İçindekiler - İris İnteraktif
Transkript
İçindekiler - İris İnteraktif
İçindekiler III. Enfeksiyon ve İnflamasyon 3.1 Üriner sistem enfeksiyonları 3.1.1 Tanım//Emre Tüzel 3.1.2 İnsi ̇dans ve epi ̇demi ̇yoloji 3.1.3 Patogenez 3.1.4 Semptom ve bulgular 3.1.5 Görüntüleme 3.1.6 Anti ̇bi ̇yoti ̇k tedavi ̇si ̇ni ̇n genel prensipleri //Yavuz Akman, Alpaslan Yüksel 3.1.7 Üroloji ̇k gi ̇ri ̇şi ̇mler i ̇çi ̇n anti ̇mi ̇krobi ̇yal profi ̇laksisi 3.1.8 Alt üri ̇ner si ̇stem enfeksi ̇yonları 3.1.9 Üst üri ̇ner si ̇stem enfeksi ̇yonları//Evren Süer 3.1.10 Bakteriyemi, sepsis ve septik şok 3.1.11 Gebelik ve bakteriüri 3.1.12 Yaşlılarda bakteriüri 3.1.13 Kateter kaynaklı enfeksiyonlar 3.1.14 Spinal kord hasarı olan hastalarda üriner sistem enfeksiyonları 3.1.15 Di ̇ğer enfeksi ̇yonlar 3.2 Prostatit, orşit ve epididimit 3.2.1 Prostatit//Hakan Koyuncu, Faruk Yencilek 3.2.2 Orşit//Alp Özgür Akdemir 3.2.3 Epi ̇didimit 3.3 Ağrılı mesane sendromu (İntersitisyel sistit) 3.3.1 Tanım 3.3.2 Epidemiyoloji 3.3.3 Etiyoloji 3.3.4 Patoloji 3.3.5 Tanı 3.3.6 Sınıflandırma 3.3.7 Tedavi //Cüneyt Özkürkçügil,Aydın Yenilmez 3.4 Cinsel yolla bulaşan hastalıklar//Erdal Doruk 3.4.1 Tanım ve epi ̇demi ̇yoloji ̇ 3.4.2 Genital ülserler 3.4.3 Genital herpes enfeksiyonları 3.4.4 Sifiliz 3.4.5 Lenfogranüloma venorum 3.4.6 Şankroid 3.4.7 Klamidya trachomatis i ̇nfeksiyonu 3.4.8 Gonore 3.4.9 Trikomoniasiz 3.4.10 Molloskum contagiosum 3.4.11 Pedikulosis pubis 3.4.12 Vulvo-vajinal kandidiyazis 3.4.13 Bakteriyel vajinozis 3.4.14 Genital siğiller 3.5 Genitoüriner tüberküloz //Ali Gökalp 3.5.1 Genitoüriner tüberküloz 47 48 III. Enfeksiyon ve inflamasyon 3.1 Üriner sistem enfeksiyonları 3.1.1 Tanım Üriner Sistem enfeksiyonları (ÜSE), değişik yaş, cinsiyet ve hasta gruplarında morbiditeye neden olan, ayrıca önemli bireysel ve toplumsal sonuçları olan enfeksiyonlardır. ÜSE’ları üriner sistemde bakteriyel patojenlerin varlığı olarak tanımlanmaktadır. ÜSE’ları hemen her yaştaki kadın ve erkeği etkileyebilmekte. Belirgin morbidite ve bazen de mortaliteye yol açabilen toplum için önemli bir sağlık sorunlarındandır. Üriner sistem her ne kadar bakteri barındırmıyor olsa da, sıklıkla rektal rezervuar kaynaklı patojenlerin asendan olarak mesaneye ulaşmasıyla ÜSE’ları meydana gelebilmektedir. Hematojen ve lenfatik yolla da bakteriler üriner sisteme yerleşebilir. Bakteriyel virülans arttığında veya konağın savunma düzenekleri bozulduğunda, bakteriyel inokülasyon, kolonizasyon ve nihayetinde ÜSE’ları oluşmaktadır. Klinik tablo mesanenin asemptomatik bakteriyel kolonizasyonundan, pollaküri, disüri ve aciliyet hissi gibi irritatif semptomlar (dolum fazı semptomları) ile üst üriner sistemin etkilenmesine bağlı olarak ateş, üşüme, titreme gibi sistemik semptomlar arasında değişkenlik gösterebilir. Bakteremiye bağlı ciddi morbidite ve sepsise bağlı ölümler gelişebilir. Üriner sistem enfeksiyonu, bakteriüri ve pyüri ile karakterize, ürotelyal epitelin bakteriyel invazyona karşı oluşan enflamatuar yanıtıdır. İdrarda bakteri bulunması bakteriüri olarak adlandırılır ve semptomatik veya asemptomatik olarak ikiye ayrılır. Bu durum üriner sistemdeki bakteriyel kolonizasyonun ve enfeksiyonun varlığının geçerli bir göstergesi olarak kabul edilmektedir. Bunun dışında bakteriüriye neden olmaksızın ürotelyumda bakteriler bulunabilmektedir. Alternatif olarak, spesimenin alınması sırasında kontaminasyon oluşabilmektedir. Kontaminasyon olasılığı idrar örneği alma tekniğinin güvenilirliğine göre değişir. Suprapubik aspirasyon kontaminasyon açısından en az riskli yöntem olup bunu üretral kataterizasyon ile idrar alınması ve işeme ile idrar örneği alınması teknikleri takip eder. Anlamlı bakteriüri ise gerçek enfeksiyon veya kontaminasyon sonucu oluşan bakteriürileri birbirinden ayırmak için kullanılan bir deyimdir. Klasik olarak kabul edilen görüşe göre orta akım idrarda ml.de 105 koloni oluşturan birim veya daha fazla sayıda bakteri bulunmasıdır. Kadınlarda orta akım idrarda; komplike olmayan sistitlerde 103, piyelonefritlerde 104, komplike piyelonefritlerde 105, erkeklerde 104’den fazla koloni görülesi ile suprapubik aspirasyon ile alınan idrarda bakteri bulunması anlamlı kabul edilmektedir. Asemptomatik bakteriüri, semptomu olmayan kişilerde tespit edilen anlamlı (>105 CFU/ml) bakteriüridir. Ancak toplum tarama çalışmalarında tanı konulan durumlarda ‘tarama ile sap- 49 III. Enfeksiyon ve İnflamasyon törlerin varlığında gelişen enfeksiyonlara da komplike üriner enfeksiyon denilmektedir. Üriner enfeksiyonun başarılı tedavisinden sonra yeniden aynı patojen ile gelişen enfeksiyon rekküren enfeksiyondur. Rekürren enfeksiyonlarda genellikle tekrarlayan iki enfeksiyon arası süre iki haftadan kısadır. Geçirilmiş enfeksiyon sonrasında dışardan gelen yeni bakteriyel patojen ile oluşan enfeksiyona re-enfeksiyon denir. Bir süre sonra oluşan rekürrenslere neden olan üriner sisteme yerleşmiş patojenlerin neden olduğu enfeksiyonlara bakteriyel persistans olarak adlandırılır. tanmış bakteriüri’ denmesinin daha tanımlayıcı olacağı düşünülmektedir. Bu durum çocuklarda, yaşlılarda ve gebelerde önemli problemlere yol açabilir. Antimikrobiyal profilaksi, antimikrobiyal ilaçların kullanılması ile üriner sistemdeki re-enfeksiyonların önlenmesidir. Cerrahi antimikrobiyal profilaksi ise, cerrahi bir girişim öncesi, lokal veya sistemik enfeksiyöz komplikasyonların önlenmesi için, işlemden bir süre önce antibiyotik uygulaması yapılmasını anlatır. Normalde idrarda bulunmayan lökositlerin görülmesi piyüri olarak isimlendirilir. Genellikle ürotelyal epitelin enflamatuar yanıtının bir göstergesidir. Piyüri olmaksızın saptanan bakteriüri, kontaminasyonun göstergesidir. Bakteriürisiz piyüri görülmesi halinde üriner tüberküloz, taş ve kanser araştırması yapılmalıdır. Antimikrobiyal süpresyon, eradike edilemeyen bir bakteriyel persistans odağının büyümesinin engellenmesidir. Örneğin her gece düşük dozda alınan antimikrobiyal bir ajan küçük bir enfeksiyon taşına veya E.Coli’nin neden olduğu bakteriyel prostatite bağlı bir enfeksiyonun yayılmasını engeller. Enfeksiyonlar klinik olarak sıklıkla köken aldıkları organa göre tanımlanmaktadırlar. Hastane dışı ortamlardaki kişilerde enfeksiyon oluştuğunda genellikle etken sık görülen barsak kökenli bakteriler (Enterobakterler veya enterokokus fekalis) olmaktadır. Nozokomiyal veya hastane ilişkili enfeksiyonlar ise hospitalize edilmiş hastalarda oluşmakta olup, tipik olarak Pseudomonas’lar veya antimikrobiyallere dirençli diğer suşlarla oluşmaktadır. Şekil 3.1. E.Coli’ye ait fimbriyalar ile epitelyal adhezyon. Sistit, dizüri, sık idrara çıkma, aniden idrara çıkma ihtiyacı ve nadiren suprapubik ağrı ile karakterize klinik sendromdur. Bu semptomlar sıklıkla bakteriyel sistit ile yakında ilintili olsalar da uretrit, vajinit gibi enfeksiyonlarda ve interstisyel sistit, mesane taşları, ürolojik malginiteler gibi non-enfektif durumlarda da görülebilir. Akut pyelonefrit; yan ağrısı, ateş ve titremeye eşlik eden bakteriüri ve piyüri ile karakterize olan ve böbrek parankiminin bakteriyel enfeksiyonudur. Yan ağrısının eşlik etmediği durumlarda akut pyelonefritten bahsedilemez. Rahatsızlığın yerini tam olarak lokalize edemeyen spinal kord hasarlı ve yaşlı hastalarda tanı koymak zor olabilir. Kronik pyelonefrit; morfolojik, radyolojik veya fonksiyonel olarak tanısı konulan, küçülmüş, nedbe alanları olan böbreğin tarifi için kullanılır. Aslında kronik terimi, terminolojik olarak zayıf bir ifade olup, kronik piyelonefrit ve bakteriyel prostatit haricinde ÜSE’ları bağlamında kullanılmamalıdır, çünkü bu hastalıklarda kronik ifadesi ile enfeksiyonun ne zamandan bu yana devam ettiği tanımlanmamaktadır. Üriner sistemde yapısal ve fonksiyonel anomali bulunmayan hastalarda görülen idrar yolu enfeksiyonuna komplike olmayan üriner enfeksiyon, bakteri bulaşma ihtimalini arttıran ve tedavinin etkinliğini azaltan fak- 50 3.1.2 İnsidans ve epidemiyoloji ÜSE’ları en sık görülen bakteriyel enfeksiyon olarak kabul edilmektedir. Amerika Birleşik devletlerinde 1997 yılında yapılan ulusal bir araştırma sonucuna göre ÜSE nedeniyle yılda 7 milyon poliklinik başvurusu ve 1 milyon da acil servis başvurusu olduğu, bunların da 100 000 kadarının hastanede yatırılması gerektiği bildirilmiştir. Kadınların başvuru sıklığının erkelerden 2 kat fazla olduğu saptanmıştır. Ayrıca ÜSE’ları nozokomiyal enfeksiyonların %40’ından sorumlu olup olguların çoğunluğu üriner kataterle ilişkilidir. Yedi günden fazla katater gerektiren hastaların % 25’inde nozokomial bakteriüri gelişmektedir ki bu hastalarda günlük enfeksiyon gelişme riski % 5’tir. Ülkemizde ÜSE’larının sıklığı konusunda sağlıklı veriler bulunmamakla birlikte bir fikir vermesi açısından Sağlık Bakanlığı’nın yayınladığı istatistiklerden faydalanılabilinir. Buna göre, hastanelerden taburcu olanlar arasında ICD-10 tanı kodlarına göre tüm genitoüriner sistem hastalıklarının sıklığı % 8.8 olduğu bildirilmiştir. Bu sıklığın kadınlarda % 8.6 erkeklerde % 9.1 olduğu rapor edilmiştir. Ancak bu ve- rilerin sadece ÜSE’larına ait olmadığı ve tüm genitoüriner sistem hastalıklarını kapsadığı unutulmamalıdır. Semptomatik ÜSE’ları özellikle cinsel yönden aktif kadınlarda erkeklere göre daha fazla görülmektedir. Her üç kadından birinin 24 yaşına gelene kadar en azından bir kez antibiyotik tedavisi gerektiren ÜSE geçirdiği, ayrıca kadınlarının %40-50’sinin yaşam boyu en az bir kez ÜSE geçirmekte olduğu tahmin edilmektedir. ÜSE geçiren kadınların %20’sinde altı ay içinde yeniden ÜSE gelişmektedir. Daha öncesinde yapılan çalışmalarda kadınlarda rekürren ÜSE sıklığının %24-44 arasında değişmekte olduğu tespit edilmiştir. Erkeklerde ise 1550 yaş arasında ÜSE sıklığı oldukça nadirdir. Bakteriüri prevalansı % 0,1’den azdır. Asemptomatik bakteriürilerin toplumdaki prevalansı % 3,5 civarındadır ve yaşla birlikte artmaktadır. Altmışbeş yaşın üzerindeki kadınların en az % 20’sinde, erkeklerin %10’unda asemptomatik bakteriüri saptanmaktadır. Yalnız yaşayan ve kurumsal bakım alan yaşlılar arasındaki kadınlarda asemptomatik bakteriüri sıklığı % 17-55, erkeklerde ise % 15-31 arasında değişmektedir. Yaşlılık dışında, asemptomatik bakteriüri için risk faktörlerini, parite, diyabet, geçirilmiş ÜSE öyküsü ve düşük sosyoekonomik düzey oluşturmaktadır. ÜSE’ları yaşamın ilk 3 ayında erkek bebeklerde sık görülürken, ilerleyen yıllarda kızlarda daha fazla görülmektedir. Gebelerde de asemptomatik bakteriüri sıklığının % 4-10 arasında olduğu tahmin edilmektedir. Bunların %1-4’ünde ise akut sistit gelişmektedir. Akut piyelonefrit ise özellikle ikinci trimestirde gebelerin %1-2’sinde görülmektedir. Gebelik sırasında karşılaşılan asemptomtik bakteriüri, akut piyelonefrit, düşük doğum ağırlığı, hipertansiyon/ pre-eklampsi ile sonuçlanabileceğinden, gebelikte erken dönemde asemptomatik bakteriüri taramasının mutlaka yapılması önerilmektedir. Son dönem çalışmalarda gebelikte özellikle üçüncü trimestirde geçirilen ÜSE’larının serebral palsi, mental retardasyon ve fetal ölüm riskini arttırdığını göstermektedir. Bu dönemde yapılan ÜSE tedavisi fetal morbiditeyi etkilememekte, bu nedenle gebeliğin erken döneminde asemptomatik bakteriürinin taranması ve tedavi edilmesinin önemine işaret edilmektedir. Diyabetli hastalar diğerlerine oranla 2-4 kat daha fazla artmış bakteriüri riskine sahiptir. Hastane enfeksiyonlarının yaklaşık %40’ı üriner sistemden kaynaklanmaktadır. Bu hastaların % 80’inde üriner katater bulunmaktadır. Hastaneye yatan hastaların %1-2’sinde nozokomiyal ÜSE gelişirken, yoğun bakımda yatan hastalarda prevalansın % 8-21 olduğu tahmin edilmektedir. 3.1.3 Patogenez ÜSE’ları üropatojenler ile konak arasındaki etkileşim sonucu meydana gelirler. Mikroorganizmaların başarılı bir şekilde üriner sistemi enfekte edebilmesi bakterilerin virülans faktörlerine, bakteriyel inokulasyonun boyutuna ve konak savunma düzeneklerindeki bozukluklara göre belirlenir. Bu faktörler ayrıca kolonizasyonun seviyesini ve üriner sistemde yol açacağı hasarı belirlemede rol oynar. Asendan, hematojen ve lenfatik yolla bakteri üriner sisteme tutunur ve hastalık oluşturur. Enfeksiyonun Giriş Yolları Asendan yol Üriner Sistemde bakterilerin kolonize olduğu yegane yer üretradır. Üretrovezikal bileşkenin proksimalinde idrar steril olup, bakteriler asendan yolla, üretra, mesane, üreter ve pelvis renalis yoluyla renal parenkime kadar ulaşırlar. Üriner sistem enfeksiyonu sıklığının yaş ve cinsiyete göre farklılık göstermesi asendan yolun anatomik ve fizyolojik özelliklerinin farklılığı ile ilişkilidir. Kadınlarda ÜSE’na erkeklerden çok daha fazla rastlanılmaktadır. Kadınlarda üretranın kısa oluşu, intestinal bakterilerin perine ve vajen ağzında kolonize oluşu özellikle seksüel aktif çağda ÜSE riskini artırmaktadır. Vezikoüretral reflüsü olanlarda ise üst üriner sistemin enfekte olması daha da kolaylaşır. Postmenapozal dönemde kadınlarda östrojen eksikliğinin tekrarlayan ÜSE için risk faktörü oluşturduğu saptanmıştır. Östrojen eksikliğine bağlı olarak vajinal flora değişmekte, koruyucu özellikteki laktobasillerin yerini koliform bakteriler ve diğer üropatojenler almaktadır. Hematojen yol Kan yoluyla renal parenkima ulaşan bakteriler enfeksiyona yol açabilirler. Stafilokokal bakteriyemi ve/veya endokarditli hastalarda sıklıkla böbrekte abse oluşmaktadır. Deneysel olarak bazı bakteri türleri ve hatta candidanın intravenöz verilmesi sonucunda böbrek parenkim enfeksiyonu oluşturulabilmektedir. Bununla birlikte en sık ÜSE etkeni olan enterik bakterilerin intravenöz yoldan verildiğinde deneysel piyelonefrit oluşturmasının zor olduğu, çoğu zaman obstrüksiyon gibi ek patoloji gerekliliği bildirilmiştir. Bundan dolayı insanlarda hematojen yolla piyelonefrit oluşumunda gram negatif bakterilerin rolü düşüktür. Lenfatik yol Piyelonefritin patogenezinde renal lenfatiklerin rolü çok kesin değildir. Üriner sisteme lenfatik yol ile mikrorganizmaların ulaşması çok nadir görülen bir durumdur. Üriner Patojenler Fakültattif anaerob bakteriler tarafından oluşturulan çoğu ÜSE’nunda köken intestinal floradır. Stafilokok veya candida gibi üropatojenler ise vajinal veya perineal deri florasından köken almaktadırlar. E. Coli ÜSE’larında en sık izole edilen etken olup, toplum kökenli 51 III. Enfeksiyon ve İnflamasyon ÜSE’larının % 85’inden ve hastane enfeksiyonlarının % 50’sinden sorumludur. Toplum kökenli ÜSE’larının geri kalanında ise, Proteus ve Klebsiella’ların yer aldığı gram (-) enterobakterle ile E.faecalis ve stafilokokus saprofitikus gibi gram (+) bakteriler sorumludur. sınıflandırılırlar. Tipik bir pilili bakteri hücresinde 100 ila 400 fimbriya bulunur (Şekil 3.1). En iyi tanımlanmış olan fimbriyalar Tip 1, P ve S tip olanlardır. P fimbriya insan eritrositlerini aglütine etme özelliğine sahip olan mannoz dirençli fimbriyadır. Spesifik mikroorganizmalar Tip 1(mannoz duyarlı) Fimbriya: Tip 1 fimbriyalar hem non-patojenik hemde UPEC suşlarında yaygın olarak eksprese edilirler. Tip 1 fimbriyalar mannozidlere bağlanır ve mannoz varlığında inhibe olurlar. Üriner mukus mannozidler bakımından zengin olduğu için tip 1 fimbriya UPEC’nin adherensinde önemli rol oynamaktadır. Tip fimbriyanın ekspresyonu özellikle ÜSE’nun başlangıç aşamasında bakterinin mesane kolonizasyonu için kritik önem taşımaktadır. Mannozdan etkilenmeksizin insan eritrositlerinde hemaglütinasyon oluşturduğu için ‘mannoza dirençli P fimbriya’ (MRHA) adı verilen fimbriyaları taşıyan UPEC suşlarının akut piyelonefritle ilişkili olduğu gösterilmiştir. Yapılan araştırmalarda bakteriyel adherens şiddeti ile ÜSE’nun derecesi arasında anlamlı ilişki olduğu gösterilmiştir. Her ne kadar MRHA ve P fimbriya akut piyelonefritle yakından ilişkili olsa da, bu virülans faktörlerinin reflü ve renal skar oluşumu ile ilişkili olmadığı gösterilmiştir. Mikobakteriyum tuberkülozis ve diğer non-tüberküloz mikobakteriler özellikle steril piyüri araştırması sırasında, asido-rezistan bakteri kültürleri istendiğinde idrarda tespit edilebilirler. Bu bakteriler rutin aerobik kültürler ile üretilemezler. Üriner sistemin semptomatik anaerob enfeksiyonları nadirdir. Distal üretra, perine ve vajina anaeroblarla kolonize olmasına rağmen, işeme ile alınan idrarların ancak % 1-10’unda anaeroblar tespit edilmektedir. İdrar kültüründe üreme olmayan ve dolum fazı işeme semptomları tarif eden bir hastanın idrar sedimentinin mikroskopik incelemesinde koklar ve gram (-) basiller görüldüğünde anaerob mikroorganizmalardan şüphelenilmelidir. Klamidya gibi mantarlar da rutin aerob kültürlerde saptanamayan ancak ÜSE’larına neden olabilen etkenlerdendir. Bakteriyel virülans faktörleri Bakteriyel virulans özellikleri mikro-organizmanın hem üriner sistemi invaze etmesinde hem de üriner sistemde oluşan enfeksiyonun seviyesinin saptanmasında büyük rol oynarlar. İntestinal florada bulunan üropatojenik E. Coli (UPEC) suşları sadece şans eseri değil, sahip oldukları virülans faktörleri ile perine ve üretrada kolonize olarak üriner trakt içine migrate olabilmektedirler. Benzer virülans faktörleri rekürren enfeksiyona yol açan bakteriyel suşlarda da bulunabilmektedir. UPEC’de virülans faktörlerinin birçoğu patojenite adası adı verilen bir gen bölgesinde bulunmaktadır. Bazı suşlar birden fazla patojenite adası içerebilmektedir. Patojenite adasında P fimbriya, hemolizin ve demir alımı ile ilgili genler bulunabilmektedir. Hemolizinler sitotoksik etkili polipeptidler olup eritrositlerin lizisine neden olurlar. UPEC’de bulunan alfa hemolizin renal tübüler hücrelerde hasara neden olmaktadır. Aynı zamanda alt üriner sistemde de bakterinin persistan olarak kalmasından sorumlu olduğu bilinmektedir. UPEC patogenezinin erken evreleri Bakteriyel Adherens: Bakterinin vajinal ve üroepitelyal hücrelere adherensi ÜSE’nun başlamasındaki temel adımdır. Bakteriyel ve epitelyal etkileşimler bakterinin adheziv özelliklerinin, epitelyal yüzeyin reseptif niteliklerinin veya her iki yüzeyin sıvılarla yıkanma durumunun etkisi altında gerçekleşir. Bakteriyel adhezinler: UPEC üriner sistemde dokulara tutunmak için bir takım adhezinlere sahiptir. Bunlar yapısal özelliklerine göre fimbriyal veya afimbriyal olarak 52 Diğer adhezinler: Tip 1 ve P fimbriya dışında S-tip fimbriya, G-fimbriya ve M, X ve afimbriyal (AFA) adhezinler de bulunmaktadır. Bakteriyel Pililerin in vivo faz değişkenliği UPEC’ler içinde bulundukları ortamın sıvı veya katı olmasına göre pili ekspresyonunda değişkenlik gösterebilmektedirler. Sıvı ortamda pili ekspresyonu artarken, katı ortamlarda pili ekspresyonu kaybolmaktadır. Bakterilerin bu özelliğine ‘faz değişkenliği’ adı verilmekte ve bu durum E.Coli ile oluşan ÜSE’ları sırasında in vivo olarak da oluşabilmektedir. Faz varyasyonu sürecinin belirgin biyolojik ve klinik etkileri mevcuttur. Örneğin Tip 1 fimbriyaların varlığı bakterinin mesane mukozasına tutunmasında bir avantaj olurken, apopitozisi artırarak fagositoz ve nötrofiller tarafından öldürülmeyle sonuçlanan bir dizi olaya da neden olur. Bundan dolayı böbrek dokusunda faz değişkenliği ile bakteri tip 1 fimbriyaya gerek duymaz. Bunun yerine P fimbriya eksprese ederek hücre yüzeyindeki glikolipit reseptörlere bağlanarak böbrek hücresine tutunur. Epitelyal hücrelerin reseptif kapasitesi Vajinal hücreler: Yapılan araştırmalarda E.Coli suşlarının üriner enfeksiyonlara eğilimli olan kadınların vajinal hücrelerine, enfeksiyona dirençli olanlarınkinden daha fazla adherens gösterdiği bulunmuştur. Kadınlardaki bu vajinal hücre farklılığının aynı zamanda bukkal epitelyal hücreler içinde geçerli olduğu gösterilmiştir. Bu gözlemler tekrarlayan ÜSE öyküsü olan kadınlardaki epitelyal hücreler üzerindeki UPEC’e özgü reseptör bölgelerindeki artışın sadece vajinaya sınırlı olmadığını ve ÜSE’larına yatkınlığa yol açan majör faktörün epitelyal hücre reseptivite kapasitesini düzenleyen genotipik özelliklerden kaynaklandığını düşündürmektedir. Artmış HLA-A3 antijen düzeylerinin tekrarlayan ÜSE’ları için bir risk olabileceği de belirtilmektedir. Reseptif Kapasitedeki Değişiklikler: Bakteriyel adherens özelliği menstrüel siklüs günlerine göre incelendiğinde, erken fazda adherensin arttığı ancak ovulasyon sonrası bunun azaldığı bulunmuştur. Premenapozal kadınlar menstrüel siklüsün belli evrelerinde ve gebeliğin erken dönemindeki kadınlar UPEC ve non-patojenik laktobasillerin epitelyal tutunmalarına eğilimli olmaktadırlar. Postmenapozal kadınlarda östrojen seviyesinin azalmasının, tekrarlayan ÜSE’larına eğilimi artırıyor olduğu ve östrojen replasmanının üropatojen bakteri kolonizasyonunu ve ÜSE sıklığını azalttığı rapor edilmektedir. Bazı tip kan grubu antijenlerinin üroepitelyal hücre yüzeyinde bulunup bulunmamasının da kişinin ÜSE’larına eğilimini etkileyebileceği bildirilmiştir. ABO ve P kan grubu antijenleriyle ÜSE rekürrensi arasında anlamlı bir ilişki saptanmaz iken, Lewis kan grup antijenlerinden Le(a-b-) ve Le(a+b-) fenotiplerini eksprese eden kadınlarda tekrarlayan ÜSE’larının anlamlı derecede artmış olduğu gösterilmiştir. Mesane hücreleri: UPEC’in fimH adı verilen komponentinin mesane luminal yüzeyi döşeyen şemsiye hücrelerindeki üroplakin moleküllerine bağlanması, ÜSE’nuyla sonuçlanan müteakip olayları başlatan ilk adım olmaktadır. Mesanede UPEC persistansı: Yüzeyel epitelyuma tutunduktan hemen sonra UPEC hızla hücre içine alınır. FimH UPEC invazyonundaki temel basamaktır. İntraselüler mikroorganizma hızla bölünüp çoğalarak ‘hücre içi bakteri birlikleri’ denilen küme yapılarını oluştururlar. Bu küme yapılarında bakteri boyutunu 3 μm’den 0.7 μm’ye kadar azaltarak biyofilm benzeri bir topluluk oluşturur. Biyofilmler bakterileri antimikrobiyal ajanlar ve konak immünitesi gibi çevresel tehdit unsurlarından korur. Üriner Sistemin Doğal Savunma Mekanizmaları Üretral mukoza dışındaki üriner sistem normalde bakteri kolonizasyonuna dirençlidir. Mikroorganizmalar çoğu kez mesaneye ulaşmadan konak tarafından uzaklaştırılırlar. Bu alt üriner sisteme ait doğal immün yanıtın fiziksel ve moleküler savunma mekanizmaları ile gerçekleştirilir. İdrar antibakteriyel aktiviteye sahiptir. Yüksek üre konsantrasyonu ve ozmolalite, düşük pH birçok mikroorganizmanın üremesine engel olur. Gebe kadınlarda gebe olmayanlara göre ozmolalite ve pH değişimine bağlı olarak idrar, bakterilerin üreyebileceği bir ortam olabilir. Erkeklerde prostat salgılarının antibakteriyel etkisi bulunmaktadır. Mesanenin hızlı akıma neden olan mekanizması fiziksel bariyerlerden birini oluşturmaktadır. Fakat tek başına bakterilerin temizlenmesini sağlayamaz. Konağa ait bazı faktörler (örneğin kataterizasyon) üropatojenlerin epitelyum hücrelerine yapışmasını kolaylaştırır. Düşük vajen pH düzeyleri kolonizasyonu azaltan en önemli faktörlerdendir. Ancak bazı UPEC suşlarının düşük pH’ya dirençli olduğu gösterilmiştir. Kolonizasyon bakteriye ait spesifik özelliklerle ilişkilidir. Epitelyum yüzeyinde ve çevreleyen sıvılardaki reseptör repertuarı, vajinanın üropatojen bakterilerle kolonizasyonu ÜSE’nun başlamasında büyük önem taşır. Bundan dolayı ÜSE’unda kritik basamak üriner sistemin veya vajinanın UPEC ile kolonize olmasıdır. Bakteri hücre içine girdikten sonra enflamatuar yanıtın ortaya çıkmasında birçok molekül rol oynamaktadır. Toll like reseptörler (TLR) patojenle ilişkili molekülleri tanıyan reseptör ailesi olup özellikle TLR-2, 4 ve 11’in ÜSE ile ilişkili olduğu belirlenmiştir. TLR-2 gram (+) bakteri lipoproteinlerini ve lipoteikoik asidi tanır. TLR4 ise lipopolisakkarit (LPS) sinyal reseptörleridir. TLR11’in böbrekte eksprese edildiği UPEC’yi tanıyarak böbreği asendan enfeksiyondan koruduğu bildirilmiştir. Üriner sistemin doğal bağışıklığında idrardaki proteinler oldukça önem taşımaktadır. Tomm-Horsfall proteini (THP) böbrekten salınır ve normal insan idrarında bol miktarda bulunur. THR UPEC’nin Tip 1 fimbriyasına bağlanarak bakterinin adhezyonunu ve kolonizasyonunu engeller. Yapılan araştırmalarda THP’ini eksprese eden geni çıkarılmış olan farelerin ÜSE’larına oldukça duyarlı oldukları belirlenmiştir. Kompleman sistemi hem alternatif yoldan hem de klasik yoldan aktive edildiğinde, bakterileri opsonize ederken aynı zamanda konak doku hasarına da neden olabilir. C3 kompleman komponenti bakteri hücre zarında birikerek epitelyal reseptörler için ligant görevi görür. Gram negatif bakteri lipopolisakkaritleri monosit ve makrofajlardan tümör nekroz faktör alfa (TNF-a), interlökin 1 (IL-1), IL-6 ve IL-8 gibi proinflamatuar sitokinlerin salınımına neden olmaktadır. Kemokin yanıtında P-fimbriyanın etkin olduğu, P fimbriyalı E.Coli suşuna hızlı kemokin (IL-8) yanıtı olmasına rağmen, P fimbriyası olmayan E.Coli suşlarına kemokin yanıtının olmadığı bildirilmiştir. Patojen ve konak üriner sistem hücreleri arasındaki moleküler etkileşim klinik tablonun oluşumunda oldukça önem taşımaktadır. ÜSE’larında konağın hümoral yanıtı ile ilgili çeşitli araştırmalar yapılmış olmasına rağmen mekanizma tam olarak anlaşılamamıştır. Akut piyelonefrit sırasında sistemik antikor yanıtı oluşmaktadır. UPEC’in O ve K antijenlerine karşı aynı zamanda Tip 1 ve P fimbriyasına karşı antikorlar oluşmaktadır. Üst üriner sistemin aksine, alt ÜSE’larında serolojik yanıt çok düşüktür. İmmün yanıtın çok düşük olması, tekrarlayan alt ÜSE’larını açıklayabilir. 53 III. Enfeksiyon ve İnflamasyon Konak Savunma düzeneklerinde oluşan değişiklikler Obstrüksiyon: Obsrüksiyon normal idrar akışını inhibe ederek staza ve mesaneyle böbreğin savunma düzeneklerini bozulmaya yol açar. Üriner staz ayrıca bakterilerin çoğalmasına ve ürotelyal hücrelere tutunma yeteneklerinde artışa neden olarak şiddetli enfeksiyon oluşmasına yol açabilmektedir. Veziko-üreteral Reflü (VUR): İleri derecede reflüsü ve ÜSE’nu olan çocuklarda renal skarlaşma, proteinüri ve sonunda böbrek yetmezliği ile karakterize progresif böbrek hasarı oluşmaktadır. Erişkinlerde beraberinde eşzamanlı üriner staz yok ise VUR renal fonksiyonlarda bozulmaya neden olmamaktadır. Altta yatan hastalıklar: Diyabetes mellitus (DM), nefrokalsinozis, hiperfosfatemi, hiperkalemi, aşırı analjezik tüketimi, sulfonamid nefropatisi, gut, ağır metal zehirlenmesi, ve yaşlanma gibi altta yatan bozuklukların varlığında kronik intersitisyel nefrit aracılığıyla renal skar oluşumu meydana gelebilmektedir. Diyabetes Mellitus: Klinik olarak semptomatik ve asemptomatik ÜSE’nu sıklığı diyabetik olan kadınlarda daha fazla görülmektedir. Ancak benzer bir sıklık artışı diyabetik erkekler için geçerli değildir. Ayrıca hospitalizasyon gerektiren akut piyelonefrit sıklığı diyabetik kadınlarda, erkeklere göre 4 kat daha çok olmaktadır. Diyabetik hastalarda çoğu ÜSE asemptomatik olmakla birlikte, diyabetin daha şiddetli bir enfeksiyon gelişimi açısından predispozan bir faktör olduğu vurgulanmaktadır. Diğer taraftan glikozürinin enfeksiyon riskini artırıyor olduğunu gösteren bir kanıt henüz ortaya konmuş değildir. Renal Papiller Nekroz (RPN): RPN renal medulladaki piramid ve papilların koagülatif nekrozuna denilir. RPN piyelonefrit veya intersitisyel nefritin en ileri düzeyde böbreği etkilemesi olarak da tanımlanabilir. RPN gelişmesinde enfeksiyonun rolü tartışmalıdır. RPN gelişimiyle ilgili çok sayıda predispozan durum mevut olup, bunların başında DM, orak hücreli anemi, analjezik nefropatisi ve obstrüksiyon gelir. RPN ölümle sonuçlanabilen akut ataklardan, sinsi ilerleyen kronik böbrek yetmezliğine kadar çok faklı klinik tablolar ile kendini gösterebilir. Nekrotik papilla parçaları enfeksiyon veya üriner enfeksiyona sebep olabilirler. Obstrüksiyon oluşması ürolojik bir acil durumdur ve ya nekrotik obstrüktif dokunun üreterorenoskopiyle alınması veya stent ya da nefrostomi yerleştirilmesini gerekebilir. HIV: ÜSE’ları HIV pozitif olan hastalarda 5 kat daha sık gözlenmekte ve tekrarlama eğilimi ve daha uzun tedavilere gereksinim göstermektedirler. Gebelik: Gebelik sırasında gözlenen bakteriüri prevalansı % 4-7 arasında değişmektedir. Tedavi edilmeyen 54 bakteriürik gebelerin %25 ila %35’inde ise klinik olarak akut piyelonefrit gelişmektedir. Bu olayın gebeliğe sekonder gelişen hormonal değişikliklere bağlı oluşan üreteral ve renal pelvis dilatasyonuyla ilişkili olabileceği bildirilmelidir. Ayrıca gebe kadınlardan alınan idrar örnekleri incelendiğinde bunların pH değerleri bakımından gebeliğin tüm evrelerinde E.Coli çoğalması için daha elverişli bir hale geldiği bulunmuştur. Yine ilk trimestirde tedavi edilmeyen bakteriüri tespit edilen gebelerin yaklaşık yarısında üst üriner sistemde bakteriüri tespit edildiğinden bu kadınlarda akut piyelonefrit daha sık gelişmektedir. Yapılan araştırmalarda uzamış bakteriüri ve piyelonefrite bağlı olarak böbrekte anlamlı radyolojik anormalliklerin gelişebileceğini göstermiştir. Yüksek basınçlı mesaneyle seyreden spinal kord hasarı: Bakteriürisi olan hiçbir hasta grubunda, spinal kord hasarlı hastalardaki kadar şiddetli morbidite gözlenmemektedir. Bu olguların hemen hepsi geçirdikleri travma sonrasında devamlı veya aralıklı üretral kateterizasyon gereksinimi duyulan hastalar olup, bunların çoğunda, üreteral dilatasyon, hidronefroz, veziko-üreteral reflü ve böbrek taşı gelişmektedir. Ancak son yıllarda bakteriyolojik ve ürodinamik gelişmeler bu hastaların tedaviyle iyileşmesine ve morbiditelerinde ise anlamlı azalma sağlamıştır. 3.1.4 Semptom ve bulgular Sistitli hastalar sıklıkla disüri, pollaküri, ve/veya aciliyet hissiyle başvururlar. Suprapubik ağrı ve hematüri ise daha nadir görülür. Alt üriner sistem semptomları (AÜSS) ÜSE’lu hastalarda çoğunlukla üst üriner sistem bulguları ortaya çıkmasından birkaç gün öncesinde mevcuttur. Piyelonefritte klasik olarak ateş, üşüme titreme ve yan ağrısı görülür. Beraberinde bulantı ve kusmada görülmektedir. Renal veya perirenal abseli olgularda subfebril ateş, kostovertebral açı hassasiyeti ve flank (bel) bölgesinde şişlik ile başvurabilirler. Yaşlı hastalarda semptomlar belli belirsiz veya tamamen asemptomatik olabilirler. Üretral kataterli hastaların büyük çoğunluğunda asemptomatik bakteriüri mevcuttur, ayrıca bunlarda ateş ve beraberinde hayati tehdit eden ciddi bakteriyemi gelişebilmektedir. Tanı Üriner sistem ve idrar normalde bakteri ve enflamatuar hücre içermez. Olası ÜSE’nu tanısı direkt veya indirekt tam idrar analizi ve bunun idrar kültürü ile teyit edilmesiyle konulur. İdrar toplanma yöntemleri İşeme ve kataterizasyon ile örnek toplama: İdrar akımı sırasında bakteriyel kontaminasyon oluşması elimine edilerek idrar tetkikinin tanısal doğruluğu arttırılabilir. Sünnetsiz erkeklerde idrar alınırken sünnet derisinin retrakte edilerek glansın sabunlu suyla silinmesi gerekmektedir. Hasta spontan idrarını yapabiliyor olduğu sürece erkek hastaları kataterize ederek idrar almaya gerek yoktur. Bayan hastalarda introital vajinal kontaminasyonu önlemek için her iki labium yanlara açıldıktan sonra bir gazlı bez ile temizlik yapılıp orta idrar örneği alınmalıdır. Suprapubik Aspirasyon: Suprapubik aspirasyon ile idrar örneği alınması özellikle yenidoğan bebeklerde yararlıdır. Bunun dışında spinal kord hasarı gibi spontan işeme sorunu olan hastalarda uygulanabilinir. Ancak yöntem morbiditeye yol açabildiğinden klinikte uygulanırlığı sınırlı olmaktadır. İdrar Analizi: ÜSE’nu tanısının ilk basamağı idrarın mikroskopik olarak incelenmesidir. Orta akım idrar örneğinin 2000 rpm’de beş dakika santrifüj edilip, sedimentin mikroskopta büyük büyütmede incelenmesinde her sahada 2 veya daha çok lökosit görülmesi piyüri göstergesidir. Daha kesin bir tanımla orta akım idrarında lökosit kamarasıyla yapılan sayımda mm3’de 10 veya daha fazla lökosit bulunması piyüridir. Piyüri nonspesifik bir bulgudur ve her zaman bakteriyel enfeksiyon göstergesi değildir. Tüberküloz, staghorn veya daha küçük boyutlu taşlarda ÜSE’nu olmaksızın piyüri görülebilir. Üriner sistem travması geçirenlerde, klamidyal üretritten, glomerulonefrit ve intersitisyel sistite uzanan klinik durumların hepsinde idrarda piyüri görülebilir. Bunun dışında hidrasyon durumu, doku reaksiyonunun şiddeti ve idrarı alma yöntemine göre enfekte olmayan bir kişide idrar sedimentinde herhangi bir sayıda lökosite rastlanılabilinir. Hızlı İdrar İnceleme Yöntemleri: Tahmini ÜSE tanısı için bakteri varlığını gösteren birçok hızlı test bulunmaktadır. En yaygın kullanılan idrarda nitrit varlığının gösterilmesidir (bakteri idrardaki nitratı nitrite indirger. Enterokok gibi nitratı indirgemeyen bakterilerde yalancı negatif sonuçlar elde edilebilir. Lökosit esteraz testi piyüri varlığını gösteren hızlı bir tarama testidir. Lökosit esteraz polimorf nükleuslu lökositler tarafından salgılanan bir enzimdir. Çeşitli dipstick testlerle lökosit esteraz, nitrit, kan ve proteine tek tek bakılabildiği gibi kombine edilerek de bakılabilir. Lökosit esteraz ve nitrit testlerini bir arada bulunduran testler en yaygın olanlardır. Geleneksel idrar kültürü ile kombine nitrit ve lökosit esteraz testlerinin karşılaştırıldığı bir çalışmada, bunların tanısal duyarlıklarının % 71 özgüllüklerinin ise % 83 olduğu bildirilmiştir. İdrar Kültürü: Alınan idrar örneğinin kantitatif ekimi için steril kalibre özeler kullanılır. Platin öze ile 0.01 ve 0.001 ml alınıp, çizgi ekimi ile agar yüzeyine yayılan idrar kültürü 37oC’de 24 saat aerob şartlarda inkübe edilir. Organizmaların toplam sayısı 102 veya 103 ile çarpılıp ml.’deki bakteri sayısı hesaplanır. Farklı besiyerlerinin kullanılması farklı mikroorganizmaların ayırt edilmesinde ve tanının daha hızlı koyulmasına yardımcı olur. MacConcey agar ve % 5 koyun kanlı agar sıklıkla kullanılan besi yerleridir. Üretra ve periüretral bölgede bakteri kolonizasyonu olması nedeniyle, idrar vajinal kanal veya perineumdan kolaylıkla kontamine olabilir. İdrar kültüründe koagülaz (-) stafilokoklar, difteroid basiller, koliform basiller, Lactobacillus spp., alfa hemolitik streptokoklar, bacillus spp., kontaminasyona neden olabilen bakterilerdir. Orta akım idrarındaki bakteri sayısı ÜSE’nunu kontaminasyondan ayıran bir kriterdir. ÜSE olan hastanın mesanesindeki idrarın her ml.’de 105 bakteri bulunur. Enfeksiyonu olmayanlarda mesane sterildir ve genellikle ml.’deki bakteri sayısı 104’ün altındadır. Fakat semptomatik alt ÜSE olan kadınların 1/3’ünde ml.’deki bakteri sayısı 105’den azdır. Klinik pratikte yaygın olarak başvurulan güncel tedavi kılavuzlarında 102 koloni oluşturan birim/ml ve üzeri sayıdaki üropatojen bakteriyel sistit tanısı için yeterli kabul edilmektedir. Kontaminasyonun düşük olduğu erkeklerde 1000 ve daha fazla sayıda organizma varlığı enfeksiyon göstergesi olabilir. Sayısı ml.de 10.000’den az olan organizmalar genellikle deri florası üyeleri difteroidler, neisseria ve stafilokoklardır. Asemptomatik kişilerde birden fazla etkenin izolasyonu kontaminasyon göstergesidir. Enfeksiyonun lokalizasyonu Ateş ve yan ağrısı Ateş ve yan ağrısının piyelonefriti işaret ettiği düşünülmektedir. Ancak bu görüşü test eden çok az sayıda araştırma mevcuttur. Çocuklarda ve erişkinlerde yapılan agresif lokalizasyon çalışmalarında ateş ve hatta yan ağrısının bakteriürik hastalarda enfeksiyonun sadece mesaneye lokalize olduğu durumlarda da görülebildiği bildirilmiştir. Üreteral kataterizasyon Üreteral kataterizasyon ile üst ve alt üriner sistemdeki bakteriyel persistans ayrımı, hatta sağ ve sol böbrek arasında, veya ektopik üreterler ile reflü olmayan üreteral güdüklerdeki enfeksiyon varlığı separe olarak gösterilebilir. Fazla sayıda bakteriürik hasta bu teknik ile incelendiğinde, olguların % 45’inde sadece mesane enfeksiyonu, %27’sinde ünilateral renal bakteriüri ve %28’inde bilateral renal kökenli bakteriüri olduğu gözlenmiştir. Doku ve taş kültürleri Klinikte taşların kültüre gönderilmesi bunların içerisinde var olabilecek bakteri odaklarının dokümente edilmesi açısından yararlıdır. Doku parçalarının kültüre gönderilmesi ise öncelikle araştırmaya yönelik çalışmalarda kullanılır. Steril bir teknik kullanılarak ameliyathane ortamında hastadan çıkarılan taşlar veya doku 55 III. Enfeksiyon ve İnflamasyon parçaları 5 mL serum fizyolojik içeren steril tüplere konularak bakteriyoloji labaratuarına gönderilir. Burada 0.1 mL.’lik fragmanlar hem kanlı agar hem de EMB agara ekilir. Taşın veya dokunun yüzeyindeki bakteriler ile taşın içerisindeki bakterilerin varlığını gösterebilmek için yüzeyden alınan örnekler ile taşın içerisinden alınan örnekler ayrı ayrı kültür ortamlarına ekilmelidir. 