Teknik direktör - Hayatım Futbol

Transkript

Teknik direktör - Hayatım Futbol
1
8TEMMUZ2
01
4-SAYI
1
3
7
EFSANEGERi
DÖNDÜ
AL
TYAPI
YATI
RI
MLARI
NI
NMEYVELERİ
Nİ
ALMAYABAŞLAYANALMANYA
SONUNDA2
4YI
LSONRADÜNYAKUPASI
’
NI
KAZANMAYI
BAŞARDI
Muz
i
p,
Di
nda
rv
eGol
c
ü
De
mbaBa
Bi
rÇa
nt
a
,
Bi
rT
op
Sa
l
i
hUç
a
n
Düny
aKupa
s
ı
’
nda
n
Ne
l
e
rÖğ
r
e
ndi
k
Yayın Koordinatörü
Üstün Alman Teknolojisi
İlker Yılmaz
“2002’de Dünya Kupası’nda finale çıkıldığında Almanlar bunu ‘kura şansı’
olarak yorumlamıştı.” Aslında bu cümle birçok şeyi anlatıyor. 2014 Dünya
Kupası’nı zaferle tamamlayıp tarihinde 4. kez bunu başaran Almanya’nın
başarısının nedenini sorguladık. Muhakkak iyi bir altyapı yapılanması
var bu işin temelinde ancak biz bu sefer farklı pencereden de bakmaya
çalıştık. Orhan Uluca, Panzerleri başarıya getiren en önemli nedenleri
‘İstikrar ve Özeleştiri kültürünü’ irdeledi. 2002’de finale çıkan takıma
rağmen sorunların hasır altı edilmeyişini, 114 yıllık futbol federasyonu
tarihinde sadece 11 federasyon başkanı ve 9 teknik adamın görev almasının
başarıya giden yolda ne denli önemli olduğunu kaleme aldı. Tabii bu sırada
da Türkiye için bu istatistiklerin ne kadar çarpıcı ve olumsuz olduğu da
gözümüzden kaçmadı.
Editör
Cantürk Temelli
Yazarlar
Alper Öcal
Emre Çelik
Mehmet Ali Çetinkaya
Orhan Uluca
Sedat Çıtrak
Sercan Ergün
Keyifli okumalar,
Cantürk Temelli
Uğur Karakullukçu
[email protected]
[email protected]
#137 BU SAYIDA
Neden Almanya?
24 yıl sonra kupaya uzanan Panzerler bunu sistematik
bir çalışmaya borçlu
Kupadan Neler Öğrendik?
2014 Dünya Kupası’na son noktayı koyduk. Gelin hep birlikte
bu kupadan neler öğrendik bir göz atalım
En İyi 11 Burada
Hayatım Futbol ekibi Dünya Kupası’nın en iyi 11’ini hazırladı.
En iyi teknik adam performansı ve 3 önemli usta isim de unutulmadı
Alternatifsizliğe Alternatif
Luis Suarez Barcelona’da! Uruguaylı, Messi’ye bağlı
oyun anlayışını değiştirebilecek mi
Marmaris’ten Roma’ya yolculuk
Türk futbolunun son yıllardaki en önemli yıldız adaylarından
Salih Uçan, artık İtalyan devi Roma için terk dökecek
Cavcav Kıyıma Devam Ediyor
Gençlerbirliği’nde Haziran ayında göreve gelen Kemal Özdeş’le
yollar ayrıldı. Peki, bunu sürekli yapan İlhan Cavcav ne istiyor
Muzip, Dindar ve Golcü
Golcü transferinde mutlu sona ulaşan Beşiktaş,
Demba Ba’yı kadrosuna kattı
Orhan Uluca
Dünya Kupası HF137
NEDEN ALMANYA?
Güney Amerika’da Dünya Kupası’nı kazanan ilk Avrupa takımı olan Almanya’nın
sürdürülebilir turnuva başarısının kaynağına inmek ve ‘Neden’sorusuna yanıt aramak
gerekir
Almanya 24 yıl aradan sonra 4.kez Dünya
Kupası’nı kazandı. Brezilya’nın bir kupa fazlası
olmasına rağmen Dünya Kupası tarihinde üst
üste 4. kez ve toplamda 13. kez yarı final oynama
başarısının yanı sıra 8 defa da finale çıkan ve en
fazla galibiyet sayısını elde eden Panzerler kupa
tarihinin en başarılı takımı oldu. Almanya’nın,
2014 Brezilya’ya son üç büyük turnuva şampiyonu
olarak gelen İspanya’nın, 2002’de dönemin son
şampiyonu Fransa’nın ve Arjantin’in yaşadığı
bunalımlı süreçleri neden tarihi boyunca bir kez
olsun yaşamadığını masaya yatırmak gerek.
Altyapıya yaptığı harcalamaları ve geliştirdiği
projeleri derginin eski sayılarında uzun uzadıya
işlerken gözlerden kaçan ayrıntı şu ki bu atılımlar
sahanın içerisini farklılaştırsa da 1950’den bu yana
uzanan turnuva performansını değiştirmekten
ziyade rayına oturttu. 1980 ile 1990 arası oynadığı
6 büyük turnuvanın ikisini kazanıp üçünde final
oynayan Almanya’nın en başarılı dönemi ise 1972
ve 1974 yıllarında üst üste iki büyük turnuvayı
kazandığı, 1976’da ise Avrupa Şampiyonası
finali kaybettiği, Helmut Schön’lü zamanlarıydı.
Nihayetinde genel tablo içerisinde Almanya sürekli
kazanıyor. Pek çok ülkenin katılımı bir başarı kriteri,
gruplardan çıkmayı ise tarihi başarı olarak gördüğü
Dünya Kupası serüveninde üst üste iki çeyrek final
oynamasının tarihi başarısızlık olarak görüldüğü
bir başarı ivmesine nasıl sahip olunur? Hemen
yanıbaşında duran İsviçre’nin 60 yıl sonra tarihi
başarıyı tekrar etmek olarak kendilerine çeyrek
finali hedef göstermesinin yanında final oynamayı
dahi başarısızlık olarak gösterecek bir geçmiş nasıl
yaratıldı?
1- İstikrar
Federasyon başkanı
Memlekette en son Ersun Yanal’ın bir televizyon
programında saatlerce gerçekleştireceği
projeleri geniş ve detaylı bir şekilde anlattığı gün
heyecanlandığımızı hatırlıyorum. Gelin görün
ki o programın arkasından bir yılı doldurmadan
gönderilmek zorunda kalmıştı. Futbolun patronu
olan federasyon başkanlarının sürekli değiştiği
memlekette onların liderliğinde gerçekleşmesi
beklenen uzun soluklu projelerin yaşamasına
imkan var mıdır? Türk sporunun ilk teşkilatı olan
Türk İdman Cemiyetleri İttifakı’nın kurulmasının
ardından Yusuf Ziya Öniş başkanlığında
ilk Türkiye Futbol Federasyonu 1923 yılında
Şehzadebaşı’ndaki Letafet Apartmanı salonunda
yapılan toplantıda ‘Futbol Heyet-i Müttehidesi’
adıyla kurulmuştu. Almanya’dan yaklaşık 23
yıl sonra ilk Federasyon başkanına sahip olan
Türkiye’de Yıldırım Demirören’e kadar uzanan
süre içerisinde 49 farklı isim Türk futbolunun
başına getirildi. Almanya’da ise 1900’de ilk
federasyon başkanı Ferdinand Hueppe olurken
114 yılda sadece 11 isim başkanlık koltuğuna
oturdu. Nihayetinde bugünkü Dünya Kupası’nın
atılımlarının söylem bazında 90’ların sonunda dile
getirilip 2004’te eyleme geçirildiğini belirtirsek
10 yıllık bir sürecin sonunda elde edilmiş bir zafer
olduğunun altını çizelim. Bir projenin milli takım
düzeyinde hayata geçirilmesi için öncelikli olarak
istikrarlı bir futbol yönetimi gerekir. Almanya’nın
yüz yıl içerisinde gerçekleştirdiği pek çok projenin
başarılı bir şekilde sonuçlanması istikrarlı bir
yönetime sahip olmasıyla ilintilidir. En üst tabakada
karışıklık ya da kaos yaşandığı takdirde sağlıklı bir
spor politikasının izlenmesine olanak yoktur.
Teknik direktör
Türkiye Milli Takımı için teknik direktör serüveni
Ali Sami Yen ile başlar ve bugün koltukta oturan
Fatih Terim’e kadar uzanan kabarık bir liste söz
konusudur. Bugüne kadar olan süre içerisinde
Ay-yıldızlı takım 58 kez teknik adam değiştirmek
zorunda kaldı. 25’i Türk 18’i yabancı 43 farklı
teknik adam şef koltuğuna oturur. Almanya’da
ise 1936’da Otto Nerz ile başlayan ve bugün Löw
ile devam eden süreç içerisinde sadece 9 teknik
direktör yer alır. 1936 ile 1984 yılları arasında görev
yapan 3 teknik direktörün hikayesi ise istikrar
içeriğini koyulaştırıyor. 28 yıl takımın başında
kalan Herberger’den sonra yardımcısı Helmut
Schön’ün başa gelip tarihin en başarılı dönemine
imza atması bir yana 1980 Avrupa Şampiyonası’nı
kazanan Jupp Derwall’in de Helmut Schön’ün
yardımcısı olması Almanya’nın başarısının en
önemli ayrıntısıdır. 48 yıllık süreç usta-çırak ilişkisi
içerisinde yönetilirken 1980 Avrupa şampiyonluğu
28 yıl takımın başında kalan Herberger’den sonra
yardımcısı Helmut Schön 60’ların sonunda göreve
geldi ve 70’li yıllarda Almanya adına parlak bir
futbol tarihi yazıldı.
başarısının içerisinde 1936 yılında takımın başına
geçen Herberger’in imzasını taşımasıdır asıl farkı
oluşturan.
2014 Dünya Kupası’nda bazı teknik adamlar
turnuva öncesi takımın başına gelirken Joachim
Löw ise 10. yılını Alman Milli Takımı yönetimi
içerisinde geçiriyordu. Başka bir ifadeyle Alman
futbol tarihinin en fazla milli olan 3. futbolcusu
Lukas Podolski’nin 117 maçlık serüveninin
neredeyse tamamına eşlik etmiştir. 30 yaşın
üzerinde çok az oyuncunun yer aldığı Alman Milli
Takım kadrosundaki isimlerin yüzde doksanının
kariyerindeki ilk günden bugüne kadar olan sürecin
tamamına tanıklık etmiş bir teknik direktör olan
Joachim Löw şüphesiz ki meslektaşlarından
çok daha avantajlı bir konuma ulaşmış oldu.
Belki tam da bu yüzden Louis Van Gaal’in iki yıl
önce sıfıra çektiği Hollanda Milli Takımı ile elde
ettiği üçüncülük teknik direktörlük mesleğinin
kriterlerine göre Löw’ün kupasından daha değerli
olarak görülüyor. Almanya ise teknik direktör
istikrarı ile bunalımlı yıllarında dahi en az çeyrek
final oynamayı başarıyor.
2-Özeleştiri kültürü
Almanya’da 90’ların sonunda yeniden yapılanma
ihtiyacını otoriteler dile getirmeye başladı. 2000’li
yılların başında eyleme geçirilen proje söylem
bazında 96’dan bu yana Almanya’nın tartıştığı
bir konuydu. Başka açıdan bakarsak 1996 yılında
Avrupa şampiyonu olmuş Panzerler ülke futbolunu
bu başarıdan sadece iki yıl sonra masaya yatırdı.
Peki, neden ve nasıl? Oysa kulüpler bazında 1999,
2001 ve 2002 yıllarında Devler Ligi’nde Alman
takımları final oynamıştı. 2001 yılında Şampiyonlar
Ligi şampiyonu Bayern Münih olurken 2002 Dünya
Kupası finalisti ise Almanya oluyordu. Bir ülkenin
“futbolumuz zirvede” başlığı altında kendisini
kandırıp hayale kapılması için her şey mevcuttu
aslında. Öte yandan gerçekçi bir bakış içerisinde
1996 Avrupa şampiyonluğu 86’da tohumları
atılan başarılı jenerasyonun son dönemiydi. 2002
başarısı ise kura şansı olarak yorumlandı. 2000
ve 2004 Avrupa Şampiyonlarında guruplardan
çıkılamayışın üzeri çizilmedi. Nihayetinde
Almanya 2000 öncesi sayısız büyük turnuvaya
katılım gösterirken sadece Jupp Derwall ile 1984
yılında gruplardan çıkamadı. Bakılan nokta
gelecekte Sebastian Deisler hariç uluslar arası
arenada herhangi bir oyuncunun Almanya’yı
temsil edemeyeceği gerçeğiydi. Dolayısıyla
yapılan devrimin temel amacı ülkeyi uluslar arası
arenada temsil edecek zirve futboluna uygun
yeni oyuncuları var etmek üzerine kuruldu.
