insan Nesli Tükeniyor

Transkript

insan Nesli Tükeniyor
NHI İstanbul Doğal Sağlık Enstitüsü
insan Nesli
Tükeniyor
Dünya nüfusunun büyük çoğunluğu
farkında değil ancak
insan nesli (Homo Sapiens) tükeniyor.
Dünyanın henüz farkında olmadığı bu
fenomenin en belirgin işaretleri şunlardır:
1. Kısırlık büyük bir hızla yaygınlaşıyor ve
bu total kısırlaşmanın sebebi bilinmiyor.
2. Daha önce genellikle batı ülkelerinde
görülen normal dışı cinsel ilişkiler
(eşcinsellik gibi) artık doğu ülkelerinde de
olağan hale geliyor.
Bu iki sebepten dolayı doğal üreme ortadan
kalkıyor ve hiçbir safhası doğal olmayan bir “insan
üretme yöntemine ihtiyaç duyuluyor. Medyanın
konuya yaklaşımı bu fenomenin ciddiyetinin ve
gerçek sebeplerinin üstünü örtmeye yönelik bir
çaba şeklindedir. Medya, dünya nüfusunun
kısırlaşmasının doğal bir süreç olduğunu empoze
etmekte, bunu normal bir gelişme gibi göstermekte,
herkesin tüp bebek yapmaya mecbur olacağı fikrini
zihinlere yerleştirmektedir.
Ancak sentetik ortamda yumurta ve sperm
yetiştirerek, sentetik ortamda dölleyerek, cenini
sentetik ortamda büyüterek ve sonuç olarak doğal
olmayan bir yol kullanarak dünyaya getirilen varlık
normal insandan farklıdır; çünkü sentetik ortamdan
sadece sentetik mahsul alınabilir.
Genetik ilmiyle yani peygamber ilmiyle
vücuttaki kimyasal birikimi ve niteliğini tesbit etmek
mümkündür. Kısırlık teşhisi konanlara bu ilimle
bakıldığında beyin ve üreme organları dokularında
yoğun olarak aspartam, ftalat ve dioksin (östrojeni
taklit eden maddeler) birikintileri görülmektedir.
Aynı maddeler kısırlığa paralel olarak tiroid
ve böbreküstü bezi hormonlarında dengesizliği,
psikolojik ve ruhsal problemleri de hızla
yaygınlaştırmaktadır.
Bu problemlerden şikayet eden 300’den
fazla gönüllüden gıda endüstrisi ürünleri, temizlik
maddeleri, vücut bakım ürünleri ve parfüm
kullanımını araştırmak üzere bir anket doldurmaları
Araştırma Dosyası: Sayı 1 - Eylül 2011
istendi. Aynı gönüllülere genetik ilmiyle bakıldığında
bu ürünleri kullananların beyin ve üreme
organlarının dokularında yoğun olarak aspartam,
ftalat ve dioksin birikintileri bulunduğu tespit
edilmiştir.
Daha önce, bu birikintiler vücut bakım
ürünleri ve özellikle deterjan kullanan yetişkin
kadınlarda ve katkılı yiyecek - içecek tüketen,
parfüm kullanan gençlerde görülmekteydi. Son 3-4
yıldır aynı durum vücut bakım ürünleri ve parfüm
kullanan erkeklerde de görülmektedir.
Son bir yıldır ise aspartam, ftalat ve dioksin
birikintileri ile birlikte titanyum dioksit birikintileri
de görülmeye başlanmıştır. Hatta titanyum dioksit
ön plana çıkmış ve 3 yaş üzeri çocukların bile beyin
ve üreme organlarını işgal etmiştir. Bize göre
titanyum dioksit birikintilerinin görünür hale
gelmesi G3 teknolojisiyle bağlantılıdır. Daha önce
titanyum
dioksit
vücutta
yaygın
olarak
birikmekteyken, G3 teknolojisi onu üreme
organlarına ve özellikle beyne çekmiştir.
