Friedrich Hölderlin: Alman dilinin (en) lirik ve (en) “şizofren” şairi

Transkript

Friedrich Hölderlin: Alman dilinin (en) lirik ve (en) “şizofren” şairi
Friedrich Hölderlin: Alman dilinin (en) lirik ve (en) “izofren” airi
Haldun Soygür, Bahar Subaı
I. Yaamı:
“Gençlik günlerimde en olurdum sabahları,
Akamları alardım; imdi, büyüdüm ya,
Kukuyla balıyorum günüme, fakat
Kutsal ve dingindir benim için sonu.”
(O zaman ve imdi, F.Hölderlin, iirler, Çev. T.Oflazolu)
Johann Christian Friedrich Hölderlin 20.03.1770 de Laufen, Almanya’da
soylu bir protestan ailenin çocuu olarak dodu. Ailesinde büyük toprak sahipleri, üst
düzey bürokratlar ve din adamları vardı. Üst düzey bir bürokrat olan babası air iki
yaındayken; yine bürokrat olan annesinin ikinci ei (üvey babası); air dokuz
yaındayken öldüler. Hölderlin anne ve anneannesinin yanında büyüdü ve annesiyle;
yaamında belirleyici rol oynayan; oldukça simbiyotik ve zorluklarla dolu bir ilikisi
oldu. Annesi din adamı olmasını istiyordu. Hölderlin altı yaından itibaren bir Latince
okuluna devam etti ve ek olarak özel ders aldı. Piyano ve flüt çalmayı örendi. Ondört
yaında, annesinin istei dorultusunda, bir manastır okuluna baladı ve ilk iirlerini
yazdı. Onsekiz yaında Tübingen Manastırına kabul edildi ve burada dönemin en
önemli filozofları olarak yetiecek Hegel ve Schelling ile birlikte teoloji okudu.
Okuldaki en yakın arkadaı Hegel’di; Hölderlin onunla ilgili olarak “Ben sakin akıl
insanlarını severim. Hangi durumlarda kendimizle ve dünyayla baımızın dertte
olduunu tam olarak
bilemediimizde onlara danıarak çıkar yolu bulabiliriz”
demitir (Aytaç 1983). Dönemin büyük hareketi Fransız Devrimi’nden her üç genç de
çok etkilendiler. Hölderlin’in oda arkadaı Hegel eitlik ve özgürlüün ateli bir
savunucusu olmu; Fransız devriminin felsefesini yazmaya balamıtı. Schelling ise
Marseillaise’i Almanca’ya çevirmiti. Tübingen’de insanı, doayı ve Tanrı’yı yeniden
bir araya getirecek, bütünlemeyi salayacak bir felsefe ve sanatın yollarını
tartımaya, aramaya balayan gençler Alman idealist felsefesini filizlendirdiler.
Hölderlin etkileyici havası arkadaları tarafından hayranlıkla karılanan, uzun boylu,
yakııklı, salam vücut yapılı, sportmen bir genç adamdı. Genç yata olaanüstü iir
yeteneinin farkına varmı ve air olmak için yaratıldıını düünmeye balamıtı. Din
adamı olması konusunda iddetli baskı yapan annesiyle bu yüzden yıllar süren
çatımalar yaadı (Navratil 1994).
“Kendime
Yaamdan sanatı ören, sanat yapıtından yaamı;
Birini doru görürsen, görürsün ötekini de.”
(Be Nükte, iirler, F.H.)
1793 de eitimini tamamladıında arkadaı Hegel gibi Hölderlin de manastır
yüksek okulundan mezun ve rahiplik yapmak istemeyen biri için tercih edilen bir i
olan özel öretmenlii seçti. Schiller’in aracılııyla zengin bir ailenin yanında ie
girdi. Çok küçük bir maa ve barınma karılıı çalııyordu ancak vaktinin geri kalan
kısmını iir yazmaya ayırabileceini düünüyordu. Bir süre sonra ilk iirleri
yayımlandı. 1794 de Schiller’e; okuyup fikrini bildirmesi ricası ile tek romanı;
“Alman idealizminin romanı” da denilen; Hyperion’un bir bölümünü yolladı; Schiller
de bunu yayımladı. Hölderlin Hyperion üzerinde çalımaları esnasında doa-insan
bütünlemesinde sevginin bir ütopya üretecek durumda olup olmadıını ilerken
giderek bunun olanaksızlıını daha çok sezinliyordu. Bu düünceleri mektup tarzında
yazılmı eseri Hyperion’a yansımıtır. Romanın kahramanı Hyperion ülkesini
baımsızlıına kavuturmak için Türklere karı savaan genç bir Yunanlı idealisttir.
Roman bir ideale kapılma, idealinde hayal kırıklıına urama ve bunun verdii
üzüntüyü iler.
Hölderlin 1794 de Jena’ya gitti, burada pek çok aydınla tanıtı ve Alman
idealizmi/ romantizminin bir baka önemli filozofu olan Fichte’nin çok ilgi duyduu
felsefe seminerlerini izledi. Bunlardan çok etkilendi. Ancak 1794 de balamı olan
“kafa karııklıı” Jena’da iddetlendi; Schiller’e yazdıı bir mektupta çok kötü
durumda olduunu, içinin titrediini, kafasının durduunu belirtti ve sonra Jena’dan
kaçarcasına ayrıldı (Wackwitz 1985).
Hölderlin’i Goethe ile tanıtırmak isteyen Schiller onun bazı iirlerini
Goethe’ye yollayarak fikrini istemi; Hölderlin daha sonra Goethe’yi ziyaret etmiti.
Goethe; Schiller’e yazdıı bir mektupta bu ziyaretten söz edip Hölderlin’in mütevazı,
ürkek ve açıkyürekli; aynı zamanda da hüzünlü ve kırılgan bir izlenim bıraktıını
yazmıtı. Çadaı romantik airlerin iirini “hastane iiri” olarak isimlendiren; bu
airlerin “bütün dünya bir hastaneymi ve kendileri de hastaymılar gibi” yazdıklarını
söyleyen Goethe olasılıkla daha o zaman Hölderlin’de “hasta” bir air görmütü
(Navratil 1994).
"Pek isiz, pek korkulu çevrem, her ey
Parçalanıp daılmakta, nereye baksam.”
(Çaın Ruhu, F.H.iirler)
1795 de Hölderlin Frankfurt’ta Gontard ailesinin yanında öretmen olarak
çalımaya baladı. Tübingen ve Jena’daki entellektüel ortamlardan sonra modern
ticaret ve bankacılıın büyük merkezlerinden olan Frankfurt’taki yaam ve atmosfer
Hölderlin’i oldukça sarstı. Burada kapitalist ilkeler, liberal ekonomi günlük yaamın
koullarını acımasızca belirliyordu; kültür sılamı, insanlar arası ilikiler sahte ve
ikiyüzlü olmutu. Fransız devrimi ideallerinin günlük yaama yansıyan yüzü çirkindi.
Hölderlin modern burjuva toplumunun yeni seçkinleri arasında aırmı, artık bu
dünyada yerinin olmadıını düünmeye balamıtı. Duyarlı bir insanın; bir ozanın bu
dünyada sıınabilecei tek yer kendi iç dünyası idi. Güzellik ve harmoni günlük
yaamda deil ancak ozanın bilincinde gerçekleebilirdi. Artık sıınabilecei tek
liman iiriydi. Bu dünyanın bir mitolojiye ve saflıı, inancı yaatan iire gereksinimi
vardı; ancak iir insanların yeni yol göstericisi olabilirdi. Bu bunalımlı günlerde
Hölderlin hayatını aydınlatan, ona tekrar inanç, güç ve sevgi veren bir insana; çalıtıı
evin hanımı, 26 yaındaki dört çocuk annesi, güzel ve duyarlı Susette Gontard’a aık
oldu.
