekokulu Yayınları, No:9,Ankara,1987,
s.227.
18
Tanilli, s.228 vd.
14
138
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 133-150.
ülkelerin sosyo-ekonomik gelişmesinin tamamlanması, siyasi gelenek ve kültür düzeyinin
oluşturup yükseltilmesi, adayların demokratik yöntemlerle belirlenmesi, anayasanın demokratik
olarak toplumun konsensüsü ile hazırlanıp düzenlenmesi ve buna bağlı olarak parti örgütsel
yapılarının demokrasi prensiplerine uygun işletilmesi yani siyasal karar mekanizmasının aşağıdan
yukarıya oluşturulması ve kamu oyunun demokratik tepkisi gereklidir. Görülmektedir ki
ülkemizin sorunlarının asıl kaynağı siyasal içeriklidir. Hatta, anayasa sorununun çözümünün
siyasal sorunların çözümüne bağlı ve hatta onlarla iç içe olduğu söylenebilir.19
“Siyasi partilerin böyle bir iç düzen kurabilmelerinin ilk koşulu, parti istencinin aşağıdan
yukarıya doğru oluşmasını sağlayacak bir örgütlenmedir. Bunun için, üyelerin örgütteki tüm
çalışmalara ve seçimlere eşitçe katılabilme olanaklarının bulunması; yönetim organlarının belirli
sürelerle düzenli olarak yenilenmesi ve partinin otoriter bir yönetime meydan vermeksizin
üyelerce etkin denetimi gerekmektedir”20
TÜRKİYE’DE PARTİ İÇİ DEMOKRASİNİN GELİŞİMİ
Parti içi demokrasinin yürütülebilmesi için özellikle demokrasi kültürünün gelişmesi ve
kök salması gerekmektedir. Zira, rejimi ayakta tutan politik çoğulculuğun ve katılımcılığın
mantığı değil, uygulanış biçimidir.
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan bu yana devletçi seçkinlerin kararları siyasal
sistemimizi etkilemiş, öncelikle merkezileşen bir yapı içinde 1920’li yıllardan sonra tek-parti
devri siyasal kültürü oluşturulmuş, bilahare 1946 tarihinden sonrada seçmen kitlesi ve siyasi
partiler oluşmuştur.
Türkiye’de parti içi demokrasinin geçmişteki ve günümüzdeki boyutlarını
açıklayabilmemiz açısından da tek partili siyasi hayatımızda CHF’ye, çok partili dönemde de
örnek olarak DP’ye bakılması yerinde olacaktır.
Tek Partili Dönem (1923-1946)
Türkiye’de ulusal kurtuluş savaşı sırasında muhtelif grupların bir tek “bağımsızlık amacı”
etrafında birleştirerek ve kurtuluş savaşı sonunda bir siyasi harekete dönen Cumhuriyet Halk
Fırkası, tek-parti yönetimini kurmuştur.
Gelişmişlik derecesiyle belli bir ilişki kuran Tunaya, bu dönem için “vesayet partisi”
kategorisini önermekte, bazı tek-parti rejimlerinin geçici olduklarını belirterek, demokratik bir
düzene geçişte bir köprü görevi üstlendiklerini belirtmektedir. Buna bağlı olarak, Tunaya göre,
bu sistemlerde, başka partilerde belli hürriyetler, anayasada kurulmalarına ve kullanılmalarına bir
hukuki engel bulunmadığı halde, kurulmazlar ve kullanılmazlar. Daha doğrusu, kurdurulmaz ve
kullandırılmazlar. Bu suretle hukuki olmayan, fiili bir tek parti rejimi vücut bulmaktadır.
Demokratik bir sistemin hazırlayıcısı vesayet partisi olduğu için, kendi sonunu kendisi
hazırlamaktadır. 21
CHF’nin tek parti dönemindeki bazı uygulamalarına karşı çıkan ilk parti, Halk
Fırkasından doğal bir muhalefet hareketin partiden kopma ve ayrılma suretiyle oluşmuş, Milli
Tülay Özüerman, Türkiye İçin Nasıl Bir Anayasa (Anayasaya Siyasal Yaklaşım), Alfa Yayıncılık,
İstanbul 1992, s.80; Tuncay, s. 62.
20
Mehmet Kabasakal, Türkiye’de Siyasal Parti Örgütlenmesindeki Kısıtlamalar, Siyasi Partiler ve
Demokrasi, TESAV Yayınları, Ankara, 1995, s.142.
21
Bkz. Tunaya, s. 350 vd.
19
139
G. Dönmez/ Türkiye’de Parti İçi Demokrasi Olgusunun Gelişimi
Kurtuluş Şavaşı önderlerinden Kazım Karabekir ve Ali Fuat Paşaların kurduğu Terakkiperver
Cumhuriyet Fırkası (TCF)’dır. Ancak, Mustafa Kemal döneminin ulusal birliği sağlamada
gösterdiği hassasiyet göz ardı edilmeden 1930’dan önceki iki önemli olayı o günkü tarihi gelişim
süreci içinde ele alınmalıdır. Birincisi, TCF’ye ve muhalefete hoşgörüyle bakmayan CHF içindeki
radikaller, 13 Şubat 1925 tarihinde baş gösteren Şeyh Sait isyanını da bahane ederek hükümete
güvensizlik oyu verirler. Hükümet, 60’a karşı 92 oyla değiştirilir. Yeniden İnönü Hükümeti
kurulur. İsyanı bahane eden hükümetin kurduğu İstiklal Mahkemeleri, 25 Mayıs 1925’te TCF’yi
kapatma kararı alır. Buradan şu sonuç çıkarılabilir; meclis içinde ulusal bütünlüğü savunan birçok
milletvekili de vardır. Ancak, muhalefet de küçümsenecek boyutta değildir. Bir diğer husus bu
milletvekillerinin her gelişmede ayrı saflarda yer aldığı kuşkusudur. Siyasal bir istikrar, siyasal
bir çıkış için arayış içindedirler.22
Çok partili rejime ait ikinci deneme bizzat Atatürk’ün isteği ile 12 Ağustos 1930 yılında
kurdurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası(SCF) ile yapılmış, ancak şartların gelmediği görülerek,
Fırka, Genel Başkan Fethi Okyar tarafından 18 Aralık 1930’da “içinde bulunduğumuz koşullar
altında siyasal yaşamdan çekilmek zorunda kaldı.” diyerek kendisini dağıtmıştır.23
Bu gelişmelerden sonra CHF’nin artık başka bir siyasi partinin kurulmasına izin
vermediği, daha önce kurulmuş bulunanların da “örgütsel varlıklarına” son verdiği görülecek, bu
durum 1946 yılında CHP24 Grup reisliğine verilen “dörtlü takrir”in siyasal sonuçlarına kadar
sürecektir.
Atatürk’ün ölümünden sonra partinin başına gelen İsmet İnönü’nün önderliğinde II.
Dünya Savaşı yıllarında uygulanan “tek-parti rejiminin hiçbir muhalefete hayat hakkı tanımadığı,
koyu bir baskı dönemi” olduğu kabul edilmektedir.25 Zira bu dönemden önce ve Atatürk’ün
ölümünden sonra da CHP genel sekreterleri Recep Peker (1933)-Refik Saydam (1938) Milli Şef
deyimini kullanmışlar ve bu konuda katı bir fikir yürütmüşlerdir. 26 Aralık 1938’de toplanıp
tüzük değişikliğine giden CHP, İsmet İnönü’yü değişmez genel başkan kabul etmişlerdir. Milli
şef aynı zamanda sorumsuz ve denetim dışıdır. Kurultay bu kararı oy birliği ile kabul etmiştir26
Aslında , “şeflik yönetimi, demokratik devlet anlayışıyla bağdaşmayan, totaliter rejimlere özgü
bir siyasi önderlik biçimidir. Türkiye’de kurulan tek-parti yönetimi ve şeflik sistemi dönemin
Avrupa’sında egemen olan faşist rejimlerden etkilenmiştir.”27 CHP’de yetkiler artık hem parti ve
hem de devlet başkanı olan tek kişide yani Milli Şefte toplanmıştır.28
Esat Öz, Tek Parti Yönetimi ve Siyasal Katılım, Gündoğan Yayınları, Ankara, 1992, s. 96.
Çetin Yetkin, Türkiye’de Tek Parti Yönetimi (1930-1945), Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 1983, s.
48.
24
CHP, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde 9 Eylül 1923’te önce “Halk Fırkası”
adıyla kurulmuştur. 1924 yılında “Cumhuriyet Halk Fırkası”, 1935 yılında ise “Cumhuriyet Halk
Partisi” adını almıştır. https://www.chp.org.tr/Haberler/0/chp_tarihi-54.aspx, Erişim Tarihi:
25.08.2016
25
Perinçek, s.43.
26
Yetkin, s.157
27
Şükrü Karatepe, Darbeler, Anayasalar ve Modernleşme, İz Yayıncılık, İstanbul, 1993, s.189,190.
28
Nihal Kara , “Türkiye’de Çok Partili Sisteme Geçiş ve Demokrasi Sorunları”, Tarih ve Demokrasi, Cem
Yayınevi, İstanbul, 1992, s.71.
22
23
140
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 133-150.
Bununla beraber, II. Dünya Savaşı sonunda demokrasiyi savunan devletlerin,
diktatörlüklerle yönetilen devletlere karşı galip gelmesi, tüm dünyada ve ülkemizde çok partili
rejime geçmek için zorlayıcı bir sebep, elverişli bir ortam yaratmıştır.
CHP’nin 1939 yılındaki 5. büyük kongresinde devrim yöneticileri uluslararası ilişkileri
de dikkate alınarak bir muhalefet organı yaratmayı uygun görmüşlerdi. Ancak bu organın
“müstakil grup” adı altında
“parti içinde ve parti döneminde” tutulması kararlaştırılmıştır.29
Mart 1939’da “siyasal katılmada kişisel yetenek ve girişime daha çok yer verileceğini”
19 Mayıs 1945 de “Cumhuriyet idaresinin her alanda gelişmesi ve ilerlemesi esas alınarak” devam
edeceğini belirten İsmet İNÖNÜ şu önemli açıklamayı yapmaktadır: “Harp zamanlarının ihtiyatlı
tedbirlere lüzum gösteren darlıkları kalktıkça memleketin siyaset ve fikir hayatında demokrasi
prensipleri daha geniş ölçüde hüküm sürecektir.” 30
İşte bu iktidarı hoş görüsü uluslararası gelişmeler ve ilişkilerin etkisi ve geniş halk
kitlelerinin CHP idaresindeki aksamalar ve hoşnutsuzluklar sonucu, Türkiye’de demokrasi için
önemli bir kilometre taşı olarak, 7 Haziran 1945 tarihinde 4 CHP milletvekili tarafından verilen
önerge “Dörtlü Takrir” olarak siyasi hayatımıza girmiştir. Parti İçi Demokrasi açısından son
derece önemli ve ilginç bu önergenin yazılı bir metin olarak, CHP meclis kurulu başkanlığına
verildiği görülmektedir. Rejim üzerinde büyük etki yapan ve CHP’ye adeta bir harp ilanı gibi
gelen önergeye imza atan Fuat Köprülü ve Adnan Menderes partiden ihraç edilmiş, Refik
Koraltan ve Celal Bayar ise buna tepki olarak istifa etmişlerdir. Bu önergenin üç maddede
toplandığı görülmektedir. 31
“1- Milli Hâkimiyetin en tabii neticesi ve aynı zamanda dayanağı olan Meclis
Murakabesini anayasamızın yalnız şekline değil ruhuna da tamamıyla uygun olarak
tecellisini sağlayacak tedbirlerin aranması.
