OKU - Sultani

Transkript

OKU - Sultani
BU SAYIDA
Esat Mahmut Karakurt
Erdoğan
Ali
Soral
!pekoğlu
Omurtak
Yalçın
Tahsin Yücel
Çağa
Baran
Abdülkadir Günyaz
Yiğit
Okur
Erten
Ali Suat Oral
Atila Alpöze
H. Oktay Ural
Jean Giraudoux
Yalçın
Yalvaç
Basri Karagöz
Köksal
Saraçoğlu
Cengiz Tacer
Sayı:
21
Mayıs:
1953
--------
GALATASARAY~
Galatasaray Lisesi Talebe Kurulu Neşriyat Kolu tarafından
iki ayda bir İstanbulda çıkarılır; okul dergisidir.
Sayı:
Mayıs
21
Yazıişlerini
Sahibi :
Cecüm.eni cluıem aaLu
1953
fiilen idare eden :
dluvaıf.ıf.ak c.Y3endecli.
Sekreter:
aalıui.n Zj.üceL - Zjı"fj.i.t Qleuc
Kapak kompozisyonu: Ali İpekoğlu
tsTAı.'lfBUL MATBAASI - Nuı:uosmaniye cad. No. 90/ 1 - İstanbul
AİLE
ve
GENÇL İK
ESAT i\1AFOIUT KARAKURT
Eğeı•
gençlerimiz arzu edilon
sevgiye ulaşmış bir halde yetişti­
rilemiyorsa ve bu işte birçok aksaklıklarımız mevcutsa bu aksaklıklann, bu yetiştirilmeme
kabahatinin, gençlerimize değil, bize
ait olduğunu kemali cesaret ve cüretıc itiraf etmemiz lazımdır.
İnsan dediğimiz mahl1ik, çocuk halinde iken masum bir varlıktır. Her ttirlü kötü dediğimiz
şeyleı·den uzak, hiçbir şey bilmeyen, hiç bir şeye saplanmayan,
gösterileni benimseyen, öğretile­
ni yapan günahsız bir canlıdır. Bu
küçül{ günahsız canlı)'l, bir büyük
canlı yapabilmek, ahlıselim sahihi
mütekamil bir genç haline getirebilme!< için, zannettiğinizden daha hudutsuz, uçsuz bucaksız bir
mesaiye, ihtimama ihtiyaç vardır.
İnsan, bir ağaç vetiştlrmek için bile aylar, seneler sarfediyor,
insan yetiştirme!{ kolay mı? Unutmayınız ki, bir küçük insanı,
biraz serpilmiş bir insan durumuna ulaştırabilmek, bir çocuğu b~r
genç haline getirebilmek için, ortalama bir hesapla tam yirmi sene
harcıyoruz. Yirmi sene bu! .. Dile
kolay! .. Yirmi yıl fasılasız o çocuğıın
yetişmesi için gayretle, hüsnüniyetle, dirayetle emek sarfetmeğe mahkümuz!
Fakat, ne emek, ne gayret, hatta ne de o yirmi yıl, biı' gencin istediğimiz şe­
kilde inkişafı için kafi bir vasıta,
yeter bir unsur teşkil etmiyor. Asır
çocuğu
avuçlannın
arasın'.!.
alan kudret, içinde yaşadığı muhitin üzerinde bırakacağı daimi tesirlerin, f!l.sılasız intibaların husule getireceği. umumi tepkilerdir.
Ahilik ve karakter
dediğimiz
ki, basit
günlük hareketlerimizin bir araya gelmesinden doğan küçücük.
itiyadlal'ln bir toplamından ibarettir. Yalan söyleyenlerin arasında
şey,
unutulmamalıdır
bir insan, yalan söylemesini bilmez. Küçükken efendimsiz Jwnuşmağa alışmamış bir
çocuğu, büyüdükten sonra, sırtın­
da kırbaç şalcl:ı.tsanız, size efendimsiz cevap verdiremezsiniz! Şef­
kat, muhabbet, sevgi, nezaket, te"
biye dediğimiz şeyler, hep böyle
işte küçükken günlük hareketlerimizin devamı esnasında farkın­
da olmıyarak, aldığımız iyi intiba
Jarın bir itiyad haline gelmesinden doğuyor.
Yani bir insanın ahlak sahibi, fazilet sahibi, terbiyeli, nazik,
dürüst bir insan olması demek,
o insanın küçüktenberi, insanlarca iyi diye kabul edilmiş şeyleri
yapmağa alışmış oiması elemektir.
O halde çocuklarımızı, bütün bu
vasıflara sahip gençler olarak yetiştirmek için, küçükten başlıya­
rak onları, iyi şeyleri kendiliğin­
den benimseyebilecek tesirler a.1tında bırakmak ve bu tesirlerin
neticelerini nefislerinde itiyad
haline getirmek mecburiyetindeyiz. İşte bu tesirlerin en mühimini, en kuvvetlisini çocuk evvela.
aile ocağında alıyor. Ama yalmz
oradan mı alıyor? Hayır! Çocuk,
merhale merhale ilk defa ailenin,
sonra mektebin, sonra muhitin
ve daha sonra da arkadaşlarının,
görgüsünün, okuduğu kitapların
ve hatta yavaş yavaş bizzat kendi
yetişmeyen
şahsi
da
dilşünüşlerinin baskısı altın­
yaşamağa başTar.
Şu
halde
çocuklarımızın
yeen mühim ve ana
rolü, aile ocağı ifa ediyor demektir. Çünkü günlük hayatında henliz hiçbir kötü itiyada sahip bulunmayan çocuğa, iyi şeyleri bir
itiyad halini verip onu forme etmek vazifesi aileye djlşüyor. Bu
vazifeyi de ailede babadan daha
çok ananın yapması icabetmektedir. Çünkü ana, çocuğuna babasından daha yakındır.
tiştirilmesinde
Kolay mı anne olmak? ..
Çocuk küçük iken, bilhassa
beş ile on yaşları arasında mütemadiyen bilmediklerini sorup örrrenmek ister. Siz ele mütemac1iyen ve bıkmadan onun sorup öğ­
renmek istediği. şeyleri anlıyabile­
ceği bir tarzda, fakat büyük bir
adamın
karşısındaymışsınız gibi,
söyliyeceğirtiz
bütün sözleri tartarak cevaplandıracak ve anlatacaksınız!
Alaturka musikiden mi hoş­
Olabiliı'. Fakat mütemadiyen radyoyu açıp, çocuğu­
nuzla beraber bulunurken alatui·ka musiki dinlemeğe hakkınız
yoktur. Çevireceksiniz radyonuzun düğmesini! Çünkü böyle yap·
mazsamz, çocuğunuzun
masum
kulağını, sesleri pek mahdut olan
bir musikinin vereceği yeknesak
bir zevke alıştırır, garp müziğinin
ruhu heyecana getiren ahenktar
nağmeleri ile alakadar edemezsiniz bir daha onu! ..
Koca111zın sizi, sizin
kocanızı
sevmeniz, ve bu sevgiyi izhar etmekte serbest bulunmanız elbette ki çok tabiidir.
Fakat çocuğıınuz yanınızda ise
yahut civarınızda bulunuyorsa, bu
sevgi tezahürlerinde de ıl.deta sokaktaynuşsınız gibi, daı· bir hudut, çekingen bir tavır alarak hareket etmek mecbuı-iyetincle oldulanıyorsunuz!
ğunuzu
unutmamalısınız!
Büyük Alman
ı uhiyatçısı
Doktor Froyd, eğer tecrübesiz annelerle babalra, çocuklarının önünde soyunup yatağa girerken,
veyahut banyodan çılcıp omuzlarına boı·nozlarını alırl{en, ayaklarının altında dolaşanlaı·a, küçük.
tür diye ehemmiyet vermiyerek,
çocuklarının cinsi hayatı
üzerin~
de yaptıkları teşevvüş ve tecessüsün neticelerini bilmiş olsaydılar.
eminim ki yataklarına muhakkak
elbiseleri ile girerlerdi ~ diyor.
Görüyorsunuz, ev hayatımız­
daki küçücük ve tabii hareketle·
rimiz bile, bazan çocuklarımızın
üzerinde ne mühim tesirler icra.
ediyor!.
Parisli on beş yaşındaki kızla,
16 yaşındaki d elikanlının sokakların ortasında haya.sızca birbirlerine sarılıp öpüşmelerinde gayri
tabii bir tezahür
görmemeleri,
hiç şüphe yok iti, kUçük iken evde aldıkları intibaların tabii bir
neticesidir.
1
Haya. dediğimiz his de, d!ğel'
hisler gibi gökten zembil ile indirilmiş değildir. Bu hisler kötü
ve iyilerin tefrik edilerek şuuru­
muzda yerleşmeleri ile temin olunabilir ancal{.
Elhasıl madem ki çocuk sahibiyiz evimizde dahi, evimizde değilmişiz gibi, her an dikkatli bulunmağa mecburuz. ·
Nasıl? Anlaşılıyoı· artık değil mi iyiden . iyiye! .. Hususi hayatlarımızla dahi
çocuklarımız a
ne amansız şekilde müessir ot.ıyo­
ruz. Çünkü çocuklarımız her türlü hareketlerimize dikkat ederler:
Taklit ederler. Ve aynen tatbika
geçerler. Sonra da bunları bir itiyad haline getirip şuurlarına yer-
Eski Günler
Her
İnsan
Anlaması pek kolay imtihan olduğunu
Kopye usullerinde buluşlar canlanıyor.
Palamutlar, canlılar, ufak tefek palalar,
Yutmam diye övünen daha çok alduıııyor.
Bu lmdar talebeden bilen varsa söyl •sin
Hangisi istediği gibi hoca tanıyor.
Ne tembel lıerifler var ~u emektar okulda
Ancak hafta sonları saçları taranıyor.
Usuller hep d ğişti sabahları ilk zille
Şimdi herkes değil ele ufaklar uyanıyor.
kadar gelmiş
evde niçin kitap aç-
Bulan varsa söylesin mektep içinclı şimdi
Verilen yemeklerde tad, lezzet Manıyor.
ediyorsunuzı
Bilhassa muaşeret A.dabında
gençlerimizin pervasızlıkları şid­
detli tenkid
mevzuudur. Haldı
bu! Biz de şik!yUtçiyiz Hakikaten
çocuklarımız bu sahada ala.lcası7.
ve dikatsizdirlel'. Ama bunun '~e­
bebi ne? Yine aileye avdet edeceğiz! Komşulaı· gelir, oturulur. Her
türlü mevzuu yetişmekte bulunan
genç kızlarımızla . oğlumuzun önünde teferruatiyle görüşmekten
çekinmeyiz. Yahut evlerimizin
vaziyeti müsait değildir. Çocukla-
çok kıstılar cepten verirmiş gibi
evde peclere bakmalttan utanıyor.
Çocuklar ela çok huysuz her fena not ahsta
bulup hoca fena sanıyor.
sınıflarına.
Siz, çocuğ'tınuz o yaşa gelinceye
kadar hiç olmazsa akşamları, kocanızla karşı karşıya birer koltuğ'tın içine gömülüp bir iki saat
k.itap olmmağa valdt ayırdınız
mı? Hatta. olmduğ'ı.ınuz kitaplardan çoğ'tınuzun anlıyablleceği par
çaları, bizzat ona tekrarlatarak,
okumaktan zevk alması için zihni eksersizler yaptırdınız mı?
Yapmadl.ruzsa ve yaptırmadınızsa
sizde bulunmayan itiyadın çocukta bulunmasını nasıl istiyebilirsiniz? ..
y.arafuyor.
Kıenclini haklı
yadlarımızdır. »
lnadığ'ından şilc!yet
~lışılır mı artık,
hafızlar
Notları
Büyük İngiliz edibi Şekspire,
Cehenneme inanır mısınız? » diye bir sual sormuşlar. üstad bir
an düşündükten sonra gülmüş,
c±nsana. demiş, mevcudiyetinden
şüphe ettiği bir şey hakkında inanıp inanmadığı sorulur. Yoksa göz
le görülen biı• varlığa inanır mı­
sınız diye sual tevcih olunur mu ?
İnanmağa lüzum yok. Görüyorum
zaten cehennemi! Cehennem itiLise
not alışta yüreğimiz yanıyor.
talebelikten gittikçe usanıyoı·.
Yaş ta buldu yirmiyi
Hayatta varsa yoksa
leştirirler.
çocuğ'ı.ınuzun
kırık
İnsan
Kalmadı
eski günler onlarda ne tat vardı
ah çekip o günleri arıyor.
