hüdil - Hacettepe Üniversitesi

Transkript

hüdil - Hacettepe Üniversitesi
HÜDİL
Hacettepe Üniversitesi Dil Öğretimi Uygulama ve Araştırma Merkezi
Edebiyat Fakültesi D Kapısı 06530 Beytepe/Ankara
Tel: (312) 297 83 50 - 51
Belgeç: (312) 297 83 51
E-Posta: [email protected]
www.hudil.hacettepe.edu.tr
HÜDİL
At Başlı Keman
Sayfa: 4
Nazlı Eray ile Söyleşi
Sayfa: 6
Dil Suçları
Sayfa: 13
Irk Bitig
Sayfa: 16
Yaratıcı Yazarlarımız
Sayfa: 31
Bahar 2010
2
HÜDİL
Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Hacettepe Üniversitesi Dil Öğretimi
Uygulama ve Araştırma Merkezi Adına
Prof. Dr. Ülkü ÇELİK ŞAVK
Yayın Kurulu
Dr. Elif AYAN
Asuman BAYRAM
Dr. Hiclâl DEMİR
Faik Utkan DENİZER
Hafize ŞAHİN
Canan ÖKTEMGİL TURGUT
Dergi ve Kapak Tasarımı
Emre ALKAÇ
www.emrealkac.com
HÜDİL üç ayda bir yayımlanan
yerel süreli dergidir.
Basım Evi
ÖNCÜ BASIMEVİ
Kazım Karabekir Cad. 85/2
İskitler / ANKARA
Tel. 0312 384 31 20
Basım Tarihi
5 Mayıs 2010
Yazışma Adresi
Hacettepe Üniversitesi Dil Öğretimi
Uygulama ve Araştırma Merkezi (HÜDİL)
06800 Beytepe/ANKARA
Genel Ağ Sayfası
www.hudil.hacettepe.edu.tr
E-Posta
[email protected]
HÜDİL’de hareketli günler devam ediyor. Bir taraftan yapılanma çalışmalarını tamamlamaya çalışırken, diğer
taraftan heyecanla dergimizin 2. sayısını hazırladık. Bu sayıda
Merkez elemanlarının sizlerle birçok şeyi paylaşma arzularını
hissedeceksiniz; çünkü farklı amaçlarla ve farklı konularda
hazırlanmış yazılar, sizin her birinize ilginiz ve beklentiniz
doğrultusunda ulaşabilme isteğiyle biçimlendi.
Kısa zamanda öyle güzel çalışmalar gerçekleştirildi
ki, bunların bazılarına derginin sayfa sınırlaması nedeni ile
yer verilemedi. Ancak bu durum onların değerlendirilmediği
biçiminde anlaşılmamalı. Dergiye alamadığımız veya daha
kısa sürede sizlere ulaştırmak istediğimiz çalışmalarımız,
Merkezimizin genel ağ sayfasında yer almakta. Bunlara,
dilediğiniz zaman ulaşabilirsiniz.
HÜDİL dergisi üç ayda bir, www.hudil.hacettepe.edu.tr
sayfası her an hizmetinizde.
Ülkü Çelik Şavk
İçindekiler
Basında HÜDİL
Etkinlikler
6. Türkçe Konuşma Yarışması
Nazlı Eray ile Söyleşi
Haberler
Türkçenin Gücü’nün Ardından
Projelerimiz
Edebiyat Dünyamızdan
Dil Suçları
Türkçenin Tarihinden
Irk Bitig
Deyimler
Şarkılara Söz Veren Şiirler
Kıyafetnameler
2
3
4
6
8
10
13
16
18
19
23
Önerdiklerimiz
25
26
28
30
Dergide kullanılan görsellerin bir kısmı genel erişime açık web
sitelerinden alınmıştır, yaratıcılarına teşekkür ederiz. Diğer görsel ve içeriklerin izinsiz kullanımı yasaktır.
Dil Kâfirleri - Konuşturan Sözlük
DİL
Deneme
Dilde Kirliliğin Kaynakları
HÜDİL
Yabancılar İçin Türkçe
Öğrencilerimizden
1
Basında
HÜDİL
2
Orhon Vadisi Anıtlarını Yeniden Yorumlamak Temalı Taş Heykel Çalıştayı
(10-27 Mayıs 2010)
Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü ve Türk Dil Kurumu işbirliği ile 26-29 Mayıs
2010 tarihleri arasında düzenlenecek 3. Uluslararası Türkiyat Araştırmaları kapsamında 10-27 Mayıs 2010
tarihleri arasında Hacettepe Üniversitesi Beytepe Yerleşkesinde Orhon Vadisi Anıtlarını Yeniden Yorumlamak temalı bir Heykel Çalıştayı düzenlenecektir. Bu Çalıştay’da çeşitli Türk Cumhuriyetlerinden gelecek 8
heykeltıraş ile Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümünden katılacak 2 heykeltıraş
Orhon Vadisinde yer alan anıt, heykel, balbal vb. eserleri çağdaş bir yorumla yeniden oluşturacaklardır.
Ortaya çıkan yapıtlar Hacettepe Üniversitesi Beytepe Yerleşkesinde kalıcı olarak sergilenecektir.
Çalıştay ile ilgili tüm ayrıntılar www.orhondan21yuzyila.hacettepe.edu.tr ağ erişim adresinde yer
almaktadır.
At Başlı Keman
2009 yılının ilk aylarında Moğolistan’da kazı yapan bir Alman arkeoloji heyetinin at başlı bir keman
bulduğu duyuruldu. Söz konusu kemanın önemi, üzerinde eski Türk runik yazısı ile yazılmış kısa bir metin
bulunmasıdır. Orhon Türklerinden kalan bu müzik aleti
eski Türk kültür hayatı ile ilgili somut bir örnek olması
bakımından son derece önemlidir. Hacettepe Üniversitesi Türklük Araştırmaları Enstitüsünün 12 Mart 2009
tarihinde düzenlediği konferansa konuşmacı olarak
katılan Prof. Dr. Semih Tezcan, at başlı keman ile ilgili
haberi dinleyicilerle paylaşmıştır.*
Fotoğrafta görülen at başlı keman ise yeni bir Moğol
kemanıdır.
* Prof. Dr. Semih Tezcan, “8. yy’da Kuzey Afganistan’da Halaç
Prensesleri - Günümüzde Orta İran’da Halaçlar ve Dilleri”, 12
Mart 2009, Yer: Edebiyat Fakültesi Tiyatro ve Konferans Salonu.
4
TRT ile anlaşmaya varan Euronews
2010`un Ocak ayından itibaren Türkçe
yayına başlıyor. Euronews 121 ülkeden
izleniyor.
TRT ile anlaşmaya varan Euronews 2010’un Ocak ayından itibaren
Türkçe yayına başlıyor. Euronews
121 ülkeden izleniyor.
TÜRKÇE
yayına başlıyor!
sibinde tüm ülkelerde aynı görüntüler kullanılırken bölgelere göre
yayın dili değişiyor. TRT, Türkiye
sınırlarında Türkçe yayını üstlenirken Euronews bu yayınları uydu
Aralarında İngilizce, Fransızca, aracılığıyla tüm dünyaya ulaştıracak.
Almanca, İtalyanca, İspanyolca,
Portekizce, Rusça ve Arapçanın 2008’de 50 milyon Euro cirosu olan
bulunduğu 8 farklı dilde yayın yapan kanalın finansmanı yüzde 40 devlet
Euronews’e Türkçenin de eklenmesi yardımları, yüzde 60 reklam geliriçin Türkiye uzun süredir uğraş veri- leriyle sağlanıyor. Anlaşma sayeyordu.
sinde TRT, Euronews’in hissedarları
arasına katılıyor.
Türkiye’nin Avrupa açılımı yönünde
önemli bir sinyal olan Euronews-TRT anlaşmasının, müzakere sürecine de artı değer katması
bekleniyor. Euronews’in yayın pren-
121 ÜLKEDE İZLENİYOR
Euronews,
dünya
haberlerini
Avrupa perspektifinden yansıtarak
121 ülkede ortalama 190 milyon
kişiye ulaştırıyor. 1992`den bu
yana yayında olan kanalın merkezi
Lyon’da bulunuyor.
Kablolu TV ve internet üzerinden izlenebilecek Türkçe kanalda
haber, ekonomi, finans, kültür ve
özel bülten programlarına yer verilecek. Yurtdışında yaşayan gurbetçi
Türkler Euronews’i 2010’dan itibaren Türkçe takip edebilecek.
Kaynak: HaberX
TÜBA’DAN TÜRKÇEYE BÜYÜK HİZMET
Türkiye Bilimler Akademisi, uluslararası standartlarda
Türkçe üniversite ders kitapları yazılmasını ya da yabancı
bir dilde yazılmış ders kitaplarının en iyi örneklerinin
düzgün, anlaşılır ve güzel Türkçe kullanılarak dilimize
kazandırılmasını özendirmek amacıyla 2008 yılında
bir ödül programı başlatmıştır. “TÜBA Telif ve Çeviri
Eser Ödülleri”, üniversitelerde okutulan lisans düzeyinde Türkçe ders kitabı yazan ya da bu düzeydeki ders
kitaplarını Türkçeye çeviren yazarlara verilmektedir.
zamanda, uzun zamandır ihmal edilmiş olan bilim dilimizin Türkçeleşmesine de büyük katkıda bulunacaktır.
TÜBA yetkililerini bu çalışmalarından dolayı kutluyor
ve bir dilin anlatım olanaklarını artıran en büyük etkenin
edebiyat olduğu gerçeğinden yola çıkarak TÜBA’nın
dilimize ve eğitimimize yaptığı hizmetlerin devamı
niteliğinde olacağını düşündüğümüz “TÜBA Edebiyat
Ödülleri”nin de önümüzdeki yıllarda verilmesini umut
ediyoruz.
TÜBA, 2002 yılında başlattığı “Üniversite Ders
Kitapları Pogramı” çerçevesinde yabancı dillerde
yazılmış ve yurtdışındaki saygın üniversitelerde okutulan ders kitaplarının Türkçeye çevrilmesi ve böylece özellikle eğitimin Türkçe yapıldığı üniversitelerin
nitelikli ders kitabı ihtiyacının karşılanması amacıyla
“Yabancı Ders Kitaplarının Türkçeye Çevirisi Projesi”ni
hayata geçirmişti. Bu proje çerçevesinde önemli eserler
dilimize çevrilmişti.
2009 yılında Doğa, Mühendislik, Sağlık Bilimleri ve Sosyal Bilimler alanında “TÜBA Üniversite Ders Kitapları
Telif ve Çeviri Eser Ödülleri”ni kazananların listesine
http://www.tuba.gov.tr adresinden ulaşılabilr.
Hem bu proje hem de bu projeyi canlandıran “TÜBA Telif
ve Çeviri Eser Ödülleri” programı, sadece üniversitelerin nitelikli ders kitabı ihtiyacını karşılamayacak; aynı
Canan ÖKTEMGİL TURGUT
[email protected]
5
“BÜYÜLÜ GERÇEKÇİLİĞİN TÜLLERİ VE TILSIMI…”
Hacettepe Üniversitesi Hidrojeoloji Mühendisliği 1. sınıf öğrencisi Yasemin Taşçı, 30 Aralık
2009 tarihinde Türk öykücülüğünün önemli isimlerinden Nazlı Eray ile bir söyleşi yaptı. Yazarın
edebî yaşamı, eserleri ve Türkçe hakkındaki görüşlerinin yer aldığı bu söyleşiyi, tüm okurlarımızın
ilgisini çekeceğini düşünerek yayımlıyoruz.
1. İlk eserinizi yazarken özellikle örnek aldığınız bir 2. Eserlerinizi yazmadan önce nasıl araştırmalar
yazar veya etkilendiğiniz bir eser var mı?
yaparsınız?
İlk eserimi yazarken örnek aldığım bir yazar veya
etkilendiğim eser olduğunu sanmıyorum, çünkü beni
çok meşhur eden öyküm “Monte Kristo”yu 16 yaşında
yazdım. O zaman ortaokul öğrencisiydim; ama çok
okuyan, hayal gücü çok geniş bir öğrenciydim. Fransız
klasiklerini, Rus klasiklerini okuyordum; ama benim
hikâyem “Monte Kristo” bunların hiçbirine benzemiyordu. Başka yazarlardan ve eserlerden beslendiğimi
söyleyebilirim belki.
Eserlerimi yazmadan önce bazen çok derin araştırmalar
yaparım. Eğer yazdığım roman bir kişinin yaşam
öyküsüyle örtüşüyorsa, bir hayatsa… Mesela Stalin’in,
Eva Peron’un hayatını yazdım. Bunları yazarken okura
verdiğim gerçeklerin birebir doğru olması lazım. Onun
için yurtdışından bile kitaplar getirtip uzun süre onları
okudum. Âdeta çalışıyorum. Ondan sonra onların
hepsini bırakıyorum, unutuyorum ve kendi yazma
stilimde, bir roman şeklinde esere başlıyorum; fakat
tabiî eserde anlattıklarım birebir gerçeğe uygun ama
büyülü gerçekçiliğin tülleri ve tılsımı içinde.
NAZLI ERAY
3. Sizin de severek okuduğunuz yazarlar var mı?
Olmaz olur mu, pek çok var. Gabriel Garcie Marquez’i ve bütün Amerikalı oyun yazarlarını
severim. Sait Faik’i, Ahmet Hamdi Tanpınar’ı, Sevim Burak’ı da çok severim. Sevim
Burak çok tanınmıyor, 1982’de onu kaybettik. Belki Türkiye’nin yetiştirdiği en iyi oyun
yazarlarından biridir, fantastik gerçekçiliğin anasıdır, diyebiliriz. Şairleri de severim.
4. Türkçe Sözlük’ü kullanıyor musunuz?
Hiç kullanmam. Hayatımda hiç Türkçe Sözlük’üm olmadı. Romanı yazarken kelimeler zaten yuvarlanır, benim içimden kâğıda akar. Eğer
durup da Türkçe Sözlük kullanacak yavaşlıkta yazarsam zaten ben o
hızı yakalayamam.
5. Eserlerinizde dili kullanırken nelere dikkat ediyorsunuz?
Dilin çok arı, pürüzsüz, temiz, çok anlaşılır olmasına dikkat ederim. Yani bir çocuk da yetişkin de benim kitabımı aldığı zaman okuyabilmeli, belirli bir kültürdeki insan da onu okuyabilmeli. Onu çevirmek isteyecek olan bir Amerikalı veya Fransız da onu anlayabilmeli.
