Yiyecek İçecek Alanlarında

Transkript

Yiyecek İçecek Alanlarında
DİZİN
Sayı 13 - OCAK / ŞUBAT
bu sayımızdaki
bazı başlıklar
yiyecek içecek alanlarında
yeni eğilimler çalıştayı ıı
08
TÜYİB DER İKTİSADİ İŞLETMESİ
Tüm Yiyecek İçecek Bölümleri Temizlik ve Malzeme Teminatçıları
Derneği İktisadi işletmesi adına imtiyaz sahibi Taner RENDA
Baskı:
Doğa Matbaa
0212 612 61 70
Baskı Tarihi: 01.06.2012
Yerel Süreli / 2 Aylık
GENEL KOORDİNATÖR
Taner RENDA
0530 923 14 23
[email protected]
YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Erol AYDIN
0542 427 72 92
Dergide yer alan makalelerdeki
fikirler yazarlarına aittir.
Yayınlanan ilanların sorumluluğu
ilan sahiplerine aittir.
Yazılar,
kaynak gösterilerek yayınlanabilir.
GÖRSEL YÖNETMEN
Mehmet İLHAN
0532 588 79 44
PERPA
steward
olmak ya da olmamak
22
allerjen gıdalar
ve etkileri
24
porselen temizlenmesi
bastırma yöntemi
26
egomu kaybettim
hükümsüzdür
30
40
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
Steward
4
44
yenipazar’da bir pazar
develer, pideler, efeler
46
topraksız tarım
desteklenmeli mi?
58
düşlerim
hüzünlerim
60
kızıl
ter
Prof. Dr. Ertan ANLI
A.Ünv.
Gıda Mühendisliği
Mustafa EMİRLİ
H. Taner GÜREL
Ecolab
Sosyolog
Agaoğlu My City Hotel
Memet KAYA
Homatex
Mete KOÇAK
Ceylan
Intercontinental
Ahmet SEYMEN
Turkish DO & CO
CVK
Turizm Bölüm Bşk.
38
kariyer
basamakları
The Marmara Otel
Sarper SUNER
suya dair
ciddi şeyler
Nedim AKBAYRAK
Doç. Dr. Nezih MÜFTÜGİL
32
şikayetim
var
DANIŞMA
KURULU
Rafet İNCE
hindistan nere
türkiye nere
TÜYİB-DER
13. Kat NO: 2336
64
REKLAM DİZİNİ
GALERİ KRİSTAL ....................................................... Ön kapak iç
GÜREN METAL............................................................................. 1
HOTEC .......................................................................................... 2
WİNTERHALTER .......................................................................... 3
HİT MUTFAK ................................................................................. 5
ORMEL .......................................................................................... 7
MAVİLİ BİOENERJİ ....................................................................... 15
ÇEÇEN PLASTİK .......................................................................... 21
3D DEKORATİF EŞYA .................................................................. 23
MİLE............................................................................................... 25
S&G OTEL EKİPMANLARI ........................................................... 29
MITTERTEICH ......................................................................... 36-37
ERSOY .......................................................................................... 45
OTTOMAN..................................................................................... 49
ABDULLAH EXPORT.................................................................... 54
BEYHAN GÜMÜŞ ......................................................................... 57
YAKAMOZ ..................................................................................... 59
BEŞYILDIZLAR ............................................................................. 61
V PLEKSİ ...................................................................................... 63
DİKEY ............................................................................................ 69
CAMBRO .................................................................... Arka kapak iç
PAŞABAHÇE ................................................................. Arka kapak
8 Şubat, 4 Mart ve 24 Nisan
3 important dates:
8th February, 4th March and
24th April
arihler bazen boş ve anlamsız gelebilir bizlere. Bazen
de yükünün ağırlığı altında ezilecekmişsiniz gibi gelir.
Ezilmemenizin tek güvencesi ise; yaptığınız işe olan
inancınızdır.
T
he dates may be meaningless sometimes. Sometimes they are very important and bear a heavy responsibility. The only way to fulfill this responsibility is
to believe in what you are doing.
Ülkemizde her gün sayısını bile bilemediğimiz dernek kuruluşu gerçekleşir. Bu dernekler ilk heves ile süslü dergilerini
çıkarır ve uyarına gelirse de parlak bir etkinlik yaparlar ve
ardından da kapanışa giden yola girerler. Bir zaman sonra
da tarihin çöplüğünde yerlerini almış olurlar.
There are so many associations appear almost every day
in our country. Many of them are being founded through a
spectacular event, start to publish a magazine etc. But they
get silent after a short while and set out at closing. We would
have had the same story if we wouldn’t have planned each
and every step very carefully. Our progress was slow but
certain. The professional workshop that we organized last
year was a first for stewards as well as for the tourism professionals. We have seen after the workshop that there
were many areas to improve and we worked on these points. So, this year’s event was more successful and result
oriented.
Biz de bu yola çıktığımızda başlangıçta aynı yolu izledik
ama attığımız adımları bin ölçüp, bir biçtik. Hiçbir şeyi oldubittiye getirmedik. Yavaş ama sağlam adım atmaya gayret
ettik. Geçen sene stewardlar için olduğu kadar turizm camiası için de bir ilk olan çalıştay etkinliğini başlattık. İlk adım
olması nedeniyle pek çok eksikliği barındıran çalışmamız,
bu sene bir basamak daha yükseldi.
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
Otellerin orta ve alt kademe yöneticilerini hedef alan ilk etkinliğimizi 8 Şubat günü Nar Lokantası’nda gerçekleştirdik.
Hemen ardından 4 Mart günü ise bu kez otellerin üst kademesini hedef alan çalışmamız yoğun ilgi ile karşılandı. Şimdi
önümüzde çalıştayın son süreci olan yeni ürünlerin sergilenmesi kaldı. 24 Nisan 2013 günü Çırağan Kempinski’de
gerçekleştireceğimiz bu etkinliğimizle çalıştay ruhunu yakalamış olacağız.
Steward
6
Tüm bu süreci kendi başımıza, sadece stewardlarla mı başardık? Asla, bu fikrin oluşmasında katkıları olan Mile’den
Kenan Bey ile Kütahya Porselen’den Kemal Beyi, en başta
anmalıyız. Sürecin ilerleyen bölümlerinde katılım gösteren
tüm tedarikçi firmalarımız ve bizi yalnız bırakmayan TUROB
Başkan Yardımcısı Vedat Beyin katkılarını minnetle anıyoruz. Ahmet Örs, Kaya Demirer ve Rainer Gieringer’e de
yaptıkları katkılardan dolayı camiamız adına teşekkürlerimizi sunuyoruz.
T
Our first event of this year targeting the line management
of the hotels took place on 8th of February. Hosted by Nar
Restaurant. Following this event, we organized a second
one targeting the upper management of the hotels which
took place on 4th of March. Now we are getting prepared
for the final event in the program that will take place on 24th
April, in Ciragan Kempinsky Hotel. This final event will be
the exhibition n of new products and equipment in Food &
beverage sector.
The success is not only ours for sure. We need to mention
especially the valuable contribution of Mr. Kenan…. From
Mile anmd Mr. Kemal… from Kutahya Porselen who supported the launch of this initiative. We are also grateful to
Deputy Chairman of TUROB, Mr. Vedat…… ‘ as well as
Ahmet Ors, Kaya Demirer and Rainier Gieringer. And off course to all participants.
Sevgili arkadaşlarım, Taksim’deki dernek merkezimizin bulunduğu binadan bizim dışımızdaki nedenlerden dolayı çıkmak zorunda kaldık. Yeni yerimiz: Perpa, 13. Kat 2336 nolu
işyerine taşınmıştır. Bilgilerinize.
I also have one announcement to make. The address of our
association changes as we moved to a new place. Our new
address is Perpa, 13. Kat No: 2336
Sevgi ile kalın.
Erol AYDIN
Başkan
Sincerely yours,
Erol AYDIN
President
u yıl ikincisini düzenlediğimiz Yiyecek İçecek Alanlarında Yeni eğilimler Çalıştayı'nın
seminer bölümlerini 8 Şubat ve 4 Mart 2013 tarihlerinde Nar Lokantası’nda başarıyla gerçekleştirdik. Her iki toplantının gerek katılımcı sayısı açısından, gerekse
içerik açısından doyurucu geçtiğini sevinerek söyleyebiliriz.
B
8 Şubat günü yaptığımız etkinliğe davetli olan orta ve alt yöneticilerin ilgisi, bizleri ilerisi
için bir hayli umutlandırdı. Kütahya Porselen Ar-Ge Mühendisi Sayın Ersin Erdinç'in porselen konusundaki başarılı sunumu ve Ecolab'ın Satış Müdürü Sayın Mustafa Emirli'nin
de temizlik malzemeleri ve hijyen konusundaki anlatımı salonu dolduran steward şeflerinden tam not aldı.
4 Mart'ta ise, bu kez otellerdeki üst düzey yöneticilere yönelik 2014'e ilişkin yeni eğilimler
Taner RENDA
konusunda Sabah Gazetesi yazarı ve Mutfak Dostları Derneği Başkanı Sayın Ahmet
TÜYİB DER
Örs ile Turyid Başkanı Sayın Kaya Demirer, yiyecek içecekte eğilimlerin nasıl şekillendiğine ilişkin görüşlerini bizlerle paylaşırken, ikinci bölümde ise steward bölümünden bu Müdür
günkü konumlarına gelmelerini sevgi ile izlediğimiz dostlarımız olan Hilton Oteli Müdürü Sayın Rainer Gieringer
ile Turob Başkan Yardımcısı Sayın Vedat Başaran'ın otellerin alt yapılarından yetişenlerin başarıdaki paylarını
gerek kendilerinin bizzat yaşadığı deneylerle örnekleyerek bizlere anlattılar.
Şimdi sıra geldi yeni ürünlerini, otellerdeki genel müdür, yiyecek içecek müdürü, aşçı başları, satınalma müdürleri
ile steward şeflerine tanıtacak olan firmalarla buluşmaya. Geçen seneki gibi bu sene de 24 Nisan 2013 günü Çırağan Kempinski bizlere ev sahipliği yapacak.
Elbette ki, her iki çalışmamızda bize sponsor olarak destek veren Electrolüx, Ecolab ve Diversey firmalarına teşekkürü bir borç biliriz.■
Steward
8
8 ŞUBAT
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
Yiyecek İçecek
Alanlarında
Steward
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
Yeni Eğilimler
Çalıştayı - II
9
Steward
10
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
Steward
11
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
Steward
12
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
4 Mart
Steward
13
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
Steward
14
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
Steward
16
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
2013 Yeni Ürünler
NG Kütahya Porselen
Steward
17
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
Steward
18
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
Steward
19
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
Steward
20
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
BAKIŞ AÇISI
Steward Olmak
ya da Olmamak
Mart Pazartesi günü “ Yiyecek İçecek Sektöründe
Yeni Eğilimler” temalı konferansa katılma fırsatı
elde ettim. Bu fırsatı sağlayan Ritz Carlton’dan Şef
Steward Kenan Derdiyok’a teşekkür ediyorum.
Yaşamın her anının paylaşılınca daha öğretici olduğunu,
öğrenmenin ve bilmemin sınırsızlığını ve verdiği heyecanı ve iyi ki yaşıyorum demeyi bir kez daha öğrendim.
Yiyecek-İçecek ve Turizm sektörü hem yabancısı olduğum, hem de bir nebze içerisinde olduğum bir alan; eşim
(Aynur Koç) 30 yıllık mutfak öğretmeni, son 17 yıldır Etiler Otelcilik ve Turizm Lisesinde öğretmenlik yapıyor.
Onun son yıllarda AB kapsamında yurt dışında okullar
arası yarışmalara öğrenci hazırladığı yoğun ve gergin süreçleri biliyorum, son iki yıldır biz evde akşam yemeklerini
unuttuk ama eşim 6 ödül kazandı öğrencileriyle. Aynı zamanda ben 32 yıllık uzman makine mühendisiyim ve “su
teknolojisi” üzerine çalışıyorum, dolayısıyla Yiyecek-İçecek
sektörünün önemli girdisi olan su, benim ilgi ve iş alanım.
Konferansta çok sıra dışı kişileri dinleme ve tanışma fırsatı buldum. Sn. Ahmet Örs’ü gazeteciliğinin dışında,
Türk mutfağının tarihinde demlenmiş bir kişi olarak tanıdım; çok doyurucu bir tarihsel özet geçti bize…
Kaya Demirer, TURYİD başkanı olarak, ulusal ve uluslararası bağlamda hem makro hem de mikro veri ve bilgilere sahip, iş ve yatırım süreçlerinin tamamını çok iyi
sentezlemiş durumda. Ben şahsen bir proje yöneticisi
olarak bu sektörde iş yapacak olsam, Kaya Bey ulaşacağım ilk kaynak olurdu..
Anladığım kadarıyla, genel olarak turizmin asgari dengesi bir “sacayağı” ile sağlanıyor; 1-Yeme-İçme (mutfak),
2-Ağırlama-Konaklama, 3-Gezip-Görme… Tabiidir ki
bunlar arasında dengeli bir harmoni gerekeceği gibi, kalite-fiyat uyumu da gerekecektir.
Bay Rainer Gieringer, bugün Hilton İstanbul Müdürü olarak, özellikle genç arkadaşların örnek alacağı bir başarı
hikâyesine sahip, bir Türk-Alman sentezi (Anne Türk,
Baba Alman), Alman disiplini ile Türk esnekliğinden imbiklenmiş; Alman “göç planlanır” der, Türk “göç yolda düzülür” der ve daha ona bu dünyada başarısızlık
hayaldir!..
Vedat Başaran!. Gerçekten merak ediyorum, soyadını
bu kadar işi başardıktan sonra mı aldı? Yoksa soyadına
mütenasip davranmak zorunda kaldığı için mi bu kadar
işi başardı? Safi Türk hikâyesi, yani daha zor, çünkü biz
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
4
Steward
22
ayran gönüllüyüzdür!.. Başarmak için kişinin kendisiyle bir “başarı sözleşmesi”
imzalaması gerekir, bunun
için özgün bir kişilik, karakter gerekir. Eski Yunan’da
Heraclitius’un dediği gibi
“Karakter, kaderi tayin eder.”
Çok saygıdeğer kişilik Vedat
Bey…
Bu konferansta öğrendim ki İsmail KOÇ
“STEWARD olmak ya da Uzman Makine Müh.
olmamak” diye bir hadise
var!. Mühendislik imbiğinden geçmiş biri olarak, her mesleğin gerçekte “usta-çırak” çilesinden süzülmesi gerektiğini bilirim ancak bu sektörde bu kadar önemli ve
yaşamsal olduğunu bilmezdim.
Bay Rainer ve Vedat Bey, “STEWARD olmayı” öyle bir
anlattılar ki, yaşanmadan anlatılamazdı. Her meslekte
zirveye giden yol, o işin mutfağından, merkezinden, çekirdeğinden geçiyor. Kişi bu yola girdiğinde, bir şeyhin
dergâhına girer gibi, bir ahinin tezgâhına girer gibi ya da
bir nehre girer gibi üzerindekileri çıkararak, kimliklerini,
egolarını terk ederek girmesi gerekiyor.
Burada pişen STEWARD;
• Bir amfibi komando gibi bütün savaş sanatlarını biliyor,
• Olmazı olduruyor,
• Asla yılmıyor, yorulmuyor, vazgeçmiyor, usanmıyor,
• Her şartta çare buluyor,
• Yani “şerbetleniyor”.
• Kavak gibi sipsivri, tek yönlü bir adam değil artık o,
• Salkım söğüt gibi dallı budaklı çok yönlü bir adam oluyor,
• Onun gölgesi bile dayanılmaz oluyor!...
• Bir “survival ustası” olarak kendini yükseltiyor,
• Ve her görev için bir çekim merkezi haline geliyor.
Her meslek açısından “STEWARD olmak” böyle bir oluş
bence…
Shakespeare bugün yaşasaydı “to be or not to be” yerine
“to be STEWARD or not to be STEWARD” derdi; muhtemelen de bunu demek istemişti.
Ne mutlu kendi yolunda STEWARD olabilenlere…
Saygı ile,■
HİJYEN
Allerjen Gıdalar
ve Etkileri
ünümüzde sıkça duymaya alıştığımız konulardan biri olan
gıda allerjenleri ve hayatımızdaki rolü nedir sizce? Normal
şartlarda hastalık etkisi yaratmayan fakat duyarlı kişilerin bağışıklık sistemlerinin reaksiyon göstermesine sebep olan gıda maddelerine gıda allerjenleri denilmektedir.
Gıda alerjisi az kişide görülmesine rağmen, kısa bir sürede öldürücü
etkilere varan sonuçlar doğurabilmektedir. Özellikle deniz mahsulleri
ve fındığa allerjisi olan kişiler çok kısa zaman dilimi içinde anaflaktik
şoka girerek nefes bile alamaz hale gelebilmektedirler.