Fımektarlar
Erol
Günaydın
(Namı diğer
dinlememeleri lazım g-elen şey­
leri dinlemelerine mani olacak te J
birler almayız. ·Mahallenin bütün
aşk hildl.yeleri,
siyasetin bütün
iğrenç dedikoduları, hayatın zahmetleri, parasızlığın· sefaleti, yahut servetin saadeti 15 yaşındald
rın
kızımızla
.16 yaşındaki oğlumuzun
meçhulü birer mevzu
değildir.
Evdir bu! Karı Jrnca kavgalada olabilir. Fa.kat bu ltavgalar ·
da asabi bir hava içinde cereyan
eden bütiln hareketler, işitilmeme­
si liizım gelen sözler, hırçın müdafaa ve ta.rizler çocuklı>.rıınızın
istemiyerek türlü tesirler altın ­
da ta ı·uhlarının derinliğine kadar
nüfuz eder. Sonra da onların murı
Baba
Tıjın)
aşeret Mabına riayet etmediklerini ileri sürer, şil{A.yet ederiz. 0luı· mu böyle şey!. .
Babası ile otobüse binen çocuk, babasının kadınlara yer verdiğini görmedil{çe, kendisi yer verir mi hiç?
Siz annenizin elini öpmeyi !det edenmemişseniz çocuklarını­
zın sizin elinizi öpmesini niçin istiyorsunuz?
Elhasıl daha buna benzer bir
çoJ{ misallerle izah etmek kabildir ki, bugün gençlerimizde görülen pervasızlığın dikkatsizlik ve
aksakhkların, hepsi demiyeceğim,
(Devamı
s. 16 da)
HiKAYE:
Bizim
Dümdüz bir yolun sağa lnvyerde, kırık c'ökük bir çatının önünde bir hay-huydur gidiyordu. Her zaman bö ledir burası. Kasabanın kuruluşuyla akran olan koca çınarın altında hararetli hararetli birşeyler konuşu­
lur, konuşulur ama nedir bu konuştukları?
Niçin böyle bağırıp
durnrlar? Pelc mühim şeylerden
mi bahsederler? Zannetmem, fakat konuşurlar işle, durmadan,
•
Şehrin insanları
Yazan: ,..,..__,.,.._ __
rıldığı
bıkmadan konuşurlar;
kasabanın
en gürültülü yeridir burası ...
Sevinçlerini, lrnderlerini, geçim dertlerini, dünya görüşlerini,
velhasıl anlatılması mümkün olan
herşeyleı·ini
burada anlatırlaı·.
Kimler uğramaz ki buraya?. Bakkalı, zerzavatçısı , ba!ıl{çısı, kahvecisi, hepsi, hepsi buranın öz malıdırlar.
Sıcaklar erken basar, işler kesat gider. Dert yanmaz da ne yaparsın?..
.
Serezli Ali efendi derin derin
lçiıü çekti, elini sağındaki sandı­
ğın üzerinde duran
domateslere
·:loğ't'u uzattı. Bir yığın sinek havalandı. ..
Tabak Rasim:
- Bendeki kabak! Bendeki
kabak! diye bir nara attı, mecidiyeye, hanım anne, mecidiyeye! ..
Üç Jcöylü kadın Serezli'yi bı-
ERDOÖAN S ORAL
Resim!Gyen:
ALt
İPEKOÖLU
,,,,,
Rasim'e doğru yi.irüdliler.
Serezli içindeki hiddeti gizliyemedi; sandalyeye ters oturmuş şiş­
man gümrükçüye:
- Gördün mü it oğlu iti! Ulan esnaflık kim, siz kim! Teraziden müşteriyi çaldı edepsiz kerata! .. Vicdan mı bu? Söyle beybaba, vicdan mı bu ? Camide de
imamın arkasından ayrılmaz, tuu!
Allah bel!i.nı versin senin! Geçen
altşam iki kolyoz almış, acaba taratorlu mu yapsam; iskarası mı,
p~paz yahnisi mi iyi olur? diye
kovalaldanıp duruyordu görmemiş
herif. Şimdi de fakirin ekmeğine
göz koymaktan sıkılmıyor.. Vicdan mı bu? ..
Gümrükçü esnedi, bir daha,
bir' daha esnedi, aksırığı tuttu, aksırdı. Sonra kendinden emin bir
hatip edasiyle gözleıini uzak bir
noktaya diltti:
- Gördün mü arabın oğlunu,
dedi, herif demirku·at oldu diye he
men belediyede kaleme yazdılar,
sen lü\.la Sirez'den bahset! Babası zenginmiş te, b ağı yanmış ta,
-höküınet üzümü meciyeden alıp,
rakıyı sekiz kağıttan verirmiş, sana mı kaldı tasası be adam! ..
Uzaklarda bir ses akisler yaptı, sonra, biraz daha yakında kesile kesik aynı şcyleı·i tekrarladı:
- Ey ahali! .. Dün akşam Şe­
ker lcayasında bir beyaz eşek kayboldu; bulan veya görene ikramiye var, ikramiyee !.
GUmrülcçü yine dayanamadı:
- Gördün mü, dedi, gördün
mü çangırı, herifin sesi bile değiş­
ti demirkırat olduktan sonram.
Meaş yükselee;ekmiş. «İleride meclis lzası olacam. > diyor «meclis
Serezll yanı bll§mda, kumlaiçinde yuvarlanan iri çoban
köpeğine bir tekme attı, parına.­
ğına doladığı kalın saat kösteğini
birkaç kere döndürdükten sonra:
rın
'\.. \
.f.. / ../ .
rakıp
Azası.>
-
Vakit te ikindiye yaklaştı,
sattık ta ne sattık!
Vicdansız herif, vicdansız...
Kahvede bir gürültü koptu,
bir kaç tokat sesi işitildi. Kafadar
çırağını maıizliyordu ...
- Nerede ise memur çıkacak.
ulan!.. Sabahtan beri domina
oynarsın da bir türlü aklına gazozları haşlamak gelmez ha!..
Bir kaç kere boğuk boğuk öksürdü... Minarede ikindi okundu ...
Sıfır numara tıraşlı kafasını bir
iki defa kaşıdı. Uykudan şişmiş
göz kapaklannı oğuşturdu. Sonra
Serezli'ye döndü:
- Gördün mU Ali bu sabahki
andavallıları? Herif istida yazdı­
racak, iki saat senin serginin önünde tahta perde gibi kazıklan­
dı. Ne diye kaparsınız fukaranın
sergisini?.. Rasim' in canına minnet zaten, herif çabucak okuttu
kabakları ...
- Bırak Allahını seversen,
sıkma sen de canımı kafadar, hani babama kUflir ettirecelcsin beni dünyaya getirdiğine... Büyük
babamı Serez'de parmakla gösterirlermiş. Neler bırakmamış babama... Babam da bana bırakmış ama Serez'de. Serez nerde, burası
nerde ! Taşıyamazsın ki toprağ'ı.
Sattık savurduk !stanbul'da, Hristaki'nin meyhanesinde
erittik
hani
sattık
paraları.
Şimdi
şunun
şurasında
iki nafaka dileniyoruz. Onu da i'ki
hödük, üç madrabaz elimizden almağa kalkar! Vicdan mı bu, vicdan mı bu? ..
Kafadar:
- Buyurun, buyurun, diye
gürledi...
İki memur gelmişti, kağıt istiyorlardı.
Onları Arap Şakiı"le
ham~mcı tş,kibettiler. Birer J{ahve
içtiler. Şakir bir n rgile istedi.
:_ Suyu y nilen in ha, suyu
yenilensin, diye sıkı sıkı tembih
etti.
Hamamcı esnedi, bir daha esnedi; yarı kapalı gözlerini biı·az
daha kapadı ...
Ağustos böcelcleri
sözleşmiş
gibi hep birden ötüyorlaı·dı ...
Serezli düşilndU, kendi kendine birşeyler söyledi, gülümsedi.
Uzaklarda bir eşek anırdı... Serezli yine gülümsedi. Sonra hamamcıya döndü:
.- Dfninden vazgeçersin, fakat paı·tiden asla, öyle mi? Herifler iş yapmak niyetinde iş, kapatırlar ya hamamı,
kapatırlar
elbet, sana kaç defa demedim mi:
Baba bırak bu kafayı, parti senin nene Ulzım, işine bak... dinlemedin iti... Yalancı pehlivanlar
gibi Karagöz gazetesi elinde, herkese karıltatör gösteriı'Sin. Göze
batar işte böyle şeyler. Okumayı­
ver efendim, okumayıver; ne diye gidersin ateşin ilstüne körilkle?
HamamcL avı.ı,ş avaş gözlerini araladı, birkaç saniye düşün­
dü, gözlerinde acı bir istihza belirdi, Şakir'i dürtilkledi. Şakir elüıdelti tesbihi
masa~ a bıraktı,
kendi kendine birşe ler okudu, hafifee sakalını sıvazladı:
4
-
Ne istersin
:ı.ğnın,
diye ha-
mamcıya baktı.
- Anlat ulan Şakir anlat, gftvurun kaçışını anlat, bir memleketin eşyasını adama nasıl k:ı.ldır­
tırlarmış, onu anlat, iskeleye on
gün gavur malı nasıl taşınn·mış o. mı anlat, papazın oğlundan yediğimiz sopayı anlat ...
Şakir'in yüzü bir anda buruş­
tu, dudaklarında acı bir tebessüm.
kireçlenmiş yüzünde ameliyat ma
sasına yatmış bir adamın can havliyle çıkardığı ter tn.bakası peyda
oldu.
- Nelerini gördük biz, nelerini, bizim çektiğimizi Allah bir
daha çektirmesin bu millete ...
Dut karası rengindeki dudakl arında titreme çoğaldı, kendi kendine birşeyler söylendi yine ...
Birkaç memur dana geldi. ..
İhtiyarlar kalktılar. Bir türlü bağdaşamaz şu gençlerle ihtiyar kafası. ..
Serezli kabuğuna çekilmiş bir
kaplumbağa gibi serginin yanına
seyirtti. I afadar iki kere daha bağırdı. Eski miskinliğ"in
yeı'inde
şimdi aşırı bir züppelil< hfı.ltimdi.
Ekose gömlekli bir genç memur
ağzına doladığı bir Amerikan tangosunu geveleyip duruyor, yandaki masada iki mcktepliyle kasaba
eşrafından iki delikanlı kafa kafaya vermiş, birini çekiştiriyorlaı·dı.
İskele tarafından bir motor
sesi işitildi...
Kıranta bir delikanlı Serezli'ye salaştı:
- Ye iç Ali ağaya dua et,
heı•if öbür dünyanın yolunu tutmasaydı, sen burada zor zerzavat
satardın ...
- Serezli, git oğlum, git, sen
çocuksun daha, alclın ermez senin... Ben de babamın ekmeğini
) erken senin gibi ı!f atacak adam
arardım; falcat dünya zannettiğin
gibi gi.ilistanlık değil. Aklın başı­
na gelir amma sırtından ateşi çık­
tılctan sonra ...
Bir hamal geldi. Arkasında
bir sandık vardı. Biı·kaç ldşi o
tarafa yollandılar. Damat smiş,
artırmaya çıktı. Artırma başlıyor ..
Hamal:
- Kn·k, dedi.
Serezli:
- Kıı•k beş! dedi.
Rasin1:
- Elli, diye atıldı.
Serezli çekildi. Etraftakiler:
- Oldu mıı. Ali c>(cnrll, dediler, oldu mu ya! Artırın<ına bak
sen, alıcısı biz değil miyiz~ Bı­
rakma şu güzelim domalc, !eri Rasim'e ...
Serezli sermayesini düşündü.
Bir aralık alnııya karar verdi;
sonra yine caydı. Bü ün lrnhvcnin
önündekiler:
- Al, Ali efendi, al, diye ıs­
raı· ettiler, alıcısı biz değil miyiz?
Serezli dayanamadı:
- Elli beş, dedi.
Domatesler üzerinde kaldı. ..
Tabalt Rasim sinsi sinsi güldü .. .
İki memur yanmşar ldlo domates aldılar .
Yandaki sokakta biı· gürültü
koptu. Hamal başka bir sandıkla
çıka geldi. Kırmızı kırmızı domateslerle dolu bir sandık ... Artırma­
ya çıkardılar, kırk kuruştan Rasim'in üzerinde kaldı.
Serezli:
- Altmış, diye bağırdı. Biraz bekleyip bir daha
bağırdı.
Kimsecikler oralı olmadı. ..