Bu maddelerin birikintileri birbiriyle nasıl bir
ilişkiye girecek ve üremeyi, genetiği, insan ruhunu,
psikolojiyi ve bedenini nasıl etkileyecek henüz belli
değil. Belli olduğu zaman iş işten geçmiş olacaktır.
Tecrübemize
göre
bugün
kısırlık
sebeplerinden en önemlileri sentetik kokular ve
yukarıda söz edilen katkı maddeleridir. Uzun
yıllardan beri insanlarla paylaştığımız bu tecrübe
son yıllardaki bilimsel araştırma sonuçlarıyla da
kanıtlanmıştır.
Kokular
Kokuların insan, ruhu, kimyası ve duyguları
üzerindeki etkileri anlaşıldıkça tıbbi, ritüel ve dini
amaçlarla kullanılmış; 1867’de, Fransa’da bağımsız
bir “kozmetik” sektörünün oluşmasından sonra
kokular bu amaçlar dışında da kullanılmaya
başlamıştır. Fransa koku üretiminin merkezi olmuş,
1868’de, ilk “sentetik” kokular üretilmiştir. Kozmetik
sektörü dünya üzerinde hızla yaygınlaştıkça
kokuların kullanım alanı da genişlemiş, sentetik
kokuların üretimi doğal koku üretiminin yerini
almıştır.
Son yıllarda yapılan araştırmalarla sentetik
kokuların fiziksel ve ruhsal sağlığa verdiği zararlar
tespit edilmeye başlanmıştır. Avrupa ve Amerika’da
kokuların kontrolsüz kullanımına karşı birçok sivil
çalışma yürütülmektedir. Çevreciler şu anda,
kokuların zararlarına pasif olarak maruz kalmayı
engellemek için, sigara içilmeyen alanlar gibi,
parfümsüz alan oluşturma (fragrance free rooms)
çalışmaları yürütüyor; okullarda, iş yerlerinde ve
1
NHI İstanbul Doğal Sağlık Enstitüsü
kapalı alanlarda parfüm ve kokulu ürün kullanımının
yasaklanmasını talep ediyorlar.
Kokulardaki zararların anlaşılmasıyla birlikte
“organik” veya “doğal” kozmetik ürünler piyasaya
sürülmektedir. Bu ürünler araştırıldığında, içinde
yalnızca %1 oranında doğal yollarla elde edilmiş
çiçek özü olsa bile “organik ürün” adı verildiği ortaya
çıkmıştır.
Kokular iki gruptur: Kimyasal maddeler ve
feromonlar.
Kimyasal Maddeler
Canlıların vücudunda doğal olarak üretilen
kimyasal maddelerden aromatik bileşikler, tüm
canlıların biyokimyasında anahtar rollere sahiptir ve
canlının sosyal davranış özelliklerini belirler.
Proteinleri oluşturan 20 aminoasitten üçü,
fenilalanin, triptofan ve tirozin, aromatiktir; DNA ve
RNA'daki nükleotitler (adenin, timin, sitozin, guanin,
urasil) aromatik maddelerdir.
Canlıların vücudunda doğal olarak üretilen
aromatik bileşikleri taklit eden ve her yıl yaklaşık 35
milyon ton üretilen kimyasal aromatik bileşikler,
petrol rafinasyonu veya kömür katranının damıtımı
ile elde edilir. Son yıllarda aromatik bileşiklerin,
özellikle aminoasitlerin üretiminde nanoteknoloji,
gen teknolojisi ve rekombinant-DNA yöntemleri de
kullanılmaktadır.
