APPLS Ameliyatına Güncel Bakış, Endikasyonlar ve Cerrahi Teknik

Transkript

APPLS Ameliyatına Güncel Bakış, Endikasyonlar ve Cerrahi Teknik
XIII. Ulusal
Hepato Gastroenteroloji Kongresi
XV. Euroasıan Congress of
Gastroenterology and Surgery
IV. Ulusal Gastroenteroloji
Cerrahisi Kongresi
27 Nisan - 01 Mayıs 2016
glorıa golf hotel / antalya
BİLDİRİ ÖZETLERİ KİTABI
Sayın Meslektaşlarımız,
Hepato Bilio Pankreatoloji Derneği tarafından 27 Nisan – 01 Mayıs 2016 tarihleri arasında Antalya Gloria Hotel’de
düzenlenecek olan 13. Ulusal Hepato Gastroenteroloji Kongresi, 15. Avrasya Gastroenteroloji Kongresi ve 4. Ulusal
Gastroenteroloji Cerrahisi Kongresi’ ne sizi davet etmenin mutluluğunu yaşamaktayız.
Standartlarımızı artırarak bu yıl da geçmiş yıllarda yaptığımız kongrelerden bir basamak daha önde ve daha başarılı
bir kongre yapmayı planlamaktayız. Her zaman olduğu gibi kendi sahasında isimleri dünyaca öne çıkmış bilim
insanlarını davet ediyoruz.
Sizlerden aldığımız güçle, giderek artan azim ve kararlılığımız ile yolumuza devam ediyoruz. Kongremizde
Gastroenteroloji’nin en sıcak konularının, en deneyimli bilim insanları tarafından size ulaştırılması için tüm
gücümüzle çalışıyoruz. Ayrıca bu kongredeki kurs günümüzde uygulamalı gastroenteroloji yeni metodlarlı da
programa eklenmiştir.
Sosyal programlar ve kongre sürprizleri ile renklenecek kongremizin verimli geçmesi siz değerli meslektaşlarımızın
katılım ve katkıları ile mümkün olmaktadır. Bunun yanı sıra Antalya’nın tarihi ve doğal güzelliklerini doya doya
yaşayabileceğiniz zengin programlar kongremize renk katacaktır.
Bu düşünceler ışığında; 27 Nisan – 01 Mayıs 2016 tarihleri arasında Antalya Gloria Hotel’de gerçekleştirilecek olan
13.Ulusal Hepato Gastroenteroloji Kongresi, 15. Avrasya Gastroentereoloji Kongresi ve 4. Ulusal Gastroenteroloji
Cerrahisi Kongresi’nde sizleri aramızda görmeyi umuyor, değerli katkı ve katılımlarınızı bekliyoruz.
Saygılarımla,
Prof. Dr. Hasan ÖZKAN
Kongre Başkanı
XIII. Ulusal
Hepato Gastroenteroloji Kongresi
index
XV. Euroasıan Congress of
Gastroenterology and Surgery
IV. Ulusal Gastroenteroloji
Cerrahisi Kongresi
BİLİMSEL PROGRAM
• 28 Nisan 2016, Perşembe..............................................................................................................................................17-19
• 29 Nisan 2016, Cuma.....................................................................................................................................................19-22
• 30 Nisan 2016, Cumartesi.............................................................................................................................................22-26
DAVETLİ KONUŞMACI METİNLERİ
• Pankreatik Psödokistlerin Yönetimi.............................................................................................................................. 31
Abdurrahman KADAYIFÇI
• Toksik Megakolonun Yönetimi...................................................................................................................................... 32
Abdurrahim SAYILIR
• Trombositopeni ve Trombosit Fonksiyon Bozukluklarında Girişimsel İşlemler................................................ 33
Adnan TAŞ
• Helicobacter Pylori’nin Güncel Tedavisi.................................................................................................................34-36
Ahmet AYDIN
• Karaciğer Hastaliklarinda Beslenme Önerileri.......................................................................................................36-38
Arif Mansur ÇOŞAR
• Crohn Hastaliğinda Doğal Seyir ve Hastalik Aktivitesinin Takibi...................................................................38-39
Cem ÇEKİÇ
• Otoimmün Pankreatit / Otoimmün Kolanjit: Tanı Zorlukları / Tedavide Yenilikler.......................................... 39
Cemal Nuri ERÇİN
• Üst Gastrointestinal Sistem Kanamalarında Tedavi Yöntemleri........................................................................40-41
Çiseli ALTUNTAŞ
• Ankara Üniversitesi Karaciğer Nakli Deneyimi.......................................................................................................... 42
Deniz BALCI
• APPLS Ameliyatına Güncel Bakış, Endikasyonlar ve Cerrahi Teknik.............................................................42-43
Deniz BALCI
• Non Kardiak Göğüs Ağrısına Yaklaşım...................................................................................................................43-44
Elife ERARSLAN
• Pankreatikobilyer Ulatrasonografi............................................................................................................................44-45
Engin ALTINTAŞ
• Özofagus ve Total Gastrektomi Sonrası Gelişen Anastomoz Kaçaklarına Yaklaşım.......................................... 45
Erdal Birol BOSTANCI
• İnflamatuar Barsak Hastalıklarında Beslenme Önerileri.....................................................................................45-46
Erdem AKBAL
• Kılavuzdan Kliniğe Çölyak Hastalığı.......................................................................................................................46-47
Erdem KOÇAK
• Sirozlu Hastada Sıvı Yükü ve Assit Tedavisi..........................................................................................................47-49
Fatih ALBAYRAK
• Akut Pankreatit.............................................................................................................................................................49-53
Fatih BEŞIŞIK
• Kolon Kanserinde Komplet Mezokolik Eksizyon Sağkalımı Artırır mı?.........................................................53-54
M.Fatih CAN
• Variseal ve Nonvariseal Üst Gastrointestinal Kanamalarda Güncelleme.........................................................54-55
Fatih GÜZELBULUT
• Hepatopulmoner Sendrom Güncel Tedavi..............................................................................................................55-56
Fuat EKİZ
• HCV-İlgili Hepatokarsinogenezin Moleküler Patogenezi...................................................................................56-57
Hikmet AKKIZ
• Pankreatitte Nekroz Yönetimi....................................................................................................................................57-58
İrfan KORUK
• APPLS Ameliyatına Güncel Bakış, Endikasyonlar ve Cerrahi Teknik.............................................................58-59
İsmail BALIK
• Wilson Hastalığında Değişen Ne Var?.....................................................................................................................59-60
Kadir DEMİR
• Kronik Ppi Kullanımına Bağlı Gelişen Komplikasyonlar...................................................................................61-62
Kamil ÖZDİL
• Hemofili Hastalarında Üst Gastrointestinal Sistem Kanamasına Yaklaşım.....................................................62-63
Mehmet ASIL
• PBS de Ne Değişti? Niçin Değişti?................................................................................................................................. 63
Mehmet DEMİR
• Refrakter Gastroözofageal Reflü Hastalığı..............................................................................................................64-65
Murat Taner GÜLŞEN
• Kolon Kanseri Taraması ve Takibi............................................................................................................................66-68
Murat KEKİLLİ
• Pankreas Anastomoz Kaçaklarına Yaklaşım................................................................................................................ 69
Mustafa KEREM
• Dispepsiye İlk Yaklaşım.............................................................................................................................................69-71
Rafet METE
• İnflamatuvar Barsak Hastalığında Aşı, İmmunizasyon........................................................................................72-73
Rahmet GÜNER
• İnflamatuvar Barsak Hastalığı FIRSATÇI ENFEKSİYONLAR................................................................................ 73
Reşat ÖZARAS
• İGaucher Hastalığı........................................................................................................................................................74-76
Selami KOÇAK
• Kolonoskopi Komplikasyonları................................................................................................................................76-77
Selma DAĞCI
• Kolon Poliplerinde Kombine Endoskopik Laparoskopik Cerrahi.....................................................................77-78
Tahsin DALGIÇ
• Nonalkolik Yağlı Karaciğer Hastalığı: Biyopsi Gerekli mi?..................................................................................... 78
Teoman DOĞRU
• Kisa Barsak Sendromu: Etyoloji ve Semptom-Bulgular............................................................................................ 79
Timuçin AYDOĞAN
• Kolonoskopiye Hazırlık..............................................................................................................................................80-81
Yasemin ATEŞ
• İnflamatuvar Barsak Hastalıklarında Displazinin Tespiti ve Yönetimi................................................................. 82
Yaşar ÇOLAK
• ACG: Eozinofilik Özofajit(ÖEo) Hakkında Klinik Kılavuz: 2016.güncelleme:.................................................... 83
Yüksel ATEŞ
SÖZLÜ BİLDİRİLER
• SS-001 / Serum Kantitatif HBsAg Düzeyleri ve Doku HBsAg / HBcAg Ekspresyonu Arasındaki İlişki........ 87
Ömer Öztürk, Seyfettin Köklü, Cenk Sökmensüer, Osman Yüksel, Ömer Başar, Tuğrul Purnak, Hayretdin Köklü
Halis Şimşek, Gonca Tatar
• SS-004 / Ülseratif Kolit Hastalarında Koroid Kalınlığının Değerlendirilmesi................................................87-88
Ali Kurt, Raşit Kılıç, Bilal Ergül, Çağlar Öktem
• SS-007 / İleri Yaş Perianal Fistül Nüksünü Artırıyor Mu?......................................................................................... 89
Orhan Gözeneli
• SS-008 / Hepatit B Hastalarında Tedaviye Bağlı Nefrotoksisitenin Predikte Edilmesinde Serum
Cystatin-C Düzeyinin Önemi.......................................................................................................................................... 90
Ali Rıza Köksal, Salih Boğa, Hüseyin Alkım, İlker Şen, Şebnem Tekin Neijmann, Canan Alkım
• SS-009 / Radyasyon Koliti Oluşturulmuş Sıçanlarda Ghrelinin Barsak Anastomozu Üzerine Etkisi............. 91
Orhan Uzun, Cebrail Akyüz, Necdet Fatih Yaşar, Kıvanç Derya Peker, Aziz Serkan Senger, Mürşit Dinçer
Erdal Polat, Mustafa Duman, Kamuran Cumhur Değer, Sinan Yol
• SS-010 / Mide Kanseri Cerrahisinde Dokuz Yıllık Klinik Deneyimlerimiz: Retrospektif İnceleme............... 92
Orhan Uzun, Aziz Serkan Senger, Mürşit Dinçer, Erdal Polat, Mustafa Duman, Kamuran Cumhur Değer
Durmuş Ali Çetin, Hüseyin Çiğiltepe, Ebybekir Gündeş, Ulaş Aday, Sinan Yol
• SS-012 / İyileşmeyen Perianal Crohn Hastalığının Cerrahi ve V.A.C. Sistemi ile Kapatılması
Olgu Sunumu................................................................................................................................................................92-93
Orhan Uzun, Aziz Serkan Senger, Mürşit Dinçer, Kamuran Cumhur Değer, Erdal Polat, Mustafa Duman,
Hüseyin Çiğiltepe, Durmuş Ali Çetin, Ulaş Aday, Ebubekir Gündeş, Sinan Yol
• SS-020 / İnflamatuvar Bağırsak Hastalıklarında Kalp Hızı Toparlanma Indeksinin Değerlendirilmesi........ 93
Oktay Ünsal, Yasemin Aydoğan Ünsal, Oktay Bulur, Metin Uzman, Esin Beyan, Mehmet Aytürk, Kürşat Dal
Serdar Karakaya, Murat Eser, İbahim Karadağ, Kubilay Şahin, Fatma Kaplan Efe
• SS-023 / Gastrointestinal Stromal Tümörlerde Laparoskopik Rezeksiyonla Eş Zamanlı Gastroskopi......94-95
Hüseyin Çiyiltepe, Ulaş Aday, Ebubekir Gündeş, Durmuş Ali Çetin, Erdal Polat, Kamuran Cumhur Değer
Mustafa Duman
• SS-027 / Kist Hidatik Hastalığında Albendazol’ün ve Cerrahi Tedavinin Karaciğer
Fonksiyon Testlerine Etkisi............................................................................................................................................. 96
Orhan Gözeneli, Ali Uzunköy
• SS-028 / Endoskopik Retrograd Kolanjiopankreatografi Sonrası Laparoskopik Kolesistektomi
Operasyonunda Açığa Konversiyonu Etkileyen Faktörler...................................................................................96-97
Özgür Akgül, Hüseyin Çelik, Enes Malik Üçkan, Serkan Akbulut, Mehmet Keşkek, Mesut Tez
• SS-030 / Safra Taşı İleusunda Cerrahi Yaklaşım....................................................................................................97-98
Murat Coşkun, Adem Yüksel, Hamdi Taner Turgut, Özkan Subaşı, Murat Burç Yazıcıoğlu, Mehmet Özyıldız
Çağrı Tiryaki
• SS-031 / İdiopatik Hepatosplenomegali, Sitopeni, Sirozlu Olgularda Gaucher Hastalığı Sıklığı...............98-99
Şafak Meriç Özgenel, Tuncer Temel, Neslihan Andıç, Ayşegül Özakyol
• SS-034 / Anastomoz Kaçaklarında ve Intestinal Fistüllerde Sürekli Intraluminal Aspirasyon Yönteminin
Tedavideki Etkinliğinin Retrospektif Incelenmesi.............................................................................................99-100
Arif Emre, Mehmet Sertkaya, Emrah Cengiz, Onur Peker, Eyüp Mehmet Pircanoğlu, İlhami Taner Kale
• SS-035 / Delta endemik bölgede HCC: tek merkez deneyimi.........................................................................100-101
Abdurahman Şahin, Nurettin Tunç, Mehmet Yalnız, Ulvi Demirel, Hakan Artaş, Koray Karabulut
Orhan Kürşat Poyrazoğlu, İbrahim Halil Bahçecioğlu
• SS-037 / Appendiks Müsinöz Tümörlerinin Klinikopatoloji Analizi: Tek Merkez Deneyimi................101-103
Arif Emre
• SS-038 / Korozif Özefagus Yanıklarında Metilen Mavisinin Koruyucu ve Antiinflamatuar Etkisi:
Deneysel Çalışma......................................................................................................................................................104-105
Ceren Şen Tanrıkulu, Ayşe Kefeli
• SS-046 / Kolorektal Kanserli Geriatrik Hastalarda MELD Skorunun Karaciğer Metastazını
Öngörmedeki Etkisi.................................................................................................................................................105-106
Şahin Kahramanca, Oskay Kaya, Hakan Güzel, Turgut Anuk
• SS-047 / Karaciğer Kist Hidatiğinin Perkütan Tedavisinde Sekdinger ve Trokar Tekniklerinin
Karşılaştırılması........................................................................................................................................................106-107
Mustafa Özdemir, Hilal Gülsüm Turan Özsoy, Ruşen Acu, Fahrettin Küçükay, Fatma Ayça Edis Özdemir
Baki Hekimoğlu, Utku Mahir Yıldırım
• SS-050 / Kolon Adenomlarında Kombine Endoskopik Laparoskopik Cerrahi Deneyimimiz:
İlk 7 Olgu:.......................................................................................................................................................................... 107
Tahsin Dalgıç, Erdal Birol Bostancı, Murat Ulaş, Musa Akoğlu
• SS-051 / Kolorektal Poliplerde Endoskopik Mukozal Rezeksiyon Deneyimimiz: 137 Olgu........................... 108
Tahsin Dalgıç, Erdal Birol Bostancı, İlter Özer, Musa Akoğlue
• SS-053 / Laparoskopik Sleeve Gastrektomi Sırasında Optik Trokara Bağlı Aort Yaralanması....................... 108
Mehmet Ali Yağcı, Eren Ali Mecit, Murat Öz, Sevinç Yağcı
• SS-054 / Hepatit C ye Bağlı Dekompanse Sirozlu Hastalarda Sofosbuvir/Ledipasvir Etkinliği ve
Güvenirliği; Erken Sonuçlarımız.................................................................................................................................. 109
Mehmet Demir
• SS-058 / Stresin Indüklediği Ağrı Modelinde 5-HT7 Reseptör Mekanizmasının Etkinliği:
Visseral Ağrıda Yeni Bir Tedavi Yaklaşımı.........................................................................................................109-110
Melik Seyrek, Yusuf Serdar Sakin, Özgür Yeşilyurt, Marcelo Leopold, Ahmet Doğrul
• SS-059 / Reflü Özofajiti Olan Hastalarda Diyetin Endoskopik Mukozal İyileşme Üzerine Etkisi.................110
• SS-060 / Kronik Hepatit B Virüs Enfeksiyonu Olan Hastalarda Koroid Kalınlığının Değerlendirilmesi.... 111
Raşit Kılıç, Ali Kurt, Bilal Ergül
POSTER BİLDİRİLER
• PS-001 / ‘Over-The Scope Clip’ Etkinliği: Tek Merkez Deneyimi......................................................................... 115
Muhammet Yener Akpınar, Bülent Ödemiş, Selçuk Dişibeyaz, Erkin Öztaş, Meral Akdoğan, Zeki Mesut
Yalın Kılıç, Ertuğrul Kayaçetin
PS-005 / Santral Parankim Koruyucu Hepatik Rezeksiyonlar: Cerrahi Teknik...........................................115-118
Mehmet Fatih Can
PS-010 / Erken Evre Mide Kanseri Nedeniyle Laparoskopik Total Gastrektomi Yapılan Hastada Geç
Komplikasyona Bağlı Mortalite Nedeni; Internal Herniasyon.......................................................................118-119
Ulaş Aday, Hüseyin Çiyiltepe, Durmuş Ali Çetin, Ebubekir Gündeş, Erdal Polat
PS-012 / Atrofik Gastritin Endoskopik Bulgusu Anlamlı mı?................................................................................ 119
Bilge Baş
PS-013 / PEG ile Yaşlı Hastalarda Yeterli Beslenme Sağlanıyor mu?.................................................................... 120
Bilge Baş
PS-016 / Splenik Arter Anevrizması Tanılı bir Hastaya Cerrahi Yaklaşım...................................................120-121
Kamuran Cumhur Değer, Ebubekir Gündeş, Ali Fedakar, Orhan Uzun, Durmuş Ali Çetin, Ulaş Aday
Hüseyin Çiyiltepe, Erdal Polat, Sabiye Akbulut, Aziz Serkan Senger, Mustafa Duman
• PS-019 / Nefrotik Sendrom Sebebiyle Araştırılan Olguda Saptanan Kolonik Adenokarsinom..............121-122
Hatice Şeyma Eren, Öge Taşçılar, Ferda Özkan, Gülçin Kantarcı, Meltem Ergün
• PS-020 / Akut ve Gangrenöz Kolesistit Ayrımında Platelet/Lenfosit ve Nötrofil/Lenfosit
Oranının Tanısal Değeri..........................................................................................................................................122-123
Yusuf Tanrıkulu, Ayşe Kefeli
• PS-022 / Dev Paraözefagal Herniye Bağlı Kronik Gastrik Volvulus: Nadir Bir Olgu Sunumu................123-125
Hüseyin Çiyiltepe, Fulya Çiyiltepe, Bülent Dinç, Bilge Baş, Ulaş Aday, Ebubekir Gündeş, Durmuş Ali Çetin
• PS-023 / Pankreas Kanserinin Nadir Bir Başvuru Nedeni: Kaşıntı........................................................................ 125
Barış Gelen, Arzu Kılıç Gelen, Mesut Aydın, Müjdat Yazıcı
• PS-025 / Familyal Hipertrigliseridemiye Bağlı Rekürren Akut Pankreatit(2 Olgu)....................................125-126
Nurhan Bilen, Nihat Okçu, Ömer Yılmaz, Hakan Dursun, Fatih Albayrak, Sedat Çiftel
• PS-026 / Hepatoselüler Karsinomu Taklit Eden Izole Hepatik Aktinomikoz Olgusu...............................126-127
Selcan Tülü, Yaşar Çolak, Ebubekir Şenateş, İlyas Tuncer
• PS-029 / ABO Ve Rh Kan Grubunun Türk Hastalarda Gastrit,Ülser ve Mide Kanseri ile İlişkisi................. 127
Bilge Baş, Umut Rıza Gündüz, Bülent Dinç
• PS-031 / Pankreas Adenokarser Sağkalımını Belirlemede Inflamatuvar Belirteçlerin Önemi.................127-128
Elmas Kasap, Emre Gerçeker, Ufuk Demirci, Fatma Ergül, Fatih Düzgün, Ahmed Ramiz Baykan
Serdar Tarhan, Gökhan Pekindil, Beyhan Cengiz Özyurt, Tahir Burhan, Hakan Yüceyar
• PS-034 / Ultrasonografide Safra Kesesinde Polip Saptanan Hastaların Postoperatif
Histopatolojik Bulgularının Analizi............................................................................................................................ 129
Adem Yüksel, Murat Coşkun, Hamdi Taner Turgut, Mehmet Özyıldız, Murat Burç Yazıcıoğlu, Selim Yiğit Yıldız
• PS-035 / Akut Apandisiti Taklit Eden Soliter Çekum Divertiküliti: Üç Olgu..............................................129-130
Adem Yüksel, Osman Civil, Muhammet Kadri Çolakoğlu, Fatih Sümer, Murat Coşkun, Ahmet Tuğrul Eruyar
• PS-036 / Kronik Alkol Alımı Olan Genç Erkek Hastada Saptanan Otoimmun Hepatit................................... 131
Ece Ulukal Karancı, Yaşar Tuna
• PS-037 / Nod Negatif Mide Kanseri Hastalarının Retrospektif Olarak Değerlendirilmesi ve
Sonuçlarımız..............................................................................................................................................................131-132
Orhan Uzun, Mürşit Dinçer, Aziz Serkan Senger, Erdal Polat, Mustafa Duman, Kamuran Cumhur Değer
Ulaş Aday, Ebubekir Gündeş, Hüseyin Çiğiltepe, Durmuş Ali Çetin, Sinan Yol
• PS-038 / Elli Yaş ve Altı Mide Kanserli Hastaların Klinikopatolojik Özellikleri............................................... 132
Orhan Uzun, Aziz Serkan Senger, Mürşit Dinçer, Erdal Polat, Mustafa Duman, Kamuran Cumhur Değer
Ebubekir Gündeş, Hüseyin Çiğiltepe, Ulaş Aday, Durmuş Ali Çetin, Sinan Yol
• PS-039 / Özofago-Gastrik Multiple Yabancı Cisimlerin Komplikasyonsuz Olarak Endoskopik
Çıkarılması.................................................................................................................................................................132-133
Süleyman Coşgun
• PS-040 / Mide Kanserinin Nadir Bir Komplikasyonu: GASTROKOLİK FİSTÜL......................................133-134
Oktay bulur, Murat Eser, İbrahim Karadağ, Kürşat Dal, Oktay Ünsal, Serdar Karakaya, Selcen Deveci
Fatma Kaplan Efe, Bora Aktaş, Esin Beyan, Naim Pamuk, Mithat Eser
• PS-051 / Ostomi Ile Yaşamak; Bir Hayat Kalitesi Çalışması.............................................................................135-136
Kamuran Cumhur Değer, Hasan Erdem, Esra Akdeniz Duran, Ülfet Değer, Enver Reyhan, Oktay İrkörücü
• PS-052 / endoskopik ultrasonografi rehberliğnde metalik stent konarak drenaj yapılan
abdominal abse olgusu............................................................................................................................................136-137
Vüsal Abdurahmanov, Meltem Ergün, Atakan Yeşil, Ercan Kocakoç, Başak Oyan Uluç
• PS-055 / İlginç Bir Ileoçekal Intussusepsiyon Nedeni: Malign Çekum Tümörü.........................................138-139
Doğan Fakıoğlu, Umut Eren Erdoğdu, Harun Sır, Hüseyin Ayhan Kayaoğlu
• PS-058 / Türk Popülasyonunda Çölyak Hastalığının Genel Özellikleri.......................................................139-140
Serdar Karakaya, Oktay Bulur, Kürşat Dal, Oktay Ünsal, Fatma Kaplan Efe, İbrahim Karadağ, Murat Eser
Bora Aktaş, Esin Beyan
• PS-059 / Midenin Nadir Bir Submukozal Tümörü: Schwannom........................................................................... 140
Hamdi Taner Turgut, Adem Yüksel, Murat Coşkun, Mehmet Özyıldız
• PS-062 / Liver Fatty Acide Binding Protein (L-FABP)’in Karaciğer Hasarını Göstermekteki Önemi
Oranının Tanısal Değeri..........................................................................................................................................141-142
Özlem Özer Çakır, Aysun Toker, Hüseyin Ataseven, Ali Demir, Hakkı Polat
• PS-063 / Üst Gastrointestinal Sistem Endoskopilerinde Insidental Olarak Saptanan Ektopik Pankreas..... 142
Durmuş Ali Çetin, Hüseyin Çiyiltepe, Ulaş Aday, Ebubekir Gündeş, Kamuran Cumhur Değer, Mustafa Duman
• PS-065 / Atipik Seyreden Çölyak Hastalığı Vaka Sunumu..............................................................................142-143
Halil Genç, Gokhan Çakar, Gülden Mıcır
• PS-066 / İkinci Basamak Hastaneye Başvuran 50-70 Yaş Aralığındaki Hastaların Kolorektal
Kanser Erken Tarama Programı Bilgi Düzeyi Ve Ilişkili Faktörler....................................................................... 143
Gülden Mıcır, Gökhan Çakar, Halil Genç
• PS-067 / Bulantı Etyolojisinde Sıradışı Yabancı Cisim: PEG Kateter Tapası................................................143-144
Tolga Düzenli, Taner Akyol, Alpaslan Tanoğlu, Muammer Kara, Yusuf Yazgan
• PS-068 / Soliter Kolon Ülseri - Kolon Ca?................................................................................................................... 144
Taner Akyol, Tolga Düzenli, Alpaslan Tanoğlu, Muammer Kara, Yusuf Yazgan
• PS-069 / Diversiyon Kolitine Bağlı GİS Kanaması ve Anastomoz Hattı Darlığı................................................ 145
Tolga Düzenli, Taner Akyol, İlker Sücüllü, Hamdi Tüfekçi, Alpaslan Tanoğlu1 Muammer Kara1 Yusuf Yazgan
• PS-071 / Ailesinde Kolorektal Kanser Hikayesi Bulanan Hastaların Kolorektal Kanser Erken
Tarama Programı Bilgi Düzeyi ve Ilişkili Faktörler .........................................................................................145-146
Gökhan Çakar, Gülden Mıcır, Halil Genç
• PS-074 / Gastrik Çıkış Obstrüksiyonu Nadir Bir Nedeni: Kum Saati Mide........................................................ 146
Bora Aktaş, Ferdane Sapmaz, Metin Uzman, Yaşar Nazlıgül
• PS-077 / Amyand Fıtığında Tedavi Ikilemi: Olgu Sunumu ve Literatür Taraması.....................................146-147
Selçuk Gülmez, Aziz Serkan Senger, Mustafa Duman, Erdal Polat
• PS-078 / Üst Gastrointestinal Sistem Endoskopisinde Saptanan Poliplerin Endoskopik ve
Histopatolojik Özellikleri.......................................................................................................................................147-149
Hüseyin Çiyiltepe, Durmuş Ali Çetin, Ulaş Aday, Ebubekir Gündeş, Kamuran Cumhur Değer, Aziz Serkan
Senger, Orhan Uzun, Erdal Polat, Mustafa Duman
• PS-081 / Ülseratif Koliti Taklit Eden Soliter Rektal Ülser: Olgu Sunumu........................................................... 149
Halil Genç, Eylem Çağıltay, Ertuğrul Çelik
• PS-082 / Daclatasvir-Asunaprevir Kombinasyonu: Dört Olgu Nedeniyle........................................................... 149
Rahmet Güner, Bircan Kayaaslan, Zeliha Koçak Tufan, Gül Ruhsar Yılmaz, Tümer Güven, Mehmet Akın Taşyaran
• PS-083 / Çınar Yaprağı(Planatus Orientalis) Kullanımı Sonrası Gelişen Toksik Hepatit Tablosu;
Olgu Sunumu............................................................................................................................................................149-151
Süleyman Coşgun, Osman Tamer Şahin, Ayşe Kuşcu Tambova
• PS-085 / Çölyak Hastalarının Klinik ve Laboratuar Özellikleri ............................................................................ 151
Bilge Baş
• PS-086 / Anabolik Steroid Kullanımına Bağlı Gelişen Karaciğer Sirozu............................................................. 151
Bilge Baş
• PS-088 / Kronik Hepatit B Hastalarında Kullanılan Uzun Dönem Entekavir Tedavisinin Karaciğer
Histopatolojisine Etki..............................................................................................................................................152-153
Şükran Köse, Bengü Tatar, Selma Gül, Emel Pala
• PS-090 / Tekrarlayan Karın Ağrısı ve Asit ile Gelen Nadir Bir Olgu:
EOZİNOFİLİK GASTROENTERİT............................................................................................................................. 153
Ezgi Avanaz, Gülay Karataş, Özgün Şanal, Tolga Yalçınkaya, Mete Akın, Bülent Yıldırım, Yaşar Tuna
İnci Süleymanlar, Dinç Dinçer
• PS-091 / Benign Nedenlerden Kolesistektomi Yapılan 683 Vakanın Patoloji Sonuçlarının Incelenmesi.....153-154
Sinan Ömeroğlu, Emre Bozkurt, Ufuk Oğuz İdiz, Cemal Kaya, Uygar Demir, Özgür Bostancı, Mehmet Mihmanlı
• PS-092 / ERCP Sonrası Perforasyonlara Yaklaşımda 5 Hastalık Vaka Serisi Oranının Tanısal Değeri......... 154
Emre Bozkurt, Sinan Ömeroğlu, Ufuk Oğuz İdiz, Uygar Demir, Cemal Kaya, Özgür Bostancı, Mehmet Mihmanlı
• PS-093 / Nadir Görülen Izole Dalak Kist Hidatiği Olgusu..................................................................................... 155
Özlem Karpuz, Yaşar Tuna, İsa Çakar, Kağan Çeken
• PS-095 / Mekanik Litotripsi Sırasında Kırılan Basketin Endoskopik Olarak Çıkarılması.......................156-157
İlker Şen, Salih Boğa, Ali Rıza Köksal, Hüseyin Alkım, Canan Alkım
• PS-096 İnce Barsak Tümörlerinde Laparoskopinin Yeri..................................................................................157-158
Hamdi Taner Turgut, Adem Yüksel, Murat Coşkun, Çağrı Tiryaki
• PS-097 İzmir Tepecik Eğitim Ve Araştırma Hastanesi’nde Talasemi Hastalarında
Hepatit B, Hepatit C, HIV Seroprevelansı.................................................................................................................. 158
Şükran Köse, Ayşe Özkan, Hazal Albayrak, Didem Deştioğlu, Bengü Gireniz Tatar, Ufuk Sönmez
• PS-098 / Yutulma Sonrası Karaciğerde Dikiş Iğnesi................................................................................................. 159
Özgür Bostancı, Sinan Ömeroğlu, Emre Bozkurt, Ufuk Oğuz İdiz, Mehmet Mihmanlı
• PS-099 / Kolorektal Kanser Nüksü ve Mortalitesi Üzerinde Trombosit Belirteçleri, Nötrofil/Lenfosit
Oranı Ve Pozitif/ Total Lenf Nodu Oranının Etkisi: Retrospektif Çalışma..................................................159-160
Arif Emre, Sami Akbulut, Mehmet Sertkaya, Muharrem Bitiren, İlhami Taner Kale, Ertan Bülbüloğlu
• PS-101 / Dirençli Hepatik Hidrotoraks Tedavisinde Transjuguler İntrahepatik Portosistemik
Şant (TİPS) Uygulaması Tarama Programı Bilgi Düzeyi ve Ilişkili Faktörler ............................................160-161
Sümeyye Ulutaş Kandil, Aylin Demirezer Polat, Hüseyin Köseoğlu, Osman Ersoy
• PS-103 / Üç Hemoglobin Değeri Ile Başvuran Geriatrik Hastada Nadir GİS Kanaması Sebebi:
Gastrik Antral Vasküler Ektaz (GAVE)...................................................................................................................... 161
Taner Akyol, Tolga Düzenli, Mustafa Kaplan, Alpaslan Tanoğlu
• PS-104 / Masif Rektal Kanamaya Neden Olan Proksimal Jejunuma Fistülize Mesenterik Yerleşimli
Gastrointestinal Stromal Tümör............................................................................................................................161-162
Mehmet Tolga Kafadar, Işılay Nadir, Gürkan Değirmencioğlu, Tuğba Çaviş, Mikdat Bozer
• PS-105 / Erişkinde Insidental Intestinal Malrotasyon: Midgut Volvulus.....................................................162-163
Mehmet Tolga Kafadar, İsmail Bilgiç, Işılay Nadir
• PS-106 / Lokalize Hepatik Tutulumlu Tüberküloz Olgusu.................................................................................... 163
Sinem Şenol, Osman Serdal Çakmak, İsa Sevindir, Aliye Soylu
• PS-108 / Helicobacter Pylori Prevelansı Yüksek Bölgelerde Çölyak Hastalığı Tanısı Daha Güç Müdür?.......163-164
Abdurahman Şahin, Gülçin Cihangiroğlu, Mustafa Cengiz, Yılmaz Bilgiç, Turan Çalhan, Nurettin Tunç
• PS-109 / Brucellosis Sonrası Siroz Gelişen Nadir Bir Olgu Sunumu.................................................................... 164
Memduh Şahin
• PS-110 / Nadir Bir Vaka: Karaciğer Soliter Fibröz Tümörü .................................................................................... 165
Murat Coşkun, Adem Yüksel, Hamdi Taner Turgut
• PS-111 / Pre-Operatif Fibrinojen ve Karsinoembriyonik Antijen(CEA) Bakılması Kolorektal Kanserli
Hastalarda Hastalık Evresi Ve Kematerapi Almayı Ihtimalini Öngörebilir....................................................... 166
Tarık Akar
• PS-112 / Akut Hafif Biliyer Pankreatitte Kolesistektomi Ne Zaman Yapılmalı?.........................................166-167
Adem Yüksel, Murat Coşkun, Hamdi Taner Turgut, Mehmet Özyıldız
• PS-113 / Malign Safra Yolları Darlıklarında PTK ve ERCP Sonuçlarının Karşılaştırılması.....................167-168
Gürhan Adam, Erdem Koçak, Erdem Akbal, Canan Akgün
• PS-114 / Müsinöz Kistadenoma Bağlı Dev Apendiks Mukoseli: Vaka Takdimi.........................................168-169
Mehmet Sertkaya, Arif Emre, Eyüp Mehmet Pircanoğlu, Onur Peker, Emrah Cengiz, Mustafa Karaağaç
• PS-116 / İnflamatuar Barsak Hastalıkları Semptomları Ile Karışan Gecikmiş Kolonda
Yabancı Cisim Olgusu.............................................................................................................................................169-170
Hüseyin Çiyiltepe, Ebubekir Gündeş, Durmuş Ali Çetin, Ulaş Aday, Orhan Uzun, Kamuran Cumhur Değer, Erdal
Polat, Mustafa Duman
• PS-119 / Marketlerdeki Gizli Tehlike; Kronik Kolonya Kullanımına Bağlı Korozif Özofajit.................170-171
Yüksel Güleryüzlü, Mustafa Çelik
• PS-120 / Akut Karının Nadir Bir Nedeni: Kolonoskopi Sonrası Apandisit..................................................171-172
Mehmet Tolga Kafadar, İsmail Bilgiç, Sefa Güliter3
• PS-122 / Metastatik Kolon Kanseri Tedavisinde Bevacizumab Sonrası Ince Barsak Perforasyonu;
Nadir Bir Olgu...........................................................................................................................................................172-173
Durmuş Ali Çetin, Ebubekir Gündeş, Ulaş Aday, Hüseyin Çiyiltepe, Erdal Polat, Kamuran Cumhur Değer, Orhan
Uzun, Mustafa Duman
• PS-125 / Metastatik Gastrointestinal Malign Melanom Olgusu............................................................................. 173
Salih Boğa, Hüseyin Alkim, Ali Rıza Köksal, İlker Şen, Ayşe Ayşim Özağarı, Canan Alkım
• PS-129 / İnflamatuar Barsak Hastalıklarında, Hastalığın Aktif ve Remisyon Dönemlerinde
Serum Obestatin, Ghrelin, Visfatin, Nesfatin, Omentin ve IL-6 Seviyelerinin Karşılaştırılması...........173-174
Erdem Akbal, Şengül Beyaz, Hakan Türkon, Erdem Koçak
• PS-131 / Yutma Güçlüğü Ile Başvuran Gebe Olgu.................................................................................................... 174
Kadir Gişi, Ali Çetinkaya
• PS-133 / Karaciğer Transplantasyonu Sonrası Gebelik ve Konjenital Anomalili Bebek Vaka Bildirimi.....174-175
Ufuk Avcıoğlu, Ahmet Özek, Özge Çiçek Özek, Aydan Biri
• PS-134 / Kronik Hepatit C Enfeksiyonu’nun Beta Talasemi Major’lu olguda Daclatasvir &
Asunoprevir ile Tedavisi................................................................................................................................................ 175
Hayretdin Köklü, Seyfettin Köklü, Ömer Öztürk, Evrim Kahramanoğlu Aksoy, Nomin Tseveldorj
• PS-135 / Anorektal Malign Melanoma ........................................................................................................................ 176
Vedat Göral, Ragıp Ortaç
• PS-136 / İnsan Mezenter Iskemisinde Serotonin Reseptörlerinin Rolünün Fonksiyonel ve
Moleküler Olarak Incelenmesi..............................................................................................................................176-177
Hüsamettin Gül, Nail Ersöz, Mehmet İnce, Melik Seyrek, İhsan Yeşim Kaylan, Oğuzhan Yıldız
• PS-137 / Glikojenik Akantoz Insülin Direnci ve Metabolik Sendromun Göstergesidir.................................. 177
Mustafa Tahtacı, Aylin Demirezer Bolat, Öykü Tayfur Yürekli, Hüseyin Köseoğlu, Murat Başaran, Reyhan Ersoy
Sevil Özer Sarı, Osman Ersoy
• PS-138 Melena İle Başvuran Bir Olguda Midedeki 52 Adet Naylon Poşet Parçalarının Endoskopik
Çıkarılması.................................................................................................................................................................177-178
Mustafa Kaymazlı, Fatma Demirbaş, Mustafa Emre Duygulu, İbrahim Gören, Beytullah Yıldırım, Talat Ayyıldız
Uğur Adıgüzel, Ahmet Bektaş
• PS-144 / Heliz Hepatotoksisitesi............................................................................................................................178-179
Mesut Aydın, Ahmet Cumhur Dülger, Burak Suvak, Şehmuz Ölmez, Hayriye Tanin
• PS-146 / Olgu sunumu:Mide Çıkış Obstrüksiyonu Ve Üst Gastrointestinal Kanama Ile Prezente Olan
Duodenuma Migre Olmuş Dev Lipom.................................................................................................................179-180
Süleyman Sayar, Resul Kahraman, Oğuzhan Öztürk, Zuhal Çalışkan, Hakan Demirdağ, Atilla Bulur, Nermin
Kutlu Bilgiç, Hamdi Levent Doğanay, Kamil Özdil
• PS-148 / Uzun Süre Yüksek Seyreden CA 19-9 yüksekliğinin Sebebi: Larinks Kanseri................................... 180
Hasan Özkan, Muhammed Fatih Karakaya, Zihni Karayel
• PS-149 / Proximal Jejunumu Atake Etmiş Mezenterik Fibromatozisin Radikal Cerrahi Sonrasında
Lokal Nüksü; En Uygun Tedavi Seçeneği Nedir? Olgu Sunumu ..................................................................181-183
Selçuk Gülmez, Aziz Serkan Senger, Orhan Uzun, Kamuran Cumhur Değer, Erdal Polat, Mustafa Duman
• PS-150 / Barret Hastalığı Gelişiminde Vücut Kitle Indeksi, Vücut Yağ Oranı,
Abdominal Yağ Alanı ve Sigara Kullanımın Etkisi...........................................................................................183-184
Turgut Anuk, Şahin Kahramanca, Oskay Kaya
• PS-151 / Gastro Özefageal Reflü Hastalığı Gelişimine Vücut Kitle Indeksi, Vücut Yağ Oranı ve
Abdominal Yağ Alanının Etkisi.............................................................................................................................184-185
Şahin Kahramanca, Oskay Kaya, Turgut Anuk, Sergülen Aydın
• PS-152 / Elektif Kolonoskopi Sonrası Acil Vakaya Dönüşüm; İyatrojenik Kolon Perforasyonu................... 186
Ebubekir Gündeş, Hüseyin Çiyiltepe, Ulaş Aday, Durmuş Ali Çetin, Aziz Serkan Senger, Orhan Uzun, Kamuran
Cumhur Değer, Mustafa Duman
• PS-153 / Plummer Vinson Sendromu: Klinik Deneyimlerimiz ve Türkiye Literatürünün Derlenmesi........ 186
Ebubekir Gündeş, Durmuş Ali Çetin, Hüseyin Çiyiltepe, Ulaş Aday, Orhan Uzun, Kamuran Cumhur Değer, Erdal
Polat, Mustafa Duman
• PS-154 / Kardiyak Nedenlerle Hastanede Yatan Hastalarda Spontan Rektus Kılıf Hematomu;
Tek Merkez Deneyimi.............................................................................................................................................186-187
Ebubekir Gündeş, Durmuş Ali Çetin, Ulaş Aday, Hüseyin Çiyiltepe, Orhan Uzun, Kamuran Cumhur Değer, Aziz
Serkan Senger, Mustafa Duman, Erdal Polat
• PS-158 / Crohn Hastalığında İnfliximab Tedavisi Sırasında Gelişen Akut Miyeloblastik Lösemi Olgu
Sunumu.............................................................................................................................................................................. 187
Resul Kahraman, Ümran Keskin, Turan Çalhan, Oğuzhan Öztürk, Zuhal Çalışkan, Hakan Demirdağ,
Süleyman Sayar, Atilla Bulur, Hamdi Levent Doğanay, Kamil Özdil
• PS-159 / Karaciğerde Psödotümör Görüntüsü Oluşturan Kist Hidatik Olgusu.................................................. 188
Oğuzhan Öztürk, Şeyma Meliha Su Dur, Resul Kahraman, Zuhal Çalışkan, Hakan Demirdağ, Süleyman Sayar
Atilla Bulur, Nermin Mutlu Bilgiç, Roni Atalay, Levent Doğanay, Kamil Özdil
• PS-161 / Hepatit B Hastalarında Doku Bakır Düzeylerinin Cinsiyetlere Göre Önemi..................................... 188
Memduh Şahin
• PS-163 / Retroperitoneal Nüks Dev Liposarkom Olgusu........................................................................................ 189
Mehmet Ali Yağcı, Eren Ali Mecit, Özlem Sever, Sevinç Yağcı, Ayşegül Küçükosmanoğlu, Mehmet Onay
Rima Davutoğlu
• PS-164 / Rektum Cerrahisi Sonrası Mezodefekti Kapatılmalı mı?........................................................................ 189
Mehmet Ali Yağcı, Eren Ali Mecit, Özlem Sever, Sevinç Yağcı, Mehmet Onay
• PS-165 / Perkütan Yolla Tedavi Edilen Kist Hidatiğin Nadir Bir Sonucu: Kistin Biliyer
Sisteme Açılması.............................................................................................................................................................. 190
Muhammed Fatih Karakaya, Çağdaş Kalkan, Melek Gonca Karakaya, Necati Örmeci
• PS-167 / Özofagus Varis Kanamalarında Yeniden Kanama ve Mortalite Tahmininde Glasgow
Blatchford, Aims65 ve Endoskopi Öncesi Rockall Skorlarının Karşılaştırılması.............................................. 191
Göktuğ Şirin, Hasan Yılmaz, Murat Öztürkler, Altay Çelebi, Ömer Şentürk, Sadettin Hülagü
• PS-168 / Senkron Anal Kanal ve Rektum Malign Melanom................................................................................... 191
Mehmet Ali Yağcı, Eren Ali Mecit, Özlem Sever, Sevinç Yağcı, Rima Davutoğlu
XIII. Ulusal
Hepato Gastroenteroloji Kongresi
XV. Euroasıan Congress of
Gastroenterology and Surgery
IV. Ulusal Gastroenteroloji
Cerrahisi Kongresi
27 Nisan - 01 Mayıs 2016
glorıa golf hotel / antalya
BİLİMSEL PROGRAM
SALON A
28 Nisan 2016 Perşembe
SALON B
HEPATOLOJİ
KURSU
Necati ÖRMECİ
Mehmet YALNIZ
Cem AYGÜN
TEMEL ULTRASONOGRAFİ
KURSU
SALON C
SÖZLÜ BİLDİRİLER
(CERRAHİ)
Yusuf ÖZOĞUL
Ümit KOÇ
SS-030, SS-036
08:00
SS-045, SS-046
09:00
SS-048, SS-053
ROBOTİK CERRAHİ
KURSU
Abdülkadir DÖKMECİ
Orhan SEZGİN
Kurs Açılışı:
Musa AKOĞLU
08:45 Başlarken:
09:00 Necati ÖRMECİ
08:45 Başlarken:
09:00 Abdülkadir DÖKMECİ
Robotik Cerrahinin Tari09:10
hçesi
09:30
Eren BERBER
Hepatit B’de
09:00
Güncel Tedavi
09:30
Çetin KARACA
Hepatit C’de
09:30
Güncel Tedavi
10:00
Ulus Salih AKARCA
Hepatit D’de
10:00
Güncel Tedavi
10:30
Cihan YURTAYDIN
10:30
11:00
09:30 Robotik Cerrahi Sistemler
09:50 Thomas ROGULA
09:50 Robotik Bariatrik Cerrahi
10:10 Thomas ROGULA
10:10
Tartışma
10:30
KAHVE MOLASI
HEPATOLOJİ
KURSU
Yaşar NAZLIGÜL
Hadi YAŞA
Ahmet BEKTAŞ
Hepatopulmoner Sen11:00
drom Güncel Tedavi
11:20
Fuat EKİZ
Hepatorenal Sendromda
11:20
Güncel Tedavi
11:40
Ramazan KURT
11:40
12:00
Sirozlu Hastada Sıvı Yükü
ve Ascit Tedavisi
Fatih ALBAYRAK
12:00
12:20
Hepatik Ensefalopatinin
Güncel Tedavi
Ebubekir ŞENATEŞ
12:30
13:30
Karaciğerin
09:00 Ultrasonografik
09:30 Değerlendirilmesi
Orhan SEZGİN
Pankreasın ve Biliyer
09:30 Sistemin Ultrasonografik
10:00 Değerlendirilmesi
Engin ALTINTAŞ
İnce Barsak ve Kolonun
10:00 Ultrasonografik
10:30 Değerlendirilmesi
İlhami YÜKSEL
TEMEL ENDOSONOGRAFİ
KURSU
H. Mehmet SÖKMEN
Belkız ÜNSAL
Kadir BAHAR
Temel Endosonografi
11:00
Bilgileri ve Eğitimi
11:20
Emrah ALPER
Pankreasın Endosonografik
11:20
Değerlendirilmesi
11:40
Deniz Güney DUMAN
Biliyer Sistemin
11:40 Endosonografik
12:00 Değerlendirilmesi
Meltem ERGÜN
Subopitelyal Lezyonların
12:00 Endosonografik
12:20 Değerlendirilmesi
Mahmut ARABUL
ÖĞLE YEMEĞİ
17
ROBOTİK CERRAHİ
KURSU
Eren BERBER
11:00 Robotik Tek Port Cerrahisi
11:30 Thomas ROGULA
11:30 Robotik Gastrik Cerrahi
12:00 Woo Jin HYUNG
Robotik Gastrik Cerrahide
12:00 Indocyanine Yeşil
12:30 Uygulamaları
Woo Jin HYUNG
SALON A
13:30
14:30
IBH
KURSU
Murat TÖRÜNER
Nihat OKÇU
Toksik Megakolonun
14:30
Yönetimi
15:00
Burak SUVAK
IBH’da Displazinin Tesbiti
15:00
ve Yönetimi
15:30
Yaşar ÇOLAK
IBH’lı Gebe ve Emziren
15:30
Hastaya Yaklaşım
16:00
İsmail Hakkı KALKAN
16:00
16:30
IBH
KURSU
Hilmi ATASEVEN
Mehmet ARHAN
E. Birol BOSTANCI
Fistülizan ve Stiktürel
Crohn Hastalığında
16:30
Medikal ve Endoskopik
17:00
Tedavi
Ömer ŞENTÜRK
Fistilüzan ve Striktürel
17:00 Crohnlu Hastada Cerrahi
17:30 Tedavi
Ethem GEÇİM
17:30 Fırsatçı Enfeksiyonlar
18:00 Reşat ÖZARAS
28 Nisan 2016 Perşembe
SALON B
SALON C
UYDU SEMPOZYUMU
HCC’de Multidisipliner Yaklaşımın Önemi
Moderatör: Osman ÖZDOĞAN
Konuşmacı: Hasan Şenol COŞKUN
HEMATOLOJİK
ROBOTİK CERRAHİ
PROBLEMLER
KURSU
Selami Koçak TOPRAK
Necati YENİCE
Eren BERBER
Sabiye AKBULUT
Trombosit Fonksiyon
Bozukluğu ve
Robotik Karaciğer Cerra14:30
14:30
Trombositopenide
hisi
15:00
15:00
Girişimsel İşlemler
Eren BERBER
Adnan TAŞ
Yeni Antitrombotikler
ve Gastrointestinal
Diğer Robotic Genel Cer15:00
15:00
Prosedürlerde
rahi Uygulamalar
15:30
15:30
Eren BERBER
Antitrombotik Yönetimi
Beytullah YILDIRIM
Güney Kore'de Robotik
Hemofili Hastalarda Üst
15:30
15:30 Cerrahinin Gelmiş Olduğu
GIS Kanamasına Yaklaşım
16:00
16:00 Nokta
Mehmet ASIL
Woo Jin HYUNG
KAHVE MOLASI
KONFERANS
Ali DEMİR
Musa AYDINLI
Selim AYDEMİR
ROBOTİK CERRAHİ
KURSU
Eren BERBER
Varisial ve Nonvarisial
16:30
Kanamalarda Güncelleme
17:00
Fatih GÜZELBULUT
Gonca TATAR
Ahmet UYANIKOĞLU
Yusuf YAZGAN
Akut Pankreatitin Güncel
17:00
Tedavisi
17:30
Fatih BEŞIŞIK
Selahattin ÜNAL
İlyas TUNCER
Mehmet YÜCESOY
Helicobacter Pylorinin
17:30
Güncel Tedavisi
18:00
Ahmet AYDIN
18
Videolar Eşliğinde Kursun
16:30
Değerlendirilmesi ve
18:00
Tartışma
Eren BERBER
SALON A
IBH’da Aşı,
18:00
Ümmünizasyon
18:30
Rahmet GÜNER
20:00
20:30
20:30
28 Nisan 2016 Perşembe
SALON B
AKILCI İLAÇ KULLANIMI
Kadri GÜVEN
18:00 Akılcı İlaç Kullanımı
18:30 İsmail BALIK
AÇILIŞ TÖRENİ (SALON A)
AÇILIŞ KOKTEYLİ
SALON A
SÖZLÜ BİLDİRİLER
(IBH)
Cem KOÇKAR
İlhami YÜKSEL
Yusuf UZUN
SS-002, SS-004
08:00
SS-020, SS-039
09:00
SS-052
29 Nisan 2016 Cuma
SALON B
SÖZLÜ BİLDİRİLER
(HEPATOLOJİ VİRAL)
Mehmet YALNIZ
Halil İbrahim BAHÇECİOĞLU
Metin UZMAN
SS-001, SS-008
08:00
SS-035, SS-049
09:00
SS-054
PANEL / CROHN
HASTALIĞI
PANEL / NON-ALCHOLIC YAĞLI
KARACİĞER HASTALIĞI
Selahattin ÜNAL
Musa AKOĞLU
Belkız ÜNSAL
Doğal Seyir ve Hastalık
09:00
Aktivitesinin Takibi
09:20
Cem ÇEKİÇ
Remisyon ve
İdame Tedavisinde
09:20
İmmünsüpresif Ajan
09:40
Kullanımı
Mehmet ARHAN
Abdurrahman KADAYIFÇI
Ayşegül ÖZAKYOL
Hakkı POLAT
Nonalkolik Yağlı Karaciğer
09:00
Hastalığı: TARAMA
09:20
Alpaslan TANOĞLU
09:40 Yeni Biyolojik Ajanlar
10:00 Abdurrahim SAYILIR
Crohn Hastalığının
10:00 Cerrahi Öncesi ve Sonrası
10:20 Yönetimi
Murat TÖRÜNER
10:20
10:30
SALON C
SÖZEL BİLDİRİLER (CERRAHİ)
İ. Taner KALE
Mutlu DOĞANAY
SS-007, SS-009
18:00
SS-014, SS-016
18:30
SS-028, SS-034
SALON C
SÖZLÜ BİLDİRİLER
(CERRAHİ)
Mustafa DUMAN
Enver REYHAN
SS-010, SS-015
08:00
SS-021, SS-027
09:00
SS-041, SS-042
PANEL / EUROASIAN
GASTROENTEROLOGY AND
SURGERY
Musa AKOĞLU
İlhami Taner KALE
Bariatrik Cerrahide Son
09:00
Durum
09:30
Thomas ROGULA
Nonalkolik Yağlı Karaciğer
09:20 Hastalığı: Biyopsi Gerekli
09:40 mi?
Teoman DOĞRU
09:30
Nonalkolik Yağlı Karaciğer 10:00
09:40
Hastalığı: Tedavi
10:00
Hakan DURSUN
10:00 Gaucher Hastalığı
10:20 Selami Koçak TOPRAK
KAHVE MOLASI
19
Laparoskopik Karaciğer
Cerrahisindeki Son
Gelişmeler
Eren BERBER
Mide Kanserinde Minimal
10:00
İnvasiv Tedavi
10:30
Woo Jin HYUNG
29 Nisan 2016 Cuma
SALON A
SALON B
SALON C
UYDU SEMPOZYUMU
Kronik Hepatit C Tedavisinde VIEKIRAX/EXVIERA ile Hastaya Özel Yaklaşım
10:30
Moderatör: Halis ŞİMŞEK
11:30
Konuşmacılar: Ramazan İDİLMAN, Bilgehan AYGEN
PANEL / MULTİDİSİPLİNER
PANEL / EURASIAN
PANEL / OTOİMMÜN
YAKLAŞIM, OLGULARLA
GASTROENTEROLOGICAL ASSOHASTALIKLARI
MEKANİK İKTERLİ HASTALARA
CIATION
YAKLAŞIM
Hasan ÖZKAN
Şükrü DUMLU
E. Birol BOSTANCI
Halis ŞİMŞEK
Ahmet ALPER
Sait BAĞCI
Şükran KÖSE
Faruk ÇETİN
Novel Therapeutic
Otoimmün Hepatit: Tanı
Strategies for Targeting
11:30
11:30 Zorlukları / Tedavide
11:30 Sunucu:
Liver Cancer and Chronic
11:50
11:50 Yenilikler
11:50 Erol AKSOY
Liver Diseases
Ersan ÖZASLAN
Azra Husic SELİMOVİC
Tartışmacılar:
PBS'de Ne Değişti? Niçin
11:50 HCV in Egypt
11:50
11:50
Değişti?
Cumhur YEĞEN
12:10 Gamal SHIHA
12:10
12:10
Mutlu DOĞANAY
Mehmet DEMİR
İsmail GÖMCELİ
Otoimmün Pankreatit/
Liver Hydatid Disease
Sarper ÖKTEN
Otoimmün Kolanjit: Tanı
12:10 Complicated with
12:10
İrfan KORUK
Zorlukları / Tedavide
12:30 Bile Ducts Lesions
12:30
Cemil SAVAŞ
Yenilikler
Rauf AGAYEV
Nuriye YILDIRIM
Cemal Nuri ERÇİN
New Direct Acting
Antivirals for Hepatitis C
Wilson Hastalığında
12:30 Treatment: Real-Life Results 12:30
Değişen Ne Var?
12:50 in a Real-Life Setting in
12:50
Kadir DEMİR
Turkey
Seyfettin KÖKLÜ
12:50
12:50
Discussion
Tartışma
13:00
13:00
13:00
ÖĞLE YEMEĞİ
13:30
UYDU SEMPOZYUMU
13:30
14:30
Hepatit’de Güncel Gelişmeler
Moderatör: Hasan ÖZKAN
Konuşmacılar: Rahmet GÜNER, Seyfettin KÖKLÜ
20
SALON A
PANEL / GASTROINTESTINAL
MOTILITY ASSOCIATION
Selahattin ÜNAL
Mevlüt KURT
Medical Evaluation
14:30 and Treatment of
14:50 Constipation
Juan Carlos GARCIA
Management of
14:50
Gastroparasis
15:10
Amar ALJUBURI
29 Nisan 2016 Cuma
SALON B
VİDEO
MARATON 1
Moderatörler:
Sadettin HÜLAGÜ
14:30
Mehmet İBİŞ
16:00
Bülent ÖDEMİŞ
Fatih ASLAN
Yaşar TUNA
Intestinal Microbiota and
15:10
Irritable Bowel Syndrome
15:30
İbrahim DOĞAN
16:00
16:20
SALON C
PANEL
Mehmet ÇAĞLIKÜLEKÇİ
Metin ERCAN
Major Hepatektomi
Planlanan Hastanın
14:30 Preoperatif, Operatif ve
15:00 Postoperatif Yönetimi:
İncelikler
Cüneyt KAYAALP
Portal Ven Trombozunda
15:00 Karaciğer Nakli (Hangi
15:30 Hastalara, Nereye Kadar)
Sezai YILMAZ
APPLS Ameliyatına Güncel
15:30 Bakış, Endikasyonlar ve
16:00 Cerrahi Teknik
Deniz BALCI
KAHVE MOLASI
UYDU SEMPOZYUMU
Moderatör: Abdülkadir DÖKMECİ
Integrating Radioembolisation into the Longitudinal Management of HCC
16:20
Alexander DECHENE
17:20
Radiation Segmentectomy and Lobectomy: Clinical Evidence and Experience with Therasphere®
Jens THEYSOHN
VİDEO
PANEL
KONFERANS
MARATON 2
GASTROİNTESTİNAL FİSTÜL
Abdülkadir DÖKMECİ
Abdurrahman ŞİMŞEK
Bülent KANTARÇEKEN
Soner AKBABA
Yaşar ÇOLAK
Özofajektomi ve Total
ERCP; Minumun Risk,
Gastrektomi Sonrası
Moderatörler:
17:20
17:20
Maximum Fayda
Gelişen Anastomoz
17:40
17:40
Kaçaklarına Yaklaşım
Cemil SAVAŞ
Sadettin HÜLAGÜ Fatih
17:20
E. Birol BOSTANCI
ASLAN
18:20
Mehmet İBİŞ
Rektum Cerrahisi Sonrası
Reducing Risk of ERCP
Emrah ALPER
17:40 Gelişen Anastomoz
17:40
Related Complications
Hakan DURSUN
18:00 Kaçaklarına Yaklaşım
18:00
Tolga ERİM
Musa AKOĞLU
Pankreas Anastomoz
18:00
Kaçaklarına Yaklaşım
18:20
Mustafa KEREM
21
SALON A
KONFERANS
E. Birol BOSTANCI
Ahmet BEKTAŞ
Ümit Bilge DOĞAN
Kısa Barsak Sendromunun
18:00
Sebepleri ve Bulguları
18:20
Timuçin AYDOĞAN
Treatment of Patients
with Instestinal Failure
18:20
Associated with Short
18:40
Bowel Syndrome
Yusuf ÖZOĞUL
20:30
29 Nisan 2016 Cuma
SALON B
KONFERANS
SALON C
SÖZLÜ BİLDİRİLER (CERRAHİ)
Emin ALTIPARMAK
Yavuz BEYAZIT
Kerem KARAMAN
Erol AKSOY
18:20
18:40
Fekal Transplantasyon ve
Sonuçları
Ahmet UYGUN
GALA YEMEĞİ
30 Nisan 2016 Cumartesi
SALON A
SALON B
SÖZLÜ BİLDİRİLER
SÖZLÜ BİLDİRİLER
(TRAKTUS)
(HEPATOLOJİ NON-VİRAL)
Sait BAĞCI
İbrahim ERTUĞRUL
Mehmet ASLAN
Beytullah YILDIRIM
Gökhan KABAÇAM
Yüksel SEÇKİN
08:00 SS-003, SS-032, SS-033
08:00 SS-005, SS-006, SS-011
09:00 SS-038, SS-040
09:00 SS-031, SS-055
PANEL / PANKREAS
KONFERANS
Sadettin HÜLAGÜ
Murat TUNCER
Osman ERSOY
Mevlüt KURT
Ali Emrehan TÜZÜN
Emrah ALPER
EUS Evaluation and
Endoscopic Treatment
09:00 Management of Pancreatic 09:00 of Anal Intraepitelial
09:20 Cystic Neoplasms
09:20 Neoplasia
Tolga ERİM
Juan Carlos GARCIA
10:00
10:20
10:20
10:30
10:30
10:50
SALON C
SÖZLÜ BİLDİRİLER
(CERRAHİ)
Can KEÇE
Akif TÜRKOĞLU
08:00 SS-018, SS-024, SS-026
09:00 SS-047, SS-050, SS-051
PANEL / KOLON VE REKTUM
Yusuf ÖZOĞUL
Kerem KARAMAN
TaTME: Avantajı Var
09:00
Mıdır?
09:20
Musa AKOĞLU
Kolon Kanserinde KomUptodate of Management
09:20
09:20 plet Mezokolik Rezeksiof Obscure GI Bleeding
09:40 yon Surviyi Arttırır Mı?
09:40
Amar ALJUBURI
Fatih CAN
Minimally Invasive
Rezektabl Metastatik KoTreatment for Appendiceal
Pankreatik
lon ve Rektum Kanserinde
09:40 Mass Formed After Acute 09:40
Tedavi Algoritması Nasıl
Pseudokistlerin Yönetimi
10:00 Perforated Appendicitis
10:00
Olmalıdır?
Abdurrahman KADAYIFÇI
and Appendectomy
Mutlu DOĞAN
Enver ZEREM
Karaciğer
Kronik Pankreatitte Ağrı
Kolon Poliplerinde KomTransplantasyonunda
Yönetimi ve Kanser Tara- 10:00
10:00 bine Endoskopik LapaMemorial Hastanesi
ması
10:20
10:20 roskopik Cerrahi
Deneyimi
Orhan KOCAMAN
Tahsin DALGIÇ
Yalçın POLAT
10:20
10:20
Tartışma
Tartışma
Tartışma
10:30
10:30
Pankreatitte Nekrozun
09:20
Yönetimi
09:40
İrfan KORUK
09:40
10:00
SS-013, SS-017
18:30
SS-019, SS-037
19:30
SS-043, SS-044
KAHVE MOLASI
22
SALON A
PANEL / TÜRKİYE’DE
ERCP’NİN DÜNÜ BUGÜNÜ
Necati ÖRMECİ
10:50 Konuşmacı:
11:10 Abdülkadir DÖKMECİ
PANEL / EUROASIAN
GASTROENTEROLOGICAL
ASSOCIATION
Necati ÖRMECİ
Sait BAĞCI
Dissection of Global
HBV Pathogenesis and
Ongoing Therapeutic
11:10
Modules for Proof of
11:30
Concept Regarding New
and Novel Therapies
Fazle AKBAR
Innovative Therapy in
11:30
Chronic Hepatitis B
11:50
Mamun ALMAHTAB
30 Nisan 2016 Cumartesi
SALON B
PANEL / GI MALİGN /PREMALİGN
LEZYONLAR
Nihat OKÇU
Yüksel ATEŞ
Altuğ ŞENOL
HCV’de
10:50
Hepatokarsinogenezis
11:10
Hikmet AKKIZ
SALON C
PANEL / OLGULARLA HCC VE
KARACİĞER NAKLİ PANELİ
Sezai YILMAZ
Abdülkadir DÖKMECİ
Olgu Sunumu:
10:50
İnönü Üniversitesi Ka11:10
raciğer Nakli Enstitüsü
Midenin Premalign
Olgu Sunumu: Türkiye
11:10
11:10
Yüksek İhtisas Hastanesi
Lezyonlarında Tanı ve Takip
11:30
11:30
Meral AKDOĞAN
Şahin ÇOBAN
Barret Özofagus, Tarama,
11:30
Takip
11:50
Ali İbrahim SHORBAGİ
Olgu Sunumu:
11:30 Kent Hastanesi
11:50 Murat KILIÇ
The Clinical Utility of
HBsAg Quantification the
Kolorektal Kanser Tarama
11:50
11:50
11:50
Natural Course of Chronic
ve Takip
Tartışma
12:10
12:10
12:10
Hepatitis B
Murat KEKİLLİ
Hasan ÖZKAN
12:10
12:10
Discussion
Tartışma
12:30
12:20
12:30
ÖĞLE YEMEĞİ
13:00
UYDU SEMPOZYUMU
13:00
Opening - Hasan ÖZKAN
13:00
Real Life Cases; Is There One Solution for Every Patient Type?
13:15
Yücel ÜSTÜNDAĞ
13:15
How to Simplify Treatment for Every HCV Patient?
13:30
Orhan SEZGİN
13:30
How to Position New DAAs State of the Art as of 2016?
13:50
Stefan ZEUZEM
13:50
Discussion
14:00
23
SALON A
PANEL / GASTROİNTESTİNAL
TRAKTUS: SEMPTOMDAN
TEDAVİYE
30 Nisan 2016 Cumartesi
SALON B
PANEL /
KARACİĞER
TRANSPLANTASYONU
Şahin ÇOBAN
Ahmet KARAMAN”
Mustafa YAKUT
14:00
14:20
14:20
14:40
14:40
15:00
15:00
15:20
Cihan YURTAYDIN
Murat ALADAĞ
E. Birol BOSTANCI
Karaciğer
Dispepsiye İlk Yaklaşım
14:00 Transplantasyonu:
Rafet METE
14:20 Endikasyonlar ve Hazırlık
Yaşar TUNA
Karaciğer
Refrakter Gör Hastalığının
14:20 Transplantasyonunda
Yönetimi
14:40 AÜTF Deneyimi
Murat Taner GÜLŞEN
Deniz BALCI
Non Kardiyak Göğüs
Postransplant
14:40
İmmunsupresif Tedavi
Ağrısına Yaklaşım
15:00
Elife ERARSLAN
Zeki KARASU
C. Difficile
Posttransplant
Enfeksiyonunun Tanı ve
15:00 Komplikasyonlar ve
Yönetimi
15:20 Yönetimi
Firdevs TOPAL
Ramazan İDİLMAN
15:20
Tartışma
Tartışma
15:30
SALON C
MULTİDİSİPLİNER YAKLAŞIM
PANELİ OLGULARLA SAFRA
YOLU YARALANMALARINA YAKLAŞIM
Musa AKOĞLU
Abdurrahman KADAYIFÇI
Sunucu:
Erol AKSOY
14:00 Tartışmacılar :
15:30
Ahmet BALIK
Haldun GÜNDOĞDU
Murat ULAŞ
Fahrettin KÜÇÜKAY
Bülent ÖDEMİŞ
15:20
15:30
15:30
15:50
PANEL / MALNÜTRİSYON
Yaşar NAZLIGÜL
Alper YURCİ
Yavuz BEYAZIT
KONFERANS
Şebnem GÜRSOY
Ahmet Cumhur DÜLGER
Yusuf UZUN
GIS Hastalarında Mal15:50
nütrisyon
16:10
Yusuf YEŞİL
Kılavuzdan Kliniğe Çölyak
15:50
Hastalığı
16:10
Erdem KOÇAK
15:50
16:10
Karaciğer Hastalıklarında
16:10
Beslenme Önerileri
16:30
Arif Mansur COŞAR
Kılavuzdan Kliniğe
16:10
Eozinofilik Özofajit
16:30
Yüksel ATEŞ
16:10
16:30
KAHVE MOLASI
24
PANEL / MİDE KANSERİ
Nurullah ZENGİN
Mehmet MİHMANLI
Kardia Kanseri Özofagus
Tümörü Mü, Mide Tümörü
Müdür,
Neoadjuvan Tedavi
Sonrası Evreleme Önemli
Midir, Önemliyse Nasıl
Yapmalıyız?
Nuriye YILDIRIM
EGJ Tümörlerinde Cerrahi
Rezeksiyonun Genişliğine
Lenf Nodu Diseksiyonu
Metin ERCAN
SALON A
IBH Hastalarında
16:30
Beslenme Önerileri
16:50
Erdem AKBAL
30 Nisan 2016 Cumartesi
SALON B
KONFERANS
M. Ali ÇETİNKAYA
Timuçin AYDOĞAN
Kronik PPI Kullanımının
16:30
Komplikasyonları
16:50
Kamil ÖZDİL
SALON C
Diffüz Mide Kanserinde
16:30 Cerrahi Yeterli Bir Tedavi
16:50 Midir?
İlter ÖZER
SÖZLÜ BİLDİRİLER (CERRAHİ)
Metin ERCAN
Soner AKBABA
SS-012, SS-022
17:00
SS-023, SS-025
18:00
SS-029, SS-056
28 Nisan 2016 Perşembe
SALON D
HEPATOLOJİ, IBH VE ENDOSKOPİK İŞLEMLER ÇALIŞMA GRUBU TOPLANTISI
10:00-12:00
Hepatoloji Çalışma Grubu
14:00-16:00
IBH Çalışma Grubu
29 Nisan 2016 Cuma
SALON D
ENDESKOPİ HEMŞİRELERİ VE TEKNİSYENLERİ KURSU
Moderatörler: Elife ERARSLAN, Aygül YEŞİL
08:30-09:00
Endoskopi Ünitesi Fiziki Şartları, Birgül KILIÇ
09:00-09:30
Endoskopi Hemşiresinin Görev ve Sorumlulukları, Ruhan TEKİN
09:30-10:00
Endoskopide Sedasyon, Sümeyra DURU
10:00-10:30
Üst Gis Endoskopi Hazırlık, Selma PULLU
10:30-11:30
KAHVE MOLASI
Moderatörler: Osman ERSOY, Cengiz TUTAL
11:30-11:50
Kolonoskopiye Hazırlık, Yasemin ATEŞ
11:50-12:10
Kolonoskopi Bası Teknikleri, Gülsüm KUĞU
12:10-12:30
Peg Kompikilasyonları, Aygül YEŞİL
12:30-14:30
ÖĞLE YEMEĞİ
Moderatörler: Seyfettin KÖKLÜ, Fadime ERGİN
14:30-15:00
Sağlık ve Güvenlik Eğitimi Koruma Yöntemleri, Yeliz ÖZKAN DOĞAN
15:00-15:30
Divertükül İle İlgili Çalışma, Nurşen YALÇINKAYA
15:30-16:00
ERCP de Hemşirelik Yaklaşımı, Özlem ALTUĞ
16:00-17:20
KAHVE MOLASI
25
29 Nisan 2016 Cuma
SALON D
ENDESKOPİ HEMŞİRELERİ VE TEKNİSYENLERİ KURSU
Moderatörler: Yavuz BEYAZİT, Semra EROĞLU
17:20-17:50 Özefagus Varislerinde Tedavi Yöntemleri, Mustafa GELİR
17:50-18:20 Üst Gis Kanamada Tedavi Yöntemleri, Çiseli ALTUNTAŞ
18:20-18:50 Kolonoskopi Komplikasyonları, Selma DAĞCI
30 Nisan 2016 Cumartesi
SALON D
SÖZLÜ BİLDİRİLER
Moderatörler: Seyfettin KÖKLÜ, Yavuz BEYAZIT, Sabiye AKBULUT, Tülay BAKIR
09:00-10:00 SS-057, SS-058, SS-059, SS-060
SOSYAL PROGRAM
Açılış Kokteyli
28 Nisan 2016 Perşembe
Gala Yemeği (Zeynep DİZDAR & Faruk K)
29 Nisan 2016 Cuma
Futbol Turnuvası (ön eleme maçları)
28 Nisan 2016 Perşembe
Futbol Turnuvası (3.lük maçı ve final maçı)
29 Nisan 2016 Cuma
GLORIA OPEN
(Dünya Dans Sporu Federasyonu Bünyesinde Ödüllü 30 Nisan 2016 Cumartesi
Dans Yarışması)
26
Çim Saha Yanı
Ana Salon
Çim Saha
Çim Saha
Gloria Sports Arena
XIII. Ulusal
Hepato Gastroenteroloji Kongresi
XV. Euroasıan Congress of
Gastroenterology and Surgery
IV. Ulusal Gastroenteroloji
Cerrahisi Kongresi
27 Nisan - 01 Mayıs 2016
glorıa golf hotel / antalya
DAVETLİ KONUŞMACI
METİNLERİ
DAVETLİ KONUŞMACI METİNLERİ
Pankreatik Psödokistlerin Yönetimi
Abdurrahman KADAYIFÇI
Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi
Akut ve kronik pankreatitlerin komplikasyonu olarak
pankreatik kanaldan oluşan sızıntı ve pankreatik
inflamasyon pankreatik sıvı koleksiyonuna yol açar ve bu
sıvının 4-6 haftadan fazla sürmesi ile pankratik psödokist
(PP) gelişir. Psödokistin etrafı fibrotik ve vasküler bir
granülasyon dokusu ile kaplıdır ve kist duvarı epitelizasyon
göstermez, içerik olarak pankreatik enzimler, amilaz,
hemorajik ve nekrotik materyalden zengin bir sıvı
koleksiyonu oluşur. PP oluşumu akut pankreatitin seyri
sırasında sık değildir ve daha çok kronik pankreatitlere
eşlik eder. Nadiren pankraetik neoplazm, travma veya
duktal obstrüksiyon yapan herhangi bir nedene bağlı
olarak da görülebilir.
Semptomatik veya komplike PP’in standart tedavisi
drenajdır. Ancak drenaj endoskopik, perkutan veya
cerrahi yöntemlerle yapılabilir. Günümüzde minimal
yan etki ve yüksek etkinliği nedeniyle endoskopik drenaj
öncelikle tercih edilmesi gereken yöntemdir. Ancak
endoskopik girişim öncesi kist içeriğinin natürünün iyi
belirlenmesi ve nekrotik debris olmadığının gösterilmesi
gerekir. Bunun nedeni endoskopik yaklaşım solid nekrotik
debris varlığında drenaj için uygun yöntem olmayabilir.
Kist içerisinde solid debris varlığını göstermede magnetik
rezonans görüntüleme, BT’ye üstündür.
Randomize klinik çalışmalar PP drenajında EUS
eşliğinde drenajın konvansiyonel endoskopik drenaja
hem etkinlik hem güvenilirlik olarak belirgin üstün
olduğunu göstermiştir. Çeşitli çalışmalarda EUS eşliğinde
transmural drenajın başarısı %90-95, konvansiyonel
endoskopik transmural drenajın başarısı ise %60-65
oranında bildirilmektedir. Son yıllarda EUS eşliğinde
drenaj için yeni kataterler ve stentler giderek artan
oranda kullanıma girmektedir. Kontrollü çalışmalar
metal stentler ile plastik stenler arasında önemli bir fark
gösterememektedir. Endoskopik drenaj sonrası PP nüksü
nadirdir. Pankreatik kanalla ilişkili olan psödokistlerin
tedavisinde ERCP ile pankreatik stent ve transpapiller
drenaj daha az invazif bir yöntem olarak tercih
edilmelidir. Özellikle 6 cm’den küçük kistlerin tedavisinde
tek başına transpapiller drenaj yeterli olabilir. Büyük
kistlerde ise hem transmural, hem de transpapiller yol ile
kombine drenaj daha efektif bir kist drenajı sağlayabilir.
Endoskopik drenaj perkutan ve cerrahi drenaja göre
daha güvenli olmakla beraber kanama, perforasyon,
enfeksiyon ve stent migrasyonu gibi komplikasyonların
görülebileceği akılda tutulmalıdır. Endoskopik drenajın
uygulanamadığı veya başarılı olmadığı vakalarda cerrahi
olarak kistogastrostomi ve internal drenaj alternatif
tedavi seçeneğidir.
PP pankreasın en sık görülen lezyonlarını oluşturur
ve özellikle diğer kistik lezyonlardan ayırıcı
tanısı gerekebilir. Transabdominal ultrasonografi
psödokistlerin araştırılmasında ve izlenmesinde öncelikle
seçilecek metottur. Klinik bulguların da desteklediği bir
hastada bilgisayarlı tomografinin (BT) tanısal değeri
yüksektir. Şüpheli vakalarda ayırıcı tanı için endoskopik
ultrasonografi (EUS) ve ince iğne aspirasyon biyopsisi
gerekebilir. PP tamamen asemptomatik olabileceği gibi,
karın ağrısı, doygunluk, kilo kaybı, bulantı, kusma, sarılık
ve GİS kanama ile prezente olabilir. Kistlerin yaklaşık
1/3’ü matürasyon sırasında spontan rezorbsiyona uğrar.
Bu nedenle önemli bir semptom olmadıkça 6 hafta
süreyle kistlere müdahale önerilmez. Altı haftadan
daha uzun süre sebat eden ve 6cm’den büyük kistlerin
spontan rezorbsiyon ihtimali düşük olduğu için klasik
olarak tedavisi önerilir. Ancak son yıllarda yapılan
gözlem çalışmaları bu kistlerde de rezolüsyon oranının
beklenenden daha yüksek olduğunu göstermiştir ve
asemptomatik olup herhangi bir komplikasyon riski
(kanama, rüptür, enfeksiyon gibi) göstermeyen kistlerin
izlenebileceği bildirilmektedir.
31
Toksik Megakolonun Yönetimi
Abdurrahim SAYILIR
Özel Medical Park Karadeniz Hastanesi, Gastroenteroloji /Trabzon
artan NO’nun kolon düz kaslarında gevşemeye neden
olarak kolon motilitesinin bozulmasında etkili olduğu
düşünülmektedir.
Toksik Megakolon, sistemik toksisite bulgularının eşlik
ettiği, kolonun tamamının veya bir kısmının tıkayıcı bir
lezyon olmaksızın 5,5 cm den daha fazla genişlemesi
ile karakterize hayatı tehdit eden bir komplikasyondur.
Daha önce vaka bildirimleri olsa da, Ülseratif kolitin
bir komplikasyonu olarak 1950 de tanımlanmıştır.
Kolon dilatasyonu , idiyoaptik pseuodo-obstruksyonda
ve Hirschsprung hastalığında( konjenital megakolon )
görülse de sistemik toksisite eşlik etmediği için toksik
megakolondan ayrılır. İnflamatuar barsak hastalıkları
dışında, son yıllarda geniş spektrumlu antibiyotik
kullanımının artması ile Pseudomembranöz kolite
bağlı toksik megakolon gelişiminde artış izlenmektedir.
İnflamatuar barsak hastalığında erken tedavi ile Toksik
megakolon insidansı, son yıllarda azalmıştır.
Tetikleyici faktör olarak; elektrolit inbalansı (hipokalemi,
hipomagnesemi), kolonoskopi hazırlığı, kolonoskopi,
baryumlu kolon grafisi, narkotikleri, antidiyaretikler,
anti kolinerjikler, spazmolitikler tedavinin kesilmesi
sayılabilir.
Tanı; Jalan ve arkadaşları en kabul gören klinik tanı
kriterlerini tanımlamıştır. Radyolojik kolon dilatasyonuna
ek olarak, ateş (>38,6), taşikardi (<120 vuru/dk), lökositoz
>10500 veya anemiden her hangi üçünün varlığına ayrıca
dehidratasyon, elektrolit bozukluğu, bilinç değişikliği,
hipotansiyondan birinin eklemesi ile tanımlanır.
Toksik Megakolon Nedenleri
Tedavi:
1- İnflamatuar barsak hastalıkları
- Ülseratif kolit,
- Crohn hastalığı
- Behçet hastalığı
2- Enfekisyöz Nedenler
a- Bakteriyel Etkenler
- Pseuodmembranöz kolit (C. difficile)
- Salomonella
- Shigella
- EHEC, EIEC
- Campylobacter
- Yersinia
b- Viral Etkenler
- CMV
- HIV
c- Paraziter etkenler
- Entamoeba histolytica
- Cryptosporidium
3- Diğer
- İskemik
1- Genel
- IV hidrasyon, elektrolit bozukluklarının
düzeltilmesi, Tam barsak istirahatı, tetikleyen
ilaçların kesilmesi, infeksiyonun dışlanması
2- Demkompresyon
- Rektal tüp, Nazogastrik veya nazoenteral tüp,
sıkı pozisyon değişimi, diz dirsek pozisyonu
3- Tıbbi Tedavi
- İnfeksiyonun spesifik tedavisi
- IV steroid (hidrokortizon 3-4x 100 mg
Metilprednizolon 4x15-20 mg, ) 5 gün. Cevap
vermeyenlere Siklosporin
- Bekteriyemi ve sepsis önlenmesi için proflaktik
antibiyotik.
- Tromboemboli proflaksisi (Düşük molekül
ağrılıklı heparin)
4- Cerrahi tedavi
- Tıbbi tedaviye yanıtsızlık
- Toksisitede veya dilatasyonda artış
- Perforasyon bulgusu
Patofizyolojide, ağır inflamasyonun muskularis mukozaya
ulaşıp nöral iletimde bozulmanın ayrıca lokal olarak
32
Trombositopeni ve Trombosit Fonksiyon
Bozukluklarında Girişimsel İşlemler
Adnan TAŞ
Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Koagülasyon parametreleri normal olan hastalarda
girişimsel işlemler kanama riski yüksek ve düşük olarak
ikiye ayrılır. Kanama riski; %1’den fazla olan işlemler
yüksek riskli kabul edilirken, %1’den az olan işlemler
düşük riskli işlemler olarak kabul edilir. Kanama riski
yüksek işlemler (teropatik işlemler); polipektomi (kolon
veya gastrik) (> 1 cm), endoskopik sfinkterotomi,
darlıkların dilatasyonu (malin veya benin), PEG , EUS İnce
iğne aspirasyonu, endoskopik hemostaz, kistogasrostomi,
varis tedavisi ve tümör ablasyon işlemleridir. Kanama
riski düşük olan işlemler (tanısal işlemler); polipektomi
(kolon veya gastrik) (<1 cm), tanısal ve/veya biyopsili
endoskopi veya kolonoskopi, tanısal ERCP, endoskopik
sfinkterotomisiz bilier stent takılması, EUS, double balon
ve kapsül endoskopidir.
görülrbilir.
Klinik; eklem içi kanama (% 70-80), kas içi kanama
(%10-20), intraserebral kanamalar, sünnet esnasında
durdurulamayan kanamalari ağız, diş eti ve burun
kanamaları görülür. Kanama şiddeti hemofilinin
ağırlığına bağlıdır. Hemofilinin şiddeti faktör düzeyi ile
ilşkilidir. %1< ağır, %1-5 orta ve %5> hafifdir.
Tanıda; aktive parsiyel tromboblastin zamanı uzar, diğer
testler (protrombin zamanı, kanama zamanı, trombosit
sayı ve trombosit fonksiyonu) normaldir. Kesin tanı
Faktör VIII ve IX düzeylerine bakılarak konur. Faktör
VIII düzeyi düşük olanlarda VWF düzeyine bakılmalıdır.
Tedavide; işlemden 1 saat önce eksik olan faktör verilir.
Tedavi öncesi ve sonrası faktör seviyelerine bakılır. Major
cerrahi işlemlerde faktör seviyesi: işlem öncesi %80-100
işlem sonrası %60-80 (1-3 gün) arasında olmalıdır. Minör
girişimlerde ve yaranın iyileşmesi süresince: Faktör
seviyesi %30-50 (10-14 gün) olmalıdır.
Trombosit fonksiyon bozuklukları arasında, Von
Willebrand’s Hastalığı (VWH), hemofili, renal yetersizlik
ve karaciğer yetersizliği vardır.
Von Willebrand’s Hastalığı (VWH)
Renal Yetersizlik
Von Willebrand’s faktör (VWF) iki yerde sentezlenir.
Bunlar:, endotel
ve megakaryositlerdir. VWF’ün
fonksiyonları; endotel altında platelet agregasyon ve
adhezyonunu sağlar, faktör VIII’in dolaşımda taşınmasını
sağlar ve faktör VIII’in yarılanma ömrünü 6 kat arttırır
(bağlı iken 12 saat, bağlı değilken 2 saat)
ABY ve KBY de kanamaya yatkınlık vardır. Kanama
yatkınlığının nedeni: üremiye bağlı trombosit
disfonksiyonu ve üremiye bağlı trombosit sayısının
hafifce azalmasıdır. Kanama zamanı uzar. Protrombin
zamanı ve parsiyel tromboblastin zamanı normal
Tedavide; Desmopressin, daliz ve östrojen.
VWH’nın insidansı %1 olup, otozomal geçişlidir Klinik
olarak: deri ve mukozadan hafif veya orta şiddete kanama,
kolay ekimoz oluşması, burun ve diş eti kanaması, cilt
kesilerinden sonra uzun süren kanamalar ve menorajidir.
Üç tipi vardır; Tip 1 : Normal vWf nün kısmi eksikliği,
Tip 2: vWf nün yapısal anormalliklerine bağlı ( kalitatif )
bozuklukları ve Tip 3: Normal vWf nün tam eksikliği (En
ağır form).
Karaciğer Yetersizliği
Karaciğerde; Koagülan ve antikoagülan proteinler üretilir.
Genel olarak kullandığımız ( PTZ ve aPTT) hastanın
kanama durumunu tam yansıtmaz. İnvaziv prosedürlerde
orta ve yüksek riskli hastalarda ek test (fibrinojen seviyesi,
tromboelestografi ve tromboelestometri) yapılır.
Tedavide; Kronik karaciğer hastalarında INR
yüksekliğinde TDP kullanılır.
Tedavide; Tip I de tanısal ve biyopsili işlemlerde
desmopressin, tip 1 teropatik işlemlerde ve tip 2 ve 3 tüm
işlemlerde VWF kullanılır.
Trombositopeni
Hemofili
Trombositopenili hastalarda invaziv işlemler için:
Trombosit sayısı yüksek riskli işlemlerde 50000, düşük
riskli işlemlerde 20000 üzerinde olmalıdır.
ITP li hastalarda işlem: Elektif ise immünglobulin ve/
veya steroid verilir Acil ise PLT 20000-30000 olacak
şekilde trombosit verilir.
İki tipi vardır; Hemofili A ve B. Hemofili A’ da faktör
VIII eksikliği, Hemofili B’ de Faktör IX eksikliği vardır.
Her ikiside X’e bağlı resesif geçiş görülür. Hemofiliklerin,
%85 Hemofili A ve %15 Hemofili B dir. Hastalık X
kromozomuna bağlı geçtiği için çok nadiren kadınlarda
33
Helicobacter Pylori’nin Güncel Tedavisi
Ahmet AYDIN
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Gastroenteroloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi
H. pylori enfeksiyonunun klasik tedavisi olarak bilinen
proton pompası inhibitörü (PPİ) ile birlikte klaritromisin
ve amoksisilin ya da metronidazolden oluşan üçlü
tedavilerin etkinliği son yıllarda önemli ölçüde azalmıştır.
Klaritromisine dirençli olgularda, PPİ-klaritromisinamoksisilin/metronidazol üçlü tedavisinin başarısı %048 arasında değişmektedir. Türkiye’de klaritromisin
direnci %50’nin üzerinde olduğundan, PPİ temelli
klasik üçlü tedaviler, H. pylori eradikasyonunda yetersiz
kalmaktadır. Klasik üçlü tedavi ile ülkemizde yapılan
çalışmaların metaanalizinde, PPİ temelli üçlü tedavilerle
1997 yılında %84 olan ortalama eradikasyon oranının,
2004 yılında %55.3’e düştüğü saptanmıştır. MaastrichtIV konsensus raporunda da, PPİ temelli klasik üçlü
tedavinin, klaritromisin direncinin %15-20’den az olduğu
yerlerde uygulanması önerilmiş, klaritromisin direnci
yüksek olan yerlerde, birinci basamak ampirik tedavide,
bizmut, PPİ, tetrasiklin ve metronidazolden oluşan dörtlü
tedavinin yapılabileceği belirtilmiştir.
içeren benzer ardışık tedavilerle yapılmış olan
çalışmalar yeterince başarılı bulunmamıştır. Ardışık
tedavide klaritromisin yerine tetrasiklin
verilerek
yapılan çalışmalarda elde edilen eradikasyon oranları
daha yüksek olup, %57-88 arasında değişmektedir.
Kliniğimizde klaritromisin yerine levofloksasin verilerek
yapılan ve ilk hafta PPİ+amoksisilin, ikinci hafta
PPİ+levofloksisin+metronidazol
kombinasyonundan
oluşan iki hafta süreli ardışık tedavi çalışmasında, ilk kez
tedavi alan olguların %86.7’sinde, H. pylori eradikasyonu
sağlanmıştır. Ülkemizde bu tedavi şekli ile yapılmış
olan diğer çalışmalarda da %90’ın üzerinde eradikasyon
sağlandığı bildirilmiştir. Levofloksasin içeren ardışık
tedavi ikinci basamak tedavide de etkili olup, eradikasyon
oranları %80- 85.7 arasındadır. Bu sonuçlar, ardışık
tedavi modifikasyonları ile, H. pylori eradikasyonunda
daha başarılı sonuçlar elde edilebileceğini göstermiştir.
Ancak, levofloksasine karşı direncin artma endişesi
ve levofloksasin reçetelendirilmesindeki kısıtlamalar
nedeniyle günümüzde levofloksasinli ardışık tedaviler,
ülkemizde hak ettiği yeri bulamamıştır.
Çeşitli ülkelerde yapılan çalışmalarda, bizmutlu dörtlü
tedavinin, H. pylori eradikasyonunda etkili olduğunu
göstermiştir.
Ülkemizde
PPİ-bizmut-tetrasiklinmetronidazol kombinasyonu ile yapılan birinci basamak
tedavilerin başarısı klasik üçlü tedaviden üstün olup
%77-92 arasındadır. Bu tedavinin en önemli dezavantajı,
kullanılması gereken ilaç miktarının fazlalığıdır. Son
zamanlarda PPİ ile birlikte diğer üç ilacın (bizmut
subsitrat, metronidazol ve tetrasiklin) bir arada
olduğu kapsüllerle yapılan çalışmalarda, bu tedavinin
klaritromisin ve metronidazole dirençli olgularda da
oldukça başarılı olduğu ve %90’ın üzerinde eradikasyon
sağlandığı bildirilmiştir. Bu kapsüllerin kullanıma
girmesi halinde, bizmutlu dörtlü tedavinin, daha yaygın
olarak kullanılması mümkün olabilecektir.
H. pylori tedavisinde bir başka seçenek de, PPİ ile
birlikte amoksisilin, klaritromisin ve metronidazolün
birlikte kullanıldığı konkomitan (eş zamanlı) tedavi
kombinasyonudur. Yapılan bir metaanalizde, 3-7 günlük
konkomitan tedavi uygulanmış olan 771 olguyu içeren
10 tedavi kolunda ortalama % 92.9 oranında eradikasyon
sağlanmış ve ardışık tedaviye alternatif, etkili ve daha
az kompleks bir tedavi olduğu bildirilmiştir. Ülkemizde
yapılan çalışmalarda, klasik konkomitan tedavi ile
elde edilen eradikasyon oranları % 66-81 arasındadır.
Klaritromisin yerine tetrasiklin verilerek yapılan
modifiye konkomitan tedavi daha başarılı bulunmuş
olup, eradikasyon oranları %80-83 arasındadır.
Maastricht-IV konsensus raporunda bizmutlu dörtlü
tedaviye alternatif olarak, ardışık tedavi ya da bizmut
içermeyen dörtlü tedavi (konkomitan/eş zamanlı tedavi)
önerilmiştir. Klasik ardışık tedavi, ilk beş gün PPİ ile
birlikte amoksisilin, ardından yine beş gün süreyle PPİ,
klaritromisin ve metronidazol üçlü kombinasyonu
şeklinde olup, H. pylori eradikasyonunda klasik üçlü
tedaviye göre daha başarılı olduğu bildirilmiştir. İlk 5
gün PPİ ile birlikte verilen verilen amoksisilin, bakteri
yükünü azaltarak ve bakteri duvarının sentezini bozarak,
diğer antibiyotiklerin etkinliğini arttırabilmektedir.
Yapılan çalışmalarda, ardışık tedavi ile %90’ın üzerinde
eradikasyon oranları elde edilmiş ve klaritromisine
dirençli olgularda da bu tedavinin oldukça etkili
olduğu bildirilmiştir. Ancak , ülkemizde klaritromisin
Çeşitli ülkelerde yapılan çalışmalarda, H. pylori’ye etkili
olan antibiyotiklerden birisi olan levofloksasinin PPİ
ve amoksisilin ile kombinasyonu şeklinde yapılan üçlü
tedaviler başarılı bulunmuş ve klaritromisine dirençli
olgularda ve ikinci basamak tedavide tercih edilebilecek
iyi tedavi rejimi olduğu öne sürülmüştür. Ancak,
Türkiye’de yapılan çalışmalarda,,levofloksasin içeren üçlü
tedaviler H. pylori eradikasyonunda yeterince başarılı
bulunmamıştır.
Graham ve ark.’nın gündeme getirdiği, ardışık ve eş
zamanlı tedavinin kombinasyonu olan hibrid tedavi ile,
oldukça başarılı sonuçlar bildirilmiştir.
34
Birinci hafta PPİ ve amoksisilin, ikinci hafta ise eş zamanlı
tedavide olduğu gibi PPİ-amoksisilin, klaritromisin
ve metronidazol birlikte verilerek yapılan bu tedavi
ile %90’ın üzerinde eradikasyon sağlanmıştır. Bu
tedavinin etkinliği, ülkemizde yapılacak çalışmalarla da
desteklendiği takdirde, tercih edilebilecek bir tedavi şekli
olabilir.
5. Güngör G, Bıyık G, Bağlıcalıklıoğlu M, ve ark.
Helikobakter pylorinin ilk seçenek ampirik tedavisinde
sequential ve concominant protokollar. Turk J
Gastroenterol 2011;22(suppl 1): 139.
6. Onal IK, Gokcan H, Benzer E, et al. What is the
impact of Helicobacter pylori density on the success of
eradication therapy:a clinico-histopathological study.
Clin Res Hepatol Gastroenterol. 2013;37:642-6
7. Malfertheiner P, Bazzoli F, Delchier JC, et al. Helicobacter
pylori eradication with a capsule containing bismuth
subcitrate potassium, metronidazole, and tetracycline
given with omeprazole versus clarithromycin-based
triple therapy: a randomised, open-label, non-inferiority,
phase 3 trial. Lancet 2011;377:905–13.
8. Salazar CO, Cardenas VM, Reddy RK, et al. Greater
than 95% success with 14-day bismuth quadruple antiHelicobacter pylori therapy: a pilot study in US Hispanics.
Helicobacter 2012; 17:382-90.
9. Gisbert JP, Calvet X, O’Connor A, Me´graud F,
O’Morain CA. Sequential therapy for Helicobacter
pylori eradication: a critical review. J Clin Gastroenterol
2010;44:313–25.
10. Aydın A, Oruç N, Sezak M, ve ark. Helicobacter pylori
eradikasyonunda klaritromisin içeren ardışık tedavinin
etkinliği. Turk J Gastroenterol 2010; 21(suppl 1): 343.
11. Kadayıfcı A, Uygun A, Kilciler G, et al. Low efficacy
of clarithromycin including sequential regimens for
Helicobacter pylori infection. Helicobacter. 2012;17:1216.
12. Sezgin O, Altintaş E, Nayir E, Uçbilek E. A pilot study
evaluating sequential administration of a PPI-amoxicillin
followed by a PPI-metronidazole-tetracycline in Turkey.
Helicobacter. 2007;12:629-32.
13. Uygun A, Kadayifci A, Yesilova Z, et al. Comparison
of sequential and standard triple-drug regimen for
Helicobacter pylori eradication: a 14-day, open-label,
randomized, prospective, parallel-arm study in adult
patients with nonulcer dyspepsia. Clin Ther 2008;30:52834.
14. Yakut M, Çinar K, Seven G, et al. Sequential therapy
for Helicobacter pylori eradication..Turk J Gastroenterol.
2010;21:206-11.
15. Aydın A, Oruc N, Turan I, et al. The modified
sequential treatment regimen containing levofloxacin for
Helicobacter pylori eradication in Turkey. Helicobacter
2009;14:520-4..
16. Ozdil K, Calhan T, Sahin A, et al. Levofloxacin based
sequential and triple therapy compared with standard
plus probiotic combination for Helicobacter pylori
eradication. Hepatogastroenterology 2011;58:1148-52.
17. Polat Z, Kadayifci A, Kantarcioglu M, et al. Comparison
of levofloxacin-containing sequential and standard triple
therapies for the eradication of Helicobacter pylori. Eur J
Intern Med. 2012;23:165-8.
H. pylori tedavisinde bir diğer alternatif de, PPİ ve
amoksisilin standard dozun üzerinde kullanıldığı yüksek
doz ikili tedavidir. Bu tedavi ile yapılan çalışmalarda
oldukça başarılı sonuçlar bildirilmiştir. Ülkemizde
yapılmış olan iki çalışmada ise, %81.1 ve %68.5 oranında
eradikasyon sağlanmıştır. Diğer karmaşık tedavilere
göre uygulanması daha kolay olan bu tedavi rejiminin,
ülkemizde daha geniş kapsamlı olarak çalışılması
gereklidir.
Sonuç olarak, günümüzde H. pylori tedavisi, artan
antibiyotik dirençleri nedeniyle kolay değildir. Etkinliği
yeterli düzeyde olmayan kombinasyonlarla yapılacak
tedavilerle eradikasyon oranlarının düşük olacağı
ve antibiyotiklere olan direncin daha da artacağı
gözönüne alınarak, H. pylori eradikasyonu yapılacak
hastaların seçiminde titizlik gösterilmelidir. Özellikle
ilk H. pylori tedavi girişimi başarılı olmayan olgularda
tedavi endikasyonu tekrar gözden geçirilmeli ve mutlak
endikasyonu bulunmayan hastalarda eradikasyon
için ısrar edilmemelidir. Buna karşılık, gerçek tedavi
endikasyonu olan hastalarda, uygulanan tedaviden
sonra eradikasyonun olup olmadığı kontrol edilmelidir.
Başarısız olan olgularda ardışık/eş zamanlı/hibrid
tedavi seçenekleri ya da bizmut, PPİ, metronidazol ve
tetrasiklinden oluşan dörtlü tedavi kombinasyonu tercih
edilebilir. İlk iki tedavinin başarılı olmadığı olgularda,
mümkünse antibiyotik direnci tayin edilmelidir.
Referanslar
1. Kadayıfçı A, Buyukhatipoglu H, Savaş C, Simsek İ.
Eradication of Helicobacter pylori with triple therapy: an
epidemiologic analysis of trends in Turkey over 10 years.
Clin Ther 2006;28: 1960-6.
2. Malfertheiner P, Megraud F, O’Morain C, et al.
Management of Helicobacter pylori infection / the
Maastricht IV / Florence Consensus Report. Gut
2012;61:646-64.
3. Uygun A, Kadayifci A, Safali M, et al. The efficacy of
bismuth containing quadruple therapy as a first-line
treatment option for Helicobacter pylori. J Dig Dis.
2007;8:211-5.
4. Uygun A, Ozel AM, Yildiz O, et al. Comparison of
three different second-line quadruple therapies including
bismuth subcitrate in Turkish patients with non-ulcer
dyspepsia who failed to eradicate Helicobacter pylori
with a 14-day standard first-line therapy. J Gastroenterol
Hepatol 2008;23:42-5.
35
18. Calhan T, Kahraman R, Sahin A, et al. Efficacy of
two levofloxacin-containing second-line therapies
for Helicobacter pylori: a pilot study. Helicobacter
2013;18:378-83.