Rasim:
- Böyle domates, böyle domates ellibeşe, diye haykırdı.
Bütün müşteriler Rasim'e
cloğrn scyirttiler ...
Serezli Ali biraz önce kendisini arttırmaya teşvik eden kalabalığa baktı, içini çekti. Kırışıl<­
larl:ı. dolu yüzünde boncul< boncuk ter taneleri beliı'mişti... an
dığını sırtland ı, terazisini eline aldı. Tabak Rasim'in etrafında toplanan ltalabalığa biı· daha, bir cıa­
ha balttı. Göz kapaklarından buruşuk yüzüne düşen bir damla göz
yaşını glzlemiye çalıştı,
- Vicdan mı bu diye söylendi, vicdan mı bu? ..
E. ORAL
GENÇ ARKADAŞIMA MEKTUP
Yalçın
Buraların havası İstanbu­
gelmiştir zaten; satacak vr
lunkine hiç benzemiyor. İs­ satın alacak şeyi yoktur! Aktanbulun renkli, kokulLLı kah- şam tepelerdı.>ki karanlığın
kahalı iklimini Devrek'de bukoyulaı?ıp, tepelerdeki gamın
lamazsın.. Ağır, ızdıraplı, küsiyice ağırlaştığı zamanda o
kün havayı ciğerlerin zor ta- tepelere giden sıra sıra kadın­
şır . O havayı neşelenmek, fı­
lar görürsün!.. Sebzesini sakırd-:-.mak isteyen kanına kattanların elinde tek tük şişe­
makta güçlük çekersin. Zan- ler. Bunlar bir haftalık ihtinedersin etrafındaki boz te- yaçlarıdır : iki yüz elli gram
peler eğilmiş , seni, kendilerin- pamuk yağı, yarım kilo gazden ayrı havada yaşayan se- yağı. Eh ara sıra da birkaç
ni ezecekler ! Bu tepeler yüz- metre basması olanı vardır
yıllardır senin hasr etine daelbet.
yanmış, senin yolunu gözleOdununu satamıyan ve b•1
miş tepelerdir. Bu tepelerden
hayattan usanan oduncu göı .
devrilen her çamın çığlıkları­
!erini yeni ufuklara çevirir.
dır seni çağıran son sesler !
Alınterinin para
getireceği
Artık hasretine dayanamıya­
yer onun için artık madendir.
cakları da gözlerindeki ışık­
Bir gün karıdan çocuklardan
ların,
göğüslerindeki
yeşil
ayrılır, kamyonlarla Zongulumutların kararmasından bel
dak yolu tutulur.
1i !.
Erkeğin madene gitmesi
Devreği çevreliyeıı tepelerkadına
da yeni yeni hayat
de iki, üç haneli köyler, magetirir.
Artık
o da haftada bfr
halleler vardır yeşilliklerin aiki
defa
sırtta
taşıyabileceği
rasına yayılmış. Bu klübelerde senin benim gibi insanlar bir yığın odunu Devreğe getirmeye başlar. Yazın bu yı­
yaşar. Gözleri kara, saçları
kara, yüzleri sarı sarı insan- ğın seksen kuruştur, kışın iki
lar. Keskin, güzel baltaları liraya kadar çıkarmış. Oduvardır hepsinin; kiminin de u- ~ nunu satan gene gazyağmı,
zun, kütük taşıyan manda a- pamuk yağını alır tepelerdeki
evine döner.
rabaları vardır. Bu arabalar,
sanki tepelerdeki gamı dağı­
Madene giden yüzler, etabilmek için yükselen güneğer gelirlerse, bembeyaz geşin altında
Devreğe doğru
lirler. Yüzlerinde alışmış ol··
yollara dizilirler.
duğun sarı rengi de bulamazSonra, Dcvrekde pazar k•ı ·
sın artık. Gene eski hayat ba~
rulduğu günlerde o tepelerden gelen sıra sıra kadınlar lar. Sonra bu insanlar yaşar·
görürsün. Satabilecek şeyi o- lar, yaşarlar; hernalde çocuklanlar ellerinde yüklerle ge- ları da büyür; sonra · da karlirler. Çoğu Devreğe gezmeye deşim1 bu adamlar ölür.
OMURTAK
Kardeşim,
sen renkli, kokulu, kahkahalı kösenden
bunları
göremezsin, anlıya­
mazsın. Sen kalkıp buralar.::ı.
gelmeli, o odununu satan kaduun pamukyağını iki yüz yet
miş kuruştan nasıl
aldığını
görmelisin!
Kardeşim,
seni çağırmaya
kendi gücüm yetmiyecek, şa­
irin ağzından sesleneyim :
Kardaş senin dediklerin yok
Halay çekilen toprak
bu toprak değil
Çıl< hele Anadoluya
Kamyonlarla gel kağnılarla
gel gayrı
O kadar uzak
değil
Çamı bitmiş l.:avağı azalmış
Gamla örtülü
bayırlar çıplal<
değil
Yedi ay
kıştan
Yeşeren
s.enin
Yaprak
sonra
yaşamandır
değil.
Muhakkak ki Kuzey Anadolu Orta Anadoludan farklı.
Buralarda yeşeren arta kal·
mış tek tük yaprak, fakat yaşama değil!
Işıklar içind~
bu
karanlık­
laırı
göremeyen kardeşim, ağ­
lamak sana en yakışan şeydi,.
şimdi.
Gel! Hayatında yapabileen büyük eser, seni burada çırıl çıplak bekliyor!
ceğin
5
BESLEME
Huriye evine tiönüyordu ...
Hava sıcak mı sıcaktı, gölc-ede bile avuç avuç ter döJ,türüyordu adama. Etrafta ldmiecikler
görünmüyordu. Yollarsa hem toz
toprak içinde, hem de çakır çu kurdu ; yürümek başlı başına bir
belft.ydı. Gideceğin yer de uzak oldu mu, t a ma m! İş in yoksa ter dök.
Huriy e bu d urumdaydı işte! Evi
çok uzaklarda, taa ötegeçe'deydi.
Fakat Huriye kulak asmıyordu
böyle şeylere . Hava sıc akmış, yol11!1· bozukmuş , evi uzakmış, umurunda bile d eğildi. Başka düşün­
celerle meşguldü kafası . Yürüyüşünü değiştirmek ist iyor, doktorun
karısı gibi y ür ümey e ç alı ş ıyordu.
Fakat olmuy ordu, yapamıyordu
bir t ürlü ...
«Olmuy or, diyor du kendi kendine, gözleri kör olsun, olmuyor
işte! Bir hoş kıvırıyordu o . .. >
Öyle, o bir hoş kıvırıyordu ,
çünkü . ..
Hur iye g özlerini kapadı. Kapalı gözlerinin
önüne doktor un
karısı geldi. Doktorun karısı gen§
ve güzeldi. K al çaları öyle dolgundu ki.. . Öyle bir kıvırıyordu
ki... Kap alı göz de n e iyi olur~uş ! Enine boy una kendini gördü
bu sefer de : bir deri bir kemik
bütün vücudu, göğü smü ş, kalça y mı ış,
arama . ..
Ama o y ine de doktorun kagibi kıvırma}' sevd asındaydı. ..
Kıvırmaya ç alış ırken aya kla n birbirine dol aş tı , sendeledi, düş­
memek için güç zaptetti kendini...
Derken zıpırın biri ç ıktı karşıd an.
Huriye'nin halinde bir tuhaflık
ııezdi. «Bu kadında iş var> diye
düşündü .
Düşünmekl e de kalmadı. Utanmadan söz attı Huriyeye ...
Hur iy e hiç altta. kalır Mı;yıılı?
rısı
6
- Oşt it, diye cevap ver di,
adam mı sanıyon s~n seni ? Bir
iille vursam yarısı boşa gedecek !
Vururdu da! Bugüne bugün
doktorlardan dönüyordu .. . Öyle
piıı herifleri konuşturu r
mu ydu
hiç, öyle pis heriflere söz mü söy letirdi? ..
Yazan:
Huriye
doktor lardan dönüyordu bugüne bugün .. .
Başında k a r a bir çarşaf, k oltuğunun altında bir eski fista nla
bir ta.bale patlı c an sulusu vardı .
eti yağı bol cinstendi..
filan da değil di... Kazandan alınmı şt ı d o ğrudan doğı·uya ...
Doktorlar b aşkal arın a benzemezlerdi, doktorlar art ık yemek yedirmezlerdi adama, doktorlar iyi
insanl ard ı. H em iyi, hem de mesuttular ! Ne isteseler yerine getirilirdi. ..
Huriye gözlerini tekrar kapadı. Kapalı göz gerçekten hoş oluyordu; kapalı göz açık gözden
daha iyi görüyordu! Doktorlar,
doktorların evi olduğu gibi gözlerinin önüne serildi: beyaz duvarlar, duvarlarda türlü türlü resimler ... İn san 1·esimlcri, ağaç resimleri, dağl ar, tepeler, kuşlar ...
Döşemenin üstünde halılar .. . Halı lar nakış n akış.. renga renk, yumuşacık... Okşasa n ok şam aya doyamazsın bir daha. Hem de ne temiz, ne temiz ! Yağ dök sen yalanı r m üb areklerin üstünde... Sonra
dokt or un karı sı , Cavidan hanım!.
Saç ları sapsarı , lüle lüle, kısacık,
yanakları g ül pembesi...
Sonra
gözleri, d u dakl ar ı , bak şiarı , göğ­
sü, kal çal arı , y ürüyüşü ... Oof! ..
Sonra doktor! Kanlı canlı bir yüz.
İncecik bir bıyık. Sakal her zaman kesilmiş, saçlar parıl parı l.
Elbise her zaman ütülü, ütülü ve
temiz ... Sonra doktorun oğlu! Ne
kadar da sevimliydi k erata ! Biraz kekemeydi ama öyle güzel kekelerdi k i.. E lbiseleri de p ek hoş­
tu. B eyaz beyaz çorapl arı, kısa­
cık k ı sacı k
pantalonları,
türlü
t ürlü ku nd ural arı vard ı. Fakat
Cavidan hanım, Cavidan hanım
hepsinden başkaydı ...
Patlıcan,
Art ık
H u r iye Cavidan hanımı ne zaman görse hayret içinde, hayranlık içinde kalırdı . B ütün bilgilerini ona borçluydu çünkü. Teşekkür
etmeyi ondan öğrenmişti. Kadın-
ların
iç
çamaşırlarına
kombine-
zon dendiğini ondan öğrenmişti.
Sütiyeni, ki.ilotu, ruju, ojeyi ilk
defa onda görmüştü . İpek çorabı onda görmüştü. Daha önce de
ipe!< çoraplar görı;nüştü ama çorap
olabileceklerini aklından bile geçirmemişti.
önceleri ipek çorap
giyı'niş hanımlar gördükçe: «Hanımların bacakları ne lrndar da
pembe oluyor.> diye söylenirdi ken
di kendine. Oysaki...
Huriye gözlerini açtı ... Çil çil,
yeşil yeşil noktalar sıçradı önünde, sonra etraf kapkaranlık göründü, sonra her şey eski haline kavuştu.. . Sıvasız,
bakımsız, düz
damlı, toprak evler, tozlu ve çakır
çukı.u· yollar
alabildiğine uzayıp
gidiyordu ...
Huriye bir yandan kıvırmaya
çalışıyor, bir yandan da evini düşünüyordu. Eslü bir evdi Huriye'nin .evi, evden çok kümese benzerdi. Bir tarafı uçup gitmişti. Küçük bir oda kalmıştı kala kala ...
Odanın içinde bir kara kilim, kilimin üstünde bir eski yatak, yatağın içinde Süleyman vardı. Süleyman Huriye'nin kocasıydı. Süleyman çok iyi bir kocaydı eskiden. Karıncalar gibi çalışmaktan
başka bir şey bilmezdi. Ne içkisi
vardı, ne kumarı. .. Başka kocalar
gibi karısını da dövmezdi. İyi kötü yaşayıp gidiyorlardı. Fakat son
zamanlarda Süleymancık yatağa
düşmüştü.
Düşüş o düşüş... Bir
daha kalkamamıştı.. .
Aylardan
beri yatıyordu eyde. Komşular ince dert diyorlai'dı. Bıçak bile açmıyordu ağzını. Doktora görünmek de istemiyordu. «İstemem, diyordu, alışmamışım bir kere ... >
Bunlar hep üzücü şeylerdi.
Düşünmemel{ daha iyiydi. Gözlerini tekrar kapadı. ..
