İndir - 1. International Congress of Women`s Studies Çukurova

Transkript

İndir - 1. International Congress of Women`s Studies Çukurova
TÜRKİYE’DE VE DÜNYADA KADIN ARAŞTIRMALARI
RESEARCH ON WOMAN IN TURKEY AND THE
WORLD
Editor: Prof. Dr. Gülseren AĞRIDAĞ
Bu kitap Ç.Ü. BAP SBT-2015-3873 nolu proje kapsamında basılmıştır.
This book is published thanks to the support of the Çukurova University’s
Scientific Research Project (CU BAP) under the contract SBT-2015-3873
ADANA – 2015
I
Her hakkı saklıdır. Bu kitapta yer alan makalelerin tamamıyla ve/veya bir kısmının
kullanılması ancak kaynak gösterilmek kaydıyla kabul edilebilir. Bu kitabın yayım ve tekrar
basımı ve çoğaltılma hakkı Çukurova Üniversitesi (Ç.Ü.) Kadın Sorunları Araştırma ve
Uygulama Merkezi (KADAUM) Müdürlüğüne aittir. Bu kitabın hiçbir şekilde tekrar basımı,
fotokopi, teksir veya diğer türlü çoğaltılması, paylaşılması Ç.Ü.KADAUM izni olmaksızın
mümkün değildir. Internet ortamında herhangi bir formatta, şekilde belli bir kişi ve/veya gruba
ve/veya herkese açık olan sanal ortamlarda sadece ‘Kitap kapak tasarımı’ ve ‘Editör’ün
Önsözü’ paylaşılabilir; bunun dışında kitaba ilişkin herhangi bir kısım,bölüm veya bütününün
paylaşılması kabul edilemez.
All rights reserved. With all of the articles in this book place and / or the use of a part it can
only be accepted on the condition that the source indicated. The publication and re-publicatio n
and reproduction rights of this book Cukurova University (CU) Women's Problems Applicatio n
Research Center (KADAUM) belongs to the Directorate. Reprint of this book in any way, copy,
duplication or other kinds of reproduction, it is not possible without the permission Ç.Ü.
KADAUM . On the internet in any format, so a certain person and / or group and / or virtua l
environments open to everyone and just ‘book’s cover design’ and can be shared ‘Editor's
Preface’; any part other than that relating to the book, chapter, or unacceptable to share the
whole.
Editör
: Prof.Dr. Gülseren AĞRIDAĞ
Yardımcı Editörler : Doç. Dr. Filiz YURTAL
Doç. Dr. Elife Hatun KILIÇBEYLİ
Katkıda Bulunanlar: Doç. Dr.Müge KANTAR DAVRAN
Doç. Dr. Nüket ELPEZE ERGEÇ
Yrd. Doç. Dr. Metehan ÇELİK
Öğr. Gör. Münire ZEREN AKGÜL
Öğr. Gör. Yasemen ÖZFINDIK KOTİK
Elif TELSİZ
ISBN: 978-975-487-207-1
Çukurova Üniversitesi Basımevi: Adana , Türkiye - 2015.
Çukurova University Publishing House. Adana, Turkey -2015
II
İçindekiler
Rektör
Rektör Yardımcısı
Kadaum Müdürü
Kapanış Bildirgesi
III
XII
XIV
XVI
XVIII
Cumhuriyet Dönemi Modern Türk Kadını: Keriman Halis Ece Örneği
Repubiıcan Period of Modern Turkish Women: as a Case of Keriman Halis Ece
Ahmet ÇELİK
1
Türk Kamu Yönetiminde Personel ve Yönetici Olarak “Kadının Varlığı”: Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanlığı Örneği
‘Women’s Property’ in Turkish Public Administration as Staff and as Administrator: The
Case of the Ministry of Family and Social Policies
Ahmet TUNÇ, Yurdanur URAL USLAN, Ali Fuat GÖKÇE
7
2000 Sonrası Türkiye Sinemasında Kadınlararası Arkadaşlık ve Dayanışma:
“Kurtuluş Son Durak”ta İnen Erkekler
Post-2000 Friendship and Solidarity among Women in Turkey's Cinema Sector:
The Men get off the Bus in Film Named by "Kurtuluş Son Durak"
Aslıhan DOĞAN TOPÇU
15
Kadın Girişimcilerin İş Tatminine Yönelik Amprik Bir Çalışma: Mersin ve Konya
Karşılaştırması
An Empirical Study of Job Satisfaction among Female Entrepreneurs: Comparison of
Mersin and Konya
Aslıhan YALDIZ, Ali Şükrü ÇETİNKAYA
23
Türk-Osmanlı Tarihinde İlk Kadın Sultan “ RAZİYE HATUN”
‘RAZIYE HATUN’, The First Woman ‘Sultan’ in The Turco-Ottoman History
Aynur DURMUŞ
28
Magazin Haberlerinde Toplumsal Cinsiyet Temsili: Alem, HaftaSonu ve Şamdan Plus
Dergilerinin Anlambilimsel Analizi
Gender Mainstreaming Representation in Tabloid News: The Semantic Analysis of Alem,
HaftaSonu and Şamdan Plus Magazines
Ayşe ÇATALCALI
35
Cinsiyete Dayalı Zeka Düzeyi Algı Çalışmalarının Değerlendirilmesi
Gender-Based Intelligence Level of Perception Study Evaluation
Ayten İFLAZOĞLU SABAN
42
Toplumsal Cinsiyet Rolleri Bağlamında Cinsiyete Dayalı İşbölümü ve Çalışan Kadın*
Division of Labor and Working Woman in the Context of Social Gender Roles
Bahar ARABACI
50
İŞKUR Mesleki Eğitim Kurslarını Bitiren Kadınların İstihdam Durumları
Employment Potential of the Women Who Completed the Vocational Training Courses By
İşkur
Bahar TANER, Zeynep GÖKALP
55
3
Ataerkil Sistemin Yapısökümü Olarak Meltem Arıkan’ın “Yeter Tenimi Acıtmayın”
Başlıklı Romanı
Deconstructionist Reading of Meltem Arıkan’s “Stop! Don’t Hurt my Body Anymore”
Bekir ZENGİN
63
Türkiye’de Kadın Eğitimi ve İstihdamı
Women’s Education and Employment in Turkey
Birsel AYBEK, Tuğçe KARATAŞ
69
Kadın Cinayetlerini Yazılı Basın Nasıl Görüyor? Üç Gazete (Evrensel, Milliyet ve Yeni
Şafak) Örneği
How is the Printed Press Viewing to Women’s Murders? Three Newspaper Case (
Evrensel, Milliyet ve Yeni Şafak)
Canani KAYGUSUZ, Erkan ALKAN, Merve ÖKTEN
76
Seramik Sanatçısı Hamiye Çolakoğlu ve Sanatı Üzerine
Ceramic Artist Hamiye Çolakoğlu and About Her Art
Candan D. TERWIEL, Burcu Ö. KARABEY
83
Akademilerde Kadın Sayısındaki Artış Bir Başarı mı, Eşitsizliğin Görünmeyen
Yüzü mü?
Is the Increase in the Number of Women in Academia a Success or a Hidden
Face of Inequality?
Ceren İrem KAYA
90
26 Kalkınma Ajansı’nın Bölge Planlarında (2014-2023) Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Ele
Alınışı
The ‘Gender Equality’s Dealing on the Regional Programmes of 26 Development Agencies
in Turkey
Cihan ARDİLİ
98
Türkiye’de Feminist İdeolojinin Gelişememesinin Nedenleri
The Obstacles of Development of Feminist İdeology in Turkey
Defne ERZENE BÜRGİN
105
Sağlık Bilimleri Fakültesi Öğrencilerinin Toplumsal Cinsiyet Kavramının Sağlık Üzerine
Etkilerine İlişkin Görüşleri
Views of Students in Faculty of Health Sciences About the Effects of Gender on Health
Demet AKARÇAY, Arzu KOÇAK UYAROĞLU, Doğa BAŞER
112
Televizyon Reklamlarında Kadın İmgesi Kullanımı
Women Image in Television Commercials
Eda SEZERER ALBAYRAK
117
Siyasal Dönüşüm Olarak ‘Devrim’de, ‘Kadın ve Emek Özgürlüğü’: Sosyalizm ve NeoLiberalizm Yaklaşımlarda İncelenmesi
Revolution” as Political Transformation , ‘Freedom for Women and Labour’: A Socialist
and Neo- Liberalist Analysis
Elife Hatun KILIÇBEYLİ
124
Moda Fotoğrafçılığında Kadının Metalaşması Ve Kadın Kimliğinin Oluşmasına Etkisi
Fashion Photography and The Impact of the Commodification of Women Formed the
Women's Identity
Emine Funda SEÇAL
130
4
Adana İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğünde Kadın İstihdamı
Adana Province of Food, Agriculture and Livestock Directorate of Women's Employment
Emine URUK, Fatma YENİLMEZ
138
Kırsal Kesimdeki Kadının Sorunları ve Çözüm Önerileri
Women's Problems and Solutions in the Rural Area
Emine YILMAZ, Gülen ÖZDEMİR, Funda ER ÜLKER
144
Bir Sosyal Medya Aracı Olarak Televizyonda Kadınların Temsil Biçimleri
Representation of women on Television as a Social Media Tool Formats
Esin ÇINAR
150
Dede Korkut Kitabı'na Feminist Edebiyat Eleştirisi Bağlamında Bir Bakış Denemesi
Trial of a View on Book of Dede Korkut in Context of Feminist Literary Criticism
Esra KAVASOĞLU PARLAK
157
From Aesthetic to New Commentaries: Meaning of The Female Body That Transforms in
Sculpture
Estetik’ten Yeni Anlatımlara: Heykelde Kadın Bedeninin Dönüşen Anlamı
Esra SAĞLIK
164
Panoptikonu Feminist Bakış Açısıyla Okumak
Read ‘the Panopticon’ with the Feminist Perspective
Ezgi KARMAZ
171
Toplumsal Ekoloji ve Ekofeminizm Ekseninde Kadın-Doğa İlişkisi
Woman and Nature Relationship with the Axis of Social Ecology and Ecofeminism
Fatih BALKAYA
175
Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurum Raporu ve İş’te Eşitlik Platformu Analizleri, Türkiye
İçin Değerlendirmeler
Global Gender Gap Report and Equality at Work Platform Analyses, Assessments for
Turkey
Fatih Feramuz YILDIZ
181
Alatlı’nın Schrödinger’in Kedisi’nde Kadın İmgeleri
Images of Women in Alatlı’s Schrödinger’s Cat
Fatma KALPAKLI
189
Çalışan Annelerde Stres Üzerine Bir Alan Araştırması
A Field Study on Working Mothers’ Stress
Fatma KIRMAN
194
Çocuğu Okul Öncesine Devam Eden Kadınların Anneliğe İlişkin Algılarının Bazı
Değişkenler Açısından İncelenmesi
Examining The Perceptions of Motherhood of Women Who Have Children in Pre-School
Education in Terms Of Some Variables
Fatoş BULUT ATEŞ, İsmail SANBERK
200
Reklamda Kadın Olgusu ve Biscolata Reklam İletisi Örneği
Case of Women in Advertising and the Case Study: Biscolata Adv.
Ferrah Nur DÜNDAR
205
5
İnsan Hakları Bağlamında Devletlerin Hukuksal Sorumlulukları
The Judicial Responsibilities of The State in The Context of Human Rights
Fethi KILIÇ, Ümmügülsüm KILIÇ
210
Evdeki Görev ve Sorumlulukların Cinsiyete Göre Değerlendirilmesi: Çocukların Görüşleri
Evaluation of Household Labors According to Gender: Children’s Views
Filiz YURTAL, M.Sencer BULUT
215
Kadının Ekonomiye Kazandırılmasında Kadın Kooperatiflerinin Katkısı
The Help of Women Cooperatives for Bringing Women to Economy
Gülen ÖZDEMİR, Emine YILMAZ, Funda Er ÜLKER
222
Kadın Girişimciliği Ve İşgücü Piyasaları Açısından Perspektifi
Woman Entrepreneurship and its Perspective in Terms of Labor Markets
Gülşen SARI GERŞİL, Yusuf ZEYTUN
228
Bilgisayar Kullanımı ve Programlama Öğretiminde Cinsiyet Farklılıkları
Gender Differences on Computer Usage and Learning of Computer Programming
Habibe ALDAĞ, Mehmet TEKDAL
236
#Yerimiişgaletme Kampanyası Örneğinde Cinsiyet Ve Mekân İlişkisinin Biyopolitik
Yeniden Üretimi
The Reproduction of Gender-Space Relationship in The Case of #Yerimiisgaletme
Campaign
Halil ÇAKIR
244
Özverili Çalışma ve Kadında Meslek Aşkı
Selfless Labour and Women in the Love of Profession
Halil ERDEMİR, Gözde AŞKINER
251
Kadın Pantolon Giyimine Cinsiyet Faktörünün Etkisi
Women’s Wear Pants Effect of Gender Factor
Halime YÜCEER ARSLAN, Gülşah POLAT
257
Türkiye’de Kadın Medya ve İletişim
Woman Media nd Communications in Türkiye
Hatice Palaz ERDEMİR, Tansu ÖZBAYSAL.
262
Augustus Dönemi Roma Hukukunun Konusu Olarak Kadın
Women as a Subjet of Roman Law in Augustan Period
Hatice Palaz ERDEMİR, Nurcan BARMAN
268
Anayasa Mahkemesinin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Kararları Işığında Türk
Hukukunda Kadının Soyadı
Surname of the Woman in Turkish Law with reference to the Decisions of the
Constitutional Court and the European Court of Human Rights
Hatice Tolunay OZANEMRE YAYLA
276
Toplumsal Cinsiyet ve Kültürlerarası İletişim
Gender and Intercultural Communication
İlker ÖZDEMİR
282
Modern Toplumun Eşitlik İdeali Karşısında Kadın
Women Against the Equality İdeal of Modern Society
289
6
Kamuran ELBEYOĞLU
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında Din ve Kadın: Eşitlikçi ve Adaletçi Bakışlar
Religion and Woman in the Context of Gender: Equitable and Egalitarian Perspectives
M. Ali KİRMAN, Harun TUNÇ
296
Gökçeada Kadın Girişimci Elektronik Ticaret Projesi
Gökçeada Women Entrepreneurs Electronic Commerce Project
Mehmet ÇAVUŞOĞLU
304
Çukurova Bölgesi Tavukçuluk İşletmesinde Bulunan Kadınların Refah Düzeyleri
Women's Welfare Levels in Poultry Business at Çukurova Region
Melis ÇELİK, Figen YILDIZ, Ayşen BULANCAK
313
Türkiye Ekonomisinde Kadın Girişimciliğinin Yeri Ve Etkisi
Place of The Woman Entrepreneurship in Turkey’s Economy
Meltem KESKİN KÖYLÜ
318
Formasyon Grubu Öğretmen Adaylarının Toplumsal Cinsiyet Rollerine İlişkin Tutumları
Formation Group Teacher Candidates' Attitudes towards Gender Roles
Metehan ÇELİK1 , Filiz YURTAL
323
Kadın ve Delilik: Charlotte Perkins Gilman’ın “Sarı Duvar Kâğıdı” Başlıklı Öyküsü
Woman and Madness: Charlotte Perkins Gilman’s Short Story, “The Yellow Wallpaper”
Mevlüde ZENGİN
329
Liberal Feminizm ve Türkiye’de Kadın Hareketi
Liberal Feminism and Woman’s Liberation Movement in Turkey
Mustafa Can GÜRİPEK
337
Çukurova'lı iki Kadın: Puduhepa ve Hasibe Ramazanoğlu
Two women from Çukurova: Puduhepa ve Hasibe Ramazanoğlu
Muzaffer SÜMBÜL
341
Yerel Yönetimlerin Kalkınmaya Katkısı ve Toplumsal Cinsiyet: Adana-SEYMER Örneği
Local Administration’s Contribution to Development and Gender: Examples of
Adana-SEYMER
Müge K. DAVRAN, Aykut GÜL, Fazilet BADAN
346
Tarımsal Pazarlama Sürecinde Kadın: Kadirli İlçesi Turp İşletmeleri Örneği
Women in Agricultural Marketing Processes: an Example of Kadirli Red Radish
Enterprises
Müge K. DAVRAN, Faruk EMEKSİZ, Emine K. DUVAN
353
Kırsal Kesimde Aile İçi Şiddet
Domestic Violence in Rural Place
Müge K. DAVRAN, Püren VEZİROĞLU, Ayşe Öyküm BİBERLİ, Tuğba OĞUZ, Neşe
MENDERES
361
Kırsal Kesimde Toplumsal Değişmenin Toplumsal Cinsiyet Açısından İncelenmesi
An Investigation of Societal Chance from the Gender Point of View in Rural Place
Müge Kantar DAVRAN, Burhan ÖZALP, Zübeyde EKMEKÇİ
368
VII
Kadına Yönelik Şiddetin Görünmeyen Yüzünün Türk Sinemasındaki Tasviri:
Vesikalı Yarim
Vesikalı Yarim: Representation in Turkish Cinema of Invisible Face of Violence Against
Women
Neriman AÇIKALIN, Burak ŞAHİN
375
Kamu Spotu Örnekleminde Medyada Kadına Şiddetin Alımlanması
Reception of Violence against Woman on the Sample of Public Service Announcements
Nüket E. ERGEÇ, İbrahim ZATERİ
381
İşletmelerde Performans Yönetiminde Kadınların Öncelikli Kriterleri
Women’s Prioritized Criteria of Performance Management in Companies
Oya H. YÜREGİR, Filiz AFACAN
388
Devlet Lütfu Değil, Kurumsal Ataerki: Bakım Politikalarında Muhafazakâr Cinsiyetçi
Devletin İzini Sürmek
It’s not a Grace of the State, Contrary Institutional Patriarchy: Tracing the Conservative
and Sexist State in the Care Policies
Özge Sanem ÖZATEŞ GELMEZ
395
Kadına Karşı Dijital Şiddet
Digital Violence Against Women
Özge Tuçe GÖKALP
400
Cumhuriyet Dönemi İlk Yıllarında Türk Kadınının Değişen Sosyal Konumu ve Modaya Yön
Veren Etmenler
Turkish Women’s Changing Social Position and Factors Driving the Fashion in Early
Republican Era
Özlem USLU
407
Alman Sinemasında Türk Kadın Karakterlerinin Temsil Biçimleri
Representation of Turkish Female Characters in German Cinema
Pınar ÖZGÖKBEL BİLİS, Seda SÜNBÜL OLGUNDENİZ
414
Kadına Yönelik Şiddetin Kadınlara Verilen Sosyal Haklarla İlişkisi
Given the Violence Against Women Women Relationship with Social Rights
Rabia SOHBET, Firdevs GÜR
422
Genç Kızların Meme Kanserine Bakışı
Overview of The Breast Cancer Genes Girl
Rabia SOHBET, Firdevs GÜR
429
Evli Bireylerin Kadın Olgusuna İlişkin Algılarının Belirlenmesi
Determination of Married Individuals’ Perception on Female Phenomenon
Recep ÖZKAN
436
Rusya Federasyonu’nda Çarlık Döneminden Günümüze Kadın İşgücü İstihdamı Ve
Ekonomiye Katkısı
Employment of Women's Labour From Tsarst Times to Present and Its Economic
Contributions in Russian Federation
Remzi BULUT
446
8
1978-2013 Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırmaları Sonuçlarına Göre Doğurganlık
Eğilimlerinin Değişimi
Change in Fertility Trends According to Turkey Demographic and Health Survey Results
by 1978-2013
Sare MIHÇIOKUR, Cihangir ÖZCAN, Ü.Nihal BİLGİLİ AYKUT
453
Televizyon Reklamlarında Çocuk Olmak; Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Çocuk Üzerinden
Yeniden Kurgulanması
Being a Child in Television Advertisement; Reconstruction of Gender Roles Through
Children
Seda SÜNBÜL OLGUNDENİZ, Pınar ÖZGÖKBEL BİLİS
458
Van İlinde Kadınların Aktif İşgücüne Katılımını Etkileyen Faktörler
The Factors that Affect Women’s Participation in Active Work Forcein Van City
Sema SANCAK
466
Adana ili Kırsalındaki Kadın Yetiştiricilerin Sürdürülebilir Hayvancılık Faaliyetlerindeki
Rolü
The Role and Contribution of Rural Woman of Adana district to Livestock Activities and
Impact on Livestock Sustainability
Serap GÖNCÜ, Nazan KOLUMAN, Ercan MEVLİYAOĞULLARI, Derya ÖNDER
472
Ergenlik Döneminde Cinsiyet Rolü Yüklemesinde Ebeveyn Tutumları Ve Yansımalar
Parental Attitudes in Attributing A Gender Role in Adolescence and Reflections
Seydi AKTUĞ, Mehmet YAPICI
477
Toplumsal Cinsiyet Açısından Kadın ve Kentli Hakları
Women and Citizen Rights in Terms of Gender
Şafak KAYPAK
482
Türkiye’de Kadınların İş Yaşamındaki Durumunun Analizi
Analysis of Women’s Situation in Working Life in Turkey
Şenol YAPRAK
490
Yerel Alandaki Kadın Haklarının Savunulmasında Medyanın Rolü Ve Aracılık İşlevi
The Role of Media in Defense of Women's Rights in The Local Area And its Function as a
Mediator
Tuğba AKSAKAL, Suat GEZGİN
496
Kırgızistan Siyasi Tarihinde Kadın'ın Yeri
Women’s Role in the Political History of Kyrgyzstan
Upagul RAKHMANOVA1 , Elife Hatun KILIÇBEYLİ2
501
Käthe Kollwitz ve Marcel Duchamp’da Kadın İmgesi
Käthe Kollwitz and Marcel Duchamp’s Female İmage
Ü.Ilgaz (ÖZGEN) TOPCUOĞLU
507
Öjeni Teorisinin Modern Versiyonuna Kadının Alet Edilmesi: TCK 99/2
Using Women as a Tool for Eugenics: TCL 99/2
Ümmügülsüm KILIÇ, Fethi KILIÇ
513
Küçük Kalplerin, Büyük Yükleri: Çocukluktan Kadınlığa
The Great Burdens of Little Hearts: From Childhood to Womanhood
Veda Bilican GÖKKAYA
518
9
Kadın Yönetmen, Eril Bakış, The Babadook’da Bastırılanın Dönüşü
Woman Director, Masculine Gaze, Return of the Repressed in the Babadook
Y.Gürhan TOPÇU
524
Kadınların Yerel Yönetimlerde Temsili: Kilis İli Örneği
Representatıon of Women in Local Governments: The Case of Kilis
Yurdanur URAL USLAN, Ahmet TUNÇ
529
1980-2000 Dönemi Türk Romanında Kadının Özgürleşme Çabaları
The Women’s Liberation Efforts in Turkish Novel (1980-2000 Period)
Zeliha ÖZTÜRK
Kadınlar ve Taşlar: Recm Edilen Küçük Kadınlar
Women and Stones: Little Women Who Are Stoned to Death
Zozan ÇETİN
Gazetecilik Mesleğine Kadınların Bakışı
Womens’ View On The Journalistic Profession
Zülfiye ACAR, Aynur SARISAKALOĞLU
Mimari Eserlerde Figür Olarak “Kadın’ın Yeri ve Anlamı” -19. yy Pera Örneği
The Representation of the Woman as a Figure in the Architectural Pieces: The Case of the
19th Century Pera
A. Güven ŞENER, Şirin BAYRAM
10
536
544
550
555
TÜRKİYE’DE VE DÜNYADA KADIN ARAŞTIRMALARI
RESEARCH ON WOMAN IN TURKEY AND THE WORLD
Editor: Prof. Dr. Gülseren AĞRIDAĞ
ADANA - 2015
11
RECTOR’S FOREWORD
The increasing importance of women’s rights as part of international human rights and
the increasing importance of education, as well as all the social, economic, political, societal
and legal changes that our country has experienced in the phase of adapting the changing
century have made it clear that women’s place and importance in the general societal and social
transformation should be reconsidered.
With this understanding, together with the cooperation of Siegen, Hannover and
Heidelberg Universities of Germany that are members of European Women’s Studies
Association (18 European Universities’ Common Research Association) and TUDEV German
NGO, Women’s Issues Research and Application Center (KADAUM) affiliated to Çukurova
University Rectorship held “The 1st International Çukurova Women’s Studies Congress”
between April 9-11, 2015.
The purpose of this book is to bring different academic disciplines together in order to
discuss the scientific studies regarding women’s studies and the developments effected by
existing laws. It also aims to help the legal situation to be understood and to provide solutio ns
for the similar situations happening in the international arena. In this way, this congress taking
all the national and international developments about “women’s studies” into account makes
both theoretical and practical contributions.
Another purpose of this congress is to provide a regular information flow between the
Women’s Studies Centers in our country’s universities; to gather all the academics interested
in women’s issues and researching about this issue; to provide a platform for sharing ideas and
to establish a new international web of information.
This congress has supported the international academic partnerships of our region and
our country; it has also made positive contributions to the development of studies on women’s
status and rights. In terms of our institutional development and management principles I support
all the scientific activities and the international cooperation and I hope that these
interdisciplinary studies will continue.
I would like to thank each and every person and group contributing to this academic
book with their scientific articles and I hope that there will more scientific events like this in
the future.
Prof.Dr.Mustafa KİBAR
Rector, Cukurova University
XII
REKTÖR’ÜN ÖNSÖZÜ
Uluslararası insan hakları kapsamında kadın hakları ve eğitimin artan önemi, ülkemizin
değişen yüzyıla uyumunda meydana gelen sosyal, ekonomik, siyasi, hukuki ve toplumsa l
değişiklikler, Türkiye’de genel toplumsal ve sosyal değişim içinde kadının yerinin ve öneminin
yeniden değerlendirilmesi gerekliliğini ortaya çıkarmıştır.
Bu anlayışla, Çukurova Üniversitesi Rektörlüğü bünyesinde yer alan Kadın Sorunları
Araştırma ve Uygulama Merkezi (KADAUM) tarafından Avrupa Kadın Çalışmaları Ağı (18
Avrupa Üniversitesi Ortak Çalışma Ağı) üyesi olan Almanya’nın Siegen, Hannover ve
Heidelberg Üniversitelerinin ve TUDEV Alman STK’nın ortak katılımları ile 9-11 Nisan 2015
tarihinde “I. Uluslararası Çukurova Kadın Çalışmaları Kongresi” düzenlenmiştir.
Bu akademik yayının amacı, farklı disiplinleri bir araya getirerek ‘kadın çalışmala r ı’
alanındaki bilimsel çalışmaların ortaya koyduğu ve mevcut hukuki koşullarda meydana gelen
gelişmeleri tartışmak, yasal durumun anlaşılması, uluslararası ortamlarda benzeri durumlar ın
analizi ve çözüm süreçlerine ilişkin önerileri üretmektir. Böylece ‘kadın çalışmaları’ konusunda
ulusal ve uluslararası gelişmeleri de dikkate alarak teorik ve pratik çalışmalara katkı
sağlayabilmektir.
Kongrenin bir diğer amacı ise ülkemizde üniversitelerde kurulmuş olan Kadın
Çalışmaları Merkezleri arasında düzenli bilgi akışını sağlamak; ülkemizde bu konuda ilgi duyan
ve çalışan akademisyenleri ülke dışından gelecek olan akademisyenlerle görüştürmek, fikir
alışverişi sağlamak ve yeni uluslararası ‘bilgi ağı’ kurabilmektir.
Bu kongrenin gerçekleşmesi, bölgemizin ve ülkemizin uluslararası akademik ve çalışma
ortaklıklarını desteklemiş; kadının statüsü ve hakları bağlamında alan çalışmalarının gelişimine
olumlu katkılar sağlamıştır.
Kurumsal gelişim ve yönetim anlayışımız bakımından bilimsel temelli Ulusal ve
Uluslararası işbirliğini destekleyerek üniversitemizin disiplinlerarası çalışmalarının devamını
dilerim. Kongreye ve bu kitaba bilimsel çalışmasıyla katkı sunan tüm kişi ve taraflara teşekkür
eder, bu bilimsel etkinliklerin artarak devamını temenni ederim.
Prof.Dr.Mustafa KİBAR
Çukurova Üniversitesi Rektörü
13
In the Beginning…
Dear Academicians, Dear Contributors,
The headlines of the 1st International Çukurova Women’s Studies Congress held by
Çukurova University Women’s Issues Research and Application Center.Congress Program,
research on women’s education in Turkey and in the world, women’s place in the society, their
responsibilities and problems lead to a variety of subjects to be considered.
After Union of Education Law (Tevhid- i Tedrisat Kanunu) was accepted in 1924 male
and female students were included in the same education system and in 1926 the year which
Civil Law was accepted, Turkish women obtained several rights and got their freedom. In time
some changes were made in Civil Law to meet the needs and demands of women and new
regulations were made to provide equality. Turkish women were granted their suffrage rights
in 1934 and at that time women living in France, Italy and Switzerland didn’t have these rights.
In many countries only after Convention on the Political Rights of Women was accepted women
could have the same suffrage rights with men and they had the right to work in public services.
The international convention preventing women from all kinds of discrimination that Turkey
signed is an agreement proving equality for women in politics, education and family life; shortly
everywhere. All these conventions, legal regulations provided women with several
opportunities in different job categories. Today, in many jobs in our country women could show
their power and existence. Apart from this which made us proud it is also known that women
who are successful in different jobs face with problems which haven’t come to surface and
haven’t been written yet.
“Being a woman” still influences all the social relations of women despite the changing
social, economic and cultural factors in Turkey. In this social structure, it is inevitable that
women have marriage and household responsibilities. Working women’s household
responsibilities and their responsibilities at work require the effort and capability to achieve
everything at the same time. That’s why one can comment that in today’s world women are
similar to an army with only one soldier.
It is sad that in today’s society women are judged by their genders as “women who
should be supported” not by the fact that they are humans. I would like to congratulat e
everybody who has put an effort in organizing, editing this academic resource which can find
solutions to women’s problems by uniting different disciplines working in the field of women’s
studies and I wish you continued successful researches.
Prof.Dr.Seyhan TÜKEL
Vice- Rector
14
Başlarken...
Sayın Akademisyenler, Sayın Katılımcılar,
Çukurova Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve
Uygulama Merkezinin düzenlediği I. Uluslararası Çukurova
Kadın Çalışmaları Kongre Programının konu başlıkla r ı,
Türkiye’de ve dünyada kadınların eğitimi, toplumsal yaşamdaki
yerleri, sorumlulukları ve sorunları ile ilgili araştırılma s ı,
üzerinde düşünülmesi gereken bir dizi konuyu karşımıza
çıkarmaktadır.
1924'te kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu günümüz Türkçesiyle Eğitim Birliği Yasası- ile kız ve erkek
öğrenciler aynı eğitim sistemi içine alınmış, 1926'da Medeni Kanun'un kabulüyle de Türkiye’de
kadınlar birçok hak ve özgürlüğe kavuşmuştur. Medeni Kanun'da zaman içinde kadınlar ın
ihtiyaç ve istekleri doğrultusunda gerekli değişiklikler yapılmış, cinsler arası eşitlik anlayış ına
göre yeniden düzenlenmiştir.
Ülkemizde kadınların seçme ve seçilme hakkını aldıkları tarih 1934’tür. Aynı tarihlerd e
Fransa, İtalya, İsviçre gibi ülkelerde kadınlar bu hakka sahip değillerdi. Birçok ülkede, ancak
1954’te Birleşmiş Milletler Kadının Siyasal Hakları Sözleşmesinden sonra kadınların bütün
seçimlerde erkeklerle eşit koşullarda oy kullanma, seçilme ve kamu hizmetlerine girme hakları
düzenlendi. Türkiye’nin 1985’te imzaladığı kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesi ile
ilgili Uluslararası sözleşme, kadınlara cinsiyet ayrımı gözetmeksizin siyasette, eğitimde,
çalışma ve aile hayatında, kısaca her alanda eşitlik sağlayan bir sözleşmedir. Bütün bu
sözleşmeler, yasal düzenlemeler, kadınların değişik meslek dallarında ilerlemelerine olanak
vermiştir. Bugün ülkemizde pek çok meslek alanında, kadınlar varlıklarını, güçlerini
göstermektedirler. Tablonun yüz ağartıcı bu yanının dışında değişik mesleklerde başarılı olan
kadınların birçok yazılı olmayan sorunla karşılaştıkları da bilinen gerçeklerdendir.
Türkiye'de değişen sosyal, ekonomik ve kültürel etmenlere karşın, değişmeyen "kadın
olma gerçeği", kadının tüm toplumsal ilişkilerini belirlemektedir. Çok güçlü ataerkil aile yapısı,
cinsiyet ayrımını, kadın için geçerli kuralları ve rolleri oluşturmaktadır. Bu toplumsal yapıda,
kadın için evlilik ve aile sorumlulukları vazgeçilmez bir öneme sahip olmaktadır. Çalışan
kadının ailedeki sorumlulukları, çalışma alanındaki sorumlulukları ile birlikte bir insanın değil
birden çok insanın yürütmesi gereken işleri tek başına üstlenme başarısını göstermesini
gerektirmektedir. Tek kişilik ordu olarak çalışan kadın çıkmaktadır karşımıza.
Günümüzde, kadının insan olarak değil de kadın cinsiyeti ile değerlendir ilip
desteklenmesine hala ihtiyaç duyuluyor olması üzücüdür. Kadın çalışmaları yapan farklı
disiplinleri bir araya getirerek Kadın sorunlarını ve nedenlerini tartışmak sorunlara çözüm
üretebilecek hususların, önerilerin ortaya çıkarılacağına inandığım bu araştırma kitabının
düzenlenmesinde emeği geçen herkesi kutlar, başarılı çalışmaların devamını dilerim.
Prof. Dr. Seyhan TÜKEL
Rektör Yardımcısı
15
Introduction
Although women’s rights and gender equality have been accepted in both national and
international society, it has not been implemented fully in daily life. Together with problems
and their possible solutions women in social life is also among our priorities. Taking these into
consideration, KADAUM has organized “The 1st International Çukurova Women’s Studies
Congress” between 9-11 April, 2015 and we have gathered some of the papers presented in this
Congress to provide their permanence.
The fact that 180 applications were made for 20 topics shows us that there is an intense
accumulation of knowledge to be shared. Also, the fact that our knowledge should be kept for
future generations motivated us to publish the full articles in one book.
There were two more things that we realized during the Congress. One of them was that
young researchers didn’t have enough opportunities to present their studies and make their
voices heard. Such kind of meetings and activities would serve the purpose providing the
permanence and accumulation of knowledge. This book could contribute to this process.
Another matter is that again especially the young researchers need a critical educational area to
develop their skills. It is for that reason; the papers presented in the Congress were prepared for
publication in the light of the critical comments of our referees.
The writers were requested to provide the full texts of the presentations which were
presented in the Congress. These texts were edited by our editors before publication and the
final drafts were confirmed by the writers. All opinions, comments and the contexts belong to
the writers and no interference has been made.
I would like to thank all the researchers and colleagues that have contributed to this book
with their immense effort and work in the field of women’s studies.
Prof. Dr. Gülseren AĞRIDAĞ
Ç.U. Head of Women’s Issues Research and Application Center
16
Sunuş
Kadın hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği ulusal ve uluslararası toplumda kabul
görmesine karşılık günlük yaşama yeterince yerleşememiştir. Sorunların ve çözüm öneriler inin
yanı sıra toplumsal yaşamda kadın etkinliğinin de araştırmalarla ortaya konulması önceliğini
korumaktadır. Merkezimiz tarafından bu amaçla 9-11 Nisan 2015 de gerçekleştirilen “I.
Uluslararası Çukurova Kadın Çalışmaları Kongresi” içerisinde sunulan çalışmaların bir kısmını
kalıcılığı sağlamak üzere bu kitap içinde topladık.
Kongreye 20 ana başlıkta 180 den fazla başvurunun olması kadın çalışmalarında ne
kadar yoğun bilgi birikimi olduğu ve birikimlerin paylaşılmaya ihtiyacının olduğunun bir işareti
olarak düşündürdü. Bu görüşten kalkarak paylaşılan bilgilerin kalıcılığın ve iletilmesinin
sağlanması amacı ile çalışmaların tam metinlerinin bir kitapta toplanmasının yararlı olacağı
düşüncesi bize ihtiyaç duyduğumuz motivasyonu sağladı.
Kongre sürecinde dikkatimizi çeken iki konu daha oldu. Biri genç araştırmacılar ın
seslerini duyurmak ve çalışmalarını sunmaları için yeterince ortamın olmaması idi. Bu tür
toplantı ve etkinliklerle duyulan ihtiyacın karşılanması ile bilgilerin kalıcılığının ve birikimin
sağlanması gerekiyordu. Bu kitap ile bu sürece katkı verilebilirdi. Diğer konu ise yine özellik le
genç araştırmacıların kendilerini geliştirmeleri için gereken eleştirel eğitim ortamına olan
ihtiyaçtı. Bu nedenle Kongre sürecinde hakemler tarafından yapılan eleştiriler doğrultusund a
yapılan sunumların yazılı olarak kalıcılığını sağlamak için tam metinlerin basılmasının
gerçekleştirilmesi gereği idi.
Sunumu yapılan çalışmaların makale olarak yazılmış tam metinler yazarlarında n
istenildi. Gelen metinler kitap editörleri tarafından düzenlenerek basıma hazırlandı ve
yazarlarının onaylarına sunuldu. Makalelerdeki görüş, yorum ve içerikler tümü ile yazarlara
aittir ve bu konuda müdahalede bulunulmamıştır.
Kitabın oluşmasına çok yönlü kadın çalışmaları ile katkı veren araştırmacılara ve
hazırlanmasına emek veren çalışma arkadaşlarıma çok teşekkürler ederim.
Prof. Dr. Gülseren AĞRIDAĞ
Ç.Ü. Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü
XVII
The 1st International Cukurova Women’s Studies Congress Closing
Statement
With the closure of the congress, we would like to share the decisions we have made
thanks to the contribution of the presentations and proposals by the participants.










