endokrin sistem patolojisi - İstanbul Üniversitesi | Veteriner Fakültesi

Transkript

endokrin sistem patolojisi - İstanbul Üniversitesi | Veteriner Fakültesi
ENDOKRİN SİSTEM PATOLOJİSİ
Ek Ders Notları
Yard.Doç.Dr. Gülbin Şennazlı
İ.Ü. VETERİNER FAKÜLTESİ
PATOLOJİ ANABİLİM DALI
1
ENDOKRİN SİSTEM ORGANLARI
Endokrin sistem; amacı vücudun çeşitli organları arasında metabolik denge durumunu
korumak ve devam ettirmek olan, birbirleri ile yakından ilişkili ve vücudun çeşitli bölgelerine
dağılmış organlar gurubudur. Endokrin bezler bu amaçlarını çeşitli organların aktivitesini
düzenleyen kimyasal haberciler(Hormonlar) salgılayarak gerçekleştirirler. Endokrin bezler
diğer organlarla kıyaslandıklarında küçüktürler. Tüm vücuda dağılmış olup birbirleriyle kan
dolaşımı aracılığı ile bağlantı kurarlar. Çok zengin damarlaşmaya sahiptirler. Endokrin bezler
ve ürettikleri hormonlar şöyle sıralanır.
Hipotalamus
Antidiüretik hormon(ADH, vasopressin)
Oksitosin
Tyrotropin salgılatıcı hormon(TRH)
Somatotropik hormon uyarıcı hormon(ST-RH, GH-RH)
Somatotropik hormon inhibe edici faktör(STİF)
Gonadotropin salgısını uyaran hormon(GnRH)
Prolaktin salgısını uyaran faktör(PRF)
Prolaktin salgısını baskılayan faktör(PİF)
Adrenocorticotropin salgılatıcı hormon (CRH)
Hipofiz Bezi( Pitüiter Bezi):
Adenohipofiz:
Somatotropik hormon (Somatotropin-STH, Büyüme Hormonu , Growth Hormon-GH
Luteotropik hormon (LTH, Prolaktin)
Tiroid stimüle edici hormon (TSH , Tirotropin),
Follikül stimüle edici hormon (FSH),
Luteinize edici hormon (LH),
Adrenokortikotropik hormon(ACTH),
Melanofor stimüle edici hormon (MSH)
2
Nörohipofiz
Antidiüretik hormon(ADH, vasopressin)
Oksitosin
Tiroid Bezi:
T3(Triiodotironin)
T4(Tiroksin)
Kalsitonin
Paratiroid Bezi:
Parathormon(PTH)
Böbreküstü Bezi(Adren)
Adrenal Korteks
Mineralokortikoidler(Aldosteron)
Glukokortikoid(kortizol ve kortikosteron)
Adrenal seks hormonları(progesteron, östrojen ve androjenler)
Adrenal Medulla
Katekolamin (Epinefrin ve norepinefrin)
Pankreas Langerhans Adacıkları
İnsülin
Glukagon
Somatostatin
Gonadlar (Testis ve Ovaryum):
Ovaryum
Östrojen
Progesteron
Testis
Testosteron
3
HİPOTALAMUS
Hipotalamus; beyinin etkilerinin hipofize iletilmesi ile görevli önemli bir organdır. Bu
nedenlede hipotalamus ve hipofiz çok yakın ilişki içerisindedirler, bu ilişkileride iki ayrı
mekanizma ile sağlanır:
1. Hipotalamus-nörohipofiz
ilişkisini
sağlayan
mekanizma:
Hipotalamusun
paraventriküler ve supraoptik nükleuslarındaki nöronlardan ayrılan sinir uçları,
hipotalamus-nörohipofiz ilişkisini sağlıyan
nöronlar
“antidiüretik
en önemli elemanları oluştururlar. Bu
hormon-ADH,(vasopressin)”
ve
“oksitosin”
hormon
salgılarından sorumludur.
2. Hipotalamus-adenohipofiz ilişkisini sağlayan mekanizma: Diğer bir grup
hipotalamus nükleuslarının nöronlarından salınan faktörler ile de Adenohipofiz
hormonlarının salgısını uyararak(Releasing hormon-RH) ve baskılayarak(İnhibiting
factor-IF) regülasyonunu sağlarlar.
HİPOFİZ BEZİ( PİTÜİTER BEZ)
Hipofiz(pitüiter bez), kuru fasulye şeklinde, beynin tabanında, sella tursikanın sınırları içinde
yerleşmiş bir organdır. Çok yakından ilişkili olduğu hipotalamusa hem hipotalamustan uzanan
aksonların oluşturduğu bir “sap”, hem de venöz pleksusla bağlıdır. Hipofiz bezi morfolojik ve
fonksiyonel olarak iki özgün komponentden oluşur. Ön hipofiz-ön lop(adenohipofiz) ve arka
hipofiz-arka lop(nörohipofiz) olmak üzere.
Ön hipofiz(Adenohipofiz): Farinksin Rathke kesesinden kaynaklanan ektodermal bir yapıdır.
Buradan salgılanan hormonlar: STH, LTH, FSH, LH, ACTH, TSH, MSH
Arka hipofiz(Nörohipofiz): 3. ventrikül tabanından aşağıya doğru göçeden nöral dokudan
kaynaklanır; buradan hormon sentezlenmez, hipotalamusta sentezlenen oksitosin ve
ADH’yı depolayarak salgılar.
4
NÖROHİPOFİZ:
“Pitüisit” denilen modifiye glial hücreler ve hipotalamusun paraventriküler ve supraoptik
nükleuslarındaki sinir hücrelerinden uzanan aksonlardan oluşur. Nörohipofiz hormonları
olarak da bilinen “Antidiüretik hormon(ADH) (vasopressin) ve Oksitosin”, hipotalamusta
bulunan nörosekretorik hücreler tarafından sentezlenir ve bu nöronların aksonları boyunca
akarak nörohipofize gelir ve depolanırlar. Uygun uyarıya yanıt olarak da dolaşıma salınırlar.
Antidiüretik hormon; böbrekte toplayıcı kanalları etkileyerek serbet suyun resorbsiyonunu
sağlar. Eksikliği; böbreklerin idrardan suyu gerektiği şekilde geri ememesine ve buna bağlı
olarak da aşırı idrar yapımına (poliüri) yol açar. Oksitosin gebelikte uterus duvarındaki düz
kasların ve memede laktiferoz duktusları çevreleyen düz kasların kasılımını uyarır.
Nörohipofizin en belli başlı bozukluğu, buradan salgılanan Antidiüretik hormon(ADH,
vasopressin) ve oksitosin hormonlarının yeterli miktarlarda çeşitli sebeplere ilgili olarak
üretilememesi durumunda vücutta gelişen hastalık halleridir.
Bunlardan en önemlisi ise; vücutta Antidiüretik hormonun eksikliğine ilgili olarak gelişen
“Diabetes İnsipidus (DI)” adı verilen, polidipsi ve poliüri ile karakterize bir hastalık halidir.
DİABETES İNSİPİDUS (DI)
ADH’ın yetersiz üretildiği ya da dolaşımdaki bu hormonun yüksek seviyesine ya da normal
sekresyonuna karşı böbrekteki hedef hücrelerinde gerekli yanıtın biyokimyasal oluşumundaki
eksikliklerine bağlı bir bozukluktur. Nörohipofizdeki akson uçlarından genel dolaşıma salınan
ADH böbrekte toplayıcı kanalları etkileyerek serbest suyun resobsiyonunu sağlar. ADH
eksikliği böbreklerin idrardan suyu gerektiği şekilde geri ememesine ve aşırı idrar
yapımına(poliüri) yol açar. Poliüri ile karakterize bu duruma “Diabetes insibidus” adı verilir.
Böbreklerden aşırı su kaybına bağlı olarak serum sodyumu ve ozmolalitesi artmıştır. Bu da
susuzluk hissi ve fazla su içmeye(polidipsi) neden olur. Sebeplerine göre diabetes insibidus
iki alt gruba ayrılır: Eğer diabetes insibidus; hipotalamusun endokrin kesiminin bozukluğuna
ilgili olarak şekillenmiş ise Hipotalamik(hipofizeal) diabetes insibidus, kronik böbrek
hastalıklarına ilgili olarak gelişmiş ise Nefrojenik diabetes insibidus olarak adlandırılır.
5
Hipotalamik diabetes insibidus; ADH yapan nöronların harabiyeti veya ADH salınımını
kontrol eden mekanizmaların bozukluğu sonucu ortaya çıkan poliürik bir tablodur. ADH’nın
sentezlenmesi ya da sekresyonunun engellenmesi; kanamalı kafatası travmaları ve
hipotalamus ve hipofiz ile ilgili cerrahi işlemler, hipotalamus ve hipofizin yangısel
hastalıkları, tümörleri, kistleri ve otosomal genetik faktörlere ilgili olarak çok çeşitli
durumlarda; hipotalamusun supraoptik nükleuslarındaki nörosekretorik nöronlar basınç
altında kalır ve yıkımlanır ya da nörohipofizin kapillar pleksuslarında salındığı yere taşınması
engellenir. Bunların sonucunda ADH sentezlenmesinde azalma veya tamamen tükenme
gerçekleşir. Diabetes insibidus
bazen altta yatan hiçbir neden olmaksızın kendiliğinden
ortaya çıkabilir(idiyopatik). Hipotalamik diabetes insibidus; köpek, sıçan, at ve nadiren
kedilerde bildirilmiştir. Özellikle Boxer ırkı köpeklerde daha sık rastlanır. Kedilerde; yavru ve
gençlerde, çoğunlukla erkeklerde bildirilmiştir. Bu hastalık gelişen hayvanlarda hastalık teşhis
edilip uygun tedavi uygulandığı takdirde klinik semptomlar bir dereceye kadar düzelebilir.
Ancak olayların çoğunluğu ölümle son bulur.
Nefrojenik diabetes insibidus: ADH’ın antidiüretik etkisine renal tubuler cevapsızlık sonucu
oluşur. Bu durum da kronik böbrek hastalıklarına ilgili olarak gelişir.
ADENOHİPOFİZ:
Adenohipofiz üç bölümden oluşur. Pars distalis, pars tuberalis, pars intermedia’dır.
Adenohipofiz hormonları, nörohipofiz hormonları gibi hipotalamusta sentezlenmez,
adenohipofizde bulunan endokrin hücreler tarafından sentezlenir ve salınır. Ancak bu
hormonların salınmaları, hipotalamusta bulunan nörosekretorik hücreler tarafından salınan
faktörler ve hormonlar tarafından kontrol edilirler.
Adenohipofizden salgılanan hormonlar şunlardır:
•
Somatotropik hormon (Somatotropin -STH, Büyüme Hormonu , Growth
Hormon-GH): Uzunlamasına büyümede ve metabolik olayların ayarlanmasında
önemli bir yere sahiptir.
•
Luteotropik hormon (LTH, Prolaktin): Gebelik sırasında östrogen, progesteron ve
plasental laktojen ile birlikte meme büyümesini ve süt oluşumunu sağlar.
6
•
Tiroid stimüle edici hormon (TSH, Tirotropin): Tiroid hücre membranındaki
reseptörlere bağlanarak, tiroid hiperplazisine ve vaskülarizasyonuna neden olur.
Ayrıca tiroid hormon sentezini uyarır.
•
Follikül stimüle edici hormon (FSH): Overlerde folliküler büyüme ile testislerde
büyümeyi ve spermatogenezi uyarır.
•
Luteinize edici hormon (LH): Ovülasyonu, folliküler luteinizasyonu, testiküler
interstisiyel hücre fonksiyonunu ve hem over, hem de testislerde steroid üretimini
uyarır.
•
Adrenokortikotropik hormon(ACTH): Adrenal korteksten glukokortikoid ve
mineralokortikoid sekresyonunu uyarır.
•
Melanofor stimüle edici hormon (MSH): Melanositlerde melanin sentezini arttırır.
Melanoforlarda melanin dağılışını düzenler
STH, LTH ve MSH’ın etkileri endokrin olmayan dokular üzerinedir. TSH, FSH, LH ve
ACTH ise ilgili endokrin bezlerin sekretorik aktivitelerini kontrol ederler.