“Dünyada bir varlık var, ruhumun bin yıllar boyu balanabilecegi bir varlık”
(Hölderlin’in arkadaı Neuffer’e mektubunda aık olduu Susette
Gontard’a ilikin yazdıklarından, Navratil 1994)
"Sen ey göün habercisi! Nasıl dinlerdim seni!
Seni, Diotima! Sevgili! Senden sonra
Nasıl bakardı altın güne bu gözler
Parıldayıp ükrederek yukarılara. Daha canlı”
(Bat Ey Güzel Güne, iirler, F.H.)
Her ikisi de baından itibaren bu akın trajik bir sona ulaacaını
bilmekteydiler. Hölderlin iirlerinde Susette’i Diotima diye isimlendirmitir. Diotima;
Susette’le karılamadan önce baladıı Hyperion romanındaki ideal sevgili; ideal
kadın figürü; Hyperion’un aık olduu kadındır. Diotima güzellik, bilgelik ve sevgiyi
simgeler ve Hyperion’u hayalperest olmaktan kurtarmak; akıl ve ciddiyetle ülküsünü
gerçekletirebileceine
onu
inandırmak
ister
(Hölderlin
1987)
Hyperion’la
Diotima’nin akı Hölderlin’le Susette Gontard’ın akına paralellik gösterir. Yaadıı
büyük ak Hölderlin’e idealizmin, romantizmin ütopisinin hiç olmazsa bir bölümünün
bu dünyada gerçekten var olabileceini göstermiti. Hölderlin Susette’e olan akında
eitici, olgunlatırıcı, kutsallatırıcı bir güç bulmutu. Susette ona salt olaanüstü bir
sevgi yaatmakla kalmamı; bunun ötesinde onun özellikle annesine karı kiiliinin
gelimesini, özgürlemesini, ozanlıının güçlenmesini, gelimesini desteklemiti
(Teber, 1997). Ak içinde olduu yıllar olasılıkla Hölderlin’in yaamının en mutlu
yılları olmutu.
“Göksel perinin sevinci, eskiden unsurları uzlatıran,
Gel de dindir benim için bu çaın kargaasını;
Kuduran kavgayı göklerin ezgisiyle yatıtır
Ölümlü gönülde ayrılanlar birleinceye dek,
Eski, sakin, büyük doası insanın
Tedirgin çadan aıncaya dek, güçlü ve duru.
(Diatoma, iirler, F.H.)
1797 de iki ciltlik bir roman olan Hyperion’un birinci cildi çıktı. 1798 den
itibaren Hölderlin kardeine ve arkadalarına yazdıı mektuplarda sık sık zorlandıını,
ortamın airlere uygun olmadıını, kendisi için gündelik yaam gereklilikleri ile iir
yazmayı bir arada yürütmenin zor olduunu belirtmeye baladı. Arkadaı Neuffer’e
yazdıı mektuplarda yıkıcı eylere karı bakalarından daha fazla duyarlılık
gösterdiini, bunun da yapısının yeterince salam olmayıından ileri geldiini,
üzerinde yıkıcı etkisi olabilecek eylerle ba edebilmek için çok fazla çaba sarfetmesi
gerektiini anlatıyordu. nsanların kendisine yönelik sertlii, pein hükümleri ve
yanlı deerlendirmelerine dayanamıyordu, bir gün bu yüzden Almanya’yı terk
edeceini düünüyordu. 1798 de olasılıkla Bayan Gontard’la aralarındaki akın
Banker Gontard tarafından fark edilmesi ve hakarete maruz kalması sonucu Hölderlin
çalıtıı evi terketti. Bu hem ona hem de Susette Gontard’a çok aır bir darbe oldu.
“Ayrılmak mı istedik biz? yi, akıllıca olur mu sandık?
Öyleyse, ayrılınca, neden cinayet gibi sarstı bizi bu i?
Ah! Biz kendimizi az tanırız,
Çünkü bir Tanrı buyurur içimizde.”
(Ayrılık, iirler, F.H.)
1798 den 1800 e dek aralarındaki balantı tüm güçlüklere, yasaklara ramen
sürdü. Hölderlin acı içinde olduu bu yıllarda tek tragedyası “Empedokles’in Ölümü”
üzerinde çalımaya baladı ve bu tragedyayı yaamının farklı dönemlerinde üç farklı
ekilde ele aldı ve iledi.
1799 da Hyperion’un ikinci cildi yayınlandı. Bu dönemde geçimini salamak için
önce bir edebiyat dergisi çıkarmak; sonra Jena üniversitesinde özel doçent olarak
çalımak, Yunan iiri dersleri vermek isteyen Hölderlin arkadaları tarafından hayal
kırıklıına uratıldı. Tanıdıı airler; bunlar arasında oldukça ünlenmi olanlar da
vardı; ona bu çabasında destek olmadılar. Schiller doçentlie kabulünde kendisine
yardımcı olmasını rica eden Hölderlin’e yanıt dahi vermedi. Hölderlin’in tiyatro
oyunu yazma denemesi de baarısızlıkla sonuçlandı; baladıı tek tiyatro eseri yarım
kaldı. 1800 de Susette Gontard’la olan gizli ilikisi Diotima’nın kararıyla kesin bir
ekilde bitti.
“Çünkü onlar, bize göklü atei ödünç veren
Tanrılar, kutsal acıyı da baıladılar bize;
Varsın öyle olsun. Ben de topraın bir oluyum
Galiba: sevmek için yaratılmı, acı çekmek için.”
(Yuva, iirler, F.H.)
Hölderlin yalnız ve isizdi. Kilise hizmetine girmeyi kesinlikle istemediinden
yine özel öretmen olarak çalımayı denedi ve 1801 baında sviçre’de bir ailenin
yanında göreve baladı. Üç ay sonra aile kendisine kibarca yol verdi. 1802 baında
baladıı yeni bir ite de aynı ey oldu. Hölderlin bu dönemde ruhsal huzursuzluk
içinde pek çok kez yer deitirdi. Haziran’da memleketi olan Stuttgart’a döndüünde
akrabaları ve tanıdıkları onda belirgin bir deime, tuhaflık farkettiler. Çok gergin,
ürkek ve bitkindi. Yakınlarınca “iddetli heyecan, garip davranılar” olarak
tanımlanan belirtiler gösteriyordu. Bir kaç hafta sonra uzun süredir akcierlerinden
hasta olan, vücut direnci azalmı Susette çocuklarının atlattıı bir suçiçei salgınından
öldü. Birlikte oldukları günlerde Hyperion’da Diotima’nın ölmesi üzerine uzun uzun
tartımılardı; daha sonra Hölderlin Susette’e sürdürdüü evlilii ve yaadıkları aka
ilikin “çindeki bu sonsuz çeliki ve mücadele seni yava yava öldürüyor” diye
yazmıtı (Navratil 1994). Hölderlin’in ruhsal durumu dünyadaki varlıının tek nedeni
olarak gördüü Susette’in ölümünden sonra daha da kötületi. Bu kayıp yaamında
belki de dönüm noktası oldu. Susette’le yaadıı aktan haberdar olan annesi buna
çok sert tepki gösterdi. Annesiyle ilikileri koptu; Hölderlin Susette’den sonra
annesini de bir anlamda kaybetti. Toplumsal ilikilerden çekildi, insanlardan
uzaklatı, giderek kendi içine kapandı.
