Letya

Transkript

Letya
© 2009 |Alan Lezan
Alan Lezan – Letya
1
H
eybetiyle büyüleyen, bereketiyle yaşatan o dağlara bakınca insanı huzura boğan, çocuk sevinci
yaşatan garip bir toprak olduğu fark edilirdi…
Kürdistan toprağıydı bu!
Bir anne şefkatiyle bağrına basmıştı çocuklarını.
Otantik bir sessizlikte büyüyen dumanı ve kehribar
üzüm suyu gibi akan sularıyla, ihanete karşı kucaklamıştı onları. On binlerin geçişini, kanlı yenilgilere
şahit olmuş bir çınar…
Qandil dağı da öylesine bir çınardı.
Letya, beş yıldan bu yana bu çınarın altındaydı ve her
yaprağını, her dalını, her mevsimini tanıyordu, biliyordu. Bu dağının eteğinde onlarca köy kasaba vardı
ve Letya her gün oralara gidip geliyordu. Yollarını,
koyaklarını, sularını, insanlarını avucunun içi gibi
tanıyordu. Özgürlük aşkıyla, yanan yüreğiyle yürüdükçe rüzgâr savuruyordu saçlarını…
Kendini özgürleştirmişti ve o özgürlüğü ile partiye
katılmıştı. Kendisinin özgürlüğü koca bir ulusun özgürlüğüyle eş anlamdaydı... Öyle düşünüyordu! Otur3
Alan Lezan – Letya
duğu yerden gökyüzünde saydamlaşan yıldızlara baktı. Aklında geçen tek bir şey vardı o an da; buralardan
çekip gitmek!
Özgür olarak katıldığı partiden, özgürce ayrılamıyordu! Ayrılanların „hain“ diye vurulmaları, onu hepten
ürkütüyordu. Bu durum onu korkunç biçimde geriyordu. „İhanetle” suçlanma duygusu içini kemirip
duruyordu. Partiye, özgürlük için savaşıldığını düşünerek katılmıştı. Oysa özgür iradeleriyle katılanlar
serbestçe ayrılamıyorlardı. Kabul edilmesi mümkün
olmayan, korkunç bir durumdu bu...
Letya kararını çoktan vermişti;
„İsterse beni yakalayıp öldürsünler,“ dedi, kendi kendine ve eşyalarını sırt çantasına yerleştirdikten sonra,
nöbet tuttuğu mağaranın önünden uzaklaştı.
Gece çok sakindi.
Ormandan baygın, baygın çiçek kokuları geliyordu.
Şafak çökmüş, otlar, ağaç yaprakları çiyden ıslak, ıslaktılar. Yakındaki bir leylak ağacından bir bülbül
şarkı söyler gibi ötüp duruyordu. Parlak, masmavi
gökyüzü üstüne abanmış gibiydi. Taşlar güneşin ışığında elmas gibi parlıyorlardı. Letya’nın düşünmeye
artık zamanı yoktu.
O Türklerin demokrasisi için değil, Kürdlerin özgürlüğü ve bağımsızlığı için dağa çıkmıştı. Ülkesine iha4
Alan Lezan – Letya
net eden o değil, tam tersine Kürdistan’ın özgürlüğünden ve bağımsızlığından vazgeçen partinin kendisiydi.
„Oysa bu dava da bizim sadece hukuksal değil, aynı
zamanda doğal hakkımız var, insani hakkımız var;
sağduyu ve vicdandan kaynaklanan hakkımız var,“
diye düşünüyordu. Bu haklı davadan kim vazgeçerse
geçsin -Letya şehit düşen arkadaşlarının ölü bedenleri
üzerinde yüzlerce kez ant içmişti- O vazgeçmeyecekti.
5
Alan Lezan – Letya
2
rgüt Prusya tipi örgütlenmeye gitmiş beşeraltışar kişilik gerilla grupları oluşturmuştu. Bu
gerilla gruplarından biri de „Zilan“ ismindeki Letya’nın 6 kişilik kadın grubuydu. Her grupta olduğu
gibi onlar da gündüzleri yatıyor, geceleri de dağları
geziyor, köylere gidiyor, düşmana saldırıyor, eylem
yapıyorlardı.
Ö
Birden Letya arkasında bir ses duydu…
Dilan, dışarıdan görünmeyecek şekilde, mağaranın
ağzındaki taşa oturmuş saçlarını okşuyordu. El sallayarak düşük bir tonla „Yolun açık olsun!“ dedi. Letya
onu görünce hüzünlendi, neredeyse ağlayacaktı ama
"Git!” dedi, kendi kendine. "Geriye dönüş yok artık.”
Bir an geriye dönüp, Dilan’ı bağrına basıp kucaklayarak vedalaşmak istedi, ama sonra „Hayır! Bu çok tehlikeli, diğer arkadaşlar uyanabilirler,” dedi, ve ormanın derinliğine dalıp gözden kaybolup gitti.
6
Alan Lezan – Letya
Üç saat sonra kendini dağın eteğindeki bir çeşmede
buldu. Suyun akışına bakarken karma karışık düşüncelere kapıldı. Oldukça yorgundu ve saat 8:00’e geliyordu. Çeşmedeki su taze, sade, pırıl, pırıl ve berraktı.
Tadına doyum olmuyordu.
Esintisiz ve sıcak bir gündü, ortalık sıcaklıktan cayır
cayır yanıyordu. Günün ilk saatlerinde gittikçe kararan bulutlar gökyüzünde kümeleniyor, sanki fırtınaya
hazırlanıyorlardı. Letya, çok yorgundu, çünkü bütün
gece yatmamış, dağları gezmişti. Yatmaktan korkuyordu. Gerilla gündüzleri dolaşmadığından Letya
ormanda yine de saklana saklana durmadan yol alıyor, gecenin zifiri karanlığını bekliyordu. Zaten ondan sonra Dilan’ın nöbet sırası vardı. Nöbet iki saat
sürüyordu. Kamplarda 24 saat nöbet tutuluyordu.
Gerillalar ortalama olarak 5-6 saat yatıyordu. Bu da
onlara yetiyordu. Dışarıda gündüzleri dolaşmak yasaktı, çünkü Türk askerleri gerillayı hep takip ediliyorlardı. Letya, Dilan’ın kendisini ihbar etmeyeceğini
biliyordu. Onun için Letya’nın zaman kaybetmeye hiç
isteği yoktu. Onlardan ne kadar çok uzaklaşırsa o
kadar iyiydi. Letya, yürüyünce hemen her dakikada
geride bıraktığı yola bakardı. Görünürlerde kimsecikler yoktu. Bir saat daha yürüdükten sonra bulutlar
dağılmaya başladı, yerlerini masmavi, duru, parlak bir
7
Alan Lezan – Letya
göğe bıraktı. Yalnızca uzaktan gürlemeler geliyordu.
Ondan çok uzaklarda tarlalardan yükselen tozla karışmış yağmur yüklü kapkara bir bulut yığınını, şimşeğin çaktığı ışınları zor görüyordu ve gür sesini duyuyordu.
Hewler, Qandil’e 648 km uzaklıktaydı. Bunu internet
üzeri öğrenmişti. Letya, öyle hızlı yürüyordu ki saatte
dört-beş kilometre geride bırakıyordu. Eğer böyle
devam ederse 4-5 günde Hewler’de olacaktı.
Letya’nın kız kardeşi Afşan, Letya’yı bundan bir yıl
önce Hewler’de ziyaret ettiğinde Letya’nın gerillaya
katılmadan önce biriktirdiği parasını ve Alman pasaportunun bir bankada depolamıştılar.
Letya, Alman vatandaşı olduğu için yurt dışına çıkmasında herhangi bir sorunu yoktu. Zaten gerilladan
kaçışını uzun süredir planladığı için, Hewler’e geldiğinde kız kardeşine telefon edecek ve kendisini
Frankfurt Havalimanı’nda aldıracaktı. Eğer Afşan ve
annesi olmasaydı Letya Güney Kürdistan’da kalacaktı
ama, hem özlediği Afşan ile annesi yüzünden; hem
de Almanya’ya bağlı olduğu için –ne de olsa Frankfurt’ta doğmuş büyümüştü, aynı zamanda bir Almandı- Almanya’ya tekrar yerleşmeye karar verdi.
8
Alan Lezan – Letya
Ana dili Kürdçeydi ama Almanca en iyi konuştuğu
dildi. Ayrıca her Dersim’li gibi asimile olmuştu.
Türkçe biliyordu, ek olarak Almanya’da gittiği ortaokulda öğrenmiş olduğu az İngilizcesi vardı. Anne ve
babası iyi Kürdçe biliyorlardı ama çocuklarıyla hep
Türkçe konuşuyorlardı.
Letya, babasından adeta iğreniyordu, çünkü babası
"biz Kürd değil, biz Horasan’dan gelmiş Dersim’e
yerleşmiş, Kürdler içinde Kürdçe öğrenmiş Türkleriz” diyordu ve Kürdlerden adeta nefret ediyordu.
Hele kızının evlenmeyip, çoluk çocuğa karışamamasını ve gerillaya gitmesi düşüncesini hiç içine sindiremiyordu.
Letya ise bunu araştırmış, bu saçma teorinin Türkler
tarafından bulunmuş bir uydurma olduğunu belgeleriyle ispatlıyordu. Araştırmalarına göre bütün sülalesi
diğer Dersim’liler gibi Kürd oğlu Kürd idiler.
Dersim Kürd Alevileri, genel olarak ilerici ve aydın
olarak bilinirler, durum şöyleydi:
“Biz Müslümanız, Hz. Ali’nin takipçileriyiz” diyen,
hiç de Dersim’lilerde rastlanmayan bir gericiydi.
Letya’nın babasına göre Hz. Ali, Cami’de Sünniler
tarafından arkadan bıçakla vurularak namaz esnasında öldürülür. Rivayet edilir ki, o gün Hz. Ali vasiyetnamesinde "benim yolumda gidenler bundan böyle
Cami’ye gitmesinler” demişmiş.
Babasının anlattığına göre o günden itibaren Aleviler
ne Cami’ye gittiler, ne de Kilise’ye. Onlar sadece Al9
Alan Lezan – Letya
lah’a kalbinde inandılar ama Müslüman olduğunu da
inkâr etmediler.
Letya’ya göre babasının Müslümanlığa ve Türklüğe
sarılmasının tek nedeni birçok Kürd gibi inançtan
değil, korkudandı. Çünkü Kürdistan’ı işgal altında
tutan Türkiye, Iran, Irak ve Suriye’de Kürd olmak
herkesin kârı değildi. Bu ülkeler tarafında işgal edilmiş Kürdistan’da Kürd olmak işkence, acı ve zulüm
demekti.
Letya ise İslam‘ın Alevilikle hiçbir ilişkisinin olmadığını savunuyordu. Çünkü Alevilik İslam‘dan binlerce
yıl öncesinde vardı. Alevilik, Ezidilik - Zerdüştlük Mazdekizm gibi dinlerden etkilenmiş olmasına rağmen, kendi başına bir dindi. Belki de bu adı geçen
dinler Alevilikten etkilendiler şimdilik bilemiyoruz
ama Zerdüştlüğün, Mazdekizmin birçok adet ve töreleri halen Kürdistan’da ve Alevilikte görmek mümkündü.
Aslında Kürd Aleviler, İslam’ın kılıcından korktuklarından, yaşamak için "Biz Müslümanız!“ demişlerdi.
Hz. Ali yandaşı Şialar gibi Cami’ye gitmemek için,
bahaneler uydurmuşlardı, ama canlarını korumak için
de "Biz Alevi ve Müslümanız!“ demişlerdi. Kur’an ve
İslam, sonradan Dersim’e yerleştirilmiş, tipik Arap
10
Alan Lezan – Letya
dini ve kültürüydü. Bilindiği gibi Kur’an bundan 100
yıl evveli Dersim’in ve Alevi Kürdlerin yaşadığı Kürdistan’ın hiçbir yerinde yoktu.
Letya’yı özünde dinler, milliyetler falan ilgilendirmiyordu. O zaten insanları inancında, kılık kıyafetinde,
düşüncelerinde, milliyetinde, cinselliğinde tümden
özgür olmasından yanaydı. Kürd olması aslında bir
tesadüftü. Fakat din ideolojisi insanın zihnini esir
ediyor, insanları bencilleştiriyor, köleleştiriyordu. O
ise yaşamı değiştirmek, haksızlığa, sömürüye ve baskıya karşı çıkmak için dağa çıkmıştı. Eğer Kürd Alevileri Hz. Ali’ye inanıyorlardıysa o zaman Hz. Ali
"Her kim ki aslını inkâr ediyorsa haramzadedir!“ demişti. O zaman; ‘Benim babam aslını inkâr ettiği için
bir haramzadedir!’ diye düşünüyordu, çünkü aslında
o Hz. Ali’ye bile inanmıyordu. Hz. Ali ki, baskıya
zulme karşı başkaldırmış, sömürülenin, zayıfın, horlananın yanında yer almıştı.
Bütün Peygamberler de Marx gibi birer Don Kişot,
birer devrimciydiler. Aralarındaki fark birinin Allah’a
inandığı, diğerlerinin inanmadığıydı. Bu da insancaydı.
Tanrı varsa neden insanları üçe-dörde bölüyor, birbirleriyle savaştırıyor, bize bu kadar acı çektiriyor
11
Alan Lezan – Letya
diyordu? Tanrı neden insan haklarını ortadan kaldırıyor, baskı, zulme, kötülüklere izin veriyordu?
Letya kozmopolit bir enternasyonalist ve bir devrimciydi. Aslında O’nun yeri yurdu yoktu. O bir dünya
vatandaşıydı.
Kürdlerin ülkelerinin zenginliği sömürgecilerin iştahını kabartmış ve Kürdistan’ı bu nedenle işgal etmişlerdi.
Kürdler „Kürd“ olduklarından acımasız bir baskı ve
zulme tabi tutulmuşlardı. Bu zulme karşı olmak için,
devrimci olmak şart değildi, insan olmak yeterliydi.
Letya vicdani, ahlakı olan, hak ve hukuka inanan bir
insandı. O bir insanın kalkıp başka bir insanın en
doğal hakkı olan dil ve kültür gibi olguların yasaklanmasını, ülkelerini işgal etmelerini, onları sömürmesini, ezilmesini, acı çektirmesini, hak aradıkları için
idam ve işkence edilmesini, doğal olarak 40 milyonluk bir halkın varlığının inkâr edilmesini bir türlü
kabullenemiyordu. Nasıl olurda bir insan binlerce yıl
yaşadığı ülkesinde kendi dilini konuşmasın, kültürünü
yaşamasın, zenginlik içinde bunca yoksulluk yaşasın?
Bu gerçeği hangi vicdanlı ve onurlu bir insan bu dünyada kabul edebilirdi?
Beşinci gün büyük zorluklar içerisinde Hewler‘e vardığında saat 15:00‘e geliyordu. Hewler’in sokakları
12
Alan Lezan – Letya
insanlardan ve sıcaklıktan kaynıyordu. Letya ilkin bir
mağazaya girip elbiselerini kendi tanınmayacak şekilde değiştirdi, uzun bir elbise giydi ve yüzü görünmeyecek şekilde eşarp ile kapattıktan sonra bir lokantaya
gitti, aceleyle bir şeyler atıştırdı. Her şey planladığı
gibiydi. Frankfurt’a uçak 17:25’te kalkıyordu. Daha
sonra kız kardeşi Afşan’ı aradı, sonra biletini alır almaz kadınların tuvaletine girdi ve elini yüzünü yıkadı.
Havalimanı’n da birkaç saat bekledikten sonra uçağa
bindi ve uçakta kimseyle konuşmadı. Sadece uyudu.
Zaten yorgunluktan ölüyordu.
Frankfurt Havalimanı’nda Afşan onu bekliyordu.
Letya son olarak Afsan’ı Hewler’de bundan bir yıl
önce görmüştü. Letya, Afşan’ı gördüğünde sanki
yeniden doğdu. Sonra üzüntülere boğuldu, çünkü
Kürdistan’ı terk etmek hiç de öyle kolay değildi.
Hewler’de uçağa bindiğinde çok kararsızdı. Gitse
miydi, gitmese miydi?
Güney Kürdistan’da birkaç milisten başka kimseyi
tanımıyordu. Eğer Kürdistan’da kalacaksa onun yeri
dağlardı. Sefil, fakir fukara halka bakıp acı çekmek
istemiyordu. Savaşmaktan başka elinde başka bir şey
de gelmiyordu. Mesleğini yarıda kesmiş, beş sene
gerilla olmuş, dağlarda yaşamış, savaşmıştı. Kürdistan’da ezilen ve horlananlar ordusuna katılıp vicdan
13
Alan Lezan – Letya
azabı çekmektense, belki Almanya’da yine okuluna
devam edebilir, iş güç sahibi olabilirdi.
Gerillada 15-20 sene kalanlar vardı. Çoğunun yaşı
gelmiş 60’lara dayanmıştı. Bunlar eğer silahı bırakırlarsa topluma nasıl entegre veya rehabilite olacaklardı? Ne meslek, ne emeklilik ne de başka bir şey? Çoğu bu nedenle partinin yön değiştirmesine, bağımsızlıktan vazgeçmesine karşı olmalarına rağmen partiyi
terk edemiyorlardı. Terk edip de ne yapacaklardı? Bir
insanı inancından vazgeçirmek, köleliğe, ezilmişliğe
davet etmek, birkaç kuruşa muhtaç etmek o kadar
basit miydi? Onların dağlarda parası pulu, şan-şöhreti
yoktu ama onurlu bir yaşam sürdürüyorlardı. Çünkü
onlar tamimiyle özgürdüler.
Letya, tüm bunları düşününce çıldırası geliyordu.
Bazen bir bomba olup İstanbul veya Ankara’nın en
kalabalık polis karakolu veya askeri kışlasının içinde
patlatarak, bütün kinini düşmana kusmak istiyordu.
14
Alan Lezan – Letya
3
F
rankfurt Havalimanı’nın önünde Afşan’ın arabası
onları bekliyordu.
Afşan Frankfurt dışında herkesten uzakta bir otelde
Letya’ya tek kişilik oda ayarlamıştı. Odaya gelir gelmez, Letya yorgunluktan kendini hemen yatağa bıraktı. Frankfurt’ta geldiğinden Afşan'dan başka hiç
kimsenin haberi yoktu.
Afşan’ın ertesi gün çalışması gerekiyordu.
Letya, dengeye önem veren insanlardandı. Bir konu
hakkında olayları ölçmeden, tartmadan, denge kurmadan karar vermezdi. İlişkilerinde de dengeye önem
verdiği için, güçlü adalet duygularına sahip birisiydi.
Haksızlığa hiç tahammül etmez ve herkese adil davranmaya çalışırdı. Kolay sinirlenmez, genelde nazik,
fakat ısrar ve zorlanmaktan hiç hoşlanmazdı. Bunu
Afşan’da iyi biliyordu. Letya, bu gibi durumlarla karşılaştığında bazen sabır ve nezaketlerini yitirebilirdi.
İyi bir konuşmacıydı, sakin ve yumuşak sözler ile
dinleyenleri etkileyebilen birisiydi.
15
Alan Lezan – Letya
Afşan ise aşırı meraklı olduğundan başkalarının hayatına girmekten çekinmezdi. İkisinin ortak yönü; hayatlarındaki her şeyin güzel olmasını isterlerdi. Arkadaşlarının sahip olduğu güzel şeyleri ‚kıskanıp‘ onlara
ulaşmak için her türlü yollara başvurabilirlerdi. „Onlarda her şey var, bizde neden yok!“ diyebilen bir
mizaca sahiptiler.
Letya, yalnız kalmaktan hoşlanmaz, dostluğa büyük
önem verirdi. Onun için denge ve uyum arkadaş seçiminde de önemliydi. Son derece bonkördü, gerçek
arkadaşlıklar için sadece para değil, ölüme bile gözlerini kırpmadan giden bir kadındı. Yeni şeyler öğrenmekten hoşlandığı için çabuk öğrenir ve bu sayede de
işlerinde başarılı olurdu.
Letya, aynı zamanda cazibeli ve estetikti. Bu tip insanlar, girdikleri her ortamda hemen fark edilirlerdi.
Çekici ve büyüleyicidirler. Kendilerine has tarzları
vardı. Bu yüzden örneğin modayı takip etmek yerine,
kendilerine yakışanı tercih ederlerdi. Ne var ki Afşan’ın fiziksel yapısı çok güçlü olmasına karşın, sağlam sayılmazdı. Zaten hastalıklara karşı dirençsizdi.
Letya ise tam Afşan’ın tersi, hem bedenen, hem de
ruhen çok güçlü bir kadındı.
16
Alan Lezan – Letya
Afşan, Letya’dan iki yaş küçüktü. Zaten çocukluğu
beraber geçirdiğinden ablasını kendisi gibi iyi tanıyordu. Aralarındaki ilişki kardeşler arası ilişkiden çok,
bir derin arkadaşlıktı. Afşan’ın en çok güvendiği ve
sevdiği arkadaşı Letya’ydı.
Ertesi gün Afşan, Letya’yı ziyarete geldiğinde, Frankfurt’u terk etmesini başka bir şehre veya ülkeye gitmesini söyledi.
Letya, uzun uzun düşündükten sonra „Neresi sence
en uygunu?“ diye sordu. Afşan hiç düşünmeden:
„Bilbao!“ dedi.
Letya bunu duyunca hafiften gülümsedi.
„İyi fikir!“ dedi: „Ama ben eğer şehirlerde yaşayacaksam o zaman o şehir daha büyük olmalıdır! Ben metropolleri seviyorum. Bir semtini değiştirdiğinde sanki
şehri tümden değiştiriyormuşsun gibi büyük bir şehir
olmalı! Bir denizaltı gibi istediğin zaman denizin üstüne çıkarsın, istediğin zaman da milyonlarca insan
arasına dalıp kaybolacağın kadar büyük şehirlerde
yaşamak isterim!“ dedi.
Afşan sakince; „O zaman New York en iyisidir!“
dedi.
Letya gülümseyerek: „Yok, yok olmaz! Ben New
York’ta ayakta duramam. Orada neyle ve nasıl geçi17
Alan Lezan – Letya
neceğim? Ömür boyu sen bana yardım edecek değilsin ya? Hele bir yerde bir meslek falan örgeniyim de,
sonra New York, L.A.’den hayal ederiz değil mi?”
Sonra kahkahalarla güldüler…
Zaten şaka yapıyorlardı. Qandil neresi, New York
neresiydi? Hani olmayacak da değildi ama Berlin en
uygun şehirdi. Berlin’de Letya’nın hem dil problemi
olmazdı, hem de okulunu devam etmek için burs
alma ihtimali vardı.
İki kardeş gece geç saatlere kadar oturdular, anlattılar,
şakalaştılar, güldüler, eğlendiler…
Anneleri için de olsa Letya’nın Almanya’da kalması
en doğrusuydu. Hiç olmazsa altı ayda bir ziyarete
gelir, annesinin fazla üzülmesine neden olmazdı.
Letya’nın politize olması 14 yaşında, 7. Sınıfta,
1992’de başlar.
Ajna adında, Karslı bir Kürd kızı okulda politik ve
ekonomi dersinde Kürdler üzerine bir çalışma hazırlar ve sunar. Letya bu çalışmadan çok etkilenir, Ajna
ile arkadaş olur. O günden sonra babasından korktuğu için Kürdleri gizlice takip eder ve Kürdler üzeri
bilgisini derinleştirir. Bir yandan evde babasının baskısı, diğer yandan okulda, dışarıda ve izinde hep ken18
Alan Lezan – Letya
disine „Kürd’üm“ demekten korkması, Letya’yı oldukça düşündürür. Letya, Kürdleri araştırdıkça, onlar
üzerindeki zulüm ve baskıyı gördükçe, içindeki direniş duyguları gelişmeye başlar.
Aslında anne ve babası güzel Kürdçe konuşuyorlardı.
Hele köydeki ninesi ve dedesi bir tek kelime Türkçe
bilmiyorlardı. Peki, ‘bunlar,’ diyordu kendi kendine,
"Neden kendilerine Kürd demekten korkuyor, Kürdlüğünü yaşamıyor, Kürdlüklerinden utanıyor, korkuyorlardı? Kürd olmak neden bir suç teşkil ediyordu?
Kürdçe Türklerin işgali altında olan Kürdistan’da
neden yasaktı? Bir halkın en doğal hakkı olan dili ve
kültürü nasıl, ne hakla yasaklanırdı? 40 milyonluk bir
halkın varlığı nasıl inkâr edilirdi?”
Letya, gerillaya gitmeden önce 1996 yılında, yani 18
yaşında, satıcı olarak meslek yapmak için Frankfurt’ta, Neckermann’a girmişti. Oraya abesini gerillada kaybeden Ajna’nın teklifi üzerine girmişti. Ajna,
politik ve aktiftir. Letya’ya bolca kitap ve dergiler
getirirdi. Letya, ailesinden gizlice ve zamanı oldukça
derneğe giderdi. Artık kendini gizlemekten de bıkmıştı, ailesine, hele babasına laf geçirecek halde değildi. Öyle bir durumdaydı ki, neredeyse Kürdlere
yapılan bu haksızlığı gören ve bir şey yapmayan herkesten nefret etmekteydi. Hele babasından, Türklerden, Arap ve Farslardan adeta iğrenmekteydi.
19
Alan Lezan – Letya
“Bunlar” diyordu, "Kürdlerden ne istiyorlar? Kürdlerin de dünyadaki diğer halklar gibi bu güneşin altında
özgürce yaşama hakkı yok mudur?”
Tüm bu nedenlerden dolayı Letya için Kürdlerin tek
kurtuluş yolu direnişti.
1997 ilkbaharında Ajna ile birlikte gerillaya katıldı.
Ajna 2,5 yıl sonra, 22 yaşında, Zagroslar’da şehit düştü. Ajna’nın ölümü Letya’yı çok fena etkiler. Fakat
direnmekten ve savaşmaktan başka bir çare yoktu.
Ölen bir Ajna mıydı? Ne yiğitler toprağa düşmüştü o
dağlarda, Ajna onlardan sadece bir tanesiydi...
Ertesi gün, Cumartesiydi. Letya güneşle birlikte
uyandı. Otelin bahçesine çıktı, bir kahve içti. Yeni
doğan güneş, yaprakları yemyeşil olan ıhlamur ağacının arasında parça, parça ışıldıyordu. Sağ tarafında
bazı güller kurumuş, kararmıştı. Duru, soğuk gökyüzünde tek bir bulut bile yoktu. Gökyüzü masmaviydi.
Letya, bu güzel atmosferi terk etmek üzereyken Afşan kapıda göründü. İkisi sanki ilk olarak yıllar sonra
yeni görüşüyorlarmış gibi birbirlerine doğru koşup
kucaklaştılar ve doyasıya öpüştüler. Bir ülke için bir
kral, bir genç için bir idol neydiyse, Afşan içinde Letya oydu. Letya beş sene Kalaşnikof’a sevgilisi gibi
20
Alan Lezan – Letya
sarılmış, dağlarda yaşamış bir direnişçi, bir savaşçıydı.
O ailesine ve sömürgeciliğe karşı direnmiş, düşman
öldürmüş, evini barkını, malını mülkünü, özel yaşamını geride bırakmış, özgürlük için savaşmış bir savaşçıydı. O gerçek bir kahramandı. Ve bu kahramanın Afşan’ın ablası olması, O’nu oldukça mutlu ediyor, gururlandırıyordu. Çünkü Afşan’da, Letya’daki
cesaret ve direniş azmi yoktu. Bu nedenle Afşan,
Letya’ya yardım etmek için can atıyor ve ona yardım
edince de bir o kadar mutlu oluyordu. Elinden gelen
her şeyi yapıyordu ve yapmaya hazırdı...
Yukarı çıktılar. Afşan Berlin’e bilet almıştı. Tren her
saatte bir vardı. Aceleye gerek yoktu.
Saat 9:45’te Frankfurt Tren İstasyonu’na geldiler.
Tren sanki sadece onları bekliyordu.
İki kardeş kucaklaşıp vedalaşınca, Letya’yı derin bir
hüzün sardı. Vedalaşıp bir daha yüzünü göremediği o
kadar çok arkadaş kaybetmişti ki, bu serenadı hiç
sevmez hale gelmişti, hatta bazen vedalaşmaktan çok
korkar olmuştu.
Kondüktör düdüğü çaldı. Trenin kapıları kapandı.
Letya’nın Berlin’e tren yolculuğu başladı.
21
Alan Lezan – Letya
“Bay bay Afşan, bay bay benim canım ciğerim!” dedi.
Afşan ve Tren görünmeyene kadar el salladı.
Afşan, Letya’ya yer ayırmak için sormuştu ama O,
"Hayır! Sevmediğim herhangi birinin yanına zorunlu
oturmaktansa ayakta giderim daha iyi” demişti.
Trende ileriye doğru yavaş yavaş giderken birbirine
karşı duran üç boş koltuk buldu, sırt çantasını çıkardı
rafa yerleştirdi ve kendisini koltuğa bıraktı. Yanında
bir iki kitap ve Afşan’ın almış olduğu dergi ve gazeteler vardı. Onları okumak istedi, ama canı ilkin su istedi. Su içtikten sonra tuvalete gitti ve camdan dışarıya bakarak dağları, ormanları izledi. Sanki Qandil’deydi.
Kassel’a kadar yolculuk sakin geçti. Kassel’da trene
kadınlı erkekli birçok kişi bindi. Bunlardan biri 23-24
yaşlarında genç bir delikanlıydı. Biraz hippi tipliydi.
Öğrenci olduğu her yönüyle belli olan bu Alman
genç, karşısındaki koltuğa oturmak için Letya’ya;
„Özür dilerim, koltuk boş mu?“ diye sordu.
„Evet, boş!“ dedi Letya hafif gülümseyerek, camdan
dışarıya baktı.
22
Alan Lezan – Letya
Adam sırt çantasını rafa yerleştirdikten sonra elinde
dizüstü kendisini koltuğa salıverdi. O an Letya’nın
ilgisi dağılmış olacak ki, tekrar adama bir göz attı.
Adam nazikçe gülümsedi.
Letya’yı erkekler fazla ilgilendirmiyordu. Zaten dağa
çıkmasıyla birlikte cinsel duygularını dondurmuştu.
Bilindiği gibi partide aşk ve cinsel ilişkiler tamamen
yasaktı. Normal ve aklı başında bir insan bunu anlamazdı, ama bu maalesef bilinen bir gerçekti. Dünyada en doğal olgu olan sevmek ve sevilmenin yasak
olduğu bir yerde, özgürlük ve bağımsızlık için savaşmak yetmezmiş gibi, bir de parti içerisinde partiye
karşı savaşmayı, artık kimse kaldıramıyordu. Bu nedenle partideki bazı komutanlar bu tür şeylere artık
göz yumuyor ve içlerinde "sömürgecilere karşı savaştığımız yeter!” diyorlardı.
Karşı çıkanlar ise ajan olarak damgalanıyor; ya hapse
atılıyorlardı ya da işkence edilerek öldürülüyorlardı.
Partide herkes Başkan’ın söylediklerinden başka hiçbir şeyi savunmayacak, onun kulu kölesi olacaktı.
Tüm bunlar Letya ve onun gibi birçok insanı çıldırtıyorduysa da düşmana karşı olan kininlerinden dolayı
kimse sesini çıkarmıyordu.
23
Alan Lezan – Letya
Letya, trenden dışarı bakarken tüm bunlar üzerine
düşünüyordu ve camdaki yansımadan adamı izliyordu. Acaba diyordu; "Bu adam şimdi ne düşünüyor?
Acaba onun ne gibi problemleri var?” Sonra yüzünü
kitabına çevirdi, okuyormuş gibi diğer sayfayı arkaya
çevirdi.
24
Alan Lezan – Letya
4
T
ren bir salyangoz gibi sessizce ve yavaşça hareket edip yolculuğa devam ederken, Letya’nın bir
gözü kitapta bir gözü de camdaki yansımasından karşısındaki adamı gözlüyor ve Qadil’i düşünüyordu.
Qandil neresi Almanya neresi diye düşünürken adam
birden: “Elindeki kitabı ben de okudum! Garcia Lorca gerçekten harika!“ dedi.
O an da Letya geldiği sayfadaki şiiri Almanca sesli
okudu:
“Ay kocaman at kara
Torbamda zeytin kara
Bilirim de yolları
Varamam Kurtuba'ya”
Adam teşekkür etti ve „Garcia Lorca’yı okuduğuna
göre onu seviyorsun değil mi?“ diye Letya ya dikkatlice sordu.
Letya göz kirpiklerini kapatıp açarak: “Evet!“ dedi ve
nazikçe hafiften gülümsedi.
25
Alan Lezan – Letya
Adam, “Benim en çok sevdiğim şair Pablo Neruda’dır ama şairleri, sanatçıları kıyaslamanın doğru
olmadığını düşünüyorum, çünkü herkes kendisine
göre güzel ve iyidir!“ dedi.
Letya sesini çıkarmadı, ilkin camdan dışarı, sonra
tekrar ona baktı ve aniden;
“Yolculuk nereye?“ diye adama sordu.
Adam gülümseyerek, “Berlin’e gidiyorum. Kassel’da
bir arkadaşı ziyarete gelmiştim.“
"Ben de Berlin’e gidiyorum! Adım Letya! Tanıştığımıza memnun oldum!“
Adam, “Marc!“ dedi. "Ben de memnun oldum. Öğrenci misin?”
"Hayır! Meslek yapmak istiyorum ama bakalım yer
bulmak sandığımdan da zor. Benim Berlin’de ilkin ev
aramam lazım. Ben aslen Frankfurt’luyum. Berlin’e
yeni taşınıyorum.”
"A ha! Öyle mi? Ben iki senedir üç kişilik ortak bir
konutta kalıyorum. Gerçekten çok güzel! Arkadaşlar
ile çok iyi anlaşıyoruz. Benim tanıdığım iki kadının
oturduğu ortak bir konutta boş bir oda vardı. İstersen sana Ophelia’nın telefon numarasını vereyim bir
danış ona. Eğer oda halen boşsa onlara sen de katılırsın. Ophelia ve Miyu gerçekten çok iyi insandırlar.”
Letya, „Tamam! Neden olmasın?“ dedi ve telefon
defterini Marc’a uzattı.
Kendi kendine: “İyi, şansım yaver giderse oda aramaktan kurtulurum …”
26
Alan Lezan – Letya
Zaten kendi başına bir oda bulmak öyle basit olmayacaktı.
Marc, edebiyat okuyordu ve politik bilgisi de az değildi. Trende zaman çok hızlı geçti. İkisi çok iyi anlaştılar. Berlin’e yaklaştığında Marc, “Peki bugün yatacak yerin var mı?“ diye Letya’ya dostça sordu.
Letya şaşkın bir şekilde: “Hayır, şimdilik yok! Ama
kendime bugünlük bir pansiyon bulurum herhalde.”
Marc, “Belki sana komik gelecek ama doğrusu senden insan olarak çok hoşlandım. İstersen bu gece
bizde de kalabilirsin.”
Letya çok teşekkür etti ve “olmaz!” dedi, "Ben kendi
halime bakarım artık.“
“İstersen ortak Konut Santralı vardır. Orada kendine
bir iki haftalığına ya ortak konutta, ya da tek oda bir
yer de bulabilirsin. Çünkü pansiyonlar oldukça pahalıdır. Ayrıca, Berlin’de ev bulmak aylarını alabilir. Biz
İstasyon’da inince ben senin için Ortak Konut Santralı’nın telefon numarasını internette bulabilirim.”
Letya, bu iyi insana nasıl teşekkür edeceğini bilemiyordu: „Olur” dedi, "Zaten birkaç dakika sonra istasyondayız.“
İstasyona geldiklerinde bir internet kafeye gittiler.
Orada söz konusu telefonları aldılar. Sonra bir kafede
bir şeyler içtiler, telefonlarını ve maillerini birbirlerine
verdiler.
27
Alan Lezan – Letya
Marc, Berlin’de Letya’nın kontağa geçtiği ilk insan
olmuştu. Letya, sevincinden uçuyordu, hem iyi bir
insan tanımış, hem de belki yarından itibaren bir odası olacaktı. İşler yolundaydı.
Marc gittikten sonra hemen telefon kulübesine gitti
ve Ophelia’ya telefon etti. Saat 15:00‘e geliyordu ve
kimse evde yoktu ama bir telesekreter vardı.
Letya, “İyi...” dedi kendi kendine. "En iyisi ben Berlin’i biraz gezeyim akşama Ophelia’yı yine ararım.”
Marc trende Letya’ya Berlin hakkında birçok şey anlatmıştı. Kulüpleri, tiyatro ve sinemaları, kafe, restoran ve semtleri.
Berlin’in nüfusu 4 milyona yaklaşıyordu. Avrupa’da
gece hayatının en enteresan olduğu bir şehirdi.
Letya büyük Tren İstasyonu’nda bindi metroya ve
Friedrichshain‘e doğru yol aldı. Çünkü Ophelia ve
Miyu Friedrichshain’da oturuyorlardı.
Marc’ın anlattığına göre Berlin çok enteresan tarihi
bir şehirdi.
1933 Nazi faşistleri Almanya’da iktidara geliyorlar ve
Yahudilerin her şeyini yasaklıyorlar. Aynı yıl Berlin
28
Alan Lezan – Letya
Üniversitesi’nin önündeki alanda 20 binin üstünde
kitap yakıyorlar. Bu kitapların içinde "Alman olmayan ruh!“ denilen Heinrich ve Thomas Mann, Arthur
Schnitzler, Kurt Tucholsky, Max Brod, Arnold
Zweig, Lion Feuchtwanger gibi yazarların kitapları da
vardı.
1 Eylül 1939 yılında ikinci dünya savaşı başlıyor.
Daha 18 Ekim 1934‘te Yahudileri topluca sınır dışı
etmeler başlıyor. 9/10 Kasım 1938’de "Reichskristallnacht“ dedikleri Yahudilere karşı yakma ve yıkma
savaşı başlıyor. Birçok Sinagog’un yanında Yahudi iş
yerleri ve evleri de yakılıp yıkılıyor. 1943-45 yılları
arasında Berlin havadan bombalanarak yerle bir ediliyor ve 2 Mayıs 1945’te Naziler savaşı kaybediyorlar.
Geriye tahrip edilmiş şehirler, ölen 50 milyon insan
ve çekilen büyük acılar kalıyor. Berlin’in nüfusu
1939’da 4,3 milyondu ama bu sayı 1945’te 2,8 milyona düşüyor. Her üç evin biri yıkılıyor, gaz ambarlarında 60 binin üstünde Yahudi zehirlenerek öldürülüyor, inanılmaz büyük acılar çekiliyor.
1948’de Berlin; Ruslar, Amerikalılar, Fransızlar ve
İngilizler arasında dörde bölünüyor ve Berlin küçük
bir adayı andırıyor. Batı Berlin etrafı Doğu Almanlar
tarafından yapılmış, emperyalizme karşı duvarla çev29
Alan Lezan – Letya
rilidir. Amerikalılar bu adayı yıllarca hava yoluyla destekliyorlar. Doğu Berlin, Doğu Almanya’nın;
Bonn’da, Batı Almanya’nın başkenti oluyor ve Almanya Doğu (sosyalist) ve Batı (kapitalist) olmak
üzere iki devlete bölünüyor.
Letya tüm bunları okulda da öğrenmişti ama Marc’ın
sade, yalın ve tane, tane açıklaması başkaydı. "Acaba…” diyordu Letya "Tüm bunlara rağmen faşistlerin Almanya’da bir daha iktidara gelme şansı var
mıydı? Biz göçmenlerin sonu da Yahudiler gibi olur
muydu?”
Marc’a göre Almanlar okulda çocuklarını artık öyle
eğitiyorlardı ki, bir daha böyle şeyler olmasın! Ama
ekonomik krizler derinleşir, insanlar yine aç, susuz,
evsiz kalırsa her şey yine de mümkündü. Fakat yaşadığımız uzay, iletişim çağında Almanya global dünyaya öyle entegre olmuş ki, Naziler gibi faşistlerin artık
öyle şanslarının olmadığını düşünüyordu.
Ayrıca şimdiki Almanya’da yaşayan göçmenlerle o
dönemdeki Yahudilerin konumu başkaydı. Yahudilerin gideceği bir ülkeleri yoktu. Ama göçmenlerin her
an yine geri dönebilecekleri bir ülkeleri vardı. Bu nedenle göçmenler Yahudiler ile kıyaslanmaz, diyordu.
Letya’nın tüm bunları, zeki bir Alman edebiyat öğrencisinden duyması, kendisini bayağı rahatlatmıştı.
30
Alan Lezan – Letya
Doğu Almanya 7 Ekim 1949’da kurulmuş ve 9 Kasım 1989’da yıkılmıştı. Almanya böylelikle 40 yıl bölünmüş olarak kalmıştı.
Doğulular artık Rusça öğrenen cahil, fakir, İngilizce
bilmeyen, tekniksel geri olan "Cahil Ossi“; Batılılar
ise kibirli, zengin ve tekniksel ilerlemiş „Bilgili Wessi”
idiler.
Marc, “Biz 40 yıl içerisinde birbirimize çok yabancılaştık” dediğinde Letya sözünü kesmiş ve
“Kürdler de 1923’te Lozan antlaşmasıyla beş parçaya
bölündüler. Almanlar 40 yıl bölündü herkes ona karşıydı ve bu karşı çıkma elbette doğruydu tabi. Ama
Kürdler 87 yıldır bölünmüş, parçalanmış hiç kimsenin umurunda bile değil. Ne garip bir dünya değil
mi?” demişti.
Marc ise, “Bence bu Kürdlerin politik bir güç olmadığından kaynaklanıyor. Ayrıca, Batı hep kendi çıkarlarına göre hareket ettiğinden dolayıdır. Batı’daki
ülkelerin Kürdlerin kurtuluşunda hiçbir çıkarları yoktur. Ancak Kürdler kendi aralarında barışır, bölgede
politik bir güç olurlarsa, belki ondan sonra, Batı onlara gereken ilgiyi gösterir,“ diye eklemişti.
31
Alan Lezan – Letya
Kürdistan’ın bölünüp parçalanarak, farklı siyasi birimlerin egemenliğinde tutulması, elbette tarihi bir
haksızlıktı, insanlığa karşı işlenen bir suçtu. Gerçekten de Doğu ve Batı Almanya arasındaki sınırın
kalkmasını, özgürlük adına alkışlayıp, bayram havasına dönüştüren dünyalıların; Kürdistan’ın daha acılı
parçalanmasına gösterdiği lanetli sessizlik, elbette
anlaşılmazdı. Ama kınamaktan başka yapılacak bir
şeyde yoktu.
Marc, ancak bunun sadece tarihi bir haksızlık olmayıp; işleyen, süre giden bir haksızlık olduğunu bu
anlamda tarihi ve güncel bir realite olduğunu da
görmeliyiz demişti. Kore’de halen Kürdistan gibi
parçalanmış durumda. ‘Bana göre,’ demişti Marc,
‘dünyada suni olarak bölünmüş bütün milletler er
veya geç tabii sınırlarına kavuşacaklardır. Hele internetin olması bunu daha da hızlandıracaktır.’
Akşam saat 18:00’e geliyordu. Letya, Ortak Konut
Santralı‘na gitmiş, kendisine Friedrichhain’da dört
kişinin kaldığı ortak konutta, iki haftalık için bir oda
kiralamıştı. Eğer Ophelia ve Miyu’nun yanındaki boş
oda olmazsa, o zaman ilkin bu dört odalı evde kalacak ve oradan aramaya devam edecekti.
32
Alan Lezan – Letya
Letya, dört odalı odaya gitmeden önce Ophelia’ya
tekrar telefon açtı. Karşıda bir ses:
“Ophelia!“ dedi.
“Hallo Ophelia, benim adım Letya! Telefon numaranızı Marc’tan aldım. Marc’ın söylediğine göre oturduğunuz ortak konutun bir odası boşmuş. Ben Berlin’e yeni geldim, kendime ortak konutta bir oda arıyorum. Ortak konutunuzda ki oda daha boş mu acaba?”
"Merhaba Letya! Oda daha boş! Bugün de iki kişi
geldi ama daha kimin odayı alacağına karar vermedik.
İstersen bir randevu yapalım sen de gel, görüşelim.”
“Tamam! Ne zaman?“
"Yarın Pazar, kahvaltıya ne dersin? Şöyle saat
10:00’da. Miyu da evdedir.“
"Okay! Saat 10:00‘da. Ben beraber pide ekmeği getireceğim.“
"Nasıl istersen. Sevindim. Bay bay!“
"Bay, bay!“
Letya avizeyi kapattı ve yerinde iki ayağıyla havaya
uçarak: „Yuppi!“ dedi. "Her şey tam istediğim gibi.”
33
Alan Lezan – Letya
5
L
etya, Cumartesi akşamı saat 19:00’da Ophelia ile
randevu yaptıktan sonra onlara yakın bir yerde,
Friedrichshain’da kiraladığı odasına gitti. Bu evde çok
çeşitli insanlar yaşıyordu. Odasını kiraladığı kişi izindeydi, bu nedenle oda kiraya verilmişti ve sakinlerinin
hepsi öğrenciydi.
Letya’nın odası ana caddeye bakan, 20 metrekare
büyüklüğünde modern döşenmiş, yarı mobilyalı, çiçek dolu güzel bir odaydı. Odanın bir kadına ait olduğu her yönüyle belliydi.
Letya, mutfaktakilere „İyi akşamlar!“ dedikten sonra
odasına çekildi, yatağa uzandı, olup bitenleri bir film
şeridi gibi gözünün önünde geçirdi.
Qandil’i bir türlü kafasından çıkaramıyordu. Zaten
orada yaşadıklarını bir iki günde aklından çıkarması
mümkün değildi. Belki orada yaşadıkları bütün yaşamı boyunca kendisini gölge gibi izleyecekti.
34
Alan Lezan – Letya
Partiyi terk etmesi doğru muydu? Acaba hakkında
ölüm kararı verilmiş miydi? Aranıyor muydu? Bunların hepsini belki Fransa’da yaşayan Dilan‘ın kız kardeşinden öğrenebilirdi.
Dağlarda gizli yaşaması için hiçbir nedeni yoktu.
Orada hiçbir şeyden korkmuyor, istediği gibi yaşıyordu, çünkü dağlarda özgürdü.
Letya, ertesi gün saat 9:45’te Ophelia’nin kapısının
zilini çaldı. Bir Japon kızı kapıyı açtı ve
“Hallo! Benim adım Miyu! Sen de Letya olmalısın.
Buyrun içeri gel lütfen!“ dedi.
Letya, Miyu’ya teşekkür etti ve yüzünü saran bir tebessümle içeri girdi. Letya’nın gözleri sevincinden
parlıyordu. Sanki odayı alacağı, Miyu ve Ophelia ile
yaşaması bir yazgıydı.
Mutfağa gittiler. Mutfakta sofra daha yeni, yeni diziliyordu. Letya elindeki çantayı sandalyeye bıraktı ve,
"Size pide ekmeği getirdim. Bilmem sever miydiniz?“
dedi.
Miyu hemen, “Ben pide ekmeğine bayılıyorum! Teşekkürler… Bir şey içmek ister misin?”
Letya, “Bir kahve fena olmaz!” diye karşılık verdiği o
anda Ophelia içeri girdi. Ophelia uzun boylu, kısacık
saçlarını siyaha boyamış, siyah bir mini etek giymiş,
üstüne mavi bir üst giyinmiş güzel bir kadındı. Ophelia kısadan Letya’yı süzdükten sonra: “Günaydın!
Benim adım Ophelia! Berlin’e yeni mi geldin?”
35
Alan Lezan – Letya
"Evet, dün geldim.”
"Marc’ı nereden tanıyorsun?”
“Dün trende tanıştık. O gerçekten bir centilmen.
Bana çok yardım etti.”
Miyu, Letya’ya kahvesini doldurduktan sonra, “Berlin’e ilk olarak mı geliyorsun?“ diye sordu.
Letya kahvesine süt doldurdu ve Miyu’ya gülümseyerek: "Hayır! Okuldayken öğrenci olarak bir haftalığına gelmiştik. Başkada ben Berlin’i tanımıyorum.”
Ophelia ciddi bir ses tonuyla:
"Sorması ayıp, sen nerelisin?“
Letya: "Ben Frankfurtluyum“ deyince;
Ophelia gülerek, "Sen hangi milliyettensin? Onu aslında demek istemiştim.“
Letya biraz şaşkın bir şekilde, "Affedersiniz! Ben aslen Kürd’üm ama Alman vatandaşıyım. Frankfurt’ta
doğup büyüdüm.“
Miyu kahvesinden bir yudum aldıktan sonra, "Ne
fark eder canım, sen aynı zamanda Almansın, çünkü
Almanya’da doğmuş büyümüşsün“
Ophelia biraz utanarak, "Özür dilerim… Haklısınız… Benim için zaten bir insanın hangi milliyette
olduğu fark etmez ama bendeki merak işte… Letya
dış görünüşüyle bana göre bir İspanyol, ya da İtalyan
da olabilirdi… Onun için sordum …Lütfen kusuruma bakmayın! Öğrenci misin?“
"Hayır! Ben bir meslek öğrenmek istiyorum.“
Miyu, Letya’ya dönerek:
"Portakal suyu içmek ister misin?”
36
Alan Lezan – Letya
“Evet, teşekkür ederim Miyu!“
Ophelia:
"İyi o zaman istersen ilkin odaya bakalım, sonra daha
yakından tanışırız artık …“
Eski binadaki dairenin üç odası, banyo, mutfak ve
boş odanın balkonu vardı. Letya’nın odası ana caddeye bakıyordu. Güney batı istikametinde olduğu
için, sabahtan akşama kadar güneş görüyordu ve 24
metre-kare büyüklüğündeydi. Odanın altı cilalanmış
kalın meşe tahtalarıyla döşenmiş ve duvarlar bembeyazdı. Letya odayı görür görmez hemen balkona çıktı
ve oradan Simon-Dach Caddesi’nden de aşağılara
doğru baktı. Odayı çok beğendi, elinde olsa taşınmak
isterdi ve hemen, "Odanın kirası ne kadar?“ diye
Ophelia’ya sordu. "196.- Euro. Tabii kalorifer ve su
içinde!“
Letya, "iyi“ dedi ve mutfağa geçtiler.
Mutfakta bir buçuk saat sohbet ettikten sonra Letya
evine geri gitti. Odayı anlaşılan çok kişi ziyaret etmişti
ve yakında karar vermeleri lazımdı. Eğer kararı Letya
için vereceklerse o zaman aybaşında, yani iki hafta
sonra Letya odaya taşınabilecekti.
Letya, ayrıldıktan sonra Miyu ve Ophelia uzun uzun
gelenler üzerine tartıştılar, çünkü çoğuna Salı günü,
yani üç gün sonra karar veririz demiştiler. Miyu, Letya odaya taşınsın dedi ama Ophelia başkasından ya37
Alan Lezan – Letya
naydı. İki arkadaş bir türlü anlaşamıyorlardı ama Ophelia nedense Letya’nın sanki gizemli bir şeyi olduğunu, sanki bir şeyi sakladığını içgüdüsel sezinlemişti.
Ophelia ise açık ve net insanları seviyordu.
Ertesi gün Letya, Marc’a telefon etti ve onunla
Prenzlauer Berg’te bir yerde buluştular. Letya, Marc’a
odayı çok beğendiğini ama bunu orada söyleyemediğini, ne yapıp yapıp bu odaya taşınmak istediğini söyledi.
Marc bu arada Ophelia ile görüştüğünü ve odayı
kendisine verme tarafı olmadığını bildirince Letya
biraz hayal kırıklığına uğradı. Ophelia’dan aniden
soğudu.
“Neden?” dedi. "Ben ona bir şey yapmadım ki? Hem
sonra o beni daha hiç tanımıyor.”
Letya, zaten hiç kimseden ricada bulunacak, ya da
yalvaracak bir tip değildi. Eğer birisi kendisinden
hoşlanmıyor, onu istemiyorsa bu onun bileceği bir
işti. Artık üzerinde hiç durmayacaktı, ama hem Miyu
ve Ophelia’dan, hem de odadan inanılmaz derecede
hoşlanmıştı. Belki de bu ilgi, böyle güzel bir sohbeti,
5 senelik dağ yaşamından sonra, ilk olarak iki yabancı
kadınla yapmış olmasındandı.
38
Alan Lezan – Letya
Letya, "Neyse Marc!” dedi. "Ben artık başka yer arayacağım. Ne yapalım?”
Letya, gerçekten de odayı, Friedrichhain’i çok beğenmişti, ama yapılacak bir şey yoktu. Berlin dergileri
olan bir "Zitty” ve bir "Tip”i alarak eve gitti ve ilanlara baktı, oda aramaya devam etti. Kararını vermişti.
Üç veya dört kişilik bir ortak konutta oturup, 4 milyon insanın yaşadığı Berlin’de kayıplara karışacaktı.
İlk iş kendisine bir cep telefonu almaktı. Bunu Marc’a
danıştı. Marc’ın hemen her konuda bir bildiği vardı,
çünkü her şeyi internette iyice araştırıp bakardı.
Letya, ertesi gün Marc’ın önerdiği bir cep telefonu
aldı ve onunla ilk olarak Afşan’ı aradı. Olan biten her
şeyi anlattı. Afşan, ”Üzülme sen muhakkak güzel bir
meslek yeri ve oda bulursun,” dedi. “İlkin oda...”
dedi Letya. “Şöyle birkaç ay dinleneceğim bir oda
olursa güzel olur.” dedikten sonra kapattı.
Tam da kapatmışken aniden telefon çaldı. Letya, karşıdaki sesi hemen tanıdı. Ophealia arıyordu ve odaya
aybaşı taşınabilirsin diyordu.
Marc, Ophelia ile konuşmuş ve Ophelia’ya Letya’nın
cep telefonunu vermişti. Letya nasıl da sevinmişti.
39
Alan Lezan – Letya
Sanki Kürdistan'nın bağımsızlık ilanını haber almış
gibiydi.
Letya’nın sırt çantasından başka hiçbir şeyi yoktu,
ama Afşan: “Önemli değil sana gereken yardımı ben
yaparım” demişti. 196.- Euro Letya için az para değildi, ama ilkin en kısa zamanda kendine iş bulup,
meslek yeri bulana kadar çalışacaktı. Onun için oda
artık bulunmuş sayılırdı. Şimdi sıra bir yerlerde bir iş
bulmaktaydı!
Marc ‘Ben sana yardım ederim’ demişti. Çünkü Berlin’i avucunun içi gibi biliyordu. ‘Yeter ki sen bana ne
yapmak istediğini söyle’ demişti.
Letya, Marc’a gerilla hayatından hiç söz etmemişti.
Zaten Afşan’dan başkasına yaşamının bu kısmından
kimseye bir şey anlatmayacaktı. Gerilla hayatı onun
kalbinin derinliklerinde gizli bir sır gibi kalacak ve
sadece onun olacaktı.
Ophelia gibi insanlar hızlı düşünüp hızlı hareket
ederlerdi. Tez canlıydılar. Aynı anda birden fazla işle
uğraşabilirlerdi. Her işe kolaylıkla uyum sağlarlardı.
Fakat sürekli fikir değiştirirlerdi. Bu sebeple Ophelia
değişik karakterli olmasıyla tanınırdı.
Marc’ın dediğine göre Ophelia gibi insanları anlamak
zordu. Çok mutlu oldukları bir anda aniden mutsuz40
Alan Lezan – Letya
luğa kapılabiliyorlardı. Yanlış anlaşılmaya müsaittiler
ama dürüst, açık ve net insanları severlerdi. Gizli hiçbir şeyleri yoktu.
Ophelia bilgisi olmadığı konuları son derece ustaca
gizleyebilen, tam olarak bilmediği konuda ustaca bilgi
verip, dinleyenleri akıcı ve etkili konuşmasıyla rahatlıkla ikna edebilen bir mizaca sahipti. Gerçek düşüncelerinden çok, diğer insanların duymak istediklerini
söylemeyi daha uygun görürdü. Çabuk kavrayan bir
zekâya sahipti. Her zaman çekici ve mantıklı konuşmaya özen gösterirdi.
Ophelia, sürekli karar değiştirdiği için uzun projelerde çalışmaktan zorlanan bir kişilik sergilerdi. Maddi
konularda da değişkendi. Bazen çok cimri olabilirken
bazen çok bonkördü. Hareketli olmasından dolayı
sağlıklı ve güzel bir fiziğe sahipti.
Miyu ise detaycı, dikkatli, çalışkan ve zeki bir kadındı.
İş konusunda oldukça başarılı ve amacına ulaşmak
için, elinden gelen her şeyi yapan bir insandı. Olaylara
anında müdahale ederdi. İnsanlara yardım etmeyi
sevdiği gibi, aynı şeyleri onlardan da beklerdi.
Miyu, sanatı, çalışmayı ve üretmeyi delicesine seviyordu. Bu nedenle tembellik yapmak ona anlamsız
gelirdi. Ne var ki, aşırı detaycı olması, ayrıntılara takılı
41
Alan Lezan – Letya
kalmasına neden olsa da genelde sağlam adımlar atmasına yardımcı olurdu.
Aslında arkadaşlarını seçerken de titiz davranır, zor
beğenen bir yapısı olmasına rağmen, Letya’yı ilk gördüğünde sempatik bulmuştu. Zaten Ophelia’ya 'biz
Letya ile evlenmeyeceğiz, ille arkadaş da olmayacağız
o bizimle sadece yaşayacak. Ona bu şansı verelim'
demişti. Miyu, ilişkilerinde mesafeli olmayı seçen,
kendine özgü kuralları olan biriydi. Kimsenin kendisini kullanmasına izin vermezdi. Geleceğini garanti
altına almak için para biriktirir ama cimri biri değildi.
Lüksü sevmez, mütevazı bir yaşamı vardı.
Miyu, yaşadığı ortam ve temizlik konusunda da aşırı
titizdi. Japonlar çoğunlukla böyledirler. Doğru beslenmeye de önem verdiği için, oldukça sağlıklı biriydi.
Kendine aşırı özen göstermede üstüne yoktu. Kuralcı
yapısı dış görünüşüne de yansıyordu. Onu dağınık
görmek neredeyse imkânsızdı, ama o muhafazakâr
değil, tam tersine bir eksantriklik, bir egzotikti.
42
Alan Lezan – Letya
6
G
eleneksel kadın, küçücük bir kız çocuğu olarak
başlar, büyür, birilerinin ilk aşkı olur. Bazen
tercih eder, bazen de tercih etmek zorunda kalır. Deli
gibi sever ve katlanır her şeye, sevmeyi acı çekmek
zanneder, çünkü belki de sevmeyi hiç öğrenememiş,
belki de hiç sevilmemiştir. Ve hatalar yapar.