3.1.5 Görüntüleme ÜSE’nu geçiren olguların büyük çoğunluğunda tanı için klinik ve laboratuar bulguları yeterlidir. Bu nedenle görüntüleme yöntemlerine ihtiyaç duyulmaz. Üriner enfeksiyon tablosu ile başvuran hastalarda radyolojik inceleme yapmanın amacı üriner enfeksiyona eşlik eden patolojileri saptamak, klinik tablonun seyri sırasında gelişebilecek komplikasyonları tespit etmek, gerektiğinde girişimsel işlemlere kılavuzluk etmek ve tedavinin etkinliğini kontrol etmektir. Radyolojik tanı yöntemlerine tedaviye yanıtı iyi olmayan hastalarda, klinik durumun tedavi altında bozulduğu ve bir komplikasyonun eşlik ettiği hallerde, veya atipik klinik belirtiler ile başvuran olgularda gereksinim duyulur. Direk üriner sistem grafileri ve ultrasonografi genellikle ilk başvurulan tetkik yöntemleridir. Gerekli olgularda pelvikalisiyel sistemi incelemek ve böbreklerin süzme fonksiyonlarını değerlendirmek için intravenöz ürografi (İVÜ) yapılabilir. Eğer vezikoüreteral reflüden şüphe ediliyorsa voiding sistoüretrografi istenebilir. Bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans görüntüleme ileri inceleme yöntemleri olup, komplike olguların incelenmesinde kullanılır. Ciddi risk faktörlerinin olmadığı durumlar dışında kadınlarda İVÜ’nin tekrarlayan ÜSE’larında gerekli olmadığı gösterilmiştir. Ancak yüksek riskli kadınlarda, örneğin febril ÜSE’nu ile başvuranlarda ve çoğu erkek hastada, antimibrobiyel tedaviye ilaveten radyolojik değerlendirme yapmak gerekmektedir. Akut piyelonefritli hastalarda potansiyel üreteral obstrüksiyon şüphesinde, üriner sistem taş hastalığı öyküsü olanlarda, renal papiller nekrozu düşündüren klinik durumlarda (örneğin orak hücreli anemi, DM veya aşırı analjezik kullanımı hikayesi), geçirilmiş genito-üriner sistem cerrahisi öyküsü olanlarda, antibiyotik tedavisine rağmen semptomları devam edenlerde; diyabetlilerde, polikistik böbrek hastalığı mevcudiyetinde, nöropatik mesanesi olanlarda ve tüberküloz, mantar enfeksiyonu gibi olağan dışı mikrorganizmalarla enfeksiyon şüphesi olan hastalarda radyolojik araştırma yapma endikasyonu bulunmaktadır. Kaynaklar Urogenital Infections, editors; Naber KG, Schaeffer AJ, Heyns CF, Matsumoto T, Shoskes DA, Johansen TEB, edition 2010, Copyright European Associaiton of Urology-International Consultation on Urological Diseases. Infections of the urinary tract, in Campbell-Walsh Urolopgy, 10th edition, editors; Wein AJ, Kavoussi LR, Novick AC, Partin AW, Peters CA, Elsevier 56 Publisng Co., 2012. Grabe M, Bjerklund-Johansen TE, Botto H, Wullt B, Çek M, Ne haber KG, Pickard RS, Guidelines on Urological Infections, European Association of Urology Guidelines, 2011 edition. Smith’s General Urology, 17th edition, editors; Emil A. Tanagho, Jack W. McAnnich, Mc Graw Hill Companies, New Yorh, 2008. 3.1.6 Antibiyotik tedavisinin genel prensipleri Üriner sistem enfeksiyonları (ÜSE) en sık hastaneye başvuru sebeplerindendir. ÜSE nazokomial enfeksiyonlar içerisinde önemli yer tutar. ÜSE tedavisi mutlak bakteri eleminasyonunu gerektirir. Antimikrobiyal tedavinin etkinliği antibiyotiğin idrardaki miktarı ve bu miktarın enfeksiyona sebep olan mikroorganizmanın minimum inhibitör konsantrasyon değerinin üzerinde kaldığı süre ile ilişkilidir. Bu yüzden enfeksiyonun ortadan kaldırılması üriner sistemde bulunan bakterinin, idrardaki antibiyotik konsantrasyon düzeyine olan hassasiyetine bağlıdır. Bakteri̇ yel di̇ renç Direnç, bir bakterinin antimikrobiyal bir etkenin öldürücü veya üremeyi durdurucu etkisine karşı koyabilme yeteneğidir. Direnç gelişimi, yayılımı gereksiz ve uygunsuz antibiyotik kullanılmasına veya bakterinin oluşturduğu savunma mekanizmalarına bağlanabilir. Yıllar içerisinde antibiyotiklerin yoğun bir şekilde kullanıma girmesi ile dirençli mikroorganizmalar ortaya çıkmış ve bu mikroorganizmaların sebep olduğu enfeksiyonların tedavisinde ise büyük sorunlar yaşanmıştır. Günümüzde tüm dünyada hızla yeni antimikrobiyal ilaçlar geliştirilmekte iken, bunlara süratle direnç kazanan mikroorganizmalarla oluşan enfeksiyonlar bildirilmekte ve sorunun boyutları giderek büyümektedir. Bakteriyel direnç: a)Doğal (inherited) direnç b)Kazanılmış kromozomal direnç c)Ekstrakromozomal kaynaklı direnç şeklinde gelişebilir Doğal Direnç: Bakteriler antibiotiklerin bakteriye etki edecek bir mekanizmaya sahip olmamasından dolayı antibiyotiğe doğal direçli olması durumudur. Proteus ve pseudomonas nitrofurontoine her zaman dirençlidir. Kazanılmış kromozomal Direnç: Mikroorganizmanın genetik özelliklerindeki değişmelerden dolayı eskiden duyarlı olduğu bir antibiyotikten etkilenmemesidir. Enfeksiyon tedavisi sırasında ortaya çıkar. Antibiyotik verilmeden önce mutator denilen düşük miktarda bulunan dirençli bakteriler yeterli dozda antibiyotik verilmemesi veya hasta uyumunun iyi olmaması durumunda artar. Böylece ortamda antimikrobiyal ajana dirençli bakteriler hakimiyet kazanır. Ekstrakromozomal kaynaklı direnç: Plazmidler, ekstrakromozomal genetik elemanlardır. Bakterilerde dirençliliği sağlayan genleri taşıyan plazmidlere direnç plazmidleri (direnç faktörü, R plazmidleri) adı verilir. Transpozonlar, direncin taşınmasında rol oynayan diğer bir özel DNA parçasıdır. Bunlar hem kromozomal DNA üzerine, hem de plazmidler üzerine sokulabilen daha ufak ve hareketli DNA parçacıklarıdırlar. Transpozonlar, plazmidden-plazmide, plazmidden-kromozoma kolayca atlayabildiklerinden, bakteri topluluklarında direnç materyalinin hızla yayılmasına yol açarlar. Florokinolonlarda nadir nitrofurontoin de hiç görülmeyen direnç mekanizmasıdır. Antimikrobiyel direnç gelişimi antibiyotiğin kullanım süresinden ve miktarından etkilenir. Son 5 yılda TMPSMX, ampisilin, sefalotine karşı rezistan prevelans oldukça artmıştır. E. Coli için florokinolonlara karşı direncin %1 den % 10’a yükseldiği rapor edilmiştir. Anti̇ mi̇ krobi̇ yal İlaç Seçimi Enfeksiyonun komplike olup olmaması, olası patojene karşı ilaç spektrumunun bilinmesi, alerji öyküsü, olası yan etkiler, renal ve hepatik toksisite, maliyet, barsak ve vajen florasına etki ampirik tedavide ilaç seçimini etkileyen faktörlerdir. Ürolojide sık kullanılan antibiyotiklerin etki ve direnç gelişim mekanizmaları Tablo 3.1’de gösterilmiştir. Endikasyonuna göre antibiyotik kullanımını kanıtlanmış enfeksiyon varlığında antibiyotik kullanımını: ampirik antibiyotik kullanımı, profilaktik antibiyotik kullanımı şeklinde ayırabiliriz. a. Kanıtlanmış enfeksiyon varlığında antibiyotik kullanımı Enfeksiyon etkeninin mikrobiyolojik yöntemlerle tespiti, hastanın öyküsü ve fizik muayene sonucunda da enfeksiyon varlığının kanıtlanmış olması gerekmektedir. Enfeksiyon etkeninin gösterilmesinde en hızlı, kolay ve ucuz yöntem alınan örneğin gram boyaması olmasına rağmen altın standart yöntem etkenin kültürde üretilmesidir. Kültürde etken belirlendikten sonraki aşama antibiyotik duyarlılığının belirlenmesidir. b. Ampirik antibiyotik kullanımı Etken belirlenmeden olası patojen ve duyarlı olabileceği antimikrobiyal ajanlardan biriyle tedavi etme yöntemidir. . Ampirik tedavinin başarılı olabilmesi için endikasyonun doğru olması gerekmektedir. Ampirik antibiyotik kullanımına başlamadan önce, hastadan uygun örnekler mutlaka alınmalı ve mikrobiyolojik incelemeleri yapılmalıdır. Kültür sonucuna göre gerekiyorsa uygun değişiklikler yapılmalıdır. c. Profilaktik antibiyotik kullanımı Yüksek olasılıkla kişide enfeksiyon gelişeceğini düşünüyorsak, bu duruma engel olmak için etkenle karşılaşmadan önce veya karşılaştıktan kısa bir süre sonra antibiyotik verilmesine profilaktik antibiyotik kullanımı denmektedir. Üri̇ ner Si̇ stem Enfeksi̇ yonlarinda Sık Anti̇ bi̇ yotikler Kullanılan Tri̇ metopri̇ m- Sülfametaksaz (TMP-SMX) ÜSE tedavisinde en sık kullanılan kombinasyondur. TMP ye SMX eklenmesi sinerjistik etki yaparak direnç gelişme riskini azaltır. Enterokoklar ve pseudomonas türleri dışındaki üropatojenlere karşı etkilidir. Maliyetinin ucuz olması barsak florasına özgü yan etkisinin az olması en büyük üstünlükleridir. En sık görülen yan Tablo 3.1Ürolojide sık kullanılan antibiyotiklerin etki ve direnç gelişim mekanizmaları ( Campbell-Walsh Urology, 10 th ed. 2012, Saunders Section IV, Chapter 8) Ilaçlar Etki mekanizması İlaç direnci gelişim Mekanizması Beta-Laktamlar Aminoglikozidler Kinolonlar Nitrofurontoin TMP-SMX Vankomisin Bakteri duvar sentezi inhibisyonu Ribozomal protein sentezi inhibisyonu Bakteriyel DNA gyrase inhibisyonu Bakteriyel enzim inhibisyonu Bakteriyel folik asit antagonistliği Hücre duvarı sentezi inhibisyonu Beta-laktamaz üretimi Hücre duvarındaki por genişliğini azaltma Bakteri içine ilaç girmesini engelleme Aminoglikozide modifiye edici enzim üretme DNA grase bağlanma bölgesine mutasyon Hücre duvarındaki por genişliğini azaltma Ortaya konulamamıştır Çevreden hücre içine folik asit alınması Peptidoglikanların enzimatik değişimleri 57 III. Enfeksiyon ve İnflamasyon Tablo 3.2. Enfeksiyöz komplikasyonların gelişimine sebep olan risk faktörleri (EAU Guidelines for the management of urinary and male genital tract infections. European Association of Urology, 2011.) HASTAYA AİT FAKTÖRLER BAKTERİ YÜK ARTIŞINA SEBEP OLAN DURUMLAR Malnutrisyon Preoperatif uzun süre hastanede kalma İleri yaş Rekürren idrar yolu enfeksiyonu öyküsü Sigara Barsak segmenti kullanılan operasyonlar Anatomik anomaliler Uzun süreli dren mevcudiyeti Kronik steroid kullanımı Üriner obstrüksiyon İmmun yetmezlik Üriner taş varlığı Diyabet Obezite Enfeksiyon varlığı Tablo 3.3. Cerrahi yara sınıflaması ve yara enfeksiyonu riski (Ürolojik girşimlere göre düzenlenmiş hali) (EAU Guidelines for the management of urinary and male genital tract infections. European Association of Urology, 2011.) Açıklama Açık veya laparoskopik Endoskopik ürolojik ürolojik ameliyatlar enstrümentasyon ve (örnekler) ameliyatlar (örnekler) Temiz Ürogenital sisteme Basit nefrektomi Sistoskopi (%1-4) girilmemiş. Planlı skrotal cerrahi Ürodinamik çalışma İnflamasyona ait bir Vazektomi TUR-MT(küçükbulgu yok Varikoselektomi fulgirasyon) Ameliyat tekniğinde ESWL hata yoktur Künt travmalar Temizkontamine (%4-10) Ürogenital sisteme girilmiş. Az veya hiç saçılma yok Ameliyat tekniğinde hata yok Nefron koruyucu tümör rezeksiyonu Total/ radikal prostatektmi Kontamine (%10-15) Gastrointestinal içeriğin saçılması İnflamatuar doku varlığı Ameliyat tekniğinde major hatalar Gastrointestinal hastalık birlikteliği Travma cerrahisi Kirli- Enfekte (%15-40) Öncesinde enfeksiyon varlığı Ameliyat sırasında organlardan birinin perfore olması Eski travmatik yara Abse drenajı Büyük kirli yaraya travma cerrahisi 58 TUR-M TUR-P URS Prostat biyopsisi TUR-P İmpakte proximal taşa yönelik girişim Komplike PCNL İnfeksiyon taşı cerrahisi etkiler kızarıklık, aşırı duyarlılık, fotosensitivite ve hematolojik toksisitedir. Gebelerde ve warfarin kullanan hastalarda kullanılmamalıdır. Ni̇ trofurantoi̇ n Pseudomonas ve proteus türleri dışındaki bir çok üropatojene etkilidir, idrardan hızla atılırken birçok doku düzeyinde törapatik düzeye ulaşmaz. Komplike idrar yolu enfeksiyonları ve üst sistemde kullanılmamalıdır. Tedavi ve profilakside barsak ve vajinal floraya etkisinin minimal olması nedeniyle kırk yıldır etkin biçimde kullanılmaktadır. Yan etkileri arasında 1)Periferal nöropati (özellikle renal fonksiyon bozukluğu, anemi, DM, elektrolit dengesizliği olan hastalarda) 2)Hem G6PD eksikliği olan hastalarda hemoliz 3)Pulmoner hipersensitivite reaksiyonu Ayrıca kreatinin klirensi 50 ml/dk. den düşük olan hastalarda yeterli konsantrasyon sağlanamadığından kullanılmamalıdır. Magnezyum ve kinolonlarla antagonistik etki gösterdiğinden beraber kullanılmamalıdır. Sefalospori̇ nler Tüm sefalosporinler ÜSE tedavisinde etkin olarak kullanılır. Enterobacteria türüne oldukça etkinken, enterokoklara zayıf etkilidir. Birinci kuşak sefalosporinler gram pozitif organizmaların yanında E.Coli ve klebsiella pneumoniae gibi üropatojenlere karşı oldukça etkiliyken ikinci kuşak sefalosporinlerin anaeroblara karşı etkinliği vardır. Üçüncü kuşak sefalosporinler toplum kökenli ve nazokomial gram negatif organizmalara beta laktam antibiotiklerden daha etkilidir. Standart tedaviye dirençli enfeksiyonlar ve komplike enfeksiyonlarda kullanılmamalıdır. Gebelikte kullanımı güvenlidir, Alerjik reaksiyonlar, gastrointestinal şikayetler, enjeksiyon yerinde alerji bilinen yan etkileridir. Penisilin alerjisi olan hastalarda kullanılmamalıdır. Ami̇ nopeni̇ si̇ li̇ n Ampisilin ve amoksisilin geçmişte uzun yıllar ÜSE tedavisinde kullanılmış ancak günümüzde % 40-60 arasında direnç gelişimi olduğundan kullanım azalmıştır. Vajina ve barsak florasına etki ettiğinden dirençli türlerin reenfeksiyonuna ve kandida vajinitine sebep olur. Beta laktamaz inhibitörü klavulinik asidin amoksisiline eklenmesiyle beta laktamaz üreten dirençli bakterilere karşı etkinlik artmıştır. Maliyetinin yüksek, yan etkilerinin fazla olması kullanımını kısıtlamıştır. Geniş spektrumlu penisilin türevleri (piperasilin, mezlosislin gibi) dirençli gram negatif bakterilere karşı etkilidir. Nazokomial enfeksiyonlar ve komplike olmayan pyelonefrit parenteral tedavisinde ilk tercih edilen antibiotik gru- budur. Amoksisilin ve ampisilin kullanımında alerjik reaksiyon, ishal, makulopapüler döküntü ve trombosit agregasyonunda azalma gibi yan etkiler görülür. Allopurinol tedavisi alan hastada döküntü görülebilir. Amoksisilin klavunik asit kullanımında ishal gastrointestinal şikayetler bilinen yan etkilerdir. Akut intertisyel nefrit metisilinin bilinen yan etkisidir Ami̇ nogli̇ kozi̇ dler Ateşli üriner sistem enfeksiyonlarında aminoglikozidlerin ampisilin veya TMP-SMX ile kombinasyonu ilk tercihtir. Aminoglikozidlerin nefrotoksik ve ototoksik etkileri vardır. Ototoksik etki vestibüler ve veya işitme komponentlerinde görülür. Nefrotoksik etki en sık nonoligurik azotemiye sebep olabilir. Günde tek doz kullanım uygulaması etkinlik ve toksik yan etkiyi azaltması açısından önerilmektedir. Gentamisin için 5 mg/kg ve tobramisin için 7 mg/kg dozları uygundur. Floroki̇ nolonlar Florokinolonlar geniş spektrumlu antibiyotikler olup enterobakteriaceae türleri ve P.Aeruginosa , S.aerus ve S.saprophyticusa karşı oldukça etkilidir. Birçok anaerob bakteri ilaca dirençli olduğundan vajina ve barsak florasına etkisi yoktur. İlacın uygunsuz kullanımına bağlı olarak direnç gelişiminin arttığını bildiren yayınlar mevcuttur. Bu ilaçlar nefrotoksik olmamakla birlikte, böbrek yetmezliğinde doz ayarlaması gerekir.(Kreatinin klirensi < 30ml/dk ise). Yan etkiler sık olmamakla birlikte gastrointestinal sorunlar, allerjik reaksiyonlar, aşil tendon rüptürü (20/100000) bilinen yan etkilerdir. Çocuklar ve gebelerde kıkırdak gelişimini olumsuz etkilediğinden kullanılmamalıdır. Antiasit, demir sukralfat kullanımı emilimini azaltır. Epilepsi hastalarında nöbet eşiğini düşürdüğünden kullanılmamalıdır. Antidiyabetik ilaç kullanan hastalarda kan şekeri düzeyini değiştirdiğinden dikkatli kullanılmalıdır. Fosfomi̇ si̇ n Fosfomisin yıllar önce kullanılmış bir antibiyotik iken yeni antibiyotiklere direnç gelişimi ile birlikte tekrar eski popülaritesini kazanmıştır. Fosfomisin bir fosfonik asit türevi olup trometamine ile kombine edilerek etkinliği artırtırılmış bir tuz bileşiğidir. Bakteri duvar sentezini inhibe ederek E. coli, Enterococcus faecalis, Staphylococcus epidermidis, Staphylococcus aureus, Streptococcus pneumoniae, Enterobacter, Klebsiella ve Proteus türleri, Serratia ve Salmonella gibi gram(+) ve gram(-) bakterilere karşı oldukça etkilidir. Pseudomonas aeruginosa, Bacteroides fragilis, Listeria monocytogenes and Acinetobacter baumanii bakterileri dirençlidir. Üç gramlık saşe formları komplike olmayan ÜSE’de 1 kez, prostatit durumunda üç günde bir 21 gün süreyle kullanılması önerilir. Bilinen yan etkileri ishal, başağrısı ve vajinittir. Gebelik kategorisi B’dir. 59 III. Enfeksiyon ve İnflamasyon Tablo 3.4. Ürolojik cerrahide enfeksiyona neden olan patojenler ve profilaksi için önerilen antibiotikler (EAU Guidelines for the management of urinary and male genital tract infections. European Association of Urology ,2011. Prosedür Patojenler Profilaksi Antibiyotikler Ayrıntılar TRUS prostat Biopsisi Enterobactereciae Anaeroblar Tüm hastalara Florokinolonlar TMP+SMX Düşük riskli hastalarda tek doz Sistoskopi Ürodinamik inceleme Enterobactereciae Enterokoklar stafilokoklar Enterobactereciae Enterokoklar stafilokoklar gerekmez TMP-SMX 2.kuşak sefalosporinler TMP-SMX 2.kuşak sefalosporinler Yalnızca yüksek riskli hastalarda Enterobactereciae gerekmez TMP-SMX 2. ve 3.kuşak sefalosporinler aminopenisilinler TMP-SMX 2. ve 3.kuşak sefalosporinler aminopenisilinler TMP-SMX 2. ve 3.kuşak sefalosporinler Aminopenisilinler Florokinolonlar TMP-SMX 2. ve 3.kuşak sefalosporinler aminopenisilinler Üreter kateterli veya nefrostomisi olan hastalar TMP-SMX 2. ve 3.kuşak sefalosporinler aminopenisilinler Yüksek riskli ve büyük tümörlü hastalarda öneriliyor. Üreteroskopi ESWL gerekmez Enterokoklar Komplike olmayan distal üreter taşlarında üreteroskopi Enterobactereciae Enterokoklar stafilokoklar gerekmez Proksimal taşlarda üreteroskopi ve PCNL Enterobactereciae Enterokoklar stafilokoklar Tüm hastalara TUR-P Enterobactereciae Enterokoklar Tüm hastalar TUR-M Enterobactereciae Enterokoklar gerekmez Yalnızca yüksek riskli hastalarda Yalnızca riskli hastalarda Operasyon sırasında kısa süreli IV uygulama Düşük riskli ve küçük prostatlı hastalarda profilaksi gerekmez Açık ve laparaskopik ürolojik ameliyatlar Temiz operasyonlar Deri kaynaklı patojenler:stafilokoklar Kateter kaynaklı üropatojenler Enterobakteriler Enterokoklar stafilokoklar gerekmez Temizkontamine/kontamine(barsak segmentinin kullanıldığı durumlar) Enterobakteriler Enterokoklar Anaeroplar Deri kaynaklı bakteriler Tüm hastalar Protez cihaz implantasyonu Deri kaynaklı patojenler:stafilokoklar Tüm hastalar Temiz- kontamine 60 öneriliyor Yalnızca yüksek riskli hastalar TMP-SMX 2. ve 3.kuşak sefalosporinler aminopenisilinler 2. ve 3.kuşak sefalosporinler Metranidazole 2. ve 3.kuşak sefalosporinler Penisilin (penisilinaz etkili) Tablo 3.5. Akut komplike olmayan sistitin menapoz öncesi kadınlarda önerilen antibiyotik tedavisi. (EAU Ürolojik Enfeksiyonlar Klavuzu , 2012 ). Antibiyotikler Günlük doz Tedavi Süresi Fosfomisin Trometamol* 3 gr tek doz 1 gün Nitrofurantoin 50 mg 4x1 7 gün Nitrofurantion Makrokristalleri 100 mg 2x1 5-7 gün Pivmesillinam** 400 mg 2x1 3 gün Pivmesillinam** 200mg 2x1 7 gün Alternatifler Siprofloksasin 250 mg 2x1 3 gün Levofloksasin 250 mg 2x1 3 gün Norfloksasin 400 mg 2x1 3 gün Ofloksasin 200 mg 2x1 3 gün Sefpodoksim proksetil 100 mg 2x1 3 gün Eğer bölgesel direnç paterni biliniyorsa (E. coli direnci < % 20) Trimetoprim-sulfametaksazol 160/800mg 2x1 3 gün Trimetoprim 200 mg 2x1 5 gün * bütün ülkelerde bulunmamaktadır. ** sadece İskandinav ülkelerinde, Hollanda, Avusturya, ve Kanada ’ da bulunmaktadır. 3.1.7 Ürolojik̇ girişimler için antimikrobiyal profilaksisi Cerrahi̇ profi̇ laksi̇ ni̇ n tanımı ve amacı Cerrahi antimikrobial proflaksi, cerrahi girişim sonrası oluşabilecek semptomatik ve febril genitoüriner enfeksiyonların ve ciddi yara yeri enfeksiyonlarının önlenmesi için işlem öncesi veya girişim esnasında antibiyotik uygulamasıdır. Bu tür enfeksiyonlar elektif ekstraabdominal operasyonlardan sonra %5, intraabdominal operasyonlardan sonra %20’nin üzerinde görülmektedir. Antibiyotik kullanımı ile enfeksiyon riskinin azaltılması profilaksinin önemli bir öğesi olup enfeksiyona neden olabilecek kateter bakımı, kapalı drenaj, mekanik barsak temizliği, tıraş, antiseptik solüsyon, el yıkama protokolü, cerrahi alanın steril hazırlanması gibi öğelerin gözardı edilmemesi gerekir. Profilaksi bu basit önlemlerin yerine geçmemelidir. Profi̇ laksi̇ uygulama endi̇ kasyonları Profilaksi ihtiyacı yalnızca operasyon tipine bağlı olmayıp hasta ile ilgili genel risk faktörleri ve bakteri yükünün artışına neden olan özel durumlara bağlıdır (Tablo 3.2). Antibiyotik profilaksisinde temel prensip gelişebilecek bir enfeksiyonu önlerken, antibiyotiklere direnç gelişimine yol açmamaktır. Uygun profilaksi gereksiz antibiyotik kullanımının da önüne geçer. Profilakside yara yeri sınıflandırması (Tablo 3.3) ve risk faktörleri birlikte değerlendirilmelidir. Antibiyotik seçiminde her hastanın kümülatif risk faktörlerine göre değerlendirilmesi ve uygun antibiyotiğin verilmesi önemlidir. Normal floraya zarar vermemeli ya da bu olumsuz etki minimal olmalıdır. Bakteriyel direnci arttırmamalıdır. Cerrahi girişim sonrası morbidite ve mortaliteyi önlemelidir. Tedavi süresini ve maliyeti azaltmalıdır. Uygulamanın zamanlaması, süresi ve yönemi: Antibiyotik profilaksisi için en uygun zaman işlemden 2 saat öncedir ancak işlem başladıktan sonraki 3 saati aşmamalıdır. Profilaksi oral olarak uygulanacaksa; ilaç girişimden 1-2 saat önce verilirken, intravenöz uygulamada ise anestezi indüksiyonuyla birlikte verilmelidir. İdeal olanı tek doz uygulamadır. Bazı ilaçlarda doz, hastanın kilosuna göre ayarlanır. Obez hastalarda ve operasyonun uzadığı (>2.5-3 saat) durumlarda ek doz verilecekse bu süre 24 saatten fazla olmamalıdır. Antibiyotik seçimi Avrupa’nın farklı bölgelerinde hem bakeriyel spektrum hem de antibiyotiğe olan hassasiyet farklılıklar gösterdiğinden sabit önerilerde bulunmak zordur. Dolayısıyla bilgi lokal patojen profili, antibiotiğe hassasiyet ve direnç durumlarını içermeli ve o bölgeye özgü lokal antibiyotik kılavuzları oluşturulmalıdır. Üroloji̇ k gi̇ ri̇ şi̇ mlerde proflaksi Prostat kor biyopsisi: Mutlaka önerilir. Florokinolonlar, TMP-SMZ öncelikli önerilen ajanlardır. Penisilin alerjisi olanlar için Aminoglikozid+metranidazole veya klindamisin önerilmektedir. Tek doz veya bir günlük uygulamanın düşük riskli hastalarda yeterli proflaksiyi sağladığı gösterilmiştir. 61 III. Enfeksiyon ve İnflamasyon Tablo 3.6. Yineleyen üriner sistem enfeksiyonu olan kadınlarda devamlı antibiyotik profilaksisi rejimleri. (EAU Ürolojik Enfeksiyonlar Klavuzu , 2012 ). Tedavi rejimleri TMP-SMX* 40/200 mg günde bir kez TMP-SMX 40/200 mg haftada 3 kez Trimetoprim 100 mg günde bir Nitrofurantoin 50 mg günde bir Nitrofurantoin 100 mg günde bir Sefaklor 250 mg günde bir kez Sefaleksin 125 mg günde 1 kez Sefaleksin 250 mg günde 1 kez Norfloksasin 200mg günde bir kez Siprofloksasin 125 mg günde 1 kez Fosfomisin 3g 10 günde 1 kez Beklenen yıllık üriner enfeksiyon sayısı 0-0.2 0.1 0-1.5** 0-0.6 0-0.7 0.0 0.1 0.2 0.0 0.0 0.14 * Trimetoprim- Sülfametaksazol ** Yüksek yineleme oranları trimetoprim direncine bağlıdır. Sistoskopi, ürodinamik çalışma ve tanısal üreteroskopi: Bu uygulamalarda profilaksi uygulanması konusu tartışmalıdır. Bu nedenle standart vakalarda rutin olarak profilaksi önerilmez. Eğer bakteriüri, kalıcı katater ve genitoüriner enfeksiyon hikayesi mevcutsa profilaksi uygulanabilmektedir. TUR-M: Profilaksi konusu tartışmalıdır. TUR-M girişimlerinde operasyon süresi uzadıysa, büyük tümörlerde, nekrotik tümör varlığında ve risk faktörlerine sahip hastalarda antibiyotik profilaksisi önerilmektedir. TUR-P: Prospektif randomize kontrollü çalışmaların sonuçlarına göre, antibiyotik profilaksisi uygulanan hastalarda, bakteriüri riskinin %65, septisemi riskinin %77 azaldığı gösterilmiştir. Düşük riskli ve küçük prostatlı hastalarda profilaksi uygulaması gerekmememektedir. Kinolonların, sefalosporinlerin ve TMP/SX’un TUR-P profilaksisinde etkin olduğu vurgulanmıştır. ESWL: Standart bir uygulama yoktur. Kapsamlı bir metaanalizde antibiyotik profilaksisinin, tedavi sonrası bakteriüri riskini anlamlı derecede azalttığı gösterilmiştir. AUA kılavuzlarında tüm hastalara Florokinolon veya TMP-SMX profilaksi önerilirken, EAU kılavuzlarında komplike olmayan hastalara profilaksi önerilmeyip, yalnızca kalıcı katater, nefrostomi tüpü ve enfektif taş varlığında profilaksi önerilmektedir Bunun için flurokinolonlar, TMP-SMX ve 2., 3. kuşak sefalosporinler önerilmiştir. Üriner sisteme girilmeyen açık ve laparoskopik ameliyatlar: Antibiyotik profilaksisi önerilmemektedir. Üriner sisteme girilen açık ve laparoskopik ameliyatlar: (temiz-kontamine prosedürler) Radikal prostatektomi, açık prostatektomi gibi post-operatif enfeksiyon riski yüksek vakalarda ameliyat sırasında tek doz antibio- 62 tik (EAU kılavuzları: 2.,3. kuşak sefalosporinler veya TMP-SMX, AUA kılavuzları: 1., 2.kuşak sefalosporinler ,klindamisin veya florokinolonlar) önerilmektedir. Barsak segmentini içine alan ürolojik cerrahi operasyonlar: Antibiyotik profilaksisi kullanılmalıdır. Kullanılan antibiyotiğin aerobik ve anaerobik patojenlere etkili olması önemlidir. AUA ve EAU kılavuzlarında benzer olarak 2. ve 3. kuşak sefalosporinler, metranidazol+gentamisin, klindamisin veya florokinolonlar önerilmektedir. Eksternal üriner kateter takılması ve çıkarılması: Kateterizasyon sırasında profilaktik antibiotik bakteriyel direnç gelişimi açısından önerilmemektedir. Hastanın risk faktörleri mevcutsa üriner kateter çekilmesi esnasında Florokinolon veya TMP-SMX önerilmektedir. Standart ürolojik girişimlerde antiotik profilaksisi ve olası patojenler Tablo 3.4’de özetlenmiştir. 3.1.8 Alt üriner sistem enfeksiyonları Üriner sistem enfeksiyonu, üriner sistemi döşeyen epitelin patojenik invazyona gösterdiği enflamatuar yanıttır. Özellikle kadınlarda polikliniğe başvuran hastalarda en sık karşılaşılan enfeksiyonlardandır. Üriner enfeksiyonların büyük çoğunluğu komplike olmayan akut sistit ve piyelonefritlerdir. Komplike olmayan sistitler Normal anatomik yapıya ve genitoüriner fonksiyona sahip bir kişide oluşan mesane enfeksiyonuna komplike olmayan sistit adı verilir. Komplike üriner enfeksiyonlar ise tedavinin başarısını riske sokan altta yatan bir durumla beraber olan enfeksiyonlardır (obstrüksiyon, anatomik anormallik, disfonksiyon gibi). Epidemiyoloji Kadınların % 10’u yılda en az bir komplike olmayan sistit atağı ve % 60’ı yaşamları boyunca en az bir üriner enfeksiyon geçirirler. Sistitin en sık görüldüğü dönem genç, cinsel aktif dönem olan 18-24 yaşlar arasıdır. 2040 yaş arası kadınların yüzde yirmibeş ile otuzunda üriner enfeksiyon öyküsü mevcuttur. Bu oran benzer yaş grubu erkeklerde 30-50 kat daha azdır. Cinsel ilişki ve spermisid kullanımı en önemli risk faktörleridir. Genç cinsel aktif kadınlarda gelişen sistit ataklarının % 75-90’nın cinsel ilişkiye bağlı olduğu gösterilmiştir. Cinsel ilişki bakteri inokülasyonunu, spermisid ise bakteri bağlanmasını arttırır. Yapılan epidemiyolojik çalışmalar daha önce risk faktörü olduğu düşünülen iç çamaşırı tipi, postkoital işeme, doğum kontrol hapı kullanımı gibi faktörlerin risk oluşturduğunu gösterememiştir. Menapoz sonrası kadınlardaki risk faktörleri daha farklıdır. Bu yaş grubundaki en önemli risk faktörü genç yaşta geçirilen üriner enfeksiyonlar, vajinal kuruluk, diyabet ve kronik idrar kaçırmadır. Menapoz sonrası dönemde vajende asit pH ve latobasil kolonizasyonunu sağlayan östrojen azalır ve sonuç olarak baskın vajen florası patojen bakteriler olan E. Coli ve diğer enterobakterlerden oluşur, bu durumda enfeksiyon insidansı artar. Patogenez Kadınlarda üriner sistem enfeksiyonunun patogenezi fekal floradaki üropatojenlerin vajen girişindeki kolonizasyonuyla başlar, daha sonra asendan yolla üretradan mesaneye geçişle devam eder. Üriner sisteme en sık asendan yolla geçiş olsa da mikroorganizmalar hematojen veya lenfatik yollarla da geçiş yapabilirler. Erkeklerde üretranın uzun olması ve prostat salgılarının enfeksiyondan koruyucu özelliği nedeniyle kadınlara oranla sistit çok daha az görülmektedir. Mikrobiyoloji Komplike olmayan sistite primer olarak patojenik Escherichia coli (E. coli) yol açar, vakaların %75-90’ında izole edilir. Cildin komensal organizmalarından olan Staphylococcus saprophyticus ikinci en sık izole edilen bakteridir ve vakaların % 5-10’unda etkendir. Daha nadir olarak Klebsiella ve Proteus ve Enterococuslar da sistit etkenleri arasındadır. B grubu Streptokoklar hamilelerde ve diyabetik kadınlarda sistit etkeni olarak izole edilebilir. Erkeklerde en sık tanımlanan organizmalar E. coli ve diğer Enterobakterlerdir. Klinik bulgular Akut komplike olmayan üriner enfeksiyonun klinik bulguları karakteristiktir. Vajinal akıntı ve ağrının yokluğunda yeni gelişen üriner sıklık, dizüri, ve sıkışma akut sistit için % 90 pozitif prediktif değer taşır. Suprapubik ağrı, hematüri veya kokulu idrar gelişebilir. Yaşlı kadınlarda yeni başlayan veya artan idrar kaçırma sıkça rastlanılan bulgulardandır. Akut sistitte ateş ve titreme bulgusuna rastlanmaz. Büyük bir çoğunlukta tanısal bir fizik muayene bulgusu olmasa da bazı hastalarda suprapubik hassasiyet saptanabilir. Dizüri vajinit veya üretritin de bulgusu olabilir. Vajinitte dizüriyle beraber vajinal akıntı, koku, vajinal kaşıntı, ağrılı ilişki de mevcuttur ve üriner sıklık veya sıkışma izlenmez. Üretritde ise dizüri ile birlikte üretral akıntı gözlenir. Tanısal değerlendirme Tanısal değerlendirmeye yukarıda söz edilen klinik bulguları sorgulayan klinik öykü ile başlanır. Fizik muayenede ateş olup olmadığı , suprapubik ve kostavebral açı hassasiyeti önem taşır. Vajinit veya üretrit düşünülüyorsa pelvik muayene yapılabilir. Akut komplike olmayan sistitin laboratuar tanısı mikroskopik idrar analizine dayanır. Analizde mikroskopik piyüri, hematüri ve bakteriüriye rastlanır. Strip ile yapılan idrar analizinde bakteri (nitrit) ve piyüri (lökosit esteraz) saptanmasıda fikir verici ve kolay bir işlemdir ancak direk mikroskopik incelemeye göre özgünlüğü daha düşüktür. Kesin tanı idrar kültürüyle konur; semptomatik hastalarda idrarda 103 cfu/ml veya daha fazla koloni varlığı enfeksiyonu gösterir. Ancak rutin idrar kültürleri genellikle gerekli değildir. Eğer hastada yeni başlayan ve akut sistiti düşündüren bulgular mevcutsa üst üriner sistem tutulumu veya komplike bir enfeksiyon düşünülmüyorsa , idrar mikroskopisinde piyüri, bakteriüri, hematüri gibi bulguların olması üriner enfeksiyon tanısı koymak için yeterlidir ve idrar kültürü istemek gerekli değildir. Hastada akut piyelonefritten şüpheleniliyorsa, tedaviye rağmen semptomlar 2-4 haftadır geçmemiş veya tekrar etmişse, hastada atipik bulgular mevcutsa idrar kültürü alınması önerilir. Ayırıcı tanı Kadında akut komplike olmayan sistitin ayırıcı tanısında vulvovajinit ve üretrit gibi dizüriye yol açan durumlar gözönünde bulundurulmalıdır. Vajinitte dizüriyle beraber vajinal irritasyon ve akıntı mevcuttur, sıkışma ve suprapubik ağrı görülmez. Üretritte dizüriyle beraber sıklık, sıkışma yakınmaları olsa da sistitteki kadar şiddetli değildir. Erkeklerde üretrit; üretral akıntı, dizüriyle karakterizedir, şüpheli ilişki öyküsü mevcuttur. Kimyasal maddelere bağlı irritasyon, alerji ve cinsel ilişkiye bağlı üretral travma da dizüriye yol açabilir. Tedavi̇ ve doğal seyir Tedavi uygulanmayan akut sistitin doğal seyri plasebo 63 III. Enfeksiyon ve İnflamasyon Tablo 3.7. Yineleyen üriner sistem enfeksiyonu olan kadınlarda postkoital antibiyotik profilaksisi rejimleri. (EAU Ürolojik Enfeksiyonlar Klavuzu , 2012 ). Tedavi rejimi TMP-SMX* 40/200 mg TMP-SMX 80/400 mg Nitrofurantoin 50 veya 100 mg Sefaleksin 250 mg Siprofloksasin 125 mg Norfloksasin 200 mg Ofloksasin 100 mg * Trimetoprim- Sülfametaksazol kontrollü klinik çalışmalarla ortaya konmuştur. Plasebo ile tedavi edilen 277 kadın hastanın %28’i birinci haftada semptomsuz kalmıştır, bu hastaların %45’inin idrar kültürleri 6 hafta sonunda negatifleşmiştir. Tedavi verilmeden hastaların yarıya yakını birkaç gün veya hafta içinde iyileşme gösterse de antibiyotik tedavisiyle bu iyileşme çok daha hızlıdır. Yapılan bir çalışmada hastaların yarısının tedaviden 6 saat sonra iyileştiği, %91’inin 48 saat sonra iyileşme gösterdiği saptanmıştır. Bu nedenle antibiyotik tedavisi önerilmektedir. Antibiyotik Seçimi Tedavide birçok antibiyotik başarıyla kuullanılabilir. Tedavide kullanılacak antibiyotiği seçerken : - etiyolojik üropatejenlerine hassasiyeti ve etki spektrumu - etkinliği - tolerabilitesi - yan etkileri - fiyatı ve bulunabilirliği dikkatealınmalıdır. En sık kullanılan antibiyotikler, nitrofurantoin makrokristalleri, trimetoprim/sulfametsazol, tek başına trimetoprim, florokinolonlar, amoksisilin ve sefalosporin , pivmesillinam, ve fosfomisindir. Yukarıdaki prensipler ve Avrupa kıtasındaki patojenlerin antibiyotik hassasiyetleri gözönüne alındığında Avrupa Üroloji Topluluğu (EAU), tek doz fosfomisin trometamol 3 gr, 3 gün boyunca günde 400 mg pivmesillinam, ve 5 gün günde iki kez 100 mg nitrofurantoin makrokristallerini ilk tedavi seçeneği olarak önermektedir.Bu ilaçlardan pivmesillinam ülkemizde bulunmamaktadır. E. Coli için trimetoprime direnç oranlarının % 2’ nin altında olduğu toplumlarda 3 gün boyunca günde iki kez TMP/SMX 160/800 mg veya 5 gün boyunca günde iki kez 200 mg trimetoprim ilk seçenek olarak önerilebilir. 