Gaye UYSAL
Kişilerin gıda alerjisi olup olmadığı, son dönemde çok yaygın olarak
Gıda Mühendisi
yapılan gıda allerji testleri ile belirlenebilmektedir.
Birçok gıda ürünü allerjiye sebep olmakla beraber en sık görülen allerjenler aşağıdaki gibidir.
Gıda Allerjenlerinin Sınıflandırılması
• Gluten içeren Tahıllar (Buğday, çavdar, arpa, yulaf vb.)
• Kabuklu Deniz Ürünleri
• Balık ve Balık Ürünleri
• Yumurta ve Yumurta Ürünleri
• Süt ve Süt Ürünleri (Laktoz dâhil)
• Soya Fasulyesi ve Soya Fasulyesi Ürünleri
• Yer Fıstığı ve Yer Fıstığı Ürünleri
• Sert Kabuklu Meyveler (Badem, Fındık, Ceviz, Kaju, Fıstık)
• Hardal
• Kereviz
• Susam ve Susam Ürünleri
G
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
Gıda allerjenlerine karşı duyarlı olan kişilerde genellikle şu belirtiler görülebilir.
• Tansiyon düşmesi
• Baş dönmesi
• Bayılma
• Boğazların ve dudakların şişmesi
• Kusma
• Boğaz ve dilde kuruma
• İshal
• Bulantı ve şişkinlik hissi
• Nefes darlığı
• Deride kaşınma, dökülme
Steward
24
Belirtilerden de anlaşılacağı gibi allerjen konusu çok ciddi bir konudur. Bundan dolayı ambalajlı
ürünlerde mutlaka allerjenler belirtilmek zorundadır. Gıda alerjenlerine karşı duyarlılığı yüksek
olan kişiler, yedikleri gıdaların içinde iz miktarda dahi allerjen gıda bulunması durumunda ciddi
semptomlarla karşılaşabilirler.
Örneğin; süte allerjisi olan bir kişi, süt ile ilgili olmayan bir ürünü tükettiğinde ürün içinde peyniraltı
suyu kullanılmasından ya da fıstığa allerjisi olan bir kişi, üretim aşamasında fıstık ile aynı hatta
üretilen ürünlerde iz miktarda fıstık bulaşma riski söz konusu olacağından dolayı bu gıdaları tükettiklerinde allerjik tepkimeler ile karşı karşıya kalabilmektedirler. Ürün etiketlerinde ürün içeriklerinin eksiksiz ve doğru bir şekilde yazılması bu yüzden çok önem kazanmaktadır.
Eğer sizin de allerjen gıdalara karşı hassasiyetiniz var ise; mutlaka doktorunuza başvurup, ne
sıklıkta ve ne tip şikâyetlerinizin olduğunu anlatarak hangi tip gıdalara karşı duyarlılık gösterdiğinizi öğrenmelisiniz.
Hijyen ve sağlık dolu günler dileğiyle…■
STEWARD’IN ELBAŞLIK
KİTABI
Porselen Üzerindeki Metal
İzlerin ve Diğer Lekelerin
Temizlenmesi
Bastırma Yöntemi
- Porselenlerinizi kireçli suyu olan bir bölgede kullanıyorsanız, porselende zamanla
beyaz lekeler oluşabilir. Ancak bu tür lekeler, klor ihtiva eden bir ürün ile yok edilebilir.
- Metal çatal bıçaklar, porselen yüzeylerde iz bırakabilirler. Bu izlerin oluşması normaldir
ve herhangi bir zararları yoktur. Porselen sırları, yüksek sıcaklıkta pişirmede sert oluşu
nedeniyle, metal paslanmaz çatal, bıçak gibi malzemelerden daha sert hale gelirler. Bu
da metal aşınması ve gri renkte izlerin oluşumuna neden olur. Bu istenmeyen izlerin
giderilmesi için, sadece mineral asitlerle uzaklaştırılabilir.
- Çay ve kahve lekeleri ise, (SUMAZON DİP K1) klor ihtiva eden ürün ile giderilebilir.
Porseleni Yıkarken Dikkat Edilmesi Gerekenler
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
Eğer porselenlerinizi el ile yıkıyorsanız;
Steward
26
Mehmet Ali ÖZTÜRK
- Yıkama kabınız bakır ya da alüminyum olmamalıdır.
Holiday Inn İstanbul Airport
- Porselenlerinizin yanında, tava, tencere, çatal, bıçak gibi porselen dışı eşyalar bu- Steward Şefi
lunmamalıdır.
- Sert temizlik maddeleri veya tel ile ovularak temizlenmemeli, likit ve krem temizlik maddeleri kullanılmalı, mutlaka
bol su ile durulanmalı ve kurulanmalıdır.
- Kurulanan porselenleri dolaba kaldırırken, tabak ve fincanlar, çok adette üst üste ve iç içe yerleştirilmemelidirler.
Tabaklar üst üste dizilirken, aralarına ince bir kâğıdın koyulmasında yarar vardır. Aksi taktirde, tabağın altındaki
sırsız kenar hamur, sertliğinden dolayı sır ve altın dekorları zedeleyebilir.
Eğer porselenlerinizi bulaşık makinesinde yıkıyorsanız;
- Porselenlerinizin dekorunda altın var ise, elde yıkamanız tavsiye edilir. Bilindiği gibi altın kıymetlidir ve yapısı
itibari ile de zariftir. Bu nedenle çok dikkatli kullanılmalıdır.
- Porselenleriniz sır içi ya da sır altı dekorlanmış ise, makine ile yıkamanız halinde dekorları kesinlikle silinmez.
- Porselenler, 60°C'nin üzerine çıkmayan, ılık bir yıkama programında yıkanmalıdır.
- Kullanılan deterjan, cam ve sır üstü dekorlar için test edilmiş olmalıdır. Yanı sıra, içerdiği alkali miktarı yüksek olmamalıdır.
- Mutlaka kireç önleyici bir deterjan kullanılmalıdır. Aksi taktirde porselenlerin üzerinde beyazımsı bir kireç tabakası
oluşur. Bu, özellikle suları yüksek oranda kireç ihtiva eden bölgeler için geçerlidir.
- Deterjan ve diğer durulama maddeleri önerilen oranlarda veya otomatik dozajlı pompa kullanılmalıdır.
Porselen nedir?
Seramik ailesinin bir üyesi olan porselen, tamamen topraktan yapılan doğal bir maddedir. Bir başka deyişle porselenin hammaddesi kil olduğundan, organik bir şekilde
üretilen bir maddedir.
-1400 ºC gibi oldukça yüksek bir sıcaklıkta pişirilerek hazırlanan porselen, tamamen doğal hammaddelerden üretilen ve işlenmesi oldukça pratik bir maddedir. Doğal
içerikli hammadde kullanılarak üretilen porselenin beyaz
rengi de boyalarla değil, içeriğindeki maddelerden kaynaklanır. Pekişme oranı da oldukça elverişli olan porselen, yarı saydam yapıdadır ve ışık geçirgenliğine de
sahiptir. Porselenin besin saklanması için sağlıklı olması,
günümüzde dünyanın birçok farklı ülkesinde hala kullanılmasının en büyük nedenlerinden biridir. Feldispat,
kaolin ve kuvars maddelerinin karışımı ile hazırlanan
porselende, her ürünün farklı ve önemli bir rolü vardır.
Porselen üretiminde kullanılan kaolin porselen hamurunun yumuşak Kaolin ayrıca porselenin bembeyaz rengini
almasını da sağlayan hammaddedir. Porselen üretiminde
kullanılan kuvars ise yüksek sıcaklıkla feldispat içerisine
eriyerek karışır ve böylece porselenin çok sert bir yapıya
ve ısıya dayanıklı hale gelmesini sağlar. Kuvarsın diğer
bir önemli rolü de, ısı kadar porselenin kimyasal etkilere
karşı da yüksek bir dirence sahip olmasına katkıda bulunmasıdır.
- Makinede sarsıntı olmamalıdır.
- Makinedeki su basıncı, porselen ve cam eşyaları hareket ettirecek düzeyde yüksek olmamalıdır.
- Yıkama işleminin, yemek artıkları kurumadan önce yapılmasında yarar vardır. Çünkü kurumuş yemek artıkları
daha uzun süreli ve özenli bir temizliğe ihtiyaç duyulabilir ki, bu da dekorların zedelenmesine neden olabilir.
1. UYGULAMA
1.1. Kullanılan Ekipmanlar
• Leke sökücü (Daldırma ürünü)
• Bulaşık eldiveni
• Derin, plastik havuzlu araba.
27
• Temizlik bezi
Steward
• Bulaşık süngeri
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
- Porselenler, makine içi yerleştirme düzenine sadık kalınarak, özenle yerleştirilmelidirler.
1.2. Temizlik
• Derin plastik havuzlu arabanın içine, cinsi cinsine ve üst üste olacak şekilde tabakları yerleştir.
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
Steward
28
• Plastik küvetin içini özel ürünler kullanılarak
bastırılması.
kinaya ver.
• Çıkan tabakları kontrol ederek topla ve rafa diz.
• Tabakları bu solüsyonun içinde 20 dakika beklet.
• Süre dolduktan sonra tabakları plastik küvetin
içinden çıkart. Tabakları çıkartırken kesinlikle eldiven,
ağız maskesi ve gözlük kullan.
• Hala lekeli olan tabak var ise aynı işlemi tekrarla.
• Tezgâh üzerine poşet aç ve bu bezin üzerinde
tabakları birer birer arkasını süngerin sert kısmıyla,
önünü yumuşak kısmıyla ovarak temizle.
Bizler beş yıldızlı otelin stewardıng chiefleri olarak porselenlerle çok haşır neşiriz. İşimizin çok büyük bir bölümünü oluşturuyor. Öğrenilmek istenilen konuların kolay
ulaşılır ve kolay anlaşılır olmasını; karşılaşılan problemlerin kolay çözümlenebilmesini hedefledim.
• Temizlenen tabakları, tabak basketlerine sıra ile
diz ve ön yıkama duşu ile ön yıkama yaptıktan sonra ma-
Porselende de camda olduğu gibi geri dönüşümünün
sağlanabilmesi umuduyla!■
İLETİŞİM
Bizi iddialı, iddiacı ve tüketici olmaya teşvik eden ve
“Sen de başarabilirsin, haydi, tüket, keyif al!”
diyen bir ekonomik sistemin yaygın olduğu bir dünyada yaşıyoruz.
Ve çılgınca tüketiyoruz.
Egomu kaybettim
Hükümsüzdür
ilmem şimdi anlatacağım durumu sık yaşar mısınız? Hani bir sohbetin içinde,
bir grup insanla oturup söyleşirken, sizi ilgilendirmeyen ve başka iki insan arasında geçen bir konuda, ya da daha doğrusu iyi bilmediğiniz, tarafı olmadığınız
bir konuda sanki size özelikle mikrofon tutulmuş gibi bir çırpıda fikrinizi söylerken ve
çözüm önerirken yakaladınız mı hiç kendinizi. Hayır mı? İyi düşünün. Bunu sadece
ben yapıyor olamam değil mi? Hadi ama biraz dürüst olun lütfen.
B
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
Füsun BAYSAN
Siz, iyi çocuklar böyle düşüncesizlikler yapmaktan kaçınırken, şampiyonluğu kimseye İletişimci
bırakmaya niyeti olmayan ben, her seferinde, “İşte yine konuştu ve çözdü.” desinler
diye ölüyorum aslında. Söz ve beden dilimle “tezahüre gerek yok aklıma geliverdi işte” derken, içimdeki bir başka
ben “yine yaptın yapacağını, sohbete damganı vurdun” diyor ve alkışları kabul ediyor. Laf aramızda bazen kendimi
Oscar almış gibi hayal ettiğim de olmadı değil.
Steward
30
Merak etmeyin helyum gazı başbayisi değilim. Şişirip şişirip gökyüzüne salacağım balonlarım da yok. Onların yerine çoğu zaman tavanlarda dolaşan ve asla aşağıya inmeyi kabul edemeyen bir egom var. Oysa ben yıllarca iş
hayatımda egosu tavan yapmış insanlarla çalışırken, “Filler tepişir, çimenler ezilir.” misali az ezilmedim. Birbiriyle
asla anlaşamayan, dediğim dedik çaldığım borazan yönetici egolarını gördükçe, en iyi taraf tarafsız olmaktır demenin de bir işe yaramadığını kanıtlarcasına çok ortalarda kalmışlığım da vardır. Sonraki yıllarda “iş hayatında
başarının sırrı ego tatmini ve kontrolünden geçiyor” şeklindeki cümleleri gördükçe hep bu insanları hatırladım ve
hangilerinin başarıya ulaştığını merak ettim. Öyle ya bu kadar kan, kin, gözyaşı niyeydi?
Duydum. “O halde senin niye egon var?” dediğinizi duydum. Ama ego hepimizde var. O, kendimiz hakkındaki
inanç, kanı, düşünce ve algılarımızın toplamı. Onsuz olmaz. O içimizdeki “ben”. Yıllarca özenle besleyip büyüttüğümüz, bizi yeri gelip hırslandıran, yeri gelip motive eden, bizi ezen ya da ezilen yapan bir nevi kimlik kartımız.
Oluştururken yıllarımızı alan, deneyimlerimizle içimizdeki yerini sağlamlaştıran, aşklarımıza, eşlerimize yeşil ışık
Çünkü canavarlar yalnızca filmlerde, masallarda olmuyor. Son yıllarda güzel yurdum için söylenen “canavar
egolar ülkesi” sözü bu ego kontrolünde kendimizin dışında birilerinin daha etkili olduğunu gösteriyor. Onlar
kimler mi? Elbette diğer egolar. İnsanların benlik duygularına hitap etmenin yaratacağı büyüyü birileri keşfedecekti ama dimi.
Nasıl mı? Bir ürünü satın almanın sizi başkalarından
ayıracağını, farklı ve özel kılacağını, büyük ve erişilmez yapabileceğini bir yerlerden hatırlıyor olabilir misiniz? Bizi iddialı, iddiacı ve tüketici olmaya teşvik eden
ve “Sen de başarabilirsin, haydi, tüket, keyif al!” diyen
bir ekonomik sistemin yaygın olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Ve çılgınca tüketiyoruz. Havalı bir ismimiz bile
var “ Tüketim Toplumuyuz”. Ve bu toplumun devam etmesi için kimliklerimizi nesneler ve sahip olduklarımız
aracılığıyla oluşturmaya çalışıyoruz ve bunlarla da
egomuzu doyurmaya özen gösteriyoruz. Geçici bir
süre tatmin olan egomuz yeni oyuncağından çabuk sıkılan bir çocuk misali kendini besleyebilmek ve yoluna
devam edebilmek için bizden de tüketmeye devam etmemizi istiyor. Anneme reklamcı olduğumu söylemeyin o beni iflah olmaz bir tüketici sanıyor!
Egolarımıza ustalıkla hitap edenler, onu özenle pohpohlayanlar yalnızca reklamcılar mı? “Asil kanlı” aileler, efendilerle köleler, etnik ayrımlar, taraftarlar, sınıf
farklılıkları, ari ırklar, mezhepler, dinler, tüm bu ayrımları kemikleştirmek ve kolektif egoları yaratabilmek için
güçlerini nereden aldılar? Kendimizden olmayanı derhal ötekileştirmeyi içimizdeki hangi düşmanı beslemek
Bunu bir zamanlar reklamcılık yaptığım için söylemiyorum. Ezen egolar olduğu için ezilen egolar da var.
Ya da tam tersi. Sahip olduğumuz şey yalnızca bizi
kişisel yolumuzda yürürken büyütüp küçültmüyor,
onun farkına varıp, kontrol etmeyi öğrenmez isek,
malum doğa boşlukları sevmiyor, hemen onu yönetecek birileri çıkıyor ortaya. Ve siz bakmayın “hayatta
hiçbir şey için geç değildir” diyen insanlara. Çin bambusunu bilir misiniz? Çin bambusu toprağa tohumla
atıldıktan sonra, beş sene boyunca toprakta yalnızca
ufacık bir sürgün uç verirmiş. Büyüme tamamen yeraltında olur, yatay ve dikey olarak ilerleyen karmaşık
bir kök yapısı olurmuş. Beşinci yılın sonunda, birden
büyümeye başlayan Çin bambusunun boyu kısa sürede yirmi beş metreyi bulurmuş. Demem o ki; bazı
şeyler vardır ki, atı alan Üsküdar’ ı çoktan geçmiştir ve
sizin yürüyerek onu yakalama şansınız yoktur.