Eğitimin önemine de vurgu yapan bu devrimin
iki önemli ayağı vardı: Futbolcu keşfi ve eğitimi.
300’ün üzerinde keşif noktası belirlenerek nice
oyuncunun bulunması bir yana farklı bir eğitim ile
bugüne hazırlanması ise fark yarattı. Bugün Dünya
Kupası’nı kazanmış bir Almanya’nın 25’in altında
30 milyon euronun üzerinde fiyat biçilen sayısız
oyuncusu bulunurken 1998 yılında Sebastian
Deisler ve arkasından gelen Michael Ballack hariç
herhangi bir oyuncuya çift basamaklıbir değer
biçmek neredeyse imkansızdı. Bu farkı pek çok
başarının yaşandığı dönemde görmek ise Alman
halkının özeleştiri kültürü ve realist bakış açısından
kaynaklandığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
3- Bayern Münih gerçeği
70li yıllar Almanların, milli takım dönemi içerisinde
en başarılı olduğu süreç. Unutulmaz Dünya Kupası
EURO 2000’deki dibe vuruştan sonra 2002 Dünya
Kupası’nda final oynayan Almanya, bu başarıyı ‘kura
şansı’ olarak değerlendirdi ve sorunların üzerine
gitmeye devam etti.
olarak tarihe geçen 1970’de yarı final oynandıktan
hemen sonra Avrupa şampiyonu (1972) olunurken
1974’te de Hollanda’yı devirerek Dünya Kupası
ikinci kez müzeye gidiyordu. Beckenbauer,
Hoeness, Breitner, Gerd Müller gibi Bayernli
oyuncuların özünü oluşturduğu Almanya 1976
Avrupa Şampiyonası’nı ise finalde penaltılarla
kaybetti. Nihayetinde 70’li yılların başarısının
altında üç kez üst üste Şampiyon Kulüpler
Kupası’nı kaldırıp 3 kez de Bundesliga’yı yine üst
üste kazanan Bayern Münih’in olduğu tartışmasız
bir gerçek. 1976-1980 arası Almanya ile beraber
Bayern Münih’in de iyi dönem geçirmediği gerçeği
bugüne de ışık tutar. Dört yıllık bunalım sürecinin
ardından Uli Hoeness ile beraber yeniden yapılanan
Bayern Münih 45 yıllık istikrarlı bir başarıya sahip
olurken Almanya Milli Takımı’nı da aynı şekilde
zirvede tutmayı başardı. Joachim Löw bu başarının
altında Alman futbolunu derinden etkileyen
Bayern Münih teknik direktörleri Louis Van Gaal
ve Pep Guardiola’nın da etkisi olduğunu belirtir
ve bu isimlere teşekkür ederken mütevazı bir
duruştan öte yine gerçekçi bir bakış atıyordu tarihi
zafere. 2010 Dünya Kupası çıkışı ve başarısının
altında Van Gaal’in Bayern Münih’e yerleştirdiği
(Müller, Badstuber) sistem ile beraber yeşerttiği ve
Alman Milli Takımı’nın iskeletini oluşturan
Bayern Münih’in de bu başarıda payı çok büyük.
farklılaştırdığı (Schweinsteiger) oyuncuların olması
40 yıllık bir geleneğin devamıydı. 1970’te başlayan
Bayern Münih ve Almanya ortaklığı turnuva takımı
Almanya’nın özetidir. Manuel Neuer, Philipp
Lahm, Jeome Boateng, Bastian Schweinsteiger,
Toni Kroos, Thomas Müller ve finalde golü atan
Mario Götze ile beraber 11 oyuncunun 7’sinin
aynı takımda olup son 5 yılda 3 kez Şampiyonlar
Ligi’nde final oynaması bugünkü başarının yine
asli unsurudur. Brezilya ve Arjantin’e karşı oyun
olarak üstün olmadığı zamanlarda dahi mental
olarak iki dünya devinden de çok daha iyi olmasını
Bayern Münih’in bu oyunculara genç yaşta
kattığı tecrübe ile açıklayabiliriz. Dünya Kupası’na
Ribery ve Alcantara’nın sakatlıklarına rağmen
gönderdiği 14 oyuncunun da oynadığı takımlarda
başarı kazanması tesadüf değil. Takımın yedeği
Shaqiri’nin hattrick yapıp Mandzukic’in goller
atıp Robben’in takımını taşıdığı yerde Dünya
Kupası’nın gerçek şampiyonunun Bayern Münih
olduğunu da rahatlıkla dile getirebiliriz. Ülke
futbolunun yüz yıllık tarihi içerisinde sadece bir kez
Galatasaray’ın uluslarası bir kupa kazandırmasının
üçüncülüğü getirdiği yerde Bayern Münih’in
yarım asırlık zirvede kalışının milli takıma etkisidir
“turnuva takımı” Almanya’nın içeriği.
Alper Öcal
Dünya Kupası HF137
KUPADAN NELER ÖĞRENDiK?
Her anıyla bize büyük keyif veren 2014 Dünya Kupası’ndan öne çıkanları, dikkat çeken
noktaları sizler için derledik. İşte bu kupadan öğrendiklerimiz
Yes, they can !
Dünya Kupası tarihinde tribünlerde en fazla
seyircinin olduğu turnuva 3,587,538 kişiyle
ABD 94’tü. Brezilya 2014 ikincilik koltuğuna
3,429,873 taraftarla oturmayı başardı.
Brezilya’dan sonra maçlar için en çok bilet
alanlar Amerika vatandaşıydı. Klinsmann izin
kâğıtlarını hazırlamadan önce de topu bomba
diye karakola götürecekler başta Gana maçı
olmak üzere kulaklarımıza “kazanacağımıza
inanıyoruz.” tezahüratını kazımıştı. Almanya bile
şampiyon anketlerinde Brezilya derken Arjantin
ve İspanya ile birlikte özgüveni en yüksek olan
Amerika’ydı. Houston, Chicago, NY fanfestlerinin
Brezilya’dakilerden görkemli olmasına şaşmamalı.
Son 4 kupada 3 kez gruplardan çıkmayı başaran
takım da bu desteğin hakkını verdi. Kimbilir,
Amerikalılar bir gün gerçekten ayakla oynanan
oyuna ‘futbol’ demeye başlar.
Bu top kalsın
1994 bir tekstil harikasıydı. Campos’un fantastik
kaleci kazakları bir tarafa ilk defa formaların
arkasında isim vardı. Kramponlar ve hatta
hakemler bile tek tip siyahtan arınarak renkleri
keşfetmişti. 2002’den bu yana ise toplar kupaya
damga vuruyor. Zira meşin yuvarlağın sadece
nostaljisi kaldı. Fevernova ile falsolar bir başkaydı.
Teamgeist ve son olarak Jabulani ile kaleciler artık
isyan bayrağı açmıştı. 2014’ün Brazuca’sı kendini
polemiklere malzeme etmeden işini yaptı. Gol
oldu yağdı, kurtarılmaktan bitkin düştü. Hem
kalecilerin hem hücumcuların gönlünü fethetti.
Tarihin en gollü maçları ve aynı zamanda en
spekteküler kaleci performansları aynı kupa
içinde deneyimlendi. Adidas renklerini ve ismini
değiştirebilir ama daha fazla mühendislik
kasmadan Brazuca’ya sahip çıksın.
Rotasyon > İstikrar
Turnuva takımı olmanın baş koşulu olarak genelde
kadro ve diziliş istikrarı öne sürülür. Şampiyonların
11’i kaliteleri kadar bir çırpıda sayılmakla da meşhur
olmuştur ama 2013’te çeyrek final eşleşmeleri
belli olduğunda yokluktan istikrarlı olmak
zorunda kalan Kosta Rika ve ev sahibi Brezilya
dışında kalan 6 takımın ortak özelliği rotasyonu
daha çok sevmeleriydi. Van Gaal, Wilmots,
Sabella, Deschamps ve Pekerman baş döndrücü
sayılabilecek rotasyon uygularken; gruplarda
tercihlerindeki inadıyla eleşttirilen Löw de eleme
turlarıyla birlikte hem kadroya hem rollere ince
ayar çekmekten çekinmedi. Brezilya’nın yarı
finalde rotasyona hazırlık yakalanıp turnuvanın en
büyük hezimetini yaşayarak elenmesi de istikrar
ve ezberin eskisi kadar işe yaramadığının bir diğer
göstergesi olarak hatırlanacak.
3 aşağı 5 yukarı
1930’da ilk kupa düzenlediğinde takımlar sahaya
piramit şeklinde diziliyordu. O günden bu yana her
kupa, oyunda yeni dizilişlere ve taktik anlayışlara
ilham vererek öncü oldu. 34 ve 38 Metodo’yu,
54 WW’yi ve harika Macar takımını, 58 ve 70
kupaları Brezilya ve 4-2-4’ü trend haline getirdi.
74’ten sonra oyun Hollanda ile total görünmeye
başlandı. 84’te Fransa’yı 3-5-2 ile şampiyon yapan
Hidalgo’dan feyz alan Bilardo 86’da Arjantin’i
kupaya taşıdı. 94’ten sonra ön libero ile 4’lüye
dönüldü. 2010 ise 4-2-3-1’in zirvesiydi. Türevleri
sahaları domine etti. 2014 için yeni bir akımdan
söz etmek zor ama Meksika, Kosta Rika, Şili,
Cezayir gibi sürprizlerin arkasında 3 aşağı 5 yukarı
aynı şablon var. Hollanda önce Meksika, sonra
Kosta Rika’yı yine 3’lüyle eleyerek yarı finale
geldi. Gelecek sezon İtalya ve Brezilya kulüpleri
dışında pek alıcısı olmayan 3’lü biraz daha revaçta
olacaktır.
Kılda keramet olsa...
2002’de Ronaldo sokaklarda tanınmamak için
garip kakülüyle sahada arz-ı endam etmişti ama
gol kralı olunca yalan oldu tabi. Türkiye’nin başarısı
kadar Ümit Davala’nın mohikanı da aynı kupada
çok popülerdi. 2014’te Ganalı Boye’nin benzer ama
kenarları sarartılmış mohavkı maalesef kendi
kalesinde sebep olduklarının ötesine geçemedi.
Erciyes’te Bahattin abi icabına bakacaktır. Pogba
ve Vidal İtalyan dokunuşlarıyla biraz daha fiyakalı
göründü ama son dörde yetmedi. Balotelli onlar
kadar bile şanslı değildi. Erken döndü. Cristiano
Ronaldo’nun zikzakları, Nani’nin kafasında içinde
17 yazan yıldızı kadar turnuvada çaresiz kaldı.
Die’nin tırtıl modelinin en iyi açısı Samaras’a
yaptığı penaltı anında görüntülendi. Marcelo
ve Assou-Ekotto afrolarıyla soldan soldan pek
gelemediler. Becekrmann’ın rastası sayesinde
mısır tarlalarının pek iyi bir ilham kaynağı
olmadığı anlaşıldı. Isaac Vorsah’in cheetos modeli
üzülmemeli. Palacio’nun sıçan kuyruğu finalde
atamadığıyla 1994’te kuyruklunun has adamına
öykünürken, Fellaini kupadan sonra brokoliyi
kafasından çıkararak Old Trafford’a şüphesiz umut
dağıttı.
Bir Concacaf gördük sanki
Kupaların keyfi sürprizi kadar konuşur. 2002
yarı finallerinde Güney Kore ve Türkiye, 2006’da
gruplardan Avrupalı rakiplerini ekarte ederek
çıkan Avustralya ve Ekvador, 2010’da Gana ve
Uruguay’ın yanı sıra İtalya ve Danimarka’nın
önünde gruplardan çıkan Paraguay ve Japonya,
hatta İngiltere’nin önünde lider olan ABD enfes
tatlar bırakmıştı. Bu kez Güney Amerika’da
komşu konfederasyon Concacaf takımları
şaşırttı. 4 temsilcinin 3’ü ilerledi. 1986’dan beri
bir ilkti. Hepsi de üç aşağı beş yukarı aynı tarzla
başarılı oldıu. En son 1990’da grubundan çıkan
Kosta Rika kendini aşıp yarı finalin kapısından
döndü. Üstelik FIFA sıralamasında ilk 15 içinde
yer alan 4 ülke İtalya, İngiltere, Uruguay ve
Yunanistan’ın hakkından gelerek. Dali yaşaaydı
da sürreal görseydi. 5 kupadır üst turu gören
Meksika’ya bu kez Hırvatistan karşısında şans
tanınmıyordu ama Herrera ve öğrencileri selfie’yi
boşuna çekmediklerini gösterdi. ABD çeyrek finale
Wondolowski’nin ayak içi kadar uzaktı. Howard,
Ochoa ve Navas direndikçe adrenalinin kalitesi
arttı. Honduras da diğerleri gibi zengin olsa Gold
Cup adını tamamen hakedecekmiş.