64 Beklenen yıllık üriner enfeksiyon sayısı 0.30 0.00 0.10 0.03 0.00 0.00 0.06 Siprofloksasin, levofloksasin, norfloksasin, ofloksasin gibi florokinolonlarla 3 günlük tedaviler de alternatif olarak kullanılabilir. Tedavi süresi Kadınlarda komplike olmayan sistitin önerilen tedavi süresi 3 gündür. Fosfomisin kullanılacaksa tek doz tedavi yeterlidir. Nitrofurantoin tedavisi 7 gün boyunca devam edilmelidir. Erkek hastalarda önerilen tedavi süresi 7 gündür. Akut komplike olmayan sistitin menapoz öncesi kadınlarda önerilen antibiyotik tedavisi ve tedavi süresi aşağıdaki Tablo 3.5’da görülmektedir. Takip Tedavi sonrası asemptomatik olan hastalarda rutin olarak idrar analizi veya kültürü gerekmez. Yaşlı kadınlarda veya potansiyel risk faktörleri olan erkeklerde kontrol muayenesi, idrar analizi ve kültürü önerilmektedir. Ayrıca tedavi sonrası semptomları geçmeyen ya da geçtikten sonra iki hafta içinde yineleyen hastalarda idrar kültürü ve antibiyogramı uygulanmalıdır. Bu tür durumların tedavisinde enfeksiyona yol açan organizmanın kullanılan antibiyotiğe duyarlı olmadığı düşünülmeli ve başka bir antibiyotikle 7 günlük bir tedavi uygulanmalıdır. Asemptomatik bakteriüri Asemptomatik bakteriüri üriner sistem enfeksiyon belirti ve bulguları olmayan bir hastadan uygun bir şekilde alınan idrar örneğinde belli bir sayıda bakteri izolasyonuna dayanan mikrobiyolojik bir tanıdır. Çeşitli durumlara göre asemptomatik bakteriüri tanımları şöyledir: -Kadınlarda işenen idrarda > 105 cfu/mL bakteri olması bakteriüri için tanısaldır. - Erkeklerde işenen idrarda > 103 cfu/mL bakteri olması -Erkekte eksternal kondom kateter kullanılarak alınan idrar örneğinde > 105 cfu/mL bakteri olması -Kalıcı üretral kateter kullanan hastalarda > 105 cfu/mL olması Asemptomatik bakteriürisi olan genç kadınlarda piyüri oranı %30 iken , kateterli hastalarda bu oran %100 dür. Bu nedenle bakteriürisi olan asemptomatik hastalarda antimikrobiyal tedavi endikasyonu yoktur. yotiğin seçimi üriner enfeksiyona yol açan bakterilerin hassasiyetlerine ve hastadaki ilaç alerjilerine göre seçilmelidir. Devamlı ve postkoital profilaksi rejimleri tablo 3.6 ve tablo 3.7’de görülmektedir. Okunması önerilen kaynaklar Hamileler ve mukozal kanama riski olan invaziv girişim yapılacak olan hastalar dışında asemptomatik bakteriürisi olan hastaların izlemi ve tedavisine gerek yoktur. AUA Guidelines for Urologic Surgery Antimicrobial Prophylaxis 2010. Postmenapozal kadınlarda üriner enfeksiyon: EAU Guidelines on Urological Infections. European Association of Urology 2012. Bakımevlerinde kalan yaşlı kadınlarda üriner enfeksiyon yönünden en önemli risk faktörleri üriner kateterizasyon ve fonksiyonel statüdeki bozulmadır. Atrofik vajinit, inkontinans sistosel ve rezidüel idrar, menapoz öncesi üriner enfeksiyon öyküsü diğer önemli risk faktörlerindendir. Akut sistitteki tedavi menapoz öncesi kadınlardakiyle aynıdır, ancak kısa süreli tedavinin etkinliği kanıtlanmamıştır. Asemptomatik bakteriüri tedavi edilmemelidir. Üriner enfeksiyonu önlemek için özellikle vajinal olmak üzere östrojen kullanılabilir ancak sonuçlar çelişkilidir. Yineleyen üriner enfeksiyonlar Yineleyen üriner sistem enfeksiyonlar anatomik ve fizyolojik olarak normal üriner sistemleri olsa da genç ve sağlıklı kadınlarda sıkça görülür. Yineleyen üriner enfeksiyonlar ya üriner sistem içerisindeki bir yerden bakterinin yeniden çıkmasıyla (bakteriyel süreğenlik) ya da üriner sistem dışından yeni bir bakteriyle yeni bir enfeksiyon (reenfeksiyon) nedeniyle gelişirler. Bakteriyel süreğenlikte her durumda enfeksiyon aynı tür bakteriyle olur ve enfeksiyon yakın aralıklarla gelişir. Reenfeksiyonlar ise genellikle farklı zamanlarda daha uzun aralıklarla ve farklı bakterilerle gelişir. Bu iki durumu ayırt etmek önemlidir çünkü bakteriyel süreğenliğe bağlı yineleyen enfeksiyonlar genellikle enfeksiyon odağının ortadan kaldırılması veya düzeltilmesiyle sonlandırılabilir. Her durumda yineleyen enfeksiyonların tanısı idrar kültürü ile konmalıdır. Erkeklerde yineleyen enfeksiyonlar nadir görülür ve beraberinde üretral darlık gibi bir anormallikle birlikte olabilir, bu nedenle endoskopi gibi ileri tanı yöntemlerine gereksinim olabilir. Genç kadın popülasyonda intravenöz piyelografi, sistografi, sistoskopi gibi yöntemler rutin olarak önerilmemektedir. Yineleyen enfeksiyonları önlemek için hastaya farklı tedavi yöntemleri önerilebilir. Önerilmesi gereken ilk şey eğer spermisit kullanımı varsa buna son verilmesidir. Engelleme yöntemlerinden en sık kullanılanı antimikrobiyal profilaksidir. Herhangi bir profilaksi rejimi başlanmadan önceki üriner enfeksiyonun sonlandığı tedaviden 1-2 hafta sonra alınan idrar kültür negatifliği ile kanıtlanmalıdır. Antimikrobiyal profilaksi devamlı veya postkoital olmak üzere verilebilir. Verilecek antibi- EAU Guidelines for the management of urinary and male genital tract infections. European Association of Urology 2011. Schaeffer A.J., Schaeffer E.M. Infections of the urinary tract: in; Wein: Campbell-Walsh Urology, 10 th ed. Saunders; 2012: Section IV, Chapter 8 : 257-325 ISBN: 9781416031550. Mandell Sabel J.D. Urinary tract infections : in; Mandell: Mandell, Douglas, and Bennett’s Principles and Practice of Infectious Diseases, 7th ed. Elsevier; 2010 Chapter 69: 957-985. Nicole L. E. Uncomplicated Urinary Tract Infection in Adults Including Uncomplicated Pyelonephritis. Urol Clin N Am. 2008; 35 : 1–12. 3.1.9 Üst üriner sistem enfeksiyonları Üriner sistem enfeksiyonları (ÜSE) her yaş grubundaki erkek ve kadınları etkileyebilmekte, klinik açıdan çok farklı bulgularla kendini gösterebilmektedir. ÜSE ürotelyumun bakteri invazyonuna verdiği cevaba bağlı olarak meydana gelmektedir. Belli tanımlar enfeksiyon tanısı ve takibinde önemlidir. Bakteriüri: Normalde bakteri olmaması gereken idrarda bakteri varlığının bulunmasıdır. Bakteriyel kolonizasyon ve enfeksiyon için önemli bir belirteçtir. Bakteriüri semptomatik veya asemptomatik olabilir. Eğer piüri eşlik etmiyorsa sadece bakteriyal kolonizasyon olduğu düşünülmelidir. Piüri: İdrarda beyaz küre (BK) hücrelerinin olması durumudur. Bakteriye bağlı olarak ürotelyumda gelişen enflamasyona sekonder olarak ortaya çıkar. Bakteriüri olmadan olması durumunda tüberküloz, taş ve kanser gibi nedenler araştırılmalıdır. Sistit: Dizüri, pollaküri ve suprapubik ağrı ile kendini gösteren klinik tablodur. Daha çok bakteriyel enfeksiyon düşünülse de diğer nedenlerde mutlaka akılda bulundurulmalıdır. Akut Pyelonefrit: Böbreğin akut bakteriyel enfeksiyonu neticesinde gelişen ateş, yan ağrısı ve bulantı-kusma gibi şikayetlerin meydana getirdiği klinik tablodur. Komplike olan ve olmayan olarak sınıflandırılabilir. Komplike olmayan pyelonefrit (KOP) hastalarında üriner sistem yapısal ve işlevsel olarak normaldir. Bu hastaların çoğunluğu genç-orta yaşlardaki bayanlardır. Komplike pyelonefrit (KP), enfeksiyon riskini arttıran ve/veya savunma mekanizmalarının bozulduğu durumlara bağlı olarak gelişen enfeksiyonu tanımlamaktadır. 65 III. Enfeksiyon ve İnflamasyon Bu hastaların çoğunluğunu erkekler oluşturmaktadır. İnsidans ve Epidemiyoloji ÜSE en sık görülen bakteriyel enfeksiyonlardır. Kadınların %30`u 24 yaşına kadar ilaç tedavisi gerektiren bir semptomatik ÜSE geçirmekte, hayat boyu bu risk %50`yi bulmaktadır. Okul çağından itibaren enfeksiyon riski artmakta, ileri yaş dönemde en yüksek sıklığına ulaşmaktadır. Erkeklerde ise risk hiçbir dönemde kadınlardaki kadar yüksek olmasa da ileri yaş döneminde bu fark kapanmaktadır. Artan yaşla birlikte bu risk artışının nedeni hastalarda gelişen fonksiyonel yetersizlikler ve ek hastalıklara bağlı olmaktadır. Ev bakımına muhtaç olan yaşlı hastalardaki bakteriüri oranı herhangi bir rahatsızlığı olmayan yaşlılara göre 2 kat daha fazladır. Üriner sistem enfeksiyonlara en sık görülen hastane enfeksiyonu etkeni olup üretral katater bunun %80`ini oluşturmaktadır. Patogenez ÜSE üropatojen ve vücut savunma mekanizması arasındaki etkileşimler sonucu meydana gelmektedir. Enfeksiyon tablosuna yol açan faktörler bakterinin virulansı, sayısı ve savunma mekanizamasının yetersizliğidir. Bakterilerin çoğu üriner sisteme assendan yolla, diğer bir deyiş ile üretra yolundan giriş yapmaktadır. Üropatojenlerin ürotelyum ve introuitusa kolonizasyonu ve adezyonu bu aşamada önemli rol oynamaktadır. Bu yolla enfeksiyonu kolaylaştıran faktörler özellikle konstipasyon durumunda görülen fekal kontaminasyon, spermisidal ajanlar ve üretral kateterizasyon olarak sıralanabilir. Mesaneye ulaşıp sistit tablosuna yol açan bir ajan üreter yolu ile böbreğe ulaşırsa pyelonefrit tablosu gelişmektedir. Vezikoüreteral reflü (VUR) bu riski arttırsa da sistit gelişen bir hastada ödeme bağlı olarak sekonder reflünün de görülebileceği unutulmamalıdır. Hematojen ve lenfatik yolla gelişen ÜSE ise çok nadir olarak rastlanan bir durum olup normal bireylerde görülmesi beklenmemektedir. Patojenler: ÜSE tablosuna en çok yol açan etkenler bağırsak florasında mevcut olan fakültatif anaeroblardır. E.Coli en sık görülen etken olup tüm ÜSE`larının %85`ine neden olmaktadır. Diğer etkenler Proteus, Klebsiella, Enterekok ve Stafilokokus Saphroticus olarak sıralanabilir. Nazokomiyal enfeksiyon olması halinde E.Coli`nin sıklığı %50`lere kadar düşmekte, etkenler arasına Psödomonas, Providencia ve Serratia da katılmaktadır. Bakteriyel Virülans Faktörleri: Virülans faktörleri bir bakterinin enfeksiyon yapabilme kapasitesini belirlemektedir. En sık etken olan üropatojen E.Coli (UPEC) bu faktörler varlığında ÜSE`una yol açmaktadır. Bu faktörlerin en başında üzerinde adezinlerin bulunduğu pililer gelmektedir. Bu pililer epitelyal hücre reseptörleri ile etkileşerek bakteri kolonizasyonu sağlanmakta ve bunun sonucunda invazyon meydana gelmektedir. Tip 1 (Mannoz sensitif) pililerin bu aşamadaki rolleri kesin olarak gösterilmiştir. P (Mannoz rezistan) pililer ise daha çok pyelonefrit tablosuna yol açan UPEC`lerde gösterilmiştir. UPEC`lerin bu adezinlerden başka adezinler de saldığı bilinmektedir. Stafilokok, Klebsiella ve Proteus da bu virulans faktörlerini bulundurabilir. Epitelyal Hücre Reseptivitesi: Vajen normalde laktobasillerle kolonize haldedir. Enterik bakterilerin vajen epitelyal hücrelerine kolonizasyonu ile ÜSE riski artış göstermektedir. Vajen epitelyal hücrelerinin patojene daha fazla reseptivite göstermesi daha çok ÜSE sık olarak gözüken kadınlarda tespit edilmiştir. Vajen mukozasında artmış reseptivite olanlarda bu özellik bukkal mukozada da gösterilmiş olup bunun sonucunda reseptivitenin genetik olarak taşınan bir özellik olduğu belirlenmiştir. Üriner Sistem Savunma Mekanizmaları: En öndeki savunma bariyeri vajen mukozası, periüretral alan ve üret- Tablo 3.8. Üriner Sistem Enfeksiyonları için Tanı Kriterleri Akut komplike olmayan Sistit Orta akım idrar örneğinde 103 cfu/ml ≤ üropatojen bulunması Akut komplike olmayan Pyelonefrit Orta akım idrar örneğinde 104 cfu/ml ≤ üropatojen bulunması Komplike Pyelonefrit Orta akım idrar örneğinde kadınlarda 105 cfu/ml ≤ , erkeklerde ise 104 cfu/ml ≤ üropatojen bulunması Asemptomatik Bakteriüri 24 saatten fazla aralıklarda gönderilen iki orta akım idrar örneğinde 105 cfu/ml ≤ üropatojen bulunması Rekürren Enfeksiyonlar Orta akım idrar çrneğinde 103 cfu/ml ≤ üropatojen bulunması 66 rada bulunan Laktobasil, koagulaz negatif Stafilokok gibi bakterilerin oluşturduğu doğal floradır. Kadınlarda yaşla birlikte östrojen seviyesinin azalması ve vajen pH`ının asidik yönde olması bakteri florasını bozabilmektedir. Benzer olarak antimikrobiyal ajanlar ve spermisidal ajanlarda bu yönde bir etki gösterebilmektedir. Diğer bir bariyer de idrarın kendisidir. Osmolaritesi, yüksek üre konsantrasyonu, asit içeriği ve pH bu yönde bakteriyel kolonizasyonu inhibe etmektedir. Böbrek kaynaklı bir protein olan Üromodulin (Tamm-Horsfall protein) bu koruyucu mekanizmada önemli rol almaktadır. Savunma mekanizmalarını bozan durumlar Obstrüksiyon: Üriner sistemin herhangi bir noktasında oluşacak duraksamalar ÜSE tablosuna yol açabilir. Staz olması durumunda bakteri kolonizasyonu ihtimali artmaktadır. Tam olarak obstrüksiyon olan hastalarda tablo sepsis kliniğine kadar gidebilir. Vezikoüreteral Reflü: Vezikoüreteral reflü (VUR) ve ÜSE birlikte olan çocuklarda progressif renal hasar sıklıkla izlenmektedir. Diabetes Mellitus: Özellikle bayanlarda DM tablosu ile asemptomatik ve semptomatik bakteriüri arasında belirgin ilişki bulunmaktadır. Bu hastalarda komplike ÜSE görülme oranı daha fazladır. Renal Papiller Nekroz: Bu tabloya birçok neden yol açabilir. Enfeksiyon, analjezik kullanımı, orak hücreli anemi ve obstrüksiyon bu tabloya yol açan etkenler arasındadır. HİV: ÜSE insidansı normal hastalara göre 5 kat daha fazladır. Klinik Sistit tablosu dizüri, pollaküri ve urgency tablosuna yol açabilir. Suprapubik ağrı ve hematüri diğer semptomlardandır. Pyelonefrit tablosu ise ateş, halsizlik ve yan ağrısı ile birlikte seyretmektedir. Bu hastalarda bulantı kusma da görülebilmektedir. İleri yaşlarda olan ve altta yatan başka patolojileri olanlarda abse tablosu da görülebilmektedir. Tanıda idrar analizi ve kültürü rol oynamaktadır. ÜSE erken döneminde yanlış negatif, kontaminasyon mevcudiyetinde ise yanlış pozitif neticeler elde edilebilir. Hastanın idrar yapamaması durumunda idrar kateter yardımı ile toplanabilir. Erkek hastalarda, özellikle sünnetli olanlarda idrar verme işlemi öncesi hazırlığa gerek yoktur. Sünnetli olanlarda mea yıkanmalıdır. İlk 10 ml atılmalı, orta akım idrar örneği alınmalıdır. Kadınlarda ise kontaminasyon sık olarak gözükmektedir. Mutlaka idrar örneği vermeden vajinal alan yıkanmalı, menstrüasyon kanaması olanlarda yalancı pozitif sonuçlar çıkabileceği için örnek başka zaman alınmalıdır. Sürekli kontamine olan örnekler olması halinde kateter yardımı ile idrar örneği toplanabilir. İdrar Analizi: Üriner sistem semptomları olanalarda mutlaka yapılmalı, bakteriüri, piüri ve hematüri ile karşılaşılabilir. Özellikle piüri ve hematüri önemli enflamasyon bulgularıdır. Piüri`nin ÜSE için duyarlılığı %80-95, özgüllüğü %50-70 arasındadır. Bakteriüri için ise bu oranlar sırasıyla %40-70 ve %85-95 olarak bulunmuştur. Mikroskobik hematüri sıklığı ise %40 ila 60 arasındadır. İdrar Kültürü: Kesin tanı için gereklidir. Daha önceden 105 olarak kabul edilen pozitif koloni sayısı, birçok hastada 102-4 koloni aralığında da semptom olması nedeni ile bu değer hasta ve klinik tabloya göre değerlendirilmektedir. EAU kılavuzlarında belirtilen tanımlar Tablo 3.8`de belirtilmiştir. Görüntüleme Yöntemleri: Hastaların çoğunda görüntüleme yöntemlerine gerek yoktur. Sağlıklı genç kadınlar bu gruba girmektedir. Ateşli ÜSE olan kadınlarda ise mutlaka üriner sistem görüntülenmesi yapılmalıdır. Erkek hastalar, immün sistem hastalığı olanlar, obstrüksiyon şüphesi olanlar, tedaviye cevap alınamayan ve rekürren ÜSE geçiren hastalarda görüntüleme yöntemleri mutlaka uygulanmalıdır. Ultrasonografi (USG) noninvazif olması, kolay uygulanması , hızlı sonuç vermesi ve radyasyon içermemesi nedeni ile ilk tercih edilen yöntem olmalıdır. Bilgisayarlı Tomografi (BT) özellikle perirenal abse ve nonopak taşların görüntülenmesinde kullanılabilir. İşeme sistoüretrografisi (İSUG) ise VUR şüphesi ve nörojenik mesanesi olan hastalarda uygulanabilen bir yöntemdir. Tedavi ÜSE`ları için kullanılan ajanlar aşağıda özetlenmiştir. Trimetoprim /Sülfametaksazol : TMP-SMX kombinasyonu ÜSE için en sık kullanılan antimikrobiyal ajanlardandır. TMP tek başına komplike olmayan enfeksiyonlarda kullanılabilse de SMX ile kombinasyon haline getirilerek etkinliği arttırılmıştır. Ucuz ilaçlar olsa da Enterokok ve Psödomonas üzerinde herhangi bir etkinliği yoktur. Yan etki olarak ise alerjik reaksiyon ve gastrointestinal yan etkiler görülebilir. Nitrofurantoin: Birçok ajan üzerine etkin olsa da Psödomonas ve Proteus üzerine etkinliği yoktur. İdrardan hızlıca atılır ancak dokuda etkin doza ulaşamayacağı için üst ÜSE ve komplike enfeksiyonlarda önerilmez. Sefalosporinler: Her 3 jenerasyonda ÜSE hastalarında kullanılmıştır. Birinci jenerasyon Gr +, ikinci jenerasyon ise daha çok anaerob üzerine etkin olsa da E.Coli ve K.Pneumonia gibi genel ÜSE ajanlarını da etkileyebilir. Üçüncü jenerasyon ajanlar ise Gr – üzerine etki göstermekte, toplum ve hastane kökenli enfeksiyonlarda 67 III. Enfeksiyon ve İnflamasyon Tablo 3.9. Komplike olmayan sistitlerde antimikrobiyal tedavi seçenekleri Antibiyotikler Fosfomisin Trometamol Nitrofurantoin Siprofloksasin Levofloksasin Ofloksasin Sefpodoksim Proksetil TMP-SMX Günlük doz 3G 50 MG 4X1 250 mg 250 mg 200 mg 100 mg 160-800 mg etkindir. Aminopenisilinler: Geçmişte çok kullanılan ajanlar olsa da son yıllarda direnç oranları %50 olduğu için primer seçenek olmaktan çıkmıştır. Özellikle beta laktamaz inhibitörlerinin eklenmesi ve piperasilin gibi geniş spektrumlu moleküllerin bulunması hastane kaynaklı enfeksiyonlarda bu antibiyotikleri tercih edilebilir kılmaktadır. Aminoglikozitler: TMP-SMX ve aminopenisilinlerle kombinasyonları ateşli ÜSE için uygun bir tedavi seçeneği olarak önümüzde durmaktadır. Yan etkiler olarak nefrotoksitite ve ototoksitite görülebilir. Bakteriyel direnç nadir olsa da uygun olmayan kullanım ile bu risk daha da artış göstermektedir. Tedavi süresi antimikrobiyal ajanın kullanıldığı klinik tablo ve hasta özelliklerine göre değişim göstermektedir. Akut komplike olmayan sistitlerde genel olarak kısa süreli tedaviler önerilmekte, 7 günden fazla süreyle tedavi verilmesi tavsiye edilmemektedir. EAU kılavuzlarına göre bu hastalarda antibiyotik tedavi şeması Tablo 3.9`de özetlenmiştir. Genç ve sağlıklı kadınlarda üriner trakt normal olmasına rağmen rekürren enfeksiyonlar görülebilir. Bu hastalarda antibiyotikler, probiyotikler ve böğürtlen gibi seçenekler profilaksi için kullanılabilir. Profilaksi için kullanılabilecek antibiyotikler Tablo 3.10`te gösterilmiştir. KOP ise tedavi klinik tabloya göre değişiklik gösterir. Şiddetli semptomları olan hastalarda hospitalizasyon ve destek tedavisi kesin olarak önerilmektedir. Hafif orta derecede KOP olanlarda ise ilk seçenek olarak oral, 10 -14 gün kadar sürebilen tedaviler Tedavi süresi 1 gün 7 gün 3 gün 3 gün 3 gün 3 gün 3 gün önerilmektedir. Bakteriyel direnç %10 > olduğu yerlerde florokinolonlar ilk sırada önerilmektedir. Üçüncü kuşak sefalosporinler diğer bir alternatif olup, TMP-SMX ve aminopenisilinler bu hastalarda önerilmemektedir. Aminoglikozitler ve karbapenemler dirençli tablolarda kullanılabilecek diğer ajanlardır. Şiddetli KOP olanlarda ise başlangıç tedavisi parenteral olarak verilmektedir. Tedaviye cevap alınınca oral ajanla tedavi tamamlanmaktadır. EAU kılavuzlarına göre bu hastalarda antibiyotik tedavi şeması Tablo 3.11 ve 3.12`te özetlenmiştir. Komplike ÜSE temel olan antibiyotik tedavisi ile birlikte altta yatan nedenin ortadan kaldırılmasına yönelik olmalıdır. Bu hastalar daha önce de antibiyotik tedavisi almış olabileceğinden kullanılan ilaçlara karşı direnç olabileceği unutulmamalıdır. İlk aşamada ampirik tedavi başlanmalı ve bu ampirik tedaviyi hasta, mevcut olan patoloji, enfeksiyonun toplum ya da hastane kaynaklı olması ve kullanılacak olan antibiyotiklere var olan direnç belirleyecektir. Uygulanacak tedavi ortalama 7-14 gün kadar olmalı, gerektiği zaman 21 güne kadar uzatılabilmelidir. EAU kılavuzlarına göre uygulanacak olan ampirik tedavi seçenekleri Tablo 3.13`de özetlenmiştir. Tedavi aşamasında ve sonrasında mutlaka idrar kültürü il hasta takip edilmeli, bu hastalarda rekürren ve dirençli enfeksiyonların görülebileceği unutulmamalıdır. 3.1.10 Bakteriyemi, sepsis ve septik şok Sepsis, bir enfeksiyon sonucu gelişen bir tablo olup vücut ısısında, kalp atışlarında, solunum sayısı ve beyaz Tablo 3.10. Rekürren enfeksiyonlarda profilaksi için kullanılan antimikrobiyaller TMP-SMX Nitrofurantoin Trimetoprim Sefaleksin Sefaklor Siprofloksasin Fosfomisin 68 40/200 mg günlük 50-100 mg günlük 100 mg günlük 125 mg günlük 250 mg günlük 125 mg günlük 3 g 10 günde bir kez Tablo 3.11. KOP hastalarında kullanılabilecek oral antimikrobiyal ajanlar Antibiyotikler Siprofloksasin Levofloksasin Ofloksasin Sefpodoksim Proksetil Seftibuten Günlük doz 500-750 mg 500 mg 750 mg 200 mg 200 mg 400 mg Tedavi süresi 7-10 gün 7 gün 5 gün 3 gün 10 gün 10 gün küre sayısındaki aşırı değişimlerle kendini göstermektedir. Vücut bir enfeksiyon durumunda enfektif ajanı lokal olarak sınırlamakta ve bakteriyi yok etmektedir. Bu aşamada CD4 T yardımcı hücrelerinin saldığı sitokinlerin yönlendirmesi sonucu makrofajlar ve dendritik hücreler önemli roller üstlenmektedir (Şekil 3.2). Sepsis işte bu aşamadaki bir enfeksiyonun lokal olarak kontrol edilememesi sonucu ortaya çıkmaktadır. olan lipopolisakkaritlerdir. Bu maddeler immün sistemi aktive etmekte ve makrofajlar , nötrofiller ve dendritik hücreler bu cevaba katılmaktadır. Ayrıca bu endotoksinler immün sistem dışında koagulasyon, fibrinolizis ve kompleman sistemini de etkilemektedir. Sepsis tablosu ve komplikasyonlarında esas rolü sitokinlerden TNF alfa ve IL-1 üstlenmektedir. Bu medyatörlerin etkinlikleri şekil-1`de özetlenmiştir. Öncelikli olarak belli tanımları bilmek durumundayız; Klinik ve tanı Bakteriyemi: Kanda canlı bakteri varlığının bulunması durumudur SIRS`ın erken bulguları vücut ısısının 38°< veya 36° > olması, takikardi (kalp atışlarının 90 < olması), takipne ve mental durumda bozulma olarak sıralanabilir. Septik şok tablosunun diğer şoklardan farkı, hastanın sıcak olması, periferal vazodilatasyon ve azalmış sistemik direnç ile kendini göstermesidir. Bulgular tablo 3.14 de özetlenmiştir. Sistemik inflamatuar cevap sendromu (SIRS): Bu tablo enfeksiyon dışında travma, yanıklar ve diğer inflamatuar durumlarda da gözükebilmektedir. Vücut ısısı, kalp atışları, solunum sayısı ile immün cevap tanı kriterlerini oluşturur. Sepsis: SIRS tablosu ile enfeksiyonun birlikte olması veya birlikteliğinin kuvvetle muhtemel olmasıdır. 3.1.10.1 Patofizyoloji Patofizyolojide bakteri hücre duvarının yapıtaşları ve sitokinler temel rolü üstlenmektedir. Ekzotoksinler her ne kadar septik şok benzeri tablo oluştursa da esas etken Gr - bakterilerden kaynaklı hücre duvarı komponentleridir. Bu komponentlerin en önemlisi bir endotoksin Eski serilerde en çok izole edilen ajanlar Gr – ajanlar olup vakaların sadece %5-20 kadarında Gr + etken tespit edilebilmiştir. E.Coli en önemli etken olsa da toplum kökenli enfeksiyonlardan farklı olarak Psödomonas, Proteus, Providencia, Serratia ve Enterobakter de sık olarak görülebilmektedir. Son serilerde Gr + bakteriler ve fungal organizmalarında önemli roller aldığı gösterilmiştir. Tedavi Sepsis tedavisinin temeli resüsitasyon, destek tedavi- Tablo 3.12. Şiddetli KOP hastalarında oral antimikrobiyal ajanlar öncesi kullanılabilecek parenteral antimikrobiyal ajanlar Antibiyotikler Siprofloksasin Levofloksasin Seftriakson Sefepim Seftazidim Gentamisin Amikasin Meropenem İmipenem/Silastatin Ertapenem Günlük doz 400 mg 2x1 500-750 mg 2x1 1-2 g 1x1 1-2 g 2x1 1-2 g 3x1 5 mg/kg 3x1 15 mg/kg 1x1 1g 3x1 500 mg/500 mg 1g 1x1 69 III. Enfeksiyon ve İnflamasyon Tablo 3.13. KP hastalarında ampirik tedavi için kullanılabilecek antimikrobiyal ajanlar Başlangıçta Ampirik Tedavi için Önerilenler Florokinolonlar Aminoglikozitler Aminopenisilinler ve Beta Laktamaz İnhibitörleri 2.ve 3.Kuşak Sefalosporinler Başlangıç Ampirik Tedavisine Yanıt vermeyen veya Şiddetli Enfeksiyon için Önerilenler Piperasilin ve Beta Laktamaz İnhibitörleri 3.Kuşak Sefalosporinler Karbapenem Aminoglikozit ve Florokinolon kombinasyonları Ampirik Tedavide yeri Olmayanlar Aminopenisilinler TMP-SMX Fosfomisin Trometamol si, monitörizasyon, geniş spektrumlu antibiyotikler ve gerekirse drenaj gibi farklı tedavi yöntemlerinin kombinasyonundan meydana gelmektedir. Resüsitasyonda hastanın soluk alması ve perfüzyonun sağlanması önemlidir. Oksijen desteği ihtiyaç halinde unutulmamalıdır. Kan basıncının normal sınırlarda tutulması, koagulopatilerin düzeltilmesi, kan glikoz seviyesinin normal seviyelerde tutulması destek tedavisinin önemli komponentlerini oluşturmaktadır. Antibiyotik tedavisinden önce mutlaka, vücüt sıvıları ve kan kültür için gönderilmelidir. Tüm olası enfeksiyon odaklarından da kültür örnekleri alınmalıdır. Sinerjik enfeksiyonlar mutlaka tespit edilmelidir çünkü bu durumda uygulanacak olan tedavinin niteliği değişebilmektedir. Antibiyotik tedavisi hasta 3-4 gün afebril hale gelene kadar devam etmelidir. Eğer üriner sistem kaynak olarak düşünülüyorsa geniş spektrumlu bir antibiyotik yanına aminoglikozitler mutlaka eklenmelidir. Hastane kaynaklı enfeksiyonlarda ise anti-psödomonas beta-laktam ve 3. kuşak Sefalosporin tedavi aşamasında Aminoglikozit ile kombine edilebilir. 3.1.11 Gebelik ve bakteriüri Asemptomatik bakteriüri gebelik döneminde en sık olarak görülen enfeksiyon komplikasyonlarından bir tanesidir. Sıklık %2-7 arasında değişim göstermektedir. Risk faktörleri arasında ileri gebelik dönemleri, düşük sosyoekonomik seviye ve multiparite önemli rol almaktadır. Gebe olmayan kadınlardan farklı olarak gebelerde enfeksiyonun tedavi edilmemesi halinde spontan rezo- 70 lüsyon daha nadir olarak izlenmektedir. Bu hastalarda semptomatik üriner sistem enfeksiyonu (ÜSE) ihtimali her zaman daha yüksektir. Pyelonefrit %1-4 sıklığında izlenmektedir. Özellikle asemptomatik bakteriürisi olup tedavi edilmeyen bayanlarda bu oran %20-40 arasında değişim göstermektedir. Pyelonefrit gelişiminde hidronefroz ve staz önemli roller üstlendikleri için, hastalık özellikle 3. trimester döneminde daha sıklıkla gözlenmektedir. Unutulmaması gereken bir kere pyelonefrit geçiren bir kadında %10-20 arasında rekürrens ihtimali bulunmasıdır. Patogenez Gebelikte anatomik ve fizyolojik olmak üzere pek çok değişim meydana gelmektedir. Böbrek boyutları ortalama 1cm civarında büyüme göstermektedir. Üreter ve renal pelviste peristaltizm azalma göstermekte, 3.trimester döneminde dilatasyon en belirgin halini almaktadır. Bu dilatasyona büyüyen uterusun üretere baskı yapması da sebep olmaktadır. Ek olarak, progesteronun da dilatasyonu arttıracağı unutulmamalıdır. Mesane daha geniş ve konjesyone hal almakta, böbreklerin filtrasyon oranı yükselmektedir. Bu değişimler sonucu stazın artması ve hidroüreteronefroz gelişimi sonucu pyelonefrit ihtimali arttırmaktadır. Tanı Bu hastalarda idrar tetkikinin yanında idrar örneği kültür için mutlaka gönderilmeli, tedavinin başlangıç aşamasında baz bir veri olarak elde bulunmalıdır. Asemptomatik olup kültürde 105 koloni < bakteri üremesi asemptomatik bakteriüri olarak adlandırılmaktadır. Eğer semptomlar mevcutken kültürde 103 koloni< bakteri üremesi varsa bu semptomatik bakteriüri açısından anlamlıdır. Komplikasyonları Semptomatik gebelerde en bilinen komplikasyonları arasında prematürite, erken doğum ve bebek ölümü bulunmaktadır. Asemptomatik bakteriüri ve bu komplikasyonlar arasındaki ilişki net olmasa da bu risk faktörü semptomlar gelişmeden mutlaka ortadan kaldırılmalıdır. Her gebe mutlaka 1.trimester döneminde asemptomatik bakteriüri açısından taranmalıdır. Tedavi Asemptomatik bakteriürisi olan hastalarda tedavi seçimi sırasında sadece hasta değil, fetus da kullanılacak tedavinin olası yan etkilerinden korunmalıdır. Bu nedenle hekim iki yönlü düşünmek zorundadır. Tablo 3.15`de antimikrobiyal ajanlar ve dozajları özetlenmiştir. Aminopenisilinler ve Sefalosporinler bu dönem boyunca etkin olup güvenle kullanılabilmektedir. Tedavi en az 3-7 gün olmalıdır. Penisilin allerjisi olanlarda Nitrofurantoin bir alternatif olarak önümüzde durmaktadır. Glukoz 6 –fosfat dehidrojenaz yetmezliği olmayan ilk 2.trimester döneminde bulunan gebelerde kullanılabilmektedir. Takip kültürleri mutlaka alınmalı ve etkisiz kalınması durumunda başka seçeneklere geçilmelidir. Akut pyelonefrit geçiren hastalar mutlaka hospitalize edilmeli ve destek tedavisine başlanmalıdır. Tedaviye parenteral olarak başlanmalı ve 14. güne kadar oral tedaviye devam edilmelidir. Tablo 3.16`da antimikrobiyal ajanlar ve dozajları özetlenmiştir. Tedavi tamamlandıktan sonra profilaksi kullanılarak re-enfeksiyon olması önlenebilir. Florokinolonlar, TMP-SMX, Kloramfenikol, Makrolidler ve Tetrasiklin bu hastalarda kontrendikedir. 3.1.12 Yaşlılarda bakteriüri İleri yaşlarda ÜSE sık olarak görülen bir klinik durumdur. Yaşları 65`ten büyük olan kadınların %20`sinde ve erkeklerin %10`unda bakteriüri görülmektedir. Bu popülasyonun çoğu asemptomatik olup bakıma muhtaç olan yaşlılarda ise bu oran %50`leri bulabilmektedir. Unutulmaması gereken ileri yaşlardaki bireylerin hayatlarının bir döneminde ÜSE görülme ihtimalinin yüksek olduğudur. Bu yaşlarda bakteriüri insidansındaki artış multifaktöryel olarak düşünülse de nedenleri net olarak ortaya konamamıştır. Bu nedenler içinde en çok kabul görenler hücresel immünitenin zayıflaması, mesane disfonksiyonu ve buna bağlı rezidü idrar kalması, konstipasyon sıklığının artışı ile fekal soyulma oranındaki artış, üretral kateter kullanımında artış ve özellikle bayanlar için geçerli olan vajinal flora değişimi olarak sıralanabilir. Bu hasta grubunda da E.Coli %75`lik bir oranla en sık görülen etken olurken Klebsiella, Proteus, Psödomonas gibi etkenler genç hastalara göre daha sık görülmekte, Gr + bakterilere de ileri yaşlarda daha sık olarak rastlanmaktadır. Tanı Bu yaş grubunda mevcut olan bir ÜSE atipik şekilde bulgular verebilmektedir. İleri yaş grubunda ÜSE diğer hastalıklarla birliktelik gösterebileceğinden gözden kaçma ihtimali artmakta ya da fazla dikkat çekmeyebilmektedir. Ciddi bir enfeksiyon dahi asemptomatik olarak seyredebilir. İdrar tetkiki ve kültürü tanı için gerekli olan işlemlerdir. Piüri olması bu hastalar için duyarlı bir bulgu değildir. Piüri olanların çoğunda eşlik eden bir bakteriüri bulunmamaktadır. Ancak piüri olmaması enfeksiyonu dışlamak için kullanılabilecek bir kriterdir. Bu hastalarda altta yatan başka bir fonksiyonel ya da yapısal anomaliyi dışlamak için görüntüleme yöntemlerine başvurulmalıdır. Bu anomaliler taş, hidronefroz, tümör, idrar retansiyonu ve nörojenik mesane disfonksiyonu olarak sıralanabilir. İleri tetkik olarak USG, BT, İVU, Ürodinami endikasyonuna göre kullanılmalıdır. Takip İleri yaşlardaki hastalarda asemptomatik bakteriüri olması durumunda takip önerilmemektedir. Bu hastalarda asemptomatik bakteriüri ve komplike ÜSE arasında herhangi bir ilişki gösterilememiş, uygulanacak tedavi ile herhangi bir etkinlik sağlanamamıştır. Bu hastalarda altta yatan üriner sistem anomalileri bakteriüriyi ciddi ve böbreklere zarar veren bir komplike ÜSE`una çevirebilmektedir. Altta yatan bu predispozan risk faktörlerinin ortadan kaldırılması ciddi komplikasyonları önleyecektir. Tedavi Asemptomatik bakteriürisi olup antimikrobiyal tedavi alan ve almayan hastalar karşılaştırıldıklarında tedavi alanların ek bir fayda sağlamadığı gösterilmiştir. Semptomatik ÜSE sıklığı azalmamış ve sağkalımda herhangi bir artış gösterilememiştir. Bu hastalarda ilaçlara bağlı yan etkiler ve bakteri direncinde artış görülmüştür. Bakteriüri ve semptomlar bir arada ise ateşi olmayanlarda 7 gün, ateşli ÜSE olanlarda ise 10-14 gün kadar sürecek bir antibiyotik tedavisi başlanmalıdır. Burada amaç semptomları ortadan kaldırmaktır. Bu hastalara tedavi uygulanırken ileri yaşlarda ilaç yan etkilerinin görülme ihtimalinin daha fazla olduğu bilinmelidir. Tedavi ve toksik doz arasındaki aralık daha dardır. Bunun nedeni ise metabolizmadaki değişimler ve ilaç ekskresyonun- 71 III. Enfeksiyon ve İnflamasyon daki bozulma sonucu bu maddelerin sistemik dolaşımda daha fazla kalmasıdır. Bu hastalarda Florokinolonlar en uygun tedavi seçeneği olarak karşımızda durmaktadır. Böbrek yetmezliği tanılı, QT aralığı uzun olan ve steroid kullanan hastalarda Florokinolona bağlı tendon hastalıklarının gelişme ihtimalinin arttığı bilinmelidir. 3.1.13 Kateter kaynaklı enfeksiyonlar Kateter kaynaklı bakteriürinin en sık nedeni hastane kaynaklı enfeksiyonlar olup hastane enfeksiyonlarınnın yaklaşık %40`ını oluşturmaktadır. Daimi bir sonda olması durumunda bakteriüri görülmemesi mümkün değildir. Her gün bu risk %10 kadar artmakta, temiz ve aralıklı kateterizasyon yapanlarda ise %1-3 oranında artış göstermektedir. Bu riski arttıran nedenler kateterin kalım süresi, takılırken hijyen kurallarına uyulmaması ve kadın hasta olarak sıralanabilir. Bu bakteriürilerin çoğu asemptomatik olup, uzun süre üretral kateter kalanlarda da ateşli ÜSE görülme ihtimali oldukça düşük seyretmektedir. Patogenez Bakteri üriner sisteme birçok yol üzerinde ulaşmaktadır. En sık görülenler kateter yoluyla veya kateter takılırken direkt inokülasyon şeklindedir. Kateter yoluyla ise periüretral ve intraluminal olarak sınıflandırılabilir. Uzun süre aynı idrar torbasının kullanılması intraluminal giriş için önemli bir risk faktörü olarak önümüzde durmaktadır. Kateterin üzerinde bir biyofilm tabakasının oluşumu ile bakteriler kendi ürettikleri maddelerin içinde yerleşir ve dış etkenlere karşı korunaklı bir alan elde etmiş olur. Bu sayede hem idrarda hem de kateter yüzeyinde bakteriyel kolonizasyon olmaktadır. Toplum kökenli ÜSE`da olduğu gibi bu hastalarda da E.Coli en sık görülen ajan olsa da oranı daha düşüktür. Proteus ve Psödomonas gibi ajanlar kateter üzerinde biyofilm tabakası oluşturup enfeksiyon yapabilirler. Klinik Hastaların çoğu asemptomatik olup semptom spektru- mu ateşli ÜSE kadar uzanabilir. Bu hastalarda piürinin bir önemi olmayıp idrar kültüründe 102 koloni bakteri üremesi bakteriüri varlığını göstermektedir. Tedavi: Kateterin aseptik olarak takılması, kapalı drenaj sistemi, torbanın kısa sürede değişimi, torba seviyesinin mesane seviyesinin altında olması bakteriüri insidansını azaltmada uygulanacak altın kurallardır. Kateterin meadan çıkan kısmı günlük temizlenmelidir. Bu hastalarda antibiyotik profilaksisi önerilmemekte, bu daha dirençli enfeksiyonlara yol açabilmektedir. Kısa dönem kateterizasyonlarda antimikrobiyal ajanlar bakteriüriyi azaltsa da 3-4 günden uzun kateter kalanlarda bu tedavi ile herhangi bir başarı sağlanamamaktadır. Antibiyotik ve gümüş kaplı kateterler 1 hafta içinde bakteriüri insidansını azaltmışsa da uzun sürede etkinlikleri net olarak bilinmemektedir. Gümüş nitrat gibi antiseptik solüsyonlar bakteriüriyi azaltmak için önerilmişse de genel olarak kabul görmemiştir. Bu hastalarda asemptomatik dönemde idrar kültürü önerilmemektedir. Bakteriüri insidansını azaltmak için alınacak önlemler tablo 3.17`de sıralanmıştır. Semptom gelişenlerde antimikrobiyal tedaviye başlanmalı ve mutlaka idrar kültürü alınmalıdır. Birkaç haftadır kateter mevcutsa ve semptomlar varsa kateter mutlaka değişmelidir. Kateter çekilmeden 24 saat önce bir idrar analizi yapılmalı ve belirgin enfeksiyon bulguları olmayanlarda kısa süreli bir TMP-SMX veya Florokinolon tedavisi uygulanabilmektedir. Ciddi piürisi olanlarda ise idrar kültürü mutlaka istenmeli ve hastanın idrarı tedavi ile steril hale getirilmelidir. Tedaviden 7-10 gün sonra mutlaka idrar analizi ve kültürü ile kontrol yapılmalıdır. 