2-Yurttaşların siyasi hak ve hürriyetlerini daha ilk teşkilatı esasiye kanunumuzun
gerektirdiği genişlikte kullanılabilmeleri imkânlarının sağlanması.
3-Bütün parti çalışanları yukarıdaki esasları tamamıyla uygun bir şekilde yeni
baştan tanzimi.”
Tuncay, üzerinde durulması gereken diğer bir önemli konuyu da şu şekilde belirtmiştir;
“Bu gelişmeler sürdüğü sırada böyle bir hareketin partileşmesinden önce Milli
Kalkınma Partisi kuruluyor, hükümetten de onay alıyor. Acaba CHP içinde yetişmiş
iyi bir hitap ve kendisine güvenen bu kadronun Demokrat Parti çatısı altında
partileşmesini önlemek için mi, yoksa geniş halk kitlelerini beklentilerine cevap
verebilecek bir yapılanma ile iktidar kaygısından mı, yoksa icazetli bir parti
kurulması fikrinden mi kaynaklanıyordu? Nasıl düşünülürse düşünülsün, tek başına
bir muhalefetin gücü daha çok olacağından gelecek vadeden müstakbel partini
oylarını bölmek,onu geciktirmek ve seçimde aradan sıyrılıp iktidarı yakalamak bize
daha anlamlı gelmektedir” 32
Taner Timur, Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçiş, İletişim Yayınları, Cep Üniversitesi Dizisi,
İstanbul, 1991, s. 9,10.
30
Timur, s.14.
31
Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam (II. CİLT), Remzi Kitabevi, İstanbul, 1985, s.440, 441.
32
Tuncay, s. 143.
29
141
G. Dönmez/ Türkiye’de Parti İçi Demokrasi Olgusunun Gelişimi
Çünkü 12 Haziranda yayınlanan CHP Grup Başkan Vekilliği bildirisinde parti grubu oy
birliği ile önergeyi reddediyordu. Dörtlü Takrir’in asıl önemi artık fiilen birçok partili rejimin
temellerini atması ve 7 Ocak 1946’da, arkasında Halk desteğini de alan Demokrat Parti’nin
kurulmasıdır.33
Çok Partili Dönem (1946 ve Sonrası)
Çok Partili Döneme şöyle bir göz attığımızda ise; dönemin uluslararası ilişkilerin
demokrasi prensipleri içinde olan devletlerin işbirliğini gerektirdiğinden, Atatürk’ten bu yana
gerek doğrudan gerekse yönlendirmeli parti kurdurma alışkanlığı içinde olan CHP’sini savaş
sonrasında yeniden etkilemiştir. Türkiye’nin İktisadi yönden zayıf olması, bazı komşularıyla
arasında sınır sorunları bulunması belli bir pakt’ın içinde yer almamasını gerektirmiş, bu şekilde
de demokrasiye geçme gereği zorunlu hale gelmiştir.34
Tek parti döneminde uygulanan politikalar ile devlet borçları artmış aşırı bir emisyona
gidilmiş, artan hayat pahalılığı yani enflasyonun etkisiyle geniş halk kitlelerini, dar gelirlileri ve
özellikle memurları hoşnutsuzluğa itmiş, üretim dengesizliği sonucu vurgunculuk ve karaborsayla
“savaş zenginleri” türemiştir. Verimsiz ve adaletsiz bir vergi sistemi ile baskıcı ve kontrolcü
tedbirleri bir arada yürütme çabası zabıta yöntemlerini kullanılmasına ve sonucunda 1940’ta
çıkarılan Milli Korunma Kanunu’na dayandırılan politikaların isabetsizliğinin görülmesine ortam
hazırlamıştır.35
İşte bu durumda, 21 Mayısta başlayan bütçe görüşmelerinde açığa çıkmış, mecliste
şiddetli bir muhalefetle konuşmacılar, başta Adnan Menderes, Hükümete çatmışlar, Demokrat
Parti’nin doğumuna yol açan rejim içi muhalefet, yeni demokrasi akımına uygun olarak
gelmiştir.36
Artık, “Tek-Parti dönemi uygulamalarının meşruluğunun sorgulaması” gündeme
gelmekte; Menderes tarafından 1945 yılına kadar duyulmayan “Milli Egemenlik”, “Meclis
Üstünlüğü” ve “Demokratik Rejim” konuları bütçe görüşmelerinde dile getirilmektedir. Böylece
“Çok Partili siyasete gidişte, dönüşü olmayan bir yola” girilmiştir.37
Günümüz Türkiye’sindeki parti içi demokrasi olgusuna baktığımızda ise aday belirleme
ve organ seçimlerinin (kısmen CHP hariç) demokratik yöntemlere uygun yapılmadığı
gözlemlenmektedir. Bunların başında- her ne kadar Adalet Parti’nin tek genel başkan ile
kongrelere katılmaması, CHP’nin değişmez genel başkanı İnönü’nün kongreyi kaybederek Bülent
Ecevit’in parti genel başkanı seçilmiş olasada-liderlerdeki oligarşik eğilimlerin arttığı, tüzük
hükümleri ve hukuki düzenlemelerin parti içinde demokratik esasları uygulanmanın
güçleştirmektedir. Oysa 12 Eylül 1980’den sonra da, siyasi partilerden bu hususların önseçimlerle
yapılması öngörülmesine karşın, muhtelif nedenlere dayandırılarak önseçimlerden sürekli
kaçılmıştır. Şeklen de olsa demokratik sayabileceğimiz yöntemlerle belirlenen delege, organ ve
33
Tuncay, s. 143.
Tuncay, s. 143.
35
Timur, s.18,19.
36
Cem Eroğul, Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi, İmge Kitabevi, Ankara, 1990, s.9; Tuncay, s.145.
37
Kara, 1992.
34
142
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 133-150.
adayların iptal edilerek, üye, delege ve seçmen idaresine dayanmayan atama gibi uygulamalar;
1983 yılından sonra, sıkça yaşanmış, lider ve kadrosunun baskısı – sultası giderek artmıştır. Öyle
ki günümüzde yapılan tüm seçimlerde tüm partiler (kısmen CHP hariç)- adaylarını merkez
yoklaması ile belirlemekte, eğilim yoklaması ile belirleneler dahi değiştirilerek, üye, delege ve
teşkilatların görüşleriyle seçmenin beklentisi göz ardı edilmektedir. 38
TÜRKİYE’DE PARTİ İÇİ DEMOKRASİNİN GELİŞMESİNİ ENGELLEYEN
FAKTÖRLER
Türkiye’de parti içi demokrasinin gelişmesini engelleyen faktörleri, siyasi partilerin
örgütlenme ve faaliyetlerine ilişkin hukuki sınırlamalar, parti içi demokrasinin gelişmesinde iş
çevresinin etkisi ve lobicilik, hukuki, siyasi ve iktisadi yapı içinde siyasi liderlerde oligarşik
eğilimler şeklinde sıralayabiliriz.
Siyasi Partilerin Örgütlenme ve Faaliyetlerine ilişkin Hukuki Sınırlamalar
Bu sınırlamalar Siyasal-İdeolojik Amaçlı Hukuki sınırlamalar ve Siyasi Partilerin
Örgütlenme ve Faaliyetlerine İlişkin sınırlamalar şeklinde ortaya çıkmaktadır.
Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, 1982 Anayasasının 3. maddesi ve 2820
sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun 80-81-83. maddeleri bu hususları belirtmektedir. Yani bir siyasi
parti ve onun milletvekilleri, Türkiye’de federal sistemin kurulmasının savunulamayacağını kabul
etmek zorundadır. Parti içi demokrasi sonuçta, karar mekanizmasına dayanacağından; bu sürecin
ülkenin bölünmesi yolunda işlemeyeceği açıktır. Yine siyasi partiler “Türkiye Cumhuriyeti ülkesi
içinde –üzerinde milli veya dini kültür veya mezhep veya ırk veya dil farklılığına dayanan
azınlıklar bulunduğunu, ileri süremezler. Türk dilinden veya kültüründen başka dil ve kültürlerini
korumak, geliştirmek veya yaymak yoluyla Türkiye Cumhuriyeti üzerinde azınlıklar yaratarak
millet bütünlüğünün bozulması amacını güdemezler ve bu yolda faaliyette bulunamazlar. “Tüzük,
program ve faaliyetlerinde Türkçe’den başka dil kullanamazlar. Bölgecilik veya ırkçılık amacını
güdemezler ve Anayasada yer alan eşitlik ilkesine aykırı faaliyette bulunamazlar.
Ayrıca 1982 Anayasası’nın 10. maddesi ile Siyasi Partiler Kanununun 12. maddesine
göre; üyelerin eşitliği esastır. Üyelik için başvuranlar arasında dil, ırk, cinsiyet, din, mezhep, aile,
zümre, sınıf ve meslek farkı gözetilemez.
Bu ilkelerin, Mecliste grubu bulunan bir muhalefet partisince ve o partinin mensuplarınca
ihlal edildiği görülmektedir. Demokrasi adına, bölgecilik ve özerklik temaları işlenmektedir.
Rejimin sağlıklı yürütülebilmesi için bu hukuki kısıtlamaları getiren kanun koyucu parlamento
yine kendi idaresine ters düşen faaliyetlerin yürütüldüğü bir zemini oluşturmaktadır.
Sınıf veya zümre egemenliğinin yasaklanması hususuyla ilgili olarak, 1982
Anayasası’nın 68. maddesinin 4. fıkrasında, “sınıf ve zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür
diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamaz” ifadesi yer almaktadır. Esas olan “ülke
içindeki tek üstün gücün tek bir sınıfın elinde toplanması ve bütün diğer sınıfların egemenliğin
kullanılmasından dışlanması”39 anlamındaki sınıf egemenliğinin kurulmamasıdır. Mümtaz
Soysal’a göre, Anayasayla önlenen bu iktidarın bir sınıf egemenliği kurmak yolunda kullanılması
ve bir tek sınıfın bütün yetkili organlar eliyle kullanılabilecek olan egemenliği ele geçirerek öbür
sınıfları egemenliğin kullanılmasına şu ya da bu biçimde katılmaktan alıkoyması, kendi
38
39
Ayrıntılı Bilgi için bkz. Dönmez, ss. 171-213.
Mümtaz Soysal, 100 Soruda Anayasanın Anlamı, Gerçek Yayınevi, İstanbul,1987 s.184,185.
143
G. Dönmez/ Türkiye’de Parti İçi Demokrasi Olgusunun Gelişimi
durumunu sürekli ve değişmez kılmasını sınıf ve zümre egemenliği olarak kabul etmektedir.40
İşte bununda sınırlandırılması gerekmektedir. Günümüzde hemen hemen her parti liderlere
dayanmakta belli grupların uzun süreli iktidarları elinde tuttuğu görülmektedir.
Diğer bir sınırlama ise Türkiye’de Monarşik partileri yasaklayan Cumhuriyet ilkesidir.
Türkiye’de Cumhuriyet ve niteliklerini değiştirebilecek bir süreci siyasi partiler başlatamaz.
