3 - Çaycuma Ticaret ve Sanayi Odası

Transkript

3 - Çaycuma Ticaret ve Sanayi Odası
Ekonomi
Çaycuma Ticaret ve Sanayi
Odası
Ekonomi Dergisi
u
Yıl: 1 • Sayı: 3
u
Sahibi
Çaycuma Ticaret ve Sanayi Odası
Adına Yönetim Kurulu Başkanı
Rıfat SARSIK
u
Sorumlu Müdür
Önder ALKAN
u
Yayın Kurulu
Rıfat SARSIK
Önder ALKAN
Mehmet KÖKTÜRK
Alper PÜREN
Kâmuran MISIRLI
u
Reklam ve Mali İşler
Recep ACAR
u
Yönetim Yeri
Çaycuma Ticaret ve Sanayi Odası
Atatürk Bulvarı No: 12
Çaycuma / ZONGULDAK
Tel: 0372 6151073
Faks: 0372 6157326
www.caycumatso.tobb.org.tr
e-mail: [email protected]
u
Yapım
EKOL Medya Ltd. Şti.
435. Sokak No:5/7
Yüzüncüyıl/ANKARA
Baskı Aydoğdu Ofset:
Baskı Tarihi: 28.12.2009
u
Çaycuma Ticaret ve Sanayi Odası
Ekonomi Dergisi 3 ayda bir
yayınlanmakta olup, 1500 adet
basılmaktadır.
u
Çaycuma Ticaret ve Sanayi
Odası Ekonomi Dergisi’nde yer
alan yazılar aksi belirtilmedikçe
Çaycuma Ticaret ve Sanayi
Odası’nın görüşünü yansıtmaz,
imzalı yazılarda belirtilen
görüşler sadece yazarlarına aittir.
u
Dergiden kaynak belirtilerek
alıntı yapılabilir.
içindekiler
Filyos Vadisi Projesi
bölgenin istikbalidir
3
9
Türkiye’nin
temel sorunu
orta vadeli bir
büyüme
hikâyesinin
olmamasıdır
11
15
Çaycuma TSO, Gold
İstanbul Fuarına gezi
düzenledi
19
17
Batı
Karadeniz’in
Zeugma’sı
Çaycuma’nın
gizemli tarihi
ortaya çıkmak
için gün sayıyor
Saltukova
Havaalanı
iç hat seferleri
başlamalıdır
Çaycuma TSO üyesi fırıncılar
sorunlarını görüştü…
18
KOSGEB’ten
yararlanmak isteyen
işletmeler başvurularını ve
güncellemelerini yaptırsınlar
21
20
22
Karapınar İlköğretim Okulu
öğrencileri’nden Çaycuma
TSO’ya ziyaret
Çaycuma Ticaret
ve Sanayi Odası
Unıcera Fuarını
ziyaret etti
“Küreselleşen”
dünyada yetişkin eğitimi
29
33
Bel Ağrısı
ve Egzersi̇z
Organik Tarım Nedir?
Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren kömüre
ve demir-çeliğe dayalı ağır sanayinin merkezi olan
Zonguldak’ta alternatif yeni üretim alanlarının yaratılması, istihdamın artırılması ve ticaretin yeniden canlandırılması amacıyla yapılan Filyos Vadisi Projesi’nin
hayata geçirilmesi bölgenin geleceği açısından her geçen gün daha acil bir ihtiyaç olarak hissedilmektedir.
Bölge geneline baktığımızda Türkiye’nin en avantajlı yatırım merkezleri arasından bulunan bölgede
altyapısı bitmiş Organize Sanayi Bölgesi, Küçük Sanayi
Sitesi ve diğer yatırımlarla imalat konusunda faaliyet
gösteren firmalar mevcuttur. Karayolu ile Ankara’ya 2
saat, İstanbul’a 3 saatlik mesafede olan ve ulaşım başta
olmak üzere, altyapı, eğitim, yerleşim ve çevre konusunda da birçok avantajı taşıyan Çaycuma; yatırımcılar
için değerlendirilmesi gereken önemli bir konuma sahiptir.
Kısaca Filyos Projesi adını verdiğimiz, geçmişi Cumhuriyet öncesinde II. Abdülhamit dönemine kadar
uzanan ve içinde liman, barajlar, termik santral, sanayi
bölgeleri ve birçok yatırımı içeren bu kalkınma projesi
tam anlamıyla hayata geçtiğinde bölge eskisinden daha
etkin bir sanayi ve ticaret merkezi olacaktır.
Bu büyük projenin en önemli unsuru FİLYOS LİMANI olup, limanla ilgili arsa kamulaştırması gerçekleştirilmiş, liman projesi Kardemir’in bir kuruluşu olan
Karliman’a ihale edilmiş ve temel atılma aşamasına gelinmiş, ancak bugüne kadar yapılan tüm çalışmalar kağıt
üzerinde kalmıştır. Geçtiğimiz günlerde Liman projesi
Karliman’dan alınmıştır. Bu konuda yeni firma arayışları
devam etmekte olup güçlü ve güvenilir bir firmanın bu
işe talip olup en kısa zamanda bitirmesi en büyük arzumuzdur. Limanın yapılması ile boğazların trafiğindeki
yoğunluk rahatlayacak, kuzeyde kalan ülkeler açısından
Akdeniz’e açılmak daha kolaylaşacaktır.
1994 yılında Filyos Vadisi üzerinde serbest bölgeler
ilan edilmiştir. Bakanlar kurulu kararıyla 1996 yılında
taşkın koruma projesi tamamlanmadığı gerekçesiyle
III. ve IV. kısımlar iptal edilmiştir. Yine aynı gerekçeyle
bakanlar kurulu 2007 yılında serbest bölgeyi tamamen
iptal etmiştir. 01 Eylül 2008 tarihinde alınan Bakanlar
Kurulu kararıyla Filyos Serbest Bölgesi sahası yeniden
ilan edilmiş, söz konusu sahada yer alan özel mülkiyete ait taşınmazların Maliye Bakanlığı (Milli Emlak Genel
Müdürlüğü) tarafından acele kamulaştırılması kararlaştırılmıştır.
Çaycuma Ticaret ve Sanayi Odası olarak bu konuların üzerinde hassasiyetle duruyor ve yapılacak
düzenlemelerle Filyos Vadisinin çok daha cazip hale
getirileceğine inanıyoruz. Bu amaçla Filyos Vadisi üzerinde Endüstri Bölgesi ilan edilmelidir. Son dönemde
2
bölgemize yatırım yapmak amacıyla birçok yerli ve
yabancı yatırımcının başvuru yaptığını duyuyoruz, bu
elbette sevindiricidir. Ancak bu konuda da net bilgilere
ulaşabildiğimiz söylenemez. Özellikle yabancı sermaye
yatırımları için Endüstri Bölgeleri, 4737 Sayılı Kanun ile
ülke ekonomisinin gelişmesini teşvik etmek, yabancı
sermaye girişini artırmak amacıyla kurulması öngörülen çok cazip yatırım alanlarıdır. Endüstri Bölgelerinin
kuruluşundaki ana hedef, yerli ve yabancı yatırımcı
için bürokratik işlemlerin asgariye indirilmesidir.
Karadeniz bölgesinin Türkiye açısından en avantajlı
ve uygun yatırım alanı olan bölgemize her geçen gün
daha fazla yerli ve yabancı firmanın bölgemizle ilgili yatırım projeleri gündeme gelmektedir. Filyos Vadisi üzerindeki 5.356.896 m2 arazinin kamulaştırılmış ve büyük sanayi parselleri için uygun durumda olması gelecek olan yatırımlar açısından çok büyük bir avantajdır.
Ancak bazı altyapı eksiklikleri nedeniyle bu yatırımlar
hayata geçirilememektedir ve bölgemizde kurulacak
olan yatırımların altyapısı bitmiş yatırım alanlarına acil
ihtiyacı vardır. Altyapısı tamamlanmış ve endüstri bölgesi ilan edilmiş bir Filyos Vadisi’nin yatırımcılar için ne
kadar cazip olacağı açıktır.
Yatırımcıların bölgemizle ilgilendiklerinde daha çok
bürokratik makamlarla karşılaşmaktadırlar. Elbette bizlerin yatırımcı ile ilgilenmesi daha farklı olacaktır. Bölgeye yeni bir yatırımcı geldiğinde belki de ilk olarak
yasal gerekleri ve izinleri öğrenmek, sorun yaşamamak
adına resmi makamların kapısını çalmaktadır. Ancak ilgili makamların yeni bir yatırımcı geldiğinde bizleri de
haberdar etmelerini yatırımcıların da tercih edeceklerini düşünüyorum.
Bölgemiz bir bütündür ve bu bütünlük giderek daha az hissedilir hale gelmektedir. Gerek siyasi, gerek
kurumsal, gerekse kişisel kaprisler olmadan ve hiçbir
ayrım yapılmadan bölge adına birlikte hareket edilmesi gereklidir.
Saygılarımla…
Rıfat SARSIK
Başkan
Ekonomi
onguldak Valisi Erdal Ata,
dergimizin sorularını cevaplandırarak Filyos Vadisi
Projesi’nin bölgenin geleceğinde önemli bir yer tuttuğuna işaret ederek “Filyos Vadisi Projesi bölgenin istikbalidir” dedi.
Vali Ata’nın dergimizin sorularına verdiği cevaplar şöyledir:
Sayın Valim, öncelikle
bize Zonguldak’la ilgili genel bir bilgi verir misiniz?
Zonguldak’taki
görevinize
başlamadan önce aklınızdaki
Zonguldak imajı nasıldı, bugünkü Zonguldak nasıl?
Zonguldak’a, vali olarak
atanmadan önce de birkaç kez
geldiğim için şehir olarak tanıyordum zaten. Göreve başlamadan önce şehrin durumunu
bildiğim için beklediğimden
farklı bulmadım. Ekonomik ve
sosyal yapısı, doğal güzellikleri
ile birçok potansiyeli barındıran
bir ile sahibiz. Karayollarındaki
çalışmalar ile ulaşım konusunda önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Zonguldak’ta TTK,
Erdemir, Kardemir gibi önemli
istihdam sağlayan işletmelerin
olması büyümeyi beraberinde
getirmiştir. Ancak bölge arazisinin durumu çoğu ilden farklıdır. Arazilere bakıldığında tapu
sorunları, orman ve hazineye
ait arazilerin çokluğu dikkat
çekicidir. Bu yüzdendir ki ilin
büyümesi biraz düzensiz gerçekleşmiştir. Bunu söylerken
önceden görev yapmış hiçbir
kurum ve kuruluşu eleştirme
anlamında algılanmasını istemem çünkü tamamen koşullar
sonucunda gerçekleşen bu hızlı
büyümenin getirdiği süreçte düzensiz bir yapılaşma olmuştur.
Yapılan çalışmalarla giderek
daha düzenli bir kent olmaktadır. Biz göreve geldikten sonra
Z
Zonguldak Valisi Erdal Ata dergimizin
sorularını cevaplandırdı
Filyos Vadisi
Projesi bölgenin
istikbalidir
3
Ekonomi
Filyos Projesi’nin gerçekleşmesini hepimiz
istiyoruz ve bu proje mutlaka gerçekleşecektir.
Gereken para fazlasıyla elimizde olsa bile bu
projeler hemen, akşamdan sabaha yapılacak işler
değil. Şu an harita çalışmaları tamamlanmak
üzeredir.
gerçekleşenler diye düşünecek
olursak bu konuda özellikle
karayollarımızın iyileştirilmesi, çift şeritli yolların önemli
ölçüde tamamlanması, mevcut
tünellerin iyileştirilmesi gibi
çalışmalardan bahsetmek gerekir. Ankara karayolu üzerindeki
çift şerit yol ve Dorukhan’daki
ikinci tünelle ilgili çalışmalar
tamamlanmak üzeredir. Mithat
4
Paşa tüneli, sahil yolu üzerindeki tünellerle ilgili çalışmalar
da gündemdedir. Ereğli Devrek
bağlantı yolu düzenlenecektir.
Yine havaalanımız geçtiğimiz
yıl uçak seferlerine açılmış,
Almanya’dan gidiş dönüş yolcu taşımacılığı başlamıştır. İç
hat seferlerinin başlatılması ile
ilgili girişimler de mevcuttur.
Bütün bunlar Zonguldak için
önemlidir ve yakın zamanda
ulaşım açısından çok daha rahat
bir bölge olacağız.
Filyos Vadi Projesi’nin hayata geçmesi için tüm kurum
ve kuruluşlar elbirliği ile çaba
gösteriyor? Proje için son durum nedir?
Filyos Nehri’nin bulunduğu
vadi bölgenin en önemli potansiyelidir. Filyos Vadisi’nin yaklaşık 22 milyon metrekarelik
bir alandan oluşmaktadır. Geçen yıl burası serbest bölge ilan
edildi. Şu anda 7 milyon metrekarelik alanın tamamının kamulaştırma çalışmaları bitti. Geri
kalan kısımların da kamulaştırma çalışmaları sürüyor. DSİ bir
taraftan vadi ıslah çalışmalarına
başladı. Bu sene ihalesi yapılan
bölümün çalışmaları önümüzdeki yıl bitirilecek. Yine Valilik
olarak biz vadinin haritalarını
yaptırıyoruz. Sonra imar planı
çalışmaları yapılacak. Tahmin
ediyorum önümüzdeki yıl yatırım yapmak isteyen yerli ve yabancı yatırımcılara arsa tahsisi
mümkün olacaktır. Filyos’ta 25
milyon kapasiteli bir liman yapılacaktır. Vadide limanla ilgili
olarak 7 milyon metrekarelik
alanın kamulaştırılma çalışmaları tamamlanmıştır. Toplam 22
milyon m2’lik alandaki yatırımları içeren bu proje için geri
kalan kısımların da kamulaştırma çalışmaları sürüyor. Bu bölgenin coğrafi konumu, altyapı
Ekonomi
olanakları, sağlanan teşvikteki
avantajlar bölgeyi son yıllarda
çekici kılmaktadır ve bölgede yatırım yapmak için birçok
yerli ve yabancı yatırımcılar da
müracaatlarını yapmıştır. Bunlarla ilgili çalışmalarımız Bakanlık nezdinde devam etmektedir. Tüm ulaşım imkânlarına
sahip olması açısından son derece elverişli bir konumda olması, bölgeyi son derece cazibe
merkezi haline getirmektedir.
Bizden yer talebinde bulunan
firmalar ile temasımızı sürdürüyoruz. Firmalar yer tahsisinin
yapılması ile hemen yatırımlarına başlayacaklardır.
Sayın Valim vadide yer
tahsisi isteyen firmaların yatırım konuları nelerdir?
Yer tahsisi isteyen yatırımların birkaçı enerji santrali, demir
çelik, inşaat malzemeleridir. Bu
konuda termik santral talepleri
de var. Çevre açısından sakıncalı görülerek karşı çıkılabilir
ama artık teknolojinin ilerlediği
bu dönemde kirlilik yaratacak
bir yatırım olacağını düşünmüyorum. Yine beş altı tane termik
santrali için talep geldiği düşünülecek olursa bunların hepsine yer tahsisi yapılması gibi
bir durum da söz konusu değil
elbette. En uygun olan değerlendirilip ona göre karar verilecektir yer tahsisleri yapılırken.
Limanın hayata geçirilmesi de
çok önemlidir. Karabük’ten bir-
Yatırımcılar için
üretmek kadar, en
uygun maliyetle
üretmek ve ürettiğini
en avantajlı koşullarda
satmak önemlidir.
Çaycuma Organize
Sanayi Bölgesi’nde
yatırımcılar için
önemli avantajlar
mevcuttur.
kaç haddehanenin talebi var sanırım. Hatta bir firma bölgeden
arsa satın aldı diye biliyorum.
Firmaların yatırım talepleri daha da yoğunlaşacaktır. Sonuç itibarı ile Vadide yatırım yapmak
isteyen firmalar için altyapıyı
hazırlamak çabasındayız. Bu yıl
toplam istinat duvarının inşaatı
tamamlanacaktır. Filyos Vadisi
Projesi’nin uzun vadeli büyük
bir yatırım olduğunu göz önünde bulundurmalıyız. Bölgenin
istikbali Filyos Projesi’dir.
Filyos’ta ciddi adımlar atılmıştır. Filyos Projesi’nin gerçekleşmesini hepimiz istiyoruz ve
bu proje mutlaka gerçekleşecektir. Gereken para fazlasıyla
elimizde olsa bile bu projeler
hemen, akşamdan sabaha yapılacak işler değil. Öncelikle
kamulaştırmanın ve sedde gibi
diğer altyapı çalışmalarının tamamlanması gereklidir. Şu an
harita çalışmaları tamamlanmak
üzeredir. Yüklenici firmanın yaşadığı bazı sorunlar nedeniyle
henüz tamamlanmayan haritamızı elimize aldığımızda daha
net planlamalar ve uygulamalar
yapma imkânına da kavuşmuş
olacağız.
Filyos Limanı ve art alanında gerçekleşmesi düşünülen yatırımlara umut bağladı.
Basından takip ettiğimiz kadarıyla Başbakanlık nezdinde
bölgeyle ilgili çalışmalar yapıyor. Ayrıca Batı Karadeniz
Kalkınma Ajansı kuruldu. Bu
konuda açıklamalarınız olacak mı?
Vadi projesi dahilinde, devlet yatırımlarının yanı sıra özel
sektörle birlikte başlatılmış bulunan Filyos havzasında organize sanayi bölgeleri, tersane
yatırımları, liman, ulaşım, sulama amaçlı baraj projeleri ile
yeniden büyük bir gelişme olgusu oluşturacaktır. Bu süreçte
Zonguldak, Bartın ve Karabük
birbirleriyle ekonomik anlamda
yeniden birleşmiş ve ülkemizin önemli bir ekonomik bölgesi olacaktır. Batı Karadeniz
Kalkınma Ajansı bu üç ilimize
hizmet vermek üzere Temmuz
2009’da alınan Bakanlar Kurulu Kararı ile kurulmuştur. Bünyesindeki kurullarda üç ili temsilen kamu kesimi, üniversiteler, özel kesim ve sivil toplum
kuruluşu temsilcilerinin yer almaktadır. Kalkınma Ajansımız,
5
Ekonomi
son zamanlarda
tarım ve hayvancılık
konusunda da
çalışmaların
arttığını da göz ardı
edemeyiz. Tarım
Müdürlüğümüzün
çalışmaları
mevcuttur. Seracılık
ve meyvecilikle ilgili
faaliyetler oldukça
ilerlemiştir. Filyos’taki
antik kentle ilgili
önemli bulgular elde
edilmiştir.
19 uzman ve 4 destek personeli
ile Demirpark alışveriş merkezindeki ofislerinde çalışmalarına başlamıştır. Ajans bölgenin
potansiyelini ortaya koyarak
öncelik alanlarını belirleyecek
bir gelişme planını en kısa sürede tamamlayacaktır. Bu plan
kapsamında tespit edilecek öncelik alanlarında proje destekleme faaliyetlerini gerçekleştirecektir. Ayrıca kamu kesimi, özel
kesim ve sivil toplum kuruluşları tarafından yürütülen ve bölge plan programları açısından
önemli görülen diğer projeleri
izleyecek olan ajans, resmi kurumlarla özel kurumlar ve sivil
toplum kuruluşları arasındaki
iş birliğini daha da artıracaktır.
Ajansın faaliyetleri ile bölgenin
iş ve yatırım imkânlarını, ilgili kuruluşlarla işbirliği halinde
ulusal ve uluslararası düzeyde
tanıtımını yapmak ve yaptırmak
da mümkün olacaktır.
Filyos Vadisi’nde ilan edilen serbest bölge ile ilgili son
gelişmeler nelerdir? Serbest
Bölgenin Endüstri Bölgesine dönüştürülmesi mümkün
müdür?
6
Serbest Bölgenin ilan edilmesinin ardından kamulaştırma
çalışmaları başlamıştır. Maliye
Bakanlığı tarafından arsa sahiplerine ödenecek olan para
85 milyar lira civarındadır. Bu
önemli bir ekonomik girdi olacaktır öncelikle. Kamulaştırma
işlemlerinin tamamlanmasının
ardından bölgenin sınırları netleşecek ve yatırımcılara hazır
hale getirilecektir. Yine serbest
bölgenin işlevi açısından giderek farklı bir konuma dönüştürülmesi de söz konusudur. Ancak mevcut durumda kamulaştırma işlemleri açısından zaman
kazandırıcı bir gelişmedir serbest bölgenin ilanı. Belirttiğiniz
gibi endüstri bölgesi olabilir,
özellikli organize sanayi bölgesi olabilir. Ancak benim fikrim
organize sanayi bölgesi gibi bir
oluşumun daha uygun olacağıdır çünkü endüstri bölgeleri ile
ilgili mevzuat daha farklıdır ve
organize sanayi bölgesi olursa
idaresi ve inisiyatifi bölgede
olacaktır.
