ile söyleşi - UTED Dergi

Transkript

ile söyleşi - UTED Dergi
259
AYLIK HAVACILIK DERGİSİ
2146-6394
HAZİRAN 2013 YIL:22 www.uted.com.tr
itesi
nivers
Ü
u
um
a Kur rof. Dr.
v
a
H
Türk Rektörü P
leşi
li e söy
UÇAK BAKIM/ONARIM
FAALİYETLERİNDE MALZEME
DEPOLAMA SİSTEMLERİ
TÜRK HAVACILIK TARİHİ-1
Kurşun kapsüller ve
kartal kanatlarla
uçanlar
1968
UÇAK
Rİ
YENLE
TEKNİS EĞİ
DERN
Ümit Sayıl
Uçak Teknisyenleri Derneği Başkanı
Aircraft Technicians Association President
[email protected]
huzurlu bİr çalışma
ortamı İçİn
FOR A PEACEFUL WORK
ENVIRONMENT
Değerli meslektaşlarım, sayın okurlar;
Dear colleagues and readers;
Sektörümüzü takip edenlerin de bildiği üzere geçtiğimiz ay gündemimizde THY AO’da yaşanan grev vardı. Kutuplaşmak, restleşmek
ve üstünlük sağlamaya çalışmak kimseye bir şey kazandırmayacağı
gibi, kaybeden çalışanlar ve şirketimiz, dolayısıyla da sektörümüz ve
ülkemiz olacaktır, olmaktadır.
Biz dernek olarak meslektaşlarımızı temsil yetkisini verdiğimiz sendika ve çalışanı olduğumuz kurum yöneticilerinin şahit olduğumuz
e-posta ve SMS trafiği için değil, masada çözüm süreci için çaba göstermelerini son dakikaya kadar arzu etmiş ve umutla beklemiştik.
Bunu dilemeyi sürdürüyoruz ve tarafların en kısa sürede aynı paydada buluşmasını, “kazan kazan” ilkesi çerçevesinde, hukuki olarak
güvence altına alınmış haklarımızla daha mutlu bir çalışma hayatını
huzur içinde devam ettirmeyi arzulamaktayız. Bu bağlamda TİS ve
sendikal temsil hem biz çalışanlar hem de işverenler için huzurlu bir
çalışma hayatının temelini oluşturmaktadır.
Teknik personel olarak yaşadığımız birçok sorunun çözümünü
arzularken, THY Teknik AŞ’de devam etmekte olan TİS görüşmelerinin masada tamamlanması biz çalışanlar için en iyi motivasyon
olacaktır. Ayrıca, HABOM AŞ personeli meslektaşlarımızın gelecek
kaygılarının ve kariyer planlamasının da çözüme kavuşturulmasını,
sektörümüzün geleceği olacak genç kardeşlerimizin şevkle işlerine
devam etmesi için gerekli adımların atılmasını da heyecanla beklemekteyiz.
Diğer taraftan THY AO’nun MNG Teknik’i satın almış olması dolayısıyla orada görev yapan meslektaşlarımızın da bundan sonraki
durumlarının kısa sürede netleşmesi, meslektaşlarımızın kafasında
kaygılar olmadan etkin ve verimli çalışmalarının devam etmesi temennimizdir.
Sevgili üyelerimiz;
Geçtiğimiz ay sizler ve aileleriniz için iki etkinlik düzenledik; Hezarfen Havacılık Şenliği’ne UTED olarak katıldık ve 19 Mayıs’ta bir
Boğaz turu düzenledik. Bu etkinliklere gösterdiğiniz ilgi ve katılım
bizleri çok mutlu etti. Sizler için düzenleyeceğimiz sosyal aktivitelerimiz, UTED’li olmanın ayrıcalığıyla önümüzdeki günlerde de devam
edecektir.
As those who follow the news from the sector know, the Turkish
Airlines strike was on our agenda last month. Nobody has anything
to gain from becoming polarized and antagonizing and trying to
outmaneuver each other. On the contrary, as a result of such
actions it would be and it has been the employees, our company
and consequently our sector and our country that would lose.
As an association, we wished and hoped until the last minute for
the union which we gave the authority to represent us and the
executives of our employer organization to work for a resolution
process negotiated on the table; we did not expect the consequent
e-mail and SMS traffic.
We keep wishing for it; we want all parties to find a common
ground as soon as possible and to be able to maintain a happier
and more peaceful working life with our legal rights within the
context of the “win-win” principle. In this regard, labor agreement
and union representation is the basis of a peaceful working life
for both employees and employers.
As we wish for the resolution of many problems we encounter as
technical personnel, the resolution of the ongoing labor agreement
negotiations at Turkish Technic would be a good motivation for us
employees. Moreover, we are also expecting a solution to the
concerns of our colleagues from HABOM AŞ about their future
and career plans and the necessary steps to be taken in order for
our young colleagues, who are the future of our sector, to continue
their work enthusiastically.
On the other hand, we also wish that the situation of our colleagues
at MNG Technic due to its acquisition by Turkish Airlines would be
clarified as soon as possible and they would be able to work
efficiently and vigorously without any worries.
Dear members;
Last month we organized two events for you; as UTED we attended
the Hezarfen Aviation Festival and we also held a Bosphorus tour
on May 19.Your interest and participation in these events made
us very happy. We will continue to organize activities, which are
the privilege of being a UTED member, in the upcoming days.
Sağlıcakla kalın...
Best regards...
3
UTED
İstanbul Cad. Üstoğlu Apt.
No: 24, Kat: 5 Daire: 8
Bakırköy/İstanbul
Tel: 0212 542 13 00/543 29 74
Faks: 0212 542 13 71
www.uted.com.tr
www.uteddergi.com
www.uted.org
[email protected]
24
14
48
İmtiyaz Sahibi
Uçak Teknisyenleri Derneği Adına
Ümit Sayıl
1968
Genel Yayın Yönetmeni ve
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Sefa İnan / [email protected]
Basın-Yayın Sekreterliği
İsmet Şahin / [email protected]
Elif Arslan /[email protected]
Yazı Kurulu
Kıvanç Bayezit, Zafer Ulavur, Ahmet Akpınar,
İsmet Şahin, Elif Arslan, Celal Batur,
Dr. Handan Diker
Katkıda Bulunanlar
Şebnem Bayezit, Arif Sankaya, Hasan Büber,
Mustafa Çürükoğlu
38
18
ik
34 Tekn
acılık
36 Hav
al
38 Orijin
acılık
42 Hav
ik
44 Tekn
YAPIM
Umar İletişim Hizmetleri Ltd. Şti.
Harman Sok. No: 31/1
34153 Florya - İstanbul
Tel: 0212 573 15 65
[email protected]
www.umariletisim.com
BASKI
Elma Basım Yayın ve İletişim Hizmetleri San. Tic. Ltd. Şti.
Halkalı Cad. No:164 B-4 Blok Sefaköy - Küçükçekmece İstanbul
Tel: 0 212 697 30 30
Yayın Türü: Aylık, süreli, yaygın
erler
06 Hab
da
12 Ajan
ortaj
14 Röp
i
18 Gez
acılık
24 Hav
r
l Günle
28 Öze
ür
30 Kült
UÇAK
Rİ
YENLE
N
TEK İS EĞİ
DERN
56
UTED’E ABONE OLABİLİRSİNİZ
Dergimize abone olmak için yıllık abone ücretini banka hesabımıza yatırdıktan
sonra dekontu bize fakslamanız yeterli. Uted dergisi her ay adresinize
gönderilecektir. Lütfen ayrıntılı bilgi için derneğimizle irtibata geçiniz.
64
48 Bilim
Ara
Dakika
52 Beş
54 Tarih
i
56 Hob
ası
n Düny
58 Oyu
in
uklar İç
60 Çoc
lık
62 Sağ
me
64 Gur
aca
66 Bulm
UTED dergİsİnİn geçmİş sayılarına web sİtemİzden ulaşabİlİrsİnİz.
4
5
Haberler
THK-Corendon Jetfest nefes kesti
THY’de grev
THY AO ve şirket çalışanlarını temsil eden Hava-İş sendikası arasında süren ve anlaşma sağlanamayan toplu iş sözleşmesi
süreci sonucunda, 15 Mayıs Çarşamba günü saat 03.00’te çalışanlar greve başladı. THY AO’da çalışan birçok üyemizin
mevcut durum nedeniyle huzursuz olduğunun, ayrıca sendikal hakların ve sendikanın gerekliliğinin biz çalışanlar için çok
önemli olduğunun taraflar tarafından dikkate alınmasını elzem olarak görüyor, her iki taraf için de “kazan-kazan” ilkesine
bağlı kalmak suretiyle sağduyu çağrımızı yineliyoruz.
Strike at Turkish Airlines
The Hava-İş union representing Turkish Airlines (THY AO) workers has announced its decision to strike on May 15, at 03.00 am,
for a collective labor contract between the company and the union failed to reach a resolution. We think that all parties should
acknowledge the fact that many UTED members working at THY AO are distressed by the current situation and that union rights
and the necessity of the union are very important for us workers. We would like to repeat our call for common sense as long as
the “win-win” principle is abided by for both parties.
Ulaştırma Bakanlığı, “Kaza Araştırma
ve İnceleme Kurulu” kurdu
Ministry of Transportation founds
board to investigate accidents
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme
Bakanlığı bünyesinde “Kaza Araştırma
ve İnceleme Kurulu” kuruldu. Bağımsız
çalışacak ve Ulaştırma Bakanı dışında
hiçbir merciden emir almayacak olan
kurul, ulaştırma alanında meydana gelen
ciddi kazalarla ilgili araştırma ve inceleme yaparak rapor hazırlayacak. Ayrıca
gerektiğinde bu araştırma ve incelemelere bağlı olarak ulaştırma altyapıları ve
taşımacılık faaliyetlerinin daha güvenli hale getirilmesi için
teklif hazırlamak da kurulun görevleri arasında yer alacak.
Kurul üyeleri İçişleri Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Orman ve Su İşleri Bakanlığı ile ulaştırma alanında faaliyet gösteren kurum, kuruluş ve sivil toplum kuruluşlarının
temsilcilerinden oluşacak.
An “Accident Investigation and Examination Board” was
established within the body of the Ministry of Transportation,
Maritime Affairs and Communication. The Board, which will
operate independently and will take no instructions from any
authorities other than the Minister of Transportation, will
issue reports upon investigations and examinations about
serious accidents in transportation. Furthermore, making
proposals for bringing the transportation infrastructure
and transportation activities to a safer condition based on
these investigations and examinations will be among the
responsibilities of the Board. Board members will comprise of
representatives from the Ministry of Internal Affairs, Ministry
of Environment and Urban Planning, Ministry of Forestry
and Water Affairs and other organizations, institutions and
non-governmental organizations engaged in transportation
activities.
MNG Teknik’in THY’ye devrine
onay çıktı
Rekabet Kurulu, MNG Teknik Uçak Bakım
Hizmetleri AŞ’nin tüm hisselerinin Türk
Hava Yolları (THY) tarafından devralınması işlemine izin verdi. Konuya ilişkin duyuru, Rekabet Kurumu’nun internet sitesinde yayınlandı. THY geçen ay önümüzdeki
dönemlerdeki filo planlaması çerçevesinde artan bakım ve onarım ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik olarak MNG Teknik’i satın alacağını duyurmuştu.
6
MNG Technic’s transfer to THY approved
The Competition Board approved the
acquisition of all shares of MNG Teknik
Uçak Bakım Hizmetleri AŞ (MNG
Technic) by Turkish Airlines. The related
announcement was published on the web
site of the Competition Board. Turkish
Airlines announced last month that it would
acquire MNG Technic to meet increased
demand for repair and maintenance within the framework of
fleet planning in the upcoming periods.
Geçtiğimiz yıl ilk kez düzenlenen THK-Corendon Jet Motorlu Model Uçak Festivali’nin (Jetfest) ikincisi, 19 Mayıs’ta gerçekleştirildi. Türk Hava Kurumu (THK) ve Corendon Havayolları işbirliğiyle Karain Havacılık Eğitim Merkezi’nde düzenlenen
Jetfest’e,Türkiye’nin yanı sıra çeşitli Avrupa ülkelerinden jet motorlu model uçak pilotları katıldı.Yedisi Türk 16 pilotun gösteri
yaptığı etkinlikte,Türkiye’nin ilk gösteri uçağı Solo Türk’ün 6’da 1 oranında küçültülmüş modeli de bir gösteri sundu. F5 ve eski
savaş uçaklarının modellerinin yer aldığı festivalde, THK pilotları yaptıkları ultra light ve paraşüt gösterileriyle nefes kesti.
THK-Corendon Jetfest astounded
The second THK-Corendon Jet Motor Model Aircraft Festival (Jetfest),
first of which was held last year, was organized on May 19. Jet motor
model aircraft pilots from Turkey and various European countries
took part in Jestfest organized at the Karain Aviation Training Center
by Turkish Aviation Association (THK) and Corendon Airlines. At the
event, in which 16 pilots, of which 7 were Turkish, made demonstration
flights, the model of the first demonstration aircraft of Turkey, Solo Turk
downsized at 6:1 scale also made a demonstration. In the festival, where the models of F5 and former war crafts were presented,THK
pilots astounded with their ultra light and parachute demonstrations.
Boeing ve THY’den büyük anlaşma
Boeing ve Türk Hava Yolları (THY), 50 adet Boeing 737
MAX ve 20 adet Next-Generation 737-800 alımı için
anlaşma imzaladı. THY’nin 25 adet Boeing 737 MAX8
için de opsiyonlu sipariş hakkı bulunuyor. İmzalanan
anlaşmayla ilgili konuşan THY Genel Müdürü Temel
Kotil, “Türk Hava Yolları’nın filosunu önemli ölçüde
büyüteceğine ve istikrarlı büyümesine katkı sağlayacağına inandığımız Boeing siparişlerini kesinleştirmekten
memnuniyet duyuyoruz. Türk Hava Yolları bugün dünyada en fazla sayıda ülkeye uçan küresel bir havayolu
ve dünyadaki en güçlü uçuş ağına sahip olmak için çalışmalarını sürdürüyor. Boeing’le uzun yıllara dayanan
ortaklığımız, THY’nin bugünkü başarısının arkasındaki
temel faktörlerden biri” dedi.
Boeing and THY signs major deal
Boeing and Turkish Airlines concluded an agreement for the
purchase of 50 Boeing 737 MAX and 20 Next-Generation
737-800 aircrafts. In addition,Turkish Airlines has an optional
offer right for 25 Boeing 737 MAX8 aircrafts. Speaking to
reporters about the deal, Turkish Airlines General Manager
Temel Kotil said: “We are happy to finalize the Boeing
orders, which we believe will significantly expand the fleet of
Turkish Airlines and contribute to consistent growth. Turkish
Airlines is a global airline which flies to the highest number
of countries in the world and continues its operations to have
the most powerful flight network in the world. Our long term
partnership with Boeing is one of the main factors behind
Turkish Airlines’ current success.”
Solo Türk ve Türk Yıldızları
İstanbul’daydı
UTED’liler 12 Mayıs’ta, Türk Hava Kuvvetleri tarafından organize edilen “Uluslararası
Geleceğin Uçağı Yarışması 2013 (FFD)” kapsamında İstanbul Hezarfen
Havaalanı’nda düzenlenen etkinliklere katıldılar. Farklı ülkelerden 24
takımın yarıştığı FFD’de,
ODTÜ ve Ankara Model Uçak Kulübü üyelerinden oluşan “Otonom
Amuk” takımı birinci oldu. Kazanan model uçağın yaptığı gösterinin ardından Çorlu Havalimanı’ndan havalanan Türk Hava
Kuvvetleri’ne ait F-16 uçağı Solo Türk, Anneler Günü’ne özel
bir gösteri yaptı. Solo Türk’ün ardından, 6 adet NF-5 uçağından oluşan Türk Yıldızları da etkileyici bir gösteri sundu.
Solo Türk and Turkish Stars in Istanbul
On May 12, UTED members attended the events organized at
Istanbul Hezarfen Airport by Turkish Air Forces within the scope
of “International Aircraft of the Future Competition 2013 (FFD)”.
At FFD, 24 teams from different countries competed and the
“Autonomous Amuk” team which consisted of members from
METU and Ankara Model Aircraft Club ranked first. Following
the demonstration of the winning model aircraft, F-16 aircraft
called Solo Türk of Turkish Air Forces flew from Çorlu Airport and
made a demonstration in honor of Mother’s Day. After Solo Türk,
Turkish Stars comprising 6 NF-5 aircrafts made an impressive
demonstration.
7
Haberler
İstanbul’a 3. havalimanı için imzalar atıldı
İstanbul’a yapılacak 3. havalimanı ihalesinde ikinci adım atıldı. 20 Mayıs’ta, Ankara’da düzenlenen imza törenine Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım ve en yüksek teklifi vererek ihaleyi kazanan Cengiz-Kolin-Limak-Mapa-Kalyon Ortak Girişim Grubu’nun
temsilcileri katıldı. Tüm etaplar tamamlandığında yeni havalimanı, yaklaşık 1,5 milyon metrekarelik kapalı alan ve yıllık 150
milyon yolcu kapasitesiyle dünyanın en büyük havalimanlarından biri olacak. İlk etapta 90 milyon yolcu kapasitesine sahip
olması planlanan havalimanında iki terminal binası, terminallerde toplam 88 yolcu köprüsü, 12 bin araçlık kapalı otopark,
birbirinden bağımsız ve büyük gövdeli uçakların da rahatlıkla inip kalkabileceği 3 pist, 8 paralel taksi yolu, yaklaşık 4 milyon
metrekarelik apron, 3 teknik blok, bir kule ile kargo ve genel havacılık terminalleri yer alacak. İlk etabın yapımının 42 ayda
bitirilerek hizmete açılması planlanıyor.
Third airport in Istanbul approved
The second step was taken in the bidding for the third airport to be constructed in Istanbul. The signature ceremony organized in
Ankara on May 20 was attended by Minister of Transportation Binali Yıldırım and representatives from the highest bidding tender winner
Cengiz-Kolin-Limak-Mapa-Kalyon Joint Venture Group. After all stages are completed, the new airport will be one of the biggest airports
in the world with a closed area of about 1.5 million square meters and an annual passenger capacity of 150 million. In the first stage,
the airport will have a passenger capacity of 90 million, two terminal buildings, a total of 88 passenger loading bridges at terminals, 12
thousand vehicle capacity closed car park, 3 independent runways where wide body aircrafts can take off and land comfortably, 8 parallel
taxi ways, an apron of about 4 million square meters, 3 technical blocks, one tower and, cargo and general aviation terminals.The first
stage of the airport will be completed in 42 months.
THY Teknik AŞ, SpIceJet’e bakım
hizmeti verecek
THY Teknik AŞ, Hindistan’ın low-cost havayolu şirketi SpiceJet ile imzaladığı anlaşma kapsamında, 4 adet C1 ve 2
adet C2 olmak üzere toplam 6 adet B737-800’e bakım
hizmeti verecek. Bakımlar THY Teknik AŞ’nin İstanbul’daki
tesislerinde gerçekleştirilecek. Beş yıllık anlaşma uygun görülürse ileride 10 yıla uzatılabilecek.
Bakım sektörü Ürdün’de
buluşuyor
Ortadoğu Havayolu Mühendislik ve Bakım Konferansı bu yıl 10-12 Haziran tarihleri arasında Ürdün’ün
başkenti Amman’da gerçekleştirilecek. UBM Havacılık tarafından bu yıl 19.su düzenlenen konferans; Air
France, Bombardier, Emirates, Etihad Airways, Gulf Air,
myTECHNIC ve Pratt & Whitney gibi bakım şirketleri
ve havayollarını bir araya getiren bir platform oluşturacak. Ortadoğu’daki MRO sektörünün sorunları ve
geleceğinin konuşulacağı konferansta yeni işbirliği olanakları da gündeme gelecek.
Maintenance sector meets in Jordan
The Middle East Airline Engineering and Maintenance
Conference will be held in Jordanian capital Oman on June
10-12.The conference organized for the 19th time by UBM
Aviation this year will create a platform where maintenance
companies and airlines such as Air France, Bombardier,
Emirates, Etihad Airways, Gulf Air, myTECHNIC and Pratt &
Whitney will come together. New cooperation opportunities
will also be considered at the conference where the
challenges and the future of MRO sector in the Middle East
will be discussed.
Routes Europe Ödülleri sahiplerini buldu
Avrupa’nın önde gelen havacılık organizasyonlarından Routes
Europe tarafından verilen “Routes Europe Ödülleri”, Budapeşte
Havalimanı’nda düzenlenen törenle sahiplerini buldu. Bu yıl 8.si
düzenlenen ödül töreninde Münih Havalimanı “En İyi Havalimanı” seçildi. Ödüllerde Atatürk Havalimanı 20 milyon ve üzeri yolcu kapasitesi, Sabiha Gökçen Havalimanı ise 4-20 milyon
yolcu kapasitesi kategorilerinde aday olarak yarıştılar. Kazanan
havalimanları, 5-8 Ekim tarihleri arasında Las Vegas’ta düzenlenecek “World Routes Havalimanı Pazarlama Ödülleri”nde yarışacak.
Routes Europe Awards were granted
“Routes Europe Awards” given by Routes Europe, one of the
leading aviation organizations of Europe, were granted at a
ceremony organized in Budapest Airport. At the ceremony, 8th of
which was organized this year, the Munich Airport was selected
the “Best Airport”. Atatürk Airport competed in 20 million and over
passenger capacity and Sabiha Gökçen Airport in 4-20 million
passenger capacity categories. The winning airports will compete
at the “World Routes Airport Marketing Awards” to be held in Las
Vegas on October 5-8.
Turkish Technic to offer service for SpiceJet
Within the framework of the contract concluded with India’s low cost airline SpiceJet,Turkish Technic will provide maintenance service for 6
B737-800 aircrafts including C1 and 2 C2. Maintenance services will be given at Turkish Technic’s facilities in Istanbul.The five year contract
can be extended up to 10 if deemed necessary in the future.
8
Bursa-İstanbul arası deniz uçağına
büyük ilgi
Watercraft trips between Bursa-Istanbul
to increase
İstanbul ve Bursa arasında hava koridoru kurulması hedefiyle başlatılan
deniz uçağı seferlerinde %100 doluluk
oranına ulaşıldı. Gemlik’le Haliç arasında 1 Nisan’da başlayan seferlerde
yolcu sayısının 2000’i aşması ve artan
talep nedeniyle halihazırda 4 olan sefer
sayısının artırılması planlanıyor. Bursa Ulaşım Toplu Taşıma
İşletmeciliği (BURULAŞ) tarafından düzenlenen seferler
Bursa-İstanbul arası ulaşımı 16 dakikaya indiriyor.
The watercraft trips that were launched to establish
an air corridor between Istanbul and Bursa reached
100% occupancy. It is expected that the number
of passengers will exceed 2000 for the trips that
were launched between Gemlik and Haliç on April
1. Due to increasing demand the daily number of
trips, which is currently 2, will be increased to 4.
Thanks to the trips organized by Bursa Public Transport Operation (BURULAŞ), transportation between Bursa and Istanbul takes
16 minutes.
BoeIng 787’ye ödül
UBM Havacılık tarafından verilen 2013 Hava Aracı Teknolojisi&Bakımı (ATE&M) Ödülleri, 8 Mayıs’ta Londra’da düzenlenen bir törenle sahiplerini buldu. Törende Boeing’in 787 modeli ATE&M Teknoloji ve İnovasyon Ödülü’ne layık görüldü.
Boeing 787’nin, geçtiğimiz aylarda bataryalarında yaşanan sorunlar nedeniyle uçması yasaklanmış, daha sonra ise şirketin
yaptığı modifikasyonların onaylanmasının ardından seferlerine devam edeceği açıklanmıştı. Uçak teknolojisine getirdiği yenilikler ve inovatif sistemler dolayısıyla ödüle layık görülen Boeing 787’nin yanı sıra törende Lufthansa Technik,
Avrupa’nın en iyi uçak gövdesi ve motor bakım şirketi; ST Aerospace, Asya’nın en iyi uçak gövdesi bakım şirketi; Abu
Dhabi Aircraft Technologies ise Afrika ve Ortadoğu’nun en iyi uçak gövdesi bakım şirketi seçildi.
Boeing 787 gets award
The 2013 Aircraft Technology and Maintenance (ATE&M) Awards by UBM Aviation were granted with a ceremony organized
in London on May 8. Boeing’s 787 aircraft received the ATE&M Technology and Innovation Award at the ceremony. Boeing 787
was banned from flight due to problems in its batteries in recent months and allowed for operation upon confirmation of the
modifications implemented by the company. In addition to Boeing 787 that was awarded for its innovative systems in aircraft
technology, Lufthansa Technik was selected the best fuselage and engine maintenance company of Europe, ST Aerospace the best
fuselage maintenance company of Asia and Abu Dhabi Aircraft Technologies the best fuselage maintenance company of Africa
and Middle East.
9
Haberler
“Geleceğin havalimanlarında her şey otomatik olacak”
Eurofighter’dan
amatör fotoğraf
yarışması
Avrupa’nın yeni nesil savaş uçağı Eurofighter Typhoon, geçen yıl ilk kez gerçekleştirdiği Amatör Fotoğraf
Yarışması’nı bu yıl da düzenleyeceğini açıkladı. Eurofighter Typhoon’un en güzel fotoğraflarını çeken amatör fotoğrafçıların katılabileceği yarışmaya 31 Ekim’e
dek başvurulabilecek. Kazanan fotoğraf kasım ayında
düzenlenecek olan Dubai Air Show’da açıklanacak. Birinci olan fotoğrafçı bir Eurofighter pilotu eşliğinde bir
Eurofighter Typhoon’u gezme şansını yakalayacak. Ayrıca kazanan fotoğraf Eurofighter’ın 2014 takviminde
yer alacak.
Amateur photography contest from
Eurofighter