Hipotalamustan salınan hormonlar ve faktörler (ACTH-RH, FSH-RH, LH-RH, TRH, ST-RH,
STİF,
PRF,
PİF);
adenohipofiz
salınmasını(Releasing-RH)
ve
hormonlarının
(ACTH,
engellenmesini(Inhibiting-IF);
FSH,
adenohipofiz
LH,
TSH)
hormonları
da(ACTH, FSH, LH, TSH); adrenal korteks, yumurtalık, testis, tiroid bezi gibi endokrin
bezlerin hormonlarının salınmasını kontrol etmektedirler.
HİPOFİZ-PİTUİTER(ADENOHİPOFİZ) BEZİNE İLGİLİ
BOZUKLUKLAR
Aslında adenohipofiz; pitüiter bezin birçok hormonlar üreten önemli bir bölümüdür. Pitüiter
bez adı altında burada anlatılan patolojik olaylardan kastedilen, aslında adenohipofiz ve
buradan salgılanan hormonlardır.
Pitüiter bezde meydana gelen doku harabiyeti, bu bezin ürettiği hormonların birinin veya
birkaçının, hatta hepsinin sekresyonunu etkiler yani az veya çok miktarlarda salgılanmasına
sebep olur. Pitüiter bezde meydana gelen doku harabiyeti hormonlarının az veya hiç
salgılanmamasına neden olur. Bu duruma “hipopitüitarizm” denir. Tam aksine pitüiter bezden
köken alan ve salgı üretebilen tümörlerin gelişmesi veya hipotalamik nöyrosekretör uyarının
7
artışı veya pitüiter bezin fonksiyonunu önleyici etkisinin ortadan kalkması da çok miktarda
pitüiter hormonun salgılanmasına neden olur. Bu duruma da “hiperpitüitarizm” denir.
HİPERPİTÜİTARİZM
Hiperpitüitarizm, pituiter bezin aktivitesinin patolojik olarak aşırı derecede artması halidir.
Böyle bir durumda da bezi oluşturan asidofilik ve bazofilik hücreler fazla çalışıp, hormon
üretir ve aşırı miktarda salgılar. Hormonların fazla yapımının nedeni genellikle pituiter bezin
adenomlarıdır. Daha seyrek görülen nedenleri ise hiperplazileri ve karsinomları, bez dışı
tümörlerin hormon yapımı ve bazı hipotalamik bozukluklardır. Pituiter adenomları
fonksiyonel olmayabilir. Ya da normalde bulunan fonksiyonel pituiter paranşimini yıkıma
uğratıp onun yerini almaları sonucu hipopituiterizme yol açabilirler. Fonksiyonel olan pitüiter
adenomları genellikle tek bir hücre tipinden oluşurlar ve baskın olarak tek tipte bir hormon
yaparlar. Bunun istisnalarıda olabilir. Bazı pituiter adenomları tek bir hücre tipinden oluşurlar,
fakat birden fazla hormon salgılarlar(örneğin büyüme hormonu ve prolaktin).
Pituiter bezin(adenohipofiz), adenomlarının çeşitli tipleri şunlardır:
Somatotropik(STH, Büyüme hormon-GH) hücreli adenom
Prolaktin(luteotropik) hücreli adenom
ACTH hücreli adenom
Gonadotropik(FSH ve LH) hücreli adenom
Karışık STH-Prolaktin adenomları
TSH hücreli adenomlar
Aşırı hormon salınımına ilgili olarak da vücutta bazı değişiklikler ve hastalıklar şekillenir.
Gigantism ve Akromegali: Dev cüsselik hali.
Gigantizmin sebebi; pituiter bezin salgıladığı STH(GH) hormonun henüz çocukluk çağında
iken aşırı miktarda üretilip salgılanmasıdır. Böyle bir durum ise çoğunlukla pituiter bezdeki
bazofil hücrelerden köken alan aktif bir adenomun oluşumuna ilgili olur. Adenomlar puberte
öncesi dönemde yani kemik epifizlerin kapanmasından önce ortaya çıkarsa aşırı STH düzeyi
Gigantism
gelişimi ile sonuçlanır. Salgılanan çok miktardaki STH, kıkırdak ve kemik
dokulardaki üreyip çoğalmayı, diğer bir deyişle uzamayı hızlandırır ve sürekli kılar. STH aynı
zamanda bağ dokuya ve diğer dokulara olan etkisiyle bu organ ve dokularda da büyüme ve
8
gelişmesini sürdürür. Bu durum vücut boyutlarında genel bir artış, kol ve bacakların orantısız
uzaması, yüz hatlarının kabalaşması ve viseral organların büyümesi ile karakterizedir. STH
düzeyindeki artış ergenlik çağında yani epifizin kapanmasından sonra devam eder ya da bu
artış epifizler kapandıktan sonra ortaya çıkarsa hastalarda Akromegali gelişir. Akromegali
köpeklerde aynı zamanda progesteron preparatlarının uzun süren uygulamaları sonrasında
veya yaşlı, çiftleşmemiş, östrus siklusunun diöstural fazındaki dişi köpeklerde gelişebilir.
Uzun ve kısa tüylü evcil, erkek ve 4-17 yaş aralığındaki erişkin kedilerde görülmüş olmakla
beraber köpeklerde nadiren bildirilmiştir. Akromegali durumunda ossifikasyon tamamlandığı
için uzun ve yassı kemikler kalınlaşıp kabalaşır. Büyüme eller, ayaklar ve yüz kemikleri,
yumuşak dokular, deri ve iç organlarda(kalp, karaciğer, böbrekler) çok tipiktir. Yüz hatlarında
kabalaşma, küçük ve öne çıkık alt çene, kilo artışı, karında genişleme, deride kalınlaşma ve
katlanmalar çok belirgindir. STH fazlalığı ile birlikte glikoz toleransında bozukluk, diabetus
mellitus, yaygın kas zayıflığı, hipertansiyon, artrit, osteoforoz ve konjestif kalp yetmezliği
gibi birçok diğer bozukluklarda görülür. Diabetes mellitus özellikle kedilerde akromegali ile
beraber gözlenen önemli bir klinik bulgudur. Bunun nedeni ise; aşırı STH hormonunun,
insüline karşı antigonistik etkiye sahip olmasıdır.
Galaktore ve Amenore Halleri: Pituiter bez tarafından
salgılanan
prolaktin
hormonunun aşırı miktarda üretilip salgılanması süt bezlerini etkileyerek memelerin aşırı
miktarda süt üretip salgılamasına ve yumurtalıkların faaliyetlerini olumsuz etkileyerek
amenoreye neden olur. Bu durum pituiter bezde prolaktin salgılayan hücrelerden gelişen ve
aşırı fonksiyon gösteren tümörlere ilgili olur.
Cusing Sendrom: Glukokortikoidlerin (kortizolun) kronik, fazla ve uygunsuz
salgılanması sonucu ortaya çıkan semptomlar kompleksidir. Olay Pituiter kaynaklı bir
adenoma bağlı ise Cushing hastalığı denilmekte, adrenal kaynaklı olanlara veya ekzojen
ACTH veya glukokortikoidlerin yüksek dozda ve uzun süre verilmesi ile (iatrojenik cushing)
ortaya çıkan tabloya da Cushing sendromu ismi verilmektedir. Ayrıca, küçük hücreli akciğer
kanserleri, bronş karsinomları, timus karsinoidleri, pankreatik tümörler, feokromositoma,
medüller tiroid kanseri gibi tümörlerde ektopik ACTH salgılayarak Cushing sendromuna
yol açarlar. Pituiter bezin ACTH salgılayan tümörlerine daha çok köpeklerde, daha az olarak
da diğer hayvanlarda rastlanır. Erişkin ve yaşlı köpeklerde daha sık gelişir, ayrıca Boxer,
Boston terrier ve Dachshunds ırkı köpeklerde daha yüksek insidansa sahiptirler. Klinik
9
bulgular ve lezyonlar pituiter tümörlerin uyarımına bağlı olarak hiperplastik hal alan adrenal
korteks tarafından uzun süre salgılanan kortizolün etkisi sonucu gelişir. Bu değişiklikler
vücudun birçok organ sistemi üzerine glukokortikoid hormonların kombine glukoneojenik,
lipolitik, protein katabolik ve antiinflamatuar etkileri sonucunda oluşur.
HİPOPİTÜİTARİZİM
Pituiter bezin üretip salgıladığı hormonlardan birinin veya birkaçının çeşitli sebeplere ilgili
olarak az salgılanması veya hiç salgılanmamasıdır.
Sebepler:
Pituiter bez içinde yer alan ve onun hormon üretimini olumsuz yönde etkileyerek azaltan
herhangi bir lezyon hipopitüitarizme sebep olabilir:
1.Pituiter(hipofiz) bez içinde gelişen herhangi tipten birçok tümörler hipopitüitarizm
yapabilir. Bu gibi tümörler primer yani bezin kendi dokusuna ait olabilir. Veya sekonder yani
metastazik bir tümör de olabilir. Primer tümörler Rathke yarığının artığından, kraniofaringeal
duktusun artığından veya faringial duktusun artığından kök alabilir. Hipofizde gelişen veya
yerleşen tümörler hipofiz dokusunu istila ederek ortadan kaldırır ve dolayısı ile gözden
silinen bez dokusundan salgılanan hormonlar da giderek azalır ve tamamen durmuş olur.
2. Hipofiz bezi içinde oluşan kistler: En önemlisi Rathke poşundan gelişen kistlerdir.
Genellikle Ratke poşunun orofaringeal ektoderminin, pars distalisin tropik hormon salgılayan
hücrelerine farklılaşmasındaki yetersizliğe ilgili olarak gelişir. Bu durum sella tursikada
prograsif olarak genişleyen çok boşluklu kist oluşumuna ve adenohipofizin yokluğuna yol
açar. Diğer kistler kraniofaringeal kistler, faringeal hipofizden gelişen kistlerdir. Hipofizde
oluşan bu kistler hipofizin bez dokusunu basınç altına alarak onu atrofiye uğratır.
3. Hipohizde baş gösteren hipoplasi ve aplasi halleri: Bu gibi olaylar çoğunlukla baş
bölgesinde yer alan geniş çaptaki anomalilere ilgili olur. Örneğin Vit. A yetersizliği veya
veratrum califormicum ve salsola tuberculata gibi bitkiler ile zehirlenme sonucunda oluşan
cyclopie (tekgöz anomalisi) ve anencephalia olaylarında gelişir.
10
4. Hipofizi etkileyen kalıtsal hatalar: Bazı genlere ilgili olarak hipofizin kalıtsal olarak noksan
gelişmesi sonucu meydana gelir. Jersey ve Guernsey ırkı sığırlarda, uzun gebelik haline sebep
olan fötusa ait hipofizdeki hipoplasi veya aplasi durumu gibi.
5. Hipofizde yer alan yangısel veya enfeksiyöz hastalıklar: Viral, bakteriyel, paraziter ve
mikotik etkenlere ilgili sistematik enfeksiyonlar seyrek de olsa hipofize yayılabilir.
6. Hipofizin şiddetli hiperemisi, hipofizde yer alan kanamalar ve nekrozlar: Bu gibi lezyonlara
köpeklerin viral enfeksiyöz hepatitisinde (Hep. Cont. Can.) ve domuz vebası olaylarında
rastlanmıştır.
7. Hipofizde yer alan septik emboliler ve bunların nedbeleri: Daha ziyade ruminantlarda ve
de özellikle sığırlarda septik metritislere ilgili olur.
8. Seyrek de olsa kuşların ve yılanların hipofiz bezlerinde artiküler ve visseral ürikozisin bir
parçası olarak ürat kristallerine ait düğümcükleri(tofi) yer alır.
Hipopitüitarizm sonucunda vücut doku ve organlarında bazı aksaklıklar, bozukluklar ve
hastalıklar meydana gelir.
