Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

Transkript

Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz
TÜRK PSİKOLOJİK DANIŞMA
ve REHBERLİK BÜLTENİ
1989
TURKISH PSYCHOLOGICAL
COUNSELING and
GUIDANCE BULLETIN
Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz / July 2016
ISSN 1304 - 5008
Yadigar hocamızın anısına
Dernekten Haberler
Bu Sayının Teması: Korku ve Kaygılarımız
1989
TÜRK PSİKOLOJİK DANIŞMA ve REHBERLİK BÜLTENİ
TURKISH PSYCHOLOGICAL COUNSELING and GUIDANCE BULLETIN
CİLT 4, SAYI 28, TEMMUZ 2016
Volume 4, No 28, July 2016
TÜRK PSİKOLOJİK DANIŞMA ve REHBERLİK DERNEĞİ YAYINIDIR
Publication of Turkish Psychological Counseling and Guidance Association
Sahibi
Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği Adına
Prof. Dr. Filiz BİLGE
Genel Basın Yayın Sekreteri
Sümeyye DERİN
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Nurten KARACAN ÖZDEMİR
Yayın Komisyonu
Ayşegül ARACI İYİAYDIN
Ümre KAYACI
Gökhan KABACAOĞLU
Semih KAYNAK
Sayfa-Kapak Tasarımı
İbrahim SAĞLAM
Dernek Adresi:
Öncebeci Mah. Umut Sokak No: 50/4 Kolej/Ankara
Tel - Faks:
0312 430 36 74
İnternet Adresi:
www.pdr.org.tr
[email protected]
Basım Tarihi ve Yeri:
2016 / Ankara
Atalay Matbaacılık Ltd. Şti.
Tel: 0312 384 41 82
Türk Psikolojik Danışma ve
Rehberlik Bülteni Türk PDR-DER
Üyelerine Ücretsiz Olarak Gönderilir.
Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Bülteni
Yılda İki defa Yayınlanır.
Bültende Yer Alan Yazıların
Sorumluluğu Yazarlarına Aittir.
İÇİNDEKİLER
Yayın Yönetmeni Yrd. Doç. Dr. Nurten KARACAN ÖZDEMİR’den.......................................... 2
Genel Başkan Prof. Dr. Filiz BİLGE’den.................................................................................. 3
Genel Basın Yayın Sekreteri Sümeyye DERİN’den................................................................. 4
Dernekten Haberler
Derneğimizin Olağan Genel Kurul Toplantısını Gerçekleştirdik........................................... 5
Genel Merkez Yönetim Kurulu Devir Teslim Toplantısı Yapıldı............................................. 7
Okul Psikolojik Danışmanlığı Sempozyumu İstanbul Aydın Üniversitesi’nde
Gerçekleştirildi.......................................................................................................................... 8
Özel Eğitim Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürü İle Görüştük........................................... 10
Bireysel ve Grupla Danışma Teknikleri................................................................................. 10
TÜRK PDR-DER Yönetim Kurulu Olarak 25. Ulusal Eğitim Bilimleri
Kongresi’ne Katıldık............................................................................................................... 11
TÜRK PDR Derneği Olarak Meslek Tanıtım Gününe Katıldık.............................................. 12
Meb Müsteşar Yardımcısı Doç. Dr. Hilmi Çolakoğlu’nu Ziyaret Ettik................................ 12
Ankara Üniversitesi Öğrencileriyle Bir Aradaydık…............................................................. 13
Derneğimiz ve Bal Arıları Mühendis Oluyor Projesi............................................................. 14
Ankara PDR Günleri: Bir Meslek Elemanı Olarak Psikolojik Danışman............................ 15
TÜRK PDR Derneği Merkez Yönetim Kurulu ve Travma Birimi Üyeleri
Norveç’e Gidiyor...................................................................................................................... 16
ULED Platformu 26. Uluslararası Eğitim Bilimleri Kongresi İçin Bir Arada...................... 16
PDR Öğrencileri Muğla’da Buluşacak…................................................................................ 17
VI. PDR Uygulamaları Kongresi Gaziantep’te Yapılacak...................................................... 17
Acı Kaybımız Prof. Dr. Yadigar Kılıçcı.................................................................................... 18
Bu Sayının Teması: Korku ve Kaygılarımız
Bizi Esir Eden Korku ve Kaygılarımız.................................................................................... 19
Korku Üzerine Bir Yaşar Kemal Romanı İncelemesi: “Tek Kanatlı Bir Kuş”..................... 23
“Korku Avcısı Çalışma Kitabı” ve “Korku Avcısı Anksiyete Bozukluğu Olan Çocuklar
İçin Bilişsel Davranışçı Terapi Rehberi” Tanıtımı................................................................. 26
Başarı Korkusu: Kendini Sabote Etme Davranışına Psikanalitik Açıdan Bakış................. 28
Korkuyu Arzulamak: Korku Filmleri, Oyunları ve Romanları Üzerine Kısa Bir Analiz...... 30
“Korkulacak Ne Var?” Demeden Korkuları Anlamak.......................................................... 32
Fobiler...................................................................................................................................... 34
Korkum Buraya -da- Sığar mı?............................................................................................. 36
Okul Korkusunun Bilişsel-Davranışçı Terapi Yöntemi İle Çözümlenmesi......................... 40
‘Beyaz Yaka’ Çalışanlar Arasında Yaygın Korkular............................................................... 42
Yaşamın Farklı Dönemlerinde Korkuların Görünümleri...................................................... 43
Korkuları Umuda Çevirmek................................................................................................... 44
Kocasinan Rehberlik ve Araştırma Merkezi......................................................................... 46
Dernek Yayınları...................................................................................................................... 48
1989
Sessiz Çığlıklara Ses Olabilmek............................................................................................ 37
YAYIN
YÖNETMENİNDEN
Yrd. Doç. Dr. Nurten KARACAN ÖZDEMİR
Psikolojik Danışman
[email protected]
Sevgili Meslektaşlarım
ve Okurlarımız,
Yeni yayın komisyonu olarak yeni bir sayıda, yeni bir konuyu sizlerle buluşturmanın heyecanı ve
mutluluğuyla sizleri selamlıyorum.
Öncelikle başta eski yayın yönetmeni Uzm. Psi. Dan. Fatma Arıcı-Şahin olmak üzere, Büşra
AKÇABOZAN, Feyza DİNÇEL, Gökçen AYDIN, Mine MUYAN, Pınar ÇAĞ, ve Zeynep ERKAN ATİK’e
özverili çalışmaları, emekleri ve yolumuza ışık tutan örnekler bıraktıkları için çok teşekkür
ediyorum.
Bundan sonraki sayılarda birlikte çalışacağım ekip arkadaşlarım Uzm. Psi. Dan. Ayşegül ARACI
İYİAYDIN, Ümre KAYACI, Gökhan KABACAOĞLU ve Semih KAYNAK’a hem bu sayıdaki etkin
çalışmaları, çabaları ve bitmeyen enerjileri için hem de gösterdikleri işbirliği ile ekip ruhunu
besledikleri için çok teşekkür ediyorum. Ayrıca, bu sayıya yazıları ile katkı sağlayan tüm yazarlara
ve Türk PDR Derneği Yönetim Kurulu’na teşekkür ederim.
Acı tatlı gündemler, deneyimler ve kazanımlarla bir akademik yılı daha geride bıraktık. Bu
sayının gündemini belirlerken bütün bunların bizlerde bıraktığı izleri ve etkileri göz ardı etmedik
ve konumuzu “korku ve kaygılar” olarak belirledik. Korku, insanlık tarihi kadar eski ve evrensel
bir duygu! İlk insanlar hayatta kalabilmek için doğaya karşı giriştikleri mücadelede korkularıyla
yüzleşirken, günümüzde ne yazık ki insan eliyle yaratılmış korkularla mücadele ediyoruz.
Gündemden düşmeyen şiddet, cinayetler, terör… İnsanların insanlardan korktuğu dönemlerden
geçiyoruz! Ancak çaresiz ve umutsuz değiliz! Korkuların, kaygıların ağına takılmayı, yılgınlığın
esaretinde yaşamayı kabul etmiyoruz!
Bizler psikolojik danışmanlar olarak bütün bunlarla mücadelede iç kaynaklarımız olduğunu
biliyoruz ve bu kaynakları danışanlarımızda da harekete geçirebilme gücümüze inanıyoruz!
Bu dönemlerde diğer insanlara karşı toplumsal sorumluluğumuz olduğunun da farkındayız!
Burada içsel ve dışsal kaynaklarımız konusuna girmeden çoğumuzun bildiği Yunan mitolojinden
bir hikâyeyi kısaca paylaşmak istiyorum. Efsaneye göre Epimetheus eşsiz bir güzelliğe sahip
Pandora’ya aşık olur. Pandora, yanında açıldığında insanlara ızdırap veren tüm kötülüklerin
içinde bulunduğu bir kutu taşımaktadır. Merakına yenik düşen Epimetheus kutuyu açar ve
bütün kötülükler dünyaya yayılır. Geriye sadece “umut” kalır! O gün bu gündür insanlar içlerinde
taşıdıkları bu umut ile yaşama tutunurlar ve mücadelesini sürdürürler.
Son olarak, belki de başta söylenmesi gereken bir noktaya dikkat çekerek bitirmek istiyorum.
Korku kelimesinin kökenine bakıldığında Latince’de “to try” (denemek); Yunanca’da (Greek) “trial,
attempt, experience” (deneme, çaba, deneyim) gibi anlamlar taşıdığını görmek mümkün. O halde,
Mark Twain’in “Cesaret korkuya direnmek ve korkuyu alt etmektir, korkusuzluk değildir.” sözünü
aklımızda tutarak korkularımıza karşı harekete geçmeyi öneriyorum. Keza, Dale Carneige’nin de
vurguladığı gibi “Hareketsizlik şüpheyi ve korkuyu besler. Hareket ise, özgüveni ve cesareti besler.”
Keyifle ve umutla okuyacağınız bir sayı olması dileklerimle…
2
GENEL
BAŞKANDAN
Prof. Dr. Filiz BİLGE
Türk PDR DER Genel Başkanı
[email protected]
Sevgili Psikolojik Danışmanlar,
Yeni bir sayı, yeni bir Bülten Yayın Komisyonu ve yeni bir içerikle karşınızdayız sevgili
meslektaşlarım. Daha önceki 27. sayımızda değişen komisyonumuzdan söz etmiştik. Bu
sayı bu komisyonumuzun ürünü oldu. Temayı “Korku ve Kaygı” olarak seçen ve sizlerin
eline geçecek aşamaya getiren başta yayın Yönetmenimiz Yrd. Doç. Dr. Nurten KARACAN
ÖZDEMİR olmak üzere Uzman Psikolojik Danışman Ümre KAYACI, Uzman Psikolojik
Danışman Gökhan KABACAOĞLU, Uzm. Psikolojik Danışman Ayşegül ARACI İYİAYDIN ve
Uzman Psikolojik Danışman Semih KAYNAK’a emekleri, katkıları ve çabaları için teşekkür
ediyorum.
Sizlerle üzüntümü paylaşmak isterim. Benim için çok önemli bir rol model olan ve
mesleki gelişimimi borçlu olduğum hocamı Prof. Dr. Yadigar KILIÇCI’yı kaybettim. Acım
sonsuz. Kendisine Allahtan rahmet, benim gibi onun elinden yetişmiş akademisyenler ve
uygulamacılarla tüm sevenlerine, ailesine sabır diliyorum.
Sevgili meslektaşlarımız ve öğrencilerimiz 28. sayının sponsorluğunu PEGEM Akademi
yaptı. Kendilerine alanımıza sundukları pek çok değerli katkının yanı sıra Bültenin bu
sayısının basımını da üstlendikleri için teşekkürlerimi sunuyorum.
Derneğimiz yeni Yönetim Kurulu üyelerinden Uzman Psikolojik Danışman Sümeyye DERİN
Genel Basın Yayın Sekreteri görevini üstlendi ve Bülten çalışmalarına hemen başladı.
Süreçte daha önce bu görevi titizlikle yerine getiren meslektaşımız Hayal DEMİRCİ de 28.
sayının basılmasında katkılarını sundu. Her ikisine de teşekkür ediyor, başarılar diliyorum.
Bültenin bu sayısında yer alan yazarlarımıza teşekkür ediyor, katkılarının sürmesini tüm
meslektaşlarım adına diliyorum. Emeğinize sağlık.
Derneğimizin çalışmalarına ilişkin olarak verilen haberlerin giderek zenginleşmesi ve
daha fazla sayıda meslektaşımızı kucaklayarak etkinlikler yapıp bunları sizlerle paylaşmak
dileğimiz.
Sevgili meslektaşlarımız bültenle ilgili çalışmalar devam ederken 15 Temmuz 2016
tarihinde ülke olarak hepimizi çok korkutan, kaygılandıran ve çok üzen bir darbe
girişimiyle karşı karşıya geldik. Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği mensupları
olarak ülkemize ve milletimize karşı tüm darbe girişimlerini kınıyor, bu süreçte yaşamını
yitiren vatandaşlarımıza Allahtan rahmet, ailelerine baş sağlığı, yaralılarımıza acil şifalar
diliyoruz. Bu hain saldırılardan etkilenen ve gönüllü olarak psiko-sosyal destek almak
isteyen tüm vatandaşlarımız için elimizden geleni yapacağımızı okurlarımızın bilgisine
sunmak isteriz.
3
YÖNETİM
KURULUNDAN
Sümeyye DERİN
Genel Basın Yayın Sekreteri
[email protected]
Sevgili Meslektaşlarım,
Türk PDR Derneği Bülten çalışması aracılığıyla alanımızda gerçekleşen gelişmeler,
etkinlikler, derneğimizde yapılan çalışmalar hakkında sizleri bilgilendirmeye ve haberdar
etmeye çalışıyoruz. Tahmin edileceği üzere bunu gerçekleştirmek bir ekip işidir. Bu
ekip zaman zaman gerçekleşen görev değişimi ile işe kalınan yerden devam eder. Biz
de bültenimizin bu sayısında görevi arkadaşlarımızdan devralarak yeni merkez yönetim
kurulu ile karşınızdayız. Bu bültende Genel Basın Yayın Sekreteri olarak karşınızda
olmanın heyecanını yaşıyorum. Daha önceki sayılarda büyük bir özveri ile bülten yayınlarını
gerçekleştiren eski yönetim kurulu üyelerimizden Psikolojik Danışman Hayal DEMİRCİ’ye
teşekkür ediyoruz.
Bu sayıda ayrıca yayın komisyonumuzda da bir devir teslim gerçekleşti. Önceki yayın
komisyonunda yer alan Fatma ARICI ŞAHİN, Büşra AKÇABOZAN, E. Feyza DİNÇEL,
Mine MUYAN, Pınar ÇAĞ ve Zeynep ERKAN ATİK’e de çalışmalarından ötürü teşekkür
ediyoruz. Her ne kadar görevlerini başarıyla tamamlasalar da bundan sonraki çalışmalarda
desteklerini yanımızda hissedeceğimize inanıyoruz. Yeni yayın komisyonunda yer alan Yrd.
Doç. Dr. Nurten KARACAN ÖZDEMİR, Uzm. Psikolojik Danışman Ayşegül ARACI İYİAYDIN,
Arş. Gör. Ümre KAYACI, Arş. Gör. Gökhan KABACAOĞLU, Arş. Gör. Semih KAYNAK ‘a
çalışmalarında başarılar diliyoruz.
4
DERNEKTEN HABERLER
DERNEĞİMİZİN OLAĞAN
GENEL KURUL TOPLANTISINI
GERÇEKLEŞTİRDİK
Genel Kurul; Divan Kurulunun oluşumundan
sonra, Üyemiz, MHP Aydın Milletvekili Sayın Deniz
DEPBOYLU’nun konuşması ile devam etti. Sayın
Deniz DEPBOYLU’ya Genel Kurulumuza katılımları ve
konuşmaları için çok teşekkür ederiz.
Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneğinin
Olağan Genel Kurulu 20 Mart 2016 Pazar günü
09.30-18.30 saatleri arasında Ankara Bera Otel’de
yapıldı. Genel Kurul 165 üye, sekiz öğrenci üye,
15 misafir olmak üzere toplam 188 katılımcı ile
gerçekleştirildi.
Dernek Genel Başkanı Prof. Dr. Filiz BİLGE,
Yönetim Kurulu ve Denetleme Kurulu’nda iki yıl
boyunca özveriyle görev yapan meslektaşlarına
ve Genel kurula gelen psikolojik danışmanlara
teşekkür ederek konuşmasına başladı. Daha sonra
Prof. Dr. Filiz BİLGE 2014-2016 dönemi faaliyet
raporunu genel kurula sundu. Katılımcılar Prof.
Dr. Filiz BİLGE tarafından yapılan sunumun yanı
sıra faaliyet raporuyla şube yönetimleri, Soma
destek grubu, ödüller, dönem içindeki asli ve fahri
üyeliklere ilişkin artış, kongreler, toplantılar,
yayınlar, projeler, protokoller konusunda
bilgilendirildi.
5
DERNEKTEN HABERLER
faaliyet raporu oybirliği ile ibra edildi.
İl Dernekler Müdürlüğü tarafından zorunlu olarak
değiştirilmesi gereken tüzük maddeleri değiştirildi.
Değiştirilen maddelerin yeni hali Genel Kurulun
onayına sunularak oybirliği ile kabul edildi.
2016-2018 Dönemi için Dernek Yönetim Kurulu ve
Denetleme Kurulu için yapılan seçimde;
Ardından Genel Başkan Yardımcısı Hakkı EKEN,
2014-2016 dönemi mali raporu genel kurulun
bilgisine sundu. Dernek yönetiminin devraldıkları ve
dönem içinde yaşanan mali duruma ilişkin gelişmeler
ayrıntılarıyla Genel Başkan Yardımcısı Hakkı EKEN
tarafından sunuldu. Bağışlar ve sponsorluklar için
teşekkür edildi.
Genel Kurul faaliyet raporu üzerine sırası ile söz alan;
Esin TÜRKOĞLU, Özden BİLGİN, Hüseyin ŞEN, Prof.
Dr. Tuncay ERGENE, Doç. Dr. Birol ALVER, İsmail SAV
ve Prof. Dr. Ragıp ÖZYÜREK; faaliyet raporu ile ilgili
olarak görüş, öneri ve eleştirilerini sundular.
Genel Başkan Prof. Dr. Filiz BİLGE raporla ilgili
eleştirilere yanıt verdi. Prof. Dr. Filiz BİLGE Türk
Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi konusunda
gelen eleştirinin yanıtlanması için dergi editörlerinden
Yrd. Doç. Dr. Mehmet PALANCI’yı davet etti. Yrd. Doç.
Dr. Mehmet PALANCI dergi süreci hakkında bilgiler
vererek katılımcıları aydınlattı.
Genel Kurul raporunun ibrasına geçildi. Rapor
oybirliği ile ibra edildi.
Denetleme Kurulu Raporu, Denetleme Kurulu üyesi
Melike DOĞAN tarafından sunuldu. Denetleme
Kurulu raporunun ibrasına geçildi, Denetleme Kurulu
6
Yönetim Kurulu’na
Prof. Dr. Filiz BİLGE
Psi. Dan. Ali ERDOĞAN
Yard. Doç. Dr. Mehmet PALANCI
Dr. İdil AKSÖZ EFE
Psi. Danışman Şenol DEMİRHAN
Psi. Dan. Ali AYDIN
Uzm. Psi. Dan. Sümeyye DERİN
Denetleme Kurulu’na;
Psi. Dan. Zehra DOĞRUOĞLU
Psi. Dan. Yüksel BAYRAKTAR
Psi. Dan. Ferhat YILMAZ
seçildi.
Yeni seçilen Yönetim Kurulu ve Denetleme Kurulunu
tebrik eder, çalışmalarında başarılar dileriz.
Genel Kurula katılan, katkı sunan, aday olan tüm
üyelerimize katılım ve katkılarından dolayı çok
teşekkür ederiz.
Genel Kurula katılarak bizi onurlandıran,
Milletvekilimiz Sayın Deniz DEPBOYLU ve tüm
misafirlerimize şükranlarımızı sunarız.
Prof. Dr. Filiz BİLGE
Yönetim Kurulu Adına
DERNEKTEN HABERLER
GENEL MERKEZ YÖNETİM
KURULU DEVİR TESLİM
TOPLANTISI YAPILDI
Toplantıda alınan karara göre yeni yönetim kurulundaki
görev dağılımı şöyledir:
Prof. Dr. Filiz BİLGE Genel Başkan
Yrd. Doç. Dr. Mehmet PALANCI Genel Başkan Yardımcısı
Psikolojik Danışman Ali ERDOĞAN Genel Sekreter
20 Mart 2016 tarihinde yapılan Olağan Genel Kurul
Toplantısı sonucu bir önceki genel merkez yönetim
kurulunun görev süresinin dolması nedeniyle eski ve
yeni yönetim kurulu üyeleri 28 Mart 2016 tarihinde devir
teslimi gerçekleştirmek için bir araya geldi. Bu toplantıda
hem yeni yönetim kurulu üyelerinin görev dağılımı
yapıldı hem de eski yönetim kurulu üyelerine şimdiye
kadar olan emek ve desteklerinden dolayı plaket takdim
edildi. Eski yönetim kurulu üyelerimiz, resmi olarak
bu görevlerinden ayrılsalar da derneğimize her zaman
desteklerini sunacaklarını belirttiler. Üyelerimize şimdiye
kadar sundukları ve bundan sonra sunacakları destekler
için tekrar teşekkür ederiz.
Psikolojik Danışman Şenol DEMİRHAN Genel Mali Sekreter
Dr. İdil AKSÖZ EFE Genel Eğitim Sekreteri
Psikolojik Danışman Ali AYDIN Genel Örgütlenme Sekreteri
Uzm. Psikolojik Danışman Sümeyye DERİN Genel Basın Yayın Sekreteri
7
DERNEKTEN HABERLER
OKUL PSİKOLOJİK
DANIŞMANLIĞI SEMPOZYUMU
İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ’NDE
GERÇEKLEŞTİRİLDİ
Okul Psikolojik Danışmanlığı Sempozyumu İstanbul
Aydın Üniversitesi (İAÜ) ve Türk PDR-Derneği
işbirliğiyle yapıldı. Yaklaşık 350 kişinin katıldığı
sempozyum 08.04.2016 tarihinde saat 9.30’da İAÜ
Psikolojik Danışma ve Rehberlik Bölümü Öğretim
Üyesi Prof. Dr. Ragıp ÖZYÜREK, Türk PDR-Der
Genel Başkanı Prof. Dr. Filiz BİLGE ve İAÜ Rektörü
Prof. Dr. Yadigar İZMİRLİ’nin açılış konuşmalarıyla
başladı. Ardından Türk PDR-DER Genel Sekreteri
Ali ERDOĞAN, MEB Temel Eğitim Genel Müdürü
Yrd. Doç. Dr. Cem GENÇOĞLU, MEB Özel Eğitim ve
Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürü Celil GÜNGÖR
bilgilendirici sunumlar yaptılar.
MEB Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel
Müdürü Celil Güngör: “Sempozyumla beraber
okullardaki öğretmenlerin görev alanlarıyla ilgili
ne tür sorunlar yaşadığını birbirimizden birincil
ağızdan dinleme fırsatımız oldu ve bu sayede de
karşılıklı olarak ortak sorunlarımızı paylaştık. Aynı
zamanda okul danışmanlığı, okullardaki rehberlik
hizmetlerinin daha nitelikli hale getirebilmesi
8
için neler yapılmalı diye bu sempozyumla birlikte
konuşup tartışma imkânı bulduk. Yapılan akademik
ve bilimsel yaklaşımlar okullarda ve eğitim
ortamlarındaki işimizi daha nitelikli yapmamıza
ışık tutacak.” sözleriyle sempozyumun önemine ve
katkısına dikkat çekti.