Medyadan izliyoruz hani, ünlü ve popüler şahsiyetlerimiz fazla tanınmaktan dolayı sokaklarda rahat dolaşamadıklarından yakınırlar. Yurtdışına gitmek,
kimsenin onları tanımadığı yerlerde sıradan insanlar
gibi dolaşmak ve kendileri gibi olmak istediklerini söylerler. Sorarım size, sizi hiç kimsenin tanımadığı bir
yere gidip, hayata yeniden başlasaydınız ne yapmak
isterdiniz? Bütün kimliklerinizi daha önce yaşadığınız
yerde bırakıp, egonuzu unutup, kim hakkımda ne söyler diye düşünmeden bir genel müdürken aşçı, bir doktorken garson olur muydunuz? Hayal etmeye
başladığınızı görür gibiyim. Olması gerekenleri değil,
hep giymek istediklerinizi giydiniz. Islık çalarak yeni işyerinize geldiniz. Sokağa taşan küçük renkli masalarda yemek yiyenlere selam veriyor ve hatta sokağı
dolduran müzik eşliğinde kimseye aldırmadan dans
bile ediyorsunuz. O da ne! Durun lütfen. O mavi şapkalı satıcı size bilerek çarpmadı. Sakin olun lütfen.
Lütfen bağırmayın öyle “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” diye. Lütfen. Lütfen.■
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
Şimdi diyeceksiniz ki çok mu zararlı bu ego? Yani
bizim dostumuz mu, düşmanımız mı? Melek mi, şeytan mı? Ben de size diyeceğim ki, asıl soru bu değil.
Asıl soru: kim kimi yönetiyor? Toplumda genel kanı
ego denildi mi (sonuna eklenen minicik bir –ist de
varsa) ilk akla gelen bencillik ya da kendine tapma
hastalığı oluyor. Böyle bilinen insanlar boynunda bir
tabelayla dolaşıyor sanki “Dikkat otomatik ego. Çarpar.” Bir de tabii öz saygı, öz güven, erdem ve cesaretle dolu, bizi motive eden, güdüleyen ve boynunda
olmasa da arabasının arkasında “Nazar etme ne olur,
yönet senin de olur ” tabelası taşıyan bir ego daha var
ki, bu ikisi birlikte insanı insan yapıyor. İkisi de bize ait.
Peki, yürüdüğümüz yollardaki yön tabelalarımız, yolculuklardaki iç pusulamız hangileri? Belki de asıl sorulması gereken arabayı kimin kullandığı.
Direksiyonda kimin olduğu. Egomuzun mu bizi yönettiği, bizim mi onu yönettiğimiz. Ya da o bizden bağımsız başını alıp gidiyorken, fark edip etmediğimiz,
ediyorsak kapıyı kapatma gücü gösterip gösteremediğimiz.
için yapıyoruz? Başka birini eleştirdiğimizde, küçük
gördüğümüzde, etiketlediğimizde ya da suçladığımızda kendimizi daha üstün ve büyük hissetmek içimizdeki hangi egoyu mutlu ediyor? Ya da ayrımcılığın
doğru olmadığını bilsek bile kolektif egodan ayrı düşmeyi göze alabiliyor muyuz? Binlerce yıldır kolektif
egoları yaratan kültürel kodlamaları ve toplumlara önderlik eden yöneticileri, zamanına göre din adamlarını,
yerine göre siyasetçileri düşündüğümüzde reklamcılar
onların yanında biraz daha masum mu kalıyor ne?
31
Steward
yakan ya da “Sen daha iyilerine layıksın.” diye durmadan söylenen, yaptıklarımızı onay mekanizmasına
sokan veya onu pamuklara sardıkça kendine yeni
edindiği , “güç”, “iktidar”, “unvan” gibi arkadaşlarıyla
birlikte gemiyi yürüten içimizdeki asıl kaptan.
DİL BENZEŞİMLERİ
Sözün özü, Hint kültürü ve uygarlığı pek o kadar da uzak değil bize.
“Vardım Hind eline, kumaş getirdim…”
diye başlayan halk türkümüzde olduğu gibi...
Hindistan Nere...
Türkiye Nere?
çine doğduğumuz kültür dünyası, yasadığımız coğrafyada tarih boyunca iç içe geçerek
harmanlanmış pek çok uygarlığın izlerini taşıyor muhakkak. Bu izlerin en çok görülüp,
hissedildiği yerlerin başında da yemek kültürümüz geliyor belki de. Ülkemiz, özellikle
de Anadolu coğrafyası yemek kültürü acısından dünyanın pek az yöresine nasip olmuş
bir zenginliğe ve renkliliğe sahip. Bunu bu coğrafyada yasayan bizler günlük yaşamımızda
pek fark etmiyoruz belki ama ülkemizi gezip görmeye gelenlerin, hatta 2 günlük önemli
bir toplantı için gelip, otelden dışarı çıkmayan yabancıların bile ilk dikkatini çeken noktalardan biri bu.
İ
Nihat YILDIZ
[email protected]
Bana göre, bizim mutfağımızın en belirleyici ve de en güzel yani, dünyanın hangi ülkesinden, hangi kültüründen gelirse
gelsin hemen herkese hitap eden bir yemeğin, bir salatanın, bir tatlının, bir hamur isinin olması. Ülkemize gelip de aç
kalan olmaz pek. Başka yerlerde öyle mi ya? Mümkün müdür mesela Hindistan’da baharat değmemiş, mis gibi zeytinyağı kokan bir sarma yemek?
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
Bizim yemeklerimizi, kebaplarımızı fazla baharatlı bulan kimi yabancılar Hint yemekleri hususunda ne düşünüyorlar
acaba, merak ederim hep. Birkaç yıl önce İstanbul’da Hint yemekleri yapan bir lokantaya yolumuz duştu; merakımızın
kurbanı olup denedik en meşhur yemeklerinden. O nasıl bir acı, nasıl bir buruk tattı öyle yarabbi, hala aklıma geldikçe
ağzım yanar.
Steward
32
Yemekleri ağzımızı bizim acılı kebaplara nazaran biraz daha fazla yaksa da, Hint kültürüyle Türk kültürü çok da uzak
değiller aslında birbirlerinden. Aralarında binlerce kilometre olan bu iki coğrafya ve kültür arasında nasıl bir yakinlik
olabilir diye düşünenlerimiz olabilir belki, ama öyle değil pek.
Mesela, muhabbet, dünya, gurur, pilav, peynir, sebze, köfte, dürbün, tandır, sehpa vb. pek çok sözcüğün Hintçe ve
Türkçede aynı anlamlarda kullanıldığını biliyor muydunuz? (Yazının sonunda iki dilde ortak kullanılan sözcüklere dair
başka örnekler de mevcut)* Türkçe Ural-Altay dil grubuna ait iken, Hintçe kendi adıyla anılan Hint-Avrupa dil ailesine
ait, yani dil kökenlerimiz de akraba değil. Nereden geliyor öyleyse iki dilde ortak kullanılan bunca sözcük?
İnternette ulaşabileceğiniz bilgi kaynaklarına göre bunun iki nedeni olabilirmiş. Birincisi Hint-Avrupa dil ailesinin en
koklu ve zengin dillerinden biri olan Fars (Iran) dili sayesinde. Malum, Farsça Osmanlı İmparatorluğu zamanında Arapça
ile birlikte Türkçeden daha fazla rağbet gören bir dil idi ve Osmanlıcada hatırı sayılır derecede Farsça sözcük bulunmakta idi. Bugünkü Türkçede de öyle. İsimlerimiz bunun tipik bir örneği. “Nihad” ismi Farsça örneğin ve “insan tabiatı”
manasına geliyor. Hintçe ile Türkçe arasındaki sözcük geçişlerinin nedeni olabilecek diğer bir faktör olarak da Türkler
tarafından o coğrafyada kurulan Babür İmparatorluğu gösteriliyor.
saygı beslemeyi öğrendiğini yazar.” ■
(*) Turkçe ve Hintçe’deki benzer sözcüklere örnekler
CANNAT - CENNET
CAMHUURİYAT - CUMHURİYET
CARRAH - CERRAH
CAHAZ - CİHAZ
CAHAAN - CİHAN
CAHAALAT - CEHALET
CAAHİL - CAHİL
CİGAR - CİĞER
DAAMAAD - DAMAT
Sözün özü, Hint kültürü ve uygarlığı pek o kadar da uzak
değil bize. “Vardım Hind eline, kumaş getirdim…” diye
başlayan halk türkümüzde olduğu gibi, “envai çeşit baharat ve ipeğin diyarı” olarak bilinen Hind elinin, edebiyatımızdaki en bilinen meraklılarından biri de Cemil Meriç’tir.
DUNİYAA - DÜNYA
Murat Erol, Hece Dergisi’nin Cemil Meriç Özel Sayısı için
kaleme aldığı makalesinin girişinde söyle diyor: “Hint’in kumaşı rengârenktir. Hint bir felsefenin, mistik bir dünyanın
başlangıcıdır. Hint, düşüncenin gökkuşağıdır. En eski medeniyetlerden birisi, zengin düşünceler havzasıdır Hint.”
Makalenin Cemil Meriç’in Hint kültürünü keşfetmesiyle ilgili
bolumu ise şu paragrafla başlıyor: “Cemil Meriç eski bilgeliğin, yitik irfanın, unutulan “ümran”ın peşine Hint’te
düşer. ‘Hint Edebiyatı’ kitabını 1963’te tamamlar ancak
eser, 1964 yılında yayımlanır. Hint bir milattır. Cemil Meriç
Kolomb’un Asya’yı ararken Amerika’yı bulmasına benzetir
kendi durumunu, O da ‘Avrupa’yı incelerken Hint’le karşılaştım.’ diyerek düşüncenin gökkuşağının bütün renklerini
sevmeyi, peşin hükümlerin mahpesinden kaçmayı, hakikatin çeşitli yönlerine eğilmeyi, hayatın her tecellisine
NAZAR - NAZAR
DURUST - DÜRÜST
DUŞMAN - DÜŞMAN
DOST - DOST
NAHR - NEHİR
NİKAAH - NİKAH
NİSBATAN - NİSPETEN
TAKRAR - TEKRAR
TANHAA - TENHA
TABASSUM - TEBESSÜM
TARAF - TARAF
TAHSİL - TAHSİL
ZİYAAFAAT - ZİYAFET
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
NAZLAA - NEZLE
33
Steward
Günümüzdeki Hindistan ve çevresi üzerinde kurulmuş ve
hüküm sürmüş Türk-Moğol kökenli bir devlet olan bu imparatorluk, Babür Şah tarafından 1526 yılında kurulmuş.
17. yüzyılın sonu ile 18. yüzyılın başında imparatorluğun
gücünün zirvesinde olduğu dönemde, Hindistan'ın büyük
bölümüne hâkim olan imparatorluğun nüfusunun o tarihlerde 3.2 milyon kilometre karelik bir bölge üzerinde 110
ila 150 milyon arasında olduğu tahmin ediliyor. Babür İmparatorluğu'nun hakimiyet alanı, en geniş olduğu dönemde bugünkü Hindistan, Pakistan, Bangladeş ve
Afganistan'ı kapsamaktaydı. Babür İmparatorluğu'nun beşinci imparatoru Şah Cihan'ın saltanatı, imparatorluğun
mimarlık ve sanat alanında altın çağı olarak anılmakta.
Günümüzde Hindistan’ın turistik simgelerinden biri olan
Agra'daki efsanevi Tac Mahal'in yanı sıra pek çok mükemmel eser onun döneminde yapılmış.
Electrolux Profesyonel
Yeni Nesil green&clean Giyotin Tip Bulaşık Makineleri'nin tanıtımını
8 Şubat Cuma günü, Steward Derneği'nin organizasyonu içerisinde
Nar Lokantası'nda gercekleşti.
Elektrolux’ten
Giyotin Tip Bulaşık
Makinesi
EKSTRA özellikleriyle en iyi: tasasız bulaşık yıkama deneyimi
"Doğru seçimi yapın. Bulaşıklarınız için. Çevre için". Bu, Electrolux
Profesyonel'in sürdürülebilir yaklaşımının gerçek gururu olan yüksek
performanslı green&clean bulaşık yıkama sistemlerinin piyasaya sürümü için 2008 yılında gerçekleştirilen kampanyada oluşturulan ve
uygulanan slogandı. Ancak bir ürünün mükemmelliği sadece, küresel
müşterilerin ihtiyaçlarına gerçekten özel kılınmış yenilikçi çözümlerin
hızla geliştirilmesine odaklanan sürekli iyileştirmeye ve incelikli tasarıma dayandırılabilir.
Yeni Electrolux green&clean Giyotin Tip bulaşık makineleri bu varsayımları yansıtır ve ilk green&clean neslinin sınıfının en iyisi performanslarını yeniden vurgularken, tasasız bir bulaşık yıkama
deneyimine EKSTRA özellikler de katar.
EKSTRA yeşil: işinizden en yüksek randımanı alın
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
Yeni Electrolux green&clean Giyotin Tip bulaşık makinelerinin garanti
ettiği yıllık (940 Euro'ya varan) su, enerji, deterjan ve parlatıcı tasarrufundan, bulaşık makinenizin mükemmel performansından ödün
vermeden yararlanın.
Steward
34
Su tasarrufu: su girişi koşulları ne olursa olsun, sadece 2 litre/program
temiz su yeterlidir.
Deterjan ve parlatıcı tasarrufu: çok daha az miktarlara ihtiyaç duyulur.
Enerji tasarrufu: ETC - Enerji Tasarruf Cihazı (yüksek verimli su önısıtma sistemi, buharı geri kazandırarak konforlu bir çalışma ortamına
olanak tanır) ve SIFIR KİREÇ Cihazı (tamamen kireçsiz bileşenler
için otomatik kireç giderme programı), daha düşük enerji tüketimi ve
(%35'e varan oranda) daha düşük işletim maliyeti sunar.
EKSTRA temiz: bulaşık yıkama ve durulama operasyonlarından en
iyi randımanı alın
Yıkama fazı: CLEAR BLUE Filtreleme Sistemi, yıkama suyunu yiye-
cek kalıntılarından arındırarak en yüksek temizlik standartlarını garanti eder ve optimal bir yıkama sonucu için
deterjan verimliliğini artırır.
Durulama fazı: eğimli tavan ve eğimli kollara sahip (ve
yüksek durulama kalitesine, durulama fazı esnasında
sabit yüksek ısı ve güçlü su basıncı sayesinde güçlü su
girişi koşulları ne olursa olsun her zaman ulaşılmasını
sağlayan) atmosferik kazan ile, en iyi durulama performansı garanti edilir.
EKSTRA güvenli: kusursuz, tam bir sanitasyon (sıhhi
temizlik) elde edin
En tehlikeli bakteri grupları, büyümek için ideal koşullarını 20° ila 60°C arasındaki ortamlarda bulurlar. YIKAMA•GÜVENLİĞİ KONTROLÜ, tüm deterjanı gideren
84°C üzeri sabit ısısıyla yüksek performanslı durulamayı
garanti eder ve eksiksiz sanitasyon sunar. Yeni Electrolux green&clean Giyotin Tip bulaşık makineleri ETL Sa-
nitasyonu sertifikalıdır ve DIN 10512 uyumludur (*).
EKSTRA kolay: ergonomide maksimuma ulaşın
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
Kurulumunuz ister köşe ister düz hat sistemi olsun, kolay
erişim ve maksimum görüş alanı sağlayan ergonomik
açılı kumanda paneli konumu sayesinde makinenizi kolayca çalıştırabilirsiniz ve (otomatik modellerde) makinenin üst köşesinde yer alan entegre LED ekran, uzak
mesafeden rahatça görülerek programların işletim durumunu kolayca izlemenize olanak tanır.■
(*) Yeni Electrolux Giyotin Tip bulaşık makineleri ETL Sanitasyon onayı almıştır ve NSF sanitasyon standartlarına (NSF/ANSI 3 Paragraf
7.1) ETL.S modunda kullanıldığında uyumludur. Seri, yüksek verim modunda DIN 10512 standartlarına uyum göstermektedir.
Steward
35
Şikâyetim Var
FUTBOL
“Yahu emekli maaşıma 51.20 kuruş zam vermişler.
Kardeşim elektriğe, suya, gaza her şeye bindirilenlerden
memleket ekâbirinin haberi yok mu?”
ikâyetim var arkadaşlar, şikâyetim vaaar. O gün iş çıkışı köprünün Barbaros Bulvarı hattını kapatan
beyefendiden şikâyetim var. Nedenini anlatayım. İş çıkışı servis aracına doğru yöneldiğimde içim içime
sığmıyordu. Keyifliydim. Ertesi günkü izin günüm ile ilgili plan ve programım kafamda yapılmış, hem
benim, hem oğlum ile ilgili işler kontrolüm altına alınmıştı. Dedim ya off günü arifesindeyim. Düşlediğim
tatil günü planı da çok basit; “Ertesi gün, yani yarın sabah erkenden yola düzülecek, Karaköy’de börek yenip,
Mısır Çarşısı’nın yanındaki çiçekçilerden sümbül, lale soğanları, acı biber tohumu, toprak alacağım ve vapurla
karşıya geçerken de çay keyfimi yapacağım. Ve tarımsal faaliyetime başlayacağım. Öğleyin oğlanın yaş günü
için de önceden siparişini verdiğim pastayı bir koşu alıp partiye yetişeceğim ve oğlanında gönlünü almış olacağım. Keyfime diyecek yok. Sanki yarını bu günden yaşayıp bitirdim ben.