Pitüiter Cücelik Hali (Pitüiter Dwarfism-Juvenil Panhipopitüitarizm)
Somatotropin hormonun eksikliği sonucu hayvanlarda cücelik hali gelişir. Köpeklerde pitütier
cücelik hali genellikle hipofiz kistlerine bağlı olarak gelişir. Hipofiz kistleri ya normalde
doğumla kaybolan distal kraniofaringeal duktusun kalıntılarından(Kraniofaringeal duktus
kistleri) gelişebilir ya Ratke poşunun orofaringeal ektoderminin farklılaşma yetersizliği sonu
gelişebilir(Ratke poşundan gelişen kistler) veya pars distalisin tropik hormon salgılayan
hücrelerine farklılaşmasındaki yetersizliğe ilgili(Faringeal hipofizden gelişen kistler) olarak
gelişebilir
Bu tür kistler hipofizin portal sistemi üzerine basınç yaparak dolaşımını engeller ve bu
organda atrofiye neden olur. Ayrıca geniş kistik yapıların yırtılmasına bağlı olarak ortaya
11
çıkan proteinli içerik yangıya neden olabilir. Klinik bulgular arasında optik alanlara basınç
nedeniyle
görme
güçlükleri,
diabetes
insipidus,
şişmanlık
ve
adenohipofisin
hipofonksiyonuna bağlı olarak gonad atrofisi, bazal metabolizmada azalma ve hipoglisemi
gelişir.
Köpeklerde pituiter drawfizm (hipofiz cüceliği) genellikle rathke poşunun orofaringeal
ektoderminin pars distalisi’nin tropik hormon salgılayan hücrelerine farklılaşma yetersizliği
ile ilgilidir. Bu durum sella tursikada progresiv olarak genişleyen çok boşluklu kist oluşumuna
ve adonohipofisin yok olmasına neden olur.
Juvenil panhipopituitarizm; çoğunlukla Alman çoban köpeklerinde görülür. Cüce doğan
yavrular 2 aylığa kadar normal görülür. Diğerlerine oranla daha yavaş gelişirler. Kıl örtüsü
düzgün değildir. Tüylerin düzensizliğimden ötürü tilki benzeri bir görünüş alırlar. İki taraflı
simetrik alopesi gelişir. Kalıcı dişler gecikir yada hiç çıkmaz. Epifiz plaklarının kapanması,
hormonal yetersizliğin şiddetine bağlı olarak 4 yaşına kadar sürebilir. Genital organlar
gelişmez, ovaryum korteksi gelişmez veya hiç yoktur. Troid hormanları düşüktür.
Hipofiz cüceliği tanısında yararlı olan kriterler arasında; diğer yavrularla karşılaştırmalı
olarak hayvanın boyu, açık epifizeal hatların radiografileri, tiroid fonksiyon testleri ve deri
biopsileri yer alır. Deri lezyonları; epidermiste hiperkeratozis, folliküler keratozis,
hiperpigmentasyon, eklenti bezlerinde atrofisi ve elastin ipliklerin kaybı ile dermisde kollagen
iplik ağının gevşekliği vardır, ayrıca kıl gövdesi yoktur ve kıl follikülleri özellikle gelişme
siklusunun telogen fazındadır.
TİROİD BEZİ
Tiroid bezi endokrin bezlerden biri olup tiroid hormonları olarak bilinen üç çeşit hormon
üretir. Hayvanların çoğunda traheanın iki yanında sağlı sollu iki lop olarak bulunur.
Domuzlarda, yan loplar ile beraber median hatta da büyük bir lop yer alır.
Tiroid bezi değişik büyüklükte çok sayıda folliküllerden oluşur. Bu folliküller, tiroid bezinin
görev yapan ana birimleridir. Follikülleri, silindirik, kübik veya yassılaşmış epitel hücreleri
döşer. Hücrelerdeki bu şekil değişikliği salgı üretme faaliyetlerine bağlıdır. Folliküllerin
12
lümenleri kolloid ile doludur. Kolloid tiroid follikül hücreleri tarafından salgılanan troglobülin
deposudur ve tiroid fonksiyonundaki aktivite düzeyine göre 3 aylık tiroid hormonu ihtiyacını
karşılar. Folliküller arasındaki bağ doku kapillarlardan zengindir, ayrıca bu bölgelerde
kalsitonin hormonu sentezleyen “Parafolliküler ya da C” hücreleri adı verilen hücreler gruplar
halinde yer alır.
Tiroid bezi; Tiroksin(T4), Triiyodotironin(T3) ve Kalsitonin(calcitonin) hormonlarını
hipotalamus ve hipofiz etkileşimi ile salgılamaktadır. Hipotalamustan salgılanan Tirotropin
Releasing Hormon(TRH) tarafından uyarılan ve adenohipofizden salgılanan Tiroid Stimulan
Hormonu(TSH) tiroid bezinin iyot alımını uyarmaktadır. Folliküler hücreler genel dolaşım
kanından iyon halindeki iyodu diffuzuyon yolu ile alırlar. İyod follikül hücre
stoplazmalarında peroksidaz enzim aracılığı ile oksitlenerek aktif elementer iyoda
dönüştürülür. Sonra iyod follikül lümeninde bulunan tiroglobülinin tirozin ucuna bağlanır ve
monoiyodotirozin(MİT) ve diiyodotirozini(DİT) oluştururlar. Tiroid hücresinin kollid
yüzünde iki DİT birleşerek T4’ü oluşturur, bir DİT ile bir MİT birleşerek veya T4’ün
deiyodinasyonu ile T3 oluşur. Bu evre TSH tarafından uyarılır ve bu uyarıma yanıt olarak
tiroid follikül epitel hücreleri kolloidi pinositoz yolu ile içlerine alırlar. Hücre içinde
tiroglobulin molekülü hidrolize tabi tutulur ve tiroid hormonları serbest bırakılır. T3 ve T4
sistemik dolaşıma salınırlar ve burada periferal dokulara taşınmak üzere ya plazma
proteinlerine bağlanırlar ya da serbest halde bulunurlar. Toplam plazma T4’ünün yaklaşık %
0.04’ü, T3’ün
% 0.4’ü serbest olarak dolaşır ve biyolojik olarak aktiftirler. Plazma
proteinlerine bağlanan tiroid hormonları biyolojik olarak inaktiftir. Bezin en fazla sentezlenen
hormonu T4, en etkin hormonu ise T3’dür.
Kandaki tiroid hormon miktarının ayarlanması “negatif geri bildirim” mekanizması ile
olmaktadır. Kanda tiroid hormonları belirli bir düzeyi aşınca TSH salınması inhibe edilir.
Tiroid hormonları genel olarak tüm vücut hücrelerinin büyüme ve gelişmesi ile enerji
metabolizmasını düzenleyen hormonlardır. Bu hormonların en belirgin etkisi; dokuların
metabolizma hızını ve oksijen kullanma hızını artırmasıdır. Tiroid hormon yetersizliğinde
bazal metabolik hız normal değerden %30-40 kadar azalırken, aşırı salgılanmalarında %50100 kadar artmaktadır. Aynı şekilde proteinlerin anabolizma ve katabolizmaları da tiroid
hormonları ile artırılır. Lidip ve lipoprotein metabolizmasında büyük rol oynarlar. Onların
sentezini, mobilizasyonunu ve katabolizmasını etkilerler. Karbonhidrat metabolizmasını her
13
yönüyle uyarmaktadır. Bunlar; glikozun hücreler tarafından tutulmasında artma, glikolizde
artma, glikoneojenezde artma, sindirim sisteminde emilim hızının artması, hatta karbonhidrat
metabolizmasında sekunder etkiler oluşturan insülin salgılanmasında artması şeklindedir.
Tiroid hormonlarının azlığında metabolik olayların yavaşlaması, kemik iliği fonksiyonlarına
da yansımakta, eritrosit yapım hızı azalmaktadır. Tiroid hormonlarının eksikliği B12 vitamini,
folik asit, demir gibi hemopoietik maddelerin yetersizliğine neden olmakta ve anemi
oluşturmaktadır. Tiroid hormonları, normal büyüme için hipofizden salgılanan büyüme
hormonu kadar gereklidir. Eksikliklerinde kemik gelişimi yavaşlar.
Tiroid bezinin en önemli bozukluğu; üretip salgıladığı tiroid hormonlarının çokluğu yani
“hipertiroidism”, azlığı veya hiç salgılanmaması yani “hipotiroidismdir”. Ve dolayısıyla da
bunlara ilgili olarak vücutta baş gösteren hastalıklarıdır. Hipotiroidism köpeklerde,
hipertiroidism de kedilerde sık rastlanan tiroid bezine ilgili endokrin hastalıktır.
HİPOTİROİDİSM
Tiroid hormonlarının eksikliğine bağlı olarak şekillenen bir sendromdur. Köpeklerin yaygın
bir endokrin hastalığıdır, kedilerde ve diğer hayvanlarda nadir olarak görülür. Orta yaş(4-8)
grubundaki köpeklerde daha sıklıkla ortaya çıkar. Hastalık genellikle orta ve büyük, saf ırk
köpekleri etkilemekte olup, özellikle; Doberman pincher, Golden retriever, İrish seter,
Dachshund, Shetland çoban köpeği, minyatür Schnauzer, Cocker spaniel, Boxer, Buldog,
Chow chow, Labrador retriever ırkı köpeklerde daha sıklıkla rastlanmaktadır, Alman kurdu
ve melezler daha az duyarlıdırlar. Cinsiyetin önemli olmadığı belirtilmekle birlikte
kısırlaştırılmış dişi, kastre edilmiş erkeklerde hastalığın gelişme riskinin yüksek olduğu
belirtilmektedir. Hiptiroidism etyolojilerine göre primer, sekunder ve tersiyer olarak 3 gruba
ayrılır. Bunlardan en sık görüleni primer hipotroidisimdir ve köpeklerde daha çok tiroid
bezinin idiopatik folliküler atrofisi ve lenfositik tiroiditise bağlı olarak gelişir. Köpeklerde
hipotiroidizme yol açan diğer nedenler arasında nadir gelişen iki taraflı fonksiyonel olmayan
tiroid tümörleri, iyot yetersizliği sonu oluşan guatr ve cerrahi olarak tiroid bezinin çıkarılması,
antitiroidal ilaçlar ile tedavi ve radyoaktif iyot ile tedavi gibi iatrojenik nedenler yer alır.
Kedilerde de sebep hipertiroidismi tedavi etmek amacıyla tiroidin tamamının cerrahi olarak
çıkarılması veya tedavi amacı ile kullanılan radyoaktif iyodla tiroid bezinin yıkımlanmasıdır.
14
Sekunder hipotiroidisim hipofiz bezi tarafından yetersiz TSH hormonu salgılanmasına bağlı
olarak gelişir. Tersiyer hipotiroidisim ise hipotalamustan TRH salgılanmasındaki eksikliğe
ilgili olarak gelişir.
İdiopatik Folliküler Atrofi:
Tiroid bezinin idiopatik atrofisi, tiroid paranşim dokusunun mikroskobik olarak kaybolması
ve yerini yağ dokunun almasıdır. Sebebi bilinmemektedir. Köpeklerde hafif hipotirodism
bulgularının ortaya çıktığı follikül atrofisinde tiroid bezinin bir kısmı etkilenir. Bu kısımda
uzun prizmatik hücreler ile döşeli küçük folliküllere rastlanır. Bu folliküllerde çok az kolloid
bulunur. Follikül duvarında, kolloidde ve interstitiumda tek ya da küçük gruplar halinde
dejenerasyona uğramış follikül hücreleri görülür. İlerlemiş formlarında ise hipotiroidizmin
klinik bulguları ortaya çıkar ve tiroid hormonlarının kandaki düzeyleri de düşük olur. Tiroid
bezi çoğunlukla yağ dokusu görünüşünde olur ve küçük follikül kümeleri gözlenir. İdiopatik
follikül atrofisinde ara sıra tiroid bezinde kapsüllenmiş bir mikroadenom ya da follikül
hücrelerinin nodüler hiperplazili alanları görülür.
