KARL MARX KARL MARX`IN HAYATI Karl Marx, 5 Mayıs 1818`de

Transkript

KARL MARX KARL MARX`IN HAYATI Karl Marx, 5 Mayıs 1818`de
KARL MARX
KARL MARX’IN HAYATI
Karl Marx, 5 Mayıs 1818'de Almanya'nın Rhine Eyaleti'nin Trier kasabasında
doğdu. Orta öğretimini Trier'de tamamladı. Bonn ve Berlin üniversitelerinde hukuk
öğrenimi görürken tarih ve felsefeyle ilgilendi, Hegelci E. Gans'ın derslerini izledi.
1841'de "Demokritos'un ve Epikuros'un Doğa Felsefelerinin Farklılıkları" adlı doktora
tezinde, dinin maddecilik açısından eleştirisini yaptı.
Saint-Simon, Fourier, Proudhon gibi yazarları okuyarak Fransız sosyalizmini
tanımaya çalıştı. Rheinische Zeitung gazetesi 1843'te kapatıldıktan sonra Paris'e
yerleşti. Fransız-Alman Yıllıkları'nı yayımladı (1844). Derginin bu ilk ve tek sayısında,
Yahudi Sorunu adlı yazısıyla siyasal savaşım konusundaki görüşlerini ilk kez
açıkladı. Aynı yıl Engels'le dostluk kuran Marx okurken tuttuğu notlardan oluşan 1844
El Yazmaları'nda, ana temasını yabancılaşmanın oluşturduğu hümanist bir felsefe
geliştirdi.
Engels'le ortak ilk metninde (Kutsal Aile, 1845) tarih felsefesini maddeci görüş
açısından eleştirdi. 1845'te Vorwarts gazetesi yazıkurulu üyeleriyle birlikte sürülünce
Brüksele yerleşti. Birkaç ay sonra Engels'in de Brüksel'e gitmesiyle ortak eserlerinin
ikincisini (Feuerbach Üzerine Savlar, 1845) ve üçüncüsünü (Alman İdeolojisi, 18451846) yayımladı. Kuramsal çalışmalarının yanısıra, sosyalist işçilerle ve Alman
göçmenlerle ilişkilerini sıklaştırdı. Brüksel Alman İşçileri Derneği'ni kurdu ve Engels'le
birlikte bir komünist yazışma ağı oluşturdu. Komünistler Birliği'nin isteği üzerine
Komünist Manifesto'yu yazdıkları bu yıllar, ikisi için de geçmişteki felsefi bilinçleriyle
hesaplaşma ve tarihsel maddeciliği geliştirme yılları oldu: Bu yüzden, geçmişten
kopuşları hem siyasal hem de kuramsal nitelikteydi.
1848 İhtilali patlak verince, Belçika'dan sınır dışı edilen Marx, Köln'e yerleşerek,
Neue Rheinische Zeitung gazetesini çıkarmaya başladı. Bu gazetede işçilere yönelik
makaleler yayımladı (Ücretli Emek ve Sermaye, 1849).
Almanya'dan, hemen sonra da yeniden Fransa'dan sınır dışı edilince, 1849'da,
ömrünün sonuna kadar kalacağı Londra'ya yerleşti. Yoksulluk içinde yaşadığı bu
dönemde iktisat incelemelerine ağırlık verdi. Temel eseri olan Kapital'i hazırlamaya
başladı. 1851-1861 yıllarında New York Daily Tribune gazetesinin Avrupa
muhabirliğini yaptı.
1864'te Uluslararası İşçiler Derneği'nin kurucuları arasında yer aldı. 1.
Enternasyonal'in açılış konuşmasını ve tüzüğünü yazdıktan sonra, Kapital'in birinci
cildini Almanya'da yayımlattı (1867). Kapital'in yazımını sürdürürken, bir yandan da
işçi partililerinin programlarının oluşturulmasına etkili biçimde katıldı. Dühring'e karşı
kalem tartışmasında Engels'i destekledi. Anti-Dühring'in (1878) bir bölümünün
yazımında Engels'le çalıştıktan sonra hastalanarak çalışmalarını büyük ölçüde
yavaşlatmak zorunda kaldı. 14 Mart 1883'te Londra'da öldü.
