dosyayı indir
Transkript
dosyayı indir
SOCIAL SCIENCES INTERNATIONAL PEER-REVIEWED ACADEMIC JOURNAL MAY-AUGUST 2014 YEAR (5) 1 - ISSUE 2 PERIODICAL – ISSUED THRICE YEARLY YIL: (5) 1 – SAYI: 2 1 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Sahibi Leges Yazılım Tic. Ltd. Şti. adına Ömer Faruk KAHRAMAN Owner On behalf of Leges Yazılım Trd. Ltd. Co. Ömer Faruk KAHRAMAN Editör Doç. Dr. Betül KARAGÖZ YERDELEN Editor in Chief Assoc. Prof. Betül KARAGÖZ YERDELEN Yardımcı Editörler/ Assistant Editors Doç. Dr. / Assoc. Prof. Derya ALTUNBAŞ Doç. Dr. / Assoc. Prof. Şirin DİLLİ Yrd. Doç. Dr. /Asst. Prof. . Kemal ÇİFTÇİ Yrd. Doç. Dr. /Asst. Prof. . Kubilayhan ERMAN Yayın Danışma Kurulu / Advisory Board Prof. Dr. Selçuk AKMAN Prof. Dr. Selçuk DUMAN Prof. Dr. Akın MARŞAP Prof. Dr. Philomina OKEKE Prof. Dr. Mustafa ORAL Prof. Dr. Michael PALMER Prof. Dr. Turgay UZUN Doç. Dr. Derya ALTUNBAŞ Doç. Dr. Servet CEYLAN Doç. Dr. Mehmet DURKAYA Doç. Dr. Ludmila I. EGOROVA Doç. Dr. Sedat MADEN Doç. Dr. Pervane MAMMADOVA Doç. Dr. Ayşe ÖZCAN Doç. Dr. Zeynep TEZEL Doç. Dr. Burcu DEMİREL UTKU Doç. Dr. Ali Ata YİĞİT Yrd. Doç. Dr. Kurtuluş Yılmaz GENÇ Yrd. Doç. Dr. Ahmet GÜNGÖR Yrd. Doç Dr. Abdurrahman KORKMAZ Yrd. Doç. Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU Dr. İsmail Cem FERİDUNOĞLU Dr. Hasan Can MİROĞLU Koordinatör Editörler / Coordinator Editors Arş. Gör. Arda ÖZKAN Samet ÇELİK 2 MAYIS-AĞUSTOS 2014 Kitap Değerlendirme Editörü / Book Review Editor Arş. Gör. Tolga ÇİKRIKCİ Sorumlu Yazı İşleri Müdürü / Responsible Editor-in-Chief Ömer Faruk KAHRAMAN Redaktör / Redactor Yrd. Doç. Dr. Nazım KURUCA Öğrt. Gör. Abdullah ATACAN İngilizce Editörleri / English Language Editors Dr. Hasan Can MİROĞLU Okutman Uz. Özgür GÜNGÖR Okutman Öznur GÜLER Dergi Asistanı / Journal Assistant Erkan KARA Vügar SAVZALİYEV Yönetim Merkezi / Editorial Office Sümer Mahallesi 29/5 Sokağı No: 2 Nur Apt. Kat: 4 Daire: 11 Zeytinburnu – İSTANBUL TÜRKİYE Tel : (0 212) 547 60 80 Faks : (0 212) 547 60 82 web: www.leges.com.tr E-posta: [email protected] Editör e-posta: [email protected] [email protected] Tasarım&Baskı / Design&Printed by Yıldız Matbaacılık ve Baskı Sistemleri Ziya Gökalp Mah. 42/4 Sokağı No: 18/2 Zeytinburnu – İSTANBUL Tel: (0 212) 558 01 05 – 416 09 39 Abonelik [email protected] Yurt içi (Yıllık) : 160 TL Öğretim üyesi ve öğretmenlere % 15, öğrencilere %25 indirimlidir. Yurt dışı (Yıllık) : 180 ABD Doları YIL: (5) 1 – SAYI: 2 3 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Subscription [email protected] Domestic – yearly (annual): 160 TL Discount for students %25 for teachers and faculty members %15 Abroad – yearly (annual): 180 ABD Dollars Kapak Tasarım / Cover Design: Nurmuhammed MADAMİNOV Dizgi Tasarım / Composition: Muhamet GÜRLEK Basım Yeri / Place of Publication: İSTANBUL Basım Tarihi / Publication Date: 23.08.2014 * LEGES: “Meclis onayı almamış hukuk kuralları, kanun hükmünde kararname / decree law” Bu derginin tüm yayın hakları Leges Yazılım Tic. Ltd. Şti.’ne aittir. Her hakkı saklıdır. Alıntılarda kaynak göstermek zorunludur. All publishing rights of this journal belongs to Leges Software Trade. Ltd. Co. All rights reserved. You will need to quote the source. 4 MAYIS-AĞUSTOS 2014 Leges Sosyal Bilimler Dergisi’nin ortaya çıkmasındaki bilimsel katkılarından dolayı TÜBİTAK’a teşekkür ederiz. We thank TUBITAK for their scientific contributions to establish the The Journal of Social Sciences. YIL: (5) 1 – SAYI: 2 5 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ; Leges Sosyal Bilimler Dergisi, 2010 yılından beri yayımlanmakta olan Hukuk-yoğun Leges Hukuk Dergisi’nden ayrılarak, Siyaset-yoğun dergi biçiminde yeniden oluşturulmuş ve bu alana ilişkin akademik yayın ihtiyacını karşılayacak bilimsel birikime katkı sağlamak üzere tasarlanmış uluslararası hakemli bir dergidir. Leges Sosyal Bilimler Dergisi’nde, ‘Sosyal Bilim’ ekseninde sorgulanıp ifade edilen Siyaset Bilimi, Kamu Yönetimi, Uluslararası İlişkiler, Ulusal Güvenlik ve Savunma Bilimleri, Hukuk, Ekonomi-Politik, İletişim, Tarih, Coğrafya, Kültür, Sosyoloji, Antropoloji, Eğitim, Felsefe, Din, Dil, Etik, Estetik ve Sanat gibi alanlardaki kuramsal çalışmalara veya uygulama analizleri sunan değerlendirmelere yer verilmektedir. JOURNAL OF SOCIAL SCIENCES; The Journal of Leges Social Sciences is born from the Leges Law Journal which has been published since 2010. As an international refereed journal, it has a special focus on Social Sciences. Differently from the law-intensive Leges Law Journal, it targets to fullfill the needs of academic publications in this area. The Journal of Leges Social Sciences embraces all questions related to ‘Social Sciences’ in the field of Political Science, Public Administration, International Relations, National Security and Defense Studies, Law, Political Economy, Communication, History, Geography, Culture, Sociology, Anthropology, Education, Philosophy, Religion, Language, Ethics, Aesthetics, Art areas and so. It considers papers which provide in depth theoretical works or field studies. 6 MAYIS-AĞUSTOS 2014 DANIŞMA KURULU / CONSULTANT BOARD / ОНСУЛЬТАЦИОННЫЙ СОВЕТ Prof. Dr. Abdulkadir IŞIK Namık Kemal Üniversitesi Prof. Dr. Erdoğan ALTINKAYNAK Ardahan Üniversitesi Prof. Dr. Adem KALÇA Karadeniz Teknik Üniversitesi Prof. Dr. Erkan POYRAZ Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Prof. Dr. Ahmet GÜRBÜZ Bingöl Üniversitesi Prof. Dr. Ertan EFEGİL Sakarya Üniversitesi Prof. Dr. Akın MARŞAP İstanbul Aydın Üniversitesi Prof. Dr. Kıymet ÇALIYURT Trakya Üniversitesi Prof. Dr. Ali ÇIMAT Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Prof. Dr. Mehmet DİKKAYA Kırıkkale Üniversitesi Prof. Dr. Almagul SARYMSAKOVA Kazakistan Amerikan Üniversitesi Prof. Dr. Mehmet KARAGÜL Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Prof. Dr. Alpay HEKİMLER Namık Kemal Üniversitesi Prof. Dr. Mehmet YÜCE Uludağ Üniversitesi Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN Ankara Üniversitesi Prof. Dr. Metin Kamil ERCAN Gazi Üniversitesi Prof. Dr. Ayşe ÇAKIR İLHAN Ankara Üniversitesi Prof. Dr. Metin SABAN Bartın Üniversitesi Prof. Dr. Ayşe Gül YILGÖR Mersin Üniversitesi Prof. Dr. Michael PALMER Sorbonne Üniversitesi Prof. Dr. Ayşe GÜNER Marmara Üniversitesi Prof. Dr. Muhsin HALİS Sakarya Üniversitesi Prof. Dr. Bernt BRENDEMEON University of Oslo Prof. Dr. Mustafa ÖZER Anadolu Üniversitesi Prof. Dr. Bravina Rozalia INNOKENTYEVNA SAHA Cumhuriyeti Bilimler Akademisi Prof. Dr. Oğuz ESEN İzmir Ekonomi Üniversitesi YIL: (5) 1 – SAYI: 2 7 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Prof. Dr. Ozan BAHAR Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Doç. Dr. Ahmet KARADAĞ İnönü Üniversitesi Prof. Dr. Ramazan AKTAŞ TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Doç. Dr. Ahmet YATKIN Fırat Üniversitesi Prof. Dr. Rasim YILMAZ Namık Kemal Üniversitesi Prof. Dr. Recep AKCAN Selçuk Üniversitesi Doç. Dr. Ali Ata YİĞİT Giresun Üniversitesi Doç. Dr. Arzdar KİRACI Siirt Üniversitesi Prof. Dr. S. Saygın EYÜPGİLLER Işık Üniversitesi Doç. Dr. Ayhan GENÇLER Trakya Üniversitesi Prof. Dr. Selçuk DUMAN Giresun Üniversitesi Doç. Dr. Aykut EKİNCİ Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Prof. Dr. Seval SELİMOĞLU Anadolu Üniversitesi Doç. Dr. Ayşe ÖZCAN Giresun Üniversitesi Prof. Dr. Stale KNUDSEN University of Bergen Doç. Dr. Besim Bülent BALİ Doğuş Üniversitesi Prof. Dr. N. Tolga SARUÇ Sakarya Üniversitesi Doç. Dr. Bilal UÇAR Batman Üniversitesi Prof. Dr. Turgut ÖZKAN Beykent Üniversitesi Doç. Dr. Birol ERKAN Kilis 7 Aralık Üniversitesi Prof. Dr. Turhan KORKMAZ Mersin Üniversitesi Doç. Dr. Bülent AÇMA Anadolu Üniversitesi Prof. Dr. Uwe BLAESİNG Universiteit Leiden Prof. Dr. Valerij BOVTUN Altay Devlet Teknik Üniversitesi Prof. Dr. Vladimir BELYAKOV Russian Academy of Sciences Prof. Dr. Walter ANDREWS University of Washington Doç. Dr. Afşin ŞAHİN Gazi Üniversitesi 8 Doç. Dr. Derya ALTUNBAŞ Ardahan Üniversitesi Doç. Dr. Dilek BAYBORA Anadolu Üniversitesi Doç. Dr. Engin ÖNER Yüzüncü Yıl Üniversitesi Doç. Dr. Ercan EKMEKÇİOĞLU Mevlana Üniversitesi MAYIS-AĞUSTOS 2014 Doç. Dr. Eyüp BASTI Fatih Üniversitesi Doç. Dr. Mehmet DURKAYA Giresun Üniversitesi Doç. Dr. Fatma KOCABAŞ Anadolu Üniversitesi Doç. Dr. Mehmet ÖZMEN Çukurova Üniversitesi Doç. Dr. Ferhat Başkan ÖZGEN Adnan Menderes Üniversitesi Doç. Dr. Mehmet TUNÇER Karadeniz Teknik Üniversitesi Doç. Dr. Hakan ERKUŞ İnönü Üniversitesi Doç. Dr. Mehtap YEŞİLORMAN Fırat Üniversitesi Doç. Dr. Hakan Vahit ERKUTLU Nevşehir Üniversitesi Doç. Dr. Murat KAYIKÇI Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Doç. Dr. Hasan Bülent KANTARCI Kocaeli Üniversitesi Doç. Dr. Mustafa Nail ALKAN Gazi Üniversitesi Doç. Dr. Hasan Hüseyin YILDIRIM Hacettepe Üniversitesi Doç. Dr. Müge KART Ankara Üniversitesi Doç. Dr. İrfan KALAYCI İnönü Üniversitesi Doç. Dr. Ömer İSKENDEROĞLU Niğde Üniversitesi Doç. Dr. İlhan EROĞLU Gaziosmanpaşa Üniversitesi Doç. Dr. Pervane MAMMADOVA Azerbaycan Avrasya Üniversitesi Doç. Dr. İlker Murat AR Karadeniz Teknik Üniversitesi Doç. Dr. İrfan ERTUĞRUL Pamukkale Üniversitesi Doç. Dr. İsmail ŞİRİNER Kocaeli Üniversitesi Doç. Dr. İsmet ATEŞ Adnan Menderes Üniversitesi Doç. Dr. Mehmet DURKAYA Giresun Üniversitesi Doç. Dr. Kenan ÖREN Süleyman Demirel Üniversitesi Doç. Dr. Ludmila I. EGOROVA M. K. Ammosov Adına Rusya Kuzey Doğu Federal Üniversitesi YIL: (5) 1 – SAYI: 2 Doç. Dr. Sedat MADEN Giresun Üniversitesi Doç. Dr. Selçuk KENDİRLİ Hitit Üniversitesi Doç. Dr. Selim AREN Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü Doç. Dr. Semih BİLGE Eskişehir Osman Gazi Üniversitesi Doç Dr. Servet CEYLAN Giresun Üniversitesi Doç. Dr. Seyfettin ARTAN Karadeniz Teknik Üniversitesi Doç. Dr. Şaban ÇELİK Yaşar Üniversitesi 9 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Doç. Dr. Şahin BAĞIROV Azerbaycan Milli İlimler Akademisi Doç. Dr. Şirin DİLLİ Giresun Üniversitesi Doç. Dr. Uğur ÖZGÖKER İstanbul Arel Üniversitesi Doç. Dr. Zeynep TEZEL Kırıkkale Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Gönül OĞUZ Giresun Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Abdullah ÖZDEMİR Adnan Menderes Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Berker BANK Yrd. Doç. Dr. Birgül KÜÇÜK ÇIRPIN İstanbul Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Cenk ÖZGEN Giresun Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Deniz ALTINBAŞ Bilkent Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Deniz HERAND Türk-Alman Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Deniz ÖZYAKIŞIR Kafkas Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Mahmut Deniz TANSİ Kafkas Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Abdurrahman KORKMAZ İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Dikran M. ZENGİNKUZUCU Nişantaşı Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Adem KARAKAŞ Kafkas Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Esra DÜNDAR ARAVACIK İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Ahmet GÜNGÖR Giresun Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Ahmet UTKUSEVEN İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Eşref Savaş BAŞCI Hitit Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Evren ALTINKAŞ Artvin Çoruh Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Alper KARAVARDAR Giresun Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Fatih DEYNELİ Pamukkale Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Anıl DUMAN Yaşar Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Fikret BİRDİŞLİ Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Atilla ÇİFTER Kemerburgaz Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Ayşe KOCABACAK Mevlana Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Bahar BİLEN Nişantaşı Üniversitesi 10 Yrd. Doç. Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU Giresun Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Gülşah KARAVARDAR Giresun Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Harun KIRILMAZ Sakarya Üniversitesi MAYIS-AĞUSTOS 2014 Yrd. Doç. Dr. İlke Bezen AYDOĞDU Fırat Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Okyay UÇAN Niğde Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Kemal ÇİFTÇİ Giresun Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Onur Burak ÇELİK Yaşar Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Kubilayhan ERMAN Giresun Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Ramazan DURGUT İstanbul Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Kurtuluş Yılmaz GENÇ Giresun Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Rıdvan KOZAK Anadolu Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Kutay ÜSTÜN Ardahan Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Seçkin ARSLAN Niğde Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Levent YAYCI Giresun Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Serdar ORHAN Sakarya Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Malik Volkan TÜRKER Marmara Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Serkan DİLEK Kastamonu Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Mehmet KAHVECİ Haliç Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Sevgi IŞIK EROL Yüzüncü Yıl Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Metin DUYAR Nevşehir Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Taner AKÇACI Kilis 7 Aralık Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Murat ÇİFTÇİ Trakya Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Ufuk SELEN Uşak Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Murat TOKSARI Niğde Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Utku ALTUNÖZ Sinop Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Murat TURGUT Nişantaşı Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Vedat ACAR Niğde Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Musa TÜRKOĞLU Süleyman Demirel Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Vedat AKMAN Beykent Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Mustafa TAYTAK Uşak Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Veli YILANCI Sakarya Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Mustafa YÜCEL İnönü Üniversitesi Dr. Hasan Can MİROĞLU Yrd. Doç. Dr. Nevzat TETİK İnönü Üniversitesi YIL: (5) 1 – SAYI: 2 Dr. İsmail Cem FERİDUNOĞLU 11 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ HAKEM KURULU / REFEREE BOARD Prof. Dr. Mesut ÇAPA Prof. Dr. Abdulkadir IŞIK Prof. Dr. Mustafa ORAL Prof. Dr. Turgut ÖZKAN Prof. Dr. Sibel ERKAL Doç. Dr. İsmet ATEŞ Doç. Dr. Dilek BAYBORA Doç. Dr. Servet CEYLAN Doç. Dr. Savaş ÇEVİK Doç. Dr. Semih BİLGE Doç. Dr. Şirin DİLLİ Doç. Dr. Mehmet DURKAYA Doç. Dr. Cemalettin KALAYCI Doç. Dr. Yalçın SARIKAYA Doç. Dr. Ayşe YİĞİT ŞAKAR Doç. Dr.Filiz TEPECİK Doç. Dr. Zeynep TEZEL Doç. Dr. Adem ÜZÜMCÜ Doç. Dr. Oğuz YILDIRIM Yrd. Doç. Dr. Kemal ÇİFTÇİ Yrd. Doç. Dr. Kurtuluş Yılmaz GENÇ Yrd. Doç. Dr. Selim GÜNDÜZ Yrd. Doç. Dr. Alper KARAVARDAR Yrd. Doç. Dr. Gülşah KARAVARDAR Yrd. Doç. Dr. Esra G. KAYGISIZ Yrd. Doç. Dr. Abdurrahman KORKMAZ Yrd. Doç. Dr. Mahmut Deniz TANSİ Yrd. Doç. Dr. Salih YILDIZ Yrd. Doç. Dr. Kübra GÜRAN YİĞİTBAŞI 12 MAYIS-AĞUSTOS 2014 Dergimiz ilk sayısından itibaren LEGES Veri Tabanı (www.leges.com.tr) ve ANKOS Anadolu Üniversite Kütüphaneleri Konsorsiyumu tarafından taranıp indekslenmeye başlamıştır. The Journal of Leges Political Science will be indexed by LEGES Data Base (www.leges.com.tr) and Anatolian University Libraries Consortium beginning with the first issue. YIL: (5) 1 – SAYI: 2 13 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ 14 MAYIS-AĞUSTOS 2014 İÇİNDEKİLER / CONTENTS Editörden Merhaba Words From The Editor Betül KARAGÖZ YERDELEN ................................................... 17 Türkiye’de E-faturanın Gelişimi ve Avrupa Birliği Müktesebatına Uyum Kapsamında E-fatura Uygulamasında Özel Entegrasyon Yöntemi Evolution of E-Invoice in Turkey and Special Integration Method in Application of E-Invoice Under Compliance of EU Law Burcu DEMİREL UTKU, Muhammet Fatih DAĞLI ve Ali DOĞAN .......................................................................... 21 Enformal Sektörde İşgücü Örgütlenmeleri: Afrika’dan Deneyimler Labor Organizations in Informal Sector: Experiences from Africa Sevgi Işık EROL .......................................................................... Türkiye’de ve Bazı Ülkelerde Engelli Hakları Disabled Rights in Turkey and Some Countries Hande ŞAHİN . ............................................................................ Dede Korkut Destanındaki Ordu ve Askerlik Değerleri The Army and Military Values in The Book of Dede Korkut Kubilayhan ERMAN ................................................................... YIL: (5) 1 – SAYI: 2 39 81 97 15 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Realizm’e Karşı “Eleştirel Kuram”: “Eleştirel Kuram”ın Uluslararası İlişkilere Uygulanması “Critical Theory” against Realism: Implementation of “Critical Theory” to International Relations Kemal ÇİFTÇİ ............................................................................ 117 Silahlı Çatışmalardaki Önemsenmeyen Gerçek: Kadınlara Uygulanan Cinsel Şiddet An Ignored Reality in Times of Armed Conflicts: Sexual Violence against Women Doğuş SÖNMEZ .......................................................................... 137 Kitap Değerlendirmesi: Samuel P. Hunthington’ın “Biz Kimiz? Amerika’nın Ulusal Kimlik Arayışı” Adlı Kitabı Book Review: “Who Are We? The Challenges to America’s National Identity” by Samuel P. Hunthington Doğacan BAŞARAN .................................................................... 149 Makale Yazım İlkeleri .................................................................. Article Publishing Principles 16 165 MAYIS-AĞUSTOS 2014 EDİTÖRDEN MERHABA, Değerli Okurlarımız, Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler Dergisi‘nin ikinci sayısı ile karşınızda olmanın heyecanı içindeyiz. Bu heyecanımızı besleyen birinci neden, her sayımızda siz çok değerli okurlarımızla yaşayacağımızı bildiğimiz entelektüel buluşmadır. İkinci neden ise, ülkemizin sahip olduğu Sosyal Bilimler alanındaki Özellikli Bilgi’nin bir kısmını, uluslararası boyuta taşıyarak gelecek kuşaklara aktaracak olmamızdır. Özellikli Bilgi’nin her alanda stratejik bir kaynak oluşturduğu günümüzün post-endüstriyel bilgi toplumunda, ülkemizden, yeni bir Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler Dergisi’nin bilim dünyasına katılmasını çok önemsiyoruz. Bu ciddiyet altında, özveri ile çalışacak olmaktan büyük kıvanç duyuyoruz. Peter Burke’e göre, bilgi toplumu, bilgi birikimine (üretimine) ve değişimine dayalı post-endüstriyel ekonomilerde, profesyonel uzmanların bilimsel yöntem ve görüşlerinin belirleyici olduğu toplum modelidir. Bilgi Çağı olarak da adlandırılan içinde yaşadığımız bu dönem, bilginin bir toplumsal ilerleme kaynağı olarak görülmesinin ötesinde, uluslararası arenada hegemonya aracı olarak da yeni bir içerik kazanmasına yol açmıştır. Günümüzde bilgi, küresel hegemonyanın ve toplumsal denetimin stratejik bir aracı haline gelmiştir. Bir kılıç (silah) olarak tasavvur edildiği klasik yaklaşımın ötesinde; bilginin bu çağdaki işlevi, çokuluslu ve ulus-ötesi şirketlerin piyasanın ya da mali sermayenin oynadığı rolden daha az değildir. YIL: (5) 1 – SAYI: 2 17 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Ancak tek tip bir bilgi toplumundan söz edemiyoruz; en az iki bilgi toplumu modeli bulunmaktadır: Kendisi Özellikli Bilgi üreten (ve doğal olarak kullanan) verici bilgi toplumu ile başkasının Özellikli Bilgi’sini kullanan alıcı bilgi toplumu. Bu da ülkeler arasındaki Özellikli Bilgi’ye dayalı “yararlanıcıverici” ilişkisini derinleştirmektedir. Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler Dergisi olarak iddialıyız, biz Sosyal Bilimler alanında Özellikli Bilgi’nin yayınlanmasına hizmet ederek, aslında üretimini teşvik edeceğiz ve çağın strateji üretenleri arasında yerimizi alacağız; hatta zamanla dünya değer sisteminin önemli bir üretim birimini oluşturacağız. Bu ön kabul ve inançla yayın hayatımıza başlarken, Sosyal Bilimler alanında Özellikli Bilgi kaynağı olabilecek değerli katkılarınızı, yorum, eleştiri ve önerilerinizi heyecanla bekliyoruz. Saygılarımızla. Doç. Dr. Betül KARAGÖZ YERDELEN 18 MAYIS-AĞUSTOS 2014 WORDS FROM THE EDITOR, Dear Readers, It is a great pleasure for us to publish the Journal of Leges Social Sciences’ second issue. The first reason which enhances our enthusiasm is the intellectual atmosphere that we envision to share. Secondly, we believe to have a role of conveying some of our country’s specialized knowledge in social sciences to future generations by transfering it to the international level. Concerning the specialized knowledge, a strategic source for every field of study in today’s post-industrial knowledge society, we put great emphasize on the participation of a new International refereed journal of social sciences from our country into the World of science. We feel great pride in having a chance to study with devotion and solemnity In post-industrial economies, which are based on knowledge generation and the exchange of it, the knowledge society, with reference to Peter Burke is a society model in which scientific methods and opinions of experts are determinant. The period we live in, which is also called knowledge era, entailed knowledge to have a new dimension as a tool of hegemony besides considering it as a source of social development. Today, knowledge is a strategic tool of hegemony and social control. Beside the classical approach which sees the knowledge as a sword, the function of it in present age has exceeded the role of multinational and transnational companies, market and financial capital. On the other hand, we are not refering a monotype knowledge society YIL: (5) 1 – SAYI: 2 19 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ and no fewer than two types of knowledge society model can be said to exist: “Knowledge Transmitting Society”, which generates specialized knowledge (and naturaly makes use of it) and “Knowledge Recieving Society”, which makes use of others’ specialized knowledge. This phenomenon deepens the specialized knowledge based “transmitterreceiver” relations. We are assertive as an international refereed the journal of social sciences. We will encourage generating primarily specialized knowledge in social sciences by serving to publish it and gain a seat among the modern strategy developers. Moreover, we will become an important generating unit of World’s Value System in due course. Starting our publishing life with the presuppositions and beliefs mentioned, we are looking forward to your contributions, remarks, critics and suggestions Best regards; Assoc. Prof. Betül KARAGÖZ YERDELEN 20 MAYIS-AĞUSTOS 2014 TÜRKİYE’DE E-faturaNIN GELİŞİMİ VE AVRUPA BİRLİĞİ MÜKTESEBATINA UYUM KAPSAMINDA E-fatura UYGULAMASINDA ÖZEL ENTEGRASYON YÖNTEMİ Doç. Dr. Burcu DEMİREL UTKU * Muhammet Fatih DAĞLI ** Ali DOĞAN *** Özet Kağıt fatura ile aynı hukuki özelliklere sahip olan e-faturayı, 397 sıra no.lu Vergi Usul Kanunu (VUK) tebliği ile hayata geçirilen ve 5 Mart 2010 tarihinden itibaren uygulamada olan, veri format ve standardı Gelir İdaresi Başkanlığı (GİB) tarafından belirlenen, VUK gereği bir faturada yer alması gereken bilgilerin içerisinde yer aldığı, satıcı ve alıcı arasındaki aktarımının GİB üzerinden gerçekleştirildiği elektronik bir belge olarak tanımlayabiliriz. E-fatura uygulamasında amaç tek format ve standarda göre satıcı ve alıcı arasında güvenli, zaman ve maliyet tasarrufu sağlayan bir sistem oluşturmaktır. Bu çalışmada; e-fatura’nın ne olduğu, gelişme süreci, e-fatura’yı kimlerin kullanacağı, AB mevzuatında e-faturanın gelişmesine bağlı olarak özel entegrasyon yönteminin ortaya çıkış ve gelişimi, ülkemizde e-fatura uygulamasında kullanılan yöntemler ve özel entegrasyon yöntemi ve AB müktesebatına uyum kapsamında yabancı menşeli e-faturanın özel entegrasyon yöntemi açısından değerlendirilmesi ele alınacaktır. Anahtar Sözcükler: e-fatura, 397 ve 421 Sıra Nolu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğleri, Özel Entegrasyon Yöntemi * ** *** Akdeniz Üniversitesi, İİBF İşletme Bölümü, [email protected] Vergi Denetim Kurulu Ankara Küçük ve Orta Ölçekli Mükellefler Grup Başkanı, Akdeniz Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Öğrencisi, [email protected] Vergi Müfettiş Yardımcısı YIL: (5) 1 – SAYI: 2 21 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ EVOLUTION OF E-INVOICE IN TURKEY AND SPECIAL INTEGRATION METHOD IN APPLICATION OF E-INVOICE UNDER COMPLIANCE OF EU LAW Abstract Paper invoice having the same legal characteristics of e-Invoice, Tax Procedure Law no 397 as implemented by notification and in practice since March 5, 2010, data formats and standards as determined by the Revenue Administration (IOP), the need that information takes place in the invoice acording to Tax Procedure Law (TPL), the transfer between sellers and buyers an electronic document can be described as IOP was carried out. The goal of e-invoicing application and standards based on a single format securely between sellers and buyers, is to create a system that provides time and cost savings. In this study; what is e-invoice, the evolution process, who will use the e-invoice, the evolution of e-invoiving in EU legislation depending on the specific integration, the emergence and evolution of the method, e-invoicing method applications and special method of integration used in our country, and the foreign origin e-invoicing method of integration in terms of special assessment under compliance with the EU law, will be discussed. Key Words: E-Invoıce, Order No. 397 and 421 of the General Communiqué on Tax Procedure Law, Custom Integration Method 1. GİRİŞ Dünya ticaret hacminin gelişmesine bağlı olarak gelişen teknoloji odaklı değişim süreci küreselleşmenin temelinde yatmaktadır. Bilgi ve iletişim sektöründeki gelişmeler şirketlerin iş yapış şeklini ve ticari hayatı etkilemeye devam etmektedir. Küreselleşmeye bağlı olarak yabancı sermaye girişindeki artış ve Avrupa Birliği müktesebatına uyum çerçevesinde işletmeler, işlemlerini elektronik ortamda gerçekleştirme yolunda hızlı adımlar atmaktadırlar. Bilgi ve iletişim teknolojileri, sağladıkları verimlilik ve maliyet avantajı nedeniyle iş süreçlerinde daha yoğun bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Bu durum, özellikle yüksek sayıda yasal belge ve kayıt ile ilgili süreçleri kağıt ortamında 22 MAYIS-AĞUSTOS 2014 TÜRKİYE’DE E-faturaNIN GELİŞİMİ VE AVRUPA BİRLİĞİ MÜKTESEBATINA UYUM KAPSAMINDA E-fatura UYGULAMASINDA ÖZEL ENTEGRASYON YÖNTEMİ yürütmek zorunda olan tacirlere yönelik, gelişen teknolojiye uygun yeni usul ve esasların belirlenmesini zorunlu kılmaktadır. Kuşkusuz fatura ve benzeri tevsik edici belgelerin düzenlenmesi ile bunların muhafazası ticari hayatın esaslı bir unsurunu teşkil etmektedir (Tanrıkulu, 2008, 1). Bu kapsamda, ülkemizde Gelir İdaresi Başkanlığı (GİB) tarafından hayata geçirilen en önemli projelerden olan e-fatura uygulaması ile ilgili önemli adımlar atılmaktadır. 397 Sıra No’lu Vergi Usul Kanunu (VUK) Genel Tebliğinde getirilen hükümlerden sonra 421 Sıra No’lu VUK Genel Tebliği ile getirilen temel değişikliklerin başında e-fatura uygulamasından yararlanma yöntemlerine ek olarak getirilen “özel entegrayon yöntemi” yer almaktadır. 2. E-faturaNIN TANIMI Fatura ticari hayat içerisinde bir zorunluluk olarak kullanılan, gerek tacirlerin kendi aralarında yaptıkları ticaretin bir delili olarak gerekse vergi politikası gereği üzerinden vergi alınabilecek kazancın tespiti noktasında büyük önem arz eden bir belgedir. E-fatura; mevzuatta yer alan şartlara uygun olan ve elektronik belge biçiminde oluşturulmuş fatura olup, kağıt fatura ile aynı hukuki niteliklere sahiptir. E-faturanın tam olarak ne olduğunu anlamak için faturanın ne olduğunu anlamak gerekecektir. Fatura mali mevzuatta, “satılan emtia veya yapılan iş karşılığında müşterinin borçlandığı meblağı göstermek üzere emtiayı satan veya işi yapan tüccar tarafından müşteriye verilen ticari vesika” olarak tanımlanmıştır (VUK Madde 229). E-faturanın geçerli olabilmesi için en az aşağıdaki bilgiler taşıması gerekir (VUK Madde 230): • Düzenlenme tarihi, seri ve sıra numarası, • Düzenleyenin adı, adres ve mükellefiyet bilgileri, • Adına e-fatura düzenlenenin adı, adres ve mükellefiyet bilgileri, • E-faturanın düzenlenme sebebini teşkil eden emtianın veya hizmetle ilgili miktar ve fiyat bilgileri. Daha detaylı bir tanımlama yapılacak olursa, e-fatura; faturanın düzenlenmesi, düzenleyenin kimliğinin elektronik sertifikalarla doğrulanması, fatuYIL: (5) 1 – SAYI: 2 23 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ ranın elektronik olarak zarflanması, zarfın ve faturanın içeriğinin değişmezliği ile gizliliğinin sağlanması, zarfın alıcıya iletilmesi, iletilme esnasında yolda kaybolmazlığının izlenmesi, ulaştı ve açıldı bilgisinin alınması ve teyidinin yapılması, red işlemleri, iadesi gibi tüm faturalaşma süreçlerinin elektronik ortamda elektronik sertifikalar ile kimlik doğrulanması, veri bütünlüğü, inkar edilemezlik, güvenlik ve gizlilik altyapısı ile yapılmasıdır. Bu belgenin imzalanması, muhafazası ve ibraz edilmesi de elektronik ortamda gerçekleştirilmektedir. 3. E-FATURANIN YASAL SÜRECİ Maliye Bakanlığı VUK’un “Elekronik ortamdaki kayıtlar ve elektronik cihazla belge düzenleme” başlıklı Mükerrer 242 nci maddesi ile e-fatura ile ilgili pek çok alanda düzenlemeye ve denetlemeye yetkili kılınmıştır. “e-fatura” projesinin kanuni dayanağı olan bu yetkiye istinaden GİB tarafından, 2010 yılında 397 Sıra Nolu VUK Genel Tebliği yayınlamış ve uygulamadan yararlanmak isteyen şirketlerin yerine getirmeleri gereken işlemler burada sayılmıştır. E-Fatura uygulamasının sağlıklı bir biçimde gelişimini sağlamak amacı ile kademeli bir yaygınlaştırma planlanmış, bu kapsamda öncelikle anonim ve limited şirketlerin e-fatura gönderme ve/veya almasına izin verilmiş ve e-fatura uygulaması kağıt faturanın yanında alternatif yöntem olarak belirlenmiştir. 2012 yılında yürürlüğe giren 416 Sıra No’lu VUK Genel Tebliği ile bazı sektörler ile belirli mükellefler açısından, 2013 yılından itibaren e-fatura uygulaması zorunlu hale getirilmiş ve gerçek kişi mükellefler de uygulamaya dahil edilmiştir1. Aynı yıl içerisinde yürürlüğe giren 421 Sıra No’lu VUK Genel Tebliği ile e-fatura uygulamasında önemli değişiklikler meydana gelmiş, mali mührün yanında e-imzanın da e-faturaların imzalanmasında kullanılabileceği düzenlemesi yapılmış ve e-fatura gönderme ve alma işlemlerinde kullanılan yöntemlere ek olarak özel entegrasyon yöntemi getirilerek bu 1 24 433 nolu Vergi Usul Kanunu Tebliğine göre, 421 Sıra No’lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği ile zorunluluk getirilenler de dahil olmak üzere e-fatura uygulamasına kayıtlı olan mükellefler için e-fatura gönderme ve alma zorunluluğu 01.04.2014 tarihi itibariyle başlamıştır. 433 Sıra No’lu Genel Tebliğe göre bu tarihe kadar mal veya hizmet satışı dolayısıyla fatura düzenlemek zorunda olan mükellefler, genel hükümler çerçevesinde e-fatura düzenleyebilecekleri gibi kâğıt fatura da düzenleyebilirler. Aynı mal veya hizmet satışı işleminde hem kağıt faturanın hem de elektronik faturanın bir arada düzenlenmesi mümkün değildir. Ancak sistemde kayıtlı kullanıcılar kendilerine gelen e-faturaları kabul etmek zorundadırlar. MAYIS-AĞUSTOS 2014 TÜRKİYE’DE E-faturaNIN GELİŞİMİ VE AVRUPA BİRLİĞİ MÜKTESEBATINA UYUM KAPSAMINDA E-fatura UYGULAMASINDA ÖZEL ENTEGRASYON YÖNTEMİ alanda özel sektörün de faturalaşma sürecinde rol almasına imkan sağlanmış, ilgili teknik kılavuzlarla bunun usul ve esasları belirlenmiştir. Diğer taraftan e-faturaların, günün gelişen teknik koşulları çerçevesinde üçüncü taraflarda da tutulabilmesine izin verilmiştir. Anonim ve limited şirketler ile gerçek kişi mükelleflere, e-fatura kullanma konusunda ihtiyarilik verilmişken, 14.12.2012 tarih ve 28497 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan 421 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği ile bazı mükelleflere elektronik defter tutma ve elektronik fatura kullanma mecburiyeti getirilmiştir. Bunlar; - Madeni yağ lisansına sahip olanlar ile bunlardan 2011 takvim yılında mal alan (bu alımlara dair herhangi bir miktar sınırlaması ya da kullanım amacı kıstası bulunmamaktadır) mükelleflerden 31/12/2011 tarihi itibariyle asgari 25 Milyon TL brüt satış hasılatına sahip olanlar ile, - Özel Tüketim Vergisi Kanununa (ÖTV) ekli (III) sayılı listedeki malları (tütün, alkol, kolalı gazozlar) imal, inşa veya ithal edenler ile bunlardan 2011 takvim yılında mal alan (bu alımlara dair herhangi bir miktar sınırlaması ya da kullanım amacı kıstası bulunmamaktadır) mükelleflerden 31/12/2011tarihi itibariyle asgari 10 Milyon TL brüt satış hasılatına sahip olanlar, e-fatura kullanmak zorundadırlar. E-Fatura, sisteme kayıtlı kullanıcılar arasında elektronik ortamda oluşturulan ve iletilen bir belge olduğu için e-fatura sistemine kayıtlı olmayan bir işletmenin e-fatura düzenlemesi veya ondan e-fatura almak mümkün değildir. E-Faturaların taraflar arasında güvenli bir şekilde dolaşımına imkan sağlamak için e-fatura uygulaması yürürlüğe konulmuştur. E-Fatura uygulaması, elektronik belge olarak düzenlenen faturaların tarafları arasında dolaşımı ile ilgili oluşturma, gönderme ve alma zamanı gibi önemli kayıtların tarafsız bir biçimde tutulmasını sağlamak ve elektronik belge olarak oluşturulmuş herhangi bir belgenin sıhhatinden (format ve standartlara uygunluk, göndericinin kimliği ve doğruluğu, elektronik belgenin geçerliliği ve içeriğinin bütünlüğü) emin olmak amacı ile Başkanlık tarafından oluşturulan uygulamanın genel adıdır (397 Sıra Nolu VUK Genel Tebliği). E-Defter ise; şekil hükümlerinden YIL: (5) 1 – SAYI: 2 25 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ bağımsız, VUK ve/veya TTK uyumlu, tutulması zorunlu olan defterlerde yer alması gereken bilgileri kapsayan elektronik kayıtlar bütünüdür (Bağrıyanık, 2013, 4). E-Fatura, kağıt ortamında düzenlenen faturaya göre aşağıdaki avantajları sağlamaktadır: - E-Faturada manuel düzenleme, kontrol ve onay süreçleri yaşanmaz. - Kağıt ortamında oluşturma veya kayıt sırasında yüksek hata oranı e-faturada yoktur. - E-Faturada yüksek operasyonel maliyetler (baskı, posta, personel vb) yoktur. Avrupa Birliği’nde yapılan bir araştırmaya göre e-fatura, kağıt faturaya oranla %60 ile %80 oranında bir maliyet avantajı sağlamaktadır (http://www.europarl.europa.eu/document/activities/cont/201310/20131029ATT73600/20131029ATT73600EN. pdf). - Alacak ve borçlar, kağıt ortamına göre daha detaylı takip edilebilir. - Kağıt ortamının sınırlı veri işleme engeli e-faturada yoktur. - E-Faturada kağıt ortamındaki fatura sürecinde oluşan zaman kaybı ve verimlilik azalışı ortadan kalkar. - E-Fatura anlık izleme ve değerlendirme süreçlerinin oluşturulmasını sağlar. - Firmalar arasında yapılan mutabakatın maliyeti, kağıt ortamındaki faturaya göre oldukça düşüktür. - Kağıt ortamındaki fatura nüshalarının 10 yıl boyunca (VUK’a göre) saklamanın getirdiği yüksek arşivleme maliyeti e-faturada yoktur. E-Fatura uygulamasında mükelleflerin “mali mühür” almaları zorunludur. Mali mühür2, e-faturaya ait bilgi bütünlüğünü sağlar ve kaynağının 2 26 Vergi Usul Kanunu kapsamında yapılacak düzenlemeler çerçevesinde kullanılmak üzere, tüzel kişi ve diğer kurum, kuruluş ve işletmelere ait veri bütünlüğünün, kaynağın ve içeriğin garanti altına alınması ile gerekli durumlarda gizliliğin sağlanması fonksiyonlarının yerine getirilmesi amacı ile oluşturulan ve e-fatura uygulaması bünyesinde yapılan işlemlerde kullanılması zorunlu olan Mali Mühür, Başkanlık adına TÜBİTAK-BİLGEM KAMU SM tarafından hazırlanan elektronik sertifika alt yapısını ifade etmektedir (http:// www.efatura.gov.tr). MAYIS-AĞUSTOS 2014 TÜRKİYE’DE E-faturaNIN GELİŞİMİ VE AVRUPA BİRLİĞİ MÜKTESEBATINA UYUM KAPSAMINDA E-fatura UYGULAMASINDA ÖZEL ENTEGRASYON YÖNTEMİ inkar edilmezliğini garanti altına alır. Mali mühür, Kamu Sertifikasyon Merkezi’nden alınır. E-Faturanın veri bütünlüğünün sağlanması ile kaynağının inkar edilemezliği mali mühürle ve 5070 sayılı Kanunla getirilen nitelikli elektronik sertifika (e-imza) ile garanti altına alınmaktadır. E-Faturanın bütünlüğü ve kaynağının doğruluğu mali mühür ile sağlandığından, elektronik belge biçimini muhafaza etmesi gerekmektedir. Bu nedenle mükellefler, düzenledikleri ve aldıkları e-faturaları, üzerindeki mali mührü/e-imzayı da içerecek şekilde kanuni süreler dâhilinde muhafaza edecekler ve istendiğinde ibraz edeceklerdir. Elektronik imzanın ve mali mührün doğruluk ve geçerlilik kontrolünün ancak elektronik ortamda yapılabilmesi nedeniyle e-faturanın kâğıda basılarak saklanması söz konusu değildir. Price Waterhouse Coopers tarafından 2005 yılında yapılan bir araştırmada, işletmelerin e-fatura girişimlerine katılma nedenleri; verimliliği artırması, maliyetleri azaltması ve müşteri ödeme işlemleri hızını artırması olarak belirlenmiştir. Öte yandan aynı araştırmada, müşterilerin uyumluluğa hazırlığı, iç sistemlerin, karmaşıklıkların ve tedarikçilerin uyumluluğu ve hazır olması gibi faktörler e-fatura sistemine geçişlerdeki temel problemler olarak belirlenmiştir (https://globalvatonline.pwc.com/uk/tls/gvol2/gvol2.nsf/ AllByCode/RJAI-6M8E6A?opendocument). Aşağıda sunulan Şekil 1’de, özet halde uygulama esası görselleştirilmiştir. Buna göre uygulama bir merkez etrafında tanımlanacak “gönderici birim” ve “posta kutusu” yazılımları aracılığı ile çalışacaktır. Bu yapılar birbirinden bağımsız roller yerine getirmekte olup, farklı yazılım altyapıları içerisine kolaylıkla entegre edilebilmektedirler. Şekil 1: E-fatura Uygulama Esası (özet gösterim) Kaynak: http://www.efatura.gov.tr/efaturamevzuat.html YIL: (5) 1 – SAYI: 2 27 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ 1. E-FATURA KULLANMA YÖNTEMLERİ Mükelleflerin, e-fatura sistemini kullanmalarında tercih edebilecekleri 3 seçenek bulunmaktadır. GİB Portalının Kullanımı (E-Fatura portalı): E-fatura Portal Yöntemi olarak adlandırılan bu yöntem, Gelir İdaresi Başkanlığı tarafından “www.efatura.gov.tr” internet adresinden ücretsiz olarak sunulan bir e-fatura uygulaması hizmetidir. E-Fatura uygulamasını entegrasyon yolu ile kullanma konusunda yeterli alt yapıya sahip olmayan kullanıcıların uygulamadan yararlanabilmelerini sağlamak amacıyla geliştirilen e-fatura portalı, e-fatura uygulamasına ait temel fonksiyonları bünyesinde barındıran bir web uygulamasıdır. Aylık düzenledikleri fatura adedi düşük olan ya da bilgi işlem sistemi yeterli olmayan firmaların tercih edeceği yöntem olarak tanımlanabilir. Portal ortalama olarak aylık 5.000 adet faturayı desteklemekte ve herhangi bir maliyet getirmemektedir. GİB ile Entegrasyon: Aylık düzenledikleri fatura sayısı 5.000 adedi aşan ve bilgi işlem alt yapısı yeterli olan firmaların tercih edebileceği yöntemdir. Firma çok fazla sayıda fatura düzenliyor ve alıyor, ek olarak faturaları kendi bilgi işlem sisteminde saklamak istiyor ise kullandıkları bilgi işlem sistemini GİB sistemine entegre edebilirler. Bu yöntemde işletmeler karşılıklı olarak web servisler aracılığı ile GİB üzerinden faturalaşma trafiğini yönetirler. Özel Entegratör Kullanımı: E-Fatura uygulamasının yaygınlaştırılması amacıyla “Özel Entegratörlük” müessesi 421 sıra no.lu VUK tebliğinin yayınlanmasıyla genel işleyişe dahil edilmiştir. Yurtdışında e-fatura servis sağlayıcısılığı olarak bilinen özel entegratörlük sayesinde bilgi işlem alt yapısı yeterli olmayan mükelleflerin de uygulamadan kolayca faydalanabilmeleri amaçlanmıştır. Bu yöntem, aylık olarak yaklaşık 5.000 adetten fazla fatura düzenleyen ve bilgi işlem altyapısı yetersiz olan veya bilgi işlem altyapısı yeterli olmakla birlikte bu yönde ekstra geliştirme yapmak istemeyen firmalara önerilen yöntemdir. GİB’den özel entegrasyon izni almış firmalar, özel entegratör olarak mükelleflere e-fatura yazılım ve donanım altyapı uygulamasını erişime açmaktadırlar. Özel entegrasyon seçeneğinin firmalara 2 türlü maliyeti olmaktadır. Aylık sabit bir rakam ve/veya fatura başına bir bedel ödenmesi söz konusudur. Özel entegrasyon firmaları saklama hizmeti için de ayrıca sabit ya da fatura bazlı hizmet vermektedirler. Bu maliyetlere karşın, özel entegrasyon seçeneğinde firmalar bilgi işlem sistemlerine ve bu sistemi kullanacak perso- 28 MAYIS-AĞUSTOS 2014 TÜRKİYE’DE E-faturaNIN GELİŞİMİ VE AVRUPA BİRLİĞİ MÜKTESEBATINA UYUM KAPSAMINDA E-fatura UYGULAMASINDA ÖZEL ENTEGRASYON YÖNTEMİ nelin istihdamı ve eğitimine herhangi bir yatırım yapmazlar Sadece saklama ve arşivlere erişim dahil olmak üzere aylık olarak öngörülebilir bir maliyete katlanırlar. Bu yöntem yurtdışında en fazla uygulanan yöntemdir. Mükelleflerin, e-fatura sistemini kullanırken tercih edebilecekleri bu üç seçenek Tablo 1’de karşılaştırılmıştır. Tablo 1: Tercih Edilebilecek Yöntemlerin Karşılaştırılması E-Fatura Portalı Entegrasyon Özel Entegratör Fatura adedi 5.000’den az 5.000’den fazla 5.000’den fazla Bilgi işlem sistemi yatırımları Gerek Yok Gerek Var Gerek Yok Mali Mühür Zorunlu Zorunlu Zorunlu Maliyet Yok Sistem kurma, personel, arşivleme giderleri Hizmet, saklama ve arşivlere erişim bedeli Risk Düşük Mükellef üzerinde Entegratör üzerinde Arşivleme sistemi Mükellefin sorumluluğunda Mükellefin sorumluluğunda Entegratörün sorumluluğunda 1 Makalenin yayına hazırlandığı tarih itibariyle 19.391 adet A.Ş. ve LTD. Şirketi ve 10 adet Kamu Kurumu e-fatura kayıtlı kullanıcısı ve gerekli izinleri almış 35 özel entegratör bulunmaktadır (http://www.efatura.gov.tr). 1.1. Özel Entegrasyon Hizmetini Yerine Getirecek Firmaların Yerine Getirmesi Gereken Koşullar Özel Entegrasyon Usulü, faturalama ihtiyaçları farklılık gösteren veya çok sayıda fatura düzenleyen mükelleflerin kendilerine ait bilgi işlem alt yapısının yetersiz olması halinde teknik yeterliliğe sahip bir özel entegratörün bilgi işlem sistemi vasıtasıyla elektronik fatura alıp gönderebilmelerine imkan sağlayan yöntemdir (Doğan, 2013, 85). Ülkemizde gerekli izinleri almış 26 özel entegratör olduğu belirtilmiştir. Özel entegrasyon hizmetini yerine getirmek isteyen firmaların aşağıda yazılı koşulları yerine getirmesi gerekmektedir: Özel entegrasyon hizmetini yerine getirmek isteyen firmalar; özel YIL: (5) 1 – SAYI: 2 29 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ entegrasyon talebini içeren bir dilekçe ve Özel Entegrasyon Bilgi İşlem Sistem Raporu (BİS) ile GİB’e başvuru yapacaklardır. Başkanlık talepte bulunan bu firmaların bazı teknik özelliklere sahip olmasını istemektedir. Bu teknik özellikler; - ISO 22301 Belgesi; Uluslararası İş Sürekliliği Standardı - ISO 27001-TS ISO IEC 27001 Belgesi; Bilgi Güvenliği Yönetim Sistemi Standardı - ISO 20000-TS ISO IEC 20000 Belgesi; Bilgi Teknolojileri Hizmet Yönetimi Sistemi Belgesi - ITIL; Bilgi Teknolojileri Servis Yönetiminin uygulanmasını sağlamak ve kolaylaştırmak için kullanılan belgeler dizisi (Sistem ITIL sertifikasına sahip personel tarafından yönetilmelidir.) - Mali Mühür Uyum Değerlendirme Raporu; TUBİTAK-BİLGEM Kamu Sertifikasyon Merkezinden mali mühür sertifikası imzalama süreçleri ile ilgili uyum değerlendirme raporu olarak sıralanabilir. Gelir İdaresi Başkanlığı yapılan başvuruları 421 Sıra No’lu VUK Genel Tebliği ve E-fatura Uygulaması Özel Entegrasyon Kılavuzunda yapılan açıklamalara uygunluk açısından değerlendirecek yeterli görmesi halinde özel entegrasyon test çalışmalarına başlanacaktır. Test süreci özel entegrasyon testlerine başlanmasından itibaren bir yıl içerisinde tamamlanmalıdır. Özel entegrasyon hizmetini yerine getirecek firmaların test sürecini başarı ile tamamlaması gerekecektir (Tercan, 2013). 1.2. Özel Entegrasyon Yöntemi ile E-Fatura Uygulamasını Kullanmak İsteyen Mükelleflerin Yerine Getirmesi Gereken Koşullar Özel Entegrasyon Yöntemi ile e-fatura uygulamasını kullanmak isteyen mükellefler; GİB’ten özel izin almış kurumlar ile ilgili genel tebliğ hükümleri çerçevesinde www.efatura.gov.tr adresinde ilan edilen kurumlarla sözleşme yapacaklardır. Söz konusu sözleşmede kullanıcı hesabı ile yapılabilecek işlemler açıkça taahhüt edilecektir. Elektronik fatura uygulamasına kayıtlı olmayan mükelleflerin, mali mühür sertifikası ürettirmeleri, daha sonra özel 30 MAYIS-AĞUSTOS 2014 TÜRKİYE’DE E-faturaNIN GELİŞİMİ VE AVRUPA BİRLİĞİ MÜKTESEBATINA UYUM KAPSAMINDA E-fatura UYGULAMASINDA ÖZEL ENTEGRASYON YÖNTEMİ entegratör kurumlar ile anlaşmaları gerekmektedir. Özel entegratör, sözleşme yaptığı mükellefi Gelir İdaresi Başkanlığı’ na elektronik ortamda bildirecek ayrıca hesabı kapatılan mükelleflerin bilgileri de aynı yöntemle elektronik ortamda bildirilecektir. Diğer taraftan 424 Sıra No’lu VUK Genel Tebliğine göre; “ e-fatura uygulamasından yararlanan mükellefler ile diğer kurum, kuruluş ve işletmelerin e-faturalarını kendi mali mühür sertifikaları ile onaylamaları veya nitelikli elektronik sertifikaları ile imzalamaları esastır. Ancak e-fatura uygulamasını özel entegratör vasıtasıyla kullananlar düzenlenecek e- faturaların özel entegratörün mali mühür sertifikası ile onaylanmasına izin verebilirler.” Bu düzenlemeye göre mükellefler istemeleri halinde e-faturalarını özel entegratörün mali mührü ile onaylanarak gönderilmesini isteyebilecektir. 