“Güzel varlık! Hasta yatıyorsun, yüreimse
Yorgun alamaktan ve imdiden bir korku
Douyor içime; fakat, fakat inanamıyorum
Öleceine senin, sevdiin sürece.”
(yi nanç, iirler, F.H.)
Sonbahara doru durumu biraz düzelen Hölderlin bir dostunun daveti üzerine
Homburg’a gitti ve orada üç ay içinde dinsel bir iir üçlemesi olan Patmos’u yazdı.
1804 de Sophokles’ den çevirdii “Sophokles’in Trajedileri”; Kral Oidipus ve
Antigone yayınlandı. Çeviriler bazı eletirmenlerce çok çarpıcı ve hatta “çılgınca”
bulundu; bir eletirmen “yalnızca edebi anlamda çılgınca; bu alanda deli olmadan ve
deli yerine konmadan oldukça ileri gidilebilir” diye yazdı (Bertaux 1981). Aynı yıl
arkadaı Sinclair Hölderlin’e Homburg’da bir kütüphanecilik ii ayarladı. Hölderlin
bir yandan da “Empedokles’in Ölümü”nün yeni biçimi üzerinde çalııyordu. Bu
tragedyada antik ça filozoflarından olan hekim ve büyücü Empedokles’in insanları
kendisine inandırmak ve ilahiliini kanıtlamak için kendini Etna yanardaına atması
ilenmektedir.
Hölderlin’in
Empedokles
üzerinde
çalıtıı
yıllarda
Fransız
Devrimi’nin etkileri tüm Avrupa’da sürüyor, Almanya’da da devrim yanlısı çabalar
görülüyor, hükümet bunlara çok sert tepki gösteriyordu. Hölderlin de çaın pek çok
aydını gibi devrim ve deiiklikten yanaydı; ancak Jakoben’lerin “erdemin terörü”,
“terörsüz erdemin güçsüz kalacaı” eklindeki bir takım savlarını benimsemiyordu. O
devrimin ancak tinsel bir devrim; insanın kendi kafasında gerçekleen bir devrim
olabilecei düüncesine inanmıtı. Devrim bakalarını kurban ederek deil; ancak
insanın kendisini kurban ettii bir yaam tarzı ile gerçekleebilirdi. te Hölderlin
Empedokles’i böyle bir dönemde evrendeki tanrısal uyumu simgeleyen bir air ve
kahin olarak ele aldı (Aytaç 1983). Empedokles bireyin mükemmel olmayıının
ızdırabını çekiyordu. nsanlar onun topluma kazandırmak istedii fikir dinine deil
ahsına tapmaya balamılardı; Empedokles bu yüzden kendini feda etti.
“Elbet daha inançlıdır insan öbür canlılardan;
Fakat dıarıda kıyamet koptuunda
Daha bir kendisi olur, düünür ve dinlenir
Salam kulübesinde o, özgür doan.
(Vulkanus, iirler, F.H.)
1805 de Sinclair devrim tasarlamak suçuyla tutuklanınca aralarında
Hölderlin’in de bulunduu yakın çevresi sorgulandı. Ancak sorgulamalar esnasında
sık sık “Ben artık Jakoben deilim!” diye baıran Hölderlin hakkında; kendisini
muayene eden hükümet tabibinin raporu sayesinde; cezai ilem yapılmadı. Raporda
Hölderlin’in eyleminin hezeyanından ötürü takınlık göstermekten ibaret olduu
yazılıydı. Homburg’da ruhsal durumu giderek bozulup artık arkadaının yanında
barınamaz olan Hölderlin’i Sinclair annesine götürmeye kalkıtı. Ancak annesi
Hölderlin’i ne görmek ne de evine almak istedi. Hölderlin babasından kalan mirastan
parasal sıkıntılarının en youn olduu dönemlerde bile mahrum edilmi; yoksulluk
sınırında yaamı; ancak annesi ve üvey kardei onun bu paradan yararlanmasına izin
vermemilerdi. Ailesi Hölderlin’e sahip çıkmadıı gibi muhtemelen söz konusu
paranın kullanımının Hölderlin’in psikiyatri kliniine yatırılıp vesayet altına
alınmasından sonra daha da kolay olacaı düüncesi ile onu derhal hastaneye yatırdı.
1806 da 36 yaındaki Hölderlin takınlık, öfke ve saldırganlık nöbetleri yüzünden
Tübingen’deki klinikte yedi ay tedavi gördü.
“Öfkeli Ozan
Ozandan korkma soylu öfkeye büründüünde,
Harfleri öldürür, ama ruhu yaatır ruhları.”
(Be Nükte, iirler, F.H.)
Hölderlin hastaneden çıktıktan sonra para karılıı ona bakmayı üstlenen bir
bakıcı ailenin yanına; evi ve atölyesi Tübingen surlarındaki eski bir kule içinde yer
alan marangoz Zimmer’in evinde manzaralı bir odaya yerletirildi. Hölderlin 36 yıl
boyunca orada yaadı ve marangoz ve kızları tarafından kendisine bakıldı. Aralarında
otuz kilometrelik mesafe olmasına ramen annesi Hölderlin’i ne klinikte yattıı
dönemde ne de daha sonra marangoz Zimmer’in yanında yaarken ziyaret etti.
Hölderlin kulede yaadıı yıllar içinde; çou kez kendisini ziyarete gelenlerin istei
üzerine; elliye yakın iir yazdı. Bu iirler üzerinde pek çok yorum, aratırma yapıldı
(Bader 1976). Gramer olarak kusursuz olan bu iirlerde eskinin coku ve heyecanı
artık yoktu; bunlar daha ziyade yaanan trajediyi somutlatıran iirlerdi. Friedrich
Hölderlin 1843 de öldü.
Deyin bana, insan hayatı baka nerede yaanmakta
Kaygı her eyi tutsak aldıına göre?
Bundan ite, balarımızın üstünden
Umursamadan geçmesi Tanrı’nın.”
(Sevgi, iirler, F.H.)
II. Hastalıı:
Hölderlin’in hastalık öyküsü pek çok kez psikiyatristler ve edebiyat tarihçileri
tarafından incelenmi; ruhsal hastalıının olup olmadıı ve bu hastalıın ne olduu
konuları tekrar tekrar tartıılmıtır. Hölderlin’i muayene etmi olan hekimlerden
bugüne ulaan belgelere göre Homburg’da hükümet tabiplii yapan Dr. Karl Müller
1805 de Hölderlin de “hezeyanlı melankoli, hipokondri” tespit etmitir. Hölderlin
onun düzenledii rapor nedeniyle yönetim aleyhtarı, devrim yanlısı etkinlikte
bulunmak
suçundan
yargılanmamıtır.
Hölderlin
yedi
ay
tedavi
gördüü
Tübingen’deki Autenriethe kliniine zorla yatırılmıtır. Klinikte tek kiilik bir
hücreye kapatılan Hölderlin’e “deli gömlei” giydirilmi; yüzüne kliniin buluu olan
“deri maske” takılmıtır. Reçete defterlerinden Hölderlin’e klinikte Belladona, Digital
gibi ilaçlar verilmi olduu izlenebilmektedir. Yatırıldıı günden be hafta sonra ilk
kez bahçeye çıkarılan Hölderlin daha sonraki günlerde öfke nöbetleri göstermemitir.