Bunlara çok dikkat ederim. Aslında bu benim kullandığım her zamanki
dildir. Konuşma diline çok yakındır. Yani artık 35 kitapta alışageldik
bir durumdur bu. Dilin iyi olması çok önemlidir. Kötü bir dil, kötü bir
anlatım, bütün romanı bozabilir. Dildeki bir pürüz, çok şık bir bayanın
tırnak ojesinin bozuk olması gibi hemen göze çarpar. O romanın bütün
havasını, bütün profesyonelliğini küçücük bir kıymık bile bozabilir.
6
Söyleşi
6. Hangi eserinizin sinemaya ya da tiyatroya uyarlanmasını
isterdiniz? Siz hangi karakteri bu filmde ya da tiyatroda
canlandırmak isterdiniz?
Aşk Artık Burada Oturmuyor adlı romanımın uyarlanmasını
isterdim ki nitekim uyarlandı. Londra’da genç bir sinema
öğrencisi Covent Garden’da uyarlamış. O yıllarda o bana
ulaştı. Bir de TRT için dizi yapılmıştı. O da enteresandı,
fakat yeniden çevrilmesini isterim. Aşk Artık Burada
Oturmuyor ve İmparator Çay Bahçesi olabilir. Görselliğe
çok yatkın romanlarım var, ayıramıyorum; hepsi olabilir.
Arzu Sapağında İnecek Var ve Aşk Artık Burada Oturmuyor romanlarımdaki anlatıcı kızı da oynamak
isterdim.
7. Gençlerin edebiyata ilgisi nasıl sizce?
Gençlerin edebiyata ilgisi hiç de fena değil. Bu, okuluna ve öğretmenine göre değişiyor. Okullara imza gününe
gittiğimden biliyorum. Eğer bir öğretmen ilgileniyorsa ve gençlere doğru yolu gösteriyorsa gençler mutlaka
okuyorlar. Ama gençleri okumaktan alıkoyan pek çok renkli şey var dünyamızda. Onun için de onları yönlendirmek gerekiyor.
8. Yabancı dillerden Türkçeye giren sözcüklere nasıl bakıyorsunuz?
Yabancı dillerden Türkçeye giren sözcükleri hiç kullanmamaya özen gösteririm. Bazen sokakta veya bir kasabada, şehirde dolaşırken “Hello Pastanesi”, “Bonjour Kırtasiye” gibi isimler görünce canım sıkılır. Niye onlar
Türkçe değil diye. Olmaması gerekir.
9. Yeni çocuk kitaplarınız da
çıktı. Bunlar hangileri? Ne zaman yazdınız?
Evet, son bir yıl içinde yazdım
bu çocuk kitaplarını. Sana isimlerini de söyleyeyim. Gece Çiçeği
İstanbul, Freş Apartmanının
Esrarı, Naz ve Köşkteki Vampir,
Naz ve Büyülü Bahçe. Bir tane
daha çıkacak, yani beş tane çocuk
ve gençlik kitabım olmuş olacak.
Bu hayatımın en güzel serüveni.
Sanki içimde bir vana buldum, o
vanayı açtım ve dışarı böyle bir
şey fışkırdı. Bu kitaplar benim
çocukluğum, mutluluğum, çok
çocukluğu ve ilk gençliği yeniden
sevdiğim yıllar…
yaşamak olayı oluyor ki bu çok
Bu çocuk ve gençlik kitaplarını zevkli.
yayımlanan haftalık bir televizyon
programında ben de yer alıyorum.
Şimdilik gayet iyi gidiyor.
İzleyicilerden çok olumlu tepkiler
alıyoruz ve biz on kadın aramızda
dost olduk, öyle bir dayanışma da
var. On değişik meslekten on kadın
bir konuyu tartışıyoruz.
yazarken o yıllara dönüyorum. Çocuk kitabında da erişkin 10. Televizyon programınız nasıl
kitabında da benim için aynı, ya- gidiyor?
zarken
yaşıyorum.
Bu
da
On Kadın isimli NTV’de her cuma
7
TÜRKÇENİN GÜCÜ’NÜN ARDINDAN
Dr. Hiclâl DEMİR
[email protected]
Hacettepe Üniversitesi Dil Öğretimi Uygulama ve Araştırma
Merkezinin (HÜDİL) ilk etkinliği, Hacettepe Üniversitesi
Türkçe Topluluğunun da katkılarıyla 3 Aralık 2009 Perşembe
günü Mehmet Akif Ersoy Salonunda gerçekleştirildi. İki oturumdan oluşan forumun açış konuşmalarını HÜDİL Müdürü
Prof. Dr. Ülkü Çelik Şavk, Türk Dil Kurumu Başkanı Prof.
Dr. Şükrü Halûk Akalın ve Hacettepe Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Uğur Erdener yaptılar. Prof. Dr. Ülkü Çelik Şavk
konuşmasında HÜDİL’i tanıtarak Merkezin iki temel amacı
olduğunu belirtti: Ana dili Türkçe olan öğrencilere Türkçeyi
etkin kullanma becerisi kazandırmak ve üniversitedeki
yabancı öğrencilere Türkçeyi öğretmek. Bu temel amaçların
yanında Merkezin, projeler üretmek, dergi yayımlamak, verilen dersler için kitap hazırlamak gibi çalışmaları olduğunu
da ifade etti. Daha sonra kürsüye gelen Türk Dil Kurumu
Başkanı Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın, tarihin derinliklerine kadar inen Türkçenin bugün 35 ülkede, 220 milyon
konuşuruyla sınır aşan bir dil olduğunu söyledi. Eklemeli
bir dil olmasının Türkçenin en önemli güç kaynağı olduğuna
değinen Akalın, Türkçenin dünya dillerine katkıda bulunmuş
ender dillerden olduğunu da sözlerine ekledi. Hacettepe
Üniversitesi Rektörü Uğur Erdener ise gençlerin, özellikle
akademik yolda ilerleyenlerin en az bir yabancı dil bildiğini
ancak Türkçeyi etkin bir şekilde kullanamadıklarını, bu
nedenle Merkezin Hacettepe Üniversite için çok önemli
olduğunu belirtti.
Forumun I. oturumunun konuşmacıları Prof. Dr. Zeynep
Korkmaz, Prof. Dr. Aydın Köksal ve Prof. Dr. Alemdar
Yalçın’dı. İlk konuşmacı olan Prof. Dr. Zeynep Korkmaz,
“Türkçe Nasıl Bir Dildir?” başlıklı konuşmasında, böyle
bir soruyu yanıtlayabilmek için üç temel noktaya bakmak
gerektiğini söyledi: Türk dilinin yayılma alanları, derinliği
ve sistem yapısı. Türkçenin 5 kıtaya yayılarak 20’den fazla
lehçe ve yazı dili oluşturduğunu söyleyen Korkmaz, Türk
dilinin derinliğinin MÖ 3000 yılına kadar götürülebildiğini
vurguladı. Daha sonra Türkçenin ses yapısı, vurgu ve tonlama, şekil bilgisi, türetme ve anlam özelliklerini örneklerle
açıkladı.
Sabah oturumunun ikinci konuşmacısı Prof. Dr. Aydın
Köksal, “Bilim Dili Olarak Türkçenin Gücü” başlıklı
konuşmasında, Türkçenin yetkin bir bilim dili olduğunu
ve
Türkçedeki
kelimelerin
matematiksel
olarak
çözümlenebildiğini belirtti. 45 yıllık meslek yaşamının
bilişim terimlerinin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılmasıyla
geçtiğini, türettiği “veri, iletişim, donanım, yazılım” gibi
2500 sözcüğün hepsinin benimsendiğini söyleyen Köksal,
Türkçenin ne denli yetkin bir bilim dili olduğunu yaşayarak
gördüğünü ifade etti. Bugün, dünyanın önde gelen bilişim
sistemleri üretme teknolojilerinden birine sahip olduğumuzu
belirten Köksal, “Eğer Türkçeye yaslanmasaydık ve ana dilimiz bu kadar güçlü olmasaydı başarılı olamazdık.” dedi.
Bilim dili olarak Türkçenin yükseleceğini sözlerine ekleyen
Köksal, “Böyle saydam bir dili olan ulusun Türkçeyi uygarlık
8
yolunda bilim dili olarak kullanmayacağını düşünmek mümkün değildir.” sözleriyle konuşmasını tamamladı.
Sabah oturumunun son konuşmacısı olan Prof. Dr. Alemdar
Yalçın’ın konuşma başlığı “Türkülerde ve Pop Müzik Sözlerinde Türkçenin Kullanımı” idi. Türküler ile pop müziğin
yapısı arasındaki benzerlik ve farklılıklardan yola çıkıp
Türkçenin gücünün hangisinde daha belirgin olduğunu
örneklerle açıkladı. İlk olarak türkülerden örnekler veren
Yalçın, türkülerin ortak özellikleri olan yoğunlaştırma,
bağdaşıklık, tutarlık, eksilti, bütünsellik ve anlamca derinliğin,
türkülerde verilen mesajın beyinde olumlu etki yaratmasını
sağladığını söyledi. Daha sonra pop müzikten bazı örnekler
vererek bu eserlerde anlamca tutarlık, dörtlükler arasında
bağlantı ve zıtlıkta tutarlık olmadığını belirtti. Bu pop müzik
parçalarının, dil bilincinin ve müzik zevkinin hızla geliştiği
12-18 yaş arası gençler tarafından dinlendiğini ve bilimsel
olarak bakıldığında müziğin, beynin sağ alt yarısına, sözün
ise sol ön yarısına yerleştiğini belirten Yalçın, bu şarkıların
dili beynin sol yarısında bulunan mantık, ilgi, tutarlık ve
bağdaşıklığın oluşmasını engellediğini söyledi. Sonuçta, bir
beyin rahatsızlığı olan afazinin, toplumsal afazik bir duruma dönüştüğünü, bu nedenle türkülerle nitelikli popun gündemde tutulması gerektiğini vurguladı.
Forumun II. oturumuna konuşmacı olarak Prof. Dr. Erendiz
Atasü, Prof. Dr. Perihan Çağlar, Dr. Mustafa Şerif Onaran
ve Şener Mete katıldılar. Bu oturumun ilk konuşmacısı Prof.
Dr. Erendiz Atasü “Türkçenin Saklı Olanakları” başlıklı
konuşmasında, Türkçenin macerasının hem ilginç hem de
hazin olduğunu söyledi. Saltanat yıllarında Karamanoğlu
Mehmet Bey dışında Türkçeye sahip çıkan olmadığını belirten Atasü, buna rağmen Türkçenin saz şairleri sayesinde bu
topraklara kök saldığını vurguladı. Türkçenin iki gücü
olduğunu belirten Atasü’ye göre bu güçlerden ilki, onun
şiirsel olması, benzetme kurmaya uygun olması, diğeri
ise sözcük sırası değiştirilerek cümlede anlam farkı
yaratılabilmesidir. Atasü, bir dili edebiyatın yaşatacağını ancak bilim ve felsefenin geliştireceğini söyledi. Yabancı dilde
eğitime de değinerek kişinin kendi dilinde cümle kurmaktan vazgeçince kendi dilinde düşünmekten de vazgeçeceğini
vurguladı. Dilin yanlış ve eksik kullanılmasının, insan
yaşamını birebir etkileyeceğini
belirten Atasü, gençlerden televizyon
ve radyolardaki bozuk konuşmaları
dinlememelerini istedi.
Öğleden sonraki oturumun ikinci
konuşmacısı Prof. Dr. Perihan Çağlar,
“Türkçe
Makalelerde
Türkçenin
Gücü” başlıklı konuşmasında, ülkemizde yayımlanan bilimsel makaleler,
bu makalelerin dil özellikleri, Türkçe
yayınlara ilginin arttırılması ve çözüm
önerileri üzerinde durdu. Ülkemizde
ULAKBİM’in desteğiyle uluslararası
kabul gören süreli yayın grubuna giren
72 yayın olduğunu, bunların sadece
26’sının dilinin Türkçe, diğerlerinin
İngilizce olduğunu belirten Çağlar,
bu durumun dilimize güvensizliğin
bir göstergesi olduğunu söyledi.
Fen bilimleri, sosyal bilimler ve tıp
alanlarında
yazılmış
makalelere
bakıldığında en iç karartıcı durumun tıp makalelerinde olduğunu
vurgulayan Çağlar, makalelerin özet
kısımlarında bile çok sayıda yabancı
terim olduğunu, bunların bir kısmının
Türkçe karşılığı olduğu halde (materyal-gereç, metot-yöntem gibi)
yabancılarının tercih edildiğini belirtti. Yabancı dilde eğitim ve yayın
dili olarak Türkçeyi kullanmamanın;
zayıflayan ulus bilinci, toplumun kendine ve diline güveninin azalması,
Türkçenin zayıflaması ve önemini
yitirmesi, zor anlaşılan yayınlar gibi
toplumsal sakıncalara yol açabileceğini
belirten Çağlar, çözüm önerileri üzerinde de durdu. Bu önerilerden bazıları
şunlardı: Kullanılan Türkçe terimlerin
yaygınlaşması için farklı bilimlere
ait terim sözlükleri hazırlanmalı ve
bunlara kolaylıkla ulaşılmalı; bilim
dalları arasında eş güdüm sağlanmalı,
aynı terim farklı bilim dallarında
farklı kavramla karşılanmamalı; bilgisayarlarda kullanılan yazım denetimi
sözlükleri dikkatli hazırlanmalı ve
bunların TDK Yazım Kılavuzu’na
uygunluğu denetlenmeli.
Oturumun üçüncü konuşmacısı Dr.
Mustafa Şerif Onaran “Türkçenin
Gücünü Şiirde Sınamak” başlıklı
konuşmasında, Yunus Emre, Nazım
Hikmet, Cahit Külebi ve özellikle
Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Türkçe
duyarlılıklarına değinerek şiirlerinde
Türkçenin
gücünün
yarattığı
etkiyi vurguladı. 13. yy’da Yunus
Emre’nin dili işlenebilseydi Türkçenin
gelişmesinin daha kolay olacağını belirten Onaran, eski sözcüklerin anı
yükünden, çağrışım gücünden yararlanarak şiirinin etkili olacağına inanan
şairlerin olduğunu söyledi ve Fazıl
Hüsnü’nün “Ozan sözcüklerle görür.”
sözünü hatırlattı. Hiçbir dilin gökten
inmediğini, dili oluşturanın insanın
yaratıcı gücü olduğunu söyleyen
Onaran, sözlüklerde yer alan yeni
bir sözcüğün çıplak sayıldığını; onu
şiirde, öyküde, romanda kullanarak
anlam kazandırmanın edebiyatçının
işi olduğunu vurguladı. Dr. Mustafa
Şerif Onaran, Fazıl Hüsnü’nün kendi
şiir dili hakkında söylediği şu sözleri
de hatırlattı: “Eskiden yayımlanmış
yapıtlarımda bile olabildiğince sözcük
değiştirmesi yapıyorsam, 1959’dan,
‘Türkçe Katında Yaşamak’ şiirinden
beri yalnızca Türkçe sözcüklerle
yazıyorsam, Türkçenin suç bağışlamaz
egemenliğindendir. Biz ayrımına
varmasak bile Türkçedir egemen olan.”