Prof. Dr. Ragıp ÖZYÜREK “Önleyici ve Çözüm
Bulucu Yaklaşımlar” başlıklı ilk panelin
moderatörlüğünü yürüttü. Prof. Dr. Ragıp
ÖZYÜREK konuşmalarına “Sempozyumla
birlikte okullarımızdaki psikoloji danışmanlık ve
rehberlik hizmetlerinin kalitesini yükseltmeyi,
öğrencilerimize ve öğretmenlerimize daha etkili bir
hizmet sunabilmeyi amaçladık. Bunların yanısıra
ilerleyen zamanlarda da hem Milli Eğitim Bakanlığı
hem de üniversitelerle böyle bir ortak işbirliğine
girmeyi ümit ediyoruz.” diyerek başladı. Bu
oturumda Yrd. Doç. Dr. Ezgi ÖZEKE KOCABAŞ, Yrd.
Doç. Dr. Yıldız KURTYILMAZ ile Yrd. Doç. Dr. Bircan
ERGÜN BAŞAK sunumlarını gerçekleştirdiler ve
ardından sorulara yanıt verdiler.
DERNEKTEN HABERLER
Öğleden sonra ise Prof. Dr. Filiz BİLGE’nin
moderatörlüğünü yaptığı “Okul Psikolojik
Danışmanlarının Gelişimi” başlıklı ikinci
panel gerçekleştirildi. Sempozyum hakkında
değerlendirmelerde bulunan Bilge, PDR mesleğinin
geliştirilmesi ve mesleki yeterlilikler konusunda bazı
noktalara dikkat çekti. Bilge: “Bir mesleğin gelişmesi
için standartların oluşturulması, akreditasyonunun
sağlanmasıyla birlikte programlarla uygulama
alanının bütünleştirilmesi gerekiyor. Bunun için de
programlarının geliştirilmesi ve farklılaştırılması
için uygulamacıların bir araya gelmesi lazım.
Programların geliştirilmesinde üniversiteler,
bakanlık ve meslektaşlarımızın tek mesleki örgütü
olan ve akademisyeni ve uygulayıcıyı buluşturan
derneğimizin bir arada çalışmalar yapması
bekleniyor. Tabi bizden beklenen şu, standartların
oluşturulmasından sonra akreditasyon ve
yeterlikler, yetkinliklerle ilgili çalışmalarımızın bir
düzleme oturtulması, bunun başarılı bir şekilde
sonuçlandırılması en büyük temennimiz. Dolayısıyla
tek taraflı iyileştirildiği sanılan programlar değil her
şeyden önce bütün paydaşların işin içine katıldığı,
görüşlerinin alındığı, çalıştayların panellerin yapıldığı
bir şekilde mesleklerin ele alınması gerekiyor”
sözleriyle gerekli birimlere işbirliği çağrısı yaptı.
Panelde Uzman Psikolojik Danışman Meltem ASLAN
GÖRDESLİ, Prof. Dr. Zeynep HAMAMCI, Yrd. Doç.
Dr. Nevin DÖLEK ile Prof. Dr. Şermin KÜLAHOĞLU
sunumlarını yapıp yöneltilen sorulara yanıt verdiler.
Sempozyumun kapanış toplantısında okul psikolojik
danışmanlarının verdikleri hizmetlerin kalitesinin
artırılması için Milli Eğitim Bakanlığı’nın, Yüksek
Öğretim Kurulu’nun, PDR Anabilim Dallarının,
akademisyenlerle uygulamacıları birleştiren Türk
PDR-Der’in işbirliğinin sağlanmasının önemi
üzerinde duruldu. Eğitim Fakültelerinin sadece
öğretmen yetiştirmediği, aynı zamanda PDR
gibi uzmanlık alanlarını içinde barındırdığının
unutulmaması gerekliliği vurgulandı.
9
DERNEKTEN HABERLER
ÖZEL EĞİTİM
REHBERLİK
HİZMETLERİ
GENEL MÜDÜRÜ
İLE GÖRÜŞTÜK
çalışmaların içinde derneğimizle birlikte yer
alabileceklerini ifade ettiler.
Sayın Celil GÜNGÖR Genel Müdürlük olarak bu
çalışmaları destekleyeceklerini bildirdi. Görüşme
karşılıklı iyi niyet ve dileklerle sona erdi. Bu
görüşmenin ardından Rehberlik Hizmetleri Daire
Başkanı Sayın Veysel ÖZTÜRK ziyaret edildi. Sayın
Veysel ÖZTÜRK ile meslektaşlarımızın çalışmaları,
iyi uygulamalar ve karşılaşılan sorunlar üzerinde
duruldu. Daire Başkanlığından yapılacak çalışmalarla
ilgili işbirliği ve destek beklendiği ifade edildi. Genel
Müdür ve Daire Başkanımıza misafirperverlikleri,
değerli hocalarımıza destekleri için teşekkür ederiz.
BİREYSEL VE GRUPLA
DANIŞMA TEKNİKLERİ
Türk PDR-DER yeni yönetim kurulu üyeleri Milli
Eğitim Bakanlığı Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri
Genel Müdürü Sayın Celil GÜNGÖR ile görüştü.
Türk PDR-DER Genel Başkanımız Prof. Dr. Filiz
BİLGE, Genel Sekreterimiz Ali ERDOĞAN, Genel
Eğitim Sekreterimiz Dr. İdil AKSÖZ EFE ve Genel Mali
Sekreterimiz Şenol DEMİRHAN Milli Eğitim Bakanlığı
Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürü
Sayın Celil GÜNGÖR’ü makamında 15 Nisan 2016
Cuma günü saat 15.00’de ziyaret etti. Görüşmede
değerli hocalarımız Prof. Dr. Ragıp ÖZYÜREK ve Prof.
Dr. Mehmet GÜVEN de hazır bulundu.
Görüşmede ağırlıklı olarak Milli Eğitim Bakanlığı
Özel Eğitim ve Rehberlik Genel Müdürlüğü’nün
gereksinimleri ve meslektaşlarımızdan beklentileri
üzerinde duruldu. Genel Başkan Prof. Dr. Filiz
BİLGE resmin bütününün görülebilmesi için
öğretmenlerin, velilerin, öğrencilerin, yöneticilerin
algıları ile gereksinimlerini içine alacak şekilde
araştırmalar yapılması gerekliliğini ifade etti
ve yapılacak araştırmaların bulgularından yola
çıkılarak yeni düzenlemelere gidilebileceğini
sözlerine ekledi. Değerli hocalarımız da yapılacak
10
15-19 Şubat 2016 tarihleri arasında Derneğimiz
ve MEB Özel Eğitim ve Rehberlik Genel
Müdürlüğü Çankaya Rehberlik ve Araştırma
Merkezi işbirliğiyle “Bireysel ve Grupla
Danışma Teknikleri” eğitimi gerçekleştirildi.
Eğitim, alanda çalışan rehber öğretmenlere
yönelik olarak Prof. Dr. Mehmet GÜVEN ve
Yrd. Doç. Dr. Özlem HASKAN AVCI tarafından
yapılandırıldı.
Çankaya Rehberlik ve Araştırma Merkezi’nde
yapılan eğitim Genel Başkanımız Prof. Dr. Filiz
BİLGE’nin açılış konuşmasıyla başladı. Yukarıda
adı geçen hocalarımız tarafından verilen ve beş
gün süen hizmet içi eğitim sonunda kursiyerlere
katılım belgesi takdim edildi. Eğitimi veren
hocalarımıza teşekkür ederiz.
DERNEKTEN HABERLER
TÜRK PDR-DER YÖNETİM KURULU OLARAK
25. ULUSAL EĞİTİM BİLİMLERİ
KONGRESİ’NE KATILDIK
“Eğitim Bilimlerinde Yenilikler ve Nitelik Arayışı”
temalı 25. Ulusal Eğitim Bilimleri Kongresi 2124 Nisan 2016 tarihleri arasında İstanbul Kültür
Üniversitesi, Derneğimizin de içinde yer aldığı Ulusal
Eğitim Dernekleri (ULED) Platformu ve PEGEM
Akademi işbirliğiyle Antalya’da gerçekleştirilmiştir.
Genel Başkanımız Prof. Dr. Filiz BİLGE, Genel
Başkan Yardımcımız Yrd. Doç. Dr. Mehmet PALANCI,
Genel Sekreterimiz Ali ERDOĞAN ve Genel Eğitim
Sekreterimiz Dr. İdil AKSÖZ EFE standımızı açarak
kongreye katılmışlardır.
Eğitim bilimleri alanında çalışan 800 kişinin katıldığı
kongrede üç panel ve iki çalıştay düzenlenmiştir.
Panellerde “Eğitim Bilimlerinde Araştırma ve Yayın
Sorunu”, “Akademik Etik” ve “Göç ve Eğitim” konuları
ele alınmıştır. “Akademik Etik” temalı olan panelin
moderatörlüğü Prof. Dr. Binnur YEŞİLYAPRAK
tarafından yapılmıştır. Meslektaşlarımız Psikolojik
Danışma ve Rehberlik için düzenlenen 11 oturumda 46
sözlü bildiri ve iki poster bildiri sunumu yapmışlardır.
Kongrede ikinci panel öncesinde 23 Nisan Ulusal
Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlanmıştır. Kutlamalar
Beldibi İlkokulu ve Ortaokulu öğrencileri ve
öğretmenleriyle yapılmıştır.
Kongrenin sonuç bildirgesi kapanış oturumunda
katılımcılara sunulmak üzere Düzenleme Kurulu
tarafından hazırlanmıştır. Kongrenin üçüncü günü
yapılan Kapanış ve değerlendirme oturumunda ULED
Platformu Sözcüsü Prof. Dr. Özcan DEMİREL, İstanbul
Kültür Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Hasan
ŞİMŞEK, Prof. Dr. Binnur YEŞİLYAPRAK ve Prof. Dr.
Filiz BİLGE yer almışlardır. Değerlendirmeler ve sonuç
bildirgesinin oylanması ile kongre sona ermiştir.
Kongrenin düzenlenmesinde önemli rol oynayan İstanbul
Kültür Üniversitesi, ULED Platformu ve aylar öncesinden
başlayarak son derece titiz bir şekilde hazırlıkları
gerçekleştiren PEGEM Akademi’ye çok teşekkür ederiz.
Ayrıca Akdeniz Üniversitesi öğrenci grubunun da emeği
unutulamaz, onların da ellerine sağlık.
11
DERNEKTEN HABERLER
TÜRK PDR DERNEĞİ OLARAK
MESLEK TANITIM GÜNÜNE KATILDIK
Bu yıl üçüncüsü düzenlenen “Özde-Bir Üniversite ve
Meslek Tanıtım Günü”ne Türk PDR Derneği olarak
stant açarak katıldık. Program 30 Nisan 2016 Cuma
günü Congresium Ankara ATO Uluslararası Kongre
ve Sergi Sarayı’nda gerçekleştirildi.
Etkinliğe Derneğimiz Merkez Yönetim Kurulu
Başkanı Sn. Prof. Dr. Filiz BİLGE, Genel
Sekreterimiz Ali ERDOĞAN, Eğitim Sekreterimiz
Dr. İdil AKSÖZ EFE, Örgütlenme Sekreterimiz Ali
AYDIN, bir önceki yönetim kurulu üyelerimizden
Hakkı EKEN ve Şakir CANÖZ katılmışlardır. Etkinlik
kapsamında üniversiteye hazırlık yapan öğrencilere
psikolojik danışma ve rehberlik mesleğini tanıtan
broşür dağıtılmış ve ayrıca mesleğimiz hakkında
da bilgilendirmeler yapılmıştır. Bu etkinliğe
katılımımızı sağlayan değerli meslektaşımız Hakkı
EKEN’e teşekkür ederiz.
MEB MÜSTEŞAR YARDIMCISI
DOÇ. DR. HİLMİ ÇOLAKOĞLU’NU ZİYARET ETTİK
MEB Müsteşar Yardımcısı Sayın Doç. Dr. Hilmi
ÇOLAKOĞLU’nu 29 Nisan 2016 tarihinde saat
16.30’da makamında ziyaret ettik. Randevuya
derneğimiz merkez yönetim kurulundan Genel
Başkanımız Prof. Dr. Filiz BİLGE, Genel Sekreterimiz
Ali ERDOĞAN, Genel Mali Sekreterimiz Şenol
DEMİRHAN, Denetleme Kurulu’ndan Zehra
DOĞRUOĞLU ve Türk PDR Derneği Eski Genel
Başkan Yardımcımız Hakkı EKEN katıldı.
Ziyarette Doç. Dr. Hilmi ÇOLAKOĞLU’na derneğimiz
ve yapılan çalışmalar hakkında bilgi verildi. Ayrıca
MEB ve Türk PDR Derneği işbirliği ile yapılabilecek
çalışmalar hakkında görüş alışverişinde bulunuldu.
12
DERNEKTEN HABERLER
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
ÖĞRENCİLERİYLE BİR ARADAYDIK…
Ankara Üniversitesi Psikolojik Danışma ve
Rehberlik Topluluğu tarafından 30 Nisan
2016 tarihinde organize edilen Sinir Bilim
Çalışmalarının Psikolojik Danışma ve Rehberlik
Alanına Yansımaları” konulu çalışmasına Türk
Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği Genel
Başkanımız Prof. Dr. Filiz BİLGE ve Genel Eğitim
Sekreterimiz İdil AKSÖZ EFE katıldılar. Etkinlikte
Genel Başkanımız Prof. Dr. Filiz BİLGE açılış
konuşmasını gerçekleştirdi. Çalışmada ayrıca
Prof. Dr. Müge Artar “Ergen beyni neden riskleri
sever?”, Uzman Psikolojik Danışman Öykü MANÇE
ÇALIŞIR “Nöropsikoloji ve Danışmanlık”, Doç. Dr.
Bora BASKAK “Karmaşık İnsan Davranışlarının
Nörobiyolojisi”, Yrd. Doç. Dr. Murat BOYSAN ise
“Psikolojik Danışma uygulamalarının nörobilimi:
Bütünleşme ve Dönüşüm yolları” konulu
konferansları gerçekleştirdiler. Daha sonra
çalışma katılım belgelerinin takdim edilmesiyle
sonlandırıldı.
13
DERNEKTEN HABERLER
DERNEĞİMİZ VE
BAL ARILARI
MÜHENDİS OLUYOR
PROJESİ
Ford Otosan tarafından Koç Holding’in Ülkem İçin
projesi kapsamında, Türk Psikolojik Danışma ve
Rehberlik Derneği, Uçan Süpürge Kadın İletişim
ve Araştırma Derneği ve T.C. Milli Eğitim Bakanlığı
işbirliğiyle 81 ilde ve en az 81 okulda uygulanacak
olan “Bal Arıları Mühendis Oluyor” kurumsal
sosyal sorumluluk projesi devam ediyor. Projede
görevli olan Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik
Derneği’nin uzmanları (Psikolojik Danışmanlar),
Uçan Süpürge toplumsal cinsiyet uzmanları ve
Ford Otosan’ın gönüllü mühendisleri il il gezerek
mühendislik alanında toplumsal cinsiyet eşitliğine
dikkat çekiyor. Gönüllü Ford Otosan mühendisleri
rol model olarak mühendislik mesleğini, çalışma
14
koşullarını ve kendi tecrübelerini öğrencilere ve
ailelerine aktarıyor.
24 ay sürecek olan proje ile 81 ildeki en az 81 lisede,
8.100 kız ve 8.100 erkek lise öğrencisi, velileri ve
öğretmenlerine ulaşılması hedefleniyor. Projedeki
hedef, toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda
kamuoyunda farkındalık yaratmak, iş kültüründe ve
sosyal hayatta daha eşitlikçi bir yaklaşım geliştirmek.
Bu kapsamda gerçekleştirilen toplantılarda kız ve
erkek öğrencilerin yanı sıra, öğretmenlere de meslek
seçiminde toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin olumsuz
sonuçları anlatılıyor. Eğitime katılan öğrencilere
mühendislik mesleğinin tanıtılmasının yanı sıra,
projenin sonunda üniversitelerin mühendislik
bölümlerini tercih eden kız öğrencilere, Ford
Otosan’da staj imkânı sunulacağına ilişkin bilgi
veriliyor. Proje kapsamında şimdiye kadar bir çok
şehre gidildi. Bu şehirlerden bazıları; Şanlıurfa,
Kars, Bilecik, Bursa, Çanakkale, Eskişehir, Kırşehir,
Kütahya, Sakarya, Tekirdağ, Kocaeli, Yalova,
Kırklareli’dir.
Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği’nin
bu projeye verdiği destek konusunda Genel
Başkanımız Prof. Dr. Filiz BİLGE şunları ifade
etmiştir: “Bal Arıları Mühendis Oluyor projesinin de
diğer çalışmalar gibi toplumsal cinsiyet eşitliğinin
desteklenmesi sürecine çok önemli katkılar
sağlayacağını düşünüyor, ağırlıkla kız çocuklarımız
aslında tüm öğrencilerimiz ve ülkemiz için böylesine
önemli bir çalışmayı başlatmalarından dolayı Ford
Otosan ve Uçan Süpürge’ye teşekkür ediyoruz.”
Derneğimizle irtibata geçen ve projede gönüllü
olarak görev yapan psikolojik danışmanlara çok
teşekkür ederiz.
DERNEKTEN HABERLER
ANKARA PDR GÜNLERİ:
BİR MESLEK ELEMANI OLARAK
PSİKOLOJİK DANIŞMAN
Hacettepe Üniversitesi Psikolojik Danışma Topluluğu
(HÜPDAT) tarafından 16 Mayıs 2016 tarihinde
düzenlenen “Ankara PDR Günleri: Bir Meslek
Elemanı Olarak Psikolojik Danışman” programı
ile hem Ankara’daki PDR öğrencileri hem de
akademisyenler bir araya geldi.
Sabah 9.30’da başlayan programın açılış konuşmaları
HÜPDAT Başkanı PDR 3.sınıf öğrencisi Büşra
BAYRAM, HÜPDAT Akademik Danışmanı Doç. Dr.
Arif ÖZER ve Türk PDR Derneği Genel Başkanımız
Prof. Dr. Filiz BİLGE tarafından yapıldı. Toplantıya
Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı Prof.
Dr. Celal BAYRAK katılarak onur verdi. Programda
Prof. Dr. Binnur YEŞİLYAPRAK, Prof. Dr. Tuncay
ERGENE, Mobbing Derneği Başkanı Hüseyin GÜN
ve Gaye ÖNSEL konuşmalar yaptılar. Öğrenciler
tarafından ilgiyle izlenen programda; “Erasmus
Hakkında Bilinmesi Gerekenler”, “Mezuniyet
ve Mezuniyet Sonrası Kariyer”, “CV Hazırlama”,
“Mobbingle Mücadele” ve “Meslek Etiği” konuları ele
alındı. Program saat 15.00’da katılım belgesi takdimi
ile sona erdi.
15
DERNEKTEN HABERLER
TÜRK PDR DERNEĞİ
MERKEZ YÖNETİM KURULU VE TRAVMA BİRİMİ
ÜYELERİ NORVEÇ’E GİDİYOR
Türk PDR Derneği olarak Öğretim Görevlisi Seval
APAYDIN’ın çabası ve emeğiyle derneğimiz adına
almış olduğumuz Erasmus+ Yetişkin Eğitimi Personel
Hareketliliği kapsamında derneğimiz yönetim
kurulundan üç kişi ve travma birimi üyelerinden
oluşan on beş kişilik ekip 11-18 Eylül tarihleri
arasında Norveç’te olacak. Proje çerçevesinde
gidecek olan ekip Norveç’te “Center for Crisis
Psychology” tarafından organize edilen yapılandırılmış
kursa katılacaklardır. Bu kursta bireysel travma
müdahaleleri, kendi kendine yardım yöntemleri,
afetler, savaş ve bireysel travmadan etkilenen
çocuklar için grup müdahale yöntemleri gibi değişik
ULED
PLATFORMU
26. ULUSLARARASI
EĞİTİM BİLİMLERİ
KONGRESİ İÇİN
BİR ARADA..
Ulusal Eğitim Dernekleri (ULED) Platformu’nda
yer alan Dernek temsilcileri, Karadeniz Teknik
Üniversitesi (KTÜ) ve Pegem Akademi 20-23
Nisan 2017 tarihleri arasında Antalya’da yapılacak
olan 26. Uluslararası Eğitim Bilimleri Kongresi
hazırlıkları için 4 Haziran 2016 Cumartesi
günü saat 13.30’da bir araya geldi. Toplantıya
KTÜ Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ali Rıza
AKDENİZ, KTÜ Uzaktan Eğitim Uygulama ve
Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Hasan
KARAL, ULED Platform Başkanı Prof. Dr. Özcan
16
konu başlık altında eğitim verilecektir. Eğitimlere
katılan kişiler de Norveç dönüşünde projenin
materyallerinin oluşturulmasını ve kurslarda edindikleri
bilgileri meslektaşlarımıza yaygınlaştırılmasını
sağlayacaklardır. Birçok travmanın yaşanabildiği
ülkemizde bu alanda çalışanlara gerekli bilgi ve kaynak
temini, travmaya maruz kalanlara da daha etkili yardım
ulaştırılması konusunda bu projenin önemli çıktılarının
olacağı düşünülmektedir.
Projenin hazırlanması konusunda emekleri bulunan
değerli Öğretim Görevlisi Seval APAYDIN’a ve Yrd.
Doç. Dr. Gülfem ÇAKIR’a çok teşekkür ederiz.
DEMİREL, ULED Platformu Yürütme Kurulu üyesi
Genel Başkanımız Prof. Dr. Filiz BİLGE, Dernekler
ve Pegem Akademi temsilcileri katıldılar. Ana
temanın “Küreselleşen Dünyada Eğitim” olarak
belirlendiği kongrenin düzenlenmesine ilişkin
esaslar ele alınıp tartışılarak protokol imzalandı.
Toplantıya ULED Platformu ile ilgili görüşülmesi
gereken bazı konularla ilgili olarak devam edildi.
İyi niyet ve dileklerle toplantı sona erdi.
DERNEKTEN HABERLER
PDR ÖĞRENCİLERİ
MUĞLA’DA BULUŞACAK….
Türk PDR Derneği ve Muğla Sıtkı
Koçman Üniversitesi işbirliği ile 13.
Ulusal PDR Öğrencileri Kongresi 1-23 Ağustos 2016 tarihlerinde mavinin
ve yeşilin bir arada olduğu bir şehirde,
Muğla’da gerçekleştirilecek.
Farklı nesillerin iş yaşamına,
teknolojiye ve hatta hayata
uyum sağlamaları değişiklik
göstermektedir. Bu değişim nesiller
arasında önemli bir farklılığa işaret
etmekte ve bir matematik denklemini
anımsatan X, Y, Z neslinin ortaya
çıkışına neden olmaktadır. Bu
kuşakların duyguları birbirinden
farklılık göstermektedir. X kuşağının zemin duygusu
“yokluk, zorluk” iken Y kuşağında, “talep, acele
ve sosyalleşme”, Z kuşağında ise
“dönüşüm ve koşulsuz sevgi” olarak
görülüyor.
13. Ulusal PDR Kongresi’nde de
doğan bu farklılığın bireylere,
topluma ve doğal olarak PDR
alanına nasıl yansıdığı ele alınacak.
Bu kapsamda yeni nesil PDR
öğrencilerinin ufkunu genişletmek
ve günümüzden geleceğe bir vizyon
öngörüsünde bulunmak amacıyla
kongrenin teması “PDR’nin Z
Kuşağı” olarak belirlenmiştir.
Şimdiden emeği geçen hocalarımıza,
uygulamacılarımıza ve öğrencilerimize teşekkür
ederiz.
VI. PDR UYGULAMALARI KONGRESİ
GAZİANTEP’TE YAPILACAK
Gaziantep Üniversitesi Psikolojik Danışma
ve Rehberlik Anabilim Dalı ve Türk Psikolojik
Danışma ve Rehberlik Derneği’nin işbirliği ile
gerçekleştirilecek olan VI. Psikolojik Danışma ve
Rehberlik Uygulamaları Kongresi’nin yapılacağı
adres görüşmeler sonucunda belirlendi. Kongre,
1-3 Aralık tarihleri arasında Gaziantep Divan Otel’de
gerçekleştirilecek.