Yollar çakır çukurdu ama nasıl olsa dosdoğru uzayıp gidiyorlardı. Sonra, dedim ya, gözleri kapalı yürümek pek hoştu. Dünyayı
bambaşka
görüyoı·du insan. İs­
tedi mi iyi şeyler düşünebiliyoı:du.
Gözleri açık bir insan böyle düşü­
nemezdi, böyle hayal kuramazdı
muhakkak ...
Huriye doktorlarla bozmuştu
aklını. Yine onlar geldi gözlerinin
önüne ...
Doktorun karısının kocası,
yani doktor, çok sıhhatli, çok şen
bir adamdı! Yaşayınca onlar gibi
yaşamalıydı l<i... O ne yaşayıştı
canım! Düşündükçe aklı duruy or·du Huriye'nin, Ya biz bu Allahın kulu daalik, ya onlar ... > diyordu.
Şöyle birazcık benziyebilseydi
onlara ... Çok değil, birazcık ... Acaba benzeyebilir miydi ? .. Belki
benzer, belki benzemezdi ama benzese de, benzeyemese de istedJ,ği
gibi hayal kurabilirdi. Gözleri kapalıydı nasıl olsa! Zamanla herşey olacaktı... nk adımı atmıştı
bile! Yürüme talim]erine başla­
mıştı, devam ediyordu...
Sonra
koltuğunun altındaki fistan, Cavidan hanı~n fistanı ... Hem kısa
kollu, hem de ipekti... Bir kere
başladıktan sonra arkası kendiliğinden gelirdi.
Birdenbire değil
tabii, yavaş ·yavaş ...
ALElUE NE?
Şürler yazarmışım
Aşk üstüne,
Türküler çağırıp
Hayaller kurarmışıın.
Aleme ne?
İstersem gözleri eladır
. ,
Sevdiğj:miıı,
Yahut ta
hoşuma
giderse
mavi,
Durgunsam olltar da yeşildir
Veya la~iverttir
Hırsımdan ağlarsam.
Şürler, şarkılar söylermiş
Veya türküler çağırırmışım
Yalnızlık üstüne,
Gönül dilerse,
Garip garip.
Kimisi güzel dermiş
Kimisi .kötü,
l'akat bilmem ki
Aleme ne?
Abdülkadir GVNYAZ
«Cavidan hanım memekliği­
ni ömrünce taşıyaçak daal ya! Bir
gün olur eskir. Eskiyince acerini
alır. O zaman ben isterim. Takarım Cavidan hanımın meni.ekliği­
ni. Allaaah! .. Sonra o kısa, ipek
tumanlardan, külotlardan da alı­
rım. Dodak boyası da isterim! Ben
den esirgiyecek daal ya, verir birez. Çalarım dodaklarıma boy.a-
yı ,
eyle bir olur ki ... > Teşeggür
ederim Cavidan hanım » derlm. Ca
vidan hanım c Birşey daal. > der.
Bir de eski kundura verir. Çoraplardan da verir. Ondan sonra sen
gör beni ... Yiterim kapıyı, girerim
içeıiye... Yok, girmem!
Evvela.
kapıyı dövarim, sonra «Süleymen,
derim, sana bir sürpriz yap ı cım.'»
deıim. <Sürpriz ne? > der. «Sürpriz işte> derim. Girerim içeriye.
Barnağı ağzında kalır Süleymen' in. <Yaşa kız Huriye! > der, «Çok
yaşa,
bayağı hanım
olmuşsun.:.
der. <Gel bir sarılak! > der. Sarılı­
rık ... >
Süleyman'a sarılmayı kurarken duvara tosladı. Patlıcan sulusunun yarısı yere döküldÜ . Gözlerini açtı, sokağı döndü, yürüdü ...
Huriye ötegeçe'deydi. ..
Ötegeçe bir fakir semtiydi.
Kupkuru bir dağın eteğinde, coş­
kun bir derenin kıyısındaydı. ötegeçe serindi de ... Ama bu güneş ...
Bu güneş ötegeçe'yi de kavuruyor
du. Huriye haH\.tkurduğu hayallerle sarhoştu. ötegeçeyi pek sönük
buldu. Yıllarca bu sönük yerde
nasıl yaşamıştı ? Aklı almadı bir
türlü. Geçmiş yıllarını düşündü,
içi titredi. .. ötegeçe !'de de yaşanır
mıydı canım, ötegeçe'de de hayat
mı vardı ? ötegeçe'nin kadınlan
meseli\.... ötegeçe kadınlarının
neden haberleri vardı? Ne ruju
bilirlerdi, ne ojeyi, ne sütiyeni bilirlerdi, ne külotu ... Bir teşekkür
bile edemezlerdi... Konuşurken
sürpıiz kelimesi geçecek olsa apışıp kalırlardı muhakkak. «Sürp
riz de ne, derlerdi, yenilir mi, içilir mi bu sürpriz? > Oysaki Huriye! Huriye onlar gibi miydi? Huriyenin dünyası onlarınki gibi daracık mıydı ? ..
«İyi ki durdum şu tokturlara,
sebebinden Allah razı olsun ... >
ötegeçe'ye önce guntrla, sonra acıyarak baktı,
<Bir de, dedi, bir de şu Şük­
riye olacak beni beğenmezdi, yukarıdan bakarfu bana ... > •
da gösKimin, karanlatsaydı. De-
Şimdi karşısına çıksa
terseydi o
Şükriy.e'ye.
şısında olduğunu
seydi ki. ..
<Desem ki, kele Şülffiye hatın
desem, biz de hayat mı yaşıyok,
biz de bişey mi biliyok burada?
Bir iki günda o kadar çok şey belledim ki ... Dtinyada neler varımış
7
Şükriye hatın! Hanı bazen hanım­
lar geçer de, t Bacakları ne peınôe
bu avratların! ~ derdik ya, sebebi
varımış, ipek çorap giyeri miş kahbecikler ... İpe!< çorap n asıl olur,
bilin mi sen? Nirden bilicin? Sen
ne bilin ki zati? Memeklik n e, külot ne, ruj ne, oje ne, bilin mi?
Bilmen! Teşeggür etmeyi bile bilmen .. . Ben hepsini biliyom işte
bunnarın. Ben de hanım olucum
gayrı. .. »
Ve böyle cl~vam edip gidecekti işte ... Nasıl giyineceğini, nasıl
konuşacağını
anlatacaktı. Koltuğunun altındaki entariyi gösterecek, cBak! » diyecekti. .. Fakat göz
leri kör olsun, hava çok sıcaktı.
Herkes öğle uykusundaydı. Herkes bir köşeye çekilmişti. Evinin
etrafında döndü durdu ama Şük­
riye görünürlerde yoktu. Sunturlu bir !<.üfür sa.vurmak geldi içinden. Fa.kat vaz geçti. Hanımların
ağzına
küfür
yaraşmazdı. .....
Alla.hın günü bugün
değildi ya
yalnız! Başka bir gün kıskandı­
rırdı Şilkriye'yi. Belki şimdi Nevruz aba çıkardı karşısına. Nevruz abanın evi pek yakındı, şu ­
racıktaydı. Nevruz
aba lrnnuş­
maya da b ayıllrdı. ..
ye
«Nirden gcUyon Huriye? » dimuhakkak
Baran ÇAGA
L'autre jour, en fermant
mon livre de philo je me
disais qu'on n'y expliquait
rien; qu'il n'y avait Hı. rien de
nouveau.
l'Art: Les gens n'aiment pas
le nouveau, parce que, tout
simplement, ils n'y com-'
prennent rien - ou ne veulent - ils pas~
,. comprendre? ..
J e me disais ainsi parce qu'
en effet tout ce que l'on y racontait je l'avais compris:
car, je le savais, moi, du
moins implicitement. Le livre
ne m'avait servi qu'a me decouvrir. En le lisarıt je m'aperçus (ou plutôt je perçus)
que je savais tout. Mais
j'ignorais, que je le Savais.
1.e"i:ait que les intelligents
sont .souvent tristes, malheurem( vient d~ la: ayant compris tout, ne trouvant rien de
nouveau, la monotcmie les etouffe. Tandisque les idiots
sont souvent heureux parcequ'ils
decouvrent sans
cesse, ils comprennent lentement, progressivement, el
lorsqu'ils comprennent, ils
meurent de joie.
Le nouveau ne se comprend pas; le nouveau c'est
ce que l'on n'a pas vit, vu,
senti. Et aussitôt qu'on connait, qu'on comprend ÇLe mot
comprendre est pris dans le
sens le plus large: il signifie
tantôt saisir, tantôt sentir,
tantôt voir) une chose, elle
n'est plus, du nouveau. Le
plus bel exemple est dans
J'aime l'idiotie, moi; quand
je rercontre quelque chose
que je ne comprend pas, je
suis tout heureux d'avoir
trouve du nouveau : la joie de
comprendre n'est, pour moi,
pareille a nulle autre.
B.
Çağa
sorardı
«Toktw·lardan !) derdi Huriye
de .. .
Sonra anlatmaya. başlardı.
över de överdi doktorları. ..
«Nevruz aba, derdi sonra, mit
senenin beslemesinin amma hep
aynisin. Anca karnını doyuruyon.
Olunca tokturların beslemesi olmalıymış. Tokturla.r . .. »
Fakat Nevruz aba da yoktu!
Canı sıkı ldı Huı·iye'nin. Şöyle bir
güzel doktorları anlatmadıkça,
şöyle bir güzel övmedikçe rahatlıya.cağa da benzemiyordu. Muhak
kak anlatmalıydı doktorları. Bunun için de bir ötegeçe kadını la zımdı. Herkes de içerdeydi
aksi
g ibi.
Bir aptal kız vardı ötegeçede, adına Kevser derlerdi. Ona
bile anlatmaya razıydı. Biber Feride'ye bile anlatmaya. razıydı ...
Biber Feride biber gibi ya.l<a.rd ı a da.mı, doğru
dürüst sözü yoktu.
. Aksi aksi cevaplar verirdi hep.
Ağzının içi küfür doluydu ...
Amaaan, derdi belki da Hu-
8
DU NOUVEAU
riye'ye, bir besleııı.e par çası dlla.l
misin şunun şurasında? Ne var
bunda şişecek? >
Huriye omuz silkti, .:Desin
varsın! > diye söylendi...
Huriye
beslemeydi ama alelade bir besleme değildi ki. Doktorların beslemesiydi. ötekilerle bir olabilir miy
di hiç? ..
«Onun gişesinin köşkerliğin­
den benim beslemeliğim daha eyi.
Ayda ombeş kAed para, sonra ...>
Güzel! Hepsi. iyi, hepsi güzel
ama Biber Feride neredeydi ? ..
Kala kala bir tek ümit kalmıştı: kapı komşusu F.adime bacı..
Hele şükür! Fadime bacı kapısının önündeydi. Kapısının önüne otu rmuş, ağlıyordu! < Çektiği
damarlar kuruyasıca, diye söyleniyordu, hekimin bilmediği yaralar
çıkara:sıca .. . >
- Kim kele? diye sordu Huriye.
lu da ne kadar
Fadime bacı :
- Bizim döl, dedi. Somıa anlatmaya başladı ... Ne de çok dert
leri varmış Fadime baeı:ımt! 04'-
«Kaltak, diye uludu, daha beter ol! .. >
madık
şey
azaysızmış !
bır:ı.l{m a.mış
Satevde, ne
bulduysa kumara yatırmış, ı-a.kı­
ya vermiş . Sonra ela bir orospunun
peşine düşmüş, çeldp gitmiş ...
Huriye'nin aklı başka yerlerdeydi. Fadime bacıyı dinlemiyordu. Sadece kafa sallıyor, hikayenin bitmesini bekliyordu ...
cBir bitirse şu lafları. Bitirse
de, nirden geliyon, dese ... ~
Fadime bacının hikayesi bitinceye kadar akla karayı seçti.
Biter bitmez:
Eller, diye başladı, eller
nasıl da yaşıyor ...
Fadime bacı gözlerini sildi,
- Elleri n'idiyim, dedi, ellerde çıksın ... Sonra da evine girdi ...
Huriye beyninden vurulmuşa
döndü. Gözlerinin önü karardı:
'J.'ııh15iu
YÜCEL
l
D i plomasız Galatasaraylılar
:
KARA HASAN
Yiğit OEill~
Yan bahçeaeki büyük çınara.,
daki çeşmeye, yahut Fikrct'in büstüne benzer insanlan var
dır bu okulun. Şuraya bura a daCom ~
ğılmış demirbaş eşyayı andırırlar.
