eda yurdakul ferdağ sezer aygül tanaydın

Transkript

eda yurdakul ferdağ sezer aygül tanaydın
Haziran 2016
< Kimi öğrencilerin “Bizi mezun etmeden mi gidiyorsunuz?” sözleri beni
oldukça üzüyor. Bu kararı paylaşma faslı da benim için hiç kolay olmadı.
Ansızın, bunu bir daha yapamayabilirim, bunu son kez yapıyorum gibi
düşüncelerle gözlerim doluyor. >
< Her insan şaşırtılmayı sever, Robert Kolej öğrencileri insanı sıklıkla
şaşırtıyor. Güzel bir duygu bu. Bir de öğretmenlerini tembelliğe itmeyen bir
kurum, insan size yeterli olabilmek için hep daha fazla çalışmak, okumak,
öğrenmek istiyor. >
< Benim unutmadığımdan ziyade insanların unutamadığı, Ekşi Sözlük’e
dahi konu olmuş bir anı. Burada da anlatmak lazım herhalde. Yıl, 2006… >
< En büyük hayallerimden biri öğretmenliğe başladığım dönemlerin
hikayelerini, tecrübelerimi yazmak. Bir diğeri yağlı boya resim… >
< Yıllar önce, bir gün derste bir öğrencinin elma yediğini fark ettim. “Sen
elma mı yiyorsun?” diye sorunca “Yok hocam, yemiyorum” deyip elmayı
G418’deki pencereden dışarıya atmıştı. >
< İlkeleri olan gençler olarak yetişmek zorunda olduğunuzu düşünüyorum.
Bazı durumlarda bunlar sizin elinizden alınmaya çalışılabilir ancak bunlara
sıkı sıkı sarılmalısınız. >
< İşimin öğretmenlik olduğunu öğrendiklerinde “Ay ne kadar güzel, tam bir
“bayana” göre! ” gibi tepkiler verirlerken branşımı sorduklarında “Felsefe.”
derim ve bir gerilim hissedilir. Felsefe bilinmez ve belirsiz bir alan olarak
algılanır. >
< Bu konuda da Epikurosçuyum. Elimizde olduğu kadarıyla yiyelim, içelim
ve dünyadan keyif alalım. Ne kadar alabilirsek tabii.. >
< Ben Batmanciyim, Superman insan değil bir kere. Batman insanın
karanlık yönüne gayet iyi uyuyor. >
E D A
YURDAKUL
4. sayfa
FER D A Ğ
S E Z E R
7. sayfa
AY G Ü L
TANAYDIN
9. sayfa
İstanbul: Öğretmenlerimizin Gözünden
Ecem Öztürk
İdil Kara
İstanbul’da uzun süredir yaşayanlar olarak bazen yaşadığımızın şehrin güzelliklerinin ve
renkliliğinin farkına varamıyoruz veya onları unutuyoruz. Durum her ne olursa İstanbul’un ne
kadar özel olduğunun aslında hepimiz farkındayız. Biz de uzun süredir İstanbul’da yaşayan yabancı
öğretmenlere İstanbul’un hangi yönlerinin onları etkilediğini ve nasıl burada kalma kararlarını
etkilediğini sorduk. Öğretmenlerimizinİstanbul’u seçmesini ve sevmesini etkileyen özellikleri
okuyunca İstanbul’un ne kadar eşi benzeri olmayan bir şehir olduğunu bir kere daha anlayacaksınız.
Janelle Bondor:
Türkiye’ye bundan yıllar önce tatile geldiğimde aşık
olmuştum. O yüzden buraya geri dönme fırsatım olduğunda
ve özellikle Robert Kolej gibi bir okula, bu teklife hayır
diyemedim. Bence İstanbul’un en cazip özellikleri zıtlıkları:
modern hayatla birlikte zengin tarihi, kampüsümüzün
sakinliğinin yanında hareketli ve telaşlı durumu, her
mahallenin birbirinden farklı karakterleri, Boğaz ve tabi ki
de bal kaymak!
Rick Hummel:
Genel olarak İstanbul hakkında sevdiğim iki şey var: 1)
Zengin kültür, tarih ve şehrin içinde dolaşan enerji;
bitmeyen insan akını ve şans eseri ortaya çıkan güzel
manzaralar. 2) Doğal topografi, tepelerin Boğaz’a
dökülene kadar yükselip alçalması. İstanbul’un bana
sunduğu değişik bakış açılarını ve seçeneklerinin
seviyorum, Arnavutköy, Kadıköy’de kıyı kenarında
yürümek ya da Ulus, Galata’da Boğaz’a yüksekten bakan
bir restoranda manzaranın tadını çıkarmak.
Jake Becker:
Başlangıçta İstanbul’da kalmamın nedeni suya ve
tepelere yakın olmayı sevmemdi, bu şekilde her zaman bir
yere kaçabilecek gibi hissediyorum. Diğer bir nedeni ise
İstanbul’un gelecekteki gelişmeleri hakkındaki merakım.
Bu şehir arabalar için kurulmuş, bu yüzden bana göre
İstanbul’un her yerinde olmalarına rağmen bisikletçiler ve
yayalar her zaman üçüncü sınıf vatandaş durumundalar. Ses
ve hava kirliliği daha kötü bir hal alıyor ve üçüncü
köprünün şehrin üzerinde yıkıcı etkileri daha da
belirginleşiyor. Fakat yine de İstanbul’da takılmaya devam
ediyorum çünkü gelecek konusunda umutluyum: Gelecekte
bisiklet yolları her yerde olacak, Beşiktaş’tan Sarıyer’e
metro olacak, İstanbul daha fazla parka ve daha temiz bir
Boğaz’a sahip olacak. Şehrin benim üzerinde yaratacağı
etkileri de merak ediyorum: ruhsal ve fiziksel sağlık ve
mutluluk. Son on iki yılda değişmesini istediğim
özelliklerin gelişme sürecini izlemek hoşuma gidiyor:
modern sanat müzeleri, değişik tipte simitler, filtrelenmiş
kahve, falafel ve humus gibi.
James Butterworth:
-2-
Başlangıçta İngiltere’den yurtdışındaki bazı okullara
başvuruyordum ve İstanbul’daki başka bir okuldan gelen
teklifi kabul ettim. Buraya geldiğimde şehre çabuk ısındım:
gençler için mükemmel bir gece hayatı ve sosyalleşmeleri
için bir sürü fırsat, yapmak ve görmek için bir sürü
aktivitenin olması özellikle tarihsel ve kültürel yapı. Ayrıca
buradayken dünyayı dolaşmış bir sürü insanla da tanıştım
ve hepsi İstanbul’un onların en sevdiği şehir olduğunu
söyledi. Onların etkisinde ben de biraz daha burada
kalmaya karar verdim. İstanbul ayrıca başka yerlere seyahat
etmek için de iyi bir lokasyon, ki eskiden çok fazla
gezerdim. Bildiğiniz üzere, çok vakit geçmeden evlendim,
Robert’te bir işe ve çocuklara sahip oldum. Bu yüzden aile
faktörü beni İstanbul’da o zamandan beri tutmaktadır. Şehir
20 sene içerisinde çok değişti. Şu an çok daha kalabalık,
pahalı ve gelişmiş. Buraya geldiğim için çok şanslıyım.
Jameson Vierling:
Istanbul’da neredeyse 14 senedir yaşıyorum ve bu şehri
bana cazip kılan bir sürü neden var. Müzikle ilgileniyorum
ve burada bir sürü müzisyen arkadaş edindim. Bir çoğu da
Türk ve beni bir yabancıyı ne kadar alabiliyorlarsa o kadar
hayatlarının ve kültürlerinin içine aldılar. Yerel müzikten
çok keyif alıyorum, bunun dışında sanattan da keyif
alıyorum. Mesela İstanbul Modern ve Pera müzelerini
gezmeyi seviyorum. Film ve Lit öğretmeni olduğumdan
dolayı da Uluslararası Film Festivali tüm yılın en sevdiğim
etkinliğidir. Bu etkinlikte dünya çapında yeni filmleri ve
eski- yeni Türk yönetmenleri keşfediyorum. Ayrıca Türk
mutfağının da büyük bir hayranıyım, özellikle de mezeler,
meyve, sebzeler, et yemekleri. Patlıcan sos en sevdiğim
olmakla birlikte haziran ayındaki kirazlar yılın en büyük
lezzeti benim için. Son olarak Türkiye’de seyahat etmeyi
çok seviyorum. İnsanlar inanılmaz arkadaş canlısı ve
yardımsever. Eşim Odille birlikte nereye gidersek gidelim
gittiğimiz yerlerin çeşitliliği inanılmaz. Kapadokya’dan
Ege’ye, Akdeniz ve Karadeniz’den Hatay’a, Gaziantep,
Mardin, Namlı Dağ, Efes, Şirince, Assos, Bozcaada ve
İstanbul’da Prens Adaları, Galata Kulesi, Sultanahmet,
Rumeli Kalesi, Dolmabahçe Sarayı ve tabiki de Boğaz.
İstanbul’u çok seviyorum ve her zaman da seveceğim.
Burası benim benimsediğim şehir, çünkü manzarayı,
insanları ve onların enerjilerini seviyorum. Dünya’da burası
KÖPRÜ
Mart 2016
gibi bir yer yok ve İstanbul’la tanıştırdığım her insan şehir
hakkında bu şekilde hissediyor.
Merril Hope-Brown:
1997’den beri İstanbul’da ve 2004’ten beri de kampüste
yaşıyorum, yani bir bakıma şu an İstanbul’da yaşamıyorum.
Buraya neden ilk başta geldiğimi düşündüğümde üç ana
neden yirmi senedir geçerliliğini koruyor.
1) Türkiye’yi seviyorum. Türkiye’ye ilk olarak 1992’de
tatil amaçlı Ege’ye ve Kalkan bölgesine geldim. Geldiğim
anda güzel masmavi gökyüzüne ve suya aşık oldum. Tatil
amacıyla bu bölgeye gelmeye devam ettim, ancak bir gün
burada yaşamak istediğime karar verdim. Şehir dışı hayatı
sevsem de aslında tam olarak bir şehir kızıyım. Benim için
Türkiye’de mutlu olmak İstanbul’da yaşamak anlamına
gelmektedir. Türk insanlarını seviyorum. Türkiye’ye ilk
geldiğim andan beri insanları kibarlığın ve yardımseverliğin
en mükemmel örnekleri olarak buluyorum. Bunu kim
istemez? Türkiye’de yaşayan insanlar, İstanbul gibi büyük,
modern bir şehirde bile birbirlerini gözetiyorlar. Bunu
seviyorum.
2) İstanbul’u seviyorum çünkü içinde çok çeşit
barındıran bir şehir: artistik, mimari, kültürel olarak.
Osmanlı, ultra modern bir İstanbul’la yan yana; klasik
müzik burada, jazz burada, kültürel müzik burada; sanat
galerileri ve küçük pide restoranları; burada
bulamayacağınız bir şey yok. Tam olarak kozmopolit bir
şehir. Bu kadar kozmopolit oluşu sizi çıldırtabiliyor, sonra
bir de masmavi Boğaz var, her zaman yanında yürüyüp
meditasyon yapabilirsiniz.
3) Bu kadar seneden sonra burada kalmamım en büyük
sebebi de Robert Kolej. Burada kaldığım seneler boyunca
buradaki öğretmen arkadaşlarımla ve öğrencilerle
çalışmaktan çok zevk aldım. Bu ortamı başka yerde bulmak
çok zor.
Maura Kelly:
Türkiye’de öğretmenlik yapmayı ilk önce Ms.
Sertel’den duydum. Biz yirmi sene önce New York
Üniversitesinde aynı film kursuna gitmiştik. Profesör
kendimizi tanıtmamızı ve neden filmle ilgilendiğimizi,
nereden geldiğimizi söylememizi istemişti. Şimdi de olduğu
gibi o zaman da seyahat etmeyi çok seviyordum, bu yüzden
Ms. Sertel’in İstanbul’da yaşadığını öğrenince direkt onunla
konuşmak istedim. Ms. Sertel de Robert’te öğretmenlik
yapmayı istiyordu ve bu fikirler sonunda benim için de
geçerli oldu. Asıl amacım burada sadece iki sene kalmaktı,
fakat şu an Robert’te 17. senemdeyim. İlk iki senemin
başında Karadeniz bölgesinden olan kocamla tanıştım. Bu
her şeyi değiştirdi. Kızım Sibel, 2007’de burada doğdu.
Türkiye’yi sevmek için bir sürü neden var: insanlar, tarih,
kültür, yemek! Robert’teki öğrenciler bile tek başına
İstanbul’da kalmak için iyi bir neden. Tabi ki birçok zor
zamanlarım da oldu. Türkiye’ye İzmit depreminden iki gün
Mart 2016
sonra ulaştım. Bu yüzden gelirken uçak ailelerini merak
eden insanlarla doluydu. Hala o senenin ilk gününü ve
depremin yarattığı şoku hatırlıyorum. Öğrencilerim bir anda
sıraların altına girmişlerdi ve ben yeni öğretmenim diye
bana şaka yapıyorlar sanmıştım.
Carolyn Callaghan:
Kuwait’te öğrertmenlik yapıyordum ve keşke orası
kadar sıcak bir yerde iş kabul etmeseydim, diyordum. Bir
arkadaşımla beraber ilkbahar tatilinde İstanbul’a gitmeye
karar verdim ve yanımıza Washington’da yaşayan kızlarımı
da çağırdım. İstanbul’a laleler açarken geldik ve anında aşık
olduk. Yerel insanların arkadaş canlılığı bizi büyüledi.
(Daha gözlemeyi keşfetmemiştim.) St. Peterspurg’da
Nepalli öğrencilere refakat ederken iki RC öğretmeniyle
arkadaş olmuştum, ben de hazır tatildeyken bana bir
görüşme ayarlamalarını istedim. Gerisi çorap söküğü gibi
geldi.
Colin Edmonds:
Bu soruyla çok karşılaşıyorum: Türkiye mi, Amerika
mı? Benim standart cevabım “Damarlarımda Boğazın suları
akar.”dır çünkü ben burada doğdum. Bir sürü yere seyahat
ettim. Hatta annemle babamın Bainbridge Adası’ndaki
Puget Sound’a bakan evi bizim buradaki manzaramıza
benzese de, aynısı değil. Çocukluğumdan beri, birazcık
gayretle, İstanbul’un su üstünde bir İsviçre şehri
olabileceğini düşünüyorum. Sadece daha temiz olmalı ve
trafiğe bir çözüm bulunmalı. Kabul etmeyi sevmesem de
belediye şehri güzelleştirmek için çok şey yaptı. Burayı
60’lı yıllardaki haliyle hatırlıyorum, etkileyici fakat kirliydi.
Cyrus Carter:
İstanbul tarihi ve inanılmaz değişimi aynı anda
barındırıyor. Burada geçirdiğim bunca zamandan sonra, hala
keşfetmeye devam ediyorum. Trafiğin şu an çekilmez
olması yüzünden de metrobüs ve deniz motorlarıyla
geziyorum. Burada kimsenin sıkılmasına olanak yok, bazen
sinir olabilirsiniz ama hiçbir zaman sıkılmazsınız. Özel
olarak İstanbul’da sabahın erken saatlerini çok seviyorum:
o saatte hava çok taze oluyor , güneş tam tepede olmuyor
ve kuşların cıvıltıları ezan sesiyle karışıyor.
KÖPRÜ
-3-
Eda Yurdakul: Veda
Melisa Oğuz
Rengin Tarhan
Naif görüntüsü, yüzünden hiç eksik olmayan sıcak tebessümü, merakla her daim
parlayan gözleri, ağzından hiç eksik olmayan “Yavrum!”ları ile tanıdık biz Eda
Hocamızı. Kalbimizde şiire ve tiyatroya olan tutkusu ile yer eden Eda Hocamız ne
yazık ki Robert Kolej’de geçirdiği 10 yılın ardından seneye okulumuzdan ayrılıyor.
Biz de Köprü ailesi olarak onunla kısa bir söyleşi yapıp, ona güzel anılarla veda
etmek istedik.
Köprü: Robert Kolej’den önceki hayatınızdan
kısaca bahseder misiniz?
Eda Yurdakul: Öncesi hep öğrencilik ve Ankara.
Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde lisans,
Bilkent Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesinde
yüksek lisans ve hemen ardından Robert Kolej yılları
başladı. Robert’teki ilk yıllarımda da –ki bu 2006 yılı
oluyor- öğrenci gibiydim desem yeridir. Çok kıymetli
hocalarımızla beraber çalışma fırsatı yakaladım, bir
önceki kuşağın çok kıymetli edebiyat öğretmenleri Ayşe
Güven, Ersin Aybars, Oya Kamacıoğlu, Yıldız
Düzköylü, Adil İzci... Benim için okul gibi başladı
Robert yılları. Ankara’da edebiyatla sanatla, sanatın pek
çok dalıyla, sporla dolu dolu geçen öğrencilik yılları,
İstanbul’da da benzer şekilde devam etti, ediyor.
K.: Çocukken en büyük hayaliniz neydi? Öğretmen
olmak hep istediğiniz bir şey miydi?
E.Y.: Doğrusu yüksek lisans yapana dek öğretmen olma
fikri hiç yoktu aklımda. Uzun zaman gazetelerde ya da
kültür sanat dergilerinde editör olacağım hayalini
kurdum. Kısa bir staj tecrübesinin ardından
aradığımı/beklediğimi bulamamanın verdiği hayal
kırıklığıyla yeni arayışlara yöneldim. Yazıya dair bir
şeyler yapma fikri hep vardı; bir ara çocuk kitabı –
özellikle çocuk oyunu- yazma fikrim vardı. Hâlâ belirli
aralıklarla bunu hayal ettiğim olur. Bir kitapçıya
girdiğimde mutlaka çocuk kitaplarını da gözden
geçiririm. Çok fazla öykü kitabı görürsünüz; ama
tiyatro metni yok denecek kadar azdır. Belki ileride Eda
Yurdakul imzalı çocuk oyunlarına tesadüf edersiniz,
kim bilir. Bir yanım da akademik hayata sıcak bakıyor.
Yine edebiyat ve sosyoloji alanlarında çalışmayı
isteyebilirim.
K.: Neden Robert Kolej?
E.Y.: Aslında nedenlerim, öğrencilerin seçim
nedenlerinden çok farklı değildir diye düşünüyorum.
Önce, uzaktaki bir hayal olarak başladı ilişkimiz,
vapurla Boğaz’dan geçerken ağaçların arasında
gizlendiğini bildiğim ihtişamlı, ulaşılması güç bina idi.
İçine girince hakikaten sizi saran, aidiyet duygusu
-4-
yaşatan, hiç de genel kanıya uymayan bambaşka bir
dünya... Öğretmenlerine her daim öğrenci olma fırsatı
tanıyan, profesyonel gelişimi hep destekleyen,
öğrencileri gibi öğretmenlerinin de çok yönlü olmasını
arzu eden, sizi Türkiye’nin en güzide öğrenci grubuyla
bir araya getiren bir kurum olmasının etkisi vardır
herhâlde. Bir de –öğrencilerim muhtemelen derslerde
fark eder- manzarasına, konumuna duyduğum
hayranlıktan olsa gerek. Her mevsim size apayrı
güzellikler sunan bir kampüs, İstanbul gibi bir şehirde
paha biçilmez. Masalsı bir yanı var… Mor salkımları,
papağanları, sütunlu Gould binası, Plato’nun eşsiz
manzarası... İnsan alışınca bu ayrıntıları belki
olağanlaştırıyordur; ama ben neredeyse her gün
kampüse, ofise bu hayranlıkla ve bu farkındalıkla
giriyorum diyebilirim.
K: Genel olarak Robert Kolej öğrencileri hakkında
ne düşünüyorsunuz?
E.Y.: Hayranım, öncelikle azminize. İstekleri, ödevleri,
projeleri, sınavları, sunumları, yarışmaları, gezileri
bitmek bilmeyen bir kurum; herkesin kolaylıkla
üstesinden gelemeyeceği bir mücadele veriyorsunuz
çoğunuz. Çok yönlüsünüz. Bizim sınıfta görmediğimiz,
bilmediğimiz nice yetenekleriniz var. Bir yerlerde, bir
şekilde bu çok farklı kimliklerinizle karşılaştığımda hep
gurur duyuyorum. Her insan şaşırtılmayı sever, Robert
Kolej öğrencileri insanı sıklıkla şaşırtıyor. Güzel bir
duygu bu. Bir de öğretmenlerini tembelliğe itmeyen bir
kurum, insan size yeterli olabilmek için hep daha fazla
çalışmak, okumak, öğrenmek istiyor. Kaç kurumda
öğretmenler, öğrencilerin birikimleriyle de zenginleşme
fırsatı bulabilir? Merakınız, ilginiz, bilginiz, tüm bu
yönleriniz çok kıymetli; birbirinizi daha iyi olmaya
teşvik ettiğiniz gibi bizi de buna teşvik ediyorsunuz.
Biraz da olumsuzluklardan bahsedelim tabii. Bazen
başarı kaygısı kimi önemli duyguların önüne
geçebiliyor. İnsan, parçası olduğu kurum kadar,
mensubu olduğu ülkenin, beraber yaşadığı diğer
insanların gerçekliğinin de farkına varmalı. Robert
Kolej bünyesindeki bu farklılıkları bile bazen
göremediğimiz ya da kabul edemediğimiz olabiliyor.
KÖPRÜ
Mart 2016
K: Robert Kolej’de okusaydınız nasıl bir öğrenci
olurdunuz?
E.Y.: Muhtemelen sanat etkinliklerinden dersleri biraz
ihmal eden; hem tiyatro kulübünde olan hem süreli
dergilerde yazan-çizen, editör olmak için mücadele
eden, orkestra provalarına yetişemeyen, 300 saate yakın
THP yapan, oldukça çalışkan gözüküp gerektiği
kadarını yapan, lise sona doğru da ortalama kaygısı
yaşayan bir öğrenci olabilirdim diye düşünüyorum.
Sanat öğretmenlerinin göz bebeği olabilirdim. Lise
hayatım da bundan çok farklıydı diyemem. Tiyatro
kulübü üyesi, okul orkestrası solisti, dans eden, bir yıl
öğrenci birliği başkanlığı yapmış, oldukça iyi okuyan,
müthiş bir ortalamaya sahip olmayan Eda Yurdakul.
K: Öğretmenler ile aranızda öğrenciler hakkında
konuşur musunuz?
E.Y.: İyi soru. Gerektiğinde, gerektiği kadar diyebilirim.
Evet’in dolaylı ifadesi.
K: Robert Kolej’de unutamadığınız anılarınızı
anlatır mısınız?
E.Y.: Aslında benim unutmadığımdan ziyade insanların
unutamadığı, Ekşi Sözlük’e dahi konu olmuş bir anı.
Burada da anlatmak lazım herhalde. Yıl, 2006. Robert
Kolej’deki ilk senem. Gould 4. katta asansör
bekliyorum. Kapıyı açtım, bir grup son sınıf öğrencisi
asansörden indi, ben de onlardan izin kâğıtlarını
göstermelerini rica ettim, elimle de birini omzundan
tutmuşum. Tam o anda, biri de benim omzumdan tuttu,
Mr. Verbowski. Ve o talihsiz diyalog yaşandı aramızda:
“İzin kâğıdınızı görebilir miyim?”, “Ben öğretmenim,
yeni edebiyat öğretmeni, tanımadınız mı?”, “...”.
İnanmaz gözlerle bana bakarken öğrencilerin “Hocam,
ben olsam detention verirdim, ben olsam hakaret
sayardım.” gibi cümleleri eşliğinde bu anı sonsuza dek
unutmak istedim; ama dediğim gibi her yıl, her yeni
dönemle beraber beni yeniden ve yeniden karşılayan o
soru, “Hocam, Mr. Verbowski’nin size detention verdiği
doğru mu?”
Bir diğer an var ki, on yıldır her sene sonunda o yoğun
duyguyu yaşatıyor bana. Mezuniyet günü, tüm
akademik kadronun o tüyler ürpeten, o müthiş müzikle
velilerin arasından geçerek tüm bir dönemle karşı
karşıya kaldığı o an benim için hakikaten paha biçilmez,
sanki tüm bir yaşanmışlığın ete kemiğe bürünmüş hali,
olgunlaştığı an, artık yuvadan uçan öğrencilere veda
etme anı.
Tabii Türkçe Tiyatro Kulübü’nün de gönlümde ayrı bir
yeri var. Uzun yıllar Gül Soydan Koç hocanızla –ve
kulübümüze katılmış tüm değerli öğrencilerimizleomuz omuza bu geleneği sürdürmüş olmak apayrı,
sınıfta olmaya hiç benzemeyen bir tecrübe. Zaman
zaman provalarda kendimizi kaybedip büründüğümüz
haller, içimizde kalan gizli tiyatro sevdasını da ortaya
çıkartmadı diyemem. Üç Kuruşluk Opera, Kanlı Nigâr,
Otogargara, Bahar Noktası, Keşanlı Ali Destanı ve
niceleri... “İyi ki” dediğim pek çok anıyı yaşattı bana.