Kimileri de bir köy evinde çocuk yaşında ömründe
hiç görmediği, tanımadığı bir adama para karşılığı
satılı verilir. Oysa kimi daha şanslı doğar, yaşadığını
bilir, yolunu çizer, doğru zamanda doğru tercihler
yapar.
Letya bu tip bir kadındı. Binlerce örnek verilir kadına
dair; ezilen, hor görülen, taciz edilen, tecavüz edilen,
dul olan. Ama bir şey vardır ki tarifi yapılamayan
“Anne” olmak. En güzel kadın “Anne” olandır. Kadın kimileri için erkeğin namusu, kimileri için anamız,
bacımız, kızımız, sevgilimiz, arkadaşımız geleceğimizdir.
43
Alan Lezan – Letya
Letya’nın çocukluk arkadaşı Jandil bir keresinde; "Sadece bir kadını anlasam kendimi ermiş mertebesine
sokacağım,” diye söylemişti Letya‘ya. Gerçekten de
kadını, sevgiyi, aşkı anlamak, bir çiçeğin kokusunu,
uzayın ötesini anlamak gibidir. Letya, şu an her şey
olmak istiyordu ama o “Anne” olmak istemiyordu.
Çevresinde tanıştığı herkes ya okuyor, ya da okumaya
çalışıyordu. Kendisinin okumamasından adeta utanç
duymaya başladı. Tabii her insanın ille de okuması
mümkün ve gerekli değildi. Letya, zaten her mesleğe
ve her işe büyük saygı duyan birisiydi ama Marc’ın,
"Sen gel en iyisi okuluna devam et, ben sana yardımcı olurum!” demesi Letya’yı cesaretlendirmişti. Fakat Letya
artık 24 yaşındaydı. Bir meslek edinmesi belki yeterliydi. Düz işçi olmak zaten istemiyordu, çünkü mesleği olanların bile iş bulamadığı bir devirde, düz işçi
olup ta temizlik işi mi yapacaktı? Yoksa ömür boyu
bir mutfakta bulaşıkçı olarak mı çalışacaktı?
Okuması için en azından üç dört sene liseyi dışarıdan
bitirmesi lazımdı. Letya, zeki bir kızdı ve Marc’ın
önerisi üzerine uzun uzun düşünmüştü. "Liseyi bitirirsem 28 yaşım da olacağım,” demişti. ‘Ondan sonrada 4-5 sene okumak 33 yaşımda ancak üniversiteyi
bitiririm.’ Başkaları en geç 28-29 yaşlarında doktorasını yapıyorlardı. Tekrar masaya oturup bu yaşta ders
44
Alan Lezan – Letya
çalışmak, hem para kazanmak hem de öğrenci olmak
kolay değildi, ama çok yaşlı da değildi. Treni henüz
kaçırmış sayılmazdı. Almanların bazıları emekli olduktan sonra, bazıları da bir meslek yaptıktan sonra
okumaya başlıyorlardı. İyi bir meslek altın gibi değerliydi.
Letya, dört odalı evin mutfağında Jürgen ile tanıştı.
Jürgen, informatik okumuştu ve evinde serbest çalışıyordu. Kompüteriyle bazı firmalar için program yazıyordu. Yaşamından da oldukça memnun gözüküyordu.
Letya’nın son dönemler de tanıştığı hemen herkes
sanki yaşamından memnun ve mutluydular. Mutluluğun belki aileye katılıp kocası ve çocukları için yaşamak olduğu düşüncesi, eskiden doğru ve anlaşılırdı,
ama çağımızda nasıl öyle düşünüle bilinirdi. İnsan
kendi için zevkle yaşayamadıktan sonra başkaları için
niçin yaşasındı ki?
Letya, Jürgen ile biraz sohbet ettikten sonra odasına
dönüp çantasını aldı ve Frankfurt’ta gitmek için tren
ana istasyonuna geldi.
Yolculuk iyi geçti, kimseyle konuşmadı. Çünkü kapının hemen arkasındaki özürlülere tahsis edilmiş boş
45
Alan Lezan – Letya
olan tek koltuğa oturdu, gazete okudu ve yolun bir
kısmını da yatarak tamamladı.
Frankfurt’ta geldiğinde aynı otele gitti ve Afşan’ı bekledi. Aybaşı Ophelia ve Miyu’ya taşınacaktı. Onun
için ayıp olmasın diye kendisine bazı eşyalar lazımdı.
Afşan onun boyundaydı ve elbiselerinin yarısını bir
bavula doldurdu, "Al hepsi senin olsun! Gerisini bitpazarında temin ederiz, sen hiç merak etme” dedi.
Bir bavul dolu elbiseyle Letya ertesi gün yine Berlin’e
dört odalı evine taşındı.
Oda sakinlerinin bazıları kocaman mutfakta toplanmış konuşup duruyorlardı. Letya, ilkin odasına çekildi, sonra kendisini toparladı ve derin bir nefes aldıktan sonra kalabalığa katıldı.
Oda sakinlerinin hepsinin gözü yeni gelen konuktaydı. Letya, Jürgen’ın yanına yaklaştı ve Jürgen hepsine
hitaben, "Bu gördüğünüz sevgili Letya’dır, Frankfurt’tan geliyor, kendisini ortak konutta bir oda buldu, aybaşında taşınacak!' dedi. Odadakilerin bazıları
mırıldanarak, bazıları da bağırarak 'Gratuliere! Hi!
Hallo!’ dediler.
Jürgen, Letya’ya: "Bir şey içmek ister misin?“ diye
sorunca; Letya: "Ben musluk suyu alacağım sağ ol!“
dedi ve önündeki bira kasasına baktı. Sonra kasadan
bir bira çıkararak Jürgen’e açması için verdi. Jürgen
46
Alan Lezan – Letya
açtı ve kendisine geri verdi. Letya, hiç düşünmeden
kafaya dikti. Bu beş seneden sonra içtiği ilk biraydı.
Dört odalı evin kocaman mutfağında sanki bir parti
vardı. Letya, böylesi şeylere hiç alışık değildi. Qandil
neresi, Berlin neresi, bu Alman öğrenci topluluğu
neresi? Yeniden başka bir yaşama dönmüştü. Birayı
çok dikkatli içiyordu. Fazla bir şey de yemediği için,
kendisini çarpabilir, sarhoş olup etrafa kusmaktan, ya
da saçma sapan şeyler konuşmaktan ve rezil olmaktan çekiniyordu. Mutfakta masanın diğer ucunda kocaman bir salata, cacık ve pide ekmeği duruyordu.
Jürgen, Letya’ya: "Eğer açsan bir şeyler atıştırabilirsin,” dedi.
Letya biraz çekinerek, "Fena olmaz!“ diye karşılık
verdi ve yavaşça masanın öbür ucuna doğru ilerledi.
Orada Julia ve Andreas oturuyorlardı. Onlar ile uzun
bir konuşmaya daldı, zevkle yiyip içti, numaraları,
mailleri değiştirdiler. Orada tanıdığı herkes ya öğrenciydi ya da okulları yeni bitirmişlerdi. Kimi Jürgen
gibi çalışıyordu, kimi de halen okuyor ya da iş arıyordu.
Letya, ertesi gün yine Marc ile buluştu ve Berlin’i
gezdi. En sevdiği semt Nicolaiviertel dedikleri Yahudiler semtiydi. Oraya geldiğinde Marc, Yahudiler ile
ilgili birçok şey anlattı.
"İşte” dedi Marc, "Kürdlerin ve Yahudilerin kaderi
bir bakıma aynı ama Yahudiler devlet olmayı başardı,
47
Alan Lezan – Letya
çünkü arkasında zengin vatanseverleri vardı. İleri de
bunu Kürdlerin de başaracağını düşünüyorum.”
Marc bir optimistti. Zaten Letya’nın da böyle birisine
ihtiyacı vardı. Gerçekten bu son iki hafta içerisin de
tanıdığı bütün insanlar inanılmaz iyiydiler. Ama Marc,
Letya’ya: "dikkat et!” demişti. "Batı insanından bir
alacağın olmadığı sürece onlar hep iyidirler. Vermeye
gelince kötüleşirler.”
Nitekim ay başı gelmiş, Letya bavulunu ve çantasını
alarak Ophelia ve Miyu’nun ortak konutuna yerleşmişti. Ve aynı gün kendisine bir futon, yastık ve yorgan da aldı, cilalı parlayan meşe tahtalarının üstüne
serdi. Odada başka da bir şey yoktu, bomboştu.
Yeni gelen konuğun başka eşyası olmaması tabi ki ev
sakinlerini biraz şaşırtmıştı, ama Letya’nın 'Ben
Frankfurt’ta ailemin yanında kalıyordum, çoğu eşyalarımı orada bıraktım' demesi, 24 yaşındaki bir Avrupalı için normal olmasa da kabul görmüştü. Belki
Kürdlerde böyledir diye düşünmüşlerdi.
Letya’nın bağlı olduğu ve onu en çok düşündüren
insanlardan biri de annesiyle Afşan ve iki küçük kardeşiydi. Afşan 22 yaşındaydı ve halen anne ve babasının yanında kaldığı için Frankfurt’u bir türlü terk
edemiyordu. O da ortaokulu bitirmiş, Degusa’da var-
48
Alan Lezan – Letya
diyalı çalışıyordu. İşi zordu ama kazancı fena sayılmazdı. Afşan zeki bir kızdı ama maalesef diğer Kürd
çocukları gibi kimse ilgilenmediği ve yol göstermediği
için okuyamamıştı. Diğer iki kardeşleri daha küçüktü
ve okula gidiyorlardı.
Letya’nın diğer gerillalar gibi ölüm haberini beklerken, aniden sağ çıkıp gelmesi Afşan’ı inanılmaz derecede sevindirmişti.
Letya, Afşan’a, "Anneme geldiğimi şimdilik söyleme.
İşlerimi hallettikten sonra huzur içerisinde gelip görürsem daha iyi olur!” demişti. Afşan da: "Sen geldin
ya gerisi artık önemli değil,” demişti.
Marc ise bambaşkaydı. Edebiyat okumasına, sanat ile
ilgilenmesine rağmen maddiyata çok önem veren bir
insandı. 'Sahip olma' onun sanki yaşam felsefesiydi.
Bu nedenle, Letya ile her görüşmesin de muhakkak
okuması ve para kazanacak bir meslek edinmesi gerektiğini hep söylüyordu. ‘Ekonomi oku!’ diyordu.
‘Kürdlerin en çok yapması ve üzerinde durması gereken şey ekonomidir. Kürdistan zengindir. Bu nedenle
Kürdler kendi ekonomisini kendileri çevirecek konuma gelmelidirler.’ Marc, Letya’ya her defasında
üstüne basa basa ‘ekonomi oku, sonra da Güney
Kürdistan’a yerleş’ diye akıl veriyor ve yol gösteriyor49
Alan Lezan – Letya
du. Marc, işlerine düşkündü ve çok da sabırlıydı. İyi
bir yazar değildi ama öğretmen olmak için yeterliydi.
Başladığı işleri disiplinli, metanetli ve sabırlı yapmada
olduğu için sonuna kadar devam ederdi. Fakat risk
almaktan pek hoşlanmadığı için, kendini emniyette
hissetmek isteyen birisiydi. Aynı zamanda çok güvenilir ve merhametliydi.
Marc, insanlara yardım etmekten hoşlanıyordu. Kararlı, güvenilir ve sıcakkanlı olduğundan çevresi tarafından aranan değerli bir insandı. Somut konulara
karşı, -şimdi Letya’nın içinde bulunduğu durum gibiilgi alanıydı. Bu sayede de ruhsal olarak doyuma
ulaşmıştı. Rahatlığına düşkün olan Marc, fazla parası
olmadığı halde lüksten ve konfordan keyif alıyordu.
Onun için para, düşlediklerini rahat ulaşmak için sadece bir araçtı. Dikkatli olmasından dolayı çok fazla
hata yapmıyor ve fırsatları değerlendirmekte ustaydı.
Ne var ki, Marc beslenmesine dikkat etmediği için
biraz kalın bir vücuda sahipti. Ama bu fiziksel yapısı
Letya’yı hiç ilgilendirmiyordu. Letya, Marc’ı bir dost,
bir arkadaş ve sade bir insan olarak seviyordu.
Letya’nın Marc gibi birisi ile tesadüfen tanışması bir
nimetti. Çünkü Letya neredeyse attığı her adımı ona
soruyordu. Marc ise sanki onun bir danışmanı, kılavuzuydu… Bu arkadaşlığın nereye varacağı bilinmez50
Alan Lezan – Letya
di, ama bu son üç haftada Marc’ın Letya için yaptıkları senelerdir Letya’nın tanıdığı, arkadaş bildiği insanların yapmadıklarıydı. Afşan, Dilan ve gerilladaki
arkadaşları bu konuda istisnaydılar.
Letya, bomboş odasına geri çekildi, kapısını arkadan
kilitledi ve yatağa sırt üstü uzandı, bembeyaz tabana
gözlerini dikti ve hıçkırarak ağladı. Artık sevincinden
miydi, üzüntüden miydi bilemiyordu ama güzelce
içini boşaltmıştı. Sonra kalktı balkona gitti, SimonDach Caddesi’nde yürüyen, kafelerde oturan, keyif
yapan insanlara baktı ve içini derince çekti. O Kürdistan’dan ayrılalı tam üç hafta olmuştu ve anlaşılan,
Kürdistan’ı, Qandil’i, Zagros’u, Serhat’ı, Cudi’yi, Gabar’ı ve arkadaşlarını çok, çok özlemişti. ‘Acaba partiden kaçmakla ben gerçekten halkıma ihanet mi ettim?’ diye kendisine sormuş ve derin düşüncelere
dalıp gitmişti. Tekrar odaya döndü ve kendini yatağına bırakarak derin bir uykuya dalacakken aniden birisinin kapıya vurmasıyla uykusundan uyandırıldı. Miyu sessizce: "Oh! Özür dilerim! Yeşil Japon çayı yaptım. Bir yudum almak ister misin?“ Letya, ikiletmeden, "Evet, evet! Hem de severek” dedi.
51
Alan Lezan – Letya
Miyu, çayı balkona getirdi ve yıllardır birbirlerini tanıyorlarmış gibi balkonda oturup, akşama kadar dostça
sohbet ettiler.
Miyu, Japonya’dan ve çocukluğundan, sanat ve pedagojiden anlatırken, Letya Frankfurt’taki yaşantısından
anlattı. Saat 19:00’a doğru Ophelia geldi. Sanki kızmış
bir hali vardı. Miyu:
"Aldırma! O işten gelirken hep öyledir,“ dedi.
Ophilia 27 yaşında Komünikasyon Dizayn okumuş
ve bir seneden beri de bir acentede çalışıyordu. Görevi medya, çizim ve resim ile ilgilenmekti ama o daha çok internet sayfaları yapmakta ve internet sayfalarını yapan insanları yönlendirmekle görevlendirilmişti. Politika, sanat ve kültüre de büyük ilgisi vardı. Üstünü başını değiştirdikten sonra o da balkona geldi ve
partiye katıldı.
52
Alan Lezan – Letya
7
B
eş sene gerilla da kalmış bir insanın hayatı anlatılmaya kalkışılsa oda dolusu romanlar olur.
Letya, beş sene içerisinde inanılmaz birçok şey yaşamıştı. Bu nedenle gece yatamıyor, garip garip, bazen
de korkunç rüyalar görüyordu. Yanı başında kaç sevdiği arkadaşı şehit düşmüştü? Kaç kişinin elini ayağını
kesmek zorunda kalmışlardı? Ne acılar çekilmişti?
Tüm bunları ancak uzun süre gerillada kalanlar biliyordu.
Kürdistan’ı ortadan ikiye bölen Irak-İran sınırında
yer alan Qandil Dağı 3587 m yükseklikte, 1500 km
uzunluğundaki Zagros Dagları’nın bir bölümünü
oluşturdu. Letya, Qandil‘den yukarı Zagroslara geçeli
neredeyse bir yıl olmuştu. Henüz bir yıllık gerillayken, hızın ve tutkunun esaretinde, kendini ve dağları,
ovaları aşmanın arayışı içindeydi.
Aslına bakılırsa insan yalnız başına üç gün bile dağda
yaşayamaz. Her an basan yorgunluk, her an üşüyen,
terleyen vücut, her an açlık, susuzlukla boğuşmak
53
Alan Lezan – Letya
zorundasın. İklimle, araziyle, toplumla, düşmanla
mücadele ediyorsun. Elinde bir Kalaşnikof ve hırkandan başka hiçbir şey yok. Seni ayakta tutan tek
şey kurtuluşa, özgürlüğe ve bağımsızlığa olan inancındır.
Letya, bu beş sene zarfında arkadaşlarıyla dağları
gezmek, araziyi tanımak, eğitim görmek ve düşmanla
sayısını bilmediği çatışmalarla geçirmek zorunda kaldı. Ormanlarda gizlenerek yaşıyorlardı. Bazen bir
ağacın dibinde, bazen de bir yerde küçük bir taşın
altını oymuş, oraya öyle kıvrılıyorlardı. Bazen yasak
olmasına rağmen ateş yakabiliyor, öyle ısınıyorlardı.
Orada bir çoban kendilerini görüyorsa, başka bir ormana, başka bir tepeye, vadiye gidiyorlardı ve oraya
siniyorlardı. Kışın ahırlarda samanlıkların, otların
içinde kalıyorlardı. Bazen gecede iki, üç kez yer değiştirmek gerekiyordu. Herhangi bir yerde yattıklarında
‘yastık olsa da başımızı koysak’ diyorlardı ama "uykuda yakalanırız” korkusuyla bir gözü uyanık, bir gözüyle de uyuyordu. Gözler yarı açık eli daima Kalaşnikof’un tetiğindeydi. Artık gerillada öyle bir duyarlılık oluşmuştu ki, kafalarını taşa koyarlarken, yüzlerce
kilometre uzaklarda bir helikopter kalktığında topraktan telsiz gibi onun sesini duyuyorlardı.
54
Alan Lezan – Letya
Kıştı.
Karlar bir iki metre yükselmişti ve kar gerillaya düşman gibiydi. Kar kaç gerillanın ellerini ve ayaklarını
almıştı. Kaç gerillayı ölüm uykusuna daldırmış ve
yorgan gibi örtmüştür üstünü bilinmez.
Dağların zirvesinde kışlar en şiddetli, en soğuk ve en
acımasız haliyle yaşanırdı. Zagrosların zirvesi yüksek
kayalıklarından ve derin uçurumlardan oluşuyordu.
Zirve deyip geçmemek lazım! Labirent kayalıklar ve
dibine bakmaya cesaret edilmeyen uçurumlar, ona
zirve olmanın tüm vasıflarını kazandırmış, üzerinde
olana yaşamını koruması için her türlü imkânı tanımıştı.
Gerillanın sadece Kalaşnikof’u ve BKC’si vardı.
Düşmanın ise insanın sayamadığı kadar çeşitli silahları, on binlere varan askeri vardı. Letya, bile buna şaşırıyordu bazen. Bu dengesiz koşullarda nasıl savaşabildiklerine...
Bir defa mola vermişlerdi. Güneş sanki başucunda,
rüzgâr en şiddetli şekilde esiyor, insanın kulaklarını ve
dudaklarını jilet gibi kesiyordu. Letya, Batı’ya bakan
zirvenin tam üstüne çıktı, silahını yanına koydu ve
oradan karşıdaki köyleri seyrederken, birinin eldivenli
sağ elini eline alıp okşadığını hissetti. Önce heyecan55
Alan Lezan – Letya
dan titremeye başladı. Damarlarındaki kan en hareketli şekliyle kalbini güm güm diye vuruyordu. Letya,
yavaşça başını sağa doğru çevirdi ve yanında elini
okşayıp öpen Dilan’ı gördü ve şimşek çakar gibi hızla
elini geri çekti. Dilan özür diledi. Letya; "Ya birisi
bizi görünce ne olacak?” diye Dilan’a çok fena kızdı.
Dilan canlı hareketleri, sağlam ve sakin görünüşüyle
tanınırdı. Hiçbir zaman kendisinden şüphe duyulmayacak kadar güçlü bir yapıya sahip olmasına rağmen,
insanları tanıma konusunda pekiyi değildi. 27 yaşında
olmasına rağmen bazen saf ve temizdi... Doğallığı,
neredeyse çocuksu cazibesi ve gözlerinde parıldayan
yaşam sevinci, birçoklarında reddedilmez etki bırakan
bir çekim gücüne sahipti. Dilan, güzel ve atletik bir
kadındı. Letya, onu görünce bazen şehvetleşir ama
bunu ona hiç hissettirmediğini sanırdı. Asalet, cesaret, doğru sözlülük, sevme yeteneği, iyilik gibi seçkin
yetenekler Dilan’ı tarif etmeye yetmezdi. Ne yazık ki,
kibir, gurur, hâkimiyet hırsı, küstahlık, kendini beğenmişlik de kendisinde vardı. Dilan’ın kararları kendi göre hatasızdı. Davranışları Letya’ya hoş gelmediği
halde o, sanki herkese ve her şeye hükmetmeliydi.
Aşkın gerillada yasak olduğunu bilmesine rağmen,
gördüğü her fırsatta Letya’ya karşı isteklerini, sevgisini dile getirmekten tereddüt etmezdi. Öte yandan çok
56
Alan Lezan – Letya
duygusaldı. Elinin geri çevrildiği her manevradan
sonra, en azından bir iki gün Letya ile konuşmazdı.
Dürüsttü, kendini feda etme derecesine varabilen iyi
kalpliliği, verdiği sözlerden anlaşılıyordu. Ama kesinlikle güvenilir bir insan tipiydi. Belki bu nedenle Letya onuna, bazen sevgisini belli etmesine izin veriyordu. Ama Letya, bu nedenden dolayı başına bir iş gelsin istemiyordu. Çünkü davası uğruna her fedakârlığı
yapmaya hazır bir kadındı. Bu ilişkinin bilinmesini
asla istemezdi. O sadece bulunduğu ortamın sorumluluğunu yerine getirmekle sınırlamak istiyordu. Sorumluluk taşımak Letya için bir zahmet değildi. Tam
tersine, 'her şey iyi gitmeli' fikri, zorlukları kolayca hal
etmesini sağlayacak bir ilke olmuştu. Oysa sevgi,
kırmayan bakış, incitmeyen kalpti. Letya’da sevginin
tarif edilmez bir tutku olduğunu, yaşadığı şartlarda
ulaşılmaz, mümkün olmayan bir tutku olduğunu çok
iyi bildiği için duygularına, seksüel güdülerine tamimiyle hâkim bir kadındı.
57
Alan Lezan – Letya
8
G
ünler hızlı geçti. Letya’nın ortak konutta oluşu,
beşinci haftasını dolduruyordu. Bu beş hafta
içerisinde Letya dinlenmekten başka fazla bir şey
yapmadı. Bu arada konuttaki arkadaşlarını ve onların
arkadaşlarını, misafirlerini biraz tanıdı. Kendi odasına
bir masa ve raf, içeriye ve balkona birkaç çiçek aldı.
Oda biraz oturaklı olmaya başladı ama yine de boş
yerler çoktu. Zaten böylesini de Letya seviyordu. O
eşyalarla doldurulmuş bir evi olsun istemiyordu.
Letya, Pazartesi erkenden kalktı ve polise gidip kayıt
oldu. Poliste evden kaçtığını ve illegal yaşamak zorunda kaldığını, bu nedenle adresinin gizli tutulmasını
istedi. Ondan sonra liseyi dışarıdan bitirecek bir okul
aradı ve Berlin Akşam Lisesi’ne danıştı. Orada okulun Ağustos’un 31. de başlayacağını ve burs alacağını
söylediler. Letya buna çok sevindi. Ağustos’un sonuna kadar fazla zaman yoktu zaten. Okula üç buçuk
sene gitmesi lazımdı.
58
Alan Lezan – Letya
Oradan çıkar çıkmaz hemen Marc’ı ve Afşan’ı aradı
ve durumu izah etti. Marc ile Afşan çok sevindiler ve
kendisini kutladılar. Bu telefonlardan sonra Letya alış
verişe gitti ve akşama arkadaşlarına bir Kürd yemeği
yapmayı kararlaştırdı ve yemeğe Marc’ı da davet etti.
Gerek Miyu ve gerekse Ophelia’nin hayat arkadaşları
yoktu, ama beraber kaldıkları çok kişi vardı. İkisi de
söylediklerine göre 'açık ilişkide’ yaşıyorlardı. Bunun
anlamı herkesin tamamen birey olarak özgür olmaları, kimseye bağlanmamaları, istedikleriyle cinsel ilişkiye girmeleriydi. Aile kurmak, çocuk sahibi olmak
hiçbiri şimdilik istemiyordu.
Letya’nın kafasında ise Kürdistan, gerilla ve şimdi de
okulu vardı. Sex, O’nun için bir tabuydu. 24 yaşında
olmasına rağmen cinsel ilişkiye hiç girmemişti ve
girmeye de hiç niyeti yoktu. Marc ile olan ilişkisi sadece dostçaydı. Letya için “aşk” yabancı bir kelimeydi.
Akşam yemeğinde Letya büyük bir ‘zerfet’ yaptı.
Herkes bu yemeğe şaşırmış ve hayatlarında ilk olarak
Kürd yemeği yiyorlardı. Letya, yemekte ayranın yanına birkaç şişe şarap almıştı. Fazla alkol içmiyordu
ama bazen tadına bakıyordu.
59
Alan Lezan – Letya
Letya, aşırı bir şekilde alıngan, hassas ve evhamlı olan
insanları pek sevmiyordu. Ophelia belki biraz bu tip
insanlardandı, sorumluluklarının bilincinde olduğu
için etrafındaki insanlardan da sorumluluk beklerdi.
Ayrıntılara önem verdiğinden dolayı işlerinden başarılı sayılırdı. Ophelia, belki aşırı duygusal ve duyarlıydı. Bu nedenle kendisi de iletişim içinde oldukları
insanlarda duyarlılık ve iyi niyet arardı. Ancak kendisini iyi hissettiğinde yardımsever, sıcakkanlı, anlayışlıydı. Eğer kendini iyi hissetmezse, ‘domuz‘ gibi bir
karaktere sahipti.
Son günlerde, Ophelia’nın iş yerinde, bazı şeyler istediği gibi yürümediğinden, onun hıncını Letya’dan
çıkarıyordu. Buna Miyu müsaade etmiyordu. Letya
ise onun bu komik davranışlarını görmezden geliyor,
hepsini sanki hiçbir şey olmamış gibi yutuyordu. ‘Olsun’ diyordu, ‘Belki de beni fazla sevmedi, ama bu
durum birbirimizi yakından tanıdıkça ilerde düzelir’
diyordu.
Ophelia, hiç sebep olmaksızın alıngan ve somurtkan
olabiliyordu. Sabırlı ve nazikti ama tartışmalardan ve
eleştirilmekten pek hoşlanmamasına rağmen, bazen
sabah geç saatlere kadar mutfakta tartışır dururdu.
Kendini haklı çıkarmak, dinletmek pek hoşuna giderdi.
60
Alan Lezan – Letya
Marc’ın Ophelia ile açık ilişkisi vardı ama, uzun süredir birbirlerini görmemiş, aralarında son dönemlerde
de cinsel hiçbir şey olmamıştı. Şimdi ikisi mutfağa
oturmuş iyi bir arkadaş gibi sohbet ediyor, şakalaşıyorlardı.
Miyu, bir dedektif gibiydi. Çok meraklı olduğundan,
bazen Letya’yı sorulardan boğuyordu. Letya ise çoğu
kez yalan söylemek zorunda kalıyordu. Sanki son beş
sene gerillada değil, Frankfurt’ta yaşamış gibi cevap
veriyordu. Afşan, Letya’ya Frankfurt yaşantısından
bazı kesitler anlatmıştı. Zaten masadakilerin hiçbiri
Frankfurt’ta gelmemiş, Frankfurt’u tanımıyorlardı.
Bu durum Letya için bir avantajdı.
Mutfakta sohbet ederlerken Ophelia, bir kadının
kendisini cinsel olarak metalaştırma tercihinin bir
güçlenme eylemini temsil edebileceğini ve böyle bir
tercihin kesin olarak olumsuz biçimde değerlendirilemeyeceğini söylüyordu. Bir kadın isterse sokakta
çıplak dolaşsın, isterse fahişe olsun bu onun bileceği
iştir. Ophelia, bu nedenle pornografiye karşı bile değildi. Her insan yaptığından sorumludur ve başkasının yaptığı gözüme sokulmadıkça kimin ne yaptığı
beni ilgilendirmez diyordu.
61
Alan Lezan – Letya
Letya ise bunları bir kadının ağzından duyduğuna şok
olmuştu, ama kendi köşesine geri çekmiş onları dinlemekle yetiniyordu. Marc ve Miyu‘da bu konuda
başka düşünüyorlardı.
Miyu, kadının metalaştırılmasının doğası gereği sorunlu olduğu düşüncesinden hareketle, bunu reddediyordu. Genel olarak pornografiye, özel olarak da
kadınları şiddete ve kötü muameleye maruz kalırken
tasvir eden pornografiye karşıydı. Toplumsal cinsiyet
stereo tiplerinin hem erkekler hem de kadınlar açısından zararlı olduğunu düşünüyordu.
Ophelia ise sıkça 'kadınsı' stereo tiplerin kadını güçlendirmeye katkısı da bulunabileceğini savunuyordu.
Bu nedenle çok seksi giyinip kuşanıyordu.
Marc, Letya’ya bir göz attıktan sonra "Efendim! Belki
de her ikisinin ortasını bulmak lazım, çünkü bazı erkeklerin pornografiye ihtiyaç duyduklarını kesin olarak biliyoruz. Eğer bir kadın zor kullanılmadan kendi
isteği üzerine bunu yapıyorsa o zaman elbette bu
onun bileceği bir iştir ve bize ona saygı göstermek
düşer. Kimse ona karışamaz. Ama maalesef çoğu
zaman zor durumda olan kadınlar, genellikle para için
bu işi yapıyorlar, yoksa gönüllü istediklerinden, yani
zevk aldıklarından değil.“
62
Alan Lezan – Letya
Ophelia, "Tamam! Bu konuda ben sana katılıyorum
ama, benim demek istediğim daha çok bir insanın,
özgür isteği üzerine kendisini 'metalaştırma' özgürlüğünün olduğunu söylemek istiyorum.”
Miyu, "Bu tartışma, bazı ilginç ve önemli açılardan,
hayvan sömürüsüne toptan son verilmesini savunanlar ile hayvan refahı anlayışını savunanlar arasındaki
tartışmaya benziyor. Aslında, post-modern feminizm
ve hayvan refahı anlayışı, aynı teorinin farklı bağlamlardaki uygulamalarıdır.“
Letya, derin bir soluk aldıktan sonra "Ev içi hizmetlerin toplumsal bir iş olmaktan çıkıp, özel bir hizmet
haline dönüştüğü tarihsel dönem, ataerkil topluma
geçişi ve kadının sosyal ezilmişliğinin başlangıcını
oluşturur.“ Ve devam etti: "Kadınlar, erkek cinsi ile
hukuksal olarak eşitliği sağladıkları ölçüde, kendi
ezilmişliklerinin hak yoksunluğundan değil, bizzat
kapitalizmin ekonomik karakterinden kaynaklandığını
görürler ve doğrudan, açık bir biçimde sermaye düzenine karşı savaşıma yönelmelerinin imkânları, ileriki aşamalar da genişlemiş olur.“
Ophelia sesli gülerek "Oh!“ dedi, "Marx konuşuyor!“
Miyu, "Ben de Letya’ya katılıyorum ama, ben Marxist
değilim. Bence kadının yaşam koşullarının düzeltilmesini, sömürünün ortadan kalkmasını beklemeden
de gerçekleştirmek mümkündür. Letya’nın erkek ve
63
Alan Lezan – Letya
kadın arasındaki 'hukuksal eşitliğe' değinmesini
önemli buluyorum.”
Marc, Letya’ya dönerek: "Bence“ dedi, "Klasik anlamda sömürü artık yoktur. Bu uzun konu olduğundan aslında tartışmak istemiyorum. Esas olan, şu an
ne yapabileceğimizdir. Daha doğrusu kadının ne istediğidir.”
Letya, "Kadın tarafından yapılan ‘ev işlerinin kamusal
değil de özel bir karakter arz etmeye başlaması, o
tarihsel dönemden bugüne, kadını bir 'baş hizmetçi'
haline dönüştürmüş ve cinsel baskının da nesnel temeli olmuştur. Kapitalizmin kadını toplumsal üretime dâhil etmesi, ‘özel ev işlerinin’, ya da başka bir
ifadeyle iş gücünün yeniden üretimi işinin toplumsallaştırılmaması nedeniyle, kadının cinsel sömürüsünü
ortadan kaldırmamaktadır. Yalnızca kadını üç çeşit
sömürü ile yüz yüze bırakmaktadır. Birincisi; ev işleri
yaparak; ikicisi; dışarıda çalışarak, yani işgücünü satarak; üçüncüsü; seksüel sömürerek! Bence pornografi
kadını sömürmek ve aşağılamaktır. Kadın bir seks
objesi, ya da satın alınacak bir nesne değil, her şeyden
önce bir insandır.”
Mutfakta ki herkes seslice güldü.
Ophelia, "Baksana sen tam bir devrimciymişsin!“
dedi.
64
Alan Lezan – Letya
Marc, "Bence Letya’nın dedikleri özünde doğrudur,
ama ben daha çok özgür bireyin özgürlüğünden yana
olduğum için, bir kişinin özel hayatına saygım vardır.
Pornografiyi sevmem ama yapanların da hoşuna gidiyorsa ne yapalım? Ophelia’nın dediği gibi gözümüze
sokmadıkları müddetçe kendi bilecekleri bir iştir.
Sonuçta her kesin vücudu kendine aittir. Onunla her
istediğini yapmada tamamen özgürdür. Yaşa ve yaşat!” dedi.
Miyu, “Bence biz çok yüzeysel tartışıyoruz. Letya çok
önemli noktalara değindi, söylediklerini yabana atmamak lazım.”
Letya, "Sorun, cinsiyetçiliğe karşı olanların, sömürüye
dayalı bu kurumlara karşı çıkmalarının gerekip gerekmediği meselesidir bence,” dedi.
Marc, "İstersen tartışmayı burada keselim! Biz bu
sorunu zaten burada ve şimdilik çözemeyiz.” Letya’ya dönerek: "Yarın sinemaya ne dersin?”
Letya: "Neden olmasın? Hangi filmi öneriyorsun?”
Marc, masada "Zitty” dergisini aldı, açtı ve baktı.
Saat 24:00’e geliyordu. Ophelia ve Miyu, Letya’ya
yemek için içten teşekkür ettikten sonra yatmaya gittiler. Marc ve Letya da yarın için film aramaya başladılar.
65
Alan Lezan – Letya
9
G
ünler yine geçmiş, bir hafta sonu daha gelmişti.
Cumartesi‘ydi. Ophelia, en enteresan giysilerini
giymiş mutfakta Miyu’yu bekliyordu. Odasından seksi
bir elbiseyle çıkan Miyu, Letya’ya sordu: "Sen de bizimle gelmek istemez misin?”
Letya her ne kadar 'Hayır' dediyse de beş para etmedi
ve sonunda fazla diretmedi, "İyi! Madem bu kadar
ısrar ediyorsunuz ben de geliyorum.“
Letya, her zaman giydiği elbiselerinden birini giydi ve
üç kadın gece saat 02:00 sularında yola koyuldular.
Friedrichhain’e yakın bir yerde 'Ost-Gut‘ denilen bir
kulübe gittiler. Kulüp dört bölümden oluşuyordu.
İçeri girdikten hemen sonra büyük bir hol vardı. Holun arkasında Chill-Out için bir oda, sağ tarafında yan
yana üç tane birbirine bağlı normal büyüklükte
‘dark-room‘ dedikleri karanlık odalar vardı. Sol tarafta bir merdiven teraseye açılıyordu, çoğu insanlar
66
Alan Lezan – Letya
orada chillenip, dans ediyorlardı. Buraya ‘Panorama
Bar’ diyorlardı.
Bu hafta sonu Ost-Gut’ta homosexüellerin bir partisi
vardı. İçeri girer girmez Letya sanki kültürel bir şok
geçirdi, çünkü kimin kıçı açıktı, kimi çırılçıplak, dufduf Techno müziğinin temposunda dans ediyor,
keyif yapıyor, gülüp eğleniyorlardı. Üç kız beraber
biraz ileriye, dans pistine doğru gittiler. Herkes delice
dans ediyor, kimileri de bir köşede, ya da ortalıkta
çılgınca sevişiyordu. Ophelia hemen dans etmeye
başladı, Miyu, Letya’nın elini tuttu ve ‘dark-room’
dedikleri odalara götürdü. Odalar neredeyse kap karanlıktı. Hafiften kırmızı, yeşil ve mavi neon ışıklarının altında kimisi uyuşturucu alıyor, kimi lateks giyinmiş, siyah, yeşil, mavi, kırmızıya bürünmüş, acayip
peruklar takmış anal veya oral seks yapıyor, kimi de
gruplar halinde sevişirken, bazıları da köşelerde durmuş onlara bakıp elleriyle doyuma ulaşıyorlardı. Letya, tüm bunları görür görmez hemen dışarıya fırladı.
Miyu peşinde geldi ve, "Letya neyin var?“ diye sordu.
Letya, "Karnım fena şekilde ağrıyor!“ Ve bozuntuya
vermeden "Ben eve gitmek istiyorum!“ dedi.
Miyu, şaşırmıştı ama "İstersen başka bir yere gidelim!
Ne dersin?”
Letya, "Hayır! Ben eve gitmek istiyorum! Zaten geç
oldu. Yarın erken uyanmam lazım!“ dedi ve yola ko67
Alan Lezan – Letya
yuldu. Yolda yavaş yavaş eve doğru gelince sanki
birisi kendisini takip ediyordu. Letya gittiği caddeden
sola döner dönmez bir binanın önünde durdu ve
içeri giriyormuş gibi yaptı ve bekledi. Adam hızlı
adımlarla geldi, Letya’yı arıyormuş gibi bir sağa, bir
sola baktı, binanın önündeki nişede saklanan Letya’nın yanından geçip gitti. Letya adamın uzaklaştığını görünce sessizce eve doğru yürümeye devam etti
ama ödü kopmuştu. Kim olabilirdi bu saatte? Partiden birisi olabilir miydi? Kaldığı yeri biliyorlar mıydı?
Letya, evde ilkin derin bir nefes aldıktan sonra mutfağa gitti ve kendisine bir çay yaptı. Bu akşam gördüklerine bir türlü inanamıyordu. "Ben” diyordu,
"Acaba bu ortak konutta doğru bir yerde miyim?”
Sonra yatağa gitti, ama uyku gözüne girmiyordu. Bir
yandan gerilla yaşamı, diğer yandan bugün gördüğü
çırılçıplak dans eden, sevişen insanlar, hiç birbirine
uymuyordu. Sanki sopsoğuk sudan kaynar suya dalmıştı. Gerçi o, bu kültürün fazla yabancısı da değildi.
Ama beş sene gerillada yaşadıktan sonra, bu tür şeyler ile karşılaşmak gerçekten kendisini şok etmişti.
Oysa o da yeterince televizyondaki müzik programlarına bakmış, çoğu şeyleri oradan da tanıyordu ama
bugün gördükleri kendisine oldukça çok geldi. Ne
yapacaktı? Ayın başına, okulunun başlamasına iki
hafta kalmıştı. Yeniden ev aramak, aradığı evde de
68
Alan Lezan – Letya
yine böylelerin olması büyük bir ihtimaldi. Balkona
çıktı. Simon-Dach Caddesi’nden ta aşağılara doğru,
parıldayan ay ışığında baktı ve düşündü. Sonra bir
kediotu çayı içti ve sabaha doğru yatağa uzandı.
Sabah saat 10:00’a doğru uyandı. Miyu ve Ophelia’nın odalarının kapıları açık, odalar boştu. Onlar
zaten cumartesi çıkınca pazar aksamı ancak gelirlerdi.
Letya yalnızdı ve yalnızlığın tadını çıkarıyordu. Öğleden sonra Marc’a telefon etti ve biraz onun dilini
aradı. Marc, bu tür şeylerin çok doğal olduğunu, canını sıkmaması gerektiğini, ileride kendisinin de bu
tür atmosferlere alışacağını söyledi. Letya, ‘Canını
sıkmamak ve bu tür atmosfere alışmak mı?’ dedi
kendi kendine ve balkona çıkıp güneşlendi.
Aksam saat 21:00’e doğru Miyu bir adamla birlikte
eve geldi ve hemen mutfakta olan Letya’ya nasıl olduğunu sordu. Letya da "İyiyim” dedi. Miyu adamla
birlikte odasına çekilince, Letya’da odasına gitti. O
arada Afşan telefon etti ve olup biteni Afşan’a anlattı.
Afşan Letya’nın anlattıklarına inanamıyor, oldukça
heyecanlanmıştı, çünkü babası kendisini zaten Frankfurt’ta hiçbir yere bırakmıyordu. Afşan, buna benzer
bazı şeyleri Alman arkadaşlarından duymuştu. O da
Marc gibi "Doğal ve zamanla alışırsın,” dedi.
69
Alan Lezan – Letya
Letya, telefonu kapattıktan sonra yatağa uzandı ama
bir huzursuzluk sanki kendisini içten içe kemiriyordu.
Bir yandan anlaşamadığı ailesi, diğer yandan gerilla
yaşamı ve şimdi de 'yanlış' ortak konutta olması, kendisini oldukça rahatsız ediyordu. Ne yapacaktı? "En
iyisi taşınmak! Bunların hepsi sapık!” dedi kendi kendine ve yine balkona çıktı. Uykusu gelmiyordu. Sonra
bir kediotu çayı yapmak için mutfağa gitti. Orada
Ophelia ile karşılaştı. Ophelia’nın makyajı çözülmüş,
alnı ve yüzü buruşmuş, gözlerinin altındaki çember
büyümüş, yaşlı bir kadını andırıyordu ve çok yorgun
gözüküyordu. Letya, Ophelia ile biraz hoş-beş ettikten sonra çayını alıp odasına döndü. "Taşınsam mı,
taşınmasam mı?” diye kendisine defalarca sordu,
durdu. "Tolerans iyi güzel de! Ama benim tüm bunları yaşamam gerekiyor mu? Ben bir gerillayım, bunlar ise burjuva çocukları. Bildikleri tek şey delicesine
eğlenmek! Başka bir şey bunların kafasında yok!”
Sonra daha derince düşündü ve aslında bunların da
zeki insanlar olduğu kanısına vardı. Ophelia okumuş,
Miyu daha okuyordu. Boş zamanlarında da eğleniyorlardı. "Belki benim bu tür sorunlarım olmasaydı ben
de onlardan başkası olamazdım” diye düşündü.
Letya’nın kafası iki kültür arasında allak-bullak olmuştu. Öyle ki geceleri rahat uyuyamıyordu artık. Bir
70
Alan Lezan – Letya
değil, sanki iki kişi olmuştu. Bir kediotu çayını diğerinin peşinde içiyordu ama yine de yatamıyordu. "Allah
kahretsin!” diyordu bazen. "Ne bu diller, dinler, kültürler, ülkeler ve milletler? Kim yarattıysa hepsini geri
alsın!” Kendisinin istediği, herkesin özgür ve eşit
olduğu bir sistem sanki mümkün değildi. Bu durum
Letya’yı bazen karamsarlığa, umutsuzluğa sürüklüyordu. Sonra bir an dünyadaki 7 milyar insanı düşündü. "Bu kadar farklılıklara rağmen, bu kadar kişinin
birbirleriyle ‘barışçıl’ yaşamaları gerçekten enteresandı. Marc’ın dediği gibi, bu farklılıkların hepsini bir
zenginlik olarak görmek lazımdı. Kimse bana bir şey
yapmadıktan sonra nasıl yaşarsa yaşasın, bana ne?”
dedi ve uyumaya gitti.
Ertesi gün sabah erkenden uyandı ve burs için gereken işlemleri içeri verdi. Sonra kendine bir iki gazete
ve dergi aldı, ev aramaya koyuldu ama sonra vazgeçti.
"Miyu ve Ophelia gerçekten zeki ve çok iyi insanlar!”
dedi. Bu onların özel yaşamıdır ve onlar başka kültürün insanıdırlar, elbette istedikleri gibi yaşayacaklardır. Belki de, herkese "özgürlük” böyledir. Kimi dans
eder, kimisi açıkta sevişir, kimisi çıplak gezer, kimi
delici takar, kimi dövme yapar, kimi de yapmaz. Ben
hepsini olduğu gibi kabul etmesem de onlarda insandır, hoş görmem lazım. Yaşa ve yaşat. Zaten verdi-
71
Alan Lezan – Letya
ğimiz mücadele bireyin, toplumun özgürlüğü ve refahı için değil midir?'
Tüm bu söylemlere rağmen, yine de gördüklerine bir
türlü inanamıyordu. "Bir insan sokakta öpüşür tamam,” diyordu", ama açık açık seks yapmak doğru
muydu acaba? Gerçi orası sokak değil, kapalı bir yerdi ve oraya gitmeye mecbur değildi, ama olsun. Başkasının yanında açık sex yapmanın zevki neydi acaba?
Ben exibizionist ya da voyeurist değilim” dedi. "Ama
anlaşılan exibizionist ve voyeurist olan çok insan vardır. Hele köşede durup seks yapanlara bakıp kendini
elle tatmin edenlere ne demeli? Bu normal miydi acaba?”
Letya’nın kafasındaki soru işaretleri çoğalmaya başlıyordu. Özgürlük gerçekten neydi? Ahlak ve moralin
sıfıra indiği bir toplum muydu özgürlük? Özgürlük,
günümüzde insanın asıl değerlerinden soyunup,
'hayvansı' değerleri alarak kaybolması mıydı? Epeyce
düşündükten sonra seslice, "Yaşa ve yaşat!” dedi.
‘Özgürlük istediğin gibi yaşamaktır. Bu insanlar istediği gibi giyiniyor, istediği gibi kuşanıyor ve istedikleri
gibi de yaşıyorlar. Kimsenin başkasının yaşam biçimine, özel hayatına, kılık kıyafetine, zevk ve isteklerine bir şey demeye hakkı yoktur. Eğer herkes yaptı72
Alan Lezan – Letya
ğından zevk alıyor ve hoşlanıyorsa, bana ne kimin ne
yaptığından. Bana karışmadıktan sonra onların vücudu ve yaşamı bana ait değil ya! Kendimi özgür hissetmiyorsam yaşamamın da bir anlamı olmaz zaten.
Ben onların hayatını yaşamıyor, kabul etmiyorum
ama kendilerine de zaten karışmıyorum. Öyleyse onları hoş görmem lazım! ‘Özgürlük’ demek, sen de
benim gibi yaşa demek hiç değildir. Ve beni, zaten
kimse kendisi gibi yaşamaya zorlamadığı gibi, benim
Miyu ve Ophelia ile yaşama mecburiyetim de yoktur.
Ben istediğim için buradayım’ diyerek rahatladı.
Tabii özgürlüğün de sınırları vardı. Letya bazı anarşistleri, Krişnamurti’yi, Sartre’yi falan okumuş birisiydi. Özgürlüğün çok karmaşık bir konu olduğunu biliyordu. Herkes her ne kadar 'özgürce‘ hareket ettiğini
sanıyorsa da, özünde, örneğin hemen herkes yasa,
kültür ve bazı törelere bağlıydı. Marc, en ilkel tinsel
özgürlük ‘bağımlılıklarımızdan kurtuluşumuzdur’
demişti telefonda. “Zaten bilinç dışımız bu bağımlılıklardan kurtulmak için hiçbir sınır tanımaz,” diye
devam etmişti.
Kimine göre özgürlük başkasını rahatsız etmeden her
şeyi yapabilmekti. Kimine göre de sadece olmak, örneğin bir resim çizme isteğinin olması, resim çizmenin eylemiydi özgürlük. Toplumsal anlamda özgürlü73
Alan Lezan – Letya
ğe yüklediğimiz anlam, aslında soyut biçimiyle, kişisel
anlamda tanımlanamayacak bir kelimeydi. İnsanın
sahip olamadığını tanımlaması zaten zordu. İnsan
onu tanımlarken sınırlandırır. Dans etmek, eğlenmek,
sevişmekte, seks yapmak, resim çizmek, müzik yapmak gibi elbette özgürlüktü. İnsanlar eğer dünyada
tümden refaha kavuşurlarsa, savaşlar, sömürü, baskı
ve zulüm olmazsa ne olacaktı? Dünya cennete dönüşecek, herkes sabahtan aksama kadar deli gibi eğlenecekti. Belki de onun için 1967 Flower-PowerHareketi, Vietnam Savaşı’na karşı 'Make Love, Not
War!' demişti.
Letya, sevmek de, sevişmek de, seks yapmakta özgürlüktür, ama daha çok açıkta değil de, perde arkasında
yapılmasından yanaydı. Çünkü seks, sevgi çok özeldi.
Sadece çocuklar için olsa bile seksin açıkta yapılması
doğru değildi. Letya metroda açıkta seks yapanları
görmüş, sesini çıkarmamıştı. Kimse sesini çıkarmamış, herkes başka yöne bakmış, veya o reyonu terk
etmişti. Belki de Ophelia haklıydı. Gözümüzün içine
sokmadan kim ne yaparsa yapsın. Önemli olan insanın yaptığıyla –her ne olursa olsun- başkalarına zarar
vermemesiydi. Yaşa ve yaşat!
74
Alan Lezan – Letya
10
L
etya, pazartesi Ağustos’un 31’nde okula başladı.
Sınıfında çok çeşitli yaşlarda insanlar vardı. En
yaşlısı 38 yaşıyla Martin isminde bir Alman’dı. En
genci ise 23 yaşıyla Luca’ydı. Bu durum Letya’yı çok
sevindirdi.
Sınıfta toplam 22 kişi vardı ve Letya’nın sağında Luca
adında bir İtalyan göçmeni ve solunda da Jeanett
adında bir Alman kadını oturuyordu. Luca, kısa boylu, siyah uzun kıvırcık saçlı, çok cana yakın bir insandı. Luca, teneffüste Letya’ya anlattığına göre Sicilya’dan geliyordu ve Catania adındaki bir şehirde
doğmuştu. Ama küçük yaşlarda Almanya’ya anne ve
babasının yanına gelmiş, ortaokulu bitirmiş, elektrikçi
olmuştu. 22 yaşını doldurana kadar elektrikçi olarak
çalışmış ve bir seneden beri işsizdi. Derken şimdi lise
diploması almaya karar vermişti.
Jeanett, Doğu Berlin’de doğmuş bir hemşireydi.
Uzun boylu, beline kadar uzanan siyaha boyanmış
saçları ve mavi gözleriyle gerçekten 31 yaşında bir
75
Alan Lezan – Letya
güzellikti. Sınıfında Luca ve Letya’dan başka 33 yaşında bir Polonyalı ve 34 yaşında bir Hindistanlı kadından başka da göçmen yoktu. Diğerlerinin hepsi
Alman’dı ve hepsi de gerçekten çok iyiydiler. Sınıfta
Kadınlar erkeklerden daha çoktu.
Letya, okuldan sonra dört odalı ortak konutta tanıştığı Julia ile Siyah Kafe’de buluştu. Julia, pek güzel
sayılmazdı ama zeki bir kadındı, Teknik Üniversitesi’nde matematik okuyordu. Julia, Letya’ya "Eğer sen
okula başlarsan matematik ve fizikten hiç korkma.
Ben sana gereken yardımı veririm,” demişti.
Letya, çevresinde bu kadar iyi niyetli insanların olmasına, bir türlü inanmasa da, bu durum gerçekti. Akşama doğru eve geldiğinde oldukça mutluydu. Ne
yapıp yapıp artık annesini görmek istiyordu. Afşan ile
bu konuyu konuştu ve bir hafta sonu Frankfurt’a
annesini görmeye karar verdi.
Hafta sonu Miyu 26 yaşına giriyordu ve bir parti verecekti. Miyu, Letya’ya 'Sen istediğini partime davet
edebilirsin! Çünkü partiyi herkese açık yapıyorum!'
dedi. Letya buna çok sevindi ve dört odalı ortak konutta Jürgen, Julia ve Andreas’ı, sonra okulunda da
Luca ve Jeanett’i davet etti. Marc, zaten davetliydi ve
Letya artık partide yalnız değildi.
76
Alan Lezan – Letya
Cumartesi akşama doğru saat 19:00’dan sonra ilk
misafirler ortak konuta damlamaya başladılar. Miyu
bir sürü içecek almış ve suşi yapmıştı. Letya’nın ilk
tanıdıklarından Jeanett erkek arkadaşıyla birlikte geldi. Sonra Julia, Jürgen ve Andreas, daha sonra da
Marc geldi ama Luca gelmedi. Letya, tanıdıklarıyla
odasının balkonuna çekildi, genellikle okul üzerine
hoş sohbet ettiler.
Saat 24:00’e doğru odalar, koridor ve mutfak dolmaya başladı, öyle ki insanlardan geçilmiyordu. Odaların
kapıları sonuna kadar açıktı ve Miyu’nun odasında
çalan Techno müzik, her tarafta duyuluyordu. Kimi
dans ediyor, kimi sohbet ediyor, kimisi de yiyip içiyor. Bazıları da odadan odaya dolaşıyordu. Belli bir
süre sonra Jürgen, Andreas, Jeanett ve Julia da dans
etmeye başladılar. Marc, mutfakta derin bir tartışmanın içindeydi. Letya, yalnız kalınca diğer odalara bir
göz atayım dedi ve Ophelia’nın odasına gitti. Orada
eksantrik bir kadın kendisine gülümsedi. Letya, geri
gelmek üzereyken kadın yanına geldi ve, "Sen de
kimsin?” diye Letya’ya sordu. Letya, "Benim adım
Letya!” diye karşılık verdi ve "Sen kimsin?” diye ona
geri sordu.
Kadın Letya’nın gözlerinin içine bakarak, "Benim
adım Sirius! Sirius’u tanımaz mısın?”
77
Alan Lezan – Letya
Letya kendisine oldukça sokulan ve bin bir çeşit parfüm kokan, müzik eşliğinde ve havasız sıcak odada,
bu seks bombası gibi kadına, nasıl cevap vereceğini
bilmiyordu. Letya’da müzik ritimine göre, içgüdüsel,
hafiften dans ediyorken, aniden kadının kolunu okşadığını fark etti. Letya, hemen kendini geri çekti ve
yanı başındaki banyoya kaçtı, kapıyı arkasından kapattı. Derin bir soluk aldıktan sonra elini yüzünü
yıkadı ve mutfağa gitti. Mutfakta, Marc halen tartışıyordu, Ophelia, Miyu, Julia, Martin, Jürgen delice
dans ediyorlardı. Letya odasına çekildi, ama oda insanlar ile dolmuştu. Her tip insan da mevcuttu. Kimi
yatağına uzanmış sevişiyor, kimi balkonda oturmuş
cıgaralık içiyor, kimi de öyle bir köşede oturmuş hafiften kıvırtıyor ve içkisini yudumluyordu. Letya, bir
an ne yapacağını şaşırdı. Ophelia Shangria yapmıştı.
Letya, mutfakta bir bardak Shangria aldı ve salonda
bir köşede durup, içkisini içerken, o an Luca geldi.
Luca’nın gelmesi Letya’yı oldukça sevindirdi, çünkü
en azından yalnız değildi artık. Letya, Luca ile biraz
sohbet ettikten sonra boşalan balkona gittiler ve Luca
başladı bir cıgaralık sarmaya. Luca, cıgaralığı sardıktan sonra Letya’ya uzattı, Letya, "Hayır! Teşekkürler,
ben sigara içmiyorum!” dedi. O an Miyu geldi ve
Letya, Miyu ve Luca’yı tanıştırdı. Miyu, hemen Lu-
78
Alan Lezan – Letya
ca’nın elinde cıgaralığı kaptığı gibi dudaklarının arasına sıkıştırdı ve çekti dumanı içine.
Letya, şakın şaşkın Miyu’ya "Hani sen sigara içmiyordun!” dedi. Miyu gülümsedi ve "Aslında içmiyorum
ama bazen işte böyle canım istiyor” dedi.
Letya, aptal değildi tabi, cıgaralığın kokusun da marihuana olduğunu anlamıştı. Fırsat bu fırsatken Letya
hemen koştu ve Miyu’ya aldığı hediyeyi getirdi. Letya,
çok sevdiği Aynur Doğan’ın 'Keça Kurdan!' CD’sini
Miyu’ya hediye etti ve 'Bu kadın benim en çok sevdiğim Kürd müzisyenidir!' dedi. Miyu, buna çok sevindi ve Letya’yı tuttuğu gibi yanağından öptükten sonra
kucağına alıp sarıldı. Bu arada Luca’da mutfakta kendisine bir bardak Shangria aldı ve Letya ile balkondan
oturdular. Sicilya’dan, okuldan, politika ve müzikten
bahsettiler.
Luca da Letya gibi daha çok e-gitar müziği dinliyordu. Crossover, Pankrock, Hardcore ve benzeri Letya’nın da çok sevdiği müzikleri dinlemesi, konserlere
gitmesi Letya’yı heyecanlandırmıştı ama Luca aynı
zamanda Minimal Techno, Goa ve Drum ‘n’ Bass’ de
dinlerdi.
79
Alan Lezan – Letya
Sabaha doğru birçok kişi yavaş, yavaş başka kulüplere
gittiler, bazıları da eve gittiler. Letya ve Luca’da balkondan mutfağa geldiler. Marc, Ophelia, Jeanett ve
Miyu halen dans ediyorlardı. Mutfakta Luca ve Letya
bir şeyler atıştırdıktan sonra, Luca da dans etmeye
gitti. Letya tekrar balkona geldi, ama balkon dolmuştu. Letya, cesaret edip Miyu’nun odasına bir türlü
giremiyordu, çünkü orada hemen hemen herkes delice dans ediyor, kendinden geçiyordu. Letya, hayatında çok kez halay çekmiş, Crossover, Hardcore, Punkrock, Drum ‘n’ Bass televizyonda dinlemiş, nasıl dans
ettiklerini görmüş, ama Techno’ya bir türlü ayak uyduramıyordu. Oysa her durduğu yerde, hafiften orasını burasını müzik ritimine göre oynatıp duruyordu,
ama dans edenleri görünce de onlar gibi kendinden
geçemiyordu. Sanki bir şey kendisini frenliyordu.
Julia geldi, ‘ben eve gidiyorum’ dedi ve vedalaştıktan
sonra gitti. Jürgen ve Andreas görünürlerde yoktular.
Letya çekildi bir köşeye ve başladı insanları süzmeye.