Sanki hiç değişmez, eskimez gibi
dirler. En hareketlisi bile her gün,
her an aynı yerde aynı şekildedir.
Onlara da, çınar kadar, çeşme kadar, Fikret'in büstü kadar alışmı ­
şızdır, ve hertı o kadar alışmışız­
dır ve onlar bu okul!a öyle hemvücud olmuşlardır ki çoğu zaman
balrnnz ela görmeyiz bile. Adeta
duvarlara baktığımız gibi.
Ekserisi daha çocuk yaşta
Boyabat'm nankör, killi toprağı­
nı bırakmış, para kazanmak için
gurbete, İstanbul'a gelmişlerdir
ve ne hikmetse kazançlarını, hep
bu okulun çatısı altında aramış­
lrnlclaki her ŞC'Y gibi
zel'.: unutulur.
Diplçmasız
ü-
Galatasaraylıları
hatıralarda
daha canlı tutabilmek için, böyle, bir seri rö ortaja lrnrar vcnlılc. Birincisini de
Kara Hasanla yapmış bulunuyoruz.
H::ı.san okuldaki Bo~ ::ıbatıııa­
en kiban, en cntellcktüeliclir.
Bir bı:ı. ka mücti.ırü gibi giyinir,
bir milletvekili gibi konuşur.
rın
Kendisine röportaj y'l.pmak
için vakti olup olmadığını sordum :
Var,
dı;di,
ropo!·laj
için
var.
Küçük odacı~ına girdik, ben
sedire oturdum, o ela ufalt masasının başına, sandalyeye oturdu.
lardır.
Herbiri, ayrı ayrı okulun canlı
tarihidirler. Onlardan daha müfrit
Galatasaı·aylı bulmak zordur. Okula girişleri gürültüsüzdür, kimsenin haberi bile olmaz. Çıkışları
acıklıdır: okul onları, onlar hayatı
anılmak
-
Hasan efendi
-
Çil, Hasan Çil.
-
La.kabın
soyadın
ne-
dir?
nereden geliyor ?
kaybetmişlerdir.
Bizi kalkar etüdün orta yerinde kara tahtaya çerçeve içinde bir havadis çiziklirir Bilmem
ne efendi dün vefat etmiş, Allah
rahmet eylesin. Amin Tahtaya bön bön bakar, bir tuhaf oluruz.
Üzülecek vakit bile yoktur: Aynı
tahtada, malüm
terane sırıtır.
~ Yarınki dersler cebir, geo ... Çalıştığımızdan mı yani? Yok ... Yok
ama nedense mevcudiyetleri daimi bir vakitsizliğe sebep teşkil eder. Hiçbir şey için vakit bulunamaz. Üzülmek için dahi. ·Diplomasız
Galatasaraylı
diplomasını alamadan gitmiştir.
Hemen
unutulur. Unutulur ama, ömrümüzün en güzel yıllarını geçirdiği­
miz şu binayı, çok seneler sonra
tekrar hatırladıkça, onlar da bu
Nerede doğdun?
Bu soruyu nLcs karşılamış gibi gülüyor:
- r yabacla tabii. 1900 scne:;inde.
Okula girişini soruyorum:
- Vallai!a okula giri~im, yani ı rcklebi Sultani ye gil'işim .
bir tesadüftür.
Bir müd et pc•ıceredcn dışarıya bakıp liüşü• üyor.
O tar nte büyük valide
Der "' 'ide t ·;.> 1. m ele Yıldız Sa-
Beni memlekecc ::ıl •!·!t oi ·c ya.,ınış. Babam
da rahmetli alayım geleyim diye
beni yolladı. Koynumda bir küçük kese altın. çıktım geldim. O
vakitler halımiz vaktimiz yerinde.
dedemin keçi silrilleri falan var .
Geldim ki 1slanbula, bizim büyük
va1idc gideli iki gün olmuş, yol·
da kurvazman yapmışız. Hem·
şehriler isı-a.r ettiler, ben de bi•·
iki av kalmağa ı arar verdim. Y:!3,
ondört, onbeş. İstanbul umduğum­
dan büyüle Bir ay gezip tozdulc
Altınlar tükeruneğe
- Ncrden gelecek, rengimden. T am otuz beş senedir Kara Hasanım. Rahmetli Salih Arif
bey tal;:mıştı. Otuz beş sene ... Belki de daha fazla. Soyadımı benim bile unuttuğum .zamanlar oldu.
yüztutmuş­
tu, arta kalan parayla bir sürü
hediye aldım, artılt dönecektim.
Dün gibi aklımdadır. Sıcak, tozlıı
bir sonbahar giinüydü, bunaltıcı
bir ele rüzgar başlamış, bir haftadan beri de •anı ediyordu. Boyabatlıların,
Ak retıerdeki kahvesinde oturuyorduk.
Birden bir
ha~·ad is kahvede bomba gibi patladı: Almanlarla birlik harbe girmişiz! > Bir günde karmakarışık
oldu şehir. Ben bir hafta daha Jrnl
mağa karar verdim. İyi. mi etmiŞim, kötü mü etmişim? Otuz
dokuz yıl geçti !ıala kestiremedim
Ben bir hafta daha kaldım. Bır
hafta sonra da Boğazlar }{apan ·
dı.
Durdu, sonra mütebessim ve
ağır ağır:
9
- Kalış o kalış. Bir daha da
geri dönemedim. Yahut kimbiliı•
belki de dönmek istemedim.
- Sultaniye giıişin?
- O bundan sonraki hikaye·
Harbin başlamasıyla birlik, hemşehrilerin çoğunu askere aldılar.
Dedemin mahut keçi sürüsüne ele
ordu el koymuş. Bizim kesedeki
altınlar çoktan suyunu çekmişti.
Boyabat'a dönmek için hiç bir
imkan kalmamıştı. Çalışmak gerekiyordu. Boyabatlıların çoğ·u
Sultanide. Boş yer de varmış. O
eski üniformaların ihtişamı hemşehrilerin cakası beni teşvik etmiş olacak iti hemen girdim.
İşte giriş o giriş. Çıkarsa buradan bir de ...
- Yok canım Allah gösterme
sin, bırak hem böyle 13:f1arı şim­
di. Bir röportajcla çocuklarımr-1
yapar seninle inşallah.
Gülüyor:
- İnşallah.
- Girer girmez müdür odacısı mı oldun?
- Yok. O zaman daha onbe:;o
yaşındaydım.
- Hademe kadrosunun en
genç elemanı?
- Evet. Beni şehzadelerin
yemekhanesine garson verdilel'.
İki yıl orada çalıştım. İkinci yı­
lın sonunda asltere aldılar cenuba
gittik. Yıl 916. İki yıl İngilizlere
bulabildiğimiz kadar kurşun attık.
- Yaa demek Gazisin?
- Gaziyim ya! Hem de lAfüı.
değil öyle, vuruldum da. Topuğum
dan vurdular «köpoğlları. >
Daha ben sormadan anlattı.
- Arabistanda Sina cephesin
deydik. Gece siperlerde bekliyorduk. Yanımda, gene okuldan Boyabatlı Bilal vardı. Sabaha karşı
bu senin İngilizler bir baskın yaptılar. Bilal kucağımda öldü, . vücudü kanlar içinde o sırtımda düşe kalka kaçıyordult. beni de topuğumdan vurdular.
Sustu.
- Sonra?
- Sonra soluğu Şamda alc111n. İki aylık bir tedaviden sonra beni tekrar kıt'aya yolladılar.
Bir buçult ay sonra da ordu bozuldu. Dört ay Koİıyaya kadar
yürüdük. Oradan da biı· tren bulup
gene İstanbula döndüm. Şehir iş ·
gal edilmişti.
Tekrar okula girdim. İstan­
bulda bıraktığım her şey yerli
10
yerindeydi, ama her şey değiş­
hiç biri bıraktıklarıma benzemiyordu. Tek değişmeyen yer okuldu. Her şey olduğu gibi kalmıştı. O zaman müdür rahmetli
Salih Arif Bey, Sanki İstanbulda
İngilizlere yegane teslim olmamı::;
adam, Salih Arif Bey ve yegane
işgal edilmemiş yer okuldu.
Harp dönL\şü beni otuz kuruş
maaşla müdür
odacılığına tayiı1
ettiler. O zaman bu parayla memlekete de yardım ediyordum.
- Şimdi nekadaı· alıyorsun ?
- Yüz elli lira. Ona da bi.1
miş,
şükür.
-
İlk
tayininden beri hiç ayrılmadın mı bu vazifeden?
- Hayır, hiç ayrılmadım .
- Salih Arif Beyden sonra
kaç müdüre odacılık ettin?
TOZLU
Bir gün
Sandığı karıştırdım
Hatıralar, resimler
Buldum,
Tozlar a.rasında
Güneşli günler
Kederli saatler
Tatdım.
Seni de, güzelim,
Yağmur altında
Beklerken gördüm.
Ağladım ...
Bu sandıkta ben
Eski hatıralar tattım
Tozlu hatıralar ...
ERTEN
- Salih Arif Bey dahil oniki
müdüre hizmet ettim.
- Bir sual daha, ama aramızda kalacak, bu hususi.
- Buyurun.
- Ençok hangisini sevdin ?
- Hepsi büy ük insanlardı.
Buraya herkesin müdür · oıamıya­
cağını sen de bilirsin elbet. Bana
gelince, ben hepsini sevmişimdir.
- Okuldaki en acı lıa.tıraııı
anlatır mısın ?
- İşkalde, en acı günlerimizi
işkalde yaşadık. O günlerden kalma bir d eğil, bir yıgm acı hatı.
ra var, onun için sen boş ver o ha .
tıraları şimdi.
-
Peki
-
Ha
tatlısını
balı:
onu
anlar.
anla.tayım.
En
tatlı hatıralanm
Avrupa
scyalıa
tim.
-
Demek Avrupaya da git-
tin?
- Gittim ya. Ta Lozana kadar. Gazi Mahmut Mulıtar Paşa­
nın oğlu vardı, İsmail Bedrettirı
Bey, 923 de mektebi bitirince Avrupa seyahatine çıktı, beni de yanında götürdü.
- Nereleri gezdiniz?
- Önce Pire'ye gittik, sonra
Brendizi, sonra da Roma!
- Roma mı güzel, İstanbul
mu?
- Canım bırak şimdi bu sualleri. Roma güzel. Ama İstanbul
bir tane. Onun gibi başka şehir
var mı acaba yeryüzünde? Ne diyordum? Romada bir ay !;:aldık.
Oraya kadar fesle gitmiştik. İs­
mail Bey Romaya inmeden «fesleri çıkartalım artık Hasan efen•di! > dedi.
Fesleri çıka ·ttık ama, rozetler kaldı. Onları hiç çıkartmadık.
Hatta. Mısır'a dönüşümüzde ka~
kişi caddelerde Vay siz de Gala~
tasaraylı mısınız? > diye boynuma
sarılmıştı. En çok Galatasara.ylı
Mısırda var.
,
Evet ne diyordum. Romadan
sonra Nis'e geçtik. Kış gel mişti.
İsm:ıil Bey'in teyzesi Nisteydi,
Prenses Emine hanım. Kışı onu:ı
yanında geçirdik. Bir daha da öyle bir kış yaşıyamadım. Baharda
Marsilyaya geçtik, oradan Lozanı:ı..
- Parise gitmediniz mi?
- Yok maalesef Parisi görmedim.
- Neyse canım o kadar esef
etme, ben senin saydığın yerlerin
hiçbirini göremedim. Sonra nereye gittiniz?
- Sonra Mısıra döndük. İs­
mail Bey ava meraklıydı. Kışı
Mısırda geçirecekti.
Geçirecekti
ama bende vatan hasreti dayanıl.
maz hale geldi. Ben dayanamıya­
cağım artık dedim, memleketi gö:.::?sim geldi dedim. Çok ısrar etti
sonra baktı olmıyacak, beni İsken~
deriyeden bindirdi, kendisi kaldı.
- İsmail Bey yaşıyor mu?
- Maalesef yedi sekiz sene
evvel öldü.
- Ne iş yapardı bu zat?
- Yahu «ne iş paradısı> var
mı bunun, prensti adam. İstan­
bula heı· dönüşünde bana iki kat
elbise yaptmrdı.
(Dnamı ı. 15 de)
Gelin sizinle sinema mı, tiyatro mu diye taryok, tartışmıya!ım da konuşalım.