19. Molina-Infante J, Perez-Gallardo B, FernandezBermejo M, et al. Clinical trial: clarithromycin vs.
levofloxacin in first-line triple and sequential regimens
for Helicobacter pylori eradication. Aliment Pharmacol
Ther 2010;31:1077–84.
20. Essa AS, Kramer JR, Graham DY, Treiber G. Metaanalysis: four-drug, three-antibiotic, non-bismuthcontaining ‘‘concomitant therapy’’ versus triple therapy
for Helicobacter pylori eradication. Helicobacter
2009;14:109–18.
21. Aydın A, Oruç N, Sezak M, ve ark. Helicobacter pylori
eradikasyonunda eş zamanlı (konkomitan) tedavinin
etkinliği. Turk J Gastroenterol 2010; 21(suppl 1): 344.
22. Demir M, Ataseven H, Cerrah S, ve ark. Birinci basamak
tedavi olarak Helikobakter pilori eradikasyonunda
konkominant tedavi rejimlerinin etkinliği. Turk J
Gastroenterol 2010;21(suppl 1):89.
23. Toros AB, Ince AT, Kesici B, et al. A new modified
concomitant therapy for Helicobacter pylori eradication
in Turkey. Helicobacter. 2011;16:225-8.
24. Kadayifci A, Uygun A, Polat Z, et al. Comparison
of bismuth-containing quadruple and concomitant
therapies as a first-line treatment option for Helicobacter
pylori. Turk J Gastroenterol 2012;23:8-13.
25. Erçin CN, Uygun A, Toros AB, ve ark. Helikobakter
pilori pozitif nonülser dispepsili hastalarda birinci
basamak eradikasyon tedavisinde levofloksasin içeren
üçlü tedavi protokollerinin 7 ve 14 günlük etkinliğinin
araştırılması. Turk J Gastroenterol 2010;21(suppl 1):29.
26. Polat Z, Uygun A, Kilciler G, ve ark. Birinci
basamak Hp tedavisinde üç farklı tedavi protokolunun
karşılaştırılması. Turk J Gastroenterol 2010;21(suppl
1):41.
27. Seven G, Cinar K, Yakut M, et al. Assessment of
Helicobacter pylori eradication rate of triple combination
therapy containing levofloxacin. Turk J Gastroenterol.
2011;22:582-6.
28. Ermiş F, Akyüz F, Pınarbaşı B, ve ark. Peptik ülser
hastalığı: Birinci basamak tedaviye yanıtsız H.pylori
infeksiyonunda levofloksasinin etkinliği. Turk J
Gastroenterol 2007;18(suppl 1):60.
29. Bal K, Cengiz M, Hatemi İ, Baysal B. H.pylori
eradikasyon tedavisinde 1. Basamak üçlü tedaviye dirençli
vakalarda levofloksasin içeren 2. Basamak tedavisinin
etkinliği. Turk J Gastroenterol 2008;19(suppl 1):45.
30. Wang B, Wang YH, Lv ZF, et al. Review: efficacy and
safety of hybrid therapy for Helicobacter pylori infection:
a systematic review and meta-analysis. Helicobacter.
2015;20:79-88.
31. Ince AT, Tozlu M, Baysal B,et al. Yields of dual
therapy containing high-dose proton pump inhibitor
in eradication of H. pylori positive dyspeptic patients.
Hepatogastroenterology 2014; 61: 1454-58.
Karaciğer Hastaliklarinda Beslenme Önerileri
Arif Mansur ÇOŞAR
Beslenme, karaciğer hastalıklarının yönetiminde temel
bir öneme sahiptir. Kronik karaciğer hastalarında
önemli bir prognostik gösterge olan protein enerji
malnütrisyonu (PEM) giderek artan bir şekilde
tanımlanan bir komplikasyondur ve kompanze karaciğer
hastalarında %20, ileri karaciğer hastalarında da %65–90
oranında görülmektedir. İleri evre karaciğer hastalarında
genellikle hiperkatabolik metabolizma söz konusudur ve
nutrisyonel desteğe ihtiyaçları vardır (Tablo 1).
hepatik ensefalopatinin sebat etmesi ya da en uygun
tedaviye cevap vermemesi durumunda ve geçici olarak
uygulanmalıdır.
Kolestatik karaciğer hastaları kalori eksikliğine daha
duyarlıdırlar. Bu hastalar ayrıca, ince bağırsağa ulaşan
safra asitlerinin azalması nedeni ile oluşan steatore ile
ilişkili yağda eriyen vitamin eksikliği açısından da artmış
bir risk taşır. Diyette yağ kısıtlaması, ancak semptomatik
steatore durumunda kabul edilebilir. Bu durumda kalori
açığı artacağından karbonhidrat, orta zincirli trigliseritler
ve meyve suları ile destek yapılmalıdır. Orta zincirli
trigliseritler hastalarca daha iyi tolere edilir ve safra
yokluğunda bile sindirilip emilebilirler. Kronik kolestazı
olan hastalarda, oral ya da intravenöz yol ile yağda eriyen
vitamin desteği yapılmalıdır.
Son dönem karaciğer hastalarında karbonhidrat
metabolizması değişir; azalan karaciğer glikojen depoları
ve yetersiz glikojen sentezi nedenleri ile uzamış açlık
epizotları görülür. Sık (5–7/gün) öğün ve gece yatmadan
önce alınacak atıştırmalar sayesinde protein yıkımı
azaltılabilir.
Karaciğer hastalarının protein ihtiyacı sağlıklı bireylere
göre daha fazladır. Hepatik ensefalopati tedavisi için
protein kısıtlaması geçmişte oldukça yaygın kullanılırdı.
Bununla birlikte bu klinik yaklaşımın kanıta dayalı bir
temeli yoktur. Protein kısıtlaması malnutrisyonu daha
da artırabilir. Bu nedenle protein kısıtlaması ancak
Asit varlığı hastaların istirahat enerji tüketimini
(resting energy expenditure: REE) artırır ve
iştahlarını azaltır. Asitli hastalar diyette sodyum
kısıtlamasından fayda görür.
36
Beslenme, karaciğer hastalıklarının yönetiminde temel
bir öneme sahiptir. Kronik karaciğer hastalarında
önemli bir prognostik gösterge olan protein enerji
malnütrisyonu (PEM) giderek artan bir şekilde
tanımlanan bir komplikasyondur ve kompanze karaciğer
hastalarında %20, ileri karaciğer hastalarında da %65–90
oranında görülmektedir. İleri evre karaciğer hastalarında
genellikle hiperkatabolik metabolizma söz konusudur ve
nutrisyonel desteğe ihtiyaçları vardır (Tablo 1).
olan hastalarda, oral ya da intravenöz yol ile yağda eriyen
vitamin desteği yapılmalıdır.
Asit varlığı hastaların istirahat enerji tüketimini
(resting energy expenditure: REE) artırır ve
iştahlarını azaltır. Asitli hastalar diyette sodyum
kısıtlamasından fayda görür. Sıvı kısıtlaması ancak
serum sodium düzeyi 125 mEq/L altına düşünce
düşünülmelidir.
Son dönem karaciğer hastalarında karbonhidrat
metabolizması değişir; azalan karaciğer glikojen depoları
ve yetersiz glikojen sentezi nedenleri ile uzamış açlık
epizotları görülür. Sık (5–7/gün) öğün ve gece yatmadan
önce alınacak atıştırmalar sayesinde protein yıkımı
azaltılabilir.
Sirotik hastaların bağırsak bakteri florasında da
dengesizlik gelişir. Bağırsak florası amonyak üretimi
üzerinden hepatik ensefalopati gelişimine değişik
derecelerde katkı sağlar. Bu nedenle hastalara kan
amonyak düzeyini azaltacak probiyotik eklenmesi
faydalı olabilir.
Karaciğer hastalarının protein ihtiyacı sağlıklı bireylere
göre daha fazladır. Hepatik ensefalopati tedavisi için
protein kısıtlaması geçmişte oldukça yaygın kullanılırdı.
Bununla birlikte bu klinik yaklaşımın kanıta dayalı bir
temeli yoktur. Protein kısıtlaması malnutrisyonu daha
da artırabilir. Bu nedenle protein kısıtlaması ancak
hepatik ensefalopatinin sebat etmesi ya da en uygun
tedaviye cevap vermemesi durumunda ve geçici olarak
uygulanmalıdır.
Karaciğer hastalarının beslenmesinde ve beslenme
desteğinde oral yol tercih edilmelidir. Bu yolun
yetersiz kalması durumunda enteral yol seçilebilir.
Mutlak gerekmedikçe perkutan endoskopik
gastrostomi kullanılmamalıdır. Parenteral yol
ancak alternatiflerin kullanılamadığı durumlarda,
kısa süreli/geçici beslenme desteği amacıyla
kullanılmalıdır.
Kolestatik karaciğer hastaları kalori eksikliğine daha
duyarlıdırlar. Bu hastalar ayrıca, ince bağırsağa ulaşan
safra asitlerinin azalması nedeni ile oluşan steatore ile
ilişkili yağda eriyen vitamin eksikliği açısından da artmış
bir risk taşır. Diyette yağ kısıtlaması, ancak semptomatik
steatore durumunda kabul edilebilir. Bu durumda kalori
açığı artacağından karbonhidrat, orta zincirli trigliseritler
ve meyve suları ile destek yapılmalıdır. Orta zincirli
trigliseritler hastalarca daha iyi tolere edilir ve safra
yokluğunda bile sindirilip emilebilirler. Kronik kolestazı
Enerji ihtiyacı
Protein ihtiyacı
Özellikle protein kısıtlaması yapılacak ve/veya
beslenme desteği sunulması gereken ileri evre
karaciğer hastalarına dallı-zincirli aminoasit desteği
konusu tartışmalı olsa da kullanılmasını destekleyen
çalışmalar her geçen gün artmaktadır.
Karaciğer hastaları için beslenme önerileri Tablo
2’de özetlenmiştir.
Tablo 1 Kronik Karaciğer Hastalıklarında Enerji ve Protein Önerileri
ESPEN*:
ASPEN**:
35 kcal / kg / gün: akut ensefalopatili hastalar
35-40 kcal / kg / gün
25-35 kcal / kg / gün: ensefalopati olmayan hastalar
30-40 kcal / kg / gün stabil ve yetersiz beslenen hastalar
0.6-0.8 g / kg / gün: akut ensefalopati olan hastalar
1.0-1.5 g / kg / gün
1.0-1.5 g / kg / gün ensefalopati olmayan hastalar
*The European Society for Clinical Nutrition and Metabolism
**American Society for Parenteral and Enteral Nutrition (ASPEN)
37
Tablo 2 Son Dönem Karaciğer Hastalıklarında Beslenme Özeti
Oral beslenme
Parenteral beslenme
Oral yada enteral yolla beslenme ihtiyaçları karşılanamadığı durumKüçük ve sık öğünler
larda
Yatmadan önce aperatif veya akşam geç
Serum glikoz düzeylerinin yakın takibi
öğün
Eğer hiperglisemi mevcutsa, glikoz alımını 2-3 gr / kg / gün ile sınırYüksek protein
la
Öğün atlamaktan kaçınma
≤1 g / kg / gün lipid
≤2 g / gün sodyum, asit- ödem varlığında Kolestaz varlığında manganez ve bakır alımını kısıtla
Enteral beslenme
Siklik rejim
Oral yolla protein-enerji ihtiyacını karşılamak mümkün olmadığında
Standart, enerji yoğun formüller
Nazoenteral tüp
Sıvı yüklenmesini önlemek için konsantre solüsyonlar
Perkütan gastrostomi tüpü nispeten kontrendike
Aspirasyon önlemleri
Crohn Hastaliğinda Doğal Seyir ve Hastalik
Aktivitesinin Takibi
Cem ÇEKİÇ
İnflamatuvar barsak hastalıkları şemsiyesi altında
yer alan Crohn hastalığı (CH)’nın patogenezi halen
tümüyle aydınlatılamamıştır. CH, sindirim sistemine ait
dekstrüktif lezyonlarla belirgin morbidite sebebi iken
ekstraintestinal bulgularıyla da yaşam kalitesinde azalma
ve iş gücü kayıplarına yol açmaktadır (1).
değişmediği iddia edilen cerrahi tedavi oranlarının,
biyolojik ajanların CH’da tedavi rejimleri içinde yer
alması ile giderek azalmaktadır (3).
CH’da mortalite genel popülasyona oranla daha
yüksektir. Kontrol altına alınamayan inflamasyon,
tekrarlayan cerrahilere bağlı kısa barsak hastalığı ve
nutrisyonel eksiklikler ile immünsüpresif tedavilere ait
komplikasyonlar (fırsatçı infeksiyonlar ve maligniteler)
mortaliteden sorumlu tutulmaktadır (4).
Genel olarak CH kadın cinsiyette daha sık görülmekte
ve hastaların % 80’i, 40 yaş altında tanı almaktadır.
Hastalığın başlangıcı ve seyrinde genetik, epigenetik
ve çevresel faktörler önemli rol oynamaktadır. NOD2CARD15 genindeki mutasyonlar hastalığın erken
yaşlarda başlangıcına, ileal tutuluma ve daha fazla cerrahi
gereksinimine yol açarken sigara alışkanlığı daha fazla
komplikasyon ve postoperatif rekürrens ile ilişkilidir (2)
CH’da hastalık aktivitesinin belirlenmesinde; klinik,
biyokimyasal ve endoskopik yöntemler kullanılmaktadır.
Ancak tüm bu belirteçler ve skorlama sistemlerinin
hastalık şiddetini belirleme ve prognozu öngörme
açısından çeşitli dezavantajları ve uygulama zorlukları
mevcuttur.
Sıklıkla inflamatuvar karakter ile başlayan hastalık
zamanla penetran ve striktüran fenotiplere geçiş
göstermekte, pediatrik yaşlarda başlayan CH ise daha
agresif bir seyir izlenmektedir. İleal hastalıkta fistül ve
darlık gibi komplikasyonlar ön planda iken kolonik
tutulumlarda ise ekstraintestinal bulgular daha sıktır.
Yaygın hastalık varlığı, sık relaps paterni gibi parametreler
kötü prognostik işaretler olarak görülmektedir.
Hastalığın geri dönüşümsüz komplikasyonları ortaya
çıkmadan başlanan immünsüpresif tedavi sonuçları daha
yüz güldürücüdür. İmmünmodülatör tedavilere rağmen
Klinik indeksler arasında en iyi bilineni Crohn hastalığı
aktivite indeksidir (CDAI). Ancak gerek subjektif
parametreleri, gerekse uygulayıcılar arasında görülen
değerlendirme farklılıkları nedeni ile bu indeksin
kullanımı, günlük uygulamalardan ziyade klinik
araştırmalar ile sınırlı kalmıştır.
38
İnflamasyonun
şiddetinin
tespitinde
kullanılan
biyokimyasal testler arasında en popüler olanları; Fekal
kalprotektin ve C-reaktif proteindir. Fekal kalprotektin,
relapsları ve postoperatif rekürrensleri öngörmede yeterli
özgüllük ve duyarlılığa sahiptir (FKP> 50 mg/L, % 90 ve
%83) (5).
disease on quality of life: Results of the European
Federation of Crohn’s and Ulcerative Colitis Associations
(EFCCA) patient survey. J Crohns Colitis. 2007 Sep;
1(1):10-20.
2. Liverani E, Scaioli E, Digby RJ et al. How to predict
clinical relapse in inflammatory bowel disease patients.
World J Gastroenterol. 2016 Jan 21;22(3):1017-33.
3. Peyrin-Biroulet L, Oussalah A, Williet N, et al. Impact
of azathioprine and tumour necrosis factor antagonists
on the need for surgery in newly diagnosed Crohn’s
disease. Gut. 2011 Jul;60(7):930-6.
4. Kassam Z, Belga S, Roifman I, et al. Inflammatory
bowel disease cause-specific mortality: a primer for
clinicians. Inflamm Bowel Dis. 2014 Dec;20(12):2483-92.
5. Sostegni R, Daperno M, Scaglione N et al. Review
article: Crohn’s disease: monitoring disease activity.
Aliment Pharmacol Ther. 2003 Jun;17 Suppl 2:11-7.
6. D’Incà R, Caccaro R. Measuring disease activity
in Crohn’s disease: what is currently available to the
clinician. Clin Exp Gastroenterol. 2014 May 20;7:151-61.
Bugün için CH’nın tedavisinde en önemli hedef mukozal
remisyondur. Mukozal lezyonların şiddetinin tespitinde
validasyonu olan indeksler; Crohn hastalığı endoskopik
şiddet indeksi (CDEIS) ve Crohn hastalığı basit
endoskopi skoru (SES-CD)’dur. Bu indeksler, mukozal
hastalığın şiddetini belirlemede yeterli duyarlılığa sahip
olsalar da lezyonların heterojen karakteri ve ölçümlerin
zaman alıcı olması nedeni ile klinik pratikte yaygın olarak
kullanılamamaktadır (6).
Kaynaklar:
1. Ghosh S, Mitchell R. Impact of inflammatory bowel
Otoimmün Pankreatit / Otoimmün Kolanjit: Tanı
Zorlukları / Tedavide Yenilikler
Cemal Nuri ERÇİN
biri International Consensus Diagnostic Criteria
(ICDC), diğeri Japan Pancreas Society tarafından
2011’de oluşturulan tanı kriterleridir (JPS 2011). ICDC
kriterleri hem Tip 1 OP, hem de Tip 2 OP için her ülkede
uygulanabilecek tanısal metodları içerir. ICDC’nin
kompleks yapısı nedeniyle, Tip 1 OP tanısı için daha basit
uygulanabilir kriterler olan JPS 2011 ortaya atılmıştır.
IgG4 ile ilişkili hastalıklar, dokunun lenfositler ve IgG4pozitif plasma hücreleri ile infiltrasyonu, fibrozis gelişimi
ve sıklıkla yüksek serum IgG4 seviyeleri ile karakterize
kronik fibrotik bir inflamasyondur. Hastalık birçok
organı etkileyebilir. Organ tutulumlarının çoğunda, ileri
evre fibrozis durumlarında bile steroide cevap iyidir.
IgG4 ile İlişkili Kolanjit
JPS 2011 kriterlerine göre;
1. Diffüz tutulumda ERCP gerekli değildir, ancak fokal
tutulumun ayırımında gereklidir.
2. Serolojik bulgular IgG4 ile sınırlıdır.
3. Diğer organ tutulumlarının (sklerozan kolanjit,
sklerozan dakriyoadenit/sialoadenit, retroperitoneal
fibrozis) klinik ve histolojik bulguları tanıda kullanılır.
4. Rezeke edilen pankreas dokusu tanıda kullanılabilir.
5. Steroid kullanımına cevap opsiyonel olarak ilave
edilebilir.
IgG4 ile ilişkili kolanjit tanısını koymak zordur. Hastalığın
prezentasyonu primer (PSK) veya sekonder sklerozan
kolanjit veya pankreatobiliyer maliniteler gibi zor tedavi
edilen hastalıklara benzerlik gösterebilir. Klinik pratikte
kullanılan tanı belirteçleri halen yoktur ve doktorlar
arasında hastalığın farkındalığı da azdır. Hem IgG4 ile
ilişkili kolanjit, hem de diğer IgG4 ile ilişkili hastalıklarda
HISORt kriterleri- histopatolojik (H), görüntüleme (I),
serolojik bulgular (S), diğer organ tutulumu (O), tedaviye
cevap (Rt) – tanıda kullanılmaktadır.
Tip 1 OP için glukokortikoidler en önemli ilaçlardır ve
tedaviye hızlı cevap primer karakteristik bulgulardan
biridir.
PSK ve pankreatobiliyer malinitelerin aksine, IgG4
ile ilişkili kolanjitte steroide cevap mükemmeldir.
Bununla birlikte, relaps oranları steroid tedavisinde doz
azaltımından sonra 5 30-50 olarak bildirilmektedir. Bu
nedenle, otoimmün hepatit tedavisinde olduğu gibi,
hastaların önemli bir kısmında uzun süreli düşük doz
kortikosteroid/azatiyoprin tedavisine ihtiyaç vardır.
Tip 1 OP için glukokortikoidler en önemli ilaçlardır ve
tedaviye hızlı cevap primer karakteristik bulgulardan
biridir. Glukokortikoidlere cevapsızlık özellikle pankreas
kanser olgularında yanlış tanıyı düşündürmelidir. Japon
konsensusu indüksiyon tedavisi için 0.6 mg/kg/gün
prednizolon tedavisini 2-4 hafta önermektedir. Daha
sonra doz 1-2 haftada bir 5 mg azaltılarak, 2.5-5 mg/gün
idame dozu olarak 3 yıl devam edilmelidir.
Otoimmün Pankreatit (OP)
Otoimmün Hepatit tanısında HISORt kriterlerinin
yanısıra iki kriter daha kullanılmaktadır. Bunlardan
39
Üst Gastrointestinal Sistem Kanamalarında Tedavi
Yöntemleri
Çiseli ALTUNTAŞ
Sağlık Bilimleri Üniversitesi Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi Endoskopi Ünitesi, İstanbul
Üst gastrointestinal sistem (GİS) kanamaları, özefagusun
üst kısmı ile Treitz ligamanı arasında gerçekleşen lümen
içine olan kanamalardır. Üst GİS kanamalar, çoğunlukla
mukozal eroziv hastalığa bağlı olup tüm GİS kanamaların
%70’ini oluşturur. ABD’de üst GİS kanama insidansı
yılda 50-100/100.000’dir. Yaşlı popülasyonda daha
sık görülmekte olup, Rosen ve arkadaşlarının yaptığı
çalışmada, üst GİS kanamaların %30’unu 65 yaş ve üzeri
hastaların oluşturduğu belirlenmiştir (Rosen and Fleischer
1989). Akut üst GİS kanama, erişkin popülasyonda
erkeklerde kadınlara göre iki kat daha fazladır ve 70
yaş üzerinde bu oran tam tersine dönmektedir (Paksoy
ve Yavuz 2000). Genel popülasyonda mortalitesi %14
olmakla birlikte; altmış yaşından küçük ve ek hastalığı
olmayan genç nüfusta mortalitesi %0.6’dır (Rockall etc
all 1995). Son teknolojik gelişmelerle hastalıkların erken
teşhis olanağının artması ve tedavideki gelişmeler de
mortalitenin azalmasında pay sahibidir.
tekrar kanama riskini azalttığı gösterilmiştir (Lin etc
all. 1998). Somatostatin ve oktreotidler, akut varis dışı
üst GİS kanaması olan hastaların rutin tedavisinde
önerilmemektedir. Yapılan bir metaanaliz çalışmada
somatostatin veya oktreotid grubu, H2 resptör bloker
ve plasebo grubu ile karşılaştırılmış, tekrar kanama ile
cerrahi gereksinimi somatostain grubunda daha düşük
bulunmuştur (Arabi etc all. 2006; Archimandritis etc all.
2000).
1.2. Endoskopik Tedavi Endoskopik tedavi akut ülser
kanamalarının kontrolünde en etkili yöntemdir.
Randomize kontrollü bir çalışmada erken endoskopi
ve endoskopik tedavi ile hastaların transfüzyon ihtiyacı
ve hastanede kalış süresinin kısaldığı saptanmıştır.
Endoskopik tedavi başarısı; işlem sonrası operasyona
gidiş, transfüzyon sayısı, hastanede kalış süresi,
endoskopik hemostaz yüzdesi, komplikasyon, nüks
kanama, ülser iyileşme hızı ve mortalite oranına göre
değerlendirilir. Varis dışı üst GİS kanamalarda kullanılan
başlıca endoskopik tedavi metotları; termal tedaviler,
injeksiyon tedavileri ve yeni tedavi metotları olmak
üzere üç grupta incelenir. 1.2.1. Termal Tedaviler: Laser;
pahalı olması, taşınabilir olmaması, teknik uzmanlık
gerektirmesi, transmural doku hasarına bağlı perforasyon
oluşturma riski nedeniyle önerilmemektedir. Monopolar
elektrokoagülasyon; kanamayan görünen damarlı
ülserlerde yararlı bulunmuştur. Bipolar/multipolar
elektrokoagulasyonda doku hasarı diğer yöntemlere göre
daha azdır ve kanama kontrolünde etkindir, hastanede
kalma süresini, kan transfüzyonunu ve acil cerrahi
girişim oranını azaltmaktadır. Heater probe; aktif ülser
kanamasında ve kanamanın tekrarlama riskinin yüksek
olduğu lezyonlarda 250-300 joule’lük ısı enerjisi üreterek,
dokuda koagülasyon sağlayan bir sistemdir. Termal
koagülasyon yöntemleri içinde en sık kullanılan yöntem
angioektazidir. Perforasyon riski yüksek olduğundan
dikkatli olunmalıdır. Endoskopik tedavide hedef,
mukozada ‘beyazlaşma’nın düşük güç ve kısa temas süresi
ile sağlanmasıdır (Kwan etc all. 2006; Pavey and Craig,
2004 ). 1.2.2. İnjeksiyon tedavileri: Bu amaçla kullanılan
başlıca ajanlar; epinefrin, etanol, serum fizyolojik, su,
%50 dekstrozun sudaki çözeltisi, fibrin glue, sklerozan
ajanlardır (Cook etc all 1992). Kullanılan tüm ajanların
birbirine belirgin üstünlükleri yoktur. Yaygın kullanılan
yöntem termal tedaviden sonra epinefrin injeksiyonudur.
Akut üst GİS kanamalı hastalar, önemsiz klinik tablolarla
başvurabilecekleri gibi, fulminan ve ölümcül de
seyredebilirler. Ülkemizde üst GİS kanamaların en sık ilk
üç sebebini peptik ülser hastalığı, eroziv gastroduodenit
ve özefagus varis kanamaları oluşturmaktadır. Peptik
ülser üst GİS kanamalarının %50’sini oluşturur
(Mungan, 2001). Non steroid antiinflamatuar ilaçların
(NSA) kullanımı üst GİS kanama ile basvuran hastaların
%50’sinde mevcuttur ve yaşlı hastalarda NSA’ya bağlı
kanamalarda mortalitenin 4-5 kat arttığı bildirilmiştir
(Blocksom, Tokioka, Sugawa 2004; Leerdam etc all.
2003).
1. Üst GİS Kanamaların Tedavisi Üst GİS kanamalarında
tedavinin amacı; aktif kanamayı durdurmak, var olan
kanamayı tedavi etmek ve yeniden oluşabilecek kanamaları
önlemektir. Tedavide farmakolojik, endoskopik ve
cerrahi tedavi yöntemleri kullanılabilmektedir. 1.1.
Farmakolojik Tedavi Üst GİS kanamaların yaklaşık
%50’sinde neden, peptik ülser hastalığıdır. Aktif kanayan
ülser tedavisinde uygulanan başlıca ilaçlar; proton pompa
inhibitörleri, H2 reseptör antagonistleri, oktreotid,
somatostatin, vazopressin, sekretin, antifibrinolitikler
ve prostaglandinlerdir. Bunlar içinde en etkili olan grup
PPİ’dir. Khuroo ve arkadaşları omeprazolün rekürren
kanamaları ve cerrahiyi azalttığını göstermişlerdir
(Khuroo etc all. 1997). Aktif kanamalı ve görünür
damarlı kanamasız hastalardaki başka bir randomize
çalışmada omeprazolün plasebo ile karşılaştırıldığında
40
1.2.3.Yeni
Endoskopik
Tedaviler:
Kanamanın
durdurulmasında kullanılan diğer metotlar; hemoklips
uygulanması, lastik band ligasyonu, endolooplar, argon
plazma koagülasyon ve sütur aletleridir (Savides and
Jensen, 2000). Hemokliplerin kullanılmasıyla tekrarlayan
kanama oranı, hastanede kalış süresi ve transfüzyon
ihtiyacının daha düşük olduğu saptanmıştır. Ancak
kullanım güçlüğü,damarları perfore ederek daha ileri
kanamalara sebep olabilme gibi sakıncaları vardır.
Lastik bant ligasyonu skleroterapiden daha az nüks
oranının görülmesi ile çalışmalarda dikkat çekmektedir.
Uygulanması skleroterapiye göre daha kolay olup derin
ülser, striktür gibi komplikasyonlara da daha nadir
saptanmıştır. Klips yerleştirilmesi yüksek riskli olgular için
umut verici bir hemostatik tedavi yöntemidir. Tek başına
klips tedavisi veya klipsle kombine tedaviyi araştıran
bazı çalışmalarda endoskopik klipsin, ısı probuna
veya injeksiyon tedavisine üstün olduğu gösterilmiştir.
Kombine tedavi uygulanan hastalarda tekrar kanama ve
mortalite oranı tek başına enjeksiyon veya koagülasyon
tedavisi uygulanan hastalara göre anlamlı olarak düşük
bulunmuştur (Lin etc all 1999; Jung etc all. 2002).
Ankaferd Blood Stopper (ABS), topikal hemostatik ajan
olarak kullanılmakta ve Thymus vulgaris, Glycyrrhiza
glabra, Vitis vinifera, Alpinia officinarum, ve Urtica dioica
ekstrelerini içermektedir (Beyazıt, Kurt, Kekilli 2010).
Kolay kullanılabilir olması ve yüksek derecede etkinliği,
değişik kanamalı hastalıklar için ABS’yi uygun bir
antihemostatik ajan konumuna getirmiştir. Günümüzde
üst GİS kanamalarının endoskopik kontrolünde etkin
yöntemler bulunmasına rağmen, bazı olgularda bunların
birlikte kullanımı dahi yetersiz kalabilmektedir. ABS’nin
temel etki mekanizması dikkate alındığında, hızlı
gelişen eritrosit agregasyonu ve bunu çevreleyen protein
ağından oluşan mekanizma, mukozal kaynaklı GİS
kanamalarındaki yüksek etkinliğinin bir nedeni olabilir.
Daha önce çeşitli nedenlere bağlı üst GİS kanamalarında
etkinliği gösterilen ABS’nin lokal ya da sistemik herhangi
bir yan etkisi de gösterilememiştir. Konvansiyonel
endoskopik tedaviler ile durmayan peptik ülsere bağlı
üst GİS kanamalarında topikal uygulanan ABS etkin ve
güvenli bir tamamlayıcı tedavi olabilir (Bilgili ve ark.
2009; Haznedaroğlu ve ark. 2010).
origin? Crit Care. 2006; 10(4):218. 2. Archimandritis
A, Tsirantonaki M, Tryphonos M, et al. Ranitidine
versus ranitidine plus octreotide in the treatment of
acute non-variceal upper gastrointestinal bleeding:
a prospective randomised study. Curr Med Res Opin.
2000;16(3):178-83 3. Beyazit Y, Kurt M, Kekilli M, et
al. Evaluation of hemostatic effects of Ankaferd as an
alternative medicine. Altern Med Rev 2010;15:329-36
4. Bilgili H, Kosar A, Kurt M, et al. Hemostatic efficacy
of Ankaferd Blood Stopper in a swine bleeding model.
Med Princ Pract 2009;18:165-9. 5. Blocksom JM, Tokioka
S, Sugawa C. Current therapy for nonvariceal upper
gastrointestinal bleeding. Surg Endosc.2004; 18(2):18692. 6. Haznedaroglu BZ, Haznedaroglu IC, Walker SL, et
al. Ultrastructural and morphological analyses of the in
vitro and in vivo hemostatic effects of Ankaferd Blood
Stopper. Clin Appl Thromb Hemost 2010;16:446-53. 7.
Jung HK, Son HY, Jung SA, et al. Comparison of oral
omeprazole and endoscopic ethanol injection therapy
for prevention of recurrent bleeding from peptic ulcers
with nonbleeding visible vessels or fresh adherent clots.
Am J Gastroenterol. 2002;97:1736-40. 8. Khuroo MS,
Yattoo GN, Javid G, et al. A comparison of omeprazole
and placebo for bleeding peptic ulcer. N Engl J Med
1997; 336: 1054. 9. Kwan V, Bourke MJ, Williams SJ et
al. Argon plasma coagulation in the management of
symptomatic gastrointestinal vascular lesions: experience
in 100 consecutive patients with long-term follow-up.
Am. J. Gastroenterol. 2006; 101: 58–63 10. Lin HJ, Tseng
GY, Perng CL, et al. Comparison of adrenaline injection
and bipolar electrocoagulation for the arrest of Harran
Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi 2008;5(2):46-51 50
peptic ulcer bleeding. Gut. 1999; 44:715- 9. 11. Mungan Z.
Üst gastrointestinal sistem kanamaları. Ökten A (editör).
Gastroenterohepatoloji. 1. Baskı. İstanbul: Alemdar
Ofset, 2001: 75-88. 12. Paksoy M, Yavuz N. Akut üst
gastrointestinal sistem kanamasında mortaliteyi etkileyen
risk faktörleri. T Klin Surgery 2000; 5: 53-8. 13. Pavey
DA, Craig PI. Endoscopic therapy for upper-GI vascular
ectasias. Gastrointest Endosc. 2004; 59(2):233-8. 14.
Cook DJ, Guyatt GH, Salena BJ, et al. Endoscopic therapy
for acute nonvariceal upper gastrointestinal hemorrhage:
A meta-analysis. Gastroenterology 1992; 102: 139-48.
15. Rockall TA, Logan RF, Devlin HB, et al. Incidence of
and mortality from acute gastrointestinal hemorrhage in
the United Kigdom. Steering Committee and Members
of the National Audit of Acute Upper Gastrointestinal
Haemorrhage. Br Med J 1995; 311: 222-6. 16. Rosen AM,
Fleischer DE. Upper gastrointestinal bleeding in elderly:
Diagnosis and managements. Geriatrics 1989; 44: 2648. 17. Savides TJ, Jensen DM. Therapeutic endoscopy
for nonvariceal gastrointestinal bleeding. Gastrointest
Endosc Clin N Am 2000; 29: 465-87. 18. Van Leerdam
ME, Vreeburg EM, Rauws EA, et al. Acute upper GI
bleeding: did anything change? Time trend analysis
of incidence and outcome of acute upper GI bleeding
between 1993/1994 and 2000. Am J Gastroenterol. 2003;
98(7):1494-9
1.3. Cerrahi Tedavi
Endoskopik tedavi imkanlarının ve başarısının giderek
artması, varis dışı üst GİS kanamalarda cerrahi girişim
gereksinimini oldukça azaltmıştır. Endoskopik tedavi
ile durdurulamayan peptik ülser kanamalarının oranı
%5-10 düzeyindedir. Beş üniteden fazla transfüzyona
gereksinim duyulması, endoskopiye rağmen kanamanın
devam etmesi ve hastada sistemik hastalıkların bulunması
cerrahi endikasyonudur.
KAYNAKLAR
1. Arabi Y, Al Knawy B, Barkun AN, et al. Pro/con
debate: octreotide has an important role in
the
treatment of gastrointestinal bleeding of unknown
41
Ankara Üniversitesi Karaciğer Nakli Deneyimi
Deniz BALCI
Karaciğer nakli son dönem karaciğer yetmezliği,
akut karaciğer yetmezlikleri ve karaciğer kanserinin
tedavisinde altın standart tedavi yöntemidir. Karaciğer
nakli alanına ülkemizde 2012 yılında Sağlık Bakanlığı
tarafından çıkartılan organ nakli yönergesiyle
düzenleme getirilmiş ve merkezlerin performansının en
önemli kriteri olarak sağkalım belirlenmiştir. Ankara
Üniversitesi’ nde bu doğrultuda, 2013 yılı itibariyle yeni
bir yapılanmaya gidilmiş, sorumlu uzman değişikliği,
karaciğer nakil altyapısının güncel standartlarda
enstrüman ve teknolojiyi kullanması ve multidisipliner
işleyişte iyileştirmeler amaçlanmıştır.
yapıldı. Portal ven trombozu görülmedi. Girişim
gerektiren safra yolu komplikasyonu olarak 10(%15)
hastada safra kaçağı 3 (%4,5) hastada safra yolu darlığı
gelişti ve tedavileri perkütan yapıldı. Alıcılar postoperatif
ortanca 24 gün (12-153 gün) hastanede yattı.
Ocak 2013 ile Mart 2016 arasında Ankara Üniversitesi
Hastaneleri’nde 65 hastaya 66 karaciğer nakli yapıldı.
Nakillerin 54’ü (%82) elektif 12’si (%18) acil, 48’i (%73)
canlı vericiden 18’i (%27) kadavra vericiden gerçekleşti.
Ortalama laboratuar MELD skoru 19,6 (10-56) idi.
Ankara Üniversitesi tıp fakültesi’nde
yapılan
nakil
ünitesinin
işleyişi
yapısal düzenlemelerle,
güncel protokollere göre düzenlenerek, tüm kararlar
multidisipliner olarak alınmış ve operasyonlar aynı
cerrahi ekip tarafından yapılarak standardize edilmiştir.
Karaciğer naklinde deneyimin artışı, cerrahi teknikteki
ve peroperatif hasta bakımındaki gelişmelerle canlı ve
kadavradan karaciğer nakli giderek azalan mortalite
oranları ile yapılabilmektedir. Merkezimizde yapılan
düzenlemeler ve güncel uygulamalarla mortalite ve
komplikasyon oranlarımız yıllar içerisinde azalmış ve
deneyimli merkezlerle paralel hale gelmiştir.
Canlı donör mortalitesi olmadı. Donörlerin ortalama
postoperatif hastane yatışı 8,9 (4-28) gündü. İki donörde,
pnömotorax, bir donörde derin ven trombozu ve
pulmoner emboli gelişti ve medikal tedaviyle taburcu
oldu. Bir donörde postoperatif safra yolu darlığı gelişti,
ERCP ile perkütan safra yolu girişimleri yapıldı.
Postoperatif 3 yıllık takipte 65 alıcıdan 13ü (%20)
eksitus oldu. Merkezimizin; 2013, 2014, 2015 yıllarına
ait 1 yıllık sağkalım oranları sırasıyla, %70, 85, 88 olarak
gerçekleşmiştir. Postoperatif dönemde; 3 (%4,5) hastada
hepatik arter trombozu gelişti ve bunlardan bir hastaya
hepatik arter trombozu nedeniyle retransplantasyon
APPLS Ameliyatına Güncel Bakış, Endikasyonlar
ve Cerrahi Teknik
Deniz BALCI
Karaciğerin primer ve metastatik tümörlerinde yapılan
cerrahi rezeksiyonlarda hastaya kalması öngörülen
karaciğer(HKK) hacmi cerrahi tedaviyi sınırlamaktadır.
Anatomik olarak çıkacak karaciğer hacminin karaciğer
toplam hacmin %70’inden fazlasını yada karaciğerin
rejeneratif kapasitesini azaltan kronik hepatit, kemoterapi
ilişkili steatohepatit ve siroz gibi karaciğerin durumlarda
hastaların tek aşamada rezeksiyonu postoperatif hepatik
riski nedeniyle tek aşamada mümkün olmamaktadır. Bu
durumda, HKK yı arttırmak için, Portal ven ligasyonu
yada embolizasyonu takiben hepatektomi uzun süredir
bilinen yöntemlerdir. Son yıllarda artan sayıda bildirilen,
birinci aşamasında karaciğer parankim transeksiyonu ile
çıkacak tarafa giden tüm portal ven dallarının ligasyonu,
HKK in büyümesini takiben genellikle 2 hafta içerisnde
gerçekleştirilen ikinci aşamaylada da rezeksiyonun
yapıldığı iki aşamalı hepatektomi (ALPPS) yaklaşımı
karaciğer cerrahisinde son yılların hepatobilier cerrahi
alanında görülen en büyük inovasyonu ve aktif bir
araştırma alanı olmuştur.
Merkezimizde 2012 yılı Aralık ayından 2016 Mart ayına
kadar 16 ALPPS prosedürü gerçekleştirildi. Tümör
tanıları 11 hastada kolorektal kanser metastazı, 3 hastada
kolanjiyosellüler kanser, 1 hastada nöroendokrin tümör
metastazı ve 1 hastada mide kanseri metastazıydı. 7 hastaya
sağ trisegmentektomi 3 hastaya sol trisegmentektomi 4
hastaya genişletilmiş sağ hepatektomi, 1 hastaya da sol
hepatektomi ve sağ posterior seksiyonektomi yapılarak
15 hastada mikroskopik olarak tümörsüz cerrahi sınırlara
ulaşıldı. . İkinci ameliyat sonrası ortalama yatış süresi
15,9 (5-41) gün oldu. Bir hasta postoperatif 22. Günde
pulmoner emboli sonucu kaybedildi. 15 hasta taburcu
oldu. İki aşama arasında kalacak karaciğer hacmi
ortalama olarak 18 günde %49,7 artış gösterdi. Ortalama
16 aylık takipte 4 eksitus gerçekleşti (%25).
42
ALPPS prosedürü karaciğerin ileri tümör yükü oluşturan
metastatik ve primer tümörlerinde cerrahiden fayda
görebilecek hasta havuzunu genişletme potansiyeli
taşımaktadır. Cerrahi sınırları negatif anatomik
rezeksiyonları belli bir morbidite ve mortalite oranıyla
güvenli ve yapılabilir kılmaktadır.
Non Kardiak Göğüs Ağrısına Yaklaşım
Elife ERARSLAN
Nonkardiak göğüs ağrısı (NKGA), koroner arter hastalığı
kanıtı olmayan hastalarda anjina benzeri ağrının varlığı
olarak tanımlanır. NKGA tedavisinde son 10 yılda
gastroözofageal reflü (GÖR) ve visseral sensitivite üzerine
odaklanılmıştır.
EKG, ekokardiyografi, myokard perfüzyon sintigrafisi, ve
koroner angiografi yapılmalıdır. II. Özofageal Testler:
Alarm semptom ve belirtiler olan hastalara göğüs ağrısının
özofageal orjinini değerlendirmek için (disfaji, odinofaji,
Gİ kanama, kilo kaybı) a. Erken Üst Endoskopi 2 hafta
içinde yapılmalıdır, Endoskopi vakaların sadece % 5-10’da
sensitif değildir (8). Asid Supresyon Tedavisi GÖRH
ilişkili NKGA düşünülen hastalara erken değerlendirme
sırasında PPI tedavisi başlanır (6). b. Ambulatuar PH
monitorizasyonu: Bu yöntem persistan semptomların
asit veya non-asit reflüye bağlı olup olmadığını
netleştirebilir. Semptomlar ve asit reflüsü arasındaki
günlük ilişkiyi gösterir. 48 saat boyunca pH değişiklikleri
ölçülür. c. Impedance-pH monitorizasyonu: GÖRH
ile ilişkili NKGA tanısı için altın standarttır. PH metre
sadece asit reflüleri saptayabilmektedir. İmpedans
çalışması ile de asit, non-asit gaz ve sıvı tüm oluşan
reflüler saptanabilmektedir. d. Özofageal Manometri:
Çok sensitif değil fakat spesifiktir. Amaç göğüs ağrısına
neden olan özefagus motilite bozukluklarını ekarte
etmektir. e. Asit supresyon tedavisi: Bu peryodda yüksek
doz PPI (omeprazole 40 mg 2x1 ve eşdeğerleri) 8 hafta
kullanılır, f. Diğerleri; Asit perfüzyon (Bernstein testi),
edrofonyum klorür stimülasyonu (Tensilon testi), ya da
intraözofageal balon distansiyonu (1,2,4).
EPİDEMİYOLOJİ: Göğüs ağrısı çok yaygın bir
prezantasyondur. NKGA’nın en yaygın özofegal nedeni
olan GÖRH, Batı ülkelerinde NKGA yapan nedenlerin
%60’tan fazlasını oluşturur (1,2). Göğüs ağrısı ile
başvuran hastaların %60-90’da altta yatan kardiovasküler
bir hastalık yoktur (3). NKGA her iki cinstede görülür.
Hastalar genç, fazla alkol ve sigara tüketen, sıklıkla
anksiyeteden şikayet eden hastalardır.
ETYOLOJİ: a. Psikiyatrik Nedenler; duygulanım,
anksiyete ve somatoform bozukluklar, b. Gastrointestinal
nedenler; 1.Özofageal nedenler (reflü özofajit ve nonreflü özofajit, motilite bozuklukları) ve Non özofageal
nedenler (bilier nedenler, peptik ülser ve pankreatit), c.
Göğüs duvarı ile ilgili nedenler; kostokondrit, fibrozit,
nöropatik ağrı, kosta fraktürü vb, d. Pulmoner nedenler;
plörit, pnömoni, pulmoner emboli gibi çok sayıda
etyolojik sebep vardır (4,5).
KLİNİK: GÖRH’e bağlı göğüs ağrısı bir kaç dakikadan bir
kaç saate kadar sürebilir, kendiliğinden ya da antiasitlerle
geçebilir. Yemek sonrası oluşur, uykudan uyandırabilir,
stresle artabilir, proton pompa inhibitörlerine (PPI) cevap
vermesi tanıyı kolaylaştırır. Kas ve iskelet sisteminden
kaynaklanan göğüs ağrıları sıklıkla ani başlar, devamlıdır,
saatler, günler veya haftalarca sürebilir. Aerofajik hastalar
genellikle stresli psikolabil kişilerdir, aşırı geğirti, karın
şişliği veya flatulans şikayetlerinden biri veya hepsi
birlikte olabilir.
TEDAVİ: Tedavide ana prensip altta yatan nedeni bularak
gereken tedaviyi vermektir (koroziv özofajit, eozinofilik
özofajit, pill özofajit vs). NKGA tedavisinde son on yılda
GÖRH ve visseral aşırı duyarlılık üzerine odaklanılmıştır.
Son yapılan sistematik bir metaanalizde GÖRH şüpheli
hastalarda yüksek doz PPI tedavisi (omeprazol 40 mg 2x1
veya eşdeğerleri gibi) etkili bulunmuştur. PPI ile agresif
tedavi GÖRH ilişkili NKGA’nın bakımında standard
olmuştur (1,6). Ağrı Modülatörleri: Eğer yukarıda
anlatılan PPI tedavisi etkisiz kalırsa NKGA’nın en olası
nedeni özofageal hiperestezidir. Visseral hiperaljezi
GÖRH ilişkisiz NKGA hastalarının etyolojisinde primer
neden olarak düşünülür. Trisiklik antidepresanlar(TCAs),
selektif serotonin reuptake inhibitörleri(SSRI), trazodon
ve teofilin gibi ağrı modülatörleri GÖRH ilişkisiz NKGA
tedavisinin esası olarak düşünülür (1, 6). ). TCA ilaçların
hem santral nöromodülatör hem de periferal visseral
analjezik etkileri vardır. NKGA ve DÖS’lı hastalarda
trazodon ve klomipramin tedavisinden sonra özofagus
motilitesi ve semptomlarda iyileşme olduğu bildirilmiştir
(9).
TANI: NKGA ile başvuran hastaların yüzde 60-90’da
göğüs ağrısı kardiak nedenlere bağlı değildir (3).
Göğüs ağrısı ile gelen hastalarda öncelikle pulmoner
emboli, aort diseksiyonu, ve akut koroner sendrom
gibi yaşamı tehdit eden durumlar ekarte edilmelidir (6,
7). Daha sonra etyoloji tespit edilerek sebebe yönelik
tedavi yapılmalıdır. Esasen NKGA klinik semptomlarla
kardiyak göğüs ağrısından kesin olarak ayırt edilemez.
Ancak, ağrının karakteristiği kardiak ağrıları nonkardiak
ağrılardan ayırmaya yardımcı olabilir. I. Kardiak Testler:
Hastaların Tele-akciğer grafisi, elektrokardiyografi, eforlu
43
NKGA’lı hastalarda SSRI’lar ile yapılan çalışmalarda
sertralin ve citalopram ile ağrı skorlarında önemli
azalma olduğu gösterilmiştir (1). Psikolojik Tedavi:
Eğer hasta bahsedilen yaklaşımlara cevap vermiyor ve
anksiyete ve/veya panik bozukluktan v.s muzdarip ise
psikoterapi bu hastaların tedavisinde yardımcı olabilir
(1,6). Birçok yeni çalışmalarda bilişsel davranışçı terapi
(BDT), konuşma terapisi ve gevşeme eğitim tekniklerinin
NKGA’nın iyileşmesinde etkili olduğu bildirilmiştir
(2). Hipnoterapi: Son zamanlarda NKGA tedavisinde
seçilmiş küçük bir grup hastada yeni bir tedavi şekli olan
hipnoterapi denenmiştir. Çalışma sonuçları çok cesaret
vericidir uzun süreli yararlı etkileri gösterilmiştir (1,2).
2. C. Shekhar and P. J.Whorwell. Evaluation and
management of patients with noncardiac chest pain.
Gastroenterology Research and Practice Volume 2008,
Article ID 708218, 4 pages
3. Wertli MM, Ruchti KB, Steurer J, Held U. Diagnostic
indicators of non-cardiovascular chest pain: a systematic
review and meta-analysis.BMC Med. 2013; 8;11:239.
4. Donald O Castell, Evaluation of the adult with chest
pain of esophageal origin, Upto Date. 21 Ara 2015
5. Hershcovici T, Achem SR, Jha LK, Fass R. Systematic
review: the treatment of noncardiac chest pain. Aliment
Pharmacol Ther 2012 ;35(1):5-14.
6. Goldman L, Kirtane AJ. Triage of patients with acute
chest pain and possible cardiac ischemia: the elusive
search for diagnostic perfection. Ann Intern Med 2003;
139:987.
7. G. D. Eslick, “Usefulness of chest pain character and
location as diagnostic indicators of an acute coronary
syndrome,” The American Journal of Cardiology, 2005
;95: 10( 1228–1231).
8. Cherian P, Smith LF, Bardhan KD, et al. Esophageal
tests in the evaluation of non-cardiac chest pain. Dis
Esophagus 1995; 8:129.
9. Handa M, Mine K, Yamamoto H, et al. Antidepressant
treatment of patients with diffuse esophageal spasm: a
psychosomatic approach. J Clin Gastroenterol. 1999;
28:228-232.
10. Scarpignato C, Pelosini I. Management of irritable
bowel syndrome: novel approaches to the pharmacology
of gut motility. Can J Gastroenterol. 1999;13:50A-65A.
NKGA’nın Gelecekteki Tedavisi: NKGA’nin gelecekteki
tedavisinde yeni ağrı modülatörleri ve daha potent
antireflü ilaçların olması muhtemeldir. IBS ve/veya
dispepsi için geliştirilmiş başarılı ağrı modülatörleri
büyük olasılıkla GÖRH ilişkili NKGA’lı hastalarda
değerlendirilecektir. Periferal opioid reseptör agonistleri
merkezi sinir sistemine etki etmeden visseral analjezik
etki sunabildiği için artan bir ilgi vardır. Visseral analjezik
etki sunabilen taşikinin antagonistleri GÖRH ilişkili
olmayan NKGA’lı hastalarda kullanılabilir. Loxiglumide
gibi kolesistokinin reseptör antagonistleri visseral ağrı
algısını değiştirebilir (9).
KAYNAKLAR
1. Kim JH, Rhee PL. Recent advances in noncardiac chest
pain in Korea. Gut Liver. 2012 Jan;6(1):1-9. 9(13).
Pankreatikobilyer Ulatrasonografi
Engin ALTINTAŞ
Pankreas retroperitoneal yerleşimli olup karaciğere
göre daha ekojendir. Böbrek sinüsüne göre daha düşük
ekodadır. Pankreas ekojenitesi yaş ile artar. Pankreas
kanalı normalde zor görülür. Pankreas görüntülemesinde
aorta ve superior mezenterik ven yaklaşımı olan longitidal
kesitte baş ve unsinat proçes en iyi görüntülenir. Daha
sonar spleink ven üzerinde horizontal kesitte pankreas
boylu boyunca bir “telefon ahizesi” şeklinde görülür.
Ultrasonografi safra kesesi görüntülemesinde birincil
görüntüleme yöntemidir. Safra içeriğinin ses geçirgen
özelliği hem safra kesesi duvarının hem de kese lümen
içeriğinin değerlendirilmesi için mükemmel bir akustik
pencere oluşturur. Bu sayede safra kesesine ait pek
çok patoloji ultrasonografi ile tanı alabilmektedir.
Ultrasonografi intra- ve ekstrahepatik safra yollarının
değerlendirilmesi ve patolojilerinin ortaya konmasında
da ilk basamakta tercih edilmesi gereken görüntüleme
yöntemidir.
Pankreas parenkim kalınlığı baş kesiminde 3 cm, gövde
ve kuryukta 2.5 cm yi, ana pankreatik kanal genişliği de
0.2 cm yi geçmez.
Safra kesesi karaciğer’in sağ lobunun alt yüzeyinde
segment 4B ve 5’in oluşturduğu yatak içinde yerleşmiştir.
Hasta sırt üstü yatarken sağ subkostal oblik ve transvers
kesitler ile başlanan muayeneye, interkostal alanlardan
yapılan inceleme ile devam edilir. İncelemeye başlanıp
safra kesesi bulunduğunda boynundan fundusa kadar
her yeri incelenmeli sonra prob 90 derece çevrilerek kese
tekrar tümüyle değerlendirilmelidir.
Pankreas en iyi 6-8 saat sonrası açlık sonunda sırt üstü
yatar pozisyonda ya da gazdan kaçınmak için sağ veya sol
ön oblik ya da oturur/ayakta pozisyonda da bakılabilir.
Derin inspiryumda en iyi görünür. Zayıf kişilerde
probu fazla bastırmamalıdır. Pankreasın şekli, kontürü,
pozisyonu ve doku yapısı irdelenmelidir. Beraberinde
komşu organlar ve damarsal yapılar da incelenmelidir.
44
Derin inspiryum yaptırılıp tutturulduğunda karaciğer ve
safra kesesi sağ kosta kenarından aşağıkayıp kosta gölgeleri
ve kolon gazının olumsuz etkisi ortadan kalktığında
safra kesesi daha iyi görülebilir. Prob epigastrik medyan
vücudun uzun eksenine paralel konduğunda safra kesesi
longitüdinal görülür. Bazen hastayı sağ üst oblik veya
yan yatırmak gerekebilir. Bu pozisyon değişiklikleri kese
boynunda gizlenmiş taşların saptanmasında da yardımcı
olabilir. Safra kesesi incelenirken - şekli, - büyüklüğü, duvar kalınlığı ve yapısı ve - lümende ilave patoloji olup
olmadığına bakılmalıdır.
intrahepatik safra kanalları görülmez. Portal ven
dallarına paralel ve bunların önünde 2 mm’yi geçmeyen
ince, düzgün kanalcıklar olarak seçilebilir. İntrahepatik
kanalların portal triad içinde portal ven ile ilişkisi sabit
değildir. Kanallar portal venin önünde, arkasında, hatta
tortüöz olabilir. Kanallardan hepatik arteri ayırmada
Doppler yararlı olabilir. Ama safra akışında bir engel varsa
o zaman intra ve ekstrahepatik safra kanalları portal ven
dalları ile komşu genişlemiş anekoik kıvrıntılı kanallar
şeklinde görülür (Resim 8). Koledok portal venin önünde
seyreder. Safra kesesi duran kişilerde koledoğun 5 mm’yi
geçmesi, kolesistektomililerde ise 10 mm’yi geçmesi
patolojiktir.
Kese boynu sistik kanal olarak duktus hepatikus
kommünis ile birleşip koledoğu oluşturur). Normalde
Özofagus ve Total Gastrektomi Sonrası Gelişen
Anastomoz Kaçaklarına Yaklaşım
Erdal Birol BOSTANCI
Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi, Gastroenteroloji Cerrahisi Bölümü, Ankara
Özofagus ve total gastrektomi sonrası görülen anastomoz
kaçaklarının önemi, yaşam kalitesini bozmasından,
maliyeti yükseltmesinden ve mortaliteyi arttırmasından
gelmektedir. Ayrıca yaşam süresini de kısaltır.
Tedavide genel prensip, defektin kapatılması ve
kontamine alanın drenajıdır. Anastomoz kaçağının tanısı
konulduğunda oral alım durdurulur, antibiyotik başlanır,
perkütan girişimler, stent ve endoskopi ile anastomoz
kaçağı tedavi edilmeye çalışılır. Bu tedaviler başarısız
olursa cerrahi tedaviye başvurulur.
Özofagus cerrahisi sonrası intratorasik anastomozların
kaçak oranları servikal anastomozlara göre daha düşük,
mortalitesi daha yüksektir.
En etkili tedavi tartışmalı olup, standart bir tedavi
algoritması
yoktur.
Hastanın
genel
durumu,
semptomların ciddiyeti, kaçağın yeri ve defektin derecesi
dikkate alınarak tedavi bireyselleştirilmelidir. Tedaviye
Gastroenterolog, radyolog ve cerrah birlikte karar
vermelidir.
Tanı konulabilmesi için öncelikle anastomoz kaçağından
şüphenilmesi gerekir. Çünkü anastomoz kaçağı bazen
semptom vermeyebilir.
Tanı genellikle metilen mavisi içirilmesi, suda erir opak
madde ile özofagografi çekilmesi, oral opaklı, kontraslı
ince kesit tomografi veya endoskopi ile konulur.
İnflamatuar Barsak Hastalıklarında Beslenme
Önerileri
Erdem AKBAL
Crohn hastalığı ve ülseratif kolit kronik, remisyon ve
nükslerle seyreden, nedeni tam olarak izah edilemeyen
ancak çevresel, genetik, mikrobiyolojik ve immünolojik
faktörlerin neden olabileceğinin iddia edildiği
multisistemik inflamatuar barsak hastalıklarıdır (IBH).
Son dönemlerde IBH çeşitli ilaçlarla kontrol altına
alınabilmesine rağmen hastalıkta beslenmenin rolü ve
beslenme önerileri hakkında genel kabul görmüş olan bir
klavuz bulunmamaktadır.
IBH’ da besin maddelerinin hastalığın etyolojisinde rol
alabileceği savunulmaktadır. Özellikle son dönemlerde
yapılan çalışmalarda hastalığın sıklığının artma
eğiliminde olduğu görülmektedir. Batı tarzı beslenmenin
artması IBH sıklığını ve özellikle de Crohn hastalığı
sıklığını artırdığı iddia edilmektedir. Diyetteki yağ
içeriğinin, n-6 poliansatüre yağ asidlerinin artması
ve n-3 poliansature yağ asitlerinin azalması batı
tarzı beslenmedeki Crohn hastalığının sıklığının
artışından sorumlu tutulmaktadır.
45
Diyet içeriğinde n-3 poliansature yağ asitlerinin
proinflamatuar sitokin, lökotrien, araşidonik asit oluşumu
ile vasküler adezyon, migrasyon ve anjiogenezi azaltarak
Crohn hastalığının gelişimini azalttığı gösterilmiştir.
Buna karşıt olarak n-6 poliansatüre yağ asitleri ya da
linoleik asit ise proinflamatuar özellikleri dolayısı ile
Crohn hastalığı için risk faktörü gibi görünmektedir.
Diyetteki yağ içeriği ile ülseratif kolit arasında ilişki
saptanmamıştır.
Çeşitli besin maddeleri İBH’nın etyolojisi ile ilişkili
olabilmekle birlikte
remisyonu indüksiyonu ve
remisyon idamesinde besin maderlerinin rolü tam
olarak bilinmemektedir. Pratikte karşımıza çıkan
en büyük sorunda genellikle hastanın hangi besin
maddelerini almaları ya da nelerden kaçınmaları
gerektiği konusundaki sorularıdır. Karın ağrısı, bulantı,
kusma, ishal yakınmaları nedeniyle birçok hasta özellikle
hastalığın aktif dönemlerinde yeterince beslenememekte
ve hastalarda beslenme ile ilgili kaygılar oluşmaktadır.
Hastalara diyet önerilerinde bulunmadan önce hastanın
günlük enerji gereksinimi, BMI hesaplanması, hastalığın
hangi fazda olduğu, tutulum bölgesi, makro ve mikro
nutrisyon eksikliklerinin olup olmadığının bilinmesi
gerekir. Birçok Crohn hastasında ve şiddetli ülseratif
kolit hastalarında kilo kaybı ve BMI azalma çoğunlukla
bulunmaktadır. Hastalarda absorbsiyon bozukluğu ve
kullanılan ilaçlara bağlı olarak demir, vit b12, D vitamin,
çinko, magnezyum, A vitamin, eksiklikleri açısından
değerlendirilmesi gerekmektedir.
Diğer önemli diyet içeriği de fiberli besinlerdir. Diyetteki
fiberlerin, hücreler arasındaki tight junksiyonlarda
görev G protein-coupled receptor 43/free fatty acid
receptor 2 (GPR43/FFAR2) artırarak mukozal bariyerin
korunmasına katkı sağladığı ve Crohn hastalığında rolü
olabileceği savunulmaktadır. Yenilerde yayınlanan bir
yazıda diyette fiber alımının (yüksek oranda fiber alımı
24.3 g/gün) Crohn hastalığı riskinde % 40 azalmaya neden
olduğu gösterilmiştir. Bununla birlikte fiber kaynağının
da önemli olduğu vurgulanmıştır. Özellikle meyve
kaynaklı solubl fiberlerin risk azalmasına neden olduğu
saptanmıştır. Diyetteki fiber miktarı ile ülseratif kolit
arasında ise bir ilişki bulunmamaktadır. Meyvelerden
gelen fiberler barsak bakterileri tarafından fermante
edilebilen fiberlerdir ve metabolize olduklarında kısa
zincirli yağ asitleri oluşur. Bunlarda NFκβ transkripsiyon
faktörlerini ve proinflamatuar medyatörlerde inhibisyona
neden olurlar. Bunlara ek olarak, fiberler intestinal
bariyer fonksiyonlarının korunmasına da katkı sağlayarak
hastalık gelişimini engelemektedir.
İBH hastalarındaki spesifik diyet önerileri içerisinde
exclusion diyet, low-residue diyet, Fodmap diyet ve
laktoz intoleransı olanlarda diyet tedavileri ile özellikle
çocuk İBH’ da etkinliği bilinen enteral beslenme ürünleri
olarak 5 ana başlık altında toplanabilir. Ancak bu diyet
metodlarının hastalığın remisyonunu indüklemede ve
remisyon idamesindeki rolü tam olarak bilinmemektedir.
Kılavuzdan Kliniğe Çölyak Hastalığı
Erdem KOÇAK
İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bilim Dalı
Tanım; Çölyak hastalığı (ÇH), genetik olarak duyarlı
kişilerde diyetle alınan glutene bağlı olarak ince
barsaklarda mukozal inflamasyon, villöz atrofi ve kript
hiperplazisi ile seyreden ve glutenin kesilmesi ile klinik
ve histolojik düzelmenin olduğu bir hastalıktır.
Glutenin sindirim sistemine alınmasıyla ince bağırsak
mukozasında bulunan gliadin peptidleri ile “Human
leucocyte antigen” (HLA) sınıf II moleküllerinin
birleşmesi sonucunda klinik bulguların oluştuğu
immünolojik olaylar zinciri başlamaktadır. Bu reaksiyonu
en fazla gösteren doku grupları HLA-DQ2 ve DQ8’dir.
Tarihçe; İlk kez tarihte Kapadokyalı Aretaesus tarafından
2.yüzyılda yazılan bir kitapda ÇH’dan bahsedilmiş ve
“koilliakos” olarak adlandırılmıştır. Bugünkü bilinen
ÇH ise 1900’lü yılların başında Samuel Gee tarafından
tanımlanmıştır.
Klinik; ÇH, çocukları ve erişkinleri yaşam boyu
etkilemekte ve her yaşta ortaya çıkabilmektedir. Çoğu
hastada atipik ya da sessiz bir klinik seyir söz konusudur.
ÇH kliniği oldukça farklı ve değişken olabilir. ÇH’nı
klinik olarak 4 gruba ayırabiliriz;
1-Klasik ÇH, 2-Atipik ÇH, 3-Sessiz ÇH, 4-Latent ÇH
Patogenezde; Hastalığın oluşmasında genetik faktörlerin
önemli rolü olmakla birlikte çevresel faktörler de önemlidir.
Diyete buğday, dolayısıyla içindeki gluten girmediği
sürece hastalık görülmez. Bu nedenle beslenmelerinde
buğdayın önemli yer tuttuğu toplumlarda veya değişen
beslenme alışkanlıkları nedeniyle daha önce bu hastalığa
rastlanmayan etnik gruplarda da ÇH görülme sıklığı
artmıştır.
Hangi hastalara tanısal testleri uygulayalım ?
• Kronik ishal, ishalin eşlik ettiği kilo kaybı,
steatore ,post- prandiyal abdominal ağrı ve şişlik (öneri
düzeyi kuvvetli -kanıt düzeyi yüksek ).
46
• ÇH ile ilişkili olabilecek tedavi edilebilir
laboratuar bulguları olan hastalar; demir eksikliği
anemisi, prematur osteoporoz, açıklanamayan infertilite,
tiroid replasman tedavisine yanıtsızlık, amenore, kronik
yorgunluk (öneri düzeyi kuvvetli, kanıt düzeyi orta).
• Laboratuar bulguları ve şikâyetleri ÇH
düşündüren ve 1. derece yakınlarında ÇH tanısı olan
hastalar (öneri düzeyi kuvvetli -kanıt düzeyi yüksek).
• lAsemptomatik ve 1. derece yakınlarında ÇH
olan hastalar (Öneri düzeyi orta, kanıt düzeyi yüksek ).
Tanı; Tipik veya atipik bulgularla ÇH düşündüren
olgularda ilk aşamada serolojik testler yapılarak
pozitif antikor aranmalıdır. Sonrasında risk analizi
yapılarak (Düşük risk veya yüksek risk) serolojik testler
uygulanmalı ve/veya doku biyopsi örnekleri alınmalıdır
(Şekil 1). ÇH tanısında en önemli nokta hekimin
hastalıktan şüphe etmesidir.
Şekil 1. Çölyak hastalığı tanısal algoritma
Tedavi; Ömür boyu sürecek olan glutensiz diyet, tedavide
temel prensiptir. Diyetten buğday, arpa ve çavdarın
tamamen çıkarılması gerekmektedir. Sadece en az toksik
prolamin içeren yulafın (50-60 g/gün) klinik olarak iyi
giden hastalarda diyete sokulması konusunda çalışmalar
olmakla birlikte henüz kesin bir fikir birliği yoktur.
Gluten veya diğer toksik prolaminleri içermeyen başlıca
tahıllar mısır ve pirinçtir. Yeni tanı konulan hastalar
demir, folik asid, vitamin D ve vitamin B12 düzeyleri
açısından tetkik edilmelidir.
Takip; ÇH tanısı konulan hastalar glutensiz diyete
uyum, devam eden veya yeni ortaya çıkan semptomlar
ve komplikasyonlar açısından düzenli olarak takip
edilmelidir. Bu hastalar için önerilen klinik takip
algoritması Şekil 2 de şematize edilmiştir.
Şekil 2. Çöliak hastalığı klinik takip
Sirozlu Hastada Sıvı Yükü ve Assit Tedavisi
Fatih ALBAYRAK
Peritoneal boşluk içinde patolojik sıvı toplanmasına asit
denir. Sirozlu bir hastada asit gelişimi, dekompanzasyon
ve kötü prognoz göstergesidir. Asit ortaya çıktığında,
öngörülen iki yıllık mortalite yaklaşık %50’dir (1).
Bu ayırım hem assitin tedavisi hem de etyolojik nedenin
tespitinde çok önemlidir. SAAF < 1.1 g/dL assit
nedenlerinde tedavi altta yatan hastalığa yönelik olup,
diüretik tedavinin hemen hemen hiç yeri yoktur (4,5).
Ancak portal hipertansif asit tedavisinde altta yatan
spesifik hastalığa yönelik tedavilerin yanında diüretik
tedavide uygulanmaktadır.
Asit aynı zamanda ilerlemiş portal hipertansiyon
göstergesidir. Ancak Sirozlu hastalarda; tüberküloz,
malignite, böbrek hastalığı veya kalp yetmezliği gibi
nedenlere bağlı asit gelişebilir (2,3).
Hidrostatik basınç artışı, kolloid osmotik basınç
azalması, peritoneal kapiller permeabilite artışı, lenfatik
drenaj bozukluğu veya yetersizliği ve peritoneal boşluğa
sıvı kaçağı assit oluşumunun fizyopatolojisinde rol alan
temel mekanizmalardır. Sirozdaki asit oluşumunda temel
mekanizma portal hipertansiyon, splaknik vazodilatasyon
ve renal sodyum retansiyonudur.
Asit tedavisinde öncelikle asit nedeninin belirlenmesi
gereklidir. Parasentez sıvısında ve eş zamanlı serumda
bakılan albumin düzeyleri ile serum asit albumin farkı
(SAAF) tespit edilir. SAAF değeri 1.1 g/dL ve üzerinde
ise %97 kesinlikle “portal hipertansif asit” tir. SAAF <
1.1 g/dL ise “nonportal hipertansif asit” söz konusudur.
47
1. Diüretik rezistan (dirençli) asit:
• Tuz kısıtlaması (< 90 mmol/L veya 5.2 g tuz/2 g
sodyum) ve
• Maksimum doz (400 mg spironolakton ve 160
mg furosemid) ve
• Sürede (en az bir hafta) diüretik kullanımına
rağmen
• Yanıt alınamayan (dört günde ortalama
kilo kaybı < 0.8 kg ve üriner sodyum atılımı, oral
alım miktarından az) ya da
• Erken (ilk dört hafta içinde) tekrarlayan asit
olarak tanımlanır.
2. Diüretik intraktıbl (inatçı) asit:
• Diüretiğe bağlı hepatik ensefalopati, renal
disfonksiyon, hiponatremi ya da hipo/
hiperkalemi gibi bir komplikasyon gelişmesi
nedeniyle
• Diüretik tedavisine rağmen yanıt alınamayan
(dört günde ortalama kilo kaybı < 0.8 kg ve
üriner sodyum atılımı, oral alım miktarından az)
ya da
• Erken (ilk dört hafta içinde) tekrarlayan veya
• Diüretik tadavisinin yanıt alınamadan kesilmesi
gereken asit olarak tanımlanır (2,7,9,10).
Asit toplanmaya başladıktan sonra efektif arteryel
kan volümü azalması sonucu, ADH sekresyonunun
artması,Renin-Aldesteron salınımı, sempatik sinir
sisteminin aktivitesinin artması ile sodyum ve su
tutulumu ortaya çıkar (5,6).
Assit miktarı şu şekilde derecelendirilir;
Evre 1: Sadece dikkatli muayene ile tespit edilebilen assit
Evre 2: Kolay şekilde tespit edilebilen, ancak relatif olarak
az miktarda
Evre 3: Aşikar ancak tense olmayan assit
Evre 4: Tense (gergin) assit
Böbrek fonksiyonlarının korunması ve diüretiklere
yanıtın artırılması için yatak istirahatinin uygun
olacağı düşünülebilir. Assidi olmayan sirotik hastalarda
profilaktik amaçla sodyum kısıtlamasına gerek yoktur.
Ancak assit tedavisinde ilk basamak tedavi, diyetteki
tuz miktarının kısıtlanmasıdır. Assitli sirotik hastalarda
günlük sodyum alımını 88 mmol olarak önerilmektedir
(7).
Assitli sirotik hastalarda dilüsyonel hiponatremi (Na
< 120-125 mmol/L) olmadıkça su kısıtlamasına gerek
yoktur (8). Renal sodyum tutulmasında asıl neden
hiperaldosteronizm, olduğundan başlangıç diüretik
tedavisinde seçilecek ajan spironolaktondur (6-2,9).
Diüretik yanıtı yetersiz ise günlük 40 mg furosemid
(loop diüretiği) ilave edilmelidir. Diüretik yanıtı
değerlendirilirken periferik ödemi olmayan hastalarda
500 mg/gün, olanlarda 1000 mg/gün kilo kaybı yanıt
açısından idealdir (9).
Refrakter asit tedavisinde ilk yaklaşım tekrarlayan
parasentezdir. Parasentezin sıklığını azaltmak için hasta
tolere edebildiği kadar diüretik tedavisi de sürdürülmelidir.
Eğer ciddi komplikasyonlar söz konusuysa veya idrar
sodyumu < 30 mmol/gün ise diüretikler kesilmelidir.
Çok sık parasenteze gereksinim duyan hastalar için
transjuguler intrahepatik portosistemik şant (TİPS)
gündeme getirilmelidir. TİPS endikasyonları;
Diüretik tedavisinin en sık görülen komplikasyonları
hiponatremi, böbrek yetmezliği hepatik ensefalopati,
hiperkalemi, metabolik asidoz ve jinekomasti ve kas
kramplarıdır. (2,9). Diüretik tedavisi altında günlük
sodyum atılımı ≥ 90 mmol olmasına rağmen asit
düzelmiyorsa; tuzsuz diyete uyumun yeterli olmadığı
düşünülür. 24 saatlik idrar toplanılması zorluğu
nedeniyle, spot idrar örneğinde sodyum/potasyum oranı
> 1 olup da kilo kaybetmeyen hastaların tuzsuz diyete
uymadıkları düşünülür. (8,9).
• Ayda üçten fazla parasentez gereken hastalar,
• Parasentezi tolere edemeyen hastalar,
• Parasentezin kontrendike veya etkisiz olduğu
hastalar şeklinde sıralanabilir (2,7,9).
Bugün için çok daha nadir kullanılan bir diğer refrakter
asit tedavi yöntemi de peritono-venöz şantlar veya daha
yeni bir yöntem olan peritoneo-vezikal şant yeni bir
alternatif tedavi yaklaşımı olarak denenmektedir (10).
KAYNAKLAR:
Yoğun assiti olan hastalarda terapötik/boşaltıcı parasentez
ihtiyacı doğar. 5-6 L’nin üzerindeki parasentezlere yüksek
volümlü parasentez adı verilir. Volüm ekspansiyonu
yüksek volümlü parasentez esnasında yapılmalıdır.
(8,9,10). Parasentez için ciddi bir kontrendikasyon yoktur.
1. Guevara M, Cardenas A, Uriz J, Gines P. Prognosis in
patients with cirrhosis and ascites. In: Gines P, Arroyo
V, Rhodes J, Schrier RW (eds). Ascites and Renal
Dysfunction in Liver Disease: Pathogenesis, Diagnosis,
and Treatment. Blackwell, Malden, Mass, USA, 2005:
260-70.
2. Madan K, Mehta A. Management of renal failure and
ascites in patients with cirrhosis. Int J Hepatol 2011; 2011:
790232.
REFRAKTER ASİT
Sirotik asit tedavisinde, diüretik tedavisine yanıtsızlık
durumu refrakter asit olarak adlandırılır. Refrakter asit
kavramı iki başlık altında incelenir (2,7,9,10).
48
3. Lucena MI, Andrade RJ, Tognoni G, Hidalgo R, de la
Cuesta FS, Fraile JM, et al. Multicenter hospital study on
prescribing patterns for prophylaxis and treatment of
complications of cirrhosis. Eur J Clin Pharmacol 2002;
58: 435-40.
4. Runyon BA. Management of adult patients with ascites
due to cirrhosis: an update. Hepatology 2009: 49; 2087107.
5. Runyon BA. Ascites and spontaneous bacterial
peritonitis. In: Feldman M, Friedman LS, Brandt LJ (eds).
Sleisenger and Fordtran’s Gastrointestinal and Liver
Disease. 8th ed. Philadelphia: Saunders, 2006: 1935-64.
6. Sonsuz A. Karaciğer sirozunda hasta takibi ve
klinik sorunlar. Dobrucalı A, Tetikkurt C (editörler).
Türkiye’de Sık Karşılaşılan Hastalıklar II. Sindirim
Sistemi Hastalıkları, Akciğer Kanserine Güncel Yaklaşım
Sempozyum Dizisi No: 58. İstanbul: Cerrahpaşa Tıp
Fakültesi Yayınları, 2007; 99-112.
7. Moore KP, Wong F, Gines P, Bernardi M, Ochs A,
Salerno F, et al. The management of ascites in cirrhosis:
report on the consensus conference of the International
Ascites Club. Hepatology 2003; 38: 258-66.
8. Runyon BA. Management of adult patients with ascites
due to cirrhosis: an update. Hepatology 2009: 49; 2087107.
9. Coşar AM. Ascites in Liver Cirrhosis: Mechanisms and
Treatment. İç hastalıkları Dergisi 2011; 18: 145-151.
10. Wong F. Management of ascites in cirrhosis. J
Gastroenterol Hepatol 2012; 27: 11-20.
Akut Pankreatit
Fatih BEŞIŞIK
AMAÇ
• Akut pankreatit ve komplikasyonlarının
öğrenilmesi
• Tedavi yaklaşımlarının bilinmesi
yarısında görülür. Ağrının şiddeti ve lokalizasyonu akut
pankreatitin şiddeti ile korale değildir. Kolik ağrı, sadece
alt abdomende lokalize ağrı akut pankreatit (AP) ile
uyumlu değildir. Başka bir sebeb aranmalıdır. %5-10
hastada ağrı olmayabilir; fatal hastalık, ağrısız prezente
olabilir.
ÖĞRENİM HEDEFLERİ
1. Tanı, -sıklıkla sırta yayılan, ani başlangıçlı, derin
epigastrik ağrı; amilaz, lipaz değerlerinde > 3 misli artış;
görüntüleme tetkiklerinde akut pankreatit ile uyumlu
görünüm- kriterlerinin en az ikisi ile konulur
2. İlk başvuru anından itibaren, ressüsitasyon başlatılmalı;
hastalık şiddeti ön-görü kriterleri aranarak, yaklaşım
basamaklandırılmalıdır.
3. İV hidrasyon, oksijenizasyon, etyolojinin kontrolü ve
erkenden enteral besleme ağır seyir ve komplikasyonları
engelleyebilir
4. Mortalitenin en sık sebebi uzamış organ yetersizlikleridir
5. Lokal komplikasyonlar ve komorbid durumlar uzamış
hospitalizasyon ile neticelenir.
%90 olguda, şiddetli ağrı veya posterior gastrik
inflamasyon sebebi ile ortaya çıkan, saatlerce sürebilen ve
şiddetli olabilen, bulantı ve kusma- söz konusudur.
2. > X3 serum amilaz/ lipaz artışı: Saatler içerisinde
yükselip, komplikasyonsuz olgularda 3-5 gün içerisinde
normale dönerler (%20 hastada normal sınırlarda
kalabilir); Lipaz daha geç normale döner. Tanı için,
diabetes mellitus hastalarında lipaz artışı 5 misli veya
üzerinde olmalıdır.
3. BT/ MR’da tanı ile uyumlu bulgular: Kontrastlı BT/
MR: Tanı kesin değil ise; ilk 48-72 saat klinik düzelme
içerisinde gerçekleşmemiş ise (persistan ağrı, ateş,
bulantı, kusma, oral beslenmeye geçilememe vs.); veya
komplikasyon şüphesi var ise- endikedir. Kontrastlı
tetkiklerde pankreasın >%30’u perfüze olmuyor ise tanı
nekrotizan pankreatitdir. Görüntüleme tetkiklerinde KP
için tipik bulgular olmadığı sürece pankreatit AP olarak
isimlendirilir. KP bulguları var ise, tanı kronikte akut
alevlenmedir.
I. GİRİŞ
Pankreasın, komşu dokularının ve/veya uzak organ
sistemlerinin de tutulabildiği akut inflamatuvar sürecidir.
Tanı için en az ikisi olmalıdır:
1. Tipik pankreas ağrısı: Ani başlar; genellikle 10-20
dakika içerisinde maksimuma erişir. Şiddetli ve devamlı
bir ağrıdır. Birkaç saat sürüp geçen ağrıda pankreatit
düşünülmemelidir. Pozisyon değiştirmek ile rahatlama
minimaldir. Çoğu kez tüm üst abdomeni ilgilendirir.
Kimi kez ise epigastrium, sağ üst kadran veya sol üst
kadrana lokalize olabilir. Pankreatik eksudasyon, hızla sol
kolon boyunca ilerleyecek olur ise, ağrı alt kadranlarda da
olabilir. Kuşak tarzında olan ve sırta yayılan ağrı, olguların
İnsidans, 100.000’de 5-40’dır. Şişmanlık ve safra taşlarında
artışa paralel olarak sıklık artmaktadır. Hafif vakaların
atlandığı, ağır vakaların %10’unun ise tanı konulamadan
öldüğü unutulmamalıdır. Mortalite %5-10’dur.
49
II. ETYOLOJİ (Tablo 1)
doz alımlarında pankreatite yol açabilirler. Bazı ilaçlar
ise (tiazidler, isotretinoin, tamoksifen, beta bloker,
glukokortikoidler, östrojen, alkol), trigliserid artışını
indükleyerek akut pankreatite yol açabilir.
Etyolojiden sorumlu faktörler, direk asiner hücre hasarı
veya duktal obstrüksiyon ile, pankreas enzimlerinin
prematür aktivasyonuna yol açarlar.
c.Diğer toksinler: Metil alkol, organik fosfor insektisidleri,
Trinidad akrebi zehiri vs.
1.Obstrüksiyon:
Pankreas kanalı tıkanır; artan basınç asiner ve duktal
hücrelerde hasarlanmaya yol açar.
d.Hipertrigliseridemi:
>1000
mg
trigliseridemi
varlığında, lipaz etkisi ile salınan yağ asidleri, asiner
hücreleri ve kapiller endotelini haraplar. Tipik olarak,
tipI (%35), tipV (%35), ve tipIIb (%15) hiperlipidemi
olgularında görülür. Serum TG düzeyi <200 mg/dl
düzeyine indirilerek pankreatit atakları engellenebilir.
Diabetes mellitus, hipotiroidi, alkolizm, ilaçlar gibi
kolaylaştırıcı faktörler kontrol altına alınmalıdır.
a.Safra taşları: AP olgularının >%40’ından safra taşları
sorumludur. Safra taşları olan hastaların %3-7’inde AP
gelişir. Taş çapı <5 mm ise risk 4-5 kez daha fazladır.
Akut pankreatitli hastalarda serum ALT düzeyinin >150
U/L olması bilyer pankreatit lehinedir. taşlarına bağlı AP
olgularında tedavi kolesistektomidir.
b.Safra çamuru: Kolesterol monohidrat kristalleri veya
kalsiyum bilirubinat granullerinden yapılıdır. USG’de,
akustik gölge oluşturmayan, düşük amplitüdlü eko
veren, mobil birikinti- olarak görülür. Uzamış açlık,
fonksiyonel veya mekanik safra stazı, seftriakson tedavisi,
çamurlaşmaya yol açabilir. Çamur veya mikrolityaz
(<3 mm) varlığında tedavi seçenekleri, izlem, UDCA,
endoskopik sfinkterotomi (ES), veya kolesistektomidir.
e.Hiperkalsemi: Ani yükselişler, tripsinojen aktivasyonu
ve kanallarda kalsiyum birikimi ile pankreatite yol
açabilir. Hiperparatiroidi olgularında akut pankreatit
sıklığı %1 civarındadır.
c.Neoplazi: Özellikle >40 yaş hastalarda, obstrüktif
etyolojilerin ayırıcı tanısında neoplaziler (primer veya
metastatik) yer almalıdır.
f.İnfeksiyonlar: İlişki, kesin, muhtemel veya olası olabilir:
Kesin- Pankreas veya pankreas kanalında etkenin
gösterilmiştir: Kabakulak, koksaki, HBV, HCV, CMV,
HSV, EBV, Varicella-zoster, MMR, Mikoplasma,
Mikobakteri, Legionella, Leptospira, Salmonella,
Brucella, Candida, Aspergillus, Kriptokok, Toxoplasma,
Kriptosporidium, Askaris, Klonorşis
d.Diğer: Diğer obstrüktif sebebler içerisinde koledokosel,
duodenal divertikül, annuler pankreas, parazitler (askaris,
klonorşis vs.), Oddi sfinkter disfonksiyonu, pankreas
divisum, sayılabilir.
Muhtemel: Pankreas salgısı veya kanda etkenin
gösterilmesi + karakteristik klinik bulgular söz konusudur.
Olası: Serolojik testlerinin pozitifliği + karakteristik
klinik bulgular söz konusudur.
2.Direk asiner hücre hasarı:
İntrensek toksisite, toksik metabolitlerin birikimi,
hiperstimulasyon, aşırı duyarlılık, hipertrigliseridemi,
genetik faktörler- başlıca mekanizmalardır.
İnfeksiyonun kontrolü,
döndermeyebilir.
pankreatik
patolojiyi
geri
Sonuç olarak, etyolojiden sorumlu en sık faktör kolelityaz
(bilyer sebebler) dir. Bunu alkol izler. Metabolik sebebler
ve toksinler (hipertrigliseridemi, hiperşilomikronemi,
hiperkalsemi), iyatrojenik sebebler (ilaçlar, periton
diyalizi, kardiopulmoner bypass, ERCP, cerrahi), iskemi,
infeksiyonlar (CMV, MAC, kabakulak vs.), immunaracılı hastalıklar (OI pankreatit, çölyak hastalığı, İBH),
travma ve konjenital sebebler (genetik mutasyonlar,
pankreatikobilyer kanal birleşme anormallikleri, pankreas
divisium), obstrüktif patolojiler (malignite, Oddi fibrozu,
Oddi sfinkter disfonksiyonu, duodenal divertikül vs.)
nadir akut pankreatit sebepleridir. Oguların %20’i
idiopatik kalır.
a.Alkol: AP olgularının %30’unun sebebidir. Alkol ve
metabolizma ürünleri, asiner hücrelere direk toksik etki
gösterir Alkole bağlı pankreatit oluşabilmesi için, en az
5 yıl, >50 gr/gün alkol kullanımı gereklidir. Alkoliklerin
< %5’inde klinik pankreatit söz konusudur. Dolayısı
ile alkole bağlı pankreatit için ilave genetik ve çevresel
faktörler şarttır.
b.İlaçlar: Aşırı duyarlılık reaksiyonlarına bağlı AP, ilaç
alındıktan sonra 4-8 hafta içerisinde ortaya çıkar ve doz
ile ilişkili değildir. Tekrar maruz kalma durumunda ise,
AP, saatler içerisinde ortaya çıkabilir. Bu grubun tipik
örnekleri 6-MP, AZT, aminosalisilatlar, metronidazol
ve tetrasiklindir. Toksik metabolitlerin birikimine bağlı
pankreatit ise aylar süren kullanım sonucu gelişir. Tipik
örnekler didanosin ve valproik asiddir. Eritromisin ve
asetaminofen pankreas için intrensek toksinlerdir, aşırı
Sigara, alkolik ve idiopatik AP riskini arttırır. İleri yaş ve
obesite, ciddi seyir için risk faktörleridir.
50
Tablo 1: Etyolojiye yönelik yaklaşım
herhangi bir organ sistemi için skorun > 2 olmasıdır.
Geçici (<48 saat) veya persistan (> 48 saat) olabilir.
• Tüm hastalara, safra taşları (ST) aramaya yönelik
olarak transabdominal USG yapılmalıdır
• ST ve anlamlı alkol öyküsü yok ise serum trigliserid
düzeyi istenmeli, >1000 mg/dl değerler söz konusu ise
sebeb olarak hipertrigliseridemi kabul edilmelidir
• >40 yaş hastalarda tümör akla gelmelidir
• İdiopatik kalan <30 yaş olgularda,
özellikle ailede de pankreas hastalığı öyküsü var isegenetic testler istenebilir.
IV. KLİNİK
Hemen hemen tüm hastalarda üst abdomen hassastır.
Abdominal rjidite seyrek de olsa görülebilir. Hemorajik
pankreatik olgularında, eksudasyonun ekstravazasyonuna
bağlı olarak ekimozlar (Cullen ve Gray-Turner bulguları)
saptanabilir. Pankreas eksudasyonunun karın duvarına
eksudasyonu, böğürlerde kahverengi eriteme yol açabilir.
Flegmon veya psödokist ile ilgili palpabl kitleler söz
konusu olabilir. Ateş, ciddi retroperitoneal inflamasyon
ve salınan sitokinler sebebi ile, 3 gün içerisinde 39.5
dereceye kadar çıkabilir. Subdiyafragmatik eksudasyon
ağrılı yüzeyel solunuma yol açabilir. Plevral effüzyon,
atelektazi, ARDS veya konjestif kalp yetersizliği- dispne
ile neticelenebilir. Alkol eksikliği, hipotansiyon, elektrolit
dengesizlikleri, hipoksemi, ateş, pankreas enzimlerinin
MSS’ e toksik etkileri, bilinç düzeyinde değişikliklere,
konfüzyon ve deliryum tablolarına sebeb olabilir.
Subkutan noduler yağ nekrozu (0.5-2.0 cm ağrılı, eritemli
noduller) , tromboflebit, poliartrit nadir bulgulardır.
Koledokolityaz veya pankreas başı ödemine bağlı koledok
obstrüksiyonu- sarılık sebebi olabilir.
III. SINIFLANDIRMA
AP seyrine göre; hafif, orta veya ağır şiddette olabilir.
Geçici organ yetersizliği veya lokal ya da sistemik
komplikasyonları varlığı orta; persistan organ yetersizliği
ağır AP olarak tanımlanmıştır. Bunların hiçbirinin
olmadığı hafif AP olguları, AP olgularının çoğunluğunu
oluşturur; bu hastalarda ileri görüntüleme teknikleri
gerekmez, 3-5 gün içerisinde taburcu edilebilirler.
Orta AP olguları ise komplikasyonlar sebebi ile uzamış
hospitalizasyon gerektirirler. Ağır AP olguları ise
mortalite riskinin artmış olduğu gruptur.
Orta veya ağır pankreatit ilk 24-72 saat içerisinde hafif
pankreatit gibi davranabilir. Dolayısı ile tüm pankreatit
olguları, en az 72 saat süre ile izlenmeli, başvuru sırasında
ve izlemde ağır seyir için risk faktörleri aranmalı (Tablo2),
bu risk faktörlerini taşıyan olgularda yaklaşım daha
agresif olmalıdır.
V. KLİNİK SEYİR
AP, 2 aşamalı bir süreçtir. 1. haftayı ilgilendiren ve
sistemik inflamatuvar yanıt ile ilgili ilk süreçte morbidite
ve mortalite büyük ölçüde ekstrapankreatik organ
yetersizlikleri ile ilgilidir. %75-80 hastada, hastalık, bu
dönemde, interstisyel pankreatit olarak tamamlanır;
lokal veya sistemik komplikasyonlar, organ yetersizlikleri
gelişmez. %25 hastada ise, sıklıkla nekroz gelişimi ile ilgili,
haftalar-aylar sürebilen 2.süreç başlar. İkinci dönemdeki
mortalite, infeksiyon/ sepsis ile ilgili organ yetersizlikleri,
ya da girişimlere bağlı komplikasyonlar ile ilgilidir. Her
2 dönemde de ölüm çok hızlı olabilir. Ciddi pankreas
nekrozunun iyileşmesi, ana pankreas kanalında darlık
ve buna bağlı obstrüktif kronik pankreatit ile komplike
olabilir.
Lokal komplikasyonlar:
Akut sıvı kolleksiyonları: Akut peripankreatik
sıvı kolleksiyonları, interstisyel pankreatitin erken
döneminde ortaya çıkar. Sınırlayan bir duvarı olmayan,
genellikle steril ve çoğu kez spontan gerileyen
homojen birikimlerdir. İntrapankreatik sıvı, ilk birkaç
günde çekilen BT’de, heterojen görüntüsü sebebi ile,
nekroz ile karıştırılabilir. Sıvı kolleksiyonları, spontan
gerilemedikleri takdirde, inflamatuvar bir duvar gelişimi
ile psödokiste dönüşebilirler.
VI. TEDAVİ
Akut nekrotik kolleksiyonlar: Pankreatik ve/ veya
peripankreatik nekrotik doku içeren kolleksiyonlardır.
Steril veya infekte olabilirler. Spontan iyileşmeleri
nadirdir. Genellikle 4 hafta içerisinde inflamatuvar bir
duvar ile kendilerini sınırlayan ve değişik miktarlarda
sıvı ve nekrotik debris içeren (walled-off nekroz: organize
nekroz) yapılara dönüşürler. T2 ağırlıklı MR, nekrotik
debris ve sıvıyı birbirinden ayırt edebilir.
Tanının doğrulanması ve riskin basamaklandırılması ile
birlikte, sıvı ressusitasyonu ve ağrı kontroluna da başlanmış
olmalıdır. Acil odası, hastanın sıvı resusitasyonuna
yanıtının ve organ disfonksiyonu açısından durumunun,
değerlendirildiği yerdir. Yatağın baş kısmı yükseltilmeli,
oksijen başlanmalı, puls oksimetre ve klinik parametreler
ile hasta takip edilmelidir.
Sistemik komplikasyonlar: Var olan komorbiditenin
alevlenmesidir.
1. Sıvı replasmanı: Proteinden zengin sıvının İV alandan
masif ekstravazasyonu söz konusudur.
Organ yetersizliği: Modifiye Marshall sınıflamasına göre
51
Laktatlı Ringer ile 20 ml/kg bolus infüzyonun ardından,
3 ml/kg/saat kontinü infüzyona geçilmeli, 6-8 saat
sonraki değerlendirmede BUN azalmamış ise, bolus
tekrarlanmalı, azalmış ise infüzyon hızı 1.5 ml/kg/saat’e
azaltılmalıdır. Hiperkalsemisi olan hastalarda, laktatlı
ringer solüsyonunun kalsiyum içerdiği unutulmamalıdır.
Solunum sıkıntısı sıklıkla ARDS ile ilgilidir. Kalp
yetersizliği riski var ise izlem Swan-Ganz kateteri ile
yapılmalıdır. PAWP, kalp yetersizliğinde yüksek, primer
pulmoner hasarda normal veya düşüktür.
6. Antibiyotik tedavisi: Ağır AP’de pankreatik sepsis
(infekte nekroz, abse) ve nonpankreatik sepsis (bilyer,
damar yolu, üriner, solunum yolları) riski artmıştır.
Çoğu kez etkenler, aerobik veya anaerobik Gram negatif
mikroorganizmalardır. Bununla birlikte profilaktik
antibiyotik tedavisinin pankreatik veya peripankreatik
infeksiyon, cerrahi girişim gereksinimi veya mortaliteyi
azalttığına dair bir kanıt yoktur. Dolayısı ile antibiyotikler
ancak gösterilmiş infeksiyon varlığında kullanılmalıdır.
7. Nutrisyonel destek: Hasta tolere edebildiğinde, az yağlı
diyet ile enteral beslenmeye geçilir. Enteral beslenebilen
hastalarda, TPN hastalarına göre septik komplikasyonlar
daha azdır. Nazogastrik veya nazoenterik yol tercihini ise
hastanın toleransı belirler.
İnisyal sıvı ressusitasyonuna rağmen hipotansiyonu
persiste eden veya solunum yetersizliği bulguları olan
hastalar, akut pankreatit deneyimi yüksek (>100 hasta/yıl)
olan bir merkezde YBÜ’e alınmalıdır. Devam eden SIRS,
ciddi komorbiditeler, BUN/ kreatinin/ Hct değerlerinde
progresif artış YBÜ gereksiniminin habercileridir.
8. Endoskopik tedavi: Assendan kolanjit (sarılık ve ateş) acil
ERCP endikasyonudur. Wirsung yırtılmış ise stentleme
kararı, pankreasın polimikrobiyal kontaminasyonu riski
göz önünde tutularak verilmelidir. İnfekte organize
nekroz varlığında, hastanın genel durumu cerrahiye
izin vermeyecek kadar bozuk ise endoskopik (tek veya
kombine) drenaj bir alternatifdir.
2. İV hidrasyon ve analjezi esastır. Bulantı, kusma kesilene
kadar ağızdan beslenme durdurulmalıdır. Morfin, Oddi
tonusunu ve amilaz değerlerini arttırabilmekle birlikte,
prognozu olumsuz etkilemez. Nasogastrik intubasyon
ileus veya intraktabl bulantı, kusma varlığında endikedir.
Ağır pankreatitte, özellikle hipoksemi (<%90 oksijen
saturasyonu) var ise oksijen başlanmalıdır. Hasta organ
yetersizlikleri açısından yakından takip edilmeli, herhangi
bir ipucu varlığında, bozulma çok hızlı olabileceğinden,
derhal yoğun bakım ünitesine kaldırılmalıdır.
9. Cerrahi tedavi: safra taşlarına bağlı pankreatit
olgularında akut inflamatuvar süreç kontrol altına
alınır alınmaz kolesistektomi yapılmalıdır. Nekrotizan
pankreatit olgularında, maksimum destek tedavisine
rağmen genel durum bozukluğu progresyon gösteriyor
ise pankreastan İİA yapılmalı, özellikle 4.haftadan daha
geç olgularda cerrahi nekrozektomi (kapalı veya açık
drenaj + kontinü irrigasyon) düşünülmelidir.
3. Solunum desteği: Nazal oksijene rağmen hipoksemi
devam ediyor ise, solunum kasları güçsüzleşmiş, solunum
rezervi sınırda ise endotrakeal intubasyon yapılmalı ve
mekanik ventilasyon başlanmalıdır. ARDS varlığında
PA akciğer grafisinde multilober alvoler infiltrasyon
söz konusudur. Endotrakeal intubasyonun ardından
PEEP’lı ve düşük tidal volumlu mekanik ventilasyona
geçilmelidir.
VII. LOKAL KOMPLİKASYONLAR
1. Psödokist: İnfeksiyon, kanama, rüptür ile komplike
olabilir. Asemptomatik ise tedavi gerekli değildir.
Semptomatik olgular drenaj adayıdır. Drenaj öncesi,
Wirsung kanalı obstrüksiyonları giderilmelidir.
Cerrahi (Roux-en-Y kistojejunostomi) drenaj
sonrası nüks %15, mortalite %5 civarındadır.
Endoskopik olarak ise papilla aracılığı ile ya da kisto
gastro/duodenostomi ile drenaj sağlanabilir. BT ile,
3-4 hafta sonra, bakılmalı, psödoksit kaybolmuş ise
direnler çekilmelidir. Direnler tıkanacak olur ise
infeksiyon gelişebilir. Nazosistik diren ile irrigasyon
infeksiyonu engelleyebilir.
4. Kardiovasküler destek: Total periferik rezistansın
azalmasına bağlı hiperdinamik dolaşım zeminindeki
hipotansiyon, kristalloid infüzyonuna yanıt verebilir.
Buna rağmen hipotansiyon devam eder ise dopamin
başlanır. Dopamin diğer vasokonstriktörlerin aksine
pankreas mikrodolaşımını bozmaz.
5. Metabolik destek: Hiperglisemi genellikle birkaç gün
içerisinde spontan düzelir. Semptomatik hipokalsemi
var ise öncelikle magnezyum eksikliği (kusma, idrar ile
kayıp, yağ nekrozu alanlarında birikme) aranmalı, var ise
düzeltilmelidir. Buna rağmen devam eden nöromuskuler
irritabilite varlığında ise, potasyum normal ve dijital
kullanılmıyor ise İV kalsiyum glukonat başlanabilir. İV
kalsiyumun myokard reseptörlerine bağlanıp potasyumu
uzaklaştırmasının ciddi disritmilere yol açabileceği
unutulmamalıdır.
2. Pankreatik nekroz: İnfekte olacak ise genellikle,
10.günden sonra olur. İnfeksiyon kalın barsak
bakterilerinin translokasyonu iledir. Taze örnekte
Gram boyamanın duyarlılığı %95’dir. Gereğinde tanı
amaçlı aspirasyon 4-7 günde bir tekrarlanabilir.
52
KAYNAKLAR:
Taze örnekte Gram boyamanın duyarlılığı %95’dir.
Gereğinde tanı amaçlı aspirasyon 4-7 günde bir
tekrarlanabilir. Stabil hastada maksimal destek tedavi +
antibiyotikler (imipenem, florokinolonlar, metronidazol)
WOPN oluşana kadar durumu idare edebilir. 4-5.
haftadan sonra gelişen WOPN laparoskopik, endoskopik
veya perkutan yolla tedavi edilebilir.
1. Lankisch PG, Apte M, Banks PA. Acute pancreatitis.
Lancet. 2015 (14)60649-8.
2. Bakker OJ, Issa Y, van Santvoort HC, Besselink MG,
Schepers NJ, Bruno MJ, Boermeester MA, Gooszen
HG. Treatment options for acute pancreatitis. Nat Rev
Gastroenterol Hepatol. 2014 (8):462-9.