İçlerinde gerçekten çok enteresan insanlar vardı. Çoğu da sanki hippi tipiydiler, oynak, hoppa, gevşek
renkli menkli pantolonları, kargo cepli mepli kendi
boyadıkları veya çiçekler ile süsledikleri pantolonlar
ve üstünde de çok renkli tişört giymiştiler. Bazılarında keçi sakalı, bazıların da uzun favorileri vardı, ama
80
Alan Lezan – Letya
genellikle saçları çok kısa kesilmişti. Bıyıklı olan neredeyse yoktu, ama uzun saçlı erkekler de az değildi.
Kadınların saçları genellikle pembe, mavi, kırmızıya
boyanmış, lateks ve benzeri miniler, İspanyol paçalı
pantolonlar giyinmişlerdi. Bazıları öyle fantezi dolu
süslenmişlerdi ki, sanki uzaydan gelmişlerdi. Dövme,
delici, bin bir çeşit zincir ve kulaklarında küpeler olmayan hiç kimse aralarında yoktu. Hatta karşısında
duran kadın, sanki Allah tarafından özel dizayn edilmiş bir mankendi. Belinden kalçalarına doğru yayılan
güzel çiçekli dövme, burnunda, kaşlarında ve dudaklarındaki onlarca çeşitli delici, yüzü ve gözüne çektiği
ustaca makyaj gerçekten bir sanat eseriydi. Başındaki
mavi pagen kesitli kulaklarının altına kadar sarkan
saçlar, orijinal saçları değildi. Giydiği, parlayan mavimsi göğüslerini sıkan, çok dar olan lateks top, ve
küçücük koyu kırmızı minisi, baldırını saran pembe
çorapları, yeşil apartman topuklu ayakkabıları bir
harikaydı. Her biri, bir bakıma sanki anlaşmışlar gibi
birbirlerine benziyorlardı. Ama insan hepsini iyice
incelediğinde herkes yine herhangi bir şekilde başkaydı.
Genel olarak, hemen hepsi çok barışseverdi. Artık
alkol ve uyuşturucunun etkisinden mi, yoksa zaten
öyle miydiler, bunu Letya kesin bilmiyordu. Ama
81
Alan Lezan – Letya
bunların çoğunun kesin olarak zararsız olduğu, sadece eğlenmek istediklerini, başka bir dertlerinin olmadığı kanısına vardı. Hele Luca’nın hem cıgaralık içmesi, hem de aşırı solcu kesilmesi ve Techno, Goa,
Trance dinlemesi, kendisini büsbütün şaşırtmıştı.
Luca’nın da hem dudağında hem de kaşlarında ikişer,
üçer delici yanında kulaklarında onlarca küpe ve kollarında, ellerinde güzel desenli dövmeler vardı. Bir
Letya’da tüm bunlardan hiçbir şey yoktu.
Letya, karşısındaki kadının dış görünümüne ve güzelliğine öyle dalmıştı ki, o an sanki başka her şeyi
unutmuştu. Aniden Luca’nın "Hey Letya! Balkona
çıkalım mı?” demesiyle, sanki derin uykusundan sarsıldı ve hiçbir şey söylemeden Luca’nın peşinde gitmekle yetindi.
Luca, balkonda yine bir cıgaralık sardı ve keyfi keyifti.
Buradakilerin hiçbirinin Letya’nın kim olduğundan,
kaç asker öldürdüğünden, ne zorluklar ile dağlarda
yaşadıklarından haberi yoktu. Bunların çoğu, zeki
olmalarına rağmen politikayla fazla uğraşmıyorlardı.
Kafalarında sanki eğlenmekten, uyuşturucu, müzik ve
dans etmekten başka hiçbir şey yoktu. Kimisi zengin
ailelerden geliyorlardı, kimi de Miyu ve Ophelia gibi
çalışıyor ve boş zamanlarında da deli gibi eğleniyor-
82
Alan Lezan – Letya
lardı. İçlerinde Luca, Jeanett ve Julia gibi fakirler de
vardı, ama bunlar azınlıktaydı.
Sabaha doğru Luca da evine gitti. Miyu, Ophelia ve
arkadaşları ‘Tresor’ denilen bir kulübe gittiler. Letya,
Miyu’dan özür diledi ve "Sevgili Miyu, çok yorgunum, ben bugün evde kalacağım!” dedi. Onlar gittikten sonra Letya, bütün pencereleri sonuna kadar açtı.
Evi güzelce bir havalandırdıktan sonra yatmaya gitti.
83
Alan Lezan – Letya
11
A
kşam Lisesi’nde Letya’nın ilk haftası oldukça iyi
geçti. Öğretmenlerin çoğu kadındı ve iyi insanlara benziyorlardı. Letya nihayet çok özlediği annesini
ziyarete gidebilirdi. Cumartesi sabahı Frankfurt’a bir
gidiş-geliş bileti aldı ve her zaman kaldığı otele gitti.
Afşan öğleden sonra saat 15:00 civarında annesiyle
Letya’yı ziyaret etti. Anne-kız tam beş senedir birbirlerini görmemiş, hasretten, üzüntüden ölüyorlardı.
Letya’nın annesi Letya’yı görür görmez hemen bağrına bastı ve dakikalarca bırakmadı. Anne ağlamaktan
soluk bile alamıyor, kızını sanki bir daha hiçbir yere
gitmeyecekmiş gibi kucaklamış, yanaklarının sağından
solundan akan gözyaşları için de doyasıya öpüyordu.
Anne yüreğini anlamak zordu. Bir çocuk ne ağır şartlar altında yetiştiriliyordu. Kim bilir Letya’ya o dağlarda neler olabilirdi? Beş sene sonra şimdi annesinin
kucağında olması, annesine inanılmaz bir düş gibi
geliyordu.
84
Alan Lezan – Letya
Anne, iki kızıyla saatlerce otelde tartıştı ve Letya’yı
evine geri dönmek için ikna etmeye çalıştı. Letya,
bunu çok istediğini, ama artık küçük çocuk olmadığını ve kendi yaşamından bundan sonra artık kendisi
sorumlu olduğunu, ayrıca babasının olduğu bir eve,
bir daha ayak basmayacağını söyledi. Anne, kızının
kararlılığına hiç şaşırmıyordu. Çünkü Letya zaten
çocukluğunda da biraz dik kafalı, istediğini yapan
birisiydi. Babası Letya’nın hiç umurunda değildi, ama
küçük kardeşlerine ve Afşan’a çok üzülüyordu.
Afşan, Letya’ya "Sen beni hiç merak etme, ben de
ileride bir çaresine bakarım” dedi. Afşan, elindeki
büyük naylon torbayı açtı ve "Buyur! Güle güle kullan!” diyerek çıkardığı güzel ve pahalı görünen bir
Notebook’u Letya’ya uzattı. Letya, sevincinden ne
diyeceğini bilmiyor, sanki dilini yutmuş gibi Afşan’a
şaşkın, şaşkın bakıyordu. Sonra Afşan’a yanaştı, güzelce kucakladı ve her iki yanağından, gözlerinden
öperek, "Ne kadar teşekkür etsem azdır!” dedi.
Akşam 18:00’e doğru Letya’nın annesi nasihatlarının
boş olduğunu anladı ve kalktı kızını bir daha sıkı sıkı
kucakladı, her iki gözlerinden bol, bol öptü ve "Yolun açık olsun kızım, benim elimde başka ne gelir
ki?” diyerek Letya’yı bağrına bastı. Letya "Sen hiç
merak etme anneciğim! Ben seni bundan sonra sık,
85
Alan Lezan – Letya
sık artık ziyarete gelirim,” dedikten sonra üçü oteli
terk ettiler.
Afşan, arabasıyla ilkin annesini eve bıraktı, daha sonra Letya’yı istasyona getirdi. Tren gelene kadar Letya
ile istasyonda oturdu ve sohbet etti. Afşan, Berlin’e
gitmek için can atıyordu, ama nasıl gidecek, babasını
nasıl kandıracaktı?
Saat 18:45’te Letya’nın treni hazır bekliyordu. Letya
kalktı ve hiç istemeyerek yine Afşan ile vedalaştı ve
trene bindi. Trende fazla yolcu yoktu. Letya kendine
pencere tarafında boş bir yer buldu ve oturdu. Sağ
tarafında göbeği açık sarışın bir kadın ve saçları jöleli
bir genç sevişiyorlardı. Letya ise annesini düşünüyor,
"Zavallı Kürd kadınları ...” diyordu. "Bilimden, okuldan, teknolojiden, eğlenceden uzak, zavallı Kürd kadınları... Ülkelerinin zenginliği içinde her şeyden
mahrum bırakılmış, köleleştirilmiş, ezilmiş Kürd kadınları!”
Çoğu Kürd kadınları okulunun ara sınıfından alınır
ve görücü usulü ile evlendirilirdi. Letya’nın annesi de
üçüncü sınıftan ayırtılarak babası Almanya’da olduğu
için babasına verilmişti… Letya, Kürd toplumu ve
Batı toplumu arasında olan büyük uçurumu anlamak
istiyordu, ama henüz daha kavrayamamıştı.
86
Alan Lezan – Letya
Sonra okulunu ve yeni arkadaşlarını düşündü.
Letya içinde biri Kürd biri de Alman iki kişi barındırıyordu. İki kültür arasındaki dağlarca farkı düşündükçe, bazen çıldırası geliyordu. "Şu gerici, despot ve
faşizan Arap, Türk ve Farslılara bak” dedi kendi kendine. "Nasıl olur da bu barbarlar Kürdler gibi bir
halkı sömürgesi yapıyorlardı? Eğer sömürgeciler İngiliz, Alman, Fransız ya da Amerika gibi gelişmiş Batı
ülkeleri olsaydı insan belki anlar, ama ya Türk, Arap
ve Farslının sahi gururlanacak nesi var?”
Letya, bir Kürd olarak bu tip gerici ve orta çağ düzeyinde olan ülkelerin Kürdistan’ı işgal etmelerine, sömürüp soğana çevirmelerine, baskı ve esaret altında
tutmalarını bir türlü kabullenemiyordu. Gururuna
yediremiyor, onlardan adeta nefret ediyordu.
Sonra pencereden dışarı baktı, hafiften yağmur çiseliyor, yağmurun damlacıkları camın üstünde kayıp gidiyordu.
Letya, sırt çantasını açtı, fabrikadan yeni çıkmış dizüstünü çıkardı ve satranç oynamaya başladı.
Letya’nın Qandil’de bazen yapacak işi olmadı mı, ara
sıra, uluslararası canlı satranç oyunu sitelerine giriyordu. Qandil’de, gerilla en modern Kompüterler
87
Alan Lezan – Letya
vardı ve Letya da bir çok gerilla gibi orada Kompüter
eğitimi görmüştü.
Letya, satranç oynarken genelde Fransız ve İspanyollara rakip oluyordu. Fransız ve İspanyollar iyi satranç
oynarlardı. Satranç, monopoli ve Kompüter üzeri
stratejik oyunlar dışında, Letya’nın oynadığı başka
oyun yoktu. Okey ve iskambil oyunlarını, anlamsız
buluyordu. Onun için pulları ya da kâğıtları karıştırıp
tekrardan aynı sıralamaya getirmeye çalışmanın kıymeti harbiyesi yoktu. Zaten gerilla da kumar, içki ve
uyuşturucu kullanmak tamamen yasaktı.
Satrançta ise karmaşık hamleler vardı. Düşünce ile
yürüyen bir oyundu. Her hamleyi çözdüğünüzde,
yeni karmaşık hamlelerin kapılarını açarsınız. Düşünce akışınızın sivriliği ile galibiyetiniz gerçekleşir. Düşünsel hamlelerinizin galip gelmesi, kendinize olan
güveninizi de artırır.
Satranç, üfletip, püfletecek kadar sıkıcı, beynin boşu
boşuna yorulmasına neden olan bir oyun gibi gelebiliyordu başkalarına, ama Letya satranca bayılıyordu.
Letya, bir iki el satranç oynamak için her zaman satranç oynadığı bir siteye girdi. Türk asıllı biri karşısına
çıktı. Türk, Letya’ya önce nerede olduğunu sordu.
88
Alan Lezan – Letya
Letya: "Federal Kürdistan Başkenti Hewler’deyim!'
diye karşılık verdi.
Türk hamlesini yaptı ve yenmenin ilk tilkice zarfını
attı. Müteakiben de Kürd ve Türklerin kardeş olduğunu vurgulayarak, "Kürd kardeşim” diye hitap etti
ve Letya ile Kürd sorununu tartışmaya başladı.
Letya, "Bu satranç masalarında tartışılacak bir mesele
değildir!” dedi ama o ısrar etti.
Letya, "Ben mağdur tarafım!' dedi. O ise: "Sen ne
düşünüyorsun mağdur biri olarak, bu önemli? Kürdler de Müslüman’dır!' dedi.
Letya, "Kürdler Müslüman olduğu için mi? Yoksa
Kürd sorunu bir hak ve hukuk sorunu olduğu için mi
çözülmesini istersin?” diye sordu. Türk, "Evet, Müslüman oldukları için” diye karşılık verdi.
Letya, "bunda bir tilkilik var!” dedi kendi kendine.
‘Kürdler Müslüman’dır denildiği yerde, peşinden
kardeşlik vurguları da gelmişse bir tilkilik dolaşıyordur. Kürd sorununu tartışmaya açarak, galibiyetin
peşinde olabilirdi ancak’ diye düşündü ve "O dündü,
Türk’ün Kürd kardeşine tilkiliği para etmiyor artık,
oyununu oyna, Kürd sorununu tartışmanın perde
89
Alan Lezan – Letya
arkasında sinsice yenme planın olduğunu biliyorum!”
dedi.
Türk, cevap vermedi, suçüstü deşifre olmuştu. Letya,
onu bir el yendi. Türk, ısrar ederek tekrardan oynamaları gerektiğini istedi. Letya, kabul etti ve tekrardan
sıkıştırdı, Türk bu sefer beraberlik önerdi ama Letya
kabul etmedi. Türk yine Kürd-Türk meselesini açtı,
kardeşlikten bahsetti:
“Türk, Kürd’ü aldatmaz!” dedi.
Letya, "Haşa, öyledir!” dedi ama bu cümle, aynı zaman da Letya’nın sinir gazına gelmesine neden oldu.
Gerginleştirerek amaca ulaşmak, daha akıllıcaydı.
Letya, Türk’e, Türk kardeşin Kürd kardeşini, hicazı
Kürdi makamı tadında nasıl kandırdığını anlatmaya
başladı, bir baktı ki, oyun süresinin bitimine 3 dakika
kalmış. İnternet üzeri satranç oyunlarında, süre 20
dakikadır. Bu süreyi aştığınız da, üstünlük sizde ise
bile oyun sonlanıyor ve rakibin galibiyeti ile sonuçlanıyor.
Letya, "Beni konuşturdun, oyunu süre aşımından
kazanabilirsin ama bu dürüst bir galibiyet değil!” dedi.
90
Alan Lezan – Letya
Türk, zamanın kendi lehine dönüştüğünü görünce,
koltuk altındaki haçını yere düşürdü. Kardeşliği savunan adam, düşman oldu ve Letya’ya, ”Aklını kullansaydın, gaza gelmeseydin” dedi. Ve ekledi: "Kürd,
Türk’ü yenemez, Türk bin bir taktik bulur yine
Kürd’ü mağlup eder, Türk’ün intikamı akıllıcadır!”
diyerek, Kürd-Türk kardeşliğimizin defterini dürdü
ve kaçtı.
Letya, Türkiye Cumhuriyeti miydi, birey olup karşımda hortladı ve gitti diye gözleri dona kaldı. Sonradan derin düşündü. Devletin kendisinden peydahladığı büyük bir toplum var. Türkiye Cumhuriyeti’nin
yanlış politikalarını da ayakta tutan gerçek buydu.
Devlet, kendi zihniyetinden türeme bir toplum yaratmış, dayandığı toplumun fazla bir sayıdan müteşekkil olduğunu bildiği için, geriye kalanları takmadan
yoluna devam edebiliyor.
Türk devlet zihniyetinden türeme adamın söylemlerinde doğru olan tek şey vardı: 'Aklını kullansaydın,
gaza gelmeseydin.'
Letya, bu oyunda Osmanlının tilki oyunlarına karşı,
Kürdlerin gerçekten rasyonel, ortak bir akılda dik ve
kararlı bir duruş sergilemeleri gerektiği kanısına vardı.
91
Alan Lezan – Letya
Ortak bir akıl, Kuzey’de bulunan tüm örgütlü güçlerin, soruna vakıf insanların, ulusal bir kongrede yan
yana gelmeleri ile belirlenebilirdi.
Bu dava, birkaç belirleyici aktörün omuzlarına bırakılmayacak kadar önemli, toplumsal bir özgürlük
davasıydı.
Türkler öyle kurnazdı ki, 'bin bir taktik' ile yürüyorlardı. Letya ‘babamızın hesabını kesmeyi görürken,
annemizi üstüne vermeyelim!’ dedi kendi kendine.
Kürdlerin sabrı tükenmiş toplum ve birey olarak,
çabuk gaza geliyorlardı. Balık hafızasına sahip bir
halk için, 'hele hele bu halk çok rahat da gaza gelebiliyorsa' ortak aklın ve duruşun belirlenmesi lazımdı.
Kürd halkının evlatlarının bin bir cefa ile yürüttüğü
mücadelenin, tehlikelerden soyutlandırılması adına,
sımsıcak yataklarında uyuyan Kürd siyasetçilerinin,
örgütlü kurumlarının istirahatlerini ulusal bir kongre
adına 'artık yeter' ruhu ile bozmalarına çok ihtiyaç
vardı.
'Artık yeter!' sloganını Kürd toplumu içselleştirebilirse, Türk Devleti karşısında bu slogan temellinde yürüteceği mücadeleden, yüzlerce kat ötede etki yaratacak, binlerce kazanım elde edecek, sömürgecilerden
kesin kopuşu sağlayacaktır. Maalesef Kürd toplumu
92
Alan Lezan – Letya
bu sorunu kendi içerisinde bilince çıkaramamıştır.
Kuşkusuz bu süreç meselesidir.
Letya, ilkin okuluna yoğunlaşacak, okuyup bitirecekti.
Tren Berlin’e vardığında saat gece 1:00’e geliyordu.
Son yeraltı treni ile evine geldiğinde Miyu ve Ophelia
yatıyorlardı. Letya da üstündeki elbiseleri çıkardı,
gece elbiselerini giydi, bir şeyler atıştırdıktan sonra
dişlerini fırçaladı ve yatağa uyumaya gitti.
93
Alan Lezan – Letya
12
L
etya’nın devam ettiği akşam lisesi her gün saat
17:10’da başlıyordu ve 21:05’te sona eriyordu.
Okulda Almanca, İngilizce, Fransızca, İspanyolca,
Latince, Matematik, Fizik, Kimya, Politik Ekonomi
Bilimi, Tarih, Coğrafya ve Görsel Sanatlar dersleri
görüyordu.
Pazartesi uyandığında posta kutusuna baktı ve burs
alacağını yazan bir mektup gelmişti. Mektuba göre
okulunun sonuna kadar ayda tam 595.- Euro burs
alacaktı ve geride ödemeyecekti. Letya’nın odası için
ödeyeceği kirası bilindiği gibi 196.- Euro idi. Böylelikle Letya’ya 399.- Euro cereyan, internet, elbise ve
yeme içme için kalıyordu. Tabi bu para çok değildi
ama başlangıç için yeterliydi. Zaten Letya, bütün eşyalarını bitpazarında alıyordu. İleride gerekirse günde
iki-üç saat bir yerlerde çalışacaktı. Ama buna da belki
gerek kalmayacaktı, çünkü Letya okuluna konsantre
olacak, para fazla harcamayacaktı. Cimri değildi ama
savurgan da değildi. Yaşadığımız bu dünyada paranın
önemi ve değerini çok iyi öğrenmişti.
94
Alan Lezan – Letya
Herkesin her hafta 25.- Euro alış veriş için ortak konutun kasasına koyması lazımdı. Haftada bir kişi
mutfak, koridor ve banyonun temizliği için sorumluydu ve alış veriş yapacaktı. Artık kimin akşamları
gönüllü yemek yapacağı onun bileceği işti. Yemekleri
genellikle Miyu yapıyordu. Ophelia ve Letya, Miyu’nun yaptığı Japon yemeklerini çok seviyorlardı.
Bazen de üçü birden beraber yemek yapıp zevkle
yiyorlardı. Letya, bu kısa süre içerisinde kimin neyi
sevdiğini artık öğrenmişti ve ona göre de sırası geldiğinde alış-veriş yapıyordu. Letya, ortak konutta alışmış ve hayatında oldukça memnundu, çünkü Letya’nın artık ortak konutta güzel bir odası, okulu, cep
telefonu, Kompüteri ve iyi arkadaşları vardı. Gerisi
artık can sağlığıydı.
Akşamları okuldan geç geldiği için bazen arkadaşlarıyla yemek yiyemiyordu ama onlar her ne yaparlarsa
Letya’nın payını bırakıyorlardı. Yemeğini yedikten
sonra ya mutfakta Miyu ve Ophelia ile oturur sohbet
ederdi, ya da internetin başına oturur forumlara, sitelere girer kafasında olan bütün sorulara cevap arardı.
Özünde ‘mutlu’ bir yaşam sürdürüyor denilse de,
aslında ‘mutlu’ değildi, çünkü Kürdistan sorunu ve
akşamları girdiği Kürd forumları canını sıkıyordu.
Bazı Kürdler gerçekten rezaletti. Bazı haftalar kendi95
Alan Lezan – Letya
ni tüm bunlardan geri çekerdi, ama Kürdlerin esaret
altında olması ve internette okuduğu Jacques
Prévert’in dediği: "Gerçek özgür değilse, özgürlük
gerçek değildir” sözü kendisini oldukça etkilemişti.
Kürd ve Kürdistan sorununun karakteriydi bu. 87
yıldır ekilen ırkçılık ve inkâr tohumlarının başağa
durmasıydı. Hâkim olan Türk ırkçılığının, hak ve
özgürlüklerini isteyen Kürd toplumu karşısında ateşe
yakalanıp, çıban çıkarmasıydı.
Falaka, çok acı veren bir işkence türüdür. İşkenceciler ayak tabanına kalası indirdiler mi, benzersiz bir
acı, vücudunuzu boydan boya geçerek saç tellerinizden fışkırır. Ve her vuruşta devam eder bu. Ayaklarınızın altı şişer, kabuk atar. Alttan kanlı, pembe bir
deri belirir. Falakacılar ayağın o haline de vururlar.
Tabanın o haline inen kalasların darbeleri çekilmezdir. Bin kez ölmek istersiniz, ancak ölüm uzaktadır…
İnançlı insan için o halde yapılacak tek şey vardır: Acı
karşısında kendini koyuvermek. Darbe alan ayakları
kendinden saymamak! Başka şeyler düşünmek…
Örneğin afacan bir çocuk olarak kırlarda koşup, çiçek
topladığın günlere uzanmak… Bir türlü dokunamadığın gençlikteki sevgilinin elini tutmak… İnsan o
zaman acıyı yenebilir belki.
96
Alan Lezan – Letya
Dirençli bir tutsağın, falaka karşısındaki boş vermişliği gibi, Letya’da bazen Kürdlere olan baskı ve zulmü
boş vermek zorunda kalıyordu. Bazen de buna rağmen bir Alman’dan daha çok Kürd olacaktı… Israrla
Kürd olduğunu her yerde söyleyecekti. Katil sürülerinin Kürdistan topraklarını terk etmesi için, daha
çok ısrarcı olacak; can, mal-mülk güvenliği ve olmazsa olmaz Kürdistan için bir statü isteyecekti…
Bunları yapmakla bir gün, kalbini sömürgecilerin
kurşunlarına, gövdesini sokak cellatlarının linç potinlerine hedef yapacağı kesindi. Letya, kendini buna
mecbur görüyordu… "İnsanlığımız faşizmi çıldırtıyorsa; ne yapalım ki, insan olmaktan başka seçeneğimiz yoktur ...” diyordu kendi kendine. Ama bu tür
düşüncelerini, Kürd davasına olan derin inancının
aşkını ortak konut ve tüm diğer arkadaşlarından gizliyordu. Çünkü onların dünyası öyle başkaydı ki, kendisini zaten anlamayacaklardı. Evet, Letya aynı zamanda bir Alman’dı. Her ne kadar Almanya’da yaşasa
da, Alman devletinden burs alsa da çoğu Alman, ne
Letya’yı, ne de onun gibi diğer göçmenleri Alman
olarak görmüyor, düşüncelerini, duygularını anlamıyorlardı.
97
Alan Lezan – Letya
Letya, gerillaya katılmadan önce okuluyla birlikte bir
haftalığına Londra’ya gitmişti ve Londra’da metro
beklerken bir Amerikan ile tanışmıştı.
Adam Letya’ya "Senin aksanın Almanlar gibi, sen
nereden geliyorsun?” diye sormuştu.
Letya’da adama "Ben Alman’ım!” demişti.
Adam, "Yok olmaz!” demişti. Ardından: "Sen Alman
değilsin, senin orijinalin nedir?” diye sormuştu.
Letya’da, "Ben aslen Kürd’üm, Orta Doğu’dan geliyorum!” diye cevap verince; Adam : "Benim orijinalim İrlanda’dandır! ”demiş ve eklemişti: "Bundan 400
yıl evvel benim dedelerim İrlanda’dan Amerika’ya
yerleşmişler.”
Letya adamdan bunları dinleyince kendine daha sıcak
bakmıştı. Bir yerde kendini ondan keşfetmişti. Bireyi
oldukları milletleri henüz bağımsızlaşmadığı gibi,
adamla bir başka ortak yanları her ikisinin de göçmen
oluşlarıydı.
Almanya’da, 1933-45 yılları arasında Naziler kimin
Yahudi, kimin Alman olduğunu bire bir ispat ettikten
sonra Yahudileri gaz ambarlarında soykırımdan geçirmiştiler. Böyle bir şey bir daha olur mu bilinmez,
ama Almanya’da kimin nereden geldiği kayıtlıdır ve
98
Alan Lezan – Letya
biliniyor. İsterse bundan binlerce yıl evvel dedelerimiz Almanya’ya gelmiş olsun, ya da bin yıl daha kalsınlar önemli değil. Kürd Kürd’tü, Türk Türk ve Alman’da Alman’dı. İnsan nasıl ki kendi ailesini ve kardeşlerini kendisi seçemiyorduysa, aynen öyle milliyetini seçemiyordu. Doğadan neysek oyuz. Nazilerin
dedikleri gibi bir Alman’ın kan bağı üzeri tarif edilmesi saçmaydı. Örneğin Almanya’nın Amerika gibi
olması ve göçmenlerin gerçek bir Alman gibi kabul
görmesi için, daha yüz yılların geçmesi ve göçmenlerin tamamen asimile edilmesi gerekiyordu. Elbette
milliyet ‘ırk’ değildir ama Almanya’da bir göçmen
istediği kadar domuz etti yesin, bira içsin, mükemmel
Almanca konuşsun, istedikleri kadar asimile olsun,
dış görünüşü ve soy ismiyle Almanlar yine de O’na
"Deutsche mit Migrationshintergrund” diyecekler.
Yani "Göçmen kökenli Alman!” Göçmenleri tüm
bunlardan dolayı "gerçek bir Alman” olarak kabul
eden çok az Alman vardır. Bu durum Amerika dâhil
bütün diğer ülkelerde maalesef böyledi.
Öte yandan Türkiye’de de durum başka değildi. Bazı
Kürdler Türklerden daha Türk’tü ama herkes onların
Kürd olduğunu, devşirilmiş ve asimile olduğunu yine
biliyordu. O halde milliyetini, kökenini saklamanın ne
anlamı vardı? Bir Kürd’ün Kürd olması neden Türki-
99
Alan Lezan – Letya
ye’de yasaktı veya kötüydü? Asıl önemli olan zaten
bir insanın olduğu gibi kalması değil midi?
Letya, elbette bir Alman vatandaşıydı ama o aynı
zamanda da bir Kürd’tü. Zaten Letya, Almanya’da
çalışınca vergisini ve bir vatandaşın devlete ödemesi
gereken her şeyi ve vazifesini fazlasıyla yerine getiriyordu. Yine anne ve babası 40 yılından beri Almanya’daydılar ve usul, usul vatandaşlık görevlerini yerine
getirmiş, dürüstçe çalışmış, her Alman gibi devlete
gereken vergi vesaireyi ödemişlerdi. Zaten Homo
Sapiens ırkından olan dünyanın bütün insanlarını
kültürler ve diller ayırıyordu. Yoksa bir Alman, İngiliz, Türk veya Kürd nasıl tarif edilirdi?
Milliyetçilik veya Ulusçuluk, kendilerini birleştiren dil,
din, tarih veya kültür bağlarından bir üstyapı oluşturabilmişti. Sosyal birikimlerin adı olan millet veya
ulus olarak tanımlanan bir topluluğun yaşama ve ilerleme ülküsünün toplumların ve insanlığın gelişmesini
sağladığına inanan görüştü. İşte Letya’da Alman ve
Kürd toplumunu iyi tanıyan, onların dil ve kültüründen anlayan sade bir insandı. Letya, Kürd kökenli
göçmen bir Alman değil, tam Alman vatandaşı, tam
bir Kürd’tü. Çünkü her iki kültürün de taşıyıcısıydı.
Asıl önemli olan Kürdlüğünü ve kökenini inkâr eden
100
Alan Lezan – Letya
bir insan değil, bilakis insanlar ve kültürler arası farklılıkları bir zenginlik olarak görmekti.
Letya’da biliyordu ki farklıydı. Onun da diğer insanlar
gibi ağzı, gözü, kulağı vardı, ama buna rağmen ondaki ağız, kulak ve göz diğerlerine zaten benzemiyordu.
Letya, bu nedenle bir insanın diğer insanlar ile ortak
yönünün "insan olduğudur” diye düşünüyordu. Bu
durum tabii hayvan ve bitkilerde de vardı. Bir orkide
diğerine benzemiyordu. Tabiatta on binlerce orkide
türü vardı. Dünyada aynen böyleydi. İnsanların, kültürler arası farklılıkları birer zenginlik olarak görmeleri gerekiyordu. Ülkeler arası suni sınırların gün be
gün kalktığı gezegenimizde, Kürd milliyetinin, aidiyeti
ve kültürüyle dünya halkları içerisinde kendi kimliğiyle yer alması gerekiyordu.
Asimilasyon beyaz soykırımdı. Kürd, Alman, Amerikan, Bask, homo, hetero, bi seksüel insanı tanımlayan
özel ve önemli birer kimliktiler...
Herkes dili, dini, kültürü ve cinsel kimliğiyle her yerde var olmalıydı. Dünyanın tek tip insandan oluşmadığı, tam tersine mülti-kültürel olduğu bilinen bir
gerçekti. Zaten insanın iyisi ve kötüsü dünyanın her
ülkesin de, her yerinde de vardı. Bu nedenle halklar
101
Alan Lezan – Letya
ve insanlar için esas olan hak hukuk ve eşitlikti. Tolerans, eşitlik, plüralizm, demokrasi dünyanın her yerinde olmalıydı. Baskı, sömürü, zulüm, işkence, despotizm, faşizm, diktatörlükler asla olmamalıydı.
Sömürgeciler, Kürdistan’ı askeri olarak işgal etmekle,
zenginlik kaynaklarını sömürmekle kalmamış, sömürgeciler, Kürdlere dilini konuşmalarını, kültürünü yaşamalarını bile yasaklamıştılar. Letya, ‘bunu hangi
onurlu ve vicdanlı insan kabullenebilir ki, ben de kabulleneyim?’ diyordu. Sömürgeciler, ne hakla Kürdistan’ı işgal ediyorlar, ne hakla okullarını yapıp
Kürdçeyi yasaklıyor, Kürdlere zorla kendi dilini ve
kültürlerini öğretiyorlardı? Kürdler, haklarını aradıklarında da sömürgeciler, Kürdlere işkence ediyor,
öldürüyor, terör estiriyor, korku yayıyor, dışkı yediriyorlar, çocukları uzun yıllara varan hapis cezalarına
mahkûm ediyorlardı. Böylesi bağnazlık, böylesi faşizm dünyanın başka hangi yerinde görülmüştü? ‘Bu
Hitler faşizminin en alasıdır,’ diyordu.
Letya, bir Dersim’liydi ve Dersim’lilerin kuşaklar boyudur, büyük acılar yaşadığını iyi biliyordu. Dersim’lilerin ve dolayısıyla Kürdlerin kimliği, değerleri,
dili, inancı sürekli bir baskıyla karşı karşıyaydı. Genelde Kürdler, özelde Dersim’liler farklılıkları nedeniyle çifte standartçı uygulamalara maruz kaldılar.
102
Alan Lezan – Letya
Hapishanelerde çürütüldüler, asıldılar, öldürüldüler
ve görmedikleri işkence ve zulüm kalmadı.
1938 yılında Dersim’de yaşanan soykırım, tam bir
vahşet olarak tarih sayfalarında yerini almıştı. Kürd
ve Alevi kimliğinden ötürü Dersim katliamcı ve asimilasyoncu politikalarla haritadan silinmek istenmişti.
Dersim’in dağları, ovaları ve mağaraları top ateşiyle
dövülmüş ve kundaktaki bebeğine varana dek yediden yetmişe insanlar süngüden geçirilmiş, yakılmış ve
kurşuna dizilmişti. Böylesi bir acıyı yaşamış toplumun
çocukları olarak Letya, kaygılanmakta haklı değil
miydi? Dersim’de insanlar isyan çıkarmak için değil,
canlarına kurtarmak için dağlara sığınmışlardır. Dağlara çıkamayanlar toplu bir şekilde soykırımdan geçirilmişti.
Letya, internette 1937/38 soykırımında görev almış
askerlerin anlattıklarını okurken neredeyse çıldıracaktı.
Karslı Asker A. Demirtaş söyle diyordu; "Köylüleri
topluyorduk, bir araya getirip ‘sizleri koruyacağız,
kurtaracağız’ diyerek dere kenarlarına veya uygun
gördüğümüz yerlere götürüp makineli tüfeklerle tarı-
103
Alan Lezan – Letya
yorduk. Kadın, çocuk, bebe, ihtiyar, genç demeden
hepsini, hepsini öldürüyorduk.”
“Subaylar ‘hiçbir Alevi’yi sağ koymayın, öldürün!’
diyorlardı. Daha sonra cesetlerin başına erler kurtlar
gibi üşüşüyorlardı. Kollarını sıvazlayıp bilezik, kolye
gibi altınları kapmak için hırslı bir yarış başlıyordu.
Kadınlar için altın takmanın önemi büyük olduğundan kolları parçalayarak, keserek altınlar kapışılıyordu. Hatta altın dişler de alınıyordu, Alevi öldürüp
cennete gitmek, altınlarına da sahip olup bu dünyada
da rahatlık içinde yaşamak, o günlerde önemliydi.
Velhasıl birçok köyde benzer bu tür şeyler yapıldı.
Bugün Kars’ta, Dersim zenginleri var. Bunların zenginlikleri oradan kalma.”
A. Demirtaş devamla; "Bir gün, 4–5 yaşlarında bir
çocuğu komutan bana göstererek ‘öldür’ dedi. Ben
‘yapamam’ deyince, yüzbaşı rütbesindeki komutanım
çocuğu ayağından tuttu. Güçlü ve kuvvetli elleriyle
yanı başındaki kayalara başı gelecek şekilde kaldırıp,
kaldırıp vurmaya başladı. O an hafızamı kaybetmişim. Kendime hastanede geldim. Hava değişimi verdiler. Bir daha da Dersim’e yollamadılar. Çünkü her
şey bitmişti.”
104
Alan Lezan – Letya
Letya, bu ve buna benzer bir sürü yazı internette
okudu ve barbarlıkta sınır tanımayan, Kürdlerin dört
tarafını sarmış Arap, Fars ve Türk sömürgecilerinden, Kürdlerin yalnız başına kurtulmalarının hiçte
basit olmadığını anladı. Ama duygularına yer vermenin doğru olmadığını, bütün acılara rağmen sağduyulu, rasyonel hareket etmesi gerektiğini düşündü.
Kürdler elbette davalarında haklıydılar ama sadece
haklılık kazandırmıyordu bu dünyada. Güçlü olmak
gerekiyordu. Güçlü olmak için de kendini eğitmek ve
geliştirmek gerekiyordu.
Letya, bu tür şeyleri düşününce öyle sinirleniyor ve
kızıyordu ki, neredeyse tekrar sırt çantasını alıp Kürdistan’ın dağlarına çıkacaktı. Kürdlerin çektikleri acı
ve ıstırabı görmek için bir insanın dindar veya komünist olması gerekmiyordu. Vicdanlı, sadece vicdanlı
ve onurlu olmak yetiyordu.
Letya, bağımsızlık demenin sömürgeciliğin siyasi,
askeri, kültürel ve ekonomik bütün egemenliğine son
verilmesi demek olduğunu iyi biliyordu. Bunun için,
askeri, siyasi, ekonomik, kültürel muazzam bir örgütlenmeye gitmek, Kürdistan’ın pazar birliğini de sağlayıp, kapitalist sisteme uyum sağlamak gerekiyordu.
Çağdaş Batılı, sosyal değer gerçekleri olan serbest
piyasa ekonomisi, hukukun üstünlüğüne dayalı de105
Alan Lezan – Letya
mokratik sistemi savunmak, belki en doğrusudur,
diye düşündü. Halkımız kendi geleceğini kendi tayin
etsin, isterse ondan sonra özgür ve demokratik bir
ortamda eşekler partisini şerçsin, umurumda bile
değildi. Ama bir Kürd’ün anti-emperyalist, antikapitalist olmasında hiçbir çıkarı yoktu.
Kürdler bir azınlık veya topluluk değildi. Ülkesinde
40 milyon nüfusuyla kayda değer bir toplumdu ve
dili, kültürüyle homojen bir halktı. Bu nedenle Kürdlerin de diğer dünyadaki halklar gibi kendi devletini
kurma ve koruma hakkı vardı. Özgürlük ve bağımsızlık Kürdlerin en doğal hakkıydı.
106
Alan Lezan – Letya
13
lkin saniyeler, sonra dakikalar, derken saatler, günler ve aylar geçmiş, bir Neol Bayramı ve yılbaşı
gelmiş kapıya dayanmıştı. Bu süre içerisinde Letya
çok yoğun çalıştı. Okuldan eve geldikten ve mutfakta
bir şeyler atıştırdıktan sonra, okulda öğrendiği ve
aldığı notları tekrar ve tekrardan okur, temize çeker,
çok güzel de defter tutardı. Letya, kendi kendine çalışmayı öyle şahane öğrenmişti ki hiçbir özel yardıma
gerek duymuyordu. En kötü notu ‘iyi’ dereceydi.
İ
Hafta arası okula, hafta sonları da arkadaşlarıyla sinemaya, tiyatroya ya da partilere gidiyordu. Bu arada
Goa müziğini ve partilerini de keşfetmiş Luca ile
bazen konserlere de gidiyordu. En son gittiği konser
crossover-mix, metal, hip-hop, alternativ rock çalan
"Rage Against the Machine”nin Arena’da verdikleri
muhteşem konserdi. Letya, geldiği beş aylık yaşamına
artık alışmış, kendisine küçük bir televizyon da bitpazarında almıştı. Ayrıca üstü başı da bu arada bir hayli
değişmişti.
107
Alan Lezan – Letya
‘Atın yanında kalan ya huyundan ya tüyünden alır’
derler. Letya, eskiden güzel ve atletik vücudunun dişi
çizgilerini hiç dışarıya göstermez, vücudunu hep bol
duran gömlek ve pantolonlar ile saklar, elma kadar
büyük, çok güzel ve yuvarlak olan göğüslerini dışa
görünmesin diye belini öne doğru bükerdi. Şimdi ise
güzel vücudunun dişi çizgilerini vurgulayan İspanyol
paça ve çok cepli, genellikle çiçek desenli pantolonlar
giyerdi. Pantolonlarının üstüne dar üstler veya karnının açık olduğu renkli dar tişörtler giyerdi. Uzun,
siyah gür ve dalgalı saçlarını camgöbeği maviye boyamış, dreadlock yapmıştı. Szeneye uygun bir şekilde
tam bir Goa müziğinin taraftarına benzemişti. Ne var
ki Goa partilerine gidenler haddinden çok uyuşturucu
kullanırlardı ama bu Letya’yı artık eskisi gibi rahatsız
etmiyordu. Letya’da artık çok toleranslı olmuş, ‘yaşa
ve yaşat’ felsefesini uygulamayı öğrenmişti.
Sol gözünün üst kaşına, burnunun sol tarafına ve alt
dudağının altına, dilinin ortasına ve göbeğine birer
delici takmıştı. Dövme için parası olsaydı sol kolunun
bileğine kocaman bir güneş sembolü kazıyacaktı ama
şimdilik bunun için fazla parası yoktu.
Neol Bayramı ve yılbaşında Ophelia New York’a bir
arkadaşını ziyarete gitti. Bu arada Letya öğrendi ki,
Ophelia’nın amcaları ve ailesi Hamburg’da kalıyor108
Alan Lezan – Letya
lardı ve mülti milyonerlerdi. Ne var ki bunların hiçbirinin Ophelia’ya bir yardımı dokunmazdı. Ninesi de
çok zengindi ve 92 yaşındaydı. Onu ziyarete gittiğinde, ninesi daimi ona en azından bin Euro kadar para
verirdi ama Ophelia kendi parasını kendisi kazandığı
için kimseye muhtaç değildi ve hayatından memnundu. Zaten bütün parasını giyim-kuşamına ve gittiği
partilere veriyordu. Para biriktirdiği yoktu, çünkü
ninesi ölürse kendisine büyük bir miras kalacaktı.
Ayrıca bir abisinden başka ailesinin çocukları yoktu.
Baba ve annesi doktordular. Onların da kazancı oldukça iyiydi.
Miyu’nun anne ve babası orta direk sınıfındandılar.
Miyu’nun annesi Japon Büyükelçisi’nde memur olarak çalışıyordu, babası ise Özğür Üniversite’de Japonoloji profesörüydü. Miyu ailenin tek çocuğuydu ve
gereken yardımı alıyordu.
Letya, tüm bu detayları öğrendikten sonra hayretler
için de kaldı. Aslında bu iki kişiyle arasında dağlar
kadar fark vardı ama gerek Miyu, gerekse Ophelia
çok sıradan yaşıyorlardı.
Letya’nın babası sıradan işçiydi, Frankfurt’ta 40 sene
Siemens’te çalışmıştı ve şimdi ise 72 yaşında emekliydi. Kalp problemi vardı, hatta bir kriz bile geçirmişti.
109
Alan Lezan – Letya
Ama şimdilik durumu iyi gözüküyordu. Annesi ise ev
kadınıydı. Almanya’da bir göçmen olarak, dört çocuk
büyütmek basit değildi.
Tabii Kürdlerde de çok zengin ve iyi para kazanan iş
adamları ve entelektüeller de vardı, ama bunların
çoğunda ulusal bilinç yoktu. Dolayısıyla Kürdlere bir
yararı da yoktu. Dersim şehri Türkiye’de üniversiteyi
kazananlar içinde en ön sıradaydı, ama Dersim’de
altyapı olmadığından, çoğu mezun olduktan sonra,
Dersim’i terk ediyorlardı. Anlatılanlara bakılırsa Dersim bölgesi çok büyükmüş ve sınırları Erzurum, Erzincan’dan Sivas’a kadar uzanıyormuş. 1937 soykırımından önce nüfusu 500 binin üstündeymiş. Şimdi
ise Dersim merkez ve kazalarıyla sınırlıdır ve nüfusu
90 bin civarındadır. Ne oldu diğer insanlara? Nereye
göç ettiler? 1937’de öldürüldüler mi?
Miyu, yılbaşında Berlin’de kalacağını ve eğer Letya
isterse onunla Arena’daki beş günlük partiye gideceğini söyledi. Arena, kocaman bir salondu ve yedi bin
kişilik bir yerdi. Orada Goacılar çingeneler veya bitpazarındaki gibi çadır kurar, kimi CD, kimi çaykahve, kimi içecek, kimi de takı, kitap vb. şeyler satarlardı. Bazı çadırlarda da dövme yapılır ve delici
takılırdı. Salon dörde bölünmüştü. Üç bölümde bin
bir çeşit ışıklar ile süslenmiş çeşitli dans pistleri vardı.
110
Alan Lezan – Letya
Büyük bölümünde ise üç sokak oluşturulmuş bitpazarı kurulmuştu. Manzara harikaydı.
Aralığın otuz biri Salı’ya denk geliyordu. Arena’da
gece ve gündüz açık olan parti 28. Aralıkta Cuma
günü başlıyordu, 1. Ocakta çarşamba gündüz 15:00’te
bitiyordu. Tamı tamına beş gün non-stop müzik ve
eğlence aralıksız devam ediyordu.
Letya, Luca ve Miyu, sabah saat dörde doğru Arena’ya vardıklarında, Arena tıklım tıklım doluydu. Miyu, bağırdı: "İnferno” dedi. Letya, "Neee?” dedi.
"Akustik kötü seni anlayamadım!”
Luca, Letya’ya, "Cehennem, felaket, demek istiyor!”
dedi. "Ama bence başımıza gelebilecek en iyi şey!”
diye de ekledi.
Letya’nın bunlar üzerine düşünmeye zaten zamanı
yoktu. Son zamanlarda çok partilere katılmıştı ama
böylesi bir olayı ilk kez yaşıyordu ve çok heyecanlıydı.
Luca, "İsterseniz ilkin Chai Shop’a gidelim ve birer
çay içelim!” deyince, Miyu "İyi fikir!” dedi ve üçü
Chai Shop’a doğru ilerlediler.
111
Alan Lezan – Letya
Yolda Miyu arada bir arkadaşlarını selamlıyor, onlarla
kucaklaşıyor, öpüşüyor, bazen de bağırıp çağırıyordu.
Dört arkadaş çaylarını içtikten sonra, birlikte çadırları
ve bitpazarını gezdiler. Sonra Luca dans etmeye gitti.
Miyu bir erkeğe takıldı, o da gitti. Letya, binlerce insanın içinde yalnız kaldı.
‘Hımm!’
Letya, biraz düşünüp taşındıktan sonra, kendisine bir
bira aldı ve dans pistine, Luca’ya doğru ilerledi, ama
canı heyecandan hiç dans etmek istemiyordu. Ne
yapacaktı? Arena acayip süslenmiş, fena şekilde büyük ve kocamandı. İnsanlar gerçekten hoştu. Kimi
bir köşeye yayılmış cıgara içiyordu. Kimi dolaşıp
onunla bununla sohbet ediyordu, kimi de delicesine
dans ediyor stres atıyordu.
Bir an, sanki dünya Letya’nın umurunda değildi. Letya, öyle müziğin etkisi altında kalmıştı ki, dans ettiğinin farkında bile değildi. Bazen Luca gelir önde, etrafında dans eder ve yine kaybolup giderdi. Herkes
sanki uyuşturulmuş trans içindeydi. Bazıları saatlerce
sadece dans eder kimseyle konuşmazlardı. Yalnız
mıydılar, müziğin ve uyuşturucunun etkisi miydi bilinmez. Letya da kalabalık içinde kendisini kaybetti
sanki. Saatlerce dans ettikten sonra, Chill-Out bölü112
Alan Lezan – Letya
müne geçti, kendisine bir bira daha aldı ve duvarın
köşesinde bir yastığa oturdu ve çevresini dikizledi.
Herkes bir yere yayılmış kimi yatıyor, kimi sevişiyor,
kimi de cıgara sarıp sohbet ediyor, dinleniyorlardı.
Letya’nın sol tarafında iki genç çocuk ve bir kız bir
cıgaralık yaktılar ve sırayla içtiler. Çocuklardan biri
cıgaralığı Letya’ya uzattı, Letya nazikçe gülümseyerek;
“Teşekkür ederim! Ben kullanmıyorum!” dedi.
Çocuk; "Sorun değil! Bir adın var mı?”
Çocuk Letya’nın tam boyunda, yakışıklı, latif, sevimli,
dostçaydı.
“Benim adım ‘Letya’ ya senin?”
"Benim adım Vincent’tir. Şu gördüğün güzel kadın
Lysann, bu güzel ve yakışıklı erkek ise Lars’tır. Süper
parti değil mi?”
Letya, "Evet, parti gerçekten güzel!” diye karşılık
verdi. Ve o an Vincent, Letya’nın yanına yanaştı. Letya’nın birası da bitmek üzereydi. Vincent, ben kendime bir bira alıp geleceğim. Sen de bir tane daha
ister misin?” deyince Letya hiç düşünmeden:
113
Alan Lezan – Letya
”Teşekkürler!” dedi. "Ben sonra alırım.”
Vincent bir bira yerine bir Cola ile geri geldi ve Letya
ile sohbete daldılar. Genellikle okul üzerine konuştular sonra biraz politika, biraz parti ve szene derken
dans etmeye gittiler ama herkes kendisine dans ediyordu.
Letya, öğrendi ki Vincent Teknik Üniversitesi’nde
Lysanne ile birlikte informatik okuyor ve 25 yaşındadır. Lars, Lysanne’nin erkek arkadaşıydı. Vincent altı
ay önce çok sevdiği kız arkadaşından ayrılmıştı, çünkü kız arkadaşı başkasına âşık olmuştu.
Saat öğlen 12:00’ye doğru geliyordu. Ne Miyu, ne de
Luca görünürlerde yoktu. Letya, Vincent’in yanına
yaklaştı ve "ben eve gidiyorum” dedi. "Çok yorgunum.”
Vincent hemen cep telefonunu çıkardı ve numaraları
birbirlerine verdikten sonra, Letya yalnız evine gitti,
duş aldı ve kendini yatağa attı. Akşam altıya kadar
uyudu. Uyanınca kendisini biraz karmakarışık, bir
düzensizlik için de darmadağınık hissetti. Sonra kendisine bir çay yaptı ve balkona çıktı.
Letya, yalnızdı.
114
Alan Lezan – Letya
Akşam saat 22:00 sularında Vincent telefon etti ve
"Ben halen partideyim. İstersen sen de gel!” Letya,
ilkin düşündü, sonra "evde ne yapacağım” dedi. "Nasılsa okul yok, evde de kimse yok en iyisi yine partiye
gideyim,” diye düşündü ve gitmeye karar verdi. Zaten
giriş bileti beş gün için geçerliydi.
Arena’da Vincent ile vedalaştıkları yerde buluştular.
Vincent, Letya gelir gelmez sevincinden havaya uçtu,
Letya’yı kucakladığı gibi havaya kaldırdı ve etrafından
birkaç kez döndürdükten sonra yere bıraktı. Sonra
bir şeyler içmek için bara doğru gittiler. Letya, bir
Gin Tonic, Vincent’te bir Vodka Lime aldı. İkisi içkilerini tokuşturduktan sonra Chill-Out kısmına geldiler ve sohbet ettiler. Vincent’in önünde, gözünün
içine baktığı kadın, güzelliğin yurdu, insanlığın beşiği
olan Mezopotamya’dan geliyordu, ama Vincent daha
bunu bilmiyordu. Kürdler iğrenç derecede çirkin olmadıkları zaman, doğulu simalarının en şahane özelliklerini temsil ederler. Letya’nın Cleopatra gibi çelimsiz, biraz uzunca yüzü, kalem gibi nakış eden kaşları, kocaman parıldayan siyah gözleri, dolgun ve
mükemmel çizilmiş dudakları, tek kelimeyle güzel
dinebilecek burnu, kulakları ve atletik vücudu ile bir
harikaydı. Letya, belki de Vincent’in hayalinde bile
olamayacak bir güzelliğe sahipti. Letya’nın aslı gözle-
115
Alan Lezan – Letya
rinin o doğulu biçiminde belli oluyordu. Gözlerinin
rengi derin ve ışık vurduğunda, bir elmas gibi parlıyordu. Sanki koyu lacivert kontak lensler takmıştı.
Vincent’in Letya’yı tanıdığına çok mutlu olduğu her
yönüyle belliydi. Letya da bu sürpriz ve ani tanışmadan memnundu, ama daha hayatında kimseyi dudaklarında öpmemiş, kimseyle yatağa girmemişti. Bu
nedenle Letya heyecandan volkan gibi kaynıyordu.
Letya, öyle konuşmaya, şakalaşmaya, eğlenmeye dalmıştı ki, sanki kendisini unutmuştu. Aniden fark etti
ki Vincent ile öpüşüyor. Nasıl oldu, ne zaman oldu
onu bilmiyordu. Öpücüğün nasıl tarif edileceği bilinmez ama, bu bitmek bilmeyen öpücük, sanki Letya’nın bütün sinir sistemini altüst eden bir virüstü.
Filozoflara göre öpücük, çocuklar için oyun, gençler
için zevk, yaşlılar için güvendi.
Letya, Vincent’i öpmekte büyük bir zevk alıyor, şehvetleşiyor ve benliğini tümüyle Vincent’in kollarına
bırakıyordu.
İki âşık sabah saat 10:00’a kadar dans ettiler, şakalaştılar, sohbet ettiler, deliler gibi eğlendiler.
Letya, saat 10:00’da Vincent ile vedalaştı ve evine
geldi. Mutfakta Luca ve Miyu ile karşılaştı. Miyu ve
116
Alan Lezan – Letya
Luca’nın birbirleri ile yattığı her hallerinde beli oluyordu. Sonra Arena’daki parti üzerine konuştular.
Letya, Luca ve Miyu’yu mutfakta yalnız bıraktı ilkin
duş aldı ve sonra yatağına yığıldı. Saat öğle bire geliyordu ve cumartesiydi. Yılbaşına, 2003’e iki gün kalmıştı.
117
Alan Lezan – Letya
14
V
incent, keskin zekâsına ve ilginç düşüncelerine
rağmen aslında iflah olmaz bir romantik, idealist ve optimistti. Bütün iyimserliğiyle hayallerini gerçekleştirmek için her türlü maceralara dalmaya hazırdı. Yüksekten uçuşlarını genelde düşüşle sonuçlanmaması için, keskin zekâ ve yaratıcılığını gerçekçi
plan ve faaliyetlere göre dengeleyip geliştirmesini
öğrenmişti. Vincent’te tükenmek bilmeyen öğrenme
hırsı vardı. Çok yönlü yeteneğini, ilgisini ve zamanını
devamlı yeni bir şey deneme tutkusuyla israf etmeye
eğilimliydi. Aklının kölesi değil, efendisi olmayı öğrenmişti.
Vincent, kibirlilik, maçoluk nedir bilmezdi. O daha
çok sevecen, alçak gönüllü, dostane davranan biriydi.
Bazen sanki yirmi beş yaşıyla ermiş bir insandı. Aslında sanatta olduğu kadar günlük pratik işlere de
yetenekliydi. Ama informatiği, matematiği, rasyonelliği ve berraklığı daha çok severdi. Onun gibi insanlar
kendilerini en değişik bilimlerde denerler. Öğrenme
açlığı, ona sürekli olarak, yeniliklerin ve değişimlerin
118
Alan Lezan – Letya
özlemini çektirir. Büyük planları gerçekleştirmek için,
ilgisini gerçek ve doğru şeylere yöneltirler. Çünkü
sadece o zaman gerçekten istediği şeye ulaşabileceğini
bilirler. Letya, tanıştığı o kısa sürede Vincent’in hal ve
hareketlerine bazen akıl erdirememekteydi. Her durumda açık ve tarafsızlığına olan inancı tamdı. Sabit
fikirli olmadığına emindi. Belki de öyle davranması
Letya’ya karşı olan saygıdandı. Letya’ya göre içten
pazarlıklı hareketler, bir insanın fikirlerini gerçekleştirme alanını daraltan, anlaşılmaz hareketlerdir. Sonuçları her zaman can sıkıntısıyla bağlantılıydı.
İki ya da üç şeyi bir arada yapmak Vincent gibi insanlara zor gelmez, tam tersine bu onların hayat prensipleriydi. Kişilikleri ve yaşam tarzları onların tek ifadesiydi. Ama aynı zamanda cazibeli, ‘liderlik’ yeteneğine
sahipti. Gayretlerini, endişeli ve sorunlu olduklarında
bile kaybetmeyen, iyimser insanlardandı.
Letya, sanki Vincent’i risk rüzgârları esen, gizemli ve
yeniliklerin yaşanabildiği bir yerde bulmuştu, çünkü
Vincent beceriye dayanan hızdan zevk duyuyordu.
Sporu, deli gibi dans etmeyi seviyordu ve iyi bir sporcuydu. Bu becerikli insan, özellikle kayağı, dalmayı,
su kayağını ve paraşütle atlamayı, yani kısacası ani
tepkilere ihtiyaç duyan her şeyi seviyordu. Golf onun
için biraz fazla yavaştı, ama tenis, body jumping onu
119
Alan Lezan – Letya
hızlı arabalar gibi çıldırtıyordu, çünkü o tehlikeli eğlenceleri seviyordu.
Vincent’in annesi öğretmen ve babası Berlin’de tanınmış bir avukattı. Ailesinin maddi durumunun iyi
olmasından dolayı, öğrenimini ailesi finanse ediyordu.
Bir de ablası vardı. Eczacı ve iki çocuk sahibiydi.
Vincent’tin dış görünüşü hiç içini ve asıl karakterini
yansıtmıyordu. Vincent, dış görünüşüyle daha çok
zavallı bir berduş gibiydi. Kung-Fu’da siyah kemerinin olduğunu ancak o söylerse insan biliyordu. Kısa
kesilmiş, sarışın saçları, masmavi gözleri ve giydiği
yırtık pırtık elbiseleriyle tam bir hippiydi. O da Letya
gibi kommerz Techno’dan, günün şarkılarından, arabeskten nefret eder, o daha çok Goa partilerine, bazen de Crossover, Hardcore konserlerine gider, high
society yaşamından uzak durur, ailesinin tam tersi bir
profil çizerdi.
Vincent, beş seneden beri daha çok Türklerin ve
başka göçmenlerin oturduğu Kreuzberg’de yıkık
dökük, perişan olmuş, eski mi eski bir binada oturuyordu. Bu yapı çok büyük bir binanın duvarına yapışmıştı. Kötü sıvalı, derinliği bulunmayan, aşırı yükseklikte bir konuttu. Her katta iki odalı bir daire vardı. Bu eve kocaman bir merdivenle çıkılırdı. Merdi120
Alan Lezan – Letya
veninin tırabzanları demirden çiçeklerle süslenmişti.
En altta bir Kompüter dükkânı vardı. Bu dükkân
Vincent’in iki arkadaşına aitti.
Pazar günüydü. Vincent oturmuş Kompüterin önünde ders çalışıyordu. Kafasında ise yeni tanıdığı Letya
vardı. Letya’nın Almancası akıcıydı. Bu nedenle Vincent, Letya’nın nereden geldiğini sorma gereği duymamıştı, çünkü Vincent için O’nun nereden geldiği
önemli değildi. Vincent, Letya’yı düşünmekten derslerine konsantre olamıyordu. İlkin bir cıgaralık sardı
ve sonra kalktı telefonu eline aldı ve Letya’yı aradı.