Europe’s new generation warcraft, Eurofighter Typhoon
announced that like last year it will hold an Amateur
Photography Contest. The contest can be applied until
October 31 by amateur photographers who take the
best photographs of Eurofighter Typhoon. The winning
photograph will be announced at Dubai Air Show to be
organized in November. The first photographer will have
the opportunity of taking a tour of a Eurofighter Typhoon
accompanied by a Eurofighter pilot. Moreover, the winning
photograph will be published in the 2014 calendar of
Eurofighter.
İlk A350’nin boyama işlemi tamamlandı
Airbus’ın A350 XWB tipi orta ve uzun menzilli yolcu uçağı
boyanarak uçuş aşamasına getirildi. Fransa’nın Toulouse şehrindeki tesisten Airbus’ın renklerine boyanmış halde çıkan
MSN001 numaralı uçak, üretiminde görev alan teknik ekip tarafından sevinçle karşılandı. Uçak, uçuş test aygıtlarının yerleştirilmesinin onaylanmasının ardından bir haftadan kısa sürede
boyandı. Gövdesi ve kanatlarında karbon lif takviyeli plastik
kullanılan ilk yolcu uçağı olan A350 XWB geçtiğimiz ay yoğun
titreşim testine tabi tutulmuş ve testi başarıyla tamamlamıştı.
Airbus halihazırda 616 adet A350 siparişi aldığını açıkladı.
Painting operations completed for the
first A350
Geçtiğimiz ay Dubai’de düzenlenen Küresel Havalimanı Liderleri Forumu’nda
(GALF) konuşan SITA Başkanı Francesco Violante, 2020 yılına kadar uluslararası
havalimanlarındaki yolcuların yüzde 80’inin yolculuk işlemlerinin tamamını makineler aracılığıyla yapmasının ve bu süreçte hiçbir insanla etkileşime girmelerine gerek
kalmamasının mümkün olabileceğini söyledi. Violante, tamamen otomatik check-in,
pasaport ve gümrük bankolarının yer alacağı bu havalimanlarında verimliliğin ciddi
şekilde artacağını ve yoğunluk yaşanmayacağını sözlerine ekledi. Etkinlikte konuşan IATA Ortadoğu ve Kuzey Afrika Başkan
Yardımcısı Hussein Dabbas da bu tür teknolojilerin, günümüzde havalimanlarının altyapısı için yapılan büyük yatırımlar sayesinde artık bir hayal olmaktan çıktığını belirtti.
“Everything will be automatic in future airports”
During a speech at the Global Airport Leaders Forum (GALF) organized in Dubai last month, SITA Chairman Francesco Violante stated
that it is possible for passengers to make 80 percent of their travel transactions at international airports with machinery and it will no
longer be required to be in contact with any human being in this process.Violante added that due to this efficiency will increase exponentially and no traffic will be experienced at these airports where automatic check-in, passport and customs counters will be located.
IATA Middle East and North Africe Vice Chairman Hussein Dabbas added that such technologies are no longer a dream thanks to
huge investments for airport infrastructure in today’s world.
The A350 XWB type mid and long haul passenger aircraft
of Airbus has been painted and brought to flight stage. The
aircraft numbered MSN001 taken out from the facility in the
city of Toulouse in France as painted in the colors of Airbus was
welcomed with excitement by the technical team commissioned
in production.The aircraft was painted in less than one week upon
approval of locating the flight test equipment.The first passenger
aircraft on whose body and wings carbon fiber reinforced plastic
is used, A350 XWB went through low intensity vibration test
and passed successfully. Airbus has announced that they already
received 616 A350 orders.
BoeIng, 114. 787 DreamlIner’ı üretti
Boeing, ayda yedi uçak üretmesine imkan veren yeni verimlilik planı kapsamında üretilen ilk
geniş gövdeli, çift motorlu 787 Dreamliner’ı tanıttı. Uçak, Boeing’in ürettiği 114. 787 Dreamliner. Boeing, 787 programının bu yılın sonuna kadar ayda 10 uçak üretecek verimliliğe ulaşacağını açıkladı. Uçaklar şirketin Everett Son Montaj tesisleri ve Güney Carolina’daki fabrikasında üretiliyor. 787 Dreamliner’ın
yaşadığı batarya probleminin ardından Amerikan Federal Havacılık Dairesi (FAA) tarafından uçması yasaklanmıştı. Nisan
ayında, FAA’nın Boeing’in sunduğu modifikasyonları onaylamasının ardından bazı operatörler 787’yle sefer düzenlemeye
başlamıştı. Boeing ayrıca 737 ve 777 üretimine de hız vererek yıl sonuna dek 645 uçağı teslim etmeyi planlıyor.
Boeing manufactured 114th 787 Dreamliner
Boeing introduced the first wide body and double engine aircraft 787 Dreamliner manufactured within the new efficiency plan which
allows manufacturing of 7 aircrafts on a monthly basis. The aircraft is the 114th 787 Dreamliner manufactured by Boeing. Boeing
announced that the 787 program will reach an efficiency level to manufacture 10 aircrafts in a month until the end of this year.
Aircrafts are manufactured at Everett Final Assembly facilities and Boeing’s factory located in South Carolina. 787 Dreamliner had
been banned from flights by the USA Federal Aviation Administration due to battery problems. Upon approval by FAA of modifications
presented by Boeing, some operators started flights with 787 in April. Furthermore, Boeing plans to deliver 645 aircrafts until the end
of this year by accelerating 737 and 777 productions.
10
C-130J’ler dünya çapında 1 milyon saatten fazla uçtu
Lockheed Martin’in C-130J Super Hercules model uçağını işleten operatörlerin, gerçekleştirdikleri özel operasyonlar ve insani
yardım misyonlarıyla geçtiğimiz günlerde toplam 1 milyon uçuş saatini geçtikleri bildirildi. C-130J model uçakları kullanan ve Lockheed Martin’in Uçuş Operasyonları ve ABD Savunma Sözleşmesi Yönetimi Ajansı (DCMA) üyesi olan 13 ülke, C-130J’nin ilk kez
uçtuğu 5 Nisan 1996’dan bu yana toplam 1 milyon saatten fazla uçuş gerçekleştirdi. Havacılık tarihinin en başarılı nakliye uçaklarından biri olarak kabul edilen C-130J Super Hercules; ABD Hava Kuvvetleri, Deniz Piyadeleri ve Hava Kuvvetleri de dahil olmak
üzere pek çok ülkenin silahlı kuvvetleri tarafından tercih ediliyor.
C-130Js flew more than 1 million hours worldwide
The operators of the C-130J Super Hercules model aircraft of Lockheed Martin exceeded 1 million flight hours in total in recent days with their
special operations and humanitarian aid missions.Thirteen countries which use C-130J model aircrafts and which are members to the Lockheed
Martin Flight Operations and USA Defense Contract Management Agency realized more than 1 million hours of flight since the first flight of
C-130J on April 5, 1996. C-130J Super Hercules, considered to be one of the most successful transport aircrafts in aviation history, is preferred by
numerous countries’ armed forces including USA Air Force, Marine Corps and Air Forces.
11
vİzyona
gİrecekler
Star Trek (7 Haziran)
Açıkhava'da Ebru Gündeş rüzgarı
Her konserini görsel bir şölene çeviren, görkemli sahne
dekorlarıyla sevenlerine unutulmaz bir şov sunan Ebru
Gündeş 20 Haziran saat 21.00’de, Harbiye Cemil Topuzlu
Açıkhava Tiyatrosu’nda İstanbullulara müzik dolu bir gece
yaşatacak. 30 kişilik dans ve davul ekibinin izleyicilere müthiş bir şov sunacağı konserde Gündeş, albümlerinden en
sevilen şarkıların yanı sıra “bir de benden dinleyin” dediği
parçaları da seslendirecek.
genco erkal'la “yaşama daİr”
Genco Erkal’ın Nazım Hikmet tutkusunun yeni ürünü olan “Yaşamaya Dair: Bursa
Cezaevi’nden Mektuplar” adlı müzikli gösteri 8 Haziran Cumartesi akşamı saat
21.00’de, sanatçının açıkhava tiyatrosuna dönüştürdüğü, dedesinden miras kalma
Eminönü’ndeki Ali Paşa Hanı’nın avlusunda izlenebilir. Piyano ve viyolonsel eşliğinde
sahnelenen oyunda, başta Fazıl Say ve Zülfü Livaneli olmak üzere değişik bestecilerin Nazım şarkıları da seslendiriliyor. Nazım’ın Bursa Cezaevi’ndeki yaşamını ve
eşi Piraye Hanım’a olan tutkusunu anlatan oyun, usta şairin sürgün yıllarına dair
izlenimlerine ve vatan hasretine odaklanıyor.
Bu festival can
dostlarımız için
King of Europe Drift
Grand Prix heyecanı
İstanbul’da!
King of Europe Drift Grand Prix’nin İstanbul ayağı 16
Haziran Pazar günü Tuzla’daki Autodrom Pisti’nde gerçekleştirilecek. Avrupa Drift Şampiyonası’nın bir ayağı
olan dünya standartlarındaki bu organizasyon, ülkemizde ilk defa düzenleniyor. Avrupa’da da yarışan profesyonel pilotların katılacağı yarış, saat 09.00’da başlayacak. 12 yaş ve altı çocuk izleyicilerin ücretsiz olarak
katılabileceği etkinlik gün boyu çeşitli şovlarla devam
edecek. Hediye çekilişinin de yapılacağı organizasyonda yarış tutkunları, heyecan ve eğlence dolu bir pazar
günü geçirecek.
12
Türkiye’deki evcil ve evsiz köpeklerin bir araya geldiği, bu yıl üçüncü kez düzenlenecek olan
Türkiye’nin en büyük açıkhava organizasyonu Pedigree PetFest 2013, 9 Haziran Pazar günü saat 10.00’da tüm hayvanseverleri Life Park’a bekliyor. Hayvan
dostlarını bir araya getiren ve barınaklara destek verme amacı taşıyan Pedigree
PetFest’te, hayvanseverler ve çocukları için özel eğlenceler ve hayvan sahiplendirme etkinlikleri yapılacak; elde edilen bütün gelir Ortaca ve Marmara Ereğlisi
barınaklarını iyileştirmek için kullanılacak.
Güneşe doğru bir yolculuk
Goethe-Institut Istanbul ve
Rahmi M. Koç Müzesi işbirliğiyle düzenlenen, 7 yaş
ve üzeri çocuklar, aileler ve
okul grupları için hazırlanmış interaktif bir sergi olan
“İşte Güneş-Here Comes
The Sun”, 14 Temmuz’a dek
Rahmi M. Koç Müzesi’nde ziyaretçilerini bekliyor.
Atılgan gemisi, mürettebatıyla Dünya’ya geri
çağrılır. Dünya’ya vardıklarında karşılaştıkları manzara korkunçtur. Çok güçlü bir terör
örgütü, donanmalarını ve ona bağlı olan
her şeyi yerle bir etmiştir. Kaptan Kirk’ün
bitirmesi gereken şahsi bir kavga vardır. Bu
nedenle tek kişilik kitle imha silahını aramaya koyulur. Hayatta kalmak ile ölüme teslim
olmak arasında mekik dokuyan kahramanlar bu macerada aşk, dostluk ve fedakarlıkla
sınanacaklardır.
Havada Aşk Var
(14 Haziran)
Otuzlu yaşlarında bir pilot eğitmeni olan
Yann Karbec, pilotları simülasyon programları ile teste tabi tutup onları uçmaya
hazırlamaktadır. Fakat Yann için önemli bir
sorun vardır; pilot eğitmeni olmasına karşın
uçmaktan korkmaktadır. Bu korku vaktizamanında, uçağa binip sevdiği kadınla dünyanın öbür ucuna gitmesine engel olmuştur.
Şimdi ise işi ve aşk hayatı arasında bir karar
vermek zorundadır.
Man Of Steel (14 Haziran)
Clark ne olduğu ve nasıl kullanacağını hiç
bilmediği, bazı sıradışı güçlere sahip bir çocuktur. Bir gün okul servisi bir kaza yapar ve
içinde çocuklarla birlikte nehre uçar. Servisin içindekilerin ölmesine göz yumamayan
Clark, özel güçlerini kullanarak herkesi
kurtarır. Fakat bu olay onun diğerlerinden
oldukça “farklı” bir çocuk olduğunu da bariz
bir şekilde ortaya çıkartacaktır.
Dünya: Yeni Bir
Başlangıç (28 Haziran)
Dünya, üzerinde yaşayanlar tarafından terk
edilmiş, insanlar artık yaşamlarını başka gezegenlerde sürdürmeye başlamıştır. Dünya’ya
yaptıkları bir yolculuk sırasında uzay gemileri arızalanan küçük Kitai ve babası Jack burada tuhaf yaratıklar ve korku dolu tehlikeli
olaylarla mücadele etmek zorunda kalır.
13
röportaj
nsal Ban kimdir? Öncelikle bize biraz
kendinizden, eğitim ve kariyer geçmişinizden bahseder misiniz?
r.
rof. D
P
ü
r
ö
t
k
e
R
i
s
niversite
mu Ü
uru
Türk Hava K
1970 yılı Ankara doğumluyum. İlkokul,
ortaokul ve lise tahsilimi Ankara’da tamamladıktan sonra 1990 yılında, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü’nde
lisans, 1996’da Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Finansman Anabilim Dalı’nda yüksek lisans, 1999 yılında Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Muhasebe ve Finansman Anabilim
Dalı’nda doktoramı tamamladım. Akademik kariyerime ise 1993 yılında Gazi Üniversitesi Ticaret ve
Turizm Eğitim Fakültesi Muhasebe ve Finansman
Anabilim Dalı’nda araştırma görevlisi olarak başladım. 2005-2011 yılları arasında Gazi Üniversitesi Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi Muhasebe ve
Finansman Anabilim Dalı’nda doçent olarak görev
yaptım. 2011’den bu yana ise hem Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde profesör doktor olarak
hem de Türk Hava Kurumu Üniversitesi Rektörü
olarak görev yapmaya devam ediyorum. Akademik
kariyerimin dışında 2000’li yılların başında TRT’de
program yapmaya başladım. “İşin Doğrusu” isimli
programın 5 yıl boyunca sunuculuğunu üstlendim.
Şu anda da TRT TÜRK’te yayınlanan “Dünyanın
Ekonomisi” isimli programda, her pazartesi dünya
ekonomisini ve para piyasalarını yorumluyorum.
Öte yandan evliyim ve biri kız, biri erkek iki çocuk
babasıyım.
2011 yılında Türk Hava Kurumu Üniversitesi Rektörü olarak görev yapmaya başladınız.
Bize üniversitenizin fakülteleri, yerleşkeleri,
akademik kadrosu, teknik donanımı ve filosu
hakkında bilgi verebilir misiniz?
Türk Hava Kurumu Havacılık Vakfı tarafından kurulan Türk Hava Kurumu Üniversitesi (THKÜ), henüz
çok genç bir üniversite olmasına karşın, kurucusu
olan THK’nin, 1925 yılından bu yana havacılık ve
uzay alanlarında gösterdiği faaliyetler sonucu edindiği deneyim ve entelektüel birikim sayesinde, derin
bir altyapıya sahiptir. 3 şehre yayılmış toplam 4 yerleşkede hizmet vererek Türkiye’de bu konuda bir
ilk konumunda olan THKÜ, çok kampüslü ortamı
sayesinde özellikle, karşılıklı eğitim uçuşları gibi havacılık uygulamalarının yapılabildiği nadir üniversitelerden biridir. Üniversitemiz, bünyesinde bulunan
yaklaşık 80 adet son teknoloji donanımlı uçakla,
Türkiye’nin havacılık eğitiminde filosu en büyük kurumudur. Ayrıca filomuzdaki uçakların çeşitliliği sayesinde, öğrencilerimize kaliteli ve farklı tecrübeler
sunmaktayız. Türkiye’nin havacılık ve uzay bilimleri
alanında ilk ve tek ihtisas üniversitesi olan THKÜ,
bünyesindeki 2 havaalanı (Etimesgut-Ankara yerleşkesi ve Selçuk-İzmir yerleşkesi), 6 tam kapasiteli
hangar (uygulama laboratuvarı olarak kullanılmak
üzere) ve ILS cihazlı 2 operatör kulesi (EtimesgutAnkara ve Selçuk-İzmir) ile de ülkemizin özellikle
havacılık alanında altyapısı en geniş ve en sağlam
üniversitesidir. 5 fakülte, 3 enstitü ve 2 MYO ile eği-
rme
di
n
e
l
e
j
, pro
m
iti
ğ
e
“THKÜ'de etim bir arada”
atılım
ve ür
bu alanda
in
iş, ülkesin aratıcı projelere
m
r
e
v
l
ü
y
a gön
er ışığında etinmeyip akılcı
l
r
Havacılığ
iki
f
i
n
y
in
in ye
arla
iversiten sını
yapması iç , elindeki imkanl
n
ü
ı
ığ
ma
ü yapt
imza atan
rının art
örlüğün
a
l
n
ekt
r
u
ka
e
l
im
r
eğitim
va Kurum
a
in
H
çözümle
r
k
e
r
l
ü
ç
T
n
;
ve
la da ge
misyenle
havacılık
a
’l
akade
n
dolayısıy
r
a
bi
B
l
Ünsa
enerjik
ık.
Prof. Dr.
ü
sağlayan
r
ö
yleşi yapt
ö
s
r
Rekt
i
bi
s
ı
ıc
Üniversite me dair ufuk aç
eğiti
14
15
röportaj
tim verdiğimiz üniversitemizdeki akademik kadromuz ise alanında uzman 117 kişiden oluşmaktadır. Diğer yandan 45 farklı
ülkeden gelmiş olan 82 yabancı öğrencimizle de Türkiye’nin en
kozmopolit üniversitesiyiz.
En kısa sürede birçok
üniversite ile “Mevlana
Değişim Programı”
protokollerini de
imzalayacağız. THKÜ’nün
öğrencileri, tüm bu
olanaklar göz önüne
alındığında, dünyanın her
yerinden gelen öğrencilerle
ve öğretim elemanlarıyla
birlikte; teknoloji ve
akademik programları
tümleşik olarak kullanıp
eğitim alacak.
HKÜ, Türkiye’de kurulmuş ilk havacılık
ve uzay bilimleri üniversitesi olma özelliği
taşıyor. Ülkemizde havacılığın ve uzay bilimlerinin gelişmesine yönelik faaliyetlerinizden bahseder misiniz?
THKÜ, Ankara’da bulunması nedeniyle TAI, Aselsan, Roketsan, Havelsan gibi savunma sanayisinin önemli kurumlarıyla
işbirliği içindedir. Böylece ülkemizde havacılık ve uzayla ilgili
bir gelişme olduğunda, üniversitemiz mutlaka bu işin içinde
yer alacaktır. Diğer yandan 2014 yılında ilk eğitim uçağımızı
yapacağız. Uçağın üretimini de, tasarımını da biz yapacağız. En
büyük hedefimiz olan havacılık ve uzay konusu dışına çıkmak
istemiyoruz.
THKÜ Havacılık ve Uzay Bilimleri Fakültesi’nin insansız hava aracı projesinden bahseder misiniz?
Üniversitemizde, Ankara Kalkınma Ajansı desteği ile başlayan
ve hedef takibi, olay yeri gözlemleme gibi işlevleri gerçekleştirecek olan insansız hava aracı (İHA) projemizle sınırların, boru hatlarının, ormanların, stadyumların ve otoyolların
gözetimi artık havadan gerçekleştirilebilecek. Akademisyen
arkadaşlarımızın, büyük özveriyle yaptıkları bu proje ile gerçekten gurur duydum. Bundan sonra toplumsal olaylar ile
stadyum, trafik ve otoyol gözetimi havadan yapılacak. Emniyet teşkilatımıza da büyük kolaylıklar getirecek olan bu proje
kısa zamanda hayata geçirilecek. İHA teknolojisine dayanan
proje kapsamında, tespit edilen hedeflerin otomatik olarak
takibi yapılabiliyor. Böylelikle; sınır güvenliğinden, olağandışı
durumların tespitine kadar geniş bir alanda faaliyet gösterecek akıllı bir İHA sisteminin kurgulanması ve bu sistemin
yaygınlaştırılması hedeflendi. Projemizin hayata geçirilmesine
sayılı günler kaldığını da belirtmek isterim.
Havacılık ve Uzay Bilimleri Fakültesi’nin doluluk oranı nedir? Gençler bu fakülteyi neden tercih ediyor ve
etmeli?
Çok genç bir üniversite olmamızın altını tekrar çizerek belirtmeliyim ki; açıldığı günden bugüne fakültelerimizin tüm
bölümleri %100 doluluk oranına sahiptir. Havacılık ve Uzay
Bilimleri Fakültesi, geleceğin en parlak mesleği olan havacılık
sektöründe giderek artan nitelikli eleman ihtiyacına, bünyesinde yer alan başarılı akademisyenler tarafından yetiştirilen
ve yakın zaman içinde tam donanımla mezun olacak öğrencileriyle cevap verecektir. Türkiye’deki başka hiçbir üniversitede olmayan 88 yıllık tecrübe ve mevcut altyapımız ile havacılık ve uzay bilimleri konusunda, lider bir konumda olmak için
emin adımlarla ilerlemekteyiz.
Kurum olarak, havacılık ve uzay bilimleri alanında dünyanın önde gelen üniversitelerinden biri olan
16
New York’taki Vaughn College ile bir akademik işbirliği anlaşması imzaladınız. Bu işbirliğinin kapsamı
ve güncel durumu hakkında bilgi verebilir misiniz?
Üniversitemiz, New York’taki Vaughn College’ın yanı sıra
birçok ülke ile akademik işbirliği içindedir. Avustralya’da
Swinburne University of Technology, Çin’de Beijing Jiaotong University, Rusya’da Moscow Aviation Institute ve
Ukrayna’daki University of Kyiv ile de akademik işbirliğimiz mevcuttur. İşbirliği kapsamında akademik personel ve
öğrenciler karşılıklı olarak değişim yapabilecekler. Buna ek
olarak Erasmus Programı kapsamında da Polonya’da Vistula
University ile Rzeszow University ve Romanya’daki University of Pitesti ile ikili işbirliği içindeyiz. Ayrıca en kısa sürede
birçok üniversite ile “Mevlana Değişim Programı” protokollerini de imzalayacağız. THKÜ’nün öğrencileri, tüm bu
olanaklar göz önüne alındığında, dünyanın her yerinden gelen öğrencilerle ve öğretim elemanlarıyla birlikte; teknoloji
ve akademik programları tümleşik olarak kullanıp eğitim
alacak. Lider olarak yetiştirip yüksek bir kariyer potansiyeli
sunduğumuz mezunlarımıza sadece diploma değil, güvenli
bir gelecek de sunuyoruz.
013-2014 akademik yılında 5 fakülte, 3 enstitü ve 2 MYO’daki tüm lisans öğrencilerinin
tamamını ücretsiz okutmak gibi bir hedefiniz
var. Bu hedef için gereken bütçeyi nereden
sağlayacaksınız?
Türkiye’de yükseköğrenim ücretsiz olmalıdır. Öğrenim
ücretleriyle dikkat çeken vakıf üniversiteleri aslında “vak-
fetmiyorlar” yani bağışlamıyorlar. Gerçek vakıf üniversitesi
nedir, onu ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. THK bu milletin bir
kurumu ve böylelikle milletten aldığını millete vermiş olacak.Toplumumuzdaki vakıf mantığında, tarihimiz boyunca bu
anlayış var olmuştur. Piyasa koşullarında, vakıf üniversiteleri
en geç 2-3 yıl içinde mecburen ücretsiz eğitime geçmek
zorunda kalacaktır. Vakıf üniversiteleri sadece eğitim ücreti
odaklı olmaktansa; başka finansal kaynaklara da bakmalıdır.
Bir üniversitenin finansal kaynağı, sadece eğitim ücretlerinden oluşmak yerine; projelerden, patentlerden, buluşlardan
ve gerekiyorsa üretimden oluşmalıdır. Biz geliri üniversite
eğitiminden değil Ar-Ge’den, patentten, araştırmadan ve
üniversitemizin yaptığı İHA gibi projelerden elde edeceğiz.
Türkiye İş Kurumu ve Türk Hava Yolları ile işbirliği yaparak İzmir’in Selçuk ilçesindeki yerleşkenizde
TYP’yi hayata geçirdiniz. Lise mezunu bir genç 8 ay
gibi bir sürede uçak gibi komplike bir aracın teknisyeni olabilecek bir düzeye ulaşabilir mi? Havacılık
gibi en ufak bir hatanın dahi ölümcül sonuçlara yol
açabileceği bir alanda eğitim konusunda daha hassas
olmak gerekmiyor mu?
İş dünyasından aldığımız taleple yola çıktık. İş dünyasının
ihtiyacı nedir? Hangi niteliklere ve bilgi birikimine sahip
elemanlar ihtiyaca cevap verebilir? Tüm bu sorulara, talep
edenlerle görüşerek bir cevap bulundu ve özenli bir çalışma
ile, ideal sürede verilebilecek bir eğitim programı oluşturuldu. Önceleri, bir teknisyenin istenen uzmanlığa erişebilmesi
uzun yıllar alırken bu proje ile makul bir sürede istenen
yetkinliğe erişmiş, nitelikli teknisyenler yetiştirildi ve sektöre kazandırıldı. “İstihdam Garantili Uçak Bakım Onarım
Teknisyeni Yetiştirme” kursuna katılan kursiyerler, her biri
alanında uzman kişiler tarafından 4 ay teorik, 1 ay da uygulamalı eğitim aldılar. Eğitimlerini başarıyla tamamlayan 24
kursiyerin tamamının THY Teknik AŞ teşekkülü olan Habom
AŞ’de işe girmesi de çok önemli bir başarıdır.
17
gezİ/TRAVEL
Napoli/Naples
Yazı/Article: Dr. Handan DİKER
Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi/Yeditepe University Instructor
[email protected]
18
Capri Adası/Capri Island
aptığım tüm yolculuklarda gideceğim kent ile ilgili birtakım ön bilgilerim olur ve gittiğimde de doğrusu bir
şaşkınlık yaşamazdım.Yani bildiklerim ile gördüklerim
hiç çelişmemişti.Ta ki Napoli’yi görene kadar.
Napoli, Roma ve Milano’nun ardından İtalya’nın en büyük 3.
şehri. Hem de ne şehir. Hem büyük bir liman, hem de bir yanı
Vezüv Dağı’na öte yanı denize yaslanmış görkemli, rahat ve
sevimli bir şehir; tam bir Akdeniz kenti. Üstelik Campania bölgesinin de merkezi.
Ben Napoli’ye THY’nin 2,5 saatlik direkt uçuşu ile gittim.Yolculuk ve ikramlar muhteşemdi. Uçak inişe geçtiğinde camdan görünen manzara beni adeta büyüledi.Vezüv, muhteşem görkemi
ile beni karşılamaya gelmişti sanki. İşte Napoli; başı dumanlı,
kocaman ve dimdik bir yanardağın sizi karşıladığı bir kent. Dağlar beni yaşamım boyunca hep etkilemiştir.Ama Vezüv’ün bambaşka bir duruşu vardı. Mağrur ve kendinden emin bu duruş ile
sanki şöyle diyordu: “Napoli benim; bu kentin sahibi benim.”
Napoli Havaalanı küçük ve düzenli bir yer. Kent merkezi havaalanından yaklaşık 7 km uzaklıkta. Otobüsle 15 dakikada şehir
merkezindesiniz. Kentin hemen hemen tüm bağlantıları “Porto” yani limandan yapılıyor. Limana yanaşan muhteşem yolcu
gemilerini görünce herkesin deniz yolu ile Napoli’ye geldiği
izlenimine kapılıyorsunuz. Gözlemlediğim kadarı ile liman havaalanından daha işlek.
aving some kind of preliminary information about the cities before visiting, I have never been surprised so far. I did
not encounter anything differing from what I read about
during my travels. However, it is not the same at my last destination.
The third largest city in Italy, Naples is a coastal city leaning against
Mount Vesuvius, a silent volcano. Naples is not only a majestic, peaceful