Nice genç ozanın eski sözcüklere
sığındığı
dönemde
Dağlarca’nın
Türkçenin gücüne inanan öncü bir
şair olduğunu belirten Onaran, onun
uslanmaz bir sabırla 50 yıl Türkçenin
gücünü şiirde sınamayı sürdürdüğünü
ve çağdaş Türk şiirinde yeni bir şiir
dili oluşmuşsa bunda Dağlarca’nın
etkisinin unutulmaması gerektiğini
vurguladı. Türkçenin gücünü edebiyatta, özellikle şiirde sınamak gerektiğini
belirten Onaran, yeryüzünün en eski
dillerinden olan Türkçenin o zaman
ölümsüz bir güç kazanacağını belirterek konuşmasını tamamladı.
II. oturumun son konuşmacısı
Şener Mete’nin konuşma başlığı
“Türkçenin Sesleri” idi. Sunuculuk
ve spikerliğin uzun süreli bir eğitim
ve yılların tecrübesiyle elde edilen
bir söz sanatçılığı olduğunu belirten
Mete, bunun için düzgün bir diksiyona sahip olmak gerektiğini vurguladı.
Güzel konuşmanın temelinin sesleri bilmekten geçtiğini, Türkçenin
genellikle -her zaman değil- yazıldığı
gibi okunduğunu belirtti. Daha sonra, Türkçedeki sesleri örneklerle
açıklayan Mete, bazı konularda önemli
açıklamalar yaptı. Örneğin “ğ”nin
okunmayacağına dair kimsenin kesin
görüşler ileri sürmemesi gerektiğini,
bazı kelimelerde “ğ”nin çıktığını belirtti. Bu sesin “ağ”, “yağ”, “sağ” gibi
tek heceli kelimelerde ve çok heceli
kelimelerin sonlarında “debbağ” gibi
usulüne uygun bir şekilde söylenmesi
gerektiğini vurguladı. Yine, yıllar önce
öğretilen açık ve kapalı “e” dışında
Türkçede 5 ayrı “e” sesi olduğunu
söyleyen Mete, “doğal e”, “açığa
yatkın e”, “kapalıya yatkın e” seslerinin de dilimizde var olduğunu belirtti. Tüm bu özelliklerin, dilimiz kadar
seslerimizin de yaşadığının göstergesi olduğun vurguladı. Şener Mete
konuşmasının sonunda, Türkçenin
grameri konusunda önemli çalışmalar
yapan bilim adamları ve üniversitelerin dilimizin ses ve konuşmaya yönelik
kapısını yani diksiyonu da aralamaları
gerektiğini, çünkü Türkçenin seslerinin çok yavaş da olsa kaybolmaya
yüz tuttuğunu belirtti.
Forumun sonunda değerlendirme
konuşması yapacak olan Prof. Dr.
Doğan Aksan geçirdiği ameliyat
nedeniyle bu etkinliğe katılamadı.
Forum, dinleyicilerin katkıları, soruları
ve bunlara verilen yanıtların ardından
Hacettepe Üniversitesi Dil Öğretimi
Uygulama ve Araştırma Merkezi
(HÜDİL) Müdürü Prof. Dr. Ülkü Çelik
Şavk tarafından konuşmacılara katılım
belgesi verilmesiyle sona erdi.
9
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ HASTANESİ PROJESİ
Hüzün, sevinç, acı, neşe, üzüntü, mutluluk, istek- jemizin başarılı olmaya başladığını keşfetmiştik.
sizlik, cesaret, kaybolan çocukluk, yeşeren yep- yeni duygular... Bir çocuğun yüzüne baktığınızda bu 20 Ocak Çarşamba günü Fen Bilgisi Öğretmenliği 2.
duygulardan kaç tanesini görebilirsiniz? Birkaç tanesi şubeden Gizem Yavuz, Ece Karatez, Özlem Karagöz
mi? Peki ya hepsi varsa…
ve Kumru Keskinsoy arkadaşlarımız çocukları
ziyaret ettiler. Hastanede herhangi bir sorunla
Bir yıl önce gönüllü sınıf projesi olarak karşılaşmadıklarını ve bazı çocukların çok neşeli
oluşturduğumuz projemizi bu yıl daha geniş kapsam- olduğunu söylediler.
da devam ettiriyoruz. Farklı bölümlerden farklı gruplarla her hafta hastanedeki çocukları ziyarete 27 Ocak 2010 tarihinde Fen Bilgisi Öğretmenliği 1.
gidiyoruz. Bu projeye ilk başladığımızda amacımız şubeden Gülsüm Güler, Elif Sida Çarboğa, Fazilet
çocuklara ve ailelerine destek olmak, onlarla iyi Baysal ve Yeşim Bayram arkadaşlarımızla birlikte hasvakit geçirmek ve onların hayatına renk getirecek taneye gittik. Hastanede Başhemşire Deniz Hanım’la
değişik aktiviteler yapmaktı. Fakat asıl “değişim”in konuştuk ve bize her şeyin yolunda olduğunu söyledi.
bizlerden başlayacağını bilmiyorduk. Hastaneye ilk ziyaretimizde hepimiz çok etkilenmiştik.
Çocukların hareketleri, bakışları, sağlık durumları
hepimizi çok şaşırtmıştı. Adı üstünde “çocuk”
diyorduk biz. Fakat onlar bir çocuktan farklı
olarak bazı gerçeklerle çok erken tanışmışlardı.
Gözlerindeki ışıltıyı, yüreklerindeki heyecanı alıp
götürecek gerçekler… İşte, biz bu durumu fark
ettiğimizde öncelikle kendimizi toparlamaya sonra da
onları yüreklendirmek ve neşelendirmek için yeni bir
şeyler yapmaya karar verdik.
30 Aralık 2009 tarihinde ben, Sevtap Yılmaz, Gülden Çanakcı ve Esra Kır arkadaşımız çocukların
yeni yıllarını kutlamak amacıyla hastaneye gittik, Artık projemizin hedefine ulaştığından emindik.
onlara kendi ürettiğimiz hediyeleri götürdük. Bir Hastaneye periyodik ziyaretlerimizden çocuklar da
çocuğa hediye verildiğinde o çocuk heyecanla pake- hoşlanmaya başlamışlardı. Arkadaşlarımız da hastini açar, içindekini merak eder. Ama bu çocuklarda taneden memnun ayrıldılar.
o heyecan ne yazık ki yoktu. Kimisi hediyesini açmak için yardım istedi, kimisi ise hiç açmadı… On- 3 Şubat 2010 tarihinde Okul Öncesi Öğretmenliği
lardan çok aileleri seviniyordu ziyaretimize. Bu du- Bölümünden Büşra Elmas, Şerife Mak ve Pakize
rum bizi biraz üzmüştü fakat onlara moral vermeyi Akkaya arkadaşlarımız çocukları ziyarete gittiler. Bu
bırakmayacaktık...
haftayı “kitap haftası” olarak belirlemiştik ve okul
çağındaki tüm çocuklara hikâye kitapları hediye ettik.
6 Ocak 2010 tarihinde Okul Öncesi Öğretmenliği Yaşları daha küçük olanlar için de ufak hediyelerimiz
Bölümünden Merve Güni, Rukiye Çetin, Gülsüm vardı.
Ayaz ve Esra Aydın arkadaşlarımız hastaneye gittiler. Çocuklarla vakit geçirip fotoğraf çektirdiler. Bizler onlar için elimizden geleni yapıyoruz. Küçük
Hasta sayısının bir önceki haftaya oranla arttığını ve yaştaki o çocukların yüzündeki hüznü bir parça sileçocukların hediyelere sevindiklerini söylediler.
bilmek, biz yetişkinlerin görevi olmalıdır. Biz bu
amaç için her yeni fikre açık olacağız. Bizlere yardım
15 Ocak 2010 tarihinde Fransız Dili Öğretmenliği etmek isteyen herkesi aramızda görmek istiyoruz. O
Bölümünden İsmail Ünlü, İfakat Şahin, Gözde çocukların yükünü azaltmak, sıkıntılarını paylaşmak
Yıldırım ve Emine Sürücü arkadaşlarımız hasta- ve belki de sadece yaşlarının verdiği duyguları
neye ziyarete gittiler. Çocukların durumlarından et- yaşamalarını sağlamak için bir araya gelmeliyiz, ne
kilendiklerini söylediler fakat herhangi bir sorun dersiniz?
çıkmadığını ve çocukların hediyelere sevindiklerini
Ezgi BAŞÇOBAN
söylediler. Hastaneye bu 3. ziyaret haftamızda pro10
Onkoloji Projesi Sorumlusu
Fransız Dili Öğretmenliği
II. Sınıf Öğrencisi
Dr. Yasemin Dinç KURT
[email protected]
Türk Dili Dersleri Birimi tarafından verilen derslerde yapılan öğrenci etkinlikleri ve projelerinden:
ÖĞRENCİ ETKİNLİKLERİNDEN
1. Ankara Gezileri
Eğitim Fakültesinin OKL, FBÖ, İMÖ, ADÖ, FDÖ
bölümlerinde okuyan öğrencilerimiz daha önce
Anıtkabir, Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Kurtuluş
Savaşı Müzesi, Cumhuriyet Müzesini ziyaret etmişler
ve bu gezilerindeki duygularını yazıya dökmüşlerdi. Bu
dönem de Etnografya Müzesi, Resim Heykel Müzesi,
Ankara Kalesi ve civarı, Ankara Rahmi Koç Müzesi
– Çengelhan, Mehmet Akif Ersoy Müzesi, Tren Garı
Direksiyon Binası Atatürk Müzesi, Ankara Vakıf Eserleri Müzesi, Gazi Üniversitesi Somut Olmayan Kültürel Miras Müzesi öğrencilerimizin büyük bir zevkle
ziyaret ettikleri yerler arasında idi. Her hafta düzenli
olarak gerçekleştirilen bu geziler, öğrencilerimizin
kültürel mirasımızla ilgili duygularını ifade etmelerinin yanı sıra farklı bakış açıları kazanmalarında da
bir hayli etkili oldu.
3.
Öğrenci Yazıları
Öğrencilerimize “Yazılı Anlatım” derslerinde gezdikleri
yerlerle ilgili duygularını ve düşüncelerini paylaşmak
üzere yazılar yazdırılmıştır. Bazı öğrencilerimiz “Foto
Gezgin Gezi Yazısı Yarışması”na katılmışlardır.
4.
Fotoğraf Çalışması
Daha önce Türkçeye karşı duyarlılıklarını fotoğraflarla
belgeleyen öğrencilerimizin bu dönemki fotoğraf çekme çalışmaları Türkiye’nin değişik yerlerindeki “Doğal
Güzelliklerimiz” ve “Somut Olmayan Kültürel Miras”
üzerine. Her öğrencimiz bu konuda künyesiyle birlikte
en az beş fotoğraf hazırlamakta. Bu konularda yeni
ve sağlıklı bakış açıları geliştirebilmeleri, ülkemizin
zenginliklerinin farkına vararak paylaşabilmeleri için
bu çalışmayı büyük bir zevkle sürdürmektedirler.
2. Konser, Tiyatro, Sinema, Sergi, Fuar
Birimimizde her hafta ders dışında bir kültürel etkinlik
planı uygulanmaktadır. Öğrencilerimiz, ilk olarak HÜ
Senfoni Orkestrası konserine gitmiş, ardından Sunay
Akın söyleşisine katılmışlardır. Bu dönem içerisinde
Türk Sanat Müziği, Türk Halk Müziği konserlerine,
Türk Dünyası Topluluğu müzik dinletilerine, halk
oyunları gösterilerine gidilecektir. Her sınıfın bir tiyatro ve sinema sorumlusu vardır. Bu etkinliği zaman
zaman kendi aralarında gerçekleştiren öğrencilerimizle
birlikte bir tiyatro ve bir sinemaya gidilecektir. Daha
önce de olduğu gibi çeşitli sergiler görülmeye devam
edilecektir. Zaman zaman ülkemizden ve dünyadan
farklı ürünlerin, şehirlerin tanıtıldığı fuarlar ve bunların
yanı sıra kitap fuarı ziyaret edilecektir.
5.
Gazete ve Dergi Tarama
Derslerimizde Türkçe ile ilgili konular, kitaplar,
yayınlar üzerine gazete ve dergilerde çıkan haberler de
sınıfa getirilerek zaman yettiği ölçüde öğrencilerimizle
paylaşılmaktadır. Böylece güncel haberlerden,
yayınlardan ve etkinliklerden haberdar olma fırsatı
sunulmaktadır.
11
ÖĞRENCİ PROJELERİNDEN
1. Öğrencilerimiz, bu kez Onkoloji Hastanesindeki ve
köy okullarındaki çocuklar için çeşitli malzemeler ürettiler. Ürettiklerini kendi aralarında sergilediler. Üretme
konusunda farklı düşünen bir grup arkadaşımız hastanedeki çocuklar için “Umut” adını verdikleri bir kuş aldılar.
Hasta çocukların her geçen gün umutla bakacaklarını
düşündükleri “Umut” ne yazık ki hastaneye gidip çocuklara umut olamadı; ancak öğrencilerimizin bakış açıları
bizim için kayda değer bir umuttu. Öğrencilerimiz üretimin ve üretilenleri paylaşmanın önemini ve bu yolla da
iletişimin gücünü kavradılar.
2. Üniversitemiz Onkoloji Hastanesinde tedavi görmekte olan çocuklarla ilgili proje, Üniversitemiz Onkoloji Hastanesi Başhekimliğine yazdığımız yazının
cevabının gelmesi üzerine resmi bir nitelik kazanmış
ve bu doğrultuda devam ettirilmiştir. Bu etkinlik çerçevesinde [email protected] adresi
ile birleşen, haberleşen gönüllülerimiz; ara tatil dönemi de dahil olmak üzere bu projeyi yürüttüler ve haftalık
çalışmalarını raporlarıyla bildirdiler. Her geçen gün ilginin ve duyarlılığın arttığı projemizi destekleyen Onkoloji Hastanesi Başhekimliği başta olmak üzere, HÜDİL
Müdürlüğüne, Ezgi Başçoban’a, varlığıyla ve yüreğiyle
bize destek olan sevgili öğrencilerimize teşekkür ederiz.