Saat 20:30’a geliyordu. Letya, Miyu ve Luca ile sinemaya gitmişti, telefonunu kapatmıştı ama telefonuna
SMS ile bir haber yollanmıştı. Letya sinemadan çıkınca saat 23:00’i geçiyordu ve hemen Vincent’i geri
aradı. Vincent, "Hindistan yemeğine ne dersin, Oranien Caddesi’ndeki Hindistan Restoran’ında buluşalım mı?” diye Letya’ya nazikçe sordu ve "Seni davet
ediyorum!” diye de ekledi.
Letya, "Ben şimdilik yalnız değilim, arkadaşlar var,
başka zaman nasıl olur?” diye cevapladı ama Vincent,
"Arkadaşlar da gelsin, ondan sonra da hep beraber
bir partiye gideriz olmaz mı?”
121
Alan Lezan – Letya
Letya, arkadaşlarına danıştı, hepsi de bir Arslan gibi
acıkmıştılar. 'Olur, gidelim' dediler. Letya, Miyu, Lucas ve Vincent restoranda buluştular. Miyu ve Luca,
Vincent ve Letya’nın arasında neler olduğunu bilmiyorlardı, ama âşık olan insanları çocuklar bile anlar.
Letya’nın âşık olduğu pek belli değildi, çünkü Letya
çaktırmamak için elinden gelen her şeyi yapıyordu.
Ama Vincent ateş gibi yanıyordu. Letya, daha çok
sessiz, her zaman olduğu gibi çok konuşkan olmayan
ama iyi dinleyen bir profil çiziyordu. Belki de ilk aşkı
olduğu için dikkatliydi, bir şey yanlış yaparım veya
söylerim diye korkuyordu. Ama Vincent’in bu konuda tecrübesi olduğu kesindi.
Dört arkadaş yemeklerini afiyetle yedikten sonra
Arena’ya gittiler. Arene’da Miyu ve Luca her zamanki
gibi çok kişi ile karşılaştılar. Vincent ise Lars ve Lysann ile buluştu. İçtiler, keyif yaptılar, doyasıya dans
ettiler. Bu arada Letya bazen Lars ile, bazen de Lysann ile sohbet etti, onları da yakından tanıdı. Vincent, Letya’ya yaklaştı ve: "Seni yılbaşı akşamı evimde
yemeğe bekliyorum! Şimdiden söylüyorum ki, başka
bir yere gitmeyesin sakın.”
Letya hiç düşünmeden "Okay! Saat kaçta?”
“Saat 21:00’de olur mu?”
122
Alan Lezan – Letya
Letya, ‘Evet olur’ der gibi gözlerini kırptı ve "Ben
partilerden bıktım. Bana eyvallah!” deyip çıkıp gitti.
Vincent bu ani çıkışa biraz şaşırdı ama sesini çıkarmadı. Letya, Lars ve Lysann’dan da vedalaştıktan
sonra evine gelince saat gece 2:00 civarındaydı. Son
günler Letya çok az yatmıştı ve Vincent ile tanışması
da eklenince kendisini büsbütün şaşırmıştı. Duş aldı
ve yatağa gitti, mışıl, mışıl uyudu.
Letya, pazartesi sabah saat 10:00’da uyandı. Duş aldıktan sonra en güzel elbiselerini giydi, dışarı çıktı ve
Spree’nin kenarında uzun bir yürüyüş yaptı, suların
akışını izledi. Güneş kendisine gülümsüyordu, o ise
Vincent’i ve Kürdistan’ın dağlarını düşünüyordu.
Bazen sevincinden ve mutlu yaşamından gözlerinden
yaşlar akıyordu, bazen de üzülüyordu. Dilan ve diğer
arkadaşları acaba daha yaşıyorlar mıydı? Annesini
neden Neol bayramında görmeye gitmedi? Vincent
nasıl bir insandı? Sonra 'boş ver' dedi. Vincent’e telefon etmek isterken o an telefonu çaldı. Afşan, telefon
ediyordu ve Letya, annesinin, ailesinin durumunun iyi
olduğunu öğrenince sevindi. Zaten daha bir hafta
tatili vardı. Letya, Afşan’a ayın üçünde sizi ziyarete
gelirim diye söz verdikten sonra telefonu kapattı.
Ama Vincent’ten hiç bahs etmedi, çünkü daha çok
erkendi.
123
Alan Lezan – Letya
Vincent’i gerçekten de daha iki gündür tanıyordu,
ama Vincent, Letya’ya çok güvenilir geliyordu. Öte
yandan Vincent’i çokta beğeniyordu. Âşık olup olmadığı henüz belli değildi ama aşkın gerçekten nasıl
olduğunu da bilmiyordu. Bildiği tek şey şu içindeki
her saniye onunla olma isteğiydi.
Letya, kişiliğinde canlılığı, yaşam gücünü, ihtirası,
yiğitliği ve asaleti temsil ediyordu. Yürüyüşü, canlı
hareketleri, sıcaklığı, sağlam ve sakin görünüşü ile
tanınıyordu. Asla kendisinden şüpheye düşürmeyecek
güçlü bir yapıya sahipti ve son derece sıcak kalpliydi.
Kandırılmak, kullanılmak hiç istemez, kendisini kandıranı, ihanet edeni, kullananı hiç affetmezdi. Doğallığı, neredeyse çocuksu cazibesi ve gözlerinde parıldayan yaşam sevinci, birçoklarında reddedilemez etki
bırakan bir çekim gücüne sahipti. Böyle seçkin yeteneklere sahip başka bir insan belki dünyada yoktu.
Asalet, cesaret, doğru sözlülük, azim, sevme yeteneği,
büyüklük, iyilik, gerçekten çok ender rastlanan böyle
bir kişilikte birleşebilirdi. Bunun yanında, kibir, gurur,
hâkimiyet hırsı, küstahlık, kendini beğenmişlik gibi
hiçbir özellik Letya’da mevcut değildi. Kesin olan
şey, bu özelliklerin ve burada sayılamayacak eğitim,
arkadaş etkisi ve sosyal çevre gibi faktörlerin Letya’da
değişik kişiliklere yol açabileceğiydi. Ve nitekim bu da
124
Alan Lezan – Letya
olmuştu. Bu nedenle ideal durumlarda dürüst, sıcak
kalpli, geniş ve iyi insanlarla karşılaşabiliyordu. Belki
Vincent bu tip bir insandı, ama Letya cinsel ilişkide,
sevgi ve aşkta tecrübesizdi.
Letya, çocukluğundan bugüne kadar hep arayış içinde
oldu. Dünyayı değiştirmek için, uzun süre Marksizm
ideolojisinin zehrini içti. Zenginlik, içki, kumar, erkek, "kirli yaşam”, geçmişteki dinsel ve daha sonra
inandığı Marksist ideolojisine aykırıydı.
Bütün saygı duyulacak güzel öğretiler, ne kadar haklı
olsa da, onun iyi ve kötü dedikleri şeyler, yaşanmadan
hiçbir şey ifade edecek durumda değildi, ruhunu dizginleyemezdi. Dünyada hiçbir öğreti insanın asıl tecrübesinin önüne geçemiyordu. Bu nedenle kendisine
göre ‘doğru yolu’ ancak deneme-yanılma yoluyla bulabilirdi.
Bir çocuk düşe kalka yürümeyi, deneye yanıla doğruyu öğrenirdi. Yeni emeklemeye başlayan bir çocuğa
kaynayan süte yüzlerce kere elini vurma 'Cıs! Cıs!'
olur demek bir anlam ifade etmezdi. Ancak çocuk
sıcak süte yaklaşıp elini ona değdirdiği zaman, deneme-yanılma yoluyla sıcak sütün el yaktığını, "Cıs!
Cıs!” uyarısının el yakmak anlamına geldiğini anlardı.
125
Alan Lezan – Letya
İnsan hayatta tecrübe edinerek ancak o hayatı yaşayarak ya da ondan vazgeçerek, ya da devam kararı alarak, onu tadarak, onun iyilik ve kötülüğünü teraziye
koyup tartarak, kişinin özgür iradesinin olgunlaşmasını sağlıyordu. Çoğu dogma, töre ve adetlerin, öğretilerin sözleri zamanla değerini kaybettiği, aslında boş
laflar olduğu bilinen bir gerçekti. İnsan doğumdan ya
iyiydi, ya da kötü, çünkü doğa, dengesini daha çok
iyilik üzerine değil, kötülük ve vahşet üzerine kurmuştu. Bütün canlılar kendi çıkarları için başka canlıları parçalar, öldürür, yok ederdi. Ama bu vahşette
bir masumiyet vardı. Çünkü bunu içgüdüleriyle, yaşamlarını sürdürebilmek için yapıyorlardı. Doğa, onlara böyle yapmalarını emrediyordu. İnsanlıkta böyleydi. Bu nedenle insan yaşamında, efsanelerdeki gibi
hep iyiler ve kötüler arasında bir savaş yaşanmaktaydı
ve sonuçta iyiler hep kazanıyordu.
Letya, bu tespitine rağmen bazı öğretilere saygı duymakla beraber, onun öncesi ve sonrasının olmadığını
düşünüyordu. Yaşam ‘şimdiki zamandı’ Dünyadaki
her varlık kendi ‘şimdiki zamanın’ da huzura, ruh
dinginliğine sahip çıkması, süreç içinde kölesi olduğu
öğretinin aşılması ile özgürleşebilirdi. Öğretilerden
yararlanarak, yaşayarak kendi 'ben'liğini ancak ondan
sonra, bu tecrübelerle bulabilirdi. Tecrübe insanın
126
Alan Lezan – Letya
kendisinin yine yararlandığı en özel yaşam kütüphanesiydi ve her insanın, her bireyin sosyalizasyonu,
hayat hikâyesi, tecrübesi başkaydı.
Letya, kötülüğün, iyiliğin, güzelin, çirkinin, küçüğün,
büyüğün, kalının, incenin, siyah ve beyazın gerekli
olduğuna inandığı gibi, dünyada var olan her şeyin
değiştiği ve değişmeyen tek şeyin değişimin kendisi
olduğu gerçeğinin de bilincindeydi. Doğal olarak Letya’da gerçek dünya ile inançlar arasındaki bağı bütünleştirdiğinde, birbirinden ayrılmazlığını keşfederken,
ortak noktayı bularak huzura kavuşmanın olabilirliğini yaşayarak, öğrenerek bulmaya çalışıyordu.
Kirli, kötü, düzenbazlıklardan ayrılmanın yolu, onu
yaşayıp görerek mümkündü. Artık bundan sonra Letya, ne herhangi bir dine ve peygambere, ne de herhangi bir insanın peşinde gitmeyecekti. Ama kendi
kalbinde kendisine göre de Allah’a inanacaktı, çünkü
nasıl ki önündeki Kompüterin bir yapıcısı vardıysa,
insanın, doğanın, evrenin ve ötesinin de bir yapıcısı
olabilirdi. Yedi günde yeri göğü, evreni ve ötesini icat
eden bir Allah işini insanlara havale etmez, gerekeni
kendisi yapacak kudretteydi. Letya, sadece kendi yolunda gitmeyi doğru buluyordu ve kendisi ile yaratıcı
arasında elçi istemiyordu. İnsanların Allah adına hareket etmesinin Allah’a hakaret olarak algılıyordu.
127
Alan Lezan – Letya
Herkesin bir ağızdan konuşamayacağı nedeniyle, yaşamı organize etmek için demokratik yollarda seçilen
başkanlar, başbakanlar, temsilciler elbette olacaktı.
Ama insan kültü, insanı Tanrı yerine koymak ve kutsamak olmayacaktı, çünkü kendisini özgürleştirecek
ruhsal huzuru ancak ve ancak kendisinde, kendi yolunda bulabilirdi. Sonuçta yaşamı üzerine karar veren
insanın, yani bireyin kendisiydi, başkaları değildi. Bir
insanın başka bir insanın yaşamı üzerine karar vermesi yanlıştı. İnsanlar Allah huzurunda tamamen eşit ve
özgürdüler. Allah’ın insanların işine karışmadığı gün
gibi ortadaydı.
Fakat insanoğlu bazen 'benliğine' ulaşmak için, bir
nehrin akışı gibi, uzun bir yolu katletmesi gerekiyordu. Başka türlü 'benliğine' ulaşamazdı. İnsanın bu
ilerleyişi sırasında işlediği bütün günah ve sevapların
toplamından, dingin bir ruh dogmalardan uzak oluşabiliyordu, çünkü doğanın felsefesini hiçbir öğreti
değiştiremezdi. Zaten o öğretileri doğa yaratmıştı ve
"Allah” doğanın kendisiydi.
Letya, politik olarak da buna benzer bir yoldaydı. Ne
yapıyorsa ,'benliği' içindi. 'Benlik”lerin toplamı için,
yararlı ne varsa onu yapmaya hazırdı ve politik liderler ya da önderlik öğretileri için yürümeyecekti. Kürd
ulusunun bir bireyi olarak hiçbir ideoloji ve lidere
128
Alan Lezan – Letya
bağlı olmadan kendi benliği ile isteği ve kendisi inandığı için çalışmayı daha uygun görüyordu. Kürdlerin
kurtuluşu için her ne yapılacaksa demokratik ve iç
hukukun işlediği bir ortamda diyalog yoluyla yapılacaktı. Ama ne var ki Kürdlerin düşmanları, bazı insanlar ve halklar da özünde doğa ve doğadaki bazı
hayvanlar gibi vahşiydiler. Gerillanın başını kesip
havaya kaldıranlar, ayaklarını cesetlerinin üstüne koyup poz verenler ve kulaklarından teşbih yapıp onunla övünenler vahşi hayvanlardan farklı değillerdi.
Letya, hiçbir savaş kurallı tanımayan, en aşağılık düzeye inen puşt, kalleş ve kahpe düşmana karşı vicdanı
olan savaşır diyordu. Çünkü bunlar zaten demokrasiden, insanlar arası eşitlikten anlasalar bir ulusa bu
vahşeti yapmazlar. Kötü insanın olduğu gibi bazı
insanlar, zayıfların ve güçsüzlerin haksızlığa uğramasına karşı çıkan bir başka güdüye sahiptiler. Letya
buna vicdanı olan iyi insanlar diyordu. Ve tarihte
doğruyu, iyiyi, güzeli, özgürlüğü savunan hep kazanmıştır.
Ya barbarlık, ya da uygarlık!
Despotizm, faşizm ve sömürgecilik er veya geç yıkılacaktı. Nasıl ki, Hitler, Stalin, Mussolini, Franko,
Saddam ve benzeri insan kasabı diktatörlükler tarihte
129
Alan Lezan – Letya
yok olup gittilerse, aynen öyle de Arap, Fars, Türk
despot ve faşistleri de tarihin çöp tenekesini boylayacak. Orta Doğu’da da güneş yeniden doğacaktı. Çünkü ezeli diye bir şey doğada yoktu. Belki de bu yüzden Alman filozofu İmmanuel Kant, 'ben yıldızlara
ve iyiliğe şaşarım' demişti.
Kürdler, Kürd olarak alnı ak zengin ülkelerinde ezilmeden, sömürülmeden, horlanmadan, işkence ve
baskı görmeden hür ve onurlu bir yaşam sürdürmek
istiyorlar. Bu Kürdlerin en doğal, en insani, hukuki,
siyasi hakkıdır. Kürdler diğer halklardan bir zırnık
bile istemiyorlar. İnsanlar dünyada her halka olan bu
doğal hakları neden Kürdlere çok görüyorlar? Avrupa’da olan haklar ve olanaklar neden Kürdlere için de
olmasın? Kürdler de Allah’ın kulu değil miydi? Kürd
olmak neden suç oluyordu? Bütün insanlar özgür,
onur ve hakları yönünden eşit doğarlar. Zulüm ile
abat olunmaz. Adaletsiz, zalim ve korku üzerine kurulan bütün sistemler sonuçta yok olmaya mahkûm
idiler çünkü…
130
Alan Lezan – Letya
15
L
etya, Pazartesi sabahı erkenden uyandı ve bir tas
kahve içtikten sonra alış verişe gitti. Miyu daha
uyuyordu. Letya, alış verişten geri döndükten sonra
Miyu da uyanmış, mutfakta kahve içiyordu. Meraklı
olan Miyu, Letya’ya "Vincent’te âşık mı oldun?” diye
sordu.
"Bilmem! Sen ne düşünüyorsun?”
Miyu, bir yudum kahve aldıktan sonra, "Vincent iyi
bir insana benziyor!” dedi.
“Ya sen Luca’ya âşık mısın?”
"Ben de bilmiyorum.” dedi ve ikisi seslice güldükten
sonra Miyu devam etti: "Ah boş ver!” dedi. "Erkekler
hep aynı ama Luca ile olan ciddi bir şey değildi. One
night stand.”
Miyu, çok iyi ve güzel bir insandı ama sosyal yaşamda
çok karmaşık bir insan görüntüsü veriyordu, çünkü
bazen onun ne zaman ne yapacağını bilinmiyordu.
Bir yandan iyi, anlayışlı ve yardımsever, diğer yandan
çok kararsız, tutarsız, melankolik ve kırılgan olabili131
Alan Lezan – Letya
yordu. Bazen bir konuda çok ateşli davranırken, bazen de çok korkak ve çekingen olabiliyor. Sanki düşüncelerinden şüpheye düşüp, dünya gerçeklerine
aykırı hareket emesine rağmen, hemen hemen her
konuda bir fikri vardı.
Miyu’da bulunan aşırı merak, zeki bir kadın olduğunun kanıtıydı. Konuşkandı ve anlattığı bazı absürt
hikâyelerle, diğer insanları hemen çevresine topluyor,
odak olmayı hep başarıyordu. Kendini kimsenin dinlemediğini hissederse sanki rüyalara dalıyordu. Ama
Miyu, çoğu insanlar gibi lotoda altı tutturmayı hayâl
etmeyen bir kişilikti. Her zaman gerçekçiydi ve kendi
yeteneklerine güveniyordu, ama buna rağmen rüya
ülkesinin kapıları ona hep açıktı. Yaptığı hayaller öylesine canlıydı ki, onları gerçekleştirme isteği duymazdı. Çünkü bir amaca ulaşmak için gerekli savaşçı
ruhu ve isteği yoktu. Bunun dışında günlük işlerin
rutinliğinden nefret ederdi. Mutlu olabilmek için,
gelecekte olmasını umut edebilecekleri, yeni bir şeye
hep ihtiyacı vardı.
Miyu, felsefeye, sanat tarihine çok ilgi duyar, inatla
hayatın anlamını arayan biriydi. 'Hayat, sonuçta meyvelerini yiyemeyeceğimiz bütün bu kavgalara değer
mi?' diyordu. Karakterinin belirginleşmesinden sonra
132
Alan Lezan – Letya
bu fikir, hayata kayıtsızlıkla yaklaşmasına neden olabilir, çünkü kaybedecek hiçbir şeyi yoktu. Belki bu
nedenle Miyu da, Ophelia gibi hayatını amaçsızca
sürdürüyordu, yetenekli olduğu konularda bile bazen
beceriksizce davranıyordu. Böyle insanlar işlerini yapacaklarına, bol bol eğlenir, içlerine kapanır ve başarısızlıklarından dolayı da bazen acı çekerlerdi. Ama
sabırlı ve kararlıydılar. Belki büyük atılımlar yapamazlardı, ama tamamen de batmazlardı. Letya bu tip insanlarla gerillada da çok karşılaşmıştı. Bunların çoğu,
gerektiğinden bir nebze bile fazla gayret göstermezlerdi. Bir işe zihinsel veya bedensel olarak aşırı konsantre olmak, onlara gereksiz gelirdi. Ama yine de
başarılı olabilirlerdi. Miyu ve Ophelia, Almanlar için
söylenen ‘disiplinli ve çalışkan insanlar’ özelliği hiç
yoktu. İkisi de çok kaotik bir yaşam sürdürüyorlardı.
Belki de bu yaşam türü, Berlin gibi bir şehirde yaşanan gece hayatından kaynaklanıyordu. Miyu ve Ophelia milyoner değillerdi, ama ikisi, hemen hemen her
dilediklerini yaptıkları için, bazen ne istediklerini de
kesin olarak bilmiyorlardı.
Letya, poşetten bir şişe şarap çıkarınca Miyu: "Ne o!
Günün bu saatinde şarap mı içeceksin?” diye sordu.
Letya, "Hayır! Vincent beni yarın akşam yemeğe davet etti, beraber götüreceğim,” deyince Miyu, sanki
133
Alan Lezan – Letya
kıskanır gibi; "Oh! Vincent, sen ve yemek... Valla
kulağa çok hoş geliyor,” dedi ve ekledi: "Yılbaşını
onunla mı geçireceksin?” Letya, "Yemek akşam saat
dokuzda. Ondan sonra tabi biz yine Arena’ya geleceğiz. İstersen sen de beraber Vincent’e gel! Sonra hep
beraber Arena’ya gideriz.”
Miyu, "Yok, yok! Olmaz! Benim senin randevuna
gelme hakkım yok! Sen en iyisi Vincent’te git ben ise
Anastasia’ya gideceğim, çünkü Anastasia beni partisine davet etti. Orada zaten diğer bütün arkadaşlar da
var. Belki sabaha doğru Arena’ya biz de geliriz.”
"Okay! Nasıl istersen, dışarı gezmeye çıkıyor muyuz?”
"Bir duş alıyım ondan sonra!”
"Okay! Ben de bu arada internete bir göz atayım.”
Letya, tam odasının kapısını açarken Marc telefon etti
ve hal hatır sordu. Letya da Vincent’ten hariç her şeyi
Marc’a anlattı ve biraz sonra Miyu ile gezmeye çıkacağını, Marc isterse o da onlarla gelebileceğini söyledi. Ama Marc, "Hayır” dedi, "İşlerim var ama başka
zaman.” Marc, zaten yılbaşında tanıdığı başka bir
ortak konutta bir partiye gidecekti. Letya’yı da davet
etti, ama O bir arkadaşta yemeğe davetli olduğunu ve
134
Alan Lezan – Letya
sonra Arene’ya gideceğini söyleyince Marc da "olur!”
dedi. "Belki sabaha doğru bizde geliriz ama şimdilik
kesin bir şey söyleyemem.”
Letya’nın kafası halen darmadağınıktı. Kimle, neyi,
nerede, nasıl yapacağını bilmiyordu. Eğer Ophelia
New York’a gitmeseydi, ortak konutta bir parti verecek ve bütün arkadaşlarını davet edecekti. Ama şimdi artık bu önemli değildi. Arena’ya gelenleri görecekti, gelmeyenin de canı sağ olsundu.
Miyu, duştan çıktı. Elbiselerini giydikten sonra, Letya’nın odasına doğru: "Letya! Hazır mısın?” diye bağırdı. Letya, "Evet, hazırım!” dedi ve iki arkadaş beraber dışarı çıktılar.
Miyu, öyle değişken bir insandı ki, kendisini hep bir
maskenin arkasına gizleyip, arkadaşlarının hoşuna
giden her role giriyordu. Ama insanlara hayallerini
anlatmaya başladığında, kısa bir süre için maskelerini
çıkarmış demekti. Bu maskelerin altında birbirine
karşıt kişiliklerin özelliklerini saklamaya çalışan bir
insan vardı. Letya, Miyu’yu bir türlü çözemiyordu,
ama iyi insan olduğu için onu artık bir kardeş gibi
seviyordu.
135
Alan Lezan – Letya
Spree’nin kenarına vardıklarında bir banka oturdular
ve Miyu, Letya’ya "Kürdler nasıl bir halktır? İstersen
bana biraz Kürdlerden anlat!” dedi.
Letya, durakladı, düşündü ve sonra "Kürdler de dünyadaki diğer halklar gibidir!” dedi ve ekledi: "Ne var
ki Kürdler maalesef zengin bir ülkeye sahiptirler.
Maalesef, çünkü bu zenginlik nedeniyle Araplar,
Farslar, Türkler; Kürdlerin ülkelerini işgal etmişlerdir.
Dolayısıyla Kürdlere her türlü baskı ve işkenceyi yapıyor ve Kürdlerin özgürce gelişmelerini engelliyorlar.”
Letya’nın bu sözlerinden sonra Miyu’nun yüz, göz
bakışlarından Kürdlere acıdığı, Kürdler ile dayanışmada olduğu belli oluyordu. Letya, Miyu’ya; "Kürdlere acımana gerek yok! Dünyanın hali bu! Kürdler de
bir gün mutlaka özgürlüğüne kavuşacak, ama bu belki öyle kolay olmayacak.”
Aslında Letya, Kürdler hakkında daha çok şey Miyu’ya anlatacaktı ama, anlatacağı çoğu şeyler gerçeği
yansıtmayacaktı. Letya, 'Kürdler onurludurlar, onurlarını çiğnetmelerine ve incitmelerine izin vermezler,
asla ümitsizliğe düşmezler; metin ve sabırlıdırlar, özgürlük ve bağımsızlığına aşıktırlar' diyecekti.
136
Alan Lezan – Letya
'Bilim, teknoloji ve sanatı çocukları gibi severler,
dünya nimetlerinden ve güzelliklerinden en iyi şekilde
faydalanırlar. Meşru müdafaa dışında insan ve hayvan
öldürmezler. Zalimlere karşı onurlu ve zorlu, birbirlerine karşı alçak gönüllüdürler. Bozgunculuk yapmazlar; her zaman iyilik isterler. Çalışkandırlar. Boş
ve yararsız şeylerden yüz çevirirler; boş durmazlar,
boş kalınca başka işe yönelirler. Kötü duygularını
ıslah etmeye çalışırlar. Yaptıkları hatalara pişman
olur, hemen ardından bir iyilik yaparlar ve aynı hatayı
ikinci defa yapmazlar' diye anlatacaktı.
Sanat ve savaş dışında hiçbir zaman aşırı gitmezler,
taşkınlık yapmazlar; Kimseye el açıp yalvarmazlar;
kimseden korkmazlar ve kimseden medet ummazlar.
Zalimleri dost veya sırdaş edinmezler; zalimlere arka
çıkmazlar; boyun eğmezler ve zalimlerin tuzaklarından ötürü tasalanmazlar. Ülke içinde demokratik ve
herkese eşit davranan düzeni bozmazlar, dünyadaki
doğal dengeyi korumak için çaba harcarlar.
Zulme uğramış, yardım bekleyen insanlar, zulüm
ortadan kalkıncaya kadar mücadele ederler. Yanlışa
karşı mücadelelerini haksız ve yanlış yollarla yapmazlar. Mücadelelerini meşru ve en güzel şekilde yapar;
kötülüğü iyilikle savarlar.
137
Alan Lezan – Letya
Güzel söz söyler; güzel öğütle doğruluğa çağırırlar.
Pislikten sakınırlar, güzeli ve temizi severler. Pis ve
kötüyü asla temiz ve iyi ile bir tutmazlar. Öfkelerini
yutarlar; kızdıkları zaman bile kusurları bağışlarlar.
Kimseyle alay etmezler; kimseyi ayıplamazlar; kimseyi
kınamazlar, kimsenin arkasından konuşmazlar. Kusur
aramazlar; kusurları örterler. İftira etmezler; laf getirip götürmezler.
İnsanına karşı yumuşak kalpli ve merhametlidirler.
Başkalarının inançlarına hakaret etmezler; başkalarının inançlarına hakaret edilen topluluklarla oturmazlar. İnsanlar hor görse bile talep edeni kovmazlar; el
açıp isteyeni azarlamazlar. Kimseyi kötü lakapla çağırmazlar. Böbürlenmez, büyüklük taslamazlar. Küçümseyerek insanlardan yüz çevirmez; tabii bir şekilde, tevazuuyla yürürler. Şımarmazlar, nankörlük etmezler; her şeyin kıymetini bilirler. Düşünüp öğüt alır
ve akıllarını kullanırlar. Bilgiye değer verirler; bilge ve
aydın olmayı isterler. Sürekli öğrenir ve öğrendiklerini
tatbik ederler.
Birbirlerini dinler ve sözün en güzeline uyarlar. Her
şeye ibret nazarı ile bakarlar; doğadan, varoluştan,
geçmişten, ölümden ibret alırlar. Gönül huzuru, vicdan rahatlığı ve herkese refah ve mutluluk isterler.
Tüm işleri hakkını vererek, titizlikle ve danışarak ya138
Alan Lezan – Letya
parlar. Cahillerden yüz çevirirler; boş söz işitince yüz
çevirir ve vakar ile geçip giderler. Tedbirlidirler; daima hazırlıklı ve uyanık bulunurlar.
Bollukta da, darlıkta da ihtiyaçlarının fazlasını iyilik
yolunda harcarlar. Harcamalarında ne israf ne cimrilik ederler. Gelirlerinden mahrum kalmışa belli bir
hak tanırlar, yoksulu doyurur ve doyurmaya teşvik
ederler. Ellerinden çıkana üzülmezler, sevdiklerinden
verebilirler.
Borçlarına sadıktırlar. Emeksiz ve haksız kazançtan
kaçınırlar; Anne babalarına güzel söz söyler, iyi davranır, esirgeyerek alçak gönüllülükle üzerlerine kanat
gererler. Akrabalık bağlarını canlı tutarlar. Hayat arkadaşlarına sadık kalırlar ve her kişinin kendi hayat
arkadaşını bulmasını ve ona sadık kalmasını teşvik
ederler. İnsanların mahremiyetlerine saygı duyarlar,
kendi evlerinden başka eve izin verilinceye kadar
girmezler. Yetimi ve yetimin haklarını korurlar. Kadınların kadınlıklarının sömürülmesine müsaade etmezler. Adaleti ayakta tutarlar; hükmettiklerinde adaletle hükmederlerdi.
Görevi ehli olana verirler. Doğruyu söz ve eylemleriyle tasdik ederler. Herkesçe güvenilir ve dürüst olarak bilinirler. Kendilerini ve inançlarını gizlemezler.
139
Alan Lezan – Letya
Yalan yere şahitlik etmezler, en yakınları dahi olsa
kimseyi kayırmazlar. Yerine getiremeyecekleri sözü
vermez ve gerçekte yapmadıkları şeyi söylemezler.
İlke ve inançlarını, arzu ve heveslerine ve her türlü
menfaate tercih ederler.
Çaresiz kalsalar, inanç veya ilkelerinden vazgeçmek
yerine, başka bir yere göç etmeyi tercih ederler. Şahitlik etmekten kaçmazlar. Hainlik yapmazlar, karşılarındaki kendilerine hainlik yapsa veya hainlik yapacaklarını sezseler bile.
Gizli konuşmazlar; yalana kulak vermezler. Sağlıklı
düşünmelerini engelleyecek şeylerden uzak dururlar.
Gizli ve karmaşık şeylerin peşine düşmezler. Mucize
beklemezler; büyüyle, falla uğraşmazlar. Haberin
doğruluğunu araştırır, kulaktan dolma bilgiyle, zan ve
tahminle konuşmaz, kesin bir delil olmadan hiçbir
şey hakkında münakaşa etmezler. Hakkında bilgi sahibi olmadıkları şeyi aktarmazlar, hakkında bilgi sahibi olmadıkları şeyin ardına düşmezler, hakkında bilgi
sahibi olmadıkları şeyler hakkında konuşmak istemezler. Kendi doğrularını başkalarına zorla kabul
ettirmeye çalışmazlar, en güzel şekilde öğüt verirler.
Hayra çağırır, iyiliği tavsiye eder, kötülükten sakındırırlar.
140
Alan Lezan – Letya
İyi ve güzel şeylerin yayılmasını arzu ederler; iyiliği
engellemezler, önünü açar, doğruyu yapmak için destekçi beklemezler. Çokluğu bir ölçü olarak almaz ve
çokluk kuruntusuna düşmezler. Grupçuluk yapmazlar, ortak temeller üzerinde yoğunlaşırlar, farklılıkları
ayrılık vesilesi yapmazlar.
Düşmanlık üzerine yardımlaşmazlar. İnsanların arasını düzeltirler, aralarına ayrılık sokmazlar. Kalplerinde
birbirlerine karşı kin tutmazlar; birbirlerini dost edinirler. Birbirleriyle bağlarını canlı tutarlar, birbirlerini
ziyaret eder, sever ve sayarlar.
Kürdlerde, daha doğrusu dünyadaki çoğu insanlarda
bu ideal özelliklerin maalesef hiçbiri yoktu. Letya işte
böyle bir insandı.
Ama kirli bir okyanusta, bir damla temiz suyun varlığı
ve etkisi ne kadar olabilirdi ki?
141
Alan Lezan – Letya
16
Y
ılbaşı günü akşam saat dokuza çeyrek kala Letya, Vincent’in zilini çaldı.
Yıkık dökük binaya girdiğinde, kocaman eski ve demirden yapılmış süslü merdivenin korkuluklarını görüp biraz şaşırdı. Hayretler içinde kaldı. Sanki eski bir
villaya girmişti.
Vincent, ikinci katta oturuyordu. O kata vardığında
kapıyı açık buldu. Ev sahibi yemek yapmakla meşguldü. Letya, kapıyı iter itmez, Vincent bağırarak,
"Lütfen içeri gel!” dedi ve Letya’ya doğru yönelerek
kucakladığı gibi sarıldı, öptü, okşadı. Sonra elinde
tutarak mutfağa götürdü ve "Ne içmek istersin?” diye
gülümseyerek nazikçe ona sordu.
Letya, "Kırmızı İtalyan şarabı getirdim. Bilmem ‘Chianti’ sever misin? deyince Vincent teşekkür ettikten
sonra hemen şarap şişesini aldı ve açtıktan sonra bardaklara doldurdu. İkisi bardakları tokuşturduktan
sonra Letya dört kişilik yemek masasında Vincent’in
142
Alan Lezan – Letya
oturduğu sandalyenin karşısına oturdu ve "Ne yemek
yaptın?” diye sordu.
Vincent, "Biliyorsun ben vejetaryenim! Bugün sana
patatesli kereviz ve çingene salatası yaptım.
“Fazla zahmet etmeseydin! Çingene salatasında neler
var?”
Vincent gülerek ve biraz da utanarak "Valla tam olarak ben de bilmiyorum!” dedikten sonra sesli güldü
ve masadaki kitabı Letya’ya uzattı ve konuşmaya devam etti: "Sebzeler iyice yıkandıktan sonra marul ince
ince doğranır. Salatalar kabukları soyulmadan dairesel
olarak kestim. Domatesi de çoban usulü kestim. Biberlerin çekirdekleri çıkarıldıktan sonra önce boyuna
dörde sonra enine üçe böldüm. Soğanlar halkaları
çıkarılarak ekledim. Bu gördüğün büyük salata kabına
koyduktan sonra sebzelerin üzerine haşlanmış mısırlar ve barbunyalar ilave ettim. Limon, yağ, şeker ve
tuz bir bardakta çalkalayarak ve salata kabına ilave
edilerek karıştırdım. Karışımın üzerine ince kıyılmış
turplar ve sarımsak serpiştirdim. Hepsi bu!” dedi.
Letya, diliyle dudaklarını yalayarak 'Hımm!' dedi. Çatallı salataya batırdı ve tatmak için bir demet salata
ağzına indirdi ve biraz çiğnedikten sonra, "Gerçekten
de çok lezzetli olmuş!” dedi. Vincent, Letya’ya teşekkür ettikten sonra, ocakta yaptığı yemeği masaya
koydu. Sanki masa zaten hazırlanmış yemeği bekliyordu. Vincent, yemeği indirdikten sonra, masanın
143
Alan Lezan – Letya
ortasına mavi bir mumu yaktı ve Letya’ya “Buyur!”
dedi. “Takdir sizin!”
Letya, Vincent’e çok teşekkür etti ve başladı yavaş,
yavaş yemeği tabağına doldurmaya. Yemek gerçekten
çok güzel olmuştu. Sebzeler kibrit çöpü boyunda
soyulmuş, bir parmak eninde doğranmış, ince kıyılmış soğan katılmış ve zeytinyağında pembeleştirilmişti. Daha sonra sırasıyla ve yedi dakika arayla havuç,
patates ve kereviz yemeğe katılmıştı. Sebzeler yumuşamaya başlayınca bezelye, tuz ve kıyılmış sarımsak,
biraz da su eklenmişti. Soğuyunca servis tabağına
koydu ve üzerine dereotu serpti.
Letya, Vincent ile yapılan bütün sohbetlerinde Vincent’in inanılmaz derecede doğal olarak öğretme yeteneğini haiz olduğunu fark etti. Her şeye açık ve çok
toleranslı olduğunu da gözledi… Aynı zamanda sezgileri de bir hayli güçlüydü. Letya’nın gözüne çarpan
başka bir özelliği de, yırtık pırtık dış görünümüne
rağmen, sağlığına ve beslenmesine çok dikkat ettiğiydi. Ama ne var ki, szenedeki herkes gibi onun da
uyuşturucu kullanmasına akıl erdiremiyordu.
Yemek merasimi güzel geçti. İki arkadaş bol, bol
sohbet ettiler, birbirlerini biraz daha yakından tanıdılar. Yemek bittikten sonra birer espresso içtiler ve
144
Alan Lezan – Letya
Vincent hemen bir cıgaralık sardı ve Letya’ya yakması
için uzattı. Letya, Vincent’te teşekkür etti ve uyuşturucu kullanmadığını söyledi. Vincent "Okay!” dedi.
"Ama ben içebilir miyim?”
Letya, "Senin özel yaşamına ben zaten karışamam!”
diye karşılık verince Vincent rahatlarmış gibi hafiften
gülümsedi.
Müzik kolonlarından ‘Pan Sonic’ denilen bir grubun
garip müziği çalıyordu. Hafif lavanta kokan ortalığı,
çok enteresan bir atmosfer sarmıştı. Letya, fazla alkol
kullanmadığından, sanki içtiği iki bardak şaraptan
biraz sarhoş olmuş gibi bir hali vardı. Ama şuuru
yerindeydi ve neyin ne olduğunu pekiyi biliyordu.
İçtiği espresso kendisine iyi gelmiş, karnı iyi doyduğundan çok hoş, rahat, güzel, bir durum içindeydi.
Vincent, cıgarasını içtikten sonra ayağa kalktı ve "İstersen sana evimi göstereyim!” dedi. Letya, ikilemeden ayağa kalktı ve Vincent ile evi dolaştı. Epeyce
ayakta sohbet ettikten sonra oturma odasına geçtiler.
Vincent, banyo ve mutfağı olan, aşağı yukarı 83 metrekare büyüklükte bir dairede oturuyordu. Oturma
odası, sanki 30-32 metrekare büyüklüğünde büyük
pencereleri olan bir fabrika katına benziyordu. Elbise
ve eşyaların yere serpildiği yatak odası, belki 18-20
145
Alan Lezan – Letya
metrekare civarındaydı. Evin mutfağı zaten kocamandı ve salon da küçük sayılmazdı.
Büyük odada iki büyük pencerelerin birisinin önünde
Vincent’in çalışma masası vardı. Odanın sağ üst köşesinde de üç koltuk ve küçük bir masa bulunuyordu.
Duvarlarda çok enteresan resimler asılıydı. Ayrıca
odayı çiçekler ile doldurulmuştu.
Letya, camın tam karşısına oturdu ve perdesiz pencereden karşıdaki binalara baktı. Hiçbir dairede ışık
yoktu. Vincent, soğuk olmasına rağmen biraz pencereyi açtı ve o da dışarıya baktı ve Letya’ya yüzünü
çevirdikten sonra "Lapa lapa kar yağıyor!” dedi. Pencereyi kapattı ve oturur oturmaz ikisi öpüşmeye, oynaşmaya başladırlar. Sonra Vincent, Letya’nın üstündeki üstünü, sütyenini çıkardı Letya’nın göğüsleri
dolgun ve dimdikti. Hangi kadın göğüslerinin öpülmesinden zevk almaz ki? Letya kalktı Vincent’in
elinden tuttu ve yatak odasına doğru öpüşerek sürükledi ve yatağa yavaşça uzandılar. Vincent, saatlerce
Letya’yı ayaklarının başparmaklarından, tabanından
başucuna kadar her yerini dili ve dudaklarıyla yavaşça
ve nazikçe öpüyor, okşuyordu. Vincent’in zamanı
çoktu, çok sakindi ve Letya’ya karşı küstah ve rahatsız edici hiçbir harekette bulunmuyordu.
146
Alan Lezan – Letya
Uzun süre sonra Letya, yavaş ve ustaca Vincent’i sırt
üstü yatağa yatırdı, yüzü ona doğru bacaklarının üstüne oturdu, inisiyatifi tamamıyla eline aldı. Sevgide
tecrübeli bir kadın gibi yavaşça ve sessizce müzik
eşliğinde pantolonunun düğmelerini açmaya başladı
ve Vincent’i okşayarak anadan doğma soydu. Sonra
Vincent’in kendisine yaptığı nezaketi aynen ona yaptı,
kendisini sevdiği gibi sevdi. Bu merasim saatlerce
sürdü. Odada müziğin ve dışarıda fişekler ve patlayıcıların eşliğinde tam saat gece on ikide Letya kadın
olmuştu.
İki sevgili birbirlerine sarılarak yatağa uzandılar ve
onlarca dakika pencereden dışarıdaki havai fişek eğlencelerini seyrettiler. Sonra saat üçe kadar sohbet
ettiler, seviştiler, keyif yaptılar. Afşan, Miyu, Lars ve
Lysann ile telefonlaştılar ve yeni yıllarını kutladılar.
Gece saat üçte duş aldıktan sonra Arena’ya gittiler.
Arena’da sanki insanlar çıldırmıştı. Herkes delice
dans ediyor, eğleniyordu. Letya ve Vincent Arena’da
öğle saat 14:00’e kadar kaldıktan sonra, Letya’nın
evine geldiler. Vincent, ilk olarak Letya’ya geliyordu.
Batı’da bir ilişkiye girmek basit değildi. Çocuklu olsun olmasın, ilişkiler çoğu zaman masalların, sinemanın ya da reklamların bize vermek istediği 'rüya tablo147
Alan Lezan – Letya
sunda' olduğu gibi sürekli mutluluk veren bir seyir
izlemiyordu. Vincent, Letya’nın ilk aşkıydı. Letya, bu
nedenle ona karşı bazen nasıl davranacağını bilmiyordu.
Normalde, aşk sürecinde, çoğu insanlar her şeyi tozpembe görür, âşık olunan kişiyi idealleştirir. Her şey
sanki yolunda gidiyor ama örneğin Letya ve Vincent
arasındaki ilişkide birbirlerini idealleştirmek, kutsallaştırmak hiç yoktu. Daha doğrusu ikisi de çok içgüdüsel hareket ediyorlardı. Geleceğe yönelik hiç güzel
bir laf ya da beklenti içine girmiyor, boş iltifatlar etmiyorlardı.
Bilindiği gibi âşık olma döneminin sona ermesinin
ardından, eşler daha farklı bir şekilde görülmeye başlanıyordu. Önceden "güzel" bulunan ufak tefek hatalar rahatsız etmeye başlıyor ve o insanın belki de ilk
tanıdığı insana pek benzemediğinin farkına varılıyordu.
Sonra ilk kriz sürecinde çok güzel bir dünya görünümünü korumak artık mümkün olmuyordu. Çiftler
arasındaki farklılıklar gün ışığına çıkmaya başlıyordu.
Bu güvensizlik ve tatminsizlik durumunun yarattığı
içsel gerilim, çoğu kez kavga şeklinde su yüzüne çıkıyordu. Bazı çiftler bu noktada ayrılıyorlar, diğerleri
148
Alan Lezan – Letya
bu krizi atlatmaya çalışarak bir diğer sürece doğru
ilerliyorlardı. Gerçekten, sevenler ve sevilenler birbirlerinden aşırıya varan, tapınma derecesinde beklentilere girdiklerinde bozuşuyorlardı. Belki de bu nedenle
Miyu ve Ophelia, tüm bu tür krizleri çok yaşadıklarından uzun herhangi bir ilişkiye girmekten sakınıyorlardı.
Miyu ve Ophelia gibi kadınlar her ne kadar bu tür
krizlerin nedenlerini anlamaya çalışıyordularsa da bir
yanıt bulamıyorlardı. Miyu ve Ophelia, ya da Luca
gibi insanlar, verilen tüm çabalara rağmen ilişkide bir
türlü olumlu gelişmeler kaydedemiyorlardı. Sevginin
gücüne olan inanç, yerini depresyona, üzüntüye, büyük acı ve ıstıraba bırakıyordu. Bu aşamaya gelen
çiftler, bilindiği gibi eğer evliydilerse boşanma, ya da
ayrılma kararı alıyorlardı. Zaten kim bu aşamaya kadar geldiyse, hem ilişkisinde hem de kişisel yaşantısında değişiklikler yapmak zorunda kalıyordu. Ama
Miyu ve Ophelia gibi kadınlar, en kolay yolu seçerek
hemen ayrılıyorlardı. Burada, çiftler aralarındaki iletişim şekli, yakınlık ve uzaklığın yanı sıra, sevgi üzerine
gelişen fikirlerin de yeniden tanımlanması söz konusuydu tabi. Psikologlar, bu son adımı terapistlerin
danışmanlığına başvuran çiftlerin çok önemli şeyler
öğrendiğinin altını çiziyorlardı. "Krizler atlatılabilir,
149
Alan Lezan – Letya
ancak bu, çok zorlu bir yoldur. Bunun ödülü ise, yeni
bir başlangıçtır," diyorlardı.
İnsanlar arası ilişkilerde çok çeşitli nedenler ve etkenler krize yol açabiliyordu. Miyu ve Ophelia daha çok
uzun ilişkiye ve strese girmeden, sadece bir-iki günlük, ‘One Night Stand!” dedikleri, 'bir gecelik iş!' şeklinde tercüme edebileceğimiz, basit ve bir haftadan,
bazen bir geceden fazla olmayan ilişkileri tercih ediyorlardı. İstedikleri erkek veya kadın ile yatıyorlar,
tatmin olduktan sonra kapı dışarı ediyorlardı.
Letya, bu iki kadının böyle yaşamasına saygı duyuyor
ve onları anlıyordu, ama kendisi için şimdilik böyle
bir yaşam biçimi aklının ucundan bile geçirmiyordu.
Ama evlenmeye, bu dünyaya çocuk getirmeye, dolasıyla bir aile kurmaya da hiç niyeti yoktu.
Letya’nın ortak konutuna akşama doğru Miyu da eve
geldi. Üçü mutfakta oturup yeşil Japon çayı içerlerken Letya, ertesi gün Frankfurt’a gidip annesini ve
Afşan’ı ziyaret edeceğini söyledi. Vincent: "Ben de
seninle gelebilir miyim?” diye nazikçe Letya’ya sordu.
Letya, "İyi fikir değil! Lütfen bana kızma ama ben
yalnız gitmek istiyorum!” diye karşılık verince Vincent, biraz üzüldü ve şaşırdı, ama sesini çıkarmadı.
Ancak 'nasıl istersen!' demekle yetindi. Vincent, Let150
Alan Lezan – Letya
ya’nın bir Kürd kadını olduğunu, eğer annesi bu ilişkiyi duyarsa kim bilir ne tiyatro yapacağını, tabi şimdilik bilmiyordu.
Vincent, ertesi gün sabah erkenden Letya’yı Tren
İstasyonu’na kadar götürdü ve yolcu etti. Trende
Letya her zamanki gibi kapının arka kısmındaki özürlülere ayrılan boş koltuğa oturdu ve derin düşüncelere daldı durdu. Bir yandan mutluydu, bir yandan da
üzülüyordu.
Letya, trende tuvalete gitti ve kulaklarından, kaşlarından ve dudaklarından bütün delicileri çıkardı, beraberinde aldığı bol bir kazağı giydi ve gelip koltuğa oturdu. Aslında bir şeyler öğrenmek istiyordu, ama başında geçenleri bir film şeridi gibi sırayla gözlerinin
önünde canlandırması gerekti. Sanki bu zorunluydu.
İlk olarak bugün ve burada Vincent’e âşık olup olmadığını düşündü. Sonra belki de 'aşk bu yaşadıklarıma denilir' diye düşündü. Sonra her şeyi olacağına
bıraktı. Ama babası ile halen küskün olması, dağdaki
arkadaşlarından hiçbir haber almaması, kendisini
üzüntüye boğuyordu. Sanki dünyada olup biten ve
başından geçen bu tür şeyleri hiç anlamıyordu. Bir
vücutta hem kadın ve hem de erkeği barındıran, bir
151
Alan Lezan – Letya
trance-sexüell gibi içinde iki kültürü yaşamasına artık
dayanamıyordu. Ama yapacağı hiçbir şey de yoktu.
Tren sanki ışık hızıyla ilerliyordu. Letya ise başını
pencereye dayanmış dağ hayatını düşünüyordu. Doğada hayatta kalmak zaten başlı başına bir sanattı.
Gerilla demek, öncelikle konfordan, kolaylıklardan
uzak, mücadeleci bir hayat sürmek ve doğa ile bütünleşmek demekti. Hayatta kalmak için insanlar neler
yapmazdı ki? Amaç hayatta kalmak olduğuna göre,
koşullar ne kadar kötü olursa olsun, önemli olan yaşamaktı. Ölüm insanın burnunun ucunda dahi olsa
artık ‘son nefesimi veriyorum‘ dese de kendine güven, moral ve ümit oldukça yaşamak mümkündü.
Kaybolup paniğe kapılmalar, düşman ile savaşırken
yanı başında sevdiğin en değerli arkadaşlarını kaybetmeler unutulmaz anlardır.
Panik birçok ölümün başlangıcıydı. Böylesi durumlarda sakin olup, mantıklı karar vermek, artı ve eksi
alternatifleri düşünüp kurtulmak basit değildi.
Letya, yaşamak için paniksiz ve sakin, hatta bunları
düşünürken, öncelikle oturup sakinleşme ve panikten
kurtulmak için, bazen yüze kadar sayı saymanın insanı rahatlatacağını biliyordu. Trende tüm bunları dü-
152
Alan Lezan – Letya
şünürken, Kondüktör biletini sordu. Letya, Kondüktöre biletini gülümseyerek uzattı ve Kondüktör,
'Okay!' dedikten ve bileti geri verdikten sonra, Letya
geriye yaslandı. Gözlerini kapattı ve sanki uyuyormuş
gibi yaptı ama yine kendini dağlarda buldu.
Letya’nın içinde bulunduğu gerilla grubu „Zilan“
1997-98 yılı kış aylarını Botan'da geçirmeye karar
vermişti. Baharı orada karşılayacak ve gerillada bir ilki
yaşamanın gururunu taşıyacaktı. Bu bir ilkti, çünkü
daha önce hiçbir gerilla gücü kışı Zagroslar’da geçirme cesareti göstermemişti.
Bütün çalışmalar tamamlanmış, hiçbir eksikliğin kalmamasına dikkat edilmişti. Gazdan televizyona,
odundan battaniyeye kadar birçok temel ihtiyaç ve
gerillada lüx sayılan battaniye, fanus, radyo ve benzeri
gibi her şey vardı.
Dağda yaşamak herkesin kârı değildi. Kaç kez yiyeceksiz, içeceksiz kalmışlardı. Onun için yılan, balık,
çekirge ve kurbağa gibi ufak hayvanlar ile karınlarını
doyurmaya çalışmışlardı. Çünkü insanoğlu, yedi günlük açlıktan sonra düşünme duyusunda kayıplara uğrardı ve mantıklı düşünme yetisinden azalma olurdu.
153
Alan Lezan – Letya
Bu nedenle grup, beslenme ve su ihtiyacını karşılamaya elverişli göller, dereler ve su kaynakları açısından en zengin yerleri kamp alanı olarak seçerlerdi.
Zagrosların etekleri dere ve göller bakımından çok
zengindi. Gerilla dağ yaşamına hâkim olmasına rağmen, düşmana karşı aldıkları tedbirden dolayı, esas
olarak akarsuların çevresine yerleşmiyordu. Suyun
akış yönünü takip eden düşman, kampı kolayca bulabilirdi. Bu nedenle gerilla, su dolmuş küçücük göllerle, çukurlarla ya da pınarlarla yetiniyordu.
Rüzgâr, Kuzey‘in erişilmez dağlarından esiyordu.
Sesinde hırçınlığın ve uyumun gücü vardı.
Bu yerlere yabancı olduğu nasıl da belliydi. Öylesine
esiyordu ki, insanın burnunu, kulaklarını bıçak gibi
kesiyor, gözlerini tozla dolduruyordu. Büyüklüğü
tasavvur bile edilemeyen bu coğrafyayı nasıl bir çırpıda aştığına akıl erdirmek çok zordu. Duldasına sığınacağı bir ağaç dahi bulamayışı onu sanki çılgına çevirmişti.
Rüzgâr, Zagrosları biraz tanımış olsaydı veya Zagrosların görkemliliğini duymuş olsaydı, böylesi bir arayışa girmezdi. Çünkü Zagrosların zirvesi, kendini yeşilden arındırmış, tek hedefi göklere ulaşmakmış gibi
görünen, mağrur bir şekilde başını kaldırmış devlere
benziyordu. Oysa birkaç ağaç olsa yaprakların arasına
154
Alan Lezan – Letya
gizlice sokulur, soluklanırdı. Ya da sarp kayaların
içinde kendine güzel bir yer bulur dinlenirdi. Şimdi
ne esintisiyle sarsacağı dallar, ne de önünde engel
olabilecek başka bir şey vardı. Sadece onun yolunu
kesen uçurumları vardı.
Bunlar gruba yol veren uçurumlardı.
Kasım ayı sonlarında Zagros silsilesi beyaz bir tülle
örtülmüş gibiydi. Yaz aylarının kahverengi Zagrosları
şimdi mavi gökyüzüne yerden uzanan bulut gibiydi.
O, gerilla gibi ne kışın hışmından korkuyor, ne de kar
ve fırtınaya karşı herhangi bir hazırlık yapıyordu.
Tüm varlığı, gerçekliği ve çıplaklığıyla kendisini ayakta dimdik tutuyordu. Tıpkı tarihi kadar gizemli ve
görkemliydi.
Orada kışlar en şiddetli, en soğuk ve en acımasız haliyle yaşanırdı. Bunu bildikleri için hazırlıklara yaz
aylarından itibaren başlamıştılar. Bulundukları doğal
mağarayı tam bir kamp yerine dönüştürdüler. Eğitim
alacakları sınıfları bile vardı.
Zagrosların zirvesi yüksek kayalıklarından ve derin
uçurumlardan oluşuyordu. Zilan grubunun kışı orada
geçiriyor olmaları oldukça tehlikeliydi. Çünkü oldukları pozisyonda yer değiştirmeleri gerekirse bunu ya-
155
Alan Lezan – Letya
pacak koşulları çok azdı. Her ne kadar sahanın en
güçlü arkadaşları seçilmişse de, kış koşullarında Zagroslarda kalmak sadece zor değil, imkânsız gibi bir
şeydi. Bu nedenle mümkün olduğu kadar gizli hareket ediyorlardı. Mağaradan yirmi dakika uzaklıkta
olan tepecikler bile gündüz ve gece grupları şeklinde
hareket ediyordu. Gün boyunca ateş yakmıyor ve iz
bırakmıyorlardı.
Kış kampları için şişebilir mat kullanıyorlardı. Yatmadan önce bolca sıcak sıvı almaları gerekirken, içecek suları dahi olmaması bunu mümkün kılmıyordu.
Su sanki ilaç gibiydi. İçinde canlı yaşayan sular güvenle içile biliniyordu. Başka da suyun mikroplu olduğunu düşündüklerinde ateşte kaynatıp mikroplardan
arındırıyorlardı. Karı eritiyor ve ısınan suyu matara ile
birlikte yatmadan önce tulumlarının içine koyuyorlardı. Sırt çantalarını boşalttıktan sonra arka kısmı
yukarı gelecek biçimde başlarının altına koyuyorlardı.
Fazla giysilerini de tulumun içine ve altına seriyorlardı. Zaten yeteri kadar giyiniyorlardı, fazla değil, çünkü fazla giyinmek zararlı olabilirdi.
Gerilla tulumuna girmeden önce küçük bir antrenman yapıyordu ama terlememeye dikkat ediyordu.
Yatarken başına bir yünlü külah da takıyorlardı.
156
Alan Lezan – Letya
Dağın zirvesinde mağaralar küçük olduğundan yemek ve içecekleri zorunlu olarak mağaranın dışında
gaz ocağında yapıyorlardı. Aksi takdirde çıkan buhar,
mağaranın içerisinde tekrar yoğunlaşabilirdi. Isınmak
için tulumun içerisinde nefes alıp vermek iyi değildi,
bu tulum içerisindeki nemin artmasına sebep olabilirdi.
Ertesi gün hava daha ağarmadan mevzilerini yaptılar.
Biri mağaranın hemen önündeydi. Ve yola hâkimdi.
Bununla karadan gelişleri engelleyeceklerdi.
Diğeri, mağaranın üzerinde ve tüm sırta hâkimdi.
Kobra indirmelerine ve saldırılarına karşı koyabilir bir
mevziiydi. Mağaranın girişi gömülü gibi durduğu için,
kobra atışları isabet etmiyordu. Ayrıca mağaranın
önünde yaklaşık iki yüz metre uzunluğunda bir düzlük vardı. Bu düzlük düşmanın kolaylıkla gelmesini
engelleyecekti. Çünkü sırtın arkasından çıkıp düzlüğe
giren her düşman keklik gibi avlanırdı.
Mevzilerini tamamlamışlardı. BKC ve B-7 silahlarını
da yerleştirdikten sonra beklemeye başladılar. Hava
aydınlanmaya başlamıştı. Gökyüzü açık ve bulutsuzdu. Ayazdan dolayı karın yüzeyi sertleşmişti. Bu havada değil mevzide beklemek soluk almak bile çok
zordu. Rüzgâr insanın yanaklarını ve dudaklarını jilet
gibi kesiyor, nefes alış verişlerini, soluklarını donduruyordu.
Akşama kadar süren çatışma, gecenin karanlığıyla
durmuştu. Mağaraya geldiklerinde dinlenmeye çalıştı157
Alan Lezan – Letya
lar. Gün boyunca yaptıklarını anlatıp, neler yapmaları
gerektiği üzerine tartışmalar yürüttüler. Sabah hava
aydınlanmadan diğer iki takım mevzilendi. Savaşma
sırası diğer takıma geçmiş olmasına rağmen çatışmayı
mağaradan, anı anına, heyecanla takip ediyorlardı.
Akşama kadar süren çatışmada bir subay yardımcısının ve birçok askerin vurulduğunu duydular. Gerillanın hiç kayıp vermemesi ise işin en güzel yanıydı. İlk
iki günü fazla zorlanmadan geçirmişlerdi. Sadece bir
gün kardan yaptıkları mevzilerde kalmıştılar. Erzak
sorunları da yoktu. Ancak süresini tahmin edemedikleri bu çatışmanın bir zaman sonra aleyhlerine dönüşeceğinden hiç şüphe yoktu. Çünkü hem cephaneleri
azalıyordu hem de düşman her gün bir öncekinden
daha şiddetli gelecekti. En büyük tehlike kimyasal
silahlardı. Düşman bu konuda hiçbir sınır veya kural
tanımıyordu. Bu silahları kullanma tehdidini sık sık
yapıyor, teslimiyete çağırıyorlarsa da, gerilla kendi
arasında uzun uzun tartışıp kayıpsız bir çözüme
ulaşmanın yollarını arıyordu.