Tablo 2: Ağır seyir için risk faktörleri:
• Hastaya ait özellikler:
– BMI > 30
– Mental disfonksiyon
– Komorbidite
• SIRS ( en az ikisi):
– NDS > 90
– SDS>20; PaCO2 < 32 mmHg
– Lök>12000 veya <4000
ya da > %10
band
– Ateş > 38 veya < 36
• Lab:
BUN > 20
– Hct > 44
– Prokalsitonin > 0.4 ng/ml
• Radyoloji:
– Plevral effüzyon
– Pulmoner infiltratlar
– Multipl/yaygın ekstrapankreatik kolleksiyonlar
Kolon Kanserinde Komplet Mezokolik Eksizyon
Sağkalımı Artırır mı?
M.Fatih CAN
Gülhane Askeri Tıp Akademisi Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Ankara
Bilmiyoruz. Kolon kanserinde Komplet Mezokolik
Eksizyon (CME) sağkalımı artırır mı, halen tam olarak
bilmiyoruz, bunun da en temel nedeni halen konuyla
ilgili hiç randomize kontrollü çalışma olmaması. CME,
2009 yılında Hohenberger tarafından önerildiğinden bu
yana kolon kanseri cerrahi tedavisinde yararı ve avantajı
konusunda en çok tartışılan ameliyat tekniği olmuştur.
Bunun bir nedeni, rektum kanserinde Heald’ın Total
Mezorektal Eksizyon (TME) tekniğini önermesinden
sonra sağkalım süresinde ele edilen dramatik iyileşmenin
bir benzerinin, son 20 yılda kolon kanserleri, özellikle
de sağ kolon kanseri için elde edilememiş olmasıdır.
Aslında kolon kanser cerrahisi için optimal tekniği ortaya
koymaya yönelik çalışmalar yeni değildir ve geçmişte de
kimi benzer öneriler getirilmiştir. Ancak CME tekniği,
konuyla ilgili son yıllarda yaygın ilgi çeken ilk yöntem
olmuştur. CME, rektum kanserindeki TME tekniğine
benzer şekilde, kolon mezosunun arka yüzde embriyolojik
plandan avasküler gözeli dokular diseke edilerek,
delinmeden, yırtılmadan retroperitoneal yapılardan
serbestleştirilmesi, sağ kolon için Kocher manevrasını
da içerecek şekilde mezenter kökünün serbestlenerek
arteriyel ve venoz yapıların köklerinden bağlanması,
SMV sağ yüzeyinin üzerindeki tüm lenfatik ve nörel
yapıların piyese dahil olacağı şekilde çıplaklaştırılması,
tümör proksimal ve distalinde yeterli uzunlukta kolon
segmentinin rezeksiyonu ve tüm paketin bir bütün olarak
çıkartılmasını tanımlamaktadır. Tekniğin, sağkalım
üzerine bağımsız bir faktör olup olmadığı netleşmiş
olmasa da, kolon kanseri cerrahisinde bir standardizasyon
sağlama anlamında katkısının olabileceği yadsınamaz.
Ancak tekniğin hâlihazırda her cerrah tarafından aynı
steplerle ve tam anlamıyla standart şekilde uygulandığını
söylemek zordur.
53
TME tekniği için dünya çapında bir standardizasyon elde
edilmiş ve yöntem tüm konuyla ilgili cerrahlar tarafından
modifiye edilmeden uygulanagelmişken, CME için
cerrahların kimi modifikasyonlarla tekniği uyguladıkları
literatürden anlaşılmaktadır. Bu da tekniğin sağkalımla
ilişkisinin literatüre farklı sonuçlarla yansımasının bir
diğer nedeni olabilir. Belirli deneyime sahip cerrahlar
için, laparoskopik ve robotik CME yöntemleriyle de, açık
cerrahiye benzer onkolojik sonuçlar elde edilebilmesi
mümkün görünmektedir.
Variseal ve Nonvariseal Üst Gastrointestinal
Kanamalarda Güncelleme
Fatih GÜZELBULUT
Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Gastroenteroloji Kliniği
GİS kanama semptomları ile başvuran hastada anamnez,
fizik muayene ve laboratuar tetkikleri ile kanamanın
olası lokalizasyonu, şiddeti ve komorbid hastalıklar
belirlenmelidir. Hematemez veya melena, üst GİS kanama
varlığını destekler. Hematokezya ile başvuran hastada ilk
olarak üst GİS kanama dışlanmalıdır. Kronik KC hastalığı
öyküsü veya bulguları varsa aksi ispat edilene kadar varis
kanaması olarak kabul edilmelidir.
madde enjeksiyonu; Forrest IIa ülserlerde tek başına
kontakt termal, klip veya sklerozan madde enjeksiyonu
yapılmalıdır. Forrest IIb ülserlerde su ile irigasyon
yapılmalı, pıhtı uzaklaşmıyorsa epinefrin enjeksiyonu
sonrası snare ile uzaklaştırılmalı ve saptanan bulguya
göre endoskopik tedavi yapılmalıdır. Forrest Ia, Ib, IIa ve
IIb ülserlerde PPI infüzyonu 72 saat devam etmelidir.
Forrest IIc ve III ülserlerde endoskopik tedavi gerekmez.
Oral PPI’ya geçilebilir.
İlk olarak vital bulgular değerlendirilmeli ve hemodinamik
instabilite varsa IV sıvı tedavisine başlanmalıdır.
Endoskopik olarak kontrol altına alınamayan veya
tekrarlayan kanamalarda transarteriyel embolizasyon
(TAE), cerrahi tedavi, over the scope clip (OVESCO),
topikal hemostatik ajanlar, endoclot ve ancaferd
kullanılabilir.
Komorbid hastalığı olmayanlarda Hb>7 g/dL; ciddi
komorbid hastalığı olanlarda Hb>9 g/dL olacak şekilde
ES verilmelidir. Aktif veya şiddetli kanama varsa Hb’den
bağımsız ES verilmelidir. Trombosit<50,000 ise trombosit,
INR>1,5 ise vitamin K ve TDP verilmelidir. Endoskopiden
önce INR<2,5’e düşürülmelidir. Antikoagulanlar ve
antiplatelet ilaçlar kesilmeli ve şiddetli kanama varsa
trombosit verilmelidir.
Eroziv özofajit, gastrit, duodenitte genellikle endoskopik
tedavi gerekmez. IV veya oral PPI etkilidir.
Mallory-Weiss sendromunda kanama çoğunlukla
sponton olarak durur. Aktif kanama varsa endoskopik
tedavi uygulanmalıdır. Yüksek riskli kanama bulgusu
varsa PPI infüzyonu devam edilmelidir.
Glascow-Blatchford veya Rockall skorlaması ile risk
sınıflaması yapılmalı, yüksek riskli hastalar yatırılarak
tedavi edilmelidir. Nazal oksijen verilmelidir. Aktif
hematemezi, bilinç bozukluğu ve solunum sıkıntısı varsa
endotrakeal entübasyon yapılmalıdır.
Dieulafoy lezyonu, en sık mide proksimalinde görülür.
Tekrarlayan masif kanamaya neden olduğundan
endoskopik tedavi uygulanmalıdır. Kanama kontrolü
sağlanamazsa TAE veya cerrahi tedavi yapılmalıdır.
Endoskopi öncesi 80 mg bolusu takiben 8 mg/saat IV
infüzyon olarak PPI verilmesi, yüksek riskli kanama
bulgusu sıklığını ve endoskopik hemostaz ihtiyacını
azaltır.
Anjiodisplaziye bağlı kanamada kontakt /nonkontakt
(argon plazma koagulasyonu) termal ve mekanik
tedaviler kanama kontrolünde etkilidir. Ancak kanama
çoğunlukla tekrarlar.
Endoskopinin erken yapılması yüksek riskli lezyonların
tanısına ve tedavisine olanak sağladığı için ilk 24 saatte
yapılmalıdır. Yüksek riskli hastalarda (hemodinamik
instabilite, taze hematemez veya NG aspiratta taze kan,
komorbid hastalık) ve varis kanaması şüphesi varsa ilk 12
saatte yapılmalıdır.
ASA primer kardiovasküler proflaksi için kullanılıyorsa
ve yüksek riskli kanama bulgusu varsa ülser iyileştikten
sonra, yoksa taburcu olurken başlanabilir. Sekonder
kardiovasküler proflaksi için kullanılıyorsa ve yüksek
riskli kanama bulgusu varsa 72 saat sonra, yoksa hemen
başlanabilir.
Peptik ülser (duodenal ve gastrik), üst GİS kanamanın
en sık sebebidir. Forrest Ia ve Ib ülserlerde epinefrin
enjeksiyonu sonrası kontakt termal, klip veya sklerozan
54
Sekonder kardiovasküler proflaksi için ASA ve klopidogrel
kullanılıyorsa ve yüksek riskli kanama bulgusu varsa ASA
hemen, klopidogrel ülser iyileştikten sonra, yoksa ASA
ve klopidogrel hemen başlanabilir. Birlikte sürekli PPI
kullanılmalıdır.
tedavisinde ise ilk seçenek, siyanoakrilat, fibrin ve trombin
ile variseal obturasyondur. Fundus varislerinde hem
teknik zorluk, hem de varis çapının daha büyük olması
nedeni ile EBL yapmak zordur. Fundus varis kanaması
endoskopik tedavi ile kontrol altına alınamıyorsa ya da
ilk endoskopik tedavi sonrası kanama tekrarlıyorsa TIPS
yapılmalıdır. Alternatif olarak balloon occluded retrograd
transvenöz obliterasyon yapılabilir.
Varis kanaması şüphesi varsa agresif sıvı replasmanı
yapılmamalı ve Hb düzeyi 8 mg/dL düzeyinde
tutulmalıdır. Sirozlu hastaların %30-40’ında üst GİS
kanama, nonvariseal olduğu için ve yüksek riskli
kanama bulgusu daha sık olduğundan PPI infüzyonu
başlanmalıdır. Sirozlu hastalarda bakteriyel enfeksiyon
riski yüksek olduğu için proflaktik antibiyotik 7 gün
verilmelidir. Endoskopiden önce vazoaktif ilaçlar
başlanmalıdır. Beta blokerler kesilmelidir. Terlipressin,
mortaliteyi azalttığı gösterilen tek vazoaktif ilaç olduğu
için ilk tercihtir.
Özofagus varis kanamalarında kanama kontrol altına
alındıktan sonra sekonder proflaksi başlanmalıdır. EBL,
2-3 hafta intervaller ile varisler eradike olana kadar
tekrarlanmalıdır. EBL ve beta bloker kombinasyonu, tek
başına EBL ve tek başına beta blokerden daha etkilidir.
Kaynaklar:
1.Gralnek IM, Dumonceau JM, Kuipers EJ et al. Diagnosis
of management of nonvariceal upper gastrointestinal
hemorrhage: European Society of Gastrointestinal
Endoscopy (ESGE) Guideline. Endoscopy. 2015;47(10):146.
2.Hwang JH, Fisher DA, Ben-Menachem T et al. The role
of endoscopy in the management of acute non-variceal
upper GI bleeding. Gastrointest Endosc. 2012;75(6):11328.
3. Barkun AN, Bardou M, Kuipers EJ et al. International
consensus recommendations on the management
of patients with nonvariceal upper gastrointestinal
bleeding. Ann Intern Med. 2010;152(2):101-13.
4. Laine L, Jensen DM. Management of patients with
ulcer bleeding. Am J Gastroenterol. 2012;107(3):345-60.
5. Garcia-Tsao G, Sanyal AJ, Grace ND et al.
Prevention of gastroesophageal varices and variceal
hemorrhage in cirrhosis.Hepatology. 2007;46(3):922-38.
6. Hwang JH, Shergill AK, Acosta RD et al. The role of
endoscopy in the management of variceal hemorrhage.
Gastrointest Endosc. 2014;80(2):221-7.
Hemodimamik stabilite sağlandıktan sonra endoskopi
yapılmalıdır. Endoskopik band ligasyonu (EBL) ile
skleroterapiye (ST) göre kanama kontrolü daha yüksek,
tekrar kanama ve yan etki daha düşük, mortalite daha az
olduğu için ilk tercihtir. EBL yapılamıyorsa ST yapılmalıdır.
ST’de etanol, etanolamin, polidokanol, sodyum tetradesil
sülfat ve sodyum moruat gibi sklerozanlar intravariseal
veya paravariseal olarak uygulanır.
EBL veya ST’ye bağlı ülser ve kanama riskini engellemek
için işlem sonrası PPI başlanmalıdır.
Kanama kontrol altına alınamıyor veya tekrarlıyorsa
cerrahi şant veya TIPS yapılmalıdır. Önce balon
tamponadı ile geçici kanama kontrolü yapılmalı ve 24
saat içinde şant veya TIPS yapılmalıdır. Self expandable
kaplı metal stent, kontrol altına alınamayan kanamalarda
alternatif olarak kullanılabilir.
GOV-1 gastrik varislerde endoskopik tedavi özofagus
varislerine benzer. Fundus varislerinin endoskopik
Hepatopulmoner Sendrom Güncel Tedavi
Fuat EKİZ
Ankara Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Gastroenteroloji Kliniği
pulmoner endotelyal hücrelerde, endotelin-1 salınımı
ile birlikte endotelin reseptör beta artmış ekspresyonu,
endotelyal NO sentetaz (NOS) up-regülasyonu ve sonuç
olarak NO artışı olur. Neticesinde de vasodiltasyon
gelişir. Ayrıca, akciğerdeki bakteriyel endotoksin NO
artışını sadece NOS stimülasyonu ile değil direk olarak
ta uyarabilir. Aynı zamanda, monositlerin intrapulmoner
akümülasyonu vasküler endotelyal büyüme faktörü
üzerinden de anjiogenezi uyarır.
Hepatopulmoner sendrom (HPS), arteriyel oksijen defekti,
intrapulmoner vasodilatasyon ve karaciğer hastalığının
birlikte olduğu durumdur. HPS sirozlu hastaların yaklaşık
% 10-30’unda görülür. Pulmoner vasküler yatakta ortaya
çıkan vasodilatasyon ve anjiogenezis, ventilasyonperfüzyon dengesinin bozulmasına, diffüz olarak oksijen
değişiminin kısıtlanmasına ve arteriyel şant oluşumuna
neden olur. Vasodilatasyon sonucu endotelin-1 ve
nitrik oksit (NO) gibi birçok vazoaktif endojen molekül
salınımı meydana gelir. Karaciğer hasarı sonucu
55
Her ne kadar, HPS için birçok patofizyolojik mekanizma
aydınlatılmakla birlikte şu ana kadar etkin bir medikal
tedavi bulunamamıştır. Halen, karaciğer nakli en seçkin
tedavi yöntemi olarak göze çarpmaktadır. Bununla birlikte,
radyolojik tedavi alternatifleri (TIPS ve intraarteriyel koil
embolizasyonu) kullanılan tedavi yöntemleri arasındadır.
Yine etkinlikleri net olarak ortaya konulmamakla birlikte;
okisjen, metilen mavisi, pentoksifilin, norfloksasin,
somatostatin analogları, aspirin, almitrin ve sarımsak
ekstreleri kullanılan medikal tedavi ajanlarıdır.
HCV-İlgili Hepatokarsinogenezin Moleküler
Patogenezi
Hikmet AKKIZ
Hepatosellüler karsinoma (HCC) dünya genelinde en sık
görülen 5.kanser olup kansere bağlı ölümlerin 2 sıklıkta
nedenini oluşturmaktadır. İnsidansı tüm dünyada giderek
artmaktadır. HCC insidansında artışta kronik karaciğer
hastalarının sağkalım sürelerinin uzaması önemli bir
faktördür.
hepatosit hepatosit progenitor hücreye transforme olur ve
geç dönemde tümör progenitor hücreye farklılaşır. Kronik
inflamatuvar sinyaller progenitor özellikli hepatositlerin
proliferasyonunu indüklemektedir.
HCV core, NS3, NS5A ve NS5B proteinleri hücre
proliferasyonunu, transformasyonunu, büyümesini ve/
veya tümör oluşmasını promote etmektedir. Core proteini
p53 ve RB1 tümör süpressör genlerini inhibe eder. NS3 ve
NS5A proteinleri de bu tümör süpressör genleri inhibe
etmektedir. Bu proteinler, ayrıca, RAF/MAPK/ERK
kinaz yolaklarını aktive eder, bu yolaklar daha agressiv
biyolojik fenotiple birliktedirler. HCV proteinleri
reaktif oksijen moleküllerinin (ROS) oluşmasını
indüklemektedirler. NS5A proteini P13K/AKT ve WNT/
B-Catenin yolaklarının aktivasyonuna katılır ve kaspas-3
inhibisyonu ile apoptozisten kaçışa katkıda bulunur.
HCV core proteini Smad3 ile doğrudan etkileşir ve TGFB’nın tümör süpressör aktivitesini inhibe eder.
Hepatit C virüs (HCV)’ü genomu pozitif-sarmallı bir
RNA molekülüdür. Viral genom yapısal ve yapısal
olmayan proteinleri eksprese eder. 7 genotipi, 180’den
daha çok subtipi ve bir çok quasispecies’i tanımlanmıştır.
HCC’a oldukça kompleks ve çokbasamaklı bir süreçtir.
Genetik ve epigenetik değişiklerin hepatositte birikmesi ve
hücreyi malign fenotipe zorlaması sonucu gelişmektedir.
Süreçte birçok tümör süpressör gen inaktive ve pek çok
onkojen aktive olmaktadır. Ayrıca, apoptozise direnç,
büyüme faktörlerine duyarlılığın artması ve hepatosellüler
senesans HCC gelişmesine katkıda bulunurlar.
HCV birçok mekanizma ile hepatokarsinogenezde rol
oynamaktadır : kronik inflamasyon, HCV proteinelrinin
onkojenik potansiyelleri, proteinlerin hücre çoğalması
ve yaşam süreleri üzerine etkileri, genetik instabilite,
hepatosellüler senesans, fibrojenik yolaklar ve konak
genetiği ve mikro RNA’lar aracılığı ile HCC gelişmesine
yol açmaktadır.
HCV proteinlerin onkojenik potansiyelleri birçok
çalışmada gösterilmiştir. İnfeksiyondan sonra core
proteini, lipid damlacıklarında, endoplazmik reticulum/
golgi aparatusunda, mitokondride ve nükleusta lokalize
olmakta ve hücresel fonksiyonları etkilemektedir. E1 ve
E2 proteinleri konak hücreleri ile etkileşime ve hücreye
giriş sürecine katılır, aşı için potansiyel hedeftir. HCVilgili HCC’da Wnt/B-katenin yolağının aktivasyonu diğer
etiyolojili HCC’lara göre daha sıktır. HCV core ve NS5A
proteinleri ile Wnt/B-katenin yolağını aktive etmektedir.
İnflamatuvar mikroçevre nasıl HCC’ya yol açmaktadır?
HCV’ye bağlı HCC’a kronik inflamasyona bağlı tümör
modelidir. Kronik HCv infeksiyonu karaciğerde kronik
inflamasyona neden olmaktadır. İnflamatuvar mikroçevre
hepatosit ve makrofajların M2 fenotipe transformasyonu
teşvik eder. Hepatosit ve makrofajlardan IL-6 ve TNFalfa ekspresyonu artar. Nf-kB’nin hepatokarsinogenezde
pivotal rolü gösterilmiştir. İnflame mikroçevrede
makrofajlar M2 fenotipe farklılaşırlar ve bu hücreler
tumor – ilgili mkrofajlar olarak tanımlanır (TAM) .
Onkojenik mikroçevrede (tumor promoting niche, TPN),
M2 makrofajlar IL-6, TNF-alfa ve endotelyal büyüme
faktörü (EGF) eksprese ederler. Tümör progenitor hücre
sayısında artmaya yol açar. M2 makrofajlar , ayrıca, CD8+
T hücrelerin aktivasyonunu inhibe ederek, antitümör
etkilerini süprese ederler. İnflame mikroçevrede hepatosit
Etiyolojisi ne olursa olsun fibrojenik yolak, HCC
gelişmesinde önemlidir. Sirotik mikroçevre , genetik
değişiklikler ve hücresel transformasyonla
malign
klonların oluşmasını ve çoğalmasını hızlandırır, bu
sıklıkla ‘’alan etkisi’’ olarak tanımlanır. Karaciğer fibrozisi
kronik karaciğer zedelenmesine karşı bir iyileşme
yanıtıdır, ekstrasellüler matriksin yapımı ve birikmesi ile
birliktedir. Fibrogenez ile fibrolisis arasındaki dinamik
denge fibrozisi belirler. Hepatik Stellate hücreler, Kupffer
hücreler,hepatositler,kolanjiositler,sinusoidal
endotel
hücreler ve infiltrative immune hücreler fibroziste rol
oynar.
56
Fibrozisin seviyesi ile HCV-ilgili HCC’nin gelişmesi
arasında sıkı bir ilişki vardır.
HCV’nün doğrudan ya da dolaylı onkojenik etkileri
tanımlanmıştır, hastalığın HCC’aya ilerlemesinin
önlenmesinde bu mekanizmalar potansiyel hedef
olabilirler.
HSH veya myofibroblast fibrogenezde temel oyunculardır.
HCV’nün yapısal proteinleri hepatokrsinogenezisse
doğrudan katılabilirler.HCV core-E1-E2 ve HCV
core transgenic farelerde HCV yapısal proteinlerinin
hepatokarsinogeneze
katkıları
kapsamlı
olarak
araştırılmış. HCV’ü bir RNA virüsü olup konak
kromozuma entegre olmamaktadır. Bu nedenle, HCV’ü
kronik infeksiyonun, zedelenmesinin ve onarımın
kümülatif etkisi ile HCC’a yol açmaktadır. HCV coreE1-E2 transgenik mice’lar sadece core proteini eksprese
eden veya nontransgenik mice’lara göre daha geniş
tümör geliştirmektedir. Bu büyük boyutlu tümör
fenotipinin apoptozisin süpresyonu ile ilgili olduğu
düşünülmektedir. Elde edilen veriler HCV’nün mouse
model hepatokarsinogenezde apoptozisi bloke ederek
tümör promoter gibi davrandığını göstermektedir.
KAYNAKLAR
1) Nakagawa et al.
ER stress cooperates with
hypernutrition to trigger TNF-dependent spontaneous
HCC development. Cancer cell 2014
2) Lanawa et al. EGFR has a tumour-promoting role in
liver macrophages during carcinoma formation. Nat.Cell
Biol 2014
3) Galun E. Liver inflammation and cancer : the
role of tissue microenvironment in generating the
tumor-promoting niche (TPN) in the development of
hepatocellular carcinoma. Hepatology 2016.
4) Hoshida et al. Pathogenesis and prevention of hepatitis
C virus-induced hepatocellular carcinoma. J Hepatol
2014.
5) Kamegaya et al. Hepatitis C virus acts as a tumor
accelerator by blocking apoptosis in a mouse model of
hepatocarcinogenesis. Hepatology 2005.
Sonuç olarak : HCV’ye bağlı HCC, kronik inflamasyon
kökenli kanser modelidir, birçok hücre arasındaki
karmaşık lişkiler ağı karsinojenik mikroçevreyi oluşturur,
bu çevre malign klonların progresyonunu teşvik
etmektedir.
birçok mekanizma ile HCC’ya neden olabilir.
inflamatuvar, fibrojenik ve karsinojenik mikroçevre
oluşturarak hepatosellül
Yakın dönemde sağlanan klinik veriler HCV
eredikasyonunun HCC gelişme riskini elemine etmediği,
özellikle ileri fibrozisli hastalarda, göstermiştir.
Pankreatitte Nekroz Yönetimi
İrfan KORUK
Akut pankreatitlerin yaklaşık %85’i ödematöz pankreatit
şeklinde seyrederken kalan kısmında ağır pankreatit ve
komplikasyonlar ortaya çıkabilir. Bu komplikasyonlar
arasında sıvı birikimleri, pseudokist, nekroz sayılabilir.
nekroz gelişen hastaların ise yaklaşık üçte birinde enfekte
nekroz ortaya çıkar. Bu durumda tedavi yaklaşımları ve
hasta takibi önem taşımaktadır.
kronik olarak ikiye ayrılmakta ve kronik sıvı birikimleri
kendi içerisinde pankreatik nekroz, pseudokist ve
pankreatik abse olarak ayrılmaktadır. Ancak ilerleyen
yıllarda patofizyolojinin daha iyi anlaşılması ile birlikte
2012 yılında revize Atlanta kriterleri oluşturuldu ve buna
göre pankreatik sıvı birikimleri oluş zamanlarına göre; ilk
4 hafta içerisinde oluşmuşsa akut, 4 haftadan sonra ortaya
çıkmışsa kronik olarak adlandırılmıştır. Bu kez akut ve
kronik sıvı birikimleri kendi içlerinde ikiye ayrılmış ve
akut sıvılar; akut peripankreatik sıvılar ve akut nekrotik
birikimler olarak sınıflandırılırken, kronik sıvı birikimleri
ise pseudokist ve walled-off pankreatik nekroz (WOPN)
olarak ayrılmıştır.
Hastanın ilk 24-72 saatlik durumunun seyri ve yakın
takibi bazı komplikasyonların gelişimini anlamak ve
prognoz açısından değerlendirmelerde bulunmak için
önemlidir.
Hastanın bu dönemde takibi sırasında klinik bulguların
değerlendirilmesi,
laboratuvar
parametreleri
ve
görüntüleme yöntemlerinden (adominal ultrasonografi,
bilgisayarlı tomografi, manyetik rezonans görüntüleme,
MRCP, EUS, ERCP) faydalanılmaktadır.
Bu sınıflamalar hastalığın doğru teşhisi ve uygun tedavisi
için önem göstermektedir.
Revize
Atlanta
kriterleri’nde
pankreatik
sıvı
birikimlerinden sadece semptomatik olanlar tedavi için
uygun görülürken sıvının boyutları yalnız başına tedavi
kriteri olarak alınmamıştır.
sonuç olarak akut pankreatitte sıvı birikimlerinin tanısı
ve sınıflaması önem göstermektedir.
Atlanta sınıflamasına göre pankreatik sıvılar akut ve
57
Önceleri enfekte nekroz durumlarında cerrahi müdahale
ön planda uygulanırken son zamanlarda endoskopik ve
minimal invaziv tekniklerin gelişmesi ile birlikte tedavi
algoritmalarında da değişiklikler yapılmıştır.
yaklaşımla, aralarında Gastroenterolog, Genel Cerrah,
Girişimsel Radyolog ve Yoğun Bakım Uzmanı’nın olduğu
bir takım sayesinde gerçekleştirilmelidir. Eğer böyle bir
takım oluşturulanıyım ve zamanında gerekli müdahale
imkanları bulunamıyorsa hastalar vakit kaybedilmeden
ileri bir merkeze yönlendirilmelidir.
WOPN’ların çok küçük bir kısmı spontane rezorbe
olurken büyük çoğunluğu müdahale gerektirmektedir.
Bu müdahaleler arasında cerrahi teknikler, perukutan
drenaj ve endoskopik girişimler yer alır. Açık cerrahi
operasyonların morbidite ve mortalite oranlarının
yüksek olması ve gelişen laparoskopik teknikler
sayesinde daha az invaziv girişimlerle tedavi mümkün
olmuştur. Anterior (trans peritoneal) veya posterior
(retroperitoneal) laparoskopik yaklaşımlar yanında video
destekli retroperitoneal debritman da seçilebilir.
Kaynaklar
da Costa DW, Boerma D, van Santvoort HC, et al. Staged
multidisciplinary step-up management for necrotizing
pancreatitis. BJS 2014; 101: e65 – e79
Bakker O, van Santmoor HC, van Brunschot S et al.
Endoscopic Transgastric vs Surgical Necrosectomy for
Infected Necrotizing Pancreatitis. JAMA; 2012 (307):
1053 - 61
Puli SR, Graumlich JF, Pamulaparthy SR, Kalva N.
Endoscopic transmural necrosectomy for walled-off
pancreatic necrosis: A systematic review and metaanalysis. Can J Gastroenterol Hepatol 2014;28(1):50-53
Wronski M, Cebulski W, Stodkowski M, Krasnodebski
IW. Minimally invasive treatment of infected pancreatic
necrosis. Prz Gastroenterol 2014; 9 (6): 317–324 DOI:
10.5114/pg.2014.47893
Aranda-Narvaez JM, Gonzalez-Sanchez AJ, MontielCasado MJ, et al. Acute necrotizing pancreatitis: Surgical
indications and technical procedures. World J Clin Cases.
2014; 2(12): 840-5
Tyberg A, Karia K, Gabr M, et al. Management of
pancreatic uid collections: A comprehensive review of
the literature. World J Gastroenterol. 2016; 22(7): 225670
Vilmann AS, Menachery J, Tang SJ, et al. Endosonography
guided management of pancreatic fluid collections.
World J Gastroenterol. 2015; 21(41): 11842-53
Haghshenasskashani A, Laurence JM, Kwan V, et al.
Endoscopic necrosectomy of pancreatic necrosis: a
systematic review. Surg Endosc. 2011; 25: 3724 - 30
Perkutan drenaj ise ultrasonografi veya bilgisayarlı
tomografi kılavuzluğunda yapılabilir.
Endoskopik transluminal drenaj ve debridman yöntemi
son yıllarda daha sık kullanılmaktadır. Bu teknikte
öncelikle lineer endoskopik ultrasonografi eşliğinde
uygun bölgeden ponksiyon yapılarak nekroz kalitesine
ulaşılmakta, burası balonla dilete edildikten sonra
(kistotom da kullanılabilir) nekroz kalitesine ulaşacak
şekilde double pig-tail stentler yerleştirilir. Ayrıca nazokistik drenaj kateteri yerleştirilmesi lavaj ve drenaj için
faydalıdır. Takipte yeterli drenajın sağlanamadığı hallerde
endoskopik nekroz debridmanı gerekebilir. Bu durumda
ise orifis, endoskopun geçebileceği şekilde dilate edilerek
nekroz sahasına ulaşılır ve snare, basket, forseps ve
jet-irrigasyon kullanılarak debridman gerçekleştirilir.
260 hastanın dahil edildiği bir çalışmada 197 hastaya
endoskopik girişim uygulanmış ve sadece iki mortalite
yaşanmıştır.
Kritik durumdaki bu hastalarda anlatılan yöntemlerin
başarılı bir şekilde uygulanması ancak multidisipliner
Antibiyotiklerin Akılcı Kullanımı
İsmail BALIK
Ankara Ü.tıp Fak. Enfeksiyon Hastalıkları Öğretim Üyesi ve İlaç Bilincini Geliştirme ve Akılçı İlaç Derneği
(İBGAİD) Başkanı
Dünya genelinde antibiyotikler, ilaç grupları içinde %9
oranında kullanılmakta iken ülkemizde %18 oranında
kullanılmaktadır. Bir başka deyişle ensık kullanılan
ilaç grupları içinde antibiyotikler, dünya’da 5.sırada
iken Türkiye’de en fazla kullanılan ilaçlardır. Özellikle
solunum yolu enfeksiyonlarında maalesef çoğunlukla da
soğuk algınlığı ve grip gibi hastalıklarda hem hekimler
tarafından en çok reçete edilen hem de kişilerin
eczanelerden kendi istekleri ile aldıkları ilaçlardır.
fayda görmez. Çünkü soğuk algınlığı ve grip, virus
dediğimiz mikroorganizmalar tarafından oluşturulan
enfeksiyonlardır. Viruslar antibiyotiklerden etkilenmez.
Yani antibiyotikler ancak bakterileri öldürmektedir. Viral
enfeksiyonlar altta yatan bir hastalığı olmayan, bağışıklık
sistemi sağlam kişilerde kendiliğinden iyileşir. Altta yatan
hastalığı olan, yaşlı, bağışıklık sistemi sağlam olmayan
hastalarda ise antibiyotikler yerine antiviral ilaçların
kullanılması gerekebilir. Görüldüğü gibi bu hastalıkların
tedavisinde hiçbir şekilde antibiyotiklere yer yoktur.
Oysa bu tür enfeksiyonların çoğu antibiyotik tedavisinden
58
Bağışıklık sistemi bozuk kişilerde viral enfeksiyonlarla
birlikte bakteriyel enfeksiyonlarda gelişirse antibiyotikler
kullanılır. Bu da ancak hekim kontrolünde kullanılır.
hastalar hekimleri antibiyotik yazılması konusunda
yönlendirirler. Bu durumda hekimler hastaları memnun
etmek adına antibiyotik reçete edebilirler. Bazen hastalar
antibiyotik reçete edilmesi için yakınmalarını abartarak
hekimin yanlış tanı koyarak antibiyotik reçete etmesine
neden olabilirler. Halbuki tersine hastalar hekime neden
antibiyotik yazdığını, zorunlu olup olmadığını sormalı,
antibiyotik konusunda dutarlı olmalıdırlar. Reçetesiz
antibiyotik kullanım oranları da çok yüksektir. Hastalar
kendilerinin antibiyotik kullanması gerektiğine karar
vererek ilaçlarını alır ve kullanırlar. Özellikle anneler
çocuklarının antibiyotik kullanması gerektiğine karar
vererek ya doktoru yönlendirir ya da eczaneden
antibiyotik alarak kullanırlar. Ayrıca antibiyotiklerin
bağışıklık sistemini güçlendirdiğine dair yanlış bir kanı
mevcuttur.
Üst solunum yolu enfeksiyonlarında bu nedenle
antibiyotikler uygunsuz olarak kullanılmaktadır.
Ülkemizde bu şekilde uygunsuz kullanım oranının %30
civarında olduğu bilinmektedir. Bu oran polikliniklerde
takip edilen hastalarda %30 oranında gereksiz antibiyotik
kullanıldığını göstermektedir. Aynı şekilde hastanelerde
de gereksiz ve uygunsuz antibiyotik kullanımı olmaktadır.
Hastanede yatan hastalarda da antibiyotiklerin
yanlış kullanım oranlarının %40-50 oranında olduğu
bilinmektedir.
Antibiyotiklerin uygunsuz ve gereksiz kullanımının
çeşitli sonuçları olabilir. Bunlar; bakterilerde direnç
gelişimi, gereksiz ekonomik yük, gereksiz yere gelişen
ilaç yan etkileri, dirençli bakterilerle gelişen tedavisi
güç enfeksiyonlardır. Antibiyotik kullanılmaması
gereken durumlarda antibiyotik kullanarak ek maliyet ve
sorunlarla karşılaşılabilir.
Sonuç olarak antibiyotikler; yalnızca bakteriyel
olduğu
düşünülen
enfeksiyonlarda
hekimler
tarafından reçetelendiği durumlarda kullanılmalıdır.
Antibiyotiklerin ateş düşürücü, bağışıklık sistemini
güçlendirici ve daha sonra gelişecek enfeksiyonları
engelleyici etkileri yoktur. Ancak, hekimler tarafından
antibiyotikler reçete edilirken de dikkatli olunmalı, uygun
tanılarda antibiyotikler kullanılmalı hekimin kendini
rahat hissetmesi ve hastayı tatmin etmesi amacıyla reçete
edilmemesi gerekir. Bunun için tıp eğitiminin verildiği
üniversitelere, eczacılık eğitiminin verildiği fakültelere
büyük görevler düşmektedir. Ayrıca halkın da bu konuda
özellikle medya yoluyla yeterince bilgilendirilmesi ve
antibiyotikler konusunda bilinç düzeyinin artırılması
gerekmektedir.
Sorunun asıl nedeni eğitim eksiklikleri, yanlış alışkanlıklar
ve sosyal güvence sistemlerinin politikalarıdır. Hekimler
tarafından fazla miktarda antibiyotik reçetelenmesinin
nedenleri kullanmama riskinin verdiği endişe, kültür ve
antibiyotik kullanım alışkanlıklarındaki farklılıklar, hasta
beklentileridir. Antibiyotik kullanılmazsa ve bakteriyel
bir enfeksiyon varsa diye hekimler endişe duyabilir.
Kendilerini güvende hissetmek ve hastayı güvene
aldıklarını düşünmek hekimleri rahatlatabilir. Bazen
Wilson Hastalığında Değişen Ne Var?
Kadir DEMİR
Wilson hastalığı (WH) nadir görülen, otozomal resessif
geçişli, karaciğer sirozu ve bazal ganglion dejenerasyonu
ile karakterize bakır metabolizması bozukluğudur. Bakırın
hepatosit kanalikül membranından safraya atılımında
ve aposeruloplazmine katılımında (holoseruloplazmin
yapımı) bozukluk ile oluşan pozitif vücut bakır balansı
sonrasında; karaciğer, bazal ganglionlar, kornea ve
böbrek gibi dokularda bakır birikimi ile bu organlara ait
fonksiyon bozuklukları gözlenir. Tanı; çoğu zaman tablo.
1de özetlenen kriterler ile kolaydır. Ancak, zorlanılan
olgularda tedavi seyrinde karar vermek gerekebilir. Son
dönemde yayınlanan 226 olgulu Avusturya kohortunda
karaciğer biyopsisinin 44/165 (% 15) ‘inde < 250 mcg/g
olması, nörolojik olgularda bile Kayser Fleisher halkasının
% 82 pozitif bulunması (hepatik olgularda % 28) tanıda
tüm bakır metabolizma bozukluğu kriterlerinin birlikte
yapılmasının zorunluluğunu bir kez daha ortaya
koymuştur. Çocuklarda D penisillamin yükleme testinde
idrar bakırının > 1600 mcg/gün olmasının önemli
olduğu bilinse de erişkinlerde anlamlı olmadığı kabul
edilmekte idi. Oysa, 2012 EASL önerisinde erişkinlerde
D penisillamin yüklemesinden sonra > X 5 NÜS (> 250
mcg/gün) olması anlamlı bulunmuş, tablo 1 de sunulduğu
gibi 2 puanla değerlendirilmiştir. Bizim serimizde de en
sadık bulgu günlük idrar bakırı (gerekirse D penisillamin
yükleme testi ile) idi. Tedavide hepatolojik olgularda D
penisilllaminin daha etkin olduğu, nörolojik Wilson
hastalarında ise nörolojik bulgularda daha az bozulmaya
neden olduğu için trientinin tercih edilmesi yeni
yayınlarda da ortaya konulmuştur. Son yıllarda, şelatör
ajanların serum serbest bakır düzeyini artırarak, nörolojik
bozulmaya neden olma olasılığından yola çıkarak, acaba
sadece çinko tedavisi daha etkin ve yeterli olabilir mi?
sorusu irdelenmiş ve bazı çalışmalarda tek başına çinko
tedavisi yeterli olduğu, yan etkilerinin azlığından dolayı
şelatör tedaviye tercih edilmesi önerilmiştir. Bu yayınlar
genellikle nöroloji ünitelerinden gelmektedir.
59
>5X NUS
2
Karaciğer bakırı (Rhodanin boyası ile)
Yok
0
Var
1
Serum seruloplazmin düzeyi
(nefelometrik yöntem, normal > 20 mg/dL)
Normal0
1
10-20
<10 2
Bizim deneyimimizde genelde kabul edildiği gibi
kombine tedavinin daha yararlı olduğu, tek başına çinko
tedavisinin özellikle de tedavinin başında yetersiz kaldığı
yönündedir. İdame tedavisinde yeterli olabilir. Son
dönemlerde tüm kronik hastalıklarda gözlenen hastanın
tedavi uyumsuzluğunun ortaya konulması, yetersiz
tedavi ile uyumsuzluğunun net olarak ayırt edilme
sorunu Wilson hastalığında da önemlidir. Bunun için;
serum serbest bakır düzeyi (>25 mcg/dL olması yetersiz
tedavi, < 5 mcg/dL ise aşırı tedavi-bakır eksikliği) ile
Dpenisillamin tedavisinin kesilmesinden 48 saat sonra
idrar bakır düzeyi (< 50 mcg/gün ise tedavi uyumu iyi
, yüksek ise kötü uyum göstergesi) değerlendirilmiştir.
Serbest serum bakırı ölçümünün total bakırdan (mcg/
dL), seruloplazmin düzeyi (mg/dL)X 3.14 (kabaca
3) ile hesaplanan seruloplazmine bağlı bakır düzeyi
çıkarılarak hesaplanmasının metodolojik olarak yetersiz
olduğu, serbest bakır hesaplaması için yeni yöntemler
bulunması gerekliliği söylenmektedir. Gerçekten
bizim olgularımızda da, bakır parametrelerini güvenle
çalıştığına inandığımız laboratuvara sahip olmamıza
rağmen, bu yöntemle hesapladığımız serbest serum bakır
düzeylerinin son derece yanıltıcı bulunmuştur. Trientin
kesilmesinden sonra idrar bakırının değişiminin tedavi
uyumu ile ilgili çalışmaya literatürde rastlanmamaktadır.
Dpenisillamin ile yapılan çalışmalarında temkinle
yorumlanması gerektiği söylenmektedir.
Total skor değerlendirmesi
4 veya fazla
Kesin
3Şüpheli (ileri
gerekir)
0-2Olası değil
*2X0.5 g- 1 gün yükleme sonrasında,
KAYNAKLAR
1. EASL Clinical Practice Guidelines: Wilson’s disease.J
Hepatol. 2012;56(3):671-85.
2. Roberts EA, Schilsky ML; American Association
for Study of Liver Diseases (AASLD). Diagnosis and
treatment of Wilson disease: an update. Hepatology.
2008;47:2089-2111.
3. Rodriguez-Castro KI, Hevia-Urrutia FJ, Sturniolo
GC. Wilson’s disease: A review of what we have learned.
World J Hepatol. 2015;7(29):2859-70
4. Patil M, Sheth KA, Krishnamurthy AC, Devarbhavi H.
A review and current perspective on Wilson disease. J
Clin Exp Hepatol. 2013;3(4):321-36.
5. Członkowska A, Litwin T, Karliński MD-penicillamine
versus zinc sulfate as first-line therapy for Wilson’s
disease. Eur J Neurol. 2014;21(4):599-606.
6. Weiss KH, Thurik F, Gotthardt DN, et al.
EUROWILSON Consortium. Efficacy and safety of oral
chelators in treatment of patients with Wilson disease.
Clin Gastroenterol Hepatol. 2013;11(8):1028-35.
7. Dubbioso R, Ranucci G, Esposito M, et al. Subclinical
neurological involvement does not develop if Wilson’s
disease is treated early. Parkinsonism Relat Disord.
2016;24:15-9.
8. Beinhardt S, Leiss W, Stättermayer AF, et al. Longterm outcomes of patients with Wilson disease in a
large Austrian cohort. Clin Gastroenterol Hepatol.
2014;12(4):683-9.
9. Dzieżyc K, Litwin T, Chabik G, Członkowska A.
Measurement of urinary copper excretion after 48-h
d-penicillamine cessation as a compliance assessment in
Wilson’s disease. Funct Neurol. 2015;30(4):264-8.
10. Weiss KH1, Gotthardt DN, Klemm D, et al. Zinc
monotherapy is not as effective as chelating agents
in treatment of Wilson disease. Gastroenterology.
2011;140(4):1189-1198
11. Brewer GJ1, Askari F, Dick RB, et al. Treatment of
Wilson’s disease with tetrathiomolybdate: V. Control of
free copper by tetrathiomolybdate and a comparison with
trientine. Transl Res. 2009;154(2):70-7
Bugün Wilson hastalığında son dönemlerde literatürde
sunulan çalışmalar, yerleşik bilgilerimizi değiştirecek
önemli katkılardan uzak olduğu söylenebilir.
Tablo 1. Wilson hastalığı tanı skorlama sistemi
WH tanı kriterleri - Semptomlar
K-F halkası (biyomikroskop ile)
Var2
Yok0
Nöropsikiyatrik semptomlar (± tipik MR bulguları)
Ağır2
Orta 1
Yok0
Coombs negatif hemolitik anemi
(+ yüksek serum bakırı)
Var1
Yok0
Mutasyon analizleri
İlgili mutasyon için homozigot 4
İlgili mutasyon için heterozigot 1
Mutasyon yok
Laboratuvar testleri
İdrar bakırı (akut hepatit olmayacak)
Normal0
1-2 X NUS
>2X NUS
Normal, ama D-penisillamin
yükleme testi* ile >5X NUS
Karaciğer bakır içeriği
Normal
-1
<5 NUS1
tetkik
0 1
2
2
60
Kronik Ppi Kullanımına Bağlı Gelişen
Komplikasyonlar
Kamil ÖZDİL
Sağlık Bilimleri Üniversitesi ÜEAH Gastroenteroloji Kliniği
Hipergastrinemi: PPI kullanımı ile gastrin biyosentezi
artar. Bu nedenle özellikle Barret, gastrik karsinoid ve
kolorektal kanser riskinde artış olabileceği hipotezi öne
sürülmüş, ancak hayvan çalışmalarında ppi kullanımı
ile hipergastrinemi ve gastrik karsinoid saptanması
endişe yaratmasına rağmen insan çalışmalarda bazı ECL
hiperplazisi olguları dışında displastik veya neoplastik
gelişim saptanmamıştır (1-3).Atrofik Gastrit: Uzun
süre PPI tedavisi alan hastaların kronik atrofik gastrit
geliştirme eğilimine sahip olduğu bazı çalışmalar ile
gösterilsede çelişkili sonuçlarda mevcuttur. Risk hp
pozitifliğinde artmaktadır. Hp pozitifliği olan uzun süreli
PPİ tedavisi alması ön görülen hatalara Hp eradikasyonu
yapılması akılcı bir yaklaşım olabilir (4,5).Vitamin
B12 Eksikliği: PPİ kullanımı ve Vitamin B12 eksikliği
arasındaki ilişkiyi araştıran çalışmalarda
çelişkili
sonuçlar mevcuttur. Kronik PPİ kullanımı ile vitamin
B12 eksikliği ve buna bağlı nörolojik hasar oluşumunu
gösteren yeterli kanıt yoktur (6,7). Hipomagnezemi:
Kronik ppi kullanımı ile hipomagnezemi arasındaki
ilişkiyi araştıran birkaç gözlemsel çalışmada çelişkili
sonuçlar ve düşük prevelanslı anlamlı ilişki bildirilmiştir
(8,9). Demir Malabsorbsiyonu: Demir preparatları ile
PPİ birlikte kullanımda demir biyoyararlanımı etkilenir
(10). PPİ Kullanımı ve Kemik Kırığı Riski: Bazı
çalışmalarda PPİ kullanımı ile özellikle kalça ve omurgada
osteoporoz bağlı artmış kırık riski saptanmıştır. Bununla
birlikte bu ilişki zayıftır, ancak doz miktarının artması
ile artmaktadır. Güncel kanıtlar ışığında kemik fraktür
riskini azalmak için PPİ’ların kesilmesi gerekmez ancak
uygunsuz endikasyonlarda kullanılmaması, minimum
efektif dozlar ve kısa süreli kullanım daha akılcı olabilir
(14-16). Kronik PPİ kullanımı ve enterik enfeksiyonlar
: Kohort ve vaka-kontrol çalışmaları ile ortaya konan
kanıtlar PPI’ların özellikle C.difficile (CD) ile olmak
üzere enterik enfeksiyon ve toplum kökenli pnomoni
(TKP) riskinde hafif artış olduğunu desteklemektedir
(17,18).Thienoprydine türevleri ile PPİ kullanımı ve
kardiyovasküler risk: Klopidorel CYP2C19 üzerinden
metabolize olarak aktif hale gelir (19). Prasugrel ve
ticagrelor 3.kuşak thienoprydine türevleridir aynı yoldan
metabolize olmakla birlikte CYP inhibisyonu yapan
ilaçlardan daha az etkilenir. Başlangıçta klopidogrel’in
aktif forma dönüşememesi PPİ’lar ile CYP450 için
kompetetif inhibisyon hipotezi ile açıklanmaya çalışılsa
da güncel kanıtlar bu hipotezi çürütmektedir. Genetik,
bireysel
CYP2C19*2 polimorfizmi klopidogrel
aktivitesini belirler.Yeni kuşak thienopyridinler CYP2C19
genotipinden etkilenmez (20). PPİ Kullanımı ve Spontan
Bakteriyel Peritonit: PPİ kullanımı ile artmış SBP
riski konusunda yapılan çalışmalarda çelişkili sonuçlar
mevcuttur. Xu tarafından yapılan metaanalizde PPİ’ların
asit saptanan sirotik hastalarda SBP riskini arttırdığı
sonucuna ulaşılmış OR 2.17 (95% CI: 1.46-3.23)(I2 =
85.6%), aksine Arjantinde yapılan çok merkezli (n:521)
prospektif çalışmada PPI kullanımı ile artmış SPB riski
açısından anlamlı ilişki saptanmamıştır (21-23).
KAYNAKLAR
1.Klinkenberg-Knol EC, Nelis F, Dent J, et al. Long-term
omeprazole treatment in resistant gastroesophageal reflux
disease: efficacy, safety, and influence on gastric mucosa.
Gastroenterology 2000; 118:661.
2.Van Soest EM, van Rossum LG, Dieleman JP, et al.
Proton pump inhibitors and the risk of colorectal cancer.
Am.Gastroenterol 2008; 103:966.
3.Role of proton pump inhibitors in preventing
hypergastrinemia-associated carcinogenesis and in
antagonizing the trophic effect of gastrin. Han et.al
J.Physiol Pharmacol. 2015 Apr.66(2):159-67.
4. Kuipers EJ, Lundell L, Klinkenberg-Knol EC, et al.
Atrophic gastritis and Helicobacter pylori infection in
patients with reflux esophagitis treated with omeprazole
or fundoplication. N Engl J Med 1996; 334:1018.
5.Lundell L, Miettinen P, Myrvold HE, et al. Lack of effect
of acid suppression therapy on gastric atrophy. Nordic
Gerd Study Group. Gastroenterology 1999; 117:319.
6.Long-term safety of proton pump inhibitor therapy
assessed under controlled, randomised clinical trial
conditions: data from the SOPRAN and LOTUS studies.
Attwood SE, Ell C, Galmiche JP, et al. Aliment Pharmacol
Ther 2015;41:1162-74.
7.Proton-pump inhibitors adverse effects: a review of
the evidence and position statement by the Sociedad
Española de Patología Digestiva. de la Coba Ortiz C et.al
Rev Esp Enferm Dig. 2016 Apr 1;108:207-224.
8. Gau J-T, Yang Y-X, Chen R, et al. Uses of proton pump
inhibitors and hypomagnesemia. Pharmacoepidemiol
Drug Saf 2012;21:553-9.
9.Luk CP, Parsons R, Lee YP, et al. Proton pump inhibitorassociated hypomagnesemia: what do FDA data tell us?
Ann Pharmacother 2013;47:773-80.
10. Ajmera AV, Shastri GS, Gajera MJ, Judge TA.
Suboptimal response to ferrous sulfate in iron-deficient
patients taking omeprazole. Am J Ther 2012; 19:185.
11.Y ang Y-X, Lewis JD, Epstein S, et al. Long-term proton
pump inhibitor therapy and risk of hip fracture. JAMA.
2006;296:2947-53.
61
12.Freedberg DE, Haynes K, Denburg MR, et al. Use of
proton pump inhibitors is associated with fractures in
young adults: a population-based study. Osteoporos Int
2015; 26: 2501-7.
13.Solomon DH, Diem SJ, Ruppert K, et al. Bone mineral
density changes among women initiating proton pump
inhibitors or H2 receptor antagonists: A SWAN Cohort
Study. J Bone Miner Res 2015;30:232-9.
14.Reyes C, Formiga F, Coderch M, et al. Use of proton
pump inhibitors and risk of fragility hip fracture in a
Mediterranean region. Bone 2013;52:557-6.
15.Kaye JA, Jick H. Proton pump inhibitor use and risk
of hip fractures in patients without major risk factors.
Pharmacotherapy 2008;28:951-9.
16.Lau YT, Ahmed NN. Fracture risk and bone mineral
density reduction associated with proton pump inhibitors.
Pharmacotherapy 2012;32:67-79.
17. FDA Drug Safety Communication. Clostridium
difficile-associated diarrhea can be associated with
stomach acid drugs known as proton pump inhibitors
(PPIs). Washington, DC: US. Food and Drug
Administration; 2012.
18.Kwok CS, Arthur AK, Anibueze CI, et al. Risk of
Clostridium difficile infection with acid suppressing
drugs and antibiotics: Meta-analysis. Am J Gastroenterol
2012;107:1011-9.
19.Agewall S, Cattaneo M, Collet JP, et al. Expert position
paper on the use of proton pump inhibitors in patients
with cardiovascular disease and antithrombotic therapy.
Eur Heart J 2013;34:1708-13.
20. Mandorfer M, Bota S, Schwabl P, et al. Proton pump
inhibitor intake neither predisposes to spontaneous
bacterial peritonitis or other infections nor increases
mortality in patients with cirrhosis and ascites. PLoS One
2014;9.
21.van Vlerken LG, Huisman EJ, van Hoek B, et al.
Bacterial infections in cirrhosis: role of proton pump
inhibitors and intestinal permeability. European Journal
of Clinical Investigation 2012;42:760-7.
22.Xu HB, Wang HD, Li CH, et al. Proton pump inhibitor
use and risk of spontaneous bacterial peritonitis in
cirrhotic patients: a systematic review and meta-analysis.
Genet Mol Res 2015;14:7490-501.
23.Terg R, Casciato P, Garbe C, et al. Proton pump
inhibitor therapy does not increase the incidence
of spontaneous bacterial peritonitis in cirrhosis: A
multicenter prospective study. J Hepatol 2015;62:105660.
Hemofili Hastalarında Üst Gastrointestinal Sistem
Kanamasına Yaklaşım
Mehmet ASIL
Hemofili, faktör VIII veya IX eksikliği sonucunda
gelişen, eklem içi (hemartroz) kanamalar başta olmak
üzere her türlü hemorajik komplikasyonlarla ilişkili
nadir bir kalıtsal kanama bozukluğudur. Faktör VIII
eksikliği Hemofili A, faktör IX eksikliği ise Hemofili B
olarak adlandırılır ve her iki hastalık da X kromozomuna
bağlı resesif kalıtım gösterir. Hemofili A yaklaşık 10.000
doğumda 1 olarak görülürken, sıklığı Hemofili B’ye göre
5-6 kat daha fazladır.
kılavuzlarında da hemofili kullanan hastalara ilişkin ayrı
değerlendirme ve öneriler yer almamaktadır. Hematoloji
kılavuzları için de durum çok farklı değildir. Dünya
hemofili federasyonunun 2012 yılında yayınladığı
hemofili kılavuzunda GİS kanamalarına ilişkin sınırlı
öneriler mevcuttur. Ana hatlarıyla bu öneriler; hastaların
faktör seviyelerinin hemen yükseltilmesi kanama durana
kadar ve sebebi bulunana kadar yüksek faktör seviyeleri
korunması, hastaların yatırılarak yakın takip yapılması,
kanamanın nedenine yönelik uygun tedavilerin
uygulanması şeklinde özetlenebilir. Kılavuzda GİS
kanaması olan hemofili A hastaları için önerilen faktör
düzeyleri başlangıçta %80-100 (7-14 gün) ve idame için
%50 (7-14 gün) ve hemofili B hastaları için başlangıçta
%60-80 (7-14 gün) ve idame için %30’dur (7-14 gün).
Replase edilecek faktör miktarı şu formüllere göre
hesaplanır:
Gastrointestinal sistem (GİS) kanamaları hemofili
hastalarında hayatı tehdit edebilen sonuçları olan
majör kanamalardır. Eski çalışmalarda GİS kanamaları,
hemofili hastalarında mortalite nedenleri arasında ilk
sıralarda gösterilmektedir. Ancak üst GİS endoskopisinin
yaygınlaşması ve etkili endoskopik hemostaz tekniklerinin
geliştirilmesi ve hemofili hastalarında rekombinan faktör
kullanımı sonrası mortalite oranları günümüzde önemli
oranda düşmüştür.
Hemofili A için FVIII miktarı = [Hedeflenen faktör
düzeyi –Hastanın faktör düzeyi] x kg x 0.5
Hemofilinin nadir bir hastalık olması nedeniyle
literatürde bu hastalarda üst GİS kanamasına
yaklaşımı irdeleyen yada çeşitli endoskopik hemostaz
tekniklerinin etkinliğini değerlendiren çalışmalar sınırlı
sayıdadır. Mevcut çalışmaların çoğu da vaka raporu
ya da vaka serileri şeklindedir. Güncel gastroenteroloji
İlk doz yukarıda hesaplandığı şekilde verildikten sonra,
eğer başlangıçta hedeflenen faktör düzeyi korunmak
isteniyorsa bu yükleme dozunun yarısı 8-12 saatte bir
tekrarlanır.
62
Hemofili B için FIX miktarı = [Hedef faktör düzeyi –
Hastanın faktör düzeyi] x kg x 1
Sonuç olarak hemofili hastalarında üst GİS kanama
tedavisinin temeli uygun dozlarda faktör replasmanı
sonrası endoskopik hemostaz tedavisi yöntemlerinin
uygulanmasıdır. Faktör replasmanı sonrasında bu
hastaların yönetimi mevcut kılavuzlar doğrultusunda,
hemofilik olmayan hastalarla aynı şekilde yapılabilir
ancak bu hastaların klinik ve laboratuar takiplerinin daha
yakın yapılması gerektiği unutulmamalıdır.
İlk doz yukarıda hesaplandığı şekilde verildikten sonra,
eğer başlangıçta hedeflenen faktör düzeyi korunmak
isteniyorsa, bu yükleme dozunun yarısı 18-24 saatte bir
tekrarlanır.
Rekombinant ürünlerin doz hesaplamaları farklılıklar
gösterebildiğinden kullanılan ilacın ürün bilgilerine
bakılmalıdır.
KAYNAKLAR:
1. Hemofili tanı ve tedavi kılavuzu. Türk hematoloji
derneği, 2011.
2. Srivastava A, Brewer AK, Mauser-Bunschoten EP
ve ark. Guidelines for the management of hemophilia.
Haemophilia. 2013 Jan;19(1):e1-47. doi: 10.1111/j.13652516.2012.02909.x. Epub 2012 Jul 6.
3. Ziemski JM, Szczepanik AB, Misiak A ve ark.
Endoscopic injection treatment of gastrointestinal
bleeding in hemophiliacs. World J Surg. 1996 NovDec;20(9):1166-70.
4. Ishizu Y, Ishigami M, Suzuki N ve ark. Endoscopic
treatment of esophageal varices in hemophiliac
patients with liver cirrhosis. Gastrointest Endosc. 2015
Apr;81(4):1059-60. doi: 10.1016/j.gie.2014.11.043.
5. Beirne JP, Bloom AI, Bass NM ve ark. Safety and efficacy
of TIPS in patients with hemophilia and cirrhosis. J Vasc
Interv Radiol. 2007 Feb;18(2):309-12.
Uygun dozlarda faktör replasmanı ve hemodinamik
stabilizasyon sağlandıktan sonra bu hastalarda kanama
odağının tesbit ve tedavisine yönelik uygulamalar
kılavuzların genel önerileri doğrultusunda hemofilik
olmayan hastalarla aynı şekilde yapılabilir. Literatürde
üst GİS kanaması ile başvuran hemofili hastalarında
hemostaz temini için sklerozan enjeksiyon tedavisi,
özofagus varisi band ligasyonu, TIPSS gibi yöntemlerin
güvenle kullanımına ait vaka raporları yada az vaka sayılı
çalışmalar mevcuttur.
İnhibitör varlığında hemofili hastalarında faktör
replasman tedavisinin etkinliği azalır. Bu hastalarda akut
kanama anında daha yüksek dozlarda faktör replasmanı
yapılması, rekombinan FVII a yada aktive protrombin
komplex konsantresi kullanımı gereklidir.
PBS de Ne Değişti? Niçin Değişti?
Mehmet DEMİR
Pimer biliyer kolanjitis (eski; siroz) (PBK), genetik olarak
duyarlı kişilerde çevresel faktörlerin etkisi ile ortaya çıkan,
intrahepatik safra yollarında (interlobuler ve septal) yıkıcı
ve progresif inflamasyon ile giden, otoimmün karakterli
kolestatik karaciğer hastalığıdır. Nadir bir hastalıktır.
Hastaların %90’nı kadındır.
olduğu algısı oluşturmaktadır. Ancak tanı sırasında
asemptomatik olan hastalar 10 yıldan daha uzun süre
yaşar. ‘”Siroz” ve ‘Cholangitis’ değişikliği, hastalığı daha
doğru tanımlayan bir isim olmaktan başka hastalar için
de önemli etki oluşturacağı tahmin edilmektedir. Kötü
prognozu anlatan kelimenin ortadan kalması hastanın
sosyal ve iş yaşamında olumlu yansıması, hasta ve
yakınlarının üzerine hastalığın getirdiği psikolojik
baskıyı azaltacağı düşünülmektedir.
Son dönemlerde primer biliyer kolanjitis (eski; siroz)’deki
en belirgin değişiklik isminde olmuştur. Primer biliyer
siroz olarak bilinen hastalığı ilk defa 1851 de Addison
& Gull ve Hanot in 1876 da tanımlamıştır. Yaklaşık 100
yıl önce bu hastalığa kolesterol esterlerin göz ve deride
birimi sonucu oluşan tipik ksantomlar nedeniyle Mac
Mahon& Thannhauser tarafından ‘xanthomatous biliary
cirrhosis’ olarak ismi önerilmiştir. Ancak bu bu hastalıkta
ksantomların çok sık görülmemesi ve bu PBK yada özel
olmaması nedeniyle çok kabul görmemiştir. Dame Sheila
Sherlock tarafından kullanılan primer biliyer siroz terimi
1959 yılından yakın geleceğe kadar güncel litaretürde
kullanılmakta idi. Siroz teriminin aksine bu hastaların
birçoğunda tanı sırasında siroz olmaması isim değişikliği
için en önemli nokta olmuştur. Ek olarak siroz terimi
hem hasta hem de hekim tarafından prognozun kötlü
PBK da isim haricinde değişen ve değişmekte olan tedavi
modaliteleridir. Uzun süredir kısıtlı tedavi seçeneği olan
bu hastalıkta, özellikle ursodeoksikolik asite dirençli
hastalarda denen başta farnesnoid X reseptör agonisti
olan obetikolik asid, fibroblast büyüme faktör 19 agonisti,
antiCD20/Rutiximab, anti-interleukin-12/üstekinumab,
sistotoksik T-lenfosit antijen 4/abatacept, Anti CXCL10/
MDX-1100, NI08091, mezekimal kök hücre nakli gibi
yeni tedaviler üzerinde çalışılmaktadır. Bu tedavilerin
en azından bir kısmı çok da uzak olmayan bir gelecekte
klinik pratiğimize gireceği umut edilmektedir.
63
Refrakter Gastroözofageal Reflü Hastalığı
Murat Taner GÜLŞEN
Özofagusun lümeni dinlenme sırasında kollabedir;
beslenme esnasında açılır ve gıdayı distale sürükledikten
sonra yine kollabe olur. İçinden geçen gıdaların
bıraktığı artıkların temizlenmesi için mide içeriği belli
aralıklarla özofagusa reflü olur ve bu durum sağlam insan
tarafından hissedilmez. Ancak ne zaman ki bu reflü; ağrı,
yanma gibi semptomlarla hissedilir düzeye gelirse buna
gastroözofageal reflü hastalığı (GÖRH) denir. GÖRH,
eroziv özofajit, non eroziv özofajit ve fonksiyonel olarak
3’e ayrılır.
gereken şey, verilen PPI dozunun yetersizliği olmalıdır.
Omeprazol, Pantoprazol, Esomeprazol için 40 mg,
Lansoprazol için 30 mg ve Rabeprazol için 20 mg standart
dozlardır.
Şekil 2: Refrakter GÖRH’nda tanı yönetimi
• Eroziv özofajitte; endoskopik bulgu (+) ve pHmetre (+)
• Noneroziv özofajitte; endoskopik bulgu (-)
ancak pH metre (+)
• Fonksiyonel retrosternal yangı: endoskopik
bulgu (-) ve pH metre (-)’tir
GÖRH’nda tanı koydurucu bir gösterge yoktur. Vakaların
sadece 1/3’ünde endoskopik olarak özofageal erozyon
görülerek tanı konulabilmektedir. Tüm dünyada oldukça
yaygın görülen ve hayat kalitesini olumsuz etkileyen
GÖRH’nda proton pompa inhibitörleri (PPI)’leri
sayesinde oldukça başarılı neticeler elde edilmiştir
fakat buna rağmen hastalık prevalansı artmaya devam
etmektedir. Standart dozda 4-8 haftalık proton pompa
inhibitör (PPI) tedavisine vakaların %20-42’si cevap
vermemekte ve refrakter gastroözofageal reflü hastalığı
(R-GÖRH) olarak adlandırılmaktadır (Şekil 1).
Bazı hastaların semptomları GÖRH’na benzediği halde
gerçekte bir reflü hastalığı değildir ve PPI yanıtsızdır.
Bu grup hastalıklar non gastroözofageal reflü hastalığı
başlığında toplanır buna yol açan sebepler refrakter
gastroözofagel reflü semptomları ile karışır.
Şekil 1: Refrakter GÖRH’nın, özofagus asit maruziyetine
göre sınıflandırılması
Non Gastroözofageal Reflü hastalığı Sebepleri;
1) Akalazya ve dismotilite: Manometri
2) Eozinofilik Özofajit: Mikroskopik büyük büyütmede
>15 eozinofil sayısı
3) Reflü Benzeri Dispepsi: Endoskopi, biyopsiler ve
pHmetre normal
4) Gastroparezi: Endoskopi normal fakat gastrik boşalma
sintigrafisi anormal olması ile ayırt edilirler.
GÖRH olduğu halde PPI yanıtsız olan ve yanlışlıkla
R-GÖRH olarak değerlendirilen yaklaşık %30 kadar
hasta vardır. Bazı yazarlar, R-GÖRH tanısını koymak için
günde bir kez standart PPI uygulamasını dikkate alırken
diğerleri günde 2 kez PPI uygulamasını önemsemektedir.
Oysaki PPI tedavisine, gerek optimal dozu uygulamayarak
gerekse doz atlayarak hastaların neredeyse %50’si
uyumsuzluk (non-compliance) göstermektedir.
Ancak R-GÖRH tanısında tam olarak bir fikir birliği
henüz sağlanamamıştır çünkü tanı yanlışlığı, semptomlar
bütünü, tedavi cevap derecesi, PPI dozu, süresi ve
tedaviye uyumu halen tartışma konusudur (Şekil 2). Bu
nedenle hasta odaklı yaklaşımlar şu an için daha geçerli
görünmektedir. Cevapsız hastalarda ilk akla gelmesi
64
Hastaların %40 kadarı PPI’dan fayda görmez ve
bunların ancak %5’i anti-reflü cerrahi olmaya razı
olur. Geriye kalan %25-30’luk kesim, tedavi aralığı
(Treatment gap) olarak adlandırılır. Bu grup hasta
için 1) Cerrahi, 2) Endoskopik tedavi seçenekleri
mevcuttur.
Öte yandan safra asiti nedeniyle GÖRH semptomları
olan hastalar vardır ve halen safra asitinin bu
semptomları oluşturmadaki etki mekanizması tam
olarak bilinmemektedir. Beklide bu semptomlar, asitin
değil yüksek volümdeki içeriğin özofagus lümeninde
distansiyon yaparak semptomlara yol açmasındandır.
R-GÖRH için risk Faktörleri:
Cerrahi Yaklaşımlar:
1) Şişmanlık
2) Sliding Herni
3) Yüksek volümlü reflü (Gaz, sıvı, gıda)
4) Mide asitinin PPI ile yeterince kontrol altına alınamayışı
5) Mide suyunun pepsin veya safra içeriği
6) Alt Özofagus sfinkter gevşekliği
7) Özofagus peristaltizminde yetersizlik
8) Reflünün tekrar yutulmasını sağlayan “peristaltik dalga
indeksi”nin düşüklüğü
9) Özofageal hipersensitivite (Santral veya periferik)
10) Özofagus epitelinde ultrastriktürel veya fonksiyonel
değişiklikler
1) LINX™: Küçük, genişleyebilen, manyetik
boncuklar içeren bir halkanın, alt özofagus sfinkter
fonksiyonunu artırmak için laparoskopik olarak
özofagogastrik bölgeye yerleştirilmesi sistemidir. PPI
bağımlılığını %80’den fazla oranda azaltır. İstenirse
tekrar çıkartılabilen bu sistem oldukça güvenlidir ve
anatomik yapıyı bozmaz.
2) EndoStim™: Alt Özofagus sfinkterine elektriki
stimülasyon sağlaması için batına laparoskopik
olarak yerleştirilen kalıcı bir sitemdir. PPI
bağımlılığını %90 oranında azaltır.
Şekil 3: Refrakter GÖRH’nın, yapısal ve fonksiyonel
değerlendirmesi
Endoskopik Yaklaşımlar:
Stretta®:
Radyofrekans
enerji
kullanarak,
özofagogastrik bileşke ve alt Özofagus sfinkterinde
remodeling sağlar. Yapılan 32 ayrı klinik çalışma ve
bir meta-analizde, etkili ve güvenli bir yöntem olduğu
gösterilmiştir. PPI bağımlılığını çok büyük oranda
azaltır. Gerektiğinde fundoplikasyon yapılmasına
veya stretta’nın tekrar uygulanmasına imkan tanır.
Transoral İnsizyonsuz Fundoplikasyon: Endoskopik
olarak yapılan fundoplikasyondur. Reflü tedavisinde
etkili ve güveni bir yoldur. PPI bağımlılığını %60
oranında azaltır.
R-GÖRH TEDAVİSİ
GERH tanısı konulduktan sonra ilk aşamada PPI
tedavisinde değişiklik yapılır (grup değişikliği, doz
ve zaman değişikliği). Bu dönemde H2 reseptör
blokerleri ve prokinetikler de denenebilir. Hasta
bu ilaçlara tam cevap verdiyse ileri tedavi yapmaya
gerek yoktur. Cevap vermediyse, GERH dışı sebepler
araştırılır: Eğer semptomların iyileşmesinde parsiyel
yanıt alındıysa; 1) Ciddi hiatal herni (>3 cm) varsa;
anti reflü cerrahi ile, ciddi olmayan hiatal herni (<2
cm) varsa endoskopik yolla tedavi, 2) Morbid obez
ise; gastrik bypass cerrahisi yapılmalıdır.
Medigus: Son zamanlarda çıkmış, endoskopik
olarak parsiyel fundoplikasyon yapma yöntemidir.
Endoskopun ucundaki ultrason eşliğinde cerrahi
stapler kullanılarak fundoplikasyon yapılır. Bugüne
kadar 12 ayrı hayvan deneyi ve 27 hastalık insan
çalışması yapılmıştır. İnsan çalışmasında 6 aylık bir
takip sürecinden sonra %60’ın üstünde bir başarı
gözlenmiş fakat yeni çalışmalara ihtiyaç olan bir
yöntemdir.
65
Kolon Kanseri Taraması ve Takibi
Murat KEKİLLİ
ANKARA EAH Gastroenteroloji Kliniği
Kolon kanseri toplum taraması gerektiren bir hastalık
mıdır? Buna karar vermek için dünya sağlık örgütünün
bu konu ile ilgili yayınladığı kılavuzda taranması gereken
hastalıklar şu şekilde tanımlanmıştır;
ÜK ve CH da KRK gelişimi hastalık başlangıcından
itibaren genellikle 8-10 yıl sonra görülmektedir
Erken Teşhis Edildiğinde Kür Sağlayacak Tedavi
Seçenekleri Olmalıdır
1-Hastalık sıklığı ve şiddeti itibariyle bir halk sağlığı
sorunu olmalıdır;
2-Hastalığın seyri erken teşhis için uygun bir zaman
aralığına izin verecek şekilde olmalı;
3-Erken teşhis edildiğinde kür sağlayacak tedavi
seçenekleri olmalıdır;
4-Tedaviye erken (semptomlar dan önce) başlandığında
daha etkili olabilmeli;.
5-Güvenilir, kolay, ucuz ve toplum çapında uygulanabilir
bir tarama testi olmalıdır;
6-Hedef popülasyon için taramaya başlama yaşı ve tarama
aralığı belirlenmiş olmalıdır;
Kolon kanseri bu şartları sağlıyor mu?
Adenomatöz polipler saptandığında ve endoskopik
yöntemlerle tamamen çıkartıldığında;
KRK insidansında % 67-76 azalma
KRK mortalitesinde %50-65 azalma
Tedaviye
Erken
Olabilmelidir;.
Başlandığında
Daha
Etkili
Evre I de
5 yıllık yaşam beklentisi % 74
Evre IV
5 yıllık yaşam beklentisi % 5,7
Hastalık Sıklığı Ve Şiddeti İtibariyle Bir Halk Sağlığı
Sorunu Olmalıdır;
Güvenilir, Kolay, Ucuz Ve Toplum
Uygulanabilir Bir Tarama Testi Olmalıdır
Dünya çapında her yıl yaklaşık bir milyon KRK tanısı
Her yıl bu hastalardan 500.000 tanesi bu hastalık
nedeniyle kaybedilmektedir
ABD’de ölüme sebeb olan en sık 2.kanser
ABD’de kadın ve erkeklerde en sık görülen 3. kanser
T.C.S.B. 2007-2008 verilerinde KRK
• % 7,8 ile kadınlarda üçüncü
• % 7,5 ile erkeklerde dördüncü en sık görülen
kanserdir
Çapında
Guaiak –Gaitada gizli kan (GGK) testi bir kart testidir ve
her yerde kolaylıkla uygulanabilmektedir
KRK’de kümülatif mortalite de
13 yılda % 33 azalma sağlamıştır
Hedef Popülasyon İçin Taramaya Başlama Yaşı Ve
Tarama Aralığı Belirlenmiş Olmalıdır
Hastalığın Seyri Erken Teşhis İçin Uygun Bir Zaman
Aralığına İzin Verecek Şekilde Olmalıdır;
Hastaların % 90’nından fazlası tanıyı 50 yaş üstünde
Siyahlarda 45 yaşından sonra artış başlamakta
Ailede güçlü KRK yada adenomatöz polip öyküsü
olanlarda
Herediter KRK aile öyküsü olan kişilerde taramaya daha
erken yaşlarda başlanmakta
Kanserleşme eğilimi gösteren polipler adenomatöz
polipler olarak bilinmektedir
Çoğu KRK bu poliplerden yaklaşık 10-15 yıl içinde yavaş
olarak gelişmektedir
RİSK FAKTÖRLERİ;
Poliplerin tespiti ile kanserin erken tansından daha
önemli olarak kanser gelişimi engellenmektedir
KR adenomatöz polip ya da KRK hikayesi
KR adenomatöz polip ya da KRK için aile hikayesi
İBH hikayesi
Herediter hastalıklar
KRK’ lerin yaklaşık %5-10’unu oluşturmaktadırlar.
-FAP: tüm KRKlerin yaklaşık %1’i (KRK gelişme
riski %100)
Zauber ve ark.ının polipektomi sonrası 15.8 yıllık izlem
çalışmasında KRK ya bağlı mortalitenin %53 azaldığı
gösterilmiştir
KRK gelişimi için diğer bir prekansör lezyon ise
displazi’dir
66
Herediter KRK sendromları için aile hikayesi olanlar
FAP’lılarda 10 – 12 yaştan itibaren,
HNPCC’lilerde 20 - 25 yaş, yada en genç vakanın
yaşından 10 yıl önce
-HNPCC (lynch sendromu) KRK’lerin yaklaşık
%2-4 (KRK gelişme riski %80)
-Turcot sendromu
-Peutz- jeghers sendromu (hamartomatöz
polipler)
-MUTYH ilişkili poliposiz
KRK İÇİN RİSK TAŞIYAN BU KİŞİLERİN ERKEN
TANIDA HANGİ TESTLER KULLANILABİLİR?
1-KRK ve polip
saptayan testler
2-KRK
saptayan testler
Irk ve etnik gruplar
Siyahlarda hastalık görülme yaşı daha erkendir fakat
sıklıkta fark yoktur.
Ashkenazi yahudilerinde sıklık normal popülasyondan
daha fazla bulunmuş.
Tip 2 DM
KRK Ve Polip Saptayan Testler
Hayat tarzı
• Yoğun kırmızı et tüketimi
• Etin yakılması, tütsülenmesi
• Yoğun sebze meyve tüketimi riski azaltırken
fiberin etkisi gösterilememiş
• Fiziksel inaktivite
• Şişmanlık
• Sigara
• Yoğun alkol tüketimi
a- Flexible sigmoidoskopi
b- Kolonoskopi
c- Çift kontrast baryum grafisi
d- CT kolonografi (virtual kolonoskopi)
e- Kapsül endoskopi
KRK Ve Polip Saptayan Testler
Flexible sigmoidoskopi;
Hazırlığı kolaydır
Sedasyon gerektirmez
Splenik fleksuraya kadar değerlendirme imkanı vardır
KRK’lerin erkeklerde % 66’sı kadınlarda %35’i daha
proksimalde yerleşir
Şüpheli risk faktörleri;
• Gece şiftinde çalışmak
(15 yıl haftada 3 kez gece çalışmak)
• Önceden diğer kanserler için tedavi almış
olmak (özellikle prostat kanseri)
Risk Gruplarına göre hastalar şu şekilde sınıflandırılır
Kolonoskopi;
İdaal yöntemdir
KRK ve polip saptanır ve aynı seansta endoskopik olarak
çıkartılabilir
KRK insidansında % 67-76 azalma
KRK mortalitesinde %50-65 azalma sağladığı
gösterilmiştir
Genellikle sedasyon gerektirir
Perforasyon (0,8/1000)
ve kanama (8/1000) gibi
komplikasyonlara neden olabilir.
Polip kaçırma riski,
1-5 mm çaplı adenomlarda %26,
5- 10 mm çaplı adenomlarda %13,
>10 mm çaplı adenomlarda, %2.1
herhangi bir boyda ki adenomlarda %22 bulunmuştur.
1) Ortalama
riske sahipler
2) Artmış veya yüksek
riske sahipler
Ortalama Riske Sahipler
50 yaş üzeri ;
KRK ve KR polip hikayesi olmayan
KRK ve KR polip için aile hikayesi olmayan
İBH tanısı olmayan
Tüm kadın ve erkekler
Artmış Veya Yüksek Riske Sahip Olanlar
KRK ve adenomatöz polip hikayesi olanlar
Çift Kontrast baryum grafisi
• Kolonoskopiyi tolere edemeyen hastalarda
düşünülmelidir
Non invaziv bir işlemdir
Tanı değeri düşüktür
Ucuz ve her yerde ulaşılabilir
Sigmoidoskopiyi tamamlayıcı olarak
kullanılabilir
Tanıdan itibaren izlem programına alınmalı
KRK ve adenomatöz polip için güçlü aile hikayesi
olanlar
40 yaş, yada en genç vakanın yaşından 10 yaş önce tarama
önerilmektedir.
İBH hastaları
Pankolit olanlarda 8 yıldan ve sol tutulumlu olanlarda 1215 yıldan sonra
CT kolonografi (virtual kolonoskopi);
Non invazivdir
67
Sedasyon gerektirmez
Patolojik bir bulgu durumunda kolonoskopi gerekir
Radyasyona maruziti
Flat lezyonlar ve <10 mm’den küçük lezyonlarda tanı
değeri düşüktür. >10 mm lezyonları %90 başarı ile
saptayabilmektedir.
Ekstrakolonik lezyonları da gösterir.
rezidüsü olan Septin9 geninin metilasyonu CRC
dokusunda varken normal kolon mukozasında bulunmaz.
Ortalama riski olan ve kolonoskopi ve gayta testi
yaptırmayan hastalar için FDA 04/2016 da onayladı.
KİMİ NE ZAMAN? NE İLE TARAYALIM ?
Ortalama riske sahip kişiler için öneriler;
Kapsül endoskopi
Şubat 2014’te FDA tarafından yeterli kolonoskopi
yapılamayan hastalarda polip taraması için onaylandı
Test grubu
KRK
saptayan
testler
KRK SAPTAYAN TESTLER
a- Guaiak–Gaitada gizli kan testi (GGK)
b- Gaita da immünokimyasal test(FIT)
c- Gaita da DNA testi
d- Kan testi (Epi proColon® )
KRK ve
polip
saptayan
testler
GGK Testi
Kart testi ile uygulanmaktadır
3 gün arka arkaya yapılmalıdır
Hemoccult, Hemoccult II, Hemoccult R, HemoccultSENSA gibi çeşitleri bulunmaktadır
Bu testle yapılan çalışmalar göstermiştir ki KRK’de
kümülatif mortalite de
13 yılda % 33
18 yılda % 21 azalma olmuştur
Test öncesi;
NSAİİ’lar 7 gün öncesinden kesilmeli
Günlük 250 mg dan fazla vitamin C içeren gıdalar ve
ilaçlar 3 gün önceden kesilmeli
Kırmızı et, şalgam ve turp gibi gıdalar 3 gün önceden
bırakılmalı.
Poliklinikte eğer RT yapılmışsa o gün örnek verilmesi
tavsiye edilmemektedir
Gaitada İmmünokimyasal Test
Gayta’daki insan hemoglobin proteinlerini
etmektedir
İlaç ve gıda kısıtlaması gerekmez
ASA kullanımından daha az etkilenmekte
GGK ye göre daha pahalı
Test
GGK
FIT
sDNA
Sigmoidoskopi
Kolonoskopi
ÇKBG
CT kolonoskopi
Kapsül endoskopi
Sıklık
her yıl
her yıl
her 3 yıl
her 5 yıl
her 10 yıl
her 5 yıl
her 5 yıl
her 5 yıl
KRK Kanser Tarama Programı Ulusal Standartları
Ulusal toplum tabanlı kolorektal kanser taramaları ASM
ve TSM bünyesindeki KETEM
Tüm erkek ve kadınlarda 50 -70 yaş
İki yılda bir GGK ve 10 yılda bir Kolonoskopi (51-61
yaşlarında)
Son iki Gaitada Gizli Kan testi negatif olan 70 yaşındaki
kadın ve erkeklerde tarama kesilmelidir
Yüksek Riskli Olgularda 40 yaşından itibaren
GGK Testi (-): Kişiye, 2 yıl sonra tekrar kolorektal kanser
taraması yaptırması söylenir
GGK Testi (+): Kişiye kolonoskopi gerekir
Gastroenteroloji, genel cerrahi veya gastrointestinal
cerrahi servislerine yönlendirilir
Kolonoskopi çekim merkezleri (kamu ya da özel
merkezlere ait merkezler), Türkiye Halk Sağlığı
Kurumu, Kanser Daire Başkanlığı’nca belirlenir ve kalite
standartları açısından denetlenir.
tespit
Gayta’da DNA Testi
Gayta’ya bulaşan neoplastik hücrelerin DNA analizi ile
tanı konulur
P53, DIA, APC, K-ras, BAT-26, vb 21 ayrı nokta
mutasyonu değerlendiriliyor
Daha spesifiktir
Daha pahalıdır
Üst GIS kaynaklı malignitelerde yanlış pozitiflik verir
3 yılda 1 öneriyor
Epi proColon®
Hasta plazmasında ki DNA’da Septin9 gen
methilasyonunun in-vitro PCR ile ölçümüdür. Sitozin
68
Pankreas Anastomoz Kaçaklarına Yaklaşım
Mustafa KEREM
Gazi Ü. Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Ankara
Pankreatik rezeksiyonlar teknik olarak çok güç olan,
yüksek tecrübe ve rezeksiyon ve rekonstrüksiyon için
belirli standartlar gerektiren ameliyatlardır.
Pankreatik fistül: distal pankreatektomi, enükleasyon
veya pankreatikojejunostomi veya pankreatikogastostomi
anastomoz kaçaklarına bağlı olabilir. Son zamanlarda
pankreatik anastomoz kaçaklarının tanımlanmasında
International Study Group on Pankreatic Fistula
(ISGPF)’nin konsensüs kararları ile standardizasyon
sağlanması önerilmektedir. Bununla birlikte pankreatik
fistül oluşumundaki risk faktörleri, tedavi planlaması,
önlenmesi ve ilişkili komplikasyonlarla başa çıkma
yöntemleri sürekli arayışlar devam etmektedir. Ancak
ulusal veya uluslararası böyle bir kılavuz şu an için yoktur.
Geçmişte yüksek morbidite ve mortalite oranı son
iki dekattaki cerrahideki gelişmelere paralel olarak
pankreas cerrahisinde azalmıştır. Rezeksiyonun
standardize edilmesi ile birlikte yüksek volümlü
merkezlerde morbidite azalmış, mortalite %5’in altına
çekilmiştir. Teknik gelişmelerin yanında, postoperatif
komplikasyonların tanınması ve tedavi edilmesi de
son derece önemlidir. Hayatı tehdit edici postoperative
komplikasyonların çoğunluğu pankreatik fistüle bağlıdır.
Dispepsiye İlk Yaklaşım
Rafet METE
tanı semptomlar tabanında ve ileri inceleme
yöntemlerine gerek olmaksızın koyulabilir. Alarm
semptomları olan hastalarda erken endoskopik
tetkik gerekmektedir (Table 1). Bu semptomların
bulunmadığı hastalara ilk başvuruda üst GİS
endoskopisi önerilmemelidir.
Dispepsi, tek bir semptomu içeren hastalıktan ziyade,
epigastrial bölgede ağrı ya da rahatsızlık hissi, siskinlik,
gaz, erken doyma hissi, yemek sonrası dolgunluk, bulantı,
istahsızlık, yanma hissi, regürjitasyon ve geğirme gibi geniş
yelpazeli semptomlar topluluğundan oluşan klinik bir
tablodur. Türkçe karşılığı kötü sindirim olan ve Yunanca
dys- (zor, zorluk, kötü) ve pepse (pişirmek, sindirmek)
sözcüklerinden oluşan dispepsi’nin tanımlaması son
yıllarda değişime uğramıştır. Batı ülkelerinde prevalans
%25’lere ulaşabildiği Türkiye’de ise %25- 44 arası bildiren
çalışmalar bildirilmiştir.Dispepsi tanımının dünya
çapında yapılan çalışmalarda birbiriyle örtüşmemesinden
dolayı prevalans ülkeler arası değişmekte hatta bölgeler
ve şehirler arası da değişmektedir. Fazla semptomu
içinde barındırdığı için, dispepsiden sendrom olarakta
bahsedilebilir.
FD’de fizyopatolojisi ve mekanizmaları hala
belirsizliğini korumaktadır. Ayrıntıları üzerinde tam
bir uzlaşma olmamakla birlikte günümüzde FD’nin
multi faktöriyel bir sendrom olduğu düşüncesi
kabul edilmektedir Fonksiyonel dispepsiyi tanımı
2008 yılında yayınlanan Roma III kriterleri ile en
son şeklini almıştır. Tablo 2 de alt tipleri ile birlikte
tanımı verilmiştir.
Mevcut tıbbi imkanlarla yapılan taramalar sonucu TABLE 1. Alarm features for dyspeptic patients
anatomik ya da patofizyolojik değisiklikler tespit
edilen dispepsiye Organik Dispepsi (OD) ve
Age R50 years
tespit edilemeyene ise Fonksiyonel Dispepsi (FD)
Family history of upper GI malignancy in a first-dedenmektedir.
gree relative
Unintended weight loss
GI bleeding or iron deficiency anemia
Dysphagia
Odynophagia
Persistent vomiting
Abnormal imaging suggesting organic disease
Tanı
FD’yi tanımlayacak spesifik tanısal test yoktur. Tanı;
öyküde tipik semptomların bulunması, normal
fizik muayene bulgularının olması ve dispepsinin
diğer nedenlerinin dışlanması ile konulur. Sadece
semptomların özelliklerine bakılarak, FD organik
dispepsiden ayırt edilemez. Genç olguların çoğunda
69
GastroenterolojDergisi,2008;7(1):11-17
4. Talley NJ, Vakil N. Guidelines for the management
of Dyspepsia. Am J Gastroenterol 2005;100:2324–
2337
5. Brun R, Kuo B. Functional Dyspepsia. Ther. Adv.
Gastroenterol 2010;3 (3)145-164
6. Jeong, J.J.et al. (2008) Chronic gastrointestinal
symptoms and quality of life in the Korean
population. World J Gastroenterol 14: 6388_639
7. Talley NJ, Ruff K, Jiang X, Jung HK. The Rome III
Classification of dyspepsia: will it help research? Dig
Dis 2008; 26: 203-9.f
8. Aasma Shaukat, MD, MPH, FASGE Gastroıntestınal
Endoscopy Volume 82, No. 2 : 2015
Table 2 Functional dyspepsia (Rome III)
Definition
Presence of symptoms thought to originate in the
gastroduodenal region, in the absence of any organic,
systemic or metabolic disease that is likely to explain
the symptoms.
Diagnostic criteria
Must include:
(1) One or more of: (i) bothersome postprandial fullness, (ii) early satiation, (iii) epigastric pain and (iv)
epigastric burning; and
(2) No evidence of structural disease (including at upper endoscopy) that is likely to explain the symptoms.
Criteria fulfilled for the last 3 months with symptom
onset at least 6 months before diagnosis Subgroups
(predominant symptoms)
FIRST APPROACH TO DYSPEPSIA
Dyspepsia is not having one or limited symptoms but
a clinical table composed of a wide range of symptoms
such as pain or discomfort in the epigastric region,
gas, bloating, early satiation, feeling of postprandial
fullness, nausea, anorexia, heartburn, regurgitation
and belching. As the definition of dyspepsia has
frequently changed of late years while it means
indigestion in Turkish and dys-(hard, difficulty, bad)
pepse (cook, digestion) in Grek. It has been reported
the prevalence in Western countries could reach %25
and %25-44 in Turkey. The definition of dyspepsia
does not coincide with worldwide studies, since the
prevalence varies between countries and even
among regions and cities. Because of containing
more symptoms, different types of syndromes can be
reported instead of dispepsia.
Postprandial distress syndrome (postprandial fullness
and early satiety)
Epigastric pain syndrome (epigastric pain or burning)
J Neurogastroenterol Motil, Vol. 20 No. 4 October,
2014
Figür:Dispepside önerilen Tanı ve tedavi algoritma
As a result of scans made with existing medical
facilities anatomical or pathophysiological changes
were detected in dispepsia called organic dispepsia
(OD), if there is no changes detected in dispepsia
called functional dispepsia (FD).
Diagnosis
There is no specific diagnostic test to identify FD. It
is diagnosed with the presence of typical symptoms
in the anamnesis, findings normal physical
1. Talley NJ, Stanghellini V,Heading RC, Koch examination, exclusion of other causes of dyspepsia.
KL, Malagelada JR, Tytgat GNJ Functional The FD can not be distinguished from OD Just on
gastroduodenal disorders. Gut 1999;45:1137-42
the basis of the characteristics of symptoms. Most of
2. Talley Nj. Dyspepsia. Management guidelines for the young patients can be diagnosed with the help of
the millenium. Gut 2002;50:72-8
symptoms without the need for advanced inspection
3. Köksal AŞ, Oğuz D,Özden A.Türkiye’de methods. Early endoscopy is necessary for the
1.basamak
sağlık
kurumlarına
başvuran patients with alarm symptoms (Table 1).
hastalarda dispepsi görülme sıklığı. Akademik
70
Figure.Suggested algorithm for evaluation treatment
of dyspepsia.
In the absence of these symptoms, patients should not be
recommended for upper gastrointestinal Endoscopy in
the first application pathophysiology and the mechanisms
of FD still remain unclear. Although not a full
consensus on the details FD now accepted the idea that
a multi-factorial syndrome.
Functional dyspepsia definition has become the latest
version of the Rome III criteria, published in 2008. The
definition of terms of Dyspepsia/Functional Dyspepsia
and Subtypes given in Table 2.
TABLE 1. Alarm features for dyspeptic patients
Age R50 years
Family history of upper GI malignancy in a
first-degree relative
Unintended weight loss
GI bleeding or iron deficiency anemia
Dysphagia
Odynophagia
Persistent vomiting
Abnormal imaging suggesting organic disease
1. Talley NJ, Stanghellini V,Heading RC, Koch
KL, Malagelada JR, Tytgat GNJ Functional
gastroduodenal disorders. Gut 1999;45:1137-42
2. Talley Nj. Dyspepsia. Management guidelines for
the millenium. Gut 2002;50:72-8
3. Köksal AŞ, Oğuz D,Özden A.Türkiye’de
1.basamak
sağlık
kurumlarına
başvuran
hastalarda dispepsi görülme sıklığı. Akademik
GastroenterolojDergisi,2008;7(1):11-17
4. Talley NJ, Vakil N. Guidelines for the management
of Dyspepsia. Am J Gastroenterol 2005;100:2324–
2337
5. Brun R, Kuo B. Functional Dyspepsia. Ther. Adv.
Gastroenterol 2010;3 (3)145-164
6. Jeong, J.J.et al. (2008) Chronic gastrointestinal
symptoms and quality of life in the Korean
population. World J Gastroenterol 14: 6388_639
7. Talley NJ, Ruff K, Jiang X, Jung HK. The Rome III
Classification of dyspepsia: will it help research? Dig
Dis 2008; 26: 203-9.f
8. Aasma Shaukat, MD, MPH, FASGE Gastroıntestınal
Endoscopy Volume 82, No. 2 : 2015
Table 2 Functional dyspepsia (Rome III)
Definition
Presence of symptoms thought to originate in the
gastroduodenal region, in the absence of any organic,
systemic or metabolic disease that is likely to explain
the symptoms.
Diagnostic criteria
Must include:
(1) One or more of: (i) bothersome postprandial
fullness, (ii) early satiation, (iii) epigastric pain and
(iv) epigastric burning; and
(2) No evidence of structural disease (including
at upper endoscopy) that is likely to explain the
symptoms. Criteria fulfilled for the last 3 months with
symptom onset at least 6 months before diagnosis
Subgroups (predominant symptoms)
Postprandial distress syndrome (postprandial fullness
and early satiety)
Epigastric pain syndrome (epigastric pain or burning)
J Neurogastroenterol Motil, Vol. 20 No. 4 October,
2014
71
İnflamatuvar Barsak Hastalığında Aşı,
İmmunizasyon
Rahmet GÜNER
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği
İnflamatuvar barsak hastalığı (İBH), çevresel,
immunolojik ve genetik pek çok faktörün etkileşimi ile
ortaya çıkan kompleks bir hastalıktır. İBH, tedavisinde
kullanılan immunsupresif ajanlar nedeni ile de fırsatçı
infeksiyonlar açısından riskli bir durumdur. Fulminan
veya fatal infeksiyonlar 6-merkaptopürin, azatiopurin
ve antiTNF gibi çeşitli immunsupresif tedaviler almakta
olan IBH’lı hastalarda bildirilmiştir. İmmunmodulatörler,
biyolojik ajanlar veya her ikisinin kombinasyonu şeklinde
sürdürülen idame tedavi sırasında karşılaşılabilecek
hepatit B, pnömokokal infeksiyonlar veya herpes virüs
infeksiyonları gibi çoğu infeksiyon, etkin aşılama ile
önlenebilir özelliktedir. Buradaki önemli problem,
aşılama ile elde edilecek antikor cevabının yeterliliği ile
ilgili sorundur. Mevcut bilgilere göre genel konsensus,
immunsupresif tedavi almakta olan İBH hastalarında
aşılama ile sağlanan cevabın immunite sağlamada yeterli
olduğudur.
• 6-merkaptopürin/azatioprin’in etkin dozları ile
tedavi ve bu ilaçların kesilmesi sonrasındaki 3 ay
• Metotreksat ile tedavi ve bu ilaçların kesilmesi
sonrasındaki 3 ay
• İnfliksimab ile tedavi ve bu ilaçların kesilmesi
sonrasındaki 3 ay
• Belirgin protein-kalori malnutrisyonu
5- İmmunsupresyon durumunda aşılama gereken
bireylerde aşı sonrası serolojik yanıt kontrol edilmeli,
yeterli olmaması durumunda doz tekrarı uygulanmalıdır.
İnfluenza aşısı: Trivalan inaktive aşı ve canlı attenüe
intranazal aşı olmak üzere iki tip influenza aşısı vardır.
İnaktive aşı ile immunizasyon immunsupresif tedavi alan
kişilere önerilmektedir.
Pnömokok aşısı: Pnömokokal infeksiyonlar için risk
faktörleri arasında sayılan ve aşılamanın önerildiği
gruplar arasında (immunsupresif tedavi altında olmak,
65 yaş ve üzeri olmak gibi) yer alan önemli risk faktörleri
İBH hastalarında da vardır. Pnömokok aşısı da İBH
hastalarına yapılması önerilen aşılar arasındadır.
İBH hastalarında önerilen aşılama şemaları rutin aşılama
şemaları ile aynıdır. Rutin aşılama şemalarına ilaveten,
immunsupresif tedavi alan İBH’li hastalarda aşı cevabının
değerlendirilmesi ve canlı aşıların kontrendike olduğu
ilave önemli hususlardır. Aşılama ile ilgili bir diğer
önemli nokta, immun aracılı hastalıklarda görülebilen
aşının indüklediği alevlenmedir, ancak bu durum IBH
hastalarında değerlendirilmemiştir.
Hepatit B aşısı: Hepatit B virüs (HBV) infeksiyonu, aşı ile
önlenebilir bir hastalıktır. Kronik HBV infeksiyonu olan
ve immunsupresif tedavi alan hastalarda reaktivasyon
görülebilir. HBV infeksiyonuna yönelik aşılama da bu
grup hastalarda değerlendirilmelidir.
İBH’li hastalar için aşılama ile ilgili genel öneriler şu
şekildedir;
Tetanoz aşısı: Çocukluk çağı aşılarındandır. DifteriTetanoz ve aselüler Pertusis (DTaP) karma aşısının bir
komponentidir. Booster Td aşısının, primer aşılama
sonrası her 10 yılda bir yapılması gereklidir.
1-Standart çocuk ve erişkin aşılama şemalarına
uyulmalıdır.
2-Tanı anında erişkin ve çocukların aşı şemaları
tamamlanmış olmalı, eksik olan aşılar yaptırılmalıdır.
3-Suçiçeği geçirme öyküsü net olmayan erişkin
hastalarda, suçiçeği serolojisi çalışılmalı, duyarlı bireyler
aşılanmalıdır.
4-İBH’li immun yetmezliği olan çocuk ve erişkinlerde
canlı virüs ve bakteri aşılarından kaçınılmalıdır.
IBH’lı hastalarda bu durum aşağıdaki tedaviler olarak
belirlenmiştir;
Meningokok aşısı: İmmun sistemi yetersiz kişilerde
meningokoksemi riski yüksektir. Bu sebeple İBH’li
hastaların bir kısmı aşılama kriterlerini karşılamaktadır.
Meningokokal konjugat veya polisakkarit olmak üzere
iki tip aşı mevcuttur. Her iki aşının da noninfeksiyöz
ve immunitesi bozuk olan kişilerde de güvenli olduğu
gösterilmiştir.
Human Papilloma Virus (HPV) aşısı: HPV aşısı
kuadrivalan aşıdır ve servikal displazi ve kansere
ilerlemenin en yüksek riskini barındıran 4 HPV serotipini
de hedef alır. Aşının etkinliği immunsuprese bireylerde
detaylı bir şekilde araştırılmamıştır.
• Steroid tedavisi (prednizon 20mg/gün eşdeğeri
veya 10 kg’ın altında ise 2mg/kg/gün dozda 2 hafta veya
daha uzun süre ile ve steroid tedavisinin kesilmesi sonrası
3 ay içerisinde)
72
Ancak immunsuprese bireylerde de güvenilir ve
noninfeksiyöz bulunmuştur. İBH’li kadın hastalarda,
özellikle immunsupresif tedavi alan İBH’li hastalarda
HPV ve anormal Pap smear sonuçlarının görülme
riskinin daha yüksek olduğu gösterildiğinden, eldeki
mevcut verilerle HPV aşısının bu grup hastaya yapılması
akılcı bir yaklaşımdır.
öykünün kestirim değerinin yüksek olması nedeni ile
kişiler suçiçeğine bağışık kabul edilir. İmmunkompromize
bireylerde ciddi seyir riskinin ve mortalite oranlarının
yüksekliği immunsupresif tedavi öncesi varisella
infeksiyonuna karşı duyarlılık durumunun gözden
geçirilmesinin
önemini
ortaya
koymaktadır.