Autenriethe kliniinin efi Dr.Wilhelm Lange Hölderlin’e “Dementia praecox,
katatoni” tanısını koymutur (Navratil, 1994). Lange’ye göre Hölderlin’in hastalıı
1801 den itibaren ortaya çıkan formal düünce bozuklukları ile balamıtır. Bu görüü
destekleyen baka psikiyatristler de vardır. Hölderlin’in 1802 de geçirdii; tuhaf
davranılar, gerginlik, korku, kendine özen göstermeme, kendini toplumdan çekme
gibi belirtilerle karakterize dönemde büyük olasılıkla akut psikotik belirtiler manifest
hal almılardır.
Sonraki yıllarda Hölderlin’in ruhsal bozukluuna ilikin görülerini yazan
psikiyatrinin pek çok önemli isminden Karl Jaspers 1921 de izofreni tanısını
tekrarlamı; onu 1948 de Adolf Beck ve 1958 de Ernst Kretschmer izlemilerdir.
Venzmer 1964 de Hölderlin’den “dahi bir izofren” diye söz etmi; Hans Schadewaldt
1971 de Hölderlin’de katatonik izofreni olduunu yazmıtır. Karl Leonhardt 1964 ve
1988 de “izofreni, kataphasie” tanısını tekrarlamıtır.
Fransız kökenli bir Alman Dili ve Edebiyatı aratırmacısı olan ve elli yıldır
Hölderlin’i inceleyen Pierre Bertaux ilk olarak 1978 de Hölderlin’in izofren
olmadıını; onun çevresindeki entrikalara karı susarak tepki gösterdiini ve psikozu
kendisini korumak için bir maske olarak kullandıını öne sürmütür. Bertaux
Hölderlin’in yaamının üç döneme ayrılarak incelenmesi gerektii görüündedir; ilk
dönem 1802 yılına dek süren çocukluk ve gençlik yıllarıdır. Bu dönemde ona göre
Hölderlin’in ne davranılarında ne de yazı ve konumalarında ruhsal bozukluu
gösterecek bir ey vardır. kinci dönem 1802 ile zorla psikiyatri kliniine yatırıldıı
Eylül 1806 arası dönemdir. Bu evrede Susette’in ölümünden çok etkilenen Hölderlin
Bertaux’ya göre aır bir depresyon geçirmitir. Buna ramen durumu biraz düzelince
hızlı bir tempoyla çalımaya devam etmitir. Üçüncü dönem psikiyatri kliniine
yatırılmasından ölümüne dek olan evredir. Bu son 36 yıllık dönemde ruh hali hiç
deimeyen Hölderlin Bertaux’ya göre kendisini korumak için “akıl hastası”nı
oynamıtır.
Bertaux’nun iddialarını dayandırdıı kapsamlı çalıması Hölderlin’in tanısı
konusunu psikiyatri camiasında yeniden gündeme getirmitir. Uwe Henrik Peters
1982 de; izofreni tanısını kullanmadan; Hölderlin’in yaamının son yıllarında ortaya
çıkan bazı konuma bozukluklarına dikkat çekerek “izofazi”den söz etmitir. Aynı
yazar
iir ve yazılarının analizinden hareketle Hölderlin’in ruhsal hastalıını üç
bölümde incelemitir: 1801-1806 yılları arasında Hölderlin aır bir depresyon,
melankoli geçirmitir; 1804 den sonra bu depresyon giderek izo-depresyona
dönümü; 1805 den sonra izofazi, izofreniye balı düünme, yazma, konuma
bozuklukları ortaya çıkmıtır (Peters 1982).
Jean Laplanche analitik yönelimli aratırmasında Hölderlin’in yaamının en
kritik dönemi olan 1794-1800 yılları arasında sıradan yaamın düzgün çizgisinden
ayrılıp “ayrıksı yörünge” üzerinde; hem sanatının hem de psikozunun doruklarına
doru ilerlemeye baladıını yazmıtır. Hölderlin ona göre 1794 den önce melankolik
bir durumdaydı; yorgunluk, mutizm, otizm, ambivalans içindeydi. “Jena depresyonu”
döneminde Hölderlin’in ruhsal durumu giderek daha da bozulmutu. Beck’e göre de
Hölderlin Jena’da bir depresyon geçirmi ancak daha sonra Susette’in akıyla kendini
toplamı; hayatının en mutlu ve üretken dönemini yaamıtır.
Hölderlin yaarken yapılmı gözlemleri ayrıntılı olarak aktarması açısından
ilginç bir çalıma Wilhelm Waiblinger’in çalımasıdır. Tübingen’de teoloji okumak
isteyen edebiyat meraklısı 18 yaında bir genç olan Waiblinger 1822 de bu ehre
geldiinde ilk i olarak Hölderlin’i ziyaret etmiti. Bir süre sonra hasta airle genç
örenci arasında bir iliki olutu. Waiblinger Tübingen’de kaldıı sürece Hölderlin’e
ziyaretlerini sürdürdü, yürüyülerinde ona elik etti, Hölderlin’in piyano çalıını ve
kendisine Hyperion’dan yüksek sesle okuduklarını dinledi. Waiblinger 26 yaında
romantik dönemin hastalıı tüberkülozdan ölene kadar bazı eserler yazdı, bunlardan
biri de “Friedrich Hölderlin’in Yaamı, iiri ve Delilii” isimli kitabıdır. 18 yaındaki
Waiblinger ve 52 yaındaki, yıllardır tüm dünyadan uzakta yaamakta olan Hölderlin
arasındaki görümelerin ayrıntılı anlatıldıı kitap özenle tutulmu bir hasta dosyası
gibidir: Hölderlin sabah erken kalkmakta ve hemen yürüyüe çıkmaktaydı. Bu
yürüyü dört-be saat sürmekte; Hölderlin yürüyü esnasında bir mendille çitlere,
parmaklıklara, duvarlara vurmakta, çimleri yolmakta ve bulduu her eyi ceplerine
doldurmaktaydı. Bu esnada sürekli kendi kendine konumakta, kendi sorularını bazen
“evet” bazen “hayır” bazen her ikisi ile yanıtlamaktaydı. Marangoz Zimmer ve ailesi
onu bahçelere ve üzüm balarına götürdüklerinde bir taın üzerine oturarak eve
gidene kadar yerinden kalkmamakta; kızdırmamak için kendisine bir çocua davranır
gibi davranmak gerekmekteydi. Hölderlin odasında yalnız baına yemek yemekte,
öleden sonrayı odasında yukarı aaı dolaarak ve kendi kendine konuarak
geçirmekteydi. O sokaklarda dolaırken insanlar “Bu bey ne kadar akıllı ve okumu
biriydi, imdi böyle deli oldu!” diyorlardı. Hölderlin misafiri pek sevmiyor, ama
odasına girenleri yerlere kadar eilerek selamlıyor, onlara durmadan övgüler
yadırıyor, büyük bir kısmı anlaılmayan çok kibar ve abartılı sözcükleri pepee
sıralıyordu. Misafir bir eyler söylemeye çalıtıında gerginleiyor, konuması daha
da karıık ve anlaılmaz hal alıyordu. Misafirlere “majesteleri, sayın bay rahip” gibi
hitaplar kullanıyordu. Giderek daha da huzursuzlaıp ziyaret icin defalarca ardarda
teekkür edip eilmeye baladıında misafir artık gitmesi gerektiini anlıyordu.
Arkadaları bu tarz bir iletiimi moral bozucu ve anlamsız buldukları için onu ziyaret
etmiyorlardı. Onlara defalarca uyarıldıı halde “kral hazretleri, sayın baron” diye
hitap ediyordu.