Mevziden gelen diğer gerillalar ıslak çoraplarını çıkarıp kurumaya terk etmişlerdi. Bu arada onlar için hazırlanmış sıcak mercimek çorbalarını içiyorlardı.
Gözlerinden sevinç ve gurur okunuyordu. Tüm gün
karın içinde savaşmış olmanın verdiği yorgunluk
umurlarında bile değildi. Birçoğu 'yarın yine mevziiye
158
Alan Lezan – Letya
gideceğim' diyordu. Gerillanın bu kadar moralli ve
iradeli olmaları Letya’ya güç veriyor, en ufak bir ikircikliğe yer bırakmıyordu. Akşam yürütülen yoğun
tartışmalar sonucunda, mağaranın beş yüz metre yukarısında bulunan küçük mağaraya taşınma kararı
aldılar.
Düşman üçüncü gün geri çekildikten sonra altı gün
boyunca gelmedi. Bu süreyi fırsat bilerek yukarıdaki
mağaraya taşındılar. Bu mağara diğerine oranla daha
küçük ve dardı. İçindeki fazla toprağı dışarı attılar.
Erzaklarını ve temel ihtiyaçlarını oraya taşıdılar. 46
kişi için biraz küçüktü ama stratejik konumdaydı.
Önemli olan güvenlikleri ve sağlıklarıydı.
Böylelikle Zagrosların en zirvesine yerleşmiş oldular.
Zirve deyip geçmemek lazım! Labirent kayalıklar ve
dibine bakmaya cesaret edilmeyen uçurumlar ona
zirve olmanın tüm vasıflarını kazandırmış, üzerinde
olana yaşamını koruması için her türlü imkânı tanımıştı. Zagroslarda, hem Güney hem de Kuzey yamaçlar ve daha gözün bile seçemediği uzaklıklar buradan görülebiliyordu.
Köylerdeki eski canlılık, hareketlilik, yerini silah soğukluğuna bırakmıştı. Düşman, köylülerden kendilerine bu kadar yakın konumlanan gerilla gruplarından
haberdar olup olmadıklarını öğrenmeye çalışıyordu.
159
Alan Lezan – Letya
Onları en zayıf olan yönlerinden yakalamak istiyorlardı. Ama o kadar kötü yaklaşmışlardı ki, bırakalım
bilgi almayı, çocukları dahi kandıramamışlardı. Gerillaya bağlılık düşmanı kızdırmış olacak ki, tankları
köylere kadar getirmiş ve köylülere ölümü her an
hissettiriyorlardı.
Yeni mağaranın yönü Güney’e bakıyordu. Zagrosların Güney’i dipsiz uçurumlardan oluşuyorsa da, gerilla köylere iniş yolunu bulmuştu. Yaz aylarında kullandıkları ince patikayı metrelerce karın altında bulmak hiç de kolay değildi, ama deneyleriyle yeniden
çıkış bulabiliyorlardı. Zaten yolun belirginleşmiş olması dezavantaj olsa da mevkinin yüksek oluşu ve
tüm çevreye hâkim olmaları bu kaygıyı gereksiz kılıyordu.
Altıncı günün sabahıydı. Gökyüzü bulutsuz, yeryüzü
sessizdi. Güneş yavaş yavaş yüzünü göstermeye başlamıştı. Gece ayazında yüzeyi buz tutmuş kar, güneş
ışınlarının değmesiyle ışıl ışıl oluyor göz alıyordu.
Rüzgâr hâlâ çok soğuk esiyordu. Sıkı sıkı bağlandıkları elbiseleriyle yüzlerini güneşe dönmüş, güneşin
kendilerini ısıtmasını bekliyorlardı.
Dewran adında bir gerilla "Bugün de düşman gelmedi!” diyerek sanki üzülüyordu. Letya, "Fazla sabırsız160
Alan Lezan – Letya
lanma! Benim düşmanın geleceğinden hiçbir şüphem
yok!” diye karşılık verince Dewran’ın gözünde bir
sevinç belirtisi görüldü.
Dewran, düşmanın hazırlıklı ve donanımlı bir şekilde
sonuç almak istediği konusunda diğer arkadaşlar ile
hemfikirdi. Aynı şekilde gerilla da hazırlanmıştı. Silahlarını temizlemiş, mevzi ve pusu gruplarının düzenlemelerini yaptıktan sonra, uzaktan köylüleri seyrediyorlardı. Her zamanki hareketlilik yoksa da, günlük işlerini yapan kadınlar ve erkekler görünüyorlardı.
Çocuklar, evlerinin çevresinden uzaklaşmıyorlardı.
Birkaç saat sonra bir köye askerler girdi. Köye giren
askerler rastgele taramaya başlayınca, köylüler çığlık
çığlığa evlerine koştular. Düşmanın amacı köylüleri
korkutmaktı. Çünkü çatışma boyunca sergileyecekleri
vahşete kimsenin tanık olmasını istemiyorlardı. Kısa
bir süre sonra tanklar getirildi ve yönü gerillaya doğru
çevrildi. Letya’nın yanında oturan Dilan gülümseyerek; 'Şenlik başlıyooor!' deyince herkes gülmeye başladı. Daha önceden yapılmış düzenlemelere göre herkes yerini aldı. Bazıları şakalaşıyor, bazıları nasihatler
veriyor, kimisi ise çoraplarının üzerine bir yenisini
daha giyiyordu. Uzaktan kobra sesleri duyulunca,
bunların indirme yapacağını tahmin ederek tartışmayı
bırakıp herkes hızla yerlerini aldı. Bir takım mağara161
Alan Lezan – Letya
nın üst tarafında kardan yapılan ve yüksek kayalıklarla
çevrili mevziiye çıkarken, bir takım da hem yola pusu
atmış, hem de mağaranın girişinde mevzilenmişti.
Yakın köylerden askerler gelmeye başladılar. Köylerin
hepsi tutulmuş, çember, pusu atılmış ve on iki kobra
arka arkaya geliyordu. Bu sefer çok ciddi görünüyorlardı. Onlar da gerillayı kolay kolay imha edemeyeceklerini anladıkları için, her türlü hazırlıklarını yapmış ve son model silahlarıyla grubu çember içine
almışlardı. Uzun bir süre uzaklarında durdular. Silah
mesafesine girmiyorlardı. Birkaç dakika sonra Zagrosların Kuzey’inde yüksek bir tepeye Kobralar indirme yaptılar. Bunlar özel timlerdi. Tepeye iner inmez tepedeki karı temizleyip çadır açtılar. Köylerden
gelen askerler bir süre ilerlemediler. Köydeki tank
gerillanın üzerine doğru atışlar yapıyor, ancak isabet
ettiremiyordu. Mağaranın giriş kısmı yüksek kayalıklarla korunduğu için, hiçbir tank veya havan ateşi
isabet etmiyordu. Sürekli uçuş halinde olan kobralarda sırayla tarama yapıyorlardı. Artık gerilla sıralamayı
ezberlemişti. Önce tank, sonra havan, ardından kobra ve en son ise kara saldırısı olacaktı.
Gece çatışma duruyordu. Ancak tank atışları devam
ediyordu. Tüm arkadaşlar mağarada toplandılar. Tek
eksiklikleri kara çaydanlıkta kaynayan çaylarıydı.
162
Alan Lezan – Letya
Odun olmadığı için ısınamıyorlardı. 'Bari çay kaynatacağımız kadar odunumuz olsaydı' diyordu bir arkadaş. Hani buz tutmuş parmaklarının arasında sıcacık
bir çaya hiç kimse ‘hayır’ demezdi.
Normal bir günde, sabah ve akşam iki kez ocak yakıyorlardı. Sabah kahvaltı için yaktıklarında, gündüz
için ihtiyacı olacak sıcak suyu da temin etmek artık
zor değildi. Ocağı yaktıktan sonra tüm ısıtma, eritme
ve pişirme işlemlerin bir kerede kesintisiz olarak tamamlıyorlardı. Bunun için bazen birden fazla tencere
taşımaları gerekiyordu.
Gerilla daimi radyodan haberleri dinliyordu. Spiker,
Zagroslarda bir grup terörist ile girilen çatışmada, 84
teröristin öldürüldüğünü, henüz diğerlerinin ele geçirilmediğini ve çatışmanın son hızla devam ettiğini
söylüyordu. Mağaranın içi kahkahalarla doldu. Bir
arkadaş, 'kendi cenazelerini terörist diye tanıtıyorlar
herhalde' dedi. Oysa gerilladan, tek bir kişinin burnu
bile kanamamıştı. Gerilla düşmanın bu haberler ile ne
yapmak istediklerini çok iyi anlıyordu. Nöbetçiler ve
pusu grubu dışındakiler, dinlenmeye çekildiler. Çünkü gün ağarır ağarmaz çatışma yeniden başlayacaktı.
Öğleden sonra kobra gerilla mevzilerinin çok yakınına indirme yaptı. Kobra alçalmaya cesaret edemedi163
Alan Lezan – Letya
ğinden askerler yüksek bir mesafeden kendilerini yere
atıyorlardı. Onlara ateş açınca kaçacak yer bulamadılar. Gerillalar bombalarla saldırı düzenlediler ve düşmanın o günkü altıncı saldırı teşebbüsünü de kırmış
oldular.
Bir gerilla kobradan kamera çekimlerinin yapıldığını
söylüyordu. Akşam radyoyu dinlediklerinde dün akşamki haberin devamı veriliyordu. Önemli bir gücü
kırılan teröristlerin bir süre sonra ele geçireceklerini
ve kendilerinden hiç kayıp verilmediğini söylüyorlardı.
Ertesi gün hava aydınlığında Botan’a giden stratejik
yolların tutulduğunu ve asker sayısının üçe katlanmış
olduklarını gördüler. Düşman her gün bir diğerine
göre daha ağır yöneliyor, sonuç alamayınca da çılgına
dönüyordu. Gerilla için tek bir yol açık bırakılmıştı.
Bu da karın içinde ölmeleri anlamına geliyordu.
Düşman peş peşe 'teslim olun' çağrıları artıyordu.
Partinin gerillaya yardım edemeyeceğini söyleyerek,
gerillanın ümitlerini kırmaya çalışıyorlardı.
Gerillanın cephanesi bir sonraki gün bitebilirdi. Bunun yanında yukarı mağaraya taşıdıkları az miktardaki
erzakları da bitmek üzereydi. Ve düşman şiddeti gittikçe artıyordu. Gerilla Bölük Yönetimi durum değer164
Alan Lezan – Letya
lendirmesi yapmak için bütün arkadaşları topladı. En
mantıklı kararı almaya çalıştılar. Karar şöyleydi; 'Bir
takım bu gece Zagroslardan Botan’a doğru gidecekti.
Giden grup yolu açmış olacaktı. Ayrıca, iki gruba
ayrılmış olacaklardı. Ertesi gün kalan takım çatışacak,
diğerleri operasyon alanının dışına çıkacaktı. Akşam
kalan takım geri çekilecekti.'
Hava karardıktan sonra planladıkları gibi bir takım
Botan’a doğru yol aldı. Onlardan ayrılmak zor geliyordu, fakat en mantıklı kararı aldıklarından dolayı da
savaşı kazanabileceklerini biliyorlardı. Küçük telsiz
cihazla sürekli bağlantı kuruyor, onların Botan’a yürüyüşlerini dakika dakika takip ediyorlardı. Düşman
bir grubun çıktığını öğrenince gerilla o an bir çatışma
başlayacağından emindi. Bu nedenle hava aydınlanmadan hedefe ulaşmaları gerekiyordu. Metrelerce karı
yarıp yürümenin zorluğunu gerilla bildiği için, gecikmeye anlam verebiliyordu. Grup, hava aydınlanmadan hedeflenen mağaraya ulaştı. Sıra diğerlerindeydi.
Bu gece diğerleri de onlara ulaşacak, sonra Botan'a
gidecektiler. Ama gün boyu sürecek olan çatışmaya
katılmak zorundaydılar.
Saat altıda yürümeye başladılar. Hava öylesine güzeldi
ki Letya, tüm silahların susmasını ve başını gökyüzüne kaldırıp, mavilik içinde hayallere dalmak istiyordu.
165
Alan Lezan – Letya
Ya da onları tüm çatışma boyunca yalnız bırakmayan
atmacaların kanadına takılmayı. Şimdi ise ne yüzünde
çocukların coşkusunun tebessümü, ne de gökyüzünün sakinliği yüreğindeydi. Sadece mermi, roket, havan ve top!
Letya, yaşamını adadığı, bu güzel günlere olan inancın dirayetini içinde derin derin hissediyordu. Artık
ne başka bir yaşama çağrı, ne de ölümün soğuk nefesi
onu ilgilendirmiyordu. Günlerdir düşman, gerillanın
direncini kırmak için, her türlü yolu deniyordu, ancak
hiçbir sonuç alamıyordu.
O gün karın içinde kanal yaptılar. Ucu uçuruma açılıyordu. O yönü kontrol etmek ve gelebilecek saldırıyı
kırabilmek içindi. Deşifre olmamak için gerilla ellerinden gelen tüm hassasiyeti gösteriyordu. Hatta karın içinde saatlerce kalıp, ince bir sızı saplanan ayaklarını ısıtmak için dahi hiçbir şey yapamıyorlardı. Düşman biraz yakınlaşınca B-7 kullanıyorlardı. B-7 roketlerinin hiçbir etkisi olmazken basıncından dolayı
mevzilerinin tüm karı üzerlerine yığılıyor ve yerleri
deşifre oluyordu. Ağır silahlar karı dökülmüş mevzilerine doğru çalışmaya başladı. Letya’nın yanındaki
arkadaş Letya’ya "Başka bir kayanın arkasına gidelim," dedi, çünkü yerleri yine belli olmuştu. Sonunda
166
Alan Lezan – Letya
kendilerini büyük bir kayanın arkasına atarlarken Letya, sağ ayağından yaralandı.
Gerilla olarak birkaç kez yaralanmış ve ölümden zor
kurtulmuştu. Bu defasında da bacağından derin yaralanmış ve mevzidekilerin hemen hepsi düşmana kurşun sıkmakla meşguldüler. Letya, yaranın önemini
tespit ettikten ve derhal imkânları dâhilinde müdahale ettikten sonra gözleriyle çevresini kontrol etti, duruma hâkim olmaya çalıştı. Bu arada ihtiyaç duyabileceği su, barınma, yiyecek, içecek için ilk çare ısınma,
moral ve diğer gruplara haber niteliği olacak işaret
vermekti. Bu nedenle ateş yaktı: Kısa süre içerisinde
onlarca gerilla oraya toplandı ve düşmanı bozguna
uğrattıktan sonra, Letya gibi diğer yaralıları da, bu zor
durumdan kurtardılar. Akşama kadar oradan çıkmadılar, arkadaşlar ile bağlantı kurdular.
"Bu gece bize ulaşın, çıkıp gidelim," diyorlardı.
Dolunaysız bir gece başlamak üzereydi. Yürüyüş hazırlıkları tamamlanmış, zamanın gelmesini bekliyorlardı. Ama Letya ve üç başka yaralı arkadaşın buradan
şimdilik ayrılması mümkün değildi.
Gün yerini zifiri karanlığa bırakınca, günlerdir savaştıkları mevziden ve mağaradan, bir kısım gerilla ayrıl-
167
Alan Lezan – Letya
dı. Gerillaların içi yeni bir maceraya atılmanın heyecanı ve kurtuluşun umuduyla dolmuştu. Hiçbir kayıp
vermeden yürüttükleri çatışmanın son ve en tehlikeli
aşamasıydı. Artık düşmanlarına yeni bir yenilgiyi tattırmanın tam zamanıydı.
Bir buçuk saatlik yolun sabaha kadar süreceği gerçeği
Letya’yı oldukça korkutuyordu. Korkuyordu, çünkü
bu kadar uzun süre karda kalmak bir felaket getirebilirdi. Sürekli olarak 'çabuk olun!' talimatını bölük
komutanı tekrarlıyorduysa da, gerilla güçlerini sonuna
kadar kullandıklarından, tempoda bir yükseliş olmuyordu. Botan yolunun üzerinde hayvanlar için yapılmış tek tek ahırlar vardı. Dağın eteğindeki emniyetli
evlerin çoğu bozulmuş olsa da, bir kısmı hala ayakta
duruyordu. Gerilla yaz aylarında gelir burada dinlenirdi. Buz gibi çeşmeleri ve serin gölgeli ağaçları vardı. Şimdi karanlığın içinde soğuk, beyaza boyanmış
yerleri tanımakta bile zorluk çekiyorlardı.
Birden gruptan bir arkadaşın yürüyemediğini söylediler. Gerilla komutanı sıradan çıkıp Letya’nın yanına
gitti. Letya takatten düşmüş, sürekli uyumak istediğini
söylüyordu. Bölük komutanı Letya’ya, durmalarının
çok tehlikeli olacağını, donma ihtimallerinin yüksek
olduğunu söylediyse de Letya bacağının sızılarından
başka hiçbir şey duymuyordu. Geç kalmaları halinde
düşman gerillayı kısa bir sürede bulabilirdi. Yolları az
kalmıştı. Fakat Letya ve diğer iki gerillanın durumu
168
Alan Lezan – Letya
iyi olmadığından, onları yol üzerindeki yıkık bir eve
götürmek zorunda kaldılar.
Saat sabah 6:00 olmuştu.
Letya, bazen derin düşüncelere dalıyordu. Eğer cephaneleri olsaydı ilk yerlerinden hiç ayrılmaz savaşacaklardı. Çünkü orada hem düşmanı takip edebiliyorlardı, hem de düşmana karşı oldukça inisiyatifliydiler.
Fakat şimdi dışarıdaki yedi arkadaşın dışında, kimse
savaşamıyor ve buradan nasıl kurtulunacağını da bilmiyorlardı. Zaman çok zorlu geçiyordu. Letya, ölümü
hissetmeye başlamıştı ama ölmek korkutmuyordu
onu. Kaç kez ölümün soluğunu ensesinde duydu, kaç
kez usulca kaçıverdi pusularından. Ve kaç kez sırat
köprüsünden geri döndü çatışmalarda. Bir senelik
gerilla tecrübesi çok azdı. Sanki melekleri onu koruyordu.
İçini ürperten ölümün geleceği değildi, ölümün vakitsiz oluşuydu.
Letya, diğer arkadaşların yüzlerine, gözlerine bakıyordu durmadan; kimse de en ufak bir korku, kuşku
ifadesi yoktu. Birazdan savunmasız kaldıkları bu daracık ahırda hepsinin öleceğinden emindi. Düşman
son sınıra dayanmıştı. Yerleri kurtuluş için fazla şans
169
Alan Lezan – Letya
tanımıyordu. Üstü uçurum, alt tarafı küçük vadiler,
sadece geldikleri yol ve aynı hizadan gidiş vardı. O
yol da tamamıyla çembere alınmıştı. Çemberi yarıp
geçmek oldukça zordu.
Yeni bir düzenleme yaptılar. Arkadaşların çoğu zaten
Zagroslarda yıllarca gerilla olarak savaşmış ve oldukça büyük tecrübeye sahiptiler. Gerilla, hemen hazırlıklara başladı ve havanın kararmasını beklediler. Çatışmayı yedi arkadaş akşama kadar sürdürdü ve düşmana ağır kayıplar verdirdiler.
Saat akşam yedi buçuktu. Akşamın koyu karanlığı
bölgeyi ilk defa bu kadar güzel kaplamış, her yanı
büyülü bir hava sarmıştı. Letya ve diğer yaralılar bütün gün ahırda yatmış, iyice dinlenmişlerdi. Bu nedenle içleri kıpır kıpırdı.
Sevinç miydi, bilmiyordu, ama bu daracık, savunmasız yerden kurtuluş içinde inanılmaz bir coşku yaratıyordu. Ölüm tehlikesi yolda olduğu kadar ahırda da
vardı. Aradaki fark; birinde eli kolu bağlı bir konumda kalırken, diğerinde kurtuluş mücadelesinin olmasıydı. Bu nedenle Letya içinde tarifi zor bir sevinç
duyuyordu. Sonunda Botan'a gideceği ve kurtulacağı
kesindi.
170
Alan Lezan – Letya
Gerilla için hayatta kalma ve yaşamını sürdürmek için
ateşin büyük rolü vardı. Çünkü kendilerini rahatsız
eden sivrisinek ve diğer haşerelerden ateşin dumanı
sayesinde kurtulabiliyorlardı. Ama ateş yakmak güvenlik açısından mecburi olmadıkları sürece yasaktı.
Gerilla nasıl dumansız ateş yakacağını biliyordu. Letya ile birlikte üç yaralı ve dokuz sağlam gerilla ateşin
çevresinde halka kurmuş birbirlerine hikâye, fıkra
anlatıyor, sohbet ediyorlardı.
Doğada yaşayan hayvanlardan sadece böcekler yenmez, bunun haricindeki bütün hayvanlar yenilebiliyordu. Etler tütsüleyerek veya kurutularak daha uzun
süre bozulmadan muhafaza edilebiliyordu. Vahşi
hayvan saldırısı içinde ateş caydırıcı bir unsurdu.
Letya ve arkadaşları kaç kez yılan yemek zorunda
kalmışlardı, ama kışın dağlarda yılan bulmak zordu.
Yılanın kafa ve kuyruk kısımlarından birer karış kesildikten sonra kalan kısım derisi yüzülerek diğer etler
gibi pişirerek yiyorlardı.
Doğada en lezzetli hayvanlardan biri de kaplumbağaydı. Kaplumbağaların kafası ön kolu ile arka ayağının birisini kesiyorlardı. Kesilmeyen arka ayağından
yüksek bir yere asılarak iki saat kadar içerisindeki
kanın süzülmesi için bekliyorlardı. Kan süzüldükten
171
Alan Lezan – Letya
sonra kabuğuyla birlikte ateşe gömüyorlardı ve bir
saat kadar kaldıktan sonra kabukları kırılarak pişen eti
yiyorlardı.
Ahırda bazı mantarlar vardı. Genellikle pastel renkli
üzerinde toz tabası bulunan ince saplı mantarlar zehirliydi. Bunların yerine sapı kalın, hoş kokulu, mat
renkli ve içerisinde kurt yaşayan mantarlar güvenle
yenilebiliyordu.
Bilinen bitkiler zaten yeniliyordu, ama kışın dağda
bitki bulunmazdı. Eğer bitkinin zehirli olup olmadığı
bilinmiyorsa; üzerinde ayva tüyleri, kökünde yumru
meyveleri, ince yaprakları olmayan, yaprakları kopartıldığında sütü çıkmayan bitkiler yeniliyordu. Gerilla
bu bitkileri yemeden önce vücutlarının yumuşak derili bir bölgesine sürüyor. Eğer kaşıntı ve kızarıklık
yoksa dudaklara sürüyorlardı. Bir süre beklendikten
sonra tepki yoksa bir miktar ağızda çiğniyorlardı.
Sonra yine olumsuz bir etki yoksa, az miktarda bitki
yutuyorlardı. Eğer midede bir rahatsızlık yaratmazsa
biraz daha bekledikten sonra bitki tümüyle yeniliyordu.
İki arkadaş çoban kılığına bürünerek dağın karşısındaki köylere ekmek bulmaya gittiler. Dört saat sonra
172
Alan Lezan – Letya
köylerde topladıkları bir torba ekmek ve peynirle geri
geldiler. Yiyecek bulunması herkesi sevince boğdu.
Letya ve arkadaşları bu ahırda 4 hafta çok zor şartlar
altında kaldıktan sonra, yavaş yavaş yürüyerek Botan
karargâhına ulaştılar.
Karargâhta karları kaynattıktan sonra banyo yaptılar.
Bir doktor yaralıların yaralarını iyice pansuman etti.
Eylemde ve dağların eteğinde köyleri gezen gerillalar,
bazen iki üç ay banyo yüzü görmezlerdi. Kışları zaten
soğuktan banyo yapmak neredeyse imkânsızdı. Ama
yaz aylarında bir akarsu ve göl bulduklarında, durum
elverişliyse yıkanabiliyorlardı.
Karargâhta bazı gerillalar ayda bir kez yıkanıyordu ve
her gün sabah ve akşam da tuz ile dişlerini fırçalıyorlardı. Tuvalete gittiklerinde popolarını kışın karla,
yazın ve diğer mevsimler de ağaç yapraklarıyla ya da
ot ile siliyorlardı. Aslında Ana Karargâhta tuvalet
kâğıdından diş macununa kadar her şey vardı. Fakat
Letya’nın grubu daimi eylemde olduğu için, bazen üç
ayda bir, bazen ise altı ayda bir Ana Karargâha ancak
uğrarlardı.
173
Alan Lezan – Letya
Letya, Tren hızla ilerlerken gerilladaki anılarına öyle
dalmıştı ki, tam uyumak üzereyken Vincent’in bir
"sms” ile yerinde irkildi.
Vincent, "Hayallere dalıp gitmem ben, çünkü tek hayalim
sensin benim! Hiçbir şey istemem ben çünkü bir tek istediğim
sensin benim” diye yazıyordu.
Letya’da şunları yazdı: "Bugün de, yarın da yüreğin kadar
yanındayım, kendini yalnız hissettiğinde elini yüreğine koy...
Ben hep oradayım!”
174
Alan Lezan – Letya
17
L
etya’yı saat 14:00’te Vincent istasyonunda karşılamış, ikisi önce Vincent’te gittikten sonra, akşama doğru Letya evine gelmişti.
Letya, Frankfurt’tan döndüğünde Ophelia da New
York’tan dönmüştü. Kısa siyah saçlarını yeşile boyamış, sanki bir başka kişi olmuştu.
Berlin’de Kürd Film Festivalı vardı ve Miyu, Letya’ya
"Benimle bu akşam bir Kürd Filmi’ne bakar mısın?”
diye sorunca, Letya hiç düşünmeden “Severek” diye
cevapladı. Ophelia’nın işi olduğundan beraberlerinde
gitmedi ve "Gelince bana anlatırsınız!” dedikten sonra odasına gitti.
Letya ve Miyu saat 20:30’da Samira Makhmalbaf’un
"Textê Reşé” filmine baktıktan sonra Morena denilen
bir bara gittiler ve film üzerine konuştular.
Textê Reşé, Halepçe’den 1980-87 yıllarındaki İranIrak savaşı sırasında, Saddam Hüseyin diktatörlüğünden kaçarak İran’a sığınan ve yasal olmayan yollarla,
dağlardan topraklarına dönmeye çalışan Kürd mültecileri konu ediyordu. Bir öğretmenin tahtasıyla geze175
Alan Lezan – Letya
rek çocuklara ders vermeye çalışması, Kürd trajedisini gözler önüne seriyordu.
Bölgede yakın zamanda yaşanmış savaşların yarattığı
yıkım ise, her sahnede kendini belli ediyordu. Öğretmenlerin sırtlarında taşıdıkları kara tahtaların tek işlevi, öğrencilere ders verilirken ortaya çıkmıyor, bu
kara tahtalar, aynı zamanda bu zorlu coğrafyada birer
kalkan ve sığınak görevi de üstleniyordu. Film 2000
yılında Cannes’da büyük jüri ödülünü almıştı. Kürd
kadın yönetmen Samira Makhmalbaf ödülü aldığında
20 yaşındaydı. Miyu, filmden sonra âdete hayretlere
kapılmış, bu tür şeylerin halen dünyada olmasına şaşırıp kalmıştı.
Letya ve Miyu, Morena Bar’ın önünde oturmuş
Kürdlerden bahsederken, Miyu’nun hemen yanında
otuz yaşlarında şık giyinmiş, uzun sarışın bir Alman
söze karıştı ve "Bana kalırsa Kürdlerin hepsini gaz
ambarlarında yakmak gerekir!” diye seslice Miyu ve
Letya’nın oturduğu yöne doğru bağırdı. Miyu, şimşek
gibi yerinden kalktı ve adamın suratına bir şamar indirdi. Adam neye uğradığını anlayamadı. Şaşırıp kaldı.
O an her şeyi gören Barmen barın arkasından hemen
dışarı fırladı ve adamı tuttuğu gibi Morena Bar’dan
dışarı attı.
176
Alan Lezan – Letya
Miyu, Letya’ya "İşte böyle!” dedi. "Bu herifler için
arabaları, otobanları ve polisi her şeyden önemlidir.
Herifler Türkler gibi barbarları destekledikleri yetmiyormuş gibi, birde onları silah ile donatıyorlar. İnsanlar protesto ettiklerinde de böyle domuzlaşırlar!”
Bir Alman’nın böylesine Kürdlerden nefret etmesine
şaşıran Letya, şok olmuş, ama buna rağmen Miyu’yu
teselli etmek istiyordu. Miyu’ya "Adam zaten manyağın teki!” dedi. "Fazla kafana takma ve moralini
bozma. Almanların çoğu Kürdler ile dayanışma içindedirler. Fakat olumsuz tepkilerin doğmasına Almanya’daki bazı Kürd grupların akıl almaz eylemleri yol
açmıştı. Kürdlerin, Kürdistan dışında şiddette başvurmaları çok yanlıştı. İşte bak Alman polisini dövmek, otobanlarını işgal etmek, arabalarını yakmak
Kürdlerin hiçte yararına değildi. Kürdler İran, Irak,
Suriye ve Türkiye’nin metropolleri dışında, Kürdistan
dâhil başka dünyanın hiçbir yerinde şiddete başvurmamalıydılar.
Letya biraz düşündükten sonra, "Doğrusu Kürdistan’ın hiçbir yerinde de savaş olmasın. Yapılacaksa
bir savaş sömürgecilerin metropollerinde olsun, onlara hayatı zehir etsin. Aslında her türlü savaşa karşı
çıkmak gerekir. Fakat bazen savaşmak kaçınılmaz
oluyor. Savaşın caydırıcı gücünün olduğunu da bil177
Alan Lezan – Letya
mek gerekir. Çünkü sömürgeci ülkelerin hiçbiri, işgal
ettikleri Kürdistan’ın topraklarından kendiliğinden
geri çekilmezler. Kürdler savaşmaya mecbur ediliyorlar, yoksa hiçbir Kürd savaş istemez. Herkesten çok
Kürdler savaşın acılarını bilir.”
Miyu: "Buna ben de inanıyorum!” dedi ve şöyle devam etti: "Kürdler haklı olmasına haklı, ama bu filmde de gördüğümüz gibi, çok ezilmiş ve geri bırakılmışlar. Haklı olmak bu devirde yetmiyor, güçlü olmak gerekiyor. Kürdlere akıl verecek değilim ama
senin sayende yaptığım araştırmalara göre, Kürdlerin
başarı sağlaması için muhakkak, Orta Doğu’da kayda
değer politik bir güç olmaları gerektiğini düşünüyorum. Öyle ki Batı, sömürgeciler üzeri aldığını Kürdler
üzeri alırsa eğer, ancak ondan sonra Kürdlere yardım
eder. Ben internette Kürdistan haritasına baktım,
Kürdistan’ın dört tarafı da düşman ile çevrili. Dünyada Kürdleri destekleyen resmi hiçbir devlet olmadığı gibi, düşman devletler Kürdleri, Kürdlere karşı
kullanıyorlar. Ayrıca Kürdler de onlarca parti ve örgüt var. Sadece bir partinin yaptığını bir halka mal
etmek çok aptalcadır. Biz bugün bütün Almanlar
Nazi’dirler, bütün Ruslar komünisttir diyebilir miyiz?
Burada ayırt etmek gerekmiyor mu?”
178
Alan Lezan – Letya
Letya, "Haklısın! Maalesef Kürdlerin diğer büyük bir
sorunu da içteki ihanettir. Hayat, ihanet edenler için
bir komedi; ihanete uğrayanlar içinse bir trajedidir.”
Miyu, "Vatana ihanet az ve öz olarak kendi ülkesinin
çıkarlarına zarar veren, düşman ülkelere çalışan kişi,
kurum, kuruluş, parti ve örgütlerdir. Öğrendiğim
kadarıyla Kürdlerden tüm bunlardan fazlasından çok
vardır. Ayrıca, Türklere karşı dağlardaki Kürd gerilla
savaşının Kürdlere hizmet ettiğini sanmıyorum. Çünkü öğrendiğim kadarıyla bu savaşta ölenlerin çoğu
Kürdler olduğu gibi, Türk devleti gerillayı bahane
ederek aslında Kürdlerin kökünü kazımak istiyor.”
Letya, "Aslında “ihanet” sadece Kürdler de değil bu
birçok halkta görülmüştür. Çoğu Kürdler; sömürgeci
devletlerine ve ülkelerinin sınırlarına saygı duyarken,
onlar için çalışırken, onlara bakan, öğretmen, memur,
hatta başkan olurken, kendi bağımsızlığına ve devletine ise ne yazık ki karşı çıkıyorlar. Öte yandan çoğu
Kürdler halen Kürdistan’ın maalesef nerede olduğunu bile bilmiyorlar, ulusal bilinçten yoksunlar.
Gerilla savaşına gelince: Bence savaşın özü doğru
ama dediğine katılıyorum. Türkler savaşı bahane ederek, balığı yakalamak için denizi kurutmaya çalışıyorlar. Son 20 yılda 5 bin köyümüz yakıldı yıkıldı, 4 mil179
Alan Lezan – Letya
yon insan yerinden yurdundan edildi, asimile etmek
için Türk metropollerine sürüldü, coğrafyamızda taş
üzerine taş bırakılmadı, Kürdlerin çekmediği acılar
kalmadı.”
Miyu, "Anlaşılan o ki, Kürdlerin işi oldukça zordur!”
dedikten sonra kalktı, hesabı ödedi ve yüzünde bir
tebessümle "Bizde mi gerillaya gitsek ne yapsak?”
dedikten sonra iki arkadaş birbirlerine bakarak sesli
güldüler. O an Letya, Miyu’ya beş sene gerilla da olduğunu söylemek istedi, sonra zaten inanmaz diye
düşünerek vazgeçti. Hem sonra gizlendiği için; ‘Söyleme sırrını dostuna, dostunun da dostu var, saman
doldururlar postuna’ dedi kendi kendine ve iki arkadaş metroya doğru yürümeye başladılar.
Miyu, aslında Letya’ya, Basel’de yaşadığı bir olayı
anlatacaktı, ama sonra Letya üzülür diye vazgeçti.
Miyu, geçen yıl Neol bayramında, Basel’da bir arkadaşını ziyaret etmişti. Gece dolaşırlarken, çok az ışığın olduğu bir sokaktan geçtiler. Bir grup genç insan
da oradan geçmiş ve aralarından biri: 'Yahu bu sokak
ne karanlık, birkaç Kürd kendisini yaksa da biraz
aydınlansa burası!' demiş. Miyu, bunu duyunca kulaklarına inanamamış ama ne yapacaktı? Avrupalılardı
bunlar. Kürdlerin çektikleri acıdan zaten anladıkları
180
Alan Lezan – Letya
yoktu ve Kürdler bunların umurunda da değildi.
Çünkü empati yapmak bir yana, bunların Kürdlerin
özgürleşmesinden herhangi bir çıkarı da yoktu. Ne
diye Kürdleri destekleyeceklerdi?
Bari vicdanları olsaydı. Ama ne gezer, çoğu Batılılar
da vicdan! Batı’da neredeyse herkes erkek-karı-kız,
para-pul, mal-mülk ve kariyer derdindeydi.
Geç saatlerde eve gelen Miyu ve Letya, mutfakta
Ophelia ile karşılaştılar ve Morena’da olup biteni
Ophelia’ya anlattılar. Ophelia "Ben yerinizde olsaydım, o göt verenin yüzüne tükürürdüm, ama bir şamarda iyidir!” dedikten sonra herkes odasına çekildi.
Letya, odasına geldikten sonra yatağa uzandı, ama bir
türlü yatamıyordu. Kürdler o Alman’a ne yaptılar ki,
adam Kürdler gaz ambarlarında yakılmasını istiyordu? Sonra düşündü ve partinin gerçekten Türkiye,
İran, Irak ve Suriye dışında şiddete başvurması, Almanların otobanlarını işgal etmesi, polisini dövmesi
çok yanlıştı. Anlaşılan o ki, bu davranış Kürdlerin
Batı’da itibarını kırmıştı. Sonra kendi kendisini yakanları düşündü. Hangi Avrupalı kendisini, kendini yakanların yerine koyacak ve onların çektikleri acıları
anlayacaktı? Sonra düşündü ve 'Bir Avrupalı bunu
neden yapsın?' dedi. Kürdler, Kuzey Amerikalılar,
181
Alan Lezan – Letya
Tamililer hakkında ne kadar biliyordularsa, rahatının
peşinde olan Avrupalılar da o kadar Kürdler üzerine
biliyorlardı. Almanlar Türklere silah satmasalar, başka
ülkelerin satacağı kesindi. Türkiye NATO üyesiydi ve
onların yardımı olmasaydı, şimdi ayakta kalamazdı.
Türkiye’deki faşist devleti ayakta tutan, en modern
silahlar ile donatan ABD ve Avrupa’ydı. Ama demokratik ülkelerde, demokratik yollar ile mücadele
etmek en doğrusuydu. Öte yandan insan bazı Batılıların cehaletine karşı ne yapabilirlerdi ki?
Letya, annesini, Afşan’ı, gerilladaki yaşamını, Vincent’i, Ophelia ve Miyu’yu, Kürdlerin gaz ambarlarında yakılmasını isteyen adamı ve kulüplerde, okulda
tanıdığı bütün bu değişik dünyaların insanlarını düşündükçe, içinden fırtınalar kopuyordu. Ama ne yapacaktı, kime neyi, nasıl anlatacaktı?
Dünya, koca evrende bir noktadan bile küçücük bir
gezegendi. Kim bilir uzayda kaç tane böyle dünyalar,
daha ne çeşit yaratıklar vardı.
Ama bu ‘dünya’ denilen gezegende bari insanlar barış
ve huzur içerisinde yaşasaydılar ne olurdu? Kim çizmişti insanlar arası bu sınırları? Kim yaratmıştı yüzlerce dili, kültürü? Hepimiz de aynı gezegenin insanları değil miydik? Neden dünyanın zenginliklerini eşit
paylaşamıyorduk? Eğer Letya bir Kürd kadını değil
de bir Alman olarak dünyaya gelseydi, onun da baba182
Alan Lezan – Letya
sıyla, annesiyle bir kadın ve dahası bir Kürd olmaktan
kaynaklanan problemleri olur muydu? Mihu ve Ophelia istedikleri şekilde giyinip kuşanıyorlar, istedikleri
şekilde yaşıyorlar, aileleriyle, toplumlarıyla bu nedenden dolayı herhangi bir sorunları yoktu. Eğer Batı’da
yaşayan milyonlarca insan, domuz eti yemekle, yarı
çıplak gezmekle, ya da kadınları ve erkekleri durmadan erkek veya kadın değiştirmekle, cehenneme gidiyorlardıysa, kendisi neden onlarla birlikte cehenneme
gitmesin? Onlar da Kürdler gibi et ve kemikten insanlar değil miydiler?
***
Saat 2:00’ye geliyordu ve uyku Letya’nın gözüne girmiyor, yatakta dönüp duruyordu. İnsanların doğadan
monogami mi, yoksa poligami mi? Bunu kesin olarak
bilmiyordu. Bazı çiftler vardı ki, küçük yaşta tanışırlar, ergenlik çağında evlenirler ve ömür boyu beraber
yaşarlar. Bazıları da bir partnerden bir partnere değiştirerek evlenmeden, bazen çocuk yaparak yaşarlar. Bu
tür bir yaşam biçimi daha çok Batı toplumunda vardı.
Çoğunluğu Müslüman olan Kürd toplumunda bazen
çocuk yaşında, bazen ergenlik cağında evlenme vardı.
Kürd toplumunda kadın ve erkekler arasında Batı’daki gibi arkadaşlık yoktu. Çünkü İslam toplumu,
gayrı meşru kadın-erkek ilişkilerini büyük günahlardan sayarak, bu tip hareket ve davranışlara sopa ve
183
Alan Lezan – Letya
recm gibi şiddetli cezalar getirmiş. Bu ilişkinin faillerine hor ve hakir gözle bakılmış, toplum tarafından
dışlanmaları telkin edilmişti. İslam toplumu; 'namus’
ve 'ırz’a korunması gereken bir 'değer' nazarıyla bakardı. Bu hususta herhangi bir münakaşayı kabul etmezdi. Bir Müslüman, ırz ve namusu koruma uğrunda, mal ve canını isteyerek feda edilmesini, herhangi
bir özür ve bahaneye yer vermeksizin gerekli görürdü.
Ayrıca, İslam toplumu kadın ve erkek ilişkilerine sadece lezzet alma ve yararlanma ile sınırlı olan bakış
açısını, içgüdünün doyumu için zevk almanın ve yararlanmanın doğal ve gerekli bir iş olduğunu reddediyordu. Namus İslam toplumunda -ki Hristiyanlıkta
ve diğer dinlerde de başka değildi-, kadınların bacakları arasında aranıyordu. Oysa 'namus' denilen şey öz
bilinç ve güçlü iradedir ve kadınların kendilerinin,
ruhlarına ve bedenlerine sahip çıkmalarıyla oluyordu.
Buraya kadar Letya için her şey sanki anlaşılırdı.
'Peki, seks olmasaydı insanlar da olur muydu?' diye
kendine sordu. İnsanın sevdiği, istediği birisiyle yatması, seksten zevk alması neden kötü oluyordu? Aşksız, sevgisiz yaşam mümkün müydü? Kim yarattı bu
töre ve adetleri? Niçin, neden?
184
Alan Lezan – Letya
İnsanı mutsuz eden, yaşamını kendisine zehir eden
töre ve adetler değil, aksine mutlu eden töre ve adetler yaratmalıydı.
Letya, sonra Ksenofanes’in 'insanlar kendilerine bakarak tanrıları yaratmışlardır' sözünün bir yerde okuduğunu hatırladı. Din, töre ve adetlerin de hepsi insanın buluşu olduğu kanısına vardı.
Eğer bir insan yaptığıyla memnunsa o zaman bir insanın yapacağı her şey sadece ve sadece kendisini
ilgilendirir.
Bana ne diğerlerinin hakkımda düşündükleri? Benim
vücudum ve yaşamım bana ait değil mi? Onunla istediğimi yapmada tamamıyla özgürüm. Hiç kimsenin
benim özel yaşamıma karışma hakkı yoktur. İsterse
bu kişi öz babam olsun. İnsanların çoğunun ne yazık
ki düşündükleri ‘çocuk oyuncağı kadardır' dedi, kendi
kendine ve yorganı üzerine yavaşça çekti, lambayı
söndürdü.
Letya, içinden gelen, belki de Sokrates’in söylediği
'tanrısal sesi' ve 'vicdan'ını dinliyordu. Örneğin Vincent, kader denilen şeye inanmıyordu. O özdekçiydi,
yalnızca atomlara, boşluğa inanıyordu. Letya ise kaderin insanlara, insanların isteği ve bilinci dışında
olan her şey olduğuna inanıyordu. Örneğin hastalık-
185
Alan Lezan – Letya
lar, bir kaza veya doğumdan Kürd ve kadın olması
gibi.
Gerek Batı’da, gerekse Doğu’da tarihi, felsefeyi ve
neredeyse her şeyi belirleyen erkekti. Bütün peygamberlerin erkek olması tesadüf değildi. Bunun nedeni
kadının hem cinsel hem de düşünen bir varlık olarak
ezilmiş oluşuydu. Kutsal kitapların hemen hepsi erkeğin isteği ve düşünce tarzı biçiminde yazılmıştı ve
neredeyse hepsi de kadına sanki düşmandı.
Erkeğin kadınlar üzerindeki patriarkal veya kadınların
erkekler üzerindeki matriarkal egemenliği bazı hayvanlardaki gibi tabi miydi yoksa sonradan olan sosyalizasyonla birlikte suni miydi?
Hayvanlardaki gibi, çünkü insanlarda düşünen hayvanlardı. Örneğin fillerde de dişi olanı, ya da şempanzeler de dişiden kudretini alan erkek öncülük yapardı.
Onlar bunu içgüdüsel yapıyorlardı.
İnsanlarda anlaşılan karışık bir form vardı. İlkin kadınlar erkekler üzerinde, sonra da erkekler, kadınlar
üzerinde egemenlik kurmuşlar.
186
Alan Lezan – Letya
Sınıflı toplumlardan beri kadınlar erkeklerin egemenliği altında yaşıyorlardı. "Buna da iş bölümü neden
olsa gerek” dedi. Kadınlar çocuk yapıp çocuk, ev ve
bahçe işleriyle uğraşırken; erkek ok ve yay ile avlanmaya giderdi. Bu durum çağdaş toplumlarda bile halen günümüze dek devam ediyordu. Yani bu olay
genetik değil sunidir ve istenilse her an yine terk edilebilirdi kanısına vardı.
Ophelia haklıydı; Batı’da kadınlar çifte sömürülüyordu. Çünkü kadın hem para kazanmak için çalışmaya
gider, hem de evde ev işlerini görür, alış veriş yapar
vs. ev kadınıdır. Orta Doğu’da kadının hiçbir hakkı
yoktu. Orta Doğu’da kadın erkeğin kölesiydi ve sadece ev kadınıydı.
Letya, kadınların erkekler ve erkeklerin kadınlar tarafından yönetilmediği, ikisin de tam eşit olduğu bir
toplumun olacağına inanıyordu. Böylesi bir toplumun
olması, bugün veya yarın belki mümkün değildi ama
gelecekte, belki 150-200 yıl sonra en azında Batı’da
mümkün görüyordu.
Kadının yaşamı en önemlisiydi, çünkü doğum veya
reprodüksiyon yapması kendisini adeta kutsallaştırmıştı. Erkeğin avcı oluşu ve fiziksel yetenekleri onları
bütünleştirdi. Biri diğerinin hizmetindeydi.
187
Alan Lezan – Letya
Ay kadının simgesiydi. Menstruation = 28 gün, yani
"Moon, Month, Menstruation” takvimi ve yaşamı
yaratan kadın için söylenmişti.
Çok eski kültürlerde kadın ve erkek arasında bir
harmoni vardı, çünkü bunlar birbirlerine zıt değil,
birbirini bütünleyici varlıklardı, biri diğeri olmadan
yaşayamazdı.
“Yin + Yang”," Alpha + Omega”, eski Orta ve Güney Amerika’da yerli halklarda "Kadın + Erkeği” dile
getiren, onların birbirinin zıttı değil, bütünleyici olduğunu vurgulayan premonotheik toplumların sembolleriydi.
Sonradan monoteist dinlerin ortaya çıkmasıyla kadının değeri düşüyor.
Kürdistan’da, diğer İslam ülkelerindeki gibi kadınların istisnalar dışında hiçbir hakkı yoktu.
Sorun Letya’ya göre 'sadece feodalizm ve sömürgecilik’ değildi. ‘Sorunun aslı biz kendimiziz' diyordu.
Kürd erkeği kendisi her yürüyüşte, seminerde vesaire
en önde yürür, seçer ve seçilir, fakat iş eşine, kızına,
kız kardeşine geldi mi istemez.
Tabi bu bir kültürel sorundu. Senin kızın katılım sağlar, en önde yürürse başkaları ne der?
188
Alan Lezan – Letya
Kürd toplumunda hem erkekler hem de kadınlar hep
başkalarının ne dediği için yaşarlardı. Letya, tüm bu
nedenlerden dolayı Kürdistan’da bir zihniyet devrimi
yapmanın şart olduğunu düşünüyordu! Ama ilk iş
herkesin kendisinden başlamasıydı.
'Ben yaşamım ile mutluysam başkalarının benim hakkımda ne düşündüğü umurum da mı?'
Peki, doğru yaşamak neydi?
Belki de kişiler bilmediği için kötüydüler. Bilseler, ön
yargılı olmasalar kötü de olmazlardı. Vincent, aklımızın iyiye ermesinin bir bilgi işi olduğunu, Einstein’ın
“İnsanlar arası ön yargıları kırmanın atomu parçalamaktan zor” olduğunu söylediğini dile getirmişti.
Zaten yaşamda esas olan mutlu olmaktır. Ve nasıl
mutlu olacağını bilen insan, mutlu olmaya da çalışırdı.
Bu anlamda neyin doğru olduğunu bilen insan, doğru
davranmak zorundaydı. Çünkü hiç kimse mutsuz
olmayı istemezdi. Letya, Ophelia ve Miyu’nun, gittiği
partilerdeki çoğu insanların yaşantısına ilk başta ‘burjuva toplumunun pislikleri’ diye düşünmüştüyse de,
şimdi artık böyle düşünmenin çok kötü ve yanlış olduğu sonucuna vardı. Çünkü bu insanların yaşamı
Batı kültüründen ya da kendisine yabancı olan bir
kültürden başka bir şey değildi. Bu insanlar böyle
yaşamaktan mutlu muydular yoksa değil miydiler, asıl
soru buydu. Birçok sorunlarına rağmen, özünde
mutlu oldukları kesindi. Tabi bunların içinde mutlu
189
Alan Lezan – Letya
olmayanlar da vardı, ama Batı toplumu esas olarak,
her bireyin yaşamında mutlu olması için neredeyse
her olanağı, herkese eşit derecede tanımıştı. Kimi bu
olanaklardan yararlanıyor, kimi de her nedense acı
çekmeyi tercih ediyordu. Bu da daha çok bir istisna
ve insancaydı. Çünkü bazı insanlar var ki, kendilerine
dünyayı, evreni ve ötesini de versen bir türlü mutlu
olmuyorlardı. Oysa mutlu ve başarılı olmanın birçok
yolu vardı. Kimisi çalışmakta, kimi dinde mutlu olmanın yolunu bulurken, kimisi de ekonomide, fizikte,
felsefede, resim çizmede veya yazmada vs. mutluluk
bulabilirdi. Genel olarak yaptığımız herhangi bir iş
veya uğraşı, sevgi veya aile yaşamı insanı mutlu edebilirdi. Mutluluk ile denilmek istenilen genel olarak
rahat, ruhu temiz, iç sükûnet, gerginliği azalmış bir
vaziyetti.
Mutluluğun esas kaynağı, kökeni iç barıştı, huzurdu.
Böyle bir insan elbette ilahi değildi. Onun da mutluluğa rağmen bir sürü problemi vesaire olabilirdi. Fakat mutlu olan insanlar problemlerini çözmede de
zorluk çekmiyorlardı.
Mutluluğun çok türlü düzlemi vardı. Dalai Lama’ya
göre, bu düzlemlerden biri, insanın kalbi ve iç barışı
arasındaki ahenkli oyundu ve dünyadaki halklar arasında, dıştan gelen dünya barışıydı. Dalai Lama devamla: "Bütün dünyada yaşayan insanlara büyük refah
diliyorum. Fakirlik ve sefalet mutlu bir yaşam getirmiyor.
190
Alan Lezan – Letya
İnsanların ekmek, temiz su, konut vs. temel ihtiyaçları karşılanmalıdır. Bu bütün kültürler için geçerlidir,” demişti.
Letya, Dalai Lama üzerindeki bu satırları okuduğunda saatin yelkovanı sabah beşe yedi dakika kaldığını
gösteriyordu.
191
Alan Lezan – Letya
18
L
etya, sevdiklerinden kolay ayrılmayan bir insandı. İçinde her zaman sevgiyi taşıyordu. Sevdiklerini kolay kolay kırmıyordu. Zor severdi, ama sevdiyse de tam severdi. Bir insanı tam anlamıyla sevebilmesi için, yüreğinin kabul ettiğini beyninin de kabul
etmesi gerekiyordu. Ve sevmezse de, kimse asla onu
sevmeye zorlayamazdı. Belki insan kolayca yüreğine
girebilirdi. Ancak o insan eğer beyninde yer etmemişse her an yine terk edilebilirdi. Bazen sevmediği halde
terk etmekte zorlanıyordu, çünkü engelleyemediği
içindeki 'acıma' duygusuydu.
Letya’nın narin, incecik atletik bedeni, esmer teni,
uzun kirpiklerinin gölgelediği baygın bakışları her
erkeği kendisine âşık edecek bir güçteydi. Bazen ayna
karşısında kendi kendine bakarken ağlıyor, içindeki
bütün acıları içine gömüyordu. Sanki ağlayan o değil,
insanlık ağlıyordu!
Banyodan çıktı ve maillerine bakmak için Kompüterin önüne oturdu. Bir sitede, ailesi Güney'e geçerken
192
Alan Lezan – Letya
sınırda Türk özel timleri tarafından yakalanan, 14
yaşındaki bir Kürd çocuğunun dramını okudu. Türk
özel timleri, Bijar adlı çocuğun annesi ve üç kardeşinin yanında babasının kafasını kesip öldürüyorlar.
Türklerin binlerce savunmasız insanı vahşice öldürdükleri yeni değildi. Gerilla için durum başkaydı,
çünkü silah kuşanan, sonucuna da katlanırdı.
Letya’nın derdi daha çok masum çocuklar, kadınlar
ve savunmasız insanlardı. Letya, toparlandı. İçindeki
bütün acılar, düşmana karşı büyük bir kin ve nefret
dönüşüyordu.
Canı sıkıldı ve kahve içmek için mutfağa gitti. Mutfakta Miyu’da gelmiş bir şeyler atıştırıyordu.
Miyu, Letya’yı üzgün görünce "Hayır ola! Bir şey mi
oldu?” diye sordu. Letya, söz konusu Kürd çocuğunun dramını anlattı. Miyu’nun sesi soluğu kesilmişti.
Ne diyeceğini bilmediği için kalktı Letya’yı kucakladı
ve “üzülme, savaşlar sonsuz değildir!” dedi.
Letya, zarif bir davranışla: "Biliyorum ama, bir şey
yapamamaktan büyük vicdan azabı çekiyorum,” diye
karşılık verdi.
Uzun süre iki arkadaş birbirlerinin gözünün içine
baktılar ve kimse bir şey söylemedi. Mutfağı boğan
sessizliği, Letya’nın çalan cep telefonun bozdu. Karşıdaki yumuşak ve okşayıcı ses, "okuldan sonra sana
uğrayabilir miyim?” diye Letya’ya sordu. Letya, "Neden
193
Alan Lezan – Letya
olmasın!” dedikten sonra telefonu kapattı. Miyu’dan
özür dileyerek odasına geri çekildi ve ders çalışmaya
başladı.
Akşam saat 22:00’ye doğru Vincent, Letya’ya geldi.
Vincent’in elinde tuttu ve mutfağa götürdü, Vincent’te internette bir sitede bazı resimler gösterdi.
Resmin birinde Türk askerlerinden birisi kesilen gerillanın başını saçlarından tutmuş, havaya kaldırmış
ve ayağını gerillanın cesedinin göğsüne koyarak poz
vermişti. Vincent sanki dilini yutmuş gibi bir şey söylemiyordu. O an sanki anlaşmışlar gibi Miyu ve Ophelia’da mutfağa geldiler ve ikisini derin bir sessizlik
içerisinde görünce Ophelia, "Aman Allah’ım! Bu
korkunç fotoğrafı nerede buldunuz?”
Letya, Vincent’te "Ne düşünüyorsun?” dedi.
Vincent’in şok geçirdiği belliydi ve aniden:
"Korkunç!” dedi.
Letya, "Sizce halklar kardeş olabilir mi?” diye sordu.
Vincent, "Hayır! Bunu da nereden çıkardın?”
"Öylesine sordum!”
"Bunlar Kürd gerillaları ve Türk askerleri mi?”
Letya, "Evet!” dedi ve devam etti; "Bazı Kürdler bu
tür vahşiliğe rağmen Türklere ‘kardeş halk’ diyorlar.
Ophelia, "Onlar belki komünisttir!” dedi. "Halklar
eğer kardeş olsaydı, dünyada savaşlar olmazdı.”
Miyu, "Bence de. Kardeşlik aynı anne ve babadan
doğanlara denilir. Halklar arası kardeşlikten bahset194
Alan Lezan – Letya
mek çok yanlıştır. Halklar arası kardeşlik değil, her
zaman çıkar ilişkileri vardır. Ben ırkçı değilim ama,
Türklerin gerçekten çok barbar bir halk olduğunu
kabul etmek gerekir.”
Ophelia, "Almanların Yahudilere yaptıkları da, Türklerin Ermenilere ve Kürdlere yaptıklarından az değildir, ama yine de ayırt etmek lazım. Bütün dünya halklarında olduğu gibi Türklerin içerisinde de iyi ve kötü
insanlar vardır.”
Vincent titrek bir tonla, "Kuşkusuz!” dedi ve ekledi:
"Ama bu tür halklar da iyi olan insanlar daha çok
azınlıkta ve bir istisna oluştururlar. Sence Türk kamuoyu Türklerin bu barbarlığını bilmiyorlar mı?
Bence Hitler dönemi biraz başkaydı, çünkü çoğu
Almanlar Nazilerin Yahudilere ne yaptığını bilmiyorlardı. Türkler neden dünyada sevilmiyorlar? Ben de
ırkçı değilim, hatta Türk kökenli arkadaşlarım bile
oldu, ama git Kreuzberg’de yaşayan Türklere bir bak.
En çok a-sosyal olanlar onlardır.”
Miyu, "Doğrusunu söylemek gerekirse ben Arap ve
Türkleri hiç sevmedim.”
Letya, Miyu’ya anlayışla baktı ve "Ben Ophelia’yı
anlıyorum,” dedi. Halklar arası kardeşliğe ben de inanıyordum, ama bu tür bir vahşeti ve Türklerin Kürdler üzerine estirdiği bitmek bilmeyen terör, beni bu
düşüncenden oldukça uzaklaştırdı. Elbette Türkler
195
Alan Lezan – Letya
içerisinde Dr. İsmail Beşikçi gibi Kürd sorunu için 17
yılını hapiste geçirenler de var. Ayrıca, gerillada da
birçok Türk var ama gerçekten de bunlar bir istisna
ve küçük bir azınlıktır.”
Miyu, "Bence esas olan halkın nasıl düşündüğüdür.
Devlet sonuçta halkın devletidir.”
Vincent, "Benim tanıdığım bütün Türkler, Kürdler
söz konusu olduğunda, ellerinde gelse bütün Kürdleri yok ederler. Çoğu ilkin iyidirler, ama uzun süre
tartıştıktan sonra asıl niyeti ortaya çıkıyor.”
Opelia, "Doğrusu benim Türkler ile hiçbir yakın ilişkim olmadı. Beni en çok kızdıran Türk erkeklerinin
kız kardeşlerini eve kapatması ve Alman kadınlarına
ise hep laf atmaları, peşine düşüp rahat bırakmamalarıdır.”