3. On yılı aşkın bir süredir öğrencilerimiz okudukları
kitapları somut malzemelerle de tamamlayarak
arkadaşlarıyla paylaşmaktadırlar. Bu çalışma çok farklı
bakış açılarıyla birlikte yeni dikkatleri de beraberinde
getirmiş, aynı zamanda öğrencilerimizin zihinlerden
silinmeyen çalışmalar yapılmıştır. “Somuta baktığımız
zaman hangi kitap olduğunu anlamalıyız.” cümlesi ilk
yıllarda bazı yazarların da çok hoşuna gitmişti. Hatta
birçok öğrencimiz bizzat yazarlara ulaşmak için uğraştı
ve başardı. Resim, heykel, seramik, grafik, maket, el
işleri ve yine öğrencilerimizin üretkenliği ile çeşitli
şekillerde somut malzemeler ortaya konuldu. Derslerde
hem araştırma hem de üretme eşliğinde öğrenmenin
nasıl zevk hâline geldiğinin farkına varan örencilerimiz,
mezun olurken dahi hâlâ bu projelerinden söz etmektedirler. Kendine güven, özveri, araştırma, bilgiye ulaşma,
tasnif, değerlendirme ve sonunda -çoğu kez- başarı,
öğrencilerimizin üniversite öğrencisi olduğunu ilk
kez bu derslerde hissettiklerini ifade etmelerine neden
olmaktadır.
12
DİL
SUÇLARI
Peyami Safa
sonunda soru işareti kullanmak yasaktır. Hilâfına
hareket...
Ah şu Türkçemiz için de bir ceza kanunu olsa! Evvelâ
6. Bir yazarın kitabından veya makalesinden aynen
noktalama suçlarını cezalandırmalıydı.
iktibas edilmeyen parçaları giyme içine almak
İşte bir tasarı:
yasaktır. Hilâfına...
1. Kısa cümlelerde fâilden (özneden) sonra virgül koymak yasaktır. Hilâfına hareket edenler bir haftadan üç Böyle bir kanun çıksaydı, öyle sanıyorum ki, cezaya
uğrayanların başında Edebiyat Fakültesi Ordinaryüs
aya kadar hapis cezasiyle...
Profesörleri, mâruf muharrirler, gazete sekreterleri
2. Tamamlayıcı bir cümlenin tâkib ettiği bir cümle bulunurdu. Ben de yakayı kurtarabileceğimden emin
sona ermeden noktalı virgül koymak yasaktır. Hilâfına değilim.
hareket edenler üç günden bir aya kadar...
Hele dil, gramer, sentaks kusur ve suçları için bir ceza
3. Bir cümledeki fikrin zihinde devamını talep et- kanunu çıksaydı, okuma yazma bilenlerimizin hepsi
meyen ibârelerde fâsıla noktaları kullanmak yasaktır. içeri girerdi. Dilimize karşı işlenen cinayetlerde hepimiz suç ortağıyız, arkadaşlar.
Hilâfına hareket edenler bir haftadan...
4. Mektuplardaki hitap kelimelerinin sonunda virgül- (Milliyet, 1 Haziran 1955)
den başka noktalama işareti, nidâ, noktalı virgül kul- Kaynak:
lanmak yasaktır. Hilâfına hareket edenler...
Peyami Safa (1999), Objektif: 1 Osmanlıca, Türkçe, Uydurmaca,
5. Cevabını zımnen ihtivâ eden soru cümlelerinin
İstanbul: Ötüken, s. 171-172.
NOKTALAMA BAHSİNDE İHMALLERİMİZ
Muharrirlerimiz arasında noktalama yanlışı yapmaktan kurtulan birini görmedim.
Kendimi istisna etmiyorum. Birçok yazılarımda, mânâ üstünde koyulaşan dikkatimin şekil üstünde azalması yüzünden noktalama ihmallerine düştüğümü sonradan
görürüm. Bazen gazetelerdeki arkadaşlar, mürettipler ve musahhihler, unuttuğuma
hükmederek yazımın içine lüzumsuz bulduğum virgüller atarlar, sorguları nidalara
çevirirler veya bunun aksini yaparlar.
Hepimiz yanlış noktalıyoruz. Kimimizde affolunmaz noktalama dalâletleri ve (manileri) var: “Ki” edatından evvel, lüzum olmadığı yerlerde de virgül yahut bu edattan
sonra noktalı virgül koyanlar, sık sık ve rastgele fasıla noktalar atanlar, her “fakat”
kelimesinden evvel biten bir kelimenin sonuna virgül koymaktan hoşlananlar, her
failden şahıs ve işaret zamirinden sonra virgülün şart olduğunu sananlar ilh… pek
çoktur. Noktalamanın da üslûp gibi, tavır ve eda gibi şahsiyet farikaları sezdiren hususiyetleri olabileceğini kabul etmeliyiz. Fakat bu serbestlik, noktalama disiplinini
ortadan kaldıran bir serkeşliğe vardığı gün, lisan ve gramer ve imlâ anarşisi içinde
bocalarız. Misal: Bugünkü halimiz.
(…)
(Tasvir-i Efkâr, 9 Şubat 1941)
Kaynak:
Peyami Safa (1999), Objektif: 1 Osmanlıca, Türkçe, Uydurmaca, İstanbul: Ötüken, s. 69.
13
14
?
15
IRK BİTİG
Canan AKKOYUNLU
[email protected]
Irk Bitig, Doğu Türkistan’da Uygurların hakim olduğu ve Uygur
edebiyatının parlak devirlerini geçirdiği döneme aittir. 9. yüzyıldan
kalma olduğu tahmin edilen bu eser Göktürk alfabesiyle yazılmış ve
iyi korunmuş ender kitaplardan biridir.
Irk Bitig, günümüz Türkçesi ile ‘Fal Kitabı ‘demektir. Eski Türklerin
fal yöntemi üzerine bilgiler içeren bu yazma eser, Doğu Türkistan’daki
Bin Buda Mağaraları’ndan getirilmiş olup
şu an Londra’da British Museum Doğu Yazmaları Bölümünde 8212
numarada saklanmaktadır.
Bu yazma eser ciltli olmayıp alt tarafından zamkla yapıştırılmıştır.
13.6 x 8 cm boyutunda 57 (114 sayfa) yapraktan ibarettir. Yaprakların
her iki yüzü de yazılı olup her sayfada 6 ila 10 arasında değisen satır
bulunmaktadır. Eser toplam 65 paragraftan ibarettir. Kitabın adı 101.
sayfada açıkça Irk Bitig olarak kaydedilmiştir.
Eserin yazıldığı tarih için,“Bars yıl ekinti ay biş yigirmike taygüntan manıstandakı kiçig dı[n]tar burua guruşd
içimiz isig sañun itaçuk üçün bitidim.” “Kaplan yılının ikinci ayının on beşinde, Tayguntan manastırından (ben)
hakir dindar Murwa Hurşid (bunu) ağabeylerim İsig Sañun (ve) İt Açuk için yazdım.” kaydı bulunmaktadır.
Fal AçmaYöntemi
Irk Bitig’de 65 tane fal vardır. Her falda önce üç tane şans sayısı, ardından fal metni, en son olarak da falın iyi veya
kötü olduğunu belirten sonuç bulunmaktadır.
Irk Bitig’de mevcut 65 falın 39 tanesinin sonucu olumlu, 19 tanesinin olumsuzdur; 7 tanesine ise herhangi bir
yorum getirilmemiştir. Paragrafların sonunda yer alan edgü ol (iyidir), yablak ol (kötüdür), yabız ol (kötüdür) vb.
sözcüklerle yargı belirtilmektedir. Her falın başında siyah mürekkeple yazılmış küçük daireler vardır ve bunlar üç
dizi halindedir. Her dizide dairelerin sayısı 1-4 arasındadır. Bu sayıların en küçüğü 1, en büyüğü ise 4 olabilmektedir.
Şans sayıları, anlaşıldığına göre, şans zarının veya kemiğinin art arda üç defa atılmasıyla elde edilmektedir. Asıl fal
metni, falın iyi ya da kötü olduğunu belirten sonuç kısmından
önce yer alan küçük bir metindir.
Eser, dil ve üslup bakımından da son derece ilgi çekicidir.
Cümleler arasında kelimeler birbirleriyle ilişkilendirilerek
anlam bütünlüğü sağlanmak suretiyle metne şiirsel bir ifade
katılmıştır. Genellikle günlük dilin kullanıldığı bu eserde
çeşitli adetler, inanışlar ve masal unsurları da yer almaktadır.
Irk Bitig üzerine birçok araştırma yazısı vardır. Eser, V. Thomsen, H. N.Orkun, S.Y. Malov, T. İkeda, T. Tekin tarafından
yayımlanmış; W. Bang, G. Clauson, T. Tekin, J. Hamilton,
M. Erdal, E. Esin, S. Klyastornıy, A.Molnar, P. Zieme vd.
tarafından da çeşitli açılardan ele alınmıştır.
16
Birkaç Fal
oo
oo
oo
“Tensi men. Yarın kiçe altun örgin üze olurupan mengileyür men. Ança bilingler: Edgü ol.” “Göğün oğluyum (=
Çin İmparatoruyum). Sabah akşam altın taht üzerinde oturarak mutlu oluyorum. Öylece biliniz: (Bu fal) iyidir.”
ooo oooo oo
“Esnegen bars men. Kamuş âra başım. Antag alp men, erdemlig men. Ança bilingler.” “Esneyip duran kaplanım.
Kamışlar arasında başım. Onca cesur (ve) onca erdemliyim. Öylece biliniz: (Bu fal) iyidir.”
oooo oooo o
“Bars kiyik engke mengke barmiş. Engin mengin bulmış. Bulupan uyasıngaru ögire sebinü kelir tir. Ança biling:
Edgü ol.” “(Bir) kaplan avlanmaya gitmiş. Avını bulmuş. (Avını) bulup yuvasına neşe ve sevinç içinde geliyor,
der. Öylece bilin: (Bu fal) iyidir.”
o
oooo ooo
“Bars kiyik engleyü mengleyü barmış. Ortu yirde amgaka sokuşmiş. Esri amga yalım
kayaka ünüp barmiş, ölümte ozmiş. Ölümte ozupan ögire sebinü yorıyur tir. Ança biling:
Edgü ol.” “(Bir) kaplan avlanmaya gitmiş. Orta yerde bir yaban keçisine rastlamış. Benekli
yaban keçisi gidip yalçın bir kayaya çıkmış, ölümden kurtulmuş.Ölümden kurtulup sevinç
ve neşe içinde yürüyüp gidiyor, der. Öylece bilin: (Bu fal) iyidir.”
oo ooo o
“Kiyik oglı men. Otsuz subsuz kaltı uyın? Neçük yorıyın? tir. Ança
bilingler: Yabız ol.” “Geyik yavrusuyum. Otsuz ve susuz nasıl yapabilirim? Nasıl hayatta kalırım? der. Öylece biliniz: (Bu fal) kötüdür.”
oo
o
o
“Uzun tonlug közüngüsin kölke ıçgınmiş. Yarın yangrayur, kiçe kengrenür, tir. bilingler:
Munglug ol; anyıg yablak ol.” “(Bir) kadın aynasını göle düşürmüş. (Bu yüzden) sabah(ları)
söyleniyor, akşam(ları) sızlanıyor, der. Öylece biliniz: (Bu fal) üzücüdür, çok kötüdür.”
Hatime (Sonuç) Bölümü
“Amtı amrak oglanım, ança bilingler: Bu ırk bitig edgü ol. Ançıp alku kentü ülügi erklig
ol.” “Şimdi, sevgili çocuğum, şöylece biliniz: Bu fal kitabı iyidir. Fakat, (yine de) herkes
kendi kaderi üzerinde güç sahibidir.”
Bu çalışmada şu eserlerden yararlanılmıştır:
• Ceval Kaya, “Irk Bitig’de Falcılık”, Kültür Tarihimizde Gizli Diller ve Şifreler, Ed. Emine Gürsoy-Naskali – Erdal
Şahin, İstanbul: Picus Yayınları, 2008, s. 359-368.
• Talat Tekin, Irk Bitig: Eski Uygurca Fal Kitabı, Ankara: Öncü Kitap, 2004,
• T.C. Kültür Bakanlığı sitesinin Uygur Edebiyatı sayfasında yer alan Manici Edebiyatta Nesir bölümü:
www.kultur.gov.tr/TR/Genel/dg.ashx?DIL=1&BELGEANAH=109858&DOSYAISIM=maniciedebiyattanesir.pdf
Irk Bitig Tiyatroya Uyarlandı
Makedonya’nın Ustrumca kentinde gerçekleşen 17.
Uluslararası Oda Tiyatrosu Festivali’nin “Yuvarlak Masa Festival Jürisi” festivalin “En İyi Oyunu”
olarak, konsepti ve rejisi Emre Koyuncuoğlu’na ait,
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın
prodüksiyonu olan Irk Bitig oyununu seçti.
17
Kocaelispor Resmi Dergisi’nden alınmıştır.
DEYİMLER VE ÖYKÜLERİ - II
Her biri birer dil mirası olan deyimlerimizin öykülerini
anlattığımız “Deyimler ve Öyküleri” isimli köşemize bu
sayıda da seçtiğimiz üç deyim ve öyküsüyle devam ediyoruz.
Geçmişe doğru keyifli bir dil yolculuğuna hazır mısınız?
PABUCU DAMA ATILMAK: Ahilik Teşkilatı, esnaf, zanaatkâr, çiftçi gibi serbest meslek sahiplerini içine alan
bir ocak olup sözü edilen meslek sahiplerinin hem kendi
aralarındaki ilişkilerini düzenler, dayanışma ve kardeşliğin
temel ilke olarak benimsenmesini prensip edinir hem de
üretimin ve satışın meslek ahlak ve ilkelerine uygun yapılıp
yapılmadığını kontrol eder. Ahilik Teşkilatı, üretim yapan
sınıf ve tüketiciler arasında bir köprü olma işlevini yüzyıllar
boyu hakkıyla sürdürmüş örnek bir yapılanmadır. Ahilik
çatısı altında üretim ve
satış yapan her meslek sahibinin meslek ahlakına
uygun davranması, üretimde ve satışta asla hileye
başvurmaması temel ilke
olduğu halde bazen bu
esaslara uymayan zanaatkârlara da rastlanırdı.