MARKSİZM’İN DOĞUŞU
Marksizm’in doğuşuna neden olan temel faktörler arasında dönemin kendine
has özellikleri, çağın gerçekleri, hakim düşünce akımları, ve liberalizme duyulan
tepkiler sayılabilir. Dönemin özellikleri ve çağın gerçekleri, Sanayi devrimi’ni
gerçekleştiren İngiltere’de ortaya çıkan fiili durun sonuçlarıdır. Sanayi devrimi
sonrasında kapitalizmin sık sık krizlerle karşı karşıya kalması ve fabrikalarda işçi
olarak çalışan ücretlilerin sefaleti Marksizme kaynaklık etmiştir. Düşünce akımları
içinde Tabii Hukuk düzeninin yerini bilimsellik akımına bırakılması da Marksist
düşünceye yansımıştır. Ayrıca, 1848’de Fransa’da gerçekleştirilen ihtilal sonucunda
oy hakkının elde edilmesi, toplumun politik gücünün ne olduğu ve neler yapabileceği
konusunda alınan mesafe de Marx’a ilham vermiştir.
Marksizm’in doğuşunda iktisadi anlamda etkili rol oynayan liberalizme duyulan
tepkiler arasında; üretim, bölüşüm, değer, mülkiyet ve yıkıcı kapitalistik rekabet
yönünden duyulan tepkiler e çok dile getirilenlerdir.
Üretim Yönünden Duyulan Tepkiler; Liberalizm her yönüyle tam rekabete
duyulan güvene dayalı bir sistemdir. Ancak, tam rekabet fiili anlamda hiç oluşmayan
bir piyasa düzenidir. Böyle bir piyasa oluşsa bile, sermayenin belli ellerde toplanıp
tekelleşmesi neticesinde üretim ilişkileri devamlı burjuvazi sınıf lehine sonuçlanacak,
işçi sınıfının sömürüsü devam edecektir.
Bölüşüm Yönünden Tepkiler; Üretim emeğin bir fonksiyonudur. Sermaye
birikiminin kaynağı ise, emeğin sömürülmesi sonucunda oluşan artı-değer’dir. Ancak
emek asli ve tek üretim faktörü olduğu halde, üretim sonucunda ortaya çıkan
hasıladan alması gereken payı alamaz. Bölüşüm devamlı işçi sınıfının aleyhine
olduğundan bu sınıfın sefaletin içine düşmesi kaçınılmazdır.
Değer Yönünden Tepkiler; Bir malın değeri o malın üretiminde kullanılan
emek miktarı ile ölçülür. Emek, tüm şeylerin ilk fiyatı, onları satın almak için ödenen
gerçek paradır. Marx, klasiklerin emek-değer teorisini kabul etmiş ve buradan artıdeğer teorisini üretmiştir. Emeğin oluşturduğu artı-değer klasiklerde istihdam kaynağı
olarak kabul edilirken, Marx’a göre sömürünün kaynağıdır.
Mülkiyet Yönünden Tepkiler; Kapitalist üretim tarzı, üretim faktörlerinin özel
mülkiyetini de beraberinde getirir. Ancak, Marx’a göre tüketim kolektif olduğundan
üretiminde kolektif olması gerekir. Yani üretim araçlarının mülkiyeti kamuya
devredilmelidir. Üretim araçlarının mülkiyetinin kamuya devredilmesi artı-değerin
kamuya transfer edilmesi anlamına geldiğinden işçilerin sömürülmesi de engellenmiş
olacaktır.
Yıkıcı Rekabet Yönünden Tepkiler; Teknolojik gelişme emek yoğun
üretimden sermaye yoğun üretime geçişi sağlar. Zamanla emek yoğun üreticiler iflas
ederek kapitalistin üretim aracı haline gelirler. Yani, rekabet rekabeti öldürür ve
sermayenin belli ellerde toplanmasına neden olur.