Lenfositik Tiroiditis:
Lenfositik tiroiditis immun aracılı bir hastalıktır. Hasta hayvanların dolaşımlarındaki
tiroglobülin, T3, T4’ü içeren tiroid antijenlerine karşı otoantikorların yoğunluğunun artmış
olması hastalığın humoral immun mekanizma ile olan ilişkisini ortaya koymaktadır. Her ne
kadar köpeklerde gerçek mekanizma bilinmemekte ise de insanlarda olduğu gibi poligenik
özellikte kalıtsallığın söz konusu olduğu sanılmaktadır. Lenfositik tiroiditisli köpeklerde,
tiroid bezi hafif büyür ve kahverengi-beyaz renkte olur. Tiroid bezi normal ya da küçülmüş de
olabilir. Histolojik olarak; multifokalden diffuza değişen lenfosit, plazma hücresi ve makrofaj
infiltrasyonları görülür. Folliküller arasında yeryer lenfoid nodüllere rastlanır. Sağlam kalan
folliküller küçüktür. Vakuollu görünüşteki kolloid içinde sıksık lenfositler, makrofajlar ve
dejenere follikül hücreleri yer alır. Lenfositik tiroiditiste follikül lezyonlarının çoğu tiroid
follikül hücreleri arasında göç eden lenfositlerin ve plazma hücrelerinin etkisiyle oluşur. Bu
göç follikül hücrelerinin bazal membrandan ayrılmasına ve dökülmesine, lenfoid hücrelerin
lümene göçlerine ve sonunda folliküllerin dejenerasyonuna neden olur. Tiroid follikül
hücrelerinin yangısel hücreler ile prograsif yıkımlanmasını ve tiroid hormonları üretiminin
azalmasını kompanze edebilmek için, geride kalan folliküllerdeki hücreler, olasılıkla TSH
salgılanmasındaki artışa bağlı olarak hipertrofiye uğrar. Lenfositik tiroiditiste lezyonlar tiroid
bezinin fibröz bağ dokuya dönüşmesine kadar ilerler.
15
Hipotiroidismde
ortaya
çıkan
birçok
fonksiyon
bozukluğu
bazal
metabolizmanın
yavaşlamasından kaynaklanır. Hipotiroidismde çoğunlukla deri ve kıllarda önemli lezyonlar
şekillenir. Tiroksin(T4) hormonu fizyolojik olarak kıl büyümesinin anagen(etkin) dönemini
uyarır, oysa tiroid hormonlarının kandaki düzeyleri düştüğünde telogen(inlenme) dönemi
uyarılır. Telogen kıllar da kıl folliküllerinden kolaylıkla kopar; sonuçta hayvanda kıl örtüsü
incelir ve sık sık iki taraflı simetrik alopesi şekillenir. Kıl dökülmesi özellikle derinin kuyruk
ya da boyun bölgesi gibi sürtünen kısımlarında başlar, uzun süren hipotirodism olgularında
kuyruk tamamen çıplak kalır. Deride hiperkeratozis hipotiroidizmde her zaman görülen bir
lezyondur. Yuvarlak pullu odaklar şeklinde görülür. Hiperpigmentasyon da özellikle burnun
dorsal yüzü ve kuyrukların distal kısmı gibi yersel alopesi bölgelerinde şekillenir. Uzun süren
ya da şiddetli hipotiroidism olgularında Miksödem şekillenir ve klinik olarak hipotiroidism
için karakteristik bir görünüşte olur.
Miksödemde dermis ve subkutiste musin maddesi
toplanır. Musin oldukça fazla miktarda su tutar ve deride belirgin kalınlaşmaya ve hamur
kıvamı almasına neden olur. Alın, göz kapakları, dudaklar ve distal ekstremitelerde deride
kalınlaşmalar şekillenir. Bu durum özellikle yüzde çok belirgindir. Alında temporal bölgede
yuvarlaklaşma, yüzün kıvrımlarında kalınlaşma, dudaklar ve alt göz kapaklarında şişkinlik ile
karakterize “üzüntülü yüz ifadesi” tipik bir görüntü oluşturur. Hipotiroidismde üreme
bozukluklarına yaygın şekilde rastlanır. Erkek hayvanlarda cinsel isteksizlik, testis atrofisi ve
spermatozoon yoğunluğunda azalma vardır. Dişi hayvanlarda östrus siklusları düzensiz olur
ya da şekillenmez ve böyle hayvanlar döl tutmaz.
Uzun süren ve şiddetli hipotiroidismde oluşan hiperkolesterolemi; aterosklerozis(koroner,
serebral ve diğer damarlarda) ve karaciğerde büyüme ile glomerulus ve kornea lipidozisine
yol açar. Hipotiroidismde hiperkolesteroleminin nedeni lipid metabolizma hızında yavaşlama,
kolesterolün bağırsaktan atılmasında azalma ve lipidlerin safra asitlerine ve diğer bileşenlere
dönüştürülmesidir.
Kimi hipotiroidili köpeklerde iştahta bir değişiklik olmadan vücut
ağırlığında artış gözlenir.
HİPERTİROİDİSM(Tirotoksikozis)
Tiroid bezi fonksiyonlarının çeşitli sebeplere ilgili olarak artması sonucu fazla miktarda tiroid
hormonları üretip salgılanması ve buna bağlı olarak meydana gelen multisistemik bir hastalık
halidir. Daha sıklıkla orta yaş ve üstü kedilerde görülmekle beraber köpeklerde nadirdir.
16
Cinsiyet ve ırk yatkınlığı yoktur. Ancak Siyam ve Himalayan ırkı kedilerin genetik olarak
daha düşük bir risk altında oldukları bildirilmiştir.
Sebepleri:
•
Tiroid bezini uyaran maddelerin alınması
o Ticari kedi mamalarına katılan bazı kimyasallar(Polyfenol ve türevleri)
o Soya fasulyesinin kedi mamalarında yüksek kaliteli bitkisel protein kaynağı
olarak dikkatsizce kullanılması
o Konserve gıdalar, pire spreyleri, insektisitler, herbisitler hipertiroidism riskini
arttırdığı bildirilmiş.
•
Tiroid bezinde bilateral multinodüler adenomatöz hiperplaziler(Guatr)
•
Tiroid bezi tümörleri
•
Hipofizin TSH salgılayan tümörleri
Hipertiroidismde ortaya çıkan birçok klinik bulgu bazal metabolizma hızının artmasından
kaynaklanır. Kedilerde hipertroidismin en yaygın görülen klinik bulguları; kilo kaybı, artmış
iştah, kusma, poliüri, polidipsi, diare ve hiperaktivite, aşırı huzursuzluk ve sinirliliktir. Kıl
örtüsü dağınık ve cansızdır. Kalp seslerinde sistolik murmurlar, taşikardi ve aritmiler, hatta
sekonder kardiomyopatiler bile gelişebilir. Hayvanların aşırı
iştahlarına rağmen kilo
almadıkları gözlenir. Hipertiroidili kedilerin yaklaşık % 80’inde tiroid bezlerinin bir veya her
iki lobunda büyüme görülür.
TİROİD BEZİNİN HİPERPLAZİSİ - GUATR
Tiroid bezinin yangısel ve neoplastik olmayan büyümesine “Guatr” denir. Tiroid bezinin
hiperplazisine
•
İyot miktarı yetersiz gıdalar ile beslenme,
•
Tiroid hormon sentezini engelleyen antitiroidal(guatrojenik) ilaçlar ve
kimyasal maddeler,
•
Gıdalar ile iyodürün fazla miktarda alınması,
•
Tiroid hormonlarının sentezinde etkin olan enzimlerin genetik defektleri
neden olmaktadır.
17
Hayvan yemlerinde iyotlu tuzların yaygın şekilde kullanılmasından önce dünyanın birçok
guatrojenik bölgesinde iyot yetersizliğinin neden olduğu tiroid hiperplazilerine sıklıkla
rastlanılmaktaydı. Bazı guatrojenik bileşikleri içeren iyottan yetersiz besinlerin yenilmesiyle
de şiddetli tiroid bezi hiperplazisi görülmektedir. Besinlerle yeterli miktarda iyot
alınamadığında bezde yeteri kadar hormon sentezlenemez. Dolayısıyla kanda T4 düzeyi
düşük olunca, negatif geri bildirim yolu ile hipofiz bezinden bol miktarda ve devamlı TSH
salgılanır. TSH tiroid bezini öylesine uyarır ki, tiroid bezi hücreleri bol miktarda tiroglobülin
salgılar, follikül içinde kolloid madde artar ve bez gittikçe büyür. Gebelikleri sırasında
iyottan yetersiz yemlerle beslenen hayvanlardan doğan yavrularda da şiddetli tiroid
hiperplazisi ile hipotiroidismin klinik bulguları şekillenir. Hayvanlarda ve insanlarda
besinlerde iyodürün fazlalığı da tiroid hiperplazisi ile sonuçlanabilmektedir. Fazla iyodür
tiroid bezinin iyot alımını engeller, iyodürün iyoda peroksitlenmesi bloke edilir, tiroglobülinin
endositozu ve TSH’ın uyarısı engellenir, tiroglobülinden T3 ve T4 hormonlarının çözülmesi
engellenir dolayısıyla folliküllerden hormon salgılanmasını durdurur.
Erişkin hayvanlarda guatırın klinik önemi azdır, yersel basınca yol açar, genel sağlık
durumunda bozulma olmaz, bazen gebelik önemli derecede uzar, tiroid bezinin büyük olması
güç doğuma yol açabilir ve plasenta retensiyonu görülebilir.Guatr yeni doğan yavruların bir
hastalığı olarak önemini korumaktadır. Evcil hayvanlarda kongenital hipotiroidismde
hiperplastik guatr şekillenir. Etkilenen taylar çok halsiz olurlar ve doğumdan sonraki birkaç
gün içinde ölürler. Buzağılar hipotiroidizmin etkilerine daha dirençli olurlar. Bazı hayvanlar
kısmen veya tamamen kılsız olur, ancak bu hayvanlar ya ölü doğarlar ya da kısa sürede
ölürler. Yeni doğmuş, guatrlı domuz, oğlak ve kuzularda da miks ödem ve alopesi şekillenir,
ölüm oranı yüksek olur. Evcil etçillerde kongenital hiperplastik guatra pek rastlanmaz. Köpek
yavrularında bazen tiroid bezi güç doğuma ya da asfeksiye yol açacak dercede büyüyebilir.
Çok şiddetli olgularda hayvanlar doğduktan kısa süre sonra ölür. Bu gibi hayvanlarda anemi,
hatalı kemik kireçlenmesi ve yetersiz gelişme vardır. Daha az şiddetli formlarına daha yaygın
şekilde rastlanır ve ekilenen hayvanlar çoğunlukla iyileşir.
Guatr histolojik yapılarına göre genellikle 5 grupta incelenir.
1.Hiperplastik guatr
2.Kolloid guatr
3.Adenomatöz guatr
4.Ekzoftalmik guatr
5.İyot zehirlenmesine ilgili at guatırları.
18
Hiperplastik guatr: Diffuz hiperplastik guatrda tiroid bezinin her iki lobu uniform şekilde
büyür. Büyüme yaygın olabilir ve kranial boyun bölgesinde palpe edilebilen şişliklere yol
açar. Etkilenen loplar sert ve koyu kırmızı renktedir. Uzun süren TSH uyarımının etkisiyle
folliküller arasında yaygın kapillar ağ şekillenir. Folliküller silindirik hücreler ile kaplıdır.
Aşırı derecede üreyen bu hücreler lümene doğru üremeler yapar. Bazı sahalarda üreyen bez
epitelyumleri hücre yığınları veya şeritleri oluşturur ve follikülleri tamamen doldurabilir.
Folliküllerde kolloid maddesi azdır veya hiç yoktur.
Kolloid guatr: Hiperplastik guatırın involüsyon aşamasını oluşturur. Kolloid guatr ya iyot
yetersizliğine bağlı oluşan hiperplastik guatırlı hayvanlara yeterli miktarda iyodür
verilmesinden sonra ortaya çıkar ya da yaşlı hayvanlarda T4 ihtiyacı azaldığında bunlara
iyodür verilmesi sonrasında görülür. Her iki tiroid bezi lobu diffuz olarak büyür, ancak
hiperplastik guatıra göre daha saydam ve daha açık renkte olur.
Makrofollikülleri döşeyen follikül hücreleri yassı ve atrofiktir. İçlerinde hafif boyanmış ve
granüllü bol bir kolloid bulunur. Follikül duvarları gerilmiş durumdadır. Hatta fazla miktarda
koloidin yaptığı basınca ilgili olarak yeryer follikül duvarlarının yırtılmasıyla, içleri kolloidle
dolu kistik folliküller meydana gelir.