2. AB MEVZUATINDA E-faturaNIN GELİŞİMİ VE AVRUPA’DA ÖZEL ENTEGRASYON YÖNTEMİ Avrupa tek pazarı, dünyanın en büyük iç pazarı olarak ifade edilmektedir. Bu pazar, rekabetçilik, istihdam ve büyümeye önemli ölçüde katkılar sağlamaktadır. Avrupa Komisyonu 1997 yılında İç Pazara Dair Mevzuatın Basitleştirilmesine İlişkin bir girişim başlatmış ve bununla tek pazarın etkin işleyişine yönelik mevzuat engellerinin kaldırılması hedeflenmiştir. Birlik kapsamında yapılan bu düzenlemelerin sonucunda, KDV uygulamasının basitleştirilmesine yönelik 2000 yılında, Topluluk KDV Stratejisi belirlemiş ve daha sonra 2003 yılında güncellenmiş hali ile faturaların içeriğinin uyumlaştırılması ve elektronik fatura uygulamasına geçilmesi konularında görüş birliğine varılmıştır. Bu çalışmalar sonucunda KDV sorumluluğu, elektronik fatura ve arşivleme3 konularında Yönergeler hazırlanmıştır. Avrupa Birliği Konseyi Ülkemizde e-arşiv uygulaması başvuru kılavuzları 2014 Mayıs ayında yayınlanmıştır. Buna göre e-arşiv Uygulamasından yararlanmak isteyen mükellefler, kendilerine uygun, aşağıda yer alan yöntemlerden birini seçebilirler. Bu yöntemler aşağıdaki gibidir. Ayrıca “Elektronik Fatura Saklama Hizmeti Verme” izni alan kurumların sayısı, çalışmanın yapıldığı tarih itibariyle 28’dir. i. Özel Entegrasyon Yöntemi: Başkanlıktan özel entegrasyon izni almış mükelleflerin bilgi işlem sistemi vasıtası ile e-Arşiv Uygulamasından yararlanma yöntemidir. ii. Bilgi İşlem Sisteminin Entegrasyonu Yöntemi: Bilgi işlem sistemleri yeterli olan kullanıcıların, gerekli entegrasyonu sağlamaları koşulu ile e-arşiv Uygulamasını doğrudan kendilerine ait bilgi işlem sistemleri aracılığı ile kullanabildikleri yararlanma yöntemidir. 3 YIL: (5) 1 – SAYI: 2 31 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ fatura uygulamasına ilişkin temel düzenlemeleri yaptığı 77/388/EEC sayılı Direktifin4, 2001/115/EC sayılı Direktif ile değiştirilmesini kabul etmiştir. Avrupa Komisyonu tarafından yapılan bu değişikliğin amacı; birlik içinde fatura düzenini kolaylaştırmak, modernleştirmek ve harmonize etmek suretiyle e-fatura konusunda üye ülkelerde uygulanacak kuralların temel çerçevesini çizmektir (http://ec.europa.eu/internal_market/strategy/docs/plan_en.pdf). Direktifte özet olarak aşağıdaki konular ele alınmıştır; • Her faturada bulunması gereken zorunlu unsurların bir listesi, • Belirli fatura kategorilerinde (miktarlara göre) basitleştirme şemaları, • Kağıt yerine elektronik fatura düzenlenmesi opsiyonu, • Faturaların saklanacağı yerin ve saklama metodunun seçiminde serbestlik • İşletmeler için faturalama operasyonlarını üçüncü bir kurum tarafından yapılabilmesi olanağı, • VAT yani KDV (Value Added Tax) çerçevesinde faturalamanın koşullarının basitleştirilmesi, modernizasyonu ve uyumlaştırılması. Direktif’e göre KDV’ye tabi mal ve hizmet satan bir üye ülke satıcısı tarafından düzenlenen bir e-faturanın bir başka üye ülke alıcısı tarafından kabul edilmesi için gerçek durumu yansıttığının ve muhteviyatı itibariyle doğruluğunun garanti edilmiş olması gerekmektedir. Bir üye ülke satıcısı bu güvenceyi, düzenlediği e-faturayı alıcısına “e-imza” veya “elektronik veri değişimi” (EDI5) mekanizması çerçevesinde göstermek suretiyle sağlayacaktır (Özdan, 2008). 4 5 32 Direktifler (Yönergeler); Topluluğun yasal mevzuatını oluşturan beş temel düzenlemeden birisidir ve üye ülkeler için bağlayıcıdır. Direktif ile ulaşılmak istenen amaç belirlenmekte ve üye ülkelere bu amaca ulaşmada uygulanacak yöntemi belirleme konusunda serbestlik tanınmaktadır. Üye ülkeler Direktif hükümlerini zamanında ve tam olarak uygulamazlarsa, yükümlülüklerini yerine getirmemiş olacaklar ve doğacak zararları Adalet Divanı’nın kararı üzerine tazmin edeceklerdir. Elektronik Veri Değişimi olarak adlandırılan EDI, ilk defa 1960’lı yılların başında demiryolu sektöründe bir verinin bir noktadan, tanımlanmış diğer bir noktaya şifrelenerek transferine imkan verecek şekilde kullanılmasıyla ortaya çıkmış, 1970’li yıllarda standart bir forma ulaşmıştır. MAYIS-AĞUSTOS 2014 TÜRKİYE’DE E-faturaNIN GELİŞİMİ VE AVRUPA BİRLİĞİ MÜKTESEBATINA UYUM KAPSAMINDA E-fatura UYGULAMASINDA ÖZEL ENTEGRASYON YÖNTEMİ Yukarıda da bahsedildiği üzere Avrupa’da e-fatura uygulamasının yasal dayanağı 2001/115/EC direktifidir. Bunun dışında; 1999/93/EC Avrupa Birliği Elektronik İmza Direktifi, 2001/115/EC Avrupa Birliği KDV Direktifi, 2006/112/EC Avrupa Birliği Direktifi, 2010/45/EU Avrupa Birliği Direktifi, 2014/55/EU Avrupa Birliği Direktifi Kamu Alımlarında e-fatura da konu ile ilgili diğer düzenlemelerdir (http://ec.europa.eu/internal_market/ publicprocurement/e-procurement/e invoicing/index_en.htm). EESPA (European E-Invoicing Service Providers Association – Avrupa Elektronik Fatura Hizmet Sağlayıcıları Birliği) kayıtlarına göre Avrupa’da 2014 yılında 63 adet elektronik fatura servis sağlayıcısı (özel entegratör) olduğu bilinmektedir. Bu entegratörler, bankalar veya farklı özel sektör kuruluşlarından oluşmaktadırlar (http://www.eespa.eu/membership). Bankaların güvenilir ödeme sistemlerine sahip olmaları ve tedarikçiler için geliştirilmiş finansman modellerine sahip olmaları e-fatura alanında ki avantajlarıdır. EESPA (European E-Invoicing Service Providers Association – Avrupa Elektronik Fatura Hizmet Sağlayıcıları Birliği) tarafından Haziran 2014’de tamamlanan bir çalışmaya göre, 2013 yılında EESPA üyeleri tarafından 840 milyon elektronik fatura hazırlanıp teslim edilmiş ve 2012 yılına göre %19 oranında bir artış sağlanmıştır. Tablo 2: EESPA Üyeleri Tarafından Hazırlanan e-fatura Miktarları B2B (şirketten şirkete alışveriş) ve B2G (şirketten kamuya alışveriş) 2012 2013 Artış Oranı Direkt – müşterilerine direkt olarak e-fatura teslim edenler 390,494,710 463,512,001 18.70% Endirekt - EESPA dışındaki servis sağlayıcıları ile e-fatura teslimleri ve ankete katılmayan EESPA servis sağlayıcıları 126,837,404 139,513,992 9.99% Toplam 517,332,114 603,025,993 16.56% Direct – Electronic invoices delivered to customers 157,670,673 174,493,368 10.67% Indirect – Electronic invoices delivered to nonEESPA service providers and EESPA service providers not participating in the survey 63,216,762 104.13% Toplam 188,639,357 237,710,130 26.01% Genel Toplam 705,971,471 840,736,123 19.09% B2C (şirketten müşteriye alışveriş) YIL: (5) 1 – SAYI: 2 30,968,673 33 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Kaynak: European E-Invoicing Service Providers Processed More Than 800 Million E-Invoices, According to EESPA Survey Tarafından: EESPA, Business Wire (English), 06/26/2014. http://www.eespa.eu/sites/default/files/ EESPA%20e-invoicing%20survey%20release%2020130626.pdf. Ancak Avrupa Birliği’nde ki özel entegratörlük yani servis sağlayıcıları için getirilen yeni düzenlemeler nedeniyle, direkt olarak e-fatura düzenleyen işletmelerin sayısında 2013 ve 2014 yıllarında büyük bir artış olduğu tahmin edilmektedir (http://www.billentis.com/einvoicing_ebilling_market_overview_2014.pdf). Alıcı Türü 2014 Yılı Tahminleri Yıllık Minimum Fatura Sayısı Dünya Avrupa Tüketiciler (B2C/G2C) 330 milyar 18 milyar Kamu Kurumları, Şirketler (B2B/B2G/G2B) 170 milyar 17 milyar E-fatura Hacmi 2013 Yılına Kıyasla Gerçekleşecek Artış Dünya Dünya %8 Avrupa %14 %24 %20 Avrupa %15 %22 Tablo 3: e-fatura için Dünya ve Avrupa Tahminleri Kaynak: http://www.billentis.com/einvoicing_ebilling_market_overview_2014.pdf Tablo 3’den de görüldüğü üzere gerek Dünya, gerekse Avrupa’da e-fatura kullanım oranları ve hacimleri giderek artan bir seyir izlemektedir. Dünya üzerinde e-fatura uygulamalarına bakıldığında Brezilya’nın %90 penetrasyon oranı ile dünya lideri olduğunu söyleyebiliriz. Yine Latin Amerika ülkelerinden Şili ve Meksika’da bu konuda Brezilya’nın yakın takipçileridir. Latin Amerika ülkelerinde e-fatura kullanım oranlarının bu denli yüksek olmasının ana nedeni uygulamaya devlet tarafından getirilen zorunluluklardır. Devlet vergi erezyonu ile mücadelede e-fatura kullanımını zorunlu tutmuştur. Latin Amerika ülkelerindeki zorunluluğun aksine Avrupa Birliği’ndeki birçok ülkede e-fatura kullanımı, bazı sektörler haricinde yasal bir kullanımdan çok işletmelerin tasarruf sağlamak ve verimliliklerini arttırmak için gönüllülük esaslı girdikleri bir sistem özelliği taşımaktadır. Yapılan çalışmalarda 34 MAYIS-AĞUSTOS 2014 TÜRKİYE’DE E-faturaNIN GELİŞİMİ VE AVRUPA BİRLİĞİ MÜKTESEBATINA UYUM KAPSAMINDA E-fatura UYGULAMASINDA ÖZEL ENTEGRASYON YÖNTEMİ Avrupa genelinde yıllık tasarruf potansiyeli yaklaşık 64,5 milyar Euro olarak görülmektedir(http://www.billentis.com/einvoicing_ebilling_market_overview_2014.pdf). 2006/112/EC sayılı KDV direktifi içinde yer alan e-faturalama direktifinin üye ülkelerce nasıl uygulandığını AB Komisyonu adına ortaya koymak üzere, 2007 yılında AB tarafından yapılan proje ihalesini PwC (Pricewaterhouse Coopers) kazanmış ve ilgili kuruluş 2005 yılında AB’ye üye ülkelerde orta ve büyük ölçekli 108 firmayla görüşerek bir çalışma yapmıştır. Bu çalışma sonuçlarına göre, Birlik’te yer alan işletmelerin yüzde 70’i e-faturalamaya geçişle operasyonel etkinliklerini artırmış, yüzde 60’ı e-faturalama ve earşivleme sayesinde maliyetlerini düşürmüştür. Söz konusu çalışmaya göre, 25 Birlik üyesi ülke arasında en iyi uygulama örnekleri Danimarka, Belçika, Estonya, Finlandiya, İrlanda, İsveç ve İngiltere’dedir(https://globalvatonline. pwc.com/uk/tls/gvol2/gvol2.nsf/AllByCode/RJAI-6M8E6A?opendocument). Birlik bünyesinde ilk olarak 2001 yılında İsviçre e-fatura kullanımını kabul etmiştir. Danimarka için e-fatura konusunda Avrupa’nın en öne çıkmış ülkesi diyebiliriz. Burada kamu kurum ve kuruluşları tedarikçilerden sadece e-fatura kabul etmektedirler(http://www.billentis.com/einvoicing_ebilling_ market_overview_2014.pdf). E-fatura konusunda Türkiye ile Avrupa Birliği uygulamaları arasındaki temel fark Avrupa Birliği’nde e-faturaların bizde ki gibi GİB aracılığına gerek kalmadan sadece servis sağlayıcıları yani entegratörler ile gönderilmesidir. Bilindiği gibi ülkemizde tüm e-faturalar müşteriye gönderilmeden önce, işletmeler farklı özel entegratörler ile çalışsa bile, GİB’e kayıt ettirilmek zorundadır. SONUÇ Ülkemizde e-fatura uygulaması, en önemli e-devlet projelerinden biri olarak görülmektedir. Bu proje ile ticari tarafların bütün işlem süreçlerinin tam bir otomasyona geçmesi ile birlikte hem kendi iç işlemlerini hem de piyasadaki işlerini etkinleştirerek kolaylaştıracağı, hızlandıracağı ve tasarruf sağlayacağı düşünülmektedir. Avrupa Birliği’nde e-fatura uygulamasında önemli değişiklikler 2001/115/EC sayılı Direktif ile gerçekleştirilmiştir. Bu direktifte; AB ülkeleri YIL: (5) 1 – SAYI: 2 35 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ arasında faturalaşmanın uyumlaştırılması amaçlanarak birçok düzenleme yapılmış ve bu düzenlemeler içinde tacir için faturalama operasyonlarını üçüncü bir kurum tarafından yapılabilmesi olanağı sağlayan “özel entegresyon yöntemi” ele alınmıştır. Ülkemizde GİB tarafından hayata geçirilen e-fatura uygulaması ile ilgili olarak 421 Sıra No’lu VUK Genel Tebliği ile getirilen düzenlemeler çerçevesinde “özel entegrayon yöntemi” ilk defa ele alınmış ve faturalamanın kanuni olarak firma dışında başka bir kuruma yaptırılabilmesi sağlanmıştır. E-Fatura uygulamasıyla ile ilgili olarak AB müktesebatına uyum çerçevesinde mevzuatımızda bazı eksiklikler olmakla birlikte ciddi adımlar atılmış bulunmaktadır. Yıllardır kağıt fatura sürecine bağlı olarak iş yapan firmaların bu sürece uyum sağlaması zaman alacaktır. Ancak e-fatura uygulamasıyla hayata geçirilen ve yurt dışında e-fatura gönderip almada kullanılan en yaygın yöntem olan özel entegrasyon yönteminin uygulamaya geçmesiyle özel sektörde farklı açılımlar ortaya çıkmaya başlamıştır. E-Fatura kullanımının yaygınlaşması ile işletmelerin iç işleyiş mekanizmaları değişecek ve şirketler arası iletişim hızlanacaktır. Bunun sonucunda zaman, emek ve maliyet tasarrufu sağlayan işletmelerimiz uluslararası ticarette rekabet avantajı yakalayacaklardır. KAYNAKÇA Bağrıyanık, C., (2013), “E-Defter Uygulaması”, GİB Semineri, http:// www.youtube.com/ (Erişim Tarihi: 03.02.2014). Doğan, U,, (2013), “E-fatura Uygulaması”, Vergi Sorunları Dergisi, Sayı: 300, s.84-93. European E-Invoicing Service Providers Processed More Than 800 Million E-Invoices, According to EESPA Survey Tarafından: EESPA, Business Wire (English), 05/26/2014. http://www.eespa.eu/sites/default/files/ EESPA%20e-invoicing%20survey%20release%2020130626.pdf, (Erişim Tarihi: 30.05.2014). http://www.billentis.com/einvoicing_ebilling_market_overview_2014. pdf, (Erişim Tarihi: 30.04.2014) 36 MAYIS-AĞUSTOS 2014 TÜRKİYE’DE E-faturaNIN GELİŞİMİ VE AVRUPA BİRLİĞİ MÜKTESEBATINA UYUM KAPSAMINDA E-fatura UYGULAMASINDA ÖZEL ENTEGRASYON YÖNTEMİ https://globalvatonline.pwc.com/uk/tls/gvol2/gvol2.nsf/AllByCode/ RJAI-6M8E6A?opendocument, (Erişim Tarihi: 29.03.2014). http://www.eespa.eu/membership, (Erişim Tarihi: 31.03.2014). http://ec.europa.eu/internal_market/publicprocurement/e-procurement/e invoicing/index_en.htm, (Erişim Tarihi: 30.10.2014). http://ec.europa.eu/internal_market/strategy/docs/plan_en.pdf, (Erişim Tarihi: 02.04.2014). http://www.europarl.europa.eu/document/activities/cont/201310/20131 029ATT73600/20131029ATT73600EN.pdf, (Erişim Tarihi: 01.04.2014). http://www.gib.gov.tr/index.php, (Erişim Tarihi: 04.03.2014). http://www.efatura.gov.tr/efaturamevzuat.html, 04.03.2014). (Erişim Tarihi: Maliye Bakanlığı (26.11.2013). 67 Sayılı VUK Sirküleri. Ankara: VUK 67 / 2013-12 Maliye Bakanlığı (08.02.2013). 58 Sayılı VUK Sirküleri. Ankara: VUK 58 / 2013-03 Maliye Bakanlığı (05.03.2010). 397 Sıra No’lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği. Ankara: Resmi Gazete (27512 sayılı) Maliye Bakanlığı (28.06.2012). 416 Sıra No’lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği. Ankara: Resmi Gazete (28337 sayılı) Maliye Bakanlığı (14.12.2012). 421 Sıra No’lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği. Ankara: Resmi Gazete (28497 sayılı) Maliye Bakanlığı (21.02.2013). 424 Sıra No’lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği. Ankara: Resmi Gazete (28566 sayılı) Maliye Bakanlığı (30.12.2013). 433 Sıra No’lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği. Ankara: Resmi Gazete (28867 sayılı) Maliye Bakanlığı (10.01.1961). 213 Kanun No’lu Vergi Usul Kanunu. Ankara: Resmi Gazete (10703 - 10705 sayılı) ÖZDAN, V., (2008), “Avrupa Birliği’nde E-fatura Uygulaması Ne Aşamada? Biz Neredeyiz?”, http://www.vergiportali.com, (Erişim Tarihi: 21.08.2013). YIL: (5) 1 – SAYI: 2 37 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ TANRIKULU, S., (2008), “Avrupa Birliğinde Fatura Uygulamasının Mahiyeti ve Kapsamı Nedir?”, Vergi Sorunları Dergisi, Sayı: 234, s.1-8. TERCAN, Y., (2013), “E-fatura Uygulamasında Özel Entegrasyon Yöntemi”, http://www.mukellefgazetesi.com.tr/ (Erişim Tarihi: 11.09.2013). TÜRMOB (02.12.2013). Sirküler Rapor. Ankara: 208-1 DİPNOT Bu yöntemle bir ayda yüklenecek fatura sayısı 5000 adeti geçemez. Başkanlığın uygun görmesi halinde bu sayı revize edilebilir. Bu kapsamda, 01/04/2014 tarihinden itibaren bir ayda yüklenebilecek fatura sayısı 500 adetle sınırlandırılmıştır (GİB e-fatura Portalı Kullanım Kılavuzu, Kasım 2013). 38 MAYIS-AĞUSTOS 2014 ENFORMEL SEKTÖRDE İŞGÜCÜ ÖRGÜTLENMELERİ: AFRİKA’DAN DENEYİMLER LABOR ORGANIZATIONS IN INFORMAL SECTOR: EXPERIENCES FROM AFRICA Sevgi Işık EROL1* Özet Afrika’da ilk endüstri ilişkileri sistemi, doğal kaynakların sömürülmesi neticesinde sömürgeciliğe dayalı bir endüstri ilişkileri sistemidir. 1960-70’li yıllarda birçok Afrika ülkesi bağımsızlığını elde etmesiyle birlikte kendine özgü endüstri ilişkileri sistemini oluşturmuştur. Afrika’da ilk liberal hareketler yeni kurulan hükümetlerin kontrolünde ilerlerken, yine sömürgecilik sonrası yükselen ekonomik büyüme ile desteklenen Afrika işçi sendikaları 1960 ve 1970’li yıllar arasında gelişmiştir. Ancak 1970’li yıllardaki dünya çapında yaşanan kriz neticesinde, birçok Afrika ülkesi derin ve çok uzun süreli ekonomik problemlerle karşı karşıya kalmıştır. Afrika’da sömürgecilik ve ekonomik olarak geri kalmışlık neticesinde sendikalaşma oranı istenilen düzeye çık(a)mamıştır. Gelişmiş ekonomilerden farklı olarak, sendikalar, işgücünün büyük bir kısmını hiçbir zaman tam anlamıyla temsil edememiş, ekonomik konjöktörün daralma dönemlerinde ücret artışları beklentiler doğrultusunda gerçekleşememiş, ücretli çalışanların mevcut haklarının savunulması ve iyileştirilmesi noktasında gerekli gayret gösterilememiştir. Enformel sektörün genişlemesine nazaran, daralan formel sektörde organize olan küçük bir kesim ise genellikle kamuda ücretli olarak istihdam olanağı bulan çalışan yoksullardan ibarettir. Nitekim Afrika’da sendikalar derin bir kimlik krizi ile karşı karşıya olup henüz bu dramatik değişiklikler ile başa çıkmak için yeni stratejilere de sahip değildir. Anahtar Kelimeler: Afrika, Sömürge, Enformel Sektör, Formel Sektör, Sendika, İşgücü Örgütlenmeleri. * Yrd. Doç. Dr., Yüzüncü Yıl Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü, Bölüm Başkanı, Adres:Yüzüncü Yıl Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, [email protected]. YIL: (5) 1 – SAYI: 2 39 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Abstract Industrial relations in Africa was formed primarily resting upon colonialism during exploitation process of natural sources. After their independences during 1960s -70s, most African countries established their own industrial relations system. Although first liberal movements developed under the control of new comer goverments, African unions which were suported by economic growth after colonialism, flourished during 1960s and 1970s. But most African countries encounter deep and long lasting economic crises as a result of world wide crise in 1970s. Unionization rate have not been able to reach desired level in Africa because of colonialism and underdeveloped economic structures. Unions have never been able to represent most part of the workforce exactly, wage increases did not materialized during shrining economic conjunctures and necessary efforts for protection and development of labour rights could not be performed . While informel sector have been widening, small organized labor in decreasing formel sector have been generally comprised by working poors employed in public. As a result, unions in Africa have brought up against crises of identity and do not have required strategies in order to deal with these challenging changes. Key Words: Africa, Colony, Informal Sector, Formal Sector, Trade Union, Organizing Worker. GİRİŞ Kamu kurum ve kuruluşlarına gerekli belgelerin bildirilmemesi veya eksik bildirilmesi olarak tanımlayacağımız enformel sektör sadece gelişmekte olan ülkelerde değil, gelişmiş ülkelerde de yaygın bir hal almıştır. İlk ortaya çıktığı zamanlarda geçici gözüyle bakılan enformel sektör zamanla küçülmek bir yana, tüm dünyada kalıcı bir şekilde yaygınlık göstermiştir. Küreselleşmeyle birlikte işgücü piyasasında bölünmelerin yaşandığı yerlerden biri olan Afrika’da da enformel sektör, çalışma hayatına hakim bir vaziyettedir. Nitekim ikametin genelde kırsal alanda olmasının da etkisiyle, Afrika’da işgücü, tarımsal alanlarda yoğunlaşmakta ve hane halkının bir kısmı da tarımsal faaliyetlerde ücretsiz işçi olarak çalışmaktadır. Öte yandan Afrika’da, toplam tarım dışı istihdamın %80’i enformel sektörde gerçekleşmekte ve özellikle son yıllarda üretilen işlerin çok büyük bir kısmı enformel sektörde üretilen işlerden meydana gelmektedir. 40 MAYIS-AĞUSTOS 2014 ENFORMEL SEKTÖRDE İŞGÜCÜ ÖRGÜTLENMELERİ: AFRİKA’DAN DENEYİMLER Gelişmekte olan ülkelerin yoğunlukta olduğu Afrika’da enformel sektörün en önemli özelliği, sektörün kadın, genç/çocuk gibi en savunmasız grupları istihdam ediyor olması, kent ya da kırsal alan fark etmeksizin enformel sektörün her on işgücünden dokuzunu kadın ve çocukların oluşturmasıdır. Afrika’da enformel sektörün diğer bir özelliği de işgücünün eğitim ve okuma yazma oranlarının düşüklüğüdür. Dolayıyla enformel sektörde kalitesi düşük işgücü katılım oranı yüksektir. Dünyanın en büyük ve en fazla nüfus yoğunluğuna sahip ikinci kıtası olan Afrika’da toplam nüfusun yarıdan fazlasını gençlerin oluşturmasına rağmen, genç nüfus artışına paralel olarak formel sektörün genişleyememesi, gençlerin yaşamlarını idame ettirmek için enformel sektöre yönelmeleri, böylece Afrika’nın hızla büyüyen bir enformel sektör ile karşı karşıya kalmaları bizi enformel sektördeki işgücü örgütlenmelerini Afrika ülkeleri açısından ele almaya yöneltmiştir. Bu bağlamda çalışmamızın amacı uzun yıllar ekonomik, sosyal, kültürel hatta akademik olarak ihmal edilmiş bu kıtada çığ gibi büyüyen enformel sektör ve bu sektörde geri kalmış bir endüstri ilişkileri sistemi sayesinde hayat bulmaya çalışan işgücü örgütlenmelerini incelemektir. Bu nedenle öncelikle enformel sektör kavramına, ardından da Afrika’da enformel sektör eğilimlerine değinilecektir. Sonrasında ise Afrika’da enformel sektörde işgücü örgütlenmeleri “Sahra Altı Ülkeleri”, “Gana” ve “Güney Afrika” olarak üç ana başlıkta incelenilecektir. 1. Enformel Sektör Kavramı 1971 yılında Sussex Üniversitesi’nde düzenlenen “Afrika’da Kentsel İşsizlik Konferansı”na katılan Kith Hart “enformel sektör” kavramını ilk kez kullanarak modern/geleneksel düalizmi eleştirmiş, ekonomiyi formel ve enformel sektör düalizmi temelinde yeniden tanımlamıştır (Turner, 2013: 11; Özşuca ve Toksöz, 2003: 1). Çok geniş bir kavram olan enformel sektör kavramı, birçok kaynakta farklı ifadelerle açıklanmaya çalışılmıştır. Örneğin Altuğ enformel sektörü, ya hiç belgeye bağlanmayarak ya da içeriği gerçeği yansıtmayan belgelerle gerçekleştirilen ekonomik olayın, devletten ve işletme ile ilgili öteki (ortaklar, alacaklılar, kazanca katılan işçiler vb.) kişilerden tamamen veya kısmen YIL: (5) 1 – SAYI: 2 41 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ gizlenerek, kayıtlı (resmi) ekonominin dışına çıkılması olarak tanımlanmıştır (Altuğ,1999: 1). Ilgın ise enformel sektörü, çalışanların yeterli çalışma standartlarına sahip olmadan, asgari yaş haddi, asgari ücret hakkı, fazla mesai ücreti ve işyeri çalışma standartları gibi konulardaki düzenlemelere uyulmadan, sosyal güvenlik, vergi ve diğer fonların eksik ödendiği veya hiç ödenmediği istihdam türü olarak tanımlamıştır (Ilgın, 1995: 39). Öte yandan Güloğlu enformel sektörü, istihdam faaliyetlerinin (üretim ve hizmet) resmi belgelere dayandırılmaması ve resmi kayıtlara girmemesi, böylece vergisel ve zorunlu sosyal yükümlülükler de dâhil olmak üzere tüm yükümlülüklerin, mali ve sosyal güvenlik kurumlarının denetim alanı dışına çıkarılması şeklinde tanımlamıştır (Güloğlu, 2005: 2). Gerek ülke açısından, gerekse çalışanlar açısından pek çok dezavantajı olan enformel sektör Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından destek görmüştür. Nitekim 1991 yılında ILO’nun düzenlediği 78. Uluslararası Çalışma Konferansı’na sunulan (o yıllarda ILO genel sekreteri Michel Hansenne tarafından hazırlanan) “Enformel Sektör İkilemi” başlığını taşıyan rapor ILO’nun enformel sektör karşısındaki tavrını açıklayan en önemli unsurlardan biridir (ILO, 2002a:1; ILO, 1992: 9/24). Söz konusu ikilemi oluşturan sorular ise; • Gittikçe artan işgücüne iş ve gelir sağlayan enformel sektörün küçülme riskine karşı yasal düzenleme ve sosyal koruma kapsamına alınmalı mı? • İstihdamı artırması ve gelir sağlamasından dolayı enformel sektör desteklenmeli mi? (ILO, 2002a:1). Bugün dahi bu ikilem çözülmüş değildir. Hatta daha karmaşık ve daha büyük bir sorun olarak varlığını devam ettirmektedir. Önceki tahminlerin aksine, enformel sektör, sanayileşmiş ülkelerde dâhil olmak üzere dünyanın hemen her yerinde hızla artmaktadır. Son yıllarda özellikle gelişmekte olan ülkelerde ve geçiş ekonomilerinde, yeni istihdamın büyük çoğunluğu, enformel sektörde olmuştur (ILO, 2002a: 1). Nitekim Friedrich Schneider, gelişmekte olan ekonomiler, geçiş ekonomileri ve OECD ülkelerinden oluşan toplam 110 ülkenin enformel sektör büyüklüğünü ölçmüştür. Buna göre 2000 yılında enformel sektörün resmi GSMH’ya oranı ise; 42 MAYIS-AĞUSTOS 2014 ENFORMEL SEKTÖRDE İŞGÜCÜ ÖRGÜTLENMELERİ: AFRİKA’DAN DENEYİMLER • Gelişmekte olan ülkelerde %41, • Geçiş ekonomilerinde %38 • OECD ülkelerinde %18 olarak belirlenmiştir (Schneider, 2000: 1). Türkiye %32,1 oranı ile gelişmekte ve geçiş ekonomilerinden düşük olmakla birlikte, OECD ülkeleri ortalamasının oldukça üzerinde yer almaktadır (Schneider, 2000: 8). Öte yandan Sahra altı Afrika’da durum daha da vahim olup, enformel sektörün GSMH’ya oranı %55 civarındadır. Ayrıca mevcut iş gücünün %80’i de yine enformel sektörde yer almaktadır (AFDB, 2013) Schneider ve arkadaşlarının 2011 yılında gerçekleştirildiği diğer bir çalışma da enformel sektörün GSMH’ya oranı ülkemizde %29,1’e kadar gerilemiş ve aynı araştırmada Estonya %29,5, Litvanya 29,7, Romanya %30,2, Bulgaristan %32,7, Makedonya %34,9 oranı ile ülkemiz oranının üzerinde yer almıştır. Diğer yandan Slovak Cumhuriyeti %16,8, Çek Cumhuriyeti % 17,0, Macaristan %23,7, Slovenya %24,7, Polanya % 26,0 oranları ile ülkemizden daha düşük bir orana sahiptir (Schneider v.d. 2011: 23). Nitekim enformel sektör tüm dünya ülkelerinde; hem ülke ekonomisini, hem sosyal hayatı ve sosyal güvenlik sistemini olumsuz yönde etkileyen çok ciddi bir sorun olmaya devam etmektedir. Öyle ki, bugün bir taraftan bilgi ve iletişim teknolojilerinde küresel bir rekabet yaşanırken, diğer taraftan istihdam ilişkilerinde ve üretimde “enformelleşme ve esnekleşme” gittikçe artmaktadır. Günümüzde birçok formel sektörde yer alan büyük fabrikalar ve işletmeler, tek merkezli, tam zamanlı ve düzenli işgücü kullanarak üretimde bulunmak yerine; enformel sektörde daha esnek ve özel üretim birimleri oluşturarak, işi yeniden düzenleyerek, bağımsız üretime geçmeyi tercih etmektedir. Bu nedenle maliyet düşürücü önlemlerin ve rekabet gücünü artıran çabalarının bir parçası olarak, işletmeler giderek artan bir oranda, farklı ülkelerde ve farklı yerlerde dağılmış işyerlerinde “standart dışı”, “atipik” ve “çekirdek ücretle” çalışan işgücünü istihdam etmektedir. Bu tür uygulamalar genellikle daha esnek ve enformel istihdam ilişkilerine dayalı, dış kaynak veya taşeronluk düzenlemelerini içermektedir (Ruffer and Knigh, 2007: 18). YIL: (5) 1 – SAYI: 2 43 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Enformel sektör, herhangi bir ekonomik faaliyet içinde veya belli başlı bir sanayi/endüstri grubu içinde bir “sektör” olarak bile görülmediği bilinen bir gerçektir (Kucera and Roncolato, 2008: 232). Bu nedenle “enformel sektörü”, hem işçilerin, hem de işverenlerin gerek kırsal, gerekse kentsel alanlardaki gayri resmi faaliyetlerinin yaygın olarak genişlemesi olarak ifade eden yaklaşımlarda mevcuttur. Enformel sektörde, üretim birimleri ve istihdam durumları farklı farklıdır (ILO, 2002a: 2). Öyle ki, kendi hesabına çalışanlar grubunda; sokak satıcıları, ayakkabı boyacıları, çöp toplayıcıları, hurda toplayıcıları gibi çalışanlar yer alırken, serbest meslek kapsamında ise girişimciler genelde çok küçük olup, işgücü olarak da aile fertlerinden yararlanılmaktadır. Bu tür istihdam türlerinde ücretler genelde “örtülü ücret” şeklindedir (Ryklief, 2012a: 10). Enformel sektördekilerin sorunları ve gereksinimleri formel sektöre göre daha farklıdır. Örneğin “hayatta kalmak için çalışanların durumu veya evde çalışanların durumu” ile “bir işveren ile istihdam ilişkisi içinde tanımlanmış bir işte, iş ve sosyal güvenlik kanunu tarafından koruma altına alınmış” iş ilişkileri bir değildir. Enformel sektörün problemleri sadece istihdam açısından değil, aynı zamanda işyeri kurma açısından da mevcuttur. Bu bağlamda serbest meslek sahiplerinin veya küçük girişimcilerin kendilerine göre herhangi bir işyeri kurma ve aktif olarak faaliyetlerine devam edebilmeleri bir takım kısıtlamalara maruz bırakılmaktadır (ILO, 2002a: 2-3). Neticede sanayi devriminden günümüze kadar kurulan iş ilişkileri birçok sorunları içinde barındırsa da ve işgücü piyasalarında yaşanan problemler farklılık arz etse de, bazı çalışanların sektörde yasal ve düzenleyici çerçeve ile koruma altına alınmaması onların çok önemli bir özelliği paylaşılmasını sağlamakta ve sektörün enformel olarak adlandırılmasına neden olmaktadır (Ruffer and Knigh, 2007: 15). Enformel sektörde geçici ve yarı zamanlı, dönemsel, endüstri dışı, ev eksenli veya kötü çalışma şartlarına sahip işyerlerinde standart dışı ücretle çalışanlar, zamanla esnek uzmanlık isteyen işgücünün doğmasına neden olmuştur. Gelişmekte olan ülkelerde veya geçiş ekonomilerinde ev eksenli işler, kötü çalışma koşullarına sahip işler, evde parça başı üretim ve geçici işler genellikle ya tanınmayan işlerdir ya da sosyal koruma veya iş hukuku kapsamında değildir (ILO, 2002a: 2). Burada unutulmamalıdır ki, atipik ya da esnek çalışanların tamamı enformel sektörde değildir. Gelişmiş sanayi ülkelerinde, geçici, ev eksenli, çağrı 44 MAYIS-AĞUSTOS 2014 ENFORMEL SEKTÖRDE İŞGÜCÜ ÖRGÜTLENMELERİ: AFRİKA’DAN DENEYİMLER üzerine ya da yarı zamanlı çalışanlar yasal olarak koruma altındadır. Bunlar düzenli ve tam zamanlı çalışanlardan daha düşük prim ödemekte dolayısıyla daha düşük fayda sağlamaktadır. Yine kariyer planlaması, eğitim ya da beceri geliştirme gibi imkânlardan daha sınırlı olarak yararlanmaktadır. Bu tür çalışma şekilleri tam zamanlı çalışanlara nazaran bir takım eksikleri bulunsa da, çalışma ilişkilerinin daha sağlıklı bir zeminde yürütülmesini sağlayan “iş ve sosyal güvenlik mevzuatı” ile koruma altına alındıkları da bir gerçektir. Ancak geçici ve/veya taşeron işçiler iş ve sosyal güvenlik mevzuatında yer alan haklardan faydalanamamaktadır (ILO, 2002a: 2). Netice de tüm dünyada hızla yaygınlaşan enformel sektör, hiç şüphe yok ki, az gelişmiş ve/veya gelişmekte olan ülkelerde, gelişmiş ülkelere nazaran daha yaygınlık sergilemektedir. Bu nedenle özellikle az gelişmiş ülkelerin yoğunlukta olduğu Afrika’da enformel sektör çok daha yaygın bir görünüm sergilemektedir. 2. Afrika’da Enformel Sektör Eğilimi Küreselleşmeyle birlikte işgücü piyasasında yaşanan bölünmeler, Afrika’da istihdam ve gelir yapısını derinden etkilenmiştir. Zaten Afrika’da nüfusun büyük çoğunluğu kırsal kesimde ikamet etmekte, tarımsal faaliyetlerde bulunmakta ve hane halkının bir kısmı da tarımsal faaliyetlerde ücretsiz işçi olarak çalışmaktadır. Böylece Afrika’da, (%60’ından fazlası kentler de olmak üzere) toplam tarım dışı istihdamın %80’i, enformel sektörde gerçekleşmektedir (Ryklief, 2012a: 12). Öyle ki, 1990’lı yıllarda, 1980’li yıllara nazaran %93 civarında yeni iş oluşturulmuş ve bu işlerin tamamı da enformel işlerden meydana gelmiştir (Ryklief, 2012a: 12; Verick, 2006: 5). Tanımlamalarda önemli farklılıklar bulunmakla birlikte, Afrika’da birçok ülkede doğru istatistikler tutulmadığından dolayı enformel sektörün büyüklüğü hakkında bilgi vermek oldukça zordur. Genellikle perakende ticaret ile ilgili faaliyette bulunanlar, formel ekonominin distribütörleri ve üreticileri, pazarlarını genişletebilmek için enformel sektörden temin ettikleri ucuz işgücü ile Afrika’da enformel sektörün genel çerçevesini oluşturmaktadırlar (Ryklief, 2012a: 12). Söz konusu bu çerçevede yer alan enformel sektörün daha iyi anlaşılabilmesi için Afrika’da enformel sektörün özelliklerine ve Afrika’da sömürgecilik sonrası meydana gelen sendikalaşma hareketlerine değinilmesi faydalı olacaktır. YIL: (5) 1 – SAYI: 2 45 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ 2.1. Afrika’da Enformel Sektörün Özellikleri Gelişmekte olan ülkelerin yoğunlukta olduğu Afrika’da enformel sektör, birden fazla özelliği ile tanımlanmaktadır. Bu bağlamda birçok Afrika ülkesinde enformel sektörün kadın, genç/çocuk gibi en savunmasız gruplar için sunduğu fırsatlar büyük önem taşıdığından, kent ya da kırsal alan fark etmeksizin enformel sektörün her on işgücünden dokuzunu kadın ve çocuklar oluşturmaktır (AFDB, 2013). Afrika’da enformel sektörde kadın ve çocukların yoğunlukta olmasının haricinde sektör, formel sektöre göre çalışma/istihdam koşulları, çalışma saatleri, ücret, eğitim düzeyi gibi çalışma ilişkilerini yakından ilgilendiren bir çok konuda ayrışma göstermektedir. Enformel sektördeki insana yaraşır işin eksikliği formel sektörün yeteri kadar istihdam üretememesi ile açıklanmaktadır (Verick, 2006: 6). Afrika’da enformel sektörün diğer bir özelliği işgücünün eğitim ve okuma yazma oranlarının düşüklüğüdür. Dolayıyla enformel sektörde kalitesi düşük işgücü katılım oranı yüksektir. Güney Afrika’nın formel ve enformel sektörlerinde çalışanların eğitim düzeylerinde belirgin bir fark vardır. Formel sektörün sadece %16’sı ile kıyaslandığında Güney Afrika’da enformel sektörde çalışanların %37’si ilkokul mezunu bile değildir. Düşük eğitim seviyesi ile iş arayanlar, işverenler tarafından talep edilen beceri seviyesini karşılayamadığından dolayı “beceri uyumsuzluğu olgusu” ortaya çıkmaktadır. Bu sorun aynı zamanda birçok Afrika ülkesinde “kent işgücü piyasalarının” önemli bir sorunudur. Bu yüzden eğitim seviyesi düşük gençlere, küçülme eğiliminde olan ve personel çıkaran kamu tarafından sunulan fırsatlar yok denecek kadar azdır. Aynı zamanda bu gençlerin formel sektörde yer alan sanayi ve hizmet sektörlerinde istihdam edilebilmesi için uygun becerilerinin olmaması, onların istihdam edilebilirliliğini azaltmaktadır. Diğer yandan Güney Afrika’da cinsiyete bağlı ücret farkları yani kadın ve erkek arasındaki ücret eşitsizliği de dikkat çekici boyuttadır (Verick, 2006: 7). Afrika’da enformel sektörün yukarıda saydığımız özelliklerinin haricinde diğer bir özelliği enformel sektörde verilen “ücretlerin” çok düşük olması ve enformel sektördeki ailelerin, çalışanların büyük bir kısmının yoksul olmasıdır. ILO’ ya göre, enformel sektörün %44’ü düşük ücretlilerden oluşmaktadır (Verick, 2006: 7). Bu bağlamda El Mahdi ve Amer, Mısır’da yaptıkları araştırma da enformel sektörde çalışan işgücünün, formel sektörde çalışan 46 MAYIS-AĞUSTOS 2014 ENFORMEL SEKTÖRDE İŞGÜCÜ ÖRGÜTLENMELERİ: AFRİKA’DAN DENEYİMLER işgücü kazancının sadece %84’ü kadarını alabildiğini tespit etmişlerdir. Söz konusu araştırmacılar ayrıca formel sektörde ortalama haftalık çalışma saatlerinin 44,6 saat olduğunu ancak enformel sektörde haftalık çalışma saatlerinin 51,6 saat olduğunu yine yaptıkları araştırma sonucunda tespit etmişlerdir. Öte yandan El Mahdi ve Amer enformel sektörde iş sağlığı ve güvenliği konusunda da ciddi aksaklıkların olduğunu belirlemişlerdir (El Mahdi and Amer, 2005). Afrika’da işgücünün enformel sektörde yoğunlaşmasının ve çalışanların en temel haklardan yoksun olmalarının ardında yatan nedenlerden birisi belki de en önemlisi uzun yıllar maruz kalınan “sömürgecilik”tir. Buna bağlı olarak Afrika’da çalışma hayatında endüstri ilişkileri ve sendikacılık diğer sanayileşmiş ülkelere göre daha geç gelişmiştir. 2.2. Afrika’da Sömürgecilik Sonrası Sendikalaşma Hareketleri Afrika’da ilk endüstri ilişkileri sistemleri, doğal kaynakların sömürülmesine, yani sömürgeciliğe dayanmaktaydı. Bu sömürgeciliğin kökleri ise ekonomik faaliyetler ile sınırlıydı. Dolayısıyla işgücü piyasasının büyümesi, yerli halkın formel ekonomideki fırsatlara ulaşması ile mümkündü. Böylece 1960 ve 1970’li yıllarda birçok Afrika ülkesi bağımsızlığını kazanarak, ilk kez kendi endüstri ilişki sistemlerini oluşturmuşlardır. Bağımsız devletler Afrikalı işçilerin, ırkçılık temelli ayrımcılığa karşı organize olmalarına ve yasal sendikal örgütlenmelerine izin vermiştir. Afrika’da birçok sendika “Afrika Ulusal Liberal Hareketi” temeline dayanmaktadır. Anti-koloni mücadele yıllarında, Afrika işçi sendikası, siyasi (politika) rejimde de var olmak isteyen işçi kesiminin sosyal hareketine benzetilmiştir. İlk liberal hareketler yeni hükümetin kontrolünde ilerlerken, yine sömürgecilik sonrası yükselen ekonomik büyüme ile desteklenen Afrika işçi sendikaları 1960 ve 1970’li yıllar arasında gelişmiştir (Ryklief, 2012a: 12-13). Söz konusu gelişimin arkasında yatan nedenlerden biri de sendikaların bağımsızlık mücadelesinde verdiği destektir. Öyle ki, bağımsızlık mücadelesi sırasında, kıtadaki sendikalar halka bağımsızlıklarını elde etmeleri için öfkelerini dile getirmelerini ve kendi kaderlerini tayin etmeleri için teşvik etmiştir. Nitekim özgürlük, demokrasi, eşitlik, adalet, insan ve işçi hakları ve sosyal YIL: (5) 1 – SAYI: 2 47 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ ve ekonomik adalet için saygı gibi kavramların toplumda yer edinmesinde önayak olmuşlardır. Sendikalar ayrıca kıtanın siyasi, sosyal ve ekonomik kalkınmasında çok önemli roller üstlenmişlerdir (Kalusopa, 2013: 18). Buna rağmen bu olumlu tablo kısa sürmüş ve 1970’li yıllardaki dünya çapında yaşanan kriz neticesinde, birçok Afrika ülkesi derin ve çok uzun süreli ekonomik problemlerle karşı karşıya kalmış ve 1980 ve 1990’lardan beri, Afrika’da işçi hareketleri birçok yıldırıcı sorunlar yaşamıştır (Ryklief, 2012a: 13; Kalusopa, 2013: 18). Enformel sektörün yaygınlaşması ve işlerin genelde geçici bir hal alması neticesinde de Afrika’da hem sendikaların yoğunluğu, hem de üyelerinin sendikaya olan güveni ve sendika coşkusu düşmeye başlamıştır. Azalan gücü neticesinde sendikaların Afrika’da ekonomik, siyasal, sosyal alanlarda alınacak kararlarda etkisi azaltmış ve bu durumdan en çok işçiler etkilenmiştir. Diğer taraftan üyeliklerin azalması neticesinde sendikalar finansal anlamda da sıkıntılar yaşanmaya başlanmıştır. Öyle ki, IMF / Dünya Bankası sponsorluğunda uygulanan Yapısal Uyum Politikaları ve Yoksulluğu Azaltma Stratejileri Politikaları düşen üyelik sayısının daha azalmasına neden olmuştur. Çünkü Devlet İktisadi Teşebbüsleri’nde yaşanan büyük çaplı özelleştirme sonucunda çalışanların pek çoğu sendika üyeliklerine son vermişlerdir (Kalusopa, 2013: 18-19). Bilindiği gibi 1980’li yıllar boyunca, aşağı yukarı tüm Afrika hükümetleri Batı Yardımı/Bağış veya Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu’nun istekleri doğrultusunda “Yapısal Uyum Politikaları”nı uygulamak durumunda kalmıştır. Yapısal uyum politikaları, Afrika işgücü piyasasında, “personel çıkarılması, ücretlerin düşürülmesi ve süspansiyonların uygulanması, tüketici fiyatlarının yükselmesi, yönetim uygulamalarının esnekleşmesi, taşeronlaşma, işgücü verimliliğinin artırılması” gibi konularda etkili olmuştur (Ryklief, 2012a: 13). Böylece sadece Afrika’da değil yapısal uyum politikalarını uygulayan tüm az gelişmiş ülkelerde sanayinin iş oluşturma hızı yavaşlamış, bütçe gelirleri azalmış, borçlanma ve işçi fazlalığı nedeniyle kamunun istihdam oluşturma kapasitesi gerilemiş, tarım dışı işgücü hızla artarken, işsizlik ödemelerinin olmadığı ülkelerde istihdam büyük ölçüde enformel sektöre yönelmiş ve böylece enformel sektörün küçültülmesi ve yok edilmesi bir yana, tam tersine desteklenmesi ve genişlemesi gereken bir faaliyet alanı olarak görülmeye başlanmıştır (Özşuca ve Toksöz, 2003: 2). 48 MAYIS-AĞUSTOS 2014 ENFORMEL SEKTÖRDE İŞGÜCÜ ÖRGÜTLENMELERİ: AFRİKA’DAN DENEYİMLER Esasen Afrika’da girişimciler devlet kurumunun en az %50’sine sahip olduğu “kamu işletmeleri”, enformel ve güvencesiz çalışma düzenlemeleri ile karakterize olmuş “özel yerli işletmeler” ve “çokuluslu şirketler” şeklinde üç ayrı kategoride özetlenebilir. Yapısal uyum politikaları sonrası özel yerli girişimcilerin sayısında bir artış olmuş, daha öncede bahsedildiği gibi sendikalaşma düşmüş, enforleşme ve geçici iş ilişkileri büyümüş, giderek artan güvencesiz işler ile toplu sözleşmede işverenler daha güçlü bir pozisyon almış, korumasız ve güvensiz istihdam modellerinde artış yaşanmıştır. İşverenler işgücü piyasasında emeğin çok ve güvencesiz olmasından dolayı, korumaları ve ücretleri aşağıya çekmek için büyük bir avantaj yakalamıştır. Bu ekonomik gelişmeler, hem sendikal örgütlenme üzerinde, hem de sosyoekonomik ve politika üzerinde zararlı etkiler meydana getirmiştir. Böylece sömürgecilik sonrası sürdürebilir büyüme ve gelişme zayıflamış, Afrika ekonomisi “geçimlik tarıma bağlı büyük bir nüfus”, “büyüyen enformel sektör” ve “küçülen formel sektör” ile şekillenmeye başlamıştır (Ryklief, 2012a: 13-14) Afrika’da sendikacılık kapitalist sömürge düzenine karşı bir tepki olarak ortaya çıkmasına rağmen yine Afrika’daki sömürgecilik ve ekonomik olarak geri kalmışlık neticesinde sendikalaşma oranı istenilen düzeye çık(a) mamıştır. Birçok Afrika hükümetlerinin, kabul ettiği neo-liberal politikalar neticesinde de işgücü piyasaları derinden etkilenmiş ve formel sektör sekteye uğramış, gelişmiş ekonomilerden farklı olarak, sendikalar, çalışan nüfusun büyük bir kısmını hiçbir zaman tam anlamıyla temsil edememiş, ekonominin daralma dönemlerinde ücret artışlarında beklentilere cevap verememiş, ücretli çalışanların haklarının savunulması, iyileştirilmesi konusunda yeterli olamamıştır. Daralan formel sektörde organize olan küçük bir kesim ise genellikle kamuda ücretli olarak istihdam olanağı bulan çalışan yoksullardır. Öte yandan Afrika’da birçok işçi sendikası, sert yapısal uyum politikalarının uygulanmasına başkanlık eden iktidar partilerinin kendince biçimlendirmesine tabidirler. Sonuç olarak Afrika’da sendikalar “derin bir kimlik krizi ile karşı karşıya olup henüz bu dramatik değişiklikler ile başa çıkmak için yeni stratejilere de sahip değildir” (Kalusopa, 2013: 2; Ryklief, 2012a: 14). Buna rağmen formel sektör bir yana, enformel sektörde işgücünün, çalışma şartlarını iyileştirebilmek için birçok işgücü örgütlenmeleri bulunmaktadır. YIL: (5) 1 – SAYI: 2 49 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ 3. Afrika’da Enformel Sektörde İşgücü Örgütlenmeleri Afrika’da enformel ekonomide çalışanlar çok sayıda örgütlenme girişiminde bulunmuşlar ve halende bulunmaktadır. Ev eksenli çalışanlardan kendi hesabına çalışanlara, bağımlı çalışanlardan, sokaklarda çalışanlara kadar değişen farklı gruplar örgütlenme arayışı içindedir (Kapar, 2007: 100). Bu bağlamda WIEGO’nun verilerine göre Afrika’da MBOPS’den CBO’ya, NGO’ya kadar yaklaşık 190 tane işçi sendikası bulunmaktadır. Ancak sendikalarla ilgili Afrika ülkelerinde yeterli doküman bulunmamaktadır. Buna rağmen bu bölüm üç gruba ayrılarak incelenecektir. Öncelikli olarak “Sahraaltı Afrika Ülkeleri”nde enformel sektörde yer alan işgücü örgütlenmeleri incelenecek, ardından da “Ghana” ve “Güney Afrika”daki işgücü örgütlenmeleri ele alınacaktır. Ghana ve Güney Afrika ülkelerinin seçilmesinin nedeni ise her ikisinin de çeşitli ve zengin mineral kaynaklarına sahip tarımsal ağırlıklı bir ekonomiye sahip olması, her ikisinin de geçmiş yıllarda işsizlik oranları büyürken, formel sektörlerde küçülmeler yaşaması ve buna mukabil GSMH rakamlarında artış görülmesi, yine her ikisinin de endüstri ilişkileri sistemi istikrarlı olup, aktif bir sendikacılığa sahip olması ve sonuç olarak her iki ülkenin durum analizi “enformel sektörün fırsatlarını özetlemesi” ve “endüstri ilişleri sistemleri hakkında genel bir çerçeve oluşturması” açısından önem taşımaktadır (Ryklief, 2012a: 15). 3.1. Sahraaltı Afrika Ülkeleri Özellikle sendikal hareketin Afirika’nın geri kalanına göre daha etkili olduğu Sahraaltı Afrika’da formel sektördeki küçülmeye rağmen, enformel sektörde işgücü örgütlenmeleri yaygınlaşmaya başlamıştır (Xaba, 2002: 41). Sahraaltı Afrika ülkeleri kapsamında bu bölümde Benin, Mozambik, Nijerya, Nijer, Tanzanya, Uganda, Zambiya, Zimbabve gibi enformel sektörün geniş bir yer tuttuğu ülkeler ele alınacaktır. 3.1.1. Benin Az gelişmiş bir ekonomiye sahip olan Benin ekonomisi, tarıma ve bölgesel ticarete dayanmaktadır. Ancak Benin’in ticaret ve ödemeler dengesi sürekli açık vermektedir. Bu nedenle Benin dünya sıralamasında ekonomik olarak son sıralardadır. Öyle ki 2011’deki Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı 50 MAYIS-AĞUSTOS 2014 ENFORMEL SEKTÖRDE İŞGÜCÜ ÖRGÜTLENMELERİ: AFRİKA’DAN DENEYİMLER endeksine göre 182 ülkeden 167. sırada yer almaktadır. GSMH’sı 12.83 milyar dolar olup, kişi başına düşen GSMH’sı ise 780 dolardır. Enflasyon 2011’de %3,2 civarında gerçekleşmiştir (Artokça, 2012: 9). Batı Afrika’da 10 milyon nüfusa sahip olan Benin’de (iyi bir ekonomik yapıya sahip olmamasının da getirdiği dezavantaj ile) enformel sektörü, sömürge dönemlerinden özellikle 1980’li yıllardan beri ülkenin ekonomi yönetimi tarafından teşvik edilmektedir. Bugün Benin’de işgücünün %85’i özel enformel sektörde, %8’i özel formel sektörde ve %7’si ise kamu sektöründe yer almaktadır. Enformel sektör pazardan tarıma, motosiklet ve taksi sürücülüğünden ithalat ve ihracatçılığa, el sanatları, kuaförlük gibi çok çeşitli ve çok boyutlu bir yapı sergiler (WIEGO, 2014a). Benin’ de “İşçi Sendikaları Ulusal Birliği (UNSTB-National Union of the Unions of the Workers of Benin)” ilk olarak enformel sektör çalışanlarını da kapsayacak şekilde bir sosyal güvenlik ağı ve emeklilik sistemi oluşmasını, enformel sektör çalışanlarının kredi erişimini kolaylaştırmak için düzenlemelerin yapılmasını, toplu iş sözleşmelerinin enformel sektör işçilerini kapsayacak şekilde imzalanmasını ve yine toplu iş sözleşmeleri ile enformel sektör çalışanlarına mesleki beceri ve eğitim olanağı sağlanması için özel bir çaba sarf etmektedir (Ryklief, 2012a: 15). Motosiklet ve Taksiler Ulusal Birliği (SYNAZEB-The National Union of Motorbike Taxis), hükümet ve belediye yetkilileri ile taksi sürücüleri için müzakere yapmakta ve üyelerine sosyal yardım sağlamaktadır. Birliğin üyelerini, sürücüler ile yol kenarında benzin satanlar, sokak süpürenler ve istasyon satıcıları gibi enformel sektör çalışanlarından oluşmaktadır (Ryklief, 2012a: 15). 