3.1.14 Spinal kord hasarı olan hastalarda üriner sistem enfeksiyonları Spinal kord hasarı (SKH) olan hastalarda ÜSE en sık görülen komplikasyonlardandır. Bu hastaların hemen hemen hepsi bir dönem bakteriürik olacak ve bunların bir kısmı semptomatik ÜSE tanısı alacaktır. Ek olarak Tablo 3.14. SIRS durumunda görülen klinik bulgular aşağıda özetlenmiştir. Ateş (38° < ) Hipotermi (36 ° >) Takikardi (90 <) Takipne Mental durum bozukluğu Belirgin Ödem İleus Lökositoz veya Lökopeni(12000 < veya 4000 > ) Oligüri, Kreatinin değer 0,5 mg/dl`den fazla olması Trombositopeni (100000 >) , Koagülopati (INR 1,5 <), Hiperbiluribinemi (4 mg/dl <) 72 mikrobiyal tedavi yeniden düzenlenebilir. Tedavi süresi 7-10 gün kadar olmalıdır. Üre parçalayan bir bakteri tedavi edilmediği müddetçe takip için idrar kültürü önerilmemektedir. Bu hastalarda profilaksi uygun bir yöntem değildir. Böğürtlen ekstreleri, antiseptikler, mesane irrigasyonları profilaksi amaçlı kullanılmış ancak herhangi bir başarı elde edilememiştir. SKH olan hastalarda ÜSE gelişimini engellemek için mesane basıncı düşük tutulmalı, mesane tam boşaltılmalı, aseptik olarak TAK yapılmalı, hidrofilik sondalar tercih edilmeli ve 30 ml/kg idrar çıkışı olduğuna dikkat edilmelidir. Şekil 3.2. Sepsis gelişiminde rol alan medyatörler özetlenmiştir. SKH hastalarında gözlemlenen ateş tablosunun en sık nedeni ÜSE olarak karşımıza çıkmaktadır. Patogenez Birçok risk faktörü karşımıza çıkmaktadır. Bunlar enstrumentasyon, VUR, obstrüksiyon, mesanenin tam boşalmaması veya aşırı dilatasyonu, kötü hijyen ve taşlar olarak sıralanabilir. Temiz aralıklı kateterizasyon (TAK) mesane içi basıncını düşürüp, taş oluşma ihtimalini azaltarak daimi sonda veya suprapubik katetere göre daha az alt üriner sistem komplikasyonlarına yol açmaktadır. Klinik Bu hastaların çoğu asemptomatiktir. Bu hastalarda mevcut olan his kaybı nedeniyle ÜSE`larında sık olarak görülen pollaküri, dizüri gibi semptomlara pek rastlanmamaktadır. Bu hastalar daha çok sırt ve karın bölgesinde huzursuzluk, idrar kaçırma, halsizlik, bulantı ve ateş şeklindedir. Piüri bu hastalarda sadece enfeksiyonu değil kateterizasyona bağlı olarak gelişen reaksiyonu da göstermektedir. İdrar kültürü mutlaka istenmelidir. Bu hastalarda bakteriüriye yol açan ajanlar spinal kordları intakt olanlara göre biraz farklılık göstermektedir. E.Coli sık görülse de Proteus, Psödomonas, Enterokok ve Klebsiella da sıklıkla izlenmektedir. Rekürrent enfeksiyon olması durumunda mutlaka ürodinami yapılmalı ve mesane dinamikleri yeniden değerlendirilmelidir. Tedavi Asemptomatik olan hastalar tedavi edilmez. Semptomatik olanlarda ise öncelikle üretral kateteri olan hastaların kateteri değiştirilmelidir. Bu sayede olası enfeksiyon odağı ortadan kaldırılabilir. İlk tercih edilecek ajanlar Florokinolonlardır. TMP-SMX, Beta-laktamlar ve Nitrofurantoin yüksek direnç nedeniyle önerilmemektedir. Eğer ateşli bir tablo varsa parenteral Aminoglikozit ve Penisilin kombinasyonu veya 3.kuşak Sefalosporin tedavisi hastalara uygulanmalıdır. Tedaviden 24-48 saat içinde alınacak cevap veya idrar kültürüne göre anti- 3.1.15 Diğer enfeksiyonlar 3.1.15.1 Fournier gangreni Erkek genital bölgesinin nekrozitan fasiit tablosu olup hayatı tehdit eden bir enfeksiyondur. Enfeksiyonun kaynağı cilt, üretra ve rektal bölgedir. Üretral obstrüksiyona yol açan darlıklar ve üretranın enstrümantasyonunun rolü açıkça ortaya konulmuştur. Diğer predispozan risk faktörleri DM, lokal travma, parafimozis, idrar ekstravazasyonu, perianal abse ve ürogenital bölgede uygulanan cerrahilerdir. Genital kaynaklı olarak yayılan enfeksiyonlarda ilk olarak penisin Buck fasiyası tutulmakta daha sonra bu enfeksiyon skrotum ve penisin Dartos fasiyasına, oradan ise perineal bölgede Colles fasiyasına ya da karın ön duvarındaki Scarpa fasiyasına doğru yayılım gösterebilmektedir. Enfeksiyonun nedeni genel olarak anaerob bakteriler olup kültür üremelerinde çoklu bakterilere rastlanmaktadır. Üreyen mikroorganizmalar genel olarak E.Coli, Klebsiella, Enterokok gibi fakültatif bakteriler veya Bacteriodes gibi anaerob bakterilere rastlanmaktadır. Hastaların önemli bir kısmında yukarıda bahsedilen predispozan faktörlerden biri veya birkaçı bulunmaktadır. Tablonun başlangıcı genel olarak selülit tablosuna benzer bir klinik sunmaktadır. Erken dönemde şişlik, eritemli alanlar ve gerginlik gözükür. Zamanla enfeksiyon derinleşir ve klinik tablo sistemik bir hal almaya başlar. Yüksek ateş bu aşamada görülebilir. Enfeksiyon üretraya yayılırsa dizüri, üretraji ve idrar yapmada zorluk tablosuna yol açabilir. SIRS belirtileri enfeksiyonun hayatı tehdit edecek boyutlara ulaştığını göstermektedir. Laboratuar bulguları anemi, lökositoz, sedim artışı, serum C reaktif protein değerinde yükselme, serum kreatinin seviyesinde artış, hiponatremi ve hiperkalsemi olarak sıralanabilir. Direkt grafide hava değerleri ve USG`de abse bulguları tanıda yardımcıdır. Bu hastalarda erken müdahale önem taşımaktadır. Tedavide ana yol destek tedavisi ve antimikrobiyal tedavi verilmesinin ardından uygulanacak olan cerrahi debridmandır. Kullanılacak antimikrobiyal ilaçlar 73 III. Enfeksiyon ve İnflamasyon Ampisilin+Sulbaktam, 3. kuşak Sefalosporin, Gentamisin ve Klindamisin olarak sıralanabilir. Debridman sırasında geniş ve derin bir insizyon yapılmalı normal görünen ve kanlanan dokular bulunmalıdır. Nekrotik yağ ve fasiya dokusu çıkartılmalı, yara açık bırakılmalıdır. Eğer debridmanın yeterliliği hakkında bir şüphe varsa 24-48 içinde ikinci bir debridman mutlaka uygulanmalıdır. Orşiektomiye pek ihtiyaç olmamakla birlikte üretral tutulum olanlarda suprapubik diversiyon uygun gözükmektedir. Yaranın iyileşmesinde Hiperbarik Oksijenle kısmi başarılı sonuçlar elde edilmiştir. Ortalama ölüm oranı %20 civarındadır. Unutulmaması gereken, Fournier gangreninin ürolojik bir acil olduğu ve erken dönemde müdahalenin hayati önem taşıdığıdır. 3.1.15.2 Periüretral abse Erkek üretrası ve periüretral dokunun hayatı tehdit eden bir enfeksiyonudur. Eğer bu enfeksiyon Buck fasiyasını penetre ederse tablo daha geniş ve yaygın hal alabilir. Erken müdahale morbidite ve mortalite oranlarını önemli ölçüde azaltmaktadır. Genel olarak Gonore, üretra darlığı ve üretral kateterizasyon nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Genelde enfeksiyon kaynağı idrar olup Gr- basiller ve anaerob bakteriler bu enfeksiyonun gelişmesine neden olabilmektedir. Genelde birden fazla mikroorganizma bu tabloya yol açmaktadır. Klinik tabloda skrotal şişlik, ateş, üriner retansiyon, spontan abse drenajı, dizüri ve üretral deşarj görülebilmektedir. İdrar analizinde piüri görülebilmektedir. Tedavide iki ana nokta suprapubik diversiyon ve drenajdır. Aminoglikozitler ve Sefalosporinlerin uygulandığı bir tedavi genelde yeterli olmaktadır. Okunması önerilen kaynaklar Campbell-Walsh Urology. 10th Edition Alan J. Wein, MD, PhD(hon), Louis R. Kavoussi, MD, Andrew C. Novick, MD, Alan W. Partin, MD, PhD and Craig A. Peters, MD. EAU Guidelines Urological İnfections 2011. M. Grabe (chairman), T.E. Bjerklund-Johansen, H. Botto, B. Wullt, M. Çek, K.G. Naber, R.S. Pickard, P. Tenke, F. Wagenlehner. Clinical practice. Uncomplicated urinary tract infection. Hooton TM. N Engl J Med. 2012 Mar 15;366(11):1028-37 Evidence-based guidelines for evaluation and antimicrobial therapy for common emergency department infections. Nassisi D, Oishi ML. Emerg Med Pract. 2012 Jan;14(1):1-28 Managing uncomplicated urinary tract infection--making sense out of resistance data. Gupta K, Hooton TM, Miller L; Uncomplicated UTI IDSA Tablo 3.15. Asemptomatik bakteriüri ve sistit için tedavi protokolleri Antibiyotik Tedavi Süresi Özellikler Nitrofurantoin 100 mg 3-5 gün, 12 saatte bir G6PD eksikliği olanlarda kullanma Amoksisilin 500 mg 3-5 gün, 8 saatte bir Direnç artışı Co-amoksisilin/Klavulunat 500 mg 3-5 gün, 12 saatte bir Sefaleksin 500 mg 3-5 gün, 8 saatte bir Fosfomisin 3 g Tek doz Trimetoprim-Sülfametaksazol 3-5 gün, 12 saatte bir Direnç artışı Trimetoprim 1.trimester, Sülfametaksazol 3.trimesterde kullanılmamalıdır Tablo 3.16. Pyelonefrit için tedavi protokolleri Antibiyotik Doz Seftriakson 1-2 g IV veya IM, tek doz Aztreonam 1 g IV , 8-12 saatte bir Piperasilin-Tazobaktam 3,375-4,5 g IV, 6 saatte bir Sefepim 1 g IV , 12 saatte bir İmipenem-Silastatin 500 mg IV, 6 saatte bir Ampisilin 2 g IV, 6 saatte bir Gentamisin 3-5 mg/kg/gün IV , 3 doz halinde 74 Tablo 3.17. Bakteriüri İnsidansını Azaltmak için Alınacak Önlemler Kateter aseptik koşullarda sonda takılmalı Üretra ve mesane travmatize edilmemeli Lubrikan madde kullanılmalı ve ince kateterler tercih edilmeli Kondom , Aralıklı ve Suprapubik kateterler olabildiğince kullanılmalı Antibiyotik ve Gümüş kaplı sondalar kısa dönemde bakteriüri insidansını azaltabilir. Profilaktik antimikrobiyal ve antiseptik kullanılmamalı Kateter düzenli aralıklarla değişmeli İdrar torbası çok kısa sürede değişmeli Sistem mutlaka kapalı olmalı İdrar torbasının seviyesi mesane seviyesinin altında olmalı Guideline Committee. Clin Infect Dis. 2011 Nov;53(10):1041-2 3.2 Prostatit, orşit ve epididimit 3.2.1 Prostatit Prostatit kelime anlamı olarak prostat bezinin inflamasyonudur. Ancak, prostatit üriner sistem semptomları, enflamasyon, prostat kökenli ağrı ve etiyopatogenezi tam olarak aydınlatılamamış bir klinik tabloyu ifade etmek için kullanılmaktadır. Prostatitin nedenleri, tedavi alternatifleri ve etiyopatogenezi halen tartışmalıdır ve sadece hastaların %5-10’unda etken patojen gösterilebilmektedir. Etkenin çok az bir hasta grubunda gösterilebilmesi, klinik olarak prostatit tanısı konulan hastaların bir kısmının histolojik incelemelerinde prostatit tanısının gösterilememesi ya da histolojik olarak prostatit tanısı konulan hastaların bir kısmında hiçbir klinik yakınmanın ve bulgunun olmaması prostatit hastalığında aydınlatılamamış noktaların olduğunu desteklemektedir. Prostatitler, üriner sistem hastalıkları içerisinde 50 yaş altında en sık, 50 yaş üzerinde ise benign prostat hiperplazisi (BPH) ve prostat kanseri sonrası üçüncü sıklıkta tanı konulan bir hastalık olup, tüm yaş gruplarında ise %8-14 oranında saptanmaktadır. Yapılan çalışmalarda erişkin erkeklerin %2-30’unun hayatlarının herhangi bir döneminde geçirilmiş prostatit ile uyumlu şikayetlerinin bulunduğu gösterilmiştir. Prostatit insidansı coğrafi bölgelere göre de (%2.2-12) farklılık göstermektedir. Ayrıca, otopsi serilerinde bile bilinen prostat hastalığı olmayanlarda %44 oranında prostatit saptandığı bildirilmektedir. Prostatitlerin sınıflanması ile ilgili çalışmalar ilk defa 1968 yılında Meares ve Stamey’in 4 kap testini tanımlamasıyla hız kazanmıştır. 1974 yılında da Dracht tarafından prostat sekresyonu esas alınıp prostatitler 4 gruba ayrılarak sınıflandırılmışlardır. Bu sınıflama geleneksel sınıflama olarak bilinmektedir (Tablo 3.18). Dört kap testinde 1. kaba ilk 10 ml’lik idrar alınırken, 200 cc idrar yapımı sonrası alınan 10 cc’ lik idrar 2. kabı, yaklaşık 1 dakika süren prostat masajı sonrası alınan prostat sekresyonu 3. kabı ve en son alınan 10 cc’ lik idrarda 4. kabı oluşturmaktadır. Bu değerlendirmede, 1. kap üretra, 2. kap mesane ve 3. ile 4. kap da prostata karşılık gelmektedir. 1998 yılında Ulusal Sağlık Enstitüsü tarafından (NIH) 4 tüp testi esas alınarak yeni bir sınıflama yapılmıştır (Tablo 3.19 ve Tablo 3.20). Bu yeni sınıflama ile prostat masajı sonrası idrar ve ejakulatta lökosit varlığı “Kronik Pelvik Ağrı Sendromu-KPAS (Kategori III)” olarak tanımlanmıştır. Böylece eski sınıflamada “bakteriyel olmayan prostatit” olarak kategorize edilen hastalar yeni sınıflandırmada “KPAS-Kategori III” olarak yeniden sınıflandırılmıştır. Yeni sınıflama tanı aşamasında yaşanan zorluk ve karışıklıkların aşılmasında çok faydalı olmuştur ancak testin yapılmasının zorluğu açıktır. Ürologların sadece %4’ünün her hastada dört kap testini uyguladığı yapılan çalışmalarda gösterilmiştir. Bu nedenden dolayı 1985 yılında 2 kap testi ortaya atılmış ve 1997 yılında Nickel tarafından yaygın kullanılır hale getirilmiştir. İki kap testi prostat masajı öncesi orta akım idrarı ve prostat masajı sonrası ilk 10 cc’ lik idrarın alınıp değerlendirilmesi esasına dayalı basit, ucuz, uygulaması kolay bir test olup %91 özgüllük ve duyarlılığa sahiptir (Tablo 3.21). Kategori I: Akut Bakteriyel Prostatit Bakteriyel prostatitler akut ve kronik olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır. Akut bak3teriyel prostatitin (ABP) insidansı %1-3 olarak bildirilmektedir. ABP prostat bezinde yaygın enflamasyon ile karakterize bir patolojidir. Fimozis, tedavi edilmemiş üriner infeksiyonlu hastalarda yapılan transüretral cerrahi girişim, idrar yolu enfeksiyonu, akut epididimit, üretral kateterizasyon, üretra darlığı, immün yetmezlik, nörojenik mesane, dehidratasyon, anal cinsel ilişki ve kondom kateter uygulamaları gibi faktörler etiyolojide yer alabilmektedir. Ancak bütün bu risk faktörlerine rağmen ABP’in %90’ının spontan oluştuğu bildirilmektedir. ABP sıklıkla assendan üretral enfeksiyon ya da enfekte idrarın prostata 75 III. Enfeksiyon ve İnflamasyon reflüsü ile ortaya çıkmaktadır. Daha nadir olarak hematojen yol ile de enfeksiyonun prostata ulaşması ve lenfatikler aracılığı ile rektumdan yayılması da mümkün olabilmektedir. ABP’de en sık (%65-80) etken E. Coli’dir. İkinci sıklıkla %10-15 oranında P. aureginosa, serratia, klebsiella, proteus mirabilis gibi ajanlar yer alırken entereokoklar %5-10 oranı ile 3. sıklıkta görülmektedirler. Anaerob ajanlar, stafilokok, klamidya, üreoplazma ve mikoplazma hominis gibi ajanların ABP etiyolojisindeki rolleri tartışmalıdır. Sistemik granülomatöz enfeksiyonlarda veya immun yetmezliklerde Mycobacterium tüberkulozis, Candida, Coccidoioides immitis, Blastomyces dermatitis veya Histoplasma capsulatum gibi nadir patojenler etken olabilmektedir. Daha nadir olarak Brucella’ya bağlı ABP de bildirilmiştir. Mikroorganizmalar p-fimbria ve tip 1 pilileri yardımı ile membranlara tutunduktan sonra prostat bezinin derinlerine yerleşip agregat (biyofilm) oluşturarak antibiyotiklere daha dayanıklı hale gelmektedirler. ABP’e bağlı en sık görülen semptomlar ani başlayan yüksek ateş (%60), terleme, halsizlik, bulantı-kusma, dolum ve boşaltıma ait alt üriner sistem semptomları ve perineal ya da suprapubik ağrı (%38-81) dır. Daha nadiren makroskopik hematüri, artralji, miyalji, epididimit, sistit, bakteriyemi ve özellikle diabetes mellitus, immün yetmezliği olan hastalar ve maligniteli hastalarda septik şok görülebilmektedir. ABP tanısında, tıbbi öyküde yeni geçirilmiş üriner enfeksiyon, üretral enstrümentasyon ve immün yetmezlik varlığının sorgulanması önem arz etmektedir. ABP’de parmakla rektal muayenede prostatta ısı artışı, ödem ve hassasiyet saptanmaktadır. Perineal ağrı ve anal sfinkter spazmı nedeniyle rektal tuşe zor olabilir. Prostat masajının bakteriyemi riskini artırması nedeniyle Meares-Stamey 4-kap testi kontrendikedir. Bu nedenle sadece orta idrar incelemesi ile idrar kültürü alınması önerilir. Sistemik belirtiler varsa kan kültürü de anlamlıdır. İdrar tahlilinde sıklıkla piyüri, bakteriüri ve hematüri saptanmaktadır. İdrar kültüründe üreme olabilir. Tüm prostatitlerin sadece %10-15’inde kültürde üreme saptandığı unutulmamalıdır. Kan tetkiklerinde lökopeni ya da lökositoz görülebilir. Serum PSA seviyeleri de ciddi düzeyde artmaktadır. Rutin yapılan bu incelemelerin dışında, klavuzlarda yer almamakla birlikte ABP’de serum LDH ve immünglobulinlerinde, ejakülat C3, seruloplazmin ve PMNL-elastaz değerlerinde yükselme olacağı ve bu tetkiklerin tanıda yardımcı olabileceği çeşitli çalışmalarda gösterilmiştir. ABP tanısı için transrektal ultrasonografi (TRUS) genellikle rutin olarak uygulanmamakla birlikte antibiyotik tedavisine yeterli cevap alınamaması durumunda prostat absesi varlığının değerlendirilmesi için kullanılmaktadır. Günümüzde ABP ayırıcı tanısının yapılmasında ve gerilemeyen ABP vaklarında pelvik bilgisayarlı tomografi (BT) ve manyetik rezonans görüntüleme (MRG) daha 76 sıklıkla kullanılmaktadır. Komplikasyonsuz akut bakteriyel prostatitin radyolojik görüntülemesinde, prostatta genişleme, prostatın etrafında ödem, ekojenitede azalma, heterojen görünüm, arteriyel kan akımında artma vardır. ABP’te tedaviye öncelikle kültür sonuçları çıkana kadar ampirik parenteral antibiyotik ile başlanır ve 24-48 saat sonunda klinik tablonun seyrine göre oral ilaçlar ile tedaviye 2-4 hafta devam edilir. Tedavide ilk tercih kinolonlardır, ikinci sırada ise pensilinler, aminoglikozidler, ikinci ve üçüncü kuşak sefalosporinler yer almaktadır. Florokinolonlar diğer antibiyotiklere göre prostatik dokuya daha iyi penetre olmaları ve enfeksiyon durumunda alkali ortamda daha iyi penetre olmaları nedeniyle ilk ajan olarak tercih edilmektedirler. Antibiyotik tedavisine genelde 2-6 gün içinde yanıt alınır ve 24-48 saatlik ateşsiz dönem sonrası, kan kültürü de negatif ise duyarlılık testlerinin sonucuna göre oral tedaviye geçilir. Tedavi süresi genelde 2-4 hafta iken kinolon ve makrolidlere dirençli mikroorganizma varlığında 6 haftalık tedavi süresi tercih edilmelidir. Hastaların ortalama %70-86’sinda kür elde edilebilmektedir. Özellikle vital bulgularda bozukluk, bulantı ve kusma gibi sistemik semptomlar, immün yetmezlik, DM, böbrek yetmezliği olan veya ürosepsis şüphesi olan hastalar ilk planda hastaneye yatırılarak tedavi başlanmalıdır. ABP’te glob vezikale gelişmiş ise üriner diversiyon için sepsis riskini artırması ve perineal ağrıyı artırması sebebiyle üretral Foley kateter yerine suprapubik sistostomi tercih edilmelidir. Kırksekiz saatlik tedavi ile gerilemeyen ABP vakalarında prostat absesi düşünülmeli, TRUSG veya BT ile tanı konulduktan sonra transüretral ya da perineal yolla abse boşaltılmalıdır. Son olarak ABP vakalarının %5 oranında kronik bakteriyel prostatite dönüştüğü de bildirilmektedir. Kategori ıı: kronik bakteriyel prostatit Kronik bakteriyel prostatitin (KBP) insidansı %2-5 olarak bildirilmektedir. Prostat bezi içinde fokal olarak yerleşmiş bakterilerin neden olduğu tekrarlayan üriner sistem enfeksiyonudur. KBP’te aynı enfeksiyon ajanının olması ve en az 3 ay sürmesi şart kabul edilmektedir. En önemli etiyolojik etken E. Coli (%80)’dir. İkinci sırada ise Klebsiella, P Aureginosa ve proteus gibi ajanlar yer almaktadır. İmmun yetmezlik durumlarında ancak ABP’te bahsedilen nadir ajanlar etken olabilmektedir. Çinko azlığı, büyük prostat taşları, intraprostatik reflü, genetik faktörler, otoimmün faktörler, vücut kitle indeksinin yüksek olması, seksüel aktivite, vazektomi, benign prostatik hiperplazi ya da önceden geçirilmiş üriner infeksiyon ve kolonoskopi gibi faktörler de KBP’e yol açan bakteri dışındaki nedenler arasında sayılmaktadır. KBP’te sık görülen semptomlar dolum ve boşaltıma ait alt üriner sistem semptomları, hematospermi, sırt ağrısı, skrotal ve perineal ağrı görülebilmektedir. Ateş ve tit- reme genellikle bulunmamaktadır. Epididimoorşit gibi lokal semptomlar ve bazen de ABP atakları gelişebilir. Hastaların yaklaşık yarısında ereksiyon veya ejakulasyon problemleri ya da libido kaybı bulunur. KBP’in KP/KPSS’den klinik olarak ayrımı zordur. Bu iki kategori arasında sadece Meares-Stamey testi ile ayırım yapılabilir. KBP tanısının konmasında hikaye, fizik muayene, idrar analizi, Meares-Stamey testi ya da 2-kap testi yardımcı olacaktır. Fizik muayene çoğu zaman önemsizdir. Prostat genellikle normal boyut ve kıvamda olmakla birlikte nadiren prostat şişkin veya serttir. İdrar analizi genellikle normaldir. Meares-Stamey testinde elde edilen tüm örneklerin mikroskopisi ve kültürü yapılır. Bakteriyel prostatit tanısı için EPS ve/veya VB3’de VB1 ve VB2’den en az 10 kat fazla bakteri bulunmalıdır. Dört kap testinde prostat sekresyonunun mikroskobik incelenmesinde makrofajlar görülmesi tipiktir. Bundan başka prostatik inflamatuvar agregatların prostatik sekresyonda saptanması patognomonik olabilir. KBP’te akut atak sırasında bakteriüri saptanabilmesine rağmen ataklar arasındaki dönemde mikroorganizmaları saptamak mümkün olamamaktadır. Dirençli vakalarda, nadir görülen mikroorganizmaların üretilemediği durumlarda bakteriyel antijenlerin saptanması, immunglobulin, IL4, IL-6, IL-8, IL-10 gibi inflamatuar sitokinlerin ölçülmesi/PCR (polymerase chain reaction), ENA (epitelyal nötrofil aktive edici faktor)-78 olçülmesi veya LCR (ligase chain reaction) gibi mikroorganizmann DNA’sını belirlemeye yönelik yöntemlerin kullanımı uygun olacaktır. KBP tanısında radyoloji spesifik olmadığından pek ihtiyaç duyulmaz. Ancak nadiren enflmasyonun göstergesi olan distrofik kalsifikasyon ve fibrozis ile enfekte idrar reflüsüne bağlı veru montanum altında apikal periferal zon kalsifikasyonu saptanabilir. Radyolojik olarak KBP’li hastalarda pelvik USG ile postmiksiyonel idrar analiz tayini radyolojinin en çok kullanıldığı alanı oluşturmaktadır. KBP’in en güncel tedavisi oral antibiyoterapidir. Parenteral ve oral tedavi başarıları arasında anlamlı bir fark saptanmamıştır. Toplam 4-6 haftalık antibiyotik tedavisi ideal yaklaşım olsa da bazı çalışmalarda 3 aya kadar antibiyotik tedavisinin verilebildiği görülmektedir. Kronik prostatitlerde (KP) prostat sekresyonu pH’ının alkali olduğu bilinmektedir ve bu durum antibiyotiklerin prostatik sıvı ve dokuya geçişini engellemektedir. Bu nedenle hem alkali hem de asidik ortamda etki gösteren amfoterik antibiyotiklerden florokinolonlar ilk tercih olarak kullanılmaktadırlar. Kinolonlar ile 4-6 hafta tedavi sonrasında başarı %60-80 olarak bildirilmektedir. Levofloksasin gibi üst kuşak kinolonlarla tedavi %71,2’nin altında değildir. Bazı gruplar KBP tedavisinde Trimetoprim’i ilk tercih olarak kullanmaktadırlar ancak bu ilaçla başarı %44-50 olarak bildirilmektedir. KBP tedavisinde ikinci en sık kullanlan tedavi non-steroidal anti-enflamatuarlardır ve sıklıkla antibiyotiklerle kombine edilmektedirler. α-bloker ile KBP tedavisinin ise başarı oranı %50-57 aralığındadır. Bunun yanı sıra birkaç kontrollü ve prospektif çalışmada alfa-bloker ve anti-enflamatuar tedavinin antibiyotiklerle kombinasyonunun tedaviye katkısı olmadığı gösterilmiştir. Doluma ait alt üriner sistem semptomlarını rahatlatmak için sıcak oturma banyosu ve antikolinerjik ajanlar kullanılabilir. Medikal tedaviye yanıt alınamadığı durumlarda ve büyük prostat taşları da varsa transüretral prostat rezeksiyonu (TUR-P) düşünülebilir. Bu tür vakalarda TUR-P başarısı %30-70 oranında bildirilmektedir. Klasik kitaplarda radikal prostatektomi alternatif bir cerrahi model olarak yer almaktadır ancak günümüzde impotans ve inkontinans gibi komplikasyonlar ve yüksek morbiditesi nedeni ile uygulanmamaktadır. KBP tedavisinde yılda 3 veya daha fazla nüks gösteren hastalara 6 ay boyunca supresif antibiyotik tedavisi (trimetoprim-sulfametoxazol, tetrasiklin, amoksisilin veya nitrofurantoin) verilmelidir. Kategori III: Kronik Pelvik Ağrı Sendromu Kronik Pelvik Ağrı Sendromu (KPAS) tüm prostatitlerin %90-95’ini oluşturmaktadır. Erkeklerin yaklaşık %30’unun hayatlarının bir döneminde bu semptomları gösterdikleri bilinmektedir. Etiyoloji-patogenez 1) Yüksek basınçlı işeme: intraprostatik duktal reflü oluşturarak etkili olmaktadır. Bu reflü ile mikroorganizmalar, antijenler, lökosit, spermatozoa, ürat metabolitleri ve kreatininin eşlik ettiği inflamatuvar reaksiyon KPAS temellerini oluşturmaktadır. Yapılan çalışmalarda hastaların %5-53’ünde işeme disfonksiyonlarının olduğu gösterilmiştir. 2) Detrüsor-sfinkter uyumsuzluğu 3) Pelvik taban kaslarında bozukluk 4) Otoimmun mekanizma: Seminal plazmada prostatik proteinlere karşı artmış T hücre cevabının olması bu bulguyu desteklemektedir. 5) Mikroorganizmalar (%7-10): C. trachomatis, üreaplazma, anaerob bakteriler, koagulaz (-) stafilokoklar ve corynobacterium gibi nadir türler çalışmalarda nadiren pozitif sonuçlarının alındığı bildirilmektedir. 6) Sitokinler (IL1a, IL-6, IL-8, IL10, IL12) ve kemokinler (CCL1,3,4,17,22, CXCL8): Pro-inflamatuar ve anti-enflamatuar etkileri oldukları bilinmektedir. Çeşitli çalışmalarda bu sitokinlerin seviyelerinin prostatik sıvıdaki miktarlarında değişiklik olduğu gösterilmiştir. 7) Psikolojik nedenler: Kronik pelvik ağrı sendromu olan hastaların bir kısmında kişilik bozukluklarının olduğu ve bu durumun patolojik bozukluğun hem sebebi 77 III. Enfeksiyon ve İnflamasyon Tablo 3.18. Geleneksel Sınıflama 1. Akut bakteriyel prostatit: Prostatik sıvıda püy + enfeksiyon bulguları + prostatik sıvıda üreme olması 2. Kronik bakteriyel prostatit: Sistemik enfeksiyon bulguları olmaması, pürülan prostatik sıvıda bakterilerin bol bulunması. 3. Non-bakteriyel prostatit: Prostatik sıvı kültüründe anlamlı sayıda bakteri olmadığı ancak prostat sekresyonunda mikroskopik pürülan görünümün olması. 4. Prostatodini : Ağn ve işeme yakınmalarının olması buna karşın bakteriuri ve prostatik sıvıda püy olmamasıdır. olabileceği hem de semptomları artırabileceği gösterilmiştir. 8) Fosfogliserat kinaz-1 geni (PGK1): Bu genin patogenezde etkili olduğunu gösteren çalışmalar mevcuttur. 9) Androjen reseptör geni (Xq11 ve Xq13): Androjen insensitivitesinin etiyolojide yer aldığını gösteren çalışmalar mevcuttur. 10) Çok oturanlar ve sürücüler: Fiziksel aktivite azlığının enflamasyonu artırdığını belirten çalışmalar mevcuttur. Klinik bulgular ve tanı Klinik olarak, KPAS grubunda sistemik infeksiyon bulguları ya da tekrarlayan üriner enfeksiyon öyküsü bulunmamaktadır. Ağrı en önemli semptomdur. KPAS’da görülen ağrı en sık perine ve suprapubik bölgede (%46), ikinci sıklıkla ise skrotum ve testiste (%39) bildirilirken, daha nadir olarak inguinal bölge, penis (%6) ve gluteal bölge (%2)de de bildirilmektedir. Birçok hastada görülen ejakulasyon esnasında veya hemen sonrasında olan ağrı da KPAS olan hastalarda görülen önemli bir belirtidir. KPAS’da ağrının sebebi net olarak bilinmemekle birlikte aşağıdaki açıklayıcı teoriler öne sürülmüştür. 1) Doku basıncının yüksek olması 2) Semende ürat kristalleri 3) Nerve Growth Faktor: Nörojenik inflamasyon yapar Tablo 3.19. Dört Kap Testi Sınıflama ve C fiberlerini duyarlı hale getirir, duyusal nöronlarda substans P, CGRP seviyelerini artırır ve periferdeki NMDA reseptörleri aracılığı ile santral afferent nöronları etkileyip uzun sureli depolarizasyon yapar. 4) Oksidatif stres: Enflamasyon oksidatif stres artışına yol açar. Oksidatif stres PGE2 artışına, PGE2 artışı da ağrıyı azaltan endorfin azalmasına yol açar. 5) K+ kanal bozuklugu 6) Enflamasyona bağlı olarak artan mast hücreleri spinal nöronları PAR-2 (protease-activated receptor-2) reseptörleri aracılığı ile uyarır ve ağrı oluşur. Prostatitlerin şiddetini değerlendirmek için çok sayıda semptom skorlaması bildirilmiştir ancak günümüzde NIH tarafından tanımlanan toplam 9 soru (NIH-KPSI) içeren skorlama en güncel olanıdır. NIH-KPSI semptom ciddiyetini değerlendirse de KP ve KPAS ayrımını yapamaz ve 10 puan üzeri anlamlı olarak kabul edilmektedir. Yapılan çalışmalarda görülmüştür ki düşük yaş, düşük sosyo-ekonomik düzey, diyet (alkol, baharat, kafein), kış mevsimi gibi faktörler semptomları arttırır. KPAS tanısında fizik muayene kesin klinik tanıyı koymada ve prostatit türlerinin sınıflanmasında etkin bir başarı ortaya koymasa da dış genitaller, inguinal bölge, perine, koksiks, eksternal anal sfinkter tonusu ve pelvik kaslar dikkatlice değerlendirilmelidir. Rektal muayene idrar örneği alındıktan sonra yapılmalıdır. KPAS’in iki turu arasındaki ayrım 4 kap ya da 2 kap testi ile daha 1. Kap 2. Kap 3. Kap 4. Kap Kategori II - +/- + + Kategori IIIA - +/- + + Kategori IIIB - - - - 78 Tablo 3.20. NIH Sınıflaması Kategori 1 Kategori II Prostatın akut enfeksiyonu Prostatın kronik bakteriyel enfeksiyonu Kategori III Kronik pelvik ağrı sendromu (KPAS): Standart yöntemlerle prostat içinde üropatojen bir bakteri olmadan kronik ürogenital ağrı olması Kategori IIIA (inflamatuvar) Prostat masajı sonrası idrar sedimentinde, semende ya da prostat sekresyonunda belirgin lökosit (>10) bulunmasıdır. Prostat masajı sonrası prostat sekresyonu, sediment ya da semende önemsiz sayıda lökosit (<10) bulunmasıdır. Herhangi bir yakınması olmayanlarda infertilite ya da prostat kanseri araştırması için yapılan incelemelerde semende ya da prostatik histolojik örneklerde lökosit veya bakteri bulunmasıdır. Kategori IIIB (non-inflamatuvar) Kategori IV önce tanımlandığı gibi yapılmaktadır. KPAS olgularında ağrı dışında dolum ve boşaltıma ait alt üriner sistem semptomları görülebilmektedir. Bu tür durumlarda alt üriner sistem fonksiyonel bozukluklarının tabloya eşlik edebileceği düşünülmelidir ve ürodinamik çalışmalar ile olası işeme bozuklukları aydınlatılmalıdır. Yapılan ürodinamik çalışmalarda %5-60 oranlarında arefleks mesane, hiperrefleks mesane, mesane boynu obstrüksiyonu, detrüsör instabilitesi, üretral obstrüksiyon gibi patolojilerin saptandığı bildirilmiştir. KPAS ve boşaltıma ait alt üriner semptomları olan hastalarda ürodinamik değerlendirme önerilmektedir. KPAS tanısında, Avrupa Üroloji Derneği (EAU) kılavuzlarında medikal öykü, parmakla rektal muayene, tam idrar tetkiki ve idrar kültürünün mutlaka yapılması gerekenler sınıfındadır. Dört kap testi, semptom skoru, idrar akım hızı ölçümü, rezidü idrar tayini ve sitoloji opsiyoneldir. Semen analizi ve kültürü, lökosit tayini, ürodinamik değerlendirme, TRUS, sistoüretroskopi, USG, BT, MR, IVP, PSA ve peroksidaz boyamasının (ejakulatta spermatosit ve lökosit ayrımı için yapılır) ise isteğe bağlı olarak yapılması gerektiği vurgulanmaktadır. Bu incelemelerden başka literatürde semende IL-β1b ve TNF-α seviyelerinde artmanın saptandığı, kategori IIIA’da IIIB’ye göre yüksek IL-β1b ve IL-8 seviyesinin olduğu ve 16s rDNA incelenmesinin tip III’te pozitif olarak saptanabileceği belirtilmektedir. Ayırıcı Tanı Karsinoma in situ Interstisyel sistit Mesane çıkım obstrüksiyonu Seminal vezikül tasları Seminal vezikül kistleri Gizli inguinal herni, femoral herni Tekrarlayan herpes simpleks Üretral Darlık İnterstisyel sistit Prostat kanseri Kronik epididimit Anorektal hastalıklar Tablo 3.21. İki Kap Testi Örnek Kategori II Kategori IIIA Kategori IIIB Masaj öncesi Masaj sonrası Lökosit + + Kültür + + Lökosit - + Kültür - - Lökosit - - Kültür - - 79 III. Enfeksiyon ve İnflamasyon Tedavi KPAS’nun tedavisi de etyopatogenezi kadar karmaşıktır. Antibiyoterapi Tip IIIA’da kulanılmaktadır ve başarısı %40 olarak bildirilmektedir. Tip IIIB’de ise standardize edilmiş antibiyotik tedavisi yoktur. KPAS’nda antibiyoterapi plasebo etkileri, kültürü yapılamayan mikroorganizmaların eradikasyonu ya da supresyonu ve anti-enflamatuvar etkilerine dayanılarak verilmektedir. Toplam 2-4 hafta tedavi süresi önerilmiştir. Çalışmalarda kültür, lökosit sayısı ve antikor düzeylerinin antibiyotik etkinliği ile korele olmadığı gösterilmiştir. KPAS olgularında genel olarak antibiyotik kullanım oranı %69 olarak bildirilmektedir. En sık kullanılan antibiyotik florokinolonlardır ve ürologlar 4-kap testinden bağımsız olarak kullanmaktadırlar. Literatürde farklı ülkelerde farklı rejimlerin kullanıldığı da bilinmektedir. ABD, Hollanda ve Kanada’da ilk tercih trimetoprim-sulfametoxasol ya da kinolonlardır, 2-6 hafta süreyle verilir ve başarısız olunursa ikinci grup antibiyotik (doksisiklin) tercih edilir. İngiltere’de ise ilk tercih doksisiklindir. İtalya, İsveç ve Fransa’da ise ilk tercih antibiyotik dışı tedavilerdir. Yapılan birçok çalışmada, ürologların %4064’ünün hastalığın bakteriyel kökenli olduğuna inanmadıkları, %29-56’sının ise 4-kap testine dahi inanmadıkları belirtilmiştir. Antibiyoterapinin başarısının tartışılır olması alternatif tedavileri gündeme getirmiştir. α-blokerler KPAS’a yaklaşımda alternatif tedavilerden biridir. α-blokerler ile çıkım obstrüksiyonunun düzelebileceği, idrar akımının kolaylaşacağı ve dolayısı ile reflü oluşmayacağı düşünülerek bu ilaçlar KPAS tedavisinde kullanılmışlardır. α-blokerlerin KPAS vakalarındaki etkinliği %33-57 arasında olup en az 12-14 hafta tedavi önerilmektedir. α-blokerlerin özellikle KPAS tip IIIB’de etkin oldukları bildirilmektedir. α-blokerler ağrıya yönelik direkt etkili olmasalar da tamsulosinin spinal korddaki α1A ve α 1D adrenerjik reseptörleri antagonize ederek ağrıdan sorumlu substans P’yi inhibe ettikleri ve ağrının azalmasında indirekt olarak etkili olabilecekleri çeşitli çalışmalarda gösterilmiştir. Prostat masajı ve antibiyotik tedavisi denemiştir. Masaj sonrası prostat kanallarının açıldığı ve antibiyotiklerin doluya daha iyi penetre olduğu görüşü savunulmuştur ve bu kombinasyon tedavisinin başarı oranı %30-50 olarak bildirilmiştir. α-bloker ve antibiyotik kombinasyonu, üzerinde çok durulan bir alternatif olmuştur ancak en son 2008’de uluslar arası bir konsensusta kombine tedavinin tek başına antibiyotik tedavisine üstünlüğünün olmadığı belirtilmiştir. Non-steroidal anti-enflamatuarlar ve steriodler in inflamatuar parametreleri iyileştireceği ve bulguları düzelteceği düşünülmüştür. Tek başlarına başarıları anlamlı 80 bulunmamıştır ve monoterapi şeklinde kullanımı önerilmemektedir. Ayrıca steroidlerle yapılmış plasebo kontrollu çalışmalarda klinik etkinlik yüksek olarak gösterilmiş ancak, yüksek yan etki potansiyeli nedeni ile geniş uygulama olanağı elde edilememiştir. Üriner epiteli koruyan ve mukopolisakkarid yapıda olan pentozan polisülfat KPAS tedavisinde denenmiş ve başarı oranları %35-67 olarak bildirilmiştir. Kernilton, kuarsetin ve saw palmetto (%67 başarı) gibi 10’dan fazla fitoterapotik ajanla ilgili çalışma bildirilmiştir. Fitoterapotiklerin 5 α-redüktaz aktivitesinin inhibisyonu, adrenerjik blokaj, anti-enflamatuar etki ve mesane kontraksiyonlarının inhibisyonu ile etkili oldukları ancak kullanım süresince etkinliklerinin devam ettiği ve ilacın bırakılması ile yeniden bulguların ortaya çıktığı gösterilmiştir. Fitoterapotiklerin de tek başına kullanımları önerilmemektedir. Bazı çalışmalarda intraprostatik reflü sonrası purin ve pirimidin metabolitlerinin artmasına bağlı enflamasyon olduğu ve allopurinol tedavisi ile etkinlik sağlanacağı düşünülmüştür ancak çalışmaların sonuçları beklendiği gibi yüksek başarı oranları bildirmemiştir. Anti-androjenlerin prostat büyümesini durdurduğu, bu sebeple de prostatik enflamasyonu azaltacağı düşünülmüş ve KPAS tedavisinde kullanılmıştır ancak finasterid ve plasebo arasında anlamlı fark saptanmamıştır. Bu nedenle anti-androjenler monoterapide önerilmemektedir. Finasterid kullanımı sadece ürodinamik ve endoskopik olarak alt üriner sistem obstrüksiyonu gösterilen olgularda önerilmektedir. Bunlardan başka fizik tedavi, perineal ya da pelvik taban masajı ve myofasial tetik noktalann tedavisi, spesifik anatomik bölgelerin ısı ile tedavisi, fizyoterapi, anestezik madde injeksiyonu, akupunktur, üretro-anal stimulasyon, L-glutamin, ko-enzim 10, alfa-lipoik asit, ESWT, eksternal radyofrekans hipertermi, botulinum toksini, düzenli egzersiz, vankomisin, α-adrenoseptor antagonisti naftopidil, tetrasiklin + etilendiamintetraasetikasit, topikal kapsaisin, melatonin ve selenyum gibi antioksidanlar, çinko, kombine tedaviler, gabapentin, elektronöral modulasyon, relaksasyon egzersizleri ve biyofeedback tedavileri de KPAS’da bildirilmiştir. Hipertermi ve elektrostimülasyon tedavileri KPAS’da artmış pelvik taban kas tonusunu azaltmaya yönelik tedaviler olmakla birlikte etkinlikleri henüz netleşmemiştir. Vitamin D reseptör agonisti elokalsitol ile ilgili olarak deneysel prostatit modellerinde sınırlı sayıda yapılmış çalışmalarda proinflamatuvar sitokinleri inhibe edip ve IL-10 seviyesini artırarak prostatit tedavisinde etkin olduğu bildirilmektedir. Baklofen ve diazem gibi kas gevşeticileri kombinasyon tedavilerinde denenmiştir ancak sonuçları ile ilgili net veriler henüz elde edilememiştir. Minimal invaziv prostat cerrahisi tedavilerinden TUNA, neodmiyum:yttrium aliminyum-garnet lazer ve TUMT ve TUMT+α-bloker tedavileri denenmiştir. Bu tedavilerde amaç enflamasyonu rezolüsyona uğratmak, afferent sinirleri etkileyerek ağrıyı azaltmak ve kültürü yapılamayan ya da gizli kalan bakterileri yok etmek olmuştur ancak nadir endikasyonlarda (mesane boynu yüksekliği veya üretra darlığı gibi ek alt üriner sistem patolojilerinin varlığı) kullanılmaktadır ve etkinlikleri tartışmalıdır. Kategori IV: Asemptomatik Prostatit İlk olarak 1979’da tanımlanmıştır. BPH tedavisi sırasında, artmış PSA seviyeleri nedeni ile yapılan incelemelerde ya da prostat kanseri nedeni ile yapılan tedaviler sonrası histolojik kesitlerde kişide herhangi bir yakınma olmaksızın prostatit saptanması ya da ejakulatta infertilite nedeni ile yapılan incelemelerde lökosit ve/veya bakteri tespit edilmesidir. Okunması önerilen kaynaklar Anderson RU. Management of chronic prostatitis-chronic pelvic pain syndrome. Urol Clin North Am, 29: 235, 2002. Başar M. Kronik pelvik ağrı sendromu. Prostatın benign hastalıklan. Editorler; Kadioglu A, Aşcı R, Semerci B, Orhan i, Cayan S, Yaman O, Usta MR. İstanbul Medikal Yayıncılık. S: 183-196, 2009. Drach GW, Fair WR, Meares EM, Stamey TA. Classification of benign diseases associated with prostatic pain: prostatitis or prostatodynia? J Urol, 120: 266, 1978. prostatitis: the National Institutes of Health Chronic Prostatitis Cohort Study. J Urol, 168: 1048, 2002. Şen İ, Alkibay T. Prostatitler: Tanım, sınıflama ve etiyoloji. Türkiye Klinikleri Dergisi, 1: 1, 2005. Yaman O, Göğüş C, Tulunay O et al. Increased prostate-specific antigen in subclinical prostatitis: the role of aggressiveness and extension of inflammation. Urol Int, 71: 160, 2003. Zvara P, Folsom JB, Plante MK. Minimally invasive therapies for prostatitis. Curr Urol Rep, 5: 320, 2004. 