Despite all the efforts and discussions, discrimination against women that has existed
throughout the history still continues to be an issue.
As a result of the recent insufficient changes that are not implemented adequately, there
are still obstacles in front of women that do not allow them to be treated as equal
individuals.
The insufficient training women get and their economic dependence cause bigger
problems.
The ruling powers are continuing to focus on women bodies in their discourses and their
policies do not go beyond defending and protecting women.
All these reasons lead to an increase in the violence against women.
Politicians being the prime decision makers, all the members of the society should be
informed and educated about women’s equal rights and their being individuals.
All the views on women’s rights based on religious and cultural foundations should be
eliminated.
Scientific studies and applications about women’s rights should be supported financia lly
and inwardly.
The supporting policies on the visibility of women in the public space should be fulfilled
for both men and women.
Concerning the cases of sexual abuse against women mitigating factors and tolerance
should be out of question and there should be no flexibility in law about sexual
harassment against women.
As we have summarized briefly above, we would like to share with the public all these
barriers in front of women’s equal rights and suggestions about the solutions of this issue.
Continuation of congresses like this is the wish of all the participants.
Participants of the 1st International Çukurova Women’s Studies Congress
18
I.Uluslararası Çukurova Kadın Çalışmaları Kongresi
Kapanış Bildirgesi
Kongrenin kapanması ile biz katılımcılar yapılan sunumlar tebliğler ve tartışmalar
sonucunda vardığımız aşağıdaki şu kararları kamuoyu ile paylaşmak isteriz.
 Tarih boyunca yaşanan kadına karşı ayrımcılık tüm tartışma ve uğraşlara rağmen
süregelmektedir.
 Eksik de olsa yasalarda yapılan değişikliklerin yaşama yeterince geçirilmemesi sonucu
kadının eşit ve özel birey olması önündeki engeller devam etmektedir.
 Kadının aldığı eğitimin yetersizliği ve ekonomik bağımlılığı yaşanan sorunların
büyümesine neden olmaktadır.
 Yönetici güçler kadın bedeni üzerinde yaptıkları söylemlere yaygın olarak devam
etmekte ve politikaları kadını kollayıp, koruma bakışından öteye geçmemektedir.
 Bütün bu nedenler kadına yönelen şiddetin artarak sürmesine yol açmaktadır.
 Başta siyasi karar vericiler olmak üzere tüm toplumun kadının eşit ve özerk birey olması
yönünde eğitilmesi ve dönüştürülmesi gerekmektedir.
 Kadın haklarının kullanımında kültürel ve dini gerekçelerle oluşturulmuş görüş ve
engeller kaldırılmalıdır.
 Kadın sorunları ve çözümleri için yapılacak bilimsel çalışma ve uygulamalar maddi ve
manevi olarak desteklenmelidir.
 Kadının kamusal yaşamda görünür olması için destekleme politikaları kadın ve erkek
için ortaklaşa gerçekleştirilmelidir.
 Kadına yönelen cinsel taciz ve saldırılarda hiçbir nedenle ve hiçbir grupta tolerans ya
da hafifletici nedenler ileri sürülerek hukuk esnetilmemelidir.
Kısaca özetlediğimiz kadın hakları önündeki bu engellerin ve çözüm önerilerinin
kamuoyu ile paylaşırız.
Tüm katılımcıların dileği bu tür toplantıların süreklilik kazanarak devam etmesidir.
I.Uluslararası Çukurova Kadın Çalışmaları Kongresi Katılımcıları
19
MAKALELER
20
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Cumhuriyet Dönemi Modern Türk Kadını: Keriman Halis Ece Örneği
Republican Period of Modern Turkish Women: As a Case Of Keriman Halis Ece
Ahmet ÇELİK 1
1Arş. Gör.
Fırat Üniversitesi, İnsani ve Sosyal Bilimler Fakültesi, Tarih Bölümü, [email protected]
ÖZET: Toplumları geliştiren en temel etmen, toplum içerisindeki her bireyin topluma kazandırılması ve bireylerin
zihinsel faaliyetleri ve yeteneklerini kullanmalarına fırsat verilmesine bağlıdır. Kadın toplumun ana öğesidir. Ona ulaşmayan
herhangi bir fikir ve yaklaşım, hayat alanı bulamaz. Bugün muasır olarak kabul ettiğimiz toplumların geçmişlerine baktığımız
zaman, toplumlarının her kesimine eşit fırsatlar tanıdığını görebiliriz. Bu eşit fırsat, eğitim-öğretimin yanı sıra farklı alanlarda
da gerçekleşmiştir. Bu sayede bireyler kendini geliştirme imkânına sahip olmuş, toplumda kabiliyetleri ile sivrilerek, öncülük
yapmışlar, sosyal ya da fenni alanlarda ilerlemeye katkı sağlamışlardır. Kadının psikolojik yetersizlik düşüncesinden
sıyrılabilmesi ve toplumu geliştirme yarışına katılabilmesi için, eğitim-öğretim fırsatı ve yasal hakların yanında ona
verilebilecek en önemli şey özgüvendir. İşte bu söz konusu özgüveni verebilmek için toplum içinde öncü olacak kadın bireylere
ihtiyaç vardı. Bunlardan birisi de Keriman Halis Ece idi.
Anahtar kelimeler: Keriman Halis, Keriman Halis Ece.
ABS TRACT: For development of a society, should be given equal opportunities to all individual in society. Women
are the prominent figüre of society. An idea which can not be reach to women, doesn’t develop. When we look at the advanced
society, we can see that given equal opportunities to all individual. Owing to individuals improved himself and they can provide
benefits to society. To get rid of the woman’s psychological inability thought, self-confidence should be given with educational
opportunity and legal rights. A society needs pioneer women for self-confidence. Keriman Halis Ece was the one example for
pioneer woman.
Keywords: Keriman Halis, Keriman Halis Ece.
GİRİŞ
Kadının toplum içindeki statüsü konusu, sadece Türk toplumu için çözülmesi gereken bir
problem değildir. Tarihsel sürece baktığımızda bunu aslında tüm insanlığın bir problemi olduğunu
görürüz, çünkü ataerkil yapının getirdiği, erkek egemen bir sistem periyodlara göre farklı sistemlerle
kendini korumuştur. Günümüzde ilerleyebilmiş toplumlar bu sorunu çözmüş olanlardır. Türk toplumuna
baktığımızda kadının toplum içindeki statüsü, dönemlere göre değişir. Bunun sebebi ise, zaman ve
mekân olgusuna göre kültürel etkileşimdir. Orta Asya Türk geleneklerinde kadının erkekle eşit olduğunu
gösteren belge Orhun Yazıtlarıdır; “Yukarıda Türk Tanrısı, Türk’ün kutlu ülkesini öyle tanzim etmiş.
Türk milleti yok olmasın, millet olsun diye babam İlteriş Kağan ve annem İlbilge Hatunu (Tanrı) halk
içerisinden çekip yukarı çıkarmış.”1 Bunun dışında Türk destanlarında da kadına kutsal bir kimlikle
bakılırdı ve anne sıfatıyla saygı duyulurdu. Kadının toplumun her kademesin de varlığını görmek
mümkündü. Hatta Türklerde cinsiyete bağlı iş bölümü de mevcut değildi2 .
Osmanlı Devleti’nin ilk yıllarında da Eski Türk adetlerinin geçerli olduğunu görebiliriz. Kadın
yine toplum içinde saygın ve eşit şekilde kabul görürdü. Fakat Arap ve Fars kültürünün Türk toplumuna
sirayet etmesinden sonra kadının statüsünü düşürdüğünü görmek mümkündür. Osmanlı Devleti’nin
kuruluş döneminde kadının sosyal hayatın içinde yer aldığını ancak gerek İslamiyet’in etkisi gerekse
Bizans ile İran’ın gelenek ve göreneklerinin Osmanlı sarayına dâhil edilmesi ile kadının sosyal hayattan
çekildiğini görmek mümkündür. Bu dönemde Türk kadını, erkekten pasif bir konuma itilir. Osmanlı
yöneticilerinin kadına karsı bu tutumu benimsemeleri ve uygulamaları, Türk kadınını peçe altına, kafes
arkasına mahkûm eder. Osmanlı’da kadın adeta inzivaya çekilir.
“Osmanlı toplum yapısı, cinslerin ayrılığı üzerine kurulmuş iki ayrı dünyadan oluşmuştu.
Erkeğin dünyası kamusal, kadının dünyasıysa özeldi, mahremdi ve ailenin içindeydi. Eve kapatılıp
çarşaf giymeye mahkûm edilen kadının, toplum hayatındaki rolü önemli ölçüde sınırlanmıştı.3 şeklinde
açıklamak mümkündür.
George Rolleston isimli bir seyyahın Osmanlı Eğitimi ile ilgili raporunda; ülkenin hemen her
tarafında, Türk okullarının eşit düzeyde olduğunu ve burada erkeklerin öğrenim gördüğünü ve
Kadınların eğitim almasının gereksiz görüldüğünden bahsetmektedir. Rolleston’un kızların
okutulmaması ile ilgili ifadeleri, bu bağlamda doğru görünmektedir, zira Osmanlı Devleti’nde kızlar,
1
Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, Ankara-1989, s.21.
Ziya Gökalp, Türk Uygarlığı Tarihi, İstanbul-1991, s. 102.
3
Sıdıka Tezel, Atatürk ve Kadın Hakları, Ankara-1983, s. 3.
2
1
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
mekteplerde ilköğretim düzeyinde basit bir eğitim alıyor olsalar da daha üst eğitime devam
edemiyorlardı. İlk kızlara yönelik üst eğitim kurumu olan Rüştiye 1855 yılından sonra açılmıştır. 1869
yılında, kızların mesleki eğitime katılmasını sağlamak amacıyla, Kız Sanayi Mektebi açılmıştır. Aynı
yıl içerisinde, bayan öğretmen yetiştirmek için nizamname düzenlenmiş ve II. Abdülhamid döneminde
de lise seviyesinde eğitim veren İdadiler, kız öğrenciler için de açılmaya başlanmıştır. Üniversite
düzeyinde ise kızların eğitime katılması 1914 yılında olacaktır4 .
Kadının yerinin Osmanlı Toplumunda geride olması, uzun imparatorluk yılları boyunca kadının
düşünsel ve fiziki becerilerinden yararlanılamamasına neden olmuştur. Bundan daha da kötüsü, kadının
bilinçaltında oluşan ikinci sınıflık hissidir. İmparatorluktan günümüze kadına toplumsal statü
kazandırmak zaman almış, psikolojik bilinçaltını kırmak kolay olmamıştır.
1.Modern Kadın Tabiri
Modern kelimesi; Latincede tam şimdi anlamına gelen “modo” kelimesinden türemiştir. İlk defa
6. Yüzyılda “eskisi gibi pagan değiliz çok şükür” manasında kullanılmıştır. Bu kullanımında
anladığımız; eskinin terk edilmesidir.
Modern olmak; bireyi ya da toplumu geri bırakan, çağdaşlarından düşünce, bilgi ve teknolojik
olarak geri bırakan zihniyetin ve kurumların terk edilmesidir. Özgür ve taassuptan bağımsız
düşünebilmek, en son çağdaş düşüncelere açık olma şeklinde tanımlanabilir.
2. Cumhuriyet ve Kadın
Türk Devrimi, Osmanlı Devletinin monarşi yapısına özgü tek bir hanedanın egemenliğini temsil
eden kurumlarını yıkıp yerine, halkın egemenliğini temsil eden kurumları kurarken; diğer taraftan da,
özellikle dini algılayışla biçimlenmiş geleneksel Osmanlı Toplumunu da “Ulus Toplum” yapısına uygun
bir biçimde yeniden yapılandırmak durumundaydı. Bu çerçevede, Osmanlı toplum yapısı ile özdeş
algılayışların eskiliğini ortaya koymak ve böylece kendisinin ortaya koyduğu yeni toplumsal kaygıları
ve benimseyişleri meşrulaştırmak eğilimindeydi5 . Türk Devrimi, yalnızca kendisinden önceki Osmanlı
Devleti’nin kurumlarını kaldırarak, yenisini yapılandıran bir süreç değil; aynı zamanda yeni bir
“Bilinçlenme” ya da “Aydınlanma” gerçekleştirmek, yani bir bilinç değişimine zemin hazırlamak
durumundaydı. İşte bu noktada Devrim’in dayanacağı diğer bir kitle ve özellikle yenileşmenin “İtici
Gücü” olarak “Kadın”ın ön plana çıkmasına neden oldu6 .
Atatürk’e göre; kadınların ikincilleştirilmelerinin en temel öğelerinden olan ve kadınların
toplum içindeyken bile ayrı bir iç mekâna tutsak bırakan kuşamlar ile ilgili olarak da; bu kuşamların,
toplumun kadına bakış açısı ile doğrudan ilgili olduğunu belirtmekteydi. Böylece kıyafet konusu da
önemli ayrı bir konuydu. Ancak ona göre kadınlar için gerçek başarı sadece kıyafetle değil; onların
bilimsel ve kültürel kazanımlara sahip olabilmeleri ile mümkün olacaktı7 .
Osmanlı döneminde, kadına bakış açısıyla ilgili eleştirimiz, elbette kadını hor görme veya
aşağılama şeklinde ikinci sınıf olarak görmek değildir. Kadınına kutsal bir gözle bakılmış ve korunması
gereken birey olarak algılanmıştır. Osmanlı dönemi kadının statüsü ile ilgili eleştiri; sosyal hayattan
soyutlamak, iş hayatında geri plana iterek, yeterince yararlanılmamış ve gelecek kuşakları yetiştirecek
temel öğenin eğitimsiz bırakılmasıdır.
Atatürk, Türk Medeni Kanunu’nun kabulünden önce yaptığı konuşmada, konuyu şöyle dile
getirmiştir; “Bir toplum, bir millet, kadın ve erkek denilen iki cins insandan meydana gelir. Kabil midir
ki, bir kütlenin bir parçasını ilerletelim, diğerini öylesine bırakalım da kütlenin hepsi yükselme şerefine
erişebilsin? Mümkün müdür ki, bir topluluğun yarısı topraklara zincirle bağlı kaldıkça diğer k ısım
göklere yükselebilsin?”8 .Cumhuriyet döneminde, zihniyetin değiştirilmesi öngörülerek, bu değişimi
sağlamak için toplumun eşit, diğer yarısından yararlanmanın mantıksal gerekliliği sıklıkla
vurgulanmıştır.
Cengiz Poyraz, Eğitim ve Öğretim Araştırmaları Dergisi, Cilt:2, Sayı:1, İstanbul-2013, s. 311.
Kemal Arı, Devrim Güneş Kadar Sıcaktır, İzmir-2011, s. 262.
6
Ahmet Yılmaz, “Osmanlı’dan Cumhuriyete: Kadın Kimliğinin Biçimlendirilmesi ”, Çağdaş Türkiye Tarihi
Araştırmaları Dergisi, IX/20-21, İzmir-2010, s. 201.
7
Leyla Kaplan, “Cemiyetlerde ve Siyasi Teşkilatlarda Türk Kadını (1908 -1960)”, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih
yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara-1998, s.182.
8
Rahmi Doğanay, Erdal Açıkses, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi ve Atatürk İlkeleri, Elazığ-2000, s. 146.
4
5
2
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
3.Keriman Halis Ece
Türk Devrimi, çağın gerektirmesine karşın kadınların daha önce elde edemedikleri hakların
kazanımının gerçekleştirilmesini gerekli görüyordu. Fakat dönemin toplumsal bilinci açısından bu
haklarla ilgili olarak tabandan gelen ciddi bir talep bulunmamaktaydı. Bu da kadınlar ile ilgili
yeniliklerin yönetim tarafından belirlenmesine, tanımlanmasına ve tayin edilmesine neden olmakta ve
“Devlet Feminizmi” diye adlandırılan bir sürecin işlemesine neden olmuştu. Bu süreç de sonunda, yeni
kurulmuş bir devlet olarak Yeni Türkiye’nin, monarşinin ardından benimsediği devlet ve toplum
algısıyla özdeş ve “Cumhuriyet Kadını” olarak nitelenen kadın imajının yaratılmasını getirdi. Daha
öncesinde “Aile Kadını: İyi Anne ve Eş” olarak yetiştirilen “Osmanlı Kadını’na karşılık artık Ulus Devlet
“Asri Kadın”ı inşa etmekteydi. Bu kadının en temel özelliği; çağın gereklerine ayak uydurmuş olması,
eğitim görmüş olması; toplumsal hayata ve üretime katılabilmesi idi. Bununla birlikte erkeğin rahatça
girip kendisini ifade edebildiği toplumsal ve ekonomik alanda da erkeklerle birlikte eşit bir biçimde
etkin rol alması da diğer bir özelliğiydi9 .
Devrimler sırasında, toplumun her kademesinin etkin olması devrimin geleceği açısından
önemliydi. Modernleşme, ancak toplumun bilinçli isteği ile mümkün olabilirdi. Tepeden verilecek bir
inkılap tarzının tek başına başarılı olması düşünülemezdi. Bu noktada kadınların da topluma
katılmalarında tabandan bir istek gelmesi gerekliydi. Osmanlı Döneminde kadına biçilen rol sebebiyle,
psikolojik olarak içine kapanmış kadını devrime dâhil etmenin yolu ona cesaret vermekten geçiyordu.
Bir diğer tabirle psikolojik özgüven aşılamak. Bunun için öncü rol oynayabilecek kadınlara ihtiyaç vardı.
Bu öncü kadınlardan biri de Keriman Halis Ece olmuştur.
Hayatı. 16 Şubat 1913 yılında İstanbul’da doğan Keriman Halis Ece, zamanın meşhur tüccarlarından
olan ve Hızır adı verilen yangın söndürme aletlerinin mümessili Tevfik Halis Bey ve Ferhunde Hanım'ın
altı çocuğundan biridir. Yarışmalara da babası tarafından kaydettirilmiştir. Tahsilini Feyziati (sonraki
adıyla Boğaziçi) Lisesi'nde yapmıştır. Keriman Halis'in amcası, ünlü operet bestecilerinden Muhlis
Sabahaddin Ezgi'dir. Halası ise ünlü kadın bestekârımız Neveser Kökdeş'tir. Galatasaray Spor
Kulübü'nün idarecilerinden Turgan Ece ise kardeşidir. Keriman Halis çok iyi piyano çalabilmekteydi,
yanı sıra oldukça iyi yemek yapan ve dikiş diken Ece, Fransızcayı anadili gibi bilmekteydi10 . Onun Türk
kadını için örnek gösterilme sebebi, sadece güzellik yarışmasında birinci olması değil, aynı zamanda o
dönemde farklı alanlarda kendini geliştirmiş olmasıydı.
Güzellik Yarışması Kariyeri, Keriman Halis'in Belçika'da kazandığı yarışmanın orijinal adı
International Pageant of Pulchritude idi. Türkçe olarak Uluslararası Güzellik ve Zarafet Yarışması, o
dönemin en prestijli güzellik yarışması organizasyonuydu. En eski organizasyonlardan olan yarışma
bütün ülkelerce saygı görüyordu. Yarışma Kâinat Güzellik Yarışması ve Dünya Güzellik Yarışması
olarak da biliniyordu, yarışmanın birincileri hem Zarafet Güzeli, hem Dünya Güzeli hem de Kâinat
Güzeli unvanlarıyla anılıyorlardı. Ancak yarışma el değiştirip adı Kâinat Güzellik Yarışması olarak
düzenlenmeye başlanınca, günümüz adıyla Miss Universe, yeni bir yarışma olarak dünyaya sunuldu ve
Miss Universe güzelleri ayrı başlık altında toplandı. Bu dalda Türkiye'nin bir tek birincisi olan Keriman
Halis'tir. Bu olay genç cumhuriyet için de oldukça anlamlıydı. Keriman Halis, 1932'de Türkiye'de
dördüncüsü düzenlenen güzellik yarışmasını kazanarak Belçika'ya gittiğinde o güne kadar hiçbir
Türkiye güzeli derece alamamıştı. Halkın umutlarını boşa çıkarmayan Keriman Halis, vatana
döndüğünde Sirkeci Garı'nda kraliçeler gibi karşılandığını şöyle anlatıyor:
"En sonunda ben ve Almanya güzeli kaldık. Kırmızı bir tuvalet giymiş, yakasına da beyaz
kurdele takmıştım. Jüri başkanı elindeki zarfı açtı. Heyecandan bayılabilirdim. Ve bütün tiyatro salonu,
'Yaşasın Miss Turkey!' sesleriyle inledi."
Keriman Halis, yarışma sonrasında bir Türk Bayrağı'nın bulunmaması nedeniyle halkın
tezahüratına cevap vermemiş ve bunun üzerine metrelerce atlas bulunarak bayrak orada yapılmış ve
balkondan dalgalandırılarak izleyicilere gösterildikten sonra, kendisini görmeye gelen halkı
selamlamıştır. Keriman Halis, koyu kahverengi göz rengine, parlak uzun siyah saçlara, bembeyaz bir
tene ve 1.65'in üstünde bir boya sahipti. Atatürk, bu yarışma sonrasında yaptığı açıklamada, tam olarak:
"Türk ırkının necip (soylu) güzelliğinin daima mahfuz olduğunu (korunduğunu) gösteren
dünya hakemlerinin bu Türk çocuğu üzerindeki hükümlerinden memnunuz. Fakat Keriman Ece,
9
Yılmaz, a.g.e., s. 203.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Keriman_Halis
10
3
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
hepimiz işittiğimiz gibi söylemiştir ki, o, bütün Türk kızlarının en güzeli olduğu iddiasında değildir. Bu
güzel Türk kızımız, ırkının kendi mevcudiyetinde tabii olarak tecelli ettirdiği güzelliğini dünyaya, dünya
hakemlerinin tasdikiyle tanıttırmış olmakla elbette kendini memnun ve bahtiyar addetmekte haklıdır.
Türk milleti, bu güzel çocuğunu şüphesiz samimiyetle tebrik eder. Cumhuriyet gazetesi bu meselede Türk
ırkının diğer dünya milletleri içinde mümtaz (seçkin) olan asil güzelliğini göstermek teşebbüsünü takip
etmiş ve bunu dünya nazarında muvaffakiyetle (başarıyla) intaç eylemiştir (sonuçlandırmıştır)… "
demiştir.
Keriman Halis’in bu başarısı gazetelerde ilk sayfalarda manşet haber olarak verildi. “Türkiye
güzeli Keriman Halis dünya kraliçesi intihap edildi. Bütün dünya telsizleri ve gazeteleri Keriman Halis
Hanım’in müstesna muvaffakiyetlerini ilan ediyorlar.” 11 Keriman Halis'e, 1934'te çıkan Soyadı Kanunu
ve yarışmadaki başarısından sonra bizzat Atatürk tarafından kraliçe anlamına gelen "Ece" soyadı resmî
olarak verilmiştir. Ayrıca Keriman Halis Ece hakkında, güzellik yarışmasını Belçika'da bizzat gören
ünlü şahsiyet Halit Turhan Bey tarafından kendisinin yayımladığı hatıralarda yer alan bazı ifadelerde o
dönem genç cumhuriyet yönetimi ile yeni yeni saygınlığı artan Müslüman Türk kadınına, yarışmanın
tamamı Hristiyan jüri üyeleri tarafından büyük bir hayret duygusu olduğu dile getirilmiştir ve tüm
dünyada yankı uyandıran ilk Dünya Güzeli Keriman Halis'in resimlerinin yerli ve yabancı gazetelerde
basılmasına hatta kartpostal yapılarak satılıp elden ele dolaşmasına vurgu yapılmıştır, İslamiyet temalı
ve Osmanlı İmparatorluğu'nun geleneksel bir bağnazlık içerisinde olduğu yönünde olan ön yargıların
asılsız ve yanlış olduğundan bahsedilmiştir. Türkiye’nin katıldığı bu güzellik yarışmasının maksatlı
sonucu yurt içinde de kısa zamanda etkisini göstererek Kiraz Güzeli, Karpuz Güzeli, Festival Güzeli
gibi yarışmaların yayılmasına sebep oldu.
Keriman Halis Ece'nin yıllar boyunca konuşulmakta olan ünü ve hikâyesi Japonya'yı da
etkilemiştir. Japonya'da okullarda hem temel eğitim hem de lisans eğitimi ders kitaplarında Keriman
Halis Olayı diye okutulan bir konu vardır. Konu, genç cumhuriyet yıllarını yaşayan Türkiye Cumhuriyet
'de 1927 yılında ilk kez halk tarafından manevi anlamda sayılan Türk kadınının uzun bir süreç içinde
erkek egemenliği ve baskısından kurtulmasıdır12 .
Örnek Olarak Keriman Halis, Keriman Halis’in Dünya Güzeli seçilmesi elbette tüm dünyada
yankı uyandırmıştı, dünya uluslarına Türk kadınının da başarılı olabileceği mesajı verilmişti, fakat
üzerinde durmamız gereken asıl konu Türk kadınına verdiği mesajdır. İlk olarak üzerinde durulması
gereken konu; başarıların ailede başladığı ve desteklendiğidir. Keriman Halis’i güzellik yarışmalarına
kaydettiren kişinin kendi babası olması, ailenin verdiği özgüvenin nasıl sonuçlanabileceğini bize
göstermesidir. İkinci olarak; geçmişte içine kapanmış ve özgüvenini kaybetmiş olan Türk kadınına
verdiği mesajdır. Bir toplum içindeki bireyler başarıları gördüklerinde kendilerinde ilham görürler.
Üzerinde durulması gereken; onun güzelliği değil, medeni cesaretidir. Modern kadın terimini açıklarken
değindiğimiz gibi; modern olabilmek; çağın gerektirdiği donanımlara hâsıl olmak, bu donanım
sayesinde cesaret ve özgüvene sahip olmaktır. İnsanların kalıplaşmış düşüncelerini kırabilmek, diğer
başarılardan daha zor ve önemlidir. Toplumun kalıplaşmış düşüncelerini kırabilmek ise daha zor ve daha
önemlidir. Bunun için toplumu yönlendirecek kahramanlara ihtiyaç vardır. Bu özelliği ile Keriman Halis
öncü bir kahraman olarak tarihteki yerini almıştır. Yarışma neticelendiği esnada Türk Bayrağı olmadan
seyircileri selamlamaması ve bir bayrak temin edildikten sonra selamlamaya çıkması da milli hassasiyeti
bakımından yine örnek alınması gereken bir öncüdür.
SONUÇ
Günümüzde toplumlar gelişmişlik düzeylerine göre kadınların istihdamına ve dolayısıyla
eğitimine önem vermektedirler. Gelişmiş ülkelerde kadınların nitelik kazandırılmasına yatırım yapmak,
hem sosyal açıdan hem de ekonomik açıdan önemli görülmektedir. Kadınların eğitilmesi, sosyal ve
ekonomik açıdan fayda sağladığı gibi çocukların gelişmesi ve eğitimi hususunda da fayda sağlamaktadır.
Modern dünyaya ayak uydurabilmek için Dünya’da olduğu gibi Türkiye’de de kadınlara
gereken hakların verilmesi ve toplumda daha çok rol almaları için mücadele edilmektedir. Doğanın
11
12
Cumhuriyet, 1 Ağustos 1932, s. 1.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Keriman_Halis
4
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
temel mantığına göre; toplumun yarısını kadınların oluşturmasına rağmen, iş hayatında yeteri kadar yer
edinmemektedirler. İnsan kaynaklarının etkin olarak kullanımı açısından potansiyel bir iş gücü
durumunda olan kadın nüfusun sahip olduğu bilgi, yetenek ve deneyimlerinden yeteri kadar
yararlanmamak bir kayıp olarak görülmektedir. Bu bağlamda kadınların iş hayatındaki temsil düzeyinin
yükseltilmesi ve iş hayatında gösterecekleri başarılar ekonomik ve sosyal gelişim açısından önem arz
etmektedir.
Ülkemiz, cumhuriyetin ilanından sonra kadın hakları ve kadının topluma kazandırılması
konusunda önemli mesafe kat etmiştir. Gerek yasalarla ve gerekse sivil toplum örgütleri aracılığı ile
kadınlara hak verilmeye çalışılmıştır ve gerekli imkânlar tanınmaya çalışılmaktadır. Psikolojik bir varlık
olan inşa, önce kendini ispatlamak ve psikolojik engelleri aşmak ister. Bugün halen bazı sektörlerde
kadının kariyer yapmasının önünde bir takım engellerin bulunduğu belirtilmektedir. Bu engeller
toplumsal olabildiği gibi kadının doğasından veya kendinden de kaynaklanabilmektedir. Yani
konumuzu anlatırken değindiğimiz gibi, özgüven eksikliği olabilir. Fakat günümüzde kadınlar, kariyer
gelişimleri için önüne çıkan engellerin büyük bir kısmını aşmış ve giderek daha çok çalışma yaşamının
içinde yer almaya başlamışlardır. Genel anlamda ekonomik gelişme ve kalkınma açısından kadınların
nitelikli hale gelmesi ve çeşitli sektörlerde görev almaları önemlidir. Özellikle gelişmekte olan Türkiye
açısından nitelikli iş gücünün yerinde ve aktif olarak kullanılması, ülkemizin gelişme hızını arttıracaktır.
5
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
KAYNAKÇA
Gökalp Z.(1991)Türk Uygarlığı Tarihi, İstanbul.
Tezel S.(1983), Atatürk ve Kadın Hakları, Ankara.
Poyraz C. (2013), Eğitim ve Öğretim Araştırmaları Dergisi Cilt:2 Sayı:1 İstanbul.
Arı K(2011), Devrim Güneş Kadar Sıcaktır, Burak kitabevi, Nisan-2011, İzmir.
Yılmaz A.(2010), Osmanlı’dan Cumhuriyete: Kadın Kimliğinin Biçimlendirilmesi, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları
Dergisi, IX/20-21, İzmir-2010.
Kaplan L (1998),Cemiyetlerde ve Siyasi Teşkilatlarda Türk Kadını (1908-1960), Atatürk Kültür, Dil ve Tarih yüksek
Kurumu Atatürk Araştırma M erkezi, 1998, Ankara.
Kırkpınar L.(2010), Türkiye’de Toplumsal Değişme ve Kadın, Zeus Kitabevi, İzmir
Doğanay R. Açıkses E.(2006), Türkiye Cumhuriyeti Tarihi ve Atatürk İlkeleri, Elazığ
Cumhuriyet Gazetesi, 1 Ağustos 1932.
6
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Türk Kamu Yönetiminde Personel ve Yönetici Olarak “Kadının Varlığı”: Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanlığı Örneği
‘Women’s Property’ in Turkish Public Administration as Staff and as Administrator: The
Case of the Ministry of Family and Social Policies
Ahmet TUNÇ1 , Yurdanur URAL USLAN 2 , Ali Fuat GÖKÇE3
1Yard.
Doç. Dr., Kilis 7 Aralık Ünv., İ.İ.B.F.
Doç. Dr., Uşak Ünv., İ.İ.B.F.
3Yard. Doç. Dr., Kilis 7 Aralık Ünv., İ.İ.B.F.
2Yard.
ÖZET: Tarihin her döneminde sosyal, ekonomik ve siyasal yaşamın bir tarafını kadınlar, diğer tarafını da erkekler
oluşturmuştur. Kadınların erkekler gibi, toplum hayatında eşit olarak varolabilmeleri uzun bir serüvene sahiptir. Çalışma hayatı
bu serüvenin en önemli unsurlarından biridir. Bu makalede; kadınların çalışma hayatında temsiliyet oranları ve özellikle
yönetici kadrolarında ki sayısal oranları, genel olarak “Türk Kamu Yönetimi”nde yer alan kamu kurum ve kuruluşlar, özel
olarak ise Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ekseninde bir değerlendirme yapılarak ele alınmıştır.
Anahtar S özcükler: Kadının varlığı, kamu yönetimi, personel, yönetici
ABS TRACT: In all ages of the history, one part of the social, economic and political life has been formed by women
while the other part has been formed by men. Women have gone through a long struggle to exist in society as equal as men.
Work life is one of the most essential components of this struggle. This article will discuss the representation ratios of women
in work life as well as the number of women in executive teams based on state institutions and organizations in “Turkish Public
Administration” in general and “M inistry of Family and Social Policies” in particular.
Keywords: Women's presence, public administration, staff, administrators
1. GİRİŞ
İnsanlık tarihi boyunca genellikle dünya nüfusu kadınlar ve erkekler arasında eşit bir dağılım
göstermiştir. Fakat benzer oransal eşitliğin çalışma yaşamı ve yönetim kadrolarında görülmediği bir
gerçektir. Yaşanan bu durum her ne kadar ülkelerin gelişmişlik seviyeleriyle ilişkilendirilse de, genelde
kadınların bütün toplumlarda erkeklerin gerisinde kaldıkları görülmektedir. Kadınların ekonomik,
sosyal ve siyasal alanda ikincil konumda olmaları, toplumların temel yapısal özellikleriyle yakında
ilişkili olup, erkeğin egemenliğinde süregelen toplumsal ayrımcılık, kadınların eğitim imkanlarından az
yararlandırılması, mevzuat eksiklikleri gibi sebeplerden kaynaklanmaktadır. Zaman içerisinde ve
özellikle liberal ekonomik anlayışla birlikte dünyada yaşanan sosyo-ekonomik değişimler, toplumsal
bakış açısını da yön vererek, kadına ailede ve toplumda yeni roller yüklemiştir. Toplumun yüklediği
temel görevlerin dışında, kadın, çalışma hayatına adım atmış ve zaman içerisinde sahip olduğu
özelliklerini bu alana yansıtmaya başlamış, fakat “çalışan” pozisyonundan “yönetici” kademesine
gelmesi o kadar kolay olmamıştır.
Dünyada yaşanan bu değişimlerden etkilenen Türkiye, Cumhuriyet ile birlikte gerçekleştirilen
düzenlemelerle, kadınlara toplum içinde önemli haklar vermiştir. Ancak bu haklar, koruma amaçlı
olması sebebiyle, kadınların çalışma yaşamına katılması gecikmiştir. Türkiye’de kadınların çalışma
yaşamına dahil olması 1950’li yıllarla birlikte olmuş, özellikle hizmet sektörü olmak üzere diğer
sektörlerde de, erkeklerin yanı sıra kadınlarda yeni iş olanakları bulmuştur.
Türkiye’de kamu görevine girişte nispeten kadın ve erkeğin eşit haklara sahip olması ve cinsiyet
nedeniyle ayrım gözetme yasağı bağlamında konu ele alındığında, genel olarak personel alımında
yaşanmayan cinsiyet ayırımının, yönetici olmada ise farklılaştığı görülmektedir.
Kadına pozitif ayırımcılık söylemleri çerçevesinde seçim dönemlerinde milletvekili aday
listelerinde kadınlara, “öncelik politikaları” siyasal partiler tarafından kullanılmaktadır. Mevcut iktidar
bu politikayı etkili bir biçimde kullanmış, 2011 yılında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığını (ASPB)
kurmuş ve üst düzey yöneticilerini kadınlardan seçmiştir. Bakanlık daha önceleri farklı bakanlıklara
bağlı olan sosyal hizmet, sosyal yardım ve diğer bazı kamu kurumlarını (Kadının Statüsü Genel
Müdürlüğü gibi) kendi bünyesine katmıştır. Mevcut iktidarın “kadın bakanlığı” olarak da gördüğü
ASPB, halihazırda görevli kadın personel ve üst düzey yönetici sayıları bakımından ele alarak
incelenmeye çalışılmıştır.
Makalenin amacı; mevcut iktidarın kabinesinde tek kadınla temsil edilen ve kadın bakanlığı
olarak da görülen ASPB’nin gerçekte ne kadar kadın kamu personel ve özellikle üst düzey yönetici
7
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
tarafından temsil edildiğini, Türkiye geneli kamu personeli ve üst düzey yönetici sayı ve oranlarıyla
karşılaştırmalı bir şekilde veriler ışığında tespit etmeye çalışmaktır. Veriler, bakanlığın yayınlamış
olduğu kurumsal yayınlar, web sayfaları ve Devlet Personel Başkanlığı’nın (DPB) kamu personel
sayıları çerçevesinde elde edilmeye çalışılmıştır. Sayılar bakımından ele alındığında; ASPB’nin
ülkemizdeki diğer bakanlıklardan farklı olmadığı, görevli personelin ve özellikle üst düzey
yöneticilerinin ezici çoğunluğunu, erkelerden oluştuğu görülmüştür.
2. TÜRK KAMU YÖNETİMİNDE PERSONEL VE YÖNETİCİ
Personel, bir hizmet veya kuruluşun görevlileri, bir iş yerinde çalışanların tümüdür (TDK, 2015,
www.tdk.gov.tr). Burada öne çıkan temel öğe insanlarla kurulan istihdam ilişkisidir. Bir başka anlatımla
bir işi yapmak üzere işletmede istihdam edilen herkes personel kavramı içine dahil olmaktadır (Geylan
vd, 2013: 5). Türkçe’de “işçi”, “memur”, “görevli” gibi çeşitli terimlerle ifade edilen “çalışanları” tüm
olarak içine alan, geniş kapsamlı bir terimdir (Mucuk, 1996: 339).
Türk kamu yönetiminin insan unsuru olan ve Türkiye’nin yönetim yapısı içinde bulunan kamu
kuruluşlarında görev yapan herkes en geniş anlamda “kamu görevlisi” dir (Öztekin 2005: 204). Kamu
görevlisi, kamu personeli, memur veya kamu hizmeti görevlisi olarak adlandırılanların çalıştığı Türk
Kamu Personel Sistemi, 1982 Anayasası’nın “kamu hizmeti görevleriyle ilgili hükümler” başlığı
altındaki 128. maddesiyle hukuki anlamda vücuda kavuşmaktadır. Çünkü bu madde ile kamu
hizmetlerini yerine getiren kamu kurum ve kuruluşlarındaki kamu personeli belirlenmektedir.
Anayasada, devlet, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişileri sayılmaktadır. Bunların, genel
idare esaslarına göre yürütmekle sorumlu oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli
görevlerini yerine getireceklerin, memurlar ile diğer kamu görevlileri oldukları gösterilmektedir (Bilgin,
2011: 226, Akgüner, 2009: 42).
Kamu personeline uygulama açısından bakıldığında, ikili bir durum bulunmaktadır. İlki 1965
tarihli 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa (DMK) dayanmaktadır. DMK’ya göre (4. md): “kamu
hizmetleri; memurlar, sözleşmeli personel, geçici personel ve işçiler eliyle gördürülür” hükmü gereğince
kamu personeli ifadesinden memurlarla birlikte üç istihdam biçiminden söz etmektedir (Bilgin, 2011:
226, Sezen, 2013: 293). Diğeri ise: 1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel
Kanununda belirtilen subay ve astsubaylar, 1983 tarih ve 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanununda
belirtilen hakim ve savcılar, 1983 tarih ve 2914 sayılı Yüksek Öğretim Personel Kanunda belirtilen
personeli de diğer kamu personeli olarak yorumlamak mümkündür (Bilgin, 2011: 226-227).
Tortop ve diğerleri (2013: 240) kamu personelini “çalıştıkları kurumlara göre” beşli bir
sınıflandırmaya tabi tutmuşlardır: (1) Genel ve katma bütçeli kurumlarda çalışan personel: Devlete bağlı
sivil ve askeri tüm kurumlardaki personeli kapsar. (2) İl özel idaresi personeli: Her ilde (büyükşehirler
statülü iller hariç) tüzel kişiliği bulunan, karar organı ve bütçesi bulunan idarelerde çalışan personeli
içermektedir. (3) Belediye personeli: 2005 tarih ve 5393 sayılı yeni belediye kanunun
4. maddesinde nüfusu beş bini geçen yerlerde il ve ilçelerde bulunan belediyede çalışan personel. (4)
İktisadi devlet teşekkülleri personeli: Bunlar tüzel kişiliği sahip ekonomik nitelikteki kuruluşlardır.
Ziraat Bankası, Toprak Mahsülleri Ofisi, Devlet Malzeme Ofisi gibi kuruluşlarda çalışan personelleri
kapsar. (5) Köy personeli: Köyün tüzel kişiliğe bağlı olarak çalışan personeldir. Köy katipliği ön plana
çıkmakta ve genellikle birkaç köyün işlerini birlikte yürütmektedir.
Türk kamu personel rejiminde yönetici: Yönetici; bir kurum veya kuruluşun başında bulunan,
emrinde personel çalıştıran, onları sevk ve idare eden kişi (Tortop, 1994: 213), yönetimin tüm
fonksiyonlarını (planlama, örgütleme, yönetme, koordinasyon ve denetleme) bizzat veya yardımcıları
eliyle yerine getiren kişi olduğunu söylemek doğru olmaktadır. Yani yönetici yönetimin tüm
fonksiyonlarını uygulayan ve bu süreci yöneten kişidir (Aydın, 2008: 55). Yönetici, belirlenmiş bir
görev için, atama yoluyla bir kurum ve kuruluşun veya organizasyonun başına getirilen (Parlak, 2013:
235), biri maddi biride beşeri araçlar olmak üzere esas itibariyle iki kaynağı harekete geçirerek örgütün
amaçlarını yerine getirir (Şahin, 2014: 203). Parlak (2013: 235) ayrıca yöneticiyi “enerjisini amaçlara,
kaynaklara, organizasyonu yorumlamaya yönelten ve problem çözen” kişi olarak da tanımlamaktadır.
Ayrıca yönetici üst düzeyde çalışan kişi olarak da tanımlanmaktadır. Fakat yöneticiler arasında
bir de üst yönetici diye bir gurup vardır. Yönetimin her aşamasında yönetici bulunmaktadır, ancak “üst”
makamlara atanan yöneticiler “üst yönetici” olarak tanımlanabilinir. Bunlar ülkeden ülkeye veya
sistemler arasında değişiklik göstermesine rağmen, genellikle Fransa’da milli idarecilik okulu (ENA)
8
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
veya ülkemizde, Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE) gibi kurumlardaki özel ve üst
düzeyde bir yöneticilik eğitiminden geçtikten sonra atamaları gerekir. Yalnız yerine göre bu atamalarda,
bu eğitime önem verilmediği gibi, ülkenin büyüklüğü, siyasal yapılanması, yönetimsel sistem ve
bundaki değişiklikler atamalarda daha etkili olabilmektedir (Aydın, 2008: 55-56).
Türkiye’de kamu kurum ve kuruluşlarının üst düzeylerinde görev alacak yöneticiler, hizmete
başlamadan önce almak zorunda oldukları normal okul eğitimi dışında başka bir zorunlu eğitime tabi
değillerdir. Yöneticiler genel olarak genç yaşta girdikleri memurluk mesleğine, kıdem ve liyakat
esaslarına göre meslek hayatının son dönemlerinde üst düzey görevlere getirilmektedirler. Türkiye’de
1982 Anayasasına rağmen yöneticilik görevleri için (kaymakamlık hariç) özel bir mesleki bilgiye gerek
görülmemektedir. Anayasada “üst kademe yöneticilerinin yetiştirilmesini” öngörmüş; buna uygun usul
ve esasların kanunla ayrıca özel olarak düzenlenmesi hükme bağlanmıştır. Fakat bu konu ile ilgili
herhangi bir yasal düzenleme çıkarılmamıştır (Eryılmaz, 2011: 320).
Türk kamu yönetiminde personel alımı: Türkiye’de kamu personel yönetiminde en önemli
konu, örgütün ihtiyaç duyduğu en iyi personeli kamu hizmetine almaktır. Sağlam ve etkin bir personel
yönetimi ve kamusal hizmet için personeli, “liyakat ve ehliyet ve tarafsızlık ilkelerine uygun olarak işe
almayla mümkün olmaktadır. 1982 Anayasasına ve DMK’ya göre kamu hizmetlerine giriş ve ile ilgili
bazı ilke ve esaslar belirlenmiştir (Eryılmaz, 2011: 296). 1982 Anayasasının 70. maddesi “kamu
hizmetine girme hakkı”nı şöyle düzenlemektedir: “her Türk, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir.
Hizmete alınmada görevin gerektirdiği niteliklerden başka bir ayırım gözetilmez”. Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlarının tamamının kamu hizmetine girmede herhangi bir ayırıma tabi tutulamayacağı, sadece
hizmetin gerekliliği çerçevesinde istenilen bazı niteliklerin dışında eşitlik ve serbestlik öngörüldüğü
anlaşılmaktadır.
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu memur olmada genel ve özel şartları belirtmektedir.
Bunlara bakıldığında: Genel şartlar (DMK. 40-41-48 ve 53. maddeler):
(1) Türk vatandaşı olmak. (2) Genel olarak 18 yaşını tamamlayanlar devlet memuru olabilirler. (3)
Genel olarak ortaokulu bitirenler memur olabilirler. (4) Kamu haklarından mahrum bulunmamak, (5) Taksirli
suçlar ve kanunda sayılan suçlar dışında tecil edilmiş hükümler hariç olmak üzere, ağır hapis veyahut 6 aydan
fazla hapis veyahut affa uğramış olsalar bile Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla, zimmet, ihtilas, irtikap,
rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve
haysiyeti kırıcı suçtan veya istimal ve istihlak kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat
karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma suçlarından dolayı hükümlü bulunmamak, (6) Askerlik durumu
itibariyle; Askerlikle ilgisi bulunmamak. (7) görevini devamlı yapmasına engel olabilecek vücut veya akıl
hastalığı veya vücut sakatlığı ile özürlü bulunmamak.
Özel Şartlar: (DMK. 36-41 ve 48. maddeler):
(1)
Hizmet göreceği sınıf için (Genel İdare, Teknik, Sağlık ve Yardımcı Sağlık, Eğitim ve
Öğretim, Avukatlık, Din, Emniyet, Yardımcı, M ülki İdare Amirliği, M illi İstihbarat
Hizmetleri Sınıfları) ve 41 nci maddelerde (genel şartların üçüncü maddesi) belirtilen
öğretim ve eğitim kurumlarının birinden diploma almış olmak, (2) Kurumların özel
kanun veya diğer mevzuatında aranan şartlarını taşımak.
3. TÜRK KAMU YÖNETİMİNDE PERSONEL VE YÖNETİM
KADEMELERİNDE KADIN ORANLARI
Bu bölümde genel olarak Devlet Personel Başkanlığının (DPB) kamu personeli ve üst yönetici
sayıları ele alınmıştır. Tablo-1 bakıldığında genel olarak Türkiye’de kamu personelinin toplam sayıları
ve cinsiyet dağılımına bakıldığında; toplam kamu personelinin (2.722.652) % 36,51’ini oluşturan
kadınların sayısı 993.973 ve % 63,49’unu oluşturan erkeklerin sayısı 1.728.679’dur. Kamu personelinin
çoğunluğu erkeklerden oluşmakla birlikte, kadınların oranı azımsanacak seviyede değildir.
9
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Tablo-1: İstihdam Türüne Göre Kamu Personelinin Cinsiyet Dağılımları (31.12.2014)
İstihdam Şekli
Memurlar
Hakim ve Savcılık
Öğretim Elemanları
Sözleşmeli Personel
Geçici Personel
Sürekli İşçi
Sürekli İşçi Kapsam Dışı
Geçici İşçi
Toplam
Kadın
Sayısı
899.804
4.007
51.195
21.640
5.382
9.828
757
1.360
993.973
Kadın %
39,14
25,23
41,49
23,28
22,98
6,39
21,92
12,64
36,51
Erkek
Sayısı
1.399.112
11.878
72.191
71.317
18.035
144.051
2.697
9.398
1.728.679
Erkek %
Toplam
60,86
74,77
58,51
76,72
77,02
93,61
78,08
87,36
63,49
2.298.916
15.885
123.386
92.957
23.417
153.879
3.454
10.758
2.722.652
Kaynak: (DPB - Kamu Personel İstatistikleri, 2015, www.dpb.gov.tr)
“İstihdam Türüne Göre Kamu Personelinin Cinsiyet Dağılımlarını” gösteren tablo-1 ise tablo1’deki toplam kamu personelinin istihdam türlerine göre sayısal ve oransal dağılımları gösterilmektedir.
Tablo-1’deki genel dağılıma bakıldığında kadın personel oranlarının en çok “Öğretim
Elemanları”nda % 41,49 olduğu anlaşılmaktadır. Bu orandan sonra sırasıyla “Memurlar”da %39,14,
“Hakim ve Savcılık”da % 25,23, “Sözleşmeli Personel”de % 23,28, ”Geçici Personel”de % 22,98,
”Sürekli İşçi Kapsam Dışı”nda % 21,92, “Geçici İşçi”de 12,64 ve en az ise Sürekli İşçi’de ise %
6,39’dur.
İstihdam türlerine göre en çok kamu personelinin “Öğretim Elemanları”nda olduğu anlaşılmakta
olup bu çerçevede tablo-2’e bakıldığında, “Akademik Kadrolara İlişkin Unvanlar” görülmektedir:
Tablo-2: Akademik Kadrolara İlişkin Unvanlar (31.03.2015)
İstihdam Şekli
Kadın Sayısı
Kadın %
Erkek Sayısı
Erkek %
Profesör
5.337
30.2
12.333
69.8
Doçent
4.017
34.1
7.774
65.9
Yardımcı Doçent
9.786
37.6
16.231
62.4
Öğretim Görevlisi
6.183
39,6
9.448
60.4
Okutman
4.030
57.1
3.029
42.9
Araştırma Görevlisi
21.565
51.7
20.126
48.3
Uzman
1.689
48.5
1.790
41.5
Diğer (çevirici v.b)
27
56.3
21
43.7
Toplam
52.634
42.7
70.752
57.3
Kaynak: (DPB - Kamu Personel İstatistikleri, 2015, www.dpb.gov.tr)
Toplam Personel
17.670
11.791
26.017
15.631
7.059
41.691
3.479
48
123.386
Tablo-2’de akademik unvalar çerçevesinde kadınların yüzdelik oranlarına en çoktan en aza
doğru bakıldığında: “Diğer” (çevirici, eğitim ve öğretim planlamacısı ve asistan) % 56.3, “Okutman”
% 57.1, “Araştırma Görevlisi”, % 51.7, “Uzman” % 48.5, “Öğretim Görevlisi” % 39.6, “Yardımcı
Doçent” % 37.6, “Doçent” % 34.1, ve Profesör % 30.2’ dur. Tablo-2’deki “Öğretim Elemanları” sayı
ve oranları ile tablo-3’deki oran ve sayılar arasındaki kısmi farklılıklar, verilerin tarihleriyle ilgilidir.
Kamu personelinin en çok kadın tarafından temsil edilen “Öğretim Elemanları”nda özellikle “Araştırma
Görevli”lerinde kadın oranının yüksekliği gelecekte ağırlığı kadınlardan oluşan bir akademik personel
ile karşılaşılacağı anlaşılmakta olup, bu durum sevindirici bir gelişmedir.
Çalışmada ikinci odak noktasında ise Yönetici (üst düzey) olarak kadının varlığı ele alınmıştır.
Bu bağlamda tablo-3’de yıllar itibariyle (2008-2014) genel olarak Türkiye’de kamu kurum ve
kuruşlarında görevli üst düzey yöneticilerin cinsiyet dağılımı gözlenmektedir.
DPB “Üst Düzey Yöneticileri”: Bakan Yardımcıları, Müsteşar, Müsteşar Yardımcısı, Valiler,
Vali Yardımcıları, Kaymakamlar, Bağlı Kurum Başkanı, Bağlı Kurum Başkan Yardımcısı, Bakanlık
Bünyesindeki Genel Müdürler, Bağlı Kurum Genel Müdürleri, Genel Müdür, Genel Müdür
10
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Yardımcısı, Kurul Başkanı, Kurul Üyeleri, Kurum Bünyesinde Başkan, Daire Başkanı Unvanları,Bölge
Müdürleri, Bölge Müdür Yardımcıları, İl Müdürleri, Başkanlık Müşaviri, Bağlı Kurum Başkan
Yardımcıları, İlişkili Kurum Başkan Yardımcıları, İlgili Kurum Başkan Yardımcıları, İlgili Kurum
Başkanları, Bağlı Kurum Başkanları, İlişkili Kurum Başkanları ve Yargı Organları Başkanları (DPB,
2015, www.dpb.gov.tr) olarak kabul etmektedir.
Tablo-3: Cinsiyet Ayrımlı Üst Düzey Yönetici Memur Sayıları
Yıl
2008
2009
2010
2011
2012
2013
2014
Kadın
507
546
519
485
603
636
663
Kadın %
7,32
7,79
7,70
7,57
7,89
7,82
8,00
Erkek
6.409
6.448
6.219
5.919
7.037
7.500
7.625
Erkek %
92,59
91,98
92,30
92,43
92,11
92,18
92,00
Toplam
6.922
7.010
6.738
6.404
7.640
8.136
8.288
Kaynak: (DPB - Kamu Personel İstatistikleri, 2015, www.dpb.gov.tr)
Tablo-3’de yer alan sayı oranlar ezici bir erkek egemen üst düzey yönetici profilini
sergilemektedir. Yedi yıllık bir zaman zarfında (2008-2014) genel olarak bir değişimden söz
edilememektedir. 2014 yılı için % 8’lik kadın üst düzey yönetici oranına karşılık, % 92’lik bir erkek
oranı görülmektedir.
Türk kamu yönetiminde personel olarak varlığında söz edebileceğimiz kadınların üst düzey
kadro ve pozisyonlarda görülmediği anlaşılmaktadır. Toplam personelin % 36.51’lik oranını oluşturan
kadınlar en azından aynı seviyede “Üst Düzey Yönetici” olarak temsil edilmelidir. Oranlardan
anlaşılacağı üzere Türk Kamu Yönetimde çalışan kadın personeller çok büyük oranda yöneten değil
fakat yönetilen konumundadırlar.
4. AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANLIĞI’NDA KADIN PERSONEL VE
YÖNETİCİLER
03.06.2011 tarihli ve 633 sayılı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameyle kurulan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı (ASPB), Aile
ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Engelli ve Yaşlı
Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Kadın Statüsü Genel Müdürlüğü, Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü,
Gazi ve Şehit Yakınları Daire Başkanlığı ve diğer bazı kurumlardan oluşmaktadır.
Bakanlık bünyesinde bulunan genel müdürlükler Türkiye’de düzenlenen ve yapılan sosyal
yardım faaliyetlerinin önemli bir kısmını yerine getirmektedirler: Evde bakım ücreti, huzurevleri ve
çocuk yuvaları, kömür dağıtımı, okullarda dağıtılan ücretsiz kitaplar, engelli maaşları, asker yakını
aylığı gibi çok geniş hizmet ağına sahiptir.
“Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı” (ASPB), kurulduğu tarihten bugüne kadar (31.03.2015)
iki kadın bakan ve bakan yardımcıları tarafından temsil edilmiştir. İlk müsteşarı erkek olan ASPB şuan
kadın müsteşar tarafından yönetilmektedir. Kurulduğunda bünyesine kattığı kurum ve kuruluşlardan
dolayı (çocuk ve genç yuvaları gibi) kadın personel oranı Türkiye’deki çalışan kadın kamu personeline
oranla yüksektir. Bu açıdan Tablo-4’e bakıldığında:
Tablo-4: ASPB Merkez ve Taşra Teşkilatı Personeli ve Cinsiyet Dağılımı (31.12.2014)
ASPB Merkez Teşkilatı Personeli ve Cinsiyet Dağılımı
Cinsiyet
Kadın
Kadın %
Erkek
Erkek %
Oranlar
597
43
777
57
Toplam
Personel
1.394
ASPB Taşra Teşkilat Personeli ve Cinsiyet Dağılımı
Cinsiyet
Kadın
Kadın %
Erkek
Erkek %
Oranlar
5.267
44
7.257
56
Kaynak: (ASPB-2014 Yılı Faaliyet Raporu, 2015: 46-47)
11
Toplam
Personel
13.019
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Tablo-4’de ASPB’nın merkez teşkilatının % 43’u kadınlardan % 57’si erkeklerden, taşra
teşkilatının ise; % 44’u kadınlardan % 56’si erkeklerden oluşmaktadır. DPB verilerine göre Türkiye’de
kamu personelinin % 36.51’i kadınlardan oluşmakta, bu oranlar ölçüsünde bakıldığında kadın personel
yönünden ASPB merkez ve taşra teşkilatı oldukça iyi bir oran yakalamıştır. ASPB’nın merkez
teşkilatında; bakan, bakan yardımcısı ve müsteşar kadın, ama dört müsteşar yardımcısı erkeklerden
oluşmaktadır. ASPB’nin merkez teşkilatının diğer bileşenleri tablo-5’da görülmektedir:
Tablo-5: ASPB Merkez Teşkilatı Birim Üst Yöneticileri Cinsiyet Dağılımı
ASPB Merkez Teşkilatı Birimleri
GMY/DBY/ BŞYGMY/DBY/ BYKadın (K)
Erkek (E)
Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü
E
0
3
Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü
E
0
3
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü
K
2
0
Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü
E
1
2
Engelli Ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü
E
1
2
Denetim Hizmetleri Başkanlığı
E
1
4
İç Denetim Birimi Başkanlığı
E
1
2
Strateji Geliştirme Başkanlığı
E
0
2
Şehit Yakınları Ve Gaziler Dairesi Başkanlığı
K
0
1
Avrupa Birliği Ve Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı
E
0
0
Eğitim Ve Yayın Dairesi Başkanlığı
E
0
0
Hukuk Müşavirliği
E
BY
BY
Bilgi İşlem Dairesi Başkanlığı
E
BY
BY
Personel Dairesi Başkanlığı
E
1
0
Destek Hizmetleri Dairesi Başkanlığı
E
0
2
Basın Ve Halkla İlişkiler Müşavirliği
K
BY
BY
Özel Kalem Müdürlüğü
E
BY
BY
Döner Sermaye Merkez Müdürlüğü
E
BY
BY
ARA TOPLAM
14 E - 4 K
7K
21 E
GENEL TOPLAM
35 E – 11 K
Kaynak: (ASPB-Birimler, 2015, www.aspb.gov.tr. verilerinden derlenerek hazırlanmıştır)
GM/DB/B/M
GM/DB/B/M: Genel Müdür, Daire Başkanı, Başkan, Müdür--GMY/ DBY/ BŞY: Genel Müdür
Yardımcısı, Daire Başkanı Yardımcısı, Başkan Yardımcısı--BY: Birim Yok.
Tablo-5’da görüldüğü gibi ASPB’nin üst düzey yöneticilerinin çok büyük çoğunluğunu erkekler
oluşturmaktadır. Tablo-6’da 18 birimin sadece 4’ünde üst düzey yönetici kadınlardan oluşmakta,
yardımcılılıklarda ise toplam 28 olan sayının sadece 7’si kadınlardan oluşmaktadır. Toplamada üst
düzey yönetici ve yardımcılarının 35’ü erkeklerden, 11’i ise kadınlardan oluşmaktadır.
Merkez teşkilatın en önemli uzantısı taşra birimleri yani il müdürlükleridir. Bu açıdan ASPB’ye
bakıldığında 81 ilin sadece 4’ünde kadın il müdürleri (Burdur, Diyarbakır, Kırıkkale, Tokat) kalan 77
ilin tamamının il müdürleri erkeklerden oluşmaktadır (ASPB-İl müdürlükleri, 2015, www.aile.gov.tr)
Ayrıca il müdür yardımcılarından ise durum il müdürleri sayılarından daha kötü bir seviyededir.
ASPB’nin Etik Komisyonu ise 1 başkan ve 4 üyeden oluşmaktadır. Başkan ve üyeler merkez teşkilatında
görevli üst düzey yöneticilerden oluşturulmuş ve tamamı erkektir (ASPB-Etik Komisyonu, 2015,
www.aile.gov.tr). Araştırma kapsamında merkez ve taşra birimlerinin üst düzey yöneticilerinin cinsiyet
dağılımlarına bakılmıştır. Üst düzey yöneticilerin dışındaki yöneticilerde cinsiyet dağılımı daha da erkek
yanlısı bir yapılanmadan oluşmaktadır.
Bu oranlar ve sayılardan sonra genel olarak ASPB’nin üst düzey yöneticileri DPB üst düzey
yönetici tablosuyla karşılaştırılmıştır. Tablo-6’deki oran ve sayılara bakıldığında:
12
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Tablo-6: ASPB ve DPB Üst Yönetici Sayılarının Karşılaştırması
ASPB
DPBTürkiye
Yıl
Kadın
Kadın %
Erkek
Erkek %
2015
(01.01.2015)
Yıl
17
14
121
86
Kadın
Kadın %
Erkek
Erkek %
Toplam
Personel
148
Toplam
Personel
8.288
2014
663
8
7.625
92
(31.12.2014)
Kaynak:(ASPB-Birimler, 2015, www.aile.gov.tr,DPB-Kamu Per. İstatistikleri, 2015, ww.dpb.gov.tr)
Tablo-6’de ASPB’nın “Üst Düzey Yönetici” oranları % 14 kadın, % 86’si ise erkeklerden
oluşmakta, DPB verilerine Türkiye’de genel olarak “Üst Düzey Yönetici” oranları % 8’dir. Bu açıdan
bakıldığında Türkiye geneline göre nispeten daha çok kadın “Üst Düzey Yönetici” bulunmaktadır. Ama
iki neden dolayı bu “nispetenlik” durumu yine geleneksel ezici erkek çoğunluğu değiştirememektedir,
bunlar: (1) DPB verilerine göre Türk Kamu Personelinin % 36,51 kadınlardan oluşmakta iken yine
Türkiye geneli “Üst Düzey Yönetici” oranı % 8’dir. ASPB ise bu oran tüm personelin % 43,5
kadınlardan oluşmakta iken % 14’ “Üst Düzey Yönetici”dir. Basit oran ve orantıda bile ASPB’nin
Türkiye geneli üst düzey yönetici oranı yönünden çokta farklılaşmadığı görülmektedir.
(2) ASPB’ye yüklenen sembolik “kadının varlığı”ndan dolayı, “Üst Düzey Yönetici”lerinden Bakan
Yardımcısı (1 kişi) , Müsteşar (1 kişi) ve Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (3 kişi) bağımsız tutularak
bir değerlendirme yapıldığında, genel olarak Türkiye ortalamasındaki % 8’lik üst düzey kadın yöneticiye
denk gelen ve hatta daha da aşağı bir oranı oluşturmaktadır.
SONUÇ
“Kadının Varlık Mücadelesi” belki de ilk var olmaya başladığı dönemden beridir süregelen bir
durum olarak insanlık tarihindeki yerini almaktadır. Tarihsel süreçte kısa bir dönem (neolitik çağ) hariç
dünyayı eşit oranda paylaştığı erkekten hep arka sıra gelmiş ve bu düzen günümüzde de devam
etmektedir. Kadının çalışma hayatına girmesiyle birlikte mevcut erkek yanlısı düzen burada da yoğun
bir şekilde kendini hissettirmiş, kadın ya çalışan ya da yönetilen sınıf olmadan çokta öteye geçememiştir.
Özellikle hizmet sektörünün yaygınlaşmasıyla birlikte artan kadın çalışan sayıları, günümüzde daha
yoğun bir oransal büyüklüğe ulaşmıştır. Özellikle gelişmiş ülkelerde kadının toplumun tüm
alanlarındaki varlığı, etkisini arttırarak devam etmektedir. Belki de gelişmiş, demokratik ve zengin
ülkelerin bu düzenlerini sürdürmelerinin temel faktörlerinden biride kadının toplumun tüm alanlarında
ve özellikle çalışan ve yönetici olarak varlıklarının artmasında aranabilinir.
Türkiye, Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte kadının toplumda var olabilmesi için bazı
düzenlemeler yapmıştır, ama bu düzenlemeler koruma amaçlı olduğundan kadının çalışan ve yönetici
olarak toplumdaki yerini alması 1950’lerden sonra başlamıştır. Özellikle kamu sektöründe var olmaya
başlayan kadınlar zamanla önemli bir oransal büyüklüğe gelmişlerdir. 2015 yılı itibariyle Türk Kamu
Personel Sisteminin içerisinde kadın personel oranı yaklaşık % 37’lerde bulunmaktadır. Türkiye’de
kamu personeli olmada cinsiyet ayırımının bulunmaması bu durumu sağlamıştır. Özellikle
akademisyenlerin yaklaşık % 42’sinin kadınlardan oluşması (araştırma görevlilerinde yaklaşık % 52’si
kadınlar) gelecekte personel olarak kadının varlığının artacağını göstermesi açısından önemli bir
seviyedir. Fakat Türk Kamu Personel Yönetiminde tüm üst düzey yöneticilerin % 92’sinin erkeklerden
oluşmaktadır. Bu durum önemli bir tezatlık oluşturmaktadır. Bu oranlar karşısında kadın yönetilen
konumundan öteye geçememektedir.
Araştırmada konu edilen ASPB’de ise, bu durumun farklılaşmadığı genel olarak veriler
çerçevesinde ortaya koyulmuştur. Türk Kamu Personel Yönetiminde yer alan “personel” oranlarına göre
daha fazla kadın personelin olduğu ASPB’de, mevcut iktidarın yüklediği sembolik “kadının varlığının”
bile üst düzey yönetici kadrolarında görülmediği sayılar ve oranlar çerçevesinde ortaya koyulmaya
çalışılmıştır. Bu bağlamda; öncellikle “yönetici” ve “üst düzey yönetici” kadrolarına atamalarda
ayırımın ortadan kaldırılması, kadın kotasının getirilmesi (% 40), cinsiyete dayalı kamu personel
rejimine yönelik yasal düzenlemelerin ele alınması, yalnız ASPB değil, diğer bakanlıklarda da kadının
sadece yönetilen olmayan, fakat yönetici kadrolarında yer alması için tüm engellerin
13
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
kaldırılması ve cinsiyete dayalı olmayan bir yönetim anlayışının geliştirilmesi gerekmektedir. Son
olarak Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsünde (TODAİE) kadın yönetici yetiştirme
programları geliştirilmesi için çalışmalar yapılmalı, İİBF ve diğer fakültelerde kadın çalışmaları için
dersler ve müfredat düzenlemeleri oluşturulmalıdır.
KAYNAKÇA
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı (ASPB), (2015), “Birimler”, “İl M üdürlükleri”, “Etik Komisyonu”, Erişim Tarihi:
10.03.2015, http://www.aile.gov.tr/birimler.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı (ASPB), (2015), 2014 Yılı Faaliyet Raporu, Erişim Tarihi: 10.03.2015,
http://sgb.aile.gov.tr/duyurular/aile-ve-sosyal-poltikalar-bakanligi-2014-yili-idare-faaliyet-raporu.
AKGÜNER, T. (2009), Kamu Personel Yönetimi, İstanbul: Der Yayınları.
AYDIN, A. H. (2008), Yönetim Bilimi, Ankara: Seçkin Yayınevi.
BİLGİN, K. U. (2011), “İnsan Kaynakları Yönetimi ve Türk Kamu Personel Yönetimi”, Türkiye’de Kamu Yönetimi ve
Kamu Politikaları (ed. F. Kartal), Ankara: TODAİE Yayınları Yayın No: 357, s.221-240.
Devlet Personel Başkanlığı (DPB), (2015), “Kamu Personel İstatistikleri”, Erişim Tarihi: 10.03.2015,
http://www.dpb.gov.tr/tr-tr/istatistikler/kamu-personeli-istatistikleri,
ERYILM AZ, B. (2011), Kamu Yönetimi, Ankara: Okutman Yayıncılık.
GEYLAN, R., Z. Tonus, D. Kağnıcıoğlu, S. Benligiray, A.B. Baraz, D. Ergun Özler (2013), İnsan Kaynakları Yönetimi,
Ankara: AÖF Yayınları.
M UCUK, İ.(1996), M odern İşletmecilik, İstanbul: Türkmen Kitabevi.
ÖZTEKİN, A. (2005), Yönetim Bilimi, Ankara: Siyasal Kitabevi.
PARLAK, B. (2013), Yönetim Bilimi ve Çağdaş Yönetim Teknikleri, İstanbul: Beta Basım A.Ş.
TORTOP, N.i, B. Aykaç, Hüseyin Yayman (2013), İnsan Kaynakları Yönetimi, Ankara: Nobel Yayın.
TORTOP, N. (1994), Personel Yönetimi, Ankara: İlk-San M atbaası.
Türk Dil Durumu (TDK), (2015), “Personel”, Erişim Tarihi: 20.03.2015, http://www.tdk.gov.tr/index.php?option
SEZEN, S. (2013), “Yeni Kamu Yönetimi Baskısı Karşısında Türk Kamu Yönetiminde İstihdam”, Kamu Yönetiminde
Değişim ve Güncel Sorunlar (ed. E.G İspir), Ankara: TODAİE Yayınları, No: 372, s.291-310.
ŞAHİN, Y. (2014), Yönetim Bilimi ve Türk Kamu Yönetimi, Bursa: Ekin Basım Yayın Dağıtım.
657 Devlet M emurları Kanunu, Erişim Tarihi: 02.03.2015, http://mevzuat.meb.gov.tr/html/dmk.html.
1982 Anayasası, Erişim Tarihi: 02.03.2015, http://www.anayasa.gov.tr/M evzuat/Anayasa1982/.
14
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
2000 Sonrası Türkiye Sinemasında Kadınlararası Arkadaşlık ve Dayanışma: “Kurtuluş
Son Durak”ta İnen Erkekler
Women’s Friendship and Solidarity in Turkish Cinema After 2000’s: A Case Study
“Kurtulus Son Durak”
Aslıhan DOĞAN TOPÇU1
1Doç.
Dr. M ersin Üniversitesi, İletişim Fakültesi, M ersin, Türkiye [email protected]
ÖZET: Arkadaşlık ve dayanışma kavramı, edebiyatta, tiyatroda ve sinemada çokça işlenmiştir. Sinema tarihine
bakıldığında özellikle geleneksel ataerkil bakış açısına sahip popüler anlatılarda erkek kahramanlığı gibi erkek arkadaşlığı ve
dayanışmasının da yüceltildiği görülmektedir. Bu tür filmlerde kadınlar genellikle ikincil konumlardadırlar ve kadınlararas ı
arkadaşlık ve dayanışma ya yoktur ya da bu normal gösterilerek sıradanlaştırılır. Anlatının merkezinde kadın karakterler yer
alıyorlarsa bu konum ya kadınlara atfedilen olumsuz özelliklerle elde edilmiş ya da eril özelliklerle donatılmış olmalarıyla
sağlanmış gösterilir. Dünyada 1960’lar, Türkiye’de ise 1980’lerden itibaren kadın hareketinin yükselişiyle birlikte erkek
anlatılarının dışında bir anlayışla üretilen kadın kahramanlı filmler görülmeye başlanmıştır. Ancak yine de popüler sinemanın
egemen yaklaşımının dışında kalan yani anlatıda etkin kadın kahramanların ve onların arkadaşlık ve dayanışma hikâyelerinin
görüldüğü filmler hem dünya hem de Türkiye sinemasında görece daha azdır ve bu nedenle bu filmler özellikle ele alınmalı,
incelenmelidir. Bu amaçla bu çalışmada nitel bir analizle kadın hareketinin giderek yaygınlaştığı ve ayrıca yeni Türkiye
sinemasının örneklerinin görüldüğü 2000 sonrasında çekilen filmlerden dördünde kadınlarası arkadaşlık ve dayanışma
kavramsal olarak ve kategoriler üzerinden incelenerek, özellikle Kurtuluş Son Durak (2012) filmi üzerinden bir okuma
gerçekleştirilmiştir.
Anahtar sözcükler: Sinema, kadın, erkek,
ABS TRACT: The concept of solidarity and friendship has often been used in literature, theatre and cinema. Film
history has a large number of movies that dignify male friendship and solidarity between men from a patriarchal perspective.
These kinds of movies subordinate female characters and ignore friendship and solidarity between women. After 1960s by the
rise of feminism, movies that focus female characters and locate themselves outside of the male narratives have come in sight.
In Turkey this transition occurred after 1980s. But still, narratives that locate outside of the hegemonic patriarchal perspective
of popular cinema are few in number either in world cinema or in Turkish cinema and therefore this must be examined. For
this purpose this paper aims to explore solidarity and friendship between women in four Turkish films shot after 2000s,
especially Kurtuluş Son Durak (2012) and make a qualitative analysis.
Keywords: Cinema, women, man
.
1.GİRİŞ
“Birbirlerine karşı sevgi ve anlayış gösteren kimselerden her biri” olarak tanımlanan arkadaşlık
kavramı (Doğan Topçu, Özsoy ve Topçu, 2002: 41), gündelik hayattan kalkarak farklı bilimsel
disiplinlerin konusu olmuş, edebiyatta, tiyatroda ve sinemada 13 çokça işlenmiştir. Sinema tarihine
bakıldığında arkadaşlık kavramı yanı sıra bu kavram içerisinde var olan dayanışmanın14 çoğunlukla
erkekler üzerinden işlendiğini söylemek mümkündür. Erkek egemen yapısıyla bilinen Hollywood’da
olduğu gibi Yeşilçam sinemasında da çoğunlukla arkadaşlık, dayanışma ve dostluk kavramları
erkekliğin bir gereği olarak yüceltilerek, erkek karakterler üzerinden verilir.
Popüler sinema anlatılarında kadınlar, genellikle kahraman olarak yer almazlar. Bu metinlerde
kadınlar, popüler anlatıların geleneksel ataerkil yapısına uygun şekilde erkeğin arkasında ve ona tabi
konumdadırlar. Ataerkil bakış açısıyla şekillenmiş geleneksel sinemada, kadın karakterler anlatın ın
merkezinde yer almışlarsa ya erkeğe özgü nitelik ve özelliklerle donatılmış kahramanlardır ya da
kadınlara atfedilen olumsuz özelliklerle (cazibe, entrika vb.) o konumu elde etmiş gösterilirler. Bu tür
filmlerde kadınlar çoğunlukla diğer kadınlara karşı rekabet, hırs ve ihanet içinde olan kötücül varlıklar
olarak sergilenir. Bu egemen yaklaşımın dışında kalan ve olay örgüleri kadın karakterler üzerine kurulu
filmler, dünyada 1960’lar, Türkiye’de ise 1980’lerden itibaren kadın hareketinin yükselişiyle birlikte
görülmeye başlanmıştır. Ancak yine de popüler sinemanın egemen yaklaşımının dışında kalan yani
anlatıda etkin kadın kahramanların ve onların arkadaşlık ve dayanışma hikâyelerinin görüldüğü filmler
hem dünya hem de Türkiye sinemasında görece daha azdır. Bu nedenle bu filmlerde kadınlararası
arkadaşlık ve dayanışmanın nasıl sunulduğu özellikle ele alınmalı, incelenmelidir. Bu
Bu çalışma, Doğan Topçu, Özsoy ve Topçu tarafından yazılmış ve 2002 yılında G.Ü. İletişim dergisi S.15’te yayımlanmış olan “Atıf
Yılmaz’ın Filmlerinde Kentli Orta Sınıf Kadınların Arkadaşlıkları” başlıklı makalenin bıraktığı yerden (1987) hareket ederek, o çalışmada
incelenmiş olan örneklerden neredeyse yirmi yıl sonra çekilmiş olan filmler üzerinden Türk sinemasında 2000’lerde kadınlararası arkadaşlık
ve dayanışmanın nasıl sunulduğunu, herhangi bir değişiklik olup olmadığını ve varsa sebep ve sonuçlarını ortaya koymaya çalışmaktadır.
14
Dayanışma “ bir topluluğu oluşturanların duygu, düşünce ve ortak çıkarlarda birbirlerine karşılıklı bağlanması” (TDK, 1988, s.342).
13
15
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
amaçla yola çıkılan bu çalışmanın evrenini, Türk sinemasında kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma
içeren filmler oluşturmaktadır. Çalışma, anlatının merkezinde kadın karakterlerin yer aldığı,
kadınlararası arkadaşlık ve dayanışmanın görüldüğü filmler ile sınırlıdır. Çalışmanın evrenini Türk
sinemasında kadınlararsı arkadaşlık ve dayanışma içeren filmler oluştururken örneklemini, kadın
hareketinin giderek kurumsallaştığı ve ayrıca yeni Türkiye sinemasının örneklerinin görüldüğü 2000
sonrasında çekilen dört film( İki Genç Kız, 2005; Vicdan, 2008; Araf, 2012; Kurtuluş Son Durak, 2012)
oluşturmaktadır. Çalışmanın varsayımını, 2000 sonrasında Türkiye sinemasında çekilen filmlerde yer
alan kadınlararası arkadaşlık ve dayanışmanın önceki dönemlere oranla değiştiği ve artık sadece ataerkil
ideolojinin biçimlendirmesi ile değil, bu farklı özellikteki yönetmenlerin kadınlararası arkadaşlık
ve dayanışma kavramına bakışlarının farklı olduğu ve bunda topluma yayılan kadın hareketinin
etkisinin olduğu düşüncesi oluşturmaktadır. Sözkonusu filmler ilk önce elbette ortak noktaları olan ve
bu çalışmanın dayandığı kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma kavramına uygun olmaları sebebiyle
seçilmişlerdir. Ayrıca dört film, tek tek hem çalışmanın sınırlılığını oluşturan 2000 sonrasında üretilmiş
olmaları ve hem de yönetmenlerinin özgün özellikleri nedeniyle belirlenmiştir. İki Genç Kız, yönetmeni
Kutluğ Ataman’ın geleneksel Yeşilçam-Türk sineması içerisinden film üretmeyen bir yönetmen olması
sebebiyle, Vicdan 15 yönetmeni Erden Kıral’ın Türk sineması geleneğini bilen ve aynı zamanda da yeni
Türkiye sinemasına geçiş döneminde filmler üretmeye devam eden bir yönetmen olması nedeniyle, Araf
yönetmen Yeşim Ustaoğlu’nun hem yeni Türkiye sineması içinden hem de kadın yönetmen olması
yüzünden ve Kurtuluş Son Durak, Araf ile aynı dönemde çekilmiş genç bir erkek yönetmenin (Yusuf
Pirhasan) filmi olma özelliğiyle seçilmiştir. Bu filmlerden Kurtuluş Son Durak üzerinde özellikle
durulmuştur. Sözkonusu filmlerde yer alan kadınlarası arkadaşlık ve dayanışma O’Connor ve
Block&Greenberg’in öne sürdüğü kavramsal çerçeve ve kategoriler üzerinden nitel bir analiz
gerçekleştirilmiş, özellikle Kurtuluş Son Durak (2012) filmi üzerinden bir okuma gerçekleştirilmiştir.
1.1. Kadınlararası Arkadaşlık ve Dayanışmanın Kavramsal Çerçevesi ve Kategorilendirme
Arkadaş “birbirlerine karşı sevgi ve anlayış gösteren kimselerden her biri” olarak tanımlanırken
arkadaşlık kavramı ise “birlikte bulunmak, birbirine eşlik etmek, omuzdaşlık, ahbaplık” (TDK, 1988,
s.86) olarak tarif edilmektedir. Arkadaşlık ve dayanışma denildiğinde sanki genellikle erkek
arkadaşlığından bahsediliyor gibi algılanır çünkü Block ve Greenberg (2002, s.1) toplumda kadınlararası
arkadaşlığın en iyi korunan sırlardan biri olduğunu ve kadınların öbür kadınlarla olan ilişkilerine kıyasla,
erkeklerle ve çocuklarla olan ilişkileri hakkında daha fazla şey söylenebildiğini belirtir ve onlara göre,
Batı kültürel geleneğinde kadınlar genellikle anne ya da eş olarak kimliklendirilir eğer erkeklerle bir
karşılaştırma yapılırsa kadınlararası arkadaşlık ve dayanışmanın yaygın olarak görmezden gelindiği
söylenebilir. Kadınlararası arkadaşlık, erkeklerin arkadaşlıklarına göre, “kadınların hayatında
araştırılmamış, verimli, engin bir alandır”(2002, s.1).
Arkadaşlık üzerine yapılan çalışmalarda, arkadaşlığa atfedilen anlamların daha çok cinsiyetlere
göre temellendirildiği görülmektedir (Doğan Topçu, Özsoy ve Topçu, 2002, s.43-44). Ataerkil cinsiyetçi
ideolojinin bakış açısıyla da uyumlu olan bu görüş, kadın ve erkeklerin farklı şekilde
toplumsallaştıklarına işaret eder ve bunu sonuçlarından biri olarak arkadaşlık anlayışlarının da farklı
geliştiğini ileri sürer. Buna göre, kız çocuklarının toplumsallaşma sürecinde kendi kimliklerin i
geliştirirken daha çok tabi/bağımlı ilişkiler geliştirdikleri, erkek çocuklarının ise daha bağımsız bir
gelişim gösterdikleri, dolayısıyla yetişkin olduklarında da kadınların görece daha bağımlı, erkeklerin ise
bağımsız ilişkiler geliştirdiklerini savunur. Bu görüşe göre bu farklılık kadınların ve erkeklerin
arkadaşlık anlayışlarına da etki eder. Hangi çerçeveden bakılırsa bakılsın toplumda kadınların ve
erkeklerin arkadaşlık anlayışları klasik ataerkil kadın/erkek cinsiyet rolü paradigmasından
beslenmektedir.
15 Bu
çalışmanın öncüsü olan Doğan Topçu, Özsoy ve Topçu’nun 2002 tarihli “Atıf Yılmaz Filmleri’nde Kentli Orta Sınıf
Kadınların Arkadaşlıkları” makalesi bu alanda bilinen Türk Sineması odaklı kadınlararası arkadaşlık ve dayanışmaya ele
alan ilk özgün çalışmadır. Çalışma, Prof. Dr. S.Büker’in doktora dersi sırasında geliştirilmiştir. Bununla birlikte o öncü
çalışmanın yirmi yıl sonrasında alana yeniden bakmayı hedefleyen bu çalışmanın örneklemini oluşturacak 2000 sonrası
filmleri bulmak üzere literatür taraması yaparken Erden Kıral’ın Vicdan filmini N.Ulusoy’un bir çalışmasında
http://www.antropoloji.net/index.php?option=com_content&view=article&id=397:ulusal-antropoloji-kongresi-bildiriozetleri-abstract&catid=81&Itemid=476 farkederek incelemeye dahil ettiğimi de belirtmek isterim.
16
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Arkadaşlık konusunda yapılan genellemeler daha çok cinsiyetçi paradigmadan kalkılarak
tanımlandığı için genellikle iki cinsin arkadaşlık anlayışları da karşılaştırılarak, kıyaslanarak tarif edilir.
Bu çerçeveden bakıldığında bağımsız kişilikler geliştirdikleri varsayılan erkeklerin arkadaşlıkları ve
dayanışması, zor kazanılan, özel ve değerli addedilirken kadınların arkadaşlık ve dayanışma
hikayelerine ilişkin iki başat tavır göze çarpar. Bunlardan ilki, kadınların cinsiyetçi ideolojiye uygun
biçimde duygusal, samimi, kırılgan vb. gibi özelliklerle, kalıpyargılarla tanımlanmalarından doğan bir
yaklaşımla kadınlararası arkadaşlık ve dayanışmayı olağanlaştırarak gözardı etmek, ikincisi ise kadınları
cinsiyetçi ideoloji çerçevesinde atfedilen olumsuz özellikler üzerinden genelleyerek, kadınlararası
arkadaşlık ve dayanışmanın olamayacağı düşüncesi üzerine kuruludur. Birinci görüşün ardında yatan
anlayışta, kadınların toplumsallaşma döneminde görece daha çok bağımlı ilişkiler kurma eğiliminde
oldukları düşünüldüğü için, kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma da bu durumun doğal, olağan,
sıradan, normal bir sonucu olarak görülmekte ve erkek dostluğuna göre daha az değerli sayılmaktadır.
İkinci görüşün ardında yatan anlayışta ise kadınlar olumsuz özellikler (rekabetçi, hırslı, entrikacı vb.)
içeren cinsiyetçi kalıpyargılarla tanımlandığı için kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma imkansız olarak
sunulur. Block ve Greenberg’in (2002: 2) de belirttiği gibi kadınların bu türden olumsuz özelliklerle
karakterize edildiği pek çok popüler kültür ürünü bulunmaktadır. Bu türden metinlerde kadınlar
çoğunlukla diğer kadınlara karşı rekabet, hırs ve ihanet içinde olan kötücül varlıklar olarak sergilenir.
Böylece kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma ya olağanlaştırılarak ya da marjinalleştirilerek
görmezden gelinir, yok edilir.
Kadınlarararası arkadaşlık ve dayanışmayı inceleyen kuramcılardan Pat O’Connor (1987) ve daha
sonra da Block&Greenberg (2002), arkadaşlık ilişkilerinin doğasını ve özelliklerini, yapılan alan
araştırmalarından yola çıkarak incelemişlerdir. O’Connor (aktaran Doğan Topçu, Özsoy ve Topçu,
2002, s. 46-48) kadınlararası arkadaşlığı onların medeni durumları evli/bekar/dul) üzerinden sistematize
eder ve kadınlararası arkadaşlığın çerçevesini bu şekilde belirler. O’na göre «evli» kadınların
arkadaşlıkları daha çok eşleri ve onların sınıfsal konumu dolayımıyla tarif edilirken
«bekar» kadınlar, amaç ve problemlerinin benzer olmasından kaynaklı olarak hayata karşı tampon
oluşturma ve eğlence amaçlı arkadaşlıklar kurarlar. «Dul» kadınların arkadaşlıkları ise ayrılık veya eş
ölümü sonrasında akrabalık ya da çift olarak kurdukları eski ilişkilerden uzaklaşma isteği içerir ve daha
çok psikolojik kökenli duygusal destek arayışı ile karakterize olur.
Block ve Greenberg’e (2002, s.3) göre “kadınlararası arkadaşlık kimi zaman sevgiden çok sıklıkla
hayal kırıklıkları, kıskançlık, kızgınlık, aldatmayı içeren kompleks düzenlemelerdir. Gerçekten kadınlar
için yakın arkadaşlığın başarılması neredeyse imkansızdır. Popüler kültüre göre kadınlar birbirlerine
güvenmezler, diğer kadınlar için iyi şeyler söylemezler ve kadınlar doğaları gereği, bir erkeği elde etmek
için birbirleriyle … rekabet ederler”. Ancak bu olumsuz tanımlamalar tarihsel olarak bozulmuş ve
abartılmıştır. Gerçekte kadınlarasındaki arkadaşlık, erkeklerinkine göre daha derin, daha kalıcı ve daha
çoktur. Kadınların cinsiyet rolleri açısından eğitimi, erkelere göre onları diğerleriyle daha içten, samimi,
yakın ilişkiler kurmaya hazırlar (2002, s.3).
Kadınlar genellikle rekabetçi engellerin ötesinde hareket ederek, gerçek duygu ve
düşüncelerini birbirleriyle paylaşmaktan çekinmezler. İyi dönemlerinde olduğu kadar
kötü dönemlerinde de birbirlerine destek olurlar; birbirlerinin zayıflıklarını ve hatalarını
kabul eder ve zaferlerini olduğu kadar yenilgilerini de paylaşırlar. Kısacası, kadınlar
birbirleri için savunmasız ve kolay incinir olabilirler. Bu savunmasızlık, yakınlığın, sıkı
dostluğun eğlence ve ızdırabını da beraberinde getirir. Kadınlararası arkadaşlık
anne kız ilişkisindeki gibi seyrek olarak orta şiddettedir. Onlar yoğun biçimde sevgi
dolu, besleyici, destekleyicidir; yollarını şaşırdıklarında yalancı, hileci/hain
ve tehlikeli/güvenilmez olurlar. Yakın arkadaşlık, duyguların yoğunluğundan
doğar (2002, s.3).
Buna göre erkeklerin arkadaşlıkları yanyana iken kadınların arkadaşlıkları yüzyüzedir; erkekler
arkadaşlarıyla daha çok ortak ilgi alanları, iş, eğlence vb. için biraraya gelirken kadınların daha yakın,
içten ilişkiler kurdukları ve duygularını paylaştıkları söylenmektedir (O’Connor’dan aktaran Doğan
Topçu, Özsoy,Topçu, 2002, s.44).
17
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
1.2. Sinemada Kadınlararası Arkadaşlık ve Dayanışma
Kadınlararası arkadaşlık, dayanışma kavramları ile ilgili önemli bir sorun yukarıda da belirtildiği
gibi, popüler kültür ürünlerinde kadınlararası arkadaşlığın düşmanlık, rekabet vb. olumsuz özelliklerle
sunulmasıdır (Block ve Greenberg, 2002, s.2). Gerçekten de genellikle popüler sinema anlatılarında
kadınlar, geleneksel ataerkil yapıya uygun şekilde erkeğin arkasında ve ona tabi, ikincil konumlarda
bulunurlar. Ataerkil bakış açısıyla şekillenmiş geleneksel sinemada çoğunlukla kadın karakterler
anlatının merkezinde yer almışlarsa ya erkeğe özgü nitelik ve özelliklerle donatılmış kahramanlar ya da
kadınlara atfedilen olumsuz özelliklerle (entrika, şehvet, cazibe) o konumu elde etmiş karakterler olarak
gösterilirler. Elbette bu genellemelerin dışında kalan pek çok film de bulunmaktadır. Ancak olay
örgülerinde kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma içermelerine rağmen bu filmlerde tamamen kadın
odaklı bir bakış olduğunu söylemek de iddialı olur. Bu filmlerde karşımıza çıkan iki nokta vardır.
Bunlardan ilki, kadınlararası arkadaşlık ve dayanışmayı yine popüler sinemanın kadına yönelik “eril
bakışı”nın nesnesi olarak konumlamaları ve eğer kadın karakter bu konumda değilse bu kez de
lezbiyenliğe atfedilebilecek göndermeler içermeleri ihtimali, ikincisi de bununla bağlantılı olarak bazı
filmlerde kadınlararası arkadaşlığın olağanlaştırılması, değersizleştirme eğilimi taşımalarıdır.
Bu egemen yapıdan farklı, yani kadın karakterlerin, geleneksel kadınlık rollerinin dışında
sunuldukları veya kadınlararası arkadaşlık ve dayanışmaya yer veren filmler, Hollywood sinemasında
özellikle ikinci dalga feminizmin yükselişinden sonra (1960’lar) daha yoğun biçimde görülür. Bu
filmlerin bir kısmı Hollywood sinema sistemi içerisinden gerçekleştirilirken bir kısmı da Hollywood
sistemi dışında film çeken yönetmenler tarafından çekilmiştir. One Sings, the Other Doesn’t (1977 –
A. Varda); Girlfriend (1978- C.Weill); Sisters, or The Balance of Happiness (1979 - M. von Trotta);
Thelma ve Lousie (1991- R.Scott); Fried Green Tomatoes (1991 – J.Avnet) , Set It Off (1996, G.Gray)
Me Without You (2001 - S. Goldbacher); Tiny Furniture (2010 – L.Dunham); Francesca Ha (2012-N.
Baumbach ) filmleri örnek olarak verilebilir.
2. Türk Sinemasında Kadınlararası Arkadaşlık ve Dayanışma
Kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma içeren filmler, dünya sinemasından biraz daha geç bir
tarihte, Türkiye’de ise siyasal ortamın değiştiği 1980’den sonra, yükselen kadın hareketinin ardından
görülmeye başlanmıştır. Esasında Türkiye’de kadın hareketinin yükselişine de zemin hazırlamış olan
ortam, ülkede, 1980’den yirmi, yıl kadar önceye gider. Türkiye’de 1960 sonrası giderek artan ve
1970’ler boyunca yükselerek devam eden siyasal gerilim ve çatışma ortamı bir yandan sinema seyircisini
sinema salonlarından uzaklaştırmış bir yandan da yönetmenlerin de siyasal içerikli olmayan filmler
yapma arayışını doğurmuştur. Bu filmler kimi zaman seks filmleri furyası olarak adlandırılanlarda
olduğu gibi, sokaklarda ve sinemada var olan erkek seyirciye yönelikken, kimi zaman da giderek evlere
çekilen kadın seyirciye de hitap edecek komedi filmleri ya da bazen dini duyguları sömürerek seyirci
çekmeye çalışan hazret filmleri” veya yine herkese yönelik olarak düşünülen şarkılı-türkülü- arabeskfilmlerdir.
Türk sinemasında kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma içeren ve olay örgüsü içerisinde
kadınlararası dayanışmanın başat olduğu ve etkin kadın karakterlere sahip belki de ilk film,
yönetmenliğini Kartal Tibet’in yaptığı 1983 yapımı Şalvar Davası’dır. Filmde büyük şehire gidip sonra
köyüne dönmek zorunda kalan Elif’in, köylü kadınları ilk önce doğum kontrolü ve cinsellik, sonrasında
da erkeklerle eşit toplumsal statü konusunda örgütlemesiyle başlayan bir direnişin, kadınlararası
arkadaşlık ve dayanışmanın hikayesidir. Film, eril bakışa hizmet eden Müjde Ar’lı kadını cinsel hazzın
nesnesi olarak konumlayan sahneler gözardı edilerek değerlendirildiğinde kendi dönemi için oldukça
ilerici mesajlar içerdiği saptanır. Şalvar Davası, ağaya ve erkek egemen düzene karşı güç bir mücadele
veren kadınların direnişinin yine kadınlara kırdırılma çabalarının bertaraf edilmesi ve sonunda
kadınların birlikte hareket etmeleri sayesinde kadınların zaferi ile biter. Ancak anlatıda kadınların
aslında sadece eşit toplumsal, cinsel konum istediklerinin altı kalınca çizilir. Film, sonu itibariyle de
kadın erkek eşitliğinin sağlanmasına yönelik geleceğe dair iyimser bir mesaj verilerek biter. Bu
yönleriyle Şalvar Davası, aslında, ataerkil ideolojinin kalıplarıyla çalışan erkek egemen Türk
sinemasında, kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma, kadın örgütlenmesi ve direnişine yer vermesi
nedeniyle oldukça önemli bir filmdir. 1980’lerin ikinci yarısından itibaren ise Atıf Yılmaz’ın yönettiği
ve daha çok kentli kadınların sorunları üzerine odaklanan ve kadın filmleri olarak bilinen filmlerde
(Dağınık Yatak, 1984; Dul Bir Kadın, 1985; Kadının Adı Yok, 1987) kadınlararası arkadaşlık ve
18
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
dayanışmanın örnekleri görülmektedir (Doğan Topçu, Özsoy ve Topçu, 2002). Bu filmlerde yer alan
kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma O’Connor’ın kadınlar arası arkadaşlığı onların medeni durumları
üzerinden değerlendirdiği kategorik yapı ile oldukça uyumludur (aktaran Doğan Topçu, Özsoy ve
Topçu, 2002, s. 41-59). Bu tarihten sonra kadınlararası dayanışma, Türk sinemasında kızkardeşler arası
ilişkilerin sorunlu hallerinden (A Ay, 1988 - R.Erdem) suçlu kadınlara ve onların dayanışma biçimlerine
doğru (Uçurtmayı Vurmasınlar,1989 –T. Başaran) ilerlemiştir. 1990’ların ilk yarısında kadınlararası
arkadaşlık ve dayanışma içeren anlatılar, Yavuz Özkan’ın İki Kadın (1992) filmi ile kadına yönelik
şiddet ve bir dönemin gündemdeki konusu fahişeye tecavüz konusunu da işleyerek devam etmiştir.
1990’ların ikinci yarısı, Türkiye sinemasını yeni ve farklı bir yapıya doğru taşır. 2000’lerin ilk
yarısını da içine alan bu dönem, yeni Türkiye sineması olarak adlandırılır. Artık, sadece kadınlar değil
Türkiye toplumunu oluşturan ve kadınlar gibi ikincilleştirilen tüm ötekiler (fahişeler, cüceler,
eşcinseller, etnik azınlıklar ve hegemonik olmayan erkekler) sinemamızda temsil edilmeye
başlanmıştır. 2000’lerin ikinci yarısına gelindiğinde içinde yeniden etkin kadın karakterlerin olduğu ve
olay örgüleri kadınlararası dayanışma ve arkadaşlık üzerinden ilerleyen filmleri görmeye başlarız.
2.1. 2000 Sonrası Türkiye Sinemasında Kadınlararası Arkadaşlık ve Dayanışma
2000’lerin ikinci yarısına gelindiğinde, kadınlararası arkadaşlık ve dayanışmayı konu edinen
filmlerden biri Perihan Mağden’in romanından uyarlanmış olan, Kutluğ Ataman’ın yönettiği İki Genç
Kız (2005) filmidir. Film, yeni tanışan ancak hemen çok yakın arkadaş olan Behiye ve Handan’ın
hikayesine odaklanır. Film, kadınlararası arkadaşlığın hem O’Connor (2002) ve hem de Block ve
Greenberg (2002) tarafından ileri sürülen tüm kuramsal yapısına uygun özellikler göstermektedir.
Anlatının düzenlenişi, yer yer Behiye’den Handan’a yönelen homoerotik arzuları ve olası lezbiyen
göndermeleri hissettirir Anlatıdaki karakterlerin arkadaşlığı (Behiye ve Handan ile Leman ve arkadaşı)
O’Connor’ın (aktaran Doğan Topçu, Özsoy ve Topçu, 2002, s. 41-59) kategorizasyonundaki
kadınlararası arkadaşlığın özelliklerini gösterir. Anlatı, ataerkil ideolojiye uygun klasik bir son ile
kapanmaz. Behiye, kadın ve erkek tüm bağlarından koparak tek başına özgürleşir. Film, bu açıdan
oldukça dikkate değerdir.
2008’de Erden Kıral’ın çektiği Vicdan ise iki kadın karakterin (Songül ve Aydanur)
çocukluklarından beri süren arkadaşlıklarında yaşanan olaylar üzerinden ilerler. Film, aynı erkeği seven
iki yakın arkadaştan Songül’ün kocası tarafından öldürülmesi, Aydanur’un da fahişe ve sonra da katil
olması ile biter. Ataerkil düzene aykırı davranan iki kadın arkadaş cezalandırılır. Bu filmde de kadın
karakterler (Songül ve Aydanur)“eril bakış”ın seyirlik nesnesi olarak sunulur ve yer yer eril arzuyu,
cinsel fanteziyi harekete geçirmek üzere lezbiyenliği çağrıştıracak planlara da yer verilir. Hatta bu türden
bir sahnenin sonunda kadın karakterlerden biri (Songül) kocası tarafından öldürülür. Böylece ataerkil
yapı dışına çıkmaya çalışan kadın, klasik Hollywood filmlerinde olduğu gibi ölümle cezalandırılır. Diğer
kadın ise “kötü yola” düşer. Sonunda ölmemek için öldürür. Filmde böylece iğdişlik tehditi olan kadın
yok edilerek ataerkil düzen kendini korur. Filmde kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma O’Coonnor’ın
kategorilerine uygunluk göstermekle birlikte, Block ve Greenberg’in (2002) dikkat çektiği kadınlararası
arkadaşlığın popüler anlatılardaki haliyle yanlış temsili de sözkonusudur. Anlatı, kadın karakterler ve
kadın arkadaşlığı üzerinden kurulu görülse de esasında ataerkil sisteme uygun kodlarla doludur ve bu
yönüyle klasik bir anlatısı vardır.
Yeşim Ustaoğlu’nun Araf (2012)’ında ise, Zehra ve iş yerinden arkadaşı Derya’nın arkadaşlığını
görürüz. Derya, kimi zaman Zehra’yı desteklerken kimi zaman da uyarır. Zehra’nın hamile kalmasından
Derya sorumlu tutularak saldırıya uğradıktan sonra kasabayı ve kendisine destek olmayan sevgilisini
terkeder. Kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma bu filmde de güçlü şekilde işlenir. Film, klasik ataerkil
düzene karşı gelen Zehra’nın cezalandırılmasıyla bitmemesi açısından önemlidir. Derya, bir anlamda
kendi yaşadıkları üzerinden Zehra’ya zaman zaman yol gösterirken bazen de kendi travmasının da
etkisiyle davranır. Film, anlatısı ve anlatının klasik yapıda olmayan sonu ile bir kadın yönetmen
tarafından ve kadın bakış açısıyla çekildiğini açıkça hissettirir.
2. 2. Kurtuluş Son Durak’ta İnen Erkekler
Yusuf Pirhasan’ın yönettiği Kurtuluş Son Durak (2012) kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma
açısından son yılların belki de en önemli filmidir. Anlatıda yer alan kadın karakterler, farklı toplumsal
sınıflar ile değişik etnik kökenlerden gelmektedir. Filmde ilk önce Eylem başından geçen aşk ve
19
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
yaşadığı ihanet anlatılır. Anlatı, Eylem karakterinin dışında, felçli babasına bakan Vartanuş; mafya
babası sevgilisinin kendisini sürekli oyaladığını bilmezlikten gelen eski pavyon şarkıcısı Goncagül;
çocukları için kendisini şarkıcı eskisi kocası Recep’in dayağına alıştırmış olan Gülnur ve Gülnur’un
annesinin bu durumdan acı duyan kızı Tülay ile ancak kocası emekli olduktan sonra rahat eden kuaför
Füsun’un hikayelerini öğrenmemizle sürer. Filmde, Saadet apartmanındaki kadınların özellikle seçildiği
belli olan farklı demografik, sınıfsal ve etnik kökene dayalı özellikleri nedeniyle ataerkil düzen altında
bulunan tüm kadınların ve özellikle de Türkiye toplumundaki farklı demografik, sınıfsal ve etnik
özelliklere sahip kadınların düzdeğişmecesel bir temsili olduğu açıktır. Filmdeki kadınların eylemi bu
temsil gücü nedeniyle de oldukça değerlidir.
Filmdeki kadınlar yaşadıkları Kurtuluş-Son Durakta bulunan Saadet Apartmanı’na psikolog
“Eylem” karakterinin taşınmasıyla pasif konumdan çıkarak gerçekten “eylem”e geçerler. Saadetleri
eyleme geçmeleri ile bozulacaktır. Filmde ilk önce kadınların her biri ayrı ayrı sahnelerde, Eylem’e
yaşadığı ihaneti kabullenip pasifize olması için ilaç, içki vb. önerilerde bulunurlar. Eylem,
komşularından aldığı ilaçlarla bir intihar denemesinde bulunsa da gelinliği iktidarsız olduğunu açıkça
beyan eden bir erkek tarafından Saadet apartmanının bayrağı olarak göndere çekildikten sonra eyleme
geçecek özüne döner.
Eylem sonunda olan bitene kayıtsız kalamaz. Gülnur’un Recep’i öldürme planları yaptığını kızı
Tülay tarafından bulunan mektuptan öğrendiğinde Saadet Apartmanı’nın kadınlarını “erkek şiddeti” ne
karşı bilinçlendirmeye çalışır. “Yalnız olursak güçsüzüz… , şiddete başvurursak yine güçsüzüz … ama
birlik olursak …” der ve böylece hepsi birlikte hareket etmeye karar verirler. İlk adım Gülnur’un dayak
yememesi için O’nu evde Recep’le yalnız bırakmamaktır.
Filmde kadınlar ilk önce her akşam dayak yiyen Gülnur’u korumak için Recep’in karşısına
dikilir. Ancak “devletin polisi” nden ihtar alan “Dayakçı Recep” değil dayağa karşı çıkan Eylem olur.
Polis tarafından apartmanın düzenini, ailenin huzurunu bozduğu gerekçesiyle açıkça tehdit edilir. Ancak
işler bekledikleri gibi gitmez. Recep yanlışlıkla öldürülür.
Saadet Apartmanı’nda kadınlara kötü davranan erkekler sırayla ve hepsi de yanlışlıklar ve
tesadüfler sonucu öldürülür. Önce Recep sonra Goncagül’ün aslında onu terketme niyeti olan mafya
babası sevgilisi ve sonra da Eylem’in önce kendisini en yakın arkadaşıyla aldatarak terk eden sevgilisi
bir dizi komik yanlış sonucu ölür.
Olay örgüsü içinde işler beklenmedik bir şekilde gelişirken, Saadet apartmanının kadınlarına
erkeklerle olan mücadelelerinde “gücünü” kaybetmiş erkekler (emekli, iktidarsız ve felçli) yardım eder.
Saadet apartmanının kadınları pembe fularlarıyla ve rehineleriyle “eylem”lerinin ciddiye alınmadığını
farkettiklerinde, polis rehineyi (ataerkil düzen) hadım etmekle tehdit ederler. Ancak o zaman yani
Kurtuluş Son Durak’ta Saadet Apartmanı’nın kendi halindeki kadınları ancak devleti/sistemi/düzen i
/polisi hadım etmekle tehdit ettiklerinde ciddiye alınır ve görünür/birey/eylemci olurlar. Televizyonlar
sokaktan yayın yaparlar. Eylem öncülüğündeki kadınlar, ataerkil düzenin simgesi olarak görülebilecek
polis şefini, Saadet Apartmanı’nın kadınlarına uygulanan şiddeti görmezden geldiği için rehin alırlar.
Eylemlerini tüm Türkiye, televizyonlardan duyar. Eylem, polise/düzene teslim olmamak, boyun
eğmemek için çatıdan atlamak üzereyken vazgeçer ve teslim olur. Ancak bu gerçek bir teslim oluş
değildir.
Eylem, bilinçli bir seçimle teslim olarak girdiği cezaevinde kadınları, şiddete karşı
bilinçlendirmeye devam etmektedir. Saadet Apartmanı da sonunda kendisini sistem/düzen karşısında
yalnız hisseden kadınlar için gerçekten bir saadet/bir umut apartmanı olmuştur. Film, öyküsü,
karakterleri ve olay örgüsünün ilerleyişi ile klasik ataerkil popüler metinlerin aksine kadınlara birlikte
olma/dayanışma gücünün gösterecek biçimde farklı bir yol/son sunar. Bu yol ancak ve ancak kadın
dayanışmasından geçer ya da Eylem’in sözleriyle söylenirse “Yalnız olursak güçsüzüz… , şiddete
başvurursak yine güçsüzüz … ama birlik olursak …”
Bu analizin sonunda filmin tüm olumlu yönlerine ve kadın bakışı içeren yapısına göre ayrıksı
duran iki yönünü de belirtmeden geçmemek gerekir. Filmde, Saadet Apartmanı’nın kadınlarını harekete
geçiren Eylem karakterinin mesleğinin psikolog olarak verilmiş olması, temsili olarak apartmandaki
kadınların fakat temsilin düzdeğişmecesel yapısı gereği ataerkil sistem altında yer alan tüm kadınların
sorunlarının ancak ve ancak bir profesyonel (psikolog) tarafından çözülebileceği duygusunu uyandırma
ihtimali nedeniyle olumsuz bir yöndür. Filmin ikinci olumsuzluğu ise filmde, zor durumdaki kadınlara
yardım eden ve dayanışma gösteren erkeklerin tümünün bir biçimde, zayıf, iktidarsız ya da edilgin
(emekli olmuş) erkeklerden seçilmiş olmasıdır. Bu, kadınların toplumdaki
20
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
ikincil konumlarını pekiştirme ihtimali nedeniyle olumsuz bir yöndür. Gözlemlenen bu iki nokta
filmin ilerici ideolojisini zayıflatan unsurlardır.
3. SONUÇ
Arkadaşlık ve dayanışma kavramları, gündelik hayattan kalkarak farklı bilimsel disiplinlerin
konusu olmuş, popüler kültür ürünlerinde özellikle de popüler sinemada genellikle erkeklerin
arkadaşlığı, dostluğu ve dayanışması üzerinden işlenmiştir. Ataerkil sistemin cinsiyetçi ideolojis i
arkadaşlık ve dayanışma kavramlarının cinsiyetler temelinde farklılık gösterdiği savından hareketle
kadınların ve erkeklerin arkadaşlıklarını farklı görmüş, kadınlara atfedilen olumsuz özellikler ön plana
çıkarılarak kadınlararası arkadaşlık ve dayanışmanın imkânsızlığına vurgu yapılmıştır. Aynı zamanda
ataerkil yapının cinsiyetler hiyerarşisinde kadınların bulunduğu ikincil konum itibariyle kadınlararası
arkadaşlık ve dayanışma da görece daha değersiz veya sıradan-normal bulunarak gözardı edilmiştir.
Sinema popüler bir anlatı formu olarak, ataerkil cinsiyetci ideolojinin normlarını seyircilere sunar.
Filmlerde kadınlar ve kadınlara dair temsiller, ataerkil kodlarla örülüdür. Bu nedenle filmlerde
kadınlararası arkadaşlık ve dayanışmanın nasıl sunulduğu çok önemlidir. Bu çalışmada kadınlararası
arkadaşlık ve dayanışma öncelikle Türkiye’de kadın hareketinin ortaya çıktığı 1980’lerden itibaren
genel olarak gözden geçirilmiştir. Buna göre 2000’lere dek belli başlı bazı yönetmenlerin (örneğin daha
çok kadın sorunlarına ya da toplumsal sorunlara duyarlı ) filmlerinde (Şalvar Davası; Dağınık Yatak vb.
Atıf Yılmaz filmleri ile İki Kadın gibi Yavuz Özkan filmleri) kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma
görülmüştür. Ardından, özellikle kadın hareketinin yükseldiği ve giderek kurumsallaştığı varsayılan
2000 sonrasından seçilen ve farklı özellikteki yönetmenlerin çektiği dört filmde yer alan kadınlararası
arkadaşlık ve dayanışma incelenmiştir. Bu farklı özellikteki yönetmenlerin çektiği filmlerden her birinde
çalışmanın varsayımına uygun şekilde yönetmenlerin kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma kavramına
bakışlarının farklı olduğu ortaya çıkmıştır. Örneğin, Kutluğ Ataman’ın zaman zaman lezbiyenliğe dair
çağrışımlar içeren İki Genç Kız ve benzer bazı sahneleri olan Erden Kıral’ın Vicdan filmleri herseye
rağmen birbirinden oldukça farklıdır. Ataman, iki genç kız arasındaki ilişkide olması mümkün
duıyguları görece daha tarafsız vermeye çalışırken, Vicdan’da bu tür sahneler neredeyse tamamen erkek
seyirinin cinsel fantazilerine sunulur. Türk sinemasının deneyimli yönetmenlerinden Erden Kıral’ın
bakışı ile Araf’ta Yeşim Ustaoğlu’nun bir kadın yönetmen olarak, kadın, erkek, aşk, cinsellik vb. temalar
üzerinden kadın arkadaşlığı ve dayanışmasına bakışı oldukça farklıdır. Kıral, filminde aslında kadınlık,
erkeklik ve bunlarla ilintili sterotipleri kullanır, pekiştirerek yeniden üretimine katkıda bulunur.
Ustaoğlu’nun filminde ise kadın bakışı, hem görsel yapı hem de anlatıdaki öykü ve olay örgüsünün
ilerleyişinde açıkça görülmektedir. Bir erkek yönetmen olarak Yusuf Pirhasan’ın Kurtuluş Son Durak
filmi ise kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma bakımından açıkça tüm filmlerden farklı ve öndedir.
2000 sonrası dönemde incelen dört filmde O’Connor’ın kategorizasyonu bu çalışmanın öncüsü
olan Doğan Topçu, Özsoy ve Topçu’nın çalışmalarında bulguladıklarının aksine (2002, s. 46-48) bir
film (İki Genç Kız) dışında çok yoğun olarak gözlemlenmemiştir. Bu noktada Türkiye
sinemasında kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma kavramlarının ve çerçevesinin giderek
olumlu yönde değiştiği söylenebilir. İncelenen dört filmde de daha yoğun şekilde Block ve
Greenberg’in (2002, s.3) tanımlamalarına uygun arkadaşlık ve dayanışma örüntüleri saptanmıştır.
Türkiye’de ve dünya sinemasında kadınlararası arkadaşlığa yer veren ve burada ele alınmamış,
bilinmeyen ya da gözden kaçmış olan farklı filmler elbette vardır. Ama bu filmlerin pek çoğunda
kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma, ataerkil toplumsal düzen içinde ya doğal karşılanarak görmezden
gelinmiş ya da değersizleştirilmeye çalışılmıştır. Ancak kadın hareketinin yükselişi ve ataerkil toplumsal
düzenin sorgulanmaya başlanması sonuç vermeye başlamış, artık Tasker’ın (1998 s. 141, 142-43) da
belirttiği gibi egemen söyleme sıkı sıkıya bağlı olanların yanısıra bu düzenin dışında kalan, etkin kadın
karakterlerin olduğu, başkahramanı kadın olan, lezbiyenlik çağrıştırmadan ya da sadece sert ve keskin
bir rekabet içermeyen kadın arkadaşlıklarının görüldüğü, kadınların birbirlerine karşı ve birbirlerine
rağmen değil, omuz omuza yürümekte olduğu filmler de yapılmaktadır.
Bu tür filmler Kurtuluş Son Durak’ta da olduğu gibi içerdiği kadın odaklı bakışla, kadınlararası
arkadaşlık ve dayanışma pratiklerini içeren yapısından ileri giden daha öte bir anlam taşımaktadır,
kadınlar birlikte hareket ettiklerinde, kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma potansiyel
21
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
bir güç tabanı olarak görülebilir ve kadınlara baskı ve zulmün olmadığı (Doğan Topçu, Özsoy ve
Topçu, 2002:44) daha korunaklı, mikro bir dünya sunabilir.
Bu anlamda, filmlerin analizinden ortaya çıkan, ataerkil toplumsal yapının kadınlarla birlikte
diğer erkeklikleri16 de kuşattığı, sindirdiği, yok saydığı ve ötekileştirdiği ve bu yapıya karşı yürütülecek
toplumsal mücadelenin tüm bu kimliklerin ama en çok da kadınların arkadaşlıkları ve dayanışması
aracılığıyla örgütlenebileceği gerçeğidir. Bunu Kurtuluş Son Durak’ta eylem’in sözleriyle ifade edelim:
“Yalnız olursak güçsüzüz…, şiddete başvurursak yine güçsüzüz… ama birlik olursak…”
4. KAYNAKLAR
Block J. D. & D. Greenberg (2002) 05 .04.2015 tarihinde
https://books.google.com.tr/books/about/Women_and_Friendship.html?id=ituJHex9L8wC&hl=tr adresinden alınmıştır.
Doğan Topçu, A. Özsoy A. ve Topçu Y.G. (2002) Atıf Yılmaz filmlerinde kentli orta sınıf kadınların arkadaşlıkları.
İletişim, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, 15, 41-60.
O’Connor, P. (2002) Friendship Between Women A Critical Rewiew. New York: The Guilford Press.
Tasker, Y. (1998) Working Girls, Gender and Sexuality in Popular Cinema Chapter:6 , Routledge.
TDK Türkçe Sözlük (1988) 1, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.
16 Diğer
erkeklikler, eleştirel erkeklik çalışmalarında hegemonik erkeklik dışında kalan grupları temsil eden bir kavramdır.
22
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Kadın Girişimcilerin İş Tatminine Yönelik Amprik Bir Çalışma: Mersin ve Konya
Karşılaştırması
An Empirical Study of Job Satisfaction among Female Entrepreneurs: Comparison of
Mersin and Konya
Aslıhan YALDIZ1 , Ali Şükrü ÇETİNKAYA2
1Arş. Gör.
2Doç.
Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası Ticaret Yönetimi ABD, Konya,
Dr. Selçuk Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası Ticaret Bölümü,
ÖZET: İş dünyasının küreselleşme ile yeni bir boyut kazanması ülkelerin girişimcilere olan ihtiyacını da artırmıştır.
Kendi işini kurmaya yönelik bu gelişmeler kadınlar tarafından da dikkate alınmış ve kadınları kendi işlerini kurmaya
yönlendirmiştir. Ampirik bir araştırma niteliğinde olan bu çalışmada kadın girişimcilerin gerçekleştirdikleri girişimlerden ne
düzeyde memnun oldukları tespit edilmeye çalışılmıştır. Konya ve M ersin illerinde aktif faaliyet gösteren kadın girişimcilerden
elde edilen 305 geçerli ankete göre veri analizleri yapılmıştır. Çalışmanın sonucunda Konya’daki kadın girişimcilerin iş tatmini
ortalamalarının 3,47 olduğu, M ersin’de faaliyet gösteren kadın girişimcilerde ise 3,41 olduğu görülmüştür. Genel olarak
değerlendirildiğinde kadın girişimcilerin gerçekleştirdikleri girişimlerden iyi düzeyde tatmin oldukları söylenebilir.
Anahtar sözcükler: İş tatmini, girişimcilik, kadın girişimciler, Konya, M ersin
ABS TRACT: Globalization of the business world has increased the need for entrepreneurs in the world. Countries,
including Turkey, make certain regulations and develop incentive tools to encourage their people to become as entrepreneurs.
The purpose of this empiric research is to compare job satisfaction level of women entrepreneurs who are actively running their
businesses and located either in M ersin or Konya. Data analyzed by 305 valid responses. Research results revealed that job
satisfaction level of women entrepreneurs operating businesses is higher in Konya (3,47) compared to M ersin (3,41). Based on
the findings it can clearly be mentioned that women entrepreneurs have high level of job satisfaction in their businesses in both
cities.
Keywords: Entrepreneurship, woman entrepreneurs, job satisfaction, Konya, M ersin
1. GİRİŞ ve KAVRAMSAL ÇERÇEVE
Günümüz gelişen ve daha da karmaşık hale gelen küresel iş dünyası kadının ekonomik hayatta
ki yerini değiştirmekte bu da kadınların iş yaşamlarındaki rekabet gücünü etkilemektedir. Önceleri
kadına toplum tarafından biçilmiş rol ve girişimciliğin eril olarak değerlendirilmesi kadınların iş
yaşamlarında geri planda kalmalarına sebep olmuş ancak sosyal, ekonomik ve teknolojik alandaki hızlı
değişmeler kadınların iş hayatında daha sık görülmesini sağlamıştır. Son yıllarda girişimci kadın
sayısındaki artış sevindirici olmakla beraber kadın nüfusuna oranlandığında bunun oldukça düşük
düzeyde kaldığı görülmektedir (Çakıcı,2004; Güney,2006).
Devlet tarafından kadın girişimciliğine destek amacıyla gerçekleştirilen ilk programın 1994
yılında Halk Bankasının ‘Kadın Girişimci Kredisi’ olduğu göz önünde bulundurulduğunda bu konudaki
geç kalınmışlık daha iyi anlaşılabilir. Bununla birlikte kadınların aktif bir şekilde iş hayatında yer alması
için son yıllarda çeşitli kurum ve kuruluşlarda gerçekleştirilen bazı çalışmalar da vardır. Örneğin; 2007
yılında Gelir Vergisi Kanununda yapılan değişiklikle ev içi üretimden elde edilen gelirde vergi muafiyeti
getirilmiştir. Kadın girişimciliğin desteklenmesi amacıyla 2007-2013 dönemini kapsayan dokuzuncu
kalkınma planında bankalar kredi programını daha etkin hale getirmişlerdir (Kansız ve Acuner, 2008;
Soysal, 2010).
Klasik anlamda girişimci, daha çok kendi işini kuran, çeşitli üretim faktörlerini bir araya
getirerek ve risk üstlenerek üretim sürecinde bulunan ve bunun sonucunda da kâr elde etmeyi amaçlayan
kişi olarak tanımlanmaktadır (Emsen, 2001). Özen Kutanis (2006:2) girişimciyi “henüz
belirginleşmemiş bir bedelle satmak üzere üretimin girdilerini ve hizmetlerini bugünden satın alan ve
üreten kişi” olarak tanımlamaktadır. Girişimcilik yazınına büyük katkılardan biri Avusturyalı iktisatçı
Joseph A. Schumpeter’den gelmiştir. Schumpeter, The Theory of Economic Development (1934) adlı
eserinde girişimciyi yeniliği sunan birey olarak tanımlamıştır. Schumpeter’ın, girişimcilik tanımının
özünü yenilik (inovasyon) kavramı oluşturmaktadır (Güney, 2008:9; Özkul, 2007).
Girişimci, bir işi yapmaya girişen ve bundan çekinmeyen kişidir. Üretim faktörlerini bir araya
getirerek, iktisadi mal ve hizmet üretimi için gerekli girişimi başlatan, ayrıca üretim için gerekli finansal
kaynakları ve üretimin değerlendirileceği pazarları bulan kişidir (Çelik ve Akgemci, 1998).
23
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Dhillon (1993) girişimci kadını; piyasa ekonomisi içinde kendi işinin sahibi olan, tek başına
çalışan ya da yanında işçi çalıştıran, mal veya hizmet üretip satan, kredi kaynaklarını araştıran, işle ilgili
acil problemlerin üstesinden gelebilen, yeni koşullara adapte olabilen ve alanında deneyim sahibi
olmaya çalışan kadın olarak tanımlamaktadır. Ecevit (1993:20) girişimci kadının ayırt edici özelliklerini
şu şekilde sıralamıştır: Ev dışında bir mekânda, kendi adına kurduğu bir işyeri olan; işyerinde tek başına
veya istihdam ettiği kişilerle çalışan; herhangi bir mal veya hizmetin üretilmesi ile ilgili faaliyetleri
yürüten; işyeriyle ilgili başka kurum ve kuruluşlarla bağlantıya geçen; iş süreçlerinin örgütlenmesi, mal
ve hizmet üretiminin planlanması, işyerini işletilmesi, kapatılması veya geliştirilmesi konusunda kendi
karar veren; işinden elde ettiği kazancın kullanım ve yatırım hakkını elinde bulunduran kişidir.
Kadın girişimcilerin artmasında sosyo-kültürel altyapıdaki değişimin sonucu kadının çalışma
hayatına girmesi, eğitim düzeylerinin yükselmesi, çalışan kadınların kendilerinin patronu olmayı
arzulamaları, başarılı kadın girişimcilerin örnek olması, “cam tavan” olarak adlandırılan ve kadınların
işletmelerde ancak belli bir yere kadar yükselebilecekleri düşüncesinin geçerli olmasına yönelik tepkiler
etkili olmuştur (Güney, 2008: 245).
İş tatmini, çalışanların işi hakkındaki olumlu ve olumsuz duyguları olarak tanımlanmaktadır
(Yollaç, 2008). İş tatmini, iş şartlarının (işin kendisi, yönetimin tutumu, vb.) ya da isten elde edilen
sonuçların (ücret, iş güvenliği, vb.) kişisel bir değerlendirmesidir (Altaş ve Çekmecelioğlu, 2007). İş
tatmini bir çalışanın işini ya da iş yaşamını değerlendirmesi sonucunda duyduğu haz ya da ulaştığı
olumlu duygusal durumudur (Başaran,1991).
Bir toplumun daha sağlıklı, başarılı, mutlu ve üretken olmasının, o toplumun üyelerinin tüm
yaşamlarından üst düzeyde tatmin olmaları ile ilişkilidir (Ergenç,2000). İş hayatına atılan kadınların
yaptıkları işten memnun olup olmamaları hem bireysel hem de toplum bazında irdelenmesi gereken
konular arasındadır.
Bu araştırmada girişimci kadınların işlerinden ne düzeyde memnun olduklarının belirlenmesi
amaçlanmış ve iş tatmini açısından Konya ve Mersin illerindeki girişimci kadınlar arasında bir fark olup
olmadığı ortaya konulmuştur.
2. YÖNTEM
Ampirik bir araştırma niteliğinde olan bu çalışmada “Kadın girişimciler gerçekleştirdikleri
girişimlerden ne düzeyde tatmindirler?” temel araştırma sorusuna cevap aranmıştır. Araştırmada, kendi
iş yerine sahip kadınların iş tatmin düzeylerinin Konya ve Mersin illeri bazında karşılaştırmalı olarak
değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Araştırmada veri toplama aracı olarak anket yöntemi kullanılmıştır. Anket formu iki bölümden
oluşmaktadır. Birinci bölüm demografik özellikleri belirlemeye yöneliktir. İkinci bölüm kadınların iş
tatminini ölçmeye yöneliktir. İş tatmini ölçmek üzere Paul E. Spector’un (2015) iş tatmini ölçeğinden
yararlanılmıştır. Sorularda “1. Kesinlikle katılmıyorum” … “ 5. Kesinlikle katılıyorum” aralığında
değişen 5’li Likert ölçeği kullanılmıştır. Veri analizinde iş tatmini ölçeğinin iç tutarlılık (Cronbach’s
Alpha) değeri α = 0,86 olarak bulunmuş ve iyi düzeyde olduğu görülmüştür.
Araştırmanın evrenini, Mersin ve Konya Esnaf ve Sanatkârlar odasına kayıtlı kadın girişimciler
oluşturmaktadır. Çalışmada tesadüfi olarak ulaşılan kadın girişimcilerden 305 geçerli anket geri dönüşü
elde edilmiştir. Veriler tanımlayıcı istatistik ve bağımsız örneklem t-testi kullanılarak analiz edilmiştir.
3. BULGULAR
Örneklemi oluşturan 305 kadın girişimcinin demografik özellikleri incelendiğinde (Tablo 1.)
anketi cevaplandıranların %38,7’sinin bekar, %42,3’ünün 25-30 yaş aralığında, %31,5’inin lise mezunu,
%40,7’sinin 2-4 yıldır faaliyette bulundukları görülmektedir. Araştırmaya konu olan girişimci
kadınların %52,13’ü Mersin’de faaliyet göstermektedir.
24
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Tablo 1. Demografik Bulgular
Evli
Bekar
Medeni Durum
Boşanmış
Dul
Toplam
18-24
25-30
31-36
Yaş
37-43
44-50
51-57
Toplam
İlkokul
Ortaokul
Lise
Eğitim Düzeyi
Ön lisans
Üniversite
Yüksek lisans
Toplam
0-1 yıl
2-4 yıl
5-7 yıl
İşletmenin faaliyette
bulunduğu süre
8-10 yıl
11 yıl ve üzeri
Toplam
Konya
Girişimcilik faaliyet yeri Mersin
Toplam
Frekans Oran (%)
105
34,4
118
38,7
43
14,1
39
12,8
305
100
53
17,4
129
42,3
41
13,4
29
9,5
47
15,4
6
2
305
100
7
2,3
46
15,1
96
31,5
73
23,9
70
23
13
4,3
305
100
72
23,6
124
40,7
67
22
21
6,9
21
6,9
305
100
146
47,87
159
52,13
305
100
Girişimcilikte bulunmanın iş tatminine etkisi faaliyette bulunulan il bağlamında farklı olup
olmadığını belirlemek üzere bağımsız örneklem t-testi gerçekleştirilmiştir. Bağımsız örneklem t-testi
sonucuna göre (Tablo 3) istatistiki olarak anlamlı bulunan grup istatistikleri Tablo 2’de görülmektedir.
Tablo 2. Grup İstatistikleri
S tandard S tandard Hata
Ortalaması
S apma
İl
N
Ortalama
M ersin
159
3,88
,732
,058
Konya
146
4,09
,511
,042
İşimi iyi yapma çabalarım nadiren bürokrasi
tarafından engellenmektedir
M ersin
159
3,48
1,090
,086
Konya
146
3,71
,813
,067
Sahip olmamız gereken fakat sahip olmadığımız
imkanlar var
M ersin
159
2,66
,973
,077
Konya
146
2,30
,874
,072
İş yüküm çok fazladır
M ersin
159
3,02
1,155
,092
Konya
146
3,34
1,039
,086
Kendi iş yerimi kurmamın çevrem tarafından
yeterince ödüllendirildiğini düşünüyorum
M ersin
159
3,74
,984
,078
Konya
146
4,08
,784
,065
İş yerimi, başka iş yerlerinin yaptığı kadar hızlı
geliştirebilirim
M ersin
159
3,57
1,139
,090
Konya
146
3,89
1,038
,086
İyi bir iş yaptığımda, hak ettiğim takdiri görürüm
25
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
26
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Bağımsız örneklem t-testi sonuçlarına göre girişimci kadınların başarıları dolayısıyla takdir
gördükleri, bürokrasi tarafından nadiren engelleme ile karşılaştıkları, iş yüklerinin fazlalığı, iş yeri sahibi
olmanın çevresinde ödüllendirildiği, işlerini geliştirebildikleri ve sonuçta işlerinden tatmin oldukları
söylenebilir. Konya’daki girişimci kadınların Mersin’deki girişimci kadınlara kıyasla daha yüksek
tatmine sahip oldukları görülmektedir.
Tablo 3. Bağımsız Örneklem t-testi
Varyans
eşitliği Levene
Testi
Ortalamaların eşitliği t-testi
S td.
Ort. hata
(2-tailed) farkı farkı
,005 -,209 ,073
S ig.
İyi bir iş yaptığımda, hak ettiğim
takdiri görürüm
Eşit varyans v.
Eşit olmayan v. v.
İşimi iyi yapma çabalarım nadiren
Eşit varyans v.
bürokrasi tarafından engellenmektedir Eşit olmay an v. v.
F
7,931
S ig.
t
,005 -2,860
-2,903
15,847 ,000 -2,113
-2,139
Sahip olmamız gereken fakat sahip
olmadığımız imkanlar var
Eşit varyans v.
Eşit olmayan v. v.
2,864
İş yüküm çok fazladır
Eşit varyans v.
Eşit olmayan v. v.
1,304
Kendi iş yerimi kurmamın çevrem
tarafından yeterince ödüllendirildiğini
düşünüyorum
İş yerimi, başka iş yerlerinin yaptığı
kadar hızlı geliştirebilirim
Eşit varyans v.
Eşit olmayan v. v.
12,844 ,000 -3,382
,092 3,379
3,394
,254 -2,509
-2,521
-3,414
Eşit varyans v.
Eşit olmayan v. v.
12,880 ,000 -2,542
-2,552
df
303
283,184
,004
-,209
,072
303
,035
-,234
,111
291,096
,033
-,234
,110
303
,001
,359
,106
302,853
,001
,359
,106
303
,013
-,317
,126
302,872
,012
-,317
,126
303
,001
-,346
,102
297,169
,001
-,346
,101
303
,012
-,318
,125
302,985 ,011
-,318
,125
Eşit varyans v. : Eşit varyans varsayımı; Eşit olmayan v. v.: Eşit olmayan varyans varsayımı.
4. TARTIŞMA
Araştırma bulgularına göre kadın girişimcilerin genç yaş diliminde oldukları, çoğunluğunun lise
mezunu oldukları görülmüştür. Yüz yüze yapılan anketler süresince alınan geribildirimlerde eğitimli
olmanın pek çoğu için önem arz ettiği özellikle vurgulanmıştır. Yazında yer alan bir çalışmada (Cici,
2013) evli kadın girişimci oranı % 49,34 olarak tespit edilmiş olmasına karşın bu çalışmada girişimci
kadınlarının çoğunun bekâr oldukları saptanmıştır. Bu durum girişimci kadın profilinde değişimler
yaşandığı yönünde değerlendirilebilir. Girişimci kadınlarının eğitim durumuna ilişkin bulgu yazını
destekler niteliktedir. Lise mezunu kadın girişimci sayısı Çakıcı’nın (2006) gerçekleştirdiği bir
araştırmada % 53 olarak tespit edilmiştir.
5. SONUÇ VE ÖNERİLER
Ekonomik kalkınma ve gelişmelerde ülkelerin bel kemiğini oluşturan girişimcilerin sektörde
yaşamlarına devam edip kendilerini geliştirmelerinin bir ayağını girişimcilerin işlerinden memnun olup
olmamaları belirlemektedir.
Araştırma sonuçlarına göre girişimci kadınların başardıkları ile etrafında takdir görmeleri
onların iş tatminini olumlu yönde etkilemektedir. Girişimcilik kendi başına cesaret isteyen bir davranıştır
ve her kadın girişimciliğe kalkışamamaktadır. Mevcut girişimci kadınların takdir edilmeleri daha fazla
kadını girişimciliğe özendirecektir. Benzer şekilde kadın girişimcilerin işlerinden iyi düzeyde memnun
olmaları diğer kadınlar için örnek alınmalarını sağlamaktadır.
Kamu otoritelerinin bürokratik engelleri azaltması ve girişimciliği teşvik ederek kolaylaştırması
daha fazla kadın girişimcinin ekonomide yer almasına katkı sağlayacaktır. Kadının ekonomik hayatta
daha fazla yer alması hem aileler hem de bölge ve ülke refahı için büyük yararlar
27
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
sağlayacaktır. Kadın girişimcilere yönelik var olan desteklerin kapsamı genişletilerek ve artırılarak
devam etmesi sağlanmalıdır.
Gelecekte bu alanda yapılacak olası çalışmalarda ülke genelini temsil eden daha geniş örneklem
büyüklüğünde araştırmalar yürütülebilir. Sadece kadın girişimciler yerine kadın ve erkek girişimcilerin
iş tatminleri karşılaştırmalı olarak incelenebilir.
6. KAYNAKLAR
Altaş S. ve Gündüz Çekmecelioğlu H. ( 2007). İs Tatmini, Örgütsel Bağlılık ve Örgütsel Vatandaşlık Davranışının İş
Performansı Üzerindeki Etkileri: Bir Araştırma, Öneri Dergisi, Cilt.7, Sayı.28, s.50.
Başaran İ.E. (1991). Örgütsel Davranış İnsanın Üretim Gücü, 2. Baskı, Ankara: Gül Yayınevi, ,s. 198
Cici, E. N. (2013). Kadınların girişimcilik yolunda karşılaştıkları sorunların öz girişimcilik yetenekleri üzerindeki etkisi:
Konya ilinde bir araştırma (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İşletme
Anabilim Dalı, Üretim Yönetimi ve Pazarlama Bilim Dalı.
Çakıcı, A. (2004). Kadın Girişimcilerin İşletme Fonksiyonlarındaki Etkisinin Belirlenmesine Yönelik Bir Araştırma.
Yönetim Bilimleri Dergisi, (1: 3)
Çakıcı, A. (2006). M ersin’deki Kadın Girişimcilerin İş Yaşamını Etkileyen Faktörler, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 8, Sayı: 4.
Çelik, A. ve Akgemci, T. (1998). Girişimcilik Kültürü ve Kobiler, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara
Dhillon, P.K.(1993). Women Entrepreneurs, Blaze Publishers and Distributors, PVT-LTD
Ecevit, Y. (1993). Kadın Girişimciliğinin Yaygınlaşmasına Yönelik Bir M odel Önerisi, Kadını Girişimciliğe Özendirme ve
Destekleme Paneli; Ankara
Emsen, Selçuk Ö. (2001). Genç Nesilde M esleki Eğilimler ve Girişimcilik: Ampirik Bir Çalışma, M illi Prodüktivite
M erkezi, Verimlilik Dergisi, Sayı 2001/1, 153-176.
Ergenç A. (1981). İş Doyumunun Belirleyicileri Olarak Beklenti -Algılama Tutarsızlığı ve Çalışma Değerleri Yönetim
Psikolojisi 2 içinde (309-340), İstanbul: Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü Yayınları
Güney, S. (2008). Girişimcilik: temel kavramlar ve bazı güncel konular (Genişletilmiş 3. baskı). Ankara: Siyasal Kitabevi,
ss.55-250
Güney, S. (2006). Kadın Girişimciliğine Genel Bir Bakış, Girişimcilik ve Kalkınma Dergisi.25,43
Kansız, N., Acuner Ş.A (2008). Üretim ve İstihdama Katılımda Kadının Yeri, Kalkınma Anahtar Verimlilik Dergisi, 20/240
Özen K., R. (2006). Girişimci kadınlar. İstanbul: Değişim Yayınları
Özkul, G. (2007). Kapitalist sistemin sürükleyici aktörleri: ekonomik teoride girişimciler. Süleyman Demirel Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 12(3), 343-366.
Soysal, A. (2010). Türkiye’de Kadın Girişimciler: Engeller ve Fırsatlar Bağlamında Bir Değerlendirme, Ankara Üniversitesi
SBF Dergisi, 65(1) : 83-114
Yollaç, G. (2008). Satıs Elemanlarının M üsteri Yönelimi ile İş Tatmini, Örgütsel Bağlılığı ve Demografik Özellikleri
Arasındaki İlişkinin Belirlenmesine Yönelik Bir Araştırma, Öneri Dergisi, Cilt.8/29, s.120.
28
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Türk-Osmanlı Tarihinde İlk Kadın Sultan “ RAZİYE HATUN”
‘RAZIYE HATUN’, The First Woman ‘Sultan’ in The Turco-Ottoman History
Aynur DURMUŞ1 ,
1
Emekli Bağımsız Araştırmacı
ÖZET: Tarihin derin dehlizlerinde kaybolmuş bir kadından bahsetmek ve gün yüzüne çıkarmak gerek. Bu kadın bir
Türk ve aynı zamanda bir hükümdar, bir şair, bir asker, bir matematikçi. Türk kavramının sorgulandığı günlerde, bir Türk
kadından söz edilmesi gereklidir. Dünyanın en eski, ilk kadın hükümdarından bugüne, Türklük ve Türkler adlarını tarihe
layıkıyla yazdırmışlardır. Asker, şair, matematikçi, kadın, sultan savaşçı, peçe takmayı reddeden, Hindistan imparatoriçesi
Kraliçe Victorya’dan 600 yıl önce devlet başkanlığı yapmış Sultan Raziye’nin bilinmesi ve kuşaklara aktarılması gerektiği
düşünülmektedir. İngiltere Kraliçesi I.M ary’den 318 yıl, en çok bilinen kadın hükümdar Kraliçe I.Elizabeth’den 322 yıl, önce
hükümdarlık yapmış, aktif ve güçlü bir siyaset uygulamaktan da geri kalmayarak 4 yıl tahtta oturmuş, dünya tarihinde benzerine
rastlanmayan, onur duyulacak ve emsalsiz cesaret örnekleriyle dolu bir Türk kadını ve Dehli Türk Sultanlığının hükümdarı
olan Sultan Raziye, aynı zamanda tarihteki İlk Türk Kadın Hükümdardır. Sultan Raziye “saltanatı esnasında kadınsı
davranışlar göstermemiştir, her yönden erkek gibi kuvvetli, hatta erkek bile olduğu rivayet edilen bir Türk kadınıdır. Yaşadığı
felaketlere rağmen, Sultan Raziye'nin bir özelliği daha vardı, ŞİİR. Şiire karşı büyük bir yetenek olduğu kayıtlara geçmiş ve
''Şirin-i Dihlevi'' veya ''Şirin-i Gun'' mahlaslarıyla yazdığı beyitleri, kendi zamanındaki Türk-Fars edebiyatının en güzel
örnekleri olduğu kabul edilmektedir. Ve ilk Türkçe Divan’ın sahibidir aynı zamanda.
Anahtar S özcükler: Sultan Raziye, ilk kadın hükümdar, şair, türkçe divan.
ABS TRACT. This study addresses the life, poetry and bravery of Sultan Raziye, and is considered to be useful at
the archives of The Women's Library and Information Center Foundation. Sultan Raziye, who ruled the Dehli Turkish Sultanate
for 4 years (1236-1240), was the first woman ruler of the world and was cited with her unprecedented and unique examples of
bravery. Sultan Raziye is not only the greatest ruler of the Dehli Turkish Sultanate, but also one of the must important figures
of the Hindu-Turkish history. As appreciated by her father, she collected in her personality many of the characteristics required
for a ruler. Sultan Raziye did not display feminine behavior during her rule, as done six hundred years later by Elisabeth II, the
queen of United Kingdom. She was a Turkish woman who acted like a strong man, and she caused people to forget that she
was a beautiful woman. Despite all the mishaps in her life, Sultan Raziye had another peculiarity: POETRY. As confirmed, she
had great talent towards poetry, her verses written under pseudonyms of “Şirin-i Dihlevi” or “Şirin-i Gun” are considered as
the most beautiful examples of the Turkish-Persian literature. As well, she holds the first Turkish Divan literature.
Keywords: Sultan Raziye, Turkish Divan, Ottoman Divan.
GİRİŞ
Bir kadın düşünün ki:
yaşadığı dönemde kıyafette devrim yapmış ,
o dönemdeki geleneklerin aksine yüzünü de örtmemiş
çok güzel Kur'an okuyan ve iyi bir eğitim almış
hükümdarlığı sırasında harem entrikaları yerine halkın arasına girmeyi tercih etmiş
aynı zamanda aktif ve güçlü bir siyaset uygulamaktan çekinmemiş
aynı zamanda Türkçe divanı olan bir şair.
Türk kavramının anayasadan çıkarılmaya çalışıldığı şu günlerde bir Türk kadınından söz
edilmesi gereklidir. Dünyanın ilk kadın hükümdarından bugüne, “Türklük ve Türkler” adını tarihe
layıkıyla yazdırmışlar, yarınlar ve sonsuzlarda da yazdırmaya devam edecekler..Asker, şair,
matematikçi, kadın, sultan savaşçı, peçe takmayı reddeden, Hindistan imparatoriçesi Kraliçe
Victorya’dan 600 yıl önce devlet başkanlığı yapmış Sultan Raziye’nin bilinmesi gerektiği inancındayım.
29
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Sultan Raziye, Dehli Türk Sultanlığı’nın en büyük hükümdarı olduğu gibi Hint-Türk tarihinin
en önemli şahsiyetlerinden biridir. Hükümdarlık için gerekli pek çok özelliği, babası tarafından da takdir
edildiği gibi, şahsında toplamış bulunuyordu.
Sultan Raziye “saltanatı esnasında, kendisinden altı yüz sene sonra "Hindistan İmparatoru” ilan
edilen İngiltere Kraliçesi Elizabeth II gibi kadınsı davranışlar göstermemiştir, Her yönden erkek gibi
kuvvetli, hatta erkek bile olduğu rivayet edilen bir Türk kadını olup; hükümdarlığı sırasında harem
entrikaları yerine halkın arasına girerek onlara güzel bir kadın olduğunu unutturmuştur.
Erkekler arasında bir kadının gösterebileceği davranışları asla yapmayan ve böylelikle ayrı
cinsten olmanın ortaya çıkaracağı olumsuzlukları büyük ölçüde gidermeyi başaran Raziye, aynı
zamanda aktif ve güçlü bir siyaset uygulamaktan da geri kalmamıştır.
Yaşadığı felaketlere rağmen, Sultan Raziye'nin bir özelliği daha vardı, ŞİİR. Şiire karşı büyük
bir yetenek olduğu kayıtlara geçmiş ve ''Şirin-i-Dihlevi'' veya ''Şirin-i Gun '' mahlaslarıyla yazdığı
beyitleri, kendi zamanındaki Türk-Fars edebiyatının en güzel örnekleri olduğu kabul edilmektedir. Ve
ilk Türkçe Divan’ın sahibidir aynı zamanda17 .
Hindistan tarihinin önemli kaynaklarından biri olan Cüzcani, bu devletin adından “Selatin-i
Hind” diye bahsetmiş ve sonraki kaynaklarda genelde bu şekilde tekrar edilmiş, ancak günümüz
araştırmacılarının “Delhi Sultanlığı” diye belirttikleri bu adın “Dehli Türk Sultanlığı/Devleti olması
gerektiği değerli tarihçi Doç. Dr. Salim Çöhçe tarafından ifade edilmektedir. “Dehli” söylemi tüm islam
kaynaklarından kaydedilen şeklidir ve İngilizler tarafından kendi telafuzlarına uygun olarak 19. yy da
“Delhi” olarak değiştirilmiştir.
Ahmet Zeki Velidi Togan. Tahran Kütüphanelerinde Hindistan’dan Gelen Eserlerde Çağatay Dili ve Temürlü
Sanat Abideleri., 1960
17
30
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Dehli Türk Sultanlığı, 1206 yılında Kuzey Hindistan’da Mucızzi meliklerinden olan Kutb eddin
Aybeg (1206-1210) tarafından kurulmuştur. Sultan Kutb eddin’in damadı, oğulluğu ve aynı zamanda en
güvendiği kumandanlarından birisi olan İltutmuş ta bu sülalenin ilk kurucularından ve ilk
Sultanıdır(1211-1236).
Sultan Raziye (1236-1240), Şems ed-din İltutmuş'un çok sevip, saydığı ve hareminin baş kadını
olarak Kôşk ü Firuzi'de oturmaya layık gördüğü karısı Türkan/Terken Hatun'dan18 doğan kızıdır ve
geleneklerin aksine evlendirilmeyerek, büyük bir titizlikle geleceğe hazırlanmıştır.
Sultan Şems ed-din İltutmuş, 1233 yılı başlarında Mürif-i Memalik Tacü’l-Mülk Mahmud'a,
Raziye'yi veliahd olarak tayin ettiğini belirten bir ferman yazmasını emretmiş, ancak bu davranışa,
Sultan'a yakınlığı ile tanınan memluk asıllı Türk melikleri "saltanata layık, yetişmiş oğulları varken bir
kızın İslam mülküne veliahd yapılmasının hikmeti nedir?” şeklinde itiraz etmişler ve söz konusu
melikler “bu durumun kendilerince münasip görülmediğini” de açıkça bizzat Sultan Şems ed-din
18
Terken “M elike” manasına gelmektedir. Bkz.O.Turan, “Terken Unvanı”, THT dergisi, s.1(Ankara 1944), s.67-73
30
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
İltutmuş'a bildirmişlerdir. Bunun üzerine Sultan, "Benim oğullarım işret ve gençlik zevkleriyle
meşguldürler. Hiçbirisinde memleket idare edecek kabiliyet yoktur. Dolayısıyla ülkedeki düzeni
muhafaza edemezler. Biliniz ki, benim ölümümden sonra veliahdlığa hiçbirisi Raziye'den daha layık
değildir”19 “Zira, Raziye her yönden erkek kardeşlerinden üstündür. Gerçi şeklen kadındır ama, zeka ve
basireti erkekten farksızdır“20 sözleriyle devlet idaresinde alışılmışın dışında kararlar almış, askeri bir
topluma kadın bir hükümdar adayı gösterecek kadar gerçekçi ve sağlıklı düşünmüştür.
Sultan Şems ed-din İltutmuş'un vasiyeti ve kendisinden sonra yerine geçecek hükümdarı bizzat
belirlemesine rağmen onun ölümünden sonra Türk emir ve melikler bunu uygulamadılar ve 21 Şems eddin İltutmuş'un oğlu Firuz Şah’ı tahta geçirdiler.
Babasının da belirttiği üzere Devleti yönetecek niteliğe sahip olmayan Firuz Şah eğlence ve
sefaya dalarak babasının bin bir güçlükle topladığı hazineyi boşaltmış, tecrübeli yöneticilerinin sözlerine
önem vermemesi yüzünden de devlet idaresi tam bir kargaşa içine sürüklenmiş. Şems ed-din
İltutmuş’un, Firuz Şah yerine Raziye’yi tahta geçirmek istemesindeki neden de bu idi.
Oğlunun basiretsiz yönetiminden istifade ederek güç kazanan Sultan'ın annesi22 , daha önce kıskandığı
pek çok cariyeyi çeşitli zulümlere maruz bıraktırdığı gibi, bunlardan bazılarını da öldürterek sarayda
adaletsiz ve kanlı sahnelere neden olduğu gibi Başkent'te saltanata ortak olmaması için Raziye'yi ortadan
kaldırmak amacıyla faaliyetlere girişir, başarılı olur ama Devlethanenin damına sığınan Raziye'de boş
durmaz ve buradan yaptığı heyecanlı konuşmayla galeyana gelen halk, bazı meliklerle birlikte
Devlethane'yi kuşatarak Sultanın annesini tutuklamışlar ve Raziye'yi Dehli Türk Sultanlığı tahtına
oturtmuşlardır.23 Ve Raziye’nin''katiller katledilmelidir'' emri üzerine 29 Kasım 1236’da
öldürülmüştür24 .
Sultan Raziye’nin başında olduğu devlet ‘Dehli Türk Sultanlığı’dır.
Ve böylece tarihte ilk kez bir kadın hükümdar olmuştur. Sultan Raziye, ilk iş olarak Sultan Rükneddin
Firuz Şah zamanında ihmal edilen kanun ve gelenekleri tekrar canlandırdı25 . Böylece kanun hakimiyetini
sağlayarak yeni bir barış ve sükunet dönemi başlatmış oluyordu. Onun bu tavrı etkisini göstermiş ve
Sultan Rükned-dın Firuz Şah'a karşı isyan eden Lakhnauri Valisi Melik izz ed-din Togan Han Tuğul,
Raziye'nin yüksek hakimiyetini tanıdığını bildirerek yeniden merkeze bağlandı. Bu hareketinden dolayı
da muhtariyet simgesi olan Çetr ve kırmızı bayrak gönderilerek gönlü hoş edilmiştir. 26
Sultan Raziye'nin tahta geçişini izleyen en önemli olay Nur Türk27 adlı alim bir kişinin
Hindistan'ın değişik bölgelerinden başına topladığı Karmati ve Mülahidelerden oluşan bir grup ile
başlattığı isyandır.
Sultan Şems ed-din İltutmuş zamanında vezirlik makamında olan Tacik zümresinden Nızamü'lMülk Muhledd Cüneydi, daha önce isyan ettikleri sırada Kilughari ‘de Sultan Rükn ed-din Firuz Şah'ı
terkederek yanlarına sığındığı Melik ‘Ala ed-din Canı, Melik Seyf ed-din Kuçı, Melik 'İzz ed-din
Muhammed Saları ve Melik 'İzz ed-din Kebir Han Ayaz aralarında anlaşarak Raziye'nin hakimiyetini
tanımamışlardır. Dehli önlerine kadar gelen bu melikler ile anlaşma sağlanamaması üzerine Oudh Valisi
Melik Nusret ed-din Taisı aldığı emirle isyancılara karşı harekete geçmiş fakat Ganj nehrini geçerken
aniden saldıran Melik Seyf ed-din Kuçı'ye esir düşen Taisi bunu onur meselesi yapmış ve bu duruma
dayanamayarak kısa bir süre sonra vefat etmiştir28
Cüzcani I, s.454
I, s.458
21 Cuzcani 1, s.455'de yer alan Şehzade Nasır ed-din M ahmud'un 1229 yılında Lakhnauti'de ölmesinden sonra Sultan'ın
hayatta kalan en büyük oğlu olması sebebiyle Firuz Şah'ın, halkın ve meliklerin ümidi haline geldiği hususunda kayıt daha
çok meliklerin isteğini yansıtır.
22
Firuz şah’ın annesinin isminin verilmediği, ''Terken Hatun" diye anıldığı görülmektedir.
Kaynaklardan bu Hatun'un Raziye'nin annesinden başka birisi .,.' olduğunu anlaşılmaktadır.
23 İsemi, s.l26 vd. da Raziye'nin isyancı meliklere babasının vasiyetini hatırlatarak, içerisine düştükleri durumdan ancak
kendisini tahta geçirmek suretiyle kurtu1abileceklerine inandırmış ve ''kutsuz oğuldan, kız iyidir...'' diyen meliklerini birkaç
seneliğine denenmek üzere buna rıza gösterdikleri belirtilir.
24 İbn Battuta ll, s.37
25 Cüzcani 1, s. 458 : Nizam ed-din Ahmed. s.66 : Fırişte 1, s.ll8 (25) Cüzcanj ll, s. 13 vd.
26 (25) Cüzcanj ll, s. 13 vd
27 Cüzcani, Tabakat-ı Nasırı, A General History of M uhammedan Dynasties of Asia 1, (nşr. H.G. Raverty), Calcutta 1864,
(s.646'da Nur ud-din olarak kaydilen bu kişi Türk olarak gösterilir).
28Cüzcani I,s. 458 : Es-Sibrindi, s.25 : Ferişte 1, s.119 (27) Cüzcani ll, s. 3
19
20 Cüzcani
31
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Raziye, aldığı tedbirler ve büyük bir ustalıkla uyguladığı politika 29 sayesinde çok geçmeden
muhaliflerin bölünmelerini sağlamıştır. Nitekim Sultan'ın tarafına çekilen Melik İzz ed-dın Muhammed
Saları vasıtasıyla Melik 'İzz ed-din Kebir Han Ayaz da muhaliflerden ayrılmış ve bu ikisi ile yapılan
gizli anlaşma, diğerlerinin dağılmalarına sebep olmuştur. Anlaşmaya göre bu iki melik, diğer isyancıları
yakalayarak Sultan'a teslim etmeyi kabul etmekteydiler. Günümüz araştırmacılarından bazıları, bu
meliklerin arkadaşlarına ihanet etmediklerini, ancak Sultan Raziye’nin yaydığı böyle bir dedikodunun
melikler arasındaki birliği parçaladığını yazmakta 30 iseler de kaynakların açık ifadeleri bu savı kabul
etmemektedir.
Sultan Raziye'nin tedbirleri karşısında savaş meydanını bırakarak hızla kaçmaya başlayan
isyancı melikler, kendilerini takip eden kuvvetlerin ellerinden kurtulamayarak, ele geçirildikleri çeşitli
bölgelerde öldürülmüştür. Bu sırada Sirmur tepelerine kaçan Nizamü'l-Mülk Muhammed Cüneydı de
orada öldü. Bu olaydan sonra iyice güçlenen Raziye, devlet işlerini yeniden düzenlemek üzere harekete
geçti ve önemli mevkilere kendisine taraftar olan kişileri getirdi 31 .
Dehli Sultanlığı yeniden huzura kavuşmuş, bu vesileyle de Lakhnauti- Dipal arasında hüküm süren
bütün emir ve melikler de buyruk altına alınmışlar.
Sultan Şems ed-din İltutmuş zamanında, 1226 yılında Dehli'ye bağlanan Retenbur, onun
ölümünden kısa bir müddet sonra Hindular tarafından kuşatılmış ve iç çekişmeler yüzünden gerekli
yardım gönderilememişti. Sultan Raziye, tahttaki yerini sağlamlaştırıp, düzeni tekrar tesis ettikten sonra
ilk iş olarak Retenbur kalesinde mahsur kalan Müslümanların kurtarılması için çalışmalara başlar.
Hazırladığı güçlü bir ordu, Kutluğ Han ünvanıyla “Ordu Naibliğine'' atanan melik Seyf ed-dın Aybeg'in
aniden ölmesi yüzünden Melik Kutb ed-din Hüseyin komutasında çok az bir gecikmeyle harekete
geçildi.
Sultan Raziye, Devletin önemli mevkilerinden birine Habeş asıllı Melik Celal ed din’i atamış.
Bu durum melikler arasında hoş karşılanmamış ve “ kadın elbiseleri ve örtüden çıktığı, cüppe giyip,
külah örterek ve fil üzerinde açıkça halk arasında dolaştığı” için eleştirmeye yıpratmaya başlamışlar, bu
bahane ile Galyur bölgesinde karışıklık başlatmışlardı. Sultan Raziye Hükümdarlık ordusunu bölgeye
sevk etmiş ve karışıklığı sona erdirmiştir. Bu defa yine bilinmeyen bir nedenle Pencap bölgesinde isyan
başlamış ve Lahor valisi Kebir Han Ayaz’ın Galyur olayından başarısız çıkan merkezdeki muhalifler
tarafından kışkırtıldığı sanılmakta. Sultan Raziye hükümdarlık ordusunun başında ısrarla takip sonucu
Kebir Han Ayaz geri çekilmiş ama Sultan Raziye işini bitirme yerine, anlaşma yoluna gitmiş ve Ayaz
yeniden merkeze bağlanırken Raziye de Dehli’ye geri dönmüş. Dehliye döndükten 20 gün kadar sonra
Taberhinde meliki İhtiyar ed-dın Altuniye, Habeş asıllı Cemal ed-dın Yakut’un üstün mevkiye
getirilmesini bahane ederek isyan etmiş. Bu isyanı bastırmak üzere 3 Nisan 1240 günü büyük bir orduyla
Başkent’ten ayrılıp Taberhindi’ye ulaştığında Türk emir ve melikler ayaklanarak Cemal ed-dın Yakut’u
öldürmüş, Sultan Raziye’yi de Taberhinde kalesine göndermişlerdir.
Raziye, Taberhinde kalesinde hapiste bulunduğu sırada Dehli'de önemli olaylar cereyan etmiş,
Naibü'l-Mülk tayin edilerek iktidarı ele geçiren Melik İhtiyar ed-dın Aytigin öldürülmüş ve Melik Bedr
ed-dın Sungur Rumi, Emir-i Hacib olarak tayin edilmişti. Bu sırada Taberhinde Meliki Melik İhtiyar eddın Altuniye ile Raziye de evlenmişti. Bu evlilik Melik Altuniye'nin çok yakın arkadaşının intikamını
almak istemesi veya hırsı 32 kadar Raziye'nin de parlak vaadlerinin bir sonucudur aynı zamanda. 33
Giriştiği ilk harekette başarılı olamayarak Taberhinde'ye geri dönen Raziye, dağılan birliklerini
toparlayıp, yeniden düzenledi. Bu sırada isyan ederek Başkent'ten ayrılan Melik İzz ed-dın Muhammed
Saları ve Melik İhtiyar ed-dın Karakaş Han Aytigin'in kuvvetleriyle kendilerine katılmalarıyla iyice
güçlenen Raziye ile Altuniye'nin birleşik kuvvetleri, ikinci kez Dehli üzerine
Datta, An Advanced History of India, London, s.286'da bu politika günümüzdeki
ifadesiyle "süper diplomasi" olarak nitelendirilir
30 Bkz. Y .H. Bayur, Hindistan Tarihi 1,İlkçağlardan Gurkanlı Devletinin Kuruluşuna Kadar, Ankara 1949, s.283
31
Cüzcani 1, s.459 : Es-Sihrindi, s.25 vd.
32 M . Aziz Ahmad, Politicial History and Institutions of the Early Turkish Empire of Delhi (l290). Lahor 1948.
s.203
33
Bkz.lsemi, s.133
29 R.C.M ujumdar-H.C. Raychaudhuri-K.
32
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
yürüdü. Ancak 13 Ekim 1240'da 34 Dehli kuvvetleri tekrar galip geldi. Bunun üzerine kaçmaya çalışan
Raziye'yi Kayhtal sınırları yakınlarında etrafındakilerin hepsi kendisini terketti.
Düz bir arazide tek başına, yorgun olduğu halde aç ve susuz kalan Raziye, bir Hindu çiftçiden
istediği ekmeği yedikten sonra yorgunluğun tesiriyle uyuduğu bir sırada üzerindeki değerli elbiselere
tamah eden söz konusu Hindu çiftçi tarafından, 14 Ekim 1240 günü öldürülerek35 , bir tarlaya
gömülmüştür. Kısa süre sonra bu durum anlaşılmış ve Raziye'nin teşhis edilen cesedi, dini törenle aynı
yere tekrar defnedilmiştir . Sonraları üzerine bir kubbe de yapılan Cemne nehri kenarındaki bu kabrin
bir ziyaretgah haline geldiğini İbn Battuta haber vermektedir36 .
Sultan Raziye, Dehli Türk Devletinin en büyük hükümdarı olduğu gibi, Hind-Türk tarihinin en
önemli şahsiyetlerinden biridir. Ferasetli ve olgun olmasının yanı sıra, hükümdarlık için gerekli pek çok
özelliği, babası tarafından da takdir edildiği gibi, şahsında toplamış bulunuyordu.
Firişte’nin kayıtlarına göre Sultan Raziye'nin aynı zamanda çok güzel Kur'an okuduğu ve iyi bir
eğitim aldığı 37 anlaşılmış; İbn Battuta Raziye için "Yay kuşanmış olduğu ve maiyeti etrafında bulunduğu
halde erkek gibi ata biner ve yüzünü örtmezdi." Demektedir. 38 Cüzcani,onun file bindiğini açıkça
belirtmesine rağmen ata bindiğinden hiç bahsetmemektedir. Dolayısıyla İsemı ve Nizam ed-dın
Ahmed'in kaydettikleri şekilde, Raziye'nin ata binerken Habeş asıllı memluk Emır-ı Ahur Cemal ed- dın
Yakut tarafından koltuk altından tutularak yardım edilmesi 39 gibi onun terbiyesi aleyhine yöneltilen ve
daha sonraki eserlerde de sıkça tekrar edilen40 bir takım iddialar, en ufak bir ima yoluyla da olsa,
Cüzcanı'nin kayıtlarında yer almamıştır.
Sultan Raziye, Sultanlığı’nın son dönemlerinde tam bir erkek kimliğine bürünmüş, elbiselerini
atmış ve file binerek halk arasına çıkmıştı 41 . Yukarıda da belirtildiği gibi bu tavrıyla birlikte toplantılara
ve halkın arasına yüzü açık olduğu halde iştirak etmesi 42 eleştirilere sebep olmuştur. Sultan Raziye,
adeta çelikten bir elle hakimiyetini bir müddet daha sürdürdüğü halde, bu konu onun tahttan indirilmes i
için önemli bir neden sayılmıştır. Kirman Selçuklularında görülen43 ve daha sonra Balaban'ın da ifade
ettiği gibi, o dönemin genel eğilimine göre hükümdarın askere ve halka yüzünü fazla göstermesi pek
hoş karşılanmamaktaydı 44 .
İsemı de “Akıllı kadınların başına külah yaramadı ki, erkeklerin başına huzurdan hususi
va'zedildi.(Allah tarafından verildi)... (Öyleyse biz) Memleket gelinini bir erkeğe verelim, onun başına
efendilik külahını koyalım” 45 diyerek, Türk emir ve melikleri harekete geçiren esas gerekçeyi böyle
açıklamıştır.
Sultan Raziye “saltanatı esnasında, kendisinden altıyüz sene sonra "Hindistan İmparatoru” ilan
edilen İngiltere Kraliçesi Elizabeth II gibi kadınsı davranışlar göstermemiştir, M. Aziz Ahmad'in de
belirttiği üzere, her yönden erkek gibi kuvvetli, hatta erkek bile olduğu rivayet edilen bir Türk kadını
olup; hükümdarlığı sırasında harem entrikaları yerine halkın arasına girerek onlara ve Türk emir ve
meliklere karşılarındakinin güzel bir kadın olduğunu unutturmuştur46 .
Sultan Raziye için Cüzcanı her ne kadar ''büyük, akıllı, adaletli, kerim, alimleri hoş tutan, adil,
adalet yayan, ahalisini besleyen ve ordu-çeken bir padişahtı. Padişahlara gereken bütün vasıflarla
donanmıştı. Fakat, yaratılışta erkeklerin hesabından nasibini almamıştı. Bütün bu seçkin sıfatlar ona ne
fayda verir” 47 demekte ise de, erkekler arasında bir kadının gösterebileceği davranışları asla yapmayan
ve böylelikle ayrı cinsten olmanın ortaya çıkaracağı olumsuzlukları büyük ölçüde gidermeyi başaran
Raziye, aynı zamanda aktif ve güçlü bir siyaset uygulamaktan da geri kalmamıştır.
34 Ferişte
1,(bu t arih 23 Eylül 1240 olarak verilmekte.
s.l36'da Raziye'nin M elik Altuniye ile birlikte Hindular tarafından öldürüldüğü kaydedilmiş.
36 Bk. İbn Batuta s.38
37 Ferişte 1, s.l18
38
İbn Batuta. s.37
39 Bkz.Isemi, s.l29 : Nizam ed-din Ahmed, s.67
40 Örnek olarak Bkz. Ferişte 1, s.19 : Bedauni, M untakhabut Tevarikh 1, (nşr. A.A.Kebir ed-dİn Ahmed, Calcuta 1868, s.84
41
Cüzcani 1, s.460:Isemi , s.l28 : Es-Sihrindi, s.26 : Nizam ed-din Ahmed, s.67: Bedauni. s.84
42 Isemi, s.l28 vd. da bu toplantı1arın tasviri yapılır. Ayrıca Raziye'nin böyle bir toplantıda tahtta otururken, tacı üzerinden
omuzlarına ve sırtına inen başörtülü. ama üzü açık şekliyle gösteren bir minyatür için Bkz. B. Üçok:. İslam Devletleri’nde
Türk Naibeler ve Kadın Hükümdarlar. Ankara 1965. s.49
43 Bkz. E. M erçil. Kirman Selçukluları Tarihi. İstanbul, l980, s.251
44 Bkz. Nizam ed-din Ahmed. s. 79.
45
lsemi, s.l29 vd.
46 M Aziz Ahmad, a.g.c. s.195
47
Cüzcani I, s.457
35 Isemi;
33
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Sultan Raziye meliklerce tahttan indirilmek istendiğinde bunu kabul etmemiş, kurmak istediği düzeni
sonuna kadar götürmek hususundaki azmini, saltanatı ele geçirmek için üst üste yaptığı ve hayatına mal
olan hamlelerle göstermiştir.
Yalnız Türk tarihinde değil dünya tarihinde bile bir benzerine rastlanmayan iftihar edilecek bir
Türk kadını tipini temsil etmektedir. Yaşadığı felaketlere rağmen, yılmayan emsalsiz cesaret ve yiğitliği
yanında Sultan Raziye'nin bir özelliği daha vardı, ŞİİR. Şiire karşı büyük bir yetenek olduğu kayıtlara
geçmiş ve ''Şirin-i-Dihlevı'' veya ''Şirin-i Gun'' mahlaslarıyla yazdığı beyitleri kendi zamanındaki TürkFars edebiyatının en güzel örnekleri olduğu kabul edilmektedir. 48 Bunun yanında Aligarh Muslim
Universitesi Profesörlerinden Dr. Ekmel Eyyubı'nin Ord. Prof. Dr. Az. Velidı Togan'a atfen verdiği
bilgiye 49 göre Raziye'nin Türkçe şiirlerinin toplandığı bir divanı da bulunmaktadır. Eğer bu bilgi
doğrulanırsa, Sultan Raziye Türk Edebiyatı Tarihin de bilinen ilk Türk Kadın Şairliğinin yanı sıra ilk
Türkçe divan sahibi olma vasfını da kazanacaktır.
Duygu dünyasının zenginliği yanında, iyi bir yönetici özelliklerini de sergileyen güçlü iradeli
bu kadın şairimiz dünyanın ilk kadın şairidir. Sultan Raziye bir de o dönem geleneklerinin aksine “kadın
elbiseleri ve örtüden çıktığı, cüppe giyip, külah örterek halkın arasında dolaştığı” için eleştiriler
almıştır50 . Kıyafette de devrim yapmış ve o dönemdeki geleneklerin aksine yüzünü de örtmeyen,
çok iyi kuran okuyan, yöneticilik yeteneği mükemmel, cesur, akıllı zeki ve şair olan Raziye’ nin
tüm dünyaya duyurulması gerekmektedir.
Cüzcani I, II
İbn Battuta ll,
KAYNAKÇA
Cüzcani, Tabakat-ı Nasırı, A General History of M uhammedan Dynasties of Asia 1, (nşr. H.G. Raverty), Calcutta 1864.
R.C.M ujumdar-H.C. Raychaudhuri-K. Datta, An Advanced History of India, London .
Bayur , Y .H. (1949), Hindistan Tarihi 1, İlk çağlardan Gurkanlı Devletinin Kuruluşuna Kadar, Ankara 1949.
Ahmad, M . A.(1948), Political History and Inslilions of the Early Turkish Empire of Delhi (l290). Lahor 1948.
Ferişte 1
Üçok, B.(1965). İslam Devletleri’nde Türk Naibeler ve Kadın Hükümdarlar. Kültür Bakanlığı Ankara 1965.
E. M erçil(1980). Kirman Selçukluları Tarihi. İstanbul, l980.
Nizam ed-din Ahmed.
Çöhçe, S(2001), Dehli Türk Sultanlığı Tarihi, M alatya 2001.
Çöhçe,.S. V. ”, (1985). M illetlerarası Türkoloji Kongresi, "Delhi Türk İmparatorluğu'nda Sultan Şems ed-dîn İltutmuş'un
Kırk Kölesi: Çihilganilerin Kimlikleri ve Oynadıkları Roller
Togan, A. Z. V.(1960). Tahran Kütüphanelerinde Hindistan’dan Gelen Eserlerde Çağatay Dili ve Temürlü Sanat Abideleri.,
1960.
Beşinci M illetlerarası Türkoloji Kongresi 21 Eylül 1988 tarihinde İstanbul Üniversitesi’nde yapılmış ve bu kongrede sunulan
tebliğlerden Ekmel Eyyubi’nin tebliğinde de Velidi Togan’a atfen Türkçe Divanın varlığı ifade edilmiştir. Ancak söz konusu
dönemde tebliğler maalesef basılmamıştır.
48 Bkz. B.
Üçok, a.g.e. .s.Sl vd
bilgi 6. M illetlerarası Türkoloji Kongresi'nin 21 Eylül 1988 tarihli Oturumunda sunduğu tebliğinden sonra yapılan
açıklama ile ortaya konulmuştur.
50 Es-sihrindi, s.26
49 Bu
34
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Magazin Haberlerinde Toplumsal Cinsiyet Temsili: Alem, HaftaSonu ve Şamdan Plus
Dergilerinin Anlambilimsel Analizi
Gender Mainstreaming Representation in Tabloid News: The Semantic Analysis of Alem,
HaftaSonu and Şamdan Plus Magazines
Ayşe ÇATALCALI1
1Yard.
Doç. Dr., Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi, İzmir-Türkiye, [email protected]
ÖZET: Toplumsal değişim süreciyle birlikte, M edya endüstrileri yoluyla yayılan modern ve postmodern değerler,
sunulan haber ve fotoğraflar ile üretilen söylemler, kadın ve erkek kimliği üzerinden yeniden pekiştirilmektedir. Geleneksel
toplumlarda erkeğin gerisine düşen, modern toplumlarda ise “süper kadın kimliği”nin ardında sorumluluk alan kadını, kitle
iletişim araçları, yarattığı “eril ve dişil sunumlar” ile günümüzün postmodern gerçekliği içinde ve toplumsal cinsiyet ayrımını
pekiştirir yönde kullanmaktadır. M edya, haber ve fotoğraflarıyla kullandığı dilin, toplumsal yapıyla bir bağlantısı bulunmakt a
ve incelenmesi gerekmektedir. Kitle iletişim araçlarından biri olan dergiler de toplumsal cinsiyet temsillerini gerek haberler
gerek fotoğraflar gerekse de derginin bütün evreni içinde, yarattığı cinsiyete ait metaforlar doğrultusunda söz konusu cinsiy et
ayrımcılığını desteklemektedir. Bu araştırmanın amacı, magazin dergileri Alem, Haftasonu ve Şamdan Plus dergilerinde
toplumsal cinsiyet temsillerinin nasıl ele alındığı üzerinedir. Söz konusu dergilerdeki kadın ve erkek kimliğinin temsil ediliş
şekli ve beklenen roller incelenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Dergiler, magazin, kadın, toplumsal cinsiyet,
ABS TRACT: Together with the process of social change, the modern and postmodern values disseminated through
media industries, the discourses created by the presented news and photographs, are once again reinforced through female and
male identities. With the “masculine and feminine representations” it creates the mass media in today’s postmodern reality uses
the woman who falls behind the man in traditional societies and bears responsibility behind the “super woman identity” in
modern societies, towards reinforcing gender mainstreaming discrimination. The language media uses through news and
photographs has a connection to social structure and needs to be exemined. M agazines as one of mass media devices support
gender representation discrimination through news, photographs and the gender metaphors created in the world of the magazine.
The purpose of this research is to define how gender mainstreaming representation is approached in Alem, HaftaSonu and
Şamdan Plus magazines. The manner of representation and the anticipated roles are exemined in the aforementioned magazines.
Keywords: M agazines, tabloid, woman, gender mainstreaming,
1. TOPLUM, TOPLUMSAL CİNSİYET VE MAGAZİNLEŞME KAVRAMLARI
Medya endüstrileri yoluyla yayılan geleneksel, modern ve postmodern değerler, toplum yapıları
içindeki kadın ve erkek kimliklerini, sundukları haber ve fotoğraflar aracılığıyla pekiştirmektedir. Bu
doğrultuda, çalışmanın kuramsal bölümünde, geleneksel, modern ve postmodern toplum yapıları içinde
kadın ve kimlikleri ele alınmakta, Türkiye’deki toplumsal cinsiyet kalıpları ve magazinleşmeye dikkat
çekilmektedir.
Araştırmacı Kellner’e göre, geleneksel toplum yapısı, küçük bir toprak parçasında az sayıdaki
nüfusun birbiri arasındaki derin ve yakın ilişkilerin söz konusu olduğu bir toplum çeşidi olarak
vurgulanmakta ve bu toplum yapısı içinde, manevi değerlerin, aile bağlarının, toplumsal dayanışmanın
vb. gibi unsurlaraönem verildiğine işaret edilmektedir. Bu toplum yapısında ekonomik yapı da son
derece basittir. Dolayısıyla işbölümü ve uzmanlaşma gelişmemiştir(2003: 195).
Araştırmacı Dönmezer’e göre de, geleneksel toplum örgütlenme biçimi ağırlıkla hısımlığa
dayanan, yavaş değişen, az sayıda ve birbiriyle yakın ilişkideki insanlardan oluşan, işbölümü ve
uzmanlaşmanın gelişmediği toplum tipidir(1999: 224).Önal Sayın’a göre ise, geleneksel toplum,
işbölümü ve uzmanlaşmanın gelişmediği, sınırlı bir toprak parçası üzerine yerleşmiş, nüfusun az,
toplumsal kontrol mekanizmasında görevini geleneklerin üstlendiği, üyeler arası sıkı ve yakın ilişkilerin
egemen olduğu ve “biz” duygusunun ön planda olduğu toplumdur(Sayın, 1990:76).
Emre Kongar’ın Levy’den aktardığına göre(Kongar, 1996:233-234), geleneksel toplum kısaca
şöyle tanımlanmaktadır:
“a.Geleneklerin egemen olduğu toplum, b. İnsan ilişkilerinin duygusal, toplumsal özel
standartlara yönelmiş, başka kişileri kendilerine atfedilen özelliklere göre değerlendiren ve yaygın
ilgilere yönelen toplum, c. Emek yoğun üretimin egemen olduğu toplum, d. Örgütlerin ihtisaslaşmadığı,
karşılıklı bağımlılıkların bulunmadığı, insan ilişkilerinde geleneklerin, özel ilkelerin, fonksiyonel
yaygınlığın hakim olduğu, merkezileşme eğilimlerinin görülmediği, Pazar ve
para
35
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
ekonomisinin ve bürokrasinin gelişmediği, ailenin birinci grup ilişkilerin egemen olduğu, nüfusun
çoğunun köylerde yaşadığı tarım toplumu, e. Endüstrileşme ve kentleşmenin görülmediği toplum”.
Geleneksel toplum yapısı sonuç olarak, durağan bir yapıya sahip, ekonomisi tarıma dayalı,
düşük okuma yazma oranına sahip, teknolojik düzey geri kalmış, düşük hayat standartlarına sahip, yatay
ve dikey hareketlerin olmadığı, sosyal hayata yüzyüze ilişkilerin yoğun olduğu, yönetimde kanun ve
kurallardan ziyade geleneklerin hakim olduğu, inanç ve düşünüş biçimlerinde kaderci zihniyet ve anlayış
egemen olduğu bir toplumsal yapı olarak görülmektedir. Bu tip toplumlarda bireylerarası ilişkiler
samimi olup, bireyler akrabalıklarla birbirine kan yoluyla bağlanmakta ve yüz yüze iletişim
kurmaktadırlar. Kadınlar ise, erkeğin geri planına düşmüş, ikincil plandadır.
Diğer bir toplum yapısı modern toplum yapısıdır. Modernleşme ise, bilimsel, teknolojik keşif
ve yenilikler, sanayideki ilerlemeler, nüfus hareketleri, ulus devlet ve kitlesel hareketlerin meydana
gelmesiyle birlikte ortaya çıkan sosyal ve ekonomik değişmelerin bütünü olarak
tanımlanmaktadır.(Sarup, 1995: 156).
Modernleşme, geleneksel toplum yapısından çıkılarak sanayinin, teknolojinin ve bilimin
geliştiği, eğitim seviyesinin yükseldiği, kapitalist dünya düzeninin oluştuğu, bürokrasinin arttığı,
kentleşmenin başladığı bir toplum yapısına dönülmüştür.
Kellner’e göre modern toplumda kişi, kendini doğduğu yerin bir parçası olarak kabul etmez, bu
gibi şeyleri yaşadıkça yani sonradan edinir. Modern toplumlarda, sanayileşmeye paralel olarak işbölümü
de artmıştır. Dolayısıyla herkes birbirinin yaptığı işin sonucuna daha bağımlı hale gelmiştir. Bunun
sonucu olarak da modern toplumlarda organik bir dayanışma ortaya çıkmaktadır. Buna göre insan, tüm
bu toplumsal kimliklerin ve rollerin bir birleşimidir. Bir başka deyişle, modern öncesi çağa göre
kimlikler istenilen sayıda artışa açık olsa da, yine de, postmodern çağdaki kimliklere göre
sınırlandırılmış ve sabittir(2003:196).
Modernleşmeyle birlikte ailenin işlevlerinde değişimler yaşanmakta aile bazı fonksiyonlarını
diğer kurumlara devretmektedir. Modernleşme, geleneksel tarımsal üretim ve küçük çaplı el sanatlarına
dayalı durağan bir yapıdan, sanayileşmiş okur-yazar oranının arttığı ulaşım araçlarının geliştiği dinamik
bir yapıya geçiş olarak nitelendirilmektedir(Yılmaz, 1996:19).
Postmodernizm toplum yapısı ise, modernizmin sonrasını ifade etmektedir. Postmodernizm
konusuyla ilgili tartışmalar, ilkin güzel sanatlarda başlamış, daha sonra, 19801i yıllardan itibaren
toplumsal kuramla ilgili olarak Batılı toplumların entelektüel yaşamında en tartışmalı alanlardan biri
haline gelmiştir(Şişman, 1996:451).
"Postmodern toplum" konusundaki tartışmalar, D. Bell'in "Kapitalizmin Kültürel Çelişkileri" ve
"Endüstri Sonrası Topluma Geçiş" kitaplarındaki eleştirileriyle gündeme gelmiştir. Bell, Batı
toplumlarında yaşanan bazı krizlerin, kültür ile toplumun birbirinden ayrılmasına kadar geri gittiğini
ileri sürmüştür. Ona göre modern kültür, gündelik hayatın değerlerine sızmaya başlamış, sınırsız bir
kendini ortaya koyma (self-realization) ve aşırı uyarılmış bir duygusallığın öznelciliği, yaşama egemen
olmaya başlamış, hazcı (hedonist) motifler serbest bırakılmıştır. Ona göre, modern kültür, yaşamın
ahlaki temelleriyle bir uyumsuzluk oluşturmuştur. D. Bell, Protestan ahlakındaki çözülmenin
sorumluluğunu da bu kültüre bağlamaktadır(Habermas, 1994:34).
Baudrillard, modern dönemi Freud’la Marx’ın çağı olarak görür ve postmodern dönemi
bunlardan ayırmaktadır. Baudrillard’a göre ‘postmodern dünya anlamdan yoksundur; postmodernite
teorilerin boşlukta süründükleri, güvenli herhangi bir limana demirlemedikleri bir nihilizm
evrenidir(Kellner, 1993:234). Kısaca bu yapıyı şöyle tanımlamak mümkündür.
“a. Daha küçük aile yapısı ve dar akrabalık bağları bulunmaktadır. b. Yaşamının çoğu sembolik
düzenlemeler veya elektronik olarak hareket edebileceği şekilde geçer. c. Modern dünyanın
olumsuzlukları karşısında karamsar bir tavır yerine ironik, alaycı bir tavır alınmaktadır. d. Kişiler daha
çok beyinlerini çalıştırmaktadır. e. Modern yaşamı sorgulayan ve reddeden bir tavrı benimsemek, f.
Medya elektronik ortamlarda takip edilmektedir. f. Fiziki mücadele yerine sembolik olarak mücadele
edilmektedir. g.Fizik sel, Sembolik ve Toplumsal çevre atlamalıdır ve geniş sayıdadır.
h. Bilgi özet şeklindedir ve depolanmış bilgiye yüksek bir gereklilik vardır. ı. Tek ve tartışmasız bir
gerçek anlayışı yerine gerçeğin ancak bir parçasının bilinebileceğine inanılmaktadır. i. Sosyal roller
seçimli ve sürekli farklılaşmaktadır.”
Her üç toplum yapısı içinde, kadın ve erkeğin belirlenen rol kalıpları bulunmaktadır. Ancak
öncelikle toplumsal cinsiyet kalıplarına değinmekte fayda vardır. Araştırmacı Demez’e göre(2005:29),
toplumsal cinsiyet kavramı cinsiyetin biyolojik özelliklerinden bağımsız olarak kadın ve erkeğin
36
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
toplumsal algılanışlarına ve kültürel olarak kadın ve erkek olma sürecine işaret etmektedir. Toplum
kadını ve erkeği tarihsel süreç boyunca bazı alanlara ait kılmakta; yaşanılan toplumsal yapı ve dönem
kadının ve erkeğin sosyal işlevlerini belirlemektedir. Kadının ve erkeğin görünürlüğü ve değeri yine
kültür tarafından belirlenmektedir.
“Toplumsal cinsiyet” bireyin kendini kadın ya da erkek olarak nasıl algıladığını açıklayan bir
kavramdır. Bireyin üyesi olduğu toplumun kültürü; bir kadın ya da erkeğin hayatta nasıl davranacağını,
neyi nasıl düşüneceğini ve nasıl hareket edeceğini belirler ve herkesten de bunlara uymasını
beklemektedir. Bu bağlamda toplumsal cinsiyet kavramı bir kültürde kadın ve erkeğe biyolojik cinsiyeti
nedeniyle uygun görülen ve dayatılan toplumsal ve kültürel davranış biçimlerini, beklentileri,
sorumlulukları ve rollerin bütünü olarak da tanımlanabilmektedir.
Toplumsal cinsiyeti, kadının ve erkeğin sosyal olarak belirlenen rol ve sorumluluklarını ifade
eden bir kavram olarak tanımlayan Özlem Çelik ise (2008:8),
“toplumsal cinsiyet biyolojik farklılıklardan dolayı değil, kadın ve erkek olarak toplumun bizi
nasıl gördüğü, nasıl algıladığı, nasıl düşündüğü ve nasıl davranmamızı beklediği ile ilgili bir tanımdır”
demektedir.
Medya ile sunulan gerçeklik, bireylerin tutum ve davranışlarını etkilemede ve değiştirmede
oldukça etkilidir. Özellikle çocukların medyanın bu güçlü etkisinde kaçması oldukça zordur. Bireyler
üzerinde medyanın (gazete, dergi, televizyon, vb.) model oluşturma etkisi tartışılmaz bir geçekliktir.
Medyanın kadını ve erkeği sunuş şeklini, her yaştan birey örnek model olarak kabul etmektedir. Bu
bağlamda medyada kadınların ve erkeklerin nasıl ve ne kadar gösterildikleri, hangi rol ve davranışlar
içinde sunuldukları önem kazanmaktadır.
Kadınlar genel olarak medyada birer “anne, ev kadını ve iyi bir eş” rolleri ile tanımlanmaktadır.
Bu roller birçok kitle iletişim aracında çocukları ile ilgilenen anne, çocuklarına yemek hazırlayan ev
kadını, evini temizleyen ev kadını ve eşini memnun edebilmek amacıyla ona güzel yemekler pişiren,
eşinin kıyafetlerini yıkayan, ütüleyen bir eş olarak görülmektedir. Toplumda vurgulanan kadınsılık,
kadının yerini ev olarak tanımlamaktadır. Bu görüşe göre, kadının en temel görevi evin ve ailenin
düzenini sağlamak, çocukları yetiştirmektir. Ev düzeni ve çocuk yetiştirme olarak adlandırılan işler,
yemek yapmak, temizlik yapmak, bulaşık yıkamak ve ütü yapmak gibi çeşitli ev işlerini kapsamaktadır.
Betül Feyzan Birtek'a göre (2007:16) medya kurumları kadınlarla ilgili basmakalıp imajlar
kullanır ve kadınların bağımlılığını, ikincil konumunu pekiştiren bir ideolojiye hizmet ederek onların
eve ve aileye ilişkin rollerinin önceliğini vurgulamaktadır. Kadınlar televizyon kanallarından, içinde
yasadıkları dünyanın bir erkek dünyası olduğunu ve kendi bakış açılarını değiştirmek durumunda
olduğunu öğrenirler. Kadınlar çeşitli yayın organlarında “fedakâr anne, sadık, iyi eş” kalıplarının
dışında cinsellikleriyle, erkek egemen söylemlerce tanımlanmış cinsel kimlikleriyle var olabilmektedir.
Kadınlar medyada genellikle ev içindeki ev kadını, anne ya da hemşire, sekreter gibi geleneksel
rolleriyle yer almaktadır. Ayrıca kadınlar iş ortamında başarılı gösterildikleri durumlarda ise özel
hayatlarında mutsuz gösterilirler. Medyada kadınlar konusundaki bu söylem genel olarak kadını daha
pasif, kolayca el konulabilir, hükmedilir, parçalarına ayrılıp çeşitli amaçlar için kullanılabilir seyirlik bir
cinsel haz nesnesine dönüştürmektedir.
Erkekler medyada her zaman mantıklı, hırslı, rekabetçi, güçlü, vahşi, dengeli ve dayanıklı olarak
sunulmaktadırlar. Erkekler söz konusu olduğunda vurgu hep güç, performans ve beceri üzerindir.
Erkekler kitle iletişim araçlarında spor, arabalar ve araba kullanmak, işe gitmek, evde dinlenmek ve
eğlenmek ile ilişkilendirilmektedirler. Ayrıca erkekler genellikle para, sigorta ya da bireyler ile ilgili
konularda birer otorite ve karar mercii olarak rol almakta ve bu konularda kendi fikirlerini sık sık dile
getirerek diğer bireylerin kararlarında etkin rol oynamaktadırlar.
Söz konusu kadın ve erkek kalıpları medyada ve özellikle magazin basınında da
kullanılmaktadır. Türkiye’de magazinleşme, 1950’li yıllarda Demokrat Parti döneminde Amerikan
yaşam tarzına sunulan ilginin artması, televizyonun hayatlarımızda daha önemli bir rolde yer almaya
başlaması, birbirinden farklı alanlarda (moda, yemek, eğlence vb.) yayınlanan dergilerin daha çok
tüketime yönelik olmaya başlaması Türkiye’de “magazin” in vitrine çıkmaya başladığının izlerini
gözlemlediğimiz yıllardır.(Uzel, 2008:32)
İnsanların haberi okuması ve bilgilenmek istemesinin en önemli nedeni merak duygusudur.
Magazinin de önemli bir parçasını “merak” duygusu oluşturmaktadır. Magazin haberleri sanat ve
sosyete dünyasının ünlü simalarının yaşantılarını konu almaktadır ve bu insanların yasayış tarzları,
37
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
diğer insanlarla olan ilişkileri, aşkları “merak” duygusu uyandırmaktadır. Toplum tarafından da sunulan
bu renkli hayatlar merakla izlenmektedir. İzleyiciler ve okuyucular bu ünlü kişilerin üzüntülü ya da
sevinçli yaşamları hakkında bilgi sahibi olurken aynı zamanda onlara sunulan bu haberlerin güvenilir
olmasını da isterler.
Araştırmacı Uzel (2008:45), magazin haberinin öncelikleri şöyle sıralamaktadır; "Şöhret sahibi
olan insanların yaşantıları, aşkları, okuyucularda merak uyandıracak konular, renkli fotoğraflar,
güncellik, uyum, çıkan dedikodulardan oluşur. Sıra dışılık, yeni başlangıçlar, aniden başlayan ya da
biten ilişkiler, ünlü isimlerle ilgili haberler magazin haberinde çok önemli bir yere sahiptir. Magazin
haberlerinde; ünlü ses, sinema ve tiyatro sanatçıları, manken ve televizyon dizilerindeki oyuncuların
fotoğrafları, onlar hakkında çıkan yazılar sık sık yer almaktadır". Sonuç olarak magazin, günümüz
medya anlayışı içerisinde çok önemli bir yere sahiptir. Magazin haberciliği her eğitim seviyesindeki
okura seslenebilmesinden ötürü bu popüleritesini kazanmaktadır. Bu bağlamda magazin haberciliğinin
amacını, eğlendirirken bilgi vermek şeklinde özetleyebiliriz. Bu amaçla yaşanılan dünyanın daha kolay
algılanabilmesi için olaylar ve olguların sınıflandırılarak düşünülmesi, karmaşık bir yapının bütününü
irdelemek yerine yapıyı temsil eden bir kişinin ele alınması gibi yöntemler denenmektedir.
2. ARAŞTIRMANIN YÖNTEM VE MATERYALLERİ
Bu araştırmanın yöntemi, anlambilimsel çözümleme tekniğidir. Magazin dergilerinde
toplumsal cinsiyet rollerinin nasıl örüldüğünü ve klişeleşen kadın ve erkek kimliklerinin nasıl
sunulduğunu incelemek için, Alem dergisinin 30 Ekim 2013 tarihli ve 1064 numaralı sayısı, Haftasonu
dergisinin 30 Ekim - 5 Kasım 2013 tarihli ve 2013/44 sayılı baskısı, Şamdan Plus dergisinin 30 Ekim
2013 tarihli 489 sayılı yayını anlambilimsel çözümlemeyle incelenmekte ve değerlendirmeye
varılmaktadır.
3. ARAŞTIRMANIN BULGULARI
Haftasonu dergisi kapak analizi ilk olarak Bergüzar Korel idol sunumu üzerinden yapılmaktadır.
Güzel, çekici ve ideal kadın formlarında sunulan Korel, modern kadını temsil etmektedir. "Karadayı'nın
hakime hanımı" başlığıyla 'Karadayı' adlı dizide çalışmasına vurgu yapılan Bergüzar Korel, çalışan
kadın rolünde sunulmaktadır. Kapakta yer alan diğer bir idol sunumu da “starlar galada” başlığıyla
yapılmaktadır. Star olarak tanıtılan kadınlar ve erkekler modern yapının getirdiği bakımlı olma ve güzel
görünme şartlarına uygun olarak ideal kadın ve ideal erkek rollerinde verilmektedir.
İkinci olarak ele alınan haber, iç sayfa haberidir. “Arkadaş Buluşması” adlı haberde, Esra
Dinçkök’ün iş adamı Raif Dinçkök’le evli olduğu vurgulanmaktadır. Toplumsal cinsiyet rolleri
bağlamında kadın haber eş rolünde sunulmaktadır. Kadının kendi başına bir birey olduğu göz ardı
edilerek erkek üzerinden bir tanıtım yapılmış ve erkeğe bağlı bir kadın sunumu gösterilmiştir.
Geleneksel toplumda görülen ataerkil yapı kadını erkeğe bağlı bir birey olarak göstermektedir. Ayrıca
haberde erkek iş adamı rolünde sunulmaktadır.
Üçüncü haber, “Sabah Sporu” başlıklı haberde Ahmet Hotiç’in Bebek’te yürüyüş yaptığı ve bu
sırada telefonla konuştuğu anlatılmaktadır. Toplumsal cinsiyet rolleri bakımından erkek bu haberde
38
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
iş adamı olarak sunulmaktadır. Haberde Hotiç’in patronlarından olduğu ve telefonda iş görüşmesi
yaptığı vurgulanmaktadır.
Dördüncü haber de, kadın ve erkek hem eş rolünde hem de anne ve baba rollerinde
sunulmaktadır. Çocuklarıyla vakit geçiren ve onları mutlu etmeye çalışan bireyler olarak
gösterilmektedir. Haberde ayrıca çiftin mutlu olması 3 çocuğa bağlanmakta ve evli çiftlerin mutluluğu
çocukta bulduğu mesajı sunulmaktadır. Bir diğer haberde de Türkiye’nin 8. Cumhurbaşkanı merhum
Turgut Özal’ın küçük oğlu Efe Özal ile alışveriş merkezindedir. Haberde, “Kızı ve yardımcısıyla birlikte
dolaşan Sinem Hanım’ın çantasının renginin kızının kıyafetiyle aynı tonda olması dikkatlerden
kaçmıyordu” denilmektedir.
Şamdan Plus dergisi kapak analizine bakıldığında ise, “Anne olmak isteyen Derin
MermerciAydın Çocuklar İçin Tasarladı" başlığında kadın anne rolündedir. Aynı şekilde "Şebnem, Joy
Işık Ersoy Kızını ve Anneliği Anlattı" başlığında da kadın anne rolünde sunulmaktadır. "PetraNemcova
Mücevher Tanıtımı İçin İstanbul'a Geldi" başlığında kadın çalışan kadın rolünde sunulmakta ve genç,
güzel ve bakımlı sunulmasıyla da modern kadını temsil etmektedir. "Gül Saygı İlk Koleksiyonu İle
Büyük Övgü Aldı" başlığında çalışan kadın rolündedir. Derginin kapağında ağırlıklı olarak genç, güzel,
bakımlı ve başarılı kadınlar yer almakta bu da modern kadın temsili oluşturmaktadır.
Haber analizlerine bakıldığında ilk haber, "Arkadaşlarıyla Yemek Molası Verdi" başlıklı
haberdir. İş adamı olan Osman Çarmıklı'nın arkadaşlarıyla iş arasında yemek yediği anlatılmaktadır.
Haberde erkek toplumsal cinsiyet rolleri bakımından 'iş adamı' rolünde sunulmaktadır. Toplumda
erkeğe dayatılan en genel rol olan iş adamlığı erkeği çalışmak zorunda olan ve ailesine bakmak zorunda
olan bir birey olarak sunmaktadır.
İkinci haber ise, “Anne olduktan sonra telaşım törpülendi” başlıklı haberdir. Haberde, Şebnem
Işık Ersoy’un anne olduktan sonra telaşının törpülendiği ve sakin bir yapıya sahip olduğu
anlatılmaktadır. Toplumsal cinsiyet rolü bağlamında kadın “anne” rolünde verilmektedir.
39
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Alem dergisi kapak analizine bakıldığında ise, Şennur Hamamcıoğlu ve Yasemin
Pirinçcioğlu’nun Geyre Vakfı’nı anlatması aktarılmaktadır. Toplumsal cinsiyet rolleri açısından kadın
“hayır” için çalışan modern kadın rolünde sunulmaktadır. Kadın sosyal sorumluluk sahibi bir birey
olarak verilmekte ve toplumda öyle bir algının oluşması gerektiği sunulmaktadır. Derginin haber
analizlerine bakıldığında; haberde erkek toplumsal cinsiyet rolleri bakımından iş adamı rolünde
sunulmaktadır. Metin Fadıllıoğlu’nun iş adamlığı yönü ele alınıp haberde işlenmektedir. Haberlerde
ayrıca modern kadın görüntülerine de rastlamak mümkündür. “Sportif ruhlu” başlığı ile kadın, sabah
sporu yaparken görüntülenmekte ve modern kadın vurgulanmaktadır.
4. TARTIŞMA ve SONUÇ
Bu araştırmanın özgünlüğü, bulgular ve sonuç çerçevesinde şu sonuçlara genel olarak
varılmaktadır. Yapılan taramalara göre söz konusu dergiler üzerinden özellikle magazin dergiciliği
üzerinde bir çalışma yapılmadığı gözlenmekte ve bu durum araştırmanın özgünlüğünü ortaya
çıkarmaktadır.
Araştırmanın bulgularına bakıldığında ise; Alem Dergisi'nde genel olarak kadın "anne, eş,
çalışan kadın" rollerinde sunulmaktadır. Haberlerde yer alan eş rollerinde kadın, erkeğin arkasında ikinci
planda tutulan ve kadının varlığının erkek üzerinden olduğu bir birey olarak aktarılmaktadır.
Kadının mutluğu âşık olmasına ve çocuk sahibi olmasına bağlanmakta ve çocukların bakımı
kadının en önemli göreviymiş gibi sunulmaktadır. Kadın çalışmasına rağmen çocuklarının bakımını
aksatmayan ve sürekli onlarla vakit geçiren, “modern kadın” kimliğinde sunulmaktadır. Dergi
içeriklerinde, annelik toplumsal rollerin en değerlisi olarak aktarılmakta ve erkek kimliği ise, genel
olarak iş adamı rolünde sunulmaktadır. Erkek genç yaştan itibaren çalışan ve kariyer yapan bir birey
olarak vurgulanmaktadır.
Şamdan Plus Dergisi'nin haberlerinde kadın "anne, eş, fedakar anne, genç, güzel, bakımlı” ve
kimi verilerde ise, “başarılı ve çalışan kadın” rollerinde sunulmaktadır. Bunun yanı sıra, kadının
fiziksel görünüşü ön plana çıkartılmakta ve bu bağlamda kadın metalaştırılmaktadır. Dergide aile, anne,
baba ve çocuklardan oluşan “modern aile” yapısında verilmektedir. Şamdan Plus dergisinde erkek genel
olarak iş adamı rollünde verilmekte ve erkek çalışan ve para kazanan bir birey olarak sunulmaktadır.
Hafta Sonu Dergisi'nin haberlerinde ise, kadın stereotipleri (kalıpyargılar) "anne, eş, çalışan
kadın, bakımlı güzel kadın" rollerinde sunulmaktadır. Dergide kadın, çalışan ve kendi ayaklarının
üstünde durabilen modern bir yapıda aktarılmaktadır. Dergideki kadınlar bakımlı, güzel ve fiziki
bakımdan ideal kadın formlarında sunulmakta ve bu bağlamda kadın metalaştırılmaktadır. Haber
içeriklerinde, erkek ise "baba, eş ve iş adamı" rollerinde sunulmaktadır. Erkek çalışan ve eşi ve
çocuklarının geçimi için para kazanan bir birey olarak kamusal alanda yer almaktadır. Hafta Sonu
dergisinin haberlerinde ailelerin mutluluğu çocuk sahibi olmalarına dayandırılmakta ve çocuk bakımı
kadının sorumluluğunda sunulmaktadır.
Çalışmada araştırmanın hipotezini oluşturan "Magazin içeriğine sahip dergiler, çeşitli fotoğraf,
haber ve diğer içeriklerinde toplumsal cinsiyet ayrımına yönelik kadın ve erkek imajlarını geleneksel,
modern ve postmodern yapı çerçevesinde farklı konumlarda yansıtmaktadır. Böylelikle dergilerin yayın
politikalarına göre kadın ve erkek temsilleri ön plana çıkmaktadır" söylemi doğrulanmaktadır.
40
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
5. KAYNAKLAR
Birtek, B.F. (2007).Toplumsal Cinsiyet Açısından Sosyal Değişimlerin Türk Sinemasında Erkek Kimliklerine Yansıması:
Koca Rolü (1980–2000 Yılları Arası), İstanbul: M armara Üniversitesi.
Çelik, Ö.(2008). Ataerkil Sistem Bağlamında Toplumsal Cinsiyet ve Cinsiyet Rollerinin Benimsenmesi, Ankara: Gazi
Üniversitesi.
Demez, G. (2005). Kabadayıdan Sanal Delikanlıya Değişen Erkek İmgesi, İstanbul: Babil.
Dönmezer, Sulhi,(1999). Toplumbilim, İstanbul: Beta.
Habermas, J. (1994). Modernlik: Tamamlanmamış Bir Proje, Çev: Necmi Zeka, İstanbul: Kıyı.
Kellner, D. (2003). Popüler Kültür ve Postmodern Kimliklerin İnşası,Çev: Gülcan Seçkin, Doğu Batı: İstanbul, Sayı: 15.
Kongar, E.(1996). Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği, İstanbul:Remzi.
Sarup, M adan, (1995). Postyapısalcılık ve Postmodernizm, Çev: A. Baki Güçlü, Ankara: Ark.
Sayın, Önal, (1990). Aile Sosyolojisi, İzmir: Ege.
Şişman, M . (1996). Posmodernizm Tartışmalar ve Örgü Kuramındaki Yansımaları, Eğitim Yönetimi, Yıl.2.Sayı:3
Uzel, G. (2008).Magazin Basınında "Anne" İmgesi ve" Annelik":"Kelebek" Magazin Eki Üzerinde Bir İnceleme, Ankara:
Ankara Universitesi
Yılmaz, A. (1996). Modernden Postmoderne Siyasal Arayışlar, Ankara: Vadi.
41
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Cinsiyete Dayalı Zeka Düzeyi Algı Çalışmalarının Değerlendirilmesi
Gender-Based Intelligence Level of Perception Study Evaluation
Ayten İFLAZOĞLU SABAN1
1Doç.
Dr., Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi, [email protected]
ÖZET: Bu araştırmanın amacı, cinsiyete dayalı zeka düzeyi algılarını belirleme ile ilgili olan ve google akademik
veritabanına kayıtlı ulusal ve uluslararası hakemli dergilerde yayınlanan makaleleri araştırma sistematiği ve cinsiyet -zeka
ilişkisi bağlamında incelemektir. Araştırma, nitel araştırma metodolojisi kapsamında yürütülmüş betimsel bir çalışmadır.
Araştırmada veriler, doküman analizi yöntemi kullanılarak elde edilmiştir. Google akademik veritabanı “cinsiyet ve zeka”
anahtar kelimesi kullanılarak taranmıştır. Analize dahil edilecek makalelerin 1990-2015 yılları arasında hakemli ulusal ya da
uluslararası bir dergide yayınlanmış olması koşulu aranmıştır. Ulaşılabilen 95 makale incelenmiş bunlardan 85’i. araştırma
örneklemini oluşturmuştur. Verilerin analizinde içerik analizi kullanılmıştır. Araştırma sonuçları; zeka düzeyi algısını en çok
kültür ve cinsiyetin etkilediğini ortaya koymuştur. Çoğu kültürde erkekler kendi zekâ düzeylerini bayanlara nazaran daha
yüksek tahmin etmişlerdir. Hem kadınlar hem de erkekler babalarının annelerinden daha zeki olduğunu belirtmişlerdir. Annebabalar da erkek çocuklarını kız çocuklarından daha zeki göstermişlerdir. Erkekler çoklu zeka kuramının ortaya koyduğu
matematiksel-mantıksal, görsel/uzamsal, sözel/dilsel ve doğa zeka alanlarında da kadınlardan daha zeki olduklarını
belirtmişlerdir.
Anahtar S özcükler: Cinsiyet, zeka, zeka algısı, çoklu zeka
ABS TRACT: The purpose of this research, gender is relevant to determining the intelligence level of perception and
google is to examine academic database of articles published in registered national and international journals in the context of
relationships gender-intelligence and research systematic. The research is a descriptive study was conducted under qualitative
research methodology. Research data were obtained using a document analy sis method. Google Scholar database were screened
using the keyword "gender and intelligence". The peer-reviewed articles to be included in the analysis between the years 19902015 have been published in national or international journals condition was sought. 95 articles were examined and 85 of them
can be reached. The sample consisted of research. The content analysis was used to analyze the data. The research results;
demonstrated that intelligence levels of perception affect the most cultural and gender. In many cultures, men have guessed
higher compared to women their own intelligence. Both women reported that both men are smarter than their mothers, their
fathers. Parents also showed the girls smarter than boys. M en posed by the multiple intelligences mathematical -logical, visualspatial, verbal-linguistic and nature intelligence field in the report that they are more intelligent than women.
Keywords: Gender, intelligence, perception of intelligence, multiple intelligence
GİRİŞ
Zeka her dönemde insanların dikkatini çekmiş ve süreklilik arz edecek biçimde üzerinde sürekli
düşünülmüş bir kavramdır. Bu bağlamda zekâ konusunda kuramsal çerçevede gerçekleştirilen ilk
çalışmalar tekli zekâ anlayışı temelinde gelişirken, daha sonraki yıllarda yapılan analizler zekânın çeşitli
faktörlerin oluşturduğu bir set olarak düşünülmesinin daha doğru olduğu görüşüne odaklanmıştır.
Geleneksel zekâ anlayışı tekil, sabit, niceliksel ve gerçek yaşamdan soyutlanarak ölçülebilir bir
karakteristiğe sahiptir. İnsanların var olan yeteneklerini ve potansiyellerini saptamayı amaçlamaktadır.
Çoğul ve geliştirilebilir bir nitelikte olan ve günümüzde daha çok kabul gören zekâ anlayışında ise zeka;
sayısal olarak ölçülememekte, gerçek yaşam problemleri ile ilişkilendirilerek ölçülebilmekte, bireyin
geliştirdiğinden çok geliştirmesi gereken alanlara ve başarılı olma
potansiyelini saptamaya
odaklanmaktadır (Gardner, 1999, 2004; Gürel ve Tat, 2010).
Geçmişte ve günümüzde farklı yaklaşımlar içerisinde zekânın birçok tanımı yapılmıştır. Bunlar;
“Psikometrik yaklaşımlar”, “Gelişimsel yaklaşımlar”, “Biyo- ekolojik yaklaşımlar”, “Çoklu
yaklaşımlar” adları altında toplulaştırılabilir. Psikometrik yaklaşımlar bilişsel faktörleri ölçerek zekânın
da ölçülebileceği görüşünü ileri sürmüş, belirli zihinsel yetenekleri ‘g’ ve ‘s’ faktörü olarak
değerlendirmiştir. Günümüz standart zekâ testlerinin ‘g’ ya da diğer bir ifadeyle genel zekâyı ölçtüğü
varsayılmakta ve ‘g’ ile zekâ, IQ puanı gibi tek bir puanla ifade edilebilmektedir (Ülgen, 1997).
Cattell’in görüşü de bu çerçevede değerlendirilebilir. Cattell’e göre zeka, ‘akıcı zekâ’ ve ‘kristalize zekâ’
olarak iki temel bileşenden oluşmaktadır. Akıcı zekâ, kavram oluşturma ve benzerlikleri tanımlamada
gerekli yetenekleri içermektedir. Var olan zihinsel yapılardan yararlanmaktan çok, yeni yapılar kurmada
aktif olan bu zeka türünün sezgisel özellikler içerdiğini söylemek mümkündür. Kristalize zekâ ise;
kelime hazinesi testleri, sınıf ortamında uygulanan testler ve çeşitli sosyal durumlarla ilgilidir. Her iki
zekâ türüyle ilgili araştırmalar; akıcı zekânın ilk yetişkinlik dönemlerinde en yüksek düzeye
çıkabileceğini, kristalize zekânınsa yaşam boyunca artabileceğini ortaya koymuştur
42
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
(Başaran, 1994). Sonuç olarak psikometrik yaklaşımlar zekayı, genel zeka “g” faktörü ile nicel, tek ve
bütün zihinsel becerileri kapsayan bir özellikte görümektedir. Bu bakış açısından genellikle bireyin iki
kısmen üç yönü ortaya çıkarılmaktadır. Bunlar sözel-dilsel, mantıksal matematiksel ve kısmen görseluzamsal yönleridir ve bu yönler nicel olarak ifade edilebilir.
Gelişimsel yaklaşımda Piaget, bireyin değişik yaşlarda özümleme ve uyum sağlama yoluyla
çevreye uyum sağladığını ortaya çıkartmıştır. Zekayı çevreye uyum sağlama gücü olarak ele alır ve
değişme - kendini yenileme gücü olarak tanımlar.
Biyoekolojik yaklaşımcılardan Ceci ve Vygotsky zekanın oluşumunda, hem bireyin kalıtsal
olarak getirdikleri hem de içinde doğduğu çevrenin bileşkesi olduğunu savunurlar. Spearman’ın ‘g’
faktörüne karşı çıkıp zekayı biyolojik temele sahip bilişsel potansiyel olarak ele almışlardır. Bilginin ve
doğal yeteneğin ayrılmaz olduğunu vurgulayarak ortamsal, biyolojik, üst bilişsel ve güdüsel
değişkenlerin de zekâ kavramı içinde bulunduğunu savunmuşlardır. Vygotsky’ye göre belirli bir gelişim
düzeyinde çocuğun kendi başına gerçekleştirebileceği bir takım davranışlar olduğu gibi, bir yetişkinin
yardımıyla başarabileceği davranışlar da vardır. Vygotsky, kavramları kendiliğinden edinilen ve
öğretilen kavramlar olarak ikiye ayırmaktadır. Kendiliğinden edinilen kavramlar gündelik yaşamda
kullanılan kardeş kavramı gibi kavramlardır. Öğretilen kavramlara ise sömürü kavramı örnek verilebilir.
Dolayısıyla zeka hem bilişsel hem sosyokültürel temelli olarak açıklanabilir (Selçuk, Kayılı ve Okut.,
2004; Gürel ve Tat, 2010).
Eğitim ve psikoloji alanındaki gelişmelerle birlikte, geleneksel yaklaşımda olduğu gibi bireyin
neler yapabildiğinden daha çok, neler yapabileceği üzerine düşünülmeye başlanmıştır. Bu etkiler zeka
kuramlarında da değişikliklere ve gelişmelere yol açmıştır. Artık çocukların değerlendirilmesinde zeka
testlerinin yeterli olmadığı düşünülmektedir. Çocukların potansiyel yeteneklerinin açığa çıkarılmasının
gerektiği görüşü yaygınlaşmaya başlamıştır (Koman, 2001, s.24). Bu görüşleri destekleyen iki önemli
kuramcı Sternberg ve Gardner’dir.
Sternberg tarafından geliştirilen Triarşik Zekâ Teorisi –Triarchic Intelligence Theory-; ‘analitik
zekâ’, ‘yaratıcı zekâ’ ve ‘pratik zekâ’ olarak ayrıntılandırılabilen üç temel zekadan söz etmektedir. Bu
bağlamda analitik zeka, geleneksel zeka testleri tarafından ölçümlenen analitik düşünme yeteneğini
tanımlarken; yaratıcı zeka, problemleri yeni ve farklı yollarla çözme yeteneğini kapsamaktadır. Pratik
zeka ise, bireyin sosyo-kültürel çevresine uyum sağlamasına yardım eden pratik düşünme yeteneğini
ifade etmektedir (Plotnik, 1996,s. 259, Akt. Gürel ve Tat, 2010).
Çoklu yaklaşımcılardan diğeri de Gardner’dır. Gardner’a göre, insan beyni sekiz zekâ alanını
içermektedir. Bu kuram tekli zekâ modelinin antitezi niteliğindedir. Farklı zekâ türlerinin varlığına
dikkat çekmekte ve her insanın kendine özgü bir zekâ profiline sahip olduğu görüşünü savunmaktadır.
1983 yılında yayınlanan Frames of Mind -Zihin Çerçeveleri- isimli eserinde, tekli zekâ modelinin insan
beyninin tam potansiyelini yeterince ortaya koyamadığına dikkat çeken Gardner; sözel ve matematiksel
yetenekleri ölçen IQ testlerinin, bu kısıtları nedeniyle insan beyninin tüm süreçlerini ortaya koyma
konusunda yetersiz olduğunu ifade etmiştir. Tek bir zekânın varlığını reddeden Gardner, genel olarak
sekiz daha sonra dokuz, on zeka türünden söz etmiştir. Bu bağlamda “sözel-dilsel zeka”, “matematikselmantıksal zeka”, “görsel-uzamsal zeka”, ‘müziksel-ritmik zeka”, “bedensel-kinestetik zeka”, “sosyal
zeka”, “kişisel-içsel zeka”, “doğa zekası” ve henüz modele eklenmeyen ama sözü edilen “varoluşçu
zeka” ve “sezgisel zeka” Gardner tarafından gündeme getirilen Çoklu Zeka Kuramı çerçevesinde
tanımlanan zeka türlerindendir (1999, 2004, 2009).
Zeka kavramı gelişimsel ve tarihsel olarak en çok tartışılan kavramlardan biridir. Zeka
kavramının bilim adamları tarafından farklı şekillerde temellendirilerek tanımlanması, farklı farklı
değişkenlerle ilişkilendirilmesi ve ölçülmesinde izlenen yaklaşımlar bu konuda bir uzlaşmanın
olmadığını ortaya koymaktadır. Uzmanlar arasındaki bu uzlaşmazlığın benzer şekilde zeka ile cinsiyet
ilişkileri konusunda da olduğu görülmektedir. Bazıları (ör: Lynn, 1994, 1997, 1999; Lynn, Irwing, &
Cammock, 2002) cinsiyet açısından zeka puanlarının farklılaşmadığını, bazıları ise erkeklerin IQ
testlerinden kadınlardan daha yüksek puan aldıklarını (ör: Brody, 1992; Halpern & LaMay, 2000;
Jensen, 1998) belirtmişlerdir. Erkekler toplumda eğitim araştırma ve iş bağlamında daha şanslı
konumdadırlar. Bu da “g” faktörü ile tanımlanan karmaşık problemlerle baş edebilme ve problemlere
çözümler üretme becerilerini arttırmaktadır. Dolayısıyla IQ testlerinden kadınlardan daha yüksek bir
puan almaları bununla açıklanabilir. İkincisi Broca, çalışmalarında entelektüel başarıda beyin
büyüklüğünü en önemli kriter olarak benimsemiş ve erkeklerin kadınlardan daha büyük beyne sahip
olduğunu ve dolayısıyla daha zeki olduklarını iddia etmiştir (Rushton ve Ankney, 1996; Lynn, 1999).
43
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Ancak bu durum ampirik olarak kanıtlanmış değildir (Allen, 2003). Dolayısıyla toplumsal cinsiyet
açısından zeka konusunda ayrımcılığın olduğu söylenebilir. Söz konusu ayrımcılık, erkeğe oranla daha
dezavantajlı ve daha düşük toplumsal statüye sahip olan kadınları daha olumsuz etkilenmektedir.
Bununla birlikte hem cinsiyet ayrımı ve zeka arasındaki ilişki, hem de insanların zekayı algılama ve
kişileri bu paralelde değerlendirmeleri hep güncelliğini koruyan bir konudur. İlgili literatür
incelendiğinde bu konuda birçok araştırma yapıldığı görülmüştür. Bu araştırmalardan hareketle
kadınların ve erkeklerin toplumda kendilerini ve çevrelerindeki insanları zeka düzeylerine göre nasıl
sınıflandırdıkları, bu durumu nasıl algıladıklarını ortaya koyan araştırma sonuçlarının derinlemesine
incelenmesi önemlidir.
Araştırmanın Amacı
Bu araştırmanın amacı, cinsiyete dayalı zeka düzeyi algılarını belirleme ile ilgili olan ve google
akademik veritabanına kayıtlı ulusal ve uluslar arası hakemli dergilerde yayınlanan makaleleri araştırma
sistematiği ve cinsiyet-zeka ilişkisi bağlamında incelemektir. Bu genel amaç doğrultusunda aşağıdaki
soruya yanıt aranmıştır:
1) Google akademik veritabanına kayıtlı makalelerin; yapıldıkları yıllara, ülkelere, çalışma
alanlarına, kullanılan veri toplama araçlarına, araştırma modellerine, araştırma amaçlarına ve araştırma
sonuçlarına göre dağılımı nasıldır?
YÖNTEM
Araştırma, nitel araştırma metodolojisi kapsamında yürütülmüş betimsel bir çalışmadır.
Araştırmada veriler, doküman analizi yöntemi kullanılarak elde edilmiştir. Google akademik veritabanı
“cinsiyet ve zeka” anahtar kelimesi kullanılarak taranmıştır. Analize dahil edilecek makalelerin 19902015 yılları arasında hakemli ulusal ya da uluslararası bir dergide yayınlanmış olması koşulu aranmıştır.
Ulaşılabilen makaleler araştırma kapsamında ele alınan başlık ve yayın yılı sınırlılığında incelenmiş ve
başlığında zeka hakkında kuramsal bilgi, duygusal zeka, zeka ve yaş, kişilik, akademik başarı vb. ele
alındığı makaleler araştırma kapsamı dışında bırakılmıştır. Sonuç olarak, araştırmada PDF formatında
95 makale incelenmiş bunlardan 85’i belirlenen kriterlere uygun olduğuna karar verilmiştir. Araştırma
örneklemini oluşturan “cinsiyet ve zeka” ile ilgili toplam 85 adet çalışmanın analizi araştırmanın alt
amaçları dikkate alınarak gerçekleştirilmiştir. Verilerin analizinde içerik analizi kullanılmıştır. Bunun
için makaleler defalarca okunmuş temalar ve alt temalar oluşturulmuştur (Örneğin; tema: araştırma
modeli, alt temalar: betimsel, karşılaştırmalı, ilişkisel, boylamsal, kesitsel, meta-analiz).
BULGULAR
Bu bölümde araştırma sonucunda elde edilen verilere ilişkin bulgular araştırma amaçları
doğrultusunda sırayla verilmiştir.
Araştırmanın çalışma grubunda yer alan makalelerin yapıldıkları yıllara ve ülkelere göre
dağılımı Tablo 1’de verilmektedir.
Tablo 1’de görüldüğü gibi araştırmaya konu olan çalışmaların 1995-2014 yılları arasında 37
farklı ülkeden seçilen örneklemlerle gerçekleştirildiği belirlenmiştir. Çalışmaların ülkelere göre dağılımı
ise söyledir: Türkiye (n=17), İngiltere (n=27), İngiltere örneklemi ile diğer ülkeler -Amerika, İran,
İzlanda, Fransa, Singapur, Belçika, Slovakya, Havai ve Mısır (n=9), Polonya, Almanya, Portekiz,
Danimarka, İspanya, Finlandiya (n=12), Amerika, Kanada, Arjantin, Japonya, Afrika (n=5), Pakistan,
Malezya, Çin, Hong Kong, Rusya (n=9), Güney Africa, Nambia, Zambia, Zimbabwe, Nijerya (n=4),
Avustralya, Avusturya, Brezilya, Fransa, İsrail, Malezya, Güney Africa, İspanya, Türkiye İngiltere,
Amerika (n=1), Yeni Zelanda (n=1). Cinsiyeti bir değişken olarak alarak en çok incelemeye konu edinen
ülkenin İngiltere olduğu görülmektedir. Bunun yanında ülkelerin kıtalara göre dağılımı temel
alındığında Asya, Avrupa, Amerika, Afrika, Avustralya kıtaları temsil ettiği görülmektedir.
44
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Tablo 1: Cinsiyete göre Zeka Algısına Yönelik Çalışmaların Yapıldıkları Yıllar ve Ülkeler Dağılımı
Yayın
Yılı
1995
1998
1999
1
1
6
1.2
1.2
2000
2001
2002
4
3
6
4.7
3.5
2003
2004
2
2.4
8
2005
2006
2007
2008
2009
6
8
6
3
9
f
Ülkeler
%
Ingiltere
İngiltere
İngiltere, Amerika, Afrika; İngiltere, Hawaii and Singapur; İngiltere (3);
Belçika, İngiltere, Slovakya
İspanya; İngiltere; Almanya; Ingiltere, Singapur
İngiltere; Amerika, İngiltere, Japonya; Yeni Zelanda
İngiltere (2); İngiltere, İran; Hong Kong; İngiltere, Amerika; İngiltere,
Amerika
Güney Africa; Türkiye
7.1
7.1
Güney Afrika Ülkeleri: Nambia, Güney Afrika, Zambia and Zimbabwe;
İngiltere (4); Güney Africa: Nijerya; İngiltere, Mısır; Güney Afrika
Ingiltere(2); İngiltere, Amerika; Danimarka; Arjantin; Polonya
Türkiye; İngiltere (3); Çin, Hong Kong (2); Portekiz; Malezya
Türkiye (3); İngiltere, İzlanda; Portekiz; Almanya
Portekiz; Fillandiya; Çin
İngiltere (2); Kanada; Türkiye; Doğu Timor ve Portekiz; Portekiz; Pakistan;
Avustralya, Avusturya, Brezilya, Fransa, İran, İsrail, Malezya, Yeni Zelanda,
Güney Afrika, İspanya, Türkiye, İngiltere; İngiltere, Fransa
Malezya Iranlı öğrenciler; İspanya; Malezya; Türkiye
Türkiye (6); İngiltere (3)
Russia; Amerika
Türkiye (2); İngiltere (2)
Türkiye (2); İngiltere (1)
37 ülke
9.4
7.1
9.4
7.1
3.5
10.6
2010
2011
2012
2013
2014
Toplam
4
9
2
4
3
85
4.7
10.6
2.4
4.7
3.5
100.0
Cinsiyete göre zeka algısına yönelik yapılan çalışmaların araştırma modellerine ve ortalama
katılımcı sayısına göre dağılımı Tablo 2’de verilmiştir.
Tablo 2: Cinsiyete göre Zeka Algısına Yönelik Çalışmaların Araştırma Modeline ve Ortalama
Katılımcı Sayısı Dağılımı
Standart
Sapma
1497.362
172.281
Araştırma Modeli
Betimsel tarama
Karşılaştırm alı
araştırma
Toplam
N
57
23
Minimum
70
150
80
70
İlişkisel tarama
Boylamsal
1
1
Kesitsel
Literatür taraması
1
1
N = 327 (tek araştırma olduğu için analize dahil edilmemiştir)
1958: bu yıl doğan bütün bebekler (n = 17419)
1965: age 7 (n = 15496)
1969: age 11; n = (18285)
Görüşmelerin başlaması; 1974 at age 16; (n = 14469)
1991; at age 33; (n = 11469),
1999–2000 at age 41–42; (n = 11,419), ve
in 2004–2005 at age 46–47; (n = 9534).
N= 62 (tek araştırma olduğu için analize dahil edilmemiştir)
Örneklem türü olarak basılı materyal kullanımı nedeniyle katılımcı sayısı
Meta-analiz
Toplam
1
5
Maksimum
10475
849
Ortalama
584,07
391.33
10475
528.66
Analize dahil edilemeyen çalışmalar
1267.006
belli olmadığından, bu çalışmalar istatistiksel analize dâhil edilmemiştir.
Tablo 2’de görüldüğü gibi araştırmaların büyük çoğunluğunu betimsel tarama (N=57) ve
karşılaştırmalı (N=23) niteliğindeki araştırmalar oluştururken ilişkisel tarama, boylamsal, kesitsel,
literatür taraması ve meta-analiz çalışmalarından da birer tane bulnunmaktadır.
45
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Örnekleme alınan araştırmaların çalışma grubuna göre dağılımı Tablo 3’te verilmiştir
Tablo 3: Cinsiyete göre Zeka Algısına Yönelik Çalışmaların Çalışma Grubu Dağılımı
Çalışma Grubu
Ortaokul, lise ve dershane öğrencileri
Üniversite öğrencileri
Öğretmenler
Ergen-genç-yetişkin (yaş aralığı verilmiştir)
Yetişkinler
Diğer (Doküman analizi (1), Meta-analiz (1), Boylamsal çalışma (1), Belirtmeyen (4)
Toplam
f
%
19
27
1
19
12
7
85
22.4
31.8
1.2
22.4
14.1
8.3
100.0
Cinsiyete göre zeka algısına yönelik çalışmaların çalışma gruplarını çoğunlukla farklı
öğretim kademelerindeki (Ortaokul, lise, dershane, üniversite) öğrenciler ile öğretmenler, ergengenç-yetişkinler ve yetişkinler oluşturmaktadır.
Örneklemi oluşturan çalışmalarda zekayı ölçmeye yönelik kullanılan veri toplama araçlarına
ilişkin bilgiler Tablo 4’te verilmiştir.
Tablo 4: Cinsiyete göre Zeka Algısına Yönelik Çalışmalarda Kullanılan Veri Toplama
Araçlarının Dağılımı
Veri Toplama Araçları
Likert tipi ölçme araçları: Wechsler’s Intelligence Scale for Children (WISC-III), çoklu
zeka envanterleri ve yüzdelik dilimlere göre zeka puanı)
Ortalaması 100 Olarak Belirlenmiş Dağılım (Ortalaması 100 stardart sapması 15 olarak
verilen dağılıma göre zeka tahminini ölçen araç)
Normal Dağılım Eğrisi (Normal dağılım eğirisini kullanarak zeka tahmini yapma)
Anket Formu (Genel zeka ve her bir zeka alanına ilişkin tanımlamaların olduğu anket)
N
37
30
10
8
İncelenen araştırmalarda zekayı ölçmeye yönelik kullanılan ölçme araçlarının sırasıyla; “Likert
tipi ölçme araçları”, “Ortalaması 100 Olarak Belirlenmiş Dağılım”, “Normal Dağılım Eğrisi”, “Anket
Formu olduğu” görülmektedir (bkz.Tablo4).
Örneklemi oluşturan araştırmalar cinsiyet-zeka ilişkisi ve cinsiyete dayalı zeka algısı açısından
incelendiğinde; 48 araştırmada erkekler lehine, 9 araştırmada kızlar lehine, 16 araştırmada kızlarla erkekler lehine fark ortaya konulurken 12 çalışmada cinsiyete göre fark olmadığı belirtilmiştir.
Araştırmaları yapan araştırmacı sayısı ve cinsiyeti incelendiğinde; araştırmacıların 143’ünün
erkek, 55’inin kadın olduğu görülmektedir. Araştırmaların 12’sinin tek yazarlı (10 erkek, 2 kadın),
43’ünün 2 yazarlı (20’si sadece erkek; 3’ü sadece kadın; 20’si 1 kadın 1 erkek), 13’ünün 3 yazarlı (7’si
sadece erkek; 2’si sadece kadın; 4’ü 2 erkek 1 kadın), 6’sının 4-5 yazarlı (4’ü sadece erkek; 2’si 3 erkek
1 kadın) olduğu ortaya çıkmıştır.
Araştırmaların 46’sında hem “g” ve hem de “çoklu” birlikte, 32’sinde sadece “çoklu”, 7’sinde
de sadece tekil “g” genel zeka şeklinde bir bakış açısı ile zeka kavramının tanımlandığı belirlenmiştir.
Ülkelere göre bulgular sırasıyla şöyledir; Türkiye örnekleminde yapılan 17 çalışmadan 15’inde
zeka alanları profilinin ortaya konulduğu, 1’inde ebeveynlerin zeka algılarına, 1’in de de cinsiyete göre
IQ puanlarının karşılaştırıldığı belirlenmiştir. Bu çalışmaların 7’sinde cinsiyete göre fark bulunmazken
5’inde kızlar lehine “sözel-dilsel, görsel-uzamsal, bedensel-kinestetik, müziksel- ritmik, sosyal, içsel ve
doğa zeka alanlarında erkeklerden daha yüksek puana sahiptirler”, 3’ünde erkekler lehine
“Matematiksel-mantıksal, bedensel-kinestetik, görsel-uzamsal ve doğa zeka alanlarında kızlardan daha
yüksek puan almışlardır”, 2’sinde ise hem kızlar hem de erkekler lehine “Matematiksel-mantıksal ve
bedensel-kinestetik zeka açısından erkekler sözel-dilsel, müziksel-ritmik ve doğacı zekâ kızlar lehine”
fark bulunmuştur.
Tek başına İngiltere örnekleminde yapılan 27 çalışmanın 15’inde zeka öz-değerlendirmelerine,
8’inde ebeveynlerin zeka algılarına, 1’in de doküman analizi, 1’inde meta-analiz, 1’inde boylamsal,
1’inde de kültürel kalıp yargısı ve cinsiyet’e göre bir inceleme yapıldığı saptanmıştır. Bu çalışmaların
20’sinde erkekler lehine, 1’inde kızlar lehine, 4’ünde hem kız hem de erkekler lehine, 2’sinde ise
cinsiyete göre fark bulunmamıştır. Erkekler lehine fark bulunan çalışmalarda “erkeklerin kendilerine
46
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
yüksek puan verdikleri”, erkekelerin hem genel zeka hem de satandart testlerde kadınlardan anlamlı
düzeyde farklılaştıkları”, babaların annelerden daha zeki bulunduğu”, erkekelerin öze llikle
matematiksel-mantıksal, sözel-dilsel ve görsel-uzamsal zeka alanlarında kızlardan daha iyi oldukları”,
“ebeveyn zeka tahmini ile IQ puanları arasında anlamlı bir ilişki olduğu”, ebeveynlerin çocuklarını
kendilerinde daha zeki gördükleri” “ebeveynlerin erkek çocuklarını daha çok düşündükleri ve kız
çocuklarından daha zeki gördükleri”, “zeka öz-değerlendirme puanları ile psikometrik zeka ölçümleri
arasında düşük korelasyon olduğu” gibi bulgular dikkat çekicidir. Hem erkek hem de kızlar lehine fark
bulunan çalışmalarda; “Matematiksel-mantıksal zeka, bedensel- kinsetetik ile genel zeka IQ puanlarında
erkekler lehine, sözel-dilsel, müziksel-ritmik, doğa, sosyal ve duygusal zeka açısından kızlar lehine bir
fark”, Cinsiyetler arasındaki farkların 7-11 yaşlarında kızlar lehine, 16 yaşında ise erkekler lehine
yaklaşık 1.8 zeka puanı fark olduğu”, “Kültürel kalıp yargıların zeka algısını etkilediği ve kadın olarak
güçlü olanlara karşı bir önyargı oluştuğu” vurgulanmıştır. İngiltere örnekleminde sadece bir çalışmada
kızların kendilerine erkeklerden yüksek puan vermeleri anlamlıdır.
İngiltere-Amerika, İran, İzlanda, Fransa, Singapur, Belçika Slovakya, Hawaii ve Mısır
örneklemleri ile yapılan 9 çalışmanın hepsinde zeka öz-değerlendirme puanları incelenmiştir.
7’çalışmada erkekler, 2 çalışmada kızlar, 1 çalışmada hem kızlar hem de erkekler lehine fark
bulunmuştur. “İranlı öğrenciler matematiksel-mantıksal zeka alanında zayıf ama görsel-uzamsal, görsel
uzamsal, müziksel-ritmik ve içsel zeka alanlarında ingilizleden daha iyi, İranlı öğrenciler babalarını
matematiksel-mantıksal ve görsel-uzamsal zeka alanalarında zayıf, içsel ve sosyal zeka alanlarında
ingilizleden daha güçlü bulmuşlardır”, “İzlandalı ailelerin tahminleri İngiliz ailelerin tahminlerinden
düşük”, “erkekler sözel-dilsel, matematiksel-mantıksal, görsel-uzamsal ve sezgisel zeka alanalarında
kendilerini Bill Clinton ve Prens Charles’tan daha zeki ama Tony Blair ve Bill Gates’ten daha az zeki
görmektedirler”. “İngiltere-Singapur örnekleminde psikometrik ölçme araçlarından kızlar erkeklerden
daha yüksek puan almıştır, “İran örneklemine özgü temel bulgu kadınların sosyal zekalarının
erkeklerden daha yüksek çıkmasıdır”
İngiltere, Amerika, Kanada, Arjantin, Japonya ve Afrika ülkelerinden seçilen örneklemlerle
yapılan 5 çalışmada da zeka öz-değerlendirme puanlarına bakıldığı görülmüştür. Bu çalışmaların 4’ünde
erkekler lehine fark bulunurken 1’inde hem kız hem de erkekler lehine farklar bulunmuştur. “Sayısal
zeka, kültür, cinsiyet etkileşiminin olduğu, erkeklerin matematiksel- mantıksal ve görsel- uzamsal zeka
alanlarında kendilerini daha zeki gördükleri ve matematiksel-mantıksal ve görsel- uzamsal zeka
alanlarının IQ puanını yordadığı belirlenmiştir. Bununla birlikte erkeklerin akıcı zeka, kadınların ise
kristalize zeka puanlarının yüksek olduğu ortaya çıkmıştır”.
Polonya, Almanya, Portekiz, Doğu Timor Portekiz, Danimarka, İspanya, Almanya,
Finlandiya örneklemlerinde yapılan 12 çalışmanın 11’inde zeka öz-değerlendirme, 1’inde
cinsiyete göre zeka ile beyin büyüklüğü arasındaki ilişkiye bakılmıştır. “Kendi ile ilgili olumlu
duyulara sahip olma ve kendini olumlu değerlendirmede erkekler lehine sevgisini gösterme ve
başkalarına karşı anlayışlı olmada kızlar lehine”, “Almanya örnekleminde matematikse lmantıksal, ve görsel-uzamsal zeka alanlarında erkekler, müziksel ritmik ve sosyal zeka
alanlarında kızlar lehine fark var”, “Erkek egemenliğinin bir ürünü olarak beyin büyüklüğü ile
zeka arasında ilişi kurulmuş ancak MR çekimleri kadın beyninde zeka ile ilgili olan beyaz
maddenin erkeklerden çok olduğu bulunmuştur”.
Pakistan, Malezya, Çin, Hong Kong, Rusya örneklemlerinde yapılan 9 araştırmanın 7’sinde zeka
öz-değerlendirme puanlarına, 1’inde ebeveynlerin zeka algılarına, 1’inde zeka alanları profiline
bakılmıştır. “Rus katılımcılar IQ testlerinin zekayı ölçtüğüne inanmıyorlar”, “Hong Kong Çinli ailelere
göre erkek çocukları kız çocuklarından daha zeki değil”, “Erkekler en çok matematiksel- mantıksal,
sosyal, içsel sözel/dilsel ve gösel-uzamsal zeka alanlarını ilk beş sırada belirtirken, kızlar sosyal, içsel,
sözel-dilsel, müziksel-ritmik ve matematiksel-mantıksal zeka alanlarını tercih etmişlerdir. İlk beş olarak
sıralanan zeka alanlarının dördü hem kızlar hem de erkekler için aynıdır”.
Nambia, Güney Afrika, Zambia, Zimbabwe, Nijerya örneklemlerinde yapılan 4 çalışmanın
2’sinde zeka öz-değerlendirme puanları, 2’sinde ebeveyn zeka algısı incelenmiştir. “Nijeryalı erkekler
kendilerine Güney Afrikalı erkeklerden daha yüksek puan vermektedirler. Cinsiyete göre az fark çıkması
kültürler arası farklılıklarla açıklanabilir”, “Hint aileler diğerlerinden daha yüksek puan
47
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
vermiştir. Görsel-uzamsal, müziksel-ritmik ve bedensel-kinestetik zeka alanlarında Hint ailelerin
lehine fark var”
Avustralya, Avusturya Brezilya Fransa, İran, İsrail, Malezya Güney Afrika, İspanya Türkiye
İngiltere Amerika örneklemleri kullanılarak yapılan bu çalışmada “Bütün ülkelerde zeka özdeğerlendirme puanlarında fark var, cinsiyete göre bu farklar zihinsel kapasiteden ve kültürden bağımsız
erkeklik ve dişilik algısı erkeğin kibri ve kadının tevazusu ile ilgilidir”.
Yeni Zelanda örnekleminde yapılan çalışmada da diğer çalışmalarla benzer bir biçimde
“matematiksel-mantıksal, görsel-uzamsal ve varoluşsal” zeka alanlarında erkekler lehine fark
bulunmuştur.
TARTIŞMA SONUÇ VE ÖNERİLER
Araştırmada 1995-2014 yılları arasında yayınlanmış 85 araştırmanın 37 farklı ülke
örnekleminde gerçekleştirildiği belirlenmiştir. Dolayısıyla cinsiyete göre zeka algısı çalışmalarının
güncelliğini koruduğu söylenebilir.
Örneklemi oluşturan araştırmalar cinsiyet-zeka ilişkisi ve cinsiyete dayalı zeka algısı açısından
incelendiğinde çoğunlukla erkekler lehine fark bulunmuştur. Cinsiyete göre fark olmadığını ortaya
koyan çok az araştırma olmuştur. Bu durum araştırmaları yürüten araştırmacıların cinsiyetinin erkek
olması ile açıklanabilir. Burada cinsiyet belirleyici bir değişkendir denilebilir. Erkekler kendilerini
kadınlardan daha zeki algılarken, ebeveynlerde erkek çocuklarını kız çocuklarından daha zeki
görmektedirler.
Zeka algısı ile ilgili çalışmalarda belirleyici olan bir diğer değişken kültür olmuştur. Kadınların
kendilerine erkeklerden daha az puan vermeleri bununla açıklanabilir. Buna “erkek kibri ve kadın
tevazusu etkisi” denilebilir. Yapılan araştırmaların sonuçları da bunu desteklemektedir ve cinsiyetler
arasındaki bu farklılıkların çevresel faktörlerle “toplumsal kalıp yargılar, klişeler, eğitim, kariyer ve aile
gibi” ilgili olduğunu savunmaktadırlar. (Maltby, Day, & MacAskill, 2007; Halpern, Benbow, Geary,
Gür, Hyde & Gernsbacher, 2007; Swim, 1994)
Araştırma sonuçları; zeka düzeyi algısını en çok kültür ve cinsiyetin etkilediğini ortaya
koymuştur. Çoğu kültürde erkekler kendi zekâ düzeylerini bayanlara nazaran daha yüksek tahmin
etmişlerdir. Hem kadınlar hem de erkekler babalarının annelerinden daha zeki olduğunu belirtmişlerdir.
Anne-babalar da erkek çocuklarını kız çocuklarından daha zeki göstermişlerdir. Erkekler çoklu zeka
kuramının ortaya koyduğu matematiksel-mantıksal, görsel-uzamsal, sözel-dilsel ve doğa zeka
alanlarında da kadınlardan daha zeki olduklarını belirtmişlerdir. Bu sonuçlar kadınlar ve erkeklerin hem
kendi zeka düzeyleri hem de farklı cinsiyetlerin zeka düzeyleri konusunda genel bir kabule sahip
olduklarını göstermektedir. Araştırmanın sonuçları toplumsal cinsiyet bağlamında ele alınmalı ve
toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması amacıyla yapılacak çalışmalarda ön plana çıkarılmalıdır.
Çünkü toplumsal cinsiyet eşitliği anlayışının yerleştirilmesi sosyo-ekonomik ve siyasal göstergelere
yansıyan eşitsizliklerin giderilmesi açısından son derece önemlidir.
KAYNAKÇA
Allen, B. P. (2003). If no “races,” no relevance to brain size, and no consensus on intelligence, then no scientific meaning to
relationships among these notions: Re-ply to Rushton. The General Psychologist, 38 (2), 31–32.
Başaran, İ. E. (1994), Eğitim psikolojisi: Modern eğitimin psikolojik temelleri, Ankara: Yargıcı M atbaası.
Brody, N. (1992) Intelligence (2nd Edition). San Diego, CA, US: Academic Press, Inc.
Gardner, H. (2004), Zihin çerçeveleri: Çoklu zekâ kuramı, (Çev. Ebru Kılıç), İstanbul: M elisa M atbaacılık.
Gardner, H. (2009). M ultiple intelligences around the world. (eds. Jie-Qi Chen, S. M oran, H. Gardner), USA: John&Wiley
and Sons.
Gürel, E. ve Tat, M . (2010), Çoklu zekâ kuramı: Tekli zekâ anlayışından çoklu zekâ yaklaşımına. Uluslararası Sosyal
Araştırmalar Dergisi, 3(11), 337-356.
Halpern, D. F., & LeM ay, M . L. (2000). The smarter sex: A critical review of sex differences in intelligence. Educational
Psychology Review, 12, 229–246.
Halpern, D., Benbow, C., Geary, D., Gur, R., Hyde, J., & Gernsbacher, M . (2007). Sex, math and scientific achievement:
Why do men dominate the fields of science, engineering and mathematics? Scientific American Mind, 18(6), 44-51.
Jensen, A.R. (1998) The g factor. Westport, CT: Praeger.
Koman, E. (2001), Zekâ ne değildir?, Çoluk Çocuk Dergisi, 71, 24-27.
Lynn, R. (1994). Sex differences in intelligence and brain size: A paradox resolved. Personality and Individual Differences,
17, 257–271.
48
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Lynn, R. (1997). Geographic variations in intelligence. In H. Nyborg (Ed.), The scientific study of human nature. Hillsdale,
NJ: Lawrence Erlbaum Associates, Inc.
Lynn, R. (1998). Sex differences in intelligence: Data from a Scottish standardization sample of the WAIS-R. Personality
and Individual Differences, 24, 289–290.
Lynn, R. (1999). Sex differences in intelligence and brain size: A developmental theory. Intelligence, 27, 1–12.
Lynn, R., & Irwing, P. (2008). Sex differences in mental arithmetic, digit span, and g defined as working memory capacity.
Intelligence, 36, 226–235.
Lynn, R., Irwing, P., & Cammock, T. (2002). Sex differences in general knowledge. Intelligence, 30(1), 27–39.
M altby, J., Day, L., & M acaskill, A. (2007). Personality, Individual Differences and Intelligence. Essex, England: Pearson
Education Limited
Rushton, J. P. & Ankney, C. D. (1996). Brain size and cognitive ability: Correlations with age, sex, social class, and race.
Psychonomic Bulletin and Review, 3, 21–36.
Selçuk, Z., H. Kayılı ve L. Okut (2004). Çoklu zeka uygulamaları. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.
Ülgen, G. (1997), Eğitim psikolojisi: Kavramlar, ilkeler, yöntemler, kuramlar ve uygulamalar, (3. Baskı). İstanbul: Alkım
Yayınevi.
49
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Toplumsal Cinsiyet Rolleri Bağlamında Cinsiyete Dayalı İşbölümü ve Çalışan Kadın*
Division Of Labor And Working Woman in The Context Of Social Gender Roles
Bahar ARABACI1
1Öğr.
Gör., Kırklareli Üniversitesi, Lüleburgaz M eslek Yüksekokulu, Kırklareli, Türkiye, [email protected],
[email protected]
*Bu makale yazarın “ Çalışan Kadınların Cinsiyet Ayrımcılığına Yönelik Algıları: Bursa Dokuma Sanayii Örneği” başlıklı
yüksek lisans tezinden geliştirilmiştir.
ÖZET: Toplumsal cinsiyet, biyolojik cinsiyetten farklı olarak kamusal alanda ve özel yaşamda içinde bulunulan
kültürle ilişkili olarak kadın ve erkeğin toplumdaki statüsü ve buna uygun biçimde toplumun cinsiyetlere yüklediği roller,
duygu, tutum ve davranışlar şeklinde ifade edilmektedir. Bu durumda toplumsal cinsiyet rolleri, kadın ve erkeğin toplum
tarafından nasıl algılandığına bağlı olarak farklılıklarını ortaya koyan, toplumsal kimliğin ve aidiyetin ayrılmaz bir parçası
halini almıştır. Bu çalışmada, cinsiyetlerin sosyalleşmesi sürecinde yaratılan farklılıklara aile, okul, medya ve din gibi toplumsal
kurumların etkileri ve bu etkilerin sonucunda kadınların işgücü piyasasındaki meslek seçimleri, çalışma hayatında yer
alma/almama nedenleri ve işgücü piyasasında karşılaştıkları sorunların ortaya konulması amaçlanmaktadır. Yapılan
araştırmada, bireylerin sosyalleşme sürecinde cinsiyetlere atfedilen ve toplumsal kurumların da etkisi ile özel yaşamda
kendilerinden beklenen toplumsal cinsiyet rollerine uygun dişil ve eril özelliklerin işgücü piyasasında meslek seçimlerinde ve
işgücü piyasasına katılıp katılmama kararlarında etkili olduğu görülmektedir. Erkeğin ailesine bakmakla sorumlu aile reisi,
kadının ise anne ve eş rolüne vurgu yapılması kadınların çalışma hayatına bakış açılarını olumsuz etkilemekte ve kadının işgücü
piyasasına girmesine engel olmaktadır. İşgücü piyasasına katılan kadınların ise ikinci planda kalmalarına, meslek seçiminde
cinsiyetlerine uygun olarak belirlenmiş mesleklere yönelmelerine, cinsiyete özgü mesleklerdeki çalışma koşullarına uygun
becerileri kazanmalarına ve kadınların bu mesleklerde yoğunlaşmalarına neden olmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Toplumsal cinsiyet, cinsiyete dayalı işbölümü, çalışan kadın
ABS TRACT: Gender, different from the biological sex, is defined as the role that men and women bear in relation
to the roles, emotions, attitudes and behaviours resulting from the cultures of their private lives and puplic spheres. In th e
present case, gender roles have become an inevitable part of social gender and belonging what makes women and men different
about the the way they are considered by the society. In this study, it is aimed at investigating the the effects of social s tructures
such as school, media and religion on the differences created during the socialization of the genders, the reasons of women`s
choices in the professional life, their getting involved or not in the professional life due to the mentioned effects, the problems
they confront in the labor market. In the research, it is found out that with the influence of the roles imputed on the genders
during the individulas` socialization period and the social structures, the feminine and the masculine gender features expect ed
by the society in their private lives have a great impact on their decisions about job prefences and to be included or not in the
job market.As a result of the emphasis on the roles that man is the head of the family to take care of his family and the woman
is the mother and the wife, women`s opinions about professional life are nefatively effected and this prevents them getting
involved in the professional life. Furthermore, this also effects the women who are already in the professional life. For example,
they tend to be in secondary positions or to choose a job decided as suitable for their genders and gain skills accordingly or to
be common in these jobs
Keywords: Social gender, labor divison based on gender, working women
1. GİRİŞ
Yüzyıllardır yaşamın iki önemli parçasını oluşturan kadınlar ve erkeklerin birçok bakımdan
karşılaştırılmaları sonucunda elde edilen farklılıklar kadın ve erkek olarak cinslerin yüklenecekleri
rollerin belirlenmesinde etkili olmuştur. Fizyolojik farklılıkların da etkisiyle cinslerden beklenen tutum
ve davranışların şekillenmesi, beklentilerin bu yönde gelişmesi ve söz konusu beklentilerin çeşitli
toplumsal kurum ve yapılara yansımasıyla birlikte “toplumsal cinsiyet” kavramı ortaya çıkmıştır
(Budak, Mayatürk, 2008, Özdemir, 2009).
Toplumsal cinsiyet kavramı ilk olarak 1930’lu yıllarda fizyolojik cinsiyetin psikolojik
karakterlerden farklı olduğunu belirtmek amacıyla kullanılmış bir kavramdır. 1950’li yıllarda ise kavram
kişilik patolojilerinin tedavisi amacıyla psikoloji biliminde kullanılmış ve “kimlik” olarak
kavramsallaştırılarak bireyin “kadın ya da erkek olduğuna dair öz algısı” şeklinde tanımlanmıştır.
Toplumsal cinsiyet kavramı kapsamlı olarak bugünkü anlamıyla 1970’lerde feminist hareket tarafından
bireyin biyolojik özelliklerinin toplumsal eşitsizliğin resmi bir sebebi olmadığını ortaya koymak
amacıyla kullanılmıştır (Sayer, 2011).
Başlangıçta cinsler arasındaki farklılıkların sadece biyolojik nedenli farklılıklarla ifade
edilmesinin yetersizliğini vurgulamak amacıyla kullanılan toplumsal cinsiyet kavramı, aynı zamanda
kadın ve erkek arasındaki farklılıkların sadece biyolojik nedenlerden kaynaklanmadığını bunun yanı sıra
sosyal ve kültürel değerlerin de etkisiyle elde edilen farklılıklara da işaret etmektedir (Dedeoğlu,
50
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
2000). Bu bağlamda toplumsal cinsiyet, toplumsallaşma sürecinde sürekli olarak değişiklik gösteren
bir yapıya sahiptir.
2. TOPLUMSAL CİNSİYET ROLLERİ
Toplumsallaşma, doğuştan başlayarak ömür boyunca süren, bir kişi ile toplumdaki diğer kişiler
arasında gerçekleşen ve sonucunda da toplumsal davranış örneklerinin kabul edilmesini ve
uygulanmasını sağlayan bir süreçtir (Kırbaşoğlu-Kılıç, Eyüp: 2011). Diğer bir ifadeyle bireyin topluma
uyum süreci olarak ifade edilen bu süreçte toplumsal kurallar, rol kazanma, rol öğrenme ve toplumsal
cinsiyet rolleri öğrenilmektedir (Mora, 2005, Tatar, 2009). Kadın ve erkelere yönelik tutum ve
davranışlar da bireyin doğuştan itibaren içinde bulunduğu aile, eğitim, kültürel ortam, din, medya gibi
toplumun kurumları tarafından bireylere empoze edilip sürdürülmektedir (Yeşilorman, 2001).
Toplumsal cinsiyet rolleri örgütsel bağlamda irdelendiğinde örgütler büyük oranda erkekler
tarafından kurulup yönetildiğinden, örgütlerde yaşam yıllarca erkeğin toplumsal cinsiyet rollerine uygun
olarak geliştirilmiştir. Sonrasında kadının toplumsal hayatta ve örgütlerde daha fazla yer almaya
başlamasıyla geleneksel erkek toplumsal cinsiyet rolleri sorgulanmaya başlanmış ve çağdaş toplumsal
cinsiyet rollerine doğru dönüşüm başlamıştır. Geleneksel toplumsal cinsiyet rollerinde kadının dişil
özellikleri erkeğin de eril özellikleri taşıması beklenmekte iken modern toplumsal cinsiyet rollerinde
kadına ait bazı özellikler erkeklerde, erkeğe ait bazı özellikler de kadınlarda kabul görmektedir. Bu da
göstermektedir ki toplumsal cinsiyet rolleri gün geçtikçe birbirine yaklaşmaktadır (Bacacı, Varoğlu,
2001).
Cinsiyetlerin sosyalleşmelerinde yaratılan farklılıklar bireylerin cinsiyetleri için uygun olarak
belirlenen mesleklere yönelmelerini güçlendirmekte, cinsiyete özgü bu mesleklerdeki çalışma
koşullarına uygun becerilerin kazanılmasını ve kadınların bu mesleklerde yoğunlaşmasına ve
tercihlerinin bu yönde şekillenmesine neden olmaktadır (Reskin, 1993).
3. CİNSİYETE DAYALI İŞBÖLÜMÜ
Ataerkil toplumlarda geçerli olan geleneksel ideolojinin cinsiyete dayalı işbölümü, kadınlara
öncelikle ev işleri ve çocuk bakımı ile sorumlu tutmaktadır. Bu nedenle kadınların büyük bir bölümü
işgücü piyasasından uzak kalmakta ve küçük yaşlardan itibaren öğretilen ve içselleştirilen toplumsal
cinsiyet rollerine uygun beceriler edinmektedir. Zamanla bu beceriler kadınlara evdeki işlerinin bir
uzantısı olan bazı mesleklerde ve çalışma alanlarında istihdam olanağı sağlamaktadır. Kadının çalışma
hayatında yapacağı işler geleneksel ideolojiye göre erkek işi ve kadın işi olmak üzere biçimlenmişt ir.
Kadınların çalıştığı işler sağlık, eğitim, tekstil, gıda gibi ev işlerine benzeyen işler olmuştur (Duruoğlu,
2007)
Cinsiyet esaslı işbölümü, iki düzenleyici ilke tarafından şekillendirilmektedir. Birincisi, kadın
işleri ile erkek işlerinin farklı olduğuna vurgu yapan “ayrılma ilkesi” dir. İkincisi ise erkek işlerinin kadın
işlerinden daha değerli olduğunu varsayan “hiyerarşi ilkesi” dir. Kadının annelik ve kadınlık rolünün
şekillendirdiği önyargı ve inançlar hem sosyal hayatın hem de çalışma yaşamının örgütlenmesinde etkili
olmaktadır (Urhan, Etiler, 2011). Bu önyargılar kadınların işgücü piyasasından dışlanmalarına, belirli
mesleklerde yoğunlaşmalarına ve yatay ve dikey olarak ayrışmalara neden olmaktadır (Urhan, Etiler,
2011). Kadınlar, üretim faaliyetlerinin belli başlı aşamalarında bulunmaktadırlar ve bu faaliyetlerin
bulunduğu alanlarda çalışmaktadırlar. Erkeklerle aynı yerlerde çalışmaları gerektiğinde de yaptıkları
işler bakımından birbirinden ayrılmaktadırlar. Hiyerarşi açısından bakıldığında ise kadınların genellikle
daha alt düzey yönetim kademelerine, grup yöneticiliği olarak (genellikle grubun kadın olduğu
durumlarda) gelebildikleri, erkeklerin ise daha üst düzey yönetim kademelerine yükselmektedirler
(Ecevit, 1998).
Kadın ve erkeklerin yaptıkları işler değerlendirildiğinde, kadınlar beceri istemeyen, emek
yoğun, el emeğinin kullanıldığı, parça birleştirme ve üretim sürecine hazırlık gibi hafif işlerde, erkekler
ise beceri gerektiren, kapital yoğun, makine kullanımının gerektiği, bütünü oluşturma ve bitirme gibi
ağır işlerde yoğunlaştıkları görülmektedir (Ecevit, 1998).
Kadınlar, evdeki rol ve sorumluluklarına benzer işlerde çalışmaya teşvik edilerek ve zorlanarak
değersiz işlerde çalışmaya mecbur bırakılmaktadırlar. Kadınlar düşük statülü ve ücretli işlerde çalışmak
istemeseler dahi ya kadınlar bu meslekleri seçtikleri için statüleri ve ücretleri
51
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
düşürülmekte ya da düşük statü ve ücrete sahip olduklarından dolayı kadınlara özgülenmektedir. Bu
bağlamda kadınlar mesleklerini seçmekte özgür olmakta ancak, bu özgürlüklerini kullandıklarında da
bu mesleklerdeki kadın sayısı arttıkça mesleklerin statü ve değerleri düşmektedir. Dolayısıyla, kadın da
toplum tarafından kendisine uygun görülmüş meslekleri seçmeye mecbur bırakılmaktadır (Urhan, Etiler,
2011).
gerektirm eyen
Nitelik
operatörleri ve
Tesis ve makine
işlerde çalışanlar
Sanatkarlar ve ilgili
hayvancılık, avcılık,
Nitelikli tarım,
elemanlar
Hizmet ve satış
hizmetl eri n de
Büro ve müşteri
profesyonel meslek
Yardımcı
mens upları
Profesyonel meslek
üst düzey
Kanun yapıcılar,
Yıllar
İstihdam edilenler
3.1. TÜİK Verilerine Göre Türkiye’de Cinsiyete Dayalı İşbölümü
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)’ nun Toplumsal Cinsiyet Göstergelerinden aldığımız veriler
ile elde ettiğimiz Tablo 1’ e göre kadın istihdamının 2004 yılından 2012 yılına değin sürekli bir artış
gösterdiği ancak yine de erkek istihdamının altında kaldığı görülmektedir. 2012 yılı itibariyle istihdam
edilenlerin sayısı erkeklerde 17.512 bin iken kadınlarda 7.309 bin de kalmıştır.
Kadınların en fazla istihdam edildiği meslek grubu 2.101 bin istihdam düzeyi ile Nitelikli tarım,
hayvancılık, avcılık, ormancılık ve su ürünleri çalışanlarıdır. Bu düzeyi Nitelik gerektirmeyen işlerde
çalışanlar ın oluşturduğu meslek grubu takip etmektedir. Bu oranlar göstermektedir ki kadınlar en fazla
ev işleriyle benzer özellikler gösteren ve ev işlerini aksatmadan yapabilecekleri tarım hayvancılık gibi
bakım işlerinde ve herhangi bir nitelik gerektirmeyen işlerde yoğunlaşmaktadırlar.
Kadınların en az istihdam edildiği meslek grubu 220 bin istihdam seviyesi ile Kanun yapıcılar,
üst düzey yöneticiler ve müdürlerdir. Kanun yapma ve üst düzey yöneticilik işleri erkek çalışanlara
uygun işler olarak görüldüğünden ve kadınların önlerine konulan engellerden dolayı en az istihdam
edildikleri alandır. İkinci sırada ise 251 bin istihdam seviyesi ile erkek işi kabul edilen Tesis ve makine
operatörleri ve montajcılar meslek grubu gelmektedir.
Tablo 1- Meslek Grubuna Göre İstihdam Edilenler 2004-2012 (Bin Kişi) (15+ Nüfus)
Kadın
2004
5 047
126
427
311
431
356
2 141
335
195
725
2005
5 108
152
467
366
448
402
2 004
336
221
711
2006
5 258
158
503
406
503
478
1 842
322
221
824
2007
5 356
157
515
413
557
524
1 787
284
230
889
2008
5 595
183
522
471
584
548
1 790
287
207
1 002
2009
5 871
189
595
437
601
594
1 852
338
183
1 083
2010
6 425
189
632
435
661
634
2 093
378
232
1 171
2011
6 973
204
661
479
736
745
2 158
360
239
1 391
2012
7 309
220
780
535
775
867
2 101
321
251
1 459
2004
14 585
1 676
861
751
680
1 746
2 826
2 557
1 812
1 676
2005
14 959
1 919
888
827
716
1 756
2 498
2 708
1 913
1 734
2006
15 165
1 774
902
883
789
1 943
2 295
2 703
1 990
1 886
2007
15 382
1 678
818
988
767
2 042
2 281
2 758
2 084
1 966
2008
15 598
1 677
799
1 035
822
2 005
2 331
2 736
2 075
2 118
2009
15 406
1 661
885
919
804
2 054
2 452
2 547
1 875
2 208
2010
16 170
1 694
976
906
874
2 124
2 599
2 702
2 102
2 193
2011
17 137
1 770
1 047
969
930
2 239
2 743
2 814
2 191
2 434
2012
17 512
1 691
1 151
1 040
961
2 315
2 767
2 887
2 288
2 413
Erkek
Kaynak: TÜİK Toplumsal Cinsiyet Göstergeleri
52
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Kadın ve erkek çalışanların istihdam seviyelerinde en az fark bulunan meslek grubu ise Büro ve
müşteri hizmetlerinde çalışanlardır. Kadın istihdam seviyesi 775 bin iken erkek istihdam seviyesi ise
961 bin şeklinde gerçekleşmiştir. Kadın istihdamı bu meslek grubunda da erkek istihdam seviyesinin
altında kalmış ancak yakın seyretmiştir.
En yüksek erkek istihdamı Sanatkarlar ve ilgili işlerde çalışanlar meslek grubunda ve 2.887 bin
istihdam düzeyindedir. Kadınlarda ise 321 bin seviyesinde kalmıştır. Bunu 2.767 bin istihdam seviyesi
ile kadınların en çok istihdam edildiği alan olan Nitelikli tarım, hayvancılık, avcılık, ormancılık ve su
ürünleri meslek grubu izlemektedir. Erkeklerin en az istihdam edildiği meslek grubu ise Yardımcı
Profesyonel Meslek Mensuplarıdır.
Tablo 2- Meslek Grubuna Göre Aylık Ortalama Brüt Ücret, Yıllık Brüt Kazanç Ve Cinsiyetler
Arası Ücret Farkı, 2010 (TL)
Toplam
Kadın
Erkek
Toplam
Kadın
Erkek
(%)
Toplam
17884
18029
17837
19694
19728
19683
-1,1
Yöneticiler
43825
46201
43073
49170
52242
48198
-7,3
Profesyonel meslek mensupları
31520
27861
34549
33974
29647
37557
19,4
22082
20865
22536
24628
22872
25283
7,4
çalışan elemanlar
18875
18203
19383
21478
20700
22066
6,1
Hizmet ve satış elemanları
12922
12188
13167
13787
12919
14076
7,4
14091
0
*
14561
0
*
*
15278
13004
15586
16921
14151
17297
16,6
13336
10518
13851
14544
11266
15144
24,1
12075
10713
12449
13032
11276
13513
13,9
arasıücret
Yıllık ortalama brüt ücret
Cinsiy etler
Yıllık ortalama brüt kazanç
Yardımcı profesyonel meslek
mensupları
Büro ve müşteri hizmetlerinde
Nitelikli tarım, hayvancılık,
avcılık, ormancılık ve su
ürünleri çalışanları
S anatkarlar ve ilgili işlerde
çalışanlar
Tesis ve makine operatörleri ve
montajcıları
Nitelik gerektirmeyen işlerde
çalışanlar
(*) Gizlenmiş verilerin aritmetik işlem sonucu elde edilmesini önlemek amacı ile verilmemiştir.
Kaynak: TÜİK Toplumsal Cinsiyet Göstergeleri
Tablo 2’ye göre kadın ve erkek işgücünün yıllık ortalama brüt ücret ile yıllık ortalama brüt
kazanç farkının en fazla olduğu sektör kadın işgücünün zayıf erkek işgücünün ise yoğun olarak istihdam
edildiği Tesis ve makine operatörleri ve montajcıları meslek grubunda ve ücret farkının
%24,1 olduğu görülmektedir. Profesyonel meslek mensupları meslek grubunda ise kadın işgücü ile
erkek işgücü arasındaki ücret farkı %19,4 olarak gerçekleşmiştir. Ücret farkının en az olduğu meslek
grubu ise %6,1 ile Büro ve müşteri hizmetlerinde çalışan elemanlardır. Kadın işgücünün erkek
işgücünden daha fazla kazanç elde ettiği meslek grubu ise Yöneticilerdir. Bu meslek grubunda kadınların
%7,3 oranında daha fazla gelir elde ettikleri görülmektedir.
5.SONUÇ
Toplumsallaşma ile edinilen toplumsal cinsiyet rolleri, toplumsal koşullanmanın da etkisiyle,
sosyal hayatta cinslerin tutum ve davranışlarının belirleyicisi olduğu gibi çalışma yaşamında da etkili
53
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
olmaktadır. Özel yaşamda kendilerinden beklenen toplumsal cinsiyet rollerine uygun dişil ve eril
özelliklerin işgücü piyasasında meslek seçimlerinde ve işgücü piyasasına katılıp katılmama kararlarında
etkili olduğu görülmektedir. Erkeğin ailesine bakmakla sorumlu aile reisi, kadının ise anne ve eş rolüne
vurgu yapılması kadınların çalışma hayatına bakış açılarını olumsuz etkilemekte ve kadının işgücü
piyasasına girmesine engel olmaktadır. İşgücü piyasasına katılan kadınların ise ikinci planda
kalmalarına, meslek seçiminde cinsiyetlerine uygun olarak belirlenmiş mesleklere yönelmelerine,
cinsiyete özgü mesleklerdeki çalışma koşullarına uygun becerileri kazanmalarına ve kadınların bu
mesleklerde yoğunlaşmalarına neden olmaktadır.
Türkiye İstatistik Kurumunun “Meslek Grubuna Göre İstihdam Edilenler” araştırmasına göre
2012 yılı itibariyle istihdam edilen kadın oranının erkek oranından daha düşük seyrettiği görülmektedir.
Ayrıca istihdam edilen kadınların toplumsal cinsiyet rollerine uygun ev işi ve bakım hizmetleri gibi çok
fazla nitelik gerektirmeyen mesleklerde, erkeklerin ise erkek işi olarak kabul gören ve beceri gerektiren
işlerde ve kanun yapıcı, üst düzey yöneticilik gibi mesleklerde yoğun olarak istihdam edildikleri,
kadınlarda ise bu oranın düşük kaldığı görülmektedir. Bunun yanında meslek gruplarına göre istihdam
edilenlerin yıllara göre dağılımına baktığımızda ise erkek işi kabul edilen meslekler içerisinde kadın
oranında, kadın işi olarak kabul gören mesleklerde ise erkek oranında artış gözlenmektedir. Bu da
göstermektedir ki toplumsal cinsiyet rolleri gün geçtikçe birbirine yaklaşmaktadır.
Kadınların yoğun olarak istihdam edildiği emek yoğun nitelik ve beceri gerektirmeyen
meslekleri ücret bağlamında değerlendirdiğimizde ise kadınların erkeklerden daha düşük ücretlerle
çalıştıkları, aynı işlerde çalışan erkeklerin ise kadınlardan daha fazla ücret aldıkları ortaya konulmuştur.
Bu durum bu mesleklerde kadın emeğinin değersizleştirilmesi ya da düşük statü ve ücretli görüldüğü
için kadınlara özgülendiği şeklinde açıklanabilmektedir. Yani bazı meslekler ücretleri ve statüleri düşük
olduğu için kadınlara uygun görülürken bazı meslekler ise kadınların bu meslekleri tercih etmesi
sebebiyle ücreti ve statüsü düşürülmektedir. Bunun yanında kadınların en az istihdam edildiği üst düzey
yöneticilik mesleğinde, kadınların erkeklerden daha fazla ücret aldıkları görülmektedir. Bu da
göstermektedir ki kadınlar önlerine konulan engellere rağmen üst düzey yönetim kademelerine
geldiklerinde emeğinin karşılığını almaları daha olası hale gelmektedir.
5. KAYNAKLAR
Bacacı Varoğlu, D, 2001, Örgütsel Yaşamda Toplumsal Cinsiyet Rolleri, Yönetim ve Organizasyon, Derleyen: Salih Güney,
Ankara, Nobel Yayın Dağııtım, 2001
Budak, G, M ayatürk, ve E, 2008, Çalışma Yaşamında Kadına Yönelik Negatif Ayrımcılık Üzerine Bir Araştırma, “İş,Güç”
Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları Dergisi”, Cilt:10 Sayı:1, Ocak,
http://www.isgucdergi.org/?p=article&id=306&cilt=10&sayi=1&yil=2008 (27.01.2012)
Dedeoğlu, S, 2000, Toplumsal Cinsiyet Rolleri Açısından Türkiye’de Aile ve Kadın Emeği, Toplum ve Bilim Dergisi,
Sayı:86, Birikim Yayıncılık, 2000
Duruoğlu, T, 2007, Emek Piyasasında Cinsiyetçi Ücret Ayrımı: Bursa Organize Sanayi Bölgesinde Bir Araştırma, İletişim
Kuram Ve Araştırma Dergisi, Sayı: 24, http://www.irfanerdogan.com/dergiweb2008/24/4.pdf , (28.04.2011)
Ecevit, Y, Türkiye’de Ücretli Kadın Emeğinin Toplumsal Cinsiyet Temelinde Analizi, 75 Yılda Kadınlar Ve Erkekler, Tarih
Vakfı Yayınları, İstanbul, Numune M atbaacılık, Ekim, 1998
Kırel, Ç, Kocabaş, F ve Özdemir, A, A, 2010, İşletmelerde Algılanan Cinsiyet Temelli Ayrımcılık: Eskişehir’de Özel
Sektörde Bir Alan Araştırması, Çimento İşveren Dergisi, Çimento Endüstri İşverenleri Sendikası Cilt:24, Sayı:3,
http://www.ceis.org.tr/dergiDocs/makale143.pdf (31.05.2010)
M ora, N, 2005, Kitle İletişim Araçlarında Yeniden Üretilen Cinsiyetçilik ve Toplumda Yansıması, Uluslararası İnsan
Bilimleri Dergisi, Cilt:2 Sayı:1, http://www.insanbilimleri.com/ojs/index.php/uib/article/view/29 (16.07.2011)
Özdemir, M .Ç, 2009, Kapitalizm Kadın ve Cam Tavanlar, Uluslararası-Disiplinlerarası Kadın Çalışmaları Kongresi Kongre
Bildirileri, Cilt:1, Sakarya Üniversitesi Basımevi, Sakarya, 2009
Reskin, B, “Sex Segregation In The Workplace”, Annual Reviews of Sociology, Vol. 19, Issue 1, 1993
Sayer, H,2011, Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Erkeklerin Katılımı, Ankara, Afşar M atbaası, 2011
Tatar, T, 2009, Toplumsal Hayatta Cinsiyet Temelli Farklılaşmalar, Uluslararası-Disiplinlerarası Kadın Çalışmaları Kongresi
Kongre Bildirileri, Cilt:1, Sakarya Üniversitesi Basımevi, Sakarya, 2009
Tüik, Toplumsal Yapı ve Cinsiyet İstatistikleri, Toplumsal Cinsiyet Göstergeleri, İşgücü, M eslek Grubuna Göre İstihdam
Edilenler, http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1068 (29.03.2015)
Tüik, Toplumsal Yapı ve Cinsiyet İstatistikleri, Toplumsal Cinsiyet Göstergeleri, İş-Kazanç M emnuniyeti, M eslek Grubuna
Göre Aylık Ortalama Brüt Ücret ve Yıllık Brüt Kazanç, http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1068 (29.03.2015)
Urhan, B, ve Etiler, N, 2011, Sağlık Sektöründe Kadın Emeğinin Toplumsal Cinsiyet Açısından Analizi, Çalışma ve Toplum,
Sayı:29, http://calismatoplum.org/sayi29/urhan-etiler.pdf (16.07.2011)
Yeşilorman, M , 2011, Toplumsal Eşitsizlikte Kör Nokta: Kadın Eşitsizliğine Genel Bir Bakış, Fırat Üniversitesi Sosyal
Bilimler Dergisi, Cilt:11, Sayı:2, Elazığ, 2001
54
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
İŞKUR Mesleki Eğitim Kurslarını Bitiren Kadınların İstihdam Durumları
Employment Potential of The Women Who Completed The Vocational Training Courses
By İŞKUR
Bahar TANERˡ, Zeynep GÖKALP²
ˡProf. Dr., M ersin Üniversitesi, Kadın Araştırmaları Ana Bilim Dalı, M ersin, [email protected]
²Yüksek Lisans Öğrencisi, M ersin Üniversitesi, Kadın Araştırmaları Ana Bilim Dalı, M ersin, [email protected]
ÖZET: Bu çalışmada dünyada ve Türkiye’de kadın istihdamını artırmaya yönelik yapılan mesleki eğitim çalışmaları
ve yürütülen politikalar irdelenmiştir. Sonrasında M ersin işgücü piyasası genel hatlarıyla değerlendirilmiştir. Kadınların iş gücü
piyasasına girememe nedenleri irdelenmiştir. İŞKUR bünyesinde açılan mesleki eğitim kurslarının dışında diğer kurslar da
özellikle istihdam garantili kurslar gözden geçirilerek kadınların katılımları ve katılımlarını etkileyen faktörler üzerinde
durulmuştur. Özellikle son iki yıl içerisinde işe yerleşen ve yerleşmeyen kadınların genel görünümleri üzerinde durulurken
yapılan görüşme verilerinden de yararlanılmıştır. Çalışma sonucunda Kurumun mevcut kaynaklarını kadın kursiyerleri için
kullandığı, ancak mesleki eğitim kurslarını bitiren kadınların istihdam edilebilirlikleri üzerinde dolaylı etkisi olduğu tespit
edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: İstihdam, İŞKUR, mesleki eğitim kursları
ABS TRACT: In this study, policies aimed at increasing women employment and the associated vocational training
programs are investigated in the world and in Turkey. M ersin labor market in general and employment potential of the women
who completed the İŞKUR courses in specific are evaluated. Training courses other than İŞKUR, especially the ones with job
placement guarantee are analyzed and the rate of participation of women in these courses and the factors affecting their
participation are evaluated. In addition to the literature survey, data has been collected through interviews conducted with the
women who are employed and not employed within the last two years. Results of the study indicate that although İŞKUR has
put its funds into use for women trainees, it could have only on indirect effect on the employment potential of them.
Keywords: Employment, İŞKUR, vocational training courses
1. GİRİŞ
Bir ülkenin gelişmişlik düzeyini ve refah seviyesini belirleyen ve etkileyen en önemli unsur,
kalkınmada önceliği eğitime vermektir. Günümüz dünyasında gerek bilimsel gerekse teknolojik
gelişmeler işgücünün kalitesi açısından değerlendirildiğinde eğitimi zorunlu kılmaktadır. İşgücünün
niteliğini belirleyen eğitim faktörü işletmelerin vasıflı, eğitimli, üretken, mesleki beceriye sahip
çalışanlar tercih etmesine sebep olmaktadır.
Öte yandan gelişim çağına ayak uydurmaya çalışan işletmelerin işgücü kıstasları ve istihdam
olanakları değişmiştir. İşgücü piyasasında kalıcı olmak isteyen işletmeler için değişikliğe gitmek
zorunluluk haline gelmiştir. Vasıfsız ve eğitimsiz işgücü gelişen teknolojinin ve değişen üretim
modellerinin beklentilerini karşılamada yetersiz kalmaktadır. Bunun için işletmeler mesleki eğitimi ve
becerisi yeterli, değişimin gerisinde kalmayan, üretim modellerine uyumlu işgücünü tercih
etmektedirler.
İşgücü piyasasının bu arz talep ilişkisini dengeleyen ve mevcut politikaların uygulanmasında
eşleştirme görevini üstlenen en etkili istihdam kurumu İŞKUR’ dur. İşsizlik çağımızın en büyük
sorunlarından biri gibi gözükse de, esas sorun işsizlerin işe yerleştirilmeleri esnasında işverenlerin
kıstaslarına uygun vasıflara sahip olmamalarıdır. Konuya sadece işverenlerin tercihlerini temel alarak
bakmak tek taraflı bir değerlendirme olacaktır.
Aslında burada dikkat edilmesi gereken ve gözden kaçırılan başka bir ayrıntı vardır. Sorun
sadece işverenin kendisi için uygun nitelikte eleman bulamaması değildir. İşverenin istediği vasıflara
sahip elemanlarla bir araya gelememesinden önceki boyuttur; yani işgücü arzının işgücü taleplerine
cevap verememesidir. İŞKUR’ un eşleştirme görevi tam da bu noktada devreye girmektedir. İŞKUR işçi
ve işveren arasındaki bu arz talep ilişkisini güçlendiren ve işsizlerin istihdama katılımları için tüm
koşulları etkili bir biçimde oluşturması gereken kurumdur.
İŞKUR işgücünün niteliğini artırmak ve beklentileri karşılamak adına belli dönemlerde ve belli
sürelerde mesleki eğitim kursları açmaktadır. Böylece kursiyerlerin gelişen teknoloji ve değişen üretim
modellerine uygun meslekler edinmelerini sağlayarak istihdama katılmalarına öncülük etmektedir.
İŞKUR bünyesinde açılan mesleki eğitim kursları işgücü piyasasının ihtiyaç duyduğu meslekleri ve bu
mesleklerin gerektirdiği becerileri kazandırmakla yükümlüdür.
55
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
İŞKUR bünyesinde açılan mesleki eğitim kurslarının fonksiyonları kadar bu kurslara katılan
kursiyerlerin özellikle de kadınların bu kurslardan kazanımları da tartışılmalıdır. Kadınların istihdama
katılımlarını etkileyen en önemli unsur işsizliktir. Ülkemizde TÜİK verilerine göre 2014 yılı itibariyle
toplam işsizlik oranı yüzde 10,1 olup kadın işsizlik oranı yüzde 12,2’dir. Türkiye’de kadınların işgücüne
dahil olmaları noktasında mesleki eğitim kursları ve programları önemlidir.
Bu kurslara katılan dezavantajlı gruplar içerisinde yer alan kadınlar gerek kurslara başvurma ve
devam sürecinde gerekse kurslardan sonra istihdama katılımda daha fazla sorunla karşılaşmaktadırlar.
Özellikle bu kursları tamamlayan kadınların işgücüne katılımları ve istihdam durumlarını analiz eden
araştırmalar yapılması sorunun çözümüne katkıda bulunacaktır.
Bu çalışma İŞKUR mesleki eğitim kurslarını bitiren kadınların istihdam durumlarını ortaya
koymayı amaçlamaktadır. Eğitim düzeyi düştükçe kadınların işgücüne katılımlarının azaldığı bilinen bir
durumdur. Bu nedenle çalışmada mesleki eğitim kursları ile kadın istihdamı arasındaki ilişkiyi
sorgulamak ve bu ilişkinin kadınların istihdam edilebilirliği üzerindeki etkisini ortaya koymak
çalışmanın amacını oluşturmaktadır.
“İŞKUR Mesleki Eğitim Kurslarını Bitiren Kadınların İstihdam Durumları” adlı çalışma
günümüz işgücü piyasasının mevcut politikalarını ve beklentilerini değerlendirme açısından ve kursların
kadınların istihdam edilebilirlikleri üzerindeki etkisini sorgulaması açısından güncel ve önemli bir
çalışmadır.
1.1. Yabancı Ülkelerdeki Durum
1990-2002 yılları arasında Avusturya, Fransa, Batı Almanya, Norveç ve Polonya’da uygulanan
mesleki eğitim çalışmaları ve yürütülen politikalar kadınların işgücüne katılımını olumlu yönde
etkilemiştir. Diğer ülkelere göre düşük olan işgücüne katılım oranı, mesleki eğitim çalışmalarının
uygulanmasıyla beraber artış göstermiştir. Ayrıca katılımla beraber cinsiyetler arası fark da büyük
oranda azalmıştır. Cinsiyetler arası fark Avusturya’da yüzde 20,8’den 13,3’e; Batı Almanya’da yüzde
28’den 18’e; Norveç’te yüzde 11,1’den 7,3’e düşmüştür (Gürsel ve Uysal-Kolaşin, 2010: 34).
Avusturya’da işe yerleştirme, mevcut işi değiştirme, mesleki eğitim hizmetleri AMS
(Arbeitsmarktservice Österreich) Avusturya Kamu İstihdam Kurumu tarafından verilmektedir.
Avusturya’da kadın istihdamını artırmak için çocuk bakımı nedeniyle çalışma hayatından ayrılmış ve
yeniden iş hayatına dönmek isteyen kadınlara yönelik ücretsiz eğitim programı uygulanmaktadır. Ayrıca
devlet ebeveynlerin çocuk bakımı hizmeti için özel sektöre ödeyecekleri bedelin bir kısmını
karşılamaktadır. Avusturya’da 2012 yılında kadın istihdam oranı yüzde 67,3’dür (OECD, 2013).
Fransa’da işe yerleştirme, işsizlik sigortası yönetimi ve işgücü uyum programlarına katılım
hizmetleri devletin üç ayrı kurumu ANPE, AFPA ve UNEDIC (Agence Nationale Pour l'Emploi,
Association pour la Formation Professionnelle des Adultes, Union Nationale interprofessionnelle pour
l'Emploi dans l'Industrie et le Commerce) Ulusal İstihdam Ajansı, Yetişkinleri Eğitme Kurumu, Ticaret
ve Sanayide Meslekler Arası İstihdam Ulusal Birliği tarafından gerçekleştirilmektedir (Tuy, Hansen ve
Price, 2001: 119). Fransa’da doğum iznini tamamlayan ve yeniden işe dönmek isteyen kadınlar ihtiyaç
duymaları halinde eğitim almak için mesleki eğitim verilen merkezlere gidebilmektedirler. Devletin
kadın istihdamını artırmaya yönelik yürüttüğü politikalardan bir diğeri ise 3 yaşından küçük çocukların
% 48,7’ sinin devlet tarafından desteklenen çocuk bakımı hizmetlerinden yararlanmasıdır. Fransa’da
2012 yılında kadın istihdam oranı yüzde 60,0’dır (OECD, 2013).
Almanya’da yapılan mesleki eğitim çalışmalarını ve yürütülen politikaları idare eden kamu
istihdam kurumu BA (Bundesanstalt fiir Arbeit) Federal Alman Çalışma Kuruludur. Almanya’da doğum
ve çocuk bakımı nedeniyle işe ara veren ve yeniden işe dönmek isteyen kadınlara yönelik mesleki eğitim
programları uygulanmaktadır. Almanya’da mesleki eğitim kurslarına katılan kadınlara ayrıca aldıkları
mesleki eğitimin başarısını artırmak için danışmanlık hizmeti verilmektedir. Almanya’da kadın
istihdamını artırmaya yönelik yapılan bir başka uygulama ise hasta çocuklu yalnız annelere hasta
çocuğunun bakımı için yılda 20 gün izin verilmesidir. Almanya’da 2012 yılında kadın istihdam oranı
yüzde 68,0’dir (OECD, 2013).
Norveç’teki iş yaratma programları Kamu İstihdam Hizmetleri tarafından yönetilmekte olup,
ülke bu programların düzenlenmesi noktasında iyi bir örnek teşkil etmektedir. Norveç’te yerel
yönetimlerin çocuk kreşleri, sağlık ve sosyal hizmet alanlarında yaptıkları uygulamalar kadın
56
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
istihdamının artışında etkili olmuştur. Norveç’te 2012 yılında kadın istihdam oranı yüzde 73,8’dir
(OECD, 2013).
Polonya, Kamu İstihdam Hizmetlerini ve istihdam politikalarının geliştirilmesi sorumluluğunu
yerel yönetimlere ve sorumlulara bırakmıştır. Polonya’da genişletilmiş ebeveyn izni modeli
uygulanmaktadır. Bu modele göre anneye oldukça uzun süren doğum izni hakkı verilmektedir. Doğum
iznini tamamlayan anneye çalışma hayatına döndüğünde tam zamanlı istihdam olanağı sağlanmaktadır.
Polonya’da 2012 yılında kadın istihdam oranı yüzde 53,1’dir (OECD, 2013).
1.2. Türkiye’deki Durum
Türkiye’de mesleki eğitim kursları düzenleyen kurum ve kuruluşlar şunlardır: Milli Eğitim
Bakanlığı, İŞKUR, KOSGEB, Başbakanlık Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü,
Kültür ve Turizm Bakanlığı, belediyeler ve özel işletmelerdir. Bunlardan İŞKUR kadın istihdamını
artırmaya yönelik yapılan mesleki eğitim çalışmalarını uygulayan ve yöneten en etkili kurum dur. İşgücü
piyasasında işgücü arzı ve talebini karşılamada güvenilir olması, işçi-işveren arasında eşleştirme görevi
yapması, meslek ve iş danışmanlığı hizmetleri vermesi Kurumu daha da önemli hale getiren diğer
faktörlerdir.
İŞKUR ‘İstihdam ve Eğitim Projesi’ kapsamında daha fazla kurs açarak ve bu kursları ulusal ve
uluslararası projelerle destekleyerek hedef kitlesini artırmıştır. Ancak hedef kitlesi içinde kadınlar yer
alsa da mevcut kurslara bakıldığında çoğunluğunun kadınlara yönelik olmadığı görülmektedir.
Ülkemizde TÜİK verilerine göre 2014 yılı itibariyle kadın istihdam oranı % 29,5 olup, dünyadaki kadın
istihdam oranlarından düşüktür. Dünya Ekonomik Forumu’nun (DEF) 2014 Küresel Toplumsal Cinsiyet
Uçurumu Raporuna göre Toplumsal cinsiyet endeksinde 142 ülke arasında 125. sırada olan Türkiye,
ekonomik katılım ve fırsat eşitliğinde 132, eğitimde 105, siyasi güçlenmede ise 113. sırada yer aldı.
1.2.1. Mersin İŞKUR Bünyesinde Açılan Mesleki Eğitim Kursları
İŞKUR bünyesinde açılan mesleki eğitim kursları, işsizleri işgücü piyasasının ihtiyaç duyduğu
nitelikli ve mesleki beceriye sahip bireyler olarak yetiştirmeye çalışmaktadır. Bu kurslarda seçilen
meslek dallarına uygun mesleki eğitim verilmektedir. Mersin İŞKUR bünyesinde açılan mesleki eğitim
kursları aktif işgücü piyasası programlarından biridir.
Aktif istihdam programları, standart iş ve işçi bulma, işsizlik yardımları gibi hizmetlerin işgücü
arzı ve talebini karşılamada yetersiz kalması yüzünden işsizlerin iş bulma şanslarının artırıldığı daha
aktif politikalardır. Aktif istihdam politikaları, işsiz olup çalışmak isteyenlere yönelik iş arama
yardımları, mesleki ve temel eğitim gibi destek hizmetleri ve işgücü piyasasında yeni istihdam alanları
açma faaliyetlerinden oluşmaktadır (Öksüz, 2007:10).
Aktif istihdam programları kapsamında bulunan meslek ve iş danışmanlığı hizmetleri Mersin
İŞKUR İl Müdürlüğü tarafından 2011 yılında verilmeye başlanmıştır. Özellikle kadınların
seçebilecekleri meslek ve alabilecekleri eğitim hakkında onlara danışmanlık hizmeti sunulması, İŞKUR
verilerine göre kurslara katılan ve mezun olan kadın sayısı temel alındığında çözülmesi gereken en
öncelikli sorundur.
İŞKUR bünyesinde açılan istihdam garantili işgücü eğitim kurslarında kursiyerlerin belli bir
oranının istihdam edilmesi zorunluluğu vardır. Bu nedenle doğrudan istihdamı esas aldığı için en etkili
olan kurstur. İstihdam garantili kurslar özel sektörde faaliyet gösteren işletmelerle işbirliği yapılarak
düzenlenmektedir. 2014 yılında Mersin’de hiçbir firmanın ihaleye girmemesi ve işçi talebinde
bulunmaması istihdam garantili kurs açılmamasında etkili olmuştur.
Mesleki eğitim kurslarında diğer kurslarda olduğu gibi kursiyerleri istihdam etme zorunluluğu
bulunmamaktadır. Bu kursları tamamlayan kursiyerler mesleki bilgi ve becerileriyle işgücü piyasasında
iş aramakta ya da işe girmektedirler. İŞKUR bünyesinde açılacak mesleki eğitim kurslarının çerçevesi,
sayısı ve hedef kitlesi kamu ve özel kesimden temsilcilerin oluşturduğu İl İstihdam ve Mesleki Eğitim
Kurulları tarafından belirlenmektedir. Ancak Mersin ili İl İstihdam ve Mesleki Eğitim Kurulu
kararlarında kadınlara ya da kadın-erkek eşitliğinin sağlanmasına yönelik özel bir faaliyet yer
almamaktadır (Türkiye İş Kurumu [İŞKUR], 2014).
Mersin İŞKUR bünyesinde açılan mesleki eğitim kurslarının ve diğer kursların finansman
kaynağı işsizlik sigortası fonudur. Ayrıca katılanlara kursiyer cep harçlığı (20 TL) verilmektedir. Ancak
Kurumun açtığı bazı kurs programlarına göre bu miktar değişebilmektedir. Kurum tarafından
57
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
eğitim süresince iş kazası ve meslek hastalığı sigorta primleri ile genel sağlık sigortası primi
ödenmektedir.
1.2.2. Kadınların Kurslara Katılımı
Türkiye genelinde 2013 yılında mesleki eğitim kursları ve diğer kurslar dahil olmak üzere
31.385 kurs açılmış olup, bu kurslara katılan kadın kursiyer sayısı 113.074’dür. Bunların 69.560’nın
mezun olduğu, mezun olanların ise 44.744’ünün istihdam edildiği, 24.816’sının istihdam edilmediği
bilgisine Mersin İŞKUR aracılığıyla genel müdürlükten alınan veriler ışığında ulaşılmıştır. İl bazında
kadınların kurslara katılımı erkeklere göre yüksek olmasına karşın kurslardan mezun olan ve istihdam
edilen kadın sayısı azdır. Köyden şehre göçle başlayan kentleşme, kadının kent yaşamına uyum
sağlayamaması, kursa katılım sürecinde erkeğe bağımlı olması kursa devam etmesini ve çalışma
hayatına katılmasını olumsuz yönde etkilemektedir.
Mersin İŞKUR’dan alınan veriler ışığında mesleki eğitim kurslarından mezun olan ve
istihdam edilen kadın kursiyer sayılarına ilişkin olarak düzenlenen tablo aşağıda verilmiştir.
Tablo 1: Mesleki Eğitim Kursuna Katılan, Mezun Olan, İstihdam Edilen Kadın
Kursiyer Sayıları (MERSİN)
Yıllar
Kurs S ayısı
2010
323
2011
791
2012
2057
2013
656
2014
489
Kaynak: M ersin İŞKUR
Katılan Kadın
Kursiyer S ayısı
Mezun Olan
Kadın Kursiyer
S ayısı
İstihdam Edilen
Kadın Kursiyer
S ayısı
2517
5601
10009
3138
2930
1739
2966
3753
747
219
370
1463
3010
258
69
İstihdam
Edilen Kadın
Kursiyer
Yüzdesi
21.2
49.3
80.2
34.5
31.5
Tablo incelendiğinde Mersin İŞKUR tarafından 2010-2014 yılları arasında toplam 4.316 adet
mesleki eğitim kursu açıldığı, 24.195 kadın kursiyerin bu kurslara katıldığı, 9.424 kadın kursiyerin
mezun olduğu, 5.170 kadın kursiyerin istihdam edildiği görülmektedir. Mersin İŞKUR tarafından en
fazla mesleki eğitim kursu 2012 yılında açılmıştır. Katılımın, mezuniyetin ve istihdamın en fazla olduğu
yıl da 2012’dir.
Tabloya bakıldığında 2010 yılında 1.369 kadın kursiyerin, 2011 yılında 1.503, 2012 yılında
743, 2013 yılında 489, 2014 yılında ise 150 kadın kursiyerin istihdam edilmediği görülmektedir.
1.2.3. Kadınların Kurslara Katılımını Etkileyen Faktörler
Kadınların Mersin İŞKUR bünyesinde açılan mesleki eğitim kurslarına ve diğer kurslara
katılımını etkileyen en önemli faktör zaman faktörüdür. Araştırma kapsamında görüşme yapılan kadınlar
da kurslara katılımlarını etkileyen en önemli faktörün zamansızlık olduğunu dile getirmişlerdir. Gerek
Türkiye genelinde gerekse TR62 (Adana, Mersin) bölgesinde kadınların ev işleriyle meşgul olmak
nedeniyle işgücüne dahil olamadıkları düşünüldüğünde zaman kavramının onlar için anlamı daha iyi
anlaşılacaktır. Geleneksel ev işlerinin dışında yaşlı, hasta ve çocuk bakımı sorumluluğu da kadınlara
yüklendiği için yine zaman faktöründen dolayı kadınlar kurslara katılamamaktadırlar.
Kadınların Mersin İŞKUR bünyesinde açılan mesleki eğitim kurslarına katılımını etkileyen
başka bir faktör ise, sadece sınıf içinde değil işyerinde iş başında da eğitim verilmesidir. Bu durumun
ataerkil geleneksel aile yapısına sahip, erkek egemen bir toplumda yaşayan kadın için sakıncaları vardır.
Özellikle kursa katılım konusunda kocasının egemenliği altında bulunan kadının kurs yeri hakkında
kocasından bağımsız hareket etmesi oldukça güçtür.
Mersin İŞKUR bünyesinde açılan mesleki eğitim kurslarında kreş hizmetinin sunulmaması
kurslara katılımı olumsuz yönde etkilemektedir. Mersin İŞKUR bünyesinde 2014 yılı itibariyle istihdam
garantili mesleki eğitim kursları açılmaması ve kursların çoğunluğunda istihdam garantisi verilmemesi
de kadınların kurslara katılımını olumsuz etkilemektedir.
58
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
2. YÖNTEM
2.1. Araştırmanın Evreni ve Örneklemi
Mersin ilinde yaşayan ve İŞKUR bünyesinde açılan mesleki eğitim kurslarından mezun olan
kadın kursiyerler araştırmanın evrenini oluşturmaktadır. Araştırma örnekleminin oluşturulmasında basit
tesadüfi örnekleme yöntemi kullanılmıştır. Basit tesadüfi örnekleme yöntemi, örneklemi oluşturan
birimlerin ya da bireylerin aynı özelliğe sahip olduğu, herkese eşit şansın verildiği yöntemdir.
Araştırmanın örneklemi mesleki eğitim kursundan mezun olan 15 kadın kursiyerdir.
2.2. Ölçme Araçları
Araştırmada yapılandırılmamış mülakat tekniği kullanılarak ve açık uçlu sorular sorularak on
beş kadın kursiyerden alınan veriler analiz edilmiştir. Yapılandırılmamış mülakat tekniği
standartlaştırılmamış, açık uçlu, derinlemesine görüşmedir. Araştırma nitel bir araştırmadır. Araştırma
verileri yüz yüze görüşme yöntemiyle 15 kadın kursiyerle görüşülerek gerçekleştirilmiştir.
Kursiyerlere yöneltilen sorular Ek de yer almaktadır.
2.3. Veri Analizi
Görüşmelerde ses kayıt cihazı kullanılmış ve veriler analiz edildikten sonra metin haline
getirilmiştir.
3. BULGULAR
İŞKUR yetkilileri ile yapılan görüşmeler ve araştırmanın örneklemini oluşturan 15 kadın
kursiyerden elde edinilen veriler ışığında aşağıdaki bulgulara ulaşılmıştır.
3.1. Mersin İŞKUR’ un Mesleki Eğitim Kurslarını Bitiren Kadın Kursiyerlerin İşe
Yerleştirilmeleri Üzerindeki Dolaylı Etkisi
Mersin İŞKUR istatistik biriminden özel olarak alınan veriler ışığında hazırlanan Tablo 1’e göre
2010-2014 yılları arasında kurslara katılan 24.195 kadın kursiyerden 9.424’ünün mezun olması,
bunlardan 5.170’nin istihdam edilmesi, 4.254’ünün istihdam edilmemesi Kurumun kadın kursiyerlerin
işe yerleştirilmeleri üzerinde doğrudan etkisi olmadığını göstermektedir. Ancak sadece istihdam
garantili kurslarda istihdam zorunluluğu olduğu, diğer kurslarda istihdam zorunluluğu olmadığı da
unutulmamalıdır.
Ayrıca kurs bitiminde kadın kursiyerlerin izlenmesi daha geçerli ve güvenilir değerlendirme
yapılmasını sağlayacaktır. Mersin İŞKUR bünyesinde açılan mesleki eğitim kurslarını bitiren kadın
kursiyerlerin istihdam durumları Kurum tarafından izlenmemektedir. Bu yüzden çalışmaya katkı
sağlamak için 15 kadın kursiyerle görüşme yapılmıştır. 15 kadın kursiyerle yapılan görüşmelerden elde
edilen veriler de, Mersin İŞKUR’ un mesleki eğitim kurslarını bitiren kadın kursiyerlerin işe
yerleştirilmeleri üzerinde doğrudan etkisi olmadığı sonucunu destekler niteliktedir.
3.2. Son İki Yıl İçerisinde Mersin’de İşe Yerleşen ve Yerleşmeyen Kadınların Genel Görünümü
Araştırma sonucunda son iki yıl içerisinde Mersin’de işe yerleşen kadınların genel görünümüne
bakıldığında kadınların kurslar vasıtasıyla dolaylı yoldan işgücüne katıldıkları tespit edilmiştir.
Araştırma kapsamında 15 kadın kursiyerle yapılan görüşme verileri de bunu destekler niteliktedir.
Ayrıca kursları bitiren kadınların Kurumun bulduğu işleri beğenmedikleri ve kendi buldukları işlerde
çalışmayı tercih ettikleri gözlenmiştir. Kadınlar kursiyer cep harçlığı olan 20 TL’yi alabilmek için
kurslara devam etmekte ve kurs bitiminde kendi buldukları işlerde çalışmayı tercih etmektedirler.
Mersin’de son iki yıl içerisinde işe yerleşen kadınların daha çok tekstil sektöründe çalıştıkları ve ev
eksenli çalışanların da bu sektörle ilgili işleri yapmayı tercih ettikleri gözlenmiştir. İşe yerleşmeyen
kadınların ise işgücüne katılmak için Kuruma başvurmadıkları ve başka kurslara devam ettikleri tespit
edilmiştir. Kadınların eğitim düzeyleri ile işgücüne katılma durumları karşılaştırıldığında özellikle lise
ve yükseköğretim mezunu olan kadınların işe yerleştikleri, ilkokul ve ortaokul mezunu olan kadınların
ise ev eksenli çalıştıkları gözlenmiştir. (Tablo 2)
59
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Tablo 2: İşe Yerleşme Bilgileri
Katılımcılar
Eğitim Durumu
Ş imdiki Mesleği
Katılımcı 1
Üniversite M ezunu
Katılımcı 2
Lise M ezunu
Takı-Tasarım Alanında
Çalışıyor
Tekstil Alanında Çalışıyor
Katılımcı 10
Katılımcı 13
Açık Öğretim
Okuyor
İlkokul M ezunu
Katılımcı 4
Katılımcı 14
İlişkiler
İşe Yerleşirken
Beklenen S üre
1 Seneden Fazla
5 Ay
Tekstil Alanında Çalışıyor
Beklemedi
Tekstil Alanında Çalışıyor
2 Ay
Okuma Yazma Biliyor
Ev Eksenli Çalışıyor
3 Ay
Ortaokul M ezunu
Ev Eksenli Çalışıyor
3 Ay
Halkla
3.3. Mesleki Eğitim Kurslarını Bitiren 15 Kadın Kursiyerle Yapılan Görüşme Verileri
15 kadın kursiyerin 18-45 yaş aralığında olduğu, yedisinin evli, yedisinin bekar, bir kişinin
boşanmış olduğu tespit edilmiştir. Eğitim durumuna bakıldığında ise bir kadının okuma yazma bildiği,
üç kadının ilkokul mezunu, altı kadının ortaokul mezunu, bir kadının lise mezunu, bir kadının
üniversite mezunu olduğu, iki kadının açık öğretimde, bir kadının da üniversitede okuduğu bilgisine
ulaşılmıştır.
15 kadın kursiyerden on ikisinin istihdam garantisiz kurstan, üçünün ise istihdam garantili
kurstan mezun olduğu gözlenmiştir. Kursların süresine bakıldığında ise en uzun süren kursun yönetici
asistanlık kursu olduğu, en kısa süren kursun ise ütücülük kursu olduğu tespit edilmiştir.
Görüşme yapılan 15 kadın kursiyere genel sigorta yapıldığı, cep harçlığı ücreti olan 20 TL’nin
ödendiği tespit edilmiştir. Görüşme yapılan 15 kadın kursiyerden on dördünün gittikleri kurstan
memnun kaldıkları, sadece bir kişinin memnun kalmadığı tespit edilmiştir.
Mersin’deki yönetici asistanlık, kalite kontrolcü, satış görevlisi ve ütücülük mesleki eğitim
kursları Türkiye genelinde mesleklere göre kadınların katıldıkları kurslarla kıyaslandığında kadınların
benzer kursları tercih ettikleri gözlenmiştir. Sadece ütücülük kursu Mersin’de kadınların gitmeyi tercih
ettikleri kurs olarak ayrılmaktadır. Satış danışmanı Mersin’de kadınların çalışmayı tercih ettikleri
mesleklerin başında gelmektedir.
Kadın kursiyerlerle yapılan görüşmelerden elde edilen önemli bir bulgu da bu kursların
kadınların formel sektörde istihdam edilme olasılığını, yine formel sektörde kayıtlı kadınların
istihdamından elde edilecek kazancı ve kadın istihdamında mesleki yeterliliği çok fazla etkilemediği
tespit edilmiştir. Çünkü görüşmeler neticesinde kurstan sonra çalışmaya başlayan kadınların seçtikleri
işlerin gittikleri kursla ilgisi olmayan işler olduğu tespit edilmiştir.
3.4. İşe Giren Kadınlar Üzerinde Mersin İŞKUR Mesleki Eğitim Kurslarının Etkisinin
Değerlendirilmesi
Tablo 2’de görüldüğü gibi, 15 kadın kursiyerden sadece altısının işe yerleştiği, bir kişinin kurs
devam ederken çalıştığı, diğer sekiz kişinin ise işe yerleşmediği tespit edilmiştir. İşe yerleşen bu altı
kadın kursiyerden sadece birisi kurs bitiminden sonra beklemeden kendi bulduğu işe yerleşmiştir. Diğer
beşi ise uzun bir dönem işe yerleşmek için beklemişlerdir. İşe yerleşen altı kadın kursiyerin aldıkları
eğitim ile yaptıkları mesleğin aynı olmadığı tespit edilmiştir. Görüşme yapılan yedi kadın kursiyerden
sadece birisi kurs devam ederken çalıştığını belirtmiştir. Bu nedenle bu bir kişiyi işe yerleşen kategorisi
dışında tutmak gerekmektedir. Verileri analiz ederken ve değerlendirirken bu ayrıntıya dikkat
edilmiştir.
Görüşme yapılan bu altı kadın kursiyerden sadece birisi İŞKUR’ un kendisine önerdiği bir işte
kısa süreliğine çalıştığını, ancak bu deneyimin kendisini psikolojik olarak olumsuz etkilediğini dile
getirmiştir.
3.5. İşe Girmeyen Kadınların İşgücüne Katılmama Nedenlerinin Değerlendirilmesi
15 kadın kursiyerden sekizinin işe girmediği tespit edilmiştir. İşe girmeyen bu sekiz kadın
kursiyerden üçünün işgücüne katılmama nedenlerinin başında çocuk ve yaşlı bakımı gelmektedir. İşe
60
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
girmeyen sekiz kadın kursiyerden dördünün ise hiçbir sebep belirtmeden sadece şu an için çalışmak
istemedikleri, bir kadın kursiyerin halen eğitimi sürdüğü için işgücüne katılmadığı tespit edilmiştir.
4. TARTIŞMA VE SONUÇ
Dünyada kadın istihdamını artırmaya yönelik yapılan mesleki eğitim çalışmalarına ve yürütülen
politikalara bakıldığında, kadınların işgücüne dahil olmaları noktasında mesleki eğitim kurslarının ve
programlarının son derece etkili olduğu tespit edilmiştir. Yine çeşitli ülkeler bazında mevcut işgücü
piyasasındaki istihdam durumu incelendiğinde, istihdamdaki kadınların büyük çoğunluğunun mesleki
eğitim aldığı ve kadın istihdam oranının yüksek olduğu görülmüştür.
TÜİK tarafından açıklanan son verilere göre, ülkemizde 2014 yılı itibariyle kadın istihdam oranı
% 29,5 olup, dünyadaki kadın istihdam oranlarından düşüktür. Türkiye’de kadınların işgücüne dahil
olmaları noktasında mesleki eğitim kurslarının ve programlarının önemli olduğu bilinmesine rağmen,
bu çalışmada kadınların mesleki eğitimine gerekli önemin verilmediği ve mesleki eğitim kurslarının
kadın istihdamına etkisi üzerinde yeterince durulmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Çalışma sonucunda
Mersin İŞKUR’ un kadın istihdamı için aktif olarak çalıştığı ve danışmanlık hizmeti verdiği, ancak
kadınların istihdam edilebilirlikleri noktasında tam anlamıyla etkin bir rol oynayamadığı tespit
edilmiştir.
Bu çalışmada Kurumun mesleki eğitim kurslarını bitiren kadınların istihdam edilebilirlikleri
üzerinde doğrudan etkisinin olmadığı ve görüşme yapılan 15 kadın kursiyerden sadece altısının, kendi
buldukları işlerde çalıştıkları belirlenmiştir. 15 kadın kursiyerden sadece altısının işe yerleşmesi, açılan
kurslardan gereken verimin alınamadığını, kadın istihdamında gereken iyileşmenin henüz
sağlanamadığını göstermektedir. Bu nedenle Mersin İŞKUR’ un açılacak kurslara karar verirken
kursların etkinliğini, özellikle kadın kursiyerlerin istihdama katılımlarını artıracak programlar
geliştirmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Ancak doğal olarak aile içi durumlardan kaynaklanan
olumsuzluklar (kadının istihdama katılmasını engelleyen ailevi durumlar) İŞKUR’ un kontrolü
dışındadır.
Mersin İŞKUR bünyesinde açılan kurslarla özel sektördeki işverenlerin işgücü taleplerinin tek
bir potada birleştirilmesi düşüncesi, hem rekabetçi bir ortam yaratması hem de kadın istihdamı üzerinde
olumlu sonuçlar doğurması açısından önemlidir. Çalışmada mesleki eğitim kurslarında verilen eğitimin
kadın kursiyerlerin mesleki ve kişisel gelişimleri üzerinde az ölçüde etkisi olduğu belirlenmiştir.
Yapılan araştırmanın bir kısıtlılığı, zaman ve kaynak yetersizlikleri nedeniyle örneklem
sayısının yeterince geniş tutulamamasıdır. Araştırmanın izleyen aşamalarında İŞKUR ’un değişik
kurslarını bitiren daha çok kadın kursiyer ile görüşme yapılması planlanmaktadır.
Araştırma sonucunda mesleki eğitim kurslarının kadın istihdamı sorunuyla mücadelede daha
etkin rol oynayabilmesi için Kurumun bazı tedbirler alması gerektiği saptanmış olup, ilgili öneriler
aşağıda verilmiştir:
- Kurum, danışmanlık hizmeti çerçevesinde mesleki eğitim kurslarına katılacak olan kadın
kursiyerleri ilgi, yetenek ve beklentilerine uygun mesleklere yönlendirmelidir. Bu noktada Mersin
İŞKUR İşgücü Yetiştirme Servisindeki personelin mesleki eğitim ve meslek danışmanlığının önemi
konusundaki farkındalıkları artırılmalıdır.
- Mersin İŞKUR istihdam garantili mesleki eğitim kurslarından mezun olan kadın kursiyerlerin
önemli bir yüzdesinin istihdamını sağlamalı, kadın kursiyerleri verilen eğitimle ilgisi olmayan bir işe
yönlendirmemelidir.
- Kurum tarafından kadın kursiyerleri takip için mesleki eğitim kursları izleme çizelgesi
oluşturulmalı, kursların bitişinden itibaren belirli dönemlerde yapılan izlemeler çizelgeye
yansıtılmalıdır. Bu tür bir yapılanma sayesinde istihdam açısından aksayan noktalar belirlenebilir,
kadınların iş arama çabasından vazgeçerek ev işlerine çekilmesi önlenebilir, böylelikle kadın
istihdamına etkinlik kazandırılabilir. Ayrıca kadın istihdamında olumlu gelişmeler kurslara daha çok
kadının başvurmasını sağlayabilir.
- Mesleki eğitim kurslarından mezun olan kadınların istihdama katılımları önündeki
engellerden biri geleneksel ev işleriyle meşgul olmak, diğeri de çocuk ve yaşlı bakımı olduğu için
Mersin İŞKUR yerel yönetimlerle işbirliği yaparak ücretsiz kreş ve yaşlı bakımı hizmeti verilmesini
sağlamalıdır.
61
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
- İŞKUR bünyesinde açılan kurslar ve bu kurslara katılan kadın kursiyerlerin istihdam
durumları ile ilgili araştırmalar kısıtlıdır. Konuyla ilgili daha çok çalışma yapılması, sorunun ortaya
çıkartılması ve Türkiye’de kadın işsizliği ve genel olarak istihdam sorununun iyileştirilmesi açısından
önemlidir. Bu konuda Mersin ili dışında başka illerdeki İŞKUR bünyesinde açılan mesleki eğitim
kurslarının ve mezun olan kadın kursiyerlerin istihdam durumlarının incelenmesi de iller arasında
karşılıklı çalışma yapılması açısından yararlı olabilir.
- İŞKUR bünyesinde açılan kursları bitiren kadın kursiyerlerin istihdam durumları konusunda
diğer gelişmiş ülkelerde kadın istihdamını artırmaya yönelik yapılan mesleki eğitim çalışmalarından ‘iyi
örnekler’ olarak yararlanılması önerilebilir.
5. KAYNAKLAR
Gürsel, S., ve Uysal-Kolaşin, G. (2010). İstihdamda dezavantajlı grupların işgücüne katılımını artırmak. Bahçeşehir
Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar M erkezi, İstanbul.
OECD. (2013, July 16). Employment rate of women % of female population (15-64). Employment and labour markets:
Key tables from OECD - ISSN 2075-2342 - © OECD 2013. http://www.oecd-ilibrary.org/employment/employment-rate-ofwomen_20752342-table5
Öksüz, N. (2007, Eylül). M esleki eğitim kurslarının kadınların istihdam edilebilirliğine katkısı ve İŞKUR’ un
üstlenebileceği roller. Uzmanlık Tezi, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Türkiye İş Kurumu Genel M üdürlüğü,
Ankara.
Tuy, P. , Hansen, E. ve Price, D. (2001). Değişen işgücü piyasasında kamu istihdam hizmeti. Cenevre: Uluslararası
Çalışma Ofisi.
Türkiye İş Kurumu. (2014). İl istihdam ve mesleki eğitim kurul raporları. www.iskur.gov.tr
Türkiye İstatistik Kurumu. www.tuik.gov.tr
Ek: Kursiyerlere Yöneltilen Sorular
1. Yaşınız nedir? Eğitim durumunuz nedir? M edeni haliniz nedir?
2. Gittiğiniz kurs istihdam garantili miydi?
3. İŞKUR tarafından sigortanız yapıldı mı? İŞKUR tarafından kurs süresince cep harçlığınız ödendi mi?
4. Gittiğiniz kurstan memnun kaldınız mı? Aldığınız eğitimle yaptığınız meslek aynı mı?
5. M esleki eğitim kursunu bitirdikten sonra bir işe yerleştiniz mi? İşe İŞKUR tarafından mı yerleştiniz? İşe yerleşmemenizde
etkili olan nedenler nelerdir?
62
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Ataerkil Sistemin Yapısökümü Olarak Meltem Arıkan’ın “Yeter Tenimi Acıtmayın”
Başlıklı Romanı
Deconstructionist Reading of Meltem Arıkan’s “Stop! Don’t Hurt my Body Anymore”
Bekir ZENGİN1
1Yard.
Doç. Dr., Cumhuriyet Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sivas-Türkiye [email protected]
ÖZET: Jac Derrida’nın sistemden çok, okuma biçimi olarak geliştirdiği yapısöküm, sistem içindeki çelişkilere,
tutarsızlıklara dikkat çeker ve yeni sorular üreterek, birbiriyle ilişkilerinde birincil veya ikincil olarak adlandırılan şeyler
arasındaki bu derecelendirmeyi sorgular. Bu yöntem ataerkil sistem içerisinde kadınlar aleyhine olan eşitsizliğin temellerini
inceleme ve ataerkil söylem tarafından ötekileştirilen kadının yerini sorgulama konusunda ve dahası bu ötekileştirmenin haksız
gerekçelerini ortaya çıkarma yolunda çok uygun bir araç olarak feminist yazar ve araştırmacıların sık sık başvurduğu bir araç
olmuştur. Yetmişli yıllarda Avrupa’da görülen kadın yazarların sayısındaki patlama ve bunun doğal sonucu olarak özel
deneyimlerin eserlerde yansıması kadınlara sorunun bireysel olmadığını göstermiş ve bunun toplumsal bir sorun olduğu
gerçeğini gün ışığına çıkarmıştır. “Özel olan politiktir” sloganından hareketle, kadınlar ortak bilinç oluşturmaya başlamış ve
bu eserlerde yansımıştır. M eltem Arıkan eserlerinde kadın sorunlarına eğilirken, kadının şimdiki konumu ve bu konumu (otorite
lehine) sürdürmeye yarayan değer yargılarını eleştirmekle işe başlar. Tecavüz ve sonuçları, ensest ilişki kurbanları gibi birçok
tabu konuyu eserlerinde işlemeye cesaret eden Arıkan, bu eserinde de, toplum tarafından olumlu değerler olarak gösterilen
birçok değerin nasıl, ataerkil sistemi devam ettirmeye y arayan araçlara dönüştüğünü göstermektedir. Biz bu çalışmada,
Arıkan’ın ataerkil sisteme yaptığı eleştiriyi ve bunun yapısökümünü nasıl gerçekleştirdiğini, kavramları nasıl tersine çevirerek
içerdikleri gizli anlamı öne çıkardığını göstermeye çalışacağız.
Anahtar kelimeler: Yapısöküm, ideoloji, M eltem Arıkan, Yeter Tenimi Acıtmayın, ataerkil Dil Sistemi
ABS TRACT: Deconstruction, which Jacques Derrida extended as a method of reading rather than a system, takes
attention to the incongruities between the ideas in the dichotomies and thus questions the systems. The deconstructionist method
has become a very convenient means, for the feminist writers and critics, to explore the reasons for the inequality between men
and women and to question the place of woman marginalized by the patriarchal discourse, and furthermore, to put forward the
unjust requisites of making woman the ‘Other’. Both the increase in the number of the women writers in Europe in 1970s and
the reflection of private experiences in novels as a natural outcome of this increase demonstrated the fact that the matter is not
a personal but rather a social issue. Women began to raise a consciousness in the society taking the motto “the private is the
political” as a point of departure and this is reflected in their works. M eltem Arıkan dealing with the women issues in her works
criticizes the current social condition of women and the social values kept on for the sake of authority. Arıkan, who is brave
enough to deal with such taboo subjects as rape and its outcomes, and victims of incest, points out, in her Yeter Tenimi
Acıtmayın, how social values reflected as positive in society are transformed to the vehicles used to keep the patriarchal sy stem.
This paper aims to analyze Arıkan’s social critique against the patriarchal system and how she deconstructs and subverts these
values in her novel.
Keywords: Deconstruction, ideology, M eltem Arıkan, Yeter Tenimi Acıtmayın, patriarchal Language
1. GİRİŞ VE AMAÇ.
Aydınlanma döneminin baskın yön verici unsuru olan aklından hareket eden modernist düşünce
içerisinde, toplumsal yapıların dayandırıldığı temel olarak düzen toplumun ayrılmaz bir parçası olarak
vurgulanır. Gerçekten de düzen’in olmadığı yerde, ortaya çıkacak olan kaos, toplumdaki dengeyi
güçlüden yana kaydıracaktır. Ancak düzen dediğimiz zaman, düzenin dayanmış olduğu kuralların
doğruluğu, adilliği tartışmaya açık alanlar yaratmaktadır. Düzeni kuran ve sistemi korumak üzere kural
koyanların politik, ideolojik eğilimleri bu düzenin kurallarında kendini hissettirecektir. Özellikle
neredeyse bütün toplumlarda yeri tartışmalı olan, tanımı ve görevleri farklı olarak tanımlanan kadın söz
konusu olunca düzenin kurallarının ideolojik yönü daha çok öne çıkmaktadır. İster yazılı ister sözlü
olsun veya geleneğin, kültürün içine işlenmiş olsun, genel olarak bakıldığında kadınlar hakkında kadın
hariç bütün mekanizmaların karar verdiği, tanımlar yaptığı görülmektedir. Kadının ne olduğu, nasıl
olması gerektiği, rolü, yapabileceği meslekler hep belli görüşler çerçevesinde tanımlanmış
görünmektedir. Toplumda yerleşik hale gelmiş olan bu düşüncelerin aktarma aracı olarak dil de, bu
doğrultuda anlamlar içeren tanımlarla, göstergelerle belirlenmiştir. Dil içerdiği anlamlar ile sistemin
devamının bir garantisi olarak mevcuttur.
Saussure’ün dilbilime getirdiği devrim niteliğindeki yenilikler ve onların sonuçları yapısalcılık
ve postyapısalcılığa kadar uzanmaktadır. Modernist düşüncenin bir tarafa bırakılmasıyla, özcü
yaklaşımları reddeden görüşlerin yansımaları olarak, toplumdaki yerleşik bütün tanımlar, kurallar
sorgulanır hale gelmiştir. Feminist hareket de bundan yola çıkarak, toplumdaki kadın ile ilgili bütün
tanım ve rolleri sorgulamaya başlamıştır. Bunun için öncelikle dilden hareket edilmesi gerekmekteydi
63
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
ve bu yüzden dil konusunda kadını ifade edebilecek yeni bir dil anlayışının ortaya çıkması için çaba sarf
edilmeliydi. Feminist hareket sadece kendisinin ürettiği teorilerden değil, kadını olumsuzlayan, ona
biçim vermeye çalışan psikanalitik teoriler, dil teorilerinden de hareket etmiştir. Yapısöküm de bu
araçlardan biridir. Feminist çalışmalarda yapısöküm aracılığıyla dildeki yerleşik anlamlar sorgulanarak,
bu anlamların haksızlığı ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır.
Biz de burada, bu anlamları sorgulayan bir eser olarak gördüğümüz Meltem Arıkan’ın Yeter
Tenimi Acıtmayın başlıklı eserini inceleyerek, yazarın eserde toplumdaki kavramları nasıl tersine
çevirdiğini göstererek, yazarın yarattığı yeni bakış açılarını, anlamları sergilemek istiyoruz.
2. MATERYAL VE METOT
Bu çalışmada yapısöküm kavramı açıklığa kavuşturulmak üzere, konu üzerine yapılan yerli ve
yabancı çalışmalar taranmıştır. Ortaya çıkan bilgiler ışığında, eser merkezli (werkimmanente) yöntem
kullanılarak yapısökümün nasıl gerçekleştirildiği gözler önüne serilecektir. Eser merkezli
yaklaşımlarda, yazarın hayatı, çevresi vs gibi konular dikkate alınmadan, sadece eser göz önünde
bulundurularak, eserin ne söylediği, nasıl söylediği ortaya konmaya çalışılmaktadır. Biz de burada bu
yöntemi kullanarak, sadece eserdeki söylemleri dikkate alacağız.
3. BULGULAR VE TARTIŞMA
Jacques Derrida sistemden çok bir okuma biçimi olarak geliştirdiği yapısökümü eleştiriden
farklı tanımlar ve yapısökümün devamlı bir yanlışlama, bertaraf etme, yalanlama olmadığını belirterek,
yapısökümün başka bir açıdan bakma, başka bir şekilde düşünme imkânı olduğunu vurgular.
Yapısöküm bir olumsuzluk içerse de pozitif olmayan bir onaylamayı da içerir (Wartenpfuhl, 2000, s.
133). Derrida’nın olumlu bir şey olarak tanımladığı yapısöküm, sistem içindeki çelişkilere,
tutarsızlıklara dikkat çeker ve yeni sorular üreterek, birbiriyle ilişkilerinde birincil veya ikincil olarak
adlandırılan şeyler arasındaki bu derecelendirmeyi sorgular. Balkin’in ifadesiyle yapısökümcü, “belirli
bir metin, argüman, tarihsel gelenek veya sosyal pratik içerisinde söz konusu karşıtlıktaki bir terimin,
diğerine öncelikli/üstün” hale gelişinin temellerini göstermeye çalışır. Bu bağlam içerisinde yapısöküm
üstün terimin yarattığı, varolduğu sistem içerisinde bu ayrımı haklı gösteren argümanların “kendi
kendilerini zayıflattığı/ortadan kaldırdığı” (Balkin; 2004:3) noktaları, sistemin kendinden yola çıkarak
ortaya çıkarmaya çalışır. Yapısöküm bunu yaparken, daha çok anlamı tersine çevirme, sözcüklerin içini
boşaltma ve onları alışılan anlamların dışına çıkarma yöntemlerini kullanır. Diğer bir yöntem ise,
kavramların kendisinden hareket etmek suretiyle onları taklit ederek, komik duruma düşürme, alaya
alma yöntemidir. Bu yöntem ataerkil sistem içerisinde kadınlar aleyhine olan eşitsizliğin temellerini
inceleme ve ataerkil söylem tarafından “öteki”leştirilen kadının yerini sorgulama konusunda ve dahası
bu ötekileştirmenin haksız gerekçelerini ortaya çıkarma yolunda çok uygun bir araç olarak feminist
yazar ve araştırmacıların sık sık başvurduğu bir araç olmuştur.
Yetmişli yıllarda Avrupa’da görülen kadın yazarların sayısındaki patlama ve bunun doğal
sonucu olarak özel deneyimlerin eserlerde yansıması kadınlara sorunun bireysel olmadığını göstermiş
ve bunun toplumsal bir sorun olduğu gerçeğini gün ışığına çıkarmıştır. “Özel olan politiktir” sloganından
hareketle, kadınlar ortak bilinç oluşturmaya başlamış ve bu eserlerde yansımıştır. Sorunun sadece kadın
erkek eşitliğine indirgenemeyeceği olgusundan hareketle, biyolojik farklılıktan kaynaklanan eşitsizlik
yansımalarının ötesinde, mevcut toplumsal sistem içerisinde kadının kendine gösterilen rollerin dışına
çıkamaması, ataerkil sistemin kadına dikte ettirdiği görev ve davranış biçimlerinin kadının kimliğine
yön vermesi, kadının kültürel alanlarda (yeterince ve kendi kimliğiyle) yer alamaması sorunun kültürel
boyutunu da göstermektedir. (Burada ataerkil sisteme uyum sağlamış ve onun ölçütlerine uyarak
kariyerlerinde belli bir yere ulaşabilen kadınların ataerkil sistemin temsilcisi durumunu aşamadıklarını
belirtmek isteriz). Kadınların mevcut kültürel alanda ikincil yerini tarihsel bir yaklaşımla açıklayan
Gayle Rubin, bunun sistemin değişmez bir koşulu olduğunu da şu cümlelerle vurgular: “Kadınların
dünya tarihindeki yenilgisi kültürün kökenleriyle meydana geldi ve kültürün ön koşuludur” (Gayle, s.
2). Buradaki kültür kavramından kasıt, ataerkil sistemin kurallarını koyduğu, biçimlendirdiği bir
kültürdür. Bu kültür içerisinde, cinsiyete dayalı rol dağılımı kadınların konumunu belirlemede en etkin
rolü oynamaktadır. Özne olarak erkeğin koymuş olduğu kurallar bütünü, ataerkil sistemin devamını
sağlayacak, geleneği geleceğe aktaracak bir düşünce üzerine
64
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
kuruludur. Kadın, özne olan erkek karşısında her zaman “öteki” olmak zorunda bırakılmaktadır, çünkü
otoritenin devamı ancak bu şekilde mümkün olabilir. Lacan, sembolik düzen olarak adlandırdığı
topluma ait tüm kurumların, bireyleri düzenleyerek toplumu düzenlediğini belirtir (Tong, 2006: 341).
Foucault da bu görüştedir. İdeoloji bireyleri belli bir çerçeve içinde düşünmeye yönlendirir. İdeoloji, dil
aracılığıyla bireylere aktarıldığından, bireyin düşünce dünyası en başından itibaren, toplumdaki geçerli
kurallar çerçevesinde biçimlendirilmekte ve bireyin bu sınırların dışına çıkabilmesi zor görünmektedir.
Foucault, yüzyılın başındaki modernizmin sözde özgürleştirici bireyselleştirme çabalarını da,
“normalleştirici ve disipline edici” olarak yorumlar ve bireyin “hâkim düzen tarafından yine kendi
bekâsı için yaratıldığını” iddia eder (Zerzan, s. 14). Söz konusu olan bireylerin düzenlenmesi olunca,
haklı olarak artık bir özneden veya toplumsallaşmadan bahsedilemez. Çünkü “birey topluma doğrudan
doğar ve toplumsal ilişkiler ağına yerleşir/yerleştirilir ve kavram uygunsa varolan toplumsal biçimlenişe
uygun olarak ‘yeniden üretilir’. (Tekelioğlu, s. 3) Burada vurgulanması gereken en önemli nokta, bireyin
içine doğduğu toplumdaki kuralların doğal kurallar olmadığıdır. Bu kurallar (ataerkil) toplum tarafından
üretilen kurallar topluluğudur ve sistem bunları değişmez, karşı gelinmez kurallar olarak
meşrulaştırmanın yollarını arar: “Toplum normlar, ideolojiler, ahlaki dogmalar üretir, iktidar odakları
da bunları alıp mutlaklaştırır, stratejik yönetim aygıtlarına dönüştürür” (İmam, s. 1). Özne, tamamen
egemen güçlerin söylemi olarak yaratılır ve burada hakim güçlerin biçimlendirdiği özne ile sistem
kendini ayakta tutar. Bu görüşlerin ışığında Althusser’in “devletin ideolojik araçları” olarak sıraladığı
listeye ulaşmaktayız. Din, aile, hukuk, okul, sendika, medya ve kültür ana başlığı altında
sayabileceğimiz edebiyat, güzel sanatlar, görsel sanatlar vb. birbirinden bağımsız gibi çalışan, ama ilk
bakışta görülmeyen bir ortak amaca hizmet eden araçlar olarak vardırlar. Althusser’in deyişiyle, bu
araçların egemen sınıf yararına sistemi devam ettirmek ve bireyi de (birey denilebilirse artık!) “egemen
ideolojiye tabii olmayı” öğretmek gibi bir hedefi vardır her zaman. (Althusser, 2006:52). Bu ideolojik
araçların da aracı olarak dil yukarıda bahsettiğimiz işlevi dolayısıyla üzerinde en çok konuşulması
gereken konudur belki de.
Bu açıdan bakıldığında ortada aşılması gereken bir sistem ve bunun yansıması olan bir eril kültür
vardır. Bunu aşmak ancak yeni bir kültür anlayışıyla mümkündür. Ataerkil sistemin bireylere aktardığı
değerler ancak ataerkil sistemin devamını sağlayacağı için, yeni kültürün oluşumu ancak eskisinin
reddiyle ve onu aşmakla mümkün olabilir. Ancak, yukarda belirttiğimiz gibi, toplum bireylere kendi
değerlerini aktararak, kendini yeniden üretiyorsa ve geleneği sürdürüyorsa, bu sistemin araçlarıyla bunu
aşabilmek oldukça zor olacaktır (Tong, 2006:345). Bu yüzden mevcut durumu aşabilmek, ancak ve
ancak sistemin eleştirisi ve bunun yerine yeni kavramlar, ölçütler koyarak mümkün olabilir. Feminist
teorinin de yapmak istediği tam da budur.
1999 yılında yayınlanan Ve… Veya… Belki… başlıklı romanıyla okuyucularının karşısına çıkan
Meltem Arıkan, başta cinsellik olmak üzere kendini kadın sorunsalına adamış bir yazar olarak dikkati
çekmiştir. Çoğu zaman medyada haber konusu bile yapılmayan ve edebiyata nadiren konu olan ensest,
cinsel sömürü gibi toplum gerçeklerinin bireysel yaşamda yansımalarını, kişide yarattığı travmaları
cesaretle ele alan yazar, bu özelliğiyle de radikal olarak nitelendirilebilir. Kadının ataerkil sistemin
dayattığı rolün dışına çıkamaması konusunda dile yaptığı göndermelerle Lacan’dan izler taşıyan yazar,
eserlerinde ele aldığı cinsellik ve kadının kendi bedenine olan yabancılaşmasını ve kendini ifadede
bedeni eksen olarak ele almasıyla Fransız feministleriyle paralellik göstermektedir.
Meltem Arıkan eserlerinde kadın sorunlarına eğilirken, kadının şimdiki konumu ve bu konumu
(otorite lehine) sürdürmeye yarayan değer yargılarını eleştirmekle işe başlar. Öncelikle kimlik sorunu
bu bağlamda en çok sorgulanan kavram olmuştur. Arıkan, toplumda geçerli olan ve kadınlara hazır
sunulmuş kimliğin kadınları gerçek kimliklerinden uzaklaştırdığını vurgularken, verilen bakış açısının
gerçek kadın kimliğinden uzaklaşmanın da farkına varılmasını engellediğini belirtir. Burada söz konusu
olan iki kat bir yabancılaşmadır. (Arıkan, 2003:30) Kadının kendi bakış açısı olmadığı için erkek bakış
açısını kullanması, dünyayı onun gözüyle görmesi, onun değerlerini benimsemesi feministlerin
eleştirdiği bir konudur. Lacan’ın dil teorisine paralel bir biçimde içine doğduğumuz toplumun dili
aracılığıyla edindiğimiz değerler sistemini, “kodlanma” olarak adlandıran Arıkan, bunun kadın bakış
açısını etkileyişini şu şekilde ifade eder romanda: “Aslında kendini de, aynen zamanı algıladığın şekilde
sana öğretilenler ve genel kabul görmüş gerçekler ışığında anlamaya çalışıyor olabilirsin.
Şartlanmışlıkların olmasa, kendini de başka türlü görebilirsin belki” (Arıkan, 2003:92).
Bu cümleler kadının kendine, bedenine, cinselliğine bütün toplumsal yaşamına
yabancılaşmasının temel nedenini gösterir niteliktedir ve toplumun sunduğu
değerleri
65
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
içselleştirmesiyle toplumun beklentileri karşılayan kadın sterotipinin yeniden üretilmesi anlamına
gelmektedir. Bu cümleler bize Simone de Beauvoir’ın “dünyaya kadın olarak gelinmez kadın olunur”
savını hatırlatmaktadır.
Kadının benliğini kaybetmesinin temellerini sözcüklerde arayan Arıkan, bu sözcüklerin gerçek
anlamlarının arkasında, kadını baskı altına alma ve sistemi yeniden üretme anlamında nasıl bir işlev
üstlendiğini “ahlak” kelimesini ele alarak gösterir. Arıkan roman kahramanı Sude’ye “Ahlak, aslında
ahlaksızlığın kılıfı yapılmıştır” (Arıkan, 2003:90) dedirtirken, toplumda en çok değer verilen kavramın
otorite tarafından kendi lehine ve işine geldiği biçimiyle kullandığının altını çizer. “Benim için ahlâk
insanları kontrol altında tutabilmek için üretilmiş kontrol mekanizmalarından bir tanesi” (Arıkan, 2003:
154) diyen Ada’nın cümlesinde ise ‘ahlâk kavramının sadece kadının değil, toplum bireylerinin kimlik
gelişimlerinin kısıtlandığına atıfta bulunur ve bununla ahlâk kavramının birey olamayan birey sterotipini
sürdürmede nasıl bir işlevi olduğu böylelikle vurgulanmak istenir. Bunun kadının yaşamına olumsuz
olarak yansıyan ve kadının kendini inkâra ve kendisine yabancılaşmasına kadar vardıran bir süreci
içerdiğini şu cümlelerle ifade eder: “Ahlak bir baskı oluşturur ve kınanma korkusu ile olmadığınız gibi
olmak zorunluluğunu doğurur. Olmadığınız gibi olduğunuz oranda da alkış alır, kabul görürsünüz.
Alkışlar öylesine hoşunuza gider ve gözünüzü boyar ki, kendi bölünmüşlüğünüzü unutmaya başlarsınız
ve sanallaşırsınız” (Arıkan, 2003:155).
Roman kahramanı Sude, “Ve bizler anne-babalarımızın değil, korkuların çocuklarıyız.
Korkuların ve yok edilmiş yaşamların çocukları…” (Arıkan, 2003:90) diyerek, kadının istenilen tavır
ve davranış biçimlerini kabul etmekle, gerçek kimliğinden uzaklaşmasını değişik bir biçimde ifade eder.
Burada gösterilen aslında “ahlak” kavramının kadınlar açısından daha farklı bir anlam içerdiğidir. Ahlâk
otoritenin, kendi himayesindeki kişileri sisteme uygun hale getirmede kullandığı bir araç olarak göze
çarpar. Bu açıdan sistemdeki “ikiyüzlülük” ortaya konmuş olmaktadır ve adaletsizliğin en belirgin
ortaya çıktığı bir alan olarak gösterilmektedir. “Toplumsal öğrenme” nin, toplumsal baskı aracına
dönüşmesini de bu satırlarda görmekteyiz. Çünkü ancak bu kuralları kabul ettiğimiz kadar topluma
kabul edilir ve sosyalleşebiliriz.
Yukarıda bahsettiğimiz, dilsel kodlanma ve ahlak kavramlarının yaşama damga vurduğu bir
başka alan cinselliktir. Cinsellik kadının baskı altına alınmasında bir başka araç olarak ve namus
kavramıyla devamlı bağlantı içerisinde karşımıza çıkar. Kadının iffetli olması onun cinsel hayatını
yadsımasıyla mümkün olabileceğinden, evlilik öncesi olduğu gibi, evlilik sonrası da cinsellik kadınlar
için gerçekliğini yaşayamadığı bir alan olarak ortaya çıkar. Bu açıdan bakıldığında Arıkan, “cinselliği
hapşırmakla eşdeğer görenler, aslında varoluşu küçümseyenlerdir” (Arıkan, 2003:152) diyerek, cinsellik
ile varoluş ve kimlik kavramları arasında bir bağ kurmuş olmaktadır. Roman kahramanı Sude cinselliğin
doğal bir gereksinim olduğunu şu cümlelerle ifade eder: “Cinselliğin sadece üreme eksenli bir faaliyet
olduğunu öne sürenler bedenlerin, aklın dışına çıkarak zevk almasına olanak vermek istemezler.
Cinsellik bir görev değildir. Cinselliğe yüklenen anlamlar da çoğunlukla yanlıştır. Cinsellik en doğal,
en masum varoluş gereksinmemizdir. Ayrıca üreme dışında da insanlığın gelişimi için gerekli bir
enerjidir” (Arıkan, 2003:102).
Burada cinsellik sistem tarafından, neslin devamı olarak görüldüğü için, üremeyi sağlamakla
görevli kadının cinselliği onun doğurganlığı ile belirlenmiş olması eleştirilerek, cinselliğin doğallığı ve
bedensel bir ihtiyaç olduğu gerçeği hatırlatılmaktadır.
Cinsellik kadının baskı altına alındığı bir alan olarak eleştirilirken diğer taraftan hem dini hem
de bilimsel araştırmalarda ortaya çıkan kadının “erkek olmayan” veya “eksik erkek” olarak gösteren
psikanalist yaklaşımlar çürütülmeye çalışılır. “Âdem’in Kaburga kemiği” gibi bir söylem tamamen bir
saptırma” (Arıkan, 2003:103) diyen roman kahramanı Derin ve erkeklerin “mutasyona uğrayan kadın”
olduğunu, kromozomların gelişimiyle anlatan Sude (Arıkan, 2003:100) gerek dini açıklamalara gerekse
bilimsel açıklamaların içini boşaltmaktadırlar. Böylelikle dayatılan gerçekliğin arkasının boş olduğunu
göstermeye çalışmaktadırlar.
Kadın toplum içerisinde genellikle kendi kimliğinden çok, ona yüklenen roller ile anılmaktadır.
Çoğu zaman kadına gösterilen önemi vurgulamak için ona en yüksek payeler verilir ve şefkat gösteren
anne, iyilik meleği gibi adlandırmalarla anılır. Kadından bu rollerle birlikte, bu rollerin gerektirdiği
görevleri de yerine getirmesi beklenir. Fedakarlık bu görevlerin başında gelir. Meltem Arıkan,
fedakarlığın da aslında bireyleri kontrol altına almada, bireyi karşıdakine bağlı hale getirmede bir araç
olarak nasıl kullanıldığını göstermeye çalışır. “Fedakarlık, başkalarını esir almanın en masum görünen,
ama en acımasız yolu” dur (Arıkan, 2003: 179) veya “… fedakarlık yapanlar aslında sevgi
66
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
dolu olan insanlar değil, tam tersi kendine acıyan insanlardır ve çok tehlikelidirler” (Arıkan, 2003:
180) diyerek, fedakarlığın bireyin gelişiminde, birey olmasında nasıl bir ket vurucu, engelleyici role
dönüştüğünü ifade eder. Fedakârlık “zayıfların ve kendine acıyanların, kendilerini haklı çıkarmaları ve
kendilerine daha da çok acımayabilmeleri için yazdıkları masalların genel adı” (Arıkan, 2003:181)
olarak tanımlanmaktadır. Bunun genellikle kadınların bir özelliği olarak öne çıktığı, toplum dışına
itilmiş kadının kendi dünyası içinde geliştirdiği ve tutunabileceği bir dal olarak hastalıksı bir duruma
dönüştüğüne işaret edilmektedir. Yani kadın güçsüzlüğünü, zayıflığını, duygusallığını ve çaresizliğini
fedakârlık aracılığıyla, çocuklarını kendine borçlu göstererek ödünlemeye çalışmaktadır. Bu ise
karşıdaki bireyin yaşamını tehdit eden bir unsurdur. Kadının kendini bu şekilde anlamlandırması ataerkil
sistemin değer yargılarının kalıcılaştırılmasını sağlamaktadır. Burada gösterildiği biçimde toplumda
olumlu bir özellik olarak öne çıkan ve kadınlarda olması gereken bir özellik olarak anılan fedakârlık
kavramı tersine çevrilmekte ve olumsuz yönü ortaya konmaktadır.
Meltem Arıkan’ın ataerkil düzen içerisinde itiraz ettiği diğer bir kavram adalet kavramıdır.
Eserin ağırlıklı konusu olan ensest ve tecavüz olaylarına maruz kalan kişiler hem kurban hem de uğradığı
tecavüz veya tacizin cezasını da kendisi çekmek zorunda kalan doğal suçlu konumuna itilmektedir.
Kurban, bir taraftan yaşamış olduğu olayların yarattığı travmayla baş etmeye çalışırken, diğer taraftan,
dış dünyanın kendisine bakış tarzıyla başka bir baskıya maruz kalmaktadır. Genelde su yüzüne
çıkmayan, duyulmayan ensest taciz ve tecavüzler sonucunda kurban kendi kendine bu durumu aşmaya
çalışmakta ve bu mücadelede yalnız kalmaktadır. Diğer taraftan ise, bu olay duyulursa, toplum
tarafından damgalanmakta ve “namusunu” kaybetmiş biri olarak zavallı yerine konulmakta,
değersizleştirilmektedir. Bu olayların ardındaki bir başka acı gerçek, tacizi gerçekleştiren kişilerin
“ellerini kollarını sallayarak” aramızda dolaşabilmeleri romanda etkili sahnelerle verilmektedir (Arıkan,
2003:268).
Buraya kadar verdiğimiz örneklerde hareket noktası olarak hep dil ve kişinin içine doğduğu
toplumdaki mevcut yerleşik toplumsal kurallar gündeme gelmektedir. Dil artık bir iletişim aracından öte
kişilerin düşünce biçimlerin belirleyen, toplumsal yaşamlarını düzenleyen bir öğe ve geleneği
aktarmada, sistemin devamını sağlamada etkin bir araç olarak göze çarpmaktadır. Alman araştırmacı
Weigel’in deyişiyle, kadın kendini dışlayan dili kullanmak zorunda kalmaktadır (Weigel, 1989:9).
Yukarıda örnekleri gösterilen dilsel ‘kodlanma’ ve dil yoluyla toplumun değerlerini içselleştirmeye karşı
tepki olarak Arıkan, kadının dile yeni bir biçim verme ve kendi dilini yaratma zorunluluğunu ifade eder.
Erkek egemen sistemin dayatması olan ve kadının içselleştirdiği dil ve değerler sistemi sonucu kadının
düşünce ufku da belirlenmektedir, çünkü “[b]u içselleşmiş cinsiyet algısı, muhakemeyi, düşünmeyi,
akıl yürütmeyi atlayarak” çalışmaktadır (Lilithkollektifi, s.1).
Kadını dışlayan bu dil teorisi, Arıkan’ın eserinde Fransız feministlerinin eril sistemi açıklarken
dayandırdıkları, temeli Lacan ve Faucoult’ya kadar inen, kadını dışlayan ve onu baskı altında tutan fallus
merkezli düşünce sistemini çağrıştırmaktadır. Fallusa sahip olmak ile güce sahip olmak arasındaki
paralelliği gösteren Arıkan, gücü sürdürmede şiddetin de bir araç olarak kullanıldığını öne çıkarır:
“Erkek egemen kültür, cinselliğin yaşanması ile ilgili oluşumlardan bağımsız meydana gelemeyen dile
de, şiddetini, küfür olarak yerleştirdi. Onun dildeki silahıydı küfür, okun yerine onunla özdeşleştirdiği
cinsel organını koyarak geliştirdi silahını ve içimize zorla sindirdi” (Arıkan, 2003:257)
Çalışmanın başında da belirttildiği gibi, feminist düşüncenin temel hareket noktası olan, ancak
kültürel alanda ataerkil sisteme karşı bir şeyler yaratarak mevcut durumun aşılabileceği Arıkan’ın
eserinde de bir hedef olarak göze çarpar. Kadının var olma savaşı ancak erkek egemen kültüre karşı bir
şeyler üretecek olacaksa, bu dilden başlamalı, “erkek egemen kültürle mücadele, onların dilini
kullanarak olmaz çünkü…” (Arıkan, 2003:256). Mevcut dil ve içindeki kadını küçümseyen küfürlerle
kadını değersizleştiren dilin dişileştirilmesi önemli bir hedef ve çözüm olarak gösterilmektedir: “dili
dişileştirmek, erkek egemen kültürün en önemli silahını da elinden almakla olur. Bundan sonra
kullandığınız sözcüklerin sorumluluklarını da alın” (Arıkan, 2003:257).
4. SONUÇ
Buraya kadar göstermiş olduğumuz örneklerde, kavramlara yaklaşımın, diğer eril kültürün
hâkim eserlerden oldukça farklılık gösterdiği göze çarpmaktadır. Kavramların mevcut anlamlarının
arkasında, uygulamada sahip oldukları anlamlar, toplumsal gerçekliğin diğer yüzünü göstermektedir.
Bu bir bakıma sistemin kendi içindeki çelişkisidir. İdealize edilmiş, hep iyi anlamlarıyla öne çıkan
67
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
kavram ve sözcükler yapısöküm aracılığıyla, idealin dışına çıkan, insanları şaşırtan boyutlarıyla gözler
önüne serilmektedir. Genel olarak bakıldığında ataerkil kültür içerisinde üretilen eserlerde, kadınlara
toplum gerçeklerinin tam tersini yansıtan değer atıfları, feminist yazarlar tarafından çürütülmekte ve
kadınların maruz kaldıkları yaşam biçimleri gerçek ifadesini bulmaktadır. Eril kültürün tüm üst
anlatılarında, tüm kültür ürünlerinde ortaya çıkan kadın imajıyla kadının toplum içerisindeki mevcut
konumu ve rollere dayalı toplumsal cinsiyet kavramı iyice yerleştirilmekte, kalıcılaştırılmaktadır.
Meltem Arıkan romanında ele almış olduğu konu bağlamında, ataerkil sistemin dayandığı ve
bireyleri yönlendirdiği temel kuralları, dil bazında ele alarak, bu kuralların sözcüklerden aldığı gücü,
sözcüklerin arkasındaki anlamlarını göstererek yapısöküme uğratmaktadır. Burada temel amaç,
kuşaktan kuşağa aktarılan bu tür kuralların, doğal kurallar ve nihai anlam içeren sözcükler olmadığı,
sistemi otorite lehine sürdürmeye yarayan, sonradan üretilmiş kurallar olduğunu göstermektir.
Böylelikle Meltem Arıkan toplumda iyi insan, iyi kadın olmanın temelleri olarak gösterilen kavramların
iç yüzünü ve bunların tersine çevrilmiş anlamlarını göstererek, yıkıcı olarak adlandırılan feminist
edebiyatın bir örneğini sunmaktadır bizlere.
5. KAYNAKÇA
Althusser, L.(2006). Ideoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları. Çev.: Alper Tümertekin. İstanbul: İthaki Yayınlar.
Arıkan, M . (2003). Yeter Tenimi Acıtmayın. İstanbul: Everest Yayınları. 2003.
Balkin, J.M . (2004). Yapısöküm. Çev.: Kasım Küçükalp. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. Cilt: 13, Sayı:1,
2004. ss. 321-332.
Tong, R. (2006). Feminist Düşünce. Çev.: Z.Cirhinlioğlu. İstanbul: Gündoğan Yayınları, 2006.
Wartenpfuhl, B. (2000). Dekonstruktion von Geschlechtsidentität. Transversale differenzen. Eine teheoretisch-systematische
Grundlegung. Springer Fachmedien. Wiesbaden.
Weigel, S. (1989). Die Stimme der Medusa. Schreibweisen in der Gegenwartsliteratur von Frauen. Rowohlts Taschenbuch
Verlag. GmbH. Hamburg.
İnternet Kaynakları:
Gayle, R.; http://www.lilithkolektifi.com/makale_detay.asp?haber_id=1905 Erişim Tarihi: 15 Ekim 2011
İmam, K.: (2007) http://www.anarkotopya.com/yazi/cinsiyete-ihanet---kinky-imam Erişim Tarihi: 15 Ekim 2011
Lilith. http://www.lilithkolektifi.com/forum/forum_posts.asp?TID=978&PN=1)” Erişim Tarihi: 11 Kasım 2012
Tekelioğlu, O. http://www.felsefeekibi.com/site/default.asp?PG=1601 Erişim Tarihi: 11 Kasım 2012
Zerzan; J; Modernizmin Felaketi. http://sosyalsavas.org/2012/09/postmodernizm-felaketi-john-zerzan/ Erişim Tarihi: 12
Ocak 2015
68
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Türkiye’de Kadın Eğitimi ve İstihdamı
Women’s Education and Employment in Turkey
Birsel AYBEK1 , Tuğçe KARATAŞ2
1Yard.
Doç. Dr.,Çukurova Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Adana-Türkiye, [email protected]
Çukurova Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Adana-Türkiye, [email protected]
2Arş. Gör.,
ÖZET: Bireylerin topluma ve kendisine faydalı birer üye olmasında ve zihinsel, bedensel ve toplumsal gelişimlerine
katkı sağlanmasında eğitim oldukça önemli bir role sahiptir. Günümüzde ise eğitim ve istihdam denilince akıllara gelen durum
kadınların yaşadıkları sorunlar ve faydalanamadıkları olanaklardır. Son zamanlarda oldukça sık dile getirilen bir konu olan
kadınların eğitimi ve istihdamı toplumumuzda kadınların yerini belirleyen önemli unsurlardandır. Kadınların eğitimi ve kadın
istihdamının güncel durumunun araştırılması ve eksik veya yanlış olan durumlar varsa bunların telafi edilmesi bu açıdan
önemlidir. Bu nedenle bu çalışmada kadın eğitimi ve istihdamı üzerine mevcut ve geçmiş duruma yönelik derleme çalışması
yapılarak gelecekteki çalışmalara yol göstermek amaçlanmıştır. Bu alanla ilgili literatür taraması yapılmıştır. Ortaya çıkan bu
kuramsal çalışmada, Türkiye’de geçmişte ve günümüzde kadına verilen eğitim ve iş olanakları, Türkiye İstatistik Kurumu’nun
Nüfus ve Konut Araştırması güncel verilerinden ve bu alanda akademik olarak yapılmış çalışmalardan yararlanılarak ortaya
konulmuştur. Bu araştırma sonuçları ve getirilen öneriler değerlendirilerek kadının eğitim ve istihdam olanaklarından yeterli
düzeyde yararlanarak değerinin artırılabilmesi konusunda hem bilişsel farkındalık yaratılacak hem de birçok kurumun bu
konudaki sorumluluklarına dikkat çekilecektir.
Anahtar S özcükler: Kadın, eğitim, kadın eğitimi, kadın istihdamı
ABS TRACT: In individuals being a member beneficial to the society and themselves, and contributing to their
mental, physical and social development, education has a significantly important role. Today, when it comes to education and
employment, the situation crossing one’s mind is the problems women face and the opportunities they could not use. Women’s
education and employment, which is a subject brought up very often lately, is one of the important elements determining the
position of a woman in our society. Researching current status of women’s education and employment, and compensating
missing or incorrect situations, if any, is important in this regard. Therefore, in this study, it is aimed to guide future s tudies by
conducting a compilation study for the present and past status of women’s education and employment. Relevant literature in
this field has been scanned. In this resulting theoretical work, education and job opportunities provided to women today and in
the past in Turkey have been introduced by making use of current data of Population and Housing Research of the Turkish
Statistical Institute and the academic studies in this field. By evaluating these findings and suggestions, cognitive awareness
will be created on being able to increase women’s value by benefiting from the education and employment opportunities at a
sufficient level as well as drawing attention to the responsibilities of many institutions in this regard.
Keywords: Woman, education, women’s education, women’s employment
1.GİRİŞ
Eğitimin bireyin hayatında ne derece önemli olduğu yapılan çalışmalar sonucunda
bilinmektedir. 21. yüzyılda ülkelerin kalkınabilmek için eğitime katkıda bulunması şarttır. Ancak
kadınlar uzun yıllar boyunca eğitimden dışlanmıştır. Sadece eğitimden uzak kalmak değil iş
olanaklarından da mahrum bırakılmak kadınların ciddi anlamda sıkıntılar yaşadığı bir konudur. Eğitimin
istihdamı belirleyen bir etken olduğu da göz önüne alınırsa eğitim ve istihdam konusunun birlikte
incelenmesi faydalı olacaktır. Bu nedenle bu araştırmada konuyla ilgili literatürde yapılan çalışmalardan
ve istatistiki verilerden yola çıkılarak kadınlar için eğitimin ve istihdamın geçmişten günümüze durumu
betimlenmeye çalışılarak mevcut durum analiz edilmiştir.
2.YÖNTEM
Araştırma, Türkiye’de kadın eğitimi ve istihdamı hakkında bilgi toplamayı ve analiz etmeyi
amaçladığından çalışmada literatür taraması yapılmıştır. Bir başka deyişle konuyla ilgili doküman
analizi yapılmıştır. Veriler konuyla ilgili yapılan araştırmalar ve Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)
istatistiklerinden alınmıştır. İstatistiklerin geçmiş yıllara ait olması nedeniyle 2014 dâhil 2004 yılına
kadar olan istatistiklere araştırmada yer verilmiştir. Verilerin çözümlenmesinde cinsiyetler ve yıllar arası
karşılaştırmalar yapılmıştır.
69
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
3.BULGULAR
Aşağıda öncelikle kadın eğitimi ve istihdamı ile ilgili çalışma ve görüşlere yer verilmiş, daha
sonra ise işgücü ve eğitim ile ilgili istatistikler tablolaştırılarak belirtilmiştir.
Kadın Eğitimi ve İstihdamı Araştırmaları
Demiray (2013)’a göre bir ülkenin gelişmişlik düzeyi o toplumdaki kadınların eğitim düzeyi ile
ölçülmektedir. Bu nedenle kadın eğitiminin önemini vurgulayan Demiray uzaktan eğitimi dünyada ve
Türkiye’de eğitimden mahrum kalmış kadınların eğitime kazandırılması için bir seçenek olarak
sunmaktadır. Gülnar (2008, s.262)’a göre “uzaktan eğitim; en yalın tanımıyla öğretici ile öğrencilerin
aynı fiziksel ortamı paylaşmaksızın hatta bazı çalışmalarda aynı zaman dilimini de paylaşmadıkları,
teknolojik araçların işe koşulması yoluyla eğitim-öğretim-öğrenim çalışmalarının belli bir program
çerçevesinde sürdürülmesidir.” Demiray(2013) da evdeki sorumlulukları ve işleri, maddi manevi
imkânsızlıkları, yer ve zaman sıkıntıları nedeniyle eğitimlerinden mahrum kalan kadınların uzaktan
eğitim sayesinde hem eksik kalan eğitimlerini tamamlayabileceklerini, hem de kendilerini geliştirip
meslek edinebileceklerini vurgulamaktadır.
Eğitim kalkınmanın sürdürülebilirliğini güçlendirmekte (Tansel,1999, s.3-4;Akt. Özpolat, 2009)
ve dolayısıyla bir ülkenin ekonomik ve sosyal açıdan gelişmesine katkıda bulunmaktadır. Kavak (1997),
1970’lerden 2000’lere doğru dünyanın pek çok bölgesinde kadınların işgücüne katılım oranlarının
arttığını ve erkeklerle kadınlar arasındaki açığın giderek azaldığını belirtmiştir. Ancak Türkiye'deki
eğilim bu konuda ters yönde olmuştur. Bu durum ise dikkat çekicidir. Kavak(1997, s.22)’a göre
“Ülkemizde, 1970-90 yılları arasında kadınların işgücüne katılım oranları %50,3'den
%33,4'e düşerken, erkeklerin katılım oranları daha yavaş bir düşüşle %79,5'den %73,9'a gerilemiştir.
Aynı dönemde, kadınlarla erkekler arasındaki açık %29,2'den %40,5'e yükselmiştir.”
Tunç (2009), Van il merkezinde ilköğretim çağındaki kız çocuklarının okula gitmeme
nedenlerini araştırmak amacıyla okula gitmeyen ve okula geç gönderilen olmak üzere iki grup kız
öğrenci, veliler ve öğretmenlerle nitel görüşmeler yapmıştır. Çalışma sonucuna göre ilköğretim
düzeyinde cinsiyet eşitliğini sağlama konusunda yapılan çalışmalar 2000’li yıllarda önemli oranda fayda
sağlamasına rağmen halen daha cinsiyet farkı ortadan kaldırılamamıştır. Aynı araştırma sonucuna göre,
kız çocuklarının okula gönderilmeme nedenleri arasında ise ekonomik sıkıntılar, dini inançlar,
geleneksel aile ve toplum yapısı bulunmaktadır. Bu nedenle geleneksel cinsiyetçi görüş ve önyargılar
ortadan kaldırılmalı ve eğitim bilinci bireylere mutlaka kazandırılmalıdır.
Merter(2007)’e göre bir kadının eğitilmesi bir ailenin tüm bireylerinin eğitilmesi demektir. Buna
göre kadın eğitiminin ve kadınların okullaşma oranlarının yükselmesinin toplumsal kalkınmada ve
kültürel sermaye birikiminde olumlu etkilere sahip olduğu ortaya çıkmıştır. Avrupa Birliği ülkeleri ve
Asya ülkeleri içerisinde ülkelerin gelişmişlik ve zenginlik düzeyi arttıkça kızların orta ve
yükseköğretimde okullaşma oranları ile kızların eğitimde geçirdikleri süreler de artmaktadır.
Schultz (1993,s.68-76;Akt. Özpolat,2009)’a göre eğitim, işgücünün verimliliğini arttırmakta,
aile gelirini yükselterek yoksulluğun azalmasını sağlamakta, sağlık ve beslenmeyi geliştirmekte ve
doğurganlığı azaltmaktadır. Eğitimin işgücüne olan etkisini anlamak için istatistiklerden faydalanmak
yeterli olacaktır.
1.1.
1.2. İşgücü ve Eğitim İstatistikleri
Bu araştırmada verilere ulaşabilmek için ağırlıklı olarak TÜİK’ten faydalanılmıştır. TÜİK’in 15
Nisan 2015 tarihli haber bültenine göre Türkiye genelinde 2015 yılı Ocak dönemi karşılaştırmasına
ilişkin 15 ve daha yukarı yaştakilerde işgücü istatistikleri Tablo 1’de verilmiştir.
70
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Tablo 1. 2015 Yılı Ocak Dönemine İlişkin TÜİK’in 15 ve Daha Yukarı
Yaştaki Kişilerde İşgücü İstatistikleri
İstatistik Grupları
Oran veya S ayı
İşsiz Sayısı
3 milyon 259 bin kişi
İşsizlik Oranı
%11,3
Erkeklerde İşsizlik Oranı
%10,2
Kadınlarda İşsizlik Oranı
%12,6
İstihdam Edilenlerin Sayısı
25 milyon 454 bin kişi
İstihdam Oranı
%44,3
İşgücüne Katılma Oranı
%50,0-28 milyon 713 bin kişi
Erkeklerde İşgücüne Katılma Oranı
%70,5
Kadınlarda İşgücüne Katılma Oranı
%29,9
Kaynak: http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18636
Tablo 1’e göre 2015-Ocak dönemine ilişkin olarak kadınlarda işsizlik oranı (%12,6),
erkeklerdeki işsizlik oranına (%10,2) göre daha fazladır. Bu durumun tam tersi olarak kadınlarda
işgücüne katılma oranı (%29,9) ise erkeklerde işgücüne katılma oranına (%70,5) göre oldukça düşüktür.
Yani kadınlar arasında erkeklere göre daha fazla işsiz nüfus olmasına rağmen kadınlara daha az işgücüne
katılma olanakları sunulmaktadır.
TÜİK’in 16 Mart 2015 tarihli haber bültenine göre Türkiye genelinde 2014 yılı Aralık dönemine
ilişkin 15 ve daha yukarı yaştakilerde işgücü istatistikleri ise Tablo 2’de verilmiştir.
Tablo 2. 2014 Yılı Aralık Dönemine İlişkin TÜİK’in 15 ve Daha Yukarı Yaştaki
Kişilerde İşgücü İstatistikleri
İstatistik Grupları
İşsiz Sayısı
İşsizlik Oranı
Erkeklerde İşsizlik Oranı
Kadınlarda İşsizlik Oranı
İstihdam Edilenlerin Sayısı
İstihdam Oranı
Erkeklerde İstihdam Oranı
Kadınlarda İstihdam Oranı
İşgücüne Katılma Oranı
Erkeklerde İşgücüne Katılma Oranı
Kadınlarda İşgücüne Katılma Oranı
Kaynak:http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18635
Oran veya S ayı
3 milyon 145 bin kişi
%10,9
%10,2
%12,6
25 milyon 642 bin kişi
%44,7
%63,6
%26,2
%50,2-28 milyon 787 bin kişi
%70,8
%30
Tablo 2’ye göre ise 2014 yılı Aralık döneminde kadınlarda işsizlik oranı (%12,6), erkeklerdeki
işsizlik oranına (%10,2) göre daha fazladır. Kadınlarda işgücüne katılma oranı (%30) ise erkeklerde
işgücüne katılma oranına (%70,8) göre oldukça düşüktür. Aynı durum 2015-Ocak dönemi için de
geçerlidir. Yani zaman ilerledikçe kadınların iş durumunda iyileşme olması beklenirken bu beklenti
karşılanamamıştır. Bu durum istihdam oranları tarafından da doğrulanmaktadır. Kadınların istihdam
oranı %26,2 iken, erkeklerin istihdam oranı %63,6’dır.
2014 yıllık sonuçlarına ulaşmak için TÜİK’in 6 Mart 2015 tarihinde yayınlamış olduğu
istatistiklere bakmak gerekmektedir. İşgücü araştırmasında, 2014 yılının bir bütün olarak ele alındığı 6
Mart 2015 tarihli haber bültenine göre istatistik sonuçları Tablo 3’te sunulmuştur.
71
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Tablo 3. 2014 Yılına İlişkin TÜİK’in 15 ve Daha Yukarı Yaştaki Kişilerde
İşgücü İstatistikleri
İstatistik Grupları
İşsiz Sayısı
İşsizlik Oranı
Erkeklerde İşsizlik Oranı
Kadınlarda İşsizlik Oranı
İstihdam Edilenlerin Sayısı
İstihdam Oranı
Erkeklerde İstihdam Oranı
Kadınlarda İstihdam Oranı
İşgücüne Katılma Oranı
Erkeklerde İşgücüne Katılma Oranı
Kadınlarda İşgücüne Katılma Oranı
Kaynak:http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18645
Oran veya S ayı
2 milyon 853 bin kişi
%9,9
%9,0
%11,9
25 milyon 933 bin kişi
%45,5
%64,8
%26,7
%50,5-28 milyon 786 bin kişi
%71,3-20 milyon 524 bin kişi
%30,3-8 milyon 635 bin kişi
2014 yılı detaylı olarak Tablo 3’ten incelendiğinde kadınlarda işsizlik oranı %11,9, erkeklerde
işsizlik oranı ise %9’dur. Yani işsiz sayısı içindeki dağılıma göre işsiz kadın sayısının işsiz erkek
sayısından daha fazla olduğunu söylemek mümkündür. Erkeklerdeki istihdam oranı kadınların iki
katından daha fazladır. Bu durum kadınların işgücüne katılma oranlarının erkeklerin işgücüne katılma
oranlarından daha düşük olmasına neden olmaktadır.
İstatistiklerden de görüldüğü gibi 2014 yılı ve 2015 Ocak döneminde kadınlara verilen istihdam
olanakları oldukça kısıtlıdır ve erkeklere oranla daha azdır. Bu aşamada daha eski yıllara bakıp
geçmişteki durumu da göz önünde bulundurmakta fayda olabilir. Dedeoğlu (2009, s.49)’na göre
Türkiye’de işe alınmada cinsiyete dayalı ayrımcılıkla çok yaygın olarak karşılaşılmaktadır. Geçmiş
yıllardaki durumları da ele almak amacıyla 2004- 2013 yılları arasındaki kadınların istihdam
durumlarına ilişkin veriler Tablo 4’te verilmiştir.
Tablo 4. Türkiye’de Kadın İstihdamının 2004-2013
Yıllarına Göre Dağılımlarına İlişkin TÜİK Verileri
Yıl
S ayı (bin kişi)
2004
5.047
2005
5.108
2006
5.258
2007
5.356
2008
5.595
2009
5.871
2010
6.425
2011
6.973
2012
7.308
2013
7.688
Kaynak: http://www.tuik.gov.tr/jsp/duyuru/upload/yayinrapor/HIA_2013.pdf
Tablo 4’e göre istihdama dâhil olan kadınların sayısı 2004 yılından itibaren 2013 ve 2014 yılları
da dâhil olmak üzere sürekli bir artış göstermiştir. Bu durumda kadınların zamanla eğitime daha çok
dâhil olması ve sektörlerde kadınlara duyulan ihtiyaçlarla birlikte kadınların kendilerine ait güvenlerinin
gelişmesi etkili olmuş olabilir. Ancak önceki verilerle ilişkili olarak yıllara göre istihdama dâhil olan
kadın sayısının artmasına rağmen halen daha bunun yeterli düzeyde olmadığını belirtmek gerekir.
Özpolat (2009)’a göre, kadınların eğitimleri konusunda yapılan birçok çalışma göstermiştir ki
kadınların sosyal olarak katkıları pozitif düzeyde ancak ekonomik anlamda üretime katkıları anlamlı
değildir. Sosyal katkı bakımından ele alındığında ise, kadınların eğitimi doğurganlık oranını ve doğumda
anne çocuk ölümlerini azaltmaktadır. Ayrıca eğitimli kadınların yetiştirdiği çocukların topluma katkısı
olumlu yönde olmaktadır. Aynı zamanda eğitimle bağlantılı olarak kadınların evlilik bilgileri de
değişebilmektedir. Nitekim TÜİK, 2013 sonuçlarına göre,
 Kadınlarda ilk evlenme yaşının en küçük olduğu il Niğde’dir.
 Resmi olarak ilk evliliğini 2012 yılında yapmış olan kadınların ortalama evlenme yaşı 23,5
iken, bu yaş erkeklerde 26,7’dir.
72
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World

