İmmunsupresif tedavi almakta olan İBH’li hastalarda
bu infeksiyonlara karşı duyarlılık gözden geçirilmeli
ve ona göre gerekli durumlarda immunsupresif tedavi
başlanması öncesinde aşılama yoluna gidilmelidir.
Canlı Virüs Aşıları: Canlı aşılar immunsuprese bireylerde
aşıya bağlı infeksiyon riski nedeni ile kontrendikedir.
Anthraks, intranazal influenza, kızamık-kızamıkçıkkabakulak (KKK), oral polio aşısı, çiçek, suçiçeği, varisella
zoster virüs aşısı, oral canlı tifo aşısı, BCG ve sarı humma
aşıları canlı aşılardır.
Ayrıca İBH’lı hastaların yakınlarına ve temaslılarına
yıllık influenza aşısı yapılması olası bulaşı engellemek
için önerilmelidir. Bu aşısının da canlı aşı olarak
uygulanmaması bulaşın teorik riski açısından gereklidir.
Çoğu erişkin suçiçeğine karşı immuniteye sahiptir.
Hastalığı geçirme öyküsü tanımlayan erişkinlerde
İnflamatuvar Barsak Hastalığı
FIRSATÇI ENFEKSİYONLAR
Reşat ÖZARAS
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
İnflamatuvar barsak hastalığı (İBH) tedavisinde
immünsüpresif ilaçlar, immün modülatuvarlar ve
biyolojik ajanlar kullanılmaktadır. Hastalığın daha
iyi tanınması ile erken dönemde tanı konmakta ve
hastalar uzun süre bu ilaçları kullanmaktadır. Hastalığın
yönetimini önemli katkılar sağlayan bu ilaçlar, aynı
zamanda enfeksiyon riskini de artırmaktadır.
seyredebilmektedir.
2. BAKTERİYEL ENFEKSİYONLAR
a. Tüberküloz
b. Nokardiyoz
c. Clostridium difficile Enfeksiyonu
d. Listeryoz
Diğer
İmmünsüpresif ilaçların kullanımı ile enfeksiyon
hastalıklarının sıklığı artmakta, normal kişilerde hastalık
yapmayan bazı etkenler de hastalık etkeni olarak
karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca bu ilaçlar, hastalıkların
tanınmasını sağlayan tipik belirti ve bulguların atipik
olmasını sağlayarak tanısal zorluklar da oluşturmaktadır.
İlaçlar dışında, İBH ve komplikasyonları ve hastaların
ileri yaşta olmaları da enfeksiyon riskini artıran diğer
nedenlerdir.
Legionella ve Streptococcus pneumoniae (pnömokok)
pnömonileri, immünsüpresif ilaç kullanan İBH
hastalarında daha ağır seyredebilmektedir.
3. FUNFAL ENFEKSİYONLAR
a.Kriptokokkoz
b. Pneumocystis jirovecii (carinii) Enfeksiyonu
c. Aspergilloz
d. Kandidiyoz
İBH hastalığının tedavisinde ortaya çıkabilecek
enfeksiyon hastalıkları; viral, bakteriyel, fungal ve
paraziter hastalıklardır.
Kandidiyoz tanısı, kan kültürü ya da tutulan organdan
elde edilen klinik örneğin
1. VİRAL ENFEKSİYONLAR
a. Hepatit B Virüsü (HBV):
b. Herpes Simpleks Virüsü (HSV):
c. Varicella Zoster Virüsü:
d. Cytomegalovirus (CMV):
e. Epstein–Barr Virus (EBV):
Diğer virüsler: Human papillomavirüs ve JC virüse,
immünsüpresif tedavi alan İBH hastalarında daha sık
rastlanmaktadır. Bu hastalarda influenza daha ağır
4. PARAZİTER HASTALIKLAR
Strongyloides stercoralis
İBH olanların bir kısmında fırsatçı enfeksiyonlar
gelişmektedir. Hangi hastada gelişeceğini kestirmek
zordur. Ancak özellikle ileri yaşta olup yoğun
immünsüpresif tedavi alanlar, bu açıdan yakından
izlenmelidir. Ülkemizde endemik olan TB ve orta
derece endemik olan HBV reaktivasyonları için dikkatli
olunmalıdır.
73
İGaucher Hastalığı
Selami KOÇAK
Gaucher Hastalığı (GH), kalıtsal bir defekt nedeniyle,
bir lizozomal enzim olan “β-glucocerebrosidase”
yapımındaki eksiklik sonucu, bu enzimin substratı olan
“glucocerebroside (glucosylceramide)”in makrofajlar
başta olmak üzere retikuloendotelial sistem hücrelerinde
birikmesi ile pek çok sistemde harabiyete yol açan, ender
bir metabolik hastalıktır (1). İlk kez 1882 yılında, bir tıp
fakültesi öğrencisi olan Philippe Gaucher tarafından,
splenomegalisi olan 32 yaşındaki genç bir kadın hastada
“primitive epithelioma of the spleen” tanısıyla tarif
edilerek literatüre kaydedilmiştir. Otozomal çekinik
kalıtıma sahip bu hastalık, günümüzde enzim replasman
tedavisi sayesinde diğer lizozomal depo hastalıkları
arasında en yüksek tedavi edilebilme oranına sahip
hastalık olarak da öne çıkmaktadır (2).
normalden yüksek saptandığı bildirilmiştir (1). Kemik
iliğinde glukolipid yüklü GH infiltrasyonu neticesinde
açığa çıkan çeşitli sitokinlerin aracılığıyla kemik
hastalığının tetiklendiği speküle edilmektedir. B hücre
proliferasyonu, lenfoproliferatif hastalıklar ve plazma
hücre hastalıklarının da, en basit şekliyle, sürüp giden
bir lenfoid tetiklenme süreciyle alakalı olabileceği
düşünülmektedir.
Genetik: Bu hastalıkta eksik olan glukoserebrozidaz geni
1q21. kromozomda bulunmaktadır. Bu genle alakalı
olmak üzere, şimdiye kadar yaklaşık 300 mutasyon
ve polimorfizm tanımlanmıştır (1). Aşkenaz Yahudi
toplumunda en sık görülen mutasyonlar N370S, 84GG,
L444P ve IVS2+1G olarak sıralanırken, geri kalan
topluluklarda ise çok geniş bir varyasyona rastlanmakla
birlikte N370S ve L444P mutasyonlarının belirgin olarak
fazla görüldüğü saptanmıştır (1, 4). Homozigot L444P
mutasyonu varlığı daha çok nöronopatik hastalıkla
birlikte görülürken, tek N370S mutasyonu olmasının ise
nörolojik tutuluma karşı koruyucu olduğu bildirilmiştir
(1).
Epidemiyoloji: Halihazırda bilinen 45’den daha
fazla sayıda lizozomal depo hastalığı arasında en
sık görüleni GH’dir. Geniş aileler içindeki evlilikler
neticesinde görülme ihtimali artmaktadır. Aşkenaz
Yahudi toplumunda, diğer topluluklardan belirgin farklı
olmak üzere insidansı 1/450 olarak bildirilmiştir (3).
Bununla birlikte dünya genelinde semptomatik hastalık
prevelansının ise 1/100.000 olduğu bilinmektedir (2).
Non-nöronopatik formu olup en sık görülen alt tipini
oluşturan tip 1 GH, Aşkenaz Yahudi toplumunda da en
sık görülen tiptir. Tip 2 GH olarak bilinen, nöronopatik
ya da infantil serebral GH ise, hastaların yaklaşık %1’ini
oluşturmaktadır. Genellikle Kuzey Avrupa, Mısır ve
Doğu Asya’da görülen, kronik nöronopatik form olarak
da adlandırılan tip 3 GH ise, tüm hastaların yaklaşık
%5’ini oluşturan bir alt tiptir.
Klinik sınıflandırma: Hastalığın 3 major alt tipi vardır.
Bunlardan en sık görüleni, non-nöronopatik form olup,
tip 1 GH olarak da adlandırılmaktadır. Tip 1 GH, anemi,
trombositopeni, splenomegali ve iskelet anomalilerin
belirgin olarak baskın görüldüğü ve bunların yanında
daha az olacak şekilde interstisyel akciğer hastalığı ve
pulmoner hipertansiyonun da eşlik ettiği bir alt gruptur.
Santral sinir sistemi tutulumunun görülmediği tip 1
GH’de olgular; asemptomatik formdan yakınmaların
çocukluk çağında başlayabildiği forma kadar çok geniş
bir spektrumda yerleşmişlerdir (1). Tip 2 GH ise, akut
nöronopatik form olarak adlandırılan, organ tutulumuna
ek olarak nörolojik tutulumun da belirgin olduğu,
sağkalımın hayatın ilk 2-3 yılı ile sınırlı kaldığı, ciddi,
şiddetli ve çok kötü prognoza sahip bir alt gruptur.
Kronik nöronopatik form olarak bilinen tip 3 GH’de
ise, yakınmalar yine çocukluk çağında olmakla birlikte
tip 2 GH’ye göre daha ileri yaşlarda ortaya çıkmakta,
anormal göz hareketleri, ataksi, demans ve inme gibi
nörolojik bulgular tabloya hakim olup, hastalar 30-40’lı
yaşlara kadar yaşayabilmektedirler. Kimi araştırmacılar
ise, tip 1 GH’de ileriki zamanlarda az da olsa nörolojik
bulgulara rastlanılması sonucunda, aslında hastalığın
farklı alt tipleri olmadığını, belki de birbirinin devamı
niteliğinde olabileceği savını ortaya atmışlardır (1).
Ayrıca, GH ile Parkinson arasında özellikle eksik enzim
genindeki mutasyonlar yönünden bir birliktelik olduğu
da bildirilmiştir (5).
Patogenez: Hastalık 1. kromozomda q21-q31 lokusunda
yer alan genin kodladığı β-glukoserebrozidaz (acid betaglucosidase, GBA) enzim eksikliğinden kaynaklanır ve
substratı olan beta-glukoserebrozidin (glukozilseramid)
vücutta retiküloendoteliyal sistemin tümünde ama
özellikle karaciğer, kemik iliği ve dalakta birikmesi ile
karakterizedir. Normal koşullarda enzimin etkisi ile
glukozilseramid, glukoz ve seramide katabolize olması
gerekirken, GH’de bu ve benzer glukolipidler özellikle
dalak, karaciğer, kemik iliği, beyin, kemik ve daha az
olmak üzere akciğer, cilt, böbrek ve kalpte sistemlere
özgü makrofaj lizozomlarında birikme eğilimindedir.
Bu lipid yüklü hücrelere Gaucher hücreleri adı
verilmektedir. Aslında hastalığın mekanizması tam
anlamıyla açık değildir. Makrofajların glukolipid aşırı
yükü, bu hücrelerde ikincil aktivasyona neden olarak
çeşitli sitokin ve lizozomal proteinlerin aktivasyonu
ve açığa çıkmasına yol açmaktadırlar. TNF-a, IL1β, chitotriosidase seviyelerinin çeşitli çalışmalarda
74
Nihayetinde, GH ile hematolojik malignite gelişimi
arasında da bir ilişki olduğu uzun zamandır bilinmektedir.
GH’de tanı sırasında erişkinlerin %14-41’de poliklonal
hipergammaglobulinemi,
%25’de
“monoclonal
gammopathy of undetermined significance” (MGUS)
görüldüğü bildirilmiştir (1). GH’de normal popülasyona
göre multiple myeloma gelişme riski 5,9 ile 51,1 kat
arasında değişen oranlarda artmış bulunmuştur (1, 6).
Bunun haricinde amiloidozis, lenfoproliferatif hastalıklar
-özellikle nonHodgkin lenfoma- ile solid organ
malignitelerinden hepatosellüler karsinoma gelişim
riskinin de belirgin arttığı bildirilmiştir (1, 7).
bir osteopeni ya da sadece Erlenmeyer flask anomaliyle
sınırlı kalması, erkek ve kadınlarda sırasıyla Hb > 11,5
ve 10,5 gr/dl olması, trombosit sayısının > 60.000/mm3
olması, karaciğer ve dalak boyutlarının büyümüş dahi
olsa sırasıyla normalin 2,5 ve 1,5 katından daha küçük
olması da düşük riskli hastalık tanımı için gözetilen
kriterlerdir.
Organ büyüklükleri, hematolojik manifestasyonlar,
kardiyak ve akciğer sorunları daha kolay ve belirgin
bir şekilde enzim replasman tedavisine yanıt verirken
iskelet anomalileri ise daha yavaş ve kısıtlı bir iyileşme
göstermektedirler. Üç farklı rekombinant enzim preparatı
vardır: Imiglucerase 1994 yılından beri ve Velaglucerase
alfa ise 2010 yılından beri klinikte uygulanmaktadır (1).
Her iki preparat hem Avrupa Birliği ve hem de Amerika
Birleşik Devletleri (ABD)’nde onaylı iken, Taliglucerase
alfa ise sadece ABD’de onaylı olarak kullanılmaktadır. En
yaygın ve eski preparat olan Imiglucerase ile yapılmış pek
çok kayıt çalışması neticesinde, bu ilacın binleri aşkın
sayıda hastada başarıyla kullanıldığı ve her 15 günde
bir 15-60 unit/kg dozunda uygulanması ile yaklaşık 6
ay içerisinde hematolojik manifestasyonlarda iyileşme,
organ büyüklüklerinde gerileme gibi olumlu sonuçlara
ulaşılabildiği bildirilmiştir (1).
Özellikle tip 1 GH’de iskelet anomalisi/tutulumu hayat
kalitesini bozacak ve geridönüşsüz olacak şekilde ne
yazık ki sıkça görülmekte ve şiddetli ağrı ve hareket
kabiliyetinde azalmaya yol açmaktadır. Kemik iliği
infiltrasyonu ile birlikte, aralıklı kronik kemik ağrısı
krizlerinin de eşlik ettiği, litik lezyonlar, kemik enfarktı,
distal femurun Erlenmeyer flask deformitesi, osteopeni,
osteoporoz, osteonekroz, subkondral eklem kollabsı ve
uzun kemik/vertebranın patolojik kırıkları sıkça görülen
kemik ve iskelet sistemi anomalileridir (1).
Tedavi: GH, multi-organ tutulumu olan, kronik, heterojen
ve dolayısıyla tedavisinin de bireyselleştirilmesi gereken
bir hastalıktır. Enzim replasman tedavisi ve substrat
temizleme tedavisi ilk sıra ve yaygın olarak tercih edilen
tedavi yöntemleridir. Bunların ardından ender de olsa
hematopoietik kök hücre nakli ile gen tedavisi de şimdiye
kadar uygulanmış olan diğer seçeneklerdir. 1991 yılından
itibaren enzim replasman tedavisi klinik uygulamaya
girmiş ve günümüzde en yaygın kullanılan tedavi haline
gelmiştir. Tedavinin dozu, ne kadar uygulanacağı ile
alakalı olacak şekilde yıllar içerisinde hastalığın risk
sınıflaması yapılması ihtiyacı doğmuş ve nihayetinde
uzmanlar grubu tarafından özellikle tip 1 GH düşük ve
yüksek riskli olmak üzere iki gruba ayrılmıştır (1, 8).
Normal liver, cardiac, lung and renal function
Minimal impairment of quality of life due to GD
No obvious and recently rapid progression of disease manifestations
Skeletal disease limited to mild osteopenia and Erlenmeyer
flask deformity
Haemoglobin>10.5 g/dl for females and >11.5 g/dl for males
(or not more than 2 g/dl below lower limit of normal for age and sex)
Platelet count >60,000mm3 on three determinations
Liver volume <2.5 x normal
Spleen volume < 15 x normal
Kaynaklar:
1) Linari S, Castaman G. Clinical manifestations and
management of Gaucher disease. Clin Cases Miner Bone
Metab. 2015;12(2):157-64.
2) Nagral A. Gaucher disease. J Clin Exp Hepatol.
2014;4(1):37-50.
3) Zimran A, Gelbart T, Westwood B, Grabowski GA,
Beutler E. High frequency of the Gaucher disease
mutation at nucleotide 1226 among Ashkenazi Jews. Am
J Hum Genet. 1991;49(4):855-9.
4) Koprivica V, Stone DL, Park JK, Callahan M, Frisch
A, Cohen IJ, Tayebi N, Sidransky E. Analysis and
classification of 304 mutant alleles in patients with
type 1 and type 3 Gaucher disease. Am J Hum Genet.
2000;66(6):1777-86.
5) Aharon-Peretz J, Rosenbaum H, Gershoni-Baruch
R. Mutations in the glucocerebrosidase gene and
Parkinson’s disease in Ashkenazi Jews. N Engl J Med.
2004;351(19):1972-7.
Yüksek Riskli GH kriterleri: Semptomatik iskelet
anomalisi (orta-ciddi osteopeni, avasküler nekroz, kronik
kemik ağrısı, patolojik kırıklar, ağrılı kemik krizleri),
hayat kalitesinin bozulması, pulmoner hipertansiyonu
da içerecek şekilde kardiyopulmoner hastalık varlığı,
trombosit sayısının < 60.000/mm3 ya da anormal kanama,
semptomatik anemi ya da Hb< 8 gr/dl, transfüzyon
bağımlılığı, ciddi karaciğer hasarı (hepatomegali, enfarkt,
varis, portal hipertansiyon, hepatit), ciddi dalak hasarı
(splenomegali, enfarkt) ve ciddi böbrek hasarı olarak
tanımlanan risk faktörlerinden en az bir ya da daha
fazlasının bulunması yüksek riskli hastalık tanımı için
yeterli olmaktadır.
Düşük riskli GH kriterleri: Normal karaciğer, kardiyak,
akciğer ve böbrek fonksiyonlarının olması, hayat
kalitesinde minimal bir bozukluğun olması, hastalıkla
alakalı hızlı ilerleme olmaması, iskelet anomalisinin ılımlı
75
6) Rosenbloom BE, Weinreb NJ, Zimran A, Kacena
KA, Charrow J, Ward E. Gaucher disease and cancer
incidence: a study from the Gaucher Registry. Blood.
2005;105(12):4569-72.
7) de Fost M, Vom Dahl S, Weverling GJ, Brill N, Brett S,
Häussinger D, Hollak CE. Increased incidence of cancer
in adult Gaucher disease in Western Europe. Blood Cells
Mol Dis. 2006;36(1):53-8.
8) Andersson HC, Charrow J, Kaplan P, Mistry P, Pastores
GM, Prakash-Cheng A, Rosenbloom BE, Scott CR,
Wappner RS, Weinreb NJ; International Collaborative
Gaucher Group U.S. Regional Coordinators.
Individualization of long-term enzyme replacement
therapy for Gaucher disease. Genet Med. 2005;7(2):10510.
Kolonoskopi Komplikasyonları
Selma DAĞCI
Sağlık Bilimleri Üniversitesi Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi Endoskopi Ünitesi, İstanbul
Fleksibl kolonoskopi ilk 1958’de yapılmış, 1969’da total
kolonoskopi tanı ve tedavide kullanılmaya başlanmış ve
1983 yılında ABD’de video-kolonoskopların kullanıma
girmesi ile görüntü kalitesi yükselmiş, işlem çok daha
kolay hale gelmiştir (Cotton and Williams, 2001). Tanı
ve tedavi kabiliyetinden dolayı kolon mukozasının
incelenmesinde kullanılan yöntemler arasında altın
standart olarak kabul edilen kolonoskopi yöntemiyle;
tanı amacıyla kolonun değişik segmentlerinden biyopsi
alındığı gibi, tedavi amacıyla da polipektomi ve kolondaki
kanayan lezyonlara müdahale yapılabilir (Cappell and
Friedel 2002; Ajaj and Goyen 2007; İlter 2005).
sendromu adı verilen, ağrı ve peritonit ile seyreden bir
tablo ortaya çıkabilir. Kanama; polipektomilerden sonra
%1-2 oranında ve işlemden 14 gün sonrasına kadar
görülebilmektedir. Kolonoskopik perforasyonlar nadir
olmakla beraber belirgin, iyi tanımlanmış kolonoskopik
komplikasyonlardır ve tanısal kolonoskopilerde %0.03%0.65 oranında, terapötik kolonoskopilerde %0.073-2.14
oranında görülebilir (Savaş 2014). Polipektomi sonrası
önemli kanama, ateş ve ciddi karın ağrısı durumunda
perforasyondan şüphelenilmelidir. Kirli barsaklarda
yapılan polipektomi sonrası bakteriyel fermantasyon
sonrası oluşan hidrojen ve metan gazları tehlikeli olup
literatürde bu gazlara bağlı oluşan ölümcül patlama
tariflenmiştir. Literatürde en büyük seri Mayo Klinik’te
yapılmış ve 26 yıllık izlemde 258.248 kolonoskopide 180
iatrojenik perforasyon saptanmıştır. Bu perforasyonların
%53’ü rekto-sigmoid bileşkede, %5’i inen kolonda,
%15’i transvers kolonda, %15’i çıkan kolonda ve %24’ü
çekumda meydana gelmiştir (Farley etc all 1997).
Kolonoskopide komplikasyonlar sedasyona veya işleme
bağlı olarak gelişebilir. Tanısal işlemlerde komplikasyon
nadir görülürken, ciddi komplikasyonların çoğu tedavi
amaçlı kolonoskopilerde saptanmıştır. Tanısal işleme
bağlı olarak vazovagal reaksiyon, hemoraji, perforasyon,
pankreatit ve dalak travması gelişebilirken, tedavi amaçlı
işleme bağlı olarak da perforasyon, hemoraji ve termal
hasar görülebilir. İşlem sonrasında ise distansiyon,
rahatsızlık, geç perforasyon ve hemoraji en sık görülen
komplikasyonlardır Yapılan bir çalışmada kolonoskopi
komplikasyonları diagnostik kolonoskopilerde %0.4,
polipektomi uygulanan kolonoskopilerde ise %1.8
bulunmuştur Whitlock ve ark. (2008) ABD çapında
yürüttükleri çalışmalarında, kolonoskopi işlemleri
sonrasında komplikasyon görülme oranını, 3/1.000;
Rutter ve ark. (2012) daha güncel olan çalışmalarında ise,
kolonoskopi işlemine ait komplikasyon oranını 7/1.000
olarak belirtmişlerdir.
Kolonoskopi sırasında splenik fleksura düzeyinde
gereğinden fazla agresif düzeltici manevraların
uygulanması dalak travmasına neden olabilir. Kolonoskopi
hazırlığı sırasında hastaya aşırı sıvı yüklenmesine
bağlı sekonder kalp yetmezliği veya gereğinden az sıvı
alımına ve aşırı sıvı kaybına bağlı hipotansiyon gelişebilir
(Çetinkaya 2012).
Kolonoskopi işlemleri sonrasında, %4 oranında geçici
bakteri artışı; özellikle yaşlılarda işleme bağlı gram
negatif septisemi görülebilir. Kolonoskopi öncesi; kalp
kapak replasmanı yapılan hastalar, malnutrisyonu olan
bebekler, immünosuprese veya immünodeprese hastalar
antibiyotik proflaksisine alınmalıdırlar (Hülagü ve
Korkmaz 2012).
Komplikasyonların %85’inin polipektomi işlemi
sırasında geliştiği bildirilmektedir. Kolonoskopi sırasında
yapılan polipektomi işlemine bağlı kanama şiddeti;
polip çapına, sayısına, malignitesine, barsak bölgesine ve
hastanın antikoagülan kullanımına bağlıdır. Polipektomi
kanamaları, çoğunlukla işlem sırasında enjeksiyon
tedavisi, koter veya lazer ile yakma ile durdurulur.
Geniş tabanlı poliplerin çıkartıldığı polipektomi
işlemleri sonrasında, 1/1.000 oranında postpolipektomi
Kolonoskopi, kalınbarsağın tanı ve girişimsel işlemleri
için uygulanan, hastada aşırı rahatsızlık ve ağrıya neden
olabilen endoskopik işlemlerden biridir (Seip etc all
2010). Hastanın anksiyetesini, rahatsızlık hissini ve
ağrısını azaltmak,
76
birden fazla kolonoskopi uygulanan özellikle kanser
hastalarında amnezi sağlamak amacıyla işlemin sedasyon
ile yapılması önerilmektedir (Gillham etc all. 2001).
Endoskopik sedasyon uygulanan olgularda görülen
ciddi komplikasyonların yaklaşık %40-50’si sedasyonla
ilişkilendirilmiştir. Amerika Birleşik Devletleri’nde
her 500 tıbbi hatanın yaklaşık 1’i endoskopi esnasında
verilen sedasyon nedeniyle görülmektedir. Anestezik
ajanların, girişim için uygun koşulların sağlanabilmesi
amacıyla yüksek dozlarda kullanılması, hipotansiyon,
solunum depresyonu ve koruyucu reflekslerin kaybı
gibi komplikasyonlara neden olabilmektedir (Akçaboy
ve ark. 2006). Sedasyon ilişkili komplikasyonların
en aza indirilebilmesi için, personelin yerel anestezi
bölümlerinde ileri yaşam desteği eğitimi de dahil olmak
üzere tam eğitimden geçmesi ve sertifikasyonu gereklidir
(Cohen etc all 2007; Lichtenstein etc all 2008).
Aisenberg J, et al. AGA Institute. AGA Institute review
of endoscopic sedation. Gastroenterology 2007;133:675701. 5. Cotton P, Williams C. Colonoskopy and
Flexible Sigmoidoskopy. Practical Gastrointestinal
Endoskopy, Fourth edition İngilizce tıpkı basım, Türkiye
1997- 2001:187-302. 6. Çetinkaya A. Gastrointestinal
endoskopik komplikasyonlar ve yönetimi. Türkiye
Klinikleri J Gastroenterohepatol-Special Topics 2012; 5
(1): 9-20. 7. Farley DR, Bannon MP, Zietlow SP, et al.
Management of colonoscopic perforations. Mayo Cinic
Proc 1997; 72:729-33. 8. Gillham MJ, Hutchinson RC,
Carter R, Kenny GN. Patient-maintained sedation for
ERCP with a target-controlled infusion of propofol: a
pilot study. Gastrointest Endosc 2001;54:14-7. http://
dx.doi.org/10.1067/mge.2001.116358 PMid:11427835 9.
Hülagü S, Korkmaz U. Gastrointestinal kanalın malign ve
premalign lezyonları için endoskopik mukozal rezeksiyon
ve endoskopik submukozal diseksiyon. Türkiye Klinikleri
J Gastroenterohepatol-Special Topics 2012; 5 (1): 88-102.
10. İlter T. Gastrointestinal sistem endoskopisi. İliçin G,
Biberoğlu K, Süleymanlar G, Ünal S, editörler. Temel
İç Hastalıkları. Güneş Kitabevi. 2005 s. 1487-1491 11.
Ko CW, Dominitz JA. Complications of colonoscopy:
magnitude and management. Gastrointest Endosc Clin
N Am 2010; 20: 659-671.
12. Lichtenstein DR, Jagannath S, Baron TH, et al. Sedation
and anesthesia in GI endoscopy. Standards of Practice
Committee of the American Society for Gastrointestinal
Endoscopy, Gastrointest Endosc 2008;68:815- 26. 13.
Rutter CM, Johnson E, Miglioretti DL, et al. Adverse events
after screening and follow-up colonoscopy. Cancer Causes
Control 2012; 23 (2): 289-296. 14. Savaş N. Kolonoskopiye
Bağlı Perforasyonlar. Güncel Gastroenteroloji 2014; 18(2):
206-211. 15. Seip B, Bretthauer M, Dahler S, et al. Patient
satisfaction with on-demand sedation for outpatient
colonoscopy. Endoscopy 2010;42:639-46. http://dx.doi.
org/10.1055/s-0030-1255612
PMid:20669075
16.
Whitlock EP, Lin JS, Liles E, et al. Screening for colorectal
cancer: a targeted, updated systematic review for the U.S.
Preventive Services Task Force. Ann Int Med 2008; 149:
638-658.
Kolonoskopi, kolorektal sisteme yönelik tanısal ve
tedavi amaçlı yaygın olarak kullanılmakla birlikte
ciddi morbidite ve mortaliteye yol açabilmektedir.
Kolonoskopinin en ciddi komplikasyonu ölümdür ve
Ko ve Dominitz (2010)’in 370.000 kolonoskopinin
sonuçlarını inceledikleri çalışmada, kolonoskopi işlemine
bağlı ölüm oranı 3/ 10.000 olarak bulunmuştur.
KAYNAKLAR
1. Ajaj W, Goyen M. MR imaging of the colon: Technique,
indications and limitations. European Journal of
Radiology 2007; 61: 415-423. 2. Akcaboy ZN, Akcaboy
EY, Albayrak D, Altinoren B, Dikmen B, Gogus N.
Can remifentanil be a better choice than propofol for
colonoscopy during monitored anesthesia care? Acta
Anaesthesiol Scand. 2006; 50: 736-41. http://dx.doi.
org/10.1111/j.1399-6576.2006.01047.x PMid:16987370
3. Cappell M S, Friedel D. The role of sigmoidoscopy
and colonoscopy in the diagnosis and management of
lower gastrointestinal disorders: Technique, indications
and contraindications. The Medical Clinics of North
America. 2002 1217-1252. 4. Cohen LB, Delegge MH,
Kolon Poliplerinde Kombine Endoskopik
Laparoskopik Cerrahi
Tahsin DALGIÇ
Sağlık Bilimleri Üniversitesi Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi Endoskopi Ünitesi, İstanbul
Kolon adenomlarının tespit edilmesi ve çıkarılması kolon
kanser gelişimi ve buna bağlı ölümlerin önlenmesinde en
önemli faktördür.Büyüklüğü veya anatomik olarak zor
lokalizasyonda bulunması nedeni ile endoskopik metodlar
ile çıkarılamayan benign ya da erken mukozal lezyonlar
cerrahi olarak çıkarılırlar.Bu poliplerin endoskopik
mukozal rezeksiyon veya endoskopik submukozal
diseksiyon ile çıkarılması bazen mümkün olmayabilir ve
perforasyon riski taşıyabilir. Bu poliplerde uygulanacak en
az invaziv segmental rezeksiyonda bile postoperatif yara
enfeksiyonu, anastomoz kaçağı hatta stoma açılması gibi
komplikasyon ve morbidite risklerine sahiptir.
77
Kombine endoskopik laparoskopik cerrahi (CELS)
bu poliplerin çıkarılması
için tanımlanmış, kolon
rezeksiyonunu önlemek amaçlı bir tekniktir.Ameliyathane
şartlarında laparoskopi yardımı ile lezyonun endoskopik
olarak çıkarılmasını sağlayan hibrid ve takım çalışması
gerektiren bir tekniktir.Laparoskopik enstrümanlar ile
kolona pozisyon verilebilmesi ile endoskopik rezeksiyon
başarı oranı artar ve aynı zamanda kolon duvarı
laparoskopik olarak kontrol edilir.
yeterli vizualizasyon için pozisyon verilir.Endoskopik
polipektomi saline lift tekniği ile yapılır.Polipektomi için
snare veya endoskopik bıçaklar kullanılır.Polipektomi
sonrası kolon duvarı kontrol edilir ve eğer bir yaralanma
tespit edilirse onarılır.Polipektomiden sonra rezeke edilen
polibin frozen incelemesi yapılır.Eğer benign ise ameliyat
sonlandırılır ancak malign rapor edilirse onkolojik formal
barsak rezeksiyonu yapılır.
Kombine endoskopik laparoskopik cerrahi, endoskopik
olarak mukozal rezeksiyon veya submukozal diseksiyon
ile çıkarılamayan poliplerde, seçilmiş vakalarda, güvenle
uygulanabilen ve hastaların çok büyük bir kısmında
kolon rezeksiyonuna gerek duymadan endoskopik olarak
çıkarılmasını sağlayan bir tekniktir.
Genel anestezi altında ve modifiye litotomi pozisyonunda
pnömoperitoneum oluşturulur ve peritoneal alan
dikkatle değerlendirilir.Endoskopist, hastanın bacakları
arasındadır ve kolonoskopiye başlar.Polip saptanır ve
ilgili kolon segmentine laparoskopik enstrümanlar ile
Nonalkolik Yağlı Karaciğer Hastalığı: Biyopsi
Gerekli mi?
Teoman DOĞRU
Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı
Alkolik olmayan yağlı karaciğer hastalığı (AOYKH), çocuk
ve erişkinlerde en sık görülen kronik karaciğer hastalığıdır.
Basit yağlanma (BY) ve inflamasyonun eşlik ettiği alkolik
olmayan steatohepatit (AOS) bu hastalığın başlıca iki
formudur. AOYKH olgularının %90 kadarını nispeten
benign bir prognoza sahip olan BY oluşturur. Diğer yandan
olguların yaklaşık %10 kadarını hepatoselluler hasar ve
inflamasyonun eşlik ettiği potansiyel olarak ilerleyici AOS
tablosu oluşturmaktadır. Nitekim AOS olgularının %2540 kadarında ilerleyici karaciğer fibrozisi ve bunların %20
-30’unda ise siroz gelişmektedir. Günümüzde AOYKH,
kardiyovasküler risk faktörlerinin eşlik ettiği bir tablo olan
metabolik sendromun hepatik komponenti olarak kabul
edilmektedir.
olabilir. Bu durum AOYKH tanısında mevcut tanısal
yöntemler dışında başka yöntemlere de ihtiyaç olduğunu
göstermektedir. Çoğu zaman gerekli olmasa da AOYKH
tanısında kesin tanı yöntemi karaciğer biyopsisi ile yapılan
hepatik yağlanma, hepatosellüler hasar, inflamasyon ve
fibrozis değerlendirmesidir. Bununla birlikte; örneklem
hatası, komplikasyon riski ve maliyet gibi karaciğer
biyopsisine bağlı bazı sorunlar bulunmaktadır. Bu nedenle
son yıllarda AOYKH tanısında değişik biyobelirteçler,
skorlama sistemleri ve elastografi gibi görüntüleme
yöntemlerinin kullanımı araştırılmıştır. Her ne kadar
bu invazif olmayan tanısal yöntemler ile ilgili gelişmeler
olmakla birlikte henüz hiçbiri karaciğer biyopsisi ile
yapılan değerlendirmenin yerini alacak düzeyde değildir.
Diğer yandan AOYKH düşünülen tüm olgulara karaciğer
biyopsisi yapılması gerçekçi bir yaklaşım olmayacaktır.
Sonuç olarak halen invazif olmayan yeni tanısal yöntemlere
ihtiyaç duyulmaktadır. Bu süreçte yalnızca tanı konusunda
belirsizlik olan veya invazif olmayan yöntemlerin yetersiz
olduğu olgularda karaciğer biyopsisi yapılmalıdır.
Karaciğerde mevcut yağlı değişiklikler genellikle abdominal
ultrasonografi ve bilgisayarlı tomografi gibi görüntüleme
yöntemleri ile saptanmaktadır. Ancak bu görüntüleme
yöntemlerinin hafif yağlanma bulunan olgularda
duyarlılığı düşüktür. Ayrıca karaciğer transaminaz
düzeyleri olguların bir kısmında normal düzeyde
78
Kisa Barsak Sendromu: Etyoloji ve SemptomBulgular
Timuçin AYDOĞAN
TANIM:
Başlıca incebarsakların anatomik ve/veya fonksiyonel
kaybını takiben meydana gelen kısa barsak sendromu
(KBS), teda- viye dirençli ishal, steatore, kilo kaybı,
malnütrisyon, malabsorbsiyon ve dehidratasyonla
kendini gösteren belirti ve bulguların toplamıdır.
KBS tanımlamasında bazıları anatomik tanımlamayı
kullanırken
bazıları
da
fonksiyonel
temelde
değerlendirmişlerdir. Yakın zamandaki bir tanımlamaya
göre; KBS – intestinal yetmezlik; cerrahi rezeksiyon,
konjenital de- fekt veya hastalığa bağlı olarak absorbsiyon
kaybı sonucunda ortaya çıkan, normal diyet alındığında
protein-enerji, sıvı- elektrolit veya mikronütrient
dengelerini sürdürme yetersizliği olarak tanımlanır .
Vücutta en kompleks besin emilimi ince barsaklarda
gerçekleşir. Toplam ince barsak uzunluğu 200 cm’nin
altına düşünce intestinal yetmezlik gelişmesine yatkın
hale gelir.
sebebiyle ishal meydana gelir. Malabsorbe safra tuzları
kolona girerler ve orada siklik adenozin monofosfat
yoluyla sıvı sekresyonuna sebep olurlar. Rezeksiyon 100
cm’yi geçerse, kolonda yağ asidi kaybı aşırı derecede
artar, sıvı sekresyonu ve ishal de şiddetlenir. Ayrıca,
artmış steatore sebebiyle enerji kaybı da oluşur. Bununla
beraber, rezeke edilen barsak uzunluğunun artışıyla, tüm
makrobesinler yani yağ, karbonhidrat ve proteinler için de
malabsorbsiyon meydana gelir. Kolona giren malabsorbe
karbonhidratlar, fermentasyon yoluyla gaz üretirler ve
ishale sebep olurlar. Ek olarak, vitaminlerin ve çinko gibi
bazı elementlerin de malabsorbsiyonu oluşur.
Bu yıkıcı hastalık, kilo kaybı ve immün disfonksiyona da
sebep olabilir.
KBS’nun klinik sonuçları tabloda özetlenmiştir.
Tablo: Kısa barsak sendromunda klinik durumlar:
- İshal ve steatore
- Dehidratasyon ve elektrolit bozuklukları
- Malnütrisyon, çocuklarda büyüme ve gelişme
geriliği
- Kalsiyum eksikliğine bağlı osteroporoz
- Demir eksikliğine bağlı anemi
- Bazı mineral (magnezyum, çinko) eksiklikleri
- Vitamin B12 eksikliği (tamamen ileumdan
emilir),
- K vitamini eksikliğine bağlı koagülopati
- Yağda çözünen vitamin (A, D, E) eksiklikleri
- Gastrik hipersekresyon ve buna bağlı peptik
ülser
- Nefrolitiazis ve hiperoksalüri
- Bakteriyel aşırı çoğalma
- Kolelitiazis
ETYOLOJİ:
KBS, ince barsakların önemli bir kısmının rezeke
edilmesi sonucunda gelişen klinik bir durumdur.
Erişkinlerde en sık sebepleri, Crohn hastalığı, vasküler
yetmezlik ve radyasyon hasarı sebebiyle yapılan cerrahi
rezeksiyonlardır. Diğer sebepler ise volvulus, travma
ve neoplazmlar, çocuklarda nekrotizan enterokolit ve
intestinal atrezidir. Genellikle Crohn Hastalığı veya
radyasyon tedavisi sonrasındaki barsak kaybı, travmatik
hasardan dolayı olan barsak kaybından daha şiddetlidir.
KBS gelişme ihtimaline karşı, kalan kolon önemli bir
sindirim organı haline gelir. Böylece, klinik pratikte
kalan barsağın kalitesi, en az geride bırakılan ince barsak
uzunluğu kadar önemli bir yer tutar.
SEMPTOM ve BULGULAR:
Özellikle ileum rezeksiyonunda dehidratasyon ve
malabsorbsiyon daha da belirgin hale gelir. İleum 100
cm’e kadar çıkarılırsa, safra tuzu malabsorbsiyonu
79
Kolonoskopiye Hazırlık
Yasemin ATEŞ
Sağlık Bilimleri Üniversitesi Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi Endoskopi Ünitesi, İstanbul
Kolonoskopi,
alt
gastrointestinal
patolojilerin
tanınmasında altın standart işlem olmasının yanısıra
her olguda çekuma kadar ulaşılamaması ve en az %10
olguda küçük lezyonların atlanması gibi bazı kısıtlılıkları
mevcuttur.Prosedüre uygun yapılmış kolonoskopilerde
splenik fleksuraya %95, çekum ve terminal ileuma
ise %85-95 oranında ulaşılmaktadır. İşlem dikkatli
inceleme ile 10 dakika sürer (Bal 2007; İlter 2005).
Barclay ve arkadaşlarının yapmış olduğu bir çalışmada
7882 kolonoskopi işleminde 6 dakikadan daha kısa ve 6
dakikadan uzun süren incelemeler karşılaştırıldığında
lezyon saptama oranları arasında anlamlı farklılıklar
bulunmuştur (Barclay etc all 2006). Kolonoskopi ile
polipektomi, kanamalı lezyonlara müdahale, stent
koyma, yabancı cisim çıkartma gibi sadece tanıya yönelik
değil, tedaviye yonelik işlemler de yapılabilmektedir.
İşlem kalitesi bakımından iyi bir barsak hazırlığı
önemlidir. Hasta toleransının iyi olmaması ve yeterli
barsak temizliğinin sağlanamaması tetkikin kısıtlılığına,
komplikasyonlara ve maliyet artışına katkıda bulunan en
önemli sebeplerdir (Steven etc all 2006; Palma and Brady
1989; Tooson and Gates 1996).İdeal bir barsak hazırlığında
kolonoskopide kolon mukozası net görünmeli, katı ve
sıvı artık olmamalı, etken madde görsel veya histolojik
mukozal değişiklik yapmamalıdır. Öte yandan, kullanılan
hazırlık rejimleri hasta tarafından kabul edilebilir, etkili
ve yeterince güvenilir olmalıdır (Steven etc all 2006).
Kolonoskopi için yetersiz kolon hazırlığı lezyonların
gözden kaçırılması, işlemin gerçekleştirilememesi, uzamış
işlem zamanı ve artmış işlem komplikasyonları oranına
yol açabilir. Geniş serilerde başarısız bir kolonoskopinin
ikinci bir işlemi zorunlu kılma olasılığının %20 dolayında
olduğu bildirilmektedir (Rex etc all 2002). Yetersiz kolon
hazırlığının bağımsız prediktörleri arasında kolonoskopi
zamanının geciktirilmesi, hazırlık bilgilendirmelerine
uyumsuzluk, yatan hasta konumu, trisiklik antidepresan
kullanımı, polip öyküsü, immobilite, erkek cinsiyet, siroz,
inme veya demans öyküsü varlığı ve kişilerde konstipasyon
varlığı yer alır (Steven etc all 2006; Ness etc all 2001).
1.Hasta Hazırlığı Hastaların çoğu barsak hazırlığını evde
yapabilmektedir. İşlem öncesi hazırlık işlemin tipine,
maliyetine, sedasyon kullanılıp kullanılmayacağına,
barsak temizliği için kullanılan preparatlara, hastanın
yaşına, durumuna, teropatik işlemin ihtimaline ve mevcut
imkanlara göre belirlenir. Hazırlık döneminde demir
ilaçları 7 gün önceden kesilir ve konstipasyon yapan
ilaçlardan kaçınılır. Düşük doz aspirin kullanımının
polipektomi sonrası kanama yaratma riski yoktur, ancak
hasta oral antikoagülan kullanıyorsa kolonoskopiden 3-4
gün önce kesilerek işlem sonrası yeniden başlanmalıdır.
Eğer hastada yüksek riskli prostetik matal kapak varsa
hastanede gözlem altında heparine dönülmeli ve
işlemden 3 saat önce heparin durdurulmalıdır (Göral
2007; Bal 2007). 2.Barsak Hazırlığı Kolonoskopinin
tanısal doğruluğu ve terapotik işlemlerin güvenliği
kolon temizliğine de bağlıdır. İdeal hazırlık tüm fekal
materyalin hızlı bir şekilde temizlenmesi ile, görülebilen
ve histolojik mukozal değişikliğe yol açmamayı hedefler.
Aynı zamanda hastada rahatsızlığa ve sıvı elektrolit
dengesizliğine yol açmamalı ve pahalı olmamalıdır
(Nelson, Barkun, Block 2001). 2.1.Diyet Kolonoskopi
öncesi diyet uygulanması barsak hazırlığının başarılı
olmasında önemli rol oynar. Kolonoskopi işleminden
önceki gün başlayacak olan bu beslenme biçimi berrak
sıvı diyettir. Bu diyet vücut için gerekli tuz, mineral, bir
miktar enerji içeren bol sulu ve posasız içeceklerden
olusur. Katı gıdalar alınmaz. Yapılan çalışmalarda diyet
kısıtlaması ve katartik uygulamanın kolon temizliğinde
güvenli ve etkili olduğu gösterilmiştir (Palma and Brady
1989). Yakın zamanda bir çalışmada işlem öncesi clear
diyet uygulanmasının işlem kalitesini artırmaya yönelik
tek diyet modifikasyonu olduğu gösterilmiştir (Reilly and
Walker 2004).
2.1.1. Sodyum Fosfat (NaP); küçük hacimli hiperosmotik
bir solüsyondur. NaP osmotik olarak plazma suyunu
barsak lümeni içine abzorbe ederek kolon temizliği
sağlar. Kusmanın önlenmesi için içmeden önce dilüe
edilmeli ve dehidratasyonu önlemek için bol miktarda
sıvı ile alınmalıdır. NaP iki doz halinde en az 10-12 saat
arayla 30-45 ml oral solüsyon olarak verilmelidir. Her
doz 240 ml sıvı ile alınmalı ve ilave olarak 480 ml sıvı
tüketilmesi önerilmelidir. İkinci doz işlemden en az 3
saat önce alınmalıdır. Hazırlık gününde sadece şeffaf
sıvılar tüketilmelidir. NaP birçok çalışmada polietilen
glikol (PEG) ile karşılaştırılmış, daha etkili olduğu,
daha iyi tolere edildiği ve maliyetinin çok daha düşük
olduğu saptanmıştır (Marschall and Bartels 1998). Bir
çalışmada NaP, kolon temizliğinde sodyum pikosülfat
ve magnezyum sitrat kombine kullanımından daha
etkili bulunmuştur (Yoshioka etc all 2000). Sisaprid
ilavesi kolon temizliği ve hasta toleransında herhangi bir
düzelmeye yol açmamıştır. NaP’ın sıvı-elektrolit kaybı
yapmasını engellemeye yönelik olarak karbonhidrat
elektrolit rehidratasyon solüsyonlarının ilavesi sınırlı da
olsa başarılı sonuçlar vermiş, güvenliği ve tolerabiliteyi
artırdığı gösterilmiştir (Greenwald 2003). Sıvı NaP’ın
tablet formlarına göre daha iyi tolere edildiği ve daha
etkili olduğu gösterilmiştir. Sıvı formu günümüzde tercih
edilen formudur.
80
2.1.2. Polietilen Glikol (PEG);1980 yılında Davis ve
ark. osmotik olarak dengeli elektrolit lavaj solüsyonu
olan PEG içerikli bir lavaj solüsyonunu tanımladılar.
PEG barsaktan geçişi sırasında emilmeyen ve sekrete
edilmeyen, belirgin sıvı-elektrolit kaybına neden
olmayan bir elektrolit solüsyonudur. Her 10 dakikada
bir 240 ml dışkı şeffaf olana kadar veya 4 litre bitinceye
kadar içilmesi önerilir. Diyetle birlikte katartik
kullanımına göre daha etkilidir ve daha iyi tolere edilir
(Hwang etc all 2005). Yüksek hacimli dengeli elektrolit
solüsyonlarından daha güvenli ve daha etkilidir. Genel
olarak iyi tolere edilmesine rağmen hastaların %5-15’i
büyük hacimli olması, tadının kötü olması ve sülfatların
kokusu nedeniyle solüsyonun tamamamını tüketmeyi
başaramazlar. PEG kullanan hastalarda nadir görülen yan
etkiler arasında; bulantı, kusma, karın ağrısı, pulmoner
aspirasyon, Mallory-Weiss yırtığı, pankreatit, kolit, lavaj
nedeniyle ilaç malabsorbsiyonu, kardiyak disritmi ve
uygunsuz antidiüretik hormon sendromu sayılabilir
(Schroppel etc all 2001). 2.1.3. Magnezyum sitrat;
hiperosmotik tuzlu laksatiftir, barsakta lümen içi volümü
artırarak ve barsak motilitesini artırarak etki eder. 2.1.4.
Enemalar; musluk suyu veya sodyum fosfatlı enamalar
işlemden bir gece önce veya işlem sabahı uygulanabilir.
Diyet ve katartiklere ilave kullanılabilir. 2.1.5. Yüksek
Volüm Barsak Lavajı; kolon temizliğinde etkilidirler. Oral
olarak 7-12 litre salin solüsyonları veya dengeli elektrolit
solüsyonları kullanılırlar fakat sıvı volüm dengesizliğine
yol açabilirler (Tooson and Gates 1996). Hint yağı,
senna bitkisinden elde edilen preperatlar ve bisakodil gibi
stimulan laksatifler barsak peristaltizmini ve lümene sıvı
sekresyonunu artırırlar. İlk zamanlar daha sık kullanılan
bu ilaçlar yerini daha etkili ve kullanımı kolay ilaçlara
bırakmışlardır. Hiperosmotik laksatifler barsaklardan
emilmeyen tuz ve organik maddelerdir. Bu ilaçlar, osmotik
etki yaratarak barsak lümenine sıvı çeker (Kayaalp
1990). Mannitol, sorbitol ve laktuloz gibi emilmeyen
karbonhidratların rutin kullanılması; barındırdıkları
maddelerin fermante olmasına, elektrokoter uygulaması
sonucu patlamaya sebep olarak perforasyona neden
olabilirler.
bakımı. İstanbul: Vehbi Koç Vakfı SANERC
Yayınları;
2003. s.616-8. 2. Bal K. Gastroenterolojide tanısal
işlemler Yazıcı H, Hamuryudan V, Sonsuz A, editörler.
Cerrahpaşa İç Hastalıkları. Medikal Yayıncılık. 2007 s.
717-741. 3. Barclay L R, Vicari J J, Doughty S A, Johanson
F J, Greenlaw L R. Colonoscopic withdrawal times and
adenoma detection during screening colonoscopy.
The New England Journal of Medicine. 2006; 355:
2533-2541. 4. Di Palma JA, Brady CE. Colon cleansing
for diagnostic and surgical procedures: polyethylene
glycol-electrolyte lavage solution. Am J Gastroenterol
1989;84:1008-16. 5. Göral V. Kolorektal polipler ve
polipozis Sendromları. Tözün N, Şimşek H, Özkan H,
Şimşek İ, Gören A, editörler. Klinik Gastraoenteroloji
ve Hepatoloji. Medikal&Nobel Yayıncılık. 2007 s.
963-970 6. Greenwald B. Inpatient bowel preparation
order set: a means to enhance patient completion of
bowel preparation medication. Gastroenterol Nurs
2003;26(6):238-41 7. Hwang KL, Chen WT, Hsiao KH,
et al. Prospective randomized comparison of oral sodium
phosphate and polyethylene glycol lavage for colonoscopy
preparation. World J Gastroenterol 2005;11(47):748693. 8. İlter T. Gastrointestinal sistem endoskopisi. İliçin
G, Biberoğlu K, Süleymanlar G, Ünal S, editörler. Temel
İç Hastalıkları. Güneş Kitabevi. 2005 s. 1487-1491 9.
Kayaalp SO, (Ed). Rasyonel tedavi yönünden tıbbi
farmakoloji. 5th ed. Ankara: Hacettepe TAŞ; 1990. 10.
Marschall H-U, Bartels F. Life-threatening complications
of nasogastric administration of polyethylene glycolelectrolyte solutions (Golytely) for bowel cleansing.
Gastrointest Endosc . 1998;47: 408–10. 11. Nelson DB,
Barkun AN, Block KP et al. Colonoscopy preparation.
ASGE technology status evaluation report. Gastrointest.
Endosc. 2001; 54: 829–32. 12. Ness RM, Manam R, Hoen
H, Chalasani N. Predictors of inadequate preparation for
colonoscopy. Am J Gastroenterol 2001;96:1792-802 13.
Reilly T, Walker G. Reasons for poor colonic preparation
for inpatients. Gastroenterol Nurs. 2004;27: 115–7 14.
Rex DK, Imperiale TF, Latinovich DR, Bratcher LL.
Impact of bowel preparation on efficiency and cost of
colonoscopy. Am J Gastroenterol 2002;97:1696-700. 15.
Schroppel B, Segerer S, Keuneke C, et al. Hyponatremic
encephalopathy after preparation for colonoscopy.
Gastrointest Endosc. 2001; 53: 527–9 16. Steven DW,
David EB, Todd HB, et al A consensus document on bowel
preparation before colonoscopy: prepared by a task force
from the American Society of Colon and Rectal Surgeons
(ASCRS), the American Society for Gastrointestinal
Endoscopy (ASGE), and the Society of American
Gastrointestinal and Endoscopic Surgeons (SAGES).
Surg Endosc 2006;20:1147-60. 17. Tooson JD, Gates LK
Jr. Bowel preparation before colonoscopy. Choosing the
best lavage regimen. Postgrad Med 1996;100:203-4, 20712, 214. 18. Yoshioka K, Connolly AB, Ogunbiyi OA, et al.
Keighley MR Randomized trial of oral sodium phosphate
compared with oral sodium picosulfate (Picolax) for
elective colorectal surgery and colonoscopy. Dig Surg.
2000; 17: 66–70
3. Kolonoskopi Öncesi Hazırlıkta Hemşirelik Bakımı
Gerek yatan hastalarda gerekse ayaktan hastalarda
yapılacak barsak hazırlığında hemşirelik bakımının
önemide büyüktür. Hastanın korku ve endişelerinin
giderilmesi gerek işlem öncesi gerekse işlem sırasında
hasta uyumunu artırır. İşlem hastaya açıklanmalı ve
hastanın onayı alınmalıdır. Kolon hazırlığı hastanın
anlayacağı şekilde anlatılarak, yeterli açıklamalar
yapılmalı ve gerekli yazılı dökümanlar hastaya
verilmelidir. Yapacağı hazırlıkda uygulaması gereken
diyet anlatılmalıdır. Posa bırakmayan, sulu bir diyet
alması önerilir. Doktor istemine göre verilen hazırlık
ilacını zamanında alması sağlanır. İslem öncesi boşaltıcı
lavman uygulanır (Akdemir ve Birol 2003).
KAYNAKLAR
1. Akdemir N, Birol L. İç hastalıkları ve hemşirelik
81
İnflamatuvar Barsak Hastalıklarında Displazinin
Tespiti ve Yönetimi
Yaşar ÇOLAK
Kolorektal kanserlerin (KK) yaklaşık %75’ini sporadik
olgular oluşturmaktayken, %1’ i inflamatuvar barsak
hastalıkları (İBH) zemininde gelişmektedir(1). Sporadik
kolorektal kanserlerde patogenezde erken lezyon adenom
iken, İBH zemininde gelişenlerde ise bu genellikle flat
displazidir. Bir diğer önemli fark ta İBH zeminindeki
KK’lerde senkron tümör sıklığının oldukça fazla
olmasıdır. Bu nedenlerle İBH zeminindeki kanserlerin
taranmasındaki amaç öncül lezyon olan displazinin erken
dönemde saptanabilmesidir. Bu taramaların gerek erken
dönem KK saptama oranını, gerekse sürviyi anlamlı
derecede arttırdığı gösterilmiştir (2).
bir derecede displazi saptanması halinde kolektomi
düşünülmesi ön plana çıkmıştır. Günümüzde high grade
displazi veya multifokal low grade displazi saptanması ve
bunun konusunda uzman ikinci bir patolog tarafından
da doğrulanması halinde
kolektomi yapılması
önerilmektedir. Displazi yokluğunda rutin tarama
programına devam edilmesi, indefinite displazi tanısı
gelmesi halinde ise sık aralıklı sürveyans kolonoskopisinin
yapılması önerilmektedir. Low grade displazi saptanması
halinde ise kolektomi seçimi ve sık aralıklı kolonoskopik
tarama yapılması konusunda tartışmalar güncelliğini
korumaktadır. Endoskopik olarak çıkarılabilir bir
lezyonda displazinin olması halinde ise lezyonun komplet
çıkartılmasının yeterli olduğu kabul edilmektedir (3-6).
İnflamatuvar barsak hastalığı zemininde KK gelişimi
için en önemli risk faktörleri hastalık tutulum alanının
genişliği ve hastalık yaşıdır. Günümüzde bu konu ile
ilgili kılavuzlarda bazı farklılıklar olmakla birlikte,
ülseratif kolit (ÜK) için inen kolon ve daha proksimal
kolon segmentlerini içeren tutulum varlığında tarama
endikasyonu bulunmaktadır (3-6). Proktit varlığında
ise tarama programının faydası gösterilememiştir.
Crohn hastalığı (CH) için ise kolonda birden fazla
segmentte lezyon varlığı ve/veya kolonun 1/3’ünden
fazlasında tutulum olması halinde tarama endikasyonu
bulunmakta olup izole ileal tutulum için taramanın
faydası gösterilememiştir. Kolonoskopik tarama için
önerilen başlangıç zamanı, semptomların başlangıcından
itibaren 8 yıl sonradır. Önerilen kolonoskopi intervali ise
1-3 yıl arasıdır. Kolonoskopik tarama sırasında tutulan
segmentlerden her 10 cm’de bir 4 kadran biyopsisi ve
ayrıca görülebilen endoskopik lezyonlardan (nodül,
polip, striktür, DALM) da olmak üzere minimum 33
biyopsi alınmasıdır (3-6). Displazinin histolojik olarak
tanınması ve reaktif değişikliklerden ayırt edilebilmesinin
çok da kolay olmadığı ve ayrıca patologlar arasında da
bu konuda önemli tutarlılık sorunlarının bulunduğu
unutulmamalıdır. Bu nedenle hasta ile ilgili yol haritası
çizilmeden önce, konusunda uzman ikinci bir patolog
tarafından da displazi tanısının konfirme edilmesi son
derece önemlidir.
Referanslar
1. Winawer SJ, Schottenfeld D, Flehinger BJ. Colorectal
cancer screening. J Natl Cancer Inst 1991; 83:243.
2. Choi PM, Nugent FW, Schoetz DJ Jr, Silverman
ML, Haggitt RC. Colonoscopic surveillance reduces
mortality from colorectal cancer in ulcerative colitis.
Gastroenterology. 1993 Aug;105(2):418-24.
3. Laine L, Kaltenbach T, Barkun A, et al; SCENIC Guideline
Development Panel. SCENIC international consensus
statement on surveillance and management of dysplasia
in inflammatory bowel disease. Gastroenterology. 2015
Mar;148(3):639-651.e28.
4. Langner C, Magro F, Driessen A, et al; European Society
of Pathology; European Crohn’s and Colitis Foundation.
The histopathological approach to inflammatory
bowel disease: a practice guide. Virchows Arch. 2014
May;464(5):511-27.
5. Feakins RM; British Society of Gastroenterology.
Inflammatory bowel disease biopsies: updated British
Society of Gastroenterology reporting guidelines. J Clin
Pathol. 2013 Dec;66(12):1005-26.
6. Magro F, Langner C, Driessen A, et al; European
Society of Pathology (ESP); European Crohn’s and Colitis
Organisation (ECCO). European consensus on the
histopathology of inflammatory bowel disease. J Crohns
Colitis. 2013 Nov;7(10):827-51.
Son yıllarda high grade displazi olmaksızın low grade
displaziden ve hatta indefinite displazi zemininden dahi
KK gelişebileceği gösterilmiş ve bu nedenle herhangi
82
ACG: Eozinofilik Özofajit(ÖEo) Hakkında Klinik
Kılavuz: 2016.güncelleme:
Yüksel ATEŞ
ÖEo tedavisinde kullanılabilir. (orta öneri, düşük
kanıt).Topikal steroidlerden sonra semptomatik
ve histolojik düzelme olmayan hastalardaha uzun
surele topical steroidlerden, daha yüksek doz topical
steroidlerden, sistemik steroidlerden, eliminasyon
diyetinden, veya özofajeal dilatasyondan fayda
görebilir (orta öneri, düşük kanıt). Literatürde halen,
mast hücre stabilizatörleri, lökotrien inhibitörleri ve
biyolojik tedavilerin kullanımını destekleyen az data
vardır.
Tanım: Özofajeal eozinofili, özofagusun skuamöz
epitelinde eozinofillerin olması, anormal bir durumdur
ve nedeni tespit edilmelidir.
Tanısal kriterler: ÖEo klinisyenler tarafından teşhis
edilen bir klinikopatolojik rahatsızlıktır. Teşhis için klinik
ve patolojik bilgiler birlikte dikkate alınır ve aşağıdaki
kriterlere uyulur:
Özofajeal fonksiyon bozukluğu ile ilgili(yutma
güçlüğü,takılma hissi v.b.) semptomla Özofajeal
biyopside eozinofil hakim inflamasyon, karakteristik
olarak yüksek büyütme alanında (high power field) 15ten
fazla eozinofil sayısı .Pproksimal ve distal özofagustan
2-4 biyopsi alınmalıdır.(güçlü öneri, düşük kanıt). İlk tanı
zamanında, endoskopik anormallikler veya mide veya
ince barsak semptomları olan erişkinlerde ve çocuklarda,
özofajeal eozinofilinin diğer sebeplerini ekarte etmek için
antrum ve/veya duodenumdan biyopsiler alınmalıdır.
Diet Tedavileri: Erişkinlerde ve çocuklarda ÖEo
tedavisinde eliminasyon dietleri ilk basamak
tedavisi olarak kabul edilebilir. (güçlü öneri,
orta kanıt).Spesifik bir diet (elemental, empirik,
veya hedeflenmiş eliminasyon dieti) yaklaşımını
uygulamaya karar vermek, eldeki kaynaklar ve her
hastanın bireysel ihtiyacını gözeterek yapılır. (orta
öneri, orta kanıt)
Gıda antijenleri dietten çıkarıldıkca veya tekrar diete
eklendikce klinik iyileşme ve özofajeal biyopsileri
ile değerlendirme yapılmalıdır.Gastroenterologlar,
ekstraözofajeal atopic durumları tedavi etmek, ÖEo
Tedaviye
cevap
(eliminasyon
diyeti,
topical tedavisini değerlendirmek, elemental ve eliminasyon
kortikosteroidler) tanıyı destekler, ama tanı için yeterli dietlerini yönetmek için, allerji uzmanıyla
değildir. (güçlü öneri, düşük kanıt)
konsültasyon yapmayı düşünmelidir.(orta öneri,
düşük kanıt).
Mukozal eozinofili sadece özofagustadır ve PPİ deneme
tedavisi sonrası da devam eder.Öözofajeal eozinofilinin
sekonder sebepleri ekarte edilmelidir.
PPI ne cevap veren Özofajeal eozinofili ve GÖRHastalığı.
Özofajeal semptomları ve özofajeal eozinofilinin
histolojik bulguları olup PPI ile semptomatik ve histolojik
iyileşme gösteren hastalarda PPI cevap veren ÖEo
tanısı konmalıdır. Şüpheli ÖEo hastalarına iki aylık PPI
tedavisi uygulanmalı ve endoskopi tekrarlanıp biyopsiler
alınmalıdır. (güçlü öneri, düşük kanıt).
Endoskopik Tedavi: Konzervativ olarak uygulanan
Özofajeal dilatasyon, medical ve diet tedavisine
rağmen düzelmeyen striktürlerde etkin bir
tedavi olarak kullanılabilir. (orta öneri, orta
kanıt).Postdilatasyon
göğüs
ağrısı(hastaların
yaklaşık%75inde olabilir), kanama, perforasyon
dahil, özofajeal dilatasyonun riskleri hastalara
detaylı anlatılmalıdır.
Tedavi: ÖEo tedavisinin hedef noktaları klinik
semptomlarda ve özofajeal eozinofilik enflamasyonda
düzelmeyi içerir. Semptomların ve patolojinin tam
düzelmesi ideal hedef olsa da klinik pratikte semptomlar
ve histolojide kısmi düzelme daha gerçekci ve pratik
hedeftir. (orta öneri, düşük kanıt).Semptomlar ÖEo
de tedaviye cevabın önemli bir parametresidir, ama tek
başına hastalık aktivitesinin güvenilir bir belirleyicisi
olarak kullanılamaz. Çünkü kompensatuar diyet ve
yaşam biçimi değişiklikleri semptomları maskeliyebilir.
(orta öneri, orta kanıt).
ÖEo nin doğal seyri hakkındaki bilgi sınırlıdır.
Hastalar, hastalığın kronik olması nedeniyle, tedavinin
kesilmesinden sonra semptomların yüksek ihtimalle
tekrarlayabileceği hakkında bilgilendirilmelidir. (güçlü
öneri, orta kanıt).
İdame Tedavisi: İdame tedavisinin amacı; tedavilerin
uzun dönemdeki yan etkilerini en az seviyede tutarak,
semptomları minimize etmek, ÖEo komplikasyonlarını
engellemek ve yaşam kalitesini korumaktır. (orta öneri,
düşük kanıt).Topikal steroidler ve/veya diet kısıtlaması ile
idame tedavisi, tüm hastalarda ama özellikle ciddi disfaji
veya gıda takılması olanlarda, yüksek dereceli özofagus
striktüründe ve ilk tedavi sonrası hızlı semptomatik/
histolojik relaps olanlarda önenirilir. (orta öneri, düşük
kanıt).
Farmakolojik Tedaviler: Topikal steroidler (ör.
Flutikazon veya budesonid, sekiz haftalık süre
için nefesle değil yutularak kullanılır), ÖEo için
ilk basamak farmakolojik tedavidir. (güçlü öneri,
güçlü kanıt).Topikal steroidler etkili olmazsa, veya
yakınmalarda hızlı düzelme arzu ediliyorsa Prednizon
83
XIII. Ulusal
Hepato Gastroenteroloji Kongresi
XV. Euroasıan Congress of
Gastroenterology and Surgery
IV. Ulusal Gastroenteroloji
Cerrahisi Kongresi
27 Nisan - 01 Mayıs 2016
glorıa golf hotel / antalya
SÖZLÜ BİLDİRİLER
SÖZLÜ BİLDİRİLER
SS-001
DNA düzeyleri karaciğerdeki HBsAg ekpresyonundan
ziyade HBcAg ekspresyonu ile ilişkilidir.
Serum Kantitatif HBsAg Düzeyleri ve Doku HBsAg /
HBcAg Ekspresyonu Arasındaki İlişki
Anahtar Kelimeler: Hepatit B, HBsAg ve HBcAg
boyanma, HBsAg düzeyi
Ömer Öztürk1, Seyfettin Köklü1, Cenk Sökmensüer2,
Osman Yüksel1, Ömer Başar1, Tuğrul Purnak1, Hayretdin
Köklü1, Halis Şimşek1, Gonca Tatar1
SS-004
Ülseratif Kolit Hastalarında Koroid Kalınlığının
Değerlendirilmesi
Hacettepe Üniversitesi, Gastroenteroloji Bilim Dalı,
Ankara
2
Hacettepe Üniversitesi, Patoloji Anabilim Dalı, Ankara
1
Ali Kurt1, Raşit Kılıç1, Bilal Ergül2, Çağlar Öktem1
Giriş: HBsAg ve HBcAg kronik hepatit B (HBV)
enfeksiyonundaki iki majör antijendir. HBV ile infekte
hepatositler bu iki antijenden birini veya ikisini
yüzeylerinde eksprese ederler ama bu iki antijenin
kronik HBV patogenezindeki rolleri hala tam olarak
belirlenememiştir.
Ahi Evran Üniversitesi Tıp Fakültesi,Göz Hastalıkları
Ana Bilim Dalı,Kırşehir.
2
Ahi Evran Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim ve Araştırma
Hastanesi, Gastroenteroloji Kliniği,Kırşehir.
1
Amaç: Remisyondaki Ülseratif Kolit (ÜK) hastalarının
koroid kalınlığının değerlendirilmesi ve bu değerlerin
sağlıklı bireylerdeki ölçümler ile karşılaştırılması.
Amaç: Bu çalışmanın amacı karaciğer dokusundaki
HBsAg / HBcAg antijen expresyonunu ve HBV’nin
serum markırları ve hepatosit aktivite indeksi ve fibrozisi
düzeyleri arasındaki ilişkiyi belirlemektir. Daha önceki
çalışmalar doku HBsAg ve HBcAg boyanması ile serum
HBV DNA, karaciğerdeki fibroziz derecesi, aktivite
indeksini ve karaciğer fonksiyonları arasındaki ilişkiyi
göstermişlerken, kantitatif HBsAg düzeyi ve doku antijen
ekspresyonu arasındaki ilişki hiç değerlendirilmemiştir.
Metod: Kronik HBV’si olan 54 hasta Nisan 2012 ve Mart
2014 tarihleri arasında çalışmaya alındı. Çalışmaya alınma
kriterleri; HBV DNA düzeyi > 10000 kopya olan, hic tedavi
almamış ve başka bir karaciğer hastalığı olmayan hastalar
olarak belirlendi. HBsAg ve HBcAg antijen boyama
derecesine göre 0-3 arasında sınıflandırıldı. Boyanma
derecesine göre hic boyanmıyorsa sıfır, %0-20 arasında
boyanma varsa 1, %21-50 arasında boyanma varsa 2, >
%50 boyanma varsa 3 olarak belirlendi. Boyanma derecesi
ile HBV ‘nin klinik ve virolojik özellikleri karşılaştırıldı.
Sonuç: 54 kronik HBV hastanın 23’ü kadın, 31’i
erkekti. İmmünohistokimyasal boyama sonucunda
53(%98.1) hastanın HBsAg boyaması pozitifti. HBsAg
boyama 53 hastanın, 51’inde sitoplazmik, 1 tanesinde
mebranöz boyanırken, 1 tanesinde de hem sitoplazmik
hem mebranöz özellikteydi. 17 (%37) hastanın HBcAg
boyaması pozitifti ve bunların 16’sında HBcAg
nükleer boyanırken, sadece bir tanesinde sitoplazmik
boyanmaktaydı. Karaciğer HBsAg boyama yaş ve HBeAg
varlığı ile doğru orantılıyken, serum HBsAg düzeyi ve
HBV DNA düzeyi ile ilişkisiz saptandı. HBcAg boyama
ise yaş, cinsiyet, HBeAg varlığı, serum HBsAg düzeyi ve
HBV DNA düzeyleri ile anlamlı olarak korale idi.
Serum viral belirteçlerinden kantitatif HBsAg ve HBV
Materyal-Metod: Çalışmaya remisyondaki 36 ÜK hastası
(8 kadın-28 erkek, yaş ortalaması 42,97±9,79 yıl) ile
kontrol grubu olarak 36 sağlıklı bireyin (12 kadın-24 erkek,
yaş ortalaması 42,0±9,32 yıl) toplam 71 gözü dahil edildi
(Tablo 1). Koroid kalınlığı optik koherens tomografideki
‘‘enhanced depth imaging’’ modu kullanılarak horizontal
kesitte fovea merkezi ve fovea merkezinden 500 μm, 1000
μm, 1500 μm uzaklıkta temporal ve nazale doğru ölçüldü
(Resim-1).
Bulgular: Koroid kalınlığı (KK) ÜK hastalarında sağlıklı
kontrol grubundaki bireylere göre foveanın 500 temporali
(Kt500) (274.63±40.55 μm and 290.63±29.76 µm sırasıyla,
p=0.002), foveanın 500 μm nasali (Kn500) (262.30±38.43
μm and 277.00±30.47 μm sırasıyla, p=0.002), foveanın
1000 μm nasali (Knl000) (244.73±34.99 μm and
256.90±30.03 μm sırasıyla, p=0.028) ve foveanın
1500 μm nasalinde (Kn1500) (217.23±37.32 μm and
234.59±33.69μm sırasıyla, p=0.004) istatistiki olarak
anlamlı ince tepit edildi (Tablo-2). Montreal sınıflamasına
göre ÜK grupları arasında KK açısından anlamlı fark
saptanmadı (Tablo-3). Hastalık süresi ile KK ölçümleri
arasında anlamlı korelasyon saptanmadı (Kfovea:
p=0,431 r= -0,142; Kt500: p=0,195 r= -0,232; Kt1000:
p=0,406 r= -0,150; Kt1500: p=0,697 r= -0, 070; Kn500:
p=0,077 r= -0,312; Kn1000: p= 0,219 r= -0,220; Kn1500:
p= 0,830 r= -0,039).
Sonuç: Perifoveal KK, remisyondaki ÜK hastalarında
sağlıklı kontrol grubundaki bireylere göre anlamlı
derecede ince olarak tespit ettik.
87
Ülseratif Kolit’te koroid incelmesini, inflamasyonla
ilişkili vasküler endotelyal disfonksiyonu ile gelişen
trombüs sonucundaki koroidal iskemiye bağlı olduğunu
düşünüyoruz. Bir başka neden ise, hastalıkta görülebilen
vaskülit ile koroid vasküler yapıda daralma koroid kan
akımı azalmasına yol açtığı için olabilir.
Anahtar Kelimeler: Koroid, koroid kalınlığı, ülseratif
kolit, optik koherens tomografi, montreal sınıflaması
Optik Koherens Tomografideki Enhanced Depth İmaging
(EDI) ile Koroid Kalınlığı Ölçüm Örneği
Ülseratif Kolit ve Sağlıklı Kontrol Grubu Bireylerin Demoğrafik Özellikleri
ÜK
Kontrol
P değeri
(n=36)
(n=36)
Yaş (yıl) (min-max)
42,97±9,79 (22-58)
42,0±9,32 (24-58)
p=0,945
Cins (kadın/erkek)
8/28
12/24
p=0,430
Hastalık Süresi (ay)
42,91±65,59 (1-288)
n, çalışmaya dahil edilen birey sayısı.
Ölçüm Yeri
Ülseratif Kolit ve Sağlıklı Kontrol Grubu Bireylerin Koroid Kalınlık Değerleri
ÜK
Kontrol
P değeri
(n=71)
(n=71)
Kfovea(min-max)μm
293,16±42,01(160-363) 303,14±36,26(145-352) p=0,100
Kt500(min-max)μm
274,63±40,55(119-357) 290,63±29,76(166-336) p=0,002*
Kt1000 (min-max)μm
264,30±40,31(141-366) 277,60±27,72(189-331
p=0,058
Kt1500 (min-max)μm
251,00±43,01(141-385) 262,09±34,57(170-338) p=0,107
Kn500(min-max)μm
262,30±38,43(137-356) 277,00±30,47(176-331) p=0,002*
Kn1000(min-max)μm
244,73±34,99(143-340
256,90±30,03(154-314) p=0,028*
Kn1500(min-max)μm
217,23±37,32(121-302) 234,59±33,69(132-313) p=0,004*
Kfovea, subfoveal koroid kalınlığı; Kt500, foveanın 500 μm temporalindeki koroid kalınlığı; Kt1000, foveanın
1000 μm temporalindeki koroid kalınlığı; Kt1500, foveanın 1500 μm temporalindeki koroid kalınlığı; Kn500,
foveanın 500 μm nazalindeki koroid kalınlığı; Kn1000, foveanın 1000 μm nazalindeki koroid kalınlığı; Kn1500,
foveanın 1500 μm nazalindeki koroid kalınlığı;n, değerlendirilen göz sayısı.
Montreal Sınıflamasına Göre Ülseratif Kolit Tipleri ve Koroid Kalınlık Değerleri
Ölçüm Yeri
Extensive ÜK (n=24 ) Sol Tip ÜK (n=33)
Proktitis ÜK (n=14)
Kfovea(min-max)μm 293,33±36,95(211-363) 289,18±49,44(160-339)
302,28±30,71(252-337)
Kt500(min-max)μm
276,95±40,48(193-357) 266,51±45,28(119-323)
289,78±22,04(234-318)
Kt1000 (min-max)μm 270,00±45,47(172-366) 255,78±41,97(141-319)
274,64±19,93(231-295)
Kt1500(min-max)μm 252,16±54,02(150-385) 244,27±41,00(141-305)
264,85±18,27(220-287)
Kn500(min-max)μm 260,20±32,93(203-356) 256,00±42,47(137-306)
280,78±28,95(226-324)
Kn1000(min-max)μm 244,91±36,46(183-340) 237,87±36,72(143-287)
260,57±23,06(209-287)
Kn1500(min-max)μm 214,54±45,73(128-302) 217,69±33,76(121-260)
234,59±33,69(132-313)
P değeri
p=0,562
p=0,288
p=0,470
p=0,459
p=0,059
p=0,058
p=0,626
Kfovea, subfoveal koroid kalınlığı; Kt500, foveanın 500 μm temporalindeki koroid kalınlığı; Kt1000, foveanın
1000 μm temporalindeki koroid kalınlığı; Kt1500, foveanın 1500 μm temporalindeki koroid kalınlığı; Kn500,
foveanın 500 μm nazalindeki koroid kalınlığı; Kn1000, foveanın 1000 μm nazalindeki koroid kalınlığı; Kn1500,
foveanın 1500 μm nazalindeki koroid kalınlığı;n, değerlendirilen göz sayısı.
88
SS-007
dair istatistiksel olarak bir fark tespit edilemedi. Yine elde
edilen sonuçlara göre fistül tipi açısından istatistiksel
olarak anlamlı bir fark tespit edilemedi.
İleri Yaş Perianal Fistül Nüksünü Artırıyor Mu?
Orhan Gözeneli
Çalışmamızdan elde ettiğimiz sonuca göre, genel yaş
artışı ile nüks sıklığı birbiri ile korele değildir(p=0,443)
(Tablo).
Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim
Dalı, Şanlıurfa
Tartışma:
Çoğu hastalıkta yaş, tedaviyi etkileyen ve geciktiren bir
etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Etiyolojik nedenler
arasında kriptoglandüler enfeksiyon, Crohn hastalığı,
radyoterapi ve sekonder malignensiler vardır. Perianal
fistül hastalığı, erkeklerde 100.000’de 12.3; kadınlarda ise
8.6 oranında görülür. Perianal fistüller sert fibröz doku
ile çevrili granülasyon dolu kanalcıklardır ve genellikle
perianal apselerin bir sonucudur. Artan yaş, çoğu
yarada iyileşmeyi negatif yönde etkiler. Yaşla birlikte
diyabet, sekonder enfeksiyonlar ve malignensiler, yara
iyileşmesini geciktirici faktörlerdendir. İyileşmenin
süresinin değerlendirildiği bir çalışmada, yaşlı hastalarda
gençlere göre epitelizasyonda 1.9 günlük bir gecikme
tespit edilmiştir.
Giriş:
Perianal fistüller zor tedavi edilen hastalıklardan
birisidir. Genellikle tanısı kolaydır; ancak ilave tetkikler
gerekebilir. Yara iyileşmesinde yaş çok önemli bir faktör
olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çalışmamızda, ileri
yaşın perianal fistül nüksü ile bir ilgisi olup olmadığını
inceledik.
Materyal-Metod:
Ocak-2010
ve
Ocak-2016
tarihleri
arasında
fistülotomi+küretaj yapılan 242 hasta geriye dönük
olarak incelendi. Bunlardan 18’i nüks nedeniyle en az iki
defa daha(13 hasta iki, 5 hasta üç kez) opere edilmişti. Bu
hastalar 2 defa nüks ve 2’den fazla nüks olmak üzere iki
gruba ayrıldı. Ayrıca cinsiyet, yaş, fistül tipi ve dış ağzının
anal kanala uzaklığı retrospektif olarak kaydedildi.Elde
edilen veriler SPSS 18 istatistik programı kullanılarak
değerlendirildi.
Sonuç:
Yaptığımız bu çalışmada perianal fistüllerin nüksünde
yaş, cinsiyet, fistül ağzının uzaklığı ve fistül tipi etkili
gibi görünmemektedir. Yara iyileşmesinde yaş, önemli
bir faktör olarak gözlenmektedir, fakat bu çalışmada
fistül nükslerine olan etkisi istatistiksel olarak anlamlı
bulunamamıştır(p=0.443).
Bulgular:
Grup 1 ve Grup 2’yi karşılaştırdığımızda cinsiyet, fistül dış
ağzının anal kanala olan mesafesi ve fistül tipi açısından
istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı. Bunun
yanında ileri yaşın, fistül nüks sıklığında etkili olduğuna
Anahtar Kelimeler: anal fistül, hücre yaşlanması, nüks
Perianal fistül hastalarımızdaki korelasyon tablosu
Grup 1
Grup2
Yaş
Cinsiyet(E/K)
Anal Girime Mesafesi(cm)
Fistül Şekli(n)
Intersfinkterik
Transsfinkterik
Suprasfinkterik
Ekstrasfinkterik
39,461±15,025
11/2
45,6±14,258
4/1
P
0,443
1,0
3,769±0,599
4±1,414
0,624
9
4
0
0
1
3
1
0
89
SS-008
Anahtar Kelimeler: Cystatin-C, Tenofovir, Hepatit B,
Nefrotoksisite, eGFR
Hepatit B hastalarında tedaviye bağlı nefrotoksisitenin
predikte edilmesinde serum Cystatin-C düzeyinin
önemi
Figür 1
Ali Rıza Köksal1, Salih Boğa1, Hüseyin Alkım1, İlker Şen1,
Şebnem Tekin Neijmann2, Canan Alkım1
Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Gastroenteroloji Kliniği, İstanbul
2
Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Biyokimya bölümü, İstanbul
1
Giriş:
Kronik Hepatit B hastalarında tenofovir ve entekavir
tedavisi sırasında renal fonksiyonların yakın takip
edilmesi önerilmektedir. Cystatin-C tahmini glomeruler
filtrasyon hızındaki (eGFR) minör değişimleri dahi tespit
edebilen yeni bir markırdır. Bu çalışmada tenofovir ve
entekavir tedavisi altında gelişebilecek renal fonksiyon
bozukluklarının öngörülmesinde Cystatin-C düzeyi ve
ilişkili e-GFR ölçümlerinin önemini değerlendirmeyi
amaçladık.
Figür 1. Korelasyon grafikleri ∆Cr0-4 ve (a) Serum
Cystatin C düzeyi (b) CKD-EPI-CyC eGFR (c) CKD-EPICr-CyC eGFR (d) Serum fosfat düzeyi
Materyal-Metod:
Bu tek merkezli prospektif gözlemsel kohort çalışmasına
76 naïve hepatit B hastası ve 40 sağlıklı kontrol alındı. Tüm
hastalarda tedavi öncesi ve tedavinin 3. 12. 24. aylarında
serum Cystatin-C, fosfat, kreatinin ve idrar albumin/
kreatinin oranı değerlendirildi. Tüm tedavi intervalleri
için Cystatin-C+ kreatinin bazlı eGFR değerleri
hesaplandı. Nefrotoksisite varlığı kreatinin düzeyinde
tedavinin 4. yılında başlangıca göre olan değişim miktarı
(∆Cr0-4) kullanılarak belirlendi.
Bulgular:
Ortalama yaş 36.1±9.2 yıl ve hastaların 40’ı (%52.6)
kadındı. Tedavi öncesi değerler açısından tenofovir ve
entekavir grupları arasında anlamlı fark yoktu. İki yıllık
tedavi süresince tenofovir grubunda serum cystatin-C
düzeyi anlamlı biçimde artış gösteriyordu (p=0.002)
(Tablo 1). Entekavir grubunun 4. yıl kreatinin değerleri
bazalden farklı değilken (0.83 ± 0.18 mg/dL vs 0.88 ± 0.16
mg/dL), tenofovir (0.95 ± 0.27 mg/dL vs 0.76 ± 0.16 mg/
dL, p= 0.002) grubunda istatistiksel anlamlılıkta yüksek
bulundu. Tenofovir grubunda hastaların %43.2’sinde
>=0.2 mg/dL ve %6.8’inde >=0.5 mg/dL ∆Cr0-4 artışı
saptanırken entekavir grubunda bu oranlar sırasıyla
%18.8 ve %0 bulundu. Tedavi öncesi serum Cystatin-C
düzeyi ile ∆Cr0-4 arasında istatistiksel olarak anlamlı
pozitif korelasyon (r=0.45, p=0.003), serum Cystatin-C +
kreatinin bazlı eGFR düzeyi ile ∆Cr0-4 arasında anlamlı
negatif korelasyon (r=-0.57, p<0.001) bulundu (Figür 1).
Tenofovir grubunda en belirgin korelasyon ∆Cr0-4 ile 3.
aydaki Cystatin-C + kreatinin bazlı eGFR düzeyindeki
azalma miktarı arasında bulundu (r:0.59, p<0.001).
Sonuç:
Tenofovire bağlı olası nefrotoksisite, tedavi öncesi ve/
veya tedavinin 3. ayındaki Cystatin-C + kreatinin bazlı
eGFR düzeyi ile öngörülebilir.
Tablo 1.Tenofovir ve Entekavir gruplarında renal
parametrelerin tedavi seyrindeki değişimleri
TDF: Tenofovir disoproxil fumarate, UACR: Urinary albumin/
creatinine ratio, Değerler ortalama ± standart sapma kullanılarak
verilmiştir. eGFR mL/min/1.73 m2 olarak hesaplanmıştır. CKDEPI-CysC: Chronic Kidney Disease Epidemiology Collaboration
equation with cystatin C, CKD-EPI-Cr-CysC: Chronic Kidney
Disease Epidemiology Collaboration equation with creatinine
plus cystatin C
90
SS-009
anlamlı fark saptandı. Gruplar arası plazma TNF-α ve IL1β düzeyleri açısından grup 1 ile grup 3 ve grup 3 ile grup
4 arasından anlamlı farklılık saptandı. Histopatolojik
incelemede grup 2’ de inflamasyon ve nekroz oluşumunda
anlamlı şekilde azalma görüldü.
Radyasyon Koliti Oluşturulmuş Sıçanlarda Ghrelinin
Barsak Anastomozu Üzerine Etkisi
Orhan Uzun1, Cebrail Akyüz2, Necdet Fatih Yaşar3, Kıvanç
Derya Peker5, Aziz Serkan Senger1, Mürşit Dinçer4, Erdal
Polat1, Mustafa Duman1, Kamuran Cumhur Değer1,
Sinan Yol6
Sonuç: Bizim çalışmamız ghrelinin radyoterapi
uygulanmış ratlarda kolonik anastomoz iyileşmesini
artırdığı gösterilmiştir.
SB Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma
Hastanesi, Gastroenteroloji Cerrahisi Kliniği, İstanbul
2
SB Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Gastroenteroloji Cerrahisi Uzmanı, İstanbul
3
Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi,
Gastroenteroloji Cerrahisi Uzmanı, Eskişehir
4
SB Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Gastroenteroloji Cerrahisi Uzmanı, İstanbul
5
SB Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma
Hastanesi, Gastroenteroloji Cerrahisi Uzmanı, İstanbul
6
İstanbul Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve
Araştırma Hastanesi, Gastroenteroloji Cerrahisi A.B.D.
İstanbul
Anahtar Kelimeler: anastomoz iyileşmesi, ghrelin,
preoperative radyoterapi, rektum cerrahisi
1
bulgular 1
Amaç: Ghrelin, Growth hormonunun salınımı ve
regülasyonunun yanında antienflamatur, antioksidan
ve de endotel hücrelerinde proliferasyon, migrasyon,
angiogenez yapıcı özelliği vardır. Radyoterapi ileri rektum
kanseri tedavisinde lokal nüksün azaltılması, sfinkterlerin
korunması ve kalıcı stomadan kaçınılması amacıyla
preoperatif dönemde standart bir yaklaşım halini
almıştır. Bu çalışmada ghrelin maddesinin etkilerinden
faydalanılarak radyasyon koliti oluşturulmuş sıçanlarda,
barsak anastomoz iyileşmesini araştırmayı amaçladık.
Materyal-Metod: 32 rat rondomize 4 gruba ayrıldı. Grup
1’ de sigmoid kolonda tam kat kesi yapıldı ve sonrasında
uç uca anastomoz uygulandı. Grup 2’ de anastomoz
sonrası peroperatif 30. dakikada 10 ng/kg ghrelin tek
doz subkutan olarak verildi. Grup 3’ te anastomozdan 5
gün önce 100 cm mesafeden tek doz 800 rad radyoterapi
verildi. Grup 4’ te ise radyoterapiden 5 gün sonra
anastomoz yapıldı ve peroperatif 30. dakikada 10 ng/
kg ghrelin tek doz subkutan olarak verildi. Anastomoz
sonrası 7.günde sakrifiye edilen sıçanların kolon patlama
basınçları ölçüldü. Anastomoz bölgesi; hidroksiprolin,
luminol, lusigenin ölçümü ve histopatolojik inceleme için
çıkartıldı. Plazma TNF-α ve IL-1β düzeyleri ölçümü için
vena cavadan kan alındı.
bulgular 2
Bulgular: Kolon patlama basınçları açısından grup 1 ile
grup 3 ve grup 3 ile grup 4 arasında anlamlı istatiksel
fark vardı. Gruplar arası doku hidroksiprolin düzeyleri
açısından grup 1 ile grup 2, grup 1 ile grup 3 ve grup
3 ile grup 4 arasında anlamlı farklılık saptandı. Doku
luminol ve lusigenin düzeyleri açısından gruplarda, grup
1 ile grup 3 ve grup 3 ile grup 4 arasında istatiksel olarak
91
SS-010
Orhan Uzun1, Aziz Serkan Senger1, Mürşit Dinçer2,
Kamuran Cumhur Değer1, Erdal Polat1, Mustafa Duman1,
Hüseyin Çiğiltepe1, Durmuş Ali Çetin1, Ulaş Aday1,
Ebubekir Gündeş1, Sinan Yol3
Mide Kanseri Cerrahisinde Dokuz Yıllık Klinik
Deneyimlerimiz: Retrospektif İnceleme
Orhan Uzun1, Aziz Serkan Senger1, Mürşit Dinçer2,
Erdal Polat1, Mustafa Duman1, Kamuran Cumhur
Değer1, Durmuş Ali Çetin1, Hüseyin Çiğiltepe1, Ebybekir
Gündeş1, Ulaş Aday1, Sinan Yol3
SB Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma
Hastanesi, Gastroenteroloji Cerrahisi Kliniği, İstanbul
2
SB Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Gastroenteroloji Cerrahisi Uzmanı, İstanbul
3
İstanbul Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve
Araştırma Hastanesi, Gastroenteroloji Cerrahisi A.B.D.
İstanbul
1
SB Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma
Hastanesi, Gastroenteroloji Cerrahisi Kliniği, İstanbul
2
SB Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Gastroenteroloji Cerrahisi Uzmanı, İstanbul
3
İstanbul Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve
Araştırma Hastanesi, Gastroenteroloji Cerrahisi A.B.D.
İstanbul
1
GİRİŞ: Crohn hastalığında perianal tutulum sık
karşılaşılan bir durum olup, anal komplikasyon sıklığı
%43-%93 dür.Tedavisinde medikal ve cerrahi yöntemler
kombine edilmesine rağmen bazen hayat kalitesini bozan,
iyileşmeyen büyük yaralar ortaya çıkar.Proktektomi
ameliyatı ile birlikte vacuum assisted closure (VAC)
sistemi bu yaraların erken kapatılmasında etkili bir
yöntem olabilir.
Amaç: Mide kanserinin sıklığı dünya genelinde giderek
azalmasına rağmen, kansere bağlı ölüm nedenleri
arasında halen 2. Sıklıktadır. Kliniğimizde ameliyat edilen
mide kanserli hastalarla ilgili klinik deneyimlerimizi
retrospektif olarak değerlendirerek sunmayı amaçladık.
Olgu: 35 yaşında bayan hastanın,10 yıldır kolon tutulumlu
crohn hastalığı mevcuttu.Tanıdan 3 yıl sonra rektovajinal
fistül gelişen hastaya seton ameliyatı, 5 ay sonra kanlı ishal,
karın ağrısı, rektovajinal akıntının artması ve perinede
ağrı şikayetlerinin devam etmesi üzerine loop ileostomi
yapılmış. İleostomiden 2 yıl sonra kolonoskopi işlemi
sırasında kolon perforasyonu gelişmesi üzerine total
kolektomi ameliyatı yapılmış. Ameliyattan sonra fistül
akıntısı artmış. Medikal tedavide değişiklik yapılmasına
rağmen rekatovajinal akıntı, fissürlere bağlı ağrı şikayetleri
artmış ve perinede giderek büyüyen yaralar oluşmaya
başlamış.Perinede yaralar açılmasından yaklaşık 3 yıl
sonra kliniğimize başvuran hastanın değerlendirmesinde
perinede vajeni içine alan, her iki gluteus kasına kadar
uzanan, posteriorda intergluteal sulkusu bozan, internal
ve external sfinter kaslarında yıkıma neden olan ciddi
cilt cilt altı doku kaybı ile birlikte ciltte yaygın selülit
hali mevcuttu(figür1). Hastaya proktektomi ameliyatı
pilanlandı, fakat öncesinde antibiyoterapisi başlandı.
Beslenme desteği sağlandı ve proktektomi öncesi 6
seans VAC sistemi ile birlikte rektal güdük içerisinden
olan pürülan akıntının dışa drenajı sağlandı(figür2).
Proktektomi ameliyatı yapıldıktan sonra pelvik periton
yaprakları mümkün olduğunca yaklaştırılarak kas flebi
veya omentoplasti uygulanmadan 14 seans daha VAC
işlemi uygulandı. VAC uygulama işlemi 2 yada 3 günde
bir değiştirildi(figür3). Son dönem VAC uygulama
işlemleri öncesinde yara, sütürler ile kısmen yaklaştırıldı.
Toplam 20 seans VAC uygulaması ile yaklaşık 10 aylık
bir takip sürecinde hastanın yarasının tama yakın
iyileşmesi sağlandı ve hasta halen kliniğimizce takip
edilmektedir(figür4).
Gereç-Yöntem: Kasım 2006- Aralık 2015 tarihleri
arasında gastrektomi, D2 disseksiyon ameliyatı yapılan
200 mide kanserli hasta retrospektif olarak incelendi.
Bulgular: Hastaların 134 (%67) ü erkek, 66 (%33) sı kadın.
Erkeklerin yaş ortalaması 61,63 (31-84), kadınlarınki
60,68 (28-91) di. Tümör lokalizasyonu 34 (%17.1) üst, 50
(25.1) orta, 113(%56.8) aşağı, 2 (%1) diffuz yerleşimliydi.
Gastrektomi tipi 115 (%57.5) inde subtotal, 85 (%42.5)
inde totaldi. Diferansiasyonu 8(%4) iyi, 54 (%27)orta, 136
(%69) kötüydü. Çıkarılan lenf nodu sayısı 14 ve altında
olan 37 (%18.6), 15 ve üzerinde olan 162 (%81.4) di. N
evresine göre 63 (%31.7) N0, 38 (%19.1) N1, 37 (%18.6)
N2, 61 (%30.7) N3 grubundaydı. Tümör çapı ortalama
5,5 (%0,4-18) cmdi. Evre 0 10 (%5), evre I 16 (%8.4), evre
II 53 (%27.9), evre III 106 (%55.8), evreVI 5 (%2.6) di.
Vasküler invazyon negatif hasta sayısı 74 (%37.4), pozitif
124 (%62.6), perinöral invazyon negatif hasta sayısı 60
(%30.3), pozitif 138 (%69.7) di.
Sonuç: Yaklaşık dokuz yıllık bir hasta serisinden elde
ettiğimiz veriler eşliğinde yaptığımız son değerlendirme
sonuçlarına göre hastalarımızın halen 103 (%51.5) ü
yaşamakta, 97 (%48.5) si ölmüş durumdadır.
Anahtar Kelimeler: Mide kanseri, gastrektomi, D2
disseksiyon
SS-012
İyileşmeyen perianal crohn hastalığının cerrahi ve
V.A.C. sistemi ile kapatılması. Olgu sunumu
92
Keçiören Eğitim ve Araştırma Hastanesi İç
Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Ankara
2
Keçiören Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Gastroenteroloji Ana Bilim Dalı, Ankara
3
Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı, İstanbul
Sonuç: Medikal tedaviye cevap vermeyen ve kısmi cerrahi
yöntemler denenmiş iyileşmeyen ve de büyüyen parianal
yarası olan crohn hastalarında gecikmeden proktektomi
ameliyatı ile birlikte VAC sistemi hastanın yara iyileşme
süresini kısaltarak hayat kalitesini arttırıcı bir yöntem
olabilir.
1
Anahtar Kelimeler: perianal crohn, proktektomi, vacuum
assisted closure (VAC), iyileşmeyen perianal yara
GİRİŞ: İnflamatuvar bağırsak hastalığı (İBH), kronik
idiyopatik inflamatuvar bir hastalıktır; Ülseratif kolit
(ÜK) ve Crohn hastalığını (CH) içerir. Bu hastalarda
iskemik kalp hastalıkları, emboliyi de içeren değişik
kardiyovasküler sistem bozuklarının olabileceği
gösterilmiştir. Egzersiz sonrası hesaplanan kalp
hızı toparlanma indeksinin (KHTİ) bozulmuş
parasempatik tonusun ve kardiyovasküler mortalite
ve morbiditenin bir belirteci olduğu çok sayıda
çalışmada gösterilmiştir. Bu çalışma inflamatuvar
bağırsak hastalığında kalp hızı toparlanma
indeksinin değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır.
ilk geliş ve VAC uygulama
Yöntem: T.C. Sağlık Bakanlığı Keçiören Eğitim
ve Araştırma Hastanesi İç Hastalıkları ve
Gastroenteroloji klinikleri tarafından İBH tanısı
ile takipli ve remisyonda olan 52 hasta ve 50
sağlıklı birey çalışmaya alınmıştır. Hasta ve kontrol
Proktektomi sonrası VAC ve taburculuk sonrası 10 grubundaki bütün bireylere bazal 12 derivasyonlu
ay
elektrokardiyografi ve tredmil egzersiz testi
yapılmıştır. Kalp hızı toparlanma indeksleri,
maksimal kalp hızından toparlanma döneminin
1. ve 2. dakikalarındaki kalp hızı çıkartılarak
hesaplanmıştır (KHTİ1, KHTİ2).
Bulgular: Temel klinik ve demografik özelliklerine
göre grupların yaş ve cinsiyet özellikleri benzerdi.
3 grup arasında başlangıç sistolik kan basıncı
veya maksimal sistolik kan basıncı veya istirahat
kalp hızlarında anlamlı bir farklılık izlenmedi.
Tüm hastalar ve kontrol grubu katılımcıları sinus
ritmine ve dinlenmede normal 12 derivasyonlu
EKG sonucuna sahipti. Egzersiz stress testi sırasında
maksimal kalp hızı ve bazal kalp hızı ÜK, CH ve
kontrol grubunda benzer bulundu. Birinci ve ikinci
dakikadaki KHTİ’leri ÜK, CH ve kontrol grubunda
benzerdi.
SS-020
İnflamatuvar bağırsak hastalıklarında kalp hızı
toparlanma indeksinin değerlendirilmesi
Sonuç: Otonomik sinir sisteminin bir göstergesi olan
ve egzersiz stress testi ile ölçülen KHTİ, ÜK ve CH’
Oktay Ünsal1, Yasemin Aydoğan Ünsal1, Oktay de etkilenmemiştir.
Bulur1, Metin Uzman2, Esin Beyan1, Mehmet
Aytürk3, Kürşat Dal1, Serdar Karakaya1, Murat Eser1, Anahtar Kelimeler: crohn hastalığı, inflamatuvar
İbahim Karadağ1, Kubilay Şahin1, Fatma Kaplan Efe1 bağırsak hastalığı, ülseratif kolit, kalp hızı toparlanma
indeksi
93
SS-023
Gastrik SMT’lere ait endoskopik ve patolojik özellikler
Tablo 1’de verilmiştir. Ortalama tümör boyutu 4.4 cm
(2-6 cm), çıkarılan mide wedge rezeksiyon piyesi ise 8.3
cm (3.5-12.5 cm) idi.
Gastrointestinal Stromal Tümörlerde Laparoskopik
Rezeksiyonla Eş Zamanlı Gastroskopi
Hüseyin Çiyiltepe, Ulaş Aday, Ebubekir Gündeş, Durmuş
Ali Çetin, Erdal Polat, Kamuran Cumhur Değer, Mustafa
Duman
Sonuç olarak özefagogastrik bileşke veya pilora yakın
yerleşimli tümörlerde eş zamanlı gastroskopi yapılması
ile rezeksiyon sonrası darlık riski ortadan kaldırılacaktır.
Aynı zamanda stapler hattından olan kanamalara aynı
seansta müdahale edilmesi ve cerrahi sınırların net
bir şekilde görülmesi de laparoskopik rezeksiyonla eş
zamanlı gastroskopi yapılmasının getirmiş olduğu diğer
avantajlardır.
Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma
Hastanesi, Gastroenteroloji Cerrahisi Kliniği
Gastrointestinal stromal tümörler (GİST), barsak
duvarında motor fonksiyonundan sorumlu Cajal
hücrelerinden köken alan mezenkimal tümörlerdir. Nonmetastatik GİST’lerde primer tedavi seçeneği cerrahidir.
Cerrahideki amaç negatif cerrahi sınır elde etmektir.
Anahtar Kelimeler: GİST, Laparoskopi, Gastroskopi
Resim 1- GİST BT Görünümü
Günümüzde minimal invaziv tekniklerin yaygın
olarak kullanılmaya başlanması ile GİST cerrahisinde
laparoskopik cerrahi ön plana çıkmıştır. Tümör
boyutunun küçük olması ve ekstragastrik uzanımının
olmaması veya posterior gastrik duvar yerleşimli olması
laparoskopik rezeksiyonu zorlaştıran durumlardır.
Ayrıca kardiya ya da pilora yakın yerleşimli tümörlerde
laparoskopik wedge rezeksiyon bu alanlarda gelişebilecek
darlıklar nedeniyle işlemi zorlaştırmaktadır.
Laparoskopik rezeksiyona eş zamanlı intraoperatif
gastroskopi yapılması tümörün gastroskopik yerleşimi ve
laparoskopik olarak yerin tayin edilmesi sayesinde işlemi
kolaylaştırmaktadır.Diğer avantajlar ise özellikle pilor ve
kardiyaya yakın yerleşimli tümörlerde wedge rezeksiyon
sonrası gelişebilecek darlıklara engel olması ve stapler
hattından oluşabilecek kanamaların intraoperatif fark
edilerek hemostaz sağlanmasıdır.
Resim 2- GİST BT Görünümü
Bu sunumda kliniğimizde uygun GİST vakalarında
eş zamanlı intraoperatif gastroskopik gözlem ve
laparoskopik wedge rezeksiyon yaptığımız vakaları video
eşliğinde sunmayı amaçladık.
6 GİST öntanılı hastaya intraoperatif gastroskopi işlemiyle
birlikte laparoskopik wedge rezeksiyon yapıldı.
Tümörün lokalizasyonunu belirlemek amacıyla bu
aşamada üst endoskopi başka bir cerrah tarafından
yapıldı. Endoskopik olarak görülen tümörün olduğu
alana laparoskopik olarak sütür/klips ile işaretleme
yapıldı. Takiben laparoskopik GİA stapler yardımı ile
wedge rezeksiyon tamamlandı. Rezeksiyon esnasında
endoskopik olarak tümörün güvenli cerrahi sınırlar
içerisinde olup olmadığı, kardiyaya yakın tümörlerde
darlığa neden olup olmadığı ve rezeksiyon sonrasında
stapler hattından kanama varlığı değerlendirildikten
sonra operasyon sonlandırıldı.
94
Resim 4- GİST gastroskopik görüntü
Resim 3- GİST BT Görünümü
Resim 5- GİST laparoskopik görüntü
Vaka
1
2
3
4
5
6
Gastrik Submukozal Tümörlere Ait Endoskopik ve Patolojik Özellikler
Cerrahi
Tümör yer- Tümör
Spesmen
Mitoz sayısı
sınır uzak- Tümör tipi
leşimi
boyutu (cm) boyutu (cm)
(/50BBA)
lığı (cm)
Anterior
Fun3x3x2
6x5x1
1
GİST
4
dus-Korpus
Anterior
Fun5.5x4x3
10x8x1
1.5
GİST
2
dus-Korpus
Büyük Kurvatur
6x4.5x3
9x8x1
1
GİST
2-3
Fundus-Korpus
Büyük Kurvatur
6x4.5x2.5
9x8x1
1.5
GİST
1-2
Fundus-Korpus
Anterior
Fun4.5x4.3x3.5 12.5x8x0.7
2.5
GİST
4
dus-Korpus
Anterior
Korpus-An- 2x1.5x0.7
3.5x2x2
0.5
LİPOM
trum
95
Fletcher
Risk grubu
Düşük
Orta
Orta
Orta
Düşük
-
SS-027
edilen verileri SPSS (ver. 18.0; IBM Corp., Armonk, NY,
USA) programını kullanarak Friedman, anlamlı bulunan
sonuçları ise Wilcoxon testi ile ikişerli gruplar halinde
değerlendirdik.
Kist Hidatik Hastalığında Albendazol’ün ve Cerrahi
Tedavinin Karaciğer Fonksiyon Testlerine Etkisi
Orhan Gözeneli, Ali Uzunköy
Bulgular:
Sonuçları değerlendirdiğimizde, özellikle AST ve ALT
değerlerinde Albendazol tedavisi başlamadan önce
kaydedilen değerler ile ameliyat öncesi kaydedilen
değerler ve kontrol değerleri arasında önce yükseliş,
sonra düşüş izledik. Yani AST ve ALT değerleri,
Albendazol tedavisi ile önce yükselmiş, ameliyat sonrası
yine Albendazol tedavisinin devam etmesine rağmen
anlamlı bir düşüş göstermiştir. Bu sonuçlardan da KCFT
değerlerinin cerrahi tedavinin uygulanması ile bir düşüş
eğiliminde olduğu sonucunu çıkarttık.
Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim
Dalı, Şanlıurfa
Giriş:
Karaciğer kist hidatik hastalığı, ülkemizde, yerelde ise
bölgemizde çok fazla görülmektedir. Bu hastalık başta
karaciğer olmak üzere, tüm organlarda görülebilir. Kist
hidatik tanısı konulduktan sonra, operasyon öncesi ve
sonrası dönemde 10 mg/kg dozunda Albendazol tedavisi
uygulamak gerekir. Albendazol’ün karaciğer fonksiyon
testleri üzerine etkileri mevcuttur ve AST ile ALT’yi
artırabilir. Bu nedenle hastalar bu tedaviyi alırken kontrol
altında tutulurlar.
Tartışma:
Karaciğer kist hidatik hastalığı, özellikle bölgemizde
sıklıkla görülmektedir. AST ve ALT düzeyleri, karaciğer
hücre yıkımında artar. Albendazol gastrointestinal
nematodlar ve sestodların larva formunda kullanılan
benzimidazol türevlerindendir(1). Sülfoksit metabolitleri,
benzimidazollerin biyolojik yanıtından sorumludur(2)
ve karaciğer sitokrom P450 enzimi tarafından yıkılır.
Sonuç:
Bu çalışmamızın sonuçlarına göre, kist hidatik hastalığının
tedavisinde
cerrahi
tedavinin
uygulanmasının,
Albendazol tedavisindeki KCFT artışını göreceli olarak
azalttığını düşünüyoruz.
Materyal-Metod:
Bu çalışmamıza Ocak-2014 ile Mart-2016 arasında
karaciğer kist hidatik tanısı koyduğumuz 140 hastadan
tetkiklerine ulaşabildiğimiz 50 hastayı retrospektif olarak
dahil ettik. Hastaların demografik verileri kaydedildi.
Hastalarımıza preoperatif dönemde 2 hafta 10 mg/kg/
gün Albendazol tedavisi uygulamaktayız. Postoperatif
dönemde ise 4 hafta tedavi, 2 hafta izlem şeklinde olan
tedavi şemasından 3 kür uygulamaktayız. Hastaların tanı
anındaki, 2 hafta Albendazol tedavisi sonrası ve ameliyat
sonrası 4. haftadaki KCFT değerlerini kaydettik. Elde
1
2
3
Pa
Anahtar Kelimeler: hidatik kist, karaciğer fonksiyon
testleri, albendazol
KCFT’nin Preop 2. hafta, Preop 1. gün ve Postop 4. haftadaki değerlerinin incelenmesi
AST
ALT
ALP
GGT
T.Bilirubin
D.Bilirubin
24(13-130)
23,5(8-418)
92,5(30-398) 30,5(7-709)
0,55(0,17-14,51) 0,21(0,06-10,28)
42(14-234)¶
43(9-418)¶
94(35-398)
37,5(6-709)
0,58(0,2-4,02)
0,23(0.02-2,85)
0,41(0,12-4,03)¶,
26(8-144)§
29(9-307)§
79(30-700)
51(11-440)
0,16(0,02-3,23)¶, §
§
<0.001
<0.001
0.032
0.109
0.015
0.007
Pa: Friedman Test(P<0.05 anlamlı) Wilcoxon testi ile P¶<0.016 Tedavi Öncesi ile karşılaştırma, P§<0.016 Ameliyat
Öncesi ile karşılaştırma
SS-028
Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Genel
Cerrahi Kliniği, Adana
2
Endoskopik Retrograd Kolanjiopankreatografi sonrası
laparoskopik kolesistektomi operasyonunda açığa
konversiyonu etkileyen faktörler
Giriş: Endoskopik retrograd kolanjiopankreatografi
(ERCP) işleminin laparoskopik kolesistektomi (LK)
operasyonunun açığa konversiyonunu arttırdığına dair
görüşler mevcuttur. Bu duruma yol açan mekanizmalar
tam olarak aydınlatılamamıştır. Çalışmamızda bu durum
araştırılmış ve bu duruma yol açan risk faktörleri analiz
edilmiştir.
Özgür Akgül1, Hüseyin Çelik1, Enes Malik Üçkan1, Serkan
Akbulut2, Mehmet Keşkek1, Mesut Tez1
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Genel
Cerrahi Kliniği, Ankara
1
96
Metod: 2011-2015 yılları arasında Ankara Numune Eğitim
ve Araştırma Hastanesi’nde ERCP yapılıp ardından opere
edilen 312 hasta retrospektif olarak tarandı, ERCP sonrası
açık kolesistektomi yapılan 70 hasta çalışma dışı bırakıldı.
Geriye kalan laparoskopik kolesistektomi yapılmış 242
hastanın demografik verileri, ameliyat kayıtları, ERCP
işlem kayıtları, preoperatif radyolojik ve biyokimyasal
verileri, patoloji sonuçları, ERCP ile LK arasında geçen
süre ve açığa konversiyonlar değerlendirildi.
Kocaeli Derince Eğitim Ve Araştırma Hastanesi,
Gastroenteroloji Cerrahisi Kliniği, Kocaeli, Türkiye
2
Giriş-Amaç:
Mekanik intestinal obstrüksiyon, acil servis başvurularının
önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Etyolojide bir çok
faktör mevcuttur. Özellikle yaşlı hasta populasyonunda
nadir mekanik intestinal obstruksiyon nedenlerinden
biri de safra taşı ileusudur. Safra taşı ileusunun tedavi
yönetimi literatürde hala tartışmalı olup standart bir
yaklaşım yoktur. Bu çalışmada, safra taşı ileusu nedeni
ile opere edilen dört vaka eşliğinde safra taşı ileusunun
tedavi yönetiminin tartışılması amaçlanmıştır.
Bulgular: Hastaların 93’ü erkek(%38,4), 149’u(%61,6)
kadın, ortalama yaş 54,3 (18-87) olarak saptandı. 242
hastanın 28’inde (%11,6) açığa konversiyon gerçekleşti.
Univaryant analizde beyaz küre (WBC) ve serum total
bilirubin yüksekliği (cut off değeri: 3 mg/dl), operasyon
öncesi ERCP ile koledok stenti koyulmuş olması,
ultrasonografide preoperatif olarak koledok dilatasyonu
saptanmış olması açığa konversiyon için anlamlı olarak
saptandı. Multivaryant analizde WBC yüksekliği (cut off
değeri:15 x 10 9/L) anlamlı olarak saptandı.
Bulgular:
Kliniğimizde Ocak 2014- Ocak 2016 tarihleri arasında
safra taşı ileusu nedeni ile opere edilen dört hasta
çalışmaya dahil edildi. Hastaların yaş ortalaması 71,5
(59-80) idi. Hastaların ikisine sadece enterotomi ile taş
ekstraksiyonu uygulandı. Diğer iki hastaya enterotomi
ile taş ekstraksiyonu ve kolesistoduodenal fistül onarımı
uygulandı. Kolesistoduodenal fistül onarımı yapılan
iki hastada da onarım uygulanan duodenumdan kaçak
görüldü. Bu hastalardan birinde mortalite görüldü.
Hastaların demografik, klinik ve postoperatif bulguları
tablo 1 de özetlenmiştir.
Sonuç: ERCP sonrası laparoskopik kolesistektomi
planlanan hastalarda preoperatif olarak WBC yüksekliği
saptanması, laparoskopik kolesistektominin açığa
konverte olma olasılığını arttırmaktadır.
Anahtar Kelimeler: laparoskopik kolesistektomi,
açığa
konversiyon,
endoskopik
retrograd
kolanjiopankreatografi, risk faktörleri
Murat Coşkun1, Adem Yüksel2, Hamdi Taner Turgut1,
Özkan Subaşı1, Murat Burç Yazıcıoğlu1, Mehmet
Özyıldız1, Çağrı Tiryaki1
Sonuç:
Safra taşı ileusu sıklıkla yaşlı populasyonda görülen
bir durumdur. Cerrahi tedavide standart bir yaklaşım
yoktur. Hastalardaki mevcut komorbid durumların
varlığı, gastrointestinal obstrüksiyonun neden olduğu
ilave komorbiditeler, safra kesesi ve fistül alanı etrafındaki
enflamasyonun oluşturabileceği cerrahi zorluk nedeni
ile bu hastalarda ilk planda konservatif( enterotomi ile
taş ekstraksiyonu) cerrahi yaklaşımların tercih edilmesi
daha uygun bir tedavi seçeneğidir.
Kocaeli Derince Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Genel
Cerrahi Kliniği, Kocaeli, Türkiye
Anahtar Kelimeler: intestinal obstrüksiyon, safra taşı
ileusu, enterolitotomi
SS-030
Safra Taşı İleusunda Cerrahi Yaklaşım
1
97
Hasta
Yaş
Cinsiyet
Semptom
Ek Hastalık
ASA
Operasyon
Operasyon Süresi
(Dakika)
Safra Taşı
Çapı(cm)
Morbidite
Mortalite
Hastaların Demografik Ve Klinik Özellikleri
#1
#2
#3
80
59
72
Kadın
Kadın
Kadın
Karın ağrısı, Bulantı, Karın ağrısı, Bulantı, Karın ağrısı, Bulantı,
Kusma
Kusma
Kusma
Hipertansiyon,
Koroner Arter
Hipertansiyon
Hipertansiyon, Diabet
Hastalığı
3
2
3
Enterotomi ile Taş
Enterotomi ile Taş
Enterotomi ile Taş
Ekstraksiyonu, KoleEkstraksiyonu
Ekstraksiyonu
sistoduodenal Fistül
Onarımı
Diabet
3
Enterotomi ile Taş
Ekstraksiyonu, Kolesistoduodenal Fistül
Onarımı
80
150
180
2,4
3,0
3,6
3,2
Anastomoz kaçağı
Var
Anastomoz kaçağı
Yok
Yara yeri enfeksiyonu Yok
Yok
Yok
İdiopatik hepatosplenomegali,
olgularda gaucher hastalığı sıklığı
sitopeni,
polikliniklerinde bu nedenlerle araştırılan hastalarda
Gaucher hastalığının sıklığını araştırdık.
sirozlu
Yöntem
Hastanemizin
hematoloji
ve
gastroenteroloji
polikliniklerine hepatomegali, splenomegali, sitopeni,
kriptojenik siroz nedeniyle başvuran 67si kadın (%58),
49u erkek (%42) 18 yaş üzeri 116 hasta alındı. Öncelikle
bu hastalarda kronik viral hepatit B, C, alkolik karaciğer
hastalığı, non-alkolik yağlı karaciğer hastalığı, otoimmun
hepatit, hemokromatozis, alfa-1 antitripsin eksikliği,
Wilson hastalığına yönelik öykü, laboratuar tetkikleri
alınarak bu hastalıkların mevcudiyeti dışlandı. Ardından
bu hastalardan kuru kan damlası örneğinden tandem
kütle spektrometrisi yöntemiyle glukoserebrosidaz enzim
düzeyleri çalışıldı. Enzim düzeyleri düşük saptanan
hastalarda genetik mutasyon analizi yapıldı.
Şafak Meriç Özgenel1, Tuncer Temel1, Neslihan Andıç2,
Ayşegül Özakyol1
Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Gastroenteroloji
Bilim Dalı, Eskişehir
2
Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim
Dalı, Eskişehir
1
Amaç
Gaucher
hastalığı
glukoserebrozidaz
enziminin
eksikliğine bağlı, doğuştan hücresel glikolipid geri
dönüşümünün etkilendiği metabolik bir bozukluktur.
Glukoserebrozid ile glukoz, lipid bileşenlerine
indirgenmiş bazı bileşenlerin hücre lizozomlarında
birikimi meydana gelir. Bu hastalık eksik enzimin
replasmanı ile tedavi edilebilen, bazı komplikasyonları
engellenebilen kalıtımsal birkaç metabolik hastalıktan
biridir.
Bulgular
Çalışmaya alınan 116 hastanın 2si kadın 1i erkek 3
tanesinde (% 0.02) mutasyon enzim düzeyi düşüklüğü ve
Gaucher hastalığına spesifik genetik mutasyon saptandı,
bu hastalara Gaucher hastalığı tanısı konuldu.
Sonuç
Dünya çapında insidansı 75.000de bir olan ancak
ülkemizde akraba evliliklerinin diğer ülkelere göre daha
yaygın olmasından dolayı Gaucher hastalığı gibi otozomal
resesif hastalıkların görülme sıklığı dünya verilerine göre
daha fazla olabilir. Hastaların çoğunluğuna pediatrik yaş
grubunda tanı konmasına rağmen erişkin yaş grubuna
kadar kliniği ılımlı olarak seyretmiş ve tanısı gecikmiş bir
grup hasta mevcuttur.
İnsidansı tüm dünyada 75.000 doğumda 1 olmakla
beraber Aşkanazi Yahudilerinde daha sıktır.
Klinik pratikte hepatosplenomegali, transaminaz
yüksekliği, kriptojenik siroz, bisitopeni, pansitopeni
ile başvuran hastaların küçük bir kısmında etiyoloji
metabolik hastalıklardır.
hastanemizde
Karın ağrısı
70
SS-031
Biz
#4
75
Kadın
hematoloji
ve
gastroenteroloji
98
Kuru kan örneğinden basit bir enzim tayini, ardından
yapılacak mutasyon analizi ile bu hastaların taraması
ve tanısı yapılabilmekte, eksik olan enzimin periyodik
olarak replasmanı ile klinik remisyon sağlanabilmekte ve
yaşam kalitesi düzeltilebilmektedir.
aspirasyon yöntemini uyguladığımız toplam 9 hastanın
verileri incelendi. Aspirasyon yönteminde nazogastrik
kataterin içerisinden gönderilen daha ince lümenli bir
katater aracılığıyla oluşturulan çift lümenli bir sistem
kullanıldı.
Hepatosplenomegali, anemi, transaminaz yüksekliği,
siroz etiyolojisi araştırılan hastalarda Gaucher hastalığı
da akla gelmelidir.
Bulgular: Yaşları 28 ile 71 arasında değişen toplam 9
hastanın, 7’si erkek, 2’si bayandı. 7’si malign nedenlerle
opere olmuşken, 2’si benign hadiselerden dolayı opere
edilmişti. 3 hasta mide kanseri, 3 hasta rektum kanseri,
1 hasta özefagus kanseri, 1 hasta duodenal arter
kanaması nedeniyle kliniğimizde opere edildikten sonra
anastomoz kaçağı veya fistül gelişmişken, bir hasta dış
merkezde laparoskopik kolesistektomi sırasında koledok
zedelenmesi nedeniyle açık operasyona geçildikten
sonra oluşan duodenal fistül nedeniyle kliniğimize
sevkedilmişti. Hastaların ortalama yatış süreleri 42,1±19
gündü, aspirasyon süresi ortalama 13,6±4 gündü.
Hastaların 4’üne neoadjuvan kemoradyoterpi(KRT)
uygulanmıştı. 8 hasta tedavi sonrası şifa ile taburcu
edilirken, özefagus kanseri nedeniyle neoadjuvan KRT
sonrası laparoskopik İvor Lewis özefajektomi yapılan ve
hem özefagomediastinal hem de trakeomediastinal fistül
gelişen hasta kaybedildi.
Anahtar
Kelimeler:
Gaucher
hepatosplenomegali, sitopeni, siroz
hastalığı,
SS-034
Anastomoz kaçaklarında ve intestinal fistüllerde
sürekli intraluminal aspirasyon yönteminin tedavideki
etkinliğinin retrospektif incelenmesi
Arif Emre1, Mehmet Sertkaya1, Emrah Cengiz1, Onur
Peker2, Eyüp Mehmet Pircanoğlu2, İlhami Taner Kale1
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Genel
Cerrahi Anabilim Dalı/Kahramanmaraş
2
Kahramanmaraş Necip Fazıl Şehir Hastanesi, Genel
Cerrahi Kliniği/Kahramanmaraş
1
Sonuç: Anastomoz kaçakları ve intestinal fistüllerde
reoperasyonlar yüksek morbidite ve mortalite sebebidir.
Bu nedenle daha düşük mortalite ve morbiditeye sahip
nonoperatif yöntemler reoperasyona tercih edilebilir.
Bu çalışma az volümlü retrospektif bir çalışma olmasına
rağmen tedavideki başarı dikkate değerdir. Sürekli
intraluminal çift lümenli kataterle aspirasyon yöntemi
tedavi süresi nispeten uzun olmasına rağmen, mortalitesi
ve maliyeti düşüktür. Bu yöntemin etkinliğini daha da
aydınlatmak ve geniş anlamda uygulanabilirliğini kolay ve
sistemli hale getirebilmek için hasta sayısının fazla olduğu
geniş volümlü çalışmaların yapılması gerekmektedir.
GİRİŞ-Amaç: İntestinal fistüller ve anastomoz kaçakları,
hem malignite nedeniyle yapılan cerrahiler sonrasında,
hem de diğer benign girişimlerden sonra oluşabilen
tedavisi zor ve karmaşık komplikasyonlardır. Hastalar
için ciddi morbidite ve mortaliteye yol açarlar. Bu
çalışmamızın amacı bu komplikasyonların geliştiği
hastaltaların tedavi yönetiminde sürekli intraluminal
aspirasyon yönteminin etkinliğini göstermektir.
Gereç-Yöntem: Retrospektif olarak planladığımız bu
çalışmamızda 01.01.2014-15.03.2016 tarihleri arasında
kliniğimizde hem malign hem de benign nedenlerle
opere edilen ve operasyon sonrasında anastomoz kaçağı
veya intestinal fistül gelişen ve sürekli intraluminal
Anahtar Kelimeler: Anastomoz kaçağı, intestinal fistül,
intraluminal aspirasyon
99
Tablo 1
Cinsiyet/
Yaş
Primer
hastalık
E/38
MİDE
CA
E/54
E/44
K/64
E/71
E/55
E/68
E/28
K/56
Uygulanan cerrahi
TOTAL GASTREKTOMİ+
ÖZEFAGOJEJUNOSTOMİ
KOLEL- KOLEDOK ONARİTYAZİS IMI
DUODENAL VAGATOMİ+DUARTER ODENAL ARTER
KANA- LİGASYONU+PİMASI
LOROPLASTİ+BESLENME
PERFORA- JEJUNOSTOMİSİ
SYONU
REKTUM
MİLES AMELİYATI
CA
TOTAL GASMİDE
TREKTOMİ+
CA
ÖZEFAGOJEJUNOSTOMİ
REKTOTAL
TUM
MEZOREKTAL
CA
EKSİZYON
TOTAL GASMİDE
TREKTOMİ+
CA
ÖZEFAGOJEJUNOSTOMİ
ÖZEFA- IVOR LEVİS ÖZEGUS CA FAJEKTOMİ
REKTOTAL
TUM
MEZOREKTAL
CA
EKSİZYON
Komplikasyon
Komp.tespit
yöntemi
ÖZEFAGOJEJUNOSTOMİ KAÇAĞI+BT+SKOPİ
MEDİASTİNAL
FİSTÜL
DUODENUM
BT+SKOPİ
YARALANMASI
Asp.süresi
(gün)
Yatış.
süresi
(gün)
Sonuç
15
35
Şifa
18
25
Şifa
DUODENAL
PERFORASYON
SIZDIRMASI
BT+ENDOSKOPİ
13
60
Şifa
REKTOVAGİNAL
FİSTÜL+VAGİNAL
ABSE
KLİNİK+
VAGİNOSKOPİ
12
51
Şifa
DUODENAL
GÜDÜK SIZDIRMA- SKOPİ+BT
SI
11
61
Şifa
REKTOSKO17
Pİ+ KLİNİK
62
Şifa
ANASTOMOZ
KAÇAĞI
DUODENAL
GÜDÜK SIZDIRMA- KLİNİK+BT
SI
10
32
Şifa
ÖZEFAGOMEDİASTİNAL FİSTÜL
KLİNİK+BT
13
20
Ex
ANASTOMOZ
KAÇAĞI
KLİNİK+
REKTOSKO- 17
Pİ
30
Şifa
İntraluminal aspirasyon uygulanan hastaların özellikleri
SS-035
Delta endemik bölgede HCC: tek merkez deneyimi
Abdurahman Şahin1, Nurettin Tunç1, Mehmet Yalnız1,
Ulvi Demirel1, Hakan Artaş2, Koray Karabulut3, Orhan
Kürşat Poyrazoğlu1, İbrahim Halil Bahçecioğlu1
Etyolojisinde viral hepatitler ve siroz önemli rol oynar.
HSK siroza bağlı mortalitenin önemli nedenlerinden
birisidir. Viral hepatitler HSK oluşumunda öneli rol
oynar.
Fırat Üniversitesi, Gastroenteroloji Bölümü
Fırat Üniversitesi, Radyoloji bölümü
3
Fırat Üniversitesi, Genel Cerrahi Bölümü
Metod: 2009 ile 2016 yılları arasında, Fırat Üniversitesi
Gastroenteroloji Bölümü’nde HSK tanısı ile izlenen
hastalar retrospektif olarak incelenmiştir. Hastaların
demografik ve klinik bilgileri, etyolojik faktörler, tanı
anında tümörün özellikleri ve mortalite durumları
hastane kayıtlarından elde edilmiştir.
Amaç: Hepatoselüler karsinom (HSK) dünyada sık
görülen ve fatalite hızı yüksek olan bir kanserdir.
Sonuçlar: HSK tanısı olan 118 hasta incelenerek verilerine
tam olarak ulaşılan 65 hasta çalışmaya alındı.
1
2
100
Hastaların 57’si (%88) erkek olup, ortalama yaş 67±11
olarak bulundu. Etyolojide 29 hastada HBV, 23 hastada
HDV, 7 hastada HCV, 1 hastada NASH mevcuttu. 5
hastada kriptojenik siroz mevcuttu. İki kriptojenik
siroz ve 1 HCV’li hastada geçirilmiş HBV infeksiyonu
olduğu görüldü. Tanı anında 7 hastada siroz bulguları
yoktu. 25 hastada ilk başvuruda HSK mevcuttu. Siroz
hastalarının 17’si Child A, 31’i Child B ve 10 tanesi Child
C grubundaydı. Medyan MELD değeri 9 (6-21) olarak
bulundu. BCLC sınıflamasına göre; %17’si (11) A, %32’si
(21) B, %26’sı (17) C, %24’ü (16) D sınıfındaydı. Takipte
hastaların 57’sinin (%88) öldüğü gözlendi. Yaşayan 8
hastanın 4’üne KC transplantasyonu, 1’ine RF ablasyonu
(RFA), 12ine RFA sonrası sorafenib, 2’sine TAKE
sonrası sorafenib tedavisi uygulanmıştı. Yaşayan hasta
grubunda medyan yaş 68 (48-76) olup, tanı sonrasında
geçen medyan süre 19,5 (13-75) ay olarak hesaplandı.
Mortalite görülen grupta medyan yaş 68 (46-93) olup,
medyan sağkalım 5 ay (1-50) bulundu. HBV’ye bağlı HSK
gelişenlerle HDV’ye bağlı HSK gelişenler arasında tanı
yaşı, mortalite oranı, sağkalım süresi, Child grubu, MELD
skoru ve AFP düzeyi yönünden fark yoktu (p>0,05).
İstatiksel anlamlılığa ulaşmasa da HDV grubunda kadın
oranı daha fazlaydı (5/23’e karşı 1/29; p=0.07).
Tartışma: HDV endemik bölgelerde, HDV de HBV’ye
benzer oranda HSK’a neden olur. Uygun hastalarda KC
transplantasyonu ve RFA definitif tedavilerdir.
Anahtar Kelimeler: Hepatoselüler karsinom, HDV, HBV
SS-037
Appendiks müsinöz tümörlerinin
analizi: Tek merkez deneyimi
klinikopatoloji
Arif Emre
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Tıp Fakültesi,
Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Kahramanmaraş, Türkiye
Giriş: Appendiks mukoseli mukoid materyalin lümen
içinde birikmesiyle oluşan appendiksin obstruktif
dilatasyonudur. Spontan yada iyatrojenik rüptürünün,
halen tedavisinde tam bir algoritma bulunmayan
psödömiksoma peritonei sendromuna yol açması
nedeniyle, mukosel önemli bir patolojik durum
olup literatürde geniş volumde yer bulmaktadır.
Literatürde sıklıkla kabul gören dört farklı oluşum tipi;
retansiyon kistleri, mukozal hiperplazi, kistadenoma ve
kistadenokarsinomadır.
Materyal-Metod: Retrospektif olarak planlanan bu
çalışmada, KSÜ Tıp fakültesi hastanesinde Ağustos 2009
ile Mart 2016 tarihleri arasında appendektomi yapılan
757 hasta arasında histopatolojileri appendiks musinöz
tümörleri ile uyumlu olan 13 hastanın operasyon öncesi
ve sonrası verileri incelendi.
Bulgular: Musinöz tümör görülme sıklığı %1,71 idi.
6’sı bayan (%46), 7’si erkek (%54), toplam 13 hastanın
median yaşı 52,4 tü( yaş aralığı 25-83). Hastaların 7 ‘sinde
preoperatif tanı akut apandisit, 2’sinde perfore appendisit
ve periappendiküler apse, 2 sinde çekumda malignite
açısından şüpheli kitle iken, 1’i uterin leomiyom
nedeniyle ameliyat edilmişti. Spesmenlerin histopatolojik
incelemesi neticesinde 4 hastada basit musinoz kist,
4 hastada musinoz kistadenom, 3 hastada mukozal
hiperplazi ve 2 hastada musinöz kistadenokarsinom
tanısı konulmuştu. Hastaların ortalama hastanede kalış
süresi 5,2 gündü. Hastaların 1’i septik şoktan,1’i solunum
yetmezliğinden, 1’i kardiak arestten, sırasıyla 1-14-20.
günlerde kaybedildi. Geriye kalan 10 hasta ortalama 44
ay takip edildi. 10 hastanın hiçbirinde takipte nüks veya
ölüm gerçekleşmedi.
Tartışma: Mukoselin cerrahi tedavisinde ana prensip
appendiks ve apendiks lenf nodlarını da içine alan
tüm mezoappendiksin geniş eksizyonunu içermesi
gerekliliğinin yanısıra ilişkili benign yada malign
patolojiye göre değişir. Çoğunlukla benign olan bu klinik
durumun oluşabilecek bir rüptür neticesinde malign
kabul edilen psödömiksoma peritonei sendromuna sebeb
olunmaması açısından cerrahi esnasında son derece
dikkatli olunmalıdır.
Sonuç: Appendiks müsinöz tümörleri nadir görülüp,
genellikle operasyon esnasında klinik tanısı konulup,
benign veya malign ayırımı ancak spesmenin
histopatolojik ve sitolojik incelemesiyle yapılabilir.
Anahtar Kelimeler: Apendiks müsinöz tümörleri, mukosel,
mukozal hiperplazi, kistadenoma, kistadenokarsinoma
101
Tablo 1
Hasta
no
Cinsiyet/
Ana sempBaşvuru şekli
Yaş
tom
Görüntüleme
Preop. WBC
USG/BT/MR
Preop. CRP
1
E/83
Acil
Ağrı
-/-/-
Normal
Artmış
2
E/34
Acil
Ağrı
+/+/-
Normal
Normal
3
K/72
Elektif
Ağrı
-/-/+
Normal
Ulaşılamadı
4
E/80
Acil
Ağrı
-/-/-
Artmış
Artmış
5
K/61
Acil
Ağrı
+/+/-
Artmış
Artmış
6
E/33
Acil
Ağrı
-/-/-
Ulaşılamadı Ulaşılamadı
7
K/49
Acil
Ağrı
-/-/-
Normal
Artmış
8
K/81
Acil
Ağrı
-/-/-
Normal
Artmış
9
10
E/60
E/41
Elektif
Acil
Kitle
Kanama
-/+/-/+/-
Normal
Normal
Ulaşılamadı
Ulaşılamadı
11
K/37
Acil
Ağrı
-/-/-
Artmış
Artmış
12
K/25
Acil
Ağrı
-/-/-
Artmış
Ulaşılamadı
13
E/25
Acil
Ağrı
-/-/-
Artmış
Ulaşılamadı
Appendiks mukoseli saptanan hastaların operasyon öncesi karakteristikleri
102
İlişkili
Preop.
patotanı
loji
Akut
app.
Akut
app.
İnsLeiyiden- omiyom
tal
Akut
app.
Perfore
App.
Akut
app.
Akut
app.
Perfore
App.
Kitle
Kitle
Akut
app.
Akut
app.
Akut
app.
Tablo 2
Hasta
no
Cinsiyet/ Uygulanan
Yaş
cerrahi
Tümör
boyu/çapı
(mm)
Appendiks dışı
müsin
Patoloji
sonucu
Yatış
süresi
(gün)
Takip
süresi
Nüks
Yaşıyor/
Ölü
1
E/83
Appendektomi
2
E/34
Appendektomi
40/15
Mus. kist 1
50 ay
yok
3
E/72
Appendektomi
35/30
Mus. kist 3
51 ay
yok
4
E/80
Appendektomi
50/15
Mus. kist 11
20 gün yaşamıyor öldü
5
K/61
Appendektomi+kısmi
140/50
çekum rezeksiyonu
Mus.
kistaden- 5
om
20 gün yok
6
E/33
Appendektomi
60/30
Mus.
kistaden- 3
om
50 gün yok
7
K/49
Sağ hemikolektomi
40/15
müsin +
epitel -
Mus.
kistadenom
13
6 ay
yok
8
K/81
Sağ hemikolektomi
50/10
müsin +
epitel -
Mus.
kistadenom
1
1 gün
yaşamıyor
9
E/60
Sağ hemikolektomi
120/30
müsin +
epitel
+
Mus.
kistadenokarsinom
4
49 ay
yok
10
E/41
Sağ hemikolektomi
Belirtilmemiş
müsin +
epitel -
Mus.
kistadenokarsinom
8
50 ay
yok
11
K/37
Appendektomi
12
K/25
13
K/25
80/10
Mus. kist 14
14 gün yaşamıyor öldü
öldü
septik
şok
40/5
Mukozal
hiperplazi
1
78 ay
yok
Appendektomi
60/5
Mukozal
hiperplazi
2
76 ay
yok
Appendektomi
70/10
Mukozal
hiperplazi
1
78 ay
yok
Appendiks mukoseli saptanan hastaların operasyon sonrası karakteristikleri
103
Ölüm
sebebi
solunum
yetmezliği
kalp
yetmezliği
SS-038
yanığı, metilen mavisi, stenoz indeksi, TNF-α
Korozif özefagus yanıklarında metilen mavisinin
koruyucu ve antiinflamatuar etkisi: Deneysel çalışma
Resim 1. Histopatolojik değerlendirme sonuçları
Ceren Şen Tanrıkulu1, Ayşe Kefeli2
Konya eğitim ve Araştırma Hastanesi, Acil Tıp Kliniği,
Konya
2
KTO Karatay Üniversitesi Medicana Tıp Fakültesi
Hastanesi, Gastroenteroloji Ana Bilim Dalı, Konya
1
Amaç: Özellikle gelişmekte olan ülkelerde daha yaygın
görülen korozif özefagus yanıkları farklı yaş gruplarında
farklı problemlere yol açarlar. Korozif maddelerin
yutulması özefagus striktürlerinden perforasyona hatta
ölüme kadar birçok probleme neden olabilir. Hasarın
şiddeti ile doğrudan ilişkili olan striktür gelişimi,
ileride ortaya çıkabilecek komplikasyonlar için anahtar
rol oynar. Bu nedenle, striktür gelişiminin önlenmesi
tedavinin asıl amacını oluşturur. Bu çalışmada, biz
korozif özefagus yanığında metilen mavisinin koruyucu
ve anti-inflamatuar etkisini araştırmayı amaçladık.
Yöntem: Yirmi sekiz rat rastgele 4 eşit gruba ayrıldı; 1.
grup (Sham), 2. grup (kontrol), 3. grup (topikal tedavi)
ve 4. grup (topikal ve sistemik tedavi). Sham grubu hariç
diğer gruplarda abdominal özefagusun 1.5 cm’lik distal
kısmına NAOH uygulanarak korozif özefagus yanığı
oluşturuldu. 2. gruba normal salin, 3. gruba topikal
metilen mavisi ve 4. gruba topikal ve sistemik metilen
mavisi verildi.
Bulgular: Hidroksiprolin seviyeleri tedavi gruplarında
kontrol grubuna göre anlamlı şekilde düşüktü (p=0.005
topikal tedavi, p=0.009 topikal+sistemik tedavi). Tumor
nekrozis factor alfa ((TNF-α) seviyelerine göre gruplar
arasında farklılık görülmedi (Tablo 1). Metilen mavisi
ile yapılan sistemik tedavinin stenoz indeksini (SI) ve
histopatolojik hasar skorunu (HDS) belirgin şekilde
azalttığı görüldü (p=0.015 SI için, p=0.019 HDS için).
Topikal tedavi ise sadece stenoz indeksi üzerine etkili idi
(p=0.016) (Tablo 2, Resim 1). Tedavi gruplarının kendi
aralarında herhangi bir farklılık yoktu.
Sham grubunda lümen çapı ve duvar kalınlığı
normal histolojide izlenmektedir (A-B). Kontrol
grubunda özefagus duvarında epiteli fokal olarak
ortadan kaldıran iltihabi hücre infiltrasyonu (yıldız)
görülmektedir (C). Muskularis mukoza ve tunika
muskularis kalınlığında artış, submukozada ve tunika
muskularisde hafif derecede kollojen depolanması
görülmektedir (D). Metilen mavisi lokal grubunda
lümen çapı normal (E), tunika muskulariste ve
submukozada kollojen birikimi görülmektedir (F).
Metilen mavisi sistemik uygulanan grupta lümen
çapı ve duvar kalınlığı normal izlenmektedir (G).
Submukozada hafif derecede kollojen artışı dışında
histolojik hasar yoktur (H).
Sonuç: Metilen mavisi korozif özefagus yanığına bağlı
oluşan doku hasarının ve özefagial stenozun azaltılmasında
etkili bir ajandır. Belirgin bir antiinflamatuar etkisi
olamamkla birlikte, özellikle sistemik uygulandığında
doku hasarı üzerine koruyucu etkisi daha belirgin
görülmektedir. Topikal tedavide ise sadece SI üzerine
etkili olduğu bulunmuştur. Koruyucu etkilerinden dolayı,
metilen mavisinin korozif özefagus yanığı olan hastalarda
topikal ve/veya sistemik uygulamasının komplikasyon
oranlarını azaltacağına inanıyoruz.
Anahtar Kelimeler: Hidroksiprolin, korozif özefagus
104
Tablo 1. Gruplar arasında hidroksiprolin ve TNF-α düzeylerinin dağılımı
Gruplar
Hidroksiprolin (μg/mg)
TNF-α (ng/L)
Grup 1 (SHAM)
0.74 ± 0.19 c
24.64 ± 9.24
Grup 2 (Kontrol)
3.20 ± 0.52
53.93 ± 8.87 x
Grup 3 (Topikal tedavi)
0.75 ± 0.33 a
42.29 ± 8.26
Grup 4 (Topikal+sistemik tedavi)
0.76 ± 0.43 b
43.97 ± 4.87
a, p=0.005, b, p=0.009 ve c, p=0.013 grup 2’ ye göre, x, p<0.001 grup 1’ e göre
Tablo 2. Histopatolojik değerlendirmeye göre grupların karşılaştırılması
Gruplar
Duvar kalınlığı (μ)
Stenoz indeksi
Total histopatolojik skor
Grup 1 (SHAM)
0.74 ± 0.27
0.42 ± 0.12 x
0 (0-1) *
Grup 2 (Kontrol)
1.13 ± 0.14
0.72 ± 0.17
3 (2-3)
Grup 3 (Topikal tedavi)
0.88 ± 0.19
0.44 ± 0.12 y
1 (0-2)
Grup 4 (Topikal+sistemik
0.70 ± 0.14 a
0.39 ± 0.09 z
1 (0-1) #
tedavi)
a,p=0.023 grup 2’ ye göre, x,p=0.032, y,p=0.016 ve z,p=0.015 grup 2’ ye göre, *,p=0.005 ve #,p=0.019 grup
2’ye göre
SS-046
Kolorektal kanserli geriatrik hastalarda MELD
skorunun karaciğer metastazını öngörmedeki etkisi
Şahin Kahramanca1, Oskay Kaya2, Hakan Güzel2, Turgut
Anuk3
Kars Devlet Hastanesi Genel Cerrahi, Kars
Dışkapı Yıldırım Beyazıt eğitim ve Araştırma Hastanesi
Genel Cerrahi Kliniği, Ankara
3
Kafkas Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana
Bilim Dalı, Kars
1
2
Amaç
Kolorektal kanserlerde en sık metastaz karaciğerde
görülmektedir. Çalışmamızda preoperatif hesaplanan
MELD (Model For End-Stage Liver Disease) skorunun,
geriatrik ve non geriatrik hasta gruplarındaki karaciğer
metastazını öngörmedeki rolünü araştırdık.
Yöntem:
Helsinki Deklerarasyon Kriterlerine uygun olarak,
bulantı, kusma, karın ağrısı, dışkılama alışkanlığında
değişim, kanlı gayta, kabızlık şikayetleriyle başvurup
kolorektal bölge kanseri tespit edilerek opere edilen
hastaların dosya kayıtları retrospektif tarandı. Hastaların
dosya kayıtlarından yaş, cinsiyet, tümörlü kolon segmenti,
TNM histopatolojik evrelemesi, karaciğer metastaz varlığı
ve başvuru anında hesaplanan MELD skoru kaydedildi.
Hastalar geriatrik (65 yaş ve üstü) ve non geriatrik hastalar
olarak 2 gruba ayrılarak intraoperatif karaciğer metastazı
saptanan ve saptanmayan hastalar arasında bakılan
parametreler ve hesaplanan MELD skoru karşılaştırıldı.
Tüm hastalarda MELD skoru (3.78x log (Bilirubin mg/
dl) + 11.2 x log (INR) + 9.57xlog (Kreatinin mg/dl) +
6.4) formülü ile hesaplandı. Bilinen hepatobilier sistem
hastalığı, börek yetmezliği, hematolojik ve koagulasyon
bozukluğu öyküsü olan ve dosya kayıtlarına ulaşılamayan
30 hasta çalışma dışı bırakıldı.
Bulgular
Çalışmaya dahil edilen 340 hastanın yaş ortalaması
62.9±11.8 olup erkek/kadın oranı 1.46 idi. Hastaların
153’ü (%45) geriatrik yaş grubunda idi. Kırk altı hastada
karaciğer metastazı tespit edildi. Tümör yerleşimi en
sık 234 hasta ile (%68.8) rektosigmoid bölgede iken, 76
hastada (%22.4) tümör sağ kolon yerleşimliydi. TNM
evrelemesine göre hastalarda en sık Evre2A (%24.7),
Evre3B (%21.8) tümör saptandı. Geriatrik-non geriatrik
grupları arası 30 günlük mortalite oranı geriatrik grupta
yüksek oranda idi(p:0.030). Geriatrik gruptaki karaciğer
metastazı saptanan ve saptanmayan hastalar arasında
MELD skoru dağılımları homojen iken (p:0.322), nongeriatrik hasta grubunda karaciğer metastazlı hastalarda
MELD skoru anlamlı şekilde yüksek idi(p:0.005). Non
geriatrik hastalarda 7.5 cut-off değeri baz alındığında
MELD skorunun,%69.2 sensitivite,%59.6 spesifite,%21.7
pozitif prediktif değer ve %92.3 negatif prediktif değer ile
karaciğer metastazını öngörebildiği sonucuna ulaştık.
Sonuç:
Kolorektal kanser tanısıyla opere edilen 65 yaş altı
hastalarda preoperatif dönemde hesaplanan MELD
skoru, kabul edilebilir sensitivite değeri ile karaciğer
metastazını öngörebilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Kolorektal
metastazı, MELD skoru
105
kanser,
karaciğer
üstünlüğünün olup olmadığının araştırılmasıdır.
Şekil 1: MELD skoru Roc curve eğrisi
Gereç-Yöntem:
88 hastanın 106 hidatik kistinin tedavisinde 49 kistte
Trokar tekniği kullanılırken, 56 kistte Seldinger
tekniği kullanılmıştır. Olguların 22’si erkek, 66’sı
kadın olup yaşları 15-87 arasında (ortalama 44,9)
değişmekteydi. Takip kist çapı, kist içeriği ve
duvarındaki morfolojik değişiklikler, lokal rekürrens
ve sekonder yayılım göz önüne alınarak yapıldı. US
takipleri işlemden sonra 1., 3., 6., 12., 18. ve 24.
aylarda yapıldı. Tüm abdomen BT ve akciğer grafileri
yıllık olarak elde olundu. Kist çapında azalma ve
kist içeriğinin progresif solidifikasyonu ile kistin
kaybolması pozitif iyileşme kriteri olarak alındı. Kist
çapındaki ve içeriğindeki artış ile primer kavitede
kız kistlerin belirmesi lokal rekürrens, tedavi edilen
kavite dışında yeni kist veya kistlerin belirmesi ise
sekonder yayılım olarak kabul edildi. Ortalama takip
süresi 19,23 ay (sınırlar 18-26) olarak belirlendi.
Şekil 2: Gruplar arası MELD skoru dağılım grafiği
Bulgular-Sonuç:
Yapılan takip sonuçlarına göre Trokar tekniği ve
Seldinger tekniğinin karşılaştırılmasında; kist
hacimlerindeki küçülme yüzdesi, gelişen erken
komplikasyon oranı, lokal rekürrens ve sekonder
yayılım açısından her iki teknik arasında anlamlı
farklılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır (p
değerleri; 0,384- 0,069- 0,215- 0,533). Ancak teknik
uygulama bakımından trokar tip kateterlerle yapılan
perkütan kist drenajı; seldinger iğne, kılavuz tel ve
kateter kullanılarak yapılan drenaj işlemine göre
SS-047
uygulama açısından daha kolay, düşük maliyetli ve
Karaciğer kist hidatiğinin perkütan tedavisinde pratik bir yöntemdir.
sekdinger ve trokar tekniklerinin karşılaştırılması
Anahtar Kelimeler: Hidatik, Karaciğer, Kist,
1
2
Mustafa Özdemir , Hilal Gülsüm Turan Özsoy , Seldinger, Trokar
Ruşen Acu3, Fahrettin Küçükay1, Fatma Ayça Edis
Karaciğerde tip 1 kist hidatik, perkütan tedavi öncesi
Özdemir1, Baki Hekimoğlu4, Utku Mahir Yıldırım5
ultrasonu
1
Yüksek İhtisas Eğitim Ve Araştırma Hastanesi,
Radyoloji Kliniği, Ankara
2
Çekirge Bölge Hastanesi, Radyoloji Kliniği, Bursa
3
Batman Bölge Hastanesi, Radyoloji Kliniği, Batman
4
Dışkapı Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji
Kliniği, Ankara
5
İzmir Üniversitesi, Radyoloji Ana Bilim Dalı, İzmir
Giriş-Amaç:
Bu çalışmanın amacı, karaciğer kist hidatik
hastalığının perkütan tedavisinde kaviteye girişte
Seldinger ve Trokar tekniklerinin birbirlerine
106
Gereç-Yöntem:
Ankara Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi Gastroenteroloji
Cerrahisi Kliniği’nde Haziran 2015-Şubat 2016 tarihleri
arasında kolorektal adenom için kombine endoskopik
laparoskopik cerrahi yapılan 7 hasta çalışmaya alınmış ve
sonuçları değerlendirilmiştir.
Perkütan tedavi sonrası 12.ay ultrason görüntüsü
Perkütan tedavi sonrası 18.ay ultrason görüntüsü
Görüntülerde kistin tamamen kollabe ve solidifiye
olduğu,
pseudotümör
görünümü
oluştuğu
izlenmektedir.
SS-050
Kolon
adenomlarında
kombine
endoskopik
laparoskopik cerrahi deneyimimiz: İlk 7 Olgu:
Tahsin Dalgıç, Erdal Birol Bostancı, Murat Ulaş, Musa
Akoğlu
Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi Gastroenteroloji
Cerrahisi Kliniği
Amaç:
Kombine endoskopik laparoskopik cerrahi (CELS)
teknikler endoskopik metodlar ile çıkarılamayan,
anatomik olarak lokalizasyonu zor veya büyük benign
ve erken mukozal kolorektal lezyonlarda uygulanabilen,
düşük morbidite oranlarına sahip hibrid prosedürlerdir.
Bulgular:
Hastaların 4’ü erkek (%57) ve 3’ü kadındı (%43).
Ortalama yaş 63,7± 6,4 idi. En sık başvuru nedeni daha
önce başka bir merkezde yapılan kolonoskopide polip
tespit edilmiş ve rezeksiyon için yönlendirilmiş hastalar
idi. Bütün hastalar Gastroenteroloji Cerrahisi Endoskopi
Ünitesi’nde tekrar kolonoskopik olarak değerlendirildi
ve CELS prosedürüne karar verildikten sonra lezyonlar
endoskopik marker ile işaretlendi ve hastalara gerekli
açıklama yapılıp onayları alındıktan sonra operasyon için
planlama yapıldı. Hastaya litotomi pozisyonu verildikten
sonra laparoskopik torakarlar girilerek eksplorasyon
yapıldı.Daha sonra eşzamanlı kolonoskopiye başlandı.
Lezyon bulunduktan sonra laparoskopi yardımı ile
atravmatik klempler kullanılarak mobilizasyon sağlanıp,
endoskopik rezeksiyon yapılacak kolon segmentine
pozisyon verilerek en uygun pozisyon sağlandı. Lezyon
tabanı Na-hyoluronate+saline+adrenain+metilen mavisi
karışımıyla submukozal enjeksiyonlar ile eleve edildikten
sonra dört hastada etrafı dual knife ile insize edilip
daha sonra snare yardımı ile, iki hastada direkt snare ile
endoskopik olarak rezeke edildi.Bir lezyona endoskopik
rezeksiyon yapılamaması nedeni ile endoskopi yardımlı
laparoskopik wedge rezeksiyon yapıldı. Lezyon dağılımı
çıkan kolonda iki, sigmoid kolonda iki, hepatik flekurada
bir, splenik fleksurada bir ve çekumda bir adenom
şeklinde idi.Frozen bütün hastalarda benign olarak
rapor edildi. Ameliyat süresi ortalama 78± 33,7 dakika
idi. Postoperatif yatış süresi ortalama 2,7± 0,9 gün idi.
Postoperatif patoloji değerlendirmesinde hiçbir hastada
invaziv lezyon saptanmazken,taban cerrahi sınırlar
negatif olarak rapor edildi.Hastalarda intraoperatif ve
postoperatif komplikasyon saptanmadı.
Tartışma:
Kombine endoskopik laparoskopik cerrahi, kolonoskopik
olarak endoskopik mukozal rezeksiyon ya da submukozal
diseksiyon ile rezeke edilemeyen endikasyonu
doğrulanmış kolon adenomlarında alternatif bir tedavi
yöntemidir.Laparoskopi ve terapotik endoskopide
deneyimli merkezlerce güvenle uygulanabilir
Anahtar Kelimeler: Endoskopik, laparoskopik, adenom
107
SS-051
Kolorektal poliplerde endoskopik mukozal rezeksiyon
deneyimimiz:137 Olgu
Tahsin Dalgıç, Erdal Birol Bostancı, İlter Özer, Musa
Akoğlu
Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi Gastroenteroloji
Cerrahisi Kliniği
Amaç:
Kanser tarama programları dahilinde yapılan kolonoskopi
ve saptanan adenomların çıkarılması kolorektal
kanserin önlenmesinde en önemeli faktörlerdendir.
Polibin komplet ya da inkomplet rezeksiyonu işlemin
başarısını doğrudan etkilemektedir.Endoskopik mukozal
rezeksiyon (EMR) endikasyonu doğrulanmış kolorektal
adenomlarda standart tedavi yöntemidir.Özellikle 2 cm
altındaki lezyonlarda komplet rezeksiyon mümkündür.
Gereç-Yöntem:
Ankara Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi Gastroenteroloji
Cerrahisi Kliniği Endoskopi Ünitesi’nde Ocak 2014Ocak 2016 tarihleri arasında kolorektal adenom için
endoskopik mukozal rezeksiyon yapılan 137 hasta
çalışmaya alınmış ve sonuçları değerlendirilmiştir.
Bulgular:
Hastaların 90’ı erkek (%66) ve 47’si kadın (%34) idi.
Ortalama yaş 59±12 idi.En sık başvuru nedeni daha önce
başka bir merkezde yapılan kolonoskopide polip tespit
edilmiş ve rezeksiyon için yönlendirilmiş hastalar idi.
(%42).Diğer başvuru nedenleri kanser taraması(%23),
kolorektal kanser cerrahisi sonrası kontrol(%13) ve
rektal kanama(%10) idi.Diğerleri anemi etiyolojisi, karın
ağrısı şikayetleri,ishal ve konstipasyon oluşturuyordu.
Hastalarda sedasyon amacı ile propofol ve/veya midazolam
kullanıldı.EMR işleminde detaylı kolonoskopik inceleme,
lezyonun Paris Klasifikasyonu ile değerlendirilmesi
ve boyut tespiti sonrası lezyon tabanı normal saline
+adrenalin+metilen mavisi solusyonu ile submukozal
enjeksiyon yapılarak eleve edildikten sonra snare ile
rezeke edildi.Materyal formaldehit solusyonuna konuldu.
EMR işlemi sonrası gerekli vakalarda argon plazma
kuagulasyon ve klip uygulaması yapıldı.Adenomlarda
ortalama boyut 1,5 ± 0,6 cm idi.Poliplerin 52‘si sigmoid
kolonda,33‘ü transvers kolonda,21’i inen kolonda,20’si
rektumda,8’i çıkan kolon ve 3’ü çekumda idi.82 polip flat
(%60) ve 55 polip saplı(%40) idi.Patolojik olarak 97 polip
adenomatoz polip tanısı alırken,13 polipte tubulovilloz
adenom, 9 polipte hiperplastik polip saptandı.3 polip
Haggit 1 adeno ca olarak rapor edildi.İki polipte adeno
ca,iki polipte sesil serrated adenom ve bir polipte Grade
1 NET saptandı.Diğerleri inflamatuvar polip olarak rapor
edildi. Taban cerrahi sınır 133 hastada negatif (%97) ve 4
hastada pozitif (%3) saptandı.Hastalarda işlem sırasında
komplikasyon olmadı.
Tartışma:
Endoskopik mukozal rezeksiyon endikasyonu doğru
tanımlanmış kolorektal adenom ve erken mukozal
lezyonlarda standart tedavi yöntemidir. Terapotik
endoskopide
deneyimli
merkezlerce
güvenle
uygulanabilir.
Anahtar Kelimeler: Adenom, EMR, kolorektal
SS-053
Laparoskopik Sleeve Gastrektomi Sırasında Optik
Trokara Bağlı Aort Yaralanması
Mehmet Ali Yağcı1, Eren Ali Mecit1, Murat Öz2, Sevinç
Yağcı3
Dr. Ersin Arslan Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Gastroenteroloji Cerrahisi Kliniği, Gaziantep
2
Dr. Ersin Arslan Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Genel
Cerrahi Kliniği, Gaziantep
3
Dr. Ersin Arslan Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Cerrahisi Kliniği, Gaziantep
1
Amaç: Bu çalışma da laparoskopik sleeve gastrektomi
sırasında optik trokara bağlı gelişen aort yaralanması
olgusunu sunmayı amaçladık.
Olgu: 30 yaşında kadın hasta kliniğimize morbid obezite
nedeniyle başvurdu. Hastanın VKİ 41 idi. 2 kez sezeryan
operasyon öyküsü mevcuttu. Hastaya laparoskopik sleeve
gastrektomi yapılmasına karar verildi. Uygun pozisyonda
göbeğin 1 cm üstünden optik trokar ile olaysız karına
girildi. Karaciğer ekartörü yerleştirilirken karın içinde
serbest minimal hemorajik sıvı olduğu görüldü. Bu esnada
hastada hipotansiyon ve taşikardi gelişti. Uygun medikal
müdahaleye rağmen hemodinamik stabilite sağlanamadı.
Medikal müdahale esnasında laparoskopik eksplorasyona
devam edildi ve karındaki serbest hemorajik sıvının odağı
araştırıldı ancak bulunamadı. Bunun üzerine konversiyon
kararı alındı. Yapılan eksplorasyonda karın içi serbest
yaklaşık 200cc hemoraji saptandı. Eksplorasyona devam
edildiğinde sol kolon mezosunda önden arkaya tam
kat yaralanma olduğu sol retroperitoneal alanı tama
yakın dolduran hematom olduğu görüldü. Sol kolon
serbestlenerek retroperitoneal hematom boşaltıldı.
Hematom drenajı sonrasında şiddetli arteryal kanama
başladı. Muhtemel aort yaralanması olduğu düşünülerek
tampon eşliğinde abdominal aort disseke edildi. İnferior
mesenterik arterin çıktığı yerin hemen altından yaklaşık
3mm’lik aortik açıklık olduğu görüldü. Uygun klempaj
sonrası aort 6-0 prolen ile sütüre edildi. Dramatik olarak
hemodinamik stabilite sağlandı. Başkaca yaralanma
olmaması ve hemodinamik stabilitenin sağlanması
üzerine sleeve gastrektomi yapıldı. Postop takipleri
olağan seyreden hasta 6.günde şifa ile taburcu edildi.
108
SS-054
Marcelo Leopold3, Ahmet Doğrul1
Hepatit C ye bağlı dekompanse sirozlu hastalarda
sofosbuvir/ledipasvir etkinliği ve güvenirliği; Erken
sonuçlarımız
Mehmet Demir
Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, HATAY
Dekompanse sirozlu hastalarda sofosbuvir/ledipasvir
etkinliği ve güvenirliği ile ilgili dünyada veri az, Türkiyede
ise yoktur. Biz bu bildiride sofosbuvir/ledipasvir tedavisi
başlanan 21 hepatit C’ye bağlı dekompanse siroz hastanın
erken souçlarını sunduk.
Materyal metod; Child B, Child C, MELD skoru> 20
olan hastalar çalşmaya alındı. GFR< 30cc/dk, HCC
olan hastalar çalıma dışı bırakıldı. Tüm hastalara 24 ay
Sofosbuvir/ledipasvir verildi. 4,8,12, 24 ve tedavi sonrası
4 ve 12 haftalarda HCVRNA bakıldı. Yan etki ve hasta
uyumu açısından ilk 4 hafta haftalık, sonrasında 2 haftalık
periyodlar ile hasta takibi yapıldı.
Sonuçlar; Yaş ortalaması 65,14 (yaş aralığı 55-75), erkek/
kadın; 5/16 idi. Üç hasta Child B, 18 hasta Child C idi.
Bir hasta genotip 4 idi, diğerleri genotp 1b idi. Üç hastada
HCVRNA > 6 mil IU/ml, toplam 7 hasta HCVRNA>
800 000 IU/ml sahip idi. Tüm hastalarda komorbid bir
hastalık mevcuttu. Hastaların hepsinde sarılık, 16’sında
asit, 12 sinde ensefoloati hikayesi ve 2 sinde varis kanama
hikayesi mevcuttu.
Sonuçlar; Hastaların 1 tanesi takip dışında. 1 hastada KC
transplantasyonu sonrası tedaviye başlandı. Geriye kalan
19 hastanın tamamı 4 haftalık tedavi aldı. Hastaların 17
sinde HCVRNA negatif, 2’sinde 25 IU/ml altında pozitif
idi. Sekizici haftayı 14, 12. haftayı 10, 24. haftayı 6 hasta
tamamlamış olup tüm hastalarda HCVRNA negatif idi.
İlk 4. haftada hastaların 8’inde, 8.haftada 10’unda mELD
skorunda gerileme mevcuttu. Şu ana kadar tedavis kesilen
hasta olmadı. Tedavi uymu >%95 (tablet sayısı) idi. En sık
baş ağrısı, halsizlik ve bulantı yan etki olarak gözlendi.
Sonuç olarak; Bu çalışmadaki erken sonuçlarımız
sofosbuvir/ledipasvir’ tedavisisnin hepatit C’ye bağlı
dekompanse siroz hastalarında etkin ve güvenilir
olduğunu düşündürmüştür.
Anahtar Kelimeler: Hepatit C virüsü, Sofosbuvir,
Ledipasvir, Dekompanse siroz
SS-058
Tıbbi Farmakoloji BD, GATA, Ankara, Türkiye
Gastroenteroloji BD, GATA, Ankara, Türkiye
3
Tıbbi Farmakoloji BD, Universita Degli Studi ‘a Moro’,
Bari, Italya
1
2
GİRİŞ: Her ne kadar visseral ağrı tedavisinde birçok ajan
olsa da, visseral ağrı tedavisi zor ve sistematiktir ve işgücü
kaybı, üreticilik kaybı ve uzun süre ilaç kullanımının
yol açtığı yan etkiler gibi zorluklara yol açmaktadır.
Seratoninin akut ve kronik ağrı kontrolünde anahtar
nörotransmitter rol oynadığı gösterilmiştir. Seratonin
reseptörlerinden olan 5-HT7 reseptörlerinin somatik
ve nöropatik ağrı modellerinde rolü gösterilmiştir.
Çalışmamızda, asetik asitle oluşturulmuş kıvranma
modelinde 5-HT7 reseptörlerinin rolünü belirlemeyi
amaçladık.
Metod: Erişkin erkek Balb-C farelerde intraperitoneal
(i.p.) ve intratekal yolla 5 HT7 reseptör agonistleri LP44
ve AS 19; 5-HT7 reseptör antagonisti SB 269970 enjekte
edildi. Writhing (kıvranma) sendromu i.p. 10 ml/kg
hacminde %0.6 asetik asit (AA) enjeksiyonu yoluyla
sağlandı. Kıvranma sayısı AA injeksiyonu sonrası 10 ile
20 dakikalar arası sayıldı. Farelere random gruplarda
AA enjeksiyonundan 30 dakika önce LP44 ve AS19 i.p
(5,10,20 mg/kg) veya intratekal (i.t.-5,10,20 mg/kg)
uygulandı. Ayrıca, selektif 5-HT7 anatagonizmasının geri
dönüşümlü etkilerini değerlendirebilmek için bir başka
grup fareye LP 44 ve AS 19 enjeksiyonundan 20 dakika
önce SB 269970 i.p. (20 mg/kg) veya i.th.(20 µg) olarak
uygulandı.
Sonuç: Vehikül grubunda kıvranma cevabı 20.63 ± 1.97
idi. Sistemik (5, 10 and 20 mg/kg, i.p.)(Şekil 1) veya i.th.
(5,10 and 20 μg) (Şekil 2) LP 44 and AS 19 doz bağımlı
ve anlamlı (p<0.001) olarak kıvranma cevabını azalttı.
5HT7 antagonisti SB269970 ile bu antinosiseptif etki
belirgin olarak bloke edildi.
TARTIŞMA:
Çalışmamızda 5-HT7 agonistleri AS19 ve LP44’ün
sistemik veya spinal uygulanmasının kimyasal olarak
indüklenmiş visseral ağrı modelinde analjezik etkili
olduğunu gösterdik. Selektif 5-HT7 antagonisti SB269970
5-HT7 agonistlerinin analjezik etkilerini bloke etti. Sonuç
olarak, çalışmamız 5-HT7 reseptörlerinin visseral ağrı
kaskadında önemli bir rol aldığını göstermiştir.
Anahtar Kelimeler: Visseral ağrı, seratonin, 5-HT7
reseptörleri, asetik asit
Stresin indüklediği ağrı modelinde 5-HT7 reseptör
mekanizmasının etkinliği: Visseral ağrıda yeni bir
tedavi yaklaşımı
Melik Seyrek1, Yusuf Serdar Sakin2, Özgür Yeşilyurt1,
109
Figür 1
Proton pompa inhibitörleri (ppi) reflü özofajit (RÖ)
tedavisinde kullanılmaktadır. Yaşam tarzı değişiklikleri de
tıbbi tedavinin yanı sıra önerilir. Kilo kaybı gastroözefageal
reflü semptomlarını düzeltmesine rağmen etkisi henüz
endoskopik çalışmalarla kanıtlanmamıştır.
Bu çalışmanın amacı; ppi kullanan reflü özofajitli
hastalarda düşük kalorili diyetin mukozal iyileşme
üzerine olan etkisini raştırmak.
İntraperitoneal Selektif 5-HT7 reseptor agonistleri LP 44
and AS 19 ile oluşturulan analjezi selektif 5-HT7 reseptor
antagonisti SB 269970 nin AS 19 ve LP44 enjeksiyonundan
30 dakika önce uygulanması ile bloke olmuştur. As 19 ve
LP 44 gruplarında vehiküle göre anlamlı bir analjezik yanıt
bulunmuştur. *=P<0.05, ilgili ilaçların tek kullanımına
göre selektif antagonist kullanımı ile karşılaştırılması
Figür 2
İntratekal Selektif 5-HT7 reseptor agonistleri LP 44 and
AS 19 ile oluşturulan analjezi selektif 5-HT7 reseptor
antagonisti SB 269970 nin AS 19 ve LP44 enjeksiyonundan
30 dakika önce uygulanması ile bloke olmuştur. As 19 ve
LP 44 gruplarında vehiküle göre anlamlı bir analjezik yanıt
bulunmuştur. *=P<0.05, ilgili ilaçların tek kullanımına
göre selektif antagonist kullanımı ile karşılaştırılması
SS-059
Reflü Özofajiti Olan Hastalarda Diyetin Endoskopik
Mukozal İyileşme Üzerine Etkisi
Çalışmaya endoskopide özofajit saptanan 66 hasta
dahil edildi.Hastalar rasgele diyet grubu (n=35);
pantoprazol+yaşam tarzı değişiklikleri+ düşük kalorili
diyet ve diyet uygulamayan grup (n=31) olarak ikiye
ayrıldı. Her iki grup da 8 hafta boyunca günde iki kez
40 mg pantopazol kullandı. Sekizinci haftanın sonunda
bütün hastalara kontrol endoskopi yapıldı. RÖ derecesi
bütün hastalardatedavinin başında ve sonunda Los
Angeles Sınıflandırma Sistemine göre yapıldı. Tedavi
sonunda bütün hastalardan venöz kan örnekleri alındı.
Gastroözefageal reflü hastalığı için semptom sıklık skalası
(GÖRHSSS) bütün hastalara yapıldı. Antropometrik
ölçümler ve vücut yağ, su miktarı biyoelektrik impedans
metodu kullanarak değerlendirildi. Diyet kayıtları
kullanılarak diyete uyum değerlendirildi.
Diyet grubunda vücut ağırlığında, vücut yağ kitlesinde,
kalça ve bel çevresinde anlamlı ölçüde azalma izlendi
(p<0.05). Diyet uygulamayan grupta antropometrik
ölçümlerde değişiklik izlenmedi. Her iki grupta da RÖ
anlamlı olarak iyileşti (p<0.05). Bunun yanı sıra RÖ
derecesi bakımından kontrol endoskopide diyet grubu
ve diyet uygulamayan grup arasında fark vardı. Plazma
pantoprazol seviyesi gruplar arası farklılık göstermedi.
GÖRHSSS tedavi sonrası her iki grupta da anlamlı olarak
düşüktü (diyet uygulamayan grupta 23.4 +- 9.55 μg/
mL’den 16.1 +- 10.82 μg/mL’e, diyet grubunda 20.6 +8.77 μg/mL’den 15.6 +- 10.70 μg/mL’e). Tedavi başında ve
sonrasında her iki grupta da benzer skor vardı.
Düşük kalorik diyet; kilo kaybına neden olmasının
yanısıra RÖ’de mukozal iyileşme, plazma pantoprazol
seviyesi ve GÖRHSSS üzerine etisi saptanmamıştır.
Anahtar Kelimeler: Reflü özofajit, pantoprazol, kalorik
diyet
Evrim Kahramanoğlu Aksoy1, Derya Dikmen2, Zeynep
Göktaş2, İncilay Süslü3, Ömer Öztürk1, Seyfettin Köklü1
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Gastroenteroloji
Bilim Dalı, Ankara
2
Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi,
Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Ankara
3
Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Temel Eczacılık
Bilimleri Bölümü, Analitik Kimya Ana Bilim Dalı, Ankara
1
110
SS-060
düşündürmektedir.
Kronik hepatit B virüs enfeksiyonu olan hastalarda
koroid kalınlığının değerlendirilmesi
Anahtar Kelimeler: Koroid kalınlığı, kronik hepatit B
virüs enfeksiyonu, optik koherens tomografi
Raşit Kılıç1, Ali Kurt1, Bilal Ergül2
Resim 1
Ahi Evran Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göz Hastalıkları
Ana Bilim Dalı, Kırşehir
2
Ahi Evran Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Gastroenteroloji Kliniği
1
Amaç: Kronik hepatit B virüs (HBV) enfeksiyonu yavaş
ilerleyen kronik inflamatuvar değişikliklerle karakterize
bir hastalıktır. Artmış interlökin, interferon ve tümör
nekrozis faktör sekresyonları hepatosit hasarına ve
sistemik inflamatuvar değişikliklere neden olur.
Kemokinler ve stokinler vasküler hasara neden olabilir.
Koroid en fazla kanlanan dokulardandır ve göze gelen
kanın çoğunluğu bu dokuya akmaktadır. Dış retinanın
ve retina pigment epitelinin beslenmesi için hayati
öneme sahiptir ve özellikle avasküler foveanın oksijen ve
metabolik değişimi açısından tek kaynağıdır. Biz kronik
HBV hastalarındaki inflamasyonun koroid damarlarında
değişikliklere neden olabileceğini düşündük. Bundan
dolayı bu çalışmada koroid kalınlığını kronik HBV
hastaları ve sağlıklı gönüllülerle karşılaştırmayı
amaçladık.
Koroid kalınlığının 7 ayrı noktada manuel olarak
ölçülmüş şeklinin gösterildiği bir olgu.
Yöntem: Bu çalışmada 69 kronik HBV hastası ve 64
sağlıklı gönüllü değerlendirildi. Kronik HBV olguları
HBV DNA 2000 IU/ml altında olanlar inaktif taşıyıcılar
(38 olgu) olarak ve sirotik hastalar veya karaciğer
biyopsisi ile tevavi kararı alınan hastalar tedavi grubu (31
olgu) olarak iki alt gruba ayrıldılar. Tüm olguların sağ
gözleri değerlendirildi. Koroid kalınlığı horizontal olarak
foveadan 500-μm aralıklarla optik koherens tomografi
cihazı ile ölçüldü (Resim 1). Ölçümler foveaya nazalde
ve teporalde 1500-μm mesafeye kadar yapılarak 7 ölçüm
noktası belirlendi.
Bulgular: Yaş, cinsiyet, vücut kitle endeksi, sigara
kullanımı, göz içi basıncı ve sferik eşdeğer açısından
hasta ve kontrol grubu arasında anlamlı bir farklılık
yoktu (p>0.05). Koroid kalınlığı tüm ölçüm noktalarında
kronik HBV hastalarında sağlıklı kontrollere göre daha
kalın bulundu, ancak bu farklılık istatistiksel olarak
anlamlı değildi (p>0.05). Hastalığın süresi ve koroidal
kalınlık arasında bir korelasyon saptanmadı.
Sonuç: Bildiğimize göre bu çalışma kronik HBV
hastalarında koroid kalınlığını değerlendiren ilk
çalışmadır. Kronik HBV hastalarında daha kalın bir
koroid saptanmasına rağmen bu farklılık istatistiksel
olarak anlamlı bulunmadı. Bu durum kronik HBV
enfeksiyonunun koroidal damarlarda ki etkisinin
OCT ile tespit edilebilecek derecede olmadığını
111
XIII. Ulusal
Hepato Gastroenteroloji Kongresi
XV. Euroasıan Congress of
Gastroenterology and Surgery
IV. Ulusal Gastroenteroloji
Cerrahisi Kongresi
27 Nisan - 01 Mayıs 2016
glorıa golf hotel / antalya
POSTER BİLDİRİLER
POSTER BİLDİRİLER
PS-001
‘Over-The Scope Clip’ Etkinliği: Tek Merkez Deneyimi
Muhammet Yener Akpınar, Bülent Ödemiş, Selçuk
Dişibeyaz, Erkin Öztaş, Meral Akdoğan, Zeki Mesut
Yalın Kılıç, Ertuğrul Kayaçetin
Türkiye Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Gastroenteroloji, Ankara
Amaç: Over the scope clip (OTSC), gastrointestinal
sistemdeki mural defektleri kapatmak ve kanamalara
müdahale etmek için geliştirilmiştir. OTSC’nin standart
klipslere göre en önemli avantajı bağırsağın tüm
katmanlarını tutabilmesi, daha sağlam ve uzun süreli bir
kapanmaya yol açmasıdır. Literatürde gastrointestinal
sistemde farklı nedenlerle oluşan defektlerin
kapatılmasında OTSC ile ilgili yapılan çalışmalarda
OTSC’nin etkin ve güvenilir bir endoskopik metod olduğu
görülür. Çalışmamızın amacı 3. basamak bir hastanede
kullanılan OTSC’lerin etkinliğini, güvenilirliğini ve
kullanım endikasyonlarını belirlemektir.
Yöntem: Retrospektif olarak hastanemiz Gastroenteroloji
bölümü endoskopi ve ERCP ünitelerindeki hasta kayıtları
taranılarak OTSC kullanılan hastalara ulaşıldı. OTSC
kullanılan hastaların verileri hasta dosyalarından ve
bilgisayar veri tabanından derlendi.
Bulgular: Bölümümüzde 25 hastaya (yaş ortancası
50, E/K:13/12) OTSC uygulandı. OTSC uygulanan
seans sayısı 30’du. Toplamda 34 adet OTSC kullanıldı.
Kullanılan OTSC’lerin 30 tanesi 12 mm, 3 tanesi 14 mm
bir tanesi 11 mm çapındaydı. 4 hastada aynı seansta OTSC
ile beraber metal stent kullanılırken 1 hastada OTSC
ile beraber klips kullanıldı. OTSC endikasyonlarına
bakıldığı zaman 2 hastada endoskopiye bağlı iatrojenik
yaralanma, 12 hastada sleeve gastrektomiye bağlı
anastomoz kaçağı ve 11 hastada farklı endikasyonlarla
yapılan ameliyatlardan sonra gelişen kaçaklar izlendi.
Endoskopik yaralanması olan hastalardan biri akalazya
için yapılan balon dilatasyon sonrası oluşan perforasyon
iken diğeri duodenoskop ilişkili duodenum serbest
duvar perforasyonuydu. Her iki hasta da OTSC sonrası
mural defekt kapandı. Sleeve gastrektomi hastalarının 11
tanesinde kaçak mide proksimalindeyken bir tanesinde
antrum düzeyindeydi. Bu grupta OTSC’nin başarısız
olduğu bir hastada defekt Amplatzer septal oklüder ile
kapatıldı. Cerrahi sonrası OTSC uygulanan 11 hastanın
8’sinde kür izlenirken 3 hastada kaçak devam etti.
Sonuç: Bölümümüzde OTSC gastrointestinal sistemde
farklı nedenlerle oluşan mural defektlerin kapatılmasında
kullanılmıştır. Literatürle uyumlu olarak hiçbir hastada
OTSC ilişkili komplikasyon gelişmemiştir. Çalışmamız,
uygun hastalarda OTSC’nin anastomoz kaçakları ve
mural defektlerin kapatılmasında etkili bir tedavi seçeneği
olduğunu desteklemektedir.
Anahtar Kelimeler: anastomoz kaçağı, OTSC, perforasyon
PS-005
Santral parankim koruyucu hepatik rezeksiyonlar:
cerrahi teknik
Mehmet Fatih Can
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Genel Cerrahi Anabilim
Dalı, Ankara
Amaç
Karaciğerde santral ve kava üzeri yerleşimli, aynı anda
kaudat lob ve segment 4, 5 veya 8’i ilgilendiren tümörler,
lokalizasyon itibarı ile genişletilmiş hepatektomiler veya
santral hepatektomi gerektirebilen, ancak bu durumda
çok fazla hastalıksız parankim kaybı ile sonuçlanacak
durumlara yol açabilir. Bu çalışmada, bu şekilde yerleşimli
tümörler için uyguladığımız parankim koruyucu santral
hepatik rezeksiyonlarla ilgili deneyimimizi paylaşmayı
amaçladık.
Yöntem
Cerrahi video ve fotoğraf arşivi taranarak, karaciğer
rezeksiyonu uygulanan hastalardan parankim koruyucu
santral hepatik rezeksiyon işlemine tabi tutulanların
tanısal ve cerrahi görsel materyalleri ile postoperatif
sonuçları incelendi.
Bulgular
Parankim koruyucu santral hepatik rezeksiyon
uygulanmış beş hastaya ait görsel materyal mevcuttu.
Bu hastalarla ilgili özet bulgular tabloda verilmiş olup
hastaların birinde duodenum nöroendokrin tm metastazı,
birinde intestinal GIST metastazı, biri sirotik zeminde
olmak üzere 2’sine kolorektal kanser metastazı, birine ise
hepatosellüler karsinom nedeniyle karaciğer rezeksiyonu
uygulanmıştı. Hastalardan ikisine enblok kaudat
lobektomi + segment 8 rezeksiyonu (bir hastada ilave
piloroantrektomi ve multipl metastazektomiyle beraber),
ikisine enblok kaudat lobektomi + segment 5 koruyucu
santral hepatektomi (birine ilave metastazektomiyle
beraber), birine ise izole segment 4A + 4B rezeksiyonu
uygulandı.
115
Sirotik hastada parankim koruyucu cerrahiye rağmen
geçici karaciğer yetersizliği ve asit gelişti ve bir ayda
düzeldi. İki hastada yara yeri enfeksiyonu meydana geldi.
Bir hasta 15 ay sonra nüks ve siroz nedeniyle kaybedildi.
Diğerleri hastalıksız takip edilmektedir.
CRCLM - Rezeksiyon
Sonuç
Analizimiz, santral yerleşimli, ulaşımı zor ve geniş
parankim kaybıyla sonuçlanacak bir cerrahi gerektirecek
hastalarda uygulanacak parankim koruyucu santral
rezeksiyonların perioperatif ve onkolojik açıdan güvenli
ve etkin olduğu düşüncesini oluşturmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Hepatektomi, karaciğer rezeksiyonu,
santral, parankim koruyucu
CRCLM - BT-1
66y erkek hasta - santral yerleşimli, orta hepatik veni
invaze eden 3x3 cm.lik metastaz için parankim koruyucu
santral rezeksiyon uygulanmış, orta hepatik ven bağlanmış
(ok), vena kava askıda
GIST MR-1
66y erkek hasta - Sigmoid kolon tümörü nedeniyle opere
edilmiş, santral yerleşimli, orta hepatik veni invaze eden
3x3 cm.lik metastaz mevcut
CRCLM - BT-2
60y. erkek hasta - Santral yerleşimli GIST - Umbilikal
plate, orta hepatik ven ve vena kava ile olan
komşuluklar parankim koruyucu bir santral rezeksiyonu
zorlaştırmaktadır
GIST MR-2
66y erkek hasta - Sigmoid kolon tümörü nedeniyle opere
edilmiş, santral yerleşimli, orta hepatik veni invaze eden
3x3 cm.lik metastaz mevcut
116
Nöroendokrin tm-MR
GIST Transeksiyon -2
60y. erkek hasta - KC GIST metastatik kitlenin sağ ve sol
hiler plate (inflow yapıları) ile komşuluğu
49y. bayan Hasta - Santral yerleşimli GIST - inflow
yapıları ve vena kava ile olan komşuluklar parankim
koruyucu bir santral rezeksiyonu zorlaştırmaktadır
GIST Transeksiyon-1
Nöroendokrin tm-Rezeksiyon planı
60y. erkek hasta - KC GIST metastatik kitlenin
planlanan transeksiyon hattı üzerinden parankim
koruyucu rezeksiyonu
Nöroendokrin tm - Rezeksiyon
49y. bayan Hasta - Santral yerleşimli GIST - rezeksiyon
planı: sağ ve sol hiler plate askıya alınacak, hepatik
venler korunacak, segment 5 korunarak parankim
koruyucu rezeksiyon yapılacak
49y. bayan Hasta - Santral yerleşimli nöroendokrin
tm metastazı - tamamlanmış rezeksiyon - sağ ve sol
plate askıda, sağ ve orta hepatik venler askıda - en
altta vena kava
117
Tablo
Hasta yaşı
Tanı
ve cinsiyeti
49y - B
Duodenum nöroendokrin tm
KC metastazı
66y - E
Kolon kanseri KC metastazı
60y - E
İntestinal GIST KC metastazı
54y - E
Hepatosellüler karsinom
52y - B
Kolon kanseri KC metastazı
Cerrahi
Enblok kaudat lobektomi + segment 8
rezeksiyonu + piloroantrektomi + multipl
metastazektomi
Enblok kaudat lobektomi + segment 5
koruyucu santral
hepatektomi + segment 7 metastazektomi
(neoadjuvan FOLFOX
tedavisi sonrası)
Enblok kaudat lobektomi + parsiyel segment
8 rezeksiyonu (neoadjuvan sunitinib tedavisi
sonrası)
Enblok kaudat lobektomi + segment 5 koruyucu santral hepatektomi
İzole segment 4A + 4B
rezeksiyonu
Postoperatif komplikasyon
Onkolojik sonuç
Yok
Takipte hastalıksız
Yara yeri enfeksiyonu
Kemoterapi ile
takipte hastalıksız
Yok
Sunitinib ile
takipte hastalıksız
Yara yeri enfeksiyonu Takipte hastalıksız
Grade B posthepatektomi
karaciğer yetersizliği
+ asit
Postop. 15. ayda
KC nüksü + siroz
nedeniyle eksitus
Parankim koruyucu santral hepatik rezeksiyon uygulanan hastalara ait özet bilgi
PS-010
Erken evre mide kanseri nedeniyle laparoskopik total
gastrektomi yapılan hastada geç komplikasyona bağlı
mortalite nedeni; internal herniasyon
Ulaş Aday, Hüseyin Çiyiltepe, Durmuş Ali Çetin,
Ebubekir Gündeş, Erdal Polat
Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma
Hastanesi, Gastroenteroloji Cerrahi Kliniği, İstanbul
Amaç: Laparaskopik gastrektomi, ileri laparaskopi
uygulamalarında artan deneyimle birlikte giderek
yaygınlaşmaktadır. Gastrektomi sonrası oluşturulan
boşluklar; internal herniasyon gibi ciddi problemlere
neden olarak hayatı tehdit eden sonuçlar doğurabilir.
Bu boşlukların kapatılmasıyla internal herniasyonun
oluşturacağı morbidite ve mortalite önlenebilir.
Olgu: Altmış bir yaşında erkek hasta, anjio girişiminin
yapıldığı femoral arterde anevrizma gelişmesi nedeniyle
hastanemiz kardiovasküler cerrahi ekibince sağ femoral
arter onarımı yapıdıktan bir gün sonra, ani gelişen karın
ağrısı, batın distansiyonu ve genel durumda bozulma
nedeniyle değerlendirildi.Fizik muayenede; akut karın
hali mevcuttu. Hastaya 3 yıl önce erken evre mide kanseri
nedeniyle laparaskopik total gastrektomi yapıldığı,
cerrahi sonrası izlemde adjuvan tedavi almadığı, aralıklı
kolik şeklinde karın ağrısı atakları olduğu öyküsü alındı.
Labratuvar parametrelerinde; kan gazında asidoz ve laktat
yüksekliği, biyokimya parametrelerinden amilaz ve laktat
dehidrogenazın arttığı izlendi. İntra-venöz kontrastlı
batın tomografisinde; ince barsaklarda dilatasyon,
batın içerisinde hafif düzeyde mai, mezenter torsiyonu
ve torsiyona bağlı süperior mezenterik arterde akımın
aniden kesildiği izlendi. Ayrıca portal ven dallarında
hava imajları mevcuttu(Resim).Yapılan laparatomide;
total gastrektomi ve Roux-en-Y özofagojejunostomi
yapıldığı izlendi. İnce barsak segmentlerinin Roux bacağı
ile transvers kolon mezosu arasındaki açıklıktan sağdan
sola doğru herniye olduğu görüldü.
118
Çekum ve ince barsakların tümünde iskemi, dilatasyon
ve duvar kalınlığında incelme mevcuttu.Batın içerisinde
nekrotik vasıflı mai gözlendi. Tüm intestinal segmentler
detorsiyone ediltikten sonra süperior mezenterik artere
ait ana dallarda akımın düzeldiği ve proksimalden
distale doğru yaklaşık 150 cm lik segmentte renk
değişikliğinde düzelme izlendi. Cerrahi süresince
hastada derin hipotansiyon ve kan gazı kontrolünde
asidozun artığı gözlemlendi. Bunun üzerine batın Bogota
bag ile kapatılarak hasta yoğun bakım takibine alındı.
Stabilizasyon sonrası relaparatomi planlanan hasta 4.
saatte kaybedilmiştir.
metaplastik epitele bırakır. Endoskopik görünümde
korpus pililerinde silinme, damar görünümünde
belirginleşme, mukozal solukluk AG düşündürür.
Çalışmamızdaki amaç endoskopik olarak tanımlanan
AG vakalarının patolojik korelasyonuna bakmaktır.
Yöntem: Mart 2013- Ocak 2016 yılları arasında
kliniğimizde yapılan 4260 gastroskopi işlemi
ve patoloji sonuçlarını retrospektif olarak
değerlendirdik. Histopatolojik olarak AG olan ya
da olmayan tüm hastalar Helikobakter Pilori (HP)
varlığı açısından karşılaştırıldı.
Sonuç: Laparaskopik mide rezeksiyonu sonrası Rouxen-Y rekostrüksiyonu, batın içerisinde yeni açıklıkların
oluşumu ile sonuçlanır. Bu açıklıkların kapatılması
ile mortalite ile sonuçlanabilen internal herniasyon
önlenebilir. Erken tanı ve tedaviye yönelik cerrahinin
zaman kaybetmeden yapılması çok önemlidir.
Bulgular: Değerlendirilen 4260 hastanın 2470
(%58)’i erkek, 1790 (%42)’si kadın ve ortalama yaş
58 yıldır. Toplam hastamızın 578’ inde endoskopik
olarak atrofik gastrit düşünülmüş ve bu hastaların
sadece 156 (%27)’ sinde histopatolojik olarak AG
saptanmıştır. Bu grup hastalar incelendiğinde atrofi
Anahtar Kelimeler: İnternal herniasyon, Laparaskopi, 106 (%68) hastada mide korpusunda, (%22) hastada
ise mide antrumunda ve 31(%20) hastada hem antrum
Mide kanseri
hem de korpusta saptanmıştır. Hastaların 53(%
34)’ünde AG ile beraber intestinal metaplazi (IM) ve
Hastaya ait BT bulguları
3 (%1.8) hastada intestinal displazi (ID) mevcuttur.
76(%49) hastamızda patoloji kronik aktif gastrit ve
12 (% 8) hastada lenfoid hiperplazi saptanmıştır.
Patolojisinde atrofik gastrit saptanmayan ancak
endoskopik olarak AG düşünülen 422 hastanın
sadece 50 (%12)’sinde IM vardır ve hiçbirinde
ID izlenmemiştir. Histopatolojik olarak AG olan
hastaları sadece endoskopik görünümü olanlarla
karşılaştırdığımızda IM anlamlı ölçüde daha sık
görülmüştür (p<0.005). Histopatolojik AG olan
vakalarda HP sıklığı %24 iken sadece endoskopik
AG olan hastalarda bu oran %56 olarak anlamlı fark
saptanmıştır (p<0.001). Gastroskopik tanımızda AG
A: Süperior mezenterik arterde akımın aniden kesilmesi B: olmayan 3682 hastada HP oranı % 79’dur ve toplum
Mezenter torsiyonu ve portal ven içerisinde hava imajları genelini yansıtmaktadır.
PS-012
Atrofik Gastritin Endoskopik Bulgusu Anlamlı mı?
Bilge Baş
Antalya Atatürk Devlet Hastanesi
Sonuç: Endoskopik olarak AG düşünülen hastaların
1/3’ ünden daha azında histopatoloji ile tanı
desteklenmiştir. HP enfeksiyonu ile atrofik gastrit
ilişkisi ters orantılıtır. Ancak endoskopik olarak
hastalık düşünülmese de tüm gastroskopi yapılan
hastalardan çoklu biyopsiler alınmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Atrofik gastrit, Endoskopi,
GİRİŞ VE Amaç: Atrofik gastrit (AG) pariyetal ve İntestinal metaplazi
esas hücrelerle beraber, genelde diffüz glandüler
epitel kaybının görüldüğü, premalign olabilen
bir patolojidir. Atrofi ile erken dönemde lamina
propria fibrozisi ile sonuçlanan glandüler kayıp
izlenirken, geç dönemde bu glandüler kayıp yerini
119
PS-013
PS-016
PEG ile Yaşlı Hastalarda Yeterli Beslenme Sağlanıyor
mu?
Splenik Arter Anevrizması Tanılı bir Hastaya Cerrahi
Yaklaşım
Bilge Baş
Kamuran Cumhur Değer1, Ebubekir Gündeş1, Ali
Fedakar2, Orhan Uzun1, Durmuş Ali Çetin1, Ulaş Aday1,
Hüseyin Çiyiltepe1, Erdal Polat1, Sabiye Akbulut1, Aziz
Serkan Senger1, Mustafa Duman1
Antalya Atatürk Devlet Hastanesi
Giriş-Amaç: Oral yoldan beslenemeyen ancak
gastrointestinal sistem fonksiyonları normal olan
yaşlı hastalarda beslenme sağlanması amaçlı perkütan
endoskopik gastrostomi (PEG) işlemi güvenilir olarak
sıklıkla kullanılmaktadır. Bu çalışmada amacımız 65 yaş
üzerinde PEG takılan hastalarda yeterli beslenme desteği
sağlayabiliyor muyuz değerlendirmektir.
Gereç-Yöntem: 2012 Nisan ve 2016 Ocak ayları
arasında çekme yöntemi ile yüzeyel anestezi altında
PEG yerleştirilen, 65 yaşın üstündeki 97 hastanın işlem
günü, 3. ay ve 6. ay hemogram ve albumin değerleri ile
antropometrik ölçümleri retrospektif olarak incelendi.
Bulgular: Çalışmamızda 51’i (%52,6) kadın, 46’sı(%47,4)
erkek toplam 97 hasta mevcuttu. Yaş ortalaması erkeklerde
76,6 ± 6,4 yıl ve kadınlarda 74,4 ± 8,8 yıl idi. PEG
endikasyonu olarak 60(%61,5) olguda serebrovasküler
hastalıklar, 21(%22) olguda demans ve 16(%16,5) olguda
diğer nörolojik hastalıklar saptandı. Ortalama işlem süresi
8,6±1,6 dakika idi. Toplam 10(%10,2) hastada minör
komplikasyon saptandı. 8(%8) olguda antibiyotik tedavisi
gerektirecek yara çevresi enfeksiyonu, 2(%2) olguda
kateter kenarından hafif sızdırma görüldü. Hastaların
takibinde bazal protein değeri: 8,1± 1,12 mg/dl, albümin
değeri ortalama 2,96 ± 0,70 mg/dl, hemoglobin: 9,2 ±
1,02 mg/dl iken 3. ayda ve 6 ayda bu değerlerde anlamlı
değişiklik saptanmamıştır. Erkek hastalarda bazal kol
çevresi 26,52 ± 4,02 cm ve baldır çevresi 36,9 ± 5,7cm
ölçülmüş olup 3. ayda ve 6 ayda kontrol zamanında
anlamlı fark gözlenmemiştir. Kadın hastalarda geliş kol
çevresi 25,48 ± 4,4 cm ve baldır çevresi 33,9 ± 6,42 cm
saptanmıştır. Bu grupta da kontrollerde anlamlı değişiklik
yoktur. Hastaların takip süresi 442 (242- 1102) gün olup
işleme ait mortalite saptanmamıştır.
Sonuç ve Tartışma: PEG, çeşitli nedenlerle oral yoldan
beslenemeyen geriatrik olgularda uzun süreli beslenme
desteği sağlayan güvenli bir yöntemdir. Hastaların gerekli
kalori desteğini alabilmeleri hayat kalitesi açısından
önemlidir. Çalışmamızda hastaların aslında yeterli
belenme desteği alamadıkları ve bunun için kalorisi
ve proteini daha yüksek beslenme ürünü seçilmesi
gerektiğini düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Endoskopi, Enteral Beslenme,
Gastrostomi, Geriatri
Kartal
Koşuyolu
Yüksek
İhtisas
Gastroenteroloji Cerrahisi Kliniği, İstanbul
2
Kartal
Koşuyolu
Yüksek
İhtisas
Kardiyovasküler Cerrahi Kliniği, İstanbul
1
Hastanesi,
Hastanesi,
AMAÇ
Visseral arter anevrizmaları nadir olup yaklaşık
%60’ını splenik arter anevrizması (SAA) oluşturur.
Splenik arter çapının 1cm’den daha geniş olması olarak
tanımlanmaktadır. Nadir rastlanan bu hastalıkta
tedavi yönetiminde seçenekler konservatif takip,
anjioembolizasyon ve cerrahi yaklaşımlar olmak
üzere anevrizmanın durumuna ve hastaya göre
belirlenmektedir. Biz bu olgumuzda orta bölüm yerleşimli
bir splenik arter anevrizmasındaki cerrahi yaklaşımımızı
preoperatif BT anjiografi film kesitleri ve peroperatif
ameliyat görüntüleri ile sunmayı hedefledik.
OLGU
Kardioloji kliniğinden, 3 aydır epigastrik ağrı şikayetiyle
yapılan tetkiklerinde SAA tanısı alan hasta(77/K),
anevrizmanın çapı ve arteriyel konfigürasyonu nedeniyle
anjiografik embolizasyona uygun olmadığı iletilerek
tarafımıza konsülte edildi. Batın ultrasonu ve bigisayarlı
tomografide 37x38 mm. çaplı splenik arter orta kısmında
SAA mevcuttu(Şekil 1). Hastaya cerrahi kararı verildi.
Ameliyat bulgularında sakküler tipte olan anevrizmanın
pankreasa ileri derecede yapışık olduğu görüldü(Şekil
2). Morbideyi arttıracağı öngörülerek anevrizmektomi
yapmadan anevrizma kesesi açıldı ve içeriği boşaltıldı.
Anevrizmatik keseyi besleyen bir damar ağzı tespit edildi
ve sütüre edilerek kapatıldı. Proksimal ve distal uçlar etraf
dokudan serbestlenerek uç uca anastomoz edildi(Şekil
3). Anastomoz sonrası distalde akımın olduğu ve dalağın
beslenmesinin normal olduğu görüldü. Postoperatif 6.
günde hasta sorunsuz taburcu edildi.
TARTIŞMA VE SONUÇ
Hızla genişleyen, semptomatik veya rüptür riski yüksek
SAA’lar tedavi gerektirmektedir. Rüptür için en önemli
risk faktörü anevrizma çapının 2 cm’den büyük olmasıdır.
Biz vakamızda anevrizma boyutunun 2 cm üzerinde
olması, semptomatik olması ve anjioembolizasyona
uygun olmaması gerekçesiyle cerrahi kararı aldık. Hastaya
başarılı bir şekilde splenik arter ligasyonu, anevrizmotomi
ve uçuca primer anastomoz işlemi uygulandı.
120
Distal splenik arter veya splenik hilusu içine alan
anevrizmalarda, anevrizma rezeksiyonu ve splenektomi
en uygun yöntemdir. Bizim olgumuzda, anevrizmatik
keseyi eksplore ettiğimizde, keseyi besleyen ayrı bir
vasküler yapının olduğunu fark edip sütüre etmemiz,
ileride oluşabilecek anevrizmadaki kontrolsüz büyümeyi
engellemiş oldu. Bundan dolayı, biz her splenik arter
anevrizmasının sadece ligasyonla bırakılmayıp mutlara
içeriğinin kontrol edilmesi gerekliliğini önermekteyiz.
Şekil 3
Anahtar Kelimeler: anevrizma, dalak, embolizasyon,
anastomoz
Şekil 1
Uç uca splenik arter anastomozu: Sarı okla gösterildi
PS-019
Nefrotik sendrom sebebiyle araştırılan olguda saptanan
kolonik adenokarsinom
Splenik arter anevrizmasının BT anjiografi görüntüsü
Hatice Şeyma Eren1, Öge Taşçılar2, Ferda Özkan3, Gülçin
Kantarcı4, Meltem Ergün5
Şekil 1
Yeditepe Üniversitesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı,
İstanbul
2
Yeditepe Üniversitesi, Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı,
İstanbul
3
Yeditepe Üniversitesi, Patoloji Ana Bilim Dalı, İstanbul
4
Yeditepe Üniversitesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı,
Nefroloji Bilim Dalı, İstanbul
5
Yeditepe Üniversitesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı,
Gastroenteroloji Bilim Dalı, İstanbul
1
Mor renkli ok anevrizmatik keseyi, yeşil renkli ok splenik
arter proksimalini, mavi renkli ok distal splenik arteri
göstermekte.
GİRİŞ
Tüm dünyada ve ülkemizde en sık nefrotik sendrom
nedenlerinden biri membranöz glomerulonefrittir.
Genellikle idiyopatik olmakla birlikte, ileri yaşta ortaya
çıkan nefrotik sendromda özellikle malign hastalıkların
araştırılması unutulmamalıdır.
OLGU
70 yaşında erkek hastada son zamanlarda gelişen pretibial
ödem ve halsizlik sebebiyle yapılan incelemelerde
proteinüri ve hipoalbüminemi tespit edildi ve nefrotik
sendrom tanısı kondu. Yapılan böbrek biyopsisinde
membranöz glomerülonefrit saptanması üzerine
sekonder malignite araştırılmaya başlandı.
121
Toraks BT ve batın BT’de patolojik özellik saptanmadı.
Hastaya endoskopi ve kolonoskopi işlemleri yapıldı.
Kolonoskopide 3-4 adet 7-15 mm’lik polipler saptandı,
eksize edildi. Sigmoid kolonda ise yaklaşık 2,5 cm
çapında geniş tabanla mukozaya oturan sesil polip
görülerek biyopsi alındı. Patolojik incelemede yüksek
gradeli displazi saptandığından subtotal kolektomiye
karar verildi. Cerrahi rezeksiyon materyalinde yüksek
dereceli displazi zemininde gelişmiş iyi diferansiye
adenokarsinom izlendi. Rezeksiyon materyalinin cerrahi
sınırlarında ve serozada lezyon izlenmedi.
TARTIŞMA
Tüm dünyada ve ülkemizde en sık nefrotik sendrom
nedenlerinden biri membranöz glomerulonefrittir.
Genellikle idiyopatiktir, ancak özellikle ileri yaşta malign
hastalıklarla birlikte olabileceği unutulmamalıdır.