Adenomatöz guatr: Yaşlılığa ilgili olarak tiroid bezinde bölgesel bir hiperplazi olayı söz
konusudur. Verim düşüklüğünü kompanze etmek girişimi sonucunda tiroid bezi nodüler
hiperplaziye uğrar. Bu gibi durumlarda tiroid bezinin bir veya iki lobunda, az çok yuvarlak
biçimde, yumruk büyüklüğüne varan, bir veya birkaç sayıda, düğüm ve yumrular şekillenir.
Söz konusu nodüllerin histolojik yapısı hiçbir zaman biri diğerine benzemez. Kolloid guatr ile
hiperplastik guatr arasında değişen tablolar gösterir.
Ekzoftalmik guatr: Bu çeşit guatr insanlara(Basedow-Graves) mahsus bir guatrdır.
İyod yetersizliğine ilgili olan at guatırı: Atlar için hazırlanan günlük yemlere fazla miktarda
iyodür içeren kurutulmuş deniz yosunu katılmış yem yedirilen kısrakların taylarında tiroid
hiperplazisi ve guatırın klinik bulguları gelişmektedir. Taylar çoğunlukla ölü olarak doğar.
Canlı olarak doğanlar çok zayıftır ve kısa sürede ölür. Kısraklardaki hastalık rasyonlardan
deniz yosununun kaldırılmasıyla iyileşir.
PARATİROİD
Paratiroid bezler 4 adet olup tiroid bezine bitişik veya gömülü olarak bulunur. Bez iki tip
hücre taşır:
1.Prensipal hücreler (Esas hücreler); parathormon üretip salgılayan ana hücrelerdir.
19
2.Oksifil hücreler.
Paratiroid bezin aktivitesi kandaki kalsiyum tarafından kontrol edilir. Kanda kalsiyum iyonu
azalırsa parathormon salınması artar. Parathormon kemik, böbrek ve bağırsak üzerine etki
yaparak kanda kalsiyum miktarını artırır; kalsiyum miktarı belli bir düzeyi aşarsa, negatif geri
bildirim yolu ile parathormon salınmasını inhibe eder. Bu şekilde kontrolle kanda kalsiyum
miktarı çok dar sınırlar içinde değişmez tutulur.
Parathormonun görevi kan plazmasında iyonize kalsiyum düzeyini belirli bir seviyede
muhafaza etmektir. Parathormon; ekstraselüler sıvıda kalsiyum düzeyi düştüğünde, kemik
üzerine etki yapar ve osteoklastları aktive ederek kemikten kalsiyumu mobilize eder ve kana
geçirir. Parathormon böbrektende kalsiyumun geri emilerek kana geçmesini sağlar, fosfatın
geri emilmesini azaltır. Gene böbrekte α 1 -hidroksilaz enzim aktivitesini artırarak D-hormon
sentezini artırır. D-hormon ise bağırsakları doğrudan etkileyerek besinlerle alınan kalsiyumun
emilmesini artırır. Böylece kan kalsiyum miktarı belirli düzeyde kalır.
Kısacası; kan plazmasındaki iyonize kalsiyum miktarı; parathormonun salınmasını geri
bildirim yolu ile kontrol eder. Plazma kalsiyum düzeyi yüksek ise, parathormon salgılanması
önlenir, kalsiyum kemikte çökerek kemikleşme olur. Plazma kalsiyum düzeyi düşük ise,
parathormon salgılanması artar, kalsiyum kemikten çözülerek kana geçer.
Paratiroid bezine ilgili patolojik durumlar; buradan salgılanan parathormonun azlığı veya
fazlalığına bağlı olarak gelişen hastalık halleridir.
HİPOPARATİROİDİSM
Hipoparatiroidism, paratiroid bezden yetersiz miktarlarda parathormon salgılanması veya
salgılanan hormonun hedef hücreleri etkilemelerindeki yetersizlikler sonucu gelişir.
Hipoparatiroidism, köpeklerde gözlenilmekle beraber, diğer hayvanlarda nadirdir. Özellikle
Schnauzers ve Terrier gibi küçük ırk köpeklerde görülür. Erişkin köpeklerde genellikle diffuz
lenfositik paratiroiditisler idiopatik hipoparatiroidisme neden olurlar. Nadir görülen diğer
sebepler ise: Primer veya metastasik tümörler tarafından paratiroid bezin yıkımlanması veya
invazyonu, tiroid bezinde oluşan medullar adenom veya adenokarsinomların çok miktarda
kalsitonin üretip salgılaması, uzun süreli hiperkalsemiden kaynaklanan bez atrofisi, aşırı
20
miktarda D vitamini alınması ve tiroid bez operasyonları sırasında yanlışlıkla paratiroid
bezinin çıkartılması veya hasarlanmasıdır. Hipoparatiroidism durumunda kandaki kalsiyum
düzeyi düşer. Bunun üzerine nöromuskuler uyarımda artış ve tetanik kasılmalar şekillenir.
Etkilenen hayvanlarda huzursuzluk, sinirlilik, ataksiler, bazı kas gruplarında aralıklı tremorlar
gözlenir. Tremorlar generalize tetanilere ve konvülsiv nöbetlere ilerleyebilir.
HİPERPARATİROİDİSM
Parathormonun fazlalığına ilgili olan hastalık halidir. Primer ve sekonder olmak üzere iki ana
formda ortaya çıkar.
Primer hiperparatiroidism: Paratiroid bezin adenom ya da karsinomlarına ilgili olarak
parathormonun aşırı salgılanması durumunda meydana gelir. Paratiroid bezin adenomları
özellikle zaman zaman yaşlı köpeklerde gözlenir. Karsinomları nadirdir. Kedilerde daha az
sıklıkla görülür. Yaşlı ve dişi Siyam kedilerinde bildirilmiştir. Hiperparatiroidismde en
belirgin patolojik değişimler kemik doku da olmaktadır. Parathormon tarafından aşırı
derecede uyarılarak aktif hale geçen osteoklastlar özellikle uzun tubuler kemiklerin
metafizlerinde kemik matrikslerini erezyona uğratırlar ve kalsiyum tuzlarını mobilize ederler.
Ayrıca kemik doku bir yandan osteositler tarafından rezorbe edilirken, diğer yandan
olgunlaşmamış fibröz bağ doku ile yer değiştirir. Şekillenen fibröz osteodistrofik lezyonlar
özellikle mandibula, maksilla ve uzun kemiklerin subperiostal bölgelerinde gözlenir. Kemik
dokudaki bu morfolojik değişimlere bağlı olarak hafif fiziksel travmalar kırıklara neden
olabilmektedir. Ayrıca etkilenen hayvanlarda; hiperkalsemiye bağlı anoreksi, kusma,
konstipasyon, depresyon, polyüri, polydipsi ve nöromuskuler uyarımdaki azalmaya bağlı
olarak bütün kaslarda güçsüzlük gözlenir.
Sekonder
hiperparatiroidism:
Kronik
böbrek
yetmezlikleri
ve
ilerlemiş
böbrek
hastalıkları(Renal hiperparatiroidism) ile dengesiz beslenme(Nutrisyonel hiperparatiroidism)
durumlarında serum kalsiyum düzeyi uzun süreli olarak düşer ve sekonder hiperparatiroidism
gelişir. Kronik böbrek yetmezliğinde glomeruluslardaki kanın süzülme işi aksar. İdrardan
fosfat atılımı azalır giderek kanda birikir. Bu da hiperfosfatemi ile sonuçlanır. Yüksek
düzeydeki serum fosfatı, serum kalsiyum düzeyini direkt olarak baskılar ve böylece bezlerinin
21
aktivitesini uyarmış olur. Buna ek olarak kronik böbrek hastalığında böbrek paranşimi
hasarlanmıştır ve vitamin D’nin aktif formunun sentezi için gerekli olan α 1 -hidroksilazı
yeterli miktarda sağlayamaz. Bu da kalsiyumun barsaklardan emilimini azaltır. Renal
hiperparatiroidismden etkilenen hayvanlarda paratiroid bezin esas hücrelerinde belirgin bir
hiperplazi, kemik dokuda sonradan gelişen ve özellikle kafatasında şekillenen genellikle
osteoporotik bir fibröz osteodistrofi şekillenir. Özellikle bu hastalığa sahip köpekler, “Lastik
çene” olarak bilinen esnek mandibula ve maksillaya sahiptirler. Ayrıca akciğer, kalp, mide ve
kan damarlarında gelişen hiperkalsemiye ilgili olarak metastatik kalsifikasyon görülebilir.
Nutrisyonel sebepler ise; Kalsiyum ve D vitamini yönünden eksik, fosfordan zengin gıdalarla
beslenmedir. Böyle bir durumda; kanda azalmış olan kalsiyum düzeyi, paratiroid bezin aşırı
çalışmasına ve dolayısıyla hiperparatiroidisme yol açar. Nutrisyonel hiperparatiroidism
atlarda genellikle düşük kaliteli kaba yemli tahıl ile beslenmeye bağlı olarak gelişir. Bu
hastalık atlarda kafa kemiklerindeki deformasyon nedeniyle “büyük kafa hastalığı” olarak
bilinir.
ADRENAL BEZLER-BÖBREK ÜSTÜ BEZİ
Böbrek üstü bezi morfoloji ve fonksiyon bakımından birbirinden farklı iki bölümden oluşur.
Bunlar; bezin orta kısmında bulunan ve ektodermden gelişen “adrenal medulla” ve adrenal
medullayı çevreleyen ve mezodermden gelişen adrenal korteks”tir. Adrenal bezler
damarlardan çok zengindir.
Adrenal korteks: Üç tabakadan yapılmıştır.
Zona glomeruloza(mutiformis, arkuata): Korteksin yaklaşık %15’ini kaplayan ve
mineralokortikoid hormonların salgılandığı yerdir. Kapsülün hemen altında yer alan bu bölge
hücreler bir kemer ya da yumak oluştururlar.
Zona fasikülata: Korteksin yaklaşık % 70’ini oluşturan bu bölge glukokortikoid
hormonlar üretilir. Birbirlerine paralel uzanan ve anostomozlaşan hücre kordonlarından
oluşurlar. Bu bölgedeki hücreler fazla miktarda lipid kapsar.
Zona retikülaris: Korteksin medullaya yakın bölgesinde yer alır ve korteksin %15’ini
oluşturur. Hücreler küçük gruplar halinde dizilirler ve kapillarlar ile kuşatılmışlardır. Buradan
seks steroid hormonlar salgılanır.
22
Mineralokortikoidler(Aldosteron): Adrenal korteksin zona glomeruloza bölgesinde
sentezlenen ve salgılanan mineralokortikoid aldesterondur. Aldesteron hormonu vücudun
elektrolit ve su dengesinin muhafazasında mutlak lüzumlu bir hormondur. Aldesteron
sodyumun aktif taşınmasını artırır. Böbreklerde tubul sıvısından sodyumun emilerek kana
geçirilmesini sağlar. Mineralokrtikoidlerin salgılanmaması(Ör. köpeklerde idiopatik adrenal
atrofi) potasyumun tutulmasına ve sodyumun kaybına yol açar ve ölümle sonuçlanır. Fazla
salgılanması durumunda ise kan plazmasında sodyum miktarı artar, potasyum miktarı azalır.
Fazla sodyum dokuda fazla su tutulmasına sebep olduğundan ödem meydana gelir.
Adrenal korteksin zona glomeruloza bölgesinden aldesteronun sentez ve salgılanması Reninangiotensin sistemi tarafından kontrol edilmektedir. Renin böbrekte jukstaglomeruler aygıt
hücreleri tarafından sentezlenen ve kana verilen bir enzimdir. Renin plazmada birtakım
biyokimyasal reaksiyonlar ile anjiotensinojeni önce anjiotensin I’e dönüştürür, sonra
anjiotensin I, anjiotensin II’ye çevrilir. Anjiotensin II çok güçlü bir damar daraltıcı etkiye
sahip, hem de aldesteronun sentezini ve salgılanmasını düzenler.
Glukokortikoidler: Adrenal korteksin zona fasikülata bölgesinde sentezlenir ve salgılanırlar.
Glukozun ara metabolizmasında etkindirler. Başlıca glukokortikoid hormonlar; kortizol ve
kortikosterondur.