3.2.2 Orşit Tanım ve sınıflama: Orşit; testisin enfeksiyona sekonder gelişen akut inflamatuar reaksiyonudur. Bu terim objektif inflamasyon olmamasına rağmen, eskiden beri testise lokalize bir testiküler ağrıyı tanımlamak için kullanılagelmiştir. Akut Orşit; akut inflamasyon ile ilgili olarak testiste ani meydana gelen ağrı ve şişlik ile karakterizedir. Kronik orşit ise; altı haftadan uzun süren, genellikle şişlik olmayan, ağrılı inflamatuar bir testisi tanımlar. Orşit Sınıflaması Akut bakteriyel orşit İdrar yolu enfeksiyonuna sekonder Seksüel geçişli hastalığa sekonder Nonbakteriyel enfeksiyöz orşit Erdemir F, Parlaktas, BS, Uluocak N. Prostatitlerin Patofizyolojisi, Tanısı, Tedavisi ve Değerlendirilmesindeki Yenilikler, Üroloji Bülteni, 18(4): 147-155(2007). Viral Fowler JE. Antimicrobial therapy for bacterial and nonbacterial prostatitis. Urology, 60: 24, 2002. Parazitik Grabe M, Bishop MC EAU Kılavuzları. 79-85, 2012. Riketsial Krieger JN, Weidner W. Prostatitis: ancient history and new horizons. World J Urol, 21: 51, 2003. Ku JH, Kim SW, Paick JS. Epidemiologic risk factors for chronic prostatitis. Int J Androl, 28: 317, 2005. Luzzi GA. Chronic prostatitis and chronic pelvic pain in men: aetiology, diagnosis and management. J Eur Acad Dermatol Venereol, 16: 253, 2002. Fungal Nonenfeksiyöz orşit İdiopatik Travmatik Otoimmün Mazzoli S, Cai T, Rupeaita V et al. Interleukin 8 and anti-chlamydia trachomatis mucosal IgA as urogenital immunologic markers in patients with C. trachomatis prostatic infection. Eur Urol, 51: 1385, 2007. Kronik orşit Meares EM, Stamey TA. The Bacteriologic localization patterns in bacterial prostatitis and urethritis. Invest Urol, 5: 492, 1968. Patogenez ve Epidemiyoloji Nickel JC. Alpha-blockers for treatment of the prostatitis syndromes. Rev Urol, 7: 1 8, 2005. İzole orşit rölatif olarak nadir bir durumdur ve genellikle viral orjinlidir. Testise yayılım hematojen yolla olur. Orşitlerin çoğu, özellikle bakteriyel olanlar ipsilateral epididimite sekonder olarak lokal yayılımla oluşur ve epididimoorşit diye tanımlanır. Propert KJ, McNaughton-Collins M, Leiby BE. A prospective study of symptoms and quality of life in men with chronic prostatitis/ chronic pelvic pain syndrome: the National Institutes of Health Chronic Prostatitis Cohort study. J Urol, 175: 619, 2006. Schaeffer AJ, Knauss JS, Landis JR, Propert KJ. Leukocyte and bacterial counts do not correlate with severity of symptoms in men with chronic Kronik orşialji Erkek çocuklar ve yaşlı erkeklerde altta yatan sebep idrar yolu enfeksiyonudur. Genç, seksüel aktif erkeklerde 81 III. Enfeksiyon ve İnflamasyon ise sıklıkla sorumlu tutulan seksüel geçişli hastalıklardır. Gerçekten nonenfeksiyöz orşit sıklıkla idiopatiktir veya travma ile ilgili olabilir. Kronik orşitin, kronik orşialjiden klinik olarak ayırımı imkansız olabilmektedir. Tanı Akut enfeksiyöz orşit durumunda hikaye çok önemli olup; son tetkikler, ağrının başlangıcı, abdominal rahatsızlık hissi, bulantı-kusma gibi semptomların öğrenilmesini sağlar. Fizik muayene toksik ve febril hastayı ortaya çıkarabilir. Etkilenen hemiskrotum eritematöz ve ödemlidir. Etkilenen testis palpasyonla oldukça hassastır. Hasta prostatit ve üretrit açısından klinik olarak değerlendirilmelidir. Laboratuar testleri olarak; idrar analizi, idrar mikroskopisi ve kültürü yapılır. Seksüel geçişli hastalık şüphesi varsa üretral sürüntüden de kültür gönderilmelidir. Kronik orşit ve/veya orşialjisi olan hastalarda maligniteyi ekarte etmek amacıyla skrotal ultrasonografi (USG) tetkiki gereklidir. Yapılması gereken en önemli ayırıcı tanı özellikle genç erkek ve erkek çocuklarda “testis torsiyonu”dur. Doppler USG tanıya yardımcıdır ama parsiyel torsiyonda tanı atlanabilir ve cerrahi olarak düzeltilebilir torsiyonda hata yapılmış olur. Yani; şüphe varsa eksplorasyon şarttır. Tedavi Tedavinin genel prensipleri; yatak istirahati, skrotal destek (elevasyon), hidrasyon, antipiretik antiinflamatuar ajanlar ve analjezik uygulamalarıdır. Antibiyotik tedavisi enfeksiyöz orşitte uygulanmalı ve kültür-antibiyograma uygun ajan seçilmelidir. Kabakulak nedeniyle oluşan orşitte spesifik tedavi yoktur, destek tedavisi uygun ve yeterlidir. Kültürde spesifik ajan tespit edilemezse muhtemel etkene yönelik ampirik tedavi başlanmalıdır. Özellikle florokinolonlar verilmelidir. Birçok hasta ayaktan tedavi edilebilir. Cerrahi tedavi, torsiyon dışında son derece nadir gerekebilir (bu nadir durumlardan birisi de ksantogranulomatöz orşittir). Ağrıdan dolayı bazen lokal anesteziklerle spermatik kord blokajı gerekebilir. Apse formasyonu nadiren olsa da, varlığı durumunda perkütan yada açık drenaj endikasyonu vardır. Kronik orşit ve orşialji tedavisi destek tedavisi ile yapılır. Orşiektomi ağrının kontrol altına alınamadığı durumlarda endike olabilir. ̇ di ̇ mit ̇ 3.2.3 Epidi 3.2.3.1 Tanım ve Sınıflama 82 Epididimit; tanım olarak epididimin inflamasyonudur. Akut epididimit; epididimin aniden oluşan ağrı ve şişliği olarak ortaya çıkar. Epididimal akut inflamasyon sonucu gelişir. Kronik epididimitli hastalar ise epididimde ağrı ve inflamasyonla başvururlar. Altı haftanın üzerinde devam eden bir süreç söz konusudur. Şişlik olmamasına rağmen uzun süreli vakalarda endurasyon bulunmaktadır. Lokalize epididimal ağrısı olan birçok vakada inflamasyon klinik olarak kanıtlanamaz. 3.2.3.2 Epididimit Sınıflaması Akut bakteriyel epididimit İdrar yolu enfeksiyonuna sekonder Seksüel geçişli hastalığa sekonder Nonbakteriyel enfeksiyöz epididimit Viral Fungal Parazitik Nonenfeksiyöz epididimit İdiopatik Travmatik Otoimmün Amiodarone-uyarılmış Bilinen bir sendromla ilişkili (ör., Behçet hastalığı) Kronik epididimit Kronik epididimalji 3.2.3.3 Patogenez ve epidemiyoloji Akut epididimit genellikle mesane, üretra ve prostattaki enfeksiyonların epididim içine yayılımı ile oluşur. Bu durum önce epididimal kuyrukta başlar, daha sonra gövde ve epididim başına doğru ilerler. Bebeklerde ve erkek çocuklarda epididimit sıklıkla idrar yolu enfeksiyonu veya altta yatan konjenital bir anomali ile alakalıdır. Yaşlı erkeklerde BPH ve buna bağlı staz, idrar yolu enfeksiyonu ve kateterizasyon en sık epididimit sebepleridir. Bakteriyel prostatit ve/veya seminal vezikülitler de postpubertal tüm erkeklerde epididimal enfeksiyonla ilşkilidir. Kronik epididimit; -Akut epididimitin yetersiz tedavisine bağlı olarak -Rekürren epididimite bağlı olarak veya -Behçet hastalığı gibi diğer hastalığa bağlı olarak oluşabilir. Epididimit intraskrotal inflamasyonun en sık sebebidir. İnsidansı yıllık 1/1000’den azdır. Rutinde yapılan karma aşılar sayesinde kabakulak orşiti insidansı da oldukça düşüş göstermiştir. Epididimit, 18-50 yaş arası erkeklerde beşinci en sık ürolojik teşhistir. Kronik epididimit için ortalama yaş 49 olarak bildirilmiştir. Akut epididimit en sık 20-59 yaş arası erkeklerde görülür. Prepubertal epididimit oldukça nadir olup, bu grupta testiküler torsiyon daha sıktır. 3.2.3.4 Tanı Hem akut enfeksiyöz, hem de akut non-enfeksiyöz epididimitler kendilerini, akut enfeksiyöz ve akut nonenfeksiyöz orşitlerle aynı şekilde prezente eder. Fizik muayene epididimdeki hassasiyeti lokalize edebilir, ancak bir çok vakada testis de inflamatuar olaydan etkilenmiştir. Daha sonraları testiküler ağrının da etkilenmesiyle bu durum artık epididimoorşit olarak anılacaktır. Spermatik kord genellikle hassas ve şiştir. Erken dönemde epididimin sadece kuyruk kısmında hassasiyet varken, inflamasyon hızlı bir şekilde epididimin kalan kısmına da yayılır. Eğer bu durum testise doğru devam ederse, şiş olan epididim testisten ayırt edilemez hale gelir. Kronik epididimit ve epididimalji arasında klinik veya etyolojik farklılık olmayabilir. Hastalar genellikle uzun süredir devam eden epididime ve testise lokalize ağrı semptomlarıyla gelir. Bu semptomlar da hayat kalitesinin kötü yönde etkileyebilecektir. Laboratuar testleri; üretral sürüntü, gram boyaması ve orta akım idrar analizini de kapsamalıdır. Sistiti olan olgularda genellikle gram (-) basil saptanır. Üretral sürüntüde gram (-) diplokok varlığında, N.Gonoreden bahsedilir. Sadece beyaz küre mevcutsa vakaların 2/3’sinde C.Trachomatis saptanır. Bir bebek veya genç erkek çocukta epididimit teşhis edilirse abdominopelvik USG, voiding sistoüretrografi ve sistoskopi ile ileri inceleme mutlak yapılmalıdır. Bunlara rağmen teşhis şüpheli ise skrotal doppler USG yapılarak hem artmış kan akımına bakılabilir, hem de orşit birlikteliğindeki torsiyon olasılığı da ekarte edilmiş olacaktır. 3.2.3.5 Tedavi Akut enfeksiyöz epididimitin tedavi yönetimi olası neden ve organizmaya bağlıdır. Hastalık kontrol ve önleme merkezlerinin klavuzlarına göre; enfeksiyöz epididimit için önerisi: -35 yaş altı erkekler için: Seftriakson veya Doksisiklin, -35 yaş üstü erkekler için: Levofloksasin veya Ofloksasin olarak açıklanmıştır. Kronik epididimit için 4-6 haftalık antibiyotik uygulaması, olası bakteriyel patojenler ve özellikle C.Trachomatise karşı etkili olabileceğinden uygun bir tedavi de seçilmiş olacaktır. Ampirik tedavi olarak; antiinflamatuar ajanlar, analjezikler, skrotal destek ve sinir blokajı önerilebilmektedir. Genel olarak kronik epididimitin kendini sınırlayan bir durum olduğuna inanılsa da nihai olarak bu süreç çok uzun yıllar alacaktır. Tedavi seçeneği olarak epididimektomi; tüm konservatif önlemlere rağmen sonuç alınamıyorsa ve hasta bu operasyon sonucunda ağrısının %50 oranında geçebilme şansı olduğunu kabul ediyorsa yapılmalıdır. Okunması önerilen kaynaklar Campbell-Walsh Urology, 2012 (Tenth Edition) 3.3 Ağrılı mesane sendromu (İnterstisyel sistit) 3.3.1 Tanım Ağrılı mesane sendromu/İnterstisyel sistit (AMS/İS), 19. yüzyıldan beri bilinen bir patolojik antite olmasına rağmen, hala nedeni tam olarak bilinmeyen, kesin tedavisi olmayan, mesanenin nonbakteriyel inflamatuar bir hastalığıdır. Günümüze kadar bu klinik tablo değişik isimler kullanılarak tanımlanmış ancak hiçbirisi üzerinde fikir birliği sağlanamamıştır. İlk olarak Skene (1887), İS tanımını kullanarak muskuler tabakaya kadar uzanan, müköz membranı parsiyel ya da tam olarak tahrip eden inflamasyon olarak adlandırmıştır. Hunner (1915), sık idrara çıkma, noktüri, sup- 83 III. Enfeksiyon ve İnflamasyon rapubik ağrı ve sıkışma hissi hikâyesi olan hastalarda tedaviye dirençli, kırmızı kanamalı alanların (Hunner ülseri) varlığını tanı için şart koşmuştur. Ulusal Diyabet, Sindirim ve Böbrek Hastalıkları Enstitüsü (NIDDK) sık idrara çıkma (günde 7’den fazla) ve sıkışma veya 6 aydan fazla süren pelvik ağrının olduğu ve tanımlanabilen başka nedenlerin olmadığı bir durum olarak bildirmiştir. Uluslararası kontinans derneği (ICS) 2002’de ‘ağrılı mesane sendromu (AMS)’ tanımını tercih ederken, mesane dolumuyla alakalı suprapubik ağrı yakınması, beraberinde gece ve gündüz sık idrara çıkma gibi semptomların olduğu fakat ispatlanmış üriner enfeksiyon veya diğer aşikâr patolojilerin olmadığı bir durum olarak tanımlamıştır. İS tanımını üriner semptomlara ek olarak sistoskopik ve histolojik bulguları olan gruba saklamaktadır. Avrupa interstisyel sistit çalışma grubu (ESSIC) ‘mesane ağrı sendromu (MAS)’ ile ağrılı mesane sendromunu (AMS) ayrı tutmakta AMS ve İS yerine MAS’yi tercih etmektedir. MAS’ı mesaneyle ilişkili sıkışma ve sık idrara çıkma gibi semptomların en azından birinin eşlik ettiği kronik (> 6 ay) pelvik ağrı, basınç veya rahatsızlık hissi olarak tanımlamış ve semptomlara neden olabilecek diğer hastalıkların dışlanması gerektiği vurgulanmıştır. Ürodinami ve kadın ürolojisi derneği (SUFU) konsensüs toplantısında, küçük bir modifikasyon yaparak AMS/İS’yi mesaneyle ilişkili olduğu algılanan hoş olmayan his (ağrı, basınç hissi, rahatsızlık) ve 6 haftadan uzun süren üriner enfeksiyon veya diğer tanımlanabilen nedenlerin olmadığı, alt üriner sistem semptomları olarak tanımlamıştır. EAU Kılavuzunda ise AMS/İS tanımının beraber kullanılması önerilmektedir. AMS/İS, sık idrara gitme ve sıkışma ile birlikte hastalar tarafından mesane ve/veya pelvis kaynaklı algılanan ağrıyla karakterize, kronik semptomların olduğu ve bu semptomlara sebep olabilecek başka etiyolojik faktörlerin bulunmadığı klinik tanımdır. 3.3.2 Epidemiyoloji Prevalans Tanımlamadaki yetersizlik, geçerliliği kanıtlanmış tanı yöntemlerinin olmaması, yorumu zor yayınların çokluğu, etiyoloji ve patofizyoloji ile ilişkili soruların artmasına neden olmakta ve AMS/İS’de sağlıklı epidemiyolojik verilerin elde edilmesini engellemektedir. Bu nedenle çalışmalarda AMS/IS sıklığı çok değişkenlik göstermektedir (Tablo 3.22). Geçmişte AMS/İS hakkındaki çoğu epidemiyolojik bilgi, doktorların gördüğü hastaların anektodal raporlarından, derlemelerinden ya da çok hasta gören merkezlerden elde edilmiştir. İlk toplum bazlı çalışma Finlandiya’da 1975 yılında yapılmış ve Helsinki’deki tüm AMS/İS hastaları taranmış. Hastalığın kadınlardaki prevalansının 18.1/100 000, her 84 iki cinste ortalama prevalansın 10.6/100 000 ve olguların %10’unun erkek olduğu bildirilmiştir. İnterstisyel sistit epidemiyoloji araştırma grubu ABD’de telefon görüşmesi sonucu 18 yaş üstü kadınlarda hastalığın prevalansını %2.7 ile %6.5 arasında olduğunu belirtmiştir. Semptomlar dalgalanma göstermektedir ve hastalığın şiddetinde uzun dönemde bir değişiklik olduğu yönünde bilgi yoktur. Mevcut veriler ışığında AMS/İS kronik hastalık olup semptomlara etkili olan tedavi yoktur. Yaşam kalitesi çalışmaları hastaların normal popülasyona oranla 6 kat daha fazla sağlık problemiyle karşılaştıklarını göstermektedir. Herediter yatkınlığın bu hastalığın sıklığını arttırdığı,. AMS/İS’li kadınların birinci derece akrabalarında hastalığın görülme oranının 17 kat daha fazla olduğu belirtilmiştir. Hastalığın kadın/erkek görülme oranı 5/1 veya daha fazladır. Erkeklerde kronik pelvik ağrı sendromu ile AMS/ İS’nin birbirinden ayırımı zordur, aslında aynı durumun varyantları olduğu da düşünülmektedir. Erkeklerde irritatif semptomlarla birlikte pelvik ağrı olduğunda, ayırıcı tanıda AMS/İS akla gelmelidir. Erkeklerde yaş arttıkça tanı konma oranı ve Hunner ülser görülme sıklığı arttığı olgu sunumlarıyla bildirilmiştir. Kadın hastalarda disparanü, cinsel istek ve orgazm sayısında azalma gibi seksüel disfonksiyon görülebilir. Hastalık gelişiminde emosyonel, seksüel ve fiziksel taciz risk faktörleri olabilir. Hastalığın gebelerde zararlı bir etkisi yoktur. Hastalık, çocukluk çağında çok nadir görülmektedir. Birlikte görülen hastalıklar AMS/İS’li hastalarda birlikte en sık görülen hastalık (%40’ın üzerinde) alerjidir. İrritabl barsak sendromu (hastaların %30’unda) ve fonksiyonel bir bozukluk olan fibromyalji de bu hastalarda sık görülmektedir. AMS/ İS’li hastalarda pelvik rahatsızlık, baş dönmesi, bulantı, abdominal kramp, çarpıntı, baş, sırt, eklem ve göğüs ağrısı normal sağlıklı kişilere göre daha fazla görülmektedir. AMS/İS ile Sistemik Lupus Eritematozus arasında ilişki olduğunu gösteren çalışmalar mevcuttur. İnflamatuar barsak hastalıkları AMS/İS’li hastalarda %7’nin üzerinde bulunmuş olup bu durum genel popülasyondan 100 kat daha fazladır. AMS/İS ile ilişkili diğer bir gizemli hastalık da fokal vulvitistir. Ayrıca Sjögren sendromuyla AMS/İS arasında ilişki tespit edilen yayınlar mevcuttur. Hem erkek hem de kadınlarda AMS/İS ile depresyonun ilişkisi olduğu, fakat bunun tam olarak bir ilişki mi yoksa düzensizliğin etkisi mi olduğu net olarak ortaya konulamamıştır. AMS/İS’nin premalign bir lezyon olduğunu destekleyen hiçbir rapor bildirilmemiştir. Diyabetle AMS/İS arasında negatif bir korelasyon belirtilmektedir. 3.3.3 Etiyoloji AMS/İS, muhtemel multifaktöriyel etiyolojisi olan bir semptom kompleksidir. Patogenez hakkında birçok teori olmasına rağmen klinik pratikte kanıtlanan çok az bilgi vardır. Bazı hastalarda irritabl barsak sendromu, fibromiyalji, kronik yorgunluk sendromu ve diğer çeşitli kronik ağrı bozuklukları öncesinde veya sonrasında AMS/İS ortaya çıkabilir. Hastalık aşağıda tanımlanan etiyolojilerle açıklanmaya çalışılmıştır. Enfeksiyon AMS/İS tanısı konulan hastalara üriner sistem enfeksiyonu düşünülerek çeşitli antibiyotik tedavileri başlanmıştır. AMS/İS’deki semptom kompleksi genellikle hastaya ve hekime enfeksiyöz bir hastalık imajı vermektedir. Üriner sistem enfeksiyonları epidemiyolojisi ve kadınlardaki predominansı AMS/İS ile aynı bulguları yansıtmaktadır. Ancak bugüne kadar AMS/İS’ye kesin neden olan herhangi bir mikroorganizma saptanmamıştır. Tanı konulmadan önce birçok hasta herhangi bir zamanda antibiyotik kullanmış olacağından antibiyotiklerin de bu hastalığa neden olabileceği yönünde spekülasyonlar vardır. Penisilin gibi antibiyotiklerin sistit’i indüklediği bilinse de, nitrofurantoin, tetrasiklin ya da diğer antibiyotiklerin ilişkili olduğunu gösteren kanıt yoktur. AMS/İS’nin enfeksiyöz bir sebebinin olup olmadığının tespit edilmesi gereklidir. Sadece idrar kültürü değil, mesane epitelinden de bakteri, virüs ve mantar gibi ajanların kültürü yapılmalıdır. Hastalığın başlangıcında enfeksiyöz etiyolojiyi göstermeye yönelik girişimler olsa da, ciddi veriler hiçbir zaman bulunmamıştır. Kronik atrofik gastrit ve peptik ülser hastalığının patogenezinde etkili H. Pylori’nin bulunması ve antibiyotik tedavisinin ülserasyonu iyileştirmesi, AMS/İS üzerine çalışan araştırmacıları da enfeksiyöz bir etiyolojik ajan olabileceğine odaklandırmıştır. Enfeksiyöz bir etkeninin olmadığına dair çalışmalar daha fazladır. AMS/İS etiyolojisinde mikrobiyolojik bir etki olup olmadığı şimdilik cevapsız olarak kalmaktadır. Otoimmünite/inflamasyon AMS/İS patogenezinde nöroimmün/immün mekanizmaların önemli rolü olabilir. Duyusal sinir nörotransmitterleri ve mast hücre mediatörlerinin aşırı salınımının semptomların gelişmesinden ve çoğalmasından sorumlu olduğu düşünülmüştür. İnflamasyon, mesanenin sinir büyüme faktörü (NGF) içeriğinde değişim ile duyusal ve motor nöron innervasyonunda morfolojik değişimlere neden olur. Böyle bir nöroplastisite, mesane inflamasyonuna bağlı gelişen uzun dönem semptom ve ağrının, inflamasyon yatıştıktan sonra da devam etmesini açıklayabilir. AMS/İS’li hastaların üçte birinde kronik semptomların hemen öncesinde akut bir üriner sistem enfeksiyon öyküsü bulunabilir. İrritabl barsak sendromu ve AMS gibi ağrı sendromları visseral hiperaljezi ile ilişkilidir ve sıklıkla endometriyozis ve kronik pelvik ağrı da eşlik ederler. Yıllardır AMS/İS’nin muhtemel bazı otoimmün bozukluklar ile ortaya çıktığı düşünülmüştür. Ancak AMS/ İS’deki otoimmünite olgusu net olmayıp üç farklı olasılık ileri sürülmüştür. 1. AMS/İS, mesaneye yönelik direkt otoimmün atak ile oluşmuştur. 2. AMS/İS’deki otoimmün semptomlar ve patoloji diğer sebeplere bağlı gelişen doku yıkımı ve inflamasyon sonucunda direkt olarak ortaya çıkar. 3. AMS/İS hastalarındaki otoimmün fenomen tesadüfîdir ve hastalıkla ilişkili değildir. AMS/İS’li hastalarda çok sayıda otoantikor çalışmaları yürütülmüş ancak özgül bulgular elde edilememiştir. AMS/İS hastalarında gözlenen bazı klinik ve histopatolojik özellikler sistemik lupus eritematozus (SLE), kollajen doku hastalıkları, romatoid artrit, ülseratif kolit gibi diğer otoimmün hastalıklarla benzerlik göstermektedir. Gerçekte, sadece bazı AMS/İS hastalarında otoantikor bulunmaktadır. Her ne kadar immün sistemin tedavi için bir hedef olduğu söylense de AMS/İS’de otoimmünitenin primer rolü tam olarak netleşmemiştir. Mast hücre tutulumu Klasik AMS/İS’de ağrı, idrar yapma sıklığı, ödem, fibrozis ve neovaskülarizasyon gibi semptom ve bulguların birçoğu mast hücrelerinden türeyen faktörlere, özellikle de histamin salınımına bağlı olabilir. Klasik AMS/ İS’li hastaların mesane dokusu mast hücre sayımlarında kontrollere göre 10 kat artış gözlenmiştir. Bunun yanı sıra, nonülseröz AMS/İS’de mast hücre sayımları normal veya biraz yüksek bulunmuştur. Mast hücrelerinin interstisyel sistitte başlatıcı rolü oynadığı düşünülmektedir. Mast hücrelerinin hem patogenetik mekanizmada rol aldığı hem de patognomonik bir marker olduğu kabul edilmektedir. Günümüze kadar olan çalışmalarda AMS/İS’nin nöral, immün ve endokrin komponentleri olan bir sendrom olduğu önerilmekte ve aktive olan mast hücrelerinin primer olmamakla beraber santral patogenetik rol oynadığı düşünülmektedir. Epitelyal permeabilite Ürotelyal hücreler arasındaki şemsiye hücreleri sıkı bağlantılarla yüzeyi kaplayarak idrar içindeki bakteri, iyonlar ve moleküllere karşı direkt savunma mekanizması sağlar. Mesane yüzeyindeki GAG’ların oluşturduğu epitelyal permeabilite bariyerinin bozulması sonucu AMS/İS meydana gelmektedir. Deneysel olarak heparin 85 III. Enfeksiyon ve İnflamasyon antidotu olan protamin sülfat kullanılarak GAG tabakasının zedelendiği ve mesane lümeninden difüzyonla kana üre geçişinin olduğu gösterilmiş, dışarıdan GAG ya da heparin mesane içine verilerek üre geçişinin engellenebildiği bildirilmiştir. İşte bu düşünce mesane içine uygulanan heparin benzeri tedavi seçenekleri ve oral olarak alınan pentosanpolisülfat (PPS) tedavisinin temelini oluşturmuştur. AMS/İS’li hastalara intravezikal olarak Potasyum Klorür verildiğinde, hastaların %70’inde semptomları provoke ettiği bildirilmiştir. Bu nedenle intravezikal KCl kullanımı tanısal bir test olarak öne sürülmüştür. Ancak spesifitesi düşüktür. Klasik AMS/İS’li hastalarda ürotelyal ayrılma ve ürotelyal yüzeydeki bozukluklar tipik bulgulardır. Bazı non-ülseröz AMS/İS hastalarında ise mesanenin gerilmesinden sonra yüzeysel bozukluklar görülür. Elektron mikroskobu ile sıkı birleşme yerlerinin genişlediği ve geçirgenliğin arttığı gösterilmiştir. Bu değişiklikler GAG tabakasındaki bir bozuklukla uyumlu olabilir. Araştırmacılar, GAG tabakası bozuklukları sonucunda idrardaki zararlı kimyasallarla submukozal sinir uçlarının temas ettiği hipotezini öne sürmüşlerdir. Genel olarak AMS/İS’li hastalarda epitelyal permeabilite artmıştır ancak bu inflamasyonun nonspesifik bir göstergesidir. Benzer artış siklofosfamidle indüklenen mesane zedelenmesinde, bakteriyel enfeksiyonda ve antijenle oluşturulan sistitte de görülebilir. Gerçekte bu durum AMS/İS’nin primer nedenini mi yoksa tanımlanamayan inflamasyonun sonucunu mu yansıttığı belli değildir. Üroepitelyal Hücre Proliferasyonu İnhibisyonu: Antiproliferatif Faktör (APF) Normal kişilerin mesane hücre kültürlerinin AMS/İS’li hastalardan daha hızlı prolifere olduğu tespit edildikten sonra AMS/İS’li hastaların üretelyumu tarafından APF üretildiği gösterilmiştir. APF aktivitesi, hastaların mesane hücrelerindeki epidermal büyüme faktörü (EGF), insülin benzeri büyüme faktörü-1 ve insülin benzeri büyüme faktörü bağlayıcı protein-3’ün artması, heparin bağlayıcı epidermal büyüme faktörü benzeri büyüme faktörünün (HB-EGF) azalmasıyla direkt ilişkilidir. APF’nin neden olduğu mesane epitel hücre kültürü proliferayonunun inhibisyonu sonucu AMS/İS olabileceği öne sürülmüştür. APF varlığında HB-EGF’nin üretimi süprese ise enfeksiyon, travma veya overdistansiyon gibi mesane yaralanmaları, hassas bireylerde muhtemelen AMS/İS ile sonuçlanabilir. APF’nin AMS/İS tanısında bir marker olabileceği ileri sürülmüştür. Nörobiyoloji Uzun zamandır duyusal sinir sisteminin inflamasyona ait belirtileri ortaya çıkarabildiği bilinmektedir. Nöropeptit 86 mediatörlerinin salınımı ile mast hücre degranülasyonu, epitelyal yüzeyde artmış permeabilite ve zedelenme ortaya çıkar. Sinir lifleri sayısı ile mast hücreleri ve histamin düzeyi arasında bir korelâsyon bulunmuştur. Dimetil sulfoksit (DMSO) ve heparin gibi intravezikal tedavilerle semptomların düzelmesinde GAG tabakasının yerine konmasının yanı sıra, üretelyal hücrelerdeki ATP-az aktivite azalmasının ağrı oluşumunu önlediği öne sürülmüştür AMS/İS hastalarında sempatik innervasyonun arttığı ve pürinerjik sinir iletiminin aktifleştiği bildirilmiştir. AMS/İS hastalarından alınan mesane doku örneklerinde kontrollere nazaran tirozin hidroksilaz immünoreaktivitesinin yüksek olduğu gözlenmiştir. Bu artmış sempatik çıkışın bir belirtisi olarak yorumlanabilir. Sinir sistemi, hemen her zaman AMS/İS’nin kronik tabiatına katılmaktadır. Biyokimyasal olarak spinal korddaki reseptörler N-Metil-D-Aspartat (NMDA) aktivasyonuna bağlıdır. Kalıcı yoğun NMDA reseptör aktivasyonuyla spinal kord hücreleri trofik değişikliklere uğrar, takip eden stimulasyona bağlı olarak abartılı ve uzamış bir ağrı duyusu algılanır. Spinal kordaki bu ‘Ağrı hafızası’ AMS/İS’li hastaların değişik tedavilere dirençli hale gelmesine sebep olabilir. Nörojenik enflamasyon, bazı AMS/İS olgularında olayı başlatan neden olabileceği gibi bazen de diğer etiyolojik olayların başlaması sonucu gelişebilir. Bu olay otoimmün sonuçlanabileceği gibi enfeksiyon atağıyla da sonuçlanabilir. Pelvik organların çapraz duyarlılığı Gastrointestinal ve genitoüriner şikayeti olan hastalarda visserovisseral yansıyan ağrıya yönelik klinik gözlemler, altta yatan mesane ve barsak fonksiyon bozukluklarına bağlı nörohumoral mekanizmaların örtüştüğünü düşündürmektedir. Karın boşluğu içindeki visseral organların yakın yerleşimi, kronik pelvik ağrının tam nedeni, nereden kaynaklandığı ve zaman içinde nasıl değiştiğinin belirlenmesini zorlaştırmaktadır. Pelvik yapılar arasındaki çapraz duyarlılık, nedeni bilinmeyen kronik pelvik ağrının etiyolojisine katkıda bulunabilir. İnflamasyon, sinir hasarı, iskemi, periferik hiperaljezi, metabolik bozukluklar ve diğer patolojik durumlar pelvik yapıların fonksiyonunu dramatik olarak değiştirebilir. Kronik yorgunluk sendromu ve fibromyaljideki (hastaların çoğu AMS/İS ile ilişkilidir) kronik yaygın ağrı santral duyarlılığın bir sonucu olabilir. Santral duyarlılık, artmış bir santral nöronal yanıttır ve hiperaljezi, allodini, yansıyan ağrı ve multipl spinal segmentlerde çapraz hiperaljeziye neden olarak kronik yaygın ağrıya öncülük eder. Bazı hastalarda, barsak semptomlarıyla AMS/İS ilişkisinde, merkezi duyarlanma ve pelvik çap- razlanma kombinasyonundan bahsedilebilir. Nitrik Oksit (NO) metabolizması AMS/İS de immünolojik yanıtlar için üriner NOS aktivitesinin regülasyonunun önemli olduğu öne sürülmüştür. Nitrik oksit substratı olan L-argininin oral alımı sonrası AMS/İS’li hastaların idrarında NO ile ilgili enzimlerin ve metabolitlerinin arttığı gösterilmiştir. Ülseratif ve non-ülseröz AMS/İS’li hastalar arasındaki nitrik oksit farklılıklarının NIDDK kriterlerini karşılayan vakalarda alt tiplendirme imkânı sağladığı rapor edilmiş ve ülseratif tipi tanımlamada sistoskopinin yerini alabileceği bildirilmiştir. Endojen nitrik oksit seviyesindeki artış AMS/İS’li hastalarda mRNA ekspresyonu ve protein seviyelerinde artmış iNOS’a tekabül eder. iNOS üretelyumda ve mesane mukozasındaki makrofajlarda bulunmuştur. Her ne kadar, endojen olarak oluşan NO’nun yüksek düzeyleri AMS/İS’de patogenezin bir parçası ise de koruyucu ya da zararlı rolü olup olmadığı henüz aşikâr değildir. İdrar anormallikleri En güncel patogenez teorileri, mesane duvarı interstisyumundaki idrar komponentini immünolojik, toksik ya da allerjik bir inflamatuvar cevabın sorumlusu olarak gösterirler. İdrardaki bir maddenin duyarlı bireylerde AMS/İS oluşumunda toksin gibi davranarak bir tetikleyici olarak görev yapabileceği öne sürülmüştür. Ayrıca marker olarak AMS/İS tanısında rol oynayabilecek madde bulma düşüncesi de idrar anormalliklerinin araştırılmasında rol oynamaktadır. Suçlanan ajanlardan bazıları, 72-kD stres proteini, insülin like growth faktör-1 (IGF-1), heparin bağlayıcı epitelyal büyüme faktörleri (HB-EGF) ve büyüme faktörü bağlayıcı proteindir (IGF-BP3). Bunlardan bir kısmında pozitif sonuçlar bulunmuştur ancak bir üriner marker olarak kullanılabilirlikleri hala sorgulanmaktadır. AMS/İS’li hastalarda idrar toksisitesine ait en iyi kanıt, başarısız olan sistoplasti ve kontinan diversiyonlarda ogmente edilen barsak segmentinde ağrı ya da kontraksiyonun zamanla tekrar gelişmesidir. Bunun yanı sıra küçük kapasiteli AMS/İS’li mesanelerde ogmente etmek için kullanılan barsak segmentlerinde de AMS/ İS’ye benzer histolojik bulgular tespit edilmiştir. AMS/İS’de genetiğin rolü Bir grup ikizler arasında yapılan araştırmada AMS/ İS’nin dizigotlara oranla monozigotlarda daha fazla görüldüğü bildirilmiştir. AMS/İS’li kadın hastaların birinci derecede akrabalarında AMS/İS prevalansının normal popülasyona oranla 17 kat arttığı gösterilmiştir. Bu çalışmalar AMS/İS için genetik bir yatkınlık olduğunu destekler ancak kanıtlamaz. Başka bir çalışmada panik bozukluğu olan hastalar ve onların birinci derece akrabalarındaki artmış AMS/İS sıklığının, AMS/İS ve olası otonomik veya diğer nöromüsküler bozuklukları da içeren bir ailesel sendromun varlığını ileri sürmüşlerdir. Bu sendromun anksiyete bozukluklarını da içerebileceğini ve bu semptomları gösteren ya da göstermeyen ailelerin kromozom 13 ile genetik olarak ayırt edilebileceği bildirilmiştir. Diğer muhtemel nedenler Ortaya atılan değişik teoriler her geçen gün artmakla beraber bilimsel destek görememişlerdir. Stresin, AMS semptomlarının şiddetini arttırabileceği öne sürülmüş ancak hastalığın başlamasında öncü olup olmadığı anlaşılamamıştır. Hastalığın 5’e 1 oranda kadınlarda daha fazla görülmesi ve östrojen reseptör blokerlerinin mast hücre sekresyonunu inhibe etmesi ile mesane mast hücrelerindeki östrojen reseptörlerine yüksek affinite göstermesi gibi bulgular hormonal faktörlerin AMS/İS’de kadınlarda yatkınlık oluşturmasını izah edebilir. Pelvik taban bozukluğu uzun süredir AMS/İS ile ilişkilendirilmiş ve bu bozukluğun tedavisiyle semptomların etkili bir şekilde düzelebileceği bildirilmiştir. 3.3.4 Patoloji AMS/İS teşhisinde patolojinin yeri, temel olarak diğer muhtemel tanıların dışlanmasıdır. Karsinoma, karsinoma insitu, eozinofilik sistit, tüberküloz sistiti ve diğer spesifik doku teşhisiyle birlikte olan durumlar mutlaka dışlanmalıdır. Bu sendromun herhangi mikroskobik, patognomonik bir tablosu mevcut değildir. Patoloji, inflamasyonun subtipini belirleme ve mesanede oluşmuş fibrozis derecesini göstermede faydalı olabilir. Daha önceki yayınlarda patolojik tanımlama mast hücre infiltrasyonuyla beraber kronik ödematöz pansistit, mesane duvarı tutulumu, submukozal ülserasyon ve lenfositik infiltrasyon olarak yapılmıştır. AMS/İS’nin patolojik bulguları sabit değildir, yapılan biyopsilerde çok fazla varyasyonlar gözlenebilirken, zaman içinde aynı hastadan alınan biyopsi örneklerinde bile değişiklikler tespit edilmiştir. Her ne kadar detrüsör-mukoza mast hücre oranı ve sinir lifi proliferasyonu ile tanısal bir algoritma oluşturulmaya çalışılsa da mast hücre sayısının bu klinik sendromun ayırıcı tanısında yeri yoktur. Biyopside artmış mast hücre aktivitesinin saptanması artık AMS/İS’ye özgü kabul edilmemektedir. Mast hücreleri klinik fenotiplendirmede değerli olabilir, ancak henüz kanıtlanmış değildir. Mast hücreleri lokal ağrı ile ilişkili enflamasyonu tetikleyebilir, ancak ağrıyı düzenleyen mekanizmalar belirsizdir. Nörojenik sistit oluşturulmuş bir fare modelinde mast hücrelerinin, histamin ve tümör nekroz faktörünün farklı eylemle- 87 III. Enfeksiyon ve İnflamasyon Tablo 3.22. AMS/IS sıklığı Çalışma Prevalans (100 000 Kadında) 18 500 30 12 60 4,5 1,6 300 197 306 100 2600 Oravisto, 1975 (Finlandiya) Jones, 1989 (ABD) Held ve ark., 1990 (ABD) Bade ve ark., 1995 (Hollanda) Curhan ve ark., 1999 (ABD) Ito ve ark., 2000 (Japonya) Roberts ve ark., 2003 (ABD) Leppilahti ve ark. 2005 (Finlandiya) Clemens, 2007 (ABD) Temml ve ark., 2007 (Avusturya) Song ve ark., 2009 (Çin) Berry ve ark., 2009 (ABD) ri üzerinden sistit ağrısını ve mesane patofizyolojisini oluşturduğu gösterilmiştir. Bu nedenle ağrı, patoloji ve inflamasyondan bağımsızdır ve ağrılı durumlarda histamin reseptörleri tedavi hedefini oluşturabilir. Ülseratif formlarda mukozal ülserasyon ve kanama, granülasyon dokusu, yoğun inflamatuar infiltrasyon, artmış mast hücre sayıları ve perinöral infiltrasyon tespit edilmiş olup, non-ülseratif formda mukozal değişiklik olmadan minimal inflamatuar değişikliler, multipl küçük mukozal yırtıklar ve subüretelyal kanamaların olması spesmenlerin hidrodistansiyon sonrası alınmasına bağlı olarak iyatrojenik olarak da gelişebileceğini göstermiştir. Çalışmalarda AMS/İS’li hastalarda şiddetli epitelyal bozulma, ülserasyon ve submukozal inflamasyon olsa da bu bulguların da hiçbirisi patognomonik değildir. AMS/İS Veri Tabanı çalışma grubu, semptomdan patolojiye giden retrospektif çalışmada bazı semptomların spesifik patolojik bulgular açısından prediktif olduğu sonucuna varmıştır (Tablo 3.23). Buna karşın sistoskopik değişikliklerin inflamasyonun derecesiyle ilişkili olmadığı ve semptomların şiddeti ile ışık veya elektron mikroskobundaki histopatolojik değişiklikler arasında korelâsyon olmadığını bildiren çalışmalar da mevcuttur. Biyopsi yöntemi de bulguları yorumlamada önemlidir. TUR biyopsilerde mukozal rüptür, submukozal hemoraji ve orta derecede inflamasyon gözlenirken cup forsepsiyle yapılan biyopsilerin yaklaşık yarısında normal histolojik bulgular mevcuttur. Histopatoloji tanıda iyi bir yardımcıdır. Hunner lezyonu ile uyumlu patolojisi olan hastalarda majör rekonstrüktif prosedürlerin daha iyi sonuçlar verdiği gözlenmiştir. Hunner lezyonu olmayan hastaların %24-76’sında inflamatuar özellikler görülebilir. Son çalışmalar anormal patolojik bulguların kötü prognoz ile ilişkili olabileceğini düşündürse de bu doğru değildir. Patolojik olarak tanımlanabilen diğer hastalıklarla ayırıcı tanıya gidile- 88 bileceği için bu hastalarda klinik olarak mesane biyopsilerinin kullanımı faydalıdır. 