Waiblinger
Hölderlin’in
zaman
zaman
kendisine
odada
kalmasının
emredildiini söylediini ve yeni sözcükler uydurduunu yazmakta ve bunlara
örnekler vermektedir. Hölderlin’in genellikle Hyperion’dan yüksek sesle bir pasaj
okuduunu; ancak okuduklarındaki düünce akıını izleyemedii izlenimini verdiini
yazmaktadır. Hölderlin bazen “Bakınız majesteleri bir virgül” gibi ifadelerle
okuduunu kesmekteydi. Waiblinger onu bahçeli yazlık evine götürdüünde çok
sevinen air kendisini açık havada daha iyi hissettiini söylemekte, saatlerce
pencereden bakmakta, çok zevkle tütün içmekte ve bu anlarda daha sakin; daha
anlaılır konumaktaydı. Hölderlin’in hafızası ile ilgili sorunu yoktu, hereyi
anımsıyordu. Ancak kırgın olduu Goethe’yi anımsamadıını söylüyor ve airlii ile
ilgili sorular sorulduunda “Benim adım baka; adım Killalusimeno; öyle diyorlar;
bana bir ey olmayacak” eklinde yanıtlar vermekteydi. Çok ürkekti ve en küçük bir
sesten bile irkiliyordu. Waiblinger sık tekrarladıı “bana bir ey olmayacak” sözünü
kendini sakinletirmek için söyledii izlenimine kapılmıtı (Navratil 1994).
Hölderlin geceleri huzursuz olarak bir aaı bir yukarı dolaıyordu.
Waiblinger Hölderlin’in daha önce kendisine çok ey ifade etmi olan konularla ilgili
konumadıını ve konumak istemediini fark etmiti. Waiblinger Hölderlin’in
düüncelerinin berrak ve düzenli olmadıını, onun için somut bir takım eyleri
anlamanın mümkün olmadıını; çünkü kendisini belli bir düünceye konsantre
edemediini yazmıtır. Olumlu bir cevap vermek; olumlu bir cümle söylemek isteyen
Hölderlin bir dakika sonra hemen bunu olumsuzlatırıyor, reddediyor, tersini
söylüyordu. Dünyanın onun için karııklık içinde olduu, içinde sürekli, hiç bitmeyen
bir çelikinin olduu, düüncelerinin daha oluurken bu çeliki içinde ufalandıı
izlenimini veriyordu. Bir düünceyi toparlamaya çalıırken büyük bir çaba harcıyor ve
hiç bir anlamı olmayan bir sözcük yıını söylemeye balıyordu. Baladıı düünceleri
bitiremiyor, baladıı yerden bambaka eylere geliyor ve bunlar onu çok yoruyordu.
Ancak tekrarlayan anlamsız eyler söylediinde ruhu dinleniyor gibi görünüyordu.
stemedii konularda konumaya zorlandıında huzursuzluu giderek artıyor sonunda
baırmaya, geceler boyu gelip gitmeye, daha da anlamsız davranmaya balıyordu.
Waiblinger Hölderlin’in tuhaflıklarının yalnız yaamasının bir sonucu; düünce
bozukluklarının ise yorgunluk sonucu olduunu düünmü; onun bakalarını
gerçekten kral, majeste, vs. sandıına ihtimal vermemiti. Hölderlin’in sürekli kendisi
ile ilgili olduunu ve baka insanlara ve eylere ilgi duymadıını, öteki insanlardan
uzak durmaya çalıtıını gözlemlemiti.
Gerek Waiblinger gerekse onu ziyaret eden baka arkadaları Hölderlin’in
yeni sözcükler uydurduunu belirtmilerdir. Waiblinger Hölderlin’in kendisine
Scardanelli, Scarivari gibi farklı bir takım isimler verdiini de yazmaktadır. Theodor
Schwab kendisine iirlerinin yeni baskısını getirdiinde Hölderlin “Evet iirler gerçek
ve bana aitler; ancak isim yanlı; takma bir isim; benim ismim hiç bir zaman
Hölderlin olmadı; ismim Scardanelli, Scarivari, Salvator Rosa ya da onun gibi bir
ey” demiti. Kendisine Diotima sorulduunda “Bana ondan bahsetmeyiniz, o müthi
bir varlıktı ve bana onüç oul dourmutu; biri Rusya’nın imparatoru, öbürü
spanya’nın kralı, dieri Sultan, öteki Papa vs.; ve sonra ne oldu biliyor musunuz?”
Cümlenin bundan sonrasını büyük bir heyecan içinde memleketi olan Stuttgart
çevresinin kendine has lehçesinde tamamlamıtı: “deli oldu, delirdi, çıldırdı!”
(Navratil 1994).
Gerek onu muayene etmi olan doktorlar gerekse Waiblinger Hölderlin’de yüz
ve aız bölgesinde belirgin çarpılmalar, kasılmalar ve seyirmeler olduundan sık sık
söz etmilerdir. Bunlar katatonik bozukluklara uymaktadır.
Hölderlin’in yaamını ve hastalıını onun ölümünden sonra belgelere
dayanarak incelemi olan patograflar Hölderlin’in organik olarak hasta olduunu
yazmılardır; Waiblinger ise bunun “ruh”sal bir olay olduunu düünmekteydi. Bu
konuda “Hölderlin’in durumunun nedenleri ve sonuçlarını incelemek ve tanımlamak
istiyorsak ona bilgelikle yaklamak, bilgece hareket zorundayız” yazmıtır.
Psikiyatrist
Leo
Navratil’e
(1994)
göre
Wilhelm
Waiblinger’in
biyografisinden belirgin bir ekilde Hölderlin’in kronik bir izofrenisinin olduu
anlaılmaktadır. Hölderlin biyografisi yazanlar arasında en tanınmıı olan Bertaux
Waiblinger’in “deli” bir Hölderlin istemi olduunu; onun çılgınlıını anlatarak
eserine ilgi çekmek peinde olduunu yazmıtır. Navratil’e göre Waiblinger çok iyi
bir dokümentasyon olan çalımasında Hölderlin’in davranıında; bir bütün olarak ele
alındıklarında izofreni tablosu için karakteristik olan özellikleri gözlemlemi,
farketmi ve yazmıtır. Waiblinger’in bu özelliklerin izofreni için karakteristik
olduklarını bilme olanaı yoktur. Bertaux’nun kapsamlı biyografisinde aktardıkları da
Hölderlin’in izofren olduunu destekleyen örneklerle doludur. Aslında yazılanlar
Hölderlin’in normal bir ruhsal dengeye sahip büyük bir airin yaadıı
hayalkırıklıkları ve acı yaam olaylarından etkilenmesi eklinde açıklanamayacak
boyutta deimi olduunu belgelemektedir. Bertaux’nun kitabı bu anlamda
olaanüstü bir hasta dosyası tekil etmektedir.