Ş
İşlerini halletmiş bir adamın huzuru ile servise doğru ilerledim. Trafikte bir sıkışıklık vardı. Ama Taksim Meydanı
kazısı nedeni ile olağan gelmişti bu bana. Araca bindiğimde sürücü arkadaşın bakışlarında her an kötü bir haber
alacakmış gibi endişe vardı. ‘Hayırdır’ dedim. İç sıkıntısı sesine vurmuş “Yarım saattir
trafik dondu kaldı.” dedi. “Eee kar yok, yağmur yağmıyor, siren sesi duymadık ki bir büyüğümüz bir açılışa gidiyor olsun, kaza mı var acaba?” dedim. “Bilmiyorum, kaza olsa
5 dakikada açılır, radyo kanallarını dolaştım ortada bir acayiplik var” dedi.
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
Servisi kullanan arkadaşlar araca doluşunca yola çıkma hamlesi yaptık. Tampon tampona ilerlemeye çalışıyorduk. Gözümüz aracın saatinde, saat ilerliyor biz olduğumuz
yerde duruyorduk. Servisteki hanım arkadaş ağlamaklı bir sesle “Çocuk kreşte kalacak,
eşime ben alırım demiştim.” diye inledi birden. Sanki herkes birinin içini açmasını beklemekteymiş gibi döküldü. Haliyle insanların evde, çarşıda, eczanede bir yerlerde bir işi
vardı.
Steward
38
Araç Barbaros Bulvarı yokuşuna döndüğünde irkildik. Kıyamet günü gibiydi. Neredeyse
İstanbul’daki tüm araçlar orada toplanmıştı. Sıkıntıdan sağa sola bakınırken koltuğa bırakılmış bir gazete parçası buldum, vakit geçsin diye ona göz atmaya başladım. “Hey
Taner GÜREL
ahali” dedim haber beni dürtmüştü. “Yoksulluk sınırı 3280 lira, açlık sınırı 1070 liraymış
Sosyolog
paranızı ona göre harcayın. Gazete böyle diyor”. Araçtakilerin tümü gelir açısından iki
sınır arasında yuvarlanıp gidenlerdendi. Homurtular yükseldi. Ortamı biraz daha germiştim anlaşılan. “O zaman size ilginç bir haber daha.” dedim. “Galatasaray Felemenk çocuk Sneijder için Maçka’da
725 m² ev tutmuş, evin aylık kirası 25 bin Euro’ymuş.” “Yuh ya, bu ne ya?” dedi bir genç arkadaş öfkeyle. “Alt tarafı
topa vuracak.”. Galatasaraylı diğer arkadaş “Olaya şöyle bak.” dedi. “Otobüs firması olduğunu düşün, rekabet etmek
için son model bir araç alman gerekir, yatırım için. Adam gelir gelmez forma satışından maliyetini çıkardı neredeyse.”
dedi. Mantıklı geldi bana. Çünkü ayak topu oyunundan para kazanıyordu kulüpler. Adamın ev kirası böyleyse kim
bilir kaç lira maaş alıyordur dedik. Kısa bir sessizlikten sonra “İşte bu haber pek güzel” dedim. “Şu an ki durumumuza
bir çare buldum. Hintli karı koca kahkaha terapisi diye bir yöntem geliştirmişler: Kahkaha ile diyaframı kullanarak
nefes alma tekniğini birleştiriyormuşuz. Kalbimiz güçleniyormuş, stresimizi atıyormuşuz, özgüvenimiz gelişiyormuş,
gülünce kalp, göğüs, karın, bacak kaslarımız harekete geçip bizi özgürleştiriyormuş. Bebekler niye mutluymuş çünkü
günde 300 kez kahkaha atarlarmış, biz 15 kez gülermişiz topu topu.” diye ana hatlarıyla yazıyı özetledim. Hadi yapalım şunu stresimizi alsın dedik. Bir iki deneme yaptık. Fakat yan etkileri ortaya çıktı. Eh yol uzun ve sıkışık olunca
bazı ihtiyaçlar bizi zorlamaya başladı. Açlık, susuzluk gibi. Üstüne bir de diyafram eğitimi yapmıştık. Böbreklere ve
bağırsaklara söz geçiremiyorduk. Sorun bizim kişisel irademizden bağımsız ortada dururken nefes ve kahkaha ile
trafik karmaşasına çare bulamamıştık.
Uzatmayalım her akşam 1,5 saatte eve varırken o akşam 3,5 saatte evin ziline elimi uzatabildim. Kapıyı açan oğlanın gözleri soru
doluydu. “Trafik” dedim.
Ev ahalisi yemek masasında beni beklemekteydiler. Sanki geç
kalmak benim suçummuş gibi ezildim. “Adam köprüye girişi kapatmış. Ben yaptım oldu havasında ne yapabiliriz ki, binlerce
insan mağdur bu akşam.” diye kendimce bir savunma yaptım.
Açlıktan ve üzüntüden ne yediğimden tat alabildim, ne de doyabildim. Yedikçe yemek istiyordum. Kendimi zor frenleyip koltuğa
yığıldım. Hanım elinde kumanda diziden diziye geçiyordu. TV’den
gelen sesler ninni gibiydi, sonra hafif hafif gözlerim kapanmaya
başladı, açmak için mücadele etsem de açamıyordum. Tatlı bir
uyku sarmalamıştı beni. Başımı tutamıyordum. Öne, yana düşüp
duruyordu. Uyuyorsun yerine yatıver artık dediler. Son bir hamle
“Yoo gözümü dinlendiriyorum.” dedim. Dedim demesine ama ardından söylenenlere yanıt vermek istesem de ağzımı açamıyordum. Gözümü açmadan, ayaklarımı sürüye sürüye yatağa gittim.
Birden hanım dürttü. Baban arkadaşlarıyla gelmiş salona aldım seni
bekliyorlar dedi. Salona geçtim. Babam, Felemenk oğlan oturmuşlar
bana bakıyorlardı. “Hayırdır baba” dedim. “Şu Felemenk çocuğa
kızmıştım. Yahu benim emekli maaşıma 51lira 2o kuruş zam geldi.
Sen nasıl 25 bin Euro’luk evde oturuyorsun diye. Çocuk, amca ben
işçiyim, sizin memlekette çalışıp biraz para biriktirip köyüme döneceğim deyince acıdım, elimi öptü barıştık. Evde de sıkılıyormuş
aldım size geldim.” dedi. Felemenk çocuk 725 metrekare evde
sıkılmış bizde kalmak istiyormuş.
Hanım beni yine dürtüyor, ama bu kez daha
sert bir biçimde. Gözlerimi açtım. “Noldu
kâbus mu gördün deminden beri inleyip
duruyorsun?” dedi. Saate baktım
05.45 aceleyle fırladım yataktan. Askerde hazır kıta yatma eğitimi aldığımdan giyinme, hacet giderme, tıraş
gibi faaliyetleri 10 dakika içinde tamamlama ruhuma işlemişti. Kapıya
yöneldim. Salondan bir hışırtı gelince
durdum. Usulca başımı salon kapısından uzattım, oğlan bilgisayarın başında
dünyayı
unutmuş
oyun
oynuyordu. Ürkmesin diye de sesimi alçaltıp, ne yapıyorsun yavrum bu saatte diyecektim. Sözümü bitirmeden çocuk
sandalyeden zıpladı korkudan. Koca
koca açılmış gözlerle “Nereye baba?”
diyebildi. “Sinemaya dedim, nereye olacak işe.” Bu kez oğlan atışını yaptı
“Ama bu gün senin off günün.” dedi hayretle.
Of ki of. Demek ki Bu Sneijder’in yaşamına
haset etmiştim. Biraz da babamın telefonda
“Yahu emekli maaşıma 51.20 kuruş zam vermişler. Kardeşim elektriğe, suya, gaza her şeye bindirilenlerden memleket ekâbirinin haberi yok mu?” diye
bağırmasından etkilenmişim.
Ne burnumda alacağım lalenin kokusu kaldı, ne de acı biberin acılığı dilimde! Hepsinin keyfi kaçtı. Kısmet gelecek off gününe
inşallah…■
Ciddi Şeyler
Suya Dair
SU
Özellikle, kemik oluşumu devresinde çocukların ve i
leri yaşlardaki yetişkinlerin aşındırıcı kaynak sularını, ne kadar
“yumuşak,” ne kadar lezzetli olursa olsun sürekli kullanmaları
sağlığa aykırıdır.
nsanoğlunun sanayileşmede ve eşit-yaklaşık uygarlaşmada sağladığı başarı ve bu başarıda motor rol oynayan kapitalist üretim
ilişkileri, başta doğal kaynaklar olmak üzere, hemen her türlü kaynağın talan edilmesi sonucunu doğurdu. Ekolojik denge kritik seviyede bozuldu. Yaşam üçlüsü “hava, toprak ve su” tehlikeli boyutlarda kirlendi. “Modern İsmail KOÇ
dünyamızda” özellikle içme suyu kaynaklarına ulaşım bağlamında aşağıdaki sonuçlar Uzman Makine Müh.
oluştu:
İ
• Her 20 saniyede bir çocuk sudan nedenlerle ölüyor,
• Yılda 3,4 milyon insan su ve hijyen yoksunluğundan ölüyor,
• 780 milyon insan suya ulaşmada yoksunluk yaşıyor,
• Kadınlar her gün su taşımak için 200 milyon-saat harcıyorlar,
• Her yıl dünya varoşlarına, kanalizasyon sistemi olmayan düzensiz yerleşkelere 60 milyon insan ekleniyor,
• Kanalizasyon yetersizliğinden ölümler herhangi bir savaşta silahlardan olan ölümlerden daha fazla,
• Bir Amerikalının 5 dakikalık duşta kullandığı suyu, az gelişmiş ülkelerin varoşlarında bir kişi gün boyu kullanamıyor,
• İnsanların çoğunun tuvaletten çok mobil telefonu var..
Ve nihayet aşağıdaki noktalarda farkındalık gelişmeye başlıyor:
• Dünyanın %91,5’i sudur,
• Ancak bunun % 0,8’i içilebilir su kaynağıdır,
• Su, bir yaşam iksiri olarak sınırlı bir kaynaktır,
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
• İnsanlık su ile çok sıkıntılı bir çağa giriyor,
Steward
40
• Artan nüfus ve artan su tüketimi, artan kirlilik,
• Ve su bozulabilir bir gıda maddesidir,
• Taze su sağlamak sıkıntılı bir süreç oluyor,
• İçilebilir su aynı zamanda mineral kaynağıdır,
• Bakteriler görünmez tehlikedirler.
Görülüyor ki, insanoğlu ne ile en çok hemhal olursa ki insanoğlu anne karnından son yolculuğa kadar su ile hemhal
olur, onunla ilgili bilgi fakirliği içerisinde oluyor ve tabii ki aynı zamanda az gelişmişliğin bir tezahürüdür.
İçilebilir su konusunda bilimsel bilgi için yine Avrupa ve Amerikan standartlarına bakmak zorunda kalıyoruz; teknik
olarak içeme suyu niteliklerini aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz:
• İçerdiği mineral miktarı 100-500ppm, ortalama 300ppm yani 300mgr/litre olması,
• Alkalite-asidite göstergesi (pH) >7
olması, yani alkali-bazik karakterde
su olması,
• Pb, Hg vb ağır minerallerin olmaması,
• Klor ve kötü koku yapan organik
maddelerin olmaması,
• Virüs, bakteri, koli basili, parazitler
ve lejyonella basili gibi mikro organizmaların olmaması,
• Tarım ve zirai ilaç kalıntılarının olmaması,
• Sağlanabilirse magnezyum miktarının daha fazla olması tavsiye edilmektedir.
• Ve suyun son kullanma noktasında (POU-Point Of Use) işlemden
geçirilmiş olması ve mümkünse uzun
süre bekletilmemesi ve depolanmaması ideal haldir.
Suyun Mineral İçeriği, Sertlik Değeri
ve Asidite-Alkalite Değeri
Sağlık Bakanlığı’nca düzenlenen “Menba Suyu Yönetmenliği,” menba suların sertliğinin 0-10 FSº arasında olması şartına yer veriyordu. Sonra, sertlik üst sınırı
kaldırıldı, fakat alt sınır tanımlanmadı. Avrupa Birliği ve
Dünya Sağlık Teşkilatı (WHO) standartlarında ise bu değerler çok farklı olarak tanımlanmıştır. İçme suyunda, Av-
rupa Birliği Fransız sertlik değerinin minimum 15 (FSº),
WHO da minimum 10 (FSº) sertlik derecesinde olmasını
önermektedir.
Suyun sertliği, genellikle ülkemizde de olduğu gibi Fransız Sertlik (FS )ͦ birimi ile ifade ediliyor ki, suda çözünmüş
olarak bulunan Ca ve Mg karbonat bileşiklerinin toplamı
olarak tanımlanıyor. Buna göre;
• 0-5 FS° : çok yumuşak,
• 5-10 FS°
: yumuşak,
• 10-20 FS°
: Orta sert,
• 20-30 FS°
: Sert,
• > 30 FS°
: Çok sert sular olarak sınıflandırılıyor.
41
Steward
Aynı zamanda kuvarsit, granit ve volkanik kayaçlardan süzülen bu sular,
magnezyum (Mg) ve kalsiyum (Ca)
tuzları açısından çok fakir ve asidikbazik göstergesi (pH) 6,5 mertebesinde asidik yani aşındırıcı karakterde
sulardır. Türkiye’de halen işletilmekte olan menba sularının büyük bir bölümü, kuvarsit, granit ve volkanik kayaçlardan oluşan kaynak suları değildir, ancak korkunç
bir cehaletle kireçtaşı, dolomit ve mermer kayaçlardan
oluşan yüksek mineralli kaynak suları, işletmeci şirketler
tarafından ters-ozmos teknolojisiyle proses edilerek yine
sertlik dereceleri 0,5-1,5 FS ͦ mertebesine düşürülmektedir.
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
Ancak ülkemizde yanlış yönlendirme
nedeniyle mineral içeriği konusunda
korkunç bir yanılgı var; ülkemizin jeolojik yapısı genellikle kalkerik olması
nedeniyle mineral içeriği yüksek yani
yüksek sertlik dereceli sulardır. Ne
yazık ki daha sağlıklı olan bu sular, ülkemizde “kaba su-ham su” olarak tanımlanmakta ve halka 0,5-1,5 Fransız
sertliğinde (FS°) çok yumuşak sular
tavsiye edilmekte ve böyle bir damak
tadı algısı oluşturulmaktadır.
pH ise suyun asidite-alkalite (bazik) derecesini gösteren
bir terim. pH aralığı 0-14 arasında değişiyor. 7 nötr, 0-7
arası asidik, 7-14 arası alkali su olarak kabul edilir. Bir su
ne kadar çok Ca, Mg ve potasyum içeriyorsa asitliği de o
kadar az oluyor; yani pH’sı alkali tarafta oluyor. pH değerinin 7,5-8,5 arası olması (yani hafif alkali olması) idealdir.
İçme sularının, önemli bir Ca kaynağı olması gerekir. Bir
insanın günlük kalsiyum ihtiyacı 1000 mg’dır. Çocuklar
ve yaşlılar için bu ihtiyacın karşılanması özellikle önemlidir. Gerekli kalsiyumun yaklaşık yüzde 20’sini içtiğimiz
sudan alırız. Bunun için de, 100 mg/litre kalsiyum içeren
bir sudan günde iki litre içmemiz gerekir.
Ca ve Mg dışındaki mineraller de çok önemlidir. Doğada
ve insan vücudunda soy gazlar hariç 84 element bulunmaktadır. İnsan vücudunun bütün bunlara ihtiyacı vardır,
çünkü bu elementlerin hiçbiri insan vücudunda üretilmemektedir. İşin kötü yanı bazı doğal mineralleri (selenyum,
molibden, vanadyum, magnezyum, lityum, kobalt vb)
alacağımız doğru dürüst bir kaynak yoktur. Bu minerallerin hemen tamamı kaliteli kaynak suluları, maden suları
ve kaya tuzlarında bulunuyorlar ve sağlığımız için çok
önemlidir
Magnezyum (Mg) ise, kas ve kemik sağlığı ile sinir iletisi
için önemlidir. Günde ortalama 200-400 mg magnezyum
alınması gerekiyor. İleri yaş ve hamilelikte, ayrıca her
yaşta yorgunluk hissedildiğinde magnezyum ihtiyacı
artar. Bu madde kalp kası sağlığı için de önemlidir. Son
yıllarda Mg’un kansere karşı direnç sağladığı da iddia
edilmektedir. Vücut, yine Mg gereksiniminin önemli
miktarını da içme suyundan karşılıyor. WHO yayınlarında, içme suyunda kullanılan düşük
sertlikteki asidik suların, insan sağlığına
olan olumsuz etkileri araştırılmıştır.