Genel
olarak,
glukokortikoidlerin
karbonhidrat,
protein
ve
yağ
metabolizması üzerine etkileri sonucu amino asitlerden glukoz sentezi artar(glukoneogenezis)
ve glukozun hücrelere girişi azalır. Bu durum hiperglisemiye ve glikojen sentezinin
hızlanmasına yol açar. Glukokortikoidler ayrıca, yangısel ve immunolojik reaksiyonları da
baskılar, dolayısıyla doku yıkımlanmasının ve fibroplazinin etkisi hafif olur. Bunun yanısıra,
yüksek dozda glukokortikoidlerin etkisiyle enfeksiyonların yayılması kolaylaşır ve bazı
bakteriyel, viral ve mikotik enfeksiyonlara karşı vücudun direnci azalır. Glukokortikoidler
immunolojik tepkiler üzerine de olumsuz etki yapar. Monosit-makrofaj sistemi antijenlere
zayıf biçimde yanıt verir, immunokompetan lenfositlerin oluşumu ve proliferasyonu ile
antikor üretimi azalır. Glukokortikoidler yangıların başlangıcında görülen sıcaklık, şişkinlik
ve ağrı gibi semptomların etkisiz olmasına yol açar. Ayrıca yara iyileşmesini geciktirir.
Fibroblast proliferasyonunun ve kollagen sentezinin azalması nedbe dokusu oluşumunda
geçikmeye yol açar.
Adrenal seks hormonları: Bu hormonlar az miktarlarda salgılanır ve fizyolojik olarak da pek
fazla öneme sahip değillerdir. Zona retikülaristeki hücreler tarafından progesteron, östrojen ve
23
androjenler sentezlenir. Burada gelişen tümörlerde adrenal seks hormonlarında salgı artışı
olabilir. Fazla salgılanan hormon tipine, hastanın cinsiyetine, çıkış yaşına bağlı olarak klinikte
virilizm ve feminizasyon gözlenir.
Adrenokortikotropik Hormon (ACTH, Kortikotropin)
Adenohipofiz tarafından salgılanır. Adrenal korteksin gelişimini ve özellikle zona fasikülata
ve retikülaristeki hücrelerin salgılama etkinliğini düzenler. Adrenal korteks, ACTH uyarımına
bağlı olarak kortizol salgılar. Bu hormon salınımının kontrolu şu şekilde olmaktadır. Vücuda
gelen sinirsel uyarımlara ilgili olarak; Hipotalamusun hipofiz bezi ile ilgili bölgesinden
adrenokortikotropik hormon salgılatıcı hormon (ACTH-RH) salınır, portal kan yolu ile
hipofiz bezine gelen ACTH-RH, buradan adrenokortikotropik hormon(ACTH) salgılatır.
Hipofiz
bezinden
salınan
ACTH
kan
yolu
ile
adrenal
kortekse
gelerek
glukokortikoitlerin(kortizol) sentezini ve salınmasını uyarır. Kana giren kortizol belli bir
düzeye ulaşınca, negatif geri bildirim yoluyla, hipotalamustan ACTH-RH salınmasını ve
dolayısıylada hipofizden ACTH salınmasını önler.
Adrenal
medulla:
Adrenal
medulladaki
hücreler
katekolaminlerin(Epinefrin,
norepinefrin) biyosentezini yapar. Hormon salgılayan bu hücreler değişikliğe uğramış sinir
hücreleridir ve pregangliyonik simpatik sinirlerle bağlantı kurmuşlardır. Medullada epinefrin
ve norepinefrin salgılayan hücreler olmak üzere iki tür hücre gözlenir. Medulladan salgılanan
katekolaminlerin % 80’i epinefrin, geri kalanı norepinefrindir. Epinefrine “adrenalin”,
norepinefrine “noradrenalin” de denir. Katekolaminlerin biyosentezi besinlerle alınan ya da
karaciğerde fenilalaninin hidroksilasyonu ile oluşan tirozin ile başlar. Simpatik sinir
uçlarından salınan katekolaminlerin ise çoğu norepinefrindir. Norepinefrin beyinin çeşitli
bölgelerinde de sentezlenir. Nörotransmitter olarak görev yapar.
ADRENAL BEZLERİN PATOLOJİSİ
Adrenal bezlerde de vücudun diğer doku ve organlarında olduğu gibi bir çok sebebe ilgili
olarak dejeneratif ve yangısel olaylar gelişir. Ancak önemli patolojik bozukluklar diğer
endokrin bezlerdeki gibi bunların salgıladığı hormonların azlığı veya çokluğuna ilgili olan
hastalık durumlarıdır. Bu konudaki önemli hastalıklar:
24
1.Hipoadrenokortisizm(Addison hastalığı)
2.Hiperadrenokortisizm( Cushing hastalığı)
3.Adrenal medullanın hipofonksiyonu
4. Adrenal medullanın hiperfonksiyonu
Hipoadrenokortisizm(Addison hastalığı)
Adrenal korteks hormonlarının azlığı veya tamamen yokluğuna ilgili hastalık halidir. Esas
olarak Addison hastalığı insanlara özgü bir hastalık olarak bildirilmiş olmakla beraber
hayvanlarda da hipoadrenokortisizme ilgili olarak bu hastalık tanımlaması kullanılmaktadır.
Köpeklerde hipoadrenokortisizme neden olan ve en çok rastlanan lezyon iki taraflı idiopatik
adrenal korteks atrofisidir. Burada korteksin tüm tabakaları belirgin şekilde atrofiye uğrar.
Tüm kortikosteroidler(mineralokortikoidler, glukokortikoidler ve adrenal seks steroidleri)
yetersiz olarak sentezlenir. Adrenal kortekslerin kalınlığı normalin onda biri kadar olur ya da
daha azdır. Adrenal medulla nispeten daha belirgindir. Hastalığın immun aracılı bir hastalık
olduğu düşünülmektedir. Köpeklerde adrenal korteks yetersizliğinin diğer nedenleri şunlardır;
histoplazmozis, blastomikozis ya da tüberküloz gibi granülomatöz yangılar; dissemine damar
içi koagülopatiler ile ilişkili olarak adrenal damarlarda trombozis ve bezde gelişen
infarktüsler; metastatik tümörlerle adrenal korteksin invazyonu ve yıkımlanması; kanama
nekroz ve sonrasında fibröz bağ doku oluşumu; adrenal sinüzoidler boyunca yaygın amiloid
birikimi
sayılabilir.
Ayrıca
hipofizden
salgılanan
ACTH’ın
yetersizliği
de
hipoadrenokortisizme neden olur. Foksiyonel bozuklukların çoğu spesifik değildir ve
tekrarlayan gastroenteritis nöbetleri, hayvanın yavaş bir şekilde giderek zayıflaması ve hafif
bir hastalık ya da operasyon gibi stresli durumlara dirençsizliği görülebilir. Ara sıra daha
önceden herhangi bir hastalık belirtisi göstermeden hayvanlarda şok benzeri koma hali
şekillenebilir. Hipoadrenokortisizm her yaşta ve her ırktan köpeklerde görülürse de daha
sıklıkla genç erişkin köpeklerde ortaya çıkar.
Hipoadrenokortikosizm durumlarında; özellikle aldesteronun sentez ve salınmasındaki
azalma; serum potasyum, sodyum ve klorid düzeylerinde belirgin değişikliklere yol açar.
Böbrekten daha az potasyum atılır, kanda potasyum düzeyi giderek yükselir ve şiddetli
25
hiperkalemi oluşur. Böbrek tubuluslarından sodyum ve kloridin az geri emilmesi değişen
derecelerde hipernatriüriye ve hiperklorüriye neden olur, sodyumun ve kloridin serumdaki
düzeyleri azalır. Şiddetli hiperkalemi belirgin kardiovaskuler bozukluklara yol açar. Akut
dolaşım kollapsı ve böbrek yetersizlikleri gelişir. Kan volümünde azalma hipotansiyona,
halsizliğe ve mikrokardiaya neden olur. Ayrıca su atılımının artmasına bağlı olarak progresif
dehidrasyona gelişir. Kan değerleride; dehidrasyon ve damar içi sıvı kaybına bağlı olarak
hemotokrit ve hemoglobinde artış şekillenir. Adrenal kortekste başlangıçta zona glomeruloza
hücrelerinde hidropik dejenerasyon şekillenir, daha sonra atrofi, diffuz fibrozis ve
mononüklear hücre infiltrasyonları ve kapsülünde fibrozis oluşur. Böbreklerde, medullada
toplayıcı tubuluslarda ve pelvis epitelyuminde dejenerasyon ve dökülmeler şekillenir.
Hiperadrenokortisizm (Cushing Sendrom / Hastalığı)
Hiperadrenokortisizm adrenokortikal hormonların çok miktarlarda üretilip salgılanmasına
ilgili hastalık halidir.
Hiperadrenokortisizm yani glukokortikoidlerin (kortizolun) kronik,
fazla ve uygunsuz salgılanması iki patolojik durumda gelişir:
Birincisi: Hipofiz bezinde gelişen fonksiyonel bir tümör(adenom veya adenokarsinom) aşırı
miktarda ACTH salgılar. Aşırı salgılanan ACTH adrenal korteksi sürekli uyararak bezi
hipertrofi ve hiperplaziye uğratır. Hiperplaziye olan adrenal korteks aşırı miktarlarda hormon
üretip salgılamaya başlar ve böylece hiperadrenokortisizm hali oluşmuş olur. Bu sebeplerden
kaynaklanan hastalık haline de Cushing hastalığı denir. Pituiter bezin ACTH salgılayan
tümörlerine daha çok köpeklerde, daha az olarak da diğer hayvanlarda rastlanır. Erişkin ve
yaşlı köpeklerde daha sık gelişir, ayrıca Boxer, Boston terrier ve Dachshunds ırkı köpeklerde
daha yüksek insidansa sahiptirler. Klinik ve fonksiyonel bozukluklar hipofiz tümörlerinin
uyarımına bağlı olarak hiperplastik hal alan adrenal korteks tarafından uzun süre salgılanan
kortizolün etkisi sonucu gelişir.
İkincisi: Adrenal bez kaynaklı veya ekzojen ACTH veya glukokortikoidlerin yüksek dozda
ve uzun süre verilmesi ile (iatrojenik cushing) ortaya çıkan hiperkortikosizm halidir. Buna da
Cushing sendromu ismi verilmektedir Ayrıca, küçük hücreli akciğer kanserleri, bronş
karsinomları, timus karsinoidleri, pankreatik tümörler, feokromositoma, medüller tiroid
26
kanseri gibi tümörler de ektopik ACTH salgılayarak cushing sendromuna yol açarlar. Yani
bu hastalıkta görülen adrenal kortikal hiperplazi ve hipertrofinin hipofiz tümörleri ile ilişkisi
yoktur. Adrenal bezde ya 1-2cm büyüklüğünde nodüler hiperplazilere yaygın şekilde rastlanır
ki bunlar çok sayıda, sarı renkte olurlar ve iki taraflı yerleşirler; ya da, diffuz olurlar ve
çoğunlukla iki taraflı, uniform bir genişlemeye yol açar. Hiperplastik nodüllere yaşlı atlarda,
köpeklerde ve kedilerde yaygın şekilde rastlanmaktadır. Çoğunlukla orta yaşlı köpeklerde
görülür. Boxer, Boston terrier, Dachshund ve Poodle ırkı köpekler yatkındır. Etkilenen
hayvanlarda iştah ve gıda alımı artar.
Ekstremite ve abdomen kasları zayıflamış olup atrofiktir. Karın bölgesinde şişlik, lordozis,
kas titremeleri ve gergin bacaklar üzerinde duran vücut şeklinde kendini belli eder. Temporal
kaslarda kolayca palpe edilebilen şiddetli atrofi şekillenir. Artmış yağ ve glikojen
depolanmasına ilgili
olarak karaciğer epitelyum hücrelerinde vakuolizasyonlar ve
hepatomegali, deri, akciğer, kas ve diğer organlarda fonksiyonel bozukluklar gelişir.
Hiperkortisizmli köpeklerin çoğunluğunda deri lezyonları şekillenmiştir.
genellikle baş,
boyun, göğüs, kulakların gerisinde ve ekstremitelerde deride kalılaşma, komedonlar, yaraberelerde
artış,
yara
iyileşmesinde
gecikme,
enfeksiyona
yatkınlıkta
artış
ve
kalsifikasyon(Kalsinozis kutis) gelişir. Kalsifiye alanlar sırt, inguinal ve axillar bölgelerde
görülür. Kalsifikasyon bu hastalık için oldukça önemli bir deri lezyonudur, köpeklerde
gözlenir. Kedilerde rastlanmamıştır.