10 koca yıl, nice anılar, hangi biri anlatılır. Onları da mı
bir gün yazsam...
K: Eğer bir gün tekrar Türkiye’de yaşayacak
olursanız, Robert Kolej’de yeniden çalışmak ister
misiniz?
E.Y.: Neden olmasın. Bu kadar güzel duygularla,
birbirinden güzel anılarla ayrıldığım bir kuruma
dönmeyi tabii ki isterim. Zamanın beraberinde neler
Mart 2016
KÖPRÜ
-5-
getireceği hiç belli olmaz.
K: Okuldan ayrılıyor olmanın en üzücü yanı ne sizin
için?
E.Y.: Tekrara düşmek istemem ama, öğretmenlik
insanın karakterini çokça şekillendiren bir meslek. Bu
işi severek yapıyorum, 10 yıldır yaptığınız, yapmaktan
zevk aldığınız bir şeyi bırakmak başlı başına zor.
Öğretmenlik beraberinde pek çok duygusal bağı da
getiriyor. Öğrencilerimle, zümre arkadaşlarımla /
dostlarımla, okul çalışanlarıyla, doğasıyla, binalarıyla
tüm bir kurumla kurduğum bağ kolay kolay geride
bırakılamayacak cinsten. Kimi öğrencilerin “Bizi
mezun etmeden mi gidiyorsunuz?” sözleri beni oldukça
üzüyor. Bu kararı paylaşma faslı da benim için hiç kolay
olmadı, edebiyatla haşır neşir olmanın verdiği bir
hassasiyet de var herhalde. Ansızın, bunu bir daha
yapamayabilirim, bunu son kez yapıyorum gibi
düşüncelerle gözlerim doluyor. Bu duygularla bir
kurumdan ayrılıyor olmak şans diyebilirim.
K: Okulda edebiyat öğretmeni olan Eda Yurdakul,
evde nasıl biri?
E.Y.: Arada bir öğretmen rolünü oynamaya devam
ediyor olabilirim, mesleki deformasyon. Genel olarak,
huzurlu, sessizliği ve evde vakit geçirmeyi seven,
yaşadığı yeri güzelleştirmeye çalışan, çiçeksiz
yaşayamayan, iyi bir müzik arşivi olan, güzel müzikler
dinleyen, sevdiği kitapları okuyan, kimi dönemler sınav
okumaktan başını kaldıramayan, tenis turnuvalarını dört
gözle bekleyen ve turnuva dönemi koşa koşa eve giden,
deşarj olmak için ya da hakikaten bir şey düşünmeme
haline geçmek için evde yoga yapmaya çalışan,
başaramazsa yemek yaparak aynı ruh halini yakalamaya
çalışan, yönetmen filmlerini seyretmeyi seven, bazen
yabancı dizilere kendini kaptırıp sezon bitirmeden rahat
edemeyen (bu ara House of Cards), sevdiği insanların
zevklerine de mümkün mertebe iştirak etmeye çalışan,
ailesiyle vakit geçirmeyi çok ama çok seven bir Eda
Yurdakul.
K: Hiç örnek aldığınız / sizi etkileyen birileri var mı?
E.Y.: Yaşam boyu beni en derinden etkilemiş, kendimi
tanımamı sağlamış, örnek aldığım, onun gibi olmak
istediğim kişi kaybettiğim annem. Hayatım boyunca
onun kadar çalışkan, onun kadar merak eden, onun
kadar araştıran ve üreten, onun kadar güzel ilişkiler
kuran, onun kadar çevresindeki insanları mutlu eden bir
kişi hiç tanımadım. Birazcık bile olsa ona
benzeyebilirsem, şu hayatta kendi adıma çok şey
başarmış olurum.
K: Geçmişinize dair hiç keşkeniz var mı?
E.Y.: Geçmişe bu duygu ve düşüncelerle, keşke’lerle
dönmeyi sevmiyorum. Yaşadığımız her an bir şekilde
kimliğimizi, kişiliğimizi şekillendiriyor. Umarım
gelecekte “Keşke Robert Kolej’den ayrılmasaydım.”
-6-
demem. Bu karar da beraberinde umarım güzellikleri,
mutluluk verecek başlangıçları getirir.
K: Peki, en sevdiğiniz şiiri sorsak?
E.Y.: “En” ifadesi beni hep ürkütür -sınavlarda da
meşhur kırmızı kalemimle üstünü çizerim bu gibi
ifadelerin bilirsinizhangi birini “en” sıfatına
sığdırabilirim ki; ama ilk aklıma gelenleri sorarsanız
Turgut Uyar’ın “Göğe Bakma Durağı” ile Nâzım
Hikmet’in
“Salkımsöğüt”
şiirini
sayabilirim.
Memleketimden İnsan Manzaraları da başlı başına bir
başyapıt, saymazsam olmaz. Hadi bir de Edip
Cansever’den “Yerçekimli Karanfil”i ekleyeyim listeye.
K: Öğrencilere tavsiye etmek istediğiniz şeyler var
mı?
E.Y.: Bu temposu çok yoğun okulda, hayatta,
güzellikleri es geçmemenizi dilerim. Madem şiir
sordunuz, buna da şiirle, Behçet Necatigil’in dizeleriyle
yanıt vereyim: “Bitmeyen işler yüzünden / (Siz böyle
olsun istemezdiniz) / Bir bakış bile yeterken anlatmaya
her şeyi / Kalbinizi dolduran duygular / Kalbinizde
kaldı / Siz geniş zamanlar umuyordunuz / Çirkindi dar
vakitlerde bu sevgiyi söylemek. / Yılların telâşlarla bu
kadar çabuk / Geçeceği aklınıza gelmezdi.” Sizi mutlu
eden, size heyecan veren, size huzur veren ve tabii ki
size başarı getirecek şeyler için mücadele edin. Hayatta
bu dengeyi yakalayabilmek kolay değil.
K: Bize sizinle bu keyifli söyleşiyi yapma şansı
tanıdığınız için çok teşekkür ederiz.
Eda Yurdakul: Bu güzel söyleşi için size ve tüm Köprü
ailesine teşekkür ediyorum.
KÖPRÜ
Mart 2016
Ferdağ Hocamıza Buruk Bir Veda
İrem Deyneli
Okulumuzda 13 yıldır öğretmenlik yapan Ferdağ Hocamız maalesef bu sene
okulumuzdan ayrılıyor. Genellikle 10. sınıfta tanıma fırsatı bulduğumuz Ferdağ
Hocamızla Köprü gazetesi olarak bir röportaj hazırladık. Eğer siz de Ferdağ Sezer’i daha
yakından tanımak ve okuldan ayrıldıktan sonra neler yapmak istediğini öğrenmek
istiyorsanız okumaya devam edin...
Öncelikle, coğrafya öğretmeni olmaya nasıl karar
verdiniz?
Aslında benim için öğretmen olmak birinci planda bir
önem taşıyordu çünkü çocukluğumdan beri öğretmenlerin
çok önemli kişiler olduğunu düşünmüşümdür. İlkokul
zamanlarımda öğretmen olmayı düşünüyordum, sonra bu
düşüncelerime doktorluk katıldı. Sonra yine tekrar
öğretmenliği düşündüm. Çocukları çok seviyordum.
Aslında insanları çok seviyordum. Ya doktor olarak hizmet
verecektim ya da öğretmen olarak. Böylece de insanlarla
birebir iletişim halinde olacaktım. Sonrasında da üniversite
seçimleri sırasında da edebiyat, coğrafya, tarih gibi
seçenekler arasından coğrafyayı seçtim. Ancak ilk mesleğe
başladığımda edebiyat öğretmeni olarak başladım.
Fakat yine de doğaya karşı bir ilgim vardı. Hep
çevremi incelerdim. Taşların, dağların nasıl oluştuğunu
daha ilkokuldayken bile merak ederdim. Bir de lise
hayatımda coğrafya dersini neredeyse görmedik,
öğretmenimiz idarecilik yapıyordu. Bu nedenle de derslere
çok gelemiyordu ve dersleri de çoğunlukla ben
anlatıyordum. O da herhalde etkili olmuş olacak ki, bunun
gibi birkaç sebeple branş olarak coğrafya öğretmenliğini
seçtim.
Robert Kolej’den ayrıldıktan sonra neler yapmayı
planlıyorsunuz?
Ayrılma kararım biraz ani oldu. Önümüzdeki yıl için
planlamıştım çünkü bence böyle bir düşünce uzun vadeye
yayılarak karar verilmeli. Birden bire ‘Robert Kolej’den
ayrılacağım’ deyip de ayrılmak kolay kabullenilebilecek
bir şey değil. Ancak yavaş yavaş şekillendirdiğim bir
düşünceydi. İlk defa geçen sene şekillendi, bu sene
olgunlaştırıp gelecek sene de uygulayacaktım.
Fakat babamın sağlık durumunun ciddi şekilde
bozuluyor olması beni çok endişelendirdi. Okulun
yoğunluğu ve temposu onunla yeterince ilgilenememe
sebep oluyordu. Babama ben baktığım için beni biraz
duygusal anlamda yıprattı ve önümüzdeki yılın biraz daha
zorlu geçecek olması biraz da korkuttu. Ben ki görevimi
ayığıyla yapmaya çalışan bir yapıya sahibim, bunu
yapamadığım anda çok huzursuzluklar yaşayacaktım.
Dolayısıyla bir seçim yapmam gerekiyordu ve ben de
tercihimi babam yönünden kulandım çünkü artık emeklilik
zamanım da geldi.
Mart 2016
Beni tek üzecek olan şey öğrencilerimden ayrılmak.
Okulu gerçekten çok seviyorum. Öğretmenlik hayatımın
24 yılının 13 yılını burada geçirdim ve burası benim ikinci
evim, ikinci ailem durumuna geldi. Bırakmak gerçekten
çok zor. Her gün gelip gittiğiniz bir yerde olmama
duygusu uzun süreli çalışan insanlar için çok zor bir şey.
O anlamda da benim hızlı karar vermiş olmam beni biraz
yordu.
Gelecekle ilgili bu nedenle çok fazla bir şey
düşünebilmiş değilim. Ancak benim en büyük
hayallerimden biri öğretmenliğe başladığım dönemlerin
hikayelerini, öğretmenlik tecrübelerimi yazmak. Bir diğeri
yağlı boya resim yapmak ve muhakkak kursuna gitmeyi
planlıyorum. Son dönemlerde de fotoğrafçılık ilgimi
çekmeye başladı. Bunun dışında da sosyal yardımlaşma
kurumlarıyla ve özellikle down sendromlu çocuklarla
ilgilenmek gibi bir olgu geçirdi son zamanlarda. Oradan
bir kapı açmayı da planlıyorum. Ve onun dışında da bir
üniversitede öğretmen eğitimiyle ilgili bir kürsü açmak ve
bu okulda edindiğim deneyimlerimi öğretmen adaylarıyla
KÖPRÜ
-7-
paylaşmak istiyorum. Ancak önce bol bol dinleneceğim.
Okulumuzda permakültür ile ilgili bir proje
yürütüyordunuz. Bize bununla ilgili biraz bilgi
verebilir misiniz?
Aslında biz, okul olarak, permakültürde bir çığır açtık
diyebilirim. Okullarda perma kültür bahçeleriyle ilgili
katıldığımız bir programda karşımıza çıktı. Daha sonra bu
projeyi öğrencilerimle okulda gerçekleştirmek istedik.
Bolu’nun Seven ilçesinin Alpagut köyünde yürütülmekte
olan bir proje vardı ve bu bölgede perma kültür projesini
başlattık. Amacımız permakültürü bir araç olarak
kullanıldığı köyün terk edilmişliğinin önüne geçmek ve
kentli insanı o sıkıcı binalar arasındaki yaşantısından
oralara çekebilmekti. Yani doğayla insanı birleştirmek ve
aynı zamanda köydeki insanlara da ekonomik kapı
oluşturabilmeyi amaçladık. Bu amaçla da iki yıl boyunca
projemizi yapmaya devam ettik.
Bunun üzerinde permakültürle ilgili okulumuzda farklı
okulların da katılımıyla bir konferans düzenledik. Katılan
okulların hepsi de kendi okullarında permakültür bahçeleri
oluşturmaya başladılar.
Bu yılki ziyaretimizde belediye başkanı ve
kaymakamlık da bize destek vererek çalışmaların devam
ettirileceğini söyledi. Bu yüzden ben bu projeyi de
bırakmak istemiyorum ve ona devam etmeyi planlıyorum.
Öğrencilerinizle ilgili unutmadığınız bir anınızı
anlatabilir misiniz?
Yıllar önce, hiç unutamıyorum, daha okula ilk
geldiğim sene, bir gün derste bir öğrencinin elma yediğini
fark ettim. “Sen elma mı yiyorsun?” diye sorunca “Yok
hocam, yemiyorum” deyip elmayı G418’deki pencereden
dışarıya atmıştı. Ben böyle gözlerim açık bir şekilde “ya
birisinin kafasına gelseydi” diyerek bir tepki vermiştim.
Sonra aslında orasının kütüphanenin balkon kısmı
olduğunu öğrendim. O zamanlar balkon da açık değildi.
Çok komik bir dersti. Ancak bunun dışında
öğrencilerimizle çok güzel daha birçok anımız oldu.
burada okuyabilseydim demişimdir. Fakat öğrenci
olamasam da burada bir öğretmen olabilmek benim için
ayrı bir şeref, bu konuda ben de çok şanslıyım.
Okulumuzda en çok özleyeceğiniz şey nedir?
Ağaçlar, ve tabi ki öğrenciler. Buranın dokusu,
atmosferi, her şeyi bambaşka. Biz artık hep içinde
olduğumuz için bazı şeyleri çok fark etmiyoruz, olağan
görüyoruz. Ama başka bir yere gittiğimde hemen burayı
özlediğimi hissediyorum, her şeyiyle. O yoğun temponun
içinde bile ben aslında çok sade, çok yumuşak, insana
huzur veren bir ortamda çalıştığımı görüyorum.
Dolayısıyla o huzuru, doğal güzelliğini, kendi içindeki o
cıvıltısını arayacağım. Tabi ki arkadaşlarımı, dostlarımı da
arayacağım. Ama öğrencilerimin yeri bambaşka çünkü biz
sizler için buradayız. Çok çok değerli, anılarının yeri
önemli olan öğrencilerim oldu. Onları hayatımdan
çıkarmayı da planlamıyorum.
Öğrencilerinize tavsiye etmek istediğiniz bir şeyler
var mı?
İlkeleri olan gençler olarak yetişmek zorunda
olduğunuzu düşünüyorum. Bazı durumlarda bunlar sizin
elinizden alınmaya çalışılabilir ancak bunlara sıkı sıkı
sarılmalısınız. Çalışkanlık, dürüstlük, doğru olmak, insana
değer vermek, saygı duymak, gerçekten sevmek gibi
ilkeler bunlar. Bazen bunları unutabiliyoruz ancak bunları
kaybetmemek adına çalışmaya devam etmelisiniz.
Kendisine huzurlu, mutlu, neşeli bir emeklilik diliyor
ve bizi sık sık ziyarete gelmesini diliyoruz.
Sizi hiç unutmayacağız...
Peki, Robert Kolej’de okusaydınız nasıl bir öğrenci
olurdunuz?
Çok başarılı bir öğrenci olurdum. Lise hayatımda da
başarılı bir öğrenciydim, yani şartlar çerçevesinde. Bizim
zamanımızda sınıfta kalma çok daha farklı bir şekilde
yaşanıyordu. Günümüzde eğitim giderek kolaylaşıyor ama
öte yandan çok daha zorlaşan tarafları da var. Örneğin
sınav sistemleri en başta. Dolayısıyla ben hep sizleri çok
yetenekli, zeki, akıllı, özel becerileri olan gençler olarak
gördüm. Ama bu eğitim sistemi (oklumuzdaki eğitim
sistemi değil de genel eğitim sisteminden bahsediyorum)
sizin bu becerilerinizi yeterince geliştirmenizi engelliyor.
Yani aslında size sınırlar çiziyor. Fakat burası size çok şey
katıyor ve ben de burada öğretmenlik yapmaktan, sizlere
bir şey katabilmekten hep gurur duydum. Keşke ben de
-8-
KÖPRÜ
Ferda hocamızın en
büyük hayallerinden biri:
Mitchell’ın
yeşilliklerinde çekilmiş
bir veda fotoğrafı...
( fotoğraf: Talha Aktaş )
Mart 2016
Aygül Tanaydın: Bir Söyleşi
İdil Kara
Ali Yağız Ayla
Bu sayıdaki öğretmen röportajlarından birini felsefe öğretmenlerimizden Aygül
Tanaydın’la gerçekleştirdik. Biz çok keyif aldık ve hocamızla ilgili bir sürü bilgi edindik.
Umarız siz de bu röportajı okumaktan aynı keyfi alırsınız.
Köprü: Nasıl bir çocukluk geçirdiniz?
Aygül Tanaydın: Çok hareketli, eğlenceli, bol oyunlu, arkadaşlı
bir çocukluk geçirdim. İstanbul’da Kartal’da büyüdüm. Sokak
oyunlarıyla dolu, farklı bir sürü arkadaş edindiğim bir ortamdı. Çok
eğlenceli geçtiğini hatırlıyorum, ağaçların üstünde, bahçelerin
arasında, kısacası sokakta. Ortaokul ve lise de çok eğlenceliydi,
okuldan kaçmalarla dolu...
K: En büyük hayaliniz neydi?
AT: Yoktu, büyüdüğümde şunu olurum, dünyayı kurtarırım diye
hayallerim olmadı. Çocuk olmak çocuk olmayı gerektirirdi, yaşımı
gerektirdiği şekilde yaşadım. Lisede insan, içinde yaşadığı toplumsal
gerçekle daha fazla yüzleşiyor; o dönemde ‘bir şeyler yapılması
gerek’ dediğimi hatırlıyorum. Yolunda gitmeyen şeyler adına bir
şeyler yapma hissi doğmuştu içimde. Bu nedenle liseden beri sosyal
bilimlerle ilgilendim, çünkü insanı ve içinde yaşadığı toplumu
anlamaya yönelik değişik bir merakım vardı. Bana bir insanı
anlamak veya sosyal bir olayı çözmek bir dedektiflik hikayesi gibi
gelirdi veya bir davayı çözmek, onun arkasındaki ilişkileri görmek...
Bunlar bana çok heyecanlı gelmişti. Lisede şanslıydım, iyi
öğretmenlerim oldu. Özellikle edebiyat öğretmenlerim çok iyiydi,
beni bu konuda yüreklendirip iyi kaynaklara yönlendirdiler. Bu
durum da insanın gözünü açıyor yavaş yavaş. Mesela lisedeyken
ileride bankacı, işletmeci, avukat olmayacağımı biliyordum.
Üniversite tercihi yaparken de sosyoloji, psikoloji, felsefe dışındaki
bölümleri yazmadım. Bu alanlardan birine gideceğim az çok belliydi.
K: Psikoloji ve felsefeye olan ilginiz nasıl ve ne zaman
oluştu?
AT: Çok enteresandır ki lisedeki felsefe dersini pek sevmedim.
Şu anki sistemden farklıydı, çünkü felsefe dersini son sınıfta aldık.
Üniversite telaşı varken hiç ilgilenmediğimiz ve hocanın da hiç
üstüne düşmediği bir dersti. Hocamız bile “Sizin için boş dersse,
benim için de boş ders.” diyordu. Bu yüzden önceden beni bu alana
iten edebiyat öğretmenlerimdi dedim. Bu alanlar biliyorsunuz
birbiriyle çok bağlantılı. Ama benim için felsefe, psikoloji tarzı bir
bölüm okuyacağım çok belliydi, başka bir bölüm de yazmadım
zaten, felsefe hocamızın neleri anlatmadığını merak etmiştim esasen.
K: Üniversite hayatınız nasıldı?
AT: İstanbul Üniversitesi sosyoloji bölümünde okudum.
Üniversitedeyken şunu keşfettim: Sosyoloji okumanız aynı zamanda
psikoloji ve felsefede okumanız demekti. Hangi bölümü
kazanırsanız kazanın, bu üçünü beraber okuyorsunuz. Bunlar
birbirinden ayrılabilir alanlar değil. Felsefe bu işin olmazsa olmazı
bir temel sağlıyor. Sosyoloji ve psikoloji onun üzerine daha da
derinleşmenizi sağlayan bölümler. Daha önce de dediğim gibi bu
alanlara girmek polisiye bir davayı çözmek gibi. Toplumsal olayları
ve insan ilişkilerini anlamak her zaman doğru soruları sorabilmeyi
gerektiriyor. Bu da felsefeyi beraberinde getiriyor. Bu durumun
arkasında neler var, ne tetiklemiş? Bu sorular da sizi çeşitli
Mart 2016
okumalara yönlendiriyor. Bu şekilde bir yolculuk başlıyor.
Psikolojiyi, felsefeyi, tarihi, siyasal bilimleri birbirinden ayırmanız
mümkün değil. Biz bugün üniversitelerde ve liselerde farklı farklı
dersler olarak veriyoruz; ama iyi bir sosyolog tarihten veya bir
felsefeci psikolojiden anlamıyorsa eksik kalır.
K: Liselerdeki sosyal bilimler eğitimi hakkında ne
düşünüyorsunuz?
AT: Sizin sosyal bilimler alanında alabileceğiniz çok çeşitli
dersler var, pek çok okulda bu böyle değil. Maalesef devlet
okullarında şu an sosyal bilimler dersleri, özellikle felsefe grubu
dersleri çok azaltılmış durumda. Tek zorunlu ders felsefe, onun
dışında psikoloji ve sosyoloji seçmeli dersler, ama çoğu okulda bu
dersler “seçilmiyor.” Böyle zorlayıcı bir tarafı vardır. Bu anlamda
Robert Koleji’nin size sunduğu sosyal bilim dersleri çok güzel.
Seneye iki tane psikoloji, bir tane sosyoloji sınıfı var. Bunlar sizin
seçimlerinizle zenginleşebilecek dersler, ama genel olarak
yaşadığımız toplumda felsefeye, psikolojiye çok da sıcak
bakılmadığı aşikar. İşimin öğretmenlik olduğunu öğrendiklerinde
“Ay ne kadar güzel, tam bir “bayana” göre! ” gibi tepkiler verirlerken
branşımı sorduklarında “Felsefe.” derim ve bir gerilim hissedilir.
Felsefe bilinmez ve belirsiz bir alan olarak algılanır. Size ilk derslerde
bahsederim, “Bana felsefe yapma!” deyiminin olduğu bir ülkede
yaşıyoruz. Bu deyim zaten bizim felsefeye toplumsal bakışımızı
gösteriyor. Bu zorluklar içinde felsefe yapıyoruz :)
K: Robert’e gelmeden önce nerelerde çalıştınız, nasıl
geldiniz?
AT: Okuldan mezun olduktan sonra ne yapacağım çok da belli
değildi. Üniversitede okurken iki arkadaşım “Öğretmenlik
formasyonu diye bir uygulama var, daha fazla ders alırsak öğretmen
olma şansımız doğuyor.” dedi. Ben de olabilir, neden olmasın diye
düşündüm. O an için ne olacağımı bilmiyordum, okurken
eğleniyordum açıkçası. Çok geleceği planlamamıştım, elbet bir şey
olurum diye düşünüyordum. Arkadaşlarım sayesinde öğretmen
oldum aslında. Okulu bitirince çok işime yaradı. Pedagojik
formasyon yapınca da öğretmen oldum. Bu işe de Kavram
Dershanesi’nde başladım. Beş sene Kavram’da çalıştıktan sonra dört
sene de TED Koleji’nde çalıştım. üç senedir de buradayım. İlk
KÖPRÜ
-9-
öğretmenliğe başladığım günlerde Robert Kolej’e gelmenin pek olası
olduğunu düşünmüyordum. Tabii ki en iyisini yapmaya her zaman
çalışırsınız, ama böyle bir hedefim olmadı. İşimi iyi yapmaya
çalıştım sadece. Gazetede ilanını gören bir arkadaşım bana haber
verdi. Ben de ‘daha neler!’ dememe rağmen başvurdum.
K: Robert’te bulunduğunuz süre boyunca hangi aktivitelere
katkıda bulundunuz?
AT: Üç senedir felsefe kulübüyle çalışıyoruz. Her sene kasımın
3. haftasında okulda Dünya Felsefe Günü’nü etkinliklerle
kutluyoruz. Her sene mutlaka Türkiye Felsefe Olimpiyatları’na
katılıyoruz. Arada yıllık ödev alan öğrencilerle çocuklara felsefe
öğretme etkinliği düzenledik. 6., 7. ve 8. sınıftaki öğrencilerle Matrix
gibi filmler üzerinden felsefi tartışmalar yapıyoruz. Çocuklara
kavramları basitleştirip anlattığınızda anlıyorlar. Aslında herkesin
üzerine düşündüğü şeyler, bir şeyin iyi mi kötü mü olduğu sorunu
yaşınız değişse de değişmeyen bir problem. Küçükken iyi ve kötü
diye ayırdığınız şeyler farklı, yaşınız ilerleyince iyiye ve kötüye bakış
açınız farklı. 7. sınıftaki bir öğrenciden 12. sınıftaki öğrenciye kadar
iy- kötü sorunsalı herkes için olan bir sorun. Bu ikilem asla
tartışmanın bitmediği konular.