Eldeki belgeler Hölderlin’in en azından 1802 den beri bir izofren psikotik
süreç içinde olduu ve 1807 civarında hastalıının artık kronik hal almı olduu
yolundadır. Burada tanıya ilikin daha derin ve kapsamlı bir tartımaya
girilmeyecektir. Burada amaçlanan ey daha farklıdır. Günümüz psikiyatrisi insanlar
arasında; ister hasta olsunlar ister salıklı; farklılıklardan çok benzerlikler olduu
düüncesinden yola çıkmaktadır. Bugün izofren olanla “normal” olan arasındaki
ayrımı deil; ortak paydayı saptamak önemlidir. izofren kiiler ve “izofren
olmayanlar” arasında olumlu bir iliki ancak böyle salanabilir. izofren bir insanı
daha iyi anlamak kendimizi daha iyi anlamamızı salar. Eer söz konusu bu izofren
insan kendisini ifade etmek için çeitli yolları; bunlar arasında sanatı; iiri
kullanıyorsa ve bunu Hölderlin gibi kusursuz ve etkisi yüzyıllar ötesine ulaacak
ekilde yapıyorsa çok anslıyızdır: O bize kendisini anlatır; biz onun yazdıklarında
kendimizi buluruz. Zaman, mekan, koullar ve dil farklılıkları engelleyemeden; hatta
çok vurgulanan “normal” ve “hasta” farkı araya giremeden insandan insana;
insanlıın ortak, evrensel duygularını, konularını, sorunlarını ileyen ve insanlıın
ortak dilinde verilen bu mesaj hepimize ulaır. Baka bir çadan, baka bir ülkeden
gelir ve yüreimize dokunur. Bu evrensel mesajı bize yollayanın izofren bir insan
olması hepimize ümit veren bir güzellik olur: insanların çalar boyu en çok
dıladıkları; kendilerinden saymadıkları kardeleri; “akıl hastalıı olan”lar; evrensel
ve insani olanda “akıl hastalıı olmayan”larla benzer, onlarla ortak, onlarla aynıdırlar.
Hölderlin kukusuz Alman dilinin en büyük ve deerli airlerinden biri; ve belki de en
lirik olanıdır. Onun izofren olması bize insanın ve duygularının evrenselliini
farkettirir.
Bize bunları hissettirdii ve düündürdüü için belki de Hölderlin’i daha sık
okumalıyız.
III- iiri
bir
kırık
lir
ik
Stefan Zweig, "Kendileri ile Savaanlar" adıyla dilimize de çevrilen
"Baumeister der Welt" isimli yapıtında Hölderlin'i, "Avrupa'nın kutsal kümesi" diye
adlandırdıı ondokuzuncu yüzyıl aydınları içinde anar ve onu Andre Chénér, Lord
Byron, Novalis, Kleist, Wilhelm Hauff, Schubert, Leopardi, Pukin ve Gribojedof ile
bititirir. Zweig, yapıtında, çou kırkına varmadan yaamını yitiren bu aydınlar
arasında yalnızca Hölderlin'in kırk yaını görebildiini, ama onun yaamının da
sözlerini ve ruhunu karartan bir örtüyle kaplandıını ve sonsuz rüyanın sisleri içinde
"kaybolduunu" vurgular. unları yazmıtır Zweig, Hölderlin'in yıllar sonra yeniden
"bulunmasına" dair:
"Ve günün birinde sessiz sedasız nasıl yataa düüp öldüüne gelince, bu ıssız
düü, Alman dünyasında bir hazan yapraının sallanarak yere dümesinden daha
çok ses çıkarmaz. Eski püskü elbiseleriyle zanaatkarlar onu mezarına taırlar, yazılı
yapraklarının binlercesi kaybolur ya da öylece saklanır ve onlarca yıl
kütüphanelerde tozlanır. Okunmadan, algılanmadan kalır bütün bir insanlık için,
bu son, kutsal kümenin bu en saf adamının destansı haberi. Topraın barındaki
bir Grek heykeli gibi gizli kalır Hölderlin'in düünsel imajı, unutmanın molozu
içinde, yıllarca, onlarca yıl.
Ama sevgi dolu çabanın nihayet Torso'yu
karanlıklardan kazıp çıkarmasıyla, yeni bir kuak bu mermerden olan figürünün
bozulmaz saflıını akınlık içinde algılar"(Zweig 1991).
Yaadıı dönemde deeri bilinmeyen hatta küçümsenen Hölderlin, yirminci
yüzyıl baında yeniden kefedilmi ve Stefan George, Rilke, Herman Hesse, Josef
Weinheber, Martin Heidegger tarafından yüceltilmitir. Heidegger, "Hölderlin ve
iirin Özü" yazısında, Hölderlin'den alıntıladıı be kılavuz cümlenin ııında
Hölderlin'in iirini incelemi ve ona "iirin özünü yazmak görevinin ozanlık
yazgısınca verilen ozanın ozanı" atıfında bulunmutur (Heidegger 1979) Biz de
Heidegger'in ve seçtii kılavuz sözlerin izleini sürerek, biraz ruh hekimi, biraz sanat
dostu ama en çok insan olarak, Hölderlin'in yaamı, yaratıcılıı ve "hastalıı" ile
harmanlanmı iirine bakmak istiyoruz:
"iir yazmak bütün uraların en masumudur"
Masumiyet sözcüü, çocukları çarıtırıyor. Oyun oynayan çocukları. "iir
yazma, gösterisiz oyun kılıında çıkar ortaya, kendi görüntüler dünyasını baımsız
kurar ve imgelenmiin ülkesinde kök salarak kalır" diyor Heidegger. Gerçekten de
sanatsal etkinliin ilk dıavurumlarını çocuklarda aramamız gerekmez mi? Freud'un
yazdıı gibi, oyun oynayan tüm çocuklar kendilerine özgü bir dünya yaratır. Sanatçı
da tıpkı oyun oynayan bir çocuk gibi davranır; o da kendine bir hayal dünyası
yaratarak, bu dünyayı ciddiye alır, yani zengin bir duygu hazinesiyle donatarak ,
gerçeklikten kesin sınırlarla ayırır onu (Soygür 1999).Hölderlin'in tüm ömrü yitik
cenneti saydıı çocukluunu özlemekle geçmitir. Çocukluk, salık ve mutluluk; iiri
ise çocukluun yumuaklıklarla dolu çocukluk yurduna duyduu hüzünlü özlemdir.
"Mülklerin en tehlikelisi dil bunun için verildi insana…
Kendisinin ne olduuna tanıklık edebilsin diye…”
Biyolojik, psikolojik ve sosyal bir olgu olan dil; insanların hissettiklerini ve
düündüklerini anlatmak için kullandıkları sözcükler sistemidir. Dil, konuma,
iletiim düünme/düünce ve biliim kavramları ile içiçedir. Biliim (cognition)
yukarıdaki sözcüklerin en kapsamlısıdır ve algılama, tanıma, dikkat, bellek, kavram
oluturma, problem çözme, yaratıcılık, inanç sistemi, imgeleme ve dil gibi bir çok
süreci içerir. Biliim; bilgi ileme, sembollerin zihinde kullanımı, problem çözme
yetisi ve bunların entegrasyonundan oluur (Westen 1996). Jaspers'in (1986) yazdıı
gibi, dil, ilkin, her zaman konumaktır. Dil'in aracı "anlam"dır. Dil, insanlara
karmaık ve çok güçlü bir sembolik iletiim aracı salamıtır. Düünce ve dil arasında
ayrılmaz bir ba vardır, bununla birlikte bu iliki bazı ön kabullenimleri içermektedir.