Kongrenin ana teması son yıllarda gündemde olan
“göç” olarak belirlendi. Göç’ün psikolojik danışma
boyutuyla ele alınacağı kongrede bilimsel çalışmalar,
paneller, konferanslar ve tartışmalar yoluyla
katılımcılara ışık tutulacağı beklenmektedir.
Sözel veya poster bildiri ile katılmak isteyenlerin
kongre sayfasında yer alan bildiri kriterlerine
uygun olarak hazırladıkları çalışmalarını 17 Ekim
2016 tarihine kadar kongre web sayfası (http://
pdruygulamalari2016.com) üzerinden göndermeleri
gerekmektedir. Şimdiden kongrede emeği geçen
herkese teşekkür ederiz.
17
DERNEKTEN HABERLER
ACI KAYBIMIZ
Hacettepe Üniversitesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik Anabilim Dalı
Emekli Öğretim Üyesi sevgili hocamız Prof. Dr. Yadigar KILIÇCI’yı 29
Haziran 2016 Çarşamba günü kaybettik ve 30 Haziran Perşembe günü
sonsuzluğa uğurladık.
Prof. Dr. Yadigar KILIÇCI hocamızın PDR alanına çok önemli katkıları
bulunmaktadır. Bunlardan bazıları; birçok öğrenci yetiştirerek
onları alanımıza değerli akademisyenler ve uygulamacılar olarak
kazandırması, kitapları ve bilimsel çalışmalarıyla PDR programının
gelişimine katkı sunması, Türk PDR Derneğinin kurucuları arasında
yer alması ve derneğimizin ilk genel başkan yardımcılığını yürütmesi,
üç dönem üs üste merkez yönetim kurulunda yer alarak özverili
çalışmalarda bulunmasıdır.
Psikolojik Danışma ve Rehberlik ailesinin başı sağ olsun. Hocamızın
anısı önünde saygı ile eğiliyor, ailesine, öğrencilerine, tüm
sevenlerine sabırlar diliyoruz.
18
BİZİ ESİR EDEN
KORKU VE KAYGILARIMIZ
Yrd. Doç. Dr.
Nurten KARACAN ÖZDEMİR
Hasan Kalyoncu Üniversitesi
Korku, kişinin bütünlüğünü tehdit edeceğini
düşündüğü bir durum karşısında yaşadığı duygudur.
Dolayısıyla korku, içinde bulunduğumuz duruma
değil, bu durum için geliştirdiğimiz düşüncelerimize
verdiğimiz bir reaksiyondur. Örneğin; köpek ısırır,
yılan sokar, deprem öldürür gibi.
Kaygı ise, kaynağı net bir şekilde bilinemeyen,
kişinin kendi atıflarına bağlı gelişen bir tepkidir.
Çoğu zaman, net bir ayrım yapılamadığı için korku
ve kaygı birbirinin yerine veya bir arada kullanılır.
Her ikisi de tehlike düşüncesinden kaynaklı bir
duygudur.
NEDEN KAYNAKLANIR?
Korku tepkileri olayın kendisinden değil, olayla
ilgili düşüncelerden kaynaklanmaktadır. Geçmiş
deneyimlerimiz, işittiklerimiz, ailemiz ve çevremizin
yaklaşımları, medya vb. birçok unsur korkularımızın
gelişmesine kaynaklık edebilirler.
Bir diğer kaynak yukarıda da değinildiği üzere
olayları değerlendirme biçimi yani yanlış ve
çarpık zihinsel şemalardır (Aktaran: Gençöz,
t.y.). Bu durum kendini gerçekleştiren kehanet
olarak işlev görebilir, yani kişinin korktuğunun
başına gelmesine yol açabilir. Örneğin, sürekli
olarak bir takım bedensel yakınmalarla hasta
olduğundan korkan bir kişi sonunda panik atak
krizi geçirebilir.
Psikoanalitik açıdan ise korkunun kaynağı id ile
ego arasındaki uyumsuzluktur. Diğer bir deyişle,
doyurulmayı bekleyen cinsellik ya da saldırganlık
dürtüleri ego üzerinde baskı yapar ve bastırma
savunma mekanizması yetersiz kaldığında anksiyete
ortaya çıkar.
Adler, korkuları organik açıdan tüm canlıların
yaşadığı “ilk korku”nun devamı olarak
değerlendirirken bu durumu sürdüren etkenleri
“bilgi eksikliği” ve “yetersizlik duygusu” olarak
belirtir. Çocuklukta dış dünyanın tehlikelerinin
farkına varılması ve bunlarla mücadelede yetersiz
olunduğunun hissedilmesi ile güvensizlik, çaresizlik
ve kötümser bir dünya görüşü egemen olur ve kişi
çevresindekilere bağımlı hale gelmeye başlar. Sürekli
ihtiyatlı davranma, yaşama anlam ve amaç katan
ödevlerin farkında olmama ve bunlardan uzaklaşma
ve sürekli kendine odaklılık ile toplumsallık
duygusunun azalması sonucu kişi hayatla bağlantı
kuramayan, bağımsızlığını yitirmiş bir hale gelir.
Diğer yandan da çevresini egemenlik altına almış,
yaşamın zorunluluklarından sıyrılmış ve başkalarını
kendi emrine amade etmiş bir tablo çizer.
Varoluşçu yaklaşımın penceresinden kaygı,
yaşamın anlamsızlığına ilişkin farkındalık sonrası
yaşanılan hiçlik duygusudur. Bu boşluk kişide ölüm
korkusundan daha güçlü bir kaygıya neden olmakta
ve yaygın anksiyete bozukluğunun ortaya çıkmasına
neden olabilmektedir. Eric Fromm (1993) bu durumu
evrimleşmiş insan aklının kendi yalnızlığını fark
etmesinin bir sonucu olarak açıklamaktadır. İnsan,
aklını kullanarak doğayı okur, doğadaki döngüselliği
görür, yaşam süresinin kısalığını fark eder, ayrılığı,
çaresizliği, utanma ve suçluluğu yaşar. Bunları
yönetmeyi başaramayan insan kendi hapishanesinde
dayanılmaz bir acı çeker.
Korkuların kaynağı olarak çevresel ve psikolojik
açıklamaların yanı sıra organik nedenlerden de
bahsedilebilir. New Scientist Eylül sayısında Gregory
Quirk (2003) anksiyete bozukluklarının oluşumunu,
amigdalanın filtreleme işlevini etkin bir şekilde
19
yapamamasına bağlar. Amigdala, uyaranları tehdit
yaratan ya da zararsız olarak filtreler ve verilen
tepkiler buna göre belirlenir. Bazı kişilerde ise
amigdala filtreleme işlevini etkin yapamaz ve her
durum bir tehdit olarak görülür ve korku günlük
hayatın bir parçası haline gelir. Böylece anksiyete
bozuklukları oluşmaya başlar (Aktaran: Bozkurt, 2015).
Biyolojik açıklamalardan bir diğeri de genetiğin
etkisi üzerine odaklanır. Herhangi bir anksiyete
bozukluğu olan bireylerin ailelerinde de bu
bozukluğun yaygın olarak görüldüğü araştırmalarla
ortaya konulmuştur.
NASIL ETKİLER?
Clark, Beck ve Brown (1989) kaygı bozukluğu olan
kişilerin yaşamlarını sürekli bir tehlike beklentisi
içinde sürdürdüklerini belirtmişlerdir. Bu durum
kişilerin çaresizlik duyguları içinde yaşamasına,
hayattan keyif alma duygusunun azalmasına,
kendilerine duydukları güven ve yeterlilik hislerinin
zedelenmesine, hayattan geri çekilmelerine,
kısıtlanmalarına, kendilerini geri çektikleri için
yalnızlaşmalarına ve depresif duygu durumlarının
artmasına neden olabilmektedir. Bu şekilde bir
yaşam ise umutsuz, anlamsız, değersiz, kısır ve
zevksiz olacaktır. Diğer boyutunda ise başkalarına
bağlanma, bir kişiye yanaşma, kendini destekleyecek
birinin emirlerine hazır olmasını isteme şeklinde
bir koruyucu mekanizma geliştirmeye çalışır ki bu
durum yakındakilerin bunalmasına ve kişinin daha
çok itilmesine yol açabilir.
BİZİ ESİR EDEN KORKU VE KAYGILARIMIZ
Panik Atak ve Bozukluğu: Algılanan tehlikeye karşı
terleme, titreme, çarpıntı gibi bedensel duyumlar
ile kontrolü kaybetmekten, delirmekten, ölmekten
korkmak gibi düşüncelerin eşlik ettiği yoğun korku
ve rahatsızlık durumudur. Bunların tekrarlanacağı
düşüncesi kişide yoğun kaygı yaratır; kişi kendini
sosyal etkinliklerden kısıtlamaya başlar, kaçınır,
kendine olan güvenini kaybeder. Bu durum bir
yandan yalnızlaşmaya diğer yandan da yakınlarına
sıkı sıkı yapışmaya neden olur. Panik bozukluğu
ise panik atakların beklenmedik yer ve zamanlarda
görünür bir neden veya tetikleyici olmaksızın
yaşanmaya başlaması durumudur.
Agorafobi: Sanıldığının aksine açık alanlarda
bulunma veya evden çıkma korkusu değil, panik
atak yaşayan kişilerin atak yaşadığı sırada kendisine
20
yardımın ulaşamayacağı veya kendisinin yardım
almak için kaçamayacağını düşündüğü tünel, metro
gibi kalabalık ve kapalı ortamlarda olmaktan ya da
araba kullanma, tek başına olma gibi durumlardan
korkma olarak tanımlanabilir.
Genel Kaygı Bozukluğu: Hayatın çeşitli alanlarına
yayılmış, birçok olay ya da etkinlik hakkında aşırı ve
gerçekçi olmayan bir kaygı hali ve kuruntu duymadır.
Yorgunluk, huzursuzluk, sinirlilik, odaklanmada
zorluk, kaslarda gerginlik ve uyku bozuklukları
yaşanabilir. Günlük sıradan olaylara veya gelecekte
ortaya çıkacağı düşünülen durumlara dair sürekli bir
üzüntü ve endişe hali görülür. Herhangi bir durum ya
da olay kaygı için tetikleyici olabilir, örneğin çalışırken
bilgisayarınızın birden bozulacağından ve bütün
dosyalarınızın yok olacağından kaygılanmak, havaya
bakarken yağmur yağacağını ve yeni silinen camların
kirleneceğinden endişe duymak, çiçeklerinize
bakarken yeterince büyümediklerinden endişelenmek
gibi… Burada tetikleyicinin kendisinden ziyade
ona ilişkin negatif ve işlevsel olmayan düşünceler
kaygıya yol açmaktadır. Bu düşüncelere genellikle,
ortaya çıkabilecek bu durumlardan korunmaya veya
kaçınmaya yönelik zihinsel hazırlıklar ve tasarılar
eşlik eder. Zihin bir ondan bir ötekine zıplar durur ve
bu durum kişi için çok yorucu hale gelir. Beden de
peşi sıra tepkilerini gösterir; çarpıntılar, titremeler,
ateş basması, ağrılar, sızılar ile. Bedensel belirtileri
izleyen kişi ya bu durumlardan korunmak için aşırı bir
çaba ve kontrol içine girer ya da kaçma, kaçınma ya
da donakalma gibi tepkiler verir.
Obsesif-Kompülsif Bozukluk: Kişide kaygı
uyandırmasına rağmen kendini yapmaktan
alamadığı ısrarcı ve rahatsız edici düşünce, dürtü,
imgelem ya da imajların olması durumuna takıntı
bozukluğu (obsesif bozukluk) denir. Kişinin bu
takıntılı düşüncelerin yarattığı kaygı ve rahatsızlığı
gidermek için yaptığı tekrarlanan törensel
davranışlar ise zorlantı (kompülsif) bozukluğudur.
Bu rahatsızlığın görünümleri sürekli bir şeyleri
yıkama ya da yıkanma, başlarına kötü bir şey
geleceği endişesi ile kapı, pencere vb. kapalı olup
olmadığını denetleme, eşyaları kendine uygun bir
şekilde düzene koyma, yineleyici düşünceleri taşıma,
ya da önemsiz nesneleri biriktirip saklama şeklinde
olabilir. Kişi yaptığı davranışın uygunsuzluğunu
bilmesine rağmen içindeki kaygıdan kurtulmak için
bunları yapmak zorunda olduğunu düşünür.
Fobiler: Özgül fobi belli bir canlı, nesne ya
da duruma karşı aşırı ve mantık dışı korku ve
bunlardan kaçınma (örn., asansör, örümcek, uçak
vb.) durumudur. Böyle bir durumun fobi olarak
adlandırılabilmesi için kişinin işlevselliğini ve sosyal
yaşamını olumsuz etkiliyor olması gerekir. Örneğin,
uçak korkusu nedeniyle önemli bir toplantıyı
iptal etme gibi. Fobilerin oluşumu çocukluk
döneminde yaşanılan olumsuz bir yaşantı sonrası
koşullanma aracılığıyla olabileceği gibi ergenlik
veya yetişkinlikte birden bire de başlayabilir.
Görünümleri; hayvan fobileri, yükseklik, asansör,
uçak, doktor ya da diş hekimi, kan-yara, doğa
olayları (yıldırım, ateş vb.), hastalık ve durumsal
(kapana kısılmış hissettiren durumlar, örneğin
metroya binme gibi) fobiler olabilmektedir.
Sosyal Fobi: Başkalarının önünde küçük düşeceği,
utanç duyacağı endişesiyle başkalarıyla girilecek
etkileşimlere karşı duyulan aşırı, belirgin ve sürekli
korkudur. Örneğin, başkalarının önünde yemek
yeme, topluluk önünde konuşma, toplantıya katılma
vb. durumlardan kaçınma gibi. Bu duruma terleme,
yüz kızarması, panik atak gibi fiziksel yakınmalar
eşlik eder. Kişinin işlevselliğini bozduğu durumlarda
patoloji kabul edilir.
Travma Sonrası Stres Bozukluğu: Kişinin yaşadığı
ya da şahit olduğu travmatik olay sonrasındaki
yoğun korku, çaresizlik ve dehşet hissidir. Travmalar
ani ve beklenmedik bir biçimde gerçekleşir
ve kişinin güvenlik duygusunun kaybolmasına
ve bütünlük algısının darmadağın olmasına
neden olabilir. Travma esnasında nasıl tepki
verileceği, bu durumla nasıl başa çıkılacağına
dair zihinsel bir hazırlık yapılamaz. Bu nedenle
kişi bu durumlarda en hızlı ve en iyi şekilde başa
çıkmak zorundadır. İdareyi bedenimizin hayatta
kalma sistemi ele alır. Bu nedenle kişi travmatik
yaşantıdan sonra yaşadıklarına anlam vermeye,
deneyimi kopuk olmaktan ziyade yaşantı bütünün
içine yerleştirmeye ve yeniden uyum sağlamaya
çalışır. Eğer kişi bunları yapamazsa iyileşme
gerçekleşemez ve bazı tepki ve belirtiler ortaya
çıkar. Bunlar; rahatsız edici yaşantının tekrar tekrar
hatırlanması, travma sırasında farklı davransaydım
neler olurdu şeklindeki düşünceler ve bunların
yarattığı rahatsızlık, rahatsız edici rüyalar ve
kabuslar, travma anına geri-dönüşler, donuklaşma
ve duyguların yitirilmiş gibi olması, kaçınma veya
kişinin kendisi ve yakınları için artan endişe durumu,
uykuya dalmada güçlük, huzursuzluk ve öfke
patlamaları, konsantre olmada güçlük gibi artmış
uyarılmışlık tepkileri görülebilir.
NE YAPILABİLİR?
Lazarus (1993) baş etmede problem-çözme
odaklı ve duygusal rahatlama odaklı problem
çözme yöntemlerinden bahsetmiştir. Problem
çözme odaklı hareket eden kişiler korku ve kaygı
yaratan durumlarla yüzleşme, bunları yeniden
değerlendirme, çözüm için planlar yapma ve
uygulama yollarını kullanırlar. Duygusal rahatlama
odaklı problem çözücüler ise korku ve kaygıları
yaratan durum ve olayların neden olduğu rahatsız
edici duygulardan kurtulmak için kaçma ve kaçınma
yollarını seçerler. Kişilerin olay ya da durumların
kendi kontrolleri dışında olduğunu düşündüklerinde
duygusal rahatlamaya ulaşmaya çalıştıkları
görülmüştür (Folkman ve Lazarus, 1980). Bu
nedenle daha etkin bir yöntem olan problem çözme
odaklı yaklaşımın benimsenmesi için düşünce
kontrolünün önemi bir kez daha öne çıkmaktadır.
Psikolojik danışma sürecinde kullanılan belli başlı
yaklaşımlar ise aşağıda kısaca aktarılmıştır.
Bilişsel Terapiler: Anksiyete yaşayan kişilerin
çevresindeki her şeyi tehdit edici olarak algılaması,
abartması, genelleştirmesi, kişiselleştirmesi,
olaylara ya siyah ya da beyaz şeklinde kategorik
yaklaşması, tehdit içermeyen unsurlar da
bulunmasına rağmen dikkatini tehdit içeren
unsurlara odaklaması ve seçici algılaması gibi
21
zihinsel şemalarıyla çalışılır. Bu bağlamda, öncelikle
iyi bir danışman-danışan ilişkisi kurularak başlanır
ve psiko-eğitim ve bilişsel yeniden yapılandırma gibi
yöntemler kullanılarak işlevsel olmayan düşünce
kalıpları değiştirilmeye çalışılır.
gözden geçirilmesi ve yeniden yapılandırılması
ile başlar. Yeni beceriler kazanılması ve bunların
kararlılıkla uygulanması ile devam eder. Bu “sürekli
bir mücadeledir ve cesaretle atılan ilk adımlarla
başlar!” der Guzman (2005).
Davranışçı Yöntemler: Genellikle bilişsel terapilerle
birlikte kullanılır. Gevşeme ve nefes kontrolü
tekniklerinin öğretilmesi, maruz bırakma, taşırma,
sistematik duyarsızlaştırma ve yüzleşme gibi teknik
ve yöntemlerle süreç desteklenir.
Geçtan (2004) kaygıdan kurtuluşun insanın kendi
varoluş sorumluluğunu alabilmesi ile mümkün
olacağını belirtiyor. Bunun için kişinin, gerektiğinde
yardım ve destek alabilmeyi bilmesi gerektiği gibi
yeri geldiğinde de başkalarına verebilmeyi bilmesi
gerekir. Bu, ne tamamen başkalarına yaslanmayı
gerektirir ne de çaresizlik içinde insanlardan
uzaklaşmayı. Bu, yaşam karşısında “kendi
sorumluluğunu üstlenme” demektir!
Destekleyici Terapiler: Çoğu kez bilişsel davranışçı
yaklaşımlarla anılan Destekleyici Terapide amaç,
çevresel etkenleri ortadan kaldırmaktır. Anksiyete
bozukluklarında uygulanma biçimi, stres yaratan
çevresel unsurların azaltılması, aile rehberliği, kaygı
ve korkuya yol açan sıkıntılı durumların düzeltilmesi
şeklinde olmaktadır.
Gevşeme ve Nefes Teknikleri: Çoğunlukla diğer
yaklaşımlarla birlikte kullanılır. Bazı kaygı yaratan
durumlarda kişi kendi kendisine bu yöntemleri
uygulayarak hızlı gevşeme sağlayabilir. Bu nedenle
gevşeme ve nefes tekniklerinin yardım sürecinde
kullanılması kadar danışana öğretilmesi de
tedavinin bir parçasıdır. Gevşeme egzersizleri, kas
gruplarının aşamalı olarak gerilip gevşetilmesini
içerirken bu sürece doğru nefes alma teknikleri de
eklenir.
Medikal çözümler: Özellikle kansızlık, kalsiyum
eksikliği, şeker hastalığı, tiroit rahatsızlıkları
gibi bazı fizyolojik hastalıkların da kaygı ve korku
tepkilerine neden olması, madde ve alkol kullanımı,
uyku bozuklukları gibi eşlik eden başka problemlerin
olması medikal tedaviyi gerekli kılabilmektedir.
Kendi kendine yardım teknikleri: Günlük tutma,
konuyla ilgili kitaplar okuma, düzenli spor yapma,
sağlıklı beslenme gibi yöntemlerle kişi kendi kendine
yardım sürecini gerçekleştirebilir.
SONUÇ OLARAK KAYGI HANGİ ŞEKLİYLE
YAŞANIYOR OLURSA OLSUN ÇÖZÜMSÜZ DEĞİLDİR!
Korkuların köpek gibi olduğu söylenir. Siz ondan
korkup geriledikçe o sizin üzerinize gelir. Siz onun
üzerine doğru gittiğinizde ise o geri adım atar.
Bu nedenle korkularla baş etmek için onlarla
“yüzleşmek” önemlidir. Yüzleşme, korku yaratan
düşüncelerin ve zihinsel kalıpların kabul edilmesi,
22
Adler’in de vurguladığı gibi “toplumsallık duygusu”
iyileştirebilir! Acı çekenlere yardım etmek,
insanları ayrıştırmak yerine birleştirmek, sevginin
bütünleştirici ve iyileştirici gücünü fark etmek…
Son olarak, Guzman’ın sözü ile bitirmek istiyorum:
“Bilinç durumları bulaşıcıdır!” (2005). Hoşgörü ve
saygı bulaşıcıdır ve ilk seninle başlar!
KAYNAKLAR
Adler, A. (2001). İnsanı Tanıma Sanatı (K. Şipal, Çev.)
İstanbul:Say
Bozkurt, R. (2015). “İnsanları Güç Değil, Korku Yozlaştırır”.
Erişim Tarihi: 10 Haziran 2016, http://www.
gunlukkoseyazilari.com/
Clark, D. A., Beck, T. A, Brown, G. (1989) Cognitive mediation
in general psychiatric outpatients: A test of the content
specificity hypothesis. Journal of Personality and Social
Pschology, 56, 958-964.
Folkman, S., ve Lazarus, R. S. (1980). An analysis of coping in
a middleaged community sample. Journal of Health and
Social Behavior, 21, 219-239.
Fromm, E. (1993). Sevme Sanatı (E. Özkan, Edt.). İstanbul:
Ekol Basım Yayın
Geçtan, E. (2004). İnsan Olmak. İstanbul: Metis
Gençöz, T. (t.y.) Korku: Sebepleri, Sonuçları ve Baş etme
Yolları. Kriz Dergisi, 6(2), 9-16
Guzman, D. S. (2005). Özgürlüğe Uçuş (Z. Elkırmış, F. Örücü,
Çev.). Ankara: Yeni Yüksektepe Yayınları
Herbert, C. (2016 ). Travma Sonrası Ortaya Çıkan Psikolojik
Tepkileri Anlamak (M. Z. Sungur, E. Cömert, Çev.)
İstanbul: Psikonet Yayınları
Köroğlu, E. (2012). Kaygılarımız Korkularımız. Nedir? Nasıl
Baş Edilir? Ankara: Hekimler Yayın Birliği
Lazarus, R. (1993). Coping Theory and Research: Past,
Present, and Future, Psychosomatic Medicine 55, 234-247.
Özakkaş, T. (Ed.). (2014). Anksiyete Bozuklukları ve Tedavisi.