K: En sevdiğiniz filozof kim?
AT: O an hangi filozofu sınıfta tartışıyorsak en sevdiğim filozof
o oluyor. Tartışma ruhuna bürününce filozofların haklı noktalarını
daha iyi anlıyorum. Diğer bir filozofa geçince onun daha haklı
olduğunu düşünüyorum. (Aynı sizin gibi…) Birisini seçmek zorunda
kalsam Platon’u seçerim.
K: Biz sizden dersteki ilginizden dolayı Kant cevabını
bekliyorduk aslında.
AT: Kant’ı çok severim, ama derste de dediğim gibi teorikte
şahane, pratik olarak uygulanmasının imkanı yok. Platon’u neden
çok seviyorum? Platon’un üzerine tartıştığı, ama diğerlerinin
tartışmadığı hiçbir konu yoktur. Platon bütün soruları ortaya atan ilk
kişidir. Bugün demokrasiyle, varlığın yapısıyla ilgili tartışma
yapıyorsak Platon’un etkisindendir. Bugün bilimin, felsefenin hala
cevap aradığı soruları ilk soran Platon’dur. Bunların hepsini bize
Devlet kitabında anlatıyor. Demin birisini seçmek zorunda kalsam
Platon’u seçerdim dedim; ama bu son bir yıldır böyle. Ben de çeşitli
deneyimler yaşıyorum, farklı insanlarla konuşup farklı kitaplar
okuyorum. Benim de deneyimlerim doğal olarak değişiyor,
okumalarım farklılaşıyor. Önceden Platon’a sınıflı toplum yapısını
önerdiği için neredeyse faşist bir filozof gözüyle bakarken zaman
içinde biraz daha okudukça başka bir adam olduğunu, başka bir
şeyler söylediğini keşfediyorum. Muhtemelen beş on sene içinde
tekrar değişir.
K: Robert’te bir öğrenci olsaydınız nasıl bir öğrenci
olurdunuz? Hangi dersleri alırdınız?
AT: Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi, ASL 1-2, sosyoloji, psikoloji,
film ve edebiyat ve modern roman kesinlikle alırdım. Ya modern
fizik ya da matematik gibi sayısal derslerden de bir tane alırdım, diye
düşünüyorum.
K: Robert’te unutamadığınız bir anınızı anlatır mısınız?
AT: Bunu düşündüm, bu sene oldu bu olay. İlk dönemin
ortalarında. Bir sınıfta din felsefesi ve Saint Augustine’den Tanrı’nın varlığına ilişkin getirilmiş görüşlerin eleştrilerindenbahsederken otomasyon kutusundan fena halde çarpıldım.
Güldükten sonra üzerinde epey bir düşündük. O gün bugündür din
felsefesi hakkında konuşurken otomasyon kutusundan uzak
duruyorum.
-10-
K: Geleceğe yönelik planlarınız nelerdir?
AT: Bu konuda da Epikurosçuyum. Elimizde olduğu kadarıyla
yiyelim, içelim ve dünyadan keyif alalım. Ne kadar alabilirsek tabii...
Hani John Lenon’ın bir sözü vardır ya “Hayat siz onu planlarken
yaşadıklarınızdır.” diye. Bu bağlamda, kafanıza hedef koyup planlar
yapıyorsunuz ama hiçbir zaman hedef koyup kendimi ona doğru
hareket etmek için zorlamadım. Hayatta belli bir seçim anı geliyor
ve siz neyi seçiyorsanız, o oluyorsunuz. Bu seçimler sizi siz yapan
şeyler oluyor.
K: Öğrencilerinize liseden mezun olmadan hangi kitabı
okumasını ve hangi filmi izlemesini önerirsiniz?
AT: Tek bir tane söylemesi o kadar zor ki sınıflarda da her daim
söylerim, distopya ve ütopyalardan okumalısınız. Bunlara klasik
örnekler: 1984, Fahrenheit 451, Thomas More’un Ütopya’sı
sayılabilir. Çalışma saatlerinin dört saate indirilmesiyle ilgili
görüşlerinden dolayı kalbimi çalmış bir adamdır. İngilizce
derslerinde okuyorsunuz zaten bazılarını. Ayrıca mutlaka bakılması
gereken bir ütopya-distopya kitabı da Ursula K. Le Guin’in
“Mülksüzler”idir. Bence mutlaka okumanız gereken kitaplardan biri
diğeri de Platon’un Devlet’i ve yine Platon’un Sokrates’in
Savunması’dır. Saint Augustinus İtiraflar’a bakılabilir. Bizim parça
parça derslerde okuduğumuz Hükümet Üzerine İki Deneme (John
Locke), Toplum Sözleşmesi (J.J. Rousseau) ve Thomas Hobbes’un
Leviathan’ına bakılabilir. Bunlar çok temel metinler, ne işle
uğraşırsanız uğraşın karşınıza çıkacak metinler. Günümüze geldikçe
mutlaka okunması gerekenlerden bir tanesi de Kötülüğün
Sıradanlığı’dır (Hannah Arendt). 2. Dünya Savaşı’nın sonrasında
toplumsal hayatın çöküşü ve kötülük problemi üzerine çok etkileyici
bir fikir verir. Bunlar dediğim gibi hep karşınıza çıkacak eserler..
Bunların dışında Uygarlığın Huzursuzluğu (Sigmund Freud), Cadı
Kazanı (Arthur Miller), Modern Dünyanın Sorunları Karşısında
Antropoloji (Claude Levi-Strauss) ve Epepe (Ferenc Karinthy) gibi
kitapları da sayabilirim.
Film olarak da son izlediğim filmlerden birini söyleyeyim. Kült
olanları zaten izliyorsunuzdur. The Experimenter, Milgram testinin
nasıl geliştiğini anlatan bir film. Film otorite ve itaat arasındaki
ilişkiyi anlatıyor. Felsefe kulübüyle izlediğimiz Saul’un Oğlu’ndan
da çok etkilendim. Üzerine konuşulması gereken çok fazla konu var.
Bir mağdur ve onu mağdur eden kimliğini ters bir bakış açısıyla
veriyor. Başkaca sayabileceklerim ise The Mist, Blindness, City of
God ve Brazil. Batman v. Superman tabii ki (gülüyor). Ben
Batmanciyim, Superman insan değil bir kere. Batman insanın
karanlık yönüne gayet iyi uyuyor.
K: Robert’teki öğrencilere genel tavsiyeniz nedir?
AT: Çok güzel bir okuldayız, tadını çıkarın. Çimenlere uzanıp
baharın tadını çıkarın. Bol bol anı edinin, çünkü çok iyi geliyor
ileride lise yıllarını hatırlamak. Sosyal meselelere duyarlılık edinin,
edindiğinizde onu kaybetmeyin; kendi kariyerinizin ya da sistemin
öne sürdüğü hedeflerin peşinde koşarken ezip geçmeyin insanları.
Sağınızdaki solunuzdaki insanları görmeye çalışın. Şu an çok dolu,
yoğun olduğunuz zamanlar ama yine de kim olduğunuzu anlamaya
çalışın. İçgörü sahibi olmak da çok önemli. Birilerinin size kim
olduğunuzu söyleyebileceği yaştasınız; ama aynı zamanda
kendinizin kim olduğunuzu keşfetmek için de çok fazla deneyim
yaşayacak yaştasınız. Yaşamanız gereken deneyimlerin önünü açın,
tabi size zarar vermeyecek ve bu ikisini ayırt edebilmenizi
sağlayacak olanları… İnsan kim olduğunu arkadaşları ve aileleriyle
keşfediyor. Deneyim yaşamadan insanın kim olduğunu keşfetmesi
çok zor, bu anlamda Lockeçuyuz.
KÖPRÜ
Mart 2016
RC Sanatseverler Topluluğu
Yağmur Dülger
Kaan Tarhan
RC Sanatseverler Topluluğu hepinizi bekliyor!
Biz bu yıl dört beş kişi birlikte gezilere gitmeye
başlayan ufak bir sanatçı grubuyuz. İstanbul Modern,
Sabancı ve Robert’e yakın çeşitli sanat galerilerine ve yeni
gelen sergilere gidiyoruz. İstanbul’a gelen sanat sergilerini
takip ettiğimiz için, birimizin haberi oldukça diğerlerine
haber veriyoruz ve mümkün olduğu kadar birlikte gidip
birlikte gelmeye çalışıyoruz. Genelde Öğrenci Birliğinin
geç saatlerde başlayan etkinliklerinden önce okuldan çıkıp,
etkinlik başlamadan okula dönüyoruz. Bir taşla üç kuş
vurmak gibi, hem sergi ve etkinliklerden yararlanıyoruz
hem de geç servisleri kullanabiliyoruz.
Sonra düşündük taşındık, dedik ki biz bunu daha çok
kişiyle paylaşmalıyız.. Bizim arkadaş çevremiz gezilerden
haberdar ve kendileri uygun oldukça gezilere gidiyorlar
ama Robert Kolej’in geri kalanı bunlardan bihaber. Joe
Welch ile konuştuk ve bu gezileri resmi hale getirmeye
karar verdik. Edebiyat öğretmenimiz Melek Giray İnce
bize sponsor oldu ve seneye resmi olarak gezilerimizi
düzenleyebileceğiz. Hemen her ay bir gezi yapmaya
çalışacağız ve Joe Bey’in desteğiyle ulaşımımızı Gürsel
servisleriyle yapabileceğiz. Böylece daha rahat imkanlarla
ve daha büyük gruplarla gezi düzenleyebileceğiz.
hem sergiler fazla kalabalık olmuyor hem de giriş ücretsiz.
İstanbul Modern’e kısa ziyaretimizde oradaki geçici
sergilerden iki tanesini gezme fırsatı bulduk.
31 Aralığa kadar sürecek olan Sanatçı ve Zamanı
sergisi sanatçıların çalışmalarını zaman kavramı
çevresinde nasıl şekillendirdiklerine odaklanıyor. İçinde
zaman temasını barındıran ve sanatçı zaman ilişkisini
yansıtan eserlere bol bol yer verilmiş. Işık yansımaları ve
renk oyunları sayesinde farklı açılardan bakıldığında farklı
görünen dev panolardan tutun, kuş tüylerinden yapılmış
çok katmanlı bir perde sayesinde aydınlıktan karanlık uzay
boşluğuna geçebildiğiniz küçük bir odacığa kadar birçok
etkileyici eser mevcut. 5 Haziran tarihine kadar devam
edecek olan Yok Olmadan sergisi ise insan tarafından
doğanın gün geçtikçe nasıl tükedildiğine dair modern sanat
eserlerini barındırıyor. Müzenin karanlık odacıklarında
gösterilen videolar serginin gözünüzü alamayacağınız
parçalarından. Dikkat edin, gezerken üç farklı duvardaki
çamaşır makinelerinin içinde dans eden insan figürlerine
veya yemyeşil vadilerin tepesinden çekilmiş drone
görüntülerine rastlayabilirsiniz. Modern sanata önyargıyla
yaklaşılan günümüzde böyle sergiler gezmiş olmak
hepimiz için bir kazanç oldu.
Uzun lafın kısası, RC Sanatseverler Topluluğu olarak
daha bunun gibi birçok gezi düzenlemenin niyetindeyiz.
Bu gezilerin ilginizi çekebileceğini düşünüyorsanız
gelecek duyurularımıza karşı gözlerinizi açık tutun.
Hepinizi aramızda görmek dileğiyle!
İstanbul Modern Gezisi
Grup olarak ilk önce İstanbul Modern’e okul sonrası
küçük çaplı bir gezi düzenledik. O zamanlar bir RC
Sanatseverler Topluluğu kurma fikri daha aklımızda
olmasa bile sergilerin temaları oldukça ilgimizi çekmişti.
Şimdi ise okulumuzdaki sergi gezmeye ilgi duyan diğer
arkadaşlarımız ve RC Sanatseverler Topluluğu’nun
müstakbel üyeleri için, düzenlediğimiz bu ilk İstanbul
Modern gezisinin detaylarını sizlerle paylaşmak istiyoruz.
Öncelikle bu müzeye gitmek için en ideal günün perşembe
okul sonrası olduğunu belirtmek isteriz. Haftanın o günü
Mart 2016
KÖPRÜ
-11-
Şehirde İz Bırakan Festival: 35. İstanbul Film Festivali
Derya Değerli
Film şeridi gibi bir on gün geçi İstanbul’un gözlerinden.
7-17 Nisan tarihleri arasında gerçekleşen İKSV’nin
düzenlediği 35. İstanbul Film Festivali, şehrin dört bir
yanındaki sinema tutkunları önceden berlirlenen 10 farklı
sinema salonunda buluşturdu. “Şehirde İz Bırakan Festival”
sloganıyla başlayan festivalin posterlerinde filmlerin insanlar
üzerinde bıraktığı etkinin fiziksel bir yansıması olan
dövmeler vardı. Tam bu yüzden etkinlik, “Bir film izledim,
hayatım değişti.” diyenler için ideal, hayatını değiştirecek bir
film bulmak isteyenler için ise kaçırılmaz bir fırsattı. 187
uzun metrajlı, 10 kısa ve 24 deneysel filmin yer aldığı
festival, 62 ülkeden 223 yönetmenin toplam 221 filmini
biraraya getirdi. Eleyici bir seçimden çıktıkları belli olan
filmler arasında dünya sinemasının en yeni örneklerinden
kült yapıtlara, Türkiye sinemasının en yenilerinden
klasiklere, yeni keşiflerden başyapıtlara, gizli hazinelerden
iz bırakan filmlere birçok çeşit film bulmak mümkündü,
böylece seyircinin de kendini bulması kolaylaştı. Gidenlerin
aradıkları filmi bulduklarını umalım ve gitmeyenler için
festivalin en çok konuşulmuşlarını özet geçelim.
Alt Kat / Un Etaj Mai Jos / One Floor Below
Yönetmen: Radu Muntean
Oyuncular: Teodor Corban, Iulian Postelnicu, Oxana
Moravec
Romanya, Fransa, Almanya, İsveç / 2015
Patrascu hayatın alışılmışlığından keyif alan bir adamdır
ve tek bir isteği var: İstikrarlı bir şekilde hayatına devam
etmek. Ancak bir gün oturduğu apartmandaki alt kattan
yükselen gürültülü kavgaya tanık oluyor. Bu kavga,
karakterin hayatındaki o göz açtırmaz istikrarını
kaybetmesine yol açan bir cinayetle sonuçlanıyor. Bir yandan
katil, diğer yandan ise vicdanı Patrascu’ı bir ikilem içine
düşürüyor. Patrascu, gerçeklerle önüne bir duvar örmek
istiyor ama gerçekleri duvarın diğer tarafında bırakmak
düşündüğünden daha zor. Bununla ilişkili olarak yönetmenin
kullandığı gerçekçi perspektif gözlerden kaçmıyor. Ana
karakterin içinde yaşadığı vicdanıyla olan hesaplaşması
oyuncu tarafından kameraya iyi yansıtılıyor ve bu sahnelerde
Suç ve Ceza romanına bazı göndermeler yapılıyor. Bu film
suç kavramını sorgulamayı sevenler ve hayatın sıkıcılığına
aşık olanlar için iz bırakacak bir film.
Toz Bezi / Dust Cloth
Yönetmen: Ahu Öztürk
Oyuncular: Nazan Kesal, Asiye Dinçsoy, Mehmet Özgür,
Serra Yılmaz, Didem İnselel, Gökçe Yanardağ
Türkiye, Almanya / 2015
İki gündelikçi kadın, temizliğe gittikleri evlerdeki
insanlarla kurdukları ilişkiler, gündelik çatışmalar, kendi
-12-
arkadaşlıkları-kardeşlikleri ve bu yakın arkadaşlığın
hiyerarşisi, hayata tutunma çabası, kadınlık, annelik, temizlik
ve yoksulluk… Nesrin ve Hatun şehrin yoksulluğu ve
zenginliği arasındaki bir vagonda gelip giderken, hayatı
anlamaya ve kendilerine gidecek yollar bulmaya çalışırlar.
Hatun temizliğe gittiği mahallede bir ev almak için para
biriktirmeye çalışırken, Nesrin önce onu terk eden kocasının
yokluğuyla, kendi yalnızlığıyla yüzleşir, ardından da beş
yaşındaki kızıyla hayata tutunmanın yollarını arar. Yolları
birbirine benzemez ama yoldaşlık bakidir. İki kadın birbirine
benzemez hayallerle tutunmaya çalışır. Kadınların toplum
içinde kendi yollarıyla kendilerine biçilmiş rollerden
kaçışlarını anlatan bu filmi görmek için bu film izlenmeli
Kadınların Gölgesinde / L'ombre Des Femmes / In
the Shadow of Women
Yönetmen: Philippe Garrel
Oyuncular: Stanislas Merhar, Clotilde Courau, Lena
Paugam, Vimala Pons, Mounir Margoum, Jean Pommier,
Thérèse Quentin, Antoinette Moya
Fransa, İsviçre / 2015
Dürüstlük nedir? Bir ilişkide partnerinize ne zaman yalan
söylemiş olursunuz? Ya da sinema söz konusu olduğunda,
kamera önünde yaşananların ve perdeye yansıyanların ne
kadarı gerçektir? Usta yönetmen Philippe Garrel,
Kıskançlık´ın ardından parlak bir romantik komediyle
beyazperdeye dönüyor. Geçtiğimiz yıl Cannes´da
Yönetmenlerin On Beş Günü bölümünü açan film, 67
yaşındaki ustanın hâlâ ne kadar dinç olduğunu gösteriyor.
Genç bir çiftin ilişkisinin sınavdan geçtiği süreci anlatan bu
siyah-beyaz film, Yeni Dalga´nın en parlak zamanlarını
anımsatıyor.
Bize Rüyalarımızda Huzur Ver / Peace To Us In
Our Dreams
Yönetmen: Sharunas Bartas
Oyuncular: Sharunas Bartas, Lora Kmieliauskaite, Ina
Marija Bartaite, Edvinas Goldsteinas
Litvanya, Fransa, Rusya / 2015
Bir yaz günü bir adam - müzik, aşk ve kariyer arasında
kaybolan, yaşama sevincini yitiren şu anki kemancı- eşi ve
annesinin ölümünün ardından giderek yalnızlığa gömülen ve
yabancılaşmış hisseden 16 yaşındaki kızı ile birlikte hafta
sonu için bir kır evine gidiyorlar. Uzaktan bakıldığında mutlu
bir aile tablosu ama yaklaştığında tüm kusurları ortaya
çıkıyor: karsına sürekli hakaret eden ayyaş bir adam; aptal,
korkak, tembel bir kadın ve tüm bu kavgaların ortasında
kalmış yalnız bir kız çocuğu.... Birbirini seven karı koca için
sevgi yeterli gelmiyor ve karakterleri bambaşka yerlere
çeken kader konuşmaya başlıyor. Filmin akışını ise avcıların
KÖPRÜ
Mart 2016
dikkatsizlikleri yüzünden kaybettikleri silahın hikayedeki kızı
buluşu değiştiriyor. Film, festivalin en çok konuşulanlarından,
içinde sorgulanacak çok şey var ve filmde kızını
umursamıyomuş gibi görünmeye çalışan baba karakterinin de
kızına söylediği gibi: “İnsanlar sorgular, sürekli anlamaya
çalışırlar, bu böyledir.”
Ara / Interruption
Yönetmen: Yorgos Zois
Oyuncular: Alexandros Vardaxoglou, Maria Kallimani,
Alexia Kaltsiki
Yunanistan / 2015
“Ara” tiyatro sahnesinde geçen bir film. Tiyatro kelimesi
aslında “Gördüğümüz yer” anlamına gelen “Theatron”
kelimesinden gelir ve “Ara” filmi de “görme eylemi” ile ilgili.
Film bir rehin alış durumunu anlatıyor ama bu rehin olayı
bilinenden biraz farklı: Olaya polis dahil olmuyor, rehinelerin
kurtulma çabası yok, olayı dışarıdan izleyenler düşüncelerini
belirtemiyor, hatta rehinelerin rehin alındıklarından haberleri
de yok. Senaryo, 2002’de Moskova, Dubrovka Tiyatrosu’ndaki
850 kişinin rehin alınışından esinlenerek yazılmış. 2002’de
yaşanan olayda uzun süre seyirci alkışlarla sahneyi izlemiş,
hepsi olanların oyunun bir parçası olduğunu düşünmüş. “Ara”,
film izlemekten çok, okumayı sevenlerin izlemeye
doyamayacağı ve her izleyişinde yeni sonuçlarla geleceği bir
film. Yönetmen, postmodernize bir şekilde gerçek hayatta
bizlerin gördüklerimiz karşısında habersizce rehineler
oluşumuzu anlatıyor. Kendilerine “halk” anlamına gelen
“Koro” diyen insanlar, bir tiyatro sahnesine ellerinde silahlarla
gelir ve oyunu ele alırlar. Oyunun sonrasında, gerçek ve kurgu,
hakikat ile yalan, mantık ve absürtlük biribirine karışır.
Seyirciye filmin devamında düşen rol ise bunları biribirinden
ayırmaktır. Belki de ayıramamak..?
Bahar Müzik Listesi
Ayliz Onur
Bahar ruhunu yakalamak için dinlenilmesi
gereken 20 şarkı...
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
Love In An Elevator- Aerosmith
Whole Lotta Love- Led Zeppelin
Overtime- Brika
Maniac- Michael Sambello
Ms Jackson- Outkast
Black Magic Woman- Santana
Kumralım- Yaşar
Ebony Eyes-Stevie Wonder
Bu Kız- Son Feci Bisiklet
Polythene Pam-Beatles
Djobi, Djoba-Gypsy Kings
Deli- Duman
Yaz- Sezen Aksu
Kaçın Kurası-Sezen Aksu
Rahatsız Vals- Son Feci Bisiklet
Liberte- Gypsy Kings
Teddy Picker- Arctic Monkeys
Sous Le Ciel De Paris- Yves Montand
Oh Darling!- The Beatles
Gönder Gelsin- Gece
Büyük Ev Ablukada’nın Yeni Şekli: Fırtınayt
Uran Onuk
Uzun süredir sesi soluğu çıkmayan Büyük Ev Ablukada, Cumartesi günkü Fırtınayt konseriyle bir kez daha
seyircisinin karşısına çıktı. Konser duyurusunu grubun tarihini anlatan bir videoyla yaptıktan sonra Hayaletler,
Arayan Bulur ve Güneş Yerinde adında üç şarkıyı dinleyicisinin beğenisine sunan grubun Fırtınayt konseri,
Büyük Ev Ablukada’nın yeni tarzının da bir habercisi adeta.
Grup bu üç şarkıyla elektronik müziğe bir geçişin sinyalini verse de cumartesi günkü konser oldukça
sürprizliydi. Sahneye ilk çıkan Afordisman Salihins, bu sefer gitar yerine bir bilgisayar ve setin önüne geçmişti.
Onu, ardından gelen Galvaniz Gelbiraz, Bas Bariton, Bentek Sizhepiniz, Gelicem Nerdesiniz ve leoparlı
ceketiyle Canavar Banavar takip etti.
Yeni şarkılarını seslendiren Büyük Ev Ablukada’nın Tayyar elektronik cover’ı da, yeni rap şarkısı da
görülmeye değerdi. Yaklaşık bir buçuk saat boyunca aralık vermeden süren konserde “gaza gelen” dansçıların
çılgın figürlerinin yanı sıra bir cambaz da seyircilerin üstünden geçti.
Uzun zamandır beklenen Fırtınayt’ı yeni bir albümün ve grubun tür değişiminin habercisi olarak görüyor, bir
sonraki konseri beklemeye şimdiden başlıyoruz.
Hayrını görün.
Mart 2016
KÖPRÜ
-13-
29 Nisan’da Siz Ne Yaptınız?
Öykü Çolak
Okulun müzik odalarına giderken sağa
baktığımda sadece bir oda, sadece bir stüdyo
yerine, on yedi genç insanın kendini keşfettiği,
yaratıcılıklarını kısıtlamadıkları, özgür hissettikleri
bir yuva görüyorum. Dört senedir bulunduğum bu
aileyi bir araya getiren ve her geçen gün birbirine
daha da bağlayan modern dans Robert Kolej’deki
biricik ama dünya üzerindeki 4956 dans türünden
biri. Ekip olarak gösterimizi sahnelediğimiz 29
Nisan Dünya Dans Günü, ilk olarak 1982’de
Uluslararası Dans Birliği ve UNESCO tarafından
kutlanmış. Kutlanma amacı insanların sanata ve
dansa olan tutkusunu arttırmak olan Dünya Dans
Günü, her yıl düzenlenen çeşitli etkinlikleriyle
insanları dansla tanıştırmaya devam ediyor. Eğer
siz de kendinizi keşfetmenin farklı bir yolunu
arıyorsanız, bedeninizin kendi ritmini bulmasını,
her bir adım attığınızda müzikle bütünleşmek
istiyorsanız aşağıdaki workshoplara ve görsele
serilmiş türlü yaratıcılıklara göz atmaya ne
dersiniz?