Çaycuma Organize Sanayi
Bölgesi için beklenen doluluğun gerçekleşmediği düşünü-
lüyor. Bu konuda yapılması
gerekenler nelerdir?
Yatırımcılar için üretmek
kadar, en uygun maliyetle üretmek ve ürettiğini en avantajlı
koşullarda satmak önemlidir.
Çaycuma Organize Sanayi
Bölgesi’nde yatırımcılar için
önemli avantajlar mevcuttur.
İlimizin kalkınmada öncelikli
olmasının yanı sıra 5084 sayılı
yasanın yatırımcıya sağladığı
bedelsiz arazi tahsisi de önemli
bir teşvik unsurudur. Daha önce görev yaptığım için yakından bildiğim Kocaeli Organize
Sanayi Bölgeleri bakımından
Türkiye’deki en fazla Organize
Sanayi Bölgesi olan illerimizin
başında geliyor. Oradaki organize sanayi bölgeleri ile buradakiler arasında bir fark var. Orada
ki organize sanayi bölgelerinde
yatırım yapmak isteyenler arsa
payı olarak önemli maliyetleri
de üstelenmektedirler. Çaycuma
Organize Sanayi Bölgesi kamulaştırma ve altyapı hizmetleri
dâhil Sanayi Bakanlığı’nın kendi bütçesinden ayırdığı paralarla karşılanarak tamamlanmıştır.
Yatırım yapmak isteyen firma-
Ekonomi / Haber
lara da arsa tahsisi bedavadır.
Arsa maliyeti olmadan yatırımı
gerçekleştirmek de önemli bir
avantaj sağlamaktadır. Bunun
yanı sıra diğer sosyal ve ekonomik koşulların da yatırımcılar için çok uygun olduğunu
düşünüyorum. Son çıkan teşvik
yasası kapsamında önemli destekler de bölgede yatırım yapacak firmalara sunulmuştur. Yeni
yatırıma başlayan bir firmamız
var. Tuzla’da faaliyet gösteren
bu firma, Çaycuma Organize
Sanayi Bölgesi’nde oldukça
büyük bir yatırımı gerçekleştirecektir. Bu firmaya benzer
birkaç yatırımında daha bölgemize talepleri olacaktır. Büyük
öçlüde yatırımlar olduğundan
birkaç firmanın faaliyete geçmesi kanımca doluluğu da sağlayacaktır.
Bölgemizde tarım ve hayvancılık konusunda da önemli çalışmalar yapılmakta.
Hayvancılık ve meyvecilik
konusunda aile işletmelerinin
ötesinde ticari işletmelere geçiş gözleniyor. Bu konuda düşünceleriniz nelerdir?
Bölgede en az gelişen konulardan biri de maalesef tarımsal
faaliyetler olmuş. Özellikle kırsal kesimde arazilerin çoğunun
boş kaldığını, değerlendirilmediğini görüyoruz. Bunun yanı
sıra son zamanlarda tarım ve
hayvancılık konusunda da çalışmaların arttığını da göz ardı
edemeyiz. Tarım Müdürlüğümüzün çalışmaları mevcuttur.
Seracılık ve meyvecilikle ilgili
faaliyetler oldukça ilerlemiştir.
Bu konuda uğraş verenler artık
ürünlerini değerlendirmek için
soğuk hava depolarına ihtiyaç
duymaktadır. Demek ki önemli
ölçüde bir artış vardır tarımsal
üretimde de. Hali hazırda tarım
müdürlükleri tarafından güzel
projeler de yürütülmektedir.
Hayvancılık alanında da yapılan çalışmalar ekonomik getiriye dönüşmeye başlamıştır. Giderek daha büyük ölçekte ticari
faaliyetlere dönüşmesi de mümkündür diye düşünüyorum.
Turizm konusu da son yıllarda arkeolojik buluntularla
önem kazandı. Filyos’taki antik kentte ve Kadıoğlu’ndaki
mozaikler ilgili kazı çalışmaları başladı. Bu çalışmaların
hızlandırılması ve sonrasında
üniversitede arkeoloji bölümü açılması, buluntuların
sergileneceği bir müze oluşturulması gibi gelişmeler de
olacak mı?
Filyos’taki antik kentle ilgili önemli bulgular elde edilmiştir. Özellikle Askeri alanda
radarın taşınmasının ardından
boşalacak binaların da devri
ile oraya üniversitemizin bir
arkeoloji bölümünün açılması
gündemdedir. Arkeolojik çalışmalar oldukça zaman isteyen
çalışmalardır. Adeta iğneyle
kuyu kazmak gibi, çok hassas
ve zaman isteyen bu çalışmalarla ilgili ekipler mevsim,
zaman ve ödenek koşulları elverdikçe çalışmalarına devam
edeceklerdir. Ayrıca doğası ile
oldukça güzel bir bölgeye sahibiz ama tesis problemi vardır.
Konaklama düşünüldüğünde
bölgede 5 yıldızlı bir otelin
olmaması, yeterince tanıtım
yapılmaması gibi sorunlar bulunmaktadır. Turizm açısından
Gökgöl Mağarası önemli bir
çalışmadır. Cennet ve Cehennem Mağaraları da yine turizm
açısından bilinen değerlerimizdendir. Yüzüncü Yıl Tatil Köyü de bölgemize turizm amaçlı
gelenlerin kullanımı açısından
önemlidir. Av turizmi, doğa turizmi ve diğer turistik alanlarda
bir gelişme yaşanmaktadır. Tesislerin yapılması ve bölgenin
turizm değerlerinin tanıtımı ile
hem iç turizm açısından hem de
dış turizm açısından bölgemize
taleplerin artacağını düşünüyorum. Yine il merkezinde bir
Madencilik müzesi açılacaktır.
Bu müze de maden şehri olan
Zonguldak’a yakışır bir şekilde hayata geçirilecektir.
Bölgedeki gelişmelerde Ticaret ve Sanayi Odalarının
konumu hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Zonguldak merkez ve ilçelerinde mevcut beş ticaret
ve sanayi odamız vardır ve
odalarımız bölge sorunları ile
yakından ilgilenmektedirler.
Bölge gelişimi için sivil inisiyatifi temsil eden odalarımızın çalışmalarını da yakından
takip etmekteyiz. Önemli bir
işlevi yerine getirdiklerini düşünüyorum. Resmi kurumlar
kadar odalar gibi kamu yararına faaliyet gösteren kuruluşların da aynı sorumlulukla
çalışmalara katılması oldukça
önemlidir.
Son olarak okurlarımıza
iletmek istediğiniz bir mesajınız var mıdır?
Zonguldak gerçekten birçok
açıdan önemli değerleri taşımaktadır. Doğası, ekonomik
ve sosyal yapısı ile her açıdan
yaşam kalitesi daha da yükselen
bir kenttir. Bölgemizin sahip
olduğu tüm imkânların değerlendirilmesi için bizlerde azami
ölçüde çaba göstermekteyiz.
Sayın Valim, yoğun işleriniz aranızda bizlere vakit
ayırdığınız için Çaycuma
Ticaret ve Sanayi Odası ve
okurlarımız adına çok teşekkür ederiz.
7
Ekonomi / Haber
Merkez : Cumhuriyet Caddesi Pelenkoğlu İş Merkezi Zemin Kat No: 12/1 BARTIN
Telefon : (0.378) 227 13 10 - 227 18 05 • Faks : (0.378) 227 36 56
E-Posta : [email protected]
8
Bartın Beton Tesisi
Zonguldak İrtibat Bürosu
Adres :
Telefon :
Faks
:
E-Posta :
Adres Büro:
Telefon :
Faks :
E-Posta :
Gölbucağı Mahallesi Gölbucağı Caddesi No: 78-80 BARTIN
(0.378) 227 93 65
(0.378) 227 93 75
[email protected]
Acılık Cad. Belediye Bulvarı 13/C ZONGULDAK
(0.372) 253 13 10
(0.372) 253 13 10
[email protected]
Çaycuma Beton Tesisi
Çatalağzı Beton Tesisi
Adres :
Telefon :
Faks
:
E-Posta :
Adres :
Telefon :
Faks
:
E-Posta :
Akyamaç Köyü Altı Çaycuma Bartın Karayolu 6.Km. P.K.: 11 Çaycuma-ZONGULDAK
(0.372) 615 90 46 - 615 90 47
(0.372) 615 90 48
[email protected]
Kuzyaka Mevkii Çatalağzı - ZONGULDAK
(0.372) 264 10 30
(0.372) 264 10 30
[email protected]
Kozlu Beton Tesisi
Muslu Beton Tesisi
Adres
:
Telefon :
Faks
:
E-Posta :
Adres
:
Telefon :
Faks
:
E-Posta :
Taşbaca Mahallesi Nur Sokak Kozlu-ZONGULDAK
(0.372) 269 06 94 - 269 06 95
(0.372) 269 09 93
[email protected]
Cumhuriyet Caddesi Demiryolu Sokak Muslu - ZONGULDAK
(0.372) 216 43 13
(0.372) 216 43 13
[email protected]
Ekonomi / Haber
Batı Karadeniz’in Zeugma’sı
Çaycuma’nın gizemli tarihi
ortaya çıkmak için gün sayıyor
aycuma’ya bağlı Kadıoğlu köyü’nde bahçesine
sera yapmak isteyen Nizamettin ORAL tarafından Bizans
dönemine ait olduğu tahmin
edilen taban döşeme mozaiklerinin bulunmasının ardından
sürdürülen kazı çalışmaları
Çaycuma’da heyecan yarattı.
Kadıoğlu köyü’nde oturan
Nizamettin Oral, 2008 yılının
Ocak ayında kendisine ait arazide sera kurarken Geç RomaErken Bizans dönemine ait
olduğu tahmin edilen Zeugma
benzeri taban döşeme mozaik-
Ç
9
leri bulmuştu. Jandarma’nın soruşturma başlattığı alan Kültür
Bakanlığı tarafından koruma
altın alınmış, yediemin olarak
arazi sahibi Nizamettin Oral’a
emanet edilmişti. MÖ 40’ı yıllara ait saray ya da tapınağın
olabileceği düşünülen alanda
aynı yıl içerisinde Zonguldak
İl kültür Müdürlüğü ve Ereğli
Müzesi Müdürlüğü tarafından
kazı çalışmaları başlatılmıştı.
Ara verilen kazı çalışmalarına
yeterli ödeneğin bulunmaması
nedeniyle başlanılamamıştı.
Bölgede yapılan kazı çalışmalarına başkanlık yapan
Ereğli Müze Müdürlüğü arkeologlarından Handan Özalpay;
taban döşeme mozaiğin ardından çevresindeki çalışmalarda
bir villa olduğu tahmin edilen
bir yerleşim kalıntısına rastlandığını, yerleşim kalıntısının
M.S. 250-260 dönemine ait olduğunu, bir adet gümüş sikke
bulduklarını; ayrıca bahçenin
yakınında küçük bir taban döşeme mozaiğine daha rastladıklarını kaydetti.
Ortaya çıkan eserlerde; sağ
tarafından üzüm salkımı bulunan kadın, sol tarafında ise
kadını öldürmek üzere hançer
kaldıran erkek figürü yer alıyor. Tarihi mozaiğin renkleri
orijinal taş kullanıldığı için
günümüze kadar canlılığını
koruduğu görülüyor. Esere bir
şey olacak korkusu taşıdığı
için sabahlara kadar uyumadığını aktaran bahçe sahibi Nizamettin Oral, “Sebze yetiştirmek için sera kurayım dedim;
ama tarihi eser nasip oldu. Ülkemize hayırlı olsun. Eserin
başına birşey gelecek diye sabah namazına kadar bekliyorum.” dedi. Kültür Bakanlığı
nezdinde yapılan incelemeler,
yapılan sondaj ve kazı çalışmaları ile acilen alınması gereken kararlar ve yeterli ödenekle bir an önce gün ışığına
çıkarılarak bölgenin gizemli
tarihini ortaya çıkaracak olan
eserler için bölge halkı da oldukça heyecanlı...
Yetkililer de yaptıkları inceleme ziyaretlerinde bölge
halkından ve Kadıoğlu köyü
sakinlerinden tarihi zenginliğe
sahip çıkmalarını; kaçakçılara
karşı dikkatli olmalarını istediler.
Çaycuma Ticaret ve Sanayi
Odası olarak gerek Filyos; gerekse civardaki bu tür eserlerin tahrip edilmeden, uzmanlar
eliyle, meydana çıkarılarak,
bölgemizin tarihi anlamında
büyük bir zenginliğe sahip olduğunu herkese gösterme fırsatını değerlendirmek gerektiğini
belirtiyoruz. Bu konuda herkese düşen görev de şüphesiz bu
tarihi zenginliklere sahip çıkmaktır.
Ekonomi / Haber
Türkiye’nin
temel sorunu
orta vadeli bir
büyüme hikâyesinin
olmamasıdır
Esen Çağlar
Milattan sonra ikinci bin yılın ilk on senesini
geride bırakıyoruz. Son on yılın ekonomik performans açısından muhasebesini yapmak için
artık elimizde daha fazla veri var. Bundan yıllar
sonra geriye dönüp bakıldığında sizce 2000’ler
nasıl hatırlanacak? Türkiye bu son on senede
ekonomik performans açısından bir başarı hikayesi yazabildi mi? Bu yazı bu sorulara ilişkin kısa
bir değerlendirmeyi içeriyor. 1980’ler, 1990’lar
ve 2000’lerin bilançosuna kısaca bir bakıp beş
temel tespit yaptıktan sonra, 2010’ların nasıl geçebileceğine dair bazı temennilerimizi dile getirmeye çalışalım.
Yakın dönem Türkiye ekonomik hikayesinin
ana hatları bellidir. 1980’lerde hızla ekonomik
serbestleşme ve dünyayla bütünleşme sürecini
başlatan Türkiye, 1990’ları siyasi ve ekonomik
istikrarsızlığın da etkisiyle çok da parlak bir 10
yıl olarak hatırlamaz. Bu istikrarsızlığın sona
erişi ise 2001 krizi ile bilinir. Ardından gelen tek
parti hükümeti tarafından başarıyla uygulanan
bir istikrar programı ve bunun sayesinde sağlanan makroekonomik istikrar, Avrupa Birliği’ne
üyelik perspektifinin güçlenmesi, milyarlarca
dolarlık çekilen yabancı yatırımlar, tempolu büyüme rakamları 2000’li yılların ilk on senesinin
ilk yarısına dair akılda kalanlar. Daha sonraki
hikaye ise daha tartışmaya açık; 2000’lerin ikinci beş senesinin nasıl bir dönem olduğuna dair
henüz bir görüş birliği oluştuğundan bahsetmek
güç.
Bu üç dönemi kıyaslarken aslında çok sayıda göstergeye bakılabilir ve ileriki dönemlerde
bu tür çalışmalara sıkça karşılaşacağız. Gelin
isterseniz temel kıstas olarak Türkiye’nin gelişmiş ülkelerle arasındaki farkı kapaması için en
önemli gösterge olan reel milli gelir artış hızına,
başka bir ifadeyle ekonomik büyüme hızına bakarak bir karşılaştırma yapalım. Malum 2009’un
ekonomik büyümesine dair artık net fikrimiz var,
2010’a dair büyüme tahminleri üzerinde ise +/- 1
puanlık farkla bir görüş birliği oluşmaya başladı.
Bu sayede de 2000’lerin ilk on senesini ekonomik büyüme performansı açısından değerlendirmek ve öncekilerle karşılaştırmak mümkün hale
geliyor.
Aşağıdaki şekil üç farklı on yıllık dönemde,
ortalama yıllık büyüme hızlarını gösteriyor. Büyüme performansı açısından bakıldığında, şekilde ilk göze çarpan, 2000’lerin 1980’lerin gerisinde kaldığı, 1990’lardan ise belirgin bir farklılığı olmadığı. Bu yazıdaki birinci tespitimiz
belki biraz ağır olacak ama 1990’lu yıllar eğer
büyüme açısından “kayıp yıllar” olarak nitelendiriliyorsa, 2000’lerin de bu on yıldan pek farklı
olmadığını söylemek sanırım yanlış olmaz. Bu
noktada, her ne kadar Türkiye’nin milli geliri
düzey olarak arttıkça büyüme hızında azalma
doğal olarak karşılanabilir olsa da, yüzde 4’ler
düzeyinde bir ekonomik büyüme performan11
Ekonomi / Haber
sının Türkiye açısından tatmin edici olduğunu
söylemek imkânsız. Bunun nedeni ise açık: istihdam yaratma sorunu. TEPAV tarafından yapılan hesaplar, Türkiye’de mevcut işsizlik oranının
muhafaza edilmesi için en az yüzde 5 civarında
bir büyümeye ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Her
sene işgücüne katılan 700 bin gencimiz ve henüz işgücü piyasasının dışında olan milyonlarca
kadınımız hesaba katıldığında, en az yüzde 6-7
düzeyinde bir büyüme performansının Türkiye
için bir gereklilik olduğu ortaya çıkıyor. Kısacası, 2000’li yıllar, düzelen birçok göstergeye
rağmen, sosyal açıdan tatmin edici bir on yıl olmaktan uzak oldu gibi duruyor. 2000’li yılların
sonunda karşı karşıya kaldığımız yüzde 16,4’lük
tarım dışı ve yüzde 24’lük gençler arası işsizlik
oranları bu durumun en somut göstergesi olarak
karşımızda duruyor.
Bu üç on yılın büyüme grafikleri ise ayrı ayrı
şekil 2, 3 ve 4’de görmek mümkün. Bu üç grafik birlikte değerlendirildiğinde, ilk göze çarpan
Şekil 1: Türkiye’de Üç Farklı Dönem için
Yıllık Ortalama Reel Gayri Safi Milli Hasıla
Artış Oranı: 1981-1990, 1991-2000, 20012010
6,00
Şekil 3: Yıllık Reel Gayri Safi Milli Hasıla
Artış Oranları: Türkiye, 1991-2000
Şekil 4: Yıllık Reel Gayri Safi Milli Hasıla
10,00
9,00
8,00
7,00
6,00
5,00
4,00
3,00
2,00
1,00
0,00
5,00
4,00
4,22
1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990
Artış Oranları: Türkiye, 2001-2010
Üçüncü tespiti ise Türkiye’nin son otuz yıl10,00
8,00
6,00
4,00
2,00
0,00
-2,00
5,25
4,00
Şekil 2: Yıllık Reel Gayri Safi Milli Hasıla
Artış Oranları: Türkiye, 1981-1990
1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000
-4,00
-6,00
3,00
daki büyüme macerasını bir başka ülkeyle karşılaştırmalı olarak yapalım. Daha önce çok sa-
2,00
1,00
0,00
1981-1990
1991-2000
2001-2010
Kaynay: TUIK, Turkish Data Monitor, TEPAV hesapları
saptamayı vurgulayalım. Üç on yılın ekonomik
büyüme eğrisinde 1980 ve 1990’larda iniş çıkışlara sıkça rastlanırken, 2000’ler hızlı bir inişle
başlamış, daha sonra hızlı bir artış görülmüş, ancak daha sonra istikrarlı bir aşağıya doğru iniş,
2008-2009 küresel kriziyle birlikte derin bir dibe
vuruşla sonuçlanmış. Burada sanırız dikkat edilmesi gereken nokta, 2000’lerin büyümesinin daha önceki yıllardan daha az inişli çıkışlı olduğu
ancak buna rağmen 2004’den 2009’a kadar “istikrarlı bir düşüş” görülmüş olmasıdır. Bu tespit
sanırız, 2009’da yaşanan ekonomik durgunluğun
sadece küresel krizden kaynaklanmadığı, biraz
da “içsel” faktörlerin etkisi olabileceği savını
destekler nitelikte.
12,00
10,00
8,00
6,00
4,00
2,00
0,00
-2,00 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010
-4,00
-6,00
-8,00
yıda TEPAV raporunda kıyaslama yaptığımız,
1960’lardan günümüze gelişmiş ülkelerle arasındaki farkı hızla azaltmış olan Güney Kore
ile değil, ekonomik disiplin ve belki de kültür
açısından bizim toplumumuza Kore’ye kıyasla
daha yakın olan Brezilya’ya bakalım. Aşağıda
Şekil 5, Şekil 1’in Brezilya için yapılmış hali;
Brezilya’nın ekonomik büyüme verilerini son üç
on yıl için ayrı ayrı gösteriyor. Gözümüze ilk
Ekonomi / Haber
çarpan, yukarıya doğru çarpıcı bir artış eğilimi
olması. Her on yıl, bir önceki on yıldan gözle görülür biçimde daha iyi geçmiş Brezilya’da. Bu
Brezilya’yı Türkiye’den ayıran ilk faktör. İkinci
faktör ise, her ne kadar Brezilya makus talihini
kırmış ve büyüme ortalamasını 2000’lerde göreli olarak yükseltmiş de olsa, son 10 yılda yüzde
3,56’lık bir performansla Türkiye’nin altında bir
değere sahip.