and charming holiday destination but also the center of the region.
I arrived at Naples after a two-and-half-hour nonstop flight from Istanbul. During my journey hospitality was perfect and I felt comfortable thanks to Turkish Airlines.When the airplane was descending the
scenery was fascinating.There it was Naples; supported by the mistyheaded, glorious and magnificent volcano, Mt. Vesuvius. I imagined it
had come to welcome me. I have always been impressed by mountains in my life, but Vesuvius’ stance was exceptionally different. I felt as if
it whispered me: “Naples is mine; I am the owner of this city.”
Seven kilometers away from city center, Naples Airport is small and
neat. After a 15-minute trip, we were in the city center. Most of the
transportations are made from the city port, Porto. Seeing the great
cruise ships in the port, I got the impression that everybody visits Naples by sea. In my view, the port was busier than the airport.
I accommodated at a cozy hotel near the port where either tourist
buses or boats departs for Sicily, Sardines and Capri. Also, ferries wait
for passengers going to Corsica and Tunisia. To put it bluntly, Porto is
the heart of the city.
19
gezİ/TRAVEL
Ben limanın yanında, merkezi bir konumda bulunan bir otelde
konakladım. Hem tur otobüsleri hem de Sardinya, Sicilya ve
Capri adalarına giden motorlar limandan kalkıyor. Ayrıca Korsika ve Tunus’a giden feribotların da kalkış noktası bu liman.
Kısacası “Porto” şehrin kalbi.
Napoli’de, limanda yer alan “Castel Nuovo” şatosu kentin tarihi zenginliğinin bir simgesi adeta. 1282 yılında yapılmış olan kale
birkaç kez restorasyondan geçmiş. Tam anlamı ile Ortaçağ’ı
yansıtan bir kale. Özellikle de dev kale kapısındaki oymalar
muhteşem. Zaten kaleden çok demir kapıdaki muhteşem oymalar ilgi görüyor.
Şehrin bir diğer önemli tarihi yapısı da, bir alışveriş merkezi
olan “Galeri Umberto” adlı kapalıçarşı. 1900 yılında yapılan çarşı bence Milano’daki benzerinin çok ötesinde, hem daha büyük
hem de çok daha etkileyici bir yapı. Özellikle cam tavanı ve yer
döşemeleri çok ilgi çekici.
Napoli şehrinin tarihi MÖ 4. yy’a kadar dayanıyor. Neapolis
(Yeni Kent) ismi ile Yunanlılar tarafından kurulan şehir, MÖ
336’da Roma egemenliği altına girmiş. Daha sonra da sırası ile
önce Ostrogotlar, sonra da Bizanslıların eline geçmiş. 736’dan
itibaren de bağımsızlığını elde etmiş. 1139’da Napoli Krallığı
kurulmuş. İkinci Dünya Savaşı’nda Alman bombardımanından
etkilenen şehir yeniden inşa edilmiştir.
Garibaldi Meydanı’na değinmeden geçemeyeceğim. Merkez
tren istasyonunun burada bulunması nedeni ile her an kalabalık
ve çok renkli bir yapıya sahip. Çok sayıda seyyar satıcının yer
aldığı sokak tezgâhlarının yer aldığı bu bölge, otelleri ile ünlü
diğer semtlere oranla çok daha ucuz. Garibaldi Meydanı’ndan
Napoli’nin ünlü alışveriş caddesi Via Toledo’ya kadar olan bölge, şehrin en eski kısmı.Via Toledo şık mağazaların ve güzel, şık
ve ucuz butiklerin yer aldığı bir cadde; İstiklal Caddesi’nin bir
benzeri adeta.
Napoli şehrinin tam tepesinde gururla, adeta Vezüv’le boy ölçüşürcesine yükselen ve bulunduğu tepeden şehri seyreden bir
kaleden daha söz etmek istiyorum. Burası ünlü “Castel Sant
Elmo” kalesi. Nereden bakarsanız bakın mutlaka onu görüyorsunuz. İşte şehrin bu en yüksek noktasına, Toledo Caddesi’nde
bulunan bir füniküler ile çıkılıyor. Ben de hem kenti tepeden
izlemek hem de kaleyi görmek amacı ile fünikülerle tepeye
çıktım. Açıkçası tepeye çıktığımda gördüğüm manzara karşısındaki şaşkınlığımı anlatamam. Aşağıda bıraktığım Napoli’den çok
farklı, çok zengin binaların yer aldığı ve çok elit bir yaşamın sürdüğünün belli olduğu bir üst Napoli kenti karşımda duruyordu.
Bence asıl Napoli buradaydı. Ama kendisini o kadar ustalıkla
gizlemişti ki kimseler onu bulamıyordu. Burada ne seyyar satıcılar ne de turistler vardı. Burada çok şık ve geniş caddelerde
lüks arabaların cirit attığı gizli bir yaşam vardı. Büyülenmiştim.
Yüksek olduğu için sokaklarda bile yürüyen merdivenler çalışıyordu. Ben dünyanın hiçbir kentinde sokakta yürüyen merdivene rastlamadım. İtalya’da hep şu ayrım yapılır; kuzey şehirleri ve
güney şehirleri. Burada da buna benzer bir durum vardı bence;
üst Napoli ve alt Napoli.
Yeme ve içme konusuna gelince Napoli’de yiyecek bakımından
hiç sıkıntı çekmiyorsunuz. Her taraf makarna ve pizza restoran20
Capri Adası/Capri Island
Galeri Umberto
Nuovo Şatosu/Castel Nuovo
Situated at the port, Castel Nuovo is a historic representative of the
city. Built in 1282, the castle has been restored a few times. It helps
you to travel through time. Impressive carvings on its huge door capture the attention at first sight. Indeed, the carved iron door attracts
more attention than the castle.
Another attractive building in the city is Galeri Umberto, a historic
shopping center. Built in 1900, it is greater and more attractive than
its counterpart in Milan. Especially its glass roof and floor coverings
deserve attention.
Dating back to 4th century BC, Naples was founded by Greek sailors as a small commercial port.Then, in 336 BC Romans captured
the region from them. From then on, it was respectively captured by
the Ostrogoths and the Byzantine Empire. In 736, the city declared
its independence. By 1139 it was named the Kingdom of Naples.
During World War II, the city was devastated due to aerial bombardment, since the residents rose up against German military occupation. Indeed, it was the most bombed Italian city of World War II. At
the end of the war, it had to be rebuilt significantly.
Garibaldi Square is another place deserving attention. Since the hub
of railway transportation is located here, it is always crowded and
has a vivid scenery with streets full of hawkers and hotels. As for
me, the immediate vicinity of the station is inexpensive. The region
between Garibaldi Square and ancient Via Toledo Street, famous for
its boutiques, is the oldest part of the city.Via Toledo, with its chic and
Pompei/Pompeii
ları ile dolu. Zaten pizzanın ilk yapıldığı şehir, Napoli. Napolililer
bununla gurur duyuyorlar. Kral 1. Umberto’nun eşi Margarita
için özel olarak yaptırdığı ve kraliçenin adını taşıyan ünlü pizzanın hikâyesi, Napoli’ye dayanıyor.
Napoli Krallığı’nın yönetim yeri olan ve Napolyon’un da kullandığı “Royal Palace” da görülmeye değer. Öte yandan ünlü opera
binası “San Carlo Operası” da oldukça tarihi ve görkemli bir
bina. Opera binasının yapım yılı 1727 ve ünlü Napolitan müziğinin merkezi de halen kullanılan bu opera binası.
Napoli beni şaşkınlıktan şaşkınlığa sürükledi. Burada turistlerin iki seçeneği var. Birincisi Capri Adası’na gitmek, diğeri de
Pompei Antik Kenti’ni gezmek. Gezimin ikinci gününü Capri
Adası’na ayırdım. Hava günlük güneşlik olduğu için “jet” adını
verdikleri feribotla adaya doğru yola çıkarken çok heyecanlı
ve sevinçliydim. Kırk beş dakikalık bir yolculuktan sonra Capri
Adası’na vardım. Çok popüler, inanılmaz turistik, cennetten bir
köşe diyebileceğiniz, oldukça kayalık ama çok sevimli bir ada
burası. Capri’yi görünce dünya sosyetesinin neden burayı tercih ettiğini anladım. Adada birçok sanatçı, oyuncu ve ünlünün
evi bulunuyor. Rus yazar Maksim Gorki de sürgün yıllarını bu
adada geçirmiş. Gorki’nin kaldığı ev bugün otel olarak işletiliyor. Maksim Gorki, 1906 yılında Capri Adası’na geldiğinde Otel
Louisiana’ya yerleşiyor ve adaya ilişkin izlenimlerini şöyle anlatıyor: “Capri küçük ama leziz bir lokma. Bir gün içinde o kadar
affordable boutiques, looks like İstiklal Avenue in Taksim, Istanbul.
Measuring swords with Mt. Vesuvius on top of a hill, Castel Sant
Elmo, a castle to be seen everywhere in the city, has the chance
to watch Naples scenery all the time. In order to reach this proud
castle, it is necessary to get on the funicular, a kind of vehicle moving
on railways. I did so to both watch the scenery and visit the castle.
Reaching the castle, I saw a surprisingly different Naples. Honestly,
I cannot express my amazement at that time. It had hid its beauty
skillfully. Then, it was lying beneath my foot with all its architectural
and cultural beauties. Luxurious classy cars were roaming on wide,
neat avenues crossing the city.There were even escalators on streets.
I was highly impressed. I visited many cities all over the world, but I
have never seen an escalator on a street.
I did not have any difficulty about food and drink in Naples. Macaroni and pizza restaurants can be found everywhere in the city.
Actually, Naples is the origin of pizza and Neapolitan residents are
proud of this. King Umberto I had the first pizza made in honour
of his wife, Queen Margherita. This kind of pizza was then named
after the Queen as Pizza Margherita.
Royal Palace, used by royal family and also Napoleon, and famous
San Carlo Opera, the origin of Neapolitan music, are other spectacular places.
Tourists have two main choices here in Naples - visiting either Capri
Island or the ancient city of Pompeii. I chose to visit Capri Island on
the second day of my travel. Since the weather was sunny I was
joyous and excited before setting off the voyage. After a 45-minute
voyage by ferry, we dropped anchor. Seeing the island, I realized
the reason why it is popular among high society. It is like a part of
heaven, so many popular people have got a house on the island.
Famous Russian author, Maxim Gorky lived here during his exile.
Having arrived at the island in 1906, he settled in Louisiana Hotel
and depicted his first impression: “Capri is a tiny but delicious bite.
The Bay of Naples is more attractive than love and ladies. It is possible to explore everything in love, but it is not the same with Capri.”
The island, covered with lemon trees, makes me dizzy emotionally
due to pleasant lemon scent.
The island is divided into two parts; Capri and Anacapri.The ferries
from Naples unload at Capri port surrounded by chic boutiques
and exotic cafes. There I got on the funicular to arrive at Anacapri.
Traveling through lemon trees, I felt as if I was in heaven. Unique
landscape and pleasant scents touched the deepest points of my
heart. Having finished that cheerful journey, I took a rest at a local
cafe.There it was pizza Margherita in the colors of the Italian flag:
red (tomato), green (basil), and white (mozzarella). In the mainland of pizza I had the most delicious one I have ever had. Then I
was full of energy again and it was time to set off for Anacapri by
minibus. We drove through lemon trees on a narrow road. After a
short trip I was eventually at the other side of the island, Anacapri.
Walking through the town, I encountered boutiques selling smart
clothes and handmade sandals, cafes serving a delicious local drink
called “limoncello” and lemon trees spreading a lovely scent hugging
the whole island tenderly. In my view, Capri is a unique island thanks
to its exotic flora, majestic riffs, eye-catching bays, peaceful sea and
fragrant lemon trees.
21
gezİ/TRAVEL
Sorrento
çok güzel şeye tanık oluyor ki insan, ardından yapacak bir iş bulamıyor. Napoli Körfezi aşktan ve kadınlardan daha çekici.Aşkta
her şeyi keşfetmek mümkün, ama bu Capri için geçerli değil...
Şarap içmesem de Capri başımı döndürüyor.” Gerçekten de
Capri baş döndürücü bir ada. Başınız neyle dönüyor derseniz;
keskin limon kokusuyla... Adanın her tarafı limon ağaçları ile
dolu.Ve bu ağaçlardan yayılan koku tam anlamı ile müthiş.
Ada iki kısımdan oluşuyor; Capri ve Anacapri. Napoli’den bindiğim feribot önce Capri Adası’nın limanına yanaştı. Burası
yani liman, birbirinden güzel, şık butik ve kafelerle dolu. Ancak
Anacapri’ye gitmek için önce fünikülere binip tepeye çıkmanız
gerekiyor. İşte limon ağaçlarının arasından sıyrılıp da adanın tepesine doğru yükselirken, buranın tam bir cennet olduğunu düşünmemek elde değildi. Ben Capri Adası’na hayran oldum. Tam
bir Akdenizli olduğu her halinden belli oluyordu. Fünikülerden
inince buradaki bir kafede soluklanıp bir pizza molası verdim.
İşte size margarita pizza. İtalya’nın hiçbir yerinde bu kadar güzel
bir pizza yiyemezsiniz. Çünkü pizzanın anavatanı burası. Artık
Anacapri’ye gitme zamanı gelmişti. Küçük bir minibüs ile dar
ve ağaçlık yollardan geçerek Anacapri’ye ulaştık. Anacapri; şık
butikler, limon ağaçları, el yapımı sandaletler ve “limoncello”
dedikleri bir tür limonlu içkinin satıldığı dükkânların sıralandığı bir cennet adeta. Tropik ve özgün bir bitki örtüsü, görkemli
ve biraz da vahşi kayalıklar, sürprizlerle dolu koylar, muhteşem
deniz ve keskin limon kokusu... İşte bu ifadelerle tasvir etmeye
çalıştığım Capri’yi anlatmaya bu sözcükler yetmiyor bence.
Adanın tarihçesi rivayetlerle dolu. Kimi adaya ilk gelenlerin
Yunanlar olduğunu söylüyor. Bazıları da Roma İmparatoru
Augustus’un buradan etkilenerek, Ischia Adası’nı Napoli’ye
verip onun yerine Capri Adası’nı aldığını anlatıyor (Ischia,
Capri’den hem daha büyük hem de daha zengin bir ada). Tiberius ise Capri’yi kendi evi yapmış. Bu nedenle adada Tiberius’un
sarayı ve villaları bulunuyor.
Güzel, güneşli ve limonata gibi bir havada Capri gezimi tamamlamıştım ve artık adadan ayrılma zamanı gelmişti. Açıkçası ayrılırken çok zorlandığımı belirtmek isterim. Güzelden de öte bir
22
The history of Capri Island contains some rumours. It is believed
that the island was established by the Greeks. According to another
rumour, Roman Emperor Tiberius Caesar Augustus exchanged Ischia Island, greater and richer, for Capri with Naples since he was
impressed by it.Then he had his palace and manors built to live on
this lovely island.
It was time to end my Capri tour on a sunny and lemonade-like day.
To be honest, it was not easy to leave that beautiful island, but I was
about to visit a city as lovely as Capri. On this memorable day, my
next destination was Sorrento, a city Italians are proud of. It is named
after the peninsula where the city is located. After a 20-minute short
voyage, I was surrounded by hotels, cafes and mansions inviting a
brilliant and luxurious lifestyle. Some kind of Venice and some kind
of Florence, there it was Sorrrento. Delicate tiny boutiques, elegant
pieces of porcelain and local wines were so widespread to catch my
attention easily. Staring at roaming horse-drawn carriages, I took a
break to have a cup of tea and some cookies. Honestly, those cookies had such a delicious flavour I have not still forgotten. At the end
of a joyous day, I was returning to Naples by train. It would be nice
to have a good night sleep for the last day of my travel.
On the third day I preferred visiting Pompeii, an ancient Roman city
destroyed and buried under ash in the eruption of Mt.Vesuvius in 79
AD. I chose train since it was the best way to travel from Naples to
Pompeii. Getting off the train at the station, I was in the middle of a
landscape painting.Vesuvius was standing over there with its heroic
posture. Lemon trees had already perfumed the air for us. Pompeii
was there to welcome the curious visitors. The ancient city, once a
relaxing and entertaining place for the rich, actually remained lost
for about 1700 years until its discovery in 1748. Today it is one of
the most popular tourist attractions of Italy with approximately 2.5
million visitors every year. And what makes this site so attractive? I
was sure that I would find the answer while exploring it. Centuries
old squares, temples, baths, theatres and fountains were almost intact. Even kitchen utensils were presented. I could see three human
bodies. One of them was standing, and others were lying. According
to geologists, those victims of Vesuvius almost 20,000 people died
adayı ardımda bırakarak bu kez Capri’ye 20 dakika uzaklıkta
olan Sorrento’ya gitmek üzere yola çıktım. Sorrento, aynı adla
anılan bir yarımadada bulunan ve İtalyanların övgü ile bahsettikleri bir kent. Oteller, kafeler, lüks villalar daha ilk bakışta sizi lüks
ve görkemli bir yaşama davet ediyor adeta. Biraz Venedik, biraz
Floransa; işte size Sorrento.
Sorrento da Capri gibi bir limon cenneti. Güzel butikler, zarif
porselenler ve leziz şarapların satıldığı bir kent burası. Oldukça
da turistik.Atlı arabalar turistlere kenti gezdirmek için kullanılıyor. Çay molamı verdiğim kentte yediğim kurabiyelerin tadı hala
damağımda. Sorrento’dan Napoli’ye bu kez trenle döndüm.
Napoli gezimin 3. gününü Pompei Antik Kenti’ne ayırdım.
Napoli’den Pompei’ye en pratik ulaşım yolu tren. Ben de trenle
gittim. Pompei Scavi durağında indiğim tren istasyonu ve çevresi
o kadar güzeldi ki anlatamam.Yemyeşil bir doğa, limon kokuları
ve muhteşem Vezüv. İşte hepsi karşımda duruyordu.
Pompei Antik Kenti’ni yok eden olay yani Vezüv Yanardağı’nın
patladığı tarih, MÖ 79. O tarihte yaklaşık 20.000 kişilik nüfusa
sahip olan kent tamamen lavların altında kalmış. Şehirdeki tüm
meydanlar, tapınaklar, hamam, tiyatro ve çeşmeler yerli yerinde
duruyor. Ayrıca kullanılan tüm mutfak araç-gereçleri de sergileniyor. Pompei eskiden zenginlerin eğlenceler düzenlediği bir
mesire yeriymiş. Vezüv’ün patlamasından sonra 1700 yıl kayıp
şehir olarak kalan Pompei, 1748’de arkeologlar tarafından bulunmuş. Jeologlar burada yaşamını yitiren insanların ölüm nedeninin kükürt gazı olduğunu söylüyorlar. Ayrıca yanardağın
püskürttüğü volkanik tozların sertleşmesi sonucu lavlar kalıp
haline gelmiş ve geriye sadece insanların vücut kalıpları kalmış.
Aslında ben üç adet insan kalıbı gördüm. Biri oturur, ikisi yatar
vaziyette idi. Sadece bir tanesi cam kafeste sergileniyordu. Önceden çok etkileneceğimi düşündüğüm bu görüntü bana garip
geldi. Çünkü bunlar insan değil alçıdan kalıplardı.Ancak evler ve
yerleşim, özellikle de evlerin muhteşem bahçeleri çok görkemli
ve etkileyiciydi. Mimari dergilerindeki görkemli evlerin bahçelerinden farkı yoktu. Pompei beklentilerime yanıt vermedi. Ben
çok daha fazlasını bekliyordum. Ya da daha zengin bir tarihsel
doku görmeyi umuyordum.
Napoli’den ayrılırken kendi kendime düşündüm. Bana bu kent
hakkında neler söylenmişti: Kirli, düzensiz, güvenliksiz, mafyanın
kenti, hırsızlara dikkat, gece sokağa çıkılmaz vs. Açıkçası bunlar
benim gördüğüm ve yaşadığım Napoli ile örtüşmedi. Kirliydi
evet; yerlerde çöpler, toplanmamış çöp torbaları, etrafta hurda
arabalar vardı. Ama bunlar beni bir kenti sevmekten alıkoyacak
şeyler olamazdı. Hırsızlık olayına gelince kaldığım süre içinde
hiç böyle bir olaya rastlamadım. Kısacası, gecesiyle gündüzüyle
Napoli’yi doya doya yaşadım ve sonuçta bu kenti çok sevdim.
Napoli’den ayrılırken önce beni tüm görkemi ile karşılayan
Vezüv’le vedalaştım. Uçağa bindiğimde burnumda hala adanın
kendine has o keskin limon kokusu, damağımda ise yediğim nefis pizza ve makarnaların unutulmaz lezzeti vardı.
Güzel denizi, ılıman iklimi, ucuz küçük butikleri, nefis pizzaları,
Capri Adası, Sorrento’su ve limocello’su ile Napoli bende unutulmaz izler bıraktı. Sizde de aynı etkiyi yaratacağına inanıyor,
kesinlikle Napoli’yi görmenizi öneriyorum.
due to sulphur gas and then buried under volcanic ash. Before visiting the site, I thought I would be impressed to see human remains.
But they seemed odd when I saw them. Instead of human bodies,
they were just plaster blocks. Anyway, the houses, their gardens and
the layout of the city were impressive enough to capture attention.
Those gardens did not differ from the ones illustrated in architectural
magazines. Unfortunately, Pompeii did not meet my expectations. I
had probably expected too much.
Leaving Naples, I was thinking about the comments I heard before
visiting it. Dirty, disorganized, lack of security, mafia city, being careful of robbers, dangerous at nights etc. Those comments did not
meet the Naples I visited. It was actually dirty, but there being litters,
rubbish and car wreckages on the streets did not prevent me from
loving Naples. I did not encounter any robbery during my travel and
had joyous days and nights. All in all, I loved Naples very much.While
ending that splendid travel, I bade farewell to majestic Vesuvius. After
boarding the airplane, I could smell fragrant lemon trees and I still
felt the delicious tastes of those macaroni and pizzas.
Thanks to its beautiful sea, mild weather, tiny chic boutiques, tasty
pizzas, delicious limoncello, Capri Island and Sorrento, Naples has
given me great memories. I am sure it will leave similar impressions
with you, so I highly recommend everyone to visit this unique city.
Pompei/Pompeii
23
havacılık
Kurşun kapsüller ve
kartal kanatlarla
uçanlar TÜRK HAVACILIK TARİHİ-1
Lagari Hasan ve Hezarfen Ahmed… Fenne ve fikre yatkınlık belirten
"çelebilik" payesine sahip bu iki Osmanlı, halklarının havacılık serüveninin iki özgün miladıdır. Ve bir Türk havacılığından söz edilecekse,
önce onların hikayesi anlatılmalıdır…
24
915’in korkunç yazında, Çanakkale cephesinin barut
ve kan kokan siperlerinde, göğüs göğüse çatışmaların, tek tük top sesleri dışında hışırtılı bir sessizlikle
durduğu sınırlı saatlerde, toprak siperlerin içindeki
askerler arkalarına yaslanıp sigara içerek, çoğunlukla gerçeküstü hikayeler anlatırlardı birbirlerine…
Anadolu’nun birbirine uzak köylerinden, kasabalarından gelmiş genç erler, kültürlerinin söylencelerini ve
söylentilerini; kulaktan kulağa yayılan ve çoğunlukla
her anlatışta biraz daha değişen fantastik olaylarını
değiş tokuş ederlerdi. Az sonra başlayacak çarpışmada,
öğrenilmiş her şeyin sonsuz bir unutuşla anlamsızlaşacağı gerçeğinden kurtulmanın yolu, bu gerçeküstü masalların
büyüsüne kapılmaktı belki de. En çok göğe yükselme hikayeleri anlatılırdı. Binlerce yıldır insanlığın ortak düşü ve engeliydi
gökyüzü; milyarlarca insanı yönlendiren dinsel anlatılar da, ücra
bir köyün mahalli söylentisi de, yerden yükselen insanlar, yerin
ezici çekimine karşı zaferini ilan etmiş, doğaüstü yetenekleri olan ya da bizzat doğaüstü olan varlıklardan söz ediyordu.
Uğultulu tepelere yükselen hayaletler, düşmanlarının elinden
göğe sıçrayarak kurtulan savaşçılar, kartallarla dövüşen yiğitler ve gökleri fethetmeyi tutku edinmiş mucitler… Ruhlarının
ilahi bir yükselmeyle tanrıya kavuşacağına inanan, şahadetlerinin kıyısındaki askerler, asla tanık olmadıkları ama gerçekliğine
inandıkları tuhaf öykülerinde insanları uçuruyorlardı!
Osmanlı cephelerinde hikayesi en çok anlatılan "uçan insanlar"
ise Lagari Hasan ve Hezarfen Ahmed çelebilerdi… Yerel öykülerin sınırlı hayal gücünden ve mantık hatalarından azade, yeterince inandırıcı ve her şeye rağmen dinleyene düş gibi görünen
gökyüzü zaferleri. Birkaç on yıl sonra, Hezarfen’in kanatlarını,
25
havacılık
Lagari Hasan’ın kurşun kapsülüne iliştiren savaş tayyareleri,
siperlerde bekleşen askerlerin üstüne ölüm kusmaya başlayacaktı. Ama şimdi, barışçıl çabalarıyla çelebiler, ölümün kıyısında,
yaşama dair bir umudu taşıyorlardı.
Bir tür bilgelik, fenne ve fikre yatkınlık belirten çelebilik payesine sahip bu iki Osmanlı, halklarının havacılık serüveninin iki