Miyu, "Bir de şu maçolukları yok mu? İnsanı çileden
çıkarıyorlar.”
Vincent, Letya’ya dönerek: "Sen kesin Türklerden
nefret ediyorsun değil mi?”
Ophelia : "Kim düşmanını sever?”
Letya, "Ben sadece Türklerden değil, Arap ve Farslılardan da nefret ediyorum.”
Miyu, hem pek nazik hem de pek alaycı bir şekilde
“Orta Doğu’da Araplar, Farslar ve Türkler olmasaydı, şimdi Orta Doğu kesin cennete dönüşmüştü.
Bence bu üç barbar halk diğer halkların anasını ağlattı.”
196
Alan Lezan – Letya
Ophelia sesli gülerek; "Ya Japonluların, Kore ve
Çin’e yaptıklarına ne demeli?”
Miyu, "Biz suçumuzu Almanlar gibi kabul ediyoruz.
Almanlar Yahudilerden özür diledikleri gibi tazminatta halen ödüyorlar. Türkler, Kürdistan’ı işgal etmekle
kalmıyorlar, Kürdlerin varlığını tümden inkâr ediyorlar. Suç halklarda değil, suç sistemde demek bence
çok yanlış, çünkü sistemi yaratan ve destekleyenler
halk değil de kimlerdir?”
Letya, "Bence Miyu çok haklı! Türkler ‘her Türk asker doğar!’ demiyorlar mı? Yine sistem halktan
oluşmuyor mu? Devleti ayakta tutan, vergi ödeyen,
hükümeti seçen halk değil de kimdir? İnsanlar kardeşse eğer, nasıl olurda bir kardeşin okulları, onlarca
televizyonu, günlük gazeteleri olur, ama diğer kardeş
bırakalım tüm bunları, kendi ülkesinde ana dilini bile
konuşması yasaktır.”
Ophelia, "Kim bilir belki bir gün gerçekten insanlar
arası sömürü, zulüm ve baskı sona erer. Sınırlar kalkar ve dünya cennet olur, ama 21. yüzyılda böylesi bir
toplum
mümkün
görünmüyor!”
Letya sakin bir şekilde, "Kürdlerin özgürlüğü ve bağımsızlığı mümkündür. Yeter ki kendi iç birliğini gerçekleştirsinler. Düşman bildiklerine karşı meşru mücadelelerini versinler.”
Miyu, Ophelia’ya dönerek; "Bir halk ne hakla tel örgülerle, mayın tarlalarıyla, sınırlarla, gözetleme kuleleriyle gerçek kardeşlerinden koparılıp, bölünür, parçalanır, sömürgeleştiriliyor? Kendi kardeşine kardeş
olamayan insan güruhu düşmana kardeş olsa neyi
197
Alan Lezan – Letya
kurtarır?”
Vincent ajite bir şekilde ve ses tonunu yükselterek:
"Yeryüzünde halklar arasında kardeşlik olsaydı 22
tane Arap devleti olmazdı. Her kardeşin tenceresi
ayrı kaynar. Milletler arasında kardeşlik değil Miyu’nun da dediği gibi çıkar ilişkileri vardır. Bence
Kürdlerin çıkarları ülkelerini birleştirmekte, parçalanmış milletlerini bir araya getirmekte yatıyor.”
Ophelia biraz şaşkınca; "Aslında çok doğru! Kardeşlik teranesi doğru olsaydı Sovyetler dağılmazdı. 70
yıllık kardeşlik deneyinin getirisi dünyaya Nataşa ihracı oldu. Kardeşlik olsaydı Yugoslavya dağılmazdı.
Kardeşlik gerçek olsaydı Çekler ve Slovaklar ayrı devlet olarak örgütlenmeyi seçmezdi.”
Letya, Ophelia’dan cesaret aldı ve "Kardeşlik kırbacını kendi baskı rejimlerinin dayanağı haline getiren
Stalin ve Lenin'in heykelleri çöplükleri doldururken;
anti-komünist Türkiye devleti, istihbarat teşkilatına
havale ettiği ideolojik sersemletmeyi, maalesef Kürd
enayilerinin sırtından seslendiriyor.”
Miyu: "Yeryüzünde milletlerin kardeşliği safsatasının
reel bir örneği bulunmuyor. Mazlum milletlerin hak
gasbına bahane edilmekten başka amacı olmayan,
kardeş çığırtkanlığı, yıllar öncesinden yuvarlandığı
çöplükte Stalin, Lenin heykelleriyle zıbarmaya da
devam edecektir. Değerli arkadaşlar! Muhabbetiniz
çok hoş ama ben yatmaya gidiyorum, çünkü yarın
erken kalkmam lazım!”
198
Alan Lezan – Letya
Ophelia, Letya ve Vincent birden: "İyi geceler Miyu!”
dedikten sonra Ophelia’da kalktı odasına gitti, çünkü
ertesi gün çalışacaktı.
Vincent ve Letya mutfakta yalnız kaldıktan sonra,
Vincent kalktı Letya’yı kucakladı ve Letya’nın siyah,
gür ve uzun saçlarını okşayarak: "Biliyorum Kürdlerin işi çok zordur, ama bir halkın, bir ulusun davasını
kişiselleştirmemek lazım. Kürdlere nasıl yardım edeceğimi şimdilik bilmiyorum, ama bu işin seni çok
kurcaladığını biliyorum. Tabii sana akıl verecek değilim ama, bence sen okuluna konsantre olmaya bak.
Orta Doğu’da daha çok taşlar devrileceğe benziyor.
Kürdler artık eski Kürdler değil, ama düşmanları çok
vahşi ve barbardır!” dedikten sonra masadaki Notbook’u eline aldı ve "İstersen odaya gidelim!” dedi.
Ondan sonra ikisi kalktılar ve Letya’nın odasına gittiler. Ama resimler Letya’yı fena şekilde şok etmiş,
moralini tümden bozmuştu, öyle ki hiç de sohbet
edecek durumda değildi.
199
Alan Lezan – Letya
19
B
azı insanlar birçok şeyi bilmiyorlar, bilseler de
empati yapamıyorlardı. Dindarı dindar, politikacıyı politikacı, sanatçıyı sanatçı en iyi anladığı gibi,
dağdaki gerillayı da elbette yine gerilla en iyi anlardı.
İnsanlar sadece din, dil, kültür ile farklı değillerdi,
aynı zamanda aynı dili, dini ve kültürü yaşayan bir
halk içerisinde türlü türlü insanlar vardı. Bu nedenle
dünyada savaşların olması, kalıcı bir barışın olamaması belki de doğaldı.
Bilindiği gibi savaşlar tahribattı, ölümdü, acıydı. Buna
rağmen savaşlar, maalesef diyalog için her yolun kapandığı, politikanın başka araçlar ile sürdürülmesiydi.
Uluslar veya aynı ülkedeki iki teşkilat arasında, başka
bir yolla elde edemediği şeyi, kuvvet zoruyla almak,
istediklerini kabul ettirmek ve başkasının isteklerine
boyun eğmemek amacıyla girişilen kuvvet denemesiydi.
Eğer sömürgeciler işgal ettikleri Kürdistan’dan kendi
isteği üzerine gitseydiler, Kürdler onlara karşı savaş200
Alan Lezan – Letya
ma gereği duymayacaktı. Ama ne var ki, bu devletlerin hepsi Kürdistan üzerine hak iddia ediyorlar ve
Kürdistan’ı sömürgeleştirdikleri yetmiyormuş gibi,
Kürdlerin en doğal hakkı olan dilini ve kültürünü bile
yasaklıyorlardı. Kürdlere zengin ülkelerinde en kötü
fakirliği yaşatmakla kalmıyor, onlara olmadık işkence
ve eziyetler de çektiriyorlardı. Bu faşist ve despot
devletler, özgürlüklerini ve haklarını elde etmek için
Kürdlere savaşmaktan başka bir yol bırakmıyorlardı.
Kürdler de ya yapılan bunca sömürü, baskı ve zulme
boyun eğecek, zengin bölgelerinde en kötü fakirlik
içerisinde yaşamayı sürdürecekler, ya da haklı olarak
direneceklerdi.
Dünyada hangi halk başka bir halkın egemenliği altında yaşamak ister ki, Kürdler de istesin? Dünyada
hangi halk baskıya ve ezilmişliği bir kadermiş gibi
kabul eder ki, Kürdler de etsin?
Letya, gerillada iyi bir gözlemci, araştırmacı ve dikkatli bir deneyci olmuş, sorumluluk üstlenmeyi de öğrenmişti. Bazen kafasında o kadar çok soru işareti
vardı ki, nerede başlayacağını bilmiyordu. Son dönemlerde kafasına en çok takılan sorulardan bir tanesin de Kürdistan’ın nasıl sömürgeleştirildiğiydi.
Okuldan sonra her akşam internete girer ve bu soruya cevap arardı. Sonra öğrendi ki, bütün sorun lanetli
Lozan Antlaşması’ndan kaynaklanıyordu.
201
Alan Lezan – Letya
Balkonda oturup keyif yapan Vincent’e dönerek;
"Vincent!” diye seslendi; "Kürdistan’ın parçalanıp
bölünmesinden Avrupa’nın suçlu olduğunu biliyor
muydun?”
Vincent içeri geldi, yüzünde bir tebessümle: "Evet!”
dedi. "Senin sayende.”
Letya: "Nee? Benim sayemde mi?”
Vincent bilgisayarın başına geçti ve tuşlara basarak:
"Seni tanıdıktan sonra Kürdler üzerine epeyce araştırdım ve bilgi edindim. İşte burada. Meşhur Lozan
Antlaşması! 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre’nin
Lozan şehrinde, Türkiye, Birleşik Krallık, Fransa,
İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan,
Portekiz, Belçika, SSCB ve Yugoslavya temsilcileri
tarafından, Lozan Üniversitesi salonunda imzalanmış
sözde bir "barış” antlaşması!
Letya, "Biliyor musun Vincent? 20. yüzyılda da Kürd
halkının yaşadığı en büyük felaket Lozan Antlaşması'dır. Lozan; 1639'da Osmanlı ve Safevi İmparatorlukları arasında, Kürdistan'ı parçalamak ve paylaşmak
amacıyla imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması'nın çağdaş bir versiyonu ve devamıdır.”
Vincent kızgın bir tonla: "Birinci Dünya Savaşı, başta
İngiltere, Fransa ve Rusya'nın yer aldığı emperyalist
güç blokunun, Orta Doğu coğrafyasını kendi aralarında bölüşüp paylaşmak için çıkardıkları bir savaştır.
Ulaşmayı amaçladıkları siyasi, ekonomik ve sosyal
202
Alan Lezan – Letya
alanlardaki işgalci emeller uğruna, milyonlarca insan
öldü. Halkların belleğinde sarılması zor yaraların
açılmasına sebep oldular.
Ama daha da acısı Kürdistan halkı, hiç tarafı olmadığı
bir savaşta büyük insani ve mali bedeller ödemesinin
yanı sıra, en büyük darbeyi yedi. Kendilerini savunmaya ve temsil etmeye bile fırsat verilmeyen, masa
başı antlaşmalarda tüm haklarını yitirdiler. Lozan
Anlaşması'yla masa başında kaybettiklerini, 87 küsur
yıldır elde edememiş olan Kürdler, halâ da her parçada ayrı ayrı bu anlaşmanın olumsuz etkilerini bertaraf
etmenin mücadelelerini veriyorlar.
Lenin’in lideri olduğu Sovyetlerin desteğini de arkasına alan Mustafa Kemal öncülüğündeki güçlerin,
Yunanlıları yenmesi, Lozan'a gidecek son adımın da
atılması anlamına geliyordu. Türk egemen güçleri,
dört yıl boyunca tüm şartları kendi lehine çevirdikten
sonra, daha da güçlenmiş bir şekilde Lozan'ın yolunu
tuttular.”
Letya ayağa kalktı, odada birkaç adım attıktan sonra
yine oturdu ve "Biliyorum... Lozan'da, Türk Devleti’nin temsilcileri büyük bir memnuniyet ile karşılanmıştı. Çünkü Mustafa Kemal; Anadolu’daki ve Kürdistan'daki İslami muhalefeti etkisizleştirerek halifeli203
Alan Lezan – Letya
ğin kaldırılacağına dair ilk sinyalleri vermişti. Böylelikle bu yeni yönetim, batının memnuniyeti ile karşılanmıştı.
Rusya'daki iktidar değişikliği, siyasi arenada güçler
dengesini alt-üst etmişti, ama sözde sosyalist Rusya,
Sèvres Antlaşması'nın uygulanmaması için Kemalist
yönetim ile iş birliği yapmıştı. Lozan'da da Batı emperyalistlerden farklı bir tavır geliştirmemiş, düşünebiliyor musun? Bunlar nasıl sosyalistlerdir?
İngiltere, Orta Doğu'da bağımsız veya federal bir
Kürdistan'ı hiçbir zaman istemiyordu. Bunun tarihi
ve dini sebepleri kadar, Kürdistan gibi ekonomik
zenginlikleri barındıran bir coğrafyanın Kürdlerin
elinde kalmasının, kendileri için ileride büyük bir tehlike oluşturacağını düşünüyorlardı. Bu nedenle tüm
gücüyle Kürdistan'daki özgürlük düşüncelerini ve
hareketlerini bastırmaya çalışmıştı. Türkiye'nin egemenliğinde kalan Kürdistan parçasının bağımsızlık
mücadelelerinin önünü kesme görevini Türkiye'ye
devrederken; Güney Kürdistan’da ise, dünya savaşında bile kullanmadığı savaş uçaklarını ve kimyasal
silahlarını, Şeyh Mahmut Berzenci önderliğindeki
Kürd Ulusal Hareketi’ne karşı kullanmıştı.“
204
Alan Lezan – Letya
Vincent, Letya’nın ağzından kurşun gibi çıkan bu
cümleleri duyunca biraz şaşırdı, sonra düşündü ve
"haklısın” dedi. "Kürdistan'ın bir kez daha parçalanıp
bölünmesine neden olan Lozan Antlaşması'nın altında imzası bulunan Londra, Kerkük'ün Arapların denetiminde kalması için "Kürdistan Önderi" ilan edip
tanıdığı Şeyh Mahmud Berzenci ile savaşmaktan bile
çekinmemişti. Londra, sadece Musul-Kerkük'ün değil, tüm Güney Kürdistan'ın Irak Devleti sınırları
içinde kalması için, ulusal mücadele veren Kürdlere
karşı havadan bombalar yağdırmış, Kürd köylerini
yerle bir etmişti.
Lozan Konferansı'nda, üzerinde çetin tartışmaların
meydana geldiği konu "Musul Meselesi" olmuş. Müzakerelere ve müttefiklerine hâkim olan İngiltere için
gerek zengin "petrol kaynakları" ve gerekse "Hindistan yolunun emniyeti" bakımından ele geçirilmesi
zorunlu görülen stratejik ve iktisadi öneme sahip bir
bölgedir.”
Letya, Vincent’in yanına oturdu ve bilgisayarda okuduğu yazıyı göstererek, "Şunları bir oku!” dedi ve
kendisi sesli okumaya başladı: "Türk heyeti, bu bölgenin nüfus yapısı itibariyle kendilerine verilmesinin
gerekli olduğunu iddia ettiyse de, İngiltere'yi kandıramamış. Oysa o dönemlerde Musul vilayetinde yaşa205
Alan Lezan – Letya
yan halkların nüfus sıralaması şöyleymiş. Kürd:
452.720, Türkmen: 65.895, Arap: 185.763, Hıristiyan:
62.225, Yahudi: 16.865, Toplam: 785.468
Din ve Halifelik Lozan'da, İngiltere, Rusya, Fransa,
İtalya tarafından en çok üzerinde durulan husustu.
İngiltere, sömürgesi altında tuttuğu İslam coğrafyalarında sürekli 'dini yaşam ve Halife'nin etkinliği' gibi
büyük sorunlar çıkıyor ve bundan bir an önce kurtulmak istiyordu. Türk heyeti, bu konu üzerinde tartışma yapmayacak kadar hazırlıklıymış. Zira yıllar
öncesinden bu kadronun dine ve halifeliğe karşı oldukları emperyalist kamuoyuna açıklanmıştı. Lozan'dan hemen sonra Mart 1924'de halifeliğin kaldırılması, Kemalistlerin Lozan'da verdikleri sözlerinin
birer sonucuymuş.
Daha 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda (Anayasa),
Kürdlere bir çeşit özerklik verilmesi öngörülmüşken;
Lozan’ın imzalanmasından sonra çıkarılan 1924 Anayasası’nda bu hak geri çekilmiş. Ya buna ne demeli?”
Vincent başını kaşıyarak, "Ben geçen gün bir yerde
okumuştum, Türk heyetinin baş temsilcisi İsmet
İnönü ve İngiliz temsilci Lord Curzon arasında samimi bir havada geçen müzakereler de "Kürdleri ne
yapacaksınız?” sorusunu İsmet İnönü:
"Yeni kurulacak devletin Türk ve Kürdlerin devleti
olacağını, kendilerine çağdaş hukuk normlarında, tüm
ulusal haklarının verileceğini ve Kürdlerin kesinlikle
kendilerinden ayrılmayı kabul etmediklerini” cevaplarıyla geçiştirmiş.
206
Alan Lezan – Letya
Zaten, bu soruyu soran İngiliz temsilcisi de, aslında
gerçek cevabı istemiyordu, sadece müzakerelerde işe
yarayacak cevabı duymak istiyordu.”
Letya, "Sanırım İsmet İnönü, bunu söylerken; hem
Sèvres sırasında Ermeni sorunu baz alınarak, Kürd
şahsiyetlerin itilaf devletlerine çekmiş oldukları telgrafları ve hem de Yunanlılara karşı savaşlarında
Kürdlerin Türklere vermiş olduğu desteği, Kürdistan'daki halkın itilaf devletlerine karşı gösterdiği direnişleri delil olarak gösteriyordu. Bunun yanı sıra, konferansa Mustafa Kemal'in talimatları doğrultusunda
gönderilen ve Kürd halkının genel kararı ve talepleriyle ilgisi bulunmayan, 'Biz Kürdler, Türklerle kardeşiz, ayrılmak istemiyoruz, aramızda bir fark yoktur'
telgraflarını öne süren iki Kürd Mebusu Pirinçzade
Fevzi ve Zülfüzade Zülfü'nün Konferans salonunu
terk etmeleri, Türk heyeti için büyük bir koz olmuştu.
Bu girişim itilaf devletlerini de çok memnun etmişti.
Bundan sonra Kürd halkının geleceği, görüşmelerde
söz konusu dahi olmamış, her şey yeni Türk devletinin insafına bırakılmış. Lozan'dan dört yıl önce
özerklikle ilgili maddeleri Kürdler için Sèvres'e alan
itilaf devletleri, Lozan'ın hiçbir maddesinin hiçbir
cümlesine Kürdlerin adını bile eklememişler.”
Vincent üzülerek, "Evet, maalesef, Kürd ulusu bu
antlaşma ile bütün ulusal ve uluslararası haklardan
207
Alan Lezan – Letya
yoksun bırakılmış, dört devlet arasında bölüşülerek
sömürgeleştirilmiş.”
Letya derin bir ‘oofff’ çektikten sonra: "Aman Allah’ım. Bunlar çıldırmış mı ne?”
Vincent bir bilgisayara bir Letya’ya baktı ve yüksek
bir tonla: "Kürd Halkını, hiçbir açıdan temsil edilmediği ve Kürdlerin vatanını, hiçbir meşru tarafı bulunmayan kukla devletler arasında, tarihte eşi benzeri
bulunmayan bir tarzda "böl-parçala-yönet" politikasına kurban ettiler. Tabii Avrupa emperyalizmi bunu
Kürd halkını yakından tanıdığı için yaptığı kesin.
Ama Kürdistan'ın bu şekilde dört parçaya bölünüp
yöneltilmesi peki neden yapıldı biliyor musun?”
Letya çok sinirli bir şekilde; "Bu nedenlerden elbette
ilki zengin petrolü, suyu ve madenleri olan Kürdistan’ın yer altı ve yer üstü zenginliklerini daha rahat
sömürebilmek. Türkiye topraklarında petrolün damlası bile yok. Türkiye'nin çıkardığı petrol tümüyle
Kürdistan topraklarındadır. Aynı şekilde İran ve Irak
devletlerinin kontrol ettiği petrol yataklarının üçte
ikisi Kürdistan topraklarında yer alıyor. Suriye'nin
çıkardığı sınırlı miktarda petrolde Kürdistan sınırları
içerisinde ve Kürdlere aittir.
208
Alan Lezan – Letya
Kürdler, dünyanın en yoksul halkı haline düşürülerek,
dört devletin modern teçhizatlı ordularıyla denetlendi. Bu yetmezmiş gibi bu dört devlet tarafından birbirine sunulan siyasi-askeri destekle, soykırımlar, sürgünler, işkenceler, tutuklamalar eşliğinde esaret altında tutuluyor olmalarının başlıca nedenlerinden biri,
Kürdlerin sahip olduğu petrol zenginliğidir. Yanılıyor
muyum?”
Vincent, "Hayır! Kesinlikle yanılmıyorsun. Kürdistan'ı beşe bölerek Kürd halkının toplumsal örgütlülüğünü ve gücünü dağıtmak ve böylelikle bölgede kendilerine engel veya alternatif olabilecek dinamiklerden
Kürdleri mahrum bırakmak.
Kürdistan'ı bölerek ve bunu iş birlikçi yönetimlere
devrederek Kürd halkını daha rahat kontrol etmek.
Ve sürekli denetim altında tutarak Kürdleri ulusal
özgürlüklerinden ve haklarından mahrum etmek.
Başka devletlerin boyunduruğunda Kürdler, dünya
siyasetinde yer alamayacak, uluslararası düzeyde kendisini temsil edemeyecek, siyasal, askeri, ekonomik ve
sosyal açılardan hiçbir etkinliği olmayacak şekilde,
adeta felç edilmiş biçimde bütün hak ve özgürlüklerinden mahrum olacak.”
Letya, "Allah bunları kahretsin! Başka ne diyeyim.”
Vincent kalktı ve Letya’yı kucakladığı gibi alnından
ve yanağından öptü. Derin bir nefes aldıktan sonra
yerine oturdu.
209
Alan Lezan – Letya
Letya durmak bilmiyordu ve şöyle devam etti:
"Tüm bunlardan dolayı Kürdistan, tamamen çağ dışı
ve kendi dönemlerinin en zalim yönetimleri arasında
paylaştırıldı. Böylesine beşe bölünerek paylaştırılan
Kürdistan coğrafyasının sahipleri olan Kürdler, on
yıllar boyu ve hala günümüzde de devam eden korkunç imha, inkâr ve asimilasyon politikalarına maruz
kaldılar.
Sonrada Kürdistan’ı; polisi, jandarması, öğretmeni ve
memuruyla işgal eden bu ülkeler, paylarına düşen
Kürdistan parçasını, kendi ülkelerinin 'doğusu, batısı,
kuzeyi ve güneyi' olarak ilan ettiler. Ve o Kürdistan
parçası üzerinde yaşayan Kürdlerin de kendilerinin
birer kolu olduğunu resmi tarih anlayışı içinde dillendirdiler. Öyle oldu ki; Türkler tarafından işgal edilen
Kuzey Kürdlerin aslında Türk kökenli olduğu; Suriye
ve Irak tarafından işgal edilen parçalarda Kürdlerin
aslında Arap kökenli olduğu, İran’ın işgali altında
olan Doğu Kürdlerin aslında Fars kökenli olduğu,
Ermenistan tarafından işgal edilen parçasında Kürdlerin aslında Ermeni kökenli olduğu' gibi saçmasapan resmi anlayışlar ortaya çıktı. Ve ne tuhaftır ki
tamamen saçma-sapan olan bu görüşleri, adı geçen
ülkeler on yıllar boyu utanmadan hem Kürdlere ve
hem de kendi kamuoyuna dayattılar.”
Letya, tüm bunları internette okuyup Vincet ile tartışarak bilince çıkarınca yüreği ateş gibi yanıyordu ve
insanlığa karşı içinde büyük bir nefret duyuyordu.
Derin nefes aldıktan sonra konuşmaya devam etti;
210
Alan Lezan – Letya
“Gelinen aşamada elbette ki artık hiç kimse bu yalanlara inanmıyor, ama maalesef gerçeği bilmek yetmiyor. Kürdlerin, ne yapıp edip dünyanın diğer özgür
halkları gibi, kendi anavatanlarında özgür yaşamasının koşullarını ve imkânlarını oluşturmaları gerekiyor” diyerek kendisini teselli etmeye çalışıyordu.
Sonra Letya, işaret parmağıyla gözünün üstündeki
deriyi kaşıdı ve kendi kendine 'Vay namussuzlar! Şerefsizler!' dedi. 'Arap, Fars ve Türkler kendisine ait
olmayan topraklar üzerinde, resmen egemenliğini ilan
etmişler, hem de Avrupa emperyalistlerine dayanarak.
Bu nedenle Kürdlere karşı hiç savaşmadıkları halde,
Kürdistan’ı kendi aralarında paylaşmış ve işgal etmişler. Demek ki bu nedenle bu despotlar ‘Buralar hep
bizim’ diyorlar. ‘Ne büyük bir haksızlık!'
Letya’nın bu tartışma esnasındaki davranışları, ses
tonu ve içindeki ruh halini, Vincent iyi anlıyordu,
ama yapılacak bir şey yoktu. Vincent bu nedenle sakin duruyor ve duygularına yer vermiyordu. Ama
Letya’yı çok iyi anlıyordu, çaresizdi ve şöyle devam
etti:
“Bazı Kürdler 1. Dünya Savaşı’nda ve sonrasında
Kemalistlere büyük destek vermişler, ama Cumhuriyet kurulduktan sonra Kemalistler, Kürdlere verilen
tüm sözlerini unutmuş, Kürdler eşi görülmedik bir
inkâr ve imha politikası ile yüz yüze kalmışlar. Lozan
Antlaşması ile tamamen yok sayılmışlar. Tabii Lozan
Antlaşması da Kürdistan’da yapılan soykırımlara zemin oldu. Çünkü Lozan Antlaşması ile Kürdler inkâr
edildikten sonra, bu inkâra tepki olarak ortaya çıkan
211
Alan Lezan – Letya
direnişler nedeniyle, yüz binlerce Kürd’ün katledilmesi ve bir o kadarının da sürgüne tabii tutulmasına
sebep olundu. Kürdler bu süreçte Ermenilerden çok
daha ağır bir soykırıma maruz kalmışlar. Ancak bu
katliam zamana yayılarak işlendiği için, bir seferde
yükün büyük bir Ermeni katliamı ile kıyaslandığında,
ebadı görülmek istenmemektedir. Dış politikada
Kürdlerin yeterince varlık gösterememeleri nedeniyle
de bu soykırım dünyaya duyurulamamış.”
Letya kendini toparladı ve, "Haklısın, Lozan Antlaşması ile tabii olmayan, uyduruk ‘Türk' diye bir halk
yaratıldı. Mezopotamya’nın en kadim halklarından
Kürdler ise yok sayıldı. Avrupa emperyalistlerinin
içinde bulunduğu yukarıda adı geçen ülkeler tarafından imzalanan bu antlaşmanın hiçbir maddesinde
Kürd adı geçmiyor. Bu antlaşmanın 37’den 45’e kadar olan maddeleri Türkiye’deki azınlıklarla ilgilidir
ama Kürdler burada azınlık olarak dahi kabul edilmiyorlar. Bu antlaşmayı imzalayan 8 devletten 6´sı o
dönemde krallık ile yönetiliyordu ve bu antlaşma
krallar adına imzalanmıştı. Günümüzde o ülkelerin
birçoğu Cumhuriyet ile yönetiliyor. Kürdler ne yapıp
yapıp bu lanetli Lozan Antlaşması’nı geçersiz kılmalıdırlar! Bu da ancak ciddi bir lobi çalışması ile olur.”
Sonra düşündü ve "Belki bu nedenle Avrupa Birliği
Kürd sorununu ulusal bir sorun olarak değil, salt bir
212
Alan Lezan – Letya
insan hakları sorunu olarak ele alıyor, çünkü Avrupa
Birliği’nin Kürd sorununu çözmek gibi bir niyeti yok
ve hiçbir zaman da olmadı. Zaten yıllardır, Kürdlere
karşı kullanılan silahların büyük çoğunluğu, Avrupa
Birliği ülkeleri tarafından Türkiye ve Irak’a satılmıştır.
Avrupa Birliği, hiçbir zaman, Kürd sorununun çözümü noktasında Türkiye’ye ciddi bir anlamda yönelmemiştir. Türkiye, insan ve azınlık hakları konusunda, birçok antlaşmanın altına imza atmış, ama
bunların gereğini hiçbir zaman yerine getirmemiştir.
Avrupa ise susmayı tercih etmiştir.”
Vincent, Letya’nın sözünü özür dilerek kesiti ve şöyle
devam etti: "Avrupa Birliği’nin yaptığı gerçekten ikiyüzlülüktür. Çünkü aslında lanetli Lozan Antlaşması
onların eseridir. Bana göre bu Antlaşmayı ancak
Amerika yırtabilecek güçtedir.”
Letya, bunları bilince çıkarınca insanlığa, sözde Avrupa 'uygarlığına' içinden lanetler okudu, ama elinde
hiçbir kudret yoktu. Belli bir suskunluktan sonra,
"Eğer Batı çıkarları için bu kadar gaddar ve insafsız
idiyse peki Lenin’e ne olmuştu? Lenin gibi birisinin
Mustafa Kemal gibi Kürd katilini desteklemesi mi
gerekiyordu? Hani komünistler ezilenlerden yanaydı?
Demek ki, sonuçta herkes kendi ülkesinin çıkarlarını,
mazlum bir halkın çıkarından daha üstün tutuyordu.
213
Alan Lezan – Letya
Zaten böyle olmasaydı Stalin 50 milyon masum insanın kanına girer miydi?”
Vincent: "Biliyor musun Letya, belki Hitler gibi bir
canavarı ancak Stalin gibi biri durdurabilirdi. İnan ki
seni çok, çok iyi anlıyorum ama şimdilik yapılacak bir
şey yok,” dedikten sonra, ikisi sanki anlaşmış gibi
oturdukları yerden kalktılar ve çay içmek için mutfağa
gittiler.
214
Alan Lezan – Letya
20
E
rtesi günü akşama Letya, internette Lozan Antlaşması ile ilgili okuduğu ve öğrendiği her şeyi
Miyu ve Ophelia’ya anlattı. Vincent de usul usul dinledkten sonra, "Biliyor musun Letya, Doğu ve Batı
yarım kürelerindeki Avrupa sömürgeciliğinin kökleri,
baharat ticareti için kaynak bulmak ve masalsı krallıkların varlığını keşfetmek isteyen Portekiz keşiflerine
kadar geri gider. Avrupa dışındaki ilk ayak izi Ceuta’nın 1415'de fethedilmesiyle atılır. On beşinci yüzyılda Portekiz denizciler 1488'de Bartolomeu Dias’ın
Ümit Burnu'nun çevresinden dolanarak Afrika kıtasının aşılabildiğini gösterip; Vasco da Gama’nın
1498’de Hindistan'a ulaşmasına yol açana dek, Atlantik adalarını ve tüm Afrika sahillerini keşfetmişlerdir.
Portekiz denizcilerin başarıları, Christpher Columbus’un 1492'de İspanyol finansmanıyla, Batı kıyılarına
doğru yeni bir keşif rotasına çıkmasının önünü açmıştır. Columbus, Japon sahillerine vardığı inancıyla
günümüzde Bahamalar denilen yere ulaşmış, ancak
gerçekte Amerika denilen yeni bir kıta keşfetmişti.
215
Alan Lezan – Letya
İşte o günden bu güne 500 yıldır Batı, dünyadaki
insanlara uygarlık adına kan kusturuyor. Batılılar bunu bilmiyorlar mı? Bu sömürgeciler yaptıklarını, dünya halklarının, gelişmemiş toplumları refaha kavuşturmak ve gelişmelerinde katkıda bulunmak amacıyla
baskı altında tuttukları şeklinde algılamalarını sağlamaya çalışıyorlar. Bir bakıma iyimserlik havası estiriliyor. Sözde bilimsel teorilerle desteklenmeye çalışılan
bu tip inançlar, daha çok 19. yüzyılda Avrupa'da yayılmış ve Avrupalıların tüm dünyada sömürgeci güç
olarak yayılmasının da sözde meşru dayanağı olmuştur. Çünkü sömürgeciler, kendilerinin sömürdükleri
insanlardan daha üstün olduklarına inanırlar. Oysa
bunların 'uygarlık' adına yaptıkları bir tür modern
barbarlıktır.
Avrupa sömürgeciliği kabaca iki büyük dalgaya ayrılabilir. İlki keşiflerle başlamış, ikincisi de 19. yüzyılın
ikinci yarısında başlayan ve halen devam eden dönemdir. Bu dünyada kimse kimseye acımıyor. Herkes
kendi çıkarını düşünüyor. Eğer böyle olmasaydı dünya zaten şimdi bir cennet olacaktı... Petrol, su ve madenleriyle zengin olan Kürdistan’ın halkları, daha çok
bu emperyalist pazar paylaşım savaşlarında ezilip
gittiler. Kürdlerin bölgesinin zenginliği, Kürdlerin
başına bela oldu ve gelecek yıllarda da başka olacağını
216
Alan Lezan – Letya
pek düşünmüyorum. Çünkü hangi emperyalist ve
sömürgeci ülke insafa gelir ve Kürdlere yardım eder?
Kürdlerin daha uzun süre sabırlı olmaları gerekiyor
diye düşünüyorum.”
Letya kaşlarını çattı ve ciddi bir tonla, "Kürdler 87
yıldır büyük acılar çekiyor. Daha ne kadar sabırlı olsunlar sence?”
Vincent, "Valla ben de bilmiyorum. Kürdlerin dört
tarafı dünyanın en despot ve faşizan devletleriyle
çevrili ki, bu devletlerin bin yılı aşkın devlet tecrübeleri var. Örneğin Türkiye’nin arkasında ABD ve Avrupa vardır. Biliyorum Kürdlerin kendi halkını eğitme
şansı da yok. Kürdlerin Yahudiler gibi ABD’de ne
lobisi ne de dünyada zenginleri vardır. Dört tarafı
düşman ile çevrili çok yalnız bir halktır. Belki şunu
yapabilirler: Dünyada çok savaşçı bir halk olarak tanınıyorlar ve de öyledirler ama bu devirde savaşmak
yalnız başına bir savaşı kazandırmaz. Bir savaşı kazanmak için, lobi çalışması ve diplomasi bence çok
önemlidir. Daha da önemlisi Orta Doğu’da politik
bir güç olmak! O zaman Batılıların Kürdlere ilgi duyacağı sanırım kesindir. Kürdler 40 milyon nüfusuyla
Orta Doğu’da zengin ülkeleriyle gerçekten de dikkate
alınacak bir halktır.”
217
Alan Lezan – Letya
Ophelia yerinden doğruldu ve Vincent’e; "Sen Kürdlerin özgürlüğüne ve bağımsızlığına inanıyor musun?” dedi.
Vincent: "Evet! İnanıyorum, çünkü Letya’nın da sıkça doğru olarak dediği gibi, şartlar ne olursa olsun,
dünyanın hiçbir halkı başka bir halkın egemenliği
altında yaşamak istemez! Kürdler neden istesin? İste
kocaman Sovyetler, Avrupalılar bütün sömürgelerini
kaybettiler. Hem sonra Kürdler bağımsız olmayacak
da ne olacak? Ezeli ezilecekler mi? Bence ‘ezeli’ diye
bir şey yoktur.”
Miyu, "Bence de.” dedikten sonra Letya’nın gözünün
içine bakıyordu.
Vincent yanılmıyordu ve elinde gelseydi dünyadaki
bütün açgözlü ve doymak bilmeyen insanları kurşuna
dizecekti, ama 7 milyar insanı Allah bile hizaya getiremiyordu. O nasıl getirsin?
Ophelia, "Arkadaşlar bu tür konular bana ağır geliyor... Ben odama çekiliyorum!” dedikten sonra masada dolu duran şarap bardağını alıp gitti.
Vincent, Letya’nın düşüncelere daldığını fark etti ve
hemen yerinden kalktı internettin önüne oturdu. Letya da Batı toplumunu düşünüyordu.
218
Alan Lezan – Letya
Batı’da hemen herkes bolluk içinde yaşıyor ve keyfi
yerindeydi. Dünya zenginliklerinin üçte ikisi Batı toplumu için harcanıyordu. Batı toplumu ise dünyada
yaşayan insanların üçte biri bile değildi. Belki de dünya nüfusunun %1‘inin dünya zenginliklerinin %40‘ına
sahip olduğu, her gün 34 bin çocuğun yoksulluk ve
önlenebilir hastalıklardan öldüğü ve nüfusun
%50‘sinin günde 2 dolardan az kazandığı bir dünya.
Büyük bir yanlışlık var, diye düşünürken o sırada
Vincent, Letya’ya dönerek heyecanlı bir sesle:
"İnsanlığın asıl problemi nedir biliyor musun?“ sorusunu sorduktan sonra kendisi hemen cevabını şöyle
verdi:
"Enerjidir!! Biliyor musun Letya? Enerji; endüstriyel
ve teknolojik ham maddeler, besin, hava ve su.
Enerji bugün toplumun dayandığı esastır. Tüm sosyal
işlevsellik için en kritik faktörlerden biridir. Petrol ve
fosil yakıtların çağı, tüm kirliliğin sonucuyla birlikte
sona yaklaşıyor. Yapay ilgi yaratılmış ve kâr amaçlı
olup, yeni ve temiz enerji ihtimallerini bir köşeye
atan, fosil yakıtları kullanmak için artık hiçbir sebep
yoktur.
İçinde yaşadığımız dönem klasik bir deyimle, konvansiyonel olarak bilinen, kullanımdaki enerji kaynaklarının riskinin arttığı bir sürecin başlangıcıdır. Bu
risk birçok faktörü içerir. Birincisi, klasik enerji kaynaklarının birçoğu hesaplanan yaklaşık bir süre sonunda tükenecektir. İkincisi, bu tür kaynaklar çevre
için büyük ve geri dönüşümü olmayan tehlikeler
219
Alan Lezan – Letya
yaymaktadır. Üçüncüsü, klasik enerji kaynaklarının
artan ihtiyacı ve gelişen teknolojiyi beslemekte yetersiz kalmasıdır. Dördüncüsü ve en önemlisi, gelişmiş
ülkeler enerji çeşitliliğini artırmakta, yaymakta ve belli
enerji kaynağı türlerine büyük oranlarda bağımlı olmamaya çalışmaktadır. Batı gibi geçmişte petrol, günümüzde petrol-doğalgaz ve gelecekte doğalgaz bağımlısı olacak ülkelerin bugünü ve geleceği açısından
bu felsefenin önemi daha da artmaktadır.
Çağımızda yeni veya yenilenebilir enerji kaynaklarının
çeşitliliği artmakta, bir kısmı ekonomik alternatiflik
açısından değer kazanmakta, bir kısmı üzerinde ekonomik analizler yapılmakta ve her gün başka enerji
kaynakları ortaya çıkmaktadır. Bu kaynakların neredeyse tamamının ortak yönü çevreye kısa ve uzun
vadede olumsuz etki oluşturmamasıdır. Eğer Batı
kendisini klasik enerji kaynaklarından kurtarırsa
Araplar da çölde açlıktan ölecekler.
Bugün, farkına varmamız gereken önemli enerji kaynakları jeotermal güç, su, rüzgâr ve güneş enerjisidir.
Jeotermal güç, doğrudan dünyanın iç ısısına bağlı
olan bu kaynaklar, çok kolay bir şekilde ısı ve elektriğe dönüştürülebiliyor. Basit fotovoltaik paneller enerjiyi bataryalara veya kişisel kullanım için, tam ölçekli
güneş santrallerine depolayabilir. Bu konuda, potan220
Alan Lezan – Letya
siyeli büyük çapta geliştiren, yeni teknolojiler sürekli
ortaya çıkıyor. Az bilinen gel-git gücü, okyanustaki
gel-git oluşumundan elde edilir. Bu hareketi yakalayarak yüklenen türbinlerle enerji üretir. Diğer yandan
belki de en önemlisi, füzyon reaktörüdür. Ağır radyoaktif atomların, bir nötronun çarpması ile daha küçük
atomlara bölünmesi veya hafif radyoaktif atomların
birleşerek, daha ağır atomları oluşturması sonucu,
çok büyük bir miktarda enerji açığa çıkar. Bu enerjiye
nükleer enerji denir. Nükleer reaktörlerde füzyon
reaksiyonu ile elde edilen enerji, elektriğe çevrilir.
Güneşteki reaksiyonlar ise füzyon reaksiyonudur. Bu
reaksiyonun yarattığı sıcaklık füzyon reaksiyonundakinden çok daha fazladır. Bu yüzden bu sıcaklığı
kontrol edebilecek bir füzyon reaktörü henüz kurulamamıştır, ama ileride eğer güneş enerjisi gerçekten
füzyon reaksiyonuyla elde edilebilse, o zaman sadece
Kürdler değil, belki bütün dünya kurtulur. Bu nedenle bilim ve teknoloji, gelişen iletişim araçları bana
göre, Kürdlerin işini ileride çok kolaylaştıracaktır.“
Vincent, tüm bunları anlatınca çok heyecanlanmıştı.
Batı belki bir bakıma “barbardı”, ama yaptığı teknik
buluşlar, bütün insanlığa hizmet edebilirdi. Belki bir
gün gelecek, gerçekten Batı, bağımlı olduğu enerji
kaynaklarından kendisini kurtaracak ve dolayısıyla
221
Alan Lezan – Letya
Afrikalılar, Kürdler gibi mazlum halklar bir nefes
alacak özgür ve bağımsız olacaklardır. Vincent’in bu
düşünceleri Letya’ya mantıklı geliyordu, çünkü Letya
sadece uydu ve internetin bile Kürdler için bir nimet
olduğunu biliyordu. Çünkü despotların eli kolu bağlanmış ve bırakalım Kürdler arası, dünyadaki tüm
insanlar arası bütün suni sınırlar, bu sayede etkisizleştiler.
Tabi interneti, gelişen iletişim araçlarını sömürgeciler
de iyi kullanıyordu. Ama esas olan Letya’nın Avrupa’dayken Kürdistan’ın en ücra köşesinde olan ufak
bir olayı duymasıydı. Eskiden bu mümkün değildi.
Bu nedenle internet ve yeni iletişim araçlarının,
Kürdler için inanılmaz büyük bir anlamı vardı ve
sanki bu teknoloji gerçekten Kürdler için yapılmıştı.
Letya, gerilla arkadaşlarından biliyordu, eskiden bir
insana ulaşmak için çoğu gerillalar o dağlar ve ovalarda köy köy dolaşır, gazete dergi götürüyorlardı.
Şimdi ise herkes sıcak evinde çay kahvesiyle otururken, forumlarda sohbet ederek, dünyanın dört tarafına yayılmış Kürdlere ulaşabiliyordu. Eğer ileride internet ve televizyon bütün Kürdlerin evine girerse, o
zaman halkı mobilize etmek, bu yol ile eğitmek daha
basit olacaktı. Letya, tüm bunları düşündükçe gözleri
sevincinden parlıyordu.
222
Alan Lezan – Letya
Vincent, Letya’yı böyle mutlu görünce yanına geldi,
omuzuna yayılmış uzun ve gür saçlarını okşayarak:
"Ne düşünüyorsun?“ diye nazikçe ve yüzünde bir
tebessümle sordu. Letya, "Hiç!“ dedi, „Bence sen
haklısın. Bu yüzyılda bütün faşist ve despot ülkeler
tarihe karışacak başta Kürdlerin bağımsızlığı olmak
üzere dünyanın birçok ülkesi demokratikleşecektir.”
Miyu ayağa kalktı ve Letya’ya bakarak: "Aynen dediğin gibi Letya. Üzme tatlı canını. Güneş bir gün mutlaka Kürdlere de gülecek,” dedikten sonra Letya’yı
kucakladı ve yanağına bir öpücük verdikten sonra
odasına çekildi.
Letya, bazen bir çocuk gibiydi aslında, çünkü çocuk
gibi davranmayı seviyordu. Vincent‘in kendisine, bir
çocuğa gösterdiği şefkati göstermesini istiyordu bazen. Bir çocuğu okşar gibi incitmekten korkarak okşamalıydı, Vincent onu. Söylediği şeyler çocukça da
olsa dinlenilmesini, dikkate alınmasını istiyordu, çünkü Letya hem öğrenci hem de öğretmendi.
Vincent, Letya’nın yüreğinde fırtınaların koptuğunu,
bazen denizin dalgaları gibi coştuğunu biliyordu. Tabii falcı değildi, ama bu yüzyılda bilim ve teknolojide
çok şeyin olacağını zaten Vincent de sezebiliyordu.
Vincent için esas olan, dünyadaki zenginlik kaynakla223
Alan Lezan – Letya
rının eşit dağılımıydı. Ama bu kendi başına, uzun bir
hikâye olduğundan, Letya’ya bu tür şeylerden artık
söz etmenin doğru olmadığını düşündü. Çünkü gerçek hayat başkaydı ve Kürdler şimdilik petrol denizinin içinde yaşıyorlardı. Vincent de Letya’ya bir iki
öpücük
verdikten
sonra:
"Letya, ben alış-verişe gidiyorum, sen de beraber
gelmek ister misin?“ diye nazikçe sordu. Letya, “İyi
gidelim! Ama ondan sonra ders çalışmam lazım…“
dedikten sora, ikisi çantalarını alıp alış-verişe gittiler.
Vincent akıllı, bilgili, bağımsız olmakla birlikte, zor
durumda kaldığı an, kendini kurtaracak beceriye sahipti. Modern görüşlerine rağmen, inatçı ve bazen de
sabit fikirli olabiliyordu. Sabit fikirli olduğu için, bir
konu hakkındaki fikri kolay kolay değişmez, ama
Letya ile anlaşmadığı pek az konu vardı. Sevecen,
ama özgürlüğüne aşırı düşkün bir insandı. Kişisel
özgürlüğü onun için o kadar önemliydi ki, bu yüzden
en yakın ilişkilerini bile kesip atabilirdi. Dostlarını
sevmesine rağmen, arada her zaman bir uzaklık bırakır, ona yaklaşmak oldukça zordu. Böylelikle kişiliğini
gizler ve herkese karşı enteresan bir kişilik sergilerdi.
Vincent, insanlığın iyiliği için çalışmaktan zevk alıyordu. Dünyanın geleceği ile ilgilenir, dünyayı daha
iyi bir yer haline getirip, kendisinden daha kötü du224
Alan Lezan – Letya
rumda olan insanlara yardımcı olmak isterdi hep.
İnsanlara bire bir yardım etmek isterken, aslında genel anlamda insanlığa faydalı olmak istiyordu.
Vincent, oldukça idealistti. Bütün insanların soy, cinsiyet, din ve sosyal durumuna bakmaksızın aynı
imkânlara sahip olmasını istiyordu.
Miyu gibi Letya’nın bütün arkadaşları içinde, en ön
yargısız olanıydı, her türlü insanla dostluk kurma yeteneğine sahipti. İlerici, hatta radikal fikirlere sahipti.
Önceden ne yapacağı kestirilemeyen eksantrik bir
yapısı vardı. Şaşırtıcı bir insandı, bazen. Başkalarından farklı olmayı arzuluyordu.
Aşkta bir sevgiliden çok bir dost arıyordu. Onun
kalbine giden yol, Letya gibi ender bulunan bir kadındı. Tensel tutkulara hiç sahip değildi. Entelektüel
ilgilerini paylaşacağı birini bulduğu zaman bağlanabilir, ama bağlansa bile ona sahiplenmeyecekti, çünkü
kıskanç değildi. Evlense bile, tutku ve meraklarını
tatmin etmek için, yeterince özgür olmak istiyordu.
Vincent oldukça zeki, felsefe, teknoloji, bilim ve yeniliklerden hoşlanan yetenekli bir kişilikti. Kendi
işinde çalışırsa çok verimli olabilirdi. Keskin zekâsı ve
parlak fikirleri ile başka insanları yönlendirebiliyordu.
Gelenek ve alışkanlıklarla arası iyi değildi. Geçerliliğini kaybetmiş sistemleri bırakıp, yeni düzen getirmek
isteyen birisiydi. Bilimin her alanında başarıyı elde
225
Alan Lezan – Letya
edebiliyordu. Yüksek teknoloji, bilgisayar, internet,
uzay bilimleri, televizyon, yayıncılık, astronomi, astroloji ile ilgili işler tam da ona göreydi.
226
Alan Lezan – Letya
21
G
ünler geçmiş, yaz tatili yaklaşmış Letya okulunun ikinci sınıfının sonuna gelmişti. Yakında
25 yaşına girecekti, ama hayatında daha doğru dürüst
ne izine, ne de deniz kenarına gitmişti. Ailesi ile yaşadığında her sene Dersim’e gitmişlerdi. Ortaokuldayken sınıfıyla bir kez Berlin’e gelmişliği vardı. Kürdistan dağlarından, Frankfurt am Main ve Berlin’den
başka, dünyanın hiçbir yerini bilmiyordu.
Vincent 26 yaşıyla çok yer gezmişti. Bazen senede iki
üç kez izine giderdi. En çok uğradığı adalardan biri
İbiza’ydı. İbiza’nın parti szene enteresandı ve dünyaca tanınıyordu. Ana sezonda Clubbing, House,
Techno, Trance, Progressive Superlatif müziği hiç
eksik olmazdı. Dünyanın çoğu tanınmış plak firmaları
yaz sezonunda burada çadırlarını açarlardı.
En büyük kulüpler, en vahşi parti szene, en iyi DJ’ler,
en keskin hypelar burada yapılırdı. Gelen izleyicilerin
çoğu İspanyol ve İngilizlerdi ama Fransız, Alman ve
227
Alan Lezan – Letya
İtalyanların yanında Avustralya’dan Güney Amerika’ya kadar katılımcı vardı.
İbiza’nın merkezi olan La Martina semtinin dar sokaklarında bir bardan bir bara, bir kulüpten bir kulübe gidilir, yazın güzel ve güneşli havasında, delicesine
eğlenilirdi.
Vincent, Letya’ya: "Belki İbiza’dan sen pek hoşlanmazsın, çünkü gelen izleyicilerin içinde pazıları şişkin
bodybuilding yapmış cok a-sosyal tipler de var, ama
biz daha çok alternatif kulüplere gideriz” diyerek ikna
etmeye çalışıyordu.
Letya ise İbiza’yı zaten tanımıyordu ve Vincent’e,
"Neden olmasın? Doğrusu İbiza’yı sadece görmek ve
bilmek için de olsa gitmek isterim,” dedi.
Bu sohbetten hemen sonra, aynı akşam internet üzeri
kendilerine İbiza’ya birer uçak bileti ve altı haftalığına
bir yazlık ayarladılar. Letya’nın, zaten izin için birikmiş yeterince parası vardı ve Vincent’in ise zaten para
sorunu yoktu.
İbiza’da kiraladıkları odada her şey vardı. Duş, temiz
yataklar ve mutfak. Sabahları uyandığında bazen kahvaltıya gider bazen de alış veriş yapar, balkonda
uzunca oturur ve keyif ederlerdi. Öğlene doğru sahile
228
Alan Lezan – Letya
gider, geç saatlerde merkezde bir yerlerde akşam yemeği yer ve kaldıkları yere gelirlerdi. Bir iki saat uyuduktan sonra gece kulüp turuna çıkarlardı. Letya için
bu izin inanılmaz bir şeydi, çünkü tamamen başka bir
dünyada yaşıyordu gibiydi.
Aşağı yukarı altı yedi tane szene sahili vardı. Buralarda öğleden sonra sabahlara kadar açık havada partiler
verilir ve eğlenirlerdi.
Günün birinde Letya ve Vincent saat 14:00’te 'Es
Cavallet' sahiline vardılar. Vincent anadan doğma
çırılçıplak soyununca Letya: "Vincent ne yapıyorsun?'
diye şaşkınca sordu.
Vincent: "Burası bir çıplaklar sahilidir ama istemiyorsan sen soyunmayabilirsin!” diye karşılık verince Letya, biraz çevresine baktı ve gördü ki hemen herkes
anadan doğma çırılçıplak.
'Hımm!' dedi, kendi kendine ve insanların anadan
doğma denize girmelerine ilkin şaşırmışsa da, sanki
dünyanın en normal şeyiymiş gibi algılamaya başladı
artık. "Bunlarda nitekim insandı” diyordu. "İnsanlar
ilkin cennette çırılçıplak değil miydi?” Ama anadan
doğma çırılçıplak olmayı Letya estetik bulmuyordu.
İnsanın üzerinde bir parça tekstilin olması daha cazibeliydi.
Letya ve Vincent sabah saat dörtte doğru ya deniz
kenarında sabahlıyor, ya da herhangi bir kulübe gidiyorlardı. Bir keresinde sabaha doğru "Amnesia” denilen bir kulübe gittiler. İnsanlar sanki çıldırmış, ken229
Alan Lezan – Letya
dinden geçmişti. Orada birçok İtalyan ve İngiliz tanıdırlar, sohbet ettiler, doyasıya eğlendiler. Letya çok
garip, eksantrik insanlar ile karşılaşmasına rağmen,
artık hiçbir şey kendisini şaşırtmıyordu. Bu szeneye
öylesine alıştı ki, onun artık bir parçası haline geldi.
Bol, bol dans etti, eğlendi durdu.
Akşama doğru ya "Café del Mar” ya da "Café Mambo”ya oturup güneşin batmasını seyrediyorlardı. İbiza
sanki bir Cennet’ti, ama Letya hep üzgündü. Vincent
her ne kadar Letya ile yakından ilgileniyorduysa da
çare etmiyordu. Letya, en çok Kürd kadınlarını düşünüyordu. "İşten başka bir dakika bile eğlenmeyen
Kürd kadınları!” diyordu kendi kendine. Avrupa kadını gerçekten neredeyse her istediğini yapmada özgürdü. Bu özgürlüğü Kürdlere, Kürd kadınına da
istemek neden çok görülüyordu?
Letya sahilin kenarında yüz üstü battaniyenin üzerine
yayılmış, Vincent de sırtını kremliyordu. Aniden, "Biliyor musun Vincent, kadın toplumun duygularını,
düşüncelerini, anlayışlarını, kültürünü, ahlakını, bilincini yansıtan öznelerden biridir. Bir toplumu çözümleyebilmenin önemli boyutlarından biri de, o toplumun kadınına yaklaşımını bilince çıkarmaktır.”
230
Alan Lezan – Letya
Vincent Letya’nın bu ani çıkışına: "Hayır ola! Feminist mi oldun?” diye sordu.
Letya bir balık gibi sırtüstü döndü ve "Kadınlar bir
toplum için bu kadar önemliyken, ne yazık ki kadının
konumu yeterince anlaşılamamış ve birçok toplulukta
kadın geri plana itilmeye çalışılmıştır.”
Vincent şaşkın şaşkın, "Doğru ama Batı’da kadınlar
kısmen özgürdür, yoksa?”
Letya yüzünde bir tebessümle, "Kürdlerde aslında
eskiden kadın birçok konuda geri planda durmamış
ve tutulmamış, aksine yaşamın birçok alanında, aktif
rol oynamasına rağmen, feodalite adet ve töreleri
yıkamamış, kendisini erkek egemenliğinden tümden
kurtaramamış, biliyor musun? Kürd kadınını sosyal
yaşamda değerlendirildiğinde, toplumda saygınlığı
belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor. Ama bu durum,
maalesef toplumunda ona yönelik baskıcı zihniyetleri
ortadan kaldırdığı anlamına gelmiyor. Toplumda saygın bir yere sahip olan kadınlar, aynı zamanda kabile
ya da aşiret hayatında da önemli bir yere sahipti.
Kürd kadını, baskıcı zihniyete rağmen, kabile hayatındaki bütün önemli olaylara katılabiliyor ve hatta
zaman zaman bazı kabilelerde önderlik bile yapıyordu.”
231
Alan Lezan – Letya
Vincent, "Ya öyle mi? Doğrusu senden başka ben
Kürd kadını tanımıyorum. Tekrar Berlin’e gittiğimizde artık bu konuda internette ne bulursam okuyacağım.”
Letya sevindiğini belirtmeden "Geleneksel Kürd kadınları, Orta Doğu kadınlarının çoğundan farklı olarak yönetim bazında etkindi ve aynı zamanda evinin
hanımıydı. Aile içinde etkinliği oldukça fazlaydı ve
fikirleri önemsenir, saygı duyulurdu. Bu nedenle
Kürd kadını, evine bağlı bir yapıya sahip olmak ile
tanınıyordu.
Hem göçebe hem de yerleşik aşiretlerde Kürd kadını,
iş alanında da aktif bir rol alıyor ve aile ekonomisine
katkıda bulunuyordu. Üretimde, birinci derecede
etkisi vardı. Kürd kadını, aynı anda çok sayıda işin
üstesinden gelebiliyordu. Evin her günkü işinden
başka, yakacak tedariki, hayvanları sağmak, yağ, peynir yapmak; şal, kilim, çadır dokumak, çorap örmek
kadınlara düşen görevlerin başlıcalarıdır. Tarla işlerinde de erkekle birlikte çalışıyor. Kürd kadının boş
vakti olmadığından düğünler ve etkinlikler hariç, eğlenme diye bir kelime tanımazdı. Hiç işi bulunmadığı
vakit iplik büker, kese, bel kuşağı, saç bağı dokurlardı."
232
Alan Lezan – Letya
Vincent bir yudum su aldıktan sonra "Oh! Gerçekten
mi? Kürdistan’da kahve, kulüp kültürü yok mu?”
Letya gülümsedi ve kendini toparlamaya çalıştı, "Var
ama erkeler için. Kadınlar genellikle evlerde buluşurlar, sohbet ederler. Kürd toplumunda kadın ve erkek,
iş alanında eşit konumdaydı; erkekler tarlalarda çalışır, sürüleri güder, toprağı sürer, meyve ağaçlarına
veya tütün tarlalarına bakar, ürettiklerini komşu pazarlara taşır; kadınlar ise meyveleri ve tütünü kurutur,
halı dokur veya farklı ev işleriyle uğraşırlar. Yani erkek ve kadın arasında önemli ölçüde bir iş bölümü
söz konusu ama eğlenmede öyle değil.”
Vincent, "Anlamadım. Nasıl yani?”
Letya, "Bunların yanı sıra Kürd kadının, toplumda
sağlam bir karaktere de sahip olduğu söylenir. Ama
sömürgeci ve feodal baskıyla, maalesef bu önemli
özellik süreç içerisinde yitirilmiş. Kürdler, kızlarını
oldukça disiplinli yetiştirirler. Kürd kızları her zaman
ciddi ve kendinden emindir. İnsanlardan uzak değil,
aksine sosyaldırlar.