İlk evlenme yaşının en yüksek olduğu il, erkeklerde (28,7) ve kadınlarda (25,5) Tunceli’dir.
İlk evlenme yaşının en düşük olduğu il ise erkeklerde Afyonkarahisar (24,8), kadınlarda Niğde
(21,3) ilidir.
Kadınların eğitim düzeyi arttıkça, kadınlar evlenme yaşının daha yüksek olması gerektiğini
düşünmektedirler.
Eğitim düzeyleri düşük olan kadınlarda doğum sayısı da fazla olmaktadır. Eğitim düzeyi artan
anne ise daha az sayıda çocuk doğurmakta veya doğurmamaktadır. Nitekim Nüfus ve Konut
Araştırması (NKA) sonuçlarına göre 2011 yılında,
15 ve daha yukarı yaşta ve en az bir evlilik yapmış okuryazar olmayan kadınların %74,9’u 4 ve
daha fazla çocuk doğurmuş iken,
Lise veya dengi okul mezunu kadınların %4,8’i 4 ve daha fazla çocuk doğurmuştur.
Yükseköğretim mezunlarının %22,9’u hiç doğum yapmazken %1,9’u 4 ve daha fazla çocuk
doğurmuştur.
NKA, 2011 sonuçları kadınları eğitim düzeylerine göre sınıflandırmıştır. Buna göre,
Okuma yazma bilmeyen kadın nüfus oranının en yüksek olduğu il Şırnak’tır. Türkiye’de
2012 yılında okuma yazma bilmeyen erkek nüfus oranı %1,4 iken, kadınlarda bu oran %7’dir.
Okuma yazma bilmeyen kadın nüfus oranının en yüksek olduğu il %18,2 ile Şırnak olup,
erkeklerde bu oran %4,1 ile Mardin ilindedir.
Yükseköğretim mezunu nüfusun en yüksek olduğu il kadınlarda %15,3 ve erkeklerde %19,2 ile
Ankara’dır.
Yükseköğretim mezunu nüfusun en düşük olduğu il ise kadın nüfusta %2,6 ile Hakkâri, erkek
nüfusta %4,7 ile Ağrı’dır.
Kuzgun ve Sevim (2004) tarafından yapılan araştırma, ailelerin eğitim düzeyi yükseldikçe
kadının eğitim ve çalışmasına karşı olumlu tutumların arttığını göstermektedir.
TÜİK’in 6 Mart 2015 tarihli haber bültenine göre kadın ve erkeklerin işsizlik ve işgücüne
katılma oranlarının sonuçları aşağıdaki gibidir:
Erkeklerde işsizlik oranının en yüksek olduğu bölge %16,4 ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi
iken, kadınlarda %15,6 ile İstanbul’dur.
Erkeklerde istihdam oranının en yüksek olduğu bölge %67,3 ile Doğu Marmara Bölgesi iken,
kadınlarda %35,8 ile Doğu Karadeniz Bölgesidir.
Erkeklerde işgücüne katılma oranının en yüksek olduğu il %74 ile İstanbul, kadınlarda ise
%38,2 ile Doğu Karadeniz Bölgesidir.
Avrupa Birliği üyesi ve aday ülkeler arasında kadınların işgücüne katılma oranının en düşük
olduğu ülke Türkiye’dir (NKA,2011). İşgücüne katılma oranlarını etkileyen en önemli faktörlerden
birisi ise kadınların eğitim durumlarıdır. Kadınların eğitim seviyeleri arttıkça işgücüne katılma oranları
artmaktadır. Tablo 5’te TÜİK’in Aralık,2014 verilerine göre kadınların eğitim durumlarına ilişkin
işgücüne katılma oranları verilmiştir.
Tablo 5. Kadınların Eğitim Durumlarına Göre İşgücüne Katılma Oranları
Eğitim Durumu
İşgücüne Katılma Oranı
Okur-yazar Olmayanlar
18,1
Lise Altı Eğitimliler
46,8
Lise
51,7
M esleki veya Teknik Lise
64,5
Yükseköğretim
81,2
Kaynak: http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18635
Tablo 5’e göre en düşük yüzde olan %18,1 ile okur-yazar olmayan kadınlar işgücüne katılırken,
en yüksek yüzde olan %81,2 ile yükseköğretim mezunu olan kadınlar işgücüne katılmaktadır.
Yükseköğretimden mezun olan kadınların büyük bir çoğunluğu çalışma hayatına dâhil olmuştur. Bu
durum eğitim durumu yükselen kadınların işgücünde daha fazla yer aldığını göstermektedir. Bu aşamada
eğitim kademelerine göre kadınların durumunu incelemek ise eğitimde kadının yerini belirtecektir. Bu
nedenle aşağıda sırayla tablolar halinde eğitim kademelerine göre kadın ve erkeklerin
73
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
okullaşma oranları verilmiştir. Tablo 6, okul öncesine göre kadınların ve erkeklerin okullaşma oranını
göstermektedir.
Tablo 6. Öğretim Yıllarına Göre Okul Öncesinde Kadın ve
Erkeklerin Okullaşma Oranları
Okul Öncesi Okullaşma Oranı (Net %)
Öğretim Yılı
2012/'13
2013/'14
Yaş
3-5 Yaş
4-5 Yaş
5 Yaş
3-5 Yaş
4-5 Yaş
5 Yaş
Kadın
26,31
36,80
38,33
27,15
36,58
40,72
Erkek
26,94
37,88
41,03
28,23
38,28
44,27
Toplam
26,63
37,36
39,72
27,71
37,46
42,54
Kaynak: http://sgb.meb.gov.tr/istatistik/meb_istatistikleri_orgun_egitim_2013_2014.pdf
Tablo 6’dan görüldüğü üzere okul öncesinde her yaş grubunda kadın öğrenci yüzdesi, erkek
öğrenci yüzdesinden azdır. İki öğretim yılı arasında kıyaslama yapıldığında ise 4-5 yaş grubu hariç diğer
yaş gruplarında okuyan kadın öğrenci sayısı 2013-2014 öğretim yılında bir önceki öğretim yılına göre
daha fazladır. Ancak okul öncesinde kadınların okullaşma oranları incelendiğinde diğer bütün öğretim
kademelerine göre en düşük oranda kalmıştır.
Tablo 7’de öğretim yıllarına göre ilkokul, ortaokul ve ortaöğretim kademelerine göre kadınların
ve erkeklerin okullaşma oranları gösterilmiştir.
Tablo 7. Öğretim Yıllarına Göre İlkokul, Ortaokul ve Ortaöğretimde Kadın Ve
Erkeklerin Okullaşma Oranları
İlkokul Okullaşma Oranı
(Net %)
Ortaokul Okullaşma Oranı
(Net %)
Ortaöğretim Okullaşma Oranı
(Net %)
Kadın
Erkek
Toplam
Kadın
Erkek
Toplam
Kadın
Erkek
Toplam
2012/'13
98,92
98,81
98,86
92,98
93,19
93,09
69,31
70,77
70,06
2013/'14
99,61
99,53
99,57
94,47
94,57
94,52
76,05
77,22
76,65
Öğretim
Yılı
Kaynak: http://sgb.meb.gov.tr/istatistik/meb_istatistikleri_orgun_egitim_2013_2014.pdf
Tablo 7’ye göre ilkokulda her iki öğretim döneminde de kadınların okullaşma oranları, erkeklerin
okullaşma oranlarına göre yüksektir. Bu durum ortaokula ve ortaöğretime gelindiğinde tersine dönmekte
ve erkeklerin okullaşma oranları kadınlarınkine göre daha fazla olmaktadır. Aynı öğretim yılında
öğretim kademelerine göre kadınların okullaşma durumları incelendiğinde ise hem 2012–2013 hem de
2013–2014 öğretim yıllarında ilkokuldan ortaokula geçişte yumuşak bir düşüş varken, ortaokuldan
ortaöğretime geçişte oldukça sert bir düşüş olduğu görülmektedir. Neticede ilkokuldan sonra sürekli
olarak eğitime dâhil olan kadın nüfus azalmaktadır.
Tablo 8’de ise kadınların ve erkeklerin yükseköğretimde okullaşma oranlarının öğretim
kademelerine göre dağılımı verilmiştir.
Tablo 8. 14 Mayıs 2015 Tarihli TÜİK Haber Bültenine Göre
Öğretim Yıllarına Göre Yükseköğretimde Kadın ve
Erkeklerin Okullaşma Oranları
Öğretim Yılı
Kadın
Yükseköğretim Okullaşma Oranı
(Net %)
Erkek
Toplam
2012/'13
38,6
38,4
38,5
2013/'14
40,9
38,4
39,4
Kaynak : http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18625
74
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Tablo 8’e göre kadınların erkeklere göre daha fazla oranda yükseköğretimde okullaştığını
söylemek mümkündür. 2012–2013 öğretim yılında kadınlar için %38,6 oranda olan okullaşma oranı
2013–2014 öğretim yılında 2,3 puan artış göstererek %40,9 olmuştur.
4.TARTIŞMA ve SONUÇ
İstatistikler, eğitimli kadınların daha fazla işgücüne katıldığını, daha az doğum yaptığını ve daha
geç evlendiğini göstermektedir. Eğitime katılan kadın nüfus az, haliyle iş gücünde yer alan kadın nüfus
da erkeklere oranla oldukça düşüktür. İstatistiklerden ve araştırmalardan da görüldüğü üzere ülkemizde
kadınların eğitim ve istihdam olanakları erkeklerin eğitim ve istihdam olanaklarına göre daha kısıtlıdır.
Bu durumda kadınlar daima erkeklerin gerisinde kalmakta ve eşitsizliğin dezavantajlarını
yaşamaktadırlar. Oysa ülkenin her açıdan gelişmesinde kadınların eğitimine ve istihdamına yeterli
olanaklar sağlanmalı ve kadınlar erkeklerden düşük konumda görülmemelidirler. Bu nedenle daha fazla
kız çocuğunun eğitime dâhil olabilmesi için çalışmalar yapılmalıdır. Ancak bu çalışmalar ülke genelinde
yapılmalı, böylece bölgeler arasındaki ciddi farklılıklar ortadan kaldırılmalıdır.
İstihdam açısından ise çalışan ve girişimci kadınlar maddi ve manevi açıdan daha çok
desteklenmeli ve daha çok kadının işe alınması sağlanmalıdır. Nitelikli çalışanların yetiştirilmesi için
işe alınan kadın çalışanların da örgün eğitim dışında yaygın eğitime tabi tutulması gerekmektedir. Ayrıca
kadınların aile sorumlulukları da göz önünde bulundurularak çalışma saatleri ayarlanabilmelidir.
Böylece toplum ve aile baskısından dolayı çalışmak isteyip de çalışamayan kadınların ailelerini de ihmal
etmeden çalışabilmeleri sağlanmış olacaktır.
Bir ülkenin kadınlarına değer vermesi, o ülkenin ilerlemesinde en önemli ölçütlerden biridir.
Ulu önder Atatürk “Bir toplum, cinslerden yalnız birinin yüzyılımızın gerektirdiklerini elde etmesiyle
yetinirse, o toplum yarı yarıya zayıflamış olur. Bizim toplumumuzun uğradığı başarısızlıkların sebebi,
kadınlarımıza karşı ihmal ve kusurdur.” diyerek kadınların toplumda göz ardı edilmemesi gerektiğini
dile getirmiştir. Ayrıca Atatürk “Milletimiz güçlü bir millet olmaya azmetmiştir. Bunun gereklerinden
biri de kadınlarımızın her konuda yükselmelerini sağlamaktır. Bundan dolayı kadınlarımız ilim ve fen
sahibi olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün öğretim basamaklarından geçeceklerdir.” sözü ile de
erkeklerle kadınların her türlü eşit imkânlara sahip olmasını ve kadınların eğitimlerine değer verilmesini
önemli kılmıştır.
5. KAYNAKLAR
Dedeoğlu, S. (2009). Eşitlik mi Ayrımcılık mı? Türkiye’de Sosyal Devlet, Cinsiyet Eşitliği Politikaları ve Kadın
İstihdamı. Çalışma ve Toplum, 2, 41-54.
Demiray, E. (2013). Uzaktan Eğitim ve Kadın Eğitiminde Uzaktan Eğitimin Önemi. Eğitim ve Öğretim Araştırmaları
Dergisi, 2(2)
Gülnar, B. (2008). Bilgisayar ve İnternet Destekli Uzaktan Eğitim Programlarının Tasarım, Geliştirme Ve Değerlendirme
Aşamaları (SUZEP Örneği). Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (19), s.262.
http://sgb.meb.gov.tr/istatistik/meb_istatistikleri_orgun_egitim_2013_2014.pdf, Erişim tarihi: 17.02.2015
http://www.tuik.gov.tr/jsp/duyuru/upload/yayinrapor/HIA_2013.pdf, Erişim tarihi:22.02.2015
http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18625, Erişim tarihi:14.05.2015
http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18635, Erişim tarihi:07.04.2015
http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18636, Erişim tarihi:08.05.2015
http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18645, Erişim tarihi:12.03.2015
http://www.yenimakale.com/ataturkun-kadinlar-ile-ilgili-sozleri.html#ixzz3aeknkqn6, Erişim tarihi:27.04.2015
Kavak, Y. (1997). Eğitim, İstihdam ve İşsizlik İlişkileri. Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 13(13), 21-26, s.22.
Kuzgun, Y., & Sevim, A. S. (2004). Kadınların Çalışmasına Karşı Tutum Ve Dini Yönelim Arasındaki İlişki. Ankara
Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi,37(1), 14-27.
M erter, F. (2007). Kızların Okullaşması Açısından Bazı Avrupa Birliği Topluluğu Üyesi Ülkeler Ve Asya Ülkelerinin
Karşılaştırılması. Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, (16), 221-244.
Özgen, Ö., ve Ufuk, H. (2000). Kırsal Kesimde Kadın Eğitimi. Türkiye Ziraat Mühendisliği V. Teknik Kongresi, 17-21,
Ankara.
Özpolat, A. (2009). Gelişmekte Olan Ülkelerde Kadın Eğitimi ve Büyüme İlişkisi. Yüksek lisans tezi. Gaziantep Üniversitesi,
Gaziantep
Tunç, A. İ. (2009). Kız Çocuklarının Okula Gitmeme Nedenleri (Van İli Örneği).Yüzüncü Yıl Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Dergisi, 6(1).
75
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Kadın Cinayetlerini Yazılı Basın Nasıl Görüyor? Üç Gazete (Evrensel, Milliyet ve Yeni
Şafak) Örneği
How is the printed Press viewing to women’s murders? Three Newspaper Case ( Evrensel,
Milliyet ve Yeni Şafak)
Canani KAYGUSUZ1 , Erkan ALKAN2 Merve ÖKTEN3
1Doç.
Dr., Ondokuz M ayıs Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Samsun-Türkiye, [email protected]
Arşt. Gör., Ondokuz M ayıs Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Samsun-Türkiye, [email protected]
3Arşt. Gör., Ondokuz M ayıs Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Samsun-Türkiye, [email protected]
2
Özet: Türkiye’de kadınlara yönelik erkek şiddeti her zaman gündemde oldu. Ancak son bir yıldır bu gündem giderek
daha yakıcı hale geldi, çünkü kadın cinayetleri vahşet boyutlarına ulaştı. Kadın cinayetlerine yönelik kitlesel tepkiler ve alınan
önlemler bu cinayetlerin önlenmesine yetmedi. İnsan Hakları Derneği (İHD, 2015), 2015 yılının Ocak ve Şubat ayında
öldürülen kadın sayısının 52, kadına yönelik şiddet nedeniyle yaralanan kadın sayısının ise 55 olduğunu, 8 kadının ise
kendilerine yönelen şiddet nedeniyle intihar ettiğini rapor etmiştir. İHD 2014 raporuna göre, 296 kadın, şiddet, taciz ve tecavüze
uğrayıp yaşamını yitirmiş, 191’i taciz/tecavüz ve 585’i şiddet olmak üzere toplam 776 kadın yaralanmıştır. Yıkıcı bir toplumsal
sorun haline gelen kadına yönelik şiddetle ilgili basında çıkan demeçler, zaman zaman toplumda infiale yol açacak kadar
cinayetleri onaylar niteliğe bürünmüştür. Bu çalışmanın en temel amacı, 2015 yılının ilk iki ayında cinayete kurban verilmiş
52 kadının çeşitli basın organlarında nasıl ele alındığını, olayın nasıl işlenip kamuoyuna sunulduğunu görünür kılmaktır. Bu
amaçla, Türkiye’ de muhafazakâr, liberal ve sosyalist/sol olduğu düşünülen/kabul edilen üç gazetenin seçili cinayet kurbanlarını
“nereden ve nasıl gördükleri” anlaşılmaya çalışılmıştır. Çalışmada, öncelikle 2015 yılının ilk iki ayında işlenen cinayetlerin
niteliği ve niceliği ortaya konmuştur. Daha sonra muhafazakâr basından “Yeni Şafak”, liberal basından “M illiyet” ve
sosyalist/sol basından “Evrensel” gazetesinin haber başlıkları incelenmiştir.
Anahtar sözcükler: Kadına yönelik şiddet, kurban algısı, yazılı basın
.
Abstract: In Turkey, male violence against women has been always on the agenda. However, last year the agenda has
become more poignant because murders of women have reached brutality extent. M ass responses intended murders of women
and precautions have not been enough for preventing these murders. HRA (HRA, 2015) has reported that in January
,February the number of murdered women is 52, the number of injured women in consequence of violence against women is
55, and the number of women who committed suicide because of violence against them is 8. According to HRA 2014 report,
296 number of women has been victims of harassment, violence and rape, and killed; 776 number of women have been injured,
191 number of them has occurred as a consequence of harassment and rape, 585 number of them has occurred as a consequence
of violence. The main goal of here is to unhide how 52 numbers of women who murdered in January -February of 2015 has
been handled and submitted to public opinion by written press. In this study; primarily, the quality and quantity of committed
murders in first two years of 2015 has been exhibited; and analyze from conservative press “Yeni Safak”, from liberal press
“M illiyet” and from socialist/ left press “Evrensel” newspapers’ news titles has been investigated.
Keywords: Violence against women, perception of victims, written press
1. GİRİŞ
Kadın cinayetleri, kadınların cinsiyetleri nedeniyle maruz kaldıkları şiddet türlerinden ve
toplumsal cinsiyetin inşasıyla yakından ilişkilidir. Cinsiyetin söylemsel inşası, kadını tek yönlü bir
denetim ilişkisi üzerinden tanımlayarak, kadına yönelik her türlü şiddete meşrulaştırma işlevi, üstlenir.
Söz konusu denetim ilişkisi, bir yandan toplumsal cinsiyet kategorilerinin içeriğini belirlerken diğer
yandan cinsiyet eşitsizliğine kaynaklık etmektedir. Cinsiyet üzerine uzun süredir epey tartışma
yürütülmektedir. Foucault (2003), cinsiyeti biyolojik bir sınıflandırmanın yanı sıra iktidar tarafından
sınırları çizilen ve iktidarın bir aracı olarak kurgulanan söylemsel inşa olarak görmektedir. Ona göre,
kural koyucu olarak biyo-iktidar, cinsiyeti özellikle de kadın cinsiyetini erkeğin bir tamamlayıcısı olarak
inşa ederek erkeğe kadın üzerinde denetim kurma yolunu açmaktadır. Butler (2008) kadını tahakküm
altına alan toplumsal cinsiyet kavramının, iktidar ve medya aracılığıyla sürekli olarak yeniden
üretildiğini savunur.
Kadının hayatın her alanıyla ilgili temel hakları, toplumsal cinsiyet ve cinsel ahlaka ilişkin
“değer”leştirilen söylemler yoluyla gasp edilip sınırlandırılmakta, hatta kadınların yaşamı bu çerçevede
sonlandırılabilmektedir (Yıldız, 2009). Literatürde kadın cinayetleri, töre, namus ve ihtiras olmak üzere
üç temel başlık altında incelenmekte(Ceren, 2008; İlköz, 2007; Taşlıçukur, 2009), kadın cinayetlerine
medyanın bakışının, cinsiyetin söylemsel inşasını sürekli yeniden üretir tarzda olduğu ifade
edilmektedir. Medya sektöründeki erkek egemenliği ve erkeklerin çoğunun kadın konusunda cinsiyetçi
ve ayrımcı bakışının varlığı da bu duruma etki etmektedir.
76
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Medya İzleme Grubu (MEDİZ) 2008 yılında hazırladığı raporda; a)Medya yöneticilerinin
%15’inin kadın, %85’inin erkek, b) Köşe yazarlarının %12’sinin kadın, %88’inin erkek, c)
Televizyonda siyasi tartışma programlarına katılanların %11’inin kadın %89’unun erkek olduğuna dair
veriler yer almaktadır. Bu durum, medyadaki kadının temsil biçiminin erkekler tarafından eril bir dille
oluşturabileceğini imlemektedir. Medyada kadının temsilleri incelendiğinde, özellikle ağırlıklı kültürel
kodların ön plana çıkarıldığı gözlenmektedir. İnceoğlu’na (2002) göre kadın, siyasi, ekonomik, kültürel
gündem ve üretiminden soyutlanarak, makyaj, giyim kuşam ve erkek tavlama dışında hiçbir derdi kederi
olmayan bir halde gösterilmektedir. İç sayfalarda iyi anne, eş ve mağdur olarak sunulan kadın, arka
sayfalarda cinsel meta ve bağımsız kadın olarak sunulmaktadır. Medyada kadın cinayetlerinin işleniş
biçimi de bu fallogosantrik eksende şekillenmektedir. Bir başka deyişle kadın cinayeti kadının erkeğe
bağımlılığı üzerinden okunmaktadır. Kadın cinayeti sansasyonel bir eylem sonucunda
gerçekleşmemişse ya görmezden gelinmekte ya da birkaç cümleyle geçiştirilmektedir.
Kadın cinayetlerinin altında yatan sebeplerden birinin de medya eliyle üretilen erkeklik söylemi
olduğu düşünüldüğünde, kadın cinayetlerini farklı basın organlarının nasıl gördüğünü incelemek anlamlı
hale gelmektedir. Ayrıca alan yazın incelendiğinde kadın cinayetlerinin namus cinayeti boyutunun
sıklıkla işlendiği fakat diğer cinayet türlerine yeterince yer verilmediği gözlenmiştir. Bu araştırmanın,
kadın cinayetlerine genel bir bakış sunarak bu boşluğun doldurulmasına katkı sağlayacağı
düşünülmektedir. Bu amaçla aşağıdaki sorulara cevap aranmıştır:
1.Türkiye’de işlenen kadın cinayetlerinin son 6 yıldaki dağılımı nasıldır?
2.2015 yılının ilk iki ayında işlenen kadın cinayetlerinde; a). Cinayetlerin işlendiği bölgeler,
b).Cinayetlerin işlenme şekli, c). Katillerin yakınlık derecesi, d). Cinayetlerin işlenme sebebi, e). Gazete
haberlerine yansıma durumu, f).Manşetlerde kullanılan dil, nedir? g) “Bir örnek” (Özgecan Aslan
cinayeti) cinayet üzerinden köşe yazılarına nasıl yansımıştır
2. YÖNTEM
Araştırmanın modelini içerik analizi ve söylem analizi oluşturmaktadır. Gökçe (2001) içerik
analizini, “sosyal gerçeğin belirgin (manifest) içeriklerinin özelliklerinden, içeriğin belirgin olmayan
özellikleri hakkında çıkarımlar yapmak yoluyla sosyal gerçeği araştıran bir yöntem” olarak
tanımlamıştır. Bir başka deyişle içerik analizi “yöntem olarak, mevcut olan metinlerin nicel ve nitel
boyutlarından hareketle, mevcut olmayan, yani bilinmeyen sosyal gerçeğin bazı boyut ve kesitlerine
yönelik bir takım bulguları elde etmeyi amaçlamaktadır”. Söylem analizi, bağlama ilişkin bir analizdir
(Taşlıçukur, 2009) ve var olan güç iktidar ilişkilerinin eleştirilerinden yola çıkarak bu ilişkilerin söylem
içinde nasıl kurulduğunu açıklamaya çalışır (Gökçe, 2001).
2.1. Evren ve Örneklem
Araştırmanın evrenini Türkiye’de ulusal çapta yayın yapan gazetelerin tümü oluşturmaktadır.
Söz konusu evrenden temsil gücü rastlantısal olmayan, amaca yönelik belirlenmiş bir örneklem
alınmıştır. Bu kapsamda seçilen gazeteler farklı ideolojik duruşa sahip olmaları üzerinden örnekleme
dâhil edilmiştir. Liberal duruşa sahip ‘Milliyet’, sol/sosyalist görüşe sahip ‘Evrensel’ ve muhafazakâr
görüşe sahip ‘Yeni Şafak’ gazeteleri incelenmiştir.
2.2. Verilerin Toplanması
Araştırmada 1 Ocak 2015 – 28 Şubat 2015 tarihlerini kapsayan süreçteki Milliyet, Evrensel ve
Yeni Şafak gazetelerinde konu ile ilgili haberler incelenmiştir. Gazetelerde tarama işlemi yapılırken
“kadın cinayeti”, “öldürülen kişinin ismi”, “katledildi”, “öldürüldü” gibi anahtar sözcükler kullanılmışt ır
ve 2015 yılının ilk iki ayında işlenen 36 cinayete ilişkin verilere ulaşılmıştır. Bu kapsamda cinayetlerin
haberlere yansıma durumu, manşetlerde kullanılan dil ve köşe yazılarında kullanılan söylem
incelenmiştir. Sonuçlar Microsoft Excel Programı aracılığıyla grafikler halinde sunulmuştur.
77
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
3. BULGULAR
1. Kadın Cinayetlerinin Son 6 Yıla Göre Dağılımı
Grafik 1’de görüldüğü üzere kadın cinayetleri son 3 yıl içerisinde hızla yükselmektedir. Bu
durum, kısmen kadın cinayetlerinin önceki yıllara göre kayıt altına alınma düzeyindeki artışla
açıklanabileceği gibi (Türkiye İstatistik Kurumu, 2012) toplumda yükselen ataerkil söylem ve cezai
yaptırımların yetersizliği (İnsan Hakları Derneği, 2015) ile de açıklanabilir.
2. 2015 Yılının İlk İki Ayında İşlenen Kadın Cinayetlerinin Bölgelere Göre Dağılımı
Grafik 2 incelendiğinde cinayetlerin büyük çoğunluğunun Marmara ve Ege Bölgelerinde
işlendiği gözlenmektedir. Marmara bölgesinde özellikle İstanbul ve Ege bölgesinde özellikle İzmir
yoğun göç alan şehirlerdir. Nüfusu yoğun ve göç alan bu şehirlerde Türkiye’nin her bölgesinden insan
yaşamaktadır. Bu nedenle cinayetlerin dağılımının doğal olarak bu bölgelerde yoğunlaşması beklenir
bir durumdur. Keza nüfus yoğunluğunun bu bölgelerde yüksekliği ve bu bölgelerdeki kentleşme ve
iletişim kanallarının yaygınlığı nedeniyle cinayetlerin daha görünür olma olasılığı da vardır.
78
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
3. Cinayetlerin İşlenme Biçiminin Dağılımı
Cinayetlerin işlenme şekli incelendiğinde, kolay ulaşılabilir cinayet aletlerinin kullanıldığı
gözlenmektedir. İşlenen cinayetlerin büyük çoğunluğu kesici aletler ve ateşli silahlar aracılığıyla
gerçekleşmektedir.
4. Katillerin Yakınlık Derecesine İlişkin Bulgular
15
10
5
13
5
4
2
1
3
1
2
3
2
0
Ka ti lin Profili
Grafik 4’te görüldüğü üzere cinayetlerin büyük çoğunluğu kurbanların birinci dereceden
yakınları tarafından işlenmektedir. Özellikle eş, eski eş ve sevgili gibi kurbanın birinci dereceden
duygusal bağı olan kişiler, cinayetlerin %80’inden fazlasından sorumludur. Bunun yanı sıra 3 cinayet
kurbanın tanımadığı kişiler tarafından işlenmiştir. 2 cinayet ise faili meçhul durumdadır. Bu cinayetlerin
hiçbiri politik değildir.
5. Cinayetlerin İşlenme Sebebine İlişkin Bulgular
Cinayetlerin işlenme sebeplerine ilişkin bulgular, cinayetlerin %75’inin kadının hayatıyla ilgili
bir karar almak istemesine katilin tahammülsüzlüğüyle ortaya çıktığını göstermektedir. Bu durum kadın
üzerinde kurulan denetim anlayışının somut perspektifini ortaya koyması açısından önemlidir. Kadın
‘uygunsuz davranış’ kisvesi altına denetim altına alınmakta, kendi hayatına ilişkin bir karar alma
konusunda ısrarcı olunca da infaz edilmektedir (Ertürk, 2007).
79
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
6. Cinayetlerin Gazetelere Yansıma Durumuna Göre Dağılımı
Grafik 6 incelendiğinde Evrensel ve Milliyet gazetelerinin 36 cinayetin büyük çoğunluğunu
haberleştirdiğini, Yeni Şafak gazetesinin ise 20 cinayete hiç yer vermediği gözlenmektedir.
7. Manşetlerde Kullanılan Dil
Örnekleme dâhil edilen 10 cinayetin gazete manşetlerine nasıl yansıdığı incelendiğinde;
Evrensel gazetesinin genellikle facia sözcüğünü kullandığı, milliyet gazetesinin idam vurgusu yaptığı
ve yeni şafak gazetesinin bu cinayetleri manşette dillendirmeme eğiliminde olduğu gözlenmektedir.
8. Köşe Yazılarında Kullanılan Dile İlişkin Örnekler
Her üç gazetenin bu cinayetleri köşe yazılarına taşıyıp taşımadıklarına bakıldığında, Evrensel
Gazetesi 3 kadın cinayetini köşesine taşımış; bunları daha çok sosyo-politik bir dil üzerinden
gündemleştirmiştir. Her üç gazetenin de köşesinde yer verdiği tek kadın cinayeti; toplumda büyük tepki
çeken Özgecan Aslan cinayetidir. Bu cinayetin hangi gazetede köşe yazılarına nasıl konu edindiğinin
örnekleri aşağıda verilmiştir.
A. Milliyet Gazetesi –Aslı Aydıntaşbaş
Milliyet Gazetesinden Aslı Aydıntaşbaş’ın Özgecan Aslan cinayetiyle ilgili köşe “Peki İktidarı
Suçlamayalım” 51 başlıklı yazısında, cinayetin siyasetle ilişkilendirilemeyeceğine ilişkin vurgusu dikkat
çekmektedir: ‘…. çıkıp Mersin’de olan bir tecavüz ve cinayetin faturasını Tayyip Erdoğan’a ya da
AKP’ye kesmek, sosyal medyada bu zihniyet diye başlayan cümlelerle geniş kitleleri mahkum etmek
bana zorlama geliyor’ demekte ve kadın cinayetlerinin daha farklı anlamlara geldiğini “…Gel gör ki,
bu hükümetin “kadın meselesi” konusunda karnesinin oldukça sıkıntılı olmadığı anlamına gelmiyor”
51
http://www.milliyet.com.tr/peki-iktidari-suclamayalim-/siyaset/ydetay/2014317/default.htm
80
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
diyerek kadın meselesine hükümet politikasına eleştirel yaklaşmaktadır. Hem hükümet politikalarına
eleştiri hem de Özgecan Aslan cinayetinde hükümet sorumluluğunu “aza indirme” çabası, yazarın liberal
bakış açısının yansıması gibi gözükmektedir.
B. Evrensel Gazetesi – Nilgün Tunççan Ongan
Evrensel Gazetesinden Ongan, “Cinayeti Siyasallaştırmayın Saçmalığı” başlıklı köşe yazısında,
Özgecan Aslan’ın katledilmesini, “Her iş cinayetinden, kadın katliamından ya da çocuklarımızın hedef
gözetilerek öldürülmesinden sonra olduğu gibi Özgecan Aslan’ın katledilmesini de “münferit” kabul
etmemiz isteniyor. Böylece ölümlerle halkın ölümü pahasına sürdürülen politikalar arasındaki bağın
gizlenmesi amaçlanıyor” demektedir. Ongan bir adım daha ileri giderek, “Soma’yı, Ermenek’i AKP
iktidarının sadakatle bağlı kaldığı sermaye politikalarından, patronun rekabet g ücüne halel gelmesin
diye alınmayan güvenlik önlemlerinden ayrı düşünelim, kadın cinayetlerini ise bu politikalardan
beslenen ayrımcılık ve cinsiyetçiliğin dışında tutalım istiyorlar” 52 şeklindeki ifadeleriyle, kadın
cinayetlerini AKP hükümetinin ayrımcı politikalarıyla ilişkilerine vurgu yapmaktadır. Keza Ongan’ın
köşe yazısında “…Eşitsizliği, ayrımcılığı, cinsiyetçiliği resmi ideoloji haline getiren bir sistemin
sözcüleri; tüm bu cinayetlere aslında siyasi tercihlerin yol vermiş olduğunu gizleyebilmek için bir kez
daha “siyasallaştırmayın” diye bağırıyorlar” şeklindeki ifadelerinden de anlaşılacağı üzere, Ongan,
kadın cinayetlerinin yürütülmekte olan hükümet politikalarından bağımsız olmadığını savunmaktadır.
C. Yeni Şafak Gazetesi- Ali Kemal Yazıcı
Yeni Şafak Gazetesinden Yazıcı “Özgecan’a Mektup” başlığıyla kaleme aldığı yazısında oldukça
ilginç, bir dil kullanmaktadır. Yazıcı, “Merhaba Özgecan, nasıl ve nereden başlayacağımı bilemediğim
bu mektubun girişini gün boyunca yazmaya çalıştım ama beceremedim” diye başladığı yazısını “senin
yaşadıklarınla başlasam bir dert, buraları sana anlatmaya kalksam ayrı bir dert” 53 diye sürdürmekte,
“…buraların olmazsa olmazı futbola ve Trabzonspor’a dair Napoli maçını değerlendireyim sana”
sürdürmektedir. Sonra Trabzonspor ve Napoli maçının nasıl başladığını anlatmakta ve kısa yazısını, “…
sakatı ve cezalıları bir kenara koyarsak, kenarda bir kaleci, üçü savunma oyuncusu dört futbolcusu
bulunan Trabzonspor, birazda gözümüzde büyüttüğümüz Napoli karşısında eksiklerinin dezavantajına
rağmen son yıllarda görmediğimiz bir taraftar desteğiyle maça başladı Özgecan” diyerek yazıyı
sonlandırmaktadır. Yazıldıktan sonra sosyal medyada eleştiri konusu olan yazı şimdilerde internette
linkten kaldırılmıştır. Ancak yazıya halen aşağıda verilen linkten ulaşılabilir. İlgili köşe yazsında ne bir
düşünce tutarlığı ne bir değerlendirme içeriği vardır. Ne amaçla yazıldığı belli olmayan yazının
yayınlaması da, Yeni Şafak Gazetesinin infial yaratan bir kadın cinayetinde bile durduğu noktayı
imlemektedir.
4. TARTIŞMA ve SONUÇ
Kadın cinayetlerinin medyanın nasıl gördüğünü anlamayı hedefleyen bu çalışma, üç farklı
politik eğilimi temsil edeceği varsayılan üç gazete örneği (liberal basın için, Milliyet; Muhafazakar basın
için Yeni Şafak ve Sosyalist/sol basın için Evrensel Gazeteleri) üzerinden, 2015 yılının ocak- şubat
aylarında işlenen 52 cinayet kadın cinayetlerinin ne kadarının basına yansıdığını; (2015’in ilk iki ayında
işlenen 52 cinayetin 35’sı basına yansımış; 35 cinayeti Evrensel, 34 cinayeti Milliyet ve sadece
12 cinayeti Yeni Şafak Gazetesi “görmüş”tür), bu cinayetlerin ilgili gazeteler tarafından nasıl
gündemleştirildiğini iki soru etrafında değerlendirmeyi amaçlamıştır. İlk soru, Türkiye’de işlenen kadın
cinayetlerinin son 6 yıldaki dağılımı nasıldır? şeklindedir. Bu soruya ilişkin bulgular, 2011 yılından
itibaren yıllık periyodlar halinde kadın cinayetlerinin hızla arttığını göstermiştir. İkinci soru; 2015 yılının
ilk iki ayında işlenen kadın cinayetlerinde a). Cinayetlerin işlendiği bölgeler, b).Cinayetlerin işlenme
şekli, c). Katillerin yakınlık derecesi, d). Cinayetlerin işlenme sebebi, e). Gazete haberlerine yansıma
durumu, f).Manşetlerde kullanılan dil nedir? g) “Bir örnek” (Özgecan Aslan cinayeti) cinayet üzerinden
köşe yazılarına nasıl yansımıştır? Şeklinde düzenlenmiştir.
Kadın cinayetlerinin yoğunlukla Marmara ve Ege bölgelerinde işlendiği, Karadeniz bölgesinde
ise hiç işlenmediği anlaşılmıştır. Bu bulgu, Marmara ve Ege bölgelerinde yoğunlaşan
nüfusa
52 http://www.evrensel.net/yazi/73409/cinayeti-siyasallastirmayin-sacmaligi
53 http://i.sozcu.com.tr/wp-content/uploads/2015/02/20/B-RnrVyIEAAzNZ2.jpg
81
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
bağlanmıştır. Kentleşmenin getirdiği kendine özgü bunalımların, örneğin sürekli göç etme sonucunda
yaşanılan kültürel çatışmaların; kadınların iş ve sosyal hayata katılımlarının erkek egemen zihniyeti
zorlamasının bu süreçte etkili olduğuna yorumlanmıştır. Nitekim, basına yansıyan 35 kadın cinayetini
işleyenlerin önemli bir kısmının birinci dereceden akraba olmaları (eşleri 13 cinayet; eski eşleri 5
cinayet; sevgilileri 4 cinayet; oğulları 2 cinayet, babaları 1 cinayet), keza kadınların öldürülme
nedenlerinin “hayatlarıyla ilgili bir karar almak istemelerine” en yüksek oranda bağlanması (35
kadından 27 si böyle bir karar almak istedikleri için öldürülmüştür) ve bunu ayrılmak istemelerinin takip
etmesi (6 cinayet bu nedenle işlenmiştir), kadının inisiyatif almak istediği her durumda erkek egemen
bakışın zorlandığını ve kadının inisiyatif almasına tahammül edemediğini göstermektedir. Öyle ki erkek,
kadını öldürmeyi onun inisiyatif almasına tercih edebilmektedir Bu durum, toplumsal cinsiyetin erkek
zihninde ne kadar derine giden kökleri olduğunu ve bu köklerle mücadele etmeden kadın cinayetlerinin
engellenmesinin ne kadar zor olacağını göstermektedir. Görünen o ki, hangi kaynaktan beslenirse
beslensin, (gelenek, din, politik ya da toplumsal cinsiyet) kadına yönelik ataerkil, ayrımcı ve dışlayıcı
politikaların o kaynaklara yönelik güçlü bir mücadele geleneği başlatmadan kadına yönelik şiddetin
önlenmesi mümkün olamayacaktır. Bu ise, sadece kadının güçlenmesiyle değil erkeğin zihninde hem
kendisini hem kadını “inşa eden” bütün söylemlere karşı kararlı bir mücadeleyi kadın-erkek birlikte
sürdürerek başarılabilecek bir durum gibi gözükmektedir.
Kadın cinayetleri gazete başlıklarına farklı biçimlerde yansımıştır. Evrensel gazetesi daha çok
“facia” biçiminde temalandırmaya yönelirken, Milliyet gazetesinde ana tema olarak “idam” vurgusu öne
çıkmıştır. Her üç gazetenin katliam dediği kadın cinayeti de vardır. Genel olarak bakıldığında ajitatif bir
kullanılmasa bile haberlerin içeriğinde kullanılan dil “ajans dili” gibi durmakta; cinayetlerde kurbanın
ve katilin ya da katillerin kimlik bilgilerine, işlerine, yaşadıkları yerlere, neden öldürülmüş olabileceğine
ilişkin görüşlere yer verilmiş; ancak bu bilgiler bir araştırmacı gazetecilikten ziyade, herhangi bir haber
ajansından alınmış gibi tekdüze, vurgusuz ve cinayeti analiz eden yaklaşımlardan uzak yapılmıştır.
Son olarak her üç gazetede de köşe yazısına konu olan (“tek örnek” Özgecan Aslan cinayetinde)
görülmüştür ki, Milliyet gazetesi yazarı Aydıntaşbaş, konunun anlaşılmasında kadına yönelik
politikaların ve ataerkil tutumların önemine vurgu yapsa da konuyu politikleştirmemek gerektiğini
öncelemiş; Evrensel gazetesi yazarı Ongun, konunun hükümetin muhafazakar politikalarıyla doğrudan
bağının olduğuna ve kadın cinayetlerinin politik olarak değerlendirilmesi gerektiğine vurgu yapmış; her
iki köşe yazısında da cinayetin bu “sahneye” tanıklık eden aile ve yakın çevreleri için ne ifade ettiği
değerlendirilmemiştir. Yeni Şafak gazetesinden Yazıcı ise yukarda değinildiği üzere, bir futbol maçının
içine sıkıştırarak, ne tutarlılık ne anlam bütünlüğü olmayan, “futbol çerezi” gibi anlaşılabilecek bir dil
ve üslupla konuya yaklaşmış; magazinel bile olmayan bir dille cinayeti “çerezleştirmiştir”. Bu dil ve
üslup infial yaratan bir kadın cinayetine bile, “muhafazakar bir gazetede” muhafazakar bir zihnin nasıl
“siynik” biçimde yaklaştığına işaret olarak değerlendirilmiştir.
5. KAYNAKLAR
Butler, J. (2008). Cinsiyet Belası, (çev.), Başak Ertürk, İstanbul, M etis Yayınları.
Ceren, T. (2008). Türkiye’de Görülen Töre Cinayetlerinin Sosyolojik, Antropolojik ve KültürelKökenine Bakış. Yüksek
Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,İstanbul.
Ertürk, Y. (2007). Kadına Karşı Şiddet, Nedenleri ve Sonuçları: Türkiye Raporu. Birleşmiş
M illetler İnsan Hakları Konseyi, Strazburg.
Foucault, M . (2003). Cinselliğin Tarihi (çev.), Hülya Uğur Tanrıöver, İstanbul, Ayrıntı Yayınları.
Gökçe, O. (2001). İçerik Çözümlemesi. Selçuk Üniversitesi Yayınları, Konya.
İlköz, G. (2008). 2003–2006 Yılları Arasında Töre Cinayetlerinin Ana Akım M edyada YerAlmaŞeklinin Değerlendirilmesi.
Yüksek Lisans Tezi, M armara Üniversitesi, Sosyal
Bilimler
Enstitüsü, İstanbul.
İnceoğlu, Y. (2002). Gazetecilik 24 Saat, M edyada Kadın ve Kadın Gazeteciler. TürkiyeGazeteciler Cemiyeti Yayınları,
İstanbul.
İnsan Hakları Derneği. (2015). İHD İstanbul Şubesi Kadına Yönelik Şiddet Raporu. İHD YayınDökümantasyon, İstanbul.
M edya İzleme Grubu. (2008). M edyada Kadınların Temsil Biçimleri Araştırması. İstanbul.
Neuman, W.L. (2008). Toplumsal Araştırma Yöntemleri Nitel ve Nicel Yaklaşımlar. Çeviren: Sedef
Özge, Yayın Odası, İstanbul.
Taşlıçukur, Ç. (2009). Namus Bahaneli Cinayetlerin Türkiye’deki Basında Haber OlarakYapılandırılışının Analizi. Yüksek
Lisans Tezi, Anadolu Üniversitesi, Sosyal BilimlerEnstitüsü, Eskişehir.
Türkiye İstatistik Kurumu. (2012). İstatistiklerle Kadın: Women in Statistics. TÜİK M atbaası.Ankara
Yıldız, N. A. (2009). Kadın Cinselliğinin Söylemsel İnşası ve Namus Cinayetleri: ŞanlıurfaÖrneği. Doktora Tezi, Ankara
Üniversitesi
82
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Seramik Sanatçısı Hamiye Çolakoğlu ve Sanatı Üzerine
Ceramic Artist Hamiye Çolakoğlu and About Her Art
Candan D. TERWIEL1 , Burcu Ö. KARABEY2
1Hacettepe Üniversitesi
2M uğla
Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümü, [email protected]
Sıtkı Koçman Üniversitesi Bodrum Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümü, [email protected]
ÖZET: Toplumların uygarlıkları, alt kültür katmanlarını da kapsayarak, çağlar boyu biriken bilim ve sanat, kısaca
kültür alanlarındaki üretimlerini içererek oluşmaktadır. Bu araştırma içerisinde kültür, sanat ve uygarlık ilişkisi bağlamında,
çağdaş Türk seramik sanatının biçimlenmesinde önemli katkıları olan seramik sanatçılarından birisi, duayenlerinden olan,
hakkında yazılmış bir kitap ve sayısız yayınların olduğu Hamiye Çolakoğlu’nun yaşamı ve sanatı üzerine ayrı bir inceleme
yapılarak; sürekli değişim içerisinde olan sanatta eserlerinin yeri ve etkisi, gelenek ve modernite bağlamında yorumlanmaya
çalışılmaktadır. Böylece kalıcı eserleri ile ülkemiz sanatına ve evrensel kültüre izlerini bırakan sanatçının, kuşaktan kuşağa
aktarılan bir değer olarak önemi bir kez daha vurgulanmaktadır. Araştırmada Hamiye Çolakoğlu’nun sanatçı kişiliği ve
uygulamaları irdelenerek sanatçı hakkında yapılmış her türlü yayın, belgenin literatür olarak taranması sağlanmaya çalışılmış
ve sanatçının yaşadığı döneme ilişkin koşulların, ülkemiz seramik sanatının gelişiminde yeri ve önemi vurgulanmıştır. Bu
çalışma ile Hamiye Çolakoğlu sadece sanatçı ve yaratıcı bir kişilik olarak değil, aynı zamanda seramik geleneğini oluşturan ve
geliştiren üretimlerin yapıldığı, güzel sanatlar eğitimine yön veren bir kurumsal yapı olan üniversite ve ülkemizde büyük bir
sektör olarak seramik alanını eğitimle buluşturan aydın bir eğitimci olarak da ele alınmakta; böylece tarihin derinliklerinde n
çağdaş sanatın öncülüğüne varana dek seramik sanatında gelinen çizgide, genel olarak sanatçının rolünün sorgulanması da
açıklanmaya çalışılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Seramik, sanat, hamiye çolakoğlu, gelenek, modernite.
ABS TRACT: Civilizations of societies are composed of art and science briefly including the productions
accumulated during the ages, involving the sub-cultural layers, in the field of culture. This paper is a research about one of the
most important contributors in the formation of the contemporary Turkish Ceramic Art, one of the veterans Hamiye Çolakoğlu;
and about the artist by peer reviewing; analysing of publications about her. It is aimed to interpret the role and influence of her
artworks in the context of tradition and modernity. The importance of the artist, with her artworks which leaving the traces in
local- as well universal culture, is underlined as a value transmitted from a generation to generation. The study will emphasize
her artistic personality, applications, the conditions for art during her lifetime and the place of these conditions in the
development of ceramic art. And, she is discussed not only as an artist and as a creativity, but also as an intellectual educator
who formed and developed the ceramic tradition of production through an institutional structure by giving direction to the
training of the fine arts faculty in a university . Consequently, the role of the artist is explained in general at this point, up to the
leadership of the contemporary art from the depths of history until today.
Keywords: Ceramic, art, hamiye çolakoğlu, tradition, modernity.
1.GİRİŞ
Hamiye Çolakoğlu, sadece seramik eserleri, sanatçı kişiliği ile değil akademisyen, eğitimci
kimliği ile de kendinden sonraki kuşaklara rol model olması, Cumhuriyet sonrası kadının toplumumuzda
yer alışına başarılı bir sanatçı örneği oluşturması sebebiyle bu araştırmada ele alınmaktadır. Erinç (1998)
Hamiye Çolakoğlu için yazdığı “Toprağın Erki Hamiye Çolakoğlu” adlı kitabının giriş bölümünde uygar
bir toplum olarak sanatçının yapıtlarının belgelenip böylelikle zaman ve mekan farkının ortadan
kaldırılarak, tüm insanlara bu eserlerin sunulmasının; sanatçıya verilen destek ve gösterilen saygının
göstergesi olduğuna değinir ve söz konusu sanat eseri seramik ya da porselenden yapılmışsa bunlara ve
bunları yapana sahip çıkmanın da en çok bu konularla doğrudan uğraşanlara düşeceğini vurgular. (Erinç
1998:IX)
1933 yılında dünyaya gelen Hamiye Çolakoğlu’nun sanat yolculuğunda, Sürmene’de başlayan
bir yaşam, Ayvalık, Karamürsel, Ankara, İstanbul gibi şehirlerin yanı sıra; sadece seramikle uğraş
verdiği İtalya’da Faenza, İsrail’de Ein-Hod, ülkemizde Söğüt, Bozüyük, yaşamı süresince bambaşka bir
yere sahip Çan’daki Çanakkale Seramik Atölyeleri ve Hacettepe gibi birçok önemli duraklar
bulunmaktadır. (Terwiel 2015:99) Onun yaşamı bu çalışmada sanatı, seramik sanatı eğitimine katkıları
ve gelenekten moderne giden yolda eserleri bağlamında irdelenmeye çalışılmaktadır.
1.1. Ülkemizde Seramik Sanatı Eğitiminin Kısa Tarihçesi
Yakın tarihe ışık tutabilmek için, ülkemizde sanat eğitimine ve Çolakoğlu ile aynı dönemde
seramik sanatına katkıda bulunan, üreten diğer sanatçı akademisyenlerin düşüncelerine yer vermek onun
hakkında, yaşadığı dönem hakkında bir izlenim elde etmemize katkı sağlayabilir. Geleneksel sanatlarda
köklü bir geçmişe sahip olmakla birlikte; Çağdaş Batı sanatı eğitimi anlamında sanat eğitimi ülkemizde
Batı ile kıyaslandığında oldukça yenidir. Engin (2009) tarafından hazırlanan
83
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
“Türkiye’de Sanat Eğitimi ve Çalışmaları Kronolojisi” ne göre eğitim programlarında ilk kez resim dersi
1795’te Mühendishane-i Berri Hümayun’da (Kara Harp Okulu’nda) konulmuş ve ardından 1829’da ilk
defa Avrupa’ya Osmanlı’dan öğrenci grubu gönderilmiş, örgün eğitimde ilk kez resim, müzik ve elişi
dersleri ise 1925 yılında konulmaya başlanmıştır.
Fırsat eşitliği ve Cumhuriyet yönetiminin kazanımları açısından bakıldığında, kadının sanatçı
olma şansını erkeklere göre nasıl yakalayabildiği sorusunun yanıtı şöyledir; Osman Hamdi Bey’in
kurduğu Sanayi-i Nefise Mekteb-i Ali’sinin 1882 yılında kuruluşuna paralel olarak 2 Mart 1883’de
öğretime ilk olarak erkek öğrenciler ile İstanbul’da başlanmış, daha sonra kız öğrenciler otuz bir yıl
sonra 1914 yılında kurulan İnas Sanayi-i Nefise Mektebi ile kadınlar sanat eğitimine kabul edilmişlerdir.
Bu sanat eğitimi içinde seramiğin yer alması 1929 yılında Namık İsmail’in Müdürlüğü sırasında açılan
seramik atölyesi ile kurumsallaşmış ve İsmail Hakkı Oygar’ın 1970 yılına kadar süren eğitimciliği ile
pekişmiştir. (Terwiel 2008)
Bu süreçlerden geçerek günümüze gelindiğinde ise birçok üniversitenin bünyesinde Güzel
Sanatlar Fakültelerinin kurulması ile sanat eğitiminin çeşitlendiği ve yaygınlaştığı görülmektedir.
Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nun kuruluşu da seramik sanatı eğitimi açısından önemli
bir diğer adımdır. Güner (2010) anılarına yer verdiği “Farkında mısınız?” adlı biyografisinde, üniversite
ve iş deneyimlerini aktarırken; Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nun kuruluşuna kısaca değinir.
Almanların ünlü BauHaus Felsefesi’ne uygun olarak kurulan Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nun
amacının, kullanılan eşyaların estetik tasarım görüşü ile tasarlanarak, sanatın halka yaklaştırılmasının
hedeflenmesi olduğunu ve ülkemizde sanayileşme girişimlerinin ilk yatırımlarının 1955 yılında
yapılmaya başlanılarak; böyle bir toplumda üretilmesi düşünülen ürünlerin sanat ve üretim teknolojiler i
almış kişilerce yapılmasını sağlamak üzere kurulmuş bir yüksekokul olduğunu ifade eder.
Güner (2010) kitabında seramik endüstrisinde ülkemizde öncü kuruluşlara da değinmektedir.
Bunlardan birisi Eczacıbaşı Seramik diğeri ise Çanakkale Seramik Fabrikaları’dır.
Eczacıbaşı Seramik, 1942 yılında II. Dünya Savaşı nedeniyle ünlü Türk Kahvesinin içilebildiği
fincanların ithalatında sorun çıkmaya başlaması sonucunda, Dr. Nejat
Eczacıbaşı tarafından, seramik üretimini bilen bir Rum usta önderliğinde, Kartal’da
8 çalışanla kulpsuz kahve fincanı üretmek amacıyla ufacık bir atölyede başlatılmıştı.
(Güner 2010:95)
Güner (2010) anılarında Çanakkale Seramik Grubu için şu yorumu yapar;
...Çanakkale Grubu, aynı sınırlar içinde ulaştığı kapasite bağlamında dünyanın
en önde gelen ölçülerine ulaşabilmiş, seramik konusunda ileri teknoloji gerektiren ürünler
dahil, ülkenin ihtiyacı olan birçok ürünü farklı farklı fabrikalarda üretebilen, son derece iyi
entegre olmuş tesisler topluluğu haline gelme başarısını elde edebilmiş, ender gruplardan
biridir.(Güner 2010:110)
Hamiye Çolakoğlu’ nun sanat yaşamında da fabrikaların önemli bir yeri vardır. Sanat yaşamı
süresince Çanakkale Seramik Fabrikalarında eserlerini üretmiştir. Erinç’ten (1998:52-65) öğrendiğimize
göre; sanatçı 1978-1982 yılları arasında Söğüt Seramik Fabrikaları’nda sanat danışmanlığı yapmış ve
Yarımca Porselen Fabrikası’nda da Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampüsü girişinde yer alan
“Derman Çeşmesi” (Resim1) adlı uygulamasını gerçekleştirmiştir. Çolakoğlu’nun bu porselen çeşmesi
referansını geleneksel çeşme kültüründen almakla birlikte, özgünlüğü ile çağdaş bir seramik eser olarak
görülmektedir. Simetrik bir komposizyon gibi algılansa da yüzeydeki rölyeflerde asimetrik bir
komposizyon hakimdir. Kuş figürlerinin, stilize çiçek motiflerinin ve Hacettepe Ünversitesi logosunun
yer aldığı komposizyonda dengeli bir asimetri hakimdir.
Resim 1. “Derman Çeşmesi” Hacettepe Üniversitesi, Beytepe Kampüsü.
(Görsel Kaynakça: Fotoğraf. Candan Terwiel.)
84
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Çolakoğlu, yurtdışında aldığı eğitim ve kendi toplumsal kültürünü, birikimini sentezleyerek
sanatında ve kurucusu olduğu seramik bölümünde; öğrencilerine sunduğu olanaklar ve verdiği eğitim
ile yaratıcılığı meydana çıkaracak bir ortamı da hazırlayabilmiş sanatçılarımızdandır. Bunu yaparken
sanayi (endüstri) ile olan bağını hep canlı tutmuş; adeta evi olarak gördüğü Çanakkale Seramik
Fabrikaları’nın sanat atölyesinde seramik sanatçısı ve Çanakkale Seramik Fabrikası Sanat Danışmanı
Mustafa Tunçalp ile yıllar boyu eser üretmiş, İbrahim Bodur tarafından desteklenmiş ve böylece yüksek
pişirim çalışmalarını o zamanın koşulları dahilinde fabrika ortamında gerçekleştirme olanağı bulmuştur.
Tunçalp (2015: 95) onun için; “Hamiye Çolakoğlu’nu 1957 senesi Ankara Arı sinemasında pano
montajında tanıdım. Dostluğumuz 47 yıl boyunca güçlenerek devam etti. Bu birliktelik Çanakkale
Seramikte 1972 yılında abla–kardeş ve ailenin bir ferdi olarak süre geldi.” diyerek endüstrideki birlikte
çalışma sürecinin de tarihini vermektedir. Fabrika ortamında kişisel sergi çalışmaları ve ileri teknoloji
ve yüksek pişirim gerektiren duvar pano uygulamalarını gerçekleştirebilmiştir. 2001 sonrası yaptığı
duvar uygulamaları içerisinde Bilkent Üniversitesi Kongre Merkezi girişinde yer alanlar, ayrı bir
inceleme konusu olabilir. Kuşkusuz bir sanatçı için, seramik sanatının teknoloji ile olan organik bağı
nedeni ile sunulan bu olanaklar çok önemlidir. Deneyimlerini endüstrideki işleyiş ve üretim aşamalarını
öğrencilerine aktararak, sanat ve tasarım ilişkisinin üniversite ortamında yeşerebileceğini göstermiştir.
Öğrencilerinin ufkunu geliştirerek, sanatçının yaratıcı ediminde hayal etme ve gerçekleştirme kapasitesi
konularında farkındalık yaratabilmiştir. 1983 yılında kurulan Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar
Fakültesi’nde Seramik Bölümü Başkanlığı görevine Çolakoğlu’nun atanması ile kuruluş aşamaları
sanatçının özverili çabaları ile ve çeşitli zorluklarla gerçekleşmiştir. Onun öğrencileri bugün
yurdumuzun pek çok yeni kurulan üniversitelerinde sanatçı-akademisyen olarak, ülkemizde ve farklı
ülkelerde serbest sanatçı olarak ya da seramik fabrikalarında tasarımcı olarak çalışmalarını
sürdürmektedirler. Türkiye Seramik Federasyonu’nun (2015) da yayınladığı üzere seramik üretim
geleneği, 20.yüzyılın ikinci yarısından itibaren sanayi boyutuna taşınarak ülkemiz Avrupa’nın üçüncü
ve dünyanın altıncı en büyük seramik karo üreticisi konumuna gelmiştir. Seramik sanayine paralel,
seramik sanat eğitiminin yaygınlaşması ile seramik endüstrisinde yaşanan bu ilerlemede; Çolakoğlu ve
onun kuşağından sanatçıların ve eğitimci sanatçıların katkıları ile toplumda uyandırdıkları farkındalık
da çok önemlidir. Çolakoğlu ve onunla aynı kuşaktan sanatçılar, kısıtlı olanaklar ve bu olanakları
çoğaltma çabaları ile özverili çalışmaları sayesinde evrensel sanat eserlerine ulaşabilmişlerdir. (Terwiel
2015:102) Hamiye Çolakoğlu Ulueren’e(2006) verdiği röportajda, seramik endüstrisinin sanata verdiği
desteği şöyle ifade etmiştir;
Sektörden destek gelmeseydi, seramik sanatı bugünkü düzeyde olmazdı.
Bu destek olmasa seramik sanatının ülkemizdeki düzeyi daha düşük olurdu.
Örneğin, Çanakkale Seramik, Eczacıbaşı gibi seramik üreten önemli sektörler
bugün seramik sanatının ve sanatçısının yanında olarak ülkemize çağdaş
eserler kazandırılmasına ve seramik eğitimine katkı sağlamaktadırlar.
(Çolakoğlu 2006:101-102)
Çolakoğlu’nun (1998) “Günümüz Seramik Sanatı ve Konumu” başlıklı makalesindeki görüşleri
de sanatçıyı anlamamızı sağlar. Bu makalesinde belirttiği üzere; sanat ve sanatçının gerekliliği
toplumdan soyutlanmamalıdır. Çok çalışarak kendi özgün tarzına ulaşan sanatçı, kendisini yenileyen iyi
bir araştırmacı olmalıdır. Çağın yeni sanat anlayışı ve düzenlemelerinin kalıcı olmama ihtimaline karşın;
birçok yeni bulguların öncüleri olarak etkiler uyandırabileceğine, sanatın yenilikçi olması gerekliliğine
vurgu yapar. Her dalda eğitimin başarılı olması koşulunun, eğitimcilerin iyi yetiştirilmesine bağlı
olduğunu ifade ederken; eğitim kadrolarındaki eksiklikleri görür, altyapı ve araç ve gereçlerin
eksikliklerine değinir. (Çolakoğlu 1998:22-23)
1. Gelenekten Moderne – Çolakoğlu’nun Eserlerinde Öne Çıkan Değerler
Anadolu geçmişten günümüze taşınabilen zengin kültür birikimini geleneksel sanattan ve
geleneğin çeşitliliğinden almaktadır. Yazılmamış tarih olarak görülüp belgelenen bu eserler yoluyla,
Anadolu’nun nasıl zengin uygarlıklardan geldiği anlaşılmaktadır. Yıllarca kendi içinde kapalı kalmış
geleneksel el sanatlarının hak ettiği değeri bulmasına ve sürekliliğinin sağlanmasına öncülük eden
Çolakoğlu, Anadolu’nun bu zengin birikimine farkındalığı sağlayan çalışmaları ile de örnek bir sanatçı
85
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
olmuştur. Bu ilgisini çağdaş bir çizgiye taşıyan sanatçı Ulueren’e (2006) verdiği röportajında seramik
yapmayı ifade ederken;
Toprakla buluşmak özgürce düşüncelerimize biçim vermektir. Toprak insan
duyarlılığına ve düşüncelerine teslim olan en yumuşak, en sert ve en kırılgan
malzemedir. Elinizi çamura değdirdiğinizde siz ona, o size teslim olur ve
siz onu, o sizi sonsuza taşır.(Ulueren 2006:99)
diyerek tasarımlarının kendisini peşinden sürükleyerek yenileştiğini ifade eder. Seramik gibi binlerce yıl
kalabilen bir malzeme ile sanat yapmak ve bu sanatın toplumla paylaşılması konusunda ise sanatçının
aşağıdaki yorumu kendinden sonraki kuşaklar için önemli bir görüştür; bu görüşü doğrultusunda da
yaşamının son günlerinde Ankara’daki evini kendi çalışmalarını ve koleksiyonunu sergilemek üzere
kendi adını taşıyan bir kültür evi niteliğinde, müze işlevinde hazırlamıştır. Ulueren’e (2006) verdiği
röportajında
Devletimizin yeni bir sanat felsefesi olmalı. Yeni müzelerin çoğalması
ve değerli sanatçılarımızın seçilmiş eserlerinin bu müzelerde yer alması
ve bu yolla sanatımızın arşivlenerek gezici sergilere dönüştürülmesi sanatın
gelişimi açısından çok önemlidir. Sanat bir toplumun kültür düzeyinin aynasıdır.
Herhangi bir ülkeye gittiğimizde ilk gezeceğimiz yer müzelerdir. Bir ülkenin
tanıtımı da ancak müzelerle olur. (Ulueren 2006:101)
diyerek sanat ve toplumun buluşmasını sağlamada devletin sorumluluğuna dikkat çeker. “Çağdaş”
sözcüğü sanatçının içinde yaşadığı yüzyılda aynı zamanda eserler veren sanatçıları kapsayıcı bir anlamı
ifade etmekle birlikte; sanatçılar arasında yapılan uygulamalara bakılarak, yenilikçi bir yaklaşımda olup
olmadığı “çağdaş” olarak nitelendirilmeyi sağlayan ölçütler tartışılarak yeniden yorumlanabilir. Uludağ
(1998), A.Galatalı’nın seramik sanatını tanımlama çabasına vurgu yaparak, seramik sanatının kimlik
sorununa değinirken; bir yandan da “modern”, “çağdaş”, terimlerine netlik kazandırmaktadır.
Klasik seramik Sanatında sanatçı, yaratıcılığa dayalı, yenilikçi ve
sentezden kaynaklanan yeni bir görüş ve eser ortaya koymaktan çok,
yapılanın en iyisini yapan, beceri sahibi, zanaatkar, usta kimliği taşır.
Modern seramik sanatçısı ise, eleştirel tavrı, biçim ve içerik yaratıcısı
olarak, kendine özgü anlatım dilini oluşturmuş, gerçek sanatçı
niteliğine sahiptir. (Uludağ 1998: 37)
Çolakoğlu’nun eserleri de yaşadığı kültüre ve geleneksel motiflere yakın bir bilgi ve duygu
zenginliğinden kaynaklanmış ama kompozisyon ve soyutlamaları ile zamanının ilerisinde bir çizgiyi
izleyici ile buluşturmuştur. Bu yönü ile de çağdaş olduğu yadsınamaz. Anadolu’nun tarihi birikimi
eserlerinde yansımasını bulurken; yaptığı uluslararası seyahatlerle, ilgi ve merakları doğrultusunda
araştırmacı yönü ile sanatçı, insan olmanın temel değerlerini, insani olan değerleri eserlerinde yansıtmış
böylece çağdaş olana ve evrensele ulaşmıştır. Bu eserlerinden “Tılsım” Serileri, “Kahve Değirmeni
Ailesi”, “Bombalar Çiçek Açmalı”, “Evrende Barış Senfonisi”, “Ana Tanrıça”, “Bilim Ağacı”
bazılarıdır. “Sonsuzluğa Açılan Kapı”, “Bosna Hersek Anısına”, “Uğur Mumcu’ya Saygı”, “Bilim
Ağacı”, “Bilimin Işığı” adlı eserleri de incelendiğinde çalışmalarının ana temasının insan, doğa, bilim,
barış ve adalet kavramları olduğu görülmektedir. Gelenekten modernliğe eserlerini çağdaş ve başarılı
kılan özellikler hiç şüphesiz sadece sanatındaki kişisel tutum ve yaklaşımı değil; eserlerinde öne çıkan
insan sevgisi, insanlığı kucaklayan adalet ve barış duygusudur. Erinç (2010) Çolakoğlu’nun 2010 yılında
açılan sergisinin katalog yazısında sanatçının konumunu yorumlarken şu cümleleri kurar;
Bildiğim kadarıyla, gördüğüm kadarıyla ülkemizde seramiğin
anıtsallaşmasında Çolakoğlu’ nun rolü asla inkar edilemez. Daha 1968 yılında
gerçekleştirdiği Arı sineması panolarından tutun da bundan tam otuz yıl
sonra yaptığı Çanakkale, Çan Seramik Fabrikası’ndaki “Bosna Hersek
Heykeli”ne gelesiye dek pek çok şeyin ilkini başarmış pek çok kimseye bu
yönde de rehberlik, öncülük etmiştir. (Erinç 2010:11)
86
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Yine kitabında Erinç (1998) Bedrettin Cömert’in 1978 yılında Cumhuriyet Gazetesi’nde
Çolakoğlu’nun eserleri hakkında yorumuna yer verir; “Hamiye’nin seramiklerinde yüreğini sevgiye,
dostluklara sunmayı bekleyen insan var yalnızca, tüm insan.” Erinç (1998) Çolakoğu’nun sanatın
bireysel bir üretim ama toplumsal bir değer olduğunun da bilincinde bir sanatçı olduğunu vurgular.
(Erinç 1998: 86)
Resim 2. Anıtkabir Tavan Komposizyonları, Seramik Tabak, 1953.
(Görsel Kaynakça: Erinç,S.(1998)Toprağın Erki Hamiye Çolakoğlu, Ankara: Çanakkale Seramik Sanat Yayınları, s. 15.)
Sanatçının erken dönem eserlerinden sayılabilecek Resim 2’de yer alan duvar tabağında;
geleneksel kilim motiflerini ve Anıtkabir imgesini bir arada stilize ederek, resimsel bir dilde kullandığı
görülmektedir. Çolakoğlu Anadolu’nun kendine has bir dili olan kilim motiflerini, bu geleneksel el
sanatı motiflerini stilize ederek, yüzey tasarımında dengeli, uyumlu ve bir kompozisyonda kullanmıştır.
Yüzeysel bir uygulama olmasına rağmen, merkezde Anıtkabir motifinin rakursi görülmesi sonucunda
tasarımda derinlik duygusu elde edilmiştir. Yine Anadolu kadınının önemli örneklerinden birisi olan
“Nene Hatun”a ithafen yaptığı Resim 3’de aynı isimli çalışması; soyut bir kompozisyonda geçirgen bir
etki ile ele alınmıştır. Sonsuz bir tekrar duygusu elde edilen formda, boşluğun sanatsal açıdan plastik bir
değer olarak kullanımı oldukça dikkat çekicidir. Biçimde elde edilen sonsuz tekrar duygusu, anlam
olarak adeta Nene Hatun’u da yüceltmektedir. Teknik açıdan modüler olarak inşa edilen, çözümlenen
form, parça-bütün ilişkisi bağlamında boşluğun değerlendirilmesini de mümkün kılmıştır. Sanatçının bu
eseri çok büyük boyutlu olmasa da, anıtsal bir etki elde ettiği görülmektedir. Teknik anlamda modüllerin
konstrüksiyonu da oldukça başarılı bir şekilde çözümlenmiştir. Bu çözümleme ile geçirgenlik etkisi,
diğer bir deyişle çalışmaya bakıldığında aynı anda formun diğer açısının da gözükmesi seramik gibi
örtücü bir malzeme ile geçirgen bir etki elde edilmesini sağlamıştır. Sanatçının boşluğu bazı duvar
kompozisyonlarında ya da daha sonraki bazı soyut heykellerinde de plastik bir değer olarak kullandığı
görülmektedir.
Resim 3
Resim 4.
“Nene Hatun” M odüler Heykel, 1985. “Kahve Degirmeni Ailesi”, Porselen, 44x13cm. 1995.
(Görsel Kaynakça-Resim 3: Erinç,S.(1998)Toprağın Erki Hamiye Çolakoğlu, Ankara: Çanakkale Seramik Sanat Yayınları, s.
64.)
(Görsel Kaynakça-Resim 4: Hamiye Çolakoğlu’nun ve Toprağın Gizemi. Hamiye Çolakoğlu Retrospektif Seramik Sergisi
Kataloğu. Hacettepe Üniversitesi Yayını, s.41.)
Resim 4’de yer alan “Kahve Değirmeni Ailesi” adlı eseri Türk kahve kültüründe kullanılan
kahve değirmenlerinden hareketle tasarlanmış, 5 parçadan oluşan porselen malzeme ile yapılmış bir
düzenlemedir. Sanatçı deformasyonu, form tekrarını ve yüzeydeki yoğun dokuları komposizyonunda
plastik bir değer olarak kullanmıştır. Geleneksel kültürün çağdaş bir yorumudur.
Resim 5 Ana Tanrıca, 2003, 350x200x45cm.
(Görsel Kaynakça: Hamiye Çolakoğlu’nun ve Toprağın Gizemi. Hamiye Çolakoğlu Retrospektif Seramik Sergisi
Kataloğu. Hacettepe Üniversitesi Yayını, s.26.)
87
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Resim 5’te yer alan “Ana Tanrıça” adlı eser sanatçının son dönem çalışmalarındandır ve giderek
soyut heykel formlara yönlendiği de görülmektedir. Ana tanrıça Anadolu’nun alt kültür katmanlarından
referansını alır. Ana Tanrıça kültü idollerde oldukça yalın formlarla tarihi eserlerde yer almıştır. Burada
Çolakoğlu’nun eserinde yalın ve yine boşlukta çizgisel bir etki ile kullanıldığı görülmektedir. Çağdaş
bir anlatımla sanatçı tarafından yorumlanmıştır. Formun alt kısmında demir konstrüksiyon ve üzerinde
porselen birimlerin çoklu kullanımı; yer çekimine karşıkoyan, uzamda yoğun çizgisel bir kütle etkisi
elde edilmesini sağlamıştır. Porselen formların gökyüzüne dönük içbükey hareketinin, üretkenliğin
sembolü Ana Tanrıça kavramını anlam olarak pekiştirdiği düşünülmektedir.
Resim 6
Resim 7
Tılsımlar Serisinden, 1992, 240x160cm.
“Sonsuzluğa Açılan Kapı”, 1992, 240x160cm, Refrakter Porselen,
(Güz.San. Genel Müd. Koleksiyonu)
(Güz. San. Gen. Müd. Koleksiyonu)
(Görsel Kaynakça-Resim 6: Hamiye Çolakoğlu’nun ve Toprağın Gizemi. Hamiye Çolakoğlu Retrospektif Seramik Sergisi
Kataloğu. Hacettepe Üniversitesi Yayını, s.46.)
(Görsel Kaynakça-Resim7: Hamiye Çolakoğlu’nun ve Toprağın Gizemi. Hamiye Çolakoğlu Retrospektif Seramik Sergisi
Kataloğu. Hacettepe Üniversitesi Yayını, s.46.)
Resim 6’da yer alan “Tılsımlar” serisinden birisi olan pano; boşluğun çizgisel
değerlendirmesinin bu sefer yüzeyde başarılı bir şekilde kullanıldığı örneklerden birisidir. “Tılsım”
Anadolu’nun geleneksel kültürünün bir öğesidir ve bu pano uygulamasında resimsel dilde ve soyut
anlayışta yansımasını bulmuştur. 3’lü panelden oluşan eser, doğadaki parça-bütün etkisi ve yaşam
döngüsünü, tılsımların kutsadığı yaşamları referans almakta; adeta tüm insanlığı kucaklamaktadır.
Yüzeyde kendi içinde uyum içinde biçim tekrarları kullanılmış, ancak boyutlarındaki değişkenlik ile
plastik anlamda psikolojik bir gerilim elde edilmiştir.
Son olarak Resim 7’de yer alan “Sonsuzluğa Açılan Kapı” adlı eser, 4 parçadan oluşan bir
bütündür ve yine soyut bir çalışmadır. Çember ya da daire yaşam döngüsünün en soyut formudur.
Burada iç içe geçen yarım dairesel hareketler imgesel anlamda zihnimizde tamamlanmakta ve sonsuz
bir derinliğe ve devinime ulaşmaktadır. Yarım dairesel formların kullanımı, bütünlük duygusu ile ilişkili
olarak geçmiş deneyimlerimize dayanan algımızı, ezberimizi bozsa da, hiç rahatsız edici değildir.
Uzayın ve uzamın sonsuzluk hissini sanatçı yüzeyde derinlik etkisi ile vermiştir. Gezegenlerin, uzayın
tüm gizemi dingin, uyumlu ve bilge bir yaklaşımla sentezlenmiş, izleyicisini içine çekmektedir. Renk
kullanımı da çamurun aslını inkar etmeden, sanatçının ona olan saygısını yansıtan bir biçimde, renkçi
bir anlayıştan uzak kullanılmıştır. Hemen hemen tüm eserlerinde, çamurun doğasına bağlı bu renk
kullanımının, sanatçının üslubunda belirgin bir özellik olduğu söylenebilir.
SONUÇ
Sonuç olarak bu araştırmada yaşamı, eğitimci ve sanatçı kimliği, eserleri ile sanatsal yaklaşımı
irdelenmeye ve aktarılmaya çalışılan Hamiye Çolakoğlu, ülkemizde kadının konumu bağlamında
düşünüldüğünde; önemli bir rol modeli olarak görülmektedir. Çok yönlülüğü, güçlü kişiliği, sanatçı
duruşu, cesareti ile toplumumuza büyük değer katmış öncü sanatçılarımızdandır. Bu araştırmada
sanatçının eserlerinden seçilerek ele alınan sınırlı örnekler, tıpkı diğer eserlerinde olduğu gibi onun
gelenekten moderne ulaşan çizgisini yansıtmaktadır. Anadolu’yu tüm yaşamı boyunca karış karış
gezmiş ve yöreselden evrensele ulaşmanın yollarını yaptığı eserleri ile kanıtlamış, Cumhuriyet
Döneminin aydınlanmacı düşüncelerini kişiliğinde ve eserlerinde özgürce yansıtan sanatçı, çok
yönlülüğü ile de kadının toplumsal yaşamda yer alışına önemli bir örnek teşkil eder. Toprak ve
88
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
doğurganlığı ile yaşamın merkezini oluşturan kadın, Çolakoğlu’ nun sanatında kadın ve Anadolu
buluşmasının bir sonucu olarak görülebilir. Kendisini tanımlarken “Ben Toprak Anayım” demesinde
yatan temel düşünce seramik ve kadının birlikteliğinde aranmalıdır. Anadolu'nun değerlerini, kültürünü,
insanını özümseyen sanatçı, toplumdaki barış, adalet, insan sevgisi ana temalı yaklaşımı eserleri ile
evrensele ulaşabilmiştir. Onun elitist bir bakış açısının ötesinde; oldukça alçakgönüllü, Anadolu insanı
ile özdeşleşen bilge yaklaşımı; gelenekten çağdaşa ulaşan çizgisinde hep örnek olmuştur ve olmaya
devam edecektir.
KAYNAKLAR
Anılanmert, B. (2015)
09.02.2015 tarihinde sanatçı röportajından alınmıştır.
http://tetrailetisim.com/kategori/tetra-blog/49352/beril-anilanmert-sanatla-hayatimi-kazanacagimi-biliyordum
Altınkurt, L.(2015). 10 M art 2015 Türkiye’de Sanat Eğitiminin Gelişimi
http://birimler.dpu.edu.tr/app/views/panel/ckfinder/userfiles/17/files/DERG_/12/125-136.pdf
web sitesinden alınmıştır.
Çolakoğlu, H.(1998). Günümüz Seramik Sanatı ve Konumu. Türkiye’de Sanat, Sayı:33, s.22-23.
Engin, G.(2009). 8 Temmuz 2009 Türkiye’de Sanat Eğitimi ve Çalışmaları Kronolojisi
http://www.fgulgunengin.com/arastirma/sanategitimibibliyografyasi/kronoloji.doc
Erinç,S.(1998)
Toprağın Erki Hamiye Çolakoğlu, Ankara: Çanakkale Seramik Sanat Yayınları.
Erinç, S.(2010) Hamiye Çolakoğlu’nun ve Toprağın Gizemi. Hamiye Çolakoğlu Retrospektif Seramik Sergisi Kataloğu.
Hacettepe Üniversitesi Yayını.
Güner,Y.(2010)
Farkında mısınız? Voice Yayınları, Seramikte “Yeni Sırlar” Koleksiyonu Otobiyografi Dizisi, İstanbul.
Terwiel.C.(2008). Türkiye’de Seramik Sanatının Kurumsallaşması , Seramik Türkiye, Türkiye Seramik Federasyonu Yayını
,Ocak-M art Sayısı s:118-123, İstanbul.
Terwiel,C. (2015). Hamiye Çolakoğlu Hacettepe Yılları ve Sonrası , Seramik Türkiye Türkiye Seramik Federasyonu Yayını,
M art-Ağustos, s : 98-103, İstanbul.
T.S.F
Türk Seramik Federasyonu www.serfed.com/tr/content.php?content_id=125 Erişim:16.03.2015
Tunçalp. M .(2015). Kadim Dostum Hamiye Çolakoğlu’na , Seramik Türkiye Türkiye Seramik Federasyonu Yayını, M artAğustos, s : 94-96, İstanbul.
Ulueren, Ş.D.(2006). Seramiğin Toprak Anası…Hamiye Çolakoğlu; “Ben Ana Tanrıçayım” Röportaj, Türk Seramik
Federasyonu Dergisi, Sayı:14, M art/Nisan, s.103.
Uludağ,K. (1998). Seramik Sanatının Kimlik Sorunu. Türkiye’de Sanat, Sayı:33, s.36-38.
89
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Akademilerde Kadın Sayısındaki Artış Bir Başarı mı, Eşitsizliğin Görünmeyen
Yüzü mü?
Is the Increase in the Number of Women in Academia a Success or a Hidden
Face of Inequality?
Ceren İrem KAYA¹
¹Öğr. Gör.,Gedik Üniversitesi, Gedik M eslek Yüksekokulu, İstanbul-Türkiye, [email protected]
ÖZET: Bu çalışmada, gelenekselden moderne paralel olan, kadının ikincil ve edilgen konumu üzerine tartışılacak,
Türkiye modernleşme hareketi içinde kadın akademisyenlerin konumu ve dönüşen üniversiteler açıklanmaya çalışılacaktır. Bu
çalışmanın amacı üniversitelerde artan kadın sayısına eleştirel bir perspektiften bakarak, bu artışın geleneksel anlamda erkek
egemenliğinde bulunan bilimsel bilgi üretmede cinsiyete dayalı ayrımcılığın üniversitelerde son bulup bulmadığı sorusuna
yanıt aramaktır. Bu artışı, akademilerin, geleneksel önemini yitirmesiyle, daha az nitelik, çalışma ve araştırma gerektiren belli
unvanların, kadınsılaşmasıyla ilişkilendirir.
Anahtar Kelimeler: Geleneksel, modernizm, türkiye modernizasyonu, cinsiyet ayrımcılığı, kadın akademisyenler.
ABS TRACT: In this study, we aim to discuss the secondary and passive role of woman, which is parallel between
the tradition and the modern, and explain the position of female academicians as well as the evolving universities in the
modernization movement of Turkey. The objective of this study is to evaluate the increasing number of women at the
universities from a critical perspective, and to answer whether or not gender discrimination in the male-dominated process of
scientific knowledge production has ended or not. The study relates this increase in the number of female academicians to
feminization of certain positions that require fewer qualities and less research activity, a process that accompanied the declining
importance of academia.
Keywords: Traditional, M odernism, Turkey’s modernization, Gender Discrimination, Female Academicians.
1.GİRİŞ
Karanlık Ortaçağ’a ve dogmalara karşılık gelen gelenekselle; aklın ve bireyin özgürleşmesi
olarak düşünülen modernitenin sürekli bir çekişme içinde olduğu varsayılır. İlerlemeci tarih anlayışıyla
açıklanmaya çalışılan bu iki kavramın, benzer sınıf, cinsiyet ve düşünce sistemlerini barındırdığı,
yeniden ürettiği hatta derinleştirdiği göz ardı edilir. Kadının konumu, gelenekselden moderne aktarılan
yeni ve sabit ilişkilerden en önemlisidir. Değişmeyen cinsiyete dayalı toplumsal statü ve rollerin
yanında, yeni olan, kadın erkek ayrımının farklı biyolojilere sahip olma durumuyla ilişkilendirilmesidir.
Bu yeni düşünce, aydınlanmayla başlayan, modernitenin her şeyi bilimle, rasyonel ilkelere dayanarak
açıklayan, araçsal pozitivist anlayışını da yansıtmaktadır.
Kadının hukuki anlamda hayatına sunulan göreceli iyileş(tir)menin, modern dünyanın
kurumlarında bir karşılığı yoktur. Nesnel konumu iyileşmeyen, üretim araçlarından dışlanan, bir
anlamda, kapitalizmde karşılığı olmayan, yeniden üretime mecbur bırakılan kadın, toplumsal, ekonomik
ve politik alandan dışlanarak, özel alana hapsedilir. Kamusal alana dahil olma mücadelesi veren kadını
ise zorlu bir yol beklemektedir; toplumsal cinsiyet rollerine uygun, rutin, sıkıcı, kariyer basamaklarının
önünün tıkalı, özel alana ilişkin görevleriyle birlikte yürütmek zorunda olduğu işler. Geleneksel
toplumun baskı ve zorla denetim altına aldığı kadın, modern dünyada başarı şansı tanındığı halde,
kendiyle ilgili karar almasını sağlayacak, dayatılan rolleri tamamını yerine getirebilecek yeterlilikten
uzak olduğu için, kendi rızasıyla olduğu varsayılarak, toplumdaki ikincil konumuna itilmiş olur.
1.1. Modernleşme ve Kadının Konumsuzluğu
Modern düşünce, zihni yapısını, bilimsel temele oturtarak bir diğer anlatımla rasyonalizmi
araçsallaştırarak, kadın erkek ayrımını, farklı biyolojilere sahip olmalarıyla açıklar. Usçulukla
açıklayamadığı, anlamlandıramadığı kadın gizemi, cinselliği ve korkusu karşısında ise kadını
irrasyonalleştirir. Kadın erkek arasındaki ayrımı, geleneksel düşünceden farklı olarak, ortadan
kaldırmaz, yeniden üretir/derinleştirir. Serpil Sancar’ın (2014, s.23) da ifade ettiği gibi, modern
toplumlarda, cinsiyete dayalı toplumsal eşitsizliklerin, aslında biyolojik özelliklerden (cinsiyet
hormonları gibi) kaynaklandığı düşünülür. Ama bu biyolojik farklar, aslında toplumsal farklara sonradan
verilen anlamlar olarak toplumsalın içinde vardır.
Aklı körelten dogmalardan, önyargılardan, boş inançlardan kurtulmak anlamında özgürleşmeyi
talep eden aydınlanmacılar, toplumda insanlar arasında, zekâ, servet ya da cinsiyet
90
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
bakımından eşitsizliklerin kaçınılmaz olduğunu ileri sürer. Voltaire’in, âşık olduğu kadına, hayranlığını
dile getirmek ve övmek amacıyla “kadın olmaktan başka eksikliği olmayan büyük insan ” diye
nitelendirmesi, Aydınlanmanın kadına bakış açısını epey iyi özetlemektedir (Ağaoğulları, 2011, s.527).
Uygarlık eleştirisi yapan ve bunun, insanın doğal haline uygun olmadığını söyleyen Rousseau,
kadın erkek ilişkisinde gelenekselden moderne devredilen bu yeni sabit ilişkiyi görmek açısından
anlamlıdır. Eşitlik düşünürünün, paradoksal bir şekilde, kadın erkek eşitsizliğini benimsemesinin
nedeni, cinsiyet farkını doğal bir farklılık olarak kabul etmesidir. Rousseau göre, kadın ile erkek
toplumsal ve ahlaksal ilişkiler bakımından farklı tutum ve davranışlar sergiler, dolayısıyla farklı rol ve
işlevler üstlenmelidir. Emile ’deki deyişiyle “Erkek aktif ve güçlü, kadın ise pasif ve zayıf olmalıdır. (…)
Arzuları ve gereksinimleri bakımında erkeğe bağımlı olan kadın, itaat etmek için yaratılmıştır. (…) Öyle
ki her kadın bir kocanın adaletsizlikleri ile haksız davranışlarına bile yakınmadan katlanabilmeyi
öğrenebilmelidir küçük yaşta.” (Ağaoğulları, 2011, s.578-581)
Modern toplumun, yurttaşlık hukukunun temelini oluşturan toplumsal sözleşme, erkek kardeşler
arası bir sözleşmedir. Kamusal alandaki yurttaşların eşitliği; özel alanda, kadın ile erkek arasında eşitsiz
bir ilişki kuran ikinci bir sözleşmeyle mümkün olmaktadır. Birbirinden ayrı olarak inşa edilseler de
kamusal alanı mümkün kılan özel alandır. Cinsiyet ayrımına dayalı olarak özel ve kamusal alanı bölen
suni ayrım, kadınları özel alana hapsederken, politik alanı erkeklere özgü kılar (Pateman, 2010).
Geleneksel kadın erkek rol ayrımı sadece toplumsal ve hukuki değil, aynı zamanda ekonomik
sistemlerde de varlığını sürdürür. Modern toplumlarda, cinsel kimliğin belli iş-işlevlerin taşıyıcısı haline
gelmesi, cinsel kimliğin aynı zamanda sınıf ilişkileriyle özgüllenmesi olarak düşünülebilir (Federici,
2012, s.27, 110).
Geleneksel yapı içerisinde geçim ekonomisin bir parçası olan ve iş gücüne dâhil edilen kadın,
modernleşme ve/veya kapitalizmle birlikte, köyden kente göç gibi faktörlerin de etkisiyle, tüm karar
alma süreçlerinden dışlanarak, sistem içerisinde hiçbir kapital değer taşımayan nesneye-ev hanımınadönüşür. Modern dünyanın metropollerinde, iş gücünü uzun çalışma saatleri ve düşük maaşlarıyla dâhil
olabilen kadınlar ise, geleneksel rollerin -temizlik, çocuk yetiştirme, yemek gibi- reddi mümkün
olmadığı için kendini geliştirme, ilerleme şanslarının olmadığı, daha önce de değinildiği gibi
cinsiyetleriyle özgüllenmiş rutin işlere mahkûm edilir. Giddens’ın (2010, s.118) ifade ettiği gibi,
“Ataerkillik dünyaya kapitalizmle gelmemiştir fakat gelişimi cinsiyet egemenliğinin belirli biçimleriyle
ilişki içindedir. Cinsiyet ayrımları ve sınıf sistemi arasında kesin ilişki noktaları vardır. Çalışan
kadınlar, erkeklere oranla daha az kazançlı, kötü iş koşullarına sahip ve terfi olanaklarının bulunmadığı
işlerde yoğunlaşmaktadır. Bu duruma işverenlerin ve erkek işçilerin tutumları, çocuk doğurmadan
kaynaklanan kesintiler de etki etmektedir”.
1.2. Türkiye’nin Modernleşmesi ve Modern Kadını
Türkiye’nin modernleşme tarihine ilişkin çalışmaların birçoğunda kadınların konumları,
yaşadığı değişim süreci ve bunun dinamikleri göz ardı edilir. Modernleşen tüm unsurlar dikkate
alınırken, kadının modernleşme süresi oy hakkını elde etmesi gibi kısıtlı bir anlatımla geçiştirilir.
Dolayısıyla modern Türkiye’nin kadına ilişkin temel varsayımı aynı zamanda yazarların modernitegelenek kavramlarına bakış açısıyla da paraleldir. Modern Türkiye’yi ilerici, yenilikçi, geleneğin
tutuculuğundan radikal anlamda kopan yeni bir yapı olarak ele alan çalışmalar (Ahmad, 2012; Berkes,
2000/2007) bu süreçte değişen kadının konumuna olumluluk atfederler. Bu durum kadının konumunu
iyileştirmeye yönelik, geleneği karşısına alma pahasına atılan cesur adımlar olarak nitelendirilir. Fakat
Türkiye modernleşme çabasını yine seçkinler ve halk arasında bir çatışma olarak gören, bu sürecin
toplumun genel görünümünde değişikliğe yol açtığı ve çatışmaya sebep olduğu görüşüyle beraber, geniş
halk kitlelerinde karşılık bulmadığı, içselleştirilmediği yönündeki çalışmalar da (Davison, 2012; Onbaşı,
2003) aynı bakış açısını kadının modernleşmesi hususunda da taşırlar.
Türkiye modernleşmesi üzerine yapılan çalışmalarda göz ardı edilen kadınlar, bir anlamda
baştan pasif kabul edilir. Cumhuriyet sonrası kazanımların da erkekler tarafından bir modernizasyon
hediyesi olarak onlara sunulduğu görüşü yaygındır. Özellikle 1980’lere kadar Kemalist reformun
kadınları kurtardığına dair mutabakat vardır. Kadınların diğer ülkelerde olduğu gibi bu hakları elde
etmek için mücadele etmek zorunda kalmadıklarına vurgu yapılmaktadır (Altınay, 2013, s.23). Fakat
sınırlı sayıda çalışma (Sancar, 2014) modernleşme hareketine kadını dâhil ederek, erken modernlik
aşamasında Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyet’ine uzanan kadın hareketlerinden söz eder.
91
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
1.3. Türkiye’de Kadınların Üniversitelere Girişi ve Üniversitelerdeki Dönüşüm
Kadınların medeni ve siyasal haklarını elde etmesinin ardından, kadının eğitimi ve meslek sahibi
olması bir devlet politikası olarak benimsendi. Böyle bir politikanın varlığı, en önemli etkisini eğitim
alanında gösterdi ve kadınlar dışlanmış oldukları alanlara girme olanağı buldular (Berktay, 2004). Fakat
iktidarın uzağında tutulan kadınların bu durumunu Mernissi alaycı bir dille eleştirmektedir
(Mernissi’den akt. Akay, 2012, s.258): “İslam toplumlarında zeki kadınların kimseyi rahatsız etmeden
erişebilecekleri yer yalnızca akademik alandır. Yeter ki bununla yetinmeyi bilsinler ve siyasi iktidar
alanına sıçramaya çalışmasınlar”.
Türkiye’de kadınların saygın mesleklere girişlerinin, yüksek düzeyde sanayileşmiş ülkelere
yakın olduğuna değinen Öncü’nün araştırmasını aktaran Deniz Kandiyoti (2013, s.44-45), modern
devlet ile seçkinler arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktadır: “Kadınların eğitimi sınıf atlama yönünde bir
hareketten ziyade, sınıf ayrıcalıklarının pekiştirilmesi olarak ifade edilebilir”. Modern Türkiye imgesini
yansıtmaya yönelik olarak kurulan üniversiteler, kaçınılmaz olarak Cumhuriyet’in kadınlarla ilgili
ülkülerinin gerçekleştirilebilmesi için en uygun ortamlardan birisi olarak öne çıkmaktadır. Cumhuriyet
Türkiye’sinde Kemalist söylemi benimsemiş, seçkin, kentli orta ve üst sınıf ailelerin kızları, bu uygun
siyasal yapıdan ve onun etkisinde şekillenen akademik kurumsal ortamdan yararlanmıştır.
Modern öncesi dönemde bir evrensel bilgi ve hakikat arayışının somutlaştığı ancak çok az sayıda
“talip” olanların rağbet ettiği veya üstesinden gelebildiği bir yer olan üniversite, modernleşme süreciyle
birlikte giderek her çeşit bilginin kodlandığı ve üretildiği yetkili tek organ haline gelmiştir (Er, 2008,
s.73-74, 66). Bir anlamda bilginin rekabet süreci içindeki bireysel sermayeler için öneminin artması aynı
zamanda işgücü piyasasında nitelikli bilgi donanımına sahip olmayı gerektirmesi gibi faktörlerin
etkisiyle üniversiteler sistematik bilgi üreten kurumlara dönüşmüştür. Okullar bu anlamda bir yandan
işgücü piyasasında nitelikli yerler edinmek isteyen öğrenciler için belirleyici bir önem kazanırken,
sermaye için ise iki anlamda önem kazanmıştır. İlk olarak değer yitiren sermayeler için yeni yatırım
alanı olması yani (eğitimin ticarileşmesi), ikinci olarak aşırı rekabet koşulları içinde araştırma-geliştirme
faaliyetlerinin yaptırılması proje yönelimli ya da girişimci üniversite modeli- (Ercan, 2015). Tekeli’nin
belirttiği üzere (akt. Narin, 2012) Artık üniversiteler bir akademisyen komünitesi olmaktan çıkmış,
piyasa güçlerinin etkisi altında şekillenen bir organizasyonlar topluluğu haline gelmiştir.
2. YÖNTEM
Diğer araştırmalar ve istatistikler gözden geçirilerek, Türkiye İstatistik Kurumu’nun istihdam
ve üniversitelerde 1990’dan günümüze kadın istihdamı ile Yükseköğretim Kurumu’nun Türkiye’de
üniversitelerde görev alan öğretim elemanlarına ilişkin sayısal verileri derlenip analiz edilmeye ve
yorumlanmaya çalışılmıştır.
3. BULGULAR
Türkiye'de yükseköğretim kurumlarında öğrencilerin yüzde 45'i, akademisyenlerin yüzde
40,8’i, profesörlerin yüzde 27,6’sı kadındır ve bu oran batılı ülkelere nazaran oldukça yüksektir (Kaplan,
2013). %10,2 olan işsizlik oranı erkekler için %9,6, kadınlarda ise %11,5’tir. Erkeklerin istihdam
oranının %63,3, kadınların %25,4 olduğu bir ülke için akademilerin kadınlar lehine sıra dışı bir dağılım
göstermesi
nasıl
açıklanabilir?
Tüm
bu
bilgiler
ışığında
(http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=16009) Türkiye’de akademilerde cinsiyete dayalı
ayrımcılığın son bulduğunu söylemek mümkün müdür? Artan yükseköğretim talebinin sonucu 19902014 arası üniversitelerdeki öğretim elemanı sayı ve cinsiyetlerine ilişkin bilgiler (Şekil 1) şu şekildedir:
92
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Ş ekil 1. 1990-2004 Yılları Arasında Erkek ve Kadın Öğretim Elemanı Sayısındaki Artış
Kaynak: TÜİK, (www.turkstat.gov.tr/PreIstatistikTablo.do?istab_id=1152)
yer alan bilgiler derlenerek oluşturulmuştur.
Erkek öğretim elemanı sayısı %35 oranında artmıştır. Kadın öğretim elemanı sayısı erkeklerden
daha az olmasına rağmen oransal artışı erkeklerden çok daha fazla, %56’dır. Yükseköğretimde gittikçe
artan kadın öğretim elemanı sayısı Türkiye’de başka sektörlerde kolaylıkla rastlanmayacak bir dağılımın
görünmesine neden olmuştur. Ve bu dağılım Şekil 2’te görüldüğü üzere, devlet üniversiteleri, vakıf
üniversiteleri ve vakıf meslek yüksekokulları olarak incelendiğinde, kadınlar lehine farklılık
göstermektedir.
Ş ekil 2. Devlet ve Vakıf Üniversiteleri, Vakıf M eslek Yüksekokullarında (M YO)
Çalışan Kadın ve Erkek Öğr. Elemanları
Kaynak: Gökhan Çetinsaya, 2014, s.93’te yer alan bilgiler derlenerek oluşturulmuştur.
Fakat unvanlara göre dağılım dikkate alındığında üniversiteler ve vakıf MYO’larda kadın
çalışanların daha düşük unvanlarda yığılı olduğu görülmektedir. Kadın akademisyenler üzerine yapılan
birçok çalışmada, Türkiye’de, akademilerde görünürdeki –niceliksel- iyileşmeye karşın yaşanan
cinsiyete dayalı ayrımcılıktan (Tan, 2008), kadınların görevlerinde yükselmelerine karşı bir dirençten
(Ayyıldız, Baybars ve Keskin, 2014) ve toplumsal cinsiyet rolleri sebebiyle yükselemediklerinden,
yaşadıkları rol çatışmasından söz edilir ( Dikmen, Maden, 2012; Er, 2008; Özkanlı, Korkmaz, 2000;
Okay, 2007). Şekil 3. devlet üniversitelerinde akademik unvanlarına göre kadın ve erkek çalışanları,
Tablo 1. ise kadrolarda yer alan kadın ve erkek öğretim elemanı sayısıyla, bunların toplama oranlarını
içermektedir.
93
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Ş ekil 3. Devlet Üniversitelerinde Unvanlarına Göre Kadın ve Erkek Öğretim Elemanları
Kaynak: Gökhan Çetinsaya, 2014’te, yer alan bilgiler derlenerek oluşturulmuştur.
Tablo1. Devlet Üniversitesi Öğretim Elemanlarının Sayı ve Oranları
Toplam
Profesör
Doçent
16 487
0 520
24 659
%14
9
%21
11 638
996
15 575
%17
10
%23
4 799
524
9 084
115 780
Toplam
O ran
56 497
Erke k
O ran
Kadın
47 661
%10
O ran
7
Yrd. Doçent
%19
Ö ğr.
Gör
5 162
13
207
14
955
13
O kutman
Arş. Gör.
Uzman
6 967
297
%6
38 704
%34
3
2 962
20 057
700
%4
%29
3
4 005
18 647
597
%9
%39
3
Kaynak: Gökhan Çetinsaya, 2014’te yer alan bilgiler derlenerek oluşturulmuştur.
Çevirici, EOPL sayıca az olduğu ve yüzde karşılığı taşımadığı için analiz dışı bırakılmışt ır.
Erkek öğretim elemanları profesörlük, doçentlik, yard. doçentlik, öğretim görevlisi gibi unvanlarda,
kadınlardan daha fazla yer almaktadır. Kadınlar ise araştırma görevlisi ve okutman kadrolarında
erkeklerden daha fazladır ve bu kadrolar akademilerde erkeklerin tüm kadrolara oranının %33’ünü
kadınlarda %48’ini oluşturmaktadır. Şekil 4 ve Tablo 2 ise vakıf üniversiteleri için benzer analizi
içermektedir.
Ş ekil 4. Vakıf Üniversitelerinde Unvanlarına Göre Kadın ve Erkek Öğretim Elemanları
Kaynak: Gökhan Çetinsaya, 2014’te yer alan bilgiler derlenerek oluşturulmuştur.
Tablo 2. Vakıf Üniversitesi Öğretim Elemanlarının Sayı ve Oranları
Toplam
Toplam
Profesör
6 952
542
15
O ran
Erkek
472
O ran
Kadın
ran
476
1 898
Doçent
311
8
22
56
10
44
55
8
5
Yrd. Doçent
Ö ğr. Gör
O kutman
Uzman
Arş. Gör.
4 934
812
515
76
2 658
%29
16
%15
1
%11
2 703
1 170
687
87
1 071
%32
14
%8
1
%13
2231
642
1828
9
1587
%26
19
%22
Kaynak: Gökhan Çetinsaya, 2014’te yer alan bilgiler derlenerek oluşturulmuştur.
94
1
%19
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Kadın ve erkek öğretim elemanları arasındaki oran farkının en fazla profesör ve okutman
kadrolarında olduğu görülmektedir. Toplam içinde %15 olan profesör oranının %22’si erkekken, %8’i
kadındır, okutmanların %22’si kadınken, %8’i erkektir. Devlet üniversitelerinden farklı olarak öğretim
görevlisi kadrolarında daha fazla kadın yer alırken, okutman ve araştırma görevlisi kadrolarında devlet
üniversitelerine benzer bir dağılım gösterip kadınlar, erkeklerden daha fazla istihdam edilmektedir. Bu
kadrolar (öğr. gör, okutman, arş. gör.) vakıf üniversitelerinde kadın istihdamının %60’ını oluştururken,
erkeklerde bu oran %35’tir. Devlet meslek yüksekokulları, YÖK’te yer aldığı gibi devlet
üniversitelerine dâhil edildiği için ayrıca ele alınmamıştır. Vakıf MYO’lar vakıf üniversitelerinden
bağımsız tüzel bir kişiliğe sahip olabileceği ve araştırmanın amacı için önem taşıdığı gerekçesiyle ayrı
olarak (Şekil 5, Tablo 3) ele alınmıştır.
Ş ekil 5. Vakıf M YO Unvanlarına Göre Kadın ve Erkek Öğretim Elemanları
Kaynak: Gökhan Çetinsaya, a.g.k.
Tablo 3. Vakıf MYO Öğretim Elemanlarının S ayı ve Oranları
Toplam
Toplam
O ran
356
Erkek
136
O ran
Kadın
O ran
Profesör
Yrd. Doçent
Ö ğr. Gör
O kutman
%2
21
%6
04
%85
25
%7
%4
12
%9
111
%81
7
%5
%1
%1
9
%4
193
%88
16
%7
%1
220
Uzman
Kaynak: Gökhan Çetinsaya, 2014’te yer alan bilgiler derlenerek oluşturulmuştur.
Günümüzde vakıf MYO’lardaki kadın öğretim elemanı sayısı, erkek öğretim elemanı sayısını
geçmiştir. Bu kurumlarda istihdam edilen toplam kadın istihdamının %85’i öğretim görevlisiyken
erkeklerde bu oran %81’dir. Kadınların akademilerde, akademik nitelik gerektirmeyen, en alt basamak
kadrolarda yoğunluk gösterdiği hatta erkeklerden daha yoğun istihdam gösterdiği varsayımını (Tan,
2008, s.65), meslek yüksekokulları doğrular niteliktedir. Devlet üniversitelerinde okutman ve araştırma
görevlisi; vakıf üniversitelerinde öğretim görevlisi, okutman ve araştırma görevlisi kadrolarında kadınlar
erkeklere oranla daha fazla istihdam edilirken, vakıf MYO’larda çalışanların büyük bir kısmı kadındır.
Üniversitelerde kadın ve erkek çalışan sayısı arasındaki fark yıllara ve unvanlara göre azalma eğilimi
gösterirken, bazı kadrolarda bu durum (Şekil 6) genel eğilim yönünde olmasına karşın, dağılımdan
farklılık göstermektedir.
95
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Ş ekil 6. Yıllara Göre Kadroların Cinsiyet Oranlarındaki Azalma
Kaynak: TÜİK Akademik Unvanlarına Göre Yükseköğretimde Görevli Öğretim Üyeleri ve
Cinsiyet Oranı, 1990-2014
4. TARTIŞMA VE SONUÇ
Osmanlı’nın ümmet toplumunun bireylerinden, ulus-devletin vatandaşına dönüşebilmenin
formülü, cumhuriyetin kurucularına göre eğitimden geçiyordu. 1930’lu yıllarda temel amaç savaşlarla
yıpranan bir ülkeyi kalkındırmak, çağdaş bilgilerle donatılmış birey yetiştirmek amacıyla eğitimin
desteklenmesiydi. 1950’li yıllardan sonra ise akademiler, Fordist kitlesel üretim çağının ihtiyaç duyduğu
vasıflı işgücünün yetiştirilmesi ve artan nüfusun yükseköğretim taleplerini yerine getirebilmek için
gittikçe büyüyen bir yapı haline geldi. 1990’lı yıllarda, küreselleşme ve bilgi çağı gibi toplumsal
dinamiklerin etkisiyle akademiler de dönüşüm sürecine dâhil oldu. Kamu üniversiteleriyle birlikte yeni
kurulan, hızla artan sayıda vakıf üniversitelerinden beklenti, rekabet odaklı, bilgi toplumunun ihtiyaç
duyduğu teknolojileri kullanabilen bireyler yetiştirmesiydi. Fakat akademileri piyasa koşullarına göre
dönüştürme girişimi, akademilerin nicelik olarak artmasına karşın, niteliklerinin bu artışa paralel
olmamasına neden oldu ve günümüzde de akademiler için başlıca sorun halini aldı. Metalaşmayla
üniversiteler, geleneksel önemini yitirerek, her çeşit bilginin kodlandığı kurumlara, akademisyenler bir
anlamda bilgi hamalına dönüşmektedir.
Bugün, akademilerde kadın sayısındaki artışı bir başarı olarak gören yanılsama, esasında,
akademik kadrolara dâhil edilen fakat üniversitelerde en rutin, kariyer yapma fırsatının ve iş
güvenliğinin en az olduğu alanlarda artan kadın istihdamıdır. Bir anlamda akademilerin “alt sınıfının”
kadınsılaşmasıdır. Sanayileşmeden sonra, kentlerde istihdam olanağı bulamayan kadınların tarımda;
profesyonel bilgi gerektirmeyen idari kadrolarda (sekreterlik gibi) yığılmalarını ve bu meslek grubunun
kadınsılaşmasının bir örneği, günümüzde küreselleşme ve bilgi çağının etkisiyle geleneksel önemini
yitiren üniversitelerde de görülmektedir. Cinsiyetsiz olduğunu düşünülen akademilerde kadınlar, tıpkı
yaşamın diğer tüm alanlarında olduğu gibi, birbirinden farklı ve zorlu roller üstlenmek zorunda
kalmaktadır. Kadınlar kendilerini ikinci sınıf kabul eden, dişi olarak doğup kadın olmayı öğrendikleri
hayatta, gelenekselden moderne uzanan bu anlayışın son bulabilmesi için esas mücadelenin ataerkillikle
olduğunu unutmamalıdırlar.
5. KAYNAKLAR
Altınay, A. G. (2013). M illiyetçilik Toplumsal Cinsiyet ve Feminizm, Vatan, Millet, Kadınlar, İstanbul: İletişim Yayınları.
Akay, C. B. (2012). İktidarın Üç Yüzü, Ankara: Dost Kitapevi.
Ahmad, F. (2012). Modern Türkiye’nin Oluşumu, cev. Yavuz Alogan, İstanbul: Kaynak Yayınları.
Arslan, G. E. (2014). Türkiye’de Çalışan Kadın Olmak ve Kadın Akademisyenler, Gazi Üniversitesi Öğretim Üyeleri
Derneği Bülteni, 12/1.
Ağaoğulları, M . A. (2011). Sokrates’ten Jakobenlere: Batı’da Siyasal Düşünceler, İstanbul:İletişim.
Berkes, N. (2000). Batıcılık Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler, İstanbul: Kaynak Yayınları. Berkes, N. (2007) Türkiye’de
Çağdaşlaşma, YKY, İstanbul.
Berktay, F. (2004) Kadınların İnsan Haklarının Gelişimi ve Türkiye, Sivil Toplum ve Demokrasi Konferans Yazıları, no:7.
Black, C. and Islam, A. (2014). Women in academia: What Does It Take To Reach The Top?, The Guardian.
Çetinsaya, G. (2014). Büyüme, Kalite, Uluslararasılaşma: Türkiye Yükseköğretimi İçin Bir Yol Haritası, Yükseköğretim
Kurulu (YÖK) Yayın.
Davison, A. (2012). Türkiye’de Sekülerizm ve Modernlik: Hermenötik Bir Yeniden Değerlendirme, çev. Tuncay Birkan,
İstanbul: İletişim.
Dikmen, N. ve M aden, D. (2012). Kadın Akademisyenlerin Görünmeyen Emeği Üzerine Bir Araştırma: Ordu Üniversitesi;
İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Yıl: 11 Sayı: 21 Bahar 2012 / 1 s.257-288
96
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Er, D. (2008). M odern Türkiye’de Kadın Öğretim Üyelerinin Konumuna ve Sorunlarına Sosyolojik Bir
Yaklaşım,
Yayınlanmamış Doktora Tezi, Elazığ, Fırat Üniversitesi.
Ercan, F. (2002). Yeni YÖK Yasa Taslağı Üzerine: Yol Ayrımındaki Türkiye’nin Kurumsallaşan Sermayesi,
http://www.universite-toplum.org/text.php3?id=75. (Erişim tarihi: 20 Şubat 2015)
Erman, T. (1997). The meaning of city living for rural migrant women and their role in migration: the case of Turkey ,
Women's Studies International Forum, 20 (M arch-April).
Federici, S. (2012). Caliban ve Cadı: Kadınlar, Beden ve İlksel Birikim, İstanbul: Otonom.
Giddens, A. (2010). Sosyoloji: Kısa Fakat Eleştirel Bir Giriş, çev. Ülgen Yıldız Battal, Ankara: Siyasal Kitapevi.
Kandiyoti, D. (2013). Cariyeler, Bacılar, Yurttaşlar: Kimlikler ve Toplumsal Dönüşümler, İstanbul:M etis.
Kaplan, P. (2014). Kadın Rektörler, Genç Kadın Akademisyenlerin Mentoru, HaberTürk Gazetesi.
Narin, Ö. (2012). Bilimin M etalaştığı Bir toplumda, Krizin Üniversiteleri, Üniversitelerin Krizi, M antık, Matematik ve
Felsefe X. Ulusal Sempozyumu Bildiri Kitabı, s.247-269.
Onbaşı, F. G. (2003). Geleneksel ve M odern: Sınırlar ve Geçirgenlik Üzerine, Doğu Batı Düşünce Dergisi, No:25.
Okay, N. (2007). Türkiye’de ve Dünya’da M ühendislik ve Fen Bilimleri Bölümlerindeki Kadın Akademisyenlerin M evcut
Durumuna Bakış, Cumhuriyet Bilim Teknik, 289:3.
Özkanlı, Ö., Korkmaz, A.(2000). Kadın Akademisyenler, A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını, No:586. Pateman,
C. (2010). Kardeşler Arası Toplumsal Sözleşme, Sivil Toplum ve Devlet, Ankara: Yedi Kıta Yayınları. Sancar, S. (2014).
Türk Modernleşmesinin Cinsiyeti: Erkekler Devlet, Kadınlar Aile Kurar, İstanbul:İletişim, 2014. Stavrakopoulou, F. (2014).
Female academics: Don't Power Dress, Forget Heels – And No Flowing Hair Allowed, The Guardian.
Tan, M . (2008). Eğitim, Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği: Sorunlar, Öncelikler ve Çözüm Önerileri, TÜSİAD,
Temmuz.
TÜİK, Hanehalkı İşgücü İstatistikleri, Nisan 2014,(http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=16009) (Erişim tarihi:
Ocak 2015).
TÜİK, Akademik Unvanlarına Göre Yükseköğretimde Görevli Öğretim Üyeleri ve Cinsiyet Oranı, 1990-2014,
(www.turkstat.gov.tr/PreIstatistikTablo.do?istab_id=1152) (Erişim tarihi: Ocak 2015)
Ünnü, Ayyıldız, A. N. , Baybars, M . ve Keskin J. (2014). Türkiye’de Kadınların Üniversiteler Bağlamında Yetki ve Karar
M ekanizmalarına Katılımı, Dumlupınar Ünv. Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 42.
97
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
26 Kalkınma Ajansı’nın Bölge Planlarında (2014-2023) Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin
Ele Alınışı
The ‘Gender Equality’s dealing on the Regional Programmes of 26 Development Agencies
in Turkey
Cihan ARDİLİ1
1Yüksek
Lisans Öğrencisi, Gaziantep Üniversitesi, Kadın Çalışmaları ABD, Gaziantep -Türkiye, [email protected]
ÖZET: Ulusal kalkınma planları, toplumun gelecek planlamasını içeren hedef ve stratejileri belirler ve kaynakların
dağılımı bu planlar dikkate alınarak gerçekleştirilir. Sosyoekonomik gelişme eğilimlerine, faaliyetlerin ve alt yapıların
dağılımına ilişkin kararlarda merkezle yerel arasında köprü kuran bölge planları ise diğer hedeflerinin/konularının yanı sıra
toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda farkındalık yaratacak stratejik dokümanlardır. Bölge planları, Onuncu Kalkınma
Planı’nda yer alan Bölgesel Gelişme Ulusal Stratejisi ile yerel planlar olan çevre düzeni planları arasında, ulusal ve yerel
planların bütünlüğünü sağlayacak ara planlardır. Bu çalışmaya konu olan bölge planlarında, toplumsal cinsiyet eşitliği genel
olarak eğitim, istihdam ve girişimcilik bağlamlarında ele alınmıştır. Bunun dışında cinsiyet eşitliğine yönelik farkındalık
çalışmalarının asıl hedef grubunun erkekler olduğunu vurgulayan, kadınlar için göreceli olarak daha yaşanabilir bir bölge
olduğunu ileri süren, cinsiyet eşitliğinin sürdürülebilir kalkınmaya katkı sağlayacağını belirten planlar bulunmaktadır. Bu
çalışma 26 Kalkınma Ajansının 2014-2023 yıllarını kapsayan bölge planlarının (ana planlarla ve TEPAV’ın 81 İl İçin
Toplumsal Cinsiyet Karnesi çalışması ile ilişkilendirilerek) karşılaştırmalı inceleme sonuçlarını içermektedir.
Anahtar sözcükler: Bölge planları, Toplumsal cinsiyet eşitliği, Kalkınma Ajansları.
ABS TRACT: National Development Plans set forth goals and strategies that consist of future planning of the society,
and resource allocation is carried out in consideration of these plans. As for Regional Plans that set up a bridge between central
and local authorities in making decisions concerning socio-economic growth trends, distribution of activities and infrastructure,
they are strategic documents to create awareness about gender equality besides their other objects/subjects. Regional Plans are
intermediary plans aimed at maintaining the integrity of national and local plans and stand between “National Strategy for
Regional Development” of the Tenth Development Plan and “Spatial Plans” that are local plans. In the Regional Plans that are
subject to this study gender equality are examined overall in the contexts od education, employment and entrepreneurship.
However there are a few plans emphasizing that the main target group of the gender equality awareness efforts are men, pointing
at regions that are comparatively more liveable for women, mentioning that gender equality contributes to sustainable
development. This study consists of the results of comperative analysis on regional plans of 26 Regional Development Agencies
in Turkey covering the period of 2014-2023 (by relating with the main plans and TEPAV's Gender Equality Ratings for 81
provinces).
Keywords: Regional plans, Gender Equality, Regional Development Agencies.
1. GİRİŞ
Bu çalışmada 54 , Onuncu Kalkınma Planı, Bölgesel Gelişme Ulusal Stratejisi ve 26 bölge
planını toplumsal cinsiyet eşitliğinin ele alınışı bağlamında inceledim ve bölge planları ile 81 İl İçin
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Karnesi ve sosyoekonomik gelişmişlik endeksi çalışmaları ile
ilişkilendirmeye çalıştım. Öncelikle konunun bağlamını ortaya koyabilmek için toplumsal cinsiyet
eşitliğine ilişkin yasal düzenlemelere, bölge planlarının plan hiyerarşisindeki yerine ve Kalkınma
Ajanslarının görevlerine kısaca değinerek çalışmanın asıl konusuna odaklanmak istiyorum.
Toplumsal cinsiyet eşitliği her bir bireyin fırsatları kullanma, kaynakların bölüşümü ve
kullanımında, hizmetlere erişmede cinsiyet nedeniyle ayrımcılığa maruz kalmamasıdır. Cumhuriyet
Dönemi’nden bu yana gerçekleştirilen Medeni Kanun’un kabulü, seçme-seçilme hakkı, doğum izni
düzenlemeleri, ILO sözleşmelerinin onayı, CEDAW’ın çekince belirtilerek de olsa onaylanması, 19851989 yıllarını kapsayan 5. Ulusal Kalkınma Planı’nda kadın konusuna yönelik stratejilerin belirlenmesi,
AB uyum süreci ve BM projeleri ile yaşanan gelişmeler oldukça önemlidir. Ancak gelinen noktada
görülmektedir ki bu gelişmeler cinsiyet eşitliği konusunda beklenilen sonuçları yaratamamıştır. Bu
nedenle anayasal ya da yasal düzenlemelerin yanı sıra toplumsal cinsiyet eşitliğinin nasıl
anlamlandırıldığı da önem arz etmektedir.
55
metin, 9-11 Nisan 2015 tarihlerinde 1. Uluslararası Çukurova Kadın Çalışmaları Kongresi’nde sunulan bildirinin yayın
için düzeltilmiş halidir.
55 Bu metinde toplumsal cinsiyet eşitliğinin ele alınışı açısından dikkat çeken bölge planlarına yer verilmiştir. 26 bölge
planının analiz edildiği çalışmaya ileriki yayınlarda yer verilecektir.
54 Bu
98
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Ulusal ve yerel kalkınma planları, toplumun sosyokültürel, sosyoekonomik, teknolojik vb.
açılardan gelecek planlamasını içeren hedef ve stratejileri belirler. Ulusal ve yerel düzeyde kamu
kurumlarının uygulamaları ve kaynak aktarımı bu planlar dikkate alınarak gerçekleştirilir.
Sosyo-ekonomik gelişme eğilimlerine , yerleşmelerin gelişme potansiyeline, faaliyetlerin ve alt
yapıların dağılımına ilişkin kararlarda merkezle yerel arasında köprü kuran bölge planları, tarafımca
toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda farkındalık yaratacak stratejik dokümanlar olarak
değerlendirilmektedir. Bölge planlarının plan hiyerarşisindeki yerine gelince; bölge planları, alt ölçekli
plan ve stratejilere genel çerçeveyi oluşturan, AB müzakereleri kapsamındaki ‘Bölgesel Politika ve
Yapısal Araçların Koordinasyonu Faslı’ için kapanış kriterlerinden biri olan Bölgesel Gelişme Ulusal
Stratejisi (BGUS) ile çevre düzeni planları arasında konumlanmıştır. Örneğin Belediyeler, il özel
idareleri şayet stratejik planları varsa bunları bölge planlarına uyumlu şekilde hazırlamalıdır. Bölge
planları Kalkınma Bakanlığı’nın koordinasyonunda ilgili bakanlıklar, yerel yönetimler, üniversiteler,
STK’lar ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının katkı, görüş ve önerileri doğrultusunda kalkınma
ajansları tarafından hazırlanmaktadır. Planlar siyasi sahipliliğin kullanılmasını teminen Başbakan
başkanlığında ilgili bakanlıkların müsteşarlarından oluşan Bölgesel Gelişme Yüksek Kurulu tarafından
onaylanmaktadır.
Kalkınma Ajansları, Türkiye’nin 26 Düzey 2 istatistiki bölgesinde kamu kesimi, özel kesim ve
sivil toplum kuruluşları arasındaki işbirliğini geliştirmek, kaynakların yerinde ve etkin kullanımını
sağlamak ve yerel potansiyeli harekete geçirmek suretiyle, ulusal kalkınma planı ve programlarda
öngörülen ilke ve politikalarla uyumlu olarak bölgesel gelişmeyi hızlandırmak, sürdürülebilirliğini
sağlamak, bölgeler arası ve bölge içi gelişmişlik farklarını azaltmak amacıyla kurulmuşlardır.
2014-2018, 2014-2023 periyodları için hazırlanan ana ve yerel planların toplumsal cinsiyet
eşitliği bağlamında değerlendirildiği ilk çalışma niteliğinde olan bu metinle, toplumsal cinsiyet eşitliği,
kadınlık ve erkeklik rollerinin makro ve mikro planlardaki yerini anlamayı, planların hazırlanmasında
cinsiyet eşitliğinin önemle dikkate alınmasını, katılımcılık ilkesinin etkin kılınmasını sağlamayı
amaçlamaktayım.
2. YÖNTEM
Bu çalışma niteliksel metin analizine dayanmaktadır. Çalışmaya konu olan planlar ilgili web
sitelerinden temin edilmiş olup toplamda 28 planın56 metin taraması yapılmış, planlar yardımcı
kaynaklar aracılığı ile incelenmiştir. Bu kapsamda bazı ajanslar bölge planını mevcut durum analizi,
mevcut durum tespiti ve bölge planı olmak üzere üç doküman şeklinde hazırlamışken çoğunluğu bölge
planı olarak tek doküman halinde hazırlamıştır. Ancak bu çalışmanın ana eksenini bölge planları
oluşturmaktadır. Çalışmamda, analiz birimi olarak kullandığım Onuncu Kalkınma Planı’nı, Bölgesel
Gelişme Ulusal Stratejisi’ni ve 26 bölge planını toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadın konusunun nasıl ele
alındığı, hangi gerekçelendirmelerin yapıldığı bağlamında inceledim. Planlara ek olarak Türkiye
Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın (TEPAV) hazırladığı 81 İl İçin Toplumsal Cinsiyet Eşitliği
Karnesi ve Kalkınma Bakanlığı tarafından 2011 yılında hazırlanan İllerin ve Bölgelerin Sosyoekonomik
Gelişmişlik Sıralaması Araştırması’na (SEGE) yer vermeye çalıştım. TEPAV’ın çalışmasında, 81 İl İçin
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Karnesi’nde eğitim, karar mekanizmalarına katılım, sağlık, istihdam, hizmet
sunumu başlıkları altında kadınların durumunu tespit edecek toplam 16 gösterge belirleyerek illerin
karnesini çıkarılmıştır. SEGE’de demografi, eğitim, sağlık, istihdam, mali erişilebilirlik, yaşam kalitesi,
rekabetçilik kapasitesi başlıkları altında 61 gösterge belirlenmiştir. Bu 61 göstergeden sadece 2’si
(ortalama günlük kazanç-kadın ve okur yazar kadın nüfusunun toplam kadın nüfusuna oranı) kadınları
göz önünde bulunduran göstergelerdir. Bu araştırmaları önemsememin ana nedeni kadına ilişkin
göstergeler baz alındığında illerin sıralaması ile ağırlıklı olarak rekabetçilik ve ekonomik göstergeler
baz alındığında ortaya çıkan il sıralaması dikkat çekicidir. Bu konuyla ilgili detaylı örnekleri bulgular
kısmında açıklamaya çalışacağım.
Ulusal ve bölgesel planlarda, toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadın konusunun ele alınışını ortaya
koymak için eğitim, sağlık, istihdam, girişimcilik, sosyal, kültürel ve kentsel hizmetler, farkındalık,
temsil, sürdürülebilir kalkınma, aile, ataerkillik, geleneksel işler, yerel eşitlik eylem planları (YEEP),
kadının dezavantajlı grup tanımı içinde ya da dışında değerlendirilmesi, toplumsal
56
BGUS bir strateji dokümanı olmasına rağmen burada okuma kolaylığı açısından planlar arasında sayılacaktır.
99
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
statü başlıklarını belirleyerek bir matris oluşturdum. YEEP’ler illerin, yerel düzeyde kadın-erkek
eşitliğinin sağlanması ve kadının statüsünün güçlenmesi için izlemeleri gereken yol haritasını belirlemek
üzere hazırlanan kilit belgelerdir. YEEP’ler Kadın Dostu Kentler Projesi’nin uygulandığı iller tarafından
hazırlanmıştır. Dolayısıyla bu projenin uygulandığı bazı illerin bölge planlarında yerel eşitlik eylem
planlarının uygulanmasının önemine vurgu yapılmıştır.
Bu metinde 28 plan için hazırlamış olduğum toplumsal cinsiyet eşitliği matrisi tablo halinde
sunulacak buna ek olarak planlar arasında konunun ele alınışı açısından dikkat çeken bölge planlarına
biraz daha ayrıntılı bir şekilde yer verilecektir.
3. BULGULAR
Birincil kaynaklarda (ulusal ve bölgesel plan dokümanları) konunun ele alınışını tespit yönelimli
bir bakış açısıyla analiz ettim. Çalışmanın ana eksenini bölge planları oluşturmakta ancak ana planların
analizine ve toplumsal cinsiyet eşitliği matrisine (bkz: Tablo 1) yer verdim.
Onuncu Kalkınma Planı (2014-2018)
Plan’da toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadına ilişkin konular eğitim, sağlık, istihdam, sosyal,
kültürel ve kentsel hizmetler, farkındalık, toplumsal statü bağlamında ele alınmıştır. Kadın dezavantajlı
gruplar tanımının dışında değerlendirilmiştir. Plan hazırlıkları sırasında toplumsal cinsiyet eşitliğinin
planın her başlığına entegre edilmesi gerektiği vurgulanmış olsa da; kadın ‘Aile ve Kadın’ başlığı altında
değerlendirilmiş, genel anlamda kadın, ‘kadın’ olarak değil, aile içinde konumu bağlamında ele
alınmıştır. Öte yandan, 2014-2018 döneminde toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme konusunda
farkındalığın geliştirileceği ve örnek uygulamaların olacağı belirtilmiştir.
Bölgesel Gelişme Ulusal Stratejisi (2014-2023)
Toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadına ilişkin konular eğitim, istihdam, sosyal, kültürel ve kentsel
hizmetler, farkındalık, temsil, aile bağlamında ele alınmış ve kadınlar dezavantajlı gruplar dışında
tanımlanmıştır. Bölgesel kalkınmayla ilgili temel stratejileri belirleyen çerçeve belgede, genel olarak
mekânsal ve ekonomik gelişmeyi hedefleyen stratejiler yer almaktadır. Kadınların özellikle eğitim
aracılığıyla iş hayatına ve sosyal yaşama katılım seviyesinin yükselmesine dikkat çekilmiştir. Ekonomik
ve sosyal entegrasyonun sağlanabilmesi için cinsiyet eşitliğini sağlayıcı tedbirlerin geliştirileceği
belirtilmiştir.
Batı Karadeniz Kalkınma Ajansı Bölge Planı (Zonguldak, Karabük, Bartın)
Eğitim, istihdam, girişimcilik, sosyal, kültürel ve kentsel hizmetler, farkındalık, ataerkillik,
geleneksel işler bağlamında ele alınmıştır. Kadınlar dezavantajlı gruplar içerisinde tanımlanmıştır.
Bölge planında kadının ataerkil nedenlerle kamusal hayata katılamadığına dikkat çekilerek farkındalık
çalışmalarının erkeklere yönelik olması gerektiği belirtilmiştir (Bursa, Eskişehir, Bilecik Bölge Planı,
Doğu Anadolu Bölge Planı, Dicle Bölge Planı, Doğu Karadeniz Bölge Planı benzer gerekçe ile erkeklere
yönelik farkındalık çalışmalarının yürütülmesi gerektiğine dikkat çekmiştir).
Plan’da kız çocuklarının okutulmaması ekonomik ve sosyal gelişmeye engel bir unsur olarak
belirlenmiş, kadın istihdamı, eğitim, hizmetlere erişim ve farkındalık bağlamında hedef veya stratejiler
belirlenmiştir. Ağırlıklı olarak kadınların istihdam edildiği çağrı merkezlerinin kurulacağı, kırsalda
yaşayan kadınların orman ürünlerinin toplanmasına ve işlenmesine yönlendirilmesi konusunda somut
önerilerde bulunulmuştur. Kadın istihdamının düşük olmasının nedenleri arasında eğitimsizlik, yaşlı ve
çocuk bakımı hizmetlerinin yetersizliği, tek ve erkek egemen sektörlerin varlığı olarak sıralanmıştır.
Doğum izni düzenlemelerinin özel sektörde kadınların istihdamı önünde bir engel olduğu bu nedenle
özel sektörde kadın istihdamının teşvik edilmesi gerektiği vurgulanmıştır.
TEPAV’ın toplumsal cinsiyet eşitliği endeksi sıralamasında Zonguldak 34., Karabük 61., Bartın
47. sırada; SEGE çalışmasında Zonguldak 29., Karabük 28. ve Bartın 57. sırada yer almaktadır. Burada
dikkat çeken nokta Karabük’te kadınların belediye genel meclisindeki temsil oranının düşük olması
TEPAV sıralamasındaki yerini ve demir çelik sektörünün ekonomik anlamda ön planda olması SEGE
sıralamasındaki yerini açıklamaktadır.
100
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Çukurova Kalkınma Ajansı Bölge Planı (Adana, Mersin)
Eğitim, sağlık, istihdam, sosyal, kültürel ve kentsel hizmetler, farkındalık, temsil, sürdürülebilir
kalkınma, aile, geleneksel işler, toplumsal statü bağlamında olmak üzere planlar arasında en fazla konu
başlığı içeren bir plandır. Kadınlar dezavantajlı gruplar tanımı içerisinde değerlendirilmiştir. Verileri
toplumsal cinsiyet eşitliği bağlamında analiz eden, kadın erkek eşitliğine vurgu yapan, hatta kentsel
hizmetlerde kadınların yaşamını kolaylaştıracak tedbirleri tek tek belirten (sokak aydınlatması, acil
yardım butonları, vs.), göçün kadın üzerindeki etkisine, engelli kadın istihdamının erkeklere göre daha
az olduğuna, ücret eşitsizliğine vurgu yapan bir plandır. Bursa, Eskişehir, Bilecik Bölge Planı, İpekyolu
Bölge Planı, İstanbul Bölge Planı gibi bu planda da toplumsal cinsiyet eşitliği sürdürülebilir kalkınma
ile ilişkilendirilmiştir.
Plan’da kadının toplumdaki konumunun güçlendirilmesi bakımından erken evlenmeler ve
kadına yönelik şiddet sorun alanı olarak belirlenmiştir. Kamusal hizmetlerin planlanması ve sunumuna
kadar olan tüm süreçlerde toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve kamu politikalarının cinsiyet
eşitliğini gözetir biçimde düzenlenmesi amacıyla kamu kurum ve kuruluşlarının toplumsal cinsiyet
eşitliğine yönelik politika ve stratejilerini oluşturmalarının teşvik edileceği belirtilmiştir.
TEPAV’ın toplumsal cinsiyet eşitliği endeksi sıralamasında Adana 59., Mersin 54. sırada;
SEGE çalışmasında ise Adana 16., Mersin 24. sırada yer almaktadır. Her iki il için kadınların temsil
mekanizmalarında düşük oranda yer alması cinsiyet eşitliği endeks sıralamasında geri sırada olmasını
açıklamaktadır.
Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı Bölge Planı (Van, Bitlis, Hakkari, Muş)
Eğitim, istihdam, girişimcilik, sosyal, kültürel ve kentsel hizmetler, farkındalık, temsil,
ataerkillik, geleneksel işler bağlamında ele alınmıştır. Kadınlar dezavantajlı gruplar arasında sayılmıştır.
Diğer planlardan farklı olarak bölge vizyonunda ‘sosyal refahtan herkesin adil bir şekilde faydalandığı’
ifadesi kullanılmıştır. Bu ifadeye benzer bir vizyon İstanbul Bölge Planı’nda da yer almaktadır.
Toplumsal cinsiyet bakış açısına göre, eğitim sisteminde var olan eşitsizlikleri tamamen ortadan
kaldırmak için başta Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere, eğitim üst yönetiminin, okul yönetimi ve
ailelerle eşgüdümlü çabalar içinde bulunması şart olduğu belirtilmiştir.
TEPAV toplumsal cinsiyet eşitliği sıralamasında Van 65., Bitlis 80., Hakkari 49. ve Muş 74.
sırada; SEGE’de ise Van 73., Bitlis 76., Hakkari 80. Ve Muş 79. sırada yer almaktadır. Hakkari SEGE’de
en son iller arasında yer alırken TEPAV’da büyük bir fark atarak 49. sıradadır. Cinsiyet eşitliği
göstergelerinde Hakkari belediye genel meclislerinde kadın temsil oranı en yüksek iller arasında iken
eğitim göstergelerinde geri sıralardadır. Bu nedenle bölge planında kadınların eğitim, istihdam ve
ataerkil yapı içerisinde karşılaştığı sorunlara yönelik tespitler yapılmıştır.
Dicle Kalkınma Ajansı Bölge Planı (Mardin, Şırnak, Batman, Siirt)
Eğitim, istihdam, girişimcilik, sağlık, sosyal, kültürel ve kentsel hizmetler, farkındalık, temsil,
ataerkillik, sürdürülebilir kalkınma, toplumsal statü konuları bağlamında ele alınmıştır. Cinsiyet
eşitliğine duyarlı planlar arasında yer alan Dicle Kalkınma Ajansı Bölge Planı kadınları dezavantajlı
gruplar arasında saymıştır. Bölgede kadınların statüsünü belirleyen en önemli faktörün sosyokültürel
yapı olduğu vurgulanmıştır.
TEPAV çalışmasında Mardin 57., Şırnak 56., Batman 52., Siirt 77. sırada; SEGE çalışmasında
Mardin 74., Şırnak 74., Batman 70., Siirt 77. sıradadır. Bölge illerinin cinsiyet eşitliğine göre sıralaması
ile planda yer alan kadın ve toplumsal cinsiyet analizi birbirini destekler niteliktedir. Plan’da
sosyokültürel yapı, hane halkı büyüklüğü kadını ev içine ittiği, toplumsal ve ekonomik hayata katılımını
engellediği gerekçesi ile; ilk evlenme yaşının diğer bölgelere kıyasla daha erken olması kadının eğitim
ve çalışma hayatından uzaklaştırdığı gerekçesi ile açıklanmıştır. Geleneksel toplumsal yapı, aşiret
bağları, töre cinayetleri kadının statüsüne etki eden olgular olarak sıralanmıştır. Bölgede kadının
statüsünün yükseltilmesi ve fırsat eşitliğinin yaratılması, kadına yönelik şiddetin azaltılmasına yönelik
özel tedbirlerin alınmasına ilişkin stratejiler belirlenmiştir. Plan’da kadınların toplumsal statüsü ile
ekonomik hayata katılımı ve siyasi temsiliyet konusunda bir tezat olduğu vurgulanmıştır. Diğer
planlardan farklı olarak hemen hemen tüm veriler kadın ve erkek açısından ayrı ayrı sunulmuş, ek olarak
kadına yönelik şiddet, intihar, obezite, tütün alkol kullanımı verileri cinsiyet farklılıklarına dayanarak
açıklanmıştır.
101
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Doğu Akdeniz Kalkınma Ajansı Bölge Planı (Hatay, Kahramanmaraş, Osmaniye)
26 bölge planı içinde en çok göze çarpan plan Doğu Akdeniz Kalkınma Ajansı Bölge Planı
olmuştur. Tüm planda bir kez kadın kelimesi kullanılmıştır. Nüfus göstergeleri dahil hiçbir göstergede
cinsiyet farklılığı gözetilmemiştir. Bölge illerinin toplumsal cinsiyet eşitliği endeks sıralamasında Hatay
71., Kahramanmaraş 60., Osmaniye 38. sırada; SEGE’de Hatay 46., Kahramanmaraş 60. ve Osmaniye
53. sırada yer almaktadır. Hatay ve Kahramanmaraş cinsiyet eşitliği göstergelerinde kadınların siyasi
yaşamdaki temsil oranı düşük olduğu için geri sıralarda iken Osmaniye aynı göstergede bölgenin diğer
illerine fark atarak cinsiyet eşitliği endeksinde 38. sırada yer almaktadır. Bölge Planı’na gelince
kadınlarda istihdam oranının %29,61’den %35’e çıkarılması planın performans göstergeleri arasında
belirtilmiştir. Ana doküman olan plan da toplumsal cinsiyet eşitliği yer almamıştır.
İstanbul Kalkınma Ajansı Bölge Planı
Eğitim, sağlık, istihdam, girişimcilik, sosyal, kültürel ve kentsel hizmetler, farkındalık,
sürdürülebilir kalkınma, aile, toplumsal statü bağlamında ele alınmıştır. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin
demokrasi ve adil paylaşımın temellerini oluşturduğu vurgulanmıştır. Diğer planlardan farklı olarak
ailenin erkek ve kadının müşterek sorumluluğu altında olduğu önemle belirtilmiş, ailenin korunması ve
güçlendirilmesi gerektiğine yönelik hedefler belirlenmiştir. Bu kapsamda evlilik, şiddet, yasal haklar
gibi konularda çiftlerin farkındalık düzeyinin artırılmasına yönelik tedbirler belirtilmiştir. ‘Kadınlar’ alt
başlığı altında istihdam, karar mekanizmalarına katılım, şiddet, sığınma evlerinin artırılması bağlamında
ele alınmıştır. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması, kadının güçlendirilmesi, aile kurumunun erkek
ve kadının müşterek sorumluluğu altında korunmasının ve güçlendirilmesinin sağlanması konularında
stratejiler belirlenmiştir. Kadınlar bazı yerlerde dezavantajlı bazı yerlerde dezavantajlı tanım dışında
kullanılmıştır. Toplumsal cinsiyet eşitliği farkındalığında hazırlanan planlardan biridir. İstanbul TEPAV
ve SEGE çalışmalarında birinci sırada yer almaktadır.
Trakya Kalkınma Ajansı Bölge Planı (Edirne, Kırklareli, Tekirdağ)
Eğitim, istihdam, sosyal, kültürel ve kentsel hizmetler, farkındalık bağlamında ele alınmıştır.
Kadın, çocuk, engelli, yaşlı ve diğer özel ihtimam gerektiren gruplara yönelik sosyal hizmetlerin kalitesi
ve erişilebilirliği arttırılması konusunda stratejiler belirlenmiştir. Diğer planlardan farklı olarak suç
oranlarının görece düşük olması, kadın girişimcilerin Türkiye ortalamasına göre iyi durumda olması,
çocuk ve kadınlara karşı işlenilen suçların ve şiddetin az olması gibi nedenlerle bölgenin kadınlar için
yaşanabilir bir bölge olduğu belirtilmiştir.
TEPAV çalışmasında Edirne 27., Kırklareli 17., Tekirdağ 14. sırada yer alırken SEGE’de Edirne
12., Kırklareli 15. ve Tekirdağ 9. sırada yer almaktadır. Bölge illeri ekonomik ve cinsiyet sıralamasında
görece yakın sıralardadır. Ancak Edirne’nin toplumsal cinsiyet eşitliği endeks sıralamasında diğer bölge
illerine göre geri sıralarda olması ergen doğum oranının Edirne’de yüksek olması (Roman nüfusun
yoğun olması ve Roman nüfus içerisinde erken yaşta evliliğin yaygın olması) ile açıklanmıştır.
Planlarda toplumsal cinsiyet eşitliği genel olarak eğitim, istihdam, girişimcilik konuları
kapsamında ele alınmıştır. Çocuk ve yaşlı bakımı gibi hizmetler, istihdam/iş gücüne katılamama
bağlamında değerlendirilirken yaşam kalitesi ile doğrudan bağlantısı olan sağlık konusuna pek az planda
vurgu yapılmıştır. Kadınların dezavantajlı gruplar içinde tanımlanması ya da tanımlanmaması şu
anlamda önem arz etmektedir: dezavantajlı tanımının toplumun küçük ya da geçici kategorileri için
yapılması gerektiği düşüncesi ile nüfusun yarısını oluşturan kadınların dezavantajlı gruplar kapsamına
alınması kadının ikincilleştirilmesini sağlamakta ve ayrımcılık algısını yumuşatmaktadır. Bu nedenle
ulusal planlar hariç bölge planlarının yarısından fazlasında kadınların dezavantajlı gruplar içerisinde yer
almasını önemli bir bulgu olarak değerlendiriyorum. Bu metinde yer verilemeyen planlarda toplumsal
cinsiyet eşitliği, planın izleme ve değerlendirilmesi, kadına karşı şiddetle mücadele, yaşlı ve çocuk
bakımı, güçlü, zayıf yönler, fırsatlar ve tehditler (GZFT) analizi, bilişim teknolojileri, kurumlar arası
işbirliği, toplumsal kaynaşma gibi bağlamlarda da ele alınmıştır.
Onuncu Kalkınma Planı, Doğu Karadeniz Bölgesi Bölge Planı, Çukurova Bölge Planı’nda
toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme konusunda hedef, strateji ve performans göstergeleri
belirlenmiştir.
102
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Onuncu Kalkınma Planı’nda ‘Aile ve Kadın’, Ahiler Bölge Planı’nda ‘Kadın İstihdamı’, Batı
Akdeniz Bölgesi Bölge Planı’nda ‘Kadın İşgücü’, Fırat Bölgesi Bölge Planı’nda ‘Kadının Durumu’,
İstanbul Bölge Planı’nda ‘Kadınlar’, Mevlana Bölgesi Bölge Planı’nda ‘Çalışma Hayatında Kadın’ alt
başlıkları açılmıştır.
4. TARTIŞMA ve SONUÇ
Toplumsal cinsiyet eşitliğinin ulusal ve bölgesel plan, politika ve programlara eklemlenmesi
(gender mainstreaming) ve cinsiyet eşitliğinin yerel ve ulusal kurumların uygulamalarına yerleştirilmesi
toplumsal dönüşümü sağlayacaktır. Cinsiyet eşitliğine duyarlı olmak kalkınma üzerine düşünme
biçimlerini değiştirir. Elbette kadının ikincil konumunu güçlendiren geleneksel ve yaygın bakış açısını
değiştirmek zaman alacaktır.
Bölge planlarında toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda farkındalık eksikliği ve kavrama uzaklık
söz konusudur. Verilerin sunumunda her hangi bir standardizasyon bulunmamaktadır. Bazı planlarda
verilerin büyük bir kısmı cinsiyet belirtilerek sunulmuşken bazı planlarda nüfus verileri dahi toplam
olarak verilmiştir. Toplumsal cinsiyet farkındalığının verilerin sunumunda dahi yer alması konunun tüm
başlıklarla kesişmesi açısından ayrıca önemlidir. Eşitlik ve katılımcılık bölge planlarının temel ilkeleri
arasında yer alırken nüfusun yarısının göz ardı edildiği çelişki olarak karşımıza çıkmaktadır.
Sonuç olarak bu çalışma bağlamında planlarda toplumsal cinsiyet eşitliğinin ele alınışı
konusunda birkaç öneri sunmak isterim. Ahiler Kalkınma Ajansı ve Kuzey Anadolu Kalkınma
Ajansı’nın hazırlamış olduğu planlarda olduğu gibi toplumsal cinsiyet eşitliği bağlamında hedef ve
stratejilere her bölge planında yer verilebilir. Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı ve İstanbul Kalkınma
Ajansı bölge planlarında olduğu gibi adil paylaşıma vurgu yapan vizyonların diğer planlarda yayılması
hatta toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması gibi bir ibare yer alabilir. Ahiler Kalkınma Ajansı Bölge
Planı’nda olduğu gibi diğer planlarda Ajansların proje ve programlarında toplumsal cinsiyet eşitliğine
ilişkin keskin ifadeler konulabilir. Ayrıca Ajansların performans göstergelerine, bütçeleme ve hibe
yönetim mekanizmalarına toplumsal cinsiyet eşitliğini ana unsurlardan biri olarak eklenebilir. Tabi ki
planları hazırlayan ekibin toplumsal cinsiyet eşitliği konusundaki formasyonu ve ekibin kadın erkek
dağılımı da önem arz etmektedir. Zira eksik bilgilerimizle ve alıştığımız şablonlara göre çalışmalarımızı
yürütmek pek de bir anlam ifade etmeyecektir. Nicel düzenlemelerin dışında toplumsal cinsiyet
eşitliğinin içselleştirilmesi ve planların izleme ve değerlendirilmesinde belirlenen kriterlerden biri
mutlaka toplumsal cinsiyet eşitliği kriteri olmalıdır. Bu anlamda yapı-eylem ilişkisini sorgulayacak
kriterlerden biri de toplumsal cinsiyet eşitliği olmalıdır.
Planların kadınlar için çocuk ve yaşlı bakım hizmetleri, sokak aydınlatmaları gibi günlük
yaşamını kolaylaştıracak pratik ihtiyaçların giderilmesinin yanı sıra, karar mekanizmalarına, istihdama
(geleneksel/kadın rolünü güçlendiren işler dışında), sivil toplum kuruluşlarına katılım gibi stratejik
önemi olan ihtiyaçlarına odaklanması gerekmektedir.
Bölge planları her ne kadar 2014-2023 yıllarını kapsayacak şekilde hazırlanmış olsa da
değişimler ve gelişmeler sonucunda periyodik aralıklarla güncellenecek dokümanlardır. Bu nedenle
toplumsal cinsiyet bakış açısının ana plan ve bölgesel planlara eklemlenmesi plan süreçlerinin yeniden
organize edilmesini, iyileştirilmesini ve düşünce biçimlerinin değişmesini sağlayacaktır. Bu çalışmada,
ulusal ve bölgesel planlarda toplumsal cinsiyet eşitliğinin ele alınışını göstermeye çalıştım. Önümüzdeki
yıllarda yapılacak olan plan revizyonlarında toplumsal cinsiyet eşitliğinin mümkün olduğunca yer
alması gerektiği kanaatindeyim.
5. KAYNAKLAR
Batı Karadeniz Kalkınma Ajansı. (2013). 2014-2023 Batı Karadeniz Bölge Planı
Çukurova Kalkınma Ajansı. 2014-2023 Çukurova Bölge Planı
Demirdirek, H. ve Şener, Ü. (2014). 81 İl İçin Toplumsal Cinsiyet Karnesi, Ankara, TEPAV.
Dicle Kalkınma Ajansı. (2013). TRC3 2014-2023 Bölgesel Gelişme Planı
Doğu Akdeniz Kalkınma Ajansı. TR63 Bölge Planı
Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı. (2014). 2014-2023 Dönemi TRB2 Bölgesi Bölge Planı
İstanbul Kalkınma Ajansı. (2014). 2014-2023 İstanbul Bölge Planı
Kalkınma Bakanlığı. (2013). İllerin ve Bölgelerin Sosyoekonomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırması.
Kalkınma Bakanlığı. (2013). Onuncu Kalkınma Planı 2014-2018.
Kalkınma Bakanlığı. (2014). Bölgesel Gelişme Ulusal Stratejisi 2014-2023.
Trakya Kalkınma Ajansı. (2013). TR21 Bölgesi 2014-2023 Bölge Planı Taslağı http://www.kadindostukentler.org/projeyeep.php
103
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
























































































































