özgün miladıdır. Ve Türk havacılığından, modern Türkiye’deki
havacılık faaliyetlerinin geleneğinden söz edilecekse, önce onların hikayesi anlatılmalıdır...
ROKETLE UÇAN İLK İNSAN:
LAGARİ HASAN ÇELEBİ
1663 yazı… Devlet-i Aliye’nin başkentinde sıcak ve neşeli bir
gün. Sultan IV. Murad Han’ın mahdumesi Kaya Sultan’ın dünyaya gelmesi Sarayburnu’nda şölenlerle kutlanmaktadır.
Gecenin sürprizi ise, Türk mühendisliğinin öncüsü sayılan Hasan Çelebi’nin sıradışı uçma denemesidir. Minyon ve çelimsiz
görünümlü olan Hasan Çelebi’ye, bu nedenle “lagari” denmektedir. Ve Lagari Hasan Çelebi namlı bu ufak tefek adam, şimdi
tarihi değeri çok yüksek bir deneme yapmak için hazırlanmaktadır.
Bitmek bilmez savaşların içinde, barut ve patlayıcılarla epey
haşır neşir olmuş olan Osmanlılar, bir tepkili roket prototipi
olarak kabul edilebilecek fişekler hakkında pek çok bilgiye sahipti. Osmanlı ordusu, barut macunundan yapılmış havai fişeği
ve yanış hızının azaltılıp çoğaltılması tekniğini biliyordu. Ve bu
bilgiler, cesur bir mucidin, göğe sevdalı bir mühendisin elinde,
yeryüzünün ilk “insanlı uçuş” denemesine dönüşecekti.
Lagari Hasan Çelebi, 50 okkalık barut macunu ile çalışan 7 kollu bir roketin atış gücünden yararlanarak, dünyanın ilk insan taşıyan roketini yapmıştı! Roket, etrafındaki fişekler yakıldığında
26
ateşlenip havalanacak, bir süre havada kaldıktan sonra, Lagari
Hasan’ın öngördüğü üzere denize inecekti.
Sultan Murad Han’ın ilgi dolu bakışları altında fişekler ateşlendi ve Lagari’nin içine yerleştiği kurşun kapsül göğe doğru
havalandı. Lagari yaklaşık 300 metre yüksekliğe ulaştı ve 20 saniye kadar havada kaldı. Sonra barut macunundan ibaret olan
yakıtı bitti ve kollarına geçirdiği kanada benzeyen kumaşlarla
süzülerek denize inmeyi başardı. İzleyiciler, bu zaferi kutlamak için birkaç saniye daha beklediler… Sonra Lagari Hasan,
denizden sapasağlam çıktı. Sarayburnu’nda cihan şahı Murad
Han da tebası da büyük coşkuyla ve memnuniyetle izlediler
bu gösteriyi… Bundan sonrası daha çok rivayettir ve şöyle
anlatılır. Murad Han, Çelebi’yi huzuruna çağırır. Lagari Hasan’ın
ona söylediği ilk şey, “Padişahım İsa Peygamber’in size selamı
var” olur! Padişah onu bir kese altın ve sipahi ocağında tımar
ile ödüllendirir. Bir süre padişahın desteğini gören Lagari’nin
sonradan gözden düştüğü ve Kırım’a sürüldüğü rivayet olunur.
O gece konuklar arasında çok tanınmış bir çelebi daha vardır: Gezgin Evliya Çelebi. Osmanlı’nın bu büyük gezgini, Lagari
Hasan Çelebi’nin cesur gösterisini, “Seyahatname”sinde şöyle
anlatır:
“Murat Han’ın Kaya Sultan adlı temiz talihli kızı dünyaya geldiği
gece kurban keserek bayram ettiler. Bu Lagari Hasan elli okka
barut macunundan yedi kollu bir fişek yaptı. Sarayburnu’nda
padişah huzurunda fişeğe bindi. Çırakları fitili ateşlediler. Lagari, ‘Padişahım seni Allah’a ısmarladım. İsa Peygamber’le konuşmaya gidiyorum’ diyerek, Allah’ın ve peygamberin adıyla göğe
yükseldi…”
KARTAL KANATLI HEZARFEN AHMED ÇELEBİ
Endülüslü bir Arap bilgin olan İbn-i Fernas’ın, henüz 11. yüzyılda, kendi gövdesine kanatlar takarak uçmaya teşebbüs ettiği
rivayet olunur. Ama tüm dünya için, “dünyayı kanatlarının altına
alan” ilk insan Ahmed Çelebi’dir…
“Bin fen bilen” manasına gelen “hezarfen” namını alan Ahmed
Çelebi de Lagari gibi 17. yüzyılda yaşamıştı. Kendisinden önce
yaşamış İslam âlimlerinin eserlerine çok meraklıydı. Ama en
çok ilgisini çeken, Farabi İsmail Cevherî isimli alimin “uçuş hesaplamaları” ve hayaliydi. Cevherî’den hava akımlarını ve denge
unsurlarını hesaplayarak, yani bir bakıma “kuşları taklit ederek”
insanın da uçabileceği vizyonunu almıştı. Ve insanın uçabilmesi
için, büyük bir kuş olan kartalı örnek alması gerektiğine karar
verdi. Asıl büyük denemeye girişmeden önce, o devirde çok
büyük bir spor alanı olan İstanbul’daki Okmeydanı’nda tam
dokuz deneme yaptı. Her denemede bir düzeltme yaparak
kendisini uçuracak kanatlara son şeklini verdi. Nihayet bir gün
Galata Kulesi üzerinden kendini boşluğa bıraktı ve Boğaz’ın
sularını aşarak Üsküdar’a “bir kuş gibi süzülerek” indi.
Evliya Çelebi, bu mühim hadisenin de görgü tanıklarından biriydi. “Seyahatname”sinde anlattığı bu uçuşun tam tarihini belirtmiyordu ama Sultan IV. Murad zamanında gerçekleştiğini
söylüyordu. Lagari gibi Hezarfen de IV. Murad’ın hükümdarlık yaptığı dönemde uçmuştu. Evliya Çelebi ondan şöyle söz
ediyordu: “İlk olarak Okmeydanı’nın minberi üzerinde, rüzgarın şiddetiyle kartal kanatlarıyla sekiz dokuz kere havada
pervaz ederek ta’lim etmiştir. Daha sonra Sultan Murat Han
Sarayburnu’nda Sinan Paşa Köşkü’nde temâşâ ederken Galata Kulesinin tâ en üst zirvesinden lodos rüzgâriyle uçarak
Üsküdar’da Doğancılar meydanına inmiştir.”
IV. Murad, Hezarfen’i de bir kese altınla mükafatlandırmış, ancak hemen sonra, “Bu adam pek havf edilecek (korkulacak)
adamdır, her ne murad edilirse elinden geliyor, böyle kimselerin serbest kalması caiz değildir” diyerek onu Cezayir’e sürer. Hezarfen, yeni denemeler yapamadan, son nefesini burada
verir.
Görüldüğü gibi, bugün artık neredeyse “Mars üzerinde koloni
kurma” hayalini gerçekleştirme noktasına dayanmış olan Batı
havacılığının ortaya çıkışından yüzlerce yıl önce, topraklarımızdan iki bilgin, iki cesur çelebi gökleri fethetme macerasının ilk
kıvılcımlarını ateşlemişlerdi. Tüm dünyada uçak yapım tekniğinin öncüsü kabul edilen Otto Lilienthal, basit kanatlarla ilk uçuş
denemesini yaptığında yıl 1890’dı! Hezarfen Ahmet Çelebi’nin
Boğaz’ı bir kartal gibi geçmesinden yaklaşık 250 yıl sonra... Ve
Avrupa’daki ilk kayda değer roket denemeleri de Lagari Hasan
Çelebi’nin cüretkar hamlesinden tam 250 yıl sonra yapılabildi.
Ne demeli? Zamanın yöneticileri bu avangart bilginlere sahip
çıksaydı, Türk havacılığı şimdi nerede olacaktı kim bilir? Bu sorunun cevabını hiçbir zaman veremeyeceğiz. Bugün hangi noktada olduğumuzu okumak içinse bir dahaki sayıyı beklemeniz
gerekecek.
İLK PARAŞÜTÇÜ:
SERAKİNO
Yıl 1159’du. Bizans İmparatoru Manuel Komnen, Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucusu Kutalmışoğlu Süleyman
Şah’ın oğlu Kılıçarslan’ı, İstanbul’a davet etmişti. İmparator, Kılıçarslan şerefine hipodromda görkemli şenlikler
icra ettirmişti. Bizanslılar, Anadolu Selçuklu Devleti’nin
biricik veliahtına, bu meydanda bütün hünerlerini gösterdiler. Bu esnada Kılıçarslan’la beraber gavureline gelen bir Türk, Atmeydanı’ndaki Dikilitaş üzerinden atlayıp
bir kuş gibi havaya uçacağını bildirdi. Adı sanı bilinmeyen
bu adam gerçekten de Dikilitaş’ın üzerine çıktı. Sırtında
gayet uzun ve geniş beyaz bir elbise vardı; paraşüt gibi
şişebilen bir elbiseydi bu. Gerçekten bir müddet havada
uçtu fakat biraz sonra yere düşerek paramparça oldu.
Bizans tarihi onu “Serakino” yani “Şarklı” diye kaydetti,
geçmişine. Adı malum olmayan bu Türk’ün de ilk paraşütçü olduğu kabul edilir.
27
özel günler
Hayatınızın ilk ve
değişmez kahramanını bir
kere daha düşünmenin,
ona duyduğunuz
sevgiyi özel bir biçimde
anlatmanın tam zamanı
değil mi? Şimdi birkaç
dakikalığına işi gücü bir
kenara bırakın ve sadece
onun sizin için ne ifade
ettiğini düşünün; en
doğru yolu bulacaksınız.
nlatı o ki Beşiktaşlı bir oyuncu bugün pek de
hatırlanmayan bir maçta kırmızı kart gördükten sonra hakemin kararına itimat etmeyerek Hakkı Yeten’e, siyah-beyazlı takımın tarihindeki “baba” lakaplı üç efsane oyuncudan
biri olan takım arkadaşına sorar: “Baba çıkayım
mı?” Çünkü sorulur. Hayat beklemediğiniz bir
anda bir iğne batırır gibi canınızı yaktığında ya
da şöyle en okkalısından sert bir tokat attığında önce babalara
sorulur.
Müslüm Gürses; Nilüfer, Tarkan ve Teoman gibi “pop
yıldızları”ndan şarkılarını istediğinde ikiletmeden verdiler. Verilir. İsteyen, tevazu gösterip, kendi deyimiyle size “güzellikle
eğilip” isteyen bir baba ise verilir. Müslüm Gürses yani Müslüm
Baba hasta yatağındayken en samimi sağlık dileklerinden birini
ifade eden isim, daha önce kamuoyuna da yansımış tartışmalarına rağmen Fazıl Say oldu. Çünkü babalarla kavga da edilse,
babalarla bambaşka yollar da çizilse, tıpkı analar gibi babalar da
tarifi imkansız bir sevginin nesnesidir. Can Yücel bu dünyadan,
ardında dağ gibi bir külliyat bırakarak ayrıldı; sayısız şiir, çarpıcı bir zekanın ürünü politik makaleler, doğru zamanda sarf
edilmiş bir miktar küfür, Türkiye’nin çeviri anlayışında kökten
değişikliklere yol açan denemeler ve harika bir dörtlükle:
Hayatta ben en çok babamı sevdim
kara çalılar gibi yerden bitme bir çocuk 28
çırpı bacaklarıyla ha düştü ha düşecek
nasıl koşarsa ardından bir devin
o çapkın babamı ben öyle sevdim
Can Yücel, babası eski Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’i
her zaman büyük bir saygıyla andı, büyük kalabalıklar kendisini “baba” lakabıyla çağırırken... Peki ama niye bazı insanlar bu
sihirli “baba” lakabıyla anılırlar? Babalık nasıl bir mertebedir
ki sadece bir takdiri değil, tartışılmaz bir konumu da anlatır?
Bu sırrı çözmeye ömür vefa etmez. Şu aralar belki de yapılabilecek en iyi şey, haziran ayının üçüncü pazar gününe denk
gelen Babalar Günü’nü vesile ederek, o güzel adamı, onun
hayatımızda tuttuğu yeri bir kez daha düşünmek. Babanıza
ne hediye edeceğinize gelince; doğrudan bir tavsiyede bulunmamız imkansız. Hediyeniz, ona duyduğunuz sevgiden ilham
almalı; bunu da sizin dışınızda kimse bulup çıkaramaz. Ama
ilham almak için beş dakikalığına işi gücü bırakıp kulağınızı
şu güzel Fikret Kızılok şarkısına vermenizi önerebiliriz. Şöyle
başlıyor:
Bir bakarsın oyuncağın kırılmış,
arkadaşın sana küsmüş darılmış
kavga etmiş kaşın gözün yarılmış
Yaşlı gözlerle bana gelip sakın üzülme yavrum
böyle büyür insanlar ağlamak çare değil
zaman değirmenini durdurmak kolay değil
Uçak Teknisyenleri Derneği olarak geleneksel kahvaltı etkinliğimizin
bir yenisini daha düzenliyoruz. Birliğin, birbirini anlayan ve destekleyen
büyük bir aile olmanın coşkusunu hep birlikte daha da derinden hissedeceğimiz
kahvaltı etkinliklerimize tüm üyelerimiz ve aileleri davetlidir.
Tarih: 16 ve 30 Haziran Pazar
Saat: 09.00 - 13.00
Yer: Kaşıbeyaz İtalyan Restoranı
Sesto Senso
Adres: Şenlikköy Çatal Sokak No. 19
Florya/İstanbul
Not: Etkinliğe katılacak üyelerimizin en az 3 gün öncesinden
0212 542 13 00 numaralı telefona katılım bilgisi vermesi rica olunur.
1968
UÇAK
Rİ
YENLE
N
K
TE İS EĞİ
DERN
29
kültür
eleneksel lezzetlerimizi yüzyıllar sonra yeniden
tartışmaya, üzerinde yeniden konuşmaya başladık. Yüzyıllardır bize ait olan şeyleri şimdi
neden sorguladığımızı bilmiyorduk (!) ama
bu tartışmayı yaparken atladığımız bir şey vardı.
Esasa ilişkin öyle bir şeydi ki bu, tüm tartışmayı bir
anda bitirebilirdi. Hemen hiç kimse görmedi bunu; bizim
gibi damağına düşkün olduğu kadar Türkçeye yani diline
düşkün insanlar haricinde. İçecekle içki aynı şey değildi.
Milli içkimiz “rakı”ydı, milli içeceğimiz ise “ayran”. “İçki”
kelime anlamı olarak içinde alkol bulunan içecek demekti.
Yani tartışmaya gerek yoktu, ikisi farklı şeylerdi ve birbirinin yerini alamazdı. Bu güncel konuya değindikten sonra gelelim milli
lezzet ve yalnızca bizim kültürümüze ait olan şeylere.
Türk kahvesinden
Karagöz ile Hacivat’a
Yalnızca bizim kültürümüze
ait olan şeyler
Geleneksel içecek
üzerine yoğun
tartışmaların yaşandığı
bugünlerde biz de
güncel bir konuya
değinelim dedik ve
yoğurttan rakıya,
lokumdan Türk
kahvesine ve HacivatKaragöz’e geleneksel,
sadece bizim
kültürümüze ait olan
şeyleri derledik. Bizi
bir de bizden okuyun.
30
Milli içkimiz “rakı”
Geleneksel Türk sofralarının vazgeçilmez içkisi rakı; sadece bir
içecek değil, bir kültür. Kendine has bir içiliş adabı olan bu milli
içki, dost meclislerinde muhabbeti süsler; derdi, tasayı unutturur.
Anason ve üzümün işlenmesiyle elde edilen renksiz bir alkollü
içki olan rakının yoğun anason kokusu daha önce hiç tatmamış
kişilerce itici bulunabilir ancak zamanla alışkanlık yaratır ve tarifi
eşsiz bir tat bırakır, damakta. Beyaz peynir rakı sofrasının olmazsa olmazıdır. Özellikle Ezine beyaz peyniri tercih edilir. Çoğunlukla dilimlenerek servis edilir. Peynir ve rakının bir diğer kadim dostu ise kavundur. Rakı, yüzyıllar boyunca farklı ortamlara
uyum sağlayan bir içki olduğundan içiliş şekli de değişmiştir. Buna
göre sayısız kadeh tipi ortaya çıkmıştır. Bade, leylekboynu, bülbül
ağzı, çay bardağı, kristal kadehler, çeşmibülbül bunlardan sadece
birkaçıdır. Rakı meclislerinin önceliklerinden biri de dostlar ve
muhabbettir. Rakının yanında ayran, şalgam ya da soda içilebilir,
zeytinyağlı mezelerin süslediği sofranın son konuğu elbette okkalı bir Türk kahvesidir. Rakının verdiği çakırkeyifliği Türk kahvesi alır.
40 yılın hatırı: Türk kahvesi
Türk kahvesi, Türkler tarafından keşfedilen bir kahve hazırlama
ve pişirme metodunun adıdır. Tadı, köpüğü, kokusu, pişirilişi ve
ikramıyla kendine özgü bir kimliği ve geleneği vardır. Önceleri
Arap Yarımadası’nda kahve meyvesinin kaynatılması ile elde edilen içecek, bu yepyeni hazırlama ve pişirme metoduyla gerçek
lezzetine ve eşsiz aromasına kavuşmuştur. Kahve ile Türkler sayesinde tanışan Avrupa uzun yıllar bu içeceği Türklere özgü bu
yöntemle hazırlayıp tüketmiştir. Brezilya ve Orta Amerika menşeili, Arabica türü, yüksek kaliteli kahve çekirdeklerinden harmanlanan ve titizlikle kavrulan Türk kahvesi, çok ince öğütülür.
Bir cezve yardımıyla su ve isteğe göre şeker ilave edilerek pişirilir. Küçük fincanlarla servis yapılır. İçilmeden önce telvesinin dibe
çökmesi için kısa bir süre beklenir. Kaynatılarak içilen tek kahve
türüdür. Ayrıca telvesiyle fal bakılması nedeniyle sosyolojik bir
yönü de vardır. Eşsizdir çünkü kahve fincanın içindedir ancak
telve olarak dibe çöktüğünden filtre edilmesine ve süzülmesine gerek kalmaz. Hazırlanırken şeker ilave edildiğinden diğer
kahvelerde olduğu gibi sonradan tatlandırmaya gerek yoktur.
Sağlıklıdır çünkü fincanın dibinde biriken telvesi içilmez. Sıklıkla
içildiği halde, miktar olarak fazla olmadığından şişkinlik yapmaz.
Diğer kahve türlerine göre, bir içimde daha az kafein içerir. Kahveden önce su içilerek, ağızda bulunan önceki tatlar arındırılır.
Böylece kahve lezzetinin tam olarak damağa ulaşması sağlanır.
Kültürümüzde kendine has bir yeri olan kahve, pek çoğumuzun
vazgeçilmezleri arasındadır. Daha önünüze gelmeden kendini
kokusuyla hissettiren kahve, bir dinlenme vesilesi ve sohbet bahanesidir. “Türk kahvesi” adıyla ilk uluslararası markamız sayılabilecek olan kahve; güzel bir içecek olmasının yanı sıra pek çok
deyime, atasözüne, şiire ve türküye de konu olmuştur.
Bir kelime bir lezzet: Yoğurt
Dünya dillerine girmiş, Türkçe bir kelime “yoğurt”. Türkiye için
yoğurdun ne kadar önemli olduğunun bir göstergesi bu. Kaldı ki,
yılda 30 kilo ile dünyada kişi başı yoğurt tüketiminin en yüksek
olduğu ülke de Türkiye. Yoğurdun ilk kez ne zaman ve nasıl yapıldığına dair elde yeterli bilgi olmamakla beraber Kaşgarlı Mahmud tarafından 10. asırda yazılan “Divanü Lügâti’t-Türk” ve Balasagunlu Yusuf Has Hacib tarafından yazılan “Kutadgu Bilig” adlı
eserlerde “yoğurt” kelimesine bugünkü anlamda rastlanmaktadır.
Yoğurdun Türk sınırlarını aşarak dünyaya yayılması ise 20. yüzyılın başlarına rastlar. Yoğurt, Amerika’da yaklaşık olarak 45-50
yıl önce tanınmıştır. Asya ve Afrika’da yayılışının ise Türkler vasıtasıyla olduğu söylenebilir. Marko Polo’nun seyahatnamelerinde
Çin’de yoğurt yendiği yazmaktadır. Oğuzlar kabın dibinde kalan
ve yoğurt oluşumunu sağlayan maddeye, ekşi bir tada sahip olan
koruktan esinlenerek “kor” adını vermişlerdir. Önceden kalmış
olan ve sütün mayalandırılmasında kullanılan yoğurt Anadolu’da
“damızlık” olarak da bilinmektedir. Yoğurt; hayvan derisi, ahşap
veya topraktan kaplarda yapılır ve saklanırdı. Bu geleneksel lezzet taze olarak yendiği, ayran yapılarak içildiği gibi kurutularak
sütün az bulunduğu mevsimlerde de yenmekteydi. “Kurut” adı
verilen kurutulmuş yoğurt, günümüzde halen Orta Asya ülkelerinde yaygın olarak tüketilmektedir. Tarihçilerin çoğunluğu süt
mayalandırma tekniğinin Orta Asya’da yaşayan göçebe topluluk31
kültür
lar tarafından geliştirildiği konusunda görüş birliği içindedirler.
Bu topluluklar neolitik çağın başında hayvandan süt sağmayı öğrenmiş ve kolay bozulan bu içeceği mayalandırarak daha dayanıklı olan yoğurda dönüştürmeyi keşfetmişlerdir. Buradan batıya,
kuzeye ve güneye göç eden Türkler yoğurt yapma alışkanlığını
Anadolu’ya, Kafkaslara, Rusya’ya ve Avrupa’ya taşımışlardır. Yoğurt yıllar boyu Türkiye halkının geleneksel yöntemlerle evde
yaptığı, farklı şekillerde saklayarak her mevsimde yiyecek ve su
katarak içecek olarak tükettiği temel besinlerden biridir.
Hayalbazın perdesinde bir efsane:
Karagöz ile Hacivat
Karagöz ile Hacivat’ın gerçekte yaşayıp yaşamadıkları belli değil.
Ne vakit nasıl ortaya çıktıkları hakkında kesin bilgiler ve belgeler
yok. Bu iki karakterin gerçekten yaşayıp yaşamadığı, yaşadıysa
nerede-nasıl yaşadığı kesin olarak bilinmiyor. Bu açıdan Karagöz
ile Hacivat’a bir efsanedir diyebiliriz.Anlatılanlar rivayete dayanır,
zira gerçekten yaşamış olsalar bile büyük ihtimalle bahsedilen
dönemde tarih kitaplarına girecek kadar önemli bulunmamışlardır. Halkbilimciler Karagöz’ün bazı oyunlarda Çingene olduğunu itiraf etmesi, Bulgar gaydası çalması ve Evliya Çelebi’nin
tanıklığına dayanarak Bizans imparatoru Konstantin’in Çingene
seyisi Sofyozlu Bali Çelebi olduğunu ileri sürmektedir. Bir diğer
rivayet ise duvarcı ustası Hacı İvaz Ağa ya da halka mâl olmuş
adıyla Hacivat ve Trakya’daki Samakol Köyü’nden demirci ustası
Karagöz, Orhan Gazi devrinde Bursa’da yaşamış ve Ulucami’nin
yapımında çalışmış iki işçidir. Çalışırken yaptıkları teatral nitelikteki mizahi atışmalarla, kendileri çalışmadıkları gibi diğer işçilerin
de çalışmasını engellemektedirler. Orhan Gazi’nin “Cami vaktinde bitmezse kelleni alırım” dediği cami mimarı, caminin vaktinde
bitmemesine kızarak Karagöz ve Hacivat’ı şikayet eder. Bunun
üzerine bu efsanevi ikili başları kesilerek idam edilir. Karagöz
ile Hacivat’ı çok seven ve ölümlerine çok üzülen Şeyh Küşteri,
ölümlerinin ardından kuklalarını yaparak perde arkasından oynatmaya başlar. Böylece taklide ve karşılıklı konuşmaya dayanan,
iki boyutlu tasvirlerle perde kullanılarak sergilenen bir gölge
oyunu olan “Karagöz ile Hacivat” doğar. Karagöz oynatıcısına
“hayali” ya da “hayalbaz” denir. Yardımcıları çırak, yardak, dayrezen, sandıkkârdır. Karagöz figürleri kalın deriden, özellikle de
deve derisinden yapılır. Bu derinin kullanılabilmesi için birçok işlemden geçmesi gerekir. Renklendirme için eskiden kök boyalar
kullanılıyordu, bugün ise bunların yerini çini mürekkebi almıştır.
Kültürümüzün önemli bir parçası olup günümüzde özellikle Ramazan akşamlarının vazgeçilmez eğlencelerindendir.
Rahat ul-hulküm=TurkIsh delIght
Lokum, su, şeker ve nişasta kullanılarak yapılan bir Türk tatlısıdır. Lokum doğal ve sağlıklı bir besin kaynağı olup, sağlığa pek
32
çok yararı olduğu bilinmektedir. Adını Osmanlıca “boğaz rahatlatan” anlamına gelen “rahat ul-hulküm” kelimesinden alan
lokum, yaklaşık 15. yüzyıldan beri Anadolu’da bilinmekle birlikte, özellikle 17. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde
yaygınlaşmıştır. Dünyaca tanınmış Türk lokumu, 1000 yılı aşkın
bir tarihi geçmişe sahip olmakla birlikte gerçek kimliğine; mükemmel kıvamı ve lezzetine Osmanlı İmparatorluğu’nun mutfağı
ile ulaşmıştır. Sarayda yapılan en meşhur şekerlemenin lokum
olduğu bilinmektedir. Lokum Osmanlı’nın ilk dönemlerinde
sadece padişahlara özgü olarak yapılırken zamanla piyasada
bulunan şekerlemecilere de üretim yetkisi verilmiş, böylece
halkın da bu şekerlemeyi tanımasına olanak tanınmıştır. Kimi
kaynaklara göre 15. yy’dan beri Anadolu’da yapılmaktadır. Kimi
kaynaklara göre ise 18. yy sonunda sert şekerlerden sıkılan
I. Abdülhamit’in yumuşak şekerleme yemek istemesi üzerine
Hacı Bekir tarafından açılan bir yarışma neticesinde icat edilmiş
ve yarışmada da Muhittin Hacı Bekir birinci olmuştur. İster18.
yy ister 15. yy’da icat edilmiş olsun lokumu seri olarak üreten,
popülerleştiren ve Avrupa’ya tanıtan kişinin Hacı Bekir olduğu
tartışmasızdır. Bir İngiliz seyyah aracılığı ile 18. yy’da İngiltere’ye
götürülmüş ve “Turkish delight” olarak tanıtılmış olan bu yumuşacık lezzet, başlangıçta bal ve/veya pekmez ile kıvam verici olarak undan yararlanılarak üretiliyordu. 18. yy ortalarında Osmanlı
topraklarına rafine şeker girdikten sonra pekmez ve bal yerine
şeker kullanılarak üretilmeye başlandı. Lokum yüzyıllar boyunca
Türk kültürünün bir parçası olarak, içeriği neredeyse hiç değişmeden günümüze kadar gelmiştir.Adı ister lokum ister “Turkish
delight” olsun; şahane olarak nitelendirilen bu geleneksel Türk
lezzetinin, yolu bir şekilde Türkiye’den geçmiş herkes tarafından
beğenilerek tüketildiği bir gerçektir.
teknİK
UÇAK BAKIM/ONARIM FAALİYETLERİNDE
MALZEME DEPOLAMA SİSTEMLERİ
S
Yazı: Mehmet ERTEK
Mühendis
atın alınan, tamirden gelen, ödünç alma ya da değiştirme yoluyla temin edilen parça, malzeme, komponent, takım veya teçhizatın önce tesellüm (kontrol ve kabul) işlemi yapılır. Tesellüm işleminin amacı
uçaklara/komponentlere, sadece uçuşa elverişli parçaların takılmasını sağlamaktır.
Uçak ile ilgili parçaların tip sertifikası hakkını elinde bulunduran şahıslar veya kuruluşlar (TC Holder), bu parçalara bir parça numarası verip bağlı oldukları sivil havacılık otoritesi tarafından onaylanmış parça kataloğuna işler. Onaylı bir malzemenin
karşılaması gereken şartları sağlamayan veya sağladığı henüz
kesinleşmeyen malzemelere, “şüpheli onaysız parça” denir.
Tesellüm işlemi, ön kontrol ile başlar. Malzemenin hasarlı olup
olmadığı ve gerekli dokümanların varlığı konusunda inceleme
yapılır. Olumsuz bir durum varsa malzeme karantinaya alınır.
Malzemenin görünüşte sağlam olması, bu işlemin yapılmasına
mani değildir. Malzemede gizli bir hasar olması ihtimaline karşı
tedbirli olunur.
Şüpheli onaysız malzeme tehlikesine karşı, malzemenin ambalajı üzerinde bulunan ve gönderici firmayı belirleyen etiketin
görünümünün normal olduğu, etiketin üzerinde herhangi bir
tahribat olmadığı, alışılmış etiket ile benzerlik gösterdiği ve
ambalajın standartlara uygun olduğuna dikkat edilir. Şüpheli
onaysız malzeme tespit edilirse SHGM’ye bildirilir. Ön kontroller yapıldıktan sonra malzemenin ambalajı açılarak “tesellüm kontrolü” başlatılır.
34
• Sivil otoritelerince belirtilen her türlü belgenin varlığı
Bazen buraya kadar sıralanan prosedürlerin tam olarak karşılanamaması nedeni ile uçak ana bakım merkezi dışındaki hat istasyonunda komponent veya malzeme bekler (AOG) duruma
düşebilir. Bu durumda detaylı kontrolden geçmeden,
uçakta geçici olarak kullanılacak malzemelerin şu şartlara uyması gerekir:
• Komponent veya malzeme en azından ülke ulusal otoritesinin onay bilgisini içeren bir faal etiketine sahip olmalıdır.
• Göz kontrolünde normal olmalı ve uçağa takıldığında AMM’de
verilen testlerde olumlu sonuç vermelidir.
• Bu durumda uçağın 30 saat süre ile veya ana bakım merkezine dönünceye kadar (hangisi erkense) uçmasına müsaade
edilir.
• Bu durumda uçağın seyir defterine (Log Book) neden, ne