Gazeteciliğin şahikası
Abdullah Avcı Brezilya’ya gidemediği için
Türk medyası da turnuvada Ömer Üründül
yaratıcılığında temsil edilebildi. Di mi Yalçın?
Neyse ki gidenler de hiç fena değilmiş. Suarez
ısırığıyla başlı başına turnuvayı domine ederken
eve erken dönen İngiltere medyasının tirajını
kurtardı. Fred antrenmanda Marcelo’nun kolu
üzerinden Suarez ile dalga geçeceğine top
oynasaydı Brezilya 7 yemeyebilirdi ama Güney
Amerika medyası açısından fena olmadı. 57
yaşındaki Brezilyalı spiker sözünü tutup programı
donla sunmak yerine Ahmet Çakar’dan yan çizme
dersleri alsa daha iyi olurmuş ! Hollanda’nın yarı
finalde elendikten sonra NRC gazetesinin turuncu
ağlayan yüz ilk sayfası başta turnuva boyunca
çok başarılıydılar. Meksika’nın Record gazetesinin
Hollanda maçı öncesi portakal sıktıkları
motivasyon harikası birinci sayfası, Berliner
Zeitung’un şampiyonluk sayısı, New York Post’un
Eataly göndermesi gibi sayısız güzel iş de cabası.
En kötüsü hakemler
Futbolda kimseye yaranamayan birileri varsa o
da kuşkusuz hakemler. Onlara yönelik kızgınlık
ve eleştirilerin mantıklı bir temeli çoğu zaman
yoktur, taraf olanlar görmek istediği gibi görür
ama bu kez kendileri edip kendileri buldular. Gol
çizgisi teknolojisinin ilk kez kullanıldığı turnuvada
onlara olan güven zaten azdı ama turnuvadaki
berbat kararlarıyla turnuvayı etkilemeleri bir tarafa
skandal kararlarıyla artık ofsayt ve penaltılar
için de bir teknolojinin önünü açtılar. Sadece 8
kırmızı kartın çıktığı ve sertliğe tolerans tanınan
turnuvada kantarın da topu kaçtı. Saha içinde
Suarez’in ısırığından Zuniga’nın tekvandosuna
kadar cezalandırılmayan utanç sahneleri gördük.
Turnuvada kendini attığı için sarı kart gören tek
oyuncu olan Oscar’ın kendini atmamış olduğu
gerçeği de tüy dikti. Hakemler pek çok açıdan
tarihin en iyi turnuvasının en kötü tarafıydı.
Jimmy Jumplar hiç bitmesin
Euro 2004 finalinde Figo’ya Katalan bayrağı
atınca tanıdığımız seri saha işgalcisi, protestocu,
eylemci, güzel adam Jimmy Jump kendini F1
pistinden tenis kortuna, Eurovizyon sahnesinden
Goya ödüllerine hatta su polosuna bile bulanıp
mesajını vermişti. Dünya Kupası protestolarıyla
anılır ve Sosyalist parti milletvekili Romario
yetkililer hakkında yolsuzluk ve rüşvet iddialarının
araştırılması için meclise önerge vermişken sahada
Jimmy Jump görmek de fena olmazdı ama yerini
Mario Ferri doldurdu. 2010’da İspanya – Almanya
yarı finaline damgasını vuran Ferri, 2014’te de
sahnedeydi. Tekerli sandalyeden atlayıp üzerine
“favela çocuklarını kurtarın.” ve İtalya Kupası’nda
öldürülen Ciro Esposito anısına “Ciro yaşıyor” yazılı
tişörtle Belçika – ABD maçında sahaya daldı. İyi ki
de daldı.
Nerede o eski frikik ustaları ?
Ofsayt için pazularına titreşimli uyarı cihazı,
diyalog için kulaklık takmalarına yeni alıştığımız
hakemlerin aksesuarları arasına 2014 Dünya
Kupası’nda duran top spreyi de eklendi.
Profesyonel grafiti sanatından örnekler
sergileyebilecek kadar sprey pratiği de yaptılar
ama oyuncular açısından sonuç hüsran oldu.
Çuvalla gol atılan turnuvada sadece 3 frikik
şaheseri izleyebildik. Dzemaili, David Luiz ve
Messi gözümüzün pasını silse de yetmedi.
Barajlar nizami değilken daha fazlasını izlerken,
uygulamadan sonra keskin düşüş görmeyi bazı
uzmanlar topun önündeki spreyi futbolcuların
engel gibi algılamasına bağlasa da eskisi kadar
iyi frikikçiler olmadığını da kabul etmek gerek.
% 9 ile frikik atan Cristiano Ronaldo uzman
olarak görülüyor. Ronaldinho, Zidane, Del Piero,
Mihajlovic, Juninho, Nakamura gibileri yoktu.
Beckham olsa bu barajlarla İngiltere evine belki
daha geç dönebilirdi.
Isırma, ırkçı ol !
Brezilya’da futbolun çirkin yüzü olan ırkçılık bilinen
yöntemlerle yapılmadığı için belki fazla gündem
olmadı ama tribünlerden yine eksik olmadı.
Meksika tribünleri Hırvatistan maçında homofobik
tezahüratlarla tribünleri kirletti. Rusya tribünleri
Kamerun oyuncularını sürekli taciz etti. Almanya
– Gana maçında tribünlerde afro peruklar ve
yüzleri siyaha boyanmış kişiler Gana’yı hedef aldı.
Sahaya üzerinde Nazi göndermeleri olan biri girdi
ve Muntari fark edene kadar da kimse müdahale
etmedi. FIFA disiplin komitesi başkanı Claudio
Sulser bunu kaba, uygunsuz ama doğrudan
oyunculara yapılmadığı için cezalandırılmaya gerek
görmedi. Hırsını rakibini ısıran Suarez’i neredeyse
yarım sezon futboldan ederek aldı. Nereden
baksan tutarsızlık, nereden baksan ahmakça !
Avrupa vs. Amerika
Avrupa kıtası son iki finali domine ederek
kupadaki hakimiyetini perçinlemişti. Güney
Amerika tabularını da Brezilya’da, üstelik ev
sahibine kupada yarı final rekoru olarak geçen
7-1’lik hezimeti yaşatarak şampiyon olan Almanya
ile yıktı. Brezilya’nın 1958 çıkarmasına geç de
olsa misilleme geldi. Öte yandan son 16 arasına
sadece 6 tane Avrupa takımı kaldı. Bu tarihin en
düşüğü olarak kayıtlara geçti ve elenenler ligleri
de büyük olan önemli ekollerdi. Almanya zirvede
farkı açarken diğer büyükler vasata yaklaştı. Latin
ve Concacaf ülkelerinin vasatlarıysa Kolombiya
dışındakiler güzel olmasa bile sonuç odaklı
tarzlarıyla Avrupa takımlarını ekarte etti. Bireysel
performanslarda da öne çıktılar. 2018 Rusya’da
daha olgun olacaklar ve bu merak bile güzel.
Sosyal medya patlaması
Dakikada 618,725 twitter mesajı, toplamda 672
milyon eder ve 3 milyar Facebook etkileşimiyle
Dünya Kupası geçen seneki Superbowl’u geçerek
tarihin sosyal medyada en çok konuşulan olayı
oldu. Arjantin Milli Takımı hesabı Hollanda
maçındaki penaltıcılarını twitter’dan ilan
ederek direkt temsilin öncüsü oldu. İnsanların
%72.5’inin maçları sosyal medyayla birlikte takip
edip, değerlendirdi. Brezilya 55, ABD 48 milyon
katılımcıyla başı çekti. FIFA, ESPN ve Univision’un
web tabanlı maç izleme servisleri rekor kırdı.
Teknolojinin evrimiyle bu yükseliş şüphesiz devam
Almanya-Gana maçında sahaya üzerinde Nazi
göndermeleri olan biri girdi ve Muntari fark edene
kadar da kimse müdahale etmedi.
edecek. İyi mi kötü mü bilinmez. Turnuvaya damga
vuran olayların globalleşmesi eskiden günler
alırdı. Yerel etkileşimler eskiden ertesi gün okulda,
işte ve sokakta yapılırdı. Oysa artık tarihin en
farklı yarı final skorunun hem futbol hem mizah
değeri birkaç saatte klavyelerde tüketildi. Bilginin
alelacele bir yere yetişmek istermiş gibi bir hâli
var ve bu baş döndürücü hıza yetişmek çılgınca.
Dünyanın en büyük stadı artık sosyal medya.
Cesur Afrika
Futbolda atletizm öne çıkmaya başladıktan
sonra Afrikalı oyuncuların oyundaki etkisi ve
katılımı da arttı. Avrupa’nın fiziksel kalitesine
adaptasyon eğilimleri, üst düzey liglerde başarılı
olan temsilcileriyle birlikte turnuvalarda Afrika
takımlarının otoriteler nezdinde sürpriz yapma
olasılıkları bazen futbolun ikinci vatanı olan Latin
Amerika takımlarının dahi önüne geçti ama sonuç
öyle olmadı. Kamerun’u bir kenara bırakırsak
tüm Afrika takımları çok cesurdu ama yeteneğin
yanına kolektiflik eklemeyi, sahada aynı frekansı
yakalamayı Cezayir dışında başaran olmadı. Çok
iyi futbolcu olmakla, karar anında lider ve elit
futbolcu olmak arasındaki çizgide Yaya Toure bile
kayboldu. Yine de cesur Afrika takımları birkaç
jenerasyon sonra bu isimleri teknik adam olarak
değerlendirebilirse gelecek kupalarda bir şampiyon
çıkarabilir. Sonuçta Roger Milla’nın 3 kupa ve 42
yaşında yapabildiğini Gyan iki kupa ve 28 yaşında
geliştirmeyi başardı.
Reklamlar
Televizyondan bahsetmeye gerek bile yok ama
Dünya Kupası’nın sosyal mecralarda yarattığı
patlamadan dijital pazarlama ve reklam sektörü
de rekor üstüne rekor kırarak bağımsızlığını ilân
etti. Adidas turnuvayı All in or nothing konseptiyle
domine etti. 1.6 milyon twitter mesajıyla
turnuvanın en çok konuşulan markası oldular.
#allin konusu tek başına 1 milyon katılımcıya
ulaştı. Youtube kanalı 200 bin yeni üye kazandı.
Nike da “Risk everything” kampanyasıyla
turnuvanın kazananlarından. Twitter’da Adidas’ın
5’te 1’i iş yaptılar ama The Last Game videosu
kurumun sadece resmi Youtube kanalında 65
milyon kez görüntülenirken, tüm internette 2
milyarı mobil cihazlardan olmak üzere 6 milyar
etkileşim yarattı. Kupanın resmi sponsorlarından
McDonalds ise anlaşılmaz #FryFootball
kampanyasıyla çuvallayanlardan. İtibarı kurtaran
Suarez’i Big Mac yemeye davet eden Uruguay
franchise’ı oldu. 78 bin RT hesabı takip edenlerden
3 misli fazlaydı.
Dünya Kupası HF137
BiZiMKiSi DAHA ALTIN 11
2014 Dünya Kupası tadı damağımızda kalarak bitti. Almanya, finalde Arjantin’i
yenerek 24 yıl sonra tarihindeki 4. kupayı kazanmayı başardı. Turnuva boyunca
oynanan 64 maçın birçoğunda gözümüze hoş gelen, yaptıklarıyla bizlere keyif
yaşatan birçok futbolcu oldu. Ama bazıları bunu yaparken nefesi yettiği kadar
takımını da sırtladı götürdü. Herkes, her kupa sonunda klasikleşen en iyi 11’lerini
bunlar üzerinden açıklarken biz de hem bunlara dikkat ettik hem de oyuncuları
neden buraya layık gördüğümüze değindik. Tabii en iyi teknik adamı da unutmadık
Manuel Neuer
2014 Brezilya için kalecilerin kupası oldu desek büyük
ihtimalle yanlış yorumda bulunmayız. Navas, Ochoa,
Bravo ve Krul gibi file bekçileri turnuvada iz bıraktılar.
Fakat bir isim var ki, Brezilya’da ortaya koyduğu
performansla dünyanın en iyisi yakıştırmalarını ne kadar
hak ettiğini gösterdi. “Kaleci değil libero” hatta “Sahte 5”
yakıştırmalarını alan Neuer, 24 yıl sonra Dünya Kupası’nı
kaldıran Almanya’da en çok parlayan isim oldu. Şüphesiz
Neuer’in bu oyun karakterinin tavan yapmasında teknik
adam Pep Guardiola’nın da payı büyük. Bir oyun kurucu
gibi oyunu geriden kurması, sakinliği, el ayak hakimiyetinin
mükemmel olması, sürekli oyunun içinde kalarak
takımı rahatlatması, savunma arkasına atılan toplarda
tehlikeyi sezip müdahalede bulunması en büyük artısı.