Adrenal Medullanın Hipofonksiyonu
Adrenal medulla, tüberküloz gibi generalize hastalıkların tahribata uğratması, yine buna
benzer yangısel hastalıkların tahribatına ilgili olarak, ayrıca malign tümör metastazlarının
istilası sonucu tamamen atrofiye olabilir. Bu gibi durumlarda bezden artık yeterli miktarda
hormon salgılanmaması vücut için önemli bir değişikliğe neden olmaz. Gerek insanlar
gerekse hayvanlar açısından klinik önemi yoktur.
Adrenal Medullanın Hiperfonksiyonu
Adrenal medullanın hiperfonksiyonuna neden olan ve hayvanlarda en yaygın görülen
tümörler “Feokromositomlar”dır.
27
FEOKROMOSİTOM
Feokromositomlar, hayvanlarda adrenal medullada görülen en yaygın ve klinik öneme sahip
tümörlerdir. Çoğunlukla sığılarda ve köpeklerde görülür, diğer hayvan türlerinde enderdir.
Boğalarda ve insanlarda, feokromositomlara tiroid bezinin kalsitonin salgılayan C hücre
tümörleriyle beraber rastlanır.
Feokromositomlar kromafin hücrelerinin tümörleri olup daima adrenal bezde yerleşirler.
Tümörler tek ya da iki taraflı olabilirler. Büyüklükleri farklı olmakla beraber genellikle
10cm’den büyük ve adrenal bezin büyük bir kısmını kaplayabilirler.
Büyük tümörler
multilobuler olurlar, kanama ve nekroz odaklarına bağlı olarak esmerden sarı-kırmızıya kadar
değişen renktedirler. Küçük tümörlerin çevresi tümüyle adrenal korteks tarafından kuşatılır.
Feokromositomlar ya epinefrin salgılayan ya da norepinefrin salgılyana hücrelerden oluşur
bazen her iki hücre tipi de bulunabilir. Tümörlerde bu iki hücre tipinin ayrımı ultrastürüktürel
olarak salgı granüllerine bakılmak suretiyle yapılır. Küçük tümörler kapsüllenir ve adrenal
bez içinde sınırlı kalır. Büyük mailgn feokromositomlar ise çevre dokulara baskı yapar ve
infiltre olurlar; özellikle vena kava kaudalise ve aortaya invazyon görülür. İnvazif formlarda
vena kava kaudalis lümeninde obstruksiyona yol açabilen büyük tümör trombüsleri şekillenir.
Köpeklerde olguların yaklaşık %50’sinde karaciğerde, bölge lenf düğümlerinde, dalakta ve
akciğerde metastazlar görülmektedir. Hayvanlarda fonksiyonel feokromositomlara ara sıra
rastlanır. Köpek ve atlarda, katekolamin salgılanmasının artmasına ilgili olarak taşikardi,
ödem ve kalp hipertrofisi görülür. Köpeklerde arteriolar sklerozis ve arteriollerde yaygın
medial hiperplaziler gelişir. Damarlarda meydana gelen lezyonlara ilgili olarak da kan basıncı
artar ve hipertansiyon şekillenir.
PANKREAS ADACIKLARI-LANGERHANS ADACIKLARI
Pankreas, ekzokrin ve endokrin pankreas olmak üzere iki değişik histoloji ve fonksiyonu olan
bir organdır. Pankreasın yaklaşık %80-90’ı gıdaları sindirmek için gerekli olan enzimleri
salgılayan ekzokrin bir bezdir. Geri kalan %10-15’lik kısmı ise adacıklar halinde bezin
içerisine dağılmış halde bulunan, hormon yapan ve salgılayan endokrin bezlerdir. Bu doku
28
adacıklarına “Langerhans adacıkları” denir. Langerhans adacıklarında; boyanma özellikleri,
granüllerinin ultrastrüktürel yapıları ve hormon içerikleri sayesinde ayırd edilebilen birkaç
çeşit hücre vardır. Bunlar arasında, en yoğun 4 hücre tipi; Beta, Alfa, Delta ve PP(pankreatik
polipeptid) hücreleridir. Beta hücreleri insülin sentezler ve adacık hücre popülasyonunun
%70’ini meydana getirirler. Alfa hücreleri, glukagon üretiler ve adacık hücre popülasyonunun
%5-20’sini oluştururlar. İnsülin ve glukagonun en bariz etkileri kan glukoz düzeyi üzerinedir
ve bibirinin aksi(antigonistik) etki yaparlar. İnsülin kan glukoz düzeyini düşürür; glukagon ise
yükseltir. Delta hücreleri, somatostatin içermektedirler. Somatostatin de; glukagon ve insülin
salımını inhibe eder. Delta hücreleri adacık hücre popülasyonunun %5-10’unu meydana
getirirler. PP hücreleri ise sadece adacıklarda lokalize olmayıp, pankreasın eksokrin
bölümünde de dağınık olarak bulunurlar. Adacıklar içerisinde, bütün hücrelerin %1-2’sini
oluştururlar. Ürettikleri polipeptidin gastrik ve intestinal enzim sekresyonunun uyarılması ve
intestinal hareketin inhibisyonu gibi etkileri vardır.
Pankreas adacıklarına ilgili olan hastalıklar da diğer iç salgı bezlerinde olduğu gibi bu
adacıkların ürettiği hormonların azlığı veya çokluğuna ilgili olur. Bu hususta özellikle
insülinin azlığı veya çokluğu en önemli bir konudur. Endokrin pankreas adacıklarının
salgıladığı hormonların azlığına veya çokluğuna göre meydana gelen bozukluklar da şöyledir:
1. Hipopankreatism-Hipoinsülinism
2. Hiperpankreatism-Hiperinsülinism
1.Hipopankreatism-Hipoinsülinism
Bu tanımlama pankreas adacıklarının salgıladığı hormonların azlığına ilgili olan bozuklukları
içerir. Bu konudaki en önemli hastalık ise halk arasında “Şeker hastalığı” olarak bilinen
“Diabetes mellitus”dur.
DİABETES MELLİTUS (Şeker Hastalığı)
Kelime anlamı diabetes = akıp giden; mellitus= ballı idrar anlamındadır. Diabetes
mellitus, pankreastan salgılanarak kan şekerinin kullanımını düzenleyen insülin hormonu
yetersizliği sonucunda karbonhidrat, protein ve yağ metabolizmasındaki bozukluklarla
seyreden kronik metabolik bir hastalıkdır. Günümüzde sıklığı ve önemi giderek artmakta olan
29
bu hastalık aslında 2.yy'da ülkemizin Kapadokya bölgesinde Arateus isimli bilim adamı
tarafından tanımlanmış; ancak tedavisinde başarı 1921'de insülinin keşfiyle sağlanmış;
Diabetes mellitusta; esas olan: kandaki şeker düzeyini dengeleyen insülin hormonunun
üretilememesi veya yeterli salgılanmasına rağmen vücut tarafından kullanılamamasıdır. Şimdi
hastalığı anlamak için öncelikle canlı vücudunun normal çalışma düzenini bilmemiz gerekir.
Tıpkı bir otomobilin harekete geçmesi için lazım olan benzin gibi günlük yaşamın sağlıklı
sürdürülmesi için de enerjiye ihtiyacımız vardır. Her canlının enerji ihtiyacı farklı olup, vücut
ağırlığı, yaş, cinsiyet ve fiziksel aktivite ile ilgilidir ve yenilen gıdalardan sağlanır.
Yiyecekler, Karbonhidrat (Şeker), Protein ve Yağ olmak üzere 3 ana besin öğesi içerir. Her
birinin belirli ölçülerde enerji verme özelliği olmakla birlikte, asıl görevi vücuda enerji
sağlamak olan besinler karbonhidratlardır.
Yiyecekler sindirim enzimleri sayesinde ağızdan başlayarak aşama aşama sindirilir ve en
küçük birimleri olan "glukoz = şeker" biçiminde emilmeye hazır hale gelirler. Bağırsaklardan
emilerek kana karışan şekerin bir bölümü enerji kaynağı olarak hücrelere giriş yapacak,
fazlası ise yemek arasındaki açlık dönemlerinde ve uykuda kullanılmak üzere kas ve
karaciğerde depolanacaktır. Kan akımı sayesinde hücrelere ulaşan şeker bazı hücrelere
(örneğin beyin) aracısız kabul edilirken; kas ve yağ hücrelerine girişte hücre kapısını açan bir
anahtara muhtaçtır. Bu anahtar da insülin hormonudur. Yenilen gıdalardan enerji
sağlanabilmesi için insülinin yeterli üretilmesi ve hücreler tarafından etkili kullanılması
gerekir.
Oluşum Mekanizması:
Diyabet şekillendiğinde: pankreastan insülin hormonu üretilememekte ya da vücutta insülin
varolduğu halde hedef hücrelerde kullanılamamaktadır. Yani vücutta ya anahtar yoktur, ya da
genetik olarak programlanmış kilit bozukluğu mevcuttur. Sonuçta: Glukoz hücrelere giremez;
kanda artmaya başlar ve böbrek tarafından tutulamaz hale gelir, idrarda şeker çıkmaya başlar.
Kütlesi olan şeker beraberinde suyu sürükler. İdrar miktarı artar, hasta çok idrara çıkmaya
başlar. Vücut su kaybeder. Ağız kuruluğu ve çok su içme meydana gelir. Öte yandan aç olan
hücreler enerji kaynağı olarak vücudun depolardaki enerjisini; yağlarını kullanmaya başlar,
hasta zayıflar. Hatta yağların kullanılmasıyla vücut için sakıncalı ürünler (keton cisimcikleri)
meydana gelir, bunların birikmesi ile oluşan belirtiler fark edilememiş ise şeker komasına yol
açar.
30
Diabetes mellitus insanlarda TipI, Tip II ve sekunder diabetes olarak üçe ayrılmaktadır. Bu
sınflandırma evcil hayvanlara direkt olarak uygulanabilir nitelikte değildir.
Tip I diabet : İnsüline bağımlıdır ve genç yaşlarda ortaya çıkar, beta hücrelerinin azalması
nedeniyle insülinin ağır derecede veya tam olarak eksikliğimden kaynaklanır. Burada beta
hücre harabiyetinden birbirine bağımlı üç mekanizma sorumludur: genetik eğilim,
otoimmünite ve çevresel faktörler. Evcil hayvanlarda bu patogenezis ile oluşan diabete
rastlanmamıştır. Ancak köpeklerde erken yaşta ortaya çıkan diabet olguları izlenmiştir. Birkaç
aylık köpek yavrularında klinik bulgular saptanmıştır; ancak bu gibi olgularda beta hücre
yıkımlanmasına rastlanmamış, adacık hipoplazisi izlenmiştir.
Adacık hipoplazisi erişkin
köpeklerde de görülmüştür. Erişkin köpeklerde insüline yanıt veren diabetes olgularının
yaygın bir nedeni de pankreas nekrozu sendromunda pankreasın diğer dokuları ile birlikte
adacıkların da yıkımlanmasıdır. Etkilenen hayvanlarda kronik tekrarlayan pankreas nekrozu
vardır ve eksokrin pankreas yetersizliği bulgularına da rastlanır.