KARL MARX’IN GÖRÜŞLERİ VE FELSEFESİ
Marx'ın felsefesinin dayanak noktası insanın doğası ve toplum içindeki yeridir.
Hegelci diyalektiğin yardımıyla insan doğasının değişmezliği kavramını reddeder.
Burada kastedilen insan doğası, fizyolojik ihtiyaçlar değil insanın toplum içinde
yarattığı hareket ve davranış biçimidir. Bunu da "tarihsel süreç" ve "doğa"
kavramlarını bir arada ele alarak yapar. Sosyal koşulların davranışı belirlemesi,
doğanın insanın davranışını belirlemesinden önce gelir. Ama bu insan doğasının
varlığını reddetmez, yabancılaşma teorisi bunun üstüne kurulur. İnsan emeği
kaçınılmaz olarak doğal bir kapasite gerektirir ama bu da insan bilincinin aktif rolüne
sıkıcabağlıdır.
Örümcek, işini dokumacıya benzer şekilde gördüğü gibi, arı da peteğini yapmada
pek çok mimarı utandırır. Ne var ki, en kötü mimarı en iyi arıdan ayıran şey, mimarın,
yapısını
gerçekte
kurmadan
önce,
onu
hayalinde
kurabilmesidir.
Marx'ın tarih analizi, tarım toplumlarında toprak ve kürek, sanayi toplumunda
madenler ve fabrikalar olarak sayılabilen yani bir malın üretimi için doğrudan gerekli
üretici güçler ve bu üretim araçlarını kullanan insanların kurduğu sosyal ve teknolojik
ilişkileri tanımlayan üretim ilişkileri arasındaki ayrıma dayanır. Bu ayrım ve bağ üretim
biçimini oluşturur. Marx, Avrupa'da üretim biçiminin değişmesiyle birlikte
feodalizmden kapitalist üretim biçimine geçildiğini söyler. Marx üretici güçlerin, üretim
ilişkileriden daha önce geldiğini ve daha hızlı değiştiğini söyler. Felsefenin Sefaleti
çalışmasında bu durum şöyle yer alır; Toplumsal ilişkiler, üretici güçlere sıkı sıkıya
bağlıdırlar. Yeni üretici güçler sağlamak için insanlar kendi üretim biçimlerini
değiştirirler; kendi üretim biçimlerini değiştirmek, yaşamlarını kazanma yollarını
değiştirmek için de bütün toplumsal ilişkilerini değiştirirler. Yel değirmeni size feodal
beyli toplumu verir; buharlı değirmen ise, sınai kapitalistli toplumu.
Marx toplumdaki sınıfların bu üretim biçimlerine bağlı olarak oluştuğunu söyler.
Bir sınıfı oluşturan insanlar kendi istekleri yahut bilinçleriyle bir araya gelmiş değildir.
Her sınıfın da kendi çıkarına farklı bir isteği vardır, bu da toplumda çatışmaya yol
açar. İnsanlık tarihinin en kalıtımsal özelliği sosyal sınıfların çatışmasıdır:
Şimdiye kadar bütün toplumların tarihi, sınıf savaşımları tarihidir.
Marx insanların kendi emek gücü ve bunla olan ilişkisiyle de ilgilenmiştir;
yabancılaşma sorunu özellikle Genç Marx'ın ilgilendiği bir alandır. Kapitalist sistemde
insan kendi doğasına yabancılaşmasıyla, hem kendi emeğine hem üretim sürecine
hem de sosyal ilişkilerine karşı yabancılaşır. Kapital'de tanımladığı meta fetişizmine
bırakır.