Onuncu Kalk ın ma Planı
Bölg esel Gelişme Ulu sal Stratejisi
Ahiler Kalk ın ma Ajansı
Ankara Kalk ın ma Ajansı
Batı Karadeniz Kalk ın ma Ajansı
Batı Akdeniz Kalk ın ma Ajansı
Bursa, Bilecik , Eskişehir KA.
Çukurova Kalk ın ma Ajansı
Doğu Anadolu Kalk ın ma Ajansı
Dicle Kalk ın ma Ajansı
Doğu Akdeniz Kalk ın ma Ajansı
Doğu Karadeniz Kalk ın ma Ajansı
Fır at Kalk ın ma Ajansı
Güney Ege Kalk ın ma Ajansı
Güney Marmara Kalk ın ma Ajansı
İpekyolu Kalk ın ma Ajansı
İstanbul Kalk ın ma Ajansı
İzmir Kalk ın ma Ajansı
Karacadağ Kalk ın ma Ajansı
Kuzeydoğu Anadolu KA.
Kuzey Anadolu Kalk ın ma Ajansı
Doğu Marmara Kalk ın ma Ajansı
Mevlana Kalk ın ma Ajansı
Orta Karadeniz Kalk ın ma Ajansı
Orta Anadolu Kalk ın ma Ajansı
Serhat Kalk ın ma Ajansı
Trakya Kalk ın ma Ajansı
Zafer Kalk ın ma Ajansı




















YEEP
Geleneksel
İşler
Ataerkilik
Ajanslar
Eğitim Sağlık İstih dam Gir işim cilik
Sosyal,
Kültürel ve
Sürdürülebilir
Farkın dalık Temsil
Kentsel
Kalk ın ma
Hizmetler


