Dünya Dans Günü Etkinliği
Yer: Akbank Sanat, İstanbul
Saat: 20.00
2013 yılından beri çalışmalarını devam ettiren
çağdaş sanat dansçılarının hazırladığı
kareografilerden oluşan gösteri, Dünya Dans
Günü’ne adanmış olup bağımsız dans
sanatçılarının performanslarını da içermektedir.
Danslarının konusu genelde dansa olan bağlılık ve
sevgiyi oluşmaktayken, etkinlik izleyicilerine her
bir dansçı ve kareograf görüşlerinin ve hislerinin
yansıtıldığı prolog ithaf eder:
“Dans, hayat gibidir…
Fazla düşünmeye gelmez; duymak, dokunmak,
hissetmek gerekir… Yaşamak, tıpkı dans etmek
gibidir…
Bilmekle ilgili değildir… Tecrübeye açık
olmak gerekir… Bazen sizi alıp götürmesine izin
vermek…
Bir adım atmak ve kendinizi akışa bırakmak...
Bazen kontrolü ele alıp zaman zaman da izin
vermektir…
Dans içtendir… İçtekidir... Henüz
keşfetmediğimiz renklerdir… Hayatta karşılaşılan
-14-
her şeye rağmen, özdekini kaybetmemek ve hep
yeni renkleri aramak gerekir... Tıpkı dans gibi…
Yaşam gibi... Nefes…”
(biletix.com)
Dansın Ritmi
Yer:Hodjapasha Gösteri ve Etkinlik Merkezi
Saat: 21.00
Dans Ritmi adlı gösterinin en ilginç özelliği
kültürel mirasımız olan halk oyunlarının modern
yorumu ve oryantal dansın olağanüstü uyumunun
sahnelenmesi. Geçmiş ve günümüz arasında
dengeyi size birkaç saat tatmak ve iki zaman
arasında benzersiz bir yolculuğa çıkmak
istiyorsanız Dansın Ritmi sizin için eşsiz bir
deneyim olabilir. Aynı zamanda gösteride 360
derece Video Mapping ile kendinizi sahne
atmosferinin içinde rahatça bulabilirsiniz.
L a t i n M ü z i k A k a d e m i s i Fe s t i v a l i Vo l I I
Yer:Hayal Perdesi
Saat: 22.00
Ünlü tumba ustası Luis Ernesto Gomez
tarafından kurulan Latin Müzik Akademisi Türk
ve dünya müziklerini latin yorumlar, besteleri ve
çarpıcı ritimleriyle müzikseverlere eşsiz bir gece
yaşamaları olanağını sunuyor. Eğer eşsiz
kareografilerin ve olağanüstü adımların nerden ve
nasıl beslendiğini öğrenmek istiyorsanız, müziğin
evrenselleştiği bu gece tam size göre.
Pera Dünya Dans Günü
Yer: :Kozyatağı Kültür Merkezi
Saat: 20.00
Dünya Dans Günü’nü coşkuyla kutlamak için
düzenlenen etkinliğin amacı 1982’de ilk kutlanan
günle aynı amaca sahip: insanların dansa olan
dikkat ve ilgisini arttırmak, insanları dansla
tanıştırmak. Sergilenen bu görsel şölen, dansın
evrensel olduğunu izleyicilerine güçlük çekmeden
yansıtabilicek etkiliyiciliğe sahip. “Flamenko’dan
Bale’ye, Tango’dan Sirtaki’ye, Latin Amerikan
Dansları’ndan Oryantal’a, Roman’dan Zeybek’e”
kadar, dünya toplum danslarından oluşan ve
koreografiler” bu gösteride izleyicilerle
buluşmayı bekliyor.
KÖPRÜ
Mart 2016
Şafaktan Önce, Akşamdan Sonra: Ayışığında Şamata
Alp Altunyurt
“Bu dünyada namuslu insaniyetli oldun mu alaya alınıyorsun. Zorba, katil oldun mu
saygı, itibar görüyorsun.”
Ali (Keşanlı Ali Destanı)
Yukarıdaki alıntı geçmiş yıllarda okutulan ve halen
dokuzuncu sınıfta okutulduğunu umduğum, yine Haldun
Taner’e ait olan Keşanlı Ali Destanı adlı tiyatro eserinden.
Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasıyla başlayan edebiyatın
yüzünü savaşı kazanan halka dönme sürecinin etkisiyle
millileşen ve elitizmden kurtulan Türk edebiyatının ve Türk
tiyatrosunun gözde bir eseri olan Keşanlı Ali Destanı,
okuyanların hatırlayacağı gibi her ne kadar bir aşk
hikayesini işlese de sosyo-ekonomik düzensizliği,
ekonomik sınıflar arası farkları, dönemin diktatöryel
demokrasi anlayışı ile 1950-1960 arası yapılan sanayi ve
kalkınma atılımları ile gelen hızlı kentleşme ve yoksul
kesimin yıllardır yaşadığı topraklara yabancılaşması gibi
görünürde yan fakat önemli konuları işlemektedir. Yıllarca
öğrencilere sınıflar arası çatışmayı öğretmek için onlara
dayatılan ağa-işçi çatışmasının 1960’lara gelindiğinde
aldığı sınıflar arası kriz hali ve buna binaen modernleşen
Türkiye’nin özetidir Keşanlı Ali Destanı.
Peki bu yazıda size niye bunları anlatıyorum? Bunları
anlatıyorum çünkü Keşanlı Ali Destanı gibi bir eleştiri
destanını kaleme almış, İstanbul’un burnunun ucundaki
Keşan’ı sanki “balık baştan kokar” dercesine seçerek
kokuşmuş balığın başını yani İstanbul’u işaret etmiş; sınıf
farklarının yıllarca kendilerini ülkenin amiral gemisi sanan
kesime ev sahipliği yapmış şehrin dibinde olduğunu yine
bu farkı yaratanların tiyatrolarında oynatmış bir edibin aynı
sınıfı bir kez daha ama bu kez doğrudan onlarla dalga
geçerek taşlamasıyla yazılmıştır Ayışığında Şamata.
“Anlattıkların iyi hoş da ben oyuna gelemedim, bu
anlattıklarını nereden bileyim?” diyecek okurlar için
anlatmak gerekirse okulumuzun Türkçe Tiyatro Kulübü
Mart 2016
tarafından oynanan bu eser iki perdelik. Hızlı bir özet
geçmek gerekirse birinci perdede günümüz toplumunda da
görebileceğimiz yandaşlık ve rüşvetle servet yaratan, aynı
zamanda saymakta olacağım karakterlerin de yaşadığı
Çalışkur Apartmanı’nın sahibi bir patronun ve onun
dünyayı toz pembe gören, sözü yer yer “Size gıpte
ediyorum.” nidalarıyla kesilen eşinin, kürtajla zengin olan
bir jinekoloğun, disiplinden ve diktadan dem vuran bir
emekli paşa olan apartman yöneticisinin, dostları sayesinde
bir yerlere gelmiş saf bir banka müdürünün ve durmadan
kahkaha atan eşinin, yazıldığı dönemin yükselen sağ
kesimine hitap eden bir muhafazakar gencin--ki adı
Müntekim’dir ve “günahkârlara adaletiyle müstahak
oldukları cezayı veren” anlamı taşır. Oyunda da sıkı bir
batılılaşma karşıtıdır fakat bunu İslam’ın katı tutucu (bir
nevi bağnazlık) derecesine götürmektedir--katıldığı kiminle
görüldüğü herkesçe bahis konusu olan bir genç kızın
doğumgünü partisinde geçen olayları anlatmaktadır. Partide
bu kesimlerin bir nevi “gıpte” ile dinlediği Amerika’da üst
düzey bir şirkette CEO’luk yapmış yabancılaşmış bir Türk
ve onun İngilizce kelimelerini Türkçe’ye çeviren eşi de
bulunmaktadır. Perde boyu Batı’nın ve Amerika’nın
Türkiye’ye göre fersah fersah ileri oluşunu anlatan ve böyle
bir yerde çalışmaktan bir kıvanç ve üstünlük duyan bir
geleceğin Robertlisidir aslında. Bu iddialı cümlenin
gerekçelerine gelecek paragraflarda nail olacaksınız.
Birinci perde bu uzun boylu, cüsseli ve Teksas şapkalı
yarı “Texan” yarı Türk patronun Amerika güzellemeleri
sonrasında cereyan eden işçi grevi ve sonrasında iki
ağırbaşlı sevgilinin toz pembe hayallere dalarken namus
bekçiliği görevini üstlenmiş bir mahalle bekçisi tarafından
KÖPRÜ
-15-
taciz edilişini ve apartman ahalisinin olay üzerine iki
sevgiliyi terbiyesiz ve namussuz ilan etmeleri ile devam
eder. Birinci perde sonlandıktan sonra araya giren
seyirciler, ki önceden planlanmıştır, oyunu Türk
toplumunun görenek ve an’aneleri üzerinden eleştirir,
karakterlerin kendilerine göre düzeltilmesini isterler.
Karakterler de şu şekilde değişir; yandaş ve rüşvetkar
Çalışkur Bey bir anda işçinin dostu ve memleketin her
köşesine elektrik getirmeye canla başla çalışan bir patron
haline gelirken eşi ise “Size acıyorum.” diye ortalıkta gezen
ve bir nevi ortalığı bayan bir kadına dönüşür. Disiplin
abidesi emekli paşa artık her sorunun diyalogla
halledilmesini düşünen bir güleryüzlü yaşlı komşu haline
gelmiştir. Saf banka müdürü bir anda akıllanmış fakat karısı
aklını kaybetmiş, kürtajdan zengin olan doktor şimdi
kadınların ve bebeklerin sağlığını düşünen Dr.
Cankurtaran’a evrilmiştir. Kiminle birlikte olduğu belli
olmayan doğumgünü çocuğu Sevim bir anda namuslu,
edepli bir hemşire olmuş ve gönüllü olarak doğuya tayin
istemiştir, fakat seyircinin tutuculuğundan dem vurduğu
Müntekim’ın yeni ve ilerici hali olan Müştak’ın ciddi
eleştirilerine maruz kalmıştır. Diğer birçok değişimle eser
ikinci perdede seyirciye aynı oyunu onların inandığı
yalanlarla ve yalancı karakterlerle oynamış fakat oyun bu
suni karakterlerle fena sırıtmıştır. Sonuç olarak ikinci perde
tam anlamıyla gecenin en fazla kahkaha toplayan, gerçek
şamatanın döndüğü perde olmuştur.
“Özet için teşekkürler, sadete gelsek artık” diyorsanız
artık oyunu da az biraz anladığınızı düşündüğümden eleştiri
ve yargı bölümüne geçiyorum. Öncelikle o güzel akşamı
ve diğerlerini sahnelemiş Türkçe Tiyatro Kulübü’ndeki
arkadaşlarımıza ve görev almış herkese teşekkür ediyorum.
Oyunda ilgimi çeken üç karakter vardı; bunlar muhafazakar
Müntekim, “Texan” CEO ve anlatıcı--oyunu bir meddah
gibi anlatan ve seyirci ile karakterlerin perde arası
eleştirilerine maruz kalan yönetmen. Bunlardan en ilginci
olan Texan patron ile konuşma şansını yakalayamadım ama
Müntekim karakterini oynayan Ali Utkan Şahin (RC’17)
ve anlatıcı Zeynep Deniz Atacan (RC’17) dönem ve sınıf
-16-
arkadaşlarım olduğu için kolayca görüşme olanağı buldum.
Öncelikle Utkan’a söz vermek, onun hakkında konuşmak
istiyorum. Utkan ile kulüp ve sahne hakkında
konuştuğumda bana kulübün her çarşamba toplandığını
fakat asıl çalışmanın son bir ayda yapıldığını söyledi. Bunu
okulumuzdaki sıkla bozulan programa ve öğrencilerin
yoğun çalışma şekline bağlarsak ve özellikle--benim diğer
kaynaklardan da doğruladığım--şaşırtıcı ve takdir edilecek
doğaçlamaları göz önüne alacak olursak gerçekten güzel
bir çalışma oldu. Beklentilerden fazla seyirci sayısı da bunu
kanıtlar nitelikte. Utkan’dan ve Zeynep’ten öğrendiğime
göre oyun bir dil restorasyonu ve üslup revizyonu geçirmiş.
Bunlardan bazıları günümüze atıfta bulunmak için.
Bunlardan en çok güldüreni ikinci perdede seyircinin
eleştiri ve tenkitleriyle tutucu halinden eser kalmamış ilerici
ve bir anti-muhafazakar karaktere dönüşmüş Müştak’ın
yine eleştiriler üzerine namuslu genç Türk kızlarını temsil
eden Sevim hakkında konuşurken onun sivilcelerini
kısıtlanmış cinsel hayatına bağlaması ve sonrasında ona
oyunda inek olarak geçen kelime yerine “kezban” olarak
hakaret edilmesi gerçekten kahkaha tufanı yarattı. Utkan
ile konuşurken ona oyunun temasını sorduğumda bana:
“Aslında bu bir toplum eleştirisi, hızla batılılaşan toplumun
düştüğü komik durumlar.” demişti. Gerçekten de bu ikinci
perdede daha net anlaşıldı çünkü ilk perdedeki bikiniyi
günah kabul eden Müntekim de ikinci perdedeki toplumsal
orgazmdan bahseden Müştak da aslında hem toplumdan bir
bakıma zıt hem de o derece topluma mensup insanlar.
Batılılaşma ile iki karakteri de aramızda bulabiliriz. Daha
da ilginci genç kadınların cinsel kimliğini duruşlarına göre
sırasıyla kezban veya anaç, daha kötü anlamda ise fahişeye
doğru artan bir skalayla hakaret ederek tanımlayan insanları
olduğu bir topluma doğru gidiyoruz ve Müntekim ile
Müştak arasındaki fark hızla açılıyor. Muhafaza edenler
neyi muhafaza ettiğini bilmiyor, ediyorsa da bunu
göreneklere göre değil doğrudan din üzerinden yapmanın
kolay ve daha vurucu olduğunun bilincinde. Zaman zaman
Türk politikasında da rastladığımız gülünç bir yanlış var ve
bu iki perde arasında çok güzel işlenmiş.
KÖPRÜ
Mart 2016
“Alp biz hala Robertlilere üçüncü paragrafın sonunda
yaptığın ayıbı düşünüyoruz, sana yakıştıramadık.” demek
istediğinizi biliyorum. Yukarıda yarı Texan patronu Robert
Kolej öğrencilerine benzetmiştim. Aslında yalnız
değilmişim. Zira oyunun anlatıcısı Zeynep Deniz Atacan
ile konuştuğumda bana oyunda işlenenin gerçek hayata
yabancılaşma ve batıya duyulan aşırı özentilik olduğunu
söylemişti. Bununla da kalmayıp Erol’un (Texaslı
patronun) bir çeşit yarı Türkçe yarı İngilizce bir dil olan
Robertçeyi konuştuğunu, bunun bir diğer örneğini ise ilk
perdede Sevim’in verdiği İngilizce tepkiler olduğunu dile
getirmişti. Muhtemelen şimdi taşlar kafanızda yerine
oturmaya başlamıştır. Hala olmadıysa bir ara kantine
uğramanızı özellikle hazırlık ve dokuzuncu sınıfların kantin
muhabbetlerine kulak vermenizi dilerim. Kendi
kulaklarımla bir öğrenciden şaşırdığı veya heyecanlandığı
bir anda “Holy Jesus” tepkisini duymuş biri olarak bu
Robertçenin artık tümden bir Robert öğrenci kalıbına
döndüğü kanaatindeyim. O vakte kadar ne bir İngilizce
şaşırma tümcesi duymuş ne de Türkiye’deki gayrimüslim
arkadaşlarımdan ve komşularımdan bile İsa’ya veya
Musa’ya atıfta bulunan bir deyim işitmemiş ben o anda
gerçekten o çocuk için utanç duymuştum. Sadece birkaç
eski kelime ve deyimi kullanmayı seven ben bu okulda otuz
yaş üstü bir ağabey sayılarak saygı görüyorsam bu
öğrencinin ve diğerlerinin ileride halkla nasıl bir ilişki
kuracağını kestirmek çok da zor değil. Muhtemelen ona da
bir çevirmen eş veya yardımcı gerekecek. Doksanların
“herald yani” (herhalde yani anlamında) deyiminin artık
fersahlarca ötesindeyiz ve bu sadece bizim okulumuzda
değil birçok okulda baş gösteren bir olgu. Umarım
gelecekte daha beter ve şamatavari coolluklarla(!)
karşılaşmayız.
“Oyuna gelemedim ama çok da farklı bir şey değilmiş.”
diyecek okurlar için kara mizahı tanımlamak gerekirse bu
mizah türü sizin, yaşadığınız toplumun veya altında
ezildiğiniz saçma, bozulmuş gelenek ve değerlerin sizin
yüzünüze vurulmasıdır. Eğer bir gün Nazım Hikmet gibi
büyük bir yazar ve fikir adamı olursanız tüm demir perde
Mart 2016
diktatörlerini kendi ülkelerinde İvan İvanoviç, Hasan
Hüseyinov, Philip Philipek gibi çeşitli adlarla onları
sahneye çıkartmak ve bütün ülke entelektüelleri karşısında
onları ve yarattıkları bürokrasiyi, kanunları ve fakirliği topa
tutmaktır kara mizah. Nazım Hikmet’in deyimiyle evdeki
yılanı dosta göstermek, kötülüğü ortaya çıkarmaktır. Oyuna
gelmeniz veya gelmemeniz inanın size ne bir şey
kazandırdı ne de kaybettirdi. Nice eserler, konserler
sergilenmiş sahnede o üç akşam bir grup arkadaşımız
aslında bizi, yaşadığımız çevreyi bize sergilediler. Bunu da
akşamın karanlığında ayın ışığında yaptılar ki şafak
söktüğünde yine aynı hayatlarımıza aynı bozulmuş
değerlerin birer savunucu neferleri olarak devam
edebilelim diye. Yine Türkçeyi bozmaya, kadını çağdaşlık
altında veya din adına aşağılamaya ve yaftalamaya,
yaşadığımız kötü günlerin, haksızlıkların ve kavgaların
gözümüzü yumarak geçeceğini farz etmeye, yozlaşmış
insan ilişkilerine devam edebilelim diye akşam vakti
sergilediler bu oyunu. Oysa gün ışığı yüzümüze
vurduğunda genç Robertlilerin Türkçe dersinde ağa-işçi
çatışması, göç sorunu ve eşkiyalık gibi temaları işlemeye
devam etmesi gerekir. Çünkü bilinir ki her genç Robert
neferi aslında geleceğin bir Türk aydını, azılı bir ağalık
düşmanı olacaktır.
Yazımı burada bitirirken siz değerli okurlarıma bir üst
paragrafta açıkladığım şekilde bol güneşli günler diler, her
ne kadar derslerinde İngilizce kelimeler kullandığını
duymuş olduğum Türkçe bölümünün değerli
öğretmenlerinin müfredata koymayacağını öngörsem de
Haldun Taner’in bu nadide eserinin öğrencilere daha
faydalı olacağı için önümüzdeki yıllarda müfredata
girmesini temenni eder, sözlerimi ve bu gazetedeki
varlığıma aşağıdaki devlet adamlığı ve yönetim süresince
takındığı adaletli tutumu birçok kıssayla bugün de
hatırlanan (hatırlanması gereken) Hz. Ömer’in sözüyle
bitiriyorum. Hepinize esenlikler dilerim.
“İnsanları düzeltebilmeniz için önce kendimizi
düzeltmemiz gerekir.”
KÖPRÜ
-17-
İstanbul Flüt Topluluğu Robert Kolej Konseri
Özge Gül Erbay
İstanbul Flüt Topluluğu, okulumuz Robert Kolej’i 31 Mart Perşembe günü konser vermek üzere
ziyaret etti. Bir saat süren bu konserde Vivaldi, Liszt, Verdi gibi ünlü bestecilerin eserlerini seslendirdi.
İstanbul Flüt Topluluğu Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi Devlet Konservatuarı, Yıldız Teknik Üniversitesi
Sanat ve Tasarım Fakültesi ve Marmara Üniversitesi Güzel
Sanatlar Fakültesi’nde okuyan lisansüstü öğrenciler ve öğretim
elemanları tarafından 2015 yılı Aralık aynıda kurulmuştur.
Toplam 21 kişiden oluşan bu orkestrada 14 flüt, 3 alto flüt, 3 bas
flüt, 2 pikolo ve 1 kontrbas flüt bulunmaktadır. Türkiye’de ilk
defa kontrbas flüt kullanan bu orkestra özgün tarzları birçok ünlü
eseri dinleyicilere sundu. Çalınan eserler sırası ile şöyledir:
F. LİSZT: Variations on a Theme of Paganini
G. BİZET: Symhony in C, Adagio, Scherzo
A. VİVALDİ: Spring Allegro Largo e pianissimo sempre, Danza
pastorale
G. PUCCİNİ: Hummihg Chorus from "Madame Butterfly"
B. GODARD: Berceuse from "Jocelyn"
G. VERDİ: Caro Nome from Rigoletto
F. J. GOSSEC: Tambourin
M. RAVEL: Bolero
Topluluk, Robert Kolej’de verdiği bu güzel ve etkileyici konser
ardından Notre Dame Du Rosaire kilisesinde de konser
vermiştir. Konserin her dakikasından keyif alan bir müziksever
olarak tüm RC ailesine tavsiyem, bu başarılı ve özgün flüt
topluluğunun bir sonraki konserine gitmeleridir. Yeri geldiğinde
yarattığı atmosfer ile tüylerinizi diken diken eden, yeri
geldiğinde ise sizi alıp hayallere sürükleyen bir uyuma sahip
olan İstanbul Flüt Topluluğu, mutlaka izlenmesi gereken bir
orkestradır.
Okulumuz gerek öğrencilerin hazırladığı, gerek dışarıdan
ağırladığı birçok sanat etkinliği ile Robert Kolej ailesine aslında
büyük bir fırsat sunmaktadır. Çeşitli etkinliklere ev sahipliği
yapan Suna Kıraç Tiyatrosu’nda neredeyse her ay birden fazla
etkinlik yer almaktadır. Fazıl Say’dan RC Orkestra konserine,
Türkçe Tiyatro’dan Genco Erkal’a; birbirinden güzel ve zengin
oyunlar, konserler okulumuzda sergilenmektedir. Fakat bir
öğrenci olarak dikkatimi çeken ilk şey, bu etkinliklere katılımın
ne kadar az olduğudur. Okulun yoğun temposu arasında zaman
bulmak zor olsa da, ayağımıza kadar gelen bu fırsatların farkına
varıp onları değerlendirmeliyiz. Sizleri de Suna Kıraç’taki
etkinliklerde salonu doldurmaya davet ediyorum.
Üç Kuruşluk Opera
Beliz Aluç
Dünyaca ünlü oyunlarından biri olan, Berliner Ensemble’nin
sergilediği ve yönetmenliğini Robert Wilson’un yaptığı “Üç
Kuruşluk Opera” 13-14 Mayıs tarihlerinde Zorlu PSM’de
olacak. Bilmeyenlere Üç Kuruşluk Opera Alman tiyatro yazarı
Bertolt Brecht’in yazdığı ve besteci Kurt Weill’in bestelediği
müzikal tiyatro oyunudur. Oyun 18.yüzyıl İngiliz Balad operası
Dilenciler Operası’nın bir uyarlamasıdır. Oyunun genel vizyonu
kapitalist dünyaya Marksist bir bakış açısını sunmaktır. Oyunun
bir diğer önemli özelliği ise evrensel olup bir tek yazıldığı 20.
yüzyılı değil günümüzü de yansıtıyor olmasıdır. Gösteri savaş
gibi konuları ele alırken aynı zamanda izleyiciye ahlak gibi
kavramları sorgulatır.