Kendisine bozuk ve hileli mal satıldığını iddia eden tüketici, şikâyetini “yiğitbaşı” denilen esnaf temsilcisine, o da
“kethüda” adı verilen esnaf denetçisine iletirdi.
Ürettikleri mal gereği şikâyetle en çok karşılaşan esnafın
başında “çarıkçıbaşılar” gelirdi. Tüketicinin bir-iki gün
içinde eskidiğini ya da hatalı üretildiğini iddia ettiği çarıklar,
şikâyet sahibinden alınır ve yiğitbaşı kanalıyla bilirkişi
konumundaki kethüdaya teslim edilirdi. Kethüdanın yaptığı
soruşturma sonunda üretim yapan esnafın haksız olduğu ve
meslek ahlakına uymayan mal ürettiği anlaşılırsa üretimi
yapan usta çağırılır; yiğitbaşı, kethüda ve diğer meslek temsilcileri huzurunda sert bir dille uyarılır, ücretin tüketiciye iadesi sağlanır ve şikâyet konusu ayakkabı da bir daha
kullanılmamak üzere dama atılırdı.
Ürettiği pabucun dama atılması, ustayı meslek sahipleri
arasında gözden düşürdüğü gibi onun meslekteki saygınlığını
da yok ederdi.
Zamanla deyimleşen ve diğer meslek sahiplerinin de meslek
ahlakına uymadıklarının anlaşılması durumunda kullanılan
“pabucu dama atılmak” ifadesi, ustanın meslekteki yerini
kaybettiğine ve artık o meslek ile geçinmesinin mümkün
olmadığına işaret ederdi.
İPSİZ SAPSIZ: Bugün olduğu gibi eski devirlerde de
çalışmak için Anadolu’dan İstanbul’a çok sayıda insan
gelirmiş. Ekmek parası için İstanbul’a gelen bu kişiler,
18
Asuman BAYRAM
[email protected]
çalışmaya ya hamallıkla ya da inşaat işleriyle başlarmış.
Bu nedenle yanlarında, hamallık için üç beş metre ip ya da
inşaat ameleliği için bir kazma veya kürek taşırlarmış. Gelenler içinde bazıları varmış ki ellerinde ne ip ne de kazmakürek bulunurmuş. İşte halk, böylelerinin çalışmaya gönlü
olmadığına ve bunların hiçbir işe yaramayacak adamlar
olduğuna hükmedip onları ayıplayıp aşağılamak için “ipsiz
sapsız” deyimini kullanırmış.
Biz de bugün bu deyimi hiçbir işe yaramayan, çalışmaya
gönlü olmayan, aylak kimseler için kullanmaya devam ediyoruz.
KIRK YILLIK KANİ, OLUR MU YANİ: Klasik
edebiyatımızın latifeleri ile meşhur şairi Ebubekir Kani Efendi (ö.1792), eserlerinde mizah ve hicvi, bayağılığa düşmeden
başarılı bir şekilde kullanmış renkli bir simadır.
Devlet görevlisi olarak Silistre’de bulunan ve burada Voyvoda Alexander’ın özel sekreterliğini de yapan Kani Efendi,
bir aralık Voyvoda’nın evine gelip giden bir Rum güzeline
gönlünü kaptırır. Aşkı günden güne alevlenen Kani Efendi,
kıza evlilik teklifinde bulunur; fakat kızın babası papazdır ve
Kani Efendi, din değiştirip Hristiyan olursa bu evliliğe onay
verebileceğini bildirir.
Kani Efendi durumu yanında çalıştığı Voyvoda ile görüşür.
Voyvoda, Papaz’ı eve davet eder; ama Papaz Efendi
düşüncesinde ısrar etmektedir. Kani Efendi’ye:
— Kani Efendi, din değiştirip Hristiyan olursan kızım senindir. Hemen evlenmenize müsaade ederim. Gel Hristiyan ol,
der.
Hazırcevap Kani Efendi o yörelerde çok sık kullanılan bir
Hristiyan adı olan “Yanni”yi hatırlayarak Papaz’ın teklifine
şu nükteli cevabı yapıştırır:
—Yapmayınız Papaz Efendi! Kırk yıllık Kani, hiç olur mu
Yanni?
“Yanni” sözcüğü zaman içinde “Yani” şeklini almış ve Kani
Efendi’nin yaşadığı gönül macerası sonucu bu deyim dilimize yerleşmiştir.
Hafize ŞAHİN
[email protected]
ŞARKILARA SÖZ VEREN ŞİİRLER
Bestelenmiş şiirlerden daha önceki sayımızda bahsetmiş ve şarkılardaki dilin
farkında olmadan günlük hayatta dili etkilediğini belirtmiştik. Şarkılardaki
dilde, kelimelerin yerli yerinde kullanılması, kelimeler arasında bir bütünlük olması gibi özelliklerin önemine kısaca değinmiştik. Bu sayımızda ise
Orhan Veli’nin bestelenmiş bir şiirine bakmak istiyoruz.
Modern Türk şiirinin önemli dönemeçlerinden biri de 1940 kuşağının şiirde
yaptığı yeniliktir. Orhan Veli, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat’ın şiirde
o güne kadar alışılmamış kelimeleri kullanmaları garipsenmiştir. Orhan
Veli öncülüğündeki bu edebî hareketin adı da böylelikle “Garip” olarak
adlandırılmıştır. Pekiyi, o dönem için garip olan nedir? Garip olan, o güne
kadar alışılmamış kelimelerin şiirde kullanılmaya başlanmasıdır. “Nasır”
kelimesi gibi… Kuşkusuz Orhan Veli ve arkadaşları da bizler gibi dili bir anlaşma aracı olarak görüyorlardı,
ancak şiirlerinde kullandıkları kelimelerle dilin olanaklarını olabildiğince genişletmek, şiiri de şairanelikten
kurtarmak istiyorlardı.
Dil bir ağaç, şiir dili onun dallarından biriyse kelimeler de bu dalların yapraklarıdır. Şiirde kelimelerin yan
yana gelişi, günlük yaşamda onu sadece bir iletişim aracı olarak kullanmamızdan farklı olabilir. Şiir, görüntüler çizerken olanaksızı da düşündürür bize. Oktay Rifat, dili kurcalamanın bizi görüntülere ve gerçekliğe
götürdüğünü söyler ki Orhan Veli’nin “İstanbul’u Dinliyorum” şiirinde farkında olmaksızın gözlerimizi kapar,
kelimelerin bizi alıp götürdüğünü hissederiz. Rüzgâr yüzümüzü bıçak gibi kesmez de şöyle tatlı tatlı tenimizi
okşar… Bu görüntüleri şairlerin kelimeleriyle daha da çoğaltabiliriz.
Orhan Veli’nin “İstanbul’u Dinliyorum” şiiri Zülfü Livaneli tarafından bestelenmiştir. Şiirin bütünü değil
yalnızca bir bölümü şarkıda yer almaktadır. Bu şiirin tamamı aşağıdadır:
İSTANBUL’U DİNLİYORUM
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgâr esiyor,
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucuların hiç durmıyan çıngırakları;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Kuşlar geçiyor, derken;
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.
Ağlar çekiliyor dalyanlarda;
Bir kadının suya değiyor ayakları;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalı Çarşı;
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa;
Güvercin dolu avlular.
Çekiç sesleri geliyor doklardan.
Güzelim bahar rüzgârında, ter kokuları;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Başında eski âlemlerin sarhoşluğu,
Loş kayıkhaneleriyle bir yalı;
Dinmiş lodosların uğultusu içinde
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir yosma geçiyor kaldırımdan;
Küfürler, şarkılar, türküler, lâf atmalar.
Bir şey düşüyor elinden yere;
Bir gül olmalı;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir kuş çırpınıyor eteklerinde;
Alnın sıcak mı değil mi, biliyorum;
Dudakların ıslak mı değil mi, biliyorum;
Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından
Kalbinin vuruşundan anlıyorum;
İstanbul’u dinliyorum.
(1947)
Orhan Veli Kanık
19
Şiirin bestelenmiş mısraları ise şöyledir:
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgâr esiyor,
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Başımda eski âlemlerin sarhoşluğu,
Loş kayıkhaneleriyle bir yalı;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir kuş çırpınıyor eteklerinde;
Alnın sıcak mı değil mi, biliyorum;
Dudakların ıslak mı değil mi, biliyorum;
…
Kalbinin vuruşundan anlıyorum;
İstanbul'u dinliyorum.
20
Şiirdeki bazı bölümlerin şarkıya alınmadığını
görüyoruz. Orhan Veli’nin bestelenmiş başka
şiirleri de vardır.
Dil bilinci her alanda önemli olduğu gibi şarkılarda
da önemlidir. Şarkıların dili toplumun dilini de etkiler. Şarkı dilinin tüketim kültüründen uzak, daha
bilinçli işlenmesi umuduyla…
dok: 1. Gemilerin yükünün boşaltıldığı veya onarıldığı, üstü
örtülü havuz. 2. Ticaret mallarını saklamak için rıhtımda
yapılan büyük depo.
Kaynakça
KANIK Orhan Veli (2002), Bütün Şiirleri, İstanbul: Adam Yayınları.
RİFAT Oktay (2007), Bütün Şiirleri I, II, İstanbul: YKY.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Livaneli_%C5%9Eark%C4%B1lar%C4%B1_%28a
lb%C3%BCm%29
http://img7.imageshack.us/img7/3228/yazarvesairlerinmahlasl.jpg
http://tdkterim.gov.tr/bts/?kategori=verilst&kelime=dok&ayn=tam
Azerice
GÖZEL HAVALAR
Meni bu gözel havalar mehv etdi
Bele gözel havalarda iste’fa verdim,
Övgafdaki memuriyyetimden
Tütüne böle gözel havalarda alışdım,
Eve duz ve çörek götürmeyi,
Böle havalarda unutdum.
Şe’r yazmag hesteliyine
Bu gözel havalarda tutuldum
Bu gözel havalar mehv etdi meni…
(Orhan Veli Kanık)
(Dünya 3/1988, Bakı, 1988, s. 264-266.)
Özbekçe
İSTANBUL KOŞİĞİ
İstambul’da Boğaziçi’de
Bir fakir Orhan Velimen
Velining oğlimen
Ta’rifsiz elemler içide
Rumelihisarı’ge tıkılganmen
Tıkılganda bir koşik tokıganmen
“İstambul’ning mermer taşlari
Başimga konar aman – aman çağalay kuşlari
Közlerimden akar hicran yaşlari
Aycemalim
Sening yüzingden bu halim”
“İstambul’ning ortasida kino bar
Ğaribligim anamga bildirmeng zinhar
Menge nime gap-söz kılsa dost-u-yar
Âşiğ-i bîkararim
Günahga batgan zalim”
İstambul’da Boğaziçi’demen
Bir ğarib Orhan Veli
Velining oğli
Ta’rifsiz elemler içidemen
(Hazirgi Zaman Türk Şi’riyati, Taşkent, 1980, s. 17.)
(Özbekçeye aktaran: Miraziz A’zam)
*Buradaki şiirler şu kaynaktan alınmıştır:
Bilge Ercilasun (2004), Orhan Veli Kanık (Hayatı, Sanatı ve Eserlerinden Seçmeler), İstanbul: MEB Yay.
21
NİNNİLER: “ANNE ŞEFKATİYLE YOĞRULAN YÜREK SEDASI”
Emine UĞURLU
[email protected]
Uyusun da büyüsün ninni
Tıpış tıpış yürüsün ninni
“İnsanlar uyuya uyuya büyür, uyuya uyuya ölür” der büyüklerimiz. Acaba
bu nedenle mi birçok ninnimiz “uyusun da büyüsün ninni” diye başlar?
Ninniler, bebeğin uykuya geçişini kolaylaştırmak amacıyla anne, nine,
teyze, hala, baba veya diğer yakınlardan birinin özel bir ahenkle söylediği
anonim türkülerdir. Bu ahenk, Özbeklerin “anne şefkatiyle yoğrulan yürek
sedası” 1olarak nitelendirdiği bir tarzdadır ve bebeğin uykuya geçmesine
yardım eder. Ninniler, şekil ve icra yönüyle hem edebiyatın hem de müziğin içinde değerlendirilir.
Bizim yazılı kaynaklarımızda ninni ilk defa Kaşgarlı Mahmut’un Divanü Lügati’t-Türk adlı eserinde “balu balu:
Kadınlar beşikte çocuğu uyutmak için böyle söylerler.” şeklinde geçer. Günümüzde çok geniş bir coğrafyada
yaşayan Türk boylarında ninni çeşitli şekillerde telaffuz edilir. Türkiye Türkleri “ninni, nennen veya nen”, Azeriler
“layla”, Özbekler “alla, elle”, Kazaklar “Beşik jırı”, Türkmenler “hüvdü ”, Uygurlar “elley”, Kırgızlar “aldey”
Kırım ve Kumuk Türkleri “beşik yırı” derler.
Aşağıda, çeşitli coğrafyalarda yaşayan Türklere ait, söylenişleri ve konuları itibariyle benzerlikleri olan ninni
örnekleri verilmiştir.2
1 Hayya hayya hayyası,
Ne zaman değecek faydası.
Yaz değmese kış değer,
Benim oğlumun faydası. (Tekirdağ)
6 Alla balam yatarsiz,
Yastuglara batarsiz.
Bu yastugin kotarsam,
Guldan toza yatarsiz.(Özbek)
2 Ayya ayya ayyası,
Kaşan tiyer faydası.
Yaz tiymese küz tiyer,
Yarlıkasın Mevlâsı. (Dobruca)
7 Laylay tınlap yatarsan,
Qızıl gülge batarsan.
Qızıl günlü içinde,
Tatli yuxu tabarsan! (Kumuk)
3 Ayya ayya ayyası, ayneni,
Ne zaman tiyer faydası, ayneni.
Yaz tiymese qış tiyer, ayneni,
Aşıqmasın anası, ayneni. (Kırım)
8 Elleli belleli iter bu,
Medresege kiter bu.
Turşub sebak okugaç,
Âlim bolup citer bu. (Kırım)
4 Leylev edim yatasan,
Konca güle batasan.
Konca gül payıv osun,
Kölgesinde yatasın. (Kerkük)
9 Evve derim uçtan uca,
Ulu mekteplerde hoca.
Okuyup muallim olunca,
Ninni yavrum ninni. (Konya)
5 Lay lay dedim yatasın,
Kızıl güle batasın,
Kızıl gül tahtın olsun,
Gölgesinde yatasın. (Kars)
1
10 Qaqaq balamnı qaqaq,
Qara, balam, zamanga.