Tüzük ve programlarında bunlara yer veremez. Bu yönde siyasi kararlar alamaz. Bu ilkeyi hukuki
düzenlemelerle değiştiremez, sınırlarını daraltamaz. Parti içi demokrasi ulusal bütünlüğün içinde
ve ancak Türkiye’nin benimsediği laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletini içeren Cumhuriyet
rejimi ilkeleri altında ortaya çıkabilecek ve devam edebilecek bir süreçtir.
Ayrıca, devletin sosyal, ekonomik, siyasi ve hukuki temel düzenini din kurallarına
dayandırmayan laiklik ilkesi Anayasanın 24. maddesinin son fıkrasında, demokratik devlet düzeni
de, yine 1982 Anayasası’nın 68. maddesi ve SPK nın 78. maddesinde belirtilmiştir. Buna göre
insan hakları, eşitlik, millet egemenliği ve demokratik hukuk devleti ilkeleri, insan haklarına
dayanan, hürriyetçi, çok partili demokrasi düzenini ve rejimini reddeden her türlü diktacı ve
totaliter partilerin Türkiye’de yasaklandığı görülmektedir.
Hukuki dayanakları Anayasadan ve kanunlardan kaynaklanan ve ülkenin birliği ve
bütünlüğünü korumaya yönelik kısıtlamalar üzerinde; parti içi demokrasinin söz konusu olamaz.
Kaynağını Anayasa ve Kanunlardan almayan hiçbir düşünce bu durumda hukuki olmamakta,
siyasal rejime de katkıda bulunmamaktadır. İnsan haklarını koruyan millet egemenliğine dayanan
ve demokratik devlet ilkelerini savunan her siyasi parti rejim içinde faaliyetini sürdürebilecek
parlamenter demokrasinin yerleşmesine de aynı zamanda katkı sağlayabilecektir. Anayasa’nın
14. maddesindeki sınırlamaları da aynı kapsamda kabul etmemiz mümkündür. 41
Siyasi Partilerin Örgütlenme ve Faaliyetlerine İlişkin Sınırlamalar
Tuncay, Parti İçi Demokrasi ve Türkiye isimli kitabında hukuki nitelikteki yasaklamaları
şu şekilde belirtmiştir;
“-Siyasi partilerin tüzük ve programları 68.maddenin 4. fıkrası hükümlerine
aykırı bulunması halinde temelli kapatılır. Gerek örgütsel yapılarını ilgilendiren
tüzük hükümleri, gerekse ideolojik yönünü tayin eden programları siyasi partilerin
ilkeler bütünüdür. Bu ilkelerin hukuki dayanağı Anayasa ve SPK’ dır. Pratikte,
örgütsel yapının belirlenmesinde tüzük ihlalleri fazlaca ilgilileri ilgilendirmemekte,
parti üyelerinin de bu hususları ısrarlı takibi mümkün olmamaktadır. Oysa, bu son
derece önemlidir. Eşitlik ve hukukilik ölçüleri içinde demokratik rejimin
kurulabilmesinde ilk yol, ilk aşama tüzük hükümlerinin aynen uygulanmasıdır.
Parti programı yönünden Anayasa ve kanunları ihlal eden açıklama ve icraatlar
Anayasa Mahkemesi tarafından denetlenmekte, yani karara bağlanmakta, Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı tarafından dava konusu yapılmaktadır.(md 69/4)
40
41
Soysal, s.184,185.
Tuncay, s. 150 vd.
144
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 133-150.
Siyasi partiler, Anayasa mahkemesinin mali denetimine tabidir. Bu konularla ilgili
yaptırımlar ve kuralların uygulanması kanunla düzenlenir.
Siyasi partilerin gerek iç gerekse dış rekabetin maddi çıkar saikine dayandırılması
için öngörülmüş bir ilkedir. Partilerin gelir kaynakları yönünden yapılan bağışlar
oldukça önem arz etmektedir. Yapılabilecek bağışların miktarları-sınırları
belirtilmiştir. Bu miktarları aşan bağışların ideolojik saikle desteklenme olasılığı
düşüktür. Olsa olsa belli maddi saiklere dayanan menfaat beklentisi akla daha
yakındır. Adaylar arasında en çok bağış yapanın listelerde daha üst sıralarda yer
aldığı görülmektedir. Bu da parti içi demokrasi açısından adil ve eşit bir rekabet
ortamını ortadan kaldırmaktadır.
Sonuç olarak Anayasanın 5. maddesinde öngörülen “kişinin temel hak ve
hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette
sınırlayan siyasi, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanı maddi ve manevi
varlığın gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak” görevlerini parti içi
demokrasi içinde düşünmek doğru olacaktır.” 42
Parti İçi Demokrasinin Gelişmesinde Kitle iletişim Araçlarının Etkisi
Parti içi demokrasiye etki eden en önemli dış saik, kitle iletişim araçları özellikle gazete
ve televizyonlardır. Türkiye’de siyasetin medeni, ahlaki ve demokratik ölçüler içine girebilmesi,
partilerin, liderlerinin, siyasal destekçilerinin ve teşkilat hareket ve faaliyetlerinin yani parti içi
mücadelelerinin, basının kontrolü altında tutulması ile kamuoyunun tarafsız bilgilendirilmesi
gerekmektedir. Tuncay’a göre, Türkiye’de kitle iletişim araçlarının parti içi demokrasi olgusuna
katkıda bulunduğunu söylemek oldukça güçtür. Bilakis medyanın yürüttüğü lobi faaliyetleri bu
süreci olumsuz yönde etkilemektedir. Kanaatimizce bu görüş doğrudur. Oysa parti içi
demokrasinin gelişmesinde kitle iletişim araçlarının bilhassa eğitim yoluyla büyük katkı
sağlayabileceği açıktır. Böyle bir görevi basının üstlenmesi halinde siyasal karar mekanizmasının
demokrasi ilkelerine uygun olarak tabandan tepeye kurulması yani parti içi demokrasinin
yerleşmesine de katkı sağlayabilecek, bu süreç olumlu yönde işleyebilecektir. 43
Parti İçi Demokrasinin Gelişmesinde Sermaye Çevresinin Etkisi ve Lobicilik
Parti içi demokrasi işleyişinde sermaye çevrelerinin rollerinin büyük olduğu
görülmektedir. Sermaye çevreleri siyasal iktidarın içinde olsun veya olmasın “lobicilik”
dediğimiz faaliyetleri maksimum düzeyde sürdürdükleri, dolayısıyla parti içi yapılarına etki
ettikleri görülmektedir. Siyasi partilerin yerel seçkinlerle ve sermaye çevreleri ile ilişki içinde
olması, hem oy elde etmek için, hem de partinin finansmanının sağlanması açısından oldukça
önemli olduğunu ifade etmektedir.44 Çünkü sermaye çevrelerinin siyasal iktidardan beklediği
birçok siyasal kararlar bulunmaktadır. Çıkar grupları olarak değerlendirdiğimiz lobicilik,
ülkelerarası olduğu gibi, ülke içinde de siyasal rejimlere büyük etkilerde bulunarak; toplumun
genel menfaatlerinin aksine, belli kişilere ve gruplara gerek siyasal gerekse ekonomik çıkar
sağlamaktadır. Bu da demokratik rejimleri olumsuz yönde etkilemektedir.45 Örneğin, demokrasi
42
Tuncay, s.154,155.
Tuncay, s.155 vd.
44
Ayşen Uysal, Oğuz Topak, Particiler, Türkiye’de Sosyal Ağların İnşası, İletişim Yayınları, İstanbul,
2010, s. 29.
45
Tuncay, s.160.
43
145
G. Dönmez/ Türkiye’de Parti İçi Demokrasi Olgusunun Gelişimi
ilkelerini zedelediği için İngiltere’de lobicilik sınırlandırılmıştır. Milletvekillerinin görevleri
dışında, lobicilik şirketlerinde danışman olarak çalışması Yüksek Adalet Komisyonunca
yasaklanmıştır. Gerek politikanın yozlaşması, gerekse ulusal iradeye olumsuz etkisi böyle bir
karar ile önlenmek istenmiştir. Demek ki demokrasi içinde baskı gruplarının etkisi oldukça
yüksektir. Ancak, baskı gruplarının siyasi partilerin yerine geçmesi veya kamuoyunu bütünüyle
etki altına alması da beklenmemelidir. Siyasal gerilimin kaynağı gelişen iletişim teknolojisi içinde
geniş halk kitlelerinin siyasal kararlara doğrudan nasıl katılabileceğinde yatmaktadır. Çünkü
çağımızda insanlar “siyasal kararların alınışında ve yönetimde daha etkin olmak” istemektedir. 46
Kısaca belirtmek gerekirse, parti içi demokrasiye lobi faaliyetlerinin siyasal karar alma
aşamasında olumsuz etkisi vardır. Siyasal kararların, üye, delege, teşkilat ve genel başkanların
uyumlu çalışması ve tartışması sonucu alınması; kamuoyunu da dikkate alarak yürütülmesi
gerekir. Lobi faaliyetlerinin azalması veya önlenebilmesi demokrasi kurum ve kuruluşlarının
yerleşebilmesine katkıda bulunacaktır. 47
Siyasi Liderlerdeki Oligarşik Eğilimlerin (Lider Sultası) Parti İçi Demokrasiye
Etkileri
Hukuki sınırlamalarda başka bir sakıncası olmayan ve yasaların öngördüğü özellikleri ve
nitelikleri taşıyan her Türk vatandaşı siyasi parti kurabilir, partiye üye olabilir ve ülke yönetimine
talip olabilir. Hukuken böyle olmakla birlikte, sınırlamalar ve yasaklamalar toplumun belli bir
kesiminin yönetime katılmasını, katılanların bileşimine paralel olarak niteliğinin düşmesine
neden olmaktadır.
Siyasi yapı, hukuki ilkeler bütünü içinde, sosyolojik gerçeklere uygun olarak yani
demokratik süreç içinde demokratik kültür, demokratik bilinç ve demokratik teamülleri
taşıyabildiği ölçüde belli demokratik norm ve değerlere uygun davranış kalıplarını ortaya
koyabilir. Siyasi örgütlerinde bu gelenekleri benimsemesi rollerini buna göre oynaması
demokratik şekilde organlarının seçimini sağlaması gerekir. Örneğin, aday belirleme sürecinde,
partilerde demokratik yöntemler yerine oligarşik yöntemlerin kullanılması, diğer bir ifadeyle,
lider ve yakın çevresinin karar verme sürecinde etkili olması, partide lider sultasının varlığına
işaret etmektedir.48 Diğer taraftan, artan katılım boyutları içinde demokratik ölçüler kullanılarak
oluşabilen siyasal yapı örgüt liderlerini de demokrasi esaslarına uygun hareket etmeye yöneltir.
Demokratik siyasal yapının bütün kurum kuruluşlarda fonksiyonel işleyişi, siyasal liderin
oligarşik eğilimini frenler. Liderler adeta bir hakem konumunda sadece yöneten yönlendiren
değil, adaleti dağıtan organizatörlerdir. Oligarşik eğilimler taşısalar da, siyasal yapı buna imkân
bırakmaz.49
Bülent Ecevit, Demokratik Sol’da Temel Kavramlar ve Sorunlar, Ajans Türk Matbaacılık, Ankara,
1975 s.53
47
Tuncay, s.160.
48
Nuran Yıldız, Türkiye’de Siyasetin Yeni Biçimi (Liderler, İmajlar ve Medya), Phoenix Yayınevi,
Ankara 2002, s. 17; Bilir, Siyasi Partilerde…, s. 210; Dönmez, s. 184.