Yanlış bilinç de Marksist terminoloji içinde önemli bir yere sahiptir. İdeoloji
kavramıyla oldukça yakından bağlantılıdır ve onu olumsuzlar. Üretim araçlarına sahip
sınıf, aynı zamanda kendi dünya görüşünü de alt sınıflara pompalar. Böylece
proletarya kendi çıkarının nerede olduğunu göremez, düzeni değiştirme şansının
olmadığını düşünür. Olayları devrimci bir düşünceden uzak olan din veya insan
çerçevesinden görür. Marx, Hegel'in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı'da şöyle
der; Dinsel üzüntü, bir ölçüde gerçek üzüntünün dışavurumu ve bir başka ölçüde de
gerçek üzüntüye karşı protesto oluyor. Din ezilen insanın içli ezgisini, kalpsiz bir
dünyanın sıcaklığını, manevi olanın dışlandığı toplumsal koşulların maneviyatını
oluşturuyor. Din, halkın afyonunu oluşturuyor. Böylece Marx, toplumu bir binaya
benzetir ki, temeli ekonomik güçlerdir. Bu temelin üst-üste gelen katları sırasıyla
toplumsal yapılardır. Önce gelenekler, görenekler yer alır. Bu katın üstünde din,
siyaset ve yargı bulunur. Böylece üst-üste yığılan katlar toplum binasını tamamlar.
Nasıl ki bir yapı temele bağlıysa, hatta o temelin teknik inceliklerine tabi ise, bir
toplumun üst katları o temele bağlıdır. Bu temel ekonomidir. Burada öyle bir din
görüyoruz ki toplumsal ve tarihsel hiçbir kanuna uymuyor. Marx‟a göre güçlü olan
kendi hukukunu ve dinini yaratır. Çünkü Marx‟a göre insanın ürettiği dinlerin ve
hukukların nasıl sonuçlar doğurduğu bellidir. Marx‟a göre bu bir kanun niteliğindedir.
Eğer bir insan din getirirse mutlaka o din belli bir zümrenin çıkarlarını korur. Marx‟a
göre dinler tamamen ekonomiye bağlıdır ve onun çıkarlarını gözetir.
Marx'ın tarihsel materyalizm kuramı toplumun her zaman temel olarak -üretim
ilişkileri ve buna bağlı olarak ekonominin sistemin dinamiği olduğu- maddi koşullara
göre belirlendiğini öne sürer. İnsanlar öncelikle "yaşamlarını sürdürmek gayesiyle
içmek, yemek, barınmak ve giyinmek" gibi gereksinmeleri karşılamak için yaşarlar.
Marx ve Engels, Batı toplumlarının gelişmesini ve geleceğini, birbirini takip eden ilk
dört döneme ayırır ve beşinci olarak gelecekte yaşanacağını varsaydıkları komünizm
dönemini öngörür:
o
o
o
o
o
İlkel komünizm: Avcı ve toplayıcı dönemde, paylaşılan mülkiyete ve ilkel
demokrasiye dayanan kooperatif aşiretler, kabileler.
Kölelik: Toplumun kabileden şehir devlete geçtiği, köleliğin, özel
mülkiyetin ve aristokrasinin doğduğu, tarımın yaygın olduğu dönem.
Feodalizm: Kralın da dahil olduğu aristokrasinin yönetici sınıf haline
geldiği, dinin önemli bir yer tuttuğu üçüncü dönem.
Kapitalizm: Burjuva sınıfının yönetici, proletaryanın da ezilen sınıf
olduğu, parlamenter demokrasinin yaygın politik sistem, piyasa
ekonomisinin işlediği ve üretim araçlarına ağırlıkla özel mülkiyetin sahip
olduğu dönem.
Komünizm: İşçilerin devrim yaparak kapitalistleri kovduğu ve devletsiz,
sınıfsız, mülkiyetsiz bir toplumun yarattıkları beşinci dönem.
Marx'a göre, insanın kendi emeğine yabancılaşması (meta fetişizmine dönüşen
süreç), kapitalizmin en belirgin niteliğinden biridir. Kapitalizmden önce, Avrupa'da var
olan piyasalarda üreticiler ve tüccarlar mal alıp satardı. Kapitalist üretim tarzının
gelişmesiyle birlikte emeğin kendisi bir mal (meta) halini almıştır. İnsan artık yaptığı
ürünü değil, kendi emek gücünü belirli bir ücret karşılığında anlaşarak satmaktadır.