3.3.5 Tanı Günümüzde, kabul görmüş tanısal algoritma mevcut değildir. Bununla birlikte, anamnez, fizik inceleme, idrar analizi, idrar kültürü, idrar sitolojisi ve sistoskopik inceleme tanı koymak için gerekli olan temel araçlardır. Sistoskopi esnasında hidrodistansiyon yapılması hem tanı koymada hem de tedavinin bir parçası olarak önemlidir. Anamnez: Hastaların çoğunda, mesanenin depolama fazında suprapubik ya da pelvik ağrı mevcuttur. Ağrının işemeyle azalması tipik olup sıkışma hissi ve sık idrara çıkma eşlik eden diğer belirtilerdir. İdrar kaçırma sık görülmez ancak derin penetrasyonda dysparenü sıktır. Bu semptomların ortalama belirti süresi 3 ile 4 yıldır. Endometriozis ve aşırı aktif mesane (AAM), ağrılı mesane sendromu ile karışan iki farklı patolojidir. AAM’ de menstruasyondan önceki hafta belirtiler şiddetlenir, endometriozis’de belirtiler menstruasyon döneminde artar. Pelvik ağrı, AMS/İS’de AAM’ye göre daha sık görülür. Ancak idrar kaçıran olgularda öncelikle aşırı aktif mesane sendromu akla gelmelidir. Çikolata, turunçgiller, alkollü ve kafeinli içecekler, potasyumdan zengin gıdalar belirtileri arttırmaktadır. Fiziksel İnceleme: Hastalarda sıkıntılı, depresif görünüm vardır. Pelvis, üretra, skrotum ya da penis üzerinde ağrılı hassas noktalar mevcuttur. Ağrı nedeniyle pelvik inceleme yapmak çoğu kez mümkün olamaz. Tanısal belirteç: Antiproliferatif faktör (AFP) biyomarker olarak kullanılmıştır. Sensitivite %94 ve spesifite %95’tir. Bununla birlikte, çok merkezli geniş prospektif çalışmalarda klinik anlamı tespit edilmemiştir. Potasyum sensitivite testi (Parson testi): İlk defa Parson Tablo 3.23. Patolojik bulgularla hasta semptomları arasındaki ilişkiler Gece idrara sık çıkma -Lamina propriyada triptaz boyamasıyla mast hücre sayımı -Ürotelyumun komplet kaybı -Lamina propriyada granülasyon dokusu -Lamina propriyada vasküler dansite Sıkışma hissi -Submukozal granülasyon dokusu yüzdesi Üriner ağrı -Ürotelyumda ayrılmış mukoza yüzdesi -Submukozal kanama yüzdesi tarafından tanımlanan bu testin rutin uygulaması yoktur. Potasyum, serum fizyolojik ile birlikte verilir (50 ml serum fizyolojik ve 50 ml-0.4 M KCL). Hastada ağrı ya da sıkışma hissi olduğunda, hastadan 0 ile 5 arasında bir puan vermesi istenir. İki puanın üstü pozitif kabul edilir. Bu durumda, ürotelyumun potasyum geçirgenliğinin veya mesane sinirlerinde duyarlılığının arttığı kabul edilmektedir. Bununla birlikte, aynı testin prostatit, üretral sendrom ya da bazı jinekolojik problemi olan hastalarda da pozitif çıkması AMS/İS tanısı için önemini azaltmaktadır. Ayrıca, şiddetli sıkışma hissi ve uzun süreli mesane krampları oluşabilmektedir. Bu yan etkiler, rutin kullanımını kısıtlamaktadır. Diğer belirteçler: Glikoprotein olan GP51, lökotrien E4, Eozinofilik Protein X, glikozaminoglikan, HB-EGF, EGF, Nitrik oksit, cGMP ve IL-6 gibi belirteçler ile ilgili yayınlar mevcuttur. Ancak hiçbirisi rutin uygulamaya girecek kadar önem kazanmamıştır. Ürodinami: Ürodinamik inceleme rutin değildir. Ağrılı mesane sendromu olan olguların bir kısmında ilk duyum hissi 150 ml’nin altında olup mesane kapasitesi 300 ml’yi aşmaz. AMS/İS olgularının %20-25’inde ürodinamik çalışma esnasında AAD tespit edilmektedir. Yüksek rezidüel idrar, belirgin idrar kaçırma ya da belirgin işeme güçlüğü olan hastalar ile tedaviye cevap vermeyen olgularda ürodinamik çalışma önerilmektedir. Bunun dışında her olguya ürodinamik çalışma yapmak gereksizdir. Sistoskopi: Tanı için zorunlu değildir. Özellikle, ayırıcı tanıda (hematüri, inkontinans cerrahisi sonrası mesh erozyonu, yabancı cisim vb) bize faydalı bilgiler verir. Ayrıca, genel ya da spinal/epidural anestezi esnasında yapılan hidrodistansiyonda ‘glomerülasyon’ ya da ‘hunner ülseri’ (Şekil 3.3) görülmesi ağrılı mesane sendromu tanısını güçlendirmektedir. Hunner ülseri, gerçek ülser değildir ve lokalize kırmızı alanlar olarak görülür (%6-8). Mesane fundusundaki sistoskopiye bağlı artefaktlarda dikkatli olmak gerekir. Glomerulasyon için en az iki farklı kadranda peteşiyel kanamalar görülmelidir. Bununla birlikte, normal olguların %45’inde glomerülasyon mevcuttur ve glomerülasyonların belirtilerle ilişkisi yoktur. Bu bulgular, glomerülasyonun tanıdaki önemini azaltmaktadır. Hunner ülseri kronik ülser değildir, bu nedenle ‘ülser’ yerine ‘lezyon’ kullanılması benimsenmiştir. Hunner lezyonu, mesane distansiyonu ile provoke edilen mukozadan submukozaya doğru uzanan derin rüptürlerin olduğu inflamatuvar yapıdır. Sistoskopik olarak santral skardan radiyer tarzda çıkan küçük damarların olduğu kırmızımsı mukozal oluşumlardır. Bu lezyonlar koagulum ve fibrin yapıları içerir. Ayrıca, mesanenin hidrodistansiyonu ile birlikte rüptüre olarak peteşiyel sızmalar gösterir. AMS/İS, mesane kanseri ya da karsinoma insutu ile karışabilmektedir. Bu nedenle, sistoskopi AMS/İS tanısından çok ayırıcı tanıda önemlidir. Özetle, AMS/İS düşünülen olgular ile mikroskobik hematüri, pyüri, ampirik tedavinin başarısız olduğu ve mesane kanseri için risk faktörü olan olgularda sistoskopik inceleme güncelliğini korumaktadır. Bu olgularda, biyopsi ayırıcı tanı için gereklidir. Biyopsi: Biyopsi kesin tanı koydurucu değildir. Asıl amaç, benzer belirtilerle karşımıza çıkabilecek ‘carsinoma in situ’ olgularının tanısını koymaktır. AMS/İS olguların %50’sinde lamina propriada mast hücre sayısı 30 hücre/ml’nin üzerindedir (detrusor mastocytosis). Hastaların %11’inde urotelyum kaybı ve %14’ünde lamina propriada granülasyon tespit edilmiştir (Şekil 3.4). Ayrıca, %67 olguda hemoraji bulunmuştur. Sorgu formları: The University of Wisconsin, O’Leary-Sant ve PUF skalası gibi sorgu formları daha çok epidemiyolojik araştırmalarda kullanılmakta olup pratikte yeri yoktur. Sonuç olarak, karmaşık semptom ve bulgulara sahip hastaların tanısal yöntemleri hakkında görüş birliği oluşmamıştır. Bununla birlikte, vurgulanması gereken ana noktalar aşağıdaki gibi özetlenebilir: 1- Ürotelyum patolojisi daha iyi anlaşıldıkça sebep sonuç ilişkisindeki bilinmeyen noktalar açığa çıkacaktır. 2- Pelvik ya da suprapubik ağrının işeme ile azal- 89 III. Enfeksiyon ve İnflamasyon ması tipiktir. 3- Sık idrara çıkma ve sıkışma hissi varlığı sık görülür. 4- İdrar kültürü negatiftir. 5- BPH, idrar yolu enfeksiyonu gibi belirgin patoloji bulunmamaktadır. 6-Genel anestezi/spinal anestezi altında normal mesane kapasitesi ile birlikte glomerulasyon ya da hunner ülserleri gözlenir. 8- Ayırıcı tanı yönüyle mesane biyopsisi yapılmalıdır (biyopsi tanısal değildir). 3.3.6 Sınıflandırma İnterstisyel sistit ilk olarak Hunner (1915) tarafından mesane duvarının şiddetli enflamasyonu olan bir ülser olarak tanımlanmıştır. Lezyonun aslında bir ülser olmadığı hidrodistansiyon sonrası ülsere hale gelebilen bir yara olduğu için bu lezyonların ismi Hunner lezyonu olarak değiştirilmiştir. Hunner lezyonunun görülmesi AMS/İS için tanı kriteri olarak kabul edilmektedir. Daha sonra glomerülasyonlar da AMS/İS için başka bir tipik bulgu olarak kabul edilmiş ve bu durum NIDDK tanı kriterlerine dahil edilmiştir. Hastalar, Hunner lezyonlu (klasik tip) ve glomerülasyonlu (non-ülseratif tip) olarak klinik görünümü, sonuçları ve tedavi yanıtı farklı olan iki ayrı alt gruba ayrılmışlardır. Böylece NIDDK kriterlerini karşılayan en azından iki farklı hasta popülasyonu oluşmuştur. Bununla birlikte deneyimli klinisyenler tarafından AMS/İS tanısı konan hastaların %60’ından fazlasının NIDDK kriterlerini karşılamadığı saptanmıştır. Bu değişik hipotezleri tutarlı bir şema haline getirmek Şekil 3.3. Solda glomerülasyon, sağda hunner ülseri 90 için mesane biyopsi örneklerindeki morfolojik bulgulara ve sistoskopi esnasında hidrodistansiyonla ortaya çıkan bulgulara dayalı olarak ESSIC AMS/İS’de bir sınıflandırma sistemi önermiştir (Tablo 3.24). Sınıflandırmada AMS/İS’nin şiddeti 2 simge ile gösterilmiştir. Sistoskopide hidrodistansiyon sonrası bulgular derecenin artmasına göre 1’den 3’e, mesane biyopsi bulguları da derecenin artmasına göre A’dan C’ye kadar gösterilmiştir. Sistoskopi veya biyopsi işlemi yapılmamış ise X ile belirtilmiştir. Bu sınıflandırmanın kullanılması sayesinde glomerülasyonlar ve/veya Hunner lezyonlarının yanı sıra mesane biyopsi örneklerindeki morfolojik değişikliklerin hastalığın prognozunda ve/veya tedaviye yanıtta ne kadar önemli olduğu ileriki çalışmalarda gösterilebilecektir. 3.3.7 Tedavi Ürolojinin en problemli konularından biri olan AMS/ İS’nin tedavisi oldukça karmaşıktır. Patofizyolojinin açık olmaması ve tanı kriterlerlerinin yetersizliği, tedaviyi de problemli hale getirmektedir. Hastalardaki alt üriner sistem semptomları yanında psikolojik faktörler tedavi planında göz önüne alınmalıdır. Bu hastalar, uzunca bir süre doktor doktor dolaşırlar ve arzu ettikleri tedavi yanıtını alamadıklarında, depresif ve ümitsiz hale gelirler. Psikolojik faktörlerin tabloya yerleşmesiyle tedavi süreci daha zahmetli ve karmaşık hale gelmektedir. Bu nedenle, tedavi planı düzenlenirken hastayla ayrıntılı konuşulmalı, hastanın beklentileri detaylı tespit edilmeli ve hastalığın kronik süreci hastanın anlayacağı dilde anlatılmalıdır. AMS/İS tedavisinde amaç; a) semptomların giderilmesi b) normal mesane fonksiyonun sağlanması c) tedavinin kesilmesiyle birlikte hastanın kaliteli yaşam sürecinin sağlanması olmalıdır. Tedavi başarısı 6 ay sonunda semptomların yok olması ve normal mesane fonksiyo- nunun sağlanması olarak kabul edilebilir. Davranış tedavileri: Mesane eğitiminin yanı sıra diyetin düzenlenmesi, sıvı kontrolünün sağlanması, idrarın alkalinize edilmesi ve gevşeme egzersizleri; tedavi basamağının birinci sırasında yer almalıdır. Davranış tedavileri, zararsız ve kolay uygulanabilir olması nedeniyle geniş kullanım alanı bulmaktadır. Bununla birlikte, gerçek etkinliği üzerine detaylı çalışmalar yoktur. Mesane eğitiminin etkinliği üzerine iki çalışma mevcuttur. İşeme çizelgesi ile hastanın temel durumu belirlendikten sonra sıkışma hissi olduğunda işemenin 10 ile 20 dk ertelenmeye çalışılması, ağrı olduğunda ise hemen işemenin sağlanması mesane eğitiminde temeldir. Mesane irritanları ( asidik yiyecek ve içecekler, kafein, domates, alkol ve baharatlı gıdalar) hastaya anlatılmalı ve uzak durması söylenmelidir. Bununla birlikte, bu uygulamanın faydasına yönelik kuvvetli deliller literatürde mevcut değildir. Yüksek oranda protein tüketilmesinin, idrar üre konsantrasyonunu arttırarak ağrıyı başlattığı bildirilmekle birlikte, bu yönde kesin delil yoktur. Hastalarda bu tip gıda ve içeceklerin 1-2 hafta kısıtlanarak semptomların düzelmesi gözlenmeli ve bu tip gıda ve içecekler yavaş yavaş hastaya başlanarak her hasta için optimum diyet modeli geliştirilmelidir. Oral ajanlar: Kanıta dayalı tıp açısından mevcut tüm oral ajanlar düşük seviyededir. Bununla birlikte en sık kullanılan ajanlar; pentosan polisülfat sodyum kapsülleri (PPS/Elmiron), hidroxyzine ve amitriptilindir. Bu ajanların yanında, sıkışma hissi ve sık idrara çıkma nedeniyle antimuskarinik ajanlar yaygın olarak kullanılmaktadır. Ancak, bu tedavinin etkinliğine yönelik yeterli delil mevcut değildir. Bazı hekimler tarafından sıklıkla reçete edilen antibiyotiklerin idrar kültürü negatif olan IS/AMS tedavisinde başarı yönünden hiç bir kanıt yoktur. Bununla birlikte, bu hastalarda rekürrent idrar yolu enfeksiyonları sık olabilmektedir. Bu tip hastalarda 3-6 aylık antibiyotik profilaksisi önerilebilir. Kliniğimizde, özellikle idrar kültürü pozitif olan kadın hastalarda kısa süreli antibiyotik tedavisi sonrası haftalık rivanol banyolarını önermekteyiz. FDA tarafından AMS/İS tedavisinde onaylanan tek ajan olan PPS, uroteliyal GAG tabakasına benzer yapısıyla defektif kabul edilen GAG tabakasını yenileyerek idrardaki toksin ve inflamutavar ajanların mesane tabakalarına difüzyonunu önlemektedir. Günde 3 kez 100 mg, önerilen dozdur. Hastaların 1/3’ü tedaviye yanıt vermekte olup düşük yanıt oranları düşük yan etki profili ile koreledir. Hastaların % 2-3’ünde görülebilen saç dökülmesi oldukça rahatsız edici yan etkidir. Tedavi süresi 3-6 ay olmalı ve bu süre sonunda başarı değerlendirilmelidir. Tedavi başarılı bulunduğunda, süre bir yıl veya daha sonrasına uzatılabilir. IS/AMS tedavisinde amitiriptilin ve diğer trisiklik antidepresanlar da kullanılmaktadır. Bu kategoride en sık kullanılan ajan olan amitiriptilin, AMS/İS tedavisinde etkili bulunmuştur. Uzun kullanımlarında yan etki profili ilacın kesilmesinde en önemli etkendir. Kulanım dozu, gece yatarken 10-25 mg olup tolere edildiğinde 75 mg’a kadar çıkılabilir. Psikolojik faktörlere olumlu etkisinin yanı sıra antihistaminik ve antinociceptive etkileri tedavi başarısında bir faktör olabilir. Konstipasyon, sedasyon, ağız kuruluğu, kilo alınması yan etkileri olup kardiyak aritmisi olan hastalarda dikkatli olunmalıdır. Tedavi yanıtı alındığında aynı dozda 6-8 hafta tedaviye devam edilmelidir. Eşlik eden depresyona olumlu katkısı ve sedasyon etkisiyle noktüriyi azaltması, bu ilacın tedavi planında yerini korumaktadır. AMS/İS patofizyolojisinde rol alan anormal mast hücre fonksiyonu nedeniyle antihistaminikler tedavide rol almıştır. En sık kullanılan ajan olan hydroxyzine ile yapılan çalışmalarda plaseboya üstünlüğü tespit edilmemiştir. Gece yatarken tek doz 75mg kullanılabilir. Bu dozlarda görülen sedasyonun noktüriye katkısı olabilir. Tedavi süresi 6-8 haftadır. Histamin 2 blokörü olan cimetidine, günde iki kez Şekil 3.4. Solda, mesane epitel kaybı, Sağda, lamina propriyada yoğun lenfoid infiltrasyonu ve foliküler sistit (Kocaeli Ünv Tıp Fak. Patoloji). 91 III. Enfeksiyon ve İnflamasyon Tablo 3.24. AMS/İS sınıflandırması (ESSIC’e göre) Biyopsi Yapılmadı Normal Hidrodistansiyonlu Sistoskopi Glomerülasyon Hunner lezyonu Yapılmadı XX 1X 2X 2X Normal XA 1A 2A 2A Yetersiz XB 1B 2B 2B Pozitif XC 1C 2C 2C 400 mg kullanımında ağrı ve sık idrara çıkma açısından plaseboya üstün bulunmuştur. Belirtilen oral ajanların dışında, prednizone, quercetin, montelukast, misoprostol ve cyclosporine kullanımına ait literatür bulguları mevcuttur. Cyclosporin dışındaki ajanların tarihi önemi dışında günümüzde kullanımı yoktur. Cyclosporine, bağışıklık sistemini modüle etmesi yönüyle kullanım alanı bulmuştur. Altı aylık tedavide PPS ile karşılaştırılmasında tedavi başarısı daha üstün bulunmuştur (Tedavi başarısı cyclosporine:% 75, PPS:%19). Özetle, AMS/İS tedavisinde ideal bir oral ajan yoktur. İntravesikal tedaviler: Oral ajanların yetersiz kaldığı hastalarda intravesikal tedaviler gündeme gelmektedir. Bu tedavilerin pahalı ve hasta için rahatsız edici uygulaması nedeniyle kullanımı her zaman mümkün olmamaktadır. Bu grup içinde FDA onayı alan tek ajan dimetilsülfoksit (DMSO) tedavisidir. a) DMSO: Etki mekanizması açık değildir. Bununla birlikte, ilacın anti-inflamutuvar, analjezik, kas gevşetici ve kollojen ayrışması özellikleri ile tedavi edici özelliği taşıdığı düşünülmektedir. Eski ilaç olmasına rağmen şiddetli kokusu kör çalışmalara izin vermemektedir. Bu nedenle DMSO hakkında kaliteli bilimsel çalışmalar yoktur. Başarı oranı % 50-90 arasındadır. Hastalarda % 40 oranında relaps görülür. Relaps görülen olguların ¾’ü DMSO tedavisinin devamı ile fayda görmektedir. Diğer bir çalışmada, DMSO grubunda tedavi oranı %53 iken plasebo grubunda bu oran %18 olarak bulunmuştur. Sıklıkla haftada bir ya da iki kez, 8 ile 12 hafta süresince kullanılmaktadır. Bazı hekimler DMSO kokteyl kullanımını tercih eder (DMSO, heparin, lidokain, steroid). Sarımsak benzeri nefes kokusu ve tat hissi hastalar açısından çok rahatsız edicidir. Diğer bir yan etki mesane depolama fazı semptomlarıdır (% 10). b) Heparin: GAG analoğu olarak heparin tedavisi, kliniğimizde en çok tercih ettiğimiz yöntemdir. Basit, ulaşılabilir ve ucuz yöntem olması bizim tercihimizi belirleyen majör faktörlerdir. 20.000 ünite heparin, alkalinize lidokain ile kombine edilerek haftada 2 ya da 3 kez verilmektedir. 92 c) Hyaluronik asid: Geniş çaplı kontrollü çalışmalarda hiç bir etkinliğinin olmadığı belirtilmektedir. Bununla birlikte, Hyaluronik asid ve PPS kombine tedavisinin kısmi düzelme yaptığını belirten çalışmalarda mevcuttur. d) BCG: Etkinliği hakkında birbirine zıt sonuçlar olmakla birlikte 265 hastayı içeren geniş çaplı bir çalışmada BCG cevabı % 21 iken plasebo cevabı % 12 bulunmuştur. Bugün sahip olduğumuz bilgilere göre BCG’nin AMS/İS tedavisinde yeri yoktur. Capsaicin, oxybutinin, PBS ve botulinum toksin A tedavileri literatürde mevcut olup önerme seviyesi D olarak belirtilmiştir. Botulinum toksin tedavisinin kısa süreli sonuçları tatmin edici olmakla birlikte yan etki profile (TAK gereksinimi) nedeniyle hasta-hekim ortak kararı ile son basamakta kullanılabilir. Bununla birlikte, AMS/ İS tedavisinde yeri olmadığını söyleyenler çoğunluktadır. Fizik Tedavi AMS/İS ile pelvik tabanı döşeyen kaslar arasında ilişki olduğu bilinmektedir. Bununla birlikte sebep sonuç ilişkisi açısından hangisinin primer faktör olduğu açık değildir. Tedavi açısından tetik noktalara analjezik enjeksiyonu ya da biofeedback tedavileri faydalı olabilmektedir. Sinir sitümülasyonu Refraktör AMS/İS tedavisinde sinir sitümülasyonu yöntemleri kullanılmaktadır. Bu amaçla, FDA onayı olan Medtronic InterStim cihazı ile sakral nöromodüsyon yanında posterior tibial sinir sitümülasyonu da mevcuttur. Onbeş hastalık bir çalışmada sakral nöromodülasyon sonuçlarına bakıldığında 10 puanlık skala üzerinden ağrının 8.9 puandan 2.4 puana düştüğü gözlemlenmiştir. Ayrıca ortalama mesane volümü 90 cc den 143 cc’ye çıkmıştır. Bu yöntemin, fiyatının yüksekliği nedeniyle ülkemizde yeterince kullanılamadığı açıktır. Posterior tibial sinir sitümülasyonu ülkemizde daha yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu yöntem için literatür açık ol- Tablo 3.25. Tedavi için kanıt düzeyleri ve önerme seviyeleri Tedavi Amitiriptilin Analjezik Hydroxyzine Antibiotik Cimetidine Sodium pentosanpolisülfat İntravesikal chondroitin sülfat İntravesikal heparin İntravesikal hyalüronik asid DMSO Botox-A Mesane eğitimi Diet Sakral nöromodülasyon İnvazif cerrahi Kanıt seviyesi 1b 2b 1b 2b 2b 1a 2b 3 2b 1b 3 3 3 3 3 mamakla birlikte, kliniğimizde (Kocaeli Ünv.Tıp Fak. Üroloji) 6 haftalık tedaviler sonucunda hasta semptomlarında belirli düzelmeler sağladık. Ancak sonuçlarımızın plasebo kontrollü olmaması, bilimsel değerini düşürmektedir. Cerrahi tedaviler a) Hidrodistansiyon: Hidrodistansiyon spinal/epidural ya da genel anestezi altında yapılmalıdır. Hidrodistansiyon sonrası görülen glomerülasyon tanı için patagnomik bulgu olmamakla birlikte AMS/ İS lehine düşünülmelidir. Glomerülasyon değerlendirilirken sistoskopi sheat’inin artefaktlarından kaçınılmalıdır. Pozitif glomerülasyon için en az iki farklı kadranda kanama odakları tespit edilmelidir. Mesanenin serum fizyolojikle doldurulması; hastanın 60-70 cm üzerinde serum fizyolojik setinden yapılmalı ve akan damlanın durması sonunda 8-10 dakika beklenmeli ve hastanın maksimum mesane kapasitesi ölçülmelidir. Burada dikkat edilecek en önemli nokta, yapılacak biyopsinin hidrodistansiyon sonrası yapılmasıdır. Aksi takdirde istenmeyen mesane perforasyonları gerçekleşebilir. Hidrodistansiyonun geçici semptomatik iyileşme yaptığı belirtilmiştir. Bizim deneyimlerimize göre de 6 ayı aşmayan semptomatik iyileşmeler mevcuttur. Literatürde, kısmi ya da tam düzelmeler % 20-60 oranında belirtilmiştir. Hunner ülseri görüldüğünde, rezeksiyon, koterizasyon ya da parsiyel sistektomi düşünülebilir. Ayrıca, hidrodistansiyon yapmadan hunner ülserine lazer uygulaması yapılabilir. b) Mesane augmentasyonu: Mesane kapasitesinin arttırılması, mesane içi basıncın düşürülmesi ve kontinansın sağlanarak normal işemenin sağlanması Önerme seviyesi A C A C B A B C B A C B C B A amaçlanmaktadır. Konservatif tedaviye cevap vermeyen olgularda tek başına ya da subtotal sistektomi ile birlikte uygulanabilir. Mesane augmetasyonu komplikasyonları (uzun dönemde kanser gelişimi vs) nedeniyle endikasyon konulurken dikkatli olunmalıdır. Hiç bir tedaviye yanıt vermeyen olgular ile hunner lezyonu olanlarda düşünülebilir. Hunner lezyonu görülmeyen ve mesane kapasitesi iyi olan hastalarda mesane augmentasyonu sonuçları iyi değildir. Mesane kapasitesi düşük olan olgular ile Hunner lezyonu olan hastalarda supratrigonal sistektomi ile birlikte düşünülmelidir. Literatürde başarı oranı %25-96 olarak bildirilmektedir c) Total sistektomi ve diversiyon: AMS/İS tedavisinde en son çare olarak düşünülmeli ve bu konuda uzman olan insanlar tarafından uygulanmalıdır. Geriye dönüşümsüz invaziv bir seçenek olduğu akılda bulundurulmalıdır. Sadece ağrı kontrolü için asla düşünülmemelidir. Augmentasyonun yetersiz olacağı düşünülen ileri derecede fibrotik mesanesi olan hastalarda bir seçenek olarak düşünülmelidir. İnvazif cerrahi gereksinimi olduğu düşünülen hastaların tedavisi, AMS/İS tecrübesi yüksek hekimler tarafından yapılmalıdır. Tedavi ile ilgili kanıt düzeyleri ve önerme seviyeleri Avrupa Üroloji Derneği Şubat 2012 kılavuzu eşliğinde tablo 3.25’de özetlenmiştir. Okunması önerilen kaynaklar Hanno PM: Bladder pain syndrome (interstitial cystitis) and related disorders. In: Wein AJ, Kavoussi LR, Novick AC, Partin AW, Peters CA, editors. Campbell-Walsh Urology. Elsevier Saunders, Philadelphia, PA. 2012, page: 357-401. Hanno PM: Çeviri: Memiş A, Özdal L, Yakupoğlu K: İnterstisyel sistit ve ilişkili hastalıklar. İç: Walsh PC, Retik AB, Vaughan ED, Wein AJ editors. Anafarta K, Yaman Ö, çeviri editörleri. Campbell Üroloji. Güneş Kitabevi, 93 III. Enfeksiyon ve İnflamasyon Ankara, 2005, s: 631-670. Evaluation Guidelines, 2006. Arıkan N: İnterstisyel Sistit. İç: Anafarta K, Arıkan N, Bedük Y, editörler. Temel Üroloji. Güneş Tıp Kitabevleri, Ankara, 2011, s:557-563. Tomaszewski JE, Landis R, Russack V, et al: Biopsy features are associated with primary symptoms in interstitial cystitis: Results from the interstitial cystitis database study. Urology. 2001, 57: 67-81. Vij M, Srikrishna S, Cardozo L: Interstitial cystitis: diagnosis and management. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol. 2012, 161(1): 1-7. Adams K, Denman MA: Bladder pain syndrome: a review. Female Pelvic Med Reconstr Surg. 2011, 17: 279-289. Kelada E, Jones A. Interstitial cystitis. Arch Gynecol Obstet. 2007, 275: 223-229. Skene AJC: Disease of the bladder and urethra in women. New York, William Wood, 1887. Hunner GL: A rare type of bladder ulcer in women: report of cases. Boston Med Surg J. 1915, 172: 660-664. Chaiken DC, Blavias JG, Blavias ST. Behavioral therapy for the treatment of refractory interstitial cystitis. J Urol. 1993, 149:1445-1448. Parsons CL, Koprowski PF: Interstitial cystitis: Successful management by increasing urinary voiding intervals. Urology. 1991, 37: 207-212. Theoharides TC: Hydroxyzine in the treatment of interstitial cystitis. Urol Clin North Am. 1994, 21: 113-118. Thilagarajah R, Witherow RO, Walker MM: Oral cimetidine gives effective symptom relief in painful bladder disease: A Prospective randomized, double–blind placebo controlled trial. BJU Int. 2001, 87: 207-212. Sant GR: Etiology, Pathogenesis, and Diagnosis of Interstitial Cystitis. Rev Urol. 2002,4 (suppl 1); S9-S15. Sairanen J, TammelaTL, Leppilahti M: Cyclosporine A and PPS for the treatment of intrestitial cytistis: A randomized comparative study. J Urol. 2005, 174: 2235-2238. Metts JF: Interstitial cystitis: Urgency and frequency syndrome. Am Fam Physician. 2001, 64(7) 1199-1206. Perez-Marrero R, Emerson LE, Feltis JT: A controlled study dimethyl sulfoxide in interstitial cystitis. J Urol. 1988, 140: 36-39. Abrams P, Cardozo L, Fall M, et al: The standardization of terminology of lower urinary tract function: Report from the Standardization Subcommittee of the International Continence Society. Am J Obstet Gynecol. 2002, 187: 116-126. Cervigni M, Natale F, Nasta L, Mako A. Intravesical hyaluronic acid and chondroitin sulphate for bladder pain syndrome/interstitial cystitis: longterm treatment results. Int Urogynecol J. 2012 (Basım aşamasında). Minaglia S, Özel B, Bizhang R, Mishell DR Jr: Increased prevalence of interstitial cystitis in women with detrusor overactivity refractory to anticholinergic therapy. Urology. 2005, 66: 702-706. Peters KM, Diokno AC, Steinert BW, Gonzalez JA. The efficacy of intravesical bacillus Calmette-Guerin in the treatment of interstitial cystitis. Long term follow-up. J Urol. 1998, 159;1483-1486. Hand JR: Interstitial cystitis: Report of 223 cases (204 women and 19 men), J Urol, 1949, 61, 291-310. Maher CF, CareyMP, Dwyer PL, Schluter PL. Percutaneous sacral nerve root neuromodulation for intractable interstitial cystitis. J Urol. 2001, 165:884-886, Doggweiler-Wiygul R, Wiygul JP: Interstitial cystitis, pelvic pain, and the relationship to myofascial pain and dysfunction: A report on four patients. World J Urol. 2002, 20(5): 310-314. Rofeim O, Hom D, Freid RM, Moldwin RM. Use of the neodymium:YAG laser for interstitial cystitis: a prospective study. J Urol. 2001, 166:134-136. Keay S, Takeda M, Tamaki M and Hanno P: Current and future directions in diagnostic markers in interstitial cystitis. Int J Urol. 2003, Suppl: S27-30. Payne CK. Painful Bladder Syndrome and Interstitial Cytisitis. In: Raz S and Rdriguez LV (editors): Female Urology, Saunders-Third Edition, 2008 Parsons CL, Stein PC, Bidair M, Lebow D: Abnormal sensitivity to intravesical potassium in interstititial cystitis and radiation cystitis. Neurourol Urodyn. 1994, 13:515-520. Sairanen J, Teuvo L, Tammela J and et al: Potassium sensitivity test (PST) as a measurement of treatment efficacy of painful bladder syndrome/ interstitial cystitis: A prospective study with cyclosporine A and pentosan polysulfate sodium. Neurourol Urodyn, 2007, 26: 267-270. Evans RJ and Sant GR: Changing concepts of recognition and prevalence of interstitial cystitis. Current Diagnosis of Interstitial Cystitis: An Evolving Paradigm. Urology. 2007, 69: 64-72. Sant GR and Hanno PM: Interstitial cystitis: Current issues and controversies in diagnosis. Urology. 2001, 57 (Suppl 6A): 82-88. Nordling J, Anjum FH, Bade JJ, et al: Primary evaluation of patients suspected of having ınterstitial cystitis (IC). Eur Urol. 2004, 45: 662-669. Waxman JA, Sulak PJ and Kuehl TJ: Cystoscopic findings consistent with interstitial cystitis in normal women undergoing tubal ligation, J Urol. 1998, 160: 1660-1667. Denson MA, Griebling TL, Cohen MB, et al:. Comparison of cystoscopic and histological findings in patients with suspected interstitial cystitis. J Urol: 2000, 164: 1908-11. Utz DC, Zincke H: the masquerade of bladder cancer in sutu as interstitial cystitis. J Urol. 1974, 111:160-161 Meijlink JM: Painful Bladder Syndrome/Interstitial Cystitis Diagnosis and 94 Peeker R, Fall M. Toward a precise definition of interstitial cystitis: further evidence of differences in classic and nonulcer disease. J Urol. 2002, 167: 2470–2472. 3.4 Cinsel yolla bulaşan hastalıklar 3.4.1 Tanım ve epidemiyoloji Cinsel yolla bulaşan hastalıklar (CYBH); bir grup, cinsel yolla alınan ve geçirilen patojenler tarafından oluşturulan klinik tabloları içerir. Genital siğiller, AIDS, genital herpes virüs enfeksiyonlarının ciddi bir hızla artış göstermesi cinsel yönden aktif toplulukların endişelenmesine sebep olur. Cinsel yolla bulaşan hastalıkların kontrolü ve engellenmesi beş ana strateji içerir. Bunlar ; eğitim ve konsültasyonla cinsel alışkanlıkların değiştirilmesi ve önleyici yöntemlerin kullanılması, belirtisiz hastalanmış bireylerin tespiti, etkin tanı ve tedavi uygulanması, cinsel yolla bulaşan hastalıkları bulunan hastaların partnerinin değerlendirip tanı ve tedavisinin yapılması ve risk altındaki hastaların aşılanmasıdır. Bu yüzden hekim tanısından, tedavi yönteminden emin olabilmek için büyük çaba harcamalıdır. Önleyici method olarak cinsel perhiz veya partner sayısının azaltılması , ilişki öncesi tarama testlerinin yapılması, önleyici aşılar (Human Papillom Virus (HPV) aşısı özellikle bivalenti 9-26 yaş arası ve quadrivalenti 11-12 yaşlarında , hepatit B aşısı), erkek kondomu, kadın kondomu, servikal diafram, sünnet, partner tedavisi önemlidir. Cinsel yolla bulaşan hastalıkların doğru tanı ve tedavisi yalnızca hastanın kendisini değil, partnerini ve varsa anne karnındaki bebeklerini de tedavi etmekten geçmektedir. Cinsel yolla bulaşan hastalıkların dağılımı toplumlar arasında değişmekle beraber adolesanlar arasında yaygındır. Klamidyal hastalıklar ve gonore 15-19 yaş arasında sık olup HPV enfeksiyonu ile karşılaşma yaşı da adolesan dönemdir. Genç yaş cinselliği daha yüksek CYBH riski içermektedir. 3.4.2 Genital ülserler Akut genital ülserlerin en sık görülen sebebi herpes enfeksiyonları olmasına rağmen tanısı şaşırtıcı problemler ortaya çıkarır. Birden fazla etiyolojik ajan söz konusu olabilir (örn sifiliz ve herpes) . Daha az olasılıkla şankroid veya donovanosis olabilir. Bunlar dışında mantar, travma, karsinom, aft, ilaç reaksiyonu, psöriasis olabilir. Eğer klinik tablo patognomonik bulguları içermezse hekim işin içine Queyrat eritroplazi’ sinde olduğu gibi mutlaka premalign süreci de dahil etmelidir. Doğru tanı ve tedavi için yapılan araştırmalar geniş çaplı labaratuar incelemelerine dayanmalıdır. Çünkü hastalıkların semptomları benzer olmasına rağmen farklı ajanlarca infeksiyon olmakta , bu ise tanıyı ve tedaviyi zorlaştırmaktadır. Fizik bakı ve öyküden elde edilen bilgiler genellikle yetersizdir. Malign lezyonlar için kullanılan en faydalı test biyopsidir ; sifiliz için karanlık saha incelenmesi ve serolojik testlerdir; genital herpes için kültür ve polimeraz zincir reaksiyonu (PCR)’dur ; lenfogranuloma venorum için serolojik test ve klamidya kültürü gereklidir. Bu hastalıklara karşı uygulanan tedaviler önemli ölçüde değişiklik gösterdiğinden beri doğru ayırıcı tanı çok önemlidir. Bu hastalara Human İmmunodeficiency Virus (HIV) testi de yapılmalıdır. 3.4.3 Genital herpes enfeksiyonları Herpes Simpleks Virüs infeksiyonları (HSV) hekimler ve hastaları endişelendiren kritik hastalıklardır. Kadın ve erkekte görülme sıklığının artması, partnerlere bulaşma riski olması, yüksek morbiditeye sahip ve bazen ölümcül olabilmesi, servikal kanserlere neden olması bu hastalığın hekimler tarafından tanı ve tedavisini güçleştirmektedir. Genital Herpes kronik ve yaşam boyu süren bir hastalıktır. HSV çift zincirli DNA’ ya sahip ve latent enfeksiyonlara sebep olabilen bir virüstür. Tip 1 ve Tip 2 olmak üzere 2 antijenik tipe sahiptir. HSV enfeksiyonu olan hastaların çoğu Tip2 HSV ye sahiptir. Tip 1 HSV oral enfeksiyonlara sebep olup (uçuk) vakaların %10-%25’ inde rapor edilmiştir. Tek bir karşılaşmadan HSV enfeksiyonun bulaşma riski tam olarak bilinmemesine rağmen genital yolla ya da oral-genital yolla bulaşıyor olabilir. Eğer enfeksiyon belirtisiz seyrediyorsa partnerler büyük risk altındadır. HSV erkeklerde Nongonokoksik üretrit (NGU) , kadınlarda üretral sendroma sebep olmaktadır. Rekürren enfeksiyonların %99’ undan Tip 2 HSV sorumludur. Primer herpes enfeksiyonlarının lokal semptomları ılımlı, sistemik semptomları ise normal değildir. Erkeklerde üretral izolasyon %2 den daha azdır. Deri lezyonları genellikle otoinokülasyonla oluşup erkekler de %10 kadınlarda %26 oranında görülür. HSV enfeksiyonlarının ayırıcı tanısı için en hassas yöntem kültürle virüs izolasyonu ve DNA için PCR’dır. Sonuçların çıkma süresi ortalama 4-7 gündür. Kültürde üreme olmaması veya PCR negatifliği HSV enfeksiyonunun olmadığını göstermez çünkü çoğalması aralıklıdır. Tedavileri için asiklovir, valsiklovir ve famsiklovir kullanılır. İlk kez HSV enfeksiyonu geçirenlerde oldukça etkilidir. Oral ve Intravenöz (IV) tedavi pimer enfeksiyonlarda topikal terapiden daha etkilidir. Tedavi : Asiklovir 3x400 mg/gün 7-10 gün veya Asiklovir 5x200 mg/gün 7-10 gün veya Valasiklovir 2x1 gr/gün 7-10 gün veya Famsiklovir 3x250 mg/gün 7-10 gün Supressif tedavi Asiklovir 2x400mg/gün veya Valasiklovir 1x500/gün veya Famsiklovir 2x500 mg/gün veya Ağır hastalıkta ise Asiklovir 5-10 mg/mg iv 8 saatte bir şeklinde uygulanmalıdır. 3.4.4 Sifiliz 95 III. Enfeksiyon ve İnflamasyon 30 yıldan bu yana sifilizin insidansı artmıştır. Bunun sebeplerinden biri de HIV prevelansının giderek artmasıdır. Sifilize sebeb olan bakteri bir spiroket olan trepenoma pallidum (T.Pallidum)dur. Bu bakteri deri ve müköz membranlardan geçiş gösterir. Sifiliz sistemik bir hastalıktır. Cinsel ilişkiden 2-4 hafta sonra hasta şankr ile gelmektedir. Şankr kırmızı nokta şeklinde yada papül şeklinde ortaya çıkar. Şankr, glans peniste, suprapubik bölgede, skrotumda yada prepisyumda görülür. Kristalize penisilin 18-24 milyon ünite/gün iv 10-14 gün Primer infeksiyon, sekonder infeksiyon, nörolojik infeksiyon veya tersiyer infeksiyon gibi katmanlara ayrılır. Bu hastalığa Klamidya Trachomatisin L1, L2 veya L3 serotipleri sebep olmaktadır. Primer lezyonlar kısa süreli (geçici) olduğundan hastalar tarafından önemsenmemektedir. Ayrıca şankroid lezyonlarıyla kolayca karışabilir. Papüller cinsel temastan 5-21 gün sonra ortaya çıkar. Lezyon büyüdükçe ağrılı inguinal lenf nodu bu hastalığın en belirgin işareti olur. Tipik olarak tek taraflıdır. Tedavi edilmezse invaziv ve sistemik bir hastalığa sebep olur. Karanlık saha incelemesi ya da floresan tekniklerle tanısı yapılabilir. Oral ve anal bölgedeki non patojenik spiroketler yanlış pozitif sonuçlara sebep olabilir. Monoklonal antikor testi patojeniklerle non patojenik spiroketleri ayırmada yardımcı olur. Tanı serolojik testlere dayanılarak yapılabilir; FTA-ABS, MHATP, VDRL, RPR. Nörosifiliz bulgularının varlığı (kranial sinirlerin disfonksiyonu, menenjit, inme, akut ya da kronik mental durum değişikliği, vibrasyon duyusunun kaybı) ileri araştırma ve nörosifilizin tedavisini gerektirir. Son doksan gün içinde sifilizi olan hastayla cinsel teması olan partnerler serolojik testler negatif te olsa tedavi edilmeli eğer 90 günden daha uzun bir süre varsa serolojik testler göz önünde bulundurulmalıdır. Erken ve primer sifilizin tedavisi için benzatin penisilin G tercih edilmektedir. Penisilin alerjisi olan hastalarda deri testi en uygun seçenektir. Gebelerde tek etkin tedavi benzatin penisilindir. Jarisch-Herxheimer reaksiyonu sifiliz tedavisinin ilk 24 saatinde görülen başağrısı, kas ağrısı, ateş gibi semptomlardır. Gebelerde erken doğum ve fetal distress nedeni olabilir ancak bu sebeple tedavi ertelenmemelidir. Tedavisinde antipiretikler kullanılabilir. Alternatif tedavi yolları arasında eritromisin tetrasiklin ve doksisiklin vardır. Tüm sifiliz hastalarında HIV ihtimalinden dolayı , HIV testi uygulanmalıdır. Tedavi Benzatin penisilin 2.4 milyon ünite kas içi (İM) tek doz veya (3-4 milyon ünite her 4 saatte şeklinde) Alternatif ise procaine penisilin 2.4 milyon ünite im günde + probenecid 4x500mg /gün oral 10-14 gün şeklindedir. 