3.1.2. Mozambik Genel olarak ülke ekonomisi tarımsal ürünlere bağlı bir konumdadır. 1980’li yıllarda yaşanan iç savaş ve buna bağlı olarak Avrupalı kalifiyeli personelin ülkeyi terk etmesi ve sık sık yaşanan kuraklık sebebiyle ülke ekonomisi çok ciddi zararlar görmüştür (Wikipedia, 2014). Ülkede mekanizasyonu düşük, genellikle yağmur suyu ile beslenen “aile tarım sistemi”, genellikle aile işgücü ile karakterize olmuştur. Öyle ki, Mozambik’te aktif nüfusun %80’inden fazlası tarım sektöründe istihdam olanağı bulurken, işgücünün yaklaşık YIL: (5) 1 – SAYI: 2 51 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ %90’ı ise aile içinden karşılanmaktadır. Ancak ülke topraklarının %88 hala işlenmemiş olduğundan dolayı tarımın genişleme potansiyeli hala saklıdır (ILO-FAO, 2012). Friederich Ebert Stiftung’un araştırmalarına göre toplam işgücünün sadece %5.1’i formel sektörde istihdam edilmiştir. Yukarıda da belirtildiği gibi en çok enformel işgücü tarım sektöründedir. Tarım dışı “enformel sektör” yılda %7-%8 oranında hala büyüyen bir işverendir; bu büyümenin sebebi ise formel sektörün, her yıl işgücü piyasasına giren yaklaşık 300.000 genç için yeteri kadar iş üretememesi ve formel sektörde toplamda sadece 700.000 iş olmasıdır (Ulandssekretariatet, 2013a: 12). Çok genç bir nüfusa sahip olan Mozambik’te toplam nüfusun %43,6’sı (14 yaş ve altı) gençlerden, %34,4’ü ise 15-35 yaş arası kişilerden oluşmasına rağmen, Mozambik’te gençler formel sektörde uygun iş bulma noktasında sık sık zorluklar yaşamaktadırlar. Yaşanan bu zorluklar gençleri Mozambik’e hakim olan insanca çalışma koşullarından ve sosyal korumadan uzak enformel sektöre yöneltmiştir. Bu durumun en önemli nedenlerinden biri yetersiz eğitim seviyesi, okulları terk etme oranının yüksek olması, kırsal alanlarda okul sayısının yeterli olmaması yine teknik mesleki eğitim sağlayan okulların sayıca yeterli olmamasıdır. Daha da ötesi gençler ortaöğretim okullarında geleneksel ve katı müfredat içeren bir kurumsal kültüre maruz bırakıldıklarından dolayı “girişimcilik” konusunda istenilen bir beceriye ulaşamamışlardır. Bu durum onların erken yaşta, kötü çalışma koşullarını içeren enformel sektör içinde yer almalarını hızlandırmıştır. Ülkede yüksek işsizlik oranları enformel sektörün büyümesini, genişlemesini sağlarken, formel sektörün ise hala başlangıç aşamasında kalmasına neden olmuştur (ILO-FAO, 2012). Enformel sektörün ürkütücü bir boyuta ulaşması, önlemlerin alınması gerekliliğini de beraberinde getirmiştir. Esasen 1987 yılı sendikal dönüşümün bir başlangıcı olmasına rağmen ekonomik ve siyasi liberalleşme bu sürecin önünde engel olmuştur. Bir piyasa ekonomisi bağlamında, sendikalar işçilerin liderliğinde meydan okuma durumu ile karşı karşıya kalmış ve sendikal özgürlük ve sendikal örgütlenme, grev hakkı gibi konular daha sonra iş kanununa dâhil edilmiştir (Artur, 2004: 3). Mozambik’in Sendika Federasyonu (OTM), Kasım 1998 Maputo’da bir seminer sırasında “Enformel Sektör Operatör ve İşçileri Sendikası (ASSOTSI)’nın kurulmasına öncülük etmiştir. 1999 yılı itibariyle 16 ayrı pi- 52 MAYIS-AĞUSTOS 2014 ENFORMEL SEKTÖRDE İŞGÜCÜ ÖRGÜTLENMELERİ: AFRİKA’DAN DENEYİMLER yasada örgütlenen ASSOTSI, (günümüzde 60.000 üyeli) OTM-CS’nin üyesidir (Chambote, Veja and Nhantumbo, 2006: 43; Ulandssekretariatet, 2013a: 12). ASSOTSI, OTM-CS’ye sendika olarak kayıtlı olmasına rağmen, OTMCS, ASSOTSI’den üyelik ücreti almamaktadır. Fakat yerel yönetimlerin ASSOTSI’yı yasal olarak tanıması için hala uğraşılar devam etmektedir (Ryklief, 2012a: 15). ASSOTSI’nın enformel sektör çalışanlarından 40.000 üyesi bulunmakla birlikte toplam üyelerinin 24.000’nini ise kadınlar oluşturmaktadır. Üyelerinin çoğunluğunu enformel sektörde bağımsız ticaret ile uğraşanlar oluşturmaktadır. Bu nedenle ASSOTSI’nın ana girişimlerinden biri şehir pazarlarında, “pazar komiteleri” oluşturmaktır. Komiteler pazarlarda durak sahiplerinden ücret toplayarak temizlik, güvenlik su, tuvalet gibi temel altyapı çalışmalarını yürütmektedir. Komiteler ayrıca bir taraftan satış alanlarına erişimleri denetlemekte, diğer taraftan iş sözleşmelerinin iptal edilmesinden kaynaklanan işgücü çatışmalarını önlemektedir. Eğer sorunlar yerel düzeyde çözülemezse bu defa il komiteleri problemleri çözmeye çalışmaktadır. ASSOTSI’nın bir de yürütme kurulu bulunmaktadır (Dibben and Nadin, 2011: 61-62). 3.1.3. Nijerya Uzun yıllar İngiliz etkisi ve kontrolü altında kalan Nijerya İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1960 yılında bağımsızlığını kazanmıştır. Ancak ülkede bu defa16 yıl askeri rejim baş göstermiş ve 1999 yılında yeni bir anayasa ile sivil hükümete barışçıl bir geçiş sağlanmıştır. Petrol temelli ekonomiye sahip olmasına rağmen, iyi olmayan yönetim ile elde edilen gelirlerin çarçur edilmesi Nijerya ekonomisini zora sokmuştur. Buna ek olarak ülkede dini ve etnik gerilim uzun süredir devam etmiştir. Öyle ki hem 2003, hem de 2007 yıllarında usulsüzlük ve şiddet nedeniyle Cumhurbaşkanlığı seçimleri gölgede kalmıştır. Ocak 2014’de de Nijerya 2014-15 dönemi için BM Güvenlik Konseyi’nde geçici koltuk üstlenmiştir (CIA, 2014a). Yoğun nüfusu ile Afrika’nın en kalabalık ülkesi olan Nijerya, nüfusunun %43,2’sini 15 yaşın altındakiler ve %19,3’ünü ise 15-24 yaş grubu oluşturmaktadır. Ancak ülkede yoğun genç nüfus, geleceğin emek sektörü için potansiyel işgücü olarak görülmemektedir. Çünkü Nijerya ekonomisinin az YIL: (5) 1 – SAYI: 2 53 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ gelişmişliği, yeteri kadar istihdam olanağı olmaması ve neredeyse her dört işgücünden birinin işsiz kalması nedeniyle ülkede, “yoğun genç nüfus” işsizlik üzerinde bir yük olarak görülmektedir (CIA, 2014a). Tablo 1. 2014 Yılına Göre Nijerya’da Yaşa Göre Nüfus Dağılımı Yaş Yüzde (%) Erkek Kadın 0-14 15-24 25-54 55-64 65 Yaş ve üzeri: % 43.2 % 19.3 % 30.5 % 3.9 % 3.1 39,151,304 17,486,117 27,697,644 3,393,631 2,621,845 37,353,737 16,732,533 26,285,816 3,571,301 2,861,826 Kaynak: CIA (2014a) “Nigeria”, (https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/ni.htm) (15.03.2014). Ekonomisinin yoğun olarak tarıma bağımlı olması, işsizlik oranlarının (2011 yılı itibariye) %23,9’lara ulaşması, (2014 yılı itibariyle) nüfusunun 177,155,754 rakamına ulaşması, (2010 yılı itibariyle) yoksulluk oranlarının %70’leri bulması sonucu Nijerya, Afrika’nın en büyük enformel sektörüne sahip ülkesidir (CIA, 2014a; Onyebueke and Geyer, 2011: 66). Ülkede üretilen her yeni (17 milyondan fazla) iş ve işletmenin %53’ü enformel sektörde, %41’i formel sektörde ve %6’sı kamu sektöründe gerçekleşmektedir. Enformel işgücü piyasasında iş ve işletmelerin %90’ı erkek mülkiyetinde yani erkekler tarafından işletilmekte ve %10’u ise kadınlar tarafından. Buna rağmen ülkede enformel sektöre ait verilere ulaşmak ciddi bir sorundur. İşletmelerin büyük çoğunluğu erkek hakimiyeti altında olmasına rağmen son zamanlarda enformel sektörde oluşan yeni işlerin (%53) büyük çoğunluğunu kadınlar oluşturmaktadır. 2013 yılının ilk çeyreğinde kadın işgücünün büyüme gösterdiği sektörler, (toplam istihdamın %60’ı) özellikle eğitim, sağlık ve sosyal işlerdir. Her iki cinsiyet de tam zamanlı çalışmanın %64’ünü, yarı zamanlı çalışmanın %36’sını oluşturmaktadır (Omomia, 2014). Nijerya’da çalışan nüfusun yaklaşık %80’i, enformel sektörde istihdam edilmesine rağmen, enformel sektör işçileri sosyal koruma kapsamında olma- 54 MAYIS-AĞUSTOS 2014 ENFORMEL SEKTÖRDE İŞGÜCÜ ÖRGÜTLENMELERİ: AFRİKA’DAN DENEYİMLER dığı gibi siyasi karar alma ve temsil edilme süreçlerinde de eksiklikler yaşamaktadır (FES, 2010). Gerçi Nijerya hükümeti işgücü örgütlenmesinden daha ziyade; enformel sektörün performansını arttırmaya yönelik olarak örneğin, küçük ve orta ölçekli işletmeleri teşvik etmek amacıyla birtakım politikalar tasarlamıştır. Tasarlanan politikalar arasında “Girişimcilik Kalkınma Politikası”, “Uluslararası Mali Yardım”, “Mikro Finans (bankalar aracılığıyla para politikası)” ve diğerleri yer almaktadır (Eroke, 2010). Öte yandan “Nijerya İşçi Kongresi (Nigerian Labour Congress-NLC)”, ev işçileri, sebze satıcıları ya da fotoğrafçılar gibi serbest meslek sahiplerlerinin “küçük orandaki kredilere” ve/veya “mikro kredilerine” erişimlerini sağlamaya yönelik çalışmalar sürdürmektedir (Ryklief, 2012a: 16). NLC tarafından 2009 yılında düzenlenen “Enformel Ekonominin Organizasyonu” isimli zirvede Nijerya Otomobil Teknisyenleri Derneği (NATA) Genel Sekreteri David Ajetunmobi; enformel sektörün olumsuzluklarını bertaraf edebilmek için enformel sektör çalışanlarının sendikal örgütlenme deneyimine ihtiyacı olduğunu belirtirken, aynı zamanda sendikalarında büyük makro ekonomik konularda, çok büyük güçler inşa edebilmeleri için enformel sektör çalışanlarına ihtiyacı olduğunu dile getirmiştir (Bonner and Spooner, 2011: 102). Nijerya’da enformel sektör çok büyük olmasına rağmen, uzun yıllar ihmal edilmiş ve ne yazık ki, enformel sektör çalışanları gereği gibi organize ol(a)mamıştır. Enformel sektör çalışanlarının çıkarlarını-haklarını koruyacak güçlü sendikaların bulunmaması, durumu daha da zorlaştırmıştır. Bununla birlikte, enformel sektörün bu durumundan dolayı küresel dikkatleri üzerine çekmesi, enformel sektör çalışanları için ulusal düzeyde kaygılar oluşmuştur. Nijerya Enformel Sektör Organizasyonu Federasyonu (FIWON) ile 2010 yılından itibaren FES (Friedrich Ebert Stiftung) kendi çıkarları için “Enformel Sektör İşçi Örgütlerini” organize etmişlerdir (FES, 2013). 3.1.4. Nijer Nijer toprakları 19. yüzyılın sonlarında Fransız sömürgeciler tarafından işgal edilmiş ve 3 Ağustos 1960 tarihine kadar Fransız işgalinde kalmıştır (OGM, 2013: 4). Nijer bağımsızlığına kavuşmuş olsa da, ülke hala Fransa’nın siyasi ve ekonomik baskısı altında olmaya devam etmektedir. Öyle ki, FranYIL: (5) 1 – SAYI: 2 55 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ sa’nın Nijer’e yapacağı ekonomik yardımlara istinaden (ülkenin ekonomik yönden geri kalmışlığını bahane ederek) Nijer’in iç politikası ile ilgili çeşitli şartlar sürebilmektedir. Hatta Fransa ekonomik yardımlarını Nijer’in “nüfus planlaması” şartına bile bağlamaktadır. Ülkede Müslümanların nüfus planlaması çalışmalarına karşı çıkmasına rağmen geçmişte Nijer yönetimi nüfus artış hızını 2000 yılına kadar %2’ye düşürmeyi hedeflemişti (OGM, 2013: 5). Nijer ekonomisinin geri kalmasının ardında yatan nedenlerden biride ülkede tarıma elverişli arazinin oldukça az olması (%3) ve topraklarının büyük bir kısmının çöl olması (%88) yatmaktadır. Buna rağmen ülke ekonomisinde birinci sırayı tarım almaktadır. Tarım ürünlerinin GSMH’daki payı ise %35 civarındadır. Çalışan nüfusun %76’sı da tarımda istihdam edilmiştir (OGM, 2013: 5). İşgücü piyasaları ile ilgili diğer bir özellik; Afrika’da gelişmekte olan ülkelerin birçok şehir ve kasabalarında, “sokak satıcılığı/sokak işportacılığı” enformel sektördeki toplam istihdamının çok önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Bu bağlamda 1980’li yıllarda bile Nijer’in bir çok kasabasında, enformel sektörün %30’unu sokak işportacıları oluşturmaktadır (ILO, 2002b: 52). Bugün ise Nijer’de işgücünün büyük bir kısmı, hayatlarını devam ettirebilmek için özellikle hızla büyüyen ulaştırma, ticaret, inşaat ve hizmet sektörlerini içeren enformel sektörde yer almaktadır (Ulandssekretariatet, 2013b: 13). Ülkenin enformel sektöründeki işler güvencesiz, düşük gelirli ve az verimli olurken işgücü de genellikle niteliksiz veya az niteliklidir. Enformel sektörün ülkede bu denli büyümesinde her yıl işgücüne katılan birçok gencin formel sektörde yeteri kadar iş bulamaması etkendir (Ulandssekretariatet, 2013b: 13). Nijer’de enformel sektörde korumasız kalan işçilerin haklarını savunmak amacıyla, sendikal hareketler yaygınlaşmaya başlamıştır (Ulandssekretariatet, 2013b: 13). Nijer İşçi Sendikaları Birliği (The Union of Workers’ Trade Unions of Niger-USTN), enformel sektör çalışanlarının federasyon örgütlenmesidir. Bazı çalışanlarının sosyal güvenlik kapsamına alınmasında, önemli başarılar sağlamıştır (Ryklief, 2012a: 16). USTN, enformel sektörde yaklaşık 30.000 üyesi vardır. Motosiklet-taksi sürücülerinden oluşan 23.000 üyesiyle FENISPROCTAM, USTN’nin en büyük iştirakidir (Ulandssekretariatet, 2013b: 13). 56 MAYIS-AĞUSTOS 2014 ENFORMEL SEKTÖRDE İŞGÜCÜ ÖRGÜTLENMELERİ: AFRİKA’DAN DENEYİMLER 3.1.5. Tanzanya 1880’lerin ortalarında Alman Carl Peters bölgeyi keşfetmiş ve 1891 yılında Alman Doğu Afrika kolonilerini oluşturmuştur. Bölgede köle ticaretini sona erdirmek için kampanyalar izleyen İngiltere’de 1890 yılında Zanzibar’ı himayesi altına almıştır. Alman Doğu Afrikası Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiliz mandasına girmiş ve “Tanganika” olarak ismi değişmiştir (Evans, 2014). 1954 yılında İngiliz yönetimine karşı gelmek amacıyla bir araya gelen Tanganika Afrika Ulusal Birliği (TANU), Tanganika’nın bağımsızlığı için mücadele etmiştir. Nihayet 9 Aralık 1961 tarihinde ülke bağımsızlığını kazanmış ve TANU’nun lideri Julius Nyerere’nin ilk devlet başkanlığı görevi başlamıştır. 9 Aralık 1962 tarihinde Cumhuriyetin ilan edilmesiyle Julius Nyerere Cumhurbaşkanı olmuştur (Evans, 2014). Zanzibar 10 Aralık 1963 tarihinde bağımsızlığını kazanmış ve 26 Nisan 1964 tarihinde Tanganika ile birleşerek bugünkü Tanzanya Birleşik Cumhuriyeti’ni kurmuştur. Nyerere’nin iktidarı sırasında, Tanzanya’nın tek yasal siyasi partisi “Chama Cha Mapinduzi (Devrimci Devlet Partisi)” olmuştur. Ancak Nyerere’nin1985 yılında Cumhurbaşkanlığından emekli olmasından sonra 1992 yılında “anayasa”, çok partili demokrasiyi sağlamak için değiştirilmiştir (Evans, 2014). Yıllarca devam eden cebri, dogmatik ve başarısız “sosyalist politikalar” Tanzanya’yı bir taraftan dünyanın en yoksul ülkelerinden biri haline getirirken, diğer yandan batıdan gelen yardımlara tamamen bağımlı kılmıştır (Skinner, 2005: 19). Öyle ki, zaman zaman ülkede altın üretimine ve turizme dayalı yüksek büyüme oranları da elde edilmiş olsa da; kişi başına düşen gelir açısından Tanzanya, dünyanın en yoksul ekonomilerinden birisine sahiptir. Diğer yandan telekomünikasyon, bankacılık, enerji ve madencilik gibi sektörlerde devlet varlığını korusa da Tanzanya büyük ölçüde “serbest piyasa ekonomisine” geçişini tamamlamış bir ülkedir (The World Factbook, 2014: 7). Ülkenin ekonomisi hala tarıma bağlı olup, işgücünün de %85’i tarımda istihdam edilmektedir (The World Factbook, 2014: 7). Tanzanya’da işgücünün yoğun bir kısmının tarımda yer alması önemli bir sorun olmakla birlikte, Tanzanya’nın karşılaştığı zorluklardan bir diğeri de büyüyen enformel sektörün varlığıdır (Mbilinyi and Mutalemwa, 2010: 1). Şöyle ki, Tanzanya 1970’li yılların ortalarında ciddi ekonomik krizler yaşamış ve şiddetli enflasyon nedeniyle formel sektördeki ücretlerde ciddi düşüşler meydana gelmiştir; özellikle 1974 ve 1988 yılları arasında ücretlerde %83’lere varan düşüşler söz konusu olmuştur. Bu durum aynı zamanda insanların diğer gelir getirici faaliyetlere YIL: (5) 1 – SAYI: 2 57 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ yönelmesini sağlayarak, formel sektör yanında enformel sektörün de doğmasına neden olmuştur (Müller, 2008: 15). 2006 yılı işgücü anketine göre ülkedeki toplam işgücünün (18.821.525) %11,7’sine denk gelen 2.194.392 kişinin işsiz olduğu; diğer Afrika ülkelerinde olduğu gibi toplam işgücünün %80’lere varan bir oranı enformel sektörde olmasa da %8,9’nun bir başka ifade ile 1.682.383 kişinin enformel sektörde istihdam edildiği elde edilen veriler arasında yer almaktadır (NBS, 2013). Mayıs 2013 yılı ülke nüfusunun 49.483.005 kişiye yükseldiği böylece dünya sıralamasında 26. sıralarda yer aldığı; diğer yandan toplam işgücünün 22.152.320 kişiye yükseldiği ve bu toplam işgücünün (2.502.327) %11,3’nün enformel sektörde yer aldığı yapılan çalışmalar neticesinde tespit edilmiştir. Böylece 2013 enformel sektör istihdam oranı, 2006 yılına göre %2,4 oranında bir artış göstermiştir (Worldpopulationreview, 2014; NBS, 2013). Tanzanya’da hem formel, hem de enformel sektörün çalışma koşulları iyileştirilmeye çalışılmaktadır (ILO, 2014: 16). Bu bağlamda 2007 yılında inşaat sektörü çalışanlarından bir grup, “Tanzanya Enformel İnşaat Çalışanları Derneğini (TAICO)” kurmuştur. Derneğin amaçları arasında “enformel inşaat sektöründe çalışanların haklarını korumak, çalışanların piyasalara girişlerine öncelik sağlamak” yer almaktadır. Dernek, mesleki sertifikasyon ve müteahhit kayıt ücretlerinin düşürülmesi için çaba sarf etmektedirler. Ayrıca dernek, “Dünya Bankası”, “Tanzanya Sosyal Dava Fonları” tarafından finanse edilmiş, “kamu çalışma projeleri” veya “sosyal inşaat projelerinde” üyelerinin yer alması için ilgili yerler ile görüşmeler gerçekleştirmektedir. Dernek, formel sektör çalışanları tarafından organize edilen “Tanzanya Maden ve İnşaat Çalışanları Sendikası (TAMICO)”na üyedir (Ryklief, 2012a: 16). 3.1.6. Uganda 1962 yılında bağımsızlığını kazanan Uganda’da, bağımsızlığın ilk yıllarında “çalışanların siyasi topluluk kurması” engellenmiştir. Idi Amin 19711979 yılları arasında Uganda devlet başkanlığı yapmış, yönetimde kaldığı dönemde 300.000 muhalifin ölümünden sorumlu olmasından dolayı kendisi diktatör olarak anılmıştır. 1980-85 Milton Obote döneminde de yine “gerilla savaşı ve insan hakları suistimalleri” nedeniyle en az 100.000 kişi hayatını kaybetmiştir. Yoweri Museveni’nin 1986 yılında yönetime gelmesiyle birlikte ülkede göreceli olarak istikrar ve ekonomik büyüme gerçekleşmiştir (CIA, 2014b). 58 MAYIS-AĞUSTOS 2014 ENFORMEL SEKTÖRDE İŞGÜCÜ ÖRGÜTLENMELERİ: AFRİKA’DAN DENEYİMLER 1986 yılından bu yana hükümet, yabancı ülkelerin ve uluslararası kuruluşların desteğiyle ihracat ürünlerinde üretici fiyatlarını yükseltmek, petrol gelirlerini arttırmak, sivil hizmet ücretlerini iyileştirmek ve para reformu yaparak ekonomiyi düzenlemek için bir takım çalışmalar yürütmektedir. Ekonomi politikalarında yapılan değişikliklerle, özellikle enflasyonun düşmesi, üretim ve ihracat gelirlerinin artırılması amaçlanmaktadır. 1990’da yapılan ekonomik reformlardan sonra altyapı, yatırım, üretim ve ihracat için teşvik sistemleri geliştirilmiş, enflasyon düşürülmüş ve sürgündeki Hint-Ugandalı girişimcilerin ülkeye gönderdiği döviz ile birlikte sağlam bir ekonomik büyüme süreci başlamıştır (İBP, 2014a). Uganda’da 2013 yılı için sektörlerin dağılımına baktığımız da; tarım sektörü %23,1 civarında iken, endüstri sektörü %26,9 ve hizmetler sektörü ise %50 seviyelerindedir. Güncel veriler bulunmamakla birlikte Uganda’da 1999 yılı işgücünün sektörel olarak dağılımını ele aldığımızda toplam işgücünün %82’si tarım sektöründe yer almakta, %5’i endüstride ve %13’ü ise hizmetler sektöründe yer almaktadır (CIA, 2014b). 2002 Uganda Nüfus ve Konut Sayımı’na göre ülkede yıllık nüfus artışı %3,2 oranındadır (UBOS, 2003: 1). 2014 yılı ortalarında Uganda aşağıdaki tabloda belirtildiği gibi 35 milyonun üzerinde bir nüfusa sahip olup, bu nüfusun %49,2’sini 15 yaşın altındakiler ve % 21,4’ünü ise 15-24 yaş grubu oluşturmaktadır. Yine 25-54 yaş grubu toplam nüfusun %26’sını, 55 yaş ve üzeri ise toplam nüfusun %3,4’ünü oluşturmaktadır (CIA, 2014b). Tablo 2. 2014 Yılına Göre Uganda’da Yaşa Göre Nüfus Dağılımı Yaş Yüzde (%) Erkek Kadın 0-14 15-24 25-54 55-64 65 Yaş ve üzeri: % 49.2 % 21.4 % 26 % 1.3 % 2.1 8,714,354 3,775,679 4,618,088 405,740 327,771 8,765,900 3,833,574 4,615,616 447,118 415,075 Kaynak: CIA (2014b) “Uganda”, (https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/ug.html) (15.03.2014). YIL: (5) 1 – SAYI: 2 59 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Uganda diğer birçok Sahra ülkelerinde olduğu gibi dinamik ve sürekli büyüyen kentsel enformel sektöre sahiptir (Worldbank, 2005: 1). Öyle ki, ülkede toplam nüfus içinde gençlerin ağırlıkta olması ve buna karşılık formel sektörün sınırlı olması, gençleri enformel sektöre yönelmelerine neden olmaktadır (Ulandssekretariatet, 2013c: 1). Böylece ülkede hakim olan işsizlik ve eksik istihdam bir taraftan enformel sektör ile kamufle edilirken, diğer taraftan ülkede enformel sektör yaygınlık kazanmaya başlamıştır (Ulandssekretariatet, 2013c: 9). Nitekim Uganda İstatistik Bürosu (Uganda Bureau of Statistics-UBOS) 2014 yılında enformel sektörün “toplam ekonomi” içindeki payının %43 civarına ulaştığını belirtmektedir (PESATIMES, 2014). Uganda enformel sektörün yapısı şu şekilde özetlenebilir: • Üretim düşük teknoloji ile emek yoğun gerçekleşmektedir. • Genellikle istihdam edilen kişi sayısı 1-5 arasındadır. • Sosyal koruma programlarından yoksundur. Örneğin “Ulusal Sosyal Güvenlik Fonu” yoktur. • Çoğunlukla mikro işletmeler hâkimdir. • İşgücü vasıfsızdır (daha eğitimli olanlar formel sektörde istihdam edilmiştir). • Kadınlar enformel sektörün yaklaşık % 92’sini oluşturmaktadır. • Sektöre giriş ve çıkışlar kolaydır. • Yerli hammadde kullanımı yaygındır. • Üretim temelde yerel kentsel pazarlar içindir. • Enformel sektör aktiviteleri, cinsiyet, eğitim, engelli ve yetenekli yetişkinler ve çocuklar açısından heterojen bir yapı arz eder (Worldbank, 2005: 1-2). • 1999 yılında 17.000 üyesiyle Uganda Kamu Çalışanları Birliği (Uganda Public Employees Union-UPEU), Ulusal Sendikalar Örgütü (National Organisation of Trade Unions-NOTU)’nün ikinci büyük üyesi olmuştur (Chen v.d. 2004: 166). Uganda Kamu Çalışanları Birliği, 1990’da ekonomik liberalleşme ve özelleştirme programları aracılığı ile kamu sektöründeki iş kayıplarının bir 60 MAYIS-AĞUSTOS 2014 ENFORMEL SEKTÖRDE İŞGÜCÜ ÖRGÜTLENMELERİ: AFRİKA’DAN DENEYİMLER sonucu olarak birkaç yıl içinde üye sayısı 108.800’den 700’lere kadar gerileyince, bu defa sendika bakış açısını ve kapsamını değiştirmiştir. Bu amaçla kamu çalışanı kavramı revize edilmiş ve memurluğun geleneksel dar anlamı terk edilerek daha esnek ve geniş bir tanımlamaya gidilmiş ve “halka hizmet” amacıyla çalışan herkes, kamu çalışanı olarak ele alınmıştır. Hatta sektörde sayıları her geçen gün artan enformel sektör çalışanları da örgütlenmeye dahil edilmiş ve böylece üye sayısı 700’den tekrar (yukarıda da belirtildiği gibi 1999 yılında) 17.000’e kadar yükselmiştir (Chen v.d. 2004: 166-167; Gallin, 2004). Uganda’da 1973 yılında “Özgür İşçi Sendikaları Merkez Organizasyonu (Central Organization of Free Trade Unions-COFTU)” ve 2004 yılında “Enformel Ekonomi İşçi Örgütleri Ulusal Birliği (The National Alliance of Informal Economy Workers Organizations)”, enformel sektördeki dağınık dernekleri birleştirmek amacıyla oluşturulmuştur (Lindell, 2008: 5). 3.1.7. Zambiya Eskiden “Kuzey Rodezya toprakları” olarak bilinen Zambiya, 1891 yılından 1923’e kadar Güney Afrika Şirketi tarafından yönetilmiş; 1964 yılında da bağımsızlığını kazanarak adı “Zambiya” olarak değiştirilmiştir. Bağımsızlık öncesi 1920-1930’lu yıllar arası madencilikte başarılı olmuşsa da 19801990’lı yılları arasında ülkede bakır fiyatları düşmüş, kuraklık baş göstermiş ve ekonomi kötü bir şekilde yönetilmiştir (CIA, 2014c). Buna rağmen 20022008 yılları arasında Zambiya’nın GSMH’sı yıllık ortalama %5 artmıştır. Bu büyüme genellikle maden, yapı, ulaştırma, depolama ve iletişim sektörlerinden meydana gelmiştir (İBP, 2014b). Zambiya’da 2013 yılına göre sektörlerin GSMH’daki payı; tarımın %19,8, endüstrinin %33,8 ve hizmet sektörünün yaklaşık %46,4’tür. Ülkede 2013 yılında 6.275.000 işgücü mevcuttur. Güncel veriler bulunmamakla birlikte en son 2004 yılına ait verilere göre işgücünün %85’i tarımda, %6’sı endüstri ve %9’u hizmet sektöründedir. Bu arada 2006 yılına göre halkın %64’ü yoksulluk sınırı altında hayat sürmektedir (CIA, 2014c). YIL: (5) 1 – SAYI: 2 61 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Tablo 3. 2014 Yılına Göre Zambiya’da Yaşa Göre Nüfus Dağılımı Yaş Yüzde (%) Erkek Kadın 0-14 15-24 25-54 55-64 65 Yaş ve üzeri: % 46.2 % 20,1 % 28.5 % 2.8 % 2.4 3,393,388 1,465,009 2,105,768 199,098 151,471 3,362,850 1,467,555 2,072,314 222,214 198,838 Kaynak: CIA (2014c) “Zambiya”, (https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/za.html) (15.03.2014). 2014 yılı verilerine göre Zambiya’da 0-14 yaş grubu toplam nüfusun içinde %46,2, 15-24 yaş grubu toplam nüfus içinde %20,1 civarında iken, 2554 yaş grubu ise toplam nüfus içindeki payı %28,5 civarındadır. Böylece ülke genelinde genç bir nüfusun hâkim olduğunu görmekteyiz. Zambiya’da enformel sektör çalışanları; ücretli izin, emeklilik, ikramiye, sosyal güvenlik haklarına sahip olmadığı gibi istihdam edildikleri işyerlerinde çalışan işçi sayısı da 5 kişiden azdır. Enformel sektörde istihdam edilen işçiler genellikle gündelik işler de (örneğin ev işlerinde) istihdam edilmekte ve bu işler enformel sektörün doğası gereği hem kayıtlı işler değildir, hem de geçici işlerdir. İşyerleri genellikle tüzel kişiliği ve sabit işvereni olmayan küçük işletmeler şeklindeki işyerleridir. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)’ne göre, Sahraaltı Afrika’da istihdamın %72’si, Zambiya’da ise %80’i enformel sektörden meydana gelmektedir (Kapatamoyo, 2014). Shaha, Zambiya’da özel sektörün gelişmesinin, enformel sektöre bağlı olduğunu ve toplam işgücünün yaklaşık %90’ının da enformel sektörde istihdam edildiğini yaptığı çalışmalarda tespit etmiştir (Shaha, 2012: 1). Zambiya İş Mevzuatı, ücretlerin yasadışı kesilmelerine karşı koruyucu önlemler alsa da; ülkede yinede sağlıklı bir asgari ücret uygulanamamakta, işçi ücretleri zamanında ödenememektedir. Öyle ki, enformel sektördeki faaliyetler devlet tarafından düzenlenmediği için ücret ödenme zamanı ve/veya ücret miktarı, ücretlerdeki artış miktarı gibi birçok konu işverenin insafına bırakılmıştır (Kapatamoyo, 2014). 62 MAYIS-AĞUSTOS 2014 ENFORMEL SEKTÖRDE İŞGÜCÜ ÖRGÜTLENMELERİ: AFRİKA’DAN DENEYİMLER Zambiya Enformel Ekonomi Dernekler Birliği (AZIEA), Zambiya’daki enformel işçi derneklerinin çatısı gibidir (Ryklief, 2012a: 16). AZIEA’nin üyeleri genellikle sokağı temsil eden pazarcılar, işportacılar, sınır ötesi tüccarlar ve Zambiya’da diğer enformel sektör çalışanlarıdır. Bu bağlamda AZIEA 9 derneği ve 1,4 milyon bireysel işçiyi temsil etmektedir. AZIEA, çoğu formel sektörde daha önce hiçbir demokratik şekilde temsil edilme olasılığı yakalayamamış enformel sektör çalışanlarının, toplu pazarlık kapasitelerini geliştirmek ve onların seslerinin güçlü çıkmasını sağlamak için çalışmaktadır. AZIEA’nın diğer faaliyetleri arasında; çalışanları örgütlemek, üyelerini sivil ve işçi hakları konusunda eğitmek, toplu pazarlık yapmak, hükümet ve enformel sektör işçi temsilcileri arasında, enformel sektör işçilerinin ihtiyaçlarını ve haklarını koruyucu politikalar geliştirmek yer almaktadır (WIEGO, 2014b). Zambiya Sendikalar Kongresi (ZCTU) ile yakın çalışan AZIEA, aynı zamanda ZCTU ve İşçi Eğitim Dernekleri Uluslar arası Federasyonu (IFWEA)’nun üyesidir. AZIEA esasen Ekim 2002’de başlatılan, Zambiya İşçi Eğitim Derneği (WEAZ) tarafından yürütülen enformel ekonomide organize olmuş bir projenin sonucudur. Birlik, Zambiya Sendikalar Kongresi ve Sokak Satıcıları Uluslararası Örgütünün (StreetNet International) de üyesidir (Ryklief, 2012a: 16). 3.1.8. Zimbabve 1953 yılında İngiltere, Güney Rodezya (Zimbabve)’yı, Kuzey Rodezya (Zambiya)’yı ve Nyasaland (Malavi)’ı birleştirerek “Orta Afrika Federasyonu”nu oluşturmuştur. 1963 yılında Zambiya ve Malavi bağımsızlığını kazanmasıyla birlikte Federasyon dağılır. Ardından Ian Smith başbakan olur ve ülkenin tam bağımsızlığını kazanması için İngiltere’yi ikna etmeye çalışır. 1972 yılında rakipleri (ZANU ve ZAPU) beyazlara karşı gerilla ayaklanmaları yaşayan ülke, nihayet 1979 yılında özgür bir şekilde seçimlere girer ve 1980 yılında Zimbabve adı ile bağımsız bir ülke sıfatını kazanır (BBC, 2014; CIA, 2014d). YIL: (5) 1 – SAYI: 2 63 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Tablo 4. 2014 Yılına Göre Zimbabve’de Yaşa Göre Nüfus Dağılımı Yaş 0-14 15-24 25-54 Yüzde (%) % 39.2 % 22.6 % 33 Erkek 2,670,642 1,527,964 2,298,355 Kadın 2,615,440 1,520,255 2,153,659 55-64 65 Yaş ve üzeri: % 1.6 % 3.6 180,554 193,385 318,410 293,057 Kaynak: CIA (2014d) “Zimbabwe” (https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/zi.html) (27.03.2014). 2014 yılında 13,5 milyonun üzerinde nüfusu bulunan Zimbabve’de nüfusun yarıdan fazlası gençlerden oluşmaktadır. Ülkede yıllık nüfus artışı %4,36’dır. Oranın bu seviyelerde olmasında bebek ölüm oranlarının yüksekliği de etkilidir. Öyle ki ülkede 2014 yılı verilerine göre, her bin bebekten 32,47’si hayatını kaybetmektedir (CIA, 2014d). Zimbabve’de 2013’de 3.939 milyon olan toplam işgücünün sektörler arası dağılımına ilişkin güncel veriler bulunmamakla birlikte en son 1996 yılına göre dağılım ise şu şekildedir. Tarım %66, endüstri %10 ve hizmet sektörü %24 dolaylarındadır. Yine Zimbabve’de 2013 GSMH’nın %20,1’i tarımdan, %25,4’ü endüstriden ve %54,5’i ise hizmet sektöründen oluşmaktadır (CIA, 2014d). Zimbabve’nin ekonomisi devam eden siyasi belirsizliğe rağmen büyümüştür. 1998-2008 döneminde yaşanan daralmanın ardından ve 2012-13 yıllarında kötü hasat ve elmas gelirlerinde yaşanan yavaşlamadan önce Zimbabve ekonomisi, 2010-11 döneminde yaklaşık %10 oranında reel büyüme kaydetmiştir. Zimbabve hükümeti altyapı da dahil olmak üzere, düzenleme eksiklikleri, politikada yaşanan belirsizlikler, büyük bir dış borç yükü ve formel sektörün yetersizliği gibi bir dizi zor ekonomik sorunlar ile karşı karşıya kalmıştır. 2009 yılı başlarına kadar, rutin bütçe açığını finanse etmek amacıyla Zimbabve Bankası tarafından para basılması hiperenflasyona neden olmuştur (CIA, 2014d). Ekonomide yaşanan bu olumsuzluklar neticesinde Zimbabve hükümeti ve vatandaşlar, ülkede cereyan eden özellikle işsizlik sorunu ve negatif eko- 64 MAYIS-AĞUSTOS 2014 ENFORMEL SEKTÖRDE İŞGÜCÜ ÖRGÜTLENMELERİ: AFRİKA’DAN DENEYİMLER nomik büyüme konusunda ciddi endişeler duymaya başlamışlardır. Hükümet ayrıca yeraltı işletmelerinin mantar gibi büyümesinden ve vergi gelirlerinde ortaya çıkan kayıptan dolayı da son derece endişe duymaktadır (Highbeam, 1998). Ülkede ciddi işsizlik ve enformel istihdam söz konusu olmakla birlikte, istihdam ile ilgili istatistikler Zimbabve’de tartışmalı bir konudur. Öyle ki, yerel ve uluslararası yayınlar, gazeteler işsizlik oranının %80 civarında olduğunu ve yaygın bir enformel sektörün olduğunu belirtirken, Zimbabve Merkezi İstatistik Ofisi (CSO) ise işsizlik oranının %9’larda olduğunu savunmaktadır (Luebker, 2008: 1). Zimbabve’de enformel sektörün GSMH içindeki payı %19.5 civarında olup, ülkede yaklaşık 3,7 milyon kişi enformel sektörde istihdam edilmektedir. Edinilen verilere göre ise erkeklerin %45,4’ü, kadınların ise %54,6’sı enformel sektörde istihdam edilmektedir (Bulawayo 24, 2013). Zimbabve Enformel Ekonomi Dernekleri Odası (The Zimbabwe Chamber of Informal Economy Associations-ZCIEA), Zimbabve Sendikalar Kongresi (Zimbabwe Congress of Trade Unions-ZCTU) ile birlikte hareket etse de, ZCTU’nun üyesi değildir. ZCIEA ve ZCTU birlikte enformel ekonomi projeleri geliştirmişlerdir (Ryklief, 2012a: 16). ZCIEA enformel sektörde faaliyet gösteren tüm işgücünü organize etmek için kurulmuştur. Bu anlamda ZCIEA pazar satıcıları, işportacılar, sokak satıcıları gibi birçok enformel sektör çalışanlarını kapsadığı gibi aynı zamanda sendika, kooperatif ve diğer dernek türleri de üyeleri arasında yer almaktadır. ZCIEA’nın 150 dernek üyesi ve 45 başlık altında gruplandırılmış 10.500 bireysel üyesi bulunmaktadır. Üyeler üyelikleri sırasında, bir yıllık üyelik ücreti ödemektedir (StreetNet, 2014). ZCIEA’nın faaliyetleri arasında; • Enformel sektörde çalışanların çıkarlarını korumak, • Eğitim yoluyla üyelerinin girişimcilik becerilerinin geliştirmek, • İş geliştirmek ve artırmak için kaynakları seferber etmektir. Neticede ZCIEA’nın amacı istikrarlı bir ekonomide her vatandaşın yaşam standartlarını iyileştirmek ve enformel sektör faaliyetlerini, formel sektöre dönüştürerek yoksulluğu azaltmaktır (Streetnet, 2014). YIL: (5) 1 – SAYI: 2 65 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ 3.1.9. Gana Afrika’da enformel sektörde işgücü örgütlenmeleri kapsamında Sahraaltı Afrika ülkelerinden sonra ele aldığımız Gana 1957 yılında Afrika’da sömürge devletleri arasında bağımsızlığını kazanan ilk ülke olma özelliğini taşımaktadır (SAHO, 2014). Gana’da 2001 yılında toplam işgücünün %89’u enformel sektördeyken, 11 yıl sonra yani 2012 yılında enformel sektörde istihdam oranı ciddi anlamda bir düşüş yaşamamış ve Gana’da tahmini olarak 9 milyon işgücünün 7.7 milyonu yani %86’sı enformel sektörde yer almıştır. Geri kalan çok küçük bir kesimde, formel sektörde istihdam edilmektedir. Gana’nın enformel sektör çalışanlarının büyük bir çoğunluğu yani %63’ü tarımla uğraşırken, 2001 yılına göre bu oran azalacağına tam tersine %7 oranında bir artış göstermiştir. Kalan %37’si de tekstil, madencilik ve ulaşım gibi tarım dışı sektörde yer almaktadır. Gana’da 2005 yılından beri ortalama ekonomik büyüme %6-7 civarında gerçekleşirken (Xaba, 220: 9; Ryklief, 2012a: 16-17), 2013 yılında bu oran %7,9’a kadar yükselmiştir (CIA, 2014e). Gana’da 1941 yılında Sendika Yönetmeliğinin yürürlüğe girmesiyle birlikte işçilerin bir sendika kurma veya bir sendikaya üye olma hakkı tanınmıştır. Gana Sendikalar Kongresi (The Ghana Trade Union Congress-TUC) 1945 yılında kurulmuştur ve ülkenin ana ulusal sendika merkezi konumundadır. Ardından da bağımsız birkaç işçi sendikası ile birlikte ülkenin ikinci büyük örgütlenmesi olan “Gana Emek Federasyonu (GFL)” da 1998 yılında kurularak örgütlenme adına önemli bir adım daha atılmış oldu. Böylece Gana’da sendikacılık formel sektördeki işçilerin büyük bir kısmını kapsayacak şekilde büyümesine rağmen, enformel sektördeki işgücü sendikalaşması aynı oranda gerçekleş(e)memiş ve çalışanlarının sendikalaşma oranı sadece %0,1 seviyelerinde kalmıştır (Ryklief, 2012b: 9; ILO, 2011 ). Söz konusu oranın düşüklüğünün nedeni ise daha öncede belirtildiği gibi Ghana’da 1980 / 90’lı yıllarda uygulanan Yapısal Uyum Politikaları’dır. Bu politikalar neticesinde kamudaki personelin pek çoğu işten çıkarılmış ve bunun sonucu olarak 1985 yılında 464.000 olan formel istihdam sayısı 1991 yılında 186.000’e kadar gerilemiştir. Ayrıca 2008 yılında Gana İstatistik Hizmetleri, 1998-1999 ve 2005-2006 yılları arasında %52 olan sendika yoğunlunun %37’ye kadar düştüğünü tespit etmiştir. Böylece formel sektörde, enformel sektörde de sendikal yoğunluk adına bir düşüş söz konusu olmuştur (Kalusopa, 2013: 131) 66 MAYIS-AĞUSTOS 2014 ENFORMEL SEKTÖRDE İŞGÜCÜ ÖRGÜTLENMELERİ: AFRİKA’DAN DENEYİMLER Ülkenin en büyük sendikası olan TUC olanlardan sorumlu tutularak, ilerleyen zamanlarda ülkenin yeni politikacıları tarafından eleştirilmiştir. Bunun üzerine TUC 1996 yılında yeni politikalar benimsemiş ve benimsediği yeni politikalar ile enformel sektörde üye sayısını artırmıştır. Aslında TUC’un 1985 yılında Gana Ulusal Emek Danışma Formu, 1997 yılında Ulusal Ekonomik Formu, ücretli istihdamını teşvik etmek için kurulan Emek Girişim Fonu gibi kuruluşların kurulmasında önemli bir enstrüman olması, hükümet politikalarını da etkilemiştir. 2003’de ulusal sağlık sigortasının genişlemesi, enfomel sektör çalışanlarını da kapsaması için başlatılan kampanyada TUC’nin başarılı olması, TUC’u “İş Kanunu”nun savunucusu durumuna getirmiştir. Gana’da yukarıda saydığımız ülke çapındaki büyük örgütlenmelerin haricinde enformel sektörde de faaliyet gösteren birkaç sendika daha mevcuttur. Bunları şu şekilde sıralamak mümkündür. • Sanayi ve Ticaret İşçileri Sendikası, kuaför, kuru temizleme gibi enformel sektörde faaliyet gösteren kişilerin özlük haklarının gelişmesi için uğraş vermektedir. • Denizcilik ve Tersane İşçileri Sendikası (MDU), işsiz/geçici olarak çalışan üyelerini istihdam edebilmek amacıyla faaliyet göstermektedir. • Kereste ve Ahşap İşçileri Sendikası (TWU), hem enformel sektörde yer alan vasıfsız işçilere “muhasebecilik ve yönetim” eğitimi sunmakta, hem de ihtiyaç sahiplerine kredi erişim kolaylığı sağlamaktadır (Ryklief, 2012a: 17). • Yapı ve İnşaat Malzemeleri İşçi Sendikası, enformel sektörde bina ve yol yapımında çalışanların haklarını korumak, geliştirmek amacıyla kurulmuştur (Ghanatuc, 2014: 13). • Genel Tarım İşçileri Sendikası’da kırsal kesimde yer alan çiftçileri ve tarım çalışanlarını örgütler (Hivos, 2014). • Gana Özel Karayolu Taşımacılığı Birliği ise serbest meslek sahibi ticari sürücüleri ve araç sahiplerinin örgütlenmesini sağlamaktadır (ILO, 2011). • Yerel Yönetim Emekçileri Sendikası, genel olarak enformel sektördeki grupları organize etmektedir (Britwum and Martens, 2008: 16). YIL: (5) 1 – SAYI: 2 67 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Afrika’da enformel sektörde işgücü örgütlenmeleri kapsamında ikinci sırada ele aldığımız “Gana” ile ilgili bu bilgileri verdikten sonra bu bölümde son olarak Güney Afrika’daki enformel sektörde yer alan işgücü örgütlenmelerine değinmek faydalı olacaktır. 3.1.10. Güney Afrika Güney Afrika’da, enformel sektör işsizlik, yoksulluk ve sürdürülebilir ekonomi için önemli bir strateji olarak görülmektedir. Tabi belediyeler, bu sektör için uygun bir ortam oluşturulmadığından dolayı, bazı sorunlar ile karşı karşıya kalmaktadır (The South African LED Network, 2014). Aylık İşgücü Anketi’’ne göre, 2012 yılının ilk çeyreğinde Güney Afrika’da tarım sektörü hariç enformel sektörde aktif 2,1 milyon kişi, tarım dışı formel sektörde ise 9.5 milyon kişi istihdam edilmiştir. Enformel sektörde yer alan 2,1 milyon çalışanın 1,2 milyonu erkek ve yaklaşık 857.000 kadındır (Phiri, 2013: 9-10). Formel sektörde büyük bir enforleşme yaşanmaktadır. Öyle ki, Güney Afrika’da enformel sektör içinde yer alan imalat, tekstil, inşaat, ulaşım (taksicilik) gibi birçok sektör yeniden yapılandırılmıştır (Fnvmondiaal, 2014: 2). Yapılandırma neticesinde 1995-2001 yılları arasında, ekonomik aktif nüfusun (Economically Active Population-EAP) tam zamanlı istihdamı %20 civarında düşerken, enformel sektörün istihdamı %17 ila %31 arasında yükselmiştir. Böylece işler daha geçici, emekçiler açısından piyasa daha sömürücü bir hal almaya başlamıştır. Enformelleşme trendi ilerleyen yıllarda da hızla artmaya devam etmiş ve 2004-2005 yılları arasında oluşturulan 658.000 işin 516.000’sı enformel sektörde gerçekleşmiştir (Ryklief, 2012a: 18). Güney Afrika’da GSMH yıllık büyüme oranı 1993’den 2013’e kadar yıllık ortalama %3,2 civarında gerçekleşirken, 2013 yılında bu oran daha da düşmüş ve %2 olarak gerçekleşmiştir; böylece ülkede yeteri kadar ekonomik büyüme sağlanamadığından dolayı enformel sektör genişleme alanı bulmuştur (Trading Economics, 2014; CIA, 2014f). Güney Afrika’da enformel sektör genellikle işgücü piyasası düzenlemeleri dışında kalmış, enformel sektör ücretleri piyasa güçleri tarafından sübjektif ölçütlere göre tayin edilmiştir. Böylece enformel sektör ücretleri birbirinden farklı şekilde yapılandırılıp, değişkenlik arz eder duruma gelmiştir (Ruffer and Knigh, 2007: 4). Bu olayın en vahim tarafı ise enformel sektör 68 MAYIS-AĞUSTOS 2014 ENFORMEL SEKTÖRDE İŞGÜCÜ ÖRGÜTLENMELERİ: AFRİKA’DAN DENEYİMLER çalışanlarının koruyucu yasa kapsamına alınmadıkları ve kolektif olarak temsil edilmedikleri sürece zayıflıklarının artarak devam edeceğidir. Konunun önemine binaen ILO’nun 2002/2 yılı ve 127 numaralı “işgücü eğitim” kitapçığında Manuel Simón Velasco, enformel sektör çalışanlarının seslerini duyurabilmeleri için topluca hareket etmeleri gerektiğini ve mevcut problemlerini önleyebilmek için enformel sektörün büyümesinin engellenmesi gerektiğini belirtmiştir (ILO, 2002b: V). Bu gerekliliğin bir sonucu olarak Güney Afrika’da sendikal haklar esasen yetmişlerin sonunda temin edilmeye başlamış ve Güney Afrika’da Irkçı endüstri ilişkileri de dâhil olmak üzere 1979 yılında siyah sendikalar yasalaşmıştır. 1980’li yıllar da siyah sendikalar yasal olarak da korunmaları neticesinde katlanarak büyümüştür. Siyah bir işçinin varlığının tüm yönlerini içine alan “ırkçı devlet kontrolünün entegrasyonu”, hem işyeri mücadeleleri ve amansız siyasi çözüm arayışları arasındaki bağı kurmuş, hem de siyah işçilerin siyasallaşmasında önemli rol oynamışlardır. Sendikal hareketler işçilere, büyüme, örgütlenme ve stratejik ekonomik güç elde etme fırsatı sağlamıştır. 1985 yılında Güney Afrika Sendikalar Kongresi (Congress of South African Trade Unions-COSATU), daha küçük rakibi olan Ulusal Sendikalar Konseyi (National Council of Trade Unions-NACTU) ile birlikte bir sanayi sektörü düzeyinde güçlerini pekiştirmek için hareke geçmiştir. Böylece kolektif hareketler ve siyah sendikaların gerçekleştirdikleri pazarlıklar, ülkede endüstri ilişkilerini yeniden aktif hale getirmiştir (Ryklief, 2012a: 18-19). Güney Afrika’da işçi-işveren ilişkileri mevzuatını ilgilendiren “1997 İstihdam Yasası Temel Koşulları (Basic Conditions of Employment Act-BCEA)” ve “1995 Çalışma İlişkileri Yasası (Labor Relations ActLRA)” iş mevzuatının iki önemli parçasıdır. BCEA hemen hemen tüm çalışanlar için (asgari ücret hariç) asgari çalışma koşullarını belirler. Ancak BCEA, İstihdam Koşulları Komisyonu’nun tavsiyesi üzerine Çalışma Bakanı ile asgari ücret konusunda da çalışmalar başlatmışlardır. LRA’nın hedefi ise içlerin sosyo-ekomik haklarının sendikalar tarafından temsil edilmesini sağlamaktır (Jane, 2003: 10). Güney Afrika’da öte yandan Güney Afrika Ulaştırma ve Müttefik İşçileri Sendikası (The South African Transport and Allied Workers’ Union-SATAWU) ile Güney Afrika Ulusal Taksi Konseyi (The South African National Taxi Council- SANTACO) enformel sektörde yer alan minibüs ve taksi şoförleriYIL: (5) 1 – SAYI: 2 69 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ nin sendikalaşmasını sağlayan iki önemli sendikalardır (Jane, 2003: iii). SATAWU’nun temsil ettiği çalışan sayısı ise 10.000’dir. Irkçılık dönemi boyunca siyah topluluklara hizmet eden, yaklaşık 185.000 işçi çalıştıran ve günlük tüm kamu ulaşım banliyö seyahatlerinin %65’inden sorumlu olan “dolmuş taksi sektörü”, toplu taşıma sisteminin önemli bir unsurudur. (Ryklief, 2012a: 19). Enformel sektörde işlerin sürekli olmaması, ücretlerin düzensiz ödenmesi, istihdam ilişkilerinin sağlıklı olmaması nedeniyle Güney Afrika’da işçilerin örgütlenmesi zorlaşmakta dolayısıyla da işçi örgütlerinin sayısı azalmaktadır (Devenish and Skinner, 2004: 11). Ancak Güney Afrika’da genellikle sendikalar zayıf olmasına rağmen, sendikaların yine de bir geçmişi vardır. Güney Afrika Yurtiçi İşçileri Derneği (SADWA) 1981 yılında göreve başlamış ve 1986 yılında, SADWA, COSATU’ya bağlı Güney Afrikalı Yerli İşçileri Sendikası (South African Domestic Workers Union-SADWU) olmuştur (Motsei, 1990). COSATU ise finansal problemler ve çoklu bölünmeler nedeniyle 1996 yılında dağılmıştır. 