Parfüm, deterjan, böcek öldürücü, boya,
yapıştırıcı, uçak ve araba yakıtı, plastik ve naylon
imalatında kullanılan petrol ve kömür ürünü bu
bileşikler aynı zamanda vücut kimyasını altüst eden
önemli psikotropik maddelerdir. Bunların büyük
kısmı mutajen, toksik ve kanserojendir. Kimyasal
aromatik bileşikler entoksikasyonunda yersiz coşku
hali (öfori), halusinasyonlar, baş dönmesi,
depresyon, baş ağrısı, vertigo, kalpte ritim
bozukluğu, hipertansiyon, ödemler, epilepsi benzeri
kasılmalar, hareketlerde yavaşlama, donukluk, kulak
çınlaması, görme bozukluğu, deri ve mukozalarda
morluklar gibi belirtilere rastlanır. Kan hücrelerini
öldürme etkisi olduğundan kansere de sebep olur.
Parfümlerin içeriğinde, yaklaşık %95’ini oluşturan
onlarca kimyasalla birlikte ayrıca aromatik bileşikler,
ftalatlar ve sentetik misk vardır.
Feromonlar
Feromonlar mikroorganizma, mantar, bitki,
böcek, hayvan ve insana kadar, bir canlının diğer bir
canlıya karşı korku, hâkimiyet, cinsellik ve herhangi
bir sosyal davranış tepkisi olarak salgıladığı
maddelerdir.
Araştırma Dosyası: Sayı 1 - Eylül 2011
Feromonlar iki gruptur:
Birincisi vücudun ısınması ile birlikte havaya
küçük partiküller halinde karışan yağ özelliğindeki
kimyasal kokulu maddelerdir. Bunlar davranış
değişikliğine yol açan sinyal feromonlarıdır.
İkincisi ise öpüşmek ve deri teması ile
transfer olan ve üreme hormonlarının üretimini
artıran protein yapısındaki kokusuz feromonlardır.
Feromonlar, koltuk altı, kasıklar, meme başı
çevresi, burun delikleri arasındaki deri, üst dudak ve
derideki kıl keseciklerinden salgılanır; salya, burun,
idrar, dışkı ve vajinal sıvılarda da bulunurlar.
Feromonlar sosyal davranışlar, üreme
hormonlarının salınımı, gebelik, annelik, ergenlik
veya yaşlanma gibi fizyolojik süreçleri kontrol eder.
Eşler arasındaki ruhî uyumu sağlar, birçok
hormonun üretimini tetikleyerek, metabolizma ve
gelişmeyi aktive eder ve yönlendirir. Feromonlar en
aktif olarak, herhangi bir duygu doruğa çıktığında,
ölüm anında ve ölümden bir müddet sonra salınır.
Günümüze kadar yapılan çalışmalar
sonucunda pek çok feromon türü belirlenmiş ve
sentetik olarak taklit edilmiş; nanoteknoloji,
biyoteknoloji ve rekombinant-DNA yöntemiyle
üretilmiştir.
Kokuların insan üzerindeki etkilerinin
anlaşılmasından bu yana doğal yollarla elde edilen
ve “esansiyel yağ” olarak adlandırılan kokulu yağlar
korku, endişe, stres, depresyon gibi ruhsal sıkıntıları,
başağrısı, adet huzursuzluğu ve cinsel isteksizliği
çözmede, doğumda ve cilt problemleri gibi çok
çeşitli rahatsızlıkların tedavisinde kullanılmaya
devam etmektedir. Kokuların tedavi amacıyla
kullanılması ve ciddi problemlere çözümler
getirebilmesi, kokuların insan beyninde ve
bedeninde ne kadar etkili olduğunu göstermektedir.
Bu kadar güçlü etkiye sahip doğal kokular ve
bugünkü kullanımıyla sentetik kokular tam tersi
etkiler için de kullanılabilir. Yani, bir koku insanın
hormonal ve ruhsal dengesini bozma, cinsel
isteksizlik ve kısırlık, depresyon, panik atak gibi ruh
problemleri, belli hastalıklara sürükleme ya da
insanları toplu halde yönlendirmede etkin rol
üstlenebilir.
Bugün kokular sadece tedavide ve vücut
bakım ürünlerinde değil, deterjanlarda ve
yumuşatıcılarda,
hasta
bakım
ürünlerinde,
oyuncaklarda, ev ve kıyafet aksesuarlarında,
nanokumaşlarda,
Kur’an,
tesbih,
seccade
üretiminde, camilerde, hastanelerde, okullarda, alışveriş markezlerinde, araçlarda, kısacası her yerde
kullanılır.