Ne var ki, bu gerçeklere rağmen, Kürd kadını yoksul
ve emekçi olarak, kadın olarak ve Kürd olarak, dünyadaki diğer kadınlardan üç kat daha fazla eziliyor.”
Vincent şaşırmış gibi "Oh! Sahi mi söylüyorsun? Senin ama bir Avrupalı kadından farkın yok.”
233
Alan Lezan – Letya
Letya gülümsedi ve "Sen bakma bana. Ben bir istisnayım. Petrol, su ve madenleriyle çok zengin olan
ülkelerinde yoksulluk, Kürd kadınlarının en önemli
sorunudur. Kürdistan’daki gelenekler, Kürd kadınının bağımlı mirastan pay almaması ve mülkiyetin
erkeğe ait olması, iş-üretim hayatındaki gerilik, kadının yoksunluğunun daha da büyük olduğunun göstergesidir. Kürdistan’daki kadınların %45'nin okumayazması olmadığını örneğin, biliyor muydun? Zaten
sömürgeciler tarafından yapılan okullarda, amaç sadece sömürgeciliğin dilini ve kültürünü öğretmek,
Kürd dili ve kültürünü de asimile ederek ortadan
kaldırmaktır. Diğer yandan Kürd feodal insan tipi
tarafından, kız çocukları evlenip dışarı gidecek kişi
olarak görülüyor. Kürdistan’da okuyan kızların sayısı
%20'dir. Diğer yandan dini değer yargılarıyla kız çocuğunun bedensel ve ruhsal gelişiminin eve kapatılmasıyla sonuçlanması, erken evlilik, ev işlerine küçük
yaşta katılması gibi sebeplerle, kız çocuklarının eğitimi toplum ve aileler tarafından da sınırlandırılıyor.”
Vincent "Hımm!” dedi ve biraz düşündükten sonra
"Peki sağlık hakkında neler biliyorsun? Kürdistan’da
sağlık sigortaları vs. var mı?”
Letya "Hayır! Hiçbir şey yok!” dedi ve ekledi, "Memurlar ve maddi durumu biraz iyi olanlar dışında
234
Alan Lezan – Letya
kimsenin sağlık veya sosyal sigortaları yoktur. Var
olan tek sigorta çocuklardır. Bulaşıcı hastalıklar, yetersiz beslenme, kansızlık, su taşımanın yarattığı bel
ve beden rahatsızlıkları, çok çocukluluğun getirdiği
kadın hastalıkları, Kürd kadınları arasında yaygın sağlık sorunlarını oluşturuyor. Kırsal alanda yaşayan kadınların sağlık hizmetlerine erişimi oldukça sınırlıdır.
Bu sınırlılık, maddi imkânsızlık ve doktora gitme konusunda geleneksel değerlerden -doktorların çoğunlukla
erkek olmaları, Şıh ve hocalardan yararlanılması- kaynaklanıyor. Ek olarak kırsala özgü yeterli sayıda sağlık
kuruluşu olmaması da rol oynuyor. Kırsal kadın için
doktora gitmek, yapılacak hiçbir şey kalmadığında en
son çare olarak görülüyor. Doğum, düşük ve bebek
ölümlerinin oranı ise çok yüksektir.”
Vincent, "Desene Kürdlerin Afrikalılardan pek fazla
farkı yok. Oysa ben en azından Türkler tarafından
işgal edilmiş Kuzey Kürdistan’da durumun bu derece
vahim olduğunu bilmiyordum.”
Letya, derin soluk sonra şöyle devam etti, "Kürdlerin
durumu birçok üçüncü dünya ülkelerinden iyidir,
çünkü çoğu köylüdür ama Türkler son 30 yılda gerilla
savaşını bahane ederek balığı avlamak için denizi
kurutma misali, Kürdleri Batı Türkiye’ye asimile etmek için göçe zorladı. Bu nedenle artık geleneksel
235
Alan Lezan – Letya
üretiminden koparıldığından,
mahkûm edildiler.
açlık
ve
sefalete
Kürdistan’da kadınlar daha çok, yeniden üretimin
konusunu oluşturan çocuk bakımı, yemek, temizlik,
vb. işleri yapıyorlardı. Kadın emeğinin görünür bir
değer yaratmaması, erkeklerin para ve mülkiyet kazandıran işler yapması, "kadın işi ve erkek işi" ayrımının olması kadın emeğinin değersiz kılıyordu. Bu
hatalı anlayış en yaygın olarak Kürdistan illerinde
yaşanıyordu. Tabi bu durum sadece Kürdistan ile
sınırlı değildi. Feodal üretim ilişkileriyle orantılı bir
olaydı!”
Vincent hayretle Letya’ya bakıyordu ve "Peki Kürd
kadın-erkek ilişkileri nasıl? Yani nasıl birbirlerini buluyor ve evleniyorlar?”
Letya, kaşlarını çattı ve dikkatlice Vincent’e bakarak,
"Kadınların %40'ı, 15 yaşın altında evleniyorlar. Evlilik kararları genellikle aile büyükleri tarafından alınıyor. Bu oran kentlerde %30’a kadar düşüyor. Bu evliliklerin %20'sinde kadının rızası dahi alınmıyor.”
Vincent, "Yapma yahu, bu çok korkunç!” deyince
Letya, "Evet hem de nasıl? Bölgede hala birçok erkek-kadın ve çocuğun nüfus kâğıdı bile yok. Bu tabi
236
Alan Lezan – Letya
sömürgecilikten kaynaklanıyor ve geri kalmışlıkla
alakası yok, ama kan bedeli karşılığı evlenme, ailelerin
kız ve erkek çocuklarının berdel denilen çapraz evliliği, imam nikâhı, akraba evliliği, beşik kertmesi, başlık
parası, çok eşlilik, çok çocukluluk ise oldukça yaygındır. Sadece imam nikâhıyla evlenenlerin oranı kentte
%15, kırda ise %30’ civarındadır. Kırsal alanda kadınların %50'sinin, kentte ise %40'nın kocalarıyla aralarında akrabalık bağı bulunuyor. Başlık parası kentteki
evliliklerin %50'sinde, kırsalda ise %70'inde geçerliliğini koruyordu. Kadınların boşanması ve mirastan
pay almaması ve kadının kocasının evinden ancak
ölüsünün çıkacağı yönündeki gerici değer yargısı halen görülmektedir. Kadının ekonomik bağımsızlığın
olmayışı, mülkiyetin tamamen erkeğin elinde olması
gibi gelenekler, hem ömür boyu, hem günlük yaşamında eve hapsettiriyor. Ayrıca Kürdistan’da yaygın
olan dinsel yargılar da kadının bağımlı ve edilgen konumunu ağırlaştırıyor. Kürd kadını, kocasına ve ailenin tüm büyüklerine ve erkeklerine bağımlı kılınmıştır.”
Vincent hayretler içinde kaldı ve "Doğrusu ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Bu yüzdelikleri, nereden aldın? Bunlar eski gelenekler olmasın?”
237
Alan Lezan – Letya
Letya gülümsedi ve "Hayır!” dedi, "Daha dün internette okudum, çoğu sakız gibi beynime yapışmış. Bir
aşağı bir yukarı maalesef durum bu! Kürdistan’da
kırsal alanda en yaygın aile tipi % 65 oranı ile çekirdek ailedir. Bununla birlikte ailelerin ekonomik bütünlüğünün devam etmesi ve birleşik büyük aile olarak, yaşam tarzı hala çok egemen bir durumdur.
Kürd kadını bu nedenle, çoğu kez gelin-kaynana,
kayın ve kayınbaba hiyerarşisi ve diğer aile büyüklerinin hiyerarşik baskısı altındadırlar. Çok eşlilik yörede,
genelde erkek çocuk sahibi olmak için yapılagelmektedir. Erken evlenme çocuk sayısını artırıcı yönde bir
etki yapmaktadır. Ortalama çocuk sayısı 5,1'dir. Bu
rakamın üstündekiler çok çocuklu olarak kabul edilmektedir.”
Vincent, "Doğru ya! Ortalama çocuk sayısı bildiğim
kadarıyla Almanya’da 1,3’tür.”
Letya, "Evet, aradaki farkı görüyor musun? Bazı
Kürdler durmadan çocuk yapıyor ama çocuklarını
nasıl geçindirecekleri hakkında hiç düşünmüyorlar.
Bu aslında büyük bir sorumsuzluktur ama ben doğrusu Kürdlerin oldukça çoğalmasından yanayım ki,
Kürd soyu hiç tükenmesin,” dedikten sonra hafifçe
gülümsedi.
238
Alan Lezan – Letya
Bu seferde Vincent seslice güldü ve Letya’nın başını
okşayarak "Milliyetçi damarın mı tuttu yine!” dedi.
Letya, "Hayır, ben ciddiyim. Kürdlere her zaman
savaşacak insan lazım. Bu nedenle Kürdlerin çoğalması Kürdlerin yararınadır. Kürdistan Toprakları 550
kilometrekare ile Fransa veya Almanya kadar büyüktür. Oraya daha milyonlarca Kürd sığar.”
Vincent, "Şaka yapıyorsun değil mi? Vatikan 0,44
kilometrekare, bin kişilik nüfusu ile dünyanın en küçük şehridir. Ama belki haklısın Vatikan’ın Arap,
Fars ve Türkler gibi düşmanları ve işgalcileri yok.”
Letya, "Neyse” dedi. "Evliliği sormuştun. Evlilik içi
şiddet, Kürd kadının yaşadığı ciddi bir sorundur.
Hatta bu şiddet, sadece kocasının değil, çoğu kez
kayınları dâhil tüm aile erkeklerinin şiddeti olarak
ortaya çıkıyor. Şiddete uğrayan kadınların oranı kırsalda %55, kentte %45 civarındadır.”
Vincent, "Ailede şiddet ha! Ama bu maalesef dünyanın her yerinde var.”
Letya, "Biliyorum. Benim daha çok demek istediğim;
kırsal alanda varsıl ya da yoksul farkı olmaksızın, üretim sürecinin içinde yer alan kadının, karar verme
sürecine katılımı, hane içindeki işlerle sınırlı kalıyor.
239
Alan Lezan – Letya
Toplumsal kararlarda kadının rolü, yukarıda bahsedildiği gibi eskiye nazaran, sömürgeci sistem altında
çok sınırlıdır. Geleneksel cinsiyetçi rol dağılımı, ayrıca
kadının eğitim düzeyinin düşüklüğü de bu süreci pekiştiriyor. Karar vermede söz sahibi olamama, her
kadın tarafından hissedilen, ancak kırsal alan kadınlarında daha belirgin olan bir gerçektir. Siyasi tercihlerde evin erkeği belirleyici oluyor. Ancak son yıllardan
itibaren, siyasal-demokratik aydınlanma bu durumda
ciddi bir değişiklik yarattı.”
Letya biraz su içtikten sonra devam etti; "Kadının
erkeğin namusu olarak nitelenmesi yönündeki gerici
ahlak anlayışı, onun bireysel kadın kimliğinin, duygu
ve düşüncelerinin yadsınması sonucunu doğurmaktadır. Bu nedenle, törelerin çizdiği sınırların dışına çıkan veya bireysel kararlarının peşinden giden kadınlar, bunun bedelini çok ağır ödemek zorunda kalıyorlar. Töre cinayetleri, bölgede kadınlarını tehdit eden
en önemli sorunlardan biridir.”
Vincent, "Sahi mi? Peki köylerden kentlere gelen
kadınların durumu hakkında da bilgin var mı? Köyden kente gelen kadınlar veya insanlar nasıl yaşıyorlar? Doğrusu merak ediyorum.”
240
Alan Lezan – Letya
Letya, ciddi bir ses tonuyla, "Dil ve kimlik sorunu,
göç, kadın yaşamında en ağır sonuçlarını doğurmuştur. Kürd ailesi sömürgeciler tarafından zorla boşaltılan köylerinden veya çatışmalardan kaçarak kent varoşlarına sığınmak zorunda kalmışlar. Yaşanan en
ağır yoksulluk, işsizlik, kültür çatışması, çocukların
eğitim sorunları, modernleşme içinde kimlik bunalımı
gibi birçok ağır sorunla karşılaşıyorlar. Kürd kadını,
bu sorunlarla baş etmede hazırlıksız kalmakta ve aileyi taşıyıcı güç olarak, ağır bir yükün altında eziliyor.
Özellikle kentlerde büyük bir yoksulluk ve işsizlikle
karşı karşıya kalan Kürd ailesi, hırsızlık, çetecilik,
uyuşturucu, fuhuş gibi sorunların sosyal tehdidi altında yaşıyor. Çocuklar sokaklarda her türlü tehlikelerle
boğuşarak çalışmak zorunda kalıyorlar. Evet, geçinme zorluğu nedeniyle çocuk işçilik de oldukça yaygın.
Kürdistan’da yaşanan kadın intiharları, toplumsal
bunalımın sadece bir yanını dışa vuruyor. İntiharlar,
Kürdistan’da sosyal, ekonomik, cinsiyetçi koşullarla
birlikte genel şiddet ortamının özel bir sonucu olarak
değerlendirilebilir. Kürdistan’ın kapalı toplum yapısı,
ataerkil aile yapılanması, sömürgeci ve aile içi şiddet,
feodalizm ve dinin ağır biçimde etkiliyor. Geleneksel
değer yargılarındaki katılık nedeniyle, kadında güvensizlik ve umutsuzluk, çaresizlik psikolojisini derinleştiriyor. Başlık parası karşılığında veya istek dışı evlilik-
241
Alan Lezan – Letya
ler, okula gönderilmeme, dar ilişkilere hapsedilme,
kadın için karabasan olmayı sürdürüyor.
Zorunlu göçün yarattığı nüfus yığılması, zorunlu
kentleşmenin aynı ölçüde iş, eğitim, kültürel ve kentsel kurumlarla tamamlanamayışı toplumun geneli için
büyük sorunlar yaratıyor. Potansiyel suçlu muamelesi,
çatışmalar ve faili meçhullerin yarattığı genel şiddetin
toplumsal bir travmaya dönüşmesi, çözümü olmayanlar için intihara yol açıyor. Gençlerle, geleneksel
değerlere bağlı yetişkinler arasında çıkan kültür çatışması uyumsuzluğu, sorunları daha da derinleştiriyor. Yoğun aile ve çevre baskısı, küçümsenme, dışlanma, sınır ve kalıplara hapsedilme, eğitimsizlik,
özellikle genç kadınlarla, sosyal yapı arasında çatışma
yaratıyor. Bu çatışmaların yükünü paylaşacak kurumlar olmayınca büyük bir bunalım ortaya çıkıyor. Çözüm gücü olmayan, alternatif geliştiremeyen birey,
ölümle yüz yüze geliyor.“
Vincent bunları duyunca ağzı açıkta kalmıştı. Letya
bir yudum su aldıktan sonra kaldığı yerden devam
etti:
“Mücadele, kadının statüsünü değiştirmeye yol açtı
ve sorgulama başlıyor. Her büyük sosyal ve siyasal
hareket gibi, Kürd uyanışı da kadınları kitleler halinde
içine katmıştır. Kürd sorununda hak eşitliği, Kürd
dilini ve kültürünü sahiplenme mücadelesi kadınlar
içinde de geniş bir yankı buldu. Kürd kadınları özellikle Newrozlar, Kürdçe eğitim, barış ve genel siyasi
242
Alan Lezan – Letya
af eylemlerinde öne çıktılar artık. Kürd kimliğini,
kültürünü ve dilini sahiplenmede, Kürd aydınlanmasında kitlesel bir kadın hareketi olarak ortaya çıktığını
da söyleyebilirim.”
Vincent ilkin düşündü sonra o da bir yudum su içti
ve "Peki, bu mücadele Kürdistan’ın sömürgeci-feodal
yapısını ne derece kırdı? Herhangi geniş bir gelişmeden söz edebilir miyiz?”
Letya, "Elbette bu mücadele; aynı zamanda kadınların da geri feodal-aşiretçi toplumsal yapılanmanın ve
kadını dar sınırlara hapseden aile yapısının kırılması,
değiştirilmesi, modernleşme, demokratikleşme özlemlerinin de ifadesini bulduğu bir mücadele alanı
oldu. Kendi cinsiyetçi-ataerkil-feodal zincirlerini kırma isteği, kadınlarda daha büyük kitlelerle siyasal
mücadele alanına atılma sonucunu doğurdu. Kadınlar
kitlesel mücadele içinde yer aldıkça, kadın ve aile sorunu, ulusal hareketin özel olarak eğilmek zorunda
kaldığı bir alan oldu. Bu karşılıklı ilişki, sonuçta, Kürd
kadının yaşam tarzında, modernleşmesinde ve siyasallaşmasında ciddi bir farklılık ve atılım yarattı.
Siyasi mücadele içine giren Kürd kadını, bunun bedelini de en ağır şekilde ödemek zorunda kaldı. Yaşam
ve özgürlük hakkının ortadan kaldırılmasının dışında,
243
Alan Lezan – Letya
gözaltında cinsel taciz ve tecavüze uğrama gibi saldırılara da maruz kaldı. Sömürgecilerin gerillaya karşı
yarattığı "iti ite kırdırtma” amaçlı Kürd kökenli köy
koruyucularının ve diğer sömürgeci güvenlik güçlerinin tecavüzüne dair örnekler, yine bir kısım cesur ve
öncü kadının girişimleriyle kamuoyuna taşındı. Şiddet
ortamında korkunun sonucu, bazı hamile kadınlar
çocuğunu düşürdü. Bazen korkudan dili tutuldu.
Cinsel şiddet ve özellikle tecavüz yoluyla kadının
aşağılanması, geri gelenekçi yapı içinde kadının baskılanması, toplumdan tecrit edilmesi, uyanış içindeki
kadının mücadelesine ve kadın kimliğine ağır bir saldırı niteliği taşıyor diyebiliriz.“
Vincent yüzünde bir tebessümle; "Yani kitlesel Kürd
kadın hareketi, bu ihtiyaca cevap verecek örgütlülük
arayışlarına da girmiş ve kimi örgütlenmeler geliştirmiştir diyebilir miyiz?”
Letya, "Evet, evet! Elbette, baro Kadın Komisyonları, Kürdistan’daki kadın sorunlarına saptayıcı, modernleştirici, değiştirici yöntemlerle eğiliyor; özellikle
ceza ve medeni yasa bakımından eşitlik mücadelesi,
kadınların aydınlatılması, şiddet karşısında başvuru
yollarının geliştirilmesi yönünde ciddi bir çalışma
ortaya koymaktadır. Ama bu çalışma maalesef yeterli
değil.”
244
Alan Lezan – Letya
Vincent, "Peki siyasal olarak Kürd Kadın Hareketi
hangi aşamadadır?”
Letya, "Uyanış içindeki Kürd kadını, demokratik siyasi partilerde örgütlenmede ciddi mesafeler kat etmiştir. Talepler üzerinden parçalı kimi örgütlenmeler
geliştirmiş durumdadır. Zaman zaman bu hareketi
Demokratik Kadın Platformu olarak birleştirmeye
çalışıyorsa da, bu şimdilik yetersiz kalıyor. Siyasalkültürel-sosyal tam hak eşitliği, cinsiyetler arası eşitlik,
sosyal yapının demokratikleştirilmesi; Kürd emekçiyoksul kadınlarının iş ve ekmek talebinin yükseltilmesi için birleşik-demokratik bir emekçi kadın örgütlenmesinin yaratılması ihtiyacı var önümüzde. Kürd
kadın hareketi, daha da ileri taşıyacak bir güç olarak
kendini dayatıyor.
Kürdistan kadınları açısından metropollerde ve Kürd
illerinde çalışma, ortak temel özellikleri yanında ayrışan yanları da bulunmaktadır.
Ev kadınları için öne çıkan talepler yoksulluk, kuma,
berdel, eğitimsizlik, iş ve gerici geleneklere, töre ve
dinsel sınırlamalara karşı mücadele talepleridir. Genç
kızlar toplumsal uyum, kimlik arayışı, eşitsizliğe, gerici gelenek ve değer yargılarına karşı mücadele, ulusal
uyanış, sınıf talepleri uğruna mücadele, gerici eğitim
sistemine karşı mücadele talepleri gün be gün yükseliyor. Ama sömürgeci sistem, özellikle büyük Kürd
245
Alan Lezan – Letya
metropollerinde sosyal değişim, nüfus yoğunlaşması,
işsizlikle beslenen arayışlar, kafe kültürü, günübirlik
ilişkiler, uyuşturucu, genç kızların hayalleri ve özlemlerinin sömürülmesi ile yozlaştırılmasının dışında bir
seçenek sunmuyor. Bu tehlikelere karşı mücadele,
genç kızların sosyalleşme ve demokratik kültürle buluşmasının olanaklarını yaratmada önem taşıyor elbette.”
Vincent, "anlıyorum ...” dedi.
Letya akıcı biçimde devam etti; "Kürd halkının, yüzyıllardır baskı, zulüm sarmalı içerisinde insani tüm
değerleri elinden alınmaya çalışılmıştır. Bu nedenledir
ki Kürd halkı, sürekli olarak tüm imkânlarını seferber
ederek, haklarını elde edebilmenin haklı mücadelesi
ortaya koymuştur. Bu çabalarda, kadınlar da önemli
bir duruş sergileyerek sosyal ve siyasal alanda yerlerini almış ve adını tarihe yazdırabilmiştir. Ama ne yazık
ki, bu güne kadar tam kurtuluşunu sağlayamamıştır.”
Vincent: "Evet! Bu çok acı bir gerçek” dedi.
Letya, artık Vincent’e Kürdler hakkında hiçbir şey
anlatmak istemiyordu, çünkü kendi morali zaten bu
nedenle hep bozuktu ve Vincent’in moralini da kendi
sorunlarıyla bozmak istemiyordu. Ama Vincent çok
anlayışlıydı ve Letya’yı çok iyi anlıyordu.
246
Alan Lezan – Letya
Vincent Letya’ya hep, "Şimdilik yapılacak hiçbir şeyimiz yok! O zaman günümüzün tadını çıkaralım,
kim bilir belki yarın bir meteorit dünyaya çarpar ve
bütün yaşam bir saniye içinde yok olur gider!” diyordu.
Letya, Vincent’in bu tür düşüncelerine çok gülüyordu, ama Vincent de tabii hak veriyordu. Öte yandan
bir toplumda eğer, kadın ve erkek eşit haklara sahip
değildiyse o toplumun gelişmesi mümkün görünmüyordu. Bu nedenle Kürdistan’da, Batı’da 1968’lerde
olduğu gibi bir zihniyet devrimini şarttı. Ama Kürdler bunu sömürgecilik altında nasıl yapacaktı? Kuşkusuz asıl sorun buydu.
247
Alan Lezan – Letya
22
L
etya’nın 2003 yılının yaz aylarında Vincent ile
İbiza’da yaptığı izin, hayatında bir dönüm noktası olmuştu. Deniz kenarında özgürce dans ederek,
sevilir ve sevilirken kendinden geçerek, stres atarak
yaşamın özünde çok güzel olduğunu anladı. Artık
sanki dünyanın kapısı Letya’ya açılmış, yaşam başka
bir anlam kazanmıştı.
Özünde mutluydu ama Kürd toplumuna ait olması,
zengin Kürdistan’ın halen feodalizmi yaşaması, sömürgeciliğin baskısı ve zulmü altında olması, kendisini çok üzüyordu. Belki de bu nedenle okuluna ve
derslerine öylesine sarılmıştı ki, sanki bütün öcünü
okulunu iyi yapmaktan çıkarıyor gibiydi. 'Başarılı olmalıyım!' diyordu kendi kendine, 'Mümkün mertebe
başarılı!'
Zaman geçmiş takvim Temmuz 2006’yı gösteriyordu.
Letya bu son üç buçuk senede çok şey yaşamış, çok
şey öğrenmişti. Bol bol sinema, opera ve tiyatroya,
partilere ve konserlere gitmişti. Onlarca kitap okumuş, analiz etmişti. Televizyon, video bakmış, müzik
dinlemişti. Prag, Paris, Lizbon, Barcelona, Viyana,
Moskova, Varşova, Madrid, Londra, Budapeşte, Ro248
Alan Lezan – Letya
ma gibi onlarca şehirleri ziyaret etmiş, bol bol gezmişti. En sevdiği filmlerin başın da "Matrix”, "Hero”,
"Yüzüklerin Efendisi” ve Kevin Costner’in "Kurtlarla
Dans” filmi geliyordu. Zaten İndianalıları çok seviyordu. İndianalılar ile ilgili nerede ne buluyorduysa
alıp okuyordu. Aslında Hollywood filmlerini pek
sevmezdi, daha çok off-sinemasına giderdi, ama bu
filmlerdeki teknik Letya’yı sanki büyülemişti.
Okuduğu kitaplar içerisinde en çok B. Traven ve
John Steinbek’i seviyordu, çünkü onlar ezilenlerin
hayatından anlatıyorlardı. Letya, bazen başıboş düşünmeyi, a-politik tartışmaları, havadan sudan sohbetleri yapmayı da öğrenmişti, ama bu daha çok kişilere göreydi. Tanıştığı insanlar çok türlüydü. Letya,
'Yaşa ve yaşat!' prensibini hayatta uygulamayı çok iyi
öğrenmişti. Bu nedenle insanlara eskisi gibi ön yargılı
yaklaşmıyor, daha çok bir insanı olduğu gibi kabul
ediyordu. Anlaştığı en iyi arkadaşları Vincent, Afşan,
Miyu, Ophelia, Luca ve Marc’tı. Letya, Vincent ile
beraber olduğu için Marc ile eskisi gibi görüşmüyordu ama sık sık telefonlaşıyorlardı. Luca’yı zaten okulda her gün görüyordu, Afşan’ı ve annesini altı ayda
bir ziyaret ediyor, başka da hep telefonlaşıyordu. Miyu ve Ophelia da zaten ortak konuktaydılar.
249
Alan Lezan – Letya
17 Temmuz 2006’da Letya’nın Okulu sona ermiş ve
artık Almanya’nın her üniversitesinde okuyabilecek
bir lise diplomasına sahipti. Okulunu pekiyi derece
ile bitirmişti ama İngilizcesi istediği gibi değildi. Çünkü İngilizceyi ekonomi-politik okuyacağından 'anadili' gibi öğrenmek istiyordu. Bu nedenle bir yıl Amerika’ya 'au-pair' kızı olarak gitmek istiyordu ve internette yer için bir ajandaya kendini kaydetti. Bir hafta
içerisinde New York City – Manhattan’dan 'Diamand' ailesi çıkınca Letya yüksek bir sesle 'Wow!
Gökdelenler, her ülkeden insanlar ve kültürler binlerce sarı taksiler... Bu şehirde kesinlikle bir yıl geçirmeliyim!' dedi.
Ophelia zaten New York’u avucunun içi gibi biliyordu ve Letya’ya "Sen hiç merak etme! Ben sana gereken yardımı veririm. Sen yeter ki git!” diyordu.
Letya, bayan Dr. Sheila Diamand ile telefonla görüştü. Bayan Dr. Sheila Diamand siyah derili bir kadındı
ve Letya’ya ailesinin çocuklar ile birlikte bir iki fotoğraf, mail ile gönderdi. Diamand ailesinin iki küçük
çocuğu vardı. Lea adında beş yaşında bir kızı ve Jela
adında da üç yaşında bir oğlu vardı.
Ophelia bunu öğrenince, "Bu bir Yahudi soy ismidir
ama kadın siyah derili, belki de eşi Yahudi’dir. Yahu250
Alan Lezan – Letya
diler çok iyidir Letya bu fırsatı sakın kaçırma!” diyerek Letya’ya cesaret veriyordu.
Letya sevincinden havaya uçuyordu. Görevi çocukları
sabah uyandığında çocuk yuvasına hazırlamak ve
götürmek, akşam da almaktı. Ayrıca evde bayan Dr.
Diamand ve kocasına ev işlerinde, alış-verişte yardımcı olacaktı. Yani günde toplam 6 saati geçmeyecek şekilde evde çalışacaktı, ama bu bir hizmetçiden
öteye aileye sadece yardım etmekti. Diamand ailesi
Letya’ya her ay 260.- Dolar cep harçlığının yanında
New York için metro ve otobüse binmesi için aylık
kartı ve İngilizce kursunun parasını ödeyecekti.
Letya, bu güzel haberi aldıktan sonra "İlk iş odamı
kiraya vermek!” diye Miyu ve Ophelia’nın sırayla gözlerinin içine bakarak sessizce söyledi. Miyu, "Sen hiç
merak etme!” dedi ve gülümseyerek "Ben senin odanı
artık kiraya veririm. Sen en iyisi hazırlan ve New
York’a gitmeye bak ki, biz seni ziyarete gelelim,”
deyince üç kadın birden sesli güldüler...
Letya, çayını içtikten sonra mutfaktan kalktı ve odasına gitti. Kendisini sırt üstü yatağına attı ve iki elini
yüzüne kapattı:
251
Alan Lezan – Letya
'Allah’ım!' dedi, 'New York’a gidiyorum. Gerçek mi
bu?' diye içinden söylendi, ve sevincinden göz yaşlarının yanaklarını okşadığını fark etti.
Letya, dört hafta içerisinde bütün işlemleri bitirdi ve
gerekli eşyalarını sırt çantasına koyarak uçakla New
York’a uçtu. Uzun bir yolculuktan sonra kendisini
John F. Kennedy International Airport’ta buldu. İnternet ve filmlerden tanıdığı bir sarı taksiye bindi ve
bir kâğıda yazdığı adresi taksi şoförünün eline verdi.
Diamand ailesi zaten kendisini evinde bekliyorlardı.
Letya, Diamand ailesinin dairesine vardığında saat
18:00’e geliyordu ve çok heyecanlıydı. Hem New
York’a ilk gelişiydi hem de geldiği ailenin dairesi 5
odasıyla Manhattan - Harlem‘de kocaman eski ama
çok şahane bir binadaydı.
Bu büyük ve zarif Neo-İtalyan Rönesans konak,
New York'ta önemli binalardan bir tanesi sayılırdı.
1922 yılında yapılan bina harika dizayn edilmişti. Letya, taksiden indikten sonra binaya bakıp şaşırdı kaldı.
Artık ne yapacaktı? Geriye dönüş mümkün değildi.
Zili çaldı ve içeri girince sanki kocaman bir Şato’ya
giriyordu. Merdivenler, duvarlar ve tavanlar harika
dekore edilmişti. Letya, şaşkın, şaşkın merdiveni yukarı çıkarken bir kadın sesi İngilizce, "Sen Letya olmalısın. Bizde zaten seni bekliyorduk. İçeri gel Letya
Lütfen!” dedi. Letya, kucağında küçük oğlu Jela ile
bekleyen bayan Dr. Diamand’a teşekkür ettikten son252
Alan Lezan – Letya
ra içeri girdi. İçeride mutfakta bay Dr. Diamand ve
beş yaşındaki kızı Lea ile Letya‘yı sevinçle karşıladılar.
Letya sırt çantasını koridora bıraktı ve herkese 'Hello!
Nice to meet you!' dedikten sonra oturma odasına
geçtiler. Lea, hemen Letya’nın yanına sokuldu ve
„Senin adın nedir?“ diye sordu.
Letya gülümseyerek: "Benim adım Letya, sen de Lea
olmalısın değil mi?“ diye sorarak saçlarını okşadı.
Hepsiyle hoş beş, hal hatır sorduktan sonra, derken
bütün aile Letya ile birlikte akşam 19:00’a doğru mutfakta yemeğe oturdular.
Harlem, New York kentinin bir semtiydi. Yaklaşık
olarak sınırları, Manhattan adasının ortasındaki Central Park'ın kuzeyinden başlayıp, 155. caddede son
bulurdu.
Harlem’de çoğunlukla Afro-Amerikalılar yaşardı.
Harlem adını Hollanda'daki 'Haarlem' kentinden alıyordu. New York'un "Nieuw Amsterdam” adıyla
Hollanda egemenliğinde olduğu 1658'de, vali Peter
Stuyvesant, Hollanda'daki "Haarlem” kentinden esinlenerek kentin bu bölümünü "Nieuw Haarlem”, yani
"Yeni Haarlem” olarak adlandırmıştı.
Diamand ailesinin evi Columbia Üniversitesi’nin yakınlarındaydı. Bay Prof. Dr. Natan Diamand bir mi253
Alan Lezan – Letya
mardı ve Columbia Üniversitesi’nde hem mimarlık
üzerine ders veriyor, hem de üç başka mimar ile orta
büyüklükte bir mimar bürosu vardı. Bayan Dr. Sheila
Diamand Nöroloji okumuştu ve iki başka Nörolog
ile birlikte Harlem’de ortak bir büroda çalışıyordu.
Yemekten sonra Bayan Dr. Sheila Diamand, Letya’ya
oturdukları daireyi ve Letya’nın odasını gösterdi ve
"İlk iki hafta sen hiçbir şeye karışmayacak, sadece
bizim nasıl çocukları çocuk yuvasına hazırladığımıza
bakacaksın,” dedi ve ekledi: "Ben sana ilk iki hafta
içerisinde Harlem’i ve Manhattan’i biraz göstermeye
çalışacağım. Biz sabah saat 5:00 ile 6:00 arasında uyanıyoruz, çocukları çocuk yuvasına hazırlıyoruz ve
ondan sonra da işe gidiyoruz, akşam saat 17:00’de
eve geliyoruz. Ben sana birkaç alış veriş merkezi göstereceğim, orada alış verişimizi iki hafta sonra sen
yapacaksın. Ben sana tabii neler alacağını özel bir
kâğıda yazacağım,” dediğinde Letya usul usul bayan
Dr. Diamand’ı dinledi ve sonra; "Tamam! Ben alış
verişi elbette severek yaparım. Sorun değil!' dedikten
sonra, oturma odasına geçtiler. Bu arada Bay Prof.
Dr. Diamand çocukları yatağa götürmüş ve bir bardak konyak almıştı. Sheila, ilkin profesöre bir göz
attıktan sonra Letya’ya döndü ve "Biz birbirimize ön
isimlerimizle çağırıyoruz. Eğer sizi rahatsız etmiyorsa,
254
Alan Lezan – Letya
biz sizi de ön isminizle çağırmak istiyoruz, tabi sen
de bizi!”
Letya, "Memnuniyetle!” dedi ve üçü gülümsediler.
Ertesi gün cumartesiydi ve bütün aile evdeydi. Kahvaltı yapıldıktan sonra Natan, Sheila’ya: "İstersen ben
çocuklar ile nehrin kenarına gideyim sen de Letya’ya
bugün Harlem’i gösterebilirsin,” dedi.
Sheila, "Olur!” dedi. "Artık akşama evdeyiz!” diye
cevap verdikten sonra Letya’ya döndü ve "Hazır mısın Letya?” diye Letya’ya sordu.
Letya, "Evet gidebiliriz!” diye karşılık verdikten sonra
iki kadın yola koyuldular.
Harlem, New York’ta kesinlikle en enteresan insanların dolu olduğu bölgelerden biriydi. Sonra Manhattan’ın içini ve meşhur Brodway Caddesi’ni baştan
sona gezdiler. Broadway Amerika'nın New York kentindeki Manhattan bölgesinde yer alan bir caddedir.
Amerika’daki müzikal tiyatro gösterileri bu cadde
üzerinde ve bu caddeye açılan sokaklarda bulunan
tiyatro ve konser salonlarında zirveye ulaşmıştır. O
yüzden de bu sokağın ismi Amerika'daki müzikal
sanatıyla özdeşleşmiştir. Ayrıca Boadway’de her türlü
insana rastlamak mümkündü.
255
Alan Lezan – Letya
Sheila’nın anlattığına göre bu kentte sanatçılardan,
bankacılardan, müzik yayımcılarından, menajerlerden,
organizatörlere kadar herkes mevcuttu.
New York Şehri, 19 milyon nüfusuyla Amerika'nın
nüfus bakımından en büyük kentiydi. Yüzyıldan fazladır dünyanın en önemli ticaret ve finans merkezlerinden biridir. Şehir, medya, politika, eğitim, eğlence
ve modadaki küresel etkilerinden dolayı, bir dünya
şehri olarak kabul ediliyordu. Birleşmiş Milletler Genel Konseyi binasına ev sahipliği yaptığından, dış
ilişkiler için de çok önemli bir merkez durumundaydı.
Fakir semtlerinde ise, çok sayıda işsiz ve evsiz yaşar,
çok sayıda da gecekondu vardı.
New York, aynı zamanda bir göçmen kentiydi. Kentte yaklaşık 170 ayrı dil konuşulmaktaydı. Her üç kişiden biri Amerika dışında bir ülke doğumluydu. İngilizce çeşitli aksanlarla konuşulurdu. İngilizcenin yanı
sıra İspanyolca da İngilizce kadar yoğun konuşulmaktaydı. Little Italy, yani Küçük İtalya semtinde İtalyanca, China Town’da, yani Çin mahallesinde de Çince
konuşulurdu.
Letya ve Sheila, China Town’a geldiklerin’de saat
14:00’e geliyordu ve çok yorgun olduklarından güzel
bir Çin Restoran’ına oturdular ve yemek yediler.
256
Alan Lezan – Letya
Sheila 38 yaşıyla iki çocuk doğurmasına rağmen Letya
gibi uzun ince vücudu, nazik elleri, çikolata teniyle
çok şık giyinmiş, vücuduna ve kendine gereken özeni
çok iyi gösteren bir kadındı. Anlaşılan oydu ki, modayı sıkı takip ediyordu ama abartısız, eğlenceli ve
güzeldi. Annesi bir İngiliz kadını ve babası da bir
Afro-Amerikan’dı. Sheila’da bu tipteki melez kadınlar
gibi, birçok açından şaşırtıcıydı ve erkeklerin uzun
zaman boyunca beraber olmak isteyebileceği kadınlardandı.
İki hafta içerisinde Sheila, Letya’ya Özgürlük Heykeli,
Empire State Binası, Central Park ve Times Meydanı,
Modern Sanat Müzesi, Guggenheim Müzesi ve Modern Tarih Müzeleri şehrin ilgi çekici bütün önemli
mekânlarını, gökdelenleri, caddeleri, lokantaları, alış
veriş merkezleri ve insanlarını bir bir gösterdi. Öyle
ki, Berlin artık Letya’ya bir köy gibi geliyordu.
Letya, son iki hafta içerisinde öğrendi ki, 46 yaşındaki
bay Prof. Dr. Diamand’ın babası çok zengin bir Alman Yahudi’siymiş. 1933’te Naziler Almanya’da iktidara geldiklerinde İsaak Diamand her şeyini zamanında satmış ve birçok Yahudi gibi Amerika’ya sığınmıştı. Naziler "İsaak Diamand” ismini Yahudi
ismi olduğundan zorlan değiştirmiş ve "Friedrich
Löw” yapmışlardı ama Isaak Amerika’ya geldiğinden
257
Alan Lezan – Letya
sonra yine eski ismini almıştı. Letya tüm bunları Natan’dan duyunca: "Kuzey Kürdistan’da yaşayan
Kürdlerin de hemen hepsi Türk isimlerini taşıyorlar.
Kürd isimleri halen yasaktır. Ayrıca Türkler sadece
Kürdlerin ismini değil, dere, ova, şehir, köy, kent
isimlerini de değiştirdiler!” deyince Natan ve Sheila
hayretler içinde kalmış ve Sheila, "Kürdler gerçekten
Orta Doğu’nun siyah derilileridir!” dedi.
258
Alan Lezan – Letya
23
G
ünler hızlı geçiyordu. Letya New York’taki yeni
evinde görevlerini iyi biliyor, işini bir robot gibi
yapıyordu. Bu arada heyecanlı bir yaşam sürdürüyordu. Ev sahipleri ve çocuklar Letya’dan oldukça
memnundu.
New York gerçek anlamda multi-kültürel bir şehirdi.
Letya İngilizce kursunda birkaç arkadaş edinmiş, onlar ile boş zamanında daima buluşuyor, New York’u
geziyordu. Sabah erken uyandığından -hafta sonları
hariç- gece hayatından uzak duruyordu. Akşamları
internet üzeri Berlin’deki arkadaşlarıyla, Afşan ile
Messenger üzeri görüşüyor, mailleşiyordu.
Letya bir akşam oturma odasında film bakıyordu.
Natan işten eve geldiğinde bir koltuğa oturup, Letya’nın izlediği filme baktı. Film bittikten sonra ikisi
biraz film üzerine konuştuktan sonra Natan, Letya
ya ; "Nasıl? New York yaşamına alıştın mı?” diye
sordu.
Letya ilkin durakladı ve sonra "Evet” dedi. "Alıştım
sayılır!”
259
Alan Lezan – Letya
Natan sağ kulağını eliyle hafiften kaşıdıktan sonra;
"Güzel!” dedi ve hemen ekledi, "Bir dönem Bay Şaron’un Kürd liderlere gönderdiği mektupta, "Hayallerinizi ancak biz gerçekleştirebiliriz” söylediğini biliyor
muydun?”
Letya, şaşkın şaşkın "Hayır! Bilmiyorum,” dedi. "Bay
Şaron ne zaman söylemiş bunu?”
Natan, "Ben bay Şaron’un bunu ne zaman söylediğini
kesin olarak bilmiyorum. Bir gazetede okumuştum,
ama bildiğim kadarıyla Kuzey Irak’ta 100 bin Yahudi
Kürd yaşıyor. Sanırım İsrail, Irak’taki Kürdlere verdiği bu destekle, hem kendi güvenliğini sağlama almak
istiyor, hem de Kuzey Irak’taki Yahudilerin haklarını
teminat altına almayı hedefliyor.”
Letya düşündü ve Natan’ın böylesi bir mevzuyu neden açtığını anlamak istiyordu. ‘Belki de...’ dedi, ‘Benimle sadece sohbet etmek istiyor.’
Letya, Natan’a, "Belki de!” demekle yetindi ve bir
yudum su içti.
Natan, "Biliyor musun Letya? İsrail’in işi çok, çok
zordur. İsrail eğer bu ğün 7 milyonluk nüfusuyla 300
milyonluk Arap dünyasını şah mat etmişse, bunu
260
Alan Lezan – Letya
elinde bulundurduğu 150 tane atom bombasına borçludur. Yoksa İsrail bir gün bile ayakta duramazdı.”
Letya, İsrail hakkında ne kadar az bildiğinin farkına
vardığı için susmayı tercih etti.
Natan devam etti: "İsrail Türklere yardım etmekle
bence hata yapıyor, ama bunun kökleri çok eskilere
dayanır. 1500 yıllarında 150 binden fazla Yahudi Engizisyon tarafından İspanya'dan sınır dışı edildiğinde,
Osmanlı Devleti bu insanları topraklarında yerleşmeye davet eden tek ülke olmuştu. Bu tarihten sonra
Yahudiler Osmanlı tarihinde çok önemli bir rol oynadılar. Özellikle 16. yüzyılda Yahudiler Osmanlı
sarayında hekim, banker, diplomat görevlerini üstlendiler. Bu tarihten sonra saraydaki etkileri azaldıysa
da Osmanlı tarihi boyunca ticaret, sanayi ve bankacılık dallarında, her zaman ön planda kaldılar. Türkiye
Cumhuriyeti'nin kuruluşundan sonra da Türk-Yahudi
ilişkileri "dostluk” düzeyinde gelişmeye devam etti.
Türkiye-İsrail ilişkileri 1949’da Türkiye'nin İsrail'in
bağımsızlığını tanımasıyla doruğa ulaştı. Böylece Türkiye, İsrail'i tanıyan halkının çoğunluğu Müslüman
olan ilk ülke oluyordu.
Türkiye’de yaşayan Yahudilerin çoğu İsrail’e geri
döndü, kalanlarda asimile edildiler. Bu nedenle İsrail,
261
Alan Lezan – Letya
hem bir NATO ülkesi olarak Türkiye’ye, hem de
Kuzey Irak’taki Kürdlere Orta Doğu’da ihtiyaç duyuyor.”
Letya dikkatlice, "Sanırım Kuzey Irak ile ‘Güney
Kürdistan’ demek istiyorsunuz?” deyince:
Natan, "Özür dilerim... Aynen öyle! Ne yazık ki, Kuzey Kürdistan’da verilen gerilla savaşı komünistler
önderliğinde olduğu için otomatikman onlar elbette
Anti-Siyonist, Anti-Amerikancıdırlar. Aslında Kürdlerin bu politikadan hiçbir çıkarı yoktur. İsrail Bay
Barzani’ye yardım ederken komünist Kuzey Kürdleri
Filistinlilerin yanında İsrail’e karşı savaşıyorlardı. İsrail’in Türklere verdiği destek gibi Kürdlerin de Filistinlilerin yanında İsrail’e karşı savaşmalarını çok yanlış buluyorum.”
Letya, koltuğunda kendisini düzeltti, derin bir nefes
aldıktan sonra "Haklısın!” dedi. Çünkü Letya Kuzey'de mücadele eden gücün rüzgâra karşı işediğini
anlamıştı.
Natan, Letya’ya uzun uzun Knesset üyesi Luba’nın,
1966’da Mustafa Barzani’yle yaptığı görüşmede, Kürd
devletinin kurulması için her türlü desteğin verileceği
sözünü, Mustafa Barzani’nin 1973 yılında İsrail’e
262
Alan Lezan – Letya
yaptığı ziyareti, Kürd ve İsrail arasındaki sıcak ilişkileri, bir bir anlatıyor, coşuyor, Kürdlere karşı büyük bir
sempati beslediğini hiç gizlemiyordu.
Letya ise ne diyeceğini bilmiyor, durmadan "Evet,
evet” demekle onu onaylıyordu.
Natan uzun konuşmalarının sonunda, "Biliyor musun
Letya, neyin ne olacağını bilemeyiz ama Allah büyüktür. Bak bizim kızın ismi Lea. ‘Lea’ bir Yahudi kız
ismi ve ‘Jela’ ise bir Afrika erkek ismidir. Babam benim Sheila ile evlenmeme karşıydı ama ben evlendikten sonra o da bu evliliği kabul etmek zorunda kaldı.
Sheila’nın kendisi de melez. Belki bir gün gelecek ve
dünyadaki bütün insanlar melez olur. Ama ondan
sonra insanlar eşitlik içerisinde özgürce yaşar mı,
dünya "cennet” olur mu onu da bilmiyorum. Neyse
inşallah kafanı fazla yormadım, yarın erken kalkmamız lazım. Rus düşünürü Halfin 'Kürdler özgür olsaydı eğer, bugün dünyanın en uygar toplumu olurlardı' diye yazmıştı. Buna ben de buna inanıyorum...
İyi geceler...”
Natan, yatmaya hazırlanırken Sheila çalışma odasında
masanın başında bir konuya dalmış okuyordu. Letya
da kalktı yatmak için odasına gitti, yatağa uzandı ama
yatamıyordu. Çünkü, sanki kafası Berlin’e geldiği ilk
263
Alan Lezan – Letya
günler gibi karışmış, dünyayı, insanları anlamak istiyordu ama anlayamıyordu. Amerika dünyada bir süper güçtü ve isteseydi Orta Doğu’da bir günde yüz
tane Kürd devleti kurardı, ama şimdilik bu çıkarına
gelmiyordu. Sonra İsrail’i düşündü. Gerçekten İsrail
7 milyon nüfusuyla 22 Arap devletini şah mat etmişti.
İsrail Amerika, Amerika ise İsrail’di. Devletler neden
vardı? Yatağından kalktı Notbook’u açtı ve internette
devlet üzerine olan birçok sayfayı okudu.
'Devlet, toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal bakımdan örgütlenmiş millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu "tüzel varlık” olduğunu ve dünyada
195 tane tanınmış devlet bulunduğunu öğrendi. Bu
devletlerin içerisinde 36 bin nüfusuyla Lichtenstein
ve 486 bin nüfusuyla Luxemburg gibi devletler vardı.
Ama Kürdler 40 milyon nüfusuyla her insani haktan
yoksundu. Bir çocuk için anne ve baba neydiyse, bir
halk içinde devlet oydu.
Letya, Kürdistan Bölge Yönetimi Başkanı Mesut
Barzani’nin, "Kürd Devleti kurmak Kürdlerin en
doğal hakkıdır” söyleminin çok önemli olduğunu
düşündü. Bu, gelişigüzel veya herhangi bir düşünce
açıklaması değildi. İsmail Beşikçi’nin dediği gibi bu
düşünce hukuk tarihinde, siyasal düşünceler tarihinde
ve devlet nazariyeleri tarihinde sağlam düşünsel te264
Alan Lezan – Letya
melleri, sağlam düşünsel dayanakları olan bir görüştü.
Doğal olan aynı zamanda doğru olandı. Doğal olana
karşı olma, insani olana karşı olma anlamına geliyordu. Doğal hakkın, doğal hukukun zıddı olan reel hukuktur, yani pozitif hukuktur. Pozitif hukuk, reel
hukuk ise, inkârı, imhayı, katliamları soykırımları
meşrulaştırmaya çalışan bir hukuktur. Bu iki anlayış
arasında derin bir çelişki olduğu açıktı. Kürdlerin
kararlı, istikralı tutumları, istemleri bu çelişkileri aşacak, reel hukuk anlayışını deşifre edecek, hükümsüz
kılacak güçteydi.
Kürd kasabı Saddam, Güney Kürdistan’da petrol
çıkarıyordu. Ondan kazandığı paranın bir kısmıyla
helikopterler, savaş uçakları, zehirli gazlar alıp Kürdistan’a yöneliyordu. Bu tür insafsız ve insanlık dışı
politikalar ile Halepçe’deki soykırımlar gerçekleşti.
Amerika’nın müdahalesinden sonra Kürdlerin önü
artık açılmıştı. Yani, Baas Partisi, Irak ordusu, El
Muhabarat dağıtılmıştı. Bu, Kürdler’in önünü açmış
ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi kurulmuş olduğundan büyük bir inşa faaliyeti başlamıştı. Yollar, okullar,
hastaneler, evler, bankalar, fabrikalar yapılıyor, refah
yükseliyordu. Zaten Kürdlerin öz devletinden başka
hangi sömürgeci devlet kendi sömürgesini kalkındır-
265
Alan Lezan – Letya
mıştı ki? Sömürgecilerin bir sömürgesini kalkındırdığı, dünyanın hiçbir yerinde görülmemişti.
Kürdlerin, Orta Doğu’da önemli bir nüfusa sahip
olmalarına rağmen, devletleşemedikleri için uluslararası politikada söz sahibi olamadıkları bilinen bir gerçekti. Lichtenstein ve Luxemburg gibi küçücük devletler, Kürdlerin kaderi üzerine söz sahibiydi, ama
Kürdlerin 40 milyon nüfusuyla bu hakları yoktu.
Letya, kendi kendine 'Bağımsız Kürdistan Devleti’nin
zor ama imkânsız olmadığını' söyleyerek, "Amerika’nın Irak’a müdahalesinde, kim Kürdlerden Amerika’yı değil de, Kürd kasabı Saddam’ı desteklemesini
isteyebilir?” dedi.
Doğal hukuk, kişinin doğumla birlikte kazandığı,
sahip olduğu haklardı. Bu haklar tartışılamaz, dokunulamaz, baskı altına alınamaz, devredilemez, engellenemez haklardı. Kişinin doğal hakları, sadece bireysel hakları kapsamaz, kişilerin bir arada yaşamalarından dolayı ortaya çıkan hakları, yani kolektif haklarını
da kapsar. Buna da halkların ve milletlerin hakları
denebilir.
Hukuk tarihinde doğal hukukun, tabi hukukun büyük
bir yeri vardı. 1689 İngiliz Yurttaşlık Hakları Bildirisi,
266
Alan Lezan – Letya
1776 Amerikan Bağımsızlık Bildirisi, 1789 Fransız
İnsan Hakları Bildirisi, 1948 Birleşmiş Milletler İnsan
Hakları Bildirisi, doğal hak, doğal hukuk anlayışının
yaşama geçmiş pratikleriydi. Bu anlayış şüphesiz
Kürdleri de özgürleştirecekti.
Elbette devletin, özgürlükleri kısıtlayıcı bir siyasal
yapı olduğu söylenebilirdi. Fakat çok ağır mağduriyetler, yoksunluklar yaşayan, darmadağın edilmiş, kendilerini değil hep başkalarını yaşamış Kürdler için, devletin gerekli olduğu şüphesizdi. Derlenip toparlanabilmek için bu kaçınılmaz bir gereklilikti.
Letya dünyada var olan 195 devletin, bugün veya
yarın ortadan kalkabilecek bir şey olmadığının bilicindeydi. "Eğer dünyada devlet olmayacaksa, o zaman en son olmaması gereken devlet Kürd devletli
olsundu,” dedi ve mışıl mışıl uyumaya başladı.
Letya, Kürdlerin işinin çok ama çok zor olduğunun
bilincindeydi. Kürdlerin etrafı dünyanın dört despot
ve faşizan devleti tarafından çevrilmişti. Bu despot ve
faşizan devletlere karşı, hiçbir ülkeye dayanmadan
mücadele etmek basit değildi. Düşmanın topu, tankı
tüfeği vardı, ama Kürdlerin de çıplak yüreği ve ülkesine olan inancı vardı. Düşman Kürdlerin kalbinde,
bu savaşı zaten kaybetmişti.
267
Alan Lezan – Letya
24
S
heila, bir pedagoji öğretmeni gibi Letya’ya çocuklara nasıl doğru sınırlar koyacağını, onlara bağırmadan, sinirlenmeden, ceza vermeden nasıl söz geçireceğini bir bir anlatmıştı. Sınırlar, çocuklara korundukları, güvende oldukları ve değer verdikleri duygusu kazandırıyor, aile içi kurallara uymalarını, iş birliği
yapmalarını, anne ve baba gibi ailedeki otoriteye saygı
duymalarını sağlıyor ve sorumluluk kazandırıyordu.
Sheila, sanki çocukları değil Letya’yı eğitiyordu. Letya, Sheila ve Natan’ın getirdiği önerileri tek tek dinliyor ve hiçbir kusur etmeden uyguluyordu. Ve öğrendi ki, bir çocuk düşe kalka yürümeyi, bir insanda deneye yanıla doğruyu öğreniyordu.
Günün birinde Sheila ve Letya çocukları alıp Harlem’i gezerken, çocuk oyuncakları satan bir mağazanın önünde durup baktılar. O an, kucağında ayısıyla
vitrinde oyuncaklarına bakan beş yaşındaki Lea,
"Anne bana karşıdaki tavşanı alır mısın?” diye sordu.
268
Alan Lezan – Letya
Sheila ise, "Eğer biz karşıdaki tavşanı alırsak, kucağındaki ayıcığın ağlar ve üzülür sonra. Bak, Lea beni
sevmediği için tavşanı aldı diyecek. Sen ayının üzülmesini istiyor musun?”
Lea, Letya’ya bir göz attı ve "Hayır istemiyorum!”
dedi ve gülümseyerek kucağındaki ayıyı okşadı, öptü
"Sen hiç korkma! Ben seni çok, çok seviyorum!” dedi.
Letya, "Hadi gidelim Lea!” deyince Lea, "Hayır!”
dedi. "Anne biraz daha oyuncaklara bakabilir miyim?”
Sheila, "Tamam!” dedi. "Sana üç dakika zaman veriyorum!”
Üç dakika sonra Sheila yürümeye başlayınca Letya’da
yürüdü. Kimse Lea’ya bir şey söylemedi. Lea, annesi
ve Letya’nın gittiğini görünce hemen paniğe kapıldı
ve onları yakalamak için koşmaya başlayınca fena
şekilde yere düştü ve ağladı. O an Letya hemen geri
gitti ve Lea’yı yerinden kaldırdı. Sheila kızarak Letya’ya yaklaştı ve "Letya karışma Lütfen! Bırak kendisi
kalksın!” deyince;
Letya, "Ama o daha çocuk,” dedi. "Çocuklara yardım
edilir!”
269
Alan Lezan – Letya
Sheila, "Hayır!” dedi. "Çocuk eğitiminde sözlerden
çok davranışlar etkilidir! Ben Lea’ya üç dakika senin
yanında zaman tanıdım. Haber vermeden ayrıldık ki,
üç dakikanın ne kadar süre olduğunu anlasın. İkinci
olarak; Lea zamanı doğru kullanmayıp paniğe kapıldı
ve kendisi düşmesine sebep oldu. Lea, düştüğü yerde
kimsenin yardımı olmadan kendisi kalkacak yaşta ve
yetenektedir. Senin yardımına bu nedenle ihtiyacı
yoktur. Eğer sen yardım edersen bir daha yalnız düşerse hep birisinin kendisine yardım etmesini isteyecektir ve bu da doğru değildir.”
Letya, "Özür dilerim!” dedi.
Sheila bu sefer nazik bir davranışla: "Biliyor musun
Letya? Senin bu davranışın bizde de eski Hristiyan
kültüründe vardı. Ama çağımız rekabet zamanı. Başarılı olmak için güçlü olmak ve çok çalışmak zorundayız. Amerika ancak bu anlayış ve yaklaşımla dünyada
bir süper güç olabildi.”
Letya, ilkin "Senin bu anlattığın bir ‘dirsek toplumudur!’ diyecekti ama Sheila haklıydı, çünkü bu bir gerçekti. Amerika sosyal yardım kurumu değildi. Herkes
her ne yapıyorduysa çıkarı gereği kendisi yapıyordu.
Kürdlere de ancak Kürdler yardım edebilirdi. Ama
burada esas olan Kürdlerin Amerika gibi dev bir güç270
Alan Lezan – Letya
ten nasıl yararlanacağıydı. Amerikalılar, Almanlar
kadar her işte dipsel, düzenli ve titiz olmasalar da,
eğitime büyük önem veriyorlardı. Kürdlerde ise eğitimin E’si bile yoktu. Sömürgeciler Kürdlerin eğitim
başta olmak üzere, her doğal hakkını gasp etmişlerdi.
Eve geldiklerinde Natan, Letya’ya başta Amerika
olmak üzere, Çok Uluslu Koalisyon Kuvvetleri’nin
Irak’ta, Saddam katilini sabahın erken saatlerinde
başkent Bağdat'ta açıklanmayan bir yerde asılarak
idam edildiği haberini verdi. Takvim 30 Aralık
2006'yı gösteriyordu. Letya, heyecanlı, heyecanlı Natan ve Sheila ile uzun sohbet ettikten sonra televizyonun önünde ayrılmıyor, Saddam katilinin nihayet
bertaraf edildiğine oldukça seviniyordu.
Akşam 22:00’ye doğru yatmaya gitmeden önce Vincent ile görüştü. Vincent, birçok Alman gibi Amerika’nın Irak savaşına karşı çıkıyordu ama diğer yandan
Kürd kasabı Saddam’ın bertaraf edilmesine o da çok
seviniyordu. Letya, Vincent ile uzunca görüştükten
sonra yatağına uzandı ama heyecandan uyku gözüne
girmiyordu. Kürdler Güney Kürdistan’da gerçekten
özgür müydü artık? Başkan Bush kararlı gözüküyordu. Güney Kürdleri bu fırsattan yararlanıp bağımsızlığını bile ilan edebilirlerdi, çünkü zaten birinci Kör-
271
Alan Lezan – Letya
fez Savaş’ından sonra devletlerinin temelini atmışlardı.