Emek gücü, insanın zanaatçılığından farklılaşarak sistemin devamlılığını sağlayan,
tamamıyla alınıp satılabilen bir araç haline gelmiştir. Emek gücünü satmak zorunda
olanlara proletarya, bu emek gücünü satın alan, genellikle mülk ve üretim
teknolojisine sahip gruba da burjuva denir. Proleterler, kapitalistlerden sayıca
fazladır.
Marx, endüstriyel kapitalistlerin tüccar kapitalistlerden ayrıldığını söyler. Tüccar
bir piyasadan bir malı alır ve diğer bir piyasada, piyasadaki arz ve talep kanunlarına
bağlı olarak, daha yüksek bir fiyattan satar. Böylece bir arbitraj oluşturur. Öte yandan
kapitalistler, üretilen maldan bağımsız olarak emek piyasası ile piyasa arasındaki
farklılıktan yararlanır. Marx, her başarılı endüstrinin birim maliyeti girdisi ile birim fiyatı
çıkışı arasında fark bulunduğunu söyler. Bu farklılık artı değer olarak adlandırılır ve
bu artı değer kaynağını işçinin ürettiği artı emekten alır, el konulan artı değer
kapitalist
kazancın
esas
bölümünü
oluşturur.
Marx ve Engels, Komünist Manifesto'da burjuvanın tarihte daha önceden görülmemiş
devrimci bir rol oynadığını söyler, ama bu kapitalist üretim sürecinin yaşayacağı
krizleri bütünüyle engelleyebilecek güçte olduklarını göstermez. Teknolojinin sürekli
gelişmesi, ekonominin büyümeye endeksli olması ve kârın arttırılması gerekliliği
kapitalizmi periyodik krizlere mahkûm eder. Bu büyüme, kriz ve tekrar büyüme süreci
sonunda her defasında bir öncekinden daha ciddi bir krize yol açacaktır. Aynı
zamanda bu süreçte kapitalist sürekli zenginleşmeye çalışacak, işçi de gittikçe
güçsüzleşecektir, çünkü artı değeri oluşturan artı emektir. Sonunda proletarya üretim
araçlarına el koyacak ve herkese eşit biçimde dağıtacaktır. Uzlaşmak ihtimali
mümkün değildir, çünkü kapitalist sistemde bu uzlaşmanın sınıf farklılığını ortadan
kaldırma şansı yoktur. Aksine kapitalistler önceki avantajlı durumunu devam ettirmek
için şiddete başvuracaktır. Bu geçiş sürecinde iyi organize olmuş devrimci bir gücün
ortaya çıkıp idareyi ele alması gerekir. Marx, Gotha Programı'nın Eleştirisi'nde şöyle
yazar:
Kapitalist toplum ile komünist toplum arasında, birinden ötekine devrimci
dönüşüm dönemi yer alır. Buna da bir siyasal geçiş dönemi tekabül eder ki, burada
devlet, proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olamaz.
1848′lerden itibaren Marx’ın yapmaya çalıştığı şuydu; felsefe, tarih, toplum ve
iktisat düşüncesini bir potada eritmek. O günden bugüne ne kadar şiddetli eleştirilere
maruz kalmış olursa olsun varlığı kabul edilmek durumunda kalınan bu yeni düşünce
tarzıydı. Bütün eleştirmelere rağmen onu Batı düşüncesinin/kültürünün ayrılmaz bir
parçası
haline
getiren
de
bu
yeni
düşünme
tarzıydı.
Marx’ın Kapital’de ve başka çalışmalarında söylediklerini birkaç önermede
toparlayabiliriz:
1)Toplumların mevcudiyetlerini korumaları ve sürdürmeleri ancak üretimle
mümkündür.
2)Üretim daha başlangıcından itibaren toplumsal üretimdir; bireysel üretim tarih
dışıdır.
3)Üretim bir süreçtir ve bu süreç ilişkisel niteliktedir; yani üretim sürecinde insanlar
hem doğa ile hem de birbirleriyle zorunlu bir “tarz” içinde gerçekleştiği anlamına gelir:
4)Üretim sürecinde insanların birbirleriyle belirli ilişkilere girmeleri üretim araç ve
gereçleri üzerindeki mülkiyet ve kontrol ilişkileri kapsamında gerçekleşir; böylece
sınıflar, üretim sürecinde mülkiyet ve kontrol ilişkileri bağlamında ortaya çıkar.