Sin emay ı sinem a, tiyatroya tiyatro yapan unsu rla r nelerdir, onları bulalım da ili< önce; sonra
konuş m aınıza bir yol çizelim. Sinemada oynıyan ­
la r v tı.r .. eser va r ... fi lmi idare eden Yar, perde, salon, bir de seyir ci var. Tiyatro ise piyes .. sahrcey"
lrnyan .. o y nıyan, sa lme, salon, seyfrci olunr:a tiyatro oluyor galiba . Diyeceksiniz rtlaha da var,
un surl a rın h epsi b unla r değil, şu var. bu var. Hem
bunl arın bazıları fazla ... Örnek mi, al işte : salonsuz sinem a olmaz mı, fil mi alı rım da odamda, kendim için oy n atırım. D ediğiniz doğru; ama gelin,
yan soka kla r a sapmı yalım, genel konuşalım . Odasınd a, kendi için fili m oynatan vardır yeryüzünde·
bizi m derdimiz bu ct'eğil de hani ~u hepiıpizin bildiği, sinema denince aklımız a gelen sinem a ... Unsurların, sinefnayı sinema, tiyatroyu tiyatro yapan unsurl arın h epsi bunlar mı, değil h erhalde,
b aşkal arı da vardı r, a ma şu anda bunlar geldi aklı ma . ötekileri bırak alı m da, bunlar üzerine kotışa lı m;
T:üy atro v e Sinem a
AtiJa A LPÖGE
yönlerin en
yere gidebilmesi, oradan bu raya sı çrayabilmesi geliyor: denizin dibinden New-Yor k 'un bilmem ne sokağına, Niyagara
çağlıyanmdan Türkiye ü zerinde dolaşan bir uçağa . Ama b ugii n ün tiyat rosu da çeşitli y ollarla onun p eşinde , ona yak laşmak istiyor. Bugünün sahnesine denizin dibi de, tren de, otomobil de gii..
miş ; tiyatro bunları k endine öyle bir· yakl§tırmış
ki, onun ot omobili, treni sinemanınlcinden da ha büyüleyici oluyor. Çağın piyes yazarı sahnı:ıyi
dörde b ölüy or, bir evin dör t odasını birden gösteriyoı· ; sahneye koyan döner sahnesine bir ada yerleş tiriyo r, seyircinin gözüönündc sahneyi döndü.
rüyor, ona adan ın başka yerlerinde neler olduğurn ı
gös ter iyor. S inemanın sıçrayıp sıçrayıp lmzanc1ı ­
ğım, tiya tro az sıçramakla fakat büyülemekle rrn-
buutlu dedikleri bir filim çıkmış: çok güzel mi~,
görmedik, birşcy diyemeyiz. Acaba bu yeni filim
seyirciye yanları kapkara, beyaz bır perde kaı· ­
şısında olduğunu unutturabilecek mi': Sinema sıç­
ramasıyla ne kadar canlıysa, o kadar da cans ı ::::
perdeden resimler geçiyor işte, ş u n u n bunu r esmi·
ama kendileri yok ortada, alkışladığın zam an sa na başını eğecek, gülecek kimse yok orada, karşında etiyle, sıcal<lı ğıyl a bir insan yok!
Sakın bu tiyatroyu koruyan sözlerime b akıp
da niyetimin sinemayı kötülemek, b atırma k olduğunu çıkarmayın. Derdim lı iç de o değil : Si
zinle sinema mı, tiyatro mu uiye konuşalı m cle.dim; konuş uyor uz da .
Sinemanın üstün olduğu b iı yön var : oyunun
göze batan kötü bir taraf ı varsa düzeltilebilmesi.
Perdede görülen oyun en iyisi: ç alışmış l ar, oynamı şlar, bir da.ha,, bir daha ; bun ların içinden en iyisini filme sokmuşlar. Tiyatroda öyle mi ya; a r tist
bir yanl!şhk yapmışsa olan olmuştur art ık, düzeltilmez. Bu yüzden üzerinde uğraşılan filim iyi ol uyor. Sinema kolay b'ir sanat : yan lış varsa a l baş­
tan, düzelt. Tiyatro ise zor. Artist yarattığı kişiyi
iki, üç saat durmakşızın yaşamak zorunda. Tiyatroda oynıyan ların daha çok sanatç ı olması ger ekiyor.
Biz sinemaya oyhıyanları görmeye g ideriz;
t iyatroda ise dalıa çok oynanan bizi çekiyor. Şu.
bu ise artisti, koşuyoruz filme; tek, sevdiğimir.,
beğendiğimiz artist olsun da. Konunun bütün l<ötülü ğilnü kabulleniveriyoruz. Tiyatroda eser, oynıyanı destekliyor, ku rtanyoı·. Kötü bir piyeste
oynıyan, yaratsın isterse ; ken dini, oyununu k ur-
zaıu yor.
t aramıyor.
nuşalım .
Sin emanın
tiyatroyu
b astırd~ğ-ı
b aş ında, b aş ım alıp is1!ediği
Bir za m anlar, l·eılksiz filim ter devrinde, tiyatr o s in emayı çok geride bırakıyordu. Şimdi artık
renkli filimler çıktı da sinema biraz ilerledi. Ama
gene de büyük bir ek siği var: derinliği yok. t)ç
Korkuluk
İçinde.
Ne ha ret acısı,
e bir l eselli;ıe
i it t iyacı va r
Yrı l ııtz arzu) la açılıntş gibi
O abit lw llar ..
Kuşla r iist iiıı ii hrletir
Allahrı
Eşeh strlıııt kaşı r
Siirt ii nereh
O ise hejJ· enıcı;ıa balwr
Fe·ylosofçcı gülerek.
Ali Suat OR AL
Seyirci sinemada per deden alabildiğine u zaktiyatroda sahneye yaklaşmaya.
Sinema salonları gittikçe büyüyor; h erkes şura­
nın, buranın en büyi.U< sinemasını kurmak der dinde. Tiyatrolar ise küçü lüyor: artık o kat kat balkonlu yapıların, bit' ucundan ]jakmca artistleri
nokta gibi görünen salonların çağı geçmiş. Seyirci oynıyana yaklaşmaya b akıyor. Bu yüzden
tiyatroda bir yakınlık, anlaşma, seyirci ile oynı ­
yan arasında bir duygu birliği doğuyor. Sinemada bu yok işte. Bakın bir filimden çıkanlara: ynnlarındakHere, beğenmişlerse, «çok güzel. ~ derler,
o kadar. Eğer bir piyes hoşa giderse dakikalarca
alkışlanıyor . . Sinema
seyircisinde duygu birliği
doğmuyor. Niye m i, nerden mi . ç ı kardım bunu?
Allnşlama yok da on un için. -Tabii, ıwvboy, haydut filimlerindeki • hafiye ~ nin arkadaş ı nı kurt::ı.r­
mak için yetişmesi sahnelerini al kışlamaya ~!kış
demiyoruz- l3eğendiğimiz, güzel b ulduğumuz birşeyi alkışlamak isteriz. . Sin emada bu olmuy;or;
duygu birliği doğmuyor da ondan.
•
laşmaya bakıyor,
Bilmem, bana t iyatro daha üstün gibi g-eliyor. Siz mı dersiniz?
11
Di.iyc"ıle. ·ici
güzellikleri, cazip
·c muazzam an"ııt ş::ı. ­
he:,;erlcrl ile ..,.·;:~J!ıleri asU"l r l::ı.n
"eri fc~' ıc-ı~:ı P::ı.ri~n;ı banıba :it:ı.
b:r Je .::ı.rc i \·:.ı:·. Paris·i,1 tli ;e:· l ..Y ı l!)'l ~ e!Lri ··"1t'c:1 üscünlüği. ·ıc a ~;ı:de:.lcn özcll!klcri
arayacak o-
r- -
eğlenceleri
lu:··ı.k,
ı-'l ·~::·:ı
O».;.ı;ı
bu' füıiylc
kal,...._ Ot'"l:l
rı r'. ../l'l ~li::cl;
r:....l"at
C~l
1
1
l
1
11
'
kar~ı
ay ...,..ii::c!i ge-
.ıcr;:cy
ne .~·'Jilı:~; ! Pr?.ı !.s ·. .. !Icı.· C"' !clc-ir:...
d0, ile;.: ... ..,:~:ı·~ 1 nctn iıt sn.nı kcndisi-
çç!:c : v
L
bir mü::e:- . b:1· ':ü ...ı
·~e
bir
o~ a:a~--· ı
·,;ı,ıcJc n;:·:ı.
snı.·aya rc:ı · .~ '""oı·~u!ıtiZ.
!-1r:ı 1
bütün bu.,ıa··ı 1 l:ıi: am.1, Pa:üı'in
•cyi7.li to •. ::ı.·:,
fı!<k•r lığın :,
sonra da gcliı~ip güzelleştiğini :-:ı..ı ­
nediyor.
!n :n 1, ":ark sel 'rlerinin o saki:~ h::ı.v ·ını· :-ı rıy ·ıhp, lJi.:•. l~ IJir
Gaı p r.cır:cı:. de '
i :'') ·aı ­
nız bulunca, hı· r .,ı .- ic;i.ıdc kallyor. Zira bur 1 _ · l'.ı. Iıerşey bil.ün
ll ısusiyetleri ile gü2 le.- önüne scri! miştir.
"f
:ıl
ı '-
Ş.ırk.
sırl~ı·
me; cı l eke' iıl!r. .n ı;~I 1"'Cl'liJ;: hiG
de uzt•!ı ::üı-. ·' r; o .!nr {" Di Y".ı;amıya heme•ı <>l ılı eriyor. Ceni~
ca .lclele;·in
k lılınmlara kadar
tür lü renklerde!.i hasır kollu!d:ı­
rını yayan
cafe leri, hem dinlenmek ve hem de hoş valüt geçiı·­
mek içi n sık sıi{ uğramlacak yerlerdir. Hele yaz aylarında, onların cazip desenli güneşlikleri, kalaba lık bulvarlaı-a oı ijinal bir güzellik veriyor.
Paris'in bUtün hususiyetlerini
a nlatmak pek uzun sürer. Folie,
Bergere, Les Caves de Paris, Les
Cafes de :Minuit
veyahut
Clıamps Elyssees de olup bitenlerden sahifeler e bah!.ietmek pek
kolaydır.
Bir ok kimselerin de
Paris'i yalnız bu yönün·!•m tanı­
dıklarmı
zannediyorum. irn.lbul·i
asıl Pari brıro a.~kadır. O, ı:ı.~nl::ı.ı·
boyuncn. bü ··· · s n'at, e·:<!biya'.
ve hatt:'l. r.ıüzik ha• !cc IC'ri i f'inesi 1.le yaşatmasını bilmiştir.
Bugün ise Pa•·ıs·e ı-ı i<ın.; bir k'Ymat ver·en, edebi :! Ye suhne f"t11Jiyctlcrinde:1 :·i •rvlc, miınal'i. '"
ve p l ils~ik san" ' !ara ait eserler0
di!-.
Talebe mahallesi. di •e tanı­
nan Cartier Laı:in ın <?ine nt'h ·
ri ıı:c ·ıarındalci alciak du ·arl:ı!'a
bir .göz aLacak olu -ak, teı, sırn
hali ncle bir yığın insan görüril7..
J;3unlar, duvarların üzerine k alın
tahtadan sandıklarını yerleştir-
12
PARİS
U. Oktay URAL
miş,
meşhur
Seinc
kitapçıları
nın müşterileridir .
sarayı;
Paris'in en
resim ve heyi-el müzesi<lır. Orta katı gezerken,
gfü·cıu­
t;ün o muazzam tablolar, hatır­
cıa·1 lrnLyca çıkacak ~eyler
de[l'iller. Vinci'clc~. Titicn'ckn Reno:r·a kadar al~lıını;::ı creıcn l ütün
"C:naml~rın
cscrbı·i . r.ouvrc'un
;;"'niş ve yül:sck c.m·arlo.rını il." .li
lıi · ôCkilc!c süslüyor. Birinci Ye ür:Uncü !:atlar Yunan ve I:.omc;ı
1' .:;!-el ve l1üstıeri ba~ta
lr.ıe.1:
i.\::e•·c bUttin çağlara c.!t r;ahc-cr1:::-:c dolu. I!epsinin ö-ü:-ıdc c!U'»l'),
h::ı.yran hayran
scyrc.me!":'lck c-1tlcn gelmiyor.
«Notre Damc» katcdı-ali bütün haşmetiyle, iki tarafını çevriliyen Seine nehı:inin arasın:ta
Lotıvre
lt
yme~li
yükseliyor. Sanki zamanının sanatkll.rları onu bir kaneviçe gibi
işlemişler.