Aile






Dezavantajlı
Tanım
Dezavantajlı
Tanım Dışı
Toplu msal
Statü
Tablo 1: Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Matrisi57
57
Ahiler Kalkınma Ajansı: Aksaray, Kırıkkale, Kırşehir, Nevşehir, Niğde; Batı Karadeniz Kalkınma Ajansı: Zonguldak, Karabük, Bartın; Batı
Akdeniz Kalkınma Ajansı: Antalya, Isparta, Burdur; Çukurova Kalkınma Ajansı: Adana, Mersin; Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı: Van, Bitlis,
Muş, Hakkari; Dicle Kalkınma Ajansı: Mardin, Batman, Şırnak, Siirt; Doğu Akdeniz Kalkınma Ajansı: Hatay, Kahramanmaraş, Osmaniye;
Doğu Karadeniz Kalkınma Ajansı: Artvin, Giresun, Gümüşhane, Ordu, Rize, T rabzon; Fırat Kalkınma Ajansı: Bingöl, Elazığ, Malatya,
T unceli; Güney Ege Kalkınma Ajansı: Aydın, Denizli, Muğla; Güney Marmara Kalkınma Ajansı: Balıkesir, Çanakkale; İpekyolu Kalkınma
Ajansı: Adıyaman, Gaziantep, Kilis; Karacadağ Kalkınma Ajansı: Diyarbakır, Şanlıurfa; Kuzeydoğu Anadolu Kalkınma Ajansı: Erzurum,
Erzincan, Bayburt; Kuzey Anadolu Kalkınma Ajansı: Kastamonu, Çankırı, Sinop; Doğu Marmara Kalkınma Ajansı: Kocaeli, Sakarya, Düzce,
Bolu, Yalova; Mevlana Kalkınma Ajansı: Konya, Karaman; Orta Karadeniz Kalkınma Ajansı: Amasya, Çorum, Samsun, Tokat; Orta Anadolu
Kalkınma Ajansı: Kayseri, Sivas, Yozgat; Serhat Kalkınma Ajansı: Ağrı, Ardahan, Iğdır, Kars; Trakya Kalkınma Ajansı: Edirne, Kırklareli,
T ekirdağ; Zafer Kalkınma Ajansı: Afyonkarahisar, Kütahya, Manisa, Uşak illerinden oluşmaktadır.
104
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Türkiye’de Feminist İdeolojinin Gelişememesinin Nedenleri
The Obstacles of Development of Feminist Ideology in Turkey
Defne ERZENE BÜRGİN1
1Y.Doç.
Dr., İzmir Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İzmir-Türkiye, [email protected]
ÖZET: Feminizm altmışlardan itibaren Batı dünyasında bağımsız kitle hareketlerine dönüştüğü halde, Türkiye’de
benzer bir değişim ve süreç yaşanmadı. Türkiye, Cumhuriyet’in kurulduğu ilk yıllarda toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlama
yolunda o dönem için çok ileri bazı hukuksal düzenlemeler ve uygulamalar yapmış olmasına rağmen, bugün, bu eşitliğin
sağlanması açısından ülkeler arasında yapılan sıralamada (Global Gender Gap Report, 2013) 135 ülke arasında 120. sırada yer
almaktadır. Bu durum Türkiye’de kadın-erkek eşitliği açısından çok düşündürücü ve endişe vericidir. Bu noktaya nasıl gelindi?
Türkiye’de yaşayan kadınlar haklarını y eterince savunmadılar mı, yoksa savunmalarına mı izin verilmedi? Feminist ideolojinin
gelişememesinin önündeki temel engeller nelerdir? Türkiye’de Feminizmin tarihsel bir analizini yapmak, bu soruların olası
cevaplarını bulmak açısından faydalı olacaktır.
Anahtar Kelimeler: Feminizm, Türkiye, tarihsel süreç, ideoloji, toplumsal cinsiyet.
ABS TRACT: While feminism has been an independent social movement in the Western World since the 1960s,
Turkey did not experience similar social changes and processes. In the early years of the Turkish Republic, the ensuring of the
respect of gender equality has been pursued, legally and also in practice. However, nowadays Turkey ranks only 120th (out of
135 countries) in the Global Gender Gap Report of 2013, behind many African countries. This situation in terms of equality
between men and women is alarming. Based on a historical analysis, this article aims at illustrating the explaining factors for
this poor ranking. Following questions are addressed: Why did feminist ideology develop only slowly in Turkey? Are Turkish
women rather not able/willing or not allowed to defend their rights effectively?
Keywords: feminism, Turkey, history, ideology, gender.
1. GİRİŞ
Avrupa ülkelerinde feminist hareket özellikle 1960’lı yıllarda güçlenmeye başlamışken,
Türkiye’de ilk feminist hareketler 1980’ler, özellikle 1990’larda daha etkili olmaya başlamıştır. Bu
gecikmenin nedeni nedir ve günümüzde hâlâ Türkiye’de feminizm bir ideoloji olarak kadınlar arasında
bile gelişememiştir? Türkiye’de feminist ideolojinin neden gelişemediğini sorgulamak için tarihsel bir
analiz yapmak gerekir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında doğan “Milliyetçi Feminizm” anlayışının Eski
Türkler’i referans gösterdiği düşünülürse bu tarihsel analizi Orta Asya Türkleri’nden başlatmak daha
doğru olacaktır.
2. TÜRKİYE’DE FEMİNİST İDEOLOJİNİN TARİHİ
Türk toplumu içinde kadının sosyal ve siyasi yönden durumunu incelerken, konuyu, Eski
Türkler, Osmanlı İmparatorluğu döneminde ve Türkiye Cumhuriyeti’nde kadının yeri olmak üzere üç
ana başlık altında incelemek gerekir.
2.1 Eski Türkler’de Kadın
Türk toplumunun İslamiyet’i kabul etmeden önceki döneminde kadın-erkek ayırımı
yapılmadığından ve kadın, erkeğin tamamlayıcısı olarak kabul edildiğinden kadınsız hiçbir iş
görüşülmezdi (Sevinç, 1997: 31). Devlet başkanlığı karı-koca, hatun-hakan’ın ortak sorumluluğu ile
yürütülürdü (Kışlalı, 1992: 130). Hükümdar emirnameleri yalnız hakanın onayıyla çıkmışsa geçerli
olmaz, hatunun da onayı gerekirdi (Gökalp, 1974: 213).
Ziya Gökalp, Türk toplumu için İslamiyet’i kabul etmeden önce Orta Asya’da toplumsal cinsiyet
eşitliği sağlanmış altın bir dönemdi der. “İslamiyet’ten önce Türkler demokratik ve aynı zamanda
feministtiler. Kadınlar örtünmeye zorlanmıyorlardı. Bir erkek sadece bir kadınla evlenebilirdi. Kadınlar
hükümdar ve elçi olabilirlerdi.” Gökalp’e göre dış etkiler, İslamiyet öncesi Türk toplumunun bu altın
çağına son verdi. “Yunan ve İran medeniyetlerinin etkisi ile kadınlar kölelileştirilerek, hakları ellerinden
alındı. Eski Türklerin güzel geleneklerini tekrar geri getirmek önemliydi.” Türklerin feminist olmasına
başka bir neden silâhşörlük, kahramanlık, Türk erkekleri kadar Türk kadınlarında da vardı. Kadınlar,
doğrudan doğruya, hükümdar, kale muhafızı, vali ve sefir olabilirlerdi.
105
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Alelâde ailelerde de ev müştereken, karı ile kocanın ikisine aitti. Çocuklar üzerindeki velâyeti baba
kadar anaya da aitti. Feminizm de, Türklerin en esaslı şiarı idi. Eski kavimler arasında hiçbir kavim
Türkler kadar kadınlara hukuk vermemişler ve hürmet göstermemişlerdi (Gökalp, 1968: 147).
2.2. Osmanlı İmparatorluğu Dönemi
Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş döneminde eski Türk gelenekleri yaşatılmaktaydı ve kadınlar
toplumda yine bu eski Türk geleneklerine göre konumlandırılıyordu. İmparatorluğun kuruluş yıllarından
sonra gelen yıllarda kadın toplum hayatından uzaklaştırılmaya başlamış, yüzleri peçe ile kapatılmış,
birçok hakkı elinden alınmıştır. Kadın, giderek ev içinde yaşamaya başlamıştır. Özellikle Osmanlıların
ilk dönemlerinde büyük şehirlerde medreselerin ve tarikatların tesiriyle, nispeten kadına da dini
inançlarına göre sosyal hayatta bir yer tanınmış ise de, bu durum gitgide kaybolmuştur (Tekeli, 1982).
Tanzimat dönemine kadar kadınların, Osmanlı toplumunda sosyal yaşama katılımlarının çok
sınırlı olduğu anlaşılmaktadır. Örneğin, 18. yy.’da III. Osman döneminde haftanın üç günü, III. Mustafa
döneminde ise tamamen sokağa çıkmalarının yasaklandığı belirtilmektedir (Taşçıoğlu, 1958: 13).
Türkiye’de kadının statüsünün tartışma konusu olmaya başlaması Tanzimat dönemine rastlar.
1900’lerin başından itibaren yaygınlaşan kadın gazetelerinde özellikle eğitim hakkı, sokağa çıkabilme
ve çalışma haklarından söz edilmiştir. Bu yayınlarla kadınlar bilinçlendirilmeye çalışılmış, ayrıca
konferanslar düzenlenip, yardım, eğitim, kültür gibi değişik amaçlı kadın dernekleri kurulmuş ve bu
derneklerde etkin görevler üstlenilmiştir (Tekeli ve Çakır’dan aktaran Görgülü, 2014: 30).
Aynı tarihlerde Batı’da kadınlar seçme ve seçilme hakkı, daha fazla eğitim ve meslek edinme
gibi konularda mücadele verirlerken, Osmanlı kadını sokağa çıkma yasağı gibi konularda özgürlük
mücadelesi vermekteydi. Batı’daki kadın hareketinden farklı biçimde siyasallaşan Osmanlı kadın
hareketi; öncelikle kadının konumu, din kuralları ve devletin yapısının ilişkili olduğu durumlarda
toplumsal dönüşüm için mücadele vermiştir. Bu sebeple de, Osmanlı kadını ve bu kadınların
kızları/torunları olan Cumhuriyet kadınları Batı’daki harekete kıyasla daha farklı sorunlarla mücadele
etmek durumunda kalmıştır. Üstelik belki de en can sıkıcı olanı; bu kadın mücadelesinin görmezden
gelinmesi, tarihin onları yazmaması, kazanılmış haklarla alakalı başka kahramanlar yaratılmış olmasıdır
(Yıldırım, 2014). Türkiye’de kadın hareketinin temellerini atan, o döneme adlarını kazıyan, feminist
kimliği taşımaktan gurur duyan bu kadınlar Fatma Nesibe, Ulviye Mevlan (Civelek), Mükerrem Belkıs,
Belkıs Şevket ve Halide Edip Adıvar’dır.
Cumhuriyet’in “asi” kadın yazarı Halide Edip Adıvar, modernleşme sürecinde kadının
bağımsızlığı üzerine yazdıklarıyla, feminist hareketin önde gelen figürlerinden oldu. Romanlarında
kadın-erkek eşitsizliğinin zararlı sonuçlarını, horlanan kadının acılarını ustalıkla işledi (Feyzioğlu, 1983,
177). Adıvar’ın kadın kahramanları, iffetli ve namuslu görünmekle kalmazlar, aynı zamanda toplumsal
ve siyasal olarak da etkindirler. Adıvar’ın romanları Cumhuriyet Türkiye’sinde kadınların kamusal
hayata hangi koşullarla kabul edilebileceklerini ifade eden bir mecazdır; cinsiyetsiz ve kadınlıklarından
sıyrılmış olarak (Kandiyoti, 2013, 159-160).
Nezihe Muhiddin Tepedelengil eylemci, gazeteci, aynı zamanda yazar olan bir kadın hakları
savunucusuydu. 20. yüzyıl’da Osmanlı Devleti’nde kadını toplum yaşamına dahil etme, Cumhuriyet
rejiminin ilanından sonraysa kadınların siyasal haklarının tanınmasını sağlama için mücadele etmiş bir
kadın hareketi öncüsüdür. Henüz Cumhuriyet Halk Fırkası bile kurulmadan "Kadın Hakları Fırkası"
adlı siyasi partinin kuruluş çalışmalarını tamamlayarak Türkiye’deki ilk siyasal partinin kurucusu
olmuştur. Bugün mecliste çok az sayıda kadın vekil varsa, bunun sebeplerinden biri de kadın hareketine
tarihte vurulan kettir. Kadınların siyasal alanda daha aktif olamamaları, meclis koltuklarında daha fazla
yer tutamamaları geçmişte yapılan “ses kısma” hareketleriyle ilişkilidir. (Yıldırım, 2014). Kadınların
siyasi hak mücadelesi ve bu konuda hak kazanımları ise Kurtuluş Savaşı ve onu takip eden yıllara
rastlamaktadır.
Dünya Savaşını izleyen işgal ve Milli Mücadele dönemlerinde kadınlar geleneksel kadının
rolünün dışında kalan bir dizi eyleme katıldılar, mitingler düzenlediler, kitleler önünde kürsüye çıktılar,
Müdafa-i Hukuk derneklerini kurdular, savaştılar. Kurtuluş Savaşından sonra Cumhuriyetin kurulduğu
ilk yıllarda kadınlardan beklenen en önemli katkı, evlerine dönmeleri ve çok sayıda çocuk yapmaları,
insan gücü açığını kapamalarıydı. II. Dünya Savaşına kadar ki dönemde, bu koşullar
106
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
altında evlenmemiş olanların oranı son derece azdır ve doğurganlık hızı 9,1 çocuğa değin yükselir
(Tekeli, 1985: 52).
2.3. Cumhuriyet Dönemi
Atatürk’ün Latife Hanımla evlenmesi bir tesadüf değildir. Projeye göre, eğitimli ve Avrupa
görgüsüyle yetişmiş modern bir kadın olan Latife Hanım, ulus kadınlarına örnek teşkil etmeliydi
(Yıldırım, 2014). Latife Hanım’ın en büyük çabası Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı için göstermiş
olduğu çabadır. Dünya onu feminist hareketin öncüsü ve büyük bir kadın hakları savunucusu olarak
görmektedir. Devrimleri yapan Atatürk’tür ama eşi Latife Hanım’da medeni kanun ve kadın hakları
konusunda onun en büyük danışmanı, destekçisi olmuş, hatta yeterli görmediği konularda itirazlarda
bulunarak bu maddelerin son halini almasını sağlamıştır. İpek Çalışlar’ın kitabında Latife Hanım,
mağrur ve feminist bir kadın olarak görülüyor (Çalışlar, 2006).
Atatürk’ün manevi kızı Afet İnan Türk tarihini İsa’dan önce 5000 yılına kadar inceledi. Bu
şekilde Türklerin 8.yy.’da İslamiyet’i kabul ettikten sonra nasıl bir değişime uğradığını araştırdı. İnan’a
göre Kemalist Devrim gerçek milli gelenekleri geri getiriyordu. Milliyetçi feminizm Cumhuriyet’ in
ilk kurulduğu yıllarda oluşturuldu (Gökalp, 1968: 148). Cumhuriyet dönemi feminist savlar, bu
noktadan hareketle, kadınların özgürleşmesinin Batı’dan ithal, yabancı bir şey değil, kökleri Orta
Asya’da bulunan Türk kültürünün ayrılmaz bir parçası olduğunu göstermeye çalıştılar (Kandiyoti, 2013:
147). Kemalist yönetim kadının toplum içindeki konumunu Batılılaşmanın bir göstergesi ve Osmanlı ile
hesaplaşmanın bir aracı saymıştır. Kemalizm yeni bir tarih yaratma çabası içinde kadına karşı “eşitlikçi”
saydığı Eski Türklerin tutumu ile yeni laik Batı’lı biçimlerin sentezini oluşturmaya koyulmuştur
(Çağatay; Soysal, 2011: 298).
Türkiye’de ulus devletin inşa edilirken kadın modernleşmenin bir aracı olarak görüldü. Batılı,
laik ve modern Türkiye’nin imajının güçlendirilmesinde Türk kadınları devlet politikaları, kanunları
tarafından kontrol edildi. Modernleşme sadece kurumların modernleşmesi olarak değil, toplumsal
cinsiyetlerinde modernleştirilmesi olarak algılandı. 1920’li yıllarda kadınlara verilen haklar yine
erkeklerin hüküm sürdükleri bir devlet anlayışından çıkarıldı. Erkek egemenliğinde olan cumhuriyet
kadınlara tüm haklarını verdiklerini düşünerek, onların artık organize olmalarının gerekliliğine
inanmıyordu (Tekay; Ustun, 2014). 4 Ekim 1926'da yürürlülüğe konan Türk Medeni Kanunu ile ailede
kadın-erkek eşitliği sağlanmaya çalışıldı; evlilikte resmi nikah zorunluluğu ve tek eşle evlilik esası
getirildi. Kadınlara, istedikleri mesleğe girebilme hakkı tanındı, mahkemelerde tanıklık yapma, miras
ve boşanma konularında kadın-erkek eşit hale getirildi. Bir toplumun yerleşik kültürünü, geleneklerini
sarsarak bu değişiklikleri yapanlar da bilmekteydiler ki, bu değişikliklerden fiilen yararlanabilecek olan
kadınlar sınırlı sayıdaydı; kentsel kesimde toplanmış, burjuva ve küçük burjuva (memur) kesimlere
mensuptular (Tekeli, 1985:53). Kemalist reformların uzun bir süre, özellikle ulusal ekonomiyle zayıf bir
biçimde bütünleşmiş kırsal alanlarda etkisiz kaldığı bir gerçektir. Dinsel nikah, küçük yaşta kız
çocuklarıyla evlilik, kız çocuklarının eğitim hakkının reddi gibi alanlarda. Kemalist reformların kentli
burjuva kadınlara doğrudan yarar sağlamış olduğu kuşku götürmez (Kandiyoti, 2013:77). Bugün 21.
Yüzyıl Türkiye’sinde hala dinsel nikah, kız çocuklarının eğitim hakkının reddi ve çocuk gelinler
varolmaya devam etmektedir.
Kadın haklarının gerçekleştirilmesi söylemi yerini “hakların verilmesi” söylemine
bırakmaktadır (Çağatay; Soysal, 2011:293). Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Tek Parti rejiminin tepeden
gerçekleştirdiği yasal kadın devrimi, bir bakıma “feminizme söylenecek söz” bırakmamıştır. Kemalizm
bu kuşak kadınlar için feminizmle eş anlamlı hale gelmiştir. Kadınlar arasında her şeyi devletten
bekleme, kendi durumlarını düzeltmek için siyasi/toplumsal faaliyette bulunmama tavrı, yerleşik bir
nitelik kazanmıştır. Kemalist kadınların dışında kalan geniş kadın kitleleri ise, daha çok İslami
değerlerin biçimlendirdiği geleneksel inançlarla harekete geçiriyor, bir başka deyişle onları
hareketsizliğe itiyordu (Tekeli, 1985:55).
107
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
3. GÜNÜMÜZ TÜRKİYE’SİNDE FEMİNİST İDEOLOJİNİN GELİŞEMEMESİNİN
NEDENLERİ
20. Yüzyılın sonunda Avrupa’da uzun yıllar toplumsal açıdan da en güçlü ataerkil toplum
Türkiye olarak kalmaya devam etti. Hem medeni kanunda hem ceza kanunun önünde kadınlara
erkeklerle eşit haklar uzun süre verilmedi.
Avrupa’da feminist ideoloji çok farklı boyutlarda gelişmeye devam ederken Türkiye’de
gelişememesinin nedenlerinin başında eğitim gelmektedir. 1975’te ülkede kadınların yarısı hala okuryazar değildi. Kadınların çoğu 17 yaşından önce evlendiriliyordu. 2000 yıllına gelindiğinde ise
Türkiye’de hâlâ her 5 kadından biri okuma yazma bilmiyordu. 2011’de hala Türkiye’de %8 oranında
kadın okuma yazma bilmiyor (TUİK, 2012:61). Feminist ideolojinin doğduğu ve en gelişmiş olduğu
Avrupa ülkelerinde 1980’de kadınlar arasında okur-yazarlık oranı %99’dur.
Tıp ve hukuk alanlarındaki meslek kadınları üzerinde yaptığı çalışmada Öncü, Türkiye’de
çalışmakta olan her beş avukattan ve her altı doktordan birinin kadın olduğunu ortaya koydu (Öncü’den
aktaran Kandiyoti, 2013:43). Bu rakamlar, Türk kadınlarının hukuk ve tıp gibi saygın mesleklere
girişlerinin, ABD ve Fransa gibi yüksek düzeyde sanayileşmiş ülkelerdeki hemcinslerine eşit olduğunu
işaret ediyor (Kandiyoti, 2013:43). Bu eğitimli orta ve üst sınıf kadınlar haklarını elde ettikleri ve
özgürlüklerini sağladıkları için alt sınıf kadınlarının hayatlarından habersiz, ilgisiz yaşamışlardır. Aynı
zamanda kentli kadınlar erkek rollerine hiçbir biçimde meydan okumamakta, aile işleyişinin geleneksel
düzenini koruyarak, erkek ayrıcalıklarını sorgulamamaktadırlar (Kandiyoti, 2013:51).
OECD ülkelerinde kadın istihdam oran ortalaması %56,7, Türkiye’de %27’dir. (TUİK,
2012:71). Kadınların işgücüne katılma oranlarında Türkiye AB ve OECD ülkeleri arasında sonuncu
sırada yer alırken, dünyanın diğer bölgeleri ile karşılaştırıldığında da durum pek iç açıcı değildir.
Kadınların işgücüne katılma oranlarında Türkiye’nin gerisinde kalan tek bölge %21,1 oranla Orta Doğu
ve Kuzey Afrika ülkeleridir (Dünya Bankası Göstergeleri).
Cumhuriyet’in kurulduğu yıllardan günümüze, kadınların istihdamda payları her geçen yıl
azalmaktadır. 1923 yılında %81,5 olan oran bugün %27’ye düşmüştür. Köyden kente göç ile tarımsal
işgücünden ayrılan kadınların diğer sektörlerde işgücüne katılması daha zordur. Türkiye’de büyük
kentlerde doğup büyümüş, göç geçmişi olmayan ve eğitimli kadınların işgücüne katılmamalarının
nedenleri nelerdir? Bu durumun nedeni toplumda var olan güçlü ataerkil anlayıştır. Ataerkil toplumlarda
egemen olan geleneksel ideolojinin cinsiyetçi işbölümü, kadını öncelikle ev işlerinden ve çocuk
bakımından sorumlu tutar. Şehirlerde yaşayan eğitimli, üniversite mezunu kadınlar arasında bile sadece
eşleri veya aileleri izin vermiyor diye iş hayatına katılamayanları vardır. Ezilişe ve ezilişin bilincine
varamayış, ezilişe karşı çıkamayış ülkede feminist ideolojinin gelişmesinin önünde büyük bir engeldir.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk olarak 1980’lerde feministler radikal sorular yöneltmeye
başlamışlardır. “Bizim annelerimizin nesli kendilerini Feminist olarak değil, Kemalist olarak
tanımlıyorlardı. Ataerkil aile yapısını ve kocalarının aile reisi olarak tanımlanmasını hiç
sorgulamadılar.” (Tekeli, 1995: 12). Kadınlar bir işte çalışabilmek için kocalarından izin almaları
gerekliliğini kabullenmişlerdi. 1980’lerde Kadın Hakları aktivistleri kampanyalarında eşit haklar için
Medeni Kanunun reforme edilmesi gerektiğini vurguladılar. 90’lara gelindiğine feministler artık
kurumlaşarak STK’lar oluşturmaya ve dergiler çıkarmaya başladılar. Türkiye AB’ye aday olduğu 1999
yılında kadın hakları konusunda hâlâ yasalar çok yetersizdi. 2001’de yeni Medeni Yasa düzenlendi.
2003 yılında Çalışma Hakları konusunda yeni reformlar yapıldı. 2004’te Anayasa değişiklikleri ile
“Kadınlar ve Erkekler aynı haklara sahiptirler” ibaresi kondu. Bütün bu reformlar 1920’li yıllardan sonra
yapılmış en radikal reformlardır (Tekay, Üstün, 2014).
Ama bütün çıkarılan yasalara rağmen toplumsal cinsiyet eşitsizliği devam etmektedir. 2011’de
kadınların %61’nin işgücüne dahil olmama nedenlerinin başında ev işleri (çocuk bakımı) gelmektedir.
0-5 yaş grubunda çocukların yaşadığı hanelerde çocuk bakımını %89,6 oranında anneler üstlenirken,
%1,5’ini babalar üstlenmektedir. Çocukların %2,4’ünün bakımı kreşler tarafından sağlanmaktadır
(TUİK, 2012). Bu veriler güçlü ataerkil toplum yapısının sürdürüldüğünün göstergesidir. Azgelişmiş
ekonomik yapının doğurduğu en önemli sonuçlardan birisi kadının esas olarak aile yapısına olan
bağımlılığıdır. Geçmişten devralınan ve bugün çok az değişme gösteren aileye ilişkin değerler büsbütün
pekişmektedir. Dolayısıyla ekonomik temelleri ve ideolojik kabuğuyla ailenin Türkiye
108
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
toplumundaki yeri başlıbaşına feminizmin gelişmesi önünde önemli bir yapısal engeldir. Aile
Türkiye’de yaygın ve alternatifsiz bir kurumdur. Avrupa ülkelerindeki sosyal devletin yerini Türkiye’de
aile almaktadır. Ekonomik işlevini yitirdiği zaman bile, güvenlik, üreme ve sevgi ilişkilerinin tek biçimi
olarak kalmaktadır. Bu yüzden Türkiye toplumunda insanların özellikle kadınların aileden bağımsız
olarak bir kimlik tanımlamaları olanaksızlaşmıştır (Tekeli, 1985:55). Ataerkil sistemde kadına yüklenen
ev işleri ve çocuk bakımı Türkiye’de kadınların kamusal alanda yer alamamasının en önemli nedenidir.
Bugün birçok gelişmiş ve feminist ideolojinin güçlü olduğu Avrupa ülkesinde çocukların bakımını
üstlenen yeterli miktarda ücretsiz kreş ve anaokulu vardır. Doğum izni ebeveyn izni olarak
düzenlenmiştir ve babalarda bu izni kullanabilmektedir. Oluşturulan bu sosyal politikalarla ev işleri ve
çocuk bakımı eşler arasında ortak yürütülmekte, bütün bu görevler sadece kadına yüklenmemekte,
sadece kadının sorumluluk alanı olarak tanımlanmamaktadır. Bu sayede kadınların işgücü piyasasında
daha fazla yer alma şansı doğmuştur.
Siyasi bir ideoloji olan feminizmin Türkiye’de gelişememesinin diğer önemli bir nedeni ülkede
kadınların siyasette temsil oranlarının düşüklüğüdür. 1980’e kadar sadece 2 tane kadın bakan, 1991
yılına kadar hiç kadın vali yoktu (Tekeli, 1986). Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki kadın milletvekili
oranı 1935 yılında %4,5, 2012 yılında bu oran %14,4’tür ve sadece bir kadın bakan vardır (TUİK, 2012:
145). Feminizmin geliştiği ülkeler ile karşılaştırıldığında günümüzde kadın milletvekili oranları
Hollanda, Finlandiya ve İsveç’te %40-45 aralığında, Almanya, Belçika, Danimarka ve Norveç’te %3040 aralığında, İsviçre, Avusturya, Fransa, Lüksemburg, Kanada, İngiltere ve İtalya’da
%20-30 aralığında yer alırken; Türkiye’de mecliste kadın milletvekili oranı sadece %14,4’dür (TUİK,
2012: 143). Kadınların parlamentoda temsili Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı 2010 (UNDP)
raporuna göre Türkiye Kenya ve Kongo’nun gerisinde, 186 ülke arasından 144. sırada yer aldı. Birleşmiş
Milletler’in hazırladığı “2012 Siyasette Kadın Haritası”, Türkiye’nin siyasetteki kadın ortalamasında
son sıralarda yer aldığını ortaya koydu. Türkiye %14,4 ile kadınların mecliste temsil edilme oranında
143 ülke arasında 88. sırada yer alıyor. Kadınların kabinede temsil edilme oranlarında ise Türkiye, %4
oranıyla 96 ülke arasında 90. sırada yer alıyor.
Kadınların haklarını elde edebilmeleri ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin daha fazla
sağlanabilmesi için kadınların siyasette daha fazla yer alması şarttır. Kadınların hakları konusunda
gerekli yasal düzenlemeler yapılıyor olmasına rağmen toplumsal yaşam içinde kadına karşı uygulanan
eşitsizlikler devam etmektedir. Global Gende Gap Report’ta (2013) Türkiye’nin 135 ülke arasında
120. sırada yer almış olması bunun en çarpıcı göstergesidir. Diğer önemli bir sorun yine gerekli yasaların
yapılmış olmasına rağmen, kadınlara yönelik uygulanan şiddetin önüne geçilememesi, kadın
cinayetlerinin artarak devam etmesidir.
Türkiye’de doğu kadınlarının sorunları batı kadınlarının sorunlarından farklılaşmaktadır. İmam
nikahı, çocuk gelinler, töre cinayetleri bunların başında gelir. Bu sorunlar göç sonucu bugün büyük
şehirlerde de görülmektedir. Yakın Ertürk uzun yıllar doğu bölgelerinde yaptığı çalışmaların sonucunda:
“Doğu kadının sorunları 80’li yıllarda bir dereceye kadar sosyal bilimciler tarafından incelenmeye
başlanmışsa da, Türkiye’deki kadın hareketinin uğraş alanının oldukça dışında kalmaktadır. Olaya
sadece “kadın hakları” açısından bakan bazı kadın örgütleri bu sorunlara eğilmekteler. Ancak, onların
yaklaşımı da egemen elitist ve merkeziyetçi bakış açısından çok farklı olmadığı için, çözüm hep
modernleştirici araç ve gereçlerin hedef nüfusa ulaştırılması olarak düşünülüyor. Oysa, güçlü bir kadın
hareketi ve pratik siyaset alanında etkili bir politika oluşturabilmek için, Doğu kadının sorunları orta
sınıf kadın sorunları ile birlikte ele alınmak zorundadır” (Ertürk, 2011: 185).
Türkiye’de feminizmin gelişememesinin diğer bir nedeni feminist ideolojiye yüklenen olumsuz
anlamdır. Ülkemizde feminizm kadınlar arasında bile neden erkek düşmanlığı olarak algılanmaktır?
Türkiye’de toplumun birinci derecede habere ulaştığı kanalın televizyonlar olduğu düşünülürse, burada
özellikle görsel medyanın rolünü tekrar sorgulamak gerekir. Kadınlar medyada kendi seyredilişlerini
seyrederlerken, bir yandan da onlardan talep edilen “ideal” kadının ne olduğu gösterilir ve onlara kendini
benim seni sevdiğim gibi sev, benim istediğim gibi ol denir. Türkiye’de devlet tekelinde olan radyo ve
televizyonun kadınlara yönelik olarak hazırladığı programlar kadınlara “nazik hanımlar”, “kutsal
anneler” muamelesi yapılan bir alandır. Öte yandan çalışan kadınlar mükemmel bir ev kadını oldukları
sürece “başarılı” addedilen iş kadınlarıdır. Çalışsın veya çalışmasın onaylanan ve hedeflenen kadın,
kadınlık vasıflarından uzaklaşmamış, yani şefkatli, yumuşak, anlayışlı, iyi eş, fedakar anne olandır
(Saktanber, 2011: 191).
109
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Türkiye’de sol hareketin zayıf kalması, feminizmin gelişememesinin diğer bir nedenidir. Bu
bağlamda Türkiye Solu’nun kadına bakış açısınıda değerlendirmek gerekir. Fatmagül Berktay
Türkiye’de Sol’un Kadına Bakış Açısını “1980 öncesi ve sonrası” şeklinde değerlendirir. 1980
öncesinde, Türkiye Solu’nun gündeminde gerçek anlamıyla bir “kadın sorunu” yoktur; bu ciddiye
alınması gereken bir teorik sorun olarak görülmediği gibi, kadınların ezilmesinin özgül boyutları
üzerinde de durulmazdı. Dolayısıyla 80 öncesinde, konuya ilişkin yazılı belge bulmak zordur; var olanlar
ise, genellikle basmakalıp önermelerin bir derlemesi olmaktan öteye geçmezler (Berktay, 2011: 279).
1990’lardan itibaren gerçek anlamda kadın sorununun konuşulmaya başlanmış olması, feminizmin
ülkede neden geç geliştiğinin göstergesidir.
4. TARTIŞMA VE SONUÇ
Türkiye’de Cumhuriyet’in kurulduğu yıllardan günümüze feminizmin gelişememesinin yapısal
nedenlerinin başında kırsal kesim ücretsiz aile işçiliğine bağlı kadının sömürülmesi, tarım ağırlıklı
ekonomi, kentsel alanda kadın emeğine yeterli iş olanakları sağlamayan sanayinin geri kalmış yapısı
gelmektedir. Bunlar daha çok ekonomik etkenlerdir.
Feminist ideolojinin ülkede gelişememesinin altında yatan asıl önemli nedenler sosyo-kültürel
faktörlerdir. Kadınların eğitim düzeylerinin düşük olması onların ezilmişliklerinin farkında
olamayışlarına ve ezilmişliklerini kabullenmelerine sebep olmuştur. Kadının ikinci sınıf vatandaş
olmasını kabullenmesi toplumda varolan ataerkil yapıyı daha da güçlendirmiştir. Kadınların kamusal
alana yani iş hayatına giremeyişleri onları ekonomik yetersizliklerinden ötürü erkeklere daha bağımlı
hale getirerek, bireyselleşmelerinin önüne ciddi ket vurmuştur.
Türkiye’de görsel medyada feminizmin gelişememesinde etkili olmuştur. Kadınların feminizm
ile ilgili olumsuz bilgilere basılı yayından çok görsel medyadan ulaşıyor olması, Türkiye’de görsel
medyada sunulan kadın profilinin sorgulanması gerektiğini ortaya koymaktadır.
Türkiye’de yaşanan siyasi ve siyasi/ideolojik gelişmelerin de feminizmin oluşumunu engelleyen
özgül etkileri olmuştur. Feminist ideolojiyi daha çok savunan sol ideolojilere bağlı partilerin Türkiye’de
hiçbir zaman güçlü olmamaları feminist ideolojinin ülkede güçlenmesi önünde önemli bir negatif
etkendir. 1980 öncesinde, Türkiye Solu’nun gündeminde gerçek anlamıyla bir “kadın sorunu” yoktu.
Yine Cumhuriyet’in ilk kurulduğu yıllarda ve Tek Parti rejimi döneminde kadınların haklarını mücadele
sonunda elde ettikleri ve kadınlara haklarının erkekler tarafından verildiği yönünde iki farklı görüş yer
almaktadır. Sonuç olarak mücadele sonunda veya erkekler tarafından sağlanmış olsa da kadınlara verilen
hakların yeterli olduğu ve artık bir kenara çekilmeleri gerektiği düşüncesi siyasi anlamda 1980’lere
kadar kadınlara kabul ettirilmiştir. Bütün bu gelişmeler Türkiye’de feminist ideolojinin gelişmesini
geciktirmiş ve engellemiştir.
5.KAYNAKLAR
Aksu, B. ve Günal, A. (2011). 90’larda Türkiye’de Feminizm. İletişim: İstanbul.
Aktaş, C. (2006). Türbanın Yeniden İcadı. İstanbul: Kapı Yayınları.
Arat, Y. (2010). Politika, Türkiye'de Din, Siyaset ve Cinsiyet Eşitliği: Demokratik Bir Paradoksun İşaretleri Mi?
http://www.radikal.com.tr/politika/turkiyede_din_siyaset_ve_cinsiyet_esitligi_demokratik_bir_paradoksun_isaretleri_mi1029401
Beauvoir, S. (1947). Le Deuxieme Sexe II. Paris: Gallimard.
http://www.franceinfo.us/03_books/books/beauvoir-deuxieme-sexe.pdf
Beşli, G. (2014). İslamcı Feminizm. Hacettepe Üniversitesi Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Yüksek Lisans
Programı. http://hu-wgs.org/2014/03/islamci-feminizm/
Berktay, F. (2011). Türkiye Solu’nun Kadına Bakışı: Değişen Bir Şey Var mı? 1980’ler Türkiye’sinde Kadın Bakış Açısından
Kadınlar. Yayına Hazırlayan: Şirin Tekeli. İstanbul: İletişim. 2011.
Çağatay, N. Ve Soysal, Y. (2011). Uluslaşma Süreci ve Feminizm Üzerine Karşılaştırmalı Düşünceler, 1980’ler
Türkiye’sinde Kadın Bakış Açısından Kadınlar. Yayına Hazırlayan: Şirin Tekeli. İstanbul: İletişim.
Çakir, S. (1994). Osmanlı Kadın Hareketi. İstanbul: M etis.
Donovan, J. (2013). Feminist Teori. 7. Baskı. İstanbul: İletişim Yayınları
European Commission
http://ec.europa.eu/enlargement/archives/pdf/key_documents/2000/tu_en.pdf, S. 18/19
Dünya Bankasi, Dünya Bankası Göstergeleri.
http://data.worldbank.org/country/turkey/turkish
Ertürk, Y. (2011). Doğu Anadolu’da M odernleşme ve Kırsal Kadın. 1980’ler Türkiye’sinde Kadın Bakış Açısından Kadınlar.
Yayına Hazırlayan: Şirin Tekeli. İstanbul: İletişim.
110
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Feyzioğlu, T. (1983). Atatürk ve Kadın Hakları. Kadın Dernekleri Federasyonu ve Gönüllü Kuruluşlar. Ankara.
http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-06/ataturk-ve-kadin-haklari-2
Göle, N. (2000). İslam’ın Yeni Kamusal Yüzleri. İstanbul: M etis Yayınları. 2000.
Gökalp, Z. (1974). Türk Medeni Tarihi. İstanbul.
Gökalp, Z. (1968). Türkçülüğün Esasları. İstanbul: Varlık Yayınları.
Gökalp, Z. (2007). Türkçülüğün Esasları. İstanbul: Bordo Siyah.
Görgülü, Ül. (2014). Kadın ve Siyaset. İstanbul: İz Yayıncılık.
Güriz, A. (2011). Feminizm Postmodernizm Ve Hukuk. 2. Baskı. Ankara: Phoenix.
Heywood, A. (2011). Siyasi İdeolojiler. 3. Baskı. Ankara: Adres Yayınları.
Index M undi, World Literacy. http://www.indexmundi.com/g/g.aspx?v=39&c=no&l=en
International Helsinki Federation for Human Rights (IHF): www.ihfhr.org/viewbinary/viewdocument.php?download=1&doc_id=2073
Kandiyoti, D. (2013). Cariyeler, Bacılar, Yurttaşlar, 4. Basım, İstanbul: M etis Yayınları.
Kaplan, S. (2006). Latife Hanım Mustafa Kemal’in Başına Gelmiş Bir Kaza Değildi.
http://www.hurriyet.com.tr/pazar/4520371.asp?m=1
Kişlali, A.T. (1992). Siyaset Bilimi, Ankara: İmge Kitabevi.
Sancar, S. (2011), der. Birkaç Arpa Boyu, İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları.
Saktanber, A. (2011). Türkiye’de M edyada Kadın: Serbest, M üsait Kadın veya İyi Eş, Fedakar Anne. Yayına Hazırlayan:
Şirin Tekeli, 1980’ler Türkiye’sinde Kadın Bakış Açısından Kadınlar, İletişim: İstanbul.
Sevinç, N. (1997). Eski Türklerde Kadın ve Aile, İstanbul: Bilgeoğuz Yayınları.
Taşçioğlu, M . (1958), Türk Osmanlı Cemiyetinde Kadının Durumu ve Kadın Kıyafetleri, Ankara.
Tekeli, Ş. (2011). 1980’ler Türkiyesi’nde Kadın Bakış Açısından Kadınlar, İletişim: İstanbul.
Tekeli, Ş. (1986). The New Women’s Movement. The Rise and Change of the New Women’s M ovement, in: Drude Dahlerup.
Tekeli, Ş. (1985). Türkiye’de Feminist İdeolojinin Anlamı ve Sınırları Üzerine. 48-66.
http://www.halkevleri.org.tr/sites/default/files/indir/01-11-2010-tekeli_turkiyede_feminizm.pdf
TUİK (2012). İstatistiklerle Kadın. Sayı: 13458 ; 08 M art 2013.
http://www.tuik.gov.tr/Kitap.do?metod=KitapDetay&KT_ID=11&KITAP_ID=238
Üstün, Z. ve Tekay, C. (2013). A Short History of Feminism in Turkey and Feminist Resistance in Gezi.
http://zeynoustun.com/A%20Short%20History%20of%20Feminism%20in%20Turkey%20and%20Feminist%20Resistance%
20in%20Gezi.pdf
Yildirim, H. (2014). Osmanlı Kadın Hareketi. Hacettepe Üniversitesi Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Yüksek
Lisans Programı. http://hu-wgs.org/2014/04/osmanli-kadin-hareketi/
111
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Sağlık Bilimleri Fakültesi Öğrencilerinin Toplumsal Cinsiyet Kavramının Sağlık
Üzerine Etkilerine İlişkin Görüşleri
Views of Students in Faculty of Health Sciences About the Effects of Gender on Health
Demet AKARÇAY1 , Arzu KOÇAK UYAROĞLU 2 , Doğa BAŞER3
1Hacettepe Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sosyal Hizmet Doktora Prog. [email protected]
Üniversitesi,Sağlık Bilimleri Enstitüsü,Hemşirelik Doktora Prog, [email protected],
3Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Sosyal Hizmet Doktora Prog. [email protected]
2Selçuk
ÖZET: Kadın ve erkeği tanımlamada biyolojik faktörler kadar önemli olan bir diğer kavram da kadın ve erkeğin
farklı kültür ve toplumlardaki tanımlamasıdır. Toplumun kadın olmaya ilişkin belirlediği roller kadının temel hak ve
hürriyetlerini kısıtlayabilmektedir. Önemli bir hak olan sağlık hakkının kullanım şekli ve kadının toplumsal tanımlaması
toplumsal cinsiyet kavramıyla yakından ilişkili olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda toplumsal cinsiyet ayrımcılığı
sağlık kavramı içinde ele alınması gereken önemli bir kavram olması fikriyle planlanan bu çalışma nitel bir araştırma olarak
tasarlanmış olup Konya’da bir üniversitenin Sağlık Bilimleri Fakültesi öğrencilerinin toplumsal cinsiyet kavramının sağlık
üzerine etkilerine ilişkin görüşlerini ortaya koymayı amaçladığından olgubilim (fenomonolojik) desende planlanmıştır.
Toplumsal cinsiyet kavramının sağlık üzerine etkileri ile ilgili sorular yazarlar tarafından literatür taraması (Ersoy, 2009; Pınar,
Taşkın, & Eroğlu, 2008; Şavran, 2014; Zastrow, 2013) yapılarak oluşturulan havuzdan çekilmiş ve birbiri ile benzerlik gösteren,
anlaşılamayan ifadeler düzeltilerek 10 sorudan oluşan tam yapılandırılmış görüşme formu aracılığıyla görüşler elde edilmeye
çalışılmıştır. Bu çerçevede, 30 öğrenci ile yüz yüze görüşme yapılarak sorulara yanıt aranmıştır.
Anahtar Kelimeler: Erkek, kadın, toplumsal cinsiyet, sağlık
ABS TRACT: The concept of identifying women and men in different cultures and socities is important as well as
byological factors in definition of women and men. Determined roles of society related with being women can limit basic rights
and freedom of women. Usage of health right as a curcial right is associated with communal identification of women and the
concept of gender. In this context, the study was planned as in qualitative pattern wşth the idea of the importance of
discrimination of gender as a part of health and aimed to reveal the views of students in faculty of health sciences at a university
in Konya, about the effects of gender on health. The suggestions about the prevention of women health problmes related with
discrimination of gender are shaped as raising awareness of especially men, getting a common message of communal leaders,
educating individuals since childhood with the framework of justive, equity, human rights, preveniting discrimination,
especially preventing to generate stereotypes for children, empowering women status in the society and precluding early
marriage.
Keywords: Gender, health, woman, man.
GİRİŞ
Kadın ve erkeği tanımlamada biyolojik faktörler kadar önemli olan bir diğer kavram da kadın ve
erkeğin farklı kültür ve toplumlardaki tanımlamasıdır. Toplumun kadın olmaya ilişkin belirlediği roller
kadının temel hak ve hürriyetlerini kısıtlayabilmektedir. Bireyin kadın ya da erkek olmasına yüklenen
farklı anlamlar toplumlarda eşitsizliklerin yaşanmasına neden olmuştur. Kentleşme, göç, ekonomik
kayıplar, savaşlar gibi toplumsal olayların da etkisi düşünüldüğünde kadının toplum içindeki yerinin
özellikle Türkiye’de patriyarkal ilişkilere göre belirlenmesine neden olmuştur. Kadının erkek üzerinden
tanımlanması ve erkek yasasının sadece belli ülkelerde değil, bütün dünyada etkin olması kadınların
sosyal ve siyasal haklarına ulaşımına engel olmaktadır. Diğer açıdan, toplumsal sağlık statüsü
değerlendirildiğinde, kadının mahrum kaldığı her sağlık hizmeti, maruz kaldığı her ayrımcı politika ve
toplumsal uygulama toplumun genel statüsünü olumsuz etkilemektedir. Sağlık hizmetlerine ulaşım
noktasında kadının yaşadığı sorunlar toplumun kadına atfettiği rol ve sorumluluklardan ve kadını erkek
üzerinden ötekileştirerek tanımlamasından kaynaklanabilmektedir.
TOPLUMSAL CİNSİYET
Ann Oakley biyolojik olarak kadını ve erkeği cinsiyet açısından tanımlamak için ‘sex’ ifadesini
kullanırken, erkek ve kadın arasındaki toplumsal bölünmeyi belirtmek için ise ‘gender’ kavramını
literatüre kazandırmıştır. Ancak batılı toplumlardaki ‘sex’ ifadesinin bizim toplumumuzda kullanım
noktası farklı olduğundan dolayı toplumsal cinsiyet ifadesi tercih edilmektedir. Buradan yola çıkarak,
kadın ve erkek arasındaki farklılıklar biyolojik, fizyolojik, psikolojik, kültürel ve sosyolojik olarak öne
çıkmaktadır. Özellikle kültürel olarak belirlenen kalıp yargıların, rollerin ve kadını ve erkeği tanımlamak
için kullanılan özelliklerin toplumsal cinsiyet üzerindeki etkisi gözlenmektedir (Ersoy, 2009, ss. 210213). Modern yaşamın gerekleriyle toplumsal işbölümünün ve rollerin giderek arttığı
112
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
modern toplumlarda kimlik çoklu ve hareketli bir yapıya sahip olmuş ve birey kendini ‘öteki’ üzerinden
kurmaya başlamıştır. Dolayısıyla, kimliğini ‘öteki’ üzerinden kuran birey, kimlik edinmek amacıyla
seçimler ve tercihler yapmak zorunda kalarak kendi kimliğini bu şekilde şekillendirmektedir
(Karaduman, 2010, s. 2896). Toplumsal rollerin toplum içinden kaynaklanması ve özellikle erkeğe
atfedilen geleneksel kalıp rollerin ve erk olma durumunun toplum tarafından desteklenmesi kadınların
toplum içindeki statüsünün yükselmesini engellemiştir (Vefikuluçay, Zeyneloğlu, Eroğlu, & Taşkın,
2007, s. 33).Toplumsal cinsiyet algısına yönelik değerlendirme yapmak için aile ilişkilerinin ve aile içi
iletişim boyutlarının incelenmesi gerekmektedir. Aile, toplumsal cinsiyeti tanımlamada etkin olan
egemen rollerin nasıl yeniden üretildiği noktasında ipuçları vererek kadın ve erkek tanımlarını ifade
etmektedir (Dedeoğlu, 2000, s. 143). Kadının rol ve sorumlulukları aile bireylerinin bakımını üstlenmesi
gerektiğini belirten ataerkil yapının simgesi olarak kadının günümüzde çalışma hayatında yer almasını
engellememekte ancak kadın çalışma hayatına katılsa da kendisinden bu geleneksel rolleri yerine
getirmesi de beklenmektedir (Dalkıranoğlu & Çetinel, 2008, s. 293). Etkileşimci modele göre ise,
toplumsal cinsiyetle ilgili kişisel algıların, seçimlerin kavramla ilgili davranışların gelişmesini
sağlamaktadır. Sosyal öğrenme kuramı, toplumsal cinsiyete ilişkilerin algıların ve davranışların
çocukluk döneminde aileden öğrenildiğini ifade etmektedir (Güldü & Kart, 2009, ss. 101-104).
YÖNTEM
Bu çalışmada, nitel araştırma teknikleri kullanılmıştır ve Konya’da bir üniversitenin Sağlık
Bilimleri Fakültesi öğrencilerinin toplumsal cinsiyet kavramının sağlık üzerine etkilerine ilişkin
görüşleri konusunu katılımcıların bakış açısından ayrıntılı bir anlayışla araştırmayı ve ortaya koymayı
amaçladığından olgubilim (fenomonolojik) desende planlanmıştır. Nitel araştırmalarda örneklem
büyüklüğüne karar vermede “doygunluk” önemli bir rehberdir (Lıehr ve ark 2005). Katılımcıların aynı
ifadeleri/kavramları kullanması ve bu kavramların tekrarlanması, yeni bir bilgi ve kavram ortaya
çıkmadığında örneklem sayısının yeterliliğine karar verilmiş olup toplam 30 katılımcı ile çalışma
yürütülmüştür. Çalışma verileri 1 Ekim – 31 Ocak 2015 tarihleri arasında araştırmacılar tarafından
bireysel görüşmeler ile toplanmıştır. Toplumsal cinsiyet kavramının sağlık üzerine etkileri ile ilgili
sorular yazarlar tarafından literatür taraması (Ersoy, 2009; Pınar, Taşkın, & Eroğlu, 2008; Şavran, 2014;
Zastrow, 2013) yapılarak oluşturulan havuzdan çekilmiş ve birbiri ile benzerlik gösteren, anlaşılamayan
ifadeler düzeltilerek 10 sorudan oluşan tam yapılandırılmış görüşme formu aracılığıyla görüşler elde
edilmeye çalışılmıştır. Bu çalışma Sağlık Bilimleri Fakültesinde görüşme yapılan 30 öğrencinin
görüşleri ile sınırlıdır.
Araştırmanın Amacı. Bu çalışma Sağlık Bilimleri Fakültesi son sınıf öğrencilerinin toplumsal cinsiyet
kavramının sağlık üzerine etkilerine ilişkin görüşlerini belirlemek amacıyla yapılmıştır.
BULGULAR
Veri toplama formu sorularından yola çıkarak bulgular 7 başlık halinde sunulmuştur.
Temel Cinsiyet Rolleri Kapsamında Kadının ve Erkeğin Rolleri. Kadının ve erkeğin toplumdaki
rollerine ilişkin katılımcıların bakış açıları sorulduğunda, benzer ifadeleri kullandıkları görülmüştür.
Buna göre, kadın toplumda aile içinde bir rol üstlenen, ev ve aile bireylerinin bakımını sağlayan, bireyler
arasındaki ilişkileri düzenleyen korunmaya muhtaç, kırılgan, sabırlı olarak ifade edilen ve özellikle
çocuk bakımından dolayı anne olarak şekillenen bir profile sahip olmaktadır. Buna karşın, erkek ise para
kazanarak evin geçimini ve ailenin güvenliğini sağlayan, güçlü ve gücü temsil eden, aile içinde yönetici
olarak ifade edilen bir aktörü temsil etmektedir. Ancak, çalışmaya katılan 30 katılımcıdan sadece 3’ünde
farklı yanıtlar görülmüştür.
Kadın Kavramı/Algısı. Geleceğin sağlık profesyonellerinin dezavantajlı bir grup olarak karşımıza çıkan
kadın kavramını nasıl algıladıklarını ve ne tür değerler yüklediklerinin bilinmesi önemlidir. Bu gruplarla
çalışma yaşamında sık sık karşılaşacaklarını varsaydığımızda kadına karşı tutumlarının şekillenmesinde
önemli bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kapsamda incelendiğinde katılımcıların büyük bir
çoğunluğu kadın denildiğinde aklına gelen ilk şeyin kadının doğurganlık
113
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
özelliğinden kaynaklı olarak annelik kavramı olduğunu, 3 katılımcı kadının güzellik ve estetik unsuru
olduğunu, 2 katılımcı ise diğer katılımcılardan farklı olarak kadın denildiğinde şiddete maruz kalan ve
toplumsal yaşamda yasalarca korunamayan bir aktörün aklına geldiğini ifade etmişlerdir. Katılımcıların
tamamı kadın ve kız kavramlarının ayrımında bekaret unsurunu kullanmakta ve bu açıdan kadın bakire
olmayan, yetişkin ve evli bireyleri temsil ederken, kız ise bekaretin bir simgesi olarak ifade edilmiştir.
Karar Verme Sürecine Kadının Katılımı. Katılımcılara ailelerinde önemli kararları kimin/kimlerin
aldığını anlamaya yönelik yönelttiğimiz soruya kararları genellikle evin en büyük erkeği yani baba
tarafından alındığını, son kararın her zaman babaya ait olduğunu ifade etmişlerdir. Ancak kadın, yani
anne fikir belirten ve erkeği destekleyerek karar verme sürecine katkıda bulunan aile üyesidir.
Kadına Yönelik Ayrımcılığı Önlemede Ulusal Ve Uluslararası Sözleşmeler. Katılımcıların tamamına
yakını ulusal ve uluslararası düzeyde kadına yönelik ayrımcılığı önleme adına sözleşmelerin olması
gerektiğini vurgularken, sözleşmelerdeki maddelerin uygulamaya yansımalarının olması gerektiğine
ancak ülkemizde uygulamada yetersizliklerinin ön plana çıktığını ifade etmişlerdir. Başka bir ifadeyle,
sözleşmeler olsa da bilgilendirme ve bilinçlendirme olmadığı ve ülke politikalarında kadına yer
verilmediği sürece kadına yönelik ayrımcılığın engellenemediği vurgulanmıştır. Bazı katılımcılar ise,
özellikle uluslar arası düzeydeki sözleşmelerin gerekliliğine ve yaptırım gücüne inanmadıklarını
sözleşme yerine her toplumun kendi kültürel, toplumsal ve hukuki değerleri kapsamında kadının her
türlü ayrımcılığa karşı korunması gerektiğini ifade etmişlerdir.
Toplumsal Cinsiyet Rolleri Bağlamında Sağlık Hizmetlerine Ulaşım. Sağlık hizmetlerine ulaşım
noktasında kadın ve erkek arasında bir farklılık olduğuna inanan katılımcılar özellikle kadınların maddi
yetersizlikler nedeniyle sağlık hizmetlerine ulaşım noktasında kısıtlanabildiklerini ifade etmektedirler.
Ayrıca, kadının herhangi bir sağlık kuruluşuna ulaşım noktasında erkek eşliğinde gitmesi gerektiği için
kadının sağlık hizmetlerinden faydalanması erkeğin uygun görmesi ve boş zaman yaratmasına bağlı
olabilmektedir. Buna karşın, erkek istediği zaman, ihtiyaç duyduğu her anda sağlık hizmetlerine
ulaşabilmektedir. Değerlendirme sonucunda ulaşılan bu genel ifadelerden farklı olarak 5 katılımcı sağlık
hizmetlerine ulaşım noktasında kadının yaşadığı zorlukların ve engellerin temel nedenini cinsiyet
ayrımından ziyade eğitim eksikliği, kadının statüsünün düşük görülmesi ve eğitimsizliğe bağlı olarak
kadının karar alma sürecine etkin bir şekilde katılamamasından kaynaklı olduğunu belirtmişlerdir.
Toplumun Kadına Bakışı ve Sağlık Üzerine Etkileri. Çalışmaya katılanların tamamı toplumun kadına
olan bakış açısının kadının ruhsal ve fiziksel sağlığını etkilediğini belirtmiştir. ‘… Toplumun kadını
değersizleştirmesi, kadın hakkındaki kalıp yargıları ve kadından beklentileri kadının pek çok sağlık
problemi yaşamasının nedenidir’. Kadının ötekileştirilmesi ve ‘diğer grup’ olarak ifade edilmesinin
kadının fiziksel ve ruhsal sağlığını olumsuz yönde etkilediği de ayrıca belirtmişlerdir. Kadın sağlığı
üzerine olan etkilerini ise; travma sonrası stres bozukluğu, anksiyete bozukluğu, depresyon, tükenmişlik,
üreme sağlığı sorunları, fiziksel yaralanmalar olarak ifade etmişlerdir.
Katılımcıların tamamı toplumsal cinsiyet kavramının kadın sağlığı üzerine olan etkilerini
azaltmada sağlık profesyonellerinin önemli sorumlulukları ve görevleri olduğunu vurgulamışlardır.
Katılımcılar, sağlık hizmetine ulaşamayan kadına hizmetin rutin taramalar ve ev ziyaretleri aracılığıyla
ulaştırılması gerektiğini ve sağlık profesyonellerinin kadının sağlık hizmetlerini kullanımı noktasında
kadının hakkının savunuculuğunu yapması gerektiğini öncelikli olarak vurgulamışlardır. Ayrıca, bu
eğitimlerin planlanması ve verilmesi sırasında eşitlik ve mahremiyet gibi önemli ilkelerin göz önünde
bulundurulması gerektiği de ifadeler arasında yer almıştır.
Cinsiyet Ayrımcılığına Bağlı Kadın Sağlığında Yaşanan Problemleri Önlemeye Yönelik Öneriler.
Toplumun ve özellikle erkeklerin bilinçlendirilmesi, bu kapsamda toplum liderlerinin de ortak mesajı
vermesi, konuyla ilgili eğitimin bireylere çocukluktan itibaren okul sürecinde adalet, eşitlik, insan
hakları, ayrımcılığın önlenmesi şeklinde belirlenecek bir çerçeveyle verilmesi, özellikle çocukların
toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin kalıplara sokulmaması, kadının toplum içindeki statüsünün
güçlendirilmesi, erken yaşta evliliğin önüne geçilmesi katılımcılar tarafından sunulan önerilerdendir.
114
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
TARTIŞMA VE SONUÇ
Kadın ve erkek roller karşılaştırıldığında, kadın ev içindeki işleri, doğurganlığı ve aile üyelerinin tüm
yaşam alanlarındaki bakım ve denetimi üstlenirken, erkek evin reisi ve ailenin temel sahibi olarak
tanımlanmaktadır. Bu anlamda toplumsal cinsiyet ayrımcılığının engellenmesi için sağlık, eğitim,
istihdam gibi alanlarda eşitlikçi politika ve programların düzenlenmesi ve uygulanması gerekmektedir
(S. D. Kahraman, 2010, s. 31). Çalışma sonunda elde edilen bulguları da destekler nitelikte kadının
özellikle anne olarak algılanması, bir kadının çalışma hayatında bir yönetici olarak düşünülmemesi
dikkat çekici ve toplumun bu yöndeki algısının bir göstergesi olmaktadır. Ayrıca, kadının çalışma
hayatındaki başarısına güvenilmemesi sadece ev içinde bakımı ve işleri gerçekleştiren bir obje olarak
düşünülmesi de erkeğe göre tanımlanan kadının toplum içindeki statüsünü düşürmektedir. Bunun
yanında, kadının değersizleştirilmesi ev içinde de kadının kararlarının bir öneminin olmadığını
vurgulamaktadır. Karar sürecinde ev içinde reis olarak adlandırılan babanın asıl kararları alması, kadına
fikrinin sorulmaması ya da sadece kocasının kararını desteklenmesinin beklenmesi de erkek yasasını
açıkça ifade etmektedir. Kadının kendi hayatını ilgilendiren bir kararın bile erkek yani kocası tarafından
alınması kadının yine örselenmesine neden olmaktadır. Kadının talep etme, çalışma ve ekonomik
anlamda harcama tercihlerine yönelik kararların erkek tarafından belirlenmesi, daha açık bir ifadeyle
kadının fiziksel, cinsel şiddettin yanında ekonomik şiddete maruz kalması (Gürkan & Çoşar, 2009, s.
124), ailede para kazanan taraf olarak düşünülen erkeğin kadın üzerindeki bir hakkı olarak
nitelendirilmektedir. Toplumun kadına yönelik baskıcı bakışının etkisiyle sağlık hizmetlerine
zamanında ve yeterli bir şekilde ulaşım sağlayamayan kadının hastalık yüküne sahip olmasına ve buna
bağlı olarak engellilik yaşamasına ve hatta ölümüne yol açabilmektedir. Kadın sağlığının sadece bireysel
anlamda değil, aile ve toplum sağlığını da ilgilendiren tarafı göz önünde bulundurularak sunulan sağlık
hizmetleri kalitesinden de etkilendiği unutulmamalıdır (Özbaş & Özkan, 2010, s. 541). Kadına yönelik
ayrımcılığın önlenmesi ve kadının sağlık hizmetlerine rahat ulaşımının sağlanması noktasında sağlık
profesyonellerinin büyük resmi görerek hem kadını hem de erkeği temel alan toplumsal farkındalık
çalışmalarına öncülük etmeleri, sağlık kuruluşlarında hizmet sunumunda kadın ya da erkek olarak
cinsiyet farklılıklarını gözetmeden temel tıbbi ilkelerden olan eşitlik ve mahremiyete saygılı bir şekilde
tutum ve davranışlar sergilemeleri önem taşımaktadır. Sağlık hizmetlerine başvuran bireyin kadın
olmasından dolayı erkek sağlık profesyonelleri tarafından endişeli bir şekilde yaklaşılması, dini inançlar,
toplumsal baskı nedeniyle kadının muayene edilmesinin engellenmesi modern tıbbin gereklerine ve
ilkelerine uygun olmayan davranışlar olmaktadır. Başka bir açıdan değerlendirildiğinde ise, seks işçisi
bir kadının sağlık hizmetlerine başvurduğunda sağlık profesyonelleri tarafından yaptığı iş gereği
bedeninin kamuya açık olarak kullanılabileceği algısının oluşması da yine tıptaki etik ilkelerin gözden
geçirilmesi gerektiğini göstermektedir. Bunun için de sosyoloji, psikoloji, psikiyatri, halk sağlığı, sosyal
hizmet, hemşirelik, sağlık yönetimi, iletişim, hukuk gibi pek çok alanda uzman olan bireylerin bir araya
geldiği multidisipliner çalışmaların yürütülmesi gerekmektedir.
Toplumsal cinsiyet bakış açısına yönelik eğitim çocukluk döneminden itibaren hem aile içinde hem
de okuldaki eğitim aracılığıyla verilmektedir. Konuya ilişkin ayrımcılığın önlenmesi noktasında ailedeki
eğitimin ve okuldaki eğitim programlarının eşitlikçi bir şekilde oluşturulması ve yürütülmesi
gerekmektedir (Günay & Bener, 2011, s. 168). Çalışma sonunda ulaşılan en önemli bulgulardan biri
olarak çocukluk döneminde verilecek toplumsal cinsiyet eğitimlerinin modern çağın eğitim ilkelerine
ve yöntemlerine uygun olarak hem müfredat kapsamında hem de özel uygulamalarla desteklenmesi
gerekmektedir.
Sonuç olarak, kadın sadece kadındır ve kadının varlığına saygı gösterilmesi için anne, fedakâr bir
eş, korunmaya muhtaç, çaresiz, kırılgan olması gibi ek tanımlamalara ihtiyacı bulunmamaktadır. Sağlık
hizmetlerine örselendiği için başvuramayan ya da örselendiği için sağlık hizmetlerine başvurmak
zorunda kalan her kadının bir toplumun utanç duyması gereken noktayı oluşturduğu da unutulmamalıdır.
Aynı zamanda toplumsal cinsiyet kavramından ya da toplumun kadına bakış açısından kaynaklı olarak
sağlığı olumsuz anlamda etkilenen kadın ile karşılaşan sağlık profesyonellerinin geleneksel tutumdan
uzak, temel insan ve hasta hakları çerçevesinde hizmet sunmalarının sağlanabilmesi için lisans
düzeyinde müfredata toplumsal cinsiyet ile ilgili derslerin eklenmesi, çalışanlarda hizmet içi eğitimler
ile tutum değişikliğinin hedeflenmesi gerekmektedir. Ayrıca konu ile ilgili karma metodolojiye sahip
çalışmaların yürütülerek derinlemesine analizlerin
115
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
yapılması ve geleneksel toplumun toplumsal cinsiyet rolleri üzerindeki olumsuz etkilerini önlemek için
tutum ve davranış değişikliğini amaçlayan deneysel çalışmaların planlanması ve yürütülmesi
gerekmektedir.
KAYNAKÇA
Akın, A. (2007). Toplumsal Cinsiyet (Gender) Ayırımcılığı ve Sağlık. Toplum Hekimliği Bülteni, 26(2), 1- 9.
Albizu-Garcia, C. E., Alegrıa, M ., Freeman, D., & Vera, M . (2001). Gender and health services use for a mental health
problem. Social Science & Medicine, 53, 865–878.
Çelik, A. S., Pasinlioğlu, T., Tan, G., & Koyuncu, H. (2013). Üniversite Öğrencilerinin Cinsiyet Eşitliği Tutumlarının
Belirlenmesi. F.N. Hem. Derg., 21(3), 181-186.
Dalkıranoğlu, T., & Çetinel, F. G. (2008). Konaklama İsletmelerinde Kadın ve Erkek Yöneticilerin Cinsiyet Ayrımcılığına
Karsı Tutumlarının Karsılastırılması. Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi(20), 277-298.
Dedeoğlu, S. (2000). Toplumsal Cinsiyet Rolleri Açısından Türkiye’de Aile ve Kadın Emeği. Toplum ve Bilim(86), 139-170.
Dedeoğlu, S. (2009). Eşitlik mi Ayrımcılık mı? Türkiye’de Sosyal Devlet, Cinsiyet Eşitliği Politikaları ve Kadın İstihdamı.
Çalışma ve Toplum, 2, 41- 54.
Ersoy, E. (2009). Cinsiyet Kültürü İçerisinde Kadın ve Erkek Kimliği. Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 19(2), 209230.
Güldü, Ö., & Kart, M . E. (2009). Toplumsal Cinsiyet Rolleri ve Siyasal Tutumlar: Sosyal Psikolojik Bir Değerlendirme.
Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 64(3), 97- 116.
Günay, G., & Bener, Ö. (2011). Kadınların Toplumsal Cinsiyet Rolleri Çerçevesinde Aile İçi Yaşamı Algılama Biçimleri.
Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi, 15(3), 157- 171.
Gürkan, Ö. C., & Çoşar, F. (2009). Ekonomik Şiddetin Kadın Yaşamındaki Etkileri Maltepe Üniversitesi Hemşirelik Bilim
ve Sanatı Dergisi, 2(3), 124- 129.
Kahraman, L., Kahraman, A. B., Ozansoy, N., Akıllı, H., Kekillioğlu, A., & Özcan, A. (2014). Nevşehr Hacı Bektaş Veli
Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet Algısı Araştırması. Turkish Studies - International Periodical For The Languages,
Literature and History of Turkish or Turkic, 9/2, 811-831.
Kahraman, S. D. (2010). Kadınların Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliğine Yönelik Görüşlerinin Belirlenmesi. Dokuz Eylül
Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Elektronik Dergisi, 3(1), 30-35.
Karaduman, S. (2010). M odernizmden Postmodernizme Kimliğin Yapısal Dönüşümü. Journal of Yasar University, 17(5),
2886‐2899.
Lıehr PR, M arcus M T, Cameron C.(2005) Qualitative Approaches to Research. In Nursing Research in Canada, M ethods,
Critical Appraisal and Utilization, Ed's, Cameron C, Singh M D, Canada, Elseiver Canada, A Division of Harcourt Canada
Ltd., 327–347.
Özbaş, S., & Özkan, S. (2010). Utilization of M ass M edia and Effects for Developing Women’s Health. TAF Prev Med Bull,
9(5), 541-546.
Pınar, G., Taşkın, L., & Eroğlu, K. (2008). Başkent Üniversitesi Öğrenci Yurdunda Kalan Gençlerin Toplumsal Cinsiyet Rol
Kalıplarına İlişkin Tutumları. Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Dergisi, 15(1), 47-57.
Şavran, T. G. (2014). Sağlıkta Toplumsal Cinsiyet Eşitsizlikleri: Eskişehir'de Kırsal ve Kentsel Alanlarda Kadın Sağlığı. Fe
Dergi, 6(1), 98-116.
Vefikuluçay, D., Zeyneloğlu, S., Eroğlu, K., & Taşkın, L. (2007). Kafkas Üniversitesi Son Sınıf Öğrencilerinin Toplumsal
Cinsiyet Rollerine İlişkin Bakış Açıları. Hacettepe Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 26-38.
Yılmaz, D. V., Zeyneloğlu, S., Kocaöz, S., Kısa, S., Taşkın, L., & Eroğlu, K. (2009). Üniversite Öğrencilerinin Toplumsal
Cinsiyet Rollerine İlişkin Görüşleri. Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, 6(1), 775- 792.
Zastrow, C. (2013). Sosyal Hizmete Giriş (D. B. Çiftçi Ed.). İstanbul: Nika Yayın.
116
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Televizyon Reklamlarında Kadın İmgesi Kullanımı
Women Image In Television Commercials
Eda SEZERER ALBAYRAK1
1 Okutman,
KTO Karatay Üniversitesi, Yabancı Diller Koordinatörü, [email protected]
ÖZET: Televizyon reklamı, mal ve hizmetlerin satışını sağlamak amacıyla kullanılan ekonomik faaliyetin bir parçası
olmakla birlikte, izleyicilere yani tüketicilere içeriğiyle belli anlamlar aktaran kültürel medya metni özelliği taşıyan bir
pazarlama iletişimi türüdür. Bir dizi ya da filmde olduğu gibi senaryolar üzerinden hazırlanan bir program niteliğindeki
televizyon reklamları, toplumsal değerleri ve kültürel öğeleri kullanarak mevcut toplumsal yapıyı devam ettirmekte ve yeniden
üretmektedir. Televizyon reklamlarında bir toplumsal yapı olarak toplumsal cinsiyetin izlerine de rastlanmaktadır. Televizyon
reklamları, kadınlığın ve erkekliğin egemen söyleme bağlı olarak yeniden üretildiği, devamlılığının sağlandığı ve cinsiyet
rollerinin toplumsal cinsiyet rollerine dönüştüğü bir alan olarak, toplumsal cinsiyet algısının oluşmasında, toplumsal cinsiy et
rollerine dair beklenti ve davranış modellerinin iletilmesinde ve böylece toplum tarafından bu geleneksel rollerin
öğrenilmesinde önemli bir işleve sahiptir. (Dökmen, 2010:143) Reklamlar büyülü, şatafatlı yaşamlar sunarak insanları başka
dünyaya çekmeye çalışırlar. Bu dünyaya açılan pencere, ister yazılı, ister görsel olsun iletiler kadınlara, erkeklere ya da her
ikisine birden yöneliktir. Kadın ile erkek arasındaki farkların toplumsal düzlemdeki yansımalarına dikkat çeken toplumsal
cinsiyetin izlerine özellikle geniş kitlelere iletilen mesajlarda rastlamak mümkündür. Yani kitle iletişim araçlarında, toplumsal
cinsiyet rollerinin temsilini görmek mümkündür. Kitle iletişim araçlarından televizyonlarda, kadının ve erkeğin toplumdaki
yeri ve algısına dair pek çok ipucu bulmak mümkündür. Özellikle televizyon reklamlarında, hem hedef kitle olması hem de
hedef kitleyi etkileyebilmesinden ötürü kadınlar fazlaca kullanılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Televizyon, medya, reklamcılık, kadının rolü, cinsiyet
ABS TRACT: TV commercials, being as well as a part of economic activity to enable the sales of products and the
services, is a kind of marketing communication that conveys specific content and cultural media text. TV commercials in the
quality of a program prepared on scenarios as in a TV series or film carry on existing social structure or reproduce by using
social values and cultural elements. Gender trails are traced in TV commercials as social structure. TV commercials being a
field where womanhood and manhood is produced based on sovereign, continuity isprovided and gender roles turn into social
gender roles have a significant function comprising perception of social gender, improving the expectation of social gender
roles and behavior models, therefore learning these traditional roles expected by the society. Commercials try to attract people
to a different World showing charming and luxury lives. The window that opens to this World, either written or visual, send
the messages to the women, the men, or to the both. Gender question applies also in the areas of daily life. In our community ,
the public spaces are male, specific areas are places where women spent her life.(Dökmen, 2010:82) The difference between
female and male gender traces of drawing attention to the social plane of reflection can be found in particular messages
communicated to a wide audience. So the representation of gender roles is seen in mass media. It is possible to find many clues
as to the location and the perception of men and women in society especially in television commercials. In television
commercials women are used much because they are target audience and they directly affect the audience.
Keywords: Television, media, advertisement, the role of women, gender,
1.GİRİŞ
Kitle iletişiminin temel amacı, gönderilen mesajın hedef kitle üzerinde bir etki yaratmasıdır. Bu
etki özellikle televizyon reklamları söz konusu olduğunda büyük öneme sahiptir. Televizyon, bir iletişim
aracı olarak, hem cinsiyet değerlerini hem de insanların hayat görüşünü etkilemektedir. Kadın ile erkek
arasındaki farkların toplumsal düzlemdeki yansımalarına dikkat çeken toplumsal cinsiyetin izlerine
özellikle geniş kitlelere iletilen mesajlarda rastlamak mümkündür. Bu araştırmanın amacı ATV, Show
Tv, Kanal D ve Star Tv gibi ulusal kanalların prime-time zamanlarında sıklıkla gösterilen reklamlarında
toplumsal cinsiyet rollerinin nasıl gösterildiği üzerinedir. İzleme oranları yüksek olan kanallar başta
olmak üzere yayınlanan bahsi geçen reklamlarda kadın ve erkek kimliğinden beklenen roller ve bu
rollerin temsil ediliş şekilleri incelenmektedir.
1.1.Reklamda Amaç ve Hedef Kitle
Reklam, medyanın ekonomik boyutudur ve neyin, nasıl tüketileceğini insanın bilinçaltına
yerleştirmede diğer medya içeriklerine göre çok çarpıcı biçimde ve daha hızlı verebilme özelliğine
sahiptir. Reklamın sahip olduğu bu güç, özellikle toplum içindeki cinsiyete bağlı rollerin sınırlarını
çizmekte oldukça etkin görünmektedir. Kitle iletişim araçlarında, özellikle de televizyon reklamlarında,
kadın ve erkek kimliklerinin nasıl olması gerektiği yolundaki mesajlar yeniden üretilmektedir. “İletişim
endüstrisi belli kalıp yargılara dayalı olarak ürettiği imgelerle genel izleyici kitlesini ekran başına çekip
kâr ederken, aynı zamanda bu izleyici kitlesinin toplumsal
değer
117
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
beklentisine de yanıt vermiş olmaktadır”. (Bilgin, 2000: 108) Reklam filmlerinde durum, kurgulanarak
ancak yaşadığımız hayattan öğeler kullanılarak sunulmaktadır ve böylelikle hedef kitle tarafından
gerçekliği yansıttığı mesajı ile algılanmaktadır.
Cinsiyetin, insanların en derin ve önemli özelliklerinden biri olması ve uzlaşılmış cinsiyet
kodları sayesinde cinsiyet mesajlarıyla kısa sürede iletişim kurulabilmesi sebeplerinden ötürü cinsiyet,
reklamlarda sıkça kullanılmaktadır. (aktaran Özsoy, 2006:37)
Kadın ile erkek arasındaki farkların toplumsal düzlemdeki yansımalarına dikkat çeken
toplumsal cinsiyetin izlerine özellikle geniş kitlelere iletilen mesajlarda rastlamak mümkündür. Yani
kitle iletişim araçlarında, toplumsal cinsiyet rollerinin temsilini görmek kadının ve erkeğin toplumdaki
yeri ve algısına dair pek çok ipucu bulmak mümkündür. Özellikle televizyon reklamlarında, hem hedef
kitle olması hem de hedef kitleyi etkileyebilmesinden ötürü kadınlar fazlaca kullanılmaktadır.
Evlerde tüketime yönelik harcamaların büyük bir kısmı kadınlar tarafından yapılmaktadır. Bu
nedenle reklamcılar, kadınların arzularını, zayıf yönlerini, korkularını, endişelerini, ihtiraslarını, ilgi
alanlarını, hırslarını, yaşam biçimlerini ve yeteneklerini, onları satın almaya itecek yolları en ince
ayrıntılarına kadar araştırmaktadır. Reklamcıların amacı aileyi bir tüketim merkezine dönüştürmek
tutumluluğa ilişkin yaklaşımı tamamen ortadan kaldırma ve herkese modern ve genç kalmaya
zorlamaktır (Demir, 2006:292). Kadınlar medya tarafından kaçırılmaması gereken bir tüketici topluluğu
olarak görülmektedir ve bunu yaparken kadınların “öteki” konumunu pekiştirmektedir. Van Zonnen’e
göre (1997:306) kadınlar medyada göründüklerinde ya eş, anne, kız evlat, kız arkadaş ya da geleneksel
kadın mesleklerinde (sekreter, hemşire, kabul görevlisi) çalışırken ya da seks aracı biçiminde
gösterilmişlerdir. Dahası genellikle genç ve güzeldirler ancak çok az eğitim almışlardır. Reklam
verenler, en önemli hedef kitlesi olan kadınlarla ilgili basmakalıp imgelerin sürdürülmesini istemektedir.
(aktaran Özsoy, 2006:40)
Reklam fotoğrafları, kadın ve erkeğin toplum içinde oluşan geleneksel konumlarını en iyi
şekilde göstermektedir. Bunu yaparken hem var olan konumlarını gözler önüne sermekte, hem de
insanların hayat görüşlerine etki etmektedir. Coward’a göre (1993:85) Reklamlar kadınlar için sürekli
“Çalışın, kendinizi değiştirin, daha iyi görünün, daha erotik olun” mesajı vermektedir. Böyle
davrananlara “zevk ve arzu” vaat etmektedir. Fakat bu mesaj aynı yaşam tarzına sahip olmaya çalışan
kadınlarda psikolojik hasara yol açmaktadır. Örneğin bir araştırma bulgularına göre, her yıl Amerika’da
insanlar görümünü değiştirmek için, zayıflama ürünlerine 33 milyar dolar, kozmetik ürünlerine 7 milyar
dolar ve estetik ameliyatlarına 300 milyon dolar harcamaktadırlar. Ayrıca bu maliyetlere kadınların
yitirdikleri sağlıkları (silikon göğüslere bağlı sorunlar ve kendi isteğiyle ölüm derecesinde açlığın
yarattığı problemler) ve kadınlarda görülen özgüven yitimi de eklenmelidir. (aktaran Özsoy, 2006: 37).
1.2.Toplumsal Cinsiyet ve Reklam İlişkisi
Televizyon bir iletişim aracı olarak, hem cinsiyet değerlerini hem de insanların hayat görüşünü
etkilemektedir. “Örneğin; televizyon reklamlarında kadının seks objesi olarak gösterilmesi, toplumun
bireyleri üzerindeki değerde kadını bu biçimde görmeye ya da böyle düşünmeye iter. Kadın devamlı ev
işlerinde ve mutfakta gösterilirse, toplumdaki bu düşünce bu defa kadını da bu gözle düşünür. Ancak bu
imajı değiştirip, kadını büyük bir ofiste toplantı salonunda kalabalık üyeler içinde başkanlık yaparken,
erkeği de önünde önlük mutfakta ya da çocuğun altını değiştirirken daha sık biçimde izlenirse toplumun
yargıları bundan böyle değişebilir.” (Barokas, 1996:126). Bu bağlamda reklamların hedef kitleyi ne
denli etkilediği görülebilmektedir.
Kuruoğlu, reklamcıların temel olarak üç nedenden dolayı kadınları reklamlarda kullanmayı
tercih ettiğini belirtmektedir. Bunlar: Kadının kadın olma özelliği; kadının tüketici olma özelliği ve
kadının cinselliği ve güzel bir yaratık olmasıdır. (aktaran Demir, 2006:295) Kadınlar küçük yaşlardan
itibaren oturuşlarına, yürüyüşlerine, kısacası davranışlarına dikkat etmeyi öğrenmektedirler. Bunun
sonucu olarak John Berger’in de belirttiği gibi (1995:46) kadının kişiliği gözleyen ve gözlenen olarak
ikiye ayrılmaktadır. Böylelikle kadınlar reklamlarda kendilerini göze çarpan, erkekleri etkileyen imgeler
haline getirmektedirler. Reklam ve kadın denilince kirpiklerini kırpıştırdığında ya da saçını şöyle bir
savurduğunda yürekler yakan aşkın yolunu midede yakalayan bir kadın imgesi akla gelir. (aktaran
Çimen, 2011:50) Reklamlarda kadınların vücutlarını sergilemeleri erkeklere oranla daha yaygındır.
Kadınlar genellikle; kozmetik, giyim, ev eşyası ve sağlık ürünleri reklamlarında yer almaktadırlar. Bu
reklamlar arasında ise iç giyim, kadın bağı ve çorap reklamlarında kadınların
118
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
vücutları daha ön plana çıkmaktadır. Kadınların giyinirken ya da soyunurken, mayolu ya da yarı çıplak
karelerinin bulunduğu birçok reklam mevcuttur. Çıplak bir kadın güzelliğin, erkeklerin arzusunun ve
kadınların hayranlığının merkezidir. Özellikle otomobil reklamlarında kadın çekiciliği yoğun olarak
kullanılmaktadır. Bu tür reklamlarda cinselliği adına gösterilen kadın adeta sömürülmektedir (aktaran
Çetinkaya, 1993:127).
Reklamlar, kadın kimliğini, erkek egemen bakış temelinden sürekli yeniden üreten, toplumsal
kontrolün bir aracı olarak işlemektedir. Reklamlarda genellikle iyi ev kadınları, mutlu anneler, fiziği
düzgün genç kadınlar, bakımlı, güzel olarak sunulan ideal kadın imgelerine rastlanmaktadır. Ayrıca
kadınlar bağımsız, güvenli, çalışkan, heyecan, başarı ve macera arayan yeni kadın imgeleri de reklamlara
yansımaya başlamıştır. Ancak, bu yeni kadın imgeleri de egemen bakışın etkisinden ve beğeniye sunulan
bir arzu nesnesine dönüşme halinden uzak sunulamamakta, sunulduğunda ise erkeksileştirilerek ya da
kimliksizleştirilerek sunulmaktadır (aktaran Timisi, 1997:38).
Özgür (1996:237) tarafından yapılan çalışmada ise, incelenen reklam filmlerinin % 17,5' inde
kadınların ev kadını olarak karşımıza çıktığı, çocuk doğurmak, yetiştirmek ve eve bakmanın kadının
uğraşısının çekirdeğini oluşturduğu belirtilmektedir. Reklam filmlerinin % 20'sinde ise kadının cinsel
bir meta olarak kullanıldığı ifade edilmektedir. Ülkemizde gerçekleştirilen bir araştırmada reklam
izleyicileri, reklam etiği konularını önem sırasına göre sıralarken reklamlarda, kadın cinselliğinin ön
plana çıkartılmasını üçüncü sıraya, erkek cinselliğinin ön plana çıkartılmasını dördüncü sıraya
koymuşlardır. Adı geçen araştırmada altı kategori değerlendirmeye tutulmuş ve aşağıda bu kategoriler
sırasıyla verilmiştir.
1. Ürünler arasında karşılaştırmaların tarafsız olmaması
2. Ürün özelliklerinin doğru tanıtılmaması
3. Kadın cinselliğinin ön plana çıkarılması
4. Erkek cinselliğinin ön plana çıkarılması
5. Toplumun örf ve adetlerinin dikkate alınmaması
6. Çocukların reklamlarda yer alması. (aktaran Dökmen, 2010:65)
Yukarıdaki araştırmanın sonucundan da anlaşılacağı gibi toplumun büyük bir bölümüne
seslenen kitle iletişim araçlarında yayınlanan reklamlarda kadın, cinselliği ile ön plana çıkmaktadır.
Burada göz önünde bulundurulan gerçek, kadını erkekten ayıran özelliğidir. Bu nedenle de reklamcılıkta
ürün satışını sağlamak için cinsellik kullanılmaktadır (aktaran Akdoğan, 2004: 165).
İnsan yaşamının cinsiyet ve cinsellik çerçevesinde örgütlendiğini söyleyen Şahika(1991) cinsellik
içermeyen bir medyanın varlığını düşünmenin pek mümkün olmayacağını ve pek bunda da erkeğin
sosyalleşme sürecinin önemli rolü olduğunu belirtmektedir. Erkeğin sosyalleşme sürecinde
nesnelleştirme; kadını bireysel olmayan bir kategoriye koyma ve genelleştirme, fiksasyon; sabitlenme,
kadının bedeninin belirli parçalarına odaklanma, fethetme; kadını bir şey’e indirgeyip kadının isteği
olsun olmasın egemen olarak kurulan, paylaşıma dayanmayan ilişkiler olarak kadının üç temel kategori
altında değerlendirildiğini belirtilir (aktaran Özsoy, 2006:51).
Medyadaki sunumuyla giderek nesnel bir görünüme kavuşan kadın vücudu, kısmen veya bir
bütün olarak iç çamaşırından İngiliz anahtarına kadar her şeyin pazarlanmasında kullanıma gelmiştir.
Bu tip reklamların kadınlar üzerinde bir etkisi, kadının nasıl görünmesi gerektiği konusunda gerçekçi
olmayan bir saplantı oluşturmasıdır. Kadına endişe ve güvensizlik duygusu aşıladıktan sonra, reklam
tüketicinin sergilenen ürünü alarak kusurunu kolaylıkla düzeltebileceğini ima eder (aktaran Özsoy,
2006: 51). Kadın yayıncılık mesleğine sahip olsun olmasın, televizyonda yer alan şu veya bu konunun
uzmanı olsun ya da olmasın, toplumsal üretim ve ilişkiler temelinde esas alınan bir öğe, bir iş elemanı
değil, fiziğiyle para kazandırmaya, izlenme oranını arttırmaya yönelik ticari bir araçtır (Akdoğan, 2004:
81).
Kadınlar reklamcılar tarafından
1. Reklam hedef kitlesi olmalarından dolayı
2. Başkalarını etkilemek ve ikna etmek için kullanılmaktadır. (Akgün, 1993: 5)
Günümüz toplumlarında kadın, yalnızca kendi beğenileri açısından değil, aynı zamanda erkek
beğenilerinin yönlendirilmesi açısından da iyi pazarlanabilen, lüks ve sıra dışı tüketim aracına, reklam
119
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
malzemesine dönüşmüştür. Kadın bedeni, kitlelerin, firma ürünleri çerçevesinde kışkırtılması, tüketim
arzularının tırmandırılması için yararlanılan en etkin görsel nesne durumundadır.
2. YÖNTEM
Bu araştırmanın yöntemi anlambilimsel çözümleme tekniğidir. Bu çalışmada “Toplumsal
Cinsiyet ve Reklam İlişkisi”’ne değinilecektir. 2014 yılında Haziran-Ağustos ayları arasında çeşitli
ulusal kanallarda yayınlanmış reklamlar incelenmiştir. İncelenen televizyon reklamları arasından beş
görsel gösterim detaylı anlatımı ve çözümlemeleri ile sunulacak ve belirlenen reklamlarda cinsellik
yönünden kadın imgesi kullanımı ve bu imgelerin anne ve eş olarak, güzel ve çekici olarak, çalışan kadın
olarak incelenecektir. Kadın bedeni ve cinselliğin kullanılması, cinsiyetçi iş bölümü, özel alan- kamusal
alan, kadının toplumsal cinsiyet rolleri, dış sesin cinsiyeti ve rolü vb. belirlenen kategorilerde
değerlendirilmektedir.
2.1. Magnum Double Reklamı
Reklamda yer alan kadın ve kadının giyim tarzı, jest ve mimikleri, bindikleri araba, esmer genç
adam birer göstergedir. Kadın, görsel göstergeler vasıtasıyla genç, güzel ve narin olarak sunulmaktadır.
Giyim tarzları modaya uygundur ve bakımlıdır. Bu gösterimle izleyen kitlesinde yer alan kadınlara
“modern ve özgüveni olan kadın”(gösterilen) tanımına hangi kıstaslara uyan kadınların girdiği
sunulmaktadır. Reklamda kadın, cinselliğini ve dişiliğini kullanarak hedefine ulaşan bir kadının
göstergesidir. Kadının giydiği kırmızı elbise ve ayakkabı tutkuyu ve şehveti vurgulamaktadır. Kadın
avına doğru ilerlerken yüzünde munzur bir gülümseme vardır ve kendinden emin adımlarla ilerlerken
birden yere yığılır ve erkek ona yaklaştığında yakın mesafede onun gözlerine bakar. Kadın cinselliği ile
erkeği etkilemekte başarılı olmuştur. Ayrıca kadının gözleri kapalı ürünü yerken ve zevk aldığını
belirtirken kamerayla yakın plan gösterilen yüzü, ürüne ilişkin bir başka yan anlamı da ortaya
koymaktadır. Ürün eğretilemeyle erkeklik organına benzetilmektedir. Kadın formda görüntüsüyle
erkeklerin beğenisini kazanmanın hazzını yaşamaktadır. Kadının dondurmayı yerken aldığı haz ile
cinsellikten aldığı haz bağdaştırılmıştır. Kadın cinselliği ile erkeği etkilemekte başarılı olmuştur. Kadın
erkeği etkilemesiyle akıllı gibi görünse de bunu yaparken kendi bedenini nesneleştirmiş olmaktadır.
Aynı zamanda reklamda erkek, her zaman olduğu gibi kadının aciz ve yardıma ihtiyacı olduğu anda
ortaya çıkar, kadını güçlü kolları arasına alarak bulunduğu güç durumdan kurtarır. Kadın yine bir erkeğin
desteğini alarak o zor durumdan kurtulmuştur. Reklamda ürün cinselliğini kullanarak elde edilmeye
değer olarak gösterilmektedir.
2.2. Nestle Nesfit Reklamı
Reklamda forma girmek için ürünü tüketen ve sonunda mutlu olan kadın imgesi sunulmaktadır.
Kadının, Nestle Nesfit kullanarak fazla kilolarını vermesiyle kendine güveni artmakta ve kadın mutlu
olmaktadır. Hatta forma girmesi ve güzelleşmesi sonucu kadın bedeni, erkeklerin bir haz ve seyirlik
nesnesine dönüşmektedir. Yaz ayının gelmesiyle zayıflama ve yaza daha ince girme fikri reklamlarda
sıklıkla kullanılan bir unsur olmuştur. İncelme isteğinin doruk noktalara ulaşıldığı yaz dönemi, bu
konuda iddialı ürünler sunan gıda sektörü için atağa geçme zamanı olmuştur. Diyet / formda kalma gibi
ürünlerin çeşitlerinin tüketimini arttırmak için en çok ilginin çekeceği kadın öğesini kullanmıştır. Güzel
görünme fikri kadına atfedilen bir özellik olarak vurgulandığı için bu reklamda direkt olarak kadınları
hedef almaktadır. Dolayısıyla reklamda kullanılan öğe kadın cinsiyeti olmuştur. Kullanılan bu kadın
öğesi, çoğu reklamda olduğu gibi ince, zarif ve güzel kadın tasviriyle örtüşmektedir. Kadın, bu reklamda
bedenini forma sokarak hazza, mutluluğa ve özgüvene ulaşmaktadır. Sahilde neşe içinde manken
edasıyla yürüyen ve bedenini hayranlıkla seyreden kadın ise hayattan zevk almayı ve kendine
güvenmeyi ürüne borçludur. Formda bir vücuda sahip olursan istediğin her şeyi yapabilecek güce sahip
olabilirsin. Bu güç sana hazzı, özgüveni, yaşam sevincini ve hatta erkekleri kontrol ve etkileme gücünü
de getirecektir. Bu reklamda kadının sadece fiziki yönden üstün olmasının gerekliliği vurgulanmaktadır.
Reklamda kadın ürünü kullanarak forma soktuğu bedeniyle hazza, mutluluğa ve özgüvene ulaşandır.
Diğer bir deyişle vücudunu mükemmelleştirmesiyle doğru orantılıdır, kadın salt güzellik peşinde
koşmaktadır ve bu yönüyle akıldan yoksun olarak konumlandırılmakta, nesneleştirilmektedir. Kadınlar,
bu reklamda kendi mutluluklarını ve özgüvenlerini akılları ile oluşturamayacak durumdadırlar,
çaresizdirler ve ürün
120
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
onların kurtarıcısıdır.” Kadının bedeni, güzellik mitinin bir ürününe dönüşmekte ve kadın ideal güzellik
kalıplarına sokulmaktadır. Kadın bedeni, narsistik tapınma aracı olarak kullanılmakta ve böylece kadın
bedeninin mükemmelliğine duyulan arzu vurgulamaktadır. Ürün, bu reklamda mutluluğun ve
beğenilmenin anahtarı olarak sunulmaktadır. Ancak bu mutluluk ve beğenilme duyguları, tamamen
bedensel yani fiziksel özelliklere bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Sonuçta bu reklamda toplumsal
cinsiyet rolleri bağlamında kadın; genç, güzel ve çekici olarak sunulmaktadır.
2.3. Selpak Tuvalet Kağıdı Reklamı
Reklam, bir ailenin salonda baba ve oğlun logolar ile oynayıp annenin de gülümseyerek onları
izlemesiyle başlar. Çocuk elindeki topu fırlattıktan sonra babasına dönerek “ Tuvaletim geldi” der. Bunu
duyan baba karısına döner ve heyecanlı bir şekilde “Otur, otur, ben hallederim” der. Baba evin içinde
hızlı bir şekilde odaları dolaşır ve bütün dolapların içine bakarak bir şeyler aramaktadır. Daha sonra
elinde mavi bir lazımlıkla antreye doğru koşar ve yüksek sesle “Geldim” diye bağırır. Oturma odasına
doğru koşarken banyonun önünden geçer ve ani bir şekilde durarak banyonun içine bakar. Banyoda
oğlunun klozete oturmuş ve elinde bir dergi olduğunu gören baba şaşırarak “Nasıl yani?” der ve eşi
gülümseyerek yanına gelir ve başını kocasının omzuna yaslar. Kadın gururlu bir şekilde “Eee, meslek
sırrı der” ve bu sırada çocuk tuvalet kâğıdını alır ve kamera bu olaya odaklanır. Dış kadın ses devreye
girer ve görüntü de Selpak’ın rulo tuvalet kâğıdı ve logosu olan beyaz fil gözükür. Dış ses, hassas
bölgeler için yumuşaklığıyla ünlü ve yeni teknolojisi ile daha da pofudur olduğunu söyler. Bu sırada
görüntü olayın geçtiği tuvalete döner ve erkek çocuk elini öper ve elini annesine doğru uzatır, annesi de
tek gözünü kırparak erkek çocuğuna cevap verir. Bunları gören baba kıskanmış gözlerle eşine bakar ve
reklam ekranda Selpak tuvalet kâğıtlarının olduğu paket görünerek dış sesin “Selpaktan daha yumuşağı
yok. Yepyeni Selpak yeni ambalajında.” sözüyle sona erer.
Bu reklamda baba ailesiyle vakit geçirmek isteyen fakat ev ve çocuk bakımı hakkında
profesyonel olmayan bir imge olarak sunulurken, kadın toplumsal cinsiyet rolleri açısında iyi bir anne
ve ev hanımı olarak izleyiciye sunulmuştur. Çocuğun büyütülmesi görevi kadına öylesine uygun
görülmüştür ki çocuğun “tuvaletim geldi” demesiyle baba büyük bir panik yaşar ve ne yapacağını
bilemez bir hal alır. Lazımlığın yerini evin çeşitli köşelerinden arayan baba oğlunun klozette otururken
görünce büyük bir şaşkınlık yaşar. Oysa bebeğin ihtiyaçlarını sezme kabiliyeti yüksek ve dolayısıyla
bebeğiyle en iyi şekilde ilgilenen bir annesi vardır. Toplumsal değerler açısından reklamda annelik
yüceltilmekte; daha sevecen, ilgili bir anne temsil edilmektedir. Kadın annelik rolünden memnun ve
mutlu görünmektedir ki reklamdaki mutlu yüz ifadesi bu role koşullandığını göstermektedir. Bebeğin
tuvalete gitmesi vb konular kadının ilgi alanıdır. Kadını çalışıp çalışmadığına dair bir bilgi yoktur. Kadın
özel alana hapsedilendir. Kadın üstlendikleri sorumluluklarıyla tüketilen konumdadır, özgür değildir.
Kadın sosyalleşme açısından bebek bakımıyla sınırlandırılmasıyla erkeğin gerisindedir. Reklamda
cinsiyetçi iş bölümü sunulmaktadır. Kadın, aile içi iş bölümü olan çocuk büyütmeyi
gerçekleştirmektedir. Kadın, ev içi hizmetlerini ve çocuğuna bakımıyla bir değer kazanmaktadır.
Kadının çocuğunun tuvalet alışkanlığını nasıl kazandığını ima eden kocasına bunun meslek sırrı
olduğunu söylemesi bu görevini içselleştirmiş olarak, keyifle ve mutlulukla yerine getirdiğinin
göstermektedir. Reklamda; Oğullarının tuvalete gitme alışkanlığını kazandığını bilmeyen baba ne
yapacağını şaşırmış bir şekilde ve kendine yazılmış cinsiyetçi iş bölümü rolüne uygun olmayan ev işi
görevini tam anlamıyla yerine getirememektedir. Bu da erkeğin yerinin kamusal alan olduğunu
göstermektedir. Anne ise rahat tavırlarla kendinden emin bir şekilde hareket ederek çocuğunun
bakımından sorumlu kişinin anne olduğuna dair bir kabulü yansıtmaktadır. Kadın, annelik rolü sınırları
içinde değerli görülmektedir. Kadının bireyselliğine dair bir değerleştirme söz konusu değildir.
Reklamda kullanılan oturma odası, antre ve banyoda hakim renk beyazdır. Beyaz renk saflığı ve
temizliği göstermektedir. Beyaz rengin kullanılmasıyla yine annelik rolüne değer yüklenmiş olmaktadır.
Küçük çocuk annesine öpücük göndererek onu süper birisi olarak görmektedir.
3. BULGULAR VE SONUÇ
Reklamcının gözünde kadın iki farklı özellik taşımaktadır. Kadın özellikle reklamın hedef
kitlesidir ve ikincil olarak başkalarını ikna etmek ve etkilemek için kullanılan önemli bir araçtır. Bu
çalışmanın “Televizyon reklamları toplumun olayları değerlendirilmesinde, toplumsal cinsiyet ayrımına
yönelik kadın ve erkek imajlarına bakış açılarını değiştirmelerinde önemli rol oynadığı ve
121
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
bahsi geçen reklamlarda kadınların, erkeklerin yer aldığı dünya ve kendilerine çocuklarıyla, ev işleriyle
ve eş görevleriyle ait oldukları dünya olmak üzere iki dünyanın ürünüdür oldukları aynı zamanda incelen
diğer reklamlarda ise kadının sürekli erkeklere kendini beğendirmeye çalışan, bakımlı, güzel ve fiziki
bakımdan ideal kadın formlarında sunulmakta ve kadın vücudu metalaştırılmaktadır” olarak tanımlanan
hipotezi ise doğrulanmaktadır.
Derler ki, dünyanın neresinde olursanız olun bir toplumun gelişmişlik düzeyini anlamak için
çöp tenekelerine ki üretim niteliğini gösterir, kaldırımlarının yüksekliğine; ki kültürel yaşamın
simgesidir, hepsinden önemlisi kadının konumuna bakın. Çünkü doğurup yetiştirdikleri çocuklarla
toplumun aynasıdır (aktaran Akdoğan,1994: 67).
Reklamcının gözünde kadın iki farklı özellik taşımaktadır. Kadın öncelikle reklamın hedef
kitlesidir ve ikincil olarak başkalarını ikna etmek ve etkilemek için kullanılan önemli bir araçtır. Reklam
sektöründe amaç öncelikle izleyicinin dikkatini çekmek olduğundan cinsellik de reklamlarda kullanılan
önemli unsurlardan biridir. Reklamlarda kadın cinselliğinin kullanılmasıyla ürün satışlarının arttırılması
umulmaktadır. Hedef kitlesini düş evrenine çekmek isteyen reklamlarda, özelliği olmayan kadın obje
yerini; zengin, bakımlı, genç kadın objesine bırakmıştır. (Ezilen ve Kıran, 2000: 16) Kadın bedeni ve
cinselliğin kullanılması, cinsiyetçi iş bölümü, özel alan–kamusal alan, kadının toplumsal cinsiyet rolleri,
dış sesin cinsiyeti ve rolü vb. belirlenen kategorilerde değerlendirilmektedir.
Selpak Tuvalet Kâğıdı reklamlarında kadın özel alan olan evde gösterilmektedir. Kadın imgeleri
bu reklamlarda evle özdeşleştirilmiştir. Kadınların bu reklamlarda ekonomik güçleri hakkında bilgiler
verilmemektedir. Kadınlar tamamen tüketici konumundadırlar ve bu yüzden hedef kitledirler. Kadının
reklamlardaki üretimleri ekonomik karşılığı olmayan, değersizleştirilmiş emekten oluşmaktadır. Bu
reklamlarda da kadın sadece bu rolleri ile gösterilmektedir. Selpak reklamında kullanılan kadın dış sese
erkeklerin beceremediklerini kadınların becerebileceğini, özel alan olan evin bütün egemenliğinin
kadında olduğunu pekiştirmiştir.
Magnum Double, Nestle Nesfit reklamlarında kadın güzelliğini ve formunu koruyarak yani
fiziksel bir mükemmellikte, kadının özgürleştirildiğine dair bir anlam aktarılmaktadır. Reklamlarda
genellikle tüketim olgusu içinde konumlandırılan kadın tüketimin aktif bir öznesi yani tüketici olarak
görülmekle birlikte çoğunlukla da tüketilen olmaktadır. Kadının tüketilmesi aracı olarak bedeni
kullanılmaktadır. Kadın bedeni, erkek arzusunun bir nesnesi olarak kodlanarak ürün aracılığıyla
ulaşılabilir bir nesneye dönüştürülmektedir. Magnum Double, Nestle Nesfit reklamlarında olduğu gibi
kadın bedeni metalaştırıldığı görülmektedir. Bunun dışında kadın bedeninin mükemmelliğine duyulan
arzunun ifadesi olarak kadın bedeni Magnum Double ve Nestle Nesfit reklamlarında ki gibi narsistik
tapınma aracı olarak da kullanılmaktadır. Kadın bedenini kendine ve erkeğe beğendirmekle yükümlü
kılınmaktadır. Magnum Double ve Nestle Nesfit reklamlarında kadının cinselliğini kullanarak
istediklerini elde edebileceği mesajı da aktarılmaktadır.
Kadınlar, erkeklerin yer aldığı dünya ve kendilerine özgü, çocuklarıyla, ev işleriyle ve eş
görevleriyle ait oldukları dünya olmak üzere iki dünyanın ürünüdürler. Çoğunlukla da hep özel alanın
rolleriyle, özel alana ait bir nesne olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Bu anlamda toplumsal cinsiyet ve
toplumsal değerlerle belirlenmiş bir kalıba uygun olarak davranış sergilemektedirler. Toplumsal cinsiyet
topluma egemen söylem tarafından oluşturulmuş, toplumun fertlerince sorgulanmadan doğal bir
gerçeklikmiş gibi kabul gören, duygulanma, düşünme ve davranmayı şekillendiren “kadın” ve “erkek”
kalıplarıdır. Erkek egemen toplumlarda kadın; gerek kişilik özellikleri, yetenekleri ve bilgisiyle gerekse
sahip olduğu haklar ve hali hazırdaki konumu açısından hukuki, siyasi, ekonomik, toplumsal alanlarda
kadın-erkek eşitliğine aykırı şekilde erkeğin gerisinde konumlandırılmaktadır. Toplumsal değerler,
kadını ve erkeği toplumsal cinsiyet rollerine hazırlayıcı, erkek egemen söyleme has düşünüş ve davranış
kalıplarını içselleştirici ve kadının erkeğin gerisinde konumlandırılışını destekleyici rolleriyle
toplumsallaşma sürecinin oldukça etkili bir elemanı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kadınların kapitalist sistemler için iki açıdan önem taşıdığı söylenebilir. İlki tüketici olarak
kadın boyutudur ve bu durumun nedenleri şunlardır; ev idaresi görevinin kadının sorumluluk alanına
girmesi, alışverişin çoğunlukla kadın tarafından yapılıyor olması, kadınların alışveriş konusunda sınır
tanımıyor olmaları, alışveriş iştahlarının kabarık olması, alışverişte rasyonel olmamaları, daha kolay
etkilenmeleridir. Kadınların kapitalizm için taşıdığı ikinci önem ise kadın imgesinin reklamlarda
kullanılarak erkeklerin tüketimini arttırmada araç olarak kullanılabilmesidir. (Barokas, 1994: 65)
122
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
4. KAYNAKLAR
Akdoğan, Hatice (2004) Medyada Kadın, Ceylan Yayınları, İstanbul.
Akgün, Nebahat (1993) Türk Basınında (1960-1876) Yılları Arasında Aile ve Kadın, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
İstanbul
Arat, Necla (1995) Türkiye’de Kadın Olgusu, Say Yayınları, İstanbul.
Avşar, Zahir ve ELDEN, M üge (2004) Reklam ve Reklam Mevzuatı RTÜK Yayın, No:8, Ankara.
Barokas, Safiye Kırlar (1996) Reklam ve Kadın, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yayınları Tezler Dizisi, İstanbul
Berger, John (1995) Görme Biçimleri, M etis Yayınları, İstanbul.
Berktay, Fatmagül (1994) Kadın Olmak,Yaşamak,Yazmak, Pencere Yayınları, İstanbul.
Bilgin, Nuri (2000) İçerik Analizi, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İzmir.
Cemalcılar ve diğerleri (2000) İşletmecilik Bilgisi, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir.
Connel, R.W. (1998) Toplumsal Cinsiyet ve İktidar, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
Çetinkaya, Yalçın (1991) Reklamcılık, Ağaç Yayınları, İstanbul.
Çimen, Deniz (2011) Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Bağlamında Televizyon Reklamlarında Kadın. Yayımlanmamış Uzmanlık
Tezi, Radyo Televizyon Üst Kurulu,Ankara.
Demir, Nesrin Kula (2006) Kültürel Değişimlerin Reklamlarda Kadı ve Erkek Rol Modellerine Yansıması, Fırat Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi Cilt:16 Sayı:1, Elazığ.
Dökmen, Zehra (2010) Toplumsal Cinsiyet, Remzi Kitabevi, İstanbul.
Ecevit, Yıldız (2003) Toplumsal Cinsiyet İle Yoksulluk İlişkisi Nasıl Kurulabilir?,C.Ü Tıp Fakültesi Dergisi Cilt:25, Sayı:4,
İstanbul.
Elden ve diğerleri (2005) Şimdi Reklamlar, İletişim Yayınları, İstanbul
Ercan, Fuat (2001) Toplumlar ve Ekonomiler, Bağlam Yayınları, İstanbul.
GÜRÜZ, Demet(1999) Halkla İlişkiler Reklam Ajansları İşletmeciliği ve Yönetimi, Ege Üniversitesi Basımevi, 2. Baskı,
İzmir.
Hız ve diğerleri (2010) Tüketim Kültürünün Var ettiği Reklam Objesi Kadınlar ve Satın Alma Kararlarına
Etkisi.
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, M uğla Üniversitesi, M uğla.
İnceoğlu, M etin (1985) Güdüleme Yöntemleri, A.Ü.B.Y.Y.O Yayınları No 4, Ankara.
Jefkıns, Frank (1985) Advertising,TheM &Handbook Series, Pitman Publishing.
Kocabaş, Füsun ve ELDEN, M üge (2001) Reklamcılık Kavramlar, Kararlar, Kurumlar, 2. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul.
M utlu, Erol (1998) İletişim Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara.
Özsoy, Tufan (2006) Türk Dergi Reklamlarında Kadın İmgesi Kullanımı; 1971-2004 Döneminin Bir Değerlendirilmesi.
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi, İstanbul.
Papatya, Nurhan ve KARACA, Yasemin (2011) Reklamlardaki Kadın İmgesi: Ulusal Televizyon Reklamlarına İlişkin Bir
Değerlendirme, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Isparta.
Sancar, Serpil (2009) Erkeklik: İmkânsız İktidar, M etis Yayınları, İstanbul.
Taç, Oktay (1996) Reklamcılık ve Siyasal Reklamcılık, Aydoğdu Ofset, Ankara.
Tanrıöver, Hülya Uğur (2007) Medyada Kadınların Temsil Biçimleri ve Kadın Hakları İhlalleri, IPS İletişim Yayınları Vakfı,
İstanbul.
Tek, Ömer Baybars (1990) Pazarlama İlkeler ve Uygulamalar, M emleket M atbaacılık, İzmir.
TİM İSİ, Nilüfer (1997) Medyada Cinsiyetçilik, T.C. Başbakanlık Kadın Statüsü Ve Sorunları Genel M üdürlüğü Yayınları,
Ankara.
Yaraman, Ayşegül (2000) Resmi Tarihten Kadın Tarihine, Bağlam Yayıncılık, İstanbul.
Yaylacı, Gaye (1999) Reklamlarda Stratejik Yönetim, 1. Baskı, Alfa Basım Yayım Dağıtımı, İstanbul.
123
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
“Siyasal Dönüşüm Olarak ‘Devrim’de, ‘Kadın ve Emek Özgürlüğü’: Sosyalizm ve NeoLiberalizm Yaklaşımlarda İncelenmesi”
“Revolution” as Political Transformation , ‘Freedom for Women and Labour’: A Socialist
and Neo- Liberalist Analysis”
Elife Hatun KILIÇBEYLİ1
1Doç.
Dr., Çukurova Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler, Adana-Türkiye, [email protected]
ÖZET: Bu makalenin konusu, 1770’lerde Avrupa ‘da Sanayi Devrimi sürecindeki siyasal düşünce ve
teorilerinden başlayarak, Soğuk Savaş sonrası neo-liberal yaklaşımı benimseyen RF üzerinde ‘Devrim’, ‘Kadın’ ve ‘Emek
Özgürlüğü’ incelemesidir. Öncelikle yeni teknik buluşların üretim sürecine dahil edilerek geleneksel üretim tarzını
dönüştürerek makineleşme ile birlikte emek/ ücret/ kapital/ hammadde gibi süreç dahilindeki değerler; klasik Liberal
yaklaşım, kapital merkezli yeni sınıfsal düzeni kapital sahibi lehineydi. Marksist ideoloji ise ‘emek-değer’ teorisi gibi
emek merkezli ‘sınıfsız bir toplum’ ideali geliştirmiştir. Marksist yaklaşımı uygulamaya dönüştüren V.İ.Lenin, 1917’de
‘sınıfsız toplum idealini’ Bolşevik Devrimiyle; Sovyet kadınının koşulsuz eşitlikçi, sosyoekonomik hayata doğrudan
katılımı, iş-yaşam koşullarının merkeziyetçi bir düzende görülmektedir. Fikirler Rus ve Batılı sosyalist düşünürlerle
olgunlaştırılmıştır. SSCB‘de ‘cinsiyetlerarası eşitlikçi’ politikalar olsa dahi siyasi alanda kadınlar sınırlı gelişme
kaydederken, bilim-sanat-teknoloji, fen, sağlık, sosyal bilimlerde eşitlikçi yaklaşımları başarıyla aşmışlarıdır. Geleneksel
yaklaşımlardaki, klasik kadın-erkek cinsiyetlerindeki mesleki ayrımı ortadan kaldırmışlardır. SSCB sonrasında ise neoliberal politikaların Rusya’da tekrar uygulanmasıyla 1917-1991 dönemi ‘kadın’, ‘kadının emeği’ ve ‘emek özgürlüğü’
sıradan bir meta haline dönüştürülerek, özgül değerinin yerine ‘parasalcı’ yaklaşımlara, haksız rekabetçi ortamlara
bırakılmıştır. Bu çalışmada yöntem; siyaset bilimi ve siyaset sosyolojisi temel bilgileri üzerinde Rusça yayımlanmış
Rusya tarihi, SSCB tarihiyle ilgili yayınların okunarak analizi şeklindedir. Makalede Türkçe, İngilizce ve Rusça kaynaklar
kullanılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Emek-değer teori, sosyalizm, neoliberalizm, SSCB, Sovyet sonrası
ABS TRACT: The subject of this article, which began in 1770, starting with political thought and theoretical
approaches in the Industrial Revolution processes based in Europe, after the Cold War, the process of neoliberal approach on
the RF 'Revolution', 'Women' and 'labor Freedom of the investigation. First, it’s included in the production process of new
technical inventions traditional mode of manuel-factured converting mechanization with labor /wage/capital/raw materials such
process be examined within the values caused the questioning. V.I.Lenin into practice for Russia in 1917 'ideal of a classles s
society' while putting on a large scale in the Bolshevik Revolution; Soviet state of unconditional equality of women in the
country, the nature of society in socioeconomic life touchstone direct involvement by the centralized government of living
conditions. The traditional approach, they eliminate occupational segregation in the classic male-female gender. In the postUSSR 1917-1991 period by applying in Russia of neoliberal policies ‘women-women's work, labor freedom’ transformed into
an ordinary commodity. On the fundamental knowledge of socioeconomy politics background information on the history of
Russia published in Russian, is read out as the analysis of the relevant publication date of the USSR. On this article Turkish,
English and Russian sources were used.
Keywords: Theory, neoliberalism, socialism, USSR, post-Soviet
1. TARİHSEL GELİŞİM
Siyasi tarih, 19.yüzyılı ‘Siyasal Düşünceler-Siyasi Yaklaşımlar’ yüzyılı olarak kabul eder.
Düşünsel gelişimin siyasi olarak ortaya çıkardığı süreç, toplumsal değişimlerin siyasi değişimleri
tetiklediği, siyasi tarafı zorlayıcı olaylar, siyasal hareketliliklerle oluşmuş, yerleşmiştir. Sanayi devrimi
de farklılıkların değişimine ve yeni fikri akımların gelişimine neden olmuştur. Sosyalizm ve Liberalizm
de bu süreçte başta ‘birey’, ‘toplum’ ve ‘devlet’ ve ‘ekonomik gelişme’ ile yorumlanırken, önceliklerin
farklı görülmesiyle ayrı kutuplara doğru gelişmişlerdir.
Sosyalist düşünce, Avrupa’da Fransız devrimi ile sosyal örgütlenmenin bilinen şeklini altüst
ederken, diğer yandan onun tamamlayıcı parçası olarak niteleyeceğimiz Sanayi Devrimi ise sosyal
yapılanmaya ekonomik etkenleri de dahil ederek güçlenmiştir. Modern devletin ortaya çıkması
sonrasındaki bu gelişmeler, toplumun varolma-gelişme dinamiklerinde devletin birincil sorumlu taraf
olduğunu desteklemiştir. Bireyin toplumsal yapıdaki yeri, toplumsal yapının devletteki yeri ve etkisi
Devrim süreçlerinde doğrudan görülmektedir. Devletin tüm bireylerine karşı sorumluluğu, öncelikle
bireyin bir yurttaş olarak yaşayabilme, barınabilme, beslenme, iş edinebilme ve varlığını sürdürebilme
süreçlerinde birincil derecede önemli olduğu açıktır. Kamu hizmeti olarak tüm yurttaşlarına eşit olarak
sunması ise ‘Sosyal Devlet’ anlayışında olsa dahi, bunun ardılında daha da üst düzeyde eşitlikçi ve daha
da fazla hak-olanak sağlaması ile sosyalist yapıya dönüşümüdür. Sınıfsız toplum düşüncesi ise
K.Marks’ın bir devletteki tüm yurttaşları eşit görmedir. Mülkiyetsizleştirme ise toplum içindeki
124
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
yurttaşların arasında eşitliğe engel olacak veya eşitliği bozacak en görünür unsur olması nedeniyle, ve
rekabeti oluşturabileceği kaygısıyla da K.Marks doktrinine dahil etmiştir. Lenin–devrimci ve öncü bir
parti kurma-proleter sınıf bilinci yaratmak ve bunu Sovyet devleti coğrafyasında uygulamak
Berlin’de Clara Zetkin’in Ausgewählte Reden und Schriften, Band I de yayınlanan yazısı ise
şöyle açıklıyordu Marksist tutumu;
Elbette, Marks kadın sorunuyla "doğrudan", "yalnız onun üzerinde durarak" uğraşmadı.
Bununla birlikte, kadının hak-eşitliği için eşsiz olanı, en önemli olanı yaptı. Materyalist tarih kavramıyla
bize kadın sorunu üzerine eksiksiz formüller vermediyse de, daha iyisini verdi; onları bulmak ve
kavramak için doğru, güvenilir yöntemi. Kadın-sorununu genel tarihsel gelişmesinin akışı içinde,
tarihsel bağımlılığı ve haklılığı içinde, genel toplumsal bağlantıların ışığında açıkça anlamamızı, onun
itici ve sürdürücü güçlerini tanımamızı, onların yöneldikleri amaçları, ortaya konan problemlerin ancak
varlıklarıyla çözüme kavuştuğu koşulları bulabilmemizi yalnız materyalist tarih anlayışı olanaklı kılar.
Ahlaki yasalara ya da tanrısal buyruklara göre yaratılmış olan o kadının ailedeki ve toplumdaki
konumunun öncesiz ve sonrasız olduğu boşinanı parçalanıp toz oldu. Ailenin, öbür toplum kurumları ve
varlık-biçimleri gibi sürekli bir oluşa ve göçüp gidişe uğradığı ve onlar gibi olan ekonomik ilişkilerle ve
bu ilişkilerin desteklediği mülkiyet düzeniyle birlikte değiştiği açıkça ortaya çıktı. Ama bu değişmeyi
yapan, o sırada üretim tarzını altüst eden ve onu ekonomi ve mülkiyet düzenine karşıt duruma düşüren
ekonomik üretici güçlerin gelişmesidir. Sonra, devrimcileşmiş ekonomik ilişkilerin ve bağlantıların
tabanı üzerinde insanların düşüncesinin devrimcileşmesi, toplumsal üstyapının kurumlarında ekonomik
temele uygun değiştirmeleri yapma, mülkiyet biçimleri ve egemenlik ilişkileri içinde katılaşıp kalmış
olanı giderme çabası tamamlanır. Yardımlarıyla bu çabayı başarıya ulaştıran, sınıfların savaşımlarıdır.
Engels'in "ailenin, özel mülkiyetin ve devletin kökeni" üzerine yaptığı parlak incelemenin
önsözünden biliyoruz ki, burada geliştirilmiş düşünce akışı ve görüş noktaları büyük kesimiyle,
Marks'ın, son derece sadık ve dâhi bir vasiyet yerine getiricisi olarak sürdürdüğü kanıtıdır. ...’ (Engels
F., 2012, 129-220)
Liberal fikirlerin ortaya çıkışı, Avrupa’da feodalizm sonrası kapitalist toplumla gerçekleşmiştir.
17.yüzyıl İngiliz ve 18.yüzyıl Fransız devrimleri sonrasında ‘liberte’ ve birey oldukça önceliklenmiştir.
Bir bütün olarak toplumun iyiliğini sağlamanın yolunun bireylerin kendi çıkarları peşinde izin
vermekten geçtiği fikri,18.yüzyılda liberal düşüncenin temel taşı oldu.(Berktay F., 2008,59).Feodal
sistemde üretim biçimi değişimi ile ‘liberal’ ekonomik bir kavrama dönüşmüştür. Marksizm düşünce ise
‘özgürlük’ merkezli ancak toplumun değil; öncelikli olarak ‘bireyin özgürlüğünü’ öncelikler. Çünkü
liberal yaklaşıma göre ‘her kişi, doğuştan farklıdır. Ve tüm bireyler için tek bir hedef veya sonucu tercih
etmek, istemek, bireyin özgürlüğü ile çakışmaktadır. Öncelik ‘birey’ ve ‘bireyin özgürlüğü’dür.
Liberal düşünce esasında ‘Birey için iyi olan toplum için de iyidir.’ Temeline dayanır ve burada
devlet d e bireylerin özgür girişimlerini gözeten, kontrol eden bir mekanizmadır. Neo-Liberal
düşünceden ise 1980 sonrası dönem olarak bahsederiz; yenilenmiş liberalizm artık ‘yapısal dönüşümü’
ve ‘kurumsal reorganizasyonu’ kapitalist araçlarla gerçekleştirmek üzere donanmıştır. Devletin
ekonomideki rolünün minimize edilmesi, yeni bireysel girişimcilere devletin boşalttığı alanların
devredilmesi, devletin ve tüm kamu sahalarının –iş alanlarının azaltılması, kamu işletmelerinin özel
sektöre ‘özelleştirme’ tekniğiyle sunulması, uluslararası mal serbestisine, uluslararası işgücü
serbestisine ve uluslararası sermaye hareketliliğine açık bir devlet modelinin inşaası, neo-liberal
politikanın araçları olarak geliştirilmiştir.
2. SOSYALİZM’İN MARKSİST-LENİNİST İDEOLOJİDE DEVLET VE YÖNETİM
MODELİ
Öncelikle Sovyetler Birliğinin kuruluş felsefesi ve temel ideolojisini açıklamak; o dönemin
dünya siyasal sisteminin bilinmesini gerektirmektedir. Siyaset biliminde 19.yüzyıl, siyasal ideolojiler
çağı olarak kabul edilir. Bu gelişimin önemli bir etkeni, 1770’lerde başlamış olan Avrupa merkezli bir
Sanayi Devrimi sürecidir. Öncelikle yeni teknik buluşların üretim sürecine dahil edilerek geleneksel
üretim tarzını (manifaktür) dönüştürerek makineleşme(machinizm) ile birlikte emek / ücret / kapital /
hammadde gibi süreç dahilindeki değerlerin irdelenmesine, sorgulanmasına neden oldu. Burada klasik
125
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Liberal yaklaşım, kapital merkezli yeni sınıfsal düzeni kapital sahibi lehine değerlendirirken; K.Marks
tarafından ‘üretim-emek-değer’ temelinde üretici güçler ve üretim ilişkileri bütünlüğünün anlaşılırlığı
ve taraflılığını analiz ederek, buna bağlı olarak da özgün bir şekilde bir altyapı – üstyapı bağıntısını
ilişkilendirmiştir. Marksist ideoloji farklı bir bakış açısı geliştirerek ‘emek-değer’ teorisi gibi emek
merkezli ‘sınıfsız bir toplum’ ideali geliştirmiştir. 19. yüzyıldan 21.yüzyıla kadar geçen sürede bu
siyasal yaklaşımlar, gelişen ekonomi politik, siyasal sistemler ve toplum-devlet yaklaşımı anlayışlarında
değişimlere uğrayarak farklı devletler tarafından farklı uygulamalara konulmuştur..
Marksist yaklaşımı Rusya için uygulamaya dönüştüren V.İ.Lenin, 1917’de ‘sınıfsız toplum
idealini’ Rusya Bolşevik Devriminde geniş ölçekte ortaya koyarken; Sovyet kadınının ülke içindeki
durumu koşulsuz eşitlikçi, toplumun mihenk taşı niteliğinde toplumsal ve ekonomik hayata doğrudan
tam zamanlı katılımı, iş ve yaşam koşullarının devlet tarafından üstlenilen merkeziyetçi bir düzende
görülmektedir. ‘Sovyetler iktidarını sosyalizmin, emekçi yığınlar tarafından bulunan yoludur’ (Lenin
V.İ.,1999,321) olarak tanımlayan V.İ.Lenin toplumsal yapının düzenlenmesinde C.Zetkin’den,
A.Kollontay’dan gibi Rus ve Batılı sosyalist düşünürlerden ilham, destek ve görüş almıştır.
Bilindiği üzere, SSCB var olduğu 1917 - 1991 yılları arasında ‘toplumsal eşitlikçi’ bir tutumla
Kadın’a devrimin kalıcılığı, ekonomik kalkınmanın gerekliliği nedenleriyle de fiziksel durumu
nedeniyle kolaylıklar sağlayarak özellikle modern hayatta önemli kamusal destekler sağlamıştır.
Kadın’ın da, erkek gibi tek bir ‘proleter’ bütününde tanımlanması, kabulü ile serbest rekabete, liberal
temelde farklılıkları gözetmeye, eşitsizliğin doğallığını kabule dayanan kapitalizmin yaşadığı sıkıntılar ı
örnek alan V.İ Lenin ‘Savaşın zenginleştirdiği varlıklılar için zorunlu çalışma hizmeti uygulaması,
yoksullar ve tüm çalışanlar için de sendikalarla emek üretkenliğini artırmak, çalışma disiplinini
uygulamak için’ Rusya Komunist Partisi Tasarısı programının İktisadi bölümüne eklemiştir.
Ekim Devrimi Dosyasında V.İ.Lenin şöyle yazmıştır;
‘Kadının durumunu alın: Dünyada, en ileri burjuva cumhuriyetlerinin hiçbirinde demokratik
parti, bu bakımdan 10larca yıl boyunca, bizim iktidar yılımızdan başlayarak gerçekleştirdiğimiz şeylerin
% de 1 ini bile yapmadı. Biz kadının eşitsizliği, boşanma engelleri, kadını kuşatan aşağılık formaliteler,
evlilik dışı doğan çocukların yasal kabul edilmemesi, babalığın araştırılması gibi üzerindeki,
burjuvazinin ve kapitalizmin yüzkarası olarak, bütün uygar ülkelerde birçok kalıntısı bulunan o iğrenç
yasaları tepeden tırnağa, gerçekten ortadan kaldırdık. Bu alanda yapmış olduklarımızdan gurur
duymakta 1000 kez haklıyız.’(Lenin V.İ.,1999,s. 537)
Bütün özgürleştirici yasalara rağmen kadın, gene de evcil köle olarak kalıyor, çünkü kadını
mutfağa ve çocuk odasına zincirleyen küçük ev işleri, güçlerini anlamsız bir biçimde verimsiz, önemsiz,
sinir bozucu, alıklaştırıcı ve ezici bir çalışmada ziyan ederek, onu bunaltıyor, söndürüyor, kafasını
kazana çeviriyor ve küçük düşürüyor. Kadının gerçek özgürleşmesi, gerçek komunizm ancak, iktidara
olan egemen olan proleterya tarafından yönetilen yığının bu küçük ev ekonomisine karşı savaşımının ya
da daha doğrusu söz konusu ekonominin büyük bir sosyalist ekonomi durumuna toptan dönüşümünün
başladığı yerde ve başladığı zamanda başlıyor… 28.Haziran 1919’da yazmış Lenin bu düşüncelerle
devlet-toplum, toplumsal yapı ve eşitlikçi zihniyetini bu şekilde ortaya koymuştur.
Kamusal yemekhaneler, kreşler, çocuk bahçeleri, Dom-Piyonerof (Çocuk Kültür Eğitim Evi),
sağlık evleri(kısa dönemli gereksinimler için), hastaneler ve sanatoryumlar (uzun dönemli gereksinimler
için) şeklinde örnekleyerek, sıradan, gösterişten uzak olarak yapılanmıştır. Bu yapısal düzenleme,
kadının gerçekten özgürleştirilmesine yönelik toplumsal üretim ve kamusal yaşam içindeki rolü
bakımından kadının erkek karşısındaki eşitsizliğini ortadan kaldırmaya yönelik etkin araçlardandır.
Ayrıca başta Sovyet temelindeki felsefi düşünceyle evrensel eğitim, kültür her Sovyet vatandaşı için
önemsenen ve desteklenen ilk politikalardandır. Kırsaldaki yüksek nüfusun eğitimi de kentteki nüfusun
eğitiminden az olmayacaktır kararı nettir. Önce Liberalizm, ardından dönüşen Neo- Liberalizm
yaklaşımındaki devletlerde ise devletlerin kendi içişlerine bağlı olarak, konservatizm ve/veya
gelenekselcilikle ve/veya sosyal devlet düşünceleriyle beraber katmanlaşmış toplumsal yapıda kapitalist
düzen sağlanmıştır; burada ‘kadına yönelik politika’ konusunda gelişmiş devletler ile gelişmemiş
devletlerarasında çok farklı uygulamalar gözlemlenmiştir. Kapitalist devlet modelinde burjuva
aydınlarının başını çektiği sınıf, genellikle Anayasa yapıcı olmuştur; kadın ve erkek için çoğu kez
‘eşitlikçi’ demokratik haklar yasal olarak tanımlanmıştır. Bu tanımlar, yasalar olmasına rağmen
kapitalist sistemin özünde olan başta ‘özel mülkiyet’ konusu, toplumsal yaşamda önlenemez bir rekabeti
beraberinde getirmektedir. Kadınların ‘yeniden üretim’ (doğurganlık) nedeniyle evliliğe ve
126
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
evliliğin getirdiği ev işleri, ana çalışana destek ve onun tekrar işe hazırlanması işleri kapitalist dünya
gerçeğidir.
Bazen hayranlık bazen de eleştiri alan Sovyetler Birliği'nde toplumsal cinsiyet ilişkileri ile ilgili
olarak ‘cinsiyetlerarası eşitlik’ düşüncesiyle gelişmeci bir yaklaşımda bulunulmuştur. Sovyet kadınının
söylediği;
"Bizim iffetli ve güçlü bir aile oluşturma amaçlarımız vardı!"
Her vatandaşın eşit iş, eşit maaş, eşit hak, eşit eğitim, devletin imkanlarının eşit dağıtımı, eşit
yaşama alanı ( konut edindirme ) şeklinde yasal hakları bulunmaktaydı. Örneğin; bir ailede kadın ve
erkek çalışıyor. Bu durumda ailenin bir tek ‘konut’ verilme hakkı değil; aile içinde çalışan her bireyin
bireysel olarak ‘konut edinme’ hakkı bulunuyor ve buna göre ev dağılımı yapılıyordu. Elbette bu durum
‘savaş hali’ veya diğer başka bir ‘force major’ durumu söz konusu değilken normal işleyen bir süreçti.
Burada elbette Merkeziyetçi rejimden kaynaklanan sorunlar, tahsisatların yapılmasında
uygulanan kriterler devletin, üretimin ve mevcut kaynakların yeterliliği oranında farklılık
gösterebiliyordu. Sovyet sistemi ne ‘aileyi’ ne de ‘çocuksuzluğu’ teşvik etmedi. Ancak 1936 -1955 yılı
arası isteğe bağlı kürtaj hakkına yasak koyulmuştur. Bunun nedeni ise 2.Dünya Savaşı süresince savaşta
yitirilen yaklaşık 30 milyon Sovyet vatandaşının bir tür geri dönüştürülme sürecidir. Ancak bunun için
aile kurulması ve çocuk sayısının artırılması hiçbir zaman devlet politikası haline gelmemiştir. SSCB
dahilinde bulunan bugünkü Orta Asya Cumhuriyetleri olarak tanımladığımız egemenliklerini ilan eden
beş devlet (Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan) deki nüfus yapısı ve aileiçi çocuk sayısına baktığımızda bu sayının Rusya Federasyonu içindeki çocuk sayısından en az 4 kat
fazla olduğunu görebiliriz. Yani Moskova, Leningrad ve Baltık Ülkelerinde (Litvanya, Estonya,
Letonya) bir kadının doğurma sayısı genel olarak 1, %25 oranında ise 2’dir. Kırgızistan’ başkenti
Bişkek’de bir kadının çocuk doğurma sayısı ortalama 4, %25 oranında ise 6 çocuktur. Kırgızistan kırsal
alanda yaşayan bir kadının doğurduğu çocuk sayısı ortalama 6, %25 oranında 8’dir. Burada geleneksel
tutum ve davranışların etkin ve kabul edilmiş olduğunu söyleyebiliriz. Üstelik bu dönemde din faktörü
etki aracı değildir. Bu nedenle bu kadar fazla çocuk sahibi olması için bir dönem ‘Aile Vergisi’
düşünülmüş olsa dahi, bu çocuk sayısına bakılmaksızın devlet yardımı kendiliğinden devam etmiştir.
İlginç olan, Sovyetler Birliği, sağlıklı aktif bir anlatımla aslında - Geleneksel - aile hayatını,
modernize etse de geleneksel aile yapısını da inkar edemez. Anti-Sovyet görüşler ise bu durumu hep
‘aile karşıtı’ olarak lanse etmeyi tercih etmişlerdir.
Sovyet dönemi Kadın açısından erkeğe göre ek olarak sağlanan destekler:
2. Kürtaj Hakkı: Kadının isteğine göre kullanılan bir vatandaşlık hakkıdır. Sadece 1936-1955
yılında sağlık sorunu olmayanların dışında kürtaj yasak edilmiştir.
3. Çocuk Doğurma Hakkı ( Aile olma şartı olmaksızın ): Kadının serbest iradesine bağlıdır.
4. Boşanma Hakkı ( Kadının talebi önceliklenerek yasal süreç kolaylaştırılmıştır.)
5. Çocuk için kreş/ yuva/ okul/ yaz kampları/ yüksekokul eğitiminin sistemli/düzenli/disiplinli
sağlanmış olması. Her Sovyet vatandaşının çocuğuna sağlanan bedelsiz hizmettir.
6. Tüm vatandaşlara devletin sağladığı karşılıksız olanaklar:
7. Barınma (Konut sağlama) = Her çalışan yurttaşa tahisi edilen apartman dairesi olan konutun
tüm giderleri devletin sorumluluğundadır. Isınma, telefon, elektrik, soğuk ve sıcak su ( sıcak su
sadece yıllık bakım nedeniyle Ağustos ayında 2 hafta bakım için kapatılır), apartman temizlik
hizmetleri yine devlet hizmeti olarak sağlanmıştır.
8. Beslenme = Bebeğin doğumundan, gençlikten orta yaş ve emeklilikte ev adreslerine, kapıya
kadar teslim edilen, ölümüne kadar talep edilen gıda tedarikinin devlet tarafından karşılıksız
olarak sağlanmıştır
9. Sağlık = Bebeğin doğumundan ölümüne kadar geçen yaşam süresince tüm sağlık
gereksinimlerinin eksiksiz olarak devlet tarafından karşılıksız olarak sağlanmıştır.
10. Eğitim = Her mahallede çocuklara kreşten itibaren, eğitim-bakım hizmetleri, ilk-orta-lisemesleki veya yüksek öğrenim, başarısına göre yüksek öğrenim sonrası doktora çalışması dahil
olmak üzere tüm eğitim-öğretim hizmetleri; bu yıllar dahilindeki her yıl yaz kampları, alan
ziyaretleri, staj programları dahil olarak karşılıksız olarak her gence sağlanması. Eğitim ve
127
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
öğretim dönemlerinde fizik-kültür salonları, yüzme ve jimnastik salonları, kayak pistleri de
dahil olmak üzere herkese açık bir kamu hizmeti olarak sunulmuştur.
11. Çalışma alanı/ işyeri tahsisi: Mesleki eğitimini (ister Meslek-Teknik Lise = bu da Politeknik
Okul olarak adlandırılmıştır.) veya yükseköğrenimini tamamlayan her gence mezun olduğu
kurum, almış olduğu mesleki hizmete uygun olarak devlet tarafından işe yerleştirilmesi.
12. Ulaşım = Kentiçi tüm ulaşımın tüm öğrencilere ve emeklilere ücretsiz, çalışanlara ise çok düşük
bir bedelle (metro, tramvay, otobüs için 5 kapik; 1 ruble = 100 kapik) sağlanmıştır.
3. SONUÇ
Devletlerin gelişmişlik düzeylerine varsıllıklarına göre (GSMH yüksekliği gibi) kadın’ın
üzerinde görülen bu yükler, kısmen hafifletilmektedir. İskandinav ülkeleri bu anlamda ‘Sosyal Devlet’
politikalarını yüksek maliyetlere rağmen yüzyıl boyunca uygulamaktadırlar. Kapitalizmin yapısı gereği
‘ekonomik kriz’in kaçınılmaz olduğu tarihsel süreçte dönemsel olarak izlenmiş ve ‘emek’ faktörü yıllar
içinde hep kaybeden taraf olmuştur. Kadın ise ‘yedek işgücü’ olarak değerlendirilerek, ucuz ücretli emek
şeklinde satın alınmış; ekonomik kriz bu şekilde aşılmıştır. Bu bağlamda, Kadın’ın varsıl olmama
durumunda ‘evcil köle’ değerlemesi çok da yanlış değildir. 1917-1991 dönemi ‘Sovyet sistemindeki
Kadın’ ile 1991 sonrası yeni egemen Rusya Federasyonunda ‘Kapitalist sistemdeki Kadın’ın toplum
içindeki yeri, konumu, hakları karşılaştırmalı olarak açıklandığında Rusya Federasyonundaki kadın’ın
yeri ve koşullarının ‘biçareliği’, ‘sınıfsal konumunun ikinciliği’,’toplumsal ve ekonomik alanda arka
sıradaki’ yeri trajik olarak görülmektedir.
‘Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler’ anlayışının hakimiyeti ile ‘ Sovyet tasarruflarının ve
birikimlerinin saçılması’ dönemi 1991-1999 yıllarındaki B.Yeltsin’in başkanlık dönemidir. Yine aslında
bu dönem aslında bir yanda ‘oligark’ yaratırken diğer yanda ‘emekçi’ sınıfın ayrıştırılması sürecidir ve
‘kendi haline terk edilen kadın, çocuk ve tüm emekçilerin hak ve onurlu statüsü’dür. 2000-2014
yıllarında ise Rusya Federasyonu yönetiminin doğrudan ‘neo-realist’ anlayışla yönetimiyle bir önceki
on yıla oranla ülke içinde devletin sorumluluk alanında bulunan barınma, bayındırlaşma, sağlık, eğitim
ve ulaşım hizmetlerinde göreceli bir iyileşme görülmektedir. Ancak ‘kadın hakları’ açısından sadece
kısmi bir oranda çocuklar için iyileştirme sağlanabilmiştir.
Diğer yanda, Milenyuma 1 kala Rusya Federasyonu Başkanlık görevine gelen V.Putin
tarafından daha demokratik olmayan sıkı ve disiplinli bir devlet yönetimi anlayışı politik olarak
gerçekleşmiş ve bu süreç halen devam etmektedir. ‘Rus Milliyetçiliği’ ve eski Sovyet sosyal yaşamına
özendirilerek yapılmaya çalışılan toplumsal yenilenmede kısmen olumluluklar yaşanmakta ise de hiçbir
zaman Sovyet sistemindeki gibi ‘eşitlikçi’ ve beraberinde korumacı bir anlayışla emeğin değeri
hedeflenmemiştir. Bu çalışma, Sosyalist ideolojiyle yönetilen devlet ile kapitalist ideoloji döneminde
kadın’ın hak bağlamında kayıp ve kazançlarını karşılaştırmalı olarak ortaya koymaktır. Sovyet sonrası
dönemde açık ve net görülen, egemen devlet statüsüne geçen Rusya’daki kadın’ın emeği ve
özgürlüğünün tarihsel süreçteki kaybını görebilmek acı ama gerçek bir örnek olaydır. Sovyet
Kadınından Rus Kadınına dönüşümün, hazin ve onulmaz yara olduğu ise diğer bir gerçeğidir. Son olarak
Marksist-Leninist düşünceyle oluşturulan Sovyet devletinde her iki cinsiyet için de devlet tarafından
karşılıksız bir hizmet olarak sunulan eğitim-barınma-beslenme-iş edindirme- bireyin doğumundan
ölümüne kadar geçen her süreçte bakımı ve desteği sadece devlet oluşturmasıydı. Arada parasal değerler
yerinde görev ve işini yapma anlayışı ile ilgili geniş hizmet destek kesimi vardı.
1991’den itibaren Rusya’ya geri dönen kapitalist rejim kendini geliştirerek neo-liberal politik
araçlarla donanmıştı. Neo liberal düşünce, örgütlenmiş, yapılanmış, uluslararası sisteme hakim olmuştu.
Sermaye, üretimde veya hizmette kullandığı emeğin değerini belirleyen taraf olmuştu tekrar. 1917-1991
dönemi boyunca oluşturulan cinsiyetlerarası eşit haklar, federasyon yönetimde korunmaya dikkat edilse
de, başta cinsiyetlerarası eşit oranda iş edindirme ve her yurttaşın çalışma şartı ortadan kaldırıldığı için
kadınların aleyhine bir geri gidiş; ve aktif iş yaşamında kadın sayısının azalmaya başladığı bir süreç
başlamış oldu. Kadın ve emek değerinin, neo liberal sistemde korunmayacağı veya dikkate
alınmayacağı; yerine tüm çalışanlar için yüksek ve aksak rekabetin öncelikli olduğunu bir kez daha
anımsatarak; neo liberal sistemde kadınların hak kazanımları için mücadeleye devam etmesinin
gerekliliği aşikardır.
128
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
KAYNAKLAR
Engels, F. (2012). Ailenin, Özel M ülkiyetin ve Devletin Kökeni. Ankara: Sol Yayınları.
Engels, F(1991). His Life and Work.Progress Publishers.M oscow
Gimpel, J., (2004). Ortaçağda Endüstri Devrimi. Ankara.TUBİTAK
Hampsher-M onk, I. (2004). M odern Siyasi Düşünce Tarihi- Hobbes’tan M arx’a Büyük Siyasi Düşünürler.
Istanbul:.ay Yayınları.
Heywood, A.(2007). Siyasi İdeolojiler. İstanbul: Adres Yayınları.
Lenin, V.I.(1990). Sobranya-v dvuh tomah. M oskva: Panorama Izdatelstva.
Lenin, V.I.(1999). Ekim Devrimi Dosyası. Ankara: Sol Yayınları.
M arx, K.(1991). His Life and work.Progress Publishers.M oscow
M arx-Engels-Lenin(2002). Kadın ve Aile.Sol Yayınları.Ankara
M ilova, M .L.(2006). İstoriya Rasii XX-donachala XXI veka. Eksmo.M oskova.Rusya.
Örs, B.(2008). 19.yüzyıldan 20.yüzyıla M odern Siyasal İdeolojiler.Bilgi Üniversitesi yayınları.İstanbul
Pereslegin, S.(2006). Samauchitel igrii na mirovoy şahmatnoy doske.Ast Izdatelstva. Terra Fantastica. M oskva.
Rosen, M .-Wolff J. (2006). Siyasi Düşünce.Dost Yayınevi.Ankara.
Sigankov, P.A.(2006), Teoria M ejdunaradnih Otnoşenniya.Gardariki.M oskva.
129
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Moda Fotoğrafçılığında Kadının Metalaşması ve Kadın Kimliğinin Oluşmasına Etkisi
Fashion Photography And The Impact of the Commodification of Women formed the
Women's Identity
Emine Funda SEÇAL1
1Yüksek
Lisans Öğr., İzmir Ekonomi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir-Türkiye, [email protected]
ÖZET: Temeli doğanın etkilerinden korunmak olan giyinme zamanla toplumsal bir nitelik kazanmıştır. Farklı olmak
arzusu ‘moda ‘ kavramını ortaya çıkarmış ve bireyin kenidini ifade etmesi için evrensel bir dil haline gelmiştir. Fotoğrafçılık
sanatı bu dilin evrensel olmasını sağlayan önemli bir araç olmuştur. M odayı belgelemekle beraber, bulunduğu dönemin ruhunu,
toplumsal olayların etkilerini de göstermektedir. M oda fotoğrafı toplumun moda bilincini artıran ve tüm sosyo ekonomik
sınıflara yayılmasını sağlayan kitle iletişim aracıdır. M oda fotoğrafçılığında kadının metalaştırılması hakkında yapılan bu
araştırma moda fotoğrafçılığının gelişim sürecine ve kadının moda fotoğrafındaki konumuna ışık tutmayı hedeflemektedir.
Anahtar sözcükler: M oda fotoğrafçılığı, moda, kadın kimliği, metalaşma
ABS TRACT: The notion of "dressing" for humanity, started as protection from various natural effects, shaped by
driving intentions of beauty, conspicuousness, lead to idea of discrepancy which constituted "fashion" as a concept.
Photography has become an important tool which internationalizes fashion. By discovery of photos and cameras, these changes
in fashion has become certifiable. Beside certificating fashion itself, photography externalizes the soul of era and social events,
therefore, photography and fashion became to be nourishing from each other. By a brief help of photography, fashion has
become to be stated much easier. In this article, how fashion sense is influenced by the visual usage of female body in fashion
photography, will be examined, as well as mentioning how the fashion photographers handle women as consumption element
by impressing women identity.
Keywords: Fashion photography, fashion, woman identity, commodification
GİRİŞ
İnsanoğlunun vucudunu doğanın etkilerinden koruma düşüncesi ile ortaya çıkan ‘giyinme‘
kavramı, güzel görünme ve dikkat çekme arzuları ile daha iyi ve güzel olanı aramaya sebep olmuş, farklı
görünmek isteği ile ‘moda’ kavramının oluşmasını sağlamıştır. Korunmak amaçlı başlayan giyim
toplumsal bir nitelik kazanmış insanların toplumsal durumunu sembolize eder hale gelmiştir. Zamanla
kişiliği ve stili yansıtan evrensel bir dil haline gelmiştir. Tarihi boyunca moda; akımlar, toplumsal ve
ekonomik değişimler, teknolojik gelişimler gibi faktörlerin etkisiyle ve kendi doğası gereği değişmeye
devam etmiştir.(Aydoğan,2011) Moda birçok düşünür tarafından farklı tanımlanmıştır. Thornstein
Veblen “gereksiz ve nedensiz tüketim sembolü” olarak değerlendirmiş, Kant ise modayı ahlak açısından
ele alarak “[…] temeli bencillik, kendini beğenme olan bir taklit türü” şeklinde sınıflandırırken belirli
bir toplumsal işlevinin bulunduğunu da kabul etmiş, moda sürecinin çok çeşitli toplumsal işlevlere
olumlu yönde hizmet ettiğini öne sürmüştür. Güngör Başer ise “[...] sürekli bir değişim süreci” olarak
tanımladığı modayı, sosyal ya da ekonomik statü kazanmada toplumsal bir nitelik olarak
değerlendirmiştir. (Karabulut, 2006) Fotoğraf makinesinin buluşuyla birlikte modadaki bu değişim
belgelenebilir hale gelmiştir.
Fotoğraf modanın evrenselleşmesi için önemli bir araç haline gelmiştir. Modayı belgelemekle
beraber, bulunduğu dönemin ruhunu, toplumsal olayların etkilerini de göstermektedir. Moda ve fotoğraf
birbirinden beslenen iki kavram haline gelmiştir. Fotoğraf modanın ifade edilmesi kolaylaştırmıştır.
Modanın değişken yapısında, modayı görselleştirmek ve daha anlaşılır kılmak, moda
fotoğrafçılığını beslemiş ve moda kavramı gibi hızlı ve değişken yapmıştır. Moda fotoğrafçılığı modanın
belgelenmesine olan hizmetinin yanı sıra evrenselleşmesini sağlamıştır. Fotoğraf bilinç arttırıcı bir
modernleşme olgusu olarak ele alınmaktadır.(Oral;2009)
“İyi bir moda fotoğrafı, modanın fotoğrafından daha fazlasıdır.”(Sontag;1978) bu noktadan yola
çıkarak, moda fotoğrafının iletilerini anlamak için dünya moda fotoğrafçıları ile Türk moda
fotoğrafçılarının stilleri üzerinden kadının metalaşma süreci incelenmiştir Moda fotoğrafındaki
duruşların nasıl mesajlar içerdiğini açıklayabilmek için, moda fotoğraflarında kullanılan kadın duruşları
gruplandırılmış ve incelenmiştir.
Moda fotoğrafçılığında kadının metalaştırılması hakkında yapılan bu araştırma moda
fotoğrafçılığının gelişim sürecine ve kadının moda fotoğrafçılığındaki konumuna ışık
tutmayı
130
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
hedeflemiştir. Türkiyedeki ve dünyadaki moda fotoğrafçılarının moda fotoğrafındaki eğilimlerinin
analizlerini ortaya koyacaktır..Bu araştırma sonucunda, moda fotoğrafçılığnın kadın ve kadın vucudunu
görsel olarak kullanarak moda algısını nasıl etkilediğinden bahsedilmektedir. Moda fotoğrafı ve moda
fotoğrafçılarının kadın kimliğini nasıl etkilediğine ve kadını nasıl tüketim unsuru haline getirdiğine
değinilmiştir.
Kitle İletişim Aracı Olarak Moda Fotoğrafçılığı
Moda, bulunduğu çağdan, savaşlardan, toplumsal olaylardan, akımlardan, güncel olaylardan
etkilenen ve sürekli kendini yenileyen bir kavramdır. Kökeni latince olan Moda kelimesi
‘sınırlanamayan’ anlamına gelen Modus kelimesinden türetilmiştir.
Modanın görselliğe dayalı bir kavram olması fotoğrafçılıkla ortak paydada buluşmalarını
sağlamıştır. Zamanla birbirlerinden beslenen iki kavram olmuşlardır. Modanın sınırsız ve değişken
yapısı, başlarda modayı belgeleme amacına hizmet eden moda fotoğrafçılığını, sürekli değişime ve
yaratıcılığa zorlamıştır. Cansız mankenlerin üzerinde kıyafetleri göstermek yeterli iken, endüstrileşme
sürecinin etkisiyle moda fotoğrafçıları farklılaşma arayışları içine girmiştir. Böylelikle fotoğrafçılığın
içine yaratıcılık girmiştir. Moda fotoğrafçıları yaratıcılıklarını kullanarak fotoğraflarında kullandıklar ı
‘kadın’ imgeleri ile toplumla moda arasında bir iletişim sağlamıştır. Fotoğraf iletişim açısından etkili bir
araçtır. Moda fotoğrafçıları, çektiği fotoğraflara anlamlar yüklemiş, her fotoğrafçı çalıştığı modacı ve
moda markası ile kendi kadın kimliklerini yaratmış ve fotoğraflarında bunu anlatmıştır, bu açıdan
modernleşme süreci içeresinde toplumun yönlendirilmesinde önemli rol oynamıştır.
Modanın yayılımı üzerine savunulan kuramlardan biri olan ‘Kitle Pazarı Kuramı’ kitle
üretiminin kitle iletişim araçları ile birleşip yeni tarzların bütün sosyoekonomik sınıflar tarafından bilinir
hale geldiğini savunur(Ertürk,2011). Bu bağlamda moda fotoğrafı toplumun moda bilincini arttıran ve
tüm sosyoekonomik sınıflara yayılmasını sağlayan kitle iletişim aracıdır.
Etkili bir kitle iletişim aracı olan moda fotoğrafı görselleri ile rutin yaşamın her alanında
karşılaşılaşılabilir hale gelmiştir. Moda dergilerinde, reklamlarda, billboardlarda, duraklar gibi birçok
yerde karşılaşılır olmuştur. Moda fotoğraflarının her yerde karşılaşılabiliyor olması, toplum tarafından
yarattığı imajın kabul edilip normalleşmesine ve zamanla bireylerin fotoğraftaki gibi olmaları için
güdülenmelerini sağlamaktadır. Bu güdülenme, fotoğrafların ‘kadın’ üzerine kurgulanmasından
kaynaklanmaktadır. Bu açıdan ele aldığımızda, moda fotoğrafının toplumda yeni kadın kimliklerinin
oluşmasına sebeb olduğu görülmektedir.
Kadının Metalaşması, Kadın Kimliğinin Yaratılması
Tüketim toplumlarında arzu sürekli uyandırılmaya çalışılan tahrik edilen bir kavram olmuştur.
(Aydoğan, 2011) Genellikle moda fotoğrafçıları, fotoğraflarında kadın ve kadın vucudunu kullanmıştır.
Temelde amaç ürünü satmaktır, bu nedenle kadın vucudunun çekiciliği ve estetiğinden yararlanılmıştır .
Böylelikle tüketim toplumu için kadın bir satış unsuru olmuştur. Kimi fotoğrafçı kadını romantik bir
atmosfer içinde erişilmez bir zerafet içinde göstermiş, kimi dişiliğinin gücünden yararlanıp,
vucudununun çıplaklığını göstererek seksi, çekici bir algı oluşturmuştur. Böylelikle kadın kimliğinin
toplumda var olmasında etkileri olmuştur.
Moda fotoğrafçılığı kadınların giyimleri ile kişilikleri arasındaki güçlü bağı ortaya
koymuştur. Hangi kıyafetin nasıl görünmesini sağlayacağını fotoğraflarla vaat etmektedir.
Moda fotoğrafçıları, kimi zaman güçlü bir kadın, kimi zaman zarif, kimi zaman doğal ve rahat
bir kadın yaratarak giyim zevklerinin kişilikleri ile örtüştürmeye çalışılmaktadır.
Moda fotoğrafı, fotoğrafçı ve moda markasının yaratmak istediği kadını, kulland ığı
modelin duruşu, bakışı, mimikleri, fotoğrafın çekildiği ortam ile kodlandırarak ortaya
koymaktadır. Böylece ortaya yeni kadın kimlikleri çıkmaktadır.
Oluşturulan kadın kimlikleri toplumdan topluma değişebilmektedir. Bulunduğu çağdan,
çevre faktörlerinden, siyasal olaylardan etkilenebilmektedir. Moda fotoğrafı, insanlar ı
doğrudan etkilemekte, güzellik, beğeni, moda gibi algılarını değiştirebilmektedir. Önceleri
kıvrımlı olan, balıketli beyaz tenli kadınlar güzel olarak lanse edilirken, günümüzde kadınlar ın
ince belli ve zayıf olmaları gerektiği algısı yaratılmaktadır. Tüm bu algıların oluşması moda
fotoğraflarında kullanılan kadın imgeleri sağlamaktadır.
131
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Moda Fotoğrafçılığında Kadın İmgeleri
Moda fotoğrafçılarının kadın imgeleri değişkenlik göstermiştir. Başlarda kadını idealize edip
ulaşılmaz, zerafetli göstermiş, stüdyoda fotoğraf çekmişlerdir. Stüdyoda çekilen fotoğraflarda kadınları
dönemlerinin modern, kusursuz ve çekici kadınları olarak imgelemişlerdir. Fotoğraftaki kadınlar güzel
olduğunun farkında olan, izleyici ile göz teması kuracak kadar özgüvenli ya da yüzünü çevirerek
ulaşılmaz bir tavır sergilemektedir.
Baron Adolph De M eyer, 1919
Baron Adolph De M eyer,1917
Daha sonraları gerçekçilik adına doğal ortamlarda, dış çekimler yapmışlardır. İdeal kadın
figürünün daha gerçekçi, birey tarafından ulaşılabilir hale getirilmeye çalışılmıştır. Sosyal çevreler ve
toplumun ileri gelenlerinin onaylayabileceği tarzda kadınlar seçilmiş ve fotoğrafların tarzı günlük
manzaralardan esinlenilerek oluşturulmuştur. Fotoğrataki kadınlar vucut dilleri ile, daha mütasıp,
davetkar olmayan duruşlar sergilemektedir, izleyiciye direk bakan duruşlar sergilenmemektedir.
Başların eğik olması ve dizlerin birbine yakın tutulması masum ve mütasıp bir mesaj içermektedir.
Edward Steichen,1926
Toplumsal olaylar, savaşlarında etkileri fotoğrafçılıktaki anlatımları da zaman içinde
değişmiştir. 1960 lardaki cinsel devrimden etkilenilmiş ve moda fotoğrafçılığında cinsellik temalarıda
görülmeye başlanmıştır. Bu döneme kadar vucut duruşları ile masumiyet, zerafet, gibi elit kavramlar
vurgulanırken, cinsel devrim sonrası cinsellik, çekicilik ve çıplaklık kavramları karşımıza çıkmıştır.
132
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
1920 lerin sıradanlaşmış kadınlık imgesinden sıyrılınmıştır. Erkeklerin cinsel arzuları üzerine
yoğunlaşılmış, fetişizm kavramı moda fotoğrafına girmiştir. Moda fotoğraflarındaki kadın imgesi,
kışkırtıcı, cinsel göndermeler içeren vucut diline sahip haline gelmiştir
David Bailey, 1965
Guy Bourdin, 1977
Moda fotoğrafı modanın yarattığı kadın imgesini görsellik ile desteklemekte ve güzellik
kavramının moda akımları çerçevesinde değişimini sağlayabilmektedir. bu değişimi sağlayabilmek için
temelinin mitolojik güzellik algısına dayanan duruşlar ile sağlayabilmektedir.
Antik çağlardan beri insanoğlunun kadın vucudu ve güzellik kavramları ile ilgili dönemsel
olarak değişsede ortak algıları vardır. Her dönemin kendi içinde ideal kadın güzelliği vardır. Birçok
sanatçı tarafından güzellik kavramı tasvir edilmiştir. Botticelli’nin “Venüsün Doğuşu’’ tablosu gibi.
Mitolojik olarak Venüs güzelliği simgeleyen kadın olarak mitleşmiştir. Bu bağlamda ideal güzellik
kavramı ile Venüs ile direk bir bağlantı kurmak mümkün olmaktadır.
Moda fotoğrafçılığındaki kadın imgelerinin dönemleri ve içerdiği kadın kimlik kodlarını
incelerken moda fotoğrafçılığının mitolojiden beslendiği açıkça görülmektedir. Güzellik tanrısı olarak
simgelenen ‘venüs’ birçok moda fotoğrafına ilham kaynağı olmuştur. Botticelli’nin Venüs’ün Doğuşu
tablosundaki güzellik tanrıçası Venüs’ün duruşu moda fotoğrafçıları tarafından kadınlara güzellik
kavramını bağdaştırmak için kullandıkları önemli bir moda fotoğrafı duruşu haline gelmiştir. Bu duruşu
birçok moda fotoğrafçısı kullanmaktadır. Bu duruş izleyiciye Venüs’ü çağrıştırdığı için güzellik algısı
yaratmaktadır.
133
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
.
M ert Alaş, 2010
Sandro Botticelli,1482-1486
134
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
M ert Alaş, 2011
Alexsandre Cabanel ,1863
Moda fotoğrafının anlatım biçimi modanın değişiminden etkilendiği gibi moda fotoğrafını çeken
fotoğrafçının tarzından da etkilenmektedir
Man Ray
Man Ray fotoğraflarında kural bozucu bir tavır sergilemiştir. Kadının bedenini parçalayarak
çekmiş ve böylelikle vucudun farklı yerlerine yeni anlamlar yüklemiştir. Kadın vucudunun parça parça
çekilmesi her bir parçayı arzulanır hale getirmiştir. Bu bağlamda moda fotoğrafçısı Man Ray fetişizm
akımının öncülerindendir.
Man Ray fotoğraflarında genellikle fetiş ögeler kullanmıştır. yarattığı kompozisyonlar ve seçtiği
neslelerle kadının cinselliğini vurgulamıştır. Kadın bedenini başan çıkarıcı göstermiştir.
Ray, M , 1926 Noire et Blanche
135
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Man Ray’in Noire et Blanche adlı fotoğrafında fetiş nesne olarak Afrikada bir kabileye ait olan
ölüm maskesini kullanmıştır. Kadın sade ve ve gözleri kapalıdır. Gözlerinin kapalı olmasını ölümle
bağdaştırmıştır. Aynı zamanda maske şeklindeki soyutlama aracılığıyla, şekilsel mükemmellik,
simetrik özellikler, anlam bütünlüğü oluşturmuş ifadeler ve kadınların fetişleştirilmiş imgelerinin açık
sembolleri olan bedenin parçalı yapısı bir araya getirilmişti (Aydoğan, 2011).
Man Ray’in kadınları cüretkar, kendinden emin, seksi bir imaja sahiptir. Birçok fotoğrafında
fetiş ögeler kullanmasının yanı sıra kadınların vucudunu da fetiş öge olarak kullandığı görülmektedir.
M an Ray,1929
M an Ray,1925,Violon d’Ingres
Mert Alaş
Mert Alaş ‘nü’ fotoğraflara ağırlık vermektedir. Kadın ve kadın vucudunu seksi gösteren ve
sınırları zorlayan bir tarza sahiptir. Mert Alaş, fotoğraflarında kadını genel olarak maskülen bir
kadınsılığa büründürmüştür. Fotoğraflarında venüs duruşunu kendi tarzı ile yorumlamaktadır.
Mert Alaş’ın kadınları, maskülen görünümünün altında dişiliğin baskılı bir şekilde
vurgulandığı, kendine güvenen, seksi, cüretkar, güçlü kadınlardır.
M ert Alaş,2014
M ert Alaş,2014
136
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
SONUÇ
Modayı belgelemek olarak başlayan moda fotoğrafçılığı endüstirinin etkisi ile rekabet
ortamının doğması sonucunda farklılık yaratmaya ihtiyaç duymuş ve yaratıcılık kavramı moda
fotoğrafına dahil olmuştur. Moda fotoğrafçılığın temeli ürünü satmaktır bu nedenle ürünü en cazip
şekilde tüketiciye sunmayı hedeflemiştir. Moda fotoğrafı, moda ile tüketici arasında bir iletişim
oluşturmuştur. Bu iletişimi oluşururken genellikle kadın ve kadın bedenini kullanmıştır. Kadın ve kadın
bedenini metalaştırarak bir tüketim sembolü haline getirmiştir. Kadına, kadını izletmiştir.
Moda tasarımcıları ve moda markaları sahip oldukları marka kimliklerini moda fotoğrafı ile
tüketiciye anlatmıştır. Moda fotoğrafçısı yarattığı hikayeler ve kurguladığı fotoğraflarla tüketiciye
fotoğraftaki görünümü, hayatı vaat etmektedir. Kadının nasıl giyinmesi, nasıl durması hatta nasıl
bakması gereketiğine kadar tüm kimlik kodlarını vererek yarattığı imajı satmaktadır. Bu nedenle
kıyafetin detayından çok fotoğrafın izleyiciye verdiği ruh hali, imaj önemli olmuştur. Moda fotoğrafında
izleyicide oluşuracağı etkiye daha çok önem verilmektedir.
Moda fotoğrafçıları, izleyicide istedikleri etkiyi yaratabilmek için gerek mitolojik duruşlardan,
gerekse fotoğraf karesinde kullandıkları objelerden faydalanmışlardır. Fotoğrafçılığın başından beri
kadın kullanılmıştır. Kadınlar üzerinden toplumun moda ve güzellik algısı yönlendirilmiştir. Güzellik
algısı çağın olaylarına, toplumsal ve siyasi etkenlere, çevre gibi bir çok faktörden etkilenmiş ve
toplumdan topluma farklılık göstermiştir.
Moda fotoğrafçılığında kadının metalaştırılması hakkında yapılan bu araştırma moda
fotoğrafçılığının gelişim sürecine ve kadının moda fotoğrafçılığındaki konumuna ışık tutmayı
hedeflemiştir. Bunun yanısıra Moda fotoğrafının modanın evrenselleşmesindeki etkilerinin
araştırılabilmesine katkıda bulunacaktır. Buna ek olarak moda fotoğrafının moda alıcılarının seçimlerine
etkilerinin araştırılmasına katkıda bulunacaktır.
KAYNAKLAR
Kitap:
Benjamin, W,2009, Fotoğrafın küçük Tarihi,Fotoğraf Neyi Anlatır,Hayalbaz
Clarke G. 1997, What Is A Photography?,The Photograph,Oxford University Press
Demarchelıer,P. 1991, Fashion Photography,Brown& Company (Canada) Limited
Joblıng,P 2009,Bodylines: Identity and Otherness in Fashion Photography,Fashion Spreads Word And Image In
Fashion Photography Since 1980,Joanne B. Eicher, Regents’ Professor, University of M innesota
Devlın,P. 1979, Photography and Fashion, Vouge Book Of Fashion Photography, The Conde Nast Publications
Makale:
Coşgun,M ,2012,Popüler Kültür Ve Tüketim Toplumu,Yaşam Bilimleri Dergisi,Batman Üniversitesi,Cilt1,Sayı1
Demircan, M . 2012, M itolojik Kadın Figürü Ve Dergi Kapaklarındaki Göstergeler
Kula Demir N. , Yiğit Z., 2013, Reklam Fotoğraflarında Kadın Bedeninin Değişimi, International Periodical For
the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 8/6 Spring
Ertürk,N,2011,M oda Kavramı,M oda Kuramları Ve Güncel M oda Eğilimi Çalışmaları,Güzel Sanatlar Fakültesi
Hakemli Dergisi,Süleyman Demirel Üniversitesi
Kanlı İ. ve Dikmen F. 2012, Kadının ‘M etalaştırılma’ Sorununun Sosyal M edya Üzerinden Okunması Ala Loca
Üzerine Bir İnceleme, İletişim Çalışmaları Dergisi, İstanbul Arel University, Sayı: 3
M uraz Ö. 2009, Nur Koçak’ın Pop Sanat, Foto-Gerçekçilik, Feminist Sanat Ve Posta Sanatı İçerisinde
İncelenmesi,Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Resim – İş Eğitimi Anabilim Dalı
Özüdoğru,Ş,2009,M oda Fotoğrafında Beden Dilinin Kullanımı Ve Örnek Bir Çözümleme,Uluslararası Katılımlı
Güzel Sanatlar ve Tasaım Sempozyumu,Anadolu Üniversitesi,Eskişehir
Tez:
Aydoğan N. 2011, M oda Fotoğrafında Bir M eta Olarak Kadın, M armara Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü
Fotoğraf Anasanat Dalı.
İnternet:
www.nigelip.com
www.vogue.com
www.wikipedia.org
137
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Adana İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğünde Kadın İstihdamı
Adana Province of Food, Agriculture and Livestock Directorate of Women's Employment
Emine URUK1 , Fatma YENİLMEZ2
Dr., Ziraat M ühendisi, Gıda, Tarım ve Hayvancılık M üdürlüğü, Adana, [email protected]
Doç. Dr., Çukurova Üniversitesi, Tufanbeyli M eslek Yüksekokulu, Adana, [email protected]
1
2Yard.
ÖZET: Kadınların ve erkeklerin hak ve özgürlüklere eşit düzeyde sahip olma durumları, ülkelerin sosyal ve ekonomik
kalkınma düzeylerinin göstergelerinden bir tanesidir. Gelişmiş ülkelerde kadınların eğitimde, istihdamda, karar alma
mekanizmalarında eşit oranda yer aldığı, az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde ise sosyal ve ekonomik alanlarda eşit oranda
yer almadığı gözlenmiştir. Kadınların işgücüne katılımının ve istihdamının artırılması, bireysel ve toplumsal açıdan kalkınmanın
gerçekleştirilebilmesinde ve gelişmişlik seviyesine erişimde önemli bir unsurdur. M evcut araştırmada Adana İl Gıda, Tarım ve
Hayvancılık M üdürlüğü’nde çalışan toplam personel sayısı, çalışan personellerin pozisyonları ve bunların ilçelere göre dağılımları
ve kadınların bu dağılımdaki payları araştırılmıştır. Araştırma sonuçlarına göre toplam 960 çalışan personel bulunduğu, bunlar
içerisinde çalışan kadınların payının %25 olduğu belirlenmiştir. Çalışanlar arasında kadın yöneticilerin, mühendislerin,
veterinerlerin, işçilerin, teknikerlerin, teknisyenlerin, memurların, targel ve 4/C’li çalışanların yer aldığı tespit edilmiştir.
Araştırmada, erkeklerin çalıştığı tüm pozisyonlarda kadınların da görev aldığı belirlenmiştir. Ülkemiz nüfusunun yarısını oluşturan
kadınların iş hayatındaki mevcudiyetinin arttırılması, hem kişisel ve sosyal gelişim, hem de aile ve ülke ekonomisinin gelişimi
açısından oldukça önemlidir. Gelişmişlik düzeyine ulaşmak isteyen ülkelerin kadın istihdamına yeterli düzeyde önem vermeleri
gerekmektedir.
Anahtar kelimeler: Kadın, istihdam, çalışma hayatı.
ABS TRACT: Equal rights and freedoms of women and men are the most important indicators of social and economic
development level of the countries. Women have equal rights to education, employment and decision-making in developed
countries, while in undeveloped or developing countries is not the case. Increasing the participation of women's labour force and
employment is an important factor for the realization of the individual and social development and access to developmental level.
In the present study, Adana Directorate of Provincial Food Agriculture and Livestock of the total number of employees and their
position, distribution of according to districts and share of women's in this distribution were investigated. According to research
results a total of 960 employees have been found and the share of women working in them was determined to be 25%. It was
identified that, the women managers, engineers, veterinarians, workers, technicians, civil servant s, targel and 4/C employees
included. In the study, it was determined that the women and men works in all positions but different ratio. The half of the population
of our country is women. For that reason, the presence of women in business must be increased for both personal and social
development, as well as for the development of the family and the economy. Countries that want to develop must give sufficient
attention to women's employment.
Keywords: Woman, employment, work situation.
1. GİRİŞ
Dünya nüfusunun yaklaşık yarısını oluşturan kadınlar, hem toplumsal alanda hem de ekonomik
alanda erkeklerle birlikte yerini alsa da, ekonomik yaşama katılımları ile toplumsal ve ekonomik
kalkınmadan yararlanma düzeyleri aynı oranda değildir (Kocacık ve Gökkaya, 2005). Bir ülkedeki
kadınların ekonomik ve sosyal hayata erkeklerle eşit oranda ve etkin bir şekilde katılıp katılmadığı, refahtan
kendi payına düşeni ne oranda aldığı, ülkelerin gelişmişlik düzeyinin en önemli göstergelerinden birisidir.
Az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde kadınların eğitime, istihdama ve karar alma mekanizmalarına
eşit oranda katılmadığı gözlenmektedir. Gelişmiş ülkelerin hemen hepsinde ortak olan nokta ise bu
ülkelerdeki yüksek kadın istihdam oranlarıdır (Anonim, 2015).
Kadınların çalışma hayatında yer alması; toplumsal ve ekonomik kalkınmanın sağlanmasında,
bireysel ve toplumsal açıdan sürdürülebilir kalkınmanın gerçekleştirilmesinde, işsizlik ve yoksulluk
sorununun çözümünde önemli rol oynamaktadır. Diğer taraftan istihdama katılım, kadınlarda ekonomik
özgürlük, toplumsal statünün yükselmesi, yeni bir sosyal çevre kazanma, kendine güven ve kişilik
gelişimine katkıda bulunmaktadır. Kadınların iş gücüne dolayısıyla ekonomiye kazandırılması; kalkınmanın
hızlandırılması ve büyümenin dengeli bir yapıya kavuşması açısından önemli ve ülke ekonomisi için bir
kazanç olacaktır (Işık, 2015).
Bu araştırmada, Adana İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü’nde çalışan personel sayısı,
bunların pozisyonları ve ilçelere göre dağılımları, kadınların bu dağılımdaki yeri araştırılmıştır.
138
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
2. ÇALIŞMA HAYATINDA KADININ YERİ
Bir toplumun sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan gelişmesi her şeyden önce toplumu oluşturan
bireylerin eşit olanaklara sahip olması ve bireylerin tüm olanaklardan eşit olarak yararlanmasından
geçmektedir (Oğuz ve Kan, 2011). Günümüz toplumlarında refah seviyesinin yükseltilmesi ve kalkınmanın
sürdürülebilmesi için kadın istihdamı büyük önem arz etmektedir (Korkmaz ve ark., 2013).
Geçmiş dönemlerde kadınların işgücüne katkısı, tarımda erkeklerle beraber aile geçimini sağlamak
şeklinde olmaktaydı. 1927 yılında nüfusun %90'ı tarım, %10'u sanayi ve hizmet sektöründe çalıştığı
bilinmektedir. 1950-1960’lı yıllarda tarım sektöründeki nüfus azalmaya başlamış, özellikle 1980’li
yıllardan sonra, sanayileşme hızının artmasıyla tarım sektöründeki nüfus %50'nin altına düşmüştür. Kadının
kırsal alanda üstlendiği en önemli rol, tarımsal üretimdedir (Göncü, 2007). Kırsal alanda çalışan kadın, hane
içinde üretime yönelik emek yoğun işlerde çalışırken, erkek ev dışı veya pazara yönelik, satış, hayvan sağlığı
vb. işlerde ağırlıklı olarak yer almaktadır. Kadınlar, iş bölümü bakımından ücretsiz işgücü, çoğu zaman
yardımcı pozisyonunda görülmektedir (Koluman Darcan ve ark. 2009). Türkiye’de 2000 yılı sonrası;
ekonomik, sosyal ve siyasal alanda köklü değişim ve dönüşümlerin yaşandığı bir dönemdir. Bu değişim
süreci, kamunun iktisadi sistemdeki etkinliğinin azalmasına, tarımın göreceli olarak önemini kaybetmesine
neden olmuştur. Ekonomideki yapısal dönüşüm ve yaşanan krizler nedeniyle, işsizlik olgusu hızla artmış ve
toplumsal refah düzeyi bundan olumsuz yönde etkilenmiş, bu durum toplumu kronik bir yoksulluğun
kucağına iterken, sosyal sorunların derinleşmesine neden olmuştur. Ekonomideki yapısal sorunlar ve izlenen
politikalar, işsizliği azaltmada yetersiz kalmıştır. Kadın işgücü, genişleyen istihdam ve işsizlik sorunundan
en fazla etkilenen kesimde yer almıştır (Karabıyık, 2012).
Günümüz Türkiye’sinde 2013 yılında %49,8 kadın ve %50,2 erkek nüfus mevcut iken, bunların
istihdama katılım oranı; erkeklerde %65,2, kadınlarda ise %27,1 olmuştur (TUİK, 2014, Şekil 2.1).
Şekil 2.1. Türkiye 2013 Yılı Erkek ve Kadın Nüfusu
Tüm yaş grupları dikkate alındığında erkeklerin iş gücüne katılma oranı kadınlara göre daha fazla
olmaktadır. İşgücüne katılma oranı kadınlarda %30,8 iken, erkeklerde %71,5 ile kadınların 2,4 katı kadardır.
Genç işsizlik oranı erkeklerde %17 iken kadınlarda %21,9 olmuştur. Kadınlarda eğitim seviyesi yükseldikçe
çalışma hayatında yer alma oranı artmaktadır (TUİK, 2014).
2013 yılında Avrupa Birliğine (AB) üye ülkelerde (28 ülke) ortalama kadın istihdam oranı
%58,8’dir. AB üyeleri arasında bu oranın en yüksek olduğu ülke %72,5 ile İsveç iken en düşük olduğu ülke
%39,9 ile Yunanistan’dır. AB üyesi ve aday ülkeler arasında kadınların iş gücüne katılma oranı yüzde
altmışlara ulaşırken, ülkemizde bu oranın oldukça düşük olduğu görülmektedir (Kadın İstihdam Raporu,
2011). Bunun altında yatan sebepler arasında; kırsal kesimden kente göç, tarımsal yapıdaki çözülme,
geleneksel aile yapısının zayıflaması, kadınların eğitim olanaklarından daha az yararlandırılması,
139
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
ev içerisindeki sorumlulukların fazla olması, aile içerisinde çocuk bakımının kadınların üzerinde olması,
aile ve çalışma hayatının dengelenmesinde yaşanan sıkıntılar sayılabilir (Karabıyık, 2012).
Kadın ve erkek arasındaki cinsiyet ayrımının bütün toplumlarda bir rol ayrımına yol açtığı, bu rol
paylaşımı ile kadının ev ve özel yaşamla sınırlandığı, erkeğin ise toplumda evin ekmeğini kazanan, aile
gelirini temin eden, kararlarda söz sahibi olan bir güç olarak etkin bir rol olması dezavantaj olarak
görülmektedir. Kadın; eğitimde, çalışma hayatında ve çalışmasının karşılığını almada, toplumsal
etkinliklere katılmada hep kadın olduğu için engellenmiş ve sınırlandırmıştır. Kadınların istihdama
katılımlarının düşük düzeyde gerçekleşmesi, hem kadınların yapabilirlikleri önünde önemli bir engel teşkil
etmekte, hem de sosyal kalkınmanın gerçekleşmesini imkânsız kılmaktadır (Karabıyık, 2012).
Gelir getirici faaliyetlere katılmanın kadınlarda özgüveni arttırdığı, aile içindeki güç dengelerini
değiştirip paranın nasıl harcanacağı ile ilgili kararlara daha fazla katılımlarını sağladığı, ayrımcılıklara karşı
haklarını korumadaki beceri ve isteklerine katkı sağladığı belirtilmektedir (Zihnioğlu, 2013). Kadın
işgücünün çalışma hayatına dâhil edilmesi ve bu yönde politikaların izlenmesi ülke kalkınması açısından
son derece önemlidir.
3.Adana İl Gıda, Tarım Ve Hayvancılık Müdürlüğü Çalışanları İçerisinde Kadın
Çalışanların Yeri
Yapılan araştırmada, Adana İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü’nde (AGTHM) çalışan
toplam personel sayısı, çalışan personellerin pozisyonları ve bunların ilçelere göre dağılımları ve kadınların
bu dağılımdaki payları incelenmiştir. Araştırma sonuçlarına göre; AGTHM’de toplam 960 çalışan personel
bulunduğu, bunlar içerisinde kadın yöneticilerin, mühendislerin, veterinerlerin, işçilerin, teknikerlerin,
teknisyenlerin, memurların, targel (Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından yürütülen, 2003
yılından bu yana 10 bine yakın ziraat mühendisi ve 5 bin veteriner hekimin ilçe ve köy bazlı olarak yurdun
değişik yerlerinde görevlendirilmesi ile gerçekleştirilen projede çalışan kişiler) ve 4/C’li (Geçici personel,
bir yıldan daha az süreli veya mevsimlik hizmet olduğuna Bakanlar Kurulu’nca karar verilen görevler ve
belirtilen ücret ve adet sınırları içinde sözleşme ile çalıştırılan ve işçi sayılmayan kişiler) çalışanların yer
aldığı tespit edilmiştir (Adana Tarımsal Veriler, 2014, Şekil 3.1).
Yapılan araştırmalar sonucunda, AGTHM’de 1 il müdürü, 3 il müdür yardımcısı, 9 şube müdürü ve
15 ilçe müdürünün bulunduğu, bunların %0,3’lük kısmını kadın yöneticilerin oluşturduğu belirlenmiştir. Bu
verilere göre, kurumda yöneticilik yapan kadın sayısının oldukça az olduğu görülmektedir Kurum çalışanları
içerisinde yoğunluğu mühendis ve işçilerin oluşturduğu tespit edilmiştir. Toplam personel içerisinde çalışan
kadınların mevcut payının %25 ile çalışan erkeklerin oranından daha az olduğu belirlenmiştir.
140
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Şekil 3.1. Adana İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü’nde Çalışan Personel Dağılımı.
AGTHM’de şubelere göre personel dağılımı incelendiğinde, toplamda 342 çalışan personel
bulunduğu, çalışanların yoğun olarak Bitkisel Üretim ve Bitki Sağlığı Şubesi ile İdari ve Mali İşler
Şubesi’nde çalıştığı gözlenmiştir. Şubeler bünyesinde çalışan kadınların %27’lik bir dilime sahip olduğu
belirlenmiştir (Şekil 3.2).
Şekil 3.2. Adana İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü, Şubelere Göre Personel Dağılımı.
141
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Kadın
Erkek
Toplam
Şekil 3.3. İlçelere Göre Personel Dağılımı.
AGTHM’e bağlı 15 ilçe müdürlüğünde toplam 590 kişi çalışmakta olup, bunlar arasında en fazla
personelin %16’lik oranla Yüreğir ilçesinde olduğu ve Ceyhan ilçesinin %12’lik oranla ikinci sırada yer
aldığı saptanmıştır. İlçe müdürlüklerinde çalışan kadın personelin %25’lik oran ile erkeklerden daha az
olduğu ve kadınların erkeklerin çalıştığı bütün pozisyonlarda görev aldığı belirlenmiştir (Şekil 3.3).
Şekil 3.4. İlçe Müdürlüklerinde Çalışan Kadınların BulunduğuKadrolar.
142
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Şekil 3.5. Kadın Çalışanların İlçelere Göre Dağılımı.
İlçe Müdürlükleri bünyesinde çalışan kadın personel sayısının % 22’lik pay ile en fazla Yüreğir
İlçesinde olduğu ve kadın çalışanlar içerisinde en fazla targel mühendislerin (%34) bulunduğu belirlenmiştir
(Şekil 3.4, Şekil 3.5).
4. SONUÇ
Adana İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü’nde 960 personelin bulunduğu ve çalışan personel
içerinde kadınların ¼ oranında olduğu tespit edilmiştir. Yapılan araştırma, mevcut kurum içerisinde
erkeklerin çalıştığı bütün pozisyonlarda kadınların da çalışabildiğini göstermiştir.
Türkiye nüfusunun yarısını oluşturan kadınların istihdama katılım payının arttırılması, kişisel ve
toplumsal gelişimin sağlanmasında, aile ve ülke ekonomisinin kalkınmasında, işsizlik ve yoksulluk
sorununun çözümünde önemli katkılar sağlayacaktır. Günümüzde ülkelerin gelişmişlik düzeyine
ulaşabilmeleri, öncelikle kadın istihdamına yeterli düzeyde yer vermeleriyle mümkün olabilecektir.
5. KAYNAKLAR
Adana Tarımsal Veriler, (2014). T.C. Adana Valiliği İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık M üdürlüğü Verileri.
Anonim, (2015). Her Alandaki Kadın İstihdamının Artırılması ve Çözüm Önerileri Komisyon Raporu, Kadın Erkek Fırsat Eşitliği
Komisyonu Yayınları, no: 12. http://www.tbmm.gov.tr/komisyon/kefe/docs/komisyon_ raporu_2014_1.pdf. Erişim: 10.03.2015.
Göncü Karakök, S., (2007). Small Scale Cattle Farmers and Their Sustainability in Lowland Villages of Adana Province.
Livestock Research for Rural Development 19 (6). http://www.cipav.org.co/lrrd/lrrd19/ 6/kara19087.htm. Erişim: 02.03.2015.
Işık, F., (2015) Kadınların Ekonomideki Yeri ve Önemi. https://anahtar.sanayi.gov.tr/tr/News/kadinlarin-ekonomideki-yeri-veönemi/1968. Erişim: 10.03.2015.
Karabıyık, İ., (2012). Türkiye’de Çalışma Hayatında Kadın İstihdamı. M armara Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi Cilt XXXII, Sayı I,
S. 231-260.
Kocacık, F. ve Gökkaya, V.B. (2005). Türkiye’de Çalışan Kadınlar ve Sorunları, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 6,
Sayı 1.
Koluman Darcan, N., Göncü Karakök S., Konyalı, A., (2009). Hayvansal Üretimde Kadının Rolü ve Statüsü. 6. Ulusal Zootekni
Kongresi, 24-26 Haziran, 2009, Erzurum.
Korkmaz, M ., Akalahan, N.D., Cesim, D.T., Yücel, A.S Ve Aras, G., (2013). International Periodical For The Languages,
Literature and History of Turkish or Turkic Volume 8/9 Summer 2013, p. 1845-1863, Ankara.
Trc1 İpek Yolu Kalkınma Ajansı, (2011). Kadın istihdam raporu, Gaziantep, s.1.
Tuik, (2014). İstatistiklerle Kadın, Ankara. Türkiye İstatistik Kurumu Haber Bülteni, s:18619.
http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18619. Erişim: 17.03.2015.
Oğuz, C Ve Kan, A. (2011). Konya İli Seydişehir İlçesi Yaylacık Köyünde Bahçe Tarımında Kadınların Rolü ve Etkinliğinin
Ölçülmesi. http://www.tepge.gov.tr/Dosyalar/Yayinlar/bdd878e34f3b448ea775410bbcf34278. pdf. Erişim: 10.03.2015.
Zihnioğlu, Ö. (2013). Kadın güçlendirilmesi ve istihdam, İstanbul kültür üniversitesi, küresel eğilimler serisi, çalışma kağıdı no.8,
s.2. http://www.gpotcenter.org/ dosyalar/KE-8_ 2013_Zihnioglu.pdf. Erişim: 07.03.2015.
143
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Kırsal Kesimdeki Kadının Sorunları ve Çözüm Önerileri
Women's Problems and Solutions in the Rural Area
Emine YILMAZ1 , Gülen ÖZDEMİR2 , Funda ER ÜLKER3
Yard. Doç. Dr., Namık Kemal Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tekirdağ-Türkiye, [email protected]
Dr., Namık Kemal Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tekirdağ- Türkiye, [email protected]
3Öğr. Gör., Namık Kemal Üniversitesi, Hayrabolu M eslek Yüksek Okulu Tekirdağ-Türkiye, [email protected]
1
2Doç.
ÖZET: Kırsal kesimdeki kadının çalışma hayatına girişi kentte yaşayan kadınlara nazaran daha erken tarihlerde
gerçekleşmiştir. Kırsal yörelerin temel ekonomik faaliyeti ve istihdam kaynağı olan tarımsal üretim, kırsal alan kadının ev içinde
gerçekleştirdiği işlerin yanında, çoğu kez birbirinden ayırt edilemeyen kadının asli görevleri halini almıştır. Genellikle, ücretsiz aile
işçisi konumundaki kırsal kadın sosyal güvenlik, sağlık ve eğitim gibi sosyal imkanlara, finansal kaynaklara, üretim araçlarının
mülkiyetine sahip olmaksızın çalışarak ekonomiye katkı sağlamasına rağmen, kendi emeği üzerinde söz sahibi değildir. Türkiye
nüfusu 2013 istatistiklerine göre 76.667.864 kişidir. Nüfusun %50.2’sini erkekler, %49.8’ini ise kadınlar oluşturmaktadır.
Erkeklerin yaklaşık 29 milyonu kadınların ise 30 milyonu 15 yaş üstündedir. 15 yaş üstündeki kadınların sadece üçte biri çalışma
yaşamına katılmaktadır. Kadınların işgücüne katılım oranı ise %30.8’dir. Türkiye’de tarım istihdamındaki azalma, kadın
istihdamının da giderek düşmesine yol açmaktadır. Tarımda çalışan kadınlar, tarım dışına çıktıklarında veya göç ettiklerinde
işgücüne katılamamaktadırlar. İşgücüne katılan kadınlar ise daha çok statüsü düşük ve kalifiye olmayan işlerde güvenceden yoksun
bir biçimde çalışmaktadırlar. Bu çalışmanın temel amacı tarımsal ve tarım dışı üretim faaliyetlerine katılan, bunun yanında ev
işlerini yürüten, annelik görevini yerine getiren kırsal kadınların, toplumsal yaşamdaki sosyal ve ekonomik durumlarını ortaya
koymak, sorunlarını saptamak ve çözüm önerilerinde bulunmaktır.
Anahtar Kelimeler: Kırsal kadın, kırsal kalkınma, işgücü, eğitim
ABS TRACT: Entrance of women in rural areas to working life was realized earlier than women in urban areas.
agricultural production which is the basic economical activity and source of employment became main duty of women which can
not be distinguished from each other apart from their housework. Although rural women work as non-paid family worker and
provide contribution to economy without having social opportunities such as social security, health and education, financial sources
and property of production tools, they do not have right to comment on their own effort. Turkey population according to 2013
statistics is 76.667.864. M ale comprise 50.2% while women comprise 49.8%. Approximately 29 million of men and 30 million of
women are over 15 years of age. Only one third of women participate to work life. Participation percentage of women to work life
is 30.8%. Decrease in agriculture employment in Turkey causes women employment to decrease gradually as well. When women
working in agriculture change sector or migrate they cannot join the work power. M ain aim of this study is to present the social and