3.4.5 Lenfogranüloma venorum Klamidya trachomatis kültürü tanı için en spesifik yöntemdir. Ayrıca direkt immunfloresan ve nükleik asit aranması yapılabilir. Ancak genel olarak tanı serolojik testler ve inguinal adenopati veya genital ülserlerin diğer nedenlerinin elenmesiyle konur. Tedavide doksisiklin tercih edilir. Alternatif tedavi seçenekleri ise eritromisin veya sülfisoksazaldür. Bu ilaçlardan her biri ile en az 3 haftalık bir tedavi gereklidir. Ancak tedaviden sonrada doku reaksiyonu ve nedbeleşme devam edebilir. Femoral ülserasyonu engellemek için “Bubon” ların sağlam ciltten iğne aspirasyonu ile veya insizyon ile drenajı gerekebilir.Hastalar klinik belirtiler düzelene ve bulgular kaybolana kadar izlenmelidir. Tedavi Doksisiklin 2x100mg oral/gün 21 gün veya Eritromisin 4x500mg oral/gün 21 gün 3.4.6 Şankroid Etkeni Gram negatif basil H.ducreyi’dir. Bu hastalık Afrika ve Karayiplerde bazı bölgelerde endemiktir. HİV enfeksiyonunun bulaşması için bir yoldur. Şankroid tanısı şu bulgular ile konulabilir ; Doksisiklin 2x100mg/gün 14 gün oral veya -Ağrılı bir genital ülser olması Tetrasiklin 4x500mg/gün 14 gün oral veya -Karanlık saha incelemesinde T.pallidum görülmemesi Azitromisin 2gr oral tek doz -Ülser ortaya çıkmasından en az 7 gün sonra yapılan sifiliz serolojik testleri ve HSV testinin negatif olması Tedaviden 6 ay ve 12 ay sonra yeniden değerlendirme yapılmalıdır. Nörosifilizde tedavi 96 Ağrılı genital ülser ile birlikte süpüratif inguinal lenfadenopati patognomoniktir. Şankr yumuşak,sert ve pürülan olabilir. Lezyon kolayca kanayabilir. Afrikada şankr enfeksiyon heteroseksüel ilişkiden sonra HIV-1 edini- minde önemli bir risk faktörü olarak ortaya çıkmıştır. Şankr tedavisi bölgesel antibiyotik duyarlılılık farklarından dolayı oldukça zor olabilir. Hastalığa sahip kişinin partneri de aynı şekilde tedavi edilmelidir. Başarılı bir tedavi ile ülserlerde ve belirtilirde düzelme olur. Sünnetsiz ve HIV’ lı hastalar tedaviye daha zor cevap verir. Geniş ülserlerin iyileşmesi 2 haftadan uzun bir zaman alır. Tedavi başlangıcından 3-7 gün sonra tekrar muayene yapılmalı eğer klinik iyileşme gözlenmiyorsa; tanı yanlışlığı, ek olarak başka bir CYBH varlığı, HİV varlığı, tedavinin verildiği şekliyle kullanılmadığı veya ilaç direnci olduğu düşünülmelidir. Tanı kadınlarda idrar örneği veya vaginal-servikal swaplarla , erkeklerde ise üretral swap veya idrar örneği ile konulabilir. Semptomların ortaya çıkmasından 60 gün öncesine kadar cinsel ilişkide bulunduğu partnerleri de tedavi edilmelidir. Önerilen Tedavi Azitromisin 1 gr oral tek doz veya Doksisiklin 2x100mg /gün oral 7 gün Alternatif Tedavi Eritromisin 4x500mg /gün oral 7 gün veya Tedavi Eritromisin etilsüksinat 4x800mg oral 7 gün veya Azitromisin 1gr oral tek doz veya Levofloksasin 1x500mg oral/gün 7 gün veya Seftriakson 250mg İM tek doz veya Oflaksasin 2x300mg /gün oral 7 gün Siprofloksasin 2x500mg/gün 3 gün oral veya Eritromisin 3x500mg/gün oral 7 gün Not:Siprofloksasin hamile ve emziren kadınlarda kontrendikedir. 3.4.7 Klamidya trachomatis infeksiyonu Klamidya infeksiyonlarının belirgin özelliği, konakta çoğu kez inatçı infeksiyonlara yol açmasıdır. Genç hasta infeksiyonudur. Kadınlarda pelvik enflamatuar hastalık, ektopik gebelik ve infertilite gibi önemli sonuçlara yol açabilir. Belirtisiz infeksiyonu sıktır. Cinsel olarak aktif genç kadınlarda yıllık taramalar önerilmektedir. infekte konakta, klamidyaların çeşitli antijenlerine karşı antikorlar meydana gelir. Ancak bu antikorların tekrarlayıcı infeksiyonlara karşı koruyucu özellikleri kısa sürelidir ve bu yüzden etken yüksek antikor seviyesine rağmen varlığını sürdürebilir. En sık rastlanan cinsel yolla bulaşan hastalıktır. Cinsel yönden aktif kişilerde daha sık görülür. D, E, F, G, H, I, J ve K virulan özellik gösteren serotipleridir. İnkübasyon periyodu 3-14 gündür. Genç erkeklerde epididimite en sık sebep olan etkendir. Erkeklerde epididimit, prostatit ve üretrite bağlı üriner sistem belirtileri görülür. Kadınların ise yaklaşık %75’i asemptomatiktir ve tedavi edilmediği takdirde pelvik enflamatuar hastalık gelişir. Endoservikal akıntı görülebilir. Klamidyal infeksiyona bağlı fallop tüpü skarlaşması rekürren pelvik enflematuar hastalık, ektopik gebelik ve infertilite riskini artırır. Doğum sırasında anneden bebeğe geçebilir ve oküler ,orofaringeal, respiratuar, ürogenital ve rektal infeksiyonlara sebep olabilir. 3.4.8 Gonore Etkeni Gram negatif diplokok N.gonorrhoeae’dır. İkinci sıklıkta görülen bakteriel CYBH’tır. İnkübasyon periyodu C.trachomatiste olduğu gibi 3-14 gün arasında değişmektedir. Erkeklerde üretral akıntı ile kendini gösterir. Kadınlarda ise vajinal veya pelvik rahatsızlık veya dizüri görülmektedir. Trachomatiste olduğu gibi endoservikal akıntı görülebilir. Komplikasyonlar ortaya çıkana kadar belirtisiz olabilmektedir. Endoservikal sürüntü ile birlikte intraüretral sürüntü önerilir. Erkeklerde de üretral örnek alınması önerilmektedir. Semptomatik erkeklerde gram negatif diplokokların gram boyamada %99 üzeri spesifite ve %95 sensitivite ile gösterilmesi tanıyı koydurmaktadır. Asemptomatik erkeklerde ise gram boyamada basil gösterilememesi gonoreyi dışlamamaktadır. Endoservikal, farangial ve rektal örnekler infeksiyonun tespiti için yetersizdir. N. gonorrhoeae spesifik tanısı endoservikal, vaginal ve üretral (sadece erkekler) örneklerde kültür, nükleik asit hibridizasyon testleri ve NAATs kullanılabilir. Gonore teşhisi konulan hastalar diğer hastalıklar açısından da araştırılmalıdır. Kültür ve hassasiyet testi antibiyotik direncinin takibi açısından büyük önem taşımaktadır. Gonore hastaları sıklıkla C.Trachomatis ile de enfekte olduğu için her iki hastalığa dönük tedavi rutin olarak verilmelidir.Kinolon dirençli gonore de yayılma görülmektedir. Önerilen tedavi tek doz 250 mg (IM) seftriaksondur. N. Gonorrhoeae ile infekte bulgularda genelde trachomatiste bulunduğu için mutlaka bu ilaca ek olarak Trachomatisi de tedavi edici ilaçlar eklenmelidir. Azitromisin 2 gr oral veya Spektinomisin 2gr/IM gebelik sefolasporin 97 III. Enfeksiyon ve İnflamasyon veya kinolonlara alerji olduğu takdirde kullanılabilir. İlk belirtilerin ortaya çıkmasından 60 gün öncesine kadar olan partnerlerde tedavi edilmelidir. Tedavi tamamlanana kadar cinsel ilişki perhizi de önerilmektedir. ortaya çıkarabilir ancak genelde asemptomatiklerdir. Lezyonlar genelde düz, inci renkli ya da tenimizin rengindedir. Lezyonlar genelde spontan olarak geriler. Biyopside asidofilik hyalin dolu Henderson-Patterson cisimcikleri patognomoniktir. Tedavi Çoğu olguda benign, sınırlı ve tedavi gerektirmez. Hasta yayılımdan korkuyor ise koter, küretaj yada kriyoterapi yapılabilir. Seftriakson 250 mg IM tek doz+ Azitromisin 1 gr oral tek doz veya doksisiklin 100mg /gün 7 gün boyunca veya Sefiksim 400 mg oral tek doz+ Azitromisin 1 gr oral tek doz veya doksisiklin 100mg /gün 7 gün boyunca 3.4.9 Trikomoniasiz Etkeni Trichomonas vaginalistir. Trichomonas vaginalis flagellalı bir protozoondur. Vajina, üretra, prostata vs. yerleşebilir, ancak ağız ve rektumu enfekte etmez. İnkübasyon periyodu 5-25 gündür. Erkeklerde asemptomatiktir. Üretral akıntı ve dizüriye ve acil idrar yapma isteğine sebep olabilir. Tanı üretral sürüntü ve idrarın mikroskobik incelenmesiyle konulur, sensitivitesi sadece %60-70’tir. OSOM hızlı trikomonas testi ve Affirm VPIII testi uygulanabilir. Bu testlerin sensitivitesi %83 ve spesifitesi %97’ dir. Tanıda kültür de kullanılır. Hasta ile birlikte mutlaka partneri de tedavi edilmelidir. 2 gr metronidazol tek doz oldukça etkili olup gebeliğin ikinci üç ayında kullanılabilir. Tedavi sırasında alkol kullanılmamalıdır. Önerilen Tedavi Metranidazol 2 gr oral tek doz veya Tinidazole 2 gr oral tek doz veya Alternatif Tedavi 3.4.11 Pedikulosis pubis Etkeni insan biti olan Phthirus pubistir. Pubik alanda yerleşim gösterir. Etkilediği bölgede yoğun kaşıntıya sebep olur. Yumurtaların kıl dibine yakın şekilde kılda görünmesi ya da kıl folikülüne gömülü bitin görülmesi tanı için yardımcıdır. Tedavi için permethrin krem etkilenen bölgeye sürülmeli ve 10 dk bekledikten sonra yıkanmalıdır. Eğer 1 hafta içinde semptomlar kaybolmamışsa tedavi tekrarlanır. Hastanın partneri ve hastayla yakın temasta bulunanlar da tedavi edilmelidir. Hastanın kıyafetleri de kontamine olduğu için kıyafetleri temizlenmelidir. Önerilen Tedavi Permithrin %1 lik krem etkilenen alana sürülüp 10 dk sonra yıkanmalıdır veya Prethrin ile piperonyl butoxide etkilenen alana sürülmeli 10 dk sonra yıkanmalıdır Alternatif Tedavi Malathion %05 losyonu 8-12 saatte bir sürülmeli ve yıkanmalıdır veya İvermectin 250 mikrogram /kg oral , iki hafta sonra tekrar edilmelidir. Metranidazol 2x500 mg oral/ gün 7 gün 3.4.12 Vulvo-vajinal kandidiyazis Tedavi sırasında alkol kullanılmamalı, metranidazolden 24 saat , tinidazolden 72 saat sonrasına kadar alkol perhizi sürmelidir. Tedaviden 3 ay sonra yeniden değerlendirme yapılmalıdır. Gebelerde görülen vajinal infeksiyon etkenleri arasında en sık, vulvovajinal kandidoz ’a neden olan Candida türleri gelmektedir. Kokulu, yoğun kıvamlı, beyaz-sarımsı akıntıya çoğu zaman kaşıntı, yanma, ağrılı cinsel ilişki ve ödemin eşlik ettiği bir tablo meydana getirir. Kadınların % 75 i en az bir kez, %40-45 i ise iki veya daha fazla vulvavajinal kandidiasiz geçirir. Komplikle veya non komplike olabilir. Komplike olanlar rekürren veya ağır veya non-albikan kandida veya kontrolsüz diabet, debilitasyon veya immun supressif kullanımında ortaya çıkan tablodur. 3.4.10 Molloskum contagiosum DNA pox ailesine ait bir virus tarafından meydana gelir. Hastalığın insidansı %2-%8 dir. Bulaşması için deriden deriye temas gereklidir. İnkübasyon periyodu 2-3 ay dır. Genellikle genital ve inguinal bölgede görülmektedir. Primer olarak skuamöz epiteli infekte eder ve papüler lezyonlar ortaya çıkarır. Ekzamatöz kaşıntılı reaksiyon 98 Etken Cryptococcaceae ailesinde yer alan kandida türleridir ve vajinal kandidiyazis %80-92 Candida albicans’ın neden olduğu bir mantar infeksiyonudur. Neden olduğu infeksiyonu ortaya çıkarabilmesi için belirli şartların oluşması gereklidir. Yani kandidiyazis fırsatçı bir infeksiyondur. Kötü hijyen, normal florayı bozacak derecede temizlik maddelerinin ve kozmetiklerinin kullanımı, dar ve sentetik ter emmeyen çamaşırların tercih edilmesi, çok eşli ve yoğun ve travmatik cinsel ilişki nedeniyle mukozal bariyerin kırılması infeksiyonun gelişimine zemin hazırlar. Vulvada kaşıntı, vajende yanma hissi, dizüri, ağrılı cinsel ilişki, süt kesiği veya kronik olgularda sulu beyaz vajinal akıntı en sık izlenen semptomlardır. Tanı tipik belirti ve bulguların yanında, mikroskopta Candida mantarının görülmesi ile konur. Akıntı örneği alınır, ve salin ve %10’luk KOH hazırlanan preperatta mikroskopta 100 büyütmede mantarlar görülür.Mantar görülen hastalar tedavi edilmeli, görülmeyenlerde ve semptomatik olanlar da ise vajen kültürü yapılmalıdır. Kültür yapma imkanları yoksa bu gruba da tedavi verilmelidir. Tedavi öncesinde predispozan faktörler irdelenmelidir. Diyabet, immün bozukluk araştırılmalı, ilaç kullanımı sorgulanmalıdır. Tekrarlayan olgularda eş muayenesi yapılmalı ve prezervatifsiz cinsel ilişki yasaklanmalıdır. Topikal tedaviler mantar infeksiyonları için genelde ilk seçenektir. Özellikle adet öncesi dönemlerde birkaç siklus tekrarlanmalıdır. Komplike ve kronik olgularda tedavi 7 güne kadar uzatılmalı, eş tedavisi de önerilmelidir. Gebelikte vajinal tedavi için 2. trimesterin beklenmesi uygun olacaktır. Tekrarlayan infeksiyonlarda, infeksiyonun vajen mukozası altına doğru ilerleyip ilerlemediği belirlenmelidir. Bazı dirençli olgularda tedavi 2-3 siklus tekrarlanabilir. Tedavi Butokonazol %2 lik krem 5gr intravajinal 3 gün veya Nistatin 100.000 ünite vajinal tablet günde bir kez 14 gün veya Terkonazol %0.4 krem 5 gr intravajinal 7 gün veya Terkonazol %0.8 krem 5 gr intravajinal 3 gün veya Terkonazol 80mg vajinal supp üç günde bir veya Flukonazol 150 mg oral tablet tek doz 3.4.13 Bakteriyel vajinozis Vajinada laktobasil azalması veya yokluğu ve floradaki diğer bazı mikroorganizmaların baskınlaşması ile karakterize, polimikrobial bir sendromdur. Hastalıkta baskınlaşan çeşitli bakterilerin olduğu (Mobilincus sp., Bacteroides sp, Peptostreptococcus sp, G. vaginalis, M. hominis gibi) ancak tanıda bu bakterilerin üretilmelerinin yerinin olmadığı bilinmektedir.Vajinal akıntı ve kokunun en sık sebebidir. Bakteriel vajinozisi olan hastalar diğer CYBH’a açıktır. Tanı kültür dışı yöntemlerle konur. Gram boyama yapılarak tanı konulur. Gram boyama yapılamayacaksa aşağıdaki 4 kriterden üçünün varlığı tanıyı koydurur. a) Mikroskopta clue hücrelerinin varlığı b) Homojen gri-beyaz ve kötü kokulu bir akıntı varlığı c)Vajina pH’ sinin yükselmesi d)Akıntının %10 luk KOH ile etkileşimi sonucu amin kokusu oluşması Gram boyamada PNL yokluğu ve laktobasil yokluğu da tanıda yardımcıdır. Amin kokusu ve pH yükselmesi trikomonas vajinitinde de görülebilir. Bakteriyel vajinoziste lökosit görülmemesi ayırıcı tanıda önemlidir. Klotrimazol %1 lik krem 5gr intravajinal 7-14 gün veya Tedavi olarak metranidazol, klindamisin ve ampisilin önerilmektedir. Klotrimazol %2 lik krem 5 gr intravajinal 3 gün veya Tedavi Mikozanol %2 lik krem 5 gr intravajinal 7 gün veya Metranidazol 2x500 mg oral 7 gün veya Mikozanol %4 lük krem 5 gr intravajinal 3 gün veya Metranidazol jel %0.75 5gr intravajinal günde bir kez 5 gün veya Mikozanol 100 mg vajinal supp günde bir kez 7 gün veya Mikozanol 200 mg vajinal supp günde bir kez 3 gün veya Mikozanol 1200 mg vajinal supp günde bir kez 1 gün veya Tiakonazol %6.5luk 5gr intravajinal tek uygulama veya Klindamisin krem %2 5 gr intravajinal yatmadan önce 7gün veya Tinidazol 2 gr oral günde bir kez 3 gün veya Tinidazol 1 gr oral günde bir kez 5 gün veya Klindamisin 2x300 mg oral /günde 7 gün veya 99 III. Enfeksiyon ve İnflamasyon Klindamisin ovul 100mg uykudan önce 3 gün 3.4.14 Genital siğiller Etkeni İnsan Papilloma Virüsü (HPV) dir. 100 dan fazla genotipe sahip olup 40 dan fazlası genital sistemi enfekte eder. Cilt cilde temas sonucu bulaşan bir DNA virüsüdür. Çoğu genital siğil ve papillomlar HPV-6 ve HPV-11 tarafından oluşturulur. Tip 16,18 kadınlardaki servikal displazi ve kanserler i ile, erkeklerdeki skuamöz intraepitelyal neoplazi ve penile, vulvar, vajinal ve anal kanserlerle ilişkilidir. Servikal ve anal kanserlerin çoğu HPV ile ilişkilidir. Sıklıkla asemptomatik olup, seksüel aktif yaşamı olan bireylerin %50 sinin yaşamları boyunca en az bir kez enfekte oldukları tahmin edilmektedir. Genital siğil tanısı genelde inspeksiyon ile konulur. Nadiren gerekli olan biyopsi ise tanıyı kesinleştirmektedir. Gözle görülen genital siğillerin tanı ve tedavisi için tip spesifik HPV nükleik asit testlerinin rutin olarak yapılması gerekli değildir. Yalnızca 30 yaş üzeri kadınlarda servikal kanser taraması için önerilmektedir. Gözle görülen siğillerin tedavisinde asıl hedef semptomatik lezyonların yok edilmesidir. Cinsel aktif kişilerde, HPV ve rekürensi sık gözlenir. İnkübasyon periyodu uzun olabilir. Hastalığın süresi ve hastalığı önleme yöntemleri tam bilinmemektedir. Subklinik genital HPV enfeksiyonları kendiliğinden kaybolduğundan eredikasyon için spesifik antiviral tedavi gerekli değildir. Lezyonlar olmadığında ister kolposkopide asetik asit uygulamasıyla gerekse labaratuar testleriyle saptanan HPV DNA varlığında ve servikal intraepitelyal neoplazi 1 de tedavi gerekmez. Bivalent (tip 16-18 içeren ) veya quatrivalent (tip 6-1116-18 içeren) aşılar %70 servikal kanserlerden korurken, quadrivalent aşı aynı zamanda %90 genital siğillerden korur. Genital siğiller vajen girişi, sünnetsiz erkeklerde sünnet derisi altında, sünnetli erkeklerde ise penis şaftında en sık görülmekle beraber anogenital epitelde veya trakta görülebilir. Genellikle düz, papüler veya pediküllüdür. Tedavisi semptomların rahatlatılması ve lezyonun çıkarılmasıdır. Genel olarak nemli yüzeylerdeki bölgeler trikloroasetikasit, podofilin veya imikomot gibi topikal tedavilere kuru bölgelerdekilere göre daha iyi yanıt verirler. Podofiloks siğillerin parçalanmasına sebep olan antimitotik bir ilaçtır. Hasta kendi uygulayacaksa podofilox 0.5 solüsyon veya jel ya da imiquimod %5 krem önerilir. Podofilox solüsyonu 3 gün boyunca günde iki kere uygulanmalı, 4 gün ara verilmeli ve bu şekilde 4 kere tedavi yapılmalıdır. Kullanılan solüsyon miktarı 0.5 ml/ günü, total siğil alanı 10 cm2’yi geçmemelidir. İmiqu- 100 imod haftada 3 kere yatmadan önce 16 haftaya kadar uygulanmalıdır. Uygulamadan 6-10 saat sonra bölge yıkanmalıdır. İmiquimod vajinal lezyonlarda kullanılmamalıdır, kronik ülserasyona neden olduğu bildirilmiştir. Tedavi Hasta tarafından Podofilox %0.5 solüsyon ya da jel veya İmiquimod % 5 krem veya Sinekateşin %15 lik uygulama Uygulayıcı tarafından Krioterapi 1-2 haftada bir tekrar veya Podofilin resin %10-25 veya Triklor asetik asit veya biklor asetik asit %80-90 veya Cerrahi eksizyon AİDS, Hepatit B ve Hepatit C de cinsel yolla veya vücut sıvılarının teması ile geçebilmektedir. Bu bölümde Üroloji pratiği içinde olmaması sebebiyle yer almamıştır. Okuma Önerileri. 1-Campbell’s Urology . Walsh,Retik,Vaughan, Wein 10th edition,2011. 2-Smith & Tanagho’s General Urology 17teenth edition. 3-EAU Guidelines 2009 4-Sexually Transmitted Diseases Guidelines 2010 . www.cdc.gov 3.5 Tüberküloz ve diğer fırsatçı enfeksiyonlar 3.5.1 Genitoüriner tüberküloz 3.5.1.1 Tarihçe İnsanoğlunun M.Ö. 8000 yıllarında ilk yerleşik topluluklar oluşturması ve sığırları evcilleştirmesi ile mikobakterilerle tanıştığı tahmin edilmektedir.Neolitik döneme ait insan iskeletlerinde (MÖ4000) ve eski Mısır mumyalarında (MÖ.3700-1000) spinal tüberküloza ait lezyonlar saptanmıştır.İlginç olarak eski Peru mumyalarında da benzer lezyonlar bulunmuştur.Bilindiği gibi pek çok bulaşıcı hastalık Amerika’nın keşfinden (1492) sonra yeni bölgelere yayılmıştır.Mesela çiçek hastalığı Avrupa’dan Amerika’ya geçmiş ve bu hastalığa alışık olmayan Kuzey ve Güney Amerika yerlilerinde ölümcül salgınlara yol açmıştır.Frengi ise Kristof Colomb’un gemicileri ile Amerika’dan Avrupaya taşınmıştır.Hal- buki tüberkülozun iki kıta insanları birbirleri ile temasa geçmeden çok önceki dönemlerde bile her iki kıtada da hükmünü sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Eski Hint tıbbi ve dini metinlerinde tüberküloz “hastalıkların kralı ve kralların hastalığı”olarak tanımlanmıştır.”Hastalıkların Kralı” zira tarih boyunca en çok insan öldüren ve insanoğlunu en çok korkutan hastalıkların başında gelmektedir. “Kralların Hastalığı”, zira krallar,sultanlar,padişahlar da hastalığa karşı korumasızdır ve Osmanlı padişahlarının bazıları da tüberkülozdan ölmüştür. ( II.Mahmut, Abdülmecid gibi) Hipokrat ( MÖ.460-377) hastalığa fitizis adını verdi. (yunancada erime-tükenme.) Tedavi olarak iklim değişikliğini önerdi.O zamanlar hava değişikliği için önerilen yer kuru havası nedeni ile Mısır idi. Ortaçağın karanlık yüzyılları boyunca başvurulan tedavi yöntemlerinden en önemlisi “King’s touch” kral dokunuşu idi.İngilizlere göre kral Edward (1002-1066), Fransızlara göre Frank kralı Clovis (496)tarafından başlatılan bu uygulamada, belirli kutsal günlerde toplanan felçli,kör,veremli,histerik vs.hastalar kralın önünde diz çöker ve kral eli ile bu hastaların başına dokunur, böylece hastalığın iyileşeceğine inanılırdı.Aslında kral halka dinsel bir mesaj vermekteydi.Bilindiği gibi İncil’de Hz.İsa’nın hastaları (kör,cüzam vs.) eli ile başlarına dokunarak iyileştirdiği anlatılmaktadır. El İsa’nın, iyileştiren güç Tanrı’nın gücüdür.Yani Hz. İsa,Tanrı’nın gücünü kullanmaktadır.Kralın tebasına vermek istediği mesaj da,krallığının Tanrı’sal bir hak olduğudur.Kral dokunuşu uygulaması en çok dokunuş yapan (2400 hasta) 16. Louis ile sona erer.1689’da Robert Morton hastalığa fitizis ile aynı anlama gelen consumption adını verdi Yüzyıllar geçtikçe hastalıkların sebepleri hakkında bilgilerimiz artmaya başladı.1720 yılında Benjamin Martin “ enfekte hastalardan sağlıklı kişilere geçen çok küçük canlı yaratıklar”dan bahsediyordu. İlk defa Sylvius Delaboe (1614 -1672) yaptığı bir otopside saptadığı nodüler formasyonlara tubercula adını vermiş olmakla beraber,1839 yılında Zürich Üniversitesinden Dr. Schönlein hastalığın temel patolojik lezyonunu ( tüberkül, tüberküloma) detaylı olarak tanımladı ve hastalığı tübercülosis olarak isimlendirdi.Böylece o zamana kadar fitizis, scrofula, King’s evil,consumption isimleriyle adlandırılan hastalık tuberculosis (tüberküloz) oldu. 19. yüzyılda gelişen sanayi devrimi ile birlikte Avrupa kıtasında büyük nüfus hareketleri başladı.1750 İngiltere’sinde nüfusu 50.000’in üzerinde sadece 2 şehir varken,1850 yılında nüfusu 100.000’in üzerindeki metropol sayısı 29 idi.Bu metropollerin çevrelerinde kurulan sanayi bölgelerinde çalışan ve varoşlarda yaşayan yüzbinler, kötü barınma koşulları, yetersiz ücretler, hava kirliliği,aşırı nüfus artışı, alkol inanılmaz derecede kötü çalışma koşulları tüberküloz için bulunmaz bir ortam oluşturuyorlardı.Bu yüzden tüberkülozun en yaygın ve en öldürücü formu olan akciğer tüberkülozu patlayıcı bir tarzda yayılmaya başladı.Avrupadaki tüm ölümlerin dörtte biri , çocuk ölümlerinin üçte biri tüberküloz yüzündendi ve 1850’lerde hastalık “beyaz veba” olarak adlandırılıyordu.Bu nedenle hastalık “erken (vahşi) kapitalizmin bir yan ürünü ve kapitalist toplumun insafsız emek sömürüsü nedeni ile ödemek zorunda olduğu ilk kefaret”olarak tanımlanmıştır. (Rene Dubos) 19. Yüzyıl aynı zamanda büyük bilimsel keşiflerin de çağıdır.Bütün bulaşıcı hastalıkların etkenleri ardı ardına bulunmaktadır.1865 yılında Dr.Jean Antonie Villemin tüberkülozun bulaşıcı bir hastalık olduğunu kanıtlayan bulgularını Fransız Tıp Akademisine sunar.Ancak 10.000 Franklık ödül tüberkülozun irsi olduğunu iddia eden Dr.Pidoux’a verilir.Halbuki zaman Villemin’i haklı çıkaracaktır. Tüberküloz tarihindeki en önemli dönüm noktası 24 Mart 1882’dir.Bu tarihte Prof. Boris Reymond başkanlığında toplanan Berlin Fizyologlar Derneği toplantısında Dr.Robert Koch, akciğer tüberkülozlu hastaların balgamında hastalığın etkenini izole ettiğini açıkladı. Konu üzerinde ilk yayını da 10 Nisan 1882 tarihli Berliner Klinische Wochenshrift’te yaptı.Dr.Koch’un buluşu sadece tıp çevrelerinde değil bütün dünyada çok büyük bir heyecan yarattı.Maalesef bu önemli keşfin ülkemize gelmesi 3 sene gecikmiş,1885’de Cemiyet-i Tıbbiye-i Şahane’nin fransızca yayınlanan Gazette Medicale d’Orient isimli dergisinde Dr.Edwin Millingen tarafından yazılmıştır.Dr.Robert Koch, 1905 yılında Nobel Tıp ödülü’nü kazandı.24 Mart tarihi de bütün dünyada ve ülkemizde dünya tüberküloz günü olarak kutlanmaktadır. 1895 yılında Wilhelm Conrad Roentgen X.ışınlarını buldu. O zaman ışınların tabiatı bilinmediği için X ışınları adı verilmişti.1896’da Boston’da Dr.Francis Williams bu yeni yöntemi akciğer tüberkülozlu hastalarda kullandı.Böylece akciğer grafisi,tüberkülozda radyolojik tanı yöntemi olarak yerini almış oldu. 1921 yılında bir bakteriyolog olan Dr.Albert Calmette ile veteriner Camille Guerin , 13 yıllık bir emek ve 200’ün üstünde pasajla virulan bir bovin suşunu avirülan hale getirmeyi başardılar.Basil Calmette - Guerin ( kısaca B.C.G), canlılığını koruduğu ama virulansı alındığı için aşı uygulamasında yaygın olarak kullanılmaya başlandı.Ancak 1930 yılında tıp tarihine Lubeck faciası olarak geçen olay patlak verdi.Bu Alman kentinde ağız yolu ile B.C.G aşısı uygulanan 249 bebeğin 67’si akut tüberkülozdan öldü. Bunun üzerine aşıya karşı şiddetli bir kampanya başlatıldı.Hükümetin açtırdığı soruşturma sonucu aşı materyalinin virülan bir basil kültürü ile aynı inkübatörde tutulduğu ve yanlışlıkla aşı yerine bu ma- 101 III. Enfeksiyon ve İnflamasyon teryalin kullanıldığı anlaşıldı.Ancak aşının tekrar yaygın şekilde kullanılması için önemli bir zaman kaybı yaşandı.Dr.Calmette ise 1933’de üzüntü içinde öldü. 1926’da E.M. Medlar, pulmoner tüberkülozdan ölen ve genitoüriner hastalığın hiçbir klinik bulgusu olmayan hastaların otopsilerinde,böbreklerde hemen tümü korteksde ve tümü bilateral mikroskopik lezyonlar saptadı.Medlar’ın bu çalışması genitoüriner tüberküloz için önemli bir dönüm noktasıdır. 1944 yılı tıp tarihine annus mirabilis (mucize yılı)olarak geçmiştir.Zira Selman Abraham Waksman’ın geliştirdiği streptomisin,1944 yılı kasım ayında tüberkülozdan ölmesi beklenen bir hastada kullanılmış ve hasta tüberkülozdan iyileşen ilk hasta olmuştur.O zamana kadar en ölümcül bulaşıcı hastalıkların başında gelen tüberküloz, artık tedavisi mümkün bir hastalık olmuştu. 1810 yılında G.L.Bayle böbrekler,prostat ve testisi tutan bir ürogenital tüberküloz olgusu tanımlamıştı.1937 yılında H.Wildbolz “Genitoüriner tüberküloz” terimini kullandı. 1946’da paraaminosalisilik asit ( PAS),1952’de izoniazid (INH) ve 1966’da Rifampisin’in devreye girmesi ile tüberküloz günümüzde tedavisi mümkün hale gelmiştir. Ancak 1980’lerden itibaren tüberküloz mücadelesindeki rehavet,HIV epidemisi ve giderek artan ilaç dirençleri yüzünden tüberküloz tekrar çok önemli bir sağlık sorunu haline gelmiştir. 3.5.1.2 Epidemiyoloji Tüberküloz günümüzde en yaygın enfeksiyonlardan biridir.Yaklaşık 400 yıldır dünyayı etkileyen tüberküloz pandemisi bugün küresel bir tehlike haline gelmiştir. Dünya nüfusunun % 32’sinin tüberküloz basili ile enfekte olduğu ve büyük çoğunluğunun gelişmekte olan ülkelerde olduğu bilinmektedir. Gelişmiş ülkelerde enfekte bireylerin %80’i 50 yaş üstünde olan yaşlı popülasyon iken, gelişmekte olan ülkelerde genellikle genç nüfus enfektedir. Tüm dünyada halen 16 milyondan fazla tüberküloz hastası bulunmaktadır ve güneydoğu Asya, Afrika’da sahra altı kuşağı ve HIV’in yüksek olduğu Afrika ülkeleri ve Doğu Avrupa’da yaygındır.Dünyada ki tüm ölümlerin %7’sinden tüberküloz sorumludur.450.000’i çocuk olmak üzere yılda 2-3 milyon insan tüberkülozdan ölmektedir.Hergün 22.000 yeni hasta ortaya çıkmaktadır.Vaka/ fatalite oranı %23 olup kanserden yüksektir.Neredeyse ise tanı konulan her dört hastadan birisi ölmektedir. Gelişmekte olan ülkelerdeki önlenebilir yetişkin ölümlerinin %26’sı tüberküloz nedeniyledir.Tüberküloz her yıl diğer enfeksiyon hastalıklarının (AİDS dahil) toplamından daha fazla ölüme tek başına sebep olmaktadır. 102 Bugün 22 ülke dünyadaki tüberküloz hastalarının %80’ini barındırmaktadır.En çok hastanın bulunduğu 5 ülke Hindistan,Çin,Bangladeş,Filipinler ve Güney Afrika’dır. Son yıllarda tüm televizyon kanallarında ve yazılı basında adeta bir moda halinde önce SARS, sonra kuş gribi, domuz gribi vs. salgınları haftalar boyunca yer almakta, toplumda bir korku ve panik havası yaratılmakta, adeta bu hastalıklar ile yatıp bunlarla kalkmaktayız.Ancak bunların aylar süren salgınlarda öldürdükleri insan sayısı, tüberkülozun bir günde öldürdüğünden çok daha azdır.Bu yüzden görsel ve yazılı basında tüberkülozdan hemen hiç bahsedilmemesi, adeta böyle bir problem yokmuş gibi davranılması çok enteresandır. Tüberküloz mücadelesindeki dünya çapındaki gevşeme, ihmaller,1980’lerde ortaya çıkan HIV epidemisi, giderek artan ilaç dirençleri, çok ilaca dirençli olgulardaki artış, kontrol çabalarının yetersizliği ve başarısızlığı tüberküloz salgınının ileri derecede ağırlaşmasına yol açmıştır.1993 yılında Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tüberküloz için acil durum ilan etmiş ve 1994 ‘de direkt gözetimli tedavi stratejisini ( DGTA) önermiştir. Cumhuriyetimizin kuruluşu ile birlikte genç Türkiye Devleti,bütün bulaşıcı hastalıklara karşı bir savaş stratejisi ile mücadele başlattı. Bu başarılı mücadele sonunda 1980’lere gelinceye kadar tüberküloz ölümlerini 114 kat,hastalık prevalansını 8 kat azaltmayı başarmıştı. Ancak o yıllarda tüberküloza karşı dünya çapındaki rehavet ve artık tüberküloz tehlike olmaktan çıkmıştır inancı Türkiye’yi de etkiledi ve o zamana kadar başarıyla yürütülen mücadele büyük ölçüde gevşedi.Devletin konuya ilgisi azaldı,personel heyecanını kaybetti,BCG kampanya teşkilatları kaldırıldı.Bunların sonucunda geldiğimiz nokta,yılda yaklaşık 20.000 yeni vaka (2005 yılı için 20.535) ve yıllık 100.000’de 27 civarında bir insidansı olmuştur. Tüberküloz epidemiyolojisinde aşağıdaki kavramları bilmemiz gereklidir a-Tüberküloz insidansı : Belirli bir toplumda bir yıl içerisinde,100.000 kişilik nüfus başına saptanan yeni tüberkülozlu hastaların sayısı. b-Tüberküloz prevalansı : Belirli bir toplumda araştırmanın yapıldığı anda 100.000 kişilik nüfus başına bulunan tüberkülozlu hasta sayısı (eski ve yeni) c- Yıllık enfeksiyon riski (YER) : Belirli bir toplumda tüberküloz basili ile enfekte olmamış kişilerin ( BCG’siz ve PPD negatif) bir yıl içinde enfekte olma olasılığı günümüzde oldukça yararlı bir gösterge olup A.B.D Japonya ve Batı Avrupa ülkelerinde yıllık enfeksiyon riski %0,1 – 0,01 düzeyinde , gelişmekte olan ülkelerde ise %0,5-2,5 arasındadır.Enfeksiyon riskinin her yıl %10 veya daha fazla oranlarda azalması çalışmaların etkinliğinin göstergesidir.Maalesef gelişmekte olan ülkelerdeki YER rakamları tedrici bir artışa işaret etmektedir. 3.5.1.3 Mikrobiyoloji Morfolojik olarak mikobakteriler kısa hücrelerden uzun flamentlere kadar değişen, belli şartlarda dallanma gösterilebilen organizmalardır.Hakiki kapsülü veya flagellumları yoktur.Nonmotil ( hareketsiz) ve patojeniktirler. Mikobakterilerin genel özellikleri şunlardır: -Yavaş ürerler -Aside dirençlidirler (asit-fast) -Hücre duvarında bol miktarda lipid içerirler M.tuberculosis, tüm mikobakterilerin en virulan ve enfektifidir.Bu yüksek virulansın sebebi tam olarak bilinmemektedir.Düz veya eğri çubuklar halinde,1-4 mikron uzunluğunda, 0,3-0,6 mikron çapında, aerobik,nonmotil ve sporsuz bir mikroorganizmadır.Bazı boyalarla boyandıktan sonra alkol veya asit eriyiklerle dekolore edilemezler ve bu sebeple aside ve alkole dirençli olarak nitelendirilirler.Çok dayanıklıdırlar,karanlık ve kuru ortamlarda aylarca canlı kalabilirler.Buna karşılık güneş ışığına iki saat,100 derecelik ısıya 1 dakika maruz kalmak ölmesi için yeterlidir.Tüberküloz basillerinin belirli bir toksini yoktur.Aside direnç özelliğini lipidler ortaya çıkarırlar.Eter ile lipidi alınmış bakteriler aside dirençsiz hale geçerler. Bakteriyolojik özellikler ve DNA benzerlikleri yönünden birbirleri ile yakından ilişkili olan türler “kompleks” başlığı altında gruplandırılır ve tanımlanırlar. M.tuberculosis kompleks : M.tuberculosis :Tüberküloz olgularının %97-99’undan sorumludur. M.bovis: Sütün pastörize edilmeden kullanıldığı gelişmemiş ülkelerde önemlidir. M.africanum : olgu sunumları rapor edilmiştir. M.microti: olgu sunumları rapor edilmiştir. Mikobakterilerin 54 türü tanımlanmıştır.M.tuberculosis kompleksi dışındaki türler, tüberküloz dışı mikobakteriler veya atipik mikobakteriler olarak adlandırılırlar. Mikobakteriler antibiotik tedavisine diğer organizmalardan farklı cevaplar verirler.Bu nedenle tüberküloz tedavisi çoklu ilaçla yapılan ve aylar süren bir tedavidir. Bunun başlıca sebepleri şunlardır: 1-Mikobakteriler aşırı derecede yavaş ürerler.Mesela E.coli için “ doubling time” sadece 20 dakikadır, yani E.coli 20 dakikada bir bölünür.Halbuki M.tuberculosis her 20-24 saatte sadece 1 kez bölünür.Antibiyotikler mikroorganizmalara genellikle bölünme fazında etkilerler, bölünmedikleri sürece metobolizmaları antibiyotiklerle bloke edilemez.Dolayısı ile mikobakteriler antibiyotik mevcudiyetinde bile yaşamlarına devam edebilirler. 2-Sıradan bakteriler (örneğin E.coli) fagosite edildikleri zaman, fagositin içindeki oksidatif ve lizozomal enzimler mikroorganizmayı öldürür ve eritirler.M.tuberculosis olgusunda bu böyle olmaz, zira M.tuberculosis intrasellüler öldürme mekanizmalarına oldukça dirençlidir. Özellikle de sellüler immünitenin tamamen gelişmediği enfeksiyonun erken safhalarında M.tuberculosis fagositin içnde yaşamaya ve hatta bölünmeye devam edebilir. Ayrıca pek çok antibiotik fagosit içinde yeterli konsantrasyonda giremediği gibi,fagosit içindeki 5,5’lik PH antibiyotik etkisi için uygun değildir.Fagositlerin içine yeterli konsatrasyonda giren ve bu basillere etkili olan ana ilacımız pyrazinamid’dir. 3-M.tuberculosis diğer bakterilerden farklı olarak dormant (uyuyan) hale geçebilir.Uzun bir süre bölünmeden ve böylece herhangi bir antibiotik etkisine hassas hale gelmeden kalabilir. 4-M.tuberculosis antibiotiklere karşı direnç geliştirmeye çoğu bakteriden daha fazla eğilimlidir.Özellikle de antibiotikler tek başına verildiğinde bu özelliği çok barizdir. Günümüzde antibiotik direnci çok önemli bir sorun haline gelmiştir. Sonuç olarak : Bütün bu saydığımız faktörlerden ötürü tüberküloz tedavisi daima çoklu ilaçla ve uzun süre yapılmalıdır. 3.5.1.4 Patogenez ve patoloji Daha önce tuberküloz basili almamış veya BCG ile aşılanmamış bir kişinin ilk kez basil alması ve onu izleyen gelişmeler “primer enfeksiyon” olarak tanımlanır. Primer enfeksiyon süresince klinik ve/veya radyolojik belirtiler veren hastalık gelişmesi de “primer tuberküloz” olarak tanımlanır.Genitoüriner tuberküloz ise inisyal enfeksiyondan hemotojen yolla mikroorganizmaların metastatik yayılımı ile gelişir.Bu yüzden ya eski enfeksiyonun reaktivasyonu veya aktif bir olgudan reenfeksiyon yolu ile görülebilen sekonder tuberküloz görünümünü oluşturur. Primer odak olguların büyük çoğunluğunda akciğerlerdedir. Tuberkülöz basilleri genitoüriner sistemin bir veya daha çok hatta bütün organlarını tutabilir ve diğer organ tuberkülozları ile aynı histolojik karakteristikleri gösteren kronik granülomatoz bir enfeksiyona yol açar.Olguların %60’ı 20-40 yaş grubuna girer,%75’i 50 yaşın altında- 103 III. Enfeksiyon ve İnflamasyon dır.Ancak son yıllarda hastalığın pulmoner formunda olduğu gibi, ileri yaş olgularında da farkedilir bir artış vardır.Çocuklarda genitoüriner tuberküloz hastalığın en nadir şekillerindendir.Bunun iki muhtemel nedeni vardır.Önce renal komplikasyonlar insidansı primer enfeksiyonlu çocuk sayısına göre küçüktür.