Bu araştırmalarda,
magnezyum yönünden zengin su kullanan bölgelerde
yaşayan insanlarda kalp krizi riski anlamlı bir şekilde
düşük bulunmuştur.
Bugün, dünyada en çok satılan Fransızların menba suyu
Evian’ın sertlik derecesi, 27 FSº dir, yani Türk damak tadı
standartlarında “kaba bir su”dur Evian. Bizde bu değer,
en çok satan menba sularında 1-1.5 (FSº) Fransız sertlik
derecesi arasındadır, yani dünyanın en popüler suyu ile
Türkiye’nin en popüler suları arasında büyük bir fark var.
Ülkemizde, geçmişte “yönetmelik gereği,” şimdi de “Türk
Standartları” gereği düşük sertlikli suların içilmesi teşvik
ediliyor.
Suyu bakteriyolojik olarak korumak ve depolama süresini
arttırmak için bazı büyük firmalar şişelemeden önce suya
ozon yüklemektedirler. Kaynak suyunun ozonlanması,
suyun doğal özelliğini kaybettirir. Yönetmeliklerde ozonlama yoktur.
Sonuç olarak, herkesin elinde pet şişe su, evlerde damacana su, oluşturulan damak tadı algısı “yumuşak su”
yani pH değeri 6,5’tan az, mineral içeriği fakir, asidik yani
aşındırıcı sulardır.
Vahim olan bir diğer süreç ise “damacana su’dan tasarruf
etme” adına oluşturulan evlerde mutfak musluğuna bağlanan tezgâh altı arıtma cihazları ve arıtmalı sebil sektörüdür. Ancak, yine kullanılan teknoloji ters-ozmostur. Yani
yine sıfır su üretilmektedir.
Bilimsel araştırmalar damacana ve pet şişelerin suya etkisini aşağıdaki şekilde özetlemektedir:
• Pet şişeler suya ANTİKON denen ağır metal yükler ve
STALAT denen endokrin bozucu kimyasal yükler.
• Damacanalar polikarbonattan üretilir, bir petrokimaya
türevidir, suya bisFenol A (BFA) denen bir toksit yükler;
kanserojen olduğu FDA tarafından onaylanmış ve Avrupa, ABD ve Kanada’da yasaklanmıştır;
• Kız çocuklarında erken adet görmeye ve boylarının
kısa kalmasına,
• Hormonal bozukluklara,
• Erkeklerde kısırlığa neden olur,
• Kordon kanı ve anne sütüne doğrudan geçer,
• Anne karnındaki bebeklerde 100-300kat BFA yoğunlaşmasına neden olur ki; yaşamı için ciddi tehdit oluşturur. (Bu bilgiler İstanbul Üniversitesi Öğretim üyesi Prof.
Dr. Kenan Demirkol’dan derlenmiştir.)
Özellikle, kemik oluşumu devresinde çocukların ve ileri
yaşlardaki yetişkinlerin bu aşındırıcı kaynak sularını, ne
kadar “yumuşak,” ne kadar lezzetli olursa olsun sürekli
kullanmaları sağlığa aykırıdır. Belirli bir yaşın üzerindeki
kadınlarda, kemik erimesinin görülmesi, sık sık kalça kırılmalarının yaşanması, olağan bir olay değildir. Temel
sorun mineral miktarı düşük ve dolayısıyla pH değeri
düşük, asidik-aşındırıcı özellikte su içilmesidir.
Beslenme alışkanlığı-İşlenmiş Gıdalar-Böbrek Asit
Yükü ve pH
Günümüzde gittikçe yaygınlaşan fast-food alışkanlığı, alkaliden zengin sebze ve meyvelerin yeteri kadar alınamamasına, et ve tahıl dâhil her türlü market ürününün
rafinasyonu sırasında potasyum ve magnezyum gibi alkali yapıcı mineralleri kaybetmeleri nedeniyle de böbrek
asit yükümüz artmaktadır. Vücudumuz, hayatiyetini sürdürebilmek için hücrelerimizde oluşan asitleri atmaya çalışır. Vücut pH’sı ve kan dolaşımımız 7.35 ile 7.45
arasında çok dar bir bantta bulunur. Bu dengeyi sağlamak için asitlerin vücuttan atılmaları gerekir. Vücudumuzda oluşan asit artıklar terle, dışkıyla, nefesle ve daha
çok da idrar yolu ile atılır.
İnsan böbrekleri pH:5‘in altındaki idrarı, yani asidik idrarı
boşaltamazlar. Bu nedenle oluşan asitler (daha çok fosfat ve sülfatlar) kısmen kemikten gelen kalsiyum ile
tamponlanır
ve
ancak o şekilde idrarla atılabilir.
Kötü
beslenme ile alınan yüksek
miktardaki
a s i t ,
böbrekler ile
atılır-
Bu bağlamda asitli gıdaların ve düşük mineralli içme sularının kemik erimesi, şeker hastalığı, kas zafiyeti, böbrek
taşı, gut, kanser, şişmanlık gibi hastalıkların oluşumunda
önemli rolleri vardır. Bu nedenle alkali gıdalardan zengin
bir diyet yapmak ve mineral zengin alkali su içmek yaşamsal önemdedir.
Bugün Ne Yapmalı?
Bilindiği gibi İstanbul, su ihtiyacının temini için yedi barajdan beslenmektedir ve bu barajlarda İSKİ tarafından
ciddi şekilde arıtılmaktadır ve fiziksel ve kimyasal analizler sürekli olarak yapılmakta ve yayımlanmaktadır. Bu verilere göre suyun mineral miktarı 300 mgr/litre
mertebesinde, sertliği 12-15FS° ve pH ise 7.5 mertebesindedir. Bu anlamda teknik olarak bu su iyi bir sudur!...
Peki, sorun nedir? Niçin insanlar şehir şebeke suyunu
kullanmak istemezler? Çünkü barajlardan evlerimize
kadar işyerlerimize kadar su, yüzlerce kilometre boru
hatlarıyla gelmektedir ve bu hatlar sürekli yenilense de
yeteri kadar güvenlikli değildir, nerede ne zaman hangi
kontrolsüz ekskavatörün nereyi gagalayacağı belli değildir. Bunu İSKİ idaresi de bilir ve bu yüzden suya olması
gerekenden çok fazla klor enjekte eder, mikrobiyolojik
kirlenmeyi önlemek için… Yani elimizde teknik verileri
çok iyi bir şehir şebeke suyu kaynağımız var ancak klor,
olası mikrobiyolojik ve ağır metal kirlenmesini bertaraf
edebilecek teknolojik cihazlarımız varsa sağlıklı su içmek
mümkün olacaktır.
Diğer taraftan ülkemizde günde 1.500.000 adet damacana dolumu yapılmaktadır ve bunun 700.000 adedi İstanbul’da satılmaktadır. Çevre etkisi anlamında bu
700.000 PC damacana 490Ton Polikarbonat demektir
bu da 4.800Ton/gün, yılda 1.752.000Ton CO2 salınımı
demektir. Yani İstanbul’un sadece PC damacana tüketiminden kaynaklanan “karbon ayak izi 1.7Milyon
Ton/yıl”dır, Kyto sözleşmesine imzalamış bir ülke olarak
bunun maliyeti yani ödenecek karbon ayak izi bedeli
17Milyon$/yıl demektir.
Yukarıdaki bağlamda izlenen içme suyu elde etme ve
kaynak sularını değerlendirme stratejisi hem doğal kaynakların israfı hem ekstra maliyet demektir. Türkiye doğal
kaynak suları anlamında zengin bir ülkedir ve yaklaşık
238 firma faaliyet sürdürmektedir; uygun bir teknolojiyle
şehir şebeke sularının içilebilir hale getirilmesiyle, bu firmalar iç tüketim yerine dış pazarlara yönlendirilerek 35Milyar$’lık ihracat geliri sağlanabilir.
Son söz olarak, su, sıradan bir kimyasal, sıradan bir element değildir, bir yaşam kaynağıdır ve yaşamın ta kendisidir. Su canlı bir elementtir, kötü sözden rahatsız olur
ve kristal yapısı bozulur, sevgi sözünden ve senfonik müzikten hoşlanır ve müthiş formlarda kristalize olur.
Suya yaşam alanı tanımak, onu koruyup
kollamak kendimizi, kendi yaşamımızı ve
doğal dengeyi korumakla eş anlamlıdır.■
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
• Prostat ve meme kanserine,
ken kemik kalsiyumunu da eritir. Bu arada asidik gıdalar
kas protein sentezini de yavaşlatır. Bu durum birçok sağlık sorununa yol açıyor.
43
Steward
• Davranış bozukluklarına ve beyin hasarına,
Kariyer Basamakları
İŞ YAŞAMI
aha 18’ini yeni bitirmişti iş hayatına adım attığı ilk gün. Yıllar çabucak geçmiş, şimdilerde 30’lu yaşlarında dinamik, işine hâkim, ne istediğini bilen
ve kariyerinde emin adımlarla ilerlemeye devam eden biri olmuştu.
Evet, şirkette en alt kademede işe başlamış aylarca sadece basit işler yapmış,
olumsuz durumlara katlanmış, bazen haksızlıklara uğramış ama yılmadan ve
azimle çalışarak iş basamaklarını yavaş yavaş tırmanmıştı. Artık çalıştığı bölümün şefi olmuştu. Emrinde 25 kişi çalışacak, bütün işleri organize edecek ve
ekibin tüm yönetim işlerinden o sorumlu olacaktı.
D
Hayalini kurmak bile ayrı bir keyif veriyordu.
Kariyer tam da böyle bir şeydir işte. Yaptığınız işte uzmanlaşıp, yönetsel becerilerinizi geliştirmeniz ve işinizde daha farklı sorumluluklar yüklenmenizdir. Peki,
kariyer adımlarımızı atarken bizi neler bekler, nelere dikkat etmemiz gerekir, istediğiniz gelişme ve mutluluğu yakalamak için neye ihtiyacınız var, kendimiz geleceğe nasıl bir şekilde hazırlamamız gerekir?
Zeynep GÜR
İsterseniz bu sorulara kısa kısa cevaplar bulmaya çalışalım.
Kaliforniya, Oakland’da bulunan kişisel başarı ve profesyonel gelişme üzerine uzmanlaşmış bir danışmanlık firması
olan Dream Job Coaching’in yaratıcısı olan Joel Garfinkle uygulaması basit ve ufuk açıcı bir yaklaşımla aşağıdaki
önerilerde bulunuyor. Siz de bu önerilere kulak verip, kendinize uygun olan adımları hayata geçirirseniz kariyer
ve iş mutluluğunuzun daha farklı geliştiğine tanık olabilirsiniz.
Birinci kural son derece basittir. İşinizin hangi yönlerini sevdiğinizi belirlemeniz gerekir. Unutmayın ki, bir iş tüm
unsurları ile birlikte sevebilmek ancak filmlerde ya da romanlarda olur. Gerçek hayatta her işin sevilen ve de sevilmeyen tarafları vardır. Başarı için esas olan bizi motive eden, heyecan veren taraflarını bulmak ve o yönlere
odaklanmaktır. Sonra bu özellikler her neyse onları daha çok yapmanın bir yolunu bulmak kariyer yollarındaki başarının sihirli anahtarıdır.
İkinci kural, daha da basittir. En iyilerden bir şeyler öğrenmeye çalışmak kişinin gelişimi için anahtar önemdedir.
Etrafınıza bakın. Kimler yaptıkları işten gerçekten zevk alıyor ve başarılı oluyor? Onlardan neler öğrenebilirsiniz?
İşe gelmekten mutluluk duyan insanlar pozitif enerji yayarlar ve bu ruh bulaşıcı olabilir. Bırakın bu enerji sizi de
ele geçirsin. Sürekli mutsuz ve işinden şikâyet edenlerle kuracağınız iletişim, farkında olmadan sizi de o mutsuzluk
çemberine çeker. Bu hem performansınızı olumsuz etkiler, hem de çalışma anlarınızın mutsuzluk katsayısını artırır.
Böyle bir duruma müsaade etmemek, kariyer gelişimizin önündeki en önemli engelin kalkması anlamına gelir.
Unutmayın, insanlar olumsuz haberlere ve iş dedikodularını duymaya eğilimlidirler. Bu tuzağa düşmeyin.
Üçüncü kural, geleceğinize karar vermenizdir. Kariyer ilkenizi belirleyin. Eğer profesyonel ve kişisel olarak kim olduğunuzu (ya da kim olmak istediğinizi) bir cümleyle anlatmak zorunda olsaydınız, o cümle ne olurdu? Kendi benzersiz
sloganınızı yaratmak için kendinize biraz zaman tanıyın ve bu ilkeyi yapmak istediğiniz şeyi ve olmak istediğiniz kişiyi yaratmaya çalışırken yol gösterici bir güç olarak kullanın.
Dördüncü kural, kendinizi tanımaya çalışmanızdır. Neyi kontrol edebileceğinizin ve neleri edemeyeceğinizin bilincine varın.
Bunu basit bir çalışma ile yapabilirsiniz. İşte sizi strese sokan şeyleri bir yere yazın. Üzerinde kontrol sahibi olabileceklerinizi
daire içine alın, olamayacaklarınızın üzerini çizin. Üzerini çizdikleriniz için zaman harcamayı bırakacağınıza yemin edin;
enerjinizi çözüm getirebileceğiniz problemlere yöneltin.
Beşinci kural, daha iyi bir performans göstermek için gönüllü olmanızdır. Bunun için de bulunduğunuz pozisyonun üstünde
işler yapmaya özel bir çaba gösterin. Bir üst pozisyonun gerektireceği sorumluluklar almayı deneyin. O rol hakkında fikir
sahibi olmanız, gelecekte bir terfi söz konusu olduğunda sizi tercih sebebi yapacaktır.
Altıncı kural, iş yerinde arkadaşlıklar kurmanızdır. Beraber çalıştığınız kişiler işyerinizdeki hayatın nasıl bir şey olduğunu
diğer herkesten daha iyi bilirler. Onlarla arkadaşça ilişkiler geliştirmek için kendinize zaman tanıyın. Onları tanımak için
harcayacağınız zaman sizin için hem kişisel hem de
profesyonel açıdan faydalı olacaktır.
Son kural, doğru yolda olduğunuzdan emin olmanızdır. Gerçekten yapmak istediğiniz işi mi yapıyorsunuz? Yapmak zorunda olduğunuzu düşündüğünüz
işle, yapmak istediğiniz iş çakışıyor mu? Eğer kariyeriniz, gerçek ilgi alanlarınıza, kişisel özelliklerinize ve
doğal kabiliyetlerinize uygun değilse, yukarıdaki önerilerin hiç biri işe yaramayacaktır. Eğer kariyerinizi bu
bakımdan değerlendirmeniz gerekiyorsa, önceliğiniz
bu olmalı.
Başarılı bir kariyer, kişinin kendini tanıması, geliştirmesi ve geleceğe odaklanması ile sağlanır. Bunu
sağlayan kişiler, iş hayatlarında daha mutlu ve başarılı olurlar. Kendiniz bu başarıdan alıkoymayın.■
KEŞİF
Yenipazar’da Bir Pazar:
Develer, Pideler, Efeler…
Y
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
ıllar önce ilk kez bir arkadaş tavsiyesine uyup
gittiğim pidecide sipariş alan garsona “Tavsiyeyle geldik, ne yiyeceğiz” diye sorunca “Bana
bırakın” diyerek yerinden doğrulmuş, “Yapıver ikişer
dane yuvarlak gıymalı” diye talimatı vermişti. “Yuvarlak gıymalı”lar hazır olunca da bizzat kendisi getirmiş,
eline aldığı turuncu güzelce sıkarak “Bu böyle yenir”
diyerek yol yordam göstermişti. Tüm pide çeşitlerinden tattığımızı sanıp “Tamam doyduk” deyince de itiraz etmişti.
-Düğüne gidiyonuz. Pilavı, eti yiyonuz. Datlı yemeden galkıp gidiyonuz mu?
Steward
46
Çoktan doymuş olmamıza rağmen son tahinli pideleri
de silip süpürmüştük, üzerlerine turunç sıka sıka.
O zamandan beri ne zaman yola çıktıysam, yemek
saatine yakın zamanlarda anayoldan saparak yolu
biraz uzatıp o lezzetleri tekrar tatma fırsatını hiç kaçırmadım.
Ege’nin alışıldık ılık kış günlerinden birinde, bu kez yol
üstü uğrağı olarak değil, planlı programlı bir gezi için
anayoldan saptık. Sekiz kilometre sonra, Türkiye’nin
az sayıdaki “yavaş şehir (cittaslow)”lerinden biri olan
o sakin kasabanın sıradan hafta sonu haliyle hiç bağdaşmayan bir kalabalık içinde gidebildiğimiz yere
kadar gittik araçlarla. Arabaları bırakıp yürümeye başladığımızda ise tam bir curcunanın içine düştük. Yolun
iki tarafında dizilmiş, rengârenk süsleriyle gösterişli
develer arasından yürüyen insanların peşine takılıp
davul zurna seslerinin, mangal dumanlarının geldiği
tepeye doğru ilerledik.