İstanbul: Psikoterapi Enstitüsü Eğitim Yayınları
Tural, Ü. Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri
Anabilim Dalı Dönem 5 Ders Notları. Erişim Tarihi: 2
Mayıs 2016, http://tip.kocaeli.edu.tr/docs/ders_notlari/u_
tural/anksiyete.pdf
KORKU ÜZERİNE BİR YAŞAR KEMAL
ROMANI İNCELEMESİ:
“TEK KANATLI BİR KUŞ”
Uzm. Psi. Dan. Pınar ÇAĞ
Orta Doğu Teknik Üniversitesi
Öğrenme ve Öğrenci Gelişim Birimi
“...çünkü derdi korku değil, korkuyu beklemekti. Ve korkuyu beklemek, korkudan
beterdi. Bir zamanlar birinin yazdığı gibi.” Hakan Günday
“...ne zamandı bilmiyorum. Yaşadıklarından sana kalan tortu, seni olduğun yere
çakan, olduğun yerde fırtına koparan korku.” Birhan Keskin
Yaşar Kemal’in ölümünden önce son yayımlanan
bu kitabında temel nokta yine Anadolu insanı. Yaşar
Kemal bu romanında odak noktası olan korku
duygusuna ilişkin şöyle diyor:
“Ben hep korkudan korktum. Korkudan çok
korktum. Roman yazdığım zaman içimde bir
korku istemezdim. O yüzden bu kitapta da
korkuyu anlattım. Kayseri’de askerlik yaptığım
kasabanın üzerinde büyük bir taş vardı ve
bütün kasaba bu taşın üzerlerine düşeceğinden
korkuyor, taşı üzerlerine düşmesin diye demir
zincirlerle bağlıyorlardı. Madem korkuyorsunuz
o zaman çekin gidin diyordum. Seneler senesi bu
korkuyu yazmak istedim.”
Romanda posta müdürü olarak Trabzon’un ıssız,
sessiz, terk edilmiş Yokuşlu kasabasına atanan
Remzi Tavdemir ve eşi Melek Hanım başkarakterler.
Bu ikilinin atandıkları kasabaya doğru çıktıkları tren
yolculuğuyla başlayan roman, kasabaya giremeyip
bir ceviz ağacının altında korkuyu bekledikleri
sonsuz anların içinde sonlanmaktadır. Roman,
durmadan, hızlıca, nedeni bilinmez bir şekilde,
koşullanılmış bir hal gibi bireylerin içinde büyüyen,
gelişen ve önü alınamayıp kişileri hareketsiz bırakan
korkuyu ve yayılımını anlatıyor.
“Dağ düşüyor Yokuşlu’nun üstüne. Kimse
yaklaşamıyor oraya. Dağ evleri, kayaları ezip
geçiyor her gün her gün. Kimse yaklaşamıyor o
kasabaya” (ss.22).
“Şimdi iyice merak ediyordu bu kasabayı.
Korkuya benzer, yılgınlığı, yarı uyku haline benzer
bir duyguda bunalarak” (ss.30).
Remzi Bey ve Melek Hanım, Remzi Bey’in atandığı
kasabaya varmak için uzun bir tren yolculuğundan
geçerler, ardından kasabaya ulaşıncaya kadar bin
bir insandan oraya gitmemeleri, orada “bir şey”
olduğu, bu şeyin korkulası “bir şey” olduğu, oradan
uzak durmaları gerektiği ve hatta geldikleri yere;
Ankara’ya, dönmeleri gerektiği söylenip durur. “Bir
şey olmuş ki kasabaya, kimse bilmiyor, söylemiyor”
(ss.71). Öyle ki bütün insanları kasabaya girmekten,
yakınından geçmekten, kasabanın ufkuna dahi
bakmaktan alıkoyan bir tür kronik korku hali.
Ancak Remzi Bey dirayetli biridir ve kasabayı gidip
gözleriyle görmeden bu yoldan vazgeçebilecek
gibi değildir. Remzi Bey ısrarcıdır ancak minibüs
şoförü de en az onun kadar ısrarcı olunca eşiyle onu
kasabanın girişindeki bir ceviz ağacından bir milim
öteye götürmeyi kabul etmez. Remzi Bey ve Melek
Hanım diğerlerine ait korkuyu kendi bünyelerine
hızlıca çektiklerinden artık onlar da kasabaya
gitmekten ürperir ve o ceviz ağacının altında,
birilerinin gelmesini beklerler ya da kasabaya
giden birilerinin geçmesini. Çok geçmeden bir
minibüs daha gelir ve dört kişi iner içinden. Şoför
yine kasabaya girmeyi reddedip onları da Remzi
23
Bey ve eşinin yanına bırakır. Bu son yolcuların
dördü de Almanya’dan ailelerini ziyaret etmek
için gelmişlerdir. Bunların içerisinde bu kasabada
yaşayan annesini ziyaret etmeye gelen Zeliha ve eşi
Hüsam da vardır.
“Tanışmadan, konuşup görüşmeden bir insan
korkuludur, başka bir şeydir. Yani herhangi bir
şeydir. Konuşup görüşüncedir ki işte o zaman
insan insan olur.” (ss.12)
Korkuyla var olan insan, nicedir insan olmaktan
çıkıyor. Toplumların afyonlarından bahsedilirken
gerilerde kalan ve aslında çok da öne alınmayan
ögelerden biri de “korku”. Büyüdükçe önü alınamayan,
efsaneleşen, destansı bir hale gelen korku; kişiyi insani
becerilerinden ve diğer anlamlı tüm duygularından
bir çırpıda, tek seferde koparabilmektedir. Bu korku
halinin uzun sürmesi, devamlı olması ise bireyin hem
ruhsal hem de fizyolojik gelişimini ziyadesiyle sekteye
uğratabilmektedir. Oysa birey çocukluğundan ve hatta
bebekliğinden itibaren korkularını yenerek gelişir,
büyür.
“Remzi Bey yorulmuştu. Dizleri sızlıyordu.
İçinde bir karamsarlık vardı, elini ayağını kesen.
Korkuya, umutsuzluğa benzer.” (ss.11)
Korku, doğası gereği akıl ya da zihin kontrolü ile
baş edilemeyen ve kişinin iç huzursuzluğuna neden
olan, aslında beklendik ve olağan bir duygudur. Tüm
insanların deneyimlediği evrensel bir duygu olan
korku; aniden ortaya çıkan bir durum karşısında,
tehdit olarak algıladığımız anlar silsilesine
verdiğimiz reaktif bir tepkiyi içermektedir. Dozunda
hissedildiğinde bireyi tehlikelerden koruma gibi
temel bir işlevi olsa da, artan boyuta vardığında
psikolojik anlamda kişinin zihninin alev almasına
neden olabilir. Bu nedenle aşırıya varanı, kişiyi
ruhsal açıdan zinde ve doyumlu bir hayatın içerisinde
var etmekten git gide uzaklaştırmaktadır.
“Her gün giriyorum kasabaya, bomboş. Boşluk
korkutuyor adamı. Boş bir kasaba, aman Allah
kardaş, düşman başına. Bu kasabanın insanları
boşluktan korkup kaçmışlar, başlarını alıp
gitmişler. Ben de başımı aldım kaçtım” (ss.39).
Kitapta da benzer biçimde yayılan ve toplumsal
anlamda giderek salgın haline gelen bir korkudan
bahsedilmektedir. Kitabın kahramanları –özellikle
24
Remzi Bey ve eşi Melek Hanım- korkuyu ve onu
yaratan kasabanın o uzak, ıssız ve kimsenin
gitmediği halini düşünmeden duramazlar. Ceviz
ağacı altı halkı olarak durmadan bu korkuyu
konuşurlar. Aslında korkuyu durmadan mevzu
bahis ediyor olmak da unutma veya kabul etmeyi
engellediğinden, korkuyu düşünerek, seslendirerek
ve durmadan konuşarak aslında daha büyük ve
“korkunç” bir hale getirmişlerdir.
“Hava kararıyor, iri yıldızlar gökyüzüne dökülüyor,
uzaklardan çakal pavkırmaları geliyordu.
Korkmamak, kendini kavi tutmak için Zeliha var
gücünü harcıyordu.” (ss.51)
Oysa bu kadar söz edilen bir şeyi normalleştirmek,
üstelik bu olumsuz bir duygu ise, epey güçleşebiliyor
zaman içinde. Zeliha tüm söylenenlere rağmen,
cesaretini toplayarak kasabaya gitmek için bir
girişimde bulunur; ancak bunun neticesinde fenalık
geçirerek ceviz ağacının altına geri döner. Ertesi gün
de ne olduğunu bilmediği, neden korktuğuna dair
en ufak bir fikri olmadığı halde, kasabaya girmenin
mümkün olmayacağına dair keskin ve net bir inançla
eşini de yanına alarak geri döner. Korku, hareket
kabiliyetini azaltan, hatta zaman zaman sıfırlayan ve
birey olmanın sınırlılığı konusunda bize ültimatomlar
verebilen bir duygudur! Zeliha’nın da, Remzi Bey’in
de, Melek Hanım’ın da hareketsizliğinin nedeni
herkesin tek gerçek olduğuna inandığı “korkulması
gereken bir şey var” düşüncesidir.
“Hiçbir şey duymuyor, düşünmüyordu. Korkunun
ötesinde bir korku, ürküntünün ötesinde bir
ürküntüdeydi”(ss.51). /“Korkuyorum, içime
değiyor, başımıza bir iş gelecek... Korkuyorum”
(ss.62).
Kitapta aktarımı sağlanan duygu, temelde korku
gibi görünse de, yer yer sözcüklerin ve cümlelerin
gelişinden kaygı ya da anksiyetenin içerisine de
girebilmektedir. Korku daha çok kişinin içinde
bulunduğu anda iken, kaygının daha çok geleceğe
ilişkin algılarımızdan kaynaklı olabileceği ve
kaynağının bilinmesinin genellikle güç olduğu
söylenebilir. Kitapta da korku ögesinin belirsiz olması
bir yandan kaygıyı andırırken, bir yandan da içinde
bulunulan anın içinde cereyan etmesi onu korku
odağında tutmaktadır. Yaşar Kemal bu anlatımlarıyla
kişinin zihninde yarattığı korku zincirinin somut bir
tehlikeden ya da durumdan; bir timsahtan ya da bir
depremden daha beter olabileceğini göstermeye
çalışmıştır. Bu aşamada işin içine bilinçdışı süreçlerin
de dâhil olduğunu, kitaptaki kahramanların aslında
farkında olmadan bu korku sarmalına nasıl
girdiklerini görebilmek de mümkün.
“Üstümde kuşların ağırlığı, kanatları bir hoş, bir
deli. Bir kokuyorlar deli deli. Bir öylesine yanıma
yönüme doldular ki soluk alamıyorum. Soluksuz
kaldım. Birden aklıma tıp etti. Aklıma tıp edince
aklım başıma geldi, her şeyi anladım, hiç insan
yok. Bu kasabanın insanları bu kuşlar. Hiç insan
yok” (ss.60).
Korku yüksek düzeylerde hissedildiğinde gerçeği
çarpıtma riski de giderek çoğalmaktadır. Daha doğru
bir ifadeyle; aslında bireyler kafalarında korkuya
dair şemaları katı sınırlar içinde ve gerçekdışı bir
düzeyde şekillendirdiklerinde, yani korkunun somut
anlamda ortada oluşuna dair sağlıksız düşünceleri
çoğaldığında bu duygu daha güçlü ve yıkıcı bir şekilde
hissedilebilmekte ve yaşanabilmektedir. Romanda
da benzer şekilde bir güruh insanın gerçekliğine dair
en ufak bir fikirleri olmadığı bir konuda sağlıksız
düşünceler ve inançların etkisiyle nasıl bir korku
selinde yüzdüklerini görebiliyoruz. İçlerinden biri
dahi çıkıp “Bu kasabada aslında ne olduğuna dair
hiçbir fikrimiz yok, sadece varsayımlarımızdan yola
çıkıp korkudan tir tir titriyoruz. Bir durup düşünelim.”
demiyor, diyemiyor. Çünkü korkunun esaretinde ilk
akıllarına gelene inanmayı tercih ederek, tek bir
alternatif düşünce dahi bulmadan ya da bulamadan,
kaskatı zihinsel sınırlar içerisinde, sorgulamaksızın
bir hayale inanıyorlar.
Çok sonralar kulağımıza ne çalınıyor biliyor
musunuz? Bir kanadı olmayan bir kuş olduğumuz!
İki kanadımız olmasına rağmen ya biz inanıyoruz
ya da inandırılıyoruz; velhasıl diyoruz ki: “Benim bir
kanadım yok. Olsaydı korkmazdım, uçardım. Ancak
şimdi uçamam çünkü bir kanatla uçulduğu nerede,
hangi zamanda görülmüş Allah’ını seversen? Hem ben
uçmayı denesem bile; düşeceksem, düşeceğimden
bunca eminsem neden böyle bir yola sevdalanayım ki?
Hem ben uçmak da istemiyorum, yürüsem de olur...”
Bizler bir bir uzaklaşıyoruz içimizden; korktukça,
ürperdikçe uzaklaşıyoruz kendimizden,
yapabileceklerimizden; aslında yaratabileceğimiz
belki de bir ihtimal dahi olsa mucizelerimizden,
olumlu olan kalp ritmimizden, nefesimizdeki çiçek
kokusundan, bacağımızdaki koşma isteğinden,
kolumuzdaki yazma kabiliyetinden, dilimizdeki yeşilli
sözcüklerden… Biz çok korktukça çok uzaklaşıyoruz,
yapamayız zannediyoruz her şeyi, olmaz diyoruz,
mümkün değil! Oysa korkunun olmadığı diyarlarda,
masallara olan inancımızı çocuklukta bırakmaktan
vazgeçebilirsek eğer, yaşamın da toplumun da
bireyin de yeniden kendini evrimleştirebileceği bir
ütopya olamaz! Bu deli bir gerçektir! Saf bir gerçek!
Sonunu beylik laflarla bitirmeyeceğim bu yazının.
Mesela korkmayınız, korkularınızın üstüne gidiniz
filan da demeyeceğim, hatta mümkünse korkunuz.
Bir tek şey fısıldayacağım; korkularınızdan
korkmayınız, onlara gülünüz! Hep böyle sesler gelip
duruyor bir süredir kulağıma: Gülmenin ziyadesiyle
devrimci bir eylem olup, kaotik bütün duygularımızı,
elbette buna korku da dâhil, tahtından ettiğini...
Biliyorum korku bir cehennemdir, inancımızı sarsıp
sorgularsak tatlı bir yola dönebilir... Belki!
“Ceviz ağacı çok değerlidir, ama altında
uyumayacaksın gölgesi ağırdır”(ss.25).
25
“KORKU AVCISI ÇALIŞMA KİTABI”
VE “KORKU AVCISI ANKSİYETE
BOZUKLUĞU OLAN ÇOCUKLAR İÇİN
BİLİŞSEL DAVRANIŞÇI TERAPİ
REHBERİ” TANITIMI
Doç. Dr. Serap TEKİNSAV SÜTCÜ
Ege Üniversitesi Psikoloji Bölümü
Korku Avcısı terapi programı çocuklarda, yaygın
anksiyete, ayrılma anksiyetesi, basit fobiler ve
sosyal fobi gibi anksiyete bozukluklarını ya da bu
alanlarda bozukluk düzeyine varmamış belirtileri
Bilişsel Davranışçı Terapi yaklaşımıyla tedavi etmeyi
amaçlayan bir programdır. Ancak Obsesif Kompulsif
Bozukluk (OKB) ya da Travma Sonrası Stres
Bozukluğu (TSSB) gibi anksiyete bozukluklarının
tedavisini kapsamamaktadır. Çünkü ortak noktaları
olsa da OKB ve TSSB’nin tedavisinin farklı
bileşenleri vardır. Korku Avcısı programı çocuklar
ile çalışan psikoterapistlerin kullanması amacıyla
hazırlanmış olup iki kitaptan oluşmaktadır.
Kitaplardan biri “Korku Avcısı Çalışma Kitabı”dır. Bu
kitap anksiyetenin ne olduğunu, düşüncelerden nasıl
etkilendiğini ve bilişsel-davranışçı tekniklerle nasıl
baş edilebileceğini çocuğa anlatan çeşitli etkinlik
ve görevleri içermektedir. Çocuklarla çalışan
pek çok uzmanın bildiği gibi çocuklarla etkin bir
şekilde çalışmanın anahtarlardan biri çalışmanın
eğlenceli ve heyecan verici olmasıdır. Korku Avcısı
Çalışma Kitabının hazırlanma amacı da budur.
Kitapta pek çok teknik “Korki” adını verdiğimiz bir
çizgi kahramanın ağzından anlatılarak terapistin
öğretici rolü azaltılmaya ve terapi süreci daha
çekici hale getirilmeye çalışılmıştır. Ayrıca çocuğun
terapi süresince kazanması beklenen becerileri
desteklemek için bu kitapta bulmaca, hikaye ve
resimlerin kullanıldığı pek çok eğlenceli aktivite ve
oyuna yer verilmiştir.
Korku Avcısı Programının ikinci kitabı, “Korku Avcısı
Anksiyete Bozukluğu Olan Çocuklar için Bilişsel
Davranışçı Terapi Rehberi”dir. Kısaca ‘Terapi
Rehberi’ diyebileceğimiz kitap terapi süresince
terapiste yardımcı olmak üzere hazırlanmıştır. Her
26
seansın gündem maddelerini, bu maddelerin ve
kullanılacak tekniklerin rasyonelini ve uygulama
biçimini anlatmaktadır. Yani çalışma kitabındaki
etkinliklerin nasıl uygulanacağı ve uygulamalarda
karşılaşılabilecek güçlükler için nasıl önlemler
alınacağı, başka bir deyişle tüm terapi süreci bu
kitapta anlatılmaktadır. Anlaşılacağı üzere bu iki
kitap birbirini tamamlamakta ve terapi süresince
birlikte kullanılmaktadır.
Korku Avcısı terapi programı çocuklarla yürütülen
13 seans ve anne-babalarla yapılan 3 görüşmeden
oluşmaktadır. 13 seanslık terapi programı temel
olarak psikoeğitim, gevşeme eğitimi, bilişsel yeniden
yapılandırma, problem çözme ve yüzleştirme
(exposure) tekniklerini içermektedir. Anne babalarla
çalışmak çocuklarla yürütülen psikoterapilerin
vazgeçilmez bir parçasıdır. Anne babaların terapi
süresince çocuğu terapiye düzenli getirmeleri,
terapiye katılım ve görevleri yerine getirmeleri için
çocuğu desteklemeleri, terapide öğrenilen becerileri
terapi dışındaki ortamlara genellemelerine yardımcı
olmaları gibi pek çok konuda terapiye katkıları
olabilir. Ancak bunun için anne babaların uygun
biçimde bilgilendirilmeleri gerekmektedir. Korku
Avcısı programındaki anne baba seanslarında
anksiyetenin ne olduğu, ne zaman sorun
oluşturduğu, hangi anne baba tutumlarının
anksiyeteyi artırdığı, bilişsel davranışçı terapinin
nasıl bir tedavi olduğu, anksiyeteyle daha iyi baş
edebilmeleri için çocuklarına neler öğretildiği, terapi
süresince anne babalara ne gibi görevler düştüğü
gibi konularda bilgi verilmektedir.
Program 8-14 yaş aralığındaki çocuklara
uygulanmak üzere hazırlanmıştır. Çalışma
kitabındaki çizgi karakterli anlatımlar ve eğlenceli
özellikle ABD’de ve genel olarak pek çok ülkede
son yıllarda artarak kullanılmaktadır. Bu tip
programlar terapistin danışana terapi programını
nasıl tanıtacağından, hangi seansta hangi tekniklerin
kullanılacağı ve bu tekniklerin nasıl uygulanacağı
gibi pek çok konuda rehberlik yapmaktadır. Bu
açıdan özellikle çok deneyimli olmayan terapistler
için terapiyi kolaylaştırdığı düşünülmektedir. Korku
Avcısı programının hazırlanma nedenlerinden biri
de budur. Deneyimlerimiz programın genel olarak
Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) uygulama deneyimi
sınırlı ya da özel olarak anksiyete bozukluğu olan
çocuklarla BDT uygulama deneyimi sınırlı olan
terapistlerin terapi uygulamasını kolaylaştırdığını
göstermiştir. Bununla birlikte program, Bilişsel
Davranışçı Terapi konusunda hiç eğitim almamış
ve terapi deneyimi olmayan kişilerin uygulaması
için uygun değildir. BDT eğitimi ve terapi yürütme
deneyimi olmayan kişilerin BDT’nin rasyoneline
uygun bir terapi süreci yönetme, çocukla uygun
terapötik ilişkiyi kurma, teknikleri ya da görevleri
çocuğun özelliklerine (tanı, eş tanı, gelişim düzeyi
vb) uyarlama, karşılaşılacak güçlüklerde yeni yollar
geliştirme gibi konularda sorun yaşayacakları
aşikardır. Bununla birlikte deneyimli terapistler
hem programa sadık kalıp hem de programı
çocuğun gereksinimlerini en iyi karşılayacak şekilde
esnetebilirler.
Korku Avcısı programının etkililiği üzerine yaptığımız
çalışmalar programın anksiyete belirtilerini ve eşlik
eden bilişsel hataları azaltmada etkili olduğunu
göstermiştir (Tekinsav Sütcü ve ark., 2010; SeviTok ve ark., basımda). Bu çalışmalarda program
BDT eğitimi ve hatta Korku Avcısı programı
için süpervizyon almış terapistler tarafından
uygulanmıştır. Sonuçları terapi eğitimi olmayan
kişilerin yaptığı uygulamalara genellemek mümkün
değildir. Bu nedenle yapılandırılmış programları
etkin biçimde uygulamak için bile terapi eğitiminin
çok önemli olduğunu hatırlatmakta fayda
görüyorum.
aktiviteler genellikle çocukların çok hoşuna gitse
de 12-14 yaşlarındaki daha büyük çocuklar bazen
bunu çocuksu bulabilmektedirler. Bu durumda
programdaki çizgi kahramanlar kullanılmadan da
programının genel mantığı ve tekniklerine sadık
kalınarak program uygulanabilir.
El kitabı olan yapılandırılmış terapi programları
KAYNAKLAR
Sevi-Tok, S., Arkar, H. & Bildik, T. (basımda) . Çocukluk
çağı kaygı bozukluklarında bilişsel davranışçı
terapi, ilaç tedavisi ve kombine tedavinin etkililiğinin
karşılaştırılması. Türk Psikiyatri Dergisi.
Tekinsav-Sütcü S, Aydın A, Sorias O ve ark. (2010) Evaluating
the fearhunter program: an individual cognitive behaviora
therapy program for children with anxiety. XL Congress
of European Association for Behavioral and Cognitive
Therapies, Milan-Italy.
27
BAŞARI KORKUSU:
KENDİNİ SABOTE ETME DAVRANIŞINA
PSİKANALİTİK AÇIDAN BAKIŞ
Ayşegül ARACI İYİAYDIN
Uzm. Psikolojik Danışman
ODTÜ Geliştirme Vakfı Özel Lisesi
Başarı korkusu, kişinin başarı motivasyonunu
olumsuz yönde etkileyen bir ketlenme durumu
olarak tanımlanabilir. Psikanalitik açıdan
etiyolojisine bakıldığında, başarı korkusunun ortaya
çıkışında kişinin ödipal dönem deneyimlerinin
rolü oldukça aşikârdır. Elbette ki başka birçok
faktör kişinin başarı korkusuna zemin hazırlamış
olabilir. Ödipal öncesi dönem, kardeş rekabeti ve
kültüre özgü tutumlar bunlardan bazılarıdır. Bu yazı
kapsamında, daha çok ödipal dönemin etkilerinden
söz etmek amaçlanmıştır.
Kazanma, kaybetme, başarma ve rekabet gibi
kavramların kökeni ödipal döneme dayanır. Çocuk
bu dönemde karşı cins ebeveynin sonsuz onayını,
sevgisini ve hayranlığını kazanmak amacıyla aynı
cins ebeveyni ile rekabet etme ihtiyacı duyar. Ancak
burada bir çelişki de yaşar. Karşı cins ebeveynin
sevgisini kazanma, aynı cins ebeveynin ona yönelik
yıkıcılığını, zarar verme ihtimalini de beraberinde
getirebilir. Dolayısıyla bu tehditten kurtulmanın
en garanti yolu aynı cins ebeveynle özdeşleşmek
ve rekabeti sonlandırmaktır. Ancak ödipal
dönem her zaman böyle bir seyir izlemeyebilir.