zaman ve nerede AOG olduğu bilgileri girilmelidir.
W
Tesellüm kontrolünde şu genel hususlara dikkat edilerek malzeme ret veya kabul edilmelidir:
• Servise verme sertifikasının ve faal etiketinin tam ve doğru
olarak doldurulduğu
• Parça adı, parça numarası, kafile numarası, referansının (NAS,
MS vb.) belirtildiği ve gerektiğinde (kullanılmadan önce işlem
görecek) ham malzemeler için özel işlem bilgisinin doğruluğu
• Test veya kalibrasyon raporu, referanslar ve teknik resim gibi
özel taleplerin mevcudiyeti
• Belirtilen modifikasyonların uygulandığı, sertifika ve malzeme
üzerindeki bilgi dokümanlarının tahribata uğramadığı ve bilgilerin birbiriyle uyuştuğu
• Tamirden gelen bir malzeme ise tamir raporu
• Dokümanlarda onaylı üreticinin mührü
• Malzemenin raf ömrünün belirtilmiş olması
• Malzemede gözle görülür bir kullanılmışlık hissi veren çizik,
boya veya korozyon belirtisi olmaması
• Vida gibi sayıca çok fazla olan malzemelerin numune alma
yolu ile sipariş ölçütlerine uygunluğu
• Malzemenin şüpheli onaysız bir malzeme olmadığının açıkça
görülmesi
• Kullanılmış parçaların ömür bilgileri
• Malzemenin satın alma sipariş isteğini (P/O-Purchase Order)
özellik ve sayı olarak karşıladığı
• Kimyasal türü gibi bazı malzemelerin özel depolama şartları
bilgilerinin belirtilmiş olduğu
Tesellümde malzemelerin sadece göz ve doküman kontrolü
yapılabilir. Ölçüm, test ve detaylı kontrol için ilgili onaylayıcı
personelden yardım alarak malzeme ve komponentlerin tesellümü yapılır.
Tedarikçi firmadan gelen her türlü malzeme, tesellüm işleminden geçtikten sonra “faal etiketi” bağlanarak depoya teslime
hazır duruma gelir. Depolama işlemi; uçak malzeme ve komponentlerin uygun bir şekilde etiketlenmesi, paketlenmesi, faal
tutulması, taşınması, sevk edilmesi ve bakıma verilmesi işlemlerini kapsamaktadır. Depolama işlemi sırasında malzeme şu
konularda kontrol edilir:
• Malzemenin ambalajının hasarsız olması
• Komponentler için: Komponent faal kartının eksiksiz olarak
doldurulmuş olması ve servise verme sertifikasının ekli olması
• Tamir edilebilir (repairable) malzemeler için: Faal kartının ve
servise verme sertifikasının ekli olması
• Sarf malzemeler için: Faal kartının bulunması, kart üzerindeki
bilgilerin tam olarak doldurulması ve tesellüm biriminin mührü
• Malzeme için tesellüm işlemi sırasında belirtilen raf ve ranza
bilgileri kontrol edilir.
• Raf bilgisi olmayan (depoya daha önce hiç girmemiş) malzemeler için raf ve ranza bilgisi tayin edilir.
• Malzemelerin herhangi bir hasar ve korozyon tehlikesine
karşı koruyucu özel ambalajı ile raflara konması
• Atölyelerden faal olarak depoya iade edilen komponentler
için: İlgili atölye tarafından komponent faal kartı ve servise verme sertifikası düzenlenir. Malzeme bu dokümanlarla birlikte;
statik elektriğe duyarlı komponentler antistatik torbaya konulmuş, elektrik soketleri kapatılmış, boru ağızları tapalanmış ve
uygun şekilde kutulanmış olarak teslim alınır.
• Atölyelerden faal olarak depoya iade edilen sarf ve repairable
malzemeler için faal parça kartı düzenlenir. Malzeme uygun bir
şekilde paketlenir, bu dokümanla birlikte teslim alınır. “O ring”
ve “packing” gibi sarf malzemelerinin özel ambalajının açılmamış olduğundan emin olunduktan sonra teslim alınır. Malzemeleri depolarken uyulması gereken şartlar vardır.
• Depoların ısı ve nem durumunun uygun olması, cihazlarla kayıt altına alınması ve saklanması gerekir.
• Rafların, depolanan malzemelerin ağırlığına dayanabilecek nitelikte olması gerekir.
• Büyük ve bel verecek malzemeler uygun bir şekilde desteklenerek depolanmalıdır.
• Ağır parçalar, yüksek raflara konmamalıdır.
• Yanıcı ve patlayıcı malzemeler ayrı bir bölümde depolanır. Bu
bölümdeki elektrik tesisatı ex-proof malzeme kullanılarak yapılır. Depoda CO2 ile çalışan otomatik bir yangın söndürme
sistemi kullanılır. Atölye ve dolapların görünür yerine “yanıcı/
patlayıcı malzeme” ibaresi konulur.
• Lastik esaslı (sentetik, kauçuk vb.) ve raf ömürlü kimyasal (adhesive, sealant, hidrolik, solvent, boya vb.) malzemelerin ömür
takibi yapılır. Ömrü dolmuş malzemeler için yeniden test etme
veya kal etme kararı verilir. Test sonucu ömrünün uzatılmasına
karar verilen malzemeler, yeni ömür bilgisi içerecek şekilde tesellüm işlemine tabi tutulur. Kal olacak malzemeler için bir kal
etiketi düzenlenerek malzemeye bağlanır ve kal işlemi başlatılır.
Depodan çıkarılacak malzemeler için çıkış ve sevk işlemleri yapılır. Bunlar:
- Aynı malzemeden birden fazla olması durumunda “ilk giren ilk
çıkar” prensibine göre hareket edilir.
- Kutudan çıkan miktar, faal etiketi üzerindeki miktardan düşülür.
- Özel paketleme gerektiren malzemeler (duman dedektörü,
oksijen jeneratörleri vb.) paketlenerek orijinal kutuları bulunan
(aküler, tüpler vb.) malzemeler, bu kutularla birlikte sevk edilir.
- Malzeme tehlikeli madde sınıfına giriyorsa, malzeme paketi
üzerinde uyarı yazısı veya işareti bulundurulur.
Esen kalın.
35
havacılık
SEDYELİ
YOLCUNUN
TAŞINMASI
iziksel durumu, davranışları, zihinsel ya da
bedensel hareketleri kısıtlı olan ve seyahatini oturarak tamamlayamayacak yolcular için
sedyede yatarak seyahat imkanı sağlayan havayolları bulunmaktadır. Bazen yolcunun aşırı
kilolu olması nedeniyle de oturarak seyahati
sağlanamayacağı için yatarak seyahat etmesi gerekebilir.
Havayolu irtibat kurulması
Her havayolu bu hizmeti yolcularına sunmaz ya da bazı havayolları, bazı uçak tiplerinde bu hizmeti verebilir. Uçuşlarında
birden fazla sedyeli yolcuyu kabul eden havayolları da bulunmaktadır. Havayolları bu yolcular için hazırlıklara birkaç gün
önce başlayacağı için yolcuların ilgili havayolu ile uçuşlarından
önce irtibat kurması ve detaylı bilgi alması gerekir. Sedyeli yolcuyu kabul eden havayollarında teknik bir ekip, uçağın
tipine göre değişen sayıda koltuk kapatarak, özel bir sedye
monte eder. Havayolları genelde sedyeli yolcuları ekonomi
kabinde kabul eder ve bazı havayolları uçak içinde sedye ile
seyahat edecek yolcular için bir çeşit perde ya da benzeri bir
materyal ile diğer yolcularla birbirlerini görmelerini engelleyecek bir ortam hazırlar.
Yanlarında refakatçileri ve rapor
olması şartı
Sedyede seyahat edecek yolcu, yanında bir refakatçi ile beraber seyahat etmek zorundadır. Refakatçi yolcunun, sedyeli
yolcunun hastalığı ile ilgili bilgisi olan bir yetişkin olma zorunluluğu vardır. Ayrıca bu yolculardan hastalığının durumu ile
36
Yazı: Şebnem BAYEZİT
Ticari ve Yer Hizmetleri Eğitmeni
ilgili sağlık raporu istenir. Rapor süresi kısıtlıdır. Bugün alınmış
bir rapor ile bir ay sonra seyahat etmek mümkün değildir.
Uçağa alınmaları ve uçaktan
indirilmeleri
Bu yolcular uçağa alınırken ve indirilirken bir ambulans ile
uçağın kapısına kadar getirilip sedye ile uçak içinde hazırlanmış bir başka sedyeye taşınır. Rahatsızlığı daha hafif olan bir
yolcu için ise yolcunun kendine ait tekerlekli sandalyesi ile
ya da havayolunun temin edeceği bir tekerlekli sandalye ile
uçak içinde monte edilmiş sedyeye yatırılması sağlanır. Bu tür
nakil işlemleri, bu konuda eğitim almış profesyonel bir ekip
tarafından sağlanır.
Uçak içi
Yolcunun rahatsızlığına bağlı olarak uçak içinde yolcu için oksijen talebi de olabilir. Havayolunun vereceği bu hizmet için
masraf alan havayolları bulunmaktadır.
Bilet ücreti
Havayollarına göre sedyeli yolcudan alınan bilet bedeli kesinlikle farklıdır. Sedye için uçakta kapatılan koltuk sayısının toplamını alan havayolları olduğu gibi, kapatılan
koltuk sayısından daha fazla ya da daha az koltuk bedelini
tahsil eden havayolları da bulunmaktadır. Bazı havayolları sadece sedye taşımasını kabul ettiği için koltuk bedellerinin dışında bazı ek harç ya da harçlar talep edebilir.
Sağlıklı yolculuklar dileğiyle...
orİJİNAl
Ada vapuru... Güzel bir havada binmişseniz, açık güvertesinde
oturacaksınız. Boğaz’ın iki yakasında, talandan geriye kalmış
yorgun yalılara veya vapurun suda bıraktığı köpükten yola dalıp
kafanızda ne varsa boşaltmanın zamanıdır artık. Hele bir elinizde
simit, bir elinizde de tavşankanı çay varsa değmeyin keyfinize...
“Ada vapuru yandan çarklı, bayraklar donanmış cafcaflı
Şinanay da yavrum şina şinanay, şinanay da şinanay hopa şinanay...”
e güzeldir Sezen Aksu’nun bu içimizi kıpır kıpır eden parçası... Ne de güzel
anlatır, o püfür püfür vapur yolculuğunu... Boğaz ve vapur... İstanbul; camileri,
sarayları, tarihi, kültürü, Boğaz’ı ile ne kadar bütünleşmişse, o Boğaz’ın mavisi
de, ardında beyaz köpükler bırakarak iki kıta arasında gidip gelen vapurlarıyla bir bütündür. Eskiden Eminönü’nden kalkardı ya, şimdilerde Kabataş’tan
kalkıyor ada vapuru. Keskin bir siren sesi ve ustaca manevralar eşliğinde
Boğaz’ın mavi sularına açılıyor. Şehir insanının o aceleci, bir yerlere yetişmeye çalışan havası yok ada vapurunda. Ada yolcuları da ada vapuruna benzer;
hayatı daha aheste yaşayan, her gördüğüne itina ile bakıp inceleyen, yaşamın
sunduğu hiçbir kareyi ıskalamamaya çalışan insanlardır genelde. Bordada
dar bir alanda uzayıp giden banklara sıralanıp oturmuş, genelde ayaklarını
küpeşte demirlerine uzatmış, önlerindeki eşsiz güzelliğe sevgileriyle eşlik
eden aşıklar, çaktırmadan gazeteye sarılmış birasını veya şarabını yudumlayan ekabirler, bir parça simit kapabilmek ümidiyle vapurun peşine takılmış
martıların çığlıklarına eşlik ederek kahkahalar savuran çocuklar…
“Bitti mi; bitmedi!”
Vapurun içinde ise arkalığı yüksek sıralarda daha ağır abileri ve teyzele38
ri görürsünüz. Sohbetlerine kulak kabarttığınızda çokça eski
İstanbul’dan bahsettiklerini duyarsınız. İçine kapanık yolcular
ise cam kenarında yerlerini alır ve kirli camlardan, dışarıda uzanıp giden Boğaz’ın eşsiz manzarasına dalar. İşte tam bu esnada
“Ağabeylerim-ablalarım değerli vaktinizi biraz alacağım, özür
dilerim. Şu elimde gördüğünüz cüzdan dana derisi olup yanında bu tarak, şu fırça ve elimde tutmakta olduğum şu üç jilet
hediyedir” diye çığırarak ortamın havasını bir anda değiştiren
bir satıcı peyda olur. Bu ortaoyunuvari gösteri, satıcının “Bitti mi; bitmedi!” tarzında komik mi komik ama bir o kadar da
cezbedici satış taktiğiyle son bulur. Kimlerin vapurun müdavimi
olduğunu işte o dakikalarda anlarsınız. Vapurun müdavimleri
yani adada oturanlar bu satıcılara alışık olduğu hatta pek çoğunu artık tanıdığından, önce bir tebessüm eder, sonra da kendi
dünyalarına dönerler. Satıcının hedef kitlesi de adalılar değildir;
onlardan iş çıkmayacağını bilir. O, ekmeğini günübirlik ada yolcularından çıkaracaktır ve çıkarır da... Günübirlikçilerden hatırı
sayılır sayıda müşteri çıkar, seyyar satıcılara. Ada vapuru ise bu
olanlara hiç aldırış etmeden o iskeleden bu iskeleye salına salına yoluna devam eder. Boğaz’ın o iyotlu kokusunun, vapurun
mazot kokusuyla harmanlanarak genzinize dolması ise ayrı bir
keyiftir. Kimi yalnız başına oturmayı sever, kimi yanındaki ile
küçük sohbetler etmeyi. Bazıları sohbetin dozunu kaçırır; bir
bakarsınız ki hayat hikayesini anlatmaya başlamış. Büyüklerin
sohbetlerine, vapurun içinde bir o yana bir bu yana koşturan
çocukların sevinç dolu çığlıkları karışır. En sessizler, en düşünceliler ise yaşlılardır; belki de uzun zamandır bu yolculuğu
yaptıkları içindir… Yanınızda oturana ufacık bir tebessüm etmeniz bile bir merhaba almanıza yeter. Elinizde fotoğraf makinesi varsa sizi gören minikler hemen yanınıza gelip kendilerini
çekmenizi ister. Küpeşteye yanaştığınızda vapurda sadece sizin
değil minik kuşların da yolculuk ettiğini görüp gülümsersiniz. E
malum ada yolculuğu uzundur. İnsanlar sıkılır. Bu nedenle yolculuk boyunca kimse olduğu yerde durmaz; herkes çantasını
alıp bir sağa, bir sola gider. Bir içeri girer, bir dışarı çıkar. Belki
de güneşin ettiği bir oyundur bu...
39
orİJİNAl
Ada sahillerinde, ada sakinleri...
Güzel mi güzel, sakin mi sakin –Elbette haftaiçi yapılan bir yolculuktan bahsediyoruz. Haftasonu ana-baba günüdür ada vapuru; dinlenmek bir yana onca hengameden yorulursunuz.- huzur
dolu bir yolculuktan sonra nihayet adaya varırsınız. İçinizi daha
adaya ayak basar basmaz müthiş bir dinginlik ve huzur kaplar. İstanbul’un kalabalığı, trafiği, gürültüsü, karmaşası; korna ve
metropol hayatına ait tüm sesler geride kalmış, yerini tıkır tıkır
nal seslerine, buram buram çam ormanı ve yasemin kokusuna bırakmıştır. Kıyı şeridi boyunca uzaktan görünen dev şehir,
tepelere çıktıkça daha da netlik kazanır. Kuşbakışı gördüğünüz
İstanbul’u adeta sessiz bir film izler gibi izlersiniz. Araç trafiğine
kapalı adalarda ulaşım faytonla yapılır. Faytonla tıngır mıngır adanın etrafında bir tur yapar, adeta zaman tünelinde bir yolculuk
yaşarsınız. İsteyenler bisikletle veya yürüyerek dolaşır adayı; o
uçsuz bucaksız denizin ve doğanın keyfini çıkarır. Adalar adeta
bir açıkhava müzesi gibidir. Manolya ve yasemin kokularının yayıldığı bahçe içindeki asırlık konaklar, tepelerdeki tarihi kiliseler,
manastır ve çay bahçeleri ile bir masal diyarıdır. Kıyı boyunca
sıralanmış denize nazır restoranlarda balık ve mezenin tadına
doyum olmaz. Burada yemeğinizi yerken, güneşin batışını izler
ve romantik anlar yaşarsınız. Adayı günübirlik gezmeye gelenler
akşama doğru çekilmeye başlar; ortalık daha da bir dinginleşir.
Adanın gerçek sesleri ve kokuları çıkar ortaya: Buram buram
yemek kokuları, çatal-kaşık sesleri ve müziği bastıran kahkahalar
gelir bahçelerden. Derken ilerleyen saatlerde, kadınlı-erkekli şık
giyimli ada sakinlerinin akşam sefası başlar.
40
Adada yaşamak
Adada yaşamak, alışkanlıklarınızı değiştirmenize neden olur. Örneğin “Ay çok yorgunum, yüküm de ağır, bir taksiye atlayayım da
eve gideyim” deme lüksünüz ortadan kalkar. Artık taksi yoktur
ve vapur/motor saatleri de sınırlıdır. Hele bir de geç kalma huyunuz varsa geçmişler olsun. Bir adada yaşamak sınırları iyice
belirlenmiş bir hayatta, tarifeye tutsak vapurları sevinçle karşılamak ve gidenlerin ardından hüzünle el sallamak demektir.Yaz
gürültücülerine alışmak, gittikleri zaman oluşan o gürültülü sessizliği yadırgamak; adalı herkesi çok sevmek ama her gün onları
görmekten bıkmak demektir. En büyük marketin şehirdeki süpermarketlerin sıradan bir reyonundan ufak olduğunu bilmek
ve o küçücük markette daima sıcak bir gülümsemeyle ve dumanı tüten adaçayıyla karşılanmaktır.Yaz sıcağında, çınar altında
naneli limonata içmek veya hava serinse sakızlı kurabiyeleri sütlü kahveye batırıp yemek; kıyı boyunca tuz kokusunu içine çeke
çeke yürümektir.Akşam vapurları ile iskelede İstanbul’dan gelecek aile fertlerini, eşi-dostu, sevgiliyi beklemektir. Yazın hemen
her haftasonu İstanbul’dan gelen –adalılar kendini İstanbul’un
dışında saydığından böyle der- misafirleri ağırlamak; evde ve en
sevdiğin balıkçıda sokak fenerlerinin altında yemek yemektir.
Yemeklerin mi sohbetin mi daha tadına doyulmaz olduğuna
karar verememektir. Her gün terasta, denizin üzerinde usulca
batan güneşi seyretmek ve oluşan o pembeliğe her seferinde
şaşırmaktır. Her sabah denize girme özgürlüğüdür adalarda yaşamak; bahardan sonbahara kadar. Kışın fırtınalara direnmek;
hava kötüyse kapalı kapılar ardında komşu ziyaretleri, yağmur
yağmadığı günlerde ise tepelere doğru yürüyüş yapmak ve sabırla baharı beklemektir. Adalarda mevsimin değiştiği birçok
şeyden; denizden kıyıya vuran dalga seslerinden, hava şartlarından, çamlardan esen rüzgarların yumuşaklığından, hızla açan
envai çeşit çiçekten, halkının giyim kuşamından anlarsınız. Bahar
adeta göz kırparak “geliyorum” der. O güzellikler size kendini
hem anlatır, hem sevdirir. Çiçek kokularından adeta başınız döner, mest olursunuz.
İnsanların, özellikle de İstanbul’da yaşayanların gönlünden hep
şu geçer: Keşke yeterli param olsa da adada, bir oda bir salon
da olsa bir ev sahibi olabilsem... Güzelliklerinin yanında zorlukları da çoktur adanın, herkes yaşayamaz adada. Kış ayları bomboştur, hele yazlıkçılar gitti mi sessiz bir köye döner. Ulaşım
imkanları –özellikle de kışın- kısıtlıdır, sağlık hizmetleri yetersizdir ve her şey en az İstanbul’daki kadar pahalıdır. Ama yine de
bunca şeye rağmen güzeldir adada yaşamak; adaları yaşamak...
41
havacılık
Yazı: Arif Sankaya, Hasan Büber
UNDER PRESSURE
1
1 Temmuz 1991’de, Cidde’deki Kral Abdülaziz Uluslararası Havalimanı’nda, Nijerya Havayolları’na “wet leasing”
ile kiralanmış Nationair’in DC 8 no’lu uçağı, hac ibadetini
tamamlamış yolcuları Nijerya’nın Sokoto şehrine götürmeye
hazırlanıyordu.Yolcuların neredeyse hepsi ilk defa uçağa biniyordu. DC 8’ler o zamanın güvenilir uçaklarındandı. Kaptan William
Allan eski bir hava kuvvetleri pilotuydu ve 20 yıldan fazla uçuş
tecrübesi bulunuyordu. Bu uçuşta, kaptana Kent Davidge eşlik
edecekti. 08.30’da havalanacak olan uçakta ayrıca uçuş mühendisi Wictor Ferh, bir uçak teknisyeni ve Cidde’de görevli proje
müdürü de bulunuyordu. Uçak pist başına doğru 5 km’lik taksi
yolunda ilerlerken, ekip gerekli kontrollerini yapıyordu. Dışarıda
sıcaklık sabah saatleri olmasına rağmen 30°C’ye ulaşmıştı.
Uçak pistte ilerlerken kokpit ekibi yüksek bir ses duydu. Ancak
uçuş mühendisini endişelendiren tuhaf sarsıntı ve gürültüye rağmen pilotlar hızlanmaya devam edip uçağı havalandırdılar. Uçak
1,5 dak. uçtuktan sonra, 5000 ft’e tırmanırken basınçlandırma
ikazı verdi. Ekip kuleye, basınçlandırma problemleri olduğunu
ve tırmanmayı durdurduklarını bildirdi. Az önce başka bir uçak
daha hava trafik kontrolörüne aynı problemi yaşadıklarını rapor etmişti. Kafası karışan kontrolör basınçlandırma problemi
yaşayan iki ayrı uçakla konuşmasına rağmen yalnızca bir uçakla
konuştuğunu düşünüyordu. Bu süre içinde uçak spoiler ve yakıt
besleme ikazları da vermeye başladı. Kontrolör, Nationair uçağı
yaşadığı sorunları anlatırken, problem yaşayan diğer uçakla yani
Suudi Arabistan uçağı ile konuştuğunu düşünerek 2500 ft’ten
3000 ft’e tırmanmalarını istedi ve böylece iniş için yanlış baş
açısı ve irtifa değerleri vermiş oldu. Kule ve iki uçak arasında
yaşanan bu iletişim karmaşası, zaten kötü olan durumu daha da
kötüleştiriyordu. Acilen inmesi gereken uçak, kontrolörün yanlış yönlendirmesi nedeniyle hala yükseliyordu ve havaalanından
daha da uzaklaşırken hidrolik sistemlerini de kaybetti. 2120 uçuş
numaralı Nationair uçağı havaalanından 13 km uzaklıktaydı ve
giderek daha da uzaklaşıyordu. Bu sırada kabinde felaketin ilk
işaretleri belirdi; kabin ekibi uçağın arka tarafındaki dumanı gör42
düğünde uçak teknisyenini çağırdı. Uçak teknisyeni zeminin aşırı
ısındığını fark ederek kabinin alt kısmında yangın çıktığını tespit
etti. Kalkışın üzerinden henüz 3 dakika bile geçmemişken, kabine havalandırma kanallarından yayılan duman yolculara felaketi
haber veriyordu. Uçak havaalanından 20 km uzaklıktaydı ve yolcular nefes alabilmek için panik halinde uçağın arka bölümünden
ön bölümlere doğru koşuyorlardı.
Kokpitte yaşanan problemler yüzünden pilotların yangından ancak acil iniş izni istedikten sonra haberleri olabilmişti. Kabinin
arka kısmında alevler yükselmiş hatta kontrolden çıkmıştı. 2120
uçuş numaralı DC 8 uçağı artık tüm hidrolik sıvısını kaybetmiş
ve kabininde oksijen kalmamıştı. Pilotlar 2000 ft’te tekrar kuleden acil iniş istediklerinde kontrolör nihayet başından beri
konuştuğu uçağın Nationair uçağı olduğunu fark ederek uçağı
piste yönlendirmeye çalışsa da, artık yanan bazı parçalar hatta
uçak yapısının erimesiyle yanmış cesetler uçaktan düşmeye başlamıştı. Kontrolör ekibe istedikleri piste inebileceklerini bildirdi.
Pilotlar uçak üzerindeki hakimiyetlerini kaybetmiş halde piste
yaklaşmaya çalışıyorlardı ki, piste 3 km kala iniş takımlarını açar
açmaz büyük bir patlama ile yere çakıldılar. 247 yolcu ve 14 mürettebattan kurtulan olmadı.
Kazadan bir gün sonra Kanadalı kaza kırım ekibi Cidde’ye gelerek Suudi araştırmacılara katıldı. Genelde kazalardan sonra uçağın bazı parçalarını tanımlayabiliyorlardı ama bu kazadan sonra
DC 8’den geriye pek bir şey kalmamıştı. Nationair yetkilileri de
bu felakete neyin sebep olduğunu bilmek istiyorlardı. Ana enkaz, çölde 400 metre uzunluğunda ve 200 metre genişliğinde
bir alana yayılmıştı. Kaza alanı aslında uçaktan bazı parçaların ve
yanmış cesetlerin düşmeye başladığı 18 km geriden başlıyordu.
Araştırmacılar, buldukları bazı gövde parçalarına dayanarak yangının uçağın orta kısmında başladığını ve yere çarpmadan önce
uçağı eritmeye başladığını keşfettiler. Yangının nasıl başladığı ise
hala bir soru işaretiydi. Enkazdan artakalanları hangara alıp incelemeye başladılar. Kabin kısmının çoğu eriyip kül olmuştu.
Yaklaşık 1100°C’de eriyen alüminyum parçalar durumu ele veri-
yordu. Nationair kazadan sonra pistte bulunan lastik parçalarını
kanıt göstererek, pistte bulunan herhangi bir yabancı maddenin
kazaya sebep olabileceğini söylerken, Suudi yetkililer böyle bir
bulguya rastlanmadığını açıkladılar. Araştırmacılar DC 8’in iniş
takımlarından geriye kalanları incelerken, sol ana iniş takımı ikinci lastik jantının bir kısmının tamamen aşındığını görerek, uzunca
bir mesafe boyunca piste sürtündüğünü anladılar.
Araştırmacılardan biri kaza alanında beklenmedik bir kanıt buldu; uçuşan bir kağıt parçası. Bu kağıtta, DC 8’e ait lastik basınç
değerleri yazıyordu. Listeye göre lastik basınçları normal görünse de listede düzeltme yapıldığı aşikardı. Görünüşe göre basınç
değerleri değiştirilmişti. Pistte bulunan lastik parçaları belki
konuya açıklık getirebilirdi. Araştırmacılar bulunan lastik parçalarını incelediklerinde, aşınmış ama hala iyi durumda olduklarını gördüler. Sol iniş takımından iki lastik jantının pisti kazıdığı
görülüyordu. Uçak pistte iki lastiğinin parçalanmasına rağmen
havalanmıştı. Ama patlak lastiklerle yangın arasındaki bağlantı
hala çözülememişti. Kaza alanında bulunan uçuş öncesi kontrol listesinde yer alan lastik basınçları listesi üzerinde yapılan
laboratuvar incelemeleri sırasında, listeye ilk yazılan değerlerin
düzeltme yapıldıktan sonraki değerden 20-30 psi daha düşük
olduğu görüldü. Araştırmacılar, inceleme çalışmalarının son günlerinde uçakta çalışan uçak teknisyenlerine yoğunlaşmışlardı. Bir
uçak teknisyeninin 4 gün önce Afrika’da, hem aşındığı hem de
basıncı düşük olduğu için bir lastiği değiştirmek istediği ama bu
lastik değişiminin, Cidde’deki operasyondan sorumlu proje müdüründen gelen faks ile birlikte iptal edildiği bilgisine ulaştılar.
Faksın içeriği şu şekilde idi: ”Lastik değişimini durdurun, uçağın
planlı seferlerine yetişmesi gerekli, aksi takdirde kontratımızı
kaybedebiliriz, uçağı yükleyip gönderin.”
Nationair’in acele etmesi sonucu uçak sefere verilmiş ve bir
uçak teknisyeni, lastik basınçlarının normalmiş gibi görünmesi
için liste üzerinde düzeltme yapmıştı. Üç gün sonra aynı uçak
düşük basınçlı lastiklerle 7 iniş kalkış daha yaptıktan sonra
Cidde’ye indi. Cidde’den havalanmadan önce proje müdürü,
uçağın planlı seferlerini aksatmaması gerektiğini sebep göstererek lastiğin değiştirilmesini tekrar engelledi ve böylece felaketin
önünü açmış oldu. Bir uçak teknisyeni son uçuş öncesi lastiklere
nitrojen basmayı denedi. Ellerindeki tüm nitrojen tankları boş olduğu için diğer firmalardan tedarik etmeye çalıştı ama durumun