Oxup, bilim, ilmu al,
Alim bolgun hamanga. (Kumuk)
Naciye YILDIZ (2003), “Ninniler”, Türk Dünyası Edebiyat Tarihi, Ankara, 3. cilt, s. 319.
Çelebioğlu (1982), Türk Ninniler Hazinesi, İstanbul. (1, 4, 5, 8 ve 9. ninniler)
3 Enver Mahmut-Nedret Mahmut (1997), Dobruca Türk Halk Edebiyatı Metinleri, Ankara.
4 Başlangıcından Günümüze Kadar Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi, (Proje Yöneticisi Nevzat Kösoğlu), Kültür
Bakanlığı, Ankara 2000. (3. ninni C. 13, s. 215; 6. ninni C. 14, s. 120; 7. ninni, C. 20, s. 83; 10. ninni C. 20, s. 84.)
2 Âmil
22
KIYAFETNAMELER
Araplara ait bir bilim olan ilm-i kıyafet -kıyafet ilmiOsmanlı coğrafyasında da ilgi ve kabul görmüş ve bu
il-min verilerini okurlarıyla paylaşmak isteyen pek çok
klasik şair Kıyafetnâme adını verdikleri eserler
yazmışlardır.
Kıyafetnâmeler, dış görünüşe ait özellikleri karakter özellikleri açısından yorumlayan eserlerdir. Bu eserlere göre
görünüş, karakterin aynasıdır ve siz o aynaya bakarak
kişilik özelliklerine ait pek çok bilgi elde edebilirsiniz.
Sözü uzatmadan Klasik Türk
Edebiyatı içinde kıyafetname türünde
eser vermiş iki ünlü şaire ve esere,
XVI. yy şairi Hamdullah Hamdi’nin
Kıyafetnâme’sine ve XVIII. yy
şairi Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın
Marifetnâme’sine kulak verelim ve
bakalım bize kişilikleri tanımamız
yolunda hangi ipuçlarını veriyorlar.
Ten rengi, boy uzunluğu, gözün şekli
ve rengi, kulağın ve burnun şekli,
saç rengi yukarıda sözünü ettiğimiz
iki eserde de ele alınan konulardan
birkaçı.
Hamdullah Hamdi’ye göre kırmızı
ya da kızıl yüz ve esmer ten
rengi; doğruluk, edep ve utanmanın
çokluğuna işaretken; sarı beniz ise
kalp kötülüğü, hainlik ve ahlakın
bozuk olduğuna sağlam bir delil oluşturuyor:
Rengi ol âdemin ki safrettür
Kalbi kalb ü işi hiyanettür
Boy uzunluğu konusunda her iki şairin de aynı yorumlara
yer verdiği anlaşılıyor: Uzun boy, kalp temizliği; orta boy,
zekâ ve iyi huy işareti; kısa boy ise kibir, hile ve kindarlık
göstergesi olarak düşünülüyor:
Kim ki vasat boyludur
Âkil ü hoş huyludur
Kim ki boyudur kasîr
Hîlesi vardır kesîr
Kıyafet ilminin Arap kaynaklı olması sebebiyle bu eserlerde, esmerlere son derece olumlu yargılarla yer verilirken
sarışın ve mavi gözlülere yönelik olumsuz tavır gözden
kaçmamaktadır.
Asuman BAYRAM
[email protected]
müyor hatta sahibinin edepten yoksun olduğunu gösteren
bir işaret olarak algılanıyor:
Göz karası zekâ alâmetidir
Sürh olursa şecaat âyetidür
Gözleri gök olanda olmaz edeb
Gözü çakır bahâdır olsa aceb
Büyük kulak, cahillik alameti olarak görülürken küçük
kulaklılarınsa hırsızlıkta fareleri bile geride bıraktıkları
yorumuna yer veriliyor:
Küçük olsa kedi gibi gûşu
Uğrulukta unuttura mûşu
Uzun ve ince burunluları hoppa ve
az akıllı, burnunun ucu ağzına yakın
olanları belanın ta kendisi olarak yorumlayan Kıyafetnâme şairi, okurunu
bu tür insanlardan uzak durmaları
konusunda uyarırken geniş burun delikleri olanların kıskançlık, kibir ve
kini kendilerinde topladıkları bilgisini
eklemeyi de unutmuyor:
Ağzına burnu ucu olsa yakin
Şer odur ana karşı durma hemin
Hazır güzellik konusuna girmişken
Erzurumlu
İbrahim
Hakkı’nın
Marifetnâme’sinde
XVIII. asırda
kadın güzelliğinin ölçüleri ile ilgili
fikir vereceğini düşündüğümüz bazı bilgilerle yazımızı
noktalayalım.
Kadın güzelliğinin otuz iki işareti vardır. Öncelikle saç,
kaş, kirpik ve göz siyah; ten, diş, göz akı ve gerdan beyaz;
yanak, dudak, çehre ve dil kızıl; kaş, göz, gerdan ve göbek
geniş; burun, ağız, el ve ayak küçük olmalıdır.
Kıyafetnâmeler asırlar önce iyi ve kötü insanı kaşına
gözüne bakarak tanıma, güzellerle çirkinleri ayırma yolunda ipuçları verirken tabii “doğuştan getirilen” fiziksel özellikleri konu ediyorlardı; ancak bugün estetik
operasyonların ya da makyaj hilelerinin pek çok insanda doğuştan gelen bir özellik bırakmadığı düşünülürse
Kıyafetnâme şairlerinin verdikleri hükümlerin günümüz
için geçerliğini neredeyse tamamen yitirdiğini söylemek
hiç de zor değil. Öyle değil mi?
*Kaynak: Agah Sırrı LEVEND, Divan Edebiyatı, Enderun
Kitabevi, İstanbul, 1984, s.230-235.
KIYAFETNAMELERKIYAFETNAMEL
Siyah göz, zekâ; göz akının kırmızılığı, yiğitlik işareti
olarak görülürken koyu mavi göz pek de makbul görül-
23
TÜRK KÜLTÜRÜNDE ÜÇ VE KIRK SAYISI
Masalların büyülü dünyasında anlatana, dinleyene ve kahramana
gökten üç elma düşer. Padişahın
üç kızı veya üç oğlu olur, masal
kahramanları sihirli varlıktan genellikle üç dilekte bulunurlar, dileklerin
gerçekleşmesi üç vakte kadar olur
(üç saat, üç ay, üç yıl vb.). Destan
kahramanları amaçlarına ulaşmak
için üç gün üç gece yol giderler.
Herhangi bir şeyin yaklaşık olarak
gerçekleşeceğini ifade etmek için
“üç aşağı beş yukarı” deyimini
kullanır, “üç günlük dünya” sözüyle
hayatın gelip geçiciliğini, kısalığını
anlatırız.
ortadan kaybolmak anlamında
“kırklara karışmak”; bir işi yapmamak için nedenler bulan kişiler için
“kırk dereden su getirdi”; uzun süren
dostluklar için “kırk yıllık dost”;
uzun süren zor bir işi başarmak
için de “kırk fırın ekmek yemek”
ifadelerini kullanılırız. Masalların
sonunda iyiler gökten düşen “üç
elmayla” ödüllendirilirken kötüler
ise “kırk katır mı yoksa kırk satır
mı?” sorusuyla karşılaşır. Dede Korkut Hikâyeleri’nde kahramanların
ve eşlerinin yardımcısı “kırk ince
belli kız” ve “kırk yiğit” bulunur,
masallarda “kırk gün kırk gece”
düğün yapılır, anne ve bebekler
Divan şiirinde aşk; sevgili, âşık ve için doğumdan sonraki kırk gün de
rakip üçlemesi arasındaki mücadele- önemlidir ve “kırkı çıkmak” dedir aslında. Kutadgu Bilig adlı e- yimiyle adlandırılır. Doğumdaki
serde hükümdarın üç türlü insana kırk gün gibi ölümden sonraki kırk
değer vermesi söylenir. Bunlardan gün de önemlidir. Manevi yetkinliğe
ilki kılıcı ile memlekete faydalı olan ulaşmak için çekilen çilenin süresi
cesur insan; ikincisi memleket işini de kırktır.
tanzim edecek olan hâkim, âlim
devlet adamı; üçüncüsü ise devleSözlü ve yazılı kültin gelir ve giderini hesaplayan zeki
tür ürünlerinin pek
kâtiptir.
çoğunda neden üç
ve kırk sayısı yer
almaktadır ve bu
sayılara yüklenen
anlam nedir, soruları
uzun yıllar boyunca bu alanda çalışan
kişilerin ilgisini çekmiştir. Kimi
araştırmacılar, bu sayıların Türk
kültüründe ve diğer kültürlerdeki
dinsel anlamına değinirken kimileri
de sayıları anlatının oluşumunda bir
formül olarak nitelendirmiştir.
3
Üç sayısı bazen yeraltı, yeryüzü
ve gökyüzünü bir bütün olarak
gören Şaman inancını, bazen
de yaşamı “oluş”, “varoluş”
ve “bitiş” olarak değerlendiren
realist anlayışı vurgulamaktadır. Bu
Yapılan iyiliğin unutulmayacağını i- sayı; sözlü, yazılı, elektronik kültür
fade etmek için “bir acı kahvenin kırk ortamlarının yaratılarında elindeyıl hatırı vardır”; bir işteki titizliği ki fırsatları iyi değerlendirmenin,
vurgulamak için “kılı kırk yarmak”; akılcı seçimler yapmanın göstergesi
24
Gülnaz ÇETİNKAYA
[email protected]
olarak kullanılabildiği gibi yapılan
mücadelenin değerini, gücünü ortaya çıkaracak bir engel olarak
da görülebilmektedir. Üç, bazen
karşıtlıklardan doğan bir bütün, bazen de akılda kalıcılığı ve olayın
akışını sağlayan formülistik bir
sayıdır.
40
Kırk sayısı ise manevi ve fiziksel
anlamda olgunluğa, sağlığa erişmek,
arınmak için kullanılan bir süreyi
ifade eder ve genellikle hazırlık sürecinden sonra oluşan tamamlanmayı
anlatmak amacıyla kullanılır. 40
gün sabrın, dayanma gücünün simgesi olarak kullanılabildiği gibi
belirli bir aşamaya ulaşmak için
verilen sınavın süresi olarak da görülmektedir. Bu sayı kimi zaman gücün,
desteğin, kimi zaman da kahramanın
dünyevi gücünün dinsel kaynağını
vurgulamak amacıyla sembolik anlamlar kazanmaktadır.
Geçmişin bilinenlerinin günümüzün
merak edilenleri haline geldiği
çağımızda sayılar, kendilerine yüklenen sembolik anlamlarla gizemlerini koruyacak; geçmişin ve günümüzün sözlü, yazılı yaratılarının
içinde kimileri başına uğurlu ya da
uğursuz sıfatlarını alarak bazen dinsel bazen de simgesel anlamlarıyla
kullanılmaya devam edecektir.
Canan ÖKTEMGİL TURGUT
[email protected]
DİL
KÂFİRLERİ
Dil Kâfirleri, Türk Dil Kurumu tarafından “Türkçeyi En İyi Kullanan Haber Sunucusu” seçilmiş Ayşenur Yazıcı’nın on iki yıllık emeğinin ürünü. Kitabının önsözünde, “Sıklıkla yapılan dil hataları, görsel ve yazılı basında kısırlaşarak yol alan
Türkçe ve gitgide eksilen ifade şekillerimizle iletişim kuramaz yanlış anlaşılır olduk.” diyen Yazıcı, diksiyon kurslarına devam edenlerin danışacağı derli toplu bir
kitap bulunmadığından bu eksikliği gidermek amacıyla Dil Kâfirleri’ni yazdığını
belirtiyor. Her ne kadar diksiyon kurslarına gidenlere, özellikle de spikerlere
yardımcı bir kitap olarak yazılmışsa da Dil Kâfirleri, doğru ve güzel konuşmayla
ilgilenen herkes için yararlı olacak bir yapıt.
Dil Kâfirleri
Nemesis Kitap
Kasım 2009
140 sayfa
KONUŞTURAN
SÖZLÜK
VURGULU TELAFFUZ SÖZLÜĞÜ
Düzgün ve etkili konuşma teknikleri elbette öğrenilebilir. Ancak bu teknikleri
öğrenmek için gidilen kurslar veya okunan kitaplar genel kuralları öğretebilir;
Türkçedeki her sözcüğün nasıl telaffuz edileceğini, nasıl vurgulanacağını
öğretemez. TRT’nin başspikeri Şener Mete’nin hazırladığı Konuşturan Sözlük
Türkçede kullanılan sözcükleri doğru seslendirmek iste-yenler için ideal bir
kaynak. Bu sözlük Mete’nin 2007 yılında yayımlanan Telaffuz Sözlüğü’nün
daha geliştirilmiş bir hali. Yazar, ilk sözlükte yer alan, ancak kullanımdan
kalkmış sözcüklere yeni sözlüğünde yer vermemiş; bunların yerine güncel
sözcükler eklemiş. Ayrıca, ilk sözlükten farklı olarak Vurgulu Telaffuz Sözlüğü’nde yaklaşık 15.000 sözcüğün
vurguları da gösterilmiş. Türk Dil Kurumunun ağ sayfasında yer alan Sesli Sözlük’te bulunmayan Osmanlıca
sözcüklere ve terkiplere de yer veren bu sözlük, doğru ve güzel konuşmak isteyenler için vazgeçilmez bir rehber olacaktır.
Konuşturan Sözlük
TRT 2009
610 sayfa
25
Dr. Hüseyin YENİÇERİ
[email protected]
DİLDE
KİRLİLİĞİN
KAYNAKLARI
Bir televizyon kanalında “Türkçedeki Yozlaşma ve
Yabancılaşma” üzerine yaptığım konuşma sırasında sunucu, bana “Dilde kirliliği doğuran etkenler nelerdir?”
sorusunu yöneltmişti. Bize ayrılan sürenin dolması
nedeniyle bu sorunun karşılığını bir başka
programda vereceğimi söylemiştim. Ancak
program devam etmedi, bu nedenle çok önemli
bulduğum bu sorunun karşılığını burada vermenin
yararlı olacağını düşünüyorum.