Tiyatro üç perdeden oluşmakla birlikte başında bir prolog
bulundurur. Bu prologda Mack-The-Knife adlı şarkıyı söyleyen
ve şarkı sözlerini satan şarkıcı kalabalığın odağıdır. İlk perde
dilencilerin arkadaşı olarak bilinen Jonathan Jeremiah Peachum
ve dilencilere verilen sadakalardan kendine büyük paylar alan
adamın çalışma yerinde başlar. Bu muhteşem oyun aynı kendisi
gibi bir hayli ünlü olan Berliner Ensemble Tiyatro Okulu
-18-
Topluluğu tarafından canlandırılacak. Berliner Ensemble Tiyatro
Okulu aynı zamanda bu oyunun da yazarı olan Bertolt Brecht
tarafından kurulmuştur. Oyuna bir diğer muhteşem özelliğini ise
dünyaca ünlü yönetmen Robert Wilson tarafından yönetilmesi
veriyor. Amerikalı yönetmen Robert Wilson dünya çapında
birçok ünlü isimle çalışmış ve İstanbul Film Festivali de olmak
üzere pek çok festivalde de boy göstermiştir. Olivia Ödülü de
dahil olmak üzere onlarca ödül sahibi olan başarılı yönetmen
1998 yılında İstanbul Film Festivalinde onur ödülüne lâyık
görülmüştür. Gelmeden adını duyurmuş olan bu oyuna eğer bilet
bulursanız bu fırsatı kaçırmayın, derim özellikle gülerken
düşünmek ve dünyaca ünlü profesyonel bir tiyatro
topluluğundan bir şölen izlemek istiyorsanız. Biletler biraz
pahalı olsa da en düşük kategorilerden alırsanız uyguna
geleceğini düşünüyorum. Özellikle “üç kuruşluk opera” denilen
bir oyunun bu kadar pahalı olması da oyunun sunduğu bazı
ironilerden biri sanırım fakat bu kadar güzel bir kadro
seyretmeye değeceğine inanıyorum. Kısacası takvimlerinizde
yer açıp oyun için bilet bakmaya başlayın derim.
KÖPRÜ
Mart 2016
11. Kültür ve Edebiyat Sempozyumu: Edebiyat ve Müzik
Yağmur Erhan
Zarif Hiciv ve Acımasız Şarkı
16 Nisan 2016 tarihinde, okulumuz Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümünün ev sahipliği yaptığı “Edebiyat ve Müzik” konulu 11.
Kültür ve Edebiyat Sempozyumu, alanlarındaki çalışmaları ile
içinde bulundukları camiada çokça sayılan konuşmacıları ile tüm
katılımcılarına eşsiz bir deneyim sundu. Edebiyat ve müzik
arasındaki sıkı ilişkinin birçok disiplin üzerinden incelendiği
sempozyumda, katılımcılar için en keyifli anlardan biri de
Robert Kolej Orkestrası tarafından verilen “nostaljik” konser idi.
Robert Kolej, daha doğrusu o zamanki adıyla Amerikan Kız
Koleji’nden 1966 yılında mezun olan ve günümüzün en önemli
kadın müzik eleştirmen ve müzik bilimcilerinden olan Elvin
İlyasoğlu’nun açılış konuşmasını yaptığı sempozyum, ardından
Timur Selçuk, Gönül Paçacı, Prof.Dr.Hakan Yılmaz, Prof.Dr.
Handan İnci ve Bayram Bilge Toker gibi uzman isimlerin
konuşmaları ile devam etti. Şiirsel musikiden Batı Edebiyatı
etkisinde gelişen Türk romanındaki müzik aletleri üzerinden
sembolize edilen Batılılaşma mesajına kadar çok geniş
yelpazede “müzik-edebiyat ilişkisinin” ele alındığı sempozyum,
günümüzde herkes tarafından kabul edilen ancak somut örnekler
üzerinden temellendirilmeyen bu “aşkvari” ilişkinin,
katılımcıların kafasında metotlaştırılmasına da imkan sağladı.
Sanatın çatısı altında kendi özgün kimliklerini kazanan edebiyat
ve müzik, küçüklüğümüzden beri bizlere öğretildiği üzere çoğu
zaman birbirlerinden bağımsız olarak var olduğu düşünülen iki
iletişim aracı, duygu ile düşüncenin okuyucuya aktarılma
yöntemleridir. Bu aktarılmanın olabildiğince estetik ve
okuyucusuna sanatsal bir tatmin olmuşluk hissi vermesi
beklenmektedir. “Edebiyat ve Müzik” başlıklı sempozyumuna
katılmadan önce böyle düşünenler kervanının bir üyesi olan
benim için bu düşünceler, sorgulanamayacak kadar nesnel
ifadelerdi. Benim için müzik ve edebiyat, sadece şiirsel ahenk
üzerinden birbirlerine bağlıydılar. Ancak, konuşmacılar
arasından anlattıklarına en çok ilgi duyduğum Handan İnci’nin,
özellikle de Tanzimat romanındaki müzik aletlerinin motif
olarak kullanımına dair tespitleri beni, bu düşüncemi tekrardan
gözden geçirmeye itti. Müzik, temel öğesi ses olan ve bu seslerin
belli bir uyum metodu üzerinden sıralanarak dinleyiciye belirli
Mart 2016
hislerin ve duyguların sezdirilmeye çalışıldığı bir araç olduğu
kadar, başlı başına bir semboldü de. Osmanlı Devleti’nin kötü
gidişatını her anlamda batılılaşarak durdurmaya çalıştığı ancak
bu uğraşının belli zümrelerce adeta “meşrulaştırılmış bir Batı
taklitçiliği çağrısı” olarak görüldüğü dönem olan Tanzimat
Dönemi, romanlarda bu yanlış batılılaşmanın çokça semboller
üzerinden hicvedildiği bir nitelik taşımaktaydı. Konuşmasında,
bu sembolden “her Boğaziçi’ne bakan salonun bir köşesinde
duran”, kullanılmamaktan adeta bir aksesuara dönüşen piyano
olarak bahseden İnci için romanlardaki zengin çocuklarının
yabancı öğretmenlerinden piyano dersi alması da Tanzimat
romanının sivri oklarının birincil hedefi olan “nedim-vari”
alafranga özentisi nesle bir gönderme niteliğindedir. Piyano
dersleri almasına karşın düzgün bir Fransızca’dan yahut pozitif
bilim eğitiminden yoksun olan bu “gönül eğlendiren neslin”
mensupları, zamanla piyano derslerinden de vazgeçer ve
kendilerini çok daha yüzeysel anlamda bir değişim gerektiren
Avrupa tarza giyim ve kuşam gibi hususlara yöneltirler. Bu tür
romanlarda müzik, birincil kullanımından farklı olarak edebiyat
ile beraber hareket etmekten ziyade adeta onun vermek istediği
mesajı pekiştirmek için ona hizmet etmiştir. Bu sayede,
romanlarda hicvedilen en “çirkin” konu yahut figür bile müzik
sembolünün zerafeti ile dile getirilmiştir. Yani edebiyat bir şarkı
kadar bohem ve zarif, müzik ise bir hiciv kadar çıplak ve
acımasızlaşmıştır.
KÖPRÜ
-19-
Shakespeare ve Eserleri
Ebru Ermiş
Şiirlerden tarihi hikayelere, komediden trajediye onlarca eserin
yaratıcısı olan Shakespeare’in adını duymayan yoktur.
Kullandığı sözcüklerin her birine ayrı anlamlar yükleyerek,
akla gelebilecek her türlü söz sanatını kullanarak yazdığı
oyunları ve şiirleri günümüzde hala zevkle okunmaktadır. Tabi
ki edebiyatla iç içe yaşadığımız okulumuzda da
Shakespeare’in eserleri okunmakta ve incelenmektedir. Bu da
bizlerin bu büyük yazarın farkına varmasına ve eserlerini hem
tanıyıp hem de ilham almasına olanak sağlamaktadır.
İlk olarak beş yüz yılı aşabilen bu eserlerin sahibi
Shakespeare’i biraz tanıyalım. Doğum tarihi tam bilinmeyen
Shakespeare 1560’lı yıllarda İngiltere’de doğmuştur. On sekiz
yaşındayken Anne Hathaway'le evlenen ve üç çocuk sahibi
olan Shakespeare’in özel yaşamıyla ilgili bilinenler oldukça
sınırlıdır. Yaklaşık olarak elli yıl yaşamış ve 1616’da hayatını
kaybetmiş de olsa, yaşadığı sürede onlarca oyun ve yüzlerce
şiir yazabilmiştir. Bunun yanında “İngilizcenin en büyük
yazarı” lakabına sahip olması dilini ne kadar etkili kullandığını
da gösterir.
En bilindik eserlerinden Romeo ve Juliet’in birçok
defa filmi yapılmıştır ve oyun okulumuzdaki dokuzuncu
sınıfların İngilizce derslerinde işlenmektedir. Bu nedenle de
neredeyse bütün öğrenciler hem hikayeye hem de
Shakespeare’in dili kullanma şekline aşinadır. Sıradan bir aşk
hikayesini anlatıyor olsa da yazarın bunu ele alış biçimi kitabı
hem bugünlere getirmiş hem de okuyanların hikayeden zevk
almasını sağlamıştır. İronilerden diyaloglardaki dize
dağılımına kadar her şeyin planlanmış olması da oyuna ayrı
bir renk katmıştır. Karakterlerle empati kurabilmek ve oyunu
daha da içselleştirmek için yapılan en önemli projelerden birisi
de dokuzuncu sınıfların kitaptaki olayları modernleştirerek
yarattıkları tiyatro oyunlarıdır. Bu süreç İngilizceyi
geliştirmenin yanı sıra hem yaratıcılığın sınırlarını zorlar hem
büyük bir eğlence kaynağıdır hem de böyle bir eserin en
azından bir kısmının okuldakiler tarafından derinlemesine
anlaşılmasını sağlar.
Bu sene ek olarak Mayıs ayında tiyatro kulübü de
Shakespeare’in eserlerini içeren bir oyun sergileyecektir. Açık
havada gerçekleşecek olan bu oyun daha önce
karşılaşmadığımız bir tarzda olacağı için de çoğu kişi
tarafından heyecanla beklenmektedir. Bir Yaz Gecesi Rüyası,
Macbeth, Hamlet gibi birçok oyundan kısa kısa sahneler
içerecek olan oyun kampüsün çeşitli yerlerinde sergilenecektir,
hatta izleyiciler sahne geçişleri için kampüs içinde
dolaştırılacaklardır. Daha fazla bilgi vermeyelim sürprizi
bozulmasın ancak alışılmışın dışında olan bu oyun hem
eğlenmemizi hem de Shakespeare’in ünlü eserlerini
tanımamızı sağlayacaktır.
Yaşamıyla, oyunlarıyla, şiirleriyle geriye yüklü bir miras
bırakan yazar Shakespeare hakkında söylenecekler bitmez tabi
ki. Zaten sadece söylemekle, dilinin güzelliğini anlatmakla da
olmaz çünkü herkeste ayrı tatlar bırakan şiirler okunmalı, hala
sergilenmeye devam eden ve severek izlenen oyunlar da
görülmelidir herkes tarafından. Tabi ki okulun bunu sağlamak,
bir bilinç oluşturmak için yaptıklarını da azımsayamayız.
Music On Mondays
Ceren Kuran
Hepimizin bildiği üzere, yıl boyunca pazartesi öğle tenefüsleri
Faculty Parlour ’da 20 dakikalık performanslar sergileniyor.
Mrs. Hope-Brown aracılığıyla hazırlanan bu RC etkinliğinde
yıl boyunca çeşitli dönemlerden birçok arkadaşımız
performans sergileme şansı buldular. İlgilenenen kişilerin
önceden Mrs Hope-Brown ile konuşmaları gerekiyor. Böylece
her pazartesi için bir-iki kişi seçiliyor ve bu şekilde program
ortaya çıkıyor. Pazartesi günleri de o günün performansının
kime ait olacağı bayrak töreninde duyuruluyor. Eğer
programda bir aksilik olmazsa, o haftadan önceki cuma da
performans verecek kişilerin bilgisi veriliyor. Böylece insanlar
önceden programlarını ayarlayabilmiş oluyorlar. Bu
performanslar LP, L9 ve L10’lar için 11.50-12.10 arasında,
L11 ve L12’ler için 13:25-13:45 arasında oluyor. Music on
Mondays ‘in bir izleyicisi olan Emre Kabasakal ile konuştum
ve ona birkaç soru yönelttim.
-20-
Köprü: Daha çok ne tarz müzikler çalınıyor?
Emre: Music on Mondays ’de daha çok sakin müzikler
çalıyor. Genellikle akustik gitar ve solist ikilisi ya da bir
piyanist sahne alıyor, performansını ortaya koyuyor.
Köprü: Okulumuzda bu etkinliğe ne kadar ilgi
gösteriliyor?
Emre: Duruma göre değişiyor. Ne kadar çok duyurulmaya
çalışırlarsa ve o günkü performans ne kadar yayılırsa
izleyici sayısı o kadar fazla oluyor.
Gördüğünüz üzere, okulumuzda artık Music on Mondays bir
pazartesi geleneği haline gelmiş durumda. Pazartesi öğlenleri
sakin bir şekilde müzik dinleyip performans izlemek ve
arkadaşlarımızı izlemek için kurulmuş bir etkinlik. Umuyoruz
ki bu geleneğimiz giderek katılımcı sayısını arttırarak
büyümeye devam eder.
KÖPRÜ
Mart 2016
Roman Karakterleri ve Realite
Ayliz Onur
Peki madem formül bu kadar basit, neden benim önümdeki amca uzaklara dalıp dalıp gidiyor, neden sokaktaki herkesin
yüz ifadesi aynı ve neden gülümseyen insanların akıl sağlığından somurtan insanlara kıyasla daha çok şüphe duyuyoruz?
Bana göre bir romanın kalitesini karakterler belirler. Nasıl
ki hayatımızın kalitesini olaylara duruşumuz belirliyorsa.
Güçlü bir karakter yaratmak için iki unsura ihtiyacı vardır
romancının: amaca ve bu amaca hizmet edecek kararlı bir
kişiliğe. Hikaye denemelerimde kaybolmaya başladıkça
fark ettim ki bu iki unsur sadece roman karakterleri için
değil kaliteli bir yaşam döngüsü için de esas. Peki madem
formül bu kadar basit, neden benim önümdeki amca
uzaklara dalıp dalıp gidiyor, neden sokaktaki herkesin yüz
ifadesi aynı ve neden gülümseyen insanların akıl
sağlığından somurtan insanlara kıyasla daha çok şüphe
duyuyoruz? Muhtemelen bunların sebebi çoğu kişinin
“amaç” olarak benimsediği içgüdüsel kısa vadeli hedeflerin,
tatmin eşiklerine ulaşamaması. Dolayısıyla da bizden
roman karakteri olmayı bırakın, öykü karakteri dahi
çıkmıyor. Ülke olarak kitap okumaya gereksiz ve işsizlik
eylemi gibi bakmaya devam ettiğimiz sürece de korkarım
bu böyle olacak.
Okuduklarımızın basit öyküler olmadığını aslında hayatı
renklendirici bir takım etkileri olduğunu anlamıyoruz
ısrarla. Kitap okumayınca da tabii ki gerçekliklerimizi
kendimiz yaratamıyoruz. Kendimiz hakkında ne
düşündüğümüz bile çevremizdekilerin asla bilemeyeceği iç
dünyamızı kendisine göre somutlaştırmasından ibaret
oluyor. Bize söyleneni benimsemeye mecbur bırakılıyoruz
kısacası. Oysa siz hiç Sherlock Holmes’un umarsızca her
bilgiye kafa salladığını, Alice’in merakını cebine sıkıştırıp
tavşanı görmezden geldiğini gördünüz mü? Kendi
romanının ana karakteri olan her bireyin, ister gerçek
hayatta ister sahiden de romanda, bir amacı vardır; ancak
bu amaca doğru ilerlerken özümsedikleri tek gerçeklik
kendi algılarıdır. Demek istediğim onların boş sözlerle ve
durağan yapıya sahip eylemlerle işi olmaz. Osho'nun da
Sır'da anlattığı gibi içlerini çöplerle doldurmazlar. O ruh da
çöple dolmadığı için içine evreni sığdıracak hacme sahip
olur. Galiba, yazımın başında bahsettiğim iki önemli unsuru
üçe çıkarmam gerekiyor. Çünkü evreni kucaklamaya hazır
bir ruh da güçlü kurgulanmış roman karakterlerinin üçüncü
önemli özelliği.
Kendi potansiyelinin doruğuna ulaşmak isteyip duran ama
bunun için durağan halden harekete geçmeye üşenen bir
nesil olarak herkes şu içine sıkışıp kaldığını iddia ettiği
değerli zamanlarından biraz verse; iyi bir müzik, sıkı bir
kitap ve sıcak bir kahvenin çözemeyeceği dert olmadığını
anlasalar bakın nasıl da güzel olacak her şey.
Belki asla bir roman karakteri olamayacağız ama en azından
kendi öykümüzün figüranı olmaktan kurtuluruz, ne
dersiniz?
Şiir Haftası Etkinlikleri
Ebru Ermiş
Şiirle, ilkokulun ilk gününde okuduğumuz “Yaşasın Okulumuz”la
başlayan ilişkimiz, RC’de de tam gaz devam ediyor tabi ki. Gerek
derslerimiz için, gerek eğlenmek, gerek duygularımızı ifade etmek için
olsun, sürekli şiirle iç içe yaşıyoruz. Bunu sadece okulla da sınırlı
tutmuyor, günlük hayatımıza da yansıtıyoruz bu sanat dalını tabi ki. Tüm
öğrencilerin kalbinde bir yer tutan “şiir” türünü hem kutlamak hem de
önemini vurgulamak için okulumuzda düzenlenmiş olan, bol etkinlik
içeren, öğrenciden öğretmene birçok kişinin katılımıyla gerçekleşen bir
“Şiir Haftası”nı daha geride bıraktık. Şimdi de bu hafta içerisinde
gerçekleşen etkinliklere bir göz atalım:
Açık Mikrofon: Belki de en çok katılım olan etkinliklerden biriydi “açık
mikrofon”. Öğle teneffüsü ve dersler boyunca Forum’da bir mikrofon
açık bırakıldı. İsteyen tüm öğrenciler mikrofonun başına geçip
beğendikleri şiirleri RC ailesiyle paylaştılar. Etkinliğin en güzel kısmıysa
hiçbir kısıtlama olmaması. İstediğiniz zaman, ne zaman kendinizi rahat
hissederseniz, sevdiğiniz bir şiiri alıp okuyabiliyordunuz mikrofondan.
İlgi duyanlar da bu şiirleri dinliyordu.
Şiir Okuma Yarışması (Poetry Slam): Herkes bu konuyla ilgili bir mail
almıştır Mr. Welch’den. Kendi yazdığınız şiiri okuduğunuz ve izleyiciler
Mart 2016
arasından seçilmiş jüriler tarafından değerlendirildiğiniz bu yarışma,
çarşamba günü kulüp saatinde Forum’da gerçekleşti. Katılanlar hem
kendi şiirlerini yazdıkları hem de bunu geniş bir izleyici kitlesinin
karşısında okudukları için oldukça eğlenceli bir etkinlik olduğunu
düşünüyoruz. Aynı zamanda değerlendirmeler izleyiciler tarafından
yapılıp işin içine rekabet de girince yarışma çok daha eğlenceli ve
heyecanlı bir hal almıştır. Hem katılmanın hem de izlemenin keyifli
olduğu bu yarışmanın birincisi on ikinci sınıflardan Tayfun Gür olmuştur.
Diğer Etkinlikler: Gould’dan geçerken çeşitli şiirlerin asılı olduğu
panoyu hepiniz fark etmişsinizdir. Sevdiğiniz şiirleri yazılı olarak
paylaşmak isteyenler de orada bulunan kağıtlara şiirleri yazmış ve
asmışlardır. Aynı zamanda dolaplarda da çeşitli şiirlerden alıntılarla
karşılaşmış olanlarımız da vardır.
Bunlar gibi küçük büyük birçok etkinliğin yer aldığı bu haftaya herkesin
bir şekilde, izleyici olarak, şiir yazarak ya da okuyarak katıldığınızı
düşünüyoruz. Şiir gibi bir türün önemini vurgulamak ve insanlara
farkındalık kazandırmak için düzenlenen bu etkinliklerin seneye de
devam etmesini umuyoruz. Hepinize bol şiirli günler!
KÖPRÜ
-21-
Murat Karamancı Öğrenci Merkezi
Bilge Deniz Koçak
“Bubble” ve “Cafeteria” sözcüklerini birleştirerek kendi
aramızda “Bubbleteria” olarak isimlendirdiğimiz yeni
yemekhanemiz açıldı! Aslında, adı “Murat Karamancı Öğrenci
Merkezi”. Bunun nedeni ise, yemekhanenin sadece bir yemek
yeme alanı değil, ders çalışmak, arkadaşlarımızla zaman geçirmek,
toplu aktiviteleri gerçekleştirmek için uygun bir yer olması.
Örneğin, 14 Nisan’da Mr. Leither ile “Tea & Talk” etkinliğini
Murat Karamancı Öğrenci Merkezi’nde yaptık. Ayrıca aynı günde,
yatılı öğrencilerin bir aktivitesi olan “Community Advising”in
“Quiz Night” etkinliği de Mitchell 400 yerine yeni
yemekhanemizde gerçekleşti.
Eski yemekhanemize göre, Murat Karamancı Öğrenci
Merkezi’nin ihtiyaçlarımızı daha çok karşıladığını düşünüyorum.
Eski ve yeni yemekhanemiz arasındaki bazı farkları içeren tabloya
göz atabilirsiniz:
Mr. McDonnell: Murat Karamancı Öğrenci Merkezi,
gerçekten çok güzel görünüyor. İçeride ve dışarıda yemek
yiyebilme imkanının güzel bir farklılık yarattığını düşünüyorum.
Daha önceden, eski yemekhanenin önünde uzun sıralar
oluşuyordu. Yeni yemekhanenin bu sorunu çözdüğüne
inanıyorum.
Mr. Leither: Yeni yemekhane binasına girdiğimde, okulun
ders işlenen binalarından uzaklaşıyormuşum gibi hissediyorum.
Apayrı bir dünya gibi ve çok sıcak bir ortam var.
Eren Yürek (RC ’18): Yeni yemekhanenin dekorasyonunu çok
beğendim. Değişik renklerin kullanılmasının da ortama pozitif bir
hava kattığını ve iletişimi artırdığını düşünüyorum. Murat
Karamancı Öğrenci Merkezi’nin öğretmen ve öğrencilerin beraber
vakit geçirmesini de kolaylaştırdığını düşünüyorum.
Ece Erenler (RC’19): Yeni yemekhanenin doğayla iç içe
olduğundan çok güzel olduğunu ve açılmasının yararlı olduğunu
-22-
düşünüyorum. Ancak, okulun binalarından, özellikle Sage’ den
biraz uzakta.
Ayça Ülgen (RC’20): Yeni yemekhanemizde en çok
beğendiğim şey, açık havada oturma yerlerinin olması.
Arkadaşlarımızla vakit geçirmek için çok güzel bir ortam.
Anonim 1: Güzel ama yemekhane için ne kadar uygun bir yer,
emin değilim. Çok fazla cam kullanılmasının pek mantıklı
olduğunu düşünmüyorum, silinmesi zor olabilir. Ayrıca sıraya
girdiğimizde çantaları bıraktığımız yerler pek kullanışlı değil. Daha
fazla raf olması gerektiğini düşünüyorum.
Anonim 2: Ferah ve insanların beraber oturabildiği, farklı
dönemlerle zaman geçirebilmemizin kolaylaştığı güzel bir yer
olmuş. Ben çok beğendim. Sadece yemekhane olarak
kullanmayacağımızı, tam anlamıyla bir öğrenci merkezi olacağını
düşünüyorum.
Tüm bunların yanında, kışın ne yapılacağı da büyük bir merak
konusu. Öğrenciler, Sage gibi binalardan kışın yemekhaneye
gidilmesinin zor olacağını düşünüyorlar. Ayrıca, yeni
yemekhanenin nasıl ısıtılacağı, dışarıdaki oturma yerlerinin kışın
da kullanılıp kullanılamayacağı öğrencilerin kafasında soru
işaretleri oluşturuyor.
Umarız Murat Karamancı Öğrenci Merkezi’nde
geçirebileceğimiz zamanlar sadece okul saatleri ya da okuldan
sonra kısa bir zaman ile sınırlı kalmaz. Kışın bile bu yeri
kullanmamızı sınırlandıramayacağını görmeyi çok istiyoruz.
Tüm Robertlilerin Murat Karamancı Öğrenci Merkezi’nde
keyifli anlar, eğlenceli dakikalar geçirmesi dileği ile…
KÖPRÜ
Mart 2016
Cem Seymen Söyleşisi
Ceren Kuran
10 Mayıs’ta okulumuza gelen Cem Seymen hakkında
Coğrafya öğretmenlerimiz Ferdağ Sezer, Çağdaş Yüksel, Necla
Sönmezay ile konuştuk ve söyleşi hakkında daha fazlasını
öğrendik.
Köprü: Böyle bir söyleşi için nasıl Cem Seymen’i
çağırmayı düşündünüz?
Coğrafya Bölümü: Biz aslında Cem Seymen’i geçen yıldan
beri okulumuzda ağırlamak istiyorduk. CNN Türk’te yaptığı
programlar, çektiği belgeseller ve çeşitli makaleleri ders
programımızın içine almıştık zaten. “Para Dedektifi” adlı bir
programı var CNN’de. Bu programda çiftçinin hayatına ve kırsal
hayata odaklanıyor, kırsal hayat ile ekonominin bağını kuruyor.