Yiyecek ve içeceklerde her çeşit koku ve tadı
verebilen, “doğala özdeş” tereyağı, süt ve peynir
2
NHI İstanbul Doğal Sağlık Enstitüsü
aromaları, işlenmiş et aromaları, çeşitli bal
aromaları, kahve aromaları, tütün aromaları, mantar
aromaları, portakal, çilek, armut gibi meyve ve
sebze aromaları, nane, tarçın, zencefil, damla sakızı,
defne yaprağı, gibi baharat aromaları Rekombinant
DNA yöntemiyle üretilmektedir. Bu aromalar bütün
gıda endüstrisi ürünlerinde, parfümlerde, sigara ve
nargile tütünlerinde kullanılmaktadır.
Kokular deri yolu ile bütün vücut tarafından
tamamen emilir ve kolayca hücrelere ulaşır.
Kokuların solunum yolu ile girişi burnun iç kısmında
bulunan ve "vomeronazal organ" olarak adlandırılan
bir alıcı sayesinde gerçekleşir. "Vomeronazal organ",
kokuları beyindeki limbik sisteme ulaştırır. Limbik
sistem kalp atışları, kan basıncı, nefes alıp verme,
hafıza, stres düzeyi ve hormon dengesini (özellike
üreme hormonları) kontrol eden ve beynin hayati
bölümlerini içine alan bir sistemdir. Bununla birlikte
kokular, duygusal hafıza, psikolojik ve fizyolojik
hormonlar, üreme, büyüme ve tiroid hormonlarının
üretimini uyarır.
Koku duyusu hiçbir yardımcı iletim
mekanizmasına ihtiyaç duymadan ve beyin
tarafından kontrol edilmeden doğrudan görevli
sisteme ulaşan tek duyudur. Diğer duyular ise
uyarıları öncelikle beynin dağıtım merkezine iletilir,
kontrolden geçer ve daha sonra beyinin o duyudan
sorumlu olan bölgelerine ulaştırılır.
Doğal kokuların insan duygu durumunu
pozitif yönde etkilediği konusunda birçok araştırma
mevcuttur. Rahatlatan, hafızayı güçlendiren, ağrı
dindiren, mutluluk verenler… Ancak sentetik kokular
unutkanlık, başağrısı, baş dönmesi, zihin
bulanıklığı,
hafıza
kaybı
gibi
nörolojik
rahatsızlıkları; kaygı, depresyon, panik atak, dikkat
dağınıklığı ve duygu bozukluğu gibi ruhsal
rahatsızlıkları tetikleyen nörotoksik kimyasallar
içerir.
Aynı zamanda astım, sinüzit gibi alerjilere;
böbrek, kalp, karaciğer, akciğer ve bağışıklık
sistemi hasarlarına; yumurta ve spermlerde DNA
bozulmalarına, kısırlık, doğum hasarları ve
düşüklere, prostat ve göğüs kanserine; diyabet,
hipertiroid veya hipotiroide; anormal cinsel
gelişim, cinsel hormonlarda denge bozukluğu ve
buna bağlı olarak eşcinselliğe sebep olmaktadır.
Birçok insan hala kokuların yüzyıllar önce
çiçeklerden veya misk geyiğinin salgı bezinden elde
edildiğini,
doğal
hatta
masum
olduğunu
düşünmektedir. Halbuki bugün parfüm üretiminde
sentetik cinsel hormonlar (protein yapısındaki
feromonlar) kullanılmakta, % 95 oranında ham
petrolden üretilmektedir. İçindeki kimyasalların
çoğu mutajen, toksik ve kanserojen psikotropik
maddelerdir. Aynı zamanda bu kokular doğal
Araştırma Dosyası: Sayı 1 - Eylül 2011
kokulardan 200-2000 kat daha kuvvetlidir. Doğal
kokular kısa sürede etkisini kaybederken bugünkü
kokuların yoğunluğu zamanla azalmaz, etkilerini
aylarca, hatta yıllarca sürdürür ve sadece 260
derece sıcaklıkta yok olabilir.