proje müdürüne rapor edilmesi sonucu bu da engellendi ve uçak
sefere verilmiş oldu.Aynı uçak düşük basınçlı lastiklerle 7 defa iniş
kalkış yapmıştı ama Cidde’deki çöl sıcaklığının ve 11 dakika süren
5 km’lik uzun taksi yolunun da etkisiyle, düşük basınçlı lastikler
aşınıp aşırı ısınmıştı. Uçak pist başına gediğinde lastikler yanmaya
hazır hale geldiler. Yük dikkate alınarak lastik basıncı hesaplandığında, sonuç 183 psi’ydi. Lastiklerden en düşük basınçlı olanı ise
155 psi’ydi.Yani normalden 28 psi daha azdı.
Uçak pistte hızlanırken iki lastik birbiri ardına patlayarak yanmaya
başlamıştı. Pilotlar uçağı havalandırıp iniş takımlarını topladıklarında artık kurtulma ihtimalleri kalmamıştı. Alevler içinde kalan iniş
takımı, iniş takımı yuvasına girmişti. DC 8’de bu bölümde herhangi
bir yangın uyarı sistemi bulunmuyordu. İniş takımı yuvasında büyük bir yangının çıkması için gereken her şey vardı; yanıcı hidrolik,
kablolar ve merkez yakıt tankı... Pilotlar acil iniş için piste yaklaşırken iniş takımlarını açtıkları sırada oksijen ile buluşan yangın, uçağı
paramparça hale getiren patlamaya yol açtı.
247 yolcu ve 14 mürettebatın feci şekilde ölümüyle sonuçlanan bu
kazanın sebebi ne acıdır ki 183 psi olması gereken lastik basıncının
28 psi daha düşük olmasıydı. Böylelikle 261 kişinin ölümüne yol
açan olayın sebebi bulunmuş oldu. Havacılık tecrübesinden yoksun proje müdürünün lastik değişimini her defasında engellemesi
ve uçak teknisyenlerinin durumu kağıt üzerinde her şey normalmiş gibi göstermesi sonucu, kazaya davetiye çıkarılmış oldu.
Kazadan sonra, tüm uçaklarda iniş takımı yuvası içinde duman ve
sıcaklık sensörleri mecburi donanım haline getirildi ve tüm personele lastik basınçlarının önemi hakkında eğitim verildi. 1993’te
kaza raporunun açıklanması, dakik bir havayolu olmak için çalışanlara baskı yapan Nationair’in çöküşünün de ana faktörü oldu.
* Baskı altında
43
teknİK
eTaxi
Yazı: Mustafa ÇÜRÜKOĞLU
U
çağı, motor itkisinden bağımsız pist üzerinde
ilerletme (taxi) fikri yeni bir düşünce olmamakla beraber ilk uygulama Airbus'ın kurucu üyelerinden Aerospatiale tasarım ofisinin
1977’de, 76 tonluk bir subsonik uçak için yaptığı motorize
tekerlekle otonom taxi çalışmasıydı (şekil 1). Gelişen teknoloji ve artan yakıt fiyatları, yapılan bu çalışmayı bir zorunluluk
haline getirdi.
eTaxi sistemi için uçağa bazı donanımlar takılması gerekiyor.
Yeni donanım uçak için ekstra ağırlık anlamına geliyor. Bu
ağırlık artışı, böyle bir teknolojiyle yerde tasarruf edilecek
yakıt uzun menzilli uçuşlarda havada yakılacağı için bu sistemi
sadece kısa ve orta menzilli uçaklar için geçerli kılıyor. Bu
yüzden Airbus, eTaxi tasarımını sadece A320 ailesine uygun
bir seçenek olarak güçlendirmeye çalışıyor.
eTaxi için bazı havaalanlarında yapılan yer trafik simülasyonları, taxi hızının 20 knot (37 km/h) ve 0-20 knot hıza 90 sn’de
ulaşmasının operasyonel olarak yeterli olacağını gösterdi.
GERİYE (PUSHBACK) OPERASYON
Geriye operasyon, kullanıcılara eTaxi sisteminin anahtar
özelliği olarak sunuluyor. Pilot, kokpitten uçağın geriye doğru
kontrolünü, kokpite yerleşik bir cihazla maksimum 3 knotta
sağlar.
eTaxI SİSTEM MİMARİSİ
eTaxi sistemi; elektrik motorları ve ilgili frekans ve voltaj regülasyonlarını sağlayan elektronik devreleri, elektrik güç korumalarını, kabloları, kokpit kontrol cihazlarını içeriyor. Hava soğutmalı
geniş elektrik motorları, ana iniş takımının tekerlekleri arasına
monte edilmiştir. Bu elektrik motorları; uçağı hareket ettirecek
torku sağlayacak (şekil 3’de simüle edilmiş “kare lastik etkisi”ni
yenecek ayrılma kuvveti) ve gerekli hızlanmayı ve birçok durumda (pist eğimi, ters rüzgar vs.) taxi seyir hızını temin edecek
boyutta tasarlanmıştır.
Burun iniş takımı değil de ana iniş takımının seçimi, tüm operasyonel durumlarda (ıslak pist, maksimum kalkış ağırlığı vs.) eTaxi
operasyonlarına izin verir. Ayrıca, elektrik motorlarını besleyen
ve kontrol eden güç devreleri, ana iniş takımı yuvasına yakın takıldıkları için herhangi bir kargo alanı gerektirmemektedir. eTaxi
sistemi tamamen kokpitten kontrol edilir. Ek kontrol araçları,
göstergeler ve uyarılar eTaxi safhası sırasında pilotun dikkati ve
kontrolü için eklenmiştir. Elektrik enerjisi olarak iki motor çalış-
mıyorken 90 kVA üreten APU jeneratörünü kullanmak en basit
çözüm yoludur. Birçok havalimanında bu yeterli olurken, uzun
taxi yoluna sahip büyük havalimanları için yetersiz kalabilir. Tam
performans açısından zayıf kalmaktadır. Bir örnek verecek olursak; maksimum kalkış ağırlığındaki bir A320, 78 ton ile ancak 12
knota ulaşabilir. Daha hafif, 69 ton ağırlığındaki bir uçak ise 13,5
knota ulaşır. Tam performans için hibrit eTaxi, APU ile birlikte
bir motorun idle devirde çalışması çözüm sağlamaktadır. Bu metot tam performans için gerekli elektrik enerjisini sağlamaktadır
(maksimum kalkış ağırlığında 20 knot hız). Bu şekilde dahi tek
motor ile yapılan taxi’ye göre yakıt tasarrufu yapmaktadır. Açık
olarak en önemli yararı ise sadece APU’yu kullanarak pilotun
kendi kendine “pushback” yapabilmesidir. Pilot pushback aracını
beklemeden eTaxi sistemini aktif eder. APU tarafından beslenen,
elektrik motor pompası (EMP) ile sarı hidrolik sisteme gerekli
hidrolik güç, fren ve kumanda (steering&alternate braking) sağlar
(PTU OFF). Böylece pilot, bir veya iki follow me görevlisi ile uçağı
geriye doğru çekmeye hazırdır.
Şekil 1
Günümüzde uçağın taxi yapması yani pistte ilerlemesi motor
itki gücünü kullanmasıyla gerçekleşiyor. Çift motorlu uçaklarda, taxi yaparken operasyonel durumlara ve işletmeci firmanın prensiplerine göre bir veya iki motor kullanılabiliyor.
eTaxi sistemi;
• Tüm motorlar durduğunda hem kalkıştan önce hem de indikten sonra ilerleme kabiliyeti,
• Otonom donanım ile traktörsüz “pushback” imkanı sağlayacak.
44
Şekil 2
Ana iniş takımında eTaxi elektrik motor ve transmisyon yerleşimi
45
teknİK
eTaxI'nin FAYDALARI
eTaxi, direkt olarak yakılan yakıtın azalması ile beraber şunları
da sağlar:
• Yer emisyonlarında azalma (COx ve NOx)
• Yer ekibi açısından gürültüde azalma
• Havaalanı yer işletme giderinde azalma
• Zaman tasarrufu
• Motor itkisi olmadığı için taxi esnasında frenin daha az kullanılması, böylelikle potansiyel fren aşınmasında azalma
• Daha düşük yabancı madde hasarı
• Yer ekibi için daha fazla emniyet
• Yüksek manevra hassasiyeti
46
BİLİM
Bir adam kaç yolun sonuna gelmelidir ki
ona adam diyesin?
Bir beyaz güvercin kaç deniz aşmalı ki
kumlara varıp uzansın?
Şu toplar kaç kere daha patlamalı ki
nihayet sonsuza dek yasaklansın...
Temiz
enerji mi!
Yanıt
rüzgarda
saklı
Rüzgar enerjisinin temel enerji
kaynaklarının küçük kardeşi,
sadece bir destek unsuru
olduğunu düşünüyorsanız,
duruma bir de fosil ve
nükleer rüzgarlarının tersi
yönden bakın deriz. Özellikle
de dünyanın en büyük
ekonomileri rüzgarın enerji
sepetlerindeki payını artırmak
için kıvranırken...
48
merikan folk müziğinin yaşayan efsanesi Bob Dylan,
yukarıda bir bölümünün çevirisini paylaştığımız “Blowin’ in the Wind” şarkısıyla sivri dilli sorularını dünyaya yönelttiğinde, henüz 22 yaşında bir delikanlıydı.
Şarkı ilk kez yayınlandığında yıllardan 1963’tü ve savaş sonrası dünya, üretmek
ve tüketmek için adeta enerjiye açtı. Daha gelişmiş bir dünya kurmak için petrolü su gibi içiyordu kentler ve sanayi bölgeleri.“Mucizevi” nükleer enerji, altın
çağlarından birini yaşıyordu. Yine aynı yıllarda ne güneş eskisinden daha az
ısıtıyordu toprağı, ne de onun gelgit aklından ilham alan rüzgarlar daha sakin
esiyordu. Üstelik insanoğlu rüzgargülünden elektrik elde edilebileceğini daha
19. yüzyıldan bu yana biliyordu. “Sürdürülebilir” kelimesinin itibar kazanmasına henüz yıllar vardı. Kurması kolay, işletmesi riskli ve toplamda pahalı enerji
kaynakları nasıl olsa el altındaydı. İnsanın, doğayı koruma gerekliliğinin geleceğe
dair değil, bugüne dair bir mesele olduğunu fark etmesi için birkaç on yıl daha
geçmesi gerekiyordu. Doğaya ve sağlıklı enerjiye dair uyarılarda bulunanların
söyledikleri ise rüzgarla birlikte kayboluyordu...
Oysa karmaşık görünen bu konu aslında oldukça basit. Ülkemizin rüzgar ve
güneş enerjisi Don Kişotlarından Tanay Sıdkı Uyar hoca, durumu bir makalesinde oldukça temiz bir dille anlatıyor: “Çok değil, 100 yıl gibi kısa bir sürede
fosil yakıtların doğaya ve canlıların sağlığına verdiği zararlar etkisini gösterdi.
Kömür, doğalgaz, petrol gibi binlerce yılda oluşmuş kaynaklar ‘insanlığın gelişmesi (!)’ adına tükendikçe, atıklarıyla hava, su, toprak da tükenmeye başladı.
Fosil yakıtlar olarak adlandırılan kömür, petrol ve doğalgazın yarattığı olumsuzluklar sadece yakın çevreyle sınırlı kalmadı; atmosfere de yayıldı.”
Türkiye’nin en büyüğü Balıkesir’de
Geçtiğimiz günlerde yerli bir şirket ve onun Alman ortağı Türkiye’nin en büyük rüzgar çiftliğini açtı. Balıkesir’in hemen dışındaki tarım alanlarının üzerine kurulan 52 devasa rüzgargülü, 170 bin kadar haneye yetecek miktarda
elektrik üretecek ve bunu hiçbir kısıtlı kaynak kullanmadan yapacak. Üstelik
hiçbir atık bırakmadan, hiçbir gaz yaymadan; hafif hafif homurdanarak... Balıkesir santrali kurulmadan önce Türkiye’nin rüzgardan ürettiği enerji 2300
megavat saatin üzerindeydi. Yakın bir gelecekte bunlara irili ufaklı 22 santral
daha eklenecek. İzmir, Balıkesir ve Hatay’da, demirden yapılmış yeni kollar rüzgarı kucaklayacak. Fakat bunca gelişmeye karşın halen bu alanda dünyanın çok
ama çok gerisindeyiz. EUROSOLAR Türkiye daha 1996’da,Türkiye’deki 8 bin
megavatlık rüzgar santrali potansiyelini tespit etmişti. Yani bugünkü kapasitenin üç katından epey fazlasını. Üstelik bugünkünden çok daha düşük teknikler
için. Bu tespit, çok büyük bir enerjinin her gün kulağımızda uğultular yaratarak
hiçliğe karıştığının bir kanıtı aslında. Tanay Sıdkı Uyar, Deutsche Welle gazetesinde yayınlanan bir söyleşisinde yenilenebilir enerjiyi Fransız Devrimi’nin
üç temel kavramına benzer bir üçlemeyle anlatıyor: “Barış, eşitlik, özgürlük.”
“Herkes tarafından eşitçe ulaşılabilen bu kaynağın merkezi otoriteye bağımlı
49
BİLİM
olmadığını, diğer kaynaklar gibi özelleştirilemediğini,” söylüyor
Uyar ve ekliyor:“Güneş ve rüzgar enerjisi kaynakları ücretsiz ve
pahalılaşmıyor, ekonomik krizlerden etkilenmiyor.”
Rüzgarı arkasına alan ülkeler
Genelgeçer bir kural olarak rüzgar santralleri elektrik üretebilmek için saatte 16 kilometreyi aşan hızlarda rüzgara ihtiyaç
duyuyor. Bu nedenle düzenli hava akımı yollarına inşa edilmeleri,
verimlilik açısından çok önemli. Bir diğer kriter ise elektrik dağıtım hatlarına olan mesafeleri. Bir santralin nereye kurulması
gerektiğini tespit etmek için meteoroloji ya da iklim bilgisi yeterli
değil. Elinizde, rüzgarın hızına ve yönüne dair, uzun zaman dilimlerine dayanan bir veri analizinin de olması gerekiyor. Bu yüzden
bir ülkenin detaylı bir rüzgar haritasına sahip olması, santral yatırımlarının verimliliği açısından büyük önem taşıyor.Teorik olarak
yüksek kuleler, rüzgar hızı açısından daha verimli. Ancak elbette
bu da yatırım maliyetini artıran bir faktör. Bugün karadaki en
büyük rüzgar santralleri ABD’de yer alıyor. Sadece Mojawe’deki
Alta isimli bir tek santralin kapasitesi 1320 megavat. Hindistan,
Çin ve Romanya da dev rüzgargülü tarlalarına sahip ülkelerden.
İnsanoğlu, verimliliğine inandığı anda denizin üzerine dahi rüzgar
tarlaları kuruyor. Bunun en iyi örneklerini ise Avrupa’da görmek
50
mümkün. Deniz üzerindeki santraller konusunda Avrupa’nın
açık bir üstünlüğü sözkonusu. Özellikle İngiltere, deniz rüzgarlarının efendisi. Nükleer liderler Almanya ve Fransa’nın aksine,
Danimarka da rüzgar enerjisinden yararlanma konusunda iddialı
ülkelerden. Ülke elektrik ihtiyacının %3’ünü rüzgardan karşılıyor.
Fosil yakıtı zengini ABD’nin resmi rüzgar enerjisi planı ise 2030
itibariyle elektriğinin %20’sini rüzgardan karşılamak. Bu alana yapılan yatırımlar, durgunlukla boğuşan dev bir ekonominin hareketlenmesini de sağlıyor.
Rüzgar enerjisinin hemen hemen diğer tüm enerji türlerinden
daha ucuz ve sürdürülebilir olduğu açık. Çevresel etkiler bakımından ise en temiz enerjilerden biri. Yine de birkaç olumsuzluktan söz etmek gerek. Rüzgar santrallerinden özellikle bazılarının belirli sayılarda kuş ölümlerine yol açtığı biliniyor. Ancak
bu rakamın insanların keyif için vurduğu kuş sayısının yanında
kaydedilmeyecek kadar az olduğunu da belirtmeliyiz. Yine bu
nedenle bazı kuşların göç rotaları da etkilenebiliyor. Ayrıca santrallerin altında tarım yapmak mümkün değil.
Rüzgar bizde ne yöne esiyor?
Yine de rüzgarın yenilenebilir enerjinin en demokratik ve pratik
elektrik üretim biçimlerinden biri olduğunu kaydetmek gerek.
Bir nükleer enerji devi olan Japonya’nın büyük bir tsunami ve
nükleer faciasına sahne olan, radyasyondan temizlenmek için
yıllık ülke bütçesinin %10’unu harcayan Fukushima eyaletinde
bile trafik ışıklarının dahi güneş enerjisiyle çalıştığını hatırlarsak,
yenilenebilir kaynakların sadece destekleyici bir unsur olmadığını, temel tedarik kaynaklarından biri olabileceğini de görebiliriz.
Rüzgar özelinde, büyük çiftlikler kadar daha mikro çözümlerin
de etkili olduğunu görüyoruz. Balıkesir’deki santralin mayıs ayındaki açılış töreninde Enerji Bakanı Taner Yıldız çok önemli iki
bilgi verdi. Bunlardan biri daha küçük çaplı rüzgar santrallerinin kurulması ile ilgili düzenlemelerin yolda olduğuna ve kendi
elektriğini üretmek isteyen küçük işletmelerin daha az engelle
karşılaşacağına ilişkindi. İkinci güzel haber ise bu tür tesislerde
kullanılacak, yatırım maliyeti daha düşük olan küçük rüzgargüllerinin yerli üretimi için çabaların sürdüğü yönündeydi. Türkiye
gibi enerjisi dışa bağımlı bir ülke için küçük fakat çok önemli
gelişmeler bunlar. Ülkemiz Reuters’ın ilan ettiği bir hesaplamaya göre enerjisinin %97’sini dışarıdan satın alıyor. Elektriğimizin
yarısından fazlasını, güçlükle ithal ettiğimiz doğalgazı yakarak
elde ediyoruz. Bu nedenle atılan her adım doğaya bir nefes aldırmakla kalmıyor, üretmek için enerjiye duyulan ihtiyacın yerli
olanaklarla sağlanmasına da katkı sağlıyor. Bozcada’da ilk rüz-
gar santrali kurulduğunda pek çokları bunun turistik bir girişim
olduğunu düşünmüştü. Onlara göre; buz gibi denizi, ateş gibi
güneşi, tarihi ve doğal güzellikleriyle adanın turist çekmek için
metal kollara hiç de ihtiyacı yoktu oysa. Fakat Bozcada bu doğal enerjiyle burada kendi kendine yetecek elektriği üretmekle
kalmadı, ürettiğinin fazlasını satarak gelir de elde etmeye başladı.
Bandırma’ya deniz yoluyla giderken feribotun iskele tarafında
gördüğünüz rüzgar kuleleri de Bozcaada’dan ilham aldı. İnşaları,
konu hakkındaki regülasyonun o dönemde henüz net olmaması
nedeniyle yıllar sürdü.Ancak bu tesis de bugün çevresine, rüzgar
enerjisinin ne kadar hayati olduğunu anlatıyor. Bugün çok sayıda küçük ve orta boy işletme rüzgar enerjisi üretimini kendisi
gerçekleştirmek için devlet makamlarının kapısını aşındırıyor. İyi
örnekler çoğaldıkça doğru olana, akıllıca olana, sürdürülebilir
olana duyulan ilgi artıyor.
Aslına bakarsanız Bob Dylan da sorularla başladığı şarkısında
cevabı kendisine saklamamıştı: “Yanıt rüzgarla esiyor dostum,
rüzgarla esiyor.” Dylan’ın kendisi de “Blowin’ in the Wind” için
şöyle diyor: “Bu şarkıyla ilgili olarak yanıtın rüzgarda estiğinden
başka söyleyebileceğim çok bir şey yok. Bu bir kitap, bir film değil; televizyon ya da bir tartışma grubu da değil. Ahbap, rüzgarda
işte, rüzgarda esiyor.”
51
beş dakİka ara
İstanbul’un telli arabaları
göklerde yarışıyor!
Teleferiklerin ulaşımı kolaylaştırdığı doğru, ancak sözkonusu
İstanbul olduğunda telli araba hatları “Hangimiz daha güzel
bir manzara sunabiliriz?” diye yarışıyor. Kolay değil, altlarından
koskoca bir tarih ve harika bir şehir akıyor...
“Derin bir hendeğin içinde, kuzgunî bir kütle hâlinde, eski
Müslüman kabirlerini gölgelendiren kederli servi ormanını görüyorum. Bu ağaçlar geceleyin ruha, sükûnet veren bir
koku neşrediyorlar. Geniş ufuk, saf ve sakin... Yüksekten bütün bu şehre hâkim bir mevkideyim. Servilerin üst tarafına
parlak bir örtü gerilmiş: Haliç’in daha üst tarafında, tamamıyla
yüksekte, bir şark şehrinin gölgesi, İstanbul gözüküyor.”
Satırların sahibi Pierre Loti; İstanbul’a muhtemelen bir tepeden, bugün kendi adıyla anılan Eyüp semtinden bakıyor. Aziyade isimli, 18 yaşındaki harem kızına kalbini kaptıran Loti, esas
adıyla Louis Marie Julien Viaud, o güzel tepeye çıkmak için
hemen her gün nefes tüketiyordu, içtiği nargilenin her gün
biraz daha zayıflattığı ciğerlerine inat. Onun hatıralarının izini
sürenler ve güzel bir şehir manzarası vaadine gönül indirenler de yıllar boyunca Pierre Loti Tepesi’ne meşakkatli yollarla
çıktı. Ta ki 2005 yılında tepeye bir teleferik hattı açılana kadar. 384 metrelik hat sadece tepeye çıkmayı kolaylaştırmakla
kalmadı, aynı zamanda Eyüp’ün keyifli ortamına keyif de kattı.
Zaten teleferiklerin hemen her yerde böyle bir işlevi yok
mudur?
Pierre Loti’deki teleferik faaliyete geçmeden önce şehrin tek
52
teleferiği ise Maçka-Taşkışla arasında çalışıyordu. Bu hat, yolcularına küçük bir Boğaz manzarası bahşediyor. Bu teleferik
sanki İstanbul Teknik Üniversitesi’nin iki kampüsünü birbirine bağlamak için yapılmış gibi. Her gün yaptığı 90 seferle
1000 kişinin Maçka Parkı’nı kolaylıkla aşmasını sağlıyor, hem
de sadece üç buçuk dakika içinde. Hattın uzunluğu ise Pierre Loti’dekinden biraz daha kısa. 1993 yılında yapılmış yani
Türkiye’nin ilk teleferiği olan Bursa’daki sistemden tam 30
yıl sonra. Bu büyük ve güzel şehri izlemek için iki teleferik
elbette yetersiz. İstanbul Büyükşehir Belediyesi de böyle düşünmüş olacak ki Belediye Başkanı Kadir Topbaş geçtiğimiz
günlerde bu konuya ilişkin bir açıklama yaptı ve 3. hattın müjdesini verdi. Eğer 3. teleferik projesi gerçekleşirse İstanbul’un
iki yakası çok daha uzun bir sistemle birbirine bağlanacak.
Etiler-Altunizade arasına kurulacak olan yeni teleferik hattı tabii ki öncelikli olarak turistik amaçlara hizmet edecek.
Diğer ikisine göre çok daha büyük olacak bu hattın günde 6
bin kişiyi taşıyabileceği hesaplanıyor ki bu da ulaşım açısından
küçümsenemeyecek bir rakam. “İki kıtayı teleferikle geçmek
önemli ve heyecan verici bir hal alacaktır,” diyor Topbaş.Yüksekten korkmayan İstanbul aşıklarına duyurulur!
tarİh
MUSTAFA KEMAL VE AMASYA GENELGESİ’NİN
ÖNEMİ VE DEĞERLENDİRİLMESİ
Yazı: Dr. Handan DİKER
Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi
[email protected]
(21-22 Haziran 1919)
2
2 Haziran 1919’da, Amasya’dan tüm halka duyurulan
bir kurtuluş, bir bağımsızlık projesi, bir ihtilal beyannamesi olan Amasya Genelgesi şu konuları kapsar:
1- Vatanın ve ulusun bağımsızlığı tehlikededir!
2- Hükümet üzerine aldığı sorumluluğu yerine getirememektedir. Bu durum milletimizi yok olmuş gibi göstermektedir.
3- Ulusun bağımsızlığını yine ulusun azim ve kararı kurtaracaktır.
54
4- Ulusu içinde bulunduğu durumdan kurtarmak ve sesini dünyaya duyurmak için ulusal bir heyetin varlığı gereklidir. Bunun için Anadolu’nun güvenli bir bölgesi olan
Sivas’ta ulusal bir kongrenin toplanması kararlaştırılmıştır.
5- Kongreye katılmak üzere tüm vilayet ve sancaklardan seçimle belirlenecek üçer temsilcinin gizlice Sivas’a gelmesi gerekmektedir.
Amasya Genelgesi tarihimizde bir ilktir. Bunun ardından
toplanan sırası ile önce Erzurum ardından Sivas kongreleri
ile sonunda Türkiye Büyük Millet Meclisi 23 Nisan 1920’de
açılmış ve yeni Türk devleti kuruluşunu tamamlamıştır. Dolayısıyla Amasya Genelgesi, devletin kuruluşuna giden yolda
ilk adımdır. Bir bağımsızlık bildirgesidir.Ve ilk kez bu genelge
ile, kuruluş için çözüm yolunun halkın azim ve kararı olduğu bildirilmektedir. Amasya Genelgesi’nde Mustafa Kemal’in
dışında Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy ve Refet Bele’nin de
isimleri geçmektedir.
Amasya’dan başlayan yol, Ankara’da meclisin açılışı ile sonuçlandığında devlet kurulmuş, ama hemen ardından Kurtuluş Savaşı başlamıştır. Mustafa Kemal’in 22 Kasım 1924’te
söylediği şu sözler çok önemlidir ve yapılanların bir sonu-
cudur: “Biz büyük bir devrim yaptık. Ülkeyi bir çağdan alıp
yeni bir çağa götürdük.”
Mustafa Kemal’in devrimi Türk toplumunu yepyeni, aydınlık
bir çağa kavuşturmuştur. 15 Mart 1923’teki sözleri onun
beklentilerini gösteriyor, bize: “Ülkemiz, baştan sona değin
hazinelerle doludur. Biz o hazineler üstünde aç kalmış insanlar gibiyiz. Hepimiz bütün bu hazineleri meydana çıkarmak ve servet ve refahımızın kaynaklarını bulmak görevi
ile yükümlüyüz. Bu görevlerin kolaylıkla yerine getirileceğini
kabul etmek doğru değildir. İnanıyorum ki, gençler yalnız
kuramlarla uğraşmamaktadırlar. Sanatın, tarımın, ticaretin
ne olduğunu anlayan ve bunları olduğu gibi uygulayan gençlerdir. Gerçek zafere ancak bu gibi üretici alanlardaki çalışmalarla varacağız.”
55
hobİ
Sınırsızlığı kadrajlamak
Sualtı dünyası; renkli, gizemli
ve heyecan verici. İnsanları
bambaşka diyarlara götüren,
büyüleyici bir dünya. Fotoğraf ise
ışığın matematiği ile anları adeta
kavramsallaştıran başlı başına bir
uğraş. Peki bu ikisi bir araya gelirse
ne olur? İnsanların başladı mı bir
daha bırakamayacakları, tutkuyla
bağlanacakları bir hobi elbette:
Sualtı fotoğrafçılığı...
56
alış ve fotoğraf; zor ve birbirinden farklı bu
iki alanı bir araya getiren bir alan sualtı fotoğrafçılığı. Eskiden az sayıda profesyonelin
ve kendini bu işe adamış amatörlerin uğraşı
iken bugün en çok ilgi gören hobilerden biri. Dalış merakının artması, dalış ve sualtı fotoğrafçılığı için gerekli
malzemelerin eskisine nazaran daha ucuza sağlanabilmesi, bu hobinin yaygınlaşmasına büyük katkı sağladı. Fotoğrafa ilgi duyan insanların sualtının büyülü dünyasıyla
tanışıp o muhteşem dünyayı fotoğraflayarak ölümsüzleştirmek istemelerinden daha doğal bir şey olamazdı.
Fotoğraf tutkunları sualtı dünyasını görüntüledi, sualtı
dünyası da bu doğa ve fotoğraf aşıklarına muhteşem kareler sundu.
Sualtı fotoğrafçılığının temeli fotoğraf çekim tekniklerinde ve dalışta uzman olmak. Buna karşın dalış bilgisi gerek-
tirmeyen, yüzey ya da sığ sularda yapılan serbest dalışlarda da,
sualtı fotoğrafı çekebilirsiniz. Derin sularda fotoğraf çekmenin
yolu ise iyi bir fotoğrafçı ve iyi bir dalgıç olmaktan geçiyor. Her
iki dalış türünde de sualtı fotoğrafına uygun donanıma sahip
olmak önemli. Kullanılan fotoğraf makinesi, her şeyi kendiliğinden yapan kompakt bir makine olmalı. Makinenin yanı sıra
objektifler, flaş, flaş bağlantı kolları, aydınlatıcılar ve bağlantı
elemanları vb. malzemeler de sualtına uygun olmalı. Aslında
fotoğrafçılığın temel prensipleri bakımından sualtında veya karada yapılan çekim arasında herhangi bir fark yok. Fakat fotoğrafın kalitesinde hayati rol oynayan ışığın havada ilerlemesiyle
sualtında ilerlemesi arasındaki farklılık, sualtı fotoğrafçılığında
özel bir teknik ve ekipmanın kullanımını kaçınılmaz kılıyor.
Sualtı fotoğrafçılığının zorluklarını tek kelimede özetlemek
gerekirse kullanılacak en uygun kelime şüphesiz “sınırlılıklar”
olacaktır. Sınırlılık derken doğal ışığın ve görüş alanının sınırlı