Çocuk aynı cins ebeveynle girdiği rekabetten
dolayı zarar görmüş de olabilir. Bu durumda
çocuk için kazanmak, tehlikeye sebep olan bir
deneyim olarak kodlanabilir. Böyle bir mental
kategori, çocuğun gelecekte kendi cinsinden
kişilerle gireceği rekabet ilişkilerinde başarıyı
kazanmakla, kazanmayı da tehlike ile bilinçdışı bir
şekilde özdeşleştirmesine yol açabilir. Aynı cins
ebeveynle ilişkide rekabetçi ve atılgan bir tutum
sergilemek hadım edilme (kastrasyon) riskini taşır.
Dolayısıyla da rekabeti kazanma fantazisi ya da
düşüncesi çocukta yoğun suçluluk duygularına
sebebiyet verebilir. Kaçınılmaz olarak, kişinin ileriki
28
yaşamda karşılaştığı rekabet ve başarı durumları,
çocuklukta bitirilmemiş ödipal meselenin aktarım
nesneleri olarak karşısına çıkacaktır. Bu durumun
yaratacağı kaygıyı engellemenin en ekonomik
yolu da savunma amaçlı ketlenme (inhibisyon)
olacaktır. Kimi zaman da ortada bir rakip ya da
tehlike olmasa bile, ödipal dönemin bilinçdışı
aktarımı olan ketlenme aracılığı ile kendini
sabote edici davranışlarda bulunabilecektir.
Kişinin kendini sabote edici davranışlarından
en çok etkilenmeye meyilli yaşam alanları;
romantik ilişkileri, akademik ya da iş hayatı ve
rekabete dayalı uğraşlarıdır (spor, oyun vb.).
Bu alanlardaki ketlenmeler, başarı korkusunun
temel göstergeleridir. Ketlenmelerin yol açtığı
ikincil sonuçlar (semptomlar) da söz konusu
olabilir. İkincil semptomlar; kişinin başına gelen
bu duruma bir açıklama getirmesi ve bu durumla
başa çıkabilmesine hizmet eden çabalarıdır.
Depresyon, madde kullanımı, yansıtma ve inkâr
mekanizmalarına başvurma, kendini değersiz
hissetme, düşük özsaygı, ketlenmelerin ortaya
çıkardığı ikincil sonuçlara örnek olabilir.
Romantik ilişkiler ödipal olguyu hatırlatan,
canlandıran bir nitelik taşır. Bu sebepten dolayı,
kendini sabote etme davranışı bu alanda daha sık
görülür. Örneğin romantik ilişkilerde ulaşılması
mümkün olmayan yüksek standartlar koyarak,
kendini daha önemli gördüğü işlerle meşgul ederek,
uygunsuz bir şekilde davranarak terkedilmeye
davetiye çıkararak ya da karşı tarafta sürekli kusur
bulmaya meyilli olarak tatmin edici olabilecek
yakın bir ilişkiyi sabote edebilir. Ancak kişi bunları
bilinçdışı düzeyde yaptığı için farkında değildir
ve gelecekte ideal romantik ilişkiyi bulacağına
inanmakla yetinebilir.
İş yaşamında ve rekabete dayalı alanlarda da başarı
korkusuna karşı geliştirilen kendini sabote etme
davranışlarına rastlanabilir. Örneğin bir kişinin
akademik ya da iş hayatında tam potansiyelini
kullanamaması onun ketlenme yaşadığının bir
göstergesi olabilir. Örneği daha da somutlaştırmak
gerekirse, kişi bazı durumlarda iş hayatında iyi bir
performans gösterebilir. Fakat terfi alabileceği bir
fırsatı farkında olmadan geçiştirebilir. Bu fırsattan
kaçınmak için çok meşgul olduğunu, başvurmak için
geç kaldığını, daha fazla paraya ihtiyacı olmadığını
düşünebilir. Burada işleyen savunma mekanizması
mantığa bürümedir (rasyonalizasyon). Kişi bilinç
düzeyinde terfinin getireceği kaygının farkındadır
ancak sebebini anlamlandıramamaktadır. Tam tersi
durumda da başarıyı yakaladığında huzursuzluk,
kaygı, depresyon, baş ağrıları gibi ruhsal ve
fiziksel semptomlar geliştirebilir. İş ya da okul
arkadaşlarını kendisine karşı kıskanç, gücenmiş
ve öfke dolu algılamaya başlayabilir ve bu durumu
bertaraf etmek için başarısını küçümsemeye, onlara
aşırı itaatkâr davranmaya başlayabilir. Böylesine
savunmacı davranışlar kişinin verimliliğini tehlikeye
atabilir ve kapasitesinin altında performans
göstermesine sebep olabilir.
Ödipal misilleme korkusu dışında başka bilinçdışı
güçler de başarı ketlenmesine neden olabilir. Pek
çok kişi kendi başarısını muhtemel ya da hayali
bir rakip tarafından mağlup edilme ya da zarar
görme ile eşdeğer algılayabilir. Böyle bir inancın
yol açtığı suçluluk duygusu bu kişilerin ketlenme
ve kendini sabote edici davranışlara yönelmesi
için yeterli olabilir. Bunun yanı sıra ebeveyn ve
kardeşlerin açık ve örtük mesajları ile onlardan
daha başarılı olmanın yanlış ya da nezaketsiz bir
davranış olacağını öğrenmiş, başarılı olmaları
ve yükselmelerinin onlara zarar verebileceğine
inandırılmış olabilirler. Freud’a göre suçluluk
duygusu, başarıya tolerans gösteremeyen bireylerin
temel problemidir. Bu kişiler bilinçdışı olarak cinsel
ödipal başarıyı deneyimler ve ensest tabusunun
ihlalinin yarattığı suçluluktan dolayı da hasta olurlar.
Melanie Klein’e göre bebek, ödipal dönem öncesinde
annesinin memesiyle iyi bir ilişki kurabildiyse, bu
durum daha sonrasında çocuğun kendi içindeki ve
başkalarındaki iyiliğin varlığına inanmasına olanak
sağlayacaktır. Ancak, anne-bebek arasındaki erken
dönem ilişki kötü deneyimlerden oluşmuşsa, o
zaman çocuk kendini değersizleştirecek, hayatındaki
iyi şeyleri bozmaya meyilli olacaktır. Melani
Klein, başarı korkusunun kökenini ödipal dönem
öncesindeki deneyimlere dayandırarak bu noktada
pek çok psikanalistten farklı düşünmektedir.
Sonuç olarak, “başarı” her ne kadar arzulanan,
bireysel ve toplumsal boyutta yüceltilen bir değer
olarak görülse de, insan ruhsallığının karmaşık
yapısı içerisinde kimi zaman korkulan, kaçınılan bir
olgu olarak da karşımıza çıkabilir.
KAYNAKLAR
Bryan, C. M. (1986). Fear of success: The impact of
ambivalance in the early mother/daughter relationship
(Doctoral dissertation, The Wright Institute, Berkeley).
Klein, M. (1957). Envy & gratitude: A study of unconscious
sources. Basic Books, N. Y.
Mallinger, A. E. (1978). Fear of success and oedipal
experience. The Journal of Psychology, 100, 91-106.
29
KORKUYU ARZULAMAK:
KORKU FİLMLERİ, OYUNLARI VE
ROMANLARI ÜZERİNE KISA BİR ANALİZ
Arş. Gör. Gökhan KABACAOĞLU
Hacettepe Üniversitesi
Psikolojik Danışma ve Rehberlik Anabilim Dalı
Marion yağmurlu bir gecede arabasıyla ilerliyordu.
Patronundan çaldığı 40 bin dolarla hayatında yeni bir
başlangıç yapıp yapamayacağı belirsizdi. Hem uzun
süren yolculuk hem de son birkaç gündür yaşadığı
heyecan onu yorgun düşürmüştü. Kafasında bin bir
türlü soru işareti dolanırken kendini bir anda Bates
Motel’in kapısında buldu. Bu küçük ve izbe mekân
yorgunluğunu gidermesi için iyi bir fırsat olabilirdi.
İçeri girdi, motelin sahibi Norman’la tanıştı. Norman
“tuhaf” biriydi ama aynı zamanda yardımsever
olması nedeniyle Marion ona güvenmekte herhangi
bir sakınca görmedi. Kısa sohbetlerinin ardından
Marion odasına geçti, kıyafetlerini çıkardı ve duşa
girdi. Musluğu çevirdiğinde birkaç gündür yaşadığı
korkuların suyla birlikte akıp gittiğini hissetti. Ancak
bu huzurlu an çok kısa sürecekti. Gözleri kapalı
duşun keyfini çıkarırken birden banyonun kapısı
aralandı, katil içeri sızdı ve elindeki bıçağı havaya
kaldırdı. Marion perdenin ardındaki silüeti fark
ettiğinde artık her şey için çok geçti…
1960 yapımı Psycho (Sapık) filminde geçen bu sahne,
sinema tarihinin en bilindik ve kült sahnelerinden
biri. Filmin yönetmeni Alfred Hitchcock, günümüzde
sinema tarihinin en önemli yönetmenlerinden biri
olarak kabul edilmekte. Korku-gerilim türündeki
filmleriyle sinemaya damgasını vuran Hitchocock’un
bu başarısı, insanların korku filmlerine olan ilgisini
de açık biçimde ortaya koyuyor. Günümüze kadar
The Exorcist’ten (Şeytan) The Blair Witch Project’e
(Blair Cadısı), A Nightmare On Elm Street’ten (Elm
Sokağında Kâbus) The Shining’e (Cinnet) sayısız
korku filmi kitlelerin ilgilisini çekmeyi ve isimlerini
sinema tarihine altın harflerle kazımayı başardı.
Bu tür filmlerin her yıl yenileri çekilmeye de devam
ediyor. 2015 yılında korku filmleri sadece ABD’de
46 milyon izleyiciye ve yaklaşık 400 milyon dolar
30
hasılata ulaştı (www.the-numbers.com, 2016). Bu
miktar sinema sektörünün geneli düşünüldüğünde
ufak görünse de, korku filmlerinin ciddi bir izleyici
kitlesine sahip olduğuna dair önemli bir gösterge.
Türkiye’de de benzer bir kitlenin varlığından
bahsetmek mümkün. Korku türü çok eskilerden
beri Türk sinemasının içinde varlığını sürdürmekle
birlikte, özellikle 2000’li yılların başından itibaren
dini ve paranormal motifler içeren korku filmleri
oldukça popüler hale geldi. Muska, Musallat,
Şeytan-ı Racim gibi yapımlar korku severlerden
olumlu yorumlar aldı. Genellikle kalitesiz bir film
olmasıyla adından söz ettiren 2006 yapımı Dabbe
dahi, 2015 yılında altıncı filmiyle vizyona girdi. Bu
durum Türkiye’de korku filmlerine olan talebe dair
önemli bir ipucu sunmakta.
Eğlence sektöründe korkunun yeri yalnızca sinema
ile sınırlı değil. Edebiyatta da korku türü önemli
bir yer tutmakta. Yazının başında bahsettiğimiz
Psycho (Sapık) da dâhil olmak üzere pek çok önemli
korku filmi aslında birer kitap uyarlaması. Korku ve
edebiyat deyince akla ilk gelen isim hiç kuşkusuz
Stephan King. 1974 yılından bu yana 50’nin üzerinde
roman yazan King, oldukça üretken ve korku
edebiyatına yön veren bir isim. Edgar Allan Poe, H.
P. Lovecraft, Bram Stoker, Ray Bradbury de korku
türünde eserler veren önemli yazarlar arasında.
Edebiyatın yanı sıra son yıllarda teknolojinin
ilerlemesiyle popülerliği artan video oyun
sektöründe de korku teması fazlasıyla ele
alınmakta. Video oyunları etkileşimli bir
içerik sunması sayesinde, korku dâhil pek çok
duyguyu filmlere göre daha etkili biçimde kişiye
yansıtabilme avantajına sahip. Bu nedenle her
yıl daha fazla sayıda insan, eğlenceye ayırdığı
zamanı video oyunlarıyla geçiriyor. 90’lı yıllarda
ortaya çıkan Silent Hill ve Resident Evil gibi oyun
serileri, günümüzde artık video oyun klasikleri
arasına girmiş durumda. 2013 yılında yayınlanan
Outlast ve 2015 yılında yayınlanan SOMA ise son
yıllarda eğlenmek için korkuyu tercih edenlerin
gözdelerinden.
İnsanların bilinçli korku arayışlarını sinema,
edebiyat ve video oyunları ile sınırlı görmemek
gerek. Ekstrem sporlardan tutun da Ouija (ruh
çağırma) tahtasına, kulaktan kulağa anlatılan cin,
hayalet hikâyelerinden tutun da eğlence parklarında
yer alan korku tünellerine sayısız öğe, insanlığın
sosyal ve kültürel alanının ayrılmaz bir parçası
haline gelmiş durumda. Dahası insanlar her geçen
gün daha fazla bu korku öğelerini talep ediyor. Eğer
siz de bu satırların yazarı gibi “İnsan eğlenmek
için korku filmi izler mi ya? Ne kadar saçma!”
diyenlerdenseniz, yazının kalan bölümünü de
okumanızı tavsiye ederim.
Konuyla ilgili araştırmalar, “İnsanlar neden korkuyu
sever?” sorusunun tek bir cevabı olmadığını
gösteriyor. Sosyal psikolog Jeffrey Goldstein’ın
editörlüğünü üstlendiği Why We Watch: The
Attractions of Violent Entertainment (Neden İzleriz:
Şiddet İçerikli Eğlencenin Cazibesi) isimli çalışmada
insanları korku filmleri, şiddet içeren video oyunları
ve sporlar gibi eğlence öğelerine yönelten motivasyon
kaynaklarının neler olduğuna dair ayrıntılı bir
analiz mevcut. Buna göre şiddet içerikli imgelere
yönelmemizin temel nedenlerinden biri içinde
yaşadığımız uygarlık. Modern toplum yapısının
bizlere planlı, önceden kestirilebilir ve heyecan
duygusundan uzak bireysel yaşantılar sunduğunu
söylemek mümkün. Bu durum birey için heyecan
arayışını beraberinde getirmekte. Korku içeren
eğlence araçlarına yönelme ise bireyin heyecan
arayışının bir sonucu olarak görülmekte (Goldstein,
1998). Elbette dünyanın dört bir yanında insanlar,
terör gibi nedenlerle kendilerini her geçen gün daha
az güvende hissederken, heyecan arayışının ne kadar
geçerli bir argüman olduğu tartışılabilir. Ancak bir
korku filminden övgüyle bahsedenlerin, çoğunlukla
“filmin ne kadar heyecanlı olduğuna” vurgu yaptığını
unutmamak gerek.
Goldstein’ın (1998) üzerinde durduğu noktalardan
bir diğeri, şiddet içeren eğlence öğelerinin bireyin
duygularını açık bir biçimde sergilemesine yardımcı
olması. Korku filmi izlerken korkmak ve bu korkuyu
titreyerek, çığlık atarak dışa vurmak elbette doğal
bir tepki olarak görülecektir. Bu sayede korku filmini
izleyen kişinin sadece korku duygusunu değil, aynı
zamanda korkusunu açıkça ifade ederek rahatlama
duygusunu da yaşadığı söylenebilir. Bireyin sadece
film esnasında değil, film bittikten sonra yaşadıkları
da oldukça önemli. Sparks (1991) korku filmi izleyen
kişinin kalp atış hızının ve kan basıncının arttığını;
bu durumun yaşanan duyguların yoğunluğunun da
artmasına sebep olduğunu belirtiyor. Ancak kişi film
bittikten sonra filmdeki korkutucu sahnelere değil,
eğlenceli sahnelere ya da arkadaşlarla iyi zaman
geçirmek gibi olumlu yaşantılara odaklandığından,
aynı yoğun ve olumlu duyguları tekrar yaşamak için
korku filmleri izlemeye devam edebiliyor.
Eğlence amacıyla maruz kalınan korkunun,
kontrollü bir korku olduğunu unutmamak gerek.
Başka bir deyişle, korku filmi izlerken ya da korku
oyunu oynarken bu korkuyu istediğimiz zaman
sonlandırabilme imkânına sahibiz. Aynı zamanda
hikâyenin nasıl sonuçlandığının da korku filmlerine
bakışımızı etkilediği söylenebilir. Zillmann ve
Weaver’a (1996) göre film boyunca ana karakterin
başına gelen korkunç ve üzücü olayların olumlu
bir şekilde çözümlenmesi, filmden aldığımız keyfi
arttırıyor. Eğer hikaye olumlu noktalanmazsa bu,
izleyen kişide rahatsızlık duygusu uyandırıyor.
Ama bu hipotez sonu kötü biten korku filmlerinin
varlığını açıklamak için yetersiz. Yüksek empati
düzeyine sahip kişilerin korku filmlerinden pek
hoşlanmadığı bilinen bir durum. Zira başkalarının
acı çektiğini görmek bu kişilerde olumsuz duygular
uyandırıyor (Tamborini, 1996). Bu, elbette korku filmi
izleyen kişilerin empati becerisinden yoksun olduğu
anlamına gelmiyor. Ancak filmdeki karakterlerle
31
empati kurmak yerine kendini onlardan
ayrıştırabilen kişiler için, sonu kötü bitse dahi, filmin
eğlenceli bir içeriğe sahip olduğu söylenebilir.
Korku, zaman zaman bir sosyalleşme ve sosyal
kimlik edinme aracı olarak da işlev görebilir.
Özellikle ergenlik dönemindeki bireyler için korku
ve şiddet içerikli filmlerle ya da oyunlarla ilgilenmek
bir “yetişkinlik” göstergesi (Goldstein, 1998). Bir
diğer ifadeyle bu film ya da oyunlar ergen birey için
korku ve şiddete maruz kalabilme ve dayanabilme
cesaretine sahip olduğunu ispatlamanın bir aracı.
Bu noktada ergenlik dönemindeki erkeklerin kızlara
göre korku içerikli film ve oyunlarla daha fazla haşır
neşir olduğunu eklemek gerek (Zillmann ve Weaver,
1996). Cinsiyetler arasındaki bu farklılık, kalıplaşmış
toplumsal cinsiyet rolleriyle yakından ilişkili.
Korkuyu neden sevdiğimize dair açıklamalar elbette
yukarıdakilerle sınırlı değil. Korku öğelerinin
gerçekçiliğinden içinde yaşadığımız tarihsel döneme
ve kültüre, o anki duygu durumumuzdan geçmiş
yaşantılarımıza kadar pek çok etken bir korku filmini,
romanını ya da oyununu sevip sevmeyeceğimizi
etkilemekte. Bunun yanında meselenin bir de sanatsal
kısmı var. Örneğin özünde ürkütücü bir hikâyeye sahip
olsa da kötü kurgulanmış bir korku filmi, izleyicinin
belleğinde kötü bir film olarak kalacaktır. Tam aksine,
her açıdan iyi hazırlanmış bir korku filmi ise türü
sevmeyenlerin dahi ilgisini çekebilir. Sözün özü, insan
psikolojisiyle ilgili pek çok konuda olduğu gibi, bazı
insanların neden korkuyu sevdiğinin şimdilik kesin
bir yanıtı yok. Kesin olan şey, korkunun eğlenceyle
birlikteliğinin hayatın her alanında devam edeceği.
Tüm korkularınızın istendik olması dileğiyle.
KAYNAKLAR
Goldstein, J. (Ed.). (1998). Why we watch: The attractions of
violent entertainment. London: Oxford University Press.
Sparks, G. G. (1991). The relationship between distress and
delight in males’ and females’ reactions to frightening
films. Human Communication Research,17(4), 625-637.
Tamborini, R. (1996). A model of empathy and emotional
reactions to horror. J. B. Weaver & R. Tamborini (Ed.),
Horror films: Current research on audience preferences
and reactions içinde, (103-123). New York: Routledge.
Zillmann, D., & Weaver, J. B. (1996). Gender-socialization
theory of reactions to horror. J. B. Weaver & R. Tamborini
(Ed.), Horror films: Current research on audience
preferences and reactions içinde, (81-101). New York:
Routledge.
http://www.the-numbers.com/market/2015/genre/Horror
adresinden 28.06.2016 tarihinde erişilmiştir.
32
“KORKULACAK
NE VAR?”
DEMEDEN
KORKULARI
ANLAMAK
Uzm. Psi. Dan. Pınar KESKİNER
Özel Üsküdar SEV Okulları
İlkokul öğrencileri ile çalışırken korkular
ele alınması gereken bir durum olarak
sıklıkla karşımıza çıkar. Bu durumlarla
karşılaşıldığında çocuğa “Bunda korkacak
ne var?” demek durumu geçiştirmeye işaret
ederken, gerçekte çocukların bunlarla
baş edebilmesine yardımcı olmak gerekir.
Duygulanımı sözcüklere dökmek öğretilirse
duygulanım somutlaşır ve baş edilebilir
hale gelir. Çocuklar korkularının kabul
edilebileceğinden emin olursa paylaşırlar. Bu
nedenle, çocuklar, yaşadıkları tüm korkuları
dile getirmeleri için yüreklendirilmelidir.
“Acaba seni korkutan ne olabilir?”, “Nasıl
bir şey, anlatır mısın?” gibi açık uçlu
sorular korkulan nesne ya da olaya ilişkin
kapıları aralar. Çocuğu dinlerken sık tekrar
edilen kelime ve temaları yakalamak ise
anlamlandırma sürecini başlatır.
PDR Servisi olarak korkularla çalışırken
izlediğimiz ve başarılı sonuçlar aldığımız yol
ve yöntemleri aşağıda paylaştık.
Korkular üzerine çalışırken aile ile işbirliği
çok önemlidir. Zarar görmeye dair endişeleri
yoğun olan bir çocuğun babasının tehditkâr
ve yaklaşılması zor bir baba olması çocuğun
hayatındaki bu korkuyu sürekli canlı
tutacaktır. Anne-babanın kapsayan, sakinleştirebilen
yapısı ise tüm korkuları azaltabilir. Aile bunu
çocuğun şımarıklığı, korkaklığı olarak yorumlarsa
çocukta kaygı ve suçluluk hissi artar. Bu nedenle
korkunun aile sistemindeki yerini incelemek
önemlidir. Örneğin; yalnız yatmaktan korktuğu
söylenen bir çocuğun anne-babasının çift olarak
ilişkisi nasıldır?
Bu nedenle aile ile yapılan görüşmede ailenin bu
korku ile ilgili düşünceleri nedir, ailede bu korkunun
benzerini yaşayan aile bireyleri var mı, gerçek bir
geçmişi var mı (yaşanan bir olay, travma, medyada
maruz kalınan bir örnek vb.), korku ebeveynden
kaynaklanan bir korku mu? (başarısızlık korkusu vb.)
sorularının üstünde dururuz.
Sonrasında “Çocuk Çizim Testleri” kullanarak
çocuğun iç dünyasını anlamaya çalışıyoruz. Bu test,
çocuğun korkularını, iyi ve kötü olduğunu düşündüğü
yanlarını kendinden uzakta bir resim üzerinden
anlatmasını sağlamaktadır.
İlkokul çocuklarıyla çalışırken etkili yöntemlerden
biri olan oyun terapisi tekniklerini kullanıyoruz.
Canavarlarla ilgili ya da zarar görme konusunda
endişeleri artan çocuklar oyunlar aracılığıyla bu
korkuları daha kolay açığa çıkarabilmektedir.
Ayrıca oyunun içinde kendini güçlü görüp, korktuğu
nesneleri kendi kontrolündeki rollerle yeniden
canlandırmak çocuklara iyi gelmektedir.
Resimler korkuyu somutlaştırmak için etkili
yöntemlerdendir. Biz bu yöntemi, çocuktan
önce korktuğu nesneyi çizmesini isteyerek ve
ardından bu resmi giderek küçük boyutlarda
çizmesini sağlayarak kullanıyoruz.
Masallar ve mitolojik hikâyelerden
faydalanıyoruz. Korkan çocuk kendini yalnız
ve çaresiz hisseder, oysa masallar ve mitoloji
kitaplarında bunlar “bir varmış bir yokmuş”
şeklinde başlar. Masallar da çocuğun korkuyla
yüzleşmesini sağlar. Masalı okuyup hislerimiz
üzerinde konuşuruz. Masalların içinde en ilkel
korkular ve bu korkuların üstesinden gelen
güçlü kahramanlar vardır. Bu kahramanlar
çocuğun yaşadığı korkuları açığa vurması için
bir araç olabilir.