Greenpeace’in
2005’te
yaptığı
bir
araştırmaya göre “Ftalat esterler ve sentetik misk”
parfümlerin
içinde
tesbit
edilen
zehirli
kimyasallardan sadece ikisidir. Kullanımı yaygın 25
kokulu ürün üzerine araştırma yapılmış, her bir
ürünün çevreye en az 17 çeşit zehirli kimyasal
yaydığı bulunmuştur. İncelenen ürünler içerisinde
parfümler (alkolsüz esanslar da dahil), oda spreyleri,
araç kokuları, deterjanlar, yumuşatıcılar, losyonlar,
vücut bakım ürünleri ve şampuanlar bulunmaktaydı.
Kokuların içinde bulunan kimyasallardan bazıları,
örneğin sentetik östrojen ve androjenler (sentetik
misk) kısırlığa, göğüs ve prostat kanserine, bazıları
(ftalatlar gibi) sperm kalitesinin bozulmasına ve
kısırlığa sebep olmaktadır.
Cilde sürülen parfüm ve losyon gibi kokulu
ürünler deri tarafından otuz dakika içinde tamamen
emilerek doku ve organlara ulaşır, anne sütüne
karışır. Bu sebepten bugün birçok bebek annesini
emmemektedir. Bu kimyasallar kokulu ürün
kullanan herkesin idrarında tesbit edilmektedir.
Daha endişe verici olan ise dünyaya yeni gelen her
10 bebekten 7’sinin idrarında aynı kimyasallara
rastlanmaktadır. Kokular anne karnındaki bebeğin
cinsel gelişimini olumsuz etkiler; kız çocuklarında
vajina darlığına, erkek çocuklarda ise penis ve
erbezlerinin gelişememesine, erkek çocuklarda
kadınsı davranışların görülmesine sebep olmaktadır.
Kıyafet veya kumaş üzerine sıkılan
parfümlerde veya kullanılan kokulu deterjanlarda
durum daha tehlikelidir çünkü koku içinde bulunan
kimyasalları kumaştan çıkarmak defalarca da
yıkansa mümkün değildir.
Parfümlerdeki östrojen benzeri bileşikler
erkeklerde, deterjan ve vücut bakım ürünlerindeki
testesteron benzeri bileşikler de kadınlarda
hipotalamusta feromon etkisi yaptığı için bu
ürünlere karşı güçlü bir bağımlılık oluşmakta ve
karşı cins çekiminin azalmasına (cinsel soğukluğa)
sebep olmaktadır.
Doğal kokular hormon dengesi, ruhsal
denge, protein ve enerji üretimini bağışıklık
sisteminin izin verdiği ölçüde etkiler. Sentetik
kokuların 200 kat daha güçlü etkisi ise bağışıklık
sistemini baskılayarak, protein ve enerji üretimini,
ruhsal ve zihinsel faaliyetleri; davranış şekillendirme
süreçlerini düşman askerler gibi işgal eder.
Günümüzde kokuların nörolojik etkilerinden
faydalanmak, dolayısıyla toplumsal davranışları
yönlendirmek için özel kokular üretilmektedir.
3
NHI İstanbul Doğal Sağlık Enstitüsü
Bunların en masum ve bilinenleri iş ortamında
performansı yükseltmek, alışveriş merkezlerinde
satışları artırmak, stresli ortamlarda insanları
rahatlatmak veya cinsel isteği yönlendirmek amacı
ile kullanılan kokulardır.
Kokular üzerine çalışma yapanlar daha da
ileri giderek davranış ve zihninsel faaliyetlere
müdahale etmeye, insanı baştan “yaratmayı”
planlamaya başladılar.