49
Tuncay, s.161.
46
146
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 133-150.
Oysa Türkiye’de daha belde seçimlerinden başlayan ve demokratik teamüllere uymayan
delege seçimleriyle parti liderliği garanti altına alınmaya çalışılmaktadır. Her ne kadar delegenin
hür iradesiyle seçildik denilse de, liderlerin Türkiye’de uygulanan antidemokratik seçimlerle
demokratik olarak seçildikleri iddia edilemez. Doğal olarak böyle bir siyasi yapı içinde siyasi
liderler oligarşik eğilimler taşıyabileceklerdir. Oligarşik eğilim taşıyan lider, kendi buyruklarına
asla itiraz etmeyen kişileri etrafında toplamakta siyaseti bir takım anlayışıyla yürütmektedir. İşte
bu takım içinde yer alan kişiler siyasi lider tarafında millet vekili adayı olarak gösterilmekte,
siyasal yapının merkezileşmesi, oligarşik eğilimi taşıması gündeme gelmektedir. Bu yapı içinde
başarı ve çalışmayı gerektiren rekabet ilkesi söz konusu olmamaktadır. Siyasi parti liderlerinin ve
lidere bağlı takımın oligarşik eğilimler taşımaması için siyasi yapı işleyişinin demokratik
kurallara bağlanması gerekmektedir. İl, ilçe ve belde seçimlerinden başlanarak, delege
seçimlerinin hâkim teminatı altına alınması “ocak teşkilatlarının” tekrar kurulabilmesi
demokratik bir yöntem olarak düşünülmektedir. Ekonomik yapı da diğer hukuki ve siyasi yapı
kadar önemlidir. Ülkemizde siyasi partilere üye olanların gelir düzeyleri son derece düşüktür.
Adil bir gelir dağılımı ve sosyal güvenlik şemsiyesi söz konusu değildir. Çoğu üye partilere iş
bulabilmek veya ekonomik çıkar sağlayabilmek için girerler, siyasi partiye üye olanlardan bilerek
aidat alınmaz. Siyasî partilerin taşra örgütlerine bakıldığında bile, işsizler ve ücretsiz aile
işçilerinin azlığı dikkat çekmektedir. Bu durum ise, siyaset-para ilişkisine dair önemli ipuçları
vermektedir.50
Bazı zengin üyelerden veya zengin iş adamlarından alınan teberrular yanında kaynağı
belli olmayan yüksek bağışlar parti üst yönetimlerince kullanılır. Göstermelik kongrelerde hemen
hemen tüm yönetimle mali denetimden aklanarak çıkar. Kısacası mali yönden çok kuvvetli
olanların karşısına yönetim organlarında ve seçiminde karşı çıkmak oldukça güçtür. Partinin
tabanına “parası olmayan böyle yere aday olmasın” şeklinde bir düşünce yayılır. Bu düşünce
milletvekili olacaklarda da aynı yönde oluşur. Aynı şekilde zengin liderler etrafına yine zengin
kişileri almakta, adeta kast sistemi gibi gelir düzeyi düşük kişiler kendilerine rakip
olamamaktadır. Zenginlik, üyeler üzerinde psikolojik yönden olumsuz bir etki yarattığından
katmanlara ayrılan üyeler arasında kendiliğinden geri çekilme ve merkezi yapı içinde buyruklara
itaat etme yani oligarşik bir anlayışın ekonomik boyutu gündeme gelmektedir. Siyasal liderler ne
kadar halkı kucaklamak istese de böyle bir iktisadi dengesizlik içinde oligarşik eğilimler
taşımaktadırlar. 51
SONUÇ
Siyasal Partiler, hangi sistem içinde yer alırsa alsınlar, demokratik toplumların
vazgeçilmez öğeleridir. Çıkarları birleştirmek, vatandaşlarla devlet yönetimi arasında bağ
kurmak, siyasal kadro yetiştirmek, devletin siyasal karar organlarını yönetmek gibi işlevleri olan
siyasal partilerin demokratik parlamenter sistemdeki rolleri özellikle önemlidir. Bu nedenle
partilerin işleyişleri sadece kendi iç meseleleri değil tüm vatandaşların ilgi alanına girmektedir.
Çünkü yaşam biçimlerini ve tercihlerini belirleyen siyasi partiler tüm ülke vatandaşlarına karşı
sorumludur. Bu sorumluluk gereği parti yönetimlerinin oligarşik yapılardan sıyrılıp kolektif akla
yer önem veren ve bireysel yarardan çok toplumsal yararı önemsemeleri gerekir. Demokrasinin
diğer rejimlerden üstün yanı çoğulculuğu sağlayarak diğer düşüncelere de yaşama şansı
50
51
Uysal-Topak, ss. 203-211; Dönmez, s. 177.
Tuncay, s.161 vd.
147
G. Dönmez/ Türkiye’de Parti İçi Demokrasi Olgusunun Gelişimi
vermesidir. Bu açıdan parti içi demokrasi siyasal hayatta ve siyasi partide yaşamsal öneme
sahiptir.52
Parti içi demokrasi, partinin örgütsel yapısı, parti liderinin tutumu, aday tespit yöntemi,
parti disiplini, finansman kaynakları gibi içsel faktörlerden etkilenen bir unsurdur. Parti içi
demokrasi, aynı zamanda bir takım dışsal faktörlerden de etkilenmektedir. Bunlar, siyasal kültür,
hükümet sistemi, seçim sistemi, anayasal yapı, sosyo-ekonomik yapı, idari yapı, toplumsal
örgütlenme düzeyi ve siyasi partilerin baskı grupları ile ilişkileri gibi unsurların, parti içi
demokrasi üzerinde çok büyük etkileri olmaktadır. Türkiye’deki mevcut durumda, yukarıda
sayılan bu içsel ve dışsal faktörlerin, parti içi demokrasiyi gerçekleştirmek ve yerleştirmek
bakımından yeterli olmadığı görülmektedir. Her şeyden önce, toplumda, yerleşik bir demokratik
siyasal kültürün varlığından söz edilememektedir. Milletvekili seçimi sırasında kullanılan aday
tespitinde kullanılan merkez yoklaması gibi yöntemlerin kullanılması parti merkezinin, özellikle
de liderin, parti üzerinde büyük bir hâkimiyete sahip olduğunu göstermektedir. Mevcut sosyoekonomik yapı, idari yapı, toplumsal örgütlenme gibi konulardaki sıkıntılar da parti içi
demokrasinin gelişmesini önlemektedir. Ayrıca, mevcut yasal düzenlemeler nedeniyle, üye
aidatlarının düzenli toplanamaması ve finansman konusundaki sıkıntılar, katı parti disiplini gibi
sorunlar, parti içi demokrasinin işlemesine imkân vermemektedir.53
Parti içi demokrasinin sağlanabilmesi için bir takım öneriler sunulabilir. İlk olarak genel
başkanların başkanlık edebilecekleri dönem sayısına bir sınır konulması düşünülebilir. Zira,
Türkiye’de oligarşik eğilimlerin ve lider sultasının çok ciddi boyutlara ulaştığı yadsınamaz bir
gerçektir. Görülmektedir ki, ölüm ya da siyasi hakların kaybı gibi nedenler dışında parti
liderlerinin değiştiğine pek rastlanmamaktadır. Diğer taraftan, Türkiye’de neredeyse her partinin,
aday tespiti konusunda büyük oranda merkez yoklamasını tercih ettiği ve bu nedenle de parti içi
demokrasinin zedelendiği bilinen bir gerçektir. Bu sorunun giderilmesi için, büyük oranda
önseçim yapılması zorunluluğu getirilmelidir. Ayrıca, parti içi demokrasi bakımından,
milletvekili adaylarını lidere bağımlı hale getiren blok liste uygulaması yerine, tercihli oy
sistemine imkân tanıyacak hukuksal değişiklikler yapılmalıdır. Bu noktada, parti içi demokrasinin
uygulanamaması açısından aday tespit yönteminde ve örgüt yapısındaki antidemokratik
uygulamalar, lider sultası, oligarşik yapı gibi nedenler ileri sürülse de, esasen bu noktada
demokratik bir siyasi kültürün yerleşmesi bu noktadaki en önemli ihtiyaçtır.54
Ancak sadece Siyasal Partiler Yasasında, parti tüzük ve yönetmeliklerinde değişiklikler
yapılması da parti içi demokrasiyi sağlamaya yetmez. Demokrasiyi, parti içinde de ülke içinde de
etkin kılmak için yeni bir yönetim anlayışına ve yönetim yapısına ihtiyaç vardır. Yeni yönetim
anlayışı, vatandaşa güvenen, insanların kendi çözümlerini üreteceklerini kabul eden, sivil
topluma dayalı katılımcı demokrasiyi egemen kılmak isteyen, yerinden demokratik yönetime
52
53
54
Murat Tezcan, “Parti İçi Demokrasi ve CHP Tüzüğüne İlişkin Bir İnceleme”,
http://www.turkhukuksitesi.com/makale_1678.htm, Erişim Tarihi: 25.08.2016.
Rengül Ekizceleroğlu, Türkiye’de Parti İçi Demokrasinin Hukuksal Boyutları, Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Edirne, Ocak 2008, s. 250.
Ekizceleroğlu, s. 251-252.
148
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 133-150.
ağırlık veren, bir anlayış olmalıdır. Bu yeni anlayışla birlikte siyaset ve toplumsal yaşam daha da
demokratikleşebilecektir.55
KAYNAKLAR
Akçalı, Nazif, Siyaset Bilimine Giriş, Bilgehan Basımevi, İzmir,1988.
Atar, Yavuz, “Çağdaş Demokrasinin Siyasal Boyutu: Türkiye’de Demokratikleşme ve
Anti-Demokratikleşme Göstergeleri”, Yeni Türkiye, Cilt: 3, Sayı: 17, Eylül-Ekim 1997, ss. 7394.
Aydemir, Şevket Süreyya, İkinci Adam (II. CİLT), Remzi Kitabevi, İstanbul, 1985.
Bilir, Faruk, Siyasi Partilerde Parlamento Adaylarının Belirlenmesi (Karşılaştırmalı
Bir İnceleme), Yetkin Yayınları, Ankara 2007.
Dönmez, Gökhan, 1982 Anayasası’nda Milletvekilliği Statüsünün Kazanılması ve Sona
Ermesi, Adalet Yayınevi, Ankara, 2016.
Ecevit, Bülent, Demokratik Sol’da Temel Kavramlar ve Sorunlar, Ajans Türk
Matbaacılık, Ankara, 1975
Ekizceleroğlu, Rengül, Türkiye’de Parti İçi Demokrasinin Hukuksal Boyutları,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Edirne,
Ocak 2008.
Erkan, Hüsnü “Türkiye’de Demokrasinin Ekonomik Temelleri ” Türkiye’de Demokrasi
Ve Demokrasi Kültürünün Gelişmesi, Demokrasi Vakfı ve Atatürk İlkeleri İnkılapları Tarihi
Enstitüsü ortak yayını, İzmir 1990, s.85.
Eroğul, Cem, Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi, İmge Kitabevi, Ankara, 1990.
Kabasakal, Mehmet, Türkiye’de Siyasal Parti Örgütlenmesi(1908-1960), Tekin
Yayınevi, İstanbul, 1991.