Şekil 5: Brezilya’da Üç Farklı Dönem için
Yıllık Ortalama Reel Gayri Safi Milli Hasıla Artış Oranı: 1981-1990, 1991-2000, 20012010
Üçüncü tespiti ise bir dördüncü tespit ile derinleştirelim ve Brezilya’da her on senenin büyüme oranlarına yıllık olarak bakalım. Şekil 6-7-8,
10,00
8,00
4,00
3,56
3,50
3,00
6,00
4,00
2,71
2,00
2,50
2,00
ise, Brezilya’nın bir çok ülkeye örnek gösterilebilecek nitelikte bir mali sorumluluk kuralı
uygulamasını başarıyla hayata geçirmiş olması
var. Ayrıca, tarım ve maden sektörlerinde dünya
pazarında söz sahibi olmakla birlikte, denizaltı
ve uçak üretimi gibi oldukça ileri teknoloji gerektiren sanayi kollarında da önemli bir rekabet
gücüne sahip olması, Brezilya’yı Türkiye’den
ayrıştıran unsurların başında geliyor.
Şekil 6: Yıllık Reel Gayri Safi Milli Hasıla
Artış Oranları: Brezilya, 1981-1990
Şekil 7: Yıllık Reel Gayri Safi Milli Hasıla
Artış Oranları: Brezilya, 1991-2000
Şekil 8: Yıllık Reel Gayri Safi Milli Hasıla
Artış Oranları: Brezilya, 2001-2010
1,83
0,00
1,50
-2,00
1,00
1981
1982
1983
1984
1985
1986
1987
1988
1989
1990
-4,00
0,50
-6,00
0,00
1981-1990
1991-2000
2001-2010
Kaynak: Economist Intelligence Unit
Şekil 2-3-4’ün Brezilya için tekrarlanmış hali.
1980’ler Brezilya’da inişli çıkışlı geçmiş, 3 yıl
ilerlemenin ardından 4 yıl gerileme yaşanmış bu
dönemde. Brezilya’nın 1990’ları ise Türkiye’nin
2000’li yıllarına benziyor eğilim olarak: önce bir
zıplama sonra istikrarlı bir düşüş eğilimi görülmüş. Çarpıcı tespit ise 2000’lere ilişkin. 20032008 döneminde istikrarlı bir artış görülmüş,
küresel kriz ise ekonomik büyümeyi 0’a doğru
çekmiş. Kriz öncesi dönemde emtia ve petrol
fiyatlarındaki artıştan oldukça olumlu biçimde
faydalanan Brezilya, krize rağmen ekonomik
daralma yaşamamayı da başarabildi. 2010’daki
toparlanma ise oldukça kuvvetli olacağa benziyor. Bu noktada, Brezilya’nın bu uzun vadeli ve
sürdürülebilir büyüme hikayesinin arka planını
da unutmamak gerekiyor. Gelir dağılımındaki
adaletsizlikle mücadeledeki başarısı, orta sınıfın
ekonomi içindeki payını arttırmaya yönelik bir
politika çerçevesi olmasının yanında, makroekonomik istikrarı koruyabilmesi ve ekonomisinin
rekabet gücünü arttırabilmesi dikkat çekici unsurlar. Makroekonomik istikrarın arka planında
Bu beş tespitten yola çıkarak, 2010’lu yılların, 2000’li yıllardan daha iyi geçmesi için
7,00
6,00
5,00
4,00
3,00
2,00
1,00
0,00
-1,00
1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000
Türkiye’nin ne yapması gerektiğine dair bir sonuç kendiliğinden belirmektedir. Türkiye’nin
7,00
6,00
5,00
4,00
3,00
2,00
1,00
0,00
-1,00
2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010
tıpkı Brezilya’nın sahip olduğu gibi bir stratejiye
ve hikayeye acil olarak ihtiyacı bulunmaktadır.
13
Ekonomi / Güncel
Bu hikayenin temel konusu büyüme hızımızı
yüzde 4’ler düzeyinden yüzde 6-7’ler düzeyine
nasıl istikrarlı biçimde taşıyabileceğimiz olmalıdır. Özellikle kısa ve orta vadede, 2000’li yılların başındakine benzer bir likidite bolluğunun
olmayacağı ve büyümek için Türkiye’nin dış tasarruflara ihtiyacı olması nedeniyle, Türkiye’nin
kendisini fon çekmek için rekabet ettiği tüm diğer ülkelerden farklılaştıracak bir hikayeye sahip olması gerekmektedir.
Peki bu hikaye ne olmalıdır? Bu ayrı bir yazı
konusu ama içinde mutlaka bulunmasında fayda olduğunu düşündüğümüz unsurlara yer vererek bu yazıyı bitirelim. Birincisi, düşük yurtiçi
tasarruflara rağmen istikrarlı bir büyüme oranı
tutturmamıza yardım edecek yeni ve sağlıklı bir
mali disiplin çerçevesidir. Her yeni siyasi seçim
döngüsüne girildiğinde, bozulma riski taşıyan bir
mali yapının, istikrarlı bir büyüme sürecinin destekleyicisi olması maalesef bu dünyada mümkün
değil. Bu açıdan bakıldığında mali kuralın, etkin
yaptırım ve sorumluluk mekanizmalarıyla birlikte, inandırıcı biçimde hayata geçirilmesi, önümüzdeki dönem hikayesinin olmasa olmazı.
İkinci olarak ise, ekonominin genelinde verimlilik artışlarının temposunu yükseltecek bir
reform programının inandırıcı biçimde kamuya yol gösterici hale gelmesi gerekmektedir.
TEPAV’ın uzun bir süredir dikkat çektiği “ikinci
nesil reformlar”ın, kamu yönetimi, yargı, vergi
sistemi, finansmana erişim, sermaye piyasaları,
eğitim ve beceri dönüşümü gibi, farklı kurumların sorumluluğu altındaki çok sayıda politika
alanda hayata geçirilmesi ve ekonominin kurumsal altyapının daha fazla yatırıma, daha
fazla sayıda ve yüksek nitelikli istihdam yaratılmasına elverişli hale getirilmesi
önem kazanmaktadır.
Üçüncü olarak ise ekonomide, verimsiz alanlardan
verimli alanlara geçişi
destekleyecek bir sanayi
stratejisi vizyonu
14
benimsenmeli ve uygulanmalıdır. Ucuz işgücüne
dayanmayan, daha yenilikçi ve kaliteli bir üretim
ve hizmetler yapısına doğru dönüşümü destekleyecek bir ekonomi politikaları çerçevesi, ikinci
nesil reform sürecinin de içeriğinin ve yönünün
belirlenmesine katkı sağlayacaktır. Bu noktada,
ekonomik büyüme ve kurumlar arasındaki ilişki
irdeleyen çalışmalarıyla ünlü MIT profesorü Daron Acemoğlu’nun 25 Ocak 2010 tarihli Radikal
Gazetesinde çıkan sözlerini dikkate almakta fayda var:
“Türkiye’nin gelecek 30 yıl süre içinde yıllık bazda ortalama yüzde 5 ile 6 arasında büyüyememesi için bir neden görmüyorum. Türkiye
böyle bir büyüme hızını yakalayabilirse – aynı
Güney Kore’nin yaptığı gibi – 30 sene içinde
gelişmekte olan ülkeler kategorisinden gelişmiş
ülkeler düzeyine gelebilir.
ABD ve Avrupa hiçbir zaman ortalama olarak yüzde 2-3 düzeyinin üzerine çıkamaz. Çünkü
ekonomilerinde verimsiz sektör yok. Türkiye’de
ise verimsiz sektörler olduğu için bu verimsiz
sektörlerden verimli sektörlere geçerek daha hızlı büyümeye geçiş mümkün gözüküyor.”
Umarız 2010’ların sonuna gelindiğinde, bu
sefer başarıya ulaşmış bir büyüme hikayesinin
değerlendirmesini yapıyor oluruz. Bunun için
2010 ve 2011’de Türkiye’nin esas önceliklerine
odaklanması büyük önem
taşıyor.
Ekonomi / Haber
Saltukova Havaalanı
iç hat seferleri başlamalıdır
1
991’de yapımına başlanan ve 11 Mart 1999’da
dönemin Başbakanı Bülent
Ecevit’in açılışını yaptığı Zonguldak Havaalanı, Devlet Hava
Meydanları İşletmesi (DHMİ)
Genel Müdürlüğünce 2002’de
yolcu yetersizliği gibi sorunlar
nedeniyle tek bir uçak inmeden kapatılmış, 2003 yılında
yeniden onarılarak yeni cihazlarla donatılmıştı. DHMİ
Genel Müdürlüğü’nce 18
Ağustos 2006’da Zonguldak
Havaalanı’nın işletmeye açılmasına yönelik karar alınmıştı.
Zonguldak Özel Sivil Havacılık
A.Ş. 25 yıllığına işletme hakkına sahip olduğu havaalanına
büyük yolcu uçaklarının da iniş
ve kalkış yapabilmesi amacıyla
çevresindeki 235 metre yüksekliğindeki Bostancılar Dağı
tıraşlanmıştı.
Zonguldak Özel Havacılık
A.Ş.’nin 25 yıllığına işletme
hakkına sahip olduğu havaalanına 2008 yılında başlayan tıraşlanmasının arından
ilk sefer 21 Temmuz 2009 da
Almanya’nın Düsseldorf kentinden Öger Türk’ün organizasyonuyla hareket eden Germania Hava Yolları’na ait 148
kişilik uçak 137 yolcusuyla
inmiş ve bölge halkı tarafından
coşkuyla karşılanmıştı.
2009
yılı
içerisinde
Almanya’dan 2 bin 465 yolcu havaalanımıza gelirken,
Almanya’nın Düsseldorf ve
Dortmunt şehirlerine 2 bin 606
kişi uçakla gitmiştir. 20 yolcu
Havaalanının iç hat
seferlerine açılmasının
Filyos Vadisini
de daha cazip ve
kolay ulaşılabilir
kılacağından Organize
Sanayi Bölgesi ve
bölgemizdeki diğer
yatırımları tetikleyecek.
uçağının iniş kalkış yaptığı havaalanında en fazla sefer Ağustos Eylül aylarında yapılmıştır.
Nisan ayından itibaren Almanya – Türkiye, Türkiye – Almanya seferleri haftanın belli
günlerinde gerçekleştirilecek.
Ancak bölgenin yolcu potansiyeli sadece gurbetçilerimizin
değil, işadamlarımızın ve halkımızın da kullanımı açısından
yüksektir. Özellikle yurtiçinde
karayolu ile uzun mesafe gerektiren ama yoğun bir yolcu kapasitesi olan merkezlere
uçakla ulaşımın sağlanması
gereklidir. Elimizin altında havaalanımız varken havayolunu
kullanamamak oldukça üzücü bir durumdur. Zonguldak,
Bartın Karabük illeri nezdinde
Türk Hava Yolları’nın da iç hat
seferlerini başlatması için girişimler yapılmalıdır. En kısa
zamanda Zonguldak Saltukova
Havaalanı’na ara ve bağlantılı
taşımacılık yapılması konularının bir an önce neticelendirilerek tarifeli seferlerin başlatılması gerekmektedir. Bu konuda açılacak olan tarifeli uçak
seferleri için bölgedeki ticaret
ve sanayi odaları da garantör
olacaktır.
Bölgemizin geleceği açısından önemi her geçen gün artan
havaalanımızın gelişmesi, düzgün işletilmesi ile ilgili bölge halkı olarak verilen destek
unutulmamalıdır. Son günlerde
havaalanımızın siyaset malzemesi olarak kullandığını üzülerek gördük. Başta siyasiler olmak üzere bölgenin geleceğini
düşünen tüm taraflar havaalanı
konusunda üzerine düşeni yapmalı, havaalanımızın iç hat seferlerinin başlaması elbirliği ile
sağlanmalıdır. Havaalanının iç
hat seferlerine açılmasının Filyos Vadisini de daha cazip ve
kolay ulaşılabilir kılacağından
Organize Sanayi Bölgesi ve
bölgemizdeki diğer yatırımları
tetikleyeceğini umut ediyoruz.
15
Ekonomi / Haber
16
Ekonomi / Güncel
Çaycuma TSO, Gold İstanbul
Fuarına gezi düzenledi
Ç
aycuma Ticaret ve
Sanayi Odası üyesi kuyumcu ve sarraflar
“İstanbul Mücevher, Altın, Gümüş, Takı, Saat,
Kuyumculuk Makine ve
Malzemeleri Fuarı”nı gezdiler. 21 Şubat’ta İstanbul
TÜYAP’taki Goldİstanbul
2010 fuarının son gününde gerçekleşen geziye Çaycuma’da kuyumculuk
sektöründe faaliyet gösteren firmalardan 44 kişi
katıldı.
TÜYAP Fuarcılık tarafından organize edilen
Goldİstanbul fuarı; Türk mücevher sektörünün
farklı alanlarında faaliyet gösteren firmaların
yüksek üretim güçlerini ve tasarım becerilerini
yansıtması açısından uluslararası bir öneme sahip.
Türkiye’nin kuyumculuk sektörünün doğduğu topraklar olduğu mesajından yola çıkılarak
yapılan çok çeşitli tanıtım çalışmaları sonucunda Goldİstanbul 2010 fuarına 60 farklı ülkeden
20 bin kişiyi aşkın ziyaretçiyi
ağırladı. Fuara en yoğun katılım Rusya, BAE, Bahreyn,
Kuveyt, Irak, İran, Azerbaycan, Ukrayna, Yunanistan,
Bulgaristan, Sırbistan, Hırvatistan, Bosna Hersek, Makedonya, Çek Cumhuriyeti,
Slovenya, İspanya, Polonya,
Romanya, Mısır, Cezayir, Fas, Tunus, Suriye, Ürdün, Gürcistan ve Türkmenistan oldu.
Gezi sonrasında Çaycuma Ticaret ve Sanayi
Odası Başkanı Rıfat SARSIK; “Üyelerimizin
bu tür organizasyonlarda sektörlerindeki en son
gelişmeleri yerinde gözlemleyerek, sektör temsilcileri ile kaynaşmalarına yönelik ortamların
önemi çok büyüktür. O yüzden üyelerimizin ilgisini çeken sektörlerde, oldukça yararlı olduğunu
gördüğümüz fuar gezilerimizi sürdürüyoruz. Kuyumculuk yapan üyelerimiz açısından oldukça
verimli olacağını düşündüğümüz bu geziye katılan ve emeği geçen herkese teşekkür ederim.”
dedi.
17
Ekonomi / Güncel
Çaycuma TSO üyesi fırıncılar
sorunlarını görüştü…
Ç
aycuma Ticaret ve Sanayi
Odası üyesi olan fırıncılar
bir araya gelerek sorunlarını
görüştüler. E meslek grubunda
kayıtlı bulunan fırıncılar Çaycuma Ticaret ve Sanayi Odası
Yönetim Kurulu Başkanı Rıfat SARSIK, Yönetim Kurulu
Üyesi Mehmet KÖKTÜRK
ve Meclis Üyesi Mehmet
UÇAR’ın da katıldığı toplantıda daha sık bir araya gelerek
sektörlerinde yaşadıkları sorunların çözümünde ortak hareket etme kararı aldılar.
Toplantıda tarifelere uygun
satışlar yapılmadığı için yaşanan sorunlar ve haksız rekabet
ile ilgili şikayetler dile getirildi. Fırıncılar olarak birlikte hareket etmenin önemine değinildi. Özellikle yapılan yeni yasal
düzenlemelerle Çaycuma İlçe
Tarım Müdürlüğü’nün denetim konusunda yetki almasının
ardından daha sık denetimler
18
olacağı için gerekli standartların sağlanması konusunda bir
bilgilendirme formu da fırın
sahiplerine dağıtıldı.
Çaycuma Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Rıfat Sarsık
toplantı sonrası şunları söyledi:
“Fırıncılık yapan üyelerimizin
bir araya gelerek ortak hareket
etme konusundaki kararlılıkları sorunların çözümünde önemli bir adımdır. Oda olarak tüm
imkanlarımızı,
üyelerimizin
kendi meslekleri ile ilgili sorunlarında bir araya gelmeleri,
bizlere sorunlarını iletmeleri
ve alınan kararların uygulanması konusunda gerekli görüşmelerin yapılması konusunda
kullanmaktayız. Hiçbir sektör
kıyasıya, ayarsız rekabetten
kazançlı çıkmamıştır. Kaybeden hep gereksiz rekabet eden
olmuştur. Yapılan her işin bir
hedefi olmalı. Herkesin hedefi ucuz pazar değildir, kaliteli
üretim ve hizmetin devamını
sağlamaktır. Bu tür toplantılardan sonuç alındıkça, sorunların
çözüleceğini ve üyelerimizin
benzer toplantıları daha sık
gerçekleştirecekleri düşüncesindeyim.”
Ekonomi / Güncel
KOSGEB’ten
yararlanmak isteyen
işletmeler başvurularını ve
güncellemelerini yaptırsınlar
K
üçük ve orta büyüklükte
işletmelerin geliştirilmesi
amacıyla faaliyet gösteren Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri
Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı yeni yılda da
desteklerini sürdürecek.
KOSGEB Veri Tabanına
kayıtlı işletmelerin her yıl bilançolarının onaylanmasının
ardından KOSGEB Destek ve
Hizmetlerinden yararlanabilmesi amacıyla KOBİ Beyannamelerini güncellemeleri ve
çıktılarını imzalayarak müdürlüklere teslim etmeleri gerekmektedir.
En kısa zamanda açıklanacak olan desteklerden yararlanmak isteyen;
KOSGEB Veri Tabanına
kayıtlı üye işletmelerin, 2009
yılı KOBİ Beyannamelerini güncelleyerek çıktılarını
KOSGEB
Müdürlüklerine
teslim etmeleri KOSGEB Veri
Tabanı’na kayıtlı olmayan iş-
letmelerin ise veri tabanı kayıtlarının yapılarak KOSGEB
Müdürlükleri ile irtibata geçmeleri yaşanabilecek yoğunluğun önüne geçmek ve işletmelerin KOSGEB Kredi, Destek
ve Hizmetlerinden maksimum
düzeyde
yararlanabilmeleri
açısından bu tür bilgi güncellemelerinin ve kayıt işlemlerinin
yapılması oldukça önemlidir.
KOSGEB Veri Tabanı’na
kayıtlı olan İşletmeler her yıl
bir önceki yıla ait mali müşavir
onaylı Bilanço/Hesap Özeti ile
birlikte http://destek.kosgeb.
gov.tr adresinden kullanıcı kod
ve şifreleri ile KOBİ Beyannamelerini güncelleyerek, kaşeli ve imzalı olarak KOSGEB
Zonguldak İşletme Geliştirme
Merkez Müdürlüğü’ne teslim
etmeleri gerekmektedir. KOSGEB Veri Tabanı’na kayıtlı
olmayan İşletmelerimizin ise
KOSGEB Kredi, Destek ve
Hizmetlerinden yararlanabilmesi için http://destek.kosgeb.
gov.tr adresinden başvuru yapmaları ve eksiksiz doldurulmuş KOBİ Beyannamelerini
ve ekli evraklarını KOSGEB
Zonguldak İşletme Geliştirme
Merkez Müdürlüğü’ne teslim
etmeleri gerekmektedir.
Çaycuma TSO Başkanı
Rıfat SARSIK konuyla ilgili
şunları söyledi: “KOSGEB’in
ve desteklerinin üyelerimiz
için önemi büyüktür. Geçtiğimiz yıl kredi destekleri konusunda çoğu işletmenin sisteme
kayıtlı olmamasının verdiği bir
yoğunluk yaşanmıştır. Bu nedenle üyelerimizin sistem bilgilerini güncellemeleri, henüz
KOSGEB’e kayıt yaptırmamış
olanların da kayıtlarını yaptırmak için desteklerin açıklanmasını beklemeden işlemlerini
tamamları önemlidir. İlgililer
Zonguldak İş Geliştirme Merkezi Müdürlüğünden veya
Odamızdan bu konuda yardım
isteyebilir.”