5)Sınıflar bir kez ortaya çıktıktan sonra, tarihteki gelişmelerin ve kurumların çerçevesi
sınıflar arasındaki mücadelenin şekli ile belirlenir. Ve bu gelişmeleri tasvir eden
açıklayan kavramlar da bu süreç içinde billurlaşırlar: kavram ya da alfa ve omega
gerçekliklere
değil,
ancak
ilişkisel
gerekliklere
işaret
ederler.
6)Üretim araç ve gereçleri üzerindeki mülkiyet ve kontrol sadece iktisadi eşitsizliklerin
kaynağı
olmakla
kalmaz,
siyasi
eşitsizliklere
de
yol
açar.
7)Mülkiyet ve kontrol ilişkilerinin yerleşmesi ve gelişmesi ile birlikte tarih içinde artıkemek’in
tahsisi
ve
kontrolü
toplumsal
sorunların
temelini
oluşturur.
Marx’da “iktisat”ın rolü, o halde, bir evredeki/aşamadaki iktisadi ilişkiler sistemini
çözümlemektedir denilebilir: İlişkilerin nasıl ortaya çıktıkları, nasıl işledikleri nitel ve
nicel yönleri ile araştırılmalıdır. Demek ki Marx’ın iktisadında kavram ve kategoriler
her zaman insanlar arasındaki ilişkilere işaret ettikleri için zorunlu olarak tarihsel ve
sosyolojik boyutlar taşırlar. Ne var ki bu önerme doğru olmakla birlikte, eksiktir.
Çünkü aynı kavram ve kategoriler, diğer yandan fakat aynı zamanda insanlarla şeyler
(ürün, mal ve meta) arasındaki ilişkilere göndermede bulunurlar. Bu, özellikle
genelleştirilmiş bir meta üretim tarzı olan kapitalizm için doğrudur. Meta-meta
ilişkisinin öteki yüzü, insan-insan ilişkisidir de. Bu ilişkilerin özgül mahiyetidir ki
üretilmiş şeyleri ürün, mal veya meta şeklinde adlandırmayı olanaklı kılar. Kapital’in
birinci cildinin birinci bölümünün başlığı (Türkçe’deki çevirileri ile) “Mallar”dır. Mallar,
emek ürünleridir ama “S toplumsal özün kristalleri olarak, değerdirler (maldeğerdirler)”. Diğer bir anlatımla kapitalizmle değer basitçe büyüklük (nicelik) değil,
bir toplumsal ilişkidir de (niteliksel boyut). Marx’ın Kapital’de sarf ettiği çaba da bu
nitel ve nicel boyutları bir ve aynı anda, fakat aşama aşama, soyuttan somuta
çözümlemeye yöneliktir.Kapital’de bunun örneklerinden biri emek değerlerinden
hareketle toplumsal üretim ilişkileri temelinde; hem fiyatları, hem de bölüşümü
belirlemeçabasıdır.
Marx’ın üç ciltlik Kapital’inde yer alan sorun ve teorileri örneğin yayımlandığı
tarihten bu yana değer teorisi, artık değer teorisi, fiyatların değerlere, değerlerin
fiyatlara dönüşümü teorisi, kâr oranlarının düşme eğilimi yasası, yoksullaşma teorisi
vb. saldırılara, eleştirilere/değerlendirmelere uğramış/tabi tutulmuş ama yine de
ayakta kalabilmiştir.
KARL MARX’A YÖNELİK OLARAK YAPILAN ELEŞTİRİLER
Karl Marx ve Marksizm konusundaki eleştiriler çoğunlukla Sovyetler Birliği pratiği
üzerinde yoğunlaşır. Marx'ın kapitalizm ve ekonomik analizi için yapılan eleştiri oranı
komünizm ve Sovyetler Birliği konusunda yapılan eleştiri oranının oldukça altındadır.
Marx'ın ortaya koyduğu artı değer, değişim değeri ve sermaye tanımları iktisatta
doğru kabul edilir.