Kabasakal, Mehmet, Türkiye’de Siyasal Parti Örgütlenmesindeki Kısıtlamalar, Siyasi
Partiler ve Demokrasi, TESAV Yayınları, Ankara, 1995.
Kara, Nihal , “Türkiye’de Çok Partili Sisteme Geçiş ve Demokrasi Sorunları”, Tarih ve
Demokrasi, Cem Yayınevi, İstanbul, 1992.
Karatepe, Şükrü, Darbeler, Anayasalar ve Modernleşme, İz Yayıncılık, İstanbul, 1993.
Kışlalı, Ahmet Taner, Siyaset Bilimi, A.Ü. Basın Yayın Yüksekokulu Yayınları,
No:9,Ankara,1987.
Öz, Esat, Tek Parti Yönetimi ve Siyasal Katılım, Gündoğan Yayınları, Ankara, 1992.
Özüerman, Tülay, Türkiye İçin Nasıl Bir Anayasa (Anayasaya Siyasal Yaklaşım), Alfa
Yayıncılık, İstanbul 1992.
Perinçek, Doğu, Anayasa ve Partiler Rejimi, Kaynak Yayınevi, 3. Baskı, İstanbul, 1985.
Sartori, Giovanni, Demokrasi Teorisine Geri Dönüş, Çev: Tuncer Karamustafaoğlu,
Mehmet Turhan, Türk Demokrasi Vakfı Yayınları, Yetkin Basımevi, Ankara.
55
Tezcan, http://www.turkhukuksitesi.com/makale_1678.htm, Erişim Tarihi: 25.08.2016.
149
G. Dönmez/ Türkiye’de Parti İçi Demokrasi Olgusunun Gelişimi
Soysal, Mümtaz, 100 Soruda Anayasanın Anlamı, Gerçek Yayınevi, İstanbul,1987.
Tanilli, Server, Devlet ve Demokrasi, Anayasa Hukukuna Giriş, Say Kitap Pazarlama,
İstanbul, 1982.
Tekeli, İlhan, “Partilerin Yapıları Türkiye Demokrasisinin Bir Kısmını Açıklayabilir mi?”
Bilim ve Sanat Dergisi, sayı 83, Kasım 1987.
Tezcan, Murat, “Parti İçi Demokrasi ve CHP Tüzüğüne İlişkin Bir İnceleme”,
http://www.turkhukuksitesi.com/makale_1678.htm, Erişim Tarihi: 25.08.2016.
Timur, Taner, Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçiş, İletişim Yayınları, Cep Üniversitesi
Dizisi, İstanbul, 1991.
Tunaya, Tarık Zafer, Siyasal Kurumlar ve Anayasa Hukuku, 5. Baskı, Ekin Yayınları,
İstanbul,1982.
Tuncay, Suavi, Parti İçi Demokrasi ve Türkiye, Gündoğan Yayınları, Ankara,1996.
Uysal, Ayşen, Topak, Oğuz, Particiler, Türkiye’de Sosyal Ağların İnşası, İletişim
Yayınları, İstanbul, 2010.
Yanık, Murat, Parti İçi Demokrasi, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2002.
Yanık, Murat, Parti İçi Demokrasi, İkinci Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara, 2013.
Yetkin, Çetin, Türkiye’de Tek Parti Yönetimi (1930-1945), Altın Kitaplar Yayınevi,
İstanbul, 1983.
Yıldız, Nuran, Türkiye’de Siyasetin Yeni Biçimi (Liderler, İmajlar ve Medya), Phoenix
Yayınevi, Ankara 2002,
150
BİTLİS EREN ÜNİVERSİTESİ
İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ
BİTLİS EREN ÜNİVERSİTESİ
AKADEMİK İZDÜŞÜM DERGİSİ
Bitlis Eren University Journal of
Academic Projection
Eylül/September 2016
Cilt/Volume: 1
Sayı/Number: 1
BEÜ AKADEMİK İZDÜŞÜM DERGİSİ
BİTLİS EREN UNIVERSITY JOURNAL OF ACADEMIC PROJECTION
Cilt / Volume: 1 Sayı / Number: 1 Yıl / Year: Eylül /September 2016
Sahibi / Owner
Prof. Dr. Mahmut DOĞRU, Rektör/Rector
Yazı İşleri Müdürü / Editor in Chief
Yrd. Doç. Dr. Vecihi Sefa Fuat HEKİMOĞLU
Editörler / Editors
Yrd. Doç. Dr. Vecihi Sefa Fuat HEKİMOĞLU
Arş. Gör. Dr. Veysel ERAT
Yayın Kurulu / Editorial Board
Prof.Dr. Asem Nauşabayeva HEKİMOĞLU
Yrd. Doç. Dr. Vecihi Sefa Fuat HEKİMOĞLU
Yrd. Doç. Dr. Ayşe Nur BUYRUK AKBABA
Yrd. Doç. Dr. Cemal ÖZTÜRK
Yrd. Doç. Dr. Yahya DEMİRKANOĞLU
Yrd. Doç. Dr. Serap TOPRAK
Yrd. Doç. Dr. Gül GÜN
Yrd. Doç. Dr. Gökhan DÖNMEZ
Arş Gör. Dr. Veysel ERAT
Arş. Gör. Dr. Yasemin HAYTA
Arş. Gör. Dr. Zeki UÇAR
Arş. Gör. Dilek ALMA
Arş Gör. Mehmet NALBANT
Arş. Gör. Mustafa Salim EREK
Arş. Gör. Yunus SAVAŞ
Danışma Kurulu / Advisory Board
Prof. Dr. Asem Nauşabayeva HEKİMOĞLU-Bitlis Eren Ünv.
Prof. Dr. Bayram ÇOŞKUN-Muş Alparslan Üniversitesi
Prof. Dr. Cenap ÇAKMAK- Osmangazi Üniversitesi
Prof. Dr. Cüneyt Yenal KESBİÇ-Batman Üniversitesi
Prof. Dr. Harun ARIKAN - Çukurova Üniversitesi
Prof. Dr. Haydar ÇAKMAK- Gazi Üniversitesi
Prof. Dr. Murat OKÇU-Süleyman Demirel Üniversitesi
Prof. Dr. Müslüme NARİN-Gazi Üniversitesi
Prof. Dr. Neşe ÖZDEN- Ankara Üniversitesi
Prof. Dr. Pınar SÜRAL ÖZER- Dokuz Eylül Üniversitesi
Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ
Prof. Dr. Zerrin TOPRAK KARAMAN-Dokuz Eylül Ünv.
Doç. Dr. Ali ASKER- Karabük Üniversitesi
Doç. Dr. Derya GÜLTEKİN KARAKAŞ-İstanbul Teknik Üniv.
Doç. Dr. Erkin EKREM- Hacettepe Üniversitesi
Doç. Dr. Ester RUBEN-Yıldız Teknik Üniversitesi
Doç. Dr. Ethem DUYGULU- Dokuz Eylül Üniversitesi
Doç. Dr. İbrahim Güray YONTAR- Dokuz Eylül
Doç. Dr. Kutluk Kağan SÜMER- İstanbul Üniversitesi
Doç. Dr. Muhammed Şükrü MOLLAVELİOĞLU- YYÜ
Doç. Dr. Sabahattin NAL İstanbul Üniversitesi
Doç. Dr. Tümen SOMUCUOĞLU- Gazi Üniversitesi
Doç. Dr. Yakup ALTAN-Süleyman Demirel Üniversitesi
Yazı İşleri Sorumlusu/Editorial Office
Arş. Gör. Veysel ERAT
Doç. Dr. Yunus Emre ÖZER- Dokuz Eylül Üniversitesi
Doç. Dr. Zafer KANBEROĞLU- Yüzüncü Yıl Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Arif EREN-Niğde Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Ayşe Nur Buyruk AKBABA-Bitlis Eren Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Berna GÜLER MÜFTÜOĞLU-Marmara Üniv.
Yrd. Doç. Dr. Cemal ÖZTÜRK-Bitlis Eren Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Dilek MEMİŞOĞLU-İzmir Katip Çelebi Üniv.
Yrd. Doç. Dr. Ebru TOLAY- Dokuz Eylül Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Ece DEMİRAY EROL Celal Bayar Üniv.
Yrd. Doç. Dr. Gökhan DÖNMEZ-Bitlis Eren Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Gül GÜN-Bitlis Eren Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Hakan ÖZDEMİR-İnönü Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. İbrahim ARAP- Dokuz Eylül Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. İsmail ŞAHİN- Karabük Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Kurtar TANYILMAZ-Marmara Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Nurcan H. ÇIRAKLAR- Dokuz Eylül Üniv.
Yrd. Doç. Dr. Raşid TACİBAYEV- Hoca Ahmet YeseviUluslararası Türk-Kazak Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Serap TOPRAK-Bitlis Eren Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Sultan KAVİLLİ ARAP- Dokuz Eylül Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Vecihi Sefa Fuat HEKİMOĞLU-Bitlis Eren Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Yahya DEMİRKANOĞLU-Bitlis Eren Üniversitesi
Web Sorumlusu Web Management
Metin TUNÇADAM
Ürün Editörü/Product Editor
Arş. Gör. Zafer CÖMERT
BEÜ AKADEMİK İZDÜŞÜM DERGİSİ
BİTLİS EREN UNIVERSITY JOURNAL OF ACADEMIC PROJECTION
Cilt / Volume:1 Sayı / Number: 1 Yıl / Year: Eylül /September 2016
HAKEM KURULU
Prof. Dr. Asem Nauşabayeva HEKİMOĞLU-Bitlis Eren Ünv.
Prof. Dr. Bayram ÇOŞKUN-Muş Alparslan Üniversitesi
Prof. Dr. Murat OKÇU-Süleyman Demirel Üniversitesi
Prof. Dr. Pınar SÜRAL ÖZER- Dokuz Eylül Üniversitesi
Doç. Dr. İbrahim Güray YONTAR- Dokuz Eylül
Yrd. Doç. Dr. Ayşe Nur Buyruk AKBABA-Bitlis Eren Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Cemal ÖZTÜRK-Bitlis Eren Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Gökhan DÖNMEZ-Bitlis Eren Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Gül GÜN-Bitlis Eren Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. İbrahim ARAP- Dokuz Eylül Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Serap TOPRAK-Bitlis Eren Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Sultan KAVİLLİ ARAP- Dokuz Eylül Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Vecihi Sefa Fuat HEKİMOĞLU-Bitlis Eren Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Yahya DEMİRKANOĞLU-Bitlis Eren Üniversitesi
Arş Gör. Dr. Veysel ERAT-Bitlis Eren Üniversitesi
Arş. Gör. Dr. Yasemin HAYTA-Bitlis Eren Üniversitesi
Arş. Gör. Dr. Zeki UÇAR-Bitlis Eren Üniversitesi
BİTLİS EREN ÜNİVERSİTESİ AKADEMİK İZDÜŞÜM DERGİSİ YAYIN İLKELERİ
Bitlis Eren Üniversitesi Akademik İzdüşüm Dergisi, Bitlis Eren Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesi tarafından "Hakemli Dergi" statüsüne uygun yılda üç sayı olmak üzere yayımlanır. Dergi
içeriği, tüm kullanıcılara açık, ücretsiz "açık erişimli" bir dergidir. Kullanıcılar yayımcıdan ve
yazar/yazarlardan izin almaksızın, dergideki makaleleri tam metin olarak okuyabilir, indirebilir,
dağıtabilir, makalelerin çıktısını alabilir ve kaynak göstererek makalelere bağlantı verebilir. Bu dergide
yayımlanan makalelerin ilim ve dil yönünden sorumluluğu yazarlarına aittir. Fikirlerden Fakültemiz ve
Üniversitemiz sorumlu tutulamaz. Makalelerde belirtilen görüşler, Bitlis Eren Üniversitesi Akadmik
İzdüşüm Dergisinin görüşünü yansıtmaz. Dergide yayınlanan makalelerin tüm yayın hakları Akademik
İzdüşüm Dergisine aittir. Makalesi dergimizde yayınlanmış olan yazarlar makalenin Özet kısmının veya
tamamının PDF olarak dijital ortamda yayınlanmasını kabul etmiş sayılırlar. Dergi yazım kurallarına
uymayan makaleler değerlendirmeye alınmaz. Basılmama kararı verilen yazılar varsa hakem raporuyla
birlikte yazarına iade edilir. Yayın için kabul edilen yazıların yayın hakkı, yayınlanan yazılarında her
türlü telif hakları dergiye aittir. Yazara herhangi bir telif hakkı ödenmez.