Bizim dikkat çekmeye çalıştığımız konulardan biri kırsal hayat.
Şu an köylerde 50 yaşın altı genç sayısı çok az. Hepsi göç etme
peşinde. Köyde kalmak isteyen genç bile iş bulamayacağını
düşünüyor, kendini şehire göç etmek zorunda hissediyor. Bu
durumu engellemek için çiftliklerimiz ve kırsal hayattaki
yaşamın ne kadar önemli olduğunu vurgulamak gerekiyor. Cem
Seymen de programlarıyla bunu gösteriyor.
Köprü: Bu söyleşiyi gerçekleştirirken öğrencilere
kazandırmak istediğiniz değerler nelerdi?
CB: Öğrencilerin ders programımızla ilgili olan bu konuları
dinlemek isteyebileceklerini düşünerek ve bu kırsal hayat
durumuna ilgi çekmek istedik. Ayrıca, biz yedi yıldır, coğrafya
bölümü olarak bir proje üzerinde çalışıyoruz. Bu projede
öğretmenler ve öğrenciler kırsal alanlarda belli bölgelerin
değerini göstermeye, oradaki değerlere renovasyon yapmak gibi
amaçlar barındıran bir proje bu. Bununla ilgili farkındalığı ve
çevreyi genişletmek istiyorduk. Cem Seymen de bu projeye çok
ilgi gösterdi. Şimdi, çeşitli üniversitelere de gidiyor, bu ilgiyi
oralarda da gösterip öğrencilerin farkındalığın arttırıyor.
Köprü: Sizce bu amacına ulaşıp öğrenciler tarafından
ilgi gördü mü?
CB: Bir konu hakkında bilgi edinmeden o konuya ilgi
Mart 2016
duyamazsınız. Bu söyleşi, dahası bu konu hakkında da bu
geçerli. Biz, öğretmenler olarak derste işlediğimiz konularla
öğrencilerimizi bilgilendirmeye ve ilgilerini çekmeye
çalışıyoruz. Bu yüzden öğrenciler tarafından fazlasıyla ilgi
duyuldu. Ancak, söyleşi okul çıkışı olduğundan öğrencileri bu
söyleşiye çekmek daha zor oldu. Okul zamanı içerisinde böyle
bir proje gerçekleştirirsek katılan öğrenci sayısını arttırabiliriz.
Coğrafya Bölümüne bu söyleşiyi gerçekleştirmek için
harcadıkları emeğe teşekkür ederiz. Umarız böyle proje ve
söyleşilerin devamı gelir, biz öğrenciler de ilgimizi arttırırız
böyle projelere karşı.
KÖPRÜ
-23-
Öğrenciler İçin Yoga
Ecem Öztürk
Sınavlarla ve ödevlerle dolu hızlı öğrencilik hayatımızda ne zaman durup kendimize zaman
ayırıyoruz? Kendimize yeterince zaman ayırmıyoruz.Hızlı hayatın içinde adeta akıyoruz, bir
saniye bile durmadan. Peki haftada belli bir zamanı sadece durmaya ayırsaydık, böyle hisseder
miydik? Yoga belki size o çok istediğiniz doksan beşlik ortalamayı veremez fakat hayatın
durmayan akışı içerisinde tutunabileceğiniz ve rahatlayabileceğiniz bir dal olur. İşte değerli
zamanınızın kısacık da olsa bir kısmını yogaya vermeniz için beş neden:
1. Beyninizi boşaltmanız için bir fırsat verir:
Yoga yaparken etrafınızda sadece eğitmenin sesini
duyabileceğiniz bir ortama girersiniz. Hareketleri doğru
takip etmek için de devamlı onun verdiği komutlara dikkat
edersiniz. Bu durum sizi o dersin içinde tutar ve başka
şeyler düşünmenizi engeller. Ayrıca eğitmenler derslerde
genellikle sizi vücudunuzu gözlemlemeye davet ederler.
Bu yolla hem kendi vücudunuzu tanırsınız hem de “anda”
olmayı deneyimlersiniz. Bu da sizin geçmişi ya da
geleceği düşünmeden sadece o ana odaklanmanız
anlamına gelir.
2. Stresi azaltır:
Yoga yaparken doğru nefes teknikleri kullanılır. Gün
içinde zaman zaman stresten alamadığımız düzenli nefesi
yogada hareketleri nefes içinde yaparak alırız. Ayrıca
kasların kasılıp gevşemesiyle normalde sıkı tuttuğumuz
bölgelerin (alın, göbek ve omuzlar gibi) rahatladığını
hissederiz. Bugünün stresini vücuttan uzaklaştırır. Ayrıca
yoga bünyemizde spor etkisi yapar ve mutluluk hormonu
salgılarız, bu da daha pozitif hissetmemizi sağlar. Bunun
yanında yoga iç organlarımıza da masaj yapar. Böylece iç
organlarımızı da rahatlatmış oluruz.
3. Esnekliği artırır ve duruşunuzu düzeltir:
Yoga hareketlerinin ve asanalarının (hareketlerin bir
akışın içinde birleşimi) bazıları özellikle vücudun
dengesinin gelişimi içindir. Yoga derslerinde eğitmenler
bu hareketlerden en az birini derse dahil ederler. Böylece
dersten derse vücudumuz dengesini bulur. Bu sporlarda
daha başarılı olmamızı ve daha az sakatlık geçirmemizi
sağlar. Omurga duruşuna gelirsek de yoga zaten
duruşlarında hep omurgayı merkez alır. Duruşlar hep
omurgayı rahatlatma amaçlıdır. Gün içinde, ders
çalışırken, bilgisayara bakarken ve sırt çantamızı taşırken
fark etmeden hep kambur dururuz. Bu duruş omurgamızın
eğrelmesine neden olur. Yogayla bu eğrelmeyi düzeltebilir
ve daha dik bir duruşa sahip olabilirsiniz. Ayrıca bu sorun
yüzünden çektiğiniz ağrılara da bir çözüm bulmuş
olursunuz. Omurgayı rahatlatmak strese de bir çözümdür
çünkü vücudun daha çok açılmasına neden olur. Bu da
vücuda adeta masaj etkisi yapar.
4. Vücut kaslarınızı sıkılaştırır:
Yoga duruşlarında dengenin yanı sıra kas gücü de
önemlidir. Yoga hızlı yapılan bir uygulama değildir.
Duruşları nefes alış ve veriş hızınızla yapmanız gerekir.
Duruşlarda bu süreler boyunca kalmak kaslarınızın sahip
olabileceği hamlığı da alır, sıkılaştırır. Pozların bir akış
içinde yapılıyor olması da kasların devamlı esneyip
gevşemesine neden olur.
5. Konsantrasyonu geliştirir:
Yoga, beden içindeki farkındalığımızı geliştirir. Bu
farkındalık yoga yaptığımız süre boyunca sadece yogayı
düşünmemizle
oluşur.
Buna
bağlı
olarak
konsantrasyonumuz da hareketlere odaklı olur. Düzenli
olarak yogaya devam eden biri gün içinde uğraştığı başka
işlerde de bu konsantrasyonu yakalamaya başlar. Öğrenme
becerisi gelişir. Ayrıca daha önce de değindiğim gibi “anda”
olmak, şu anda yaşamak, konsantrasyona ve hafızaya
büyük katkı sağlar. Yaptığımız iş her ne ise ona
odaklanmamıza yardımcı olur. Böylece bir işi yaparken
sadece o işi düşünmeye ve daha verimli çalışmaya başlarız.
FAF ‘16 (fotoğraflar: Ekin Gülen)
-24-
KÖPRÜ
Mart 2016
Öğrenciler İçin Uygulamalar
Selin Çelikel
RC öğrencileri olarak günümüzün önemli bir kısmını bilgisayar başında geçiriyoruz. Okul
işleri, ödevler, araştırmalar, hepsinin ucu bir şekilde bilgisayar veya telefon ekranımıza
bağlanıyor. Durum böyleyken biz öğrencilerin işine yarayabilecek, kullandığımız elektronik
cihazların sağlıksız etkisini azaltacak uygulamalar da önem kazanıyor. Siz de böyle bir
arayıştaysanız işte işinize yarayabilecek üç ücretsiz uygulama.
F.lux: Telefon ve bilgisayarlarımızın başında
geçirdiğimiz saatler bize uykusuzluk olarak geri dönüyor.
Yapılan araştırmalara göreyse bu sorunumuzun
nedenlerinden biri elektronik cihazlardan aldığımız mavi
ışık. Bu ışık gün içinde dikkati artırmaya yardımcı olsa da
geceleri beynimize uyanık kalma sinyali gitmesine neden
olarak uyku hormonu olan melatoninin salgılamasını
engelliyor. Yani bu yapay ışığa maruz kalmak evde yapay
bir güneşe bakma hissi yaratarak hem gözümüzü hem de
uyku düzenimizi bozmuş oluyor. F.lux uygulamasıysa
burada devreye giriyor ve uyku saatlerinizi düzenlemek
için bilgisayarınızın ışığıyla oynuyor. Lokasyonunuzu,
saati ve uyanmak istediğiniz vakti yazdığınızda uygulama
ekranınızın ışığını kontrol etmeye başlıyor. Bu sayede
güneş battıktan sonra ışığı bulunduğunuz mekana göre
değiştirerek sizi minimum mavi ışığa maruz bırakarak
gözlerinizin yorulmaması ve vücut ritminizin dengede
tutulmasına yardımcı oluyor. Uygulama özellikle gece
çalışmaya alışkın öğrenciler için ideal.
StumbleUpon: İnternette gerçek anlamda sörf
yapmanıza StumbleUpon olanak sağlıyor. Siteye giriş
yaptığınızda onlarca kategoriye ayrılmış menüden ilgi
alanlarınızı işaretliyorsunuz, uygulama da seçimlerinize
göre bulduğu web sitelerini, yazıları, blogları, fotoğrafları
ve makaleleri filtrelemiş bir şekilde önünüze koyuyor.
"Stumble" butonuna bastıkça yenisi gelen linkleri
beğenerek sonra okumak üzere kaydedebilir veya
“Beğenmedim.” diyerek programın sizin için daha fazla
filtreleme yapmasını sağlayabilirsiniz. Site size
seçimlerinize göre önerilerde bulunsa da spesifik bir konu
seçilerek arama yapmak da mümkün. Ayrıca siteye başka
kullanıcıların da görmesi için link ekleyebiliyor, liste
oluşturup başka insanları ve beğendikleri siteleri
görebiliyorsunuz. Uygulama telefonlar için ücretsiz,
bilgisayardaysa araç çubuğuna eklenti olarak geliyor.
Öğrencilerin işine yarayacak kullanışlı ve rahat bir
program.
Stop, Breathe & Think: Telefon veya bilgisayarınız
üzerinden erişebileceğiniz sesli günlük meditasyon
uygulaması. Öncelikle farkındalık ve meditasyon
kavramlarını açıklayan uygulama, size bunların yararlarını
ve günlük hayata etkilerini, çeşitlerini ve nasıl yapılacağını
anlatıyor. Daha sonra yaşınız, fiziksel ve zihinsel
durumunuzla ilgili sorulara cevaplarınıza göre size günlük
modunuza uygun bir meditasyon planı çıkarıyor. 3–20
dakika arasında değişen meditasyon kayıtlarından
istediğinizi seçip dinleyebiliyorsunuz. Meditasyona vakit
ayıramayan fakat gün içinde gayet kısa bir sürede sadece
dinleyerek rahatlamak ve odaklanmak, stresini azaltmak
isteyenlerin işine yarayabilecek bir uygulama.
Orkestra ‘16 (fotoğraflar: Tulya Bekişoğlu)
Mart 2016
KÖPRÜ
-25-
Keep Calm & RCIMUN
Eda Özüner
Hepimizin bildiği gibi nisan tatilinde hepimiz tatil
yapmıyoruz. Bütün tatil haftası boyunca bir kısmımız
RCIMUN için okulda kalmayı tercih ediyor veya
organizasyon kısmında ya da münazara kısmında yer
alıyoruz. Hazırlıktan beri her nisan tatilimi düşünmeden
verdiğim bu konferansın bütün katılımcıları için anlamı
büyük ve bunu malesef herkes anlayamıyor. Bu nedenle
katılamayan veya yapılanlar hakkında pek bir şey
bilmeyenler için RCIMUN’un bilinmeyen yönlerinden
bahsetmek istiyorum.
Öncelikle bu yılki temamız global mülteci krizine çok
yönlü çözümler aramaktı ve yedi farklı dala ayrılan
komitelerimizin her birinde sorunun belli yönlerinin
çözümlenmesi için öneriler geliştirildi. Birleşmiş
Milletler’in üye ülkelerinin temsilcilerinden oluşan
komitelerimizin görevi tartışarak sunulan önerileri
detaylandırıp, güçlendirmek. Sonunda komite başkanları
oylamada geçen çözüm önerileri paketlerinden birini diğer
komitelerin de üzerinde tartışması için Genel Kurul’a
gönderir. Fakat bu sanıldığı kadar kolay değildir çünkü her
ülkenin temsilcisi kendi ülkesinin politikaları üzerinden
tartışır. Bu nedenle bütün ülkelerin çoğunluğunun
uygulamayı kabul edeceği sonuçlar bulmak zordur.
Ortak bir karara varmanın yanı sıra yaklaşık 650
kişilik bir konferansın her detayını ayarlamak da kolay bir
mesele değildir. Her günün öğle yemekleri ve
atıştırmalıklarının yanı sıra, okulların servislerini,
gazetemizi, satılan ürünlerimizi, geleneksel tekne
turumuzu, ses, ışık ve projeksiyonların çalışmasını
öğrenciler
ayarlar.
Bu
konularda
ISS’in,
güvenliklerimizin, plant ofisin, IT ofisinin, Business
ofisin, matbaamızın, ve Gürsel ofisin de yardımı çok
büyüktür. Bu sayede Muzaffer Abi, Murat Abi, Kudusi
Abi, Şakir Abi, Kenan Abi, Zeynep Abla, Reyhan Hanım,
Cengiz Abi ve Emre Abi gibi müthiş insanlarla tanışma
fırsatımız oldu ve onlar olmasa konferans asla bu kadar
başarılı olmazdı.
Bu sene de her sene olduğu gibi komitelerimize
uzmanlaşmış oldukları konularda konuşmak üzere
-26-
profesörler ve diplomatlar davet ettik. Öncelikle açılış
töreninde Ankara’daki Amerikan Büyük Elçiliği’nden
diplomat Holly Holzer Bass bizi ziyaret etti.
Konuşmasında Afrika’nın en fazla mülteciye ev sahipliği
yapan ülkesi Etiyopya’da geçirdiği ve zorlayıcı kararlar
almak durumunda kaldığı yıllardan bahsetmenin yanı sıra
bir diplomatın dikkat etmesi gereken unsurlara da değindi.
Daha sonra çevre komitemizde Prof. Tanay Sıdkı Uyar
sürdürülebilir enerji üzerine bir konuşma verdi. Bu sırada
politik komitemizde Koç Üniversitesi’nden Doğuş Şimşek
bir konuşma yapıyordu. Boğaziçi Üniversitesi’nden ise
siyasal iktisat uzmanı Prof. Ayşe Buğra katılımcılarımıza
işçi sendikaları hakkında bir sunum verdi. Koç
Üniversitesi Hastanesi’nden Doç. Dr. Süda Tekin ise
mülteci kamplarında kolaylıkla yayılabilen bulaşıcı
hastalıklardan bahsetti. Anadolu Kültür isimli, kar amacı
gütmeyen, Türkiye’de kültürün korunması üzerine
çalışmalar yapan organizasyonun koordinatörü Zümray
Kutlu da konuşmacılarımızın arasındaydı. Kendisi sivil
toplumda mültecilerin etkinlik kazanması üzerine
yoğunlaştı. Son olarak da silahsızlandırma komitemizde
Prof. Dr. Serhat Güvenç insansız uçaklar hakkında bir
konuşma yaptı.
Okulumuza özel olan iki farklı komitemiz daha var.
Bunlar Uluslarası Ceza Mahkemesinin bir stimülasyonu
olan MICC ve tarihsel olayları okulumda tekrardan
yaşatan RCSA komiteleridir. MICC de bu yıl uluslararası
ceza hukukunda uzmanlaşmış üç isim öğrencilere eğitim
verdi; Ruta Mrazauskaite, Jens Henning Fischer ve Mais
Konjhodzic. RCSA ise Truva Savaşını Yunan ve Truva
taraflarından inceleyerek tekrar yaşadı. Herkesin takım
elbiselerle dolaştığı bir konferansta RCSA’dakiler kılıç
savaşları yapıyor ve Truva atı kılığına giriyordu. Bütün
komiteler olarak bu sene çok verimli bir konferans
geçirdik ve yardımı dokunan herkese teşekkürler.
Seneye RCIMUN 2017’de görüşmek üzere!
KÖPRÜ
Mart 2016
Işık Öğütçü ile Keyifli Bir Söyleşi
Şevval Akkaya
27 Nisan 2016 tarihinde okulumuzu ziyaret eden Orhan
Kemal’in en küçük oğlu ve Orhan Kemal Müzesi’nin kurucusu
Sayın Işık Öğütçü birçoğumuzun Orhan Kemal’in hayatından da
esintiler taşıyan, küçüklükten beri okuduğumuz, ders verici
hikayeleri hakkındaki sorularını cevapladı. Öğütçü’nün öğrencilere
olan sıcak tavrı öğrencilerin sorularına cevap bulmaları için çok
samimi bir ortam yarattı. Söyleşide Orhan Kemal’in hayatı ve Işık
Öğütçü’nün edebiyatımızdaki en büyük yazarlardan birinin oğlu
olmasının nasıl bir duygu olduğu en çok üzerinde durulan
konulardan oldu. Işık Öğütçü öğrencilerden gelen her soruya en
açıklayıcı şekilde cevap verdi, böylece çoğu kişi Orhan Kemal ve
romanları hakkındaki sorularının cevabını almış ve Işık Öğütçü ile
keyifli bir sohbetin tadını çıkarmış oldu. Orhan Kemal’in hayatının
önemli periyodlarının birkaçını öğrencilerden gelen sorularla ve
Işık Öğütçü’nün başarılı üslubuyla öğreniyoruz:
Köprü:
Üstad’ın ismini Orhan Kemal olarak
değiştirmesinin özel bir sebebi var mıdır?
Işık Öğütçü: O isim değişikliğinde babamın herhangi bir etkisi
olmamış. Zamanı biraz geri sarmak gerekiyor. Yıl 1938, babam
askerde ve o dönem çok kitap okuduğu için pek çok kavramı
zaman zaman çeşitli olarak anlattığı ve bunları askerde yaptığından
o dönemde bir takım kişiler babamın bu tür konuşmalarını sürekli
not alıp sonunda babamı askeri mahkemeye vermişler. Babam da
kendini hakim karşısında görünce bu yaptığı konuşmalar onun
önüne çıkmış. İşte bunlardan bir tanesi Nazım Hikmet’i okuduğu,
taktir ettiği; Balkan ülkelerinden neden geriyiz, dediği ve bunun
gibi nedenlerdir. Mahkeme bu nedenlerden dolayı babama tam
beş yıl ağır hapis cezası vermiş. Cezasını Niğde, Kayseri, Adana
cezaevlerinde çekmeye başlamış. 1940 Nisan ayında dedem
babamı Adana Cezaevi’nden Bursa Cezaevi’ne naklettirmiş. Çok
enteresan bir kesişme tarihidir Aralık 1940, çünkü o ayda Nazım
Hikmet de Çankırı’dan Bursa Cezaevi’ne nakledilmiş. Bu iki insan
orada karşılaşmışlar. Babamın şiir yazdığını o dönemde
mahkumlar hemen Nazım Hikmet’e yetiştirmişler. Nazım Hikmet
de çok sevinmiş. Hapishanede aynı kendisi gibi ceza yasasının 94.
maddesinden ceza almış bir mahkumla olmak, babamın şiirle
Mart 2016
uğraşması, aklı başında bir insan olması Nazım Hikmet’i
heyecanlandırmış. Nazım Hikmet de bir gün babama şiirlerini
okumasını istediğinde babam çok iddialı olduğu bir şiirini okumuş.
Nazım Hikmet’in ifadesi çok beğenmediği şeklindeymiş. İkinciyi
okumuş yine kötü, üç dört beş de... Yani her seferinde hiçbirini
beğenmemiş, hep kötü derecelendirmelerle ona şiirinin beş para
etmeyeceğini söylemiş. Ama bir gün Nazım Hikmet koğuştaki
masada bir kağıt görmüş ve o kağıt yazılanlar da babamın yarım
sayfalık bir yazısıymış. Okumuş, çok hoşuna gitmiş. Babamın
yanına gidip “Bunu sen mi yazdın?” diye sorunca babam tabi çok
fırça yediği için tekrar fırça yeme olasılığı olduğundan “Ya işte bir
şeyler çiziktirdim.” deyip geçiştirmeye çalışmış. Nazım Hikmet
orada kükremiş: “Sen şiiri falan bırak, şiir yerine düz yazı yaz.”
demiş babama. Babam da: “Ben hayatımda böyle bir şey
denemedim, nasıl yazılacağını da bilmiyorum.” deyince Nazım
Hikmet:“O daha iyi, sen çalışmaya var mısın yok musun onu
söyle.” demiş. Babam da ciddi bir şekilde yazmaya başlamış. Bu
şekilde birçok düzyazı ortaya çıkarmış ve tabi Nazım Hikmet de
bu sıralarda babamı hep denetlemiş. Nazım Hikmet babama açıkça
her şeyi ona sorabileceğini tembihlemiş. Babam da sorduğu her
sorunun cevabını en dolu şekilde almış. Yazdığı yazılar da
İstanbul’da çeşitli dergilerde yayınlanmaya başlamış.
1942 tarihi çok önemli, 5 Aralık 1942 Yürüyüş isimli bir
dergide babamın bir öyküsü yayınlanıyor. O tarihe kadar babam
Orhan Raşit imzasıyla, zaman zaman Raşit Kemali imzasıyla bu
öykülerine imza atıyor. Dergi hapishaneye geldiğinde babam
açmış, o ilgili sayfasına bakmış. Öykünün ismi kendisininmiş fakat
imza “Orhan Kemal” olmuş. Şaşırmış sonra sormuş soruşturmuş.
Aldığı cevap da derginin üstünde bir soruşturma olduğundan ve
orada yazanların çoğunun da hapishaneden yazdığından, yani ceza
almasınlar diye editörlerin tüm yazarların ismini değiştirdikleri
olmuş. Tüm yazarların ismini değiştirirken babamın da Raşit’ini
kaldırıp Kemal’i koymuşlar. Babam ismi önce yadırgadığını sonra
da kıyak bir isim olduğunda kabul ettiğini söylüyor. “Eşin dostun
haberi olsun artık hep bu ad ile yazacağım.” diyor ve Aralık
1942’den sonra hep Orhan Kemal olarak imzasını atmaya başlıyor.
KÖPRÜ
-27-
Türk Sanatçılarından Rus Klasikleri
Leyla Altay
İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası düzenli
olarak Fulya Sanat Merkezi’nde farklı şef ve
temalarla sahne almaktadırlar. 8 Nisan 2016’da,
İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası sahnelerini şef
Mikail İskrov, Kazak keman virtüözü Aimann
Mussakhajayeva, solist Shakhimardan Abilov
(Bariton)
ve
Seda
Ortaç’la
(Soprano)
paylaşmıştır.
Bu klasik müzk konserini tercih etmemin
nedenlerinden biri kemancı virtüöz Aimann
Mussakhajayeva’yı görme isteğimdi ama
şansımıza
onun performansını konsere geç
giderek kaçırdım. Aimann Mussakhajayeva
(bilmeyenler için) hem ulusal hem uluslararası
üne sahiptir. Birçok uluslararası saygın
yarışmalarda ödül almış ve “Academy of
Soloists” Devlet Oda Orkestrası’nın kurucusu ve
başkanıdır.
Diğer sanatçıları, konserin biletini bir gün
önceden aldığım için ilk kez sahnede izleyebildim
ama birbirleriyle uyumları ve sahneye içten
girişleri ve büyüleyici performanslarıyla
kaçırdığım kemancının yokluğunu aratmadılar.
Ne yazık ki İstanbul trafiği nedeniyle konserin
ilk yarısını kaçırsam da nadir olan
Kazak-Türk sanatçılarının beraber çalışmaları
ve ortaya klasik Rus bestelerinin bir senetezini
sunmalarını görme ve dinleme fırsatı bulmak
benim için güzel bir sürprizdi. Borodin’in “Prens
Igor” operasının “Polovets Dansı” ikinci yarının
ilk parçasıydı. Bu ihtişamlı giriş ve onu takip
eden aryaları bir opera içerisinde değil, bir
konserde dinlemek oldukça etkileyiciydi.