Brezilya’ya karşı oynanan yarı final maçında üstün Alman
teknolojisinin bir ürünü olduğunu kanıtladı. Uzun lafın
kısası, Almanya daha iyisini yapana kadar en iyisi bu… Ve
Neuer de 2014 Hayatım Futbol ekibine göre turnuvanın en
iyi kalecisi. Sedat Çıtrak
Philipp Lahm
Pep Guardiola’nın “Çalıştığım en zeki futbolcu” dediği
Philipp Lahm, onun önderliğindeki Bayern Münih’te
tüm sezonu bir orta saha oyuncusu olarak yüksek
verimde geçirdi. Bu performansa Löw de kayıtsız
kalamayınca, Almanya formasıyla sağ bekte görmeye
alışık olduğumu Lahm, Brezilya’da sahaya orta sahada
çıktı. Gelen eleştiriler ve aksayan sağ kanat sonrası
Löw yeni bir hamleyle tecrübeli isme yine sağ kenarı
gösterdi. Belki de kupanın dönüm noktalarından olan
bu kararın ne kadar doğru olduğu da önce Fransa
– Almanya maçıyla birlikte kendini göstermeye
başladı. EURO 2008’de sol bekte harikalar yaratan,
Bayern Münih formasıyla bir orta saha yıldızıymış
gibi performans sergileyen Lahm, Panzerlerin kupaya
giden yolunda sağ kenarı taşıdı. Her haliyle özel bir
futbolcu olduğunu bu turnuvada da bir kez daha
kanıtlayan Lahm, Hayatım Futbol ekibi tarafından da
turnuvanın en iyi 11’ine layık görüldü. Sedat Çıtrak
Mats Hummels
Başarılı savunmacı, 2014 Brezilya’da gösterdiği
performansla, 2006’da İtalya’nın kupayı
kaldırmasında büyük rol oynaayan savunmacı Fabio
Cannavaro’yu akıllara getirdi. Pozisyon ve kademe
bilgisi üst düzey, ayağına oldukça hakim, bir stoper
olan Hummels, 7-1’lik Brezilya maçında ortalarda
çok fazla gözükmese de özellikle Fransa maçındaki
oyunuyla Almanları kupada bir üst tura taşıdı. Attığı
kafa golü ve oyunun devamında Fransa hücumlarına
karşı özellikle yüksek toplarda gösterdiği direnç onu
turnuvanın parlayan isimlerinden biri yapmaya yetti
de arttı. Finalde karşısında Lionel Messi, Agüero,
Lavezzi ve Higuain vardı. O, bu yıldızlara da geçit
vermedi ve Hayatım Futbol ekibi tarafından 2014
Brezilya’nın altın 11’ine layık görüldü. Sedat Çıtrak
Ron Vlaar
Jaap Stam’dan beri, izlediğimiz belki de en dominant Hollandalı
stoper performansı. Van Gaal’ın kerameti kendinden 5-3-2’sinde,
savunmanın lideri rolünü kupa boyunca başarıyla taşıyan Ron
Vlaar; partnerleri De Vrij ve Bruno Martins Indi’yi de parlatan
isim oldu. Üçlü savunmanın ortasında; gücü, oyunu okuması
ve sakinliğiyle dosta güven veren, düşmana korku salan Vlaar
kupanın parlayan isimlerinden bir diğeri oldu. Garay’ın ancak
Demichelis geldikten sonra yükselen performansı ve yarı finalde
Almanya’dan 7 gol yiyen Brezilya’dan bir stoperi buraya almanın
anlamsızlığı, onu Hummels’in yanına koymamıza neden oluyor.
Arjantin karşısında, çıktığı tüm hava toplarını kazanması ve
girdiği tüm ikili mücadeleleri kazanması oldukça etkileyiciydi.
Formasını giydiği Aston Villa’da, taraftarın ‘’Beton’’ lakabını
taktığı deneyimli oyuncu, The Villans için takımın efsanalerinden
Martin Laursen kadar önemli bir figür. Kulübüyle sözleşmesi
2016’da sona erecek oyuncu, milli takımdan da hocası olan
yaşlı kurt Van Gaal’in, yeniden yapılanan Manchester United
savunması için bir numaralı adayı. Ron Vlaar, seneye Villa Park
çimlerinde olmayabilir ve bu, Aston Villa’nın ligdeki kaderini
bile belirleyebilir. Vlaar, Hayatım Futbol ekibinin belirlediği altın
karmaya giren bir diğer isim. Sercan Ergün
Daley Blind
Babanızın, Avrupa’nın en büyük ekol kulüplerinden biri
olan Ajax’ta 350’nin üzerine maça çıkmış, 5 şampiyonluk
yaşamış ve iki yıl üst üste Hollanda Ligi gol kralı olmuş bir
efsane olduğunu düşünün. Aynı babanın, formasını giydiğiniz
milli takımda yardımcı antrenör olarak 90 dakika boyunca
gözünün sizin üzerinizde olduğunu da düşünün. Baskı altında
hissederdiniz, öyle değil mi? 4 yıl üst üste Hollanda Ligi
şampiyonu olan Ajax’ta, kupaya gelmeden Yılın Futbolcusu
ödülünü aldıysanız eğer; cevap elbette hayır. Grubun açılış
maçında, Van Persie’nin attığı muazzam kafa golünün
milimetrik asistinin altında Daley Blind’in imzası vardı.
Yalnızca geçen yıldan bu yana milli takım forması giyen bu çok
yönlü oyuncu, kupaya sol bekte başlayıp sakatlıklar sonrası
ön liberoya geçtikten sonra, kupayı yine sol bekte tamamladı.
Blind, kupada turuncu formayı giyen her oyuncunun adının
anıldığı Manchester United için, takımdan ayrılan Evra’nın
pozisyonuna bir numaralı aday. Fiziksel olarak oldukça kuvvetli
olan oyuncu, ön liberoda, sol bek pozisyonunda olduğu kadar
başarılı. Geçen sezon Ajax’ta 37 pozisyon yaratan oyuncu,
geriden oyun kurabilme yeteneğine de sahip. Brezilya ile
oynanan maçta bir de gole imza atan Blind, kupanın en iyi sol
bek performansına sahip ismi ve bizim de seçimimiz oldu.
Sercan Ergün
Sami Khedira
10 yıl önce başlayan bir altyapı atılımının meyvelerini, 24 yıl
sonra Dünya Kupası şampiyonluğu ile toplayan Almanya’nın,
en başarılı altyapısına sahip takımlardan biri kuşkusuz
Stuttgart. Stuttgart altyapısından yetişip, dünyanın en büyük
kulüplerinden biri olan Real Madrid’de 4 sezondur istikrarlı bir
şekilde forma giyen Sami Khedira ise, oynadığı pozisyonda
dünyanın en iyilerinden biri. 2010 Dünya Kupası’nda, Chelsea’li
Michael Ballack’ın sakatlığının ardından Panzerlerin formasını
giymeye başlayan Khedira, o formayı bir daha sırtından
çıkarmadı. Onu sağ bekin kademesine girerken, ceza sahasına
giren rakip oyuncudan topu kaparken veya (Brezilya maçında
olduğu gibi) rakip ceza alanında boy gösterirken görebilirsiniz.
Komple bir orta saha oyuncusu olan Khedira, iki ceza sahası
arasında da aynı şekilde etkili. Kroos ve Schweinsteiger ile
kurduğu ortaklık, kupanın kazanılmasını sağlayan en önemli
etkenlerden biri oldu. Sadece Brezilya maçında gösterdiği
performans bile, Khedira’nın turnuvanın en iyi 11’ine girmesini
rahatlıkla sağlıyor.
Sercan Ergün
James Rodriguez
2014 Dünya Kupası’nda herkesi yaptıklarıyla heyecanlandıran
Kolombiya’nin turnuvanın son 16 turunda Uruguay’i saf dışı
edip çeyrek finale yükseldiği maçın ardından Oscar Tabarez’in
takımını yıkan Kolombiyalı yıldızı, Maradona ve Messi gibi
isimlerle aynı klasmana yerleştirmesi, Zico ve Messi gibi
isimlerin Rodriguez’e yaptıkları övgüler, Rodriguez’in adının
Real Madrid ile birlikte anılması, David Luiz’in Estadio
Castelão’da 65000 kişiye James Rodriguez’i alkışlatması
ve bunun gibi birçok şey gösteriyor ki 2014 Dünya Kupası
son derece önemli ve çok özel bir yetenegin eşi zor bulunur
bir performansına tanıklık etti. Attığı ve hazırladığı gollere
Kolombiya’yi orkestra şefi gibi idare eden ve ülkesine tarihinin
en iyi derecesini elde ettiren 22 yaşındaki yıldız, turnuva
performansıyla uzun yıllar adından söz ettirecegini bir kez
daha gösterdi. 6 golle turnuvanın da gol kralı olarak adını da
tarihe yazdırmış oldu. Biz Hayatım Futbol ekibi olarak ‘Hames’
Rodriguez’i altın 11’e koyuyoruz ama şunu da söylememiz
gerekiyor, bu çocuk yaptıklarıyla daha fazlasını da hak ediyor.
2018’de daha fazlasını başaracaktır. Emre Çelik
Javier Mascherano
Lider, sakin, soğukkanlı ve muhteşem kesici… Onu tanımlamak
için akla ilk gelen kelimeler bunlar. Uzun yıllar defansif orta
saha olarak izlediğimiz Arjantinli Javier Mascherano, 2010
yılında transfer olduğu Barcelona’da orta saha oyuncusundan
stoper pozisyonuna evrilmişti. Barcelona’da forma giyen
yıldızların arasında adeta görünmeyen bir kahraman oldu.
Uzun yıllar stoper oynamasına rağmen Dünya Kupası’nda
özellikle de yarı finalde Hollanda karşısında ortaya koyduğu
orta saha performansıyla parmak ısırttı. “Bir ön libero nasıl
olmalı?” sorusunun cevabı bir kenara, dersini verdi izleyenlere.
Yarı finalde Hollanda’ya karşı oynanan maçta Robben’e adım
attırmadı. 120 dakika boyunca konsantrasyonu bir an olsun
kaybetmedi. Stoper oynamasından kaynaklı hamlelerinin
hepsinin zamanlaması yerindeydi. Barcelona’yı yakından
takip edenler onun sahip olduğu sezgi gücü ve muazzam
kesiciliğinden haberdardı. Fakat böylesine büyük bir turnuvada,
futbolla ilgili olmayanların bile takip ettiği bir organizasyonda
hak ettiği değeri nihayet görmüş oldu. Hatta ve hatta bu
turnuva özelinde, “Messi’den sonra Arjantin’nin en iyisi“
değerlendirmesinin aksine Javier Mascherano’yu Lionel
Messi’nin önüne koymaktan da çekinmiyoruz. Sedat Çıtrak
Arjen Robben
2012/13 sezonunun sonunda elde edilen Şampiyonlar Ligi
şampiyonluğu ve geçen sezon kazanılan Bundesliga ile
geçmişte kaybettiklerinin acısını bir bir çıkaran Arjen Robben,
liderliğini yaptığı Van Gaal’in 2014 model Hollandası ile
turnuvaya harika bir başlangıç yaptı ve 2010’da boyun eğdiği
İspanya’yı deyim yerindeyse adeta harcadı. Bununla da
yetinmeyen Robben, her maçta performansını bir kademe
daha yükseltti. Meksika maçında takımını ipten alırken
Robben’i ne tekmeler ne formasından asılan eller ne de beline
sarılan savunmacılar durdurabildi. Her ne kadar Hollanda adına
turnuvanın en önemli maçı olan Arjantin karşısında beklenen
performansı gösteremeyip takımını finale taşıyamasa da
turnuva geneli dikkate alındığında bireysel açıdan en iyi
oynayan isimlerden biriydi. Turnuvanın en iyi 11’inde hücum
hattında olmayı da hak etti. Emre Çelik
Thomas Müller
Henüz 24 yaşında ama öyle istatistiklere imza atıyor ki uzun
yıllar boyunca akıllardan çıkmayacak bir isim Thomas Müller…
Öyle ki kariyerindeki ikinci Dünya Kupası’nı oynadığı Brezilya
topraklarında Almanya formasıyla rakip ağlara 5 gol bıraktı
bu da kupa kariyerinde toplam 10 gole ulaşması anlamına
geliyordu. Almanya’nın zorlu kupa yolculuğunda 5 golünün
yanına 2 de asist sıkıştıran 24 yaşındaki yıldız, Panzerlerin
tarihine adını altın harflerle yazdıran isimlerinden biri olacağının
sinyalini şimdiden veriyor. Oynadığı birden fazla pozisyon ve
ortaya koyduğu gösterişsiz futbol ile izleyen herkesi büyülüyor.