Son olarak, korkuyu ve anlamını çocuğa
ve aileye anlatmak gerekiyor. Çocuk bu
korkusunun neye tekabül ettiğini bilmelidir.
“Anladığım kadarıyla senin yalnız kalmakla
ilgili bir endişen var.” gibi. İlkokul döneminde
her çocuğun korkuyla ilgili deneyimlerinin
gelişimlerinin bir parçası olduğunu aileler
anlatmak gerekiyor. Bu noktada, gelişim
süreçleri içinde bazı korkuların doğal şekilde
kaybolacağını akılda tutmak ve herhangi bir
müdahale gerekip gerekmediğine korkuların
şiddetine ve hayatın normal akışına olan
etkisine göre karar vermek önemlidir.
33
FOBİLER
Araş. Gör. Semih KAYNAK
Gazi Üniversitesi
Psikolojik Danışma ve Rehberlik Bölümü
Zaman zaman korkabilir ya da kaygı duyabiliriz.
Ancak korku ya da kaygı yoğun bir biçimde
yaşandığında yahut açık bir tehdit ya da uyaran
olmadan ortaya çıktığı durumlarda fobilerin
varlığından söz edilebilir.
Bir tür kaygı bozukluğu türü olan fobi, kişinin
belirli bir durum, canlı-cansız varlık veya mekâna
yönelik olarak hissettiği ileri düzeydeki korku hali
olarak tanımlanmaktadır. Fobisi olan kişiler belirli
tehlikeleri gerçekte duyulması gerekenden daha
fazla tehdit edici olarak algılar ve bu durumlardan
önemli ölçüde kaçınırlar. Bireylerin kendileri için
fobi oluşturan durumlarla karşı karşıya kalmaları
ise onlarda yoğun panik hali ve dehşet hissi
yaratabilir.
Freud’a göre fobiler, cinsel itilimlerin önce
bastırıldığı, sonra kaygıya dönüştürüldüğü ve
en sonunda bazı dış nesnelere bağlandığı özel
bir tür histeridir. Fobik kişi, bu sayede korkulan
libidoyu temsil eden, karşılaşmaktan kaçınılan
nesneyi uzakta tutacak bir ortam yaratmış olur.
Davranışçı kuramlara göre ise fobiler, kökleri
klasik koşullanmaya dayanır. Kaçınma koşullaması
modeline göre korkular, nötr uyarıcıların korku ya
da acı veren bir uyarıcıyla eşleşmesi sonucunda
öğrenilir (edimsel koşullanma). Model alma
yaklaşımı korkuların oluşumunu başkalarının
davranışlarının taklit edilerek öğrenilmesi ile
açıklanmaktadır. Son olarak, bilişsel kuramlara
göre fobiler negatif uyaranlara daha fazla dikkat
etmeyle ve negatif olayların gelecekte daha fazla
yaşanacağına ilişkin inançla ortaya çıkmaktadır.
Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı
(DSM) 5’te fobiler kaygı (anksiyete) bozuklukları
çatısı altında yer almakta ve özgül fobi, sosyal fobi
ve agorafobi olarak kendi içinde ayrılmaktadır. Tanı
ölçüleri4 bu üç kategori için ayrı ayrı belirlenmiştir:
34
Özgül fobi, özgül ve belirli nitelikteki canlı-cansız
cisim, mekân veya aktiviteye yönelik olarak
aşırı korkulu olma durumudur. Tanı ölçütleri şu
şekildedir:
A. Özgül bir nesne ya da durumlu ilgili olarak
belirgin bir korku ya da kaygı duyma (örn. uçağa
binme, yükseklikler, hayvanlar, iğne yapılması, kan
görme).
B. Fobi kaynağı nesne veya durum, neredeyse her
zaman, doğrudan kaygı ve korku doğurur.
Toplumsal Kaygı Bozukluğu (Sosyal Fobi) ise kişinin
belirli sosyal şartlarda ileri düzeyde kaygılı olması
durumu olarak tanımlanır. Tanı ölçütlerine şu
şekilde ifade edilebilir:
A. Kişinin başkalarınca değerlendirilebilecek olduğu
bir ya da birden çok toplumsal durumda belirgin
bir korku ya da kaygı duyması. Örnekleri arasında
toplumsal etkileşmeler (örn. karşılıklı konuşma,
tanımadık insanlarla karşılaşma), gözlenme (örn.
yemek yerken ya da içerken) ve başkalarının önünde
bir eylemi gerçekleştirme (örn. bir konuşma yapma)
vardır.
durumdan, sosyal fobi için söz konusu toplumsal
durumlardan ve agorafobi için ise agorafobi
kaynağı durumlardan etkin biçimde kaçınılır ya
da yoğun bir korku ya da kaygı ile buna katlanılır.
B. Kişi, olumsuz olarak değerlendirilecek bir
biçimde davranmaktan ya da kaygı duyduğuna ilişkin
belirtiler göstermekten korkar (küçük düşeceği
ya da utanç duyacağı bir biçimde; başkalarınca
dışlanacağı ya da başkalarının kırılmasına yol
açacak biçimde).
2. Duyulan korku ya da kaygı, özgül fobi için özgül
nesne ya da durumun yarattığı gerçek tehlikeye,
sosyal fobi için söz konusu toplumsal ortamda
çekinilecek duruma ve agorafobi için ise
agorafobi kaynağı durumların yarattığı gerçek
tehlikeye göre toplumsal-kültürel anlamda
orantısızdır.
C. Söz konusu toplumsal durumlar, neredeyse her
zaman, korku ya da kaygı doğurur.
D. Korku, kaygı ya da kaçınma, bir maddenin (örn.
kötüye kullanılabilen bir madde, bir ilaç) ya da başka
bir sağlık durumunun fizyolojiyle ilgili bir etkilerine
bağlanamaz.
Agorafobi kişinin kolayca kaçıp kurtulamayacağını
düşündüğü mekânlarda bulunmaktan kaçınması ve
bu mekânlarda bulunduğunda ileri düzeyde korku
yaşaması olarak tanımlanabilir. Tanı ölçütleri şu
şekilde ifade edilebilir:
A. Aşağıdaki beş durumdan ikisi (ya da daha çoğu)
ile ilgili olarak belirgin korku ya da kaygı duyma.
1. Toplu taşıma araçlarını kullanma
2. Açık yerlerde bulunma
3. Kapalı yerlerde bulunma
4. Sırada bekleme ya da kalabalık bir yerde
bulunma.
5. Tek başına evin dışında olma.
B. Kişi, kaçmanın güç olabileceği ya da panik
benzeri ya da yetersizleştiren ya da utanç veren
(örn. yaşlılarda düşme korkusu; altına kaçırma
korkusu) diğer belirtilerin olması durumunda
yardım alamayabileceğini düşündüğü için bu tür
durumlardan korkar ya da kaçınır.
C. Sağlığı ilgilendiren başka bir durum varsa
(örn. inflamatuvar bağırsak hastalığı, Parkinson
hastalığı), korku, kaygı ya da kaçınma açıkça aşırı bir
düzeydedir.
Üç fobi kategorisi için ortak tanı ölçütleri ise şu
şekilde ifade sıralanabilir:
1. Özgül fobi için fobi kaynağı nesne ya da
3. Korku, kaygı ya da kaçınma sürekli bir durumdur,
altı ay ya da daha uzun sürer.
4. Korku, kaygı ya da kaçınma, klinik açıdan belirgin
bir sıkıntıya ya da toplumsal, işle ilgili alanlarda
ya da önemli diğer işlevsellik alanlarında
işlevsellikte düşmeye neden olur.
İLGİNÇ FOBİLER
Bilinen 400’ün üzerinde fobi olmakla birlikte en
ilginç olanları şunlardır:
Dekatriaparaskevifobi (ayın 13’nün Cuma’ya
gelme korkusu), fobofobi (korkmaktan korkmak),
deipnofobi (akşam yemeğinde sohbet etme
korkusu), arakibutirofob (fıstık ezmesinin damağa
yapışma korkusu), anatidaefobi (ördekler tarafından
izleniyor olma korkusu), teratofobi (hamile bir
kadının, şekilsiz, çirkin bir çocuk doğurmaktan
korkması), venüstrafobi (güzel kadınlardan korkma),
hexakosıoıhexekontahexafobi (666 sayısından
korkma), chirofobi (kendi vücudundan korkma),
pentherafobi (kaynana fobisi).
KAYNAKLAR
Amerikan Psikiyatri Birliği, (2013) Ruhsal Bozuklukların
Tanısal ve Sayımsal Elkitabı (DSM-5) Tanı Ölçütleri
Başvuru Kitabı, Ertuğrul Köroğlu (Çev.). Ankara:
Hekimler Yayın Birliği.
Davison, G. C., Neale, J. M., & Dağ, İ. (2004). Anormal
psikolojisi:(Abnormal psychology). Ankara: Türk
Psikologlar Derneği.
LeBeau, R. T., Glenn, D., Liao, B., Wittchen, H. U., Beesdo‐
Baum, K., Ollendick, T., & Craske, M. G. (2010). Specific
phobia: A review of DSM‐IV specific phobia and
preliminary recommendations for DSM‐V. Depression
and anxiety, 27(2), 148-167.
Marks, I. M. (2013). Fears and phobias. London: Academic.
http://www.nursingdegreeguide.org/2010/100-weirdphobias-that-really-exist/ Erişim Tarihi: 05.07.2016
http://phobialist.com/ Erişim Tarihi: 15.06.2016
35
KORKUM BURAYA
-DA- SIĞAR MI?
Uzm. Psi. Dan. Seçil AKAYGÜN CÜNTAY
Günce Psikolojik Danışma Merkezi
Büyümenin alametidir okul. Büyüyünce “okullu”
olursunuz. “Okul”a gider, “okul”da kalır, 24 saatlik
dilimin üçte birini “okul”da yaşarsınız. Sizinle olan
her şey de okulun kapısından giriverir; bazen coşku
ile bazen sessizce. Duygular da okulun olmazsa
olmaz misafirleridir. Nasıl her duygu doğalsa, bu
duygulara okul koridorlarında rastlamak da o kadar
doğaldır. Duyguların içinden, koridorun köşesinden
bakıveren “korku” ise adeta seslenir: “Bana burada
yer var mı?” veya “Beni burada kim taşır?”
İster okula başlarken duyulan hıçkırıklar olsun, ister
tatil sonrası bırakılamayan anne kolları, ya da sınav
dönemi esiveren rüzgârlarda bulsun kendini korku;
duymamız, görmemiz fark etmemiz gerekir. Peki,
kimdir bu korku dolu çocuk?
- Güvende hissetmeyen,
bizim gündemimize takılabilir. Nedenini bulursak
çözebileceğimize dair iyi niyetli ancak telaşlı bir
tavır çocuğun yaşadığını kaçırmamıza ve en temel
rolümüz olan kapsayıcılığı atlamamıza neden olabilir.
Çocuğu kapsamanın yolu ise onunla terapötik ilişki
kurmak olabileceği gibi (kimi okul ortamları artık
bu tür klinik müdahalelere göre ayarlanabiliyor)
çocuğun -sadece rehberlik biriminin yer minderleri
ve oyun hamurları ile değil- okulun canlı-cansız tüm
yapıları ile kucaklanabilmesidir. Bu da;
- Korkunun nedenini önemsemekle birlikte, esas
odağa çocuğun hislerini koymak,
- Eğitimciler tarafından yatıştırılmak,
- Duyguyu yok saymamak, “geçmesi-bitmesi” için
acele etmemek ile mümkündür.
- Kendini yatıştırmakta zorlanan,
- Sosyal-duygusal gelişiminde zorluk yaşayan,
- Dönemsel özellikler veya travmatik deneyimler
nedeni ile okulda “kalmakta” zorlanan,
- Öğrenme, dikkat, algı farklılıkları nedeni ile
anlaşılamamaktan korkan,
- Kaygı düzeyi, zihninin ve kalbinin idare
edebileceğinden daha yükseğe çıkmış çocuklardır.
Sebebi ne olursa olsun korkan, korkmuş, korktuğunu
belli eden/etmeyen tüm çocuklar için rehberlik
biriminin en temel rolü kapsayıcı olmaktır. Korkunun
nedeni, zamanı, tetiklendiği etmeni, çocuğun
bağlanma süreçleri, aile özellikleri çoğu zaman
36
Olumlu ve kapsayan ilişkisi, güvende hissettiren
varlığı, şartsız kabulü ile psikolojik danışman,
çocuğun zihninde korkusuna eşlik edebilecek bir
forma sahip olur ve çocuk korkusunu ve bununla ilgili
her türlü deneyimini açmaya, paylaşmaya yanaşabilir.
Böylece korkunun atlatıldığı bir zeminde değil,
korkunun eşlikle geçildiği bir zeminde buluşulabilir.
Masallar, öyküler, resimler, kuklalar, oyuncaklar, nefes
alıştırmaları, canlandırmalar, provalar hepsi bu sağlam
zemini oluştururken eşlik edebilir size. Birlikte taşıma
sürecinde tüm bu malzemelere başvurabileceğiniz gibi,
olumlu okul iklimine yapacağınız katkı, öğrenci ile bire
bir temasta olan öğretmenleri bu kapsayıcı halkaya
dâhil etmek ve okulun tüm düzenli-kaotik yapısını
çocuk için tahmin edilebilir/anlaşılabilir bir yapıya
getirmek de yardımcı olabilir.
SESSİZ
ÇIĞLIKLARA
SES OLABİLMEK
Uzm. Psi. Dan. Cennet ERDOĞMUŞ ZORVER
Kemal Yurtbilir Özel Eğitim Meslek Lisesi
2010 yılı Ağustos ayı.... Heyecanla baktığım bilgisayar
ekranı ve yeni görev yeriniz: Kemal Yurtbilir Özel
Eğitim Meslek Lisesi- Altındağ-Ankara... Nasıl bir
mutluluk ve rahatlama... Ardından hafif bir korku
“Burada nasıl çalışacağım?” Tabi ki hemen ardından
yükselen diğer iç seslerim “Ne var canım, 2 yıl
RAM’da özel eğitim bölümünde çalıştın. Engellileri
biliyorsun, tanıyorsun. Lisansta ders aldın... İşitme
engellilerle çalışırken niye zorlanasın ki... Alırsın
odana bir yazı tahtası, yazarak anlaşırsın...” ve tekrar
bir rahatlama...
Mezuniyetin ardından işe koyulduğumuz ilk yıllarda
yaşadığımız çok normal karşılanabilecek gelgitler bunlar. Ancak baş etme konusunda neler
yapılabilir, nasıl hazırlıklı olunabilir, “Başarabilecek
miyim?” kaygı-korkusuyla nasıl mücadele edilebilir
gibi sorulara da hazırlıklı olmakta fayda var diye
düşünmekteyim.
Ve okulda ilk günüm.. Heyecanlıyım ama
göstermemeye çalışıyorum. Sanki yurtdışındayım ve
dilini bilmediğim bir ülkede göreve başlamışım. Ama
onlar, benim onları anladığımı düşünmekte... Ben
de öyleymişim gibi görünüyorum. Tabi ki ilk iletişim
denemelerinin ardından her şey netleşmişti... Evet,
korkulan başa gelmişti; ne ben onları anlamaktaydım
ne de onlar beni...
İşte iyi bir üniversite eğitiminin getirilerinden birisi:
“İşitme engelliler ile nasıl çalışılır?”ı öğretmemiş
olsa da, “İşitme engelliler ile çalışmayı nasıl
öğrenirsin?”i öğretmişti... En büyük şansım 11
yıldır orada çalışan ve oldukça deneyimli bir
psikolojik danışmanın varlığı idi; işe başlandığında
görev yaptığın yerdeki meslektaşın ile eşgüdümlü
çalışabilmek de ayrıca önemli bir konu! Hem
onun yardım ve deneyimleriyle hem de okuyup
araştırarak işitme engellilerle nasıl çalışılabileceğim
konusunda etkili adımlar atabilmiştim. İlk iş olarak
işaret dili öğrenmeye başlamış ve öğrencilerin de
yardımıyla hızla iletişim kurmaya başlamıştım.
Hatta anladığımdan o kadar hızlı emin olmuştum ki,
yatılı kız öğrencilerin “Eğer hafta sonu izinlerimizi
uzatmazsanız biz Ulus’taki İşitme Engelliler
Derneğine gidip şikâyet edeceğiz!” dediklerini
anlamayıp “Tamam, sorun değil, konuşuruz…”
dememle öğrencilerin okuldan kaçması bir olmuştu!
Neyse ki başlarına olumsuz bir durum gelmeden
okula geri dönmüşlerdi. Peki neydi bu olumsuz
durumlar?
İŞİTME ENGELLİ OLMAK...
Tam da bu noktadan yola çıkarak işitme engellilerin
en büyük sorununun “iletişim” olduğunu
söyleyebiliriz. Ancak altını çizmemiz gereken bazı
noktalar var! İşaret dilini biliyor olmak onlarla
iletişim kurabilmeyi sağlayacaktır diyemeyiz. Yani
iyi derecede İngilizce biliyorsak herhangi bir engeli
olmayan bir İngiliz’le ya da iyi derecede İngilizce
bilen biriyle rahat anlaşabiliriz. İşitme engellilerin
engelinin de bunun gibi bir dil ve anlaşma problemi
olduğunu sanmaktan vazgeçmeliyiz. İnsan
yavrusu doğduğu andan itibaren duyduğu sesleri
defalarca duya duya ve görseller ile eşleyerek
anlamlandırmaya, dili öğrenmeye, ardından da
konuşmaya başlar.
Tüm bunları yapamayan işitme engelliler öğrenmede
yaşadıkları gecikmeler, yetersizlikler göz önünde
bulundurulduğunda işiten diğer insanlardan oldukça
farklı olarak çok sınırlı bir kavram haritasına
sahiptirler. Sınırlı sayıda kelime ile anlaşırlar. Soyut
kavramları anlamaları, anlamlandırmaları oldukça
güçtür. Onlar için düşünceyi ve duyguyu ayırt etmek
üst düzey bir beceridir. Duygulardan belli başlı duygu
durumlarının ne olduğunu bilebilirler. İşaret dilinde
duygu ifadeleri yer alsa da, pek çok işitme engelli o
duygu ifadelerinin ne anlama geldiğini, ne olduğunda
o duygunun hissedilebileceğini bilmemektedir. 6
yıllık deneyimlerimden yola çıkarak hemen hemen
tüm işitme engellilerin bildiği başlıca duygu ifadeleri;
olumlu duygu olarak sevmek, hoşlanmak, mutlu
olmak, olumsuz duygu olarak ise korkmak, üzülmek,
kırılmak ve kızmakla sınırlıdır. Psikolojik danışma
servisinde yaptığımız görüşmelerin içerik analizini
yapsak belli başlı duygu ifadeleri olarak bunları
duyabiliriz.
37
İşitme engellilere ilişkin bu temel birkaç bilginin
ardından bu sayının teması olan “korku” kavramını
hem öğrenci hem veli hem de işitme engellilerle
çalışan profesyoneller (psikolojik danışman,
öğretmen, yönetici) açısından ele alacağım.
AYNI DİLİ KONUŞANLAR DEĞİL AYNI DUYGULARI
PAYLAŞANLAR ANLAŞABİLİRLER!
Hemen hemen her yıl engelliler haftasında toplumun
dikkatini çekmesi için kamu spotları hazırlanır,
empati yapmamız istenir. “Ya görmeseydiniz,
yürüyemeseydiniz, duymasaydınız”... Belki
çoğumuz gündemden etkilenip bir an hayal
etmişizdir görmediğimizi, duymadığımızı veya
yürüyemediğimizi... Peki gerçekten duymayan
birinden birebir dinlediniz mi? Aslında soyut
düşünme ve neden sonuç ilişkisi kurabilme gibi
yetileri tam gelişmediği için işiten yaşıtlarına göre
daha korkusuzdurlar. Takvim yaşına göre yaşıtlarının
riskli durumlarda ortaya koydukları korku ya da
kaygı tepkilerini işitme engellilerde görmemiz
güçtür. Örneğin, gece tekin olmayan bir sokakta tek
başına yürüyen herhangi bir genç olası risklerin ve
sonuçlarının farkında olduğundan korku hisseder ya
da korkacağını bilerek geç bir saatte tekin olmayan
bir sokakta yürüme davranışından kaçınır. İşitme
engelli genç ise durumu muhakeme etme yetisine
yaşıtları kadar sahip olmadığı için korkusuzca tek
başına dolaşabilir. Gerçeklik algıları farklıdır. Daha
çok soyut (dini, felsefi vb.) konuları anlamlandırmakta
zorlandıkları durumlarda korkarlar ve bu korku
tepkileri duygusal gelişimleri yine yaşıtlarına göre
geride olduğu için bu korku tepkilerinin yaşıtlarına
göre daha çocuksu olduğu söylenebilir. Örneğin 16
yaşındaki işitme engelli bir lise öğrencisi bir filmde
gördüğü canavar karakterinden ya da kendisine
anlatılan bir hikâyeden 5 yaşındaki anaokulu
öğrencisinin korktuğu gibi korkabilir, ağlayarak
tepki verebilir veya gece kabuslar görebilir. İşitme
38
engellilerle aşama kaydedebilmek için mümkün
olduğunca somut örnekler ve yaşantılar üzerinden
gitmek iyi bir yoldur. Soyut kavramları, korku gibi
duyguları somut örneklerle anlatmak, canlandırmak,
“okulda bir yangın çıksa ne hissedersin?- Evet
hissettiğin duygunun adı ‘korku’dur.” gibi
anlatımlarla sunmak işlevsel olabilir.
SİZE ANNE-BABA DİYE SESLENEMEYEN BİR
ÇOCUĞUN EBEVEYNİ OLMAK....
Sadece işitme engellilerde değil diğer engel
gruplarıyla da çalışırken, öğrencilerle çalışmanın
güçlüğü kadar velilerle çalışmak da güçtür.
Çocuklarının işitme engelli olduğunu öğrendikleri
andan itibaren ailelerin yaşadıkları başat duygunun
“korku” olduğu söylenebilir. “Peki, şimdi ne olacak?”
bilinmezinin getirdiği içlerine sığmayan bir korku...
Aileler çocukları ergenliğe ulaşana kadar genelde;
“Nasıl bir tıbbi tedavi olacak, duyabilme şansı
var mı, tamam, duyamayacaksa iletişim kurmak
için neleri öğrenmemiz gerekiyor, çocuğum diğer
çocuklar gibi duyamasa da konuşabilecek mi,
kendini koruyabilecek mi, çevremizdekiler bizim bu
farklılığımızı kabul etmeyip bizi dışlar mı, çocuğum
okumayı öğrenebilecek mi, normal okula gidebilecek
mi?” gibi soruların cevaplarını arayarak korkularıyla
baş etmeye çalışırlar.
Ancak işitme engelli çocuk büyüdükçe pek çok aile,
çocuklarının bireysel hareket etmeye başladığında
başına bir şey gelip gelmeyeceğinden korkar.