BEÜ Akademik İzdüşüm Dergisi Bitlis Eren Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesi 13000, Merkez, Bitlis/ TÜRKİYE
Tel: 0 (434) 222 0040 Fax: 0 (434) 222 9144
MAKALELER/ARTICLES
TÜRKİYE’DE DOĞAL GAZ TÜKETİMİ İLE EKONOMİK BÜYÜME ARASINDAKİ İLİŞKİ/
THE RELATIONSHIP BETWEEN ECONOMIC GROWTH AND NATURAL GAS CONSUMPTION
IN THE TURKEY
Coşkun ÇILBANT & Dilek ALMA……………………………………………………...……………1-11
TÜRKİYE’DE KENTSEL MEKÂNLARDA KAMUSAL ALANIN KONUMU: TARİHSEL
PERSPEKTİFTEN BİR DEĞERLENDİRME/THE LOCATION OF PUBLIC SPHERE IN URBAN
SPACES IN TURKEY: ASSESSMENT FROM AN HISTORICAL PERSPECTIVE
Mehmet NALBANT…………………………………………………………………………………..12-27
ÖRGÜT KÜLTÜRÜ TİPLERİNİN ÖRGÜTSEL SİNİZM ALGISINA ETKİSİ: BİTLİS İLİ OTEL
İŞLETMELERİNDE BİR ALAN ARAŞTIRMASI/THE EFFECT OF THE TYPES OF
ORGANIZATIONAL CULTURE ON ORGANIZATIONAL CYNICISM: A FIELD STUDY ON THE
HOTELS OF BİTLİS PROVINCE
Gül GÜN………………………………………………………………………………………..……..28-55
TÜRKİYE EKONOMİSİNDE KADIN İSTİHDAMININ ROLÜ ve ÖNEMİ/THE ROLE AND
IMPORTANCE OF WOMAN EMPLOYMENT AT TURKISH ECONOMY
Perihan DUTLU ERTEN…………………………………………………………………………….56-66
İŞGÖREN SESSİZLİĞİ: TEORİK YAKLAŞIMLAR TEMELİNDE BETİMSEL BİR
ANALİZ/EMPLOYE SİLENCE: A DESCRİPTİVE ANALYSİS BASED ON THEORETİCAL
APPROACHES
Zeki UÇAR……………………………………………………………………………………………67-86
MAHALLİ İDARE BİRİMİ OLARAK KÖYLER VE 6360 SAYILI YASANIN
ETKİLERİ/VİLLAGES AS LOCAL ADMİNİSTRATİVE UNİT AND THE EFFECT OF 6360
NUMBERED LAW
Veysel ERAT………………………………………………………………………………………….87-98
LEWIS MODEL, EDUCATION AND UNCERTAINTIES: THE CASE OF TURKEY FROM 1990
to 2014/LEWİS MODEL, EĞİTİM VE BELİRSİZLİKLER: 1990’DAN 2014’E TÜRKİYE ÖRNEĞİ
Yunus SAVAŞ……………………………………………………………………………………….99-111
AÇIK DENİZLERDE DÜZEN VE GÜVENLİK/THE LAYOUT AND SECURITY AT THE HIGH
SEAS
Cemal ÖZTÜRK…………………………………………………………………………………...112-132
TÜRKİYE’DE PARTİ İÇİ DEMOKRASİ OLGUSUNUN GELİŞİMİ/DEVELOPMENT OF INPARTY DEMOCRACY İN TURKEY
Gökhan DÖNMEZ…………………………………………………………………………………133-150
KİTAP TANITIMI/BOOK LAUNCH
GÜLNAR KARA, POLENEZKÖY’ÜN KURUCULARINDAN ÇAYKOVSKİ MEHMET SADIK
PAŞA’NIN OSMANLI ANILARI
Serap TOPRAK……………………………………………………………………………………151-153
CHIRATA CARAIANI, CAMELIA I. LUNGU, CORNELIA DASCALU AND FLORIAN
COLCEAG, GREEN ACCOUNTİNG INİTİATİVES AND STRATEGİES FOR SUSTAİNABLE
DEVELOPMENT
Ayşe Nur BUYRUK AKBABA…………………………………………………………………....154-155
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 151-153.
Kitap Tanıtımı/ İncelemesi
Serap TOPRAK
Gülnar KARA, Polenezköy’ün Kurucularından Çaykovski Mehmet Sadık Paşa’nın
Osmanlı Anıları, Kömen Yayınları, 1. Baskı, Konya 2016, Sayfa Sayısı: 261.
Yrd. Doç. Dr. Gülnar KARA, bu kitabı “1841 yılından Kırım Savaşı’na kadar olan
dönemin özetlenmiş, Batılı’nın gözünden Osmanlı tarihinin son yüzyılı” şeklinde tanımlamıştır.
Çin’de Yüksek lisans ve Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Genel Türk Tarihi
Anabilim Dalı’nda Doktora yapmış olan yazar hâlâ Bitlis Eren Üniversitesi Tarih Bölümü’nde
çalışmaktadır.
Çok uluslu devletlerin milliyetçi isyanlarla çalkalandığı 19. Yüzyılda Osmanlı Devleti,
içte Sırp, Yunan, Bulgar, Romen isyanları ve yenilik hareketleri ile uğraşırken, dışta ise, dünyanın
büyük bir kısmını sömürgeleştiren Avrupa devletlerinin çıkar çatışmasının odağı olmuştur. Bu
sancılı dönemde Osmanlı Devleti, Macar ve Polonyalı mültecileri sığınmacı olarak kabul etti.
1831 yılında bağımsızlık isyanı bastırıldıktan sonra ülkelerini terk eden Polonyalı milliyetçiler
Osmanlı Devleti’ne sığındı. Bunlardan biri de Müslümanlığı kabul ederek Mehmet Sadık Paşa
adını alan Polenezköy’ün kurucularından Michal Çaykovski idi. Michal Çaykovski’nin anılarına,
devlet adamlarıyla görüşmelerine ve mektuplaşmalarına dayanan bu kitapta, dönemin siyasi
olayları, Avrupa devletlerinin çatışan çıkarları, Osmanlı’nın yenileşme hareketi çerçevesinde bazı
devlet adamlarının tutumu, Müslüman ya da Gayrimüslim çeşitli etnik toplulukların Osmanlı
Devleti içerisindeki yaşamları ve statüleri, özellikle Kozaklar hakkında bilgiler yer almaktadır.
Michal Çaykovski anılarında Türkiye’ye sığınmış ve Osmanlı Devleti’ne hizmet eden Nekrasov
Kozaklarına geniş bir yer ayırmıştır. Bazı kaynaklarda Kazak Türkleriyle karıştırılan Kozakların
kim olduğudan ve Türkiye’deki yaşam koşullarından uzun uzun bahsedilmesinden dolayı değerli
bilgiler içermektedir. Ayrıca anılarında Çaykovski, Macar ve Leh mültecileri sorunu ve Avrupa
devletlerinin izlediği siyaseti, Sırp hanedanları arasındaki çekişmeleri kendi gözlemleri ve ikli
görüşmeler sonucunda edindiği bilgiler ışığında değerlendirmiştir. Batı Avrupa Slavlarına karşı
olan sempatisini saklamayan Çaykovski, Sırplar ve Polonyalılar arasında Slavlığa dayalı bir siyasi
ilişki başlatmak istemiş, Polonya’nın çöküş nedeni olarak da Polonya’nın Slavlılıktan
uzaklaşarak, Katolik kilisesine ve Batı kültürüne yaklaşması olarak görmüştür. Anılardan
İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya, Rusya başta olamak üzere Avrupa devletlerinin Osmanlı
coğrafyasında yaşayan etnik topluluklar üzerindeki siyasi çekişmelerini Çaykovski’nin gözünden
görebiliriz.
İkinci hamur kapak, 14.00 x 19.50 cm ebatında olan 261 sayfalık bu kitap dönemi
herhangi bir yorum yapmadan olduğu gibi yansıtması bakımından önemlidir. Rusça’dan tercüme
edilerek yazılan kitap, Çaykovski’nin anılarına dayanmakla birlikte dipnotlara geniş bir şekilde
açıklamalarla desteklenerek okuyucuya sunulmuştur. Bununla birlikte bibliyografya bölümünde,
eserlerin tam künyeleri verilmiştir. Kitabın sonunda adı geçen kişilerin resimleri ve bir takım
belgeler de bulunmaktadır. Kitap, 1841’den 1872’ye kadar Osmanlı Devleti’nin siyasi hayatında
önemli rol oynayan Çaykovski’nin gözüyle dönemin olaylarını okuyarak değerlendirmek isteyen
araştırmacılar için faydalı olacaktır. Bu kitap, Çaykovski’nin anılarının Kırım Savaşı’na kadar
olan bölümlerini içermektedir.

Yrd. Doç. Dr., Bitlis Eren Üniversitesi, İİBF. Uluslararası İlişkiler Bölümü.