Dış kaynaklardan en önemlisinin, küreselleşmenin
dile yansıması olduğunu hemen söyleyelim. Giddens
küreselleşmenin, “Toplumların zamansal ve mekânsal boyutta birbirlerine yakınlaşmaları ve ilişkilerinin
yoğunlaşmasının sonucu” (Sadoğlu, 2009: 785)
olduğunu ifade etmektedir. Küreselleşmede iletişim
araçlarının hayatî bir rol oynadığını belirten Giddens,
iletişim teknolojilerini ellerinde bulunduran güçlerin
öteki kültürler üzerinde etkili olduğunu vurgular. Buna
dayanarak küreselleşmenin, dünya toplumlarının eşit
şekilde katıldıkları bir kültür alışverişi olmadığını, ekonomik ve askerî gücü üstün olan ülkelerin yönlendirici
konumda bulunduğunu ve tek yönlü etkileme süreci
olduğunu belirtir.
Küreselleşmenin doğurduğu homojenleştirici tüketim
kültürü, günümüzde yalnızca maddî tüketimi değil,
kitle iletişim araçlarını kullanarak bilgi ve değer tüketimi ve kullanımını da etkilemektedir (Yetim 2002: 131).
Bu da ayrı ayrı değer yargılarına sahip olmakla anlam
kazanan ulusal kültürleri tehdit eden bir gelişmeyi ortaya çıkarmaktadır.
Küreselleşmenin tek tipleştirici özelliğinden en çok
ulusal diller zarar görmektedir. Küreselleşme çağında
yerel ve ulusal dillerin, hâkim dile karşı dayanma
gücü giderek zayıflamaktadır. Dillerin varlığını,
sürekli kullanılmalarına borçlu olduğunu söyleyebiliriz. Dili, hâkim dilin sözcükleriyle doldurmak dilin yabancılaşması, kirlenmesi sonucunu doğurur.
Küreselleşme hâkim dilin sözcük, deyim ve kurallarını
dayatmaktadır. Küreselleşmenin dayattığı sözcükler,
deyimler, sözcük öbekleri ve cümleler Türkçede cirit
atmaktadır. İçecek adlarından giyecek adlarına, ev
eşyalarından konaklama yeri adlarına kadar gerekli
gereksiz binlerce sözcük, deyim, tamlama ve cümle
kullanılmaktadır. En kötüsü de kıyafetlerde yabancı
dillerle yazılmış deyim ve cümlelerin yabancı dil
26
reklamı yaparcasına kullanılmasıdır.
Günümüzde Türkçe daha pek çok ulusal dil ile birlikte küreselleşme olgusunun veya güdümlü retoriğinin
yoğun baskısı altında İngilizcenin sözcük ve kavram
hazinesi ile söz diziminden yoğun şekilde etkileniyor. Öyle ki kimi aydınlarımız Türkçenin kurgusunu ve iç yapısını İngilizcenin bozduğunu, dilimizin
melezleştiğini, ortaya “Türkilizce” diyebileceğimiz
bir melez kültür dili çıktığını söylüyorlar (Sinanoğlu
2007: 10-17).
Küreselleşmenin yarattığı tahribat konusunda Hüseyin
Sadoğlu şunları söylemektedir:
Türk Halkı son dönemlerde etkisini kitle iletişim
araçlarında, dükkân tabelalarında, afiş ve reklamlarda, yerli-yabancı ürünlerin ambalajlarında ve
kullanım kılavuzlarında hatta bazı kamu kurum ve
kuruluşlarında İngilizcenin yoğun bir bombardımanı
altında bulunmaktadır. Bu dilsel tahakkümün bir sonucu olarak İngilizce sözcükler, kent-köy ayrımı gözetmeksizin sıradan insanın günlük konuşma diline
girmiştir. Hatta sözcüklerin de ötesinde yaygın İngilizce
de-yimler, kalıp halinde, reklamlar ve televizyon dizileri
aracılığıyla Türk halkının gündelik hayatına dâhil oldu.
Kaba hatlarıyla bu süreç Türkiye’de ulusal dil bilincine
sahip kesimler tarafından dilde bozulma, yozlaşma ve
kirlenme tabirleriyle karşılanıyor (Sadoğlu 2009: 801).
Dilde kirlenmenin beslediği iç kaynakların ilki kültürel
özgüvensizliktir. Türkçedeki bozulmanın temelinde
Osmanlı çağında başlayan bir kültürel özgüvensizlik
vardır (Hepçilingirler 2005: 43-46). Osmanlı aydını
için Arapça ve Farsça konuşup yazmak nasıl yüksek
kültüre mensup olmanın bir işareti sayılıyorsa, bugünün
aydını için de İngilizcenin işlevi aynıdır. Aydınlardaki
özgüvensizliğin nedeninin de bilgisizlikten, daha
açık bir ifadeyle Türkçenin özellik ve zenginliklerini
bilmemekten kaynaklandığını söyleyebiliriz.
Üniversitelerimizin bir kısmında öğretim dilinin
İngilizce olması ikinci bir kirlenme sebebidir. Sömürge ülkelerde görülen bu uygulamanın Türkiye’de
uygulanması bilim adamlarımızın akıl almaz bir
vurdumduymazlığıdır.
ederken kimileri de nerde yeni bir yabancı sözcük
görse âdeta “mal bulmuş mağribî” gibi onu alıp dile
sokmayı bir marifet sanmaktadır.
Yabancı dil tazminatı adı altında yabancı dil bilenlere ayrıca para ödeyen bir yönetim anlayışı da
Bu durum yüksek öğretim sistemimizin kalbine han- diğer bir kirlenme sebebidir. Bu uygulama, Türkçeyi
çer saplamaktan başka bir şey değildir. Üniversite önemsizleştirmekte, yabancılaşmayı teşvik etmektedir.
çevrelerinin dikkatini çekmek, geleceğimiz olan Benzer bir aksaklık da üniversite öğretim üyelerine
gençleri bilinçlendirmek amacıyla üniversitelerde paye verilirken yaşanmaktadır. Bilimsel yetenek yerine
“Türkçe Toplulukları”nın kuruluşunu gerçekleştir- yabancı dil bilgisi önemsenmektedir. Bunun sonucu
miştik. Bugün birçok üniversitemizde çaba gösteren olarak bilimsel yayın sıralamasında üniversitelerimiz
bu topluluklar geleceğimizi aydınlatacaktır. Yabancı çok gerilerde kalmaktadır.
dille öğretim yalnızca Türkçeye güvensizlik duygusu
aşılamıyor, Türk insanın da aşağılık duygusu içine Dil, millî kültürün taşıyıcısıdır. Bizi başkalarından
düşmesine neden oluyor. Hâlbuki Ömer Seyfettin ayıran
değerlerin
en
önemlisidir.
Düşünce
aşağılık duygusunu yenmek için ne büyük bir çaba sarf tarzımızın göstergesidir. Kültürümüzün aynasıdır.
etmişti! Ya Atatürk’ün Türkçeyi bilim dili haline ge- Dilimize bakarak nasıl düşündüğümüzü, zihtirmek için TDK’yi kurmasına, öleceği güne kadar bu nimizin nasıl çalıştığını, dünya görüşümüzü ve
kurumda terim çalışması yapmasına, servetinin gelirini bütün değer yargılarımızı görebiliriz. O, bize
bu kuruma bırakmasına ne demeli?
atalarımızın mirası ve emanetidir. Varlığımızı geleceğe
taşıyacak tek değerdir. Dilini yaşatamayanlar, başka
Dilde kirliliğe sebep olan iç kaynakların üçüncüsü dillerin boyunduruğu altında bırakanlar bağımsızlığını
Türkçe üzerinde dilcilerin, dilseverlerin farklı tu- da yitirir. Millî kimliğini ve kişiliğini kaybeder. Oktay
tum içinde bulunmalarıdır. Türkçenin Türk milletinin Sinanoğlu’nun ifadesiyle “Türkçe giderse, Türkiye
en önemli değeri olduğunu bilenler bile Türkçe için, gider!
Öyleyse
dilde
yaşanan
yozlaşmaya,
Türkçeyi yabancı dillere karşı korumak ve savunmak yabancılaşmaya ve kirlenmeye karşı birlik içinde
için bir birlik, bir bütünlük oluşturamamaktadırlar. bulunalım.
Âdeta “Değirmen sele gitmiş, biz şakşak arıyoruz.”
Kimi eskiden dilimize girmiş, bugün kullanımdan
düşmüş sözcükleri inatla, ısrarla kullanmaya devam
KAYNAKLAR:
1. Feyza Hepçilingirler (2005), Türkçe Off, İstanbul: Everest Yay.
2. Hüseyin Sadoğlu (2009), Türk Kimliği, İstanbul: Ötüken Yay.
3. Nalan Yetim (2002), “Küresel Üretim Yapılanmasına Kültürel Yanıtlar: Ulusal-Yerel”, Doğu-Batı, Sayı 18.
4. Oktay Sinanoğlu (2007), Bye Bye Türkçe, İstanbul: Alfa Yay.
BUNLARI
BİLİYOR MUYDUNUZ?
Paşa:
“Paşa” kelimesinin Türkçe “Baş ağa”dan geldiğini ve Osmanlı Devletinde vezirlere, asker sınıfına
ve mülk sahiplerine unvan olarak verildiğini biliyor muydunuz?
Şey:
“Şey” kelimesinin Arapçada “nesne, madde” anlamına geldiğini ve “eşya” kelimesinin tekil hali
olduğu biliyor muydunuz?
27
Merkezimizde yabancı dil olarak
Türkçe öğretimi üç koldan sürdürülmektedir: Üniversitemizde öğrenim görmek üzere
yurtdışından gelen öğrencilere hazırlık ve ileri Türkçe kullanma becerileri kazandırmaya
yönelik dersler; ERASMUS programı çerçevesinde yine üniversitemizde kısa süre
öğrenim gören öğrencilere uyum programını
takiben yoğun Türkçe dersleri ve son olarak
da Türkçe öğrenmek isteyen herkese açık
Türkçe kursları.
28
HÜDİL’de Türkçe öğretimi yalnızca akademik çalışma ile sınırlı olmayıp öğrencilerin içinde yaşadıkları
toplumun kültürünü tanımalarına da fırsat verecek biçimde sürdürülmektedir. Bu nedenle zaman zaman
geziler düzenlenmekte, öğrencilere sık sık film izlettirilerek tartışma ortamı yaratılmaktadır. Dil öğretmenin
en etkili ve hızlı yolunun doğal ortamda öğrenmeye fırsat tanıyan yöntem olduğunu kabul ettiğimiz için
öğrencilerimize alışveriş, parti vb. etkinlik imkânları da sunmaktayız.
Öğrencilerimizin tamamına yakını ailesinden uzakta olduğu için özel günlerde (yılbaşı, bayram vb.) veya
özel günlerinde (doğum günü, nişan vb.) yanlarında olmaya özen gösteriyoruz.
29
İNSAN YAŞAMALI
İnsan yaşamalı...
İnsan kendi denizini yaratabilmeli bazen.
Bazen yeni bir dünya kurup
Keşiflere çıkmalı.
Kaybolmaları,
Terk edilmeleri,
Ve hayal kırıklıklarını göze almalı.
Her duruma uygun bir çıkar yolu,
Ve hayata karşı dik bir duruşu olmalı her şeye rağmen,
Zincirleri kırabilmeli tutsakken.
Uçurtmasını havalandırabilecek bir rüzgârı olmalı.
Bir resmi,
Ve resmin içinde bir dünyası olmalı.
Tırmanabilmeli dağlara,
Ve zirvedeki bayrağın ilk sahibi olmalı.
İpi göğüslemeli bir yarışta.
İnsanların dediklerine aldırmayacak kadar cesaretli olmalı.
Bir ninnisi olmalı söyleyebilecek bir çocuğa.
Yarını olmalı,
Bakabilmeli ve hayal edebilmeli gelecek günleri.
Devrimlerde ismi geçmeli korkmadan.
Düşleri olmalı,
Ve düşünde sevdiklerine ait anıları,
Özlemleri olmalı.
Düşünürken bile titreyebileceği bir sevdası,
Hiç bir şeye değişemeyeceği bir “AŞK”ı olmalı.
İnsan yaşamalı!
Yaşamalı her şeye rağmen.
Kardelenlerle,
Günebakan çiçekleriyle,
Öykülerle, şiirlerle, şarkılarla…
Umutlar ve geleceğe dair hayallerle yaşamalı.
Savaşmalı,
Savaşmayı öğrenmeli elde etmek için kendi haklarını.
Direnmeli,
Direnmeyi öğrenmeli özgürce yaşayabilmek için.
İnsan yaşamalı!
Yaşamalı her şeye rağmen.
Karanfillerle,
Titonya çiçekleriyle,
Oyunlarla, fıkralarla, türkülerle…
İnsan yaşamalı her şeye rağmen…
Halit NART
FTR/1
İrem ALTUNOK
OKL/1
GÖNÜL GÖZÜ
Sevmek; gönüldendir. Canından gelir insanın; ta yüreğinden, derinden bir yerden. Peki ya görmek nedir? Yeryüzündeki
güzellikleri seyir eylemek, ahu gözlü bir sevgilinin gözünde kendini bulmak, acıya ve mutluluğa şahit olmak mıdır?
Öyle bir insan düşünün ki yaratılanlara bahşedilen en güzel nimetlerden birini henüz çocuk yaşta kaybetmiş. Geceye
bürünmüş aniden dünyası. Hep siyahmış âlem onun için. Artık ne güneşin aydınlığına, ne gecenin zifiri karanlığına
konuşmuş.
Veysel imiş bu her daim gece olan dünyanın sahibi. Gönlü tok ama ışığı yok. Gönül bu ya; göz olmuş Veysel’e.
Sevmiş de göstermiş ona dünyayı. Aşkı anlatmış, yürek aydınlatmış karanlığı güneş olup…
Koklamış toprağı, “âşık” olmuş, dokunmuş da yürek vermiş dünyaya. Bir bağlama elinde, diline yâren ve görmeyen
gözüne sözcü…
Derdi iz bırakmakmış şu yalan dünyaya Veysel’in. “Dostlar beni hatırlasın.” demiş, yetmiş ona. Göremediğini sevgisiyle dile getirmiş. Doymuş da gitmiş ya aramızdan o fakirlikte; görse de doyamayanlara inat. Bu iki kapılı handan
dilinde nağmesini, yüreğinde gözlerini alıp da geçmiş…
30
YARATICI YAZARLIK
KIRMIZI ERGUVAN
Uykusundan sayıklayarak uyandı. Kalbi deli gibi atıyordu.