olması ve tüm bunların derinlik arttıkça daha da azalması; kullanılabilecek ekipmanın ve elbette zamanın (özellikle serbest
dalış yapılıyor ise) sınırlı olması gibi faktörleri sıralayabiliriz.
Aslında ne kadar başarılı bir sualtı fotoğrafçısı olduğunuzu da
bu sınırlılıklarla ne kadar başa çıkabildiğiniz ve tüm bunlara
karşın ne kadar iyi bir kare yakalayabildiğiniz belirliyor.
Ekipman nasıl olmalı?
Sualtı çekimleri için genel olarak, iki tür fotoğraf makinesinden söz edilebilir; hem suda hem karada kullanılabilen amfibi
diyebileceğimiz “çift kullanımlı” makineler ve su geçirmeyen
bir kılıfla (housing) sualtında da kullanabileceğiniz, bildiğimiz
türde makineler. Suya ve basınca dayanıklı çift kullanımlı fotoğraf makinelerinin işlevlerinin daha yoğunlaştırılmış ama
yalınlaştırılmış olması, kolayca denetlenebilmesi ve ışığın
sudaki kırılma indisinin havada olduğundan daha fazla oluşu
nedeniyle objektiflerinin suda kullanıma uygun biçimde tasarlanmış olması bu tür makineleri tercih etmemiz için iyi sebepler.Ama tüm bunların yanı sıra daha yüksek fiyat, yardımcı
elemanlara bağlı olarak büyük ve ağır bir makine setinin taşınması gibi olumsuz yanları da var. Görece daha ekonomik,
kılıfla kaplı oldukları için daha hantal görünüşlü olan dijital
makinelerin kullanımı ve denetlenmesi, amfibi olanlara göre
çok daha fazla deneyim gerektiriyor. Sualtına özel tasalanmış
makinelerin objektifleri de suyun içinde, görüntülerin kırılma
durumu gözetilerek tasarlanmış. Görüntünün kırılması hatalı
çekim yapma oranını önemli ölçüde artırıyor. Bu nedenle sualtında iyi fotoğraflar çekmek epey deneyim gerektiriyor.
Sualtı fotoğrafına yeni başlayacaksanız ya da yeni bir makine
edinecekseniz, her zaman olduğu gibi ne yapmak istediğinizi bilmeniz ve makine seçerken bu isteklerinizi karşılayacak
özelliklere sahip olanı tercih etmeniz çok önemli. Sualtı manzaraları ya da batık görüntüleri çekmek isterseniz farklı, canlı
yaşamı görüntülemek isterseniz farklı özellikleri barındıran
makine ya da yardımcı elemanlara gereksinim duyabilirsiniz.
Yine de bir sualtı fotoğraf sistemi edinmeden önce, bu sistemleri kullanan kişilerden görüş almayı ihmal etmeyin; alacağınız pratik bilgiler işinizi kolaylaştıracaktır.
Su geçirmez kamera veya kılıf
seçiminde nelere dikkat etmeliyiz?
1. Kaç metre derinlikte çekim yapmayı planlıyorsunuz? Piyasada mevcut su geçirmez kameralar ve kılıflar, maksimum
30-40 metre derinliğe yapılacak dalışlar için üretilmiştir. Bu
derinliklerin altına inmeyi planlıyorsanız özel kılıf yaptırmanız gerekiyor.
2. Beyaz renk denge ayarı sualtı fotoğrafında çok önemli bir
faktördür. Bunu göz önüne alarak seçeceğimiz kameranın
beyaz renk denge ayarlarının otomatiğin yanı sıra manuel
ayarlamaya da imkan vermesine dikkat edin.
3. Optik yakınlaştırma (zoom) özelliklerinin sualtına uygun
olup olmadığına bakın.
4. Lens ayarlarının hem otomatik hem de manuel yapılabiliyor olmasına dikkat edin.
5. Eğer kılıf kullanacaksanız, kameranın tüm ayarlarının kılıf
(housing) üzerinden yapılabiliyor olmasına bakın.
6. Eğer mevcut dijital makinenizle, kılıf (housing) kullanarak
çekim yapmayı düşünüyorsanız satın aldığınız kılıfın içine
kamera yerine benzeri ağırlıkta bir şey koyarak test dalışı
yapın. Böylece makinenizi riske atmadan, kılıfın su almadığından ve ürün tanıtımında belirtilen derinliklerde kullanılabildiğinden emin olursunuz.
7. Kılıf aldığınız firmanın iade ve değişim yapmayı kabul ettiğinden emin olun aksi takdirde hatalı ürün elinizde kalabilir.
57
oyun dünyası
Yazı: Ahmet AKPINAR
Merhaba,
Bu ay sizinle paylaşabileceğim kalitede oyun çıkmadı ne yazık ki.
2013 senesi içerisinde çıkacak gerçekten çok kaliteli oyunlar var
ve önümüzdeki aylarda bunları oynadıkça sizinle paylaşmaya çalışacağım. Bu ay sizlere oyun dünyasında yaşanan gelişmelerden
söz edeceğim.
NVIDIA Shield’ın fiyatı belli oldu
Nvidia, Shield isimli el konsolunu duyurduğundan beri konsol
pazarında gözler Shield’e dönmüş durumdaydı. Mayıs ayı içerisinde Nvidia’nın ön siparişlere başlayacağının haberi duyurulur
duyurulmaz yine gündeme gelen Shield’ın fiyatı da belli oldu.
Tegra 4 temelli el konsolu 349 dolardan satılacak ve sahipleri
Android oyunları ile Steam oyunlarını oynayabilecek. Android
oyunları Nvidia’nın TegraZone sitesinden Google Play hesaplarına entegrasyonuyla edinilebilecekken, buradan film, müzik ve
oyun indirecek ve program da kurabilecekler.
58
“Need For Speed”in film çekimleri başladı
Mart ayında kadrosu duyurulan ve akabinde prodüksiyon için
gaza basılan “Need For Speed” filmi için çekimler hızla başladı.
Georgia-Macon’da devam edilen çekimlerin şimdiki odak noktası, hızlı takip sahneleri. Michael Keaton ve Aaron Paul’un kadroda yer aldığı filmi Scott Waugh yönetiyor. Bir sene sonra vizyona gireceği düşünülen filmden henüz elle tutulur bir kare yok
ama kendisi çoktan haber programlarına konu olmaya başladı.
Dünyanın ilk oyun akademisi açılıyor
Warren Spector ve Blizzard’dan Paul Sams, Austin’deki Texas
Üniversitesi’nde dünyanın ilk akademik video oyunları programını açmaya hazırlanıyor. Denius-Sams Gaming Academy kapılarını 2014’ün sonbaharında açmaya hazırlanıyor. Spector ve
Sams bu okulda part time öğretmenlik yapacaklarını söylerken
Spector okulda bir kürsüye de sahip olacak. Dersler 12 ay süre-
cek ve başarılı öğrenciler diplomalarıyla Texas oyun endüstrisine
atılacak.Texas, Amerika’nın en büyük oyun şirketi bulunan ikinci
bölgesi olarak biliniyor.
Sony, Sony’den ayrılıyor mu?
Sony’nin en büyük yatırımcısı olan Third Point’in CEO’su Daniel
Loeb, Sony’ye ilginç bir teklif sundu. New York Times’ın haberine göre Sony’nin CEO’su Kaz Hirai’ye bizzat bir mektup ileten
Loeb, Sony Entertainment ile Sony Electronics’in ayrılmasını
önerdi. Loeb mektupta “Sony’nin iki güçlü ticari birimi var ve
bunlar birbirlerinin gerçek değerine balta vuruyorlar” şeklinde
bir ifade kullanırken yatırımcıların daha direkt olarak kontrolü
ele geçirmesi önerisini de ortaya attı. Sony adına konuşan bir
yetkili ise cevap verdi: “Yatırımcılarla diyaloğa açığız ama Sony
Entertainment satış listesinde değil.”
World of Warcraft, Free-2-Play mi oluyor?
World of Warcraft’ta büyük bir oyuncu kaybı yaşandığını sizlere geçtiğimiz gün duyurmuştuk. 10 milyonluk bir DVO için
1.3 milyon kuşkusuz çok da devasa bir kayıp değil fakat yine
de Activision’ı düşündürmüş. Activision CEO’su Bobby Kotick
“Online oyunların doğası değişti. Etraf daha rekabetçi bir hale
geliyor, özellikle Free-2-Play oyunlarla” derken Blizzard CEO’su
Mike Morhaime de “Eski oyuncuların geri dönmesini sağlayacak
yollar üzerinde çalışıyoruz” dedi. Bu iki açıklamadan sonra oyun
basınında ve oyuncular arasında şu soru sorulmaya başlandı:
World of Warcraft, Free-2-Play mi oluyor?
Gelecek ay şahsen ilkini çok beğendiğim, Metro serisinin ikinci
oyunu olan Metro: Last Night oyunu ile beraber karşınızda olacağım. Gelecek ay görüşmek üzere, iyi oyunlar.
59
çocuklar İÇİN
Cep telefonum olmadan asla
Çocukları cep telefonunun etkilerinden koruma yolları
Onsuz bir yaşam düşünemesek de
yeri geldiğinde hayat kurtaran
bir alet olan cep telefonunun
zararları da sık sık gündeme
geliyor. Hele konu çocuklar
olduğunda uyarılar artıyor,
uzmanlar hep bir ağızdan
çocukların cep telefonlarının
etkisine çok daha açık olduğunu
söylüyor. Peki, anne-babalar ne
yapmalı? İşte bazı ipuçları...
kıllı telefon, tablet bilgisayar derken yetişkinlerin teknoloji düşkünlüğünden çocuklar da nasibini alıyor. Anne-babalarının elinde, cebinde gördükleri, değişik sesler çıkaran, film “oynatan”, eğlenceli oyunlarla dolu bu sihirli
oyuncaklardan onlar da istiyorlar. Anne-babalarınsa kafası
biraz karışık. Bir yanda cep telefonu kullanmanın çocukların
sağlığını olumsuz yönde etkilediğini söyleyen uzmanlar, bu
yönde bulgular ortaya koyan araştırmalar var. Diğer yanda
ise cep telefonu kullanmanın güvenlik açısından yadsınamaz
faydaları. Acil durumlara karşı çocuğunuzun yanında cep telefonu taşıması size güven veriyor, içinizi rahat ettiriyor. Ve
elbette “Ama anne (veya baba), bütün arkadaşlarımın cep telefonu var!” diye isyan eden çocuklar. Peki, ne yapmalı? Zararlı olduğu için cep telefonu kullanmasını tamamen yasaklamalı
mı? Yoksa ancak belirli bir yaştan sonra mı izin vermeli? Cep
telefonundan daha az etkilenmesi için alınabilecek önlemler
var mı? Gelin bu konuya biraz daha yakından bakalım.
Araştırmalar ne diyor?
ABD’li epidemiyolog (Toplumdaki hastalıkların görülme sıklığını inceleyen bir bilim dalı) Devra Davis, 2010 yılında yayınladığı “Bağlantıyı Kesin: Cep Telefonu Radyasyonu Hakkındaki
Gerçekler” adlı kitabında, cep telefonu kullanımı henüz çok
yeni olduğundan, uzun vadeli sonuçlarıyla ilgili bilimsel bilginin yetersiz olduğunu söylüyor.Yani konu cep telefonu olunca
temkini elden bırakmamakta fayda var. 2005 yılında Rusya’da
yapılan bir araştırma, biri cep telefonu kullanan diğer ise kullanmayan 5-12 yaş arası iki ayrı çocuk grubunu mercek altına
almış. Buna göre, cep telefonu kullanan gruptaki çocuklarda
artan yorgunluk, dikkat azalması, çalışma kapasitesinde düşüş hatta hafıza kaybı gözlemlenmiş. Uzmanlara göre küçük
yaşlarda cep telefonu kullanımı davranış bozukluğu riskini de
artırıyor. Öte yandan cep telefonunun radyasyon yaydığı ve
çocukların bu radyasyondan etkilenme riskinin daha yüksek
olduğu da biliniyor. Kısacası, uzmanlara göre 13 yaşından küçük çocukların cep telefonu kullanmaması gerekiyor. 13-20
60
yaş arasında ise cep telefonu kullanımını mümkün olduğunca
kısa tutmak gerekiyor. Çünkü bu dönemde vücudun gelişimi
devam ediyor. Yani günümüzün cep telefonuyla yatıp cep telefonuyla kalkan çocuklarının davranışlarını ve alışkanlıklarını
gözden geçirmesi gerekiyor. Çünkü cep telefonu yukarıda
sayılan risklerin yanı sıra beyin tümörü ve göz hastalıklarıyla
da birlikte anılıyor.
Alınabilecek bazı önlemler
Günümüzde cep telefonlarından ve yaydıkları elektromanyetik alandan uzak durmak son derece zor. Ancak uzmanlara
göre bunların etkisini azaltmak mümkün. İşte alabileceğiniz
bazı önlemler:
- On üç yaşından küçükse çocuğunuzun cep telefonu kullanmasına izin vermeyin. Eğer güvenlik açısından endişe ediyorsanız, sadece size ulaşabilmesini istediğiniz bir yere gittiğinde
yanına bir cep telefonu verebilirsiniz.
- On üç yaşından büyük çocuğunuza cep telefonu alabilirsiniz
ama bunun sadece telefon ve mesaj işlevi olan “eski moda”
telefonlardan olmasına özen gösterin. Biliyoruz, buna muhtemelen itiraz edecek hatta yaşı ilerledikçe kendi harçlığını
biriktirip istediği gibi bir cep telefonu alacak ama bu ne kadar
geç olursa o kadar iyi. Çünkü akıllı telefonlar cep telefonu
kullanım süresini katbekat artırıyor.
- Çocuğunuzun cep telefonunu vücudundan mümkün olduğunca uzak tutmasına dikkat edin. Örneğin konuşurken
hoparlör veya kulaklık kullanabilir. Arkadaşlarıyla saatlerce
telefonda konuşmak yerine sosyalleşmesini teşvik edin. Cep
telefonunu cebinde değil çantasında taşısın. Gece yatarken
mutlaka cep telefonunu kapatmasını isteyin. Cep telefonunu
kesinlikle çalar saat olarak kullanmasına izin vermeyin.
- Cep telefonunu müzik dinleme, video izleme ve oyun oynama aracı olarak kullanmasına izin vermeyin. Bunları yapmak
için kullanabileceği bir müzik seti, televizyon ve bilgisayar olduğunu hatırlatın.
61
sağlık
Yaz aylarında artan hava
sıcaklıkları hepimizin yaşam
kalitesini etkiliyor. Aşırı
sıcaklar vücudun yoğun
miktarda sıvı kaybetmesine, bu
da halsizliğe neden oluyor.
Gündelik hayatımızda yapacağımız
ufak tefek değişikliklerle yaz
sıcaklarının olumsuz etkilerini
en aza indirmek mümkün.
az yakıcı yüzünü göstermeye
başladı; sıcak havada bırakın hareket etmeyi nefes almak bile giderek zorlaşıyor. Hava sıcaklığı sadece
yaşlı, çocuk ve hastaları değil sağlıklı
erişkinleri bile canından bezdiriyor.
Sıcak havalar halsizlik, susuzluk, bayılma
hissi ve mide bulantısı gibi bazı rahatsızlıklara neden olabiliyor. Bu sorunları yaşamamanın
yolu ise gündelik hayatımızda yapacağımız bazı küçük
62
değişikliklerden geçiyor. Yaz mevsiminde yapılması gereken ilk
ve en önemli şey bol bol sıvı tüketmek. Sıvı ihtiyacını karşılamak için süt, ayran, soda, taze sıkılmış meyve suyu, bitki ve
meyve çayları ile limonata tercih edilebilir. Özellikle limonata
içerdiği C vitamini sayesinde diğer gazlı ve asitli içeceklere göre
besin değeri yüksek bir içecek. Sıcaklarda metabolizmamıza en
iyi gelen şey ise saf, doğal ve katkısız tek içecek olan su. Dünya
Sağlık Örgütü yaz aylarında kadınların günde 10, erkeklerin ise
14 bardak su içmesi gerektiğini belirtiyor. Bebek ve çocuklar
sıvı kayıplarını ifade edemeyecekleri için, ebeveynlerin bu konuda daha dikkatli olmaları gerekiyor.
Doğal ürünlerle rahat bir yaz
Yapılması gereken diğer şeyler ise güneş banyosunun süresini
azaltmak, nemli ve sıcak ortamlarda fazla kalmamak ve ılık duş
alarak vücudu serinletmek. Güneşe çıkarken şapka giymeyi de
ihmal etmemek gerekiyor. Giyecek olarak da ince, pamuklu
giysiler tercih edilmeli; naylon içeriği yüksek giysiler vücudun
normalinden daha fazla ısınmasına neden oluyor. Çok sıcak
havalarda ise 11.00-16.00 saatleri arasında dışarıya çıkmaktan
kaçınmak gerekiyor. Kanser hastalarının, deri hastalığı olanların, tansiyon hastalarının ve kemoterapi görenlerin de güneş
ışınlarına maruz kalmaması şart.
Açıkhavada çalışanların aşırı hareketlerden kaçınması, sık sık
tuz içeren sulu gıdalar tüketmesi önemli. Hafif, bol ve açık renk
giysilerle şapka kullanmak, yoğun spor yapmamak da alınması
gereken tedbirler arasında. Kapalı alanları iyi havalandırmak,
güneş gören pencerelerde perde, güneşlik gibi koruyucular
kullanmak, mümkün olduğunca sık duş almak ve gün boyu taze
sebzelerle hazırlanmış hafif yiyeceklerle beslenmek sıcağın
bezdirici etkisini daha az hissetmek için yapılabilecek basit ama
etkili şeyler arasında. Gece ise mümkün olduğunca havadar
bir yerde uyumak gerekiyor. En az giysiler, ayakkabılar kadar
kullanılan yatak ve yastıklar da dikkatle seçilmeli; çarşaf, yastık
kılıfı ve pikelerin pamuklu olması da şart. Özellikle yastıkların
dolgu maddelerinin hava akımına izin veren doğal maddelerden üretilmiş olmasına dikkat edilmeli. Her zaman olduğu gibi
alkol, kahve başta olmak üzere bütün kafeinli içecekler (kola ve
enerji içecekleri dahil) uykuya dalmayı güçleştirecek ve sıcak
havanın vücudumuz üzerindeki olumsuz etkisini artıracaktır.
Bu nedenle olabildiğince az tüketilmeli.
Az, hafif ve sık öğünler
Yaz aylarında gece yenen yemeklere dikkat etmekte de yarar
var. Her şeyden önce son öğün ile yatma saati arasına en az üç
saat koymak ve mideye yüklenmemek, yediklerimizin uyurken
solunum ve kalbe yaptığı basıncı azaltmak açısından gerekli.
Akşam yemeklerinde yağlı, baharatlı, ekşili yemeklerden ve kızartmalardan özellikle kaçınmak lazım. %90’ı su olan karpuz,
tüketildiğinde tokluk hissi vermesiyle hafif yaz sofraları için iyi
bir alternatif olabilir. Lif kaynağı olduğu için de bağırsak hareketlerini düzenler. Ayrıca karpuz düşük miktarda protein, yağ,
karbonhidrat ve fosforun yanı sıra A ve C vitamini de içerir.
Karpuz gibi diğer yaz meyveleri de vitamin ve mineraller açısından çok zengin bir içeriğe sahiptir. Bu nedenle tüketilmesini
önerdiğimiz yaz meyveleri, sıcaklığın neden olduğu sıvı kaybını önlemenin yanı sıra vücuda vitamin ve mineral desteği de
sağlar.Yaz aylarında özellikle hipertansiyon, diyabet, kalp-damar
hastalığı gibi kronik rahatsızlığı olanların öğün atlamaması, 3
ana öğünün yanı sıra 3 ara öğün almaları da önerilmektedir.
Böylelikle bir sonraki öğünde hem yavaş hem de az yemek
yenilmektedir. Et, süt, yoğurt, peynir, yumurta ve yağlı tohumların içerisinde de yağ bulunmaktadır. Burada dikkat edilmesi
gereken bir diğer nokta; ekmeğe yağ sürüp direkt olarak tüketmemek, zeytinyağı bile olsa aşırı miktarda kullanmamaktır.
Yağlı ve hamurlu yiyecekler aşırı sıcaklarda yorgunluk, baş ağrısı ve tansiyona neden olacağından tüketmekten özellikle kaçınmak gerekir. Bazı şeker türleri besinlerde doğal olarak bulunur (meyvelerdeki fruktoz, sütteki laktoz, tahıllardaki nişasta
gibi). Bu nedenle yapay şeker tüketiminden kaçınmak, yenildiği
takdirde de tüketim sıklığına ve miktarına dikkat etmek, lokma
ve tulumba gibi ağır tatlılar yerine dondurma, puding, sütlaç,
komposto ve meyve jölesi gibi tatlıları tercih etmek daha sağlıklı olacaktır.
63
gurme
Hazırlaması kolay, yemesi olay!
Parti konsepti, “yardım komitesi” ve konuk sayısı belli. Sıra
menüyü belirlemeye geldi.
Parti menüsü olabildiğince ayakta yenebilecek, mümkünse tek
lokmalık aperitiflerden oluşmalı. Hazırladığınız atıştırmalıkların tat olarak birbiriyle uyumlu ve lezzetli olması, partinizin
şanı açısından çok önemli. İşte evinizdeki malzemelerle hazırlayabileceğiniz, yemesi pratik, aperitif lezzetler:
Dip sos: Her türlü cipsin yanına yakışacak bir dip sos için bir
kase yoğurdun içine birer kaşık pul biber ve nane koyun. Tuz
ve bir diş dövülmüş sarımsak ekleyerek karıştırın. Süper dip
hazır! Ayrıca cipslerin yanında yeşillik, jambon ve soğanı ince
ince kıyıp salçayla karıştırarak hazırladığınız enfes bir sos da
sunabilirsiniz. Bir kasede 2,5 su bardağı yağsız peyniri, 1,5 su
bardağı rokfor peynirini ve yarım tatlı kaşığı karabiberi çatalla
ezerek karıştırıp içine dövülmüş ceviz ekleyin. Partinin bir diğer “dip”i de hazır. Tüm bu soslar yalnızca cipse değil, krakere
de çok yakışıyor, bizden söylemesi...
E yaz geldi. Evinizde şöyle anlı şanlı bir “yaza merhaba” partisi
vermenin tam sırası. Nasıl mı? Tarihi ve kimleri çağıracağınızı
belirleyin. Alışveriş listenizi çıkarmadan önce de bu yazıya
mutlaka bir göz atın. İşte iyi bir partinin olmazsa olmazları ve
kolayca hazırlayabileceğiniz pratik birkaç atıştırmalık tarifi.
Yazması bize, yapması size, keyfini çıkarması konuklara...
yi bir ev partisi vermek o kadar da kolay
bir iş değil. Günler, hatta haftalar öncesinden hazırlıklara başlamanız gerekiyor. Özellikle basit olmayan, sıradışı, “Vay be!” dedirtecek bir parti vermek istiyorsanız işiniz daha da zor.
Ama dostlarınızla bir arada olduğunuz, iyi planlanmış bir
ev partisinin keyfini başka hiçbir şeyden alamayacağınız
kesin. Yani yapacağınız her şeye değeceğinden emin olun.
Ev partileri son dönemin en büyük tredleri arasında. Bu
trendin sırrını daha bilimsel bir yolla, formüle dökerek
açıklarsak;
Hafta sonunda eğlence mekanlarının tıklım tıklım hali + trafik çilesi + alkollü olarak
direksiyon başına geçmeme duyarlılığı (en
önemli sebeplerden biri) + gözlerden uzak,
ev ortamında olmanın rahatlığı + daha ucuza
daha sınırsız eğlence = Ev partisi
denklemine ulaşabiliriz.
64
Bunlara dikkat!
Siz de “en iyi parti başkasının evinde yapılandır, hiç uğraşamam” diyenlerden değilseniz, kolları sıvayın. Size ve çağıracağınız konuklara en uygun tarihi belirleyin. Dikkat edin, partiniz çok izlenen bir diziye veya dünya kupasının en önemli
maçlarından birine denk gelmesin. Yardım alabileceğiniz arkadaşlarınızdan oluşan bir “parti komitesi” işinizi oldukça
kolaylaştırabilir. Bir konuk listesi hazırlamayı ve katılacakları
işaretlemeyi de unutmayın. Böylece kaç kişilik hazırlık yapacağınızı bilirsiniz.
Ve sıra geldi alışveriş listesine... Liste çıkarmak için partinizin
ana temasını ve menüyü belirlerseniz işiniz oldukça kolaylaşır.
Partinin teması çalınacak müzikten, dekorasyona yapacağınız
küçük dokunuşlara ve mekan süslemesine kadar her şeyi
belirleyecek. Bu noktada aman dikkat; hazırlanacak şeylerin
parti için ayrılan bütçeye uygun olması, herkesin beceremediği bir sanat.
Kanepeler: Tost ekmeklerini kare veya üçgen şeklinde küçük parçalar halinde kesip üzerilerine yağ veya zeytin ezmesi sürün. Sonra üzerine tercihinize göre kaşar, salam, beyaz
peynir, ciğer, salatalık, ince bir dilim domates veya haşlanmış
yumurta koyup, kürdanla tost ekmeğine sabitleyin. Kanepeleri
dizdiğiniz tepsinin ortasına içinde ketçap, mayonez ve hardal
bulunan küçük kaseler de yerleştirebilirsiniz.
tilmiş kaşar peynirli veya sucuklu kanepe, küçük kareler şeklinde keseceğiniz hazır pizza ve muska böreği sıcak menüsünün en
pratik lezzetleri.
.
Meyve kokteylleri: Lezzetli meyve kokteylleri için çukur ve
geniş bir kabın içinde vişne, portakal suyu, taze doğranmış meyve
ve sodayı karıştırarak köpüklü enfes bir kokteyl elde edebilirsiniz. Meyve suyu çeşitlerini siz de, tatlarının yakışıp yakışmadığına
bakarak belirleyebilirsiniz. Meyve sularını kola veya gazozla da
karıştırabilirsiniz.
Ve parti menüsü hazır. İkramı açık büfe yapmanızı tavsiye ederiz.
Böylece herkes, neyi ne kadar yiyeceğine kendisi karar verecek
ve servisi kendisi yapacak. Bu hem onlar, hem de sizin için büyük
rahatlık. Bu nedenle soğuktan sıcağa, tuzludan tatlıya atıştırmalıkları, partilerin değişmezi kuruyemişleri, çeşit çeşit kokteylleri
ve servis tabak-bardaklarını, parti vereceğiniz alanın en görünen
ve rahat ulaşılabilen yerine yerleştireceğiniz büyükçe bir masaya
dizin. Göreceksiniz açık büfe, partide sizin de eğlenmenize imkan
tanıyan yegane kurtarıcı olacak. Ayrıca müzik ve dansla partinin
tadına varan konuklarınız da eğlenceye hiç ara vermeden, şöyle
bir geçerken dahi bir şeyler atıştırabilecekler.
Sıcaklar: Salça soslu küp sosis, üzerine pul biber serpilmiş eri-
G r a pef r u I t
MInt Cooler
(6 kişilik)
Malzemeler:
Yarım su bardağı şeker
Yarım su bardağı su
4 limon suyu
2 su bardağı taze greyfurt
suyu
1 su bardağı soda
Taze nane yaprakları
Hazırlanışı:
Şeker ve suyu bir kaseye koyup şeker çözülene dek kaynatın. Şeker şurubunu elde ettikten sonra soğumaya bırakın.
Soğuduktan sonra nane yapraklarını ekleyip iyice karıştırın.
Şurubun üzerini kapatıp yarım gün boyunca bekletin. Sonra şurubu bir sürahiye alın, üzerine limon ve greyfurt suyu
ekleyip iyice karıştırın. Sürahinin kalan kısmını soda ve kırık buz ile doldurup soğumaya bırakın. Nane yapraklarıyla
süsleyerek servis edebilirsiniz.
Makarna Cipsi (6 kişilik)
Malzemeler:
250 g kelebek makarna
50 g mısır unu
Tuz
Kızartmak için ayçiçek yağı
Hazırlanışı:
Makarnayı tuzlu suda haşlayıp soğuk sudan geçirin ve
süzün. Mısır ununu çukur bir kaseye alıp tuz ekleyin.
Makarnaları mısır ununa bulayın. Kızgın yağda altın rengi
oluncaya kadar kızartın. Süzgeç ile alıp kağıt havlu üzerinde fazla yağını süzün. Dip sosla birlikte ılık servis yapın.
65
BULMACA
kutuları doldur
Her boş kutucuğa 1, 2 ve 3 rakamlarından birini koyun. Her rakam, etrafında aynı rakamın yer aldığı kutucuk sayısını gösterir.
ÖRNEk:
toplamı bul
Boş kutucuklardan bazılarını, her satır ve sütunda 3 rakam yer alacak şekilde 1-9 arası rakamlarla doldurun. Her sütun ve
satırın ortasındaki rakamlar diğer ikisinin toplamını vermeli.
ÖRNEK:
2
9
7
3
4 6 2
5 9
4
7
9 2
2 5 3
3
5
5
9
9
4
2
6
2
8
8
1
66
2
7
4
7
9
4
7
2
3
3
9
2
5
4
1
4
7
7
5
SUDOKU
Sudoku bulmacamızı
doğru cevaplandırarak
[email protected]
adresine ya da posta ile
derneğimize gönderen
5 okurumuz, elektronik
çerçeve kazanacak.
Talihliler, 20 Haziran’a kadar doğru cevabı gönderen
okurlarımız arasında yapılacak çekilişle belirlenecektir.
Geçen ayın sudoku talihlisi: Muhammet SubaşI