Kapitalizm savunucularının birçoğu refahın üretimi ve dağıtımının sosyalizm ya
da komünizmden daha etkili ve adil olduğunu savunur. Marx ve Engels'in belirttiği
zengin ve fakir arasındaki uçurumun sadece vahşi kapitalizm dönemine ait geçiçi bir
sorun olduğu belirtirken, insan doğasının kişisel çıkara ve sermaye biriktirmesine
daha yakın olduğunu kapitalizm dışında bir ekonomik sistemin bu duruma uygun
olmadığını söyler. Avusturya Okulu iktisatçıları da Marx'ın emek değer kuramını
eleştirir. Sovyetler Birliği' nin çöküşü, Berlin Duvarı'nın yıkılışı Marksizmin
popülaritesini ve dünya çapındaki marksist görüşlerin etkisini azaltmıştır.
Friedrich Hayek Serfliğe Giden Yol kitabında sosyalist bir ekonomide iletişim
problemlerinin oluşacağını, Leninist dönemde de bunların olduğunu ve bu
problemlerin üretim sürecinde bir tıkanmaya yol açacağını söyler. Hayek'in takipçileri
de Leninist dönemde veya Britanya'da 1939'dan 1951'e kadar olan savaş
demokrasisi döneminde oluşan kıtlıklara dikkat çeker ve bunun adaletsizlik yarattığını
ekler. Ayrıca Marksist ekolün, daha yüksek bir burjuva yönlendirme mekanizmasının
bir parçası olduğu ve karşıtların çatıştırılmasının kontrol altına alınmasında bir araç
olarak emperyalist masonik sermayenin yönlendirmesiyle oluşturulduğu da ileri
sürülen farklı bir yaklaşım olarak dikkat çekicidir. Bazı eleştiriler de tarihsel
materyalizm kavramı konusunda toplanır. Yazılı tarihteki olayların ve sınıfların üretim
biçimlerinden kaynaklandığını söyleyen bu görüşü eleştirenler "Üretim biçimi nereden
gelir?" biçiminde bir soru yöneltir. Murray Rothbard şöyle der "Marx hiçbir zaman bu
soruya bir yanıt vermeye çalışmamıştır, aslında veremezdi de çünkü teknolojik
değişimleri ya da teknoloji devletini bir insana, bireye atfederse bütün sistemi çöker.
Böyle bir durumda insanlık bilinci ya da birey bilinci üretim biçimini belirleyen faktör
olur ve başka bir yol da mümkün değildir." Ancak Marx Ekonomi Politiğin Eleştirisine
Katkı da şöyle der:"Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar, aralarında, zorunlu,
kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların
maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder." Marx burada bu
üretim biçimlerinin insanın "kendi iradelerine bağlı olmayan" bir biçimde geliştiğini
söyler ve bu gelişmenin sosyal doğasını açıklar.
Buna göre, Marksizme yönelik eleştiriler iki başlık altında toplanabilir. Bunlardan
birincisi, aynı Marksist gelenek içinde yer alan Frankfurt Okulu mensupları benzeri
düşünürlerin eleştirileridir. Bu düşünürler, Marksizmi özde doğru bir öğreti ya da
yaklaşım olarak görürken, onun Marx’tan sonra özellikle Engels eliyle popülerleştirilip,
Komünist Partilerin resmi ideolojisi haline getirilmesine karşı çıkarlar. Teorinin bu
şekilde pozitivist bir bakış açısıyla bilimselleştirilmesi, Frankfurt Okulu düşünürlerine
göre, onu tümden dogmatikleştirerek bir inanç parçası haline getirmiş ve parti
entellektüellerini eleştiriden koruyan bir kalkana dönüştürmüştür. Buna göre, teorinin
gelişimi ortaya çıkış amacına tümüyle ters bir yönde olmuş ve teori özgürleştirme
amacına
hizmet
etmek
yerine,
baskının
alternatif
adı
olmuştur.