19
Ekonomi / Haber
Karapınar İO öğrencileri’nden
Çaycuma TSO’ya ziyaret
K
arapınar İlköğretim Okulu öğrencileri Çaycuma
Ticaret ve Sanayi Odasını ziyaret etti. Okulun Hentbol takımı öğrencileri Zonguldak’taki
müsabakalarda “yıldız kızlar il
birincisi” olarak 22 – 27 Şubat
tarihleri arasında Kastamonu
Bölge Şampiyonası’nda ilimizi
temsil edecekler.
Ziyaret sırasında Çaycuma
Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Rıfat SARSIK’a okulları ve
takımları hakkında bilgi veren
öğrenciler müsabakalar için
destek talebinde bulundu.
Çaycuma Ticaret ve Sanayi
Odası Başkanı Rıfat SARSIK
öğrencileri ve okulu tebrik
ederek şunları söyledi: “Öğrencilerimizin Zonguldak ilini
temsil etmek üzere bölge şampiyonasına katılması bize de
gurur vermiştir. Kastamonu’da
da bizleri en güzel şekilde
temsil edeceklerinden eminiz. Okulumuzun gerek eği-
20
tim gerekse sportif etkinlikler
konusundaki başarılarını takip
ediyoruz. Oda olarak bizler
her zaman bu tür başarılarının
desteklenmeye çalışmaktayız.
Kızlarımızın Kastamonu’dan
birincilikle dönmelerini bekliyoruz.”
Çaycuma TSO
doktorların
Tıp Bayramını kutladı
Çaycuma Ticaret ve Sanayi Odası Yönetim Kurulu
Başkanı Rıfat Sarsık, 14 Mart Tıp Bayramı münasebetiyle yayınladığı kutlama mesajında doktorların Tıp
Bayramı’nı kutladı. Sarsık mesajında şunları söyledi:
“İnsanı yaşatmayı ve insanın acısını azaltmayı, insanlığa daha nitelikli bir yaşam sunmayı amaç edinen,
kutsal, saygın ve onurlu mesleklerini büyük özveriyle
yerine getiren tüm tıp çalışanlarımızın insan yaşamına saygıyı ifade eden 14 Mart Tıp bayramını kutlar;
çalışmalarında başarılar dilerim.”
Ekonomi / Güncel
Çaycuma Ticaret ve Sanayi Odası
Unıcera Fuarını ziyaret etti
Çaycuma Ticaret ve Sanayi Odası; İstanbul’da modern
teknoloji yatırımları ve yüksek
kalitedeki hammadde rezervleri ile 2 milyar Euro’ya ulaşan üretim kapasitesine sahip
olan Türk seramik sektörünün
en büyük buluşması olan UNICERA Fuarı’na katıldı.
TÜYAP’ın, Türkiye Seramik Federasyonu ve TİMDER
(Tesisat ve İnşaat Malzemecileri Derneği) işbirliği ile gerçekleştirdiği ve her sene artan
bir hızla istikrarlı bir şekilde
büyüyen UNICERA 22. Uluslararası Seramik Banyo Mutfak Fuarı’nda Çaycuma’lı fir-
malar da standa açarak sektör
temsilcileri ve ziyaretçilerle
buluştu.
Ülkemizin önde gelen sektörlerinden biri olan seramik
sektörünün en geniş katılımcı
kitlesine sahip, seramik banyo ve mutfak fuarı unvanını
taşıyan UNICERA’ya bu sene
12 ülkeden 197 firma ve firma
temsilciliği katılmış. Böylece Ortadoğu, Orta Asya ve
Balkanlar’ın en önemli seramik alıcı ve üreticilerini buluşturarak büyük ticari potansiyel yaratan fuarı 60 ülkeden
40 bini aşkın ziyaretçi gezdi.
Çaycuma Ticaret ve Sanayi
Odası Başkanı Rıfat SARSIK
ziyaret ile ilgili şu açıklamayı
yaptı: “Hem sektör açısından
en önemli fuar olması hem de
Çaycuma’lı firmaların da ürünlerini sergilemeleri UNICERA
Fuarı’nı bizler açısından oldukça önemli kılmıştır. Üyelerimizin fuardan memnun dönmesi bizler açısından oldukça
sevindiricidir. Bu gibi organizasyonlar Odamızın üyeleri
ile diyalogunu daha da artırmaktadır. Ayrıca üyelerimizin
sektörün devleri arasında yer
aldığını da görmek fırsatını
bizlere sunmuştur. Yurtbay Seramik, Formina ve Denko Mobilya stantlarının fuarda yer
alması, başarılı ürün stantları
ile fuarda ilgi görmesi bizleri
de gururlandırmıştır. Firma sahiplerini kutlayarak başarılarının devamını diliyoruz.”
21
Ekonomi
Çaycuma TSO’dan eğitime katkı
Ç
aycuma Ticaret ve Sanayi
Odası tarafından yaptırılacak olan Anadolu Öğretmen
Lisesi’nin okul yeri ve yurtları
için incelemelerde bulunmak
üzere Milli Eğitim Bakanlığı
Öğretmen Yetiştirme ve Eğitimi Genel Müdür Yrd. Doç. Dr.
Muammer Gürbüz Çaycuma’ya
geldi. Çaycuma Kaymakamı
Hasan Yaman, Belediye Başkan
Vekili Ahmet Ali Başören, Çaycuma TSO Başkanı Rıfat Sarsık,
İlçe Milli Eğitim Müdürü Dursun Şen ve Çaycuma TSO Yönetim Kurulu Üyesi Mimar Nusret
Yakıcı ile birlikte incelemelerde
bulunan Genel Müdür Yardımcısı Gürbüz okulla ilgili koşulları
oldukça olumlu bulduklarını belirtti.
Çaycuma TSO Anadolu Öğretmen Lisesi’nin 2010– 2011
eğitim ve öğretim yılında eğitime başlayabilmesi için Çaycuma Kaymakamlığı, Çaycuma
Belediyesi ve Çaycuma Ticaret
ve Sanayi Odası’nın girişimleri
olumlu karşılandı. Okulun yeri
22
için Milli Eğitim Müdürlüğü’ne
ait arsa ve bitişiğindeki Çaycuma
Belediyesi’ne ait Sosyal Tesislerin altında yer alan Milli Eğitim
Müdürlüğü’ne tahsis edilen arsa
uygun bulundu. Okul binası yapılana kadar geçici olarak eski
özel okul binasının Çaycuma
Ticaret ve Sanayi Odası Meclis
Başkanı Zeki Yurtbay tarafından
Milli Eğitim Müdürlüğü’ne tahsis edilmesi ve Çaycuma Belediyesi Öğrenci Evlerinden 7 bloğun Anadolu Öğretmen Lisesi
öğrencilerine tahsisi de bu çalışmaları daha da hızlandıracak gelişmeler olarak değerlendirildi.
İncelemeler sonrasında açıklama yapan Çaycuma Ticaret
ve Sanayi Odası Başkanı Rıfat
Sarsık; “Üyelerimizin de desteği ile Çaycuma’nın eğitim konusunda önemli bir ihtiyacını
karşılamak üzere bu okulu yapmanın hazırlığı içindeyiz. Sayın
Kaymakamımız, Belediye Başkanımız başta olmak üzere tüm
Çaycuma’nın sahip çıktığı okulumuzu en kısa zamanda hayata
geçirmek bizler için çok önemlidir. Çaycuma’nın her alanda
gelişmesine katkıda bulunmayı
görev edinen Odamız, Anadolu
Öğretmen Lisesi’nin yapılması
ile önemli bir ihtiyacı karşılamış
olacaktır. Doğru olduğunu bildiğimiz ve inandığımız bu hizmeti
yerine getirmenin onurunu hep
birlikte yaşayacağız. Gelişmeler
oldukça olumludur. Bir aksilik
olmazsa, önümüzdeki dönem 60
öğrenci ile okulumuz açılması
oldukça kuvvetli bir ihtimaldir.
Herkesin desteklediğini gördüğümüz okulumuz bittiğinde hem
bu alanda eğitim almak isteyen
öğrencilerimiz Çaycuma dışına
gidip gelmek zorunda kalmayacak, hem de çevre il ve ilçelerdeki öğrencilerimize de hizmet
verecek bir okulu Çaycuma’ya
kazandırmış olacağız.” dedi.
Ekonomi
OBB’a bağlı 365 Oda ve
Borsa’nın Yönetim Kurulu
Başkanları ile Meclis Başkanları, istihdam ve ekonomideki
gelişmeleri görüşmek üzere bir
araya geldi. Toplantı sonrasında, TOBB Genel Kurul Başkanı Nafi Güral tarafından yapılan
ortak açıklama özetle şöyle:
“Bizler, Türkiye’nin her köşesinden, 81 il ve 160 ilçesinden ekonomideki gelişmeleri
ve istihdam meselesini konuşmak, görüşlerimizi tek bir yürek ve tek bir ağızdan kamuoyuna duyurmak üzere, bugün
bir araya geldik.
TOBB camiası olarak, 2002
yılından bu yana her platformda, kayıtlı ekonomiye geçmenin
gerekliliğini, kayıtdışı kalanın
küçük kalacağını, kayıt altına
girmeyen bir ekonominin, haksızlığa ve adaletsizliğe neden
olduğunu ifade ettik. “Hesabını
veremeyenin hesap soramayacağını” hep söyledik.
“İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır” düsturu ile yetişen bizler, her zaman
sosyal
sorumluluklarımızın
farkında olduk. Sosyal ve ekonomik refahı geliştirici her projenin hayata geçmesi için elimizi taşın altına koymaktan çekinmedik. Son dönemde, hızla
bozulan iktisadi ortamın bir
sonucu olarak, artan işsizliğin
acısını, bizler de yüreğimizde
hissediyor ve çözümü için çaba
sarfediyoruz.
İstihdam piyasası bir aynadır, ekonominin genel durumunun bir aynasıdır. Bizler, küresel ekonomik krizin daha başında, bu işin ciddiye alınmasını
istedik ve önerilerimizi ilettik.
Sonrasında, gecikmeyle de olsa
yürürlüğe giren önlem paketleriyle birlikte, 2009 Mayıs’ında
T
İş dünyasından
istihdam açıklaması
en üst noktaya çıkan işsizlik
oranı, gerilemeye başladı.
Yani özel sektörümüz, alınan tedbirlerden sonra, istihdam kaybını telafi etti, etmeye
de devam edecek.
Türkiye’nin en öncelikli ve
birincil meselesi işsizliktir. Bu
sorunu ancak, ortak akılla çözebiliriz.
Sağlıklı bir işsizlikle mücadele stratejisi için, yapılması
gerekenleri tartıştık. Özel sektörün yanı sıra, sendikaların ve
kamu kurumlarının da yer alacağı bir istihdam çalıştayında,
bu konuyu daha detaylı bir şekilde ele almak istiyoruz.
Yine her zaman dediğimiz
gibi, devletten tek isteğimiz,
rakiplerimizle şartlarımızın eşit
hale getirilmesidir. Türkiye, sorunlarını şeffaf bir zeminde ve
gerçeklikten kopmadan açıklıkla konuşmalıdır. Bu, iş dünyası için geçerli olduğu kadar,
siyasetin de öncelikli sorumluluğudur.
Güçlü bir istihdam seferberliği başlatabilmek için, ekonomimizin son yıllarda aldığı
hasar, mikro reformlar yoluyla
telafi edilmelidir.
Öte yandan, önümüzdeki üç
yıllık sürede, üç milyon kişiye
yeni beceriler kazandırılması için gereken mesleki beceri
kursları da, hızlı bir biçimde
açılmalıdır.
İstihdamın artması, daha
çok üretim, daha çok ticaret,
daha çok refah demektir. Ekonomik büyüme ile istihdam artışı doğrudan ilişkilidir.
Sorunun çözümü çarkların
dönmesi, üretim ve rekabet gücümüzün artmasıdır. Zira üretim
tüketim ve istihdam birbirinden
ayrılmaz bir bütündür. Çarkların
dönmeye devam etmesi için de,
itici güce ihtiyaç vardır. Bunu
da ancak hükümet sağlayabilir.
Yapılması gereken, büyük
bir istihdam seferberliğini,
kamu-özel sektör işbirliği ile,
bir an önce başlatmaktır.”
23
Ekonomi / Haber
“Küreselleşen”
dünyada yetişkin eğitimi
Doç. Dr. Rıfat Miser
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi
Öğretim Üyesi
amanımız dünyası, ‘küreselleşen’ (!) bir dünya olarak nitelendirilmektedir. Aslında
gelişmiş ülkeler tarafından, gelişmekte olan ülkelerin dışsatım
mallarına konulan kotalar, her nitelikteki insan gücünün gelişmiş
ülkelerde iş tutmasına konulan
sınırlamalar, ‘küreselleşmenin’
finans sermayesinin küreselleşmesi olduğunu ortaya koymaktadır. Finans sermayesi, ulusal
sınırlar içindeki kuralları kendi
dolaşımına uygun hale getirmek
için yeniden biçimlenmeye zorlamaktadır. Küreselleşmenin bu
hali, binlerce kilometre uzaktaki
ekonomik güç sahibi karar vericilerin, bu kararlara katkı yapma
Z
24
olanağı olmayan insanların yaşamlarını kısa bir zaman içinde
etkileyebilmesine, karar verenler ile etkilenenlerin maliyet ve
yararı eşitsiz paylaşmasına yol
açmaktadır (Craig, 1998, s.5).
Bu yüzden de ekonomik gücün küreselleşmesinin, Türkiye,
Meksika, Arjantin gibi dünyada
hatırı sayılır üretim ve tüketim
gizilgücüne sahip gelişmekte
olan pek çok ülkede yoksullaşmaya yol açan bir süreç olarak
işlediği gözlenmektedir.
Küreselleşmenin bu küçük
(!) kusurunun geniş kitlelerce
yeterince algılanabildiği söylenemez. Bilişim, iletişim ve ula-
şım sektöründeki gelişmelerle
günlük yaşamı etkilenen geniş
halk kitlelerine küreselleşmenin,
“insanlığın ekonomik, sosyal,
kültürel, siyasal etkileşiminin
artması” olarak sunulduğu ve bu
yüzden daha çok böyle algılandığı gözlenmektedir. Varlığını her
geçen gün daha da çok duyumsatan ve aslında finans sermayesinin yönlendiriciliğinin daha
baskın olduğu bu etkileşimin giderek arttığı da bir gerçektir.
Bu makalenin amacı, her iki
algılanışıyla da insanlık üzerinde
etkide bulunan ‘küreselleşme’nin
varolan durumunun ve geleceğe
evrilmesinin, toplumsal açık bir
sistem olarak yetişkin eğitimini
nasıl etkilediğini/ etkileyeceğini
anlamak, neden olduğu zorunluluklara ve sakıncalara yanıt aramaktır. Aşağıdaki nedenlerle bu
arayış önemli görülmektedir:
Ekonomi / Haber
n Günümüzde insanlığın bilgi
birikimi bir kartopu gibi büyümektedir. Bilgi birikiminin sonucu olarak teknolojik
yenilikler artmaktadır. Teknolojik yenilikler; özellikle
ulaşım, iletişim, bilişim ve
üretim teknolojilerindeki yenilikler, ekonomik ve toplumsal yaşamı değiştirmektedir.
n İnsanların ve toplumların
değişmeleri anlamaları, değişmelere uyum sağlamaları, değişmelerin olumsuz
etkilerinden korunabilmeleri
için bilgi, tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar önemli
hale gelmiştir. Küreselleşen
dünyada bilgiye ulaşabilen,
bilgiler arasında uygun seçim
yapabilen, seçtiği bilgiyi uygulayabilen ve kendisi bilgi
üretebilen birey ve uluslarla,
bunu yeterince başaramayan
birey ve uluslar arasındaki
ara açılmakta (Bülbül, 1991,
s.40); güç dengeleri bilgiyi
elinde tutanlardan yana değişmektedir. Bilgiyi üretemeyen ve erişemeyenler, bunu
yapabilenler karşısında zayıf
ve korunmasız kalmaktadırlar.
n Bilgiye erişmenin, bilgiyi
uygulayabilmenin ve bilgi
üretebilecek yeterliğe sahip
olmanın yolu eğitimdir. Bu
yüzden eğitimin yaşamboyu
sürmesi, hem bireyler hem de
uluslar için yaşamsal bir zorunluluk olmuştur.
n Eğitimin yaşamboyu sürmesi,
insanların okul eğitimi sonrasında eğitim olanaklarına
sahip olması ile; yani yetişkin eğitimi, ya da ülkemizde
yıllardan beri geleneksel olarak kullandığımız kavramla
söylersek, halk eğitimi ile
olanaklıdır.
Bilgilerin, becerilerin hızla
eskidiği ve yetersizleştiği ‘küre-
sel’ dünyada, hangi düzeyde eğitim alırsa alsın, herkesin yetişkin
eğitimi hizmetlerinden sürekli
yararlanarak kendini yenilemesine, geliştirmesine gereklilik
vardır. Bu yüzden yetişkin eğitimi, giderek artan ölçüde insanların ve ulusların geleceğini belirleyen en can alıcı hizmetlerden
biri olmaktadır.
Yetişkin eğitimi sisteminin
yeterliği ve niteliği; bilgi üretebilmenin, yeni bilimsel buluşlardan ve bunların sonucu olan
yeniliklerden yararlanıp yararlanamamanın ve dolayısıyla
her dem “çağdaş” kalabilmenin
anahtar etmeni durumundadır.
Giderek yaşamsal olmaya başlayan yetişkin eğitimi hizmetinin ‘küresel’ dünyada etkin ve
verimli olarak sağlanabilmesi,
‘küreselleşme’nin yetişkin eğitiminde ne tür zorunluluklara
ve sakıncalara yol açtığını anlamakla olanaklıdır. Zorunlulukları yerine getirmeye, sakıncaları
gidermeye yönelik çözümler
aramaya ancak böylece girişilebilir.
Emek Sermaye Olunca
Klasik iktisadın tanımladığı üç üretim faktörü; sermaye,
toprak ve emektir. Fakat “be-
şeri sermaye” kavramlaştırması, emeğin sermaye karşısında
varlığını yitirmeye başlamasına
yol açmıştır. Artık küreselleşen
dünyada emek, üretilmiş bir üretim faktörüne, yani üretim için
kullanılan bir sermaye malına
dönüşmektedir.
Beşeri sermaye kavramlaştırması, insanın bir tornayla, bir
jaraskalla, belki daha yakışan
bir benzetmeyle bir robotla aynı
görülmesine neden olmaktadır.
Bütün araçlarda, bütün makinelerde işlevini en iyi yerine getirmesini sağlayacak özelliklerin
olması beklenir. Sermayenin bir
bileşeni olarak insangücünün
de işlevini en iyi biçimde yerine getirebilecek hünere ve diğer
niteliklere sahip olması gerekir.
Beşeri sermayenin işlevi; şirketlerin, ülkelerin sahip olabileceği
en önemli kaynak olarak, şirketlerin ve ülkelerin üretkenliğine ve rekabetçiliğine olası en
düşük maliyetle olası en büyük
katkıyı sağlamak, bunun için
de şirketlerin gereksinmelerine,
pazarın zorlamalarına ve teknolojik gelişmenin ilerleyişine
uyarlanmaktır (Petrella, 1997,
ss:26-29).
Bu durumda yetişkin eğitiminden beklenilen işlev, birey-
25
Ekonomi / Araştırma
leri gelişen teknolojiye uyarlamak olacaktır. Uyarlama terimi,
mesleki yetişkin eğitimi politika
ve programlarının temelini oluşturmaktadır. Varolan küreselleşme anlayışı içinde, mesleki
eğitim politikası, şirketlerin rekabetçi olmasını veya kalmasını
sağlamak için, bir ülkenin insan
kaynağında toplanmış bilgiyi
artırmayı, üretmeyi ve çeşitlendirmeyi ilk ve başta gelen amaç
olarak görmektedir.
Emek, beşeri sermayeye dönüşünce artık o; kültürel, politik, sosyal yurttaşlık hakları
önemsenmeyen; (dolayısıyla etkin yurttaşlık, kültürel gelişme,
politik ve sosyal işlevler için
eğitilmesine de gerek bulunmayan), asıl işlevi olan şirketlerin
daha fazla gelişmesinde ve kâr
elde etmesinde kesin bir katkı
sağlamak için biçimlenen (ya da
yetiştirilen) bir araç haline gelir.
Bu durum, kaçınılmaz olarak
yetişkin eğitiminde mesleki eğitimin öne çıkmasına ve yetişkin
eğitiminin sosyal, siyasal, kültürel işlevlerinin ihmal edilmesine
yol açacaktır. Aslında yetişkin
eğitimi sistemi, diğer işlevlerin
ihmal edilmesi pahasına mesleki
eğitim işlevine ağırlık vermekle
eleştiriliyordu. ‘Küreselleşme’
bu ihmalin daha da artmasına
yol açar gözüküyor.