Benzer belgeler

Güney Kutbu - UTED Dergi

Güney Kutbu - UTED Dergi THY Teknik AŞ, Hindistan’ın low-cost havayolu şirketi SpiceJet ile imzaladığı anlaşma kapsamında, 4 adet C1 ve 2 adet C2 olmak üzere toplam 6 adet B737-800’e bakım hizmeti verecek. Bakımlar THY Tek...

Detaylı

Bayram Özçelik

Bayram Özçelik Elma Basım Yayın ve İletişim Hizmetleri San. Tic. Ltd. Şti. Halkalı Cad. No:164 B-4 Blok Sefaköy - Küçükçekmece İstanbul Tel: 0 212 697 30 30 Yayın Türü: Aylık, süreli, yaygın

Detaylı

OLGUn ÇiÇek - UTED Dergi

OLGUn ÇiÇek - UTED Dergi THY Teknik AŞ, Hindistan’ın low-cost havayolu şirketi SpiceJet ile imzaladığı anlaşma kapsamında, 4 adet C1 ve 2 adet C2 olmak üzere toplam 6 adet B737-800’e bakım hizmeti verecek. Bakımlar THY Tek...

Detaylı

Erdal Gülmez

Erdal Gülmez Elma Basım Yayın ve İletişim Hizmetleri San. Tic. Ltd. Şti. Halkalı Cad. No:164 B-4 Blok Sefaköy - Küçükçekmece İstanbul Tel: 0 212 697 30 30 Yayın Türü: Aylık, süreli, yaygın

Detaylı