Marksizmi eleştirenlerin esas büyük bölümü, ona bir bölümüyle değil de, tümden
karşı çıkanlardan oluşur. İşte bu bağlamda, Marksizmi eleştirenler, öncelikle Marx’ın
kapitalizmden sosyalizme geçiş için öngördüğü yönteme karşı çıkmışlardır. Şiddet ve
devrime karşı yöneltilen bu itiraz, söz konusu yöntemin yasanın yönetimine ve
demokrasiye karşı olduğunu, şiddetin bir kez başladı mı, sonunun hiç gelmeyeceğini
belirtir. En azından, kapitalizmden sosyalizme geçiş, şiddet. ve devrim yerine, barışçı
yöntemlerle, aşama aşama olmalıdır. Bu itiraza karşı Marx, barışçı yöntemlerden
yararlanmanın, devletin mahiyetinden dolayı imkansız olduğunu belirtmiştir. Dahası,
Marx’a göre, demokrasiyi savunanlar bile, mutlak bir otorite sergileyen baskıcı
yönetimlerin iş başından başka yöntemlerle uzaklaştırılamadıkları zaman, başkaldırının haklı kılınabilir olduğunu düşünürler. Marx bu çerçeve içinde, kapitalistlerin
bu türden zorbalar olduklarını öne sürer. Başkaldırı yalnızca zorunlu değil, fakat haklı
kılınabilir bir şeydir. Gerçek bir demokrasi, ancak ekonomik bir eşitliğe dayanabilir.
Marx’ın söz konusu öğretisi, ayrıca diyalektiğe dayandığı gerekçesiyle
eleştirilmiştir. Bu eleştiriye göre, diyalektik, metafizik ve a priori bir kavram olduğu
için, deneysel olarak doğrulanamaz. Eleştiri sahiplerine göre, tarih gerçekte bu tür bir
diyalektik modele göre gelişmemektedir. Yine, Marx’ın diyalektik üzerindeki ısrarının,
sınıfların yok olacağı inancıyla tutarlılık içinde olmadığına işaret edilmiştir. öte
yandan, Karl Marx’ın kapitalizmin ahlâkına ilişkin görüşlerine, yalnızca kapitalizmin
gelişimindeki başlangıç evrelerini betimlediği gerekçesiyle itiraz edilmiştir.
Yine, ciddi bir eleştiri olarak, kapitalizm, aldığı birtakım önlem ve gerçekleştirdiği
birtakım gelişmelerle, çalışanlara belli bir refah ve mutluluk sağladığı için, onun kapitalizmin gelişmesiyle birlikte, yabancılaşmanın artacağı öndeyişinin gerçekleşmediği
belirtilmiştir. Marx’ı eleştirenlere göre, kapitalizm yüzyıllardan beri hakim ekonomik
model olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. Bundan dolayı, Marx’ın kapitalizmin
yıkılacağı ve devrimin Avrupa’nın sanayileşmiş toplumlarında olacağı kehaneti de
gerçekleşmemiştir. İşçiler. sosyo-ekonomik bakımdan daha da gerilemek yerine,
giderek daha iyi duruma gelmektedirler. Çalışma saatleri azalmakta ve sosyal
güvenlik sistemleri gelişmektedir. Marx’ın kapitalizme ilişkin analizi yeterli değildir.
Kapitalizmde işsizlik ve enflasyon söz konusu olsa bile bunlar kısa sürelidir.
Marx’ı eleştirenlere göre, kapitalist sistem kendi güçlüklerini kendisi çözebilmektedir.
Kapitalizm modern finans tekniklerinin kullanılması, faiz oranlarına müdahale edilmesi yoluyla, tekelleri engelleyen yasalarıyla, sendikaları, emeklilik ve sosyal
güvenlik planlarıyla, kendi güçlüklerini aşabilmekte ve işçinin sistemden yarar
sağlayabilmesine olanak vermektedir.

Benzer belgeler

Komünist Manifesto

Komünist Manifesto Bir sınıfı oluşturan insanlar kendi istekleri yahut bilinçleriyle bir araya gelmiş değildir. Her sınıfın da kendi çıkarına farklı bir isteği vardır, bu da toplumda çatışmaya yol açar. İnsanlık tari...

Detaylı