Oysa “küresel köyde (!)” ya-
26
şamak için teknik beceriler yeterli değildir; yalnız teknik becerilerle üretim yapılamaz. Çünkü,
“yetişkin birey yalnızca bir işgücü değildir; o aynı zamanda her
şeyin hızla değiştiği dünyada
bir eştir, anadır, babadır, komşudur, vatandaştır ve nihayet bir
insandır” (Bülbül. 1991, s.24).
Küreselleşen dünyanın bilgi ve
teknolojisindeki gelişmeler, uygulandığı sosyal ve kültürel ortamı değiştirdiği kadar ondan etkilenmektedir de. Sosyal ve kültürel yenileşmeyi ihmal ederek
teknolojik yenilikleri uygulama
çabası verimsiz olacaktır. Yani
‘en son teknoloji ürünü taşıtları
kullanma yeterliği kadar, kırmızı
ışıkta durma, hız sınırlamalarına
uyma’ yeterliği de gereklidir.
Dolayısıyla yetişkin eğitiminin
sosyal, siyasal, kültürel işlevleri
ihmal edilmemelidir.
İnsanlar,
küreselleşmenin
temellerinden olan bilişim ve
iletişim teknolojilerindeki gelişmelere ‘uyarlanırken’, enformasyonun işlenmesi ve doğru
ile yanlış enformasyon arasında
ayrım yapma yeteneğinin de geliştirilmesi gerekli değil midir?
Gelişen teknoloji insanlara egemen olmak için mi kullanılacaktır, yoksa teknolojinin sağladığı
kolaylıklarla barışın, demokrasinin gelişmesine mi yöneltilecektir?
Her Yerde Rekabet Var
Küreselleşmenin bir kuralı
olarak yeryüzünde herkes herkese karşı rekabet ediyor. Bu
rekabet her ne kadar üretkenliğe,
verimliliğe odaklanmış görünse
de sonucu bundan daha fazla bir
şeydir (Petrella, 1997, ss:24-26):
İster özel sektör olsun, isterse
devlet sektörü, rekabet şimdi her bir ekonomik birim için
en büyük gereklilik olarak göz
önünde tutuluyor. Küresel rekabet savaşının mantığı içinde bir
şirket, üretimde ve pazarlamada
ne denli verimli olursa o denli
rekabetçi olacaktır. Rekabetin
gerekliliklerini karşılamakta başarısız olan “beşeri sermaye” eskimiş, değersiz sayılacak ve bir
tarafa fırlatılıp, terk edilecektir.
Bu kaçınılmaz görünmektedir,
çünkü şirketlerin amaçları istihdam yaratmak değildir. Onların
amacı kazanç elde etmektir ve
bunu yapabilmek için rekabetçi olmayı bir zorunluluk olarak
görmektedirler. İnsan emeği
içinde en becerili, en verimli
ve en az maliyetli olanlarını istihdam etmeyi yeğlemeleri de
rekabetçi oldukları içindir. Her
yerde insan kaynaklarının en
iyisini kullanmayı tercih ederler,
çünkü kendileri için en kazançlı
durum budur. Öte yandan şirketlerin amaçları, değişen bilgi ve
teknolojiye koşut olarak, olası
en çok sayıda çalışanına olası en
iyi mesleki eğitimi sağlamak da
değildir.
Şirketler, hazır olanı satın almak (!) daha ekonomikse eskiyen ‘beşeri sermaye’yi eğitimle
yenilemek yerine hurdaya (!) çıkarmaktan kaçınmayacaklardır.
Fakat, bunun yol açacağı israf
ve sosyal, ekonomik sonuçlar,
hiçbir yurttaşının öğrenmesini
rastlantıya bırakmamakla yükümlü olan ve bu yüzden eğitim
sistemini kuran devletlerce gör-
Ekonomi / Haber
mezlikten gelinemez. Bu yüzden
sürekli eğitim olanaklarını hazır
etmek zorundadır. Sürekli eğitim
sunumu için şirketlerin katkısını
alıp almayacağı, nasıl alabileceği ayrı bir konudur.
Fakat yurttaşlarının yeteneklerinden yoksun kalmasını, onların
ekonomik ve toplumsal yaşamla
bağlarının kopmasını önlemek
için devletin sürekli eğitim olanaklarını hazır etmesi, erişilebilir
kılması gereklidir.
Küreselleşmenin
rekabet
mantığı, çalışan insanlar arasında çatışmanın ve yabancılaşmanın artmasına da yol açmaktadır
(Petrella, 1997, ss:22-23):
Sınırlı becerisi olan veya hiç
olmayan “beşeri sermayenin”
işsizlikten etkilenmesinin daha
yüksek bir olasılık olduğu bilinmektedir. Kişilerin beceri düzeyi
arttıkça, bir iş bulma ve korumakla ilgili şanslarının daha iyi
olduğu da doğrudur. Fakat bu,
“küresel köyde”(!) yüksek becerili kişilerin işini yitirmeyeceği
ve kolaylıkla iş bulabileceği anlamına da gelmez.
İşsizlik şimdi gittikçe artan
biçimde iyi ve çok nitelikli insanları etkiliyor. Bir şirket rekabetçi olmak için becerili insangücüne ne kadar çok gereksinim
duyarsa, o kadar çok olasıdır ki,
o şirket yalnızca becerisiz işçilerin sayısını azaltmakla kalmayacak (böylece becerili ve
becerisiz işçiler arasında çatışmanın tohumları ekiliyor); yakın
zamanlarda nitelik elde etmiş
bir veya iki genç işçi ile bazı
‘yaşlı’ becerili işçilerin (örneğin
IBM’de olduğu gibi 50 yaşın üstündeki kişilerin) yerini doldurarak, becerili işçilerin sayısını da
azaltacaktır. (Bu sonuç farklı yaş
kümeleri arasında bir çatışmaya
yol açmaktadır.)
Artık 6 aylık istihdam, uzun
dönemli istihdam sayılmaya bağlanmıştır (Craig, 1998, s.5). Küresel rekabet mantığı, şirketlerin
uzun dönemli veya belli koşullarda yarın için garantisi olan istihdamı azaltmasına ve diğer istihdam biçimlerini yeğlemesine yol
açmaktadır. Bu durum, şirketlerin kendi becerili işgücü içindeki
rekabeti beslemekte ve artırmaktadır. Çünkü her bir ücretli, işini
koruma derdine düşmektedir. Bu
durum da sosyal çözülmeye doğru gittikçe artan bir eğilim yaratmaktadır (Petrella, 1997, s.23).
Rekabet, “insanın kendisiyle
rekabeti” olarak; başarı, “insanın olabileceğinin en iyisi olma
çabası” olarak tanımlandığında;
verimliliği ve üretkenliği ihmal
etmeden sosyal çözülmeyi önlemek, toplumda işbirliğini ve dayanışmayı güçlendirmek olanaklıdır. Bu rol, yetişkin eğitimine
düşmektedir.
Eşitim Bir Haktır
Birleşmiş Milletler Genel
Kurulu’nun 10 Aralık 1948 tarihinde kabul ettiği “İnsan Hakları
Evrensel Beyannamesi”’nin 26.
Maddesi; “Her şahsın eğitime
hakkı vardır. Eğitim parasızdır,
hiç olmazsa ilk ve temel eğitim
safhalarında böyle olmalıdır. İlk
eğitim mecburidir. Teknik ve
mesleki öğretimden herkes istifade edebilmelidir. Yüksek öğretim, liyakatlerine göre herkese tam eşitlikle açık olmalıdır”
(Resmi Gazete, 1949, s.16200),
demektedir. Eğitim; bu bildiriye
dayalı olarak oluşturulan “Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal
ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme”sinde, “Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi”nde ve
Anayasamızda da bir insan hakkı
olarak ifade edilmektedir.
Yasalarca güvenceye alınmış
olan yetkilere, yararlara, çıkarlara hak denilmektedir. Hak,
hukukun koruması altındadır.
İnsan hakları, yaygın biçimde,
birinci, ikinci, üçüncü kuşak
haklar olarak sınıflandırılırlar.
Ekonomik, sosyal ve kültürel
nitelikteki hakları kapsayan ve
Fransız Devriminin “eşitlik”
teması üzerine kurulu bulunan
(Özdek, 1993, s.28) ikinci kuşak
hakların gerçekleşmesi devletin ödevi ve işlevi olarak görülür (Kapani, 1993, s.52; Tanör,
1978, ss:356-357). İkinci kuşak
insan haklarından birisi de eğitim hakkıdır ve diğer hakların
bilincine varılmasında ve gerçekleşmesinde temel öneme
sahip bir haktır (Ercan, 1998,
ss:20-21). Bu nedenlerle; eğitim
hakkının gerçekleşmesi, eğitim
görmek isteyenlerin gelirine bağımlı olmamalıdır (Süssmuth,
1994, s.326).
Küreselleşen dünya içinde,
“yetişkin öğrenmesini bir insan
hakkı olmaktan çok ekonomik
sonuçlara ilişkin bir araç olarak
görme” (Lalege, 1999, s.155)
eğilimi daha baskın durumdadır.
Yetişkin eğitimine böyle bakılması, mesleki eğitim yararına,
onun sosyal, kültürel, siyasal işlevlerinin ihmal edilmesine yol
açabildiği gibi; eğitimin bireysel
getirisinin öne çıkarılmasına ve
“yararlanan öder” anlayışına yol
açabilmektedir. Fakat; “sürekli
eğitim katılımcıların yaratıcılıklarını ve günlük yaşamı yönetme yeterliklerini artırmasına, bu
suretle katılan bireylerin yaşam
niteliğini yükseltmesine karşın,
özel bir eğlence değildir” (Süssmuth, 1994, s.326). ‘Ödeyebilenlere eğitim’ verilmesi anlayışı, ‘eğitim hakkı’nın yitirilmesinin yanısıra; bir ulusun “insan
kaynaklarından” ödeme gücü
olmayan kesiminin, bilim ve
teknolojinin yol açtığı yenilikler
karşısında eskimesi durumunda çaresiz kalmak da demektir.
Küreselleşmekte olan ekono-
27
Ekonomi / Haber
mik gücün gelişmiş ülkelerin
kalkınmasında en uygun çözüm
olarak gösterdiği neo-liberal politikalar da, devletin küçülmesi,
yeniden yapılanması adı altında
kamunun sosyal harcamalarının
kısılmasına yol açarak, ödeme
gücü olmayanlara parasız yetişkin eğitimi sunulması olanağını
azaltmaktadır.
Ayrıca eğitimin kişisel getirisinin sosyal getirisinden daha
öne çıkarılması bir kısırdöngüye
de yol açabilecektir: Eğitim için
daha fazla ‘yatırım’ yapanlar, bu
eğitim sayesinde ürettikleri mal
ve hizmetleri, katlandıkları maliyeti haklı çıkaracak bir fiyattan
‘satma’ eğiliminde olacaklardır.
Bu eğilim, eğitimin bireysel faydasının sosyal faydasının önüne
geçmesine ve dolayısıyla ‘yararlanan öder’ anlayışının giderek
meşrulaşmasına yol açacaktır.
‘Yararlananın ödediği, ödeyenin
uygun fiyattan karşılık beklediği’ bir süreç içinde ise sosyal dayanışmanın azalması ve sosyal
çatışmaların artmasından başka
ne beklenebilir?
Öte yandan, “kişinin eşitim
düzeyi ve mesleki statüsü ne ka-
28
dar düşükse o kişinin yetişkinlik
hayatında eğitimden yararlanmayı istemesi de o derece düşük
bir ihtimal olduğundan, eğitime
en çok ihtiyacı olanlar yetişkin
eğitimi programlarına katılmıyorlar” (Lowe, 1985, s.11).
Yetişkin eğitimi, kendisi için
eğitimden bir yarar beklemeyen
ve eğitime erişebilme açısından
olumsuz koşullar içinde bulunan
bu tip insanların da farkında olmak zorundadır. Dezavantajlı
konumdaki bu insanları iş ve istihdam dünyası ile yeniden bütünleştirmek, yetişkin eğitiminin
görevidir.
Küreselleşmeye Bağlı Gereksinimler
“Küreselleşme”nin kendisi
de yeni eğitim gereksinimlerine
yol açmaktadır. Ulaşım, iletişim
ve bilişim teknolojilerinin sağladığı kolaylıklar temelinde farklı uluslardan insanlar arasında
etkileşim artmakta, fiziksel ve
kültürel coğrafyalar arasındaki
hareketlilik ivme kazanmaktadır. Bu durum diğer kültürlerin
ve geleneklerin insanlarıyla iletişim kurma ve işbirliği yapma,
insanlığın kültürel çeşitliliğine
saygı, barışın korunmasına ve
küresel dünyanın oluşumuna
tüm insanların demokratik katılımı gereksinmelerini ortaya
çıkarmaktadır. Giderek artmakta ve önem kazanmakta olan bu
gereksinmelerin karşılanması
için yetişkin eğitimine görevler
düşmektedir. Yetişkin eğitimi;
ekonomik, sosyal, kültürel ve
siyasal değişimin hızlandığı küresel dünyanın geleceği için, bir
‘katalizör’ işlevini yerine getirme sorumluluğuyla gittikçe artan oranda karşı karşıyadır.
Okur-Yazarlığın
Anlamı
Değişiyor
Okumaz-yazmazlık denilince
daha çok Asya’nın, Afrika’nın
geri kalmış ülkeleri anımsansa
da, bu sorun Kuzeyin gelişmiş
ülkelerinde de yakıcı bir sorundur. Araştırmalar Amerika,
Kanada, İngiltere, Fransa gibi
ülkelerin de ciddi bir okumazyazmazlık sorunuyla yüz-yüze
olduğunu göstermektedir (Güneş, 1997, ss:29-31). Aslında bu
sorun, tüm dünyada okul eğitimi sistemlerinin gelişmesi ve
yaygınlaşmasına koşut olarak,
insanlığın gündemindeki önemini yitiriyor gözükse de öyle
değildir. Çünkü okur-yazarlığın
anlamı hep değişen bir durumdur ve küreselleşme okur-yazar
sayılmanın ölçütlerini değiştirmektedir. Okuryazarlık, insanların harf ve rakam gibi simgeleri kullanarak yaşamlarını
sürdürebilecek düzeyde işlevsel
olmalarına olanak sağlayan iletişim kurabilme yeterliği, olarak
tanımlanabilir. Bilindiği üzere
iletişim, anlamları ortak hale getirme süreci olarak da tanımlanmaktadır. İnsanların yeterince
işlevsel olabilmeleri için gereken iletişim kurma düzeyi, yani
dünyayı asgari düzeyde anlama
ve kendini anlatma düzeyi, küreselleşmenin temelini oluşturan
Ekonomi / Haber
ulaşım, iletişim, bilişim teknolojilerindeki gelişmelerle gittikçe
artmaktadır. Günümüzde kişinin
yaşam alanında işlevsel olmasına olanak verecek okuma-yazma
düzeyi, bilgisayarla vergi formlarını doldurma, otomatik para
çekme makinalarını kullanabilme, bilgisayar ve cep telefonuyla
posta gönderebilme, elektronik
ev aletlerini kullanabilme gibi
edimleri yapabilecek düzeydir.
Lalage’nin aktardığına göre, bir
OECD incelemesi, Avrupa ve
Kuzey Amerika’daki nüfusun
en azından dörtte birinin “en az
okuma-yazma yaşamsal becerisine” sahip olmadığını göstermektedir (1999, s.155).
Bir yanda hiç okuma-yazma
öğrenme olanağına sahip olamamışların, öte yanda okumayazmayı unutmuş çok sayıda
insanın bulunduğu bir dünyada,
küreselleşmenin okur-yazarlığın
anlamını değiştirmesi, ölçütlerini yükseltmesiyle birlikte; yetişkin eğitiminin okuma-yazma
işlevinin gereği ve önemi, okul
eğitiminin gelişmesine ve yaygınlaşmasına karşın azalmamakta, aksine artmaktadır.
Sonuç
Günümüzde hem uluslar arası finans sermayesinin küresel
egemenliğinin arttığı, hem de
uluslar ve kültürler arasında etkileşimin yoğunlaştığı gözlenmektedir. Ekonomik, sosyal ve
kültürel alanlar üzerindeki etkisi
giderek fazlalaşan bu durumların her ikisinin de küreselleşme
kavramı ile ifade edildiği gözlenmektedir. Bu durumların yetişkin eğitimini şu zorunluluk ve
sakıncalarla karşı karşıya bıraktığı düşünülmektedir:
1)Bilişim, ulaşım ve iletişim
teknolojilerindeki gelişmeler,
ekonomik ve toplumsal yaşamda hızlı ve derin değişmelere yol
açarak, herkes için yaşam bo-
yu eğitimi zorunlu kılmaktadır.
Yaşam boyu eğitim, insanların
okul eğitimi sonrasında eğitim
olanaklarından yararlanabilmesi ile olanaklıdır. İnsanlara okul
eğitimi sonrasında eğitim olanakları sunmak, yetişkin eğitimi
sisteminin görevidir. Yaşam boyu eğitim bağlamında yetişkin
eğitimi olanaklarından, eğitim
ve gelir düzeyi ne olursa olsun
herkesin yararlanabilmesi, herkesin nitelikli bir yaşama erişebilme olanağını elde edebilmesi
için gereklidir. Fakat küresel pazar ekonomisi; sosyal kamusal
harcamaları azaltmak, rekabeti
ve özelleştirmeyi artırmak yönünde işlemektedir. Bu durum
toplumlar, kuşaklar, cinsiyetler
arasında ve içinde çatışmaları,
eşitsizlikleri azaltma gizilgücüne sahip ücretsiz yetişkin eğitimi hizmetlerinin sunumunu
zorlaştırmaktadır. Bu bağlamda
yetişkin eğitimi küresel pazar
ekonomisinin “yararlanan öder”
anlayışının getirdiği kısıtları aşmak sorunuyla karşı karşıyadır.
2) İnsanı gizilgücünün olası en üst düzeyinde üretken ve
verimli kılmanın yanısıra onun
toplumsal ve kültürel gereksinmelerine de yönelmesi gereken
yetişkin eğitimi, halihazırda sosyal, siyasal, kültürel işlevlerini
yerine getirmekte beklenilen düzeyde kapsayıcı olamamaktadır.
Küreselleşmenin özelleştirme
ve kamu harcamalarını kısma
yönündeki eğilimi, bu ihmalin
daha da artmasına yol açar gözükmektedir.
3) Yine ekonomik küreselleşmeyi olanaklı kılan teknolojiler
sayesinde uluslar arası etkileşimin yoğunlaşması, kültürlerarası saygıya, işbirliğine, başka
kültürel ve fiziksel coğrafyalarda yaşama, çalışma yeterliğinin
kazanılmasına olan gereksinimi
artırmaktadır. Bu gereksinme-
lerin karşılanması da yetişkin
eğitimi sistemine yeni görevler
yüklemektedir.
4) Öte yandan ekonomik
küreselleşmeyi olanaklı kılan
teknolojik gelişmeler, nitelikli
bir yaşamı sürdürebilmek için
gereken okuryazarlık düzeyini
yükseltmekte; bunun sonucunda
okul eğitiminin yaygınlaşmasına
koşut olarak azalması beklenen
yetişkin okuma yazma işlevinin
önemi de artmaktadır.
KAYNAKÇA
Bülbül, A.Sudi (1991).Halk Eğitimine Giriş, Yetişkin Eğitimi, Türkiye’de
Halk Eğitimi, Toplum Kalkınması,
Anadolu Ü. Açıköğretim Fak. Yay. Eskişehir.
Craig, Gary (1998). “Community Development in a Global Context”, Community Development Journal, Vol:33,
No:1.
Ercan, Fuat (1998). Eğitim ve Kapitalizm, Neo Liberal Eğitim Ekonomisinin Eleştirisi, Bilim/ÖES Ortak Yayını,
İstanbul.
Güneş, Firdevs (1997). OkumaYazma Öğretimi ve Beyin Teknolojisi,
Ocak Yayınları, Ankara.
Kapani, Münci (1993). Kamu Hürriyetleri, (7.Baskı),Yetkin Yayınları, Ankara.
Lalege, Bown (1999). “Dialogue Across Frontiers: Perspectives from the developing World”, Adult Education And
Development, No: 52.
Lowe, John (1985). Dünyada Yetişkin Eğitimine Toplu Bakış, (Çev:Turhan
Oğuzkan), UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Yayını, Ankara.