Yamaçta dizilmiş insan kalabalığı önlerinde mangallar,
ellerinde kadehler demleniyor aşağıda güreşen develeri izleyerek. Her yanda davul, zurna veya klarnet,
cümbüş timleri gruplara yanaşıp gözüne kestirdiği
“ağa”nın kulağına üflüyor tanıdık ezgileri, bahşişi koparana dek ısrarla. Dışarıdan gelenlere yönelik hizmet
unutulmamış; portatif masaların, plastik sandalyelerin
dizildiği alanda mangalda deve sucuğu, yanında yörenin meşhur kese yoğurdu, dileyene rakı-bira, dileyene ayran-meşrubat. Kadın, erkek, çoluk, çocuk
gelmiş hem Yenipazarlılar hem de diğer kasabalardan
köylerden insanlar. Güreş alanına girişte ayrımcılık
var yalnız, kadınlarla çocuklara giriş bedava, erkeklere paralı.
Hayvan hakları yönünden tartışmalı bir durum yaratsa
da deve güreşleri geleneksel kültürün önemli bir unsuru olarak kabul görüyor. Güreş esnasında hayvanların şiddet gördüğüne ilişkin bir emare görmedik.
Boyunlarını birbirlerine geçirip diğerine boyun eğdirme
çabası var çokça. Söylenene göre develer doğaları
gereği birbirleriyle itişen
hayvanlar, dolayısıyla seyirci olmadan da kendiliğinden dövüşebiliyorlar.
Şenlik insanlar için. “Güreş
bahane, muhabbet şahane” düsturu egemen ortalıkta.
Günümüzde
güreşler 10 dakika ile sınırlı tutuluyor ve her deve Yüce AYHAN
haftada en çok bir kez
güreş tutuyor. Güreşin kavgaya dönüşmemesinin güvencesi ise alanda bekleyen görevliler, güreş biraz
sertleşecek olursa hemen hayvanları ayırıyorlar.
Deve güreşlerinin kökeni çok bilinmiyor aslında. On
yedinci yüzyılda yöreye ilişkin ayrıntılı izlenimler aktaran Evliya Çelebi’nin “Seyahatname“sinde deve güreşlerine ilişkin tek bir satırın bile olmaması güreşlerin
daha sonra ortaya çıktığını düşündürüyor. Anadolu’da
sosyal ve ekonomik yaşamı inceleyen çeşitli araştırmalar da deve güreşlerinin batı Anadolu’da 18.yüzyılda görülmeye başladığını doğruluyor. Güreş
develeri özel yetiştirilmiş bir tür. “Tülü” adı verilen bu
hayvanlar tek hörgüçlü Arap develerinin dişisiyle çift
hörgüçlü Asya develerinin erkeğinin çiftleştirilmesinin
ürünü bir melez tür.
Güreş alanı keyifli ama güreşler bitmeden önce Yörük
Ali Efe Müzesini gezip pideleri sipariş etmek gerekiyor.
Çünkü güreş alanı boşalınca pideciler doluyor. O yüzden
bir an önce “Efe”yi ziyaret edip pideciye gitmek lazım.
Yörük Ali, ulusal kurtuluş savaşının en önemli simalarından. İzmir’in işgalinin ardından 16 Haziran 1919′da işgal
kuvvetleri karakoluna yaptığı bir baskınla Batı Anadolu’da
işgale karşı ilk örgütlü direnişi gerçekleştiren ve işgal kuvvetlerini Aydın’a çekilmeye zorlayan bir gerilla lideri.
Daha sonra da düzenli orduya katılıp Milli Aydın Cephesi komutanı olarak görev yapmış. Diğer bazı efeler
gibi eşkıyalıkla ya da isyanlarla işi olmamış hiç. Kurtuluş savaşından sonra bir süre İzmir’de yaşayan
Yörük Ali Efe 1928′de savaşta karargah kurduğu Yenipazar’a yerleşmiş. Ne hazindir ki, onca savaşlar, çatışmalardan sağ çıkan Yörük Ali “medeniyete” kurban
vermiş iki bacağını birden, İzmir’de bir tramvay kazasında. Kazanın ardından da çok yaşamamış, aynı yıl
23 Eylül 1951′de hayata veda etmiş. Müze’de hayatını
anlatan tabelada, tramvay kazasından bahis yok. Sadece tedavi için gittiği Bursa’da öldüğü yazılmış. Kim bilir,
büyük işler başarmış bir kahramana öyle aciz bir halde
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
Yörük Ali Efe Evi’nden çıkıp biraz yürüyünce ilçe merkezine ulaşılıyor. Artık pide zamanı. Pek çok pideci var
ilçede ama biz ilk göz ağrımızı tercih ediyoruz: Sümer
Pide. Mehmet usta yerinde yok, bu sefer güreş alanında develerinin başında.
Artık tavsiyeye ihtiyacımız yok nasılsa, ne yiyeceğimizi
biliyoruz. Önce birer “yuvarlak gıymalı”, sonra hepsinden birer tane ortaya. Tahinli pideye de fazladan turunç isteyince o kadar gelip gitmeye rağmen
tatmadığımız bir çeşit daha olduğunu anladık, “Ben
size ekşili pide yaptırayım isterseniz” teklifi gelince. Hiç
itiraz etmedik. Deve güreşini bitirip gelen yer peşindeki
müşterilerin boş masada neyi beklediğimizi soran ters
bakışlarına aldırmadan son siparişin gelmesini bekledik sabırla. Ama değdi doğrusu.
Develer, pideler ve efeler faslı tamam olsa da gezi bitmemişti daha. Yenipazar’ın hemen çıkışından sonra
47
Steward
anımsanmak yakışmadığı için olsa gerek belki de.
Müze, Yörük Ali Efe’nin evi aslında. Yöreye özgü mimariyle inşa edilmiş, geniş bir bahçe içinde iki katlı
kâgir bir konak.
Kurtuluş savaşı sonrasında yerleştiği Yenipazar’da bu
evde yaşamış “Efe” yıllarca. Müze haline gelmesi ise
çok yeni, 1980′lerde yanarak iyice harap olan ev Aydın
Valiliği’nin çabalarıyla, Kültür Bakanlığı tarafından mirasçılarından devralınarak onarılmış ve 2001 yılında
müze olarak açılmış. Yörük Ali’nin kabri de Yenipazar
mezarlığından alınıp müzenin bahçesine taşınmış.
Evin içinde Yörük Ali Efe’nin kişisel eşyaları, dönemi
yansıtan özgün hava içinde sergileniyor. Restorasyon
sonrasında yüklenicinin alacağı “ödenek yetersizliği”
nedeniyle ödenmemiş. Ancak geçen sene, yani müze
açıldıktan 11 yıl sonra, faiziyle yedi kat olarak devlet borcunu kapatmış; gazetelere manşet olduktan sonra elbet.
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
Steward
48
saptığımız toprak yolda ne yöne gideceğimiz bilemeden
biraz dolandıktan sonra göl kıyısına varmayı başardık.
Göl deyince yanlış anlaşılmasın, haritalarda ya da
sulak alan listesinde esamesi okunmayan Aşağı Dip
Gölü, Büyük Menderes havzasının ortasında küçücük
bir gölcük. Büyük Menderes’in bir koluyken doğal sebeplerle nehir ile bağlantısı kesilince sonradan göl
olmuş. Fakat bakınca daha çok bir nehir kıvrımı görüntüsünde. Yıllarca insafsızca kirletildikten sonra son
yıllarda belediyenin çabalarıyla yeniden hayat bulan
bu sulak alan etrafında kıyı düzenlemesi yapılmış.
Mart 2013′te doğa parkı olarak ziyarete açılacakmış.
Ana yola çıktıktan sonra istikamet Nysa. Sultanhisar
ilçe merkezine 4 km uzaklıktaki bu antik kent Aydın
Dağlarının bir uzantısı olan ve antik çağda Mesogis olarak adlandırılan Malgaç Dağı eteklerinde kurulmuş.
Antik kente ilişkin bilgiler iki farklı kaynaktan köken alıyor. Antik çağın ünlü filozofu Strabon en saygın antik
kaynaklardan biri olanGeographika adlı eserinde,
gençken Nysa‘da Aristodemes‘in yanında öğrenim gördüğünü yazmış ve kente ilişkin ayrıntılı bilgiler vermiş.
Zamanında Athymbros, Athymbrados ve Hydreleos adlı
Spartalı üç kardeş tarafından kurulan üç kentten biri
olan Athymbria yakınlarında Nysa adıyla yeniden kurulduğunu yazmıştır. Bizanslı tarihçi Stephanus ise Seleukos oğlu 1. Antiokhos‘un kurduğu yeni kente karısının
adını verdiğini yazmış.
Bu gün yöre insanının Tekkecikdere olarak adlandırdığı akarsuyun ortasından geçtiği sarp vadinin her iki
yanında şehirden bu güne kalan yapılar var. Efes’teki
Celcus Kütüphanesinden sonra en iyi durumda kalmış
ikinci büyük antik çağ kütüphanesi, 12 bin kişilik anfi
tiyatrosu, yaşlılar meclisinin (Gerontikon) toplandığı
Bouleuterion, zeytin ağaçları arasındaki agorası görülecek yerler arasında. Sel sularının şehre zarar vermeden akıp geçmesi için yapılmış gizli tüneller ve
Bizans döneminden kalma köprüleriyle zamana ve doğaya meydan okuyan bir hali var.
Dionysos‘un doğduğu kent olarak geçiyor mitlerde.
Zeus‘un Semele ile yasak aşkına öfkelenen karısı
Hera‘nın kılık değiştirerek Semele’yi Zeus‘u güçlerini
göstermeye ikna etmek üzere kandırması, Zeus‘un yıldırımlar yağdırırken yanlışlıkla 6-7 aylık gebe olan Semele‘yi yakarak öldürmesi, erken doğan bebeğini
alarak baldırında saklaması ve iki kez doğduğu için
bebeğe Dionysos adının verilmesi anlatılır efsanelerde.
Öte yandan tanrının adını oluşturan Dio ve Nysos sözcüklerinin“ Nysa dağının tanrısı”anlamına geldiği de
iddia edilmekte. Anfi tiyatrodaki frizlerde Dionysos şen-
www.agitoergosum.com
liklerini tasvir eden kabartmalar bu kentte Dionysos
kültünün varlığına işaret eden önemli bulgular olarak
gösteriliyor.
Söylenceler sadece Dionysos ile sınırlı değil. Frigya
kralı Midas’ın eşek kulaklarına sahip olmasıyla sonuçlanan yarışmanın Nysa‘da geçen bir versiyonu da var.
Nysa‘da Apollo‘ya meydan okuyan Marsyas‘ın,
Nysa‘lılar önünde hünerlerini sundukları, Marsyas’ın flütünden çıkan ezgilerin Apollo‘nun lirine üstün geldiği,
ancak yenilgiyi kabul etmeyen Apollo‘nun lirden çıkan
ezgilerin insan sesiyle birlikteliğinin yarattığı muhteşem uyumun en güzel müzik olduğunu ileri sürmesi ve
yarışmanın tekrarında galip ilan edilmesi muktedirlerin
her alanda egemen olma arzusunun günümüze özgü
olmadığının en eski kanıtlarından biri.
Ovidius, “Dönüşümler” (Metamorphoses) adlı manzum eserindeMarsyas‘ı anlatır: Kan boşaldı. Sinirler
çıktı açığa, derisiz damarların titreyişi, devinen barsaklar, saydam kaslar. Hepsini saymak kolaydı göğsünde.
Orman, kır tanrıları, fauneler, kardeşleri satirler, sevgili
Olimpos’lu nimfler ağlardı…Toprak emmiş bu gözyaşlarını ıslanmış… Dik bir bayırdan dökülür denize doğru
Marsyas denen bu ırmak.
Zeytin ağacına asılıp derisi yüzülen Marsyas‘ın kanından oluşan ırmak Çine Çayı olarak akıyor bugün
Nysa‘nın güney batısında. Nysa‘dan bakınca görmek
olası değil Marsyas’ı ama günün sonunda o tarafa çevirince yüzümüzü, keyifli bir pazara ev sahipliği yapan
Yenipazar ve gün batımında tüm haşmetiyle Büyük
Menderes Ovası karşımızdaydı.■
Uğur ERCAN
?
Mekân fotoğrafçılığı
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
Steward
?
Bir markanın ihtiyaç hissettiği reklam ve pazarlama
stratejisini oluşturmaktaki
en önemli kriter;
İç ve dış mekan mimari fotoğrafçılığı…
İnci YÜREKLİ
İç Mimar
Yazar
[email protected]
?
50
RÖPÖRTAJ
Her ne kadar fotoğrafçılığın en kolay
dallarından biri olarak görünse de, yetersiz fotoğrafçılık bilgileri, uygun olmayan ışık şartları ve kadraj açısının
doğru yakalanmaması gibi olumsuz
şartların oluşması durumunda, mimari
fotoğrafçılık yapan fotoğraf sanatçısının önemi ortaya çıkmaktadır.
Hiç şüphesiz mimari fotoğraflar çok
iyi bir bakış açısı ve tecrübe gerektirmektedir.
Bu sayımda bu konuda son derece yetenekli genç bir sanatçımızı
tanıtacağım:
Uğur Ercan.
Bize kendinden bahseder misiniz, fotoğraf çekmeye ne zaman ve nasıl başladınız?
ocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
Fotoğraf Bölümü 4.sınıf öğrencisiyim. 21 yaşındayım. İstanbul’da yaşıyorum. Babam doğumum esnasında rahmetli amcam ile düğün
salonunda fotoğrafçılık yapıyormuş. Sonra malzeme
tedarikçisi olarak piyasaya girdi. 2001’de annem fotoğraf stüdyosu işletmeye başladı. Ben de lise bitene
kadar fotoğraf sektörünün çeşitli alanlarında çalıştım.
2009’da çok sevdiğim ağabeyim-hocam Mustafa
Bilge Satkın’ın desteğiyle fotoğraf bölümü okumaya
karar verdim. Bu sene de mezun oluyorum.
K
karşılaşılacak tüm problemleri çözecek kapasitededir. Bu kadar işlevsel bir makine aynı zamanda pahalıdır. Bu yüzden D-SLR makineler için perspektif
kontrolü sağlayabilen objektifler üretilmiştir.
Mutlaka bir tripod edinmeliler.
İhtiyaçlarına göre ekipman edinmeliler. (Sadece anı
fotoğrafı çekmek istiyorlarsa D-SLR makine yerine
kompakt makine tercih etmeliler.)
Fotoğraf eğitimini kurslar veya kitaplar ile alsalar dahi
çok pratik yapmalılar.
Mekânı fotoğraflarken nelere dikkat edilmeli?
Mümkün olduğunca çok fotoğraf izlemeliler.
Mekân fotoğraflarken;
Bu sayede hem daha kaliteli fotoğraf üretirler hem de
kaliteli fotoğraf tüketirler.■
- Çekim yapılacak konu ile ilgili ön araştırma yapılmalı,
- Çekim saatindeki hava ve ışık şartları hakkında
bilgi edinilmeli,
- Çekimden önce çekim bölgesi gezilmeli,
- Çekim için ışığın yetersiz olduğunu düşünüyorsanız harici ışık götürülmeli,
- Çekim için ihtiyaca yönelik ekipman götürülmelidir.
- Çekim sırasında, sonradan fotoğraf düzenleme
programlarında fazla uğraşmamak için kadraj içerisinde düşeyler ve yataylar mümkün olduğunca düz
ayarlanmalıdır. Bunun için fotoğrafı çekilen oda-salon
veya bina olsun yatay ve dikey olarak ortalanmalıdır.
- Net alan derinliğini arttırdığı için kısık diyaframda
çalışmak daha avantajlıdır.
Takipçisi olduğunuz fotoğraf sanatçıları var mı?
Özer Kanburoğlu, Mustafa Bilge Satkın, Çağatay
Göktan, Buğrahan Şirvancı.
Son olarak fotoğraf çekmeye yeni başlayan ve bu
konuda kendini geliştirmek isteyen okurlarımız için
ne gibi tavsiyelerde bulunabilirsiniz?
Mimari fotoğrafı tabiî ki bütün fotoğraf makineleriyle
çekilebilir. Sadece teknik kamera, mimari fotoğraftaki
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
Mekân fotoğrafçılığı genellikle mimari fotoğrafların
çekimi şeklinde gerçekleşmektedir. Mimari fotoğrafın
amacı, yapıları değişik amaç ve yaklaşımlar doğrultusunda belli estetik değerlere göre fotoğraf karesine
aktarmaktır. Mimari fotoğrafın birçok amacı olabilir.