Çocuklarının tek başına dışarıda kaybolması, derdini
anlatamaması ve başına kötü bir şey gelmesi
korkusu taşırlar. Bu korkularından dolayı çocuğunu
bireysel hareket etmesi için yüreklendirmek
yerine sınırlar. Ancak ergenlik döneminde bu
sınırlamaları reddeden işitme engelli bir çocukla
baş etmek oldukça güçtür ve ailelerin çoğu
çaresizce “Hocam ne yapabiliriz, bize yardım edin!”
diye PDR servislerine gelir. Çocuklarını özellikle
internet üzerinden görüntülü görüşmeyi kullanan
kötü niyetli insanlardan koruma konusunda kaygı
duyarlar. Bir önceki kısımda söz ettiğimiz gibi
işitme engelli bireyler muhakeme yetilerindeki
yetersizlik nedeniyle internet üzerinden başlarına
gelebilecek herhangi bir tehdit ya da tehlikeyi
öngörememektedirler. Örneğin; tanımadıkları
kişilerle buluşarak göze aldığı risklerin farkında
değildirler. Aileler bu tip sorunlarla ve korkularla
uğraşmalarının yanı sıra en büyük korkularını
ise şu şekilde ifade ederler: “Biz öldükten sonra
çocuğumuzla kim ilgilenecek, çocuğumuzu kim
koruyacak?” Tüm bu süreçte psikolojik danışman
olarak aileleri desteklemek, onlara bağımsız
yaşam becerilerinin işitme engelli öğrencilere
kazandırılmasının önemini vurgulamak, işitme
engellilere özgü gereksinimlerin karşılanmasına
yönelik aile eğitimleri vermek yerinde ve işlevsel
çalışmalar olabilmektedir.
İŞİTME ENGELLİLERLE ÇALIŞMAK...
MEB atama ve yer değiştirme mevzuatına göre
engelli okullarında çalışmak için (özel eğitim
öğretmeni dışında) herhangi bir ön koşul (sertifika,
eğitim ve deneyim gibi) bulunmamaktadır. Bu
bağlamda bir psikolojik danışman ya da coğrafya
öğretmeni tayin döneminde açık görülen herhangi
bir özel eğitim okuluna tayin isteyebilir ve atanabilir;
ben ve okulumdaki tüm diğer branş öğretmenleri ve
yöneticiler gibi. İşitme engelli okuluna başvurmak
için işaret dilini, işitme engellilere dönük öğretme
yöntem ve tekniklerini, işitme engellilerin kişisel
ve sosyal özelliklerini veya işitme engellilerle
iletişim becerilerini bilmeniz şart değil. Ancak bu
kazanımların tümünü eğer istekli ve öğrenmeye
açık bir eğitimciyseniz göreve başlamadan
önce öğrenmeniz ve göreve başladıktan sonra
geliştirmeniz önemli!
Eğer değilseniz, yazının başında aktardığım,
sudan çıkmış balık misali yaşantımın benzerini
pek çok eğitimci arkadaşımızın yaşayabileceğini
söyleyebilirim. Pek çok yetersizlikle bu tip okullarda
çalışmaya başlayan eğitimciler neyi nasıl yapacağını
bilememekte, başarısız ve mutsuz olacağından
korkmaktadır.
Bu korkuları ile baş edebilmek için ya kendilerini
tamamen geri çekmekte (öğrencilere bilgi
aktarımının ve iletişimin olmadığı bir yaklaşım ki
bu istenmeyen bir durumdur), ya kendi branşları
dışında uzman olmadıkları alanlara kayabilmekte (ki
çoğunlukla bu, PDR alanıdır!) ya da işlevsel olan bir
yaklaşımla faydalı olma ve işini başarılı bir şekilde
yapabilme amacıyla canla başla kendini geliştirme
çabasına girmektedirler. Tüm bunlarla bireysel
olarak baş etmeye çalışırken eş zamanlı olarak
öğrenci ve velilerle iletişim kurması gerekmektedir.
Süreç böyle devam ederken iş doyumu
azalabilmektedir. İşitme engellilerin eğitiminde aynı
bilgilerin tekrar ve tekrar aktarılması gerekmekte,
lise düzeyinde olsalar da bilgi dağarcıklarının geriden
gelmesi nedeniyle basit düzeyde farklı ve görsel
anlatımların gerçekleştirilmesi gerekmedir. Bu süreç
özel eğitim gereksinimi olan öğrencilerle daha önce
hiç çalışmamış, yeterli donanıma sahip olmayan
eğitimciler için yıpratıcı olabilmekte ve tükenmişlik
düzeylerinin artmasına neden olabilmektedir. Bu
sıkıntı ile baş edebilmek için bu tip okullarda göreve
başlayan eğitimcilerin, eğitim öğretim dönemi
başlamadan önce okulun niteliği ve gereksinimlerine
göre bir hizmet içi eğitimden geçirilmeleri faydalı
olacaktır. Böylece eğitimcinin yeni işine ilişkin
yaşadığı korku ve kaygısı azalacak, hem özel
eğitim gereksinimli engelli bireyler hem de eğitim
verecek profesyoneller açısından olumlu sonuçlar
doğuracaktır.
Sonuç olarak PDR alanından pek çok beceri ve
yeterlilik ile mezun olsak da, ülkemizdeki çalışma
alanları ve karşılaşacağımız zorluklar açısından her
an öğrenmeye açık olmak bizlerin en önemli özelliği
olmalı diye düşünüyorum. Ne kadar çok bilgi ve
deneyim, o kadar az korku ve kaygı!
39
OKUL KORKUSUNUN
BİLİŞSEL-DAVRANIŞÇI
TERAPİ YÖNTEMİ
İLE
ÇÖZÜMLENMESİ
Uzm. Psi. Dan. Recep ÖZER
Rize Rehberlik ve Araştırma Merkezi
Bu yazıda, Rize Rehberlik ve Araştırma Merkezine
okul fobisi problemi ile başvuran 10 yaşındaki
danışan ile bilişsel-davranışçı terapi teknikleri
kullanarak 6 seans olarak yürüttüğüm psikolojik
danışma süreci, kullanılan teknik ve yöntemler
paylaşılmıştır.
yardım talep etmeleri söylendi.
Psikolojik danışma sürecinin birinci oturumuna
çocukla ilişki (rapport) kurularak başlandı. Aile ve
çocuk oyun terapi odasına alındı, karşılandı, hitap
edildi, iletişim başlatıldı, güven sağlayıcı konuşmalar
yapıldı. Danışan (çocuk) başka bir etkinlik verilerek
(resim yapması istenebilir) bekleme salonuna alındı.
Bu sırada aileden problem hakkında bilgi alındı ve
aileye rehberlik yapıldı.
Sonraki aşamada aile dışarı alındı, çocuk davet edildi
ve destekleyici terapi uygulandı. Çocuktan okulda
yaptıklarını anlatması istendi, okulu, arkadaşları,
öğretmenleri soruldu. Bu paylaşımlarda korkunun
kaynağı araştırıldı. Burada açığa çıkan unsurlar;
okul ortamının yabancı ve tehdit edici gelmesi,
arkadaş edinemeyeceğine dair düşünceler, annenin
koruyucu tutumu ve ondan ayrılmak istememe oldu.
Tespit edilen noktalara ilişkin içgörü kazandırılmaya
çalışıldı. Ardından üstüne gitme-maruz bırakmakorkuyu davet etme yöntemi kullanıldı. Danışanın
bunaltı duyduğu durumları zihninde canlandırması
için danışanda korku yaratan evden okula gidiş
süreci aşama aşama yaşatıldı. Sonra rahat bir
şekilde sandalyesinde oturması istendi ve nefes
egzersizi yaptırıldı. Birinci oturum danışanın “aferin
başarıyorsun” şeklinde sözel destek verilerek
cesaretlendirilmesi ile sonlandırıldı.
Aileye verilen rehberlik hizmetine problem
hakkında bilgi verilerek başlandı. Korkunun nasıl
oluştuğu, koruyucu tutumların etkisi, anneye
bağlanma ve bu bağlanmanın ayrılık anksiyetesi ile
ilişkisi, bu korkunun aile içinde de olası yaşanma
şekilleri anlatıldı. Aileden koruyucu tutumları terk
etmesi ve çocuğun bağımsız hareket etmesinin
teşvik edilmesi istendi. Ayrıca tutarlı ve kararlı
yaklaşımlar göstermeleri, beden dilinin de bu
yaklaşımı desteklemesi belirtildi. Okula gitmesi
gerektiği konusunda asla taviz verilmeyeceğinin
çocuğa gösterilmesi ve ertesi gün çocuğun okula
götürülmesi istendi. Çocuğun direnci fazla ise
bunu aşama aşama yapabilecekleri anlatıldı. Aileye
çocuğun durumu hakkında okula bilgi vermeleri,
onlarla işbirliği yapmaları ve okul idaresinden
40
Danışma sürecinin her seansında aile ile görüşülüp
yapmaları gerekenler konusundaki bilgiler
tekrarlandı. Her defasında, çocuğu mutlaka okula
götürmeleri kararlılıkla paylaşıldı.
İlk oturumda olduğu gibi bundan sonrakilere de
destekleyici terapi uygulanarak başlandı. İkinci
oturuma bilişsel yapılandırma yapılarak devam
edildi. Danışman tarafından, danışanın okulla
ilgili yanlış bilişleri (düşünceleri) anlatıldı ve
düzeltildi. “Okulda kalacağını, hiç ayrılamayacağını
düşünüyorsun, oysaki izin alarak çok rahatlıkla
okuldan ayrılabilirsin. Dersleri başaramayacağın
düşüncesi seni korkutuyor; çalışırsan başarırsın,
daha önce yaptığın gibi. Bazı öğretmenlerin
tutumları seni korkutuyor, öğretmenler çocukları
teşvik etmek için bazen sert konuşurlar.” şeklinde
yanlış bilişler anlatıldı ve düzeltme yapıldı.
Süreç sistematik duyarsızlaştırma uygulanması
ile devam etti. Danışana bir günlük okul yaşantısı,
danışman tarafından anlatıldı, danışanın olayı
yaşaması, olay içinde olması istendi. “Şimdi sana,
senin yaşadığın bir gününü anlatacağım, gözlerini
kapa ve olayı yaşa, olayın içinde ol!” denildi ve
aşağıdaki belirtildiği şekilde sürdürüldü.
“Sabah kalktın, kendini iyi hissetmiyorsun, karnın da
ağrıyor, canın hiç okula gitmek istemiyor! Babanın
kararlı tutumundan dolayı okula gitmek zorunda
olduğunu düşünerek mutsuz bir şekilde yola
koyuldun. Yolda giderken “okulda az kalır, ayrılırım”
diye düşündün. Okula gittin, bahçeye yaklaştın,
canın okula hiç girmek istemediği halde içeri girdin.
Bahçede oynayan çocukları gördün, sınıfın en
yaramazı Ahmet de oradaydı. Bir an bu çocukla nasıl
uğraşacağım diye düşündün. Sınıfa doğru yürüdün,
sınıfa girdin. İlk ders matematik, “ya öğretmen bana
bir soru sorar, bilemezsem” diye düşündün, korktun.
Öğretmen geldi ders başladı, çok sıkıldın. Korktuğun
başına geldi öğretmen sana bir soru sordu.
Terlemeye başladın, soruyu bilemedin üzüldün.
Bu arada annen aklına geldi, ya annem evde
hasta olursa diye düşündün, korkun daha da arttı,
terledin. Okuldan ayrılıp eve gitsem diye düşündün,
okuldan ayrılmanın mümkün olmayacağını fark
ettin. Teneffüs oldu dışarı çıktın, okulun bahçesinin
bir köşesinde oturdun, çok tedirgin oldun. Zil çaldı
derse girmek üzere sınıfa yöneldin. Tüm gün bu
duyguları yaşadın ve nihayet dersler bitti ve eve
gitmek üzere yola koyuldun.”
Bir dakika sonra “Sandalyene rahat otur, üç kez
derin nefes alıp ver.” denilerek gevşeme egzersizi
uygulandı. Danışan cesaretlendirildi, randevu
verilerek ikinci oturum sonlandırıldı.
Üçüncü oturuma aile rehberlik hizmeti verilerek
başlandı, sonra çocuk danışma ortamına alındı,
destekleyici terapi, içgörü kazandırma, üstüne
gitme-maruz bırakma-korkuyu davet etme
çalışmaları uygulandı. Ayrıca resimle ifade-resimle
anlatım çalışması yapıldı. Bu tekniğin kullanılması ile
ev - okul ilişkisi kuruldu. Evden okula gidişi; ev, yol,
servis, okul, okul bahçesi, kendisi ve diğer çocukların
resimleri yaptırıldı. Önce çocuğun bu yaşantılarla
ilgili yaşadığı duygular danışman tarafından çocuğa
resim üzerinden anlatıldı ve sonra danışana (çocuğa)
anlattırıldı ve yazdırılırdı. Çalışmanın devamında
destekleyici sağaltım amacıyla çocuğa aynı resim
üzerinde okul ortamında yapabildiği olumlu becerileri
ifade ettirildi ve yazdırıldı. Üçüncü oturum bilişsel
yapılandırma çalışması ve karşılıklı ketleme
yönteminin uygulanması ile sürdürüldü. Okula
gitmeme davranışının olumsuz sonuçları gösterilerek
davranış önlenmeye çalışıldı. “Okula gittin, okuldasın
ve anne-babanın seni bırakıp gittiğini düşünüyorsun,
dersi bırakıp gitmek istiyorsun, fakat bırakıp gidersen
bir daha hiç okula dönme şansının olmadığı daha
önce sana söylendiği için, okulda kalıyorsun. Okula
devam hakkını kaybetmen seni çok üzer değil mi? Bir
düşün.” ifadeleri kullanıldı. Cesaretlendirme ve aile
rehberliği ile üçüncü oturum sonlandırıldı.
Dördüncü oturum aynı yöntem ve içeriğin
uygulanması ile tekrarlandı.
Beşinci oturuma da destekleyici terapi uygulanarak
başlandı. Sonra yüzleştirme yapıldı. Danışman
tarafından, danışanın korkusunun asıl kaynağı ile
yüzleşmesi sağlandı: “Aslında okuldan korktuğun
için değil annenden ayrılamadığından okula gitmek
istemiyorsun. Annenin hastalanacağı veya onu evde
bulamayacağını düşünüyorsun. Okula gitmeyerek
bebek gibi davranıyorsun, oysa sen bebek değilsin!”
şeklinde uygulandı. Oturum, üstüne gitme-maruz
bırakma-korkuyu davet etme, resimle ifaderesimle anlatım, sistematik duyarsızlaştırma,
bilişsel yapılandırma, cesaretlendirme, aile
rehberliği teknikleri uygulanarak sonlandırıldı.
Altıncı oturum aynı yöntem ve içeriğin uygulanması
ile tekrarlandı.
Çocuğun tek başına okula gitmeye başlaması
nedeniyle danışma (terapi) ilişkisi altıncı oturum
sonunda sonlandırılmıştır. Danışanın yaşı
ve yaşadığı korkunun düzeyine göre oturum
sayısının değişebileceği dikkate alınmalıdır. Bu
örnekte, okul, idaresi ve sınıf öğretmeni ile de
aileyle birlikte hareket etmeleri ve destekleyici
yaklaşımlar kullanmaları konularında işbirliği
sağlanmıştır.
41
‘BEYAZ YAKA’
ÇALIŞANLAR ARASINDA
YAYGIN KORKULAR
Yasemin ÇETİNGÖZ
Psikolojik Danışman / Pazarlama Müdürü
Günümüzde ‘beyaz yaka’ kavramı, iş hayatında,
zihinsel gücüyle masa başı görevlerde çalışan
profesyonel kesimi ifade etmek için kullanılan bir
tanım olmaktan öteye geçerek, özellikle sosyal
medyada ve kitap raflarında sık sık karşımıza çıkan
popüler bir tema haline geldi. Profesyonel kesimin
ortak yaşam tarzını, gündemlerini, hayallerini ve
mücadelelerini konu alan bu içeriklerin özüne
inildiğinde, çalışanlar arasındaki yaygın korku ve
endişelere dair mutlak izler bulmak mümkün.
Performans kaygısı, terfi edememe veya işini ve
beraberinde kurmuş olduğu hayat standartlarını
kaybetme korkusu gibi ‘fonksiyonel’ korkulara, iş
hayatının yoğun temposu ile kendini gösteren ‘hayatı
ıskalama’ kaygısı, kişinin neredeyse birincil sosyal
çevresi haline gelen işyerindeki ‘başkaları’ tarafından
beğenilmeme ve yargılanma endişesi ile mevcut işine
muhtaç olduğu ve istenildiğinde alternatif bir hedefe
doğru yola çıkılamayacağı inancı gibi daha derin
korkular eşlik eder.
Derindeki bu korkular ele alınmadığı takdirde kişide
aşırı ve anlık tüketim eğilimleri gibi davranışsal
problemlerin yanı sıra, uyku problemleri, yaygın
anksiyete bozukluğu, depresyon gibi duygu durumu
bozukluklarına yol açabilir, kişinin ailesi ve sosyal
çevresiyle olan ilişkilerine zarar verebilir, işi ile
olan anlam ilişkisini etkileyerek performansında
olumsuzluklara yol açabilir.
NASIL MÜCADELE EDİLEBİLİR?
Öncelikli olarak bireyin özkimliklerinin ve iç
referanslarının gelişmesi, iç pusulalarının net olarak
42
belirlenmesi elzemdir. Kişi,‘kültür robotluğu’ndan
çıkarak, yaşamını bir ‘şahsiyet’ olma yolculuğuna
dönüştürmelidir*. Dış etkenler tarafından belirlenmiş
göstermelik hedefler doğrultusunda yaşamını
sürdürmek yerine, kişi kendi içi dünyasına yönelmeli
ve yalnızca kendi iradesinden yola çıkarak, kendisi
için yaşamının temelini oluşturacak yaşam vizyonunu
oluşturmalıdır.
Korku ve endişelerle baş etmede bilişsel-davranışçı
psikoterapi sürecinin yanı sıra, günlük hayata entegre
edilecek fiziksel aktivite ve rahatlama egzersizleri,
sosyal destek kanallarının güçlendirilmesi, iş yaşamı
dışında çeşitli ilgi alanlarının geliştirilmesi, yaşamı
zenginleştirecek deneyimler ve hobiler için kaliteli
zaman yaratılması gibi bütüncül yaklaşımlar da
önem taşır.
Günümüzde bazı işyerleri, çalışanlarına yönelik
sağlıklı beslenme danışmanlığı, nefes egzersizleri,
meditasyon eğitimleri gibi ‘iyi yaşam’ hakkında
farkındalık ve alışkanlık kazandırmaya yönelik
olanaklar sağlamaktadır. Bu programlar ile
çalışanlarda zihinsel, bedensel ve duygusal
dayanıklılığın güçlendirilmesi hedeflenir. Yoğun ve
talepkâr iş hayatının beraberinde getirdiği kaygı
ve korkularla mücadele etme ihtiyacı, çalışanlara
yönelik bütünsel sağlık programları sunan
uzmanlara yönelik giderek artan bir talep doğurmaya
devam etmektedir.
KAYNAKLAR
* Cüceloğlu, D. (2014). Gerçek Özgürlük. İstanbul: Remzi
Kitabevi.
YAŞAMIN FARKLI DÖNEMLERİNDE
KORKULARIN GÖRÜNÜMLERİ
BIR ERGEN GÖZÜNDEN
Görkem, 18
“En güzel yaşlarındasın, tadını çıkar. Büyüyünce bu
zamanları çok özleyeceksin.”
Büyüklerimiz tarafından bana ve benim
yaşlarımdakilere sıkça tekrarlanan sözler bunlar.
Amaç masumane bir öğüt vermek olsa da ben,
benim ve benim yaşımdakilerin büyük bir korkusunu
işaret ettiğini düşünüyorum. Gençken çok çalışmış
anneannelerimizin dedelerimizin dediği gibi
“gençliğini yaşayamamak” olarak nitelendirebiliriz
bu korkuyu. Bizler doğar doğmaz sahip olduğumuz
aileyle şekilleniyoruz. Hepimizin hedefleri gerek
kendi ilgisi gerek aile ve çevrenin etkisiyle oluşuyor.
Daha sonra bu hedeflere ulaşmak için günlerce
hatta aylarca çalışıyoruz. Hem fiziksel olarak hem
de ruhsal olarak yoruluyoruz. Bunu en çok da
lisede, kendimizi bulmaya en çok yaklaştığımız
bu dönemlerde fark ediyoruz. Hepimizi bir kimlik
korkusu sarıyor ve aynı zamanda merak ediyoruz:
Acaba küçükken hayalini kurduğumuz o insan
mı olacağız? Yoksa hayatın telaşı ve birtakım
yönlendirmeler sebebiyle bambaşka biri olup çıkacak
mıyız? Kişinin içine bu korku bir kez düştü mü attığı
her adımda tereddüt ediyor. Vazgeçmek düşüncesi
biraz daha aklına giriyor ama çok geç olduğunu
düşünmekten de kendini alamıyor. İşte bu durum
benim ve bence birçok yaşıtımın da bazen kendine
bile itiraf edemediği korkulu rüyası. Küçükken
hayal ettiğimiz insanlar olamamak, hayatın hiç de
düşlediğimiz gibi bir seyri olmadığını görmek bizi
korkutuyor. Çocukluktan kalma o pembe gözlükler
rafa kaldırılıyor ve tercihlere yoğunlaşılıyor. Haliyle
insanı insan yapan düşünme, eğlenme, sevme gibi
aksiyonlar da geri plana atılıyor. Tam bu noktada
da geleceği düşünürken içinde bulunduğumuz
anı kaçırıyoruz. İleride mutlu olabilmek için şu
an kendimizi kapatıyoruz. Sistemin döngüsünün
bu şekilde olduğunu fark edince ister istemez
boyun eğiyoruz. Oysa gençlik boyun eğmek değil
başkaldırmaktır. Bu şekilde harcanmış üç dört yıl
bana göre ortalama altmış yıllık bir insan hayatında
büyük kayıptır.
BIR ÜNIVERSITE ÖĞRENCISI GÖZÜNDEN: “BANA GÖRE KORKU”
Selma TEKİN / 4.Sınıf Öğrencisi / Gazi Üniversitesi, Psikolojik Danışma ve Rehberlik Anabilim Dalı
Bana göre korku, en ilkel duygudur. Her canlının
korku hafızası olduğuna inanırım. Bebeği
annesinden uzaklaşınca ağlatan, ceylanı tehlikeden
koruyan korkudur. Korkuyu bir şehrin mimarisinde
bulabilirsiniz. Kaleler, surlar, şehir merkezinin
konumu korkudan temelini almıştır. Nesillerin
korku hikâyeleri vardır, göçmen bir ailenin yerleşik
yaşama tutkusu, sevgiden yoksun bir aile bireyinin
sevgiye özlemi korkudan nemalanır. Korku yaşatır
insanı. Varlığını tehdit eden şeyleri bulmasına, onu
var eden amaçları keşfetmesine imkân tanır. Korku
hem harekete geçirir hem de durdurur. Kişi kendini
korktuğundan uzaklaştıracak tercihler yapar.
Bebekliğinde güvenli bir bağlanma geliştiremeyen
birey, bütün yaşamını varoluşunu tehdit eden bu
korku duygusundan uzaklaştırarak, kendini bu
duygudan koruyarak geçirir. Korku aynı zamanda
bir sinyaldir. Bireyin kırılma noktalarının nerede,
ne zaman, nasıl oluştuğunun sinyalini verir. Bu
sinyaller doğru tespit edilir, korkunun temelindeki
durumlar keşfedilirse bireyin bilinçli davranışları
artacak, birey korku duygusuna teslim olmayacaktır.
İnsanların korkusunu diğer canlılardan ayıran da
budur. İnsan isterse korkusunu şekillendirebilir,
korkusunun nasıl ortaya çıkacağını belirleyebilir.
Ben düşündüğümü olduğu gibi aktaramama korkusu
taşıyorum. Yanlış anlaşılmış olduğumu fark etmek
onun doğrusunu anlatabilmek için bir fırsattır
43
elbette ama bunu fark etmeden, başkalarının
zihninde istediğimden farklı olarak kalma düşüncesi
beni korkutuyor. Aslında yaşadığım bu korku,
gerçek olmayan sebeplerden bazı ilişkilerin sona
ermesi, insanların olmayan sebeplerden üzülmesi,
benim varoluşumu oluşturan düşüncelerimi
olduğu gibi aktaramamış olmam gibi ihtimallerden
kaynaklanıyor.