Letya, az uykuyla sabah saat 5:00 sularında uyandı ve
yavaş yavaş çocukları hazırladıktan sonra, çocuk yuvasına bırakıp geldi. Televizyonda haberlere baktı.
Sonra hazırlandı ve İngilizce kursuna gitti. İngilizce
kursunda herkes katil Saddam’ın idamını konuşuyordu. Portekizli İnes adında bir kız "Nihayet bir tiran
daha tarihin çöp tenekesini boyladı,” diyordu.
Letya ise İngilizce kursundaki öğrencilere şu hikâyeyi
anlattı:
“Nuri Said Paşa 1950’lerde Irak Başbakanı’yken, İran
şahı Muhammed Pehlavi ve dönemin Türkiye Başbakanı olan Adnan Menderes ile çok iyi ilişkileri vardı.
Bu üçü Irak ve Kürdistan’da adeta terör estiriyor,
hem Irak, hem de Kürd halkının kanını emiyorlardı.
1956’da, Bağdat’ta öğrenciler ayaklandı. Irak rejimi
öğrencilerin üstüne panzerlerle gitmiş ve onlarca öğrenciyi katletmişti. Onlarcasının da Dicle nehrinin bir
köprüsünden aşağı atılmış ve suda boğulmuşlardı.
Semra Hanım, Nuri Said’in katlettirdiği Diab adlı bir
öğrencinin annesiydi. Otuz yıl hizmetçilik yapmış,
çocuğunu yetiştirmiş ve okutmuştu. Olup bitenleri
272
Alan Lezan – Letya
öğrenir öğrenmez üniversiteye koşmuştu. Köprübaşına vardığında kanlar içinde Dicle nehrinde yüzen
oğlu Diab’ın cesedini görmüştü. Göğe doğru iki elini
açarak: "Yarabbi sen oğlumu aldın, bari bana nasip et
ki ben de burada Nuri Said Paşa’nın idam ipini çekeyim!” diye dua eder.
1958’de Irak’ta devrim olur. Kral Faysal ve ailesi devrim gecesi idam edilir. Nuri Said Paşa saklanır ve üç
gün sonra kadın kıyafetiyle yakalanıp kurşuna dizilir.
Cesedi bir cipin in arkasına bağlanarak sokaklar da
dolaştırılır. Tam Dicle köprüsünün başına getirilmişti
ki, Semra Hanım arabanın önünü keser ve komutana
iki yıl önceki duasını anlatır.
Komutan askerlere hemen köprübaşında bir idam
sehpasının kurulmasını emreder. Nuri Said Paşa’nın
leşi Semra Hanım tarafından ipe çekilir.”
273
Alan Lezan – Letya
25
D
iamand ailesi haftada birkaç kez çocuklar ve
Letya ile birlikte şık restoranlarda yemeğe gidiyorlardı. Amerikan mutfağı iyi olmadığından, genellikle İtalyan, İspanyol, Sri Lanka, Japon, Çin ve Hindistan restoranlarını gidip, en lezzetli yemekleri yiyorlardı. Letya Berlin’deki büfe kültüründen sanki kurtulmuş, dünyanın en kaliteli yemekleriyle tanışmıştı.
Amerika, Letya’nın giyim kuşamını da oldukça değiştirdi. Berlin’deki gibi biraz hippi ve eksantriklik görünüşünden daha çok, modaya uygun elbiseler giyiniyordu. Bu elbiseler için parası yoktu, ama Sheila’nın
elbise dolabı, çağdaş modaya uygun elbiseler ile doluydu. Letya ve Sheila’nın boyları ve kiloları neredeyse aynıydı. Bu nedenle Sheila elbiselerinin bir kısmını
Letya’ya hediye etti. Letya, elbiselerin diğer kısmını
da kendisi satın aldı. Öyle ki Letya’nın dış görünümü
modern ve şık, hatta 'yuppi' diyeceğimiz insanlara
benziyordu. Renk, en çok dikkat edilmesi gereken
unsurlardan biriydi. Kıyafetler, verilmesi gereken
mesajların önüne geçmemeliydi ve hedef kitleye aykı274
Alan Lezan – Letya
rı olmamalıydı. Letya, artık bir 'First Lady'nin, sadece
rafine ve zarif giyinmesi gerektiğinin yeterli olduğu
düşüncesinin, demode bulunduğu bir çağda yaşadığının bilincindeydi. Çünkü attığı her adımının, izlenen
böylesi kadınların, aynı zamanda trendlere ayak uydurmaları da gerekiyordu. Artık New York’ta dolaşan
modern ve trend giyinmiş kadınlardan bir tanesiydi.
Sheila ile birlikte bazı akşamlar kulüplere ve barlara
gidince, kendinden emin ve kendine oldukça güvenen bir kadındı.
Sheila ve Natan’ın Kütüphanesi kitaplar ve plaklar ile
dolmuş taşmıştı. Gerek Natan gerekse Sheila klasik
ve caz müzik dinliyor, klasik ve caz konserlerine gidiyorlardı. Süreç içerisinde, Letya da onların dinlediği
klasik ve caz müziğini dinleye dinleye, sanki başka bir
dünyaya ayak basmıştı. Letya, akşam çocuklar yatağa
gittikten sonra, bazen oturma odası boş olursa, en
rahat koltuğa uzanır ve saatlerce klasik ve caz müziği
dinler ve ruhunu dinlendirirdi.
Letya, anladı ki müzik insanlığın evrensel dilidir, ruhun gıdasıdır ve ülkesi yoktur.
275
Alan Lezan – Letya
26
L
etya, New York’ta son gününü Diamand ailesiyle Empire State Building’in panoramasında geçirdi. Güneşli bir gündü ve gökte tek bir bulutçuk
yoktu. Buradan, insan New York, New Jersey,
Pennsylvania, Connecticut ve Massachusetts'i kuş
bakışıyla görebiliyordu.
Akşam eve geldiklerin de yine Letya için bir vedalaşma töreni gelmiş dayanmıştı. Letya, çok sevdiği ve
alıştığı küçük Jela ve Lea’yı, büyük saygı duyduğu
Diamand ailesini, onların zeki ve saygın akademik
arkadaşlarını, İngilizce ve Harlem’de tanıdığı onlarca
kişiyi geride bırakmak zorunda kalacaktı.
Sabah erken saatlerinde, aşağı yukarı dokuz saat uçak
yolculuğundan sonra, Letya Berlin’e vardı. İşlemler
bittikten sonra, çok özlediği ve aylardır görmediği,
hasretini derinden çektiği Vincent’in kucağına koştu.
İki sevgili doyasıya sarılıp birbirlerini okşayıp öpüştükten sonra Vincent’in evine gittiler.
Vincent güzel bir yemek yapmış ve her şeyi hazırlamıştı. Bu arada belirtmek gerekiyor ki, Vincent, Let276
Alan Lezan – Letya
ya’yı sömestr tatilinde New York’ta altı haftalığına
ziyaret etmiş, birlikte New York’un gece hayatının
tadına varmışlardı.
Ertesi gün Letya evine gitti ve ortak konuttaki arkadaşlarına kavuştu. Letya’nın odası iki hafta önce boşalmıştı. Miyu, Letya’nın odasını İspanyalı bir kız
öğrencisine bir seneliğine kiraya vermişti. Letya odasına girdiğinde İspanyol kadının odaya sinen güzel
kokusunu hissetti.
Vincent, Letya’nın eşya dolu bavulunu bir köşeye
koydu ve mutfağa kahve yapmaya gitti. Letya sırt
çantasını da bavulun yanına bıraktı. Kendi kendine
"Bir sırt çantasıyla gittim ve bir bavul dolusu elbiseyle
geri geldim,” diyerek yüzünde bir tebessümle mutfağa gitti.
Vincent, Letya’ya, "Neden gülüyorsun!” diye sorunca, Letya, "Ben gerçekten bir çingeneyim!” dedi.
"Her yerde elbise ve eşya topluyorum,” deyince bu
sefer ikisi sesli güldüler.
İki hafta sonra Letya artık Berlin Özgür Üniversitesi’nde ekonomi-politik öğrencisiydi. Öğrencilerin
çoğu daha çok gençti ama Letya’nın yaşında da yeterince öğrenci vardı. Çoğu zengin ailelerden geliyor,
277
Alan Lezan – Letya
şık giyinmiş, büyük ve sportif arabaları vardı. Letya,
bu arada biriktirdiği birkaç kuruşuyla ehliyet kursuna
da yazıldı. Akşamları boş zaman bulursa Kürd forum
ve sitelerinde gezinirdi. Bir akşam Sevê Evin Çiçek’in
"Esir Alınmış Koçgirililer!” yazısını okuyunca dayanamadı ve saatlerce yatağa uzanarak ağladı.
Sevê Evin Çiçek’in yazısı, "İbil Pano Koçgiri’nin dedem Ap Temur’un anlatımları: Oğul, oğul siz yokluk
görmediniz. Biz açlıktan dolayı çarıklarımızı bile yedik” cümlesiyle başlıyor ve bu yaşlı insanın başından
geçenleri anlatıyordu.
Dede, 1. Dünya Savaşı bittikten sonra Memê, Sıko,
Alık yani iki amcasının ve babasının Kürd askeri yapılanması için asker olduğunu ve erkeklerin Kürdlerin haklarını elde etmek, korumak için bir araya toplandığını anlattığını yazıyordu. Köye gelenler olmuş
ve onları ikna ettikten sonra eli silah tutan Kürd erkekleri gitmişler. Kimse onları zorla götürmemiş.
Gönüllü ve bütün teçhizatlarını yanlarına alarak, silahı olan silahını, hançeri olan hançerini alıp, giyinip
gitmişler ve kendi bölgelerindeki Kürd askeri birimleri içinde helallaşarak yer almışlar. Dede "Bir daha da
kendilerini göremedik, geri gelmediler, bir haber alamadık” diyor.
278
Alan Lezan – Letya
Geride kalanlara gelince, kış günüymüş. Her taraf
karla kaplıymış. Askerler, köylerin, yerleşim birimlerinin etraflarını sarıyorlar. Köy sakinlerini evlerden
çıkarmaya başlıyorlar. Köylüler ne olduğunu anlayamıyor. Yaşlı dede şöyle anlatıyor: "Ne yapmak istiyorlardı? Ki daha önce komşu köylerdeki Ermenilere
ve Rumlara aynısı yapılmıştı. Çığlık atan çocuklar,
korku, panik, telaş, ağlama, birbirimize sarılıp ağıt
yakmalar... Köyümüze gelen yabancılar, askerler kendilerine karşı direnenleri evlerinin içinde, köy ortasında herkesin gözleri önünde öldürdüler. Ben, bir
kız kardeşim, diğer yakınlarımız, köylülerimiz, köylerimize gelen askerler tarafından iplerle birbirimize
bağlandığımızı, ne yapılacağını, nereye doğru götürüleceğimizi bilmiyorduk. Aynen Ermeni ve Rumlara
yaptıkları gibi yanımıza yiyecek almamıza dahi izin
vermediler. Üstümüzde bulunan elbiselerle yola çıkarıldık. Esir konvoyları olur ya aynen öyleydik. Memleketinde, toprağı üzerinde, evinde esir alınmış, dipçik darbeleri altında iplerle birbirlerine bağlanmış,
hakaret, zulüm altında yürütülüyorduk.
İttihatçıların yönettikleri, Kürdleri sürgün etme emri
verdikleri askerler, sadece kaçabilenleri, ulaşamadıkları, gidemedikleri köylerde yaşayanları sürgün yolculuğuna çıkaramadılar. Bizleri karda, buzda yürütürlerken, yolda diğer yerleşim birimlerinden toplayıp, bir279
Alan Lezan – Letya
birlerine bağladıkları insanlarımızı da, içinde bulunduğumuz esir konvoyuna katmaya devam ediyorlardı.
Yerleşim birimlerinden bazılarının isimlerini verecek
olursam; Gerni, Bozo, Çiçegali, Resulan, Qalqan,
Çıragedig, Mecid, Cibo, Qurıçay’a, Kemah’a diğer
nahiye, kaza ve Erzingan’a bağlı köyler. Biz Refahiye’ye bağlı olanlar idari olarak Erzurum vilayetine
bağlıydık.
Açtık. Tir tir titriyorduk. Biz erkek çocukları bellerimizdeki kayışları, deri kemerleri karla ıslattık. Ben ve
kız kardeşim deri kemerimi kemirerek yedik. O bitince çarıklarımızı yemeye başladık. Çarıksız kaldığımız
için ayaklarımız kar da yanıyorlardı. Ot yoktu ki yürürken ot toplayıp da yiyebilelim. Kar, fırtına, buz,
açlık, korku. Herkes yürüyebildi mi? Hayır. Dayaktan,
açlıktan dolayı yürüyemeyenler, güçsüz olanlar, bebekler, çocuklar, yaşlılar yolda bırakıldılar. Kendilerine Kürdleri sürgün etme, kırma emri verilen özel
görevliler, emre göre davranıp, onları kenara itekliyorlardı. Bu insanlarımız 2-3 metre karın olduğu o
soğukta dondular. Ya da daha donmadan kurtlar tarafından yenildiler. Bizi memleketimizden dipçik zoruyla yola çıkaranlar bu insanlarımızı doğrudan öldürmediler. Çünkü kurşun harcamak istemiyorlardı.
Birden can vermelerini istemiyorlardı. Karın, buzun
içinde acı çekerek dakika dakika ölüme yaklaşmalarını
istiyorlardı. Daha canlılarken kurtlara yem olmalarını
istiyorlardı. Kız kardeşimle birlikte karın içine düşen,
yuvarlanan, inleyen, ağıt yakan insanlarımıza bakıyor,
birbirimize sarılıyor ve ağlaya ağlaya yürüyorduk.
280
Alan Lezan – Letya
Bizler, Eleziz’e doğru yola çıkarılmıştık. Eleziz’e vardığımız da dövüle dövüle yola çıkarılan insanlarımızın yarıdan fazlası kırıldı, yani öldü. Mustafa Kemal
ve arkadaşları Kürd sürgün kararını uygulamaya koydukları, ilk andan itibaren, istedikleri şekilde sonuç
almaya başlamışlardı. Her gün kırılıyor ve nüfus olarak da azalıyorduk. Bizi Elaziz garına götürdüler.
Guruplara ayırarak trenlere bindirdiler. Ben orada kız
kardeşimi kaybettim. Bir daha da bulamadım. Treni
hiç durdurmadılar. Tren de ölenleri dışarıya doğru
fırlatıp atıyorlardı. Ne inancımıza göre cenaze merasimlerimiz yapıldı, ne de insanlarımız gömüldüler.
Gece, gündüz fark etmiyordu. Öldüğünü his ettiler
mi, alıp fırlatıyorlardı. Ne dirimize ne de ölümüze
saygıları vardı. Ki biz inancımıza göre güneş varken,
karanlık olmadan ölülerimizi yıkar ve gömeriz. Trenler Bursa ve Estanbol güzergâhına doğru sürülmüşlerdi. Bizi Estenbol’a getirip bir askeri kışlaya yerleştirdiler. Nereye biliyor musun? Bizleri Haliç gemi
tersanesinde çalıştırmaya başladılar. Esir alındık, sürüldük ve çalışma kampı koşullarında zorla devlet
için çalıştırıldık. Askeri kontrol altında hareket ediyorduk. Bundan dolayı da bizler Hasköy ve Halıcıoğlu’na yerleştik. Bu semtler de gecekondular yapıp,
yaşamaya başladık. Bir müddet geçti. Biz esir alınışı-
281
Alan Lezan – Letya
mızı ve orada esirler gibi çalışmaya mecbur edilişimizi
kesinlikle kabullenemedik. Hep kaçma, geriye gitme,
toprağımıza basma, yakınlarımızı görme özlemi çekiyorduk. Kim öldü, kim kaldı, kim nerede? Bilemiyorduk. Koçgiri’de kalabilenler ne durumdaydılar? İçin
içini kemiriyor. Etrafın askerle sarılıdır. Kendileri için
çalıştırmasalar, köle işçilere ihtiyaçları olmasa bizleri
de sağ bırakmazlardı. Kürd işçi taburlarıyla devletin
ihtiyaçlarını karşılıyorlardı. Çanakkaleli birisiyle Haliç’de tanıştık. Gizlice konuştuk ve durumumuzu
kendisine anlattık. Vatanımıza, Koçgiri’ye gitmek
istediğimizi belirttik. Adam durumumuzu anlayınca
dönüş için bize yardım edeceğini belirtti ve etti. Biz
dört kişi gizlice tersaneden kaçmaya, yola çıkmaya
karar verdik. Adam bize yardım ediyordu. Haliç’ten
itibaren saklana saklana Çanakkale’ye geçtik. Bir hafta
o adamın odunlarını kırdık. Bize 50 kuruş verdi. Ayrıca bizi götürüp bir deniz aracına bindirdi. Biz Kerasous’a kadar gittik. Orada indik. Oradan da yürüye
yürüye Koçgiri’ye kendi köyümüze vardık. Biz Haliç
tersanesinde esir işçiler olarak çalıştırılırken Koçgiri’de Kürd soykırımı yapılmıştı. Mustafa Kemal,
Koçgiri’ye askeri sefer düzenleme istemini arkadaşlarından oluşan bakanlar kurulunada onaylatmıştı. Bakanlar kurulunun kararıyla ordular düzenlenmiş ve
"Kürd’ü kırın” emri verilmişti. Kerasous’dan (Gire282
Alan Lezan – Letya
sun) Koçgiri’ye doğru ilerlerken, Kürd Alevi düşmanı, Osmanlı Paşa’sı Mustafa Kemal’in özel emriyle
bizzat görevlendirilen, Laz Topal Osman’a bağlı çeteler tarafından öldürülen Koçgirililerin cesetlerini
görmeye başladık. İrkiliyorduk, sarsılıyorduk, ağlıyorduk. Koçgiri bölgesinin sınırlarına girene kadar sevinçten ağlamıştık. Girdikten sonra ise acıdan ağlamaya başladık. Geçtiğimiz yerleşim birimlerinde, yol
kenarlarında, evlerin yakınlarında, köylerin dışında
öldürüldükleri yerlerde bırakılan, gömülmeyen, gömülemeyen insanlarımız ve telef edilen hayvanlarımızın iskeletlerine baka baka Koçgiri köyüne doğru
ilerledik. İnsanlar öldürüldükleri, öldükleri yerlerde
çürümüşlerdi. Hayvanlar da aynen öyle. Çok sayıda
köy boştu. Yakılan, yıkılan evlerin görüntüleri zulmün boyutunu gösteriyorlardı. Bizler öyle bir acı
çektik ki nasıl tarif edebilirim? Bilemiyorum. Askeri
kontrol alanından kaçıyorsun, uçarcasına vatanına
dönüyorsun ve cesetlere baka baka ilerliyorsun! Şimdi
televizyonlar da I. ve II. Dünya Savaşları’nın görüntülerini verdiklerinde ben hep o günleri hatırlıyorum.
Asker ölülerinin yerinde gözümde Koçgiri
Kürd’ünün cesetleri canlanır, film geçmeye başlar.
Hayvan ölüleri de farklı. Orduların kullandıkları atlarla, sivil köylülerin hayvanları bir değil. Ama çok kötü
hatırlatma yapıyor. Köye vardık ki evler bütün hey283
Alan Lezan – Letya
betleriyle yanmış, yıkılmış halde duruyorlar. Yiyecek
yok ve kıtlık var. İnsanlar yiyecek bir şey bulamıyorlar. Tohum, hayvan bir şey bırakılmamış ki! Osmanlı
askerinin girdiği yer çöle dönerdi.
Koçgiri de çölleştirilmişti. Çalmışlar, yemişler, hayvanlarına yedirmişler, el koyup kendileriyle götürmüşler. Sağ kalabilen insanlarımızsa açtılar. Biz kendi
yiyeceğimizi insanlarımızla paylaştık. İnsanlarımızdan
parası olanlar da alış veriş yapamıyorlardı. Çevre yerleşim birimlerinde yiyecek satılan yerler, Kürd olmayanlara aitti. Memleketimize yerleştirilen bu bakkal
sahipleri aynen askerin, devletin ağzıyla, tavrıyla bizlere yaklaşıyorlardı. Yiyecek almaya gidiyorduk.
Adamlar özel olarak tembihlenmiş olmalıydılar ki,
dükkânlarının kapılarını, camlarını kilitliyorlardı. İçeri
girmemize dahi izin vermiyorlardı. Bizlere hiçbir şey
satmıyorlardı. Angora’da askeri karargâh kuranların
buradaki dilleri, elleri bu nahiyelere, ilçelere, köylere
yerleştirilen kişiler, Kürd olmayanlardı. Resmen bizlere düşmanlık yapıyorlardı. Adam yiyecek satmıyor.
Bu tavır ne anlama geliyor? Ankara’daki askeri hükümet mensupları sizin ölmenizi istiyorlar. Bu istekten, emirden dolayı sizlere yiyecek satmıyoruz. ‘Açlıktan ölün, geberin!’ Ankara’daki hükümet sürdü, kırdı
bu yetmedi. Çevredeki Kürd olmayan insanlarla da
284
Alan Lezan – Letya
bizleri karşı karşıya getirmişlerdi. Dövüştürmek istiyordu. Onların eliyle de bizi aç bırakıyorlardı. Kıtlık,
açlık Koçgiri bölgesinde çok etkiliydi. Bir şey kalmamış ki sağ kalabilen insanlarımız eksinler. Ne tohum,
ne de hayvan. Hayvanları ya öldürmüşler, ya kesip
yemişler ya da toplayıp götürmüşler. Sahipsiz kalan
hayvan da dağ da, orman da Kurda kuşa yem olmuş.
Çeteler, müfrezeler yakmadıkları yiyecekleri de, ya
yemişler ya hayvanlarına yedirmişler, ya da götürmüşler. Evleri yaktıkları için evlerdeki her şey yanmış.
İnsanlarımız taşı, toprağı mı yiyeceklerdi? Öyle bir
duruma düşmüştük ki, köyünde kendisi için üreten
insanımız, bu kırımdan dolayı hizmetkâr, çoban olmuştu. İnsanlarımız Kürd Alevi olmayan insanların
yaşadıkları yerleşim birimlerine gidip, aile fertlerini
yaşatabilmek, sağ kalabilmek için çobanlık, hizmetkârlık yapıyorlardı. Yaban ekmeğe, karın tokluğuna çalışıyorlardı. Oğul sen Koçgiri’de Kürd Alevilerin
kulaklarının kesildiğini de bilmezsin! Köleleştirilenler,
esir alınanlar damgalanırlar öyle değil mi? Aha filmlerde, belgesellerde görüyorsun. Afrika’dan esir alınanlar, Amerika kıtasına kadar nasıl götürülüyorlar.
Çiftliklerde nasıl çalıştırılıyorlar. Bizler Estenbol’da
köle, esir Kürd işçiler olarak çalıştırılırken, Koçgiri’de
de Mustafa Kemal bizim insanlarımızı damgalatmayı
da başarmıştı. Hem de ömür boyu silinmeyen bir izle
285
Alan Lezan – Letya
damgayı vurdurmuştu! Damgalananın kimlikleri belliydi.
İnsanlarımızın birer kulaklarını kesmişlerdi. Niye mi?
Aç kalan insanlarımız diğer yerleşim birimlerinde de
hizmetkâr olarak çalışmaya başlıyorlar ya, çalışıyorlarken, gelip giderlerken kendilerini görenler Kürd
olduklarını anlasınlar! Görüldükleri yerde belli olsunlar. Zor, şiddet kullanarak insanlarımızın birer kulaklarını kesiyorlar. Yani "Bu vahşi bir Kürd’tür. Güvenme, yaklaşma, ilişki kurma, uzak dur, baskı uygula, açlıktan ölse de yiyecek verme, dost olma, sıcak
davranma, sürekli dışla, aşağıla, Türkçe konuşmayı
öğret, zorla, kendisine yabancılaştır, bunun için gerekli zemini hazırla. Mecbur et. Seçeneksiz bırak.
"Birer kulağını kestiği Koçgirili aile mensuplarını yine
rahat bırakmıyor. Koçgirili Kürd Alevi çocuk için de
şart koşuyorlar; "Sağ kalmak istiyorsa, Kürdçe konuşmayacak. Düzenli olarak camiye gelecek. Hoca’nın denetiminde Kur’an okumayı öğrenecek. İslam’ın şartlarına göre yaşayacak.
Yani esir dil, yön değiştirecek. Siyah derili, derisini
yüzecek, ya da öfeleye öfeleye beyazlatacak! Beyaz
derili olmak için ne gerekiyorsa kabul edip yapacak.
Siyah olduğu halde ben siyah değilim ki, ben senden
önce beyazdım diyecek. Kürd, Kürd olduğunu unu286
Alan Lezan – Letya
tacak. Çoban, hizmetkâr olduğu köydekilerin konuştuğu dili öğrenecek ve konuşacak. Muhammedileşecek. Arap çöllerindeki Muhammed’in getirdiği şartları
Koçgiri’de benimseyecek, Kürd’ün toprağına, Kürdlüğüne yabancı bir dinin inananı, uygulayanı olacak.
Osmanlı paşaları da isteklerine kavuşacaklar. Bu insanların yüzlerine haykırılan; ‘Açlıktan ölmek istemiyorsanız, aynen Amerika kıtasındaki çiftliklere götürülen çalışacaksınız. Bu da yetmez, devletin istediği
gibi döneceksiniz, dönme olacaksınız. Ziyaretlerinizi,
Xızırınızı, ibadetlerinizi kısa bir sürede terk edip, bizim gibi ibadet edeceksiniz!’ Oğul bu zulüm değil de
nedir? Başka bir ismi, izahatı var mı? İnsanlarımız sağ
kalabilmek için kendilerine dayatılanları kabul ettiler.
Çocuklarımız camilerde hocalar tarafından eğitildiler.
Zaman içinde dillerini de inançlarında unuttular ve
döndüler. Oğul, Osmanlı paşalarının şiddet kullanarak kendi yollarına, özlerine düşman ettikleri, dönderdikleri, osmanlının dönmeleri, her türlü şiddeti
kullanarak bizim insanlarımızı da dönderdiler. Sürerek, kırarak, döndererek bizleri hep azalttılar.
Ne oldu biliyor musun? Kerasous’dan (Giresun),
Karahisar-ı Şarki’den bir heyet Koçgiri’ye geldi. Ben
bizzat bu heyeti karşılayan Kürdler içinde yer aldım.
Bu insanlar Mustafa Kemal’in özel görevlendirmesi,
287
Alan Lezan – Letya
alay düzenlemesi ve emriyle Koçgiri’ye gelen, yakan,
yıkan, çalan, öldüren, tecavüz eden, kadın ve kızlarımızı kaçıran, bu çetelerle ortak bir yanları, dayanışmaları, ilişkileri olmadığını açıkladılar. Biz Topal
Osman ve denetimindeki güçlerin yaptıklarını onaylamıyoruz, benimsemiyoruz, kabul etmiyoruz, utanıyoruz. Kendisini desteklemedik. Topal Osman ve
denetimindeki çeteler de yöremizin insanları oldukları
için zorlanıyoruz. Biz ne Topal Osman’ın düşünce,
fikir, iş ortağıyız, ne de yapılanlardan dolayı sorumluyuz. Topal Osman bir merkeze bağlı olarak çalışıyor.
Bir yerden emir alıyor. Topal Osman, Mustafa Kemal’in denetiminde kendisinden istenilen memleketlerde çetecilik yapıyor. Yöneticilerinden biri olduğu
Teşkilad-ı Mahsusa’nın memleketimizdeki özel
adamlarından biridir. Mustafa Kemal’i temsilen, onun
adına sizlere zarar verdi, acı çektirdi, insanlarınızı
öldürdü. Bizler istediğimiz için değil. Gerçeği bilmenizi istiyoruz, her iki halk arasında barışı sağlamak
istiyoruz. Bunun için siz Kürdlerle görüşme kararı
aldık. Barışı sağlamak, dostluğu temin etmek için,
eğer kabul ederseniz kendi kız çocuklarımızı sizlere
vereceğiz.
Bazı ailelerimiz bu heyet mensuplarının önerilerini
kabul ettiler. Getirilen kız çocuklarını evlatları olarak
288
Alan Lezan – Letya
kabul ettiler, evlendirdiler. Ben bu gelinlerin isimlerini açıklamayacağım. Rahatsız olmalarını istemiyorum.
Geçmişlerinin bilinmesini istemiyorlar. Tohum ekemediğin yerde doyabilir misin? Mecburen, istemeye,
istemeye köyümüzden ayrıldık. Gönüllü sürgün yolculuğuna çıktık. Ben yeniden Estanbol’a döndüm.
Tersaneden nefret ediyordum. Orada sürekli asker
vardı. Asker denetiminde çalışılıyordu. Asker görmemek için oraya gitmedim. Akrabalarım orada çalıştırılıyorlardı ve Hasköy çevresindeki gecekondularda
yaşıyorlardı. Ben gecekondulara gider ve kendilerini
ziyaret ederdim. İnşaatlarında çalıştığım ve bizim
durumumuzu bilen bazı Estanbollu Ermeni, Rum
inşaatçılar geçmişimizi biliyorlardı ve sempatiyle yaklaşıyorlardı, yardım ediyorlardı. Taksim’de, Şişli’de
birlikte gezerken "Temir ileride buralar çok değer
kazanır. ‘Gel burada sana yer verelim,’ dediklerinde,
herkes kendi toprağına yakışır. Huzuru toprağında,
insanları arasında bulur. Buralar bize ait değil, bize
vatan olmaz. Ben buraları ne yapacağım? Köyüm
bana yeter, der ve ret ederdim. Bomantı semtin de
bira fabrikası vardı. Taksim, Şişli tümüyle boştu. Her
tarafı dut ağaçları, yeşillik süslerdi. Balkanlardan zorla
göçertilen ve buralara yerleştirilen Arnavutlar ise bu
semtler de pırasa ve soğan ekerlerdi. Ben gurbette
yaşayabilecek bir insan değilim. Hep köyümü özler289
Alan Lezan – Letya
dim. Estabnol’da bir süre çalışıp, para biriktirdim. Bir
çift öküz ve bir kaç keçi satın alabileceğime inandım.
Bir heybe de tohum satın aldım. Koçgiri ye doğru
yola çıktım. Gidip Qers’dan (Kars) dana satın aldım.
Getirdim ve epey uğraştıktan, eğittikten sonra çifte
koşabildim.
Evler yakılmış, yıkılmıştı. Geride kalanlar ise dağlarda, mağaralarda saklanıp, sağ kalabilmiş olan insanlarımız, komşularımız tarafından alınmıştı. Almaya
mecburdular. Açıkta kalamazlardı. Kendi evlerini
onarmak, yapmak zorundaydılar. Yarı yanmış, yıkılmış evlerin camlarını, kapılarını, merteklerini kullanmışlardı. Ben köye dönünce gidip ev ustalarını bulup,
götürdüm. Dumanlı ormanlarında ağaçları kesip, kütükleri köye taşıdık ve ev yaptık. Evlenememiştim de,
bekârdım. Ev yaptıktan sonra evlenebildim. İlk eşim
kendi köyümüzden, Koçgiri’dendi. İki oğlum, iki
kızım oldu. Bir oğlum ve bir kızım hastalıktan dolayı
öldüler. Bir süre sonra eşim de öldü. Bir yanda yiyecek yok, bir yan da hastalıklar ve doktor, ilaç yok. O
şartlarda güçlü olan can sağ kalabiliyordu. İkinci eşim
Çıragedig’dendi. Çocuğumuz olmadı. Kıtlığın güçsüz
bıraktığı bedeni yaşama savaşını kaybetti. O da öldü.
Üçüncü kez de o köyden evlendim. Son bayandan 5
çocuğum oldu. Oğullarımı evlendirdim. Nüfusumuz
290
Alan Lezan – Letya
arttı. Amcan Estanbol’a gitti, çalışmaya başladı ve
köye dönmedi. Saygı töreninde ayağa kalkmayanlarımıza ne yapıldı, biliyor musun? Haliç tersanesinde
asker zoru, denetimi altında çalışan insanlarımız, sürekli şiddetle yüz yüze kalıyorlardı. Mıstoy Kûr yani
Mustafa Kemal öldüğünde tersanede de saygı duruşu
yapıyorlar. Yakınımız olan Mıço ayağa kalkmıyor.
Saygı duruşunda bulunmuyor. Tören bittikten sonra
yüzbaşı kendisine yöneliyor ve ‘Ulan Mıço niye saygı
duruşunda bulunmadın?’ sorusunu soruyor. Mıço
son derece dobra, sözünü esirgemeyen biriydi ve
geçmişin acısı içine işlemiş olarak; ‘Biz onun sağlığında çok çektik. Kendisinden bir türlü kurtulamadık.
İşi gücü bizi esir etmek, sürmek, öldürmek, elimizde
olanı almaktı. Nihayet geberdi. Ölümüyle de mi bize
azap çektirecek? Ben onun sağını da, ölüsünü de sikeyim. Koçgiri’yi, Dêrsim’i, Kürd milletini kırdı,
mahvetti. Kökümüzü köçeğimizi kazıdı. İnsanlarımızı
kurtta, kuşa yedirdi.’
Mıço, daha konuşurken yüzbaşı emrindeki askerlere
de emir vererek hep birlikte Mıço’ya doğru saldırıya
geçiyorlar ve üzerine çullanıyorlar. Çok kötü şekilde
dövmeye başlıyorlar. Mıço’nun dövülmesini gören
diğer yakınımız da dayanamıyor, müdahale ediyor ve
onu kurtarmaya çalışıyor. "Vurmayın ulan. Öldürdü-
291
Alan Lezan – Letya
nüz. Niye vuruyorsunuz?” diyerek koşup kendilerini
engellemeye çalışıyor. Oğul, Mıço bu dayak sonucu
felç oldu. Kesinlikle hareket edemiyor. Bitkisel hayatta. Çocukları sürekli kendisinin bütün ihtiyaçlarını
karşılıyorlar. Öbür yakınımız da yediği dayak sonucu
kötürüm, sakat kaldı. Ok Meydanı’ndaki bütün Koçgirililer Mıço’nun yaşadıklarını biliyorlar.
Yaşadıklarını bilmeyen de kendisini gördügünde nedenini soruyor. Bu insanları felç, sakat edenlerden
hesap sorabildik mi? Hayır. Hangi devlet adamı, kurumu, kuruluşu bizi savunurdu? Hiç biri. Adalet nerede? Paşaların dudaklarının arasında!”
Letya, Köçgiri direnişini anlatan dedeyi buraya kadar
okuduktan sonra, yazının tümünü okumaktan vazgeçti, çünkü artık dayanamıyordu. Yazı uzanıp gidiyor ve onlarca sayfayı buluyordu. Letya yazıyı okuyunca, hem içinden ağlıyor, hem de düşmana karşı
büyük bir kin ve nefret duyuyordu. Ama şimdilik
yapılacak hiçbir şey yoktu. Yatağında geriye yaslandı
ve bir süre tüm bu olaylar üzerine düşündükten sonra, yatağından doğruldu ve Google’da "Kürd Katliamları” diye bir başlıkla girince, karşısına birkaç sayfa
çıktı ve Kürdler son 200 yıl içerisinde kendisine yapılan katliamlar yüzünden, yüz binlerce Kürd’ün yaşamını yitirdiğini öğrendi.
292
Alan Lezan – Letya
***
Saddam rejimi 1987′den itibaren Kürdlere karşı oldukça sistematik bir soykırım yapmıştı. Kürdlerin
bulunduğu alanlarda ilan edilen ‘yasak bölgeler’ genişletilmiş, Saddam’ın kuzeni olan Ali Hasan El Mecid
ya da „Kimyasal Ali“ veya „Ali Enfal“ adlı cani, bir
başbakan düzeyinde ‘özel yetkiler’le Kürd bölgesinden sorumlu kılınmıştı. Irak düzenli ordusunun 1. ve
5. Kolorduları, Emniyet Genel Müdürlüğü, Askeri
İstihbarat ve bunların yardımcılığını yapan ve ‘Cahş’
olarak bilinen dinci Kürd milisler, Kürd bölgesinde
görevlendirilmiş, 1. ve 5. Kolordularla kuşatma hamleleri gerçekleştirmişti. Bu gelişmelerle birlikte, dikkat
çekici bir şekilde 17 Ekim 1987′de ulusal nüfus sayımı da yapılmıştı.
Aslında bütün bu hazırlıklar Enfal Harekâtı’na yönelikti. Enfal Harekâtı, 8 harekât olarak planlanmış ve
çeşitli aşamalardan oluşan bir soykırım harekâtıydı.
Nüfus sayımından 4 ay sonra, 23 Şubat 1988′de planlanan Enfal Harekâtı’nın birincisi başlatılmıştı. İlk
saldırılar 23 Şubat gecesi Sergelî ve Bergelî’ye yapılmıştı.
Halepçe Katliamı da bu Birinci Enfal Harekâtı kapsamında gerçekleşmişti. 16 Mart günü Irak Hava
293
Alan Lezan – Letya
Kuvvetleri’ne bağlı uçaklar, rüzgâr yönüne doğru
kimyasal gazlar bırakmış ve burada bir iki saat içerisinde 5 bini aşan Kürd hayatını kaybetmişti. Kaçabilenler İran sınırına ve dağlara doğru gitmişler, ancak
yaşam şansları pek olmamış, çoğunluğu yolda yaşamını yitirmişti.
Birinci Enfal’den 25 Ağustos – 6 Eylül 1988 tarihleri
arasında Behdinan bölgesinde gerçekleştirilen, Sekizinci Enfal Harekatı’na kadar sistematik katliam politikası sürdürülmüştü. Bu tarihler arasında katledilen
insan sayısı 182 bin olarak biliniyordu. Milyonlarca
insan ise yaralandı, yerinden yurdundan oldu, kamplarda açlık ve bakımsızlıkla ölüme terk edildi, sakat
kaldı.
Ve bütün dünya bu zulmü sadece seyretti.
Enfal Harekatı sırasında uygulanan soykırım planı,
Nazilerin Yahudilere karşı uyguladığı soykırım uygulamalarıyla birçok benzerlik arz ediyordu. Raul Hilberg’in deşifre ettiği Nazi soykırımı projesinin ‘dağınık bir grubu imha etme’ yöntemi Saddam rejimi
tarafından kusursuzca uygulanmıştı. Nazi soykırım
planına göre, önce bir grup, yani kurbanlar tanımlanmış, ondan sonra dağınık oldukları için bir araya
getirilmiş, son olarak da ortadan kaldırma işlemi uygulanmıştı. Saddam rejimi de, yaptığı nüfus sayımıyla
294
Alan Lezan – Letya
önce kurbanlarını tanımlamış, yani ne kadar olduklarını, nerelerde yaşadıkları, eğilimlerinin ne olduğu vb.
saptamıştı. Bu bölgelerin tamamı zaten ‘yasak bölgeler’ ilan edilerek hedef haline getirilmişti. Sonra ise,
daha çok kırsal kesimde köylerde yaşayan Kürdlerin
toplanması işlemi hayata geçirilerek, çocuk, kadın,
yaşlı demeden on binlerce insan kamplara dolduruldu. Daha sonra ise sistematik bir şekilde bu insanlar
toplu mezarların bulunduğu yerlere götürüldü ve
infaz edilerek cesetlerinin üstü örtüldü. Kamplarda
tutulanların büyük çoğunluğu ise bakımsızlıktan ve
açlıktan yaşamını yitirdi.
Enfal kelimesi Arapça’da "Ganimet“ anlamına geliyor ve aynı zamanda Kuran-ı Kerim’in 8′inci süresinin adıdır. Saddam’ın Kürdlere karşı başlattığı Enfal
Harekâtının 8 aşamadan oluşması bu açıdan dikkat
çekiyordu. Enfal Suresi, Bedir Savaşı sonrasında elde
edilen ganimetin paylaşımı ve savaşa ilişkin hatırlatmalar üzerine vahiy edilmiştir. İlginç olan ise, ülkesini
İslami kurallara göre yöneten Saddam’ın, yine Müslüman olan Kürdleri, Kur’an’daki bir surenin ismini
verdiği bir harekâtla soykırıma tabi tutmasıdır. Bu
politika, günümüzde de Kürd düşmanı İslam ülkeleri
tarafından halen uygulanıyor.
295
Alan Lezan – Letya
Letya, irili ufaklı birçok soykırıma dipnotlar düşen
tarihi kaynakların, Kürdlere yönelik sistemli ve kapsamlı soykırımları görmezden gelmelerini, ebette ki
esef verici buluyordu. Ama Kürdlerin neden Arap,
Fars ve Türk Müslümanlarının tüm bu barbarlıklarına
rağmen, halen Müslüman kalışlarını bir türlü kavrayamıyordu. Kürdlerin Müslümanlardan çektiği bu
acıların nedeni neydi? Ya da Kürdlerin tüm bu eziyet
ve acılara rağmen, Müslüman olmalarındaki çıkarları
neydi? Ki bu Müslüman ülkeler Allah adına hareket
ediyorlardı. Bu muydu Allah’ın Kürdlere biçtiği kader? Neden? Niçin? Zira Kürdlerin son 200 yıldır
yaşadıkları, denilebilir ki, tarihte hiçbir halkın yaşadıklarıyla kıyaslanamazdı.
Kürd halkının bu süreçte yaşadıklarının soykırım
tanımına tamamıyla uyduğunu, akıl ve vicdan sahibi
hiçbir insan inkâr edemezdi.
Letya anladı ki, resmi tarihi kaynakların görmezden
geldiği ve kaydetmediği 'Kürdlere yönelik soykırımlar', kendi başına bilimsel bir çalışma gerektiriyordu.
Bir gerçek vardı ki, şu an birey olarak yapılacak hiçbir
şey yoktu ve çaresizlik çok kötü bir duyguydu.
296
Alan Lezan – Letya
27
G
ünler bir nehrin suyu gibi yavaş, yavaş akıp
gidiyordu. Letya’da sanki bu nehirde yavaş,
yavaş su ile birlikte yüzüyordu. İnternette okuduğu
bu ve buna benzer yazıları, Holocaust kurbanları
üzerine okuduğu kitaplardan da biliyordu, ama Kürdler üzerine okuduğunda pimi çekilmeye hazır bir
bombaya dönüşüyordu. Sonra 'Sakin ol!' diyordu
kendi kendisine ve duygularını aklıyla bastırıyordu.
Letya’nın artık üniversite eğitimi bitmiş, elinde çalışmak için 'pekiyi' dereceli diploması vardı. İstese bir iş
bulur, sevdiği Vincent ile bir aile kurabilirdi. Çoluk
çocuğa katılıp iyi, huzurlu ve mutlu bir yaşam sürdürebilirdi, ama nedense bir his kendisini hep frenliyordu. İçinden bir ses: 'Ezilen Kürdler için çalışmak, Kürdleri kurtarmak sana mı düştü? İyi bir yaşam için gerekli her
şeyin var. Artık geçmişini mezara göm ve yeni bir başlangıç
yap!' diyordu ama artık sorumluluktan mıydı, yoksa
yabancı bir ülkede yaşamanın ve hep 'yabancı' olmaktan çektiği eziklikten mi, yoksa Avrupa’da olan yabancı düşmanlığı ve ırkçılıktan mıydı bilinmez, ama
297
Alan Lezan – Letya
Letya’yı Kürdistan’a derinden bağlayan laf ile anlatılmaz bir duygu vardı.
Neydi bu?
Onu kesin olarak bilmiyordu. Bir insanın ana yurdu
evinin içi gibiydi ve başkaydı. Yaşam için gerekli her
şeye sahip bir insanın, başkaları için canını, malını ve
mülkünü feda etmesi nasıl açıklanabilirdi? Kürdler
denilince hangi Kürd kastediliyordu? Ki Kürdlerde
de birbirini çekemeyen, birbirinin kanını içip doymayan haddinden fazla vardı.
Kürdistan bağımsız olsa ve ondan sonrada 'güllük
gülistanlık' olsa bile Letya’nın bunda kişisel hiçbir
çıkarı yoktu. Bu dünya çıkarlar dünyası değil miydi?
Herkes ilkin kendini düşünmüyor muydu?
Letya, hayatı kimsenin sevmediği kadar sever ve gayretle ona kendi damgasını vurmaya çalışıyordu. Orta
karar başarılar ve geleneksel düşünüş, ona göre dehşet vericiydi. Onun ihtiyacı, iyi bir yaşam ve yeni düşüncelerin keşfedilebileceği özgür bir ortamdı.
Avrupa’da bol bol eşya tüketmek, para, mal mülk
veya dünyanın zenginliklerini biriktirmek onun için
değildi. Bu nedenle doğası gereği iyimser, canlı, atılgan, zeki ve rollerinden çok emindi. Cesaretini kanıt298
Alan Lezan – Letya
layabileceği her fırsatı değerlendirmiş ve kendine yararlı olacağını düşündüğü insanlarla ilişki kurmuştu.
Yüzeysel ilişkilerden uzak durmuş ve olağanüstü ölçüde çevresine uyum gösterebiliyordu.
Yeni ülkeleri, kültürleri keşfetmek onun için çok cazipti. Aynı yerde saymak ve içindeki adalet duygusu,
sıradan bir yaşam sürdürmesini engelliyordu. Kendine olan güveni, diğer insanlar üzerinde tıpkı bir kıvılcım etkisi yapıyordu. Tereddütlü arkadaşlıkları kayıtsızlıktan kurtarmayı biliyordu. Neredeyse her konuda erken olgunlaşmış biriydi artık.
İnternet ve kütüphaneyi çok iyi kullanıyordu. Yeni
deneyimler elde etmek ve yaptıklarıyla sansasyon
yaratmak için yanar tutuşurdu. Çok gelişmiş ve güçlü
bir sorumluluk duygusuna sahipti. Değişime çok fazla inanıyordu. Zaten doğası gereği adalete inanan,
ileri görüşlü, namuslu, liberal ve hoşgörülüydü. Ama
bazen değişim arzusu onu, ilginç gibi görünen, her
iddiayı araştırmaya itiyordu. Başarısızlık korkusu ya
da girişimlerinin karaya oturması, Letya’ya yabancı
olduğu için sorunları genelde küçümsüyordu. Dolayısıyla küçük değil büyük düşünüyordu. Detaylarla uğraşmakta sabırsız olduğundan, bu görevi başkalarına
bırakıyordu. Letya’nın zorluklardan kurtulma repertuvarı oldukça genişti ve sıkıntıya düştüğünde zekâsı
299
Alan Lezan – Letya
en yüksek düzeyde çalışan ender insanlardan biri
olup çıkıyordu.
Letya‘nın diğer insanlardan ayıran bir diğer yeteneği
de, insanları kendi ayakları üzerinde durdurmayı ve
toplantılar organize etmeyi iyi başarıyordu. Kulüp ve
firmaları kurup yönetebilirdi. Zorluklarla severek
başa çıkan insanlardan farklı olarak, kendini büyük
gruplara entegre edebilen biriydi. Ne var ki Letya,
yalnızlıktan çok korkuyor ve bir şeyle meşgul olmadığında derin düşüncelere dalabiliyordu. Onun için
en iyi şey, kendini bir idealle beraber tanımlamaktı.
Adalet için savaşacak ve tüm enerjisini başka insanlar
için sarf edecek bir yapıdaydı. Bu onun doğasıydı.
Hâlihazırda Kürdlerin büyük bir kesimi, halen sömürgeci partileri seçiyor ve Kürdistan’ın bir ülke ve
Kürdlerin bir ulus olduğundan bihaberlerdi. Letya
için Kürd halkının gözünü açmak, onların bilinçlenmesini sağlamak için, bol bol forumlarda ve sitelerde
yazı yazmak, artık fedakârlık değil, sanki bir görevdi.
"Ve hırsızlar evimizde olduğu ve evimizi işgal ettiği
sürece ben ömrümün sonuna kadar üzerime düşen
bu görevi yerine getirmekte kusur etmeyeceğim,”
diyordu. "Temennim o ki, onurlu, dürüst ve kalbi
temiz genç kuşak Kürdler bu işi oynayarak, severek,
zevkle yapsın ve torunlarımıza haydutlardan arındı300
Alan Lezan – Letya
rılmış güzel bir ülke hediye etsinler. Biz çok acı ve
işkence çektik, yaşamın en doğal haklarından mahrum bırakıldık, anadilimizi bile, yasaklı olduğu için
öğrenemedik, sürgünde yaşamak zorunda kaldık, ama
torunlarımız bütün bunları yaşamak yerine bilim,
teknoloji, sanat ve kültürle uğraşsın,” diye, durmadan
forumlarda yazıyor, insanları coşturuyordu.
Sömestr tatillerinde Vincent ile birlikte, birçok defa
Güney Kürdistan’a gitmiş, orada gençler ile konuşmuş, Güney hakkında bilgi toplamıştı. Berlin Özgür
Üniversitesi’nin Kurdoloji Enstitüsi‘nde Kürdler ile
ilgili, bütün seminerlere katılmış, politik olarak kendini oldukça geliştirmişti.
Letya, dünya konjonktürün, son yüzyılın en önemli
değişikliğinin yaşandığı bir dönemden geçtiğini biliyordu. 2. Dünya Savaşı‘ndan sonra, belirlenmiş olan
uluslararası siyasal dengeler tümüyle değişmişti ve
halen de değişmekteydi. Dünyada artık, komünizmin
hayaleti değil, milliyetçiliğin hayaleti dolaşmaktaydı.
SSCB, yerini onlarca bağımsız devlete bırakmıştı.
Yugoslavya federasyonu ayrışmıştı. Bu ulusların, daha
önce de belli ulusal hakları, kurumları ve yasal statüleri vardı. Bugün artık, bütün ulusal sorunların çözümü, evrensel anlamda bağımsızlık düzlemine
oturmuş bulunmaktaydı.
301
Alan Lezan – Letya
Doğu Blok’un çözülmesi ve SSCB’nin dağılması bu
dönemin en belirgin olgularıydı. Toplumsal dinamikler ve belirleyici ideoloji ve politikalardan da çok
önemli alt-üst oluşlar oluyordu.
Dünyanın siyasal haritaları ve dengeler hızla değişiyordu, ama Orta Doğu’nun en eski ve yerleşik halklarından olan Kürd ulusunun, uluslararası sömürge
statüsü halen devam ediyordu.
En önemlisi, kimi Kürd politikacıları ve aydınlarının
kafasındaki statükoların da henüz yıkılmamış olmasıydı. Bunların çoğu Kürd ulusunun özgürlüğüne ve
Kürdistan’ın bağımsızlığına "imkânsız bir ülkü” olarak bakıyorlardı. Ne yazık ki alt sınırı "Kürd kimliğinin tanınması”, üst sınırı "federasyon” veya "otonomi” ile belirlenen politik bir daralma içindeydiler.
Letya için ise, Kürd ulusunun kendi kaderini tayın
hakkı, vazgeçilmez, devredilmez, ertelenemez kutsal
bir haktı. Kürd ulusu, diğer dünyadaki her ulus gibi,
bu en doğal hakkını mutlaka kullanacaktı. Letya’ya
göre Kürd ulusunun bu hakkını kullanabilir olmasının, olmazsa olmaz en asgari iki koşulu vardı. O da
özgürlük ve beş parçanın birleşmesiyle tam bağımsızlıktı. Çünkü özgür olmayan bir ulus, kendi kaderini
kendisi tayin edemez. Bir ulusun kendi kaderine sa302
Alan Lezan – Letya
hip çıkabilmesinin asgari koşulu, o ulusun tümüyle
özgür olmasıydı.
Kürdistan bir ülke, Kürdler bir ulustu. Ve bu ülke
Türkler, Araplar ve Farslar tarafından işgal edilmiş,
Kürdistan uluslararası sömürgeleştirilmişti. Bu gerçeğe rağmen, Kürdistan sorunu, sömürgeciler tarafından kendi "iç sorunu” olarak görülüyordu ve her
parçanın sömürgeci devletlerin "sınırları” içinde, sömürgecilerin keyfine göre sözde "çözümden” bahsediliyordu. Bu çözüm de parçala, böl-yönet ve asimilasyondu. Asimilasyon bilindiği gibi beyaz soykırımdı.
Diğer yandan Letya için dil ve kültür için elbette mücadele gerekliydi, hatta zorunluydu, ama kendi başına
yeterli değildi. “Yalnızca bağımsız ve özgür bir ulus,
dil ve kültürünü her türlü kaygı ve etkiden uzak, yaratıcı bir tarzda geliştirme şansına sahiptir,” diye düşünüyordu. Bölünmüş ve işgal altında olan bir ulusun,
dil ve kültürünü de özgürce geliştirmesinden söz edilemezdi.
Kürd halkı dilenci bir halk değildi.
Kürdistan zenginlik kaynaklarıyla, petrol ve suyuyla
çok zengin bir ülkeydi. Bu zenginlik sömürgecilerin
iştahını öyle kabartmıştı ki, bunlar geri çekilmemek
303
Alan Lezan – Letya
için, Kürdlere elinden gelen her baskıyı kalleşçe ve
vahşice yapıyorlardı. Kürdler için hak aramak, kendi
dilini konuşmak, kültürünü yaşamak yasaktı. Oysa
Kürd ulusu, başkasına ait olan bir şeyi değil, kendi
hakkı olan, anasının ak sütü gibi helal özgürlüğünü ve
bağımsızlığını istiyordu.
Kürd ulusal sorununu, Kızılay veya Kızılhaç örgütleri
değil, özgürlük, bağımsızlık ve demokrasi temelinde
duran politik örgütler çözebilirlerdi, ancak. İşte Kürd
hak ve özgürlüklerinin "insani boyutu” da buydu. Ne
var ki Kürdler darmadağınıktı. Letya’ya göre Kürd
ulusunun ihtiyaç duyduğu en önemli şey, uluslararası
politikada bütün parçalardaki mücadele örgütlerinin
temsil edildikleri, Kürd ulusunu bütünüyle temsil
yeteneğine sahip ortak bir örgüt yapısını gerçekleştirmek ve kayda değer bir güç olmaktı.
Her parçadaki ulusal kurtuluş öğütleri artık, sömürgeci devletlerle değil, kendi ulusal güçleri ile uzlaşma
aramak, birbirinin desteğini sağlamak zorundaydılar.
Kürdistan’ın bugünkü statüsünün en önemli nedenlerinden biri onun bölünmüşlüğüydü. O halde ulusal
kurtuluşun en büyük anahtarı da bütün Kürdlerin
ittifaka gitmesi, Ulusal Demokratik Birliğin sağlanması, beş parçayı kapsayan bir Ulusal Konferans’ın
304
Alan Lezan – Letya
toplanması ve Ulusal Kongre'yi gerçekleştirmeleridir.
Kürd halkı zaten ayaktaydı, ama ne var ki bu halka
doğru önderlik edecek bir güç yoktu.
Letya, Newroz 2010 yılınına iki hafta kala Ophelia ve
Miyu ile mutfakta görüştü. "Ben sizden ayrılmak zorundayım,“ dedi.
Ophelia şaşkın şaşkın "Hayır ola taşınıyor musun?“
diye sorunca; Letya, "Evet!“ dedi. "Hem de 21
Mart’ta.“
Miyu gülerek ve bağırarak; "Bu sefer hangi ülkeye
gidiyorsun? Söyle biz de seninle gelelim!“
Letya; "Gelseniz sevinirim ama gelmezsiniz!“
Ophelia; "Hadi söyle canım! Meraktan çatlattın bizi.“
Letya; "Ben temeli Kürdistan’a dönüyorum!“
Miyu; "Gerçekten mi? Hadi! Hadi! Sen şaka yapıyorsun!“
Letya; "Hayır ben şaka falan yapmıyorum. İşte biletim. 21 Mart’ta uçacağım“ deyince Ophelia ve Miyu
şaşırıp kaldılar.
Ophelia; "Ya Vincent ne olacak?“
305
Alan Lezan – Letya
Letya; "Hiçbir şey. Onun yaşamı ona ait!”
Miyu; "Hımm!” dedi ve kalktı Letya’ya sarıldı ve sağ
eliyle sırtını okşayarak:
“Seni çok özleyeceğim. Bizi ziyarete gelecek misin?”
Letya: "Ben uzaya gitmiyorum ya!” deyince üç kadın
sesli güldüler.
İki hafta içerisinde Letya işe yaramaz bütün eşyalarını
çöpe attı. Bir kısmını Miyu ve Ophelia’ya hediye etti
ve gerisini bir bavula ve sırt çantasına doldurarak 21
Mart sabahı Kürdistan’a gitmek için yola çıktı…
306
Alan Lezan – Letya
Kapaktaki resim: Leyla Qasım (1952-1974)
Bu kitabı hazırlamada yararlandığım kaynaklar:
Dr. İsmail Beşikçi: Bütün Peyama Azadi Yazıları
(http://www.peyamaazadi.com)
Yıldız İmrek: Kürd Kadını, Sorunlar ve Gerçekler
(http://www.emep.org)
Rıza Betkarê: „Levine'den Cudi'ye karlı yol“ Gerilla
Anıları (http://www.rojaciwan.com)
Kenan Fani Doğan: „Kardeşlik Palavrası“
(http://tr.netlog.com/Solaxi/blog)
Gülcan Bahtiyar: Lozan Antlaşması
(http://www.rojamedya.org)
Sevê Evin Çiçek: „1. Dünya Savaşı sonra Kocgiri“
(http://avrupa-kocgirililer-birligi.com)
Recep Maraşlı: „Ulusal kurtuluş problematiği ancak
özgürlük ve bağımsızlıkla çözülür!“
Ferhat Tunç: „Dersim vahşeti tarihteki yerini nihayet almıştır“ (http://www.taraf.com.tr/)
Hasan Bildirici: “Mecburuz ...”
(http://www.kurdistan-post.com)
Fırat Aras: “Satranç” (http://www.kurdistanpost.com)
Enerji Kaynakları Üzerine Bilgiler:
http://www.thezeitgeistmovement.com
Wikipedia: http://de.wikipedia.org
307
Alan Lezan – Letya
308

Benzer belgeler

25.04.2016

25.04.2016 geri dönmesi imkânsızdır. Tek yolu 2013’te verilen sözlerin yerine getirilmesi ve silahlı unsurların sınır dışına çekilmesidir. Bu anlamda unsurların dışarı çıkmasıyla birlikte operasyonların da an...

Detaylı

1 Sevê Evin Çiçek

1 Sevê Evin Çiçek gizlenen Kürdlere karşı bu bombardımanlar hiç de başarılı olmadılar. Askeri otorite Dersim bölge ayaklanmasını izole etmek için çaba harcıyor ve ayaklanmanın bütün Kürdistan’a yayılmasından korkuyo...

Detaylı