Bu amaç da, yapının niçin fotoğraflanacağına bağlı
olarak değişim gösterir. Bir yapı, birçok nedenle fotoğraflanabilir çünkü bir yapıyı anlatmak amacıyla yapılan çekim ile onun işlevlerini anlatmak için yapılan
çekimler birbirinden farklıdır.
51
Steward
Özellikle mekân fotoğrafçılığını anlatır mısınız?
TÜRKÜLER ve HİKÂYELERİ
Ağgül
Uzunhavası
Bu uzun hava da, hikâye olarak çok etkilemiştir aslında beni, fakat burada da iki
farklı hikâye var. Birincisi çok yaygın olan aşağıdaki hikâyedir.
erler ki Ağgül, köyün varsıl(zengin)larından Mürsel Ağa’nın kızıdır. Güzel mi
güzel simsiyah saçlar, kestane rengi gözler, salına salına yürüyüşü yürekleri
yakarmış. Köy gençlerinin gözü Ağgül’de ama kimse de yan gözle bakamazmış. Nedeni de: Mustafa. Herkes sayar severmiş Mustafa 'yı. Yoksul bir ailenin çocuğu
olan Mustafa babası öldükten sonra evin bütün sorumluluğunu yüklenmiş, anasını Yılmaz Kutlu SEMİZ
ele muhtaç bırakmamış. Alnının teriyle geçimini sağlıyor. Bazen zorlansa da yakınMüzik Öğretmeni,
mıyor Mustafa. Ağgül'üne de kavuşursa tasası kalmayacak. Gel gör ki, Ağgül'ün baBesteci, Şair, Oyuncu
bası verimkâr değil. “Mustafa kim oluyor ki bizden kız isteyecek o ilkin karnını
doyursun” diyormuş. İyi hoş ama Ağgül öyle demiyor. “Bir lokma bir hırka olsun yeter
artığını istemem” diyor diyor ya dinleyen kim. Babası tam bir şehirli düşkünüymüş “Şehirli köylüden daha iyidir
bizim Şefketgil şehre gitti de eli yüzü açıldı temiz yiyor temiz giyiniyorlar, benim kızım da şehirliye layık.” diyor da
başka bir şey demiyormuş. Onlar böyle diye dursun Mustafa ile Ağgül sık sık buluşup akşam karanlığı çöküp el
ayak çekildi mi soluğu Ağgül'lerin bahçesindeki ceviz ağacının altında alırlar ve “Yarın son olsun kaçıp gidelim
buradan” diye kavilleşip ayrılırlarmış. Üç gün beş gün, üç ay beş ay hep kavilleşiyorlar, hep yarına bırakıyorlarmış.
Sözün kısası altı ay geçiyor aradan.
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
D
Steward
52
Günlerden bir gün Mustafa yine gelip cevizin altında beklemiş. Ay tepede, ay tepeyi aşıyor, ay kayboluyor Ağgül
yok ortada. Cevizin altında uyuyup kalıyor. Mustafa, sabahın ilk ışıklarıyla uyanıyor; gördüğü düşleri hayra yormaya çalışıyor. Daha sonra kalkıp köyün kahvesine gitmiş. Dalgın dalgın çayını içerken çocukluk arkadaşı Zamir
gelmiş kahveye. Varıp Mustafa'nın yanına yavaştan “Seninkini akşam vermişler lokumu dağıttılar elini çabuk tut
kaçır yoksa havanı alırsın.” demiş. Mustafa ayıkmış birden “Demek işin içinde iş varmış demek onun için gelmemiş Ağgül.” diye konuşmaya başlamış kendi kendine. “Şehirden bir tanıdıklarının oğluna vermişler. Keleşzadeler'in oğluymuş. Zengin adamdırlar konakları dillere destan saray gibi. Elini tez tut yoksa gitti gider Ağgül.” deyince
yüreği bir ateş harmanına dönmüş Mustafa'nın. Yan babam yan. Akşamı zor etmiş Mustafa. Hemen koşmuş
ceviz ağacının altına sabahı etmiş ertesi akşamı etmiş yok. “Daha kaç gün oldu kavilleşeli ne çabuk sözünden
döndü?” diye içi içini yemeye başlamış. Bir yandan da umudunu yitirmiyor “Ağgül bensiz olmaz döner gelir bir
gün.” deyip ceviz ağacına gidiyormuş sık sık. Derken düğün günü gelip çatıyor Keleşzadeler'in düğünü de şanına
uygun davullar çifter çifter kazanlar kaynıyor.
Düğün üç gün üç gece sürmüş. Mustafa da daha fazla dayanamayıp köyden kaçıp dağlara gitmiş. Ama uzaklaşamıyor gözü ceviz ağacındadır hep. Dönüp dolaşıp düğünün son günü köye geri gelmiş. Ağgül’ü arabaya bindirmişler araba ağır ağır yola düşmüş. Mustafa da köyün en yüksek tepesi olan Kırlangıçtepe'ye tırmanmış.
Şehre inen yol ayaklar altında düğün alayını gözden
kaybolana dek seyretmiş. Mustafa artık kolu kanadı
kırık deli gibidir ne yapacağını bilemez. “Ben Ağgül'süz nasıl yaşarım, ama döner bir gün mutlaka
kaçar gelir bana.” deyip umutlanır. Günler günleri eskitir, aylar ayları. Hiçbir haber yoktur. Tek haber, arada
şehre inenlerden yolu düşüp konağın önünden geçenlerden gelirmiş. Ağgül'ü yüzünü cama dayamış
dalgın dalgın düşünürken görürlermiş. Mustafa'yı da
en son elinde bir ceviz fidanıyla Kırlangıçtepe'ye tırmanırken görmüşler. Tepenin en görünür yerine diker
fidanı sonra da yanık sesiyle bir türkü tutturmuş. O
günden sonra kimse bilmez Mustafa'ya ne olduğunu.
Kimi Çukurova'ya yerleşti der kimi ‘canına kıydı’ der.
Ama Mustafa'nın son gün söylediği türkü kimsenin dilinden düşmemiş. Köyün de sınırlarını aşıp yankılanmış.
Gelelim diğer hikayeye; (Sivas/Şarkışla - Aşık Veysel Şatıroğlu - Muzaffer Sarısözen)
Acı poyraz gibi deli esmedim
Kaderime küstüm sana küsmedim
Ben o yarimden umudumu kesmedim
Beni böyle yakar gor gider misin
Evvel sevip sonra terk eder misin
Sevgilerimle…■
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
Ağgül seni camekanda görmüşler
Siyah saçın sırmayınan örmüşler
Ürüyamda seni bana vermişler
Beni böyle yakar gor gider misin
Evvel sevip sonra terk eder misin
TRT Müzik Dairesi Yayınlarından
53
Steward
Ağgül zengin bir ailenin kızı, Mustafa ise çobandır.
Aralarında gizli bir aşk vardır ki Leyla ile Mecnun’u
aratmaz. Gün gelir Mustafa askere çağrılır, çağırılır
çağrılmasına ama ayrılık ne kadar sürecek belirsizdir.
Yine de söz veririler birbirlerine geri dönüp evlenene
kadar başka kimseye yar olmamak için. Ağgül bir yıl
bekler, haberler kötü değildir, bu arada isteyen isteyene Ağgül’ü çünkü güzelliği köyde dilden dile gezer.
Mektup gelir Mustafa’dan çok yakında geleceğim
diye, o gün geldiğinde koşarak tren garına gider
Ağgül herkesten gizlenerek. Fakat Mustafa trenden
inmemiştir, Ağgül vazgeçemez ta ki kara haber gelene kadar. Mustafa şehit düştü denilir köyde, Ağgül
dayanılmaz acılar içinde “Ne yaparım? Nerelere giderim? Nasıl olur?” diye dövünse de Mustafa’nın yokluğunu kabul edemez ve intihara karar veriri kendince
ve eder de. Bedeni temizlendikten sonra üç gün evlerinin avlusunda bekler, köylüler de orada bekleşirken, omzunda kocaman bir çuvalla geri gelir Mustafa,
kalabalığa doğru koşar merakla, sorar: “Kim öldü?”
diye “Ağgül” der köylü! Mustafa yıkılır. Koşar hemen
sevdiğinin evine bakar ki Ağgül camdan bir tabuttadır.
Mustafa, gözlerinden yaş süzülürken yakar ağıdını…
İçimizden biri
Kerem SÜRELİ
971’de Siirt Şirvan da doğdu.
İlk ve orta öğrenimini Şirvan da tamamladı.1990 yılında Bingöl Öğretmen Lisesinden
mezun oldu. Aynı yıl Yıldız Teknik Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesini kazandı. 1992 yılında ailevi nedenlerden dolayı ayrılmak zorunda kaldı. Halen Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Adalet bölümünde eğitimine devam etmektedir.
1992 yılında İstanbul Hilton Otelinde iş hayatına başladı. 1992-2001 yılları arasında burada çalıştı. 2001 yılında kısa bir süre için Eurest Catering firmasında proje müdür yardımcısı olarak çalıştı. Aynı yıl aralık ayında The Ritz-Carlton oteli Cam Restaurant’a başladı. 2005 yılında
Stewarding Supervisor ve 2007 yılında Assistant Chief Steward oldu. Halen aynı görevi sürdürmektedir.
Tüyib-Der’in kurucu üyelerindendir.
Seyahat etmek, değişik yerler görmek, kitap okumak, yeni insanlar tanımak, futbol oynamak ve
belgesel türü programlar seyretmek gibi hobileri vardır.
Evli ve iki çocuk babasıdır. İngilizce bilmektedir.
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
1
Steward
54
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
A SHORT ENGLISH SUMMARY
of the content in this issue
ENGLISH SUMMARY
Steward
56
aner Renda, the manager of our association, shares
his impressions about two important seminars which
took place on 8th of February and 4th of March in
the frame of 2nd Workshop for New Products in Food &
Beverage sector.
T
Gaye Uysal’s article warns us about food allergy and its
reflections in our daily life.
Ayşecan RENDA
Mehmet Ali Öztürk, a board member of our association,
gives detailed information about cleaning of porcelain staff
in his article. Öztürk mention important things to be taken into consideration during
washing such staff in hand or dish wash machine.
Sociologist Füsun BAYSAN deals with our bloated egos and problems caused by
them. She explains in her article how the big companies use this weakness of us
and selling many products which we actually don’t need.
Nihat Yildiz, writing from Russia for our magazine, shares some interesting information about the connection between Indian and Turkish languages which have
many common words beside some similarities in cuisine of both cultures.
Sociologist Taner GÜREL, tells about his life in Istanbul, one of the biggest cities of
the world, as retired person who never has enough money, patient and time for this
city.
Zeynep GÜR writes about career steps in this issue. She underlines the fact that a successful career
based on acknowledgement and development of our selves.
Dr. Yüce AYHAN, shares the impressions about his trip to Yenipazar, a nice Aegean village, by mentioning
camel wrestling, authentic figures & dances and famous pieces from its cousine.
İnci YÜREKLİ writes about architectural photography and its tricky points in this issue by introducing us Uğur ERCAN, a successful architectural
photographer.
Yılmaz Kutlu SEMİZ tells us about another nice
authentic song from Anatolia and shares different
stories about this song existing in different regions.
Nihal CİĞERİM deals with agriculture and erosion
as one of the main problems in this area. As an agricultural engineer, she warns about the risk to loose
productive land pieces due to wrong approaches.
Hasan ÇALT, a member of our association, published his first book of poems last year, shares his
nice poetry strings with us.
Ertan YILMAZ writes about a challenging topic, formula of happiness discussing about different ways
to be happy in our lives.
Baytekin KARA deals with the daily life of workers
in industrial manufacture and the heavy work conditions they have to live with.
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
Topraksız Tarım
Desteklenmeli mi?
TARIM
Steward
58
arımı topraklı mı yapalım topraksız mı?” diye sorarsanız
bir ziraat yüksek mühendisi olarak hemen topraklı yapalım
diyenlerin arasına karışır ve bu düşüncemi sonuna kadar
savunmaya çalışırım. Çünkü ben topraklarımızı çok seviyorum ve
hala gücünün tükenmediğine, tüketilmeye çalışıldığına inanıyorum.
“T
Aslında hala anlayamadığım bir olay var. Topraklarımızı terbiye
etmek, yanlış gübreleme ve sulamaları önlemektense neden işin
entelektüel tarafına yönelip hemen topraksız tarımı destekleyelim
fikri taraftar topluyor ki. Biz sakatlanan çocuğumuzdan vazgeçiyor
muyuz? Bizim olan, var olan bir şey için savaşmıyor muyuz?
Avrupalı böyle yapıyor diye biz de mi böyle yapmak zorundayız? Nihal CİĞERİM
Onların bizim kalitede toprakları olsa böyle teknikler icat etmeye Ziraat Yüksek Mühendisi
çalışırlar mı? Herkesin bildiği gibi NASA tarafından diğer gezegenlerde yaşama hayali üzerine ortaya çıkarılmış bir teknik bu topraksız tarım. Topraklı üretime nazaran çok kontrollü ve hassas üretim gerektiren bir teknik. Tamamen laboratuar ortamına benzer
bir ortamda çok kontrollü bir sistemi dinamik tutmak için makinelerin araçların hassasiyetine
biraz da elektrik kesilmemesi umutlarına bırakılmış bir sistem. Tamamen otomasyona bağlı.
Belki çöller gibi, kayalık yerler gibi tarımın yapılması mümkün olmayan alanlarda kullanımı için
seferber olunabilir ama taşı dikseniz filiz verecek topraklarımızda bu teknik bana göre bir macera. Değil mi ki biz bu topraklarla dünyanın 1. buğday üreten ülkesiydik. Ayçiçeğinde, mısırda, pamukta... Hep ilk üçteydik. Hala fındık üretiminde, çay üretiminde
bileğimizi büken yok. Bize senelerce tarım ürünlerinde hep ilk sıralarda oluşumuz öğretildi. Tarımımızla övünerek büyüdük. Toprağı severek ona "ana" diyerek geliştik.
Ne oldu da şimdi topraklarımız bir kenara itilip, tarım yapacak girişimcimiz topraksız tarım projesi geliştirilmezse kredi desteği alamıyor? Ne oldu da çiftçimize,
girişimcilerimize destekleme projeleri üretilirken hep topraksız tarım olması yönünde teşvikler yapılıyor. Bu durumu bankalarımızdan da çok rahat öğrenebilirsiniz hatta daha ötesini de.
Topraksız tarımın tarifine baktığımızda bitkilerin su ve besin gibi ihtiyaçlarının
eksiksiz verilebildiği, toprak zararlılarının olmadığı ve dolayısıyla daha az
ilaç kullanıldığı, verilen su ve gübrenin israf olmadığı, ürün kalitesi ve
verim artışının toprağa göre çok fazla olduğu bir sistem olarak açıklandığını görürüz. Ne güzel değil mi? Her şey güllük gülistanlık.
Bu tanımı okuyan herkesin, bu sistem doğrultusunda üretim yapası geliyor. Bu tanım sayesinde topraklı tarım yapanlar kim bilir
ne konumda kalıyor?
Şirinleştirilerek gösterilen bu sistem aslında topraklarımıza açılmış bir savaş gibi geliyor bana. “Neden bu sisteme ihtiyaç duyuldu?” sorusuna verilecek yanıtlarda gizli yanlışımız. Hızlı nüfus
artışı ve bu nüfusun besin ihtiyacını karşılaması için tarım yapılacak toprakların yetersiz kalma ihtimali, erozyon, çoraklaşma, yerleşim ve turizm alanlarına ayrılan yerlerin artmasıyla, yaşadığımız
toprak kaybı birinci neden. Toprak yorgunluğu, yanlış gübreleme, hastalık, zararlı/yabancı ot sorunu, enerji ve işgücünden tasarruf edilmesi gibi
nedenler de bu sistemi destekleme yönünde kabul görüyor. Yanlış tarım teknikleri ve uygulamaları ile toprağı hastalandır sonra işin içinden çıkmak için böyle bir yapay sistem geliştir. Üstelik bu sistemi
yürütmek, mali açıdan her yiğidin harcı değil. Küçük üreticiye “güle güle!” sermaye sahibine ise “Merhaba!” demenin
en entelektüel, en dolambaçlı, en alkış toplayan yolu.
Aşık Veysel’in dediği gibi -gerçi bütün mısralarını tek tek dökmek gerekirdi ama-…
Havaya bakarsam hava alırım,
Toprağa bakarsam dua alırım,
Topraktan ayrılsam nerde kalırım
Benim sadık yarim KARA TOPRAKTIR…■
Düşlerim Hüzünlerim
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
Steward
60
“Dernek üyelerimizden Hasan ÇALT’ın, “Düşlerin Hüzünleri” adlı
şiir kitabı, “İkinci Adam Yayınları” tarafından
2012 yılında edebiyat dünyamıza kazandırılmıştı.
Bu sayımızda iki şiirine yer veriyoruz.