Tip II diabet: İnsülin gerektirmeyen ve erişkinlerde ortaya çıkan, çok daha sık rastlanan
diabet tipidir. Diyabetlilerin %90'ı bu tiptendir. Genellikle 35 - 40 yaştan sonra, şişman,
tansiyonu ve kan yağları yüksek, hareketsiz bir yaşam tarzı olan kişilerde görülür. Burada asıl
problem var olan insülinin kullanılamamasıdır. Ancak bu duruma sonradan insülin eksikliği
de eklenebilir. Bu kişilerde emilen şekerin hücre içine girişini sağlayan anahtar düzeyi
(insülin) yeterli olmasına rağmen hücrelerin kilit sistemi bozuktur. Bunun nedenleri ise:
insülinin beta hücrelerinden düzensiz sekresyonu ve periferdeki dokuların insüline
cevapsızlığıdır(insülin direnci). Bu nedenle yediklerimizden sindirilip, emilerek kan yoluyla
hücrelerin kapısına gelen şeker hücre içine giremez; kanda birikir. Fazlası idrarla atılmaya
başlar. Kütlesi olan şeker beraberinde suyu da sürüklediğinden kişi çok idrara çıkmaya ve su
kaybettiğinden çok su içmeye başlar. Öte yandan aç olan hücreler glukozu içeriye davet için
daha fazla anahtar gerektiğini beyine aktarırlar; beyin de pankreasa daha fazla insülin
salgılaması emrini gönderir. Daha fazla üretilen, ancak hücrelerin bozuk kilidi nedeniyle
kullanılamayan insülinin kandaki düzeyi artar, bu da kişide iştahı arttırır. Gıdayla alınan,
ancak kullanılamayıp hücre kapısında ve kanda artan şeker kısır bir döngüye yol açacak,
devamlı uyarılan pankreas yorularak iflas edecektir. Öte yandan enerji temin edemeyen
hücreler yaşamsal faaliyetlerini sürdürmek için diğer enerji depolarını (kas ve yağ) tüketecek
ve kişi zayıflayacaktır. Belirtiler yıllar içinde yavaş gelişir.
31
Hayvanlarda diabetes mellitusun patogenezisinde insülinin az miktarda salınmasını etkileyen
bir çok faktör vardır. Ciddi pankreatitler veya adacık hücrelerinin seçici dejenerasyonu
nedeniyle adacıkların yıkımlanması hayvanlarda en çok rastlanan nedenlerdendir. Köpeklerde
pankreas adacıkları genellikle, ekzokrin pankreasın yangısı nedeniyle yıkımlanır. Hem
endokrin, hemde eksonrin hücrelerin yok olmasına neden olan kronik tekrarlı pankreatit
olguları ve fibröz bağ dokunun bu alanların yerini alması diabetes mellitusun sıkça rastlanan
nedenleridir.
Diabetes mellitusta belirtiler; oluşum mekanizmasında anlatıldığı gibi, şekerin hücreler
tarafından kullanılamayıp kanda birikmesine ya da enerji temininde yağların kullanılmasına
bağlı olarak meydana gelecektir. Diabet hayvanlarda sinsice zarar vererek başlar ve kronik
bir dönemden sonra klinik belirtiler ile ortaya çıkar. Klinik olarak diabetes mellituslu
köpeklerde polidipsi, poliüri, aşırı yemeye rağmen kilo kaybı, amfizemli sistitis ve halsizlik
gözlenir. İnatçı bir hiperglisemi ve glikozüri vardır. Diabetik hayvanlarda bakteriyel ve
mantar sebepli supuratif sistit, prostatit, bronkopnömoni ve dermatit gibi enfeksiyonlara karşı
direçlerinde azalma ve bu enfeksiyonlarda kronikleşme ve tekrarlama görülür. Hasta
hayvanların enfeksiyona yatkınlıklarının sebebi kısmen polimorfnükleer lökositlerin
kemotaktik, fagositik, mikrobiyal fonksiyonlarının yetersizliklerinden ve yapışmalarının
azalması ile ilişkilendirilmiştir. Karaciğerde yağ dejenerasyonunun bir sonucu olarak
hepatomegali görülür. Karaciğerde yağ birikimi; yağ mobilizasyonunun artışı ve ketoneminin
yapmış olduğu hepatosit hasarının bir sonucu olarak lipid kullanımı azalır. Eğer karaciğerde
lipid birikimi aşırı miktarda ve uzun süre olursa siroz gelişir. Ayrıca sirozla beraber ikterus ve
bilirubinüri gelişebilir. Köpeklerde erken ve yaygın bir komplikasyon çift taraflı kataraktın
şekillenmesidir. Diabetik kataraktta lens fibrillerinde şişme ve dejenerasyon oluşur. Katarakta
kedilerde rastlanmaz. Diabetin vaskuler sistem üzerine de ağır etkileri vardır. Aorttan en
küçük arterlere ve kapillarlara kadar her boyuttan damar etkilenir. Aortta, büyük ve orta
büyüklükteki arterlerde hızlı ve şiddetli ateroskleroz görülür. Koroner arterlerin aterosklerozu
nedeniyle meydana gelen myokardial enfarktüs, diyabetiklerde en sık ölüm nedenidir. Ayrıca
deri, iskelet kası, retina, böbrek glomerülleri ve böbrek medulla kapillar bazal membranlarının
diffuz kalınlaşması ile karakterize mikroanjiopatiler gelişebilir ve bunun bir sonucu olarak da
kronik böbrek hastalıkları, körlük ve ekstremitelerde gangren şekillenir.
32
NEKROPSİ BULGULARI
Kedi ve köpeklerde diabetes lezyonları birbirine benzer. İleri derecede zayıflama ve
dehidrasyon dışında nekropside gözlenen önemli lezyon karaciğerin sarı renkte ve yağlı
olmasıdır. Pankreas normal görülebilir ya da postnekrotik nedbeleşmeye ve pankreatitise ilgili
lezyonlara rastlanır. Lipemi görülebilir ve serum süt benzeri görünüşte olur.
ORGANLARDAKİ MİKROSKOBİK BULGULAR
Pankreas: Mikroskobik lezyonlara çoğunlukla pankreasta rastlanır, ancak her zaman da
görülmeyebilir. Langerhans adacıklarındaki beta hücrelerinin sayısı azalmış ve arta kalan
hücrelerde stoplazmalarında vakuolleşme (hidropik dejenerasyon) görülür. Vakuolleşme
stoplazmalarında çok miktarda glikojen partiküllerinin toplanmasından ileri gelir ve diabetes
mellitus için spesifik bir değişikliktir, ancak akut olarak gelişen olgularda vardır. Hastalık
kronikleşirse adacıkları bulmak zorlaşır. Eğer immun aracılı bir diabet(Tip I) söz konusu ise
ki insanlarda ve genellikle köpeklerde progresif lenfoplazmasitik infiltrasyon ve özellikle beta
hücrelerinde hasar vardır. Kedilerde diabet olgularının büyük çoğunluğunda ise; alfa ve beta
hücrelerinin dejenerasyonu ile sonuçlanan amiloid birikimleri adacıklarda gözlenir. Bu
şekliyle insanlardaki tip II diabete benzerlik gösterir. Ancak bu amiloid birikiminin diabetes
mellitusun nedeni mi yoksa sonucu mu olduğu bilinmemektedir. Amiloid endokrin kökenli
olup sistemik ya da sekonder amiloidozis ile ilişkili değildir. Adacıkların çoğu etkilenir.
Karaciğer: Yağ dejenerasyonu şekillenmiş karaciğerin hepatositlerde; stoplazmalarında
birleşik yağ damlacıkları, çekirdeklerinde perifere doğru yer değişiklikleri ve stoplazmik
organellerinin sıkışmış oldukları gözlenir. Ayrıca uzun süre devam eden hastalık
durumlarında hepatositlerde rejeneratif nodüler hiperplazi ve interlobüler fibrozis şekillenir.
Böbrekler:
Böbrek
epitellerinde
özellikle
henle
kulbu(intrastoplazmik)
ve
distal
tubuluslarda(intranükleer) glikojen birikimleri diabetes mellitus için oldukça spesifik bir
lezyondur.
Köpeklerde
uzun
süren
diabet
durumlarında
nodüler
veya
diffuz
glomerulosklerozis şekillenir. Bu lezyon; glomerular kapillar yumaklarda; genellikle küresel
nodüller şeklinde glikoprotein fibrillerinin birikimleri ile karakterizedir. Proksimal tubulus
epitellerinde yağ dejenerasyonu görülür. Ayrıca Glomerulus kapillarlarında yağ emboluslarına
rastlanır.
Hastalık köpeklerde oldukça kısa sürer, ancak kimi doğal veya deneysel hastalıklarda
hayvanlar diffuz glomerulosklerozis ve retina kapillar anörizmalara karşın 2 yıl ya da daha
fazla yaşar.
33
2.Hiperpankreatism-Hiperinsülinism
Hiperinsülinism adı altında langerhans adacıklarının salgıladığı insülin hormonunun
fazlalığından söz edilir. Vücuttaki insülin fazlalığı yani hiperinsülinemi hali hipoglisemiye yol
açar. Hiperinsülinism hali, pankreas adacıklarının oluşumuna katılan beta hücrelerinin primer
tümörlerinde baş gösterir ve tümör “İnsülinom” olarak adlandırılır. Bu tümörler
endokrinolojik olarak aktiftirler ve çarpıcı fonksiyonel bir harabiyet ortaya koyarlar.
İnsülinomlar köpeklerde daha sıklıkla 5-12 yaş arasındakilerde görülür. Bu tümörler yaşlı
sığırlarda da gelişir ve periyodik konvülsiyonlara neden olur. Köpeklerde karsinomlar
adenomlardan daha yaygındır ve sıklıkla pankreasın duedenal lobunda gelişir. Fonksiyonel
beta hücre tümörlerinde gelişen klinik değişimler; aşırı salgılanan insülin ve şiddetli gelişen
hipogliseminin bir sonucudur. İlk işaretler; halsizlik, enerjik haraketlerden sonra aşırı
yorgunluk, yaygın kas seyirmeleri, ataksi, davranış bozuklukları gibi semptomlardır. Köpekler
kolaylıkla ajite olurlar, aralıklı periyotlarda husursuzlanırlar ve yerinde duramazlar. Ayrıca
şiddeti ve sıklığı gittikçe artan periyodik kasılma nöbetleri gözlenir. Nörolojik bozuklukların
ortaya çıkması hipoglisemi nöbetleri sonu olur. Sentral sinir sistemine ilişkin klinik işaretlerin
baskın olması; beyinin enerji için glikoz metabolizmasına öncelikle bağımlılığını ortaya
koyar. Beta hücreleri dışındaki adacık hücre tümörleri, yani alfa ve delta hücrelerinden köken
alan tümörler “Gastrin hormonu” salgılama özelliğine sahiptirler. Bu gibi tümörlere “non-beta
adacık hücre tümörleri” denir. İnsanlarda, köpeklerde ve kedilerde bildirilmiştir. Bu durum
köpeklerde insanların aşırı gastrin salınması ile sonuçlanan “Zollinger Ellison sendromu” ile
büyük benzerlik gösterir. Gastrin hormonu normal olarak langerhans adacıklarında üretilmez;
mide ve duedenum mukoza hücreleri tarafından üretilir ve glandüler salgılamayı uyarır.
Gastrin fazlalığı midede salgı artışına yol açar; sonuçta mide de hiperasidite, antrum
bölgesinde mukoza hiperplazisi ile mide ve doedenum ülserleri gelişir.
Kaynaklar:
Alibaşoğlu M., Yeşildere T.:Veteriner Sistemik Patoloji cilt I, İstanbul 1989.
Milli Ü.H., Hazıroğlu R. Veteriner Patoloji cilt I, İkinci bask. Ankara 2000
McGavin D., Zachary J.F. Pathologic Basis of Veterinary Disease. 4th edit. Mosby
Elsever 2007
Guyton A.C., Hall J.E.: Tıbbi Fizyoloji, Dokuzuncu bask. Nobel Tıp Kitapevi
Ltd.Şti.1996
Kumar V., Cotran R.S., Robbins S.L.: Temel Patoloji, Altıncı bask. Saunders 2000.
34
35

Benzer belgeler

ENDOKRİN SİSTEM FİZYOLOJİSİ

ENDOKRİN SİSTEM FİZYOLOJİSİ posterior) olmak üzere iki bölümden oluşur. • Arka loba nörohipofiz, ön loba adenohipofiz denir. • Her iki lobdan çeşitli hormonlar salgılanır. Hipofiz bezi, salgıladığı hormonlarla diğer endokrin ...

Detaylı

Tiroid Bezi Kılavuzunuz Ihr Schilddrüsen- Ratgeber

Tiroid Bezi Kılavuzunuz Ihr Schilddrüsen- Ratgeber da diğer hayvanlarda rastlanır. Erişkin ve yaşlı köpeklerde daha sık gelişir, ayrıca Boxer, Boston terrier ve Dachshunds ırkı köpeklerde daha yüksek insidansa sahiptirler. Klinik

Detaylı