Teknik direktör Löw’ün santrforsuz oyun sisteminde doğru
yerde, doğru zamanda bulunması, uzun yıllar o pozisyonda
oynayan usta bir santrfor gibi yüksek sezgilere sahip olması
onu özel kılan şeylerden sadece birkaçı. İzleyenlere her fırsatta
futbolcunun kalitesini ve değerini belirleyen şeyin gösterişli
oyun olmadığını gösteren Müller, 2014 Brezilya’daki oyunuyla
turnuvanın altın 11’ine girmeyi hak ediyor.
Sedat Çıtrak
Lionel Messi
Arjantin için o, Maradona’dan sonra Mayıs Güneşi’ni
dalgalandırabilecek tek isimdi. Adını ilk kez, 2005 yılında
düzenlenen ve kendisinin de gol kralı olduğu U20 Dünya
Kupası’nda duyuran Lionel Messi, 13 Temmuz Pazar
günü kariyerinin belki de en önemli maçına çıktı. Olmadı,
çünkü sahada ne takımın kilit isimlerinden (Real Madrid’e
uzatmalarda Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu getiren adam)
Di Maria vardı, ne de bu tarz maçlarda ayakları titremeyecek
bir Tevez. Bunların üstüne, hazırlanan pozisyonları bitirmekte
beceriksizlik yarışına giren Higuain ve Palacio ikilisi de
eklenince 13 Temmuz, Lionel’in hayatı boyunca hatırlamak
istemeyeceği bir tarih oldu. Final maçında oldukça etkisiz
görünse de, takımı attığı kritik gollerle finale taşıyarak zaten
görevini yapmıştı. 10 numaralı mavi-beyaz formanın en çok
yakıştığı adam, belki de hayatının en buruk ödülünü aldı;
2014 Brezilya’nın en iyi oyuncusu seçildi. Onun burada olması
elbette sürpriz değil, Dünya Kupası finali kaybetmek de onun
büyüklüğünden hiçbir şey götürmeyecektir. Ne kadar zor
olsa da, 2018 yılında 31 yaşında izleyeceğimiz Lionel Messi,
Tangoculara kupayı getirmek için son şansını sonuna kadar
kullanacaktır; ondan kimsenin şüphesi olmasın. Sercan Ergün
Louis Van Gaal
Turnvanın en iyi teknik direktörü seçimi her daim zor bir karardır.
Şampiyon olan takımın hocası mı, takımı yarı finale taşıyan kurt hoca mı,
yoksa mütevazi ülkesine güzel futbol oynatmaya çalışan bir taktisyen
mi? O isim, ilk 11’indeki kilit pozisyonları tecrübeli oyunculara emanet
eden, Total Futbol’un icadı Hollanda’ya pragmatik bir felsefe aşılayan
ve dramatik penaltı atışları sonrası final biletini kaçıran Louis Van
Gaal’dan başkası değil. Turnuvanın ardından, Ferguson sonrası ‘’fetret
devri’’ni yaşayan Manchester United’in başına geçecek olan 63 yaşındaki
çalıştırıcı, turnuva boyunca kusursuz bir kenar yönetimi gösterdi. 5’li
savunmada ikinci turdan itibaren Kuyt’ı kullanan, Memphis Depay’ı jokeri
olarak kullanıp parlatan Van Gaal; Kosta Rika karşısında yaptığı CillesenKrul değişikliği ile neden efsane olduğunu herkese tekrar gösterdi.
Genç oyunculara turnuva boyunca şans vermekten çekinmeyen, hatta
23 kişilik kadrosunun tamamını yedek kaleciler dahil- kullanarak tarihe
geçen deneyimli çalıştırıcı; Rus Ruleti tadındaki penaltıların azizliğine
uğradı. Bir önceki turda, turnuvanın en etkileyici kaleci performansını
sergileyen Keylor Navas ve direklere takılan Hollanda, yarı finalde normal
sürenin sonunda Mascherano’nun tanrısal dokunuşunun azizliğine
uğradı. Elinde daha formda bir Van Persie ve daha etkili bir Sneijder
olsa ne olurdu bilinmez ama, Louis Van Gaal bu turnuvadan yıllar sonra
‘’Brezilya 2014’’ dendiği zaman akla ilk gelecek isimlerden biri olacaktır. Sercan Ergün
USTALARA SAYGI
2014 Dünya Kupası’nın en iyi 11’i birbirinden önemli yıldızlardan oluşurken, kupaya
birçok anlamda damga vuran efsaneleri unutamazdık
Faryd Aly Mondragon
1994 Dünya Kupası’nda Kamerun formasıyla 42 yaşındayken sahaya çıkıp kupa
tarihinde forma giyen en yaşlı futbolcu olan Roger Milla’nın rekoru nihayet
kırıldı! Rekorun yeni sahibi de turnuvanın en renkli takımının kalecisi Faryd Aly
Mondragon oldu. Grupta oynanan Japonya maçının son anlarında oyuna giren
43 yaşındaki deneyimli isim böylece Dünya Kupaları tarihinde sahada yer alan
en yaşlı futbolcu olarak adını altın harflerle kupa tarihine yazdırmayı başardı.
Dirk Kuyt
Belki Hollanda finale çıksa ya da kupayı alsa, ondan başka sözlerle
bahsedilebilirdi. Nitekim hocası Van Gaal’den formayı aldığı her maçta
gösterdiği performansla büyük yıldızlar sınıfında olduğunu neden onu uzun
yıllar Liverpool formasıyla izlediğimizi bizlere kanıtladı. Saygıyı hak etmesinin
sebebi yalnızca iyi oyunu da değil şüphesiz, 2006’da Hollanda’nın forveti olan
deneyimli isim, 2010’da hücuma katkı veren bir orta saha olarak bu kupada da
savunmanın sağında hatta solunda rakipleri kovalayan bir beke dönüştü. İşte
bu yüzden ustalara saygıda baş köşe Dirk Kuyt’ın.
Miroslav Klose
Bir futbolcu için rekor kırmak kupa kazanmak kadar olmasa da tatmin edici
ve isminin uzun süreler akıllarda kalmasını sağlayan bir etkendir. Ancak
Almanya’nın deneyimli forveti Miroslav Klose’nin kırdığı rekor neredeyse kupa
kazanmanın etkisiyle yarışacak cinsten. Öyle ki 2002 Dünya Kupası’nda gollerine
başlayan Klose, 2014’te de rakip ağlara 2 gol bıraktı ve kupa kariyerinde 16 gole
ulaşmış oldu. Brezilyalıların efsane ismi Ronaldo’nun 15 golle liste başında yer
aldığı kupa tarihinin en golcülerinde zirve artık Klose’nin. Bu başarısı da onu
tarihe yazdırıyor ve mütevaziliğiyle de birleşince büyük bir saygıyı hak ediyor.
Güner Çalış
Türk Futbolu HF137
MUZiP, DiNDAR ve GOLCÜ
DEMBA BA
Premier League’in en yüzü gülen adamı Demba Ba muzipliğini artık
Türkiye’de yapacak olmasının yanı sıra gollerini de Beşiktaş için atacak
Dünyada en fazla izlenen ligin, en göz önündeki
oyuncularından biri olarak Beşiktaş’a transfer
oluyor Demba Ba. Öyle ki, Premier League’e
ayak bastığı Şubat 2011’den bu yana yalnızca altı
oyuncudan daha az gol atmayı (43) başarmış;
imzaladığı zorlayıcı kontratlar ve can sıkıcı
menajerleri nedeniyle, istisnasız her transfer
döneminde adı en fazla zikredilen oyuncular
arasında yer almış birinden bahsediyoruz. Üstelik
bu gol rekorunu yakalarken, ligden düşen West
Ham’da, tablonun ancak orta-üst sıralarına
oynayabilen Newcastle’da oynuyor; ve son olarak
Chelsea’de ikinci tercih olarak görülüyordu. Tahmin
ediyoruz ki, daha önce rast gelmediğiniz yeni bir
şeyler söylememiz çok kolay olmayacak. Demba
Ba’nın oyun tarzı, sakatlık problemleri ve dini yönü
hakkında hemen herkes bir şeyler biliyor. Yine de,
bunların biraz daha üzerine gidip belli noktaları
keskinleştirmemiz gerekebilir.
Sakatlık meselesi
Demba Ba’nın sol dizindeki sakatlığın tam olarak
ne olduğunu, ve 2009’daki ikinci operasyonda
neyin ters gittiğini bilemiyoruz. Elimizde doktor
raporları yok, bunlar paylaşılmıyor. Kesin olan şu
ki, Demba Ba kariyerinin hemen başında çok ciddi
bir sakatlık geçirdi ve bundan 3 yıl sonraki ikinci
operasyonu sırasında dizinde yeni bir travma
meydana geldi. İyileşmesi sonrası yeni bir kulüp
arıyor ve Stoke City’le imza aşamasına gelmişken
kulübün sağlık testlerinden geçemedi ve bu
olay, yani Ba’nın dizine şüpheyle yaklaşılması,
İngiltere’de imzaladığı tüm kontratların -daha
sonra bahsedeceğimiz meşhur sözleşme
fesih bedelleriyle beraber- ana maddesi oldu.
“Ba’nın kronik sakatlığı mı var?” kaygısının
oluşturulmasında, şüphesiz ki, Demba Ba’nın
‘bir saatli bomba’ olduğunu söyleyen Tony
Pulis’in büyük payı vardı. West Ham ile ‘maç
başı üzerinden’ anlaştığı konuşuluyordu ve daha
sonra Newcastle menajeri Pardew de ‘çok kötü
görünen bir MRI taramasından bahsedecekti.
Bunlar bir yana, en fiziksel ve tempolu ligde, üç
buçuk sezonda toplam 6000 dakikanın ve sezon
başına yaklaşık 20 maçın üzerine çıktı. Hâlâ,
Demba Ba sosyal medyada oldukça hareketli bir
isim. Beşiktaş’a imza attığı gün formalı resmini çekip
instagram’a koymayı ihmal etmedi.
sakatlığının eskiden şüphe uyandıran ve fakat
artık geride kalmış bir mesele mi olduğunu, yoksa
ileride nüksetmesi muhtemel derin bir sorun mu
teşkil ettiğini bilmiyoruz. Bunu ancak doktorlar
biliyor. Lakin yaşananları art arda sıralayıp bir
anlam çıkarmayı denersek, sakatlık haberlerinin
esas olarak Premier League’e ilk geldiği vakitler
yediği veto üzerinden serpilip geliştiğini söylemek
yerinde olacak. Keza Demba Ba uzun süredir yeni
bir ciddi sakatlık yaşamış değil, fakat şüpheler de
bitmek bilmiyor. Belki Pulis o sözü söylemeseydi...
Peki nasıl sakatlanmıştı? 21 yaşındayken
Belçika’da, Mouscron’da oynuyordu ve ilk
üç maçının tamamında gol attıktan sonra
dördüncüsünde, yaptığı ters hareketle bacağındaki
iki kemiği birden kırmayı başardı. 2006’da
yapılan ilk operasyonda doktorlar tibia kemiğine
bir çivi yerleştirdiler ve 8 ay sonra tekrardan
futbol oynayabilir hâldeydi. Daha sonra, iyileşen
kemikten çiviyi çıkarmak üzere 2009’da yapılan
ikinci operasyonda, ters bir durum ortaya çıktı.
Ba’nın internet sitesinde, “Çivinin çıkarılması
sırasında muhtemelen bazı parçaların dizin hassas
noktalarına temas ettiği ve nükseden ağrının
bu sebepten olabileceği..” yazıyor. Sonrasını
biliyorsunuz.
9 numara Demba Ba
Demba Ba bir 9 numara mı? Veya öyleyse
bile, Beşiktaş’ın 9 numara laneti hakkında ne
düşünüyor olabilir? Henüz Papis Cisse’nin transferi
gerçekleşmemiş ve Demba Ba, Newcastle
hücumlarının tartışmasız odak noktası olarak
neler yapabileceğini yeni yeni göstermeye
başlamışken, Kasım 2011’de bir röportajda tam
da bu meselelerden bahsediliyordu. Ba’nın
kariyerindeki en parlak sezonu olacak 2011/12’nin
henüz başında Pardew’un söyledikleri, Beşiktaş’ta
kullanılabileceği rol üzerinden de önemli detaylar
sunuyor.
“Onu West Ham’da oynadığından farklı bir şekilde
kullanıyorum. Bir bağlantı oyuncusu, köprü gibi
ve bu şekilde ilerleme kat etmeyi başardığımızı
düşünüyorum. Teknik açıdan çok iyi ve biz de
oyuna daha fazla katılmasını olanaklı kılıyoruz.