2000 yılında SADWU’nun bazı eski liderleri, Güney Afrika Yurtiçi Hizmet ve Müttefik İşçileri Sendikası (South African Domestic Service and Allied Workers Union-SADSAWU)’nı kurmuşlardır. Ev işlerinde çalışanlarda kendi aralarında birkaç küçük sendika kurmasına rağmen hiçbiri SADSAWU’nun ulusal profiline ulaşamamıştır (Ryklief, 2012a: 19-20). SONUÇ Uzun yıllar sömürülen Afrika’nın var olan kaynaklarından istifade edememesi, özgürlüklerini yakın zamanda elde etmeleri, buna bağlı olarak endüstrisini geliştirememesi, ekonomisinin tarıma dayalı olması formel sektörün gelişimini engellemiş ve enformel sektörün hemen hemen tüm kıtada hızla büyümesine ve işgücünün enformel sektörde yer almasına neden olmuştur. Ancak Afrika’da, enformel sektörün çığ gibi büyümesine rağmen, söz konusu sektörde yer alan işgücü ve işgücü örgütlenmeleri ile ilgili sağlıklı veriler bulunmadığı gibi akademik çalışmalarda yok denecek kadar azdır. Eğitime verilen desteğin çok az olması, yoksul bir nesil yetişmesine neden olmuştur. Öyle ki, formel sektörde istihdam olanağı bulamamış ve enformel sektörde çalışmak durumunda kalanlarının çoğunun eğitim seviyesi çok düşüktür. Hatta büyük çoğunluğunun okuma yazma bilmediği ve okuma 70 MAYIS-AĞUSTOS 2014 ENFORMEL SEKTÖRDE İŞGÜCÜ ÖRGÜTLENMELERİ: AFRİKA’DAN DENEYİMLER yazma bilmeyen bu işgücünün formel sektörde istihdam edilmesinin son derece güç olduğu bilinen bir gerçektir. Bu nedenle işgücünün eğitim seviyesinin özellikle mesleki ve teknik yönden geliştirilmesi bu kişilerin formel sektörde istihdam olanağı yakalamalarını sağlayacaktır. Kaldı ki, özellikle sanayileşmiş ülkelerde “yaşlılık” ciddi bir sorun, hatta ülkelerinin devamı için önemli bir tehdit oluşturmasına rağmen Afrika’da nüfusun büyük bir kısmının gençlerden oluşması, yakın bir zamanda Afrika’ya insan kaynağı yönünden önemli bir stratejik fırsat sunacaktır. Bu fırsatın iyi değerlendirilmesi ise özellikle gençlerin iyi bir eğitim almalarından geçmektedir. Öte yandan sağlıksız çalışma koşulları altında enformel sektörün işgücünün büyük kısmını, savunması ve pazarlık gücü zayıf kadınlar, gençler ve çocukların oluşturması enformel sektörün en dramatize yanını oluşturmaktadır. Yeterli işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınmadığı, çok uzun saatler çalışmalarına rağmen ellerine geçen çok düşük ücret ile yaşamlarını bile zor idame ettiren bu insanlar için acilen yerel ve/veya uluslararası platformda özellikle çalışma hukuku ve sosyal politika açısından gerekli önlemlerin alınması gerekmektedir. Baskıcı politikalar neticesinde işgücü örgütlenmelerinin istenilen seviyeye gelememesi bu konuda da somut adımlar atılmasını gerekli kılmaktadır. Öyle ki, 1957 yılında Afrika’da sömürge devletleri arasında bağımsızlığını kazanan ilk ülke olan Gana olmasına rağmen Gana’da enformel sektör çalışanlarının sendikalaşma oranı sadece %0,1’dir. Nitekim işgücü örgütlenmeleri önündeki her türlü engelin kaldırılması hem enformel sektörün küçülmesini, hem de çalışma hayatının daha sağlıklı devam etmesini sağlayacaktır. Bu nedenle yıllarca devam eden cebri, dogmatik ve başarısız sosyalist politikaların uygulandığı Tanzanya başta olmak üzere, sendikalaşma önündeki tüm engeller kaldırılarak, tüm Afrika ülkelerinde sendikal özgürlük sağlanmalıdır. YIL: (5) 1 – SAYI: 2 71 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ KAYNAKÇA ARTOKÇA, İzzettin (2012) Afrika Ülke Raporları: Benin Cumhuriyeti, (http://www.tasam.org/Files/PDF/Raporlar/afrika_ulke_raporlari_benin_ cumhuriyeti_7fb0d774-52de-4b93-a6d2-7539bbd8e253.pdf) (15.03.2014). AFRICAN DEVELOPMENT BANK GROUP (AFDB) (2013) “Recognizing Africa’s Informal Sector”, (http://www.afdb.org/en/blogs/afdb-championing-inclusive-growth-across-africa/post/recognizing-africas-informal-sector-11645/) (15.03.2014). ARTUR, Maria José (2004) “Trade Unions in Mozambique” (http://library.fes.de/pdf-files/bueros/mosambik/09527.pdf) (14.03.2014). ALTUĞ, Osman (1999) Kayıt Dışı Ekonomi, 2.Basım, İstanbul: Türkmen Kitabevi. Barrett, Jane (2003) “Organizing in the Informal Economy: A Case Study of the Minibus Taxi Industry in South Africa” , (http://www.ilo.org/ wcmsp5/groups/public/@ed_emp/@emp_ent/@ifp_seed/documents/publication/wcms_117698.pdf) (26.03.2014). BONNER, Christine and Dave Spooner (2011) “Organizing in the Informal Economy: A Challenge for Trade Unions”, (http://library.fes.de/pdf-files/ ipg/2011-2/08_a_bonner.pdf) (16.03.2014). BULAWAYO 24 (2013) “Informal Sector Contributing Around 20% of Zimbabwe’s GDP”, (http://bulawayo24.com/index-id-business-sc-economybyo-31282.html) (27.03.2014). BBC (2013) “Zimbabwe Profile”, (http://www.bbc.com/news/world-africa-14113618) (27.03.2014). BRITWUM, Akou O. and Pim Martens (2008) “The Challenge of Globalization, Labor Market Restructuring and Union Democracy in Ghana”, African Studies Quarterly , Volume 10, Issues 2 & 3, Fall 2008, p.1-25. CENTRAL INTELLIGENCE AGENCY (CIA) (2014a) “Nigeria”, (https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/ni.htm) (15.03.2014). 72 MAYIS-AĞUSTOS 2014 ENFORMEL SEKTÖRDE İŞGÜCÜ ÖRGÜTLENMELERİ: AFRİKA’DAN DENEYİMLER CENTRAL INTELLIGENCE AGENCY (CIA) (2014b) “Uganda” (https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/ug.html) (27.03.2014). CENTRAL INTELLIGENCE AGENCY (CIA) (2014c) “Zambia” (https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/za.html) (27.03.2014). CENTRAL INTELLIGENCE AGENCY (CIA) (2014d) “Zimbabwe” (https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/zi.html) (27.03.2014). CENTRAL INTELLIGENCE AGENCY (CIA) (2014e) “Ghana” (https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/gh.html) (27.03.2014). CENTRAL INTELLIGENCE AGENCY (CIA) (2014f) “South Africa” (https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/sf.html) (27.03.2014). CHAMBOTE, Raul, Boaventura Veja and Ilidio Nhantumbo (2006) Forces for Change: Informal Economy Organisations in Africa, Mozambique: War on Want. CHEN, Martha Alter, Joann Vanek and Marilyn Carr (2004) Mainstreaming Informal Employment and Gender in Poverty Reduction: A Handbook for Policy-Makers and Other Stakeholders, London: Commonwealth Secretariat. DEVENISH, Annie and Caroline Skinner (2004) “Organising Workers in the Informal Economy: The Experience of the Self-Employed Women’s Union, 1994-2004”, School of Development Studies, University of KwaZulu-Natal, (http://www.ifwea.org/@Bin/148860/2004SEWUExperience.pdf) (26.04.2014). DIBBEN, Pauline and Sara Nadin (2011) “Community Unionism in Africa: The Case of Mozambique”, Relations Industrielles / Industrial Relations, Vol. 66, n°1, p.54-73. EVANS, Alistair Boddy (2014) “A Very Short History of Tanzania”, (http://africanhistory.about.com/od/glossaryt/g/defTanzania.htm) (25.03.2014). YIL: (5) 1 – SAYI: 2 73 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ EL-MAHDI, Alia and Mona Amer (2005) Good Jobs, Bad Jobs, No Jobs (http://www.epi.org/publication/books_good_jobs/) (16.03.2014). EROKE, Linda (2010) “Addressing Workers’ Challenges in the Informal Sector”, Thisdaylive, (http://www.thisdaylive.com/articles/addressing-workers-challenges-in-the-informal-sector/83533/) (16.03.2014). FRIEDRICH EBERT STIFTUNG (FES) (2010) “National Conference of Informal Workers Organisation in Nigeria”, (16-17 June, 2010), (http:// www.fes-nigeria.org/Informal%20workers%20Organisation%20in%20Nigeria.php) (16.03.2014). FRIEDRICH EBERT STIFTUNG (FES) (2013) “Welcome to FES Nigeria”, (http://www.fes-nigeria.org/FIWON%20Organising%202013.php) (16.03.2014). FNVMONDIAAL (2014) “Country Context Analysis 3: South Africa”, (http://www.fnvmondiaal.nl/media/pdf/1352207/1352240) (26.03.2014). GALLIN, Dan (2004) “Informal Work: Organizing in the Global Informal Economy”, Bogaziçi University Social Policy Forum: Changing Role of Unions in the Contemporary World of Labour, Istanbul, November 26-27, 2004, (http://www.globallabour.info/en/2007/09/organizing_in_the_global_ infor.html) (29.03.2014). GHANATUC (2014) Trade Unions and Industrial Relations in Ghana, (http://www.ghanatuc.org/Labour-Relations-Manual.pdf) (26.03.2014). GÜLOĞLU, Tuncay (2005) “Türkiye’de Kayıtdışı İstihdam Gerçeğine Bir Bakış”, (http://digitalcommons.ilr.cornell.edu/cgi/viewcontent.cgi?article =1008&context=intlvf) (15.03.2014). HIVOS (2014) “Ghana - General Agricultural Workers Union (GAWU)”, (http://www.hivos.nl/Stop-Childlabour/Who-we-are/Our-partners-worldwide/Ghana-General-Agricultural-Workers-Union-GAWU) (26.10.2014). HIGHBEAM (1998) “Zimbabwe’s Informal Sector” (http://www.highbeam.com/doc/1G1-20655063.html) (01.04.2014). ILGIN, Yılmaz (1995) “Kayıtdışı Ekonomi ve Türkiye’deki Boyutları”, Ankara: DPT Yayınlanmamış Uzmanlık Tezi. 74 MAYIS-AĞUSTOS 2014 ENFORMEL SEKTÖRDE İŞGÜCÜ ÖRGÜTLENMELERİ: AFRİKA’DAN DENEYİMLER ILO (1992) Record of Proceedings: International Labour Conference, Seventy-eight Session, Geneva, 1991, Geneva: International Labour Office. ILO (2002a) Decent Work and the Informal Economy, Report VI, Geneva: International Labour Office. ILO (2002b) Women and Men in The Informal Economy: A Statistical Picture, Geneva: Internatıonal Labour Office. ILO (2011) “National Labour Law Profile: Ghana”, (http://www.ilo.org/ ifpdial/information-resources/national-labour-law-profiles/WCMS_158898/ lang--en/index.htm) (26.03.2014). ILO-FAO (2012) “FAO’s Promotion of Decent Employment Opportunities for Rural Youth Producers’ Associations in Mozambique” (http://www. fao-ilo.org/news-ilo/detail/en/c/122763/?no_cache=1) (14.03.2014). ILO (2014) Tanzania Decent Work Country Programme 2013-2016, (http://www.ilo.org/public/english/bureau/program/dwcp/download/tanzania. pdf) (25.03.2014). İHRACAT BİLGİ PLATFORMU (İBP) (2014a) “Uganda”, (http://www. ibp.gov.tr/pg/section-pg-ulke.cfm?id=7994BF81418C) (04.04.2014). İHRACAT BİLGİ PLATFORMU (İBP) (2014b) “Zambiya”, (http://www. ibp.gov.tr/pg/section-pg-ulke.cfm?id=7692B38D4C948E) (04.04.2014). KAPATAMOYO, Meluse (2014) “Working in the Informal Sector”, (http://www.mywage.org/zambia/main/searching-for-work/informal-sector/ working-in-the-informal-sector) (01.04.2014). KALUSOPA, Trywell, Kwabena Nyarko and Otoo Hilma ShindondolaMote (2013) Trade Union Services and Benefits in Africa (http://www.ituc-africa.org/IMG/pdf/BENEFITS_REPORT_FINAL_DRAFT.pdf) (26.03.2014). KAPAR, Recep (2007) “Enformel Ekonomide Çalışanların Örgütlenmesi ve Sendikalar”, Çalışma ve Toplum Dergisi, 2007/1, 83-117. KUCERA, David and Leanne Roncolato (2008) “Informal Employment: Two Contested Policy Issues”, International Labour Review, Vol. 147 (2008), No. 4, 321-348. YIL: (5) 1 – SAYI: 2 75 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ LINDELL, Ilda (2008) “Building Alliances Between Formal and Informal Workers: Experiences from Africa” (http://www.nottingham.ac.uk/ shared/shared_gwc/documents/Africa.pdf) (30.03.2014). LUEBKER, Malte (2008) ILO Sub-Regional Office for Southern Africa (SRO-Harare) Harare, Zimbabwe and Policy Integration and Statistics Department International Labour Office Geneva, Switzerland, Geneva: Internatıonal Labour Office. MOTSEI, Mmatshilo (1990) “The Best Kept Secret: Violence Against Domestic Workers”, Paper Presented at the Centre for the Study of Violence and Reconciliation, Seminar No. 5, 25 July, (http://www.csvr.org.za/index. php/publications/1589-the-best-kept-secret-violence-against-domestic-workers.html) (26.03.2014). MBILINYI, Apronius and Deogratias Mutalemwa (2010) “Informal Sector Taxation in Tanzania”, The Economic and Social Research Foundation, TAKNET Policy Brief Series No. 012 – 2010, 1-4. MULLER, Mette (2008) The Political Dynamics of the Informal Sector in Tanzania, , Denmark: International Development Studies Roskilde University Center. NATIONAL BUREAU OF STATISTICS (NBS) (2013) “Unemployment Estimates for the Year 2011”, (http://www.nbs.go.tz/index.php?option=com_ content&view=article&id=186:unemployment-estimates-for-the-year2011&catid=100:employment-and-earnings&Itemid=135) (11.04.2014). OMOMIA, Omosomi (2014) “Informal Sector Leads Job Creation in Nigeria”, 16 Ocak 2014, Businessdayonline, (http://businessdayonline. com/2014/01/informal-sector-leads-job-creation-in-nigeria/) (15.03.2014). ONYEBUEKE, Victor and Manie Geyer (2011) “The Informal Sector in Urban Nigeria: Reflections from Almost four Decades of Research” Town and Regional Planning, Vol.59, s.65-76. ORMAN GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (OGM) (2013) “Nijer Ülke Profili”, Ankara: Orman Genel Müdürlüğü, Dış İlişkiler, Eğitim ve Araştırma Dairesi Başkanlığı, Bölgesel ve İkili İlişkiler Şube Müdürlüğü, (http://web.ogm.gov. tr) (18.03.2014). 76 MAYIS-AĞUSTOS 2014 ENFORMEL SEKTÖRDE İŞGÜCÜ ÖRGÜTLENMELERİ: AFRİKA’DAN DENEYİMLER ÖZŞUCA, Şerife Türcan ve Gülay Toksöz (2003) Sosyal Koruma Yoksunluğu: Enformel Sektör ve Küçük İşletmeler, Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, No:591. PESATIMES (2014) “Informal Sector Now Growing Faster, Says UBOS” (http://www.pesatimes.co.tz/news/middle-east-africa-economy/informal-sector-now-growing-faster-says-ubos/) (17.03.2014). PHIRI, Madalitso v.d. (2013) “Inclusive Innovation in South Africa: Entrepreneurship and Inequality in the post Democratic Era”, (http://www.merit. unu.edu/MEIDE/papers/2013/Phiri_Makelane_Molotja_Kupamupindi.pdf) (26.03.2014). RUFFER, Tim and John Knight (2007) “Informal Sector Labour Markets in Developing Countries”, (http://www.opml.co.uk/sites/opml/files/Informal%20sector%20labour%20markets%20in%20developing%20countries_0.pdf) (14.03.2014). RYKLIEF, Sahra (2012a) “The Informal Economy in Africa” Trade Union Organizing in the Informal Economy: A Review of the Literature on Organizing in Africa, Asia, Latin America, North America and Western, Central and Eastern Europe, (Ed.), Jeff Keefe, (s.12-24), (http://www.solidaritycenter.org/Files/infecon_rutgers_final.pdf) (05.04.2014). RYKLIEF, Sahra (2012b) “Trade Union Organisation in the Informal Economy in Africa” (http://www.ifwea.org/@Bin/316866/Organising+in+the +IE+in+Africa+20012012.docx) (05.04.2014). SAHO (2014) “Ghana Demands Independence from Britain”, (http:// www.sahistory.org.za/dated-event/ghana-demands-independence-britain) (26.10.2014). SCHNEIDER, Friedrich (2002) “Size and Measurement of the Informal Economy in 110 Countries Around the World”, (http://dergiler.sgb.gov.tr/kutuphane/ekutup/Sizeandmeasurement_july2002.pdf) (22.03.2014). SCHNEIDER, Friedrich, Andreas Bueh and Claudio E. Montenegro (2011) “Shadow Economies All over the World New Estimates for 162 Countries from 1999 to 2007”, (http://www-wds.worldbank.org/servlet/WDSContentServer/WDSP/IB/2010/10/14/000158349_20101014160704/Rendered/ PDF/WPS5356.pdf) (22.03.2014). YIL: (5) 1 – SAYI: 2 77 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ SHAHA, Manju Kedia (2012) “The Informal Sector in Zambia: Can it Disappear? Should it Disappear?”, Campbell University Working Paper, 12/0425, June 2012, p.1-21. SKINNER, Annabel (2005) Tanzania & Zanzibar, London: Cadogan Gides. STREETNET (2014) “ZCIEA” (http://www.streetnet.org.za/docs/affiliates/ZCIEA-Zimbabwe-Chamber-of-Informal-Economy-Associations.pdf) (27.03.2014). TURNER, Sarah (2013) Indonesia’s Small Entrepreneurs: Trading on the Margins, USA: Routledge. THE WORLD FACTBOOK (2014) “Introduction Tanzania”, (https:// www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/print/country/ countrypdf_tz.pdf) (25.03.2014). THE SOUTH AFRICAN LED NETWORK (2014) “Informal Economy”, (http://led.co.za/topic/informal-economy) (26.03.2014). TRADING ECONOMICS (2014) “South Africa GDP Growth Rate,” (http://www.tradingeconomics.com/south-africa/gdp-growth) (04.04.2014). ULANDSSEKRETARIATET (2013a) “Mozambique – Labour Market Profile 2013” (http://www.ulandssekretariatet.dk/sites/default/files/uploads/ public/PDF/LMP/mozambique_2013_final_web.pdf) (15.03.2014). ULANDSSEKRETARIATET (2013b) “Niger – Labour Market Profile 2013” (http://www.ulandssekretariatet.dk/sites/default/files/uploads/public/ PDF/LMP/niger_2013_final_web.pdf) (17.03.2014). ULANDSSEKRETARIATET (2013c) “Uganda - Labour Market Profile 2013”, (http://www.ulandssekretariatet.dk/sites/default/files/uploads/public/ PDF/LMP/uganda_2013_final_web.pdf) (27.03.2014). UGANDA BUREAU OF STATISTICS (UBOS) (2013) The Natıonal Labour Force and Child Activities Survey 2011/12, Kampala–Uganda: Jemuga Investments Ltd. VERICK, Sher (2006) “The Impact of Globalization on the Informal Sector in Africa”, Economic and Social Policy Division, United Nations Economic Commission for Africa (ECA) and Institute for the Study of Labor 78 MAYIS-AĞUSTOS 2014 ENFORMEL SEKTÖRDE İŞGÜCÜ ÖRGÜTLENMELERİ: AFRİKA’DAN DENEYİMLER (IZA), (http://www.iza.org/conference_files/worldb2006/verick_s872.pdf) (05.06.2014). WIEGO (2014a) “Informal Economy in Benin”, (http://wiego.org/wiego/informal-economy-benin) (14.03.2014). WIEGO (2014b) “Alliance for Zambian Informal Economy Associations (AZIEA)”, (http://wiego.org/wiego/alliance-zambian-informal-economyassociations-aziea) (01.04.2014). WIKIPEDIA (2014) “Mozambik Cumhuriyeti” (http://tr.wikipedia.org/ wiki/Mozambik) (15.03.2014). WORLDPOPULATIONREVIEW (2014) “Tanzania Population 2014” (http://worldpopulationreview.com/countries/tanzania-population/) (25.03.2014). WORLDBANK (2005) “Urban Informal Sector in Uganda Presented During the Key Labour Market Issues Course”, April/May 2005, At Umi Gdlc (Uganda) (http://info.worldbank.org/etools/docs/library/211247/Uganda_ Urban%20Informal%20Sector.pdf) (26.03.2014). XABA, Jantjie, Pat Horn and Shirin Motala (2002) The Informal Sector in Sub-Saharan Africa, Employment Sector Working Paper on the Informal Economy 2002/10, Geneva: International Labour Office. YIL: (5) 1 – SAYI: 2 79 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ 80 MAYIS-AĞUSTOS 2014 TÜRKİYE’DE VE BAZI ÜLKELERDE ENGELLİ HAKLARI 1* Hande ŞAHİN Özet Dünya’nın çeşitli yerlerinde bireyler büyük oranda tedavi edilemeyen, belirli fonksiyonları yerine getirebilme yeteneklerinin kaybolduğu ya da engellendiği bazı fizyolojik eksikliklerle yaşamak zorundadır. Teknolojinin gelişimi, sağlık ve insan tanımlamalarındaki genişleme ve insan haklarının gündeme gelmesiyle, engellilik son yüzyılda üzerinde önemle durulan ve önlemler alınan bir konu haline gelmiştir. Yetmişli yıllardan itibaren başta ABD ve İngiltere olmak üzere gelişmiş batı ülkelerinde biçimlenen engelli hakları hareketi, esas olarak engelli bireylerin ortak bir hedef doğrultusunda örgütlenmesiyle gündeme gelmiştir. Ortak hedef, engelli bireylerin haklarının politik eylem platformunda savunulması ve güçlendirilmesidir. Birleşmiş Milletler tarafından 1981 yılının “Özürlüler Yılı” ilan edilmesinin ve engelliler için her konuda insan hak ve hürriyetlerinden yararlanmasını sağlayıcı eylem planının hazırlamasının ardından, ülkeler imkanları doğrultusunda engellilerin toplumla entegrasyonunu sağlayıcı çalışmalar içine girmişlerdir. Engellilerin, eğitim, çalışma, sosyal güvenlik gibi hakları yasalarla güvence altına alınmaktadır. Bunun yanında fiziki çevrenin ulaşılabilir olmasını sağlayıcı standartlar geliştirilmektedir. Bu çalışmada Türkiye’de ve engelliler için önemli haklar sağlayan bazı yabancı ülkelerdeki engelli bireylerin hakları incelenmiştir. Anahtar Kelimeler: Engelli, Engelli Hakları, Haklar, Engelli Bireyler * Doç. Dr. Kırıkkale Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Sosyal Hizmetler Bölümü [email protected] YIL: (5) 1 – SAYI: 2 81 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ DISABLED RIGHTS IN TURKEY AND SOME COUNTRIES Abstract Individuals around the world have to live with several physiological deficiencies which are mostly incurable, and which cause the loss or the obstruction of abilities to complete several functions. With the development of technology, expansion in the definitions of health and humanity and human rights coming into account, disability has become an important topic and there are measures taken about it. From the seventies, in developed western countries primarily in U.S.A. and England, disabled rights movement came into attention with the organization of disabled individuals towards a common aim. The common aim is to defend and strengthen the disabled individuals’ rights in a political activity platform. Countries started working towards the integration of the disabled into society in their own capability following the declaration of the year 1981 “The Year of the Disabled” and preparation of activity plan in order to make sure disabled individuals benefit from every human rights and liberties by United Nations. Rights of disabled such as education, employment, social security are protected by law. Besides, standards are being developed in order to make the physical environment more accessible. In this study, rights of disabled individuals in Turkey and in some foreign countries that provide important rights for disabled people are researched. Key Words: Disabled, Disabled rights, Rights, Disabled individuals GİRİŞ Dünyada bir milyardan fazla insan herhangi bir tür engellilik ile yaşamakta, bu insanların yaklaşık 200 milyonu hayatlarını devam ettirme konusunda kayda değer zorluklar yaşamaktadır. Dünya çapında, engelli olmayan insanlara kıyasla engelli insanlar daha kötü sağlık durumuna, daha düşük eğitim başarısı ve iktisadi katılıma ve daha yüksek yoksulluk oranlarına sahiptir (DSÖ,2011:1). Yetmişli yıllardan itibaren başta ABD ve İngiltere olmak üzere gelişmiş batı ülkelerinde biçimlenen engelli hakları hareketi, esas olarak engelli bireylerin ortak bir hedef doğrultusunda örgütlenmesiyle gündeme gelmiştir. Ortak hedef, engelli bireylerin haklarının politik eylem platformunda savunulması ve güçlendirilmesidir. Bu noktadan hareketle, engelli hakları 82 MAYIS-AĞUSTOS 2014 TÜRKİYE’DE VE BAZI ÜLKELERDE ENGELLİ HAKLARI hareketinin başlıca amaçları aşağıdaki başlıklarda özetlenebilir: - Engellilerin birlik halinde kendi seslerini, topluma en etkili şekilde duyurmak, - Engelli bireylerin özel ve kamusal yaşamlarını etkileyen/düzenleyen her türlü yasayı engellilere yönelik ayrımcı hükümlerden tümüyle arındırmak. - Engellilerin bağımsızlığı ve kendi geleceğini belirleme ilkesini hayata geçirmek, - Engelli bireyleri toplumla gerçek anlamda bütünleşmelerinin önündeki engelleri yıkmak ve savunuculuk yapmak üzere kendi insiyatiflerinde olan örgütler oluşturmak (Arıkan,2002:1) Avrupa Engellilik Forumu [European Disability Forum] AB bünyesindeki tüm engelli kuruluşlarını içeren bir çeşit şemsiye organizasyonudur. Oluşumun temel hedefleri AB’deki engelli insanların temsilcisi olmak, tüm AB inisiyatiflerinin engelli bireylerin insan haklarını güçlendirmelerini kolaylaştırmak ve kapsamlı bir Avrupa anti-ayırımcılık mevzuatını oluşturmaktır. Avrupa Engellilik Forumu Genel Kurulu, 2003 yılını Engelli İnsanların Avrupa Yılı [European Year of People with Disabilities] olarak önermiştir. Yılın amacı, engellilik politikalarındaki paradigma kayışına işaret etmektir. Avrupa Parlamentosu ve diğer ilgili kuruluşların da desteğiyle engellilik hareketinin mobilizasyonunu sağlamak, gerekli desteği almak ve bu sürecin başlatılması için tüm Avrupa ülkelerine yaymak hedeflenmiştir (Özgökçeler ve Alper, 2010:33). Engelliliğe dayalı ayrımcılığın daha da derinleştirdiği mağduriyetlerin önlenmesi/giderilmesi zorunluluğu, uluslararası alanda engelli haklarına yönelik daha etkili olarak mücadele edilmesini gündeme getirmiştir. Engellilik temasına dayalı bir sözleşme yapılmasına yönelik çalışmaların sonucunda 13 Aralık 2006 tarihinde Engelli Hakları Sözleşmesi (EHS) kabul edilmiştir. Sözleşme Türkiye’de de 18 Aralık 2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir (UN, http:// www.un.org/disabilities/countries.asp?navid=12&pid=166, Erişim Tarihi: 02.04.2014). Toplam 50 maddeden oluşan ve taraf olan devletlere, engellilere karşı ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve onların yaşam standartlarını yükseltYIL: (5) 1 – SAYI: 2 83 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ mek gibi yükümlülükler getiren Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi ile engelliliğe dayalı herhangi bir ayrımcılık yapılmaksızın bütün engellilerin tüm insan hak ve temel özgürlüklerinin tam olarak hayata geçirilmesini sağlama ve hak ile özgürlükleri güçlendirme sorumluluğu getirilmiştir. Taraf devletlerin, engellilerin bağımsız yaşamalarının ve toplumun tüm alanlarına tam katılımının sağlanması ve engellilerin diğerleriyle eşit bir şekilde fiziksel çevreye, ulaşıma, bilgiye ve iletişime, hem kırsal hem de kentsel bölgelerde halka açık olan veya halka sunulan diğer tesislere ve hizmetlere erişiminin sağlanması için uygun tedbirleri alması gerektiği vurgulanmıştır (UN, www. un.org/disabilities/documents/natl/turkey.doc, Erişim Tarihi: 09.02.2014). Engellilerin Haklarına İlişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin (CRPD) 12. maddesi insanların engelliliklerinden ötürü hukuki haklarını kullanma kapasitelerini kaybetmemelerini güvence altına alır. Bu kapasitenin kullanılması destek gerektirebilir ve destek verilen kişinin destekçi tarafından suistimal edilmesini engellemek için bir takım tedbirlere ihtiyaç vardır. Sözleşme, insanların hukuki kapasitelerini kullanmak için ihtiyaç duydukları desteği almaları için hükümetlerin uygun ve etkili önlemler almalarını zorunlu kılar (DSÖ, 2011:26). Dünyanın değişik ülkelerinde başlatılan “engelli hareketleri” o ülkede yaşayan engelli bireyler için sosyal, ekonomik ve kültürel anlamda büyük kazanımlar sağlamıştır. Bu çalışmanın amacı, Türkiye’de ve engelli hakları konusunda önemli gelişmelere sahip yabancı ülkelerde engelli bireylerin sahip oldukları hakların irdelenmesidir. ENGELLİ HAKLARINA İLIŞKİN YABANCI ÜLKELERDEN ÖRNEKLER Amerika Birleşik Devletleri Amerika Birleşik Devletleri’nde engellilere yönelik olarak bir çok yasal düzenleme bulunmaktadır. Bu yasal düzenlemelerin bir kısmı eyalet düzeyinde olup sadece ilgili eyalet sınırlarında hüküm ve sonuç doğurmasına rağmen, bazı yasalar tüm ülke çapında etkili olan federal yasalardır. Amerikan hukukunda engellilere yönelik önemli yasalar arasında: 84 MAYIS-AĞUSTOS 2014 TÜRKİYE’DE VE BAZI ÜLKELERDE ENGELLİ HAKLARI - Individuals With Disabilities Education Act – IDEA (Engelli Bireyler Eğitim Yasası), - Rehabilitation Act of 1973 – RA (1973 Rehabilitasyon Yasası), - Americans With Disabilities Act of 1990 – ADA (1990 Engelli Amerikalılar Yasası), - Fair Housing Amendments Act – FHAA (Uygun Yerleşim Islah Yasası), - Telecommunications Act of 1996 (Telekomünikasyonlar Kanunu), - Supplemental Security Income – SSI (Ek Güvenlik Geliri), - Medicaid (Tıbbi yardım), - Social Security Disability Insurance – SSDI (Sosyal Güvenlik Engellilik Sigortası), - Medicare (Tıbbi bakım), yer almaktadır. Amerikan hukukunda, engelliler açısından iki federal yasa son derece önemlidir. Birincisi 1973 tarihli Rehabilitasyon Yasası (Rehabilitation Act of 1973 – RA ), ikincisi ise 1990 tarihli Engelli Amerikalılar Yasası’dır (Americans with Disabilities Act of 1990 – ADA). Engelli Amerikalılar Yasası’nın yürürlüğe konma nedeni, engelli kişilerin iş alanlarında, devlet ve belediye hizmetlerinde, toplumsal yerleşimde, ticari faaliyetlerde ve ulaşımda eşit haklara sahip olmalarını sağlamaktır (Çakmak, 2008:51). Fransa Fransa’da Engelliler Kanunu 1975 yılından beri uygulanmaktadır. Bu Kanun’a göre, hem engelli erişkinler, hem de bakmakla yükümlü olduğu engelli çocuğu bulunan kişiler için her yıl belirli bir tarife çerçevesinde asgari bir gelir düzeyi garanti edilmektedir. Fransa’da, bu yardıma “engellilik yardımı” adı verilmektedir. Bu yardımlardan yararlanmak için sakatlık derecesinin % 80 olması gerekmektedir. % 80 oranında engelli olanlar Devlet tarafından yapılan engellilik yardımından “60 yaşına kadar” koşulsuz olarak yararlanabilmektedirler. 60 yaşın üzerindeki engellilere engellilik yardımı yapılmamaktadır. YIL: (5) 1 – SAYI: 2 85 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Sakatlık derecesi %50- % 79 oranında belirlenen engellilerin ise engellilik yardımı alabilmeleri için iki koşulun sağlanması gerekmektedir. Bu iki koşul; engellinin işsiz olması ve engeli sebebiyle herhangi bir işte çalışmasının mümkün olmaması şartlarıdır. Bu kişiler, koşulların sağlanması durumunda her ay engellilik yardımından faydalanabilmektedirler. Engellilik yardımı yıllık olarak belirlenmekte ve üst sınırı aşamamaktadır. Buna göre; Fransa’da 60 yaşın üzerindeki engelliler, erişkin engellilere yönelik olan engellilik yardımından ve bu yardıma ilave olarak yaşamını sürdürmesini kolaylaştıracak çeşitli ilave yardımlardan yararlanmaktadırlar. Bu yardımlar; - Erişkin engelli yardımından tümüyle yararlanan ve bağımsız bir konutta tek başına yaşayan engellilere yönelik yardımlar, - Bakmakla yükümlü bulunulan, bağımsız olarak yaşantısını sürdüremeyecek düzeyde olan ve engellilik derecesi % 80’ın altında olan üçüncü kişiye yapılan yardımlar, - Serbest meslek kazancı elde eden engellilere yönelik olarak, ulaşım, barınma yardımları, - Ücret geliri elde eden engellilere yönelik yardımlar, olarak dört şekilde ortaya çıkmaktadır (Çakar, 2007:1). İngiltere İngiltere’de engellilere yönelik ilk temel yasa olan 1944 Engelli Kişiler (İstihdam) Yasası’nın (Employment Act of Disability People) ardından 1995 Engelliler Ayrımcılık Yasası (Disability Discrimination Act 1995DDA 1995) yürürlüğe girmiştir (EU, 2003). “Engelliler Ayrımcılık Yasası” dünyada engelliler için oluşturulmuş yasal çerçevenin iyi örnekleri arasında bulunmaktadır. DDA’da (Disability Discrimination Act) yer alan engelli tanımı ile ilgili bazı hususlar Amerika Birleşik Devletleri’ndeki ADA’daki (The Americans with Disabilities Act) hususlar ile birbirlerine çok benzemektedir. Engelli Ayrımcılığı Yasası’nın 1. maddesine göre kişinin sahip olduğu fiziksel veya ruhsal bozukluk yan etki olarak günlük normal faaliyetlerini devam ettirme kabiliyetini büyük ölçüde ve uzun süreli olarak etkiliyorsa engellilik olarak nitelendirilmektedir. DDA, Avrupa’daki en fazla ilerleyen engelli ayrımcılığı yasası olsa da Amerika’daki ADA ile kıyaslandığında biraz yetersiz kalmaktadır (Çakmak, 2006: 51). 86 MAYIS-AĞUSTOS 2014 TÜRKİYE’DE VE BAZI ÜLKELERDE ENGELLİ HAKLARI Almanya Engelli bireylere ilişkin yasal düzenlemeler başlıca şunlardır: - Eşitlik Muamele Kanunu (2006) engelli bireyler ve diğer hassas gruplara yöneliktir. İstihdamda, eğitimde, mal ve hizmetlere ulaşımda, alım-satım işlemlerinde oluşacak ayrımcılık durumlarına karşı engelli bireyi korur. Kamusal otoritelerin, serbest piyasanın eşit fırsatlar yaratma ve eşit fırsatları güvence altına alma hususunda yükümlülüklerini vurgular. - Federal Özürlülüğe Dayalı Eşit Muamele Kanunu (2002) ise kamusal alan, yapılı çevre, bilgi ve iletişim teknolojilerinden faydalanma, ulaşım ve iletişim hakkını garanti altına alır ve işaret dilini resmi dil olarak kabul eder. Kanun ayrıca Ombudsmanın görevlerini de düzenler. Anayasal prensip olan genel oy ilkesi gereği, Almanya’da yerel, Federal ve bölgesel düzeyde yapılacak tüm seçimlerde engelli bireylerin oy kullanma hakkı diğer bireyler gibi bulunmaktadır. Bu prensip ayrıca, Avrupa Parlamentosu seçimlerinde de kanunsal düzenlemelerle garanti altına alınmıştır (TC. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, http:// www.eyh.gov.tr/tr/8507/AvrupaBirliginde-Ozurlulukle-Ilgili-Durum-Raporu, 09.03.2014). Polonya Polonya’da tam manasıyla oluşmuş engellilerin hukuksal hakları yoktur. Polonya’daki engelli vatandasların hakları uluslarası ve ulusal birçok kanun tarafından korunmaktadır. Polonya engellilerle ilgili bir çok uluslar arası antlaşmaya imza atmıstır. Polonya’nın kurumları engelli vatandaslarına eşit haklar ve tercihe dayalı sağlık hizmetleri sunmaktadır. Polonyadakı engellı hakları fiziksel, psikolojik veya zihinsel kapasite olarak yeterli olmayan insanların günlük yaşantılarını, çalışmalarını, iş hayatlarını veya sosyal rollerini hukuksal ve geneleksel kurallara göre düzenler. Bu kanun aynı şekilde engelli vatandasların belirli temel gelişmiş haklarını da kapsamaktadır. Öne çıkan bu hakların şu şekilde sıralanabilir; 1. Sosyal hayata tamamen katılma hakkı, 2. Sağlık tedavilerine, tıbbi bakıma, ilk tanımlamalara, rehabiltasyona, tedaviye ve eğitime ayrıca her ceşit sağlık hizmetini aletlerine kolaylıkla ulaşabilme hakkı, YIL: (5) 1 – SAYI: 2 87 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ 3. Sosyal adaptasyona ve rehabilitasyona ulaşma hakkı, 4. Engelli olmayanlarla eşit bireysel eğitim veya özel eğitim hakkı, 5. Profesyonel iş refaransı alabilme ve engellilerin ihtiyaçlarına göre özel durumlarda adaptasyon sağlama hakkı, 6. Sosyal güvenlik hakları ve vergi sistemlerine kolaylıkla ulaşabilme hakları. 7. Yaşam içerisinde tüm engelleri özgür olarak aşabilme hakkı, 8. Tüm taşıma sistemlerine, bilgi sistemlerine ve sosyal iletişim sistemlerine kolaylıkla ulaşabilme hakkı, 9. Kendilerini ve gruplarını zıt gruplara karşı toplumda sosyal kültürel ve sportif alanlarında truzim alanlarında rahatlıkla temsil edebilme hakkıdır. Tüm vatandaşlar eşit sağlık hizmetlerine, servislerine, finansal kurumlara ulaşma hakkına sahiptir. Birçok toplum otoritesi özel sağlık hizmetlerini çocuklara, hamile kadınlara, engellilere ve yaşlılara sunmak zorundadır (Erdil, 2010:38). İtalya 2008 yılından beri Haklar ve Eşit Fırsatlar Bakanlığı, engelli bireylerin haklarının arttırılması ve genişletilmesi çalışmaların koordinasyonunu sağlamakta ve ayrımcılığa yönelik uygulamaların önlenmesi konusunda çalışmalar yapmaktadır. Bu hakların kullanımı hukuk sistemi yardımıyla sağlanmaya çalışılmaktadır. Tüm vatandaşların herhangi bir sınırlama olmaksızın hukuki ehliyetleri vardır. Engelli bireylerin oy kullanma hakkı, engel durumları da göz önünde tutularak, özel kurallarla düzenlenmiştir. Hareket kısıtlılığı olan bir birey oy hakkını kullanırken aile üyelerinden birinin ya da bir diğer seçmenin yardımını alabilir. Yerel yönetimler oy kullanılan merkezlere toplu taşım hizmeti vermekle yükümlüdürler. Ulusal yasalar seçim masalarının ulaşılabilirliği, oy kullanılan yerin uygun düzenlenmesi, seçim sandığının bulunduğu yerin erişilebilir olması, aday listelerinin görünür olması gibi konulara özel bir hassasiyet gösterir. Erişilebilirliğin arttırılması, yapılı çevrenin, ulaşımın, rekreasyon alanlarının, uyarlanması konusunda standardizasyon çalışmaları 88 MAYIS-AĞUSTOS 2014 TÜRKİYE’DE VE BAZI ÜLKELERDE ENGELLİ HAKLARI son yıllarda hız kazanmıştır (TC. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, http:// www.eyh.gov.tr/tr/8507/Avrupa-Birliginde-Ozurlulukle-Ilgili-Durum-Raporu, Erişim Tarihi: 09.03.2014). Malezya Engelli insanların engelli olmayanların sahip olduğu hak ve fırsatların aynısına sahip olmasını güvence altına almak için Malezya yasalarında son yıllarda önemli değişiklikler yapılmıştır. 1990 ve 2003 yılları arasında Malezya, erişilebilirlik ve mobilite uygulamaları hakkında standartlar getirmiştir ve yeni düzenlemeler yapmıştır. 2008 yılında Engelliler Yasası kabul edilmiştir. Engellilerin Haklarına İlişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi (CRPD) ile uyumlu olan bu yasa, engellilerin sadece kamu tesisleri, barınma, ulaşım, eğitim, istihdam, kültürel yaşam ve spor gibi alanlara da erişim haklarını desteklemektedir (DSÖ,2011:29). Yeni Zelanda Yeni Zelanda hükümeti, 2001 yılında engelli insanların hem sosyal hayata katılımını, hem de işgücüne katılımını arttırmak için İçerme Yolları (Pathways to Inclusion) isimli bir program başlatmıştır. Korumalı işyerlerinde çalışan engelli insanlar, becerilerinden ve yeteneklerinden bağımsız olarak asgari ücretten daha az ücret almaktaydı. Korumalı iş sağlayan kurumlar, hükümet finansmanı ve tavsiyesi ile destekli istihdam ve toplum temelli katılım hizmetlerini faaliyetlerine dahil etti. Korumalı istihdam, hala Sosyal Kalkınma Bakanlığı tarafından destek sağlanan mesleki hizmetlerin parçası olsa da; destekli istihdam hizmetleri artık büyük ölçüde korumalı istihdamın yerine geçmektedir (New Zeland Department of Labour, http://www.odi. govt. nz/documents/publications/pathways.pdf, Erişim Tarihi: 17.07.2009). Engelli Hakları Türkiye’de 3 mayıs 2013 tarihli resmi gazete uyarınca, daha önceki bazı resmi tanımlarda geçen; özürlü, sakat veya çürük (askere uygun değildir) gibi ibareler yerine engelli ibaresinin kullanılması kanuna bağlanmıştır (Resmi Gazete, http://www.resmigazete.gov. tr/eskiler /2013 / 05/20130503-1.htm, YIL: (5) 1 – SAYI: 2 89 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Erişim Tarihi: 10.04.2014). Türkiye’de engelli haklarının genel seyri, mevzuat temelinde gerçekleşmiş ve 1950’li yıllara kadar sürdürülen engellilere ilişkin faaliyetler, daha yoğun bir şekilde tıbbî bakım zemininde ilerlemiştir. Türkiye’de seksenli yıllara kadar engellilere yönelik düzenlemeler, sistemli olmasa da genel olarak başta Anayasa olmak üzere ulusal mevzuatta yer almıştır. Bu süreç içerisinde özellikle özel eğitim ve engellilerin istihdamını sağlamaya yönelik, kota yöntemi ile ilgili düzenlemelere gidilmiştir BM’nin 1981 yılını “Uluslararası Engelliler Yılı” olarak ilan etmesi ve 1983 yılından başlamak üzere izleyen yılı “Dünya Engelliler 10 Yılı” olarak kabul etmesi, bu anlamda Türkiye’de de bazı çalışmaların yapılmasının hazırlayıcısı olmuştur. 1981 yılında, BM’nin önerileri dikkate alınarak, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bünyesinde oluşturulan ve 1985 yılında sürekli kurul şekline dönüştürülen Sakatları Koruma Millî Koordinasyon Kurulu çalışmalarına başlamıştır (Şişman, 2011:169). 5378 sayılı Özürlüler Kanunu, engellilerin sorunlarının çözümü için yeni sosyal politikalara ve özürlüleri ilgilendiren mevzuatın yeniden düzenlenmesine duyulan ihtiyaçtan hareketle başlatılan çalışmalar sonucunda 2005 yılında yürürlüğe girmiştir. 5378 sayılı “Özürlüler Kanunu” ile şu düzenlemelerin yapılması sağlanmaktadır; • engelliliğin önlenmesi, • engellilerin sağlık, eğitim, rehabilitasyon, istihdam, bakım ve sosyal güvenliğine ilişkin sorunlarının çözümü, • engellilerin her bakımdan gelişmelerini ve önlerindeki engelleri kaldırmayı sağlayacak tedbirlerin alınarak topluma katılımlarının sağlanması, • bu hizmetlerin koordinasyonu için gerekli düzenlemelerin yapılması (Özürlüler İdaresi Başkanlığı, http://www.ozida.gov.tr/ mevzuat/kanun.htm, Erişim Tarihi: 20.02.2009) Eğitim Hakkı Anayasamızın 42. maddesinde “Kimse Eğitim Hakkından Yoksun Bırakılamaz” denilerek, engellilerin özel ve temel eğitim gereksinimlerinin karşılanması doğrultusunda korunmalarına hukuki bir dayanak oluşturulmuştur (Altan, 2008,198). Engellilerin bir kısmı özel eğitime ihtiyaç 90 MAYIS-AĞUSTOS 2014 TÜRKİYE’DE VE BAZI ÜLKELERDE ENGELLİ HAKLARI duyarken digerleri normal şartlarda eğitimlerine devam etmektedirler. Kişinin engelli olması muhakkak özel eğitim almasını gerektirmemektedir. Devletin, özel eğitim gören engelliler kadar özel eğitim görmeyen engellileri de koruması gerekir. (Şişman, 2011:169). Sosyal modelin bir anlamda “olmazsa olmazları”ndan biri olan eğitim hakkı, engelli vatandaşların sosyal hayatla bütünleşebilmeleri noktasında büyük bir değer taşımaktadır. Bu bağlamda 5378 Sayılı Engelliler Hakkındaki Kanun’un 15. Madde’sinde “hiçbir gerekçeyle engellilerin eğitim alması engellenemez. Engelliler, özel durumları ve farklılıkları dikkate alınarak, yaşadıkları çevrede bütünleştirilmiş ortamlarda, eşitlik temelinde, hayat boyu eğitim imkânından ayrımcılık yapılmaksızın yararlandırılır. Genel eğitim sistemi içinde engellilerin her seviyede eğitim almasını sağlayacak bütünleştirici planlamalara yer verilir. Örgün eğitim programlarına farklı nedenlerle geç başlamış engellilerin bu eğitime dâhil edilmesi için gerekli tedbirler alınır. Üniversite öğrencilerinden engelli olanların öğrenime etkin katılımlarını sağlamak amacıyla Yükseköğretim Kurulu koordinasyonunda, yükseköğretim kurumları bünyesinde, engellilere uygun araç-gereç ve ders materyallerinin, uygun eğitim, araştırma ve barınma ortamlarının temini ile eğitim süreçlerinde yaşadıkları sorunların çözümü gibi konularda çalışma yapmak üzere Engelliler Danışma ve Koordinasyon Merkezleri kurulur. ibaresi yer almaktadır (Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü, www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.5378.pdf, Erişim Tarihi: 09.03.2014) Sosyal Güvenlik Hakkı 2022 sayılı Kanun’a göre; muhtaç olmak koşulu ile, 65 yaşını doldurmuş yaşlılar, 18 yaşından büyük engelliler ile 18 yaşını tamamlamamış engelli yakını bulunan Türk Vatandaşlarına aylık bağlanmaktadır. - 65 yaşını doldurmamış olmakla birlikte; - Başkasının yardımını almaksızın hayatını devam ettiremeyecek şekilde engelli olduklarını tam teşekküllü hastanelerden alacakları sağlık kurulu raporları ile kanıtlayan, 18 yaşını dolduran ve kanunen bakmakla mükellef kimsesi bulunmayan engellilerden; her ne ad adı altında olursa olsun, her türlü gelirleri toplamının aylık ortalamasına göre bu Kanunun 1. maddesinde belirtilen gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpama sonucu bulunacak YIL: (5) 1 – SAYI: 2 91 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ rakamdan daha az geliri olanlara, bu kanunun 1. maddesine göre belirlenecek aylık tutarının % 300’ü oranında, - 18 yaşını dolduran, kanunen bakmakla mükellef kimsesi olmayan ve herhangi bir işe yerleştirilememiş olan engellilerden; her ne ad adı altında olursa olsun, her türlü gelirleri toplamının aylık ortalamasına göre bu Kanunun 1. maddesinde belirtilen gösterge rakamının memur aylık katsayısıyla çarpımı sonucu bulunacak tutardan az geliri olanlara, bu Kanun’un 1. maddesine göre belirlenecek aylık tutarının % 200’ü oranında, - Her ne ad altında olursa olsun, her türlü gelirleri toplamının aylık ortalamasına göre bu Kanun’un 1. maddesinde belirtilen gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucu bulunacak tutardan daha az geliri olduğu halde, kanunen bakmakla yükümlü olduğu 18 yaşını tamamlamamış engelli yakını bulunanlara, bakım ilişkisi fiilen gerçekleşmek kaydıyla, bu Kanun’un 1. maddesine göre belirlenecek aylık tutarının % 200’ü tutarında aylık bağlanmaktadır (Çakar,2007:1). Çalışma Hakkı 5378 Sayılı Engelliler Hakkındaki Kanun’un 14. Madde’sinde “engellilerin iş gücü piyasası ve çalışma ortamında sürdürülebilir istihdamı için kendi işini kurmaya rehberlik ve mesleki danışmanlık hizmetlerinin geliştirilmesi de dâhil olmak üzere gerekli tedbirler alınır. İşe başvuru, alım, önerilen çalışma süreleri ve şartları ile istihdamın sürekliliği, kariyer gelişimi, sağlıklı ve güvenli çalışma koşulları dâhil olmak üzere istihdama ilişkin hiçbir hususta engelliliğe dayalı ayrımcı uygulamalarda bulunulamaz. Çalışan engellilerin aleyhinde sonuç doğuracak şekilde, engelinden dolayı diğer kişilerden farklı muamelede bulunulamaz. Çalışan veya iş başvurusunda bulunan engellilerin karşılaşabileceği engel ve güçlükleri ortadan kaldırmaya yönelik istihdam süreçlerindeki önlemlerin alınması ve engellilerin çalıştığı iş yerlerinde makul düzenlemelerin, bu konuda görev, yetki ve sorumluluğu bulunan kurum ve kuruluşlar ile işverenler tarafından yapılması zorunludur. Engellilik durumları sebebiyle iş gücü piyasasına kazandırılmaları güç olan engellilerin istihdam edildiği korumalı işyerlerinin statüsü ve bu işyerleriyle ilgili usul ve esaslar Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Maliye Bakanlığı ve Aile ve Sos- 92 MAYIS-AĞUSTOS 2014 TÜRKİYE’DE VE BAZI ÜLKELERDE ENGELLİ HAKLARI yal Politikalar Bakanlığınca müştereken çıkarılan yönetmelikle düzenlenir” ifadesi yer almaktadır (Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü, www. mevzuat.gov.tr / Mevzuat Metin / 1.5. 5378.pdf, Erişim Tarihi: 09.03.2014) Bir kamu kuruluşunun, çalıştırdığı memurların % 3’ü oranında engelli memur çalıştırma zorunluluğu bulunmaktadır. Engellilerin mesleklerine uygun kadrolara atanmaları ve Devlet memurluğuna atanma şartları ile hangi işlerde çalıştırılacakları, zihinsel engellilerin hangi görevlere atanmasında asgari eğitim şartlarından istisna edilecekleri, Maliye Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Özürlüler İdaresi Başkanlığı ve Devlet Personel Başkanlığı’nca müştereken hazırlanacak yönetmelikle belirlenmektedir Ayrıca, engelli istihdamının “korumalı işyerleri aracılığıyla artırılması amaçlanmıştır. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 30. maddesine göre, 50 veya 50’nin üzerinde işçi çalıştıran kamu ve özel işyerleri, % 3 oranında engelli işçi çalıştırmak zorundadırlar. % 3 oranında engelli işçi çalıştırmayan işyerleri, idari para cezası ödemek zorunda kalmaktadır (Çakar, 2007:1) Engelli kişiler onur ve değer bakımından diğer insanlarla eşit olmasına rağmen ne yazık ki haklara erişim ve kullanma konusunda en zayıf ve dezavantajlı toplumsal gruptur. Gelişmekte olan ülkelerde engelli bireylerin hakları yasal düzenlemelerle güvence altına alınmaktadır. Yabancı ülkelerde, engellilere sağlanan avantajlar ekonomik ve sosyal düzenlemeler aracılığıyla gerçekleşmektedir. Bu ülkelerde, engellilerin, sosyal ve ekonomik hayata uyumlarının gerçekleştirilmesine yönelik olarak devlet tarafından gerçekleştirilen engellilik yardımı ve benzer nitelikteki yardımların ön plana çıktığı görülmektedir. Türkiye’de ise, konuya ilişkin pek çok yasal düzenlemeden söz etmek mümkündür. Ancak Anayasamız engelli bireylere yönelik diğer yasal düzenlemelere hukuki bir dayanak sağlayan maddeleri nedeniyle ve 5378 sayılı “Özürlüler Kanunu” engelli bireylerin haklarını koruma altına alan özel bir yasal düzenleme olarak diğer yasal metinlerden ayrılarak öne çıkmaktadır. Türkiye’de engelli bireylere yasal yollarla bir takım haklar tanınmıştır, fakat bu hakların uygulanması hususunda bazı aksaklılar söz konusudur. Engelli kişi bu haklarını gereğince kullanamadığı gibi toplumun engelli haklarını bilmeyişi ya da bildiği halde bu haklara saygı duymayışı gibi durumlar engellilerin onurlu bir yaşam sürebilmeleri için kendi kendilerine yeten bireyler olarak yetişebilmelerinin önüne geçmektedir. YIL: (5) 1 – SAYI: 2 93 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ KAYNAKLAR ALTAN Ömer Zühtü (2008). Sosyal Politika. Anadolu Üniversitesi AÖF Yayını:Eskişehir. ARIKAN, Çiğdem (2002), “Sosyal Model Çerçevesinde Özürlülüğe Yaklaşım” Ufkun Ötesi Bilim, 2(1). ÇAKAR, Elif (2007), “Türkiye ve Bazı Yabancı Ülkelerde Özürlülere Sağlanan Avantajlar: Vergi Düzenlemeleri İle Ekonomik Ve Sosyal Düzenlemeler” Mevzuat Dergisi 10 (112) http://www.mevzuatdergisi. com/2007/04a/02.htm (09.03.2014). ÇAKMAK, Münci (2006), “Türk Kamu Hukuku Açısından Engellilerin Hukuki Statüsü” Doktora tezi, Ankara Üniversitesi, Ankara. ÇAKMAK, Münci (2008), “Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Engelli Tanımı Hakkında Bir İnceleme AÜHFD 57(2), 51-62. DSÖ (2011). Dünya Engellilik Raporu Yönetici Özeti. WHO Press:İsviçre Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü (2005), Engelliler Hakkında Kanun www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.5378.pdf (09.03.2014). ERDİL, Mahmut. (2010), Türkiye ve Polonya’daki Engelli Ailelerin Sosyal Sorunlarının Sosyolojik Olarak Karşılaştırılması “Fenilketonüri Örneğinde” Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Sivas. EU (2003), Travel Guide for Tourists With Disabilities- United Kingdom. Brussels: European Union New Zealand Department of Labour (2001), Pathways to inclusion: improving vocational services for people with disabilities. Wellington, http:// www.odi. govt.nz/documents/publications/pathways.pdf (17 Temmuz 2009). ÖZGÖKÇELER, Serhat ve Yusuf ALPER, (2010), “Özürlüler Kanunu’nun sosyal model açısından değerlendirilmesi” İşletme ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi 1(1), 33-54. 