151
S. Toprak/ Kitap Tanıtımı: Gülnar KARA, Polenezköy’ün Kurucularından Çaykovski Mehmet Sadık
Paşa’nın Osmanlı Anıları
Nisan 2016 yılında piyasaya çıkmış olan kitap, on dokuz bölümden oluşmaktadır. Kitabın
içerisinde yer alan konulara gelecek olursak;
Birinci bölümde, Konstantinopolis, Ludwig ile tanışma, Lazariyenler kilisesi rahibi
Leleu, Hüsrev Paşa, Rıza Paşa, Sultan Abdülmecid, Türk Karakteri,
İkinci Bölümde, Fethi Ahmed Paşa ile görüşme, Tekirdağ’a yolculuk, Karantina doktoru,
Hüsrev Paşa’nın evinde, Nekrasov Kozakları ve onların Türkiye’deki yaşamı, Seymenler,
Üçüncü bölümde, Gelibolu, Üç imparatorluğun konsolosu, Berdiçev Yahudisi, Binevlere
giriş, Nekrasov Kozaklarının karşılaması,Nekrasov Kozaklarının teşkilatı, özellikleri, hayat tarzı
ve gelenekleri,
Dördüncü bölümde, Yaşlı Ataman İvan Semenoviç Soltan ile sohbet ve Çaykovski’nin
projesini tartışma, Prens Adam Czartoryski’e mektup, Binevler’den ayrılış, Mihaliç’e doğru yola
çıkma ve Mihaliç’ten Bursa’ya, Mazhar Paşa ve Prusya subayları, Paşa’nın nazik davranışı,
Beşinci bölümde, Mazhar Paşa ile sohbet, İstanbul’a dönüş, Sırp muhalefeti, Rıza Paşa,
Osmanlı ile münasebetler, Ludwig Zwierkowski’nin Sırbistan’a gönderilmesi, İstanbul’daki
Polonyalılar, Kral Zygmunt, Lazariyenler rahibi Leleu ile anlaşma, d’Bourqueney’in gelişi,
Polonyalılar için Fransa Pasaportu,
Altını bölümde, Veba reviri, Konstantinopolis’ten ayrılma, İslam Bey veya Mirza bey’in
Tatarlar hakkındaki görüşleri, Burlaklar ve onların Yahudilerle ilişkileri, Slava köyü, Dobruca
Kozakları, Slava köyünde ağırlanma, Osip Semenoviç Gonçarov, Babadağ’a doğru yola çıkış,
Yedinci bölümde, Babadağ, Julian Yaşinski, diğer adı Mustafa bey olan Jurilovlu binbaşı,
Zaporoj Kozaklarının son koşevoy atamanı Stepan Karagarmants’ın evinde, Zaporojya hakkında
sohbet, Sarıköy’de toplantı, Beş köyün atamanları, Vilkova ihtiyarları, Belaya Krinisa manastırı
keşişleri, Kozaklarla bundan sonraki ilişkiler hakkında sohbet, Zaporoj Siçi’nin kalıntıları,
Manastır gelenekleri,
Sekizinci bölümde, Blatnerovskiy bölüğü atamanı Semen ile tanışma, Bulgaristan,
Rusçuk vilayeti, Seyit Paşa, Vidin vilayeti, Benderli Hüseyin ağa, onun yönetini ve Bulgarlara
karşı babacan vesayeti, Somodov manastırı, Tırnova, d’Villemain, Gabrova, okullar, rektör
Poçobut, Paulusçuluk ve Pomaklar, Plovdiv, Piskopos Kanova, Kapusenler, Edirne, İstanbul’a
dönüş,
Dokuzuncu bölümde, İstanbul’a dönüş, Rıza Paşa’nın Politikası, Sultan Abdülmecid,
Paris’e yolculuk, Alemdağ’da Polonya kolonisi kurmak için Lazariyenlerle son görüşmeler,
Bulgaristan için öğretmenler hazırlamak, Konstantinopolis Ajanlığının genişletilmesi,
Onuncu bölümde, İstanbul’dan gelen kötü haber, Paris’ten acil şekilde ayrılış, Münih ve
Viyana, Prens Metternich, Gemideki tatsız karşılaşma, Avusturya generali, Belgrad’a gidiş,
Sırplarla toplantı, Prens Aleksander’ın ikinci defa seçilmesi, Orsova, İstanbul’a dönüş, Polonya
kolonisi, Bosnalı Fransiskanların piskopos Boriçle görüşmesi, onlarla yapılan şartname, yeni
kolonin dini faaliyetlerini tesis etme,
Onbirinci bölümde, Polonya milliyetçilerinin çıkarları için hangi politika yararlı ve
gelecekte hangi yol izlenmesi lazım, Bosna paşaları, Mustafa Babiç teftişte, temsilcilerin
seçilmesi,
Onikinci bölümde, Çerkezlerle ilişki kurmak, Dobruca, Wladislaw Zamoyski’nin
Polonya sikkeleri, Rawsy’nin maceraları ve onun Fransa’ya dönüşü, Butkeviç Botuşan’da,
Polonya demokratlarının arayışları, Reşit Paşa ve hükümet,
Onüçüncü bölümde, Romanya’daki olaylar hakkında birkaç söz, Eski inançlıların
uğraşları, Türkiye’de eski inançlıların kilisesinin yapılması Galiçya’daki kıyım, Türklerin
152
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 151-153.
Romanya’ya girmesi, Ömer Lütfi Paşa, Ludwig Zwierkowski’nin Kafkasya’ya girişi, Şamil’e
mektup – onun cevabı ve Sultan Danial’ın mektubu, Karakrak beyinin başına gelen talihsizlikonun İstanbul’a dönüşü,
Ondördüncü bölümde, Gordon’un Kafkasya’ya gönderilmesi, Kıbrıslı Mehmet Paşa, Sırp
eyaletlerinde karışıklık çıkması – Sırpların teklifi, Sırbistan’a temsilcilerin gönderilmesi,
Terleski’ye Galiçya’da verilen görevlendirilme,
Onbeşinci bölümde, Slav toprakları ve Macaristan’daki olaylar, Wikenty Budzinski
Karlova’da, Sırp eyaletlerindeki Sırpların aderesleri, Slavlar Habsburgları korumak için asker
kuruyorlar, Macaristan’daki karışıklıklar, Kont Andrassay İstanbul’da, İvan gika,
Onaltıncı bölümde, Koyu Katolik Polonyalılar ile temas kurma, Polonyalıların
karakterinin olumsuz özellikleri, Papaz Terleski’nin Güney Slavları birleşmeye ve Papa’nın
egemenliğini tanımaya teşvik etmek için gönderilmesi, Macaristan’daki durum, Polonya
lejyonunun Orsova’dan Sırp kıyılarına oradan da Vidin’e uluşması,
Onyedinci bölümde, Polonyalılar ve Macarlar Vidin’de, Wladislaw Zamoyski’nin
durumu, Osmanlı hükümetinin mültecilerin bundan sonraki kaderi hakkında toplantısı, Prens
Prens Radzva dahivill’in gelişi, Ulemalar destekleyen toplantı mültecileri Avusturya ve Rusya’ya
teslim etmeyi reddediyor, Bem, Kmeth ve daha birçok Polonyalı Müslüman dinini kabul
ediyorlar, Kont Radcliffe ile sohbet, Vidin’de olan üzücü olaylar, Mültecilerin Şumnu’ya geçişi,
Fuat Efendi’nin Petersburg’dan dönüşü, Mülteciler meselesinin çözümü, Müslüman mültecilerin
Türk ordusuna katılması,
Onsekizinci bölümde, Avrupa’da ihtilal hareketlerinin yavaşlamaya başlaması,
Avusturya’nın Macar generallere yaptıkları, Türk ordusunun Romanya’dan Bosna’daki isyanı
bastırmak için seferi, Fransa hükümetinin bundan sonra himaye ve pasaport vermeyi reddetmesi
ve Paris’teki Polonya yönetiminin buna seyirci kalması, Çaykovski’nin Müslümanlığa geçmeye
karar vermesi, Sultan Abdülmecid’in sınırsız şefkati ve hediyeleri anlatılmaktadır.
Son bölüm olan ondukuzuncu bölümde ise, Sazlıbosna’daki Sultan tarafından
Çaykovski’ye hediye edilen çiftlikteki son günler, Rusya ve Osmanlı ilişkilerinin kötüye gitmesi,
Bosna’daki isyanların son bulması, Osmanlı ve Rusya ilişkilerinin kesilmesi ile Menşikov ve Rus
elçiliğinin Odessa’ya taşınması üzerinde durulmaktadır.
Tarihi olayların bilinmeyen yönlerinin aydınlanmasına yardımcı olan bu anı kitabını
okuyuculara sunan Yrd. Doç Dr. Gülnar KARA’ya bu tür çalışmaların çoğalması dileği ile
teşekkür ederiz.
153
A.N. Buyruk Akbaba/Kitap Tanıtımı: Green Accounting Initiatives and Strategies for Sustainable
Development
Kitap Tanıtımı/ İncelemesi
Ayşe Nur BUYRUK AKBABA*
Chirata Caraiani, Camelia I. Lungu, Cornelia Dascalu and Florian Colceag, Green Accounting
Initiatives and Strategies for Sustainable Development, USA, IGI Global Publisher, 2015,
Sayfa Sayısı: 381.
IGI Global tarafından 2015 yılında yayınlanmış olan “Girişimlerde Yeşil Muhasebe ve
Sürdürülebilir Kalkınma Stratejileri” finans, ekonomi ve muhasebe tarihinin önemli kitaplarından
biridir. Bu kitap; Chirata Caraiani, Camelia I. Lungu, Cornelia Dascâlu ve Florian Colceag
tarafından 381 sayfa olarak hazırlanmıştır. Kitap Prof. Liliana Feleagâ tarafından yazılmış önsöz
ve sunuş ile başlamaktadır. Günümüz toplumunda, çevresel sorunlar girişimlerin karar verme ve
planlamalarında ön plandadır. Girişimlerin çevresel sorunlara yönelik duyarlı davranmaları, bu
sorunlara yönelik metodoloji ve strateji sunmak için bu kitap hazırlanmıştır. Girişimlerde Yeşil
Muhasebe ve Sürdürülebilir Kalkınma Stratejileri adlı kitap gelecekte girişimlere, ekonomik,
sosyal ve çevresel hedeflere yönelik en son bilimsel araştırmaları sunmaktadır.
Kitap; sonuç, dizin ve kaynakça haricinde oniki bölümden oluşmaktadır. Kitapta yer alan
bölümler şu şekildedir:
 Birinci bölümde; Üçlü Kar Hanesi Yaklaşımındaki Muhasebe ve Performans Ölçüleri
(yaklaşıma yönelik güncel ve gelecekteki trendler),
 İkinci bölümde; Muhasebe Bilgisinin Yeni Boyutu: Sosyal ve Çevresel Yaklaşımlar
(Muhasebe açısından geleneksel ve yeni yaklaşımlara yönelik araştırmalar),
 Üçüncü bölümde; Sosyal ve Çevresel Raporlama İçin Avrupa ve Uluslararası Standartlar,
 Dördüncü bölümde; Sosyal ve Çevresel Krizler Bağlamında Maliyetler ve Dışsallıklar,
 Beşinci bölümde; Yeşil Girişimlerde Raporlama ve Ölçme Modelleri,
 Altıncı bölümde; Entegre Denetim Sistemindeki Çevre Denetimi
 Yedinci bölümde; Adaptif Yönetim Perspektifinden Varlıkların Sürdürülebilir
Kalkınması,
 Sekizinci bölümde; Yeşil Kurumsal Stratejiler Risk Yönetimi,
 Dokuzuncu bölümde; Sürdürülebilir Çevrede Kurumsal İletişimin Kalitesi,
 Onuncu bölümde; Sürdürülebilir Modeldeki Oransal (Fraktal) Yaklaşım,
 Onbirinci bölümde; GAIA Teorisi: Sürdürülebilir Toplum İçin Model
*
Yrd. Doç. Dr. Bitlis Eren Üniversitesi, İİBF, İşletme-Muhasebe ve Finansman ABD, [email protected].
154
BEU AKADEMİK İZDÜŞÜM/Academic Projection
Cilt 1. Sayı 1. Eylül 2016, s. 154-155.
 Onikinci bölümde; Gelişmekte Olan Ülkelerdeki Sosyal ve Çevre Muhasebe
Araştırmalarının Özellikleri
 Son bölümde ise sonuç, dizin ve yararlanılan kaynaklara yer verilmiştir.
Bu yayın akademisyenler, araştırmacılar, lisansüstü öğrenciler, çevresel ve sosyal
yükümlülükler için dikkate alınarak iş modelleri ve finansal plan tasarımı ile ilgilenenler için
önemli bir başvuru kaynağıdır.