Pres altındayken topu ileride tutacak birine
ihtiyaç duyuyoruz ve Demba bunu fazlasıyla iyi
yapıyor. Nasıl zaman kazanması gerektiğini, topu
nasıl bizde tutması gerektiğini, nasıl faul alması
gerektiğini çok iyi biliyor.
Onun saf bir 9 numara olduğunu düşünmüyorum.
Daha ziyade bir 10 numara gibi görüyorum ve
bana kalırsa bu rolde çok başarılı oluyor. Dürüst
olmak gerekirse, eğer ona 9 numarayı verseydik
-19 numara giyiyordu- üzerindeki tüm o gol atma
baskısıyla bugünkü başlangıcı yapabilir miydi,
bilemiyorum. 9 numarayı vermemek, sezon
başında bilinçli olarak yapılmış bir tercihti.”
Demba Ba, geçen seneki hücumlarında Hugo
Almeida’yı gerek geriden koşucular için bir
soluklanma noktası, gerekse de doğrudan bir
gol silahı olarak kullanan Beşiktaş için fazlasıyla
yerinde, bu işlerin ikisini de hemen hemen iki
gömlek daha iyi yapabilen bir hücum oyuncusu
transferi. Demba Ba, ceza sahası içinde aklınıza
gelmeyecek bir vuruş yapabilir, veya bir anda
akrobatik bir dokunuşla beklenmedik bir gol
çıkarabilir. Ama yalnızca bu değil, başta Oğuzhan
Özyakup olmak üzere, Beşiktaş’ın geriden gelen
ceza sahası hücumcuları için de Almeida’dan çok
Demba Ba muzipliği seviyor. Fırsat buldukça yakın
arkadaşlarıyla Umre’ye giden Senegalli, bir ziyareti
sırasında Fenerbahçe Sow ile camide bu fotoğrafı
takipçileriyle paylaştı.
daha alternatifli oyunlar sunabilir. Umarım basitçe
bir 9 numara olarak düşünülmüyordur.
Profesyonel futbolcu
Demba Ba’nın iyi bir profesyonel olduğunu
söyleyen pek çok farklı kişiye; Jose Mourinho’ya,
Alan Pardew’a ve daha başkalarına da rast
geleceksiniz. Yalnız, bu işin bir de başka boyutu
var. Bazıları için, ki sayıları hiç de az değil,
Demba Ba football mercenary şeklinde çağrılan
konargöçer futbolculardan bir tanesi ve evet, bu
anlamda iyi bir profesyonel, fazlasıyla iyi.
Şunu kesin olarak belirtmemiz gerekiyor:
Demba Ba’nın bu imajında, doğrudan kendisi
sorumlu değil. Futbolu yalnızca ekmek teknesi
olarak gördüğünü umarsızca söyleyen, ve daha
geçtiğimiz günlerde saha içinde Kamerun Milli
Takımı’nda arkadaşıyla kavga eden Assou-Ekotto
gibi biri değil, kesinlikle. “Gençken, eğer futbolcu
olamazsam bile yine de futbol oynamaya devam
edeceğim, diyordum. Her zaman için yapmak
istediğim şey buydu.” Demba Ba’nın saha içi ve
dışı hareketlerinde bu doğallığı, bilakis sempatik
tavırları görebilirsiniz. Lakin konu bu değil. Demba Ba’nın transfer işleriyle kalabalık bir menajer
ekibi ilgileniyor ve açıkçası, tek derdi futbol oynamak olan Demba, buna karşın sanki futbol oynadığı
kulüp önemsizmişçesine bir tavır içine giriyor. Newcastle’a transferinde örneğin, “Niçin Newcastle
Demba?” diye sorulduğu vakit, “Bu işi menajerlerime bıraktım ve en iyi teklifin Newcastle’dan geldiğini
söyledikleri için buraya imza attım.” diyordu. West Ham’la yaptığı kontratta kulübün küme düşmesi
hâlinde serbest kalma maddesi vardı; daha önce Hoffenheim’dan da sorunsuz ayrılmamıştı ve
Newcastle’a yaptığı kontrata da 7 milyon pound’a serbest kalma maddesi ekletmişti. Haftalık maaşını
80 bin pound’a çıkaran yeni bir kontrat yapmak üzere menajerleri bu maddeyi gündeme getiriyor, ve
sonrasında Chelsea’ye transferi de bu madde sayesinde gerçekleşiyordu. Her şey bittiğinde, Pardew
futbolcusunun çevresindeki yanlış yönlendiricilere ateş püskürüyordu. Beşiktaş’ın yakın tarihte
menajerlerle yaşadığı sıkıntılar düşünüldüğünde, Demba Ba’yla yaşanacak olası bir anlaşmazlıkta
oyuncunun bu geçmişini bir kenara not düşmek gerekecek.
Diğer yandan, Demba Ba denince artık ilk akla gelen Müslüman futbolcu algısı. Şu anda
Ba’ya olan ilgi, bu tip durumlardaki pireyi deve yapma hâlimiz gibi gözüküyor; lakin
mesele bundan biraz daha fazlası. Aslında motivasyonunuzun ne olduğunun
çok önemi yok: Gareth Bale için profesyonel bir oyuncu olarak yaşamak o
kadar da zor değildi; çünkü zaten hiçbir zaman içkiden hoşlanmadığını
söylüyordu. Ba ise bu gücü dini inançlarından alıyordu, hem de çok güçlü
bir şekilde. “Benim enerjim inancımdan geliyor. Herkesin bir enerji
kaynağı var; ailesi, çocukları ve bazıları için inançları. Ben onlardan
biriyim. Her zaman böyleydim.” Newcastle’da sayısı sekizi
bulan Müslüman futbolculara atıfta bulunarak, “Yaşam
şekilleri profesyonel hayatlarına fazlasıyla yardımcı
oluyor.” saptaması yapan Pardew, işi maç günlerinde
kullanılmak üzere dua odaları yapma fikrine kadar
götürüyordu.
Tüm bunlar bir yana, benim için Demba Ba demek
büyük, hem de çok büyük gülen bir adam demek.
Dwight Yorke’dan sonra Premier League’in gördüğü
en büyük gülüşlü futbolcu denildiğini hatırlıyorum. Ve
şurup! İngiltere’nin en çekilmez spor insanlarından
biri olan Geoff Shreeves’in müdahil olduğu röportajı
bile eğlenceli hâle getirebilmişti. Shreeves, “Haydi
bana kimsenin bilmediği bir sırrını söyle..” diye
üstelediğinde, bir süre düşündükten sonra
“Şurup!” cevabını yapıştırmıştı. “Şurup!
Şurubun ne olduğunu biliyor musun?
-Elbette.”
“Çilekli şurup. Su içerken içine şurup
damlatıyorum, hem de her gün! 10 yıldır
böyleyim, şurupsuz yapamıyorum!”
Youtube’a Demba Ba strawberry syrup
yazıp karşınıza çıkan ilk videoyu izleyin.
SOSYAL DEMBA BA!
Özellikle twitter ve instagram’ı sık kullanan Demba Ba’nın şakacı yönü ve dinine
olan bağlılığı da herkesce biliniyor. Senegalli bir gün Beşiktaşlı taraftarların Hz.
Muhammed için açtıkları pankartı instagramda paylaştı ve twitter deyimi yerindeyse
yerinden oynadı. Beşiktaşlılar o gün Demba Ba’ya paylaştıkları fotoğraflarla
golcü oyuncunun siyah-beyazlı formayı giymesi için seferber olurken diğer takım
taraftarları da buna karşı tweetler atarak eğenceli bir atışma yaşadı. Fırsat buldukça
yakın arkadaşı Fenerbahçeli Sow’u İstanbul’da ziyaret eden Ba, zaten Türk insanına
biraz olsun alışık. Kim bilir belki bu tweetlerin Ba’nın Beşiktaşlı olmasında büyük
etkisi olmuştur.
Uğur Karakullukçu
Türk Futbolu HF137
BiR ÇANTA, BiR TOP…
MARMARiS’TEN ROMA’YA YOLCULUK
Sabahın erken saatlerinde İçmeler’den Marmaris
minibüsüne biniyordu. Elinde topu, sırtında
çantasıyla bu sarışın çocuk önce okuluna gidecek,
sonra ise hayatta en sevdiği işi yapacaktı. Okulun
bitmesine kadar beklemeye sabrı ise yoktu.
Teneffüs aralarını değerlendirmeliydi. Kimi
zaman herkes gibi kola kutularıyla, kimi zaman
ise gerçek topla maharetlerini sergiliyordu. Okul
saati bittiğindeyse doğrudan kulübe yollanıyordu.
Tesislerdeki halı sahaya adım attığında kendini
evinde gibi hissederdi. Top oynaması için
başkasına da ihtiyacı yoktu. Kendi kendine oyunlar
icat eder, top sektirir, şut çekerdi. İdman bittikten
sonra dahi kendi başına çalışmayı sürdürürdü. Ta ki
babası İçmeler’den telefon edip hocalarına “Salih
nerede kaldı?” diyene kadar…
Hikayesinin başını futbola olan tutkusuyla yazan
Salih Uçan, Marmaris’teki yeteneklerini önce
Mehmet Seyit Özkan ve ekibinin yardımıyla
Bucaspor’a taşıyacak, sonra da tüm Türkiye’nin
bildiği gibi profesyonel düzeyde kendini
gösterdikten sonra Fenerbahçe’ye transfer
olacaktı. Çocukluğuna ve gençlik dönemi
eğitimine şahit olan herkesin sınırsız ve büyüleyici
yetenekleri kadar çalışkanlığını da övdüğü Salih,
Türk futbol tarihinde daha önce eşi az görülmüş,
yeni bir hikayenin kahramanı oldu ve henüz 20
yaşında İtalya’dan Roma’nın yolunu tuttu. Hem de
şimdilik 4 milyon 750 bin, muhtemelen 15 milyon
750 bin Euro bonservis bedeli karşılığında.
Sabatini böyle istedi
Salih Uçan’ın bu kadar yüksek bir fiyata transfer
oluşunun en önemli sebebi elbette gösterdiği
istikrarlı bir performanstan kaynaklanmıyor.
Fenerbahçe’de geçen sezon Aykut Kocaman
dönemine göre daha az forma şansı bulan Salih
buna karşın bugüne kadar maç içinde yaptıklarıyla
önemli bir kişinin gönlünü çalmayı başarmıştı ve
11 milyon Euro opsiyonlu, 4 milyon 750 bin Euro
kiralama bedelli bu transferin gerçekleşme sebebi
de o kişiydi: Walter Sabatini.
Salih’le yıllardır yakından ilgilenen menajeri Ömer
Uzun, Roma’nın pek de alışık olmadığı, 7 ay
gibi çok uzun süren bir pazarlığa girişmesindeki
en önemli faktörün şüphesiz Roma Futbol
Direktörü Walter Sabatini olduğunu söylüyor.
Uzun, “Sabatini, Salih’i ilk olarak Aykut Kocaman
dönemindeki Lazio maçında beğenmiş. O günden
beri takip ediyorlardı. Transferin bitirilmesi için
Roma tarafında en çok çaba gösteren isim de o
oldu” diyor.
Sabatini aynı zamanda İtalya’nın en saygın ve
değerli scout yani gözlemcilerden bir tanesi.
Daha önce Palermo’da Javier Pastore, Roma’da
Erik Lamela, Marquinhos gibi oyuncuları uygun
bonservislerle takımına kazandırıp 30-40 milyon
euro aralığında bonservis bedelleriyle satarak
kulüplerine ciddi bir gelir kapısı yaratan isim olarak
görülüyor. Muhtemelen bu isimleri –diz sakatlığı
yaşamasa belki de bu yaz transfer olacaktıHollandalı Kevin Strootman ile Bosnalı Miralem
Pjanic takip edecek. İşte Salih transferi de tam da
bu noktada bir anlam kazanıyor.
Geçen Roma Futbol Direktörü Walter Sabatini,
Salih’i Aykut Kocaman dönemindeki Lazio maçında
beğenmiş ve kulüp genç futbolcuyu o günden bu
yana takip ediyormuş.
Pjanic’in yerine yetişecek
Salih tüm yeteneklerine, oyun görüsüne ve
çalışkanlığına karşın henüz maç istikrarına sahip
olmadan İtalya’nın üst düzey bir ekibine gidiyor.
Üstelik bir orta saha oyuncusu olarak bu handikapı
özellikle ilk döneminde yaşayacak ve yakın
tarihinin en başarılı sezonunu geçirip Roma’yı
ikinciliğe ve Şampiyonlar Ligi’ne taşıyan kadrodaki
bir takım arkadaşını saf dışı bırakmaya çalışacak.