economic status of rural women in public life who participate to agricultural and non-agricultural activities as well as performing
housework and motherhood duties, to detect their problems and make solution suggestions.
Keywords: Rural woman, rural development, work power, education
1.GİRİŞ
Tarımsal faaliyetlerin işgücü istihdamında giderek öneminin azaldığı günümüz koşullarında tarımda
kadının yeri ve ekonomik faaliyetlere katılımı farklı bir boyut kazanmıştır. Tarım kesimindeki kadınların
üretime katılımı ailenin sahip olduğu arazi varlığına göre, gerçekleştirilen tarımsal faaliyete ve ailenin gelir
düzeyine bağlı olarak değişmektedir. Ailenin mülk toprak genişliği ve tarımsal mekanizasyon düzeyi
arttıkça kadın tarımsal üretimden kopmakta ve çalışma potansiyelini ev kadınlığına yöneltmektedir
(Yıldırak vd, 2003). Özelikle kırsal kesimde hiyerarşi, yaş ve cinsiyet değişkenlerine bağlı olarak
kurulmakta, yaşlı erkeklerden başlayan hiyerarşi genç kadınlarla bitmektedir. Üretim açısından hiyerarşinin
en üstünde yer alan yaşlı erkek söz sahibi iken, kadınların özelikle de genç kadınların söz hakkı
bulunmamaktadır (KSGM, 2011).
Kadının tarımsal etkinlikleri yanında, besin maddelerinin hazırlanması ve saklanması, içme
suyunun, yakacakların taşınması, pazar için yoğurt, peynir yapımı gibi etkinlikleri kapalı aile ekonomisi
içinde kaybolmakta, kadın bağımsız olarak emeğinin karşılığını alma ve kullanma olanağından hukuken
olmasa da uygulamada yoksun bulunmaktadır. Bu durumda bağımsız ücret kazanan kesime girmeyen fakat
ekonomik açıdan üretim etkinliği olan işleri yapan kadın, geleneksel değerlerin yaygın olduğu kırsal
kesimde çalışan kadın statüsüne sahip değildir. Yaptığı ev dışı iş, kırsal yapılanma modelinde ev işinin bir
uzantısı olarak görülmekte ve çoğunlukla ekonomik faaliyet sınıfına alınmamaktadır (Tan 1979, Kazgan
1982).
144
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Nüfusun yarısını oluşturan kadınların iş ve toplum hayatına katılması önem taşımaktadır. Bu
nedenle zor koşullarda çalışma ve yaşam mücadelesi veren tarım sektöründe çalışan kadınların, sorunlarının
çözümü daha da önem kazanmaktadır. Ayrıca, Türkiye’de tarımda çalışan kadın nüfusunun fazlalığı da bu
önemi arttırmaktadır. Çünkü bu nüfusun çok büyük bir çoğunluğu sosyal güvenlikten yoksun ve kayıt dışı
çalışmaktadır. İşte, tarımsal üretimde yoğun olarak yer alan ve kırsal kalkınma uğraşılarının da ana aktörleri
olan kadınların sosyo-ekonomik ve kültürel açılardan sorunlarının giderilmesi, toplum hayatına ve ülke
ekonomisine de olumlu katkılarda bulunacaktır (Gülçubuk, 2011).
Tüm bu nedenlerle bu çalışmada; kırsal kesimdeki kadın eğitim ve sağlık, istihdam, sosyal güvenlik
ve mülkiyet ilişkileri açısından incelenmiştir.
2. KIRSAL ALANDA KADININ DURUMUNUN FARKLI AÇILARDAN İNCELENMESİ
2.1. Eğitim ve Sağlık
Eğitim, üretken ve kaliteli bir yaşamın ön koşulu olmanın yanında, hem toplumsal hem de bireysel
bağlamda etkin bir değişim aracı olarak, toplumsal gruplar ve cinsiyetler arasındaki eşitsizlikleri en aza
indirebilecek anahtar kurumdur. Kadınların toplumsal yaşamdaki ikincil konumlarından sıyrılıp, erkeklerle
eşit yaşam olanaklarına kavuşabilmelerinde belirli bir eğitim düzeyine ulaşabilmelerinin rolü son derece
büyüktür (Anonim, 2014).
Eğitim kadınların istihdama, sosyal hayata, karar alma süreçlerine katılımlarını artırmanın yanı sıra,
hizmetlere erişimlerini de kolaylaştırmaktadır. Kırsal alanda çoğunlukla ücretsiz ya da düşük ücretler
karşılığında çalışan kadınlar açısından sosyal hareketliliğin sağlanması ve refah düzeyinin artırılması,
eğitimde yeterli bir gelişimin gerçekleştirilmesi ile mümkündür. Bununla birlikte, eğitime ilişkin veriler
incelendiğinde, özellikle kadınlar açısından kırsal alanda eğitime erişim imkanlarının yetersiz olduğu
görülmektedir (Kulak, 2011). Ülkemizde kadınların özellikle de kırsal kesimde yaşayan kadınların eğitim
açısından daha dezavantajlı grup oldukları bilinmektedir. Kadınların eğitimden yararlanma durumlarına
bakıldığında ilk göze çarpan düşük okur-yazarlık oranı ve kadın-erkek okur-yazarlık oranı arasındaki farktır.
Türkiye’de okuma-yazma bilmeyenler nüfusun %3,86’sını oluşturmakta olup, kadınlarda bu oranın
yüksek olduğu görülmektedir. Yıllar içinde okuryazarlık oranı sürekli artmasına rağmen henüz hedeflenen
noktaya ulaşılamamıştır. Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) 2013 yılı sonuçlarına göre
2.654.643 kişi okuma-yazma bilmemekte olup bunların 2.205.315’ini kadınlar oluşturmaktadır. Okuma
yazma bilmeyen kadınların %77’si (1.695.409) 50 ve üzeri yaş grubundadır. Halen 6-24 yaş grubunda ise
okuma yazma bilmeyen 81.454 kadın bulunmaktadır.
Çizelge 1: Okuma-Yazma Durumu ve Cinsiyete Göre Nüfus (6+ Yaş)
2013Türkiye
Okuma-Yazma Durumu
Toplam
Kadın
Erkek
Okuma-Yazma Bilmeyen
2.654.643
2.205.315
449.328
Okuma-Yazma Bilen
64.374.134
31.275.805
33.098.329
Bilinmeyen
1.706.368
832.915
873.453
Toplam
68.735.145
34.314.035
34.421.110
Kaynak: TÜİK Ulusal Eğitim İstatistikleri Veri Tabanı 2013 Sonuçları
Eğitim düzeyinin arttırılması, kadınların iş gücüne, sosyal hayata, karar verme süreçlerine
katılımlarını arttıracak ve hizmetlere ulaşımını kolaylaştıracaktır. Kırsal nüfusun eğitim düzeyinin
düşüklüğü tarımsal üretimde verimliliğin düşük olmasının ve kırsal bölgelerde yenilikçi, ekonomik tarımın
başlatılamamasının en önemli nedenlerindendir. Bu nedenlerle kırsal alanda yaşayan kadınların eğitim
sorunlarının belirlenerek, bu sorunlara yönelik çözüm önerilerinin geliştirilmesi ve uygulamaya konulması
büyük bir öneme sahiptir.
Kırsal alanda yaşayan kadınların sağlık hizmetlerine erişimi, kent merkezinde yaşayan kadınlara
oranla daha sınırlıdır. Bu sınırlılık, kırsalda yeterli sayıda sağlık kuruluşu olmamasından
145
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
kaynaklanmaktadır. Yetersiz beslenme, çocuk denecek yaşta erken evlenme, çok sayıda ve sık aralıklarla
gebe kalma kadınların vücutlarına ağır yük bindirmektedir. Erken evlilik kadınlar için sosyo-kültürel bir
zorunluluk olarak görülmektedir.
Kadınlarımızın yüklendikleri sorumluluklar ve görevler karşısında çok fazla yıprandıkları
gözlenmektedir. Bu durum sağlık problemleriyle karşılaşmalarına neden olmaktadır. Sosyal statülerine
bakıldığında kadınların her türlü sorununun eğitim seviyesiyle yakından ilişkili olduğu görülmektedir.
Kırsal kesimdeki kadınlarımızın ise hem eğitim seviyelerinin düşüklüğü, hem de yaşam şartlarının ve
imkanlarının yetersizliği nedeniyle sağlıklarıyla ilgilenmedikleri ya da ihmal ettikleri görülmektedir. Ayrıca
kırsal kesimde gerekli sağlık kuruluşlarının ya hiç olmaması, ya da yetersiz olması da sorunlara çözüm
bulunmasını engellemekte veya geciktirmektedir. Kırsal kesimde kadınların içinde bulundukları gerek çevre
koşulları, gerek beslenme biçimleri, çalışma şartlarının uzunluğu ve yorucu olması sağlıklarına daha fazla
dikkat ve özenin gösterilmesini gerekli kılmaktadır.
2.2. İstihdam, Sosyal Güvenlik Durumu ve Mülkiyet İlişkileri
İstihdam
Tarımda istihdam edilen kadınların %77.74’ü ücretsiz aile işçisi olarak çalışmaktadır. Ücretli
çalışan kadınlar %7.7, işveren %0.18 ve kendi hesabına çalışan %14.37’dir. (TÜİK, 2014). Bu nedenle
ekonomik bağımsızlığı yoktur. Ürünün satışından aldığı gelir ve mülkiyet eşlerine aittir. Topraksız ailelerde
ise mevsimlik tarım işçilerinin büyük çoğunluğunu kadınlar oluşturmaktadır ve kadın işçiler daha düşük
ücretlerle çalıştırılmaktadır.
Yapılan işlerden hangilerinin ev işi, hangilerinin ekonomik faaliyet olarak tanımlanacağı toplumdan
topluma ve zamandan zamana değişiklik göstermektedir. Kırsal alanda konut ve iş yerinin birbirinden kesin
çizgilerle ayrılamaması, bu tanımlamayı daha da karmaşık hale getirmiştir. Dünyanın birçok yerinde, aile
işletmeleri tarafından ekilen endüstriyel bitkilerin hasadı “ev işi” olarak tanımlanmış ve kadınların
üretimdeki konumu ücretsiz aile işçiliği olmuştur. Türkiye, ücretsiz aile işçiliğini ekonomik faaliyet olarak
kabul eden ülkeler arasında yer almasına karşın, birçok işi, örneğin yatak yorgan yapımını, yağ, süt, tezek
üretimini, su teminini ve yakacak toplanmasını bu sınıflandırmanın dışında tutmaktadır (Sirman, 1991).
Kırsal alanda kadınların işgücüne katılımı toplumun ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel
mekanizmaları, ailenin sahip olduğu arazi ve hayvan varlığı, pazara açılma durumu, kullanılan teknoloji
düzeyi, ailenin toplumsal konumu ve geliri, demografik özellikleri ve tarımsal alanın eve yakınlığı gibi
faktörlere bağlı olarak karmaşık bir yapıya sahiptir. Kırsal alanlarda kadınların iş ve yaşam koşullarının
yoğunlukla etkilendiği bir diğer konu ise, erkeklerin yanı sıra genç nüfusun da daha büyük yerleşim
alanlarına sürekli veya geçici olarak göç etmeleridir. Bunun bir sonucu olarak kadınlar, kırsalda kalan daha
yaşlı nüfusla birlikte yaşamak zorunda kalmaktadırlar. Bunun kadınlar açısından sosyal ve ekonomik
sonuçları da vardır: nüfusun yaşlanması, oradaki yaşam kalitesini düşürmekle kalmamakta, yaşlı yakınların
bakımı da çoğu kez kadınların üstüne kalmaktadır. Kırsal alanların feminizasyonunu etkileyen bir faktör
olarak değerlendirilen bu gelişme, kadınların iş yoğunluğunu daha da artırmaktadır. Bunun bir sonucu olarak
çocuk doğurma ve belli bir süre bakımı nedeniyle genç yaşlarda iş piyasasından ilk kez uzaklaşmak zoruna
kalan kadınlar, bu kez de evdeki yaşlı yakınlarının bakımı için ev ve bakım işlerine dönmeye zorlanmakta
ve istihdam piyasasından yeniden kopmaktadırlar (Esen, 2013).
Tarımsal istihdam da bir diğer ele alınması gereken konu da gezici ve geçici işçiliktir. Türkiye’de
tarımsal faaliyetin yapısının bir sonucu olarak, gezici ve geçici işçilik yaygındır. Topraksız ya da küçük
arazi sahibi birçok aile, geçimini sağlayabilmek amacıyla tarımsal üretimin ve işgücü ihtiyacının daha yoğun
olduğu yörelere, yılın belirli zamanlarında çalışmaya gitmektedir. Uzun saatler boyunca ve oldukça zor
koşullarda çalışan gezici ve geçici kadın tarım işçilerinin elde ettikleri gelir, sağlık, barınma ve beslenme
gibi en temel ihtiyaçlarını karşılamalarına yetmemekte, yani geçimlik düzeyin bile altında kalmaktadır.
Gezici tarım işçiliği, bu konumda istihdam edilen kadınların hem yaşam koşulları hem de aile içi rolleri
açısından ailenin erkek bireylerinden farklı zorluklarla karşılaşmalarına neden olmaktadır. Kadın tarım
işçileri, genellikle gün doğumundan gün batımına kadar süren yorucu tarımsal faaliyetlerin ardından, ev ve
aile yaşamına ilişkin olarak çadır koşullarında yemek hazırlama, bulaşık ve çamaşır
146
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
yıkama, çocuk bakımı, giyeceklerin hazırlanması ve bakımı, yaşam ünitesinin temizliği ve su temini gibi
görevleri de yerine getirmektedir (Yıldırak, vd. 2003).
Ülkemizde kadının işgücüne katılımında belirleyici olan etkenlerden en önemlisi belki de kadının
medeni durumudur. Evli kadının evli olmayan kadına nazaran istihdamının sağlanması daha sıkıntılı ve
zahmetlidir. Evli kadının çalışmasını engelleyen belli sebepler bulunmaktadır ve bunların başında toplumun
kendisine yüklediği rolü üstlenmesi ve bu rolünü eksiksiz yerine getirmesi, sahip olduğu çocuk sayısı ve
bilhassa çocukların yaş grubu aralığı ve varsa yaşlı bakımı gibi görevleridir. Kadının istihdam
edilebilirliğinin arttırılması için kadının söz konusu görevlerinin hafifletilmesi gerekmektedir.
Sosyal Güvenlik
Tüm dünyada tarım çalışanları, gerek işçisi gerek işvereni ile sosyal güvenlik kapsamına en son
alınan grup olmuştur. Ülkeler, ancak belirli bir ekonomik gelişme düzeyine eriştikten sonra tarım kesimine
sosyal güvenlik sağlayabilmiştir (Akpınar, 2008).
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesine göre Toplumun bir bireyi olarak herkes sosyal güvenlik hakkına
sahiptir. Sosyal güvenlik temel bir haktır. Bu temel hakkın çeşitli nedenler ve ayrıcalıklar ileri sürülerek
engellenmesi mümkün değildir (Şahinli ve Şahbaz, 2013). Sosyal güvenlik hakkı, belirli bir yaşam düzeyini
sürdürebilmek ve riskler karşısında güvence sağlanabilmesi için, kişilerin katkılarına dayalı, primli rejim
olarak nitelenen sigorta sistemleri yanında, sosyal yardım ve sosyal hizmetler biçiminde meydana gelen,
kısaca primsiz rejim olarak adlandırılan teknikleri kapsamaktadır (Turan, 2003).
Kırsal alanda yaşayanların tarım dışı istihdam olanakları sınırlı düzeyde olup, çalışanların büyük bir
bölümü tarım dışı sektörlerde çalışma imkânı bulamamaktadır. Kırsal kadının tarım dışında iş olanağı çok
azdır. Kırsal alanda tarımda istihdam edilen kadınların çoğunun ücretsiz aile işçisi, erkeklerin de kendi
hesabına çalışıyor olması, bu sektörde çalışanların büyük bir çoğunluğunun sosyal güvenlikten yoksun
olmasına yol açmaktadır (Olhan, 2011).
Kırsal kesimde kadının işgücüne katılım oranı, tarımda ücretsiz aile işçisi olarak çalışması nedeniyle
yüksek olsa da Türkiye’de tarım istihdamındaki hızlı azalma, kadın istihdamının da giderek düşmesine yol
açmaktadır. Tarımda çalışan kadınlar, tarım dışına çıktıklarında veya göç ettiklerinde işgücüne
katılamamaktadır. İşgücüne katılan kadınlar ise daha çok statüsü düşük, kalifiye olmayan işlerde sosyal
güvenceden yoksun olarak çalışmaktadırlar.
Türkiye’de tarım sektöründe, özellikle kadın çalışanlar, sosyal güvenlik imkanlarından yeterince
yararlanamamaktadır. Oysa ki, kırsal alanda yaşayan kadınlar oldukça düşük gelir düzeyleri ve yıpratıcı
çalışma koşulları nedeniyle, kişilere gelecek güvencesi ve toplumsal risklere karşı korunma sağlayan sosyal
güvenliğe en fazla ihtiyaç duyan kesimdir (Kulak, 2011).
Mülkiyet İlişkisinde Kadının Yeri
Kırsal kesimde yaşayan pek çok kadının araziler üstünde kullanım hakkı yoktur veya araziler
üzerindeki imtiyazları kalıcı değildir. Üretimin sürdürülmesini ve geliştirilmesini amaçlayan çiftçi
örgütlerine katılan veya kredi kaynaklarından yararlanma koşullarını taşıyor olmaları dışında, arazilerin
tapularını ellerinde bulunduranlar, kocaları, erkek kardeşleri ve babalarıdır (Alkan ve Toksoy, 2009).
Ecevit’e (1994) göre tarımda kadının mülksüzlüğü, kadınların miras yoluyla kendilerine kalacak
topraktan vazgeçmeleri, erkek lehine oluşan dengenin bozulmaması gerekçesine dayandırılır. Bu durumun
kadın açısından olumsuz sonuçları:
1. Kadın yaşam döngüsündeki üç hane (baba, kayınbaba, koca) yapısında da toprak sahibi
olamamaktadır.
2. Babasının hanesindeki toprakların görece fazla olduğu durumlarda bile kadının toprağa ilişkin
potansiyel gücü ortadan kalkmaktadır.
3. Kadının evlilik süresince ve evlilik öncesi pazarlık gücünü azaltmaktadır; örneğin: kendi
emeğinin değerinin görünmezliğini kabul etmesi sonucunu doğurmaktadır.
Bu durum kadın emeğinin üretim sürecindeki rolünü gizlemekte, mülkiyete ilişkin bilincin ortaya
çıkmasını önlemekte ve mücadele gücünü sınırlamaktadır. Dolayısıyla kadının evlilik öncesi ve sonrası
sadece emeğini kullanan, kendine yeterli bir yapıyı yeniden üreten, garantisiz birkaç parça altının dışında
sermayesiz bir kişi olarak görülmesine, tanımlanmasına ve kabul edilmesine yol açmaktadır. Böylece
147
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
üretici cinsin sadece erkek olduğuna yönelik ideoloji meşrulaşmaktadır (Ecevit, 1994) . Araziler üzerindeki
sahiplik haklarının hukuken ve fiilen erkekler üzerinde görülmesine rağmen bu arazilere sahip çıkan,
sınırlarını bilen, büyük oranda yöneten ve imar edenler çoğunlukla kadınlardır.
3. SONUÇ
Kadın ister kırsalda ister kentlerde yaşasın her yerde kadındır. Sadece yöreye göre ihtiyaçların ve
önceliklerin yerleri değişmektedir. Sonuçta kadın, eşit olmayan fırsatlar, kendi tercihi olmayan ve onu
çevreleyen sosyal ve ekonomik koşullardan kaynaklanan bir yaşamla başa çıkmak zorunda kalmaktadır
(Asan vd, 2013).
Kadınlar tarımsal işlerde ücretli işçi veya aile işgücü olarak üreten, değerlendiren, yöneten bireyler
olarak önemli rollere sahiptirler. Tarımsal faaliyetlerde aktif kadınların çoğunluğu hala ücretsiz aile işçisi
olarak tarımsal üretime katılmaktadırlar ve kadın işgücü erkeğe göre daha eğitimsiz bir grubu
oluşturmaktadır. Kırsal kesimde ve tarımda kadının gerek ev ile ilgili işlerde, gerekse tarımsal faaliyetlerde
çalışması, kadının statüsü ve sosyal durumunda bir iyileşme yaratmamaktadır. Bu da kırsal alanda, kadına
gelir getirici istihdam olanaklarının yaratılmasını zorunlu kılmaktadır. Aile yaşamının her alanında
erkeklere göre daha fazla sorumluluk yüklenen kadınların kırsal alan istihdam yapısındaki yerinin
değiştirilmesi, kadınlara yeni becerilerin kazandırılması, üretimin ve istihdamın her aşamasına katılması ve
kararlarda söz sahibi olabilmesi için çok yönlü eğitim projeleri hazırlanmalıdır.
Kadınların kırsal alanda çalışmalarının görünür kılınması için, kadına ilişkin yapılan araştırmalar
önemlidir. Kadınların eğitim düzeylerini artıracak önlemler alınmalı, yayın organları, özellikle televizyon,
ülke bazında kadının ekonomi ve tarımdaki rolünü vurgulamak için kullanılmalıdır.
Tarımsal yayım projelerinde doğrudan kadına yönelik eğitimler verilmeli, böylece kadınların
statülerini geliştirmek ve gelir düzeylerini artırmak için yeni teknik beceriler kazanması mümkün
olabilecektir. Kırsal kesim kadınlarının düşük faiz ile kredi alabilme olanakları geliştirilme li,
örgütlenmeleri, kooperatifler kurmaları sağlanmalıdır.
Kadının istihdamını artırmak ve düzenli gelir elde etmesini sağlamak için bölgeler bazında
odaklanarak, kadınların mesleki becerilerini artırarak gelir getirici işler yapması sağlanmalıdır. Kırsalda
geleneksel gıdalar, köy el sanatları, kırsal turizm gibi yeni iş imkanlarının artırılması, cazip hale getirilmesi
ile kadınların gelir artırıcı koşullara kavuşması ve sosyal güvenceye sahip olması önemli olmaktadır.
Kırsal kadın önemle ve öncelikle ele alınması gereken bir hedef kitle olmalıdır. Toplumsal ve
ekonomik yaşam etkinliklerinde kırsal kadının çağdaş anlayışlarla yer almasını sağlayacak eğitsel ve
toplumsal desteklemeler yapılmalıdır.
4. KAYNAKLAR
Akpınar, T. (2008). Türkiye’deki Tarım Sektörünün Sosyal Güvenlik Sorunlarına Avrupa Birliği ile Uyum Ekseninde Çözüm
Önerileri. Yayımlanmamış doktora tezi, Namık Kemal Üniversitesi.
Alkan, S., Toksoy, D., (2009). II. Ormancılıkta Sosyo-Ekonomik Sorunlar Kongresi 19-21 Şubat, SDÜ, Isparta Orman Köylerinde
Kadın ve Kırsal Kalkınma, (Trabzon İli Örneği).
Anonim, (2014). Türkiye’de Kadın T.C. Aile Ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Kadının Statüsü Genel M üdürlüğü, Ankara.
Asan, A., Can, M ., Fazlıoğlu, A . (2013). Kırsal Alanda Yoksulluğun Gerçek Yüzü: Kadınlar, Strateji Geliştirme Başkanlığı, Aile
ve Sosyal Politikalar Bakanlığı.
Ecevit, M ., (1994). Tarımda Kadının Toplumsal Konumu: Bazı Kavramsal İlişkiler. Amme İdaresi Dergisi, 27 (2): 89- 96.
6. Esen, E., (2013). Avrupa Birliği Ve Türkiye’de Kırsal Kadının Durumu ve Almanya’dan Proje Uygulama Örnekleri, Ankara
Avrupa Çalışmaları Dergisi Cilt: 12, No:1.
Gülçubuk B., (2011). Kırsal Alanda Kooperatif Örgütlenmesi ve Kadın, Konulu Toplantıdaki Sunum, Ankara.
Kazgan G.,(1982). Türkiye Ekonomisinde Kadının İnsan Gücüne Katılması, M eslek Dağılımı ve Sosyo- Ekonomik Durumu,
(Der. Nermin Abadan-Unat), Türk Toplumunda Kadın İçerisinde. Ankara, Türk Sosyal Bilimler Derneği, S. 146.
KGSM , T.C., (2011). Başbakanlık Kadın Statüsü Genel M üdürlüğü, Türkiye’de Kadının Durumu,
http://www.kadininstatusu.gov.tr/upload/mce/eski_site/Pdf/tr_de_kadinin_durumu/trde_kadin_durumu_2011_Temmuz. Pdf.
Kulak, E., (2011). Tarımsal Üretim Süreçlerindeki Değişimin Kırsal alanda Kadın İstihdamına Etkileri: 1980 Sonrası Gelişmeler,
TC. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel M üdürlüğü, Uzmanlık Tezi, Ankara.
148
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Şahinli, M .A., Şahbaz, N., (2013). Tarımda Kadın İstihdamı: Sosyal Güvenlik Kurumuna Kayıtlılık Durumu, KM Ü Sosyal ve
Ekonomik Araştırmalar Dergisi 15 (25): 85-103, ISSN: 1309-9132, www.kmu.edu.tr
Olhan, E., (2011). Türkiye’de Kırsal İstihdamın Yapısı, s.10, , FAO.
Sirman, N., (1991). Gelişme Sürecinde Kırsal Kesim Kadını Yaklaşımlar ve Sorunlar, Kırsal Kesimde Kadının Statüsü: Sorunlar
ve Çözüm Önerileri, Nisan, Ankara.
Tan, E.M ., (1979). Kadının Ekonomik Yaşam ve Eğitimi, İş Bankası Yayınları, Ankara.
Turan, E. (2003). Sosyal Güvenlik Hakkı, Kamu- İş İş Hukuku ve İktisat Dergisi; C: 7, S: 3,
http://www. kamuis.org.tr/pdf/7316.pdf, (Erişim Tarihi: 10.02.2014).
TÜİK , (2013). Ulusal Eğitim İstatistikleri Veri Tabanı Sonuçları. www.tuik.gov.tr (Erişim Tarihi: 15.02.2014).
Yıldırak, N. Gülçubuk, B. Gün, S. vd. (2003). Türkiye’de gezici ve geçici kadın tarım işçilerinin çalışma ve yaşam koşulları ve
sorunları. Ankara: Uluslararası Çalışma Örgütü Türkiye Temsilciliği Yayını.
149
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Bir Sosyal Medya Aracı Olarak Televizyonda Kadınların Temsil Biçimleri
Representation of women on television as a Social Media Tool Formats
Esin ÇINAR1
Dok. Öğr. Adnan M enderes Üni. Sosyal Bilimler Ens. Sosyoloji Aydın-Türkiye, [email protected]
1
ÖZET: M edyanın, yapılandırılmış ve yüklenmiş kimliklere ait rollere ve sorumluluklara dayalı ilişkilerin
tanımlanmasında kullanılan toplumsal rol kalıplarının oluşmasında, cinsiyete dayalı ayrımcılığın yeniden üretilmesi ve
sürdürülmesindeki etkisi özellikle bugünün iletişim çağında tartışılmazdır. Açıktır ki medyada temsil edilen kadın ve erkek figürleri,
izleyenlerde yeniden anlam üretmekte ve tekrar eden söylem veya görsellerle anlamın pekiştirilmesine neden olmaktadır. Bu durum
gündelik hayatta kadın ve erkek imajlarına ilişkin kategorilendirmelerin toplumun belleğine yerleşmesi ile sonuçlanabilmektedir.
M edya üzerinden yapılan araştırmalar gösteriyor ki kadın genellikle geleneksel rollerle örneğin; anne, kız kardeş veya hemşire,
sekreter gibi geleneksel kadın mesleklerinde çalışırken ya da bir güzellik objesi olarak sergilenirken, bunun dışında farklı kadınlık
durumu ve yaşamları ise medya metinlerinde temsil edilmemektedir. Hal böyle olunca kadın, sadece tüketilen ya da tüketilmek
üzere üretilen bir beden, bazen bir sermaye grubunun lansman aracı, bazen geleneksel rollerin pekiştireci hatta bazen tüm bunların
dışında sadece doğuran bir özne. Bu çalışmada görsel medya aracı olan televizyonda kadınların yer alış biçimleri irdelenirken,
kadına yüklenen özellikler üzerinden oluşturulan temsillerin, toplumsal cinsiyet eşitsizliği üzerine etkisi tartışılacaktır.
Anahtar S özcükler: Toplumsal cinsiyet, kadın, medya, temsil dili
ABS TRACT: Effect of media in reproduction of sexual discrimination and its maintenance, in formation of social role
models used in defining relations based on responsibilities and roles belonging to labelled and structured identities is especially
unquestionable in this age of communication. It is obvious that male and female figures represented in media make significance in
audience, and repetitive discourse and visuals cause reinforcement of this significance. This situation may come to a conclusion
when categorized images of man and woman in daily life are carved into social consciousness. Studies about media show that
women except in traditional roles such as mother, sister; working in traditional woman jobs as nurse, secretary or exposed as a
beauty object, are not represented well enough in media texts. In those circumstances, women are defined as a body only for
consumption or sometimes as a subject only giving birth. In this study, we discuss how women are shown on tv which is a visual
media tool and effect of socially presumed tasks for women on social gender inequity.
Keywords: Gender, woman, media, representation language
GİRİŞ
Değişen toplumsal dinamiklerle birlikte kadınların egemen tanımlamaların aracılığıyla eşitsiz
konumlarının toplumsal işleyişin devam ettiği ve hatta medyada basmakalıp tanımlamaların, özel alanın
içerisine sıkıştırılıp sürdürüldüğü, bu şekilde kadının toplumsal konumunun belirlendiği bilinen bir
gerçektir. “Medyanın, son derece etkili bir toplumsallaştırma aracı olduğu kabul edildiğinde, erkeklerin ve
çocukların kadınlara yönelik bakış ve davranışlarını belli oranlarda biçimlendirmekle kalmayıp, kadınların
kendileri hakkındaki algılamalarını da pekiştireceği göz önünde tutulması gerekmektedir” (Özerkan, 2004:
21).
Bu çalışmada bir kitle iletişim aracı olan televizyonda yer alan kadın imgesinin egemen olan ataerkil
ideolojiden bağımsız olarak kurgulanmadığı ve medya aracılığıyla toplumsal cinsiyetin yeniden nasıl
üretildiği tartışılacaktır.
Toplumsal Cinsiyet ve Cinsiyet Rollerinin Benimsenmesi
Tarih boyunca kadın ve erkek arasında gözlenen birtakım farklılıklara çoğu kez gerçek olamayacak
kadar ilginç açıklamalar getirilmiştir. Biyolojik farklılıklardan öte toplumsal cinsiyet farklılıkları kadın ve
erkek arasındaki eşitsizliklerin tartışılmasında odak noktasını oluşturmuştur.
Toplumsal cinsiyet kavramı 1968 yılında Robert Stoller tarafından ortaya atılmış, yetmişlerin
başında ise Ann Oakley ile popülerlik kazanmış ve sosyal bilimlere girmiştir. Oakley, cinsiyetten farklı
tanımlanmış bir kavram olarak önerilen toplumsal cinsiyetin ve cinsiyet rollerinin, kadınlığın ve erkekliğin
toplumsal dönüşüme açık davranış ve varoluş biçimleri olduğunu ilan etmiştir. Oakley, cinsiyetin biyolojik
olarak, toplumsal cinsiyetin ise toplumsal olarak oluşmuş düzlemlerle belirlendiğini ortaya koymuştur
(Savran Acar, 2004: 234).
150
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Cinsiyet terimi bireyin genetik ve kromozomal birleşimine, içsel ve dışsal üreme organlarına ve bir
cinsiyeti diğer cinsiyete oranla önemli ölçüde farklılaştıran ikincil düzeydeki cinsel karakteristiklere karşılık
gelmektedir (Girginer; 1994:7). Cinsiyet (sex), kişinin kadın ya da erkek olarak gösterdiği genetik,
fizyolojik ve biyolojik özellikleri olarak tanımlanırken; toplumsal cinsiyet (gender) kadının ve erkeğin
toplumsal ve kültürel olarak belirlenen rol ve sorumluluklarını ifade eder. Kısacası bu aktarım, kadın ve
erkek olarak toplumun bizi nasıl gördüğü, nasıl algıladığı ve nasıl davranmamız gerektiği ile olduğudur
(Dökmen, 2006:5).
Cinsiyetimiz sadece cinsel organımıza bakılarak tespit edilebilir. Fakat her kültürün o topluma özgü
kadın ya da erkek cinsiyet kimliklerini değerlendirme yöntemi farklılık gösterirken mevcut kültür onlara
farklı roller ve nitelikler yükler. Doğdukları andan itibaren kızlara ve oğlanlara tüm bu sosyal ve kültürel
algı ve davranışların “paket halinde yüklenmesi” aslında, “toplumsal cinsiyetin öğretilmesi ve
benimsetilmesi”dir (Bhasin, 2003:1–2). Bu kültürel aktarım, tüm bireyleri içine alarak mevcut kuralları
herbirinin birbirine bilinçsizce aktardığı bir süreç haline dönüşür: “Toplumsal oyunlara katılmak salt bilinçli
bir seçim değildir. O, üzerinde düşünmeden yaptığımız bir şeydir. Biz bir anlamda zaten sürekli onun
içindeyizdir. Çocuklukta yetişkin rollerine hazırlanırız. Büyürken bizden bir mesleğe sahip olmamız
gerektiğini öğrenmemiz istenir. Düzgün oturmamız ve sorulduğunda cevap vermemiz istenir. Neyin
onaylanıp onaylanmadığına, neyin işe yarayıp yaramadığına bakarak, kendimize özgü yeni eylem biçimleri,
yaşantılarımızdaki oyunlarla ilgili karakteristik bir davranış biçimi geliştiririz. Kendine güveni veya
utangaçlığı öğreniriz” (Calhoun, 2000: 14).
Bebekler toplumsal cinsiyetlerini toplumun egemen eril söylemiyle farkında olmadan öğrenirler.
Eril söylem ise; saldırgan, bağımsız ve duygularını daima gizleyen, nesnel davranabilen kolayca
etkilenmeyen başat, matematiği seven, bilimsel, küçük bir kriz durumunda kolayca heyecanlanmayan, aktif,
rekabetçi, mantıklı, çalışma hayatında yetenekli, dünya işlerinden iyi anlayan, kolay incinmeyen, maceracı,
kararlarını kolayca veren, hiç ağlamayan, bir lider gibi davranabilen ve kendine güvenen özellikler i
sergilemektedir (Girginer; 1994: 17). Kız ve erkek çocuğa uygun renkte kıyafetlerin giydirilmesi, saç
biçimlerinin farklılıkları, oda takımlarının farklı renk ve biçimleri, sahip oldukları oyuncaklar bebeğin
öğrenme sürecinde görsel sinyaller sağlar. Yaklaşık iki yaşında olan çocukların toplumsal cinsiyetin ne
olduğuna dair çok net olmayan anlayışları gelişir. Çocuklar kendilerinin kız mı yoksa erkek mi olduklarını
bilir, başkalarını da sınıflandırabilir duruma gelirler. Ayrıca Beş-Altı yaşına gelen çocuklar kızlarla erkekler
arasındaki seks farklılıklarının anatomik temelli olduğunu da henüz bilmezler (Giddens,2000:100).
Sosyalizasyon süreci içerisinde bireyler çevreden toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin pek çok veri
elde ederler. Sosyalizasyon sürecinde öğrenilen cinsiyet rollerini belirleyen ise sosyal ortamın eril
özellikleridir. Bu şekilde eril yaklaşım devamlılığını sağlayabilmek için kendi varlığını meşrulaştıracaktır.
Toplumsallaşma sürecinde toplumsal cinsiyet rollerine uygun görülen duygu, tutum ve davranış arasındaki
farklılıklar ise toplumsal cinsiyet farklılıklarıdır. Kadınların daha duygusal, duyarlı olarak algılanması, daha
çok ev kadını, öğretmen, hemşire rollerine sahip olmasının beklenmesi; erkeklerin ise daha mantıklı,
bağımsız, güçlü olarak algılanması ve asker, mühendis gibi mesleki rollere sahip olmasının beklenmesi
toplumsal cinsiyet farklılıklarına örnek olarak verilebilir. Bunlar, cinsiyet farklılıklarının aksine gerçek
değillerdir. Ayrıca bireyden bireye ve kültürden kültüre değişmektedirler.
Geleneksel olarak tanımlanmış cinsiyet rolleri tartışmaları sosyal bilimlerde etkisini göstermesiyle
70’lerin feminist antropologları tarafından konu edilmiştir. Evrensel olarak kabul edilen erkek hegemonyası
ve kadının baskı altına alınmışlığının nedenlerine ulaşmayı hedefleyen feminist sosyal bilimciler bu
gerçekliği özel alan ve kamusal alan gibi ikili karşıtlıklar içerisinde teorize etmişlerdir. Rosaldo (1974) özel
alanın yani evin kadına kamusal alanın yani sokağın erkeğe ait görüldüğü ve toplumsal cinsiyetin
konstrüksiyonunun (yapım) bahsedilen evrensel gerçeğin nedeni olduğunu savunmuştur.
Toplum, tarihsel süreç boyunca kadını özel alanda erkeği kamusal alanda konumlandırmış, erkeğin
ve kadının görünürlüğü ve değeri ise kültür tarafından belirlenmiştir (Demez, 2005:29). Kültürel aktarımlar
ise, erkek hegemonyasını devam ettirerek kadının baskı altına alınmışlığının nedeni haline dönüşmüştür.
151
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
İktidar ve Hegemonya
Eleştirel kuramcılara göre, araçsal akıl denilen ve özel olarak modern sanayi toplumunun gelişmesi
sürecinde gözlemledikleri totaliter tahakküm biçimleri; dünyayı ve diğer insanları nasıl baskılayabileceğine
bakmakta ve değerleri, bilgi ve yaşam açısından önemsiz bir role indirmektedir. Bu ideoloji modern sanayi
toplumunun tipik bir özelliğidir ve tahakküm yapılarıyla doğrudan bağlantılıdır (Marshall, 1999: 180).
Foucault iktidarı tanımlarken bireylerin ya da grupların (delilerin, hastaların, suçluların, çocukların,
vb.) davranışlarının yönlendirilme biçimi ve yani bir “yönetim” sorunu olarak gördüğünü belirtiyor (Keskin,
2005; 21). Foucault’ya göre iktidar hem mevcut toplumsal yapıyı yeniden yaratır hem de bastırır. Yani
iktidar gerçekliği üretir. “Foucault iktidarı belirli bir toplumda ilan edilmemiş, çeşitli toplumsal kurumlarda,
ekonomik eşitsizliklerde, dilde, bedenlerimizde yaşayan çatışmaları kapsayan sessiz ve gizli bir iç savaş
olarak tanımlar” (Canpolat, 2003: 101). İşte bu nedenle Foucault’ nun iktidar çözümlemesinde “iktidar
kimin elinde” veya “iktidar sahiplerinin niyeti ne” gibi sorular anlamsızdır. Çünkü onun için asıl sorun,
iktidarın nasıl uygulandığı ve bu uygulamaların sonuçlarına bağlı olarak öznelerin oluşum ve oluşturulma
süreçlerinin nasıl etkilendiğini çözümlemektir (Sarup, 1995:92).
Her ataerkil yapı kendi kültürüne göre hegemonik erkeklikler yaratır. Burada bahsedilen erkeklikler
biyolojik anlamda değil içselleştirilmiş eril erkekliklerdir. Bourdieu’nun oyun alanı kuramında bahsettiği
gibi ataerkil sistem içerisinde hegemonik süreçlere dahil olmayan erkekler oyundan atılırlar. Oyunlara
katılmak bilinçli bir seçim sonucunda gerçekleşmez. Rekabet ortamında erkekler arasındaki hegemonik
ilişkilerde erkeğin eziliyor olmasına neden olmaktadır ancak bu eziliş kadının ezilişiyle bir tutulamaz çünkü
ataerkil iktidarın içerisinde bir erkek olarak yer alıyor olması ona kadına ve çocuğa karşı tahakküm olanağı
sağlamaktadır. Bir kültürel aktarım ve tahakküm aracı olan kitle iletişim araçları da bu noktada erkek
iktidarın devamını sağlayıcı bir nitelik sergilerken, cinsiyetçi rollerin pekiştirilmesinin erkek bakışıyla
yinelendiğini söylemek mümkün.
Kitle İletişim Araçları ve Kültür Endüstrisi
Kitle kültürü ya da popüler kültür Frankfurt Okulu temsilcileri tarafından endüstriyel bir dayatma
sürecini anlatan kültür endüstrisi olarak ifadelendirilmektedir. Frankfurt Okulu, özellikle kitle iletişim
araçlarının yaygınlaşmasıyla birlikte kültürün kendisinin de bir sanayiye dönüştüğünün altını çizer. Ve
böylece, kültür endüstrisi tarafından üretilen kültür ürünleri, kitlelere hem “sahte bilinç” aşılar, hem de
“sahte ihtiyaçlar” yaratır. Frankfurt Okulu üyeleri kitle kültürünün totaliter devlet anlayısının egemenliği
altında olduğu tezini savunurlar. Adorno ve Horkheimer’a göre; “sanayi toplumunun ekonomik gelişmesine
ideolojik destek” sağlayan ve kitle iletişim araçları ile çalışan kültür endüstrisi, “bireyin içsel özgürlüğünün
yanılsamalı olsa bile belli bir avantaja” sahip olmasına izin vermemektedir (Türkoğlu, 2000:20-21).
“Dilin yorumlayıcı çemberi içinde insanlar bağımlı kültürün tutsağıdır. Kitle iletişim araçları ve
kitle eğlence endüstrisi kitlelerin bilincini o denli kolonileştirdi ki kitleler artık direnmeyi bile düşünemez
hale geldiler. Bu yapıda sermaye savunucuları popüler kültür öğelerini denetlemekle kalmaz popüler düş
kurma üzerinde de egemenlik kurar” (Erdoğan ve Alemdar, 2005:327). Denetlenen popüler kültür bireylere
popüler hazlar sunarken onları bağımlı bireyler haline dönüştürmektedir.
Böylelikle “Kültür endüstrisi bireylerin gündelik hayatla etkileşime geçmelerini dolayısıyla
yaşayarak öğrenmelerini olumsuz yönde etkileyerek gerçeğin yeniden üretilmesinden öteye geçemez ve bu
şekilde toplumdaki eşitsizlikleri yeniden pekiştirir. Cinsiyetçi kimliklerle kim olduğumuzu, kim olmamız,
nasıl görünmemiz, nasıl davranışlar sergilenmesi gerektiğini benzenmesi istenilen kimlikler üzerinden kitle
iletişim araçları vasıtasıyla sunulmaktadır.
Kitle iletişim araçları ile insanlara önce bir dünya imajı çizmekte ardından da çizilen bu imaj
hakkında ne düşünülmesi gerektiği kitlelere empoze edilmektedir. Başka bir ifadeyle, bu dünya hakkında
düşünülebilecek şeyler ve düşünme biçimleri de bir avuç insan tarafından tayin edilmektedir (Avcı, 1990:
180). Marx’ın ifade ettiği gibi, “Egemen sınıfın düşünceleri, bütün çağlarda egemen düşüncelerdir. Başka
bir deyişle, toplumun egemen maddi gücü olan sınıf, aynı zamanda egemen zihinsel güçtür. Maddi üretim
152
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
araçlarını elinde bulunduran sınıf, zihinsel üretim araçlarını da elinde tutar. Bunlar o kadar iç içe geçmiş
durumdalar ki kendilerine zihinsel üretim araçları verilmeyenlerin düşünceleri de aynı zamanda bu hâkim
sınıfa bağımlıdır” (Marks ve Engels, 2008: 75).
Kitle iletişim araçları içinde etki gücüne sahip televizyon görsel ve işitsel özellikleri birarada
bulundurmasından dolayı bağımlı sınıf yaratmada oldukça etkilidir.
Televizyon ve Medya
Medyanın hayatımıza girmesiyle birlikte bireyler toplumsal yaşamı bu iletişim araçları aracılığıyla
algılamaya başlamış ve bu “aracıların” gerçekliğine bağımlı hale gelmişlerdir. Günümüzde televizyon yeni
iletişim araçlarına rağmen hala en önemli ve etkili kitle iletişim aracı olarak işlevini sürdürmektedir. Yapılan
bir araştırmaya göre televizyon, günlük yaşantılarımızın % 83’ünü ileten görme ve bu yaşantıların
%11’ini ileten işitme organına hitap etmektedir (Rıza, 1997).
Dursun’a göre Türkiye‘de medya ile iktidarın iç içe geçmişliğinin temel sebebi medya dünyasının
devletin ucuz kredileri, resmi ilanlar, yatırım teşvikleri gibi devlet kontrolünde olan kaynaklarla hayat
buluyor olmasıdır (Dursun, 2001:150). “Televizyon, nüfusunun çok büyük bir bölümünün beyinlerinin
oluşturulmasında bir tür fiili tekele sahiptir” diyen Bourdieu televizyonun toplum üzerindeki
tahakkümünden bahsetmektedir (Bourdieu, 1997:23).
Boudrillard’ın simülasyon kavramında olduğu gibi mevcut medya aslında olmayan bir şeyi var gibi
göstermektedir. Yani, gerçeğin tüm görsel özelliklerine sahip olduğu halde, gerçeğin kendisi olmayandır
(Adanır, 2004:19). Rus yönetmen Vertov’un 1923’te yazdığı bir makalede televizyonda bizlere
resmedilenlerin gerçek hayatla örtüşmediğini şu şekilde ifadelendiriyor: “Ben bir gözüm. Mekanik bir
göz… Ben, makine, size ancak benim görebileceğim bir dünyayı açıyorum. Zaman ve yer sınırlamalarından
kurtulmuşum; evrenin her bir noktasını, bütün noktalarını, nerde olmalarını istiyorsam ona göre
düzenliyorum. Benim yolum, dünyanın yepyeni bir biçimde algılanmasına giden yoldur. Böylece size
bilinmeyen bir dünyayı açıyorum” (Övür, 2009:89).
Televizyon temsilleri genellikle kadınları ve onların sosyal problemlerini mağdur ve nesne olarak
yapılandırmaktadır. Televizyonda yer alan programlar; kadın hareketlerini veya toplu mücadele formlarının
olumlu temsillerini nadiren vermekte, tecavüz ve şiddet gibi sosyal problemleri kadının var olma
savaşımında daha da yaralayıcı şekilde sunmaktadır.
Televizyonda Söylem Dili ve Kadının Temsili
Eğitim ve sosyalizasyon aracı olma niteliğine sahip medya, kültürel üretim sürecinin de ayrılmaz
bir parçası haline dönüşmüştür (Arslan, 2001: 136-138). Temsil kavramı, anlamın ve gerçekliğin
kurulmasına işaret etmekte, medya metinleri birileri tarafından, tasavvur edilen belirli bir izleyici kitlesi için
belirli bir maksatla hazırlanmakla birlikte söz konusu metinler aracılığıyla “gerçeklik” gibi sunulmaktadır.
Bu imgelerin ne anlama geldiklerini ve anlamı nasıl kurduklarını kavramak için imgenin ya da metnin
arkasında ne olduğunu sorgulamak önemlidir (Marshall vd, 1999:725–726).
Toplumsal gerçeklik ile toplumsal düşünce arasındaki ilişkinin açıklanmasında yanlış bilinç
kavramı yerine artık temsil, dolayımlama, imgelem, simgelem gibi kavramlar kullanılmaya başlanmıştır.
Temsil, gerçekliğin dil aracılığı ile kurulmasıdır. Söylem, gerçekliği yeniden üreten değil, aynı zamanda
tanımlayan ve kurandır. İmgelem, toplumsalı tanımlayan bir toplumdan diğerine farklılık gösteren yaşanma
biçimleridir Simgesel sistem, toplumsal gerçekliğin tanımlandığı düzeydir ve simgesel olan dil ve
anlamlandırma pratikleri olarak söylemleri kurmaktadır. Dolayımlama ise, gerçekliğin düşünceye
ulaşıncaya kadar geçirdiği değişim süreci anlamında tanımlanmaktadır. Negatif anlamında dolayımlama
toplumsal gerçekliğin kılıf değiştirmesiyken pozitif anlamında dolayımlama ise, Frankfurt okulu tarafından
geliştirilmiştir. Burada dolayımlama sürecinde değişikliği çarpıtma yerine, varlığın ve bilincin farklı türleri
arasındaki tüm etkin ilişkiler dolayımlanmıştır (Sancar, 1997:123-126). “Temsil” kavramının sözlük
anlamına bakıldığında “göstergelerin, anlamlarının yerine geçirilmesi süreci; bir şeyin yerini tutmak,
simgesi ya da işareti olmak, onun örneği olarak bulunmak; bir şeyi göstermek, belirgin özellikleriyle
yansıtmak; bir şeyin yeniden sunumu” olarak tanımlandığı görülmektedir (Mutlu, 2004:278).
153
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Medya iletişimi de tıpkı dil gibi işlem yapmaktadır. Her temsil bir kodlama sisteminin parçasıdır.
Her şey bir başka şeye eklenerek ve anlam, ardıllığın içinde dönüşerek gerçeklik kazanmaktadır (Altan,
2006:195). Bu açıdan değerlendirirsek eleştirel bir bakışaçısını gerektiren medya okuryazarlığı önemini de
vurgulamak gerekir. “Tüm sözcüklerin, anlam üretimlerinin, anlatıların ve temsillerin ardyöresine
bakabilme bilinci ve toplumsal dönüşüm yetisidir” (Binark ve Gencel Bek, 2007:11). Söylem aracılığıyla
toplumsal denetim ağı oluşturmanın en temel koşulu, söylemin manipülasyonu ve bizatihi üretilmesidir.
(Erdoğan ve Alemdar; 2002:351).
Zoonena göre (1997) medyada çalışanların ve patronların çoğunluğunun erkek olmasından dolayı
Söylemler ve İmgeler ataerkil toplumun çıkarları doğrultusunda işleyecektir. Bundan dolayı Radikal
Feministler toplumun baskın olan düşüncelerini değiştirmenin tek yolunun medyadaki erilliğinin ortadan
kaldırılması olduğunu savunurlar. Medyada kadının temsili üzerinden cinsiyetçiliğin üretimi ile bunları
üretenlerin çoğunun erkek olması arasında bir ilişki olduğunu biliyoruz. 80’lerden sonra bu alanda daha çok
kadın çalışmaya başlasa da, beş çalışandan ancak birinin kadın olması bu sürecin devam etmesine neden
olmaktadır. Medyada daha üst organlarda yani özellikle karar alma mekanizmalarında çalışanların çoğunun
erkek olması cinsiyetçi işbölümünün yapıldığının da bir göstergesidir (Altun, 1995).
Erol Mutlu, “taraf tutma” kavramını, “İletişim araçlarındaki temsillerin aslına uygun olmayıp
çarpıtılarak kurulması.” olarak tanımlamaktadır. Ancak bu çarpıtmanın, ya taraflardan birine duyulan
bilinçli bir önyargıdan ya da farkında olunmadan göz ardı edilmesinden kaynaklandığını da belirtmektedir
(Mutlu, 2008:277). Foucaul’ta göre (2007) söylemin nizami gücünün insanların üzerinde disiplin baskısının
kurulması ve kişileri disipline ederek belirli davranışları belirli kalıplarla yapmaya zorlaması açısından
oldukça önemlidir (Artun, 2012:123). Söylem, anlamın dil içinde hareket etmesi ile oluşmaktadır. İdeoloji
ise, bu anlamın belli kişi ya da gruplar lehine nasıl harekete geçirildiği ile ilgilidir (Sancar, 1997:89).
İktidar Judith Butler’a göre iki özne ya da özne ve öteki arasındaki mübadeleden daha fazla bir
şeydir. İktidar toplumsal cinsiyet hakkında düşünülen ikili çerçevenin üretiminde işleyen bir olgudur.
Toplumsal cinsiyetin (gender), cinsiyetle (sex) örtüşmesi gerekmez, kendini onunla sınırlamaz. “Erkek”in
inşası, onun bedeninden hasıl olan bir şey değildir. Şimdiye kadar toplumsal cinsiyetin cinsiyeti yansıttığı
veya onun tarafından sınırlandığı örtük olarak da olsa, bir ön kabul gibi görülüyordu (Butler, 1990:6). Devlet
bürokrasisinin iktidar aygıtlarını elinde tuttuğu ülkelerde, medya üzerinden uygulanan sistemli propaganda,
egemen seçkinlerin çıkarına hizmet etmektedir (Chomsky ve Herman, 2004:35).
Yazılı, görüntülü ya da sesli medya ürünleri kendi dışlarında varolan gerçekliği çarpıtan ya da temsil
eden metinler olarak değil, kadının geleneksel toplumsal konumuna ilişkin toplumsal söylemleri dolaşıma
sokarak yeniden kuran anlamlandırma pratikleridir (Alankuş ve İnal, 2000:65). Kadınların temsil edilme
biçimleri, medyanın kadınları nasıl gördüğünü göstermemekte; aynı zamanda toplumun onları
algılamasında da biçimlendirme işlevi görmektedir (Tanrıöver, 2007:154). Medyada kadınların temsil ediliş
biçimini, kullanılan dil büyük ölçüde etkilemektedir. Çok masum gibi görünen sözcük seçimleri ve cümle
kurguları cinsiyete dayalı ayrımcılığı yeniden üretebilmektedir (Alankuş, 2009:107).
Bu bağlamda medya metinlerinde kadın çoğu zaman: “fettan ve kötü kadın” ya da “toplumun
atfettiği rollerine uygun olarak anne ve iyi eş olarak kadın” tiplemeleriyle karşımıza çıkmaktadır. Kadınların
çalışma yaşamına dahil olmaları da kadınlara uygun iş tanımları temelinde sunulmakta, bu tanımların dışına
çıkan kadınlar marjinalleştirilmektedir. Ayrıca kadınlar “bedene” indirgenmekte; ilgi çekme, izlenirliği
artırma kaygılarıyla kadınlar bedenleri üzerinden sömürülmektedir. Toplumsal dinamiklere koşut olarak
kadının yaşamındaki değişimler ve yeni sorunlar medya metinlerinde genellikle ihmal edilmekte, farklı
kadınlık durumları medya metinlerinde temsil edilmemektedir (Gencel Bek ve Binark, 2000:4). Sergilenen
fotoğraflar da kadınların temsil ediliş biçimleri üzerinde etkilidir. Kadınları özel alan içinde ya da cinsel
nesne olarak gösteren fotoğraflar dışında kadınların hiç temsil edilmemesi de önemli bir sorun teşkil
etmektedir. Özel alanla bütünleştirilen kadın, zaman içinde kamusal alana girebilme olanağı kazanmış olsa
da sorumluluklarını özel alandan soyutlayabilmiş değildir (Yaraman, 1999:12). Dolayısıyla cinsiyete dayalı
işbölümü ile mücadele etmek, o toplumda kadın ve erkek olmanın gerekleriyle mücadele etmek demektir
(Bhasin, 2003:29). Kadına ve erkeğe uygun görülen meslekler çoğunlukla cinsiyet kimliğiyle iç içe
geçmektedir. Cinsiyetler temel alınarak kadınlara öğretmenlik,
154
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
hemşirelik, sekreterlik vb. meslekler uygun görülürken, erkeklere üst düzey yöneticilik, politika, daha fazla
bilgi ve beceri isteyen meslekler uygun görülmektedir (Davis, 1997,58). Kadınların özel alandaki
etkinlikleri, onların toplumsal iktidara ve mülkiyete sahip olmalarını engellemektedir; dolayısıyla kadınların
konumunun en önemli belirleyicisi özel alandaki etkinlikleridir (Bora, 1997:65). Cinsiyete dayalı işbölümü
kavramı erkeklerle kadınların farklı görevleri kendi aralarında basitçe böldüğü görüşünü öne sürüyor gibi
görülse de erkeklerin üstlendikleri görevler “gerçek” görevler olarak görülürken; kadınlar, doğalarına atfen
belirlendiği iddia edilen ve bu sayede de ayrımcılığın gizlendiği “ikincil” görevleri üstlenmektedir.
Böylelikle de kadın ve erkek arasındaki tahakküm ilişkisi gizlenmektedir (Mies vd., 2008). Kadının
medyada özel alanla sınırlandırılması, olumsuz temsili ya da adının yokluğu ritüellerle çevrelenmiş bir
yaşam alanında kendini bulurken erkekler hegemonik düzen içerisinde özneleşir kadın ise kendini kendi
istediği gibi inşa edemez ve böylelikle nesne haline dönüşür.
Toplumsal cinsiyetin öğrenilmesinde önemli bir etken olan örnek alarak öğrenme medyada kadının
ve erkeğin temsilleriyle kendisi arasında özdeşlik kurarak bu temsilleri rol model alır. Erkek çocuklar
babalarını, kız çocuklar ise annelerini örnek alarak toplumsal cinsiyetlerini içselleştirir. Özdeşleştirme
etkisiyle kadınlar ilgili, şefkatli olmayı ve başarıdan korkmayı; erkekler hırslı, akılcı ve rekabetçi olmayı
öğrenir (Kaypakoğlu, 2004:25).
Ve toplumsal cinsiyeti yeniden üreten bu süreç hiçbir zaman sona ermemektedir. Toplumsal cinsiyet
bilinçli bir kimlik değildir; sürekli olarak yakın çevredeki ve televizyondaki mesaj ve anlam yapılarıyla
şekillenmeye devam eder.
SONUÇ
Kadın ve erkeğin toplumsal eşitsizliklerinin kaynağını araştırmak için yapılmış bazı araştırmalarda
ataerkil yapının yalnızca erkekler tarafından inşa edildiğini belirtirler ancak eril söylemlerin içinde yetişen
özellikle kız çocuklarının yetişkin olduklarında aynı eril söylemleri tekrar ederek mevcut sistemi yeniden
ürettikleri gözden kaçar. Bu sistemin erkekler tarafından kurulmuş olduğu fakat çoğunluğunun erkek
olmakla birlikte her iki cinsiyetinde yer alabileceği bir alan olduğu unutulmamalıdır.
Görsel medya aracı olan televizyonda gösterilen haberler, reklamlar, eğlence programları, diziler
toplumsal cinsiyetin yeniden üretilmesinde önemli araçları oluşturmaktadır. Erkekliğin ve kadınlığın dil ve
söylemlerle inşasında erkeğin net ve sözünün eri, adam gibi adam, aile reisi, erkek babası, çok kazanan,
çapkın olduğu belirtilirken kadının da namuslu, erkeğe uyum sağlayan, hamarat vb. olarak tanımlandığını
görebilmek mümkün. Mevcut medya; ataerkil zihniyetlerle kurgulanmış reklamlar, diziler, haberler, kadın
sorunlarını sansasyonel biçimde ekrana taşıyan kadın programları ve hatta kadına yönelik şiddete tepki
olarak çekilmiş kamu spotlarında dahi kadını özel alana sıkışmış, erkeğin bakışına maruz kalarak
nesneleşmiş, edilginleştirilmiş, ikincilleşmiş, magazinleştirilmiş yer verilmeyerek yok sayılmış, şiddet
mağduru olarak özneleştirilmiş, özneleşirken bedeni üzerinden varolabilmiş kadını, sürekli tekrarlanan
eylem ve söylemlerle cinsiyetçi önyargıları pekiştirmekte en önemli unsur haline dönüşmüştür.
KAYNAKLAR
Adanır, O., (2004), “Baudrillard'ın Simülasyon Kuramı Üzerine Notlar ve Söyleşiler, İzmir, Dokuz Eylül Yayınları.
Alemdar, K. ve Erdoğan, İ., (2005), “Öteki Kuram”, İstanbul: Erk Yayınları.
Alemdar, K. ve Erdoğan, İ., (2002), “Öteki Kuram”, Kitle İletişim Yaklaşımların Tarihyolu Eleştirel bir Değerlendirmesi, Ankara:
Fark Yayınları.
Avcı, N., 1990), “Kitle Kültürü Enformatik Cehalet”, Ankara: Rehber Yayınları.
Arslan, A., (2001), “Türk M edya Elitleri: Bir Durum Tespiti”, Sosyoloji Araştırmaları Dergisi, sayı: 8.
Artun, İ., (2012), “M asallar ve Toplumsal Cinsiyet: Kadın Kimliğinin Ataerkil Söylemlerle Yeniden Yapılandırılması”.
Altan, Z., (2006), “Kadın İmgesindeki Simgesel Yokluk ve M edya Egemenliği”, İletişim Çalışmaları Dergisi, sayı:3.
Altun, A., (1995), “Türkiye’de Gazetecilik ve Gazeteciler”, sayı: 15, Ankara: Çağdaş Gazeteciler Derneği Yayınları.
Alankuş, S., ve İnal, A., (2000), “Güldürü Programlarında Kadının Temsili ve Kadına Yönelik Şiddet”, Televizyon, Kadın ve
Şiddet, Ankara: Dünya Kitle İletişim Araştırma Vakfı KİV Yayınları.
Alankuş, S., (2009), “Yeni Habercilik Arayışları: Hak Odaklı Habercilik, Yurttaş Gazeteciliği, Barış Gazeteciliği”, Gazeteciliğe
Başlarken Okuldan Haber Odasına içinde (88-124). İstanbul: IPS İletişim Vakfı Yayınları.
Butler, J., (1990), “Cinsiyet Belası: Feminizm ve Kimliğin Altüst Edilmesi”, İstanbul: M etis Yayınları.
155
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Bhasin, K., (2003), “Toplumsal Cinsiyet Bize Yüklenen Roller”, (Çev:Ayşe Coşkun), İstanbul: Kadav Yayınları.
Bora, A., (1997), “Kamusal Alan/Özel Alan: M ahrumiyet-Özgürleşme İkileminin Ötesi”, (Der. Oya Çitçi), 20. Yüzyılın Sonunda
Kadınlar ve Gelecek içinde (63-69), Ankara: Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü Yayın No:285.
Binark, M ., ve Gencel Bek, M ., (2007), “Eleştirel M edya Okuryazarlığı Kuramsal Yaklaşımlar ve Uygulamalar”, İstanbul:
Kalkedon Yayınları.
Bourdieu, P., (1997), “Televizyon Üzerine”, (çev: Turhan Ilgaz), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Calhoun, C., (2000), “Bourdieu Sosyolojisinin Ana Hatları”, (çev: Güney Çeğin), (2007), Ocak ve Zanaat: Pierre Bourdieu
Derlemesi, İstanbul, İletişim Yayınları.
Canpolat, N., (2003), “M ichel Foucault” “Kadife Karanlık” içerisinde, İstanbul: Su yayınları.
Chomsky, N., (2004), Herman, E., ve Peterson, D., Podor, J., “M edyanın Kamuoyu İmalatı”, (çev: Hale Alpman vd.) Chivi
yazıları Yayınevi.
Davis, F., (1997), “M oda, Kültür ve Kimlik”, Yapı Kredi Yayınları, Dündar, Serpil. (2010), Televizyon Haberlerinde Kadının
Temsili, İstanbul: Erciyes İletişim Yayınları.
Dursun, Ç., (2001), “TV Haberlerinde İdeoloji”, Ankara: İmge Yayınevi.
Demez, G., (2005) “Kabadayıdan Sanal Delikanlıya Değişen Erkek İmgesi”, İstanbul: Babil Yayınları.
Dökmen, Z., (2006), “Toplumsal Cinsiyet”, İstanbul: Sistem Yayıncılık.
Giddens, A., (2000), Sosyoloji, Ankara. Ayraç Yayınevi.
Gencel Bek, M ., ve Binark, M ., (2000). “M edya ve Cinsiyetçilik”, Ankara Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama
M erkezi ve Kader Eğitim Kitapçığı, (2009), http://kasaum.ankara.edu.tr/gorsel/ dosya/1095679063M ine.rtf.
Girginer, U., (1994), “Türk Toplumunda Cinsiyet Rolleri” (yayınlanmamış yüksek lisans tezi), Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Psikoloji Anabilim Dalı.
Keskin, F., (2005), “Özne ve İktidar”, (M ichel Foucault, Özne ve İktidar İçin Sunuş), 2. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Kaypakoğlu, S., (2004), “M edyada Cinsiyet Stereotipleri Toplumsal Cinsiyet ve İletişim”, İstanbul: Naos Yayınları.
M arks, K., ve Engels, F., (2008), “Alman İdeolojisi”, (çev: Sevim Belli), Ankara: Sol Yayınları.
M ies, M ., Bennholdt, V., Claudia, T.,ve Werholf, V., (2008), “Son Sömürge: Kadınlar”, (çev: Yıldız Temurtürkan), İstanbul:
İletişim Yayınları.
M arshall, G., (1999), Sosyoloji Sözlüğü (çev: Osman Akınhay, Derya Kömürcü), Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.
M utlu, E., (2004), İletişim Sözlüğü, 4. Baskı, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.
M utlu, E., (2008), İletişim Sözlüğü, Ankara: Ayraç yayınları.
Özbudun, S., Sarı, C., ve Demirer, T., (2002), “Küreselleşme, Kadın ve ‘Yeni’-Ataerki”, Ankara: Ütopya Yayınevi.
Övür, A., (2009), “Facebook ve Simülasyon Evreni”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul.
Özerkan, Ş., (2004), “Bir Toplumsallaştırma Aracı Olarak, M edyanın Kadın İmajına Yaklaşımı”, Kadın Çalışmalarında
Disiplinlerarası Buluşma, Cilt:2.
Rıza, E., (1997), “Eğitim Teknolojisi Uygulamaları-1”,Genişletilmiş ve Geliştirilmiş 4. Baskı, Anadolu M atbaa, İzmir.
Sarup, M ., (1995), “Postyapısalcılık ve Postmodernizm” (çev: Baki Güçlü), Ankara: Ark Yayınları.
Sancar, S., (1997), “İdeolojinin Serüveni”, İmge Kitabevi.
Savran, A., (2004), “Beden Emek Tarih, Diyalektik Bir Feminizm İçin”, İstanbul: Kanat Yayınları.
Türkoğlu, N., (2000), “Gündelik Yaşamda İmgelerin Gücü: Görü-yorum”, İstanbul: Der Yayınları.
Tanrıöver, U., (2007), “M edyada Kadınların Temsil Biçimleri ve Kadın Hakları İhlalleri”, (der:Sevda Alankuş), Kadın Odaklı
Habercilik içinde (149- 165), İstanbul: IPS İletişim Vakfı Yayınları.
Ramazanoğlu, C., (1998), “Feminizm ve Feminizmin Çelişkileri”, (çev. M efkure Bayatlı), Pencere Yayınları.
Yaraman, A., (1999), “Türkiye’de Kadınların Siyasal Temsili”, İstanbul: Bağlam Yayınları.
156
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Dede Korkut Kitabı'na Feminist Edebiyat Eleştirisi Bağlamında Bir Bakış Denemesi
Trial Of a View on book of Dede Korkut in Context of Feminist Literary Criticism
Esra KAVASOĞLU PARLAK1
1Y.L.
Öğr., Akdeniz Üni., Çalışmaları ve Toplumsal Cinsiyet Anabilim Dalı, Antalya, Türkiye. [email protected]
Tarih, erkeklerin hikâyelerinden ibarettir.
Kadınların kendi hikâyelerini yazmaları gerekir.1
ÖZET: Dede Korkut Kitabı, Oğuzların günümüze ulaşan tek yazılı destanıdır ve Türklerin eski yaşantısına dair izlerin,
mitsel kökenlerin yer aldığı hem edebi hem tarihî hem de sosyolojik bir kaynaktır. Bu önemli özellikleri nedeniyle birçok
araştırmanın konusu olan eseri, 'kadın' açısından inceleyen de pek çok çalışma mevcuttur. Ancak bu çalışmalar, genellikle birbirini
takip eder ve aynı sınıflandırmaları içerir niteliktedir. Ayrıca çalışmalar; 'ataerkil' bir söylemle ve eserdeki kadın karakterleri,
toplumsal cinsiyet kalıp yargılarına göre idealize etmeye yönelik olarak hazırlanmıştır. Bu söylem; yazıya, üretiminden çok s onra
geçirilen bir destan metnini eleştirel gözle okumaktan uzaktır ve ataerkil yapıyı yeniden üretmeye yöneliktir. Hâlbuki metin, bir
geçiş dönemi eseri olması ve sözlü dilde üretilmesi nedeniyle çok daha eski, belki de ana-soylu dönemlere ait kalıntıların takip
edilebilmesine imkân sağlayabilecek niteliktedir. Araştırmanın amacı; eseri, 'feminist' bir bakış açısıyla yeniden okumaya tabi
tutmaktır. Bu yeniden okuma sürecinde hem metnin kendisi hem de metin üzerine yapılan çalışmalar dikkate alınacaktır. Böylece;
gelenekselleşmiş ‘kadın’ rolünün temelinde gösterilen unsurların, geleneğin ta kendisi olarak sunulan bir eserde dahi bugün
algılandığı biçimde olmadığı ortaya konacaktır. Türk toplumunda kadının erk ya da eşit olduğu döneme ait yeni bir geleneğin varlığı
tartışmaya açılacaktır. Ayrıca metin üzerine yapılan çalışmaların yeniden okunmasıyla, çalışmalardaki ataerkil söylemin ortaya
çıkarılması ve eleştirilmesi amaçlanmaktadır.
Anahtar S özcükler: Dede Korkut Kitabı, feminist edebiyat eleştirisi, kadın karakter.
ABS TRACT: Book of Dede Korkut, is the only surviving written saga of Oguz and this work is both a historical and
sociological literary source where the mythical origins and the traces of the former life of Turkish people. The work is the subject
of many studies because of these important features and there are so many works performed on book which is examining it in the
terms of women studies. However, these studies usually follow each other and they contain the same classification. Also studies
has been intended to idealize female characters with 'patriarchal' speech and gender stereotypes. This concept is far from critical
read the text of saga which is written long after production and it is for reproducing the patriarchal structure. Whereas the text, has
got features which is able to provide follow remains of old eras even mother-noble period because of that it is produced in oral
language and in transition period.
The purpose of the research is to provide the work to be re-read with ‘feminst’ view. In this re-reading process both
original text and works done on the text will be considered. Thus; elements which has presented as basis of traditional 'female'
role indicated as not as percieved today even in a work which is offered as very self of tradition. Existance of a new tradit ion of
women in Turkish society in a period when women has got equality or power will be offered to be discussed. In addition, by rereading of the work, it is intended to reveal and criticize the patriarchal discourse.
Keywords: Book of Dede Korkut, the feminist literary criticism, female symbols.
1.GİRİŞ
“Feminizm, cinslerin (kadın ve erkeğin) eşitliği kuramına dayanan kadınlara eşit haklar isteyen
temelde kadın ile erkek arasındaki iktidar ilişkisini değiştirmeyi amaçlayan bir siyasal akımdır. Bu akım,
insanlığın yarısını oluşturan bir demografik grubun ve uygarlık tarihi boyunca hep ikincil konumda yaşamak
zorunda kalan bir cinsin (kadınların) bu durumdan kurtuluş hareketinin öğretisidir.”2
“20. yüzyılın en önemli ve etkin siyasal ideolojilerinden” 3 olarak görülen feminizmin “ilgi odağı,
kadınla erkek arasındaki toplumsal farklılık; bu farklılık olgusunun anlamı, nedenleri ve sonuçlarıdır.” Her
ne kadar tek bir feminizmden bahsedilemese ve kadının ikincil konumunun nedenlerini farklı başat öğelerle
değerlendiren feminist kuramlar olsa da pek çok feminist kuramcının mücadelesinin temel unsuru olarak
belirlediği önemli bir kavram vardır: Patriyarka.
Erkeğin (baba, koca, oğul) egemenliği anlamına gelen ataerki bir sistemdir ve “bu sistemin, kendine
özgü ideolojik ve kültürel aygıtları vardır. İktidarı elinde bulunduran erkekler, bu aygıtları da
Kamla-Khan-Nighad Said, Feminizm Üzerine Bazı Sorular, Kadınlarla Day. Vakfı Yay., İstanbul, 2014, s. 12.
Feminizmin Abc’si, Say Yayınları, İstanbul, 2010, s. 29.
3 Arat, age., s. 29.
1 Bhasin,
2 Arat, Necla,
157
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
kullanarak egemenliklerini sürdürür.” 4 Feminizme göre bilim de bu aygıtlardan biridir. “… Çünkü bilim
dalları ve uzmanlık tarihlerinde de özne yine erkektir. Kadınlar işte bu nedenle, tüm bilim dallarının gözden
geçirilip baştan yazılması gerektiği düşüncesini savunur.” 5 Bu nedenle “[t]arih kadınlar lehine tekrar
okunmalı, deşifre edilmeli, feminist hareketin referans çerçevesinde ve taraflı bilinçlilik doğrultusunda
yeniden kurgulanmalıdır.” 6
Feminist ideolojinin bu eleştirileri edebiyat bilimini için de geçerlidir. Bu doğrultuda "Feminist
eleştirinin gerçekleştirmeye çalıştığı farklı bir ideolojik okumadır. Amaç sanat eserini değerlendirmek değil,
onlar aracılığıyla cinsiyetçi yapılanmayı deşifre/teşhir etmektir."7 Bu yolla hareket eden "feminist edebiyat
eleştirmenleri cinsiyetlendirilmiş okumaların ırk, cinsiyet ve başka farklılıklar konusunda daha geniş bir
kültür politikasını zorunlu kıldığı görüşünü benimser"8
Araştırmamızın bu kuramsal çerçevede Dede Korkut Hikâyelerini yeniden okuyacak ve kadın bakış
açısı ile hem metindeki hem de metin üzerine yapılan çalışmalardaki ‘cinsiyetçi tutumları’ ortaya koymaya
çalışacaktır.
Araştırmamızın temel metnini oluşturan Dede Korkut hikâyeleri ile ilgili kısa bir bilgi vermeden
önce metnin yeniden okuma süreci iki aşamalı olarak gerçekleştirileceği belirtilmelidir. İncelememizin ilk
katmanını Humm’un belirttiği biçimde “cinsiyetlendirilmiş okumalar” oluşturmaktadır. Bu bağlamda Dede
Korkut Hikâyelerinde “kadın” konusu ile ilgili yapılan çalışmalar mercek altına alınacaktır. İkinci katmanda
ise çalışmalar doğrultusunda metin ile ilgili yorumlar, kadın bakış açısı ile metnin kendisine başvurularak
irdelenmeye çalışılacaktır.
2. DEDE KORKUT KİTABI
"Oğuzlardan bize ulaşan tek destan metni[nin] Dede Korkut Kitabı"9 olduğunu iddia eden Boratav
destanı, “ulusların yazı öncesi çağlarında oluşmuş, gelişmiş yapıtlardır. O çağlarda hem yaratılış ve
dönüşümlere, tanrılara ve çeşitli olağanüstü varlıklara, hem de toplumun geçmişine değgin bilgiler i
destanlar ver[miştir]"10 şeklinde tanımlar. Buna göre bir yanıyla edebiyata yaslanan destanlar bir yanıyla da
tarihe aittir. Destanların tarihi ile ilgili olarak Reichl, "Her ne kadar Dede Korkut Kitabı'nı içine alan
yazmalar 16. yüzyıl tarihini taşıyorsa da kitaptaki destani hikâyeler [...] 9. ve 11. yüzyıllar arasındaki bir
döneme işaret etmektedir"11 ifadelerini kullanırken Çobanoğlu epik destanlar üzerine gerçekleştirdiği
yapısal incelemesinde “destanlar, olaylar zinciri bakımından belli bir tarihi döneme dayansa da, onları hiçbir
zaman tek katlı ve yalın tarihi gerçeğin tekrarı olarak ele almaz, daima çok katlı bir biçimde ele alış esastır.
Bir başka ifadeyle, destan çoğu kez, çeşitli zaman dilimlerinde meydana gelmiş [olayları] kurgular” 12
ifadelerini kullanarak destanların “mitolojik dönemden itibaren şekillenen sözlü gelenek üzerinde” 13
oluştuğunu öne sürer. Bu yorum destanların alt metinlerinde çok daha eski dönemlere ait izlerin
bulunabilmesinin yolunu açmaktadır.
3. DEDE KORKUT KİTABI’NDA KADIN İLE İLGİLİ ÇALIŞMALAR
Bahsedilen önemli özellikleri nedeniyle birçok araştırmanın konusu olan eseri 'kadın' açısından
inceleyen de pek çok çalışma mevcuttur.
4 Çakır,
Serpil, Osmanlı Kadın Hareketi, M etis Yayınları, İstanbul, 2013, s. 31.
age., s. 43.
6 Çakır, age., s. 47.
7
Yaraman, Ayşegül, “Ne Okumak Değil, Nasıl Okumak: Feminist Eleştiri Nesnesi/Kaynağı Olarak Edebiyat”, Kadın Eserleri
Kütüphanesi ve Bilgi M erkezi Vakfı 20.Yıl Uluslarası Sempozyumu: Kadın Belleğini Oluşturmada Kaynak Sorunu Bildirileri,
İstanbul, 2009, s.257-265.
5 Çakır,
8 Humm,
age., s. 11.
Pertev Naili, Yüz Soruda Türk Halk Edebiyatı, K Kitaplığı Yayınları, İstanbul, 2003, s. 59.
10 Boratav, age., s. 50.
11 Reichl, Prof. Dr. Karl, Türk Boylarının Destanları, TDK Yayınları, Ankara, 2011, s. 43.
12
Çobanoğlu, Prof. Dr. Özkul,Türk Dünyası Epik Destan Geleneği, Akçağ Yayınları, Ankara, 2011, s. 21.
13 Çobanoğlu, age., s. 39.
9 Boratav,
158
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Dede Korkut Hikâyelerinde Kadının Konumu; Alev Kâhya-Birgül14
Dede Korkut Kitabı’nda Kadın Tipleri; Doç. Dr. Metin Ekici15
Dede Korkut Boylarında Kadın Statüsü; Hatice Kübra Uygur16
Dede Korkut Hikâyelerinde Savaşçı Kadın Tip ve Animus Kavramı; Kürşat Öncül17
Dede Korkut Hikâyelerinde Kadın ve Çocuk Eğitimi; Yrd. Doç. Dr. Bülent Arı-Ercan Karakete 18
Dede Korkut Kitabında Kadın; Mehmet Kaplan19
Dedem Korkut, “Kadın”; Adnan Binyazar20
Bu eserler incelememiz açısından ayrıntılı okumaya tabi tutulan eserlerdir. Bu çalışmalar, genellikle
birbirini takip eder ve Mehmet Kaplan ile Adnan Binyazar’ın çalışmaları gibi daha eski çalışmalar hariç
tutulursa benzer sınıflandırmaları içerir niteliktedir. Bu sınıflandırmalar; “alp tipi kadın”, “ideal eş ve anne
tipi”, “ideal sevgili tipi”, “yardımcı tip”, “erdemli ve soylu kadın”, “sığınılan eş/yüceltilen sevgili” gibi
genellikle kadını idealize eden bir paydada ortaklaşırken sınıflandırmaların içeriğini ise; Alp/Yiğit,
Savaşçı/Kahraman, Cesur, Özgür, Sadık, Fedakâr, İffetli/Namuslu, Bakire, Vefakâr gibi kavramlar
oluşturmaktadır.
Bilimsel çalışmalardaki bu sınıflandırma ve kavramlar, feminist ideoloji açısından son derece
tartışmalı kavramlar olmakla beraber, özellikle çalışmalardaki “ideal” yorumu kadını yönelik her türlü
ayrımı reddeden ideoloji kabul edilebilir değildir. Konu ile ilgili olarak Demren’in “tüm toplumlarda
idealize edilmiş, egemen, tüm toplumca paylaşılan kimlik parçacıkları vardır. [Bu durumun] saygı
görmesinin nedeni de bu parçacıkların ataerkil hiyerarşi ilişkilerini çok rahat yeniden üretebilmesidir” 2 1
ifadeleriyle vurguladığı üzere kadınlar üzerinden kurulan bu “ideallik” algısı ataerkil bir söylem
içermektedir. Bu söylem kadının bireysel kimliğini ortadan kaldıran ve kadını sadece “anne” ve “eş” gibi
normların içerisinde düşünebilen algının tezahürüdür.
Ayrıca ideallik dönemden döneme, kültürden kültüre değişen bir kavramdır. Bugünün -modern
kapitalist toplum- toplum anlayışına yönelik bir ideal kurgusu anakronizme düşme tehlikesiyle karşı
karşıyadır.
Bu nedenle öncelikle destandaki kadın karakterlerin özelliklerinin kadın bakış açısıyla ortaya
çıkarıldığı ve idealleştirmeden uzak çalışmaların yapılması gerekmektedir. Bu bağlamda çalışmamız, şu
sonuçlara ulaşmaktadır:
4.1. MUKADDİME YA DA ATAERKİL İDEOLOJİNİN KADİM İZLERİ
Uygur’a göre, başlangıcında “kadınlardan bahsedilmesi sosyal hayat içerisinde kadına verilen
önemi göster[en]” 22 Dede Korkut Kitabı, esere sonradan eklendiği konusunda görüş birliğinin olduğu bir
mukaddime bölümü ile başlamaktadır. Bu bölümün konumuz açısından önemi, kadınların tasnif edildiği
14 Kâhya-Birgül,
Alev, “Dede Korkut Hikâyelerinde Kadının Konumu”, Uluslararası Dede Korkut Bilgi Şöleni, AKM Yayınları,
Ankara, 2000, s. 229-244.
15 Ekici, Doç. Dr. M etin, “Dede Korkut Kitabı’nda Kadın Tipleri”, Uluslararası Dede Korkut Bilgi Şöleni, AKM Yayınları,
Ankara, 2000, s. 129-138.
16 Uygur, Hatice Kübra, “Dede Korkut Boylarında Kadın Statüsü”,
http://eprints.ibu.edu.ba/2156/2/DEDE%20KORKUT%20HİKÂYELERİNDE%20KADIN%20STATÜSÜ.pdf
17 Öncül, Kürşat, “Dede Korkut Hikâyelerinde Savaşçı Kadın Tip ve Animus Kavramı”, Turkish Studies, Volume 3, Issue 2,
2008, s. 574-581.
18 Arı, Yrd. Doç. Dr. Bülent-Karakete, Ercan, “Dede Korkut Hikâyelerinde Kadın ve Çocuk Eğitimi”, M KÜ Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, C. 7, S. 14, Antakya, 2010, s.275-284.
19 Kaplan, M ehmet, “Dede Korkut Kitabında Kadın”, Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar 1, Dergah Yayınları, İstanbul, 1976, s.
41-54.
20 Binyazar, Adnan, “Kadın”, Dedem Korkut, Karacan Yayınları, İstanbul, 1988, s. 61-82.
21 Demren, Çağdaş, “Erkeklik, Ataerkillik ve İktidar İlişkileri”,
http://www.huksam.hacettepe.edu.tr/Turkce/SayfaDosya/erkeklik_ataerklik.pdf
22 Uygur, age., s. 7.
159
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
bir bölüm içermesidir. Bu bölüme göre; “Karılar dört türlüdür. Birisi solduran soydur. Birisi dolduran
toydur. Birisi evin dayağıdır. Birisi denildiğinde de bayağıdır.”23
Bu bölümde evin dayağı olarak adlandırılan kadın ‘kocası evde olmasa da konuklarını ağırlama,
yedirme ve saygı gösterme’ özellikleri nedeniyle olumlanan ve diğer üç tipin aksine ‘soyunun devam etmesi
arzulanan’ kadındır. Solduran soy ‘çok yemek yiyen buna rağmen kocasından şikâyet edip aç ve mutsuz’
olduğunu ifade eden kadındır. Dolduran toy ‘üşengeç, gezmeyi ve dedikoduyu seven’ bir kadın olarak
anlatılır ve bu nedenle de eviyle ilgilenmez. Denildiğinde bayağı ise ‘konuklara yemek sunmaz, evde
yemeğin olmadığından şikâyet eder ve kocasının sözünü dinlemez.
Bu tasnifte yer alan kadınlardan sadece bir tanesi olumlu diğer üçü olumsuz özellikteki kadınlar
olarak aktarılmıştır. Bu bölümde kadının toplumsal cinsiyet rollerinin stereotipilerini somut bir biçimde
görmek mümkündür. Toplumun 'eş' olan kadından bekledikleri ya da onda görmek istemedikleri, erkek
gözüyle ve ataerkil bir söylemle dile getirilmektedir.
Feminizm, kadınların özgür iradeleri ile ve kendi seçimleri doğrultusunda yaşamalarını önemser.
Kadınların tüm geleneksel normların ve ideallerin dışında bireysel istekleri ve tercihlerine saygı duyar.
Feminizm için solduran soyun evdeki mutsuzluğu, dolduran toyun ev içine hapsolmayı reddedip dışarı
çıkma isteği ve denildiğinde bayağının ekonomik sıkıntılar nedeniyle ettiği şikâyetler son derece önemli ve
kadınsı deneyimlerdir.
Mukaddime ile ilgili bir diğer veri ise olumsuz anlamada bahsedilen kadınların özelliklerine sahip
karakterlerin destanın içeriğinde olmamasıdır. Destandaki kadın karakterlerin hiçbiri “misafirperverlik” ya
da “aç gözlülük” gibi özellikleriyle metinde yer almaz. Destandaki kadınlar daha çok kamusal alanda
görülürler. Dolayısıyla esere sonradan eklenen mukaddime kadının özel alandaki konumunun daha belirgin
olduğu bir döneme aittir denebilir. Bu durum kadının tarih içerisindeki konumunun değişkenliğine dalalet
olmakla birlikte, metni sonraki dönemlerde dinleyen kadınlara yönelik ataerkil bir uyarı olarak
yorumlanabilir.
4.2. İDEAL EŞ VE ANNE TİPİ YA DA KURGUNUN ATAERKİL İDEOLOJİSİ VE ERKİN
İKİYÜZLÜ TERCİHİ: ANNENİN NAMUSU
Kâhya-Birgül Dede Korkut’taki kadınları “kocalarının yersiz ve haksız öfkelerine, sorumsuz
davranışlarına karşı sabırla ve yumuşaklıkla yaklaşan kadınlar eşlerine, oğullarına yol gösterici, akıl öğretici
fedakâr birer eş ve annedir” 24 şeklinde tanımlar ve bu özellikleri yüceltir. Diğer çalışmalarda da ‘ideal anne
ve eş’ rolüyle benzer şekilde tanıtılan kadınlar, eserdeki Boğaç Han’ı annesi –eserde adı yoktur- ve Burla
Hatun’dur. Her iki kadın karakter de çalışmamız açısından önemli veriler vermekle birlikte Burla Hatun
karakterine yakından bakmak oldukça önemli çıkarımlara neden olmaktadır.
Salur Kazan’ın Evinin Yağmalandığı boyda, Burla Hatun oğluyla beraber, düşmanları Şökli Melih’e
esir düşer ve Şökli Melih Burla Hatun’un sakilik yapmasını ister ancak Burla Hatun’u seçemez. Esirler
arasında Burla Hatun’u bulmak için Uruz’un etini esirlere yedirmeye karar verir. Plana göre eti yiyemeyen
kişi anne Burla Hatun olacaktır. Burla Hatun bu durumu oğluna danışır. “Senin etinden yiyeyim mi?
Düşmanın döşeğine gireyim mi?” diye sorar. Oğul Uruz’un cevabı baş tacı edilen ve sözünden çıkılmayan
bir anneye verilecek cevaptan çok uzaktır: "Ağzın kurusun ana, dilin çürüsün ana! […] yakan ile boğazından
tutaydım, […] ağzından burnundan kan şorlataydım, can tatlılığını sana göstereydim. Bu nasıl sözdür? [...]
Onlar bir yediğinde sen iki ye! Seni kâfirler tanımasınlar, […] babam Kazan'ın namusunu lekelemeyesin,
sakın!"25
Metne bakıldığında anne Burla Hatun oğlunun etini yiyip yememek konusundaki tercihi oğluna
bırakmıştır. Yani kadının ‘oğullarına yol gösterici’ olduğuna dair yorumu bu bölümde izlemek mümkün
değildir. Sonra oğul sert bir dille annesine kızar ve kadının tercihini kendisinden yana değil babasından yana
kullanması gerektiğini belirtir. Burada bir bakıma 'eş'lik -namus- anneliğe üstün gelmiştir. Bir diğer ifade
ile ataerkil iş birliği başat öğesi olarak 'beden dokunulmazlığı'nı seçmiştir. Bu destan, kadının
23 Binyazar, age.,
s. 97.
age., s. 238.
25 Binyazar, age., s. 123.
24 Kahya-Birgül,
160
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
'idealleştirilen' eş ve anne rollerinin metnin kendisinde nasıl ve hangi şartlarda değiştiğini göstererek 'erkin
ikiyüzlülüğünü' gözler önüne sermektedir.
Bu destan bize idealleştirilen ve kadında verili olarak bulunan annelik ya da eşlik vasıflarından daha
üstün olarak erk tarafından belirlenen namus kavramına işaret etmektedir. Feminizme göre “erkeklere
kadınlardan daha çok hak tanıyan, çift standartlı ahlak anlayışı ve yasalar, kadınları aynı zamanda hem özel
hem de kamusal alanda ezen ve ikincil duruma düşüren ataerkil sisteme dayanır.” 26 Kalav ise ElSaadawi’den aktararak “Bireyin kendi davranışlarından değil, bağlı bulunduğu kişilerin davranışlarından
sorumlu olması, kadına eşitlenen namus kavramı aracılığıyla kadının denetimini kolaylaştırır. Kadının aile
ve akrabalık ilişkileriyle sarmalanmış toplumsal cinsiyet rollerinden bağımsız insan onuruna yakışır bir
hayat sürmesi, namus kavramının kadınlara yüklediği anlamlar bağlamında mümkün olmamaktadır” 27
görüşündedir.
4.3. İDEAL SEVGİLİ TİPİ YA DA ÖZGÜR KADIN MASALININ TUTSAKLIK GERÇEĞİ
Araştırmaların ideal sevgili tipi başlığında verdikleri örnekler daha çok Bamsı Beyrek ve Kan Turalı
destanlarındaki kadın karakterler olan Banı Çiçek'te ve Selcen Hatun'da kendilerini gösterir. Bu kadınlar
'ideal alp tipi' kadın olmaları ve evlenecekleri kişiyi kendilerinin seçmesi nedenleriyle kendi kaderlerini
kendileri tayin eden kadınlar olmaları açısından idealleştirilmişlerdir. Ayrıca Arı ve Karakete Banı Çiçek’i
“Bamsı Beyrek kaçırıldığında onu sabırla bekle[mesi], ona hep sadık kal[ması]” (279) açısından da yüceltir.
Destana baktığımızda ise Banı Çiçek ile Bamsı Beyrek’in beşik kertmesi olduğu görülür. Buna
rağmen Banı Çiçek, Bamsı Beyrek ile bir çeşit müsabakaya tutuşur. Eğer araştırmacıların ‘eşlerin özgür
seçimi’ ya da ‘kadının kendi kaderini tayini’ ile ilgili ifadeler bu müsabaka üzerinden kuruluyorsa destanın
ilerleyen bölümlerinde Banı Çiçek'in "deli kardeşi" Karçar'ın "kızı isteyeni öldürmesi" ya da kardeşini
"vermek" için birtakım görevlerin yerine getirilmesini beklemesi bu "özgürlükçü tutum"a da kendi kaderini
tayin yorumuna da gölge düşürür niteliktedir.
Banı Çiçek’le ilgili olarak bir diğer yorum “[t]ek eşliliğin esas olduğu Türk göçebe toplumda kadın,
erkeğini; erkek kadınını göz açup gördügüm, könül virüp sevdügüm diyerek sever. Bu cümlede ilk ve son
sevdiğinin eşi olduğu açıktır. Banı Çiçek, on altı yıl sonra Bamsı Beyrek‟in öldüğüne inandıktan sonra Deli
Karçar’ın isteğiyle evlenmeyi kabul eder” 28 yorumudur. Ancak anlatının finalinde Banı Çiçek’le kavuşan
Bamsı Beyrek, tutsak olduğu zamanlarda kendisine ‘aşık’ olan Melik’in kızını almak ve arkadaşlarını
kurtarmak üzere hisara gider. Buradan da anlaşılacağı üzere sanırız tek eşlilik sadece kadınlar için geçerli
bir idealizm formudur.
Çalışmaların bu bölümde ele aldığı bir diğer karakter Selcen Hatun’dur. Ancak metnin söylemi
dikkatle analiz edildiğinde Selcan Hatun’un “Tanrı Teala babamın gönlüne merhamet verse, başlık kesip
beni o yiğide verse"29 ifadelerinden evlilik tercihini yapanın 'baba', kızın ise 'verilen' olduğu göze
çarpmaktadır.
Kan Turalı boyunun son epizotları konumuz açısından önemli ifadelerin olduğu epizottur. Bu
epizotta Kan Turalı ve Selcen Hatun düşmanla savaşır. Bu esnada Kan Turalı yaralanır. Ancak Selcen Hatun
sayesinde düşmanı yenerler. Geri dönerlerken Kan Turalı’nın aklına şu gelir:
“Oğuz'un ala gözlü kızı gelini boy attığında
Her kişi sözünü söylediğinde sen orada kalkasın, övünesin
'Kan Turalı, güçsüz düştü
Atın terkisine aldım, çıktım' diyesin
Gözüm döndü, gönlüm gitti
Öldürürüm seni"30
26
Bhasin, Kamla-Khan, Nighad Said, age., s. 22.
Ayşe, Değişen ve Dönüşen Sosyal Bir Olgu Olarak Namus ve Toplumsal Cinsiyet, Akdeniz Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Kadın Çalışmaları ve Toplumsal Cinsiyet ABD, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, s. 18.
28 Uygur, age, s. 14.
29 Binyazar, age, s. 197.
30 Binyazar, age, s. 206.
27 Kalav,
161
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Bu epizot, ataerkil ikiyüzlülüğe temel oluşturan epizotlardandır. Kan Turalı bu anlatının başında
'kendisinden önce düşmana varacak bir kadın ister' ve özellikle gidip Selcen Hatun'u seçer. Sonrasında
Selcen Hatun sayesinde üç defa hayatı kurtulur ancak bunun bilinmesi ihtimalini kaldıramaz ve kadını
öldürmek ister. Çünkü bunun bilinmesi ataerkil işbirliği içinde oluşturulan erkeksi role zeval getirme riski
taşımaktadır. Bu epizot 'kadın' hakkındaki düşüncenin ataerkil tercihe/çıkara göre gidiş-gelişlerine bir
örnektir.
4.4. YARDIMCI KADIN YA DA KADININ GÖRÜNMEZLİĞİNİN ALIŞILMIŞ YORUMU
Dede Korkut Kitabı'nda ilgili çalışmalar, kadınları sınıflandırmış ve son sınıfa da 'yardımcı kadın'
tipini yerleştirmişlerdir. Çalışmalarda bu ifade ile hikâyelere katılımı ve yönlendirmeleri az olan kadınları
belirtilmeye çalışılsa da özellikle feminist tarihçiliğin içine doğduğu sosyal tarihçilik açısından bakıldığında
bu özelliğin yanlışlığı ortaya çıkar. Çünkü sosyal tarih bu zümrelerin ele alınmasıyla tam bir tarihsel kurgu
oluşabileceğini öne sürmektedir.
Çalışmalarda yapılan tasniflerde yer alan kadınlar arasından iki isim araştırmamız açısından dikkat
çekicidir. Kısırca Yenge, Boğazca Fatma isimli bu kadınlara Banı Çiçek'in toy (düğün) epizotlarında yer
verilmiştir. Beyrek kadınları oyuna kaldırırken şu deyişleri söyler:
“[…] Öküz ardında çobanlar sana bakar
Buldur buldur gözlerinin yaşı akar
Sen onların yanına var
Muradını onlar verir, belli bil
Seninle benim işim yok"31 der. Kısırca Yenge bunun üzerine " 'Vay, bu aşağılık deli beni görmüş
gibi söylüyor!' de[r]" 32 Sonra Boğazca Fatma oyuna kalkar ve Beyrek bu kez de
"[…] Evinizin ardı derecik değil miydi
İtinizin adı Barak değil miydi
Senin adın Kırk Oynaşlı Boğazca Fatma değil miydi
Daha ayıbını açarım, belli bil" 33 der. Bunun üzerine Boğazca Fatma "vay deli, boğmaca çıkarası,
olanca ayıbımızı başımıza kalktı" 34 der.
Kadınların da Beyrek'in de 'ayıp' olarak nitelendirdiği özellikler 'cinsellikle' ilgili özelliklerdir.
Ancak destanın diğer bölümlerinde sıkça 'iki öpüşüp, üç emişmek' tabiri geçmektedir. Fakat bu tabirlerin
olduğu epizotların hiçbirinde 'ayıp'tan bahsedilmez. Bunun nedeninin 'öpüşüp, emişilen' kadının 'belli' bir
erkeğin sevgilisi ya da karısı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Oysa buradaki kadınların eşleri ya da
'tek' bir sevgililerinden bahsedilmez. Biri çobanlarla 'bakışmakta'dır. Diğerinin ise 'kırk oynaşı' olduğu
belirtilmektedir. Buradan anlaşılansa kadın cinselliğini kontrol altında tutmak isteyen erkeğin ve bunu
'nesnelleştiren' kadının bu hayat biçimini ataerkil bir söylemle 'ayıp'lamasıdır.
Fakat burada, anlatıda bir paradoks daha ortaya çıkar ki bu da "adı kırk oynaşlı Boğazca Fatma"
olan yani artık bu şekilde 'anılan/anılabilen' kadının toy -ki halkbiliminde üç temel geçiş evresinden biri
olarak önemli bir toplumsal ritüeldir- gibi önemli bir toplumsal organizasyona dâhil olmasında bir mahsurun
olmamasıdır. Yani alt metinde bu kadınların toplumdan dışlanmadıkları göze çarpmaktadır. Dolayısıyla
'ayıp' sıfatının dışarıdan ve ataerkil bir söylem olabileceği bir kez daha ispatlayarak Berktay'ın feminist
tarihçilik ile ilgili yaptığı yorumlara malzeme sunmaktadır: "Feminist tarihçilik, kadın tarihini, kadınların
bireysel ve kolektif seslerinin duyulmasına imkân veren, saklı kalmış anılara ve geleneklere ilişkin
malzemeler bulabildiğimiz ve kadınların nasıl eylemlerde bulundukları […] konusundaki bilgilerin görünür
kılındığı bir alan hâline getirerek 'kadınların tarih öncesini' sona erdir[miştir]."35
31
Binyazar, age., s. 157.
Binyazar, age., s. 158.
33 Binyazar, age., s. 158.
34 Binyazar, age., s. 158.
35 Berktay, Fatmagül, Tarihin Cinsiyeti, M etis Yayınları, İstanbul, 2012, s. 32.
32
162
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
5. SONUÇ
Dede Korkut Hikâyeleri, Türklerin eski yaşantılarına dair izlerin bulunabileceği önemli bir eserdir.
Esere feminist bir bakış açısı ile bakıldığında şu sonuçlara ulaşılmıştır:
- Eser, ataerkil söylemin özellikle kadını özel alana ait görerek ikincilleştiren düşüncesinin aksine kamusal
alanda var alan bir kadın geleneğinin izlerini taşımaktadır. Ancak bu gelenek sonradan eklenen mukaddime
bölümü ile pek çok çalışmanın bayraklaştırdığı fakat dikkati daha köklü bir ataerkil söylem dönemine çeken
bölümün gölgesinde kalabilmektedir.
- Eser üzerinde yapılan okumalar, bugünün algısı ile kadını idealleştirerek eserdeki kadın karakterleri
tarihsel bağlamından koparıp anakronik yorumlara neden olmakta ve eserin kendisinde var olan ataerki ya
da toplumsal cinsiyet eşitliğinin tam olarak tespitini zorlaştırmaktadır.
- Eser üzerine yapılan okumaların özellikle vurguladığı kavramlar feminist ideoloji açısından tartışmalı ve
kadının ikincil konumunu yeniden üreten kavramlardır. Ayrıca bu kavramların metin içindeki kullanımları
net değildir. Yine ataerkil ideolojinin kullanış biçimine göre değişmektedir.
- Eser, kadının kendi eşini kendisinin seçebilmesi, sosyal hayattaki konumu, cinselliği ile ilgili hem
geleneksel hem de eşitlikçi olarak yorumlanabilecek bölümler içermektedir. Bu bölümlerin tam olarak
tespiti ayrıntılı bir söylem analizine muhtaç olmakla beraber kadın tarihi için son derece gereklidir.
- Eser, ‘önemsiz’ kadın karakterlerin incelenmesi ile kadınların gizli deneyimleri hakkında bilgi verir
niteliktedir. Ataerkil söylemin ‘uygunsuz’ bulduğu durumlar tarihin her döneminde aynı olmayabilmektedir.
Bu verilerin sosyal hayata eklemlenmesi alternatif bir tarihin oluşumuna etki etmekle birlikte kadının
eşitlikçi konuma ulaşabilmesinde gerekli dayanakları da sağlayabilir.
6. KAYNAKLAR
Acun, Fatma. "Yakın Dönem Tarih Metodolojisi",
http://www.e-tarih.org/makaleler.php?sayfa=makaledetay&makaleno=5593(Erişim Tarihi 24 Nisan 2014)
Arat, Necla. Feminizmin ABC'si, Say Yayınları, İstanbul: 2010.
Arı, Bülent-Karateke, Ercan "Dede Korkut Hikâyelerinde Kadın ve Çocuk Eğitimi" , http://www.mku.edu.tr/files/25_dosya_13345
(Erişim Tarihi 24 Nisan 2014).
Berktay, Fatmagül. Tarihin Cinsiyeti, M etis Yayınları, İstanbul: 2012.
Binyazar, Adnan. Dedem Korkut, Karacan Yayınları, İstanbul: 1988.
Y. Dökmen, Zehra. Toplumsal Cinsiyet -Sosyal Psikolojik Açıklamalar-, Remzi Kitabevi, İstanbul:2014.
Boratav, Pertev Naili. Yüz Soruda Türk Halk Edebiyatı, K Kitaplığı Yayınları, İstanbul: 2003.
Çakır, Serpil. Osmanlı Kadın Hareketi, M etis Yayıncılık, İstanbul: 2010.
Çobanoğlu, Özkul. Türk Dünyası Epik Destan Geleneği, Akçağ Yayınları, Ankara: 2011.
Ekici, M etin. "Dede Korkut Kitabı'nda Kadın Tipleri" , Uluslararası Dede Korkut Bilgi Şöleni, Atatürk Kültür M erkezi Başkanlığı,
19-21 Ekim 2000: Ankara.
Ergin, M uharrem. Dede Korkut Kitabı-1, TDK Yayınları, Ankara: 2009.
Humm, M aggie. Feminist Edebiyat Eleştirisi, Yay. Haz. Gönül Bakay, Say Yayınları, İstanbul: 2002.
Kaplan, M ehmet. Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar I, Dergâh Yayınları, İstanbul: 1976.
M etin, Abdullah. "Kimliğin Toplumsal İnşâsı ve Geleneksel Kadın Kimliğinin Aktarımı", Çankırı Karatekin Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi 2(1): 74-92.
http://sbedergi.karatekin.edu.tr/M akaleler/1420404194_5.kitapcik.pdf (Erişim Tarihi 24 Nisan 2014)
Öncül, Kürşat. "Dede Korkut Hikayelerinde Savaşçı Kadın Tipi ve Animus Kavramı",
http://abs.kafkas.edu.tr/upload/40/Dede_Korkut_Hikayeleri_nde_Savasci_Kadin.pdf (Erişim Tarihi 24 Nisan 2014)
Reichl, Prof. Dr. Karl. Türk Boylarının Destanları, Çev. Doç Dr. M etin Ekici, TDK Yayınları, Ankara: 2011.
Uygur, Hatice Kübra. “Dede Korkut Boylarında Kadın Statüsü" ,
http://eprints.ibu.edu.ba/2156/10/DEDE%20KORKUT%20BOYLARINDA%20KADIN%20STAT%C3%9CS%C3%9C%20full
%20paper.pdf (Erişim Tarihi 24 Nisan 2014).
163
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
From Aesthetic to New Commentaries:
Meaning of The Female Body That Transforms in Sculpture
‘Estetik’ten Yeni Anlatımlara: Heykelde Kadın Bedeninin Dönüşen Anlamı
Esra SAĞLIK1
1Yard.
Doç. M uğla Sıtkı Kocman Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü, M uğla/Türkiye, [email protected]
ABS TRACT: The reflection of the knowledge and meaning related to human’s physical dimension, i.e. the body on
artistic figures and its artistic projection has shown alterations in terms of both style and expression within the course of history.
Female body, which has always preserved is status as being an indispensible aesthetical object in arts, has traced our thought in the
artistic production process from the archaic human form to the body perception used by modern arts for conceptual tendencies . The
basic element of the altered representations of the female body we witnessed during this tracing is not the conversion of material or
form, but their meanings altered and converted in the process of performing arts. Beginning with Giotto, painters of Renaissance
illustrated some portraits, built their works onto ‘mimesis’ (emulation, imitation) and ‘simulation’ was the main target to be
achieved. In this regard, human body became the primary element of that construction as well as of beauty phenomenon in the
history of arts. Female body being the leading one among the styles where such beauty phenomenon reflects on the arts has gained
time-varying meanings with the altered perception of object. In Renaissance, object perceived as an extension of mind and as a
tangible value with its own reality, however, this perception altered with the time has also played role in identifying the art and
artist.
Keywords: Body, woman, aesthetic, meaning, transform
ÖZET: İnsanın fiziksel boyutuyla yani bedenle ilgili bilgi ve anlamın sanattaki figürlere yansıması ile onun sanatsal
izdüşümü, tarihsel süreçte hem üslup hem anlatım olarak değişimler göstermiştir. Sanatın vazgeçilmez bir estetik nesnesi olma
durumunu daima koruyan kadın bedeni, arkaik insan formundan çağdaş sanatın kavramsal yönelimler amacıyla kullandığı beden
algılayışına kadar olan sanatsal üretim sürecinde, düşüncemizin izini sürmüştür. Bu iz sürmede tanık olduğumuz kadın bedeninin
değişen tasvirlerinde esas olan, malzeme ya da formun dönüşümü değil, bunların sanat yapma sürecindeki değişen ve dönüşen
anlamları olmuştur.Rönesans ressamları, Giotto'dan başlayarak çeşitli portreleri resmetmişler, çalışmalarını ‘mimesis’ (öykünme,
taklit etme) üstüne inşa etmişlerdir ve onlar için ‘benzetme’ ulaşılması gereken asıl amaç olmuştur. Bu anlamda insan bedeni, sanat
tarihinde bu inşanın ve aynı zamanda güzellik olgusunun başlıca unsuru haline gelmiştir. Bu güzellik olgusunun sanata yansıdığı
biçimlerin başında gelen kadın bedeni, nesnenin değişen algısı ile zamanla değişen anlamlar kazanmıştır. Rönesans’ta nesne, aklın
bir uzantısı ve somut bir değer olarak kendi gerçekliğiyle birlikte algılanırken zaman içinde değişiklik gösteren bu algı aynı zamanda
sanatın ve sanatçının tanımlanmasında da rol oynamıştır.
Anahtar S özcükler: Beden, kadın, estetik, anlam, dönüşüm
1.INTRODUCTION
Greek aesthetic was providing us the Ideal beauty. Plato was defending the thought that the actual
knowledge and beauty are in the ideal world; according to him, works of art are reflections of the beauty
idea to the world which we live in. Accordingly, any object made by artist is the imitation of this idea. Venus
de Milo is a significant example of this which is considered as one of the most important examples of
Ancient Greek sculpture; it is the embodiment response to the love and beauty of Aphrodite. Here, the
relationship between form and meaning is the same.
Representation forms of the figures began to change with human and mind of human coming to the
forefront. Along with the 19th century, we see that in conjunction with the changing meanings of the art and
the object, the beauty perception also changes. Following the enlightenment big social events, world wars,
scientific and social revolutions, women’s movements, all with the modernism, the meaning of the object
has changed; thus, the ways of expression of the artist’s artworks have become different.
The meaning of the object, a thing, depends on how it appears to the person who watches in a sense.
Therefore, subjects of the perception have focused on image, understanding and meaning. Perception, which
can be defined as transfer of the objective world to the subjective consciousness through senses (Cevizci
2000: 37), can be described as subject taking things that are apart from its own.
164
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Picture 1: Venus de M ilo (B.C. 2nd century)
Following the Enlightenment, with the modernism, the meaning of the object has changed; thus, the
ways of expression of the artist’s artworks have become different. The work of art that previously reflected
the objective reality the most efficacious has left itself into subjective expression of the artist afterwards. As
a matter of fact, when the artist is freed from the obligation of exactly expressing the object, then the
modernism has begun. Rodin is one of the founders and prominent examples of that era and this
understanding. In his sculptures, the body that is considered as that the classic aesthetic is indivisible ,
inseparable to the parts, now began to be expressed in fragments.
Picture 2: Rodin, Iris, 1891
Along with the 19th century, the body also began to be represented with the parts, and the human
body has become to be expressed with fragments, with certain parts such as hands and feet, no longer as a
whole. Similar effect has shown itself in the paintings. The similar effects began to be seen in pictures that
the borders of the canvas cannot be interrupted, accordingly has no freedom of frame. In this sense, the
famous sculptor Rodin who breaks the traditional structure, with fragments in his sculptors, has also brought
the integrity at the same time. The feeling that his sculptors give us, makes emphasis on the one that exists
there without being seen, rather than not existing.
We said that the figure, in the historical process of art, has been one of the most important issue or
objects of art. However, many expression languages has entered enthusiastically into the art along with
Dada that the boundaries of art are expanded, and the issue of figure could not experience its former
165
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
intensity for a while in the works of art. Then, the performance that is improved upon the inclining of the
artists into their own bodies and new art practices like happening, have extended this process in a sense.
Picture 3: Rodin, The Kiss, 1889
Picture 4: C. Brancusi, The Kiss, 1907 Picture 5: M arc Quinn, The Kiss, 2001
The Romanian artist Brancusi who was Rodin’s student in a period has tried to find the plain
expression of objects and forms with his sculptures, and by highlighting the essential, has created more pure
and an integrative manner at the same time. In this sense, ‘The Kiss’ (Picture 4) is an important example of
his work. Compared with Rodin's ‘The Kiss’ sculpture (Picture 3), we see that details being removed and
replaced with an attitude expression that the concept approaches to its essence. On the other hand, looking
at the work of Marc Quinn’s work (Picture 5) that has the same title and subject, there is something different
in the figures that give an impression if it is the work of the classical period with the influence of the
traditional material and method he uses, but have congenital physical defect as opposed to Ideal beauty of
that era. This present a surprising kinship with classical marble sculptures, whose limbs have been eroded
over time and which, unlike their live models, are considered to present an ideal of beauty. The sculpture
positions all of these individuals in the site from which they are excluded, in the domain of the ideal, and
elevates the sculpture of the self to the rank of an art form (Ansen, 2014:43). This difference is not the
material, because still a conventional material is used; the diversity is in the form of expressing and
perceiving the subject and the material conceptually.
The perception which can also be defined in the form of transferring the objective world to the
subjective consciousness through the senses (Cevizci, 2000: 37), can be identified as the subject taking
things those are apart from its own. Meaning of an object, a thing, depends on how it appears to the person
who watches in a sense. Therefore, subjects of the perception have focused on image, understanding and
meaning. The phenomenology, in the most general sense, sees the object as things perceived in the relations
that the subject is established with the outside world. French philosopher and phenomenologist Maurice
Merleau-Ponty dwelled on the problems regarding consciousness and perception, has addressed the
relationship between the conscious and the world. According to him, our field of perception does not consist
of sensation, but along with the spaces between them, comprise of ‘things’ that reminds of, symbolizes an
attitude for each one of us (Ponty 2008: 30).
This form of perception and reminiscent of things are certainly associated with our lives as well.
Louise Bourgeois is one of the most important examples of the art after 1950 in where subjective expressions
are often reflected to the work of art.
166
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Picture 6: Louise Bourgeois, Couple, 1997
The method of French origin artist Louise Bourgeois is to present his past story that he describes as
'my childhood, painful, intimidating, but never loses its magic' (Bernedac 2008: 124) through skillfully
selected symbolic objects. In Figure 6, the figures that are expressed with tailor mannequins are portrayed
while making love in a Victorian period glass display case. For the artist, the prosthesis in the figure’s leg
below means the instability, injury or lack of emotions (Bernadac 2008, 94). Here, what is presented to us
is not an ideal beauty; it is the figural equivalent in the figure of the artist’s subjective world. The artist made
the emotion of ‘boredom’ which was addressed among sex, women, and family and solitude concepts, to
gain visibility through the work related to the ‘body’.
Picture 7: A. Rodin, Danaid, 1890
Picture 8: J. D. Andrea, Diana, 1987
Picture 9: Vanessa Beecroft, VB 62, 2008
167
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Along with 1970’s, in the use of the body, Hyperrealism has emerged as a dominant orientation. At
that time, virtuality had become an important issue with the impact of digital arts rapidly entered into art
environment. On the other hand, this ultra-realistic attitude had begun to ‘finding body’ in the sculpture in
an intense way. Likewise classical art was aiming to exactly simulate the nature and human. All the details,
such as hair effect and sense of skin were trying to get close as possible as to the actual with the selected
material, which usually was the marble. Looking at the examples in Picture 7, 8 and 9, Rodin’s figure
portrays a figure that tries to come alive from the marble. However, there is an important point here; the
artist makes us feel that this is the sculpture; not only with the material he has chosen but also with the way
he processes the figure. In addition, we don’t experience any uncertainty whether that figure is a real human
figure or not; because, that is a stone, a marble, is cold and part of the figure is hidden in the material, etc.
However, when we look at the work of John de Andrea's who is from hyperrealist artist, we would hardly
doubt that it is really a human if we didn’t encounter with the work in the gallery environment. The
performance artist Vanessa Beecroft's work which is another work, is in the image of a marble statue at the
first glance. Women often are completely naked. During the performance, they do not communicate with
each other or the environment. This lack of interaction drags their presence into confusing level, because
simultaneously they are both present and absent. The similarities to each other complicate their association
with real people.
Picture 10: Kiki Smith, Wolf, 2000
Picture 11: Kiki Smith, Her, 2013
Picture 12: Artemis (B.C. 1st - 2nd century)
168
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Looking at the work of American artist Kiki Smith who focuses on the relationship between the
body and the existence, and approaches to the limbs of the human anatomy from different angles,
particularly including her own body, we see that the artist reveals the psychological appearance of her own
body. 'Wolf', 'gazelle', 'girl' images, and her own body are the items often encountered in the work of Smith.
Images of dark side of the tales, the primitive fears and psychological traumas are the areas where Smith
wonders around.
Animal figures that appear in the plastic arts rather carry a symbolic expression. The psychoanalyst
Clarissa P. Estes who focuses on the wild woman archetype concept argues that wolves and women share
certain spiritual character. According to her, women and wolves are close relatives in terms of resistance to
life, durability, and power they possess; they have a very strong intuition, and experience an intense
relationship with their offspring, spouses and crowds. However, both have been constantly hunted, and have
been described as highly offensive in a wrong way. Therefore according to Estes, wolves and women being
eliminated by those who misunderstand them carries a striking resemblance (Estes, 2011: 16).
Comparing Smith's sculptures again with the classical era Artemis statue (Picture 12) that has a
similar composition, we observe that figures have semantic differences more than figural differences.
Smith’s dialogue established with a wolf or a gazelle, and Artemis’ dialogue built with the animal figure
next to him are quite different from each other. While in one, the reflection of figure’s complex, symbolic
and intense relationship with the animal dominates; in other one, the concern of capturing the truth literally
and describing the event are dominant.
Picture 13: Esra Sağlık, Fobia, 2014
The work in the Picture 13 illustrates the body’s transformation both as figural and meaning way.
The work that consists of combination of the spider and human figures can be interpreted as artist’s
confrontation of her phobias in one hand, and being trapped in it on the other hand. Spider is also a powerful
animal that makes its net patiently, and its arms are united with artist’s arms. This shows an inherent
compromise whit what is symbolic and also illustrates internal struggle.
2.CONCLUSION
An artist is recognized in its artwork not only with materials that are used or topics that are chosen,
but also with the point of view to the material and subject/insight, and subjective comments
169
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
contributed to the subject of the artwork, in short, subjective differences that leave mark on the process of
the artwork.
The fact of female body in the sculpture, especially in the last fifty years, is 'personalized' some
more, and has been transformed of a kind that based upon subjective expression and manifestation as well
as artist’s creation of its own myth and mythologizing its own world. This transformation is mainly
originated from conceptual and subjective foundation that gives figural approach difference to it.
3.BIBLIOGRAPHY
Ansen, S. (2014). On The Edge. M arc Quinn ‘The Sleep of Reason. Istanbul: Arter.
Bernadac, M .L.(2008). Louis Bourgeois. Paris : Edition du Centre Pompidou.
Cevizci, A.(2000). Philosophy Dictionary. Istanbul: Paradigma.
Estes, C.P. (2011). Woman Who Run with The Wolves- M yths and Stories of the Wild Woman Archetype (Tra. Hakan Atalay),
Istanbul: Ayrıntı Publishing.
Hentschel M . (2009). A Place to M editate, a Place for Stories, Kiki Smith’s Installation Her M emory. Barcelona: Fundacio Joan
M iro.
Ponty, M .M.(2008). The World of Perception (Tra. Ömer Aygün). Istanbul: M etis Publishing.
Visual Bibliography
http://commons.wikimedia.org/wiki/File:Venus_de_M ilo_at_the_Louvre.jpg. Erişim Tarihi: 18.02.2015
http://www.bc.edu/bc_org/avp/cas/fnart/rodin/rodin_iris.jpg. Erişim Tarihi: 23.02.2015
http://www.bc.edu/bc_org/avp/cas/fnart/rodin/rodin_kiss3.jpg. Erişim Tarihi: 23.02.2015
http://www.wikiart.org/en/constantin-brancusi/the-kiss-1912-. Erişim Tarihi: 27.02.2015
http://www.mylearning.org/marc-quinn-and-figurative-sculpture/p-45/ Erişim Tarihi: 07.03.2015
Bernadac, M .L.(2008). Louis Bourgeois. Paris : Edition du Centre Pompidou. Erişim Tarihi: 18.03.2015
Crone r, S.S. (1992). Rodin, Eros and Creativity Düsseldorf: Prestel. Erişim Tarihi: 30.03.2015
http://www.stefanocarlino.com/Inumanesimo/13_La_pittura_e_un_arma.html. Erişim Tarihi: 28.03.2015
http://www.liarumma.it/img/thumbs/large/vb62.50.dg.vb.jpg. Erişim Tarihi: 28.03.2015
http://pictify.com/296047/kiki-smith-genevieva-and-the-may-wolf-bronze-2000-32. Erişim Tarihi: 28.03.2015
http://articles.philly.com/2013-06-25/news/40168091_1_art-dealer-contemporary-art-lance-fung. Erişim Tarihi: 30.03.2015
http://en.wikipedia.org/wiki/Diana_of_Versailles. Erişim Tarihi: 27.03.2015
Terrace Exhibitions 40, Exhibition Catalogue, Proje 4L Elgiz Contemporary Art M useum, 2014. Erişim Tarihi: 31.03.2015
Internet Bibliography
http://saltonline.org/tr/811/vb-25-vanessa-beecroft. Erişim Tarihi: 21.03.2015
170
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Panoptikonu Feminist Bakış Açısıyla Okumak
Read ‘the Panopticon’ with the Feminist Perspective
Ezgi KARMAZ1 ,
1Arşt. Gör, Kırıkkale
Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Kırıkkale-Türkiye, [email protected]
ÖZET: Toplum tarafından bireylere biçilen toplumsal cinsiyet rolleri, kimlik oluşum sürecinde başat aktör olarak
karşımıza çıkmaktadır. Ancak bireylere belirli kalıplarda toplumsal cinsiyet rolleri belirlenmesi, aynı zamanda kişinin toplum
içinde kendini sınırlandırması ve sürekli kendini kontrol etmesini de beraberinde getirmektedir. Ataerkil bakış açısı ve yaşam
tarzının hakim olduğu toplumumuzda kaçınılmaz olarak kadınlar, eril bakış açısının sürdürücülerinin müdahalelerine maruz
kalmakta ve içselleştirerek kendi kimlikleri haline getirmektedirler. Ne yazık ki bu müdahaleler, temel olarak beden üzerinden
gerçekleştirilmektedir. Kadınların bedenleri ve buna bağlı olarak davranışları üzerinde kontrolü hak olarak gören eril bakış
açısı ile mahkûmları sürekli gözetim ve kontrol altında tutarak onların iktidarın varlığını içselleştirip, ona göre davranmalarını
sağlayan panoptikon neredeyse aynı işlevi görmektedir. Bir yanda kendi kontrolleri dışında eril bakış açısı, gözetimi ve gücünü
içselleştirerek hayatına devam eden ve sürekli kontrol altında tutulmaya çalışılan kadınlar, diğer yanda kim ya da ne olduğunu
bilmeden mahkûmların itaat ettiği ve ona göre kendilerini şekillendirdikleri iktidar… Bu bağlamda, bu metinde, toplumumuzda
kadınlara karşı hâkim olan eril güç ve müdahale ile Foucault tarafından geliştirilen panoptikon kavramı arasındaki paralellik
gösterilmeye çalışılarak, panoptikonun feminist bakış açısıyla değerlendirilmesi amaçlanmaktadır.
Anahtar sözcükler: Feminizm, Panoptikon, Beden
ABS TRACT: Gender roles have an important effect on formation of identities. However, to put people in to some
categories result in restraining and controlling people themselves. Our society which has full of patriarchal view and life s tyle
bring about intervention of people sustained masculine ideology to women. M orover, women start to normalize and internalize
these interventions in socialization process. Unfortunately, interferences are basically carried through women bodies.
Correspondingly, there is a close relationship between the masculine ideology controlling women bodies and behaviours and
prinoners who are under surveillance and internalize the power and behave according to it, which is panopticon. In the one
hand, there are women who internalize patriarchal ideology, surveillance and power out of their control, in the other hand there
is a power which is unknown about who or what it is but internalized by the prisoners. In this relation, aim of the text is to
evaluate dominated patriarchal power and interventions to women in society and the panopticon concept reformed by Foucault,
furthermore; similarities or parallel points between them are tried to be shown.
Keywords: Feminism, Panopticon, Body
1. GİRİŞ
Toplumsal cinsiyet ile panoptikon kavramı arasında bir bağın kurulmasının amaçlandığı bu
metinde, panoptikonun ne olduğuna dair bilgiler verilerek, tarihsel süreç içinde mahkumları kontrol
etme amacıyla başlayan mekanizma ile toplum içinde kadına yönelik var olan maskulen ve eril
tahakküm biçimleri karşılaştırmalı olarak tartışılacaktır. Farklı feminist bakış açılarıyla
değerlendirmeler ile birlikte, Foucault’un geliştirmiş olduğu panoptikon kavramı arasındaki ilişkiye
değinilerek, modern toplumu adeta atmosfer gibi saran bu olgunun hem kültüre hem de günlük pratiklere
nasıl nüfuz ettiği, kadınlar açısından bu durumun nasıl gerçekleştiği anlatılmaya çalışılacaktır. 18.
yüzyılda mahkûmlar için oluşturulmuş bir mekanizmanın 21. Yüzyıla gelene kadar ne şekilde
dönüşerek, nasıl bir sonuç doğurduğu tartışılacaktır.
Toplumsal cinsiyet çalışmaları içinde önemli olduğu düşünülen bu konu, özellikle kadınları ve
bedenlerini baskı altına alan patriyarkal bakışın, sosyal kontörlü sağlamak maksadıyla nasıl panoptik bir
göze dönüştüğü hakkında ipuçları taşımaktadır. Bu yüzden, fiziksel bir varlığa ya da görünürlüğe gerek
duyulmadan, ne şekilde kadınlar üzerinde baskı ve gönüllü kontrol sağlandığı birbirine paralel olduğu
düşünülen, yukarıda bahsedilen panoptikon ve patriyarkal gücün kadınlar üzerindeki denetimi
aracılığıyla anlatılacaktır.
2. TOPLUMSAL CİNSİYET, PANOPTİKON VE DİŞİ BEDENLER
Toplumsal cinsiyet sadece toplum tarafından bireylere atfedilen roller değil aynı zamanda
bireyin kendini davranışlarını kontrol ettiği, bir nevi kendini sınırlandırdığı ve tarih boyunca belli bir
iktidar alanının oluşturulduğu sosyal bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Toplumsal cinsiyet ile
mücadele içinde olan feminist teori, tartışmaları içinde toplumsal cinsiyeti değerlendirirken
patriyarkanın kaynağının nereden geldiğini sorgulamaya ve altında yatan nedenleri değerlendirmeye
çalışmıştır. Buna bağlı olarak, birçok feminist yaklaşım biyolojik bedeni patriyarkanın kaynağı olarak
171
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
kabul etmiştir. Beden öyle bir yapıdadır ki sosyal ilişkileri etkileyip hem de onlardan etkilenmektedir.
Bu bağlamda bakıldığında, bedenin sosyal yapı içinde sürekli dinamik bir yapıya sahip olduğunu,
tarihsel süreç içinde sosyal pratikler aracılığıyla anlamlandırılıp sürekli değişime tabii olduğunu
söylemek yerinde olacaktır.
Toplumsal cinsiyet tartışmaları içinde, kültürel yapının karşılığı olarak varlığını sürdüren
bedenin, kültürel düzeni sağlama noktasındaki önemi yadsınamayacak derecede önem arz etmektedir.
Kültürel düzen, sosyal yaşamda gerçekleştirilen sosyal kontrol pratikler silsilesi içinde en önemli ve
büyük alana sahiptir. Bu açıdan bakıldığında bedenin, toplumsal yaşam içinde ne derece etkili ve önemli
olduğu açığa çıkmaktadır. Bu konuyla ilgili olarak Foucault kültürel pratiklerin beden üzerinden
topluma yerleşiğini belirtmektedir (Discroll, 1997:94-95). O halde beden, daha önce de bahsedildiği gibi
sosyal yapı ve kültürel pratikler üzerinden belirlenmektedir. Bedenin arzusu, hissi ve gücü belirlenen
öğeler olarak karşımıza çıkmaktadır. Kendi istek ve arzularını toplumun ya da ötekinin istediği biçimde
şekillendiren beden, bu nedenle yine onlara bağlı olarak kendi benliğini, kadın ya da erkek kimliğini
oluşturmaktadır. Topluma bağlı olarak oluşan beden ve kimlikler yine toplumun ya da kültürel düzenin
olmasını istediği arzu ve hisleri üretmektedir. Beden, artık kendisini diğerlerinin onu arzuladığı biçimde
arzular hale gelmektedir. Burada önemli olan nokta; işleyen bu mekanizmanın dişi bedenler üzerinden
gerçekleştirilmesi, hem sosyal kontrolün hem de kültürel düzenin araçları haline gelmiş olmasıdır.
Dişi bedeninin disipline edilmesi çok etkili bir sosyal kontrol stratejisi olagelmiştir (Discroll,
1997:95). Bu yüzden dişi bedenler, Foucault ‘un deyimiyle ‘edilgen bedenler’ haline gelmiş, sosyal
yaşam içinde en önemli denetim mekanizması olarak hayat bulmuştur (Foucault, 1979:138). Bir
gereklilik olarak toplumda var olan bu işleyiş, dişi bedenlerin kendilerine yabancılaşarak, ötekinin isteği
doğrultusunda varlığını sürdürmesine neden olmuştur. Bordo, Foucault’un edilgen bedenlerine
gönderme yaparak, sürekli kendini kontrol edip denetleyen ve bunu içselleştiren edilgen bedenlerin
oluşumunun, sosyal yaşamda var olan kuralları benimseyip kendini onlara alıştırmasına, bu şekilde,
toplumsal hayat içinde işleyen kuralların sürekli kendi tekrarlayarak devam etmesine neden olduğunu
belirtmektedir (Bordo, 1990:85).
Foucault’un bahsetmiş olduğu edilgen bedenler, geliştirmiş olduğu panoptikon kavramının bir
sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. 18. Yüzyılda Bentham tarafından fikri ortaya atılan ve sonrasında
Foucault’un geliştirerek iktidar bağlamında da incelediği panoptikon bir hapishanenin mahkumları
kontrol etmek amacıyla ne şekilde olması gerektiğinin anlatıldığı bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Panoptikon;
“Çevrede, halka şeklinde bir bina; ortada bir kule; kulede açılmış olan geniş
pencereler halkanın iç cephesine bakmaktadır. Çevre bina hücrelere ayrılmıştır,
hücrelerin her biri bina boyunca derinlemesine uzanır. Bu hücrelerin iki penceresi
vardır: Biri içeriye doğru açıktır, kulenin pencerelerine denk düşer; diğeri dışarıya
bakarak, ışığın bir baştan bir başa hücreyi kat etmesini sağlar. Bu durumda merkezi
kuleye bir gözlemci yerleştirmek ve her bir hücreye bir deli, bir hasta, bir mahkûm,
bir işçi ya da bir öğrenci kapatmak yeterlidir. Önden ışıklandırma sayesinde,
karanlıkta kalan kuleden çevre hücrelerdeki esirlerin küçük siluetleri görülebilir.
Kısacası, zindan kuralı tersine çevrilir; hücrenin apaydınlık hali ve bir gözcünün
bakışı, karanlıktan daha iyi yakalar ki karanlık eninde sonunda
koruyucudur.”(Foucault, 2012:86).
Bu yapı sayesinde sürekli izlenen ancak ne zaman ve kim tarafından izlendiklerinin farkında olmayan
mahkumlar, kendilerinin daima gözetlendiğini farz ederek davranışlarını buna göre sergilemektedirler.
Bu durumda, kendi istekleri değil onları gözetleyen gücün istediği şekilde bir öz denetim
geliştirmektedirler. Kendi benliklerinden bağımsız yeni bir kimlik oluşumuna giren mahkumlar,
gözetlendikleri iktidarın ideolojisine bağlı bir şekilde hayatlarını devam ettirmeye başlamaktadırlar. Bir
nevi disiplin etme amacı güden bu oluşum, mahkumların ne zaman izlendiklerini bilmediklerinden
kendilerini izlemelerine ve kendilerini bu şekilde öğrenmelerine ve tanımalarına neden olmaktadır
(Akgündüz, 2013:11).
Foucault modern çağda, kontrol edip, denetim altında tutan disipline edici gücün; panoptikonun,
sosyal kontrolün devamlılığını sağlayan bir unsur haline geldiğini belirtmektedir
172
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
(Hunter, 1992:14). Sosyal kontrol, bireyin bedeni ve davranışları dahil olmak üzere hayatının her bir
alanına girerek günlük pratiklerin bir parçası haline gelmektedir. Bu şekilde panoptikon, insanların
günlük yaşamlarına içkin olarak iktidar ilişkilerini hem tanımlamakta hem de oluşturmaktadır.
Oluşturduğu bu iktidar ilişkilerini aynı zamanda düzenleyerek, gözetleme ve gözetlenmeyi hayatın bir
parçası haline getirerek normalleştirmektedir.
Normalleşen gözetleyici bakışlar disipline etme gücü ile sosyal kontrolün bir parçası haline
gelmektedir (McKinley, 2011:685). İktidar söylem ve ilişkilerini barındıran disipline edici bakışlar,
Foucault tarafından toplumsal cinsiyet bazında değerlendirilmeye alınmamıştır. Ancak Bartky, Hunter
gibi bazı feminist düşünürler, panoptikona bağlı gözetleyici ve aynı zamanda disipline edici bakışların
sadece mahkumlar üzerinde değil, modern toplumda kadın bedeni üzerinde de oldukça etkili olduğunu
ve panoptikonun kadın bedeni üzerinden işleyen bir mekanizma haline geldiğini ve bu şekilde toplumsal
yapı içinde kadın bedeni üzerinden sosyal kontrol gerçekleştirildiğini ileri sürmektedirler. Bu durumda,
kadın bedeninin gözetleyenler tarafından ulaşılabilir olduğu, gözetlemenin ve bakışın cinsiyetli (seksist)
bir hal aldığı, bu yüzden kadınların bedenlerinin onları kontrol etmek ve baskı altında tutmak için
kullanıldığı iddia edilmektedir (McKinley, 2011:684).
3. FEMİNİST TARTIŞMALAR İÇİNDE PANOPTİKONUN KURGULANIŞI
Hunter, Foucault’un panoptikon çalışmasına gönderme yaparak, bu olgunun kadının hem
kendini hem de bedenini tanıması aşamasında ne kadar etkili olduğunu dile getirmektedir (Discroll,
1997:102). Kadınların kendi bedenlerini anlama ve öğrenme sürecinin nasıl gerçekleştirdiğini anlama
noktasına panoptikona önem atfeden Hunter da Foucault gibi onu sosyal kontrol mekanizmaları içine
yerleştirmiştir. Panoptikon sistemi içindeki kilit noktanın görünürlük olduğunu iddia etmektedir. Sürekli
görünür olan kadın bedeni ataerkil toplum içinde gözetleyen eyleyeni olan erkek tarafından daima
ulaşılabilir konumdadır. Çünkü tarih boyunca, erkek daima davranan iken kadın daima görünen
olmuştur (Berger, 1999:47). Eril ideolojinin hakim olduğu sosyal yaşam içinde bu durum, erkeğin lehine
hizmet ederek, kadın üzerinde baskı kurmasını olanaklı hale getirmektedir. Sürekli gözetleyen erkek,
panoptik bakışlarıyla kadını kontrol altında tutup, onu ve bedenini kendi istekleri doğrultusunda
şekillendirmeye çalışmaktadır. Bu konuyla ilgili olarak Bartky, panoptikonun, kadınların maruz
kaldıkları gözetleyici gözü içselleştirmelerine zemin hazırladığını ve kendi kendilerini sürekli
denetleyen nesneler haline geldiklerini iddia etmiştir (Bartky, 1990:79).
Panoptikonla birlikte varlığını davam ettiren iktidar, ataerkil toplum yapısı içinde ataerkil iktidar
yapısına bürünerek, kadınların bedenlerini ve düşüncelerini kendi düşünce yapılarına göre disipline
etmeye çalışan bir olgu olarak varlığını devam ettirmektedir (Sheffield, 2002:6). Patriyarkanın
gözetleyen bakışlarında kendini gerçekleştiren panoptikon, kadınların kendilerini erkeklere göre
biçimlendirmelerine ön ayak olmaktadır. Bu bakış açısıyla devam edecek olursak, Irigaray’ın erkeklerin
kadınların baktığı bir ayna işlevi gördüğü düşüncesinden bahsetmek yerinde olacaktır. Irigaray’a göre,
kadınlar erkeklere baktıklarında nasıl davranmaları gerektiği, ne şekilde hareket etmeleri gerektiğini
görmektedirler (Sheffield, 2002:5). O halde bu durumun, kadınların kimlik oluşum süreçlerine etki
ettiğini ve yaşam alanlarına yönelik bakış açılarının bu aynaya bağlı kalarak oluşturdukları gözden
kaçırılmaması gereken bir detay olarak belirtilmesi gerekmektedir.
Kadınların sürekli panoptik erkek bakışlarına maruz kalarak kendi kendilerini kontrol altında
tutmaya çalışmaları, kadınlarda ikili bilincin (double consciousness) oluşmasına neden olmaktadır
(Berger, 1999:46-47). Kadınlar hem görünme hem de görüneni izleme olarak ortaya çıkmaktadır. Bu
durum panoptikonun işleyişi ile benzer özellikler göstermektedir (Bartky, 2003:29). Nasıl ki hapishane
için oluşturulan düzende mahkumlar daima gardiyan tarafından izlendiklerini varsayarak davranışlar
sergiliyorlarsa, benzer bir şekilde kadınlar da sürekli kendilerini dışarıdan bir gözle izlemektedirler. Bu
göz ise eril ideolojinin hakim olduğu panoptik erkek bakışlarıdır. Kadınların kendilerini kontrol altında
tutmaları için fiziksel bir erkek bedenine ihtiyaç duyulmamaktadır. Sosyal yapı içinde içselleştirilmiş
erkek bakışı, erkeklerin varlığı olmadan da pratiklere dökülebilir özellik kazanmaktadır. Günlük
yaşamda kendini tekrarlayan bu durum İnceoğlu ve Kar’ın bahsettikleri “bakanın gözünden kendi
imgesini izleyen kadın” (2010:65) konumunun oluşmasına neden olmaktadır. Bu yüzden kadınlar
kendilerinden ziyade, dışarıdan onlara bakanların ne düşündüklerini daha fazla önemsemektedirler
(İnceoğlu ve Kar 2010:68).
173
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Bartky edilgen bedenler ile panoptik erkek bakışların tam manasıyla toplumsal cinsiyet ile
alakalı olduğunu ileri sürmektedir (Hunter, 1992:16). Hem mahkumlar hem de kadınlar maruz kaldıkları
gözetleyici bakışları içselleştirmektedirler. Panoptikon mantığında mahkumlar için geçerli olan hemen
her detay kadınlar için de geçerli bir hal almaktadır. Kadınların bilincine kazınmış panoptik erkek
bakışları bilinçsiz bir ideoloji oluşumunun önünü açmaktadır. Edilgen bedenler üzerine çeşitli görüşler
sunan Bartky, bu durumun var olan kültürel kuralları ve kadınların kendi kendilerini kontrol etme
mekanizmalarının devam etmesine neden olduğunu belirtmektedir (Bartky, 2003:36). Sandra Lee
Bartky’nin amacı; kadınların kendilerini nasıl erkeklerin zihinlerindeki görüntüye göre denetim altına
aldıklarını göstermeye çalışmaktır. Ona göre edilgen dişi bedenlerin varlığı, sürekli denetim altında tutan
ve bir düzene sokmaya çalışan gücün ya da Foucault’un deyimiyle iktidarın bir sonucudur. Bu iktidar ki
sınırları belli değil ve belli bir fiziksel alana dahil edilememektedir. Ancak uygulanabilirliği belli
kurumlar ve yapılar aracılığıyla gerçekleştirilmekte, bu sayede sosyal yaşamın her bir alanına yayılarak
her noktada bedenlere ve zihinlere müdahalelerde bulunabilmektedir (Bartky, 2003: 36). Okul,
hapishane, tımarhane gibi kurumlar hem Foucault hem de Bartky’ye göre disiplini ve panoptik işlevi
yerine getiren yapılar olarak toplumsal hayatta bulunmaktadır. Bu kurumlar aracılığıyla uygulanan
kontrol mekanizmaları daha önce bahsedildiği gibi yaşamın her alanına nüfuz ederek, kaçılabilecek bir
yer bırakmamaktadır. Bu durum uygulanan panoptik bakışlara ve kurallara artık gönüllü bir şekilde
uyulmasına neden olmaktadır. Bu şekilde, patriyarkal bakış açısı kadınların bedenleri başta olmak üzere
davranışlarını, duygularını ve arzularını şekillendirmektedir. Böylece kadınlar patriyarkal panoptikonun
yaratmış olduğu bakış açısıyla kendilerini izlemekte ve eril ideolojinin istediği biçimde hareket
etmektedirler. Burada unutulmaması gerek detay, kadınların bunları bilinçli değil, bilinçsiz bir şekilde
içselleştirip normalleştirmesiyle gerçekleştirdikleridir.
4.SONUÇ
Edilgen hale gelen dişi bedenler toplumsal yaşamda maruz kaldıkları panoptik erkek bakışları
nedeniyle birer nesne haline gelmektedirler. Var olan bu bakışlar patriyarkal bilgi, eril ideoloji ve
iktidarın yeniden üretilmesine ve devamlılığının sağlanmasına neden olmaktadır. Dişi bedenler
üzerinden gerçekleştirilen bu süreç, kadın bedeninin patriyarkal iktidarın devamlılığını sağlayacak araca
dönüşmesine neden olmaktadır. Kadınların sadece bedenlerinin değil; davranışlarının, düşüncelerinin
ve tutumlarının kontrol altında tutulmasına ve daima gözetlenmelerine sebep olmaktadır. Sosyalleşme
süreci içinde gerçekleşen bu durum kadınların maruz kaldıkları görünen ya da görünmeyen tüm kontrol
mekanizmalarını normalleştirip içselleştirmesini sağlamaktadır. Erkeklerin gözetleyici bakışları
toplumdaki baskı ve iktidarın önemli bir öğesi olarak karşımıza çıkmakta ve toplum tarafından kabul
görmektedir. Her yerde olan bu bakışlar –fiziksel bir varlık gerekmemektedir- kadınların panoptikonun
çıkış noktası olan ve sonrasında geliştirilen hapishane uygulamasındaki mahkûmlarla benzerlik
göstermesine neden olmaktadır. Sosyalleşme süreci içinde kadınların farkında olmadan maruz kaldıkları
bu atmosfer, içselleştirilerek, sürecin sürekli devir daim etmesine neden olmaktadır. Hem somut hem de
soyut bir gerçeklik olarak karşımıza çıkan patriyarkanın panoptik hali, hayatın her alanında varlığını
sürdürerek kadınlar üzerinde baskı ve kontrol dayatmasıyla karşımıza çıkmaktadır.
5. KAYNAKLAR
Akgündüz, G, Ö, 2013, Foucault’da İktidar ve Beden İnşası, Akademik Bakış Dergisi, Sayı:38
Bartky, S, L, 2003, Foucault, Femininity, and the M odernization of Patriarchal Power, in Rose Weitz (eds): The Politics of
Women’s Bodies: Sexuality, Appearance, and Behavior. New York: Oxford University Press
Berger, J, Görme Biçimleri, M etis Yayıncılık, 1999
Bordo, S, 1990, Reading the Slender Body, Body/Politics: Women and the Discourses of Science, Routledge, Chapman and
Hall Inc., 83-112
Driscoll, E, 1997, Hunger, Representation, and the Female Body: An Analysis of Intersecting Themes in Feminist Studies in
Religion and the Psychology of Women, Journal of Feminist Studies in Religion, Vol. 13, No. 1, 91-104
Foucault, M , Disipline and Punish: The Birth of the Prison, Newyork, Vintage Books, 1979
Foucault, M , İktidarın Gözü, Ayrıntı Yayınları, 2012
Hunter, A,M , 1992, Numbering the Hairs of Our Heads: M ale Social Control and the All-Seeing M ale God, Journal of
Feminist Studies in Religion, Vol. 8, No. 2, 7-26
İnceoğlu, Y, ve Kar, A, Kadın ve Bedeni (Dişilik, Güzellik ve Şiddet Sarmalında), Ayrıntı Yayınları, 2010
M cKinley, N, M , 2011, Feminist Consciousness and Objectified Body Consciousness, Psychology of Women Quarterly,
Vol:35, No:4, 684-685
Sheffield, T, 2002, Cover Girls Toward a Theory of Divine Female Embodiment, Journal of Religion & Society, Vol:4
174
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Toplumsal Ekoloji ve Ekofeminizm Ekseninde Kadın-Doğa İlişkisi
Woman and Nature Relationship with the axis of social ecology and ecofeminism
Fatih BALKAYA1
1Araşt. Gör.,
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Kahramanmaraş- Türkiye,
[email protected]
ÖZET: Toplumsal ekoloji, M urray Bookchin tarafından kuramsal temelleri oluşturulan bir çevre etiği yaklaşımıdır.
Bu düşünce akımı, ekolojik yaklaşım ile anarşizm arasında bir köprü kurmayı amaçlamaktadır.”Tahakküm”, “birinci doğaikinci doğa ayrımı”, “hiyerarşi”, “doğrudan demokrasi” gibi kavramlar toplumsal ekolojinin temel yapı taşlarını
oluşturmaktadır. Eko-feminizm ise, aynı noktadan hareketle Batı’nın rasyonalist anlayışına karşı çıkarak, doğanın insan
tarafından sömürülmesi ile kadının erkek tarafından sömürülmesini eşdeğerde görmektedir. Görüldüğü gibi bu çerçevede dişilik
ile doğa, insanlık ile de erkeklik arasında bağlantı kurulmuştur. Eko-feminizm bu noktadan hareketle, Batılı rasyonalist
düşüncenin düalist yanına eleştirel bir gözle yaklaşmıştır. M urray Bookchin’in toplumsal ekoloji yaklaşımı da bazı noktalardan
eko-feminist görüşe yaklaşmaktadır. M urray Bookchin’e göre çevre sorunları temelde toplumsal bir nitelik taşımaktadır.
Bookchin’in “birinci doğa” anlayışında eşitlikçi, farklılıklardan çok benzerlikleri vurgulayan bir söylem hakimdir. Bookchin’e
göre organik toplumlar “farklılıkların birliği” ya da “çeşitliliğin birliği” olarak görülmektedir. Ancak;kültürel gelişme ile
birlikte hiyerarşinin ortaya çıkışı ile “ikinci doğa” ortaya çıkmıştır. İkinci doğada Bookchin, yaşlıların gençler, erkeklerin
kadınlar, bir etnik grubun başka bir etnik grup, bürokratların kitleler, kentin kır, bedenin ruh, toplum ve teknolojinin doğa
üzerindeki tahakkümü söz konusudur.Tahakküme dayanan bu ilişkiler,sınıfsız ya da devletsiz bir toplumda da mevcut olabilir.
Toplumsal ekoloji yaklaşımı ile eko-feminizm arasında nasıl bir ilişki bulunmaktadır? Eko- feminizm ile toplumsal ekolojiyi
doğuran koşullar hangi noktalarda birbirlerine benzemekte veya hangi noktalarda birbirlerinden farklılaşmaktadır? Kadın
temelli veya feminist görüş, her iki yaklaşımın da kesişim noktasında mı yer almaktadır? Her iki yaklaş ımın kadın-doğa
etkileşimine bakışı hangi noktalarda birbirlerine benzemekte ve hangi noktalarda birbirlerinden farklılaşmaktadır? Çalışmanın
temel izlek noktaları bu sorulardan oluşmaktadır.
Anahtar sözcükler: Ekofeminizm, toplumsal ekoloji, hiyerarşi, tahakküm
ABS TRACT: Social ecology is an environmental ethic approach that created the theoretical basis by M urray
Bookchin. This movement of thought, aims to build a bridge between ecological and anarchism. Concepts like “domination”,
“distinction of first nature – second nature”, “hierarchy”, “direct democracy” constitues the backbones of social ecology. Ecofeminism, from this point of view, opposing rationalist approach of the west, sees exploitation the nature by humanity, equal
with exploitation of women by men. As can be seen, within this perspective femininity, there is a relationship between
femininity and nature, humanity and masculinity. From this point of view,eco-feminism approaches with a critical approach to
the dualist side of Western rationalists thought. The thought of M urray Bookchin’s social ecologism, for same aspects are
similar to eco-feminist approach. According to M urray Bookchin, environmental problems have social nature on the basis.
Bookchin’s “First nature” approach discourses on equitable, emphaises similarities rather than differences. According to
Bookchin, organic societies are seen as “unity of difference” or “unity of diversity”. Nevertheless, together with cultural
development, with the hierarchy showing up, there become another discourse, “second nature”. For Bookchin, within second
nature, elderly dominates over the young, men over women, an athnic group, bureaucrats over crowds, cities over countyside,
body over soul, society and technology over nature. These domination based relationships through may appear in a classless
society or stateless society. How is the relationship between social ecology approach and eco-feminism? In which points are
they similar and in which points they differ from each other? Is women based or feminist approach at the intersection point of
these two approaches? In which points are both of these approaches to overview to woman – nature interaction, similar and
different from each other? M ain theme points of the works occurs of these questions.
Keywords: Ecofeminism, social ecology, hierarchy, domination
1. GİRİŞ
İnsan ile doğa arasındaki etkileşimde, insanların oluşturduğu uygarlıkların doğaya belli bir
ölçüde zarar verdiğini belirtir Ponting(Ponting,2008).Böylece içinde bulunduğumuz uygarlık da dahil
olmak üzere her uygarlık hem çevreyi hem de kendisini dönüştürmüştür. Sanayi devrimi ile hızlanan bu
süreç,insanın doğayı, kendi bencil çıkarları etrafında,aşırı derecede sömürmesine neden olmuştur.
Bu çerçevede hem toplumsal ekoloji hem de ekofeminizm, insan-doğa arasındaki dengesiz
ilişkilerin nedenini ortaya koymak için oluşturulan çabaların ürünleridir. Murray Bookchin, toplumsal
ekoloji kuramını ortaya atarken, yazı öncesi toplumları incelemiş, toplumsal gelişme ile birlikte
hiyerarşinin ortaya çıkmasının, doğaya olumsuz anlamda bir etkide bulunduğunu ifade etmiştir.”Birinci
doğa”da eşitlikçi ilişkilerin yerini ikinci doğada hiyerarşiye dayanan ilişkiler almış,
175
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
insan-insan arasındaki hiyerarşi,insan-doğa arasındaki hiyerarşiye dönüşmüştür.Başka bir deyişle;insan
ile doğa arasındaki birincisinin lehine işleyen ilişkilerin temeli toplumsal bir temele dayanmaktadır.
Ekofeminist anlayış da Aydınlanma süreci ile birlikte ortaya çıkan, eril-rasyonel anlayışı
eleştirmiş, bu anlayışın, insan ile doğa arasında eşitlikçi olmayan ilişkilere neden olduğunu belirtmiştir.
Batı medeniyetinin ataerkil statükosunu eleştiren ekofeminizm, doğa üzerindeki tahakküm ile kadın
üzerindeki tahakküm arasında bir ilişkinin mevcut olduğunu iddia etmiştir.
Çalışmada, hem toplumsal ekoloji hem de ekofeminizmin kadın-doğa ilişkilerine yaklaşımı
irdelenecek ve bu bağlamda her iki yaklaşımın birbirlerine yakınlaştığı ve birbirlerinden farklılaştığı
noktalara değinilecektir. Bu çerçevede her iki yaklaşımın kesişim noktasının, “tahakküm-hiyerarşi”
ikileminden oluştuğu noktasından hareketle, temel sorunun ataerkil medeniyet yapısından kaynaklandığı
ifade edilecektir.
2.TOPLUMSAL EKOLOJİ NEDİR?
Çevre etiği tartışmalarında genellikle iki boyut ön plana çıkar: İnsanmerkezcilik ve
çevremerkezcilik. İnsanmerkezcilik, merkezine “insanı” alan, “her şeyin ölçüsü insandır” düsturuyla
hareket eden bir yaklaşımdır. Çevremerkezcilik ise, insanın yanında bitkiler, hayvanlar gibi canlı
unsurlar ile yeryüzü şekilleri gibi cansız unsurları da etiğin içerisine dahil etmektedir.
Yukarıdaki çerçeve ekseninde, toplumsal ekoloji yaklaşımı, çevre sorunlarının temelinde
toplumsal sorunların yattığı görüşünden hareketle, insanmerkezci bir yapıya sahiptir.”Hiyerarşi”,
“tahakküm”,”birinci doğa-ikinci doğa ayrımı”, “liberter belediyecilik” gibi öğeler, toplumsal ekoloji
yaklaşımını inşa eden temel argümanlardır.
2.1.Toplumsal Ekoloji Yaklaşımında Doğa-Toplum İlişkisi
Toplumsal ekoloji yaklaşımına göre, toplum ile doğa iç içe geçmiştir. Doğa ile toplum aynı
evrimin birer parçası olmakla beraber toplumsal evrim, doğal evrimden nitelik olarak farklılaşmıştır.
Toplum, doğanın içerisinden çıkmakla birlikte, toplumsallaşma süreci evrim geçirmeye devam
etmiştir(İdem,2012:159).
Murray Bookchin, kuramsallaştırdığı toplumsal ekoloji yaklaşımını temellendirmek için
organik/yazı öncesi toplumlara atıfta bulunur. Bookchin’e göre, yazı öncesi toplumlarda tahakküm veya
hiyerarşi olgusuna rastlanmamaktadır(Bookchin,2013:117).Bunun yanında, “eşitsizlik” ya da
“özgürlüksüzlük” gibi kavramlar da tanımlanabilir değildir(Bookchin,2013a:118).
Bookchin’e göre organik toplumlar da mülkiyet ilişkileri de belirgin değildir. Organik toplumlar
“sahiplik” yerine “birlikte yaşamak” terimini, hem karşılıklı saygı ve bireysel gönüllülüğü ima etme
hem de bireyle
grup
arasında güçlü
bir
birlik
duygusu
kurma
anlamında
kullanmıştır(Bookchin,2013a:119).
Bookchin’e göre bireyle topluluk arasındaki birlik duygusu toplulukla çevre arasındaki birliği
de beraberinde getirmiş, insanların doğaya karşı olan korku ve hayranlık duygusu yerini bağımlılık ve
işbirliği duygusuna bırakmıştır. Bu çerçevede organik topluluk,”ekotopluluk” şeklinde algılanmaya
başlamıştır(Bookchin,2013a:120).
Murray Bookchin, doğa-toplum ilişkilerinde, hiyerarşi ve tahakküm olgularını açıklayabilmek
için “birinci doğa- ikinci doğa ayrımına başvurur. Çünkü Bookchin’e göre toplumun en ilkel biçimi
önemli ölçüde doğadan türemiştir. Bu noktada Bookchin Romalı filozof Cicero’nun şu sözlerine atıfta
bulunur:”…ellerimizi kullanarak, Doğa’nın alanı içinde kendimiz için ikinci bir doğa
yaratıyoruz”(Bookchin,2013b:42).Bookchin’e göre birinci doğadan ikinci doğaya geçiş sürecinde hem
biyolojik hem de kültürel faktörler önemli rol oynamıştır.
Hiyerarşi de ikinci doğanın bir ürünü olarak(İmga,2013:145) ortaya çıkmıştır. Bookchin,
toplumsal ekoloji yaklaşımın kilit rol oynayan hiyerarşi olgusunu şu şekilde açıklamaktadır:”Hiyerarşi
sözcüğüyle, yalnızca sınıf ve devlet terimlerinin uygun bir şekilde sembolize ettiği ekonomik ve siyasi
sistemleri değil; kültürel, geleneksel ve psikolojik itaat ve komuta sistemlerini de işaret ediyorum. Bu
tanıma göre; hiyerarşi ve tahakküm, “sınıfsız” ya da “Devletsiz” bir toplumda da kolaylıkla var olmaya
devam edebilir. Yaşlıların gençler, erkeklerin kadınlar, bir etnik grubun başka bir etnik grup, “yüksek
toplumsal çıkarlar” adına konuştukları iddiasındaki bürokratların kitleler, kentin kır ve
176
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
analizi çok daha güç olan psikolojik bir anlamda aklın beden, sığ bir araçsal rasyonelliğin ruh;
toplum ve teknolojinin doğa üzerindeki tahakkümlerinden söz ediyorum.”(Bookchin,2013a:72).
Yukarıdaki çerçeveden de anlaşılabileceği gibi toplumsal evrim sürecinde organik toplumlar,
birinci doğa anlayışında kendisine yer bulmuş ancak biyolojik ve kültürel faktörlerin etkisiyle ikinci
doğaya doğru evrilen toplum yapısında hiyerarşinin ortaya çıkışı organik toplumları da eşitsizlik
doğrultusunda değişime uğratmıştır. Bu bağlamda hiyerarşi unsurunun boyutları şu şekildedir:
 Hiyerarşi unsuru sınıfsız ve devletsiz bir toplumda da var olabilir.
 Hiyerarşi; kültürel, geleneksel ve psikolojik itaat sistemlerini içerisinde barındırır.
 Hiyerarşi yaş grupları arasında söz konusu olabilir.
 Hiyerarşi, cinsiyetler arasında var olabilir.
 Hiyerarşi, etnik gruplar arasında söz konusu olabilir.
 Hiyerarşi, yöneten ile yönetilenler arasında var olabilir.
 Hiyerarşi, coğrafi birimler/mekanlar arasında söz konusu olabilir.
 Hiyerarşi, maddiyat ile maneviyat arasında söz konusu olabilir.
 Hiyerarşi, doğa-toplum ilişkilerinde söz konusu olabilir.
2.2.Toplumsal Ekoloji Yaklaşımında Kadın-Doğa İlişkisi
Organik/yazı öncesi toplumlarda kadın ve erkekler hem cinsel arzularından ötürü hem de
birbirlerine sağladıkları maddi destekten ötürü birbirlerine ihtiyaç duyarlar. Erkek ile kadının evliliği
temel bir iş bölümünü ortaya çıkarır ve cinsiyete dayalı iş bölümü cinsiyete dayalı bir ekonomi meydana
getirir. Avcılık ve çobanlık görevleriyle birlikte topluluğun korunması ve yabancılarla ilişki kurma
görevleri erkeğe verilirken; ev içi görevler, yiyecek toplama ve bahçe işleri kadınların
sorumluluğundadır(Bookchin,2013a:127).
Organik toplumlarda kadın ve erkekler, birbirlerini tamamlayıcı bir fonksiyona sahiptir. Günlük
yaşamda kadınlar ev içi ve toplayıcılık faaliyetlerini yürütürler. Kadının yiyecek toplama faaliyetleri
genellikle ailenin yiyecek ihtiyacının çoğunu sağlar. Kadın yiyecek toplamakla kalmayıp yiyeceği
hazırlar, ailenin giyeceğini yapar, tüm bunlar için sepet, çanak gibi kaplar üretir. Ailenin genç üyeleriyle
erkeklerden daha çok temas halindedir ve onların gelişiminde erkeklerinkine kıyasla daha “emredici”
bir rol üstlenir(Bookchin,2013a:156).
Kan bağı etrafında ortaya çıkan hak ve yükümlülükler kapsamında kadın tek başına
toplumsallığın sembolü haline gelir. Bu kapsamda kadın; temel yaşam biçimlerinin öğreticisi, yakın bir
aile deneyimi olarak düşünülen topluluğun kişiselleştirilmesidir. Birbirlerini anneleri vasıtasıyla aynı
etten, kemikten kandan akraba olarak gören gençler birbirlerini annelerinin anısı aracılığıyla
paylaştıkları güçlü bir kimlik duygusuyla görmeye devam ederler (Bookchin,2013a:128).
Kadınların toplayıcılık faaliyetleri, insanlıkta bir mekan duygusu uyandırmaya yardımcı
olmuştur. Kadının besleyici rolü hem toplumun hem de uygarlığın kökenlerinin oluşturulmasına
yardımcı olmuştur. Ancak kadının uygarlığın oluşumundaki rolü erkeğinkine göre farklıdır. Bu
bağlamda kadın; daha evcil, daha barışçıl ve daha önemseyicidir.(Bookchn;2013a:135).
Hiyerarşinin ortaya çıkışıyla birlikte özel alan ile kamusal alan arasında bir çatışma ortaya
çıkmıştır. Bu çatışma; hiyerarşiyi ev içi yaşama doğru genişletmiş ve kadının ikincil konuma gelmesine
neden olmuştur. Kadının çocuk büyütme yetileri özveriye, duyarlılığı ise itaate dönüşmüştür.Bu
bağlamda; erkeğin de maskulen özellikleri de değişime uğramış; cesaretin yerini saldırganlık alarak,
tahakkümcü niteliği ön plana çıkmıştır.
Görüldüğü gibi kadınlar, toplumsal ekoloji anlayışında, organik/yazı öncesi toplumlarda
eşitlikçi bir pozisyona sahipken; hiyerarşi ve tahakkümün ön plana çıkmasıyla beraber, arka plana
itilmiştir. Bu çerçevede kamusal-özel alan boyutu hiyerarşi aracılığıyla dönüşüme uğramış ve ev içi
ilişkileri erkeğin leyhine olmak üzere değişime uğramıştır.
2.3.Toplumsal Ekoloji Yaklaşımının Yönetim ve Siyaset Anlayışı:
Murray Bookchin, günümüzdeki bürokratik ulus devlet yapılanmalarının merkezi ve hantal olan
yapısını eleştirerek, daha adem-i merkeziyetçi ve doğrudan demokrasi yapısına dönüştürülmesi
gerektiğini vurgulamaktadır. Çünkü Bookchin’e göre doğrudan demokrasi, doğrudan eylemin en ileri
biçimidir(İmga,2013:148).
177
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Bookchin, adem-i merkeziyetçi yapıya sahip bir toplumun yönetim şeklini “liberter belediyecilik”
olarak adlandırmakta ve dört temel ilke üzerine temellendiğini ifade etmektedir(Önder,2003:204):
 Halk meclislerinin yeniden canlandırılması,
 Meclislerin konfederasyonu,
 Gerçek yurttaşlığın okulu olarak komünal ve konfederal siyasetin yapılanması,
 Mülkiyetin belediyeleştirilmesi yoluyla yerel topluluğun ekonomik yetkiyle donatılması
3.EKOFEMİNİZM NEDİR?
Ekofeminist çevre etiğinin konusu kadın-doğa ilişkisidir. Ekofeministler doğayı kadın gözüyle
inceleyerek, doğaya olan tahakküm ile kadına yönelik baskı arasında bir ilişki olduğunu iddia
etmişlerdir. Ekofeministler, doğayı sömürmeye odaklanan eril-Batılı-rasyonel düşüncenin kadını da
aynı sömürge sürecine dahil edeceğini iddia ederek, doğanın sömürüsü ile kadının sömürüsü arasında
doğru orantı olduğunu söylemlerine dahil etmişlerdir.
Bu bölümde, yukarıdaki kuramsal çerçeveye uygun olarak ekofeminist yaklaşımda kadın-doğa
ilişkisine yer verildikten sonra, ikinci alt kısımda ekofeminizm türlerine değinilecektir.
3.1.Ekofeminist Yaklaşımda Kadın-Doğa İlişkisi
Ekofeministler, doğa üzerindeki tahakküm sonucu oluşan çevre sorunları ile kadına yönelik
tahakküm arasında bir ilişki olduğunu iddia etmişlerdir(Olgun,2013:358).Bunun nedeni ise Batı’nın
insan merkezli ataerkil düşünce yapısıdır.
Val Plumwood bu noktada, Batı medeniyetinin insan merkezli ataerkil düşünce yapısının bazı
düalizmlerden hareket ettiğini ifade etmektedir. Bunlar (Val Plumwood, 2004:65):Erkek/kadın,
akıl/doğa, kültür/doğa, zihin/beden, efendi/köle, akıl/madde vb. Tüm bu düalizmler, kadınlara ve doğaya
yönelik tahakkümü meşrulaştırmak için kullanılmaktadır.
Aşağıda belirtileceği gibi, birbirlerinden farklılaşan ama mantıksal temeli aynı olan
ekofeminizm türleri bulunmaktadır. Farklı ekofeminizm türlerinin mutabık kaldığı hususlar şu
şekildedir(Olgun, 2013:358):
 Doğa üzerindeki tahakkümle kadın üzerindeki tahakküm arasında önemli bir ilişki
vardır.
 Doğa ve kadın üzerindeki tahakkümle ilgili tam olarak bilgi sahibi olabilmek için bu
ilişkinin doğasını anlamak gerekir.
 Feminist teori ve uygulama ekolojik bir bakış açısı içermelidir.
 Ekolojik sorunlara çözüm arayışı feminist bir bakış açısı içermelidir.
Kadın-doğa ilişkisini anlayabilmek için antropolojik çalışmalar yardımcı olabilmektedir. Bu
bağlamda; kadının biyolojik özellikleri önemli bir rol oynamaktadır. Kadının gebelik, doğum yapma ve
çocuk büyütme gibi yetenekleri, doğanın hayat verici rolüyle ilişkilendirilmiş, adet görme özelliği ile
ayın hareketleri ve med cezir olayı arasında yakın bir ilişki kurulmuştur. Diğer yandan kadının genellikle
yiyecek, içecek ve giyecek tedariki gibi gündelik hayata ilişkin işlerle uğraşması, doğanın, insanlığın
ihtiyaçlarını düzenli olarak karşılayan bir “ana” olarak algılanmasına neden olmuştur(Olgun,2013:360).
Mellor’ın belirttiği gibi ekofeministler, daha geniş kapsamlı toplumsal, kişisel ve ekolojik bir
bağlamda sorunların üzerine gidebilecek, barışçıl, ve daha az hiyerarşik yapıdaki bir alternatif kültürün
temeli olarak kadınlarla birlikte anılan besleyip büyütme ve bakma değerlerinin sözcülüğünü yaparak,
ataerkil kültürü yıkmanın yollarını aramaktadırlar(Mellor,1993:70).
Sonuç olarak ekofeministler, erkeklerin doğaya egemen olma isteğinin ekolojik yıkıma neden
olduğunu belirterek, kadınların kendi özlerine, köklerine dönerek doğayı da özgürleştireceğini iddia
etmişlerdir.
3.2.Ekofeminizm Türleri:
Ekofeminizm, bütünselci bir anlayış olmamakla beraber, kendi içerisinde farklılıklar
taşımaktadır. Temel prensipler aynı olmakla birlikte, kadın-doğa ilişkisine dair hareket noktaları
arasında ayrılıklar bulunmaktadır. Bu çerçevede ekofeminizm anlayışları dörde ayrılmaktadır: Liberal
178
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
ekofeminizm, kültürel ekofeminizm, sosyal ekofeminizm, sosyalist ekofeminizm. Aşağıda bu
anlayışların detaylarına özet olarak yer verilecektir.
Liberal ekofeminizm, ekolojik sorunların çözümünde kanuni düzenlemeler yoluyla mevcut idari
yapıları değiştirmenin önemine vurgu yapmaktadır. Liberal ekofeministlere göre ekolojik sorunlar
doğal kaynak kullanımının aşırı derecede artmasından ve kimyasal maddelerle diğer çevresel
kirleticilerin denetlenmesindeki eksikliklerden kaynaklanmaktadır. Bu çerçevede, kadınlara bilim
dünyasında ve yönetsel mekanizmalarda yer almaları için fırsat eşitliği tanınması durumunda, kadınlar
çevrenin iyileştirilmesine katkıda bulunabilirler(Olgun,2013:367).
Kültürel ekofeminizm, ataerkil yapıların kadına ilişkin değerleri aşağılamasına karşı bir
başkaldırıya dayanır. Bu aşağılamaya karşı kültürel ekofeministler; sezgi, şefkat, besleyip büyütme,
duygu ve beden gibi kültürel ve tarihi olarak kadınla ilişkilendirilen niteliklere özel bir önem verirler.
Onlara göre ekolojik kriz, eril niteliklerin, kadınsı özellikler üzerindeki tahakkümünden
kaynaklanmaktadır. Tüm bunlardan da anlaşılabileceği gibi kültürel ekofeministler, kadın üzerindeki
tahakkümün temelinde cinsiyete ilişkin faktörleri görmektedirler(Olgun,2013:368).
Sosyal ekofeminizm, kadınları doğaya yakın kılan hususun, onlara atfedilen sosyal roller
olduğunu ileri sürer. Materyalist bir sosyal-feminist analizi benimseyen sosyal ekofeminizm; kadın
üzerinde evlilik, çekirdek aile, romantik ilişki, kapitalist devlet ve ataerkil din gibi sosyal kurumlar
aracılığıyla kurulan tahakkümü sorgulamaktadır(Olgun,2013:371).Bu bağlamda sosyal ekofeminizm,
kadının kurtuluşunun, hayatın tüm yönlerini bir piyasa toplumuna indirgeyen iktisadi ve sosyal
hiyerarşilerin ortadan kaldırılmasıyla mümkün olduğunu iddia etmekte ve bunun için toplumun adem-i
merkezi topluluklar şeklinde yeniden örgütlenmesi gerektiğine vurgu yapmaktadır(Olgun,2013:372)
Sosyalist ekofeministlere göre, kadın ve doğanın sömürülmesinin temeli, kapitalist ataerkillikte
aranmalıdır. Tarihi süreçte kapitalizmin yükselişi, üretimin kullanım değeri temelinde örgütlendiği ve
kadınla erkeğin iktisadi açıdan ortaklığına dayanan geçimlik üretim çiftliklerini ve kent atölyelerini
ortadan kaldırmıştır. Bu süreç, erkeğin kontrolündeki bir kapitalist ekonomiyi beraberinde getirirken,
kadını, emeğin karşılığının ödenmediği ev ortamına hapsetmiş, ev dışındaki iş ortamında ise onu erkeğin
altında bir düzeyde konumlandırmıştır. Kapitalist ve ilerlemeci zihniyetin doğanın koyduğu sınırları
aşması, kadın ve doğa üzerindeki ikili sömürüyü beraberinde getirmiş, bunun sonucu ise, erkeğin ve
kadının doğaya yabancılaşması olmuştur (Olgun, 2013:373).
4.TOPLUMSAL EKOLOJİ VE EKOFEMİNİZM EKSENİNDE KADIN-DOĞA İLİŞKİSİ
Toplumsal ekoloji ile ekofeminizmin kadın-doğa ilişkisi konusundaki hareket noktası
benzeşmekle beraber vardığı sonuçlar bakımından birbirlerinden farklılaşmaktadır. Bu bağlamda; hem
toplumsal ekoloji hem de ekofeminizmin kadın-doğa ilişkisi konusundaki benzerlikleri ve farklılıklar ı
aşağıdaki gibidir:
• Murray Bookchin, toplumsal ekoloji yaklaşımında kadın-doğa ilişkisini yazı öncesi(organik)
toplumlara dek geri götürür. Bu toplum tipinde kadın ile doğa arasında karşılıklı bir etkileşim
söz konusudur. Kadın ile erkek arasında ise cinsiyete dayalı bir iş bölümü söz konusudur.
Ekofeminist yaklaşımda ise en başta kadın doğa ile ilişkilendirilerek, kadının üreme, adet
görme gibi fonksiyonları ile doğada meydana gelen değişimler arasında bir bağ kurulur.
• Toplumsal ekoloji yaklaşımında, yazı öncesi(organik) toplum tipinde anaerkil özelliğe yakın
bir tutum sergilenir. Ancak bu toplum tipi tam anlamıyla anaerkil bir toplum değildir. Cinsiyete
dayalı iş bölümü devam ederken, “kültürel” olarak anaerkilliğe yakın bir toplum tipi
bulunmaktadır. Ekofeminist yaklaşım ise, modern toplumu kendisine veri olarak alırken,
modern-kapitalist-ataerkil toplum tipinin tamamıyla eril bir nitelik taşıdığını öne sürer.
• Toplumsal ekoloji yaklaşımında, kadın yazı öncesi topluluklarda, toplayıcılık ile
ilişkilendirilmiş, erkekler ise avcılık ile ilişkilendirilmiştir. Ekofeminist yaklaşım ise en baştan
bu “görev” dağılımına karşı çıkmış, uygarlığın oluşum sürecinde kadınların payının görmezden
gelinemeyeceğini vurgulamıştır.
• Toplumsal ekoloji yaklaşımında, kadın barışçıl, evcil, paylaşımcı, misafirperver olarak
tanımlanmıştır. Ekofeminist yaklaşımda ise bazı düşünürler, kadınlara basmakalıp bazı rollerin
atfedilmesini eleştirirken, bazı düşünürler, kadınlara atfedilen bu rollerin, kadın-doğa ilişkisini
sağlayan önemli karakteristik nitelikler olduğunu vurgular.
179
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
•
•
•
Toplumsal ekoloji yaklaşımında, toplumların gelişim sürecinde “hiyerarşi” ve “tahakkümün”
doğuşuyla birlikte “ikinci doğaya” geçiş çerçevesinde kadın kamusal alandan ayrışmış ve ikinci
plana atılmıştır. Başka bir deyişle toplumsal ekolojiye göre kadın erkek ilişkilerini ikincisi
leyhine bozan olgu erkeklerin kadınlar üzerinde tahakküm uygulamaya başlaması ve kadın
erkek ilişkilerinde hiyerarşinin ortaya çıkmaya başlamasıdır. Ekofeminist yaklaşım ise,
hiyerarşi olgusunun yanında ataerkil-modern-kapitalist toplumun ortaya çıkardığı sosyoekonomik eşitsizliklerin kadın erkek ilişkilerini ikincisi leyhine bozduğu düşüncesini taşır.
Toplumsal ekoloji yaklaşımında, kültür/doğa, akıl/beden, mantık/duygu, insan/hayvan ve
erkek/kadın gibi karşıtlıklar üzerine inşa edilen düalist yapılar hiyerarşi ve tahakküm sürecinin
bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Ekofeminist yaklaşım ise bu düalistik yapıların sınıfsal
topluma geçiş sürecinin bir sonucu olarak ortaya çıktığını iddia eder.
Toplumsal ekoloji yaklaşımı, yeni ve adem-i merkeziyetçi bir toplum tipini önerir. Bu toplum
tipinde özgürlükçü-liberter belediyecilik anlayışı ile konfederal bir yapıda yönetim
sağlanacaktır. Bookchin bu yönetim anlayışında kadınların rolünü göz ardı etmiştir. Başka bir
deyişle kadınların temsil sorunu bu yönetim anlayışında tamamen göz ardı edilmiştir.
Ekofeminist yaklaşım ise, eşitlik anlayışının bir sonucu olarak, demokratik bir sistemde,
kadınların erkekler ile eşit temsil hakkına sahip olması gerektiği düşüncesini ileri sürmektedir.
5.SONUÇ
Toplumsal ekoloji yaklaşımında, kadın konusuna yaklaşırken temelde hiyerarşi nosyonundan
hareketle, birinci doğada konumlanan yazı öncesi topluluklarda kadının başat konumda olduğu ancak;
birinci doğadan ikinci doğaya doğru kültürel farklılaşma süreciyle birlikte cinsiyet, etnik köken, yaş gibi
hiyerarşik unsurların belirginleşmesinin sonucu olarak kadınların da arkaplana itildiği vurgulanmıştır.
Ekofeminist yaklaşımda ise, ataerkil kapitalist sürecin tohumlarının atılmasıyla birlikte kadınerkek arasındaki güç ilişkilerinin ikincisi leyhine bozulduğunu, yine aynı bağlamda, aklı ön plana
çıkaran eril-rasyonalist düşüncenin hem kadına hem de doğaya çekidüzen verme amacıyla ikili bir
tahakküme yol açtığı iddia edilmiştir.
6.KAYNAKLAR
Bookchin, M .(2013b).Toplumu Yeniden Kurmak. Kaya Şahin(Çev.).İstanbul: Sümer Yayıncılık
Bookchin, M .(2013a).Özgürlüğün Ekolojisi: Hiyerarşinin Ortaya Çıkışı ve Çöküşü. M ustafa Kemal Çoşkun (Çev.).İstanbul:
Sümer Yayıncılık
İdem, Ş.(2012).Toplumsal Ekoloji ve Komünalizm. Orçun İmga ve Hakan Olgun(Ed.),Yeşil ve Siyaset içinde (s.152-179).
Ankara:Lotus Yayınevi
İmga, O. ve Olgun, H (Ed.).(2012).Yeşil ve Siyaset. Ankara:Lotus Yayınevi
İmga, O. (2012).M urray Bookchin ve Sosyal Ekoloji.Orçun İmga ve Hakan Olgun(Ed.), Yeşil ve Siyaset içinde (s.136152).Ankara:Lotus Yayınevi
M ellor, M . (1993). Sınırları Yıkmak: Feminist, Yeşil Bir Sosyalizme Doğru. Osman Akınhay(Çev.). İstanbul: Ayrıntı
Yayınları
Olgun,H.(2012).Ekofeminizm:Kadın-Doğa İlişkisi ve Ataerkil Tahakküm. Orçun İmga ve Hakan Olgun(Ed.),Yeşil ve Siyaset
içinde (s.357-386).Ankara: Lotus Yayınevi
Önder,T.(2003). Toplum ve Siyaset. Ankara: Odak Yayınevi
Plumwood,V. (2004).Feminizm ve Doğaya Hükmetmek. Başak Ertür(Çev.).İstanbul: M etis Yayınları
Ponting,C.(2008).Dünyanın Yeşil Tarihi :Çevre ve Büyük Uygarlıkların Çöküşü. Ayşe Başçı(Çev.). İstanbul: Sabancı
Üniversitesi Yayınları
180
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurum Raporu ve İş’te Eşitlik Platformu Analizleri,
Türkiye İçin Değerlendirmeler
Global Gender Gap Report and Equality at Work Platform Analyses, Assessments for
Turkey
Fatih Feramuz YILDIZ1
1Dr.,
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Sosyal Yardımlar Genel M üdürlüğü, [email protected]
ÖZET: Dünya Ekonomik Forumu tarafından hazırlanan Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurum Raporuna yönelik
eleştirilerin ana kaynağı, ülkelerin gelişmişlik düzeyini göz ardı ederek ve sadece ilgili kadın-erkek oranlarına odaklanılarak
toplumsal cinsiyet uçurumlarının sıralanmasıdır. Raporda kullanılan karşılaştırmalı kıyaslama yönteminde tek yönlü sıralama
yapılması, eski yıllara ait verilerin kullanılması ve eksik veriye sahip ülkelerin de sıralamaya alınması diğer eleştiri konularıdır.
Raporda Türkiye’nin ülke sıralaması dalgalı olmakla birlikte, tüm alt endekslerdeki puanlarının ve genel puanının son yıllarda
sürekli arttığı görülmüştür. Bu nedenle, raporu incelerken ülkeler arası sıralamadan daha çok, puanlamaya dikkat edilmesi
gerekmektedir. Bu bağlamda, raporun ekonomik katılım ve fırsatlar başlığındaki ülke puanını yükseltmek için kurulan İş’te
Eşitlik Platformu çatısı altında yürütülen çalışmaların varlığının önemli ancak yetersiz olduğu görülmektedir. Bu çerçevede,
çalışan kadınlar için kamu ve özel sektörde bazı destekleyici tedbirler geliştirilmelidir.
Anahtar sözcükler: Toplumsal cinsiyet eşitliği, toplumsal cinsiyet uçurumu, iş’te eşitlik platformu
ABS TRACT: The main critique for the Global Gender Gap Report, which is prepared by World Economic Forum,
is the ranking of the countries’ gender gaps due to the women-men ratios without taken into consideration of the countries’
development levels. Using one-sided scale during benchmarking, referring to the previous years’ data and ranking of the
countries with missed data are the other criticised issues of the report. It is also seen that scores of Turkey in all sub-indexes
and overall point regularly increase in the last years whereas the ranking is fluctuated. Thus, during the examination of the
report, the country scores should be considered, instead of the rankings. Existence of the studies driven by the Equality at Work
Platform, founded for decreasing the economic participation and opportunity gap, are important but not enough. In this
framework, some supporting measures should be developed for working women in both public and private sectors.
Keywords: Gender equality, gender gap, equality at work platform
1. GİRİŞ
1979 yılında Birleşmiş Milletler (BM) genel kurulunda kabul edilen Kadınlara Karşı Her Türlü
Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi (CEDAW), toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile küresel
anlamda mücadele için önemli adımlardandır. 1995’te Pekinde gerçekleştirilen BM 4.Dünya Kadın
Kongresinde kabul edildiği üzere toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması, üye ülkelerin amaçları
arasına girmiştir. 2000 yılında yapılan Milenyum zirvesinde ise “toplumsal cinsiyet eşitliğinin
sağlanması ve kadınların güçlendirilmesi”, temel sekiz hedeften birisi olmuştur. Dünya Ekonomik
Forumu (DEF) tarafından 2006’dan itibaren yıllık olarak hazırlanan Küresel Toplumsal Cinsiyet
Uçurum Raporu (Global Gender Gap Report) ise toplumsal cinsiyete dayalı eşitsizliği rakamlara
dönüştürerek ülke göstergelerindeki değişiklik ve ilerlemeleri izleme olanağı sunmaktadır (WEF, 2006:
4). Bu rapordaki endeksler ülkelerin gelişmişlik düzeylerine göre değil, toplumsal cinsiyet
uçurumlarının sıralanmasıyla oluşturulmaktadır. Bu endekslerde kaynakların toplamı yerine, kaynaklara
erişimde uçurumu azaltan ülkeler sıralamada öne çıkmaktadır. Bu durum ise eleştirilmektedir. Son
yıllarda yazılı basında uçurum raporu ile ilgili birçok yayın yapılmış olup bunların önemli kısmı
akademik eleştiriden uzak ve raporun içeriğinden ilgisizdir. Raporun nasıl hazırlandığına dair yeterli
bilgi içermeyen bu yayınlar, kamuoyunu aydınlatmaktan daha çok yönlendirici ve manipüle edici
özellikler taşımaktadır. Bu çalışmanın amacı ise rapora ilişkin bilgilere ve analizlere yer vererek, daha
doğru eleştirilerin yapılmasına zemin hazırlamaktır. Bu bağlamda, raporun hazırlanmasındaki ölçütler
açıklanarak Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının öncülüğünde yürütülen İş’te Eşitlik Platformu
çalışmalarına yer verilmiştir. Rapora getirilen eleştirilerin yanı sıra, neler yapılabileceğine dair bazı
önerilerin üretilmesi de çalışmanın amacı kapsamındadır.
2. YÖNTEM
Bu araştırmada DEF tarafından yayımlanan uçurum raporları incelenerek detaylı analizler ve
özellikle Türkiye için değerlendirmeler yapılmıştır. Uçurumun endeks yapısı da araştırılarak hesaplama
yöntemi incelenmiştir. Ülke analizlerinin yanı sıra dönemsel, bölgesel ve gelir gruplarına dayalı
analizler yapılmıştır.
181
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
3. BULGULAR
2006 yılından itibaren DEF tarafından yayımlanan dokuz adet uçurum raporunun yapısı
detaylıca incelenerek başta Türkiye olmak üzere ülke analizleri, dönemsel analizler, bölgeler arası
karşılaştırmalar ve gelir gruplarına dayalı bazı tespitler yapılarak önemli bulgulara ulaşılmıştır. Bu
bulguların sağlıklı bir şekilde değerlendirilebilmesi için öncelikle uçurum raporunun içeriği, endeks
yapısı ve hesaplamalar dikkate alınmalıdır.
3.1. Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurum Raporu Endeks Yapısı ve Hesaplama Yöntemi
Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurum Raporu üç temel noktaya dayanmaktadır. Bunlardan ilki,
ülkelerin seviyeleri yerine ülkelerdeki kadın-erkek arası uçurumun ölçülmesidir. İkincisi, girdi veya
nedensel değişkenler yerine, çıktı-sonuç değişkenlerinin ele alınmasıdır. Sonuncusu ise bu rapor ile
ülkelerin toplumsal cinsiyet eşitliğine göre sıralanmasıdır. Ancak ülke karşılaştırmalarında sadece
sıralamaya bakmak yanlış olabilir. Rapordaki ülke profillerinin detaylıca incelenmesi ile daha doğru
analizler yapılarak ülke kıyaslamaları gerçekleştirilebilir. Ayrıca, raporda yer alan genel ülke
sıralamaları haricinde “ekonomi, eğitim, sağlık ve politika” alt başlıklarındaki sıralamaları da incelemek
gereklidir. Bu alt başlıklara ilişkin değişkenler ve veri kaynakları, yıllara göre kısmen değişim gösterse
de nihai olarak aşağıdaki tabloda olduğu gibidir.
Tablo 1: Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurum Endeksinin Yapısı
Alt Başlık
Ekonomik
Katılım ve
Fırsatlar