Özdek, E.Yasemin (1993). İnsan
Hakkı Olarak Çevre Hakkı, TODAİE
Yayını, Ankara.
Petrella, Ricardo (1997). “The Snares
of the Market Econımy for Future Training Policy: Beyond the Heralding there
is a Need for Denunciation”, Adult Education And Development, No: 48.
Resmi Gazete, 27 Mayıs 1949,
No:7217. Süssmuth, Rita (1994). “The
European dimension of adult education,”
Adult Education And Development,
No: 43.
Tanör, Bülent (1978). Anayasa Hukukunda Sosyal Haklar, May Yayınları,
İstanbul
29
Ekonomi / Haber
30
Ekonomi / Haber
ve
BEL AĞRISI
EGZERSİZ
Doç. Dr. Selda SARIKAYA
Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi
Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon AD Başkanı
B
el ağrısı tüm dünyada baş
ağrısından sonra 2. sıklıkta görülen ağrıdır. Sanayileşmiş ülkelerde yaşayanların
yaklaşık % 80’ni aktif yaşamlarının bir bölümünde bel ağrısı çekerler. Bel ağrılı hastaların
% 70’i bir ay, %90’ı iki ile üç
ay içinde iyileşmektedir fakat
nüksler sıktır. Bazı durumlarda ve kişilerde bel ağrısı gelişme riski daha yüksektir. Bu risk faktörlerinden biri mesleki durumdur.
Ağır kaldırma, itme-çekme,
dönme, uzun süre oturma, titreşim oluşturan cihazlarla çalışanlarda ve mesleğini sıkıcı
bulan7sevmeyen kişilerde bel
ağrısı daha sık görülmektedir.
Hasta ile ilişkili risk faktörleri
ise; ileri yaş, duruş bozuklukları, şişmanlık, omurga esnekliği, kas gücü ve fizik kondisyon
durumu olarak sıralanabilir.
Bel ağrısı ile kendini gösteren birçok durum ve hastalık bulunmaktadır. Bunlar içinde mekanik bel ağrısı oluşturan akut
ve kronik bel zorlanması en sık
görülen nedendir. Mekanik bel
ağrısı; fizik aktivite ile ortaya
çıkan, istirahatle azalan, sinirlerde etkilenme bulgusunun olmadığı bel ağrısıdır. Bel kasları
ve bağlarının yoğun günlük aktivite, ağır kaldırma veya uzun
süre oturma ve ayakta durma
sonrası incinmesi sonucu ağrı
gelişir. Kilolu, kondisyonu iyi
olmayan, karın ve bel kasları
zayıf kişilerde daha sık ortaya
çıkar. Bel ağrısına neden olan
diğer durumlar ise; duruş bozuklukları, omurlar arasındaki
diskin fıtıklaşması, omurganın
dejeneratif değişiklikleri, travmalar, bazı romatizmal hastalıklar, yapısal değişiklikler,
31
tüberküloz-brusella gibi enfeksiyonlar, kemiğin yapısal hastalıkları ve tümörlerdir. Bazı
hastalarda bel ağrısının kökeni
bel ve kaslar değil iç organlardır. Bu tip ağrıya yansıyan ağrı
adını vermekteyiz ve bel ağrısı
ile başvuran hastalar bu yönden
de sorgulanmalıdır. Bel ağrısına neden olacak organ ve sistemler ise başlıca böbrek, idrar
yolları ve idrar kesesi, midebarsak sistemi, kadın üreme
organlarıdır. Bel ağrısının nedeninin bu kadar geniş yelpazede olması hastaların uzman
bir hekim (tercihan fizik tedavi
ve rehabilitasyon uzmanı) tarafından değerlendirilmesini gerektirmektedir.
Akut bel ağrılı (ani gelişen
Bel ağrısı ile kendini
gösteren birçok
durum ve hastalık
bulunmaktadır. Bunlar
içinde mekanik bel
ağrısı oluşturan akut ve
kronik bel zorlanması
en sık görülen nedendir.
Mekanik bel ağrısı;
fizik aktivite ile ortaya
çıkan, istirahatle azalan,
sinirlerde etkilenme
bulgusunun olmadığı bel
ağrısıdır.
bel ağrısı) hastaların ancak
%1’inde bel omuriliğinden çıkan sinirlere baskı oluşturan
bir durum (fıtık, tümör vb) sap-
tanır. Bu durumda da hastaların
ancak kısıtlı bir bölümünün tedavisi cerrahi olarak yapılır. Fıtıklar iyileşme potansiyeli olan
yapılardır ve bir kere radyolojik olarak saptanan fıtık farklı
zamanlarda farklı boyutlarda
görüntülenebilir.
Ülkemizde hemen her bel ağrısı olan
hastanın manyetik rezonans
görüntüleme (MRG) tetkiki
bulunmaktadır. Oysa yapılan
araştırmalarda hiçbir şikâyeti
olmayan kişilerde bile 40 yaşın
altında %14, 40 yaş üzerinde
%25 oranında anormallikler
saptanmaktadır. Bu nedenle tek
başına MRG değerlendirmesi
yapmak doğru değildir. Hastaların muayene bulguları bizler
için daha önemlidir ve her zaman klinik (öykü ve muayene)
ile radyoloji iyi uyum göstermez. Doktorun muayenesi sonucu gerekli gördüğü durumlar
dışında çekilen bu MRG ve
röntgen tetkikleri hem gereksiz sağlık harcaması olmakta
hem de hastanın yanlış yönlendirilmesi yol açmaktadır.
Ocak 2010 yılında yayınlanan
bilimsel bir araştırmada da bu
görüşler vurgulanmıştır (Ann
Rheum Dis. 2010 Jan;69(1):711). Bel ağrılarının büyük bölümünde atağın birkaç haftada
gerilemesi ve genellikle mekanik bel ağrısı olması nedeniyle;
sadece detaylı muayene sorunu
ortaya koymak için yeterli olmaktadır.
Bel ağrısı dünyada birçok
ülkede iş gücü kaybı nedeni
olduğundan, bu hastalığın tedavisinde bazı standart tedavi
yaklaşımları/kılavuzlar oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu kılavuzlarda non-spesifik bel ağrısı
için röntgenin yararlı olmadığı
vurgulanmaktadır.
Tedavide
Ekonomi /İnceleme
hastanın ikna edilmesinin çok
önemli olduğu, hastalara günlük yaşamlarına devam etmelerinin önerilmesi, gerektiğinde
ilaç kullanılmasını, yatak istirahati önerilmemesi belirtilmektedir. Uzamış hareketsizlik genel kondisyonda azalma,
kaslarda kuvvet kaybı, kas ve
bağ dokusu esnekliğinde bozulma, kemik mineral kaybı,
disk beslenmesinin bozulması
ve hasta kimliğinin gelişmesi
gibi çok fazla olumsuz sonuç
doğurmaktadır. Mutlak yatak
istirahati ile her gün %1-3 ve
haftada %10-15 kuvvet kaybı
geliştiği gösterilmiştir. Akut
bel ağrılı kişilerde birkaç günlük istirahat sonrası omurganın
fonksiyonunu
iyileştirmeye
yönelik egzersiz programının
planlaması
önerilmektedir.
Omurga kaslarının fonksiyonunu geliştiren egzersizler genellikle spinal stabilizasyon
olarak bilinmektedir. Bel ağrısı
gelişiminde sadece bel kasları değil, karın kasları ve diğer
gövde kasları da önemli rol oynar. Herhangi bir harekete başlamadan önce bel ve karın kasları birlikte kasılarak omurganın sabitlenmesini sağlar. Son
yıllarda yapılan araştırmalarda
bel ağrısı olan kişilerde bu kaslarda zayıflık ve çabuk yorulma
olduğu saptanmıştır. Bu nedenle gövde kaslarımızın tümünün
güçlendirilmesi ve omurga esnekliğinin sağlanması bel ağrısı tedavisinin merkezinde yer
almaktadır. Bel ağrısına yol açması muhtemel hareketlerden
kaçınmak ve günlük işlerimizde belimizi korumak için yapmamız gerekenleri bilmek de
tedavinin önemli bir bölümünü
oluşturmaktadır. Örneğin; ağır
bir yük kaldırırken dizlerimi-
Bel ağrısına neden
olacak organ ve
sistemler ise başlıca
böbrek, idrar yolları
ve idrar kesesi, midebarsak sistemi, kadın
üreme organlarıdır. Bel
ağrısının nedeninin bu
kadar geniş yelpazede
olması hastaların uzman
bir hekim tarafından
değerlendirilmesini
gerektirmektedir.
zi bükerek ve yükü gövdemize olabildiğince yakın tutarak
kaldırmak, iki parça halindeki yüklerin sağ ve sol elimize
eşit alınması, uzun süre ayakta
hareket etmeden durmamak,
boyumuzdan yüksek bir yere
ulaşmak için merdiven veya
basamak kullanmak, sandalyede dik oturmak ve yataktan
doğrulurken yan dönerek kolumuzdan destek alarak doğrulmak bel ağrısı gelişme riskini
azaltacaktır.
Sonuç olarak; bel ağrısı
birçok nedenle oluşabilir ve
iyileşme oranı çok yüksektir.
Kişilerin günlük yaşantılarını düzenlemeleri, kilo vermeleri ve fizik kondisyonlarını
artırmaları başlıca tedavi bölümleridir. Uzun süreli istirahat beklenenin aksine hastada
olumsuz etkiler oluşturacaktır.
Hastaların bir hekim tarafından
detaylı değerlendirilmesi birçok durumda başka bir tetkike
gerek kalmadan tedavi edilmelerini sağlayacaktır.
Ağrısız ve sağlıklı günler
dileğiyle…..
33
Ekonomi / İnceleme
34
Ekonomi / İnceleme
35
Ekonomi / İnceleme
rganik Tarım; üretimde kimyasal girdi kullanmadan, üretimden tüketime kadar her aşaması kontrollü ve sertifikalı tarımsal
üretim biçimidir. Organik tarımın
amacı; toprak ve su kaynakları ile
havayı kirletmeden, çevre, bitki,
hayvan ve insan sağlığını korumaktır. Organik tarımın geçmişi
20.yüzyıla dayanmaktadır. Zira
çevre bilinci ve ozon tabakasındaki incelme ve dünya geleceğinin tehlikeye girmesi gibi konular
gündeme gelmiştir.
Önceleri çok çeşitli yöntemler
ve teoriler geliştirilmiş, hatta bu
yöntemlere astrolojik boyutlar katılarak ay ve yıldızların etkisini de
üretime katan ekoller ortaya çıkmıştır. Tüm bu ekoller incelendiğinde görülen temel öğe; ekolojik
dengenin korunarak, bitkisel ve
hayvansal üretimin birlikte aile
işletmeciliği şeklinde yapılması,
O
36
dolayısıyla üretimden tüketime
kısa devrelerin kurularak kendi
kendine yeterliliğin sağlanmasıdır.
Bu özelliği nedeni ile 1. ve
2. Dünya savaşları arasında popüler olan organik tarım 1950
yılından sonra Amerika Birleşik
Devletleri’nin Marshall yardımı
ile önemini yitirmiş, sağlanan
ekonomik katkılar ve aşırı desteklemeler sonucu entansif tarım süratle yayılmış, makineleşme, kimyasal ilaç ve gübreler ile kimyasal
katkı maddeleri kullanılmaya başlanılmıştır. 60’lı yılların sonunda
Avrupa Topluluğu’nun uyguladığı
tarımsal destekleme politikaları,
1970 de pestisitlerin ve kimyasal
gübrenin keşfi de bu gelişmeye
katkıda bulunmuştur.
Ancak “Yeşil Devrim” olarak
adlandırılan bu tarımsal üretim artışının dünyadaki açlık sorununa
bir çözüm getirmediğini, aksine
doğal dengeyi ve insan sağlığını
süratle bozduğunu gören kişi ve
gruplar bu konuda araştırmalara
başlamışlardır. Bu araştırmaların
sonucunda bilim çevreleri ve sivil toplum örgütlerinin baskısıyla
1979 yılından itibaren DDT grubu
pestisitlerin kullanımı A.B.D.’den
başlayarak tüm dünyada yasaklanmıştır. Bu durumda organik tarım tekrar gündeme gelmiş, 1980
yılından sonrada tüketicilerin baskısıyla aile işletmeciliği şeklinden
çıkarak ticari bir boyut kazanmıştır. ABD’de 0-2 yaş grubu çocuk
mamalarının imalinde organik
ürünlerin kullanılmasını zorunlu
tutan yasanın da bu ticari boyuta
katkısını belirtmek gerekir.
Organik ürünler ticarete konu olunca beraberinde kontrol ve
sertifikasyona ilişkin yasal düzenlemeler gündeme gelmiştir.
Avrupa’da önceleri her ülke kendine göre bazı düzenlemeler yapmış, daha sonra 24 Haziran 1991
tarihinde Avrupa Topluluğu içinde
organik tarım faaliyetlerini düzenleyen 2092/91 sayılı yönetmelik
yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
Ülkemizde organik tarım faaliyetleri 1986 yılında Avrupa’daki
gelişmelerden farklı şekilde, ithalatçı firmaların istekleri doğrultusunda, ihracata yönelik olarak
başlamıştır. Önceleri ithalatçı ülkelerin bu konudaki mevzuatına
uygun olarak yapılan üretim ve ihracata, 1991 yılından sonra Avrupa
Topluluğunun yukarıda adı geçen
Yönetmeliği doğrultusunda devam
edilmiştir. Daha sonra 2092/ 91
sayılı yönetmeliğin 14 Ocak 1992
tarihinde yayımlanan 94 /92 sayılı
ekinde; Avrupa Topluluğuna organik ürün ihraç edecek ülkelerin
uymak zorunda olduğu hususlar
ayrıntıları ile belirtilmiş ve ülkelerin kendi mevzuatlarını uygulamaya koymaları ve bu mevzuatın
da dahil olduğu çeşitli teknik ve
idari konuları içeren bir dosya ile
Avrupa Topluluğuna başvurmaları
zorunluluğu getirilmiştir.
Avrupa Topluluğu’ndaki bu
gelişmelere uyum sağlamak üzere Tarım ve Köyişleri Bakanlığı
Ekonomi / İnceleme
çeşitli kurum ve kuruluşların işbirliği ile Yönetmelik hazırlama
çalışmalarına başlamış ve “Bitkisel ve Hayvansal Ürünlerin
Ekolojik Metotlarla Üretilmesine
İlişkin Yönetmelik” 24.12. 1994
tarihli ve 22145 sayılı Resmi Gazete’ de yayınlanarak yürürlüğe
girmiştir. Bu Yönetmeliğin bazı
maddelerinde uygulamada rastlanılan aksaklıkları gidermek ve
organik tarım faaliyetleri sırasında yapılacak kusur ve hatalara
karşı uygulanacak yaptırımların
da yönetmelikte yer alması için,
29.06.1995 tarihli ve 22328 sayılı
Resmi Gazete’de yayımlanan yönetmelik ile değişiklik yapılmıştır. Daha sonra 11.07.2002 tarihli
ve 24812 sayılı Resmi Gazete’de
yayımlanan “Organik Tarımın
Esasları ve Uygulanmasına İlişkin
Yönetmelik” yürürlüğe girmiştir.
Organik ürünlerin üretimi, tüketimi ve denetlenmesine dair kanun
tasarısı Hükümetin acil eylem
planı içerisinde yer almış ve 5262
sayılı “Organik Tarım Kanunu”
03.12.2004 tarihli ve 25659 sayılı
Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.
Bu Kanuna gereğince hazırlanan
“Organik Tarımın Esasları ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik”
10.06. 2005 tarihli ve 25841 sayılı
Resmi Gazete’de yayımlanarak
yürürlüğe girmiştir.
Organik Tarım Kanun ve Yönetmelik esaslarına göre üretilen
bitkisel ve hayvansal tüm ürünler
organik olarak değerlendirilir ve
Yönetmelikte ayrıntıları verilen
etiket ve özel organik tarım logosu ile pazarlanır.
“Avrupa Topluluğuna Organik
Ürün İhraç Eden 3.Ülkeler” listesinde yer almak üzere de gerekli
bilgileri içeren bir “Teknik Dosya” hazırlanarak öngörülen süre
içinde Dışişleri Bakanlığı kanalıyla resmi başvuru yapılmıştır.
Yürütme ve İzleme Organları
Organik Tarım Ulusal Yönlendirme Komitesi; Tarımsal Üretim
ve Geliştirme Genel Müdür’ün
başkanlığında TÜGEM temsilcileri, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı, Dış Ticaret Müsteşarlığı,
Gümrük Müsteşarlığı, Sanayi ve
Ticaret Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Çevre ve Orman Bakanlığı,
İhracatı Geliştirme Etüt Merkezi,
Tarımsal Araştırmalar Genel Müdürlüğü temsilcileri, TÜBİTAK,
meslek kuruluşları, sivil toplum
örgütleri, yetkilendirilmiş kuruluşların temsilcisi, üniversiteler
ve özel sektör temsilcileri ile Komitenin toplantı gündemiyle ilgili
görüşlerinin alınmasında yarar
gördüğü kurum ve kuruluşların
temsilcilerinden olmak üzere en
az on kişiden oluşur.
Komite organik tarımın geliştirilmesi ve uygulanması ile ilgili
stratejileri belirlemek üzere yılda
en az bir kez toplanır ve alınan kararları tavsiye niteliğinde olmak
üzere Organik Tarım Komitesine
iletir.
Organik Tarım
Komitesi
(OTK); Komitenin oluşumu; Bakanlık, Tarımsal Üretim ve Geliştirme Genel Müdürlüğü, Koruma
ve Kontrol Genel Müdürlüğü, Tarımsal Araştırmalar Genel Müdürlüğü, Teşkilatlanma ve Destekleme Genel Müdürlüğü, Strateji Geliştirme Başkanlığı ile Dış İlişkiler
ve Avrupa Topluluğu Koordinasyon Dairesi Başkanlığı tarafından
görevlendirilecek temsilcilerinden, Bakan veya yetkilendireceği
müsteşar veya müsteşar yardımcısının onayı ile kurulur. Yukarıda
adı belirtilen kuruluşlardan en az
bir üye olmak üzere komiteye alınacak üye sayısını Tarımsal Üretim ve Geliştirme Genel Müdürlüğü belirler. İhtiyaç duyulması
halinde Teftiş Kurulu Başkanlığı
ve Hukuk Müşavirliği’nden Komiteye birer üye alınabilir. Komite başkanlığı Tarımsal Üretim ve
Geliştirme Genel Müdürü veya
yetki vereceği Genel Müdür Yardımcısı veya Alternatif Tarımsal
Üretim Teknikleri Daire Başkanı
tarafından, Komite sekreteryası
ise Tarımsal Üretim ve Geliştirme Genel Müdürlüğü Alternatif
Tarımsal Üretim Teknikleri Daire
Başkanlığınca yürütülür.
37
Ekonomi / Sağlık
Bu komite ülkedeki organik
tarım faaliyetlerinin yaygınlaştırılması, geliştirilmesi, tanıtılması,
takip ve kontrolünden sorumludur.
Kontrol ve kuruluşlarına çalışma
izni vermek ve çalışmalarını denetlemek görevleri arasındadır.
Kaynak : Tarım ve Köyişleri
Bakanlığı
Dünya’da organik Tarım
Ekolojik Tarım Avrupa’da
1910’larda uygulanmaya başlamış, kontrollü üretim ise 1930’lu
yıllarda yaygınlaşmıştır. Zaman
içerisinde küçük çapta da olsa artan oranda bir gelişme göstermiş
ve 1970’li yıllarda ticari anlamda
önem arzetmeye başlamıştır.
Bu hareket 1972 yılında
Almanya’da
Uluslararası Ekolojik Tarım Hareketleri
Federasyonu’nun (IFAOM) kurulmasıyla daha düzenli bir hale
gelmiştir.
IFAOM tüm dünyadaki ekolojik tarım hareketlerini bir çatı
altında toplamayı, hareketin gelişimini sağlıklı bir şekilde yönlendirmeyi, gerekli standart ve
38
yönetmelikleri hazırlamayı, tüm
gelişmeleri üyelerine ve çiftçilere
aktarmayı amaçlamaktadır.
Ekolojik Tarım uygulanan
alanlar Avrupa ülkelerindeki tarım alanlarının % 2-3’ü dolayındadır. Bunda tarımsal hareketler
üzerinde kuvvetli bir etkiye sahip
olan kimyasal endüstrinin etkisi büyüktür. Tüm bunlara karşın
ekolojik tarım faaliyetleri her yıl
yaklaşık %20-30’luk büyüme hızındadır. 1986 yılında 120.000
hektar olan üretim alanı 1977’de
1,8 milyon hektara ulaşmıştır. Aynı dönemde işletmelerin sayısı da
7.000’den 73.000’e yükselmiştir.