94 MAYIS-AĞUSTOS 2014 TÜRKİYE’DE VE BAZI ÜLKELERDE ENGELLİ HAKLARI Özürlüler İdaresi Başkanlığı (2005), 5378 Sayılı Özürlüler Kanunu http://www.ozida. gov . tr /mevzuat kanun.htm (20.02.2009) RESMİ GAZETE (2013). Kanun 6462 http://www.resmigazete.gov.tr/ eskiler / 2013 / 05 / 20130503-1.htm (10.11.2014). ŞİŞMAN, Yener (2011), “Türkiye’de özürlülere yönelik düzenlemeler” Sosyal Siyaset Konferansları 60(1), 169-221. yasal TC. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü (2011). Avrupa Birliği’nde Özürlülükle İlgili Durum Raporu http://www. eyh.gov.tr/tr / 8507 /Avrupa-Birliginde-Ozurlulukle-Ilgili-Durum-Raporu (09.03.2014) UN (2010), Convention and Optional Protocol Signatures and Ratifications http://www.un.org/disabilities/countries.asp?navid=12&pid=166 (02.04.2014) UN (2014) Özürlü kişilerin hakları sözleşmesi. www.un.org/ disabilities/ documents / natl / turkey.doc (09.03.2014). YIL: (5) 1 – SAYI: 2 95 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ 96 MAYIS-AĞUSTOS 2014 DEDE KORKUT DESTANI’NDAKİ ORDU VE ASKERLİK DEĞERLERİ 2* Kubilayhan ERMAN ÖZ Türk tarihine ve kültürüne ışık tutan Dede Korkut Kitabı, bir giriş bölümü ve on iki farklı hikâyeden oluşmaktadır. Bu kitap genel olarak, Doğu-Güneydoğu Anadolu ile Azerbaycan sahasında yaşayan Oğuz Türkleri’nin sosyal ve kültürel hayatlarını yansıtmaktadır. Bunun yanında kitaptaki metinlerde, Oğuz Türklerinin komşuları olan milletler ve diğer toplumlarla mücadeleleri de anlatılmaktadır. Bozkır yaşam tarzının en önemli kurumlardan birisi olan eski Türk ordusunun askerlik ve askerlikle ilgili değerleri de, Dede Korkut hikâyelerinde Oğuz Türklerinin sürdürdükleri günlük yaşam içinde tasvir edilmektedir. Bu çalışmada Dede Korkut hikâyeleri bir bütün olarak ele alınmış, ordu ve askerlikle ilgili temalar güncel bir bakış açısıyla incelenmiştir. Anahtar Kelimeler: Dede Korkut, Ordu, Teşkilat, Değerler THE ARMY AND MILITARY VALUES IN THE BOOK OF DEDE KORKUT ABSTRACT The Book of Dede Korkut, which shed light upon our history and culture is composed of twelve different stories with an introduction. By and large, the Book describes the social and cultural life of Oguz Turks who had lived in the Eastern and Southeastern Anatolia and Azerbaijan area. Besides, the struggles of Oguz Turks with the neighbouring nations and the other communities are also narrated in the stories as well. Ancient Turkish Army, one of the most important institutions of the steppe way of life, the themes related with soldiering * Yrd. Doç. Dr., Giresun Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, [email protected] YIL: (5) 1 – SAYI: 2 97 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ and values are also depicted in the Book of Dede Korkut within a framework of daily life of Oguz Turks. In this article, taking Dede Korkut stories as a whole, army and the themes related with soldiering are studied within today’s point of view. Key Words: Dede Korkut, Army, Organization, Values GİRİŞ Vatikan ve Dresden’de bulunan iki yazma nüshaya dayanan Dede Korkut Destanı, 9. yüzyıl ve 11. yüzyıllar arasında bir Türkmen boyu olan Oğuz boyunun, Doğu Anadolu ve Azerbaycan sahasındaki yaşantısını günümüze aktarmaktadır. Destana dair sözlü anlatımlar, 15. yüzyılın sonu ve 16. yüzyılın başlarında yazılı hale getirilmiştir (Ergin, 1969: XII-XIV; Özarslan, 2012: 101). Bahaeddin Ögel (2006: 573); Dede Korkut hikâyelerinde sosyal yaşantıları tasvir edilen Oğuz Türkmenlerinin kültürünü, “karışmamış Türk kültürünün devamı” olarak nitelendirmektedir. Orta Asya’da ve göç ettikleri topraklarda yerleşik hayata geçene kadar tipik bozkır yaşantısı sürdüren Türkler, bu yaşam biçimine has sosyal kurumlar geliştirmişlerdir. Bu kurumlar zamana bağlı olarak ve yeni kültürlerle etkileşimleri sonucu değişime uğramışlar, ancak öz niteliklerini ananevi olarak korumaya devam etmişlerdir. Bu temel sosyal kurumlardan birisi de, Dede Korkut Destanında da beliren askerlik kurumu, diğer bir deyişle ordudur. Ordu, destandaki anlatımlarda bir bütünlük içerisinde değil, her metinde değişik şekillerde tezahür etmektedir. Bununla birlikte, yiğitlik, alplık ve kahramanlığın destandaki her metnin ana temalarından biri olması ve bu özelliklerin daha çok savaşırken sergilenmesinden dolayı, her metinde Oğuz ordusundan izler ve çeşitli özellikler gözler önüne serilmektedir. Bu bağlamda, “Türk Dünyası’nın hüviyet cüzdanı” (Bulduk, 2009: 247) olarak da nitelenen Dede Korkut Destanı’nın içeriğinden; Oğuz ordusunun yapısı, teşkilatı, nitelikleri, ordunun savaşa hazırlanması ve muharebe yöntemleri, dönemin savaş ve ordu etiği ile değerleri, kullanılan silahları, teçhizat ve malzemeleri gibi günümüz modern ordularında da öne çıkan temel askerlik bileşenlerini öğrenmek mümkündür. 98 MAYIS-AĞUSTOS 2014 DEDE KORKUT DESTANI’NDAKİ ORDU VE ASKERLİK DEĞERLERİ TÜRK DEVLETLERİNDEKİ ORDU YAPISI VE ÖZELLİKLERİ Tarihi kesin olarak bilinen “ilk Türk siyasi teşekkülü” olan Büyük Hun Devleti’nde (Kafesoğlu, 2005: 61) M.Ö. 209 yılında Mo-tun tarafından kurulduğu bilinen düzenli, teşkilatlı ve disipline dayandırılmış Türk ordusunun yapısı ve geleneği, savaş taktikleri, değerleri ve ilkeleri sonraki Türk ordularında yaşamaya devam etmiştir. Bu bakımdan Dede Korkut Destanı’nda tezahür eden ordu bahsinden önce, yerleşik hayat düzenine geçene kadar bozkır yaşam tarzı sürdüren Türk devlet ve siyasi teşekküllerindeki ordunun yapısına ve özelliklerine kısaca değinmek gerekmektedir. Türk ordusu ilk olarak Mo-tun (Mete Han) tarafından 10’lu düzen esas alınarak teşkilatlı bir bütünlük haline getirilmiştir. Bu teşkilatlanma esaslarına göre 10 bin kişilik tümenler, 1000’lere, 100’lere ve 10’lara bölünmüş ve bu şekilde oluşturulan birliklere komuta etmek üzere binbaşı, yüzbaşı ve onbaşılar atanmıştır. Devleti oluşturan tüm soy, kabile ve boylar kökenlerine bakılmaksızın bu 10’lu sistem içerisindeki hiyerarşik sisteme dâhil edilerek devletin sosyal yapısı ile ordu teşkilatı birbirine paralel kılınmıştır (Kafesoğlu, 2005: 282, 283). Eski Türk ordusu başıbozuk, bir grup öfkeli insan kalabalığından oluşan bir ordu değildi. Düzenli ve teşkilatlı olmasının yanı sıra iyi de yönetiliyordu. Komutanlarının savaşçılar üzerinde mutlak bir otoritesi vardı (Roux, 2008: 131). Bozkır Türk toplumunda her birey muharipti. Askerlik ayrı bir meslek olarak görülmezdi. Sivil idari teşkilattaki buyruk, inanç, tarkan, apa, boyla, yula, baga, ataman, tudun, atı, babacık, tudun, yugruş ve külüg gibi unvanlara sahip beyler, emirleri altındaki birlikleri her zaman savaşa hazır bir durumda bulundururlar, savaş durumunda ise, komutanları olarak bu birlikleri sevk ve idare ederlerdi. Daha çok süvari unsurlarına dayanan daimi nitelikli bir ordu olması, ücretli orduların aksine herkesin -gerektiğinde kadınların bile- asker olması ve her zaman savaşmaya hazır durumda bulunması gibi özellikleri ile Türk ordusu yerleşik hayat tarzı sürdüren toplumların ve orman halklarının oluşturduğu siyasi teşekküllerin ordularından farklılıklar arz ediyordu (Kafesoğlu, 2005: 273 – 282). 1 1 Bozkır Türk devleti sosyal yapısı ile ordu teşkilatını eşleştiren ve böylelikle idari yapıda bütünlük, orduda düzen ve disiplin sağlayan bu düşünce yapısı, geliştirdiği savaş yöntemleri ve muharebe taktikleri ile de, düşmanlarına üstünlük sağlamıştır. Türkler tarafından bir bozkır savaş taktiği olarak geliştirilen “Turan Taktiği” (sahte ricat ve pusu yöntemlerin birlikte kullanılması) ilk olarak Mo-tun (Mete Han) tarafından 201-199 yıllarında, Han Hanedanı Kurucusu Çin İmparatoru Kao-Ti’nin 320 bin kişilik ordusunu YIL: (5) 1 – SAYI: 2 99 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Eski Türk ordusunun uyguladığı taktik ve stratejiler de bozkır şartlarına göre şekillenmiştir. Buna göre Türkler -daha çok Ortadoğu ve Avrupa’da uygulanan- ağır ve hareketsiz “kütle savaşı” yerine süratli ve uzak muharebeyi tercih ediyorlardı. “Uzak savaş” muharebe usulünü tarihte ilk geliştiren Türkler olmuştur. Ordu, muharebe için sürat, manevra ve silahlarının etkisinden azami yararlanabileceği dolunaylı geceyi veya açık havayı tercih ederdi. At üzerinde doludizgin giderken dört yöne rahatlıkla ok atabilen ve iyi kement kullanabilen okçu süvariler, baskın tarzındaki taarruzlarla çoğu zaman üç-dört saat gibi kısa sürelerde sonuç alırlardı (Kafesoğlu, 2005: 284-285). Ordu savunmaya göre değil, baskın ve saldırıya dayalı bir anlayışa göre teşkilatlanırdı. Buna karşın, maruz kalınabilecek baskınlara karşı da, daima hazır durumda bulunulurdu. Barınaklarının daha çok seyyar olmasından dolayı, tahkimli yapılar ve surlar içerisinde yaşamasalar da bozkır Türk toplumları, güvenlikleri için ileri gözetleme kuleleri ve birlikleri kullanırlardı (Roux, 2008: 133). Eski Türk ordusunun süvari esasına dayanması ve kısa süre zarfında uzun mesafeler kat edebilmesinden dolayı, ordunun ikmal sistemi de bu gerçekliğe göre şekillenmiştir. Bu bağlamda uzun seferler süresince Türkler, yiyecek ihtiyaçlarını çantalarında taşıdıkları kurutulmuş et (konserve et) ile gideriyorlardı. Konserve et, Çin ve Avrupa’da kullanılmaya başlamasından 500-1000 yıl önce Türkler tarafından biliniyordu (Kafesoğlu, 2005: 284). Eski Türk ordusu, çağına göre gelişmiş silahlar ve malzemeler kullanıyordu. Bunların başında ıslıklı ok atan ve çift kavisi olan reflexe yaylar, kargı, mızrak, kılıç, kalkan, sürgü ve neft yakılarak oluşturulan yangın toplarını atan mancınıklar geliyordu. Kullanılan okların farklı cinste temrenleri vardı. İhtiyaca göre geliştirilmiş düz, yivli ve çengelli temrenler kullanılıyordu (Kafesoğlu, 2005: 285). Düşmanı sesleriyle korkutan “vızıldayan oklar” Hunlar ve Göktürklerden beri kullanılıyordu. Düşman üzerinde ölümcül etki yapan bu ıslıklı oklar aynı zamanda savaşçıların birbirleriyle haberleşmesinde de kullanılıyordu (Çalışkan, Göral ve Yıldıran, 2008: 711). Bu silah ve teçhizatın yanında süvariler, kendilerine rahat hareket etme imkânı sağlayan ve daha sonraları başka ulusların da örnek aldığı ceket, gömlek ve pantolon giyiyorlardı (Kafesoğlu, 2001: 290-319). mağlup ettiği Pai-teng’de başarı ile uygulanmıştır (Kafesoğlu, 2005: 61). 100 MAYIS-AĞUSTOS 2014 DEDE KORKUT DESTANI’NDAKİ ORDU VE ASKERLİK DEĞERLERİ DEDE KORKUT HİKÂYELERİNDEKİ TÜRK ORDUSU VE ÖZELLİKLERİ Bozkır Türk devletlerindeki ordu yapısı ve teşkilatı, o boy ya da ildeki bireylerin savaş durumunda ordu düzeninde, kendi sosyal statüsüne eşdeğer olan bir kademede görev alması esasına dayanıyordu. Zira ordu daimi bir yapıda olmakla beraber, kendine tahsis edilen kışlalarda bulunan bir ordu değil, savaş zamanında süratle beylerinin emir komutasında bir araya gelebilen, daima harbe hazır ve tüm ailelerin de müdahil olduğu bir yapıdaydı. Kadın ve çocuklar da uzun süren ve çok uzaklara gidilen seferlerde aile reislerine eşlik ederlerdi. Kadınların gerektiği zamanlarda muharebeye katıldıklarını kaynaklar “…Kazan Bey ordusunu, çoluğunu çocuğunu, hazinesini aldı geri döndü. Altın tahtında yine evini dikti.” (Ergin 1969: 51) gibi ifadelerle dile getirmektedirler. Bütün Dede Korkut metinlerinde asıl kahramanların yanında, her zaman saygı ile bahsedilen ve ismi geçen “Hanlar Hanı Bayındır Han”ın bir ordusu olduğuna dair ilk bilgi, “Ata ayağı çabuk, ozan dili çevik olur. Her kemikli gelişir, kaburgalı büyür. Oğlan on beş yaşına girdi. Oğlanın babası Bayındır Han’ın ordusuna karıştı” ifadesiyle Boğaç Han Destanı”nda geçer (Ergin, 1969: 12). Bayındır Han’ın ordusunun büyük bir ordu olduğu ise, Dirse Han’ın hatununun ve Kazan Bey’in karısı Burla Hatun’un söylediği “… Han babamın katına ben varayım, ağır hazine bol asker alayım…” ve “…Han babamın yanına ben varayım, ağır asker bol hazine alayım. …” ifadelerinde geçer (Ergin, 1969: 19 -108). Ordunun bir tasviri de, Salur Kazan’ın evinin yağmalandığı metinde görülür. Kazan Bey, gördüğü rüyayı kardeşi Karagöne’ye anlatır. Karagöne de rüyayı tabir ederken rüyadaki kar ve yağmur’u “…Kara bulut dediğin senin devletindir, Kar ile yağmur dediğin senin askerindir, saç kaygıdır, kan karadır, geri kalanını yoramam, Allah yorsun…” (Ergin, 1969: 33) sözleriyle Salur Kazan’ın askerlerine yorar. Ögel’e göre (2006: 574); rüyada görülen bir mevhumun (Salur Kazan’ın rüyasında gördüğü kar ve yağmur) ordu olarak yorumlanması ilk defa Dede Korkut’ta görülmektedir. Dede Korkut metinlerinde geleneksel ordu yapısının özelliklerini görebilmek de mümkündür. Bu özelliklerden birisi ve belki de en önemlisi, ordu sistemi içerisindeki hiyerarşidir. Türk bozkır kültürünün en önemli özelliklerinden biri, sosyal yapı ile ordu yapısının birbirine koşut hale getirilYIL: (5) 1 – SAYI: 2 101 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ miş olmasıdır. Zira idari teşkilattaki devlet büyükleri/beyler aynı zamanda birliklere komuta ederler (Kafesoğlu, 2005: 282). Bu hiyerarşik sıralanma “Dirse Han Oğlu Boğaç Han Destanı”nda, kendisine uygulanan ağırlama tarzını beğenmeyen Dirse Han’ın söylediği; “…Bayındır Han benim ne eksikliğimi gördü, kılıcımdan mı gördü, soframdan mı gördü, benden aşağı kimseleri ak otağa, kızıl otağa kondurdu, benim suçum ne oldu ki kara otağa kondurdu…” (Ergin, 1969: 9) sözlerinden anlaşılmaktadır. Zira Oğuz Türk toplumunda, aynı zamanda çeşitli seviyelerdeki birliklere komutanlık yapan beylerin, Bayındır Han’ın divanında nereye oturacakları belirlenmiştir. Bu konum onların şöhret ve rütbesine göre tespit edilmiştir. Han’ın sağında oturanlar “Sağ Beyler”, solunda oturanlar ise “Sol Beyler” olarak adlandırılır. Divan’da yirmi dört sancak beyinin yanında “Has Beyler” dipte ve “İnançlılar” ise eşikte otururlar. Bazen Divan’da ülke sınırlarında görev yapan ileri Karakol Beyleri de bulunurlar (Özsoy, 2006: 29). Bu unvanlar ve hiyerarşik düzenlemeler aynı zamanda eski Türk ordusunun teşkilatına dair bilgiler vermektedir. Dede Korkut metinlerinde -her ne kadar bazıları tamamıyla askeri manada kullanılmasa da- ordunun alt unsurları olan tümen, alay, bölük gibi birlikler ile ilgili nitelemeler ve sayıca betimlemeler bulunmaktadır: …Meğer Kara Tekür’ün casusu var idi, bunları gördü, gelip der: Bre Oğuzdan bir bölük atlı geldi, korunun kapısını ufattılar, atlarının eyerlerini alıp giyimlerini çıkardılar, bre ne duruyorsunuz dedi…”, (Ergin, 1969: 202). …Meğer bir gün köprüsünün yanında bir bölük oba konmuştu… (Ergin, 1969: 121). …Segrek der: üç yüz altmış altı alp ava binse, kanlı geyik üzerine kavga kopsa… (Ergin, 1969: 205). …Kazan burada bir daha söylemiş. Der: Bre yiğit, önünce bu askerin bir ak sancaklı alay çıktı, çadırını başkalarından önce dikti… (Ergin, 1969: 227). …Kazan geri döndü, geldiği yolu takip edip koşturdu, geceyi gündüze kattı. Anası duymadan el altından buyurdu: Doksan tümen genç oğuz ardımca gelsin, oğlan esirdir beyler bilsin dedi (Ergin, 1969: 110). Türk ordularının geleneksel olarak uyguladığı 10’lu sistem nedeniyle onbaşı, yüzbaşı, binbaşı, tümenbaşı gibi rütbelerin kullanıldığı bilinmesine rağmen, Dede Korkut metinlerinde çavuş, paşa, alp, alplar başı gibi diğer bazı rütbe ya da görev unvanlarına rastlanmaktadır: 102 MAYIS-AĞUSTOS 2014 DEDE KORKUT DESTANI’NDAKİ ORDU VE ASKERLİK DEĞERLERİ Deli Dumrul kırk yiğit ile yiyip içip otururken ansızın Azrail çıka geldi, Azrâil’i ne çavuş gördü ne kapıcı (Ergin, 1969: 122). Tanrıdan inayet olunca, beyin paşanın himmeti Kan Turalının oldu (Ergin, 1969: 146). Oğuz toplanıp üzerine vardı. Tepegöz görüp kızdı, bir ağacı yerinden kopardı, atıp elli altmış adam helak eyledi. Alplar başı Kazan’a darbe vurdu, dünya başına dar oldu (Ergin, 1969: 171). Büyük sancak tutan hanımız Bayındır Han, savaş günü önden at tepen alpımız Salur Kazan…(Ergin, 1969: 181). Öte yandan Dede Korkut hikâyelerinde; başta Bayındır Han olmak üzere, Salur Kazan, Kıyan Selçuk oğlu Deli Dündar, Kazan Bey’in kardeşi Kara Göne, Kara Göne oğlu Kara Budak, Kazan Bey’in dayısı At Ağızlı Aruz Koca, Gaflet Koca oğlu Şer Şemseddin, Beyrek, Kazılık Koca oğlu Bey Yiğenek, Bügdüz Emen, Eylik Koca oğlu Alp (Dülek) Eren, Deli Evren, Pay Püre Bey, Pay Piçen Bey, Toğsun Oğlu Rüstem, Yağrıncı oğlu İlalmış, Soğan Sarı adlı Oğuz beylerinin (komutanlarının) adları da geçmektedir (bkz: Ergin, 1969). Dede Korkut metinlerinde ordunun konuşlanması ve birlik türleri konusunda bilgiler oldukça dikkat çekicidir. Merkezdeki çekirdek ordu ve sancak beylerinin birliklerinden oluşan orduda akıncılar da bulunmaktadır. İbrahim Kafesoğlu (2005: 286- 287), Türklerde eskiden beri uygulanmış “keşif seferleri” ve “yıpratma savaşları”ndan bahsederken keşiflerin akıncılar vasıtasıyla yapıldığını söylemektedir. Akıncılar, günümüz askeri yazınına “akın kolu” terimini miras bırakmışlardır. Dede Korkut metinlerinde ordunun önemli bir unsuru ve küçük, ancak vurucu gücü olan akıncılardan “Kan Turalı” boyunda da söz edilir. Kan Turalı, Selcen Hatun ile evlenebilmek için üç canavardan biri olan deveyi öldürür: … Deve bağırdı. Bir daha vurdu, deve ayağı üzerinde duramadı yıkıldı. Basıp iki yerden boğazladı. Arkasından iki kayış çıkardı, tekürün önüne bıraktı, der: Akıncıların okluğunun bağı, üzengisinin kayışı kopar, dikmek için lazım olur dedi… (Ergin, 1969: 148). Destan metinlerinde tasvir edilen kahramanların yanında bulunan “kırk YIL: (5) 1 – SAYI: 2 103 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ yiğit”ten de bahsedilir.2 Bu olay dışında Kırk Yiğit, her zaman beylerine bağlılık duygusu taşıyan, onunla ağlayıp onunla gülen, onunla savaşa giden kader ve silah arkadaşlarıdır. Dede Korkut metinlerinden, Oğuz ülkesinin korunması maksadıyla karakollar kurulduğu anlaşılmaktadır. Özellikle ülke sınırlarında konuşlandırılan karakollar, önleyici koruma sağlayarak bugünkü sınır birliklerinin fonksiyonlarını yerine getirirlerdi. Karakol bahsi, “Begil Oğlu Emrenin Destanı”nda şöyle geçer: Dede Korkut der: Bunun (hediyelerin) üçünü bir yiğide verelim dedi, Oğuz iline karakol olsun dedi… (Ergin, 1969: 185) (Begil) Koç aygırı çektirdi bu da bindi. Hısımını akrabasını ayırdı, evini çözdü, Oğuzdan göç eyledi. Berde’ye Gence’ye varıp vatan tuttu. Dokuz tümen Gürcistan ağzına varıp kondu, karakolluk eyledi. Yabancı, kâfir gelse başını Oğuza armağan gönderirdi. Yılda bir kerre Bayındır Han’ın divanına varırdı (Ergin, 1969: 186). Dede Korkut metinlerinde Oğuz Türk toplumundaki kadınların savaşçı özelliklerinden de bahsedilmekte ve toplum tarafından bu konuya verilen önem yansıtılmaktadır. Seçeceği eş konusunda Kanglı Koca Oğlu Kan Turalı ve babası arasında şu konuşma geçer: Kan Turalı der: Baba ben yerimden kalkmadan o kalkmış olmalı, ben kara koç atıma binmeden o binmiş olmalı, ben kanlı kâfir eline varmadan o varmış bana baş getirmiş olmalı dedi. Kanglı Koca der: Oğul sen kız istemezmişsin, bir yiğit bahadır istermişsin (Ergin, 1969: 134). 2 104 Türk mitolojisindeki sayı simgeciliğinde üç, dört, yedi ve dokuz sayılarının yanı sıra, kırk sayısına da özel bir önem atfedilir ve çokça kullanılır. Dede Korkut’taki kahramanların yanındaki kırk kişilik yiğitler grubu, bu kahramanların beraber savaştıkları, avlandıkları ve eğlendikleri askerleridir. Her ne kadar, metinlerde geçen “kırk yiğit” günümüz ordularındaki müfreze ya da takım karşılığı olarak nitelendirilebilirse de, kırk sayısının çokluğa işaret etmesi nedeniyle simgesel bir anlam taşıdığını da teslim etmek gerekir. Dede Korkut’ta, her zaman beylerin yanlarında bulunan bu yiğitlerin oluşturduğu kuvveti, günümüz bakış açısıyla aynı zamanda Koruma Birliği olarak değerlendirmek mümkündür. Bununla birlikte, Kırk Yiğit, “Boğaç Han Destanı”nda liderlerine sadakatsizlik etmiş ve Dirse Han ile oğlu Boğaç Han’ın arasını açmaya çalışmıştır (Ergin, 1969: 8-27). Dirse Han, önceleri Kırk Yiğit’e değer verirken, gösterdiği kahramanlık nedeniyle ilgisi oğlu Boğaç Han’a dönmüştür. Bu nedenle Kırk Yiğit, Boğaç Han’dan rahatsızlık duymakta, düşmanlık beslemekte ve onun ortadan kaldırılmasıyla eski itibarlarını kazanacaklarını düşünmektedir (Doğan, 2004: 77- 78). MAYIS-AĞUSTOS 2014 DEDE KORKUT DESTANI’NDAKİ ORDU VE ASKERLİK DEĞERLERİ Sonradan Kan Turalı’nın eşi olan Selcen Hatun’un savaşçılığı hakkında ise aşağıdakiler nakledilir: Meğer Trabuzan tekürünün bir fevkalâde güzel dilber kızı var idi. Sağına soluna iki çift yay çekerdi. Attığı ok yere düşmezdi… (Ergin, 1969: 135- 136). ... Kan Turalının atının giyimini sessizce tuttu giydirdi. Kendisi de giyimini sessizce tuttu giyindi. Mızrağını eline aldı, yüksek bir yere çıktı bekledi… (Ergin, 1969: 150). … Selcen Hatun at oynattı Kan Turalının önüne geçti. Kan Turalı der: Güzelim nereye gidiyorsun dedi. Der: Bey yiğit, baş esen olsa börk bulunmaz mı olur, bu gelen kâfir çok kâfirdir, savaşalım, dövüşelim, ölenimiz ölsün sağ kalanımız otağa gelsin. Burada Selcen Hatun at sürdü. Hasmını bastırdı. Kaçanını kovalamadı, aman diyeni öldürmedi. Öyle sandı ki düşman bastırıldı, kılıcının kabzası kan içinde otağa geldi (Ergin, 1969: 151). … Selcen Hatun bunu böyle gördü, içine ateş düştü. Bir bölük kaza şahin girmiş gibi kâfire at sürdü. Bir ucundan kırıp kâfiri öbür ucuna çıktı (Ergin, 1969: 152). Ordunun morali, savaşma ve kazanma azmi için önemlidir. Moral askerlerin zor zamanlarda dayanıklılığına ve birbirlerine bağlılıklarına, dolayısıyla birliklerin muharebe güçlerine etki eder. Dede Korkut Destanı’nda Salur Kazan’ın gördüğü rüyanın, Kara Göne tarafından tabir edilmesi üzerine Salur Kazan’ın söylediği; … Benim avımı bozma, askerimi dağıtma… (Ergin, 1969: 33) sözleri, askerin birlik, bütünlük ve bağlılık içerisinde hareket ettiğine, bunun tersi bir durumun ise arzu edilmediğine işaret eder. DEDE KORKUT’TA NASIL MUHAREBE EDİLİR? Oğuzlar için savaş mukaddestir (Ergin, 1969: 87). Dede Korkut Destanı’nda, Oğuz beylerine savaş iznini verme yetkisi Hanlar Hanı Bayındır Han’ındır. Ak sancak kaldırmakla savaş ilan edildiği gösterilmiş olur (Özsoy, 2006: 27). Savaş ilanından sonra bir planlama safhası vardır: Kazan der:… Kalkarak yerimden ben doğrulayım, yağız al atın beline ben bineyim, gelen kâfir benimdir, ben varayım, Kara çelik öz kılıcımı çalayım, azgın dinli kâfirdir, başlarını keseyim, döne döne savaşayım, döne döne çekişeyim … (Ergin, 1969: 102). YIL: (5) 1 – SAYI: 2 105 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Aruz der: Benim İç Oğuz’da hasmım Kazan olsun. Emen der: benim hasmım Ters Uzamış olsun. Alp Rüstem der: Benim hasmım Ense Koca Oğlu Okçu olsun. Her biri bir hasım gözetti (Ergin, 1969: 239). Adam gönderdi, amcasını çağırdı. Geldi. Uruz der: Ben babamın esir olduğu kaleye gidiyorum. Birlikte istişare ettiler. Bütün beylere haber oldu. Uruz babasına gidiyor, silah ve teçhizatla gelin dediler (Ergin, 1969: 224). Planlama safhasında ve savaşmadan önce Oğuzların, muharebelerin önemli bir girdisi olan “düşman hakkında bilgi”, diğer bir deyişle istihbarat edindikleri görülmektedir. Kazan Bey’in oğluna hitaben söyledikleri bu konuya işaret etmektedir: Oğul oğul ay oğul, benim ünümü anla sözümü dinle, O kâfirin üçünü atıp birini aşırmaz okçusu olur, hay demeden başlar kesen celladı olur, insan etini yahni kılan aşçısı olur… (Ergin, 1969: 102). Daha sonra bir hazırlık safhası görülür: Kazan’ın odasına girdiler. Selam verdiler, sen sağ ol Hânım dediler. Bir yiğit aramızdan eksildi, senin yolunda baş verdi, hayatının kanını alalım, size ısmarlamış, benim kanımı alsın demiş, ağlamakla bir şey mi olur, kalkıp gel yukarı dediler. Kazan der: uygundur, acele cephaneyi yükletsinler, beyler hep binsinler dedi (Ergin, 1969: 238). Kazılık Koca iş görmüş, işe yarar adamdı. İşe yarar yaşlılarını yanına topladı, teçhizat ve levazımı ile yola girdi. Çok dağlar, dere tepe geçti. Günlerden bir gün Düzmürd Kalesine geldi, Karadeniz’in kenarında idi. Ona erişip kondular (Ergin, 1969: 159). Askeri nitelikli bir kuvvetin muharebe edebilmesi için teşkilatlanmış, hazırlanmış ve toplanmış olması gerekir. Oğuz Türk ordusunun tamamı, sürdürülen yaşam tarzından dolayı bir yerde bulunmuyor, ihtiyaç durumunda bir araya geliyordu. Bir savaş öncesi, Oğuz beylerinin ve ordunun nasıl toplandığı, kimlerin geldiği metinlerde tasvir edilir. Bu sırada Oğuz yiğitleri bir bir yetişti. Görelim Hanım kimler yetişti (Ergin, 1969: 117) giriş ifadesinden sonra gelenler özellikleri ile birlikte söylenir. Kara dere ağzında kadir veren, kara boğa derisinden beşiğinin örtüsü olan, hiddeti tutunca kara taşı kül eyleyen, bıyığını ensesinde yedi yerde düğümleyen, yiğitler ejderhası, Kazan beyin kardeşi Kara Göne dörtnala yetişti. Çal kılıcını kardeş Kazan, yetiştim dedi (Ergin, 1969: 47). 106 MAYIS-AĞUSTOS 2014 DEDE KORKUT DESTANI’NDAKİ ORDU VE ASKERLİK DEĞERLERİ … Kudretli Oğuz beyleri atlandılar, Bayburt hisarına dörtnala yetiştiler… (Ergin, 1969: 92). Alaylar toplandı, ordular dizildi, borular çalındı, davullar dövüldü Aruz koca meydana at tepti… (Ergin, 1969: 239). Ordu toplandıktan ve kısa bir hazırlıktan sonra girişilen muharebe ve dövüş şöyle anlatılır: Yağız al atından yere indi. Akıp giden arı sudan abdest aldı. Ak alnını yere kodu, namaz kıldı. Ağladı, kadir Tanrı’dan dilek diledi, yüzünü yere sürdü. Muhammed’e salâvat getirdi, deve gibi bağırdı, aslan gibi kükredi, nara atıp haykırdı, yapayalnız kâfire at tepti, kılıç vurdu. Döne döne bir zaman güzel savaş eyledi (Ergin, 1969: 117). Dış Oğuz beyleri ile Deli Dündar sağdan tepti. İç oğuz beyleri ile Kazan merkeze tepti, Şökli Melik’e havale oldu. Şökli Melik’i böğürterek attan yere düşürdü, derhal karabaşını tutup kesti, parçalayarak alca kanını yeryüzüne döktü. Sağ tarafta Kara Tüken Melik’e kıyan Selçük oğlu Deli Tundar karşı geldi, sağ yanını kılıçladı yere düşürdü. Sol tarafta Buğacık Kara Göne oğlu Deli Budak karşı geldi, altı dilimli gürz ile tepesine şiddetle tutup vurdu, dünya âlem gözüne karanlık oldu, at boynunu kucakladı, yere düştü. Kazan Beyin kardeşi kâfirin tuğu ile sancağını kılıçladı, yere düşürdü. Derelerde tepelerde kâfire kırgın girdi, leşine kuzgun üşüştü. On iki bin kafir kılıçtan geçti. Beş yüz Oğuz yiğitleri şehit oldu. Kaçanını Kazan Bey kovalamadı. Aman diyenini öldürmedi. Kudretli Oğuz beyleri ganimet aldı (Ergin, 1969: 50 - 51). DEDE KORKUT HİKÂYELERİNDE ORDUNUN EĞİTİMİ VE ASKERLERİN NİTELİKLERİ Dede Korkut metinlerinde adı geçen kahramanlar alp tipinde tasvir edilir. Alp, yiğit ve cesur olmasının yanı sıra maiyetini korumaya önem veren, adalet ve insan sevgisi gibi duygulara sahip gerçekçi bir kişidir. Ahlâk felsefesi bu özellikler üzerine oluşmuştur (Kafesoğlu, 2005: 347). Alp kişinin bir özelliği de kendisi ile beraber hareket eden, savaşan, üzülen, ağlayan ve avlanan yiğitlerle beraber olmasıdır. Bu aslında günümüzde dahi muharebe alanlarında askeri liderliğin gerektirdiği en önemli hasletlerden biridir. “Begil Oğlu Emrenin Destanı”nda geçen “yalnız yiğit alp olmaz” (Ergin, 1969: 194) ifadesi bu mevhumu veciz olarak anlatır ve bu konu hikâyelerde dile getirilir: YIL: (5) 1 – SAYI: 2 107 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ … Kalkarak yerimden ben doğrulurum, karagözlü yiğitlerimi beraberime ben alırım, kan Abkaza İline ben giderim… (Ergin, 1969: 97) Teknolojinin gelişmesine paralel ve sürekli olarak, günümüz ordularında silah, araç, gereç ve malzemeler yenilense de, orduyu oluşturan ve mevcut teknolojiyi kullanan insan faktörü bugün ne kadar önemli ise, tarihteki ordular için de o derece önemliydi. Dede Korkut metinlerinde, bireylerin askeri yeteneklerine verilen önemden şöyle bahsedilir: Av avladılar, kuş kuşladılar. O kırk namerdin birkaçı oğlanın yanına geldi, der: Baban dedi geyikleri kovalasın getirsin benim önümde tepelesin, oğlumun at koşturuşunu, kılıç çalışını, ok atışını göreyim, sevineyim, kıvanayım, güveneyim dedi (Ergin, 1969: 17). Karşıma baktığımda seni gördüm, on altı yaşına geldin, bir gün ola düşeyim öleyim sen kalasın, yay çekmedin, ok atmadın, baş kesmedin, kan dökmedin, kanlı Oğuz içinde ganimet almadın (Ergin, 1969: 98) Bozkır ordularını sürekli savaşa hazır tutan ve böylelikle orduyu hep güçlü kılan avlar ve diğer geleneksel spor faaliyetleri idi. Bu kapsamda bazen binlerce savaşçının katıldığı, çok geniş araziye yayılan ve günümüz askeri anlayışıyla “harp manevrası” özelliği alabilen sürek avları büyük önem arz eder. Kültürel anlamda da bir delikanlının ilk avına büyük önem atfedildiği görülmektedir (Ergin, 1969: 18). Ayrıca at yarışları, nişan yarışları, cirit atma, gülle atma, güreşler ve “doğancılık” olarak tabir edilen yırtıcı kuşlarla avlanmanın yanı sıra, bazen kadınların da katıldığı çeşitli top oyunları gibi spor faaliyetleri toplumun savaşçılık azim ve iradesini pekiştiriyordu (Kafesoğlu, 2005: 287). Özellikle Kağanın ya da beylerin liderliğinde düzenlenen sürek avları, askeri eğitim ve tatbikat değerini taşıyordu (Gömeç, 2014: 2). Muharebe eğitimi olarak değerlendirilebilecek bu faaliyetler Dede Korkut’ta şöyle geçer: Meğer sultanım, Deli Karçar da ak çadırını, ak otağını kara yerin üzerine kurdurmuştu, arkadaşları ile nişan talimi yapıp oturuyordu (Ergin, 1969: 63). Gördü düğünde güveyi ok atıyor. Kara Göne oğlu Budak, Kazan Bey oğlu Uruz, Beyler başı Yiğenek, Gaflet Koca oğlu Şer Şemseddin, kızın kardeşi Deli Karçar beraber ok atıyorlar (Ergin, 1969: 83). 108 MAYIS-AĞUSTOS 2014 DEDE KORKUT DESTANI’NDAKİ ORDU VE ASKERLİK DEĞERLERİ Kazan oğlunu alıp Kara dağlar üzerine ava çıktı, av avladı, kuş kuşladı, yabani geyik yıktı (Ergin, 1969: 99). Dede Korkut metinlerinde Türklerin ordularında kullandıkları yaylar ve oklar, kargı, mızrak, kılıç, sapan, gürz, çomak, mancınık, kalkan gibi silah, teçhizat ve malzemeler ile süvarilerin kullandıkları teçhizat hakkında bilgi edinilebilmektedir. Bu silah ve malzemeler şöyle tasvir edilir: … Boğaç Bey yerinden kalktı, kara çelik öz kılıcını beline kuşandı, ak kirişli sert yayını eline aldı, altın mızrağını koluna aldı, büyük cins atını tutturdu sıçrayıp bindi (Ergin, 1969: 23). … Çobanın üç yaşında dana derisinden sapanının ayası idi, üç keçi tüyünden sapanın kolları idi, bir keçi tüyünden çatlayıcısı idi. Her atınca iki batman taş atardı (Ergin, 1969: 45). … O gün bir kıyamet savaş oldu, meydan dolu baş oldu. Başlar kesildi top gibi. Yiğit yiğit atlar koştu, nalı düştü. Alaca alaca mızraklar saplandı. Kara çelik öz kılıçlar çalındı, ağzı düştü. Kıyametin bir günü o gün oldu. Bey hizmetkârından, hizmetkâr beyinden ayrıldı (Ergin, 1969: 50). …Sol tarafta Buğacık Kara Göne oğlu Deli Budak karşı geldi, altı dilimli gürz ile tepesine şiddetle tutup vurdu (Ergin, 1969: 51). Pay Pürenin oğlu için bir deniz tay boz aygır, bir ak kirişli sert yay aldılar, bir de altı kanatlı gürz aldılar (Ergin, 1969: 55). DEDE KORKUT HİKÂYELERİNDE ORDUDAKİ ATLARIN ÖNEMİ Afanasyevo Kültürü’nde (MÖ. 2500-1700), Hun süvarilerinin kullandığı bozkır muharebe atlarının kalıntıları tespit edilmiştir. Atın binek olarak ilk defa Türkler tarafından kullanılmasına büyük önem atfedilmektedir. Bozkırda at sürat, hâkimiyet ve psikolojik üstünlük demektir. Bu nedenle Türkler atlara sevgi ile bağlıdırlar ve onlara “kutluluk” derecesinde önem vermişler, çok sayıda ve cins atlara sahip olmuşlardır (Kafesoğlu, 2001: 244-245). Atlar, Türk ordusunun belkemiği olmuştur.3 Türkler için yaya yürümek onur kırıcıdır. 3 Bununla birlikte bütün ordunun süvari olduğu anlaşılmamalı ve Türkler at olmadan savaşamaz yanılgısına düşülmemelidir. Zira Kırım’da Kul Oba kurganında ortaya çıkan kaya gravürleri arasında sırt sırta duran yaya askerler ve diz çökmüş şekilde yay geren okçular tasvir edilmiştir. (Bkz. Roux, 2008: 132) YIL: (5) 1 – SAYI: 2 109 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Günlük yaşamda, savaşta hep at üstündedirler. At, duygu ve düşüncelerine o kadar işlemiştir ki bazı dilekleri de atlar üzerinedir. Dede Korkut’ta bu hususlar şöyle tezahür eder: … Kara aygırı silah ve teçhizatla getirdiler… (Ergin, 1969: 64). … Sonra kendisi tavla tavla atlarına vardı bin aygır seçti… (Ergin, 1969: 68). … At işler er övünür, yayan erin ümidi olmaz… (Ergin, 1969: 70). At başını yukarı tuttu, bir kulağını kaldırdı Beyreğe karşı geldi. Beyrek atın göğsünü kucakladı, iki gözünü öptü, sıçradı bindi… (Ergin, 1969: 77). Ak boynunda kıl urgan takılı diyeyim mi, kâfir yanınca yayan yürüyor diyeyim mi? (Ergin, 1969: 115). Dua edeyim Hanım: Yerli kara dağın yıkılmasın. Gölgeli kaba ağacın kesilmesin. Taşkın akan güzel suyun kurumasın, kanatlarının ucu kırılmasın. Kader seni namerde muhtaç etmesin. Koşarken ak boz atın sendelemesin… (Ergin, 1969: 26-120). Boynu uzun cins atlar senin gider ise benim de gider, senin de içinde bineğin var ise söyle bana… (Ergin, 1969: 24). DEDE KORKUT HİKÂYELERİNDE ORDU VE ASKERLİKLE İLGİLİ DEĞERLER Eski Türk Ordusu, üstün silahları, gücü ve yapısındaki sağlamlığı nedeniyle Türklerin ilk örnek alınan kurumu olmuştur (Kafesoğlu, 2005: 288). Büyük Hun İmparatorluğu döneminde sosyal yapı ile askeri yapının 10’lu sistem uygulaması çerçevesinde birbirine paralel kılınması, “milli ordu” anlayışının temelini teşkil etmiştir. Toplum ile ordunun iç içe geçmesinin, hazırlık ve icra bakımından karmaşık hale gelebilen savaşları daha alışılmış, tecrübe edilmiş süreçlere indirgemesi ve böylece nihai amaç olan zaferin kazanılmasına katkı yapması nedeniyle; bu sistemin, birçok Türk devletince benimsenmesine yol açmıştır. Böylelikle, bir yandan güvenlik, beka ve milli çıkarlar sağlanırken, aynı zamanda milletin kültür ve gelenekleri Türk ordularında yaşatılmaya devam edilmiştir. Bu bağlamda; Türk Ordusu geleneğinde var olan ve günümüzde hâlâ aynı şekilde önem atfedilen sancak, şehitlik, gazilik, liyakat, silaha bağlılık, silah arkadaşlığı, savaş alanında arkadaşını terk etmeme gibi değer 110 MAYIS-AĞUSTOS 2014 DEDE KORKUT DESTANI’NDAKİ ORDU VE ASKERLİK DEĞERLERİ yargıları ile esirlik, aman diyene el kaldırmama gibi, güncel savaş hukuku kapsamında da yer alan, o dönemin savaş etiği ile ilgili örneklerden bazılarının, Dede Korkut metinlerinde dile getirildiği görülmektedir: Geçmişten günümüze Türk geleneğinde ordunun onur timsali olan sancak, Dede Korkut hikâyelerinde şu ifadelerdeki gibi geçmektedir: Büyük sancak tutan hanımız Bayındır Han, savaş günü önden at tepen alpımız Salur Kazan…” ve “Kazan burada bir daha söylemiş. … Bre yiğit, önünce bu askerin bir ak sancaklı alay çıktı, çadırını başkalarından önce dikti… (Ergin, 1969: 181-227). Sancağa verilen tarihsel önem günümüze aktarılmış, ona birçok anlam ve değer atfedilmiştir. Bu bağlamda sancağın rengi, mübarek ecdat kanının rengidir, kumaşı şehit tenidir, parıltısı zaferin ışığıdır, ay yıldızı hürriyet ve istiklâldir, yazısı kahramanlık ve fazilettir, gönderi milli iradedir, sırması şeref ve mesuliyettir. Türk Milleti bütün bu değerleri sancak teslim ederek ordusuna emanet etmiştir.4 Ögel’e göre sancak, ordu ve devletin sembolüdür (2008: 455). Dede Korkut metinlerinde, Bayındır Han’ın “sancak tutan han” olması dikkat çekicidir. Böylelikle büyük önem verilen ve kutsiyet atfedilen iki varlık olan, sancak ve Büyük Han’a bir arada yer verilmiştir. Ordu geleneğindeki diğer bazı değerler de metinlerde şöyle dile getirilmiştir: Şehitlik Eylik Koca oğlu Sarı Kulmaş, Kazan Bey’in evi üzerine şehit oldu (Ergin, 1969: 30). Çoban kâfirin üç yüzünü sapan taşı ile yere serdi. İki kardeşi okla vuruldu, şehit oldu (Ergin, 1969: 32). … Ah ettiler, akılları başlarından gitti. Gördüler ki uçanlardan kuzgun kalmış, tazı dolaşmış yurtta kalmış, gelin odası parçalanmış, naip şehit olmuş (Ergin, 1969: 70). … Sağını solunu Uruz’un çevirdiler. Kırk yiğidini şehit ettiler. Oğlanın üzerine düştüler, tuttular … (Ergin, 1969: 104). “Kazan oğlunun üzerine geldi. İndi, elini çözdü. Kucaklaşıp baba ile oğul görüştü. Üç yüz yiğit Oğuzdan şehit oldu. Kazan oğlancığı kurtardı, geri döndü. Gaza mübarek oldu. Oğuz beyleri ganimet aldı (Ergin, 1969: 119). 4 Günümüzde Türk Silahlı Kuvvetlerinde her sancak devir-teslim töreninde bu sözler yinelenmekte, sancağın anlamı ve önemi sancağı devreden ve devralanlar tarafından dile getirilmektedir. YIL: (5) 1 – SAYI: 2 111 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Gazilik Kuşun alaca kanını, kumaşın arısını, kızın güzelini, dokuz katlı işlenmiş süslü elbise, cübbe Bayındır Han’a hisse çıkardılar. Geri kalanını gazilere bağışladılar. Döndüler, evlerine geldiler (Ergin, 1969: 167). Silaha Bağlılık ve Silaha Verilen Önem … Elimde kıl okluklum aygır malı, aygır verip aldığım ak kirişli sert yayım, boğa verip aldığım boğma kirişim … (Ergin, 1969: 84). Liyakat Karşıma baktığımda seni gördüm, on altı yaşına geldin, bir gün ola düşeyim öleyim sen kalasın, yay çekmedin, ok atmadın, baş kesmedin, kan dökmedin, kanlı Oğuz içinde ganimet almadın (Ergin, 1969: 98). Savaş Hukuku ve Etik İlkeler Kazan karardı döndü der: Beyler Tanrı bize hayırsız oğul vermiş, varayım onu anasının yanından alayım, kılıç ile paralayayım, altı bölük edeyim, altı yol ayrımında bırakayım, bir daha hiç kimse yaban yerde arkadaş koyup kaçmasın dedi (Ergin, 1969: 105). … Destursuzca benim düşmanıma giren yiğit ne yiğitsin, destursuzca düşmana girmek bizim elde ayıp olur… (Ergin, 1969: 154). Burada Selcen Hatun at sürdü. Hasmını bastırdı. Kaçanını kovalamadı, aman diyeni öldürmedi… (Ergin, 1969: 151). … Kaçanını Kazan Bey kovalamadı. Aman diyenini öldürmedi… (Ergin, 1969: 51). Esirlik Oğuz ülkesinde esir düşme tepki ile karşılanmakta, bir “namus meselesi” olarak algılanmakta ve esirler kurtarılmaya çalışılmaktadır. Dede Korkut Destanı metinlerinde esirlikle ilgili olarak tutsak, esir ve yesir sözcükleri otuz yedi kez geçmektedir. (Gayıbov, 2008: 132-137). Bunlardan bazıları şunlardır: Salur Kazan’ın esir olup Oğlu Uruz’un çıkardığı Destan (Ergin, 1969: 217) Uruz esir oldu Kazan’ın haberi yok…(Ergin, 1969: 104) 112 MAYIS-AĞUSTOS 2014 DEDE KORKUT DESTANI’NDAKİ ORDU VE ASKERLİK DEĞERLERİ Adam gönderdi, amcasını çağırdı. Geldi. Uruz der: Ben babamın esir olduğu kaleye gidiyorum (Ergin, 1969: 224) Ödüllendirme ve Zaferi Paylaşma Kazan Bey ordusunu, çoluğunu çocuğunu, hazinesini aldı geri döndü. Altın tahtında yine evini dikti. Karacık çobanı tavlacı başı eyledi. Yedi gün yedi gece yeme içme oldu. Kırk tane kul, kırk cariye oğlu Uruz’un başına âzât eyledi. Kahraman koç yiğitlere çok ülke verdi. Dedem Korkut gelerek destan söyledi, deyiş dedi… (Ergin, 1969: 51). Akça Kale Sürmeliye gelip Kazan kırk otağ diktirdi. Yedi gün yedi gece yeme içme oldu. Kırk evli kul ile cariyeyi oğlunun başına çevirdi, azat eyledi. Kahraman yiğitlere kale ülke verdi, cübbe çuha verdi. Dedem Korkut gelerek neşeli havalar çaldı… (Ergin, 1969: 120). DEDE KORKUT HİKÂYELERİNDE ORDUDA KULLANILAN SİLAHLAR, TECHİZAT VE MALZEMELER Oğuz Türk ordusunun kullandığı silahlar bütün Dede Korkut metinlerinde zikredilmektedir. Buna göre ordunun askerleri, yani Oğuz Türkmenleri sapan, kılıç, mızrak çomak, gürz gibi yakın, ok-yay gibi uzak saldırı silahları, mancınık gibi özellikle tahkimli yerlere ve kalelere karşı kullanılan ağır silahlar, kalkan, zırh (demir elbise), tulga (miğfer) gibi savunma teçhizat ve malzemesi kullanmaktadırlar. Ayrıca teçhizat ve malzemeleri arasında okluk ve atlar için kullanılan kamçı gibi yardımcı malzemeler de bulunmaktadır (Ergin, 1969: 32-197). Silahlar için kullanılan “Kara çelik öz kılıç, ak kirişli sert yay, ak tüylü ok, altmış tutam mızrak” gibi silahların özelliklerini gösteren tanımlamalar da metinlerde geçmekte ve bu aynı zamanda savaşçıların silahlarına bağlılıklarını ve silahlara yükledikleri anlamları izah etmektedir. Bu silah ve teçhizatın dışında “Kazılık Koca Oğlu Yiğenek Destanı”nda, Yiğenek’in rüyasında gördüğü bir gemiden söz edilir: Alaca yatan kara dağları aştım. İleri yatan Karadeniz’e girdim. Gemi yapıp gömleğimi çıkardım yelken kurdum. İleri yatan denizi deldim geçtim (Ergin, 1969: 162). YIL: (5) 1 – SAYI: 2 113 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ SONUÇ Tarihte bir dönem bozkır yaşam tarzı sürdüren Türk devletlerinde, en önemli sosyal kurumlarından biri de ordudur. Zira toplumsal yapı ile ordu yapısı iç içe geçmiş ve bir “ordu-millet” eşleşmesi ortaya çıkmıştır. Toplum ve ordu yaşantısının bu derece birbirine koşut kılınmasıyla tüm milletin savaşa bir şekilde iştirak etmesi bir yandan güvenlik, hayatta kalma ve yeni toprakların fethini kolaylaştırırken, diğer yandan kültürel değerlerin askerlik kurumu içerisinde korunması geleneğini ortaya çıkarmıştır. Dahası bozkır yaşam tarzı sürdüren Türk devlet ve toplumlarında, her bireyin davaya inançla savaşa katılması -modern anlamda yurttaşlık anlayışı henüz ortaya çıkmadan- Avrupa’da Fransız İhtilali’nden sonra gelişen yurttaşlardan oluşan ordu kavramının öncülü niteliğindedir (bkz: Sander, 2012: 168-169). Eski Türk ordusunun izleri, bu çalışmaya kon olduğu gibi, Dede Korkut Destanı metinlerinde epeyce ayrıntıyla görülmektedir. Dede Korkut Destanı’nda askerlik ve ordunun teşkilatı, muharebe taktik ve yöntemleri, muharebe silahları, savaş araç ve gereçleri, komutan ve askerlerin nitelikleri, askerlik ilke ve değerleri çeşitli olaylar örgüsü içerisinde yansıtılmaktadır. Ayrıca yiğitlik, alplık ve kahramanlık kavramları da, savaş ve mücadelelere bağlı olarak zikredilmektedir. Metinlerde geçen ordu teşkilatı, silahlar, savaş, araç ve gereçleri zamana bağlı olarak değişmiş olsa da, Dede Korkut metinlerinde de gördüğümüz, özellikle askerlik ilke ve değerlerinin günümüz askerlik değerlerine aktarılmış olduğu açıkça görülmektedir. 114 MAYIS-AĞUSTOS 2014 DEDE KORKUT DESTANI’NDAKİ ORDU VE ASKERLİK DEĞERLERİ KAYNAKÇA Bulduk, Üçler (2009), “Dede Korkut, Oğuz Elleri ve Kafkaslar”, http:// dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/18/25/153.pdf, Erişim Tarihi: 21 Aralık 2009. Çalışkan, G, M. Göral ve İ. Yıldıran (2008), “Philosophy of Some Turkish Traditional Sports”, Pakistan Journal of Social Sciences, 5 (7): 710-721. Doğan, Ahmet (Güz 2004), “Dede Korku’u Yeniden Okumak-2”, TÜBAR-XVI. Ergin, Muharrem (1969), Dede Korkut Kitabı, İstanbul: Devlet Kitapları Müdürlüğü Yayınevi. Gayıbov, Seyran (Bahar 2008), “Kitab-ı Dede Korkut’taki Tutsaklık Durumu Karşısında Oğuz’un Tutumu”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt 1/3, 131-152. Gömeç, Sadettin (2014), “Eski Türk Ordusunun Genel Mahiyeti”, Onikinci Askeri Tarih Bildirileri, http://www.bilinmeyenturktarihi.com/pdf/eskiturk-ordusunun-genel-mahiyeti.pdf, Erişim Tarihi: 05.03.2014. Kafesoğlu, İbrahim (2001), “Kültür ve Teşkilat”, Türk Dünyası El Kitabı, C.1, 3. Baskı, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları. Kafesoğlu, İbrahim (2005), Türk Milli Kültürü, İstanbul: Ötüken Yayınevi. Ögel, Bahaeddin (2005), Türk Mitolojisi, II. Cilt, 26. Baskı, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları. Özarslan, Bahadır Bumin (Güz 2012), “Dede Korkut Hikâyelerinde Egemenlik Kavramına Ait Unsurlar”, Karadeniz Araştırmaları, Sayı 35, 101-109. Özsoy, Bekir Sami (2006), Dede Korkut Kitabı, Ankara: Akçağ Yayınları. Roux, Jean-Paul (2008), Türklerin Tarihi, Pasifikten Akdeniz’e 200 Yıl, 5. Baskı, İstanbul: Kabalcı Yayınevi Sander, Oral (2012), Siyasi Tarih: İlk Çağlardan 1918’e, 23. Baskı, Ankara: İmge Yayınları. YIL: (5) 1 – SAYI: 2 115 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ 116 MAYIS-AĞUSTOS 2014 REALİZM’E KARŞI “ELEŞTİREL KURAM”: “ELEŞTİREL KURAM”IN ULUSLARARASI İLİŞKİLERE UYGULANMASI 5* Kemal ÇİFTÇİ Özet “Uluslararası İlişkiler”in egemen kuramı, “pozitivist” epistemolojik yaklaşımı uluslararası ilişkilerin analizine taşıyan “realizm” olagelmiştir. Realizmin temel özelliği olan iç ve dış siyasi sistem ayrımı, uluslararası sistemdeki değişimin incelenmesini zorlaştıran önemli bir unsurdur. Uluslararası sorunların aslında devletlerin iç yapılarından kaynaklandığını dikkate aldığımızda, realist yaklaşımla uluslararası sistemi tam olarak açıklayabilmek olanaklı görülmemektedir. Bunun sonucu olarak, sosyoloji ve uluslararası ilişkiler disiplini arasındaki göreli ayrımın ortadan kalktığı, iki sosyal ve politik araştırma alanının, ortak bir araştırma gündemi geliştirmeleri gerektiği ileri sürülmüştür. Bu noktada, realizmin karşısında yer alan başlıca yaklaşımlardan “Eleştirel Kuram”, uluslararası ilişkilere uygulanmaya başlanmıştır. Eleştirel Kuram, devletlerin örgütlenme ve davranışında iç yapılarının önemine dikkat çekmektedir. Bu makalede, “realist” kuram ve “eleştirel” kuramın temel yaklaşımları ele alınmakta ve her iki kuramın da kullandığı “hegemonya” kavramı üzerinde durulmaktadır. Realist hegemonya kavramı, “tahakküm” kavramı ile eş anlamlı olarak kullanılmakta iken, eleştirel kuramda kullanılan hegemonya kavramı ise, hem tahakkümü hem de rızayı hegemonyanın iki temel boyutu olarak kapsayabilmektedir. Bu bağlamda, II. Dünya Savaşı sonrasındaki ABD dış politikası, rızaya dayalı hegemonya kavramının açıklanabilmesi bakımından önemli bir örneği teşkil etmektedir. Ancak ABD dış politikasının, 11 Eylül 2001’de gerçekleştirilen saldırılar sonrasında, dünyada “tahakküme” dayalı bir hegemonik düzen kurmaya yöneldiği ileri sürülmektedir. * Yrd. Doç. Dr., Giresun Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, [email protected] YIL: (5) 1 – SAYI: 2 117 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ “CRITICAL THEORY” AGAINST “REALISM”: IMPLEMENTATION OF “CRITICAL THEORY” TO INTERNATIONAL RELATIONS The predominant theory of the ‘’International Relations’’ has been ‘’realism’’, an approach that introduced the ‘’positivist’’ epistemological approach to the analysis of international relations. The distinction between internal and external political systems, which is the predominant characteristic of realism, is a factor that complicates the examination of international relations. Taking notice of the fact that the international problems in fact originate as a result of the internal structures of individual states, it seems to be impossible to expound the international system by means of “realistic” approach. Consequently, it has been asserted that the relativistic difference between sociology and the discipline of international relations and a common research agenda should be developed in the field of political research. Just at this point, ‘’Critical Theory’’, being one of the opponent approaches against realism, began to be applied in the field of international relations. The Critical Theory underlines the significance of the internal structures in the organization and behaviour of individual states. In this article, we address the main approaches of the ‘’realistic’’ theory and ‘’critical’’ theory and the notion of ‘’hegemony’’ as used in both of these theories. While the notion of realistic hegemony could be used as synonymous with ‘’dominance’’, the notion of hegemony as used in the critical theory could include dominance and consent as two main dimensions of hegemony. In this context, the foreign policy of the USA in the aftermath of World War II serves as an important example of the notion of hegemony based on consent. However, it is affirmed that the foreign policy of the USA has tended to establish a hegemonical order based on dominance after the attacks on the 11th of September, 2011. GİRİŞ II. Dünya Savaşı sonrasında bir akademik disiplin kimliği kazanabilen uluslararası ilişkilerin tek kuramsal hatta paradigmatik çerçevesi, Amerikan akademik çevrelerinde en yaygın biçimde benimsenen pozitivist epistemolojik yaklaşımı, uluslararası ilişkilerin analizine taşıyan Realizm olagelmiştir. 