Bizim olgumuzda biyopsi materyalinde yüksek gradeli
saptanmasına rağmen lezyonun kolonoskopik görünümü
itibariyle cerrahi rezeksiyonuna karar verilmiş, cerrahi
rezeksiyon materyalinde de kolonik karsinom tespit
edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: fokal adenokarsinom, membranöz
glomerülonefrit, nefrotik sendrom
kitlenin kolonoskopik görüntüsü
kitlenin şişirildikten sonraki görüntüsü
PS-020
Akut ve Gangrenöz Kolesistit Ayrımında Platelet/
Lenfosit ve Nötrofil/Lenfosit Oranının Tanısal Değeri
Yusuf Tanrıkulu1, Ayşe Kefeli2
KTO Karatay Üniversitesi Medicana Tıp Fakültesi
Hastanesi, Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı, Konya
2
KTO Karatay Üniversitesi Medicana Tıp Fakültesi
Hastanesi, Gastroenteroloji Ana Bilim Dalı, Konya
1
Amaç: Akut kolesistitler gastrointestinal hastalıklar
ile ilişkili hastane başvurularının büyük bir kısmını
oluşturmaktadır. Akut kolesistitin tanı ve tedavisinde
gecikme, gangrenöz değişiklik, apse formasyonu ve
perforasyon gibi şiddetli kolesistit bulgularının ortaya
çıkmasına neden olmaktadır. Akut kolesistitin, daha
şiddetli bir form olan gangrenöz kolesistite ilerlemesini
gösteren çeşitli klinik ve laborauar parametreleri
mevcuttur. Bu çalışmanın amacı gagnrenöz kolesistiti
belirlemede
platelet/lenfosit(PLR)
ve
nötrofil/
lenfosit(NLR) oranının tanısal değerini araştırmaktır.
Yöntem: Çalışmaya 01 Ocak 2014-31 Aralık 2016 tarihleri
arasında kolesistektomi ameliyatı yapılan hastalar dahil
edildi. Çalışma retrospektif olarak multi-merkezli
planlandı. Hastalar 3 gruba ayrıldı; semptomatik safra
taşı nedeniyle opere edilen hastalar, basit kolesistiti olan
hastalar ve gangrenöz kolesistiti olan hastalar. Gruplar
preoperatif laboratuar parametrelerine göre karşılaştırıldı.
Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 54.80±17.10, E/K
oranı 2/3 idi. Beyaz küre sayısı (WBC) değerlerine göre
gangrenöz kolesistit grubu ile diğer gruplar arasında
anlamlı farklılık vardı (p=0.002 ve p<0.001). C-reaktif
protein (CRP) değerlerine göre gangrenöz kolesistit
grubu ile diğer gruplar arasında anlamlı farklılık vardı
(p<0.001). PLR değerlerine göre gangrenöz kolesistit
grubu ile diğer gruplar arasında anlamlı farklılık vardı
(p=0.005 ve p<0.001). Ortalama glukoz değerlerine göre
gangrenöz kolesistit grubu ile normal kolesistektomi
grubu arasında fark mevcuttu (p=0.006) (Tablo 1). ROC
analizine göre, gangrenöz kolesisit ve akut kolesistit
ayrımında PLR ve NLR için sensitivite, spesifisite, cut-off
ve AUC değerleri sırasıyla; %60.0, %77.5, 144.19 ve 0.682
ile %77.50, %67.5, 6.56 ve 0.736 idi (Resim 1). Gangrenöz
kolesistit ile normal kolesistektomi grubu ayrımında ise
bu değerler sırasıyla %82.5, %77.5, 148.0 ve 0.772 ile %85,
%77.5, 4.43 ve 0.878 idi (Resim 2).
Sonuç: Aktive plateletler inflamasyon esnasında çevreye
inflamatuar mediatörler salgılamaktadırlar. Diğer yandan
inflamatuar süreçte belirgin bir nötrofil hakimiyetinin
yanısıra lenfosit düşüşü gözlenmektedir.
122
Çalışma sonuçlarına göre PLR ve NLR düzeyleri bu
progresyonu belirlemede önemli bir parametre olarak
bulunmuştur. PLR ve NLR düzeyleri kolesistit ayırıcı
tanısında diğer inflamatuar parametrelere ek olarak
hesaplanmalı ve tanıya katkısı değerlendirilmelidir.
Resim 2. Gangrenöz ve normal taşlı kese ayrımında ROC
analizi
Anahtar Kelimeler: CRP, Gangrenöz kolesistit, NLR, PLR
Resim 1. Gangrenöz ve akut kolesistit ayrımında ROC
analizi
Gruplar arasında laboratuar parametrelerinin dağılımı
Gangrenöz Kolesistit
Akut Kolesistit
Normal Kolesistektomi
Grubu
Grubu
Grubu
Yaş (yıl)
64.90±14.79 a
51.90±16.04
53.20±14.02
Cins (K/E)
16/24
25/15
26/14
WBC
12.60±4.84 x,y
9.32±4.37
7.22±1.71
CRP
15.36±10.24 α
2.85±3.66 β
0.44±0.65
Glukoz
138.85±70.50 b
119.72±35.75
107.77±29.63
PLR
212.39±145.57 d,e
146.85±71.29
120.04±46.41
NLR
10.72±8.62 a
5.29±3.22
2.98±1.95
*p=0.046 (Ki-Kare testine göre) a, p<0.001 diğer gruplara göre, x, p=0.002 akut kolesistite göre, yp<0.001 normal
kolesistektomiye göre, α, p<0.001 diğer gruplara göre, β, p<0.001 normal kolesistektomiye göre, b, p=0.006 normal
kolesistektomiye göre, d, p=0.005 akut kolesistite göre, e, p<0.001 normal kolesistektomiye göre
PS-022
Dev Paraözefagal Herniye Bağlı Kronik Gastrik
Volvulus: Nadir Bir Olgu Sunumu
Hüseyin Çiyiltepe1, Fulya Çiyiltepe2, Bülent Dinç3, Bilge
Baş4, Ulaş Aday1, Ebubekir Gündeş1, Durmuş Ali Çetin1
Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma
Hastanesi, Gastroenteroloji Cerrahisi Kliniği
2
Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Yoğun Bakım Uzmanlık Programı, İstanbul
3
Antalya Atatürk Devlet Hastanesi, Genel Cerrahi Kliniği
4
Antalya Atatürk Devlet Hastanesi, Gastroenteroloji Kliniği
1
Gastrik Volvulus midenin tamamının veya bir bölümünün
anormal rotasyonu sonucu ortaya çıkan, mide lümeninde
komplet/inkomplet obstrüksiyonu ile sonuçlanan bir
durumdur.
Etyolojiye göre primer ve sekonder diye sınıflandırılır.
Olguların büyük çoğunluğu sekonder tip gastrik volvulus
şeklindedir.
Rotasyon şekline göre mezo-aksiyel ve organo-aksiyel olmak
üzere iki tipe ayrılır.
Sekonder tip gastrik volvulus hastalarının bir kısmı
asemptomatiktir.
123
Mide rotasyon derecesine göre aralıklı kusma
yakınmalarından, tam obstrüksiyon sonrası ortaya çıkan
Borchardt triadına varan semptomlar görülebilir. Kronik
vakalarda altta yatan sebebin düzeltilmesi ile gelişebilecek
akut tablonun önüne geçilmiş olunacaktır.
Resim 2. Preoperatif BT görünümü
Bu olguda kronik öksürük ve nefes darlığı nedeniyle
başvuran hastada dev paraözefagal herniye sekonder
gelişmiş organo-aksiyel gastrik volvulus vakasını ve tedavi
sonrasındaki izlemini sunmayı amaçladık.
50 yaşında bayan hastaya kronik öksürük ve nefes darlığı
yakınmaları ile başvurduğu göğüs hastalıkları polikliniğinde
çekilen PAAC grafisinde sol diyafram evantrasyonu
ve sol hemitoraksta mideye ait olabileceği düşünülen
hava görünümü izlendi (Resim 1). Torakoabdominal
BT’de sol hemitoraksın tamamına yakınını dolduran
paraözefagal herniye sekonder gastrik volvulus görünümü
ve sağ hemitoraksta mediastenin itilmesine bağlı volüm
kaybı izlendi (Resim 2). Mide duodenum grafisinde
özefagogastrik bileşkenin normal anatomik pozisyonunda
olduğu ve midenin tamamının toraks içerisine yer
değiştirdiği görüldü. Organo-aksiyel gastrik volvulusta
izlenen ‘’upside-down bulgusu’’saptandı (antrumun öne
ve yukarıya, fundusun arkaya ve aşağıya doğru rotasyonu)
(Resim 3-4). Üst endoskopide alt özefagus sfinkterinin
hiatal kıskaç seviyesinde olduğu ancak midede rotasyon
anomalisine bağlı olarak antrumun yukarıya doğru yer
değiştirdiği ve mide-duodenum mukozasının normal
olduğu görüldü. Endoskopik redüksiyon planlandı ancak
başarılı olmaması üzere cerrahi planlandı. Operasyon
sırasında özefagogastrik bileşkenin normal yerleşimli olduğu
ancak midenin tamamının ve transvers kolon duvarının bir
bölümünün paraözefagal herniye bağlı toraks içerisinde
olduğu izlendi. Hastaya laparoskopik mesh herniorafi
+ nissen fundopilikasyon + anterior sütür gastropeksi
yapıldı. Postop 5. günde hasta sorunsuz bir şekilde taburcu
edildi. Postoperatif üçüncü ay çekilen pasaj grafisinde ve
birinci yılda yapılan kontrol endoskopide midenin normal
anatomik lokalizasyonunda olduğu izlendi (Resim 5).
Anahtar Kelimeler: Gastrik volvulus, Paraözefagal herni,
Laparoskopi
Resim 1. Proeoperatif PAAC Grafisi
Resim 3. Preoperatif ÖMD pasaj grafisi
Upside-down belirtisi görünümü
Resim 4. Preoperatif ÖMD pasaj grafisi
124
fark ettiği kilo kaybı yoktu. Hastanın fizik muayenesinde
kaşıntıya sekonder erüpsiyonlar dışında patolojik
bulguya rastlanılmadı. Hastadan laboratuvar tetkikleri ve
kaşıntı ayırıcı tanısı açısından olası hepatobiliyer sistem
patolojilerinin ekartasyonu amaçlı abdominal USG istendi.
Yapılan kan tetkiklerinde patolojik değer saptanmadı.
Resim 5. Postoperatif ÖMD Pasaj grafisi
Hastanın abdominal USG incelemesinde pankreas kuyruk
kesimine yakın bölümde yaklaşık 45x35 mm’lik solid lezyon
saptanması üzerine hastadan kontrastlı abdominal BT
istendi. BT sonucunda pankreas gövde-kuyruk kısmında
51x34 mm çapında belirgin kontrast tutulumu göstermeyen
superiorunda bitişik splenik arteri çevreleyerek adventisiyayı
invaze ettiği ve buna bağlı vasküler yapı içinde parsiyel
obstrüksiyona yol açtığı düşünülen kısmen düzensiz
sınırlı kitle lezyonu ve karaciğer segment 4 ve 5’te 9’ar mm
çaplarında belirgin kontrast tutulumu göstermeyen düzgün
sınırlı lezyonlar (metastaz(?)) saptandı ve PET BT istendi.
Hastanın PET BT incelemesi primer pankreatik malign
tümör ve karaciğer metastazı olarak yorumlandı.
Hastanın pankreas ince iğne aspirasyon biyopsisi pankreas
adenokarsinomu ile uyumluydu. Hasta evre 4 pankreas CA
tanısıyla onkolojiye yönlendirildi.
Sonuç: Pankreas kanser vakalarının kaşıntı gibi nonspesifik
semptomlarla da karşımıza çıkabileceği unutulmamalıdır.
PS-023
Pankreas Kanserinin Nadir Bir Başvuru Nedeni: Kaşıntı
Barış Gelen1, Arzu Kılıç Gelen1, Mesut Aydın2, Müjdat
Yazıcı3
Arhavi Devlet Hastanesi,İç Hastalıkları,Artvin
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi,Gastroenteroloji
Bilim Dalı,Van
3
Hopa Devlet Hastanesi,Radyoloji,Artvin
1
2
Giriş: Pankreas kanserinin erken semptomları arasında
iştahsızlık, kilo kaybı, abdominal rahatsızlık hissi sayılabilir.
Ancak bu semptomların nonspesifik oluşları tanıdaki
gecikmenin nedenidir. Spesifik semptomlar ise ancak komşu
organlara yayılım ve obstrüksiyon yaptıkları zaman ortaya
çıkarlar. Çoğu pankreas kanseri baş kesiminde yer aldığı için
en sık rastlanan spesifik semptom biliyer sistem tıkanmasına
bağlı ortaya çıkan obstrüktif sarılıktır. Sarılık ilerleyicidir
ve sıklıkla kaşıntı ile birliktedir. Biz bu olguyla pankreas
kanser vakalarının nonspesifik bulgularla da gelebileceğini
göstermeyi amaçladık.
Olgu: 72 yaşında erkek hasta iç hastalıkları polikliniğimize
yaklaşık 1 aydır olan ve son birkaç gündür artan kaşıntı
şikayeti ile başvurdu. Özgeçmişinde glokom, koroner arter
hastalığı ve benign prostat hipertrofisi mevcuttu. Hasta
kaşıntısının gece arttığını ve banyo sonrası herhangi bir
artışın olmadığını belirtti. Son günlerde halsizlik, yorgunluk
ve iştahsızlık şikayetlerinin olduğunu belirtirken kendisinin
Anahtar Kelimeler: Kaşıntı, Pankreas Kanseri, Non spesifik
Semptom
PS-025
Familyal hipertrigliseridemiye bağlı rekürren akut
pankreatit(2 olgu)
Nurhan Bilen1, Nihat Okçu2, Ömer Yılmaz2, Hakan Dursun2,
Fatih Albayrak2, Sedat Çiftel2
Atatürk Üniversitesi Tıp fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim
Dalı, Erzurum
2
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Gastroenteroloji Bilim
Dalı, Erzurum
1
Giriş: Hipertrigliseridemi akut non-bilier pankreatitin
önemli, ancak sıklıkla gözardı edilebilen bir nedenidir.
Trigliserid düzeyinin 750 mg/dL’nin üzerine çıkması risk
oluşturmaktadır. Akut pankreatit vakalarının %1-4’üne
neden olmaktadır.
Olgu1: N.A.33 yaşında, erkek hasta. 12 saat önce başlayan
sırta yayılan kuşak tarzında karın ağrısı ve bulantı kusma
şikayetleriyle başvurdu. 2 yıl önce familyal hiperlipidemi
tanısı konulduğu öğrenildi. Genel durum orta, şuur açık
oryante ve koopereydi. Başvuruda Amilaz:525 U/L AST:
388 U/L ALT:359 U/L LDH: 2220 U/L Trigliserid:
125
821 mg/dL. Batın tomografisi akut pankreatitle
uyumluydu. Hipertrigliseridemiye bağlı rekkürren akut
pankreatit tanısıyla yatırıldı. Oral alımı kesildi. İntravenöz
hidrasyon, yüksek doz fenofibrat başlandı. Yeterli kontrol
sağlanamayınca bir seans plazmaferez yapıldı, TG düzeyi
182 mg/dL’ ye geriledi. Diğer laboratuvar parametreleri
ve kliniği düzelen hasta taburcu edildi.
Olgu2: Ö.T.31 yaşında, bayan hasta. 1 gün önce başlayan
kuşak tarzında karın ağrısı ve bulantı kusma şikayetleriyle
başvurdu. 13 yıl önce familyal hipertrigliseridemi tanısı
konulduğu, daha önce rekküren pankreatit geçirdiği, 1,5
yıl önce fenofibrat kullanımını kestiği öğrenildi. Genel
durumu orta, şuur açık, oryante koopereydi. Başvuruda
LDH:322 U/L Trigliserid 1916 mg/dL Amilaz:858 U/L
idi. Diğer laboratuvar parametreleri normaldi. Batın
tomografisinde peripankreatik yağlı alanlarda kirlenme
ve pankreas gövde kuyruk kesiminde 4x4 cm loküle
mayi mevcuttu. Familyal hipertrigliseridemiye bağlı akut
pankreatit tanısıyla yatırıldı. Oral alımı kesildi, ıntravenöz
hidrasyon, imipenem cilastatin, yüksek doz fenofibrat
başlandı. Dördüncü günde laboratuvar parametreleri
ve kliniği normal durumda kontrol önerilerek taburcu
edildi.
Sonuç: Hipertrigliseridemi akut pankreatitin nadir
bir nedenidir. Familyal hipertrigliseridemi tüm
hipertrigliseridemilerin % 5 nedenidir. Bu hastalarda
trigliseridden zengin lipoproteinler amilaz aktivitesini
inhibe ettiğinden şiddetli akut pankreatite rağmen
pankreatik enzim düzeyleri normal olabilir. Klinik
bulgular ve görüntüleme yöntemleri tanıda öncelikli
olarak dikkate alınmalıdır. Hipertrigliseridemiye bağlı
gelişen akut pankreatit tedavisinde standardize edilmiş
strateji yoktur. Bununla beraber plazmaferez lipid
seviyesini hastaların % 80’inde düşürmektedir. Bizim
olgularımızın ilki plazmaferezle, ikincisi yüksek doz
fenofibrat kullanımıyla kontrol altına alındı.
Anahtar Kelimeler: Akut pankreatit, hipertrigliseridemi,
plazmaferez
PS-026
Hepatoselüler karsinomu taklit eden izole hepatik
aktinomikoz olgusu
Selcan Tülü1, Yaşar Çolak2, Ebubekir Şenateş2, İlyas
Tuncer2
İstanbul Medeniyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göztepe
Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Anabilim
Dalı
2
İstanbul Medeniyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göztepe
Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Gastroenteroloji Bilim
Dalı
1
Amaç: Aktinomikozis, normalde ağız florasında bulunan
Actinomyces türlerinin yol açtığı, genellikle servikofasiyal,
nadiren de torasik ve abdominopelvik abseye yol açan
nadir bir bakteriyel enfeksiyondur. Hastalık genellikle
abse ve sonrasında fistülizasyon ile prezante olmaktadır.
Olguların yaklaşık %20’si abdominopelvik bölgeyi
tutmakta olup, bunlarda da sıklıkla tutulan bölge
ileoçekal alandır (1). Burada kliniğimize karın ağrısı ile
başvuran ve hepatik aktinomikoz tanısı konulan olgumuz
sunulmuştur.
Bulgular: Altmış altı yaşında kadın hasta, 2 aydır olan
sağ üst kadran ağrısı ve halsizlik şikayeti ile kliniğimize
başvurdu. Onbeş yıl önce geçirilmiş kolesistektomi ve
hepatikoduodenostomi öyküsü mevcuttu. Ayrıca 10
yıldır tip 2 diyabetes mellitus ve son 6 yıldır miyastenia
gravis nedeni ile takip edilmekte, azatiopurin ve insülin
kullanmaktaydı. Beş yıl önce karaciğer enzim yüksekliği
nedeni ile tetkik edilmiş ve bu dönemde karaciğer biyopsisi
yapılmış ancak spesifik bir özellik saptanmamış. Fizik
muayenesinde sağ üst kadranda karaciğer lojunda palpe
edilen kütle lezyon izlendi. Yapılan dinamik kontrastlı
MRI’ da sağ lob segment 5 de 6x5 cm çaplı erken arteryel
fazda kontrast tutulumu oluşturan ve venöz fazda boşalım
gösteren, perikapsüler alana invazyonu düşündüren
kitle lezyon izlendi (Figür 1a-1b). Lezyon ön planda
hepatoselüler karsinom ile uyumlu olarak yorumlandı.
Bunun üzerine lezyona yönelik USG eşliğinde karaciğer
biyopsisi yapıldı. Biyopsi işleminden birkaç gün sonra
biyopsi yerinden sarı renkli granüller içeren akıntı şikayeti
başladı. Biyopsi sonucu aktinomiçetoma ile uyumlu
olarak değerlendirildi (Figür 1c). Dokuz aylık penisilin
tedavisi sonrası yapılan görüntülemelerde karaciğerdeki
lezyonun tam olarak regrese olduğu izlendi (Figür 1d).
Olgumuzdaki mevcut izole hepatik aktinomikozun
etiyolojisinde ön planda immünsupresif olguda yapılmış
olan karaciğer biyopsisine sekonder iatrojenik ekim
olabileceği ve ayrıca mevcut hepatikoduodenostominin
de asendan yolla enfeksiyona yol açabileceği düşünüldü.
Sonuç: Karaciğerdeki soliter lezyonların ayırıcı tanısında
özellikle immünsupresif olgularda aktinomiçetomanın
da olabileceği ayırıcı tanılar arasında akılda tutulmalıdır.
Kaynak
1-)Cintron JR, Del Pino A, Duarte B, Wood D. Abdominal
actinomycosis. Dis Colon Rectum. 1996 Jan;39(1):105-8.
Review. PubMed PMID: 8601346.
Anahtar Kelimeler: aktinomiçes, hepatoselüler karsinom,
karaciğer
126
ve %33,8 A Rh(+); Gastrik ülserli hastalarda %38,4 0
Rh(+) ve %34,5 A Rh(+); mide kanser hastalarında %33,7
0 Rh(+) ve %41,8 A Rh(+) tespit edilmiştir. Kontrol
grubunda %32.7 0 Rh(+) ve %36,2 A Rh(+), %16,2 B
Rh(+) ve 6,9 AB Rh(+) tespit edilmiştir. Bu oranlara
bakıldığında gastrik ve duodenal ülser daha çok O Rh(+)
hastalarda görülürken, mide kanseri daha çok A Rh(+)
grubundadır ve istatistik olarak anlamlı tespit edilmiştir
(p<0,05). Helikobakter Pilori pozitifliği en sık Duodenal
ülseri olan, O Rh pozitif hastalarda mevcuttur.
Hepatik aktinomiçesin MR ve histolojik görünümü
Hepatik aktinomiçesin arteriyel faz MR görüntüsü (Figür
1A), venöz faz MR görüntüsü (Figür 1B), histolojik
görüntüsü (Figür 1C) ve tedavi sonrası MR görüntüsü
(Figür 1D)
PS-029
ABO Ve Rh Kan Grubunun Türk Hastalarda Gastrit,
Ülser ve Mide Kanseri ile İlişkisi
Bilge Baş1, Umut Rıza Gündüz2, Bülent Dinç3
Antalya Atatürk Devlet Hastanesi, Gastroenteroloji
Bölümü, Antalya
2
Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Genel Cerrahi,
Antalya
3
Antalya Atatürk Devlet Hastanesi, Genel Cerrahi,
Antalya
1
Amaç: ABO kan grubu ile birçok hastalık arasındaki ilişki
değişik çalışmalarda gösterilmiştir. Bizim bu çalışmadaki
amacımız gastrit ve duodenal ülserle ilişkili Helikobakter
Pilori enfeksiyonunun ve mide kanserinin ABO ve Rh
antijenleri ile ilişkisini göstermektir.
Method: 2011- 2016 yılları arasında tek merkezde ve
tek hekim tarafından yapılan endoskopi sonuçları ve bu
hastaların kan grupları retrospektif olarak incelenmiştir.
531 hasta grubu ile 496 kontrol grubu alınmıştır.
Hastaların yaş aralığı 18-99 arasındadır. Hastaların
tanısı ile kan grupları karşılaştırılmıştır. Hasta grubunda
başvuru şikayetleri dispepsi, kusma, hematemez,
melena, karın ağrısı gibi çeşitlidir. Kontrol grubu olarak
polikliniğe başvuran gastroskopik tetkik yapılmayan
hastalardan seçilmiştir.
Sonuç: Endoskopik tetkik yapılan 329 hastada gastrit,
127 hastada duodenal ülser, 53 hastada gastrik ülser ve
22 hastada mide kanseri tanısı konulmuştur. Hastaların
ortalama yaşı 56 ve %55.4 erkektir. Kontrol grubunda da
yaş ortalaması 58 ve erkek oranı %55’ dir. Kan gruplarına
bakıldığında Duodeneal ülserli hastalarda %40,2 0 Rh(+)
Tartışma: ABO ve Rh kan grubu antijenleri 20.
yüzyılın başlarında tanımlanmıştır, son zamanlarda
ise artan oranda kronik hastalıklar ve kanser ile ilişkisi
araştırılmaktadır. O kan grubunun Helikobakter
Pilori enfeksiyonu ve bununla ilişkili dudoenal ülserle
birlikteliği görülmüştür. Aynı şekilde A kan grubu gastrik
kanserli hastalarda daha sık görülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Endoskopi, Gastrit, Kan grubu,
Kanser
PS-031
Pankreas adenokarser sağkalımını
inflamatuvar belirteçlerin önemi
belirlemede
Elmas Kasap1, Emre Gerçeker1, Ufuk Demirci2, Fatma
Ergül2, Fatih Düzgün3, Ahmed Ramiz Baykan1, Serdar
Tarhan3, Gökhan Pekindil3, Beyhan Cengiz Özyurt4,
Tahir Burhan1, Hakan Yüceyar1
Celal Bayar Üniversitesi, Gastroenteroloji, Manisa
Celal Bayar Üniversitesi, İç Hastalıkları, Manisa
3
Celal Bayar Üniversitesi, Radyoloji, Manisa
4
Celal Bayar Üniversitesi, Halk Sağlığı, Manisa
1
2
Giriş-Amaç: Pankreas kanseri klinik sonuçlarının
belirlenmesinde, klasik prognostik faktörler kullanışlı
olmasına rağmen, nedeni ile yetersiz kalabilmektedir.
Sistemik inflamatuvar yanıt kanser progresyonunda daha
potent bir tetikleyici olarak gözükmektedir. Bu çalışmada,
tedavi öncesindeki NLR, dNLR, PLR, CAR düzeylerinin
ve tümör hacminin pankreas kanserindeki prognostik
önemini değerlendirmeyi amaçladık.
Materyal-Metod: Bu çalışmada, 2012-2015 yılları
arasında tanı alan ve tedavi edilen 48 pankreas kanser
hastasının verileri retrospektif olarak toplandı.
NLR, dNLR, PLR, CAR düzeylerinin ve tümör
hacminin, pankreas kanserindeki prognostik önemini
değerlendirildi. Bulgular: Sağ kalan grup ile exitus olan
grup karşılaştırıldığında; CAR (p=0,02), PLR (p=0,014),
dNLR (p=0,01), NLR (p=0,016), total bilirubin düzeyi
(p=0,023), indirekt bilirubin düzeyi (p=0,011) ve tümör
hacmi (p=0,04) exitus gelişen grupta istatistiksel olarak
anlamlı düzeyde artmış saptandı.
127
Tümör hacmi ve CAR, PLR, dNLR, NLR düzeyleri
korelasyon analizi ile değerlendirildiğinde; düzeylerinin
tümör hacmi ile korele olarak arttığı saptandı.
Sonuç: Klasik prognostik belirteçlere göre NLR, dNLR,
PLR ve CAR gibi inflamatuvar belirteçler hastalık
prognozunu daha optimal olarak göstermektedir.
Pankreas kanserinde potansiyel rezektabl olgularda
cerrahi tedavi kararı ve cerrahi öncesi neo-adjuvan
tedavi gerekliliği gibi tanı anındaki tedavi seçiminde
kullanılmak üzere bahsedilen bu markerlar için optimal
cut-off değerleri ileri çalışmalar ile belirlenebilir. Bu sayede
pankreas kanser mortalite ve morbiditesinde azalma
gözlenebilir. Hastalık değerlendirmesi ve takibinde bu
markerların prognostik öneminin ve optimal cut-off
değerlerinin belirlenebilmesi için daha geniş ölçekli
prospektif çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.
Tablo 3
Tablo 4
Anahtar Kelimeler: Pankreas adenokanseri, nötrofil
lenfosit oranı, düzeltilmiş nötrofil lenfosit oranı,
trombosit lenfosit oranı, C-reaktif protein
Tablo 1
Tablo 5
Tablo 2
128
PS-034
Ultrasonografide Safra Kesesinde Polip Saptanan
Hastaların Postoperatif Histopatolojik Bulgularının
Analizi
Adem Yüksel1, Murat Coşkun2, Hamdi Taner Turgut2,
Mehmet Özyıldız2, Murat Burç Yazıcıoğlu2, Selim Yiğit
Yıldız2
Kocaeli Derince Eğitim Ve Araştırma Hastanesi,
Gastroenteroloji Cerrahisi Kliniği, Kocaeli, Türkiye
2
Kocaeli Derince Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Genel
Cerrahi Kliniği, Kocaeli, Türkiye
1
Giriş-Amaç: Safra kesesi polipleri, malignite riski taşıyan
lezyonlardır. Bu risk safra kesesi hastalıklarının tanısında
en sık kullanılan tetkik olan ultrasonografi(USG) ile net
belirlenememektedir. Bu durum klinikte önemli bir sorun
olmaya devam etmektedir. Bu çalışmada, preoperatif
USG de saptanan polip özelliklerinin histopatolojik
inceleme sonrası elde edilen bulgularla uyumluluğunu
değerlendirmeyi amaçladık.
Yöntem-Gereçler: Kliniğimizde safra kesesi polipi
nedeni ile laparoskopik kolesistektomi uygulanan 55
Endikasyon
Malignite Şüphesi
Hasta isteği
Safra Kesesi Taşı İle Birlikte
Takipte Polip Çapında Büyüme
Semptomatik
hasta çalışmaya dahil edildi. Cerrahi, polip boyutu >=10
mm olan veya <10 mm polip olup risk faktörlerinin
(soliter veya sesil polip, hasta yaşı >= 50, eşlik eden safra
kesesi taşı, takiplerde polip boyutunda artış saptanan,
semptomatik hastalar) eşlik ettiği hastalara ve hasta
isteğine bağlı olarak uygulandı.
Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 48,6 ± 12,2 (2483) idi. Preoperatif polip boyutu 6,7±2,9 (2-15) mm
idi. Histopatolojik incelemede hiçbir hastada malignite
gözlenmedi ve hastaların sadece % 5,4 (3/55) ünde
gerçek polip saptandı. Gerçek polip saptanan hastaların
tamamında polip boyutu >= 10 mm idi.
Tartışma ve Sonuç: Ultrasonografide saptanan polip
özellikleri ile postoperatif spesmenlerin histopatolojik
incelemesinden elde edilen bulgular arasında ciddi
oranda uyumsuzluk saptanmıştır. Bu nedenle safra
kesesi poliplerinde cerrahi tedavi kararında dikkate
alınması gereken en önemli kriter polip boyutunun >=
10 mm olmasıdır. Risk faktörlerinin eşlik ettiği <10 mm
poliplerde cerrahi kararında daha seçici davranılmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Safra kesesi polipi, laparoskopik
kolesistektomi, ultrasonografi
Ameliyat Endikasyonları
Hasta Sayısı (n:55)
%12,7 (7/55)
%9 (5/55)
%30,9 (17/55)
% 18,8 (10/55)
%29 (16/55)
Polip Boyutu(mm)
12,1±2,5(10-15)
8,9±0,5 (8-9,6)
4,9±1,5 (2-8)
7,7±0,8 (7-9)
4,7±0,9 (3-6)
Patoloji Spesmenlerinin Histopatolojik İnceleme Sonuçları
Hasta Sayısı (n:55)
%32,7 (18/55)
% 12,7 (7/55)
%5,4 (3/55)
%32,7 (18/55)
%16,3 (9/55)
Histopatolojik İnceleme
Kolesterol polibi
Kolesterolozis
Adenomatöz polip
Kronik Kolesistit
Patoloji Saptanmayan
PS-035
Akut Apandisiti Taklit Eden Soliter Çekum Divertiküliti:
Üç Olgu
Adem Yüksel1, Osman Civil2, Muhammet Kadri
Çolakoğlu3, Fatih Sümer4, Murat Coşkun2, Ahmet Tuğrul
Eruyar5
Kocaeli Derince Eğitim Ve Araştırma Hastanesi,
Gastroenteroloji Cerrahisi Kliniği, Kocaeli, Türkiye
1
Kocaeli Derince Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Genel
Cerrahi Kliniği, Kocaeli, Türkiye
3
Rize Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Eğitim Ve
Araştırma Hastanesi, Gastroenteroloji Cerrahisi Kliniği,
Rize, Türkiye
4
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi A.B.D,
Malatya, Türkiye
5
Kocaeli Derince Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Patoloji
Kliniği, Kocaeli, Türkiye
2
129
Giriş-Amaç:
Akut karın ağrısı, yetişkinlerde acil servis başvurularının
en sık nedenlerinden biridir. Akut karın ağrısının en
sık nedenlerinden biri olan ve acil cerrahi müdahale
gerektiren akut apandisit, bazen farklı hastalıklarla
karışabilmektedir. Bu çalışmada, akut apandisit ön tanısı
ile opere edilen postoperatif incelemede soliter çekum
divertiküliti saptanan üç vakayı sunmayı amaçladık.
Olgu:
Hastaların yaş ortalaması 24,3 (18 - 34) idi. Hastaların
demografik ve klinik özellikleri tablo.1 de özetlenmiştir.
Hastaların biri akut apandisit, ikisi ise perfore apandisit ön
tanısı ile opere edildi. Hastaların tamamında operasyona
Mc Burney insizyonla başlandı. Hastaların birinde orta
hat laparatomiye geçildi. Spesmenlerin histopatolojik
incelenmesinde tüm hastalara soliter çekum divertiküliti
tanısı konuldu.
Tartışma:
Çekum divertiküliti, hastaların %99 unda sağ alt kadran
ağrısı şikayetine neden olur ve ayırıcı tanıda özellikle
akut apandisit olmak üzere inflamatuar barsak hastalığı
ve çekum kanseri gibi sağ alt kadran ağrısına neden olan
diğer hastalıklarla karışabilir. Çekum divertiküllerinin
yaklaşık %80 i ileoçekal valvin 1 cm proksimali ile 2
cm distali arasındaki alana ve çekum anterior yüzüne
yerleşir. Üç vakamızda da divertikül soliter idi ve
çekum anterior yüzünde, ileoçekal valvin yaklaşık
1-2 cm distaline yerleşmişti. Çekum divertikülitinin,
akut apandisit, çekum kanseri gibi cerrahi müdahale
gerektiren hastalıklardan ayrımının yapılması önemlidir.
Çünkü abse, fistül, obstrüksiyon veya perforasyon gibi
komplikasyonlara yol açmamış akut divertikülit medikal
yöntemlerle tedavi edilebilir. Preoperatif dönemde
doğru tanı oranı %6 iken intraoperatif doğru tanı oranı
% 65- 84 tür. Bu nedenle çekum divertikülitinin cerrahi
tedavisinde standart bir yaklaşım yoktur.
Hasta No
Cinsiyet
Yaş
Semptom
Semptomların Süresi
Beyaz Hücre Sayısı
C-Reaktif Protein (CRP)
Radyolojik Tetkik
Preoperatif Ön Tanı
İntraoperatif Tanı
Operasyon
Sonuç:
Çekum divertikülitinin tedavi yönetiminde, preoperatif
veya intraoperatif doğru teşhisin konulması önemlidir.
Özellikle bu hastalığın nadir görüldüğü bölgelerde
akut sağ alt kadran ağrısı veya inflamatuar çekum
kitlesinin ayırıcı tanısında çekum divertiküliti göz ardı
edilmemelidir.
Anahtar Kelimeler: Çekum Divertiküliti, Akut Apandisit,
Akut Karın Ağrısı
Resim 1.
Resim 2.
Hastaların Demografik Ve Klinik Özellikleri
1. Hasta
2. Hasta
Erkek
Kadın
18
21
Sağ Alt Kadran Ağrısı
Sağ Alt Kadran Ağrısı
3 Gün
4 Gün
10,4
11,4
40,7
20,2
Ultrasonografi
Batın Tomografisi
Akut Apandisit
Perfore Apandisit
İnflamatuar Barsak
Malignite
Hastalığı
Sağ Hemikolektomi+Lenİleoçekal Rezeksiyon
fadenektomi
130
3. Hasta
Kadın
34
Sağ Alt Kadran Ağrısı
4 Gün
11,2
44,2
Batın Tomografisi
Perfore Apandisit
Malignite
Sağ Hemikolektomi+Lenfadenektomi
PS-036
Kronik alkol alımı olan genç erkek hastada saptanan
otoimmun hepatit
Ece Ulukal Karancı1, Yaşar Tuna2
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi,İç Hastalıkları Ana
Bilim Dalı,Antalya
2
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi,Gastroentereloji
Bilim Dalı,Antalya
1
Olgu: 36 yaş erkek hasta, 2 haftadır sağ üst kadranda
ağrı, halsizlik şikayetleri ile gastroenteroloji polikliniğe
başvurdu. Uzun süredir alkol kullanan hasta son bir
haftadır yoğun alkol almış. Hasta 12 yıldır günlük
178 gr alkol almaktaymış. Laboratuar sonuçlarında
ALT:1417 U/L, AST:1154 U/L,GGT:160 U/L, Alkalen
Fosfataz:156 U/L, INR:1,27, PT:22 sn, Total Bilurubin:2,8
mg/dl, Direkt Bilurubin:1,9 mg/dL ve hepatit serolojisi
negatif saptanmış. Hepatobiliyer USG ‘de karaciğer
parankim ekosu grade 1 hepatosteatoz,boyutları
166
mm(hepatomegali),konturlari
doğal,karaciğer
parankimde fokal lezyon izlenmedi,safra yolları doğal
olarak izlendi.Hasta akut alkolik hepatit düşünülerek
gastroenteroloji servisine yatırıldı. Klinik takibinde
transaminazlarda belirgin düzelme olması üzerine 10.
gün taburcu ediliyor. Taburculuk sonrası 4. gün sararma
tekrar başvuruyor. Tetkiklerinde transaminaz ve bilirubin
düzeylerinde belirgin artış olması üzerine hastaya tekrar
yatış yapılmış. Laboratuar sunuçlarında ALT:1153 U/L,
AST:1582 U/L,GGT:159 U/L, Alkalen Fosfataz:145
U/L,INR:16, PT:22 sn,Total Bilurubin:15,4 mg/dL Direkt
Bilurubin:11,9 mg/dL saptanmış.Otoimmun markerlar,
ANA, ASMA, LKMA ve AMA negatif ve Ig G: 2550
mg/dl yüksek saptandı. Karaciğer biyopsisinde OİH
tipik bulguları vardı. Mevcut tabloda OİH ile uyumsuz
bulgular olması üzerine uluslararası OİH skorlama
sistemi kullanıldı. OİH skoru hastada tedavi öncesi
11 saptandı. Hastaya ilk basamak tedavi olarak 60 mg
prednol başlandı. Hastanın 4 günlük prednol tedavisi
sonrası laboratuar sonuçlarında dramatik düzelme oldu.
4. gün ALT:186 U/L, AST:595 U/L,GGT:170 U/L,Total
Bilurubin:11 mg/dL, Direkt Bilurubin:8 mg/dL 48 mg
a geriledi.İlk yatışında akut alkolik hepatit ön tanısı
ile yatırılan ve klinikte değerlerinde düzelme olması
üzerinde taburcu edilen hastanın kliniğinde 2. alevlenme
ile uluslararası OİH çalışma grubunun hazırladığı
puanlama sisteminden yararlanıldı. Bu vaka ile OİH
değişken klinik tablo sergilediğini ve takipte ancak tanı
alabildiği görüldü. Kliniğin kötüleşmesi ile yapılan lab,
seroloji ve karaciğer biopsisi ile muhtemel OİH tanısına
varıldı. Biyopside interface hepatit, lenfoplazmositik
infiltrasyon, hepatosit rozet patterni de OİH için tipik
bulgulardı. Steroid tedavisine dramatik yanıt vermesi
tanımızı desteklemiştir.
Anahtar Kelimeler: otoimmun hepatit, alkol, karaciğer
hastalığı
PS-037
Nod Negatif Mide Kanseri Hastalarının Retrospektif
Olarak Değerlendirilmesi Ve Sonuçlarımız
Orhan Uzun1, Mürşit Dinçer2, Aziz Serkan Senger1, Erdal
Polat1, Mustafa Duman1, Kamuran Cumhur Değer1, Ulaş
Aday1, Ebubekir Gündeş1, Hüseyin Çiğiltepe1, Durmuş
Ali Çetin1, Sinan Yol3
SB Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma
Hastanesi, Gastroenteroloji Cerrahisi Kliniği, İstanbul
2
SB Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Gastroenteroloji Cerrahisi Uzmanı, İstanbul
3
İstanbul Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve
Araştırma Hastanesi, Gastroenteroloji Cerrahisi A.B.D.
İstanbul
1
GİRİŞ-Amaç: Mide kanserinde lenf nodu metastazı
çok önemli prognostik faktör ve R0 rezeksiyon sonrası
rekürrens gelişiminde önemli bir prediktördür.
Pankreas ve bilier sistem kanserlerinde perinöreal
inazyonun önemi bilinmesine rağmen mide kanserinde
ki halen tartışmalıdır. Bu çalışmanın amacı nod negatif
mide kanserli hastaları belirlemek ve bu hastaların
klinikopatolojik özelliklerini sunmak olacaktır.
Gereç-Yöntem: İstanbul Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas
Eğitim ve Araştırma hastanesinde Kasım 2006-Aralık
2015 tarihleri arasında mide adenokarsinomu nedeniyle
ameliyat edilen 200 hasta geriye dönük olarak incelendi.
Bulgular: Tüm hastaların 63 (%31,7) ü nod negatifdi.
Hastaların 39 (% 61.9) u erkek, 24 (%38.1) ü kadın, 12
(%19) si 50 yaş altında, 51 (%81) i 50 yaş üstündeydi.
Subtotal gastrektomi 39 (%61.9) hastaya, total gastrektomi
24 (%38.1) hastaya yapıldı. Tümör lokalizasyonu 13 (%20
,6) ünde üst, 11 (%17,5) inde orta, 39 (%61,9) unda aşağı
yerleşimliydi. Tümör diferansiasyonu 7 (%11,1) sinde iyi,
22 (%34,9) sinde orta, 34 (%53,9) ünde az diferansiyeydi.
T evresine göre 10 (%15,9) unda mukoza, 8 (%12,7)
inde submukoza, 13 (% 20,6) ünde muskularis propria,
25 (%39,7) inde subseroza, 7 (%11,1) sinde serozadaydı.
Çıkarılan lenf nodu sayısı 14 ve altında 14 (%22,2), 15 ve
üzerinde 49 (%77,8) du. Tümör çapı 24 (%39,3) ünde 3
cmden küçük, 28 (%45,9) inde 3,1-6 cm arası, 9 (%14,8)
unda 6,1 cmden büyüktü. Evresine göre 10 (%15,9) unda
evre 0, 5 (%7,9) inde 1A, 11 (%17,5) inde 1B, 23 (%36,5)
ünde 2A, 6 (%9,5) sında 2B, 1 (%1,6) inde 3A idi. Vasküler
invazyon 51 (%82,3) inde negatif, 11 (%17,7) inde pozitif,
perinöral invazyon 35 (%56,5) inde negatif, 27 (%43,5)
sinde pozitifdi.
131
Yaklaşık dokuz yıllık bir hasta serisinden elde ettiğimiz
veriler eşliğinde yaptığımız son değerlendirme
sonuçlarına göre nod negatif hastalarımızın halen 47
(%74,6) si yaşamakta, 16 (%25,4) sı ölmüş durumdadır.
cinsiyet, aşağı mide yerleşimli, taşlı yüzük hücre ve az
diferansiyedir. Bu yaş grubunda şikayetlerin nonspesifik
olması tanıda gecikmeye neden olarak hastaların daha
fazla lokal ileri evrede tanı alması ile sonuçlanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: mide kanseri, nod negatif, retrospektif
değerlendirme
Anahtar Kelimeler: 50 yaş ve altı, mide kanseri,
klinikopatolojik özellik
PS-038
PS-039
Elli Yaş ve Altı Mide Kanserli Hastaların Klinikopatolojik
Özellikleri
Özofago-gastrik
multiple
yabancı
cisimlerin
komplikasyonsuz olarak endoskopik çıkarılması
Orhan Uzun1, Aziz Serkan Senger1, Mürşit Dinçer2, Erdal
Polat1, Mustafa Duman1, Kamuran Cumhur Değer1,
Ebubekir Gündeş1, Hüseyin Çiğiltepe1, Ulaş Aday1,
Durmuş Ali Çetin1, Sinan Yol3
Süleyman Coşgun
SB Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma
Hastanesi, Gastroenteroloji Cerrahisi Kliniği, İstanbul
2
Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi Gastroenteroloji
Cerrahisi
3
İstanbul Medeniyet Üniversitesi Gastroenteroloji
Cerrahisi A.B.D.
Yabancı cisim yutulması çoğunlukla pediatrik yaş
grubunda görülmektedir. Erişkin yaş grubunda ise
ağızda tutulan bir iğnenin yanlışlıkla yutulması, iyi
çiğnenmeden yutulan gıdanın içindeki sivri hayvan
kemiklerinin sindirim kanalına takılması, mahkum
olgusu veya psikiyatrik bozukluğu olanlardaki yabancı
cisim yutmalar başlıca nedenlerdir. Erişkinlerde daha
seyrek görülen bu durum daha yüksek oranda morbidite
ve mortaliteye yol açabilmektedir. Tanı ve tedavide
gecikme; ülserasyon, perforasyon ve obstrüksiyon gibi
önemli komplikasyonlara sebep olabilir. Yutulan cisimler
çoğunlukla radyoopak olup, plastik, tahta ve kumaş
yapısındakiler direkt grafilerde görülmeyebilir. Biz disfaji
nedeniyle acile getirilen 17 yaşında şizofren erkek hastada
saptanan multiple yabancı cisim saptadığımız olgumuzu
sunmak istedik. Acilde çekilen direkt grafisinde radyoopak
cisime rastlanmamakla birlikte daha önceden tekrarlayan
yabancı cisim yutmaları bilindiği için endoskopiye alındı.
Endoskopide özofagus lümenini tama yakın tıkayan ve
distale endoskopun geçişine engel olan, büyüklüğü net
kestirilemeyen sert yabancı cisim görüldü. Yabancı cisim
forsepsi ile tutulup dışarı çekildiğinde tahmin edilenden
daha uzun, 15cm uzunlukta ve 2cm kalınlıkta tuvalet
kağıdı tutacağı olduğu görüldü. Hastadan ilk seansta 8,
ikinci seansta 12 ve son seansta 13 parça olmak üzere
toplam üç işlemde özofagus ve midedeki cisimlerin
tamamı temizlenebildi. Çıkarılan cisimler; tuvalet fırçası
sapı, tuvalet kağıt tutacağı, diş fırçası, kurşun kalem,
çorap, sigara izmariti, hazır kahve poşeti, çay kaşığı,
dondurma çubuğu, tahta parçası, elbise askısı parçası ve
pipetlerden oluşmaktaydı.
1
GİRİŞ-Amaç: Mide kanseri sıklığı giderek azalmasına
rağmen, dünyada ölüm nedenleri arasında 2.sıklıktadır
ve genellikle ileri yaş grubunda (6.dekat) daha sık olarak
karşımıza çıkar. Daha önceki çalışmalarda 40 yaş ve
altı kanser sıklığı %2-6.2 arasında bildirilmektedir. Bu
çalışmanın amacı 50 yaş ve altı mide kanseri hastalarının
klinikopatolojik özelliklerini incelemek olacaktır.
Gereç-Yöntem: İstanbul Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas
Eğitim ve Araştırma hastanesinde Kasım 2006-Aralık
2015 tarihleri arasında mide adenokarsinomu nedeniyle
ameliyat edilen 200 hasta geriye dönük olarak incelendi.
Bulgular: Ameliyat edilen hastaların 36 sı (%18) 50 yaş ve
altındaydı. Hastaların 23 ü (%63.9) erkek, 13 ü (%36.1)
kadın olup, 24 (%66.7) hastaya subtotal, 12 (%33.3)
hastaya total gastrektomi yapıldı. Tümör çapı 3 cm den
küçük hasta sayısı 9 (%25), 3.1-6 cm arası 18(%50),
6.1 cm den büyük 9 (%25) dü. Tümör diferansiasyonu
bakımından 15 (%41.7) taşlı yüzük hücreli, 13 (%36.1)
az diferansiye, 5 (%13.9) orta diferansiye, 3 (%8.3)
müsinöz hücreliydi. Tümör lokalizasyonu 24 (%66.7)
aşağı, 7 (%19.4) orta, 5 (%13.9) üst yerleşimliydi. T
evresi mukoza 1 (%2.9), submukoza 2 (%5.9), muskularis
propria 6 (%17.6), subseroza (%29.4), seroza15 (%44.1)
di. Çıkarılan lenf nodu sayısı 14 ve altı olan 4 (%11.1),
15 ve üzeri olan 32 (%88.9), lenf nodu tutulumuna göre
N0 12 (%33.5), N1 4(%11.1), N2 5(%13.9), N3 15 (%41.7)
di. Tümör evresine göre evre 0-I olan 5 (%14), evre II 11
(%30.6), evre III 20 (%55.6) dı.
Sonuç: Elli yaş altı mide kanseri sıklıkla erkek
S.B.Dumlupınar Üniversitesi Evliya Çelebi Eğitim ve
Araştırma Hastanesi
Sonuç olarak yabancı cisim yutma ile gelen olgularda
endoskopik olarak büyüklüğü net kestirilemeyen
cisimler tahmin edilenden daha uzun ve çıkarılması daha
zahmetli ve riskli olabilir.
Anahtar Kelimeler: Yabancı cisim, Endoskopi, Disfaji
132
mide yabancı cisim
mide yabancı cisim 2
Özofagus yabancı cisim 2
seans1
seans 3
Özofagus yabancı cisim
PS-040
Mide Kanserinin Nadir Bir Komplikasyonu:
GASTROKOLİK FİSTÜL
Oktay bulur1, Murat Eser1, İbrahim Karadağ1, Kürşat
Dal1, Oktay Ünsal1, Serdar Karakaya1, Selcen Deveci1,
Fatma Kaplan Efe1, Bora Aktaş2, Esin Beyan1, Naim
Pamuk1, Mithat Eser3
Keçiören Eğitim ve Araştırma Hastanesi İç
Hastalıkları A.D.
2
Keçiören Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Gastroenteroloji B.D
3
GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ
1
133
75 yaşında bayan hasta; halsizlik, iştahsızlik, kilo kaybı,
kusma ve dispeptik şikayetleri nedeniyle başvurdu. Fizik
muayenesinde konjuntivaları soluk epigastrik bölgesinde
hassasiyeti vardı. Tetkiklerinde anormal değerleri
hemoglobin:7.44g/dl(12,2-16,2g/dl),
MCV:82.4(8097) MCH:26,9(27-31,2) beyaz küre ve trombosit sayısı
normaldi,sodyum:131mmol/L(132-146mmol/L),
potasyum:3,02 mmol/L(3,5-5,5mmol/L), kalsiyum:6,2
mg/dl(8,4-10,2mmol/L),
albumin:1.3g/dl(3,4-5g/dl),
total protein:3,4g/dl(5,7-8,2g/dl), ferritin:21 ng/ml (10291ng/ml),CA-125 209,7U/ml (<30,2) idi. Abdomen
ultrasonunda: mide duvar kalınlaşması, perihepatik,
perisplenik ve pelvik alanda serbest mayi saptandı.
Yapılan özefagogastroduodenoskopide antrum orta
seviyede derin krater oluşturmuş ülserovejetan lezyon ve
bu lezyonun kolona kanalize olduğu görüldü (Resim 1).
BT enterografide mide distal korpus-antrum düzeyinde
konsantrik formda yaklaşık 10 cm uzunluğunda en kalın
yerinde 1,5 cm ye ulaşan tümöral duvar kalınlaşması
izlendi (Resim 2). Mide antrum büyük kurvaturasındaki
duvar kalınlaşması hizasında proksimal transvers kolona
2,5 cm lik bir ağızla midenin kolona fistülizasyonu
saptandı (Resim 3). Batında yaygın serbest mayi ile her
iki hemitoraksta plevral efüzyon kaydedildi. Lezyondan
alınan biyopsilerin incelemesinde adenokarsinom
saptandı.
Fistül; iki sindirim organı veya cilt ile içi boş bir
organ arasındaki anormal bağlantı veya traktüs
olarak tanımlanabilir. Fistüller anatomik olarak:
External; kolokutenöz fistül, İnternal:gastrokolik
veya
kologastrik:Komplike:gastrojejunokolik,
gastropankreatokolik; Fizyolojik olarak düşük,orta ve
yüksek çıkışlı; Etyolojik olarak apandisit,divertikülit,
postoperatif veya kanser, inflamatuar barsak hastalığı,
yabancı cisim ve radyoterapiye bağlı oluşanlar
olarak sınıflandırılabilir.Batı toplumlarında en sık
neden transvers kolon adenokanserleri iken; doğu
toplumlarında ise ensık neden mide adenokarsinomudur.
Hastalar abdominal ağrı, fekaloid kusma, ishal, anemi,
hipoalbuminemi, kilo kaybı ve asit gibi semptom ve
bulgularla başvururlar.
Tanıda abdominal tomografi, gastroskopi, kolonoskopi ve
enterografiden faydalanılır. Enterografi gastrokolik fistül
tanısında en kesin tanı yöntemidir.Gastrokolik fistülün
tedavisinde temel tedavi yöntemi en blok rezeksiyon ve
adjuvan kemoterapidir.
Resim 1
endoskopik görünüm
Resim 2
Mide antrumdaki duvar kalınlaşması (asteriks) seviyesinde
kolona fistülizasyon (kırmızı çizgi) ile transvers kolonda
fistülizasyon sonrasındaki tümöral duvar kalınlaşması ile
lüminal daralma (beyaz ok) (duodenum:d, kolon:k)
Resim3
Gastrik karsinoma bağlı gastrokolik fistül nadir görülen
bir komplikasyondur. Açıklanamayan kilo kaybı, halsizlik,
tedaviye dirençli veya ileri yaşta ortaya çıkan dispepsi ve
kusma gibi şikayetleri olan hastalarda maligniteye bağlı
gastrokolik fistül ayırıcı tanıda düşünülmelidir.
Anahtar Kelimeler: Adenokarsinom, GastroKolik Fistül,
Mide karsinomu
Mide distal korpus ve antrumda ön ve arka duvarı
etkileyen tümöral duvar kalınlaşması (asteriks)
134
PS-051
arkadaşları sosyal izolasyonda sızıntının ve cilt tahrişinin
en önemli faktörlerden olabileceğini raporladılar.
Ostomi ile yaşamak; bir hayat kalitesi çalışması
Kamuran Cumhur Değer , Hasan Erdem , Esra Akdeniz
Duran3, Ülfet Değer4, Enver Reyhan2, Oktay İrkörücü2
1
2
Kartal
Koşuyolu
Yüksek
İhtisas
Hastanesi,
Gastroenteroloji Cerrahisi Kliniği, İstanbul
2
Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Genel
Cerrahi Kliniği, Adana
3
İstanbul
Medeniyet
Üniversitesi,
TıpFakültesi,
Biyoistatistik Departmanı, İstanbul
4
İstanbul Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç
Hastalıkları Kliniği, İstanbul
1
AMAÇ
Birçok hastalık nedeniyle acil veya elektif
şartlarda hastalara kalıcı veya geçici ostomi açmak
gerekebilmektedir. Kolorektal kanser hastalıklarının
tedavisinde hasta hayat kalitesi giderek artan bir önem
arz etmeye başlamıştır. Farklı ostomi tiplerinin hastaların
hayat kalitesi üzerine olan etkisini araştırmak üzere hayat
kalitesi ölçümü anketi ile yaptığımız çalışmayı sunmayı
hedefledik.
Bizim çalışmamızda cinsellikle alakalı soruları bazı
hastalar cevap vermemeyi tercih etti. Bu durum
sadece bizim çalışmamızda değil, diğer çalışmalardada
görülebilmektedir ki keza, cinsel hayatla ilgili soruların
büyük bir kısmı cevapsız kalmaktadır.
SONUÇ
Ostomi insan hayat kalitesini anlamlı ölçüde düşüren bir
cerrahi girişimdir. Bu hayat kalitesindeki düşüşe hangi
tip ostominin ne kadar etki ettiğini araştırmaya yönelik
yaptığımız bu çalışmanın bir kısıtlaması hasta sayısındaki
azlık olarak görülebilir. Ancak bu sayıya rağmen hastaların
verdiği tatminkar cevaplar doğrultusunda sağlıklı bir veri
sağlandığı kanaatindeyiz.
Anahtar Kelimeler: anket, hayat kalitesi, stoma
Tablo 1. Stoma durumuna gore klinik ve demografik
özellikler
GEREÇ VE YÖNTEM
Adana Numune Hastanesi Genel Cerrahi Kliniğinde
farklı sebeplerden ostomi açılmış 61 hasta çalışmaya
dahil edildi. Hastalara anket formu dağıtıldı. Bu formda
hastaların sosyodemografik özellikleri ve ostomiyle
ilgili bilgileri içeren, Baxter ve arkadaşlarının tarif ettiği
21 sorudan oluşan klinik değişkenler yer aldı. Cevaplar
skorlanıp SPSS programı kullanılarak istatistiksel analiz
yapıldı.
BULGULAR
Kolostomili hastaların cilt tahrişi açısından hayat kalitesi
skoru daha düşük idi(p=0.019). 50 yaş üstü ileostomili
hastaların finansal kaygı skoru kolostomili hastalara
oranla daha iyiydi(p=0.041). Çoklu regresyon analizi
ostomi ile geçirilen zamanın ilerlemesiyle birlikte cilt
tahrişinin azaldığını ortaya koydu(p=0.044). Hastaların
genel hayat kalitelerinin oldukça düştüğü ve son bir aylık
sürede anlamlı azalma gösterdiği izlendi(p=0.000).
Tablo 2. Stoma tipine gore klinik ve demografik özellikler
TARTIŞMA
Çalışmamızda hayat kalitesi açısından kalıcı-geçici
ostomili olmanın bir farkı olmadığını saptadık.
Literatürde, bizim bu sonucumuzun teyidi niteliğinde
olabilecek Sjödahl ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada,
kalıcı sigmoid kolostomi açılan hastaların %80’inde
kabul edilebilir hayat kalitesi ölçümleri elde edildiği
bildirilmiştir.
Kolostomili hastalarda cilt tahrişi hayat kalitesi ileostomili
hastalara oranla daha kötü hesaplandı. Goozsen ve
135
Tablo 3. Stoma tipi ve durumuna göre Mann-Whitney U
testi sonuçları
Tablo 4. Ostomi durumunun yaşa gore (<=50 yaş ve >50
yaş) etkisi
Tablo 5. Ostomi tipinin yaşa gore (<=50 yaş ve >50 yaş)
etkisi
`
Tablo 6. Multipl regresyon sonuçları (coefficient ve p
değerleri*)
PS-052
Endoskopik Ultrasonografi rehberliğnde metalik stent
konarak drenaj yapılan abdominal abse olgusu
Vüsal Abdurahmanov1, Meltem Ergün2, Atakan Yeşil2,
Ercan Kocakoç3, Başak Oyan Uluç4
Hastalıkları Anabilim Dalı
2
Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi İç
Hastalıkları Gastroenteroloji Bilim Dalı
3
Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Radyoloji
Anabilim Dalı
4
Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi İç
Hastalıkları Onkoloji Bilim Dalı
Giriş: Endoskopik ultrasonografi (EUS) rehberliğinde
pankreatik pseudokist drenajı giderek daha çok
kullanılmaya başlanmıştır ancak batın içi apse drenjında
EUS kullanımı daha nadirdir. Biz over kanseri tanısı
konmuş, kemoterapi sonrası abdominal implantlarında
nekrozis ve sonrasında apse gelişmiş ve sepsis kliniği
ancak EUS rehberliğinde drenajla düzelmiş bir olguyu
sunuyoruz.
Olgu: 65 yaşında bayan hasta Over Ca (Evre IV)
tanısıyla TAH+BSO operasyonu olmuş sonrasında 5
kür kemoterapi almış. Yaklaşık 20 gündür karın ağrısı,
bulantı, kusma, ateş şikayetleri başlayan hasta yatırılarak
IV sıvı ve antibiotik tedavisi başlandı. Yapılan endoskopik
incelemede prepilorik antrumda yaklaşık 6-7 cm çapında
dıştan bası saptandı. Abdominal BT’de içinde hava-sıvı
seviyesi olan 9x14 cm’yi bulan abse, 6x5 cm çapında ve
4x5 cm çapında tümör implantları olduğu düşünülen
lezyonlar izlendi. En büyük lezyona perkütan drenaj
yapıldı. Ancak hastanın sepsis tablosu düzelmedi, 40
0C’yi bulan ve düşürülemeyen ateşleri devam etti.
Endoskopik incelemede prepilorik antrumda mideye
dıştan bası yapan 6-7 cm.lik lezyon saptandı. Hastanın
klinik durumu dolayısıyla cerrahi girişimin hasta için
çok uygun olmadığına karar verildi. EUS rehberliğinde
yapılan incelemede yoğun solit komponenti olan anekoik
apse izlendi. EUS FNA (19G) ile girildikten sonra guide
gönderilerek üzerinden balon dilatasyonu yapıldı ve 3
cm. uzunluğunda metalik stent (diabola) yerleştirildi.
Stent açılımını takiben mideye bol miktarda kahverengi
apse içeriği ve nekrotik materyal boşaldı. Takip eden
dönemde septik tablosu gerileyen ve apse boyutlarında
ciddi küçülme saptanan hasta iki hafta sonra metalik
stenti çekilerek taburcu edildi. İki hafta sonraki kontrolde
CRP değeri düşük ve ateşsiz seyretmekteydi ve 10 kg
kadar kilo alımı olmuştu.
Tartışma: EUS rehberliğinde batın içi apse drenajı nadir
olarak kullanılmaktadır. Ancak apse içeriği çok yoğun
olan hastalarda peruktan tedaviler her zaman başarılı
olmamaktadır. Bizim olgumuzda EUS rehberliğinde
apse içeriği metal stent yardımıyla mideye boşaltılmış ve
hastanın kliniğinde dramatik düzelme yapmıştır.
Anahtar Kelimeler: abdominal
ultrasonografi, metalik stent
Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi İç
1
136
abse,
endoskopik
137
BT
PS-055
İlginç bir ileoçekal intussusepsiyon nedeni: Malign
çekum tümörü
Doğan Fakıoğlu, Umut Eren Erdoğdu, Harun Sır, Hüseyin
Ayhan Kayaoğlu
Bursa Yüksek İhtisas Eğitim Araştırma Hastanesi, Genel
Cerrahi Kliniği, Bursa
Erişkinlerde çocukluk çağına göre çok daha az görülen
intussusepsiyonların %90’ı bir patolojiye sekonder
görülür ve tamamına yakını cerrahi olarak tedavi
edilir. Yetişkinlerde çok nadir görülen ileoçekal
invajinasyonların primer nedenleri ileum ve/veya çekum
duvarının benign tümörleri (leiomyoma, lipom), malign
tümörleri (adeonkarsinom, lenfoma, leiomyosarkom),
Meckel divertikülü gibi yapısal anomalilerdir.
3 günlük karın ağrısı, şişkinlik, kusma şikayetleriyle acil
servise başvuran 46 yaşındaki kadın hasta, çekilen tüm
batın BT’sinde ileoçekal intussusepsiyon ve bu düzeyde
duvar kalınlaşması saptanması üzerine operasyon amaçlı
interne edildi. Laparoskopik redüksiyon yapıldıktan
sonra yapılan eksplorasyonda çekumda yaklaşık 6 cm’lik
kitle saptanması üzerine sağ hemikolektomi ve ileotransversostomi operasyonu uygulandı. Hasta post-op
5. günde sorunsuz olarak taburcu edildi. Patoloji sonucu
orta derece diferansiye adenokarsinom olarak raporize
edilen tümörün boyutları 6x6x3.5 cm olarak ölçülmüştür.
BT
Erişkinerde nadiren görülen intussusepsiyon olgularında
malignite ihtimali akla gelmeli, pre-op tetkiklerinde ve
per-op eksplorasyonda malignite ihtimali göz önünde
bulundurulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: İntussusepsiyon, ileoçekal, malign
çekum tümörü
ADBG
BT
138
BT
endoskopi işlemi esnasında, corpusda lokalize, yaklaşık
2 cm büyüklüğünde, orta sertlikte saplı polip saptandı ve
polipektomi uygulandı. Polipin histolojik incelemesinde
hamartomatoz polip olarak rapor edildi. Malign değişiklik
saptanmadı. Antrum ve corpusdan alınan biyopside
bakteri saptandı ve Hp tedavisi uygulandı. Hastanın yılda
bir kez endoskopik kontrolleri yapılmaktadır.
Hamartomatoz polipler, sık görülmeyen polipler
olup, midede prekanseröz özellikte olabilmekte ve
gastrik adenokansere (% 1-33 oranında değişmekte)
dönüşebilmektedir. Gastrik hamartomatoz polipler,
adenomatoz polipozis koli ile birlikte olabilmekte ve bu
nedenle mutlaka bu hastalara kolonoskopi yapılması da
gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler:
endoskopi
Hamartomatoz
polip,
mide,
PS-058
Türk Popülasyonunda Çölyak Hastalığının Genel
Özellikleri
BT
Serdar Karakaya1, Oktay Bulur1, Kürşat Dal1, Oktay
Ünsal1, Fatma Kaplan Efe1, İbrahim Karadağ1, Murat
Eser1, Bora Aktaş2, Esin Beyan1
Keçiören Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları
Kliniği, Ankara
2
Keçiören Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Gastroenteroloji
Kliniği, Ankara
1
Amaç: Çölyak hastalığı(ÇH) kliniği farklılıklar
gösterebilir. Günümüzde atipik semptomlarla başvuran
çölyaklıların sayısı artmaktadır. Bu nedenle ÇH tanısı
alan bireylerin hastaneye başvuru şikayetleri, klinik
özellikleri, rutin tetkiklerde istenen laboratuvar bulguları,
endoskopik bulguları, patolojik bulguları inceleyerek ne
kadarının atipik çölyak olduğunu saptamayı amaçladık.
Yöntem: Çalışmamıza hastanemizde takip edilen 18 yaş
üstü tüm ÇH tanısı alan 89 hasta dahil edildi. Hastaların
dosyaları retrospektif tarandı. Hastaların cinsiyetleri,
yaşları, hastaneye başvuru şikayetleri, klinik özellikleri,
rutin tetkiklerdeki laboratuvar bulguları, endoskopi
bulguları, patoloji raporları kaydedildi.
PS-057]
Gastrik hamartomatoz polip
Vedat Göral
İzmir Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bölümü.
İzmir
Gastrik polipler, üst gastrointestinal endoskopi işlemi
esnasında % 1-4 oranında görülmektedir. Sporadik
olarak ve çoğunlukla endoskopi esnasında tesadüfen
saptanırlar. Bazen, midede rahatsızlık, kanama,
anemi, dispepsi gibi semptomlara neden olurlar. Mide
rahatsızlığı olan 43 yaşındaki bayan hastada, yapılan
Bulgular: Hastalarımızın yaş ortalaması 37±1.5 yıldı.
Kadın/Erkek oranı 2.1/1’dir. Hastaların şikayetleri
incelendiğinde en sık halsizlik (%49.4), iştahsızlık (%33.7)
ve dispepsi(%22.5) görülürken klasik semptomlardan
diare(%19.1) az sıklıkla görülmüştür. Hastaların
%7.8’inde başvuruda asemptomatikken %47.1’inde
yalnızca ekstrainestinal semptomlar mevcuttu.
139
Başvuru anında hastaların %47’sinde anemi, %73.4’ünde
demir eksikliği, %55.4’ünde vitamin B12 eksikliği ve
%8.9’unda folat eksikliği vardı. Glutensiz diyet öncesi
ve sonrası hemoglobin, ferritin, vitamin B12 ve folat
değerleri karşılaştırıldığında istatiksel olarak anlamlı artış
saptandı(p<0.0001). Hastaların tedavi öncesi %14.6’sında
trombositoz saptandı. Tedavi öncesi ve sonrası
trombosit değerleri karşılaştırıldığında yüksek olanlarda
istatistiksel olarak anlamlı düşüş gözlendi(p=0.04).
Hastaların %96.1’inde vitamin D eksikliği, %22.7’sinde
hipokalsemi ve %15.1’inde hipoalbünemi saptandı.
Tedavi öncesi ve sonrası vitamin D, kalsiyum ve albümin
değeri karşılaştırıldığında düşük olanlarda istatistiksel
olarak anlamlı artış saptandı(p<0.0001). Hastaların
%15.7’sinde osteoporoz ve %16.2’sinde INR de uzama
gözlendi. Hastalarımızın tanı anında %25.3’ünde
transaminaz yüksekliği saptandı. Tedavi öncesi ve sonrası
karşılaştırıldığında transaminaz seviyesi yüksek olanlarda
istatiksel olarak anlamlı düşüş gözlendi(p<0.0001).
Hastalarımızın tedavi öncesi endoskopi bulguları
%50.2 normal görünüm, %25.4’ünde mozaik patern,
%12.6’sında foldlarda silinme, %12.6’sında nodüler
görünüm ve %9.5’inde tarak sırtı görünümü mevcuttu.
Hastalarımızın patoloji raporları incelendiğinde %83.4’ü
ileri evre olup Marsh Tip 3’tü. Hastalarımızın %49.2’sinde
H.pylori pozitifliği saptandı.
Sonuç: ÇH tipik olgularda akla getirmek kolay bir hal
alırken atipik olgularda daha az düşünülüyor olması
tanıda zorluk yaratan durum olarak karşımıza çıkar. Bu
yüzden atipik semptomlarla başvuran hastalarda da ÇH
akılda bulundurulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Atipik çölyak hastalığı, Çölyak
hastalığı, Türk popülasyonu
PS-059
Midenin Nadir Bir Submukozal Tümörü: Schwannom
Hamdi Taner Turgut1, Adem Yüksel2, Murat Coşkun1,
Mehmet Özyıldız1
Derince Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Genel Cerrahi
Kliniği, Kocaeli
2
Derince Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Gastroenterolojik
Cerrahi, Kocaeli
1
Giriş-Amaç:
Mide submukozal tümörleri, tümör orjini, histolojik
karakteri ve yerleşimine göre geniş bir dağılım
göstermektedir. Preoperatif dönemde özellikle tümörün
histopatolojik karakterinin (benign veya malign)
belirlenmesinin zor olması nedeniyle cerrahi girişimler,
hem diagnostik hem de küratif tedavi açısından ön plana
çıkmaktadır.
Bu çalışmada, midede submukozal tümör nedeni ile
laparoskopik subtotal gastrektomi yapılan ve spesmenin
incelemesinde gastrik schwannom saptanan bir vakamızı
sunmayı amaçladık.
Olgu:
49 yaşında bayan hasta, dispeptik yakınmaları
nedeni ile yapılan özofagoduodenoskopi tetkikinde
mide küçük kurvatura lokalizasyonunda 2 cm çaplı
submukozal kitle tespit edildi. Alınan endoskopik
biopsi sonucu hafif aktivasyon gösteren kronik gastrit
olarak raporlandı. Bunun üzerine yapılan abdominal
batın tomografisinde, mide küçük kurvaturada, incisura
angularisin proksimaliden köken alan, ekzofitik
uzanımlı 3,5 cm çaplı düzgün sınırlı solid kitle saptandı.
Endosonografik incelemede mide 4. katmandan köken
aldığı görüldü. Hasta gastrointestinal stromal tümör
olarak değerlendirildi. Hastaya laparoskopik subtotal
gastrektomi uygulandı. Gastrointestinal rekonstrüksiyon
roux- en-y şeklinde uygulandı.
Patoloji spesmeninin makroskopik incelenmesinde
proksimal cerrahi sınıra 1.5 cm mesafede, mide
küçük kurvatura yerleşimli, submukozal yerleşimli,
3.5x2,7x2,5 cm ölçülerinde kirli sarı renkte sert kıvamlı
tümör dokusu izlendi. Yapılan immunohistokimyasal
incelemerde s-100 ile kuvvetli sitoplazmik boyanma
ve vimentin ile zayıf fokal pozitivite izlendi. CD117,
CD34 ve SMA ile boyanma gözlenmedi. Histopatolojik
özellikleri ve immunohistokimyasal boyanma sonucunda
lezyon Schwannom olarak rapor edildi. Postoperatif
takiplerinde komplikasyon yaşanmayan hastanın oral
alımı postoperatif 3. Gün açıldı. Hasta postoperatif
5. Gün taburcu edildi. Postoperatif 3. Ay takiplerinde
herhangi bir problem gözlenmedi.
Tartışma:
Schwannoma, gastrointestinal sistemin nadir görülen,
benign, yavaş büyüyen mezenkimal tümörüdür.
Gastrointestinal sistemde en sık midede rastlanırlar ve
tüm mide tümörlerinin %0.2’sini oluştururlar. Gastrik
schwannom tanısı genellikle lezyonun histopatolojik
inceleme ve immunhistokimyasal boyamaları sonucunda
konulabilmektedir. Bu nedenle midenin submukozal
lezyonlarının ayırıcı tanısında, gastrik schwannom tanısı
akılda tutulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Gastrointestinal mezenkimal
tümörler, mide submukozal lezyonları, schwannom
140
PS-062
Liver Fatty Acide Binding Protein (L-FABP)’in
Karaciğer Hasarını Göstermekteki Önemi
Özlem Özer Çakır1, Aysun Toker2, Hüseyin Ataseven3,
Ali Demir3, Hakkı Polat3
Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Gastroenteroloji
ve Hepatoloji Kliniği, Konya
2
Necmettin Erbakan Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi,
Tıbbi Biyokimya Ana Bilim Dalı, Konya
3
Necmettin Erbakan Üniveristesi, Meraam Tıp Fakültesi,
Gastroenteroloji ve Hepatoloji Bilim Dalı, Konya
1
Amaç: Bizim çalışmamızın amacı karaciğer hasarı
olan hastalarda sitoplazmik bir protein olan L-FABP
seviyelerinin karaciğer hasarı ile ilişkisini ve tanısal
değerini araştırmaktı.
Method: Çalışmamız toplam 85 hasta içermekte idi.
Bunlardan 17’si akut hepatit (5’i akut hepatit B, 1’i akut
hepatit A, 2’si akut hepatit C, 5’i otoimmun hepatit ve
Değişkenler
Yaş
Cinsiyet
Kadın
Erkek
AST
ALT
CRE
GGT
4’ü toksik hepatit), 19’u hepatik ensefalopatili karaciğer
sirozu, 29’u karaciğer sirozu ve 20’si kontrol grubu idi.
Hastaların serum ve idrar L-FABP seviyeleri ELISA
yöntemi ile ölçüldü.
Sonuçlar: Hastaların demografik ve klinik özellikleri
Tablo 1. dedir. Tüm olgular arasında serum ve idrar
L-FABP seviyeleri ile AST, ALT, creatinin ve GGT
seviyeleri arasında istatistiksel olarak anlamlı aynı yönlü
pozitif korelasyon izlendi (p<0,001 ve p<0,05, sırasıyla)
(Tablo 2). Tüm vakalarda Serum L-FABP seviyesi 5183
ng/L’de duyarlılığı %95,4, seçiciliği %100 olup, pozitif
prediktif değeri %100 ve negatif prediktif değeri %87
idi. Tüm vakalarda idrar L-FABP seviyesi 4367 ng/L’de
duyarlılık, seçicilik, pozitif ve negatif prediktif değerleri
% 100 idi.
Yorum: Serum ve idrar L-FABP seviyeleri karaciğer
hasarını gösterme açısından tanısal bir marker olabilir.
Anahtar Kelimeler: Akut hepatit, Karaciğer hasarı,
L-FABP
Tablo 1. Gruplara göre olguların demografik ve klinik özellikleri
AH (n=17)
HE+KCS (n=19) KCS (n=29)
Kontrol (n=20)
53,0 (33,0)a,b
69,0 (22,0)a,c
65,0 (15,0)b,d
39,5 (14,0)c,d
8 (%47,1)
9 (%52,9)
453,0 (395,5)
a,b,e
616,0 (437,0)
a,b,e
0,69 (0,26)a
140,0 (221,0)
a,b,e
p-değeri
<0,001†
0,307‡
7 (%36,8)
12 (%63,2)
10 (%34,5)
19 (%65,5)
12 (%60,0)
8 (%40,0)
67,0 (170,0)a,c
47,0 (28,5)b,d
15,0 (5,5)c,d,e
<0,001†
44,0 (66,0)a,c
29,0 (19,0)b,d
14,5 (9,0)c,d,e
<0,001†
1,21 (2,39)a,c,f
0,80 (0,38)d,f
0,60 (0,24)c
<0,001†
50,0 (66,0)a,c
38,0 (52,5)b,d
21,0 (6,25)c,d,e
<0,001†
3672,0 (982,5)
<0,001†
c,d,e
8730,0 (1155,0)
9896,0 (11,08,0)
3391,5 (312,5)
<0,001†
İdrar L-FABP
9350,0 (854,0)b,d
a,b,e
a,c
c,d,e
† Kruskal Wallis test, ‡ Pearson’s Chi-square test, a: AH ile grup HE+KCS grubu arasındaki fark istatistiksel olarak
anlamlı (p<0,01), b: AH ile grup KCS grubu arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı (p<0,01), c: HE+KCS grubu ile
kontrol arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı (p<0,05), d: KCS grubu ile kontrol arasındaki fark istatistiksel olarak
anlamlı (p<0,001), e: AH grubu ile kontrol arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı (p<0,001), f: HE+KCS grubu ile
KCS grubu arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı (p<0,001).
Serum L-FABP
9110,0 (3352,5)e
9410,0 (1355,0)c
9715,0 (2462,5)d
141
Tablo 2. Tüm olgular içerisinde serum L-FABP ve idrar L-FABP düzeyleriyle AST, ALT, CRE ve GGT
arasındaki korelasyon katsayıları ve önemlilik düzeyleri
Serum L-FABP
İdrar L-FABP
Korelasyon katsayısı p-değeri †
Korelasyon katsayısı p-değeri †
AST
0,467
<0,001
0,400
<0,001
ALT
0,348
<0,001
0,326
0,002
CRE
0,378
<0,001
0,256
0,018
GGT
0,471
<0,001
0,321
0,003
† Spearman’ın korelasyon testi.
PS-063
Üst gastrointestinal sistem endoskopilerinde insidental
olarak saptanan ektopik pankreas
Durmuş Ali Çetin, Hüseyin Çiyiltepe, Ulaş Aday,
Ebubekir Gündeş, Kamuran Cumhur Değer, Mustafa
Duman
Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma
Hastanesi, Gastroenteroloji Cerrahisi Kliniği
AMAÇ
Ektopik pankreas genellikle tesadüfen saptanan nadir
bir doğumsal anomalidir. Otopsi serilerinde % 0,5-13,7
oranında görülme sıklığına sahiptir. Sıklıkla insidental bir
bulgudur ve gastrointestinal sistemin farklı bölgelerinde
saptanabilir. Genellikle üst gastrointestinal sistem
endoskopisinde mide antrumunda pilora yakın küçük
krater şeklinde görüntüsüyle kolaylıkla tanımlanabilir.
Bu çalışmada amacımız; üst gastrointestinal sistem
endoskopisi yapılan hastalarda ektopik pankreasın
sıklığını belirlemektir.
GEREÇ VE YÖNTEM
Ocak 2012- Aralık 2015 yılları arasında endoskopi
ünitemizde yapılan üst gastrointestinal sistem
endoskopileri retrospektif olarak değerlendirildi. Toplam
9850 üst GİS endoskopisinde 14 vakada ektopik pankreas
ile uyumlu görünüm izlendi. Ektopik pankreas ile
uyumlu görünümü olan hastaların yaş, cinsiyet, ön tanı,
endoskopik bulguları ve varsa histopatolojik bulguları
kaydedildi.
BULGULAR
Ocak 2012- Aralık 2015 yılları arasında toplam 9850
hastaya üst gastrointestinal sistem endoskopisi yapılmış
olup bu hastaların 14’ünde (% 0,14) ektopik pankreas ile
uyumlu görünüm izlenmiştir. Bu hastaların 4’ü (% 28,5)
erkek, 10’u (% 71,5) kadındı. Yaş ortalaması 49 yıl idi. (2969 yaşları arasında). Ektopik pankreas dokusu hastaların
tamamında mide antrumunda izlendi. Hastaların 8’ine (%
57,1) dispepsi, 2’sine (% 14,3) reflü, 2’sine (% 14,3) mide
polip öyküsü, 1’ine (% 7,1) anemi ve 1’ine (% 7,1) mide
duvar kalınlaşması nedeniyle üst gastrointestinal sistem
endoskopisi yapıldı. 9 hastada (% 64,2) histopatolojik
inceleme yapılmış olup bu hastaların tamamında (%100)
kronik gastrit izlenmiştir.
SONUÇ
Ektopik pankreas genellikle asemptomatik seyreden bir
gastrointestinal malformasyondur. Literatürde ektopik
pankreas sıklığı % 0,2 olarak bildirilmiştir. Çalışmamızda
ektopik pankreas görülme sıklığı % 0,14 olup literatüre
göre daha düşük bulundu. Farklı nedenlerden dolayı
yapılan üst gastrointestinal sistem endoskopisinde
özellikle ortası göbekli, lümene doğru mukozal kabarıklık
gösteren subepitelyal lezyonlarda ektopik pankreas akılda
bulundurulmalıdır. Asemptomatik hastalarda endoskopik
takip yeterlidir. Histopatolojik tanı konamayan, büyük ve
semptomatik olgularda cerrahi rezeksiyon önerilir. Sonuç
olarak; ektopik pankreas nadir görülmesine rağmen,
çeşitli gastrointestinal submukozal lezyonların ayırıcı
tanısında akılda tutulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: ektopik pankreas, endoskopi, üst
gastrointestinal sistem
PS-065
Atipik seyreden Çölyak Hastalığı vaka sunumu
Halil Genç, Gokhan Çakar, Gülden Mıcır
İzmir Asker Hastanesi, Gastroenteroloji Kliniği, İzmir
Çölyak hastalığı (ÇH,) genetik olarak duyarlı kişilerde
buğdaydaki gluten ve arpa, çavdar, yulaf gibi tahıllardaki
gluten benzeri diğer tahıl proteinlerine karşı kalıcı
intolerans olarak gelişen proksimal ince barsak
hastalığıdır. ÇH enteropati olarak bilinmesine rağmen son
yıllarda ortaya konulan ve belirginleşen gastrointestinal
sistem dışı bulguları ile her sistemin hastalığı haline
gelmiştir. Hastalık, çocukları ve erişkinleri yaşam boyu
etkilemekte ve her yaşta ortaya çıkabilmektedir. Çoğu
hastada atipik ya da sessiz bir klinik seyir söz konusudur.
142
74 yaşında erkek hasta polikliniğimize halsizlik, yaygın
uyuşmalar ve kas krampları ile başvurdu. Öyküsünde
hastaya anemi nedeniyle 7 ve 10 yıl önce iki defa
gastroskopi yapılmış ancak ince bağırsak biyopsisi
alınmamış. Hastaya demir ve vit B12 tedavisi verilmiş.
Özellikle son 3-4 yıldır halsizlik, yaygın uyuşmalar ve kas
kramları tarifleyen hastaya 3 yıl önce periferik nöropati
nedeniyle medikal tedavi verilmiş ancak yakınmaları
düzelmemiş. Hastanın başvurunda laboratuvar değerleri;
Hgb:12,4g/dl MCV:71fl vit B12:150 pg/dL ferritin:8
μg/l, 25-hydroxy vitamin D düzeyi 7 nmol/L ve serum
kalsiyum: 7.8 mg/dl idi. Hastaya gastroskopi yapıldı.
Üst GIS endoskopik bx; intraepitelyal lenfositlerin artışı,
villus atrofi ve kript hiperplazisi ve anti endomisyum ve
doku transglutaminaz IgG pozitifliği ile hasta ÇH kabul
edildi ve glutensiz diyet ve replasman tedavileri başlandı.
Hastanın diyet tedavisi ile nöropatik yakınmaları geriledi
ve laboratuvar bulguları düzeldi.
Bazı olgular daha geç yaşta tanı almaktadırlar. ÇH
hayatın herhangi bir döneminde ortaya çıkabilir.
Daha ileri yaşlarda ise gastrointestinal sistem dışı daha
farklı bulgularla veya daha hafif şekillerde karşımıza
gelebilmektedir. Tipik veya atipik bulgularla ÇH
düşündüren olgularda ilk aşamada serolojik testler
yapılarak pozitif antikor aranmalıdır. Bizim olgumuzda
ince bağırsak mukozasının endoskopik görünümü normal
idi. Gastroskopi yapılan olgularda mukoza görünümü
normal olsa da ince bağırsak biyopsisi alınmalı ve ayrıca
bulbusa yakın bölgeden de biyopsi alınmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Çölyak Hastalığı, biyopsi, gluten
PS-066
İkinci basamak hastaneye başvuran 50-70 yaş
aralığındaki hastaların kolorektal kanser erken tarama
programı bilgi düzeyi ve ilişkili faktörler
Bu çalışma kesitsel tipte olup, çalışmada 102 katılımcıya
yüz yüze standart bir anket uygulaması yapıldı. Veri
toplama aracı olarak tarama yaptırma durumunu,
KRK ve tarama testlerine ilişkin bilgi, tutum ve tarama
yaptırma isteğini sorgulayan sorular içeren bir soru
formu kullanıldı.
Kolonoskopi ve/veya dışkıda gizli kan testi yaptırmış
olma durumu tarama programına katılım için yeterli
bulunmuştur. SPSS 15.0 istatistik paket programı ile
veriler değerlendirilmiştir.
Araştırmadaki katılımcıların %60’ kadın olup
grubun yaş ortalaması 57.8±7.2’dir. Eğitim durumu
değerlendirildiğinde grubun %40 si ilköğretim, %25’i
lise, %35’i üniversite mezunu idi. Herhangi bir kronik
hastalığın olup olmadığı sorgulandığında %35.6 ‘sı
kronik hastalığının olduğunu belirtmiştir. Araştırma
grubumuzun %61’nın kolorektal kanser tarama testleri
hakkında bilgisi olmadığı görülmüştür. KRK tarama
testleri hakkında bilgisi olan ise grubun %39’ u olup, bu
katılımcıların da sadece % 30’ u KRK testlerini yaptırmıştır.
En sık bilinen tarama yöntemi kolonoskopidir (%63.8).
Kolon kanseri için tarama programına katılanların GGK
testi yaptıranların oranı %11.3, kolonoskopi yaptıranların
oranı %9,7’dir.
Çalışmamızda araştırma grubunun KRK erken tanı ve
tarama yöntemleri konusunda bilgi düzeyinin düşük
olduğu saptanmıştır. Tarama testleri hakkında bilgisi
olmasına rağmen tarama yaptıranların sayısı da düşük
bulunmuştur. KRK tarama programları tanıtımı ve
uygulanması konusuna daha ağırlık verilmeli ve bu
konudaki çabalar ve eğitimler desteklenmelidir.
Anahtar Kelimeler: Tarama, kolonoskopi, kolorektal
kanser
PS-067
Bulantı etyolojisinde sıradışı yabancı cisim: PEG kateter
tapası
Gülden Mıcır, Gökhan Çakar, Halil Genç
İzmir Asker Hastanesi, Gastroenteroloji Kliniği, İzmir
Kolorektal kanser (KRK) erken evrede teşhis edildiğinde
büyük oranda tedavi edilebilir bir hastalıktır. KRK tarama
programları ile KRK bağlı ölümlerde %15-30 oranında
azaltılabilir. Teşhis edilen olguların yarısından çoğu ileri
evrededir. Ülkemizde tarama programları yapılmaktadır
ancak kapsama oranı %20-30 arasındadır. Bu nedenle
toplumun tarama programları hakkındaki bilgi düzeyi,
farkındalığı sürekli takip edilmelidir.
Bu çalışma ile; İzmir Asker Hastanesi polikliniklerine
başvuran hastalardan rastgele seçilen 50-70 yaş
aralığındaki bireylerin KRK’e yönelik erken tarama
programı hakkında bilgi düzeyleri ve katılım durumları
ile ilişkili faktörlerin araştırılması hedeflenmiştir.
Tolga Düzenli, Taner Akyol, Alpaslan Tanoğlu, Muammer
Kara, Yusuf Yazgan
GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi, Gastroenteroloji
Servisi, İstanbul
Giriş: Perkütan endoskopik gastrostomi (PEG) kateterleri
yutma fonksiyonları bozulmuş ya da şuuru kapalı
hastalarda enteral beslenme amaçlı uygulanan başarılı
bir yöntemdir. Yara yeri enfeksiyonu, periostomal
sızıntı, pnömoperitoneum, kanama, ülserasyon, kateter
tıkanması, gastrik çıkış darlığı, PEG kateterinin çekilmesi
gibi minör koplikasyonlar yanında nekrotizan fasiit,
buried bumper sendromu ve kolokutanöz fistül gibi
majör komplikasyonlarda oluşabilmektedir.
143
Burada mevcut PEG kateterini çekmesi nedeniyle acil
servise getirilen, 2 yıldır bulantı kusma ve epigastrik ağrı
yakınması olan ve yapılan endoskopisinde yaklaşık 2
yıl önce takılmış olan eski PEG kateteri tapasının mide
fundusunda kaldığı bir vakayı sunuyoruz.
Olgu: 84 yaşında ileri demans tanısı ile takip edilen, son
iki yıl içinde başlayan ve zaman zaman olan bulantıkusma ve epigastrik ağrı yakınmaları mevcut kadın hasta,
PEG kateterini çekmesi nedeniyle yakınları tarafından
acil servise getirilmiş. Yapılan üst batın görüntülemesinde
midede PEG kateteri tapası gözlenmesi üzerine
gastroskopi için kliniğimize yatırıldı. İlk kontrolünde
hastanın çektiği PEG kateterinin balonlu olduğu
gözlendi. Hastanın yapılan gastroskopik incelemesinde
mide fundusunda eski PEG kateterine ait tapa izlendi
(Resim 1), basket ile çıkarıldı ve balonlu yeni PEG kateteri
yerleştirildi. İşlem sonrası takiplerinde yakınmalarında
gerileme gözlenen hasta taburcu edildi.
Sonuç: PEG kateterleri değiştirme amaçlı veya yanlışlıkla
çekildiğinde tapanın yerinde olup olmadığı kontrol
edilmelidir. PEG kateteri olan, özellikle demans, alzhaimer
benzeri kognitif fonksiyonları bozulmuş hastalarda PEG
kateteri çekilmişse ve beslenmenin bozulması, bulantı,
karın ağrısı gibi yakınmalar varsa PEG kateter tapasının
mide içinde olabileceği akılda tutulmalıdır. Bu tapa bazen
bizim vakamızda olduğu gibi 2 yıl önceki PEG kateterine
de ait olabilir.
Anahtar Kelimeler: PEG kateter tapası, PEG
komplikasyonları, perkütan endoskopik gastrostomi
Resim 1.
PS-068
Soliter kolon ülseri - kolon ca?
Taner Akyol, Tolga Düzenli, Alpaslan Tanoğlu, Muammer
Kara, Yusuf Yazgan
GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi, Gastroenteroloji
Servisi, İstanbul
Amaç: Kolon kanseri taraması ve tanısı açısından
halihazırdaki en etkili yöntemlerden biri de
kolonoskopidir. Kolon ca prezentasyonunda; öncelikli
olarak polipler, kitleler, protrüzyon vb. lezyonlar ön planda
yer alır. Burada, tarama amaçlı yapılan kolonoskopide
transvers kolonda belirgin kitle oluşturmayan ülserden
yapılan biyopside adenokarsinom tanısı alan bir vakayı
sunuyoruz.
Olgu: 58 yaşında erkek hastaya tarama amaçlı kolonoskopi
yapıldı. Kolonoskopisinde transvers kolon distalinde
yaklaşık 2 cm. çapında ortasında yer yer hematinize
kirli beyaz eksuda ile kaplı derin krater oluşturmuş ülser
izlendi ve biyopsiler alındı. (Resim 1) Kolondaki bu
soliter ülser dışında görünüm normal idi. Gönderilen
patoloji neticesi adeno ca olarak gelen hastaya transvers
kolektomi uygulandı. Grade II adenoca; subserozal yağ
dokuya infiltre-T3 olarak sonuçlandı.
Sonuç: Kolonoskopilerde; kolon ca’ ya yönelik genellikle
polip, kitle, protrüde lezyonlar araştırılır. Vakamızda
olduğu gibi belirgin kitle oluşturmayan ülserlerin
altından da malignite çıkabileceği akılda tutulmalı ve
dikkatten kaçmamalıdır.
Anahtar Kelimeler: kolon ca, kolon ülseri, soliter
Resim 1.
Mide fundusunda eski PEG tapasının endoskopik
görünümü
Kolonda soliter ülserin kolonoskopik görünümü
144
PS-069
Diversiyon kolitine bağlı GİS kanaması ve anastomoz
hattı darlığı
Tolga Düzenli1, Taner Akyol1, İlker Sücüllü2, Hamdi
Tüfekçi3, Alpaslan Tanoğlu1, Muammer Kara1, Yusuf
Yazgan1
GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi, Gastroenteroloji
Servisi, İstanbul
2
GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi, Genel Cerrahi
Servisi, İstanbul
3
GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi, Anesteziyoloji ve
Reanimasyon Servisi, İstanbul
1
Amaç: Diversiyon koliti genellikle ileostomi veya
kolostomi gibi kolorektal cerrahi sonrası 2-36. aylarda,
fekal akım olmayan mukoza hücrelerinin bakteri
kaynaklı kısa zincirli yağ asidi üretiminden yoksun
kalarak beslenememesi sonucu gelişen nonspesifik bir
inflamasyondur. Hastalar genellikle asemptomatik olsa
da nadiren kanama gibi ciddi semptomlarla da prezente
olabilir. Burada rektum kanseri nedeni ile uygulanan
low anterior rezeksiyon ve uç ileostomi operasyonu
sonrasında anastamoz hattı darlığı, buna bağlı diversiyon
koliti ve GİS kanaması gelişen bir vakayı sunuyoruz.
Olgu: 56 yaşında erkek hastanın makattan kan gelme
yakınması ile Ağustos 2014’de yapılan kolonoskopisinde
rektumda,5-6 cm çapında ülserovejetan kitle izlenmiş.
Biyopside adenokarsinom raporlanması üzerine ilk olarak
neoadjuvan kemoradyoterapi uygulanmış. Şubat 2015’de
LAR+koruyucu loop ileostomi yapılmış. Ağustos 2015’de
ileostomiden kanlı dışkı yakınması başlamış. Aralıklı
olarak devam eden kanamanın şiddetlenmesiyle Ekim
2015’de kliniğimize başvuran hasta yatırıldı, ileostomi
ağzından yapılan kolonoskopide normal mukozanın
yanında yaygın, dokunmakla frajil yer yer birleşme
eğiliminde 3-4 mm çapında erozyonlar ile diversiyon koliti
gözlendi. Anastomoz hattına ulaşıldığında hattın ince bir
fibrotik bantla tamamen kapalı olduğu izlendi. Bunun
üzerine anal kanaldan girilerek yapılan incelemede de
anastomoz hattını kapatan fibrotik bant görüldü. Alttan
ve üstten aynı anda bakılarak kolon lümeni tespit edildi
ve endoskobun ışığı translüminasyon ile görüldü(Resim
1); darlık alanının en ince noktasının burası olduğu ve
arkasında lümen olduğu böylece saptandı. Müteakiben
iğne uçlu sfinkteratom ile fibrotik bant kesildi, tuşe ile hafif
dilatasyon yapıldı, sonra da endoskopla darlık hattının
proksimaline geçildi, lümenin devamlılığı başarılı
bir şekilde sağlandı(Resim 2). İki hafta sonra yapılan
kontrol kolonoskopisinde zorlanmadan anastomoz hattı
proksimaline geçilerek yapılan incelemede;daha önce
gözlenen erozyonların kaybolduğu izlendi.
Sonuç: Diversiyon koliti özellikle kolon ca ile opere olan
hastalarda akılda tutulmalı ve GİS kanaması ile karşımıza
gelebileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Bu hastalarda
anastomoz hattındaki fibrotik stenoz da nadir bir darlık
nedeni olarak karşımıza çıkabilmektedir. Diversiyon
koliti ve darlık; vakamızda olduğu gibi endoskopik
yöntemlerle başarı bir şekilde tedavi edilebilir.
Anahtar Kelimeler: diversiyon koliti, GİS kanaması,
kolon ca
Resim 1.
Endoskop ışığının translüminasyon ile görünüşü
Resim 2.
Darlık hattının tedavi sonrası görünümü
PS-071
Ailesinde kolorektal kanser hikayesi bulanan hastaların
kolorektal kanser erken tarama programı bilgi düzeyi
ve ilişkili faktörler
Gökhan Çakar, Gülden Mıcır, Halil Genç
İzmir Asker Hastanesi, Gastroenteroloji Kliniği, İzmir
Dünya çapında her yıl yaklaşık bir milyon kolorektal
kanser (KRK) tanısı konulurken, 500.000 hasta KRK
nedeniyle kaybedilmektedir. Türkiye’de KRK görülme
sıklığı açısından tüm kanserler içinde kadınlarda üçüncü,
erkeklerde dördüncü sırada yer almaktadır.
145
Kolon tümörleri yavaş büyür ve semptomatik hale
geldiklerinde genellikle hastalık ileri evreye varmış
durumdadır. Ailesinde KRK hikayesi olan bireylerin
daha erken zamanda kolonoskopik tarama yaptırmaları
gerekmektedir. Tarama sonucu prekanseröz lezyonu veya
erken evre tümörü saptama olasılığı fazla olup tarama ve
izlemin KRK’ e bağlı ölüm oranını azalttığı gösterilmiştir.
Bu çalışma ile; İzmir Asker Hastanesi polikliniklerine
başvuran hastalardan ailesinde KRK ve polip hikayesi
bulunan 40-70 yaş aralığındaki bireylerin KRK’e yönelik
erken tarama programı hakkında bilgi düzeyleri ve
katılım durumları ile ilişkili faktörlerin araştırılması
hedeflenmiştir.
Bu çalışma kesitsel tipte olup, çalışmada 52 katılımcıya yüz
yüze standart bir anket uygulaması yapıldı. Veri toplama
aracı olarak tarama yaptırma durumunu, KRK ve tarama
testlerine ilişkin bilgi, tutum ve tarama yaptırma isteğini
sorgulayan sorular içeren bir soru formu kullanıldı.
Kolonoskopi yaptırmış olma durumu tarama programına
katılım için yeterli bulunmuştur. SPSS 15.0 istatistik paket
programı ile veriler değerlendirilmiştir.
Araştırmadaki katılımcıların %40’ı kadın olup
grubun yaş ortalaması 47.5±9.2’dir. Eğitim durumu
değerlendirildiğinde grubun %30’u ilköğretim, %30’u
lise, %40’ı üniversite mezunu idi. Araştırma grubumuzun
(aile hikayesi pozitif olan) %65’nin kolorektal kanser
tarama testleri hakkında bilgisi olmadığı görülmüştür.
Tarama testlerinden bilgisi olan gruptan ise sadece % 15
‘nin kolonoskopik tarama yaptırdığı görülmüştür. Tarama
yaptırmayan bireylerin; sonuçtan korkma, kendini risk
altında görmeme ve zaman yetersizliği nedeniyle KRK
taraması yaptırmadığı gözlenmiştir.
Giriş: Midenin kardia ve pilor kısmındaki ülserler
iyileştikleri zaman lokal fibrozis ve stenoza yol açarak
obstrüksiyon bulgularının ortaya çıkmasına neden
olabilirler. Korpustaki ülserler ise bazen, iyileştikleri
zaman bu bölgenin annüler tarzda daralmasına yol
açarlar. Nadir görülen bu şekildeki mide, kum saati mide
(hour-glass stomach veya mediogastrik stenoz) olarak
bilinir. Bu vakada oldukça nadir görülen bir kum saati
mide vakasını tartışmayı amaçladık.
Vaka: 40 yaş erkek hasta, kliniğimize karın ağrısı ve kile
kaybı yakınmaları nedeni ile başvurdu. Yapılan rutin
tetkiklerinde herhngi bir bulguya rastlanmayan hastaya
kilo kaybı etiyolojisine yönelik üst gis endoskopisi yapıldı.