İkincisi renal tuberküloz semptomları primer enfeksiyondan uzun bir süre sonra (ortalama 3-10 yıl) ortaya çıkar.Bu yüzden 10-12 yaşlarından önce görülmesi çok nadirdir.Hastalığa erkeklerde kadınlardan 1,5-2 misli fazla rastlanır. Tuberküloz basilleri sağanağı hematojen yolla renal kortekse ulaştığında periglomerüler ve peritübüler kapillerlere yerleşerek tüberküloz için tipik olan santral bölgede Langhans tipi dev hücreler, çevresinde lenfosit ve fibroblastlardan oluşan iltihabi granülom ( tüberkül,tüberkülom) oluştururlar.Olguların büyük kısmında basillerin çoğalması kontrol altına alınarak bu lezyonlar fibrozis ile iyileşirler.Nitekim Medlar klasik çalışmasında (1926),pulmoner tüberkülozdan ölen ve genitoüriner hastalığın klinik delilleri olmayan 30 hastanın böbreklerinden yaptığı seri kesitlerde (100.000 kesit yapmıştır.) renal kortekslerde ve tümü bilateral mikroskobik lezyonlar olduğunu göstermişti. Olguların büyük bir kısmında milier yayımla oluşan bu lezyonlar fibrozis ile iyileşir.Ancak her zaman bu kadar şanslı olunmayabilir.Eğer yeterli virülansa sahip fazla sayıda basil böbreğe erişirse ve/veya genel vücut direncini düşüren bir durum söz konusu ise (iyi beslenmeme, kötü yaşam koşulları,kronik hastalıklar,diabet, hemodiyaliz,immünosüpressif kullanımı,HIV vs.),ve/ veya böbrekte lokal doku direncini düşüren bir patoloji varsa ( hastalık glomerulonefritik veya pyelonefritik bir zeminde daha kolay gelişebilmektedir) artık iyileşme olmaz ve hastalık ilerlemeye başlar. Bu evrede iki sorunun cevabını vermek gerekir 1-Tüm olgularda basiller hematojen yolla (miliyer yayım) böbreğe geldiklerine ve oluşan lezyonların çoğunluğu bu safhada iyileştiğine göre olguların ne kadarında hastalık ilerleyerek renal tüberküloz gelişmektedir ? : Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde bu oranlar büyük farklılıklar göstermektedir.Gelişmiş ülkelerde %5 (%2-10),gelişmekte olan ülkelerde ise %15-20 gibi rakamlar verilmektedir. 2-Basillerin böbreklere gelmesi bilateral olduğuna göre hastalık da bilateral olarak mı gelişmektedir?: Basiller her iki böbreğe de gelmekle beraber,hastalığın ilerlemesi genellikle tek taraflı olur.Nitekim tanı konulduğu zaman %85’i unilateraldir. Hastalık ilerlemeye başlayınca tüberküllerin sayıları giderek artar,santral bölgede kazeifikasyon nekrozu gelişir.Lezyona kalsiyum presipite olarak kalsifikasyonlara neden olur.Hastalığın başlangıcı korteksde olmakla beraber,ilerlemesi ve kavitelerin açılması ge- 104 Şekil 3.5. Mycobacterium tuberculosis. nellikle medullada olur. Kortikal enfeksiyon bölgeleri glomeruler filtrata açılır,tübülüsler ve Henle lupunda lezyonlar yaparak renal piramitleri tutarlar.Lezyonlar ilerledikçe,kazeöz nekroz sahaları,kronik interstisyel nefrit, papiller nekroz ve parakimal kavitasyonlar oluşur. Uzun bir süreç sonunda böbreğin peynirimsi bir materyale dönüştüğü dokunun komplet kazeöz yıkımı gerçekleşir.Kaviteler oluştuktan sonra spontan iyileşme artık çok nadirdir. Renal kalsifikasyonlara tüberkülozun seyri sırasında sık rastlanır.Zira tüberkülozda iyileşme işlemi fibrozis ve kalsiyum presipitasyonu ile sonuçlanır.Ancak kalsifikasyon sahalarının içinde, olguların %28’inde canlı M.tuberculosis saptanmıştır.Ayrıca antibiotikler kalsifiye sahalara etkili bir şekilde giremezler.Bu yüzden tedaviden sonra da kalsifiye sahalar yıllık olarak takip edilmeli,yaygın kalsifikasyonlu ve fonksiyon göstermeyen böbrekler ise cerrahi olarak çıkarılmalıdır. Renal tuberkülozlu hastalarda hipertansiyon insidansı normal papülasyona göre iki kat artmıştır.Tek taraflı fonksiyonsuz veya azalmış fonksiyonlu böbreklerde nefrektomiden sonra tansiyonda düzelme olabilmektedir. Renal pelvis,kaliksler ve üreter duvarı kalınlaşmış olabilir ve tüberküloz apselerinin drene olduğu kalisyel bölgelerde ülserasyonlar görülür.Üreterdeki lezyonlar fibrozis ve striktür formasyonuna yol açarlar.Bu darlıklar en sıklıkla üreterovezikal bileşkede görülmekle beraber,daha az olarak üreteropelvik bileşkede ve nadiren orta üreterde de görülebilir.Bazen komplet üreter oklüzyonu ile beraber fonksiyonsuz bir böbrek görülebilir.Otonefrektomi denilen bu tablo,o zamana kadar basil çıkaran bir hasta üreterdeki komplet oklüzyon sonucu basil çıkarmadığı için eski devirlerde bir iyileşme olarak değerlendirilmiş olmakla beraber, günümüzde her an milier yayıma yol açabilecek çok tehlikeli bir tablo olduğu bilinmektedir. Mesane enfekte idrarda yıkandıkça hastalığın erken bir belirtisi olarak vezikal irritabilite semptomları ortaya çıkar.Normal görünümlü mukozanın yanında yama tarzında (patchy) sistit sahaları vardır.Genellikle afetzede üreter orifisi çevresinde sistoskopide etrafı hiperemik bir hale ile çevrili beyaz-sarı nodüller (tüberkülom) görülürler.Hastalık ilerledikçe sayı ve büyüklükleri artar,birleşir ve ülsere olurlar.İşte bu safhada vezikal semptomlar çok şiddetlenir.Unutmayalım; “böbrekler sessiz organlardır,Onun ses telleri mesanedir. .Lapides” Mesane fibrotik ve kontrakte bir hal alır ve duvarda kalsifikasyonlar gelişebilir. Prostat tutulumu nadirdir ve basillerin idrardan ziyade hematojen yolla gelmesi (hematojen yayılım) söz konusudur.Prostat ve seminal keselerin yüzeyleri fibrozis yüzünden nodülerdir ve endürasyon sahaları görülebilir. Nekroz sahaları sıktır.Prostattaki nodüller muayenede prostat kanseri ile karışabilir.Kalsifikasyon sahaları gelişir.Genellikle lokal ağrı yoktur.Semen volümünde azalma, hemospermi, pyospermi perineal fistüller görülebilir. Epididimis: Epididim tüberkülozunun kan akımı yolu ile organizmaların metastatik yayılımı ile olduğu kabul edilmektedir.Prostat tüberkülozundan vaz boyunca veya perivazal lenfatikler yolu ile etkilenmesi de teorik olarak mümkündür.Tüberküloz epididimiti, nonspesifik epididimitden farklı olarak epididimde ağrısız bir büyümeye yol açar.Oluşan apse ( soğuk apse) skrotum duvarından kronik olarak fistülize olur.Vaz deferensde tesbih tanesi gibi dizilmiş fuziform kalınlaşmalar görülür.Testis tutulumu ise hemen daima epididim tutulumuna sekonderdir.Epididim tutulumu olmayan tüberküloz orşidi son derece nedirdir. Erkeklerde ürogenital sistem tek ünite olmakla beraber,kadınlarda üriner ve genital sistemler tamamen ayrıdır.Kadınlarda genital tüberküloz nadirdir.En sık olarak fallop tüplerini tutar.Kadında aktif genital tüberkülozu var ise,cinsel temasla penis tüberkülozu gelişebilir.Çoğu olguda glansın süperfisial ülsere lezyonu şeklindedir.Nadiren ülserasyonlu bir kavernozit olarak görülür, malign hastalıktan ayırt edilemez.Tanı biyopsi ile doğrulanır 3.5.1.5 Semptom ve bulgular Renal tüberkülozun klasik bir klinik tablosu yoktur.Halsizlik,yorgunluk, subfebril fakat devamlı bir ateş,gece terlemeleri,iştahsızlık,kilo kaybı gibi genel semptomlar bulunabilir.Yaklaşık %50’sinde böğür ağrısı ve kostovertebral açı hassasiyeti vardır.%10’unda palpable bir böbrek bulunabilir.Perinefritik apse, psoas apsesi ve lomber fistüller gelişebilir.Olguların yarısından fazlasında primer odak aktif durumda değildir. Renal tüberkülozun en erken semptomları vezikal tutulumla görülür.Basillerin mesaneye gelmesi ile dizüri,sık idrara çıkma,noktüri,hematüri (genellikle mikroskopik,bazen makroskopik) görülebilir.Normalde sistit sık rastlanan ve tedavisi kolay bir hastalıktır. Ancak uygun tedaviye cevap vermeyen inatçı bir sistit tüberkülozu düşündürmelidir.Mesane tutulumu ilerledikçe,özellikle de ülserlerin görülebileceği geç safhalarda vezikal semptomlar dayanılmaz olabilir.Vücudun fibrozis ve kalsifikasyon cevabına bağlı olarak küçülmüş ve kontrakte bir mesane ortaya çıkar. Tuberküloz epididimiti genellikle ağrısız veya az ağrılı bir şişlik olarak görülür.Hastalığın seyrinde oluşan tüberküloz apsesi ( soğuk apse ) skrotum duvarı boyunca drene olur.Kronik olarak drene olan skrotal bir sinüs tüberkülozu akla getirmelidir.Sert ve nodüle bir vaz deferens tüberkülozda görülür. Prostat ve seminal kese tutulumu genellikle semptomsuzdur.Ancak rektal muayenede prostatla,prostat kanseri ile karışabilecek sert nodül ve bir veya her iki seminal kesede kalınlaşma görülebilir.İlerlemiş bir prostat tüberkülozunda semen volümünde azalma,hemospermi ve perineal fistüller görülebilir.Bazen tanı prostatın transüretral rezeksiyonu sonrasında patolog tarafından rastlantısal olarak konur. 3.5.1.6 Laboratuvar bulguları Steril Pyüri Nedir : Eğer bir hasta idrar tahlilinde bol lokosit çıkarıyor ise iki işlem yapılır. : Önce idrar santrifüj edilir ve sediment metilen mavisi ( veya gram) ile boyanarak etken görülmeye çalışılır, sonra idrar örneğinden kültür yapılarak etken üretilir.Böylece 24-48 saat içinde idrar yolu enfeksiyonunun etkeni saptanır. Ancak üriner tüberküloz söz konusu olduğunda,idrar tahlilinde bol lökosit bulunsa bile sedimentin boyalı incelemesinde etken gösterilemez.Zira M.tuberculosis sıradan boyalarla boyanmaz.Ancak asit-fast boyalarla (Ziehl-Nielsen gibi) boyanabilir.Kültür sonucu da “üreme olmadı” şeklinde gelir.Zira M.tuberculosis adi besiyerlerinde üremez.O halde idrar tahlilinde pyüri varsa ve rutin boya ve kültürlerde etken gösterilemiyorsa steril pyüri’den bahsedilir Steril pyüri (özellikle de steril asit pyüri) üriner tüberküloz için önemli bir ipucudur. Ancak olguların %15-20 kadarında sekonder pyojenik enfeksiyon (özellikle E.coli) görülebilir ve tanıda karışıklığa yol açabilir.Ancak E. coli tedavisinden sonra semptomların düzelmemesi ve pyürinin devam etmesi tüberküloz lehinedir. 24 saatlik idrar toplandıktan sonra bunlardan alınan örnekler santrifuj edilerek sediment asit-fast boyalarla boyanırsa %60’ında ARB ( aside rezistan bakteri) görülür.Ancak idrarda ARB bulunması tek başına tüberküloz tanısını koydurmaz.Zira M.tuberkülozis dışındaki mikobakteriler de ARB’dir. 105 III. Enfeksiyon ve İnflamasyon Reaksiyon 5-6 saatte başlar ve 48-72 saatte maksimuma ulaşır ve enjeksiyon yerinde hiperemi ve endürasyon oluşur.Hipereminin çapı önemli değildir,endürasyonun çapı önemlidir.Şeffaf bir cetvelle,önkolun doğrultusuna dik olan çap milimetrik olarak ölçülür.Ülkemizde kullanılan kriterlere göre BCG’lilerde 15 mm ve üzeri, BCG’sizlerde 10 mm ve üzeri pozitif kabül edilir.Renal tüberküloz olgularında vücut immün sistemi basilleri önceden tanıdığı için olguların yaklaşık %90’ında PPD 15 mm’in üzerinde yani PPD (+) dir. İnterferon Gama Salınım Testleri (İGST) Şekil 3.6. Tüberkülozun klasik lezyonu: Tuberkülom. Tanıda altın standart halen idrar kültürüdür.Eskiden kültür materyali olarak 24 saatlik idrar örnekleri kullanılırdı.Günümüzde ise sabah ilk idrarı kullanılmaktadır. Basillerin atılımı intermittant olduğu için en az 3, tercihan 5 gün üst üste sabah ilk idrarları steril kaplar içinde ve bekletilmeden laboratuara gönderilerek LöwensteinJensen kültür vasatına ekilir.40 ml den az örnekler ile bekletilmiş idrar kabul edilmez. M.tüberkülosis yavaş ürediği için sonuçlar 6-8 haftada alınır. Antibiotik sensitivite testleri mutlaka yapılmalıdır. Prostat ve seminal kese tutulumu düşünülen olgularda prostat sekreti veya ejakulatta basil aranabilir. Tanı süresini kısaltmak için yeni metodlar geliştirilmiştir.Radyometrik bir sistem olan Bactec, antijenlere karşı oluşan antikorları saptayan serolojik bir test olarak ELİSA ( güvenirliği yüksek değil),en sık olarak da polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) kullanılmaktadır.PCR’da mikobakterial DNA gösterilmesi %100’e yakın spesifite gösterir.Ancak moleküler yöntemler halen kültürün yerini alacak bir alternatif değildir,tamamlayıcı testler olarak kullanımları daha uygundur. Tüberkülin Deri testi (TDT) : Tüberküloz enfeksiyonunu gösteren bir testtir, kişinin tüberküloz basili ile enfekte olup olmadığını gösterir.Tanıya yardımcı bir testtir. TDT’nin esası, basilin belirli antijenik bileşenlerinin, tüberküloz basili ile enfekte olan kişilerde gecikmiş tipte bir aşırı duyarlılık reaksiyonu yapmasıdır.PPD (saflaştırılmış protein türevi= purified protein derivative ) tüberküloz basil kültürü filtresinden protein presipitasyonu ile izole edilir. Sol önkolun 2/3 üst kısmının iç yüzüne,deri içine 0,1 ml verilir. (Mantoux yöntemi.) Tüberkülin reaksiyonu geç tip bir aşırı duyarlılık yanıtıdır ve hücresel bir yanıttır.İnfeksiyon ile daha önce T hücreleri duyarlılaşmıştır. Enjeksiyon yerine bu duyarlılaşmış T hücreleri gelir ve ortama lenfokinler salarlar.Bu lenfokinler o bölgede vazodilatasyon, ödem, fibrin birikimi ve diğer inflamatuar hücrelerin toplanmasına yol açar ve böylece enjeksiyon yerinde bir endürasyon gelişir. 106 İnterferon gama (INF-γ),M.tuberkülozis enfeksiyonuna hücresel bağışıklık yanıtının düzenlenmesinde önemli bir role sahiptir.İGST ile M.tuberkülozis antijenlerine yanıt olarak ortaya çıkan interferon-gama salınımını ölçerek bağışıklık yanıtının olup olmadığı gösterilebilir.Böylece kişinin enfekte olup olmadığı anlaşılır.FDA tarafından kabul edilen bir yöntemdir. Ancak maliyeti,uygulama ve değerlendirme güçlükleri yüzünden ülkemizde TDT yapılmasının sürdürülmesi ve IGST’nin bağışıklığı baskılanmış kişilerde yapılması önerilir. Gerek TDT, gerekse İGST, kişinin M.tüberkulozis ile enfekte olup olmadığını gösteren tanıya yardımcı testlerdir.Ancak enfeksiyonu kesin olarak gösteren kültür dışında “altın standart” bir testin olmadığının bilinmesi gerekir. 3.5.1.7 Radyoloji Akciğer grafisi: Tuberküloz düşünülen her olguda istenilmelidir.Genitoüriner tüberküloz olgularının %50’sinde akciğer grafilerinde geçirilmiş (iyileşmiş) veya aktif pulmoner lezyon görülebilir. Direkt Üriner Sistem Grafisi (DÜS) : Böbrek gölgesinde büyüme,parankimada genellikle noktasal ( punctate) kalsifikasyonlar, perinefritik apse gelişmiş ise böbrek ve psoas gölgelerinde silinme,kalsifiye kaviteler, kalsifiye psoas apseleri, üreter ve mesane duvarı kalsifikasyonları, prostat bölgesinde büyük kalsifikasyonlar dikkatle araştırılmalıdır.Olguların %10’unda renal taşlar görülebilir. IVU: Yüksek doz intravenöz ürografi tanıdaki önemli yerini halen korumaktadır.Erken safhalarda IVU normal olabilir.Bu yüzden normal bir IVU tüberkülozu ekarte etmez.Hastalık ilerledikçe olguların %90’ında IVU’de değişiklikler ortaya çıkar.IVU’de görülebilecek değişiklikler şöyle sıralanabilir : •Afetzede ülsere kalikslerde güve yeniği (motheaten) görünümü.Renal tüberküloz için karakteristiktir. •Kalikslerle ilişkili apse kaviteleri •Bir veya daha fazla kaliks grubunun , kaliks boynundaki fibrozis sonucu obliterasyonu •Tek veya multiple üreteral striktürler ve buna bağlı olarak pelvis ve kalikslerde genişlemeler ve hidronefroz.Üreter darlıkları en sık U-V bileşkede görülür. •Küçülmüş,kontrakte ve bazen duvarı kalsifiye olmuş bir mesane görünümü. •Komplet üreteral oklüzyon ve renal destrüksiyon sonucu fonksiyonunu kaybetmiş bir böbrek (otonefrektomi) Ancak şurasını önemle vurgulamak gerekir: Genitoüriner tuberküloz tanısı radyolojik değil,bakteriyolojik olarak ( etkenin gösterilmesi ile) konulur. RGP: Günümüzde nadiren gerekir.En azından teorik olarak artmış intrapelvik basınca bağlı olarak hemotojen veya lenfojen disseminasyon riski vardır.Üreter alt ucunda bir darlık durumunda,darlığın uzunluğunu ve bu striktürün üstündeki obstrüksiyon ve dilatasyonu değerlendirmede ayrıca separe idrar örnekleri alınmak istendiğinde endikedir. Ultrasonografi (USG) : Tüberküloz tanısında değeri sınırlıdır.Böbrek lezyonlarının kemoterapi boyunca büyüklüğünü ve kontrakte bir mesanenin volümünü takipte kullanılır.Epididim tüberkülozu düşünüldüğünde skrotal USG ilk istenecek tetkiktir.Hipoekoik yapıda büyümüş bir epididim görülebilir.Kemoterapiye cevabın takibinde kullanılabilir. Bilgisayarlı Tomografi (BT): Genito-üriner tüberküloz tanısında, giderek IVU’nin yerini almaktadır.Özellikle üç boyutlu ve rekonstrüksiyonlu görüntüler sağlayan yeni teknoloji tercih edilmektedir.Ayrıca IVP’ye üstünlüğü adrenal,prostat ve seminal vezikül nekroz ve kazeasyonlarını gösterebilmesidir. MR: Diğer görüntüleme yöntemlerine ilave bir bilgi sağlamadığı için genitoüriner tüberküloz tanı ve takibinde nadiren endikedir. Radyoizotop Tetkikler : Renal skarlaşma ve parankimal anormallikler hakkında bilgi sağlar.Ancak IVP veya BT’ye fazla bir şey ekleyebileceği şüphelidir.Bu nedenle nadiren endike olur. Sistoskopi: Mesane lezyonları daima renal tüberküloza sekonderdir.M.tuberculosis idrardan izole edilemez ve üst üriner trakt normal görülürse en olası tanı akut interstisyel sistitdir.Erken safhalarda mesane diffüz olarak kızarık ve ileri derecede sensitifdir.İlerlemiş hastalıkta tüberküller,ülserasyonlar,mesane kontraktürü,golf çukuru orifisler görülebilir.Tanı için biopsinin değeri şüphelidir.Zira idrar steril olduğunda biopsinin pozitif olması nadirdir. 3.5.1.8 Tedavi a. Medikal Tedavi Günümüzde tüberküloz tedavisinin temelini medikal tedavi oluşturmaktadır.Medikal tedavinin ilkeleri şunlardır : •Enetkili, en güvenli ve en kısa süreli tedavi seçilmelidir. •Kombine ilaç kullanılmalıdır. •İlaçlar düzenli kullanılmalıdır. •İlaçlar yeterli süre kullanılmalıdır. Tübeküloz tedavisinde en önemli faktör ilaç tedavisidir.Dinlenme, beslenme,iklim vs. gibi faktörlerin etkisi önemsizdir.Dünya Sağlık Örgütü 1994 yılında direkt gözetimli tedavi stratejisini ( DGTS) önermiştir.Direkt ( doğrudan ) gözetimli tedavi (DGT)tüm tedavi süresince hastaya ilaçlarının bir görevli yada sorumlu kişinin gözetimi altında içirilmesi ve kaydedilmesi esasına dayanır.Türkiye’de 148 ülke ile beraber bu stratejiyi uygulamaktadır.Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ),2002 yılında tüberküloz tedavisinin bir insan hakkı olduğunu vurgulamıştır. Tüberkülozda medikal tedavi rejimleri iki dönemlidir : 1-Başlangıç dönemi: Hızlı çoğalan basillerin temizlendiği dönemdir.Bu dönemde dört ilaç ( nüks ve tedaviyi terkten dönenlerde 5 ilaç) kullanılır ve 2 ay sürer. 2-İdame dönemi : Bu dönemde zaman zaman aktivasyon gösteren, aralıklı çoğalan basiller temizlenir.Minimum 4 ay sürer. Tedavide ilaçların düzenli olarak ve yeterli süre kullanılması çok büyük önem taşır.Aksi halde ilaç direnci, tedavi başarısızlığı ya da nüks ortaya çıkmaktadır. Hastalara bir günlük ilaçlarının tümü bir defada ve aç karnına verilmelidir.Bir bardak sütle verilmesi önerilir. Böylece bütün ilaçların içilmesi sağlanır ve unutma önlenir. İlaçlara bağlı mide yakınmaları oluyor ise,yemekle birlikte veya günlük dozlar ikiye veya üçe bölünerek verilebilir. Kısa süreli veya aralıklı (intermittant) tedaviler ülkemizde önerilmemektedir. Tüberküloz tedavisinde birinci seçenek ilaçlar izoniya zid,rifampisin,pirazinamid (veya morfozinamid), etambutol ve strepromisin’dir.Yeni olguların tedavisi bu ilaçlarla yapılır. 107 III. Enfeksiyon ve İnflamasyon Şekil 3.7. Noktasal (punctate) kalsifikasyonlar Şekil 3.8. Kaliksle ilişkili abse kavitesi Amikasin,kanamisin,kapreomisin, etyonamid, protionamid, paraaminosalisilik asit (PAS), sikloserin, terizidon, ofloksasin, moksifloksasin, levofloksasin, klofazimin, thiasetazon, linezolid gibi ilaçlar ikinci seçenek (ikinci grup) ilaçlar olup ancak tüberküloz uzmanlarının kullanacağı ilaçlardır.İlaç dirençli,nüks veya birinci seçenek ilaçlara cevap vermeyen komplike olgularda kullanılırlar.Ülkemizde Ankara Atatürk,İstanbul Yedikule,İstanbul Süreyyapaşa,İzmir Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastaneleri tüberküloz için referans hastanelerdir. Yan etkileri : Hepatit, sarılık, trombositopeni, flu sendromu, gastrointestinal rahatsızlık (bulantı,karın ağrısı), böbrek hasarı.Rifampisin kullanan hastaların idrar,gaita,balgam,ter gözyaşı turuncu renk alır.Karaciğer hastalığında ve aşırı duyarlılık durumunda kontrendikedir.Gebelikte kullanılabilir,ancak rifampisin kullanan annenin bebeğine doğumda vitamin K verilmelidir, zira doğum sonu hemoraji riski vardır.150 ve 300 mg.lık kapsülleri vardır. Birinci seçenek ilaçların dozları ve başlıca yan etkileri : İzoniyazid: Günlük 5mg/kg,ortalama 300 mg. Bakterisidal etkilidir.Başlıca yan etkileri : hepatit,periferik nöropati,ateş,öfori,uykusuzluk,ruhsal durum bozukluğu, sistemik lupus eritematozus (SLE) sendromu,cilt döküntüleri,konvülsiyon.Periferik nöropatiyi önlemek için, özellikle de kronik alkolizm,diyabet,gebelik,adö lesan dönem,ileri yaş,üremi,kanser,malnütrisyon,HIV, epilepsi durumlarında günde 10 mg piridoksin (vitamin B6) tedaviye eklenir.Karaciğer fonksiyon bozukluğu ve aşırı duyarlılık hallerinde kontrendikedir.100 ve 300 mg’lık tabletleri vardır. Rifampisin : Mikobakterinin nükleik asit sentezini inhibe eder.Sterilize edici etkisi en kuvvetli ilaçtır.Günlük doz 600 mg (10 mg / kg) 108 Pirazinamid : Özellikle fagosit içindeki basillere etkilidir. Etki şekli bilinmemektedir.Günlük doz 25 mg/ kg, maksimum 2000mg. dır.Morfozinamid dozu pirazinamidin 1,5-2 katı olarak hesaplanır. Yan etkileri : Hepatit, hiperürisemi, artralji, dermatit, gastrointestinal rahatsızlık,nadiren sideroblastik anemi. Karaciğer fonksiyon bozukluğu ve aşırı duyarlılık durumunda kontrendikedir.Gebelikte kullanılabilir.500 mg.lık tabletleri vardır. Streptomisin : Bakterisidal etkilidir.Mikobakterilerin protein sentezini inhibe eden bir aminoglikoziddir.İntramusküler uygulanır.Günlük doz 1gm.dır.60 yaş üstünde 750 mg. önerilir. Başlıca yan etkileri : 8.sinire toksik etki (işitme-denge bozukluğu, vertigo, kulak çınlaması), ataksi, deri döküntüleri, bulantı–kusma, nefrotoksisite.Enjeksiyonu ağrılı olup enjeksiyon yerinde şişlik, kızarıklık steril Şekil 3.9. İnfundibüler darlık Şekil 3.10. Kalikslerde güve yeniği (moth-eaten) görünümü apse görülebilir. verilir..Bu dönem en az 4 ay sürer. Kontrendikasyonları: işitme siniri bozuklukları,aşırı duyarlılık, myastenia gravis, gebelik. Gebelikte plasentayı geçip, fetusde oto-nefrotoksisiteye yol açabilir.Bu nedenle gebelikte kullanılmaz.0,5 ve 1 gm.lık flakonları vardır. Tedavi süresinde görülebilecek yan etkiler : minör ve majör yan etkiler şeklinde sınıflandırılır.Minör yan etkiler ilaç kesmeyi gerektirmezler.Bunların başlıcaları : Etambutol : Etki şekli bilinmemektedir.Çok yüksek konsatrasyonlarda bakterisidaldır.Günlük doz 15-25 mg/kg,maksimum 1500 mg’dır.Başlıca yan etkileri optik nörit ve buna bağlı bir yada iki gözde görme keskinliğinde azalma ve renkli görmede bozulmaya yol açabilir.Tedavi kesilmez ise körlük olabilir.Ancak önerilen dozlarda 2-3 aylık kullanım ile görme toksisitesi nadirdir.Ayrıca hiperürisemi,gastrointestinal rahatsızlık,deri reaksiyonları görülebilir. Kontrendikasyonları: Optik nörit varlığı, aşırı duyarlılık.Gebelikte zararlı değildir.500 mg.lık tabletleri vardır. Yeni olgulardaki tedavi protokolü Başlangıç dönemi : İzoniyazid + Rifampisin + pirazinamid + streptomisin veya etambutol. 4 ilaçlı bu dönem 2 ay sürer.Streptomisin vücudun fibroz cevabını artırır.Bu yüzden ağır mesane tutulumu olan olgularda önerilmez. Böyle durumlarda 4.ilaç olarak kilonlar önerilmektedir. Bu evrede etambutol daha çok tercih edilir. İdame dönemi :İzoniyazid + Rifampisin kombinasyonu *Hepatotoksisite dışı nedenlere bağlı karın ağrısı, bulantı, iştahsızlık * Deri reaksiyonları :tüm tuberküloz ilaçları deri reaksiyonlarına neden olabilir.Eksfoliyatif dermatit dışında kalanlar genellikle antihistaminiklerle geçerler. *Periferik nöropati : İzoniyazide bağlı olarak ayaklarda yanma hissi, çorap ve eldiven tarzı uyuşukluk şeklinde görülür. Tedaviye günde 10-50 mg. B6 vitamini (piridoksin) eklenir. *Artralji : Genellikle pirazinamide bağlıdır.Kendiliğinden veya semptomatik tedavi ile geçer. *Ürik asit yükselmesi : Pirazinamide bağlıdır.Asemptomatik ise allopürinol verilmesi gerekmez.Nadiren tedavi gerektiren gut tablosu görülebilir. *Flu sendromu (grip benzeri tablo):Ateş,titreme,başağrı sı,kemik ağrıları vs.şeklindedir. *İdrar,balgam,ter,gözyaşı,tükürük gibi vücut sıvıları kırmızı / turuncu renge boyanabilir.Rifampisine bağlıdır. *Ağız çevresinde uyuşukluk : streptomisine bağlıdır. *Majör yan etkiler : İlaçların geçici veya sürekli kesil- 109 III. Enfeksiyon ve İnflamasyon Şekil 3.11. Sol nonfonksiyone böbrekde toplayıcı sistem kalsifikasyonu ( hayalet=ghost böbrek) Sağ üreter alt ucu darlığı Şekil 3.12. Aynı böbreğin yakın görünümü mesini ve sıklıkla hastaneye yatışı gerektirir.Bunların başlıcaları : lür.Hasta ilaçların yan etkilerin hakkında bilgilendirilir. *Aşırı duyarlılık ( Hipersensitivite) reaksiyonları : ateş, genellikle gövdeyi tutan yaygın ve kaşıntılı eritematöz deri döküntüleri, periorbital şişlik, yaygın le nfadenopati,albüminüri,hepatosplenomegali,eklem ağrısı,konjunktivit,hatta nadiren Stevens-Johnson sendromu gelişebilir.Bütün ilaçlar kesilir. *Görme bozukluğu : Etambutole bağlıdır.Etambutol kesilir. *Hepatotoksisite : Karaciğere en çok toksik etki yapanlar ; izoniyazid,pirazinamid ve rifampisindir.Transaminazlarda tedavi sırasında hafif ve geçici artışlar olabilir. Ancak transaminaz değerleri normalin üç katını aşmış ise ve/veya bilürubin değerinin 1,5mg/dl üzerine çıkması durumunda ilaçların tamamı kesilir. *Vertigo nistagmus ve işitme kaybı :streptomisine bağlı vestibuler hasar ile görülür.Streptomisin kesilir. Tedavi süresince hastalar her ay kontrol edilir.Kan tetkikleri tekrarlanır.İlaçların yan etkileri sorgulanır. Üçüncü, altıncı,onikinci ve yirmidördüncü aylarda idrar kültürleri tekrarlanır.Tedavi başarılı ise üçüncü aydan itibaren bütün kültürler negatiftir. Özel durumlarda tedavi Gebeler : Tüberküloz tanısı alan gebelere tedavi başlanmalıdır.Gebelerde streptomisin kullanımı kontrendikedir.Günde 10 mg piridoksin tedaviye eklenir. Emziren anne : Bütün ilaçlar emniyetli bir şekilde kullanılabilir.İlaçlar anne sütüne çok az geçerler.Bu nedenle toksik veya koruyucu etkileri yoktur. Karaciğer fonksiyonları bozuk olanlar *Hemolitik anemi, akut böbrek yetmezliği,şok ve trombositopenik purpura: rifampisine bağlı olarak gelişir. Rifampisin kesilir. Karaciğer rezervi iyi (albumin,kolesterol ve protrombin zamanı normal) ve transaminazlar normalin üç katından az ise,yakından takip şartı ile standart tedavi başlanır. Eğer karaciğer rezervi iyi değil ise uzman bir hastanede yatarak tedavi başlanmalıdır. Tedavinin takibi Böbrek yetmezliği olanlar Tedaviye başlarken her hastada ALT,AST,alkalen fosfataz,bilirubin,kreatinin ve trombosit düzeyleri ölçü- İzoniyazid, rifampisin ve pirazinamid hemen tümüyle karaciğerden atılırlar.Bu yüzden kreatinin klirensi 110 Şekil 3.13. Aynı olgunun kemoterapi başlanıp nefrektomi yapılmasından sonraki görünümü .İlk filme göre sağ böbrekde kötüleşme 30ml / dak.üzerinde olanlarda standart tedavi uygulanır. Serum kreatinin seviyeleri yakından takip edilir.Kreatinin klerensi daha düşük ve hemodiyaliz alan hastalarda dozları azaltmak yerine doz aralıklarını arttırmak ve ilaçların diyalizden sonra verilmesi önerilmektedir.Piridoksin 10 mg/gün eklenmelidir.Bu hastaların tuberküloz uzmanları ve nefrolog işbirliği ile takibi uygundur. Oral kontraseptif kullanan kadınlar Rifampisin oral kontraseptifin etkisinin azaltır.Bu yüzden cinsel aktif yaş grubundaki kadınların başka doğum kontrol yöntemleri kullanması önerilir. HIV enfeksiyonu Bilindiği gibi HIV enfeksiyonu,tuberküloz enfeksiyonundan tuberküloz hastalığı gelişimini artıran en önemli faktördür.Tuberküloz hastalığı da HIV enfeksiyonu olan kişinin durumunu kötüleştirmektedir.HIV (+) kişilerde tuberküloz için standart tedavi ve standart süreler yeterlidir.Ancak HIV konusunda uzman bir merkez ile birlikte çalışılmalıdır. Tüberkülozda kortizon kullanımı Tripaty ( 1978) Sistemik tedaviye ek olarak 6 haftalık Şekil 3.14. Kemoterapi bittikten sonraki görünümü: UVJ’de ileri derece darlık, geniş ve rijit bir üreter, küçük ve kontrakte mesane prednizolon eklenmesinin önerdi.Ancak steroidlerin kemoterapiye ek bir katkısı olmadığı görüldü.Mc.Allisler ( 1983) akut tüberküloz sistitinde 4 hafta boyunca günde 3 kez 20 mg.prednizolunun kemoterapiye ilaveten verildiğinde şiddetli mesane semptomlarını azaltabileceğini bildirdi.Üreter darlıklarında üreter kateterinden lokal olarak verilen steroid tatbikleri artık kullanılmamaktadır. b. Cerrahi tedavi a-Nefrektomi : Günümüzde genitoüriner tuberkülozun anatedavisi medikal tedavi olmakla beraber, bazı durumlarda cerrahi gerekli olmaktadır.1905 yılında Albarran tarafından önerilen renal tuberküloz konsepti acil veya erken nefrektomi idi.1935’de Reynaldo dos Santos, gecikmiş (delayed) nefrektomi konseptini ileri sürdü.Buna göre hastanın genel durumu sanatoryum tedavisi ile düzelene ve hastalığın ünilateral karakteri saptanıncaya kadar nefrektomi geciktirilmeli idi.1946’lardan itibaren John K.Lattimer nefrektomi yapmama “no nephrectomy” kavramını ortaya attı.Bunun yerine intensif ve uzun süreli kemoterapiyi savundu.Nefrektomi ancak nadir olgularda gerekebilirdi.Günümüzde temel tedavi kemoterapi olmakla beraber bazı durumlarda nefrektomi gerekli olmaktadır.Genel kabul gören nefrekto- 111 III. Enfeksiyon ve İnflamasyon mi endikasyonları şunlardır : 1-Kalsifikasyonlu ve kalsifikasyonsuz fonksiyonsuz böbrek. 2-Böbreği tutan yaygın hastalıkla birlikte hipertansiyon ve U.P bileşke darlığı. 3-Eşlik eden renal karsinoma mevcudiyeti Nefroktomi endike olduğunda disseksiyon güçlüğü nedeni ile açık cerrahi önerilir.Ancak deneyimli ellerde laparoskopik yapılabilir. b-Parsiyel nefrektomi: Etkili medikal tedavi ile parsiyel nefrektomi endikasyonu giderek azalmıştır.Çünkü böbrekte lokal lezyonların kemoterapi ile düzelme şansı çok yüksektir.6-8 haftalık kemoterapiye yanıt vermeyen kalsifikasyonlu polar lezyonlarda ve tedaviye rağmen büyümeye devam eden kalsifikasyon mevcudiyetinde endikedir.Kalsifikasyon yokluğunda parsiyel nefrektomi endike değildir. c-Epididimektomi : Kemoterapiye yanıt vermeyen epididime ait kazeöz apse veya tedaviyle küçülmeyen kitlelerde endikedir. d-Apse drenajı: Tüberküloz apseleri açık cerrahi yerine minimal invaziv yöntemlerle aspire edilebilir.Aynı zamanda aspire edilen materyalin kültürünü sağlar. e-Rekonstrüktif cerrahi: Günümüzde genitoüriner tüberkülozda cerrahinin en önemli alanı rekonstrüktif cerrahidir. 1-Üreteropelvik bileşke darlıkları : U-P darlık oluşan, ancak fonksiyon gören böbreklerde böbrekteki obstrüksiyonu rahatlatmak için üretere double-J stent takılabilir,eğer takılamaz ise perkütan nefrostomi endikasyonu vardır.Takiplerde U-P darlıkta iyileşme gözlenmezse pyeloplasti planlanır. (Anderson-Hynes veya Culp)Ancak şiddetli UPJ darlıklarında böbrek harabiyeti ileri derecede olacağı için bu tedbirlere gerek kalmadan nefrektomi endikasyonu doğmuş olabilir. 2-Üreter alt uç darlıkları : Tüberküloza bağlı üreter darlıkları en çok üreterovezikal bileşkede olur. Bu darlıklarda üreteral dilatasyon genellikle başarısızdır.Genellikle üreter alt ucundaki darlığın uzunluğu 5cm’den küçüktür.Dar segment çıkarıldıktan sonra üreteroneosistostomi uygulanabilir.Ancak mesane dikkatle incelenmeli ve enfeksiyon ve fibrozis bulunmayan bölgeler reimplantasyon için seçilmelidir.Eğer alt uç darlığı 5 cm. den uzun ise direkt reimplantasyon mümkün olmayabilir.Böyle durumlarda psoas hitch veya Boari flep daha uygun olur. 3-Ogmentasyon sistoplasti : Genitoüriner tüberkülozun mesane tutulumu sonucu küçük, kontrakte, 112 duvarında kalsifikasyon görülen bir mesane görülebilir.Düşük kapasiteli,gündüz ve gece sık idrar yapma,dizüri,hematüri,aşırı idrar sıkıştırması ile birlikte olan ve yaşam kalitesini belirgin olarak azaltan bir durumdur.Reflü veya obstrüksiyon nedeni ile böbrek fonksiyonları giderek bozulur. Ogmentasyon için ileum,kolon segmentleri,mide veya terminal ileum ile beraber çekum kullanılabilir.Mesane kapasitesini artırırken mümkün olduğu kadar çok mesane bırakılması önemlidir.Bu idrar yapmanın tatminkar olması yani yeterli intravezikal basınç oluşturabilmek için faydalı olacaktır. Dikkat: Genitoüriner tüberkülozda her tip cerrahi uygulama, en az 4-6 haftalık kemoterapiden sonra yapılır.Eğer böbreklerin fonksiyonlarının acilen kurtarılmasını gerektiren cerrahi girişim endikasyonu yoksa, kemoterapinin bitmesini beklemek uygundur. Son Söz 1980’lerin başlarında kontrol altına alındığı zannedilen tüberküloz günümüzde tekrar dünya çapında çok ciddi bir sağlık problemi haline gelmiştir.Tüberküloz kontrol çalışmalarının motivasyon ve desteklerini büyük ölçüde kaybetmeleri,HIV epidemisi, giderek artan ilaç dirençleri, büyük nüfus hareketleri gibi faktörler sıralanabilir.Hemodiyaliz,transplantasyon, immunosüpressif kullananlar risk altındadır.Böbrek nakli ile geçen olgular yayınlanmaktadır.İlaç direnci ise giderek ciddileşen bir sorundur.Çok ilaca dirençli (ÇİD) : hem izoniyazide hem de rifampisine direnç olmasıdır. Birlikte başka ilaç direnci de olabilir.Yaygın ilaç direnci (YİD): ÇİD’e ek olarak bir kinolon ve bir parenteral ilaca (kapreomisin ,kanamisin,amikasin) direnç olmasıdır (Extensive drug resistance : XDR). Birlikte başka ilaç direncide olabilir. Tedavi giderek problem olmaktadır.Görünen odur ki tüberküloz daha uzun yıllar çok önemli bir sağlık problemi olarak kalmaya devam edecektir. Okunması önerilen kaynaklar Kitaplar T.C.Sağlık Bakanlığı,Verem Savaşı Daire Başkanlığı : Türkiye’de Tüberkülozun Kontrolü İçin Kılavuz.Ankara 1999. T.C.Sağlık Bakanlığı : Tüberküloz Tanı ve Tedavi Rehberi.Ankara 2011. Schreiber W,Mathys FK: Infectious Diseases in the History of Medicine. Editiones Roche,Basle,Switzerland. 1987,pp 180-193. Yenel F:Fitizyoloji. in Unat E.K (ed) : Tıp Dallarındaki İlerlemelerin Tarihi. İstanbul,Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Vakfı Yayınları: 4, s: 114-119. McAleer SJ,Johnson CW,Johnson WD: Tuberculosis and Parasitic and Fungal Infections of the Genitourinary System in Wein AJ (ed.in chief): Campbell-Walsh Urology.Philadelphia.Saunders Elsevier, 2007,pp 436- 447. Göğüş O,Haliloğlu AH: Tuberküloz. in Anafarta K,Bedük Y,Arıkan N (eds) :Temel Üroloji. Güneş Tıp Kitabevi, 2007.s.603-617. tenCate HW: Tuberculosis of the Genitourinary tract.in Emmett JL,Witten DM ( eds) :Clinical Urography. WB Saunders,1971, pp 855-930. Iseman MD :Klinisyenler için Tuberküloz Kılavuzu. Çeviren Ş.Özkara (Erişkinlerde Akciğer Dışı Tuberküloz ).Nobel Tıp Kitabevleri,İstanbul 2002,s. 145-197. Törün T.:Akciğer Dışı Sistemlerin Tüberkülozu.in Özkara Ş.Kılıçaslan Z: Tuberküloz.Toraks Kitapları,İstanbul,2010,s: 329-350. Özkara Ş,Aktaş Z,Özkan S,Ecevit H:Türkiye’de Tuberkülozun Kontrolü için Başvuru Kitabı. Verem Savaş Daire Başkanlığı, Ankara,2003. Treatment of tuberculosis.WHO Guidelines for National Programmes. Geneva,World Health Organization, 2009. Makaleler Coşkun F,Özyardımcı N: Tuberküloz Epidemiyolojisi. Akciğer Arşivi : 2003;4: 61-64. Gökalp A,Gültekin EY,Özdamar S : Genitourinary tuberculosis : a review of 83 cases.BJCP.December 1990,vol.44,no:11, pp.99-100. Kulchavenya E. : Some aspects of urogenital tuberculosis.Int J Nephrol Urol,2010 ; 2 (2) : 351-360. de Figueiredo AA, Lucan AM,Srougi M : Bladder augmentation for the treatment of chronic tuberculous cystitis.Clinical and urodynamic evaluation of 25 patients after long term follow-up.Neurourology and Urodynamics.2006,25: 433-440. Zajaczkowski T. : Genitourinary tuberculosis. : possibilities and perspective.European Urology Today, Vol.21-No 1 , February / March 2009,p. 35. Kulchavenya E: İncidence and treatment strategies.Assessing standard pharmacotherapies for urogenital tuberculosis.European Urology Today, Vol 20, No 6, December 2008 / January 2009 p.3. Mourad G, Soulillou JP, Chong G, Pouliquen M, Hourmant M, Mion C: Transmission of Mycobacterium tuberculosis with renal allografts. Nephron 41:82,1985 Shafer RW,Kim DS,Weiss JP,Quale JM : Extrapulmonary tuberculosis in patients with human immunodeficiency virus infection. J Urol 1991 Jul; 146 (1) : 162-164. Grange JM,Yates MD: Survey of mycobacteria isolated from urine and the genitourinary tract in south-east England from 1980 to 1983 Scand J Urol Nephrol 1993 ; 27 (3) : 425-428 Wise GJ,Marella VK: Genitourinary manifestations of tuberculosis.Urol Clin North Am 2003,30:111-121. Flechner SM,Gow JG: Role of nephrectomy in the treatment of nonfunctioning or very poorly functioning uniteral tuberculous kidney.J Urol 1980; 123:822. 113 III. Enfeksiyon ve İnflamasyon 114