118 MAYIS-AĞUSTOS 2014 REALİZM’E KARŞI “ELEŞTİREL KURAM”: “ELEŞTİREL KURAM”IN ULUSLARARASI İLİŞKİLERE UYGULANMASI Realizm, uluslararası ilişkilerin, çıkarlarını maksimize edecek politikaları rasyonel biçimde izleyen devletlerin, bir güç dengesi içinde oluşturdukları hiyerarşik yapılanma çerçevesinde gerçekleştiğini varsaymaktadır. Realizm, bütün dünyada uluslararası ilişkiler (UAİ ) ve uluslararası politika (UAP) incelemelerine egemenliğini kabul ettirmiş ve “objektif, yani ideolojiden arınmış, gözlem ve ölçüme dayanan” görünümü ile bilimselliğin ölçütü haline gelmeyi başarmıştır (Bostanoğlu, 1999: 5). Uluslararası ilişkilerin akademik bir disiplin olarak kabul edilmesine ilk olarak 1948’de yazdığı ve daha sonraki yıllarda değiştirilip ekler yapılarak ve yenileştirilerek yeni baskıları yapılan “Uluslararası Politika” adlı kitabıyla büyük katkı sağlayan Hans Morgenthau’ya göre, uluslararası alanda geçerli olan tek gerçek, “güç” unsurudur. Güçlü olan üstün duruma geçer ve sözünü geçirir. Bundan dolayı uluslararası arenada sürekli olarak bir güç mücadelesi hüküm sürer. Devletler durmadan kuvvet kazanmaya ve karşılarındakini güçsüz bırakmaya çabalar. Bu çabaların sonucu olarak ortaya, uluslararası barışı koruyacak tek düzen olan “güç dengesi” çıkar. Uluslararası plânda geçerli tek gerçek olan “güç”, karşı bir “güç” tarafından dengelendiği zaman barış ve düzen hüküm sürer. Morgenthau, uluslararası hukuk, uluslararası ahlâk gibi öğeleri “ulusal güç” ve “ulusal çıkar” kavramları karşısında ancak ikinci derecedeki unsurlar olarak görür (Morgenthau, 1970: C.1). Pozitivist uluslararası ilişkiler kuramı realizm, “tarihsellik” ve “ahlȧksallık” konularında, Morgenthau’dan beri benimsenen evrensel bir insan doğası kavramından hareket etmektedir. Sosyal bilimin amacı, insanın farklı sosyal yapılarda nasıl belirgin biçimlerde davranacağını saptamak ve öngörmektir. Dolayısıyla, bilimin esas konusu olan insanın doğasından kaynaklanan siyasal davranışında, tarihe bağlı değişmeler özde bir değişiklik yaratmamaktadır. Ayrıca, öyle bile olsa, realist kuram, eski Yunan’dan 20. yüzyılın son yarısına kadar tarih boyunca, devletin güç maksimizasyonu peşinde koşan etkinliğini artırmaya çalışan uluslararası sahnenin başlıca aktörü olduğunu zaten saptamıştır (Bostanoğlu, 1999: 60). “Gerçekçilik” ya da “Realizm”in temel dayanak noktalarından birisi olan “insan doğası” kavramının felsefi geçmişine kısaca değinmek yerinde olacaktır. Antikçağ düşünürlerinden Platon (Eflatun)’a göre bir insanın içinde iki yan vardır: Biri iyi, biri kötü. Bu iki yan devlette de vardır (2004: 109). İyi ve kötü yanlar birbirleriyle savaş halindedir. Yaklaşık bin yıllık bir süreYIL: (5) 1 – SAYI: 2 119 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ yi kapsayan Ortaçağ felsefesinde, Antikçağ felsefesi yeniden yorumlanarak dinsel bir içeriğe büründürülmüştür. Dönemin anlayışına göre insan doğuştan günahkârdır. Ancak Tanrıya sığınarak ve onun karşısında kendisini aşağılayarak kurtuluşa ulaşabilir. Antikçağ’da insanın iyiyi seçme gücüne hâkim, olumlu bir özyapıya sahip olabileceği yönünde hümanist görüşler bulunmasına karşın, bu dönemde asıl, insanın doğal ve doğuştan kötülüğü yönündeki anlayış temel görüşü oluşturur (Aydın, 2004, 65). İnsanın kötülüğe karşı koyması, aslında kendi doğasına karşı koyması olarak düşünülmektedir. İnsan doğası kavramını uluslararası ilişkilere taşımış olan realizm, insan doğasını devletin davranışlarına yansıtmış; rasyonellik ve gerçeklik iddiasına rağmen pozitivist psikoloji tarafından da yadsınan bir kavrama, devletlerin rasyonel çıkar arayışlarına belirli bir rol atfetmiştir. Böylece, devlet tarihin başladığı günden bugüne erişen süreç içinde, aynı psikolojik etkenler doğrultusunda davranarak tarihi üreten bir aktör konumuna gelmektedir. Bu koşullarda belki de, insan doğasının yanında bir de “devlet doğası”ndan söz etmek gerekecektir (Bostanoğlu, 1999: 64). Egemen devletler arasındaki ilişki, sürekli bir savaş potansiyeli ortamında cereyan etmektedir. Uluslararası sistem, her an olası bir anarşiye yuvarlanma riskiyle karşı karşıyadır. Hobbes’un felsefesinden kaynaklanan bu yaklaşım çerçevesinde, devletlerin birbiriyle ilişkileri, iç yapılarına, ideolojilerine ve liderlerin kişilik ve tutumlarına atıf yapmadan incelenebilir (Bostanoğlu, 1999: 80-81). Klasik / geleneksel uluslararası ilişkilerin temeli “iç işler-dış işler” ayrımına dayanır. Bu ayrımla, aslında dış dünyayla olan ilişkilerin moral ve pratik özerkliği sağlanmaktadır. Bu anlamda iç siyasetten farklı olarak dış siyasetin özgül bir mantığı, kuralı ve gereği olduğu, bu biçimde dış siyasetin moral dışı, değerlerden bağımsız objektif ulusal çıkar maksimizasyonuna dayanan bir alan oluşturduğu düşünülür (Dağı, 1997: 203). Realizmin temel özelliği olan iç ve dış siyasi sistem ayrımı, uluslararası sistemdeki değişimin incelenmesini zorlaştıran önemli bir unsurdur. Bildiğimiz gibi, önemli dönüşüm süreçlerinde değişimin unsurları önce iç yapıda şekillenmekte ve sonra uluslararası sistemde ifadesini bulmaktadır. İç yapılardan kaynaklanmayan değişim durumlarında bile iç ve dış faktörlerin etkileşimi söz konusudur (Eralp, 1997: 87). Uluslararası sorunların aslında devletlerin iç yapılarından kaynaklandığını dikkate aldığımızda, realist yaklaşımla uluslararası sistemi tam olarak açıklayabilmek olanaklı görülmemektedir. Bunun sonucu olarak, sosyoloji ve uluslararası ilişkiler disiplini arasındaki göreli ayrımın ortadan 120 MAYIS-AĞUSTOS 2014 REALİZM’E KARŞI “ELEŞTİREL KURAM”: “ELEŞTİREL KURAM”IN ULUSLARARASI İLİŞKİLERE UYGULANMASI kalktığı, iki sosyal ve politik araştırma alanının, ortak bir araştırma gündemi geliştirmeleri gerektiği ileri sürülmüştür (Linklater, 1990). Bu noktada, realizmin karşısında yer alan başlıca yaklaşımlardan biri olan “Eleştirel Kuram”, uluslararası ilişkilere uygulanmaya başlamıştır. FRANKFURT OKULU ve “ELEŞTİREL KURAM” “Eleştirel Kuram” yaklaşımının özelliği en iyi Frankfurt Okulu’nun politik kuramıyla açıklanmaktadır. “ Frankfurt Okulu” nitelemesi, yaygın, ancak dağınık bir biçimde hem bir grup entelektüeli hem de özgül bir toplum kuramını belirtmek için kullanılagelmiştir. Okul’un geliştiği kuramsal temel, Almanya Eğitim Bakanlığı’nın bir kararnamesiyle 3 Şubat 1923’te resmî olarak kurulan ve Frankfurt Üniversitesi’ne bağlanan Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü’ydü (Bottomore, 1997: 7). Sonradan “Frankfurt Okulu” adıyla anılan kurumun temeli, Max Horkheimer’in 1930’da Enstitü yöneticiliğine atanmasıyla atılmıştır. Frankfurt Okulu kuramının çekirdeğini Horkheimer, Marcuse, Adorno ve Fromm’un çalışmaları oluşturur (Slater,1998:7). Horkheimer’in ekibi tarafından geliştirilen görüş “eleştirel toplum kuramı”dır. Bu kuramın içeriği en açık biçimde Horkheimer’in 1937’de “Geleneksel ve Eleştirel Kuram” başlığıyla kaleme aldığı makalede ortaya konulmuştur. Horkheimer’in çalışmaları 1960’larda yeniden yayımlandığında, Enstitü’nün eski yöneticisi yazdığı önsözde, çalışmasının taşıdığı önemi “eleştirel toplum kuramı”na dayanarak açıklamış ve yazılarının “Eleştirel Kuram” ortak başlığı altında toplanmasına izin vermiştir (Horkheimer, 2002: 62). Bir toplumsal grubun konumuyla bir düşünce üslubu arasında bağ olduğunu savunan Horkheimer, sosyal bilimlerle ilişkili olarak bir bilim felsefesi ya da bilgi kuramı olarak bir pozitivizm eleştirisi ortaya koymuştur. Horkheimer’in eleştirisi genel olarak “bilimciliğe” (scientism) ve “bir birleşik bilim” tasarısı şeklinde Viyana Çevresi üyelerince ifade edilen doğal ve toplumsal bilimlere ortak evrensel ve bilimsel bir yöntem düşüncesi, özel olarak da pozitivizmin, bilimin “(tek) bilgi ve (tek) kuram” olduğu iddiası ve felsefenin “... yani bilime yönelik her eleştirel tavrın” alçaltılmasına karşı yöneltilmiştir (Bottomore, 1997:29). YIL: (5) 1 – SAYI: 2 121 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Horkheimer’in “Geleneksel ve Eleştirel Kuram”(1937) adlı çalışmasında “geleneksel kuram” pozitivizm/ampirizm biçiminde modern felsefede ifade edilen modern doğal bilimlerin açık ya da örtük dünya görüşü olarak yorumlanmıştır. Her şeyin ötesinde Horkheimer, bu kuram kavramın “doğal bilimlerin yönlendirmesini takip etmeye çalışan insan ve toplum bilimlerindeki yayılımıyla” ilgisine işaret eder. Buna karşıt toplumsal düşünce biçimi ise, yani eleştirel kuram, salt dışsal bir bakışla kavramsal sistemlerin aracılığıyla nesnel olguları belirleme işlemini reddeder ve “toplumun üretiminden kaynaklandıkça, olguların, toplumun üzerine temellendiği emek–süreci ilişkileri, bireyin amaçlılığı, kendiliğindenliği, ussallığı arasındaki gerilimi gerçek olarak aşmak ve karşıtlığı ortadan kaldırmak çabasıyla harekete geçirilen eleştirel düşünce için aynı derecede dışsal değildir” görüşünü savunur (Bottomore, 1997: 15). Horkheimer’e göre “bilim adamı” olarak uzman aydınlar, toplumsal gerçekliği ürünleriyle birlikte dışsal olarak görürler ve “yurttaş” olarak bu gerçeklikle ilgilerini siyasal makaleler, partilere ya da hayır kuruluşlarına üyelik ve seçimlere katılma biçiminde algılarken, bu ikisini ve başka birkaç davranış tarzını da kişilikleriyle, olsa olsa psikolojik yorumlama yoluyla ilişkilendirip, bunun dışında bir ilişkilendirmeye girmezler; eleştirel düşünce, günümüzde bu gerilimi somut olarak aşma, bireyde bulunan hedefin bilincinde olma, kendiliğindenlik ve akılcılık özellikleri ile toplum açısından temel oluşturan çalışma sürecinin ilişkileri arasındaki çelişkiyi ortadan kaldırma çabasıyla güdülenmiştir. Eleştirel düşünce, bu özdeşlik kurulmadığı sürece kendi kendisiyle çelişen insan kavramını içerir. Bu bağlamda akılla belirlenen eylem insana ait ise, varoluşu ayrıntılarına dek belirleyen mevcut toplumsal pratik de insanlık dışıdır (Horkheimer, 2002: 358). Eleştirel kuram kendisini insanın kendi maddi ve kültürel varlığını korku olmaksızın yeniden üretebileceği daha iyi bir toplumun üretilmesi ideasına adamıştır. Bu idea insanın bütün etkinliklerinde içkin olarak vardır, fakat bireyler tarafından somut olarak kavranılamamaktadır. Bireyleri bunu yapmaktan alıkoyan şey, ister çıplak formlarında olsun, isterse insan türünün oluşmasındaki kurucu öğelere yerleşsin, ideoloji ve güç ilişkileridir (Çiğdem, 1997: 127-128). Frankfurt Okulu’nun üyeleri, insan aklının aydınlanması ve özgürleşmesinin bir aracı olarak klasik Yunan düşüncesini yeniden keşfetmeye çalıştılar. 122 MAYIS-AĞUSTOS 2014 REALİZM’E KARŞI “ELEŞTİREL KURAM”: “ELEŞTİREL KURAM”IN ULUSLARARASI İLİŞKİLERE UYGULANMASI Onların yaklaşımı, derin bir biçimde, Marx’ın “insanlar kendi tarihlerini tıpkı kendilerinin istediği gibi yaparlar; kendileri tarafından seçilmiş koşullar altında tarihi yapmazlar, doğrudan doğruya geçmişte yaşanmış, verilmiş ve aktarılmış koşullar altında yaparlar” argümanı tarafından etkilenmişti. Bu temelde Frankfurt Okulu, Marx’ın, sosyal kuramını, “ölü kuşaklar” tarafından yaratılmış yabancılaşan sosyal ve siyasal bir yapıdan, insan varlığını kurtarmaya yardım edebilecek eleştirel bir eylem olduğu görüşünü kabul etmiştir (Linklater, 1990: 22). Sosyolojinin geleneksel biçimlerinin 1960’lar ve 1970’lerde saldırıya uğramalarıyla birlikte eleştirel kuramın önemi artmaya başlamıştır. Yandaşları, sosyolojinin amacının egemen devletler alanı içerisindeki sosyal etkileşimi anlamak olduğu şeklindeki ortodoks görüşün doğruluğunu sorgulamamalarına karşın, sosyolojik araştırmanın yeni kurallarının benimsenmesini istemişlerdir. Sosyolojinin artık uluslararası ilişkilere uygulanması gerektiği görüşü, eleştirel toplum kuramının en son argümanlarının önemli bir boyutunu oluşturmuştur (Linklater, 1990: 27). “ELEŞTİREL KURAM”IN ULUSLAR ARASI İLİŞKİLERE UYGULANMASI “Eleştirel Kuram”, Frankfurt Okulu’nun toplumsal olgular ile insanların yaşantıları ve tarihsel oluşumlar ile kuramlar arasındaki bağın kavramsal şemalara aktarılması gerektiği görüşünden yola çıkarak, uluslararası kuram ile gücün gündelik yaşamdaki yansımaları arasında bir ilinti kurmaya çalışmaktadır. Böylece, yaşamı nasıl “bildiğimiz” ve “gerçeği” bu bilgi çerçevesinde nasıl biçimlendirdiğimiz konusundaki tarihi tartışma, Uluslararası İlişkilerin bilimsel platformunda bir kez daha açılmıştır. Eleştirel Kuram, gerçeğin “sürekli bir şimdiki zamanda” varolduğu yönündeki pozitivist-realist açıklamayı reddetmekte, olguları “süregiden bir tarihi değişim” perspektifiyle anlamayı yeğlemektedir. Var olan kurumlar ve güç ilişkileri, kendi başlarına kalıcı ve verili gerçekler değil; belirli tarihsel süreçlerin her an değişmelere uğrayan veya uğrayabilecek olan ürünleridir (Bostanoğlu, 1999: 486-487). Eleştirel kuram uluslararası sistemin yapısı ve dinamikleri üzerinde sadece bir sistemin tarihsel olarak nasıl kurulduğunu değil, aynı zamanda bu sistemi değiştirmenin ihtimallerini ve sınır(lar)ını da anlamamızı sağlar (Keyman, 2000: 283). Uluslararası ilişkiler her şeyden önce insan eylemlerinin bir sonuYIL: (5) 1 – SAYI: 2 123 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ cu olduğundan, var olan yapıların nasıl dönüştürülebileceği sorununa da, doğal olarak insanların hangi süreçler içinde bu eylemlerin özneleri haline geldiklerinin incelenmesi sonucunda açıklık kazandırılabilir (Tanrısever, 1997: 127). Realizm, devletlerin dış politikada toplumsal etkenlerden ciddi biçimde özerk olduklarını varsayarken, Eleştirel Kuram, devletlerin örgütlenme ve davranışında içyapılarının önemine dikkat çekmektedir (Bostanoğlu, 1999: 192). Eleştirel Kuram da, Realist Kuram gibi uluslararası politikayı güç, yapı ve hegemonya kavramlarıyla açıklamaktadır. Ancak burada “Eleştirel Kuram”da kullanılan ve Robert Cox’un Antonio Gramsci’den alarak uluslararası ilişkilere taşıdığı “hegemonya” kavramı üzerinde durmak gerekmektedir: GRAMSCİ’NİN “HEGEMONYA” KAVRAMI Frankfurt Okulu, I. Dünya Savaşı’nı izleyen Hegelci Marksizm’in mirasçısıdır. Savaşın yıkıntıları içinde doğan ve bir an, kısa bir an, Avrupa’nın yazgısını değiştirecekmiş gibi duran işçi konseyleri, bugün daha çok, “Batı Marksizmi” olarak adlandırılan Hegelci Marksizm’e gelişme ortamı sağlamıştır. Bu dönemde, Torino işçi konseylerinin başlıca teorisyeni olan Antonio Gramsci, diyalektiğin Hegel’deki köklerini ve kuram-pratik birliğini öne çıkaran bir Marx yorumu önermiştir (Horkheimer, 2002: 18). Gramsci’nin yaşadığı toplumla ilgili siyaset analizlerini derinleştirmek amacıyla ortaya attığı hegemonya kavramı, onun siyasal olguyu sadece devlet katında değil, toplum katında da ve üstelik tüm toplumsal ilişkileri kapsayıcı bir şekilde var olduğunu görmesine yardımcı olmuştur. Hegemonya, kapitalist toplumda belirli bir egemen sınıfın başka sınıf fraksiyonlarıyla (kesimleriyle) kurduğu ittifaklar ve siyasal uzlaşmalar sayesinde, egemenliğini topluma kabul ettirebilmesini ve yönetici konumunu sürdürebilmesini, dolayısıyla işçi sınıfı devriminin engellenmesini ya da ertelenmesini ifade etmektedir. Bu itibarla da, hegemonya kavramı siyasal analiz için önemli bir araç oluşturmaktadır. Gramsci’ye göre, bir sosyal sınıfın ekonomik olarak egemen olması, onun aynı zamanda hegemonik olduğu anlamına gelmez. Ekonomik güç hegemonya için yeterli değildir. Hegemonya, ekonomik gücün yanı sıra belirli bir siyasal sermayenin de var olmasını gerektirir ve bu siyasal sermaye eko- 124 MAYIS-AĞUSTOS 2014 REALİZM’E KARŞI “ELEŞTİREL KURAM”: “ELEŞTİREL KURAM”IN ULUSLARARASI İLİŞKİLERE UYGULANMASI nomik gücü elinde bulunduran her burjuvazinin harcı değildir. Burjuvazinin belirli bir kapitalist toplumda hegemonik konuma gelebilmesi için kendi sınıf kültürünü, kendi fikirlerini ve dünya görüşünü toplumun diğer sınıflarına ve katmanlarına kabul ettirmesi lâzım gelmektedir. Başka bir deyişle, söz konusu burjuvazinin kültür alanında varlık göstermesi ve özgün bir kültür politikasına sahip olması gereklidir. Toplumun kültür haritasını oluşturmaya muktedir olmalıdır. Bu konuda başarılı olmanınsa, ekonomiyle, yani para gücüyle doğrudan ilgisi yoktur. Toplumun entelektüel hayatına damgasını basabilmek için tabii, burjuvazinin kendi aydınlarını üretebilmesi gerekmektedir (Vergin, 2003: 75-76). Gramsci, burjuvazinin sivil toplum katında mutlak bir egemenlik sağladığını düşünmektedir. Sivil toplumdaki egemenliğinden ötürüdür ki, burjuvazi ideolojisini toplumun tüm katmanlarına kabul ettirebilmiştir. Bunlara ezilen bir sınıf olarak işçi sınıfı da dâhildir. Proleteryaya dinini, dünya görüşünü, ahlâk kurallarını ve değerlerini benimsetmeyi başarmıştır. Bu nedenle, burjuvazinin durumu bir hegemonya durumudur ve bu yaklaşıma göre, hegemonya başarılı bir sınıf iktidarı anlamına gelmektedir. Hegemonya tartışılmaz bir biçimde başarılı bir sınıf iktidarını ifade etmektedir; çünkü toplumun tüm katman ve sınıfları sözkonusu hegemonyayı doğal, gerekli ve vazgeçilmez olarak algılamaktadırlar. Gerçekten de, egemen sınıfın değerleri diğer sınıflar tarafından kabullenildiği ve içselleştirildiği ölçüde egemen sınıfın iktidarı meşru olarak algılanılmaktadır ve hâl böyle olunca, sözkonusu iktidarın kendini idame ettirmek için zora başvurma, baskı uygulama gereği yoktur. Hegemonya oydaşma yaratan bir sınıf iktidarı anlamına gelmektedir (Vergin, 2003: 79). Gramsci’ye göre, bir egemen sınıfın aynı zamanda hegemonik konumda olması aydınların ifa etmeleri gereken bir işlevin sonucudur; çünkü bir toplumda kültür ve ideolojinin yayılmasının başlıca aktörleri onlardır. Bu aydınlar, egemen sınıfa bağlı olan ve onun safında yer alan aydınlardır. Gramsci bunlara egemen sınıfın “organik aydınları” adını vermiştir; çünkü bu aydınlar sözkonusu sınıfla tümüyle, yani organik olarak bütünleşmiş durumdadırlar. Egemen sınıfın sivil toplum üzerinde hâkimiyet kurmasının başlıca mimarları bu aydınlardır. Sivil toplumun fikir yapısını ve zihniyetini belirleyen ve ona yön veren organik aydınlardır. Örneğin, feodal toplumda egemen sınıfların organik aydınları Kilise’ye bağlı din adamlarıydı. Burjuvazinin egemenlik kazanmasıyla birlikte bunlar yavaş yavaş üniversitenin ürettiği seküler aydınYIL: (5) 1 – SAYI: 2 125 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ lar tarafından ikâme edilmeye başladılar. Günümüzde ise, bir kısım sinemacı, medya mensupları ve teknokratlar egemen sınıfın hegemonyasını gerçekleştiren ve pekiştiren toplumsal kategoriyi, yani organik aydınlarını meydana getirmektedirler. Aydınların sınıf hegemonyasında oynadıkları rolü saptadıktan sonra Gramsci Tarihsel Blok kavramını geliştirmekte ve tanımlamaktadır. Tarihsel Blok’ta, Gramsci’ye göre, sosyo-ekonomik alt-yapı ile üst-yapı birbiriyle sıkı ilinti içerisindedir. Gramsci, Marksist metodolojiye uygun olarak, Tarihsel Blok’u ilk aşamada alt-yapının meydana getirdiğini, üst-yapının da alt-yapının bir yansıması olduğunu ileri sürmektedir. Fakat ona göre, Tarihsel Blok bir kez oluştuktan sonra tarihsel dinamik, yani değişim üst-yapının içerisinde meydana gelmektedir. Böylece üst-yapı öylesine belirleyici olabilmektedir ki, zaman zaman alt-yapının gelişmesini bile engelleyebilmektedir. Bu teorik önermelerden hareket ederek Gramsci, bir dizi siyasal sonuçlar çıkarmakta ve siyaset pratiğine ilişkin çözümlemeler getirmektedir. Bazı toplumlarda proleteryanın devrimci bir kültürden yoksun olması, onun devrimci mücadele gücünü zaafa uğratmakta ve hatta alt-yapının gelişmesine ket vurmaktadır. Bunun içindir ki, proleterya kendisine bağlı, kendi organik aydınlarına sahip olmak zorundadır. Çünkü devrimci gücü bu aydınlar geliştirecek ve burjuvazinin hegemonyasını aşındırarak yeni bir Tarihsel Blok’un meydana gelmesine yol açacaktır. Batı toplumlarında eğer proleterya egemen sınıf olmak ve toplumun yönetimini ele geçirmek istiyorsa şimdiden kendi değer sistemini ve dünya görüşünü empoze etmeyi başarmalıdır. Şimdiden gözetmesi gereken hedef, toplumun kültür ve ahlâk konusunda yönetimini ele geçirmektir. Devrimci güçlerin amacı, egemen sınıf olmadan önce sivil topluma nüfuz etmek olmalıdır (Vergin, 2003: 80-81). GRAMSCİ’NİN HEGEMONYA KAVRAMI’NIN ULUSLARARASI İLİŞKİLER’E UYGULANMASI Gramscigil eleştirel kuramın Uluslararası İlişkiler’e uygulanmasına öncülük etmiş ve önemli katkıda bulunmuş olan Robert Cox’a göre, toplumsal gerçeğin bilgisi toplumsal pratikle iç içedir. Bu nedenle “kuram her zaman birisi ve bir amaç için” olup belli bir toplumsal ve siyasal ortamın kuramıdır. Cox düşüncesinde, iki türlü kuram vardır. Mevcut olan düzende problemlerin çözümüne yönelik olan kuramlardır ki, bunlar sorun çözme kuramıdır. Bu tür 126 MAYIS-AĞUSTOS 2014 REALİZM’E KARŞI “ELEŞTİREL KURAM”: “ELEŞTİREL KURAM”IN ULUSLARARASI İLİŞKİLERE UYGULANMASI bir kuram dünyayı varolan toplumsal ve güç ilişkileriyle birlikte ele alıp bu ilişkileri sorgulamaz. Mevcut yapıların sürekliliğini varsayar. Eleştirel kuram ise, kuram sürecinin bizzat kendisini sorgular ve dünyanın düzenine ilişkin alternatif görüşler geliştirir. Sorun çözme kuramları mevcut düzen ile ilgilenirken, eleştirel kuramın varolan düzeni aşan bir yapısı vardır. Sorun çözme kuramlarının tersine eleştirel kuram mevcut kurum ve bunların temelinde yatan sosyal ve güç ilişkilerini veri olarak almayıp tam tersine bunların kökenlerini ve nasıl değişebileceklerini veya değişmekte olup olmadıklarını inceler. Varolanın devamını varsaydığı için, sorun çözme kuramları tarihsel değildir. Eleştirel kuram ise, bir tarih kuramıdır ve değişen bir gerçek ile ilgilendiği için kavramlarını sürekli olarak değişen nesnesine göre uyarlar. Nihayet, eleştirel kuramın mevcut toplumsal ve siyasal düzenin dışında, alternatif toplumsal ve siyasal düzen öngördüğü için normatif bir yanı vardır. Mevcut düzendeki dönüşüm potansiyelini ortaya çıkarmaya çalışır ve alternatif bir düzenin ortaya çıkarılması için gerekli eyleme rehber oluşturur (Yalvaç, 1997: 179). Eleştirel kuram, konvansiyonel uluslararası ilişkiler anlayışının dışında, toplumsal güçlerin ve devlet biçimlerinin gelişmesindeki temel süreçleri de hesaba katarak incelemektedir. Cox, uluslararası ilişkiler ve dünya düzeni konusunda söylemeye değer bir sözü olan ve geçerliliği süren düşünce akımlarını, Marksizm ve Realizm olarak sınırlamaktadır. Bu akımların her ikisi de, iki tür kuramdan yararlanmakla birlikte, ağırlıkla Realizm, sorun çözücü, Marksizm ise, eleştirel kuramdan bilgi kaynaği olarak yararlanmaktadır (Bostanoğlu, 1999: 182-183). Cox bir yandan toplumsal sınıflar, üretim, eşitsizlik, devletin rolü ve işlevi gibi Marksizm’den gelen kavramları kullanabilirken, öte yandan Gramsci’den de yararlanarak hegemonya kavramına uluslararası ilişkiler bağlamında yeni bir içerik kazandırabilme olanağı elde edebilmiştir. Bunun yanında, Cox aynı zamanda devletle sivil toplum arasındaki ilişkiyi inceler. Vico’dan aldığı argümanla devletlerin tarihsel yapılar olduğunu ve sivil toplumdan ayrılamayacağını savunur. Devlet bu analizde, üretici güçler tarafından belirlenen, toplumsal güçler ile devletler sistemi ve global ekonomi arasında bağlantı noktası olarak önem taşır (Uzgel, 2004: 46). Cox, Antonio Gramsci’nin kavramları ile “gündemdeki Uluslararası İlişkiler teorisinin revizyonunu” amaçlar. Dünya düzeninin sarmal bir döngü içerisinde yeniden ve farklı bir biçimde üretiminin anlaşılması için, YIL: (5) 1 – SAYI: 2 127 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ “Uluslararası ilişkiler kuramının temel konusu olması gereken, devlet/sivil toplum bağlantısı” üzerinde odaklaşmak gerekmektedir. Cox, devletin, toplumsal sınıfların ve dünya düzeninin tarihsel eklemlenme tarzlarını çözümlemeyi amaçlamaktadır. Cox ve genel olarak eleştirel kuramlar, Vico’nun tarihin bir döngü değil, sarmal (spiral) bir diyalektik içinde oluştuğu; kendisini hiçbir zaman yinelemediği; dolayısıyla önceden kestirilemeyeceği görüşünü benimsemiştir (Bostanoğlu, 1999: 176-177). Cox’a göre eleştirel bir kuram, sadece belirli bir dünya düzenini korumaya ve sürdürmeye değil; düzenlerin nasıl dönüşeceği ya da dönüştürülebileceği üzerinde de odaklaşmak durumundadır. Cox’a göre, kuram, daima değişen praxise ve tarihin ampirik incelemelerine dayanmak zorundadır (Bostanoğlu, 1999: 177). Gücün maddi ve ideolojik unsurları, hegemonya kavramında birleşmiştir. Hegemonik dünya düzeni hem devletleri hem de o devletlerin yer aldığı toplumsal yapının iç dinamiklerini ihtiva eder. Bundan dolayı, Cox’a göre hegemonya devlet-sivil toplum karşılıklı ilişkilerinin bir uzantısı olan kurulmuş dünya düzenini, diğer bir deyişle kapitalist üretim tarzının uluslararasılaştırılması sürecine anlam verir. Böylece hegemonya, dünya düzeni, toplumsal güçler ve devletler arasında “bir eklemlenme noktası” olarak tanımlanır (Keyman, 1997:246). Cox’un önermesi hegemonik dünya düzeninin, küresel ilişkilerin kurucu öğeleri olan toplumsal oluşumların içsel dinamiklerinden ayrıştırılamayacağına işaret eder. Cox, hegemonyayı, Uluslararası İlişkilerdeki alışılagelen, güçlü bir devletin daha az güçlü olanlarla ilişkisi anlamında değil, devletlerle birlikte devlet dışı kuruluşların da yer aldığı, uluslararası sistemin tümüne nüfuz eden bir düzene ilişkin değerler yapısını tanımlayacak biçimde kullanmaktadır. Bu değer ve anlam yapısının altında, bir devletin diğerlerinden daha baskın olduğu bir güç yapısı yatmaktadır. Tek başına baskın (dominant) güç, hegemonya için yetersizdir. Hegemonya, baskın devletin veya devletlerin egemen tabakalarının eylem ve düşünme biçimlerinden beslenir; ancak, bu eylem ve düşünme biçimlerinin diğer devletlerin egemen tabakalarınca da benimsenmiş olması şarttır. Hegemonyanın temelini bu açıklama ve meşrulaştırma pratikleri ve ideolojileri oluşturmaktadır (Bostanoğlu, 1999:189). 128 MAYIS-AĞUSTOS 2014 REALİZM’E KARŞI “ELEŞTİREL KURAM”: “ELEŞTİREL KURAM”IN ULUSLARARASI İLİŞKİLERE UYGULANMASI Tek bir dünya gücünün baskınlığından daha geniş anlamı olan hegemon terimi, baskın devletin ideolojik olarak gerçekte liderlik eden devlet ya da devletlerin ve liderlik eden sosyal sınıfların sürekli üstünlüğünü, fakat aynı zamanda daha az güçlünün bir ölçüde ya da tatmin olma olanağı veren genel prensiplere göre işleyen, geniş bir rıza ölçüsüne dayalı düzen oluşturan hâkimiyetin özel bir biçimi anlamına gelmektedir. Böyle bir düzende, belirli ülkelerdeki üretim, dünya ekonomisinin mekanizmalarıyla bağlanmış ve dünya üretim sistemleriyle birleştirilmiş hale gelmiştir. Baskın ülkenin sosyal sınıfları diğer ülkelerdeki sınıflar içerisinde müttefikler bulmuşlardır. Belirli devletleri yakınlaştıran tarihsel bloklar, farklı ülkelerdeki sosyal sınıfların karşılıklı çıkarları ve ideolojik bakış açıları yoluyla bağlanmış ve global sınıflar oluşmaya başlamıştır. Başlangıç aşamasındaki/yeni oluşmaya başlayan dünya toplumu devletlerarası sistem çevresinde, ortaya çıkmıştır ve devletler, kendileri mekanizmalarını ve politikalarını dünya düzeninin ritimlerine uydurarak uluslararasılaşmışlardır (Cox, 1987: 7). Dünya düzeninin kuruluşu ve yeniden üretimi sürecinde önemli bir role sahip olan ideolojik biçimler ve söylemsel pratiklerin, sadece ulus devletler tarafından yaratıldıkları söylenemez. Cox, uluslararası örgütlerin, Amerika Birleşik Devletleri’nin hegemonyası altında, bu düzenin ayrılmaz parçaları olduklarını ileri sürer. Böylelikle, dünya düzeninin temel ideolojileri ve söylemsel normları, bu örgütler vasıtasıyla ve bu örgütlerin içinde üretilmiş ve evrensel olarak tanıtılmıştır (Keyman, 2000: 114). “Tahakküm” kavramı ile eş anlamlı olarak kullanılan realist hegemonya kavramı, tahakküm altındaki ülkelerin dünya üzerindeki egemenliğini sağlamlaştıran hegemona verdikleri “rızanın” oluşturulmasını ve imalini dikkate almaz. Gramscici hegemonya kavramını değerli kılan, hem tahakkümü hem de rızayı hegemonyanın iki temel boyutu olarak kapsayabilmesidir. Gramsci “tahakküm” sorununa iki ayrı açıdan yaklaşır. Bir açıdan, zora dayalı siyasal bir kontrol biçimi olarak, ideolojik manipülasyona ya da rızaya dayanan hegemonyadan ayrıştırmaya çalışır (Keyman, 2000: 159). Gramsci-Cox çizgisindeki hegemonya, zorlama sonucu değil, devletlerin güç odakları etrafında, o gücün etkisini kabul ederek kendi rızaları ile oluşturdukları bir ilişki sistemidir. Hegemonya, sadece, entelektüel bir şekilde kavranabilen ortada olmayan gizli bir güçtür, görünmezdir. Fakat hegemonya kurumların hayatiyetinin/ YIL: (5) 1 – SAYI: 2 129 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ varlığının gizidir. Bazı kurumlar, diğerleri başarısız olurken, başarılı bir şekilde, değişen bir hegemonyaya adapte olmaktadırlar. Uluslararası kurumların etkililiği, hüküm süren hegemonyaya onların uymaları yoluyla ölçülmektedir Hegemon gücün değişmesi, karşı – hegemonik bir gücün ortaya çıkması yoluyla olabilmektedir. Gücün ikili yapısı – maddi ve ideolojik unsurların birleşmesi – zihinde doğunca, karşı – hegemonik güç, (a) bir ikincil/alt grubun maddi kaynakları elde edebilmesindeki artış ve (b) hüküm süren konsensusun/ oydaşmanın meşruluğuna meydan okuyan ikincil/alt grubun taleplerinin birleşik ve direngen yoğunlaşmasının sonucunda gerçekleşebilecektir (Cox ve Jacobson, 1977: 127). HEGEMONİK DÜNYA DÜZENİNİN KURULUŞU Cox’a göre Uluslararası İlişkilerde, kurumsallaşma ile Gramsci’nin “hegemonya” kavramları arasında yakın bir ilişki vardır: Herhangi bir yapının altında yatan maddi güç ilişkilerinde bir zorlama potansiyeli bulunmaktadır. Güçlü, gerekli gördüğü takdirde, zayıfı kuvvet kullanarak ezebilmektedir. Betül Karagöz’ün belirttiği gibi, aslında Gramsci kendi kuramını oluştururken kurumsallaşmadan söz etmemiş, hegemonya ile sınırlı kalmıştır: “Ancak onun hegemonyasının derinliği, bir kurumsallaşma olgusu üretmiştir. Gramsci, hegemonyayı hem mevcut iktidarı devirip eski düzeni geçersizleştirecek bir mevzi stratejisi, hem de iktidarın fetih manevrasından sonra kalıcılığını sağlayacak bir manevra stratejisi olarak düşünmüştür. Onun ikili sarmal yapıda öne çıkardığı hegemonya savaşımı, böylece yalnız stratejik bir kurgu olarak sınırlanmamış, aynı zamanda bir yönetim başarısını simgeleyerek pratik koşulların içine yerleşmiştir. Hegemonyanın nihaî anı, topluma nüfuz ettiği ve yerleştiği andır; bu an da, bir kurumsallaşma pratiğidir. Bu bağlamda Gramsci’nin hegemonyası ikili düalizmini (mevzi ve manevra savaşımları) koruyarak, düşünsel bir stratejiden somut gerçekliğe dönüşen bir iktidar formülasyonu sunar” (Karagöz, 2008: 531). Burada şunun da altını çizmek gerekir, zayıfın var olan güç hiyerarşisindeki ilişkileri meşru kabul etmesi halinde, güçlünün, baskınlığını garanti etmek üzere kuvvet kullanmasına gerek kalmamaktadır. Güçlüler, misyonlarını baskıcı ve diktatoryal olarak değil de, sadece “hegemonik” olarak icra ettikleri; bir başka deyişle, önderliklerini kendi çıkarlarından ziyade, evrensel 130 MAYIS-AĞUSTOS 2014 REALİZM’E KARŞI “ELEŞTİREL KURAM”: “ELEŞTİREL KURAM”IN ULUSLARARASI İLİŞKİLERE UYGULANMASI ve genel çıkarın hizmetindeymiş gibi tanıtabildikleri, zayıflarınsa önderliğe rıza göstermelerini sağlayabildikleri takdirde, baskınlıklarını kanıtlamak için kuvvete başvurmak zorunda kalmayabilirler. Hegemonik yapının ilişkilerde rızaya dayanan temeli, bilinçlerde güce göre daha ön planda yer tutmaktadır. Hegemonik olmayan yapılardaysa ilişkilerin, gücü odakta tutarak yönetimi öncelik taşımaktadır (Bostanoğlu, 1999: 186). Cox’ın Gramsci’den hareketle geliştirerek uluslararası politikaya uyguladığı hegemonya kavramı, gücün davranışsal yönü yanında, yapısal görünümüyle de birlikte anlaşılmasını sağlayabilmektedir. Gramscici kuram, hegemonya, fikirlerin ve kültürün de, tercihleri yönlendirmek ve “mümkün olanın algılanma sınırlarını” belirtmek suretiyle rol oynadığını öne sürmektedir. Algılama sınırları, hegemonun öngörülebilen tepkilerine göre belirlenen rasyonel kısıtlamalardan ziyade, rasyonel hesaba dayanmayan, doğal ve kaçınılmaz hissedilecek kadar içselleştirilmiş değerler tarafından biçimlendirilmektedir (Bostanoğlu, 1999: 197). Hegemonyanın işleyebilmesi için elitlere önemli bir rol düşmektedir. Hegemonun değerlerine uygun biçimde toplumsallaşan modernleşme sürecindeki ikincil ülke elitleri, uluslararası düzenin sürmesi yönünde politikaları benimsemektedir. Hegemonun gücünü kullanması ve itaat mekanizmalarını sağlaması, belli değerleri diğer ülke elitlerine yansıtabilmesine ve benimsetebilmesine bağlıdır (Bostanoğlu, 1999:200). Uluslararası sistem içerisinde başat aktör konumundaki ülkeler, müştereken geç-sanayileşmekte olan ülkelerin kalkınma seçeneklerinin parametrelerini belirlemişlerdir. Üçüncü dünya elitleri, hegemonyanın oluşumunda başat aktör konumundaki ülke elitleriyle aynı etkin statü durumunda yer almamışlardır. Bununla beraber, başat aktör konumundaki ülkeler, ideolojik olarak yeni üyeler kazanmış ve Üçüncü Dünya ülkeleri içinde anahtar pozisyonlarda bulunan ajanlar/örgütler bulmuşlardır. Uluslararası sermayenin bu ülkelere akışı sayesinde, hegemonik düzen içerisinde, hegemonun kurallarını/ normlarını toplumlarına yayan merkez bankaları ve ekonomi bakanlıkları gibi kurumlarda, “ortak değerleri” paylaştıkları insanlar bulmuşlardır. Bu insanlar çoğunlukla gelişmiş kapitalist ülke üniversitelerinden mezun olmuşlardır ve çoğunlukla IMF Kurumu ve uluslararası sermaye/finans çevreleriyle kişisel temas içerisindedirler (Cox, 1987: 260-261). YIL: (5) 1 – SAYI: 2 131 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ RIZA’YA DAYALI ABD HEGEMONYASI’NIN KURULUŞU ABD, II. Dünya Savaşı sonrasında hür dünyanın ve demokratik değerlerin temsilcisi olarak kendisini sunmuş ve dünya genelinde hegemonyasını kurmayı genel olarak başarmıştır. Bu nedenle, ABD rızaya dayalı hegemonya kavramının açıklanabilmesi bakımından önemli bir örneği teşkil etmektedir. Amerikan hegemonyası, liberal düşünce ve değerlerin Batı Avrupa ve Üçüncü Dünya ülkeleri elitlerince büyük ölçüde benimsendiği, öte yandan da bunları reddeden “karşı kamp”ın etkin biçimde çevrelendiği, 1945 sonrası dönemde kurulmuştur. ABD’nin üstün maddi kaynakları yanında, ideolojik yönden liberal retorik ile de desteklenen hegemonyası, kurumsal etkinlik ile kuvvetlendirilmiştir. Marshall Planı, Batı Avrupa’da aşamalı bir biçimde, 1946’da öngörülen açık ekonominin yürürlüğe girmesi için temel koşullar olan, ticaretin serbestleştirilmesi ve döviz konvertibilitesine öncülük etmiştir (Cox, 1987: 215). İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan güç dengelerinin bir örgütü olarak ortaya çıkan Birleşmiş Milletler’in ( BM ), organizasyon yapısı içerisindeki Güvenlik Konseyi’nin daimi beş üyesinden birisi olan ABD, BM bütçesinin % 25’ini karşılarken, Güvenlik Konseyi’nin diğer daimi üyesi Çin bütçenin ancak % 0,9’unu ödemektedir. Aynı durum Uluslararası Para Fonu (IMFInternational Monetary Fund) ve Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası (IBRD-International Bank of Reconstruction and Development) için de geçerlidir. Uluslararası Para Fonu’nu ve Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası’nı kuran uluslararası andlaşmalar, oy verme gücünü mali katkıya dayandırmaktadır. Sonuç olarak, ABD her iki örgütte de, en az oy verme hakkına sahip olan devletten yüzlerce defa fazla oya sahiptir (Morgenthau, C.2, 1970:417). Amerikan güvenlik ittifakları sisteminin görünür amacı, “karşı kamp” olarak sunulan Sovyet Blok’undan gelebilecek tehdidi sınırlamaktır. Ancak, bu ittifaklar, aynı zamanda Amerika’nın hegemonik baskınlığını kabul ettirdiği bölgelerdeki çıkarlarını kollamanın da aracı olmuştur. ABD, bu konuda başta İngiltere olmak üzere, rekabetlerini alt ettiği müttefiklerini, kendi ekonomik ve güvenlik çıkarlarına ve bunların korunmasına ortak yapmıştır. Özellikle Batı ve Üçüncü Dünya ülkeleri arasında, serbest ticaretin ve yabancı sermayenin, her ekonomi için yararlı olduğu savı, ekonomik bir ideoloji olarak yayılmıştır (Bostanoğlu, 1999: 249). 132 MAYIS-AĞUSTOS 2014 REALİZM’E KARŞI “ELEŞTİREL KURAM”: “ELEŞTİREL KURAM”IN ULUSLARARASI İLİŞKİLERE UYGULANMASI Oluşturulan ekonomik sistemin sürekliliği açısından hegemonyanın siyasal boyutu da, güvenlik amacına dönük paktlar ve örgütler ile kurumsallaştırılmıştır. Böylece, ABD zaman zaman rakipleri karşısında eskisi kadar güçlü durumda olmasa bile, dünya politik ve ekonomik düzeninde en güçlü ses olmayı sürdürmüştür (Bostanoğlu, 1999: 250). SONUÇ Uluslararası ilişkiler’in, II. Dünya Savaşı sonrasında bir akademik disiplin kimliği kazanabildiği ve pozitivist yöntemi, benimsediği realist kuramın uluslararası ilişkiler analizine taşıdığı görülmektedir. İç işler-dış işler ayrımı yapan realizm, iç siyasetten farklı olarak dış siyasetin özgül bir mantığı, kuralı ve gereği bulunduğunu, bu biçimde dış siyasetin moral dışı, değerlerden bağımsız ve objektif ulusal çıkar maksimizasyonuna dayanan bir alan olduğunu ileri sürmektedir. Realizmin karşısında yer alan başlıca yaklaşımlardan Eleştirel Kuram ise, uluslararası ilişkileri özgül tarihi süreçler içinde hareketli olarak ele almayı öneren ve var olan politik veya akademik sistemi eleştirerek, eleştirdiği konuların doğrularını oluşturmaya yönelen bir yaklaşım olarak karşımıza çıkmaktadır. Eleştirel Kuram’da iç siyasal düzen ile bir ülkenin dış politikası arasındaki ayrım ortadan kalkmaktadır. Realizm, devletlerin dış politikada toplumsal etkenlerden ciddi biçimde özerk olduklarını varsayarken, Eleştirel Kuram, devletlerin örgütlenme ve davranışında içyapılarının önemine vurgu yapmaktadır. Devletlerin içyapıları ve uluslararası sistem, tarihsel oluş süreçleri bağlamında ele alınmaktadır. Bu bağlamda, uluslararası sisteme yaklaşıldığında, giderek daha zora dayalı bir hegemonyaya kayan ABD politikalarını anlamlandırmak olanaklı hale gelmektedir. Yeni muhafazakârlık olarak adlandırılan bir ideolojiyi, ABD’de 2000 yılında iktidara taşımış olan oğul Bush yönetiminin eleştirel çözümlemesini yapmaksızın, zora dayalı bir hegemonik düzen kurmaya yönelen ABD dış politikasını anlamak olanaklı olmayacaktır. ABD, hâlihazırda, herhangi bir başka güç, büyük, süper ya da her ne ise sahip olduğu kapasitesiyle karşılaştırılabilir olmayan tek süper güçtür. Öngörülebilir bir gelecekte bu durumun devam etmesi büyük bir olasılık olarak görülmektedir. ABD, dünyadaki en büyük ekonomiye sahiptir ve şirketleri, önde gelen devlet–dışı ekonomik aktörlerin çoğunluğunu meydana YIL: (5) 1 – SAYI: 2 133 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ getirmektedir, teknolojinin cutting–edge alanlarında egemendir ve küresel finansal sistemde hâkim konumdadır; kendi infotainment (eğitlence-magazinel bilgi) endüstrisi, dünyanın popüler kültürüne hâkim olmuştur ve spektrumun diğer tarafında, kendi seçkin üniversiteleri, aynı zamanda küresel liderlerdir (Brown, 2004: 10). 11 Eylül 2001 saldırıları sonrasında ABD’nin tek taraflı ve güce dayalı politikalarına karşı, dünya genelinde bir muhalefet hareketinin oluştuğu gözlemlenmiştir. Bununla birlikte, ABD’nin küresel liderliğinin, ABD dışından bir gücün hegemonik konuma yükselmesiyle, sona erdirilmesi yakın bir gelecekte mümkün görülmemektedir. Tahakküme kayan ABD politikalarının değiştirilebilmesi ve ABD hegemonyasının çöküşten kurtarılabilmesi, yine ABD içerisindeki farklı bir kimliği, karar verici makamlara taşıyacak olan muhalafet tarafından gerçekleştirebilecek gibi görünmüştür. Nitekim, 20 Ocak 2009’da ABD Başkanlığı’nı devralan Demokrat Parti başkan adayı Barack Hüseyin Obama’nın döneminde, ABD dış politikasının “tahakküm”den “rıza”ya bir dönüşü gerçekleştireceği beklentisi oluşmuştur. KAYNAKÇA AYDIN, Aydın (2004), Gendaş. Düşünce Tarihi ve İnsan Doğası, İstanbul: BOSTANOĞLU, Burcu (1999), Türkiye-ABD İlişkilerinin Politikası, Ankara: İmge Kitabevi. BOTTOMORE, Tom (1997), Frankfurt Okulu, çev. Ahmet Çiğdem, Ankara: Vadi Yayınları. BROWN, Chris (2004), “Do Great Powers Have Great Responsibilities? Great Powers and Moral Agency,” Global Society: Journal of Interdisciplinary International Relations, S. 18, C. 1, 5-19. COX, Robert W. (1987), Production, Power, And World Order, New York: Columbia University Press COX, Robert W. ve JACOBSON, H. K. (1977), “Decisionmaking,” International Social Science Journal, 29, 1, 115 – 135. 134 MAYIS-AĞUSTOS 2014 REALİZM’E KARŞI “ELEŞTİREL KURAM”: “ELEŞTİREL KURAM”IN ULUSLARARASI İLİŞKİLERE UYGULANMASI ÇİĞDEM, Ahmet (1997), Akıl ve Toplumun Özgürleşimi, Ankara: Vadi Yayınları. DAĞI, İhsan D. (1997) “Normatif Yaklaşımlar: Adalet, Eşitlik ve İnsan Hakları”, Devlet, Sistem ve Kimlik, Atila Eralp (der.), İstanbul: İletişim Yayınları . ERALP, Atila (1997), “Uluslararası İlişkiler Disiplininin Oluşumu” Devlet, Sistem ve Kimlik, Atila Eralp (der.), İstanbul: İletişim Yayınları. GRAMSCI, Antonio (1997), Hapisane Defterleri, çev. Adnan CEMGİL, İstanbul: Belge Yayınları. HORKHEIMER, Max (2002), Akıl Tutulması, çev. Orhan Koçak, İstanbul: Metis Yayınları. HORKHEIMER, Max (2005), “Geleneksel ve Eleştirel Kuram” Geleneksel ve Eleştirel Kuram, çev. Mustafa Tüzel, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. KARAGÖZ, Betül (2008), “Mutlakıyetçi Devlet’ten Hukuk Devleti’ne Hukuk Devleti’nden Dünya Sistemi’ne, Sivil Uygarlığın Kurumsallaşma Süreci”, Doktora Tezi (yayınlanmamış), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; Siyaset Bilimi Bölümü. KEYMAN, E. Fuat (1997), “Eleştirel Düşünce: İletişim, Hegemonya, Kimlik/Farkı” Devlet, Sistem ve Kimlik, Atila Eralp (der.) , İstanbul: İletişim Yayınları, 227-260. LINKLATER, Andrew (1990), Beyond Realizm and Marxism: Critical Theory and International Relations, Londra: The Macmillan Press Ltd. MORGENTHAU, Hans J. (1970), Uluslararası Politika, çev. Baskın ORAN ve Ünsal OSKAY, Cilt 1 ve 2, Ankara: Türk Siyasi İlimler Derneği Yayınları. PLATON (EFLATUN), (2004), Devlet, çev. Sabahattin Eyuboğlu ve M.Ali Cimcoz, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. SLATER, Phil. (1998), Frankfurt Okulu Kökeni ve Önemi, çev. Ahmet Özden, İstanbul: Kabalcı Yayınevi. TANRISEVER, Oktay F. (1997), “Yöntem Sorunu: GelenekselçilikDavranışsalcılık Tartışması,” Devlet, Sistem ve Kimlik, Atila Eralp (der.), İstanbul: İletişim Yayınları, 89-129. YIL: (5) 1 – SAYI: 2 135 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ UZGEL, İlhan (2004), Ulusal Çıkar ve Dış Politika, Ankara: İmge Kitabevi Yayınları VERGİN, Nur (2003), Siyasetin Sosyolojisi, İstanbul: Bağlam Yayınları. YALVAÇ, Faruk (1997), “Uluslararası İlişkiler Kuramında Yapısalcı Yaklaşımlar,” Devlet, Sistem ve Kimlik, Atila Eralp (der.), İstanbul: İletişim Yayınları, 131-184. 