Endoskopisinde midenin çok yoğun gıda içeriği ile dolu
olduğu, antrum distalinde desantralize dar bir açıklıktan
skop ile zorlanarak geçildikten sonra pilor kanalına
ulaşılabildiği izlendi. Mevcut bulgular kum saati mide ile
uyumluydu. Hasta genel cerrahi kliniğine operasyonel
değerlendirme açısından yönlendirildi.
Sonuç: Gastrik ülserlerin bir sekeli olarak kum saati mide,
gastrik çıkış yolu obstrüksiyonu olan hastalarda nadir de
olsa karşılaşılabilecek bir patolojidir.
Anahtar Kelimeler: gastrik çıkış obstrüksiyonu, kum
saati mide, mide ülseri
kum saati mide endoskopik görünüm
Çalışmamızda araştırma grubunun KRK erken tanı ve
tarama yöntemleri konusunda bilgi düzeyinin düşük
olduğu saptanmıştır. Aile hikayesi olmasına rağmen
tarama yaptıranların sayısı da düşük bulunmuştur. KRK
tarama programları tanıtımı ve uygulanması konusuna
daha ağırlık verilmeli ve bu konudaki çabalar ve eğitimler
desteklenmelidir.
Anahtar Kelimeler: Tarama, kolonoskopi, kolorektal
kanser
PS-074
Gastrik Çıkış Obstrüksiyonu Nadir Bir Nedeni: Kum
Saati Mide
Bora Aktaş, Ferdane Sapmaz, Metin Uzman, Yaşar
Nazlıgül
Keçiören Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Gastroenteroloji
Kliniği, Ankara, Türkiye
PS-077
Amyand fıtığında tedavi ikilemi: Olgu sunumu ve
literatür taraması
Selçuk Gülmez, Aziz Serkan Senger, Mustafa Duman,
Erdal Polat
Koşuyolu Kartal Yüksek ihtisas EAH, Gastroenteroloji
Cerrahi Kliniği, İstanbul
146
Giriş:
İnguinal herni kesesi içerisinde appendix vermiformis
bulunması Amyand fıtığı olarak adlandırılır ve nadir
rastlanılan bir durumdur. Erişkinlerdeki insidansı yaklaşık
%1 olup çoğu zaman cerrahi esnasında beklenmedik bir
durum olarak kendini gösterir. Komplike olguların oranı
yaklaşık % 0.1 dir.
Olgu:
47 yaşında erkek hasta 3 yıldır mevcut olan sağ alt
kadranda şişlik şikâyeti ile tarafımıza başvurdu. Yapılan
fizik muayenesinde redüktabl sağ inguinal herni saptandı
ve ilave tanı yöntemine başvurulmaksızın ameliyat
kararı alındı. Fıtık kesesi açıldığında içinde appendix
vermiformis olduğu görüldü. Appendix de herhangi
bir enflamasyona rastlanılmadığından appendektomi
yapılmamasına karar verildi. Appendixin fıtık kesesine
olan yapışıkları keskin disseksiyon ile ayrıştırıldıktan
sonra appendix batın içine redükte edildi. Hastaya
planlanmış olan Lichtenstein onarımı sentetik mesh ile
uygulandı. Postoperatif komplikasyonu olmayan hasta
postoperatif 1. gün kliniğimizden taburcu edildi. 1 hafta
sonra yapılan poliklinik kontrolünde problem yoktu.
Tartışma:
Klinik prezentasyon periappendiküler enflamasyonun
ayrıca peritoneal kontaminasyonun olup olmamasına
göre değişken olup en sık olarak inkarsere inguinal herni
şeklinde kendisini gösterir.
Amyand herni’nin önceden saptanılması nadirdir
ve genellikle intraoperatif olarak tesadüfen saptanır.
Anamnez ve fizik muayene olarak akut abdomen durumu
söz konusu ise ayırıcı tanı için görüntüleme metodlarına
başvurulabilinmektedir. Bunlar arasında USG ve CT en
yaygın olanlarıdır. Losanoff ve Basson Amyand fıtığını
fıtık kesesi içindeki appendixin enflamasyon durumuna
göre 4 alt gruba ayırmışlar ve tedaviyi buna göre
planlamışlardır.
Sonuç:
Tedavi algoritması fıtık kesesi içindeki appendixin
enflamasyonuna göre değişkenlik göstermektedir. Ancak
bu konuda henüz için kesin bir görüş birliği yoktur.
Genel eğilim enflamasyon mevcudiyetinde meshsiz
herni onarımı şeklindedir. Ancak var olan çalışmalar
baz alındığında erken evre akut appendisit gibi seçili
olgularda appendektomiye ilaveten laparoskopik veya
açık prosedür ile mesh kullanılabilir
Anahtar Kelimeler: Amyand herni, apandisit, inguinal
herni, laparoskopi
Amyand Herni
Sağ inguinal herni kesesi içinde Appendix
PS-078
Üst gastrointestinal sistem endoskopisinde saptanan
poliplerin endoskopik ve histopatolojik özellikleri
Hüseyin Çiyiltepe, Durmuş Ali Çetin, Ulaş Aday,
Ebubekir Gündeş, Kamuran Cumhur Değer, Aziz Serkan
Senger, Orhan Uzun, Erdal Polat, Mustafa Duman
Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma
Hastanesi, Gastroenteroloji Cerrahisi Kliniği
Gastrik polipler mide mukozası yüzeyinden lümen içine
doğru büyümüş olan lezyonlar olarak tanımlanırlar.
Genellikle polipoid lezyon terimi kullanılır. Tüm üst
gastrointestinal sistem endoskopisi uygulanan hastaların
%2–%6’sında ve genellikle tesadüfi olarak saptanır.
Ocak 2013 ile Aralık 2015 tarihleri arasında kliniğimiz
endoskopi ünitesinde yapılan 9850 üst gastrointestinal
sistem endoskopi işlemi esnasında polip tespit edilen 193
hastaya ait 211 endoskopi işlemi ve 198 patoloji sonucu
retrospektif olarak elde edilmiştir. Endoskopi istem
nedeni, polibin endoskopik özellikleri ve histopatolojik
özellikleri ile eşlik eden mide gastrik mukoza özelliği
bakımından verileri sunulmuştur.
Kliniğimizde son 3 yılda 9850 hastaya üst gastrointestinal
sistem endoskopisi yapılmış olup 211’inde (%2.1) polip
saptanmıştır. 176 (%83.4) hastada tek, 35 (%16.5)
hastada multiple olmak üzere 211 işlemde polip saptandı.
Endoskopik incelemede poliplerin 107’si antrum(%50.7),
35’i korpus(%16.5), 19’u fundus(%9) yerleşimliydi.
Endoskopik olarak ölçülen polip boyutları ortalama
7.3 mm olup (4-50 mm) 161’i (%76.3) <1 cm, 50 tanesi
ise (%23.7) >=1 cm idi. Poliplerin 82’si saplı, 129’u sesil
tipteydi.
147
211 işlemin 13’inde antiagregan tedavi alması nedeniyle
polipektomi/biyopsi yapılmadı. Bu hastaların tamamında
polip boyutu <10 mm idi. Patolojik inceleme yapılan
198 polibin değerlendirmesinde 92 hiperplastik polip
(%46.4), 35 fundik gland polibi (%17.6), 35 foveolar
hiperplazi (%17.6), 9 inflamatuvar polip (%4.5), 7
skuamöz papillom (%3.5), 3 adenomatöz polip (%1.5),
3 ksantalezma (%1.5), 2 nöroendokrin tümör (%1.0),
1 kan-fibrin kitlesi (%0.5), 1 lenfanjiektazi (%0.5), 1
yabancı cisim reaksiyonu (%0.5) saptandı.
Üst gastrointestinal sistem poliplerine özgü bir semptom
olmaması nedeniyle genellikle tesadüfi olarak saptanırlar
ve malign dönüşüm potansiyeli var olduğundan
klinikte önem taşımaktadırlar. Bizim serimizde de
hastaların önemli bir kısmında endoskopi istem nedeni
nonspesifik dispeptik yakınmalardır. Tespit edildikleri
zaman çıkabilecek olanlara polipektomi yapılması,
çıkarılamayacak poliplerden ise biyopsi alındıktan sonra
takip edilmesi gerekmektedir.
Resim 3: Antrumda sesil polip
Resim 4: Korpusta saplı ve sesil polipler
Anahtar Kelimeler: Gastroskopi, Polip, Patoloji
Resim 1: Duodenum 2. kıtada multiple milimetrik
polipler
Resim 5: Kardiyada polip
Resim 2: Antrumda saplı polip
148
Anahtar Kelimeler: ülseratif kolit, soliter rektal ülser,
kolon
Resim 6: Özefagusta polip
PS-082
Daclatasvir-Asunaprevir Kombinasyonu: Dört Olgu
Nedeniyle
Rahmet Güner1, Bircan Kayaaslan1, Zeliha Koçak Tufan1,
Gül Ruhsar Yılmaz2, Tümer Güven1, Mehmet Akın
Taşyaran1
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi, Atatürk
Eğitim ve Araştırma Hastanesi
2
Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi
1
PS-081
Ülseratif koliti taklit eden soliter rektal ülser: olgu
sunumu
Halil Genç1, Eylem Çağıltay2, Ertuğrul Çelik3
İzmir Asker Hastanesi, Gastroenteroloji Kliniği, İzmir
İzmir Asker Hastanesi, Endokrinoloji ve Metabolik
Hastalıklar Kliniği, İzmir
3
İzmir Asker Hastanesi,Patoloji, İzmir
1
2
Soliter rektal ülser; rektal kanama, mukuslu akıntı ve
ağrı ile prezente olan ve genellikle anormal defakasyon
alışkanlıklarıyla karakterize nadir görülen bir klinik
tablodur. Dışkılama alışkanlıklarında değişiklik, rektal
kanama ve ishal yakınması ile başvuran bir olguyu
sunacağız.
Olgu: 42 yaşında bayan hasta, aralıklı ishal ve karın ağrısı,
aralıklı kabızlık, rektal kanama nedeniyle başvurdu.
Hastanın yakınmaları son 2-3 yıldır devam ettiği ve
iki defa kolonoskopi yaptırdığı ve ülseratif kolit tanısı
aldığını ifade ediyor. Hastanın kolonoskopisi ve patoloji
raporları incelendi ülseratif kolit tanısı ile tam uyumlu
olmadığı tespit edildi. Hastaya tekrar kolonoskopi yapıldı;
anal kanalın girişinden itibaren 7.cm den başlayan
10.cm’ye kadar uzanan üzerinde kirli eksüda bulunan
ülsere alan gözlendi, biyopsiler alındı. Ayrıca kolonun
diğer bölümlerinden ve ileumdan biyopsiler alındı.
Kolonoskopik patoloji sonucu soliter rektal ülser olarak
raporlandı. Hastaya rektal 5-ASA tedavisi başlandı.
Rektumda izole ülsere lezyonları olan hastalarda soliter
rektal ülser akla gelmelidir. Ayrıca hastaların daha
önceden konulan tanıları zaman zaman sorgulanmalıdır.
Amaç:
Daclatasvir-asunaprevir
kombinasyon
tedavisi, genotip 1b kronik hepatit C enfeksiyonunun
tedavisinde bazalde direnç ilişkili varyantları olmayan
hasta grubunda yüksek etkinlik profiline sahip tedavi
kombinasyonlarından biridir. Çalışmamızda erken
erişim programı dahilinde 24 hafta süre ile daclatasvirasunaprevir tedavisi kullandığımız olguların irdelenmesi
amaçlanmıştır.
Yöntem: Önceden almış oldukları interferon-RBV
tedavisine biri yanıtsız, diğer ikisi relapser ve biri de
IFN kullanımına bağlı lupus gelişmiş, bu nedenle
immunsupresif tedavi almakta olan dört kadın hastaya
daclatasvir-asunaprevir tedavisi başlandı.
Bulgular: Hastaların hepsi genotip 1b ve yaş aralığı 5970 yıl idi. Hastaların hepsinde HCV RNA 4. haftada
negatifleşti ve tedavi sonrası 24. haftada hala negatif idi.
Hastalarda tedavi altında yan etki saptanmadı ve hepsi
tarafından tedavi rahat tolere edildi.
Sonuç: IFN ve RBV içermeyen oral daclatasvir+asunaprevir
kombine tedavisi olgularımızda iyi tolere edilmiş ve
tedavisi güç hasta grubunda değerlendirilebilecek bu dört
olguda kalıcı virolojik yanıt ile sonlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Hepatit C, tedavi, daclatasvir,
asunaprevir
PS-083
Çınar yaprağı(Planatus orientalis) kullanımı sonrası
gelişen toksik hepatit tablosu; Olgu sunumu
Süleyman Coşgun1, Osman Tamer Şahin2, Ayşe Kuşcu
Tambova2
S.B.Dumlupınar Üniversitesi Evliya Çelebi Eğitim ve
Araştırma Hastanesi İç Hastalıkları Gastroenteroloji
2
S.B.Dumlupınar Üniversitesi Evliya Çelebi Eğitim ve
Araştırma Hastanesi İç Hastalıkları
1
149
Giriş: Son yıllarda artan miktarda alternatif tıp ürünleri
kullanımı ile karşılamaktayız. Medyanın da desteği ile
toplumda bilinçsizce artan düzeylerde bitkisel başlığı
içerisinde sunulan bu ürünlerle şifa arayan hastaların
başına bazen talihsiz olaylar gelebilmektedir. Bu ürünlerin
kullanımı bazen toksik hepatit ile kalmayıp, akut
karaciğer yetersizliği ve karaciğer nakil gereksinimlerine
yol açabilmektedir. Kliniğimize göz aklarında sararma
ile gelen alternatif tıp ürünü kullanan hastamızı sunmak
istiyoruz.
Resim 1
Olgu: 68 yaşında kadın hasta kısmen remisyonda seyreden
psöriatik artrit tanısı mevcut olup, romatolojiye düzenli
takibe gitmeyerek ilaçlarınıda 2 yıldır almıyormuş.
Bir ay kadar önce internet sitesinden içerisinde
çınar yaprağı(Planatus orientalis) içeren bir paket
getirtmiş(Resim1). Kullanımı takiben 10 gün içerisinde
göz aklarında sararma farkeden hasta polikliniğe
başvurmuş. Skleralarda ikteri(Resim2) ve hemorajisi,
alt ektremitede belirgin, tüm vücutta peteşileri olan
hastanın tetkikleri tablo 1 de verilmiştir. Toksik hepatit
ön tanısı ile takip edilen hastanın takiplerinde karaciğer
yetersizlik bulguları(ensefalopati, INR’de uzama)
gelişmemesi nedeniyle transplantasyon gereksinimi
olmadı. Otoimmün trombositopeni de eşlik eden
hastaya hematoloji önerisi ile intravenöz immünglobulin
verildikten sonra trombositleri yükseldi. Transaminazları
ve ikteri gerilediği için karaciğer biopsisi alınmayan hasta
halen kliniğimizde takip edilmektedir.
Tartışma: Klasik tedavi amaçlı ilaçlar, vitaminler, alkol,
kokain, ekstazi, mantar, endüstriyel kimyasal ilaçların
yanı sıra özellikle son yıllarda şifalı bitkilerin bazılarının
da karaciğerde toksik akut hepatite neden olabileceği
belirtilmiştir. Bunun da nedeni karaciğerin birçok ilaç
veya kimyasal ajanın metabolizması için temel organ
olmasıdır. Ayrıca aynı kimyasal farklı kişilerde farklı
yan etkilerle karşımıza çıkabilir. Bazı olgularda toksik
hepatit semptomları ajana maruziyetten aylar sonra
ortaya çıkarken; bazılarında toksine maruziyetten sonra
saatler, günler içinde toksik hepatit gelişir. Toksinin
ortadan kalkması ile sıklıkla düzelmesi yanında bazı
olgularda sürekli karaciğer hasarına, fibrozise ve
karaciğer yetmezliğine neden olabilir. Toksik hepatit,
akut hepatitlerin yaklaşık %10’unu, fulminan hepatitlerin
%10-20’sini oluştururken kronik hepatit ve sirozun
ancak %1’inden sorumludur. Sonuç olarak reçeteli veya
reçetesiz ürün kullanımlarında hepatotoksisite gelişmesi
açısından hasta ve hekim dikkatli olmalıdır.
İnternetten siparişle gelen ürün
Resim 2
Anahtar Kelimeler: Çınar yaprağı(planatus orientalis),
hepatotiksisite, trombositopeni
150
Başvuru
ALT U/L
650
AST U/L
1014
ALP U/L
111
GGT U/L
79
T.bilirubin mg/dl
11,5
INR
1,7
Trombosit
5000
Başlangıç ve seyirde laboratuar
Tablo 1
3.gün
237
339
44
7
1,5
16000
7.gün
151
208
68
38
5
1,5
42000
PS-085
endoskopi, enteropati
Çölyak Hastalarının Klinik Ve Laboratuar Özellikleri
PS-086
Bilge Baş
Anabolik steroid kullanımına bağlı gelişen karaciğer
sirozu
Antalya Atatürk Devlet Hastanesi
Giriş-Amaç: Çölyak hastalığı başlıca buğday, arpa, çavdar
ve yulafdaki gluten proteinlerine intolerans geliştiren
proksimal bağırsak hastalığıdır. Bir enteropati olmasına
rağmen gastrointestinal (GIS) sistem dışı bulguları
mevcuttur. Bu hastalar anemi, erken yaşta oluşan
osteoporoz, gelişme geriliği, diş ve cilt hastalıkları gibi
şikayetlerle başvurabilirler. Bu farklı şikayetler nedeni
ile hastaların sadece %10-15’i tanı alabilmektedir. Bu
çalışmadaki amacımız kliniğimizde Çölyak hastalığı
tanısı konulan hastaların başvuru şikayetlerini ve
laboratuar bulgularını belirlemektir.
Materyal- Method: Kliniğimizde Mayıs 2013 ile Şubat
2016 tarihleri arasında endoskopi ve duodenal biyopsi
sonucuyla Çölyak hastalığı tanısı konulan 59 hastanın
retrospektif olarak endoskopi işlem formlarında bulunan
tetkik istem nedenleri, epidemiyolojik özellikleri, D
vitamini düzeyleri ve otoantikor pozitiflikleri incelendi.
Bulgular: 59 hastanın 32’i kadın ve 27’i erkekti. Kadınların
yaş ortalaması 36,7 ve erkeklerin yaş ortalaması 41,2 idi.
Erkek hastaların hastaların 9’u diyare, 8’i şişkinlik ve
dispepsi, 5’i anemi ve 4’ü kilo alamama şikayetleri ile
başvurdu. 1 hasta dermatoloji tarafından cilt lezyonu
nedeni ile yönlendirildi. Kadın hastaların 11’i diyare,
9’u şişkinlik ve dispepsi, 7’si anemi ve 5’i kilo alamama
şikayetleri ile başvurdu. Hastaların serolojik verileri
incelendiğinde erkek hastaların %71’inde ve kadın
hastaların %78’ sinde Anti- gliadin antikor ve Antitransglutaminaz antikor pozitif saptandı. Hastaların
%96’sında D vitamini eksikliği saptandı.
Sonuç: Çölyak hastaları sıklıkla farklı şikayetlerle
başvurabileceği için klinikte daha sık akla gelmelidir.
Seroloji her zaman pozitif olamayabileceği için duodenal
biyopsi altın standarttır.
Anahtar Kelimeler: Anahtar kelimler: Çölyak hastalığı,
Bilge Baş
Antalya Atatürk Devlet Hastanesi
Giriş: Anabolik streoidler vücutta testosteron veya daha
etkin formu olan dihidrotestosteron etkilerini taklit eden
ilaçlardır. Bu ilaçlar hücrelerde protein sentezini arttırarak
dokuların gelişimini uyarırlar. Bu etkisi nedeniyle
profosyonel sporcular arasında kötüye kullanımı olabilir.
Olgu: 50 yaşında erkek hasta karın şişliği, halsizlik
şikayeti ile polikliniğine başvurdu. Yapılan batın USG’de
karaciğer granüler, lobule, düzensiz izlendi ve barsak
ansları arasında, perisplenik, perihepatik alanlarda
serbest sıvı izlendi. Dalak 150 mm idi. Hb: 10, plt:172000,
AST65, ALT: 35, Albumin: 3 mg/dl, tüm hepatit
markerları ve otoimmün markerlar negatif, serum
demir ve bakır sonuçları normaldi. Gastroskopide portal
gastropati ve grade 3 özofagus varisleri görüldü, 5 adet
bant ligasyonu yapıldı. Karaciğer sirozu tanısı konulan
hastanın etyolojiye yönelik araştırmasında profosyonel
güreşçi olduğu ve doping amaçlı testesteron, protein
tozu, aminoasit ve glutamin kullandığı öğrenildi. Child:
7, Meld: 10 olarak değerlendirilen hasta karaciğer nakli
için yönlendirildi.
Sonuç ve Tartışma: Anabolik streoidlerin protein sentezi
üzerine etkileri özellikle kas dokusunda belirgindir. Bu
etkisi nedeniyle vücut gelişimi ve atletik performansın
arttırılması gibi medikal olmayan durumlar için de
kötüye kullanımı vardır. Bununla birlikte hepatotoksisite,
kolesterol seviyelerinde zararlı değişiklikler, kalp
kası zararı, hipertansiyon gibi yan etkileri vardır.
Hepatotoksisitesi hafif karaciğer fonksiyon testlerinin
yükselmesinden, kronik hepatit, siroz ve hepatosellüler
karsinoma kadar değişik derecelerde görülebilir.
Anahtar Kelimeler: Anabolik streoid, hepatotoksisite,
Karaciğer sirozu
151
PS-088
Kronik hepatit B hastalarında kullanılan uzun dönem
entekavir tedavisinin karaciğer histopatolojisine etkisi
Şükran Köse, Bengü Tatar, Selma Gül, Emel Pala
Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Amaç:
Kronik hepatit B (KHB) tanısı ile izlenen, uzun dönem
entecavir(ETV) tedavisi alan hastalarda histopatolojik
iyileşmenin, virolojik, biyolojik ve serolojik yanıt
oranlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Materiyal and Metod:
Çalışmaya KHB tanısı ile izlediğimiz ve ETV 0.5 mg/gün
tedavisi alan 98 nukleozid- naiv hasta alındı. Dekompanse
siroz, otoimmün hepatitler ve koinfeksiyonu olanlar
çalışmaya dahil edilmedi. Karaciğer biyopsi materyalleri
modifiye ISHAK skorlamasına göre değerlendirildi.
İstatiksel analizler: Tedavi başlangıcı ile 3.
yıl
değerlerinin,HBeAg
pozitif
ve
negatif
gruplarınkarşılaştırılması, normal dağılım gösteren
sayısal değişkenler için eşleştirilmiş Student t testi ile,
normal-dışı dağılım gösteren sayısal değişkenler için
ise Wilcoxon testi ile yapılmıştır. DNA yanıtına ve
biyokimyasal yanıta kadar geçen süre ile ilgili istatistikler
Kaplan-Meier sağkalım analizi ile yapılmıştır. İkili
kategorik değişkenler için HBeAg pozitif ve negatif
grupların karşılaştırılması, vaka sayılarının dağılımına
göre ki-kare testi veya Fisher kesin ki-kare testi ile
yapılmıştır.İstatistiksel anlamlılık sınırı p değerinin
0.05’ten küçük olması olarak tanımlanmıştır.
44±12.9 (20-76) yıl ve %26.1’i kadındı. Ortalama takip
süresi 44.9±10.8 (32-75) ay idi. Tüm hastalar genotip D
idi. Tedavi başlangıcında HBeAg pozitif olan 21(%45.7)
hastadan 9’unda HBeAg kaybı, 5’inde serokonversiyon
gelişti. Hiçbir hastada HBsAg kaybı gelişmedi.
Hastaların %93.5’ünde tedavi ile serum HBV-DNA
düzeyi negatifleşti (<20 IU/Ml). HAI skorunda iyileşme
ortalaması 1.94±1.93,fibrosis de iyileşme ortalaması ise
0.11±0.9 idi. HBeAg pozitif ve negatif subgruplarda tedavi
ile HAI skorlarında iyileşme istatiksel olarak anlamlı
saptanırken fibrosisde düzelmede anlamlı fark yoktu.
HBeAg pozitif ve HBeAg negatif subgruplarda 6. ve 12.
aylarda DNA negatifleşme oranı HBeAg negatif grupta
anlamlı olarak yüksek iken 24. ve 48. aylara baktığımızda
iki grup arasında fark yoktu
Tartışma:
Sonuç olarak; özellikle genotip D olan CHB hastalarında
ETV gerek histolojik düzelme gerekse virolojik yanıtta
oldukça etkili bir tedavidir.
Anahtar Kelimeler: entekavir, kronik hepatit B, fibrozis
figur tablo
Sonuçlar:
Çalışma 46 hasta ile tamamlandı. Hastaların yaş ortalaması
Çalışmaya alınan hastaların baseline ve tedavi sırasında HBV DNA değerleri (IU/ml)
N
Mean
Median
Std. Dev.
Min
HBV DNA – Baseline
46 45.670.368 21.850.000 47.662.616 3.440
HBV DNA – tedavi sırası
46 40.65
20.00
120.19
1.00
Log (HBV DNA) – Baseline
46 6.91
7.34
1.27
3.54
Log (HBV DNA) – tedavi sırası 46 0.83
1.30
0.80
0.00
Çalışmaya alınan hastaların baseline ve tedavi sırasında HBV DNA değerleri (IU/ml)
152
Max
160.000.000
659.00
8.20
2.82
Çalışmaya alınan hastaların tedavi başlangıcı ve on treatment hepatik aktivite indeksi ve fibrosis dağılımları
Baseline(n=46)
Tedavi sırası(n=46)
Histolojik aktivite indeksi
1-6, n (%)
16 (34.8)
34 (73.9)
7-12, n (%)
28 (60.9)
11 (23.9)
13-18, n (%)
2 (4.3)
1 (2.2)
Fibrozis
1-2, n (%)
29(63)
34 (73.9)
3-4, n (%)
15 (32.6)
8 (17.4)
5-6, n (%)
2 (4.3)
4 (8.7)
Çalışmaya alınan hastaların tedavi başlangıcı ve on treatment hepatik aktivite indeksi ve fibrosis dağılımları
PS-090
Tekrarlayan Karın Ağrısı ve Asit ile Gelen Nadir Bir
Olgu: EOZİNOFİLİK GASTROENTERİT
Ezgi Avanaz1, Gülay Karataş1, Özgün Şanal1, Tolga
Yalçınkaya2, Mete Akın2, Bülent Yıldırım2, Yaşar Tuna2,
İnci Süleymanlar2, Dinç Dinçer2
AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, İÇ
HASTALIKLARI ABD
2
AKDENİZ
ÜNİVERSİTESİ
TIP
FAKÜLTESİ,
GASTROENTEROLOJİ BD
1
Giriş: Eozinofilik gastroenterit, sebebi bilinmeyen
ve gastrointestinal traktın eozinofil infiltrasyonuyla
karakterize bir hastalıktır. Daha çok 3. ve 5. dekatlarda
görülmekle birlikte her yaşta saptanabilir. Karın ağrısı,
bulantı, kusma, diyare, kilo kaybı gibi non-spesifik
semptomlar oluşturabilir. Burada tekrarlayan karın ağrısı
ve asit ile başvuran ve eozinofilik gastroenterit tanısı
konulan bir hasta bildirilmiştir.
Olgu: 48 yaşında erkek hasta, epigastrik bölgeden başlayıp
tüm karına yayılan karın ağrısı şikayetiyle başvurdu. Ara
ara olan ve başvurudan 1 hafta önce yineleyen günde 3-4
kez kansız-mukussuz ishal tanımlıyordu. Bir ayda 4 kg kilo
kaybı ve benzer şikayetler ile hastane yatışları mevcuttu. 1
yıl önce duodenal ülser peforasyonu nedeniyle operasyon
öyküsü vardı. Pantoprazol ve sükralfat kullanmaktaydı.
Fizik muayenede epigastrik hassasiyet ve pozisyonla yer
değiştiren matite mevcuttu. Laboratuvar tetkikleri lökosit
14.830 bin/mm3, (eozinofil 4.070 bin/mm3) olması
dışında normaldi. Ultrasonografide batın içi serbest
sıvı, batın tomografisinde mide antroplörik bölgede ve
proksimal jejunal anslarda diffüz duvar kalınlık artışı,
batın içinde bir miktar sıvı saptandı. Parasentezde serum
asit-albumin gradiyenti 0.49, eozinofil sayısı 4.850 bin/
mm3 saptandı. Sitolojide yoğun eozinofiller, ve kronik
yangı hücreleri izlendi. Kültürleri negatifti. Üst GİS
endoskopisinde eroziv antral gastrit ve duodenum
biyopsisinde eozinofilik duedonit saptandı. Kolonoskopi
normaldi ancak terminal ileum biyopsisinde eozinofilik
infiltrasyon rapor edildi. Diğer eozinofili nedenleri
ekarte edildikten sonra hastaya eozinofilik gastroenterit
tanısıyla metilprednizolon tedavisi başlandı. Tedavi
sonrası semptomları hızla düzeldi, bir hafta sonraki
ultrasonografisinde asitinin gerilediği, eozinofil sayısının
normale döndüğü görüldü.
Tartışma: Eozinofilik gastroenterit tanısı GİS
semptomlarının varlığı, biyopsi ile bir veya daha fazla
alanda eozinofilik infiltrasyon gösterilmesi, GİS dışında
başka organlarda eozinofilik infiltrasyon bulunmaması
ile konulur. GİS’de eozinofilik infiltrasyon yapan diğer
nedenler (parazitik enfeksiyonlar, ilaçlar, bağ doku
hastalıkları, Chron hastalığı, celiac sprue, kanser ve
lenfoma, hipereozinofilik sendrom) dışlanmalıdır.
Mukozal, muskuler ve serozal tutulum görülebilir.
Serozal tutulumda hastamızda olduğu gibi eozinofilik
asit saptanabilir. Steroid tedavisine genelde iyi yanıt
alınır ancak semptomlar tekrarlayabilir ve idame tedavi
gerekebilir
Anahtar Kelimeler: Assit, Tekrarlayan karın ağrısı,
Eozinofilik Gastroenterit
PS-091
Benign nedenlerden kolesistektomi yapılan 683 vakanın
patoloji sonuçlarının incelenmesi
Sinan Ömeroğlu, Emre Bozkurt, Ufuk Oğuz İdiz, Cemal
Kaya, Uygar Demir, Özgür Bostancı, Mehmet Mihmanlı
Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi,Genel
Cerrahi Kliniği, İstanbul
Amaç: Kolesistektomi, dünyada en sık yapılan
operasyonlardan biridir. Sıklıkla benign nedenlerle
yapılır. Geleneksel olarak kolesistektomi spesimeni rutin
olarak histopatolojik incelemeye gönderilir.
153
Histopatoloji sonuçları genellikle benign olarak
sonuçlanmakla birlikte nadiren de olsa safra kesesi
malignitesi saptanabilmektedir. Rutin histopatolojik
inceleme sonrası insidental safra kesesi kanserleri %0.22,9 arasında bildirilmektedir. Bu çalışmada benign
nedenli elektif kolesistektomi ameliyatı yapılan 683
hastanın patoloji sonuçları değerlendirilmiştir.
Yöntem: 01.01.2015-01.03.2016 tarihleri arasında benign
nedenli elektif açık veya laparoskopik kolesistektomi
ameliyatı yapılan toplam 683 hasta çalışmaya dahil
edilmiştir. Çalışmaya dahil edilen tüm hastaların
kolesistektomi piyesleri patoloji kliniği tarafından
incelenmiştir. Preoperarif görüntüleme yöntemleri
ile malign olduğu gösterilen ve akut kolesistit atağı
sırasında kolesistektomi uygulanan hastalar çalışmadan
çıkarılmıştır. Hastaların yaş, cinsiyet ve kolesistektomi
materyali patoloji sonuçları not edilmiştir.
Bulgular: Elektif kolesistektomi uygulanan 683
hastanın ortalama yaşı 46.3±12.8 olup, bu hastaların
512 si kadın, 171 i erkek idi (K/E: 2.9). Kolesistektomi
endikasyonları: bilier kolik (n: 401), kronik kolesitit
(n: 203), akut kolesistite bağlı interval kolesistektomi
(n: 65), safra kesesi polibi (n: 14). Laparoskopik, açık
ve açığa konversiyon kolesistektomi oranları sırasıyla
95.4%, 1.3%, 3.3% dır. Kronik kolesistit en sık raporlanan
patoloji sonucudur (n: 617, %90.3). 46 hastada intestinal
metaplazi (%6.7), 16 hastada polip (%2.3), 4 hastada ise
adenokarsinom olarak gelmiştir (%0.6).
Sonuç: Safra kesesi maligniteleri sık görülmese de geç
dönemde saptanması nedeniyle mortalitesi yüksek
hastalıklardır. Her ne kadar serimizde malignite oranları
düşük gibi görünse de bu hastaların safra keselerindeki
maligniteler
preoperatif
olarak
saptanamamış
olup histopatolojik incelemeyle tanı koyulmuştur.
Histopatolojik incelemenin yapılmaması bu hastaların
tedavisinde önemli negatif etkiye sahip olacaktır.
Anahtar Kelimeler: kolesistetkomi, patoloji, safra kesesi
kanseri
PS-092
ERCP sonrası perforasyonlara yaklaşımda 5 hastalık
vaka serisi
Emre Bozkurt, Sinan Ömeroğlu, Ufuk Oğuz İdiz, Uygar
Demir, Cemal Kaya, Özgür Bostancı, Mehmet Mihmanlı
Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi,Genel
Cerrahi Kliniği, İstanbul
Amaç: ERCP pankreatik ve bilier hastalıkların tanı
ve tedavisinde kullanılan invaziv bir yöntemdir.
ERCP invaziv bir işlem olması sebebiyle pankreatit,
perforasyon, kanama gibi %4 ile %16 arasında
değişen oranlarda komplikasyonları da beraberinde
getirmektedir.Çalışmamızda hastanemizde son 1 yıl
içerisinde yapılmış olan ECRP’ye bağlı gastrointestinal
sistem perforasyonlarını ve yönetimini değerlendirmeyi
amaçladık.
Yöntem: Hastanemizde 2015 Ocak-2016 Ocak tarihleri
arasında gastroenteroloji ve genel cerrahi kliniğinde
uygulanan 732 ERCP irdelenmiştir.Hastaların hepsine
akciğer grafisi, düz karın grafisi, intravenöz ve/veya
oral kontrastlı batın tomografisi çekildi, tam kan
sayımı, aspartat amino transferaz, alkalen amino
trasferaz,bilirubin düzeyleri, üre, kreatinin, C reaktif
protein kan tetkikleri değerlendirildi.Perforasyonlar,
perforasyonun yeri ve mekanizmasına göre 4 tipe ayrılarak
incelendi.Hastanın klinik bulguları ve perforasyon tipine
göre medikal ve cerrahi tedavi seçenekleri uygulandı.
Bulgular: Perforasyon gerçekleşen hastaların ortalama
yaşı 64 yaş, kadın/erkek oranı 3/2 idi. Bu hastaların
hepsine ERCP sırasında kanülasyon, sfinkterotomi, taş
çıkarılması için basket veya balon kullanılması işlemleri
uygulanmıştır.ERCP ile perforasyon tanısı arasında
geçen süre ortalama 29 saatdir. 2/5 hastada peritonit
bulguları olması ve görüntüleme yöntemlerinde tip 1
perforasyon saptanması nedeniyle ameliyat ihtiyacı
gelişmiş olup, 3/5 hasta (2 tane tip 2, 1 tane tip 3
perforasyon) ise operasyona gerek kalmadan medikal
olarak tedavi edilmiştir.Medikal tedavi edilen hastaların
birinde lokalize 8 cm lik abse gelişmesi sebebiyle
perkutan drenaj kateteri takılmıştır.Cerrahi tedavi
uygulanan hastaların her ikisinide koledokotomi+taş
ekstraksiyonu+t-tüp drenaj+gastrojejunostomi+pilorik
eksklüzyon
uygulanmıştır.Hastaların
hiçbirinde
mortalite gözlenmemiştir, hastanede yatış süresi
ortalama 17,8 gün saptandı.
Sonuç: Son zamanlarda yapılan çalışmalarda olduğu
gibi ERCP sonrası perforasyonlarda zamanlama ve
doğru tanı çok önemlidir.Gecikmiş tanı hem medikal
tedavide başarısızlıklara, operasyon gereksiniminin
artmasına,morbidite ve mortalitenin artmasına sebep
olmaktadır.Bize göre klinik semptomlar, görüntüleme
yöntemleri ve yaralanmanın oluş mekanizması birlikte
değerlendirilip operasyon kararı buna göre verilmelidir.
Septik tablosu olmayan hastalara yakın takip ile medikal
tedavi uygulanması ameliyat maliyeti ve morbiditesini
azaltacağı gibi, medikal tedaviye yanıt vermeyen
hastaların erken zamanda ameliyata alınması da gecikmiş
operasyonun getireceği morbidite ve mortalitenin önüne
geçebilir.
Anahtar Kelimeler: ercp, gastrointestinel sistem,
perforasyon
154
PS-093
Nadir görülen izole dalak kist hidatiği olgusu
Özlem Karpuz1, Yaşar Tuna2, İsa Çakar3, Kağan Çeken3
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları
Anabilim Dalı, İç Hastalıkları Kliniği, Antalya
2
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları
Anabilim Dalı, Gastroenteroloji Kliniği, Antalya
3
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim
Dalı, Antalya
1
Giriş:
Kist hidatik sıklıkla Echinococcus granulosus, nadiren
de Echinococcus multilocularis’in neden olduğu
parazitik bir hastalıktır. Türkiye’nin de içinde bulunduğu
birçok Akdeniz ülkesi, Güney Amerika, Avustralya
ve Afrika’da endemiktir. Hastalık en sık karaciğer ve
akciğeri tutmaktadır. Dalak üçüncü sırada tutulan organ
olsa da izole olarak tutulumu endemik bölgelerde bile
nadirdir. Burada, dalağı tutan izole bir kist hidatik olgusu
sunulmuştur.
Olgu:
52 yaşında erkek hasta herhangi bir şikayeti olmadan
dış merkezde check-up amaçlı yapılan ultrasonografi ile
dalakta kist saptanması nedeniyle tarafımıza başvurdu.
Sistem sorgusunda özellik saptanmadı, özgeçmişinde
bilinen hastalığı ve ilaç kullanımı yoktu. Fizik muayenesi
normaldi. Biyokimyasal parametreler ve hemogram
sonucu normal sınırlarda idi. Abdominal ultrasonografi
(USG); dalak üst polde 62*65*66 mm boyutlu düzgün
sınırlı içerisinde hipoekoik görünüm izlenen kistik
lezyon görüldü (şekil-1). Kontrastlı abdominal
manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ile dalakta
intraparankimal 64 mm boyutta, iyi sınırlı, düzgün
konturlu, solid kompenent içermeyen ve post-kontrast
incelemelerde boyanmayan kist hidatik ile uyumlu
lezyon tesbit edildi (şekil-2). Yapılan radyolojik taramada
herhangi bir başka organ tutulumu saptanmadı. İzole
dalak kist hidatiği tanısı konulan hastaya albendazol 10
mg/kg/gün başlandı. 15 gün sonra USG eşliğinde “PAIR”
(puncture, aspiration, instillation, reaspiration) yapıldı. 1
hafta sonra kontrol USG planlanarak albendazol tedavisi
ile taburcu edildi.
Tartışma:
Kist hidatik hastalığı Türkiye’nin de içinde bulunduğu
birçok bölgede endemiktir. En sık karaciğerde, ikinci
sıklıkta akciğerde yerleşir. Dalak üçüncü sıklıkta tutulan
organ olsa da, dalak tutulumu endemik bölgelerde bile
az görülen bir durumdur. Dalağı tutan kist hidatik
olguları çoğunlukla asemptomatiktir. Hastaların
büyük kısmında, rastlantısal olarak tanı konmaktadır.
Semptomatik olgularda ise hastalar müphem şikayetlerle
kliniğe
başvurduklarından
tanıda
gecikmeler
olabilmektedir. Tanı görüntüleme yöntemleri ve serolojik
testler ile konulmaktadır. Tanı konulduktan sonra diğer
organlardaki tutulumun araştırılması amacıyla sistemik
inceleme yapılmalıdır. Ülkemiz gibi hidatik hastalık
açısından endemik bölgelerde, müphem abdominal
şikayetlerle
başvuran
hastalarda,
ekstrahepatik
intraabdominal kist hidatik ayırıcı tanıda göz önünde
bulundurulmalıdır ve görüntüleme yöntemlerinin
tanıdaki önemi unutulmamalıdır.
Anahtar Kelimeler: echinococcus granulosus, kist
hidatik, splenik
Şekil-1
Abdominal USG’de dalakta kist hidatik
Şekil-2
Abdominal MRG’de dalakta kist hidatik
155
PS-095
Mekanik Litotripsi Sırasında
Endoskopik Olarak Çıkarılması
Kırılan
Basketin
Anahtar Kelimeler: LİTOTRİPSİ, BASKET TELİ,
KIRILMASI, ERCP
RESİM 1
İlker Şen, Salih Boğa, Ali Rıza Köksal, Hüseyin Alkım,
Canan Alkım
Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Gastroenteroloji Kliniği, İstanbul
GİRİŞ: Endoskopik retrograd kolanjiyopankreatografi
sırasında biliyer taşların temizlenmesinde basket
kullanımı standart yöntem haline gelmiştir. Bazen
basket özellikle büyük taşla birlikte koledoğa impakte
olabilmektedir. Böyle bir durumda durumda mekanik
litotripsi ile taşın parçalanması ve çıkarılması mümkün
olabilmektedir. Bazen litotripsi esnasında basket
telinin kopması gibi istenmeyen komplikasyonlar
gelişebilmektedir. Biz burada mekanik litotripsi
uygulanırken kopan basket telinin başarılı bir şekilde
çıkarıldığı bir hastayı sunuyoruz.
Olgu: 72 yaşında erkek hasta bulantı kusma şikayetleri ile
başvurdu. Anamnezinde, hastaya 4 yıl öncesinde ERCP
yapılıp koledoğun temizlendiği ve stent konulduğu
ardından kolesistektomi yapıldığı öğrenildi. MRCP’de
koledok genişliği 19mm ve intrahepatik safra yolları
genişti, koledokta stent ve etrafında taşlar olduğu
görüldü. İlk seans ERCP’de koledok basket ile temizlendi
ve çok sayıda taş çıkarıldı, taşlardan 3 tanesi mekanik
litotripsi ile çıkarıldı. Kontrol kolanjiyogramda hala çok
sayıda taş olması ve işlem süresinin uzaması nedeni ile
hastaya 1 hafta sonra sonra ikinci seans ERCP yapıldı.
İkinci işlem esnasında distal uçta impakte olan taş
nedeni ile litotripsi yapılırken basket germe teli koptu
(RESİM 1,2)Sfinkterotomi genişletildi ve yabancı cisim
forcepsi ile taşı çevreleyen basketin 4 teli ayrı ayrı ileri
geri hareketlerle ittirilerek, taşın tam arkasında oturmuş
olan 4 telin uç birleşme noktası desantralize edilerek taşın
tam arkasından laterale kaydırılmış ve birkaç denemeden
sonra tel forceps ile tutularak çıkarılmıştır. Takiben
koledoğa 8.5F 10cm plastik biliyer stent konularak işlem
sonlandırılmıştır.
Sonuç: Basket ile koledok taşı çıkarılırken kanama,
perforasyon gibi komplikasyonlar görülebilmektedir.
Litotripsi esnasında basket telinin kopması ise daha nadir
bir komplikasyondur. Literatürde bu tür durumlarda;
stent konulması, ikinci bir basket ile kırılan basketin
yakalanması, sfinkterotominin genişletilmesi, ESWL,
biliyer balon dilatasyonu gibi yöntemlerle kırılan
basketin çıkarıldığı hastalar mevcuttur. Bu hastada,
sfinkterotomi genişletilmesi ve yabancı cisim forcepsi ile
basket tellerinin ileri geri itilip çekilmesi ile kırılan basket
başarılı bir şekilde çıkarılmıştır.
KOPAN BASKETİN SKOPİDEKİ GÖRÜNÜMÜ
RESİM 2
KOPAN BASKETİN GÖRÜNÜMÜ
156
izlendi.Gastrointestinal stromal tümör(GİST) olarak
değerlendirildi. Hastada peroperatif komplikasyon
gelişmedi, postoperatif 3. Gün oral başlandı, 5. Gün
taburcu edildi.Hastaya adjuvan imitanib tedavisi başlandı.
Takipleri 5. Ayda problemsiz olarak devam etmekte.
RESİM 3
Olgu 2:
58 yaşında erkek hasta, karın ağrısı nedeniyle yapılan
abdominal tomografide iliak bifurkasyon seviyesinde
ince barsak anslarıyla sınırları net seçilemeyen, 4x3,5 cm
santrali hipodens periferi kontrastlanma gösteren lobule
kontrulu solid kitle tespit edildi(Resim 2).Tanı ve tedavi
amaçlı laparoskopi planlandı.Laparoskopik rezeksiyon,
intrakorperal anastomoz uygulandı. Makroskopide, ince
barsak antimezenterik yüzde 4cm, ekzofitik, gri sert
tümör izlendi.İmmunohistokimyasal incelemede tümör
hücreleri CD117, CD34 ve Vimentin ile boyanarak
GİST olarak değerlendirildi.Peroperatif komplikasyon
gelişmedi.Postoperatif 4. Gün oral başlandı, 7. Gün
taburcu edildi.Hastaya adjuvan imitanib tedavisi başlandı.
Postoperatif 1. Ayda takipleri problemsiz devam etmete.
KOPAN BASKETİN ENDOSKOPİK GÖRÜNÜMÜ
PS-096
İnce Barsak Tümörlerinde Laparoskopinin Yeri
Hamdi Taner Turgut1, Adem Yüksel2, Murat Coşkun1,
Çağrı Tiryaki1
Derince Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Genel Cerrahi
Kliniği, Kocaeli
2
Derince Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Gastroenterolojik
Cerrahi, Kocaeli
1
Giriş-Amaç:
İnce barsak tümörleri, gastrointestinal tümörlerin
% 1-3’ünü oluşturur. Semptomlarının nonspesifik
olması, ince barsakların değerlendirilmesinde yapılacak
tetkiklerin sınırlı olması nedeniyle kesin tanı konulması
zordur.
Günümüzde laparoskopi, hem tanı hem de tedavi
açısından önemli bir seçenektir. Çalışmamızda,
tomografide ince barsakta kitle saptanarak laparoskopik
yöntemle teşhis ve tedavi edilen iki vakamızı sunmayı
amaçladık.
Olgu 1:
47 yaşında erkek hasta, karın ağrısı nedeniyle yapılan
abdominal tomografide batın sol alt kadranda ileal
anslarla yakın komşulukda 28mm kontrast tutulumu
gösteren düzgün sınırlı solid kitle tesbit edildi(Resim
1).Tanı ve tedavi amaçlı laparoskopi planlandı.
İntraoperatif, treitzden 200 cm distalde ince barsak
duvarından köken alan 3x2cm’lik hamartomatoz
lezyon izlendi. Laparoskopik segmenter ince barsak
rezeksiyonu, intrakorporeal anastomoz uygulandı.
Makroskopide ince barsak antimezenterik yüzde
3x2,5x2cm, ekzofitik, kahverenkli yumuşak tümör
izlendi.İmmunohistokimyasal
incelemede
tümör
hücrelerinde CD117, SMA ve Vimentin ile boyanma
Tartışma Ve Sonuç:
Gastrointestinal sistemin en sık görülen mezenkimal
tümörleri GİST’dir.En sık midede(%60-70), ikinci
sıklıkda ince barsaklarda(%20-30) görülürler.İnce barsak
tümörlerinin %14’ünü oluştururlar.Negatif sınırlar
elde edilerek yapılan cerrahi ana tedavi yöntemidir.
Laparoskopinin kan kaybında azalma ve hastanede
kalış süresinde kısalma avantajları olduğu bildirilmiştir.
Dolayısıyla ince barsak tümörlerinin tedavisinde
laparoskopik rezeksiyon, tanı ve tedavide kullanılabilen
etkin bir yöntemdir.
Anahtar Kelimeler: Gastrointestinal Stromal Tümör, İnce
Barsak Tümörleri, Laparoskopik Cerrahi
Resim 1
Batın sol alt kadranda ileal anslarla yakın komşulukta
28mm çapında kontrast tutulumu gösteren düzgün sınırlı
solid kitle
157
hbs, antı-hcv, anti-HIV testleri ELISA ( Liaison,
Diasorin, Italy ) ile çalışıldı.
BULGULAR
Resim 2
Hastanemiz hematoloji kliniğinde takipli 20072016 yılları arasında toplamda 284 hasta toplandı.
Hastaların 141(%49.6) i bayan olup, toplamda
hastaların yaş ortalaması 45 olarak saptandı..
Hastaların öykülerinde hayatları boyunca en az
bir kez transfüzyon öyküsü mevcuttu. Hbsag
pozitifliği 4 (%1.4 ) hastada saptanırken 3 (%1.05)
hastada Antı-HCV pozitifliği saptandı ve sadece
bir hastada Antı-HIV pozitifliği saptandı. AntıHbs negatif 58 (%20.4) hasta saptandı. Anti-Hbs
pozitif hastaların hepsinde Antı-hbcIgG düzeyleri
bakılmadığından Antı-Hbs ag pozitif hastalarının
kaçının aşılanarak bağışıklandığı retrospektif olarak
değerlendirilememiştir.
İliak bifurkasyon seviyesi caudali orta hatta ince SONUÇ
barsak anslarıyla sınırları net seçilemeyen, 4x3,5 cm Talasemi hastaları hepatit B, C ve HIV açısından
santrali hipodens periferi kontrastlanma gösteren yüksek riskli bir popülasyondadır.
lobule kontrulu solid kitle
Bizim çalışmamızda hastanemizde talasemi tanılı
hastaların hepatit ve HIV seroprevelansı normal
PS-097
toplumdan yüksek saptanmamıştır. Bunun nedeni
İzmir Tepecik Eğitim Ve Araştırma Hastanesi’nde olarak hastaların yakın takibi ve aşılamalarının
Talasemi Hastalarında Hepatit B, Hepatit C, HIV zamanında sağlanmış olmasına dikkat edilmesinin
büyük rol oynadığını düşünmekteyiz. Çalışmamız
Seroprevelansı
sonucunda talasemi hastaları gibi sık kan
Şükran Köse, Ayşe Özkan, Hazal Albayrak, Didem tranfüzyonuna maruz kalan gruplarda hepatit
aşılamasının ve yakın takibinin önemine dikkat
Deştioğlu, Bengü Gireniz Tatar, Ufuk Sönmez
çekmek istenmiştir.
tepecik eğitim ve araştırma hastanesi
Anahtar Kelimeler: Hepatit B, Hepatit C, HIV
GİRİŞ
Talasemi hastaları hayatları boyunca çok sayıda kan
transfüzyonuna maruz kalmaktadır. Bu nedenle bu
hastalar hepatit B, hepatit C, HIV gibi kan dolaşımı
ile bulaşan enfeksiyonlar açısından risk altındadır.
Türk hematoloji derneği verilerine göre Türkiye’de
yaklaşık 1.300.000 talasemi taşıyıcısı ve 4500
talasemi major hastası vardır. Biz de hastanemiz
çocuk ve erişkin hematoloji kliniklerinde takipli
olan hastalarda hepatitB, C ve HIV seroprevelansını
belirlemeyi amaçladık.
METOD
Çalışmamız hastanemizde 2007-2016 yılları
arasında hematoloji kiniklerinde takipli hastaların
yaş, cinsiyet, transfüzyon öyküsü ve test sonuçları
retrospektif olarak tarandı. Hastaların Hbsag, anti158
talasemi hastalarına ait bilgiler
Cinsiyet
n(%)
Kadın
141
Erkek
143 (51.4)
Serolojik marker
HBsAg pozitifliği
4 (1.4)
Anti-HBs pozitifliği
226 (79.5 )
Anti-HBS negatifliği
58 (20.5)
Anti-HCV
3 (1.05)
Anti-HIV
1 (0.3)
PS-098
Özgür Bostancı, Sinan Ömeroğlu, Emre Bozkurt, Ufuk
Oğuz İdiz, Mehmet Mihmanlı
nadir olarak izlenmektedir.Literatüre bakıldığında
şimdiye kadar 23 vaka bildirilmiştir. Komplike
intrahepatik yabancı cisimlerde ise cerrahi müdahale
gerekmektedir.Cerrahi müdahale sırasında yabancı
cisimin çıkarılması yanında abse drenajı ve bazı
durumlarda hepatik segmentektomiye ihtiyaç duyulabilir.
Şişli Hamidiye Etfal Eğitim Ve Araştırma Hastanesi,
Genel Cerrahi Kliniği, İstanbul
Anahtar Kelimeler: DİKİŞ İĞNESİ, KARACİĞER,
YABANCI CİSİM
Giriş: Yabancı cisimlerin yutulması pediyatrik
popülasyonda gözlenen bir problem olmasına rağmen
erişkin popülasyonda da görülmektedir.%1 den daha
az hastada gastrointestinal perforasyon izlenmektedir.
İntrahepatik yabancı cisim ise çok daha nadir
gözlenmektedir.İntrahepatik yabancı cisimler vücuda
3 yoldan girebilmektedir:karın duvarından direkt
penetrasyon ile, kan yolu ile ve gastrointestinal trakttan
migrasyon ile.Vakaların çoğunluğu gastrointestinal
tracttan karaciğere migrasyon yaparak geçmektedir.
Endoskopi, ultrasonografi ve abdominal tomografi tanı
ve tedavinin planlanmasına yardımcı olabilmektedir.Biz
de bu vaka sunumumuzda yutulma sonrasında karaciğere
migre olan bir dikiş iğnesinin laparoskopik tedavisinden
bahsedeceğiz.
PS-099
Yutulma sonrası karaciğerde dikiş iğnesi
Vaka: 22 yaşında daha önceden batın ameliyat öyküsü
olmayan kadın hasta 6 aydır olan sağ üst kadranda
aralıklı ağrı şikayetiyle polikliniğe başvurdu.Hastanın
muayenesinde batın sağ üst kadran palpasyonla ağrılı,
defans-rebound negatif, akciğer sesleri doğal, ateşi
37C olarak saptandı.Kan tetkiklerinde Lökosit 9000, C
reaktif protein 3, Aspartat amino transferaz 60 ve Alanin
aminotransferaz 53 olarak saptandı.Ultrasonografide
safra kesesi komşuluğunda karaciğer sağ lobda radyolusen
görüntü olması üzerine hastaya bilgisayarlı tomografi
çekildi.Tomografide safra kesesi komşuluğunda karaciğer
sağ lobda, karaciğer dışına doğru uzanan radyoopak
dikiş iğnesi benzeri görüntü mevcuttu. Belirgin
komplikasyon olmaması sebebiyle takibe alınan hastanın
ilk kontrolünde WBC ve CRP değerleri normal, AST:65,
ALT 58 olarak saptandı.Takibinin 2.Ayında batın sağ
üst kadran ağrısı olan hastanın WBC:13000, CRP:23,
AST:130, ALT:120, ateş 38C olması üzerine hastaya
operasyon planlandı,laparoskopik olarak yapılan batın
explorasyonunda safra kesesi lateralinde, karaciğer sağ
lobda,uç kısmı karaciğerin dışında dikiş iğnesi saptandı.
Batın içerisinde apse, organ perforasyonu bulgusu yoktu.
Uç kısmı karaciğerden serbestleştirilen dikiş iğnesi
laparoskopik grasper yardımı ile karaciğerden çıkarıldı.
Post operatif komplikasyon gelişmeyen hasta post
operatif 2. gün taburcu edildi.1 ay boyunca haftalık olarak
poliklinik takibi yapılan hastada herhangi bir problem
gelişmedi.
Tartışma: Karaciğerde yabanci cisim nadir olarak
gözlenmekle birlikte karaciğerde dikiş iğnesi çok daha
Kolorektal kanser nüksü ve mortalitesi üzerinde
trombosit belirteçleri, nötrofil/lenfosit oranı ve pozitif/
total lenf nodu oranının etkisi: Retrospektif çalışma
Arif Emre1, Sami Akbulut2, Mehmet Sertkaya1, Muharrem
Bitiren3, İlhami Taner Kale1, Ertan Bülbüloğlu1
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Tıp Fakültesi,
Genel Cerrahi Anabilim Dalı/Kahramanmaraş
2
İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi
Anabilim Dalı/ Malatya
3
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Tıp Fakültesi,
Patoloji Anabilim Dalı/ Kahramanmaraş
1
Giriş ve amaç: Kolorektal kanserler cerrahi alet ve
yöntemlerdeki gelişmelere rağmen günümüzde ciddi
morbidite ve mortaliteye yol açmaktadır.Hastalığın
hangi hasta grubunda nüksedeceği ve mortaliteye
neden olacağının bazı imareleri olmasına rağmen kesin
bir belirteci yoktur. Bu çalışmanın amacı trombosit
belirteçleri, nötrofil/lenfosit oranı ve pozitif/total lenf
nodu oranının postoperatif nüks ve mortalite üzerinde
etkisi olup olmadığını göstermektir.
Gereç-Yöntem: Retrospektif olarak planladığımız bu
çalışmamızda Ocak 2008-Kasım 2015 tarihleri arasında
kliniğimizde kolorektal cerrahi yapılan ardışık 101
hasta çalışmaya dahil edildi. Ölen ve hayatta kalan hasta
grupları karşılaştırıldı, mortalite üzerinde etkili faktörler
araştırldı. Verilerin istatistiksel analizinde Independent T
Testi(Bootsrap), Mann Whitney U Testi(Monte Carlo) ve
Perason Chi-Square Testi kullanıldı.
Bulgular: 101 hastanın ortalama yaşı 61,63±14,63 idi.
Hayatta kalanların yaş ortalaması 58,57±14,33 iken,
ölenlerin yaş ortalaması 70,96±11,39 idi. 42(41,6%)
hasta bayan, 59(58,4%) hasta erkekti. 74(73,3%)
hasta elektif olarak, 27(26,7%) hasta acil olarak opere
edilmişti. Acil olarak başvuranlarda mortalite oranı daha
yüksekti(p=0,036). İki grup karşılaştırıldığında mortalite
üzerinde yaş(p=0,001), operasyon öncesi hemoglobin
değerleri(p=0,001), pozitif lenf nodu sayıları(p=0,009),
poizitif/total lenf nodu sayıları(p=0,012) ve trombosit
sayıları(p=0,047) arasındaki fark anlamlıydı.
159
Sonuçlar: Hastanın yaşının ileri olması, acil bulgularla
başvurması, ameliyat öncesi hemoglobin değerinin
düşük olması, patolojik piyeslerde pozitif lenf nodu
sayısı ve pozitif/total lenf nodu oranının yüksek olması
ve ameliyat öncesi trombosit sayısının yüksek olması
kolorektal kanser nüksü ve mortalitesi üzerinde etkili
bulunan faktörlerdir.
Anahtar Kelimeler: Kolorektal kanser, nüks, mortalite,
trombosit belirteçleri
Tablo 1
Kaplan Meier Testi ile survey analizi
PS-101
Dirençli Hepatik Hidrotoraks Tedavisinde Transjuguler
İntrahepatik Portosistemik Şant (TİPS) Uygulaması
Sümeyye Ulutaş Kandil1, Aylin Demirezer Polat2, Hüseyin
Köseoğlu2, Osman Ersoy3
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları
Ana Bilim Dalı, Ankara
2
Atatürk Eğitim Araştırma Hastanesi, Gastroenteroloji
Kliniği, Ankara
3
Yıldırım
Beyazıt
Üniversitesi
Tıp
Fakültesi,
Gastroenteroloji Bölümü, Ankara
1
Çalışmaya dahil edilen hastaların özellikleri
Tablo 2
Independent T Testi ile survey analizi
Giriş: Siroz; sarılık, asit, peritonit, varis kanaması,
ensefalopati gibi önemli komplikasyonları olan
karaciğerin son dönem kronik bir hastalığıdır. Plevral
effüzyon sirozun önemli komplikasyonlarındandır ve
sirozlu hastaların % 6 kadarında geliştiği gösterilmiştir.
Biz bu vakada TİPS ile kontrol altına aldığımız diğer
tedavilere dirençli hepatik hidrotoraksı olan bir olgu
sunmaktayız.
Olgu: Altmış altı yaşında kadın hasta nefes darlığı
şikayeti ile acil servise başvurdu. Hastanın öyküsünden5
yıldır kriptojenik karaciğer sirozu tanısı ile dış merkezde
takip edildiği ve son 2 aydır sık sık nefes darlığı şikayeti
ile acil servise başvurduğu öğrenildi. Sağ akciğerde
tekrarlayan masif plevral effüzyona yönelik birçok kez
boşaltıcı torasentez yapıldığı, göğüs cerrahisi tarafından
hospitalize edilerek katater torakostomi, kapalı drenaj,
kimyasal plöredez uygulanıp torakostomi drenaj tüpü
ile taburcu edildiği öğrenildi. Fizik muayenesinde genel
durumu orta, bilinci açık, kan basıncı:120/58mmHg,
nabız:93dk/ritmik, sağ hemitoraks orta ve alt zonlarda
solunum sesleri azalmış, batın distandü görünümde idi.
Tablo 3
160
Başvuru esnasında MELD skou 25, Child skoru 11 olarak
hesaplandı. Torakostomi drenaj tüpü ile hospitalize
edilen hastada plevral effüyona neden olabilecek konjestif
kalp yetmezliği, pnomöni, pulmoner emboli gibi diğer
nedenler dışlandı. Plevral mayi örneklemesi yapıldı,
transuda ile uyumlu bulundu. Tuz kısıtlı diyet verilerek,
diüretik tedavisi maksimum doza çıkarılarak torakostomi
tüpü kapatıldı. Yakın takibe alınan hastada plevral
effüzyonunun hızla artması ve hastanın semptomatik
olması üzerine tüp drenajı tekrar açıldı. Dirençli plevral
effüzyonu diüretik tedaviden yarar görmeyen hastada
TİPS uygulanmasına karar verildi. TİPS işlemi sonrası
akciğer filminde plevral effüzyonu gerileyen, nefes darlığı
olmayan hasta taburcu edildi.
noktasal eritematöz alanlar gözlendi (Resim 1). GAVE
olarak değerlendirilen hastanın yatışı boyunca 6 ünite
eritrosit süspansiyonu replasmanı yapıldı. Hastanın
halihazırda ayaktan takiplerine devam edilmektedir.
Sonuç: TIPS portal hipertansiyonlu olgularda, özellikle
tedaviye dirençli asit ve yineleyen varis kanaması olan
hastalarda kullanılan bir tedavi yöntemidir. Karaciğer
sirozu olan hastalarda rastlanan komplikasyonlardan
biri olan hepatik hidrotoraksın ilk basamak tedavisi her
ne kadar medikal olsa da, dirençli vakalarda TİPS’in de
etkin bir şekilde uygulanabileceği akılda tutulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: gastrik antral vasküler ektazi, GAVE,
vasküler ektazi
Sonuç: Gastrik antral vasküler ektazi, üst GİS
endoskopisinde tipik olarak midenin antrum bölgesinde,
zemininde kırmızı noktalar ve pilordan başlayan radyal
uzanımlı çizgiler halinde görülür, karpuz görünümünü
andırdığı için karpuz-mide diye de adlandırılır. Sirotik
hastalarda daha geniş bir yayılım izlenirken, sirotik
olmayan hastalarda ise antrumda sınırlıdır. Özellikle
geriatrik yaş grubu kadın hastalarda GİS kanaması
etyolojisinde yer alabileceği göz önünde tutulmalıdır.
Resim 1.
Anahtar Kelimeler: Siroz, Hepatik hidrotoraks,
Transjuguler İntrahepatik Portosistemik Şant
PS-103
Üç hemoglobin değeri ile başvuran geriatrik hastada
nadir GİS kanaması sebebi: Gastrik antral vasküler
ektazi (GAVE)
Taner Akyol1, Tolga Düzenli1, Mustafa Kaplan2, Alpaslan
Tanoğlu1
GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi, Gastroenteroloji
Servisi, İstanbul
2
GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi, İç Hastalıkları
Servisi, İstanbul
1
Giriş: Gastrik antral vasküler ektazi (GAVE), özellikle
ileri yaş kadın hastalarda görülen nadir ancak çoklu
transfüzyon ihtiyacı oluşturabilmesi nedeniyle önemli
bir antitedir. Burada, üç hemoglobin değeri ile başvuran
ve GAVE saptadığımız 89 yaşında ileri yaşlı kadın hastayı
sunuyoruz.
Olgu: 89 yaşında demans ve hipertansiyon tanıları mevcut
kadın hasta 6 aydır devam eden ve giderek şiddetlenen
halsizlik ve 3 gün önce farkettiği siyah renkli dışkılama
yakınması ile 19.03.2016 tarihinde acile başvurusunda
şiddetli anemi saptanması üzerine kliniğimize yatırıldı.
Geliş tam kan değerleri Hb:3,04 g/dL., Hct:9,02 RBC:1,26
x10^6/μL, MCV:71,7 WBC:7.030/μL, Plt:274.000/
μL idi. Servise alınarak 3 ünite eritrosit süspansiyonu
replasmanı yapılan hastanın gastroskopisinde; antrum
mukozasından pilora doğru uzanan lineer tarzda diffüz
Antrumdaki vasküler ektazilerin endoskopik görünümü.
PS-104
Masif rektal kanamaya neden olan proksimal jejunuma
fistülize mesenterik yerleşimli gastrointestinal stromal
tümör
Mehmet Tolga Kafadar1, Işılay Nadir2, Gürkan
Değirmencioğlu1, Tuğba Çaviş3, Mikdat Bozer1
Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi
Anabilim Dalı, Ankara
2
Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji
Bilim Dalı, Ankara
3
Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji
Anabilim Dalı, Ankara
1
161
Giriş: Gastrointestinal stromal tümörler (GİST)
gastrointestinal sistemin en yaygın mezenkimal
tümörleridir. En sık lokalizasyonu mide (%50-60) ve ince
barsaklardır (%25-30). Nadiren gastrointestinal sistem
ile bağlantısız olarak retroperitonda veya abdomende
ortaya çıkabilirler (%3). Sıklıkla gastrointestinal sistem
hastalıklarının endoskopik ve radyolojik incelemelerinde
veya hemoraji, obstrüksiyon ve organ perforasyonu gibi
acil durumların cerrahi tedavisi sırasında, tesadüfen
tanı konur. Bu yazıda, masif rektal kanama ile başvuran,
proksimal jejunuma fistülize, mesenterik yerleşimli bir
GİST olgusu sunuldu.
Olgu: 59 yaşında erkek hasta, makattan aşırı kanama
şikayeti ile gastroenteroloji polikliniğine başvurdu. Fizik
muayenesinde, batında epigastrik bölgede daha fazla
olmak üzere hassasiyet mevcuttu, defans ve rebaund
yoktu. Rektal tuşede melena görüldü. Başvuru anındaki
Hb değeri 9.3 gr/dL idi. Gastroduedonoskopide herhangi
bir patoloji saptanmadı. Kolonoskopide lümen içerisinde
pıhtılaşmış kan nedeniyle optimal değerlendirme
yapılamadı. Tüm batın tomografik incelemede, aksiyel
arteriyel faz görüntüde mide korpus inferioru ve
transvers kolon süperioru komşuluğunda gastrokolik
ligaman düzeyinde, proksimal jejunal segmentlere bası
yapan, transvers kolonu anteriora deplase eden, renal
düzeyde anterior paraaortik bölgeye uzanan kistik ve
solid komponentleri bulunan heterojen kontrastlanan
kitle lezyonu izlendi. 4 ünite eritrosit süspansiyonuna
rağmen Hb değeri düşmeye devam eden hasta genel
cerrahiye interne edilerek acil şartlarda ameliyata alındı.
Eksplorasyonda treitzdan 10 cm distalde jejunuma
fistülize, mesenterik yerleşimli, yüzeyi nekrotik, 8×5
cm boyutlarında kitle gözlendi. Yaklaşık 20 cm jejunum
segmenti ile birlikte, kitle total olarak çıkarıldıktan sonra
jejunojejunal anastomoz yapıldı. Histopatolojik inceleme
sonucu, GİST (iğsi hücreli tip) olarak raporlandı. Kitle
immünohistokimyasal panelde CD117( C-Kit) ile diffüz
pozitif boyandı. Hasta imatinib tedavisi almak üzere
postoperatif 7. günde şifa ile taburcu edildi.
Sonuç: Günümüzde hiçbir radyolojik veya endoskopik
tetkik GİST tanısını koymak için yeterli değildir. Kesin tanı
için biyopsi materyali şarttır. Tanı immünhistokimyasal
indikatörler yardımıyla konulmaktadır. Masif rektal
kanamalarda nadir de olsa ince barsakla ilişkili GİST’ler
akılda tutulmalıdır. Bu durumda primer tedavi, cerrahidir
ve total eksizyon tercih edilen yöntemdir.
Mehmet Tolga Kafadar1, İsmail Bilgiç2, Işılay Nadir3
Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi
Anabilim Dalı, Ankara
2
Lokman Hekim Sincan Hastanesi, Ankara
3
Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji
Bilim Dalı, Ankara
1
Giriş: İntestinal malrotasyon, orta barsak (midgut)
bölümünün peritoneal kavitede superior mezenterik
arter etrafında normal fetal rotasyonunu yapamaması
ve fiksasyon bozukluğu ile seyreden gelişimsel bir
anomalidir. Malrotasyon, erişkinde mekanik barsak
tıkanıklığının nadir görülen bir nedenidir. Acil müdahale
gerektiren akut bir durum olarak ya da kronik abdominal
semptomlar ile ortaya çıkabilir. Tanısı genellikle insidental
olarak konur. Bu yazıda, kliniğimize ince barsak
obstrüksiyon bulguları ile başvuran ve semptomatik
olarak tedavi edilen, 56 yaşında intestinal malrotasyonlu
bir olgu sunuldu.
Olgu: 56 yaşında erkek hasta karın ağrısı, bulantı,
şişkinlik ve 3 gündür gaz gaita yapamama şikayetleri ile
başvurdu. Öz geçmişinde, ara ara karın ağrısı olan hasta,
fazla önemsemediği için herhangi bir sağlık kuruluşuna
başvurmamıştı. Hastanın geçirilmiş batın cerrahi öyküsü
yoktu. Fizik muayenede, karında distansiyon ve özellikle
epigastrik bölgede olmak üzere hassasiyet mevcuttu.
Barsak sesleri hipoaktif ve rektal muayenesi normaldi.
Labaratuvar tetkikleri normaldi. Hastaya oral kontrast
madde verilerek, tüm batın bilgisayarlı tomografi (BT)
tetkiki yapıldı. BT’ de mide, oral yoldan verilen kontrast
maddenin birikimi ile distandü görünümde izlendi. Karın
orta hatta vasküler yapıların ve mezenterin girdap şeklinde
270 derece saat yönünde kıvrıldığı (whirlpool bulgusu),
süperior mezenterik venin süperior mezenterik arterin
solunda yer aldığı tespit edildi (Resim 1,2). Barsaklarda
nekroz bulgusu saptanmadı. İleus ön tanısıyla interne
edilen hastanın oral alımı kesildi, semptomatik olarak
tedavisine başlandı. Takibinin 2. gününde gaz gaita çıkışı
oldu. Genel durumu iyi olan hasta 5. gün taburcu edildi.
Bir hafta sonra poliklinik kontrolüne gelen hastanın
herhangi bir sıkıntısı yoktu.
PS-105
Sonuç: İntestinal malrotasyon erişkinde oldukça
nadir görülen fakat sebep olabileceği komplikasyonlar
açısından önemli bir anomalidir. Non spesifik karın
şikayetleri ile başvuran hastalarda malrotasyon ihtimalini
gözardı etmemek gerekir. Bilgisayarlı tomografinin tanıda
katkısı oldukça fazladır. Erişkinde tanı koymak çoğu
zaman güç olsa da, ince barsak obstrüksiyonu bulguları
ile gelen hastalarda intestinal malrotasyon ayırıcı tanıda
düşünülmelidir.
Erişkinde insidental intestinal malrotasyon: Midgut
volvulus
Anahtar Kelimeler: Midgut malrotasyon, volvulus,
erişkin
Anahtar Kelimeler: Gastrointestinal kanama, jejunum,
stromal tümör
162
Resim 1
Duodenojejunal bileşke orta hattın sağında yer almakta,
SMA çevresinde proximal jejunal segmentinin ve
çevresindeki mesenter yağ dokusunun girdap işareti
oluşturduğu izlenmekte
Resim 2
SMA (içi dolu ok), SMV (içi boş ok) ‘nin sağında izlenmekte
PS-106
Lokalize hepatik tutulumlu tüberküloz olgusu
Sinem Şenol1, Osman Serdal Çakmak2, İsa Sevindir2,
Aliye Soylu2
Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim Araştırma Hastanesi, İç
Hastalıkları Kliniği, İstanbul
2
Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim Araştırma Hastanesi,
Gastroenteroloji Kliniği, İstanbul
1
GİRİŞ
Hepatik tüberküloz vakalarının %70’inin nedeni miliyer
tüberküloz, %30’unun nedeni lokalize tüberkülozdur.
Lokalize hepatik tüberkülozlu olgumuzu paylaşmak
istedik.
OLGU
57 yaşında bilinen kronik böbrek yetmezliği olan kadın
hasta yaklaşık 4-5 aydır gece terlemeleri, özellikle geceleri
yükselen ateş, bulantı, kilo kaybı, karın ağrısı şikayetleri
ile tarafımıza başvurdu. Fizik muayenede solunum
sayısı 18/dk, ateş 39⁰ olması dışında patoloji yoktu.
Laboratuarında lökosit: 5110/mm3, hemoglobin: 9,24
g/dl, trombosit: 88300/mm3, sedimentasyon: 70 mm/
saat, AST:62 U/L, ALT: 45 U/L, GGT: 274 U/L, LDH:
375 U/L, ALP: 425 U/L, total protein: 6,2 g/dl, albümin:
2,8 gr/dl CRP: 7,8mg/dl (N:<0,5mg/dl), ferritin: 1403
ng/ml olarak geldi. Viral hepatit serolojisi, Rose-Bengal,
EBV VCA IgM negatif saptandı. Hemokültürlerinde ve
idrar kültüründe üreme olmadı. Batın USG’de periportal
ve peripankreatik yerleşimli büyüğü 26x18 mm boyutta
birkaç lenfadenopati saptandı, dalak boyutu 147x56
mm idi. Toraks BT’de mediastende multiple milimetrik
boyutlu lenf nodları izlendi. Üst ve alt gastrointestinal
sistemin endoskopik incelemesinde özellik yoktu. PETBT’de hepatomegali, mediastinal, hepatoduodenal,
peripankreatik lenfadenopatiler saptandı, karaciğer ve
kemik iliğinde artmış FDG tutulumu akut karaciğer
yetmezliğini veya hodgkin lenfomayı düşündürmekteydi.
Lenfadenopati eksizyonu planlandı, ancak lokalizasyonun
uygun olmadığı belirlendi. Kemik iliği aspirasyonunda
atipik hücre izlenmedi, TBC PCR negatifti. Kemik iliği
biyopsisinde kısmen granülom formasyonu gösteren
epiteloid histiosit infiltrasyonu, yer yer nekroz görülmüş
olup granülomatöz hastalıklarla uyumlu bulgular
saptandı. Karaciğer biyopsisinde kazeifikasyon nekrozlu
granülom saptandı. Lokalize hepatik tüberküloz tanısıyla,
renal dozda dörtlü antitüberküloz tedavi başlandı.
Tedavinin 4. ayında klinik ve akut faz yanıtı olan hasta
poliklinikten takip edilmektedir.
SONUÇ
Tüberkülozun endemik olduğu bölgelerde ateş, bulantı,
kilo kaybı, karın ağrısı şikayetleriyle başvuran kolestaz
enzim yüksekliği olması durumunda hepatik tüberküloz
mutlaka ayırıcı tanıda düşünülmelidir. Lokalize hepatik
tüberküloz nadirdir. PET-BT’de malignite ile tüberküloz
karışabilmektedir. Biyopsi materyalinde kazeifikasyon
nekrozlu granülomların görülmesi tanısaldır. Böbrek
yetmezlikli olgularda üremi ilişkili immun yetmezlik
tüberküloz ile ilişkilidir.
Anahtar Kelimeler: Ekstrapulmoner
immunsupresyon, karaciğer
tüberküloz,
PS-108
Helicobacter pylori prevelansı yüksek bölgelerde Çölyak
hastalığı tanısı daha güç müdür?
Abdurahman Şahin1, Gülçin Cihangiroğlu2, Mustafa
Cengiz3, Yılmaz Bilgiç4, Turan Çalhan5, Nurettin Tunç1
Fırat Üniversitesi, Gastroenteroloji Bölümü
Elazığ Eğitim Araştırma Hastanesi, Patoloji Bölümü
3
Dr. A. Y. Ankara Onkoloji Eğitim Ve Araştırma
Hastanesi, Gastroenteroloji Bölümü
4
İnönü Üniversitesi, Gastroenteroloji Bölümü
5
İstanbul Özel Türkiye Hastanesi, Gastronterolohi
Bölümü
1
2
163
Giriş/Amaç: Duodenal biyopsi sıklıkla anemi ve
malabsorpsiyon
etyolojilerinin
araştırılmasında
başvurulan yöntemdir ve primer olarak Çölyak
hastalığı(ÇH) tanısında kullanılır. Helicobacter pylori
(Hp) ve nonsteroid antiinflamatuvar ilaçlar ve asetilsalisilik
asit başta olmak üzere ilaçlar duodenal mukozada hasara
yol açan, sık suçlanan ajanlardır. Bu çalışmada, duodenal
biyopsi alınana hastalarda ÇH sıklığı ile HP ve ilaçların
duodenal mukoza üzerine etkileri araştırıldı.
Materyal / Metod: Şubat 2014 ile Kasım 2014 tarihleri
arasında yapılan endoskopiler taranarak duodenal
biyopsi alınan hastalar belirlendi. Bu hastaların klinik,
demografik özellikleri, Hp mevcudiyeti ve ilaç öyküleri
kaydedildi. Alınan duodenal biyopsi örnekleri standart
bir sınıflamaya göre tekrar değerlendirildi. İlaçla ve
Hp’nin duodenal mukoza üzerine etkileri araştırıldı.
Sonuçlar: Üst GIS endoskopi yapılan 2389 hastanın
206’sında (%9,3) duodenal biyopsi alındığı görüldü. Bu
hastaların 170’inde (%82) endoskopik olarak duodenit
mevcuttu. Histopatolojik duodenit 76 hastada (%37)
gözlendi. En sık gözlenen patolojik bulgular sırasıyla,
intraepitelyal lenfosit artışı (68, %33) ve kript hiperplazisi
(54, %26) idi. Sekiz hasta (%4) ÇH tanısı aldı. Çölyak
hastalığı tanısı alanların endoskopi endikasyonları 3
hastada epigastrik ağrı, 1 hastada dispepsi, 3 hastada diare
ve 1 hastada anemiydi. Hastaların 5’inde Hp (+) saptandı.
Çölyak tanısı konulan hastalar çıkartıldıktan sonra kalan
198 hasta incelendiğinde 95 hastada (%48) Hp saptandı.
Hastaları %42’sinde ilaç kullanım öyküsü mevcuttu.
Histopatolojik duodenit olanların % 59’u Hp ile infekteydi.
Helicobacter pylori mevcudiyetine göre patolojik bulgu
görülme oranı Hp (+) grupta daha yüksekti (%45’e karşı
%27; OR:2,4; %95 CI 1,3-4,4; p=0.005). Hastalar ilaç
kullanımına göre değerlendirildiğinde gruplar arası fark
gözlenmedi.
Tartışma: Helicobacter pylori prevelansının yüksek
olduğu bölgelerde, Hp, duodenitin önemli bir nedenidir.
Çölyak hastalığı tanısında duodenal biyopsi öncesi
serolojik testlerin yapılması gereksiz duodenal biyopsi
incelemelerini önleyebilir.
saptanan sirotik olgu sunumu.Sunumumuzda nadir de
olsa aydınlatılamayan siroz etyolojisinde brusellosise
dikkat çekilmektedir/
Olgu: 80 yaşındali erkek hasta asit ve hipervolemik
tablo ile merkezimize başvurdu. Hastanınterleme, ateş
şikayetleri gözlenmişidi. Fizik muayenede tens asit
saptanan hastanın labaratuvar incelemesinde platelet:
69800 u/L,INR: 1.25, beyaz küre 2030 u/L olarak tespit
edildi. Abdominal ultrasonografide heterojen karaciğer
parankimi ve splenomegali tespit edilen hastada yapılan
üst endoskopide grade 1-2 varisler izlendi. Doppler
incelemesinde intraabdominal şant akımı görülen hasta
karaciğer sirozu olarak kabul edildi. Zaman zaman
klinikte bilinç bulanıklığı da gelişen hastaya bakılan
hepatit seroloji testlerinde ve otoimmun karaciğer
panelinde pozitif bulguya rastlanmadı. Abdominal Mr’da
T11 seviyesinde intradural kitle saptandıktan sonra bu
bölgeden alınan biyopside kemik iliği aspirat materyalinde
Brucella PCR + saptanmış. Ayrıca kemik dokusunda
alınan biyopside de granulomlar izlendi.Ayrıca brucella
tüp aglitünasyon testi pozitif olan hastaya brucellaya
yönelik tedavi başlanmış olup akabinde asit azaltıldıktan
sonra karaciğper biyopsisi yuygulandı. Alınan örnekte
karaciğer sirotik olup hepatik granülomlar bulundu.
Diüretik tedavisi ile yaklaşık 10 kg veren hastanın hali ile
taburculuğu yapıldı. Diüretik ile yapılan tedavi sonrası
kontrolde asit tablosu azalmış olarak kontrole gelen
hastanın ateş ve terleme şikayetleri bir daha gözlenmedi.
Hastanın gözlenen vertebral kitlede küçülme ve ve bel
ağrısında azalma tedavi altında izlendi.
Sonuç: Brusellosis kronik hepatite yol açan klinik tablolar
ile seyredebilir
Anahtar Kelimeler: Brusellosis, Siroz, Asit
resim 1
Anahtar Kelimeler: Duodenit, Çöyak, Helicabacter
pylori, ilaç
PS-109
Brucellosis sonrası siroz gelişen nadir bir olgu sunumu
Memduh Şahin
1-Mersin Devlet hastanesi,Gastroenteroloji Ünitesi,
Mersin
Kemik dokusunda granulom görünümü
Giriş-Amaç: Asit nedeni ile başvuran ve aktif brusellosis
164
PS-110
Resim 1.
Nadir Bir Vaka: Karaciğer Soliter Fibröz Tümörü
Murat Coşkun1, Adem Yüksel2, Hamdi Taner Turgut1
Kocaeli Derince Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Genel
Cerrahi Kliniği, Kocaeli, Türkiye
2
Kocaeli Derince Eğitim Ve Araştırma Hastanesi,
Gastroenteroloji Cerrahisi Kliniği, Kocaeli, Türkiye
1
Giriş-Amaç:
Soliter fibröz tümörler, kökeni tartışmalı nadir görülen
tümörlerdir. Çoğunlukla plevra yerleşimli olmakla
birlikte mediasten, periton veya mezenterde de yerleşim
gösterebilir. Bu lokalizasyonlar dışında oldukça nadir
olarak karaciğerde de görülebildiği bildirilmiştir. Bu
çalışmada, karaciğer sol lob kaynaklı kitle nedeni ile opere
edilen ve histopatolojik incelemede soliter fibröz tümör
olarak değerlendirilen bir vakayı sunmayı amaçladık.
Olgu:
54 yaşında erkek hasta karın ağrısı ve dispeptik yakınmalar
nedeni ile polikliniğimize başvurdu. Hastanın yapılan
fizik muayenesinde sol hipokondriak bölgede ele gelen
kitle saptandı. Yapılan laboratuar tetkiklerinde özellik
yoktu. CEA: 0,99, AFP: 1,02 idi. Batın tomografisinde
karaciğer sol lobdan kaynaklanan ve ekzofitik olarak
uzanan 13 cm çapında semisolid kitlesel lezyon saptandı(
resim 1-2). Yapılan özofagoduodenoskopi ve kolonoskopi
tetkikinde özellik saptanmadı. Hasta karaciğerde kitle
nedeni ile operasyona alındı. Operasyonda karaciğer
segment 3 anteroinferior yüzde mide, pankreasa bası
oluşturan pedikülle karaciğere bağlı yaklaşık 14 cm
çapında kitle saptandı. Hastaya sol lateral segmentektomi
ile birlikte kitle rezeksiyonu uygulandı(Resim 3).
Postoperatif komplikasyon gelişmeyen hasta postoperatif
5. Gün önerilerle taburcu edildi. Spesmenin histopatolojik
incelemesinde tümörün oval, iğsi çekirdekli mezenkimal
hücrelerden oluştuğu görüldü. İmmunhistokimyasal
incelemede, CD34 ile diffüz kuvvetli boyanma gözlenirken,
LCA, S-100, CD99, Desmin, EMA, Pansitokeratin,
Kromogranin ve Sinaptofizin ile boyanma görülmedi. Ki67 ile proliferasyon indeksi %1 idi. Bu bulgularla tümör
soliter fibröz tümör olarak değerlendirildi.
Resim 2.
Resim 3.
Tartışma Ve Sonuç:
Soliter fibröz tümörler (SFT), karaciğer parankiminde de
ender olarak bildirilen sıradışı neoplazmlardır. Tedavisi
cerrahidir. Literatürde sınırlı sayıda vaka bildirilmesi
ve tümör davranışının belirsiz olması nedeni ile cerrahi
sonrası hastaların yakın takibi gereklidir.
Anahtar Kelimeler: Karaciğer, Soliter Fibröz Tümör,
Mezenkimal Tümör
165
PS-111
Basic demographics features of the study
Pre-Operatif Fibrinojen ve Karsinoembriyonik
Antijen(CEA) bakılması Kolorektal kanserli hastalarda
hastalık evresi ve kematerapi almayı ihtimalini
öngörebilir
Tarık Akar
Bülent Ecevit Tıp Fakültesi Gastroenteroloji
Background: There is still no toll using pre-operative
simple and non-invasive method predicting for early the
stage of the disease(early or late) and the possibility of
receiving chemotherapy for colorectal cancer.
Aim: To investigate the relationship between the
fibrinogen level and colorectal cancer disease stage as
well as the neccesity of chemotherapy before surgery
Method: A total 297 suitable colorectal patients
performing resection for any reason(curative or palliative)
enrolled the study. Each endoscopic procedure, diagnosis,
radiological and pathological examination performed by
the same experts. The fibrinogen and carcinoembryonic
antigen levels were calculated in pre-operative period.
Surgery was performed to all patients, and chemotherapy
requirement was assessed by expert oncologists. After
surgery, patients were evaluated according to the disease
stage and the necessity of chemotherapy by the same
experts. Comparisons were made between the fibrinogen
level and disease stage as well as among the receiving
chemotherapy or not.
Results; The mean fibrinogen level was 455±128.5 mg/
dl with high level in 77.4% of all patients. Statistically
significant differences were found between the preoperetive fibrinogen level and disease stage as well as
the chemotherapy receiving. The level of fibrinogen in
both Duke’s C and D significantly higher than Duke’s
B(p<0,001). Significantly higher fibrinogen levels was
observed in receiving chemotherapy group compared to
not receiving, resepectively(90.3% to %25.4, p<0.001).
The predictive value of high fibrinogen level for colorectal
cancer chemotherapy requirement was 90.6%.
Conclusion: Pre-operative high both fibrinogen and
carcinoembryonic antigen levels can predict initially the
advance disease and the likelihood of chemotherapy in
patient with colorectal cancer
Anahtar Kelimeler: Koloerektal Kanser, Fibrinojen, CEA
PS-112
Akut Hafif Biliyer Pankreatitte Kolesistektomi Ne
Zaman Yapılmalı?
Adem Yüksel1, Murat Coşkun2, Hamdi Taner Turgut2,
Mehmet Özyıldız2
Kocaeli Derince Eğitim Ve Araştırma Hastanesi,
Gastroenteroloji Cerrahisi Kliniği, Kocaeli, Türkiye
2
Kocaeli Derince Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Genel
Cerrahi Kliniği, Kocaeli, Türkiye
1
Akut biliyer pankreatit(ABP) atağı sonrası tekrarlayan
biliopankreatik olayları önlemek amacıyla definitif tedavi
kolesistektomidir. Özellikle ABP vakalarının %80 ini
oluşturan hafif biliyer pankreatitte kolesistektominin
zamanlaması konusunda farklı yaklaşımlar mevcuttur.
Bu çalışmamızda, hafif biliyer pankreatit atağı sonrası
erken(ilk yatışta) ve interval (4 - 12 hafta sonra)
dönemde laparoskopik kolesistektomi yapılan hastaların
sonuçlarını karşılaştırmayı amaçladık.
Materyal-Metod:
Çalışmamızda, kliniğimizde Ocak 2010 – Aralık 2014
tarihleri arasında kliniğimizde ABP tanısı ile laparoskopik
kolesistektomi uygulanan hastalar retrospektif olarak
değerlendirildi.
166
Grup 1(n: 23), erken( ilk yatışta) kolesistektomi
yapılan hastalar, grup 2(n:54) geç( 4 – 12 hafta sonra)
kolesistektomi uygulanan hastalardan oluşturuldu.
Gruplar; demografik veriler, operasyon süresi,
komplikasyon, mortalite ve tekrarlayan biliopankreatik
olaylar açısından karşılaştırıldı.
Sonuçlar:
Çalışmamıza hafif akut biliyer pankreatit tanısı ile
kolesistektomi uygulanan 77 hasta dahil edildi. Tedavi
kılavuzlarına uygun olarak erken kolesistektomi
hastaların sadece %29,8(23/77) uygulandı. Erken dönem
(Grup 1) ve interval dönemde(Grup 2) kolesistektomi
uygulanan gruplar arasında operasyon süresi,
konversiyon ve komplikasyonlar açısından istatistiksel
anlamlı farklılık saptanmadı(sırasıyla p: 0,210, p: 0,540,
p: 0,307). Grup 2 de hastaların %14,8 inde ( 8/54)
tekrarlayan biliopankreatik olaylar görüldü. Grup 1 de
hastanede kalış süresi istatiksel anlamlı olmak üzere daha
kısa idi(p: 0,001).
Sonuç:
Hafif ABP atağı sonrası erken dönemde laparoskopik
kolesistektomi yapılması güvenli ve tekrarlayan
biliopankreatik olayları önlemede etkin bir yaklaşımdır.
Bu nedenle hafif ABP atağında, uygun hastalara aynı
yatışta kolesistektomi yapılmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Biliyer Pankreatit,
Kolesistektomi, Erken Kolesistektomi
İnterval
PS-113
Malign safra yolları darlıklarında PTK ve ERCP
sonuçlarının karşılaştırılması
Gürhan Adam1, Erdem Koçak2, Erdem Akbal2, Canan
Akgün1
1
Çanakkale Onsekizmart Üniversitesi Tıp Fakültesi
İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi
2
Giriş:
Pankreas
kanseri,
safra
kesesi
kanseri
ve
kolanjiokarsinoma gibi safra yollarında obstrüksiyona
neden olan birçok malign tümörün prognozu oldukça
kötüdür. Tanı esnasında birçok tümör unrezektabl olup
birçok vakada palyatif tedavi gerekmektedir. Perkütan
transhepatik kolanjiografi (PTK) ve endoskopik retrograd
kolanjiopankreatografi (ERCP) bu tip vakalarda
yeterli safra drenajı sağlamak için kullanılan başlıca
yöntemlerdir. Biz bu çalışmada ERCP ile safra drenajı
sağlanamayan ve PTK uygulanan hastalar ile ERCP ile
safra drenajı sağlanan olguları karşılaştırmayı amaçladık.
Materyal-Metod:
Çalışmaya Ocak 2013 ile Aralık 2015 yılları arasında
malign safra yolları darlığı nedeni ile ERCP işlemleri
yapılan toplam 32 hasta dahil edildi. ERCP ile kanülize
edilemeyen 14 hastaya PTK uygulandı. ERCP ile safra
drenajı sağlanamayan ve PTK uygulanan hastalar ile
ERCP ile safra drenajı sağlanan hastalar karşılaştırıldı.
Her iki grup yaş, cinsiyet, total bilrubin, direk bilrubin,
ALT, AST, ALP ve GGT düzeyleri açısından karşılaştırıldı.
Sonuçlar:
Her iki grup arasında yaş, cinsiyet, ALT, AST ve ALP
açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktu.
PTK ile safra drenajı sağlanann hastaların total bilrubin,
direkt bilrubin ve GGT düzeyleri, ERCP ile safra drenajı
sağlanamayan hastalardan istatistiksel olarak anlamlı
olacak şekilde yüksekti (Tablo). PTK işlemi yapılan
toplam 14 hastanın 12’sinde başarılı drenaj sağlandı
( % 86 ). Hastaların % 57,2’sinde ilk PTK işleminde %
42,8’inde 2. PTK işleminde drenaj katateri takıldı. İşlem
sonrası hiçbir hastada komplikasyon görülmedi. PTK
ile safra drenajı sağlanan hastaların % 58,4’ünde hem
eksternal hem internal drenaj katateri takılırken, % 41,6’
sında sadece eksternal drenaj kataeri takıldı.
Tartışma ve Sonuç:
Malign safra yolları darlıklarında en uygun tedavi
seçimi hastadan hastaya değişkenlik göstermekle birlikte
özellikle total bilrubin seviyeleri 10 mg/dl ve üstü; GGT
düzeyleri normalin 10 katı ve daha üstü olan olgularda
PTK ilk seçenek tedavi yöntemi olarak düşünülebilir.
Anahtar
Kelimeler:
endoskopik
retrograd
kolanjiopankreatografi, malign safra yolları darlığı,
perkütan transhepatik kolanjiografi
167
Yaş
Cinsiyet
ALT
AST
ALP
GGT
Total bilrubin
Direkt bilrubin
ERCP
n: 18
69.4 ± 14.6
11 E / 7 K
111.5 ± 91.5
97.8 ± 84.4
459.9 ± 285.9
286.6 ± 225.4
6.4 ± 6.1
5.8 ± 5.2
Tablo
PTK
n: 14
68.07 ± 10.2
8E/6K
181.7 ± 155.8
138.8 ± 77.2
696.0 ± 314.7
604.2 ± 268.4
11.5 ± 8.2
9.9 ± 6.4
p değeri
0.658
0.421
0.149
0.129
0.155
0.02
0.04
0.03
Hastaların demografik ve laboratuar sonuçlarının karşılaştırılması
PS-114
Müsinöz kistadenoma bağlı dev apendiks mukoseli:
Vaka takdimi
Mehmet Sertkaya1, Arif Emre1, Eyüp Mehmet Pircanoğlu2,
Onur Peker2, Emrah Cengiz1, Mustafa Karaağaç3
için çok dikkatli olunmalıdır. Ayrıca nüks ve ek patolojiler
olabildiğinden takip etmek gereklidir.
Anahtar Kelimeler: Dev mukosel, apendiks, apendektomi,
psödomiksoma peritonei
Resim 1
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Genel
Cerrahi Anabilim Dalı/Kahramanmaraş
2
Kahramanmaraş Necip Fazıl Şehir Hastanesi, Genel
Cerrahi Kliniği/Kahramanmaraş
3
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Patoloji
Anabilim Dalı/Kahramanmaraş
1
Giriş: Apendiks mukoseli baze akut apandisit şeklinde
presente olan nadir bir klinik durumdur. En sık görülen
formu, çok miktarda müsin üreterek lümen dilatasyonu
yapmakla karakterize olan kistadenomadır.
Vaka takdimi: 61 yaşında bayan hasta şiddetli sağ alt
kadran ağrısı şikayeti ile başvurdu. Ultrasonografi
ve bilgisayarlı tomografi bize mukosel olduğunu
düşündürdü (Resim 1), fakat hasta ağrıdan dolayı çok
acı çektiğinden acil şartlarda opere etmek zorunda
kaldık. Perfore olmamış dev bir apendiks mukoseliyle
karşılaştık(Resim 2) ve lineer kesici stapler kullanarak
sorunsuz bir apendektomi yaptık(Resim 3). Boyutlarını
14x5 cm olarak ölçtüğümüz spesmenin histopatolojik
değerlendirilmesi, cerrahi sınırları negatif olan mukoselle
birlikte müsinöz kistadenoma olarak rapor edildi(Resim
4). Hasta postoperatif 6. günde, 6 ay sonrası için kontrol
BT ve kolonoskopi planlanarak taburcu edildi.
Sonuç: Apendiks mukoseli preoperatif tanısı zor olup
nadir görülen ve bazen perforasyon riski yüksek olan dev
boyutlarda olabilir. Psödomiksoma peritonei mukosel
perforasyonunun en çok korkulan komplikasyonudur.
Cerrahi sınırları negatif olacak şekilde yapılan
apendektomi çoğu vakalarda gerekli ve yeterli tedavidir.
Cerrahi sırasında mukosel perforasyonundan kaçınmak
Bilgisayarlı tomografide sağ alt kadranda dev kistik lezyon
görülmektedir.
Resim 2
Ameliyat esnasında karşılaşılan dev mukosel
168
Resim 3
müdahale gerektirmektedir. Cerrahi girişim oranı değişik
serilerde %3-32 olarak bildirilmiştir.
Bu olguda uzun süre önce fark edilmeden yutulan
diş protezine bağlı inflamatuar barsak hastalıklarını
düşündüren semptomlarla farklı merkezlere başvuran
ve sonrasında subtotal kolektomi opersayonu yapılan bir
hasta sunulmak istendi.
PS-116
Olgu:
45 yaşında erkek hastanın yaklaşık 4 aydır ara ara
olan kabızlık ve ishal atakları mevcuttu. Eş zamanlı
bu dönemde yaklaşık 20 kg kadar kaybı olan hastaya
yapılan kolonoskopide splenik fleksura düzeyinde
geçişe izin vermeyen darlık tespit edilmiş. Mukozadan
alınan biyopsilerde nonspesifik değişiklikler şeklinde
bulgular izlendi. Tarafımızca yapılan değerlendirmede
hastanın şikayetlerinin başladığı dönemde dış merkezde
çekilen batın BT de hepatik fleksura düzeyinde ışınsal
artefaktlara neden olan yabancı cisim izlenmiş, başka bir
merkezde 2 ay sonra çekilen BT de ise bu yabancı cisimin
splenik fleksura düzeyine doğru yer değiştirdiği izlendi.
Eş zamanlı proksimalindeki ince barsak anslarında
dilatasyona neden olan ileus hali vardı. Laparotomi
sırasında eksplorasyonda splenik fleksura düzeyinde
lümeni obstrükte eden kitle formasyonu ve hepatik
flexura düzeyinden başlayıp çekuma kadar 3 ayrı yerde
pasaj geçişine izin vermeyecek düzeyde darlığa neden
olmuş duvar kalınlaşması saptandı. İnce barsaklarda 100,
120, 200, 210 cmlerde lümen geçişine izin veren darlıklar
mevcuttu. Hastaya subtotal kolektomi+anastomoz
yapıldı. Postop 7. günde hasta taburcu edildi. Patoloji
sonucunda splenik fleksura düzeyinde kolon mukozası
içerisine doğru indente olmuş 2.5x1.5 cm boyutlarında
diş protezi çıkarıldı. Patolojik değerlendirme yabancı
cisim reaksiyonuna bağlı nonspesifik kolit? Granülomatoz
kolit? Crohn hastalığı? şeklinde rapor edildi. Spesifik
tedavi başlanmadan postoperatif 6. ay takiplerinde
hastanın herhangi bir semptomu olmadı ve kilo alımı
mevcuttu.