Gecenin koyu siyahını yırtan loş aydınlıkta, içindeki gümbürtüden başka ses yoktu. “Bu sesi duymuyordur umarım
sevgilim” diye geçirdi içinden. Yanında yatan, masum bir
güzellikle donatılmış kadına, arzu ve sevecenlikle karışık bir
bakış fırlattı. Neydi onu bu denli heyecanlandıran? Görüntü
hâlâ gözlerinin önündeydi: Kızıla çalan kahverengi yaprakları
rüzgârda savrulan, üç metrelik boyuyla o ağaç… Onun kırmızı
erguvanı... Pürüzsüz, güçlü bedeni, vakur duruşuyla oydu
evet… Çocukluğundan beri ara ara görürdü onu rüyasında.
Aslını görmesi mümkün değildi. Yıllardır ağacıyla ayrı
karalarda yaşıyordu ama ne zaman bir işarete gerçekten ihtiyaç duysa, dallarını uzatır, ziyarete gelirdi ağacı onu.
Sevgilisi şöyle bir döndü. Yatarken göğsünün hizasına gelen
yerdeki bacaklarına dokundu sevecenlikle, adını mırıldandı.
Uyku dehlizlerinden çıkamadan devam etti uykusuna…
Daha küçücük bir oğlan çocuğuyken keşfetmişti ağacını. Bir
teneffüs kovalamacasından sonra önünde soluklandığında
mı dikkatini çekmişti ilk, dallarındaki yuvada yem bekleyerek bağrışan yavru kuşları gördüğünde mi, bilmiyordu, o kısım net değildi. Belki ve en akla yakın olanı,
âşık olduğu ilk kıza içini bu ağacın altında açtığıydı. Onu
özel kılan ve diğer tüm ağaçlardan erkence onu donatan
kırmızı yapraklarıyla büyülemişti onu. Ya da yıllarca okul
çıkışında, kendisini her şeyiyle kabul eden, karşılıksız seven annesini bu ağacın altında beklediğinden, belleğinde
yer etmişti. Bir zaman tüneli, bir tür geçitti o ağacın altı. Tam
altında durup kafasını göğe doğru kaldırdığında bir güç gelirdi içine, bir cıvıltı… Yıllar boyunca onu her görüşünde,
anlardı ki bildik güvenilir bir yerdeydi; o bir tür destekti
arkasında… Çocukluk ve ilk gençliğinin telaşıyla yarıştığı,
bazen yetişemeyeceğinden kaygılandığı, hızla akan hayatı
yakalayabildiğinin delili... Kırmızı erguvanın önünde kimi
zaman hızlı kimi zaman yavaş akardı hayat; çocuk cıvıltıları,
rüzgâr uğultuları, uzak klakson sesleri birbirine karışırdı. O,
sakin, kendinden emin, ne yaptığını bilen babacan bir tavırla
sadece dururdu. Görünmez gözleriyle her şeyi izler, biriktirirdi. Çiçeklerle bezendiğinde de dalları karlarla kaplandığında
da sonbahar tüm yapraklarını savurduğunda da aynı vakur
duruşla beklerdi. Her şeyi aşabilecek, atlatabilecek kadar
güçlü gelirdi ona kırmızı erguvanı… Baharı, yazı, dönüşümü
olduğu kadar tutarlılığı ve değişmezliği de ispatlayan bir sembol! Güvenin ve neşenin işareti!
Sevgilisi kımıldandı yatakta... Yarı doğrulmuş bedeni ürperdi.
Sevgilisinin bedeni hareketsizleştiğinde düşüncelerine döndü
yeniden.
Bütün gün kafasını kurcalayan bu değil miydi işte? Onca
bağlandığı, âşık olduğu kadına güvenebilir miydi gerçekten?
Hayatını ona adayıp dünyanın merkezine onu koyuşunu anlar mıydı? Önemser miydi bu tercihi gerçek anlamda? Bu
aşkın kıymetini bilir miydi? Güvenebilir miydi ona, ağacına
güvendiği gibi?.. Sorular kafasında uçuşmuştu tüm gün…
Sevgilisinin onun için vazgeçilmez bir noktaya geldiğini
anladığından beri içi sevinç ve korkuyla ürperiyordu! Sevgilisinin gözlerinden, davranışlarından öte, zaman ve mekân dışı
bir gösterge arıyordu!
İşte yine beklediği ipucunu vermeye gelmişti kırmızı
erguvanı… Yüreğindeki yanıt ağacından yansımış ve rüyasına
gelmişti. Beklediği yanıtı almıştı! O, doğru kişiydi. Onunla
kök salabilir, onunla meyve vermeye kalkışabilirdi… Hem
aşkın özgürleştirici sarhoşluğuna kendini bırakabilir hem de
birbirlerini fark edişlerinin güvenli tutarlılığına sarılabilirdi…
Sevgilisi gözlerini açtı, kızılımsı saçları dağılmıştı, mırıldandı:
- Ne oldu? Niye uyanıksın? İyi misin?
- İyiyim… Hem de çok… Ağaç… Benim ağacım… Neyse
canım sen uyu… Lütfen uyu…
Bilgi Şafak DUGAN
KEÇİ
Ege denizinde, tam olarak anımsamadığım bir yerde, üzerinde henüz hiçbir insanın yaşamadığı küçücük bir ada var. Adada yaşayan keçilerin çokluğundan ötürü keçi adası olarak bilinir. Haritada ismi dahi olmayan bu ada, el değmemiş doğası,
derinliğine rağmen dibini olduğu gibi göstermekten sakınmayan yürekli denizi, denizi kucaklarcasına dallarını ona sarkıtmış
ağaçları, demir atmaya elverişli, korunaklı koylarıyla rotası yakınlardan geçen denizcilerin mola yeridir. Adadaki patika yollar,
zirveyi hedefleyen keçilerin bıraktığı izlerden ibarettir.
Bu adaya yolum ilk düştüğünde, denize kafa tutan sarp kayalarda bir keçi gözüme takıldı. Kendimi alamadan uzunca bir süre
onu izledim. Keçi, adanın hareket eden bir sureti gibiydi. Hareketlerinin zarifliği ile mağrurluğu içgüdüseldi ama kendinden
eminliği fiziksel gücünden, ürkekliği deneyimlerinden geliyordu. Adıyla özdeşleşmiş inadı, mücadeleyi seven ruhunun itici
gücüydü. Kayadan kayaya zıplıyor, korkusuzca tırmanıyordu; durulmaz bir merakı, içine sığmaz bir coşkusu vardı.
İzlerken keçi ada oldu, ada ben, ben keçi…
Hani insan olmayıp da bir hayvan olsaydım o adadaki keçi olurdum, onun özgürlüğünü, hareketliliğini, kendine güvenini benimsediğimden, yaşadığı coğrafyayla uyumunu kıskandığımdan. Keçi olurdum ancak kuru bir inattan değil, hedefine
kilitlenmiş bir canlının risk alma iştahından, merakından, tutkusundan... Ve mutlaka o adadaki keçi olurdum, denizden esen
rüzgârın zirvedeki ota bulaştırdığı mavi tadın lezzetini algıladığımdan...
Oya ERGENECİ
31
GECE
Gece olabilseydim, gökyüzündeki kandiller yanıp da, ay
salınınca nazlı nazlı, düşerdim yollara ben de, dünyaya düşen
ilk siyah buklelerle...
Uyurken üstünü açmış güzeller güzeli kız çocuklarından
başlardım işe elbette. İncitmeden onları, yorganlarını örterdim üstlerine, tatlı tatlı söylenmeyi de unutmazdım... Kesici
oyuncakları ve hayali kahramanlarıyla savaşırken uykuya
yakalanan erkek çocuklarınınsa usulca oyuncaklarını ellerinden alır, zafer dolu rüyalar dilerdim onlara...
Bacak ağrılarından bu gece de uyuyamayan Neriman Teyzeye
gecenin çabucak geçeceğini, ertesi güne yetiştirilmesi zorunlu
ama hâlâ taslak halinde olan projesine hüzünle bakan Ayça’ya
ise gecenin çok uzun olduğunu söylerdim. Sevim teyzenin gelinine dair inanılmaz kuruntularını mecburen dinler, ertesi gün
gelinin bu duruma açıklık getireceğini fısıldardım kulağına;
gelinine sessiz sabırlar dileyerek...
(…)
Ders çalışan öğrencileri de unutmam mümkün değil, illa ki uykusu gelirmiş ya dersi olanların geceleri ve hep ben suçluyumdur
ya sonunda, o zaman masada uyuklayan Mehmet’e annesinin
yankılı sesini duyurma vaktidir: Oğlum bari git, yatağında uyu,
üşüteceksin… Mehmet birden doğrulur sandalyesinde: Hayır
anne, çalışıyorum...
Ah işte Ömer yollarda, üstelik kafası bir hoş... Bu gece de belli
ki ümitsizce sevdiği kızı düşündükçe içmiş, içtikçe düşünmüş...
Ne yapmalı, nasıl anlatmalı Ömer’e eskilerin “Herşeyde vardır
bir hayır” sözünde hak payı olduğunu? “Bir süre tamam ama
sonra aramaz mı kız kendi yaşadığı lüksü senin evinde Ömer?
Annen gibi konuşmak istemem ama bakkalın kızı Aysel tam
sana göre gerçekten, hem annene de iş yapacak gelin gerek...”
der, söylediklerime kendim de inanmadan ve Ömer henüz
ayılmadan hızlıca kaçarım onun geçtiği sokaklardan.
(…)
Ama sanmayın ki hep mesai yaparım eğer gece olursam, küçük
kaçamaklar da yaratırım kendim için bazen. Mesela mis kokulu çiçekleri koklar, yumuşacık bulutların üzerinde dinlenir,
ağaç dallarındaki kuş yuvalarına misafir olurum. Bir de tatlı
dilli rüzgâr yanıma kuruldu mu, keyfimize diyecek olmaz!
Anlatır bana önceki gün gezip gördüklerini ve ertesi günün
umutlarını...
Ne çare ki, yeni gün de doğmak üzere yine, bilirim.
Ben de gitmeden tüm sıcak evlerin sakinlerine, tüm köprüaltı
oteli kullanıcılarına, mezarlıklarda uyuyanlara, uzun yol
şoförlerine, keşlere, akşam yemeklerini hakkıyla kazanmış
vahşi hayvanlara, dertli annelere, geçim kaygısındaki babalara,
çocuklara, suçlulara, hümanistlere, herkese sevgilerimi iletirim
tek tek… Dinlendirdim ya onları mümkün olduğunca bu gece
de, tek gururum bu olacak ertesi geceye dek...
Anne sütüne ve anne kokusuna doyamamış bebekler annelerini
bu gece bir kez daha uyandırdıklarında sevinirdim içten içe...
Çünkü anne durumdan şikâyetçi gibi görünse de, o ikiliden
daha mutlu kimse yok günün bu saatinde... Haa mutluluk deyince, tabii eşinin güvenli kollarında uyuyan Ela’ya aşk dolu
iyi geceler fısıldamalı, o beni duymasa da...
Ama bu hüznüm neden? Neden kayboluyorum günün ilk
ışıklarıyla hep ben? Bu döngüden nasıl kurtulmalı? Nasıl
ölümsüz olabilmeli? Buldum! Ben de bir düş kurarım o zaman,
düşleri hep başkalarına gösterecek değilim ya... Düşümün konusu diyelim ki şu olsun: Günün bir zaman dilimi olsaydım,
gündüz olurdum...
Küçük Ahmet’in özensiz yastığındaki hiç anne eli değmemiş
yumuşacık saçlarını okşar, yumuk ellerini öperdim doyasıya,
“Çağırdın, ben de geldim bak yavrum, seni çok özledim” demeyi de unutmazdım bir anne tadında...
(…)
Böyle sürüp gitsin oyunum, ben hep var olayım...
Şeyda ÇOLAK
AĞAÇLAR
Hiç mi bırakıp gidesi gelmez ağaçların? Güneş doğar ve batar. İnsanlar gelir ve gider. Zaman başlar ve biter. Sıkılmazlar mı hiç?
Ağaçlar doğanın prangalı bekçileri midir?
Bazı ağaçlar şanslıdır. Mesela Çıralı’dan Likya’ya doğru çıkan yolda, ince çakıllı kumsalın bitiminde ardına denizi, sağına
soluna eşsiz yeşillikleri alarak yüzyılları deviren alımlı sedir ağaçları… Sedir olmak başlı başına bir ayrıcalık belki de ağaçlar
dünyasında. O sağa sola eğilmiş, güçlü ve uzun gövdelerinin tepesinde biten yeşil yapraklı dallar, sağa sola alabildiğine
genişleyip yayılır. Yan yana duruşları, kabarık iri dalgalı saçlarını rüzgâra vermiş hüzünlü ve alımlı kadınlar gibidir. Güçlü
kökleriyle sarıldıkları topraktan can alıp yükseklerdeki yapraklarıyla gökleri ve yeri selamlarlar. Rivayete göre zamanında
Olimpos’ta tanrılarla yaşamışlar… Yüzlerce yıllık yaşamlarının bu devresinde şaşkın turistlerin bellerine sarılıp hatıra fotoğrafı
çektirmelerini belki de bu yüzden sonsuz bir hoşgörüyle karşılarlar.
Ya havalı bir plazanın bahçesinde, varlığını peyzaj planlarına borçlu olan mavi çam halinden memnun mudur? O çamın güvenlik görevlisinin beslediği şişman ve tembel kediden daha vahşi bir dostu yoktur. Herhangi bir yapı marketinde biri onu satın alıp
uygun yere diksin diye beklerken, dallarında yuva yapacak kuşlar trafik gürültüsü ve hava kirliğine dayanamayıp çoktan başka
yerlere göçmüştür.
Ama ağaçlar bırakıp gidemezler işte. Çünkü ağaçlar insanlardan daha beter!.. Laf olsun diye değil gerçekten kök salarlar
bulundukları yere. Ve ne yazık ki, o yerler bir süredir insanların tekelinde.
32
Esra ÖZKAN ÇELİK
HÜDİL GENEL AĞ SAYFASI
HÜDİL ve HÜDİL Kursları hakkında genel ağ sayfamızdan detaylı bilgi edinebilir, duyuruları takip edebilir ve internet ortamında kaydınızı yapabilirsiniz:
www.hudil.hacettepe.edu.tr

Benzer belgeler

ilkSAYIMIZ - Hacettepe Üniversitesi

ilkSAYIMIZ - Hacettepe Üniversitesi Genel Ağ Sayfası www.hudil.hacettepe.edu.tr E-Posta [email protected]

Detaylı

HÜDİL Kış 2010 5 Doğru kullanıyor muyuz?

HÜDİL Kış 2010 5 Doğru kullanıyor muyuz? Genel Ağ Sayfası www.hudil.hacettepe.edu.tr E-Posta [email protected]

Detaylı