136 MAYIS-AĞUSTOS 2014 SİLAHLI ÇATIŞMALARDAKİ ÖNEMSENMEYEN GERÇEK: KADINLARA UYGULANAN CİNSEL ŞİDDET Doğuş SÖNMEZ 6* ÖZET Kadınlar, gerek aile hayatlarında gerekse toplumda erkekler tarafından uygulanan çeşitli şiddet türlerine maruz kalmaktadır. Bu şiddet uygulamaları içinde, silahlı çatışmalar sırasında ve özellikle savaşlarda, erkekler tarafından kadınlara uygulanan cinsel şiddet, tamiri imkânsız sarsıntılara yol açmaktadır. Üstelik uzunca bir süre, savaşlarda sivillere karşı cinsel şiddet suçunu işleyen erkekler cezalandırılmamıştır. Dahası uluslararası örgütler ve devletler de işlenen suçları önemsememek suretiyle, bir şekilde erkekleri suça teşvik etmiştir. Özellikle Bosna’da ve Mozambik’te işlenen bu tür suçlar, üstünde durduğumuz konuyu örnekler niteliktedir. Bu çalışmada, silahlı çatışmalarda kadınlara karşı işlenen cinsel şiddet suçları örnekleriyle beraber incelenmeye çalışılmıştır. Çalışmanın amacı, kadınlara karşı işlenen cinsel şiddet suçunu vurgulayarak bu suça karşı uluslararası duyarlılığı arttırmaktır Anahtar Sözcükler: Kadın, Cinsel Şiddet, Silahlı Çatışma, Bosna, Mozambik. * Marmara Üniversitesi, SBF, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü, [email protected] YIL: (5) 1 – SAYI: 2 137 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ AN IGNORED REALITY IN TIMES OF ARMED CONFLICTS: SEXUAL VIOLENCE AGAINST WOMEN: ABSTRACT Women are subjected to men’s violence both in their family life and in society. Specifically, the sexual violence, committed by men in armed conflicts causes dead losses among women. Through long ages, the men as authors of crime of sexual violence had not been punished. Moreover, states and international organizations, by ignoring these types of crimes, have encouraged men in a way to commit them. Especially, the crimes, committed in Bosnia and Mozambique exemplify this issue. In this study, using appropriate examples I have examined sexual violence as a crime against women in armed conflicts. The purpose of my study is to increase the international susceptibility of this issue by emphasizing the sexual violence against women in armed conflicts Keywords: Women, Sexual Violence, Armed Conflict, Bosnia, Mozambique GİRİŞ Kadınlara ve çocuklara uygulanan cinsel şiddet, geçmişteki savaşlarda çok fazla görülmüş olmasına rağmen, bu denli ağır sonuçları olan ve insanlığa karşı işlenen böyle bir suçun, ancak son zamanlarda önem kazanması şaşırtıcı bir geç kalınmışlıktır. Bu konu hakkındaki literatürün azlığı da, konunun ne kadar kenara atılmış olduğunun bir kanıtıdır. Kadınlara ve çocuklara uygulanan cinsel şiddeti tanımsal bir yaklaşımla ele alacak olursak; Dr. Ümit Cihan Atman’a göre, şiddet, “sertlik, kaba davranış, bedene zor uygulama, bedensel zedelenmeye neden olma, kişisel özgürlüğü zor yoluyla kısıtlama, büyük güç, haşinlik, rahatça gelişmesini ya da tamamlanmasını engellemek üzere bazı doğal süreçlere, alışkanlıklara 138 MAYIS-AĞUSTOS 2014 SİLAHLI ÇATIŞMALARDAKİ ÖNEMSENMEYEN GERÇEK: KADINLARA UYGULANAN CİNSEL ŞİDDET yersiz kısıtlamalar getirme” şeklinde tanımlanır.1 Şiddetin bu geniş tanımı bizlere fiziksel şiddeti çağrıştırsa da, şiddetin, fiziksel şiddet dışında başka çeşitleri de vardır. Şiddet; fiziksel, sözel, cinsel, ekonomik, duygusal-psikolojik davranışlar şeklinde ortaya çıkabilir, çok basitçe şiddet; kişinin kendi kendine uyguladığı şiddet, kişiler arası şiddet ve örgütlü şiddet olarak sınıflandırılabilir.2 Bu makalede, kişiler arası şiddet, daha çok da kadınlara karşı uygulanan cinsel şiddet konusunda yoğunlaşılmıştır. Bu bağlamda cinsel şiddet, tecavüz, cinsel kölelik ve taciz de dahil olmak üzere, bir kişiye zorla herhangi bir cinsel harekette bulunma durumudur ve çoğunlukla erkek askerler tarafından kadın sivillere, düşman kamplarında travma oluşturmak, aile bağlarını ve dayanışma bilincini yok etmek amacıyla uygulanmaktadır.3 Tanımı biraz daha özelleştirecek olursak, Birleşmiş Milletler, kadına yönelik şiddeti “ister toplumsal isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlarda fiziksel, cinsel, psikolojik zarar ve bozukluğa neden olan ya da olabilecek olan, ayrımcılığa dayalı her türlü eylem ya da bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma” olarak tanımlamaktadır. Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi ise, “bir kadına, sırf kadın olduğu için yöneltilen ya da orantısız bir şekilde kadınları etkileyen tutum ve davranışları şiddet” olarak tanımlamaktadır.4 Kadınlara yönelik şiddetin fiziksel veya duygusal istismar, yasa dışı insan ticaretine zorlama, silahlı çatışma ve savaş ortamlarındaki cinsel sömürü gibi çok farklı çeşitleri vardır.5 Kadınların çok fazla objeleştirildiği, özellikle silahlı çatışma ve savaş ortamlarında cinsel istismar bir amaca hizmet eder hale gelmektedir. Daha sonra da bahsedileceği gibi, cinsel şiddet özellikle Bosna Savaşı’nda bir savaş stratejisi olarak kullanılmıştır. 1 Dr. Ümit Cihan Atman, “Kadına Yönelik Cinsel Şiddet; Cinsel Taciz/Irza Geçme,” Sürekli Tıp Eğitim Dergisi 12, No: 9 (2003): 333. 2Ibid. 3 Kimberly E. Carson, “Reconsidering the Theoretical Accuracy and Prosecutorial Effectiveness of International Tribunals’ Ad Hoc Approaches to Conceptualizing Crimes of Sexual Violence as War Crimes, Crimes against Humanity, and Act of Genocide,” Fordham Urban Law Journal 39, No:4 (2012): 1251-1252. 4 Sibel Gögen, “Bir Savaş Silahı Olarak Kadına Yönelik Cinsel Şiddetin Sağlık Üzerine Etkileri: Bosna Savaşı Örneği,” TAF Preventive Medicine Bulletin 10, No: 1 (2011): 119-120. 5 Ibid, 120. YIL: (5) 1 – SAYI: 2 139 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Kimi zaman askerlerin motivasyonlarını artırmak, hatta kimi zaman da kadınlar yoluyla çeşitli hastalıklar bulaştırmak için bile, bu sakıncalı, ahlâksız ve kanunlara aykırı yönteme başvurulmuştur.6 Yalnız daha önceleri büyük milletlerarası örgütlerin gündeminde olmadığı için, bu konunun üzerinde hemen hemen hiç düşülmemiş ve bu suçu işleyen insanlar/devletler cezalandırılmamıştır. Birleşmiş Milletler Kadınlar Kalkınma Fonu UNIFEM’e göre; silahlı çatışmalardaki kadınlara uygulanan şiddette şu faktörler etkilidir: “Silahlı çatışmanın ya da savaşın tarihçesi ve etnik özellikleri, heterojen toplum yapıları ve etnik farklılıklar, zayıf hükümetler ve politik istikrarsızlıklar, kadınların çoğu kez karar verici konumda olmayışları, sosyal hizmetlerin aksatılması, kadınların ekonomik açıdan zayıf durumda olması, sağlık hizmeti ve eğitimden yoksunluk, kadınların toplumdaki düşük statüsü, erkeklerdeki alkolizm oranları.”7 Anlaşılacağı üzere bu faktörlerin ortaya çıkmasında aslında devletlerin etkisi sanılandan büyüktür. Gereken önlemleri almayan devletler, istemeden de olsa kadınların böyle kötü durumlara maruz kalmalarına sebep olmaktadır. İkinci kuşak feminist teorisyenler, birinci kuşağın aksine kadın haklarını ve kadınlara sağlanması gereken sosyal şartları vurgularken, bu tür şiddet biçimlerine de dikkat çekmektedirler.8 Birinci kuşağın bu konuları önemli bulmamasının başlıca sebebi, o dönemde var olan uluslararası düzende, realist akımın etkili olmasıdır. Çünkü bireysellik ve insan hakları gibi kavramlar, devletlerin baskın güçleri altında görünmez olmuştur. Bu noktada öncelikle kadınlara yönelik cinsel şiddet suçunun kısa bir tarihçesi anlatılarak, insanlığa karşı işlenen bu büyük suçun, özellikle çeşitli ülkelerde yaşanan iç savaşlarda nasıl işlendiği ve böyle bir suçun işlenmemesi için devletlerin ve devletlerin içinde bulunduğu uluslararası örgütlerin nasıl önlemler alabileceği üzerinde durulacaktır. 6Ibid. 7 Ibid, 123. 8 Jacqui True, “Feminism” in Theories of International Relations, Scott Burchill, Andrew Linklater, Richard Devetak, Jack Donnely, Matthew Paterson, Christian Reus-Smit and Jacqui True (eds.), (New York: Palgrave Macmillan, (2005), 232. 140 MAYIS-AĞUSTOS 2014 SİLAHLI ÇATIŞMALARDAKİ ÖNEMSENMEYEN GERÇEK: KADINLARA UYGULANAN CİNSEL ŞİDDET KADINA YÖNELİK CİNSEL ŞİDDET SUÇUNUN KISA BİR TARİHÇESİ Daha önce de belirtildiği gibi, kadınlara yönelik cinsel şiddet, geçmişte çok üstünde durulmayan, göz ardı edilen hatta insanlığa karşı suç kapsamına yakın zamanda girmiş olan bir kavramdır. Milletlerarası toplum tarafından o kadar üstünde durulmayan bir kavramdır ki, Bosna’da, Liberya’da, Ruanda’da işlenen bu tür oldukça ahlâk dışı, hiçbir şekilde etik ve insani olmayan suç, bir savaş stratejisi olarak kullanılmıştır. Savaşlar sırasında uygulanan kadınlara yönelik cinsel şiddet ‘insanlığa karşı suç’ kapsamına, 1949 Cenevre Konvansiyonu ve 1977’de kabul edilen Ek Protokoller ile girmiştir. Ayrıca Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, kadına yönelik cinsel şiddet suçunun, af kanunları dışında tutulması kararı almış, bu suçların ciddi sonuçları olan ağır suçlar olduğu ve cezasız kalmaması gerektiği hakkında hükümetlerin sorumluluklarını vurgulamıştır. Bütün bunlara rağmen, yakın tarihte Balkanlar, Ruanda, Burundi ve Darfur’da yaşanan kadınlara yönelik cinsel şiddet, bir savaş silahı ve etnik temizlik aracı olarak kullanılmıştır.9 Bu suçun bu kadar yaygın olması, yaptırımların yeterince caydırıcı olmaması veya bu suçtan dolayı şikâyetlerin yeterince bildirilmemesinden kaynaklanmaktadır. Örneklendirmek gerekirse, 1994 yılında Ruanda’daki soykırımda 250.000 ile 500.000 arası kadın tecavüze, işkenceye ve seks köleliğine maruz kalmıştır.10 Kongo’da beş yıl süren savaşı yaşamış olan her üç kadından biri cinsel şiddete maruz kalmıştır.11 Ayrıca, bir savaş silahı olarak kadına yönelik cinsel şiddet, Kamboçya, Liberya, Peru, Somali ve Uganda’da da kullanılmıştır.12 Yine örneklendirmek gerekirse, Liberya’da sürmekte olan iç savaşta, çok fazla sayıda kadın cinsel tacize uğramıştır ya da Peru’nun Ant Dağları bölgesinde hükümet kuvvetleri ile gerillalar arasında süren savaşta, sıklıkla kadınların ırzına geçilmiş; ama bu konu hakkında bir soruşturma açılmamıştır.13 9 10 11 12 13 Sibel Gögen, “Bir Savaş Silahı Olarak Kadına Yönelik Cinsel Şiddetin Sağlık Üzerine Etkileri: Bosna Savaşı Örneği,” TAF Preventive Medicine Bulletin 10, No: 1 (2011): 121. Amitav Acharya, “Human Secuirty” in The Globalization of World Politics, John Baylis, Steve Smith and Patricia Owens (eds.), (New York: Oxford University Press, 2011), 488. Olgun Değirmenci, “Uluslararası Suç Olarak Kadına Karşı Cinsel Şiddet Eylemleri,” TBB Dergisi 89 (2010): 47. Aylin Akpınar, “Discrimination and Violence Towards Minority Young Women in Europe” (paper presented at the seminar held in Botkyrka, Sweden, May 24-31, 1998). Dr. Ümit Cihan Atman, “Kadına Yönelik Cinsel Şiddet; Cinsel Taciz/Irza Geçme,” Sürekli Tıp Eğitim Dergisi 12, No: 9 (2003): 335. YIL: (5) 1 – SAYI: 2 141 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Yine 1998-1999 yılları arasında Kosova’da yaklaşık 23.000-45.000 Arnavut kadın tecavüze maruz kalmıştır.14 Olgun Değirmenci’nin verilerine göre ise, Uganda’nın Luwero bölgesinde 1980-86 yılları arasında yaşayan kadınların %70’i askerler tarafından tecavüze uğramıştır. Bu bölgedeki tecavüz mağduru kadınların büyük çoğunluğu, en az on farklı kişinin tecavüzüne uğramıştır. Darfur’da ise kadınların, bizzat hükümet güçleri tarafından cinsel şiddet, kaçırılma eylemleri ve işkenceye maruz kaldıkları bildirilmiştir.15 Kadına yönelik cinsel şiddet suçuyla ilgili olarak, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra oluşturulan Nürnberg Mahkemeleri’nde Nazilere karşı veya Tokyo Mahkemeleri’nde Japon askerlerine karşı herhangi bir dava yürütülmemiştir. Bu suçlar tarihte ilk kez Uluslararası Yugoslavya Savaş Suçları Mahkemesi’nde (ICTY) ve Uluslararası Ruanda Savaş Suçları Mahkemesi’nde (ICTR) birsavaş suçu olarak değerlendirilmiş, bu tür suçları işleyenlerin, hukuki açıdan cezalandırılmasına karar verilmiştir.16 Son olarak 1992-1995 yılları arasında Bosna Savaşı sırasında, 16.000’i çocuk olmak üzere yaklaşık 250.000 insan ölmüş, toplu katliamlar yaşanmıştır.17 Bu savaşta kadınlara yönelik cinsel şiddet, daha önce de belirttiği gibi, etnik temizlik amacıyla bir savaş silahı olarak kullanılmış ve bunun sonucunda yaklaşık 20.000-35.000 Bosnalı Müslüman kadın tecavüze uğramıştır.18 SİLAHLI ÇATIŞMALARDA KADINLARA UYGULANAN CİNSEL ŞİDDET VE BAZI ŞİDDET MAĞDURU KADINLARIN İFADELERİ Melda Sur’a göre, silahlı çatışma, “iki veya daha çok devletin taraf olduğu veya belirli koşullarla silahlı grupların da taraf olduğu, karşıt savlarını kuvvet kullanarak birbirlerine kabul ettirmeye çalışmaları” olarak tanımlanır.19 Silahlı çatışmalara dair temel ilkeler, bunların özellikle konumuzla ilgili 14 15 16 17 18 19 142 Sibel Gögen, “Bir Savaş Silahı Olarak Kadına Yönelik Cinsel Şiddetin Sağlık Üzerine Etkileri: Bosna Savaşı Örneği,” TAF Preventive Medicine Bulletin 10, No: 1 (2011): 122. Olgun Değirmenci, “Uluslararası Suç Olarak Kadına Karşı Cinsel Şiddet Eylemleri,” TBB Dergisi 89 (2010): 48-49. Sibel Gögen, “Bir Savaş Silahı Olarak Kadına Yönelik Cinsel Şiddetin Sağlık Üzerine Etkileri: Bosna Savaşı Örneği,” TAF Preventive Medicine Bulletin 10, No:1 (2011): 122-123. Ibid, 121. J. Ann Tickner, “Gender in World Politics” in The Globalization of World Politics, ed. John Baylis, Steve Smith and Patricia Owens (New York: Oxford University Press, 2011), 268. Melda Sur, Uluslararası Hukukun Esasları, 5th ed. (İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş., 2011), 272. MAYIS-AĞUSTOS 2014 SİLAHLI ÇATIŞMALARDAKİ ÖNEMSENMEYEN GERÇEK: KADINLARA UYGULANAN CİNSEL ŞİDDET olanları “adli güvenceden herkesin yararlanması, işkence ve kötü muamele yapmama, gereksiz kayıp ve acılara neden olacak savaş yöntem ve araçlarının kullanılmaması, sivil halkın savaşçılardan her zaman ayrılması ve saldırıların yalnızca askeri hedeflere yönelmesi”dir.20 Bosna Savaşı’nda kadınlara uygulanan cinsel şiddet, silahlı çatışma durumunda olan cinsel şiddete bir örnektir ve bu durum, silahlı çatışmalara dair temel ilkelere tamamıyla aykırıdır. Kadınlar işkenceye ve kötü muameleye maruz kalmış, sivil halk, savaşçılardan ayrılmamış, hatta sivil halka yapılan zulüm bir savaş stratejisi olarak kullanılmış ve saldırılar anlaşılacağı üzere sadece askeri hedeflere değil, sivil hedeflere de yapılmıştır. Ali Dikici’ye göre, savaş esnasında, Sırp askerleri Bosnalı kadınlara bir parça ekmek karşılığında cinsel ilişki teklif etmiş ve kadınlar da çocuklarını doyurabilmek için, onların gözleri önünde çaresizce askerlerle cinsel ilişkiye girmek zorunda bırakılmıştır.21 Aylin Akpınar’a göre ise, saldırganlar, Bosnalı kadınların zihniyetini, aile değerlerini ve Müslüman bir toplumun dini prensiplerini çok iyi biliyordu. Cinsel şiddet suçunu da, onların onurunu ve gururunu zedelemek ve Bosnalı Müslümanları tamamen yok etmek amacıyla işlemişlerdir.22 Bosna Savaşı’nda, kadınlara yönelik cinsel şiddet, bir etnik temizlik amacıyla stratejik savaş silahı olarak kullanılmıştır. Bu suçun, çirkin bir strateji olarak kullanıldığını kanıtlayan başlıca noktalar şunlardır: Kamplar, kadınlara özel olarak açılmıştır, tecavüzlerin yaşandığı yerler saldırganların kontrolü altına bırakılmıştır, tecavüze uğramış kadın sayısı fazladır, tecavüze uğramış olan kadınlar, suçu işleyenlerle aynı milliyete sahip değillerdir, farklı yaşlardaki kadınlar tecavüze uğramış ve son olarak vurgulamak gerekir ki, her şey sistematik olarak yapılmıştır.23 Şimdi de tecavüze uğramış mağdur bir kadının ve tecavüze tanık olmuş yine mağdur başka bir kadının ifadelerine göz atalım: Öncelikle, tecavüze tanık olmuş bir kadının ifadesi şu şekildedir: “1975 doğumlu tecavüz mağduru N. N. ve onun iki arkadaşı M. L ve diğeri, askerler tarafından Vilina Vlas isimli Genelev’in bir odasına zorla götürüldüler; askerler orada N. N. ve onun 20 21 22 23 Ibid, 268. Ali Dikici, “An International Betrayal During the War in Bosnia: The Srebrenica Genocide,” Turkish Review of Balkan Studies 12 (2007): 9. Aylin Akpınar, “Discrimination and Violence Towards Minority Young Women in Europe” (paper presented at the seminar held in Botkyrka, Sweden, May 24-31, 1998). Ibid, 45. YIL: (5) 1 – SAYI: 2 143 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ iki arkadaşına tecavüz ettiler.”24 Tecavüz mağduru bir başka kadının ifadesi ise şu şekildedir: “Karmen isimli bir Genelev’de P. E. bana tecavüz etti, aynı şeyi N.S., D.P, N.B. ve Z.S. de yaptı. O evde tam 6 ay geçirdim. Orada başka kızlar da vardı. En genci 12, biri 14 ve en yaşlısı 26 yaşındaydı. Çok fazla konuşmazdık, aslında onların bize yaptıkları şeyler hakkında konuşmaya utanırdık.”25 Afrika’da yaşananlar da, aslında Balkanlar’da yaşananlardan pek farklı değildir. Meredeth Turshen’e göre, Afrika’da, özellikle 1976-92 yılları arasında Mozambik’te olan iç savaşta, tecavüz ve kaçırılma olayları oldukça sistematik bir şekilde gerçekleştiriliyordu ve yine savaş stratejisi olarak kullanılıyordu.26 Bu acı olayların Afrika’da yaşanmışlarından örnek verecek olursak; Ntewasse Gavuno isimli bir tecavüz mağdurunun ifadeleri şu şekildedir: “Askerler sanki bizi cezalandırıyorlardı. Onlar yaşları 12 ile 14 arasındaki kız çocuklarını seçerek, kıyafetlerini çıkarmalarını istiyorlar ve onlara bizim gözümüzün önünde tecavüz ediyorlardı, görmemek için yüzümüzü çevirdiğimizde bize vuruyorlardı. Bazen 10 kişi tarafından tecavüze uğruyorduk. Ölmek istiyordum, çünkü kendimi her şeyden daha değersiz hissediyordum.”27 Güney Afrika’da bir mülteci kampındaki mağdur bir kadının ifadeleri ise şöyledir: “Renamo, bizim gözlerimizin önünde insanlarımızı öldürdü. Sonra eşlerimizmiş gibi evlerimize geldiler. Ben kamp komutanın eşi olarak seçilmiştim. Benim çocuklarımın da içinde bulunduğu geri kalan kadınlar ise, başka askerlere ‘eş’ olarak verildi. Askerler onlarla cinsel ilişkide bulunmamızı ve onlar için yemek pişirmemizi istiyorlardı, istediklerini yapmazsak bizi öldüreceklerini söylüyorlardı. Olabilecek en kötü şey başımıza geldi; vücutlarımız zarar gördü, mallarımız zarar gördü. Renamo yüzünden her şey değişti. Ruhlarımız zarar gördü.”28 Anlaşıldığı gibi, Bosna’da, Mozambik’te, Ruanda’da, Uganda’da ve daha başka bir çok ülkede yapılanlar, özellikle kadınlara yönelik cinsel şiddet açısından her ne kadar görmemiş, duymamış ve o zulmü biz çekmemiş olsak 24Ibid. 25 Ibid, 46. 26 Meredeth Turshen, “The Political Economy of Rape: An Analysis of Systematic Rape and Sexual Abuse of Women During Armed Conflict in Africa” in Victors, Perpetrators or Actors: Gender, Armed Conflict and Political Violence, ed. Caroline Moser and Fiona Clarke (London: Zed Books, 2001), 55. 27 Ibid, 59. 28Ibid. 144 MAYIS-AĞUSTOS 2014 SİLAHLI ÇATIŞMALARDAKİ ÖNEMSENMEYEN GERÇEK: KADINLARA UYGULANAN CİNSEL ŞİDDET da, hatırlayacağımız, hatırlamamız gereken ve milletlerarası hukuka aykırı korkunç eylemlerdir. Bunlar insanlığa karşı işlenmiş olan suçlardır. SONUÇ Kadınlar, savaşlar sırasında uğradıkları cinsel şiddetlerden ve tecavüzlerden dolayı, çeşitli ruhsal, fiziksel sorunlarla karşılaşmakta ve hatta savaşlar bittikten yıllar sonra bile yaşanan bu durum, kadınlar için hâlâ çok ciddi bir problem oluşturmaktadır. Cinsel şiddetin ruhsal ve fiziksel sonuçlarının yanında, elbette toplumsal sonuçları da vardır.29 Cinsel şiddet mağduru kadınlar, eğer bu sorunu paylaşırlarsa, toplumun kendilerini dışlayacağını, yanlarında durmayacağını düşünerek ve sanki kendileri utanılacak bir şey yapmış gibi susmayı tercih etmektedirler. Bu kadınlar genellikle çektikleri zulmü kimseye, birbirlerine bile anlatamamakta, böylece suçluların gereken cezayı çekmeleri için, onları gerekli mercilere de şikâyet edememektedirler. Bu şekilde davrandıkça, suçu işleyen kişiler, yaptırımlar etkili olsa bile, bu yaptırımlardan etkilenmeden kurtulmakta ve yeryüzünde kadına yönelik cinsel şiddet suçu işlenmeye devam etmektedir. Silahlı çatışmalarda kadına yönelik cinsel şiddet suçunu önlemek için sadece hükümetlerin ve bölgesel veya milletlerarası örgütlerin kuvvetli yaptırımları yetmemektedir; aynı zamanda böyle bir durumla karşılaşıldığında, gerekli şikâyetleri yapmak üzere, kadınların cesaretlendirilmesi ve bu yönde eğitilmesi gerekmektedir. Kadınların cesaretlendirilmesi konusunda Kanada başı çekmekte ve oldukça güzel bir örnek oluşturmaktadır. Kanada, mecburi evlilik, cinsel istismar, kadın sünneti veya tecavüz mağduru olup, toplum tarafından dışlanacağını düşünerek ülkesini terk eden kadın mültecilere sığınma hakkı tanıyan ilk devlettir.30 Milletlerarası ve bölgesel örgütler açısından, 1949 Cenevre Konvansiyonu ve onun Ek Protokolleri, Hindistan’da 1972 yılında kurulmuş olan SEWA31, Pekin Deklarasyonu, Eylem Platformu ve son olarak da Birleşmiş Milletler, 29 30 31 Sibel Gögen, “Bir Savaş Silahı Olarak Kadına Yönelik Cinsel Şiddetin Sağlık Üzerine Etkileri: Bosna Savaşı Örneği,” TAF Preventive Medicine Bulletin 10, No: 1 (2011): 120. Jacqui True, “Feminism” in Theories of International Relations, ed. Scott Burchill, Andrew Linklater, Richard Devetak, Jack Donnely, Matthew Paterson, Christian Reus-Smit and Jacqui True (New York: Palgrave Macmillan, 2005), 245. J. Ann Tickner, “Gender in World Politics”, The Globalization of World Politics, ed. John Baylis, Steve Smith and Patricia Owens (New York: Oxford University Press, (2011), 274. YIL: (5) 1 – SAYI: 2 145 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ dünyada kadına yönelik cinsel şiddetin önlenmesi konusunda önemli adımlar atmıştır. Özellikle Birleşmiş Milletler, bu konuda adım atmaya devam etmektedir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından 2009 yılında kabul edilmiş olan 1888 sayılı karar, silahlı çatışma durumlarında kadına yönelik cinsel şiddet suçunun önlenmesi konusunda, çok önemli bir adım olarak görülebilir. “Birleşmiş Milletler, kendi organlarını, devletleri ve sivil toplumu, silahlı çatışmadaki cinsel şiddet ile ilgili olan durumlarda hukukun uygulanması ve hukuki sistemlerdeki ulusal kapasiteyi yapılandırma konusunda, ulusal otoriteler ile yakın işbirliği çerçevesinde yardım sağlamak üzere uygun bir şekilde teşvik edici”32 rol oynamaya çaba sarf etmektedir. Bu çabayı açıklayan 9. madde, hükümetlerin, milletlerarası örgütlerin ve sivil toplum kuruluşlarının birlikte işbirliği içinde çalışması gerektiğini vurgulamaktadır. “Birleşmiş Milletler; devletleri, uluslararası toplumun da desteğiyle, özellikle kırsal bölgelerdeki cinsel şiddet kurbanlarının, sağlık hizmetlerine, psiko-sosyal desteğe, hukuk yardımına ve sosyo-ekonomik topluma yeniden kazandırma hizmetlerine erişimini artırma konusunda teşvik eder”33 şeklindeki 13.madde ise, kadına yönelik cinsel şiddet sonucu oluşacak olan sorunların, bir an önce çözülmesi için gerekenin yapılmasını vurgular. Ayrıca metnin çeşitli maddelerinde de, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin bu suçun önlenmesi konusunda öncü bir rol oynaması ve gerekli organizasyonları bizzat yapması gerektiğine işaret edilmiştir. Sonuç olarak, bir kez daha belirtmek gerekirse, silahlı çatışmalarda kadınlara yönelik cinsel şiddet, insanlığa karşı işlenmiş suçtur. Bu suçun önlenmesi ve bu suçtan dolayı mağdur olan insanların sorunlarının bir an önce çözülebilmesi için hükümetlerin, bölgesel veya milletlerarası örgütlerin, tıbbi, adli ve sosyal kurumların bir arada çalışması gereklidir. Kurumlar arasındaki sağlıklı işbirliği, kadınlara verilen eğitim ve daha fazla sosyal imkân bu tür bir ağır suçun azalmasına yardımcı olabilir. 32 “Resolution 1888(2009),” The United Nations Security Council, accessed March 29, 2014, http://www.un.org/womenwatch/daw/vaw/securitycouncil/S-RES-1888-(2009)-English.pdf , 5. 33Ibid. 146 MAYIS-AĞUSTOS 2014 SİLAHLI ÇATIŞMALARDAKİ ÖNEMSENMEYEN GERÇEK: KADINLARA UYGULANAN CİNSEL ŞİDDET KAYNAKÇA Acharya, Amitav (2011), “Human Security”, The Globalization of World Politics, John Baylis, Steve Smith ve Patricia Owens (eds.), New York: Oxford University Press, 478-493. Atman, Ümit Cihan (2003), “Kadına Yönelik Cinsel Şiddet; Cinsel Taciz/Irza Geçme.” Sürekli Tıp Eğitim Dergisi, S. 12, 333-335. Carson, Kimberly E. (2012), “Reconsidering the Theoretical Accuracy and Prosecutorial Effectiveness of International Tribunals’ Ad Hoc Approaches to Conceptualizing Crimes of Sexual Violence as War Crimes, Crimes against Humanity, and Act of Genocide.” Fordham Urban Law Journal, S. 39, 1250-1300. Değirmenci, Olgun (2010), “Uluslararası Suç Olarak Kadına Karşı Cinsel Şiddet Eylemleri.” TBB Dergisi, S. 89, 27-95. Dikici, Ali (2007), “An International Betrayal During the War in Bosnia: The Srebrenica Genocide.” Turkish Review of Balkan Studies, S. 12, 5-33. Gögen, Sibel (2011), “Bir Savaş Silahı Olarak Kadına Yönelik Cinsel Şiddetin Sağlık Üzerine Etkileri: Bosna Savaşı Örneği.” TAF Preventive Medicine Bulletin, S. 10, 119-126. Karagöz, Betül (2010), Şiddet Üzerine, Ankara: Divan Kitap. Sur, Melda (2011), Uluslararası Hukukun Esasları. 5. Baskı, İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş. Tickner, J. Ann (2011), “Gender in World Politics” The Globalization of World Politics, John Baylis, Steve Smith ve Patricia Owens (eds.), New York: Oxford University Press, 262-277. True Jacqui (2005), “Feminism”, Theories of International Relations, Scott Burchill, Andrew Linklater, Richard Devetak, Jack Donnely, Matthew Paterson, Christian Reus-Smit ve Jacqui True (eds.), New York: Palgrave Macmillan, 231-276. YIL: (5) 1 – SAYI: 2 147 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Turshen Meredeth(2001), “The Political Economy of Rape: An Analysis of Systematic Rape and Sexual Abuse of Women During Armed Conflict in Africa”, Victors, Perpetrators or Actors: Gender, Armed Conflict and Political Violence, Caroline Moser ve Fiona Clarke (eds.), Londra: Zed Books, 55-68. United Nations Security Council (2009), “Resolution 1888” http://www. un.org/womenwatch/daw/vaw/securitycouncil/S-RES-1888-(2009) English. pdf, Erişim Tarihi: 29 Mart 2014. 148 MAYIS-AĞUSTOS 2014 KİTAP DEĞERLENDİRMESİ: SAMUEL P. HUNTHİNGTON’IN “BİZ KİMİZ? AMERİKA’NIN ULUSAL KİMLİK ARAYIŞI” ADLI KİTABI BOOK REVIEW: “WHO ARE WE? THE CHALLENGES TO AMERICA’S NATIONAL IDENTITY” BY SAMUEL P. HUNTHINGTON 34* Doğacan BAŞARAN Giriş Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte, ABD’nin jeopolitik zaferi üzerine çeşitli eserler yazılmıştır. Zibigniew Brzezinski’nin ifadesiyle, Amerika tek küresel süper güç olarak ortaya çıkmıştır. Bu durumu Francis Fukuyama, kapitalizmin mutlak zaferi olarak yorumlamış ve “Tarihin Sonu”nu ilan etmiştir. ‘‘Ötekisi’’ kalmayan ABD’yi uluslararası zeminde nelerin beklediği üzerine yazdığı ‘‘Medeniyetler Çatışması ve Yeni Dünya Düzeni’’ adlı eseriyle çığır açan Samuel Huntington’ın ‘‘Biz Kimiz?’’ isimli kitabı, ‘‘Amerika’nın Ulusal Kimlik Arayışı’’ alt başlığını taşımaktadır. ‘‘Medeniyetler Çatışması ve Yeni Dünya Düzeni’’ eserinde ortaya konan kimliklere dayalı çatışmaların artacağı öngörüsü çerçevesinden, Amerikan kimlik krizi ve bu krizin bastırılmasında ortaya koyulan İslami terör algısı düşünüldüğünde bu kitap, devam niteliğinde olmasa da, tamamlayıcı bir eser olarak değerlendirilebilir. Hunthington, Global Yayın Ajansı tarafından 2004 yılında Türkçeye çevrilen kitabında, göçebe bir toplum olan Amerikan ulusunu oluşturan; İngiliz dili, 300 yıllık Anglo - Protestan kültürü ve bireycilik yaklaşımının sentezinden söz eder. Bu sentezin bir ‘‘Amerikan Ruhu’’ algısını yarattığına değinen * Giresun Üniversitesi SBE, Uluslararası İlişkiler Bölümü Yüksek Lisans Öğrencisi, [email protected] YIL: (5) 1 – SAYI: 2 149 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ yazar, kitabında Amerika’nın yaşadığı kimlik sancılarını değerlendirmektedir. Ona göre, Meksika’dan gelen göçle artan Hispanik yoğunluğu, Amerikan ulus inşasına zarar vermekte ve asimilasyonu zorlaştırmaktadır. Diğer taraftan Sovyetlerin ortadan kalkmasıyla, rakipsiz kalan Kuzey Amerika’daki halk, ortada bir tehlike olarak tanımlanacak ‘‘öteki’’ olmadığı için, ulusal yönelimlere eskisi kadar değer vermemeye başlamıştır; hatta küreselleşmenin de etkisiyle yerellikler artmış, Amerikan ulusu algısından ziyade; göçmenler için eski kimlikleri daha değerli hale gelmiştir. Yazar, asimilasyon ve çok kültürlülük arasında yaşanan tartışmaları pek çok alt başlığı bulunan 4 ana bölümde incelemiştir. Bu bölümler ‘Kimlik Sorunları’, ‘Amerikan Kimliği’, ‘Amerikan Kimliğinin Karşı Karşıya Kaldığı Meydan Okumalar’ ve ‘Amerikan Kimliğini Canlandırmak’ başlıklarını taşımaktadır. ABD’nin tehdit algısının ortadan kalkmasına paralel olarak azalan ulusal eğilimler, 11 Eylül saldırılarının ardından her yana asılan bayraklarla değişmiştir. Belki de 11 Eylül, Amerikan ulusunun dayanışmasının artması için ihtiyaç duyduğu tehdidi oluşturmuştu. Hunthington bu çalışmasında, her yana asılan bayraklarla vurgulanan Amerikan ulusu kimliğinin sürdürülebilirliğini tartışırken, aslında “biz kim olmalıyız” sorusuna cevap aramaktadır. 1. KİMLİK SORUNLARI Yazar bu bölümdeki değerlendirmesine Amerikan ulusal kimlik krizini ele alarak başlıyor. Özünde bayrağına bağlı olan Amerikan toplumu, iç savaştan beri Amerikan bayrağını, tıpkı dini bir sembol gibi ulusal kimlik algısının merkezinde görmüştür. Amerikan bayrağına olan bağlılığın gözlemlenmesi açısından 11 Eylül saldırıları güzel bir örnek oluşturmaktadır. Yazar bu örneği somutlaştırmak için, eserinin başlangıç kısmında Charles Street isimli konforlu bir caddenin görünümünü değerlendirir. 11 Eylül saldırılarından önce bu caddede sadece içki satılan dükkânda Amerikan bayrağı dalgalanmaktaydı. 11 Eylül saldırılarından iki hafta sonra ise, devasa büyüklükteki iki bayrağın yanı sıra on yedi yeni bayrak asılmıştır. Bir anlamda denilebilir ki, 11 Eylül saldırıları Amerikalıların uluslarını yeniden keşfetmesini sağlamıştır. Soğuk Savaş’ın detant (yumuşama) süreciyle birlikte ivme kazanan küreselleşme, ulusal kimliklerin sorgulanmasını başlatmıştır. Çok kültürlülük, kozmopolitlik, göçler ve karşı milliyetçilikler dünyanın pek çok yerinde oldu- 150 MAYIS-AĞUSTOS 2014 KİTAP DEĞERLENDİRMESİ: SAMUEL P. HUNTHİNGTON’IN “BİZ KİMİZ? AMERİKA’NIN ULUSAL KİMLİK ARAYIŞI” ADLI KİTABI ğu gibi, Amerika’da da ulusal bilincin yıpranarak zayıflamasına neden olmuştur. Etnik ve ırksal kimlik tanımlamaları, göçmenlerin büyük bölümünün çifte vatandaşlığa sahip olması ve Hispanikleşme tehdidi, Amerika’nın dil ve kültür birliğine ilişkin çok sayıda soru işaretinin oluşmasına yol açmıştır. Yazara göre, eskiden göçmenler kendilerine yeni iş ve umut sunan bu ülkeyi coşkuyla benimserlerdi. Ancak 2000 yılına gelindiğinde, artık Amerika’da bir başka ülkeye bağlılık duyanların oranı zirve noktasına ulaşmıştı. Tüm bu gelişmelerin yaşandığı ortamda, 11 Eylül, diğer kimliklere verilen önemi bastırarak Amerika’nın ‘‘ötekisini’’ oluşturmuştur. Amerikalıların unuttuğu değerler, Charles Street örneğinde olduğu gibi ulusal bayrakların yükselmesi ile yeniden doruk noktasına ulaştı. 11 Eylül sonrasında yaşanan bu gelişmeler yalnızca Amerikan ulusal kimliğine verilen önemin arttığını göstermiyor. Aynı zamanda bu kimliğin Amerikalıların algısındaki belirsizliğini net bir şekilde ortaya koyuyor. Yazar bu noktada ‘‘Biz’’ tek bir halk mıyız? Yoksa birkaç halk mı? Eğer tek bir halksak, bizi ötekilerden ayıran unsur nedir? Irk, din, etnik köken, kültür, politika ya da başka ne olabilir sorusunu soruyor. Huntington sorgulamaya devam ediyor: ABD, kimilerinin ileri sürdüğü gibi, insanlığın ortak değerlerini savunan evrensel bir ulus mu, yoksa sadece Batılı bir ulus mu veya çok kültürlülüğe dayanan bir mozaik midir? Samuel Hunthington’un sorduğu bu sorular aslında 11 Eylül sonrasında kimlik krizi ile karşı karşıya kalan Amerikalıların iç ve dış politikasında derin etkiler yaratacak, cevaplanması ihtiyaç olan sorulardır. Çünkü Huntington’a göre, ulusal çıkarlar ulusal kimlikten doğar. ABD, ulusal çıkarlarını tanımlamadan önce, kim olduğunu ortaya koymak zorundadır. Eğer Amerika bir dizi evrensel özgürlük ve demokrasi ilkesiyle tanımlanıyorsa, diğer ülkelerde bu ilkeleri desteklemek Amerikan dış politikasının temel ilkesi olmalıdır. Ancak ABD, söylendiği gibi benzersiz bir ülke durumundaysa, diğer ülkelerde demokrasi ve insan haklarını destekleme fikri rasyonelliğini yitiriyor. Eğer ABD, batılı bir ülke olacaksa, Avrupa’ya ait kültürel mirasla tanımlanıyorsa Avrupa ile olan bağlarını güçlendirmelidir. Hispanik bir ulus haline geliyorsa, bu sefer Latin Amerika’ya önem vermelidir. Eğer ABD, çeşitli kültürel ve etnik grupların toplamını oluşturuyorsa, bu grupların beklentilerini karşılamaya yönelmelidir. Ulusal kimliğe ilişkin bu farklı tanımlamalar farklı çıkarlara, politik açıdan farklı önceliklere zemin hazırlıyor. Dolayısıyla ABD, dış politikada ne yapması gerektiğine, nasıl bir yönelim sergilemesi gerektiğine karar vermeden önce, “kim olduğuna” karar vermelidir. YIL: (5) 1 – SAYI: 2 151 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ 18. yüzyılda bağımsızlığına kavuşan Amerikalılar; beyazlar, İngilizler ve Protestanların çoğunlukta olduğu homojen bir toplumdu. Ancak günümüzde homojen yapı ortadan kalkmıştır. Siyah, Hispanik, Asyalı, Katolik, Musevi ve pek çok kimlikten gelen bir heterojen karakter ortaya çıkmıştır. Tarihsel açıdan değerlendirildiğinde Amerikan kimliğinin içeriği dört temel bileşenle ilintili olmuştur: Bunlar ırk, kültür, etnik köken ve ideolojidir. Irk ve etnik kökenle ilintili bir Amerika artık ihtimal bile değildir. Kültürel açıdan bakılırsa Protestan kültür, Hispanikleşme tehdidi karşısında ciddi bir kuşatma altındadır. Sovyet örneği penceresinden değerlendirecek olursak ideoloji de artık birleştirici bir unsur olarak düşünülemez. Ulusal kimlik krizleri günümüzde hemen hemen dünyanın her ülkesinde görülebiliyor. Japonya, Tayvan, Çin, Rusya, Almanya, Meksika ve hatta uzağa bakmadan Türkiye’yi de bu örneklere katabiliriz. Bu krizlerin ABD ve diğer pek çok ülkede eş zamanlı olarak ortaya çıkması, ortak nedenlere dayanıyor. Temel neden olarak karşımıza küreselleşmenin alt kimlikleri körüklemesi gerçeğinin çıktığını söyleyebiliriz. Küreselleşmenin yaygınlaşması, merkezi Amerika’da bulunan altı büyük şirketinin CEO’sunun Amerikalı olmaması örneğiyle de düşünülebilir. Büyük şirketler artık ekonomiye ulusallıktan uzak, küresel bir pazar algısıyla yaklaşıyor. Hunthington’a göre, bu süreç Küresel kapitalizmin liderliğini yürüten ABD’nin ulusal çıkarlarına uygun olarak gelişmemektedir. Küresel ekonominin yükselişi, iletişim ve ulaştırma alanında gerçekleşen müthiş gelişmeler, demokrasinin yaygınlaşması ve Sovyetlerin yıkılması gibi olaylar, ulusal kimliklere ilişkin yaşanan arayış ve sorgulama sürecinin temel nedenleri olarak sayılabilir. Ulusal kimlik bileşimlerinin taşıdığı göreceli önem yıllar içinde değişmiştir. 18. yüzyılın ikinci yarısı Amerikan kimliğini geliştirmiştir. Önce İngiltere, ardından Fransa ve sonra tekrar İngiltere ile yaşanan mücadeleler, Amerikalıların tek bir halk olduğu hissini güçlendirmiştir. Ancak sonrasında ulusal güvenliğe yönelik olan tehditlerin ortadan kalkmasıyla kimliğe verilen önem zayıflamıştır. 20.yüzyılda yaşanan iki dünya savaşı ve soğuk savaş ABD’yi dünya sahnesinde yükseltirken, Amerikan ulusçuluğunun da sağlamlaşmasına katkı yapmıştır. 21.yüzyıl ise, daha farklı bir şekilde bir “din çağı” olarak öne çıkıyor. Yeni ‘‘Büyük Uyanış’’ dünyanın büyük bir bölümünde dinin canlanmasıyla paralellik gösteriyor. Gilles Kappel’ın tanımıyla ‘Tanrı’nın intikamı’ en hare- 152 MAYIS-AĞUSTOS 2014 KİTAP DEĞERLENDİRMESİ: SAMUEL P. HUNTHİNGTON’IN “BİZ KİMİZ? AMERİKA’NIN ULUSAL KİMLİK ARAYIŞI” ADLI KİTABI ketli zamanını yaşıyor. Din grupları arasındaki şiddet artıyor, insanlar dünyanın öbür ucundaki dindaşlarının yaşadığı gelişmelerle daha fazla ilgileniyor. ABD’deki hareketler de, Amerikan halkının dine olan bağlılığını gösteriyor. Amerikalılar yaşadıklarının etkisiyle, kendi imajları konusunda büyük oranda Hıristiyan bir halk oldukları gerçeğine dönüyorlar. Amerikalılara göre, din ilkeleri dışlanarak ulusal ahlâk korunamaz. Amerikan toplumunda dinin yerini araştıran İsveçli teolog Krister Stendhal ‘‘Amerika’da ateistler bile, dindar bir tonda konuşur’’ yorumunda bulunmuştur. Bu noktada Hıristiyanlık, Amerikalıların ulusal dinidir diyebiliriz. Yazar bu değerlendirmelerini takiben gelecekteki Amerikan kimliğine yönelik dört olasılık öngörmektedir. Bunlar; ideolojik, iki kola ayrılmış, ayrımcı ve kültürel kimlik olasılıklarıdır. Gelecekte Amerikan ulusal kimliğinin bu dört olasılığın karışımı olarak ortaya çıkması muhtemeldir: Birincisine göre, Başkan Clinton’un öngördüğü gibi, Amerikalılar çok kültürlü bir yapıya bürünse bile, ‘‘Amerikan Ruhu’’ ilkelerine bağlılıkları devam edecektir. Özellikle liberaller tarafından desteklenen bu görüş, bir ulusun aralarında başka ortak bağ olmaksızın, politik bir anlaşma üzerine kurulu olduğunu varsayıyor. Bu anlayışa yöneltilen eleştiriyse bütünlüğünü yalnızca ‘‘ruh’’ üzerine kurmuş bir Amerika’nın kültürel, etnik ve ırksal gruplardan oluşabilecek gevşek bir federasyona dönüşmesi ihtimalidir. İkinci ihtimale göre, Hispanik göçü, diğer göçlerden farklı olarak asimilasyonu işlevsizleştirmektedir. Bu durum Amerika’yı dil ve kültür açısından ikiye ayırabilir. Siyah-Beyaz ırk ayrımına eşlik eden bir süreç oluşabilir, hatta onun önüne bile geçebilir. Gelecekte bazı bölgelerde, kültür ve dil açısından Hispanikler ağırlık kazanabilir. Buna bağlı olarak Amerika, kültür ve dil birliğini yitirip Kanada, İsviçre ya da Belçika gibi iki dilli, iki kültürlü bir ülkeye dönüşebilir. Üçüncü ihtimale göre, Amerikan kültür ve ruhunun özüne meydan okuyan çeşitli güçler, yerli ve beyaz Amerikalıları harekete geçirebilir. Bu durumda Amerika’da gözden düşmüş olan etnik ve ırksal değerler canlanabilir, gruplar arası sürtüşmenin yüksek düzeyde olduğu hoşgörü duygusunu yitirmiş bir ülke ortaya çıkabilir. Dördüncüsü, farklı ırk ve etnik kökenlerden gelen tüm Amerikalılar, öz kültürlerini yeniden güçlendirme girişiminde bulunabilir. Bu da birçok dinsel YIL: (5) 1 – SAYI: 2 153 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ azınlığı kapsamına alan Anglo-Protestan değerlere bağlı, Avrupalı kültür mirasını koruyan ve ‘‘Amerikan Ruhu’’ ilkelerini benimsemiş son derece dindar ve özellikle Hıristiyan bir ülke olan Amerika’ya yeniden bağlılık anlamına gelecektir. Bu fikre katılan yazar, Anglo-Protestan kültürün Amerikan ulusundaki rolünü vurgulamıştır. Ona göre, Anglo-Protestan kültür, Amerikan kimliği açısından her dönemde sürekli ve merkezi bir rol oynamıştır. Gelecekte de bu rolü oynamaya devam edecektir. Samuel Hunthington, Amerikan ulusunun kimliğine ilişkin bu değerlendirmeleri yaptıktan sonra, kimlik kavramı üzerine bazı açıklamalarda bulunmuştur. Ona göre kimlik kaçınılamaz ve karşı koyulamaz bir olgudur. Yazar bu anlamda kimlikle ilgili birkaç kilit noktaya değinir. Birincisi, hem grupların hem de bireylerin kimlikleri vardır. Bununla birlikte bireyler, grup içinde kendi kimliklerini bulur ve yeniden tanımlar. İkincisi, kimliklerin büyük çoğunluğu yaratılır, yani insanlar farklı düzeylerde baskı, şiddet ya da özgürlük koşullarında kimliklerini oluşturur. Üçüncüsü, bireyler ve bir noktaya kadar gruplar birden fazla kimliğe sahip olabilir. Bunlar ekonomik, bölgesel, kültürel, siyasi, etnik ve ya dini olabilir. Bu kimliklerin göreceli önemi, bu kimliklerin birbirini ne ölçüde tamamladığıyla ilişkilidir. Dördüncüsü, kimlikler kişi tarafından tanımlanır. Ancak yine de o kişinin diğerleriyle olan etkileşiminin ürünüdür. Bir birey ya da grubun diğerleri tarafından nasıl algılandığı, bu birey ya da grubun kendini nasıl tanımladığıyla ilişkilidir. İnsanlar kendilerini tanımlamak için ‘‘öteki’’ olarak algıladığı birilerine ihtiyaç duyar. Kendilerine olan öz saygı gereksinimi, onları kendi gruplarının diğerlerinden daha iyi olduğuna inanmaya iter. Zamanla öteki, düşmana dönüşür. Kitabın konusu olan, Amerikan kimliğinin algılanışında da her zaman bir ötekiye ihtiyaç duyulmuştur. 2. AMERİKAN KİMLİĞİ Amerikan kimliğine ilişkin düşünceler iki önermenin yaygın olarak kabul görmesiyle biçimlenmiştir. Birincisi, Amerika’nın göçmenlerden oluşan bir ulus olduğudur. İkincisi ise Amerikan kimliğinin bir dizi kavram ve ilke- 154 MAYIS-AĞUSTOS 2014 KİTAP DEĞERLENDİRMESİ: SAMUEL P. HUNTHİNGTON’IN “BİZ KİMİZ? AMERİKA’NIN ULUSAL KİMLİK ARAYIŞI” ADLI KİTABI lerden oluşan liberal demokrat değerlere dayalı ‘‘Amerikan ruhu’’ ile tanımlandığını belirten görüştür. Göç ve ortak ruh Amerikan ulusal kimliğinin kilit öğeleridir. Göçebe toplum olma özelliğiyle Amerikalılar mekâna önem vermemiş, daha çok kurumları ve ilkeleri önemsemiştir. Hunthington’a göre, kimliğe ilişkin bu iki değerlendirmede doğru; ancak eksiktir. Ruhu yaratan kültür hakkında bize bilgi vermeyen ifadelerdir. Amerika, neredeyse tümü Britanya Adaları’ndan gelen 17. ve 18. yüzyıl yerleşimcileri tarafından kurulmuş bir toplumdur. Bu ilk yerleşimciler Amerika’yı ırk, kültür, etnik köken ve en önemlisi din çerçevesinde tanımladı. Bu dört etmen 19. yüzyılda da Amerikan kimliğinin bir parçası olarak kaldı. 19. yüzyılın sonlarında, Küreselleşmenin ivme kazanarak soğuk savaşın yumuşak sürecine girdiği dönemde, göçmenlerdeki çeşitlilik etnik kökene dayalı birlikteliğin gevşemesine yol açtı. Göçmen yasasının kabulüyle birlikte ırksal unsur da etnik kökenle aynı akıbeti yaşadı. 1970’li yıllara gelindiğinde ise, Amerikan kimliğini tanımlayan unsurlardan yalnızca kültür ve ruh kalmıştır. Anglo-Protestan kültür de bu noktada, Hispanikleşme süreciyle tarihsel bir meydan okumayla karşılaşmıştır. Bu durumda Amerikan kimliğinin, sadece ‘‘Amerikan Ruhu’’na ideolojik bağlılık gösterme yoluyla oluştuğuna dair bir manzara ortaya çıktı. Hunthington, işte bu manzaraya dayanarak yapılan kimlik tanımlamalarının eksik kaldığını düşünmektedir. Göçmenlerin Amerika’ya yerleşmesinin nedeni kıtanın Kızılderili bazı kabileler dışında ‘‘tabula rasa’’ konumunda olmasıydı. Daha henüz göçmenler gelmeden, ilk yerleşimciler Amerika’yı kurmak zorunda kalmışlardır. Amerikalıların sıklıkla ‘‘kurucu babalar’’ şeklinde söz ettiği kişilerin kurdukları Amerika, Anglo-Amerikan Protestan kültürünün ürünüydü. Temelini bu değerlerden almıştır. Amerika’nın öz kültürü, büyük ölçüde, Amerikan toplumunu kurmuş olan 17’nci ve 18’nci yüzyıl yerleşimcilerinin kültürüdür. Bu durum bugün için de devam etmektedir. Bu kültürün merkezindeki öğeler farklı biçimlerde tanımlanabilir. Ancak bu kültürün Hıristiyanlık dinini, Protestan değerlerini ve moralizmini, belli bir iş ahlâkını, İngiliz dilini, hukuk, adalet ve yönetim gücü açısından Britanya geleneklerini, sanat, edebiyat, felsefe ve müzikte ise, kıta Avrupası mirasını kapsadığı kesindir. Bireycilik, eşitlik, özgürlük gibi değerlere dayanan Amerikan Ruhu olgusu, 19. yüzyılda Amerikan öz kültüYIL: (5) 1 – SAYI: 2 155 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ ründen ortaya çıkmıştır. 1820 yılından 2000’li yıllara gelinen süreçte, 66 milyondan fazla göçmen alan Amerika’nın, göçmen bir toplum olduğu gerçektir. Ancak yazara göre, bu göçmen toplumu oluşturan bahsettiğimiz kültürel öğelerin görmezden gelinmesi, Amerikan kimliğinin eksik tanımlanmasına sebep olacaktır. ‘‘Amerikan Ruhu’’; eşitlik, özgürlük, bireycilik, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve özel mülkiyet ilkelerine bağlılığın sonucu olarak ortaya çıkmış bir kavramdır. Amerikan ruhu, ırk ve etnik kökenle bağlı olmayan Amerikalıların politik görüşler vesilesiyle yan yana gelmesini sağlamıştır. Amerika’yı ‘‘Amerikan Ruhu’’ ile özdeşleştirmek, Amerikalıların diğer ülkelerin etnik ve etno-kültürel kimlikleri karşısında medeni bir ulusal kimlik sergilemelerine olanak tanımaktadır. Huntington’a göre Amerikalılar, bu bağlamda daha kabilesel toplumlara göre liberal, ilkeli ve uygar bir ulus olarak öne çıkmaktadır. ‘‘Amerikan Ruhu’’ kavramında cisimleşen ilkeler de zaten evrensel değerleri ifade etmektedir. Bu da Amerika’nın benzersiz bir ulus olmasa bile, evrensel bir ulus olduğu savının ortaya atılmasına yol açmaktadır. Amerika, İngiltere’den getirilen politik ve soysal; kurum ve uygulamalarla, yani muhalif Protestanlığın değerleriyle kurulmuştur. Yeni kurulan Amerikan ulusunun dili, yasaları, kurumları, politik görüşleri, edebiyatı, gelenekleri, ilkeleri ve ibadetleri temelde Britanya’dan alınmıştır. Bu nedenle Protestan değerler, Amerikan kimliğinin merkezinde konumlanmıştır. Hatta Amerikalılara göre, ‘‘Amerikan Ruhunun’’ ifade ettikleri Britanya’nın ulaşmak istediği ideal formdur. Yıllar boyunca göçmenler, Anglo-Uyum modeli ile asimilasyona uğrayarak Amerikalı olmaya rıza gösterdiler. ‘‘Amerikalılaşma’’ uzun bir baskı süreciydi. İngilizce öğrenip, Anglo- Protestan kültüre ve politik değerlere uyum sağlamayı içeriyordu. Böylece 200 yıl kadar tüm Amerikalıların Protestan olduğu toplumsal durum göçlerle değişse de Protestan kültür, toplumu biçimlendirmeyi sürdürdü. ‘‘Amerikan Ruhu’’ nu yaratan da bu Protestan kültürdür. Yazar kitapta, Amerikan Protestanlığı ile Avrupa Protestanlığı arasındaki farklılıklara vurgu yapar. Ona göre, Amerika’yı Britanya’dan gelen Protestanlar değil, asıl Fransız, Portekizli ya da İspanyollar gibi, Katolik toplumlar kursaydı, Amerika sıradan bir Latin Amerika ülkesi gibi olurdu. Amerikan Protestanlığı, Puriten bir anlayışa dayanır. İncil’e dayalı öğreti, Amerikan Protestanlığının temel noktasını oluşturur. Amerika’yı küresel liderliğe motive eden 156 MAYIS-AĞUSTOS 2014 KİTAP DEĞERLENDİRMESİ: SAMUEL P. HUNTHİNGTON’IN “BİZ KİMİZ? AMERİKA’NIN ULUSAL KİMLİK ARAYIŞI” ADLI KİTABI de bireysellik, özgürlük gibi ilkelere dayanan bu Amerikan tipi Protestanlıktır. Amerikan Ruhu doktrini de neredeyse bütün temel düşüncelerini, bu muhalif Protestanlıktan almıştır. Amerikan Ruhu’nu tanımlayan Jeff Speiner’e göre, ‘‘Amerikan Ruhu’’ kilise ruhuna sahip bir ulusun laik doktrinidir. Bu anlamda Protestanlıkla liberalizm aynı noktadır. İkisi de bireycilik ve cumhuriyetçilik ilkelerine dayanır. Belki de bu yüzden Amerika’da Protestan olanı, liberal olandan ayırmak mümkün değildir. 