-28-
Shakhimardan Abilov’un güçlü ve dolgun sesiyle
bütün salonu etkisi altına alması ve Seda Ortaç’ın
aryaları orjinal dilinde (Rusça) söylemesinin
ilginç ve şaşırtıcı olmasının dışında orkestraya
olan uyumu izleyicileri mest etti.
Bu olağanüstü performans ve programda yer
alan parçalar tüm izleyenlerin coşkulu alkışları
eşliğinde son buldu.
Vesilesi ne olursa olsun klasik müzik
konserleri tüm ziyaretçilerini etkiler ve içlerini
güzel ve şiirsel duygularla doldurur. Ben de
aynısını yaşadım ve bunun gibi etkinlikleri
kendime daha sık armağan etmeye karar verdim.
KÖPRÜ
Mart 2016
İZEV
Dolunay Kocabağ
Mart ayının ikinci haftası okulumuzda Fark Yarat’an
Kitap Günleri adlı etkinlik kapsamında İstanbul Zihinsel
Engelliler İçin Eğitim ve Dayanışma Vakfı öğrencilerini
ağırlamıştık. Marble Hall’dan geçtiyseniz bilirsiniz. Üç
gün boyunca İZEV öğrencileri okulda kitap ve yiyecek
satışı yaptılar. Ritim gösterileriyle yemekhaneyi
şenlendirdiler.
Peki kimdir bu çocuklar? Onları tanımlayabileceğimiz
tek özellikleri down sendromlu ya da otizimli oluşları mı?
Eğer hafta boyunca onlarla tanışma şansınız olmadıysa
Tan Aytıs’ın tiyatrodaki yeteneğinden, Çağdaş’ın gördüğü
rüyaların hepsini hatırladığından, Nilay’ın pasta-börek ve
“güzel şeyler” hakkındaki engin bilgisinden haberdar
değilsinizdir. Peki bütün bunları öğrenmek ne kadar zor
olabilir? Ana karakteri tanımak için kaç sayfa kitap
okumak gerekir? Bir insanı tanımak için kaç yıl, kaç
buluşma, kaç cümle… Bu soruya hala cevap bulamamış
biri olarak iki yazarı birer ders süresinde tanımaya
çalıştım.
Aynı hafta içinde Türk Dili ve Edebiyatı bölümünün
ve kütüphanenin yardımlarıyla İZEV yararına iki yazarı
okulumuzda ağırladık. Ahmet Ümit ve Mario Levi
yaptıkları söyleşilerde sadece kitaplarından ve edebi
kişiliklerinden değil, onlara ilham veren ve hepimizin
hayatında bir şekilde yer edinen durumları ve duyguları
içtenlikle dile getirdiler. İki yazar da kitaplarında
anlattıklarının gerçeklikten beslendiğine değindi. Ahmet
Ümit’in söyleşisini izlerken kafamı bir süredir kurcalayan
soruları düşündüm, mesela "Bir insan hayatta anlatmaya
değer bulacağı şeyi nasıl keşfeder?” Buna benzer soruların
cevabını tartışma fırsatım olmuştu ancak almaya
korktuğum cevaplarla karşılaşıyordum. Birikim
gerektiğini fark ettim. Sadece insanın kendi hayat
deneyimleri de değil biriktirmeleri gereken; başkalarının
deneyimlerini, geçmişte ve günümüzde farklı koşullarda
yaşayan insanların deneyimlerini de aktarabilmek
Mart 2016
gerekiyor. Aksi taktirde bütün yazarlar yalnızca kendi
hikayelerini anlatırlardı. Benzer sözleri pek çok kitap
yazmış başarılı bir romancıdan duymak beni oldukça
etkiledi. Biriktirmek gerektiğini kabullenmemde önemli
bir etken oldu.
Yalnızca hayal gücü yeterli olmasa da mükemmel
kurgular için hayalperestlik kesinlikle bir yazarın işini
kolaylaştırıyor.
Zira Ahmet Ümit'in sıradan olayları eşzamanlı olarak
kafasında hikayeye çevirmek gibi bir alışkanlığı var.
Yaşanan olaylara yeni karakterler, pek çoğu tarihten
alınma yan öyküler ekliyor. Bütün bunları yaparken birçok
mekanda birçok karakter oluyor. Hayatı bir kişi olarak
yaşamaktan kendini kurtarıyor. Çok Satan olmaktansa pek
şikayetçi değil. “Ben okunmak istiyorum!” diyor, Gould
binasının ikinci katından manzaraya karşı.
Fark Yarat’an Kitap Günleri'nden İZEV’liler de
oldukça memnun kaldı. Bahar tatilinde gittiğimizde
okulumuzu tekrar ziyaret etmek istediklerini söylediler. M.
Uysal hocamızla bu haftayı bir geleneğe dönüştürme
planımız var. Bu planı uygulamaya koyma sürecinde okula
gelecek yazarların en azından bir kitabını okumuş olmayı
da kendim için temenni ediyorum.
KÖPRÜ
-29-
RC Yıldız Basketbol Takımı
Ömer Ekin
Her eğitim-öğretim yılının ilk çarşamba öğleden sonrasında
gerçekleşen “Kulüp Seçme Panayırı”nda, basketbol takımı standı
büyük ilgi görür. Okulda daha yolunu bulmakta zorlanan
basketbolsever hazırlık öğrencileri, Forum’un üstündeki stantta 2
metre boyunda, basketbol şortu giyen birini görünce heyecanlanır.
(Ben de RC Yıldız Erkek Basketbol takımı Koçu Murat Özyiğit
ile geçen sene orada tanışmıştım.) Listeye isimler yazdırılır ve ertesi
salı günündeki takım seçmesi antrenmanı için planlar yapılır.
Takım seçme antrenmanı her sene kalabalık olur. Basketbol
geçmişi olan öğrenciler belki de o salı günü uzun bir aradan sonra
ilk kez basketbol ayakkabılarını giyerler. Kimileri TEOG sınavının
yoğun temposu yüzünden ara verdikleri basketbola kavuşmanın
mutluluğu, kimileri de seçilir miyim seçilmez miyim endişesi ile
sahaya çıkar. Zorlu geçen seçme sürecinde her öğrenci basketbol
hünerlerini sergilemeye çalışır ancak ortalıkta bir takım yoktur.
Seçme haftalarından öğrenilen en önemli bilgi de Murat Koç’un
sahada olan her pozisyonu görmesidir. Zaten çok kişi var, belli
olmam diyerek ciddiyetini kaybedenler ve elimden gelenin en
iyisini yapayım diyenler o kalabalık içinde kolayca tespit edilir.
İlk iki seçme antrenmanının sonunda Murat Koç katılanları
etrafına toplar ve herkese teker teker geri bildirimde bulunur.
Murat Koç yorumlarını seçmelere katılanlarla paylaştıktan sonra
nazikçe bazı isimlerin üstünü çizip takımı şekillendirmeye başlar.
Eğer bu yazıyı okuduktan sonra RC Yıldız Basketbol Takımında
oynamak istersiniz diye kriterleri de ekleyeyim:
● Hazırlık veya 9. Sınıf öğrencisi olmak
● Başka bir kulüpte lisansın bulunmaması
● Her hafta eksiksiz Salı ve Perşembe günleri yapılan
antrenmanlara katılıp azimle çalışmak
Geçen sene, ben hazılık öğrencisiyken, yedi 9. Sınıf, üç de
hazırlık öğrencisinden oluşan Yıldız takım bu sene 9. Sınıf
öğrencilerinin Mr. Pinto’nun yönettiği Genç Takıma geçmesi ile
sayıca azaldı. Ama takıma bu sene katılan yedi hazırlık iki de 9.
Sınıf öğrencisi takıma kolaylıkla ayak uydurmayı başardı. Takıma
bu sene katılan ve bir sene içinde kendine takımda önemli bir yer
bulan Hazırlık öğrencisi Berk yani takımdakilerin deyimiyle
“Beko” takıma uyum sağlama sürecini şöyle anlatıyor: “İlk
antrenmanlarda çok heyecanlıydım, hatta ilk maçta oynayabilecek
miyim diye endişelenmiştim. Yıldız takım daha önce oynadığım
takımlardan farklı bir düzene sahip olduğu için takıma alışmakta
güçlük çektim ancak takım arkadaşlarımın isteği ve enerjisi beni
-30-
de motive etti ve kendimi geliştirmemi sağladı.”
Yıldız takımda çok kuvvetli arkadaşlık bağları
vardır ve bütün takım gerek saha içinde gerekse
saha dışında, maçlara giderken, soyunma
odasında birbirini kollar.
Bir aylık sürecin sonunda, takım Salı ve
Perşembe günleri okuldan sonra gerçekleşen
antrenmanlarına başlar. Bir süre teknik ve hıza
yönelik çalışmanın ardından takım ruhu gelişir ve
artık setler öğrenilmeye başlar. Klasik hücum
setlerinin yanı sıra takımın o seneki durumuna
göre yeni setler çizilir. Mesela bu sene takımda iyi
şut atabilen oyuncular olduğu için boş şut bulmamızı sağlayan bir
set öğrendik. Adını da “Deli” koyduk. Ne kadar yeni set öğrensek
de Murat Koç’un her zaman dediği gibi “Bütün setlerin temelinde
pick and roll ve screen koyma vardır.” Yani demek istenilen, ne
kadar karmaşık setler çizilse de biz takım arkadaşlarımız ile iyi
iletişim içinde olmayıp birbirimize hücumda, ikili oyunlarda destek
vermezsek başarılı maç oynayamayız.
Okuldaki diğer bazı spor kulüplerinin aksine Yıldız Takım
antrenmanlarına katılım çok yüksektir. Antrenmanlarımız
çoğunlukla tam kadro yapılır ve dolu dolu geçer. Her hafta yeni
taktikler öğrenir ve becerilerimizi pekiştiririz. Antrenmanlarda
kendi içimizde yaptığımız maçlarda tatlı bir rekabet havası vardır.
Birbirimize karşı iyi savunma yapmamız, bizi maçlara daha iyi
hazırlayıp takımca akıllı oynamayı zorunlu kılmaktadır.
Bu sene Yıldız takımımız birçok maçta ve turnuvada
okulumuzu başarıyla temsil etti ve temsil etmeye devam ediyor.
● Halen Yıldız Erkekler Alt Yap C Ligi Avrupa G grubunda
maçlarımız devam etmektedir ve grupta oynadığımız 6 maçta 4
galibiyet 2 mağlubiyet aldık. Bu sene C liginde güçlü bir takım
olduğumuz için kolay maçlar oynasak bile Murat Koç’un
kazanmaktan çok iyi basketbol oynamamıza önem verdiğini
görmek okul sonraları ve hafta sonları Bayrampaşa, Bağcılar,
Halkalı gibi ıssız sahalarda seyircisiz oynadığımız her maçın
dersler çıkarılabilecek deneyimlere dönüşmesini sağladı.
● 15 Şubat’da IICS okullarında düzenlenen ISL
(International Schools League) Kupasında 8 takım arasından 3.’lük
başarısı elde ettik
● Uluslararası Okullar Turnuvası kapsamında yine birçok
maça gittik ve okulumuzda da bir turnuvaya ev sahipliği yaptık.
● Mayıs ayında Ayazağa Işık Okullarında düzenlenecek
turnuvaya katılacağız.
İki senedir üyesi olduğum ve bu sene yardımcı kaptanlığını
yaptığım Yıldız Erkek Basketbol takımı, benim ve (eminim ki
üyelerinin) Robert Kolej yaşamımda çok önemli bir yere sahip.
Yıldız Takım, yorucu geçen okul temposunda fiziksel olarak zinde
kalmama yardım etmenin yanı sıra bana bir amaç uğruna azimle
çalışıp doğru ve yanlışlarından ders çıkaran bir takımın parçası
olmayı öğretti.
KÖPRÜ
Mart 2016
Emirgan Lale Korusu’na Bir Gezi
Ece Şemdinoğlu
Divan Edebiyatı’nda da önemi esirgenemeyen lale
figürlerinin yansıması da yer yer karşımıza çıkıyor. Divan
Edebiyatı’nda sevgilinin yanağını ve aşığın gözyaşlarını
yansıtan lale, Klasik Türk Edebiyatı’nda da Mevlana ile
varlığını ortaya koymuş ve zaman içinde özellikle Lale
Devri’nden sonra ise şiirlerin vazgeçilmez bir figürü
haline gelmiştir. Türk kültüründe de adeta bir baş tacı olan
lale günümüzde zerafetin ve masumiyetin bir simgesidir.
Her ne kadar ana vatanı kesin olarak bilinmese de lalenin
Orta Asya’ya Türkler tarafından getirildiği söylenir.
Geçmişten günümüze uzun yıllardır önemini
kaybetmeden kimi zaman şarkılara, kimi zaman yazılara,
kimi zamansa şiirlere ilham kaynağı olmaya devam eder.
Günümüzde de laleye verilen önem devam ettiği gibi yılın belli dönemlerinde lale festivalleri düzenlenmeye
başlanmıştır. Bu festivallerin güzel bir örneği ise Emirgan Korusu’nda yer alıyor. Adını Emirgun Han’dan alan
Avrupa yakasında, Emirgan semtinin kuzey batısında bulunan Emirgan Korusu son 10 yıldır düzenlenen
İstanbul Lale Festivali’ne ev sahipliği yapıyor.
Lale sergisi, resim sergisi, tenis turnuvası, futbol turnuvası ve fotoğraf yarışmaları gibi birçok etkinliğin
de düzenlendiği Emirgan Korusu, bahar mevsimi bitmeden kesinlikle görülmesi gereken yerler arasında.
11 Nisan Cumartesi günü birbirinden güzel laleler ile herkese kapılarını açan Emirgan Korusu her yıl
olduğu gibi bu yıl da Robert Kolej 10. Sınıf öğrencilerinin durağı oldu. Biz, 10. Sınıf öğrencileri olarak birçok
farklı türde ve renkte laleleri görmek, edebiyatta lalenin önemini pekiştirmek için uğradık lale bahçelerine.
Emirgan Lale Bahçesi’ne girişte, birbirinden farklı boyutlarda ve renklerde laleler karşıladı bizi. Etrafta ise
neşe ile koşuşturan çocuklar ve piknik yapan aileler görmek mümkündü. Parkta hakim olan bahar havası sınıfça
güzel vakit geçirmemizi sağlarken, lalelerin etkisi ile olsa gerek, içimizi de pozitif enerji kapladı. Emirgan’a
yolunuz düşerse birbirinden farklı güzellikteki laleleri görmeden geçmeyin.
fotoğraf: Aydnsevikyildiz. "Emirgan Korusu / Lale Festivali 2015." YouTube. YouTube, 06 Apr. 2015. Web. 04 May 2016.
Karikatür: Şevval Akkaya
Mart 2016
KÖPRÜ
-31-
“Van, Van, Van… O da bir İlimiz!”
Kaan Tarhan
“Van Gölü üzerinde gün batımı”
Bildiğiniz gibi Van, ülkemizin doğusunda yer alan,
etrafına göre alçakta olmasına rağmen rakımı son derece
yüksek olan, Van Göl’ünün bulunduğu, hayvancılığın
yapıldığı, Van kahvaltısıyla ünlü çok nezih bir ilimiz. Ama
bilmediklerinizin sayısı çok daha fazla; mesela yirmiden
fazla çeşit peynir üretildiğini, 67 çeşit elmanın yetiştiğini,
hem et hem un mahmullerinin ustalıkla yapıldığını, bir
elinizle çiçek toplarken diğeriyle kar topu yapabileceğinizi,
camileri olduğu kadar kiliselerinin olduğunu, hiç terlemeden
güneşlenebileceğinizi, komşular ile ne kadar çabuk
kaynaşabileceğinizi veya Van Göl’ünün son beş yıldır deniz
kabul edildiğini bilmiyordunuz.
“Roza, Leyla ve ben Sarı Kanola tarlasında”
En yakın arkadaşlarımdan Roza, beni ve
arkadaşımız Leyla’yı davet edene kadar biz de bilmiyorduk.
Bavullarımızı toplayıp ailelerimizi de yanımıza alarak Van’a
gittik ve Roza’nın ailesi tarafından çok sıcak karşılandık.
Babası Aydın Bey hem bir mimar hem de bir sanat tarihçisi
olarak bizi gezdirme görevini üstlendi ve ilk gün sabahtan
Van Gölü’nün içindeki Ahtamar Adası’na yollandık. Adada
Ermenilerden kalma Surp Haç Kilisesi’ni gezdikten sonra
gün boyunca içimizi ısıtan güneş ve hiç kesilmeyen ferah
rüzgarla birlikte doğa yürüyüşü yaptık. Ağaçlardan
topladığımız çağlaları, bademleri yedik, semaverimizden çay
içtik ve göl manzarasının keyfine vardık.
İkinci gün Van Kalesi’ne doğru yola çıktık ama
yolculuğun kendisi de hedef kadar kıymetliydi. Ganisipi,
yani beyaz akan şelaleden su içtik, uçsuz bucaksız sarı
Kanola tarlaları arasında yürüdük ve yerlilerin beleki dediği
hala erimemiş kar kütlelerine dokunduk. Van Kalesi’ne
tırmanırken gördüğümüz kıpkırmızı gelincikler ve eski şehir
kalıntıları, kalenin doruğundaki Van manzarasını özetler
-32-
nitelikteydi. Doğayla iç içe olan şehrin bir yanında dağlar,
bir yanında göl, koruma altına alınmış kuş cennetleri olan
deltalar, sayısız koyun sürüleri ve gökyüzünde onlarca martı
ve kırlangıç... Şehre indiğimizde sadece Van’da yapılan özel
gümüş takılardan aldık ve Van Kedisi Evi’nde bir gözü mavi
bir gözü yeşil kedicikleri sevdik.
Doğubeyazıt’a doğru erkenden yola çıktık üçüncü
gün. Yolda Muratpaşa Şelalesi’nin üstünde sallanan bir
köprüden geçip, herkese nasip olmayan harika bir Van Dağı
manzarasıyla karşılaştık. Doğa iyi güzel de tarihi bir yer
“Van Kalesi’nin aşağıdan görüntüsü”
görmediniz mi diyeceksiniz? O başarısız restorasyonuyla
çok ünlü İshak Paşa Sarayı’nı da gezdik. Aydın Bey
sağolsun, aslında bir çeşmeden süt, bir çeşmeden su aktığı
iddia edilen musluğun gerçek olmadığını öğrendik. Dönüş
yolunda tabii ki dayanamadık, bu sefer çiçek tarlalarında
çiçek topladık. Mavisi, moru, sarısı kırmızısı, Şeytan
Köprüsü’nün etrafı resmen gökkuşağı gibiydi. Bu endemik
çiçeklerin çoğuna ırklara göre isim veren Fransızlar
sağolsun, elimizde buket buket Astragalus kurdikus ve
Anthemis Armeniaca ile eve döndük.
Her gün inanılmaz et yemekleri yedik ve semaverde
odun ateşinde demlediğimiz çaylarla içimiz ısındı. Sanırım
yüze yakın gün batımı fotoğrafı çektik, çünkü gölün
üstünden batan güneş hergün başka bir renk gözüküyordu.
Çok kısa bir süre ziyaret etmemize rağmen aşık olduğum bu
bölgeyi herkesin görmesi gerektiğini düşünüyorum.
Fransa’nın güneyi, İspanya’nın
kuzeyi falan bunlar yalan.
Van’ı görmeden Türkiye’de
yaşadım denemez. Sonuçta
Van… O da bir ilimiz.
Fotoğraflar için Leyla’nın
annesi İlham Dilmen’e ve bizi
ağırlayan Aydın Mızrak ve
Meram Mızrak’a özellikle
teşekkürler.
”Van’ın florası, Kaan
Tarhan tarafından çizildi.”
KÖPRÜ
Mart 2016
Acarlar Longozu THP
Ceren Kuran
İlkbahar tatilinde gerçekleşen topluma hizmet projelerinden biri olan Acarlar Longozu THP’si
3-8 Nisan tarihleri arasında, 10 kişilik kadromuzla gerçekleşmiştir. Çevre eğitim binasının
bakımına odaklandığımız bu THP Çağdaş Yüksel’in ve İzzet Şengel’in öncülüğünde
gerçekleşmiştir.
Öncelikle longozun tanımı ile başlayalım. Longoz,
denize akan derelerin getirdiği kumların birikerek kıyıda set
oluşturması ve dere ağzını kapatması sonucu akarsuyun
biriktiği yerde oluşan bir özel ekosistemdir. Türkiye’de
Kızılırmak Ovası’nda (Samsun) ve Sarıkum’da (Sinop)
longozların küçük bir alanı kalmış olsa da, Türkiye’de en
önemli iki longoz İğneada’da ve Acarlar’da bulunmakta.
İğneada’daki longoz parçalar halinde, bu yüzden
Acarlar’daki longoz dünya çapında daha önemli
sayılmaktadır. Acarlar’daki longoz 235 kuş türü
barındırmaktadır.
Acarlar’daki longoz hakkında farkındalığı arttırmak ve
insanları bilinçlendirmek için Sakarya’da Karasu ilçesinde
2000 yılında çevre eğitimi binası kuruldu. Her ne kadar
TÜRÇEK (Türkiye Çevre Koruma Vakfı) bu binanın inşa
edilmesi için tam destek vermiş olsa da, binanın
çevresindeki halk buranın bakımına destek vermediği için
bina on yıla yakın süredir kullanılmamaktaydı. Bina ilk inşa
edildiğinde, yanına binaya bakacak aile için bir barınak
yapılmış. Aile burada iki üç yıl kaldıktan sonra oradaki halk
onlara köyde bir ev yapınca barınaktan taşınmışlar. O
zamandan beri o barınakta zaman zaman çiftçiler kalmakta
ve
binanın
da
bakımı
sağlanmamaktaydı. Biz de, köy
muhtarlığına bağlı olan bu binayı
yenilemek için Sakarya’ya gittik.
Binanın
içinde
eğitimlerin
gerçekleşmesi için bir sınıf, bir
toplantı odası ve bir ofis bulunmakta.
Sınıftaki sıralar geri dönüştürülmüş
karton ambalajlardan üretilmişti.
“Yekpan” (Yeniden Kazanılmış Panel)
adı verilen bu proje bir çevre eğitim
binasının sahip olabileceği en etkili
eşyalardan biriydi. İnsanlara eğitim
vermenin dışında, yapmayı planladıkları eğitimin
uygulanmış halini sunmaktaydılar. Biz de böyle bir binanın
bakımını yaparken olabildiğince planlı davrandık. Bakım
sırasında üç kişi içerideki temizlik ile ilgilenirken geri kalan
yedi kişi dış boya işini üstlendi. Projemizin iki günü TOG
(Toplum Gönüllüleri Vakfı)’dan gönüllüler geldi. Bizi çevre
ile ilgili bilgilendirdiler ve çevre eğitim binası sonunda inşa
edilme sebebiyle nefes almış oldu.
Projemizin son günü Denizköy Ortaokulu’na TEMA’dan
görevliler geldi ve onlara nasıl tohum ekileceğini öğrettiler.
Böylece Karasu halkının gençlerine de seslenmiş olduk.
Hepsi çok heyecanlıydı. Hem TEMA’nın onlara tohumlar
hakkında verilen bilgileri dinlediler hem de kendileri
tohumları ekmiş oldular. Kendi ürünlerini gördükçe daha da
mutlu oldular. Nisan ayında ektikleri tohumların 19 Mayıs’ta
filizlenmiş olduklarını görünce daha da mutlu olmuşlardır.
TEMA’dan sonra biz de çocuklarla voleybol oynadık, onlarla
sohbet ettik. Onları ek olarak dersleri hakkında motive ettik.
Onlarla iki gün beraber olsak da ayrılma zamanı yine çok
zordu.
Projenin bir sonraki aşaması için, 19-20-21-22 Mayıs
tarihlerinde İstanbul Enka Okulları ve Adapazarı Enka
Okullarının da binayı ziyaret etmesi planlandı. Uzun vadeli
düşünülünce Robert Kolej ve Enka Okullarının iş birliği ile
başlayan projeye katılan okul sayısı gittikçe artar ve böylece,
her beş yılda bir herhangi bir okul tekrar dış boyayı yapmaya
gideceğine, bina gerçek işlevine ulaşır. Çevre eğitimi için
bizlere kapısını açtığı gibi başka gençlere ve oradaki halka
da kapısını açabilir.
Bu projenin başlangıcı için öncelikle yaklaşık on yıldır
bu projeyi kendine adamış Çağdaş Hocamıza, İzzet Şengel’e,
bizimle Sakarya’ya gelip destek veren Şenay Hanım’a ve
ekibimize teşekkürler. Umarım longoz için planlanmış
projeler bizimki gibi güzel, devamlı ve yararlı olur.
Mart 2016
KÖPRÜ
-33-
Astrolog Köprü
Ebru Ermiş
Okulun son aylarına girdiğimiz bu dönemde herkesin aklında yaz tatili ve bu
tatilde yapacakları. Biz de Köprü olarak bu yılın son sayısında size okulun geri
kalanı ve yazla ilgili tahminlerimizi sunuyoruz.