Bazı tahminlere göre önümüzdeki
10 yıl içinde dünya ticaret hacminin 11 milyar’dan 100 milyar
ABD dolarına yükseleceği kabul
edilmektedir. Özellikle AB Ülkelerinde bu konunun önemi anlaşılmış olup; hükümetler düzeyinde
ve üniversitelerde büyük gelişmeler görülmektedir.
Avrupa Ülkelerinde ekolojik
tarımın bu denli hızlı gelişmesinde 2078/92 tarih ve sayılı ortak
tarım çerçevesinde alınan kararlar
etkili olmuştur. Ekolojik üretim
1988 yılında AB ve EFTA (European Free Trade Association) ülkelerinde 85.337 tarım işletmesi
ile 2 milyon hektara ulaşmıştır.
Türkiye’de Organik Tarım
Tarihçe
Dünya ticareti 1970’li yıllarda
başlamış olan ekolojik tarımdaki
gelişmelere uygun olarak, Avrupa
orijinli firmalar Türkiye’deki firmalardan ekolojik ürün talebinde
bulunmuş ve böylece 1984-1985
yıllarında ülkemizde ekolojik tarım
başlamıştır. Bu yıllarda Türkiye
‘nin geleneksel ihraç ürünlerinden
kuru İncir ve kuru Üzüm ile Ege
bölgesinde gerçekleştirilmiştir.
Daha sonra bu ürünlere kuru
Kayısı, Fındık gibi ürünler de katılarak farklı bölgelerimize yayılmıştır.
İlk yıllarda Avrupa kökenli bazı firmalar kendi ihtiyaçları olan
ürünleri anlaşmalı çiftçilerle yetiştirmek ve elde edilen ürünleri
Türk ihracatçıları vasıtasıyla kendi ülkelerine ithal edebilmek için
Türkiye’de ekolojik üretim projeleri tesis etmişlerdir. İlk yıllardaki
bu ekolojik üretim faaliyetlerinin
danışmanlık, teftiş ve sertifikasyon gibi vazgeçilmez esasları tamamıyla yabancı kişi ve kuruluşlarca yerine getirilmiştir. 1990’lı
yılların başında bu konularda az
sayıda da olsa Türk uzmanlar yetişmişler ve yabancı firmaların ülkemizdeki temsilciliğini yapmaya
başlamışlardır.
Ekolojik Tarım hareketini sağlıklı bir şekilde gerçekleştirmek
amacıyla 1992 yılında Ekolojik
Tarım Organizasyonu Derneği
(ETO) kurulmuştur. Aynı yıl içinde İzmir’de yapılan “2. Akdeniz
Ülkelerinde Ekolojik Tarım Konferansı”, ETO tarafından organize edilmiştir.Bu şekilde ekolojik
tarım alanında ülkemizde yeni
bir süreç başlamış olup, İzmir bu
hareketin merkezi durumuna gelmiştir.
Ekolojik Tarım faaliyetlerinin
ülkemizde ilk olarak Ege bölgesinde İzmir’de başlamış olması,
ürün işleme tesislerinin büyük
kısmının İzmir’de olması ve üretilen ürünlerin büyük kısmının İzmir limanından ihraç edilmesi nedeniyle, organizasyon kuruluşları,
kontrol ve sertifikasyon firmaları
gibi ekolojik tarım sektörünün
hemen tüm kuruluşlarının merkez
büroları İzmir’de yer almaktadır.
ETO’nun da katkılarıyla “Bitkisel ve Hayvansal Tarım Ürünlerinin Ekolojik Metotlarla Üretilmesine İlişkin Yönetmelik”,
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından 18 Aralık 1994 tarihinde
yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
Bu yönetmelik AB normlarına uygun olarak hazırlanmıştır. Organik
ürünlerin dış satımını düzenlemek
üzere çalışmalar da devam etmektedir.
Günümüzde yaklaşık 92 değişik üründe, 46.523 bin hektarlık
Ekonomi / Sağlık
arazi üzerinde 12.275 kadar üretici 168.306 ton ekolojik üretim
yapmaktadır. Gümrük mevzuatındaki bazı problemler nedeniyle ekolojik tarım sektörünün dışsatım yoluyla ekonomiye katkısı
net olarak bilinmemekle birlikte
yıllık 150 milyon dolar civarında
olduğu tahmin edilmektedir.
Üretim ve Dışsatım
Ülkemizde ekolojik tarımın
gelişimini ürün çeşitliliği, üretim
alanı ve üretici sayısındaki değişim ortaya koymaktadır.
Üretilen ekolojik ürün çeşitlerinin sayısı 1990 yılında 8 iken,
1999 yılında 92’ye ulaşmıştır.1990
yılında 1.037 hektar olan üretim
alanı ise 9 yıl içinde 1999 yılında 46.523 hektar; 1.037 adet olan
üretici sayısı ise aynı süre içerisinde 12.275 üreticiye ulaşmıştır.
Ülkemizde üretilen ekolojik
ürünlerin hemen hemen tamamı
ihraç edilmektedir. 1998 verilerine göre
Kuru ve
14.307,52 Ton Kurutulmuş
Meyveler
3.172,30 Ton Yaş Meyve
187,60 Ton
Sebze
2.684,17 Ton Tarla Bitkileri
11,66 Ton
Tıbbi Bitkiler
502,92 Ton
Diğerleri
Sözleşmeli Üretim
Ülkemizde üretilen ekolojik
ürünler büyük ölçüde yurt dışı
pazarlara gönderildiğinden ekolojik ürün üretim miktarı ve çeşitliliği yurt dışından gelen talepler
doğrultusunda şekillenmektedir.
İhracat organizasyonunun gerekliliğinden dolayı üretimler organizasyon kuruluşları tarafından
sözleşmeli olarak çiftçilere yaptırılmaktadır.
Sözleşmeli tarım üreticilere
fiyat ve satış garantisi getirerek
avantaj sağlamaktadır. Yapılan
sözleşmede taraflar üretim ile ilgili koşulları, fiyat ve varsa prim
miktarını açıklayarak mahkemeye
başvurma hakkı saklı olmak koşu-
lu ili kanuni güvence altına alınmaktadır.
Ekolojik üretimde belirli yasakların olması ve 2-3 yıllık bir
geçiş sürecinden sonra ekolojik
üretime geçilebilmesi, uzun dönem üretim planlamasını zorunlu
kılmaktadır. Bu nedenle yapılan
araştırmaların yasal geçerliliğinin olması ve taraftarların uyması
ekolojik tarımın başarısı için şarttır.
Pazarlama
Ekolojik ürünlerin çok büyük
kısmı dış pazara sunulmakta ve
bu ürünlerin bir kısmı doğrudan
tüketilmekte, bir kısmı ise normal
mamul ürünlerin karışımlarında
yer almaktadır.
Ekolojik üretim projeleri ve pazarlaması farklı yöntemlerle
gerçekleşir:
1
Üretim projesi ülkede yerleşik bir firma tarafından
gerçekleştirilir ve ürünler bu firma tarafından işlenir, paketlenir
ve ihraç edilir.
2
Üretim projesi yurt dışından yabancı bir kuruluş tarafından
kurulur, elde edilen ürünler anlaşmalı yerel firma tarafından
fason olarak işlenir ve ürünler proje sahibi firmaya ya işleyici
kuruluş yada ihracat firması tarafından ihraç edilir.
3
Üretim projesi yurt dışından yabancı bir kuruluş tarafından
kurulur, elde edilen ürünler yabancı firmanın Türkiye’de tek
başına veya ortak olarak kurduğu tesislerde işlenir veya işleyici
kuruluş veya ihracatçı firma tarafından proje sahibi firmaya
ihraç edilir.
olmak üzere toplam 20.872,27
ton ihracat gerçekleştirilmiştir.
İhraç ürünlerinden ilk 5 sırada çekirdeksiz kuru üzüm, kuru incir,
kuru kayısı, kuru elma ve fındık
yer almaktadır. Ürün gruplarının
toplam ihracat içindeki oranlarına
bakıldığında % 68,5’luk oranla en
büyük payın kuru ve kurutulmuş
ürünlerde olduğu görülmektedir.
39
Ekonomi / Sağlık
Az sayıdaki uygulamalarda da
üreticiler kontrol ve sertifikasyon
firması ile doğrudan temas ederek
ürünlerini sertifikalandırır ve serbest pazarda satışa sunar.
Kontrol ve sertifikasyon ücretlerinin küçük çiftçiler tarafından
üstlenebilecek düzeyde olmaması, teknik bilgi eksikliği ve danışmanlık hizmetlerinin yetersizliği
üreticilerin doğrudan sisteme ürün
sağlamalarını kısıtlamaktadır.
Organik Tarım İlkeleri
Organik tarımda farklı bitkisel
ve hayvansal ürünler için farklı
üretim yöntemleri mevcut olup
bunların ortak ilkeleri şunlardır:
1. Öncelikle, tarımsal üretimde, üretim ile ilişkili tüm faktörler
ve olaylar bir bütün halinde dikkate alınmalı ve organik üretim
yapan tarım işletmesinin kendi
kendine yeterliliği sağlanmalıdır.
Bunun için toprak, bitki, hayvan
ve insan arasındaki doğal döngünün doğal kökenli hammaddeler
kullanılarak mümkün olduğunca işletmenin kendi içinden veya
yakın çevresinden sağlanmasına
gayret edilmelidir.
2. Tarımsal üretimle beraber
40
ortaya çıkan ve yakın çevreden temin edilen tüm hammaddelerin ve
diğer işletme girdilerinin çevreyi
tehdit eden her türlü etkisi azaltılmalı veya bunlardan tamamen
kaçınmaya çalışılmalıdır.
3. Toprağın iyileştirilmesi ve
içindeki organizmaların korunması, beslenmesi sağlanmalı; toprak
sömürülmemeli; tersine doğal
verimliliği arttırılmalıdır. Bunu
sağlamak için münavebe, organik
gübreleme yapılmalı ayrıca uygun
toprak işleme yöntemleri kullanılmalıdır.
Örneğin çiftlik gübresi ve/
veya organik atıklar kullanılarak
aerobik ortamda hazırlanan kompost amaca uygun bir şekilde kullanılır. Bundan başka kaya unları,
alg ürünleri, diğer ilave maddeler
kullanılabilir ve yeşil gübreleme
yapılabilir.
Bu uygulamalarla toprağın
biyolojik olayları teşvik edilerek
bazı bitki besinleri dolaylı yoldan
hareketli hale getirilmekte böylece bitkinin sağlıklı ve dengeli büyümesine ortam sağlanmaktadır.
4. Bitkilerin hastalıklar ve
zararlılara karşı direnci bazı ek
desteklemelerle
arttırılmalıdır.
Örneğin, çok yıllık bitkilerde,
bitki altına ve/veya sıra aralarına
yapılacak ekimlerin mevcut organik ortama uygun ve dengeli karışımlar halinde hazırlanıp uygulanması, yapılacak münavebelerde karışımda baklagil miktarının
yüksek tutulması bitkisel üretim
ve hayvancılığın kombine edilerek yapılması gibi uygulamalarla
bitkilerin direnci arttırılabilir.
5. Bitki tür ve çeşitlerinin (keza hayvanların) seçminde, üretim
yapılacak yerin organik koşulları
Ekonomi / Sağlık
ve bu koşullarda hastalıklara en az
seviyede yakalanma olasılıkları
dikkate alınmalıdır. Bunun yanında sağlıklı, dayanıklı tohum, fidan
ve hayvan kullanılmalıdır.
6. Organik tarımda, bitki sağlığı açısından yukarıda adı geçen
ve etkileri uzun sürede görülebilen önlemler yanında, erken uyarı
sistemlerinin kullanılması ve faydalı canlıların teşvik edilmesi de
bitki koruma kavramının önemli
bir parçasıdır.
Bu konuda zararlılarla mücadelede biyoteknik yöntemler
(örneğin Bacillus thuringiensis
preparatları, feromon tuzakları,
faydalı akarlar vb.) ve kültürel
önlemler ( örneğin yabancı otların
toprak işlemeyle veya yakarak yok
edilmesi, vb.) uygulanabilir. Eğer
sorun ürünü tehdit edici boyutlara ulaşırsa o zaman bitkisel veya
mineral kökenli özel maddeler ve
preparatlar kullanılabilir.
7. Yukarıda anlatılan, toprak
strüktürü iyileştirici ve humus
miktarını arttırıcı önlemlerle beraber toprağı koruyucu, enerji tasarrufu sağlayan, çalışılan yerin
koşullarına uygun toprak işleme
yöntemleri uygulanmalıdır. Bunun için toprağın yapısı ve koşullarına dikkat edilmeli, çizici
aletlerle çalışılmalı, pulluk gibi
toprağı devirerek işleyen aletlere
mümkün olduğunca az yer verilmeli, ve temel kural olarak gereğinden fazla sayıda toprak işlemeden kaçınılmalıdır.
8. İşletmedeki hayvanların sağlığının iyi, verimlilik kapasitesinin yüksek ve uzun ömürlü olması teşvik edilmelidir. Bunun için
ağılların usulüne uygun olması,
beslenmenin mümkün olduğunca
işletmenin kendi ürünleri ve yem
bitkileriyle sağlanması, yemlere
kimyasal maddeler (antibiyotikler, kilo arttırıcı katkı maddeleri
vb.) katılmaması, uygun ıslah çalışmaları ile istenen gelişmelerin
temin edilmesine çalışılmalıdır.
9. Yetiştirilen hayvan miktarı kullanılan tarımsal araziye
uygun olmalı ve 1 hektar için 1
büyükbaş hayvan düşünülmelidir
(Almanya’da bu sayı 1 hektar için
1.1 büyük baş hayvandır). Bununla beraber organik tarım mevcut
koşullara göre hiç hayvan beslemeden de yapılabilmektedir.
10. Bilindiği gibi tarımsal üretimde, verim ve kalite arasında
ters bir orantı mevcuttur. Genel
kural olarak ikisi arasında denge
kurulmalıdır. Ancak organik tarımda bu denge oluşturulur iken
kalitenin, ürün miktarına göre öncelik aldığı unutulmamalıdır.
11. Organik üretim yapan tarım işletmesinde başta petrol olmak üzere fosil yakıtlar ve diğer
enerji kaynakları optimum verimi
sağlayacak düzeyde azami tasarruf kuralına uyularak kullanılmalıdır. Enerji kullanımında güneş
enerjisi ve rüzgar enerjisi gibi doğal enerji kaynakları olabildiğince
tercih edilmelidir.
12. Tarım işletmesi çok yönlü
ve çekici bir şekilde düzenlenmelidir (peyzaj düzenlemeleri, meyve bahçeleri vb.). Bu amaçla dinlendirici etkiye sahip bir mekanın
kurulması, bunun muhafazası ve
uzun süreli faydalı üretim esas
alınmalıdır.
13. Organik tarım işletmeleri
gelişme olanakları bulunan; üreticiye, çalışanlarına tatmin edici
kazanç ve imkan sağlayabilen yeterlilikte olmalıdır.
Organik işletmede, işletme
organizasyonu çok yönlü olduğundan girişimcinin rizikosu
azalmaktadır. Bunun yanında işletmede kullanılan enerji ve girdilerde azalma ekonomik avantaj
sağlamaktadır.
14. Organik tarımda kullanımı
yasaklanan bazı maddeler şunlardır:
a. Sentetik kimyasal gübreler
ve sentetik kimyasal ilaçlar
b. Depoda koruyuculuğu arttıran ve hasattan sonra olgunlaşmayı teşvik eden sentetik kimyasal
maddeler
c. Bitki ve hayvan yetiştirmede
hormonlar ve büyüme düzenleyici
maddeler
15. Organik tarım hiç ilaç kullanılmadan yapılan bir tarım değildir. Örneğin; 18 Aralık 1994 tarih, 22145 sayılı Resmi gazetede
yayınlanan yönetmelikte de ifade
edildiği gibi, organik olarak üretilmiş ürünlerin işlenmesi ve hazırlanması sırasında kullanılabilecek maddeler yanında, tarımsal
üretimde bitki besin maddesi olarak ve hastalık kontrolünde kullanılabilecek ürünler belirtilmiştir.
Buna göre;
a. Gübreleme ve Toprak İyileştirmede kullanılabilecek madde
ve ürünler:
Çiftlik ve kanatlı gübresi, çiftlik ve sıvı atıkları (şerbet), saman,
torf, mantar üretim artığı ve diğer organik ortamlar, organik ev
atıkları kompostları, bitki artıkları kompostu, mezbaha ve balık
endüstrisinden kalan hayvansal
atıkların işlenmiş ürünleri, gıda
ve tekstil endüstrisi organik yan
ürünleri, deniz yosunları ve deniz
yosunları ürünleri, talaş ağaç kabukları ve odun atıkları, odun küfü, tabi fosfat kayaları, kalsiyumlu
aliminyum fosfat kayacı, volkanik
41
Ekonomi
tüf, potasyum kayacı, potasyum
sülfat (kontrol organınca tanınmış), kireç taşı, tebeşir, magnezyum kayacı, kalkerli magnezyum
kayacı (dolamit), magnezyum
sülfat (epson tuzu), kalsiyum
sülfat(jips),iz elementler (Cu, Fe,
Mn, Mo, Zn, Br) (kontrol organınca tanınmış), kükürt (kontrol
organınca tanınmış), kaya unu, kil
(Bentonit, perlit),
b. Bitki zararlı ve hastalıkların kontrolünde kullanılabilecek
ürünler:
C h r y s a n t h e m u m
cinerariaefolium’dan
ekstrakte
edilen muhtemelen bir sinerjist
ihtiva eden phyrethrins esaslı
preparatlar, Derris elliptica’dan
elde edilen preparatlar, Quassia
amara’dan elde edilen preparatlar,
Ryania speciosa’dan elde edilen
42
preparatlar, balmumu, diatoma
(Diatomaceous) toprağı, kaya tozu (unu), tuzaklarda kullanılmak
koşulu ile tüksek hayvan türlerini dirençli yapan ve metal dehyte
esaslı preparatlar, kükürt, bordo
bulamacı, burgundy bulamacı
(karışımı), sodyum silikat, sodyum bikarbonat, potasyum sabunu (arap sabunu), pheromone
preparatları, Bacillus thuringiensis preparatları, granüler yapıdaki
virus preparatları, bitki ve hayvan
yağları, parafin yağları.
Organik Tarımın Faydaları
Organik Gıda Ürünlerinin tercih edilme nedenlerini aşağıdaki
10 ana başlık altında özetleyebiliriz:
1- Gelecek
Nesilleri
Korumak:Gelecek nesilleri korumak için onlara sağlıklı besinler
sunmak zorundayız. Bir çocuğun,
gıda maddelerinde kansere neden
olan pestisitlerden zarar görme
riski, yetişkinlere göre daha fazla
olduğu için, çocuğun gelecekteki
sağlığı gıdaların doğru seçimine
bağlıdır.
2- Toprak Erozyonunu Önlemek: Toprak, organik tarımda
gıda zincirinin temelini oluşturmaktadır. Kimyasal gübreler ile
bitki beslemenin alışkanlık haline
getirildiği konvansiyonel tarımda,
bozulan toprak yapısı rüzgar ya da
su erozyonu ile kolayca kaybedilebilecek bir yapıya sokulmaktadır.
3- Su Kalitesini Korumak:
Su, vücut ağırlığımızın ve gezegenimizin yüzde 70’ini oluşturmaktadır. Tarım ilaçları ve diğer
kimyasalların yeraltı ve yerüstü su
kaynaklarına bulaşması ile dolaylı
olarak ve içme sularına karışarak
da direkt olarak, insanlar başta
olmak üzere tüm canlıların hayatı
tehlike altına girmektedir.
4- Enerji Tasarrufu: Modern
tarım, diğer endüstri dallarında
kullanılandan daha fazla benzin
ve mazot tüketmektedir. Bu tüketim, kullanılan benzinli ve mazotlu tarım makineleriyle birlikte
konvansiyonel tarım girdilerinden
olan sentetik gübre ve ilaçların
imalatı sırasında gerçekleşmektedir. Organik tarımdaki mekanizasyon, konvansiyonel tarımla karşılaştırıldığında çok daha azdır. En
azından yabancı ot mücadelesinin
elle yapılması, tarımsal ilaçlar ve
kimyasal gübrelerin kullanılmaması, enerji tasarrufu sağlamaktadır. Ayrıca fosil yakıtların tarım
endüstrisinde kullanılması, hem
bunların kısa sürede tükenmesi
hem de çevreyi kirletmesi yönünden dezavantajlı olması, bitkisel
yağlardan elde edilen çevre dostu
yakıtların kullanımının önemini
gündeme getirmektedir.