Yaşamımın içine işlemiş bu korku dışında,
anlık korkularım da oluyor elbette. Bir patlama
sesi duyduğumda, ölümün nefesini yakınımda
hissettiğimde, doğrudan yaşamımı tehdit eden
unsurlarla karşılaştığımda korku dolu anlar
yaşıyorum. Ancak son zamanlarda bu unsurlar
arttığı için korku duygusu yerini üzüntü, kabul
ediş ve çaresizliğe bırakıyor. Bunu fark ettiğimde
korkumu canlı tutmaya çalışıyorum. Çünkü korku
insanı güçlendirir, hatta cesaretlendirir. Hala
korkacak bir şeyler olduğunun ve onları korumanın
gerekliliğini hatırlatır bana. Kaybedecek bir şeyi
olmayan insan korkmaz, korkmak iyi bir şeydir.
Korku yeterince kabul edilir ve anlaşılırsa yerini
çaresizlik değil cesaret duygularına bırakır. Bütün
bunlar şunu gösteriyor: Korkuyu bir şeylerin yolunda
gitmediğinin habercisi olarak düşünüp önce güvenle
karşılamalı; sonra gerçek bir merakla, beraberinde
neleri getirdiğini araştırmalı…
BIR YETIŞKIN GÖZÜNDEN
Barış, 32
İnsan hayatta birçok zorluklarla karşılaşıyor
ve bir şekilde bunların üstesinden gelerek
yaşamına devam ediyor. Bu nedenle çözümü olan
sorunlardan ya da risklerden korkmuyorum.
Örneğin parasız kalmaktan korkmuyorum çünkü
disiplin ve gayret göstererek para kazanabilirsiniz.
Kariyerinizi kaybedebilirsiniz bu da tekrar elde
edebileceğiniz bir kayıp. Ancak birçoklarının
farkında bile olmadığı zenginliğinizi yani
sağlığınızı kaybettiğinizde dönüşü olmayan bir
yola girmiş oluyorsunuz. Bunu babam kanser
hastalığına yakalandığında öğrendim. Bu süreçte
sizi sevenlerin çabası hiçbir şeyi değiştirmiyor
ve çaresiz acı sonu bekliyorsunuz. Sağlığımı
kaybetmek korkularımın başında geliyor.
KORKULARI
UMUDA
ÇEVİRMEK
Araş. Gör. Ümre KAYACI
Gazi Üniversitesi
Psikolojik Danışma ve Rehberlik Bölümü
44
İkinci ve son dönemlerde artan bir başka korkum
ise geleceğe dair endişelerimden kaynaklanıyor.
Hızla tüketilen bir dünyayı izliyorum. Belki dünya
gündemini çok fazla izlediğim için korkularım artıyor
ama doğal kaynakların hesapsızca tüketildiğini ve
acımasızca bir çevre katliamı olduğunu görmemek
mümkün değil. Dünyada savaşların, açlığın,
hastalığın her gün daha fazla artarak devam ettiğini
görüyorum. Dünya küresel bir köy haline gelirken
insanlar birbirinden hızla uzaklaşıyor. Kültürler
yok oluyor, değerlerimizi yitiriyoruz. Teknoloji
geliştikçe daha da ilkelleşiyoruz gibi hissediyorum.
Bütün bunlar çocuklarımıza kötü bir dünyayı miras
bırakacağımız hissini artırıyor. Çocuklarımızın
geleceği için korkularım olduğunu söyleyebilirim.
Ve güneş doğarken hiç umut yok mu?
Umut... Umut... Umut... Umut insanda!
Nazım Hikmet
Korku çok güçlü, çok normal, hayatta kalmayı ve
yaşamı sürdürmeyi sağlayan yararlı bir duygudur…
Gelecekten beklentisi olan, hayatı seven, yaşayan
her insan korkar!
Psikiyatr Kemal Arıkan kendisine sorulan “Ruhbeden ilişkisinden tutun her türlü psikiyatrik
durumu açıklayan bir denklem kursan ne olur?”
sorusuna, “Ruh sağlığı eşittir umut bölü korku.”
diyerek cevaplandırır. Benzer şekilde Mevlana, “Bir
DERNEKTEN HABERLER
yandan korkun, bir yandan umudun varsa iki kanatlı
olursun; tek kanatla uçulmaz zaten.” diyerek umut
ve korkunun hep iç içe, hep birarada yer aldığını
vurgular. Yani korku her zaman, her yerde vardır,
olmalıdır da... Umutla beslendiği sürece... Korkunun
olduğu yerde umut yoksa hayat biter!
Spinoza “Umut, akıbeti hakkında kuşku duyduğumuz
gelecek ya da geçmiş bir olayın imgesinden doğan
istikrarsız bir sevinçten başka bir şey değildir.”
derken korkuyu da “kuşkulu bir olayın imgesinden
doğan istikrarsız bir keder” olarak tanımlamaktadır.
Her iki tanıma da bakacak olursak kuşku ortak
noktadır. Ama umuttan kuşkuyu kaldırdığımızda
güven, sevinç açığa çıkarken; korkudan kuşkuyu
kaldırdığımızda çaresizlik açığa çıkar.
İnsan bilmediğinden korkar, korktuğunda ise
ya korkusunu bastırıp kabullenir ya da risk alır
ve bilmediğini araştırır. Öğrendiğinde ise artık
korkmaz. Peki, içimizi kemiren, bazen tüm diğer
duyguları bastırabilen bu korkunun üstesinden
nasıl gelinir? Korku kadar hatta daha da güçlü olan
başka bir duyguyu, “umudu” kullanarak korkunun
üstesinden gelinebilir. Çünkü umut, korkudan
güçlüdür. Umut ederek, cesaret göstererek ve
severek korkularımızı yenebiliriz. Sevgi umudu
besler, umut ise cesaret verir.
Nobel Barış Ödülü sahibi çok önemli bir kadın
siyasetçi olan Aung San Suu Kyi, “korkudan
kurtulmak” adlı konuşmasına şöyle başlar:
“Kaybedecek şeyleri olmayan insanlar, hiç
denemedikleri şeyleri korkusuzca deneyebilirler.
Korkuyla bütünleşmiş, yaşam özgürlükleri
ellerinden alınmış insanlar pekâlâ her şeye sıfırdan
başlayabilirler, hatta bunu tercih ederler. Yeter ki
umutları olsun!”
Korkuyu umuda çevirmek için ilk önce korkumuzu
bilmemiz, tanımlamamız gerekir. Çünkü kökenini
bilmediğimiz korkunun panzehrini de bulamayız.
Korku bir enerji yayar, bizler umutla bu enerjiyi
kendi lehimize çevirebiliriz. Bilgi ve bilinç ile bu
enerjiyi korkularımızı yenmek için kullanabiliriz.
Kararlı olmak gereklidir. Korkularımızın hayatımızı
yönlendirmesine izin mi vereceğiz, korkularımızla
mı yaşayacağız yoksa korkularımızı yönetecek
miyiz? Buna karar vermek ve verdiğimiz kararı
istikrarla uygulamak gerekir. Korkularımızdan
dolayı hareketsiz kalmaktansa eylem halinde olmak
gerekir. Eylem halinde olmak için anahtar kelimeler
“cesaret” ve “umut”tur.
Umut konusunda yapılan çalışmalar, umut düzeyi
yüksek insanların akademik ve spor başarısının
fazla, fiziksel ve ruh sağlığının daha iyi, sorunları
önleme ve psikolojik dayanıklılık ve iyimserlik
düzeylerinin daha fazla, benlik algılarının daha
olumlu olduğunu göstermiştir (Örn., Snyder, Hoza,
Pelham, Rapoff, Ware, Danovsky, 1997; Snyder,
Feldman, Taylor, Schroeder ve Adams 2000; Snyder,
Shorey, Cheavens, Pulvers, Adams III ve Wiklund,
2002;Vilaythong, Arnau, Rosen ve Mascaro, 2003).
Snyder (2002), umut kuramında üç boyuta vurgu
yapmaktadır: Amaca yönelik olma, amaca
güdülenme ve amaca ulaşma yollarını düşünme.
Buradan da anladığımız üzere korkularımızı umuda
çevirmek için amacımıza odaklanmak, korkularımızı
yenmek için yapmamız gerekenleri düşünmek ve
eyleme geçmek gerekmektedir.
Yazımı burada bitirirken son olarak hepimiz Şair
Tagore’nin dizelerini hatırlayalım: “Korkular içinde
kurtarılmayı beklemektense özgürlüğümü kazanma
umudunu taşıyayım…”
KAYNAKLAR
Rabindranath Tagore. (2010). Meyve Zamanı.
Snyder, C.R. (2002). Hope theory: rainbows of the mind.
Pscychological Inquiry, 13, 249-275.
Snyder, C. R. (2004). Hope and the other strengths: Lesson’s
from animal farm. Journal of Clinical and Social
Psychology, 23(5), 624-627.
Snyder, C. R., Hoza, B., Pelham, W. E., Rapoff, M. Ware,
L., Danovsky, M., & et al. (1997). The development and
validation of the Children’s Hope Scale. Journal of
Pediatric Psychology, 22(3), 399-421.
Snyder, C. R., Feldman, D. B., Taylor, J. D., Schroeder, L.
L., & Adams, V. (2000). The roles of hopeful thinking in
preventing problems and enhancing strengths. Applied
and Preventive Psychology, 15, 262-295.
Snyder, C. R., Shorey, H. S., Cheavens, J., Pulvers, K. M.,
Adams III, V. H., & Wiklund, C. (2002). Hope and academic
success in college. Journal of Educational Psychology,
94, 820-826.
Spinoza, B D. (2011). Ethica (1. Baskı). (Çev: Çiğdem
Dürüşken). İstanbul: Kabalcı Yayınları.
45
Kocasinan Rehberlik ve
Araştırma Merkezi
Psi. Dan. Rahmi DANİŞMENT
BİZ KİMİZ?
Kocasinan Rehberlik ve Araştırma Merkezi ISO 9001
Kalite Yönetim Sistemleri ve ISO 10002 Müşteri
(Hizmet Alan) Memnuniyeti Yönetim Sistemleri
belgelerine sahip Kayseri ilinin ilk Rehberlik ve
Araştırma Merkezi’dir.
Takım ruhuyla çalışan ekibimiz; bir müdür, bir
müdür yardımcısı, 13 rehberlik uzmanı, 10 özel
eğitim uzmanı, bir bilişim teknolojileri uzmanı,
bir çocuk gelişim uzmanı, bir V.H.K.İ, iki yardımcı
hizmetliden oluşmaktadır.
Misyonumuz; toplumumuzda kendini gerçekleştirme
çabasında olan insan profilini oluşturmak için,
rehberlik ve psikolojik danışma hizmetleri ile özel
eğitim hizmetlerinin, eğitim sistemleri içerisinde
etkinliğini artırmak ve öğrencilerin, öğretmenlerin
ve bölge halkının bu hizmetlerden en üst seviyede
faydalanmasını sağlamaktır.
Vizyonumuz; rehberlik ve psikolojik danışma
hizmetleri ile özel eğitim hizmetlerinde kalite
yolculuğuna ara vermeden alıcı/danışan
memnuniyetini en üst seviyede sağlamak, ülkemizin
yenilikçi, üreten ve öncü Rehberlik ve Araştırma
Merkezlerinden biri olmaktır.
KOLAY ERİŞİLEBİLİRLİK,
HIZLI İLETİŞİM, ETKİN HİZMET AĞI
(RAMBİS) : Merkezimizin istatiksel veri takibi,
dosya arşivleme ve öğrenci yönlendirme işleyişinde
Rehberlik Araştırma Merkezi Bilgi İşlem Sistemi
(RAMBİS) Kullanılmaktadır.
(RESBİS) : Alanda çalışan meslektaşlarımız için
rehberlik servisi bilgi işletim sistemi (RESBİS)
hazırlanmış, Ortaöğretim Kurumları Problem
Tarama Envanteri Uygulama Sonucu ve Çözüm
Önerileri Raporu/2015-2016, ortaöğretim kurumları
46
tanıtım kılavuzu yayımlanmış ve TEOG Tercih Robotu
kullanıma sunulmuştur.
RAMVTS: Merkezimizde kullanmakta olduğumuz
Veri Takip Sistemine tüm kurumlar kendilerine
ait kullanıcı adı ve şifreleriyle giriş yaparak
kendilerini ilgilendiren resmi yazı, döküman ve
belgelere erişebilmektedir. Veri takip sistemi ile
Özel Eğitim Kurul raporları elektronik ortamda
doğrudan okula ulaşmaktadır. Her okul kendine
ait dökümanları görmektedir. Ayrıca istatistiksel
bilgilerin toplanması, önemli duyuruların
gönderilmesi, eğitime katılacak öğretmenlerin
çevrimiçi başvurularının alınması gibi çalışmalarda
da kullanılmaktadır.
RAMBİS- RESBİS ve RAMVTS programlarının
yazılımları merkezimiz uzmanlarınca yapılmıştır.
PROJELERİMİZ
Sizin için Sizlerle Projesi: Başta sınavlara girecek
olan (8. ve 12. sınıf) öğrenciler ve özel eğitim
öğrencileri olmak üzere; öğrenci başarılarına etki
edecek tüm unsurları (veli, öğretmen, okul yöneticisi
vb.) yetkin kılabilmek adına yapılan çalışmaları
(toplantı/seminer, ziyaret, afiş, broşür, TV programı
vb.) kapsamaktadır. Proje kapsamında velilere
mektup dağıtımı yapılmış, çeşitli konularda afiş ve
broşürler uzman personellerimizce özgün olarak
hazırlanarak sitemizde yayımlanmıştır.
Kaygısızlar: Öğrencilerin yaşadığı sınav kaygısı
sorununu en aza indirmek amacıyla yapılmış olan
projemizde tüm öğrencilerimize yönelik bir dizi
etkinlik ve profesyonel yardım sağlanmıştır.
Eğitim Liderleri Akademisi (ELA): Proje ile
öğretmenlerin ve eğitim yöneticilerinin bilgi,
beceri ve farkındalık düzeylerini artırmak
amaçlanmaktadır. Proje faaliyetlerinde Prof. Dr.
Kemal SAYAR, Doç. Dr. Didem Behice ÖZTOP, Yar.
Doç. Dr. Sevgi ÖZMEN, Protokol Yönetimi Eğitimcisi
İhsan ATAÖV gibi alanında uzman eğitimciler
konuşmacı olarak yer almıştır.
bireylerin; toplum içindeki rollerini gerçekleştiren,
başkaları ile iyi ilişkiler kuran, iş birliği içinde
çalışabilen, çevresine uyum sağlayabilen bireyler
olması amacıyla gerçekleştirilmiştir.
Sağlıklı Gençlik Mutlu Gelecektir: Bu projede
hedefimiz; risk grubunda yer alan örgün ve
yaygın eğitim kapsamındaki 12-18 yaş arasındaki
ergenlerin uyuşturucu kullanmalarını ve madde
bağımlısı olmalarını önlemek, öğretmen ve
yöneticileri önleyici önlemler konularında
bilgilendirmek, bireylerin bilinçli, sağlıklı ve
mutlu olmalarını sağlamaktır. Yapılan risk analizi
değerlendirmelerine göre belirlenen farklı okullarda
öğrenciler için ‘Madde Bağımlılığı ve Korunma
Yolları’ ile ‘Öfke Kontrolü’ konusunda çalışmalar
yapılmıştır. Madde kullanımını önlemeye yönelik
farkındalık yaratmak için öğrencilere yönelik 4
dakikalık ve velilere yönelik 11 dakikalık 2 spot film
hazırlanarak ilimiz yerel televizyon kanallarında,
sinemalarda ve okullarda izletilmesi sağlanmıştır.
Not: Bahsi gecen projelerimizin uygulama
kılavuzları; projelerde adı geçen dokümanlar ve
faaliyet değerlendirmeleri sitemizde yer almaktadır.
Rehberlik Atölyesi (PDR-A): Okullardaki
psikolojik danışman ve rehber öğretmenlerin
karşılaştıkları problemlere (vaka, rehberlik servisi
önleyici hizmetleri, eğitim paydaşlarının tutum
ve davranışları vb. konularında) farklı bakış açısı
ve deneyimlerle çözümler üretmek amacıyla
gerçekleştirilmiş ve önemli çıktılar sunmuş olan
etkili bir projedir. Proje kapsamında Prof. Dr.
Ceylan DAŞ, Prof. Dr. Bengi SEMERCİ, Psikodrama
Eğitimcisi ve Uzman Psikolojik Danışman Deniz
ALTINAY konuşmacı olarak faaliyetlerimize
katılmıştır.
Okula Hazır mıyım? Proje kapsamında okul öncesi
öğrencilerine Okul Olgunluğu Testi ve Gelişimsel
Görsel Algı Testi uygulanmıştır.
Sosyal Entegrasyon Projesi: Özel gereksinimi olan
ÖZEL EĞİTİM HİZMETLERİ
Özel eğitim gerektiren çocukların tanılanması
sürecinde gerekli her türlü hizmeti verebilen
kurumumuz, özel eğitim gerektiren bireylerin tespiti
amacıyla yapılacak taramalarda da yer almaktadır.
Özel eğitim alanında hizmet alan öğrencilerimize
ilgili faaliyetleri en iyi şekilde gerçekleştirebilmek
amacıyla kurumumuz ve ilimizdeki diğer rehberlik
araştırma merkezi personelinin kişisel gelişimini
destekleyici kurslar, formatörlüğe sahip kurum
uzmanlarımız tarafından verilmiştir. Bu kapsamda
5 uzman Uluslarararası Leither Uluslararası
Performans Testi uygulayıcısı, 5 uzman WNV Testi
uygulayıcısı olmuştur.
Kurumumuz vizyonuna katkı sunması amacıyla
AB Projeleri kapsamında, uzmanlarımız
yurtdışı incelemelerde bulunmuştur. Son olarak
gelişimsel engelli gençlerin serbest zamanlarında
yapabilecekleri etkinlikleri izlemek amacıyla
Polonya’da gerçekleştirilen projeye katılan
kurumumuz uzmanları, düzenlenen etkinlikler
çerçevesinde faaliyetlerini yürütmüşlerdir.
EĞİTİMLERİMİZ (2015-2016 DÖNEMİ)
Kurumuz Uzmanları Tarafından Düzenlenen
Eğitimler
1- Çözüm Odaklı Terapi Tekniklerinin Psikolojik
Danışmada Kullanımı
2- Çözüm Odaklı İletişim
3- Psikodrama Yaşantı Grubu
4- 0-18 Yaş Aile Eğitimi Programı
5- Danışmanlık Tedbiri Kararları Uygulayıcı Eğitimi
ORAN Kalkınma Ajansı Teknik Destek Programı
Kapsamındaki Eğitimler
1- Çocuk Değerlendirme Testleri
2- Proaktif Liderlik
3- Kariyer Danışmanlığı Eğitimi
4- 4-6 Yaş Çocuklarını Anlama ve Sorunlarına
Çözüm Üretebilme Eğitimi
47
DERNEK YAYINLARI
Psikolojik Danışma ve Rehberlik, Psikoloji ve Sosyal Hizmetler Yüksek Lisans ve Doktora Tez
Bibliyografyası. Yrd.Doç.Dr. Filiz BİLGE Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği, Nobel
Yayın Dağıtım, 2001.
Psikolojik Danışma ve Rehberlik Alanında Çalışanlar İçin Etik Kurallar. Türk Psikolojik Danışma
ve Rehberlik Derneği, Nobel Yayın Dağıtım, 2006. (Geliştirilmiş 10.Baskı).
İlköğretimde Rehberlik. Editör: Prof.Dr. Yıldız KUZGUN, Nobel Yayın Dağıtım, 2006. (Yenilenmiş
5.Baskı).
Eğitimde Rehberlik Hizmetler - Gelişimsel Yaklaşım. Prof.Dr. Binnur YEŞİLYAPRAK. Nobel
Yayın Dağıtım, 2012. (Yenilenmiş 20.Baskı).
Çalışan Anne ve Çocuk “Siz Başrolü Seçtiniz” (4.Baskı). Prof.Dr. Binnur YEŞİLYAPRAK. Morpa
Kültür Yayınları, 2007.
VI. Ulusal Psikolojik Danışma ve Rehberlik Kongresi Bildiri Özetleri. Türk Psikolojik Danışma ve
Rehberlik Derneği. Nobel Yayın Dağıtım.
VII. Ulusal Psikolojik Danışma ve Rehberlik Kongresi Bildiri Özetleri. Türk Psikolojik Danışma ve
Rehberlik Derneği. Pegem A Yayıncılık, 2003.
III. Ulusal Psikolojik Danışma ve Rehberlik Öğrencileri Kongresi Bildiri Özetleri. Türk Psikolojik
Danışma ve Rehberlik Derneği. Nobel Yayın Dağıtım, 2006.
İlköğretimde Gelişimsel Rehberlik. Rehberlik. Prof.Dr. Binnur YEŞİLYAPRAK. Morpa Kültür
Yayınları, 2006.
1989
I. Ulusal Psikolojik Danışma ve Rehberlik Uygulamaları Kongresi Bildiri Özetleri. Türk Psikolojik
Danışma ve Rehberlik Derneği. Pegem A Yayıncılık, 2006.
Sosyal Kaygı ile Başa Çıkma, Yrd. Doç. Dr. Aynur GÜMÜŞ EREN, Editör: Prof.Dr. Uğur ÖNER.
Nobel Yayın Dağıtım, 2006.
Öfke ile Başa Çıkma, Dr. Ahmet ÖZMEN, Editör: Prof.Dr. Uğur ÖNER. Nobel Yayın Dağıtım,
2006.
Stresle Başa Çıkma, Dr. Kamile Bahar AYDIN, Editör: Prof.Dr. Uğur ÖNER. Nobel Yayın
Dağıtım, 2006.
Duyguları Fark Etme ve İfade Etme Psiko-Eğitim Programı. Dr. Yaşar KUZUCU, Editör: Prof.Dr.
Binnur YEŞİLYAPRAK, Nobel Yayın Dağıtım, 2006.
Aile Terapisi: Tarihi, Kuram ve Uygulamaları, Çeviri Editörleri: Prof. Dr. İbrahim YILDIRIM,
Doç. Dr. İbrahim KEKLİK, Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği, 2013 (2. Baskı)
Gelişimsel Psikolojik Danışma ve Terapi: Yaşamboyunca İyilik Halini Arttırmak, Prof.Dr. Fidan
KORKUT-OWEN, Prof.Dr.Dean OWEN, Nobel Yayın Dağıtım,2007.
Gelişen Psikolojik Danışma ve Rehberlik Cilt-1, Prof.Dr. Ragıp ÖZYÜREK, Prof.Dr. Fidan
KORKUT-OWEN, Prof.Dr. Dean OWEN, Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği, 2013.
Gelişen Psikolojik Danışma ve Rehberlik Cilt-2, Prof.Dr. Ragıp ÖZYÜREK, Prof.Dr. Fidan
KORKUT-OWEN, Prof.Dr. Dean OWEN, Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği, 2013.
Psikolojik İlk Yardım: Saha Çalışanları için Rehber, Editör: Doç.Dr. Özgür ERDUR BAKER, Türk
Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği, 2013.
Afetler, Krizler, Travmalar ve Psikolojik Yardım. Editör: Özgür ERDUR-BAKER, Türkan DOĞAN.
Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği, 2014.
Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi (44 sayı)
Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Bülteni (28 sayı)
Okul Psikolojik Danışmanı e-Bülteni (6 sayı)
48
Bu sayfada dergimiz yayınları ve geliri derneğimize
kalmak üzere satışı yapılan yayınlar yer almaktadır.
Çatışma Çözme Eğitimi ve Akran Arabuluculuğu, Dr. Nuray TAŞTAN, Editör: Prof.Dr. Uğur
ÖNER, Nobel Yayın Dağıtım, 2006.
1987'den bugüne eğitim bizim işimiz...
KPSS-ALES-DGS-YDS HAZIRLIK KURSLARI
YAYINEVİ / DAĞITIM / DERSHANE
meşrutiyet cad. karanfil 2 sok.
no: 45 kızılay / ankara
tel: +90 312 430 67 50-51 (pbx)
belgeç: +90 312 435 44 60
e-posta: [email protected]
internet: pegem.net

Benzer belgeler