Bunun doğrudan gerçekleşmesi çok kolay
gözükmüyor.
Buna karşın Roma’nın Serie A, İtalya Kupası ve
Şampiyonlar Ligi’yle toplam 55-60 maçlık bir
maratonda yer alacağı düşünüldüğünde Salih’e
rotasyonla birlikte şans gelecektir. Sabatini,
transfer görüşmelerinde teknik direktör Rudi
Garcia’nın da Salih’i izleyip beğendiğini birinci
ağızdan oyuncu tarafına iletmişti. Bu kadro
yapısında Salih’in alacağı rol de muhtemelen De
Rossi ve Strootman’dan ziyade Pjanic’in yaptığı
gibi inceci, orta sahada pas organizasyonunu
kuracak oyuncu olacaktır. Salih, stili gereği ne De
Rossi’nin yerini doldurabilecek defansif kaliteyi
sağlayabilir, ne de kısa vadede Strootman kadar
aktif, iki ceza sahası arasında dinamizmiyle fark
yaratacak bir isim olabilir. Gelecek sezon kallavi bir
bonservisle satılması muhtemel Pjanic’in rolüne
Salih hazırlanacak, ikinci sezonunda çok daha fazla
süre alacaktır.
Her sabah İçmeler’den minibüse gelip ilkokuluna
gelen, oradan çıkışta akşama kadar top oynayan
Salih’in yolu bu kez Marmaris’e değil, Roma’ya
çıkıyor. Özgüveniyle, aklı başında konuşmaları
ve gelişmeye müsait teknik becerileriyle Salih,
Roma’da mücadele etmeye hazır. Çantası, topu
ancak bu sefer milyonlarca Türk futbolseverin
desteğiyle…
Mektup bıraktı
yeni olan bundan sonraki süreçle ilgili duygu ve
düşüncelerimi paylaşmak istedim.
Öncelikle henüz 20 yaşında, futbol hayatımdaki
yeni sayfanın her şeyden önce ülkeme ve bugünlere
gelmemi sağlayan Fenerbahçe Spor Kulübü’ne
hayırlı olmasını diliyorum.
En büyük hedefim kendimi iyi bir futbolcu, iyi bir
spor insanı ve etik değerlerine sahip iyi bir Türk
genci olarak geliştirmek ve bana güvenen tüm
insanları haklı çıkarmak olacaktır.
Giderken başta ailem olmak üzere desteğini benden
hiç esirgemeyen ve bugünlere gelmemde büyük
katkısı bulunan Sayın Başkanımız Aziz Yıldırım’a
ve Fenerbahçe Spor Kulübü camiasına, son 5 yıldır
hem ağabey hem profesyonel danışman olarak
daima katkısını yanımda hissettiğim, temsilcim
Ömer Koray Uzun’a, Batur Altıparmak’a, gelişimimi
destekleyen ve beni daima cesaretlendiren
Murat Dizdar ve Seyit Mehmet Özkan’a, beni
yüreklendiren tüm sporsever ve özellikle Fenerbahçe
taraftarlarına içten teşekkürlerimi sunmak isterim.
Sevgi ve saygılarımla,
Salih Uçan’ın Roma’ya uçmadan önce spor
kamuoyuna da bir mesajı vardı.
Değerli Spor Kamuoyu,
Kıymetli Fenerbahçeliler,
Fenerbahçe Spor Kulübü ile Roma Spor Kulübü
arasında imzalanan anlaşma neticesinde, iki yıl
süreyle futbol yaşantımı Roma Futbol Takımı’nda
sürdürmek üzere yeni bir yolculuğa çıkmış
bulunmaktayım.
İki yıl süresince kiralık olarak Roma Spor
Kulubü’nde görev alacak olmam sebebiyle, siz
değerli sporseverlerle benim için hem heyecanlı hem
Her sabah İçmeler’den minibüse gelip ilkokuluna
gelen, oradan çıkışta akşama kadar top oynayan
Salih’in yolu bu kez Marmaris’e değil, Roma’ya
çıkıyor
Emre Çelik / Sedat Çıtrak
İspanya
HF137
ALTERNATiFSiZLiĞE ALTERNATiF
Özellikle Ibrahimovic sonrası Barcelona’da en büyük problem olan sahte 9’a, yani
Messi’ye bağımlı oyun her gün kendini daha fazla belli ediyordu. Vilanova da Tata da
bu sisteme alternatifler denedi ama olmadı. Barcelona yönetimi de 4 aylık cezasına
rağmen Uruguaylı yıldız Luis Suarez’i transfer etti. Belki bu alışıldık Barça sisteminin
değişeceğine ilk işaretti ama kesin olan bir şey var ki yıllardır süren alternatifsizliğe
bir alternatif yaratıldı
Avrupa’da herhangi bir oyuncunun karşı
koyamayacağı yegane iki kulüp olan Real Madrid
ve Barcelona’dan birine gitmesi beklenen Luis
Suarez, seçimini Barça’dan yana kullandı ve
kendisini önümüzdeki 5 sene Katalan ekibine
bağlayan sözleşmeye imzayı attı. Futbolunun en
iyi ama futbol dışı faktörler göze alınınca bir türlü
olgunlaşmayan karakteriyle ve hali hazırdaki 4
aylık cezasıyla Luis Suarez sadece Katalanlara
imza atmakla kalmadı, Barcelona tarihinin en
pahalı transferi unvanını da eline geçirdi. Her ne
kadar Suarez için ödenen miktar ve Suarez’in bir
hayli kabarık sabıka kaydı akıllara soru işaretleri
getirse de Barcelona’nın özellikle David Villa’nin
ayağının kırılmasınin ardından hücumda yaşadığı
problemler ve takımının özellikle İspanyolların
‘Messide-pendencia’ olarak adlandırdığı Messi’ye
bağımlılık problemine çözüm olma potansiyeli
Katalanları fazlasıyla umutlandırıyor. Bu açıdan
düşününce Suarez’in Barcelona’ya transferini
Uruguaylı santrfor üzerinden değil Barcelona’nın
problemlerinden yola çıkarak değerlendirmek çok
daha sağlıklı olacaktır.
Özellikle Ibrahimovic sonrası Barcelona’nin
herhangi bir dönemi incelendiği vakit göze çarpan
en önemli problem sahte 9’a, yani Messi’ye
bağımlılığı son dönemde iyiden iyiye kendini belli
ediyordu. Pep Guardiola’dan sonra takımın başına
geçen Tito Vilanova ve Gerardo “Tata“ Martino
bu düzeni bozmak için alternatif üretmedi. Ya
da üretemedi. Aslında geçtiğimiz sezon Neymar
transferi bu düzenin değişebileceğine bir işaretti.
Fakat Tata Martino Neymar’ı sezonunun büyük
bölümünde sol kenarda kullandı. Zaman zaman
Messi’nin yokluğunda serbestlik tanıdı. Yıllardır
merkez bir santraforun olmayışı Barcelona’nın
en büyük eksikliği oldu. Messi’nin yokluğunda
düğümü çözecek oyuncu kadroda bulunmuyordu.
Luis Enrique’nin Katalan kulübünün başına
geçmesiyle Barcelona’nın uzun yıllar süre gelen
bu sistemin değişeceğinin sinyallerini verdi. Luis
Suarez transferi bunu net bir şekilde gösteriyor.
Peki bu transfer Barcelona’nın oyun anlayışını nasıl
değiştirecek ?
Öncelikle Katalan ekibinin mevcut sitemi olan
4-3-3’ten yola çıkmamızda fayda var. Barcelona
ile bütünleşen bu dizilim yeni sezonda da devam
edecekse, ileri üçlünün Neymar-Suarez-Messi’den
oluşacağı kesin gibi. Aslında devrim tam da
burada olacak. Enrique demeçleri Messi’nin
merkez forvetten uzaklaşacağı yönünde.
Messi’nin bu rolde nasıl performans sergileyeceği
merak konusu olabilir. Aslında geride bıraktığımız
Dünya Kupası’nda bunun bir provasını izlemiştik.
Messi’nin Arjantin Milli Takımı’nda merkez
forvetten çok, oyunu biraz daha geride kabullenen
bir yapıdaydı. Yani kaleye en yakın isim Higuain,
arkasında ise Messi oynuyordu. Barcelona’da
bu şekilde oynar mı bilinmez. Eğer üç forvet
Suarez Liverpool’da takımın en yaratıcı oyuncusu
konumundayken Barça’da rolü biraz daha değişecek.
Biraz daha kontrollü yani daha az bencillik ve bir o
kadar da fazla pas…
sistemiyle devam edilecekse sağ forvet oynaması
yüksek ihtimal.
Suarez’in Liverpool döneminde üstlendiği rol
ile Barcelona’da üstleneceği rol elbetteki aynı
olmayacaktır. Liverpool’da takımın en yaratıcı
oyuncusu konumundayken, Katalan ekibinde bu
tarz oyuncu sayısı bir hayli fazla. Bu nedenle biraz
daha kontrollü olacaktır. Kontrolden kasıt, daha az
bencillik ve bir o kadar da fazla pas… Örnekler çok.
Henry, Ibrahimovic, David Villa. Tüm bu isimlerin
Barcelona’da forma giydiği dönemde sıkıntı
çektiğini söylersek yanlış olmaz. Henry’nin merkez
forvetten kanat forvete dönmesi Keza David
Villa da öyle Ibrahimovic’in oynadığı pozisyonla
Güney Amerika’nın iki büyük yıldızı Neymar ve
Messi’ye kıtanın bir başka ülkesinin yıldızı Suarez de
katıldı. Barcelona’nın hücum hattı rakiplere korku
salacak.
ilgili olarak Barça kariyeri sonrası açıklamalarını ve
Guardiola’ya olan eleştirilerini hepimiz biliyoruz.
Tam da burada Suarez’e parantez açmakta fayda
var. Luis Suarez’in geldiği dönem diğer isimlere
nazaran çok farklı. Bu nedenle transferi sonrası
yapılan yorum fazla gerçekçi değil dersek hata
etmiş olmayız. Teknik direktör Luis Enrique’nin
oynatmak istediği futbol son derece açık; “Geçmiş
yıllara sadık, heyecan yaratan, ilk dakikadan
itibaren galibiyeti kovalayan, sahasında ve
deplasmanda aynı oynayan, iyi defans yapan
bir takım istiyorum” diyor İspanyol teknik
adam. Luis Suarez transferi hakkında ise şunları
söylüyor; “Neymar ve Suarez’in Messi ile beraber
oynamasında bir sorun görmüyorum. Hatta bu
Messi’yi rahatlatarak oyununun gelişmesine fayda
sağlayacak “
Suarez’in varlığının Messi’yi rahatlatması son
derece önemli. Tabii Neymar faktörünü es
geçmeyelim. Brezilya ile neler yaptığını tüm dünya
gördü. Daha serbest bir rolde yeteneklerinin
sınırlı olmadığını herkese gösterdi. Dolayısıyla
bu Messi’nin işine gelecektir. Son dönemde
Barcelona’nın bütün umutları ona bağlıydı. Messi
varsa Barcelona’nın tüm kupaları alma şansı
vardı. Fakat son iki senedir işler tersine işliyordu.
Messi’nin varlığında da, yokluğunda da Barcelona
ciddi anlamda sıkıntılar çekti. Şimdi rakipleri
Messi’den kurtulsa bile karşılarında Suarez,
Neymar gibi üst düzey yetenekleri bulacak.
Suarez’in rakip forvetlerle boğuştuğu sırada Messi
ya da Neymar sahne alacak ya da tam tersi olacak.
Bütün bu senaryolar bile Suarez transferinin ne
kadar elzem olduğunun kanıtı. Üstelik arkalarında
Rakitic ve İniesta gibi servis yapabilecek oyuncular
var. Maç içinde bu üç yıldızın pozisyon değiştirme
gibi muhteşem lüksleri de cabası.
Bu transferin handikaplarına gelecek olursak
bunlar; Suarez’in 4 aylık cezası ve uslanmaz
karakteri. Suarez’in 4 aylık yokluğu ciddi handikap
gibi gözükse de, tüm olumsuzluklara rağmen
bu transfere ihtiyaç duyan yönetimin gözünü
korkutmamışa benziyor. Suarez’in yokluğunda
Barcelona’nın sistemi eskisi gibi işlemeye devam
edecektir. Onun gelişiyle nelerin değişeceğini
hep birlikte göreceğiz. İkinci handikapa gelecek
olursak, açıkçası bu konuda yorum yapabilmek
ciddi anlamda zor. Karakter olarak sıkıntı çekebilir.