KOÇ
Genel: 4
Sevgili koçlar, eğer tekdüzelikten, her şeyin hep belli bir çizgide ilerlemesinden
sıkıldıysanız bu tam size göre bir yaz olacak demektir. Yeni yerlere mi, yeni
aktivitelere mi yelken açarsanız bilemiyoruz ama hayatınıza bir eğlence
katacağınız kesin. Ancak bu güzel günlere ulaşana kadar tamamlamanız
gereken sınav dolu bir ay var tabi ki. Bu ayı atlatmak için biraz fazla çaba
sarfetmeniz gerekebilir. Havanın iyice ısındığı şu günlerde bunu yapmak her
ne kadar zor olsa da biraz dişinizi sıkmanızı tavsiye ediyoruz. Hazır tatilden
bahsederken bir de yaz alışverişine değinelim. Çıkacağınız tatilli,
arkadaşlarınızla buluşmalarınızı düşündükçe aldıkça alasınız geliyor olabilir
ancak harcamalarınız dikkat etmenizi de tavsiye ederiz.
Sağlık: 4,5
Sağlık konusunda çok endişe edilecek bir durum yok gibi görünüyor şimdilik.
tabi havalar ısındı gripler, soğuk algınlıkları da geride kaldı, yani umarız geride
kalmıştır. Ancak yazın gelmesiyle hem formunuz için ama daha önemlisi de
sağlığınız için yapacağınız çeşitli sporlar var. Yüzme, yürüyüş, tenis… Bunları
elden bırakmayın deriz.
Aşk: 2,5
Üzülerek söylüyoruz ki, şu an hayatınızda olan, sizi üzen kırgınlıklar varsa
bunlar yaz boyunca da aynı şekilde kalacak gibi gözüküyor. Geçmişte yaşayıp
kendinizi boşu boşuna üzmeyin. Yaz geldi, güneş açtı, siz de yeni yaz aşklarına
yelken açın, diyoruz.
BOĞA:
Genel: 4
Yaz geldi, tatil de geldi gelecek evet ancak yine de önünüzde bitirmeniz gereken
bir okul ayı ve tabi ki herkesi(hazırlıklar dışında) etkileyecek finaller var o
yüzden kendinizi tamamen bırakmamanızı öneririz. Birazcık daha sıkın dişinizi,
sonra istediğiniz kadar rahatlayın. Yaz tatiline gelirsek oldukça sosyal bir üç ay
geçireceksiniz gibi. Şaşırdık mı? Hayır. Eğlenmeye ve dinlenmeye bakın ancak
kendinizi çok da kaptırmayın. Yaz demişken bir de bunun kıyafetleri, deniz
aksesuarları, arkadaşlarla buluşma planlamaları var tabi. Bunları yapın tabi ki
ama bütçenize de azıcık dikkat edin, ne siz zorlanın ne de aileniz zor durumda
kalsın.
Sağlık: 3
Her ne kadar siz dikkat etseniz de görünmez kazalar her yerde. Bisikletten
düşme, denizde yüzerken ayağını kayaya çarpma gibi küçük ama etkili kazalar
yaşayabilirsiniz, sakinliğinizi koruyun.
Aşk:5
Bunu herkese söylemeyiz ama bu yaz aşk açısından en şanslı burç “boğa”
burcu. Aşk kapınızı çalacak, orası kesin. Okul zamanı boyunca bir durgunluk
yaşamış olabilirsiniz, tatilin başlamasıyla hepsi sona erecek inanın bize. Bol bol
gülümseyin, sosyalleşmek için her fırsatı değerlendirin, sonrası kendiliğinden
gelecektir zaten.
İKİZLER
Genel: 4
Ee tabi ki bu aylar sizin aylarınız. Deli dolu enerjinizle hem kendi hayatınıza
hem de sevdiklerinizin hayatlarına yaz boyu enerji katacaksınız. Aynı zamanda
yepyeni projeler, girişimcilikler de kapıda gibi görünüyor. Önünüze çıkan
fırsatları iyi değerlendirmenizi, bol bol uyumanın dinlenmenin yanında
sorumluluklarınızı da ihmal etmemenizi şiddettle tavsiye ederiz. tabi bu güzel
günlere gelene kadar bir de sınav periyodu var önünüzde. Strese kapılabilirsiniz
ancak unutmayın, çalışmayla halledilemeyecek hiçbir şey yok.
Sağlık: 3
Sağlıkla ilgili önemli bir problemle umarız ki hiç karşılaşmassınız. Bizim size
-34-
önerimiz yaz aylarında kendinize dikkat etmeniz. Bronz tenin harika olduğunun
biz de farkındayız ancak güneş yanıklarının acısı, güneşin yarattığı mide
bulantısı da tatilinizi size zehir etmesin.
Aşk: 5
Maşallah, Maşallah! Yaz size uğurlarıyla mı geldi yoksa siz mi bir
güzelleştiniz/yakışıklılaştınız bilemiyoruz ama önümüzdeki üç ay hem aşk
hayatınız için hem de sosyal ilişkileriniz için parlak geçecek onu biliyoruz.
Mevcut ilişkilerinizi bir sonraki aşamaya taşıyabilir, yeni aşklara kapılarınızı
açabilirsiniz. Kendinizi çok sıkmayın, eğlenmeye bakın.
YENGEÇ:
Genel: 3
Yaşadıklarınızdan ya da çevrenizdekilerin başına gelenlerden çeşitli dersler
çıkaracakmışsınız gibi görünüyor. Zor bir durumdan geçerseniz umutsuzluğa
kapılmayın, aksine bir şeyler öğrenmeye çalışın. Hata yapmayan kimse zaten
yoktur şu hayatta. Evinizle ilgili bir değişikliğe gidebilirsiniz bu yaz aylarında.
Taşınma gibi kapsamlı bir olay da olabilir, odanızın duvar rengini değiştirmek
gibi küçük bir karar da. Sonunda mutlu olacağınız kesin. Yaz ayları aile ilişkileri
için de parlak geçeceğe benziyor. Annenize, babanıza, kardeşinize gidip bir
daha sarılın, deriz.
Sağlık: 2
Bu aylar kendinize dikkat etmeniz gereken aylar. Soğuk günleri atlatmış da
olsak aşırı güneş de size zor şeyler yaşatabilir. Mide bozulmaları, halsizlik gibi
durumlarla karşılaşabilirsiniz. Aman siz siz olun, şapkanızı, güneş gözlüğünüzü
almayı unutmayın.
Aşk: 3.5
Sonucunu tam öngöremiyoruz ama yeni mevsimde hiç beklenmeyen bir
ilişkiye adım atabilirsiniz. Bu hem sizi hem de çevrenizdekileri şaşırtacaktır.
Eğer benim zaten ilişkim var, diyorsanız daha da güzel çünkü emin
olamadığınız, sizi şüpheye düşüren her şey yerine oturacaktır. Belki çok
heyecanlı olmayan ama kesinlikle güven inşa eden bir “üç ay” geçireceksiniz.
ASLAN
Genel: 3
Hmm… Haziran ayının başlamasıyla sevdiğiniz, değer verdiğiniz kişiler sizi
üzebilir ya da incitebillir. Herkesin hassas olduğu bu final döneminde böyle
şeyleri çok da kendinize dert edinmeyin çünkü inanın bize her şey yoluna
girecek. Hele yaz tatilinin başlamasıyla hem siz hem de çevrenizdekiler
rahatlayacak; tabi ki bu rahatlama ilişkilerinizde de yansıyacak. Okul
ortamından uzaklaşacağınız bu yaz aylarında yeni çevrenize çok kolay alışacak
ve eğleneceğiniz bir yaz tatili geçireceksiniz. Yepyeni arkadaşlıklar da kapıda.
Bu süreçte size tek tavsiyemiz kime güvenip kime güvenmeyeceğinizi iyi
seçmeniz olacaktır.
Sağlık: 3
Yaz aylarında havuza girmek, serinlemek, bol bol yüzmek hepimizin hayali
tabi ki ama bu havuzlar mikrop yuvası da olabiliyor. Yaz tatilinde böyle bir
sorunla karşı karşıya kalabilirsiniz ancak çok da önemli olacağını
düşünmüyoruz. Siz yine eğlenmenize bakın.
Aşk: 5
Çevreniz genişleyecek, yepyeni insanlarla tanışacaksınız dedik ya, bu kişilerin
içinden ilginizi çekecek birkaç kişi mutlaka çıkacak. Hem eğleneceğinie hem
de güvenebileceğiniz bir ilişki peşindeyseniz bu aylar sizin aylarınız.
BAŞAK:
Genel: 5
“Şans kapıyı çalıyor” sözünün tam anlamını bu aylarda öğreneceksiniz. Zor
anlarda hissedeceğiniz koruma duygusu mu desek, yardımınıza koşacak
arkadaşlar mı desek, dolu bir sosyal yaşam mı desek bilemedik ama yazın sizin
için güzel geçeceği aşikar. Bütün bunların yanında uzun süre etkisini sürdürecek
yeniliklere, başlangıçlara da adım atacaksınız gibi duruyor.
Sağlık: 3,5
KÖPRÜ
Mart 2016
Güneş güzel, deniz güzel ama siz siz olun sağlığınızı ihmal etmeyin, biraz
kendinize dikkat edin. Çok büyük bir sorun var gibi gözükmüyor, umarız ki
yoktur, ancak siz yine de tedbiri elden bırakmayın. Bol bol su iiçin, güneş
kreminizi de üzerinize boca edin.
Aşk: 2
Aşk kapınızı umarız ki çalar ancak bunun için elinizden geldiğince
sosyalleşmeniz gerekiyor. Aşkı aramayın, eğlenmeye bakın deriz. İlişkisi olan
başaklarımızsa belli güven problemleri yaşayabilirler. Durumları ele alış şekliniz
sonuçları da belirleyecektir o nedenle dikkatli ve sakin olmanızı tavsiye ederiz.
TERAZİ:
Genel: 3
Bu yaz kendi özelliklerinizin farkına varacağınız bir “olgunlaşma yazı” olacak
sanırız. Değişime de açık olun çünkü yapacaklarınız, yaşayacaklarınız
yaşamınızda belli değişikliklere yol açacak. Bazı olaylar karşısında kararsız
kalabilirsiniz ya da seçim yapmakta zorlanabilirsiniz, böyle bir durumda
büyüklerinizin ya da o olayı yaşamış tanıdıklarınızın tavsiyelerine kulak verin.
Sağlık: 4,5
Sağlık açısından olumlu bir yıl geçirmekte olduğunuzu tahmin ediyoruz, bu
durum yazın da devam edecek. Çok “aşırı” bir olayla karşı karşıya kalmadığınız
sürece, umarız ki kalmazsınız, büyük bir sağlık sorunu da yaşamayacaksınız.
Aşk: 3
Özellikle ağustos ayına dikkat. Aşk ile ilgili ani gelişmeler olacak gibi duruyor.
İyi yönde mi kötü yönde mi, kesin bir yorum yapamıyoruz ama bu gelişme
sizin de yoğun duygularla dolmanıza sebep olacak. Çok sevinebilir, çok
üzülebilir ya da çok kızabilirsiniz, aman kendinizi harap etmeyin.
AKREP
Genel:3
Bu zamanlar biraz daha dikkatli olmanızı öneririz. Kendi gelişmelerinizin ya
da gerilemelerinizin tam olarak farkına varamayabilirsiniz, o nedenle büyük
etkisi olacak kararlar almayın, deriz. Bunun en büyük nedenlerinden biri de
yoğun temponuz. Stres altında olabilirsiniz, bu da sakin bir şekilde durum
değerlendirmesi yapmanızı engelliyor olabilir. Aman kendinize dikkat edin. İyi
haberse sosyal bir yaz sizi bekliyor. Arkadaşlarınızla bol bol eğleneceksiniz,
ondan bahsetmiyoruz bile ancak aynı zamanda ihtiyacı olanlara yardım
edeceksiniz, hem sizi hem de onları mutlu edecek birkaç etkinliğe de dahil
olacaksınız. Topluma hizmet projesi midir yoksa kendi projeniz midir
bilemiyoruz ancak sizi yardımseverliğinizden ötürü tebrik ediyoruz.
Sağlık: 2
Ah, dikkatsiz akrepler ah! Güneşin altında fazla mı kalacaksınız yoksa düşmek,
çarpmak gibi küçük bir kaza mı geçireceksiniz bilmiyoruz ama yazın belli bir
kısmında zor anlar yaşayacaksınız. Umarız ciddi bir şey yoktur. Siz siz olun,
kendinize dikkat edin.
Aşk: 2
Bu konuda ne desek bilemedik. Sosyalleşeceksiniz demiştik, yani yeni
insanlarla tanışacağınız malum. Aynı zamanda bu insanlara ani güven ve sevgi
hissedebilirsiniz, hatta karşınızdakinin sizin için tam uygun kişi olduğuna kanaat
getirebilirsiniz. Kesin konuşmak istemeyiz tabi ki ama bu kadar çabuk karar
vermeyin, deriz. Sonradan sıkıntı yaşayabilirsiniz ya da yanlış karar verdiğinizin
farkına varabilirsiniz. Kendinizi aşkın cazibesine kaptırmayın, sakince dikkatli
düşünün, sonra karar verin.
YAY:
Genel: 2,5
Sevgili yaylarımız. Okulun sonu geldi ama azalması gereken yükümüz
yaklaşan finallerle artıyor. Sorumluluklarınızı bir gözden geçirmenizi öneririz
ki her şey son dakikaya kalmasın.Artarda gelen sınavlar, sorunlar, olaylar derken
enerjiniz yaz öncesi bir hayli düşecek. Ancak sakın moralinizi bozmayın,
umutsuzluğa da kapılmayın. Dinlenerek geçireceğiniz yaz tatiline odaklanın.
Yaz tatiliyse kendinizle ilgili önemli kararlar alacağınız bir dönem olacak. Okulu
bitiren sizle bir sonraki sene geri gelen siz aynı kişi olmayacaksınız. Değişimden
korkmayın.
Sağlık: 5
Sağlıkla ilgili büyük bir olay göremiyoruz. Umarız huzurlu ve sorunsuz bir tatil
geçirirsiniz.
Aşk: 5
Kendinizle ilgili alacağınız önemli kararlara “aşk” konusu da dahil tabi ki.
Mart 2016
Hayatınızın aşkını bulacak mısınız bilemiyoruz ama sizin için çok çnemli hale
gelecek biriyle kısa zaman içinde tanışacaksınız. Aranızdaki özel bağıysa kısa
sürede ikiniz de fark edeceksiniz. İç güdülerinize güvenin.
OĞLAK:
Genel: 5
Size bir yol görünüyor :) Biz de bunu seyahate, farklı kültürlerle tanışmaya
yoruyoruz. Yurt dışına da çıksanız, ülkemizde de gezseniz mutlaka bilmediğiniz,
daha önce görmediğiniz şeyler keşfedeceksiniz bu da araştırmacı ruhlu oğlakları
çok mutlu edecek. Öte yandan stresli ve mükemmelliyetçi kişiliğiniz size
haziran ayını dar edecek olsa da (sınavlar sağ olsun) yaz tatili hem rahat geçecek
hem de inanın bize yıl boyu yaşadığınız stresin acısını çıkartacaksınız.
Sağlık: 4
Stres demişken tabi ki kötü etkilerden de bahsetmek lazım. Aman midenize
dikkat edin. Beyaz tenli oğlaklara da güneşin altında korunmasız
bulunmamaları gerektiğini duyuruyoruz burdan. Onun dışında farklı bir şey
görünmüyor sağlık konusunda.
Aşk: 2
Ah, ahh! Ne çektiniz siz şu aşktan. Maalesef bu yaz da güzel şeyler
söyleyemiyoruz size. Tabi ki kader karşınıza birilerini çıkaracak yine, hatta bu
kişiler sizi oldukça da etkileyecek. Ancak onlara hemen kendinizi açıp ilk
tanıştığınızla yakın olmayın. Biraz mesafeli yaklaşın karşınızdakine. Niyetini
zaten anlayacaksınız ona göre de sonraki adımlarınızı planlarsınız. Aynı
zamanda biraz da etrafınıza bakınmanızı tavsiye ederiz. O kadar yakın
olmadığınız, ara sıra konuştuğunuz birisinden bir sürpriz gelebilir size. Korkup
geri kaçmayın sakın.
KOVA:
Genel: 4
Bu dönemde arkadaş kaybı yaşayabilirsiniz. Böyle okuyunca her ne kadar kötü
de gözükse aslında sizin için daha iyi olacak bu durum çünkü hayatınızdan
çıkaracağınız insanlar sizinle çıkar ilişkisi içinde olan ve adeta sizi kullanmaya
çalışan kişiler. Bu nedenle de üzülmeyin çünkü siz değil onlar kaybetti. Bunun
dışında bir bolluk içerisinde olaaksınız bu üç ay boyunca. Maddi bollluk
olabileceği gibi manevi bolluk da olabilir bu tabi ki. Onu zaman gösterecek.
Sağlık: 3
Sizin değil belki ama aile fertleriniz zor durumlardan geçebilirler. Mide
bozulması ya da görme bozukluğu gibi küçük ancak etkili rahatsızlıklar ortaya
çıkabilir. Aman dikkatli olun, küçük de olsa hiçbir şeyi ihmal etmeyin; doktora
gidin.
Aşk: 3
Hayatında biri olan kovalar bu kişiyle sıkıntılı bir döneme girebilirler. Yanlış
anlaşılmalar ilişkinizi zedeleyebilir. İlişkisi olmayan kovalaraysa müjdemiz var;
özellikle temmuz ayında kader karşılarına birini çıkaracak gibi duruyor.
Gittiğiniz bir tatilde, deniz kenarında etrafınıza bakıverin birazcık.
BALIK:
Genel: 3
Yeni yeni insanlar, yeni yeni çevreler içinde olacaksınız bu yaz boyunca. Bir
arkadaşınız vasıtasıyla tanıştığınız insanlar sizi çok farklı ufuklara götürecek,
bu da sizin için fazlasıyla eğlenceli olacak tabi ki. Bunun yanı sıra aynı zamanda
duygusal balıklarımızı üzebilecek otoriter kişilerle de muhattap olacağınız bir
yaz olacak bu. Ciddi, sinirli insanlar sizi her ne kadar gerse de hayatın bir cilvesi
deyip onlara katlanmaya çalışın. Ancak bunu yaparken sakın kendinizi harap
etmeyin. Açın telefonunuzu arayın yakın bir arkadaşınızı. O sizi rahatlatacaktır.
Sağlık: 2
Hem dostumuz hem düşmanımız güneş size çok çektireceğe benziyor bu
dönemde. Korunmasız çıkar bir de uzun uzun kalırsanız hem mide bozulmaları
hem de ten yanıkları kapınızda haberiniz olsun.
Aşk: 4
İlişkisi olan balıklarımızın yüzü bu yaz gülecek. Bir süredir içinde
bulunduğunuz kavga ya da küslük dönemi varsa sıcak havalrın etkisiyle sona
erecek ve ilişkiniz yepyeni bir boyuta girecek. İlişkisi olmayan balıklarımızsa
arkadaş çevreleri sayesinde tanışacakları birinden fazlasıyla etkilenebilirler.
Daha fazlasını söyleyemiyoruz, onun takdiri size kalmış.
Umarız ki bu yılın son yorumları hoşunuza gitmiştir. Ne olursa olsun, ne yazarsa
yazsın hepinize mutlu, bol eğlenceli, bol dinlenmeli bir tatil diliyoruz.
KÖPRÜ
-35-
Orman Çocukları
Zeynep Dal
Satın alma, sahiplen!
Pazar günlerinizi öğlene kadar uyuyarak geçirmek yerine, bir seferlik
Kurtköy'de bir ormandaki, belki bir sevgililer günü hediyesi olarak alınıp
atılmış, belki de büyüyüp eski "şirinliği" kalmayınca ormana bırakılmış
köpeklerle geçirmeye ne dersiniz? Bu köpekler, şehirden ve insanlardan
uzakta, ormanda yalnızca gönüllülerin yardımıyla yaşama tutunurlar.
Bir hayvan alıp yaşamı boyunca ona bakmakla yükümlü olmak hayli
zor ve sorumluluk gerektiren bir iştir. Bu karar, iyice düşünülüp taşınılıp
öyle verilmesi gereken önemli bir karardır. Aksi takdirde sonuçlarını
Kurtköy ormanına ziyaretlerimde bizzat kendi gözlerimle gördüm. Orman
Çocukları, Instagram (@ormancocukları) ve Facebook sayfalarından da
bilgi alabileceğiniz, her pazar saat 12'de ve her çarşamba da gece beslemesine giden gönüllülerden ibarettir. Ben, birkaç
kere arkadaşımla pazar beslemelerine katıldım. ucuzmama ve patifood gibi sitelerden onlara mama gönderip, yanımıza
da 30 kilo civarı mama ve bir miktar su ve yoğurt alarak saat 12'de Kurtköy Viaport B kapısında toplandık ve yola
koyulduk. 35 kilometrelik ormanda arabayla her durduğumuz noktada, birbirinden güzel en az 20-30 köpek vardı.
Kimisine daha ilk bakışınızda anlıyordunuz. İnsanlara o kadar alışık ve cana yakınlardı ki, bu hayvanların terk edilmiş
oldukları her hallerinden belliydi. Elbette çok açlar ve yemeğe çok ihtiyaçları var. Ama onların en çok ihtiyaç duydukları
şey sevgi.
Orman şartları çok zorlayıcı, özellikle yavrular için. Soğuk havalarda ve kar yağışında artmakla beraber, ormanın
ana yolun tam yanında olması bu köpeklerin birçoğunun ezilerek ya da donarak ölmesine neden oluyor. Bu gönüllü
grubun en çok takdir ettiğim yanı ise, biz karda elimizde sıcak çayımızla dışarıyı izlerken, onların bu canlara bakmak
için yola koyulmaları. Aynı zamanda, bu gönüllü grup, hayvanlara ellerinden geldiğince klinik destek sağlamaya
çalışmakta. Daha güzeli ise, ufak bir mülakatla dilediğiniz köpeği sahiplenme şansınız da var! Acı insanlara özgü değil
elbette. Arka planında vagonlar ve kamyonlar dolusu hayvan taşımacılığı olan petshoplara yüklü miktarda para verip
hayvan ticaretine ortak olmak yerine, bu güzeller güzeli hayvanlardan birisinin yeni ailesi olabilirsiniz. Sizin için ufak
olan bu seçim, onun hayatını kökünden değiştirebilir.
Bekir Coşkun der ki; "Sevgi vitrine sığmaz.". Sevgi gerçekten de
köpek başına 0.8 ve kedi başına 0.2 metrekareyi fazlasıyla aşıyor. Bir
seferlik Orman Çocukları'nı ziyaret ettiğinizde, zaten karşılıksız ve
çıkarsız sevgiyi fazlasıyla deneyimleyeceksiniz. Onları bir daha
bırakmak da kolay kolay mümkün olmayacak. Fakat eğer
gidemiyorsanız, birçok gönüllü kuruluşa ucuzmama sitesinin barınaklara
özel bölümünden ya da patifood.com'un mama kumbarasından mama
desteğinde bulunabilirsiniz. Etrafınıza bakın. Sokaklarda da aynen
ormandakiler gibi tek beklentileri bir gün bir belediye görevlisi
tarafından öldürülmemek olan, sizin bir gülümsemenizi, ağzınızdan
çıkacak bir güzel sözü bekleyen şefkat delisi yüzlercesi var.
Editörler
İdil Kara
Melisa Oğuz
Özsu Rişvanoğlu
Tasarım Editörü
Özsu Rişvanoğlu
Yazarlar
Ali Yağız Ayla
Alp Altunyurt
Ayliz Onur
Beliz Aluç
Bilge Deniz Koçak
Ceren Kuran
Derya Değerli
Dolunay Kocabağ
Ebru Ermiş
Ece Şemdinoğlu
Ecem Öztürk
Eda Özüner
Elif Hamutçu
İdil Kara
İrem Deyneli
Kaan Tarhan
Leyla Altay
Melisa Oğuz
Ömer Ekin
Öykü Çolak
Özge Erbay
Özsu Rişvanoğlu
Rengin Tarhan
Selin Çelikel
Şevval Akkaya
Uran Onuk
Yağmur Dülger
Yağmur Erhan
Zeynep Dal
Zeynep Özkan
Sorumlu
Öğretmenler
Melek Giray İnce
Serya Kayapınar
İmtiyaz Sahibi
Özel Amerikan
Robert
Lisesi-Nilhan
Çetinyamaç
Sorumlu Müdür
Nilhan Çetinyamaç
Yayının Konusu:
Okul Gazetesi
Yayının Dili:
Türkçe
Yayının Türü:
Yerel, Süreli
Yayının Süresi
Aylık Yönetim
Özel Amerikan
Robert
Lisesi Kuruçeşme
Caddesi No. 87
Arnavutköy/İstanbul
Tel: 02123592222