Maher (1972), dil-düünce ilikisini, verilen hazır bir metni daktilo eden sekreter
örnei üzerinden açıklar. Birinci konumda, verilen metin bozuk olduu için,
sekreterin dakilo ettiklerinin de bozuk olduu, ancak sekreterin hatasız bir biçimde
verilen metni aynıyla yansıttıı varsayılır. kinci konumda, özgün metin hatasız
olmasına karın, sekreter hatalı bir biçimde daktilo ettii için sonuç olarak ortaya
bozuk bir metin çıkmaktadır. Üçüncü konumda, özgün metin de, sekreterin yazımı da
hatalarla doludur. Biz ancak daktilo edilmi kopya metine ulaabildiimiz için, özgün
metni yani düünceyi gözleme olanaından yoksunuz (Maher 1974). Heraklit'in
yüzyıllar önce söyledii gibi, "Hangi yoldan gidersen git, zihnin sınırlarını
kefedemezsin, öylesine derin anlamı vardır onun" (Wellek ve Warren 1983)
iir dilin alanında varolur. Uraların en masumunun alanı dil, nasıl mülklerin
en tehlikelisi olabiliyor, bu ikisi nasıl badaıyor diye soruyor Heidegger. Ve
yanıtlıyor: "nsan, ne olduuna tanıklık etmesi gerekendir. Kendisinin yeryüzüne ait
olduuna tanıklık etmesi gereken. Bu aitlii oluturan, insanın mirasçı ve bütün
nesnelerin örencisi olmasıdır. Bütün bu nesnelerse çatıma durumundadır. Hölderlin,
nesneleri ayırıp birbirine karı getiren ve böylece onları aynı zamanda bir arada tutanı
içtenlik olarak adlandırıyor. Bu aitlie tanıklık etme, bir dünyanın yaratılması ve
yükselmesiyle ve yine bir dünyanın yıkılması ve batmasıyla olur. Dil tehlikelidir,
çünkü, hereyden önce tehlike olanaını yaratır. Tehlike varolanın, varoluu
tehtididir. Ama insan ancak dil yoluyladır ki, açık olana açılır ve ve bu açık olan,
varolan olarak, insanı varoluunda sıkıntıya sokar. Varolua yönelik tehdit ile
kargaanın (kargaa ile kastedilen kaos ise doru iz üzerindeyiz demektir) açık
koullarını yaratan ve böylece varoluun yitmesi olanaına, yani tehlikeye yol açan
dildir" (Heidegger 1979).
Dilin masumiyeti de tehlikesi de yukarıdaki
alıntıda saklı.
Bu noktada,
yaratıcılık sürecini aydınlatabilme çabalarına önemli katkılarda bulunan Arieti'ye
bavurmamız gerekiyor. Arieti'ye göre yaratıcılık insanın akınlatıı bir süreçtir ve
bu, insanın ikincil (sekonder) düünme süreci kalıplarının oluturduu engelleri
aarak özerklik ve özgürlük kazanabildii özgül bir süreçtir. Yaratcılık, ikincil süreç
dıı özelliklere bavurmakla birlikte ondan tamamen baımsız deildir. Bir amaç
taımalıdır. Arieti, Freud'un birincil (primer) ve ikincil düünce süreçlerine bir
yenisini üçüncül (tersiyer) düünce sürecini ekliyerek yaratıcılık ve ruhsal bozukluk
ilikisini tartımıtır. Birincil düünce süreci, dülerde, çocukların ve ilkel
toplulukların düünsel etkinliklerinde ve psikotik bozukluklarda egemen olan düünce
sürecidir. Aritei bu süreci aynı zamanda "paleolojik düünce" olarak da
adlandırmıtır. Birincil düünce sürecinde dı gerçeklikte olanla zihinde olan
birbirinden ayırdedilemez. Salıklı bir geliimde çocukluun ilk dönemlerindeki ilkel
ve gerçei deerlendiremeyen düünce süreci, olgunlama ve örenme ile ayrıarak
gelien bilinçli mantıksal düünceye yani ikincil düünce sürecine yerini bırakır.
Gerçei deerlendirme yetisinin bozulduu izofreni ve dier psikotik bozukluklarda
düünce sistemine birincil süreç egemen olur. Psikotik hasta tam anlamıyla karmaa
içinde olup, iç dünyasında dı gerçeklikten kopmanın telaıyla, yıkılan bir dünyayı
yeniden oluturabilmenin sıkıntısı içindedir. Yeni bir organizasyon ve yeni bir düzen
oluturabilmek için
özdeliklere/benzerliklere ihtiyacı vardır. kincil düünce
sürecinin egemen olduu bir insan için iki nesnenin özde olabilmesi, ancak bunların
tam olarak aynılııyla mümkündür. Oysa psikotik hastanın düünce sisteminde, ortak
özelliklerin varlıı, özdelik için yeterlidir (Arieti 1974, Arieti 1977, Doan 1996).
Öteden beri, karılatıkları dünyadan doyum salayamayan
ve bu dünyayı daha
güzel, daha rahat, daha güvenli ve daha doyum verici hale getirebilmek için bunu
yapıtlarında yansıtan yaratıcı kiiler ile izofreni hastalarının pek çok ortak bilisel
özellii paylatıkları öne sürülmütür. Her iki gruptaki kiilerin de dili ve sözcükleri
olaandıı yollarla kullandıkları ve gerçei alıılagelenin dıında algıladıkları
belirtilmitir. Ancak belirli bir noktada yaratıcı insanla izofreni hastası kesin bir
sınırla ayrılmaktadır. Yaratıcı insan, "ilkel" ve "sapkın" zihinsel süreçlerini
normal
olanlarla uyumlandırmayı baarabilir, sonuç bir yaratıcılık ürünü olarak ortaya çıkar.
izofreni hastasının sanrılarında görülen metamorfoz, iirsel yaratıcılıkta metafor
haline gelir. Nesne geçici olarak ortak bir hüküm veya ayırdedici nitelii yüzünden
baka bir nesneyle özdeletirilir. air metaforlarını üretirken tahmin edilemez
görüntüleri kullanır. Bunlar izofreni hastasının özdeimler cümbüünü hatırlatıyorsa
da aslında çok farklıdır. Yaratıcı kii, olaandıı düünce süreçlerini kontrol altında
tutar ve bunları bir ürün oluturmada ie yarar hale getirir (Mete 1996, Doan 1996).
Arieti'ye göre, yaratıcı süreç, ikincil düüncenin mantıklı kalıplarının oluturduu
engelleri aarak özerk ve özgür bir süreç haline gelirken, bu özgürlük/özerklii hiç bir
zaman savruk bir yayılma, kaotik bir varolu boyutuna taımaz. Yaratıcı eylem, bir
özlemi gidermek, yeni bir nesneyi, ilikiyi aratırmak ve yaamı, yaantıyı, varoluu
kefetmek iddiası ile elde edilemiyeni gerçekletirmek peindedir. Arieti'nin
yaratıcılıı açıklamak üzere önerdii üçüncül düünce süreci, birincil düünce süreci
düzenekleri ile ikincil düünce süreci düzeneklerinin uyuması ve bütünlemesinden
oluur (Arieti 1977, Doan 1977). S.Zweig'ın "her hakiki iir aslında eit olarak;
bilinçdıı ve bilinçli sanat anlayıından bir doku sunar, kah bir atkı, kah öbür atkı daha
youn dokunmutur" (Zweig 1991) sözleriyle tam bir uyum içindedir bu saptama.
Aslında bu saptama, iirin "tarihsel bir halkın ilkel dili" mi yoksa dilin en ilenmi
hali mi olduu sorularının ikisine de evet dememize olanak tanıyacak açıklamayı da
salamıyor mu?
"Biz bir söylei olalı
Ve birbirimizi iitebileli" (2)
Söylei, bir ey üstüne bakalarıyla konuma eylemidir. Bunun için
konuabilmek ve iitebilmek gereklidir. Peki biz "bir söylei olmayı" ne ölçüde
baarabiliyoruz?