3. AMERİKAN KİMLİĞİNİN KARŞI KARŞIYA KALDIĞI MEYDAN OKUMALAR Amerikan ulusal kimliği, Amerikalıların 2. Dünya Savaşı’nda ülkeleri ve politik hedefleri çerçevesinde bir araya gelip harekete geçmeleriyle, bir anlamda doruk noktasına ulaşmıştır. Bu Amerikalıların kendilerini ülkeleriyle özdeşleştirmelerini kolaylaştırmıştır. Amerikalılar, eşit haklara sahip, temelde Anglo-Protestan ve liberal demokrat değerlere bağlı tek bir ulustur. En azından Amerikalıların kendi ülkelerini görmek istedikleri noktayı yansıtan imaj budur. 1960’lı yıllarda bazı güçlü hareketler, söz konusu Amerikan kavramının önem, içerik ve çekiciliğine meydan okumaya başladı. Onlara göre Amerika ortak bir kültür, tarih ve ruhu paylaşan bireylerin oluşturduğu ulusal bir topluluk değildi; daha çok farklı ırk, etnik köken ve alt milliyet gruplarından oluşan ve yurttaşlıktan ziyade, grup üyeliğiyle tanımlanabilecek bir oluşumdu. Bu düşüncedeki kişiler asimilasyonu kınıyor ve Amerika’nın farklı halklardan oluşan bir mozaik olduğunu ifade ediyordu. Soğuk Savaş’ın sona ermesi ulusal kimliğe verilen önceliğin ana nedenini ortadan kaldırdı. Bu konuda kitapta Hunthington, John Updike’ın sorduğu bir soruya yer vermiştir. Gorbaçov’un sosyalizm tehlikesini ortadan kaldırmasından sonra John Updike, ‘‘Soğuk Savaş olmadıktan sonra Amerikalı olmanın anlamı nedir?’’ diye sormuştur. Gerçekten de ideolojik tehditten yoksun olmak dış politika hedeflerinde de eksikliğe yol açmıştır. Bu durum insanların alt kimliklerini daha fazla önemsemeleri sonucunu doğurmuştur. Yerellikleri savunan ulus-devlet karşıtı küreselciler, pozitif ayrımcılığı teşvik ettiler, azınlık gruplarının yararına olan ve onların statüsünü arttıran ölçütlerin desteklenmesi, Amerikan ulusal kimliğinin de yara almasına yol açtı. Ancak 11 Eylül, Amerika’nın ortak bir kültüre sahip olan, tek bir halk olduğunu savunanlara YIL: (5) 1 – SAYI: 2 157 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ destek veren somut bir olay olmuştur. Amerikan tarihi boyunca, İngilizce Amerikan ulusal kimliği açısından önem taşımıştır. Amerikan toplumunun temeli olduğunu söyleyebiliriz. Göçmen gruplar zaman zaman diğer bir dilin kullanımını sağlamaya çalışmıştır. Ancak uzun vadede başarılı olamamışlardır. 1980’li yıllardan itibaren yoğun biçimde gelen Asyalı ve Hispanik göçmenler, büyük ölçüde İngilizceye karşı çıkma eğilimi gösterdiler. Bu durum Amerika’nın bazı eyaletlerinde İspanyolca konuşulmasına yol açtı. Gittikçe artan çok kültürlülük, Amerikan eğitiminde ulusal kültüründe yaşanan uzun süreli erozyonun en üst noktaya çıkışını temsil eder. Bugün geldiğimiz noktada Amerikan üniversite ve yüksek okullarının hiçbirinde Amerikan tarihi ile ilgili zorunlu bir ders bulunmuyor. 21’nci yüzyılın ilk yıllarında ‘‘Amerikan Ruhu,’’ İngilizce ve öz kültür, karşısında ırksal, iki dilli ve çok kültürlü meydan okumalar ve bunlara karşı verilen mücadele, Amerika’da politik manzaranın kilit noktası haline geldi. ‘‘Kimliğin yeniden tanımlanması’’ süreci, kuşkusuz Amerikalıların kendi topraklarında saldırıya uğraması ve ülkenin dışarıda düşmana karşı verdiği mücadelelerden etkilenecektir. Göçmen bir ulus olan Amerika, bir noktaya kadar da göçmen bir ulus olarak kalmıştır. Ancak asıl önemlisi göçmenleri kendi toplum ve kültürleriyle kaynaştıran bir ulustur. Göçmenler zaman içerisinde asimilasyona uğrayıp, Anglo-Sakson ve Protestan bir yapı kazanarak topluma katılıyordu. Amerikan kültürel değerlerine bir bakıma tam anlamıyla entegre oluyorlardı. Asimilasyon bu anlamda, Amerikalılaşma süreciydi. Zaten gelen göçmenler genellikle, Amerikalı olmaya istekliydiler. Pek çok farklı ülkeden gelen göçmenlerin bir grubu diğerine baskın olamıyordu. Bu noktada ‘‘Kurucu Babalar’’ göçlerin homojenliğe sahip yoğun gruplar oluşturmasına karşı çıkma görüşünde birleşiyordu. Amerikan savaşlarında çarpışan, ölen bu göçmen kitle, Amerika’ya olan bağlılıklarını gösteriyor ve kendileri istekli bir şekilde asimile oluyordu. Oysa 20.yüzyılın sonunda öyle gelişmeler oldu ki, eğer bu gelişmeler sürseydi, Amerika iki anadile sahip, kültürel açıdan iki kola ayrılmış, AngloHispanik bir topluma dönüşebilirdi. Bu konuda itici güç Latin Amerikalıların göçü, özellikle Meksika kökenli göçler oldu. Amerikalıları çok farklı bir kültürle tanıştıran bu süreç, bazı bölgelerde yarı Amerikalı - yarı Meksikalı harmanlanmış bir toplum ve kültürün yükselişini yansıtıyordu. 158 MAYIS-AĞUSTOS 2014 KİTAP DEĞERLENDİRMESİ: SAMUEL P. HUNTHİNGTON’IN “BİZ KİMİZ? AMERİKA’NIN ULUSAL KİMLİK ARAYIŞI” ADLI KİTABI Clinton’un 1993 yılında ‘ulusal güvenliğe yönelik bir tehdit’ olarak tanımladığı yasadışı göç, Meksikalılara özgü bir fenomendir. Bu Meksikalı göçü, binlerce kilometre öteden gelerek Amerikalı değerleri kabul eden göçmenlerden ayrılmaktadır. Çünkü geldikleri yer komşu ülke Meksika’dır ve daha önemlisi asimilasyon için Kurucu Babalar’ın öngördüğü, göçmenlerin ülkeye dağılarak heterojenliğin korunması durumu Hispanik göçmenlerde sağlanamamıştır. Göçmen akışında Keneddy’nin ifade ettiği çeşitlilik ortadan kalkınca, asimilasyon zorlaşmış ve İspanyolca konuşan, İngilizce öğrenme gereksinimi duymayan Hispaniklerin oluşturduğu, iki dilli ve iki kültürlü eyaletlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Böylece Amerikan Ruhu, tarihin en büyük meydan okumasıyla karşı karşıya kalmıştır. Amerika tarihinde hiçbir göçmen grubu Amerika topraklarından tarihsel bir hak iddia etmemiştir. Ancak Meksikalılar bunu yapabiliyor. Sonuç olarak; Meksikalılar diğer İspanyolca konuşan nüfusla birlikte, ABD’nin sosyolojik yapısında bir çatallanmaya yol açıyor, iki kola ayrılma durumunu yaratıyor. Bu süreçte ABD’nin güneybatısı, Meksika’nın kuzeyi olan bölgeye MexAmerika, Mexifornia gibi tanımlamalar yapılmıştır. Amerika’daki elli eyaletin en büyük kentlerinden olan Miami, Hispanik kenti olarak ortaya çıkmış ve İspanyolca konuşan gruplar kentte gözle görülür biçimde baskın hale gelmiştir. Bugün Miami, Latin Amerika’nın başkenti olarak değerlendirilen bir konuma ulaşmıştır. Kübalı bir bilim insanı ‘‘burası ayrı bir kent ve ayrı bir dış politika uygulayabiliyoruz’’ diyerek, Miami’de yaşayan Hispanik toplulukla, Amerikan halkının arasındaki uçuruma vurgu yapıyor. Benzer bir Hispanik kenti olma sürecini Florida eyaletinde gördüğümüzü de söyleyebiliriz. Meksikalılar başta olmak üzere, Hispanikler kendilerini asimilasyona uğramak zorunda olan küçük bir topluluk olarak görmüyor, sayıları arttıkça etnik kimlik ve kültürlerine olan saygıları da artıyor. Farklılıkları en aza indirmek bir yana, vurgulayarak öne çıkarmayı tercih ediyorlar. Günümüze gelindiğinde, Hispanikler açısından itici güç olan Meksikalı akınının azalacağına dair hiçbir veri gözlenemiyor. Hunthington’a göre, bu süreç Amerika’nın iki kültürlü ve iki dilli bir ülkeye dönüştürerek ‘‘Amerikan Rüyası’’nın sonlanmasına neden olabilir. ABD’nin ‘‘Amerikan Rüyası’’ anlayışını sürdürebilmesi ve ulusal kimlik olgusunun toplumda kabulünün sağlanması için bir düşman yaratma ihtiyacı olduğu düşünülür. Kimi Amerikalılar, köktenci Müsüman grupları ya YIL: (5) 1 – SAYI: 2 159 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ da daha genel anlamda politik İslam’ı düşman koltuğuna oturtmaktadır. Irak, İran, Sudan, Libya ve Taliban’ın yönettiği Afganistan gibi Müslüman devletler, ayrıca Hamas, Hizbullah ve El Kaide gibi terör örgütleri zihinlerde oluşan somut örneklerdir. İslâmiyet ile Amerika’daki Hıristiyanlık ve özellikle Anglo-Protestanlık arasındaki uçurum, İslâm’ın düşman olarak konumlandırılabileceği niteliklerini öne çıkartıyor. Sonunda 11 Eylül tarihinde Usame Bin Ladin, Amerika’nın düşman arayışını sonlandırmış oldu. Dünya Ticaret Merkezi (İkiz Kuleler) ve Pentagon (Amerikan Savunma Bakanlığı)’a yapılan saldırıları Afganistan ve Irak’ta yaşanan savaşlar takip etti. Terörizmle savaşın yaygınlaşması olgusu, militan İslâm’ı Amerika’nın 21.yüzyıldaki ilk düşmanı olarak konumlandırdı. 21. yüzyılda küreselleşmenin doruk noktasına ulaşması, her ne kadar Amerikan ulus kimliğinin karşı karşıya olduğu en büyük meydan okuma olsa da, ulusötesi şirketlerle yönetilen küresel kapitalist sistemin hegemonik lideri tartışılmaz biçimde ABD’dir. Bu da Amerika sınırlarında yaşayan farklı ulusları, diyaspora faaliyetleri yapmaya itiyor. Diyasporalar güçlü kampanyalar ve finansal desteklerle, kendi politikalarının Amerikan kongresini etkilemesi için çalışıyor. İsrail, Ermenistan, Polonya ve Hindistan gibi ülkelerin iyi konumlanmış diyaspora faaliyetleriyle önemli kazanımlar elde ettiği apaçık ortadadır. Amerika, giderek diyasporaların kendi çıkarlarını maksimize etmek için, Amerikan politikasını biçimlendirmeye çalıştıkları bir arenaya dönüşüyor. Yazara göre, bu durum alt kimliklerini savunan ulusların, kendi çıkarları çerçevesinde Amerikan dış politikasını yönlendirmesine yol açarken, aynı zamanda Amerikan ulusal çıkarlarının göz ardı edilmesine sebep olabilecek tehlikeli bir durumdur. 4. AMERİKAN KİMLİĞİNİ CANLANDIRMAK Amerika hâlâ ırksal olarak bölünmüş bir toplumdur. Günümüzde ırklar yavaş yavaş netliğini yitirip bulanık bir hale geliyor; çok kültürlülük bireysel biçimde daha yaygın kabul gören bir norm olarak karşımıza çıkıyor. Irklar arası evlilik, çok kültürlü ırksallıktan uzak bir toplum oluşturmaya devam ediyor. Yazar burada çok kültürlüğün, Amerikan değerleri çerçevesinde Amerikan ulusal kimlik inşasına katkı koyduğunu düşünüyor. Bunu somutlaştırmak için Colin Powell’a örnek gösteriyor: Colin Powell’a baktığımızda, çok 160 MAYIS-AĞUSTOS 2014 KİTAP DEĞERLENDİRMESİ: SAMUEL P. HUNTHİNGTON’IN “BİZ KİMİZ? AMERİKA’NIN ULUSAL KİMLİK ARAYIŞI” ADLI KİTABI kültürlülüğü yansıtan siyah birini görebiliriz. Ancak bir Dışişleri Bakanı’nı, emekli olmuş dört yıldızlı bir generali, Amerikan ordusunun kısa ve başarılı bir savaştaki liderini ve Amerikan dış politikasının G.W. Bush dönemindeki en önemli savunucusunu da görürüz. Buradan genelleme yaparsak, sanılanın aksine dış etkiler Amerikalıların tarihten gelen dinsel kimliklerini ve AngloProtestan kültürlerini yeniden keşfetmeleri ve canlandırmaları açısından teşvik edici olabilir. Bu savı anket verileriyle de desteklemek isteyen Hunthington şunu belirtiyor: Kendini belli bir alt kimlikle özdeşleştirmeyenlerin sayılarındaki artış, kimliği sorulduğunda “Amerikan” yerine, ‘‘Amerikalı’’ cevabını verenlerin sayısındaki artışla paralellik gösteriyor. 21. yüzyılda birçok Amerikalı için ‘‘Amerikan Ruhu’’ ulusal kimliğin tek kaynağı durumundadır. Etnik köken ve ırk önemini yitirdikçe, Anglo-Protestan kültür saldırılara uğradıkça bir ulus sadece politik bir doktrinle tanımlanabilir mi şeklindeki sorular yankı bulmaya başlamıştır. Kuşkusuz bir ulusu, ulus yapmaya sadece ‘‘ruh’’ yetmez. Çünkü sadece politik bir anlayışla tanımlanan ulus kırılgan olur. Diğer taraftan ‘‘Amerikan Ruhu’’ nu oluşturan unsurların en önemlisinin Anglo-Protestan kültür olduğunu ifade etmiştik. Yazara göre, ‘‘Amerikan Ruhu’’nun kökenlerinde bulunan Protestan kültüründen vazgeçerse, ABD önemini yitirerek içeriği boşalabilir. 20. yüzyılın son çeyreğinde, laiklik yönündeki ilerleyiş tersine döndü. Din neredeyse küresel bir diriliş sürecine girdi. Din, Batı Avrupa dışında dünyanın hemen hemen her yerinde kendini öne çıkartıyor. Dünyanın her yerinde dinsel politik hareketlerin yandaşları hızla artıyor. Protestanlığın Latin Amerika’dan sonra Asya, Afrika ve eski Sovyet coğrafyasında da hızla etki alanı oluşturduğu görülüyor. Bu bağlamda 21. yüzyıl bir Din Çağı olarak gelişiyor. Batılı laik devlet modelleri, köktenci meydan okumalarla karşı karşıya kalıyor. İran’da Şah’ın modernleşen, laik ve Batılı bir toplum yaratma süreci, 1979’da İslam devrimi ile son buldu. Rusya’da, Lenin’in kurduğu laik anlayışa sahip Sovyet devleti yerini Ortodoks Rusya’ya bıraktı. Türkiye’de Mustafa Kemal Atatürk’ün Batılılaşmış laik-ulus-devlet vizyonu, giderek güçlenen İslamcı bir meydan okumayla karşı karşıya kaldı ve 2002 yılında dinci bir parti seçim kazanarak hükümet kurdu. Hindistan’da Nehru’nun laik, sosyalist, parlementer demokrasi ile yönetilen düzeni, birkaç politik ve dinsel hareketin meydan okumasıyla karşılaştı ve buna bağlı olarak da, bu gruplarla yakın ilişki içerisinde olan BJP seçim kazanarak hükümeti ele geçirdi. Arap dünyasına YIL: (5) 1 – SAYI: 2 161 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ bakıldığında, Baas rejimlerinin ya da Cemal Abdul Nasır’ın şekillendirdiği seküler ulusçuluktan farklı olarak, İslam akımlarıyla kaynaşmış yeni bir ulusçuluğun yükseldiği görülüyor. Dinin etkisi, özellikle anlaşmazlığın olduğu çatışma bölgelerinde daha net ve sert bir şekilde öne çıkıyor. Örneğin Bosna, Kosova, Çeçenistan, Hindistan, Pakistan, Kuzey İrlanda, Sahra Bölgesi ve Ortadoğu’daki çeşitli noktalarda çeşitli dini gruplar etkili olmayı başarıyorlar. Usame Bin Ladin Amerika’ya saldırarak Gorbaçov’un yarattığı boşluğu açıkça tehlikeli bir düşmanla doldurdu. Bunun en önemli sonucu belki de Amerika’nın kendini yeniden dünya zamanına uygun bir şekilde dine sarılarak, Hıristiyan bir ulus olarak tanımlaması oldu. Yazar, Amerikan kimliğinin Hıristiyan değerlerle yeniden inşa edildiği, kimlik bunalımının aşıldığı bu süreçte ABD’nin ‘‘yeni ötekisi’’ ile ‘‘eski ötekisi”ni kıyaslar. İslamcı hareketin, 20.yüzyıldaki komünist hareketten iki temel farkı vardır: Birincisi, komünist hareketler tek bir merkezi devletten destek alıyordu. İslamcı örgütlerse, birbiriyle rekabet halinde olan farklı İslami devletlerin desteğini görüyor. İkincisi, komünistler Batı toplumlarının demokratik, politik ve kapitalist ekonomi sistemlerini, komünist sistemlere dönüştürmek amacıyla işçileri, köylüleri, entelektüelleri ve hoşnutsuz orta sınıfı buluşturan bir kitle hareketini hâkim kılmak istiyordu. İslamcı gruplarsa, Avrupa’yı ve Amerika’yı Müslüman bir topluma dönüştürme amacı gütmüyor. Beklentileri onları değiştirmek değil, ciddi zararlara uğratmak. Bu yüzden de militan grupların eylemcileri sendika salonlarına girerek işçileri greve ikna etmeye çalışmıyor, yer altına girerek terörist eylemler planlıyor 11 Eylül saldırıları Irak’ta topyekun bir konvansiyonel savaşa yol açtı. Bu dönüşüm Müslümanların, özellikle Arapların ABD’ye karşı olan düşmanlıklarını pekiştirdi. Amerikalıların terörizme karşı savaş olarak kabul ettikleri girişimi, Müslümanlar İslam’a karşı savaş olarak algıladı. Müslümanların büyük çoğunluğu 11 Eylül saldırılarının İslam’a karşı açılan savaşı meşrulaştırmak için CIA ya da MOSSAD tarafından düzenlendiğine ilişkin komplo teorilerini kabul ettiler. Hunthington kitabında, bunları her ne kadar kompo teorisi olarak nitelese de; 11 Eylül’ün Amerika’nın ihtiyaç duyduğu ‘‘öteki’’ kimliğini yaratarak kendi uluslaşma sürecine katkı yaptığı düşünüldüğünde; aslında bu komplo teorilerinin, gerçeklik payının da tartışmaya açık olduğu söylenebilir. Öte yandan yazara göre, Müslümanların ABD’ye duyduğu düşmanlığın temelinde ise, ABD’nin İsrail’e verdiği destek yatmaktadır. 162 MAYIS-AĞUSTOS 2014 KİTAP DEĞERLENDİRMESİ: SAMUEL P. HUNTHİNGTON’IN “BİZ KİMİZ? AMERİKA’NIN ULUSAL KİMLİK ARAYIŞI” ADLI KİTABI Kitabında tüm bu değerlendirmeleri yapan Samuel Hunthington, din ve ulusçuluğun Batı tarihinde hep el ele ilerlediğini ifade etmiştir. Ona göre, her etnik yapı, önemli ölçüde dinle biçimlenmektedir. 5. SONUÇ VE GENEL DEĞERLENDİRME Göçmen bir ulus olan Amerikalıların kimliği 18. yüzyılda Kurucu Babalar’ın şekillendirdiği Anglo-Protestan kültürü ve Hıristiyanlıkla tanımlanmıştır. Bu kimliğin yapı taşı Britanya’dan alınan kurumlar ve İngilizce dilidir. Bu Anglo-Protestan kültür bireycilik, iş ahlâkı, özgürlük, insan hakları, demokrasi gibi liberal değerleri içerir. Amerikalıların ‘‘Amerikan Ruhu’’ kavramında ifade ettikleri tam da bu değerlerdir. Uzun yıllar binlerce kilometre uzaktan gelen göçmenler asimilasyon sonucunda ‘‘Amerikan Ruhu’’ değerlerini benimseyerek, Anglo-Protestan kültüre uyum sağlamışlardır. Tarih boyunca Amerikalıları tek bir kimlikte birleştiren, asimilasyonu kolaylaştıran en önemli unsursa, her zaman dışarıda tanımladığı ‘‘öteki’’ olmuştur. Uzun yıllar SSCB’nin doldurduğu ‘‘öteki’’ içeriği, SSCB’nin dağılmasıyla boşalmıştır. Bunun sonucunda, küreselleşme çağının ruhuna uygun bir şekilde, dünyanın pek çok yerinde yaşanan ulusal kimlik krizinden Amerikan toprakları da nasibini almıştır. Amerikan tarihinin en büyük meydan okuması olan Hispanikleşme tehdidi altında, iki dilli ve iki kültürlü bir ülkeye dönüşme riski yaşanırken Amerika, İslâmi terörle aradığı yeni ‘‘öteki’’ düşmanını bulmuştur. Yeniden ‘‘öteki’’ tanımlamasının oluşması, Amerikan ulusal kimliğine ait krizi bastırmış ve Amerikan ulusçuluğu, zamanın ruhuna uygun olarak din çerçevesinde şekillenme sürecine devam etmiştir. Sonuç olarak, Amerika orta ve uzun vadede kendi ‘‘ötekisini’’ tanımlamaya devam ettiği sürece, ulusal kimliğine ait krizleri bastıracaktır. Bu bağlamda bir “Dış Düşman” algısı, Amerikalılarda tek bir ulus olma düşüncesinin devam etmesini sağlamaktadır ve gelecekte sağlayacaktır da. Anglo-Protestan kültür çerçevesinde tanımlanan ‘‘Amerikan Ruhu’’ söylemi, Amerikan idealizminin moral değerlerle motivasyonunu devam ettirecektir. Ancak gelecekte, Amerika’nın yeniden bir “öteki”den yoksun kalması durumu, Amerikan ulusal kimliğine ilişkin belirsizlikleri, bu kez Soğuk Savaş sonrasında yaşananlardan daha şiddetli bir şekilde tartışmaya açabilir. YIL: (5) 1 – SAYI: 2 163 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ 164 MAYIS-AĞUSTOS 2014 MAKALE YAYIN İLKELERİ www.leges.com.tr Makale Gönderecek Yazarlara Bilgi Öncelikle, Leges Sosyal Bilimler Dergisi’ne gönderilecek çalışmalar, özgün ve daha önce hiçbir yerde yayınlanmamış olmalıdır. Dergiye gönderilecek çalışmalar Türkçe veya İngilizce olabilir. Yayınlanan çalışmaların yayın hakları Leges Sosyal Bilimler Dergisi’ne aittir. Ancak yayınlanan çalışmaların sorumluluğu ise yazarlarına aittir, çalışmalardaki görüşler, dergiye mal edilemez ve dergi yönetimi sorumlu tutulamaz. Leges Sosyal Bilimler Dergisi’ne gönderilen çalışmaların aynı dönem içinde, değerlendirilmesi için başka bir yayın organına daha gönderilmemiş olması gerekir. Makaleler, dipnotlar ve kaynakça dahil toplam 10.000 kelimeyi geçmemelidir. Kitap incelemeleri 1500-2000 kelime arasında olmalıdır. Araştırma yazıları ise, dipnotlar dahil 5000 kelimeyi geçmemelidir. Yayın Aşaması Dergiye gönderilen bir çalışma, önce editör ve yayın kurulunca incelenir. Çalışmanın belirtilen yayın koşullarını taşıyıp taşımadığına bakılır. Çalışmanın, genel olarak dergide “yayınlanmaya değer” olup olmadığına karar verilir. Sonra o çalışmanın, uzmanlık ve ilgi alanlarına göre, hangi hakemlere gönderileceğine karar verilir. Olumlu karar verilen çalışmalar, ilgili alanda en az iki hakeme gönderilir. Bir çalışmanın değerlendirme süresi en fazla 2 aydır. Çalışmaya ilişkin iki hakemden de olumlu görüş bildirilmesi durumunda, yazı yayınlanmak üzere sıraya alınır. İki hakemin birbirinden farklı görüş bildirmesi durumunda ise, çalışma üçüncü hakeme gönderilir; üçüncü hakemin vereceği cevaba göre yayınlanmasına veya yayınlanmamasına karar verilir. Hakemlerden olumlu dönen çalışmalarınsa, değerlendirme raporları doğrultusunda aynen mi yoksa düzeltildikten sonra mı yayınlanacağına bakılır. YIL: (5) 1 – SAYI: 2 165 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Hakemlerin “şartlı” olumlu görüş bildirmeleri durumunda, yazara başvurulur ve yazarın gerekli düzeltmeleri tamamlayarak göndermesi istenir. Düzeltme verilen çalışmalar, yazarı veya yazarları tarafından düzeltilmedikçe kesinlikle yayınlanmaz. Makaleler A4 ebadındaki kâğıda MS Word for Windows işlem programıyla yazılmalı, ayrıca gönderilen yazılar başka bir dergide yayınlanmamış ya da yayınlanması için başka bir yayına iletilmemiş olmalıdır. Yazar veya yazarlar ön-makale çalışmalarını, editörün e-mail adreslerine ([email protected] veya [email protected]) göndereceklerdir. Gönderilen ön-makalenin KAPAK sayfasında, yazar veya yazarların “ad - soyad, akademik unvan, çalıştığı kurum, telefon numarası ve elektronik posta adresi”ni belirtmeleri gerekmektedir. Kapak sayfası haricindeki hiçbir sayfada yazar(lar)ın kimliğini belirtecek öğeler bulunmamalıdır. Sayfalar numaralandırılmayacaktır. Dergiye posta veya doğrudan Editör’e elektronik posta ile ulaşan önmakaleler bir hafta içinde hakeme gönderilir. Hakem değerlendirme süresi en fazla iki aydır. İki hakem de olumlu rapor bildirmişse, ön-makale, “makale” olarak yayınlanır. Buna karşın hakemlerden biri olumlu diğeri olumsuz görüş bildirmişse; yazı üçüncü hakeme gönderilir ve bir ay içinde hakem raporu istenir. Sonuç 2 veya 3 ay içinde yazara/yazarlara iletilir. Düzeltme varsa yazarın 1 ay içinde düzeltmesini yapıp, yazısını geri göndermesi istenir. Böylece yazı yayın sırasına alınır, derginin basılacak makale sayısı gözetilerek, yazılar sırayla yayınlanır. Özet (Times New Roman, 12 punto, Kalın) Özet Microsoft Times New Roman yazı karakteri ile normal 12 punto ile yazılmalı ve 150 kelimeden az olmamakla beraber 200 kelimeyi geçmemelidir. Özet içinde kaynak ve tablo verilmemelidir. Özetin bitiminde bir satır boşluk bırakılmalıdır ve altına “Anahtar Kelimeler” yazılmalıdır. Makaleler, Microsoft Times New Roman, normal, 12 punto olarak ve anahtar kelimeler de aynı punto ile aşağıda verildiği gibi yazılmalıdır. Anahtar kelimeler 5 tane olacak şekilde belirtilmelidir. Örnek: Anahtar Kelimeler: Sosyal Politika, Yoksulluk, Küreselleşme, Siyaset, Toplum 166 MAYIS-AĞUSTOS 2014 MAKALE YAYIN İLKELERİ Özetler ve anahtar kelimeler üç dilde (Türkçe-İngilizce-Rusça) olmalıdır ve makalenin başında altalta Türkçe-İngilizce-Rusça olarak uygun dildeki ana başlık altında sunulmalıdır. Ana başlığın tamamı büyük harfle yazılmalıdır. Rusça özet ve anahtar sözcük yazmamış olanların bu eksikleri, metinleri olumlu rapor alması durumunda dergi tarafından tamamlanacaktır. Abstract (İngilizce Özet) (Times New Roman, 12 punto, Kalın) Anahtar Kelimeler yazıldıktan sonra 1 satır boşluk bırakılmalı ve ABSTRACT (Times New Roman, 12 punto ve kalın olarak) başlığı konulmalıdır. Başlıktan sonra da 1 satır boşluk bırakılmalı ve Times New Roman, yazı karakteri, normal 12 punto ile özetin İngilizcesi yazılmalıdır. İngilizce özet de, 250 kelimeden az olmamakla beraber 300 kelimeyi geçmemelidir. Özetin bitiminden sonra 1 satır boşluk bırakılmalı ve “Key Words” başlığıyla anahtar kelimelerin İngilizcesi yazılmalıdır. Örnek: Key Words: Social Policy, Poverty, Globalization, Politics, Society Giriş (Times New Roman, 12 punto, Kalın) İngilizce anahtar kelimelerin yazımından sonra bir satır boşluk bırakılmalıdır. Boşluktan sonra ana metne ait başlıklar unutulmamalı ve 1. seviyedeki başlıklar Times New Roman, 12 punto, Kalın, tüm harfler büyük harf olacak şekilde yazılmalıdır. Başlıklardan önce ve sonra bir satır boşluk bırakılmalıdır (Ait olduğu başlığın punto büyüklüğünde). 2. seviyedeki başlıklar Times New Roman, 12 punto, Kalın, Kelimelerin yalnızca ilk harfleri büyük olacak şekilde yazılmalıdır. 3. seviyedeki başlıklar Times New Roman, 12 punto, normal, yalnızca başlığın ilk harfleri büyük ve İtalik olacak şekilde yazılmalıdır. Boyut Sayfa yapısının A4 olarak ayarlanıldığından emin olunmalıdır. Marj ayarları: Üst 2,5 cm, sol 2,5 cm, sağ 2,5 cm, alt 2,5 cm ve satır aralığı da 1,5 olmalıdır. Ana Başlık Ana başlık tüm harfler büyük, Times New Roman karakterinde, 12 punto YIL: (5) 1 – SAYI: 2 167 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ ile ve Kalın olarak yazılmalıdır. Türkçe başlık ve Türkçe özet, altına İngilizce başlık ve İngilizce özet, onun da altına Rusça başlık ve Rusça özet yazılmalıdır. Özetlerden sonra “Giriş” ile ana metine geçilmelidir. Ana metinde Türkiye Türkçesi yoğun olmakla birlikte, İngilizce ve Rusça makalelere de yer verilecektir. Başlığın İngilizcesi ve Rusçası da, tüm harfler büyük, Times New Roman, ancak 11 punto ve Kalın olarak yazılmalıdır. Başlık en fazla 10-12 sözcük olmalıdır. Ana başlıklardan sonra bir satır boşluk bırakılmak ve anahtar kelimelere yer vermek unutulmamalıdır. Ana başlık dışında, metin içinde ara ve alt başlıkları da kullanmak gerekir. Ana bölümler, ana başlıkla ve hepsi büyük harflerle verilmelidir; tıpkı makalenin genel başlığı gibi. Ara ve alt başlıkların ise, yalnızca ilk harfi büyük harf olmalı ve tamamı koyu yazılmalıdır. Ancak ara başlıktan sonra metin bir alt satırdan satır başı yapılarak başlarken; alt başlıkta başlığın sonuna iki nokta konularak aynı satırdan devam edilir. Ana Metin Ana metnin yazımında Times New Roman 12 punto, normal olarak yazılmalı ve satır başlarına 1,25 girinti verilerek metin her iki tarafa da yaslatılmalıdır. Dergiye gönderilecek ana metin içinde, çalışmanın yazarına veya yazarlarına ilişkin herhangi bir bilginin olmaması gerekmektedir. Tablo kullanılmışsa, tablolar numaralı ve üst başlıklı olmalıdır. Ana metin içinde alt başlıklar kullanılmalı ve metnin anlaşılması kolaylaştırılmalıdır. Metnin yazımında, dikkat çekmek ve vurguyu arttırmak için, çift vurgu işareti kullanılmamalıdır. Örneğin doğrudan alıntılarda tırnak veya italik (eğik) yazım kullanılmalı, ikisine birden yer verilmemelidir. Başlıklar dışında, koyu (bold) vurgu yerine, eğik (italik) vurgu kullanılmalıdır. Alt-çizgi de, aynı şekilde mümkün olduğunca hiç kullanılmamalıdır. Ana metin “Giriş” bölümü ile başlamalı ve “Sonuç” bölümü ile bitirilmelidir. Akademik makalelerde çok fazla biçimsel yaratıcılık ve değişiklik için zorlanmamalıdır. Metin içindeki ek açıklamalarsa, dip not veya son not olarak Microsoft Word programının otomatik dipnot/sonnot verme özelliği kullanılarak verilmelidir. Kaynak Gösterme Makalede kullanılan kaynaklar, metin içinde verilmeli, eğer mümkünse 168 MAYIS-AĞUSTOS 2014 MAKALE YAYIN İLKELERİ kaynak belirtmede dipnot tercih edilmemelidir. Kaynak belirtilirken tek yazar için (Soyad, Yıl: sayfa no), iki yazar için (Soyad1 ve Soyad2, Yıl: sayfa no), ikiden fazla yazar için (Soyad1 ve diğerleri, Yıl: sayfa no) şeklinde gösterilmelidir. Aktarım için (Aktarılan Yazarın Soyadı, Yıl: sayfa no; Aktaran Yazarın Soyadı, Yıl: sayfa no) yazılmalıdır. İnternet kaynakları için (Kurum, internet adresinin tamamı, Erişim Tarihi: gg/aa/yyyy) şeklinde gösterilmelidir. Genel kaynakça ise, en arkada verilmeli; aynı ana metin gibi Microsoft Times New Roman, normal, ama 10 punto ile yazılmalıdır. Kaynaklar arasında bir satır boşluk bırakılmalı ve birinci yazarın soyadına göre sıralandırılmış olmalıdır. Kaynakça ile ilgili örnekler aşağıda verilmiştir: Dergiler için Tek Yazarlı ise: DOĞANAY, Ülkü (2007), “AKP’nin Demokrasi Söylemi ve Muhafazakârlık: Muhafazakâr Demokrasiye Eleştirel Bir Bakış”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 62 (1), 65-88. İki Yazarlı ise: AKSOY, Asu ve Kevin ROBINS (1997), “Peripheral Vision: Cultural Industries and Cultural Identities On Turkey”, Environment and Planning A, 29(2), 1937-1952. Kitaplar için Tek yazarlı kitaplar için: KARAGÖZ, Betül (2011), Toplumsal Adalet ve Totalitarizm, Ankara: Divan Kitap. İki yazarlı kitaplar için: MOUFFE, Chantal ve Ernesto LACLAU (2008), Hegemonya ve Sosyalist Strateji: Radikal Demokratik Bir Politikaya Doğru, çev. Ahmet Kardam, İstanbul: İletişim Yayınları. İkiden fazla yazarlı kitaplar için: ERKİNER, Engin, A. Uslu, M. Yetiş, M. Okyayuz, Ç. Veysal, M. E. Kardeş, Y. Kılıç ve H.Tüzen (2009), 1900’den Günümüze Büyük Düşünürler, Çetin Veysal (ed.), İstanbul: Etik Yayınları. YIL: (5) 1 – SAYI: 2 169 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Edite edilmiş kitaplar için: ÜLKÜ, Güler (2004), “Söylem Çözümlemesinde Yöntem Sorunu ve van Dijk Yöntemi”, Haber, Hakikat ve İktidar İlişkisi, Çiler Dursun (ed.), Ankara: Elips Yayınları, 371-91. İnternet Kaynakları için: TUBITAK (2006), http://www.tubitak.gov.tr/hakkimizda/2004/ek7/ EK_7.pdf (05.05.2006 parantez içinde erişim tarihi yazılmalıdır ) Yazıların Gönderilmesi Üstteki koşullara uyan Siyaset Bilimi konularını içeren bütün önmakaleler, yayınlanmak üzere dergiye gönderilebilir. Böylece makale yayınlama sürecine önemli bir adım atılır. Ön-makale gönderimi e-posta ile yapılmalıdır. Bunun için, isim, unvan, çalıştığı kurum-bölüm ve telefon numarası yazılı bir kapak doldurulup, üzeri isimsiz haldeki ön-makale yazısı ile birlikte ek-dosya biçiminde, dergi editörünün elektronik posta adresine ([email protected] veya [email protected]) doğrudan yollanmalıdır. Dergiye / Editöre elektronik posta ile ulaşan ön-makaleler bir hafta içinde hakeme gönderilir. Hakem değerlendirme süresi en fazla iki aydır. İki hakem de olumlu rapor bildirmişse, ön-makale, makale olarak yayınlanır. Buna karşın hakemlerden biri olumlu diğeri olumsuz görüş bildirmişse; yazı üçüncü hakeme gönderilir ve bir ay içinde hakem raporu istenir. Sonuç 2 veya 3 ay içinde yazara/yazarlara iletilir. Düzeltme varsa yazarın 1 ay içinde düzeltmesini yapıp, yazısını geri göndermesi istenir. Böylece yazı yayın sırasına alınır, derginin basılacak makale sayısı gözetilerek, yazılar sırayla yayınlanır. 170 MAYIS-AĞUSTOS 2014 ARTICLE PUBLISHING PRINCIPLES Guidelines for Authors First of all; Submissions should be original and must not have been published before or be under evaluation by any other publication. The Language could be Turkish and English. All Publication rights reserved and belong to the Journal of Social Sciences but Authors of the Articles and/or Submissions are responsible of the content of their Publications. the Journal of Social Sciences and the management regret any responsibility because of the opinions in the articles. In order to evaluate the articles at the same term, submissions should not be sent to any other Publication. The required length of the articles is between 5,000 and 10,000 words or word equivalents (e.g., numbers, abbreviations), including all materials, endnotes and references. Book analysis should be between 1500-2000 words. Research articles should be maximum 5000 words including the endnotes. Publication Stage A study submitted to the journal, previously examined by the editor and editorial board. The study examined to determine the qualifications for the specified publication. In general, the decision is made whether the study “worth publishing” in the journal. Then the decision is made about sending the submission to which referee according to their areas of expertise and interest. Positive decision studies are sent at least two related field referees. The evaluation period of a study is maximum up to 2 months. If the two referees give positive opinion working on the case, the article will be queued to be published. In case of two referees give diferent opinions the work will be sent to the third referee according to third referees (arbitrator) decision the article will be published or not. YIL: (5) 1 – SAYI: 2 171 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Positively decided Work will be checked if it will be Publishing directly or after corrections. If the decision is conditional the article would be sent to the author in order to handle the necessary corrections to be published. Unless the corrections are done by the author or authors that will not be published. The articles should be written on A4 size paper by MS Word for Windows programm and, must not have been published before or not be under evaluation by any other publication. The pre-article work will be sent to the editor’s e-mail address ([email protected]) by the Author or Authors. On the Cover Page of the pre-article The author or authors’ name surname, academic title, institution, telephone number and electronic mail address should be specified. There would not be any indication of the author(s) identity on any page except the cover page of the Article. Pages will not be numbered. All the Articles sent by E-Mail to the Editor/Journal would be forwarded to the Referee in One Week. Referee evaluation time is maximum two months. If both of the referees give positive opinion then Pre-article would be Article and will be published. In case of two referees give diferent opinions the work will be sent to the third referee and in one month the referee report will be asked and the author(s) will be informed in 2 or 3 months. If any editing is necessary the author(s) should be finsih in 1 month the corrections. Thence the Article will be in queue according to the Journal’s publishing number of articles. Summary (Times New Roman, 12 punto, Bold) Summary must be written in Microsoft Times New Roman normal format and size of 12 punto not less then 150 words but also not exceed 200 words. In Summary no source or tables allowed. After Summary one line will be left blank and the keywords must be written under. The Keywords must be in Microsoft Times New Roman, normal, 12 punto format like the Article and Keywords not to be exceeded 5 words. Sample: Key Words: Social Policy, Poverty, Globalization, Politics, Society 172 MAYIS-AĞUSTOS 2014 ARTICLE PUBLISHING PRINCIPLES Introduction (Times New Roman, 12 punto, Bold) After the keywords one line will be left blank and the Headlines of the Main Text must not be forgotten and the first level headlines should be stated in Times New Roman, 12 punto, Bold format and all the letters must be CAPITALS. There should be one line blank before and after the Headlines(belonging headlines size punto). and the second level headlines should be stated in Times New Roman, 12 punto, Bold format and only the first letters of the words must be in CAPITALS. The third level headlines should be stated in Times New Roman, 12 punto, Normal format and only the headline’s first letters should be in CAPITALS and ITALIC. Size Page size should be A4. Adequate margins should be left all around the text on each page, and the left-hand margin should be at least 2,5 cm. Main Headline Main headings in capital letters, Times New Roman, 12 punto Bold. Turkish heading and Turkish Summary after English Heading and English Summary and after Russian heading and Russian Summary orderly. After the Summariesmain text must be started by Introduction. Main Text will be rich of Turkey’s Turkish but it will also consist English and Russian Articles. Headings must be in CAPITALS and maximum consists 10-12 words Times New Roman, 11 punto and Bold format. After Main Headings one lineshoul be left empty and not to be forgotten the keywords. Secondary and Sub-Headings should be used else than Main Heading. The main sections of the main header should be in all Capitals like wise the General Heading of the Article. The first letter must be written in Upper Case (capital) and bold totally for the Secondary (middle) headings and the sub-headings. Since the text starts with an empty line and per line after secondary(mediaval) heading; text goes on after sub-heading by colons. Main Text Main Text should be in Times New Roman 12 punto, normal format and per lines must be 1,25 adequate and text lean oth sides. Authors should not post their names or affiliations on any materials that may be sent out to Journal. YIL: (5) 1 – SAYI: 2 173 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ If Tables are used, tables must be titled and numbered at the top. Subheadings should be used in the main text, and the text should be facilitated understanding. In the writing of the text, to draw attention and to increase emphasis, double accent mark should not be used. or example, in direct quotations quotes or italics (italic) spelling should be used,both should not be included. Bold format only will be used in Headings if emphasizing is necessary for the other text italic format could be used. If possible under line never be used. Main Text should begin with introduction section and completed by the Conclusion section. Formal academic papers should not be forced to change too much for creativity reasons. Additional explanations in the text, footnotes or endnotes as a Microsoft Word’s automatic footnote / endnote should be using the export feature. Referencing The sources used in the article, should be given in the text, footnotes should be avoided. When specifying source for the single author (Surname, Year: page number), two authors (Surname1 and Surname2, Year: page number), more than two authors (Surname1 and others, Year: page number) must be written. For transferring (Surname of the transferred author, Year: page number; Transmitting author’s surname, Year: page number) should be specified.. For İnternet sources (Instutition, web address completly, Access date: dd/mm/ yyyy) format should be used. General References must be written at the end and should be like main text in Microsoft Times New Roman, normal, 10 punto, Between references there must be one space and ordered according to first author’s surname. Examples are given below for the references. For Journal Articles LIPSCHULTZ, J. H. (1991), “A Comparison of Trial Lawyer and News Reporter Attitudes about Courthouse Communication”, Journalism Quarterly, 4 (68), pp. 750-763. 174 MAYIS-AĞUSTOS 2014 ARTICLE PUBLISHING PRINCIPLES NITCOVIC, R. G. and DOWLING, R. E. (1990), “American Perception of Terrorism: AQ Methodology Analysis of Types”, Political Communication and Persuasion, 7 (3), pp. 147-166. For One Author DOĞANAY, Ülkü (2007), “AKP’nin Demokrasi Söylemi ve Muhafazakârlık: Muhafazakâr Demokrasiye Eleştirel Bir Bakış”, Ankara University Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 62 (1), 65-88. For Two Authors AKSOY, Asu ve Kevin ROBINS (1997), “Peripheral Vision: Cultural Industries and Cultural Identities On Turkey”, Environment and Planning A, 29(2), 1937-1952 Books: MOSSE, G. L. (1976), “Mass Politics and the Political Liturgy of Nationalism”, E. Komenko (ed.), Nationalism:The Nature of Evolution of an Idea, London:Edward Arnold, pp. 39-53. LACLAU, E. and MOUFFE, C. (2001), Hegemony and Socialist Strategy: Towards a Radical Democratic Politics, London:Verso. HIMMELWEIT, HT. et al. (1981) How Voters Decide. A Longitudinal Study of Political Attitudes and Voting Extending Over Fifteen Years, London: Academic Press. For One Author Books: KARAGÖZ, Betül (2011), Toplumsal Adalet ve Totalitarizm, Ankara: Divan Kitap. For Two Authors Books: MOUFFE, Chantal ve Ernesto LACLAU (2008), Hegemonya ve Sosyalist Strateji: Radikal Demokratik Bir Politikaya Doğru, çev. Ahmet Kardam, İstanbul: İletişim Yayınları. More Then Two Authors Books: ERKİNER, Engin, A. Uslu, M. Yetiş, M. Okyayuz, Ç. Veysal, M. E. Kardeş, Y. Kılıç ve H.Tüzen (2009), 1900’den Günümüze Büyük Düşünürler, Çetin Veysal (ed.), İstanbul: Etik Yayınları. YIL: (5) 1 – SAYI: 2 175 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ For Edited Books: ÜLKÜ, Güler (2004), “Söylem Çözümlemesinde Yöntem Sorunu ve van Dijk Yöntemi”, Haber, Hakikat ve İktidar İlişkisi, Çiler Dursun (ed.), Ankara: Elips Yayınları, 371-91. Internet References: EMERSON, M.,TOCCI, N.,and YOUNGS, R J.(2009) “Gaza’s Hell:Why the EU must Change Its Policy”, CEPS COMMENTARY, 13(01), available online at: http://209.85.129.132/search?q=cache:lDSydPR0KL0J:shop.ceps. eu/downfree.php%3Fitem_id%3D1776+natalie+tocci%2Bthe+EU&hl=tr&ct =clnk&cd=2&gl=tr:[acessed:12 February 2009] TUBITAK (2006), http://www.tubitak.gov.tr/ hakkimizda/2004/ek7/ EK_7.pdf, (05.05.2006 access date should be written in brackets ) Submission of Articles All the pre-articles could be sent to the Journal fitting above conditions. That is an important step for the publishing process. For The evaluation process a cover with name and adding these no named pre-article all together will be forward to the Journal. To e-mail; the cover and pre-article (no-name) all together should be send editor’s e-mail ([email protected]) as attachment directly. All the Articles sent by E-Mail to the Editor/Journal would be forwarded to the Referee in One Week. Referee evaluation time is maximum two months. If both of the referees give positive opinion then Pre-article would be Article and will be published. In case of two referees give diferent opinions the work will be sent to the third referee and in one month the referee report will be asked and the author(s) will be informed in 2 or 3 months. If any editing is necessary the author(s) should be finsih in 1 month the corrections. Thence the Article will be in queue according to the Journal’s publishing number of articles. 176 MAYIS-AĞUSTOS 2014 YAZIŞMA ADRESİ LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Editör Doç. Dr. Betül KARAGÖZ YERDELEN Sümer Mahallesi 29/5 Sokağı No: 2 Nur Apt. Kat: 4 Daire: 11 Zeytinburnu – İSTANBUL- TÜRKİYE Tel : (0212) 547 60 80 Faks : (0212) 547 60 82 web: www.legeshukukdergisi.net Dergi e-posta: [email protected] Editör e-posta: [email protected] EDITORIAL ADDRESS THE JOURNAL of SOCIAL SCIENCES Editor Assoc. Prof. Betül KARAGÖZ YERDELEN Sümer Mahallesi 29/5 Sokağı No: 2 Nur Apt. Kat: 4 Daire: 11 Zeytinburnu – İSTANBUL - TÜRKİYE Tel : +90-212-547 60 80 Fax : +90-212-547 60 82 Web: www.legeshukukdergisi.net Journal’s e-mail: [email protected] Editor’s e-mail: [email protected] [email protected] YIL: (5) 1 – SAYI: 2 177 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ LEGESwww.leges.com.tr VERİ TABANI ve www.hukuklink.com.tr Yayıncılık ve yazılım sektöründe 15. yılını bitiren LEGES; Mevzuat ve İçtihat Veri Tabanı uygulamasında, Kamu ve Özel kurumlara yoğun biçimde hizmet vermektedir. LEGES, özellikle Hukuk alanına yönelik çıkan Süreli Yayınlar ve Hukuk Link Veritabanı (www.hukuklink.com) ile 35.000’den fazla Hukukçu ve Akademisyene ulaşmaktadır. LEGES, her sene daha da büyüyerek Hukuk, Siyaset, Sağlık, Bankacılık, Eğitim, İşletme ve bütün Sosyal Bilimler alanında, bu profesyonel sektörel hizmetlerini sürdürmektedir. HUKUK LİNK ANA BAŞLIKLARIMIZ İçtihatlar (Yargıtay, Danıştay, Sayıştay, AİHM, Anayasa Mahkemesi, Uyuşmazlık Mahkemesi kararları) Mevzuat (Kanunlar, Kanun Hükmünde Kararnameler, Tüzükler, Yönetmelikler, Tebliğler, Bakanlar Kurulu Kararları, Genelgeler, Uluslararası Anlaşmalar) Makaleler (Hukuk ve Sosyal Bilimler ile ilgili akademik makaleler) Dilekçeler (Hukuk, Ceza, İdari, Vergi, İcra, İş) İhtarnameler, Formlar (Müzekkereler, İcra Formları, Tutanaklar) Mektuplar, Sözleşmeler (İş Mevzuatı) Pratik Bilgiler (Online Güncellenen Hukuki ve Ekonomik Veriler) Haberler (Hukukla ilgili her gün eklenen haberler ve arşivi) 178 MAYIS-AĞUSTOS 2014 E-Dergiler (14 Ayrı Hukuk Branşında Yayınlanan Dergilerimiz ve Arşivleri. Leges Hukuk Dergisi, Leges İzmir Üniversitesi Sağlık Hukuku Dergisi, Leges İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Dergisi, Leges Özel Hukuk Dergisi, Leges Kamu Hukuku Dergisi, Leges Ceza Hukuku Dergisi, Leges Fikri ve Sınaî Haklar Dergisi, Leges Bankacılık ve Finans Hukuku Dergisi, Leges Mali Hukuk Dergisi, Leges Ekonomi ve Hukuk Araştırmaları Dergisi, Leges Medeni Usul ve İcra İflas Hukuku Dergisi, Leges Anayasa ve İdare Hukuku Dergisi). Yeni E-Dergiler (Leges İnforma Yönetim Bilişim Sistemleri Dergisi, Leges Sosyal Bilimler Dergisi, Leges Siyaset Bilimi Dergisi, Leges Sanat ve Sanat Eğitimi Dergisi (hazırlanıyor) ve KÜRESEL URAL-ALTAY DERGİSİ (hazırlanıyor). BASILI SÜRELİ YAYIN DERGİLERİMİZ: Leges Hukuk Dergisi Leges İzmir Üniversitesi Sağlık Hukuku Dergisi Leges İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Dergisi Leges Özel Hukuk Dergisi Leges Kamu Hukuku Dergisi Leges Ceza Hukuku Dergisi Leges Fikri ve Sınaî Haklar Dergisi Leges Bankacılık ve Finans Hukuku Dergisi Leges Mali Hukuk Dergisi Leges Ekonomi ve Hukuk Araştırmaları Dergisi Leges Medeni Usul ve İcra İflas Hukuku Dergisi Leges Anayasa ve İdare Hukuku Dergisi Leges İnforma Yönetim Bilişim Sistemleri Dergisi Leges Sosyal Bilimler Dergisi Leges Siyaset Bilimi Dergisi Leges Sanat ve Sanat Eğitimi Dergisi (hazırlanıyor) Leges Siyasi Tarih Dergisi (hazırlanıyor) KÜRESEL URAL-ALTAY DERGİSİ (hazırlanıyor) YIL: (5) 1 – SAYI: 2 179 LEGES SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Hukuk Link Veritabanı uygulamasında, Üniversitelerimizle işbirliğini kendi önceliğine alan firmamız, şimdiye kadar 170 üniversitemize deneme erişimi sunmuştur. Bu hizmet ülke genelini ve bütün Türk Dünyası coğrafyasını kapsayacak biçimde yoğun bir taleple genişlemektedir. Bu coşkuyla uluslararası bir veri tabanı olarak büyümekteyiz. Kitap basımı konusunda ise, özellikle Akademik kariyere sahip olan eğitimcilerimizi hedefleyen LEGES, kitabın basımından dağıtımına kadar hizmetleri yerine getirerek Akademik kadronun yanında yer almaktadır. Böylece ulusal akademik düzeyimizin, uluslararası ölçekte yükselmesinde özel sektör sorumluluğunu yerine getirme gayretini ortaya koymaktadır. Son olarak, beraber çalıştığımız üniversiteler ile bu üniversitelerin değerli Akademik kadrosunu tanıttığımız, kendi dalındaki birikimini ya da farklı bir hobisini öne çıkarttığımız, kurumsal kültür ciddiyetinde, ama aynı zamanda renkli bir magazin niteliği de taşıyan Medyatik Deklanşör dergimiz ile siz Akademisyenlerimizin sesi ve rengi olmayı hedeflemekteyiz. Bu çalışmalarımızda firma ekibimize, çalışma-düşünce-tasarım-planlama- iş ve heyecan ortağı olduğumuz Sayın Editörlerimize, Editör Yardımcılarımıza, Yazarlarımıza, Danışman Hocalarımıza, Hakem Hocalarımıza, desteklerini esirgemeyen değerli Akademisyenlerimize ve bütün emek sahiplerine minnettarlığımızı sunuyoruz. Hep birlikte ülkemizin bilimsel zenginliği ve dünya değer sistemi içinde büyük gururu olacak KÜRESEL AKADEMİK YAYIN VE VERİ AĞINA doğru ilerlemenin kararlılığını yaşıyoruz. Saygılarımızla. Faruk KAHRAMAN Leges Yazılım Yayıncılık Tic. Ltd. Şti. 180 MAYIS-AĞUSTOS 2014