!nsan onu ilk görüş­
t bu hisse kapılıy0r. Üçyüz küsur basamaklı merdive i nefes nefese Çık ıp, kilisenin kulesine varınca dev Paris'i ayağınızın alt n ·ı • buluyorsunuz. Seine nehri
bulo.nık sular ı ile bir izgi gibi gör:h:i_ ·or. Hele, şu Gargantua nın
iki pnrmağiyle yerinden çıkanp atının boynuna taktığı ondört ton
::ı.ğu·Jığı:ıda!•i carıı "'Örünce hayrC'L
etmemek imk \ns ız.
Saint Mic!ıe l bul varı, daima
l:o.labalık,
en.ue~::ı.n bir ye1·dir.
Yeni çıkan mo'la ilk önce orarlu.
görülür.
Sorbonnc,
Paıtheon ,
Lu.xemburg bahçeleri, bu bulvarın ild t::ı.rafıncln sıra lanmışl a r­
ctn·. Ltvemburg bahçelerinin han-
H İ KAYE:
AÇIK ARTTIRMA
Charlie Eggins'in intihara im·
rar vermesi sebepsiz değildi. Kazandığı üç sevgili, hayatını manal andıran üç büyük kıymet şu biı·
kaç gün içinde elinden gitmişti.
İlk önce bir mali iflasta servetinı
son sant imine kadar
kaybetti.
Sonra dünya tabanca şampiyo nlu ­
ğunu biı· Av u sturya lı ya kaptırdı.
Nihayet nişanlısı Clads verdiği
sözü geri alıp mektupl arını istedi.
Eğer dünyaya
gelmenin yolu bir taneyse gitmenin bin tane,
bunlann içinden birini seçmek de
nazik mesele. Bir tabanca kurşunuyla ölmelc ~oligondak i beceriksizlikten sonra şüpheli bir :!eneme olur. Elektrikle intihar sonradan görme, züppe ruhlara göre.
O halele Charlie'ye boğulmak i1:alı yor. Fakat şan ve şerefle yfü:ebilcliğine bildiğine göre, can kaygusunu bezdiı:ici çırpınmalarından
sakınmak için, kendini Niagaraya atmaya karar v reli. Burası
Fransadaki Eiffel kulesi gibi, insana rahat ve kat'i ölümü temin
eden milli bir kunımdur. Nizamnamesinin en mühim maddesi de,
Paris lwlesinin ikinciyle üçüncü •
ku lade bir letafeti, bir güzelliğı
var. Bilhassa bahar ve yaz günlerinde orada yerleşen şehir bandosunun tatlı nağmeleri bu bahçelere ahenkli bir cazibe ekliyor.
Paris, cac:ıdclerincle yaşar '
diyenlere daima hak vermek Hl.
zımdır. Zira bu şehir Londra giN
evlerin içine çcldlip, kendi halinde zamanla beraber akıp gitme:ı:.
Onun, bUtUn htıreket ve faaliyetlerinde daima herş eye karışma arzusu okunuı·.
Opera, ·Comedie Françaiı;,~~
ve muhtelif operetler gece hayatının canlılığını
arttırmak
için .
sanki birbirleriyle yarış ederler.
Her gi.in muhtelif san'at galerilı>­
rinde muhtelif sergiler açılır VP.
binlerce meraklı bunları takibeder.
Bilhassa genç nesil Rodim ser-
gibi, Niada ikin"iyle üçi.incü çağla­
arasında durmanın im-
katları arasında ol duğu
garanın
yanları
kanı olmamasıdır .
Trenı:lcn
inince,
Charlie bir
Niagara -
yeraltı şehrini .an dıran
Folls gezinti yerine doğru, yıı;•aş
yavaş yürüdü . Yağmurlu ve çamurlu bir k ı ş sonuyd u. Nehl"in uzunluğunca, tabiatla miyop gözleri arasına dürbünlerini yerleştir­
miş, birkaç Alman turistiyle, şcYazan :
JEAN GtRAUDOUX
Çeviren :
YALÇIN" YALVAÇ
lalelere
gibi korku ve
koparan çiftler
vardı. Charlic adaları geçerek keçi lcayalıldarma tırmandı. Birden yavaşhyarak kulak kabarttı.
Epey zamandan beri arkasında
ihtiyatla yürüyen biri vardı. Adımlar sarp dönemeçlerde yaklaşı­
yor, !caya düzleşincc, tekrar uzaklaşıp duyu1maz oluyor, sonra gene
bir çağlayanın yakınından geçerneş'e
düşüyormuş
çığlıkları
gisine pek fazla değer veriyor ...
Paris, nadide sarnyl::ıı·ı ile daima
övünebilir. Versailles veya Palais
Royal . heryertlc sılc sık rastlann.
calt eserlerden cl eğildir lcr.
Paris'de hayat anlayışım ben
biraz acaib buldum, nedense. On·
!arın herşeyincle
musamaha son
haddini bulmuş. Bilhassa gençler,
bu altıma tamamen kenclileı'ini
kaptıı·mışlardır.
ıı: Metro
dehlizlerinde ltüçUk bit• gezinti, bu serbestiyi öğrenmiyc kaficlit'.
San'at faaliyetlerini, eğlencP.
ile beraber geliştirmesini bilen
Paris'in havası da, sanlti bütün
bu latif eserlerden bir parça var mış gibi geliyor, insana. Velhasıl
Paris, görUlmeğe, gezilmeğe vr
biraz da eğlenilmeğe değer, şirin
bir şehirdir.
ken daha hızlı ve net hissediliyordu . Kendi canına kıymaya gidenler belki o anda bıle öıiimcel•
ve t ırtıllardan çekinirler, fakat t,ecavüzlcrdcn asla. Charlie bu maccclan memnun, peşi sıra gelen hır
sız veya katili ikisini de kimsenin
rahatsız edemiycceğl bir adacığa
çekmeye !<arar verdi. Bunun için
de tehlikesinden fazla gürliltü çı­
kaı·an
biı·
el
ıeyi
bacağını
açıp
geçmesi lcafiydi. Biraz sonra yapacağl iş yanın la bu pek ehemmiyetsiz bir şeydi. Charlie atladı.
Arkasındalci ele, biraz çamura batmakla beraber, onu taklit etti.
Charlie bir ala!m-i semanın oynaştığı uçul'Uma m eyletmiş kayaya çıktı. Peşinden gelenin de düşe kalka tıı mandığını anlayınca,
şiddetle döndü.
Harp elbisesi giymiş Afrikalı
bir yamyamın döğmeli yilzü onu
şu -an gördüğü manzara kadar şa­
şırtamazdı. Beklediği klasil< haydut tipi yerine sarışın ve güzel
bir genç kız, afişlerde görüldüğü
gibi ona gUlümsüyordu. Sadece
Monsieur, Eggins mi? diye sordu. Charlie hafif bir reverans yaptı.
-
Monsieur, Eggins Hak yo
faal üyelerindenim. Bostondaki kiliselerini bilirsiniz. Herkes gibi siz de banyo
l<Uveline varıncnya kadar btitiln
eşyası som altından yapılmış, baş­
lcanlık odasını gezmişsinizdir. Birlilt adına size intiharm müthiş bir
glinah olduğunü hatırlatıyor ve ru
nınuzun selameti için bundan vazgeçmenizi rica ediyorum.
- Çpk müteessirim, Miss, fakat imkansız.
- Demek muhakkak ölmek
kararı ndası ruz.
- Muhakltalc.
- Bu kararınızın asla değişmiyeceğlnc yemin eder misinir.?
- Elderim.
- O halde Monsieur Eggins
mUsaade ederseniz vazifemin ikinci kısmını açıklıyayım. Ayni za
!unda ~ birliğinin
18
nıanda İndianapolist<'ki
Forbelt
temsil isiyim. Btl
mü ssesenin ayai{kabı boya ve cilalarını herkes s ve seve lmllanı­
yor. Eğer pazar günü kendinizi
rek lam için büyük köprüden atarsanız, Forbett'ler ailenizden kimi
seçerseniz ona verilmek üzere
20.000 dolar sunuyor. Düşünün,
cevap için akşam sekizde evinize
fabrikalarının
uğrıyaeağ"Im.
Ch~rlie, değersiz
sandıkları,
eski bir tabak veya ev eşyasını
kendileri ile pazarlık edince satmaktan vazgeçen köylüler gibi,
kararsızlık içindeydL Ölmekle nişanlısınd an, Avusturyalıdan ve za
vallı servetinden alacağı intikamı
hesapl adı. Esrs.rh, meçhul, tesadüfen bulunmuş bir eset cemiyete ihtar eden imzasız bir mektup gibidir. Glads buna meşhur
bir adamın ölümünden daha fazı
tlzülecelüi. Charlie mahzun ve kederli odasına döndü.
Daha ellerini J'lkarken kapı
vuruldu. Cevap beklemeden odaya birisi girdi. Bu şelalelerde karş ıl aştığı sarışın güzel kadar çekici ve sevimli bir kızdı. Şaşıral"al{
«Monsieur Elggins mi h diye sordu.
- Ta l{endisi, mademoiselle.
- Monsieur Eggins, Cincina-.
ti'deld Harris lwnserve fabrikalarını temsil ediyorum.
Charlie kızın la.fını kesti.
- Harris fabrikaları huzuruma çolt geç çıkıyor Miss. Daha
evvel Forbett'lerl görüştüm, eş ğı •ukarı anlaşmış gibiyiz ..
- Biliyorum, Monsi ur Eggins
biliyorum, ben de size 10.000 dolar arttırarak 30.000 dolar teklif
ediyorum. Kararınızı öğrenmek
için akşam yedi buçukta tekrar
uğı·ıyacağım.
Genç kız gittikten sont·a
Charlie penceye yaslandı. Akş<ı.m
oluyordu. Gök yüzünde titre ·<'n
bir yıldız vardı. Bu bütün AngloSaxonların ruhunda uyuyan mlil•şidin uyandığı mulrnddes saatti
Charlie zavallı bir insan vücudumı yutmak için, dev gibi Nia.~a­
rayı seçmekle tevazua karşı günah işlemişti. Allahtıı.n af diledi.
Sonra banyo odasına. geçip küveti
ağzına kadar doldurdu ve orads.
tevazu içinde, sessiz sa.da.sız boğuldu .
Jean Giraudoux'dan
Çeviren:. Yalçm Yalva~
14
sv-.r..r..r..r..r.r.r.r..r.r..r.N""..r...r..r..rJ"'..r..r..r..r..r..r.Ar..r..r..r.r..r.r..r.v"..r..r..r.r.....-..r.r..r~§
§
§
§s
§
§
§
§
§
§
§
~
§
9
0
8
S
§
§
§
1
Ş
§
§S
§s
§
§
§
§
§§
§
§
§
§
§§
§
§
~
§
i
i
§§
§
§
§§
§
§
§
Vatana Öruaü
5
Aşkmış, sevdaymış
Ba~ıımdan geçen
Yel misali.
"' •
*
**
Toprağımın sarısı saçiuında,
Göklerimin mavisi gözlerinde,
Bahçelerimin meyvası dudalduında
Yarim;
Memleketimin türküsü sesinde
Yuı·dumun kokusu kokusunda
Yarim.
~
Sana hayranım,
Sana kurbanım,
§§
§
§§
§
§
§
§
§
~
S
S
§
S
§
1§
§
Abdülkadir GÜ'NYAZ
GECEM
Karanlıkların tacı, gece geldi, öksüzüm.
Sessiz, girdi odama; seslendi «Neredesin? »
Sen ki hep ruhum.dasın, k).llağımdadır sesin;
Beni görmüyor musun? Sendedir benim gözüm..
Bak gözümle dışarı: yıldızlar düğüm düğüm...
Onlarla süslenmiş sen hudutsuz kaşanesin;
Kullarındır dağ, deniz; ne.fesleri ~efesin...
Ey! Uykular bekçisi, hayaldir sende yüzüm...
yıkarken
Mehtap seni
uyur hep bütün ruhlar,
Siyah tülün onları bürür, perdeler, sarar.
Belirsiz bir kutsallık: sendedir bu meçhul sır!.
Sonsuzluklar timsali, erişilmez ufkun var. . .
Sönen aylar yıldızı şafak kanda mı boğar?. .
Tan ağardı. Git artık; seni ölüm çağırır. ..