Eğitime
Erişim




Sağlık ve
Yaşam

Politik
Güçlendirme




Değişkenler
Erkeklere oranla kadınların işgücüne katılım
oranı
Benzer iş için kadınlar ve erkekler arasında
ücret eşitliği oranı
Erkeklere oranla kadınların kazandığı gelir
oranı
Erkeklere oranla kadın yasa koyucu, üst
düzey yönetici ve müdür oranı
Erkeklere oranla profesyonel ve teknik
işlerde kadın çalışanlar oranı
Erkeklere oranla kadınların okuryazarlığı
İlköğretim düzeyinde kadın-erkek net
okullaşma oranı
Ortaöğretim düzeyinde kadın-erkek net
okullaşma oranı
Yükseköğretim düzeyinde kadın-erkek brüt
okullaşma oranı
Doğumdaki kadın-erkek cinsiyeti oranı
Sağlıklı yaşam beklentisinde kadın-erkek
oranı
Parlamentodaki kadın-erkek üye oranı
Bakan düzeyinde kadın-erkek oranı
Son elli yılda devlet veya hükümet başkanı
düzeyinde kadın-erkek oranı




Veri Kaynakları
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), İşgücü
Piyasası Temel Göstergeleri
Özel Kamuoyu Anketi (DEF)
İnsani Gelişmişlik Raporuna ve BM Kalkınma
Programı (UNDP) yöntemine dayalı olarak DEF
hesaplamaları
ILO istatistikleri (çevrimiçi)

BM Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO)
İstatistik Enstitüsü eğitim istatistikleri
UNDP
BM İnsani Gelişmişlik Raporu