Son vukuatının taze olması akıllarda soru işaretleri
yaratıyor. Barcelona’da kulüp başkanı Josep Maria
Bartomeu, 4 ay futbol içi tüm aktivitelerden men
cezası alan yeni transferleri Luis Suarez’e destek
olacaklarını açıkladı. Bartomeu; “Ona ve ailesine
Barcelona’ya hızlıca adapte olmaları için yardımcı
olacağız. Ayrıca, biz Suarez’in bir hata yaptığını ve
üzgün olduğunu biliyoruz. Barcelona, Suarez’in
olabildiğince çabuk bir şekilde futbol dünyasına
geri dönmesine yardımcı olacağız” demişti.
Kısaca Barcelona yönetiminin ve taraftarının
tek temennisi, Suarez’in karakterinin İspanya’da
töpülenmesi…
Özetleyecek olursak, Cruyff her ne kadar bu
transferin Barcelona’nın geleneğine aykırı
olduğunu söylese de, Katalan devi bu transferi
çoktan resmiyete döktü. Kağıt üzerinde bu
değişikliğin Barcelona’ya ne katıp katmayacağını
yorumlamaya çalışsak da, tüm bu senaryoların
gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini görmemiz için
sezonun açılmasını beklemekte fayda var. Tabii bir
de Suarez’in cezasının bitmesi gerek!
Geride bıraktığımız Dünya Kupası’nda yine bir
ısırık olayına karışan Suarez’e FIFA 4 ay men cezası
vermişti.
Mehmet Ali Çetinkaya
Türk Futbolu HF137
CAVCAV’IN TEKNiK DiREKTÖRLERLE
BiTMEYEN MÜCADELESi
Türk futbol tarihinin en istikrarlı başkanı İlhan Cavcav, aynı zamanda kendisine tezat
bir şekilde Türk futbol tarihinin de en fazla teknik adam gönderen başkanı. Peki
Cavcav’ın bu hocalarla alıp veremediği ne?
Gençlerbirliği’nin bu sezon başlamadan
anlaştığı teknik direktör Kemal Özdeş’in takımla
antrenmana bile çıkmadan yönetim tarafından
gönderilmesi, herkesin bakışlarını 91 yaşındaki
Ankara kulübüne çevirmesine sebep oldu. Oysa,
(1976/77’deki bir sezonluk başkanlık dönemini bir
kenara bırakırsak) 1981’den bugüne kadar kulübün
bir numaralı koltuğunda oturan İlhan Cavcav’ı
biraz olsun tanıyanlar için bu pek de alışılmadık
bir durum değildi. Tıpkı, bir önceki sezonun ilk
8 haftasında sadece 4 puan toplayabilen, kötü
kurulmuş takımın başına geçip mucizeler yaratan
Mehmet Özdilek’in sezon sonunda “sürpriz” bir
şekilde gönderilmesine şaşırmadıkları gibi.
1981/82 sezonuna teknik direktör Teoman
Yamanlar’la başlayan Gençlerbirliği’nin çiçeği
burnundaki başkanı İlhan Cavcav, o günden
bugüne kadar, tam 33 yıldır kulübün başında yer
alıyor. Fakat bu istikrar abidesi durumuna tezat
olarak, bu süre zarfında Alkaraların başında
51 teknik direktör görev aldı. Bunlardan hiçbiri
2 sezondan daha uzun süre Gençlerbirliği’nin
başında kalmayı başaramadı. Hatta üst üste 2
sezon görev alanların sayısı sadece 3 (Ersun Yanal,
Fuat Çapa, Tınaz Tırpan). Takımın başında 10
maçtan daha az çalışanların sayısı ise 13!
Aslında Cavcav’ın teknik direktörlerle pek içli dışlı
olmadığı bilinen bir gerçek. Tıpkı futbolcular ve
taraftarlara karşı oldukça mesafeli durduğu gibi.
Belki de bu yüzden, çemberinin içinde yer alan
birkaç isim dışında neredeyse etrafındaki herkes
sürekli değişiyor.
Taraftarlar, yönetimin soğuk tavırlarına ve sportif
başarıdan bağımsız hamlelerine kızıp çoğu
zaman maçlara bile gelmeyi keserek, kulüpten
uzaklaşıyorlar. Futbolcular, bu kulübe adım
attıkları an satış listesine eklendiklerini bildikleri
için, kulübü sahiplenmeyip sadece basamak olarak
görüyorlar. Teknik direktörler ise alınan ve satılan
oyuncular konusunda çok fazla söz hakkına sahip
olamayacaklarını, kulübün futbolcu alıp satmayı
sportif başarıdan daha öncelikli bir hedef olarak
belirlediğini ve isteseler bile kalıcı olamayacaklarını
tecrübe ettikleri an “bir şekilde” gidiyorlar.
Birkaç kere basına yaptığı, “Elimde bir diploma
olsa, en iyi teknik direktör kadar, teknik direktörlük
yaparım” açıklamaları da, Cavcav’ın teknik
direktörlere olan bakış açısını gösteriyor.
İlhan Cavcav’ın bugüne kadar bir teknik direktörle
en fazla yakınlaştığı ilk ve tek an, kulüp tarihinin
en başarılı sezonu olan ve bir yandan son ana
kadar şampiyonluğun kovalandığı, bir yandan
da Türkiye Kupası’nda finale ulaşıldığı, 2002/03
sezonun sonunda Fenerbahçe’ye gitmek için
yanıp tutuşan Ersun Yanal’ı açık açık tehdit ederek
kulüpte tutmayı başardığı andı. UEFA’da son 16’ya
kalınan bir sonraki sezon öncesi İlhan Cavcav, ilk
ve tek kez alınan ve satılan futbolcular konusunda
tüm ipleri Ersun Yanal’ın ellerine teslim etmişti.
Sezon sonunda Yanal’ın milli takıma çağırılmasına
istemeye istemeye onay veren Cavcav, o günden
sonra tekrar eski tutumuna geri döndü.
33 yıldır Gençlerbirliği kulübünün başkanlığını
yürüten İlhan Cavcav şu an 51. hocasıyla yoluna
devam ediyor.
etmesi Cavcav’ın 2003’teki tutkulu tavrının sadece
bir kez yaşanacağının kanıtı olmuştu.
27 Mayıs 2011’de sözleşmeye imza atan Giray
Bulak da, benzer nedenlerle, antrenmana bile
çıkmadan 15 günlük Gençlerbirliği kariyerine son
noktayı koyan bir başka teknik adamdı.
2005 Eylül’ünde, 2. Lig B Kategorisinde yer alan,
tecrübesiz ve genç bir takım kadrosuna sahip,
Gençlerbirliği’nin pilot takımı OFTAŞ’ı, önce 2. Lig
A Kategorisine çıkartan, ardından da Süper Lig’e
çıkartmak üzereyken, son 4 haftada görevinden
alınan, eski Gençlerbirlikli futbolcu Metin Diyadin’in
Yanal 2, Bulak 15 gün kaldı
7 Haziran 2007’de Ersun Yanal’ın bir kere
daha Alkaraların başına geldiğini duyan birçok
Gençlerbirlikli, 2002-2004’de yaşananları
düşünerek sevinmişlerdi. Oysa Yanal’ın, 2 gün
sonra, transferler konusunda yaşadığı sorunları
sebep gösterip, “hedeflerimiz farklı” diyerek istifa
“Elimde bir diploma olsa, en iyi teknik direktör
kadar, teknik direktörlük yaparım”
ağlayan futbolcular eşliğinde kulübü terk etmesi
de hafızalara kazınan olaylardan biriydi.
İlhan Cavcav, bilinçli ve programlı bir şekilde
herkesi Gençlerbirliği’nden uzak tutmaya çalışıyor.
Bunu, kimseye hesap vermeden, tek başına
kararlar almak için mi, yoksa, kulübü ve yıllardır
dillendirdiği, kasadaki parayı tüketmek isteyen
art niyetli insanları uzakta tutma paranoyası
yüzünden mi yapıyor bilinmez ama uzun yıllardır
hedefine ulaştığı bir gerçek.
İki sezon boyunca Gençlerbirliği’nde görev yapan
Fuat Çapa, İlhan Cavcav’ın en uzun süre çalıştığı
teknik direktör oldu. Bu Çapa’nın kırmızı-siyahlıları
ikinci kez çalıştırdığı dönemdi. İlk döneminin sadece
5 maç sürdüğünü hatırlatalım.
Teknik adam
Geldiği G. Gittiği G.
Gün Maç Teknik adam
1. Mustafa Kaplan
2. Kemal Özdeş
3. Mehmet Özdilek
4. Metin Diyadin
5. Fuat Çapa
6. Giray Bulak
7. Ralf Zumdick
8. Thomas Doll
9. Samet Aybaba
10. Mesut Bakkal
11. Bülent Korkmaz
12. Reinhard Stumpf
13. Fuat Çapa
14. Ersun Yanal 15. Mesut Bakkal
16. Ziya Doğan
17. Oğuz Çetin
18. Erdoğan Arıca
19. Ersun Yanal 20. Erdoğan Arıca
21. Walter Meeuws
22. Hasan Gül
23. Samet Aybaba
24. Karol Pecze 25. Yılmaz Vural 26. Luka Peruzovic
11.07.2014
-
29.05.2014 10.07.2014 42
22.10.2013 26.05.2014 216
20.05.2013 21.10.2013 154
01.07.2011 31.05.2013 700
27.05.2011 11.06.2011 15
22.10.2010 26.04.2011 186
01.06.2009 21.10.2010 507
05.11.2008 31.05.2009 207
30.01.2008 03.11.2008 278
29.10.2007 30.01.2008 93
26.09.2007 28.10.2007 29
15.06.2007 17.09.2007 94
07.06.2007 09.06.2007 2
31.08.2005 23.05.2007 630
27.12.2004 29.08.2005 245
06.10.2004 24.12.2004 77
19.05.2004 30.09.2004134
11.08.2002 15.05.2004 643
18.11.2001 04.05.2002167
11.08.2001 03.11.2001 84
14.04.2001 26.05.2001 42
08.01.2000 11.04.2001 459
09.08.1998 26.12.1999 170
19.11.1997 10.05.1998 172
02.08.1997 16.11.1997 106
28
9
79
30
43
25
29
14
4
5
71
22
10
11
86
25
13
7
52
52
24
13
27. Teoman Yamanlar
28. Sadi Tekelioğlu
29. Metin Türel 30. Georges Heylens
31. Metin Türel
32. Zafer Göncüler
33. Agusto Palacios
34. Kurban Berdiev
35. Valery Nepomniachi
36. Battal Tokyay
37. Aldoğan Argon
38. Jozef Jarabinsky
39. Metin Türel
40. Gündüz Tekin Onay
41. Erkan Kural
42. Teoman Yamanlar
43. İbrahim Aydın
44. Kadri Aytaç
45. Tınaz Tırpan
46. Hüsnü Macurni 47. Metin Türel
48. Erkan Kural
49. Tınaz Tırpan
50. Kadri Aytaç
51. Teoman Yamanlar Geldiği G. Gittiği G.
Gün Maç
20.04.1997 25.05.1997
14.11.1996 13.04.1997
10.08.1996 03.11.1996
07.07.1995 19.05.1996
17.12.1994 21.05.1995
27.02.1994 27.11.1994
06.02.1994 20.02.1994
29.08.1993 22.12.1993
23.08.1992 30.05.1993
26.04.1992 17.05.1992
01.09.1991 19.04.1992
26.08.1990 19.05.1991
14.01.1990 20.05.1990
03.09.1989 30.12.1989
28.08.1988 14.05.1989
20.03.1988 29.05.1988
06.03.1988 13.03.1988
03.01.1988 28.02.1988
30.08.1987 27.12.1987
16.08.1987 17.08.1987
24.08.1986 14.06.1987
01.09.1985 01.06.1986
21.08.1983 02.06.1985
29.08.1982 19.06.1983
23.08.1981 23.05.1982
35
150
85
317
155
273
14
115
280
21
231
266
126
100
259
70
7
56
119
1
294
273
651
294
273
5
20
12
40
17
26
3
16
31
4
28
31
19
19
34
11
2
9
19
1
47
39
78
38
31

Benzer belgeler

Bade Birahanesi - Hayatım Futbol

Bade Birahanesi - Hayatım Futbol ‘İstikrar ve Özeleştiri kültürünü’ irdeledi. 2002’de finale çıkan takıma rağmen sorunların hasır altı edilmeyişini, 114 yıllık futbol federasyonu tarihinde sadece 11 federasyon başkanı ve 9 teknik ...

Detaylı

HF132 - Hayatım Futbol

HF132 - Hayatım Futbol 74’ten sonra oyun Hollanda ile total görünmeye başlandı. 84’te Fransa’yı 3-5-2 ile şampiyon yapan Hidalgo’dan feyz alan Bilardo 86’da Arjantin’i kupaya taşıdı. 94’ten sonra ön libero ile 4’lüye dön...

Detaylı