155
AKADEMİK İZDÜŞÜM DERGİSİ YAZIM KURALLARI
Yayın İlkeleri
Makaleler, MS Word programında "Times New Roman 1” punto" karakteriyle 1.15 satır
aralıklı ve iki yana yaslanmış olarak yazılır.
Sayfa yapısı "A4" olmalı; sağ, sol üst ve alt kenarlardan
"3 cm" boşluk bırakılmalıdır.
Paragraf başlarındaki boşluk "1.25 cm" ve paragraf aralığı önce ve sonra "6nk" olmalıdır.
Makalenin genel kurgusu sırayla şöyledir; makalenin adı, yazar adı ve soyadı, Türkçe özet,
Türkçe anahtar kelimeler, makalenin İngilizce adı, İngilizce özet, İngilizce anahtar kelimeler,
tam metin, dipnotlar, kaynakça ve ekler.
Özet ve anahtar kelimeler "Times New Roman 10 punto" karakteriyle taralı yazılmalıdır.
Makaleler herhangi bir yerde sunulmuşsa, bu durum mutlaka makalenin başlığına dipnot
verilerek gösterilmelidir.
Makalenin ilk sayfası kapak sayfasıdır. Bu sayfada, çalışmanın başlığı (büyük harflerle Times
New Roman 11 punto ve koyu), yazar adı ve soyadı (soyadı büyük harflerle), unvanı ve adresi
bulunur. İkinci sayfada, makalenin başlığı tekrar yazılmalıdır. Türkçe öz, Türkçe anahtar
kelimeler,
İngilizce
öz
ve
İngilizce
anahtar
kelimeler
olmalıdır.
Özetler ortalama 150 kelimeden oluşmalıdır. Özette, çalışmanın amacı ve kapsamı, özgün yönü
ve incelediği alana getirdiği katkı, yöntemi ve başlıca vurguları, değerlendirmeler ve öneriler
kısaca belirtilmelidir.
Anahtar kelimeler en az üç en çok altı tane olmalıdır.
Makalenin ana metni üçüncü sayfadan başlamalıdır. Metindeki ana başlıklar büyük harfle ve
koyu olarak yazılmalıdır. İkinci düzey başlıklar koyu ve sadece ilk kelimelerin ilk harfi büyük
yazılmalıdır. Üçüncü düzey başlıklar koyu ve sadece ilk kelimenin ilk harfi büyük yazılmalıdır.
Tablo ve şekil başlıkları tablo ve şekillerin üzerinde numaralandırılarak "Times New Roman
10 punto" karakteriyle yazılmalıdır. Tablo içi yazım karakteri "Times New Roman 9 punto"
olmalıdır.
Çalışma, dil bilgisi kurallarına uygun olmalıdır. Makalede noktalama işaretlerinin
kullanımında, kelime ve kısaltmaların yazımında en son çıkan TDK Yazım Kılavuzu esas
alınmalı, açık ve yalın bir anlatım yolu izlenmeli, amaç ve kapsam dışına taşan gereksiz
bilgilere yer verilmemelidir. Makalenin hazırlanmasında geçerli bilimsel yöntemlere uyulmalı,
çalışmanın konusu, amacı, kapsamı, hazırlanma gerekçesi vb. bilgiler yeterli ölçüde ve belirli
bir düzen içinde verilmelidir.
ATIF USULLERİ
Akademik İzdüşüm Dergisi dipnot yöntemini benimsemiştir. Dipnotlar tüm metin içinden
başlayarak numaralandırılır. Dipnotlarda Times New Roman için 10 punto kullanılır. Bu
yöntemde bir konuya ilişkin açıklama yapılması istendiğinde açıklama sayfa altına dipnot
olarak verilebilir.
- Kitap için;
Hamza Al, Kamu Yönetimi, Değişim Yayınları, İstanbul, 2013, s. 51.
- Aynı kaynağa ikinci kez atıf yapıldığında yazarın soyadı ve atıfta bulunulan eserin sayfa
numarası yazılır.
Al, s. 55.
- İki yazarlı esere atıfta bulunulurken,
Abdullah Yılmaz ve Mustafa Ökmen, Kamu Yönetimi, Gazi Kitabevi, Ankara, 2004, s. 12.
-İki yazarlı esere ikinci kez atıfta bulunurken,
Yılmaz ve Ökmen, s. 12.
- İkiden fazla yazarı olan bir esere metin içinde atıfta bulunulurken;
Durmuş Tezcan ve diğerleri, İnsan Hakları El Kitabı, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2006, s. 10.
- İkiden fazla yazarı olan bir esere metin içinde ikinci kez atıfta bulunulurken;
Tezcan ve diğerleri, s. 11.
-Bildiri, konferans, kongre, sempozyum kitaplarının bir bölümüne yapılan atıflar
aşağıdaki gibi gösterilir:
Örnek:
Halil Sarıaslan, “KİT’lerin Özelleştirilmesinde Sistematik Bir Yaklaşım”, Özelleştirme
Sempozyumu Kitabı, Dokuz Eylül Üniversitesi İ.İ.B.F. Maliye Bölümü ve Celal Bayar
Üniversitesi İ.İ.B.F., Manisa, 28-29.04.1994, s.186.
- Atıfta bulunulan eserin yazarının adının belirtilmemesi halinde, “Başvurulan Metnin Başlığı,
Kitabın Adı, Yayınevi, Basım Yeri, Yılı, Sayfa numarası” şeklinde atıfta bulunulur.
Avrupa’da Dil Öğrenimi, Avrupa Dergisi, Aralık 1978, ss.15-16.
- Yazar bir kurum ise, yazarın soyadı yerine kurumun adı yazılır.
Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği, AB Adalet ve İçişleri Politikası-Özgürlük,
Güvenlik ve Adalet Alanı, Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği Yayınları, Ankara, 2000,
s.3.
- Derleme (editörlü) yayınlara atıfta bulunurken derleyen anlamında (Der.), editör
anlamında (Ed.) ifadesi kullanılır.
Örnek:
Mehmet Altan (Ed.), Hukuk Devleti, Akademi Yayınları, İstanbul, 2006, s.40.
Ahmet Livaneli, “Devlet ve Piyasa”, Hukuk Devleti, (Ed. Mehmet Altan), Akademi Yayınları,
İstanbul, 2006, s.40.
-Çeviri kitaplara atıfta bulunulması halinde çeviren Çev. şeklinde kısaltılır.
Köşim Yesmagambetov, Mustafa ÇOKAY Türkistan Bağımsızlık Mücadelesine Adanmış
Bir Ömür, çev. Vecihi Sefa Fuat Hekimoğlu, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2015, s. 27.
-Orijinal kaynağa ulaşılamaması durumunda yapılan aktarmalar dipnotta aşağıdaki
şekilde gösterilir:
Ahmet Livaneli, Hukuk Devleti, Akademi Yayınları, İstanbul, 2003, s.40’dan aktaran Mehmet
Altan, Piyasa ve Devlet, Bilim Yayınları, İstanbul, 2006, s.99.
- Yayınlanmamış tezlerden yapılan atıflarda;
Vildan Saba Aktop, Türkiye’de Para Arzının İçselliği: Ekonometrik Bir Uygulama,
(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
İzmir, 2010, s.32.
-Süreli yayınlardan yapılan atıflar şu şekilde yapılır:
Tunç Demirbilek, “Liderlik Tipleri Açısından İşçi Sendikası Yöneticileri Üzerine Bir
Araştırma”, D.E.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:5, Sayı:1, 2003, s.25.
Tom Baum and Vjollca Bakiu, “Tourism in Albania: Competing in the Mediterranean Region”,
Anatolia: An International Journal of Tourism And Hospitality Research, Vol.10, 1999,
p. 5. –
-İnternet alıntılarında internetten alıntı yapıldığı tarih parantez içinde ve internet
adresinin sonunda verilmelidir. Yazarın Adı Soyadı, “Alıntı Yapılan Kaynağın Başlığı”,
varsa Kaynağın Tarihi, Erişim Adresi, (Erişim tarihi gün.ay.yıl olarak), varsa Sayfa
numarası.
Örnek: TÜSİAD, “AB Komisyonu’nun Raporu ile AB-Türkiye İlişkilerinde Tarihsel Bir
Aşama
Kaydedilmiştir”,
Basın
Bülteni,
06.10.2004,
http://www.tusiad.org/internet.nsf/0ce54dd76703eef8c225669b0026d587/2ef1340e85d2053ec
2256b2 2004abd42/$FILE/duyuruno104.pdf, (30.08.2007), s.1.
KAYNAKÇA
-Tek yazarlı kitap için;
Al, Hamza. Kamu Yönetimi, Değişim Yayınları, İstanbul, 2013.
-Çok yazarlı kitap için;
Yılmaz, Abdullah ve Mustafa Ökmen. Kamu Yönetimi, Gazi Kitabevi, Ankara, 2004.
Tezcan, Durmuş, Mustafa Ruhan Erdem, Oğuz Sancakdar ve Rıfat Murat Önok. İnsan Hakları
El Kitabı, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2006.
- Kitap içinde bölüm olması halinde başvurulan kaynağın sayfa aralığı belirtilir;
Baltas, Nickos. “The Economy of the European Union”, European Union Enlargement,
Palgrave Macmillan, New York, 2004, pp.146-157.
-Makalenin ve bildiri kitabının yayınlandığı dergi ya da kayağın sayfa aralığı belirtilir;
Demirbilek, Tunç. “Liderlik Tipleri Açısından İşçi Sendikası Yöneticileri Üzerine Bir
Araştırma”, D.E.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:5, Sayı:1, 2003, ss. 22-37.
Lee, Daniel Y. “Purchasing Power Parity and Dynamic Error Correction Evidence from Asia
Pacific Economies”, International Review of Economics and Finance, Vol.:8, 1999, pp. 199–
212.
Sarıaslan, Halil. “KİT’lerin Özelleştirilmesinde Sistematik Bir Yaklaşım”, Özelleştirme
Sempozyumu Kitabı, Dokuz Eylül Üniversitesi İ.İ.B.F. Maliye Bölüm ve Celal Bayar
Üniversitesi İ.İ.B.F., Manisa, 28-29.04.1994, ss.183-193. 21
-Tez için;
Çolakoğlu, Ülker. Konaklama İşletmelerinin Yönetici-Yönetilen İlişkilerinde İletişim
Stratejileri, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, İzmir, 1997.
-İnternet alıntılarında internetten alıntı yapıldığı tarih parantez içinde ve internet
adresinin sonunda verilmelidir. Yazar Soyadı, Adı. “Alıntı Yapılan Kaynağın Başlığı”,
varsa Kaynağın Tarihi, Erişim adresi, (Erişim Tarihi).
TÜSİAD, “AB Komisyonu’nun raporu ile AB – Türkiye İlişkilerinde Tarihsel Bir Aşama
Kaydedilmiştir”,
Basın
Bülteni,
06.10.2004,
http://www.tusiad.org/internet.nsf/0ce54dd76703eef8c225669b0026d587/2ef1340e8
5d2053ec2256b22004abd42/$FILE/duyuruno104.pdf, (30.08.2007).
-Çeviri kitaplar için;
Yesmagambetov, Köşim. Mustafa ÇOKAY Türkistan Bağımsızlık Mücadelesine Adanmış
Bir Ömür, çev. Vecihi Sefa Fuat Hekimoğlu, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2015.

Benzer belgeler