Dünya Sağlık Örgütü istatistikleri
M erkezi Haberalma Örgütü raporları

Parlamentolar Arası Birlik kayıtları,
DEF hesaplamaları



(Kaynak: Küresel Toplumsal Uçurum Raporlarından derlenerek hazırlanmıştır)
Rapordaki endekslemenin hesaplanması dört aşamalı olup ilk aşamada, tüm veriler kadın- erkek
oranlarına dönüştürülür. İkinci aşamada ise bu oranlar, kıyaslama yapabilmek için, eşitlik çizelgesine
çevrilir. Ancak bu karşılaştırmalı kıyaslama yönteminde, kadınların erkekleri geçtiği oranlara fazladan
puan verilmesi veya puan eksiltilmesi gibi teknikler tercih edilmemiş olup tek yönlü çizelgeleme
yapılmaktadır. Üçüncü aşamada ise alt başlıklara ait değişkenlerin ağırlıklı ortalamaları bulunarak alt
endeksler hesaplanır. En sonunda ise nihai puanları hesaplarken tüm alt başlıklarda en yüksek skor 1
(eşitlik) ve en düşük puan ise 0 (eşitsizlik) kabul edilerek bu ikisi arasında kıyaslama çizelgelemesi
yapılır. Burada, ülkelerin skorları 0’a yaklaştığında kadın-erkek arası uçurumun arttığı, ülke skorunun
1’e doğru yaklaşması halinde ise bu uçurumun azaldığı varsayılmaktadır.
182
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
3.2. Uçurum Raporlarında Ülkesel, Bölgesel, Dönemsel ve Gelire Dayalı Analiz Bulguları
2006 yılı uçurum raporunda 115 ülke yer almakta olup bu ülkeler, dünya nüfusunun o
dönemdeki %90’na tekabül etmektedir. Bu rapora göre kadın erkek arasındaki eşitsizliğin en az olduğu
ülkeler İsveç, Norveç, Finlandiya ve İzlanda gibi kuzey ülkeleri olup şimdiye kadar yayımlanan tüm
raporlarda ilk dört sırada bu ülkeler yer almaktadır. 2006 yılı raporunda 6.sırada bulunan Filipinler ilk
10’daki tek Asya ülkesi olup 7.sırada ise Yeni Zelanda yer almaktadır (WEF, 2006: 8). 2007 yılı
raporunda 15.sıraya yükselen Sri Lanka’nın 2008 raporunda ise 12.sıraya kadar ilerlemesi dikkat çeken
bir bulgudur. 2009 yılı raporunda Güney Afrika Cumhuriyeti 6.sırada ve Lesotho ise 10.sırada yer alarak
ilk on ülke arasında girmeyi başarmışlardır. 2010, 2011 ve 2012 yıllarında ise hiç bozulmayan ilk dört
ülkenin hemen ardından, 5. ve 6.sırayı İrlanda ile Yeni Zelanda paylaşarak yeni bir istikrarlı ülkeler
grubu olmuşlardır. 2013 yılı raporunda en dikkat çekici bulgu, Nikaragua’nın 10.sırada yer almasıdır.
En son yayımlanan 2014 yılı raporunda da Ruanda 7.sırada yer alarak dikkatleri çekmiştir.
2014 raporunda yer alan ülke bilgileri bölgesel bazda incelendiğinde başta Filipinler, Yeni
Zelanda ve Avustralya olmak üzere 7 Asya ve Pasifik ülkesinin, kadın-erkek uçurumunun %70’ini
kapattıkları görülmektedir. İran ve Pakistan ise uçurumu kapatmada %60’ın altında kalan son sıralardaki
bölge ülkeleridir. Nikaragua, Ekvator ve Küba uçurumu kapatmada %70 başarı gösteren Latin Amerika
ve Karayip ülkeleridir. Öte yandan, Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinde uçurumu kapatmada %70
oranda başarı sağlayan sadece İsrail olmuştur. Son sıradaki Yemen ise %50’yi ancak geçebilmiştir.
Sahra Altı Afrika’da yer alan Ruanda, Burundi ve Güney Afrika’nın başta olduğu 13 ülke, %70 oranında
uçurumunu kapatmışlardır. Fildişi Sahili, Mali ve Çad ise uçurumu kapatmada
%60’ın altında kalan son sıralardaki bölge ülkeleridir. Avrupa ve Merkezi Asya’dan 46 ülkenin olduğu
grupta ise 5 ülke %80 ve 23 ülke ise %70 oranında bu uçurumu kapatmışlardır. Bu grupta yer alan
Türkiye ise 46 ülkenin en son sırasında yer almaktadır (WEF, 2014:13).
2014 yılı raporunda bölgelerin ortalamaları karşılaştırıldığında uçurumu kapatmada en başarılı
bölgenin Kanada ve ABD’den oluşan Kuzey Amerika bölgesi, uçumu en yüksek olan bölgenin ise
Ortadoğu ve Kuzey Afrika olduğu görülmektedir. Kuzey Amerika bölgesinin skoru ortalaması 0,7464
iken Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleri puanları ortalaması 0,6128’de kalmaktadır. 2006 – 2014 yılları
arasında, uçurumu kapatma yüzdesinde en başarılı bölgenin %4,06 ile Latin Amerika ve Karayip ülkeleri
olduğu görülmektedir. Aynı dönemde Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesindeki uçurum %3,08 oranında
ve Sahra Altı Afrika ile Avrupa ve Merkezi Asya ülkelerinde ise %3,06 düzeyinde kapanmıştır. Ancak,
Asya ve Pasifik’teki uçurum ise %3,15 kadar artmıştır.
Ülkelerin gelirleri ile genel endeks puanları arasındaki ilişki incelendiğinde ülke geliri ile
uçurumu kapatmadaki başarı arasında paralellik görülmektedir. Yüksek gelir grubundaki ülkelerin
uçurumu kapatmadaki endeks puanları en yüksek düzeyde iken, düşük gelirli ülkelerin skorları ise en
düşük gruptur. Orta-yüksek gelir grubunda 40 ülke yer almakta olup Türkiye bu grupta 36.sırada yer
almaktadır (WEF, 2014:16).
2006 uçurum raporunda politik güçlendirme alt endeksinde uçurum kapatma ortalaması %14
iken, 2014 yılında bu oran %21’e çıkmıştır. Aynı dönemde, ekonomik katılım ve fırsatlar alt endeksinde
uçurum kapatma ortalaması %56’dan %60’a çıkmıştır. Eğitime erişim alt endeksinde ülkelerin uçurum
kapatma ortalaması %92’den %94’e çıkmıştır. Sağlık ve yaşam alt endeksinde ise 2006’da %97 olan
uçurumu kapatma ortalaması, 2014’te %96’ya düşmüştür. Yıllık eğilimlere bakıldığında en düşük
performansın olduğu politik güçlendirme başlığında ciddi bir ilerleme görülmüş ve uçurumu kapatmada
%50’lik bir artış bulgusu saptanmıştır.
2006-2014 yıllarında ekonomik katılım ve fırsatlar alt endeksindeki uçurumu en fazla kapatan
bölge %7,2 ile Latin Amerika ve Karayipler olmuştur. Aynı dönemde eğitime erişim başlığında en fazla
kapatılan uçurum %4,6 ile Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da olmuştur. Sağlık ve yaşam alt endeksinde
uçurumu azalan tek bölge %0,01 ile Latin Amerika ve Karayipler olmuştur. Diğer tüm bölgelerde ise
sağlık uçurumu artmıştır. Bu artışların en büyüğü %2,05 ile Sahra Altı Afrika’da yaşanmıştır. Aynı
dönemde politik güçlendirme başlığında ise başta Kuzey Amerika’da %8,6 olmak üzere tüm bölgelerde
önemli iyileşmeler gerçekleşmiş olup Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da bile %5,2 oranında uçurum
azalması vardır (WEF, 2014:32).
Şimdiye kadar yayımlanan bütün Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurumu Raporlarında tam 111
ülke yer almıştır. Bu ülkelerin 105 tanesinin uçurumu azalırken Sri Lanka, Mali, Ürdün, Tunus,
Hırvatistan ve Makedonya gibi 6 ülkenin uçurum miktarlarında artış olmuştur. 2006-2014 döneminde
183
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Ekvator, Fransa, Nepal, Suudi Arabistan ve Nikaragua genel endekste %15’in üzerinde bir oranda
uçurumu kapatmayı başarmışlardır (WEF, 2014:37). Bu dönemde Guatemala ve Ekvator, ekonomik
uçurumlarını %20’nin üzerinde kapatmışlardır. 51 ülkenin sağlık uçurumları artmıştır. Politik uçurumu
azaltmada 94 ülke başlangıçtan daha iyi konumda olup özellikle Nikaragua, Fransa, İsviçre, İzlanda ve
Ekvator %20 ve üzerinde bir oranda politik uçurumlarını kapatmışlardır. 2006-2014 yılları arasında
ekonomik uçurumu kapatmada en çok ilerleme sağlayan ülke Suudi Arabistan olmuştur. Eğitimde
Burkina Faso, sağlıkta Angola ve politik uçurumda ise Birleşik Arap Emirlikleri en çok gelişme gösteren
ülkelerdir.
2014 raporunda ekonomik uçurumu kapatmada ilk sıralarda Burundi, Norveç ve Malawi yer
almaktadır. Burundi’yi ilk sıraya taşıyan gösterge, erkeklere oranla kadınların işgücüne katılım oranının
1,02 çıkmasıdır. Diğer yandan kadınların benzer işi yapan erkeklerin %83’ü kadar ücret kazandığı
Burundi’de, erkeklere oranla kadınların kazandığı gelir oranı da 0,79 olmuştur. Kadınlar yılda ortalama
661 $ kazanırken, erkekler için bu rakam 841 $ civarındadır. Bu alt başlıktaki diğer iki gösterge için veri
olmamasına rağmen mevcut üç göstergenin bileşkesi Burundi’nin ekonomik uçurumu kapatmada birinci
sırayı almasını sağlamıştır. Eğitime erişim alt endeksinde ise 25 ülkenin ilk sırayı paylaştığı
görülmektedir. Bu ülkelerden birisi olan Botsvana’da erkeklere oranla kadın okuryazarlığı 1,01’dir.
İlköğretimde kadın-erkek net okullaşma oranı da 1,01 olup ortaöğretim çağındaki her 100 kadın bireyden
65’i okula giderken, bu çağda ortaöğretime devam eden erkekler ise her 100 kişiden 56’sı düzeyindedir.
Yükseköğretimde kadın-erkek brüt okullaşma oranı rakamı ise 1,15’tir. 100 Botsvana’lı kadından sadece
8’i ve 100 erkekten 7’si üniversite eğitimi almaktadır (WEF, 2014: 10). Aynı raporda, Türkiye ile birlikte
34 ülke sağlık ve yaşam alt endeksinde 1.sırayı paylaşmışlardır. Bu ülkelerden birisi olan Fransa’nın
doğumdaki kadın-erkek cinsiyet oranı 0,95 olup sağlıklı yaşam beklentisi kadınlarda 74, erkeklerde ise
69 yıldır. Yine 1.sıradaki bir başka devlet olan Afrika ülkesi olan Svaziland için ise aynı oran 0,97 iken
beklenen sağlıklı yaşam kadınlarda 47 ve erkeklerde 44 senedir. Politik güçlendirme alt endeksinde ise
ilk sırayı İzlanda almakta olup parlamentodaki kadın-erkek oranı 0,66, bakan düzeyinde kadın-erkek
oranı 0,6 ve son elli yılda devlet veya hükümet başkanı düzeyinde kadın-erkek oranı ise 0,68’dir. 2014
raporundaki tüm alt endekslere bütüncül bir bakış açısı ile bakıldığında en yüksek skorların eğitime
erişim başlığı altında olduğu ve değerlendirmeye tabi tutulan 142 ülkenin 120 tanesinin 0,9 puan
üzerinde skorlara sahip oldukları görülmüştür. Sağlık ve yaşam alt endeksinde ise tüm ülkelerin 0,93’ün
üzerinde skorlara sahip oldukları anlaşılmaktadır. Ekonomik katılım ve fırsatlar başlığı altında ise ülke
puanları daha düşüktür. En yüksek puan 0,86 olup 0,8’in üzerinde skoru olan sadece 14 ülke vardır. Bu
endekste 0,4’ün altında skoru olan 7 ülke olup en düşük puan 0,29 ile Suriye’ye aittir. Politik
güçlendirme ise ülke puanlarının en düşük olduğu alt endekstir. İlk sıradaki İzlanda’nın bile skoru 0,65
olup, 126 ülke 0,3’ün altında skorlara sahiptirler. Bu bağlamda, kadın-erkek arası uçurum en fazla politik
güçlendirme alanında gözlenmektedir.
3.3. Uçurum Raporlarında Türkiye Analizi Bulguları
Türkiye’nin, raporda yer alan ülkeler arasındaki sıralaması dalgalanmalar göstermektedir. 2006
yılında 115 ülke arasında genel puanlamada 105. sırada olan Türkiye, 2014 yılı Küresel Toplumsal
Cinsiyet Uçurum Raporunda ise 142 ülke arasında 125. sırada kendine yer bulmuştur. Ancak, ülke
sıralamasına bakılması yanıltıcı olup esas değerlendirmenin, puanlamalar üzerinden yapılması
gerekmektedir. Çünkü her sene raporda yer alan ülke sayısı değişmektedir. Ayrıca, ülke sıralamaları
yapılırken gelişmişlik düzeylerine veya kaynakların toplam düzeyleri yerine, kadın ve erkeklerin
kaynaklara erişmedeki oranlarına bakılmaktadır. Öte yandan, aynı sırayı paylaşan ülke sayısı bazen 35’i
bile bulmaktadır. Bu nedenlerden dolayı, sağlıklı bir değerlendirme için Türkiye’nin genel ve alt
endekslerdeki puanlarının seyrini görmek daha açıklayıcı olabilir.
184
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Tablo 2: Türkiye’nin Genel ve Alt Endekslerdeki Puanları
Ekonomik
Eğitime
S ağlık ve
Katılım ve
Erişim
Yaşam
Fırsatlar
2006
0,585
0,434
0,885
0,969
2007
0,577
0,431
0,854
0,971
2008
0,585
0,412
0,890
0,971
2009
0,583
0,400
0,892
0,971
2010
0,588
0,386
0,912
0,976
2011
0,595
0,389
0,920
0,976
2012
0,601
0,414
0,930
0,976
2013
0,608
0,427
0,943
0,976
2014
0,618
0,453
0,953
0,980
(Kaynak: Küresel Toplumsal Uçurum Raporlarından derlenerek hazırlanmıştır)
Yıl
Genel Puan
Politik
Güçlendirme
0,052
0,052
0,068
0,068
0,077
0,097
0,087
0,087
0,088
Tablo 2’de görüleceği üzere 2009 yılından itibaren Türkiye’nin genel puanı artış göstermekte
olup bu dönemde Türkiye’nin toplumsal cinsiyet eşitliği uçurumu %7,1 kapanmıştır. Genel puana
paralel olarak Türkiye’nin alt endeks puanları da artmıştır. Ekonomik endekste ilk başta azalan puanlar
sonraki yıllarda artış göstermiştir. Eğitime ve sağlık endeksleri ise puan artışının sürekli olduğu
alanlardır. Raporda politik güçlendirme başlığında da puan artışı yaşanmakla birlikte sonrasında bir
düşüşle birlikte sabitlenme eğilimi görülmektedir.
3.4. İş’te Eşitlik Platformu ve Türkiye’nin Performansı
Ocak 2012’de Davos’ta gerçekleşen DEF toplantısında Meksika, Türkiye ve Japonya’nın pilot
ülkeler olması bu ülkelerde “Cinsiyet Eşitliği Görev Gücü” kurulması kararlaştırılmıştır. Görev gücü ile
bu ülkelerin “ekonomik katılım ve fırsatlar alt endeksinde” %10’a kadar ilerleme göstermeleri
hedeflenmiştir (KSGM, 2014). Bu çerçevede, Haziran 2012’de İstanbul’da düzenlenen DEF
toplantısında, dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı başkanlığında ve Sabancı Holding ile Doğuş
Holding Yönetim Kurulu Başkanlarının liderliğinde “Türkiye Cinsiyet Eşitliği Görev Gücü”
kurulmuştur. Bu görev gücü, 15 Ocak 2013 tarihinde İstanbul’da yapılan basın lansmanı ile birlikte
“İş’te Eşitlik Platformuna” dönüşmüştür (İEP, 2015). Platforma üye olan şirketler, çalışanları arasında
cinsiyet ayrımı göstermeyecekleri, kadınların işgücüne katılımını destekleyecekleri, kadın-erkek fırsat
eşitliğini insan kaynakları politikalarına yansıtacakları, eşit işe eşit ücret verecekleri ve kadınların iş
yaşamlarını kolaylaştıracak uygulamalar yapacaklarını taahhüt etmektedirler. Hali hazırda 80’in
üzerinde üyesi olan platform, üye şirketlerdeki iyi uygulama örneklerini yaygınlaştırmaya, üye sayısını
artırmaya ve işyerinde kadın-erkek eşitliğini sağlamaya yönelik çalışmalarını yürütmektedir. İş’te Eşitlik
Platformu çalışmaları Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünce
koordine edilmekte olup bu kapsamda bir araya gelen katılımcılar, platforma üye firmaların
imzalayacakları İş’te Eşitlik Bildirgesi ve Kurumlar İçinde Cinsiyet Eşitliğinin Tesisi El Kitabı gibi bazı
yayınları hazırlamışlardır. 2012 ve 2013 yıllarındaki DEF toplantılarında platform çalışmalarının
anlatılması ile 2014’te BM’nin organize ettiği ve 58.cisi yapılan Kadının Statüsü Komisyonu (KSK)
toplantısında İş’te Eşitlik Platformu konulu bir yan etkinlik yapılması, platformun uluslararası alanda
tanınmasını sağlamıştır. Yine aynı yıl Akdeniz İçin Birlik Sekretaryasınca Barselona’da düzenlenen bir
konferansta birlik üyesi Akdeniz ve Kuzey Afrika ülkelerine İş’te Eşitlik Platformu sunulmuştur.
2012 yılı Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurumu Raporunda Türkiye’nin ekonomik katılım ve
fırsatlar alt endeksindeki skoru 0,414 düzeyindeydi. Bu skoru, üç yıl içinde %10’a kadar yükseltmek
hedefiyle yola çıkan Türkiye Cinsiyet Eşitliği Görev Gücü, süreç içerisinde gelişerek İş’te Eşitlik
Platformu’na dönüşerek Meksika ile Japonya gibi diğer ülkelerdeki görev gücü çalışmalarına da örnek
teşkil etmiştir. Bu bağlamda, Türkiye’nin ekonomik katılım ve fırsatlar alt endeksindeki skoru 2013
yılında 0,427 ve 2014 yılında ise 0,453’e çıkmıştır. Görev gücünün faaliyete başladığı 2012’den 2014’e
kadar olan süreçte Türkiye, nihai hedefi olan %10’luk ilerlemenin önemli bir kısmını başarmış ve bu
dönemde ilgili endekste %9,4’lük bir skor artışı sağlamıştır. Bu arada, Meksika Cinsiyet Eşitliği Görev
Gücü aynı süre içinde bu hedefin sadece %26’sını (2012’de 0,538 ve 2014’te 0,552) yakalayabilmiştir.
Japonya ise %73 (2012’de 0,576 ve 2014’te 0,618) düzeyinde başarı sağlamıştır. Cinsiyet eşitliği görev
gücünü 2014 yılında kuran ve ilgili çalışmalara başlayan Güney Kore’nin
185
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
2013’te ilgili skoru 0,504 iken 2014’te 0,512’ye yükselmiştir. İlk yıl içinde Güney Kore’nin ekonomik
alandaki cinsiyet eşitliği uçurumu %1,6 kapattığı görülmektedir. Cinsiyet eşitliği görev gücü ülkelerinin
ekonomik katılım ve fırsatlar alt endeksindeki uçurumları kapatmadaki başarıları, Pakistan ve Hindistan
gibi ülkelere de örnek olmuş olup bu ülkelerde de görev gücü kurulması çalışmalarına başlanmıştır.
4. TARTIŞMA ve SONUÇ
Toplumsal cinsiyet eşitsizliğine odaklanan Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurum Raporu, sık sık
gündeme gelen ve özellikle rapordaki sıralaması açısından Türkiye için eleştiri oluşturan bir kaynaktır.
Ancak, raporun detaylıca incelenmesinden anlaşıldığı üzere, sıralamadan daha çok ülke puanları
önemlidir. Bunun yanı sıra, rapora getirilen en temel eleştiri, rapordaki endekslerin ülkelerin gelişmişlik
düzeylerine göre değil de, toplumsal cinsiyet uçurumlarının sıralanmasıyla oluşturulmasıdır. Burada
sıralama yapılırken, ülkelerin toplam kaynak düzeyleri göz ardı edilmekte olup kaynaklara erişimde
kadın-erkek ayrımı az olan ülke öne çıkmaktadır. Bu duruma örnek olarak ekonomik katılım ve fırsatlar
başlığında ilk sırada yer alan Burundi gösterilebilir. Kadınların, benzer işi yapan erkeklerin %83’ü kadar
ücret kazandığı Burundi’de, kadınlar yılda ortalama 661 $ kazanırken, erkekler için bu rakam 841 $
civarında olup kadın-erkek işgücüne katılım oranı ise 1,02’dir. Sadece mevcut bu üç göstergenin
bileşkesi Burundi’yi ilgili alt endekste 1.sıraya taşımıştır. Oysaki Burundi’de kadınların yıllık kazancı
çok düşük olup birçok ekonomik faaliyetten yoksun olan kadınların, sırf erkeklerle aynı finansal sefaleti
yaşamalarından dolayı ilgili endekste bu ülkenin birinci sırada olması ciddi bir eleştiri konusudur. Aynı
raporda Türkiye’ye ait veriler ile kıyaslama yapıldığında durum daha net anlaşılmaktadır. Türkiye’deki
kadınların yıllık kazancı 10 bin doları geçmiş olmasına rağmen, Türk erkeklerinin yıllık 26 bin dolardan
fazla kazanmaları nedeniyle ilgili oran 0,39 olmaktadır. Kadın-erkek işgücüne katılım oranı ise 0,43
olarak hesaplanmaktadır. Sadece oranlar açısından bakıldığında Burundi, ekonomik katılım ve fırsatlar
başlığı altında Türkiye’den daha iyiymiş gibi görünmektedir. Ancak aslında Burundi kadını, Türk
kadınından yaklaşık 16 kat daha az kazanca sahip olup sadece tarıma, özellikle de kahve yetiştirmeye
dayalı bir ekonomide, erkeklerle birlikte aynı güç koşulları paylaşmaktadırlar. Kısacası sadece kadınerkek oranına bakılması aldatıcı olmaktadır. Öte yandan, ülkenin genel ekonomik göstergelerine
odaklanarak ilgili kadın-erkek oranlarını dışlamak da sakıncalı olabilir. Bu bağlamda, her iki yaklaşıma
eşlik eden başka göstergeler de geliştirerek ve kümülatif bir anlayışla raporun oluşturulması gerektiği
değerlendirilmektedir. Raporun hazırlanmasında kullanılan karşılaştırmalı kıyaslama yöntemi de eleştiri
konusudur. Kadınların erkekleri geçtiği oranlara fazladan puan verilmesi veya puan eksiltilmesi gibi
tekniklerin tercih edilmeyerek tek yönlü sıralama yapılması doğru olmayabilir. Toplumsal cinsiyet
eşitliğinin, ilgili oranın 1’e yaklaşması halinde sağlanabileceği düşüncesi, bu oranın 1’i geçmesi
durumunda işe yaramamaktadır. Eğer mutlak eşitlikten bahsedilecek ise, oranın 1’i geçtiği ve erkekler
aleyhine bir durum oluştuğunda puan eksiltilmesi yoluna gidilmesi gerekir. Eğer bu yapılmayacaksa,
kadınlar genellikle daha dezavantajlı durumda oldukları için oran ne kadar yüksek olursa o kadar iy i
olur düşüncesiyle, oranın 1’i geçtiği durumlarda ek puan verilmesi düşünülebilir. Ancak, raporun
hazırlanmasında bu iki yöntem de tercih edilmeyip sadece tek yönlü karşılaştırmalı kıyaslama
yapılmakta olup bu durum haklı eleştirileri de beraberinde getirmektedir. Uçurum raporları genellikle
birkaç yıl öncesine ait verilerden derlendiği için son durumları göstermemesi de eleştiri konusudur.
Örneğin, 2014 yılı raporunda ekonomik katılım ve fırsatlar alt endeksinde yer alan işgücüne katılım
istatistikleri, ILO’nun 2012 yılı verileri olup son 2 yılın verilerini içermemektedir. Yıllık gelir
hesaplamaları ise BM’nin İnsani Gelişmişlik Raporuna ve UNDP’nin yöntemlerine dayalı olarak DEF
tarafından hesaplanmaktadır. 2008 yılından kalma veriler üzerinden geliştirilen hesaplama yönteminin
2014’te geçerliliği tartışma konusudur. Ayrıca, 2014 yılı uçurum raporunda, tarım dışı ücretler
hesaplanırken kendi işini yapan işçilerin göz önüne alınmamış olması da bir diğer eleştiri noktasıdır.
Yasa koyucu, üst düzey yönetici ve idarecilerine ilişkin istatistikler 2013, profesyonel ve teknik işlerde
çalışanlara ait veriler ise 2009 ve 2010 yılına aittir. Bir başka eleştiri ise 2012 yılına ait sağlıklı yaşam
beklentisi verilerinin 2014 uçurum raporunda kullanılmasıdır. Bu bağlamda, rapor hazırlanırken daha
güncel verilerin kullanılmasının, bu yöndeki eleştirilerin önüne geçeceği değerlendirilmektedir. Bir
eleştiri de, eksik verilerin olmasıdır. İlgili alt endeksin hesaplanmasında 5 veri kullanılmakta iken,
sadece 3 verisi olan bir ülkenin sıralamaya girmesi eleştiriyi beraberinde getirmektedir. Özellikle eksik
186
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
olan 2 verinin, o ülke için negatif göstergeler içerebilecek bir durumda olması, bu eleştiriyi daha da haklı
kılmaktadır.
2014 raporunda yer alan 142 ülkenin ortalamalarına bakıldığında eğitime erişim alt endeksinde
uçurumun neredeyse %94’ü kapanmış iken ekonomik katılım ve fırsatlar alanında uçurumun
kapatılmasında %60 düzeyinde kalınması, kadınların işgücüne katılımı için olanak sunulmasına rağmen
bu yatırımın karşılığının alınmadığı anlamına gelmektedir. Burada hükümetlerin diğer destekleyici
mekanizmaları da devreye koymaları gerekmektedir. Bu destekler işe alımdaki cinsiyet ayrımcılığının
kaldırılmasından, ebeveyn izinlerinin yeniden düzenlenmesine, kadın istihdam eden işyerlerine vergi
indirimi getirilmesinden, çocuk bakımı için olanakların geliştirilmesine kadar çeşitlilik göstermektedir.
Bu bağlamda, politikacıların işgücü alanındaki toplumsal cinsiyet uçurumunu kapatmak için geniş
anlamda teknik araçlara sahip oldukları görülmektedir. Birçok ülkede çocuk bakımı hala sadece kadının
görevi olarak görüldüğü için kadınların ekonomik hayata katılımları da sınırlıdır. Çocuk bakımı ile ilgili
olanakların uzun vadeli yatırımlar sınıfına alınarak hükümetlerce desteklenmesi durumunda, kadınların
işgücüne katılımları da artacaktır. Ayrıca, erken çocuk bakımı ve eğitiminin desteklenmesi ile hizmet
veren ilgili kurum sayısının artması, doğum oranlarının artmasına da katkıda bulunmaktadır. Bu
bağlamda, gerek ülkelerin dinamik nüfuslarını korumak ve gerekse kadınların iş hayatında yer almalarını
sağlamak için çocuk bakımı hizmetlerinin; vergi indirimleri, arazi ve bina tahsisi ile bölge teşvikleri gibi
çeşitli mekanizmalarla desteklenmesi elzemdir.
Kadınların iş yaşamlarında karşılaştığı mobbing, taciz, cinsiyet ayrımcılığı ve uzun çalışma
saatleri gibi uygulamaların önüne geçilmesinin yanı sıra kreş hizmetlerine eşlik edecek olan çocuk
emzirme ya da süt odası bulunması gibi imkânlar, kadınların işgücüne katılımını artıracaktır. Bu
yöntemlerle iş-aile yaşamının uyumlaştırılması sağlanarak kadınların iş hayatına aktif katılımları da söz
konusudur. Şirketlerin yönetim kurullarında kadın yönetici kotası olması, eşit işe eşit ücret verilmesi ve
bu yöndeki teşvik edici pozitif ayrımcılık uygulamalarının yapılması da ekonomik katılım ve fırsatlar
endeksindeki uçurumun azalmasına yardımcı olacaktır.
Tüm bu eleştiri ve tespitlerden sonra, Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurum Raporunun önemli
bir veri kaynağı olduğu kabul edilmelidir. Her ne kadar ülke kıyaslamalarını sadece bu kaynağa bakarak
yapmak sakıncalı olsa da, ülkeler hakkında fikir edinmek ve özellikle de yıllara göre gelişimi ve değişimi
görmek açısından bu rapor faydalı bir başucu belgesidir. Raporun daha da geliştirilmesi yönündeki
öneriler yerine getirilemese de, Türkiye’nin rapordaki puanlarının takibinin yapılması gerekmektedir.
Ancak bunu yaparken, sıralamadan daha çok ilgili alt endeksteki ve raporun genelindeki puanların göz
önüne alınması gerekmektedir.
Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurum Raporunun geneline bakıldığında, Türkiye’nin ülke
sıralamasının dalgalı olduğu ancak genel ve alt endeks puanlarının ise artma eğiliminde olduğu
görülmektedir. Bu artışa daha çok ivme kazandırmak için bazı önerilerde bulunulabilir. Türkiye’nin
puanının çarpıcı biçimde artırılabileceği en kolay alt endeks politik güçlendirme başlığıdır. Buna göre,
olması gereken ilk şey 2015 yılı genel seçimlerinde parlamentoya giren kadın milletvekili sayısının
artmasıdır. Mevcutta %14 olan kadın milletvekili oranının, %25’e çıkması durumunda bile 0,17 olan
ilgili kadın-erkek oranı yaklaşık iki katına çıkacaktır. Bunun yanı sıra, seçimler sonrası oluşacak yeni
hükümette kadın bakan sayısının artması da çok etkili olacaktır. Sadece bu iki gelişme bile ilgili alt
endeksteki puanın artmasına yardımcı olacaktır. Türkiye’nin rapordaki puanlarının artırılmasının bir
başka yolu da ekonomik katılım ve fırsatlar başlığı altında olabilir. Bu bağlamda, kamu ve özel sektörde
kadın yönetici sayısı ile yasa koyucu kadınların oranında artış sağlanması için çalışmalar yapılması
önerilebilir. Mevcut durumda sadece 2 olan kadın vali sayısı, Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca 3 ile
sınırlıdır. Hali hazırda kadın rektör sayısı ise 14 olup bu sayı üniversite rektörlerinin
%7,6’sına karşılık gelmektedir. Eğer Türkiye’nin uçurum raporunda daha yüksek skorlara ulaşması
isteniyorsa bu ve benzeri kadın yönetici oranların artması gerekmektedir. Türkiye’nin eğitime erişim
başlığındaki kadın-erkek oranları 0,8 ve 0,9 gibi yüksek seviyelerdedir. Ancak eğitimli kadınların
sayısının artması yeterli olmayıp, eğitimli bu kadınların profesyonel ve teknik işlerde çalışmaya
yönlendirilmeleri gerekmektedir. Bu işlerden olan mühendislik, mimarlık ve avukatlık gibi sektörlerde
kadın oranlarının yükselmesi, kadınların karşılaştığı camdan tavanların kaldırılmasına ve iş-aile
yaşamının uyumlaştırılmasına bağlıdır. Ayrıca bu meslek dallarında öğrenim görmeleri için kadınların
cesaretlendirilmeleri de gerekmektedir. Diğer taraftan, kadınların erkeklere oranla kazandıkları yıllık
187
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
gelirlerin artması ve benzer işi yapan erkekler ile aynı ücretleri almaları da sağlanmalıdır. Tüm
bunların yanı sıra, kadınların iş gücüne katılım oranları da artmalıdır.
İş’te Eşitlik Platformuna üye firmalarca doldurulan anket verileri ise analiz edilmeli ve diğer
görev gücü ülkeleri için örnek olabilecek bir ölçek geliştirilmelidir. Ölçekte önde gelen üye şirketler,
başka firmalara gönüllü olarak liderlik yapmalıdırlar. Hazırlanacak olan eğitim programlarıyla tüm özel
sektöre yönelik faaliyetler de yapılabilir. Kadınların iş yaşamını kolaylaştıran uygulamalar geliştiren
firmaların ve üye olurken verdikleri taahhütleri gerçekleştiren şirketlerin sembolik ödüller ile taltif
edilmeleri de önerilebilir. Ayrıca, üye firmaların tedarik zincirlerindeki şirketlere İş’te Eşitlik Platformu
ilkelerini tanıtıcı faaliyetlerde bulunmaları ve temin sözleşmelerinde toplumsal cinsiyet eşitliğine atıf
yapan hükümler konulması da önerilebilir. Farkındalık oluşturma adına yürütülen bu çalışmaya ilave
olarak platforma üye firmalardaki “en iyi uygulama örneklerinin” diğer üyelere duyurulması ve üye
olmayan firmaların üyeliğe teşvik edilmesi için yayınlar yapılması ve bunların kamuoyuyla paylaşılması
da tavsiye edilebilir. Gerek yazılı ve gerekse görsel basında ve hatta sosyal medyada bu konuda
çalışmalar yapılarak platform ve amaçları gündemde tutulmalıdır. Bu bağlamda, platforma üye
firmalarda farklı konum ve mesleklerde çalışan rol modeli kadınların seçilerek hazırlanan yayınlar ile
çalışma hayatındaki kadınların cesaretlendirilmeleri önerilebilir. Üye sayısının artırılması için özellikle
iş dünyasının önde gelenlerinden oluşan STK, meslek birlikleri ve benzeri oluşumlar ile irtibata
geçilerek platformun bilinirliğinin artırılması da sağlanabilir. Farkındalığı artırıcı bu çalışmalarda,
çalışanlarına “kadın dostu” iş ortamı sağlayan şirketlerin, iş-yaşam dengesini sağlayıcı yöntemler
geliştirme adına diğer firmalara gönüllük koçluk yapması da düşünülebilir. İş’te Eşitlik Platformuna
ilişkin bu önerilerin gerçekleştirilmesi, ilgili alt endekste puan artışına yol açmasa bile Türk kadınları
için değerli bir kazanım olacaktır. Bu bağlamda, platform çatısı altında yürütülen çalışmaların önemli
olduğu düşünülmekte olup sadece bununla sınırlı kalınmaması gerekmektedir. Platform kapsamındaki
çalışmalar, Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurum Raporunda ilerleme kaydetmek için yetersiz
kalmaktadır. Bu çerçevede, “işe alımdaki cinsiyet ayrımcılığının kaldırılması, ebeveyn izinlerinin
yeniden düzenlenmesi, kadın istihdamına vergi indirimi sağlanması, çocuk bakımı için olanakların
geliştirilmesi, çalışan kadınların iş ortamlarının mobbing, taciz, cinsiyet ayrımcılığı ve benzeri
sorunlardan arındırılması ile iş-aile yaşamını uyumlaştıracak adımların da atılması gerekmektedir.
Ayrıca, bundan sonraki çalışmalarda Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurum Raporunun, diğer toplumsal
cinsiyet odaklı endekslerle karşılaştırmalı analizlerinin yapılması da önerilmektedir.
5. KAYNAKLAR
İEP (İşte Eşitlik Platformu), 2015, www.isteesitlikplatformu.gov.tr (Erişim: 05.02.2014)
KSGM (Kadının Statüsü Genel M üdürlüğü), 2014, İş’te Eşitlik Platformu Bilgi Notu
TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu), 2015, Haber Bülteni, www.tuik.gov.tr (Erişim: 05.03.2015)
WEF (World Economic Forum), 2006, The Global Gender Gap Report,
http://www3.weforum.org/docs/WEF_GenderGap_Report_2006.pdf (Erişim: 14.12.2013)
WEF (World Economic Forum), 2014, The Global Gender Gap Report, http://reports.weforum.org/global-gender-gap-report2014/ (Erişim: 24.01.2014)
188
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Alatlı’nın Schrödinger’in Kedisi’nde Kadın İmgeleri
Images of Women in Alatlı’s Schrödinger’s Cat
Fatma KALPAKLI1
1Yard.
Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Konya-Türkiye, [email protected]
ÖZET: Alev Alatlı’nın Kâbus ve Rüya adlı iki ciltten oluşan Schrödinger’in Kedisi romanında genel olarak
bakıldığında, köylü kadın, modern şehirli kadın, kolejli genç kız, fettan kadın, işkolik kadın, anaç kadın vb. gibi birçok kadın
karakter tasvir edilmektedir. Romanda, ülkemizde ve dünyada sosyo-ekonomik değişimlere paralel olarak kadınlığın ve kadın
imgelerinin de nasıl değiştiği gözler önüne serilmektedir. Tabi bu esnada kadın, kadınlık, dişilik, annelik, bilim kadınlığı gibi
kavramlar da sorgulanmakta ve bu kavramlar romanın postmodern unsurlar taşıması sebebiyle de çok değişik bakış açılarından
Kâbus’da ve Rüya’da aynı karakterlerin farklı farklı tutumlar sergileme ihtimallerinden ve farklı şekillerde potansiyellerini
gerçekleştirebilme ya da gerçekleştirememe ihtimallerinden yola çıkılarak ve tek bir doğrunun olmaması ve zamanın kronolojik
olmaması gibi postmodern öğelerle yoğurularak (bakınız Alice Kuantum Diyarında), romanın sonu ve böylelikle, son söz de
yine okuyucuya bırakılmaktadır. Alatlı, Schrödinger’in Kedisi adlı çalışmasını postmodern bir roman şeklinde kaleme alarak
ilk cildi Kâbus’da olabilecek en kötü ihtimaller, ikinci cildi Rüya’da da olabilecek iyi ihtimaller üzerinde duruyor. Bu süreçte,
insanın bitip tükenmez uğraşılarını da Godot’yu Beklerken’deki potin bağı hipotezine (Alatlı, 2007: 123) değinerek okuyucuya
vermeye çalışıyor.
Anahtar S özcükler: Alev Alatlı, Schrödinger’in Kedisi, toplumsal cinsel kimlik, toplumsal cinsiyet adaleti, kadın imgeleri.
ABS TRACT: If you have a look at Schrödinger’s Cat, you will see that there is a wide variety of women characters
depicted such as peasant woman, urban woman, femme fatale, college girl, workaholic woman and domestic woman. In the
novel, it has been shown that as in line with socio-economic factors, the image of women change not only in Turkey, but all
over the world. M eanwhile, concepts of womanhood, motherhood, or being a working woman have been questioned and
criticized. These issues are discussed within the framework of postmodern theories (see also Alice in Quantum Land) and
postmodern novel; there is not one truth and time is not chronological in postmodern works of arts. Thus, in postmodern
theory, anybody has the potential36 to realize himself/herself either in the worst way or best way. Keeping the dynamics of
Quantum physics in mind, Alatlı prefers to conclude her novel with an open-end, to be finished by every reader as s/he likes.
Thus, Alev Alatlı deals with the image of women and their struggles to survive in Schrödinger’s Cat in such a way (by giving
references to Samuel Beckett’s Waiting for Godot and the shoe-laces (Alatlı, 2007: 123), underlined quite often in his play to
illustrate mankind’s never ending struggle in the world ) that the postmodern qualities of the novel add to the meaning of this
work.
Keywords: Alev Alatlı, Schrödinger’s Cat, gender identity, gender equality, images of women.
Toplum ve Kadın Psikolojisi
M. Ruhat Yaşar, “Depresyon’un Kadınlaşması” adlı makalesinde, kadınların potansiyellerini
gerçekleştirememe durumunda depresyona girdiklerini belirtiyor. Biz bu durumu Alatlı’nın Kâbus,
potansiyellerini gerçekleştirebilme ihtimallerini de Rüya cildinde görüyoruz.
Psikiyatr E. Becker, bireysel yeteneklerini somutlaştırma imkânlarından yoksun kalan bireylerin
ruhsal sağlıklarının bozulduğunu dile getirmiştir. Benzer sekilde, bireylerin potansiyellerini
gerçeklestirmelerine olanak tanımayan sosyo-ekonomik yapıların, depresyona neden olduğu
bilinmektedir. Geleneksel rollerle ideal yaşam arasındaki en kırılgan hatta duranlar kadınlardır. Buradan
hareketle, genel anlamda kadınların yetersiz statüleri ve pasif rolleriyle yaşadıkları ilişkilerden yara alma
ihtimalleri yüksektir. Ayrıca, bu durumda kadınların risk alma ve kendini gerçekleştirme yetenekleri
daraldığından kendileri de daralırlar. Bu ifademizi destekleyecek şekilde Bibring de, depresyonun, içe
dönmüş bir saldırganlıktan çok, ideallerle gerçekler arasındaki gerginliklerden kaynaklandığını
belirtmiştir. Dünya ortalamasında kız çocuklarının en az okutulduğu ülkelerden biri olan ülkemizde,
genel anlamda kadınların potansiyellerini gerçekleştirebilmelerinin ne kadar zor olduğu tahmin
edilebilir. Erkeği tamamlamak üzere yetiştirilen kadın, yeterli özgüven ve beceriden yoksun
bırakıldığından, çoğu zaman kendini gerçekleştirebilecek iç güçten yoksun kalır (Yaşar, 2007:260-261).
36
In the first volume of Schrödinger’s Cat, entitled Nightmare, a dark picture of the world is drawn, where female characters
miss the opportunities to realize themselves, whereas in the second volume, entitled Dream, an optimistic picture is drawn and
the readers get the chance to see a utopian world, where women are happy as they are who they are. Relying on the postmodern
theory, in the novel characters have the opportunity to lead a miserable life or a better life depending on their choices and
efforts.
189
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Schrödinger’in Kedisi’ndeki Kadın Tiplemeleri
Schrödinger’in Kedisi romanında bunu en güzel örnekleyen İmre Kadızade’nin yengesi
rolündeki Müjgan’dır. Kocasını tamamlamak üzere yetiştirilmiştir ve yeterli özgüven ile kendini
gerçekleştirebilecek iç güçten yoksundur. İmre Kadızade’nin yengesi ise Türkiye’nin 80’li yıllarda içine
girdiği hızlı “köşeyi dönme” mantığına kendini kaptırıp, aile içindeki buhranları bizzat yaşayan “arada
kalmış, kayıp nesli” temsil etmektedir. Bekir Kuran karısı Müjgan’ı sekreterleriyle aldatır. Eşinin
kendini aldatmasına ve aşağılamalarına katlanmaktadır, fakat bu “yuvayı dişi kuş yapar” sözünün
aksine, ailesinin parçalanmasını engelleyemez.
Aile toplumda yozlaşmanın en açık bir şekilde belirdiği müessesedir. [Müjgan’ın kızının]
Devrim’in içinde doğup büyüdüğü aile ortamı mutsuzlukların, kavgaların ve aile içi şiddetin egemen
olduğu bir ortamdır. Babası Bekir ile annesi Müjgan arasındaki huzursuz evlilik çocukları Devrim, Ekim
ve Toprak’ın yetişmelerini olumsuz yönde etkileyecektir. Nitekim anne baba şefkatinden uzak olan bu
çocuklardan Devrim nihilizme sürüklenip eroin bağımlısı olarak intihar edecek, Ekim evlendiği
Hıristiyan gencin dinine girip ülkeyi terk edecek, Toprak ise radikal İslamcı örgütlere katılacaktır.
Ailenin çöküşü romanda ahlaki çöküntünün temeli olarak ele alınır. Devrim’in hayat hikâyesinin
anlatıldığı satırlarda aile kontrolünden bağımsız gençlerin içine düştükleri vahim durum gözler önüne
serilmektedir. Devrim’in etrafında bulunan gençlerin hayat karşısında bir duruşları ve gelecek
beklentileri yoktur. Bu bağımsız yaşayış onları doğal olarak uyuşturucuya bağımlı hale getirecektir.
Sorunlardan kurtulmanın en kolay yolu olarak da Devrim kurtuluşu uyuşturucuda bulur. (Çona,
2011:945)
İmre Kadızade’nin yeğeni Devrim ise “batılı, özgür, modern genç kız” imgesinin peşinde
koştururken hezeyana uğrayan genç kızlarımızı temsil etmektedir (Alatlı, 2012:638).
Romanın ana kadın karakteri olan İmre Kadızade iyi eğitim almış, aydın37 , insancıl bir
psikoterapist, bilim kadınıdır. Ancak, onun mesleki kimliği, özel kişisel hayatında kadınlığa ve dişiliğe
yer bırakmayacak kadar tüm hayatını öyle doldurmuştur ki, işin ucu “kadınlığını inkâra”, diğer bir
deyişle “cinselliği yadsımaya” kadar gitmektedir, ta ki Kara Kalpaklı Adamla karşılaşana kadar. İmre
Kadızade’yi kadınlığı inkâra götüren toplumsal düzen ve toplumsal cinsiyet adaleti de bu bağlamda
sorgulanacaktır.
Schrödinger’in Kedisi romanında İmre Kadızade karakteri çocukluğundan kalma bir takım
korkular ve tabular yüzünden cinsel kimliğini hiçbir zaman yaşayamamıştır. Körkuyu köyündeki
bağnazlıklar ve İmre’nin bilinçaltına yerleşmiş ve onun ileriki yaşlarda cinsel kimliğinden
uzaklaşmasına sebep olmuştur.
Benzer bir bağnazlıkla büyümüş, yine Anadolu’dan gelen Münevver, bir cinle olan ilişkisini
anlatır:
“Öyle deme, Ayla Abla! Yakacık’ta bir gelin var, kocası askerde, onun Cin’i onu hamile
bıraktı. Vallahi de billahi de! Bana inanmazsan, çağırayım kayınvalidesine sor! Hocalar getirttiler,
hocalar üç gün üç gece okudular da, öyle gitti. Yoksa her gece kadının koynuna giriyordu!”
“Kadın da bundan hamile kaldı?”
“Kaldı ya! Böyle şeyler olur! Kuran’da yeri var.” Parmaklarını tahtaya vurmuş, kulağını
çekmiş, “Allah korusun! Bu yastan sonra gebe kalmak da var!” “Yatmazsan gebe kalmazsın!” demiş
37
Kadının bir diğer önemli toplumsal rolünün “kültür bekçisi” olması olduğu ve bu da ünlü pergel imgesi ile dile
getirilmektedir:
Erkek, ideallerin, fetihlerin, tektanrılı dinlerin, ideoloji ve ütopyaların taşıyıcısı sıfatıyla, yola/ufka
yelken açar; kadın, ocağın, ailenin, kökenin, var olanın koruyucusu olarak yuvada kalır,” demişti,
Maria Evangelista. İmre Kadızade, bir kadın olarak kendisine biçilen “kültür bekçiliği” rolünü
hayatının hiçbir döneminde benimsemediğini düşündü. Kendisinin, ne ailenin ne kökenlerin n e de
İslamın başını beklemek gibi bir çabası olmamıştı. Tersine, eski Türkiye’nin okumuş kadını olarak,
var olanı yıkmak düşmüştü kendine. Var olanı yıkan anne/kadın, elbetteki geleceğin kurulmasınd a
söz sahibi olacak, “ideallerin, fetihlerin, tektanrılı dinlerin, ideoloji ve ütopyaların” oluşturulmasında
erkekle rekabet edecek, yeri geldiğinde erkeğe kafa tutacaktı. Kendi hayatının “yola/ufka” açılan
yelkenlinin yekesine sahip çıkma, rotasını belirleme çabasından başka bir şey olmadığın ın
bilincindeydi. (Alatlı, 2012: 40-41)
190
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Ayla, yine bir şey söylemiş olmak için. Fakat Münevver‟in kızarmasından kuşkulanmış. Ona da delilik
gibi bir şey gelmiş olmalı ki, “Bana bak kız, yoksa Cin’in koynuna mı girdin?” Münevver, utanmış
sıkılmış, “ Ne yapayım, İzzet sokağa çıkar çıkmaz geliyor!” diye fısıldamış, “Eve girer girmez öpüyor
beni. Yavaşça yatak odasına doğru çekiyor…” (Alatlı, 2012: 393)
Görüldüğü üzere, “[c]insellik roman boyunca başlı başına bir tabu olarak işlenir. Türk
toplumunda insanlar cinsel bilgilerden mahrum yetiştirildiği için kulaktan dolma yalan yanlış bilgilerle
cinsel kimliklerini yeterince kavrayamamakta ve bağnazlığın getirdiği bastırılmışlıklarla büyümektedir.
İmre Kadızade‟nin kendi cinsel kimliğine yabancılaşmasında kadınlar hamamına gidişinin büyük rolü
vardır” (Çona, 2011: 947-948).
Romanda geriye dönüşlerle, okuyucu İmre’nin gençliğine de götürülür;
“Roman kahramanı İmre gençliğinde Yusuf Eralın’a aşıktır. Aralarındaki aşk hiçbir zaman
birlikteliklerini sağlayamasa da İmre için Yusuf hayatına giren tek erkektir” (Çona, 2011: 947-948).
İmre hiçbir zaman Yusuf’a karşı olan duygularını ifade edemez ve bu konuda sessiz kalmayı tercih eder
ve bekler;
Duyguların cinsiyetler arası paylaşımında kültürel değerler belirleyici bir rol oynar. Kültürel
kalıplarımızda erkeklerden sert, aktif, saldırgan, güçlü, rekabetçi ve hırslı; kadınlardan ise duyarlı,
alçakgönüllü, boyun eğici, zayıf, dayanışmacı, uyumlu ve edilgen olmaları yönünde toplumsal
beklentiler bulunmaktadır. Bu beklentilerin tarihi bir alt yapısı olduğu unutulmamalıdır. Örneğin,
kadınların bu edilgenliğin bir parçası olarak en kötü zamanlarda bile beklemek zorunlulukları üzerinde
durulabilir. Savaşın önemli bir tarihsel olgu olduğu bu topraklarda, beklemek, esini, çocuğunu
kaybetmiş anneler ve sözlülerini göremeyen kızlar için kara bir alın yazısı gibi durur. Çünkü giden
erkektir ve sürekli savaşlarla ve göçlerle devinen bu coğrafyada beklemek hep dişil olmuştur. Beklemek,
birisi olduğu kadar istenmeyi beklemek seklinde de olabilir. Ama sonuçta beklemek kötü bir yalnızlıkt ır.
Yalnızlığa ve beklemeye ise güçlü bir depresyon eşlik eder. Beklemek sonuçta kadersi bir duruştur ve
ona güçlü bir keder duygusu eklenir (Yaşar, 2007: 255-256).
Buna paralel olarak, İmre Kadızade de sessiz bir bekleyiş içindedir beyaz atlı prensi için, ikili
ilişkilerde asla kendisi ilk adımı atan olmamıştır ve olmayacaktır da. Bu nedenle, en iyi arkadaşı
yalnızlığı olmuştur.
Bu bekleyişten, okuyucu İmre Kadızade’nin mahkeme salonunda yargılanışı ile uyandırılır.
İmre Kadızade, çocukluğundan itibaren hayatının dönüm noktalarına değindiği mahkemedeki
savunmasında aynı zamanda Türkiye’nin yok olma sürecini masaya yatırır. İmre Kadızade ve etrafındaki
insanların yaşam serüveni ile Türkiye’nin yok oluş süreci arasında bu bağıntı gerçekten çok ustaca
kurgulanmıştır. Zira geniş kahraman kadrosu içerisinde yazar karakterlerin her birine Türkiye’nin yok
oluş süreciyle bağıntılı bir takım kimlikler yüklemiştir. Bu bağlamda İmre Kadızade kendi toplumuna
yabancılaşan Türk aydınını simgelerken, Devrim adım adım yıkılışa giden Türkiye’yi sembolize eder
(Çona, 2011: 940-41).
Ayrıca, Devrim’in kız kardeşi Ekim’de dinini değiştirerek Hıristiyan olacaktır ki, bu da bir çeşit
“kimlik erozyonu” yaşaması demektir.
Romanda yozlaşmanın en belirgin sebebi aslında dil yitimi/ afazi hastalığıdır. İnsanların
değerler konusunda yaşadığı akıl bulanıklığı toplumu bir arada tutan kavramların içinin boşalmasına ve
ait olduğu topluma yabancı kimliksiz bireylerin doğmasına yol açmıştır.
Kâbus romanında İmre Kadızade’nin mahkemedeki savunması kendi hayatı üzerinden bir
Türkiye portresini çizdiği bölümdür. Kahramanları üzerinden Türk toplumundaki yozlaşma sürecini
gözler önüne seren yazar, 80’li ve 90’lı yıllar boyunca eski Türkiye’nin manzarasını çarpıcı bir bakış
açısı ile verir. Bunu yaparken İmre Kadızade ve yeğeni Devrim’in hayat hikâyesi merkezde yer alır
(Çona, 2011: 945). Romandaki Kadızade ailesinin diğer kadınları38 da bu çalışma kapsamına alınacak
İmre Kadızade’nin annesi fedakâr köylü, Anadolu kadınını temsil etmektedir. Dul bir kadının sokakta tek başına
gözükmesi toplumca hoş karşılanmadığından pek dışarı çıkamamaktadır ve bunun sonucu obez olmuş, fakat bu
sefer de obez olduğu için aile fertlerince eleştirilmektedir. Bu durum, ataerkil toplumlarda, kadınların, ne İsa’ya
ne Musa’ya yaranamama durumunu güzel bir şekilde örneklemektedir.
38
191
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
ve değişen sosyo-kültürel yapılar ile toplumsal cinsel kimlikteki değişimler arasındaki bağ mercek
altına alınacaktır.
George Brown ve T. Haris, kadınların, çökkün duygusal durumlarına neden olan sosyo- kültürel
faktörleri ele aldıkları çalışmalarında vakaların çoğunda depresyonun, “bir mahrumiyet, fazla yük
altında olma” ve hayatta karşılaşılabilen olumsuz olaylarla ilgili olduğunu bulgulamışlardır. O halde
“ağır toplumsal beklentileri karşılamak için davranışlarını sürekli ayarlamaya çalışanlar genelde
kadınlar” olduğundan onların bütün ruhsal hastalıklarda bası çekmeleri tesadüf değildir… Depresyonun
nispeten utançla suçluluğun ve nispeten de geleceğe yansıyan bir korkunun karışımından oluştuğu
varsayılırsa yaşamın ve kültürün erkek doğmamış olmaktan hayıflanan kadına biçtiği rol ve duygu, iste
bu imrenmeyle karışık utanç ve suçluluk üzerine inşa olur (Yaşar, 2007: 254-255).
Bu da zaten dilimizdeki “eksik etek” tabiriyle hayatımızda yerini almıyor mu? Freud’un da
bahsettiği penis yokluğu ve kıskançlığı, kız çocuklarına daha erken yaşlardan itibaren erkek olmamaktan
hayıflanmayı öğretmiyor mu? Bu suçluluk, ayrıca kadının yatak odasında da kendini serbest
bırakamamasına, ifade edememesine neden olur ki bu noktaya da Türk ve Rus kadını karşılaştırılarak
parmak basılır romanda;
Tüm dünyada sosyalist sistemin çökerek, kapitalizmin yaygınlaşması ve kapı komşumuz
Rusya’daki ekonomik kriz nedeniyle Türkiye’ye başlayan göçler sonucu Rus göçmen kadını ve beyaz
kadın ticareti sorunlarıyla tanışan Türk toplumuna da değiniliyor romanda. Rus kadını ile Türk kadınının
yetiştirilmesindeki kültürel farklılıklar, Türkiye’deki belli bir kesimin yatak odasına kadar etki etmeye
başlar. Bu durum, Türk kadını ile Rus kadını arasında “haksız bir rekabet” yaratarak, sözde çok sağlam
bildiğimiz Türk aile yapısının çatırdamasına sebep olur ve romanın okuyucuları tüm bunlara tanık olur.
Müjgan’ın kocası, Bekir Kabus’ta şu ifadeleri kullanır:
“Anam var, kadınım yok!”… “Kadınım yok ama iki anam var. Hatçe, Müjgan. Hatçe doğurdu,
Müjgan’a verdi!”… Elleri öpülesi, kutsal karılar! Yüceltilmeye doymazsınız!... Beni yücelt ki, sana
lütufta bulunayım, koynuna gireyim!” Varsa yoksa çocuklarınız! Onlara taparsınız! Erkeklerinizi ne
yersiniz, ne de yedirirsiniz! Kadın olarak dördünüzü üst üste koysam bir Rus, bir Romen dişisi
etmezsiniz be!” (Alatlı, 2012: 41; ayrıca bakınız Arslan’ın Bay Türk’ün Kadınları). Ayrıca, “Kuran
ailesinin en yaşlısı Osman Kuran köyden İstanbul’a geldikten sonra Zozulya adında kendisinden çok
genç bir kadınla cinselliği yeniden keşfeder” (Çona, 2011: 947-948). Osman Bey eşini artık
beğenmemekte ve yatak odasında Zozulya’nın oynadığı yeni oyunları eğlenceli bulmaktadır. “Nenene
sor bakalım, hiç benim [genital bölgemi] öpmüş mü? Nenen beni hiç saymadı ama, Nataşa beni seviyor!”
(Alatlı, 2012: 572).
Ancak çelişki şudur ki bir an bu oyunları oynayanın eşi olduğunu varsayarsak, eşinin anında
“fahişe39 ” damgasını yiyeceği ve bunları nerden öğrendiğinin hesabı sorulacağı da kesindir. Burada Türk
kadınına uygulanan “çifte standart” ilginçtir.
Schrödinger’in Kedisi’ndeki Ütopya
Alev Alatlı’nın Schrödinger’in Kedisi romanının gerek toplumsal cinsel kimlik, gerekse
postmodern roman unsurları açısından zengin olması, kadının bugünkü toplumdaki yeri ve rolü ve ayrıca
ileriye yönelik potansiyelini anlatma açısından, hem konu hem de format açısından fonksiyoneldir.
Romanın ikinci cildi Rüya’da (zaman kısıtlaması nedeniyle burada ayrıntılarına giremiyoruz), işlerin
yolunda gitme ve olumlu ihtimaller ve karakterlerin, kadın karakterler de dâhil olmak üzere,
potansiyellerini gerçekleştirmeleri üzerine hikâyeler kurgulanmıştır ki bu da Alev Alatlı’nın kafasındaki
ideal Türkiye imajını gözler önüne sermesi ve okuyucularına örnek bir resim çizmesi açısından
manidardır. Alatlı’nın Rüya’sında, toplumsal cinsiyet adaletinin hakim olduğu, kadın ve erkeğin el ele,
kol kola yürüdüğü ve devamlı (maddi, manevi ve entelektüel) paylaşımlarda
Burada Seneca’nın ve Can Yücel’in bir kadının yatakta bir yosma, fahişe kadar cilveli, marifetli olması gerektiği
sözlerini anmadan geçemeyeceğiz. Seneca, ayrıca “erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer” sözüne de
inanmaktadır ki, kadının mutfakta iyi bir aşçı olması gerektiğini de ifade eder (bakınız “Güzel Sözler”, ve “Kadın
Dediğin”).
39
192
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
bulunarak birbirlerinin varoluş amaçlarına ve mutluluklarına katkıda bulundukları ütopik bir Türkiye
hayal edilmektedir.
KAYNAKLAR
Alatlı, Alev. (2012). Schrödinger’in Kedisi: Kâbus. İstanbul, Everest Yayınları.
Alatlı, Alev. (2007). Schrödinger’in Kedisi: Rüya. İstanbul, Everest Yayınları.
Arslan, M ert. (2006). Bay Türk’ün Kadınları: Önce First Lady, Sonra Cariye. İstanbul: Beyaz Yayınları.
Beckett, Samuel. (2013). Godot’yu Beklerken. Çev. Tarık Günersel ve Uğur Ün. İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
Çona, Ömer. (2011). “Alev Alatlı’nın Kâbus Romanının Tematik Açıdan Tahlili”, Turkish
Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic. Volume 6/1. Winter.
Gilmore, Robert (2006). Alice Kuantum Diyarında. Çev. Filiz Kaynak. İstanbul: Güncel Yayıncılık.
Seneca, Lucius Annaeus. (2015) “Güzel Sözler”, www.radyosomafm.com/guzelsozler/guzelsozlerk.doc. 30 Nisan 2015.
Yücel, Can. Kadın Dediğin. (2015). http://asksiirleri.web.tr/can-yucel-siirleri/kadin-dedigin. 1 M ayıs 2015.
Yaşar, M . Ruhat. (2007). “Depresyon’un Kadınlaşması”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. Cilt: 17, Sayı: 2
Sayfa:251-281, Elazığ.
193
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Çalışan Annelerde Stres Üzerine Bir Alan Araştırması
A Field Study on Working Mothers’ Stress
Fatma KIRMAN1
1Yüksek
Lisans, Kahramanmaraş Anadolu Lisesi, [email protected]
ÖZET: Dünyada ve Türkiye’de demokrasinin gelişmesinde kadınların ve kadın haklarının önemli bir yeri vardır.
Hatta kadınların sahip olduğu haklar ülkelerin gelişmişlik seviyesinin bir göstergesidir. M odern dünyada kadınların eğitimi,
eğitimli kadınların çalışma hayatına atılması, çalışma hayatında yer alan kadınların karşılaştıkları problemlerin çözülmesi,
toplumların gelişmişlik seviyelerinin önemli göstergeleri konumundadır. Türk toplumunda da Cumhuriyet ile başlamakla
birlikte 1950 yıllarından sonra kadınların sosyal hayatı ve kimliğinde birtakım değişimler olmuştur. Kadınlar lehine yaşanan
bu değişmeler ve gelişmeler bir takım sorunları da beraberinde getirmiştir. Bu sorunların başında çalışma hayatına atılan
kadınlarda gözlenen sıkıntı, stres ve depresyon gelmektedir. Bu bildiride genelde kadınların, özelde de çalışan annelerin
yaşadıkları stresin çeşitleri, kaynakları ve başa çıkma yolları hakkında yapılan bir alan araştırmasının verileri psikolojik açıdan
ele alınacaktır.
Anahtar Kelimeler: Stres, stres faktörleri, çalışma yaşamı, kadın çalışanlar, çalışan anneler
ABS TRACT: Women and their rights have an important place in the development of democracy in the world and
Turkey. Even the rights of women are indicators of the level of development of the countries. In the modern world, the educat ion
of women, entering of the educated women into the working life, solving problems faced by female employees are major
indicators of the level of development of societies. In Turkish society, it has been some changes in the social life of women and
their identities by starting with the Republican period, and especially after 1950s. These changes and developments in favor of
women have brought with a number of problems. Among these problems are adversity, stress and depression observed in
female employees. In this paper, data from a field study on the types of stress and its resources experienced by women in
generally, and by working mothers in particular, will be discussed from the psychological perspective.
Keywords: Stress, factors of stress, working life, female employees, working mothers
1. STRES VE CİNSİYET, ÇALIŞMA HAYATI
Modern dünyada ve modern bir ulus devlet olan Türkiye’de kadın hakları, kadınların kimliği
ve sosyal ve çalışma hayatı gibi konularda önemli değişimler ve gelişmeler yaşanmıştır. Genelde
kadınlar lehine yaşanan bu değişmeler ve gelişmeler bir takım sorunları da beraberinde getirmiştir. Bu
sorunların başında çalışma hayatına atılan kadınlarda gözlenen sıkıntı, stres ve depresyon gelmektedir.
Baltaş’a göre insana stres tepkisini yaşatan kaynakları üç grupta toplamak mümkündür. Bunlar
fizikî çevreden kaynaklananlar, iş veya meşguliyet konusundan kaynaklananlar, psiko-sosyal
özelliklerden kaynaklananlar olarak sıralanabilir.
Fizikî çevreden kaynaklananlar arasında hava kirliliği, gürültü, kalabalık, radyasyon, sıcaklık,
soğukluk, toz vb. yer alır. İş veya meşguliyet konusundan kaynaklananlar arasında ağır iş, gece işi, aşırı
yüklenme, karar verme güçlükleriyle dolu büyük sorumluluk getiren işler, zaman baskısı altında çalışma
vb. sayılabilir. Psiko-sosyal özelliklerden kaynaklananlar da kendi aralarında üçe ayrılır. Bunlar günlük
stresler, gelişimsel stresler, hayat krizleri niteliğindeki stresler.
Günlük stresler: Günlük hayatın basit gerilimleridir. Örneğin, trafikte sıkışmak veya karşılaşılan
bir terslik, hayal kırıklığı, ufak bir kaza, çocuk ağlaması, yemeğin yanması, her gün karşılaştığımız,
insanı sinirlendiren, tedirgin eden, engelleyici ya da rahatsız edici olaylardır.
Gelişimsel stresler: Gelişimsel nitelikteki olayların sebep olduğu streslerdir. Burada söz konusu
olan çocuk veya yetişkinlerin kronolojik durum ile ortaya çıkan gelişimleridir. Örneğin, çocuğun okula
başlaması, 11-13 yaşlarında buluğ çağı, orta yaşın sonlarında menopoz, yetişkinlikte iş hayatına geçiş
vb.
Hayat krizleri niteliğindeki stresler: Her hayata başlı başına biçim verecek nitelikteki olayların
yarattığı streslerdir. Örneğin ciddi hastalıklar, doğum, aile bireylerinden birinin ölümü, işten çıkarılma
vb. (Baltaş, 2008: 59-60).
Psikoloji alanında yapılmış çalışmalarda genelde kadınların erkeklere oranla daha çok strese
girdiği saptanmıştır. Bu çalışmalardan biri de Ganefski ve arkadaşlarının 251 erkek ve 379 kadın
üzerinde yaptıkları çalışmadır (2004). Bu çalışmada depresyon açısından kadınlarla erkekler arasındaki
farklılığı açıklayan görüşleri aktarmışlardır. Bu konudaki birinci görüşe göre, kadınlarla
194
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
erkekler arasındaki depresyon farklılığı, onlar arasındaki sosyo-ekonomik statü, eğitim düzeyi, depresif
olduğunu kabul etme ve depresyondan kurtulmak için yardım talebinde bulunma konularındaki
farklılığının bir sonucudur. İkinci görüş, kadınların hormonal ve genetik olarak depresyona daha açık
olmalarını ön plana çıkarırken, üçüncü görüş ise kadınların negatif hayat olaylarına daha fazla maruz
kaldıklarını, bunun da onların depresif rahatsızlarını tetiklediğini savunmaktadır. Bu konudaki dördüncü
görüş, kadınların kişilik olarak depresyona açık olan nörotik kişilik özellikleri ve yükleme şekillerine
daha çok yatkın olduklarını öne sürmektedir. Beşinci görüşe göre ise, kadınların erkeklere göre
depresyona daha çok maruz kalmaları, stres ve sıkıntı durumlarında daha çok pasif ve duygu merkezli
(emotion focused) başa çıkma yollarına başvurmaları sebebiyledir (bkz. Ganefski ve ark. 2004:267-8;
karş. Şahin 2006; Kırman 2013).
Ülkemizde kadınların hem çalışma yaşamına girmesi, hem de girdikten sonra devamları
konusunda yasalarda cinsiyete dayalı ayrımcılık söz konusu olmamasına rağmen kadınların işe
girebilme, mesleklerini sürdürebilme veya mesleklerinde yükselme doğrultusunda tüm potansiyelini
ortaya koyabilme konusunda yaşadıkları bazı sorunlar mevcuttur. Belli iş ve mesleklerin kadınlara
uygun işler olarak toplumsal kabul görmemesi, görev dağılımında adil davranılmaması ve iş
piyasasındaki iş ve mesleklerin ‘kadın işleri’ ve ‘erkek işleri’ olarak ayrışıp toplumsal kabul
görmesinden dolayı, kadınlar ancak geleneksel kadın mesleklerinde yoğunlaşmakta, daha düşük statülü
ve ücretli işlerde çalışmaktadırlar (Çubukçu 2006). Bütün bu sorunların da çalışan kadınların daha fazla
strese girmelerine yol açtığı söylenebilir.
Sosyal hayatta daha çok yer almaya başlayan kadınlar birtakım sorunlarla karşılaşmış ve bu
sorunlar da çeşitlendikçe stres artmıştır. İş arkadaşları ile olan ilişkiler, iş ortamında yaşanan sıkıntılar,
amirlerle olan ilişkiler ve sonuçları, kadın ve erkek arasında eşitsizlik, terfi de eşitsizlik, gibi stres
faktörleri bulunmaktadır. Kadın çalışanların iş hayatında yer alan diğer çalışanlara göre görevleri birkaç
kat daha ağırdır. Çünkü iş dünyasındaki görevlerinin yanında anne ve eş olarak da farklı kimlikler i
bulunmaktadır. Kadınların çalışma hayatının hangi alanında olursa olsun bu kimliklerini muhafaza
etmeye çalışmaları psikolojik yükü ve sorumluluğu artırmıştır. Bu konuda devlet, kadınlara destek
vererek iş hayatındaki yükünün hafifletilmesi için gerekli tedbirleri almaya çalışmıştır. Buna rağmen
çalışan kadınlarda bir takım stres unsurlarına rastlamak mümkündür. Erkek çalışanların eve geldikleri
zaman sorumlulukları belirli oranda azalmakta, ancak kadınların eve geldikten sonra da görev ve
sorumlulukları devam etmektedir. Çocukların ve eşin sorumluluğu, ev işleri vs. iş ortamındaki
yorgunluğunu tam olarak atamadan diğer işlere girişmektedir. Tabii ki bu kadar çok sorumluluk, iş ve
görevi yerine getirebilmek için ekstra çaba sarf etmek zorunda kalmakta, işlerin bir kısmı, tüm çaba ve
fedakarlığa rağmen ister istemez aksamaktadır. Böylece sorun ve çatışmalar baş göstermeye
başlamaktadır. Eş ve çocukların istek ve beklentileri tam olarak karşılanmadığı için çalışan anneden
şikâyet etmeye, çevredekiler ise onu “yetersiz kadın” olarak nitelendirmeye yönelmekte, bu da annenin
özgüvenini kaybetmesine ve çalışma ortamında daha çok strese girmesine neden olmaktadır.
Çalışan anneleri etkileyen unsulardan biri de suçluluk duygusudur. Bu stres, çocuklarını evde
bırakıp gitmesi durumunun çocuklarının gelişimini ve başarısını etkileyebileceği kaygısını
taşıdıklarındandır. Anneler yaşadıkları bu yoğun suçluluk duygusu nedeniyle işten eve döndüklerinde
çocuklarının her istediğini yapma ve onları şımartma eğilimine girmektedirler. Oysa anneden bir
ebeveyn olarak beklenilen en önemli şey çocuğuna ilgi, şefkat göstermesi, kurduğu iletişim ile
çocuğunun “değerliyim”, “mutluyum”, “güvendeyim” duygusunu yaşamasını sağlamasıdır. Önemli
olan annenin çocuğu ile geçirdiği zamanın niteliği, onunla kurduğu iletişimin türüdür. Bir problemle
karşılaşıldığında “anne çalışmasaydı bu durum ortaya çıkmazdı” gibi bir çıkarsama yapmak doğru
değildir. O halde önemli olan problemi ve nedenleri doğru ilişkilendirmek, doğru tanımlamak ve buna
göre çözüm yollarını doğru saptamaktır (Yeşilyaprak 2004: 108). Dolayısıyla çalışan anneler için zorluk
kendilerinin fark ettiklerinden daha çok olabilmektedir. Stresle baş etmeyi ve kendilerine zaman
ayırmayı yapamadıkları takdirde sinirli ve tahammülsüz hale gelmektedirler. Her işe yetişeceğim
kaygısıyla da tükenmişlik sendromu yaşamaya başlayıp yaşamdan da artık zevk alamamaktadırlar. Oysa
annenin yavrusuna ilgi ve sıcaklık göstermesi kendisinin sağlıklı ve mutlu olmasına bağlıdır (Yörükoğlu
1985: 25).
195
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
2. YÖNTEM
Bu araştırma nitel bir karaktere sahiptir. Bu araştırmada herhangi bir ölçek uygulanmamıştır.
Bu yüzden nicel bir araştırma değildir. Ancak ölçeklerden yararlanılarak bir mülakat formu
oluşturulmuştur ve derinlemesine görüşmeler (deep interview) yapılmıştır.
Araştırma için Psikoloji alanında geliştirilmiş çeşitli ölçek ve envanterler tarandığında aile
yapısını ve stresi ölçen bir takım ölçeklere rastlanmıştır. Bu kapsamda “Aile değerlendirme Ölçeği”,
“Aile Ortamı Ölçeği”, “Aile Yapısını Değerlendirme Aracı”, “Anne-Baba Değerlendirme Ölçeği”,
“Anne-Baba Ergen İlişkisi Ölçeği”, “Stres Karşısında Dayanıklılık Testi”, “Stresle Başa Çıkma Tarzları
Envanteri” gibi ölçek ve envanterlere (bkz. Öner 2006:397, 401, 405, 904, 908) ulaşılmasına rağmen
bunların daha çok yabancı aile yapısına uygun olduğu, bunların hiç birinin çalışan annelerdeki stresi tam
olarak ölçemeyeceği anlaşılmış ve bağımsız sorular oluşturulması yoluna gidilmiş, böylece bir “görüşme
formu” oluşturulmuştur.
Araştırmada varsayımları test etmek için nitel araştırma verileri kullanılarak 50 kişiyle birebir
görüşme yapılmıştır. Görüşme yapılan annelerde özellikle bir kurumda değil çeşitlilik arz etmesi
bakımından bir kaç meslek grubunda çalışan anneler tercih edilmiştir. Çalışan annenin aile ortamındaki,
iş ortamındaki ve sosyal çevresindeki stres kaynakları üç başlık altında incelenmiştir. Bu stres kaynakları
çeşitlilik arz ettiğinden araştırmamız genelde aile ortamındaki stres kaynaklarına yönelmiştir. Bunun
yanı sıra çalışan annelerdeki stresi belirleyebilmek için her hangi bir kurumda çalışmayan annelerle de
görüşmeler yapılmıştır. Bu durumdaki kişilere iş hayatı dışındaki sorular yönetilmiştir.
2.1. Mülakat Soruları
1. Kişisel
a. Yaşınız?
b. Mesleğiniz?
c. Kaç saat çalışıyorsunuz?
d. Eğitim durumunuz?
e. Sağlıklı besleniyor musunuz?
f. Zararlı alışkanlıklarınız var mı?
2. Aile
a. Çalışan anne olarak iş ve yaşam dengesini kurmak için neler yaparsınız?
b. Aile üyelerine yeterli zaman ayırabiliyor musunuz?
c. Hamilelik ve doğum esnasında aile içi rolleri yerine getirememe noktasında bir stres
yaşadınız mı?
d. Çabuk sinirlenme, tahammülsüzlük, aşırı yorgunluk hisseder misiniz?
e. Eş ve çocuklarla ilgilenememe noktasında suçluluk duyar mısınız?
f. Evde size yardımcı olabilecek biri var mı?
3. İş
a. Çalışmak sizin için gerekli midir?
b. İş yerine nasıl gidersiniz?
c. İşyerinizde kadın -erkek arasında eşitsizlik olduğunu düşünür müsünüz?
d. Hamilelik esnasında iş yerinde bir stres yaşadınız mı?
e. Amiriniz ya da mesai arkadaşlarınız tarafından fiziksel ya da psikolojik tacize maruz
kaldınız mı?
f. İş yerinde yaşadığınız stresi aile bireylerine yansıtır mısınız?
4. Sosyal çevre
a. Arkadaş grubu ile iletişiminizi aksatır mısınız? Şayet aksattığınız takdirde bu sizi nasıl
etkiler?
b. Sosyal etkinlikler düzenler misiniz?
c. Şehrinizde önemli günlerde düzenlenen sosyal etkinliklere katılabiliyor musunuz?
d. Seyahatlere katılır mısınız?
2.2. Deneklerin Kişisel Özellikleri
Kendileriyle görüştüğümüz annelerin yaş aralığı 25-50’dir. Çoğunluğu 35-40 arasıdır.
Görüşülen anneler akademisyen, doktor, öğretmen, hemşire, müdire, memur ve işçi olarak çalışan
196
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
annelerin yanı sıra hiçbir kurumda şu anda görevli olmayan ev hanımlarından oluşmuştur. Eğitim
seviyeleri olarak çoğunluğunun lise ve üniversite mezunu olduğu, ev hanımlarında ise çok az bir
kısmının ilkokul mezunu olduğu tespit edilmiştir. Çalışma saatleri ise çalışan annelerde çeşitlilik arz
etmektedir. Doktor olan annenin haftada bir nöbeti olduğunu, öğretmen olan bir anne ise haftada bir kız
öğrenci pansiyonunda geceleri kaldığını ifade etmiştir. Memur ve işçi olarak çalışan annelerin çalışma
süreleri diğer çalışan annelere göre daha fazladır. Çalışma saatleri tam gün olan annelerin büyük
çoğunluğu öğle saati hazır gıdalarla beslendiklerini eve gidince de genel de kolay ve pişme süresi hızlı
olan gıdalara yöneldiklerini ya da lokantadan yemek sipariş ettiklerini ifade etmişlerdir. Çalışan
annelerin çoğunluğu zararlı alışkanlıklardan uzak durduklarını, az bir kısmı ise ara-sıra sigara içtiklerini
belirtmişlerdir. Çalışmayan annelerde de çok düşük oranda sigara içtiklerini ifade eden olmuştur.
3. BULGULAR VE YORUMLAR
3.1. Aile
‘Çalışan anne olarak iş ve yaşam dengesini kurmak için neler yaparsınız’ sorusu sadece çalışan
annelere yöneltilmiştir. Çalışan annelerin hepsi de dengeyi sağlamak için düzenli ve pratik olmaları
gerektiğini ifade etmiştir. Bazen pratik olamadıkları ya da işleri kısa sürede bitiremedikleri zaman stres
yaşadıklarını ifade etmişlerdir.
‘Aile üyelerine yeterli zaman ayırabiliyor musunuz’ ve ‘onlarla ilgilenememe noktasında strese
girer misiniz’ sorularına çalışan annelerin tamamı aile üyelerine yeterli zaman ayıramadıklarını ve bu
yüzden suçluluk duyduklarını belirtmişlerdir. Bu yüzden bu suçluluk duygusundan kurtulmak için
çocukları aşırı derece de şımartma eğilimine girdiklerini ve her istediklerini aldıklarını belirtmişlerdir.
Çok az bir kısmı ise yaptıkları şeyin doğru olmadığını kabul etseler de ‘yaramazlık yapmazsan istediğin
kıyafeti alırım’ ya da ‘istediğin oyuncağı alırım’ diyerek şantaja başvurduklarını söylemişlerdir.
Çalışmanın verdiği stres ve yorgunluk aile bireylerine zaman ayırma noktasında eşten ziyade
çocukları etkilemektedir. Çünkü bilindiği gibi bir çocuğun anneye ihtiyacı yaşamın ilk yıllarında daha
fazla olmaktadır. Bazı anneler sabah evden çıkarken çocuğunun kendi arkasından uzun süre ağlamasına
dayanamadığını bazen kendisinin de ağladığını ifade etmişlerdir.
‘Hamilelik ve doğum esnasında aile içi rolleri yerine getirememe noktasında bir stres yaşadınız
mı’ sorusuna çalışan annelerin çoğunluğu stres yaşadıklarını, eve gelince dinlenmek istediklerini ama
dinlenemediklerini ifade etmişlerdir. Her şeyin mükemmel olmasını istedikleri ve bunu
gerçekleştiremedikleri için çabuk sinirlenme, tahammülsüzlük, aşırı yorgunluk hissettiklerini
belirtmişlerdir.
‘Evde size yardımcı olabilecek biri var mı’ sorusuna çalışan annelerin çok az bir kısmı annesi,
kayınvalidesi ya da bakıcıları olduğunu ifade etmişlerdir. Eşleri, ev işlerinde yardım edenler bu stresi
daha kolay atlattıklarını da belirtmişlerdir.
Çalışmayan anneler ise aile üyelerine yeteri kadar zaman ayırdıklarını hamilelik ve doğum
esnasında bir sorun yaşamadıklarını söylemişlerdir.
3.2. İş
İş kategorisindeki sorular çalışan annelere yöneltilmiştir. ‘Çalışmak sizin için gerekli midir’
sorusuna çalışan annelerin hepsi çalışmalarının kesinlikle gerektiğini ifade etmiştir. Bir kısmı maddi
nedenlerle çalıştıklarını ifade ederken büyük çoğunluğu daha çok manevi doyuma ulaştıklarını,
çalışmadıkları zaman kendilerini kötü hissettiklerini ifade etmişlerdir.
‘İş yerine nasıl gidersiniz’ sorusuna ise genelde kendi arabalarıyla gittiklerini ama trafikte çok
zaman kaybettiklerini belirtmişlerdir.
‘İşyerinizde kadın -erkek arasında eşitsizlik olduğunu düşünür müsünüz’ sorusuna çalışan
annelerin yarıdan azı kadın-erkek arasında eşitsizlik olduğunu vurgulamışlardır.
‘Hamilelik esnasında iş yerinde bir stres yaşadınız mı’ sorusuna ise çalışan annelerin çok azı
stres yaşadığını, bu stresin ise genellikle çevresinde hasta olanlardan bebeğe bulaşma riski olan viral
kaynaklı hastalıklardan olduğunu söylemişlerdir. İşyerinde her hangi bir sıkıntıya maruz kalmayanlar
ise amirlerinin samimiyetinden dolayı şanslı olduklarını ama işyerinde karnı burnunda iş yaparken
rahatsız olduklarını ve utanç duyduklarını belirtmişlerdir.
197
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
‘Amiriniz ya da mesai arkadaşlarınız tarafından fiziksel ya da psikolojik tacize maruz kaldınız
mı’ sorusuna ise çalışan annelerin yaklaşık yarısı fiziksel tacizden ziyade psikolojik tacize maruz
kaldıklarını ifade etmişlerdir. Bu tacizde ise genelde ‘bu kadın bu işi yapamaz’, ‘kısa sürede eline yüzüne
bulaştırır’, ‘keşke bu işe hiç başlamasaydı’ ‘nasılsa kısa sürede pes eder’ gibi ifadeler kullanıldığı jest
ve mimiklerle rahatsız edildiği ve mobbing uygulandığı belirtilmiştir.
‘İş yerinde yaşadığınız stresi aile bireylerine yansıtır mısınız’ sorusuna ise çalışan annelerin
çoğunluğu bunu ister istemez eve yansıttıklarını ifade etmişlerdir.
3.3. Sosyal Çevre
‘Arkadaş grubu ile iletişiminizi aksatır mısınız, şayet aksattığınız takdirde bu sizi nasıl etkiler’
sorusuna büyük çoğunluğu ilişkilerin ister istemez azaldığını ve bu duruma üzüldüklerini ifade
etmişlerdir. Çünkü kendilerinin müsait olduğu zaman onların müsait olmadığını, onların müsait olduğu
zaman ise kendilerinin müsait olmadığını vurgulamışlardır. Bu yüzden ortak zaman ayarlama konusunda
sıkıntı yaşadıklarını, uzun süre görüşememe söz konusu olduğunda ise ‘artık bizi sevmiyorsun, burnun
büyüdü, çok gururlusun’ gibi yakıştırmalar yapıldığını belirtmişlerdir.
‘Sosyal etkinlikler düzenler misiniz, şehrinizde önemli günlerde düzenlenen sosyal etkinliklere
katılır mısınız’ sorusuna büyük bir çoğunluğu sosyal etkinlik düzenlemekten çok düzenlenmiş sosyal
etkinliklere fırsat buldukça katıldıklarını belirtmişlerdir.
‘Seyahatlere katılır mısınız’ sorusuna çalışanların önemli bir kısmı gezmeye zamanları olmadığı
için ertelemek zorunda olduklarını ya da çocuklarını ve eşlerini tek başlarına bir yerlere gönderdiklerini
ifade etmişlerdir.
Çalışmayan anneler ise zaman zaman sosyal etkinlikler düzenlediklerini, bazen “altın günü” adı
altında arkadaşlarıyla ve akrabalarıyla bir araya geldiklerini vurgulamışlardır.
Çalışmayan annelerden çok az bir kısmı küçük çocukları olduğu için seyahatlara
katılamadıklarını ama büyük bir kısmı seyahatlara sık sık katıldıklarını belirtmişlerdir.
4. STRESLE BAŞA ÇIKMA YOLLARI
Çalışan annelerin stresten tamamen uzak olmaları mümkün olamadığı için stresle yaşamayı
öğrenmeleri onların yaşamlarını daha da kolaylaştıracaktır. Öncelikle kendilerinde stres yaratan
durumları belirlemeleri gerekmektedir. İş saatleri fazla ise, amiriyle görüşüp bu iş saatlerini azaltma
yoluna gidebilirler.
Diğer yandan stresi azaltma konusunda rahatlatıcı egzersizler yapmak da etkili olabilir. Stres
denizin suyu gibidir ve insanlar da gemi. Su geminin altındayken onun yüzmesini sağlar fakat içine
girdiğinde batırır (Çam, 2013: 243). Görüldüğü gibi spor ve egzersiz stresi kişinin dışında tutar.
Çalışan anneler aile bireyleri ile ilişkiler de stres yaşayabilir. Mesela eşi ile ilgili bazı çatışmalar
yaşadığında eşiyle çatışma yaratan konuları görüşmesi gerekir. Bu dönem eşlerin birbiriyle daha sıkı
iletişim içinde olmaları gereken, anlayış dolu, sevgi dolu bir dönem olmalıdır. Eşlerin bir birine destek
olmaları gerekir. Özellikle çalışan bir anne eşinin desteğini alırsa bu onun stresle başa çıkma konusunda
yardımcı olacaktır. Her işi yapmaya çalışıp hiç kimseden destek almaması belli bir süre sonra sinirleri
yıpratacaktır ve daha çok yorulacaktır.
Stresle başa çıkmak için uygulanan işlevsiz yöntemler kişiye göre farklılık göstermektedir.
Bunlardan en sık başvurulanlar; internet ve teknolojiyi uygunsuz kullanmak, sigara içmek, aşırı alışveriş
yapmak, alkol veya madde kullanmak, yanlış beslenme ve uyku alışkanlıklarıdır. Kişi stresle başa
çıkamamaya veya gerekli çözüm yollarını bulamamaya başladıysa ve stresle başa çıkmak için sağlıksız
yöntemler kullanıyorsa, sağlıklı düşünme, karar verme ve problem çözme becerilerini kullanılamıyorsa
psikolojik sağlığı tehdit eden durumlar yaşayabilir.
Rahatlatacak aktivitelerde bulunabilirler. Bu çalışan anneyi mutlu edecek bir sosyal etkinlik,
çok istenilen bir gönüllü çalışma olabilir. Resim yapma, müzik enstrümanı çalma, çeşitli sanatsal işlerle
uğraşma vb. şeyler rahatlatıcı olabilir. Ya da kendisine sessiz bir zaman ayırabilir. Böylelikle insan tek
başına zaman geçirirken gününü dolduran birçok gürültüyü ve karmaşayı dengeleyebilir (Carlson 1997:
51)
Stres kaynaklarından biri de yoğun trafikte araç kullanmaktır. Eğer ev ve iş arası yakınsa toplu
taşıma araçlarını kullanarak gitmek ya da yürüyerek gitmek daha mantıklı olacaktır. Eğer kendi taşıtını
198
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
kullanıyorsa da eve gelirken taşıtını bir kenara çekip derin nefes egzersizleri uygulayabilir. (Carlson
1997: 51)
İşlerin hepsini birden bir anda bitirmeye çalışmak ta strese girdirebilir. Mümkün olduğu ölçüde
işleri zamana yaymak ya da zamana yayarken öncelik arz edenleri daha önce yapmak stresi azaltabilir.
Örneğin, Bu noktada neyin önemli olduğunu belirlemek için temel değerlerin, temel prensiplerin ve
kişisel önceliklerin açık bir şekilde ortaya konması gerekmektedir Zamanı iyi kullanmak ayrıntılarla
oyalanmayıp kısa zamanda çok iş yapmak değil, tam tersine amaç ve öncelikleri saptayarak hayatını
daha planlı ve anlamlı yaşamasıdır. Zaman hayattır. Geçen zamanı yerine koymanın ve telafi etmenin
imkânı yoktur. Zamanı boşa geçirmek, hayatı boşa geçirmek demektir (Baltaş, 2008: 278).
Çalışan annenin çocuklarla ilgilenme noktasında az ama verimli olması çocuğu doyuma
ulaştıracaktır. Çocuğu ile kaliteli zaman geçirmesi, ondan ayrı kaldığı zamanlarda hem kendi hem de
çocuk için sanki hiç ayrılmamış gibi hissetmelerine yol açacaktır (Keskin, 2011).
Çalışan bir annenin eğlenmeye de zaman ayırmaya çalışması gerekmektedir. Mesela ailecek bir
sinemaya, tiyatroya, konsere, fuara vs. gidilmelidir. Olaylara olumlu yönden bakıp ara sıra olumlu
cümleler kullanılmaya çalışılmalıdır. Onun için biraz da hayata bakış açısını değiştirmeye çalışmak
gerekmektedir.
İnsanları stres halinde ferahlatacak hususlardan biri de psikolojik durum ve mekân
değişikliğidir. Psikologlar da, insanın kendini yenilemesi ve üzerindeki sıkıntıyı atabilmesi için bir hal
ve tavır değişikliğini önermektedirler. Yüce Allah Kuran’da “Öyleyse bir işi bitirince diğerine giriş.”
(94/İnşirah 7) buyurmaktadır. Bu durumla aslında sadece iş, mekân ya da durumu değil, hayata
bakışımızı da değiştirmemiz gerektiğini anlayabiliriz. Çünkü stres insanların algılayışıyla da bağlantılı
olabilmektedir.
5. SONUÇ
İnsanların stres etkenlerinden arınmış bir ortamda yaşamaları sosyal bir varlık olmaları nedeni
ile mümkün değildir. İnsanların yaşadıkları uyarıları algılayışları ve bu durumun üstesinden gelmek için
giriştikleri çabalar çok önemlidir. Kişi stresi tamamen ortadan kaldıramasa da stresin etkilerini en aza
indirebilmesi mümkündür. Bu sebeple çözüm yolu bulabildiği veya strese rağmen hayatından doyum
alabildiği sürece herhangi bir psikolojik sorunla karşılaşmamaktadır. Böylelikle stres faktörlerinin
aslında günlük hayatın bir parçası olduğu, kişinin günlük işlerini bozmayacak kadar stres düzeyinin
kişiyi üretmeye, sevmeye ve paylaşmaya yönelteceği belirlenmiştir. Özelikle çalışan annelerde, pek çok
alanda karşılaşılan stres etkenleri ve bu etkenleri başarılı bir şekilde yorumlayıp yönetmek, hayat
döngüsü içerisinde önemlidir.
Sonuç olarak çalışan annelerin çalışmayan annelere göre daha stresli oldukları, çalışan annelerin
rolleri arasında denge kuramamasının çatışma yaşamasına yol açtığı şeklindeki varsayımlar
doğrulanmıştır. Bu çatışmaları çözümlemenin yollarından biri, stresle etkin bir şekilde başa çıkma
yollarını kullanmaktır. Bunun dışında ise kadın ve anne kimliğine karşı geliştirilen bakış açısı, eş ve
annelik rollerinin bizler için ne anlama geldiği, önceliklerin neler olduğunu analiz etmektir.
KAYNAKÇA
Baltaş, Z. ve A. Baltaş (2008), Stres ve Başaçıkma Yolları, 25. basım, İstanbul: Remzi Kitabevi
Carlson, R. (1997), Ufak Şeyleri Dert Etmeyin, İstanbul, Alkım Yay.
Cirhinlioğlu, Z., F. G. Cirhinlioğlu ve Ü. Ok (2013), Dindarlık, Ruh Sağlığı ve Modernite, İstanbul, Nobel Yay.
Çubukçu, N. (2006), “Kadınların Eğitim Düzeyi Arttıkça, İşgücüne Katılım İmkânları da Art maktadır”, Toprak İşveren
Dergisi, Sayı 69.
Garnefski, N., J. Teerds, V. Kraaij, T. Legerstee, (2004), “Cognitive Emotion Regulation Strategies and Depressive
Symptoms: Differences between M ales and Females”, Personality and Individual Differences, 36: 267-276.
Keskin, S. P. (2011), “Çalışan anne ve çocuğu, Anne İş’te”, İstanbul, Boyut. Yay.
Kırman, F. (2013), Stres ve Din: Lise Gençliği Üzerine Psikolojik Bir Araştırma (Kahramanmaraş Örneği), KSÜ Sosyal
Bilimler Enstitüsü, yayınlanmamış yüksek lisans tezi
Öner, N. (2006), Türkiye’de Kullanılan Psikolojik Testlerden Örnekler, Cilt I-II, 2. baskı, İstanbul, Boğaziçi Üniversitesi
Yay.
Şahin, A. (2006), “Din Kaynaklı Stres Üzerine Bir Araştırma”, SÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, 21: 147-180
Şahin, H. N. (1994), Stresle Başa Çıkma, Olumlu Bir Yaklaşım, Ankara, Türk Psikologlar Derneği Yay.
Yeşilyaprak, B. (2004), Çalışan Anne ve Çocuk, İstanbul, M orpa Kültür Yay.
Yörükoğlu, A. (1985), Çocuk Ruh Sağlığı, Ankara, TİB Kültür Yay.
199
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Çocuğu Okul Öncesine Devam Eden Kadınların Anneliğe İlişkin Algılarının Bazı
Değişkenler Açısından İncelenmesi
Examining The Perceptions Of Motherhood Of Women Who Have Children In Pre-School
Education In Terms Of Some Variables
Fatoş BULUT ATEŞ1 , İsmail SANBERK2
1Arş.Gör., Çukurova
2Yard.
Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Adana-Türkiye, [email protected]
Doç. Dr., Çukurova Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Adana-Türkiye, [email protected]
ÖZET: Bu araştırmada annelerin kendilerine ilişkin algılarının annenin yaşı, medeni durumu, eğitim düzeyi ve sahip
olduğu çocuk sayısı açısından anlamlı farklılık gösterip göstermediği incelenmiştir. Araştırmanın verileri, Gibuad- Wallston ve
Wandersman (1978) tarafından geliştirilen ve uyarlaması Seçer ve arkadaşları (2008) tarafından yapılan “Ebeveynliğe Yönelik
Tutum Ölçeği-Anne Formu” ve kişisel bilgi formu kullanılarak toplanmıştır. Araştırmadan elde edilen sonuçlara göre annelerin
kendilik algısı puanları yaş ve medeni hal değişkenleri açısından anlamlı farklılık göstermezken, çocuk sayısı ve eğitim düzeyi
açısından anlamlı farklılık göstermektedir.
Anahtar S özcükler: Annelik, kendilik algısı, okul öncesi.
ABS TRACT: In this research, self perception of mothers were studied in terms of age, marital status, education level
and owned number of children. Data of research was collected with the aid of “Attitude Scale in Relation to Parenthood-mother
form” which was developed Gibuad-Wallston and Wandersman (1978) and which was adapted to Turkish by Seçer and friends
(2008). According to the results obtained from study were that levels of self perception of mothers do not have significant
difference in terms of age and marital status, but have significant difference in terms of owned number of children and
education level.
Keywords: maternity, self perception, pre-school.
1. GİRİŞ
Annelik ya da ebeveynlik bir kadının yaşamındaki temel değişim ya da gelişim noktalarından
biri, bir dönemeç olarak görülebilir. Çocuk sahibi olmaya yönelik beklentiler, bir canlıyı yaşamda var
etmek, büyütmek, onun tüm sorumluluğunu almak, ona destek olmak ve bütün bunların getirdiği annelik
heyecanı, stresi, kaygıları ve korkuları barındırır. Kuşkusuz ki birçok kültürde “ideal”, “iyi” ve “doğru”
kadın olmanın bir gereği olarak kabul edilen anneliğin getirdiği bir takım ödüller/olumlu yaşantılar ve
bedeller/sorunlar vardır. Annelik özellikle başka bir canlıyla sevgi ve yakınlık içeren bir bağ kurma
isteğini tatmin etmesi açısından istendik bir yaşantıdır. Bunun dışında anneliğin kadınlara bir güçlülük
ve yeterlilik duygusu kazandırdığı görülmektedir. Böylelikle anneler üretken olmayan olarak
algılanmaktan kaçmış olup doğurgan bir kadın olduklarını ispatlamış olurlar (Solmuş, 2012).
Kadınların yaşamında önemli bir değişimi ifade eden annelik, kişilik özellikleri üzerinde de
etkili olur. Bazı kadınlar anne olduktan sonra daha kontrolcü, disiplinli, dikkatli olurlar; bazıları daha
da esnekleşir, katı tutumlar yerini sevecenliğe bırakır. Bazı kadınların da kendilerine duydukları saygı,
güven ve değer artar. Bu olumlu duyguların yanında annelik beraberinde bir takım sorunlar da
doğurabilir. Annelik görevleri annelerin beklediğinden daha zaman alıcı ve yorucudur.
Bebeğin/çocuğun bakımı anneyi fiziksel olarak çok yorabilir; özellikle ilk hafta ya da aylarda
uyku düzensizlikleri sıklıkla görülür. Bu noktada henüz hazır olunmayan bir anneliğin yoğun strese,
kaygıya, depresyona, suçluluğa, tükenmişliğe, ikilimlere, öfkeye ve psikosomatik şikayetlerin
belirmesine yol açabileceği söylenebilir. Birçok yeni anne olmuş kadın anneliğin ne olduğundan
habersizdir. Bu konuda yeterli bir eğitim almadıkları için de kendilerini yetersiz hissetme
eğilimindedirler. Bunlara bağlı olarak da özellikle kendilerine duydukları güven, saygı ve değer
azalabilmektedir. Özellikle geri dönülemez bir yola girildiği duygusu tüm bu olumsuz yaşantıların
etkisini daha da derinleştirmektedir (Solmuş, 2012).
Bu temel duyguların dışında bir anne, kendisini kafasındaki “ideal anne” ye yakın
hissetmediğinde psikolojik sorunlar yaşayabilmektedir. Evlilik kalitesi açısından bakıldığında annelik
rolü eşler arasında özellikle ev işlerinin ve çocuk bakımının paylaşımı, çocukların nasıl büyütülmesi
gerektiği konularında çatışma ve gerginliklerin doğmasına, iletişim kalitesinin düşmesine neden olabilir.
Annelik büyük oranda evde olmayı gerektirdiğinden annelerin sosyal ilişki kurma ihtiyacına ket
vurmaktadır. Bu durum da annenin kendisini izole bir varlık olarak hissetmesine yol açabilmektedir. İşaile yaşamı dengesi açısından bakıldığında da çocuk sahibi olmadan önce aktif bir
200
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
iş yaşamı olan anneler bir yandan çalışma arzusu duyarken diğer yandan bebeğini yalnız bıraktığı
düşüncesi arasında gel-gitler yaşamaktadır. (Solmuş, 2012). Tüm bu olumlu ya da olumsuz olası
sonuçlar annenin kendini nasıl algıladığının şekillenmesinde katkı sağlayabilmektedir. Bu noktada
kadınların anneliğe ilişkin algılarının çocuklarına yönelik tutum ve davranışlarını şekillendirmede
belirleyici olduğu söylenebilir.
Anneliğe geçiş sadece fiziksel bir değişim olarak yaşanmaz aynı zamanda değişen algıları da içerir.
Bunlar kadınların kendilerini nasıl gördüğü ve başkalarının onları nasıl görüp tepki verdiği ile ilgili
olarak etkileşimsel açıdan deneyimlenir (Miller, 2005). MacPhee ve arkadaşları (1986) ebeveynliğe
ilişkin kendilik algısına yönelik annelerle yaptıkları çalışma sonrası anneliğe ilişkin kendilik algısını
belirleyen işlevleri tanımlamıştır. Bu işlevlerden biri; bireyin bakım veren rolünde kendini ne derece
yeterli gördüğüdür (akt: Güler ve Yetim, 2008). Yeterlik duygusu yüksek olan, bebeğine/çocuğuna
bakım verme konusunda kendini güçlü, hazır, yetkin hisseden bir anne bebeğini her zaman
besleyebileceğine, her ihtiyaç duyduğunda onun yanında olabileceğine, ona gerekli şefkat, sevgi ve
ilgiyi gösterebileceğine inanır ve çocuğunu uygun bir biçimde disiplin edebilir (Solmuş, 2012).
İşlevlerden bir diğeri de annelik faaliyetlerine duyulan ilgidir. Ebeveynliğe yönelik ilgi, annenin
ebeveynliğe yönelik istekliliğini ifade etmekte ve ebeveynlikle ilgili kendisine düşen tüm görevleri
yerine getirebileceğine olan inancını yansıtmaktadır (Seçer, Çeliköz ve Yaşa, 2008). Annenin, annelik
rolüne ilişkin ilgisi ve duyarlılığı arttıkça bebeğine yönelik olumlu tutumlarının da artacağı söylenebilir.
Anneliğe ilişkin doyum, anneliğe ilişkin kendilik algısını belirleyen üçüncü işlevdir. Mouton ve Tumo
(1988), ebeveyn doyumunu ebeveynin duygularından hoşnutluk veya çocuğa karşı sorumluluklarına
bağlı olarak hissedilen neşe olarak tanımlamaktadır (akt: Güler, 2007). İlgili literatür incelendiğinde
anneliğe ilişkin kendilik algısının çocuk (çocuktaki davranış problemleri, çocuğun sosyal becerisi, akran
ilişkileri…) ve evlilik (evlilik uyumu, evlilik doyumu…) bağlamında incelendiği görülmektedir (Deniz,
2012; Sarı, 2007; Seçer, Ogelman, Önder ve Berengi, 2012). Bu araştırmada ise amaç, anneliğe ilişkin
kendilik algısı değişkeninin annelerin yaşı, eğitim düzeyi, medeni durumu ve sahip olduğu çocuk sayısı
açısından incelenmesidir. Sonuç olarak bu araştırmanın problem cümlesi şudur; çocuğu okul öncesine
devam eden annelerin kendilik algısı, annelerin yaşına, eğitim düzeyine, medeni durumuna ve çocuk
sayısına göre anlamlı farklılık göstermekte midir?
2. YÖNTEM
Araştırmanın Modeli: Bu araştırma ilişkisel tarama modelinde betimsel bir araştırmadır.
Araştırmanın bağımlı değişkeni annelerin kendilik algısı, bağımsız değişkenleri ise yaş, eğitim düzeyi,
medeni hal ve çocuk sayısıdır.
Örneklem: Araştırmanın örneklemini Adana ili Seyhan, Çukurova ve Sarıçam ilçelerinde
bulunan devlete bağlı anaokullarına devam eden 3-6 yaş arası çocukların anneleri oluşturmaktadır.
Örneklemdeki toplam anne sayısı 143’ tür. Araştırmaya katılan annelerin yaş ortalaması 33’ tür.
Veri Toplama Araçları: Bu araştırmada, Gibuad-Wallston ve Wandersman (1978) tarafından
geliştirilen ve uyarlaması Seçer ve arkadaşları (2008) tarafından yapılan “Ebeveynliğe Yönelik Tutum
Ölçeği-Anne Formu” kullanılmıştır. Ölçek 16 maddeden oluşmaktadır. Katılımcılar ölçekte yer alan
maddelere 1-5 arası puan vermektedir. Yüksek puanlar ebeveynliğe yönelik tutumun olumlu olduğunu,
düşük puanlar ise olumsuz olduğunu göstermektedir (Seçer ve ark., 2008). Ölçek, annelerin çocukları
ile ilgili deneyimlerini dikkate alarak kendilerini değerlendirmeleri ve ebeveynliğe yönelik tutumlarını
yansıtmaları süreçlerini içermektedir.
Veri toplama aracı annelerin ebeveynliğe yönelik tutumlarını içeren 3 boyut ve 16 likert tipi
soru maddesinden oluşmaktadır. Bu öğeler; (1) ebeveynlik görevine ilişkin yeterlilik algısı 7 soru, (2)
ebeveynlik görevine yönelik ilgi 2 soru ve (3) ebeveynlik görevinden sağladığı doyum 7 soru olarak ele
alınmıştır.
Ölçekte ayrıca annelerin ve babaların ebeveynliğe yönelik genel tutumlarını yansıtan ölçeğin
tamamından elde edilen toplam puanlar da yer almaktadır. Ölçeğin 3 faktörü ölçmeye yönelik toplam
varyansı açıklama oranı % 50.93, Cronbach Alfa Güvenirlik Katsayısı ise. 84’tür
201
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
3. BULGULAR
Elde edilen bulgulara göre araştırmaya katılan annelerin Ebeveyn Tutum Ölçeği’nden aldıkları
toplam puan ortalaması X=49.24’ tür.
Kategorik değişken haline dönüştürülen (20-29; 30-39; 40-49 yaş) yaş değişkeni açısından annelerin
kendilik algısını incelemeye yönelik yapılan Tek Yönlü Anova analizi sonucuna göre kendilik algısı
puanları yaşa göre anlamlı farklılık göstermemektedir (F=1,46; p>0,24).
Tablo 1: Annelerin yaşa göre ebeveynliğe yönelik algıları
Yaş
N
X
Ss
F
p
20-29
20
50.9
5.025
1.46
.236
30-39
103
49.09
5.347
40-49
11
47.54
7.66
Eğitim düzeyi açısından annelerin kendilik algısını incelemeye yönelik yapılan Bağımsız
Gruplar T-Testi sonucuna göre kendilik algısı puanları anlamlı farklılık göstermektedir (p<0,05).
Tablo 2 Annelerin eğitim durumuna göre ebeveynliğe yönelik algıları
Eğitim Durumu
N
Ortaöğrtm.
55
Yükseköğ.
80
X
S
Sd
t
48.42
5.11
133
2.09
50.41
5.66
p
.039
Medeni durum (evli-boşanmış) açısından annelerin kendilik algısını incelemeye yönelik yapılan
Bağımsız Gruplar T-Testi sonucuna göre ise annelerin kendilik algısı puanlarında anlamlı bir
farklılaşmaya rastlanmamıştır (p>0,05).
Tablo 3: Annelerin medeni durumuna göre ebeveynliğe yönelik algıları
Medeni d.
N
X
S
Sd
t
p
Evli
112
50.91
5.67
133
-1.61
.11
Boşanmış
23
48.89
4.38
Kendilik algısı puanları çocuk sayısı açısından incelendiğinde ise anlamlı farklılık olduğu
görülmektedir (F=9,87; p<0,05). Farklılaşmanın kaynağını tespit etmek için yapılan Scheffe analizi
sonuçlarına göre 3 çocuğa sahip annelerin kendilik algısı puan ortalamalarının (Χ=57,14) tek ve iki
çocuğa sahip olan annelerin puan ortalamalarından (Χ=49,58; X=48,12) daha yüksek olduğu
bulunmuştur
202
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Tablo 4:Annelerin çocuk sayısına göre ebeveynliğe yönelik algıları
Çocuk S.
N
X
Ss
F
p
Anlam
Tek
İki
Üç ve üzeri
60
68
7
49.58
48.12
57.14
4.55
5.56
6.41
9.87
.000
1-3
2-3
4. TARTIŞMA ve SONUÇ
Araştırmadan elde edilen sonuçlara göre annelerin kendilik algısı puanları yaş ve medeni hal
değişkenleri açısından anlamlı farklılık göstermezken, çocuk sayısı ve eğitim düzeyi açısından anlamlı
farklılık göstermektedir. Yapılan analiz sonucunda araştırmaya katılan annelerin ebeveynliğe yönelik
algılarına ilişkin puan ortalamalarının ölçekten alınabilecek minimum ve maksimum puanlar
düşünüldüğünde ne çok olumlu ne de çok olumsuz olduğu söylenebilir.
Araştırmanın alt problemlerinden annelerin kendilik algılarının annenin yaşına göre anlamlı farklılık
gösterip göstermediği incelendiğinde anlamlı bir farklılık olmadığı görülmüştür.
Yaşa göre ebeveynliğe yönelik tutumda farklılaşma olması beklenirken farklılık çıkmaması bu
araştırmada yer alan annelerin yaş ranjı ile ilgili olabilir. Yaş aralığı daha geniş tutulduğunda sonucun
nasıl olacağı başka bir araştırma ile sınanabilir. Anlamlı farklılık çıkmamış olmasına rağmen ölçekten
alınan puan ortalamalarına bakıldığında yaş arttıkça puan ortalamasının düştüğü görülmektedir. Bu
durum daha genç ve enerjik olan annelerin, anneliği daha olumlu algılamaları ile ilgili olabilir.
Araştırmadan elde edilen bir diğer sonuç ebeveynliğe yönelik algının annelerin eğitim durumuna
göre anlamlı farklılık gösterdiği şeklindedir. Eğitim düzeyi arttıkça anneliğe yönelik tutumun da daha
olumlu olduğu görülmektedir. Eğitim düzeyi yüksek annelerin çocuk yetiştirme ile ilgili daha fazla bilgi
kaynağına daha kolaylıkla ulaşabilmesi, eğitim düzeyi ile paralel daha yüksek sosyo-ekonomik düzey
sayesinde daha fazla sosyal destek imkanına sahip olması gibi nedenler bu sonucun çıkmasına katkı
sağlamış olabilir.
Düşük eğitim düzeyinin düşük ekonomik koşullarla paralel olduğu düşünüldüğünde eğitim düzeyi
düşük annelerin olumsuz ekonomik koşullar ile mücadele ederken annelikten duydukları doyum ve
anneliğe karşı hissettikleri ilginin azaldığı söylenebilir.
Aynı zamanda çocuk yetiştirme ile ilgili bilgi kaynaklarına ulaşma ve kullanma konusunda eğitim
düzeyi yüksek annelere göre daha dezavantajlı olmaları ve bu süreçte yeni tutum ve davranışları
öğrenememeleri, onların annelikle ilgili kendilerini daha az yetkin hissetmelerine katkı sağlıyor olabilir.
Evli ve boşanmış annelerin kendilik algıları karşılaştırıldığında herhangi bir anlamlı farklılık
çıkmamıştır. Bu sonucun boşanmanın eşler arasında gerçekleşen bir süreç olarak algılanması ve kadının
eş olma rolü ile annelik rolünü birbirinden ayırt ediyor olması ile ilgili olabileceği söylenebilir.
Annelerin sahip oldukları çocuk sayısı açısından anneliğe yönelik tutumları incelendiğinde; üç ve
üzeri çocuk sahibi olan annelerin tek ve iki çocuk sahibi olan annelere göre anneliğe yönelik algılarının
daha olumlu olduğu görülmektedir.
Bu sonuç, üç ve üzeri çocuk sahibi olan annelerin büyük çoğunluğunun çalışmıyor olabileceği
tahmininden yola çıkarak, yaptıkları en önemli iş olarak anneliği gördükleri ve anneliğe yönelik
tutumlarının daha olumlu olduğu söylenebilir.
Hamamcı (2005) da üç-altı yaşlarında çocukları olan ebeveynlerinin eğitim ihtiyaçlarının
belirlenmesi amacıyla yaptığı çalışmasında çocuk sayısı arttıkça anne babaların yeterlik algısının da
yükseldiğini bulmuştur.
Araştırmadan elde edilen bulgulara göre şu tür önerilerde bulunulabilir:
• Anne eğitim düzeyi yükseldikçe anneliğe yönelik olumlu tutumun artması sonucuna bağlı
olarak annelerin eğitim düzeylerinin yükseltilmesi için, kadın okur-yazarlığının arttırılması için
planlamalar yapılabilir.
• Annelerin özellikle çocuk yetiştirme tutumları konusunda bilgilenmelerini sağlayan seminer,
grup eğitimi çalışmaları düzenlenebilir.
• Sonraki araştırmalarda annelerin kendilik algısı başka bazı değişkenlerle birlikte incelenebilir.
203
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
•
Bu araştırma çocuğu okul öncesi eğitim kurumuna devam eden anneler üzerinde yapılmıştır.
Başka bir çalışmada çocuğu okul öncesine devam etmeyen annelerin anneliğe yönelik
tutumları incelenebilir.
5. KAYNAKÇA
Güler, M . (2007). Kuşaklararası annelik bilişleri, kişilik özelliği, yaşam doyumu ve çocuk yetiştirme hedefleri.
Yayımlanmamış yüksek lisans tezi, M ersin Üniversitesi, M ersin
Güler, M ., Yetim, Ü. (2008). Ebeveynlik rolüne ilişkin kendilik algısı ölçeği: Geçerlik ve güvenirlik çalışması. Türk Psikoloji
Yazıları, 11 (22), 34-43
M iller, T. (2010). Annelik duygusu. İstanbul: iletişim
Özdemir, A.D. (2012). Bazı değişkenler açısından okul öncesi dönemdeki çocukların sosyal becerilerinin ve ailelerinin
ebeveynliğe yönelik tutumları. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi. Selçuk Üniversitesi: Konya
Sarı, E. (2007). Anasınıfına devam eden 5-6 yaş grubu çocukların, annelerinin çocuk yetiştirme tutumlarının, çocuğun sosyal
uyum ve becerilerine etkisinin incelenmesi. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi. Gazi Üniversitesi: Ankara
Seçer, Z., Çeliköz, N., Yaşa, S. (2008). Okulöncesi eğitim kurumlarına devam eden çocukların annelerinin ebeveynliğe
yönelik tutumları. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 19 (1), 413-428
Seçer, Z., Ogelman, H.G., Önder, A., Berengi,S. (2012). Okul öncesi 5-6 yaş grubu çocukların akran ilişkileri ile annelerinin
ebeveynliğe yönelik özyeterlik algıları arasındaki ilişkinin incelenmesi, Kuram Ve Uygulamada Eğitim Bilimleri, 12 (3).
Solmuş, T. (2012). Kadınlık ve annelik psikolojisi. Ankara: Nobel yay.
204
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Reklamda Kadın Olgusu ve Biscolata Reklam İletisi Örneği
Case of Women in Advertising and the case study: Biscolata Adv.
Ferrah Nur DÜNDAR1
1Öğr.
Gör., Kırklareli Üniversitesi, Lüleburgaz M eslek Yüksekokulu, Kırklareli, [email protected]
ÖZET: Geleneksel toplumda kadın ataerkil ideoloji dahilinde özel alanla tanımlanırken, çağdaş top-lum yapısının
oluşumuyla kamusal alanda yerini almaya başlamıştır. Kadının kamusal alanda elde ettiği güç ve statü yeniden yapılandırılan
kadın kimliğini ortaya koymaktadır. Yazılı ve görsel basında ve reklamlarda kadına yüklenen özellikler ona herhangi bir güç
ve statü ilişkisi kazandırmak bir yana günümüz reklam iletilerinde kadın imgesini geleneksel cinsel rollerle öne çıkarıldığın a
sıkça rastlanılmaktadır. Feminizmin yükselişinden sonra 1980 sonrası refah ve lüks konusundaki değişiklikler, yeni kadın
imgesinde etkili olmuştur. Yaşamdan keyif almayı hedefleyen, anne olmayı yadsımayan ancak yaşamında kendi ile ilgili
zamanı da kadın tipleri, değişen kadın imgesini oluşturmuştur. Kültürel değişiklikler, kültürel ideolojilerdeki yenilikleri,
bireyselliği, , özgürlüğü ve kadının cinselliği konusundaki ahlâki tabuların yıkılmasını ön plana çıkarmış, kadın-erkek
imgelerinin daha eşitlikçi bir biçimde vermeye başlamıştır. Toplumsal yapıdaki değişimle birlikte reklamların da değişime
uğradığı bir gerçektir. Yani değişen değerler ve yaşam tarzları reklamların yeniden düşünülmesine yol açmıştır. Toplumsal
gerçeklikler değiştikçe yeni yaşam biçimlerini oluşturmuş dolayısıyla bu şablonların da hedef kitleye reklamlar yoluyla
benimsenmesi sağlanmıştır. Kadınların çalışma hayatında yer almaları ile kadın imgesi de değişikliğe uğramıştır. Reklamlarda
yeni kadın tipi iyi bir eş bir anne olan olmanın yanı sıra ‘‘çocuk da yaparım kariyer de’’ deyimini kendisiyle
bütünleştirmiştirBiskolata markasının bisküvi reklamlarında kadın imgesi, geleneksel reklamdan ayrılarak, izlenen seyir edilen
ve cinsel olarak algılanan obje algısının aksine, seçilmeyi beklemeyen, seçen, hayatına kendi istediği gibi yön veren kadın
imgesi şeklinde verilmiştir. Sonuç olarak reklam sadece ürünleri satmanın yanısıra toplumsal değerleri ve idealleri de
değiştirirken dönüştürürken yeni yaşam biçimleri de oluşturmaktadır. Böylece reklamın dönüştürücü gücü kültürel kodlar ve
rollerin üzerinde de kendini göstermektedir.
Anahtar sözcükler: Kadın, kadın olgusu, reklam.
ABS TRACT: In the traditional social structur, the woman’s positioning is limited within the family. When The
modern social society bride, this event becomes public. This changing highlights the female identity. M ore features are loaded
to the Female Charecters in to Written and visual media and the advertising. These features are not made the status of Women
stronger. Traditional sexual roles are loaded to Female Charecter as usual. Changes on welfare and luxury after 1980 after the
rise of feminism, women have been effective in the new image. Aiming to get out of life, being mother and career together, et s.
create the new image of woman. The destruction of moral taboos on women's sexuality has been broken down by the Cultural
cahanges and according to this images of men and women began to give more equitably. Advertising with the change in the
social structure is undergoing changes. So, changing values and lifestyles has led to rethinking advertisement. Social changes
have created new realities, thereby providing lifestyle ads adoption by the target audience of this template. Women take part in
life and work has changed the image of women. Advertisement in a new type of woman a good wife, a mother, as well as being
the '' I made a career and child '’ has integrated with its own statement. Biscolata female image in biscuit ads of brand, separated
from traditional advertising, unlike watched as navigation and sexual perceived as objects perception, while waiting to be
chosen, selecting, shaping as his own life is given in the form of the female image. As a result, it constitutes the only social
values and ideals as well as advertising to sell products at replacing converting new lifestyles. Thus advertising transformative
power of cultural codes and show himself on the roles.
Keywords: Woman, case of woman, advertisiment.
1. GİRİŞ
Toplumların tarihinde “baskın” dişil veya eril özellikler gözlenmektedir. İnsanoğlunun
anaerkillikten ataerkilliğe geçiş nedeni politik ve ekonomik nedenlerle ilgili olmuştur. Bu değişim,
üretim araçlarının değişimi, ürün ile biriken artı değer olgusunun mülkiyeti önemli bir rol oynamıştır.
Üretim araçlarının bu gelişimi karşısında toplumun güçsüz olanları yani kadınlar giderek üretimden
uzaklaşmıştır. Bu uzaklaşmanın doğal sonucu da kadınların toplum içindeki yerini ve saygınlığını yavaş
yavaş yitirmiştir. (Arel, 2014)
Cinsiyetler arasında toplumsal düzlemde yaratılan ilişkileri anlamlandırmak için özel alan ile
kamusal alan ya da ev içi alan ile evin dışındaki toplumsal alanın farklı ekonomik, siyasal, kültürel ve
hukuki ilkelerle nasıl inşa edildiğini irdelemesi gerekmektedir. Ataerkil toplumun geleneksel değerleri
modern toplumsal yapıda da önemli ölçüde devam ettiğinden kadın için iyi bir eş, iyi bir anne olmak
önem taşımaktadır. Üretim şekillerinin yeniden tanımlanması ile günümüzde kadının kamusal bir yapıda
değerlendirilmektedir. Kadının kamusal alanda elde ettiği güç ve statü, yeniden yapılandırılan kadın
kimliğini ortaya koymaktadır.
205
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
1.1. Reklam ve Kadın Olgusu
Teknolojinin hızla gelişmesi ile değişen teknoloji ürünlerinden iletişim araçları ve ağı; ürün
değişim aracının vazgeçilmez aracı konumundadır. Toplumsal yaşamı belirleyen ve yönlendiren
bireylerin tüketim alışkanlıklarını ve toplumu değiştiren koşullayan reklam iletileri olmuştur. Reklam
yaşamımızın vazgeçilmezi durumuna gelmiş ve iletişim araçlarının işitsel, görsel ve gelişmesiyle üretim
sürecini hızlandıran insan, ürettiği metayı aynı zamanda da değişim aracı olarak kullanmış ve giderek
simgesel değişim aracını yaratmıştır.
Cinselliğin reklamlarda kullanılması eskilere dayanmaktadır. 1800‘lü yıllarda erkekleri
etkilemeyi baz alan reklamlarda kadın vücudu çizimleri kullanılmıştır. Birinci Dünya Savaşı ve İkinci
Dünya Savaşı arasındaki dönemde yaygınlaşan cinsel objeler daha çok fotogerçekçi olarak çizilen kadın
figürlerinden (Pin-Ups) oluşmaktadır. İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki dönemde ise cinselliğin
reklamlarda kullanılması hızla yaygınlaşmıştır. Bu dönemde Playboy dergisi ve Hippi kültürü de
cinselliğin kullanımının daha kabul edilebilir kılmış ve yaygınlaşmasını sağlamıştır.
Resim geleneğinde de Berger’in söz ettiği gibi imgelerin görme biçimlerine göre oluşturulması
kadın ve erkeğin, özellikle de kadının yerini belirlemiştir. Kadın imgesi nesneleştirilmiş, erkeğin
mülkiyetinde kabul edilerek ele alınmıştır. Kadının bu şekilde değerlendirilmesi dini nedenlerden gelen
inançlarla ve toplumsal değerlerle benimsenmiş devam etmiştir. Erkekler tarafından izlenen edilgen bir
nesne olmak bunun sonucunda da, kadın başkası tarafından beğenilmeye yönelik bir yaşam kişiliği
oluşturmuştur. Avrupa yağlıboya resim geleneğinin bir türünde durmadan tekrarlanmıştır. Nü resmi bu
tür çıplak kadın resmidir. Asıl kahraman resimde görülmemektedir. O, resmin önündeki seyircidir ve
erkek olarak kabul edilir.Herşey ona göre yapılmaktadır.Resimdeki vücutların nüleşmesi seyreden
içindir ve onun cinselliğini uyandırmak için yapılmıştır. Kadın seyredilen birisi olarak dişiliğini
sunarken çoğunlukla resmin dışına, kendisini kadının gerçek aşığı sanan kişiye -seyirci sahibine –
bakar. (Berger, 2010)
1970 yıllarında reklamlarında kadın, çoğunlukla ev hanımı/anne/eş olarak sunulduğu
görülmüştür. Mevcut literatür araştırmalarında da kadın ya ev kadını ya da cinsel obje olarak tüketiciye
sunulmaktadır.-Günümüzde teknolojinin ilerlemiş olması, tüketici istek ve ihtiyaçları, beklentilerinin
değişmiş olması, değişen, dönüşen bir dünya olması 1970’li yıllarda başlayan kadın imgelerinin
tasvirine yönelik çalışmalardan bugüne reklamlarda sunulan kadınların rolünün değiştiği
gözlenmektedir.
Türk reklamcılığından Sana reklamlarında kadın imgesi 1970’lerin ailesinin sağlığına önem
veren “anaç” bir tiplemedir. Sana reklamlarında kadın imgesi, daha kadınsı, daha yumuşaktır. Efe rakı
reklamındaki kadın imgesi ise, ultra-modern ve erkeklerle aynı alanda varolan bir kadındır: Ceket,
pantalon, yelek, gömlek göstergeleri ile kendinden emindir. Bu kadın tehdit edici, seksi, erkeksi ve daha
özgür bir imgeye sahiptir. Dolayısıyla Efe Rakı’daki kadın şablonu, daha önceden reklamlarda
gördüğümüz yumuşak, boyun eğici kadın imgesine benzemez: gücü elinde tutan kadındır. Bu reklam
iletisinde de “feminizm” vurgusu vardır.
Reklam iletilerinde ataerkil yapının yavaş yavaş değişmeye başladığı görülmektedir. Bu değişim
hem kültürel değerlerin değişimiyle hem de içinde bulunduğumuz medyanın etkisiyle olmaktadır.
Toplumundaki kültürel değerlere ve değişimlere dair imajlar, reklam metinlerinde de kullanılmaktadır.
Reklamlarda kadının ele alınışı; gecikmeli olarak da olsa, kadının özgürleşmesi ve toplumsal rolünün
değişmesinden etkilenmektedir. Dolayısıyla reklam artık yaşamımızı neredeyse biçimlendiren ve
yansıtan kültürel etmenlerden biri olarak yerini almıştır.
Kültürel değişiklikler, kültürel ideolojilerdeki yenilikleri, bireyselliği, yüksek modada daha ele
avuca sığmaz özellikleri, özgürlüğü ve kadının cinselliği konusundaki ahlâki tabuların yıkılmasını ön
plana çıkarmıştır. Ayrıca 1980 sonrası refah ve lüks konusundaki değişiklikler, yeni kadın imgesinde
daha belirgin bir hale gelmiştir. Bu incelemelerden sonra Kellner şu saptamayı yapar: "...Tüm
bunlardan sonra, reklamların sadece ürünleri değil, aynı zamanda toplumsal değerleri ve idealleri
satmayı amaçladığı kendiliğinden ortaya çıkmaktadır".
Günümüzde reklamlarda ise kadın-erkek imgelerinin daha eşitlikçi bir biçimde verilmeye
başlandığı görülmektedir.
206
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
1.2.Biscolata Egzotik Pia Reklam İletisi Örneği
Resim1: Biscolata Egzotik Pia Reklamı
2. YÖNTEM
Çözümlemede Roland Barthes’ın göstergebilimsel çözümleme yönteminden yararlanılmıştır.
Çağdaş göstergebilimin önemli bir ismi olan Roland Barthes, geliştirmiş olduğu özgün yaklaşımla daha
çok popüler kültür çözümlemeleri üzerinde çalışmıştır. Barthes bütün bunları anlamlama (signification)
kavramı aracılığıyla göstergebilime bağlamaktadır. Göstergelerle yananlam gösterilenleri arasındaki
bağıntılar üzerinde durmuştur. Çalışmada Barthes’ın anlamlandırma düzlemi içerisinde bulundurduğu
düzanlam (gösteren) ve yananlam (gösterilen) bağıntıları üzerinden seçilen kesitlerdeki cinsellik ve
kadın imgeleri irdelenecek ve aralarındaki bağlar ortaya çıkarılacaktır.
3. BULGULAR
3.1.Düzanlam:
Biscolata bisküvilerinin egzotik çeşidinin reklamında incelendiğinde, reklamın uzamı, tropikal
bir adadır. Denizin içinden gelen üç yakışıklı ve yine yarı çıplak erkekler, bir sonraki kesitte, ellerinde
ananas, avokado gibi egzotik meyveler taşıyarak kameraya doğru ilerlemektedirler. Erkeklerin
kameraya doğru değil, kumsalda uzanan kadına doğru gittikleri anlaşılmaktadır. Erkeklerden birisi
kadına ananas uzatırken, uzatılan ananasın kadının tepsiye uzandığı anda egzotik meyvelerin Biscolata
Egzotik Bisküvi çeşidine dönüştüğü görülmektedir.
207
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
3.2.Yananlam:
1) Uzam: Reklamın içerdiği yananlamlara bakıldığı zaman, uzam olarak seçilen yer, kadının
bütün hayatının rutinliklerinden uzaklaşarak, tatil yeridir. Burası “cennet” kavramı ile betimlenmiştir.
2) Fiziksel Çekicilik: Objenin genel fiziksel çekiciliğini ifade eder. Yüz güzelliği, ten, saç ve
vücut güzelliği gösterilmektedir. Erkekler diğer reklamlarında da olduğu gibi, kasları belirgin, yakışıklı,
çıplak ve ıslak görünümlüdür. Kadınlara hizmet etmek için var oldukları algısı yaratılmıştır.
3) Cinsel Davranışlar: Kişisel veya karşılıklı cinsel davranışları ifade eder. Denizden ellerinde
çeşitli meyvelerle karşılarındaki kadına hizmet etmek için gelen erkeklerle, uzanarak hizmet edilmeyi
bekleyen kadının bacaklarının da aynı karede yer alması cinselliğe vurgu yapmaktadır.
4) Cinsel Anlam: Cinsel düşünceleri tetikleyen içerik, görsel ve kelimeleri ifade eder. Kamera
efektleri, müzik, ışık ve benzeri yardımcılarla cinsel anlam içeren mesajlar verilebilir. Kadın
“biscolatasını” yerken, cennet gibi bir yerde, yakışıklı erkeklerle birlikte hayattan haz almakta, tatmin
olmaktadır. Reklam içerisinde erkek imgesi üzerinden cinselliğe hazza yapılan belirgin bir gönderme
yapılmıştır. Kullanılan yakın kadraj gösterilen yarı çıplak denizden çıkarken gösterilen erkeklerin
görüntüleri cinsel anlam içeren mesajlar vermektedir.
5) Gömülü Mesajlar: Bilinçaltı seviyede mesajlar veren içerikleri ifade eder. Biscolata bisküvi
markası erkek olarak belirlenmiş, kadına sunulmuştur. Kadın seçicidir. Geleneksel algılanan reklam
söyleminin aksine, kadın izleyendir, izlenen ise erkektir. Kadınların çekici bulacağı erkek mankenler
kullanılarak cinselliğe yönelik mesajlar verilmiştir. Kadınlar hayattan haz almayı hedefleyen, seçilmeyip
seçen kadın şablonudur. Kadının cinsel bağımsızlaşma ve hayattan haz alma yarışı yer almaktadır.
4. TARTIŞMA VE SONUÇ
Toplumsal yapıdaki değişimle birlikte reklamların da değişime uğradığı bir gerçektir. Yani
değişen değerler ve yaşam tarzları reklamların yeniden düşünülmesine yol açmıştır. Kadınların çalışma
hayatında yer almaları ile kadın imgesi de değişikliğe uğramıştır. Reklamlarda yeni kadın tipi iyi bir eş
bir anne olan olmanın yanı sıra ‘‘çocuk da yaparım kariyer de’’ deyimini kendisiyle bütünleştirmiştir.
Bir yandan reklamı yapılan mal ve hizmetlerin tüketilmesi aracılığıyla kitle iletişim araçları ile değişim
yaşanırken, diğer yandan da reklamlarla üretilen imgeler aracılığıyla belli bir hayat tarzının
yaygınlaştırılması sağlanmaktadır (Timisi, 1997).
Reklam sadece ürünleri satmanın yanısıra toplumsal değerleri ve idealleri de değiştirirken
dönüştürürken yeni yaşam biçimleri de oluşturmaktadır. Biscolata markasının bisküvi reklamlarında
reklamın dönüştürücü gücü kültürel kodlar ve roller üzerinde kendini gösterdiğini söylemek
mümkündür. Biscolata markasının bisküvi reklamlarında eril olmak, dişil olmak ve hazzı aramaya
yönelen öyküler anlatması söz konusudur ve kendi ideolojik etkileri gizleyen mit işlevi görmektedir.
Biscolata markasının bisküvi reklamlarında kadın imgesi, geleneksel reklamdan ayrılarak,
izlenen seyir edilen ve cinsel olarak algılanan obje algısının aksine, seçilmeyi beklemeyen, seçen,
hayatına kendi istediği gibi yön veren hazzı yaşayan kadındın imgesi şeklinde verilmiştir. İletide
görüldüğü üzere erkek bedeninin erotik sunumunu büyük ölçüde piyasanın bir parçası haline gelmiştir
ve pazarlama için önemli bir unsur olmuştur.
Eleştirel bir yaklaşımla da bakıldığında; Biskolata markasının bisküvi reklamlarında Kadının
cinselliğini tamamen kadın ve beden fikrinde sınırlandırmaktadır (Baudrillard,2012). “Çıplak” erkek
bedeninin, çıplak kadın bedeni ile yer değiştirerek anlatımda bulunmak aynı ataerkil bakışın devamı
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Reklamın kültürle etkileşim içinde olup toplumu değiştirip dönüştürdüğü gerçeğinden yola
çıkılırsa, reklamda kadın unsurunun ataerkil söylemin içindeki erkek gibi düşünüp cinsel kimliğini
benzer kılması, cinsellik vurgusu ile kendini ifade etmesi, aslında eleştirilen ataerkil bakış açısına hizmet
etmektedir.
208
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Markalar için cinsellik olgusu her dönemde sattıran bir unsur olmuştur. Bu ileti örneğinde de
cinselliği erkek bakış açısıyla; kadını seçen, erkeği seçilen olarak algılatılması ile cinselliğin
metalaşması açısından dikkat çeken bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır.
5. KAYNAKLAR
Baudrillard, J. , 2012 . Tüketim Toplumu Söylenceleri,/Yapıları , Çeviren: Hazal Deliceçaylı, Ferda Keskin, Ayrıntı, 5. Basım,
İstanbul.
Barthes, R., 2003, Çağdaş Söylenler (M ythologies), (Çev: Tahsin Yücel), İstanbul.
Berger, John; 2010, Görme Biçimleri, M etis Yayınları, İstanbul
Dr. Karaca, Yasemin ve Prof.Dr. Papatya, Nurhan, 2011, Reklamlardaki Kadın İmgesi, Süleyman Demirel Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Kelly, M . , 2008, Sanat Cinsiyet Sanat Tarihi ve Feminist Eleştiri, (Editör: Ahu Antmen), İletişim, İstanbul
Timisi, N. , 1997, Medyada Cinsiyetçilik, T.C. Başbakanlık Kadının Sorunları ve Statüsü Genel M üdürlüğü Yayınları,
Ankara
Tom Reichert, 2004, Reklamcılığın Erotik Tarihi, Güncel Yayıncılık: İstanbul
Peltekoğlu Filiz Balta, 2010, Kavram ve Kuramlarıyla Reklam, Beta Bası İstm A.Ş, İstanbul
Reichert, T. , 2004, Reklamcılığın Erotik Tarihi, İstanbul: Güncel Yayıncılık. Semiotics: Language and Culture,
Odabaşı, Yavuz, 1999), Tüketim Kültürü, Sistem Yay., İstanbul
https://www.arel.edu.tr/pages/iletisimfakulte/dergi/ataerkil
http://www.fotografbilgimerkezi.com/kadinin-reklamlarda-meta-olarak-kullanilmasi
http://www.tvreklam.org/video/biscolata-pia-egzotik/
209
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
İnsan Hakları Bağlamında Devletlerin Hukuksal Sorumlulukları
The Judicial Responsibilities of the State in the Context of Human Rights
Fethi KILIÇ1 , Ümmügülsüm KILIÇ2
1Yard.
2Yard.
Doç. Dr., A.İ.B.Ü. İkt. Ve İd. Bil. Fak., Bolu, Türkiye, [email protected]
Doç. Dr. A.İ.B.Ü. Bolu M eslekYüksekokulu, Bolu, Türkiye, [email protected]
ÖZET: İnsanlık tarihi hak arayışları ve üstünlük tartışmaları ile günümüze kadar gelen kavgalar bazen da uzlaşılarla
doludur. İnsanlık öncelikle varlığını devam ettirmek için tabiatla çatışmak zorunda kalmıştır. Bazen tabiatın meydan
okumalarına karşı çıkarlar ölçüsünde birlikte hareket edilmiş, sorun çözülünce karşılıklı olması gereken ilişkiler hâkim grup ve
kişilerin istemleri doğrultusunda gelişmiştir. Karşısındaki hemcinsini küçük gören ve de daima üstünlüğünü korumak isteyen
grup ve kişiler insani değerlere ters düşen zulüm ve de baskılar hale gelmişlerdir. Birinci Dünya Savaşı ve ertesinde kimyasal
silahların-atom bombasının kullanılmasıyla gerçekleşen İkinci Dünya Savaşı sonucu algılayan insanlık kendine gelmiş ve
insani değerlere “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi” ile sahip çıkmıştır. Kara Avrupa’sı bu gelişmelere bir sonraki adım olarak
“İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesini” imzalamış, ertesinde de Avrupa İnsan Hakları M ahkemesini oluşturup yargı yetkisini
tanımıştır. Bu sözleşmeler insan haklarının pozitif hukuklarca tanınması ve gerçekleştirilmesi için devletlere bir takım
yükümlülükler getirilmiştir. Bu yükümlülükler insan haklarının a) tanınması, b) dokunulmaması, c) korunması ve d) tanıma ve
tedarik edilmesi şeklinde gelişmiştir. Çalışmamızda genel olarak devletlerin hukuki sorumluluklarını özel olarak ise Türk
pozitif hukukunda yer alan insan hakları düzenlemelerini inceleyeceğiz.
Anahtar kelimeler: insan hakları, devlet, sorumluluk
ABS TRACT: Until this day, human history is filled with reconciliation efforts alongside battles of claiming rights
and supremacy discussions. The first existence battles of human beings have been against nature. Sometimes people have
collaborated against nature’s challenges for their common interests, but after these problems were solved things developed
towards the will of the people in command - instead of solving matters mutually. People and groups who look down on its own
kind and who wish to protect their supremacy have performed pressures and constraints opposite to humanitarian values.
Following World War I and World War II in which chemical weapons and atomic bombs were used, awareness on the issue
was aroused and human mankind came to itself issuing “The Universal Declaration of Human Rights”. Correspondingly,
Europe signed “European Convention on Human Rights” and established the European Court of Human Rights. These
conventions have brought obligations to states regarding the grant of human rights issues in law. These obligations of human
rights have developed in the order of a) recognition b) unviability c) protection and d) purveyance. In this paper we will examine
states judicial responsibilities in general and specifically the human rights regulations in Turkish judicial system.
Keywords: human rights, state, responsibility
1. İNSAN HAKLARI
1.1. Genel olarak
İnsan haklan ihlallerine yönelik tepkilerin ve karşı gelimlerin sadece moral (ahlaki) bir gerekçesi
yoktur. İnsani-moral değerlerle temellendirilen insan haklan anlayışları son tahlilde, aslında toplumsal
yaşamda çözümlenmesi gereken ‘gerçek’ bir soruna cevap getirme hedefi taşırlar. O da, bireyin ye
grupların devlete ve birbirleriyle etkile-simlerinde toplumsal barışı mümkün kılacak bir hak ve
özgürlüklerin ortak paydası yaratmaktır. İdealist, bu haliyle yaşanandan kopuk bir talepler dizini gibi
görülen insan haklan, gerçekte, son derece pratik ve yaşamsal sorunların çözümünü öngören ‘pragmatik’
bir kavram, ‘çatışma önleyici’ bir mekanizmadır (Daha geniş bilgi için bkz: İnsan Hakları El Kitabı s.45
vd. ).
Bireyin ve grupların sadece temel haklarını garanti altına alan bir kavram olmanın yanında, bunu
yapmakla aynı zamanda bireylerin ve grupların ‘temel güvenlik endişelerini’ de gideren bir işlev taşır.
İnsan hakları, sanıldığının aksine yaşamdan uzakta birtakım genel ve soyut entelektüel ‘gevezelikler’
değildir; insanların hayatlarının her anında ve alanında karşılaştıktan somut, yaşanılan olaylar ve
olgularla ilgilidir. İnsan hayatının dışında bir tartışma alanı gibi görünse de insan hakları yaşamın bizzat
kendisiyle ilintilidir. Bu ilinti, sadece bir ihlalle karşılaşıldığında hatırlanacak bir durum olmaktan öte,
toplumsal-siyasal yaşamın temelleri üzerinde varılan bir uzlaşı olarak görülmelidir.
1.2. İnsan haklarının kaynağı ve niteliği
İnsan haklan, en genel ifadeyle, kişinin insan olarak var olmasından kaynaklanan yadsınamaz
ve vazgeçilmez doğal kazanımlarını ifade eder. İnsan haklarının kaynağı insanın kendi doğasıdır.
Yaşama hakkının en temel hak olarak genel kabulünün yanında, bu hakkın içeriğine ilişkin düşünceler
210
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
siyasal-ideolojik tercihler tarafından etkilenebilir. Batı kaynaklı liberal düşünce geleneğinde siyasal ve
sivil haklar ön plana çıkarken, sosyalist görüş, ekonomik ye sosyal hakların, Üçüncü Dünyacılar ise
ulusal bağımsızlık ve kalkınma gibi kolektif hakların üzerinde dururlar. Siyasal tercihlerden
kaynaklanan bu farklı bakış açıları uluslararası standart oluşturma sürecinde uzlaşıya dönüşmüş, bu üç
insan hakları kategorisinin de geçerliği Birleşmiş Milletler (BM) metinlerinde ifade edilmiştir
İnsan kendi başına bir değer, bir amaçtır. Tanımlanamaz soyut kollektivitelere ve amaçlara feda
edilemez. İnsan özgür bir doğaya sahiptir. Özgürlük, insan iradesi üzerinde dış müdahalelerin, baskıların
ve kısıtlamaların olmaması durumudur. Ancak bu, klasik ifadesiyle, başka bireylerin özgürlüğüyle
sınırlıdır. İnsan haklarının temelinde "insan onurunun" korunmasına yönelik bir kaygı vardır. İnsan
onurunun insan hakları kavramı, kültürü1 ve mekanizmalarıyla korunacağına ilişkin inanç 20. yüzyılda
pekişmiştir. İnsan olmaktan doğan değer, insana birtakım temel, dokunulmaz, vazgeçilmez haklar da
sağlar. Yani bu haklar insanın doğasından, niteliğinden kaynaklanır. Temel insan hakları çiğnenen
insanlar sadece kendilerine karşı bir haksızlık yapıldığı iddiasına sahip değillerdir; bir suç işlendiğini de
ileri sürebilirler.
İnsan hakları, insanların siyasal toplum öncesi sahip oldukları "doğal" hakları ve özgürlükleriyle
temellendirildiği gibi, insan doğasının kendisini de insanca bir yaşam için korunması gereken bir "öz"
taşıdığı görüşüyle meşrulaştırmıştır. Doğal haklar geleneği ve insanın özü düşüncesi insan onurunu
koruyacak üstün, tartışılmaz, devredilmez ve vazgeçilmez ahlaki ilkelerin varlığı düşüncesini yansıtır.
İnsanın temel ahlaki niteliklerinin ve özünün kaybı, insanı "değerli" kılan özelliklerinin de yok olması
anlamına gelir. Dolayışıyla insan haklan insanın kendisiyle yabancılaşmaması için vazgeçemeyeceği
ahlaki niteliklerdir.
Bunların başında insanın özgürlüğü yardır; dış sınırlamalardan ve engellerden bağımsız
yaşamını kurma özgürlüğü. Özgürlük, bireyin, kendini gerçekleştirme hakkını teslim eder; ancak bu,
başkalarının özgürlüklerini sınırlamayacak ve engellemeyecek bir hak kullanımıdır da. Özgürlük,
bireyin ahlaki ve özerk bir özne olduğunun tanınmasından doğar. Özgür insan, ahlaki niteliklerine halel
gelmeyen insandır. Özgürlük, bireyin kendine ait alanda dış müdahalelerden bağımsız olmasını
gerektirir. Bu bağımsızlık, bireyin ahlaki; bir özne olarak bir özerkliğinin bulunduğunu varsayar.
2. İNSAN HAKLARI VE KAMUSAL OTORİTE
İnsanın özgürlüğüne sınırlama ve engel oluşturmama ilkesi siyasi otoriteyi karşımıza çıkarır.
Devlerin, otorite içeren kimliğiyle bireylerin özgürlük ve özerkliklerine saygı göstermesi beklenir. İnsan
hak ve özgürlüklerinin anayasal güvencelere alınması bireyin siyasal otorite karşısında olduğu "alanın"
tescilidir ve devletin eylem alanının hak ve özgürlüklere ilişkin sınırını çizer. Dolayısıyla insan hakları
ulusal düzeyde kurulması gereken yasal ve siyasal bir düzeni ifade eder. İnsan hakları, temelde, birey
ile devlet arasında, bireyin haklarının toplum içinde ve devlete karşı korunmasını düzenleyen hukuksal
bir yapılanmayı ifade eder. Devlet dediğimiz kurumsallaşmış otoritenin varlık nedeni temel hak ve
özgürlüklerin güvenceye alınması olmakla birlikte siyasal otorite içerdiği güç ve egemenlik ile
özgürlükler üzerinde kısıtlayıcı bir politika da izleyebilir. Devletin insan haklarını keyfi bir biçimde
düzenlemesi, hatta çiğnemesine karşı, hem ulusal düzeyde vatandaşların bilinç ve talepleri yükselmiş,
hem de insan haklarının küresel bir sorun olarak uluslararası düzeyde gözetilmesi ve korunması
gerektiğine ilişkin eğilim güçlenmiş, hukuksal ve siyasal kurumlarını oluşturmuştur.
Dolayısıyla insan hakları ulusal düzeyde kurulması gereken yasal ve siyasal bir düzeni ifade
eder. İnsan hakları, temelde, birey ile devlet arasında, bireyin haklarının toplum içinde ve devlete karşı
korunmasını düzenleyen hukuksal bir yapılanmayı ifade eder. Devlet dediğimiz kurumsallaşmış
otoritenin varlık nedeni temel hak ve özgürlüklerin güvenceye alınması olmakla birlikte siyasal otorite
içerdiği güç ve egemenlik ile özgürlükler üzerinde kısıtlayıcı bir politika da izleyebilir. Devletin insan
haklarını keyfi bir biçimde düzenlemesi, hatta çiğnemesine karşı, hem ulusal düzeyde vatandaşların
bilinç ve talepleri yükselmiş, hem de insan haklarının küresel bir sorun olarak uluslararası düzeyde
gözetilmesi ve korunması gerektiğine ilişkin eğilim güçlenmiş, hukuksal ve siyasal kurumlarını
oluşturmuştur.
Devletin iktidarını sınırlayan kurumlar, süreçler ve değerler oluşturan özgürlükçü düşünce
demokrasilerin temel taşlarındandır. Demokrasilerin gelişmesinde vatandaşların hak ve özgürlüklerini
yasal güvenceye alan, devletin görev ve yetkilerinin de sınırlarını çizen anayasacılık hareketinin önemli
rolü olmuştur. İnsan hakları, birey/devlet ilişkisine ilişkin temel ilkeler ve devlete temel
211
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
sınırlamalar koyucu niteliğiyle anayasal bir güvenceye alınması gereken bir olgudur. İnsan haklarının
anayasal güvencelere bağlanması yetmez; uygulamada bu ilkeleri yerine getirecek bir yönetim anlayışı
ve yönetimin uygulamalarını denetleyecek bir hukuk devletine gereksinim vardır. Bütün bunların
yanında insan hakları sorunlarını toplumsal alana taşıyacak siyasal mekanizmaların varlığı da önemli
bir güvence oluşturur.
3. İNSAN HAKLARI KATEGORİLERİ
İnsan hakları evrenseldir. Bütün toplumları ve toplumun bütün bireylerini kapsar. Toplumların
ekonomik gelişmişlik düzeyleri veya kültürel yapıları insan haklarının evrensel özünü ortadan
kaldıracak bahaneler olarak öne sürülemez. 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Birleşmiş
Milletler üyesi ülkelerin üzerinde uzlaştıkları evrensel bir insan hakları listesinin-ilk biçimini oluşturur.
İnsanların hakları ve onurları bakımından özgür ve eşit doğduğunu vurgulayarak başlayan Evrensel
Bildirge sivil ve siyasal haklar ile ekonomik ve sosyal haklar kategorilerini içeren bir liste ve ilkeler
demeti sunmaktadır. Bunlar arasında hayat ve özgürlük hakkı, işkence ve insanlık dışı ceza- landırma
yasağı; kanun önünde eşitlik ilkesi, düşünce, inanç ve din özgürlüğü, basın ve ifade özgürlüğü, toplantı
ve örgütlenme özgürlüğü, siyasal katılım ve mülkiyet hakkı, sosyal güvenlik, çalışma, uygun çalışma
koşulları, sendika kurma, gıda, giyinme, barınma ve eğitim hakları vardır.
Ayrıca, Evrensel Bildirge ırk, milliyet, cinsiyet ve dini temellere dayanan ayrımcılığa karşı
korunma, temel hakların ihlalinden doğan hak kayıplarına karşı yasal yollara başvurma, aksi
kanıtlanıncaya kadar suçsuzluk karinesi, kanun önünde eşitlik ve kanunların geriye uygulanmazlığı
ilkesi, adil ve tarafsız mahkeme, keyfi gözaltı, tutuklama ve sürgünün yasaklanması, düşünce, vicdan,
dini inanç, seyahat, toplantı ve örgütlenme özgürlüklerini vazgeçilmez haklar olarak nitelemektedir.
Siyasal nitelikli evrensel haklar arasında da yönetime katılma ve periyodik aralıklarla yapılan özgür ve
adil seçimler sayılmıştır. Tarihsel kazanımı bakımından birinci kuşak haklar olarak nitelenen bu grup,
devlete karşı bireyin temel hak ve özgürlüklerini belirleyen, bireye siyasal gücün dokunamayacağı temel
bir özgürlük alam sağlayan haklardır. Sivil ve siyasi haklar vatandaşların siyasi otoriteye karşı korunma
alanlarıdır. Bu haklar, aslında vatandaşları otoritenin kötüye kullanılmasına karşı korurken onları siyasal
süreci etkilemeye imkân verecek özgürlüklerle de donatır. Düşünce, ifade ve örgütlenme gibi
özgürlüklerle vatandaşlar siyaseti etkileme haklarım etkin bir biçimde kullanmaya çalışırlar. Devletten
bağımsız örgütlenmelerin varlığı hem bireysel hakların bir güvencesi hem de siyaseti etkilemenin bir
kanalıdır.
Ekonomik ve sosyal haklar devlete pozitif bir sorumluluk yükler. Tarihsel kazanımı itibariyle
sivil ve siyasal haklardan sonra meşruiyeti kabul edilen 'ikinci kuşak' haklar bireylerin devlet
müdahalesiyle korunmasını öngörür. Bu, devletin toplumsal bir sorumluluk üstlendiği refah devleti
anlayışıyla ilgilidir. Ancak devletin, sorumluluk gerekçesiyle de olsa yüklendiği bu tür bir işlevin
sınırları önemlidir. Bu alanda aşırı yükümlülükler bireyin temel hak ve özgürlüklerini zedeleyebilir.
Evrensel Bildirge'nin tanıdığı ekonomik, sosyal ve kültürel haklar arasında bireyin kendisi ye ailesi için
sağlıklı bir yaşam oluşturacak standart bir refah ve gıda hakkı, çalışma ve tatil hakkı, sosyal güvenlik,
eğitim ve toplumun kültürel hayatına katılma hakkı sayılabilir. Ekonomik ye sosyal hakların, gerçek
anlamda birer hak olmaktan çok bir "talepler" dizini olduğunu söyleyenler vardır. Diğer yandan,
ekonomik ve sosyal hakların, sivil ve siyasal haklar karşısında önceliğe sahip olduğu düşüncesi bazı
kalkınmakta olan ülkelerde dile getirilmektedir. Özgürlükleri yadsıyarak toplumsal refahı önceleyen bir
siyasal modelde "kalkınmanın" nasıl sağlanabileceği tartışmaya açıktır. Temel özgürlükler ile aktif,
atılımcı ve üretken bir toplum arasında doğrudan ilişki olduğu söylenebilir. Özgürlükler ve kalkınma,
birbirlerini gerektiren ve yaratan bireysel ve toplumsal değerlerdir.
İnsan hakları taleplerinin düzeyi ile insan hakları mevzuatının ve uygulamalarının niteliği
arasında genellikle ters bir ilişki vardır. Bir kavram ve talepler dizini olarak insan hakları, bundan
"yoksun" olduğunu düşünen bireyler veya gruplar tarafından gündeme getirilir. Bu niteliğiyle insan
haklarım toplumsal/siyasal düzene bir meydan okuma olarak algılamak yerine onu, toplumsal/siyasal
düzeni tamamlayıcı bir eleştiri olarak görmek gerekir. Yani insan haklarını sadece bunlara sahip
olmayanların "ayrılıkçı" bir talebi olarak nitelemek yerine onu toplumsal/siyasal barışın bir oluşturucusu
olarak tanımlamak daha doğru olacaktır. İnsan hakları "ayrılıkçı" bir düşünce değil, fakat modern
demokrasilerde bir arada yaşama iradesini perçinleyen bir mekanizmadır.
212
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Ayrıca, uluslararası meşruiyetin önemli göstergelerinden birisinin son yıllarda insan hakları
ölçütü olduğunu vurgulamakta fayda vardır. Mevcut küresel ilişkiler ağında-insan haklarının varlığı, bir
devletin ulusal düzeyde toplumsal meşruiyetinin dayanağı olmakla kalmamakta; bu, diğer devletler,
toplumlar, uluslararası 'örgütler nezdinde de saygınlığın ve meşruiyetin belirleyicisi olarak
görülmektedir.
3.1. İnsan hakları ve devletlerin sorumlulukları
İnsan hakları, insanın sırf insan olması sebebiyle doğuştan sahip olduğu, vazgeçilemez,
başkasına devredilemez, insan hassasiyeti ve onuru ile özdeş devletten de önce var olan haklar dizinidir.
( Fethi Kılıç, Belgelerle İnsan Hakları Bolu 2007 benzer şekilde Halil Kalabık, İnsan Hakları Hukuku
2013 Ankara)
İnsan hakları devletin egemenlik iddiasına sınır getiren, devleti sınırlayan ve insanları
özgürleştiren haklardır. İnsan hakları klasik ayrımla;
a) Devlete karşı ileri sürülen
b) Kuşak haklar klasik haklar
c) Ekonomik ve Sosyal Haklar
d) Dayanışma Hakları
olumsuz sınıflandırılabilmektedir.
Aslında inan hakları insanın kendi yaşamını devam ettirebilmesi ve gelişimi için gerekli olan
dokunulmaması ve engellenmemesi gereken çağın ve teknolojinin gelişimine göre gelişen haklar
dizinidir ve de engellenmemesi desteklenmesi gereken haklar zinciridir. Hak: Hukuk düzenince kişilere
tanınan ve kullanılması kişinin kendisine veya kanuni temsilcisine tanınan sınırları toplum çıkarlarıyla
belirlenen çıkardır. İnsan hakları söylemi ile kastedilen, devletlerin kendi hukuk düzenince tanıdıkları
ve gerçekleşmesi için bir takım görev ve sorumlulukları üstlendikleri haklardır.
Birleşmiş Milletlerin öncülüğü ile imzalanan “1948 Tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi”
ülkeler “Töre” Lindholm’ un belirttiği gibi imzalanan uluslararası belgelerin maddelerinin incelenmesi
halinde insan haklarının evrensellik, kapsamının geniş olması, devletlerin çifte sorumluluğu ve yasal ve
ahlaki temellere sahip olma gibi temel özellikleri içermektedir. (LİNDHOLM, Töre; “İnsan Haklarının
ORTAYA Çıkması ve Gelişmesi, Kültürler ve Dinler Arası Diyalog Çerçevesinde Bir Bakış’’,
Uluslararası Demokrasi, Hukuk ve İnsan Konferansı, Diyarbakır Barolar Birliği Yayınları, Diyarbakır
1958 s. 40-41: Coşkin; İNSAN HAKLARI s.98; Halil Kalabık, İnsan Hakları Hukuku, Seçkin Yayınları,
Ankara 2013)
İnsan hakları tanımda da belirttiğimiz gibi sırf insan olmaları sebebiyle tanımlanan haklar
olduğundan, ayrım yapılmaksızın herkesi kapsar ve bu sebeple evrensel nitelik taşır. Evrensel olma
yalnız hak sahipliliğini kapsamayıp, muhataplık ve sorumluluk da taşır. Uluslararası toplum bu hakları
tanımak, uymak ve bu hakların gereğini yapmak zorundadır (benzer bkz. kalabalık age s.80).
İnsan haklarını tanıyan ülkeler öncelikle şu sorumlulukları yüklenir:
a) Tanıma: Devletler, insan haklarını tanımak ve kabul etmek zorundadırlar. Devletler insan
haklarını tanımayıp, yetki alanlarını genişletip insan haklarını reddedince meşruluklarını
kaybederler. Devletlerin meşruluğu ve uluslararası arenada kabul görebilmesi için insan
haklarını koruma ve toplumlararası barışı sağlamak için organize olup tüm karar ve kuruluşların
insan haklarını gerçekleştirecek şekilde oluşturup dizayn etmelidir.
Devletler insan haklarını başta anayasalar olmak üzere tüm hukuk düzeni ile tanımalıdır. Bu
düşünceden hareketle insan haklarını tanımayıp güvence altına almayan metinler, adı anayasa
olsa da içerik olarak anayasa sayılmazlar.
Modern devlet anlayışı ile Çağdaş Anayasalar insan haklarını tanımalı ve gerekli düzenlemeleri
içermelidir. Bu düzenlemeleri içermeyen göstermelik içerikli olan ve de kendi bakış açısına göre
sınırlamalar getiren devletler meşruiyetlerini kaybetmişlerdir.
b) Dokunmama: Devletler insan hakları kurallarına karışıp engellememelidirler. İnsanlar herhangi
bir müdahale olmaksızın kendi seçimi olan yaşam biçimlerini hayata geçirip, ihtiyaç
duyduklarında başkalarıyla ortak amaç ve düşündüklerine göre değişik etkinlikler
yapabilmelidirler. Devlet bu tür faaliyetlere müdahale etmeyip kolaylaştırmalıdırlar. Tabi ki
213
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
bu tür faaliyetler yapılırken diğer insanların hak ve özgürlüklerini engellememek gereklidir.
Devletler dışarıdan gelebilecek olası müdahalelere karşı koruyucu önlemler almalıdır.
c) Koruma: İnsan haklarını koruma devletin asli görevlerindendir. “İnsan haklarının asıl ihlalcisi
devlet olmakla beraber, insan haklarının korunması sadece devletin bu haklara tecavüz
etmemesi ile sağlanamaz. Devlet aynı zamanda insan haklarıyla korunan temel değerlere
yönelik olarak başka kişi ve gruplardan gelecek saldırıları caydırmak ve önlemek, ayrıca
olabilecek saldırıları müeyyidelendirmek yükümlülüğü altındadır” (İnsan Hakları, Temel
Bilgiler 1. Baskı 2006 Ankara).
Devlet bu sebeple insan hakları önündeki engelleri kaldırmakla birlikte olası engelleme ve
insan hakları ihlallerine engel olmak için koruma tedbirleri almalıdır.
d) Temin/Tedarik: Sosyal devlet anlayışının uzantısı olarak devletin zor durumda olan kişileri
bakıp gözetmek ve sosyal düzensizliklerin ortadan kalkması için tedbirler alma, toplumun
refahını düzeltme yükümlülüğünün uzantısında devletin tedarik yükümlülüğü vardır.
Bu yükümlülükler;
Bireylerin kendi kusurları olmaksızın sakat, yaşlı, kimsesiz tabi afetlere maruz kalanları normal
yaşamlarını sürdürebilmeleri için gerekli tedbirleri almalıdırlar. Zor durumda olanlara yardım etmek
amacıyla kurum ve kuruluşları sosyal güvenlik çerçevesinde yapabilmelidir. Bu tür faaliyetlere diğer
insanlar gönüllü katılabilmelidirler.
4. KAYNAKLAR
Kalabık, H. ( 2013) İnsan Hakları Hukuku. Ankara
Kılıç, F. (2007) Belgelerle İnsan Hakları. Bolu
Lindholm, (1958) Uluslararası Demokrasi, Hukuk ve İnsan Konferansı, Diyarbakır Barolar Birliği Yayınları, s. 40-41.
214
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Evdeki Görev ve Sorumlulukların Cinsiyete Göre Değerlendirilmesi: Çocukların
Görüşleri
Evaluation of Household Labors According to Gender: Children’s Views
Filiz YURTAL1 , M.Sencer BULUT2
1Doç.
Dr., Çukurova Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, İlöğretim Bölümü, Adana, Türkiye, [email protected]
Doç. Dr., Çukurova Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, İlöğretim Bölümü, Adana, Türkiye, [email protected]
2Yard.
ÖZET: Bu çalışmada 4. ve 5. sınıfa devam eden 10-11 yaş grubu çocukların ev ile ilgili görev ve sorumlulukları
hangi cinsiyete yüklediklerine ilişkin görüşleri incelenmiştir. Bu amaçla 43 maddeden oluşan anket 245 çocuğa sınıf ortamında
uygulanmıştır. Araştırma sonuçlarına göre ev ile ilgili görev ve sorumluluklara ilişkin bulgularda mutfak ve temizlik ile ilgili
işlerin çoğunlukla kadının görev ve sorumluluğu olduğu vurgulanmıştır. Tamirat ve bakım, para kazanma ve harcama
konusunda hesap ve faturaları ödeme çoğunlukla erkeğin görevi olarak ifade edilmiştir. Çocuklarla ilgili konularda ise ağırlıklı
olarak her ikisinin de yapması gereken görev ve sorumluluklar olduğu belirtilmiştir.
Anahtar S özcükler Ev işleri, cinsiyet rolü, cinsiyete ilişkin kalıpyargı,
ABS TRACT: This study has investigated primary school children’s opinions about household chores and
responsibilities according to genders. For this purpose 43 item questionnaires were carried out with 245 primary school
students. The results indicated that students attributed cleaning and preparing food as a female responsibility yet repairing,
earning, spending and paying the bills and invoices as a male responsibility. Furthermore caring children from domestic
responsibilities were perceived as both female and male responsibility.
Keyword Household labor, gender role, gender stereotype, primary school student
1.GİRİŞ
Çocuklar erken yaşlarda aile içinde anne babanın kız ve erkek çocuklardan beklentilerine uygun olarak
kendi cinsiyetine ilişkin rolleri öğrenmeye başlamaktadır. Çocukların cinsiyete ilişkin önyargılar veya
kalıp yargılar olmaksızın büyümeleri zordur. Çocuklar büyüyüp gelişirken evde ortaya çıkan cinsiyete
ilişkin kalıp yargılar, çevredeki diğer faktörler tarafından pekiştirilir ve çocukluktan yetişkinliğe kadar
sürdürülür (Martin, Wood, & Little, 1990). Sosyalleşme sürecinde cinsel roller küçük yaşlarda öğrenilir
ve yetişkinlikteki cinsel rol yapısının temelini oluşturur (Dökmen, 2004).
Sosyal-Bilişsel Teoriye (Bussey ve Bandura 1999) göre çocuklar yaşantılarındaki önemli rol
modellerini gözleyerek cinsiyetler hakkında fikir edinirler. Geleneksel bir aile düzeninde, ev içindeki
görevlerle cinsiyet arasındaki ilişkiyi çocuklar küçük yaşta kurmaya başlarlar (Deutsch ve ark. 2001;
Evertsson, 2006). İlk çocuğun doğumuyla birlikte eşler arasındaki işbölümü geleneksel bir yapıya
bürünerek kadının temel rolü, çalışıyor olsa bile ev işi ve çocuk bakımı olmaya başlar (Coltrane 1996;
Coltrane, 2000; Hank & Jürges, 2007).
Çocuk büyürken kendi cinsinden ebeveyni ile özdeşim kurarak, erkek çocuk babayı, kız çocuk
da anneyi model alarak cinsel rolleri öğrenirler. Bununla birlikte 7-11 yaşında olan kız ve erkek
çocukların çok farklı muamele gördükleri ve farklı sosyalleşme örüntüleri yüzünden çok değişik cinsel
rol beklentileriyle karşı karşıya oldukları da gözlenmiştir (Başaran1974). Cinsiyete ilişkin
kalıpyargıların orta çocukluk dönemine kadar gelişmeye devam ettiği gözlenmektedir (Martin, Wood,
ve Little 1990).
Kadınların çalışma yaşamında daha aktif olarak yer alması toplumsal alanda değişiklikler
yaratmaktadır. Bu değişiklikler aile içi ilişkilere ve rollere de yansımaktadır. Değişim süreci hem kadının
hem de erkeğin ev içindeki rolünü değiştirmiştir (İmamoğlu, 1993). Kadının iş yaşamına girmesi,
sorumluluklarını ve görevlerini değiştirmesine karşılık, toplumun cinsiyetlere atfettiği değerlerde olan
değişmeler daha yavaş gelişmektedir. Kadın aileyi geçindirme sorumluluğunu eşiyle paylaşmasına
karşılık, erkek evdeki iş ve görevlerle ilgili olarak aynı sorumluluğu eşiyle paylaşmamaktadır ya da
eşitlikçi bakış açısını kadınla paylaşmamaktadır. Çocuk ise içinde bulunduğu ailede gözledikleri
davranışları benimsemekte bir müddet sonra bu davranışları kendisi göstermeye başlamaktadır.
Yapılan çalışmalar kadın ve erkeklerin özellikle ev ile görev ve sorumlulukların paylaşımına
ilişkin farklı görüşleri olduğunu ortaya koymuştur. Bu çalışmalardan biri Avrupa genellinde yapılan
çalışmadır (Hank & Jürges 2007). Kadınlar para kazanıyor dahi olsalar eşlerine göre daha çok ev ile
ilgili görev ve sorumluluklara sahip olduklarını dile getirmişlerdir ancak eşleri çalışan erkekler ise eşleri
çalışmayan erkeklere göre daha fazla ev işi ile ilgileniyor görünmelerine rağmen bu durum
215
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
çalışan eşleriyle eşit düzeyde değildir (Hank & Jürges 2007). Ev işleri ile ilgili yapılan diğer
araştırmalarda ise genellikle kadın ve erkek tarafından yapılan işlerin farklılaştığını ve kız çocuklarının
veya kadınların daha fazla ev işleriyle uğraştığını ortaya koymaktadır (Deutsch & Saxon 1998; Coltrane,
1996; Coltrane 2000; Evertsson, 2006; Hank & Jürges 2007). Bu farklılıkları değerlendiren
araştırmacılar yemek yapma, temizlik ve alışveriş işini genellikle kadınların; daha az sıklıkla yapılan ev
içi tamirler, arabanın bakımı ve çim biçme gibi işleri ise erkeklerin yaptıkları işler olarak
sınıflandırmışlardır. Bazı araştırmalarda ise cinsiyetten bağımsız kadın ya da erkek işi olarak
sınıflandırılmayan (hesap ödeme, araba kullanma vb.) üçüncü bir kategoriden bahsedilmektedir
(Coltrane 2000). Bu durum çocukların yetişkinlerin cinsiyetlere ilişkin davranışlarından
etkilenebileceğini göstermektedir.
Bu araştırmada ilköğretim 4, 5, 6, 7 ve 8. sınıfa devam eden öğrencilerin cinsiyete göre evle
ilgili görev ve sorumluluklara ilişkin görüşleri incelenmiştir.
2.YÖNTEM
2.1.Örneklem
Bu çalışmaya 2004-2005 eğitim-öğretim yılında devlet okuluna devam eden 245 öğrenci
alınmıştır. Bu öğrencilerin 53’ü dördüncü sınıf, 52’i beşinci sınıf, 47’si altıncı sınıf, 42’i yedinci sınıf
ve 51’i ise sekizinci sınıf öğrencileri oluşturmaktadır. Çalışmaya alınan öğrencilerin 121’i kız, 124’ü ise
erkek öğrencidir.
2.2.Veri Toplama Aracı
Bu çalışmada araştırmacılar tarafından geliştirilen “Ev İle İlgili Görev ve Sorumluluklar” anketi
kullanılmıştır. Anket geliştirilirken ilgili literatür temele alınarak ev ile ilgili görev ve sorumluluklara
ilişkin anket maddeleri oluşturulmuştur. Yapı geçerliğini sağlamak için uzman görüşü alınmış ve ankette
yer alan ifadelerin öğrenciler tarafından anlaşılıp anlaşılmadığını kontrol etmek için 40 kişilik bir sınıfa
uygulanarak ön denemesi yapılmıştır. Sonuçta anlaşılmayan ifadeler düzeltilmiş, gerekli görülmeyen
maddeler çıkarılmış ve ankete son şekli verilmiştir. Anket; a) mutfak, b) temizlik,
c) tamirat ve bakım, d) para kazanma ve harcama, e) çocuklarla ilgili görev ve sorumluluklar ı
belirlemeye yönelik 5 bölüm oluşmuştur.
3.BULGULAR
Ev ile ilgili görev ve sorumluluklara yönelik öğrenci görüşlerini yansıtan bulgular aşağıda
verilmiştir. Mutfak ile ilgili görev ve sorumluluklara ilişkin kız ve erkek öğrencilerin görüşleri Tablo
1’de verilmiştir.
Tablo 1. Mutfak İle İlgili Görev ve Sorumluluklara İlişkin Frekans ve Yüzde Sonuçları
Yemek pişirmek /
yapmak
Masayı
hazırlamak/toplamak
Salata yapmak
Bulaşık yıkamak
Izgara/kebap yapmak
Kız
Erkek
Kız
Erkek
Kız
Erkek
Kız
Erkek
Kız
Erkek
Erkek
f
%
1
0,83
1
0,81
2
1,65
1
0,81
4
3,3
10
8,06
3
2,47
8
6,61
87
72,5
95
77,2
Kadın
f
%
44 36,36
67 54,03
37 30,57
52 42,27
40 33,05
69 55,29
81 66,94
95 78,51
1
0,83
7
5,69
İkisininde
f
%
76
62,8
56 45,16
82 67,76
70 56,91
77 63,63
45 36,29
37 30,58
18 14,88
32 26,67
21 17,07
Toplam
f
%
121
100
124
100
121
100
123
100
121
100
124
100
121
100
121
100
120
100
124
100
Salata yapmak kızlara göre %33,05 kadının ve %63,63 ise her ikisinin de görevi olarak; Erkekler ise
%55,29 kadının, %36,29 her ikinin de görevi olduğunu ifade etmiştir. Bulaşık yıkamak konusunda
kızlar %66,94 kadının, %30,58 her ikisinin görevi olduğunu belirtirken; erkeklerin % 78,51’i kadının,
216
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
% 14,88’i erkeğin görevi olduğunu belirtmiştir. Yemek pişirme konusunda kızlarda her ikisinin görevi
(%62,8) görüşü ağırlık kazanırken, erkek öğrenciler kadınların görevi olduğunu daha fazla (%54,03)
ifade etmektedir. Masayı hazırlamak ve toplamak konusunda kızlar kadının (%30,57) veya her ikisinin
görevi (67,76) olduğunu belirtirken; erkekler kadının %42,27 görevi ve %56,91 her ikisinin görevi
olduğunu belirtmişlerdir. Mutfakla ilgili görevlerde sadece ızgara/kebap yapmak konusunda hem kızlar
(%72,5) hem de erkekler (%77,2) daha çok erkeğin görevi olduğunu belirtmiştir.
Tablo 2. Temizlik İle İlgili Görev ve Sorumluluklara İlişkin Frekans ve Yüzde Sonuçları
Evi süpürmek
Tozları almak
Eşyaların yerini değiştirmek
Banyo ve tuvaleti temizlemek
Çamaşır yıkamak
Çöpleri dökmek
Camları silmek
Yatakları düzeltmek
Evin boya / badanasını yapmak
Kız
Erkek
Erkek
Kadın
İkisininde Toplam
f
%
f
%
f
%
f
%
1
0,83
88 72,73
32 26,45 121 100
1
0,81
113 91,87
9
7,31 123 100
Kız
Erkek
Kız
Erkek
Kız
Erkek
Kız
Erkek
Kız
Erkek
Kız
Erkek
1
1
16
17
1
1
0
2
40
41
3
5
Kız
Erkek
Kız
Erkek
2
5
89
104
0,83
0,81
13,33
13,71
0,83
0,81
0
1,61
33,06
33,06
2,48
4,1
91
106
30
36
95
106
101
115
12
21
95
106
1,65
53
4,03
58
74,17
5
85,24 6
75,83
85,48
25
29,03
78,51
85,48
84,17
92,74
9,92
16,93
78,51
86,88
28
17
74
71
25
17
19
7
69
62
23
11
23,33
13,71
61,67
57,26
20,66
13,7
15,33
5,64
57,02
50
10,01
9,01
120
124
120
124
121
124
120
124
121
124
121
122
100
100
100
100
100
100
100
100
100
100
100
100
43,8
46,77
4,17
4,92
66 54,54
61 49,19
26 21,67
12 9,84
121
124
120
122
100
100
100
100
Boya/badana yapmak görevi kızlara göre %74,17 erkeğin; erkeklere göre %85,24 erkeğin görevi
olarak ifade edilmiştir. Temizlikle ilgili işler çoğunlukla hem kızlar hem de erkekler tarafından kadının
görevi olarak belirtilmiştir. Evi süpürmek kızlara göre %72,73, erkeklere göre 91,87; Tozları almak
kızlara göre %75,83, erkeklere göre %85,48; Banyo ve tuvaleti temizlemek kızlara göre
%78,51, erkeklere göre 85,48; Çamaşır yıkamak kızlara göre %84,17, erkeklere göre %92,74; Camları
silmek kızlara göre % 78,51, erkeklere göre %86,66 kadınların görevi olarak ifade edilmiştir.
Tablo 3’te kızlar tamirci çağırmanın %29,75 erkeğin görevi, %66,11 ise her ikisinin de görevi
olduğunu; erkekler ise %49,18 erkeklerin, %43,44 her ikisinin de görevi olduğunu belirtmiştir. Tamirat
ve bakım ile ilgili görevlerin çoğunlukla hem kızlar hem de erkekler tarafından erkeğin görevi olarak
ifade edilmiştir. Bozuk ampulü değiştirmek kızlara göre %81,51, erkeklere göre %80,64; Sigorta atınca
tamir etmek kızlara göre %91,73, erkeklere göre %88,71; Bozuk musluğu tamir etmek kızlara göre
%90,08, erkeklere göre %96,77; Bozulan makineleri tamir etmek kızlara göre %92,56; erkeklere göre
%89,52; Elektronik aletlerin bakımını yapmak kızlara göre %82,64, erkeklere göre 89,52 erkeklerin
görevleri olarak ifade edilmiştir.
217
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Tablo 3. Tamirat Ve Bakım İle İlgili Görev ve Sorumluluklara İlişkin
Frekans ve Yüzde Sonuçları
Erkek
Bozuk ampülü değiştirmek
Sigorta atınca tamir etmek
Bozuk musluğu tamir etmek
Bozulan makineleri tamir etmek
Elektronik aletlerin bakımını
yapmak
Tamirci çağırmak
Kız
Erkek
Kız
Erkek
Kız
Erkek
Kız
Erkek
Kız
Erkek
Kız
Erkek
Kadın
İkisininde
Toplam
f
97
%
81,51
f
2
%
1,68
f
20
%
16,81
f
119
%
100
100
111
110
109
120
112
121
100
111
36
60
80,64
91,73
88,71
90,08
96,77
92,56
97,58
82,64
89,52
29,75
49,18
7
0
1
0
2
0
1
1
3
5
9
5,64
0
0,81
0
1,61
0
0,81
0,82
2,42
4,13
7,38
17
10
13
12
2
9
2
20
10
80
53
13,71
8,26
10,48
9,92
1,61
7,44
1,61
16,53
8,06
66,11
43,44
124
121
124
121
124
121
124
121
124
121
122
100
100
100
100
100
100
100
100
100
100
100
Tablo 4. Para Kazanma ve Harcama İle İlgili Görev ve Sorumluluklara İlişkin
Yüzde ve Frekas Sonuçları
Para kazanmak
Market alışverişini yapmak
Pazar alışverişini yapmak
Dışarıda yemek yenildiğinde hesabı
ödemek
Bakkala gitmek
Faturaları ödemek (elektrik, su, telefon
vb.)
Evin ihtiyaçları için hesap yapmak
Bankaya gitmek
Eve elektronik/elektrikli eşya almak
Kız
Erkek
f
%
27
22,5
Kadın
f
%
0
0
İkisininde
f
%
93
77,5
Toplam
f
%
120 100
Erkek
Kız
49
3
39,84
2,48
1
0,81
12 9,92
73 59,35
106 87,6
123 100
121 100
Erkek
Kız
Erkek
Kız
Erkek
Kız
Erkek
Kız
Erkek
Kız
Erkek
Kız
10
3
19
91
102
26
54
48
80
29
56
28
8,13
2,61
15,83
75,21
83,61
22,03
43,55
39,67
64,52
24,17
45,53
23,73
15
23
34
1
3
5
5
1
3
7
10
2
12,19
20
28,33
0,83
2,46
4,24
4,03
0,83
2,42
5,83
8,13
1,69
98
89
67
29
17
87
65
72
41
84
57
88
79,67
77,39
55,83
23,97
13,93
73,73
52,41
59,5
33,06
70
46,34
74,58
123
115
120
121
122
118
124
121
124
120
123
118
Erkek
56
45,53
7
5,69
60
48,78
123 100
Kız
32
26,45
9
7,44
80
66,11
121 100
Erkek
50
40,32
15 12,1
59
47,58
124 100
100
100
100
100
100
100
100
100
100
100
100
100
Tablo 4’de Pazar alışverişini yapmak ile ilgili kızların %20’si kadının, %77,39’u her ikisinin
görevi olarak; erkeklerin % 28,33’ü kadının, % 55,83’ü her ikisinin görevi olduğunu belirtmiştir.
Bakkala gitmek ile ilgili kızların %22,03’ü erkeklerin, %73,73’ü her ikisinin, erkeklerin % 43,55’i
erkeklerin, %52,41’i her ikisinin de görevi olduğunu belirtmiştir. Evin ihtiyaçları için hesap yapmak ile
ilgili kızların %24,17’i erkeklerin, %70’i her ikisinin görevi olduğunu; erkeklerin %45,53’ü erkeklerin,
%46,34’ü her ikisinin görevi olduğunu ifade etmiştir.
218
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Tablo 5. Çocuklarla İlgili Görev ve Sorumluluklara İlişkin Frekans ve Yüzde Sonuçları
Erkek
Kız
Çocuklara harçlık vermek
Çocukları gezmeye veya dışarıya
götürmek
Çocuklarla evin içinde oynamak
Çocuklara oyuncak almak
Çocukların giyinmesine yardım etmek
Çocukların ev ödevlerine yardım
etmek
Okulda yapılan veli toplantılarına
katılmak
Çocukların arkadaşlarıyla
buluşmalarına izin vermek
Çocukların arkadaşlarıyla olan
sorunları ile ilgilenmek
Kardeşleriyle ilgili sorunlarını
çözmelerine yardım etmek
Çocukların okulla ilgili sorunları ile
ilgilenmek
Çocukların yatma saatine karar
vermek
Çocukları doktora götürmek
Erkek
Kız
Erkek
Kız
Erkek
Kız
Erkek
Kız
Erkek
Kız
Erkek
Kız
Erkek
Kız
Erkek
Kız
Erkek
Kız
Erkek
Kız
Erkek
Kız
Erkek
Kız
Erkek
Kadın
İkisininde
Toplam
f %
f
%
f
%
f
%
53 43,80 0,0
0,0
68
56,2 121
100
58 46,77
7
5,64
59 47,58 124
100
13 10,74
3
2,48 105
86,78 121
100
29 23,58 11
8,94
83 67,48 123
100
8
6,61 20 16,53
93 76,86 121
100
29 23,58 13 10,57
81 65,85 123
100
11
9,09
8
6,61 102
84,3 121
100
35 28,45
8
6,5
80 65,04 123
100
1
0,83 64 52,89
56 46,28 121
100
9
7
12
2
8
4
18
0
12
2
12
3
16
8
18
15
22
7,32
5,83
9,76
1,67
6,45
3,3
14,63
0
9,92
1,68
10
2,48
12,9
6,61
14,52
12,4
17,74
49
13
21
25
34
13
19
25
26
6
11
12
20
13
25
12
11
39,84
10,83
17,07
20,83
27,42
10,74
15,45
20,83
21,49
5,04
9,17
9,92
16,13
10,74
20,16
9,92
8,87
65
100
90
93
82
104
86
95
83
111
97
106
88
100
81
94
91
52,84
83,33
73,17
77,5
66,13
85,95
69,92
79,17
68,59
93,28
80,83
87,6
70,97
82,64
65,32
77,68
73,39
123
120
123
120
124
121
123
120
121
119
120
121
124
121
124
121
124
100
100
100
100
100
100
100
100
100
100
100
100
100
100
100
100
100
Çocukları gezmeye veya dışarıya götürmek konusunu kızlar %86,78 her ikisinin görevi olarak,
erkekler % 23,58 erkeğin, % 67,48 her ikisinin görevi olarak ifade etmiştir. Çocuklarla evin içinde
oynamak konusunda kızlar %76,86 her ikisinin görevi olarak, erkekler %23,58 erkeğin, %65,85 her
ikisinin görevi olarak belirtmiştir. Çocuklara oyuncak almak konusunu kızlar %84,3 her ikisinin görevi
olarak, erkekler %28,45 erkeğin, %65,04 her ikisinin görevi olarak ifade etmiştir. Çocukların
giyinmesine yardım etmek konusunu kızlar %52,89 kadınların, %46,28 her ikisinin görevi olarak,
erkekler %39,84 kadının, % 52,84 her ikisinin de görevi olduğunu ifade etmiştir.
4.TARTIŞMA VE SONUÇ
Araştırma sonuçlarına göre ev ile ilgili görev ve sorumluluklara ilişkin bulgularda mutfakla ilgili
işlerin (yemek yapmak, bulaşık yıkamak vb.) çoğunlukla kadının görev ve sorumluluğu olduğu
vurgulanmıştır. Ancak kebap/ızgara yapmanın erkek görevi olarak belirtilmesi araştırmanın mutfakla
ilgili bölümünün dikkat çekici bulgusudur. Bu durum araştırmanın yapıldığı bölgede ızgara ve kebabı
genellikle erkeklerin yapıyor olması ve çocukların model olarak hep erkeği gözlemelerinden dolayı
ortaya çıkmış olabilir. Cinsiyet ile ilgili olarak kalıp yargıların oluşmasında doğrudan deneyimlerin veya
benzer durumlarla sürekli karşılaşmanın etkili olduğu ifade edilmektedir (Martin, Wood&Little, 1990;
Evertsson, 2006). Bu durumda çocukların büyüdükleri ortamda sürekli annesini mutfak işleri ile
ilgilenirken izlemesi ve görmesi, oynadığı oyunlarda gözlemlerini deneyimlemesi, mutfak işlerini
çoğunlukla kadına atfetmesine neden olabilir.
Temizlik açısından (evi süpürmek, camları silmek vb.) ele alındığı zaman elde edilen bulgularda
bu tür görev ve sorumlulukların daha çok kadının görevi olarak algılandığını
219
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
göstermektedir. Sadece boya/badana yapmak çoğunlukla erkeğin görevi olarak nitelendirilmiştir. Boya
badana yapmak evde günlük yapılan temizlik işlerinden ziyade daha uzun aralıklarla yapılan ve güce
dayalı bir temizlik işi olması nedeniyle erkeğin görevi olarak atfedilmiş olabilir. Araştırmalar da bu
bulguyla paralellik göstermektedir. Coltrane (2000) temizlik ve yemek yapmayı kadın işi olarak
nitelendirirken, erkeklerin daha az sıklıkla yapılan işleri üstlendiğini vurgulamaktadır. Deutsch & Saxon
(1998) erkek ve kadına ev işlerine fazla vakit ayırdıkları zaman çifte standart denilebilecek türden
eleştirilere özellikle erkeklerin daha fazla maruz kaldıklarını belirtmektir. Özellikle babalar evdeki işlere
fazla vakit ayırdıkları zaman eleştiri alırken, anneler bu konuda övgü almaktadır. Bu durum evdeki
temizlik işleri konusunda kadınların bunu rahatsızlık duymadan benimsemeleri ve erkeklerinde bu işleri
kadına atfetmelerine sebep olabilir.
Tamirat ve bakım ile ilgili işler (bozuk makineleri ve muslukları tamir etmek vb.), genellikle
erkeğin görev ve sorumluluğu olarak görülmektedir. Blair ve Lichter (1991) ev işleri ile ilgili
işbölümünde tamir işlerinin genellikle erkekler tarafından üstlenildiğini vurgulamıştır. Bu bulgu
araştırmanın sonucuyla paralellik göstermektedir.
Araştırma bulgularına göre para kazanma ve harcama bölümünde, para kazanmak her iki cinsin
veya erkeğin görevi olarak algılanırken, hesap ve faturaları ödeme çoğunlukla erkeğin görevi olarak
algılanmaktadır. Kağıtçıbaşı (1981) Türk aileleri üzerinde yaptığı araştırmasında ailelerin gelecekte
maddi bakımdan güvenli hissetmek için erkek çocuklarını daha işlevsel bulduklarını vurgulamıştır. Bu
durum para kazanma, harcama, hesap ve fatura ödeme konusunda erkeklerin daha baskın algılanmasına
sebep olabilir. Yurt dışında yapılan araştırmalarda ise para kazanma, harcama ve hesap ödeme gibi
işlerin cinsiyete bağlı olmayan görevler olarak algılandığı görülmektedir (Coltrane 2000). Araştırmada
market ve pazar alışverişi, ev ihtiyaçları konusunda hesap yapma ise her iki cinsiyetin de sorumluluğu
olarak vurgulanması cinsiyetten bağımsız olarak algılanması Coltrane (2000)’nın bulgusuyla benzerlik
göstermektedir.
Araştırma bulgularına göre çocuklarla ilgili bölümdeki görevler (çocukların sorunları ile
ilgilenme, çocukların okul durumları ve ev ödevleriyle ilgilenme vb.) ağırlıklı olarak her ikisinin de
yapması gereken görev ve sorumluluklar olduğu belirtilmiştir. Sabattini & Leaper (2004)’de
çalışmasında anne babaların ev ve çocuk bakımı ile ilgili işleri paylaşmaları açısından, babaların ev
işlerinden ziyade çocuk bakımı işini üstlendiklerini ifade etmektedir. Araştırmada çocuklara harçlık
verme konusunda kadın ve erkek karşılaştırıldığında genellikle erkeklerin yapması gereken görev olarak
görüldüğü anlaşılmaktadır. Bu, araştırmanın para kazanma ve harcamaya ilişkin bulgularıyla paralellik
göstermektedir.
Özetlenecek olursa ilköğretim çağındaki çocukların, cinsiyete bağlı olarak evde günlük rutin
olarak yapılan yemek yapma ve temizlik ile ilgili işleri kadınların görevi olarak; daha az sıklıkta yapılan
temizlikle ile ilgili boya badana işlerini ise erkeğin görevi olarak algıladıkları görülmektedir. Tamirat
ve bakım, para kazanma ve harcama konusunda hesap ve faturaları ödemeyi erkeğin görevi olarak
algılamaktadırlar. Çocuklarla ilgili işler ise her iki cinsiyetin de görevi olarak değerlendirmektedirler.
Bu durum okul çağında ev ile ilgili işlerin cinsiyete dayalı olarak sınıflandırıldığını göstermektedir. Bu
sınıflandırmada çocuğun model olarak gözlediği anne ve babanın ev işlerini paylaşımının etkili olduğu
düşünülmektedir. Coltrane (2000), Sabattini ve Leaper (2004) anne babanın ev işi ve çocuk bakımıyla
ilgili işbölümü, evlilikteki iletişim ve memnuniyetin kalitesini etkilediği; bu durumun çocukların olumlu
yaşantılar geçirmesiyle ilgili olduğu gibi, çocuğun gözlediği cinsiyet rolleriyle de ilgili olduğunu ifade
etmektedir.
Ayrıca araştırma sonuçlarına göre kızlar ev ile ilgili görev ve sorumlulukları genelde her iki
cinse atfederken, erkeklerin daha fazla kalıp yargılara göre değerlendirdikleri görülmüştür. Ev ile ilgili
görev ve sorumlulukların cinsiyet rollerine ilişkin ipuçları verebileceği düşünülürse, erkeğin kadınsı
rolleri benimsemesinin zor olduğu görülmüştür. Bu durumla ilgili olarak McCreary (1994) erkeklerin
karşı cinsin davranış biçimlerini benimsemesinde neden daha katı tutumlar sergilediğini açıklarken,
erkeklerde cinsiyet rolleri ile kabul edilen cinsellikleri arasında kadınlara oranla daha güçlü bir ilişkinin
bulunduğunu ifade etmiştir. Yani erkek gibi kız olmak kızlar ve erkekler tarafından rahatsız edici olarak
algılanmazken, kız gibi erkek olmak daha rahatsız edici algılanmaktadır (Şirin, McCreary, & Mahalik,
2004).
Sonuç olarak çocukların cinsiyet rollerini kalıp yargılara dayandırmaması için ev içi görev ve
sorumluluklarda daha eşitlikçi bir tutumu benimsemesi gerekmektedir. Geleneksel bakış açısı kalıp
yargıların daha güçlenmesine neden olmaktadır. Her iki cins arasında uyumun artması
için
220
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
çocukluktan itibaren ailede ve okulda eşitliğe dayanan cinsiyet rollerinin benimsetilmesi önem
kazanmaktadır. Böylelikle çocuğun değişen yaşam koşullarına uyumu daha kolaylaştırılabilir. Bu
durumda okullar programlarında cinsiyet kalıp yargıların oluşmasını önleyecek ve daha eşitliğe dayalı
cinsiyet rollerini benimsetecek çalışmalara yer vermeleri gerekmektedir.
5.KAYNAKÇA
Başaran, F. (1974) Psiko-sosyal gelişim. Ankara. Ankara Ünivarsitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Yayınları. No.254.
Blair, S.L., & Lichter, D.T., (1991). M easuring the division of household labor: Gender segregation of housework among
american couples. Journal of Family Issues, 12, 91-113.
Bussey, K., & Bandura, A. (1999) Social cognitive theory of gender development and differentiation. Psychological Review,
106, 676-713.
Coltrane, S. (1996). Family man: Fatherhood, housework and gender equality. New York: Oxford University Press.
Coltrane, S. (2000). Research on household labor: M odeling and measuring the social embeddedness of routine family work.
Journal of Marriage and The Family, 62, 1208-1233.
Deutsch, F.M ., & Saxon, E. S. (1998). The double standard of praise and criticism for mothers and fathers. Psychology of
Women Quarterly, (22) 665-683.
Deutsch, F. M ., Servis, L.J., & Payne, J.D. (2001) Paternal participation in child care and its effects on children’s self-esteem
and attituties toward gendered roles. Journal of Family Issues, 22, 1000-1024.
Dökmen, Z. Y. (2004). Toplumsal cinsiyet . Sosyal psikolojik açıklamalar. İstanbul: Sistem Yayıncılık
Evertsson, M . (2006). The reproduction of gender: housework and attitudes towards gender equality in the home among
Swedish boys and girls. The British Journal of Sociology, 57 (3) 414-436.
Hank, K. & Jürges, H. (2007). Gender and the division of household labor in older couples: A European perspective Journal
of Family Issues, 28 (3) 399-421.
İmamoğlu, Olcay, (1993). Değişen dünyada değişen aile içi roller. Kadın Araştırmaları Dergisi 1, 58-65.
Kağıtçıbaşı Ç. (1981) Çocuğun değeri: Türkiye’de değerler ve doğurganlık. İstanbul: Gözlem matbaacılık Koll.Şti.
Lupaschuk & Yewchuck (1998) Gender and Student occupational aspirations. Education Exceptionality Canada 6(2):33-39.
M artin, C. L., Wood, C. H., & Little, J. K. (1990). The development of gender stereotype components. Child Development,
61, 1891-1904.
M cCreary, D. R. (1994). The male role and avoiding feminity. Sex Roles, 31 , 517-531.
Sabattini, L., & Leaper, C. (2004) The relation between mothers' and fathers' parenting styles and their division of labor in
the home: young adults' retrospective reports. Sex Roles, 50, 217-225
Şirin, S. R., M cCreary, D. R., & M ahalik, J. R. (2004). Differential reactions to men and women’s gender role transgressions:
Perceptions of social status, sexual orientation and value dissimilarity. The Journal of Men’s Studies, 12 (2) Winter 119-132.
221
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Kadının Ekonomiye Kazandırılmasında Kadın Kooperatiflerinin Katkısı
The Help Of Women Cooperatıves For Brıngıng Women To Economy
Gülen ÖZDEMİR1 , Emine YILMAZ2 , Funda Er ÜLKER3
Doç. Dr., Namık Kemal Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarım Ekonomisi Böl., T ekirdağ-TÜRKİYE, [email protected],
Doç. Dr., Namık Kemal Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarım Ekonomisi Böl., Tekirdağ-TÜRKİYE,
[email protected],
3Öğr. Gör., Namık Kemal Üniversitesi, Hayrabolu M eslek Yüksek Okulu Tekirdağ-TÜRKİYE, [email protected]
1
2Yard.
ÖZET: Genel anlamda dünyada ve ülkemizde kadınların üretime katkıları yadsınamayacak oranlarda gerçekleşirken ,
toplumsal ve ekonomik kalkınmanın olanaklarından yararlanmaları sınırlı kalmaktadır. İşgücü piyasasının etkinleştirilmesi
programı kapsamında, 10. kalkınma planı, kadınların işgücüne ve istihdama katılımının artırılması, kadınlara yönelik istihdam
teşviklerinin etkinleştirilmesi, çocuk, hasta ve yaşlı bakımı hizmetlerinin yaygınlaştırılması, kadın girişimcilere özel bütüncül
bir destek programının uygulanması gibi konuları kapsamaktadır. Bu nedenlerle ülkemizde 1990’lı yıllardan sonra gelişmeye
başlayan kadın kooperatifleri girişimi dikkat çekicidir. Kadın Kooperatifleri günümüzde kısal alanda 43 kentsel alanda ise 118
adet olmak üzere, ülkemiz ekonomisi ve kadın girişimciliği açısından önemli bir fırsattır. Gelişme seyrine baktığımızda diğer
birçok kooperatiften farklı olarak tabandan gelen bir hareket olması, ulusal ve uluslararası birçok kuruluşun desteği, gerçek
demokratik yapıda ilerlemesi, yoksulluğa çözüm olması ve istihdama katkıları açısından değerlendirilmelidir. Bu şekilde ülke
dinamikleri ortaya çıkarılmış ve daha önce fırsat verilmemiş bir grup harekete geçirilmiş olur. Böylece kooperatifler yerel
güçleri ortaya çıkararak ulusal hatta uluslararası alanda kadın girişimciliği açısından başarı sağlayabilirler. Bu nedenle kadın
kooperatifleri; Yeni şartlara dinamik olarak uyma gereksinimi olan kadınlar için bir ekonomik modeldir. Kadınlar
kooperatiflerde para kazanmanın yanı sıra önemli roller, tecrübeler ve bilgiler edinmekte ve paylaşılmaktadır. Toplumun
demokratik olarak ilerleyebilmesi için kadın kooperatiflerinin gelişimi önemli bir adımdır.
Anahtar Kelimeler: Kadın, kooperatif, girişimcilik, istihdam, kalkınma
ABS TRACT: Generally not only in the world but also in our country the help of the women to production occurs in
an incontrovertible rate but taking the advantage of social and economical iprovements opportunuties stay limited. Within the
enabling of labour force programme,10th improvement programme contains subjects such as, increasing the attending of labour
force and employment of women, activating incentive of women employment, generalising of child, sick and elderly care,
implementation of special total supporting programme for women intrepreneurs. Therefore since 1990s women cooperative
attempt is remarkable in our country. Nowaday s women cooperatives, 43 rural areas and 113 urban areas, are great opportunities
for our country’s economy and women entrepreneurship. If you look at the improvement process, differently from many other
cooperatives as it is a movement from the base, the support of national and international organisation, continue within the real
democratic structure, being the solution for poverty and its help for the employment must be considered. By this way country’s
dynamics can be brought out and a group which didn’t have an oppurtunity to move has a chance to move. Thus by bringing
out local forces, the cooperatives achieve success in national even international area from the point of women entrepreneurship.
Keywords: Woman, ccooperative, entrepreneurship, employment, development
1. GİRİŞ
Dünyanın ve ülkemizin günümüzdeki en önemli sorunları dünya nüfusunu besleyebilecek
düzeyde üretim, işsizlik, yoksulluk, gelir dağılımı adaletsizliği iken kadınların tüm toplumlarda bu
sorunların çözümünde yer almaması düşünülemez. Genel anlamda dünyada ve ülkemizde kadınların
üretime katkıları yadsınamayacak oranlarda gerçekleşirken, toplumsal ve ekonomik kalkınmanın
olanaklarından yararlanmaları sınırlı kalmaktadır. Toplumsal ve ekonomik kalkınma sürecinde
kadınların etkin biçimde yer alması, kadın girişimciliği, kadınların işgücüne katılımının ve istihdamının
artırılması, bireysel ve toplumsal açıdan sürdürülebilir kalkınmanın gerçekleştirilebilmesinde önemli bir
unsurdur.
Türkiye’de kadınların işgücüne katılmaları büyük oranda Cumhuriyet’ten sonra başlamış ve
1950’lere kadar sürekli artmıştır. Ancak kırdan kente göçün hızla artmasıyla ters orantılı olarak
kadınların işgücüne katılma oranları da azalmıştır. Kadınların işgücüne katılma oranı 1955’de %72 iken
günümüzde %30’lara kadar düşmüştür (Berber ve Eser, 2008). Bu azalmaya neden olarak; kırsal alanda
tarımsal üretimde yer alan kadınların bir çoğunun kentlere göç sonucu -eğitimsiz ve deneyimsiz olmaları
nedeniyle- ev kadını haline gelerek, eğitimsiz işgücü piyasasından çekilmesi, diğerlerinin de genellikle
enformel sektörde çalışması gösterilebilir.
Ülkemizde işgücü piyasasının etkinleştirilmesi programı kapsamında, 10. kalkınma planı,
kadınların işgücüne ve istihdama katılımının artırılması, kadınlara yönelik istihdam teşviklerinin
222
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
etkinleştirilmesi, çocuk, hasta ve yaşlı bakımı hizmetlerinin yaygınlaştırılması, kadın girişimcilere özel
bütüncül bir destek programının uygulanması gibi konuları kapsamaktadır. Onuncu kalkınma planında
kadınların karar alma mekanizmalarında daha fazla yer almaları, istihdamın artırılması, eğitim ve beceri
düzeylerinin yükseltilmesinin hedeflendiği belirtilmektedir (KB, 2014). Yine “İstihdam ve Çalışma
Hayatı Özel İhtisas Komisyonu” raporunda bölgesel, yerel ve sektörel işgücü dinamikleri dikkate
alınarak, başta kadın ve gençler olmak üzere tüm kesimler için nitelikli istihdam imkânlarının
geliştirilmesine devam edileceği ifade edilmektedir (KB, 2014a).
Türkiye’de işverenler içerisinde de kendi işini kuran ve girişimcilik faaliyetleri içerisinde olan
kadınların oranı oldukça düşük olup, kayıtlı esnafların % 10’u, ayrıca kayıtlı tacir ve sanayicinin %
6,5’lik bölümü kadındır (GTB, 2012). Batı dünyasında bu oran %30 civarındadır. Ülkemizde son
yıllarda kadın girişimciliğini geliştirmek açısından bazı çalışmalar (Ev içi üretimden elde edilen
gelirlerde vergiden muafiyet, Türkiye Halk Bankası “Girişimci Destek Paketi”, TOBB Kadın
Girişimciler Kurulunun kurulması, KOSGEB, Tarım Bakanlığı, Çalışma Bakanlığı, İŞKUR ve yerel
yönetimler gibi kurumların kadın girişimciliği faaliyetleri) gerçekleştirilmiş olmasına rağmen halen
istenen düzeyde değildir (Özdemir ve Yılmaz, 2010).
Bu çerçevede kadınların yönetim/organizasyon becerisi ve tasarruf/ev ekonomisi deneyimini
temel alarak, bilgi ve deneyimlerini etkin hale getirmelerini ve ekonomik sürece katılımlarını sağlamak
üzere eğitim, kredi, danışmanlık ve pazarlama destekleri verilmelidir. Bu kapsamda kooperatifler
kadınlar için önemlidir. Kooperatifler kadınların ekonomik alanda var olma ihtiyaçlarına cevap
verebilmeleri nedeniyle önemli rol üstlenmektedirler. Kooperatifler, kadın ortaklar ve çalışanlarına
uygun iş fırsatları, kredi kolaylıkları, yaşam standartlarını geliştirme olanakları sağlayan etkin örgütsel
ortamlardır. Ayrıca kadınlar kooperatifler içerisinde özgüven kazanmakta, ekonomik, kültürel ve sosyal
durumlarını iyileştirmektedirler.
2. KADIN KOOPERATİFLERİ
Kooperatifler uluslararası toplumda, hem ekonomik uygulanabilirliğin hem de sosyal
sorumluluğun beraber olabileceğinin bir göstergesidir. Kooperatifler, dünya nüfusunun yarısının hayat
standartlarının geliştirilmesine doğrudan katkıda bulunurlar (ICA, 2013). Günümüzde yoksulluğun
giderek artması kadınlarında, yoksulluktan en çok etkilenenler içerisinde yer alması, örgütlülüğü ön
plana çıkarmıştır. Kooperatiflerde ortak çalışma ruhu gelişmekte ve bu ortak çalışma biçimi, göreli
olarak toplumun ekonomik yönden daha zayıf kesimlerinin pazarlık gücünü kuvvetlendirmede ve
toplumsal dayanışmayı artırmaktadır (Özdemir, 2006) (Özdemir, 2010) (Özdemir, 2013). Ortak çalışma
ruhu Devlet tarafından artık sağlanmayan toplumsal hizmetlerde oldukça etkilidir. Bununla beraber,
unutulmamalıdır ki, daha yoksul toplumlarda çalışmak için yüksek düzeyde dayanışma gerekli olup
güçlü yerel liderlik önem arz etmektedir.
Dünyada Hindistan, Yugoslavya, İran, Nijerya, Tayland gibi ülkelerde FAO ve ILO gibi
kuruluşların çeşitli projeleri ile Kadın Kooperatifleri birlikte çalışmalar yapmaktadır (FAO, 2003).
Burkina Faso, Hindistan, Japonya, Honduras ABD’den kadınlar benzer kooperatif deneyimlerini
paylaşmaktadırlar. Hindistan’da başarılı bir kadın girişimci ve kooperatif ortağı olan Bayan Kumari
kooperatif ile ilgili deneyimini aktarırken özetle “Beni güçlü bir kadın yaptığı ve hayallerimin
gerçekleşmesini sağlama imkânı tanıdığı için kadınlar kooperatif bankasına teşekkür etmek istiyorum”
demiştir (www.turkiyemillikoop.org.tr).
Kadını ekonomiye kazandırmak için çeşitli programlar izlenmekte ve bu genelde iki şekilde
yürütülmektedir: Birincisi kentsel kadın girişimciliği, ikincisi ise mikro finans uygulamalarıdır. İkinci
yaklaşım özellikle yoksulluğun yüksek oranlara sahip olduğu ülkelerde, kadının konumunu
güçlendirmek açısından küçük düzeyde de olsa girişimcilik faaliyetlerini bir çözüm olarak gündeme
getirmektedir. Bütün bu çabalara rağmen, kadının konumunda ortaya çıkan iyileştirmelerin henüz arzu
edilen hedeflere ulaştığını söylemek mümkün değildir
Kadınlar için kooperatifler girişimcilik açısından çekici gelmektedir. Kadınlar kooperatifler
kanalıyla sermayelerini birleştirmekte, gelir yaratıcı faaliyetlerde bulunabilmekte ve işlerini esnek bir
biçimde organize edebilmektedirler. Bu kooperatiflerde, kadınlar özgüvenlerini kazanmakta, mesleki
sorumluluk üstlenmekte ve çalışmalarının karşılığında gelir elde etmektedirler. Ortaklar ve çalışanlar
olarak kadınlar karşılıklı saygı ve fırsat eşitliği yaratmaya çabalayan kooperatif girişimler i
keşfetmektedirler (ICA, 2010).
223
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Bu nedenlerle ülkemizde 1990’lı yıllardan sonra gelişmeye başlayan kadın kooperatifleri
girişimi dikkat çekicidir. Kadın Kooperatifleri günümüzde kısal alanda 43 kentsel alanda ise 118 adet
olmak üzere, ülkemiz ekonomisi ve kadın girişimciliği açısından önemli bir fırsattır.
Çizelge 1. Türkiye’de Kadın Kooperatifleri
Kadın Kooperatifi Türü
Kooperatif S ayısı
İşletme Kooperatifleri
101
İşletme Kooperatifleri Birliği
Küçük Sanat Kooperatifleri
Tarımsal Kalkınma
Kooperatifleri
1
6
43
Bulunduğu Bölgeler
Adana(8), Adapazarı(2), Adıyaman(2), Ağrı(1),
Ankara(4), Aydın(3), Antakya(2), Artvin(1),
Balıkesir(5), Bursa(2), Bitlis(1), Çanakkale(3),
Diyarbakır(3), Düzce(1), Erzincan(1), Eskişehir(2),
Gaziantep(1), Hatay(2), İstanbul(17), İzmir(6),
Karabük(1), Kayseri(1), Kocaeli(7), Konya(1),
M anisa(1), M ardin(6), M uğla(3), Nevşehir(2),
Osmaniye(1), Sivas(1), Tekirdağ(3), Tokat(3),
Şanlıurfa(1), Van(3),
Adana
Ankara(2), Balıkesir(1), İstanbul(2), İzmir(1)
Adıyaman(1), Aksaray(1), Amasya(1), Ankara(2),
Balıkesir(1), Bingöl(1), Bitlis(1), Bolu(1), Bursa(1),
Çankırı(1), Çorum(1), Denizli(1), Diyarbakır(1),
Erzurum(1), Eskişehir(2), Giresun(1), Hakkari(1),
İstanbul(1), İzmir(3), Karaman(2), Kırşehir(3),
Kilis(1), Konya(1), Kütahya(1), M anisa(2),
M ardin(1), M ersin(2), M uş(1), Nevşehir(1),
Şanlıurfa(3), Yozgat(1), Zonguldak(1)
Çanakkale(1), Kilis(1), Samsun(1), Sinop(1)
Çorum(1), İstanbul(1), Osmaniye(1)
Sakarya(1), Samsun(1)
Gümüşhane(1)
İstanbul(1)
Üretim ve Pazarlama Kooperatifi
4
Tüketim Kooperatifi
3
Yardımlaşma Kooperatifi
2
Temin Tevzi Kooperatifi
1
Yayıncılık Kooperatifi
1
TOPLAM
162
Kaynak: T.C. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ve T.C. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı verilerinden yararlanılarak
hazırlanmıştır.
Ülkemizde Kadın Kooperatifleri öncelikle deprem bölgesi Kocaeli, İzmit başta olmak üzere
İstanbul’da da örgütlenmeye başlamıştır. Daha sonra Doğu ve Güneydoğu bölgeleri ve tüm Türkiye’de
örgütlenmişlerdir (Özdemir, 2008). Özellikle büyük ekonomik krizler yaşadığımız 2000’li yıllardan
sonra bu kooperatifler ortaya çıkmıştır. Tablo 1’de görüldüğü üzere bugün ülkenin her tarafına yayılmış
olarak toplam 162 kadın kooperatifinden bahsedilmektedir. Sayıları gün geçtikçe artmaktadır. Yapılan
bir çalışmada 2005 yılında kadın kooperatifleri sayıları 36 iken günümüzde nerdeyse beş katına çıkmıştır
(Özdemir, 2005). Kadın kooperatifleri genelde İşletme kooperatifi biçiminde kurulmaktadır. Ev eksenli
çalışanlar ise Küçük Sanat Kooperatifi biçiminde örgütlenmeyi tercih etmektedirler. Bunun yanında
konut, yayıncılık, üretim ve pazarlama, yardımlaşma kooperatifleri de kurulmuştur. Kadınlar bu
kooperatiflerde çeşitli el ürünlerinin değerlendirilmesinden, ev yemekleri ve yöresel yemekler yapımı,
kuaförlük hizmetleri, kadın ve çocuk merkezleri kurulmasının yanında sosyal ve sanatsal açıdan
desteklere kadar birçok faaliyette bulunmaktadırlar.
Tarımsal alanda ise Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonlarından yararlanmak amacıyla
özellikle hayvancılık alanında Tarımsal Kalkınma Kooperatifleri kurulmuştur. Kadın kooperatifleri
birçok faktörün etkisi altındadırlar. Açıkçası kadın kooperatiflerinin başarısı birçok faktöre bağlıdır,
yani çok bilinmeyenli denklem çözümü gibidir.
Günümüzde kadın kooperatiflerine ulusal ve uluslararası çok çeşitli kurumlar olumlu ya da
olumsuz anlamda destek olabilmektedir. Bu kooperatiflerin yönetici ve ortaklarının oldukça etkileşime
açık olması da kooperatifleri olumlu ya da olumsuz etkilere maruz bırakmaktadır. Burada Kadın Emeği
Değerlendirme Vakfının kooperatiflere kuruluş aşamasında, kadın ve çocuk merkezlerinin kuruluşunda
ve kadınlara liderlik eğitimi vermesinden bahsedilebilir. Özellikle deprem bölgesinde kurulan
kooperatiflerin birçoğu KEDV’in bu desteklerinden yararlanmıştır. Ayrıca Doğu ve Güneydoğu’da
kurulan birçok kadın kooperatifi AB fonlarından projelendirilmiştir. Çeşitli illerde Valilik Sosyal
Yardımlaşma ve Dayanışma Fonları ve İŞ KUR’da kooperatiflerin çeşitli projelerini desteklemiştir. Bu
destekler kaynak yaratması ve istihdam sağlaması açısından oldukça önemlidir.
224
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Ş ekil 1. Türkiye’de Kadın Kooperatifleri
Aynı şekilde kadın girişimciliğini destekleme ve geliştirme kapsamında; Başbakanlık, Kadının
Statüsü Genel Müdürlüğü (KSGM), Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), Bankalar (Vakıfbank, Ziraat
Bankası, Halk Bankası), Türkiye İş Kurumu (İŞKUR), KOSGEB İş Geliştirme Merkezleri, Sosyal Riski
Azaltma Projesi (SRAP), (Çok Amaçlı Toplum Merkezleri (ÇATOM), Girişimci Destekleme
Merkezleri (GİDEM), Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı (KEDV), Kadın Girişimciler Derneği
(KAGİDER), Kadın Dayanışma Vakfı (KADAV), Kadın Merkezi (KA-MER), Türkiye Kalkınma Vakfı
(TKV), Türk Grameen Mikrokredi Projesi, Türkiye İsrafı Önleme Vakfı (TİSVA) gibi oluşum ve
projeler sıralanabilir (Toksöz, 2007). Bu kuruluşların çoğu kadın kooperatiflerinin de gelişiminde destek
olan kuruluşlardır.
3. SONUÇ
Kadınlar ekonomik hayata katılımlarında bilgi ve deneyim eksikliği, sermayeye ve eğitim
olanaklarına sınırlı erişim gibi zorluklarla baş başa yaşamaktadırlar. Bu kooperatifler, ortağı olan
kadınların tutumundan, devletin bakış açısına, hatta ortak olmayan kadınların kooperatife olan ilgisine
kadar birçok faktörün etkisi altındadır. Özellikle burada Devletin kooperatiflere karşı tutumu ve Devleti
temsile yetkili olan bürokrasinin bu örgütlere bakışı çok önemlidir.
Kadın Kooperatifleri üretim ve işletmeyi de içerdiği için sürekliliği sağlamakta, kadınlar bu
kooperatiflerde çalışma, üretme ve para kazanma olanağı bulmaktadırlar. Başka bir işte çalışma olanağı
olmayan kadınlar için ideal bir ortam oluşturmaktadır.
Kadın kooperatifleri finansal, örgütsel, psikolojik açılardan çeşitli darboğazlar yaşamaktadır.
Bunlar; kadınların çoğunluğunun ilk kez böyle bir örgütlenmenin içinde olması, kooperatifin ekonomik
yönden güçsüz kişilerden oluşması, ürünlerini pazarlama açısından deneyimsiz ve piyasa
225
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
koşullarını bilmemekten kaynaklanan çeşitli olumsuzluklardır. Bunların yanında öz kaynakların ve
finansman olanaklarının yetersizliği, kadınların kooperatif bilincinin yetersizliği, devletin kooperatifleri
yeterince desteklememesi, kooperatiflerin genel sorunlarının yansıması, kamu yöneticilerinin olumsuz
bakışı, örgütlenme motivasyonunun sağlanamaması, popülist politikalar, bencil, bireysel davranışlar
diğer olumsuzluklar olarak sıralanabilir.
Tüm bunların yanında kurulan kadın kooperatiflerinin ülke çapında başarılı olabilmeleri;
dağınık, düzensiz ve birbirinden kopuk bir çabayla gelişmeyip, birbirleriyle işbirliğine gitmeleri
gerekmektedir. Buna uygulamada üst örgütlenme denir. Kooperatifler arası işbirliği, kooperatifçiliğin
ilkelerinden biridir. Üst örgütlenmeye (birlik kurmaya) gitmeyen birim kooperatifler küçük çaplı, etkin
olmayan yerel kuruluşlar olarak cılız bir varlık sürdüreceklerdir. Özellikle bölgelerinin geleneksel
ürünlerine sahip çıkarak, her biri yöresel özelliklerini koruyarak, ulusal hatta uluslararası işbirliğine
gitmeleri çok sayıda ekonomik, ticari, kültürel ve psikolojik yarar sağlayacaktır. Bunların yanında,
kadınların örgütlenmeye yatkınlığı, kadın dinamizmi, demokrasinin ekonomik alanda uygulanmasında
kooperatiflerin önemli bir araç olması, ekonomik koşulların kadınları örgütlenmeye itmesi, tabandan
gelen bir talep olması, , sosyal çalışmalara yatkınlık gibi kadın kooperatiflerinin gelişimi açısından
olumlu yönleri de burada belirtmekte yarar vardır. Kadınların ekonomik ve sosyal hayatta gerçek yerini
alabilmesi açısından bu kooperatifler önemli araçlardır ve kadınlar için yeni bir alandır.
Kadının ekonomiye kazandırılmasını salt iş bulma ya da iş kurma biçiminde bakma ve çalışan
kadını sadece içinde bulunduğu koşullarla ele almak da sorunları çözmemektedir. Kadınların iş
hayatında başarılı olabilmeleri için, kendi kişisel çabalarının yanında hükümetlerin ve sivil toplum
örgütlerinin de buna yönelik çaba göstermesi gerekmektedir. Bu şekilde ülkenin ekonomik ve sosyal
gelişmesine katkı sağlanabilir ve sürdürülebilir kalkınma gerçekleştirilebilir.
Kooperatifler kadınların ekonomik alanda var olma ihtiyaçlarına cevap verebilmeleri nedeniyle
önemli rol üstlenmektedirler. Kooperatifler, kadın ortaklar ve çalışanlarına uygun iş fırsatları, kredi
kolaylıkları, yaşam standartlarını geliştirme olanakları sağlayan etkin örgütsel ortamlardır. Ayrıca
kadınlar kooperatifler içerisinde özgüven kazanmakta, ekonomik, kültürel ve sosyal durumlarını
iyileştirmektedirler.
Kadınların güçlendirilmesi, kendine verdikleri değer, seçenek sahibi olma, fırsat ve kaynaklara
ulaşma, ev içi ve dışında hayatlarını kontrol etme, ulusal ve uluslararası alanda daha adil bir sosyal ve
ekonomik düzenin oluşmasına katkı sağlamak gibi belirleyici özelliklerle gerçekleştirilebilir. İşte
kooperatifler tüm bunlara hitap etmekte ve gerçekten dünyanın her yerinde kadınlar için güçlenme
fırsatları yaratmaktadır.
Temel sorun kadınlar için statüsü yüksek, kendine yetebilen, üretebilen, sosyal güvenlik
kapsamında olan istihdamın yaratılamamasıdır. Sorun çalışan kadınların mutlu olabilecekleri bir ortam
yaratma ve temel hizmetlere erişebilmeleri ile çözülebilecektir.
Gelişme seyrine baktığımızda diğer birçok kooperatiften farklı olarak tabandan gelen bir hareket
olması, ulusal ve uluslararası birçok kuruluşun desteği, gerçek demokratik yapıda ilerlemesi, yoksulluğa
çözüm olması ve istihdama katkıları açısından değerlendirilmelidir. Bu şekilde ülke dinamikleri ortaya
çıkarılmış ve daha önce fırsat verilmemiş bir grup harekete geçirilmiş olur. Böylece kooperatifler yerel
güçleri ortaya çıkararak ulusal hatta uluslararası alanda kadın girişimciliği
açısından başarı
sağlayabilirler.
Bu nedenle kadın kooperatifleri;
- Yeni şartlara dinamik olarak uyuma gereksinimi olan kadınlar için bir ekonomik modeldir.
- Kadınlar kooperatiflerde para kazanmanın yanı sıra önemli roller, tecrübeler ve bilgiler
edinmekte ve paylaşılmaktadır.
- Toplumun demokratik olarak ilerleyebilmesi için kadın kooperatiflerinin gelişimi önemli bir
adımdır.
226
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
KAYNAKLAR
Berber. M ., Eser B.Y. (2008). “Türkiye’de Kadın İstihdamı: Ülke Ve Bölge Düzeyinde Sektörel Analiz “, İş, Güç Endüstri
İlişkileri ve İnsan Kaynakları Dergisi”, Cilt: 10, Sayı: 2, Nisan 2008, ISSN 1303-2860
FAO (2003). Smita Premchander and V.Prameela in collaboration vith Wim Polman “Promoting rural women’s cooperative
businesses in Tahilland” A training kit, RAP Publication 2004/1, FAO and UN Regional Office for Asia and Pacific, Bankok.
GTB (Gümrük ve Ticaret Bakanlığı) (2012). Kooperatifçilik ve Kadın Kooperatifleri Kitapçık,. T.C. Gümrük ve Ticaret
Bakanlığı Kooperatifçilik Genel M üdürlüğü, 18.12.2012, Ankara.
ICA (2013). International Cooperative Alliance Başkanı Paulline Green’in Namık Kemal Üniversitesinde 8 M ayıs 2013 de
yaptığı konuşma metninden alınmıştır.
ICA (2010). “Equal rights, equal opportunities: Progress for all” Dünya Kadınlar günü için International Co-operative
Alliance (ICA) Gender Equality Committee tarafından yayınlanan mesaj. http :www.ica.coop (erişim 6.5.2011).
KB (Kalkınma Bakanlığı) (2014). Onuncu Kalkınma Planı (2014-2018),
http://www.kalkinma.gov.tr/Lists/Kalknma%20Planlar/Attachments/12/Onuncu%20Kalk%C4%B1nma%20Plan%C4%B1.pd
f, erişim 31.10.2014.
KB (Kalkınma Bakanlığı) (2014a). İstihdam ve Çalışma Hayatı Özel İhtisas Komisyonu Raporu (2014-2018),
http://www.kalkinma.gov.tr/Lists/zel%20htisas%20Komisyonu%20
Raporlar/Attachments/235/%C4%B0stihdam%20ve%20%C3%87al%C4%B1%C5%9Fma%20Hayat%C4%B1%20%C3%96
%C4%B0K%20Raporu.pdf, erişim 31.10.2014.
Özdemir, G. (2013). “Women’s Cooperatives in Turkey” (Orijinal Research Article) Procedia- Social and Behavioral
Sciences, Volume:81, Pages 300-305.
Özdemir, G. (2010). “Yoksullukla M ücadelede Kadın Kooperatifleri Deneyimi” (Tam metin), T.C. Başbakanlık Sosyal
Yardımlaşma ve Dayanışma Genel M üdürlüğü tarafından düzenlenen “Uluslararası Yoksullukla M ücadele Stratejileri
Sempozyumu: Deneyimler ve Yeni Fikirler” Sempozyumu, 13-15 Ekim 2010, İstanbul, Cilt 2 sf.363-370.
Özdemir, G., Yılmaz, E. (2010). Kadın Girişimciliği ve Kooperatifler, Uluslararası II. Trakya Bölgesi Kalkınma-Girişimcilik
Sempozyumu, 1-2 Ekim, 2010, Kırklareli.
Özdemir, G. (2008). Günümüz Kooperatiflerinde Dönüşümün Örneği: Kadın Kooperatifleri, Türk Kooperatifçilik Kurumu
tarafından 9-10 Ekim 2008 tarihinde düzenlenen XIX. M illetlerarası Türk Kooperatifçilik Kongresinde sunulu bildiri.
Özdemir, G. (2006). “Türk Kooperatifçiliğinin Yeni Yüzü: Kadın Kooperatifleri” (Sunulu), Türkiye VII. Tarım Ekonomisi
Kongresi, 13-15 Eylül 2006, Antalya, sf.433-441.
Özdemir, G., (2005). Cooperative- Shareholder Relations in Agricultural Cooperatives in Turkey, Journal of Asian
Economics, Volume 16, Issue 2, April 2005, Pages 315-325
Toksöz, G. (2007). “İşgücü Piyasasının Toplumsal Cinsiyet Perspektifinden Analizi ve Bölgeler Arası Dengesizlikler,”
Çalışma ve Toplum, 4.
.www.turkiyemillikoop.org.tr
227
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Kadın Girişimciliği Ve İşgücü Piyasaları Açısından Perspektifi
Woman Entrepreneurship And its Perspective in Terms of Labor Markets
Gülşen SARI GERŞİL1 , Yusuf ZEYTUN2
1Yard.
Doç. Dr., Celal Bayar Üniversitesi İİBF/ÇEKO Bölümü Öğretim Üyesi. [email protected]
Adnan M enderes Üniversitesi İİBF/İşletme Bölümü. [email protected]
2Arş. Gör.,
ÖZET: İşgücü piyasasında en önemli sorunlar arasında işsizlik ve buna bağlı istihdam alanlarının yaratılması
gelmektedir. Bir ülkenin ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmesi, çalışma çağı nüfusunun istihdamının sağlanmasıyla mümkün
olabilir. Bu bağlamda, kadınların istihdama dahil olmadığı bir ülkenin ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmesi mümkün
değildir. Türkiye’de küreselleşme süreciyle birlikte kadınların işgücüne katılımı konusunda aktif bir süreç başlamıştır. Bu
sürece ilişkin en etkili yöntemler arasında, girişimcilik yoluyla kadın istihdamının arttırılmasıdır. Kadın girişimciliği genel
olarak istihdam ve kadın istihdamının etkili bir şeklidir. Kadınların, çalışma hayatına katılımları ve girişimcilik faaliyetlerinde
bulunmaları, gelişmekte olan ülkeler için “stratejik” bir öneme sahiptir. Büyük bir işgücü potansiyeline sahip olan kadınların
işletmeler tarafından etkili kullanımı sonucunda yeni iş alanlarının yaratılması kadın girişimciliğinin teşvik edilmesiyle
mümkün olabilir. Bu çalışmada, girişimciliğin oldukça önem kazandığı günümüzde genel olarak girişimcilik kavramı ele
alınacak ve kadın girişimciliğinin önemine değinilecektir. Daha sonra kadın girişimcilerin kişisel karakteristikleri; dinamik,
bağımsız, özgüvenli, rekabetçi ve amaç yönelimli olmalarından kaynaklanan potansiyellerinin çalışma hayatında erkeklerle eşit
fırsat verildiği takdirde, ekonomik ve sosyal gelişmeye önemli katkılarının mümkün olacağı verilen örneklerle açıklanacaktır.
Buna ilişkin, Türkiye’de kadın girişimciliği çalışmaları, ulusal ve AB, OECD, BM gibi uluslararası kuruluşlar tarafından da
farklı projelerle desteklenmektedir. Son olarak gelişmiş ülkelerde kadın girişimciliği uluslararası kuruluşlar tarafından
yayınlaman verilerle tespit edilerek Türkiye ile genel bir karşılaştırılması yapılacaktır. Bütün bu açıklamaların ışığında bu
gelişmelerin işgücü piyasalarını nasıl etkilediği değerlendirilecektir.
Anahtar Kelimeler: Girişimcilik, kadın girişimciliği, istihdam, işgücü piyasaları
ABS TRACT: Unemployment and correspondingly creation of employment areas are among the most essential issues
in labor market. The employment of working age population enables economic development in a country. In this regard, a
country cannot realize economic development without involvement of woman into employment. An active process of
involvement of woman into employment has begun in Turkey with the globalization process. One of t he most effective method
for this process is the augmentation of woman employment with the help of entrepreneurship. Generally, woman
entrepreneurship is an effective form of employment and woman employment. The of women into work life and their
entrepreneurship activities have strategic importance for emerging markets. The creation of new work areas as a result of
effective use of a highly potential work force, woman labor, is only possible by the encouragement of woman entrepreneurship.
In this study, entrepreneurship concept, which is a hot topic in nowadays, will be discussed generally and the importance of
woman entrepreneurship will be mentioned. Regarding this, woman entrepreneurship studies in Turkey are supported by both
national and international institutions like EU, OECD and UN with various projects. Lastly, a comparison of the situation of
woman entrepreneurship will be made between Turkey and other emerging markets by using the data published by international
institutions. In the light of all of these explanations, the effect of these developments on labor markets will be evaluated.
Keywords: Entrepreneurship, woman entrepreneurship, imployment, labor market
GİRİŞ
Sanayi Devrimi’ne kadar kadınların görevleri çok belirgin bir şekilde ev veya el işi olarak
belirlenmişken, Endüstrileşme süreciyle birlikte işgücüne katılan kadınlar çoğalmış, çalışan karı-koca
sayısında artış gözlenmiş ve aile bütçesine katkı gerçekleşmiştir.(Nayır, 2008 s:634). Özellikle
küreselleşme süreciyle birlikte hızlı bir gelişme gösteren girişimcilik, ülkelerin yoksullukla mücadele
ve işsizliğin önlenmesinde aktif istihdam politikalarının en önemli araçları arasında yer almıştır. Bu
çalışmada, Girişimcilik kavramsal olarak açıklanarak bir ülkenin ekonomik kalkınmasının
sağlanabilmesi için kadınlarında en az erkekler kadar istihdama dahil edilmesi ve buna ilişkin aktif
istihdam politikaları arasında etkin olarak uygulanan kadın girişimciliğin istihdama katkısı tespit
edilerek diğer ülkelerle karşılaştırılması yapılacaktır.
A-GİRİŞİMCİLİK KAVRAMI VE TARİHSEL SÜRECİ
Girişimci; ilk kez 18. Yüzyılın başında Fransız ekonomist Richard Cantillon tarafından ‘henüz
belirginleşmemiş bir bedelle satılmak üzere üretim girdilerini ve hizmetlerini bugünden satın alan ve
üreten kişi’ olarak tanımlanmıştır (Çelik ve Akgemci, 2007:15).
18. yüzyıldan bu yana birçok ekonomist tarafından girişimcinin çok farklı tanımları yapılmıştır.
20. yüzyılda ise Schumpeter tarafından girişimcinin modern bir tanımı yapılmıştır. Yapılan bu tanımda
girişimcinin yenilikçi ve dinamik olma özelliğini ekonomik kalkınmada, insan
228
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
kaynaklarının temel yapı taşlarından birisi olarak ilk kez vurgulayarak ve gündeme getiren
Schumpeter’dir. Girişimcilik ile ilgili çalışmalara en çok katkısı bulunan kişilerden biri olan ve teknoloji
ile girişim kavramını bütünleştiren Schumpeter; girişimciyi diğerlerinden ayıran en önemli özelliğin
yenilikçilik (inovasyon) kavramı olduğunu belirtmiş ve girişimciyi, toplumda değişimi yaratacak kişi ve
kurumlar olarak tanımlamıştır (Gürol ve Bal, 2009).
Girişimcilik kavramının tarihsel kökenini incelendiğinde kavramın Fransızca ‘’entreprendre’’
kelimesinden geldiği ve ‘’bir şey yapmak’’ anlamını taşıdığı görülmektedir. Ortaçağ’da kelime, ‘’aktif
olan, iş yapan’’ anlamında kullanılmıştır. Kavram, Arapçada ise, ‘’müteşebbis’’ kökünden türetilen
‘’teşebbese’’ kelimesinden türetilmiştir. Türkçede de ‘’gir’’ kökünden türetilen ‘’gir-iş-me’’ fiiline
dönüşmüştür (Güner, 2010:10).
Kavram olarak girişimcilik, ticaret, endüstri vb. alanlarda sermaye koyarak girişimde bulunan
kimse, müteşebbis anlamına gelmektedir (http://tdk.gov.tr/,2013). Ekonomik Terimler Ansiklopedik
Sözlüğüne göre ise girişimci, ‘emek, sermaye ve doğayı bir araya getirerek üretim sürecini bir üretim
faktörü olarak tasarlayan, örgütleyen ve onun tüm riskini üstlenen kişi’ olarak tanımlanmaktadır
(Seyidoğlu, 2002).
Girişimcileri girişimci olmaya iten motive edici faktörlere bakıldığında ise, Scheinberg ve
MacMillan (1988) 11 ülkede yaptıkları araştırmada bunun altı değerde olduğunu saptamışlardır. Bu
değerler ise şöyle sıralanmıştır (Kapu, 2004: 32): Kabul görme ihtiyacı, gelir elde etme aracı olarak
görülmesi, kendini geliştirme aracı olarak görülmesi, bağımsız olma isteği, toplumu geliştirme isteği ve
bir çıkış yolu olarak görülmesi. Girişimcileri motive eden faktörler (Littunen, 2000: 298); Kendi
kendinin patronu olma isteği, maddi ve manevi kazanımlar, kendi geleceğini kendi karar ve çabası ile
şekillendirme isteği, bağımsız ya da esnek bir iş ortamına sahip olma isteği ve iş fırsatlarını
değerlendirme isteği. Shane, Kolvered ve Westhead (1998) ise 14 ülkede yaptıkları araştırmada
girişimcileri işletme kurmaya sevk eden dört değer olduğunu bulgulamışlardır. Bunlar ise; bağımsız
olma isteği, kabul edilme, öğrenme isteği ve aile geleneğini sürdürme olarak belirlenmiştir
(Soysal,2010,s.88)
B-GİRİŞİMCİLİK TÜRLERİ
Girişimcilik fırsat girişimciliği ve yaratıcı girişimcilik olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Fırsat
girişimciliği; kârlı olabilecek alanlara yatırım yapılması, potansiyel fırsatların görülmesi olarak
tanımlanabilirken, yaratıcı girişimcilik ise; bir fikir veya buluşun pazara sunulması ya da mevcut olan
bir mal ya da hizmetin tasarım, fiyat, kalite gibi yönlerden iyileştirilerek pazara sunulması olarak
tanımlanmaktadır (Ulaş, 2006: 137).
Günümüzde girişimciliğin, yeni ekonomi ve bilişim teknolojilerinin gelişmesiyle sanal
girişimcilik biçiminde de yapıldığı görülmektedir. Bilişim ortamında bilgisayarlar kullanılarak kurulan
siteler aracılığıyla, pazara ürün sunan girişimcilere sanal girişimci denilmektedir. Sanal girişimciliğin
çağın bir gereksinimi olarak günümüzde hızla geliştiği ve yaygınlaştığı görülmektedir (Tekin, 2004:15).
Bütün bu girişimci türlerinin yanı sıra kadınının girişimcilik konusunda farklı bir yeteneği ve
başarısının bazı faktörlere dayandırıldığı görülmektedir.
C-NEDEN KADIN GİRİŞİMCİLER?
Kadınların iş kurma nedenleri incelendiğinde “itme ve çekme” faktörlerinin önemli rol oynadığı
görülmektedir.
Kadınları iş kurmaya iten faktörler arasında; ülkenin sosyo-ekonomik koşullarından
kaynaklanan ve işgücü piyasasına girmesini güçleştiren, başta işsizlik sorunları olmak üzere kadınlara
rol model olarak biçilen işlerin çok sınırlı olması ve kadının çalışmasının zor olduğu işler ve işyerinde
cinsiyet ayrımcılığına uğramaları sayılabilmektedir. Bunun yanı sıra, işletmede kariyer yapmalarını
engelleyen “cam tavan” etkisi nedeniyle yükselme olanakları kalmayan kadınların, her şeye rağmen
potansiyellerini ortaya koyma, kendilerini gerçekleştirmek ve başarılarını kanıtlamak için kendi işlerini
kurma ve geliştirme çabaları kadınları girişimci olmaya iten en önemli faktörlerdir.
Kadınları iş kurmaya çeken faktörler arasında; kadının ekonomik bağımsızlık isteği, kendini
gerçekleştirme, kendi işinin patronu olma, aile ve iş sorumluluğu arasındaki dengeyi kurma vb.
faktörlerdir.
229
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Türkiye’de kadınların ekonomik faaliyetlere katılımlarının sınırlı olması genellikle; aile içindeki
rollere (ev hanımlığı, çocuk bakımı vb.) ilişkin tercihler ve aile içindeki ataerkil yapı ile açıklanmaya
çalışılmıştır. Bir başka itici faktör ise, Türkiye’de özellikle başvurulan işlere uygun eğitim ve becerisi,
tecrübesi olmayan kadınların iş bulma şanslarının son derece zayıf olması, zorunlu olarak kadınları
kendi işinde çalışmaya sevk etmiştir.
Girişimcilik eğiliminin oluşmasında, kişinin içinde yaşadığı aile yapısının önemli bir etkisi
vardır. Girişimcilik eğilimi, girişimcilik çalışması yapan bir çok araştırmadan da anlaşılacağı gibi ailede
bir girişimci olması kişiyi de girişimci olmaya sevk eder (TÜSİAD, 1987: 13-19).
Bireyin sosyalleşme süreci ailede başlamakta ve sonraki hayatında da yetiştiği aile ortamının
etkisi önemli bir yer tutmaktadır. Çocukluk döneminde edinilen deneyimlerin bireyin kariyer seçiminde
etkisi bulunmaktadır. Diğer taraftan ailenin değer yönelimi, çocuk yetiştirme biçimi, çocuk sayısı, anababanın otoriter ya da eşitlikçi olmaları gibi unsurlar da çocukların sosyalizasyon sürecini dolayısıyla
sonraki yaşamlarını da etkilemektedir(Erdoğmuş,2000: 99).
Sonuç olarak, girişimciliğe yüklenen sosyo-ekonomik roller dikkate alındığında, kadın girişimciliğinin
desteklenmesinin altındaki gerekçeleri 3 farklı yaklaşım doğrultusunda incelemek mümkündür(
UNECE-OSAGI, 2004 ve OECD, 2000)
 Büyüme yaklaşımı; üretilen mal ve hizmet kapasitesinde meydana gelen artıştır. Yani bir
ülkenin ekonomik büyümesi, ülke fert başına Gayri Safi Milli Hasılası(GDP)’sinin sürekli olarak artması
anlamına gelmektedir. Bir ülkede ekonomik büyümenin ne oranda meydana geldiğini belirleyebilmek
için ortalama büyüme hızı ile yıllık büyüme hızı hesaplanmaktadır. Ortalama büyüme hızı, belli bir
zaman dilimi içinde reel GDP’de meydana gelen artışı ölçmektedir (www.ekodialog.com).
 İş oluşturma yaklaşımı; endüstrideki çalışma alanlarına yeni çalışma kolları eklenmesi
yaklaşımıdır.
 Yoksulluğu azaltma yaklaşımı; bu öneri sıralanan şu üç temel boyuttan oluşmaktadır; fırsatları
arttırma, yetkilendirmeyi kolaylaştırmak ve güvenliği arttırmak ( World Bank, 2000/01: 6-7, 32, 3840). Dünya Bankası’ nın değişen yoksullukla mücadele yaklaşımı yeniden yapılandırma programlarının
yıkıcı
etkilerini
gidermek
adına
ortaya atılan
çabalar olarak
değerlendirilebilir
(http://www.unece.org/2004).
D-KADIN GİRİŞİMCİLİĞİNİ ENGELLEYEN UNSURLAR
Girişimcilik süreci için finansal sermaye oldukça önemlidir. Bu anlamda kadın girişimcilerin
önündeki en büyük engel ekonomik anlamda yetersiz olmalarıdır. Daha öncede değinildiği üzere
kadınlar yüksek girişimcilik potansiyeline sahiplerdir bu nedenle, yapacakları işin projesi ve pazarı belli
olsa bile banka kredi başvurularında teminat olarak üzerlerinde kayıtlı bir gayrimenkul gösterememeleri
kadının ev dışında bir işletme kurarak üretime katkısı çoğu ülkede kültür algısı nedeniyle kabul gören
bir davranış biçimi görülmemektedir.
Kadının toplumdaki cinsiyet rolünden dolayı onun ev hayatı ve iş hayatı arasında denge
kurmakta zorlanması, anne ve eş olma rolünün bir uzantısı gibi değerlendirilen öğretmenlik, hemşirelik,
sekreterlik gibi daha çok kadınların çalıştığı mesleklere yönelmesine yol açmıştır (Narin vd., 2006: 71).
Özellikle kadınların sanayi sektöründeki varlıkları erkeklere kıyasla çok düşüktür ve emek yoğun hafif
sanayi dallarında kısmen faaliyet göstermektedirler.
Gerek ücret karşılığı bir işte çalışan ve gerekse işletmelerde yönetici ve girişimci olarak çalışan
kadınların özellikle kapalı toplumlarda cinsel ya da duygusal tacize uğramaları sıkça karşılaşılan bir
durumdur. Bunun önlenebilmesi için etkin yollar bulunmalıdır. Çalışan kadına kendisi ile aynı meslek
sahibi, aynı deneyim ve birikime sahip, aynı kıdemdeki karşı cinsine oranla daha az ücret ödenmekte,
hiyerarşinin daha üst kademelerine yükselme söz konusu olduğunda, kadın sırf cinsiyetinden ötürü,
karşılaştığı cam tavan engeli nedeniyle örgütte hak ettiği düzeye gelememektedir (Çelik ve
Özdevecioğlu, 2001: 494). Cam tavan olarak da adlandırılan bu durum, işletmelerde kadınların
yönetimde belirli bir düzeyin üzerine yükselmesini engelleyen görünmez engelleri ifade etmektedir
(Kocacık ve Gökkaya, 2005: 209). Bu engellerin belli başlıları ise; basmakalıp yargılar, rol çatışması,
şirket uygulamaları (işe alım, terfi ve ücretlendirmede ayrımcılık yapılması), rehbere sahip olamama, ve
iletişim ağı eksikliği olarak sıralanabilir (Anafarta vd, 2008: 114).
Kadın girişimcilerin karşılaştıkları sorunların başında, otorite sorunu ve güvensizlik geldiği
belirlenmiştir. Gerek çalışanlar, gerekse müşteriler araştırma sonucuna göre kadın girişimcilere
230
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
güvenmekte zorlanmaktadırlar. Kadın girişimcileri iş hayatında zorlayan bir diğer unsur ise tecrübe
eksikliği olarak ifade edilebilir
Günümüz Türkiye’sinde kadınların eğitimi konusunda erkekler kadar bir iyileşme
sağlanamamıştır. Yani eğitim alanında sınıf farklılıklarından kadınların, erkelerden çok daha fazla
etkilendikleri söylenebilir. Özellikle geleneksel yaşam biçimini benimseyen aileler, mali güçlerini
kızlarının değil oğullarının eğitimine yönlendirmek istemektedirler. Kağıtçıbaşı (1981) ise, eğitimin,
başarının ve iş sahibi olmanın erkek çocuktan beklendiğini vurgulamaktadır (Gökakın, 2000: 111).
E-TÜRKİYE’DE KADIN GİRİŞİMCİLİĞİN BOYUTLARI (UYGULAMA ALANLARI)
Türkiye’de kadın girişimciliği çalışmalarının yapılmasında, gelişmiş ülkelerden başlayarak artış
gösteren kadın girişimci sayısı ve AB, OECD, BM gibi uluslararası kuruluşların kadın girişimciliği
destekleyici ve yaygınlaştırıcı politikalar uygulaması etkili olmuştur.(Gürol ve Marşap, 2007). Buna
rağmen, Türkiye gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında kadın girişimciliğinde beklenildiği kadar ilerleme
sağlayamamış ve istenilen gelişmeyi gösterememiştir.
Türkiye’de 1990’lı yıllardan itibaren kamu kurumları, sivil toplum kuruluşları ve uluslararası
kuruluşların kadın girişimciliğini geliştirmeye yönelik çalışma ve uygulamalarında belli bir seviyeye
geldiği gözlenmektedir. Kadınlar arasında girişimciliğin geliştirilmesi, kadının üretime katılması, kadın
işsizliğine karşı bir çözüm ve kadınların kendi kazançlarını elde ederek ekonomik bağımsızlık
kazanmalarında da bir araç olarak görülmektedir. Bu alandaki politika, uygulama ve etkinlikler hızla
yaygınlaşmaktadır. Türkiye’de 1990’lı yıllardan itibaren kadın çalışanlar ile ilgili yapılan çalışmalar
özetlenecek olursa; iş kadınlarının yarısından fazlasının ticaret sektöründe girişimci olduğu, genellikle
30-39 yaş diliminde yer aldığı ve yarısına yakınının eğitim düzeyinin lise eğitimi düzeyinde kaldığı ve
genellikle de kentte yaşadıkları belirlenmiştir. Türkiye’de girişimci kadınları belirleyen temel
karakteristikler ise; kendine güvenli, cesaretli ve sabırlı olmalarıdır (Gürol ve Marşap, 2007).
Ülkemizde kadın girişimciliğin geliştirilmesi konusunda çalışmaları kısaca inceleyelim.
1-Bakanlık Destekleri
 Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı – KOSGEB
Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı (KOSGEB), 20 Nisan
1990 tarihinde Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’na bağlı bir kamu kurumu olarak kurulmuştur.
KOSGEB’in görevi, küçük ve orta boy işletmelerin verimliliğini ve rekabet güçlerini artırmak, bu
işletmelerin teknolojik gelişmelere uyumunu kolaylaştırmak ve ülke ekonomisine daha fazla katkıda
bulunmalarını sağlayacak önlemleri almaktır.
 Kalkınma Bakanlığı – BEBKA (Kalkınma Ajansları)
2007-2013 yıllarını kapsayan Dokuzuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı yürürlüktedir. Altıncı Beş Yıllık
Kalkınma Planı’ndan başlanarak, kadınların sosyo-ekonomik anlamda güçlenmesi konusuna yer
verilmiştir. Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’ndan önce hazırlanan, kadınlar, çocuklar ve gençlerle
ilgili olan Devlet Planlama Teşkilatı, Çalışma Yaşamı, Gelir, Yoksulluk ve Kadın Özel Komisyonu
Raporu (2000) kadın girişimciliği konusunu ilk kez ele almıştır.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı – İŞKUR
Küçük ve orta ölçekli işletmeleri geliştirme ve destekleme idaresi başkanlığı ve Türkiye iş ve işçi bulma
kurumunun ortaklaşa düzenledikleri girişimcilik proje kapsamında iş kurmak isteyenlere 27.000 TL hibe
ve 70.000 TL faizsiz geri ödemeli kredi verilmesi kararlaştırılmıştır. Bu kapsamda kadınların iş hayatına
atılması için önemli bir fırsat doğmuştur (www.sgk.com.tr).
2-Avrupa Birliği Çerçeve Programları
Kadın Girişimci İş Geliştirme Merkezi (KİŞGEM)
AB ve KOSGEB’in katkılarıyla Türkiye de sadece dört bölgede faaliyet gösteren Kadın Girişimci İş
Geliştirme Merkezi (KİŞGEM) ise kadın girişimciler için oluşturulmuş bir iş geliştirme modelidir.
Kadın Girişimcilere, işletmelerinin kuruluş ve gelişim aşamasında destek vererek ekonomik fırsatlar
oluşturmak, zenginlik ve istihdam geliştirmeyi hedeflemektedir (Beba, 2008: 38).
3-Sivil Toplum Kuruluşları
a-.Kadın Dernekleri
Türkiye Kadın Girişimciler Derneği (KAGİDER)
231
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
KAGİDER, üyeleri kadın girişimcilerden oluşan Türkiye düzeyinde örgütlenmiş bir dernektir.
2002 yılında 38 kadın girişimci tarafından kurulan bu derneğin 2013 yılında üye sayısı 278’e çıkmıştır.
Amacı ülkede kadın girişimciliğini desteklemek olan dernek, üyelerine eğitim, danışmanlık, kredi
güvencesi ve iletişim ağı sağlama hizmetleri vermektedir.
Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı (KEDV)
KEDV, 1986 yılında kadınların ekonomik durumlarını ve yaşam kalitelerini iyileştirmek
amacıyla kurulmuştur. Kâr amacı gütmeyen bir sivil toplum kuruluşu olan KEDV, dar gelirli bölgelerde
kadınlara ve çocuklara yönelik çalışmalar yapmaktadır. KEDV, bu faaliyetleriyle her yıl yaklaşık 3000
çocuk ve kadına eğitim ve diğer kapasite geliştirme olanakları sunmaktadır (www.kedv.org.tr).
b-Türkiye Odalar ve Bors alar Birliği (TOBB)
Kadın girişimcilik konusunda genel politikalar geliştiren ve görüş oluşturulmasına katkıda
bulunan TOBB/ KGK, her ilde kendi ilinde faaliyet gösteren iş kadınlarından ve ilgili
akademisyenlerden oluşan İl KGK’larını kurmuştur. Kurullar, kadın girişimcilere eğitim, kapasite
geliştirme desteği ile girişimci fikirlerini hayata geçirmelerinde destek sağlamak amacıyla çeşitli
çalışmalar yürütmektedir (www.tobb.org.tr/TOBBKadinGirisimcilerKurulu).
c-Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu
AB/TESK Kadın Girişimcilerin Desteklenmesi projesinin başarılı sonuçlarının ardından, 20072009 yılları arasında Kadın Girişimciliğinin Desteklenmesi Projesi AB mali desteği ile toplam
24 ilde; Esnaf ve Sanatkârlar Odaları Birlikleri bünyesinde oluşturulmuş olan Merkezler ile
yürütülmüştür. 6291 kadına eğitim, 2755 kadına danışmanlık hizmeti verilmiştir. Toplam 10684
girişimci kadın sertifika almayı başarmıştır, 255 kadın işyeri açmıştır (www.tesk.org.tr). (Arıkan, 2013)
d-Ticaret Odaları
Ticaret odalarının kadın girişimcilere destek sağlaması açısından incelendiğinde Aydın Ticaret
Odası’na buna bağlı olan Koçarlı, İncirliova, Çine, Karpuzlu, Köşk, Umurlu Ticaret odalarına kayıtlı
19 farklı meslek grubundan 545 kadın girişimci mevcut olduğu görülmüştür. Destek alan kadın
girişimcilerin ağırlıklı olarak; toptan gıda, inşaat sektörü, eğitim danışmanlığı, tekstil, emlak
danışmanlığı gibi işlerle uğraştığı görülmüştür (http://www.ayto.org.tr/).
F-KADINININ DEMOGRAFİK YAPISI
Kadınların medeni durumlarına bakıldığında işgücüne en çok katılımın boşanmış olan kadınlar
kısmından oluştuğu görülmektedir. Hiç evlenmeyen ve eşi ölmüş kadınların ise kendi ayakları üzerinde
durmaları gerekliliğinin sonucu olarak iş hayatına atıldıkları söylenebilir. Bu sonuç da işgücüne katılan
kadınların önemli bir kısmının kadını çalışmaya iten sebeplerden kaynaklandığını gösterir. Çalışan
kadınların evli kadınlardan oluşan kısmında ise 2005 yıllarında %20’lerde olan seviye, 2013 yılında
%30 seviyesine ulaştığı görülmüştür. Bu sonuca göre ise kadınları çalışmaya çeken faktörlerin daha ağır
bastığı söylenebilir (Tablo-1).
Ülkemizde toplam girişimci sayısı, 1 milyon 223 bin kişi olarak belirlendi. Bu rakamın bir
milyon 114 binini erkek, 109 binini ise kadın girişimciler oluşturuyor. Veriler, özellikle
Tablo.1 Medeni Duruma ve Dönemlere Göre İşgücüne Katılım Oranı (%)
Hiç Evlenmedi Evli
Boşandı Eşi Öldü
2013
37,9
30,5
50,9
9,0
2012
35,8
29,3
49,5
9,4
2011
36,5
28,1
49,1
10,1
2010
36,6
26,4
47,8
9,2
2009
36,2
24,3
45,8
9,0
2008
35,3
22,4
42,9
8,6
2007
34,4
21,6
40,6
8,1
2006
34,3
21,5
41,4
8,7
2005
33,6
21,3
42,7
9,2
Kaynak: TÜİK, 2015
232
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
küresel krizin etkilerinin en yoğun hissedildiği 2009 ve 2010 yıllarında erkek girişimci sayısının
azaldığına, buna karşılık kadın girişimci sayısında ise artış yaşandığına işaret ediyor. Türkiye’de 10 yıl
önce sadece 49 bin kadın girişimci buluyordu ve kadın girişimcilerin toplamdaki payı yüzde 4,5
düzeyindeydi. Bu oran 5 yıl sonra; 2009’da yüzde 6.4’e, 2013 sonunda da yüzde 8’e yükseldi.
2014’te hızlanan artış paralelinde kadın girişimci sayısı 109 bini bulurken, oranı da Ağustos
sonunda yüzde 8.9’a ulaştı. Bu arada, kadın girişimciler ağırlıklı olarak hizmetler ve sanayi sektöründe
artış göstermiştir. Tarımdaki kadın girişimci oranı son 10 yılda yüzde 0.5-1.1 arasında değişirken, tarım
dışı
sektörlerdeki
oran yüzde
4’lerden
yüzde
8’lere gelerek ikiye
katlandığı
görülmektedir(www.girişimhaber.com, Özcan, H.M.,2014).
Tablo.2 Türkiye’de Yıllara Göre Kadınların İşgücüne Katılma Oranı
Yıllar
2006
2007
2008
2009
2010
2011
2012
2013
%
23.6
23.6
24.5
26
27.6
28.8
Kaynak: TÜİK 2015 verilerinden kaynaklanarak tarafımdan oluşturulmuştur.
29.5
30.8
Tablo.2’de 2007 yılında toplam 42 ülkede yapılan Küresel Girişimcilik Araştırması’nda,
Türkiye’deki kadınların işgücüne katılımları 2006 yılında bu oranın %23.6 civarında iken ve 2013
yılında %30.8 seviyesine yükselmiştir.
G-DÜNYA’DA KADIN GİRİŞİMCİLİĞİN BOYUTLARI
1976 yılında Bangladeş Grameen Bank deneyiminden sonra mikro-kredi bankaları ve projeleri
hızla artmış ve küresel ölçekte uygulama imkânı bulmuştur. Mikro-kredi özellikle dünyanın yoksul
bölgelerinde faaliyette bulunan sivil toplum örgütlerinin yanı sıra iki yanlı ve çok yanlı yardım
ajanslarının ekonomik kalkınmada kullandığı en başarılı programlardan biri olarak kabul edilmiştir. Bu
programların büyük bir kısmı da doğrudan kadın yoksulluğunu azaltmaya yönelik olarak işletilmişt ir
(Ghodsee, 2003,s. 1 -7 ).
Mikro-kredi uygulaması hususunda Bangladeş, Brezilya ve diğer bazı ülkelerdeki ilk
deneyimleri 30 yıl öncesine kadar götürmek mümkünse de dünyada uygulamanın yaygınlaştığı yıllar
1980’lerdir. Mikro-kredinin diğer finansman biçimlerinden en önemli farkı; kredinin geri ödenmesine
yönelik ısrar mekanizması, kredi masraflarını karşılayabilecek faiz oranlarının uygulanması ve alternatif
kredi kaynağı tefecilik gibi illegal sektörler olan müşteri gruplarına odaklaşarak daha önceki belirli
hedeflere yönelik kalkındırma amaçlı borç verme işlerinin yarattığı handikaplardan insanları
kurtarmasıdır. Bunun sonucunda, faaliyetin odak noktası, yoksullara hizmet etmek amacına yönelik
sürdürülebilir yerel finans kuruluşlarının kurulmasına yol açmıştır. Mikro-kredi siyasi kaygılardan uzak
görünen, kâr amacı gütmeyen bir özel sektör inisiyatifi olarak gelişmiş ve dolayısıyla, kalkındırma
amaçlı borç verme faaliyetlerinin diğer şekillerine kıyasla çok daha başarılı olmuştur
(www.microfinancegateway.org ).
Mikro-finans kurumlarını örgütlenme biçimlerine göre; “formel”, “yarı formel” ve “enformel”
kurumlar olarak üçe ayırmak mümkündür. Formel kurumlar; genellikle tarım ve küçük sanayi gibi
stratejik sektörlere sübvansiyonlu krediler veren kamu bankalarından oluşur. Yarı-formel kurumlar,
daha çok sivil toplum örgütleri ve kooperatiflerdir. Enformel kurumların ise bir kurum olarak
nitelendirilmesi güç olan yardımlaşma sandıkları, tefeciler, aile bireyleri ve arkadaş gruplarından
oluşmaktadır.
(www.bddk.org.tr/turkce/yayinlarveraporlar/rapor/bddk/mikrogirisimci.doc).
233
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Tablo.3 Dünya’da ve Türkiye’de Kadın İşgücünün Se ktörel Dağılımı (%)
ÜLKELER
Tarım
Türkiye
42,8
Belçika
1
Fransa
2
Lüxemburg
1
Hollanda
2
İspanya
3
İsveç
1
Bir. Krallık
1
ABD
1
Almanya
2
Japonya
5
Norveç
1
Avusturya
6
Kaynak: Worldbank 2011
S anayi
15
11
11
6
8
11
9
9
9
16
17
8
12
Hizmet
41,7
88
86
87
85
86
90
90
90
83
77
90
82
Tablo 3 İncelendiğinde, Türkiye’de kadınların Tarım sektöründe % 42,8 oranında istihdamda
diğer ülkelerden oldukça fazla olduğu görülmektedir. Sanayi sektöründe ise, ilk sırada % 17 ile japonya,
% 16 ile Almanya ve % 15 ile Türkiye gelmektedir. Hizmet sektöründe ise, İlk sırada % 41,7 ile Türkiye
ve % 90 oranlarla Amerike, İsveç, Norveç, Birleşik Krallık izlemektedir.
Araştırmalar, küresel kadın işgücündeki en yüksek oranın gelişmiş ülkelerde gerçekleştiğini
gösterirken, en düşük oran ise Doğu Avrupa Ülkeleri’nde gerçekleşmektedir(Worldbank 2011). Bu
durum Türkiye açısından değerlendirildiğinde, 1995- 2012 arasındaki dönemde kadınların kırsal alanda
işgücüne katılım oranı, %49,3’ten %35,7’ye düşerken, kentlerde %17.1’den %21.3’e çıkmıştır (TÜİK,
2012).
Tablo.4 Ekonomik Faaliyetlere Göre Kadın İstihdamının Sektörel Dağılımı (%)
Kaynak: Worldbank, 2015
Tablo. 4 İncelendiğinde Dünyada kadınların sanayi sektöründe çalışma oranında 2004 yılı ile
2013 yılları arasında fazla bir fark olmadığı gözlemlenmiştir. Tarım ve hizmet sektörleri ise birbiri ile
ters orantılı bir seviye artış ve azalışları olduğu saptanıştır. Gelişmiş ülkelerin sektörel dağılımlar ı,
yapılan araştırmalar incelendiğinde tarım sektörünün % 1 ile 5 arasında, hizmet sektörünün ise %60’ın
üzerinde bir seviyede olduğu tesbitine varılmıştır. Türkiye ise gelişmekte olan bir ülkeler grubunda
incelendiği için yıllar ilerledikçe tarım sektöründeki seviyede azalma, hizmet sektöründeki seviyede ise
artma olduğu görülmüştür. Fakat tarım sektöründeki kadın çalışan seviyesi gelişmiş ülkelerin kadın
tarım sektörü seviyesinden çok uzakta kaldığı dikkat çekici bir özelliktir.
SONUÇ
Girişimcilik faaliyeti ile kadın, bir taraftan maddi ve manevi kazanımlar elde ederken, diğer
taraftan bağımsızlık, finansal fırsatlar, toplumsal hizmet, iş güvenliği, aile istihdamı ve meydan
okuyuculuk gibi özellikler ile de cinsiyet ayrımcılığına yönelik yargıları kadınlar lehine çevirebilme
fırsatını da elde etmiş olmaktadır
Bu kapsamda ekonomik hayatta girişimci olarak önemli roller oynayan kadının; işine yönelik
kısa ve uzun vadeli planlar yapma, kaynakları optimum kullanma, beşeri ilişkiler kurma ve sürdürme,
işinde edindiği deneyimleri verimli kanallara aktarma gibi bir etkiye sahip olduğu söylenebilir.
Kadınların ekonomik anlamda güçlü olmaları, ekonomik ve toplumsal hayatta önemli yarar ve
234
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
fırsatlar yaratarak, başta yoksullukla mücadele olmak üzere kendi ülke ekonomilerini geliştirmede ve
istihdam yaratımada önemli katkılar sağlayacaktır. Yani kadınların, potansiyel girişimcilik faaliyetleri
ile ekonomik ve toplumsal yaşamın “erkek egemen” cinsiyetlerarası adaletsizliğini “insani” boyuta
dönüştürerek, çalışma yaşamını daha etkin hale getireceğini söylemek mümkündür.
KAYNAKÇA
ARIKAN, Canan, (2013), Kadın Girişimde Başarı ve Başarıyı Etkileyen Faktörler: Bursa Örneği, Yüksek Lisans Tezi,
Uludağ Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa
ANAFARTA, N. ve SARVAN, F. ve YAPICI, N. (2008), “Konaklama İşletmelerinde Kadın Yöneticilerin Cam Tavan
Algısı: Antalya İlinde Bir Araştırma,” Akdeniz İ.İ.B.F. Dergisi, 15:111-137.
BEBA Ali (2008), Kadın Girişimcilerin Projeleri İçin Ulusal Fonlar ve AB Destekleri, 2. b., Garanti Bankası Yayınları,
İstanbul.
ÇELİK, A.ve Akgemci, T. (2007), Girişimcilik Kültürü ve KOBİ’ler (Ankara: Gazi Kitabevi, 2.b.).
ÇELİK, C. ve ÖZDEVECİOĞLU, M . (2001), “Kadın Girişimcilerin Demografik Özellikleri ve Karşılaştıkları sorunlara
İlişkin Nevşehir İlinde Bir Araştırma,” 1. Orta Anadolu Kongresi (Nevşehir): 487-498.
UNECE, UNECE/OSAGI. (2004). Regional Symposium on M ainstreaming Gender into Economic Policies
ERDOĞM UŞ, N., 2000, Otobiyografilerin Analizi Yoluyla Girişimci İşadamlarının Kariyer Gelişimi Hakkında Bir İnceleme,
M ümin Ertürk, 8.Ulusal Yönetim Ve Organizasyon Kongresi, Erciyes Üniversitesi, Nevşehir, s. 95-108.
GHODSEE, Kristen. (2003). “Rethinking Development Templates: Women And M icrocredit In Post -Socialist Southeastern
Europe, Anthropology of East Europe Review, Vol. 21, No. 2, ss.1-7.
GÖKAKIN, Z.Ö. (2000), “Doksanlı Yılların Yeni Kahramanları: Türkiye’de Girişimci Kadın Profili,” 8. Yönetim ve
Organizasyon Kongresi Bildiriler Kitabı (Nevşehir): 109-123.
GÜNER, H.(2010), İstihdamın Arttırılmasında Girişimciliğin Önemi: Girişimcilik Destekleme M odeli Olarak İşgem’ler,
SDÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü,ÇEKO Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, http://eprints.sdu.edu.tr/814/1/TS00877.pdf
GÜROL, M . ve M arşap A.,A., (2007), Geçmişte ve Günümüz Yaşamında Ücretsiz ve Ücretli İşgücü Olarak Kadın, Bilig 4:
95 – 109.
GÜROL, Y., Bal, Y., (2009). Türkiye’de Girişimciliğin Evrimi ve Gelişimi İçin Girişimcilik Eğitiminin Önemi,
www.ikt.yildiz.edu.tr/RePEc/yil/makaleler/gurol 0019.pdf, 21.11.2009
KAPU, Hüsnü (2004), “Anadolu Girişimcilerinin Girişimcilik Değerleri,” 12. Ulusal Yönetim ve Organizasyon Kongresi
Bildiriler Kitabı, Bursa.
LITTUNEN, Hannu (2000), “Entrepreneurship and the characteristic of the entrepreneurial personality”, International Journal
of Entrepreneurial Behaviour & Research, 6(6), 295-309.
KOCACIK, F.ve GÖKKAYA V.B. (2005),“Türkiye’de Çalışan Kadınlar ve Sorunları,” C.Ü.İ.İ.B.F.Dergisi,6/1:195-219.
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/42/1346/15596.pdf
NARİN, M . ve M ARŞAP A. ve GÜROL M .A. (2006), “Global Kadın Girişimciliğinin
M aksimizasyonunu Hedefleme: Uluslararası Arenada Örgütlenme ve Ağ Oluşturma,”
Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, 8 /1: 65-78.
NAYIR D., Zamantılı (2008), “İşi ve Ailesi Arasındaki Kadın: Tekstil ve Bilgi İşlem Girişimcilerinin Rol Çatışmasına
Getirdikleri Çözüm Stratejileri,” Ege Akademik Bakış, 8 /2: 631-650
OECD.(2000). Small and M edium Enterprise Outlook: Proceedings of Second OECD Conference Women Entrepreneurs,
Kantor
SEYİDOĞLU, H.(2002), Ekonomik Terimler Ansiklopedik Sözlüğü, Seçkin Yayıncılık
SCHINDEHUTTE M . & M orris M . & Lord M . & Brennan C. (2003), “Entrepreneurs and M otherhood: Impacts onTheir
Children in South Africa and The United States,” Journal of SmallBusiness M anagement, 41/1: 94-107.
SOYSAL, Abdullah(2010),Türkiye’de Kadın Girişimciler: Engeller ve Fırsatlar Bağlamında Bir Değerlendirme, Ankara
Üniversitesi SBF Dergisi, 65-1 sf.88
TEKİN M ., 1999, Girişimcilik, B:2, Damla Ofset, Konya., 2004, Girişimcilik, B:4, Ankara.
TOP, S. (2006). Girişimcilik Kesif Süresi, İstanbul, Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş.
TÜİK, 2015
TÜS İAD Türkiye’de Girişimcilik İle İlgili Sorunlar ve Çözümler [Kitap]. - İstanbul:
TÜSİAD, 1987. - s. 13 - 19.
ULAŞ, D. (2006), “Franchising Sisteminin Girişimcilik Açısından Değerlendirilmesi,” G.Ü.İ.İ.B.F. Dergisi, 8/ 3: 133-151.4
World Bank, (2000/2001). World Development Report, Attacking Poverty, Washington D.C: World Bank.
www.bddk.org.tr/turkce/yayinlarveraporlar/rapor/bddk/mikrogirisimci.doc
www.ekodialog.com; http://www.kedv.org.tr; www.girişimhaber.com, ÖZCAN, H.M .,2014 ; www.sgk.com.tr
www.tesk.org.tr; www.tobb.org.tr/TOBBKadinGirisimcilerKurulu,: www.worldbank.com
http://tdk.gov.tr/,2013; http://www.unece.org/2004; http://www.ayto.org.tr
235
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Bilgisayar Kullanımı ve Programlama Öğretiminde Cinsiyet Farklılıkları
Gender Differences in Computer Use and Programming Instruction
Habibe ALDAĞ1 , Mehmet TEKDAL2
1Yard.
2Yard.
Doç. Dr., Çukurova Üniversitesi, Eğitim Fakültesi-BÖTE, Adana-Türkiye, [email protected]
Doç. Dr., Çukurova Üniversitesi, Eğitim Fakültesi-BÖTE, Adana-Türkiye, [email protected]
ÖZET: Bilgisayar ile ilgili bölümleri seçen kız öğrenci sayısının azlığı, seçmiş olan kız öğrencilerin diğer bölümlere
geçmesi, mezun olanların ise kendi alanları dışındaki işlerde çalışmayı tercih etmeleri uluslararası düzeyde dikkat çekici bir
durumdur. Bunu sorun olarak gören bazı gelişmiş ülkeler sosyal-politik düzeyde bölünmeyi engelleyici kararlar almışlardır.
Türkiye’de ise sorunun temel nedenlerinin daha fazla araştırılmaya ve tartışılmaya ihtiyacı vardır. Bu çalışmada bilgisayar ile
ilgili alanları kız öğrencilerin tercih etmemesinin genel nedenleri araştırılmıştır. Literatür taranmış, BÖTE 2. ve 3.sınıf
öğrencileri ile informal görüşmeler yapılmış, sınıf tartışması ve görüş metinleri analiz edilmiştir. Araştırma sonuçları: sos yalkültürel gelişim, aile beklentileri, bilgisayar kullanımında fırsat eşitliğinin sağlanamaması, sterotipleme nedeni ile alanın
erkeklerle bağdaştırılması, kızların performans eşitliğine rağmen öz -yeterlik algılarının erkeklere kıyasla düşük olmasının
getirdiği çekimserlikler, diğer alanların sterotipleme ile daha cazip gelmesi, alanın sürekli kendini geliştirmeyi gerektirmesi,
masa başında geçirilmesi gereken uzun saatlerin caydırıcılığı, asosyalleşme endişesi, kızların karakteristik özelliklerinin işe
uygun olmadığı düşüncesi, kızların bu alanda başarılı olmak için erkeklerin doğuştan getirdikleri özel beceri ve eğilimlere sahip
olmadıkları düşüncesi, derslerin sıkıcılığı, öğretim stratejilerinin kızların öğrenme stilleri ile uyuşmaması, aile
sorumluluklarının erkeklere kıyasla fazla oluşu, erkeklerin çoğunlukta olduğu mesleklerden kaçınma isteği, uygun iş bulamama
endişesi kızların alanı seçmemelerinin veya başka alanlara yönelmelerinin temel nedenleri olarak belirmiştir.
Anahtar Kelimeler: Cinsiyet farklılıkları, programlama öğretimi, bilgisayar kullanımı, BİT
ABS TRACT: Few girls are enrolling to the courses or fields related to computers; enrolled females are preferring to
change their study subject, While the graduates choose to work in jobs outside their fields. This phenomen seems to be
internationally similar. Some developed countries had already acted on the issue at policy level to prevent the leak. In Turkey,
there is a high need of research and discussions to understand the causes of the phenomenen. In this research, we tried to capture
the underlying themes of the tendency of not-prefering. We analyzed the related literatüre; interviewed informally 2nd and 3rd
year students from Computers and Instructional Department; held a whole-class discussion. Beside students wrote opinion
papers on the issue. We analyzed the transcripts as well as papers. The research is resulted with the following themes on this
unequal interest in the computer related field: perception underlying socio-cultural development, family expectations, unequal
oportunity in use of computers, identifying the field with men because of streotype effect, self- restriction because of low
percieved self-efficacy belief (despite the equal performance), attraction of other fields because of sterotype effect, job
requirement of continuous self-development, not longing to spend long hours at a table, worries about becoming asocial,
incompatibilty of women characteristic tendencies with the field requirements or the perception of girls not having the innat e
abilities (as boys) required for the field, boring courses, incompatiblit y between female’s learning strategies and instructional
strategies, too many family responsibilities comparing to boys, avoidance from jobs which is populated heavily by man,
concerns over not being able to find a job in the field. Findings are similar to the themes from other countries.
Keywords: Gender differences, programming teaching, computer use, computing, ICT
1. GİRİŞ
İkinci dünya savaşı sonrasında bilgisayar bilimleri veya ilgili birimlerde çalışanların cinsiyet
açısından (diğer bilimlerle karşılaştırıldığında) ağırlıklarına bakıldığında bir dengesizlik
görülmemektedir. Hatta bazı kaynaklara göre bilgisayar alanında bugünkü gelinen başarının nedeni
kadınların emeğidir. Çünkü alanda çığır açan pek çok önemli projenin başlatılması ve yürütülmesini
kadınlar üstlenmiştir. Ancak 1980’ler sonrasında bu dengenin önce hissedilmeyecek kadar, 1995’lar
sonrasında ise alarma geçirecek ciddiyette kadınların aleyhine bozulduğu görülmektedir.
Günümüzde bilgisayar bilimleri veya bilgisayar ağırlıklı bölümler genellikle erkek öğrenciler
tarafından tercih edilmektedir. İş hayatında da bilgisayar ile ilgili işlerde çalışanlar baskın ağırlıkla
erkeklerden oluşmaktadır. Öğretmenlik mesleği çoğu kız öğrencinin sıcak baktığı bir meslektir. Türkiye
de Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Bölümü mezunları öğretmen olarak atanmaktadır. Göreli olarak
bu bölüm mezunlarının çoğu bir-iki sene içerisinde alanları ile ilgili sürekli bir işe başlamaktadır. Bu
avantaja rağmen çoğu üniversite de BÖTE bölümlerini seçen öğrencilerin çoğunluğunun erkek
öğrenciler olduğu görülmektedir. Bu nedenle sadece bilgisayar bilimleri değil, bilgisayar ile ilgili alanlar
da giderek erkeklerin sayıca ağırlıklı olduğu alanlar haline gelmiştir. Teknolojinin gelişimi ile serbest
çalışma (free-lancing) fırsatlarının da arttığı düşünüldüğünde, dengesiz olan durumun kadınların
aleyhine artacağı öngörülebilir. Erkek-egemen bir toplumda fırsat eşitliğinin sağlanması, sosyoekonomik boyutla sınırlanamayacak kadar çok boyutlu bir sorundur.
236
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
1.1. Dijital Bölünme
Dijital bölünme ile ilgili olarak yapılan araştırmaların geneli ilk yıllarda sosyo-demografik
faktörler üzerine odaklanmıştır. Yaş, cinsiyet ve eğitim düzeyi faktörleri bölünme nedeni olarak
belirlenmiştir. Cinsler arasında bilgisayar kullanımında farklılıklar gözlenmiştir. Erkekler kadınlardan
daha fazla bilgisayar ve internet kullanıyor, daha fazla bilgisayar deneyimine sahipler, çevrim-içi
geçirdikleri zaman daha fazla, bilgisayara ilgileri daha fazla, bilgisayarla ilgili etkinliklere ilişkin daha
olumlu tutum içindeler, daha çok kendilerine güveniyorlar, kendilerini daha yeterli görüyorlar,
bilgisayar kullanırken daha az stres yaşıyorlar ve bilgisayar ile ilgili becerilerini artırmayı daha çok
istiyorlar (Losh, 2004). Avrupa genelinde yapılan bir araştırma sonucuna göre (Eurostat, 2005-2008)
dijital bölünme yaş dönemlerine ve eğitim düzeylerine bağlı olarak değişiyor, cinsiyetler arası
farklılıklar ise bu faktörlere bağlı olarak Finlandiya, İrlanda gibi ülkelerde kapanmaya başlamıştır.
Amerika’da son yıllarda yapılan araştırmalar bu bulguyu destekler niteliktedir (Wieser, 2000). Başka bir
bulgu sosyo-ekonomik düzeye ilişkindir. Ellibeş yaş üstünde bilgisayar kullanımının düşüklüğü bulgusu
temelinde cinsler arası farklılığın kuşak değişimi ile ve sosyo-ekonomik faktörlerin iyileşmesi ile
ortadan kalkacağı sanılmaktadır. Bu nedenle bölünmenin kuşak geçişi ile ortadan kalkabileceği
düşünülmüştür. Başka bir deyişle cinsiyet faktörü açısından kadınlar aleyhine olan durumun daha
yüksek eğitim almış, bilgisayar okur-yazarı genç hanımların sayısının artmasıyla ortadan kalkacağı
öngörülmüştür. Sosyo-ekonomik faktör ve bilgisayarların yaygınlığı kontrol edildiğinde bilgisayar okuryazarlığı ve bilgisayar kullanımında durumun kısmen dengelendiğine ilişkin araştırma sonuçları vardır.
Bross ve Roe (2006) 1145 Belçikalı ergen ile yaptıkları çalışmada sosyo-demografik faktörlere
ek olarak psikolojik faktörlerin dijital bölünmeyi açıkladığını ortaya koymuşlardır. Sosyal- bilişsel
kuram ve öz-yeterlik (self-efficacy) Bandura (1997) ve Rotter’ın (1966) denetim odağı faktörü (locus of
control) üstüne temellendirilen çalışmada, kızlar ve erkek öğrenciler arasında görülen farklılıklar ı
açıklamada cinsiyete bağlı psikolojik faktörlerin sosyo-demografik faktörlerle kıyaslandığında daha
açıklayıcı olduğu görülmüştür. Bu çalışma digital bölünmenin kuşak geçişi ile sınırlandırılamayacağını
göstermiştir. Bross ve Roe’nun çalışmasındaki kayda değer bir bulgu, bilgisayar kullanım düzeyi ile
annenin eğitim düzeyi arasındaki güçlü ilişkidir. Araştırmacılar analize tüm grubu birlikte aldıklarında
ve kızlarla erkekleri ayrı ayrı aldıklarında ulaşmış oldukları modelin farklı olması bilgisayar kullanımına
ilişkin psikolojik süreçlerin cinsler arasında cinsiyet değişkeni temelinde farklılaştığına işaret
etmektedir.
1.2. Sterotip
Tajfel’in (1974) Sosyal Kimlik Kuramı’na göre göre birey kendisini ve diğerlerini cinsiyet, yaş,
sınıf düzeyi gibi sosyal kategoriler temelinde ilişkilendirir. Sosyal kategorilere göre gruplar arası
karşılaştırmalara ilişkin genel kabuller, kendini değerlendirmede önemli bir rol oynamaktadır. İşte bu
nedenle cinsiyete ilişkin sterotip kadının ve erkeğin öz becerilerini değerlendirmesinde etkili olacaktır.
Örneğin Ecless (2011) matematik alanında cinsiyet sterotipinin (erkekler matematikte kadınlardan daha
başarılıdır düşüncesi) kadınlar arasındaki yaygınlığını göstermektedir. PISA (2010) sonuçları kadınerkek öğrenciler arasındaki erkekler lehine görünen matematik başarısı farkının, matematikte çok
başarılı olan az sayıda erkek öğrencinin puanlarından kaynaklandığını göstermektedir.
Benzer şekilde kadınların eşit veya daha başarılı olsalar bile (Singh, Allen, Scheckler ve
Darlington, 2007) kendilerini bilgisayar alanında erkeklerden daha az başarılı gördüklerine dair
araştırma sonuçları vardır (Zarrett ve Malanchuk, 2005). Kadın ve erkeklerin becerileri arasında farklılık
inancının ergenliğin ilk yıllarında başladığı ve ergenliğin son yıllarına kadar artarak devam ettiği
sanılmaktadır (Eccles, 1987; Wigfield, Eccles, Suk-Yoon, Harold, vd, 1997). Ancak bu noktada
araştırma sonuçları kesin bir yargıya varmaya yeterli değildir. Örneğin “matematikten nefret ediyorum”
diyen Barbie oyuncak bebek veya bilgisayar ödevini yapamayarak erkek arkadaşlarından yardım alan
Barbie-ergen hikayesinde olduğu gibi; bu algıların ne kadarının olumsuz sosyal etkilerle oluşturulduğu
bilinmemektedir.
Cinslere atfedilen sosyal roller (kızlar insan iletişiminde daha özenliler), alanlara atfedilen
cinsiyet beceri inançları (kızlar teknoloji ve mühendislik alanlarında başarılı olamaz) gerçek başarı
düzeyinden bağımsız bir etkiye sahip olabilir. Kariyer seçimi noktasında ergen kız öğrencilerin
237
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
bilgisayar becerilerine ilişkin öz-yeterlik algılarının düşük olmasının bilgisayar ve ilgili alanları
seçmelerinde olumsuz etkisi olmaktadır. Sterotip etkisi altında olan aile, akran ve eğitimcilerin de kız
öğrencilerin kariyer seçimlerini etkilediğini düşünürsek, dijital bölünmenin kızlar aleyhine devam
edeceğini öngörebiliriz.
Sainz ve Eccles (2012) 1324 ergen öğrenci ile (2 yıl tekrarlanan) çalışmalarında bilgisayar becerisi
öz-algısının Bilişim Teknolojileri (ICT) alanının kariyer olarak seçimindeki etkilerini göstermişlerdir.
Bu çalışmada, kızlarda matematikte başarı ile bilgisayar becerisine ilişkin öz-algının negatif ilişki
göstermesi dikkat çekicidir. Bir başka dikkat çekici durum bilgisayar ve matematik becerileri yüksek
kız öğrencilerin, öz-algıları yüksek bile olsa kariyer seçimlerinde Sosyal-Beşeri bilimleri tercih ediyor
olmalarıdır. Sainz ve Eccles’in çalışmasında erkek öğrencilerde bilim ve teknoloji alanlarına eğilim
vardır. Bu sonuç aslında sterotiplemenin bazı alanlarda güçlendiğinin işaretçisi olabilir.
Margoliss ve Fisher (2002) bilgisayar ve ilgili bilimlere atfedilen tiplemenin sosyal iletişim
becerileri zayıf, çalışkan (nerdy ve geeky karekterli) (gözlüklü) görüntüsü ile kadın sterotipiyle pek
uyuşmadığına dikkat çekmektedir. Bugün bile facebook’ta bilgisayar bilimcisi veya öğrencisi olan
kadınlara ilişkin paylaşımlarının “gözlüklü-inek tiplemeler” olmaları dikkat çekicidir.
1.3. Meslek Seçimi
Secreto (2013) Filipinler’de web-temelli-açık öğretim bölümlerine 2006-2011 yıllarında
kaydolan öğrencilerin yüzde 63’ünü kızların oluşturduğunu; kızların genellikle eğitim, iletişim, sağlık,
yönetim gibi bölümlere kayıt yaptırdıklarını ancak (Bilgisayar Bilimleri, Çokluortam, Bilgi Sistemleri
gibi) bilişime ilişkin bölümlerde erkek öğrencilerin çoğunluğu oluşturduğunu bildirmiştir. Kordaki ve
Berduosis (2014) Yunanistan’da bilgisayar bilimleri bölümünden 6 sene boyunca mezun olan 89
öğrencinin kayıtlarını araştırmışlardır. Mezun kız öğrencilerin sayısının erkeklere oranla düşük olduğu
bu grupta, kızların genellikle kuramsal bilgisayar, genel eğitim ve sosyal bilimlerle ilgili dersleri tercih
ederken, programlama öğretimi gibi laboratuvar çalışması gerektiren uygulama derslerinden
kaçındıklarını; erkeklerin ise daha çok yazılım sistemleri derslerini tercih ettiklerini bildirmişlerdir.
Sainz ve Lopez-Saez (2010) İspanya’da 550 lise öğrencisi ile yaptıkları çalışmada erkek
öğrencilerin bilgisayara yönelik tutumlarının genel olarak kızlardan daha olumlu olduğunu ve olumlu
tutumun teknoloji ilişkili mesleklerin seçimini etkilediğini göstermişlerdir. Araştırmacılar, görev ve
başarı modelini temele alarak, tutum, cinsiyet, anne mesleği, yaşanan yer, IT-kariyer seçimi niyeti gibi,
değişkenler arası ilişkileri incelemişlerdir. Görev-başarı modeline göre (Wigfield, Eccles, 2000) öznelgörev değeri ve beklenti boyutları ile insanlar değer verdikleri ve başarabileceklerini düşündükleri alanı
seçerler. Araştırmacıların ulaştığı ilginç sonuçlardan biri cinsiyetin meslek seçimi ve bilgisayar yönelik
tutum arasında aracı bir değişken olarak etkili olmasıdır (yalnızca bilişsel boyut: inançlar, görüşler). Bu
bulgu annenin mesleği ve farklı cinslerin tutumları arasındaki ilişkidir. Annesi çalışan erkeklerin
bilgisayar ve bilgisayar bilimcileri ile ilgili görüşleri annesi çalışmayan erkek öğrencilere oranla daha
olumlu iken; kız öğrencilerde durum tam tersinedir. Bu bulgunun uluslararası bir genellik taşıyıp
taşımadığı incelenmelidir. Görüşlerde cinsiyetler arası farklılık çalışmayan anne çocuklarında daha
belirgindir. Erkek çocukları duyuşsal olarak bilgisayarlarına daha bağlı oldukları gözlenmiştir. Aynı
zamanda yaşanılan yer (kırsal-alan-şehir) ve sosyal değişkenlerine göre de farklılıklar tespit edilmiştir.
Bazı araştırmacılar kızların daha erken yaşlarda bilgisayar ile karşılaştırılmalarının, cinsler arası tutum
farklılıklarını dengelemede işe yarayabileceği görüşündedirler (Deyoung ve Spence, 2004). Bazı
araştırmacılara göre ise kadınların bilim ve teknoloji alanlarında becerilerini düşük olarak algılamaları
ve bilgisayara karşı olumsuz tutumları, bilim ve teknik alanlara atfettikleri yararlılık değeri ve bu
alanlara karşı ilgisiz olmaları nedeni ile bu alanlarda yeterince temsil edilmemektedirler (Ayolon, 2003;
Zarrett ve Malanchuk, 2005).
Kızlar ve erkekler arasındaki motivasyonel farklıkların deneyime dayalı olarak biçimlendiği ve
cinsiyete dayalı sosyalleşmenin farklı gelişim yolları izlediği düşünülmektedir (Meece, Glienke ve Burg,
2006). Ailelerin ve öğretmenlerin beklenti farklılıklar ı, erkeklerin becerilerine ilişkin öz-yeterlik
algılarının yüksekliği, bilgisayara daha kolay ulaşımları (sahip olamama durumunda internet kafeler) bu
farklılaşmaya zemin hazırlamaktadır. Erkekler bilgisayarların teknik yönleri ile ilgilenmekte, kendi
kendilerine keşfetmeyi seven eğilimleri ile bilgisayar problemlerini çözmeyi sevmektedirler. Bilişim
derslerinin analitik, soyut ve sosyal bağlamdan uzak oluşu kızlar için sorun oluşturur iken, erkekler için
sorun oluşturmadığı görülüyor. Kızlar işbirlikçi eğilimleri ile sosyal uygulanabilirliği olan yapılar
238
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
içinde daha yaratıcı ortamlarda çalışmayı tercih etmektedirler. Vekiri (2010) öğretim yapısının kızların
tercihlerine göre düzenlendiği durumda öz-yeterlik algısının değiştirilebileceği hipotezini 301 ortaokul
öğrencisinin katıldığı bir çalışmada incelemiştir. Bu çalışmada öğretmen ve veli algı ve beklentilerine
paralel olarak işbirlikli proje çalışmaları ile bilişim derslerinin öğretilmesinin değer inançları ve özeyeterlik algılarını güçlendirdiği görülmüştür.
2. YÖNTEM
Çalışmada bilgisayar ve ilgili bölümlerin seçimindeki dengesizliğin temel nedenleri anlaşılmaya
çalışılmıştır. Bu çalışmada temel amaç literatür taraması değildir, programlama öğretiminde uygun
öğretim stratejilerinin veya öğrenme stratejilerinin incelenmesi de değildir. Bilgisayar kullanımı,
bilgisayar ve bilişim teknolojileri gibi ilgili alanların kariyer olarak seçimi ve özellikle programlama
öğretimi ile ilgili çalışmalar cinsiyet farklılıkları odağı ile incelenerek, kadınların aleyhine gelişmekte
olan sorunun boyutları görüşmeler ile tespit edilmeye çalışılmıştır.
Ön taramada çıkan araştırma sayısı binlerle ifade edilebilir. Başlıkta, özette ve anahtar
kelimelerinde cinsiyet olan araştırmaların incelenmesine öncelik verilmiştir. Durum tespiti gerektiği için
uluslararası düzeyde araştırmalar incelenmiştir. Amaç tam bir literatür analizinden ziyade sorunun genel
çerçevesinin tespiti olduğu için sorunla ilgili araştırmaları barındırdığını düşündüğümüz önemli dergileri
tarayan veri tabanlarının incelenmesine ağırlık verilmiştir. Çukurova Üniversitesi kütüphanesinin kayıtlı
olduğu science-direct, Wiley, Ebsco gibi 6 veri tabanı taranmıştır. Literatür kadın (female, women), kız
(girl) öğrenci, insan-bilgisayar etkileşimi (Human-computer-interaction), bilgisayar (computer), online,
internet, programlama dilleri (programming, programming language) görsel araçlar (visual tools)
bileşikleri ile taranmıştır. 450 makale gözden geçirilmiş, az sayıda seçilen makale daha detaylı
incelenmiştir. Sayfa sınırlılık sorunu, tekrarlayan önemli temalarda bir iki örnek yayın gösterme yoluyla
aşılmaya çalışılmıştır. Kısacası bu araştırma için uygun örneklemeye gidilmiştir.
Literatür taramasına yanında Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Eğitimi Bölümü öğrencileri ile
informal görüşmeler ve sınıf tartışması yapılmıştır. Ayrıca gönüllülük temelinde kısa-görüş bildirim
metni yazmaları istenmiştir. İnformal görüşme ve tartışma ile öğrencilerin düşüncelerini serbestçe ifade
edebilmeleri sağlanmıştır. BÖTE 2. Sınıflardan 32 ve BÖTE 3. Sınıflardan 48 öğrenci ile çalışılmıştır.
Öğrenciler genellikle 22-23 yaşlarındadır. Görüş bildirim metinlerinden bir kısmı virüs nedeni ile
kaybedilmiş olsa da genel tema analizi bitirildiği için geride kalan verilerin yeterli olacağına karar
verilmiştir.
3. BULGULAR
Öğrenci ifadelerinde E harfi erkekler K harfi kadınlar için kullanılmış, doğrudan alınan öğrenci
ifadeleri italik olarak yazılmıştır. E-1 Ailelerin kızları meslek liselerine göndermemelerinin olumsuz
etkilediğini ifade etmiştir “Babalar genellikle kız çocuklarını meslek liselerine yollamazlar. Çünkü
meslek liseleri hep erkeklerle doludur”. Kız öğrencilerin erkeklerin sayıca egemen olan meslekleri tercih
etmekten kaçınmaktadırlar K-1“Bilgisayar Bilimlerini erkek mesleği olarak görmelerinden kaynaklı ön
yargılarının olması ortamın tamamen erkek olmasını düşünmelerinden dolayı bu mesleği tercih
etmemeleri…”. Meslek lisesi düzeyinde “ara-eleman” “teknikerlik” tanımı kızlar üstünde caydırıcı etki
yaratmaktadır. E-2 “Ara elemanlık mesleği (!) ise pekte bayanlara göre bir meslek olarak
görülmediğinden erkek öğrencilerin çoğu lise düzeyi KPSS ile teknisyen olarak iş hayatına başlıyor.”
Daha lise düzeyinde alanın öğrenci kaybettiği görülüyor E-3“ ilk dönemde alan değiştirme ihtimali
varsa başka bir alana yöneliyor. Örneğin bayanlar kuaförlük, çocuk gelişimi gibi alanlara geçiş
yapıyorlar.” Diğer yandan meslek lisesinde bilgisayar gibi alanlarda okuyan öğrencilerin üniversiteye
geçiş şanslarının az olduğunu düşünmeleri öğrencileri olumsuz etkilemektedir. E- 4“…mesela gerektiği
kadar matematik gösterilmeyip çok fazla oranda bilgisayar dersleri gördükleri için sınavı
kazanamıyorlar.”
Çalışma koşullarının ağırlığı, emeğin karşılığını alamama ise meslekte çalışan kadınların diğer
alanlara “kaçırılması” ile sonuçlanmaktadır. Daha önce bir web tasarımı firmasında çalışan meslek
yüksekokulu mezunu bir öğrencimiz K-2 “Oradaki çalışma koşulları bizim 24 saat çalışmamızı
istiyordu. Bilgisayarın başından kalkmak imkansızdı. Çok zevkliydi aslında. Ancak sürekli yetiştirilmesi
gereken acil işler, bilgisayar dışında bir hayatının olmasını engelliyordu. Asosyalleşmek istemediğim
ve emeğimin karşılığını alamadığım için ayrıldım.” Alanı zorlaştıran bir diğer faktörde
239
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
alandaki hızlı değişmelerdir, E-5 “Bir yazılımcı anlık olarak kendini geliştirmek zorundadır. Gün ve saat
kavramının ortadan kalkması söz konusu olabilir. Bu gelişim olayına bayanlar pek fazla sıcak
bakmamaktadırlar.”. Sürekli bilgisayar başında olmanın gerekliliği ile kadınların üstlenmek zorunda
oldukları sorumlulukların uyuşmadığı ifade edilmiştir. K-3 “Ama sürekli bilgisayar başında olmak bana
göre bir iş değil. Çünkü kadınların sorumlulukları çok fazla. Ailelerin beklentileri çok farklı. Günümü
planlamam gerekiyor. Çünkü yetişmem gereken bir evim, bir işim ve ailem var. Bunlar olmasaydı eğer
bilgisayar programcılığını bırakmazdım.”
Masa başında oturmak ve asosyallik ilişkisi sık sık tekrarlanmıştır. Bir başka öğrenciye göre K4“Bilgisayar programcılığının gereği sürekli masa başında oturmak ve asosyalliği ittiği için bayanlar
bu mesleği tercih etmiyor”. E-6 “Bir yazılımcının çalışma ortamı; sessiz, sakin, fazla konuşmaların
geçmediği ortamlardır. Bu ortamlar bayanların daha çok alışık olmadıkları ortamlar olduğu için tercih
etmemektedirler.” Ancak masa başında oturmak zorunda olmanın kızlar için sıkıcı olması, kızların
sosyalleşme ihtiyaçlarının ağır basıyor olması, sosyal sorumluluklar sorununa getirilecek çözümlerin tek
başına yeterli olmayacağını göstermektedir. Cinsiyet özellikleri, ihtiyaç ve eğilimler ilişkisine bir başka
açıklama ise ilginin daha zevkli bulunan mesleklere kaydığı için programlamanın seçilmediği
yönündedir. K-5 “Kadınlar sayısal alandan daha çok sözel alandaki mesleklerle ilgilendikleri için uzak
duruyorlar.”
İş saatlerinin belirsizliği analizde beliren bir diğer faktördür. Kadınların programlamayı
yapabileceklerine olan inanca rağmen iş saatlerinin belirgin olmamasının öğretmenliğe yönlendirici
olduğu söylenebilir. K-6 “Bilgisayar programcılığı yapabilmek için çok meraklı olmak gerekli. Ben
sistemin çalışmasını öğrendim. Bunu güzel öğretebilirim. Ama programcılık bana göre değil….İşin bir
saati olması lazım.” K-7 “sabah 8 akşam 5 gibi bi düzende olmasını istiyor çünkü işin dışında evde de
fazlasıyla yükler var.”.
Öğrenciler, kadınların genel olarak teknolojiye uzak olduğu görüşünde hemfikirler. Mesleklerin
cinsiyet temeline göre belirlenmesi, önyargıların meslek seçiminde etkisini açıkça ortaya koymaktadır.
K-8 “Kadınlar sadece bilgisayar programlamaya değil genel olarak teknolojiye uzaklar. …Aslında
toplumun genel görüşü de bu şekilde, mühendislik ya da yazılım işinin erkek işi olduğu düşünülüyor ve
kadınlar bu alanlara yönlendirilmiyor.”
Öz-yeterlik, öz-güven eksikliği temel bir sorun oluşturuyor. Kadınlarda öz-güven eksikliğini
doğrudan kültüre ve aileye bağlayan bir E-7 “Türkiye'de şöyle bir mantık vardır; "Kızın yeri evidir,
sosyal hayatının olması ya da çalışması uygun değildir ."Türk aileleri kızlarına genel anlamda baskı
uygular ve bu, kızlarda herhangi bir konuda ilerleme, kendini geliştirme isteğini köreltir. Temelde bu
ve buna benzer mantıklar olduğu için kıza, iş konusunda aile tarafından izin verilse de kızda, öz güven
eksikliği, başaramama duygusu veya çekingenlik yani iş yapma konusunda karamsarlık oluşur. Bu
sadece programlamayla ilgili değil birçok konu için geçerlidir.” E-8 öğrencimiz, sosyal fırsatlar, rol
beklentileri ve öz-güven gelişimi arasındaki ilişkileri internet kafe örneği ile açıklamıştır “Erkek egemen
toplumda erkek çocuklar daha rahat yetişmekte ve birçok imkândan karşı cinse göre bariz bir şekilde
daha iyi yararlanabilmekte. (bir iki özel girişimci dışında sadece kızlara özel internet kafe
bulunmamakta, birçok kızımızda erkek yoğun kafelere gitmek istememekte.) ..Tabi böylesine teknoloji
dışına itilen k ızlarımızın hayal dünyası da teknolojisiz bir kariyer planlamaktadır. Örneğin kızlarımızın
ekseri doktor, avukat olmak istemektedir. Ve bu nedenle de teknoloji içerikli derslerde daha geride
kalabiliyorlar.”. Internet kafeye rahatça gidebilmiş olmanın ve orada çalışmış olmanın bilgisayara olan
olumlu tutum geliştirme ve meslek seçimine etkisi sınıf tartışmasında da belirgin şekilde ortaya
çıkmıştır. Ancak bu ilişki tam bir nedensel temele almakta çok acele etmemek gereklidir. E-9 kodlu
öğrencimizin “Bizim eve bilgisayar aldığımızda tüm kardeşlerim eşit şekilde oynaya biliyordu ama
annem sık sık kız kardeşlerimi ev işlerine yardıma çağırdığından erkek kardeşim daha iyi öğrendi.”
açıklaması fırsat eşitliği durumunun bile roller gereği kısa sürede fırsat eşitsizliğine dönüştüğünün bir
göstergesidir.
Cinsler arası beynin-yeteneklerin farklılaşması görüşü de sık tekrarlanan ifadelerden biri idi.
Kızlar ve erkekler arasında cinsiyete bağlı algı ve ilgi farklılıklarının beynin yapılanmasına bağlayan bir
erkek öğrenci bu farkın daha küçük yaşta gözlenebilir olduğu düşüncesindedir, E-10 “Kızların ve
erkeklerin beyinlerinde bulunan hücrelerin farklı özellikler taşıdığını düşünüyorum. Birçok konuda
kızların ve erkeklerin olaylara bakış açılarının farklı olduğu anlaşılabilir. Örneğin; küçük bir çocuğa
oyuncak araba aldığımızda eğer çocuk erkekse hemen arabanın tekerlerini söküp… Eğer oyuncağı kız
çocuğuna almışsanız arabanın… kısacası dış görüşüne bakar... hareketini sağlayan küçük
240
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
parçacıkları pek merak etmez. Programlama konusunu da örnekle bağdaştıracak olursak; erkekler daha
çok içerikle yani programı çalıştıran kod kısmına ilgi duyarken kızlar ise daha çok tasarıma yönelir.”.
Kızların sözel erkeklerin sayısal zekaya sahip olduğu düşüncesi erkek öğrenciler kadar kız
öğrencilerin metinlerinde de tekrarlayan bir unsurdu E11 “… Yapılan bir araştırmaya göre Türkiye'de
kızların sözel, erkeklerin ise sayısal zekaya sahip olduğunu ortaya konulmuştur. Türkiye’deki
üniversitelere baktığımızda mühendislik fakültelerinde çok az kız öğrenci olmasına karşın dil
bölümlerinde ve sözel bölümlerde kızlar sayı olarak çok daha fazladır.”. Yetiştirilme farklılıklarının
zihinsel yapılanmayı etkilediğini savunan bir öğrenci E-12 ise bu farklılığın alanda daha etkin ve verimli
işler çıkarmada işe yarayabileceğini düşünmektedir “Erkek zihninden farklı çalışan kadın zihninin
bilgisayar gibi mantık ve algoritmaya dayalı bir bilimde daha etkin ve verimli işler çıkaracağını
kestirmek zor olmasa gerek.”.
Kızların kişisel özellikleri nedeni ile ilgili programları tercih etmemeleri çoğunlukla kızlar
tarafından ifade edilmişti. K-9 “..daha sabırsız oldukları için uzaklar. Çünkü programlama sabır
gerektiren bir şey en ufak bir yanlışınız olduğu zaman program çalışmaz ve o yanlışı bu lmak saatlerinizi
hatta günlerinizi alabilir. … bu tarz bir durum olduğunda sinirlenip tamamen bırakabilirim. Uğraşmak
istemem daha fazla”. E-13 “Bayanların cesaretlerinin çabuk kırılmasından ve kendilerine olan güvenin
yetersiz olmasından da kaynaklanabilir.”
Programlamanın erkek işi olduğu düşüncesinin, kızların meslek seçimini olumsuz etkilemesi
ortak görüşler arasındaydı. Erkeklerin cinsiyete dayandırdıkları özellikleri nedeni ile programlamaya
daha rahat yöneldikleri görüşü de kabul görür gibiydi. K-12 “Erkeklere baktığımızda saatlerce
bilgisayarda oyun oynayabiliyorlar… oyunda hangi hileyi yaparak bir üst seviyeye geçebilirim
düşüncesi gelişiyor. Bu da zaman içerisinde kodlama alanında erkek egemenliğini ortaya çıkmasına
neden oluyor.”. Bu öğrenci çözümün yine de gelişim psikologları ile bulunmasını öneriyordu. “Çözüm
olarak kız çocuklarının eline erken yaşta bilgisayar vermek, bilgisayarın sadece facebooktan ibaret
olmadığını anlatmak ve belki de en önemlisi gelişim psikolojisi uzmanları ile biraraya gelip bu soruna
çözüm bulmaya çalışmak olacaktır”. Sınıf tartışmasında kızlar genellikle çok oynamadıklarını
belirttiler, ancak oyun tasarımcılarının çoğunluğunun erkek olduğu ve oyun karakterlerinin itici olduğu
görüşü üstünde duran pek olmadı. Hazırlamış olduğu modüllerden (oyun) para kazanmaya başladığında
ilgisinin daha da arttığını ve yazılım mühendisliği okumak istediğini söyleyen bir öğrencimiz ise
oyunların kendi deneyiminde programlamaya başlamasına hazırlayıcı ortam sağladığı görüşündeydi.
Öğrenciler bölüme İngilizce-hazırlık sınıfının konulmasının kaliteyi artıracağını, özel sektörde
iş bulmayı kolaylaştıracağı görüşündedirler. K14 “İngilizce Dersi Kalıcı ve etkin bir şekilde Küçük yaşta
öğretilmeli ya da bu bölümde hazırlık olarak bir yıl okutulmalı” tekrarlanan temalardandır. Öğretim
stratejilerinin farklılaştırılma ihtiyacı: Sıkılma ile ilgili ifadelerin erkek öğrenciler tarafından değil de
çoğunlukla kızlar tarafından kullanılması dikkat edilmesi gereken bir duruma işaret etmektedir. K-15
“Öğretilen programlama dilleri mevcut anlatım biçimleri dışına çıkılmalı ilgi çekici örneklerle
öğretilmeli.(yoksa ders dinleyesim gelmiyor gözüm açık uyuyorum)” ifadesi ise kız öğrencilerin
kubaşık-uygulama çalışmalarından yararlanabileceğinin bir işareti olabilir.
Bölümün yeterince tanınmadığının ve tanıtılması için öneriler veren öğrenci öğretmenlikte
yapmak istediğini bildirmiştir. Öğrencilerin çoğunluğu öğretmek olmak istiyor. Yazılımcı olarak devam
etmek istediğini bildiren öğrenci sayısı ise çok azdı. Temel sorunun mesleğe yönlendirme aşamasında
olduğu, ilgi ve yeteneğe göre yönlendirme yapılması gereği ortak görüş olarak ortaya çıkmaktadır. E-16
“en iyi çözümü ilkokuldan başlayarak rehber öğretmenler eşliğinde öğrencilerin ilgi alanları
belirlenerek onların ilerde nasıl bir mesleğe yatkın olacağını belirleyerek öğrenciyi yönlendirmelidir ve
asla sınav sonucuna göre meslek seçilmesi önlenmelidir. Bir insana istemediği mesleği öğretirsen ilerde
ne kendini o meslek alanında geliştirir nede ülkesine katkısı olur.”. K-16 “Ailelerin yönlendirmesi ile
bölümü okumaları. …Sadece üniversite okumak adına bölüm tercih edildiği için.” diğer sıkıntılardır.
MEB’in programlarda sık sık değişiklik yapması, “Bilişim teknolojilerinin facebook ve
googledan ibaret olmadığı gösterilmeli…” ifadelerini alanımızın tanıtılması için öneriler takip ediyordu.
Hatta E-17 “Bence bilgisayar öğretmenliğinin ve bilişim alanının gelişmesi için öncelik ilkokula kadar
bilgisayar öğretimi getirilmelidir. Çocuklar ilk başta bilgisayarı tanıdığı an oyun olmamalı ama oyun
olacaksa da daha çok eğitici programların kullanıldığı tarz oyunlar öncelikli
241
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
olmalıdır. Çünkü çocuklar bilgisayar deyince ilk aklına gelen oyun oluyor bu onları bilgisayara ve
programlamaya yönelttiği gibi tam ters ters etki de verebilir. Görsel ve eğitici programlamalar ilkokul
düzeyine kadar inerse onları öğrenerek gelişen yeni nesil ilerde gerek programlama konusunda gerekse
bilişim alanında daha yatkın olacağına inanıyorum.” Bir diğer öğrenci erken yaşta öğretim
önermektedir. kızların yazılım sektöründe öne çıkarmak için E-18 “..programlama dillerini, küçük yaşta
iken, görsel içerikli eğitim yazılımlarıyla dikkat çekici ve güdüleyici bir şekilde anlatılmalı” diyor.
Bu değişikliklerin BÖTE öğrencilerini “alandan soğuttuğu” kaygı düzeylerini artırdığı
gözlenmektedir. Hatta bazı uygulama ve kararların kırgınlık yarattığı görülmektedir. E-19 “Fatih
projesiyle birlikte bölümümüz beklenen değeri maalesef görmedi. Birçok böte mezunu açıkta dururken
iki üç ay eğitim alan formatör öğretmenler fatih projesinden sorumlu yapıldı ve bilgisayar öğretmenleri
resmen görmezden gelindi.” Bölümün ve alanın değer sorgulamasında MEB’nın kararlarının önemli bir
etkisi olduğunu görüyoruz.
4. TARTIŞMA ve SONUÇ
Analizler sonucu ortaya çıkan tablo, makalenin sayfa sınırı nedeni ile burada verilememiş olan
uluslararası yapılan çalışma sonuçları ile tutarlılık göstermektedir. Kariyer seçiminde cinsiyet farklılığı
ciddi bir sorun olarak görünmektedir. Bilgisayar ve ilgili alanlar erkek egemen bir tablo çizmektedir.
Bilgisayar kullanımında ve kullanım nedenlerine ilişkin cinsiyetler arasında ciddi farklılıklar tespit
edilmiştir. Ancak son yıllarda bilgisayarlara ulaşımın kolaylaşması ile bilgisayar kullanımındaki
farklılıklar hızla ortadan kalmaya başlamıştır.
Programlama performansları arasında farklılık olmamasına rağmen kızlar programlama
performanslarına ilişkin daha düşük öz-yeterlik ve öz-güvene sahiptir. Yeterlik algısı uzun vade de
kızların meslek seçimlerini olumsuz yönde etkilemektedir. Kız ve erkek öğrencilerin programlama
öğrenme performansları, öğrenme stilleri ve öğretim stratejileri tarafından önemli ölçüde
etkilenmektedir. Kızlar geleneksel programlama öğretiminde erkeklere kıyasla biraz daha dezavantajlı
konumdadır. Kızlar bağlam temelindeki problem çözümlerinde daha başarılı olmaktadır. Öğretim
yöntemlerinin farklılaştırılması ile kızların performanslarının arttığını gösteren araştırmalar vardır.
Öğretimdeki strateji değişikliklerinin erkek öğrenciler üstündeki etkisinin de incelenmesi gereklidir.
Cinsiyet-bağımsız öğrenme çevreleri soruna çözüm getirebilir. Özellikle görsel programlama ile
öğretiminin farklı cinsler üstündeki etkilerinin tespit edilmesi için araştırmalara devam edilmelidir.
“Kızların bilgisayar öğrenmesi zordur. Erkekler bilgisayarda iyidir” düşüncesi toplum ve medya
tarafından mı yerleştirilmektedir? Çünkü pek çok araştırmada kızlar ve erkekler arasında performans
farklılığı olmadığı gösterilmiştir. Performans farklılığı olmadığında bile öz-yeterlik farkının kızlar
aleyhine olması dikkat çekicidir. Kız öğrencilerin zorlandıkları zaman, zorlandıklarını daha çok
paylaşmalarının da bu düşünceyi abartılı hale getirecek bir (sapmaya) yanılgılı-algıya neden olabilmesi
olasılığı da düşünülmelidir. Kısacası kendi kendini gerçekleştiren kehanet ile mi karşı karşıyayız,
incelenmesinde fayda vardır.
Kompütasyonel düşünme (computational thinking) becerilerin öğretilmesindeki eksikliklerin
getirmiş olduğu dezavantaj yine en çok bu alanda hissedilmektedir. Diğer bilimlerde kompütasyonel
düşünmenin öğretimi ile analitik-eleştirel düşünmenin birleştirildiği araştırmalar ise sayıca çok azdır.
Bilgisayar kullanımı- sosyo-ekonomik statü ilişkisi bilgisayarların yaygınlaşması bulanıklaşmıştır. Kız
öğrencilerin bilgisayar ile ilgili alanlara yönelmelerinde model olacak bayan öğretmenlerin veya bilim
insanlarının sayıca azdır. Programlama öğretiminin ülkemizde ilköğretime yaygınlaştırılmamış olması
sorunu, hatta konunun öğretiminin gerekli olup olmadığına ilişkin verilen kararların belirsiz ve sık sık
değişiyor olması, mevcut derslerdeki müfredatın belirsizliği sorunu ağırlaştırıyor gibi görünmektedir.
Araştırma sonuçları özetle: sosyal-kültürel gelişim, aile beklentileri, bilgisayar kullanımında fırsat
eşitliğinin sağlanamaması, sterotipleme nedeni ile alanın erkeklerle bağdaştırılması, kızların performans
eşitliğine rağmen öz-yeterlik algılarının erkeklere kıyasla düşük olmasının getirdiği çekimserlikler,
diğer alanların sterotipleme ile daha cazip gelmesi, alanın sürekli kendini geliştirmeyi gerektirmesi,
masa başında geçirilmesi gereken uzun saatlerin caydırıcılığı, asosyalleştirme endişesi, kızların
karakteristik özelliklerinin işe uygun olmadığı düşüncesi, kızların bu alanda başarılı olmak için
erkeklerin doğuştan getirdikleri özel beceri ve eğilimlere sahip olmadıkları düşüncesi, derslerin
sıkıcılığı, öğretim stratejilerinin kızların öğrenme stilleri ile uyuşmaması, aile sorumluluklarının
242
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
erkeklere kıyasla fazla oluşu, erkeklerin çoğunlukta olduğu mesleklerden kaçınma isteği, uygun iş
bulamama endişesi kızların alanı seçmemelerinde veya başka alanlara yönelmelerinin temel nedenleri
olarak belirmiştir. Öğrenciler ve literatür de önerilen bazı önlemler şunlardır:
Erkek egemen alan kanısına karşı sterotipleme oluşmadan eğitime başlanması, bilgisayarların
yaygınlaştırılması, formal öğretimde ders konulması ve kompütasyonel düşünmenin programa
yaygınlaştırılması ve ders açılması, geleneksel programlama öğretim yöntemleri ile kızların öğrenme
stilleri arasında uyumsuzluğa karşı öğretim yöntemlerinin çeşitlendirilmesi, kızların öz yeterlik algılarını
yükseltecek projelerin teşviki, öğrencilere model olabilecek bayan öğretmenlerin sayısının artırılması,
alandaki hızlı değişimler için hizmet-içi veya mezuniyet sonrası eğitimler artırılması sağlanılabilir. Bu
sorun öncelikle ve acilen sosyal politika düzeyinde ele alınması gereken bir sorundur.
5. KAYNAKLAR
Ayalon, H. (2003). Women and men go to university: M athematical background and gender differences in choice of field in
higher education. Sex Roles, 48(5 & 6), 277–290.
Bandura, A. (1997). Self-efficacy: The exercise of control. Nueva York: Freeman and company (pp. 422–476).
Bross, A & Roe, K. (2006) The digital divide in the playstation generation: Self-efficacy, locus of control and ICT adoption
among adolescents. Poetics 34 (2006) 306–317
DeYoung, C. G., & Spence, I. (2004). Profiling information technology users: En route to dynamic personalization.
Computers in Human Behavior, 20, 55–65
Eccles, J. S. (1987). Gender roles and women's achievement-related decisions. Psychology of Women Quarterly, 11, 135–
172.
Eccles, J. S. (2011). Two roads diverged in yellow wood. Distinguished university professorship lecture. Ann Arbor, M I:
University of M ichigan M arch 14, 2011. http://lecb.physics.lsa.umich.edu/CWIS/browser.php?Resourceid=3997
Eurostat. (2008). Database. <http://epp.eurostat.ec.europa.eu/portal/page?_ Retrieved 15.05.08.
Kordaki M . &, Berduosis, I. (2014) Course Selection in Computer Science: Gender Differences Procedia - Social and
Behavioral Sciences 116, 4770 – 4774
Losh, S. C. (2004). Gender, educational, and occupational digital gaps 1983-2002. Social Science Computer Review, 22(2),
152-166.
M argolis, J., & Fisher, A. (2002). Unlocking the clubhouse: Women in computing. Cambridge, M A: M IT Press.
M eece, J. L., Glienke, B. B., & Burg, S. (2006). Gender and motivation. Journal of School Psychology, 44, 351–373.
OECD (2010). PISA 2009 at a change. Science Retrieved from. http://www.oecd.org/dataoecd/31/28/46660259.pdf
Rotter, J.B., (1966). Generalized expectancies for internal versus external control of reinforcement. Psychological
M onographs. 80 1. Whole No. 609.
Sáinz, M .&López-Sáez , M . (2010) Gender differences in computer attitudes and the choice of technology -related
occupations in a sample of secondary students in Spain. Computers in Education, 54, 578–587,
Singh, K., Allen, K. R., Scheckler, R., & Darlington, L. (2007). Women in computer-related majors: A critical synthesis of
research and theory from 1994 to 2005. Review of Educational Research, 77(4), 500–533.
Sainz, M . & ve Eccles, J.(2012) Self-concept of computer and math ability: Gender implications across time and within ICT
studies. Journal of Vocational Behavior, 80,486–499.
Secreto, P. V. (2013) Gender Equality in Online Learning: The Case of UP Open University Procedia - Social and
Behavioral Sciences 103 ( 2013 ) 434 – 441
Vekiri, I. (2010) Boys’ and girls’ ICT beliefs: Do teachers matter?. Computers & Education 55, 16–23
Wigfield, A., & Eccles, J. S. (2002). The development of competence beliefs, expectancies for success, and achievement
values from childhood through adolescence. In A. Wigfield, & J. S. Eccles (Eds.), Development of achievement motivation
(pp. 92–121). New York: Academic Press.
Wigfield, A., Eccles, J. S., Suk-Yoon, K., Harold, R., Abreton, A. J., Freedman-Doan, C. (1997). Change in children's
competence beliefs and subjective task values across the elementary school years: A 3-year study. Journal of Educational
Psychology, 89(3), 451–469, doi:10.1037/0022-0663.89.3.451.
Weiser, E.B., (2000). Gender differences in Internet use patterns and internet application preferences. CyberPsychology and
Behavior 3 (2), 167–177.
Zarrett, N. R., & M alanchuk, O. (2005). Who is computing? Gender and race differences in young adults' decisions to pursue
an information technology career. New Directions for Child and Adolescent Development, 110, 65–84,
243
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
#Yerimiişgaletme Kampanyası Örneğinde Cinsiyet Ve Mekân İlişkisinin
Biyopolitik Yeniden Üretimi
The Reproduction Of Gender-Space Relationship in The Case Of
#Yerimiisgaletme Campaign
Halil ÇAKIR1
1Arş. Gör.,
M ersin Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, M ersin-Türkiye, [email protected]
ÖZET: Feminist hareketin teori ve eylem düzeyinde ortaya çıkışından günümüze dek en büyük hedeflerinden biri,
kadınların kamusal alandaki görünmezliğini yok edebilmektir. Ne var ki, tepeden tırnağa heteronormatif bir kamusallık üzerine
inşa edilmiş bir güç olarak modernite, kadınların bu talebini, dispositif olarak işe koştuğu toplumsal cinsiyet normlarının
biyopolitik zemininde elimine etmektedir. Türkiye’de erken Cumhuriyet dönemindeki siyasal katılım tartışmalarından
1960’lardaki kentleşme ve göç süreçlerine etkisini gösteren bu cinsiyetli mekânın varlığı, Türkiye’deki feminist hareketin
söylem düzenini kaçınılmaz olarak belirlemektedir. Yeni toplumsal hareketlere gönderme yapan Türkiye’deki feminist hareket,
kimlik üzerinde ısrarcı bir biçimde durmakta, böylelikle cinsiyet rejiminin biyopolitik düzenini gözden kaçırmaktadır. Güncel
bir örnek olarak #yerimiişgaletme kampanyası, toplu taşıma araçlarında erkeğin baskın toplumsal zaferini ifade ettiği düşünülen
oturma biçimlerini eleştirmek amacıyla sosyal medyada yer alarak sorunu yeniden gündeme getirmiştir. Ancak
#yerimiişgaletme kampanyası, yukarıda ele alınan söylem kümesinin hegemonik dilinde tartışılmıştır ve dahası bu hegemonik
dil kampanyanın ötesine geçmiştir. Bu çelişkili durumu ortaya koyabilmek amacıyla bu çalışmada #yerimiişgaletme
kampanyası örneğinde Türkiye’de feminizmin ve hâlihazırdaki toplumsal cinsiyet rejiminin, kadının kamusal mekândaki yerine
ilişkin ürettiği bilgiler tartışılmaktadır. Bu amaçla internet haberleri ve köşe yazıları karşılaştırmalı bir analize tabi tutularak
söylemsel bağlamda değerlendirilmektedir.
Anahtar sözcükler: #yerimiişgaletme, kamusal-özel ayrımı, feminizm.
ABS TRACT: From its emergence in theory and practice up to the present, one of the biggest goals of the feminism
is to handle with the public invisibility of women. Although, modernity, as a power which is constructed on a totally
heteronormative publicity, eliminates this goal on the biopolitical basis of gender norms which function as a dispositive. The
presence of this gendered place unavoidably determines the feminist discourse in Turkey as seen from the political involvement
discussions to the urbanisation and migration processes in the 1960s. An actual instance, the campaign
#yerimiisgaletme revives this problem by taking place on the social media in order to criticize the seating behaviors of men
that is thought as a sign of the dominant social victory of which. Although, the campaign was discussed in the hegemonic
langauge of the discouse mentioned above and moreover this hegemonic langauge went beyond the case. To st ress this
paradoxal situation, in this study it is disscussed the knowledges that feminism in Turkey and the present gender regime produce
about the place of women in the public place. For this purpose, it is analyzed the internet news and corner posts about the
campaign comperatively and disscussed in the discursive context.
Keywords: #yerimisgaletme, public-private sphere distinction, feminism.
1. GİRİŞ
Toplumsal cinsiyet konusunu kendine dert edinenlerin, bu konuda hevesli olan lisansüstü ve
lisans düzeyindeki öğrencilerin ve elbette ki feministlerin başucu kitaplarından biri olan Judith Butler’ın
Bela Bedenler kitabı, şu soruyla başlar: “Bedenin maddesellik sorunsalı ile toplumsal cinsiyetin
performatifliği arasında bağ kurmanın imkânı var mıdır?” (Butler, 2014: 7). Sorunun ele aldığı
ilişkisellik, bu çalışmanın da değinmeye çalıştığı, bedenin maddi varlığının indirgenmişliği üzerine inşa
edilen bir söylem kümesinin, toplumsal davranışlar aracılığıyla yeniden üretilerek toplumsal cinsiyet
denilen mefhumun, bedenin başına bela edilmesini ifade eder.
Bedenin maddeselliğine ilişkin modern toplumun düzenleme biçimleri, bugün toplumsal
cinsiyet mefhumu üzerinde her yere makro ve biçimlerde mikro sirayet eden bir toplumsal cinsiyet
iktidarının varlığı bağlamında somut politik pratiklerden cinselliğe ilişkin düzenlemelere kadar oldukça
geniş bir katalog sunmaktadır. Özellikle ailenin ve kadının yeri sorunları, gündelik kamusal pratiklerde
doğrudan gözlemlenebilmektedir. Bu bağlamda burada gündelik kamusal pratikler ve kadının kamusal
alana çıkma mücadelesi ciddi bir biçimde kesişmektedir. Ve çeşitli feminist kampanyalar ile söz konusu
kesişme kendini mekânda gösterebilmektedir (Connell, 1998).
1.1. Mekân Ve Cinsiyet İlişkisi Hakkında
Modern toplumun vitrini olarak iş gören kamusal alan, kişisel olanı politik olmaktan uzak
tutmak yönünde tüm gücünü ortaya koymaktadır. Kadın, üretimdeki ağırlıklı konumunu erkeğe devredip
eve kapatıldığından bu yana, mekânda cinsiyetin kesif bir varlık sürdürdüğü tespiti, feminizmin bütün
dalgalarında ele alınmıştır (Donovan, 1997).
244
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Burada öncelikle mekânı cinsiyete ilişkin bir zemin olarak ele almanın meşruluğunu sağlamak
gerekir. Mekânda cinsiyete dair söyleme, elbette her şeyden önce bedenin mekândaki varlığının tespiti,
yani diğer bedenlerle arasında kurduğu mekânsal ilişkileri gündeme getirir. Bireylerin bedenlerini
konumlandırmaları, öncelikle fizyolojik bağlamdaki beden ve cinsellik pratikleriyle, daha kapsayıcı
olan sosyal-psikolojik anlamda kişisel alanın korunmasıyla ve son olarak bu iki düzeyi de çevreleyen
toplumsal normlarla ve özelde toplumsal cinsiyet ile açıklanabilmektedir. Buradaki düzeylerin farazi ve
geçişli olduğunu belirtmekle yetinelim. Antropolog ve sosyal-psikolog Edward Twitchell Hall, The
Hidden Dimension (Saklı Boyut) (1990) ‘da insanların kendi bedenleri çevresinde kurmuş olduğu kişisel
savunma hatlarını “Proksemi” terimiyle kavramsallaştırmakta ve kişiler arası ilişkilerdeki birincillikikincillik ölçütüne göre birtakım açıklayıcı mesafeler (distance) ortaya koymaktadır.
Hall, büyük çoğunluğu entelektüel sayılabilecek orta sınıf Amerikalı erkek ve kadınlarla yapmış
olduğu görüşmelerden ve gözlemlerden derlediği dört uzaklığı tespit etmektedir (1990: 116). Bunlar;
mahrem (intimate) mesafe, kişisel (personal) mesafe, sosyal (social) mesafe ve kamusal (public) mesafe.
Hall’un teorisinde yukarıda ele alınan mesafeler, insanların katı bir şekilde muhafaza ettikleri mesafeler
olup modern kentsel alanda giyinilen sosyal bir zırh olarak karşımıza çıkar. Dolayısıyla bu zırhın
aşılmasına yönelik en küçük bir girişim ya da uygun ortam bile kişinin sosyal- psikolojik anlamda kaygı
duymasına neden olmaktadır. Bu durumda, bireyler, kendi beden “ülkelerini” savunmak için ihlali
gerçekleştiren kişiye yönelik bir savaş halini işe çağırırlar. Ülkelerin sınırlarını canla başla müdafaa
etmesi gibi, bireyler de kendi bedenlerini düşman “öteki” bedenlere karşı canla başla müdafaa
etmektedir (Giddens, 2008: 184). Hall, insanların diğer insanlarla kurmuş oldukları uzaklık ilişkisinin,
kültürler arasında farklılık gösterdiğini belirterek söz konusu uzaklıkların salt fiziksel ya da psikolojik
bağlamlarla açıklanamayacağına dair ipuçları vermektedir.
Mekân ve cinsiyet rejimi arasındaki simbiyotik ilişki için bir bağlam olarak Toplumsal Cinsiyet
Ve İktidar (1998) adlı çalışmasında R. W. Connell, toplumsal cinsiyet pratiklerini araştırırken kurumlara
el atar. Aile, devlet ve sokağı ele alır. Aile ve devlet, toplumsal cinsiyet politikalarının en yoğun işlediği
kurumlardır. Sokak ise, genellikle bir kurum olarak ele alınmaz. Connell’a göre sokak, oldukça
kapsayıcı bir bağlam olarak, pek çok farklı toplumsal ilişki biçimini barındırdığı “kesin sınırları olan”
bir toplumsal çevredir. Topluma yayılmış cinsiyet düzeninin bir yansıması olarak sokaklar, erkeklerin
hâkimiyeti altındadır (Connell, 1998: 181).
Modern anlamıyla toplumsal cinsiyet rejimleri, kadın ve erkeğin kentsel alanı nasıl ve ne zaman
kullanacağını şekillendirmektedir. Örneğin; kriminal suç alanı olsun veya olmasın kentin sokakları,
günün belirli saatleri ile birlikte kadınlara (nomos çerçevesi içinde kalan, namuslu kadınlara)
kapanmaktadır. Bu durum klasik anlamıyla hala geçerlidir. Ancak kenar cinselliklerin toplumsal cinsiyet
rejimlerinin üretim sahasına dâhil olmasıyla, erkekler için de aynı kapanmanın işler hale geldiğini
söylemek mümkündür (Connell, 1998: 183).
Türkiye özelinde cinsiyetli mekânın, kadınların bu mekânda görünürlük kazanmasına oldukça
güçlü bir biçimde direndiği görülmektedir. Sosyo-kültürel tortuların cinsiyet rejimine hâkim olduğu
böylesi bir toplumsal düzlemde Türkiye’deki cinsiyetli mekân tartışmalarının sık sık yerleşik iktidar
mekanizmalarına takılması beklendik bir durumdur. Türkiye’nin bir modernleşme projesi olarak
doğduğu erken Cumhuriyet dönemindeki siyasal katılım tartışmalarından 1960’lardaki kentleşme ve göç
süreçlerine etkisini gösteren bu cinsiyetli mekânın varlığı, çok ilginç bir biçimde Türkiye’deki feminist
hareketin de söylem düzenini kaçınılmaz olarak belirlemektedir. Başlatılan kampanyalar, aile
kurumunun kutsallığı tarafından elimine edilmekte, Deniz Kandiyoti (2007)’nin cariyeler, bacılar ve
yurttaşlar olarak formüle ettiği bir kimlikli bastırma tarafından kapılmaktadır. Yeni toplumsal
hareketlerin de sosyolojik olarak Türkiye’de kendini göstermesiyle birlikte üçüncü dalga feminizm,
kimlik üzerinde ısrarcı bir biçimde durmakta, böylelikle cinsiyet rejiminin biyopolitik düzeni,
Türkiye’de cinsiyetler arasındaki karşıtlık üzerinde iktidarını herhangi bir engelle karşılaşmadan
sürdürmektedir. Bu durumun açıkça görülebildiği örnekler, kadın cinayetleri, aile içi şiddet vakaları ve
eğitim politikaları ve uygulamalarında sıklıkla kendini göstermektedir.
1.2. #yerimiişgaletme Kampanyası: Dikotominin Yeniden-Üretimine Bir Örnek
Türkiye’de toplumsal cinsiyet tartışmalarının, yukarıda ele alındığı gibi, dikotomik bir paradoks
üzerinden sürdürülmesi, sorunların üzerine her şeyin söylendiği ancak hiçbir zaman herhangi bir
çözümün önerilemediği bir çıkmaza işaret etmektedir. Söz konusu durumun net bir biçimde
görülebildiği bir mecra olan internet, gerek kadın örgütleri tarafından organize edilen kampanyalar ve
245
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
eylemliliklerin duyurulması gerekse kampanyalara ve eylemliliklere ilişkin tepkilerin gözlemlenmesi
bağlamında oldukça yoğun bir bilgi (yığını) sunmaktadır.
#yerimiişgaletme kampanyası, toplu taşıma araçlarında erkeklerin oturma biçimlerini eleştirmek
amacıyla 2014 yılında İstanbul Feminist Kolektifi (İFK) tarafından sosyal medya üzerinden
başlatılmıştır. Erkeğin baskın toplumsal zaferini ifade ettiği düşünülen oturma biçimleri, en basit
anlatımla bir tür kişisel alan ihlali olarak karşımıza çıkmaktadır. Elbette ki burada vurgulanmak istenen
husus, toplu taşıma sistemindeki aksaklığın yarattığı bir karmaşadan ziyade, toplu taşıma araçlarında
örneklenebilen bir davranış biçiminin, daha üst bir başlıkta toplumsal cinsiyet normlarının erkeğe
tanımış olduğu bir ayrıcalık olarak okunabilmesidir (Connell, 1998). Toplu taşıma araçlarında oldukça
alışıldık olan bu davranış tarzına dikkat çekmek amacıyla bir etiket üretme fikriyle doğan kampanya,
kısa bir sürede ana akım medyanın ve alternatif medyanın hararetli tartışmalarına konu olmuştur.
Burada kampanyaya ilişkin veriler, eril dilin izini sürmek amacıyla internet medyası özelinde
ele alınmaktadır. Bu amaçla bir iktidar dilinin temsilcisi olarak yerleşik medya, ya da ana akım medyanın
internette kampanyaya ilişkin sunduğu içerik, buna zıt bir konum olarak alternatif medya medyanın
kampanyaya ilişkin sunduğu içerik ve köşe yazılarından örnek içerikler burada tartışılacaktır.
2. YÖNTEM
Bu çalışmada belgesel tarama ve içerik analizine başvurulmuştur. Çalışma bağlamında ele
alınan veriler, internet medyası ile sınırlı tutulmuş olup, ana akım medya ve alternatif medya
organlarının internet sayfalarında #yerimiişgaletme kampanyası ile ilgili olarak sunulan görsel ve yazılı
bilgilerden yararlanılarak elde edilmiştir.
Çalışmada rastgele örnekleme tekniği ile kampanya ile ilgili ulaşılabilen ve medya haberi olarak
değerlendirilen tüm yazılı ve görsel materyal evreni içinde ana akım ve alternatif medya haberlerinden
bir örneklem oluşturulmuştur. Bu bağlamda 15-18 Nisan 2014 tarihlerinde ulaşılmış olan 7’si ana akım,
4’ü alternatif olmak üzere toplam 11 haber örneği incelenmiştir. Bunun yanı sıra kampanyanın
başlatıldığı mecra olan sosyal medya kanalındaki kullanıcı yorumları ve görseller ile birlikte
kampanyaya ilişkin köşe yazıları, karşılaştırmalı analize yardımcı ikincil veriler olarak
değerlendirilmiştir.
Medya haberleri, gerek matbu halde gerekse elektronik ortamda sunulduğu şekliyle belirli bir
görsel dizgi içinde oluşturulmaktadır. Bu bağlamda haberlerin üst başlıkları, vurgulanan temel
kavramlar ve olaylara ilişkin tercih edilen üsluba ilişkin ögeler, iletilmek istenen mesajın arka planına
ilişkin bir hayli verimli bilgiler sunmaktadır. Her ne kadar bu çalışmada Van Dijk’in eleştirel söylem
çözümlemesi (Gür, 2013: 193-194) yöntemine başvurulmamış olsa da, medya haberlerinin çözümlemesi
bağlamında yer yer söz konusu yöntemin vurguladığı parametreler referans alınmaktadır.
3. BULGULAR
#yerimiişgaletme kampanyası sosyal medyada başladıktan kısa bir süre sonra haber medyasının
gündemine girmiş ve tartışılmaya başlamıştır. Güncel politik problemler söz konusu olduğunda,
benimsemiş oldukları siyasi tavır ekseninde olayları ele alan ana akım ve alternatif medyanın, kampanya
özelinde değerlendirildiğinde ve daha önce de belirtildiği üzere, kadın sorununa ilişkin hayati bir
problemi ele alma noktasında benzer bir üslubu taşıdığı görülmektedir. Böylesi bir tespitten sonra,
burada değerlendirmeye alınan medya haberleri, başlık, giriş metni ve ana metinleri (Şen, 2012)
bağlamında karşılaştırmalı bir şekilde tartışılacaktır.
3.1. Başlıklar
Ana akım medyayı temsil eden Vatan, Milliyet, Radikal, Hürriyet, Sabah ve Haber Türk
gazeteleri ile alternatif medyayı temsil eden Bianet, Özgür Gündem, Oda TV ve Uçan Süpürge haber
organlarının #yerimiişgaletme kampanyasına ilişkin sunduğu içeriklerin başlık metinleri aşağıda
listelenmektedir:
“Kadınlardan İlginç Eylem!” (Vatan, 15 Nisan 2014).
“Feministlerden Toplu Taşımada Tacize Son Kampanyası” (Milliyet, 16 Nisan 2014).
246
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
“Metroda Bu Adamı Görenler Dikkat!” (Milliyet, 18 Nisan 2014).
“Kadınlardan Erkeklere Çağrı: Bacaklarını Topla!” (Radikal, 18 Nisan 2014).
“'Bacaklarını topla' kampanyası başladı.” (Hürriyet, 18 Nisan 2014).
“Twitter ’da ‘bacaklarını topla’ İsyanı.” (Sabah, tarihsiz multimedya galerisi).
“Kadınlardan erkeklere; #bacaginitopla #yerimisgaletme.” (Haber Türk, 17 Nisan 2014).
“‘Bacaklarını Topla’ Çığlığına ‘Pembe Metrobüs’ Çaresi.” (Yeni Şafak, 18 Nisan 2014).
Yalnızca başlıkları düzeyinde bakıldığında ana akım medya haberlerinin dikotomik bir kadınerkek ayrımını başvurduğu görülmektedir. Bu başlıklarda toplu taşıma araçlarındaki oturma biçimi
eleştirilen erkeklerin ve bu durumdan mustarip olan kadınların aktörler olarak vurgulanmadığı, genel bir
kadın ve erkek tanımından hareket edildiği görülmektedir. Aktörlere yapılan vurguya gelindiğinde,
“kadınlar”, “feministler”, “erkekler”, sözcüklerinin önemli bir yeri işgal ettiği görülmektedir. Burada
genel-geçer bir heteronormativizmin işe koşulduğunu söylemek mümkündür (Bourdieu, 2014: 20-21).
Eleştirel medya okuması bağlamında ana akım medya sansasyonel bir biçimde sunduğu
haberlerin, ele alınan problemleri yerleşik normların dili üzerinden yeniden-ürettiği tespiti, üzerinde
uzlaşıya varılan bir kabuldür. Bu durumu en iyi örnekleyen haber başlığı, “Metroda Bu Adamı Görenler
Dikkat!” başlığı ile 18 Nisan 2014 tarihli Milliyet haberidir. Bu örneği, “Kadınlardan Erkeklere Çağrı:
Bacaklarını Topla!” başlığı ile yine aynı tarihli Radikal gazetesi haberi izlemektedir. Bu iki örnekte
işaret edilmek istenen özne, erkeklerdir. Tipik bir “potansiyel suçlu” genellemesi ile sunulan haberler,
homojen bir biçimde tüm erkeklerin söz konusu davranışı gerçekleştirdiği konusunda bizi ikna etme
çabasındadır. Böylelikle problemin; üstesinden gelinemez bir fizyolojik zorunluluktan, kültürel hatta
antropolojik bir arka plandan kaynakladığından, dolayısıyla sahip olunan kültürün vazgeçilmez bir
parçası olduğundan zahmetsiz bir biçimde bahsetmek mümkün hale gelir. En nihayetinde geleneksellik
vurgusunu öne çıkaran böylesi bir algılama biçimi, cinsiyet eşitsizliğine dair yeniden-üretim
mekanizmalarını geri çağırması anlamında bu çalışmanın da esas meselelerinden biridir. Kampanya
özelinde göze çarpan en bariz örneği, “’Bacaklarını Topla’ Çığlığına ‘Pembe Metrobüs’ Çaresi.” başlıklı
haberiyle Yeni Şafak gazetesi sunmaktadır. 2012’de ortaya atılan pembe metrobüs projesini hatırlatan
gazete, yalnızca kadınların kullanabileceği pembe toplu taşıma önerisini, kampanya henüz taze iken dile
getirmiştir. Ve gelinen noktada kamusal bir talep, cinsiyetlerin eşitler (equals) olarak kamusal alanda
yer alması değil, birinin diğerinden izole edilmesi şeklinde bir yeniden-üretim mantığı çerçevesinde
tartışılmıştır.
“Kadınlar ‘Bacaklarını Topla, Yerimi İşgal Etme’ Diyor.” (Bianet,16 Nisan 2014).
“Bacaklarını Topla, yerimi işgal etme” (Özgür Gündem, 18 Nisan 2014).
“Bacaklarını Topla.” (Oda TV, 16 Nisan 2014).
“Feministler ‘Toplu taşımada tacize son kampanyası’ başlattı.”
(Uçan Süpürge, 18 Nisan 2014).
Alternatif medya haberlerinin başlıklarına bakıldığında, ana akım medya ve alternatif medyanın
kampanyaya yaklaşımının paralellik gösterdiği görülmektedir. Burada da “kadınlar”, “feministler”
sözcükleri dikkat çekmektedir. Ana akım medya haberleri ile farklılık gösteren husus ise, “erkekler”
sözcüğü gibi işaret eden (Althusser, 2003) bir ifadenin alternatif medyayı temsil eden yukarıdaki
örneklerde kullanılmamış olmasıdır. Bu durum, alternatif medyanın sahiplendiği direniş perspektifinin
bir yansıması olarak okunabilir (Şen, 2012).
3.2. Giriş Paragrafları
Giriş paragrafı, haber metinlerinde başlık ile birlikte sunulan özet bölümünün bir diğer önemli
parçasıdır (Şen, 2012). Bu bölüm, başlıkta verilen bilginin haberin ana gövdesinde yer alan daha detaylı
bilgilerle bağını kurması bağlamında analiz kapsamına alınmıştır. Örneklerde görüldüğü üzere, gerek
ana akım gerekse alternatif medya haberlerinin giriş paragraflarında kampanyanın vurguladığı aktörlere
ilişkin bilgilere daha geniş bir yer verilmiştir. Burada, kampanyanın gerekçesi olarak toplu taşıma
araçlarında erkeklerin bacaklarını, diğer yolcuların oturma alanlarını kısıtlayacak bir biçimde açarak
(örneğin, Bianet haberinde V olarak da tanımlanmıştır) yolculuk etmeleri, bir “taciz” davranışı olarak
ele alınmıştır.
“Twitter’da başlatılan “Yerimi işgal etme hareketi, toplu ulaşımda “yayılarak” oturan erkeklerin
rahatını bozacak.” (Vatan, 15 Nisan 2014).
247
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
“Feministler, toplu taşıma araçlarında yaşanan tacize karşı kampanya düzenledi. Kadınlar bu
kampanyayla kendilerini yok sayan erkeklik hallerine karşı farkındalık yaratıp, bu tacize karşı ortak ses
çıkartmayı amaçlıyor.” (Milliyet, 16 Nisan 2014).
“Kadın yolcular toplu taşıma araçlarındaki erkeklere isyan bayrağı açtı. İşte isyan edilen o erkek
tipi.” (Milliyet, 18 Nisan 2014).
“Erkeklerin toplu ulaşımdaki oturma şekillerine karşı kadınlar kampanya başlattı.” (Radikal, 18
Nisan 2014).
“Toplu taşıma araçlarında erkeklerin oturma şekillerine kadınlar sonunda isyan etti. Sosyal
medyada 'yerimi işgal etme' ve 'bacaklarını topla' isimleriyle kampanya başlatıldı”. (Hürriyet, 18 Nisan
2014).
“Erkeklerin bacaklarını açarak oturmaları, kadın yolcuları isyan ettirdi!” (Sabah, tarihsiz
multimedya galerisi).
“İstanbul Feminist Kolektif (İFK), kadınların mustarip olduğu toplu taşıma araçlarındaki tacizle
ilgili bir kampanya düzenledi. Kampanyanın fotoğrafı oldukça çarpıcı ve aslında bir o kadar da bilindik”.
(Haber Türk, 17 Nisan 2014).
“Toplu taşımada tacizden ve daracık yerlere sıkışmak zorunda kalmaktan bıkan kadınlar,
erkeklerin bacaklarını V şeklinde açıp oturmasına karşı kampanya başlattı.” (Bianet,16 Nisan 2014).
“Toplu taşıma araçlarında bacaklarını açarak oturan erkeklere karşı Twitter ‘da kampanya
başlatıldı.” (Oda TV, 16 Nisan 2014).
Kampanyaya ilişkin buraya kadar ele alınan örneklerde, başlık ve giriş metinlerinde
kampanyanın nasıl, ne zaman ve kimler tarafından başlatıldığına dair herhangi bir bilgi yer
almamaktadır. İstisnai bir örnek olarak Haber Türk gazetesinin 17 Nisan 2014 tarihli haberinde,
kampanyayı başlatan İstanbul Feminist Kolektif isimli sosyal hareket organizasyonundan (SMO)
bahsedilmektedir (McCharty & Zald, 1977: 1218). Burada kampanyanın kimler tarafından başlatıldığı
sorusu, diğer örneklerde ele alındığı gibi kadınların tamamının söz konusu tepkiyi tarih-dışı bir
bağlamda gösterdiğine işaret etmesi bağlamında bir nesnelleştirmenin (ya da Bauman (2003)’ın ötekinin
yabancı ya da müphem oluşuna ilişkin nesnelliğe itilme dediği sürecin) izini sürmek açısından önem
taşımaktadır (Bourdieu, 2014: 106-107).
3.3. Ana Metinler
Çalışma kapsamında incelenen haber metinlerinin içerik açısından kendilerini en açık ifade
ettiği bölüm, habere ilişkin bütünlüklü bir yaklaşımın sergilendiği ana metin bölümüdür (Şen, 2012).
Esasen kapsamlı bir analize ihtiyaç duyan bu bölüm, burada ele alınamayacak kadar derin anlamları
barındırmaktadır. Dolayısıyla burada yapılacak olan, ele alınan haber metinlerinde vurgulanan en önemli
noktaları tartışmak olacaktır.
Hardt ve Negri (2011), toplumsal eşitsizliklerin hukuki düzenlemelerle aşıldığına ilişkin
iddiayı dile getiren Amerika-Avrupa merkezli liberal görüşün tüm dünyayı sardığı bir dönemde
kimliklere uygulanan şiddeti görünür kılma mücadelesinin artan önemine dikkat çekmektedir. Daha
açık bir ifadeyle yerleşik iktidar mekanizmaları ve onların alt organları (medya da buna dâhil
edilebilir) toplumda derinden işleyen eşitsizliklerin artık olmadığını bir ön kabul olarak
benimsemektedir. Bu anlamda “…toplum, kimlik-körü olmak zorundadır.” (Hardt ve Negri, 2011:
324). Bu durumda kimliklere yönelik şiddet örneklerinin ve buna karşı çıkanların ortaya çıkmaları,
hukuki çerçeve içinde bir tür ussallık içinde ele alınır. Örneğin, cinsiyet ayrımcılığının suç olarak
kabul edilmesi gibi. Ancak ussallık ile iş gördüğünü iddia eden mekanizmalar (bu çalışma örneğinde
medya), cinsiyetin toplumsal tabakalaşmayı belirlediği ve dolayısıyla cinsiyet ayrımcılığının suç
olmaktan çok daha sistematik bir şiddet örneği olduğu üzerinde durmaz (MacKinnon, 2003: 190, 191).
Yukarıda ele alınan perspektif ekseninde medya haberlerinin #yerimiişgaletme kampanyasına
ilişkin cinsiyet-körü bir cinsiyetçiliği benimsediği görülmektedir. Daha açık bir ifadeyle medya,
kampanyanın erkeklik hallerine ilişkin eleştirisini olumlayan bir söylem ile ortaya çıkarken, kullandığı
dil ve olaya ilişkin büründüğü ussal tarafsızlık nedeniyle söz konusu erkeklik hallerini performatif
eylemler olarak görür. Dolayısıyla toplumsal cinsiyet iktidarının eleştirisine sessiz kalır. Durumu daha
net hale getirmek adına birkaç örneği burada ele almak yararlı olacaktır. Örneğin, Vatan gazetesinin 15
Nisan 2014 tarihli haberinde, kampanyanın ele aldığı erkeklik halleri, oldukça kriminal bir dille
okunmakta, bacaklarını açarak oturan erkeklere kamusal alanın pek çok yerinde rastlanabileceği ve
bunun bir adab-ı muaşeret ihlali olduğu dile getirilmektedir. Yine Milliyet gazetesi, 16 Nisan 2014
248
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
tarihli haberde, kampanyanın arka planına ilişkin bilgilere yer vermekle birlikte ve “erkeklik halleri”
eleştirisine değinmekle birlikte kampanya kapsamında kullanılan bir görsel üzerinden tacizci ve mağdur
karşılaştırması yapmaktadır. Alternatif medyayı temsil eden Bianet’in 16 Nisan 2014 tarihli haberi,
kampanyayı başlatan İstanbul Feminist Kolektif’e kulak vermektedir. Kampanyaya ilişkin doyurucu bir
arka sunan haberde, Occupy örneğinde Şen (2012: 159)’un tespit ettiği üzere “hareketin sesini yansıtma”
şeklinde bir katkı sunma işlevini Bianet’in yerine getirdiğini söylemek mümkündür. Feminist hareketin
içinden bir örnek, Uçan Süpürge internet sitesinin kampanyaya ilişkin 18 Nisan 2014 tarihli haberidir.
Kadınların nazarında kampanyayı yorumlayan habere göre, erkeklerin bacaklarını açarak oturmalarının
“toplumda erkek ve kadının yerinin adeta küçük bir temsili niteliğinde” olduğu belirtilmektedir. Bu
örneklerden hareketle alternatif medyanın kampanyayı temsil biçimi, ana akım medyadan
farklılaşmaktadır. Daha önceki satırlarda başlıklar ve giriş paragraflarında da görülebildiği gibi,
alternatif medya haberleri, kampanyanın arka planına ve eleştirel duruşuna ana akım medyadan daha
geniş bir yer vermektedir.
Son olarak, ele alınan tüm örneklerde, toplumsal cinsiyetin yarattığı sorunların, farkındalık
yaratarak, “taciz” gibi kriminal bir kategorizasyona başvurularak ya da hukuki yaptırımlarla
çözümlenebileceğine ilişkin reformist bir atmosfer karşımıza çıkar. Ancak Butler (2014)’ın tartıştığı
gibi, toplumsal cinsiyete ilişkin bedenin maddeselliği ve performativite ilişkisinden ortaya çıkan
biyopolitik iktidar, sorunların aile gibi kapalı kurumlara gönderme yaparak tersine çevirmekte,
sorunlardan pay soğurarak kendini yeniden-üretmektedir. Tıpkı Yeni Şafak gazetesinin pembe metrobüs
hatırlatmasında olduğu gibi, Sabah gazetesinin 4 Mayıs 2014 tarihli “Zihinler kabul etti bacaklar
direniyor” başlıklı haberinde de, İstanbul’da yapılan kısa bir yolculuğun ardından kampanyanın
erkeklerin bacaklarını oturmaya ilişkin bir farkındalığı kazandığı, ancak davranışlarını değiştirmediği
sonucuna varılmıştır (Sabah, 4 Mayıs 2014).
4. TARTIŞMA ve SONUÇ
#yerimiişgaletme kampanyasına ilişkin ortaya çıkan manzarayı değerlendirebilmek adına, bir
yandan iktidar şebekelerinin iç ve dış çeperinde yer alan farklı kimlik hareketlerinin ve kadın hareketinin
eril tahakküme karşı direnişi ne kadar üretebildiğine, sistemle ne kadar karşıtlık kurabildiğine bakmak
gerekmektedir. Burada ele alınan kimlik mefhumunu, kadın hareketine yönelik olarak Arendtçi bir
kamusal-özel ayrımı ekseninde bir olumsuzlama olarak değerlendirmek hatalı bir okuma olacaktır. Söz
konusu eleştirinin arka planında, özelde kadın hareketinin, genelde cinsiyet ve diğer kimlik
hareketlerinin verdiği mücadelelerin iktidar paradigması tarafından Deleuzecu bir kapmaya uğradığı,
kimlik mefhumunun mücadeleleri boşa çıkarmaya hizmet edebileceği düşüncesi bulunmaktadır.
Hardt ve Negri, kimlik mefhumunu kendine parametre olarak alan politikalarının esasen geride
kalmış bir modernliğin hayaletiyle boğuştuğunu ileri sürer. Onlara göre eskide kalan modernitenin yok
olmuş sınırlarıyla savaşan kimlik hareketleri yaratılan düşmana karşı kararlı bir duruşu mümkün
kılmakla beraber, içerideki farklılıkları katı bir biçimde bastırır. Elbette bu durumun en temel
öncüllerinden biri, cinsiyet politikalarının biyopolitik bağlamıyla açıklanabilir. Yani cinsiyet gibi
biyolojik bir başlangıç noktasından toplumun ve toplumsal örgünün bütün kılcal damarlarına kadar
uzanan bir politikanın, kimliklerin bazılarına üstün, bazılarına da daha düşük değer atfetmekten ziyade,
büyük resme bakılınca esasen kimliklerin tümünü hiyerarşik bir biçimde ürettiği ve yönettiği
söylenebilir. Bu çalışma bağlamında medya ya da sosyal medya, Hardt & Negri’nin tartıştığı bağlamda,
nötr bir konumda okunabilir. Bir yandan bu iletişim mecraları söz konusu biyopolitik üretimi, söylemsel
olarak yeniden-üretirken, bir yandan da yeni bir direniş dilini mümkün kılmaktadır. Genel perspektifleri
içinde Hardt ve Negri’nin bu mümkünlüğün örgütlenme ile gerçekleştirilebileceğini iddia ettiğini
biliyoruz (Hardt ve Negri, 2001, 2004 ve 2011).
Samir Amin (2010)’e göre, yeni dönemde toplumsal hareketlerde meydana gelen değişmeler,
büyük ölçüde dünya konjonktüründe popüler hale gelen “post-modernizm” etrafında şekillenmektedir.
Post-modern ideoloji, sistem-karşıtı hareketlerin tek bir çatı altında toplanmasını engellemektedir. Postmodernist ideoloji etrafında parçalara ayrılmış olan halk kitleleri, yeni toplumsal hareketler tarafından
homojen bir şekilde algılanır ve bu algılama mücadele konusunda neden yetersiz kalındığını açıklar.
Samir Amin, “egemen ekonominin geleneksel söylemi en ufak bir engelle karşılaşmadan yoluna devam
ederken, tüm bildirilerine onay verilecek olan kadın çalışmalarının,
siyahi
249
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
çalışmalarının geniş kataloglarına sahip olacağımızı” söyler (Amin, 2010: 221). Kampanyaya ilişkin
ortaya çıkan manzarada hem ana akım medyanın sergilediği meşrulaştırıcı kimlik olarak “tacize uğrayan
kadın”, hem de alternatif medyanın ortaya koyduğu direniş kimliği olarak “erkekler tarafından yok
sayılan kadın”, tam da Amin’in altını çizdiği kendi içinde homojen olarak algılanan kimlik
parametresine dayanmaktadır.
Sonuç olarak bu çalışmada ana akım ve alternatif medyanın #yerimiişgaletme kampanyasına
ilişkin farklı cephelerden ancak aynı söylem kümesi üzerinden bilgi ürettiği görülmektedir. Kimlik
hareketlerinin yeni bir döneme girdiği 2000’li yıllarda feminist hareketin Türkiye özelinde yeni döneme
ilişkin parametreleri de mücadeleye dahil etmesi, mücadele dilini değiştirebilme potansiyelini
barındırması açısından medya gibi iktidar aygıtları tarafından manipüle edilmesine direnişi mümkün
kılacaktır.
5. KAYNAKLAR
Althusser, L. 2003. İdeoloji ve devletin ideolojik aygıtları. (çev. A. Tümertekin). İstanbul: İthaki yayınları.
Amin, S. 2010. Kapitalizmden uygarlığa. Sosyalist perspektifi yeniden inşa etmek. (çev. Y. Dönmez ve N. Atabağsoy).
Ankara: Türkiye ve Orta-Doğu Forumu Vakfı Özgür Üniversite yayınları.
Bauman, Z. 2003. Modernlik ve müphemlik. (çev. İ. Türkmen). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Bourdieu, P. 2014. Eril tahakküm. (çev. B. Yılmaz). İstanbul: Bağlam Yayıncılık.
Butler, J. 2014. Bela bedenler. (çev. C. Çakırlar ve Z. Talay). İstanbul: Pinhan yayıncılık.
Connell, R.W. 1998. Toplumsal cinsiyet ve iktidar. (çev. C. Soydemir). İstanbul: Ayrıntı yayınları.
Donovan, J. 1997. Feminist teori. (çev. A. Bora ve M . M . Ağduk). İstanbul: İletişim yayınları.
Giddens, A. 2008. Sosyoloji. İstanbul: Kırmızı Yayınları.
Gür, T. 2013. Post-modern bir araştırma yöntemi olarak söylem çözümlemesi. Zeitschrift Für Die Welt Der Türken/Journal
of World of Turks, Vol.5, No:1, 185-202.
Hall, E. T. 1990. The hidden dimension. New York: Anchor Books.
Hardt, M . ve Negri, A. 2011. Ortak zenginlik. (çev. B. Yıldırım). İstanbul: Ayrıntı Yayınları. (Özgün çalışma 2009).
Hardt, M . ve Negri, A. 2004. Çokluk. İmparatorluk çağında savaş ve demokrasi. (çev. B. Yıldırım). İstanbul: Ayrıntı
yayınları. (Özgün çalışma 2004).
Hardt, M . ve Negri, A. 2001. İmparatorluk. (çev. A. Yılmaz). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Kandiyoti, D. 2007. Cariyeler, bacılar, yurttaşlar: Kimlikler ve toplumsal dönüşümler. (çev. A. Bora ve F. Sayılan). İstanbul:
M etis Yayınları.
M acKinnon, C. A. 2003. Feminist bir devlet kuramına doğru. (çev. T. Yöney ve S. Yücesoy). İstanbul: M etis Yayınları.
M cCharty, J. & Zald, M . 1977. Resource mobilization and social movements: A partial theory. The American Journal of
Sociology, Vol.82, No.6 (M ay, 1977), 1212-1241, Retrieved 10.05.2015, from JSTOR Database.
Şen, A. Fulya (2012). "Toplumsal hareketler ve medya: 'Wall Street işgali'nin medyada temsili", Yeditepe University Global
Media Journal TR, Volume 2, Issue 4, pp. 126-154.
İnternet Kaynakları:
Bianet (16 Nisan 2014). Kadınlar “Bacaklarını Topla, Yerimi İşgal Etme” Diyor.
http://www.bianet.org/bianet/kadin/154999-kadinlar-bacaklarini-topla-yerimi-isgal-etme-diyor. Erişim:26.12.2014
Haber Türk (17 Nisan 2014). Kadınlardan erkeklere; #bacaginitopla #yerimisgaletme.
http://www.haberturk.com/yasam/haber/939910-kadinlardan-erkeklere-bacaginitopla-yerimisgaletme. Erişim: 06.04.2015
Hürriyet (18 Nisan 2014). 'Bacaklarını topla' kampanyası başladı. http://www.hurriyet.com.tr/gundem/26243104.asp Erişim:
06.04.2015.
M illiyet (18 Nisan 2014). Metroda Bu Adamı Görenler Dikkat! http://www.milliyet.com.tr/metroda-bu-adami-gorenlerdikkat-/gundem/detay/1868915/default.htm, Erişim:26.12.2014.
M illiyet (16 Nisan 2014). Feministlerden Toplu Taşımada Tacize Son Kampanyası.
http://www.milliyet.com.tr/feministlerden-toplu-tasimada/gundem/detay/1868116/default.htm Erişim:26.12.2014
Oda TV (16 Nisan 2014). Bacaklarını Topla. http://www.odatv.com/n.php?n=kadinlardan-yerimi-isgal-etme-kampanyasi1604141200. Erişim:31.12.2014
Özgür Gündem (18 Nisan 2014). Bacaklarını Topla, yerimi işgal etme. http://www.ozgurgundem.com/haber/104577/bacaklarini-topla-yerimi-is gal-etme Erişim:31.12.2014
Radikal (18 Nisan 2014). Kadınlardan Erkeklere Çağrı: Bacaklarını Topla!
http://www.radikal.com.tr/hayat/kadinlardan_erkeklere_cagri_yerimi_isgal_etme-1187380 Erişim:14.05.2014
Sabah (4 M ayıs 2014). Zihinler kabul etti bacaklar direniyor. http://www.sabah.com.tr/pazar/2014/05/04/zihinler-kabul-ettibacaklar-direniyor Erişim:26.12.2014
Sabah (tarihsiz multimedya galerisi). Twitter ’da ‘bacaklarını topla’ İsyanı.
http://www.sabah.com.tr/multimedya/galeri/turkiye/twitterda-bacaklarini-topla-isyani?tc=12&page=1. Erişim: 06.04.2015
Uçan Süpürge (18 Nisan 2014. Feministler ‘Toplu taşımada tacize son kampanyası’ başlattı.
http://www.ucansupurge.org/TR,1196/feministler--toplu-tasimada-tacize-son-kampanyasi-basla-.html Erişim:26.12.2014
Vatan (15 Nisan 2014). Kadınlardan İlginç Eylem!. http://www.gazetevatan.com/kadinlardan-ilginc-eylem--627629-yasam/.
Erişim:26.12.2014
Yeni Şafak (18 Nisan 2014). Bacaklarını Topla” Çığlığına “Pembe Metrobüs” Çaresi.
http://www.yenisafak.com.tr/gundem/bacaklarini-topla-cigligina-pembe-metrobus-caresi-637465 Erişim:14.05.2014
250
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
Özverili Çalışma ve Kadında Meslek Aşkı
Selfless Labour and Women in the Love of Profession
Halil ERDEMİR1 , Gözde AŞKINER2 .
1Doç.Dr.,
Celal Bayar Üniversitesi, Uygulamalı Bilimler Yüksek Okulu, M anisa-Türkiye, [email protected]
Lisans Öğrencisi, Celal Bayar Üniversitesi, Uygulamalı Bilimler Yüksek Okulu, M anisa-Türkiye,
gozdeaskı[email protected]
2Yüksek
ÖZET: Özveri gerçekleştirilmesi istenen herhangi bir şey için kendi çıkarlarından vazgeçme olarak tanımlanabilir.
Kadınlar umumiyetle bir şeyi sevdiklerinde onun için fedakârlık yaparlar. Sınırları sonuna kadar zorlarlar. Hedefe kilitlenmiş
bir kadına imkân verildiğinde çalışmalar daha da genişler ve başarı kaçınılmaz olur. Kadın işinde motive olmada ve başarma
isteğinde kararlıdır, çok iyi takipçi olabilmekte ve iddialı olmaktadır. Toplum içinde pek çok alanda çok farklı girişimciler
vardır. Bunlardan bir tanesi genç bir öğretmen, Dilek Livaneli, yukarıda tanımlanan özverili, ideal bir model ve girişimci kadın
tipine uymaktadır. Dilek Livaneli 24 Kasım 2012 tarihinde M illi Eğitim Bakanlığı tarafından Samsun’un mesleğinde fark
yaratan öğretmeni seçilerek, Samsun ilimizi Ankara’da yılın öğretmeni ünvanıyla temsil etmiştir. Sunny Varkey’in kurduğu
Varkey Gems Vakfı (Varkey GEM S Foundatıon) tarafından düzenlenen ‘Küresel Öğretmen Ödülü’ komitesinin seçtiği en iyi
50 öğretmen arasında yer almıştır. Livaneli, böylece dünya çapında 5 bin öğretmenin arasından ilk 50’ye kalan tek Türk
öğretmen olmuştur. Dilek Livaneli her anlamda her yaştan kadın için örnek teşkil etmektedir. Çalışmamızın amacı kadının
eğitim konusunda yaratacağı değişikliğin gelecek kuşaklardaki etkisini incelemektir. Araştırmamızda Dilek Livaneli ile
yapılacak röportaj baz alınacaktır. Bu çalışma bir örnek olarak ele alınan Dilek Livaneli ile yapılmış ve yapılacak olan
röportajlarla gerçekleştirilecek ve benzer diğer örneklerle karşılaştırılarak tamamlanacaktır.
Anahtar Kelimeler: Kadın, eğitim, meslek, lider, girişimci
ABS TRACT: Self-sacrifice can be defined that anyone can leave to his-her devotion for the actualization anything
desired. Women generally make sacrifice for it when they like anything else. They push to the limits till the last. If an
opportunity was given a woman who stays on target, the working would expand and success would be inevitable. She intends
in her work to wish success and to be motivated. She is an elegant follower and assertive. In many areas of society are very
different enterpreneurs. One of them is a young teacher, Dilek Livaneli. Her characterizations are consistent with the ideal
model and the type of women enterpreneurs. On November 24, 2102 Dilek Livaneli was selected as Samsun’s making
difference teacher by the M inister of Education. She stands for teacher of the year caption to Samsun in Ankara. Varkey GEM S
Foundation which was established by Sunny Varkey organized by the ‘Global Teacher Award’ chosen by the committee has
been among the top 50 teachers. Thus, Livaneli is the only Turkish teacher that she remains out of the top 50 from five thousand
teachers. Livaneli is an example woman for women of all ages in every sense. The aim of our study evaluates the effect of
changes in women’s education will create future generation. Our research bases on interviews will be made with Dilek Livaneli.
These studies will be realized with Dilek Livaneli taken and will be taken with an interview and will be completed by comparing
with other similar examples.
Keywords: Women, education, professional leaders, entrepreneurs
1.Girişim- Girişimci Nedir?
Girişim kelimesinin sözlük anlamı bakımından birçok manası bulunmaktadır. Girişim Türk Dil
Kurumu’nun verdiği tanıma göre; bir işe girişme, teşebbüs olarak adlandırılmaktadır. 40 Esasen girişim
geniş olarak tanımlanırsa belirli bir hukuki, iktisadi, teşkilati ve müesses yapıyla oluşturulan işlem ve
bu işlemi gerçekleştiren kurum ya da kuruluşa girişimci yapılan işlemlere de girişimcilik denmektedir. 41
Girişim ile ilgili yapılan tanımlar farklılıklar göstermektedir. Girişimci umumiyetle kar amacı
oluşabilecek bütün olumsuzlukları üzerine alan kişidir. Mal ve hizmet üretimi için bütün üretim öğelerini
mümkün olan en iyi şartlarda bir araya getirmeye gayret eder. Başkalarının ihtiyaçlarını karşılamak
gayesiyle üretim unsurlarının alımı, birleştirilmesi ve sunumunu yapmaktadır. Bütün yapılanları
hedefinde kar amacı vardır. Bu amaç sadece ekonomik gelir elde etmek olmayabilir. Girişim ve
girişimcilik bir ekonomik değer üretir. Girişimcilerde temel olarak üç özellik bulunur. Bunlar yetenek,
cesaret ve bilgidir. Ancak bu özellikleri tamamlayıcı unsurlar bulunmaktadır.
Kişi öncelikle kendine güvenmelidir. Aynı zamanda dışarıdan da güven duyulan biri olmalıdır.
Kişi zaman zaman geri çekilmeyi bilmelidir. Ancak kaldığı yerden tekrar başlamayı ya da kalkıp
yürümeyi başarabilmelidir. Girişimci ulaşılan neticeleri değerlendirebilmeli, mevcut ve muhtemel
riskleri kabul etmelidir. Yaratıcı ve cesaretli olmalıdır. Kişiyi farklı kılan kendi özelliklerinin yanında
toplumsal da olabilmesidir. İyimser olmalı, fikir üretebilmelidir. Kişileri ve kendisine inananları
sürükleyebilmeli ve güdüleyici olmalıdır. Başarıya inanmış ve yönelmiş olmalıdır. Fırsatları iyi
40 http://www.tdk.gov.tr/ Türk Dil Kurumu
41
(Görüldüğü tarih 21 M art 2015).
Doygun, 2003, 4.
251
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
değerlendirmeli, yeniliklere açık olmalı ve işini gönülden yapmalıdır. Ancak her girişimci yönetici
değildir. Girişimcilerin yönetim kabiliyetlerine sahip olma ihtimali yok demek çok doğru olmasa da
bunun geçerli olduğu örnek sayısı pek azdır.
Girişimin tanımını gördükten sonra girişimcinin tanımına değinmek doğru olacaktır. Eğer
girişim bir ticari faaliyeti gerçekleştirmek ise bu ticari faaliyeti gerçekleştiren kişiye girişimci adını
veririz. Girişimcinin sözlük anlamına bakacak olursak ‘üretim için bir işe kalkışan kimse, müteşebbis’
olarak adlandırılır. Yine geniş anlamda girişimci; kar hedefi içinde çeşitli riskleri göze alarak üretim
faktörlerini bir araya getiren ve ürün ya da hizmet üretimi için gerekli ortamı hazırlayan kişidir.
Girişimci kar amacı güder ancak bütün mesele girişimcinin kar elde etmesi dersek haksızlık etmiş
oluruz. Ekonomik bir değer ortaya koymaksızın, çeşitli yollardan, başkaları tarafından ortaya konulan
ortak değerleri kendi tarafına aktarmanın adı girişimcilik değildir. 42 Girişimci oluşan faaliyetler
sonucunun (kar-zarar) riskini kendisi kabullenmiştir. Bu yüzden başkalarının ihtiyaçlarını karşılamak
amacıyla, üretim öğelerinin alımını yapar, bunların bir araya getirilmesi imkânını sağlar.
Bir kişinin girişimci olabilmesi için bazı özelliklere sahip olması gerekir. Bu özellikler kişilere
göre farklılıklar gösterse de genel olarak bu hususta çalışan pekçok kişinin mutabık olduğu noktalar;
yetenek, cesaret ve bilgidir. Konuya daha geniş kapsamlı bakacak olursak;
 Özgüveni yüksek ve güvenilir biri olmalıdır.
 Yeniliklere açık olmalı, işini sevmeli ve gereken riskleri üstlenebilmelidir.
 Yanlış yaptığını düşündüğü bir işi bırakabilmeli ve yeniden başlayabilmelidir.
 Cesaretli ve yetenekli olmalıdır.
 Girişimci olabilmek için hukuki ve finansal açıdan bağımsız bir organizasyon gereklidir.
 Girişimcinin girdiği piyasa hakkında bilgi sahibi olması gerekir. Zira bilgisiz girişimci
kaybetmeye mahkûm olacaktır.
Yukarıdaki maddeleri çoğaltabilmek mümkündür. Bunların dışında girişimi ve girişimciyi en
önemli kılan noktalardan biri bireyselliğin yanında toplumsal olmasıdır. Öncelikle bir girişimci milli
gelirde artışa sebep olacaktır. Kalkınmayı, sanayileşmeyi yayacak ve yerli hammaddenin üretimini
arttıracaktır. Bunun dışında bir girişim sonucu bir işletmemiz olduğunu varsayarsak öncelikle eleman
istihdam etmemiz gerekir ki günümüz Türkiye’sinin en önemli sorunlarından biri istihdamdır. Girişim
faaliyeti 10 kişilik bir işletmede de 1000 kişilik bir fabrikada da gerçekleştiriliyor olabilir. Önemli olan
girişimin başarısı, büyümesi ve bu sayede insanların oradan gelir elde etmesidir. Bunların sonucunda o
şehirde bir büyüme meydana gelecektir. Şehirdeki büyüme tesislerin artışına, daha büyük fabrikaların
kurulmasına, hatta büyük franchising43 sözleşmelerinin artmasına yol açacaktır. Bu daha fazla istihdam
anlamı taşıyacak ve bu durum ülke ekonomisine büyük katkılar sağlayacaktır.
2.Türkiye’de Girişimcilik
Türkiye’de işletmelerin genellikle problemleri finansman bulmadır. Güzel bir fikri olduğunu
düşünen insanların fikirlerinden vazgeçmemesi için birçok kurum ve kuruluş faaliyet göstermektedir.
Bunlardan bazıları;
 Ticaret ve sanayi odaları
 KOSGEB (http:/www.kosgeb.gov.tr)
 Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı (http:/www.ttgv.org.tr)
 Mesleki Eğitim ve Küçük Sanayi Destekleme Vakfı (http:/www.meksa.org.tr)
 TÜBİTAK- Marmara Araştırma Merkezi Teknoparkı Teknoloji Geliştirme Merkezi gibi
kuruluşlar bu konularda kredi ve hibe desteği sağlamaktadır.44
3.Girişimcilik ve Kadın
TÜİK’in 8 Mart 2012’te yayınladığı “İstatistiklerle Kadın, 2012” Raporu’na göre Türkiye
nüfusunun %49,8’ini kadın nüfus ve %50,2’sini erkek nüfus oluşturmaktadır. Kadın nüfusun
%24,4’ünü 0-14 yaş grubu, %16,3’ünü 15-24 yaş grubu, %31’ini 25-44 yaş grubu, %19,8’i 45-64 yaş
42
http://mugim.maltepe.edu.tr/girisimcilik-nedir (Görüldüğü tarih 21 M art 2015).
Sözleşmeye dayalı, direkt bütünleşmiş bir pazarlama sistemidir. Bu sistemde (know-how) markanın imtiyaz hakkı sahibi,
belirli süre, koşul ve sınırları kapsayan anlaşmayla bağımsız yatırımcılara sistemini ve markasını kullandırır.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Franchising (Görüldüğü tarih 21 M art 2015).
44 Doğan, Altın ve Başar, 2010, 91-92-93.
43
252
T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World
grubu ve %8,5’ini 65 ve daha yukarı yaş grubundaki nüfus oluşturmaktadır. 2012 yılında işgücüne
katılım oranı kadınlarda %29,5 iken erkeklerde %71’dir.45
Bu durum bize gösteriyor ki kadın girişimcilerin sayısı giderek artıyor. Yukarıdaki verilere göre
hareket etmek gerekirse çalışan kadınların yarısından fazlası girişimcidir. Erkek girişimcilerin azalması
ve kadın girişimcilerin artması büyük ölçüde sabır, özveri ve yaptıkları işlere duydukları aşktan
kaynaklanmaktadır.
4.Özveri ve Meslek Aşkı
Özveri tanım olarak bir amaç uğruna veya gerçekleşmesi istenen herhangi bir şey için kendi
çıkarlarından vazgeçme anlamı taşır. Meslek aşkının tanımını vermek için öncelikle aşkın tanımını
vermek çok daha doğru olacaktır. Aşkın bilindiği gibi çok fazla tanımı vardır. Ancak bu çalışmada
özveri, en genel hatlarıyla olan ‘aşırı sevgi ve bağımlılık duygusu’ 46 şeklinde ele alınmıştır. Burada aşkın
tanımından yola çıkarak “mesleki aşk” tanımlanmaya çalışılacaktır. Meslek aşkı; mesleği veya icra ettiği
iş uğruna birçok fedakârlık yapmak, kendi menfaatlerini göz ardı edebilmek anlamı taşır.
5.Türkiye’deki Girişimci ve Mesleğinde Fark Yaratan Kadınlar
Girişimci ve mesleğinde farklılık yaratan kadınlara geçmeden önce ülkemizdeki girişimci kadın
ve erkek oranlarına bakmak bize daha sağlıklı sonuçlar doğuracaktır. 2012 yılı itibariyle toplam çalışan
kadın içinde; işveren kadın oranı yüzde 1,3, kendi hesabına çalışan kadın oranı yüzde 10,8 ve işveren
ile birlikte kendi hesabına çalışan kadın oranı yüzde 12,1’dir. 47 Hanehalkı İşgücü Araştırması
sonuçlarına göre; 2013 yılında, Türkiye’de 15 ve daha yukarı yaştaki nüfus içerisinde istihdam oranı
%45,9 olup, bu oran erkeklerde %65,2, kadınlarda ise %27,1 olarak tespit edilmiştir. (TÜİK-Sayı 18619)
Öncelikle kadınların erkeklerden farklı olarak bazı sorunları vardır. Kimi çevresel faktörler, kimi
ekonomik şartlar (teminat sorunu) kimi ise sadece kadın olduğu için birçok engelle karşılaşmaktadır.
Girişimci kadınların; %58’i kişisel kaynaklarından, %26’sı eşinden, %16’sı da akrabalarından

Benzer belgeler