Hölderlin
bunu
sorgulamıtır
anlıyabildiimizi ya da anlıyamadıımızı:
"Esir'in* sözlerini anlardım da
ite,
birbirimizi
ne
kadar
insanların sözlerini anlamazdım hiç". (11)
*esir: Almanca'da aethers.Yunancadan arapçaya geçmi bir sözcüktür. 1 -Atomlar
arasındaki boluu ve bütün evreni doldurduu varsayılan, aırlıı olmayan ısı ve
ııı ileten töz. 2-Hava. Türkçe sözlük, Türk Dil Kurumu, 1983, Ankara.
iir varlıın sözle kurulmasıdır. çinde kendimizi evimizde sandıımız o elle
tutulur ve amatacı gerçee karı, gerçek olmayanın ve dü'ün görünüünü çıkarır iir.
Bir tür sıınak olur. Böylece uzaklaır Hölderlin gerçek olandan. O "ara ülke"ye
doru yolculua çıkar. Bu "yolculuk" için unları yazmıtır S.Zweig:
"Hölderlin'in patolojisinde açıkca belirli bir çökü, ruh salıı iyi ruh
salıı kötü arasında keskin bir sınır yoktur. Hölderlin çok yava yava içten içe
yanıp biter, daymonik güç onun uyanık aklını bir orman yangını gibi aniden
sarmaz, boucu, kömür edici bir ate gibi eritir. Yalnızca bir bölüm, ite varlıının
airlie en balı yanı asbest gibi karı koyar: airlik sezgisi delilie üstün gelir,
melodi mantıa, ritm söze: böylece Hölderlin belki de, iirin akıldan daha uzun
ömürlü olduu ve yıkım halinde mutlak kusursuzun ortaya çıktıı tek klinik
vakadır- adeta çok ender olarak imek dümü ve köklerine kadar kömürlemi bir
aacın en yüksekte zarar görmemi bir dalindan uzun süre çiçek vermesi
gibi."(Zweig 1991).
Birincil, ikincil, üçüncül düünce süreçlerinin akıında Hölderlin, giderek
birincil sürece teslim olur. Yine Zweig'ın (1991) yazdıı gibi, "güçsüz adam gün
geçtikçe iirinin dümenini kaybetmektedir”. Artık içindeki o acımasız çatlak, dünya
ile kendisi arasındaki o acımasız bölünme" egemen olmutur ruh haline:
"O ama uzaktadır, burada yok artık
Delice gitti, çünkü pek fazla iyidir
Dehalar: tanrısal sohbet imdi onundur"
Eer Porzig'in (1985) söyledii gibi "dil mülkiyetinin tümü bellein bir
baarısı" ise, yalı "Scardanelli"nin çocuk/genç Hölderlin gibi yazmasına amamak
gerek.
IV: Son Söz:
Günümüz psikiyatrisi insanlar arasında; ister hasta olsunlar ister salıklı;
farklılıklardan çok benzerlikler olduu düüncesinden yola çıkmaktadır. Bugün
izofren olanla “normal” olan arasındaki ayrımı deil; ortak paydayı saptamak
önemlidir. izofren kiiler ve “izofren olmayanlar” arasında olumlu bir iliki ancak
böyle salanabilir. izofren bir insanı daha iyi anlamak kendimizi daha iyi
anlamamızı salar. Eer söz konusu bu izofren insan kendisini ifade etmek için
çeitli yolları; bunlar arasında sanatı; iiri kullanıyorsa ve bunu Hölderlin gibi
kusursuz ve etkisi yüzyıllar ötesine ulaacak ekilde yapıyorsa çok anslıyızdır: O
bize kendisini anlatır; biz onun yazdıklarında kendimizi buluruz. Zaman, mekan,
koullar ve dil farklılıkları engelleyemeden; hatta çok vurgulanan “normal” ve “hasta”
farkı araya giremeden insandan insana; insanlıın ortak, evrensel duygularını,
konularını, sorunlarını ileyen ve insanlıın ortak dilinde verilen bu mesaj hepimize
ulaır. Baka bir çadan, baka bir ülkeden gelir ve yüreimize dokunur. Bu evrensel
mesajı bize yollayanın izofren bir insan olması hepimize ümit veren bir güzellik olur:
insanların çalar boyu en çok dıladıkları; kendilerinden saymadıkları kardeleri;
“akıl hastalıı olan”lar; evrensel ve insani olanda “akıl hastalıı olmayan”larla benzer,
onlarla ortak, onlarla aynıdırlar. Hölderlin kukusuz Alman dilinin en büyük ve
deerli airlerinden biri; ve belki de en lirik olanıdır. Onun izofren olması bize
insanın ve duygularının evrenselliini farkettirir.
Bize bunları hissettirdii ve düündürdüü için belki de Hölderlin’i daha sık
okumalıyız.
Kaynaklar:
Arieti S (1974) Interpretation of schizophrenia. Basic Book Publishers, New York.
Arieti S (1977) From primary process to creavity. The journal of creative Behavior,
12(4):225-246.
Aytaç G (1983) Yeni Alman Edebiyatı Tarihi, Kültür ve Turizm Bakanlıı Yayınları,
Ankara.
Bader A, Navratil L: Zwischen Wahn und Wirklichkeit. Kunst-Psychose-Kreativitaet.
Luzern, Frankfurt, 1976
Beck A (1975) Hölderlin, Chronic seines Lebens, Frankfurt.
Bertaux P (1981) Friedrich Hölderlin, Frankfurt, 1981.
Doan Y (1996) Arieti ve Tersiyer düünce süreci: Yaratıcılık-psikopatoloji ilikisi,
yayımlanmamı seminer, Ankara üniveristesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı.
Heidegger M (1979) Hölderlin ve iirin özü, çeviri: A.turan oflazolu Kültür
bakanlıı Çeviri Dergisi, 1:1-13.
Hölderlin F (1997) seçme iirler, çeviri: A.turan oflazolu, zyayıncılık, stanbul
Hölderlin F (1987 ) Hyperion, Çeviri: Melahat Toygar, Adam yayınevi, stanbul.
Jaspers K (1986) felsefe nedir?, Çeviri: smet Zeki Eyübolu, Say yayınları, stanbul
Jaspers K ( 1949) Strinberg und van Gogh, arbeiten zur angewandten psychiatrie.
Maher B (1974) The language of schizophrenia: a review and interpretation. Br J
Psychiatry, 120:3-17.
Mete l (1996) izofreni ve düüncebozukluu, izofreni: yeni gelimelerege psikiyatri
sürekli, yayınları, 1(4): 499-506.
Navratil L (1994) Schizophrene Dichter. Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt,
Peters UH (1982) Hölderlin Wieder die These von vom edlen Simulanten Reinbek
Porzig W (1985) Dil denen mucize, çeviri: V.Ülkü, Kültür ve Turizm bakanlıı
yayınları, Ankara.
Soygür H (1999) Sanat ve "Delilik", Klinik Psikiyatri, 2:124-133.
Teber S (1997) Mealankoli, normal bir anomali, say yayınları, istanbul
Wellek R, Warren A (1983) Edebiyat biliminin temelleri, çeviri: A.Edip Uysal,
Kültür ve Turizm baknlıı yayınları, Ankara.
Westen D (1996) Thought and language, Psychology: mind, brain& cultur, John
Wiley&Sons,Inc, New York, 255-293.
Zweig S (1991) Dünya Fikir Mimarları, kendileri ile savaanlar: Kleist, Nietzsche,
Hölderlin, Çeviri: Gürsel Aytaç, Türkiye i Bankası Kültür yayınalrı, Ankara.

Benzer belgeler