5- Kimyasal İlaç Kalıntılarından Arındırmak: Birçok tarım
Ekonomi / Sağlık
kimyasalı tescil edilmeden önce
kanser ya da başka hastalıklara
neden olup olmadıklarını tespit
için araştırmalara tabi tutulmaktadır. Fakat bunlar, yaşayan canlıları yok etmek için üretildiklerinden, insanlara da zarar verme
ihtimalleri yüksektir. Pestisitlerin
kansere neden olma ihtimallerinin
yanı sıra, doğum arazlarına, sinir
sistemi ve genetik bozukluklara
da neden olabildikleri tespit edilmiştir. Kullanılan sistemik (yani
bitkinin bünyesine giren) pestisitler bu risklerin ana nedenidir.
6- Tarım Çalışanlarını Korumak: Özellikle tarım kimyasallarının yoğun ve kontrolsüz olarak
kullanıldığı ülkelerde, tarım işçilerinin sağlıkları büyük risk altındadır. Bu kişilerin kansere yakalanma olasılıkları da yüksektir.
Her yıl yaklaşık bir milyon kişinin tarım ilaçlarından zehirlendiği
tahmin edilmektedir.
7- Dar Gelirli Çiftçilerin
Gelir Düzeylerini Yükseltmek:
Birçok organik tarım üretimi yapan çiftçi, aile işletmesi şeklinde
çalışmakta ve çiftlik arazisi de
küçük olmaktadır. Organik tarım
ürünlerinin satış fiyatlarının konvansiyonel tarım ürünlerine göre
yüksek oluşu, sentetik gübre ve
tarım ilaçları gibi girdilerin çok
sınırlı kullanılması ya da hiç kullanılmaması bu ölçekteki işletmelerin kar marjını yükseltebilmektedir.
8- Ekonomik Üretimi Hedeflemek: Organik tarım ürünlerinin
fiyatlarının konvansiyonel ürünlerinkinden daha pahalı olduğu bir
gerçektir. Ancak konvansiyonel
gıdaların görünmeyen maliyetleri
hesap edildiğinde, organik gıdalardan daha pahalıya mal oldukları meydana çıkacaktır. Örneğin,
konvansiyonel tarımda oldukça
çeşitli ve fazla miktarda sentetik
girdi kullanılması gerekmektedir
ve bunların kullanımı sonucu,
bertaraf edilmesi problem yaratan
tehlikeli atıklar ortaya çıkmaktadır. Organik tarımda kullanılabile-
cek sentetik girdi miktarı oldukça
sınırlı olduğundan bu tür faaliyetlere ayrılması gereken kaynaklar
da konvansiyonele göre çok daha
az olacaktır.
9- Biyolojik Çeşitliliği Sağlamak: Konvansiyonel tarımda
çoğunlukla aynı tip ürün/ürünler
sürekli olarak yıllarca ekilir. Bu
nedenle toprağın sömürülen besin maddeleri ve mineralleri her
yıl artan miktarlarda kullanılan
sentetik gübrelerle tekrar toprağa verilmeye çalışılır. Sentetik
gübreler toprağın mikroflorasını tahrip eder; solucanları, faydalı böceklerin topraktaki larva ya da yumurtalarını öldürür.
Tek tip ürünler, o ürünlerde zararlı olan haşerelerin yoğunluklarının artmasına neden olur. Bu ise
tarım ilacı kullanımını zorunlu
hale getirir. Tarım ilaçları, o ilaçlara karşı direnç mekanizmaları
güçlenen haşerelerin çoğalmasını
engelleyemediği için, dozajlarının
ya da uygulama sıklıklarının arttırılması, hatta yeni başka ilaçların devreye sokulması gündeme
gelecektir. Yoğun tarım ilacı uygulaması, bitkilere musallat olan
haşerelerle birlikte onların düşmanı olan predatörlerin de yok
edilmesine ve/veya böceklerle
beslenen kuşların zehirlenmesine
neden olur. Buna karşılık organik
tarım yapılan işletmelerde haşere
mücadelesi organik preperatların
kullanımıyla çevredeki diğer fay-
dalı hayvan ve böceklerin varlığını sürdürmeleri temeline dayanır.
Hayvan gübresi, doğal bitki besin
elementleri, mineral katkıları, feromon tuzakları gibi ürüne doğrudan temas etmeyen biyoteknik
yöntemler, iyi bir ürün münavebe
planı ve özellikle yeşil gübrelemeyle yetiştirilecek ürünün ihtiyacı olan besin maddeleri sağlandığı gibi, toprağın yapısı ve toprak mikroflorası korunmuş olur.
Biyolojik çeşitliliğin korunması
hem organik tarımın başarısı için
hem de eko-sistemin dengelerinin
bozulmaması için gereklidir.
10- Ürünlerde Daha Zengin
Bir Aroma Yaratmak: Bulunulan
bölgede mevcut ya da bölgeye
çok kolay uyum sağlayan ürün çeşitleri, organik tarım koşullarında
yetiştirildiklerinde, kendilerine
özgü tat ve aromalarından bir şey
kaybetmezler. Sentetik kimyasallar kullanılmadan üretilmiş olan
organik ürünlerin albenisi konvansiyonel ürünlerden daha düşük
olabilir; ancak besin, mineral, vitamin içerikleri, tat ve aromaları,
ayrıca hasat sonrası raf ömürleri
konvansiyonel ürünlerden daha
fazladır.
43
Ekonomi / Fuar Takvimi
44
Ekonomi / Fuar Takvimi
45
Ekonomi
FUAR TAKVİMİ
MAYIS
ISK-SODEX 2010 (İNŞAAT MALZEMELERİ, BANYO, MUTFAK, SERAMİK, NALBURİYE, HIRDAVAT, TESİSAT, ISITMA, SOĞUTMA, HAVALANDIRMA, DOĞALGAZ
VE SİSTEMLERİ);
05.Mayıs.2010 - 08.Mayıs.2010 tarihleri arasında,
İstanbul Fuar Merkezi – Yeşilköy, İSTANBUL
MOYAF 2010 - MOBİLYA YAN SANAYİ VE AHŞAP 05.Mayıs.2010 - 09.Mayıs.2010 tarihleri arasında,
MAKİNELERİ FUARI; İnegöl Belediyesi Fuar Merkezi, İNEGÖL BURSA
EĞİTİM EKİPMANLARI VE TEKNOLOJİLERİ FUARI; 06.Mayıs.2010 - 09.Mayıs.2010 tarihleri arasında, Askeri Müze Kültür Sitesi, İSTANBUL
İZMİR ORGANİK ÜRÜNLER FUARI; 06.Mayıs.2010 - 09.Mayıs.2010 tarihleri arasında, Uluslararası İzmir Fuar Alanı, İZMİR
2. DOĞU AKDENİZ GIDA, TARIM VE HAYVANCILIK FUARI; 06.Mayıs.2010 - 09.Mayıs.2010 tarihleri arasında, Kahramanmaraş Fuar Merkezi, KAHRAMANMARAŞ
MARMARA TARIM FUARI 2010 - BALIKESİR TARIM VE 06.Mayıs.2010 - 09.Mayıs.2010 tarihleri arasında, HAYVANCILIK FUARI; Kuvayı Milliye Meydanı, BALIKESİR
AMBALAJ VE PLASTİK 2010 – 9. AMBALAJ VE PLASTİK ENDÜSTRİSİ VE KAUÇUK FUARI;
06.Mayıs.2010 - 09.Mayıs.2010 tarihleri arasında, Tüyap Bursa Uluslararası Fuar ve Kongre Merkezi, BURSA
BURSA OTOTEKNİK 2010 – 3. OTOMOTİV YAN SANAYİ, 06.Mayıs.2010 - 09.Mayıs.2010 tarihleri arasında,
GARAJ VE SERVİS EKİPMANLARI, BENZİN İSTASYONLARI Tüyap Bursa Uluslararası Fuar ve Kongre Merkezi, BURSA DONANIMLARI VE LPG SİSTEMLERİ FUARI; KALIP AVRASYA 2010 - BURSA 4. KALIP TEKNOLOJİLERİ VE YAN SANAYİLER FUARI; 06.Mayıs.2010 - 09.Mayıs.2010 tarihleri arasında,
Tüyap Bursa Uluslararası Fuar ve Kongre Merkezi, BURSA
ICCI - 16. ULUSLARARASI ENERJİ VE ÇEVRE FUARI VE KONFERANSI; 12.Mayıs.2010 - 14.Mayıs.2010 tarihleri arasında,
WOW Kongre Merkezi - İDTM Yeşilköy, İSTANBUL
CARDIST - KART VE AKILLI TEKNOLOJİLER FUARI 12.Mayıs.2010 - 14.Mayıs.2010 tarihleri arasında,
VE ZİRVESİ; Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı, İSTANBUL
ANFAŞ STONEXPO - DOĞALTAŞ, MERMER, TASARIM VE TEKNOLOJİLERİ FUARI; 12.Mayıs.2010 - 15.Mayıs.2010 tarihleri arasında,
Antalya Fuar Merkezi, ANTALYA
KONMAK 2010 – 7. METAL İŞLEME MAKİNELERİ, 13.Mayıs.2010 - 16.Mayıs.2010 tarihleri arasında,
KAYNAK, DELME, KESME TEKNOLOJİLERİ, MALZEMELER, KTO Tüyap Konya Uluslararası Fuar Merkezi, KONYA
EL ALETLERİ, HİDROLİK, PNÖMATİK FUARI; 13.Mayıs.2010 - 16.Mayıs.2010 tarihleri arasında,
İSKON 2010 – 5. İSTİFLEME, DEPOLAMA, TAŞIMA, VİNÇ VE 13.Mayıs.2010 - 16.Mayıs.2010 tarihleri arasında,
LOJİSTİK FUARI; KTO Tüyap Konya Uluslararası Fuar Merkezi; KONYA
7. ULUSLARARASI İSTANBUL İPLİK FUARI; 15.Mayıs.2010 - 18.Mayıs.2010 tarihleri arasında, Tüyap Fuar ve Kongre Merkezi, İSTANBUL
HIGHTEX 2010 - İSTANBUL TEKNİK TEKSTİLLER, NONWOVEN VE DOKUMA TEKNOLOJİLERİ FUARI; 15.Mayıs.2010 - 18.Mayıs.2010 tarihleri arasında,
Tüyap Fuar ve Kongre Merkezi, İSTANBUL
MOF’10 - MERSİN 4. OTOMOBİL, TİCARİ ARAÇLAR VE MOTOSİKLET FUARI; 15.Mayıs.2010 - 23.Mayıs.2010 tarihleri arasında,
Yenişehir Belediyesi Fuar Alanı, MERSİN
EVTEKS 2010 – 16. İSTANBUL EV TEKSTİLİ FUARI; 19.Mayıs.2010 - 23.Mayıs.2010 tarihleri arasında, İstanbul Fuar Merkezi – Yeşilköy, İSTANBUL
4. PROJE, MİMARLIK DEKORASYON, İNŞAAT SEKTÖR FUARI - 4. PROJE FUARI; 20.Mayıs.2010 - 23.Mayıs.2010 tarihleri arasında,
İstanbul Fuar Merkezi – Yeşilköy, İSTANBUL
ANIMALIA İSTANBUL 2010 – 7. HAYVANCILIK VE TEKNOLOJİLERİ FUARI; 20.Mayıs.2010 - 22.Mayıs.2010 tarihleri arasında,
İstanbul Fuar Merkezi – Yeşilköy, İSTANBUL
YAPITECH 2010 8.ULUSLARARASI YAPI ÜRÜNLERİ VE TEKNOLOJİLERİ; 20.Mayıs.2010 - 23.Mayıs.2010 tarihleri arasında,
Trabzon Dünya Ticaret Merkezi, TRABZON
INELEX - 7. ASANSÖR VE ASANSÖR TEKNOLOJİLERİ FUARI;
21.Mayıs.2010 - 23.Mayıs.2010 tarihleri arasında, Uluslararası İzmir Fuar Alanı, İZMİR
YAPI VE İNŞAAT MALZEMELERİ; 26.Mayıs.2010 - 30.Mayıs.2010 tarihleri arasında, Çorum TSO Fuar Merkezi; ÇORUM
AYMOD - 4. AYAKKABI MODA FUARI; 27.Mayıs.2010 - 30.Mayıs.2010 tarihleri arasında, İstanbul Fuar Merkezi – Yeşilköy, İSTANBUL
1. AVRASYA DIGITECH; 28.Mayıs.2010 - 30.Mayıs.2010 tarihleri arasında, İstanbul Fuar Merkezi – Yeşilköy, İSTANBUL
46
Ekonomi
HAZİRAN
ÇUTEK 2010 - 3. ÇUKUROVA ÜRETİM TEKNOLOJİLERİ FUARI; 02.Haziran.2010 - 06.Haziran.2010 tarihleri arasında, Tüyap Uluslararası Fuar ve Kongre Merkezi, ADANA
ADANA 3. OTOMASYON, ELEKTRİK - ELEKTRONİK, ENERJİ
ÜRETİMİ VE DAĞITIMI FUARI;
02.Haziran.2010 - 06.Haziran.2010 tarihleri arasında, Tüyap Uluslararası Fuar ve Kongre Merkezi, ADANA
4. KAPI FUARI; 03.Haziran.2010 - 06.Haziran.2010 tarihleri arasında, İstanbul Fuar Merkezi – Yeşilköy, İSTANBUL
AIREX 2010 – 8. ULUSLARARASI SİVİL HAVACILIK VE HAVALİMANLARI FUARI;
03.Haziran.2010 - 06.Haziran.2010 tarihleri arasında, Atatürk Havalimanı Apronu, İSTANBUL
2. BURSA DOĞA, AV 2010; 03.Haziran.2010 - 06.Haziran.2010 tarihleri arasında, Tüyap Uluslararası Fuar ve Kongre Merkezi; BURSA
AUTOSHOW 2010 2. OTOMOBİL VE YAN SANAYİ FUARI; 05.Haziran.2010 - 13.Haziran.2010 tarihleri arasında, ANFA Altınpark Fuar Merkezi, ANKARA
GOF’10 - GAZİANTEP OTOMOBİL, TİCARİ ARAÇLAR VE MOTORSİKLET FUARI;
07.Haziran.2010 - 13.Haziran.2010 tarihleri arasında, OFM Ortadoğu Fuar Merkezi, GAZİANTEP
ANKOMAK 2010 – 18. ULUSLARARASI İŞ MAKİNELERİ, YAPI ELEMANLARI VE İNŞAAT TEKNOLOJİLERİ FUARI;
09.Haziran.2010 - 13.Haziran.2010 tarihleri arasında, İstanbul Fuar Merkezi – Yeşilköy, İSTANBUL
1. AVRASYA BELİST; 09.Haziran.2010 - 13.Haziran.2010 tarihleri arasında, İstanbul Fuar Merkezi – Yeşilköy, İSTANBUL
REW İSTANBUL 2010 – 6. ULULARARASI GERİ DÖNÜŞÜM, ÇEVRE TEKNOLOJİLERİ VE ATIK YÖNETİMİ FUARI;
10.Haziran.2010 - 13.Haziran.2010 tarihleri arasında, Tüyap Fuar ve Kongre Merkezi, İSTANBUL
TEXBRIDGE - TEKSTİL VE AKSESUARLARI FUARI; 10.Haziran.2010 - 12.Haziran.2010 tarihleri arasında, İstanbul Fuar Merkezi – Yeşilköy, İSTANBUL
MOGE 2010 - MERSİN PETROL, DOĞALGAZ, PETROKİMYA, BORU HATLARI VE TAŞIMACILIK FUARI;
10.Haziran.2010 - 13.Haziran.2010 tarihleri arasında, Yenişehir Belediyesi Fuar Alanı, MERSİN
AGRO PRO AVRASYA TARIM FUARI; 10.Haziran.2010 - 13.Haziran.2010 tarihleri arasında, Atatürk Kültür Merkezi 1.No’lu Alan, ANKARA
KOMPOİST’2010 3.KOMPOZİT ÜRÜNLER VE HAMMADDELERİ FUARI;
10.Haziran.2010 - 13.Haziran.2010 tarihleri arasında, İstanbul Fuar Merkezi - Yeşilköy, İSTANBUL
SUPERFEST 2010; 11.Haziran.2010 - 13.Haziran.2010 tarihleri arasında, Tüyap Fuar ve Kongre Merkezi, İSTANBUL
İSTANBUL RESTATE - GAYRIMENKUL VE YATIRIM FUARI VE GYODER GAYRIMENKUL ZİRVESİ;
15.Haziran.2010 - 17.Haziran.2010 tarihleri arasında, Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı, İST.
9. DÜNYA RÜZGAR ENERJİSİ SERGİSİ; 15.Haziran.2010 - 17.Haziran.2010 tarihleri arasında, Haliç Kongre Merkezi, İSTANBUL
10. IF ULUSLARARASI İSTANBUL HAZIR GİYİM FUARI; 17.Haziran.2010 - 20.Haziran.2010 tarihleri arasında, Tüyap Fuar ve Kongre Merkezi, İSTANBUL
BEAUTY EURASIA - 6. ULUSLARARASI GÜZELLİK VE KOZMETİK FUARI;
17.Haziran.2010 - 19.Haziran.2010 tarihleri arasında, Tüyap Fuar ve Kongre Merkezi, İSTANBUL
EXPO GATEWAY TO MIDDLE EAST - 5. ULUSLARARASI
IRAK VE KOMŞU ÜLKELER GENEL TİCARET VE
SANAYİ ÜRÜNLERİ FUARI;
24.Haziran.2010 - 27.Haziran.2010 tarihleri arasında, OFM Ortadoğu Fuar Merkezi, GAZİANTEP
EXPO GATEWAY TO MIDDLE EAST - 3. IRAK VE KOMŞU ÜLKELER GIDA VE TÜKETİM MALZEMELERİ FUARI;
24.Haziran.2010 - 27.Haziran.2010 tarihleri arasında,
OFM Ortadoğu Fuar Merkezi, GAZİANTEP
EXPO GATEWAY TO MIDDLE EAST - 3. IRAK VE KOMŞU ÜLKELER İNŞAAT VE YAPI FUARI;
24.Haziran.2010 - 27.Haziran.2010 tarihleri arasında, OFM Ortadoğu Fuar Merkezi, GAZİANTEP
TÜRK DİŞ HEKİMLERİ BİRLİĞİ EXPONDENTAL 2010; 24.Haziran.2010 - 26.Haziran.2010 tarihleri arasında, Merinos Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi, BURSA
DOĞU VE ORTA AVRUPA KONFERANS VE İŞ TURİZMİ FUARI 2010;
24.Haziran.2010 - 26.Haziran.2010 tarihleri arasında, Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı, İST.
ORDU 6. YAPI DEKORASYON ÜRÜNLERİ VE DOĞALGAZ FUARI (YAPI 2010);
28.Haziran.2010 - 04.Temmuz.2010 tarihleri arasında, Ordu Belediyesi Fuar Alanı; ORDU
ORDU 14. KARADENİZ SANAYİ VE TİCARET FUARI (KATİF 2010); 28.Haziran.2010 - 04.Temmuz.2010 tarihleri arasında,
Ordu Belediyesi Fuar Alanı, ORDU
Mayıs-Haziran 2010 tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan yurtiçi fuarlar listesi yukarıdaki
gibidir. Fuarlara katılmak isteyenlerin; davetiye temini, ulaşım ve toplu katılım gibi
organizasyonları için Odamıza müracaatlarını bekleriz.
47

Benzer belgeler

Ekonomi 1 - Çaycuma Ticaret ve Sanayi Odası

Ekonomi 1 - Çaycuma Ticaret ve Sanayi Odası Yayın Kurulu Rıfat SARSIK Önder ALKAN Mehmet KÖKTÜRK Alper PÜREN Kâmuran MISIRLI u Reklam ve Mali İşler Recep ACAR u Yönetim Yeri Çaycuma Ticaret ve Sanayi Odası Atatürk Bulvarı No: 12 Çaycuma / ZO...

Detaylı

6 - Çaycuma Ticaret ve Sanayi Odası

6 - Çaycuma Ticaret ve Sanayi Odası Yayın Kurulu Rıfat SARSIK Önder ALKAN Mehmet KÖKTÜRK Alper PÜREN Kâmuran MISIRLI u Reklam ve Mali İşler Recep ACAR u Yönetim Yeri Çaycuma Ticaret ve Sanayi Odası Atatürk Bulvarı No: 12 Çaycuma / ZO...

Detaylı