Bil ki derin kuyularında,
Hasretimin suyu sensin
Nasılsan öylece gel,
Salınışın rüzgârıyla bana
Irmakların sesiyle,
Aşk serenatları dökülsün kulağıma
Dudağıma işlesin,
Meltem, meltem seher yağmurları
Gözlerinin içinde sönmüş,
Bir tutam yıldız gibi kalayım
Şimdi, uzak bir tenhada,
Nar ile közlenip kalayım
Çoğalan yalnızlıklarla
Yeryüzüne dağılıyor kalbim
Zemherinin ortasında,
Kanatları üşümüş, yavru bir kuş
Nereye uçsun bir umut yoksa,
Kanadında esen yellerde
Gecelerin uzun kirpiklerine,
Yalnızlığımı iliştirip ağlayayım
Ey göğsümde nar sıcağı,
Çığlığıma sinen duman
İçime soğurmuş küllerini bırak,
Kızıl bir sabahın şafağında
Bırak ki, değilsin ıstırap yüklü bulutlar
Ateş oflayan ormanında bu ahin
Şimdi, ay ışığıyla süslenmiş penceremde
Sen gece gözlü güvercinim,
Özlem yüklü şiirim
Bırak güllere vursun gülüşün,
Harelensin denizlerin
Yüreğinde, yanaklarında,
Aşkın solmayan rengi
Saklayıp gecelere izini,
Yıldızlara uzansın mavi düşlerim...
Gözlerin
Gecenin rengini sarmış gözlerin kapkara
Hüzün dalga dalga süzülmüş saçlarına
Yağmur damlaları akıvermiş yanaklarından
Dudakların suskun kelepçeli mahkum misali
Delifişek bakışların kalbimden vurmuş
Yüreğim aşk sarhoşu olmuş tarumar
Ayaklarım prangalanmış yürüyemiyor
yollar ayaklarım altından kayıp gidiyor
Bakışların hüküm sürmüş benliğime
Git dese gözlerin gidecek kal dese kalacağım
Büyülenmiş gibiyim aşk sarhoşu doludizgin
Beyaz bulutlar üzerindeyim ayaklarım yerden kesilmiş
Pizzacı Mutlu Joe
Ertan Yılmaz’ın Kaleminden
“Steward” Dergisi Okurlarına, Mutluluk Mesajları…
nsanlar onu her gün içten, sıcak, samimi,
güler yüzlü ve pozitif gördükleri için, dükkânının “Pizzacı Joe” olan ismini, “Pizzacı
Mutlu Joe” diye yazdırarak tabela-sını değiştirirler.
İ
ABD’de toplam 35 tane, “Iowa” şehrinde ise 5
şubesi bulunan Pizzacı Mutlu Joe, bir gün evinin bahçesinde beş çayında, gezinti esnasında
bir Türk müşterisine şöyle diyordu: “İnsanın
sevdiğini başının üstünde taşıması çok güzel.
Ancak, sevdiğinin gözünde, değersizleştiğini
fark etmesi de, bir anlamda çok güzel. Şöy-le
ki, kopmadan, adımlarını daima mutluluk ışığına doğru atmasıyla yağmurdan, doludan,
kardan ve tufandan kendisini ne kadar koruyabiliyorsa işte o kadar” diyor ve ekliyor: “Mister
Mustafa Kopuz, işte bu gördüğünüz iki köpek,
‘Josey ile Meidi,’ benim en iyi dostlarım. Beni
her gün kapıda sevinçle karşılıyorlar ve onlar
her gece, eve saat 2-3‘te de gelsem, niye geç
geldin diye kızmazlar bana. Ama karım kızar.
Bıdı bıdı, eder. Çok varlıklı ve güçlü olmama
rağmen.”
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
Pizzacı Mutlu Joe, “Iowe” şehrinde sanki insanlara mutluluk elçisi olmuştu, ço-cuklara bedava
pizza kuponları dağıtıyor, diğer yandan her müşterisine verdiği el ilanlarıyla da şöyle diyordu:
Steward
62
1- Zihinsel başarınızı, hiçbir şeyin bozamayacağına…
2- Tanışacağınız her insanla barışı, sevgiyi ve zenginliği konuşacağınıza…
3- Tüm arkadaşlarınızın içinde, olumlu bir şeyler barındıklarını inandıracağı-nıza…
4- Bardağa dolu tarafından bakacağınıza…
5- En iyiyi yapacağınıza, en iyiyi düşüneceğinize, en iyiyi umut edeceğinize…
6- Diğer insanların başarısını, kendi başarınızmış gibi göreceğinize…
7- Geçmişin kötü izlerinden kurtulup, gelecekteki mükemmel başarınızı dü-şüneceğinize…
8- Üstünüze mutluluk elbisesi giyeceğinize, hayatta karşınıza çıkan tüm can-lılara gülümseyeceğinize…
9- Zamanınızın büyük bölümünü kendinize harcayacağınıza, başka insanlara karşı yıkıcı yorumlar yapmayacağınıza…
10Endişeye karşı dingin, kızgınlığa karşı metanetli (soylu), korkuya karşı me-tin, sorunların çözümünde özgüven sahibi olacağınıza dair kendinize söz verin…
Dolayısıyla bunun sonunda oluruz, mutlu ve sağlıklı bir toplum. Ülkemizi bağım-sız yönetir, başka ülkelerin müdahalesine de maruz kalmayız…
Bu uzun çalışmalarımın sonucunda… Siz ve Saçlarınız kitabıyla müşterilerimin gözleri, kulakları, benim kulaklarım,
gözlerim olmuştur, dünyanı her yerinde…■
Kaynak: www.ertanyılmazshow.com
Kızıl Ter
Fotoğraflar : Erol Doğaner
Oğul oğul, sıcak sımsıcak bir yaşamdır bu. Kızıl ve kor.
ökümcülük imalat sanayinin en önemli iş kollarından biri olup, ham metallerin birçok işlemden geçirilerek şekil verilmesi işlemidir. Dökümcülükte
en çok kullanılan metaller demir, çelik, bronz, alüminyum, titanyum, krom,
nikel ve magnezyumdur.
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
D
Steward
64
Dökümcülük MÖ 4000’li yıllara kadar uzanan geçmişiyle dünyanın en eski mesleklerinden biridir. Dökme demir, kolay dökülebilme kabiliyeti, yüksek aşınma direnci, Baytekin Kara
yüksek titreşim azaltma kapasitesine sahip ucuz ve kolay işlenebilen bir malzemedir. [email protected]
Bakır alaşımlarının izabesi, MÖ 4000’li yılların ortalarında keşfedildi. 2008 yılı dünya verilerine göre 52.000 adet
dökümhanede 93,5 milyon ton döküm üretimi yapılmakta, parasal karşılığı 200 milyar dolara ulaşmaktadır. Dökümcülük aynı zamanda büyük bir istihdam alanıdır. Tüm dünyada 2 milyon kişinin istihdam edildiği bilinmektedir. Ülkemizin dünya dökümcülüğünde yeri Avrupa’da 5.’lik, Dünya’da 14.’lük durumundadır. 40.000 kişiye istihdam
yaratılmaktadır.
Hurda Metaller 1.450 C° ısıya ulaşan indüksiyon ocağına konularak 1.100 hz (hertz) frekans verilerek ergitme işlemi
yapılmaktadır. Ergitme işlemi sırasında zaman zaman ocağa bir miktar perlit dökülmekte, böylece ergimekte olan
metal içerisinde bulunan curüf denilen yabancı maddeler yüzeye çıkmaktadır, metal bir çubukla bu curüf alınarak
ocağın dışına atılmaktadır. Daha sonra eritilen metal kor halinde özel ısıya dayanıklı potalara boşaltılarak dökümü
yapılacak olan kalıbın yanına götürülüp
döküm işlemi gerçekleştirilir.
2-3 tonluk döküm işlemi yaklaşık 10-12 dakika. Sürmektedir.
Çalışma ortamında yoğun bir ısı, nonspesifik toz ve quartz maruziyeti, çalışanları
etkilemektedir. Bu etki kabul edilebilir değerler ortamına göre % 13 daha artışa
neden olmaktadır. Normal çalışma koşullarında % 38 lerde olan nefes darlığı tespiti
oranı, değerler kabul edilemez koşullarda
olursa % 43 lere ulaşmaktadır.
Dökümcü işçilerinin “Kara Düzen” adını
verdikleri eski teknoloji dökümhanelerde
yapılan döküm süreci halen yer yer sürdürülmektedir.
Dökümcülüğü tarif eden materyallerde iş
ve iş koşulları aşağıdaki gibi anlatılmaktadır.
Dökümcü olmak isteyenlerin,
- Bedenen güçlü, dayanıklı, ayakları ve
kolları sağlam,
- Ellerini ustalıkla kullanabilen,
- Göz-el eşgüdümü ve tepki hızı yüksek,
- Alet, makine ve metallerle çalışmaktan hoşlanan kimseler olmaları gerekir.
Çalışma ortamı kimyasal gazlı, tozlu ve nemlidir. Çalışırken alet, malzemelerle ve metallerle
uğraşılır.
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
Meslek ile ilgili hem kamu hem de özel sektörde iş bulma olanağı olup, erkeklere özgü bir
Steward
65
meslektir. Meslekle ilgili maden cevherinin çıkarıldığı yerlere yakın ve belirli bölgelerde toplanmış durumdadır. Oldukça ağır iş koşulları olması sebebiyle meslek elemanları zor yetişmektedir.
Meslek elemanlarının başlıca çalışma alanları:
- Demir Çelik Sanayi,
- Haddehaneler,
- Dökümhanelerdir.
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
Çalışırken o kadar çok dikkatli olunmalı ki, iş paylaşımı ve konsantrasyon işin olmazsa olmazı.
Her gün tekrar eden tehlikeli ve bir o kadar
emeğe dayalı bir iş bu. Ocakların içinde metaller
eritilirken, çok yüksek sıcaklık kullanılıyor.
Döküm işçileri eriyik haldeki metalin kalıplara dökülmesi sırasında, çok ciddi riskler taşıyorlar. Bu
ise kendi aralarında çok dikkatli ve iyi işleyen bir
iş bölümünü dayanışmayı beraberinde getiriyor.
Steward
66
Döküm işinin, zor ve tehlikeli aşamalarını görünce “emek vermenin, ter dökmenin” ne demek
olduğunu anlıyor insan.
Dökümcülük işinin, işlevinin ve sosyal bir olgu
olarak bu işle uğraşan insanların fotoğrafik kaydının yapılması önemlidir, İşlevseldir. Bunu sağlayan, fotoğraflamayı yapan arkadaşımız Erol
Doğaner'i kutluyoruz.
Koşullar zordur. Çilelidir.
Ve Dökümcülerden, ailelerinin dillerinden aşağıdaki sözler hiç eksik olmaz.
Oğul oğul, sıcak sımsıcak bir yaşam bu.
Çelik bile dayanamadı eridi, kor oldu.
Sıcaktan gözbebeklerimdeki damarlar çatladı, gözlerim kan çanağı.
Bu, ekmeğin; kızıl, kanlı ve sıcak yolculuğudur.
Demir tozu, bütün gözeneklerimde yer etti. İz bıraktılar bende.
Dökümcülük, ateşten ve metaldendir, sıcaktır, kızıldır.
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
İşimiz ateşe hükmetmek, kor eriyiği potayla buluşturmak, kalıplarla şekil vermek.■
Steward
68
Steward
70
İş ortaklarımızın çözüm yoluyuz
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
TANITIM
Bordrolama Hizmetleri
nın hazırlanması,
-İşe giriş, işten çıkış işlemleri,
-Performans değerlendirme sistemlerinin oluşturulması,
-Özlük ve diğer bilgilerinin girişleri,
-Çalışanın belirli ya da belirsiz süreli iş sözleşmelerinin düzenlenmesi,
-Personel ücret bordrolarının hazırlanması,
-Bordroyla ilgili her türlü raporun hazırlanması,
-Personele ait ücret bordrolarının dökülmesi,
-SGK bildirgelerinin hazırlanması ve elektronik
ortamda gönderilmesi
-İşkur aylık işgücü bildirimlerinin yapılması
-Banka ödeme listelerinin hazırlanması,
-Personelin isteği halinde, vizite kâğıdı verilmesi,
istirahatlerin elektronik ortamda SGK sistemine
girilmesi,
-İşten ayrılışta hesaplanması gerekli her türlü tazminat ücret hesaplamalarının yapılması ve insan
kaynakları yönetiminin onayı ile bankaya iletilmesi,
-İşten ayrılışta personele verilmesi gereken çalışma belgesi, kümülatif gelir vergisi belgelerinin
hazırlanması,
-Mevzuat danışmanlığı,
-Bordro hesapları veya uygulamalar konusunda
şirket yönetimince uygun görüldüğü kadarı ile
personelin sorularını cevaplama,
-Kariyer planlama sistemlerinin oluşturulması.
Tecrübeli Gıda Mühendisimiz Tarafından;
-ISO 22000 Gıda Güvenliği Yönetim Sistemi
-ISO 14001 Çevre Yönetim Sistemi
-ISO 9001 Kalite Yönetim Sistemi
-ISO 18001 İşçi Sağlığı İş Güvenliği Yönetim Sistemleri
Kurulumu, belge alımı, personel eğitimleri, denetimi, danışmanlığı hizmetleri
Bizimle Çalışmak Size Ne Kazandırır?
- Bu hizmetleri İstanbul İnsan Kaynakları’ndan almanız sayesinde, bünyenizde bu işleri yapacak
uzman personel istihdam edilmesine gerek olmayacağından, önemli ölçüde bir tasarruf ve maliyet
azalışı sağlanır.
- Operasyonel verimliliğiniz artar,
- Personel maliyetinizin tamamını giderleştirebilirsiniz,
- Maliyetleriniz azalır,
- Performans artar,
İnsan Kaynakları Sisteminin Kurulması, Dene- - İş maliyetleriniz düşünce, zaman kaybınız önlenir,
timi, Raporlanması-İş analizlerinin yapılması,
-Personel yönetmeliğinin oluşturulması,
- İş yoğunluğunuz azalınca personel memnuniyeti artacağından, firma müşterileriyle daha
yoğun ilgilenebilme olanağı bularak ve müşteri
memnuniyetini de en üst seviyeye çıkarabilirsiniz.
-Personelin ihtiyaç duyacağı eğitim planlamaları-
İletişim: [email protected]
-Görev tanımlarının oluşturulması,
-Şirket yapısına uygun prosedürlerin oluşturulması,
* Soyisimlere göre alfabetik olarak sıralanmıştır.
Alaattin AKKAYA
Titanic Bayrampaşa
Kenan AKSOY
Titanic İstanbul Taksim
Hasan ATEŞ
Crowne Plaza
Erol AYDIN
Çırağan Kempinski
Kenan DERDİYOK
The Ritz Carlton
Fahri AKYÜREK
WOW İstanbul
Kemal ATAKUL
Swissotel The Bosphorus
İsmail AYDIN
Sirince Hotel
Cemal BATUMLİ
Divan Elmadağ
Hamit DÜLGAR
Titanic Asya
Talih DÜLGAR
Limak Asya
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
Ali BULUT
Büyük Kulüp
Steward Şeflerimiz
Steward
71
Recep FİLİZ
Ağaoğlu My City Hotel
Sebahattin GÜVEN
Lares Park İstanbul
Celal GÜL
Divan Elmadağ
Şahin Hançer
Divan City
Tamer HOPAL
Sheraton Ataköy
Murat İLANLI
The Marmara
Abdurrahman KALAY
Divan Asya
Ahmet KILINÇ
Polat Otel
İlkay KURT
Ramada Plaza Tekstil Kent
Aydın SÜREL
Cevahir Hotel
Arif TAŞTAN
Hamza UYSAL
Ceylan İntercontinental
Zikri YAKAR
The Plaza Hotel
Wyndham İstanbul Kalamış
Mehmet Ali ÖZTÜRK
Holiday İnn
Muammer TEKKEŞ
INN Pera Hotel
H. Ercüment TUNÇER
Moda Deniz Kulübü
Müslüm YETİŞOĞLU
Hilton İstanbul
Gürsel YILDIRIM
İDO Deniz Yolları
Rahmi ÖREN
Ocak / Şubat - 2013 - Sayı:13
CVK Hotels Resort Park
Bosphorus
Sabri KALKAN
Marmara Pera
Steward
72
Seyfettin AFACAN
Hyatt Regency
Bahattin AYDIN
Shangri Hotel
Ahmet AYTEKİN
Sheraton Maslak
Mustafa HAN
Conrad İstanbul
Rıza SARI
Green Park Hotel

Benzer belgeler

“Türk usulü” çözümler - III

“Türk usulü” çözümler - III DİZİN Sayı 13 - OCAK / ŞUBAT

Detaylı

Konaklama Sektöründe

Konaklama Sektöründe Prof. Dr. Ertan ANLI

Detaylı