Basri KARAGÖZ
§~
s§
§
§
§
§
§
§§
§
§
§
§§
~
§S
§
~
§
~
§
§
§
§
§§
§
§:r.r..r..r..r..r..r..r..r..r..r..r..r..r..r..r.r..r..r..r..r..r.r..r..r..r..r..r.rJ..r..r..r.r..r..r..r.....-..r..r.r..r..r..r..rAS
·c
.KARA HASAN
KORENIN SONU
(Bu
yazı
BİR SO NBAHAR
9 D de Kol'e günü
d ol ayısi yle
müsabaka kazan-
GÜ NÜYD Ü
mıştır. )
l{ore savaşı Birl eşmi ş Milletler üyeleri taraf mda n dünya sulhünü korumak için komün istlere
karş ı açılmı ş tll' . J\'Iilletler in huzur
içimle yaş amaları için s ulhiin sağ­
lanması mecburiılir. Buna karşılılı:
komünistler bu ideali baltalamak
ve k endi istekl erini l•abul ettirm ek için elleriıııl en geleni yap-
Bir sonbahar günü ydü ...
Tatlı biı·
sarı yaprakları
zanıyordu.
la
Hafif dalgalar
karşılaştık l arını
sihirli bir ahenkle geri
çekiliyorl ardı.
Güneşin
siyi
silueti bir tunç tepcamilerin ard ın­
andırarak
da kaybolmakta. Hazin bir sonbahar akşamı başlamaktadır . Belirsiz bir istikametten yükselen bir
kaval sesine kuzular boyunların­
daki çıngıraklar cevap vel'iyor.
'.!3oğaz yav~ yav~
sizliğe
ilahi bir sesgömüiüyor. Kutsal ve gü-
zel bir
ısessizlik.
Bir sonbahar al{-
şamınm sessizliği,
Bir sonbahar
evet...
akşamıydı ...
7-A 247
Cengiz TACER
.ı
YEDİTEPE
Onbeş
günlük Sanat Dergisi
MAVİ
KÜÇÜK DERGİ
Sanat Dergisi
rıhtı m­
fakat sonra ve-
bil' yarla
anlı yarak
Fikir ve t>anat Dergisi
Aylık
boşlukta,
kucakl ~ıyor;
fası z
Dünya barı şııım lcorunması ,
kuvvetlerin dururulması
ve komünistlerin bir daha ,kimseye
zaran dolmnmı yacak bir h a le getiı·ilmeleri için t ek çare kuvvete
kuvvetle karşı koymaktır. Sulhün
ko runma sı çok k ere anla şma yolu ile mümkümlür . Bunun ak sine
istilacı kuvvetlerin ile rl eyi şi yalnız s· v aş ile durdurulur.
An cak
bu şekilde zarars ız bir ha le gelen
komünistler bir dah a sulhü bozacak kudreti kendilerinde bula m azlar.
İşte komünist lerin bu yayıJ­
ma siyaseti sonucunda çıkan ve
birçok kimsenin h ayatına malolan
l{ore h arbi, neticede h aklı olan
ta.rıı fm galibiyetiyle sona er ecek
ve ciha n barı ş ı ebediyete ltadar
devam edecek t ir.
l{öksal SARACOÖLU
is tilacı
Aylık
düşen
sanl<i
ilahi bir m elodinin temposuna u yarak, raksettiriyol'dtı.
B oğaz
bü t ün maviliğiyle önümüzde u-
maktadırlar .
VARLIK
meltem yere
il
Aylık
Sanat Dergisi
Okuyunuz
····-----8-----···.
(Başta rafı s. 9 ela)
Seyahate çıkarken, lmç yaşındaydı prens?
- Yirmi yirmibil' falan olmalı. İkimiz de aşağı y u l{a l'ı
aynı
-
yaşdayd ılc
- E demek böyle bir de A vrupa seyahatin var?
- Bir cleğil, il<i, h atta üç.
İki sene arka arkaya Ba11<an a n t l aşmasına giden
delegelerle git tim. Birinci defa Romanyaya, öbür yıl !da Atina, Selanik gittik.
- Okuyup yazmay ı n ercle öğrendin?
z
- Burda, bu mas anın üzerinde, kendi kendime öğrendim.
- Hasan çok siyasisin, g ti:1de bir k aç gazete bil'den ok uyorsun.
- Bu, siyasi olduğumdan de··
ğil, her g ü n bir
Galatasaylının,
devlet adamı olsun, san'atkar olsun, i ş adamı olsun muhakkak ya
ismini, ya resmini g·örmek bana
ayrı bir zevk veriyor. Çocu k lukların dan tanıdığım insanlar. .. İşe
yaramaz bir Gal atasaraylıya rast
lamad ım. Mustafa Kemal de bm·dan m ezun ol saydı, a dam olma k
için Galatasarayı muhal<lmk bitirmek gerekir diye bir hükme varırdım .
- Müdür beyin bahsettiği rozet ne oldu?
- O rozeti Nevzat aldı. Mezunlardan bir~ Almanyaya gidiyor
du, istedi, sen sonra alırsın burdan dedi, Ben de verdim. Bil' daha
da alamadım. Şimdi onlardan yok.
- Hasan zil çalacalt, sen bir
şey söyle.
- Vallaha ne söyliyeyim , bana öyle geliyor ki, ben bu mel<tebin içinde doğdwn, büyüdüm. Doğ­
machysam bile burada büyüdüm.
Bu mektepten başka yer ele bilmiyorum. Bir sürü yer, gördüysem
de onlar filim gibi geleli geçtiler.
Ben görôüysem burada görmüşümdür. Öyle lü ben ne Boyabatlıyım ne İstanb ullu . Ben Galatasaı'aylıy ı m . Ben terbiyemi Boyabatta değil, burada al dım. Artı ~
b urası benim yuvam gibi.
Beni
buradan çıl<:arsal ar şeye dönerim ...
Ne bileyim böyle .. .
- Sudan çıkarılmış b alı ğa.
- Tamam.
Hasan efe!1diye dergimiz adı­
na teşek!{Ül' ederek ayrıld ı m.
15
AİLE ve GENÇLİK
(Başta rafı
s. l de)
fakat mühim bir kısmı, bizim vazifelerimizi layıkiyle yapamaclı­
ğımızd?-n, ihmalimizden ileri gelmiştir. Eğer hakikaten gen<;lel"imi
mizin arzu ettiğimiz gibi yetişme­
sini istiyorsak, mesuliyeti karşı­
lı klı aramızda taksim ederek, ve
kabahati birbirimize asla yüklemeğe lüzum görmiyerek
beraber
çalışmamız icabeder.
Yukarıda söyledim, tekrar ediyorum: Karakter, ahlak dediği­
miz şey, en basit günlük hareketlerimizin bir araya gelmesinden
başka bir şey değildir.
Zevkleı·imizden,
dan, hatta
yaşayışımız­
itiyadlarımızdan
fe-
ederek, çocuklarımıza
nümune olacak, onlarda daima
iyinin adet haline gelmesini temin
edecek şekilde bir hayat şaı-tı kabul etmeğe mecburuz.
Onlar bizd1>n ne görürlerse onu verirler bize! ..
dalcarlıklar
« Kenarına
bak bezini al, anasına bak kızını al> derler. Doğru­
dur. Evlenecek delikanlının, evleneceği kızı deği l , kızın anasını tetkike t!i.bi tutması, müstakbel hayatı bakımından emin bir düşünüo
tür. Çünkü evlat ne olursa olsun,
daima ananın ve babanın bir parçası, tabii miras9ısıdır.
Şeftali ağacı
armut vermez.
Bilgi, muhit, güzel hava v~ su o
ağacın
yetişmesini,
gelişmesim
temin eder. Fakat mahiyetini değiştirmez.
asla! Çocuklarınızın
hayatı ile, kendi hayatınız kadar
meşgul
olmağa
Çocuğunuzu
mahkCımsunuz'
doğurduğunuz
zaman siz kaç yaşında idi iseniz,
çocuğunuz o yaşa gelinceye kadar,
bir çocuk kalacağım unutmıya­
rak, hayatının bütun safhaları il'.!
a lakadar olacalcsınız !
Her milletin kendine göre bir
yaşama tarzı, görgüsü, hayat telakkisi vardır. Amerikada onbeş
yaşında bir kızın, gece satin üçünde erkek arkadaşiyle boyalı
16
dudaklarında
sigara, Nevyorl~ ca•l
delerinde dolaşması, hatta bir ""Cce kulübünden çılmiası bir ayıp
mevzuu teşkil etmez. Fakat değil
onbeş yaşında, yirn1i yaşında bir
kızın bile mcmlek timizde yalnız
başına hava
karardıktan
sonra
sinemaya gitmesini dahi katiyen
te..:viz edemeyiz. Bu ne geri kafalılıktır, ne taassuptur, ne de ahlak despotluğu .. Sadece bir memleketin an'anesi, bir memleketin
geleneği. ahlakıdır. Uymağa mecburnz. Çünkü milletler biraz da
mazilerine, taı-lhlerine ve bilhassa an'aneleı·ine dayanaralc yül<selirler.
Tokyoda evine misafir gittiÜniversite profesörünün karısı, ipek kimonosunun eteklerini
kaldırarak, dizlerini taşların üzerine koyup yerlere kapanırcasına
selam verdikten sonra, ayaklarım­
dan bizzat ayakkabılarımı çıkar­
mayı, ne haysiyetşil,en bir hareket, ne de kadınlık izzeti nefsine
vuı ulmuş bir darbe mahiyetinde
kabul etmemiş tir . Bilakis, bu hareketiyle evine gelen misafirine
hürmet ifade etliğini düşünerek,
vazifesini yapmaktan mütevellid
derin bir memnuniy t hissi duyğim
muştur.
Çünkü her memlelcetin,
kendisine mahsus adetlerine uy-
gun bir hayat
tir.
Bu
yaşaması zanıret­
bakımdan
çocuklarımızı,
ve yürüyen zaman unsurunu da asi hatırdan ·çıkarmıya­
rak m a kul ve maha!li bir terbiye
sistemine uygun tam manasiyle
medeni bir insan halinde yetiştir­
mek vazifemizdir.
Yukanda dediğim gibi çocuklarınız, ister erkek, ister kız olsun, bütün tahsil
<;ağını
bitirip
hayata atılıncaya kadar çocuktur.
Ve binaenaleyh her türlü harel<etleri ile
meşgul
ile, yaşa­
hatta zevkleri
ve heyeoa1tian ile dahi ala.kadar ol~catc"Sınız !..
ması .
olunmak
lazım-
o lrnması
arkad.aşJarı,
/ Bilhassa nrkadaşları !. Bana
söyle, kim olduğunu
söyliyeim sana! ~ sözünü, hiç u-
arkadaşını
nutamıyacaksınız !
Ne biçim incanlarla temas ediyor, hangi cemiyete mensun
gençlerle görüşUyor, nereye gidiyor, dışanda nasıl vakit geçiriyor? Ne okuyor ve nasıl çalışı­
bunlar sizin tarafı··
takip edile-
yor? Bütün
nızclan
usanılmadan
cektir.
Of artık bıktım, yeter! > demek yok!. . Derseniz bunu, hayatınızdan bıktırır
bir gün
çocuğu­
nuz sonra sizi! ..
Kızını
döğmeycn
dizini dödemiyorum
ama, kızınızın bir gün, sizin ihmaliniz yüzünden, kendisini bizğer! >
Kızınızı
clöğün
zat döğmek ihtiyacını duymasına
ela sebep olmayın! .. Bu acı, acıla­
rın en ağırıdır . Her Atasözünd
bir hayat tecrübesinin, bir hikmetin mevcudiyetini kabul tmek
doğnr'
değişen
il ,
dır. Hayatı
bir
düşünüştür.
Elhasıl:
Çocuklarınızla
yataaçtıklarından
başlıyarak, ayakkabılarının içindeki çoraplarının göğa nasıl
rü meyen
yorganı nasıl
girip,
deliğinden rahatsız
olup
kadar her türlü hayat ve görüş şartları ile onların
üzerinde tatlı bir hakimiyet kurarak ve kontrolünüzü asla hisselolmadıklarına
tirmiyerel<
cal<sınız !..
fasılasız
Olacaksınız
mak kolay
mı
?
meşgul
ola-
tabü! .. Anne ol-
Neşriyat
Tahsin Yücel
(Başkan),
(redaksiyon). Teknik
Mümtaz
Kolu
Zeytinoğlu
işler: Yiğit
Okur,
ve A. Günyaz
Yalçın
tkizalp,
Türkay Ergun.
Kapak Baskm: SANAT BASIMEVl
Fiatı:
30
Krş.

Benzer belgeler