İnflamatuar barsak hastalıkları semptomları ile karışan
gecikmiş kolonda yabancı cisim olgusu
Anahtar Kelimeler: Kolon, Yabancı cisim, İnflamatuar
barsak hastalığı
Hüseyin Çiyiltepe, Ebubekir Gündeş, Durmuş Ali Çetin,
Ulaş Aday, Orhan Uzun, Kamuran Cumhur Değer, Erdal
Polat, Mustafa Duman
Resim 1: Splenik fleksura düzeyinde kolon mukozasına
idente olmuş diş protezi
Spesmen yaklaşık 15 cm uzunluğunda ve 5 cm
genişliğindeydi.
Resim 4
Kist içeriği tarafından bası sonucu atrofiye uğramış
kolumnar musinöz epitel birkaç alanda görülmektedir
(H&E boyama, x200)
Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma
Hastanesi, Gastroenteroloji Cerrahisi Kliniği
Sıklıkla mental retarde kişilerde ve psikiyatrik bozuklukları
olanlarda görülen yabancı cisim yutmalar, genellikle
konservatif yöntemler ve klinik takip ile müdahaleye
gereksinim olmadan cisimlerin çıkmasıyla sonlanır.
Nadiren bu olgularda cerrahi girişim gerekmektedir.
Takip esnasında gelişecek olan perforasyon, kanama
ve mekanik obstrüksiyon gibi komplikasyonlar cerrahi
169
Resim 2: Splenik fleksura düzeyinde diş protezinin
görünümü
Resim 5: İkinci Batın BT, Diş protezi splenik fleksura
düzeyinde
Resim 3: İlk Batın BT, Diş protezi hepatik fleksura
düzeyinde
Resim 6: İkinci Batın BT, Diş protezi splenik fleksura
düzeyinde
Resim 4: İlk Batın BT, Diş protezi hepatik fleksura
düzeyinde
PS-119
Marketlerdeki gizli tehlike; Kronik kolonya kullanımına
bağlı Korozif Özofajit
Yüksel Güleryüzlü1, Mustafa Çelik2
Amasya Üniversitesi Sabuncuoğlu Şerefeddin Eğitim ve
Araştırma Hastanesi Gastroenteroloji Bölümü, Amasya
2
Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji
BD, Denizli
1
Giriş: Korozif maddelerin içimi ile oluşan hasar önemli
bir mortalite ve morbidite sebebidir.
170
Korozif maddeler; özofagus ve mide ile teması halinde
hem histolojik hem de fonksiyonel olarak zarar veren
maddelerdir. Korozif maddeler çoğunlukla yanlışlıkla
içilmektedir. Fakat çok nadiren de olsa zararları bilinmeden
veya zararları göz ardı edilerek de içilmektedir. Kolonya
bu maddelerin başında gelmektedir. Kolonya, çiçek,
limon ve tütün kokularının etil alkol ile birleştirilmesi ile
elde edilen bir çeşit parfüm dür. Kolonya bütün içkilere
göre en yüksek oranda ( 80 derece ) etil alkol içermektedir.
Burada kronik kolonya kullanıma bağlı korozif özofajit
gelişen olgumuzu paylaştık.
Olgu: 15 yıldır günde 400 ml 80 derece kolonya
kullanım öyküsü olan 40 yaşında erkek hasta kanlı
kusma yakınması nedeniyle hastanemiz acil servisine
başvurdu. Hastaya yapılan endoskopide tüm özofagus
ülsere görünümünde izlendi (Resim 1). Hasta interne
edilerek oral alımı stoplanıp i.v ppı ve i.v mai ve Antepsin
başlandı. 1 hafta sonra oral ppı, antepsin, sıvı gıda alımı
ve psikiyatri konsültasyonu önerileri ile taburcu edildi.
Hastaya kolonya içmesi bıraktırıldı. 2 ay sonra yapılan
kontrol endoskopide Özofagus mukozasının normal hale
geldiği görüldü (Resim 2).
Sonuç: Marketlerden sözel olarak öğrendiğimiz
bilgilere göre kronik alkol bağımlısı olup maddi
yetersizlikden dolayı alkol bulamayan, kolonyanın
daha ucuz ve daha etkili olduğunu düşündükleri için
alkol bağımlıları arasında kronik kolonya kullanımı
oldukça sık görülmektedir. Vakamızda 15 yıldır sadece
kolonya kullanmakta idi. Alkol metabolik ve sürkülatuar
etkilerinin yanısıra doğrudan mukozal bütünlüğü
bozarak da özofagus hasarına neden olabilir. Literatürde
alkol kullanımına bağlı akut nekrotizan özofajit vaka
bildirimleri mevcut. Konunun önemine dikkat çekmek
ve literatürde kronik kolonya kullanımına bağlı korozif
özofajit bildirilmemiş olmasından dolayı vakamızı
paylaşmak istedik.
Anahtar Kelimeler: marketler gizli tehlike, kolonya,
özofajit
Resim 1
Ülsere ve içinde nekroz odakları bulunan özofagus
Resim 2
Kolonya bırakıldıktan 2 ay sonra: Normal özofagus
PS-120
Akut karının nadir bir nedeni: Kolonoskopi sonrası
apandisit
Mehmet Tolga Kafadar1, İsmail Bilgiç2, Sefa Güliter3
Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi
Anabilim Dalı, Ankara
2
Lokman Hekim Sincan Hastanesi Genel Cerrahi Kliniği,
Ankara
3
Minasera Aldan Hastanesi Gastroenteroloji Kliniği,
Ankara
1
Giriş: Kolonoskopi genellikle teşhis ve tedavi amaçlı
kullanılır ve kolonoskopinin nispeten düşük morbidite
oranı bulunmaktadır. Günlük pratikte çok sayıda
gerçekleştirilen bir işlem olması sebebiyle kolonoskopiden
kaynaklanacak nadir komplikasyonlara karşı hazırlıklı
olunması gerekmektedir. Kolonoskopi ve akut apandisit
arasında kesin bir ilişki bulunamamasına rağmen, akut
apandisit kolonoskopi sonrası ortaya çıkabilen alışılmadık
bir tablodur. Böyle durumlarda apandisit tanısı koymak
zordur ve tedavi için stratejiler önemli ölçüde çeşitlilik
gösterir. Bu yazıda kolonoskopi sonrası, 12 saat içerisinde
akut apandisit kaynaklı peritonit bulguları gösterdiği için
acil laparotomi yapılan bir olgu sunuldu.
Olgu: 34 yaşında erkek hastaya Fe eksikliği anemisi
etyolojisi
nedeniyle
gastroenteroloji
kliniğinde
kolonoskopi yapıldı. Hastanın özgeçmişinde herhangi
bir özellik yoktu. İşlem sırasında çekuma kadar ilerlendi
ve patoloji saptanmadı. Herhangi bir komplikasyon
da gelişmeyen ve işlem sonrası iki saat kadar serviste
gözlenen hastanın aniden karın ağrısı başladı. Ateşi 38 °C
oldu. Labaratuvar tetkiklerinde WBC: 19600/mm3, CRP:
30,8 mg/L olarak tespit edildi.
171
Direk grafilerde herhangi bir serbest hava gözlenmedi.
Karın ağrısı yapacak diğer sebepleri ekarte etmek için
USG ve tüm batın tomografisi yapıldı. USG’de apendiksin
enflame olduğu, tomografide ise apendiks lümeninin
1,5 cm ve lümende fekalit olduğu görüldü (Resim 1).
Bunun üzerine hastada akut apandisit düşünülerek, acil
ameliyata alındı. Explorasyonda apendiksin enflame,
erektil ve fekalomla dolu olduğu görülerek apendektomi
yapıldı (Resim 2). Başka patoloji saptanmadı. Genel
durumu düzelen hasta, postoperatif 2. günde şifa ile
taburcu edildi.
Sonuç: Kolonoskopi sonrası apandisit oluşmasında
farklı mekanizmalar rol oynayabilir. Olgumuzda bu
tabloya işlem sırasında, lümen içi verilen havanın
etkisiyle fekalitlerin apendiks lümenine girmesinin sebep
olduğunu düşünüyoruz. Belirti, bulgular ve bağırsak
perforasyon şüphesi için yapılan tetkikler göz önüne
alındığında, akut apandisit kolonoskopi sonrası karın
ağrısı nedeni olarak göz ardı edilemeyen bir tablodur.
Bu durumun hızlı teşhisi, cerrahların durum hakkında
bilinçli olmalarıyla mümkündür.
Anahtar Kelimeler: Kolonoskopi, komplikasyon, fekalit,
apandisit
Resim 1.
Preoperatif tomografide aksiyel kesitte distandü apendiks
ve intralüminal fekalit görünümü
Resim 2.
İntraoperatif lümeni fekalitle dolu akut apandisit
görünümü
PS-122
Metastatik kolon kanseri tedavisinde bevacizumab
sonrası ince barsak perforasyonu; nadir bir olgu
Durmuş Ali Çetin, Ebubekir Gündeş, Ulaş Aday, Hüseyin
Çiyiltepe, Erdal Polat, Kamuran Cumhur Değer, Orhan
Uzun, Mustafa Duman
Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma
Hastanesi, Gastroenteroloji Cerrahisi Kliniği
AMAÇ
Metastatik kolon kanserli bu olguda kemoterapi ile
kombine bevacizumab uygulanmasından sonra nadir
görülen fakat ciddi morbidite ve mortaliteye neden olan
ince barsak perforasyonunu literatür eşliğinde sunmayı
amaçladık.
OLGU
Bir gün önce başlayıp giderek artan karın ağrısı şikayetiyle
acil servisimize başvuran 45 yaşında erkek hasta akut
batın tanısı ile servisimize yatırıldı.Öz geçmişinde
yaklaşık 10 ay önce hepatik fleksura yerleşimli tümör
nedeniyle ameliyat edilmiştir.Ameliyatta ise mide
antrum, pankreas ve ileum invazyonu nedeniyle sağ
hemikolektomi, antrektomi, gastroenterostomi ve braun
anastomoz yapıldığı tespit edildi.Ayrıca karaciğer segment
7 yerleşimli yaklaşık 2 cm boyutlarında intraparankimal
kitle lezyonu saptanmış olduğu ve ek organ rezeksiyonu
planlanan hastada artmış morbidite nedeniyle karaciğer
rezeksiyonu ertelendi.Hastaya kemoterapi olarak
FOLFOX/bevacizumab 15 günde bir ve 2 uygulama 1 kür
sayılacak şekilde operasyon üzerinden 45 gün geçtikten
sonra başlanıldı.Herhangi bir yan etki gözlenmeden
5.kür 2.uygulama FOLFOX/bevacizumab tedavisini
alan hasta 14 gün sonra ciddi karın ağrısı ve bulantıkusma şikayetleri nedeniyle acil servisimize başvurdu.
Yapılan muayenesinde batında yaygın hassasiyet, defans
ve rebaund mevcuttu.Çekilen düz karın grafisinde çok
sayıda ince barsak düzeyinde hava sıvı seviyesi olduğu
görüldü.Laboratuvar tetkiklerinde WBC:2400 HGB:14,5
HCT:43,7 PLT:134000 CRP:28 saptandı.Hastanın
mevcut klinik ve laboratuvar bulguları göz önünde
bulundurularak Akut batın ön tanısıyla opere edilmesine
karar verildi. Operasyonda daha önceki gastrojejunostomi
anastomozunun yaklaşık 15cm distalinde efferent ansta
perforasyon alanı izlendi.Primer onarım ve batın içi
lavaj yapılan hasta postoperatif dönemde yoğun bakıma
alındı.Takiplerinde ARDS ve yüksek debili proksimal
GİS fistülü gelişen hasta postoperatif 45.günde ex. oldu.
TARTIŞMA-SONUÇ
Barsak perforasyonu cerrahi tedaviden sonra 30 gün içinde
bevacizumab kullanılmışsa %15 oranında ve özellikle
anastomoz hattında %1.5 oranında görülmektedir.
172
Burada sunulan olguda yapılmış olan operasyonunun
üzerinden 1 yıldan uzun bir süre geçmiş olmasına
rağmen ince barsak perforasyonu görülmüş ve ölümle
sonuçlanmıştır.Kullanımı esnasında komplikasyonlar
nadir görülseler de ölümcül olabildiklerinden dolayı
hasta seçiminde, özellikle yaşlı hastalarda ateroskleroza
bağlı iskemi de göz önüne alınarak ve takipte bu
komplikasyonlar açısından dikkatli olunmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Bevacizumab, ince
perforasyonu, metastatik kolorektal kanser
barsak
PS-125
Metastatik Gastrointestinal Malign Melanom Olgusu
Salih Boğa1, Hüseyin Alkim1, Ali Rıza Köksal1, İlker Şen1,
Ayşe Ayşim Özağarı2, Canan Alkım1
Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Gastroenteroloji Kliniği
2
Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Patoloi Kliniği
1
Malign melanom primer olarak en sık ciltte lokalize
olan agresif seyirli nadir bir tümördür. Nadiren
gastrointestinal sistemde primer bir tümör olarak da
saptanabilir. Gastrointestinal sisteme en sık metastaz
yapan malignensilerden biridir ve özellikle mideye en
sık metastaz yapan tümördür Gastrointestinal sistem
metastazı primer tanı sırasında saptanabilir ya da
yıllar sonra rekürrens belirtisi olarak ortaya çıkabilir.
Bazı vakalarda primer bir lezyon saptanamayabilir.
Gastrointestinal sistemde saptanan melanomun primer
mi yoksa metastatik mi olduğu konusunda ayrım
yapılması güç olabilir. Metastatik gastrointestinal malign
melanomda prognoz genellikle kötüdür.
Bu yazıda daha önce ülser nedeniyle distal gastrektomi
ve gastroenterostomi yapılmış olan 72 yaşındaki bir erkek
hastada anastomoz distalindeki her iki barsak ansında en
büyüğü 15-20 mm. çapında olan çok sayıda siyah renkli
lezyonun biyopsilenmesiyle tanı konan metastatik malign
melanom olgusu sunulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: gastrointestinal, malign, melanom
PS-129
İnflamatuar Barsak Hastalıklarında, Hastalığın Aktif
ve Remisyon Dönemlerinde Serum Obestatin, Ghrelin,
Visfatin, Nesfatin, Omentin ve IL-6 Seviyelerinin
Karşılaştırılması
İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Florence
Nightingale Hastanesi, Gastroenteroloji Bilim Dalı,
İstanbul
2
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç
Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Çanakkale
3
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Tıp Fakültesi,
Biyokimya Ana Bilim Dalı, Çanakkale
1
Amaç: İnflamatuar barsak hastalıların aktif ve remisyon
dönemlerinde IL-6, obestatin, ghrelin, visfatin, nesfatin
ve omentin gibi gastrointestinal kaynaklı nöroendokrin
hormanların değişimi ve hastalık aktivitesi ile ilişkisini
değerlendirmek.
Materyal-Metod: Çalışmaya yeni tanı konulan ve daha
önce tedavi almamış olan 18 Ülseratif kolit ve 17 Crohn
hastalığı ve 17 sağlıklı kontrol grubundan oluşan vakalar
dahil edildi. UK ce CH vakalarından aktif dönem ve
remisyonda olmak üzere sabah açlık omentin, visfatin,
nesfatin, ghrelin, obestatin ve IL-6 düzeyleri ile eritrosit
sedimetasyon hızı, c- reaktif protein düzeyi, tam kan
sayımı gibi parametreler için kan örnekleri alındı.
Endoskopik ve klinik olarak hastaların aktif ve remisyon
dönemleri kaydedildi.
Sonuçlar: CH aktif dönemde, obestatin, ghrelin,
visfatin, nesfatin ve omentin değerleri kontrol grubu ile
karşılaştırıldığında anlamlı olarak yüksek saptanmıştır
(figür 1). CH remisyon dönemlerinde yalnızca nesfatin
değerlerinde anlamlı azalma olmuştur(figür 2). UK
grubunda ise sadece nesfatin hastalığın aktif döneminde
kontrol grubuna kıyasla anlamlı olarak yüksek
bulunmuştur. Diğer değerlerde ise anlamlı değişim
olmamıştır. Hem UK hem de CH hastalarında Visfatin,
omentin, obestatin, ve ghrelin arasında çok kuvvetli
pozitif korelasyon mevcuttu (p<0.001, rho:0.99). Nesfatin
için aktif dönemdeki CH hastalığını tanımada ROC analiz
yapıldığında, nesfatinin 15.2pg/mL cut-off değeri ile %88
sensitivite ve %85 spesifiteye sahip olduğu görülmüştür.
Eğri altında kalan alan 0.905, p<0.001, güven aralığı
0.799-1.0 arasında saptanmış olup yüksek güvenirliliğe
sahip olduğu görülmüştür (figür 3).
Tartışma: Sonuçlar, özellikle Crohn hastalığı aktivitesini
değerlendirmede ESH, CRP ve IL-6 ya ek olarak serum
nesfatin-1 düzeyinin dikkate alınabilecek bir parametre
olduğunu düşündürmektedir. Nesfatin değerlerinin
Crohn hastalarında remisyon dönemindeki anlamlı
azalması remisyon değerlendirme parametresi olarak
kullanılabileceğini göstermiştir.
Anahtar Kelimeler: Adipokinler, IL-6, nöroendokrin
hormonlar, inflamatuar barsak hastalıkları
Erdem Akbal1, Şengül Beyaz2, Hakan Türkon3, Erdem
Koçak1
173
PS-131
Figür 1
Yutma güçlüğü ile başvuran gebe olgu
Kadir Gişi1, Ali Çetinkaya2
Necip Fazıl Şehir Hastanesi, Gastroenteroloji kliniği
Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi, Gastroenteroloji
Bilim Dalı
1
2
Crohn hastalığı grubu aktif dönemi ile kontrol grubu
değerlerinin karşılaştırılması
Figür 2
Crohn hastalarında aktif ve remisyon dönemi değerlerinin
karşılaştırılması
Giriş: Ptyalism gravidarum nedeni bilinmeyen ve
genellikle gebeliğin ilk üç aylık döneminde veya tüm
gebelik boyunca tükürük aşırı salgılanması olarak
tanımlanır.Bu hastalarda tükürüklerine karşı yutma
güçlüğü vardır ve tüm gebelik boyunca tükürme ihtiyacı
hissederler.Bu durum genellikle hiperemezis ile ilişkilidir.
Bizde yutma güçlüğü ile baş vuran ve ptyalism tanısı
konan bu gebe hastayı sunmayı amaçladık.
Vaka: 36 yaşında bayan hasta. 6 aylık gebeliği mevcut.
Gastroenteroloji polikliniğine kadın doğum tarafından
yutma güçlüğü, midede ağrı-yanma-ekşime şikayetleri
ile yönlendirilmiş. Yaşlaşık 3 aydır bu şikayetleri
varmış. Poliklinik muayenesi sonrası hastaya endoskopi
yapılması planlandı ve yapılan endoskopide özofagus
mukozasının tamamen normal olduğu görüldü.
Hastanın anemnezi derinleştirildiğinde yaklaşık 3 aydır
sadece kendi tükürüğüne karşı yutma güçlüğü olduğu
ve gıdalara ve suya karşı herhangi bir zorluk olmadığı
anlaşıldı. Tükrüğünün kendisine acı geldiğini ve bu
nedenle yutamadığını söyledi. Hasta yanında pet şişe
ile dolaştığını ve günlük yaklaşık 500 ml’lik şişelerden
2 adet doldurduğunu söyledi. Hasta ilk gebeliğinde de
aynı sorunu tüm gebelik süresince yaşamış ve doğumdan
sonra şikayetleri tamamen geçmiş. Hasta tedavisiz takip
edildi. Normal sağlıklı bir çocuk doğuran hasta, doğum
sonrası normal hayatına döndü.
Sonuç: Gebelikte yutma güçlüğü ile başvuran hastalarda
ptyalism gravidarum akılda bulundurulması gereken bir
hastalıktır.
Figür 3
Anahtar Kelimeler: gebelik, ptyalism gravidarum, yutma
güçlüğü
PS-133
Karaciğer transplantasyonu sonrası gebelik
konjenital anomalili bebek vaka bildirimi
ve
Ufuk Avcıoğlu1, Ahmet Özek2, Özge Çiçek Özek2, Aydan
Biri2
Özel Koru Hastanesi Gastroenteroloji Bölümü,
ANKARA
2
Özel Koru Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum
Bölümü, ANKARA
1
Crohn hastalığının aktif dönemini saptamada nesfatin
düzeyi için ROC eğrisi
174
GİRİŞ
Otoimmun hepatit (OIH) genetik yatkınlık olan
kişilerde görülebilen sonuçları siroza kadar ilerleyebilen
bir hastalıktır. Ülkemizde tüm kronik hepatitlerin %
1,5-3’ den sorumludur. Kronik karaciğer hastalıkları
genç bayanlarda amenore ile kendini gösterebilir ve
doğurganlık çağındaki kadınlarda gebelik şansını azaltır.
Karaciğer nakli sonrasında normal adet siklusu başladığı
ve gebelik şansının yükseldiği görülmektedir. Solid
organ nakli sonrası immunsupresyon yöntemlerinin
tamamı gebelik sırasında düşük doğum ağırlığı ve erken
doğumlara neden olmaktadır. Takrolimus ile bu oranın
daha düşük oranda olduğu görülmektedir.
OLGU
30 yaşındaki hastamıza Mart 2012 de Tip II OİH’e
ikincil gelişmiş dekompanse siroz nedeniyle karaciğer
nakli yapılmış. Deltakortil 15mg/gün, takrolimus 3mg/
gün, UDCA 2x500mg, Asetilsalisilik asit 100 mg/
gün ve lamivudin 100 mg/gün kullanırken gebe kalan
hastanın prenatal ultrason incelemesinde, pelvisde tek
taraflı renal anomali görüldü. Gebeliğin 20 haftasında
transaminazlarda yükselme tespit edildi ve steroid dozu
artırıldı. 33. haftada regüler sancı şikayeti ile geldi, tokoliz
başlandı ve yanıt alınamaması üzerine sezeryan ameliyatı
ile doğurtuldu.
2120 gram, 7/8 APGAR’la doğan erkek bebek prematurite
nedeniyle yenidoğan yoğun bakım servisine alındı. Bol
sekresyonu ve respiratuar asidozu vardı entübe edildi,
özefagustan orogastrik ve nasogastrik sonda mideye kadar
ilerletilemedi. Ayakta direk batın grafisinde mide gazı
saptandı. Bulgular özefagus atrezisi ve trakeoözefagial
fistül ile uyumluydu. Antenatal ultrason kontrolünde
solda ektopik böbrek ve rotasyon anomalisi, sağda ise
atrezik, hipoplazik böbrek saptandı. Ekokardiografide
sekundum ASD görüldü. Bebeğe 2. gününde özefagus
atrezisi ve trakeoözefagial fistüle yönelik operasyon
yapıldı.
TARTIŞMA
Karaciğer transplantasyonu sonrası takrolimus alan
hastalar da preterm eylem, düşük doğum ağırlığı,
preeklampsi riski göreceli olarak daha iyi olduğundan
sezeryan oranı da göreceli olarak düşük olmaktadır.
Takrolimus’un konjenital malformasyon oranı diğer
immunsupresif ajanlara göre düşük olarak izlenmektedir.
Literatürde takrolimus alan gebelerin bebeklerinde
daha çok üriner ve gastrointestinal sistem anomalileri
görülmektedir.
Olgumuz
literatürde
karaciğer
transplantasyonu olan ve takrolimus kullanan gebelerde
gastrointestinal, renal ve kardiyak anomalinin bir arada
gözlendiği ilk vakadır.
Anahtar Kelimeler: Gebelik, Karaciğer transplantasyonu,
Konjenital malformasyon, Otoimmun hepatit
PS-134
Kronik Hepatit C Enfeksiyonu’nun Beta Talasemi
Major’lu olguda Daclatasvir & Asunoprevir ile Tedavisi
Hayretdin Köklü, Seyfettin Köklü, Ömer Öztürk, Evrim
Kahramanoğlu Aksoy, Nomin Tseveldorj
Hacettepe
Üniversitesi,İç
Gastroenteroloji BD, Ankara
Hastalıkları
ABD,
Talasemiler
en
sık
rastlanan
doğumsal
hemoglobulinopatilerdendir.
Kronik
transfüzyon
tedavisi hastalığın şiddetli formlarının temel tedavisidir.
Bu nedenle bu hastalar transfüzyon ilişkili hepatit C
enfeksiyonu açısından risklidir. Talasemili hastalarda
hepatit C tedavisinde geleneksel olarak kullanılan
peginterferon alfa/ribavirin kombinasyonunun etkinliği
ve tolerabillitesi ideal değildir. Dahası ribavirin hemolize
neden olabilir ki bu talasemili hastalarda transfüzyon
sıklığının artması ve dolayısıyla da demir birikimin
artmasına yol açarak karaciğer hasarının ilerlemesine yol
açabilir ve iyi bir tedavi seçeneği değildir. Buna karşın
son yılllarda hepatit C tedavisinde yeni direkt etkili
oral antiviralller kullanıma girmiştir. Bu ilaçların genel
hepatit C populasyonunda oldukça etkili ve güvenli
olduğu gösterilsede talasemili hastalardaki etkinliği
ve güvenliğini gösteren çalışma mevcut değildir. Biz
bu bildiride kronik hepatit C tanısı olan B Talasemili
bir vakada hepatit C nin Daclatasvir ve Asunoprevir
kombinasyonu ile başarılı bir şekillde tedavi edildiğini
bildirdik.
27 yaşnda B talasemi major tanısı bulunan, aylık
eritrosit transfüzyon tedavisi ihtiyacı olan 15 yıldır
olan kronik hepatit c enfeksiyonu öyküsü olan hasta
kliniğimize başvurdu. Labaratuar tetkiklerinde ALT:61
AST:64 albumin:3,9 INR:1,1 ve HCV-RNA: 567000
saptadı. Hastaya 600 mg/gün daclatasvir ve 200 mg/gün
asunoprevir tedavisi 6 ay verildi. Tedavi süresince anemi
ve hemoliz de dahil olmak üzere herhangi bir yan etki
gelişmedi.Takibinde hasta tedavi sonrası 10. ayındadır ve
hastada kalıcı viral yanıtı mevcuttur.
Daclatasvir ve Asunoprevir direkt etkili anti-viral
ilaçlardır. Bu iki ilacın kombinasyonunun genel
hepatit C hasta populasyonunda etkili ve güvenli
olduğu gösterilmiştir. Bununla birlikte literatürde
bu kombinasyonunun kullanıldığı talasemi vakası
bildirilmemiştir. Biz bu bildiride Kronik Hepatit C
enfeksiyonunun Talasemi Majorlu hastada Daclatasvir
ve Asunoprevir kombinasyonu ile hemoliz olmaksızın
başarılı ve güvenli şekilde tedavi edildiğini gösterdik.
Sonuç olarak içinde Daclatasvir ve Asunoprevir in de
yer aldığı yeni oral antiviraller geleneksel peginterferon
+ ribavirin tedavisinin aksine talasemi hastaları için
güvenilir gibi görünmektedir ancak bu bulgumuzu
doğulamak için daha yüksek hasta sayılı çalışmalara
ihtiyaç vardır.
Anahtar Kelimeler: Talasemi
Daclatasvir&Asunoprevir
175
major,
Hepatit
C,
PS-135
Anorektal malign melanoma
Vedat Göral1, Ragıp Ortaç2
İzmir Üniversitesi Tıp Fakültesi, Gastroenteroloji
Bölümü. İzmir
2
İzmir Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Bölümü. İzmir
1
Anorektal malign melanoma, seyrek olarak görülen,
sinsi ve progresif bir seyir gösteren malign anal kanal
tümördür. Klnikte rektal kanama ve ağrı ile ortaya
çıkarlar. Prognozları, diğer malign melanomlara göre
daha kötüdür. Bu hastamızda, (69 yaşında, bayan)2
aydan beri devam eden makatta rahatsızlık ve kanama
şikayeti başlamıştı. Rektal tuşede anal kanalda kitle vardı.
Bu şikayetleri ile başvuran hastaya, kolonoskopi yapıldı.
Kolonoskopide, anal kanalın hemen girişinde, sert yapıda,
yaklaşık 2 cm büyüklüğünde vejetan kitle saptandı.
Buradan yapılan biyopside, anorektal malign melanoma
(HMB45, Melan A diffüz pozitif, pansitokeratin negatif)
saptandı. Hastaya PET çekildi. Medikal onkoloji ve
genel cerrahi konsultasyonları istendi. Medikal onkoloji
bölümünde kemoterapi başlandı. 1. doz radyoterapiden
sonra hasta kaybedildi.
Anal kanal malignitelerin %0.8-1’ini, tüm malign
melanomların ise yaklaşık %0.7’sini anorektal malign
melanomalar oluştururlar. Bu tümörlerin anüste çok katlı
yassı epitel, transizyonel epitel ve rektumda kolumnar
epiteldeki melanositler ya da melanositik proliferasyon
zemininde geliştiği düşünülmektedir. Anaorektal
lezyonların ayırıcı tansında, anorektal malign melanoma
da akla gelmelidir.
Anahtar Kelimeler: Anorektal Malign Melanoma, Rektal
kanama, Kolonoskopi
PS-136
İnsan mezenter iskemisinde serotonin reseptörlerinin
rolünün fonksiyonel ve moleküler olarak incelenmesi
Hüsamettin Gül1, Nail Ersöz2, Mehmet İnce2, Melik
Seyrek3, İhsan Yeşim Kaylan4, Oğuzhan Yıldız3
Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Tıp Bilişimi Anabilim Dalı
Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim
Dalı
3
Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Tıbbi Farmakoloji
Anabilim Dalı
4
GATA Sağlık Bilimleri Enstitüsü UPKYK FAVOR
Enflamasyon Laboratuvarı
1
2
rağmen mezenter arterde aktif veya baskın değildir.
Sumatriptan kullanan hastalarda koroner vazospazm
sonucu miyokart enfarktüsüne kadar giden yan etkiler
meydana gelmektedir. Bizim daha önceki çalışmalarımızda
insan mezenter arterinde 5-HT1B reseptör agonisti
sumatriptan ile oluşan vazokonstriktör etkinin daha
düşük olduğunu göstermiştik. Ancak sumatriptana bağlı
mezenter iskemisi oluşabileceğine ilişkin klinik vaka
raporları mevcuttur. Bu nedenle, sadece fonksiyonel
değil moleküler çalışmalarla da sumatriptanın etkilediği
5-HT1B ve 5-HT1D reseptörlerinin insan mezenter
arterinde incelenmesini amaçladık.
Yöntem: Kolon kanseri nedeniyle rezeksiyon yapılan altı
hastanın mezenter arterinde çalışılmıştır. İzole organ
cihazında Krebs’ Henseleit solüsyonu içerisinde serotonin
ve sumatriptana ait vazokonstriktör doz cevapları
alınarak mezenter arter fonksiyonel olarak incelenmiştir.
Bu hastaların mezenter arterlerinde 5-HT1B, 5-HT1D,
5-HT2A ve 5-HT2B reseptör mRNA’ları real-time PCR
cihazıyla çalışılmıştır.
Bulgular: Fonksiyonel çalışmada serotonin ve
sumatriptan, referans vazokonstriktör olarak kullanılan
68 mM KCl maksimum cevabının sırasıyla %104±17
ve %39±15 oranında vazokonstriksiyon oluşturmuştur.
Ancak üç hastanın sumatriptan vazokonstriksiyon cevabı
%10’un altındadır. Bununla birlikte, mRNA çalışmasında,
altı hastanın tümünün mezenter arterlerinde 5-HT1B,
1D, 2A ve 2B reseptörlerinin eksprese olduğu, hastalar
arasında önemli fark olmadığı görülmüştür. Bu durumda,
fonksiyonel çalışma ile mRNA ekspresyon cevapları
arasında doğrusal bir ilişki bulunamamıştır.
Sonuç:
Sumatriptanın
etkilediği
5-HT1B/1D
reseptörlerine ait fonksiyonel cevaplar bazı hastalarda
düşük olmasına rağmen moleküler çalışmadaki
ekspresyon cevapları düşük bulunmamıştır. Fonksiyonel
çalışma ile moleküler çalışma arasındaki fark önceki
çalışmalarımızda
gösterdiğimiz
amplifikasyon
kavramı ile kısmen açıklanabilir. Sumatriptan cevabı
düşük olan hastalarda risk faktörlerini simüle etmek
maksadıyla kullanılan fenilefrin, histamin ve KCl gibi ön
vazokonstriktörler varlığında sumatriptanın oluşturduğu
vazokonstriksiyon belirgin hale gelmiştir. Yani
sumatriptanın etkilediği reseptörler belirli risk faktörleri
varlığında aktive olabilir. Dolayısıyla, mezenter iskemisi
çalışmalarında moleküler çalışmalar gerçek durumu her
zaman yansıtmayabileceğinden fonksiyonel çalışmalar ile
de desteklenmelidir.
Anahtar Kelimeler: iskemi, vazokonstriksiyon, insan
mezenter arteri, serotonin reseptörleri, sumatriptan
Amaç: Sumatriptan akut migren tedavisinde kullanılan
bir ilaçtır ve serotonin alt reseptör (5-hidroksitriptamin,
5-HT1B) agonistidir. Bu reseptör, baş-boyun ve bazı
insanların koroner damarlarda daha aktif olmasına
176
İzole insan Mezenter Arterinde Serotonin ve Sumatriptan
Cevapları
(boy, kilo ve bel çevresi) biyokimyasal parametreleri (açlık
kan şekeri, trigliserid,LDL, HDL) ve serum açlık insülin
değerleri kaydedildi ve karşılaştırıldı. İnsülin direnci,
homeostasis model assessment of insulin resistance
(HOMA-IR) yöntemiyle hesaplandı. MetS tanısı National
Cholesterol Education Programme Adult Treatment
Panel III (NCEP-ATP III) kriterleri ile belirlendi. GA
ilişkili faktörlerin Odds oranı(ORs) ve 95% güvenilirlik
aralıkları (95 % CIs) hesaplandı.
Sonuç: Gruplar arasında açlık kan şekeri, trigliserid, HDL
ve LDL değerleri arasında anlamlı farklılık saptanmadı
(sırasıyla p değerleri 0.118, 0.114, 0.192, 0.086). Bel
çevresi grup 1 ‘de anlamlı yüksek bulundu ( p=0.032).
İnsülin direnci ve MetS grup 1’de anlamlı yüksek bulundu
(sırasıyla p değerleri p=0.003, p=0.034). Bel çevresi,
insülin direnci ve metabolik sendrom için ORs [95%CI]
sırasıyla, 0.68 [0.17-2.62], 7.12 [1.89-26.72] and 4.11
[1.04-16.21] olarak bulundu.
PS-137
Glikojenik akantoz insülin direnci ve metabolik
sendromun göstergesidir
Mustafa Tahtacı1, Aylin Demirezer Bolat2, Öykü Tayfur
Yürekli1, Hüseyin Köseoğlu2, Murat Başaran1, Reyhan
Ersoy3, Sevil Özer Sarı2, Osman Ersoy1
Yıldırım
Beyazıt
Üniversitesi
Tıp
Fakültesi,
Gastroenteroloji Bilim Dalı, Ankara
2
Atatürk Eğitim Araştırma Hastanesi, Gastroenteroloji
Kliniği, Ankara
3
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi, Endokrinoloji
Kliniği, Ankara
Tartışma: Glikojenik akantoz, glukoz metabolizması
ilişkisiz olabileceği öne sürülmesine karşın, literatürde
bunu
destekleyen
çalışma
bulunmamaktadır.
Çalışmamız, insülin direncinin özofagus epitelinde
glukojen akümülasyonunda etkin bir rol oynayabileceğini
göstermektedir. Glikojenik akantoz tespit edilen olguların,
insülin direnci ve metabolik sendrom yönünden
araştırılması uygun bir yaklaşım olabilir.
1
Giriş: Glikojenik akantoz (GA) özofagus skuamoz
epitelinin nedeni bilinmeyen, nodüler ve plak benzeri
elavasyonudur. Histopatolojik olarak bol miktarda
intraselüler glikojen depozit içeren benign epitelyal
hiperplazi görünümündedir. Glikojenik akantozda
genişlemiş skuamoz epitel içindeki glikojen depozitlerinin
kaynağı, metabolik sendrom ve patogenezinde rol oynayan
insülin direnci olabilir. Endoskopide sıklıkla saptanan bu
lezyon, kardiyovasküler hastalıklar gibi yüksek mortalite
ile seyreden hastalıkların bir belirteci olabilir. Biz bu
çalışmamızda endoskopide sıklıkla rastlanan ve çok
fazla önemsenmeyen glikojenik akantozun, metabolik
sendrom (MetS) ve insülin direnci ile olan ilişkisini
araştırmayı amaçladık.
Materyal-Metod: Ataturk Eğitim and Araştırma hastanesi
endoskopi ünitesine başvuran, endoskopide GA tespit
edilen 30 olgu ve tespit edilmeyen yaş cinsiyet benzer 30
kontrolü bu prospektif çalışmaya dahil edildi. GA tespit
edilen olgular grup 1 ve tespit edilmeyen olgular grup 2’de
sınıflandırıldı. Tüm olguların antropometrik ölçümleri
Anahtar Kelimeler: Glikojenik akantoz, İnsülin direnci,
Metabolik sendrom
PS-138
Melena İle Başvuran Bir Olguda Midedeki 52 Adet
Naylon Poşet Parçalarının Endoskopik Çıkarılması
Mustafa Kaymazlı1, Fatma Demirbaş2, Mustafa Emre
Duygulu3, İbrahim Gören1, Beytullah Yıldırım1, Talat
Ayyıldız1, Uğur Adıgüzel4, Ahmet Bektaş1
Ondokuz
Mayıs
Üniversitesi,
Tıp
Fakültesi,
Gastroenteroloji Bilim Dalı, Samsun
2
Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk
Gastroenteroloji Bilim Dalı, Samsun
3
Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları
Ana Bilim Dalı, Samsun
4
Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji
Ana Bilim Dalı, Samsun
1
Giriş:
Gastrointestinal
(GI)
yabancı
cisimler
gastroenterologların karşılaştıkları yaygın sorunlardan
biridir. Biz melena nedeniyle başvuran ve midede
saptanan çok sayıdaki yabancı cismin overtube
kullanılarak endoskopik olarak çıkarıldığı mental-motor
retarde olan hastayı sunduk.
177
Olgu: 57 yaşında erkek hasta melena nedeniyle acil
servise başvurdu. Mental ve motor retarde olan hastanın
başvuru fizik muayene ve vital bulguları normaldi.
Dış merkezde verilen 2 ünite eritrosit süspansiyonu
sonrası hemoglobin 9.3 g/dL, hematokrit % 29.6
idi. Düz karın grafisinde patolojik bulgu görülmedi.
Özofagogastroduodenoskopide midede çok sayıda
yabancı cisim tespit edildi. Mental ve motor retarde
hastaya anestezist eşliğinde sedasyon uygulanarak aynı
gün ikinci özofagogastroduodenoskopi gerçekleştirildi.
En uzunu 37 cm olan 52 adet naylon poşet parçaları
70 dakikada overtube kullanılarak endoskopik olarak
çıkarıldı (Resim1-2). Özofagogastroduodenoskopide
eroziv özofajit grade C (Los Angeles), midede ülser
(Forrest 2C) ve erozyonlar görüldü. İşleme bağlı
komplikasyon görülmeyen hasta, 24 saat gözlem sonrası
taburcu edildi.
Tartışma: Yabancı cisimler en sık mahkumlar, alkolikler,
psikiyatrik ve mental gelişim geriliği olan hastalarda
görülür. Yabancı cisimler özofagusta disfaji, odinofaji,
siyalore, retrosternal ağrı gibi semptomlar gösterir. Mide,
ince barsak ve kolonda obstrüksiyon, perforasyon, kanama
gibi komplikasyonlar oluşturmadıkça asemptomatik
seyreder. Düz radyografi ve özofagogastroduodenoskopi
yabancı cisimlerin tipi, sayısı ve lokalizasyonunu
göstermek için kullanılır. Büyük çoğunluğu GI sistemi
komplikasyonsuz geçer ama, keskin ve sivri cisimler
%35 gibi yüksek oranda perforasyona ve büyük cisimler
(>2,5cm) pilordan, uzun cisimler (>5cm) duodenumdan
geçemeyerek obstrüksiyona neden olabilir. Yabancı
cisimlerin % 80-90’ı GI sistemi komplikasyon olmadan
spontan geçerken, % 10-20’si endoskopik müdahale,
% 1’i ise cerrahi tedavi gerektirir. Endoskopik tedaviyi
kolaylaştırmak için sedasyon veya anestezi gerekli olabilir.
GI yabancı cisimlerin oral ekstraksiyonu sırasında
havayolunu korumak, aspirasyon riskini azaltmak ve GI
mukozal korumayı sağlamak için overtube kullanılabilir.
Bu hastada melenanın, midedeki naylon poşet
parçalarının neden olduğu ülser ve erozyonların sonucu
olduğu görüldü.
Anahtar Kelimeler: gastrointestinal yabancı cisim,
melena, naylon poşet, overtube
Endoskopik olarak çıkarılan naylon poşet parçaları
PS-144
Heliz hepatotoksisitesi
Mesut Aydın, Ahmet Cumhur Dülger, Burak Suvak,
Şehmuz Ölmez, Hayriye Tanin
Yüzüncüyıl Üniversitesi Gastroenteroloji Bilim Dalı,Van
Özet-Amaç:
Toksik hepatit,ilaç veya başka bir madde alımının
tetiklediği doza bağımlı veya idiosenkrazik yolla ortaya
çıkan,akut veya kronik karaciğer hasarı ile seyreden,bazen
mortal olabilen bir karaciğer hastalığıdır.
Bu çalışmada Bilimsel adı Ferula olan,halk arasında
doğurganlığı ve hayvanlarda süt verimini arttırdığına,kas
ağrılarına iyi geldiğine inanılan ve bir çok alt grubu
bulunan,Doğu ve Güneydoğu Anadoluda Heliz adıyla
bilinen,bahar aylarında yetişen ve çeşitli şekillerde
tüketilmekle beraber,en sık otlu peynir yapımında
kullanılan bitkinin tüketimine bağlı oluşan toksik hepatit
vakaları incelenmiştir.
Materyal-Metod:
Mart 2014-ağustos 2015 tarihleri arasında Uludere
Devlet Hastanesi ve Yüzüncüyıl Üniv.Tıp fak.Hastanesi
acil servisleri ve Gastroenteroloji polikliniğine
başvuran,yaşları 6-65 arasında değişen(n:33,17) 23 vaka
incelendiğinde;
178
hastaların Heliz otu tüketiminden ortalama 3 saat sonra
bulantı,kusma,karın ağrısı yakınmaları ile hekime
başvurdukları,başvuru sırasında bakılan AST:20-3819
U/L(n:719) ALT:82-4495(n:981)
INR:0,95-4,69(n:1,36) BİLİRUBİN:0.31-29mg/dl(n:2,5)
tespit edildi.
Sonuç:
Hastaların bir kısmı tarafımızca takip edilirken,takipte
parametreleri kötüleşen 4’ü çocuk toplam 6 hasta
transplant ihtiyacı doğabileceği için ileri merkeze sevk
edildi.Sevk edilenler dahil hiçbir hastada transplantasyon
ihtiyacı olmadı.Hastaların ortalama yatış süresi 2-20 gün
idi(n:6)
Tartışma:
Heliz otu Doğu ve Güneydoğu Anadoluda yaygın olarak
tüketilen,Asya ülkelerinde çeşitli hastalıklara,hatta
karaciğere iyi geldiğine inanılan bir bitkidir.Literatürde
Heliz’e bağlı toksik hepatit vakası yok denecek kadar
azdır.Bölgemizde bahar aylarında hepatotoksisite tespit
edilen ve etyoloji bulunamayan pek çok hasta vardır
ve bu durumlarda otlu peynir ile Heliz tüketiminin
sorgulanması tanı ve tedaviye katkıda bulunacaktır.
Hastaların tamamında tam şifa elde edilmesi Van’ın
meşhur otlu peyniri için kurtarıcı olabilir.
Anahtar Kelimeler: Heliz, Hepatotoksisite, Van
heliz otlu peynir
Heliz otu ile yapılan Van peyniri
PS-146
Olgu sunumu:Mide çıkış obstrüksiyonu ve üst
gastrointestinal kanama ile prezente olan duodenuma
migre olmuş dev lipom
76 yaşında erkek hasta son 2 aydır aralıklı kusma ve
yutmada zorlanma, son 2 gündür siyah renkli,yumşak
kıvamlı gayta ve halsizlik şikayetleri ile acil polikliğine
başvurdu. Özgeçmişinde atrial fibrilasyon ve geçirilmiş
iskemik serebrovasküler hastalık nedeni coumadin
kullanımı mevcuttu. Fizik muayenesinde Genel durum
orta, şuur açık,oryantasyon ve kooperasyonu kısıtlı,
TA:100/60 mmHg, Nabız:118/dk. Ateş:36,5 derece.
Sol üst ve alt ekstremitede 1/5 kas gücü, rektal tuşede
melena saptanması üzerine üst gastrointestinal kanama
tanısı ile yatırıldı. Yapılan tetkiklerde Hb:7.8 gr/dl WBC:
11000, PLT:248000, INR:3, Ptz: 37 sn. saptandı. Hastaya
ıv.pantoprazol infüzyonu ve 20 ml/kg TDP ve eritrosit
transfüzyonu teavisi başlandı. Üst gastrointestinal
endoskopi yapıldı. Üst gastrointestinal endoskopide
pedinkülü pilor kanalında olan, bulbusu dolduran,
bulbustan endoskopun geçişine izin veren duodenum 2.
kısma kadar uzanan, duodenum 2. ksımında dilatasyona
neden olan, duodenumda sadece J manevrası ile
görülebilen yuvarlak şekilli yüzey mukozası düzgün kitle
lezyonu ve bu lezyonun altından sızıntı tarazında devam
eden kanama tespit edildi. Lezyonun duodenum 1.
ksımını doldurması ve mobil olmaması nedeni ile kanama
odağı net olarak ortaya konamadı. Tanı amaçlı çekilen üst
abdomen mr’da duodenumda 48x 56 mm boyutlarında
lipom ile uyumlu kitle lezyonu rapor edildi. Medikal
tedavi ile kanaması spontan durdu. Hastanın orofarengial
disfaji semptomlarının olması ve komorbid hastalıkları
nedeni ile cerrahi veya endoskopik tedavi planlanmadı.
Perkütan endoskopik jejunostomi kateteri takılarak
enteral beslenmesi sağlandı ve taburcu edildi. Gastrik
lipomlar benign,yavaş büyüyen ve nadir tümörlerdir.
Sindirim kanalı lipomlarının %5’ini ve benign gastrik
kitlelerin %3’ünü oluşturur. %90-95’i submukozal, %510’u subserozal yerleşimlidir. Çoğunluğu küçük boyutlu,
asemptomatik ve üst gastrointestinal endoskopide
tesadüfen saptanan lezyonlardır. Gastrointestinal
lipomlar çoğunlukla 4-5. dekatta saptanır ve indidansı
kadınlarda daha sıktır. Büyük boyutlu gastrik lipomlar
epigastrik ağrı, bulantı, kusma ve gastrointestinal kanama
bulguları ile kendini gösterebilir. En sık görülen klinik
bulgu üst gastrointestinal kanamalardır. Literatürde 4-14
cm arasında değişen boyutlarda gastrik lipom vakaları
bildirlmiştir.
Anahtar Kelimeler: Lipom, Üst gastrointestinal kanama,
perkütan jejunostomi
Süleyman Sayar, Resul Kahraman, Oğuzhan Öztürk,
Zuhal Çalışkan, Hakan Demirdağ, Atilla Bulur, Nermin
Kutlu Bilgiç, Hamdi Levent Doğanay, Kamil Özdil
TC.SAĞLIK BİLİMLERİ ÜNİVERSİTESİ ÜMRANİYE
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
179
Endoskopik olarak lezyonun görüntüsü
1Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Gastroenteroloji
Bilim Dalı, Ankara
2Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya Anabilim
Dalı, Ankara
GİRİŞ: Tümör markerı olarak kullanılan CA 19-9
1980’li yıllarda sialy-Lewis a antijenine karşı geliştirilen
bir monoklonal antikordur. Kolon, pankreas, biliyer
sistem ve gastrik kanserlerde CA19-9 düzeyi artmakla
birlikte kolanjit gibi malignite dışı durumlarda da
artabilmektedir. Baş boyun kanserleri içinde en sık
görülen grup larinks kanseridir. Larinks kanserinin
spesifik olarak prognoz ve takip için kullanılacak bir
tümör markerı bulunmamaktadır.
Lezyonun
retrofleksiyon
görünüşü(duodenum 2. kısım)
pozisyonunda
Lezyonun endoskopik görüntüsü-2
Üst abdomen Dinamik Manyetik rezonans görüntüleme
Vaka: Altmışaltı yaşında erkek hasta dış merkezde
takipli iken devam eden CA 19-9 yüksekliği nedeni
ile merkezimize yönlendirildi. Hastanın sistemsel
sorgulamasında alarm semtomu olarak kabul edilebilecek
bulgusu yoktu. Hastanın uzun süredir devam eden reflü
semtomları olduğu öğrenildi ve bu şikayetlerinin proton
pompa inhibitörü ile yeterince gerilemediği öğrenildi.
Hastanın biyokimyasal ve tam kan sayımı incelemesinde
patoloji izlenmedi ve CA19-9:193 U/mLolup diğer tümör
markerları normaldi. Olası gastrointestinal malignitelerin
dışlanması için yapılan gastroskopi, kolonoskopi,
abdominal bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans
kolanjiopankreatografi incelemelerinde malignite lehine
bulgu saptanmadı. Reflü semptomlarını açıklayacak
alt ösefageal gevşekliği izlendi. Hastanın 5 yıllık takibi
boyunca CA19-9 değeri 193 U/mL ile 404 U/mL arasında
değişkenlik gösterdi. Reflü semptomlarının devam etmesi
nedeni ile tekrarlanan gastroskopi işleminde larinks
üzerinde vokal korda yakın bölgede malign görünümlü
kitle lezyonu izlendi. Patolojisi orta derece diferansiye
squamöz hücreli karsinom olarak sonuçlandı. Postoperatif
dönemde CA 19-9 düzeyinin normal sınırlara düştüğü
görüldü. Operasyon materyalinde yapılan ek boyamada
larinks kanseri piyeslerinde fokal CA 19-9 boyanması
olduğu görüldü.
TARTIŞMA: Sialy-Lewis a antijenine karşı geliştirilen
bir tümör markerı olan CA 19-9; bilinen kanser
lokalizasyonları dışında larinksin squamöz hücreli
kanserlerinde normal larinks dokusuna göre anlamlı
olarak daha fazla boyandığı gösterilmiştir. Normal
larinks dokusuna göre ödemli larinks piyeslerinde de
CA 19-9 düzeyinin daha fazla boyandığı gösterilmiştir.
Bizim vakamızda da yıllarca yüksek seyreden CA
19-9 düzeyinin şiddetli reflüye bağlı ödemli larinks
mukozasından kaynaklandığını düşündürtmektedir.
Aynı şekilde operasyon materyalinde fokal CA 19-9
boyanması ve postoperatif dönemde CA 19-9 düzeyinin
normale gerilemesi mevcut tümör markerının kaynağının
larinks olduğunu göstermektedir.
PS-148
Uzun süre yüksek seyreden CA 19-9 yüksekliğinin
sebebi: larinks kanseri
Anahtar Kelimeler: Larinks kanseri, CA 19-9, dirençli
reflü
Hasan Özkan1, Muhammed Fatih Karakaya1, Zihni Karayel2
180
PS-149
Proximal jejunumu atake etmiş mezenterik
fibromatozisin radikal cerrahi sonrasında lokal nüksü;
en uygun tedavi seçeneği nedir? Olgu sunumu
Selçuk Gülmez, Aziz Serkan Senger, Orhan Uzun,
Kamuran Cumhur Değer, Erdal Polat, Mustafa Duman
Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma
Hastanesi, Gastroenteroloji Cerrahi Kliniği, İstanbul
Hastalığın nadir olu olgu sunumlarıyla kısıtlı olması,
mevcut tedavilerin halen deneysel nitelikte ve
sonuçlarının değişken olması, halen yerleşmiş bir tedavi
şeklinin olmaması multisentrik çalışmalara ihtiyaç
duyulduğunun bir göstergesidir.
Anahtar Kelimeler: desmoid tumor,
fibromatosis, intra-abdominal fibromatosis
mesenteric
Resim 1-Abdomen CT
Giriş
Desmoid-Tip
Fibromatozis
fibroblast
ve
miyofibroblastların aşırı çoğalmasıyla karakterize nadir
bir mezenkimal tümördür. Tüm tümörlerin % 0.03’ünü
oluşturur.
Olgu
48 yaşında bayan hasta subileus ile hastanemize
başvurdu. Abdomen CT’de üst karın orta kesimde
orjini net ayırt edilemeyen, hipodens 9.5x8x7 cm solid
kitle izlendi (Resim 1). İntra-operatif Trietz’den 10 cm
distalde mezoya yerleşmiş, jejunum serozasını çepeçevre
ve komşu omentum majusu invaze etmiş kitle saptandı
(Resim 2). 25 cm jejunum, 8x7x0.5 cm omentum majus
en bloc rezeke edildi, uçuca jejuno-jejunostomi yapıldı.
Histolojide iğsi şekilli hücrelerin Düz kas aktini (+),
Vimentini (+) olmasından dolayı vakamız mezenterik
fibromatozis tanısı aldı. Taburcu sonrası ikinci yılındaki
kontrol abdomen CT’de 5x6x6 cm’lik lokal nüks tespit
edildi (Resim 3). Eksplorasyonda ilk ameliyat lojunda
tabanda Aort ve V. Cava’ya komşu, duodenum 4 kıtayı
bir, jejunumu iki, transvers kolonu da bir noktadan
milimetrik invaze etmiş kitle saptandı ve ekstirpe edildi
(Resim 4), tüm invazyon alanları tanjansiyel olarak
çıkarıldı, defektler primer onarıldı. Histoloji lokal nüks
ile uyumluydu (Resim 5). Hastamız postop. 5. günde
taburcu edildi. İkinci operasyondan 18 ay sonraki kontrol
MRI’da lokal nüks izlenmedi (Resim 6).
Tartışma
İntra-abdominal fibromatozis histolojik olarak benign
morfoloji gösterir ancak komşu yapıların infiltrasyonu
ve radikal cerrahiden sonra yüksek oranda lokal nüks
özelliği ile oldukça agresif kalmasına rağmen yavaş
büyürler, metastaz yapmazlar. Vakaların çoğu sporadiktir,
%10-20 oranında FAP ile birliktelik bildirilmiştir.
Ayırıcı tanıda bu bölgenin diğer solid tümörleri ilk akla
gelenleridir.
Tedavi seçenekleri izlem, erken cerrahi, neoadjuvan ve
adjuvan tedavidir. Lokal nüks sıklıkla cerrahi sınırlar
pozitif ise ortaya çıkar. Cerrahi halen mezenterik
fibromatoziste ilk tedavi seçeneğidir. Radyoterapi, antiöstrojen, non-steroid anti-inflamatuar ajanlar, sitotoksik
kemoterapi, hedefe yönelik ilaç tedavisi, interferon
gibi sistemik tedavi tek başına veya kombine olarak
denenebilir.
Sonuç
Prox. ince barsak mezenter köküne yerleşmiş, komşu ansı
atake etmiş, düzgün sınırlı, hipodens lezyon
Resim 2a-İlk OP, Trietz’den 10 cm distal kesim
Prox. jejunum mezosundan kaynaklanan, jejunum
serozasını çepeçevre ve omentumu invaze etmiş, 9.5x8x7
cm ebatında tümöral kitle
181
Resim 2b-İlk OP Rezeksiyon sonrası kitle (Foto için
piyesten omentum ayıklanmıştır)
Resim 3b-Abdomen CT’ de lokal nüks (2 yıl sonra)
,
Subileus tablosunu açıklayan jejunal invazyona bağlı
deformasyonlar
Resim 3a-Abdomen CT’ de lokal nüks (2 yıl sonra)
Sagital kesitte lokal nüks eden mezenterik fibromatozis
olgusunun çevre yapılarla olan ilişkisi
Resim 4-Lokal nüks eden kitlenin makroskopik görüntüsü
İlk OP lojunda nükseden kitlenin Aort, V. Cava, kolon ve
jejunum ile yakın komşuluk dikkati çekmekte
Nüks mezenetrik fibromatozis kitlesinin iç yapısı
182
Resim 5- Nüks kitlenin mikroskopik görüntüsü H & E x
40.
PS-150
Barret Hastalığı gelişiminde vücut kitle indeksi, vücut
yağ oranı, abdominal yağ alanı ve sigara kullanımın
etkisi
Turgut Anuk1, Şahin Kahramanca2, Oskay Kaya3
Kafkas Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana
Bilim Dalı, Kars
2
Kars Devlet Hastanesi Genel Cerrahi, Kars
3
Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Genel Cerrahi Kliniği, Ankara
1
Kesitlerde düzensiz sınırlı, hyalinize fibrotik stromada
birbirleri ile yer yer paralel, yer yer çaprazlaşan iğsi şekilli
hücreler
Resim 6a- Kontrol MRI-aksiyal
18 ay sonraki kontrol MRI’da lokal nüks izlenmedi
Resim 6b- Kontrol MRI-sagital
Amaç:
Barret Hastalığı(BH), yassı epitel döşeli özefagusta
metastatik kolumnar epitelin yer almasıdır. Endikasyon
olmaksızın yapılan endoskopilerde BH saptanma oranı
%0.3-2 iken, reflü semptomları tarifleyen hastalarda
%8-20 olarak rapor edilmiştir. Beslenme alışkanlığında
hayvansal proteinler, işlenmiş etler, kolesterolü yüksek
yiyecekler risk faktörü kabul edilmektedir. Çalışmamızda
sigara, vücut kitle indeksi(VKİ), vücut yağ oranı(VYO) ve
abdominal yağ alanının(AYA) BH gelişimindeki etkisini
araştırdık.
Yöntem:
Helsinki Deklerarasyon Kriterlerine uygun olarak,
epigastrik ağrı, bulantı-kusma, retrosternal yanma
şikayetleri ve peptik ülser hastalığı takibiyle başvurarak, üst
gastrointestinal sistem endoskopisi yapılan ve Body Mass
Composition Analyser(BMCA) cihazıyla VKİ,VYO,AYA
hesaplanan hastaların dosyaları retrospektif tarandı.
Dosya kayıtlarından yaş, cinsiyet, sigara ve alkol kullanım
öyküleri, alkalen reflü gastrit(ARG), Helicobakter
pilori(HP) varlığı, VKİ, AYA, VYO değerleri, alınan
biyopsiler sonucunda saptanan BH varlığı kaydedildi.
Hastalar BH saptananlar ve saptanmayanlar olarak
iki gruba ayrılarak karşılaştırıldı. Dosya kayıtlarına
ulaşılamayan, BMCA cihazına girmek istemeyen, 18 yaş
altı ve geçirilmiş bariatrik cerrahi öyküsü olan 14 hasta
çalışma dışı bırakıldı.
Bulgular
Çalışmamızdaki 225 hastanın median yaş değeri 47(1988) olup kadın/erkek oranı 1.3 olarak bulundu. Yirmi
beş hastada (%11.1) BH saptandı. Gruplar arasında yaş
ve cinsiyet dağılımları homojendi (p:0.602 ve p:0.096).
HP varlığı ve alkol kullanım öykülerinin BH gelişiminde
etkin olmadığı gözlenirken (p:0.706 ve p:0.929), sigara
kullanım öyküsünün ve ARG varlığının ciddi şekilde
BH gelişimini tetiklediği tespit edildi (p:0.032 ve
p:0.001). VKİ, VYO ve AYA değerlerine bakıldığında,
her 3 parametreninde anlamlı şekilde, BH gelişen grupta
yüksek olduğu gözlendi (p<0.001,p:0.001 ve p<0.001).
İkinci OP’den 18 ay sonrası
183
Gruplar arası BH gelişimini öngörebilmede VKİ, VYO
ve AYA değerlerinin Roc curve eğrisi altında hesaplanan
Cut off değerleri, sensitivite ve spesifite değerleri Tablo
1’ de verilmiş olup en yüksek sensitivite ve spesifitenin
AYA’da olduğu gözlenmiştir.
VKİ, VYO ve AYA’nın Roc curve eğiri grafiği
Sonuç
BH gelişiminde yüksek VKİ, ARG ve sigara kullanım
öyküsünün risk faktörleri olduğu bilinmektedir.
Çalışmmızda; AYA ve VYO’nun BH gelişiminde VKİ’den
daha yüksek sensitivite ve spesfiteyle etkin role sahip
olduğu gözlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Barret Hastalığı, vücut kitle indeksi,
vücut yağ oranı, abdominal yağ alanı
Gruplar arası VKİ, VYO ve AYA’nın istatistiksel analizi
Parametre
BHG
NBHG
P değeri
Cut off değeri
Sensitivite
Spesifite
VKİ
35.1(20.5-49.3)
26.9 (14.9-44.0)
p<0.001
30.85
0.760
0.740
AYA
209(104-306)
100(25-294)
p<0.001
145.0
0.760
0.775
VYO
41.9(28.6-48.1)
29.1(5.8-43.6)
p<0.001
36.15
0.800
0.815
BHG: Barret Hastalık grubu; NBHG: Non Barret Hastalık grubu; VKİ: Vücut kitle indeksi; AYA: Abdominal yağ alanı;
VYO: Vücut yağ oranı
PS-151
Gastro özefageal reflü hastalığı gelişimine vücut kitle
indeksi, vücut yağ oranı ve abdominal yağ alanının
etkisi
Şahin Kahramanca1, Oskay Kaya2, Turgut Anuk3,
Sergülen Aydın4
Kars Devlet Hastanesi Genel Cerrahi, Kars
Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Genel Cerrahi Kliniği, Ankara
3
Kafkas Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana
Bilim Dalı, Kars
4
Kafkas Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Ana
Bilim Dalı, Kars
1
2
Amaç:
Gastro özefageal reflü hastalığı(GÖRH), fizyolojik reflü
miktarının ve süresinin fizyolojik sınırların üzerine
çıkarak patolojik hal almasıdır. Etyolojisinde birçok
faktör rol oynamaktadır. Bunların başında kilo artışı
bulunmaktadır. Çalışmamızda, GÖRH gelişiminde; vücut
kitle indeksi(VKİ), vücut yağ oranı(VYO) ve abdominal
yağ oranının(AYO) etkisini amaçladık.
Yöntem:
Epigastrik ağrı, bulantı, retrosternal yanma şikayetleriyle
başvurarak, endoskopi yapılan ve Body Mass Composition
Analyser(BMCA) cihazıyla vücut kitle indeksi(VKİ), vücut
yağ oranı(VYO), abdominal yağ alanı(AYA) hesaplanan
ardışık 250 hastanın dosyası retrospektif tarandı. Dosya
kayıtlarından yaş, cinsiyet, Helicobakter pilori(HP)
varlığı, alkalen reflü gastrit(ARG) varlığı, VKİ,AYA,VYO
değerleri ve endoskopi bulguları kaydedildi. Hastalar
GÖRH saptanan ve saptanmayanlar olarak iki gruba
ayrılarak karşılaştırıldı. Dosya kayıtlarında eksiklik olan,
hiatal herni ve geçirilmiş bariatrik cerrahi öyküsü olan 69
hasta çalışma dışı bırakıldı.
Bulgular
Çalışmızdaki 181 hastanın median yaş değeri 47(16-87)
olup kadın/erkek oranı 1.32 olarak bulundu. Yüz yirmi
hastada(%66.3) GÖRH saptandı. Gruplar arasında yaş ve
cinsiyet dağılımları homojendi(p:0.312 ve p:0.821). HP
varlığı ve sigara kullanım öykülerinde gruplar arasında
herhangi bir farklılığı olmadığı gözlenirken(p:0.404
ve p:0.386), ARG varlığının GÖRH gelişiminde etkili
olduğu tespit edildi(p:0.044). VKİ, AYA ve VYO’nun
GÖRH gelişen grupta anlamlı şekilde yüksek olduğu
bulundu(p:0.004, p<0.001 ve p<0.001). Yapılan Roc
curve analizinde VKİ’nin 27.7 kg/m2 cut off değeri ile
%59.2 sensitivite, %59.0 spesifite, %74.0 pozitif prediktif
değer(PPD) ve %42.4 negatif prediktif değerinin(NPD),
AYA’nın 110.5 cut off değeri ile %74.2 sensitivite, %73.8
spesifite, %84.8 PPD ve %59.2 NPD ve VYO’nun 30.1
cut off değeri ile %72.5 sensitivite, %72.1 spesifite,
%83.7 PPD ve %57.1 NPD’sinin olduğu hesaplanmıştır.
Ayrıca yaş, cinsiyet, sigara kullanımı, HP ve ARG varlığı
ile, VKİ, AYA ve VYO’nun GÖH gelişimindeki ortak
etkileri incelendiğinde, VKİ (p:0.048) AYA (p<0.001)
ve VYO’nun (p<0.001) tüm parametrelerden bağımsız
olarak GÖRH gelişimini etkilediği gözlenmiştir.
184
Sonuç
GÖRH gelişiminde her nekadar literatürde OBEZİTE
etyolojik faktör olarak gösterilse de, AYA ve VYO
değerlerinin, kilo ve VKİ’den daha faydalı belirteçler
olacağı sonucuna ulaştık.
Şekil: GÖRH’de VKİ, AYA ve VYO’nun Roc curve eğrisi
grafiği
Anahtar Kelimeler: Gastro özefageal reflü hastalığı, vücut
kitle indeksi, vücut yağ oranı, abdominal yağ alanı
GÖRH: Gastro Özefageal Reflü Hastalığı; VKİ: Vücut kitle
indeksi; AYA: Abdominal yağ alanı; VYO: Vücut yağ oranı
Tablo 1: Hastaların demografik özellikleri
Demografik özellikler
Yaş
Cinsiyet (Kadın/Erkek)
Sigara
ARG
HP
GÖRH (+)
47 (20-87)
69/51
39/120
21/120
59/120
GÖRH (-)
45 (16-80)
34/27
16/61
4/61
26/61
Tüm hastalar
47 (16-87)
103/78
55/181
25/181
85/181
GÖRH: Gastro Özefageal Reflü Hastalığı; ARG: Alkalen reflü gastritis; HP: Helicobacter Pylori
P değeri
P:0.312
P:0.821
P:0.386
P:0.044
P:0.404
Tablo 2: VKİ, AYA ve VYO değerlerinin gruplar arası istatistiksel analizi, cut off, sensitivite, spesifite, pozitif ve
negatif prediktif değerleri
GÖRH
(+)
VKİ
AYA
VYO
28.6
(17.049.3)
139 (63346)
34.7
(21.248.1)
GÖRH (-)
P değeri
Cut off
değeri
Pozitif
Sensitivite Spesifite prediktif
değer
Negatif
prediktif
değer
25.9 (18.0-44.0)
P:0.004
27.7
0.592
0.590
0.740
0.424
82
(22-186)
P<0.001
110.5
0.742
0.738
0.848
0.592
26.8(11.6-42.4)
P<0.001
30.1
0.725
0.721
0.837
0.571
GÖRH: Gastro Özefageal Reflü Hastalığı; VKİ: Vücut kitle indeksi; AYA: Abdominal yağ alanı; VYO: Vücut yağ oranı
185
PS-152
Elektif Kolonoskopi Sonrası Acil Vakaya Dönüşüm;
İyatrojenik Kolon Perforasyonu
Ebubekir Gündeş, Hüseyin Çiyiltepe, Ulaş Aday, Durmuş
Ali Çetin, Aziz Serkan Senger, Orhan Uzun, Kamuran
Cumhur Değer, Mustafa Duman
Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Gastroenteroloji Cerrahisi Kliniği
Amaç; Biz bu yazıda, elektif kolonoskopi sırasında kolon
perforasyonu gelişen ve her biri acil vakaya dönüşen
hastalarımızı ve tedavi yöntemlerini literatür verileri
eşliğinde sunmayı amaçladık.
Materyal – Metod; Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim
ve Araştırma Endoskopi ünitesinde Ocak 2009 Aralık
2015 tarihleri arasında kolorektal sistem endoskopisi
sonrası iyatrojenik kolon perforasyonu gelişen hastalar
retrospektif değerlendirildi.
Bulgular; Çalışma süresi içine kurumumuzda 5586
hastaya kolonoskopi işlemi uygulanmış olup bu
hastaların 7’sinde iyatrojenik kolon perforasyon (%0.12)
gelişti. Bu hastaların 3’ü (% 42.8 ) erkek ve 4’ü ise (%57,2
) kadın olup hastaların yaş ortalaması 69 (46- 84) yıldı.
Altı hastanın (% 85.7) tanısı işlem esnasında konmuş
olup diğer bir (% 14.3) hastanın ise tanısı işlemden 12
saat sonra konuldu. Perforasyon alanı 6 hastada sigmoid
kolonda ve 1 hastada da çıkan kolonda olup tüm hastalara
cerrahi uygulanmıştır. Dört hasta hiçbir kompilkasyon
olmadan taburcu edildi. Geriye kalan üç hastanının
birinde enterokutan fistül, birinde hastada akut böbrek
yetmezliği ve diğer bir hastada ise sespis bağlı mortalite
gelişti.
Sonuç; Kolonoskopiye bağlı perforasyonun seyri; altta
yatan hastalıklara, perforasyonun oluşum mekanizmasına,
uygulanacak tedavi yöntemine ve tedavi eden hekimlerin
tecrübesine bağlı olarak değişmektedir. Kolonoskopi
sırasında terapotik işlem uygulanacak özellikle yaşlı ve
komorbite hastalarda dikkatli olunmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Endoskopi, kolon, kolonoskopik
perforasyon
PS-153
Plummer Vinson Sendromu: Klinik Deneyimlerimiz ve
Türkiye Literatürünün Derlenmesi
Ebubekir Gündeş, Durmuş Ali Çetin, Hüseyin Çiyiltepe,
Ulaş Aday, Orhan Uzun, Kamuran Cumhur Değer, Erdal
Polat, Mustafa Duman
Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Gastroenteroloji Cerrahisi Kliniği
Özet
Amaç
Bu çalışmanın temel amacı, kliniğimizde takip ve
tedavisi yapılan 8 olgu ile beraber Türkiyeden yayınlanan
plummer vinson sendromlu olguları gözden geçirmektir.
Materyal- metod
Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Gastroenteroloji Cerrahisi Kliniğinde takip
ve tedavisi yapılan 8 plummer vinson sendromlu olgu
retrospektif olarak değerlendirildi. Bu olgularla birlikte
ülkemizden 1995- 2016 yılları arasında yayınlanmış
plummer vinsonlu olgular veritabanları kullanılarak
bulundu.
Bulgular
Hastaların 5’i kadın 3’ü erkek olup yaş ortalamaları 48
(18- 71) yıldı. Tüm hastalarda demir eksikliği destekleyici
şekilde ortalama hemoglobin değeri 8,2 (6,7- 9) g/ dl,
MCV (ortalama eritrosit hacmi) değeri 486 (376- 632) fL,
ferritin 7 (2- 20) ng/dl saptandı. Tüm hastaların özofagus
pasaj grafisinde proksimal özefagusta web ile uyumlu
görünüm izlendi. Bu hastalara yapılan özofagoskopide
tüm hastalarda servikal özofagusta web saptandı ve
işlem esnasında bu hastaların 6’sına balon dilatasyonu ve
1’inede buji dilatasyonu yapıldı. Bir hastada ise darlık ve
frajilite nedeni ile farengeal seviye geçilemedi. Hastaların
tamamına işlem sonrası oral demir tedavisi başlandı.
Balon dilatasyonu yapılan bir hasta ile buji diltasyonu
gelişen bir hastada nüks gelişti. Buji diltasyonu yapılan
hastanın takiplerinin 60. ayında distal özofagusta
squamöz hücreli karsinom saptandı.
Sonuç
Oral demir replasmanı ile beraber endoskopik balon
dilatasyonu güvenli, basit ve etkili bir tedavi yöntemidir.
Tedavi sonrası prekanseröz bir durum olarak kabul
edildiğinden endoskopik takip gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler: Demir eksikliği, Anemi, Disfaji,
Ezofagial web, Plummer Vinson
PS-154
Kardiyak Nedenlerle Hastanede Yatan Hastalarda
Spontan Rektus Kılıf Hematomu; Tek Merkez Deneyimi
Ebubekir Gündeş, Durmuş Ali Çetin, Ulaş Aday, Hüseyin
Çiyiltepe, Orhan Uzun, Kamuran Cumhur Değer, Aziz
Serkan Senger, Mustafa Duman, Erdal Polat
Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Gastroenteroloji Cerrahisi Kliniği
Amaç
Bu yazıda kardiyak patoloji nedeni ile kardiyoloji ve
kalp damar cerrahisi kliniklerinde antikoagülan ve
antiagregan tedavisi altında spontan gelişen rektus kılıf
hematomunun mortalite ile ilişkisi
186
literatür eşliğinde sunulmuştur.
PS-158
Materyal-Metod
Çalışmaya Kardiyoloji ve Kardiyovasküler Cerrahi
kliniklerinde yatışı esnasında spontan rektus kılıf
hematomu gelişen ve tarafımızca değerlendirilerek,
konservatif tedavi veya cerrahi uygulanan hastalar dahil
edildi.
Crohn Hastalığında İnfliximab Tedavisi Sırasında
Gelişen Akut Miyeloblastik Lösemi Olgu Sunumu
Bulgular
Hastaların 19’u (% 70,4) kadın, 8’i (%29,6) erkek olup yaş
ortalamaları 63 ± 12 (32- 84) yıldı. Hastaların tamamında
en az 1 olmak üzere takip gerektiren ek hastalık
mevcuttu. Hastaların 14’ü sadece antikoagülan tedavi, 8’i
sadece antiagregan tedavi ve geri kalan 5 hasta ise hem
antikoagülan hem de antiagregan tedavi almaktaydı.
Olguların 8’ine öncelikle batın ultrasonografisi (USG)
çekilmiş olup bu hastalar da dahil olmak üzere tüm
hastalara batın bilgisayarlı tomografisi (BT) çekildi.
BT’deki boyut ve lokalizasyona göre tiplendirildiğinde
olguların 7’si Tip 1, 6’i Tip 2, 14’nin ise Tip 3 olduğu
saptandı. Tanı anındaki hastalardaki laboratuvar
değerlerine bakıldığında INR değeri 2,02 ± 1,5 (1- 7),
PT değeri 20,5 ± 10,7 (12,7- 61) ve aPTT değerinin ise
36,1 ± 15,4 (20,7-96,1) olduğu saptanmış olup warfarin
kullanan hastalarda İNR değerinin tüm hastalarda 2’nin
üzerinde olduğu görüldü. RKH tanısı alan hastaların
sadece 4’ünde kan transfüzyon gereksinimi olmadan
takip edilmiştir. Kan transfüzyonu yapılmayan tüm
olguların radyolojik olarak tip 1 olduğu görüldü. 23
hastaya ise kan transfüzyonu yapıldı, transfüzyon miktarı
ortalama 10 ± 12 (1- 45) ünite idi. Olguların 23’üne
medikal tedavi uygulanırken geriye kalan 4 hastayada
cerrahi tedavi uygulandı. Cerrahi uygulanan hastalarda
cerrahi endikasyon hematomun peritona rüptürüydü.
Sekiz (%29,6) hastada mortalite izlendi. Bu hastaların
6 (%75)’sı kardiyak cerrahi geçirmiş ve diğer 2 (%25)
hastada ise akut myokard infarktus nedeniyle takip edilen
hastalardı.
Sonuç
Kardiyak nedenlerle hastane yatışı esnasında RKH
gelişen, ek hastalıkları olan ve hastanede kalış süresinin
uzaması nedeniyle ek komplikasyonlar gelişen hastalarda
mortalite önemli ölçüde artmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Antikoagülan Tedavi, Rektus Kılıf
Hematomu, Bilgisayarlı Tomografi
Resul Kahraman1, Ümran Keskin2, Turan Çalhan1,
Oğuzhan Öztürk1, Zuhal Çalışkan1, Hakan Demirdağ1,
Süleyman Sayar1, Atilla Bulur1, Hamdi Levent Doğanay1,
Kamil Özdil1
Ümraniye Eğitim Araştırma Hastanesi Gastroenteroloji
Anabilim Dalı
2
Ümraniye Eğitim Araştırma Hastanesi Gastroeneterolji
Anabilim Dalı
1
Crohn hastalığı tedavisinde azotiyoprin ve tümör
nekrozis faktör alfa antagonistleri (anti-TNF) yaygın
olarak kullanılmaktadır. Anti-TNF ilaçların en önemli
yan etkileri ciddi enfeksiyon ve kanser gelişme riskinde
artış olduğu bilinmektedir. Özellikle lenfoma ve solid
organ tümör gelişimi ile ilişkileri gösterilmiştir. Bu olgu
sunumunda anti-TNF tedavi altında oldukça nadir
görülen Akut Myeloid Lösemi (AML) gelişen Crohn
hastalığı olgusu sunulacaktır.
Olgu: 65 yaşında erkek, Crohn hastalığı tanısı ile 8 yıldır
mesalazin ve azatiyoprin tedavisi almaktayken perianal
fistül gelişmesi üzerine tedaviye infliximab eklenmiş.
Infliximab tedavisiyle 3 yldır remisyonda olan hasta son bir
aydır giderek artan halsizlik ve bacaklarda morluk şikayeti
ile başvurdu. Fizik muayenesinde; konjunktivalarda ve
ciltte solukluk ile bilateral alt ekstremitelerde peteşi dışında
patolojik bulgu saptanmadı. Hastanın tam kan sayımında
lökosit:15100/mm3 (nötrofil:354), hemoglobin:6.1 g/
dl, trombosit:25000/mm3 saptandı. İnfliximab tedavisi
kesilen hastanın biyokimyasal tetkiklerinde LDH:386
U/L ve ürik asit:11.8 mg/dl saptandı. Diğer laboratuvar
parametreleri normaldi. Tam kan periferik yaymasında
blastik hücreler saptanan hastaya kemik iliği aspirasyonu,
kemik iliği biyopsisi ve flow sitometrik inceleme yapıldı.
Bu tetkiklerin sonucunda hastaya Akut miyeloid lösemi
(M0) tanısı konuldu. Hasta tedavisinin yapılması için
hemotoloji kliniğine yönlendirildi.
Sonuç: Anti-TNF ajanların lenfoma ve solid organ
malignite gelişme riskinde artışa yol açtığı belirtilmiştir.
Bu ajanların miyeloid lösemiye yol açması oldukça
nadir karşılaşılan bir durumdur. Anti-TNF tedavisi
alan hastaların izleminde lenfoma dışı hematolojik
maligniteler de mutlaka akılda tutulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Crohn Hastalığı,
infliximab, akut miyeloid lösemi
187
Anti-TNF,
PS-159
Karaciğerde psödotümör görüntüsü oluşturan Kist
Hidatik olgusu
Oğuzhan Öztürk1, Şeyma Meliha Su Dur2, Resul
Kahraman1, Zuhal Çalışkan1, Hakan Demirdağ1,
Süleyman Sayar1, Atilla Bulur1, Nermin Mutlu Bilgiç1,
Roni Atalay1, Levent Doğanay1, Kamil Özdil1
Sağlık Bilimleri Üniversitesi Ümraniye Eğitim ve
Araştırma Hastanesi, Gastroenteroloji Kliniği, İstanbul
2
Sağlık Bilimleri Üniversitesi Ümraniye Eğitim ve
Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği, İstanbul
1
Kist hidatik tedavi edilmediğİnde ciddi komplikasyonlara
ve ölüme yol açabilen zoonozdur. Bu olgu sunumunda
şiddetli karın ağrısına yol açan ve karaciğerde karakterize
edilemeyen kitle ile başvuran kist hidatik vakası
sunulmuştur.
Olgu: 56 yaşında bayan hasta, şiddetli karın ağrısı
ile başvurdu. Ağrı sağ üst kadranda lokalize, sürekli
olmayan, günde birkaç kez tekrarlayan, 5-10 dakika
süren ve bıçak saplanır tarzdaydı. Yemekle bir ilişkisi
olmayan ağrı nadiren gece uyandırıyormuş. Öyküsünde
sistemik hastalığı olamayan hastanın herhangibir ilaç ve
alkol kullanımı da yoktu.
Fizik muayenede sağ üst kadran hassasiyeti dışında
hiçbir patolojik bulguya rastlanmadı. Laboratuvar
olarak tam kan sayımında lökosit: 7600 K/uL(eozinofil
%49.2), hemoglobin: 12 gr/dl, trombosit: 237000 K/
uL saptandı. Biyokimyasal tetkiklerinde; anormal
olarak Total kolesterol: 210 mg/dl, Trigliserid: 155mg/
dl, LDL: 143 mg/dl, LDH: 280 U/L saptandı. Diğer
tüm laboratuvar parametleri başta karaciğer fonksiyon
testleri olmak üzere normal saptandı. Ekinokok indirekt
hemaglütinasyon(İHA) testi 1/80 pozitifti.
Batın Ultrasonografisinde; Karaciğer subkapsüler alanda
sınırları net demarke edilemeyen hipoekoik lezyon ve
douglasta minimal sıvı izlendi.
Dinamik kontrastlı tüm batın manyetik rezonans(MR)
incelemesinde;
Karaciğer
8-4A
segmentlerinde
subkapsular alandan sağ hepatik vene doğru uzanım
gösteren 7,5 cm lik bir alanda en geniş yerinde 27-28
mm ölçülen, düzensiz konturlu, periferi hafif kontrast
tutulumu gösteren lezyon izlendi. Ayırıcı tanıda periferik
kolanjiyokarsinom düşünülmesi gerektiği yorum olarak
belirtildi. Viral serolojisi negatif, tümör belirteçleri
normal sınırdaydı. Meme muayenesi, jinekolojik
değerlendirme ve gastrointestinal sistem endoskopisinde
patoloji saptanmadı. Hastanın karaciğerindeki lezyondan
tru-cut iğne biyopsisi yapıldı. Biyospside; ‘’ mikro
abse formasyonu içeren, nekrotizan granülomatöz
reaksiyon, çevresinde eozinofilden zengin iltihabi hücre
infiltrasyonu, perilezyonel belirgin olmak üzere hafif-orta
derecede fibrozis’’ saptandı. Mevcut bulgularla malignite
düşünülmeyen hastaya 3 kür albendozol tedavisi verildi.
Takiplerinde şikayeti olmayan hastanın kontrol batın MR’
ında önceki lezyonun tamamen kaybolduğu gözlendi.
Sonuç: Ekinokokoz özellikle erken enfestasyon
döneminde karaciğerde psödotümör görüntüsü
oluşturabilir. Hastanın kliniği ile birlikte eozinofilisinin
olması ve serolojisinde ekinokok İHA pozitifliğinin
saptanması tanıya ulaşmada önemli ipuçları olabilir
Anahtar Kelimeler: Ekinonkokoz, eozinofili, karaciğer
neoplazmı
PS-161
Hepatit B Hastalarında Doku Bakır Düzeylerinin
Cinsiyetlere Göre Önemi
Memduh Şahin
Mersin Devlet Hastanesi,gastroenteroloji Ünitesi, Mersin
Amaç: Hepatit B hastalarında doku bakır ve kan çinko
düzeylerinin tespiti ve cinsiyetler arasındaki değişimi
tespit etmek
Yöntem: Çalışmamızda hepatit B tanısı alan hastalarda
doku bakır düzeyi ICP-MS metodu ile yapılmıştır.
Toplam 41 hasta çalışmamızda yer almış olup bunların
18 tanesi kadın ve 23 tanesi bayandır
Bulgular: Erkeklerde karaciğer dokusunda tespit
edilen ortalama bakır konsantrasyonu 4.35 mg/kg iken
kadınlarda ortalama doku bakır konsantrasyonları 4.06
mg/kg olarak bulunmuştur. Her iki grup bağımsız grup
olarak karşılaştırılmış olup arada istatistiksel olarak
farklılık bulunamamıştır (p: 0.8).
Sonuç: Doku bakır düzeyleri hepatit b hastalarında
cinsiyetler arasında farkılık oluşturan bir parametre
değildir. Benzer çalışmaların farklı parametreler
eşliğinde incelenmesi ve doku bakır düzeyinin hepatit B
hastalarındaki önemi ileri çalışmalarla ortaya konmalıdır.
Anahtar Kelimeler: bakır, hepatit B, doku
Tablo 1:
cu erkek 23
Ortalama bakır
düzeyi
4,35652
kadin
4,06278
Cinsiyet N
18
Standart
deviasyon
Standart
Hata
4,483005
,934771
5,114116
1,205409
Hepatit B hastalarında cinsiyetlere göre bakır düzeyleri
188
PS-163
PS-164
Retroperitoneal Nüks Dev Liposarkom Olgusu
Rektum Cerrahisi Sonrası Mezodefekti Kapatılmalı mı?
Mehmet Ali Yağcı1, Eren Ali Mecit1, Özlem Sever2, Sevinç
Yağcı3, Ayşegül Küçükosmanoğlu4, Mehmet Onay5, Rima
Davutoğlu6
Mehmet Ali Yağcı1, Eren Ali Mecit1, Özlem Sever2, Sevinç
Yağcı3, Mehmet Onay4
Dr. Ersin Arslan Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Gastroenteroloji Cerrahisi Kliniği, Gaziantep
2
Dr. Ersin Arslan Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Medikal
Onkoloji Kliniği, Gaziantep
3
Dr. Ersin Arslan Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Cerrahisi Kliniği, Gaziantep
4
Dr. Ersin Arslan Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji
Kliniği, Gaziantep
5
Dr. Ersin Arslan Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Radyoloji Kliniği, Gaziantep
6
Dr. Ersin Arslan Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Radyasyon Onkolojisi Kliniği, Gaziantep
1
Amaç: Bu çalışma da cerrahi sağaltımı yapılan
retroperitoneal nüks dev liposarkom olgusunu sunmayı
amaçladık.
Olgu: 64 yaşında erkek hasta kliniğimize medikal onkoloji
tarafından refere edildi. Hastanın alınan anamnezinde
yaklaşık 1 yıl önce dış merkezde retroperitoneal kitle
nedeniyle opere edildiği öğrenildi. Karın muayenesinde
eski operasyona bağlı ksifoidden pubise kadar uzanan
insizyon skarı mevcuttu. Karın ileri derecede distandü idi.
Tüm karnı dolduran dev kitle palpe edildi. Hemogram
ve biyokimya sonuçları normal idi. Çekilen karın
tomografisinde karın sol kadran retroperitoneal alandan
köken alan, tüm karın içi organları sağ laterale deviye
eden en geniş yerinde yaklaşık 25 cm çapa ulaşan yağ
dokusu natüründe kitle görüldü. Eksploratif laparatomi
yapılmasına karar verildi. Yapılan eksplorasyonda tüm
karnı dolduran sol kolonu ve ince barsakları sağ laterale
deviye eden, sol kolon ile sınırları net ayrılmayan
multilobule kitle saptandı. Sol hemikolektomi ile birlikte
geride rezidü tümör dokusu kalmayacak şekilde kitle
eksizyonu yapıldı. Postop 8.günde hasta şifa ile taburcu
edildi. Patoloji raporu en geniş yerinde 70 cm çapa ulaşan,
yaklaşık 15 kg ağırlığında liposarkom olarak raporlandı.
Cerrahi sınırları hakkında kitlenin büyüklüğü nedeniyle
yorum yapılamadı. Postop 5. ayında olan hastanın
takipleri lokal nüks olmaksızın devam etmektedir.
Sonuç: Liposarkom sıklıkla retroperitoneal yapılardan
köken alan malignitelerden biridir. Çevre doku invazyonu
sık yapar. R0 rezeksiyon yapılamadığı takdirde hızla
lokal nukse neden olur ve takipsiz hastada dev boyutlara
ulaşabilir. Multidisipliner yaklaşım ile dev boyutlara
ulaşmış, nüks kitlelerde dahi rezeksiyon şansının
tanınması gerektiği kanaatindeyiz.
Anahtar Kelimeler: Liposarkom, nüks, retroperiton
Dr. Ersin Arslan Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Gastroenteroloji Cerrahisi Kliniği, Gaziantep
2
Dr. Ersin Arslan Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Medikal
Onkoloji Kliniği, Gaziantep
3
Dr. Ersin Arslan Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Cerrahisi Kliniği, Gaziantep
4
Dr. Ersin Arslan Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Radyoloji Kliniği, Gaziantep
1
Amaç: Bu çalışma da nüks rektum cerrahisi sonrası
mortalite ile sonlanan mezodefektine bağlı internal
herniasyon olgusunu sunmayı amaçladık.
Olgu: 58 yaşında kadın hasta kliniğimize medikal onkoloji
tarafından refere edildi. Hastanın alınan anamnezinde
yaklaşık 3 yıl önce dış merkezde rektum kanseri
nedeniyle low anterior rezeksiyon yapıldığı ancak postop
anastamoz kaçağına bağlı hartman kolostomi açıldığı
öğrenildi. Adjuvan kemoradyoterapi alan hastanın
takiplerinde lokal nüks saptanması üzerine kliniğimize
devredildi. Karın muayenesinde eski operasyona bağlı
ksifoidden pubise kadar uzanan insizyon skarı mevcuttu.
Solda Hartman kolostomi ağzı olduğu görüldü. Rektal
tuşede yaklaşık 6 cm lik rektal güdükte nüks kitle olduğu
anlaşıldı. Çekilen tomografisinde sol üretere bası yapan,
2,5 cm çapında pelvik kitle saptandı. PET-CT de mevcut
kitle dışında maligniteyi gösterir tutulum saptanmadı.
Hasta lokal nüks rektum kanseri tanısıyla opere edildi.
Yapılan eksplorasyonda sol üretere bası yapan, rektal
güdüğün tepe noktasından kaynaklanan nüks kitle
görüldü. 2 cm uzunluğunda güdük kalacak şekilde
tamamlayıcı proktektomi ve kolostomi kapatılması
yapıldı. Postop 2. günde aniden genel durumu bozukluğu,
dirençli metabolik asidoz, lökositoz ve kardiyovasküler
kollaps gelişen hastada reeksplorasyon kararı alındı.
Yapılan reeksplorasyonda anastamoz hattının intakt
olduğu, treitz 20. cm den itibaren tüm ince barsak
segmentlerinin sol kolon mezosunun altından geçerek
karın sol lateraline migre olduğu ve buna bağlı tüm
ince barsak segmentlerinde iskemi ve nekroz oluştuğu
görüldü. Hastaya geride 20 cm ince barsak kalacak şekilde
total ince barsak rezeksiyonu ve end ileostomi yapıldı.
Postop entübe olarak yoğun bakım ünitesine çıkarılan
hasta birinci ameliyatının 5.günde exitus oldu.
Sonuç: Kolorektal cerrahi esnasında mezo defekti
kapatılması konusunda tam bir fikir birliği yoktur.
Özellikle laparoskopik ameliyatlar sonrasında bir çok
merkez mezo defektini kapatmamaktadır. Mortalite
oranları her ne kadar düşük bildirilsede bu vaka sonrası
gerek laparoskopik, gerekse açık kolorektal cerrahi
sonrası tüm mezo defektlerini kapatmaktayız.
Anahtar Kelimeler: İnternal herniasyon, mezokolon,
nüks, rektum
189
PS-165
Perkütan yolla tedavi edilen kist hidatiğin nadir bir
sonucu: Kistin biliyer sisteme açılması
Muhammed Fatih Karakaya1, Çağdaş Kalkan1, Melek
Gonca Karakaya2, Necati Örmeci1
tedavisinde başarılı sonuçlar elde edilmekle birlikte
gelişebilecek biliyer sistem fistülizasyonu durumunda
ERCP etkin bir tedavi seçeneği olacaktır.
Anahtar Kelimeler: Örmeci metodu, Kist hidatik, Kolanjit
Şekil-1
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Gastroenteroloji
Bilim Dalı, Ankara
2
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları
Anabilim Dalı, Ankara
1
GİRİŞ: Kist hidatik Echinococcus Granulosus larvalarının
konak bağırsağına yerleşmesi ile başlayan bir enfeksiyöz
hastalıktır. Kist hidatiğin perkütan sklerozan tedavilerinde
farklı metodolojiler bulunmaktadır. Örmeci tekniği de
merkezimizde 1992 yılından beri başarı ile uygulanan bir
peruktan tedavi yöntemidir.
VAKA-1:Elliyedi yaşında erkek hastada karaciğer segment
6-7’de 90x77 mm’lik tip 3 kist hidatiğe Örmeci metodu
ile perkütan tedavi uygulandı. İşlem sonrası 15. günde
hastada bilirübin ve C reaktif protein(CRP) değerleri
yüksek olup ultrasonografide koledok 13 mm olarak
izlendi ve endoskopik retrograd kolanjiopankreatografi
(ERCP) işlemi yapıldı. ERCP ile koledoktan kist hidatik
germinatif tabakasına ait materyaller çıkarıldı(Şekil-1).
ERCP sonrası 5. günde tüm laboratuvar değerleri normale
geriledi. Kontrol visitinde perkütan tedavi verilen kistin
tip 4 olduğu görüldü.
VAKA-2: Altmış yaşında erkek hastada karaciğer segment
7’de 100x89 mm’lik tip 3B kist hidatiğe Örmeci metodu
ile 4 ayrı noktadan perkütan tedavi uygulandı. Hasta
perkütan kist tedavisinin 6. gününde merkezimize karın
ağrısı ve ateş yüksekliği olması nedeni ile tekrar başvurdu.
Yapılan abdominal ultrasonografide karaciğer sağ lobda
100 mm’lik kistik lezyon izlendi ve intrahepatik safra
yollarında minimal belirginleşme görüldü. Piperasilin/
tazobaktam tedavisi sonrası CRP ve kolestatik enzim
değerlerinde gerileme olmaması nedeni ile hastaya
ERCP işlemi yapıldı. Koledok içinde opasiteler izlendi
ve koledoğa verilen opak maddenin kist içine geçişi
görüldü(Şekil-2). Ancak ERCP ile koledoğun balon ile
temizlenmesine rağmen devam eden CRP ve kolestatik
enzim yüksekliği nedeni ile 10. günde cerrahi olarak kist
rezeksiyonu yapıldı.
Kist hidatik germinatif tabakasının ERCP ile çıkarılması
Şekil-2
ERCP’de opak maddenin biliyer sistemden kist içine geçişi
TARTIŞMA: Örmeci metodu ile değişik tiplerde olan
900’ü aşkın kist tedavi edilmiştir. Kabul görmüş diğer bir
peruktan tedavi yöntemi olan PAİR yönteminde kistin
biliyer sisteme fistülizasyonu %4,4-8,9 iken Örmeci
metodunda %0,2’dir. Her iki vakada kist boyutunun
büyük olması (10 cm), tip 3 kist olması ve 2. vakada 4
farklı noktadan tedavi fistülizasyon riskini arttırmaktadır.
Sonuç olarak Örmeci metodu ile yapılan perkütan kist
190
PS-167
PS-168
Özofagus Varis Kanamalarında Yeniden Kanama ve
Mortalite Tahmininde Glasgow Blatchford, Aims65 ve
Endoskopi Öncesi Rockall Skorlarının Karşılaştırılması
Senkron Anal Kanal ve Rektum Malign Melanom
Göktuğ Şirin, Hasan Yılmaz, Murat Öztürkler, Altay
Çelebi, Ömer Şentürk, Sadettin Hülagü
Kocaeli Üniversitesi Gastroenteroloji Bilim dalı
Amaç:
Özofagus varis kanaması olan hastalarda optimal
endoskopi öncesi skorun ne olduğunu ortaya koymak
istedik.
Yöntem:
2011-2015 yılları arasında Kocaeli Üniversitesi
Gastroenteroloji Bilim Dalına başvuran ve özofagus
varis kanaması olduğu endoskopik olarak gösterilmiş
olan, hospitalize edilmiş hastaların dosyaları retrospektif
olarak değerlendirildi. Herbir hasta için Glasgow
Blatchford(GBS), Aims65(A65) ve endoskopi öncesi
Rockall (R) skorları hesaplandı. Daha sonra bu skorlar,
yeniden kanama, ölüm ve hastanede kalış sürelerinin
öngörülmesi noktasında, %95 aralığında oluşturulan
ROC eğrileri X2 testleri kullanılarak karşılaştırıldı.
Bulgular:
Hastaların büyük çoğunluğu erkek olup (88/26),
ortalama yaş 58 idi. En sık sebebin HBV’ e bağlı siroz
olduğu görüldü.Yeniden kanama 11 hastada, 30 günlük
mortalite ise 17 hastada görüldü.Ölüm çoğunlukla
birlikte bulunan hastalığa bağlı olarak oluşurken, 2
hastada neden kanama idi(6 hasta endoskopik tedaviye
dirençli kanama nedeniyle TİPS için yönlendirilmişti).
Yeniden kanama, ölüm ve hastanede kalış sürelerinin
öngörülmesi noktasında, skorlar arasında istatistiksel
açıdan anlamlı bir fark bulunmadı.
Sonuç:
Özofagus varis kanaması olan hastalarda, yeniden
kanama, mortalite ve hastanede kalış süresinin önceden
tahmin edilmesi için Blatchford(GBS), Aims65(A65) ve
endoskopi öncesi Rockall (R) skorlarından herhangibiri
kullanılabilir.
Anahtar Kelimeler: Özofagus varis kanaması, Mortalite,
Erken Yeniden kanama, Skorlar
Mehmet Ali Yağcı1, Eren Ali Mecit1, Özlem Sever2, Sevinç
Yağcı3, Rima Davutoğlu4
Dr. Ersin Arslan Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Gastroenteroloji Cerrahisi Kliniği, Gaziantep
2
Dr. Ersin Arslan Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Medikal
Onkoloji Kliniği, Gaziantep
3
Dr. Ersin Arslan Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Cerrahisi Kliniği, Gaziantep
4
Dr. Ersin Arslan Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Radyasyon Onkolojisi Kliniği, Gaziantep
1
Amaç: Bu çalışma da senkron anüs ve rektum malign
melanom olgusunu sunmayı amaçladık.
Olgu: 52 yaşında erekek hasta kliniğimize medikal
onkoloji tarafından anorektal malign melanom tanısıyla
refere edildi. Hastada şiddetli perine ağrısı ve rektal
dolgunluk hissi mevcut idi. Rektal tuşede anüsten
dışarı protrude olmuş anal kanalda kitle ve 8.cm cm
de rektumda ikinci bir kitle palpe edildi. Mevcut bulgu
kolonoskopi ile konfirme edildi. Fizik muayenede lenf
nodu saptanmadı. Yapılan görüntülemelerde uzak
veya lenf nodu metastazı bulgusuna rastlanmadı.
Eksplorasyon kararı alındı. Hastanın şiddetli perineal
yakınmaları olması ve kitlenin anüsten protrüde olması
nedeniyle APR yapıldı. Postoperatif komplikasyon olarak
geçici atonik mesane gelişti. Hasta postop 12. gün şifa
ile taburcu edildi. Histopatolojik incelemede her iki
tümöründe maling melanom olduğu bildirildi. 24 adet
bölgesel lenf nodunun dördünde metastaz saptandı.
İmmunohistokimyasal incelemede HMB45 ve Melan-A
ile boyanma izlendi. LCA, sitokeratin 20 ve EMA ile
boyanma izlenmedi.
Sonuç: Anorektal melanoma son derece nadir görülen,
kötü prognozlu ve genellikle fatal seyreden malign
bir hastalıktır. Senkron anal kanal ve rektum malign
melanomu ise sadece olgu bildirimleri şeklindedir. Son
yıllarda geniş lokal eksizyon önerilmekte iken, bizim
olgumuzdaki gibi lokal ileri, şiddetli perineal yakınmaları
olan hastalarda APR yapılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Anorektal, malign melanom, senkron
191

Benzer belgeler