Alman yazar Patrick Süskind'in Das Parfum
adlı romanında, parfümlerin içeriği, üretimi, insan
üzerindeki fiziksel, zihinsel ve ruhsal etkileri ince
detaylarla anlatıldı. Bu romanın “Perfume” adıyla
yapılan filmi Türkiye'de “Koku” adıyla gösterime
girdi.
Filmin seri katil kahramanı beden kokusu
olmayan, kimsenin ilgilenmediği ve sevmediği,
yanından geçerken köpeklerin bile fark etmediği bir
varlıktır. Ancak koku alma duyusu son derece
gelişmiştir. Filmin son sahneleri gerçekten
manidardır. Katil idam edilmeden önce son arzusu
olarak elindeki şişenin kapağını açmak istediğini
söyler. Şişede öldürdüğü kadınların vücudundan
elde ettiği bir parfüm (feromon karışımı)
bulunmaktadır.
Şişenin
kapağı
açıldığında,
meydanda bulunan ve biraz önce katilin
öldürülmesini sabırsızlıkla bekleyen kalabalık, katili,
büyülenmişçesine bir melek veya Tanrı gibi görmeye
başlar. “Deccal’ın alnında kafir yazılı olacak,
okumayı bilen ve bilmeyen bunu okuyacaktır. Buna
rağmen herkes ona ‘Rabbim’ diyecektir.”
(Muhammed (A.S)
Şişedeki kokunun insanlar üzerindeki
etkisini gören katil: “Bu parfüm ile bütün dünyada
insanları ve hükümetleri ele geçirebilir, Mesih
olduğumu ilan edebilir ve onların hepsini
cehenneme gönderebilirim” diye düşünür (Deccal
iddiası), ancak bunun zamanının hala gelmediğini de
bilir. Dünyanın koku üretim merkezi Strassburg’a
gider, ürettiği parfümü üzerine dökerek bedenini
insanlara yedirir ve bu şekilde sürekli çoğalarak
yaşamaya devam eder. “Yiyip içtiklerinize dikkat
edin çocuklarınız yiyip içtiklerinizden hasıl olur.”
Muhammed (A.S.)
Bu filmi anlamak için Muhammed (A.S.)’ın
kokular hakkında söylediklerini hatırlayalım:
Muhammed (A.S.) tenimizin kokusunun
ruhumuzun kokusu olduğunu; ölüm anında ve
ölümden sonra bir süre bu kokunun arttığını
bildirmiştir. (Koku yok ise, ruh da yok)
“İnsan ölürken, ruh her kıl dibinden ayrılır.”
(Kıl kökleri lazerli epilasyonla tahribata uğradıktan
sonra feromon üretimine ne olacak ve ruh bedenden
nasıl ayrılacak?)
Araştırma Dosyası: Sayı 1 - Eylül 2011
“Cinsel ilişkiden sonra guslediniz, su her kıl
dibine ulaşsın, çünkü şehvet maddesi her kıl
dibinden çıkar.” (Rekombinant DNA ürünü cinsel
feromonlar parfüm, şampuan, sıvı sabun vs. ile
vücuda sürülürse, abdest ve gusle ne olacaktır?)
“Bazı kokular melekleri çeker, habis ruhları
uzaklaştırır; bazı kokular habis ruhları çeker,
melekleri uzaklaştırır.” (Camiler, türbeler, okullar ve
evlerimizde habis ruhları çeken kokular bulunsa,
meleklerimize ne olacak? Yıllarca geçmeyen yapay
kokulu deterjan ve yumuşatıcılarla yıkanan çarşaflar
arasında yatanın, namazda kokulu seccade, kokulu
eşarp, kokulu tesbih kullananın durumu nedir?
Kokulu sabunlarla yıkanan, kefenlerine yapay kafur
veya misk sürülen ölülerimizin durumu nedir?)
Kokuların etkisini görmek açısından bu genç
kadının hikayesi çok çarpıcıdır:
25 yaşlarında 3 çocuk annesi zengin ve güzel
bir kadında halsizlik ve depresyon vardı ve dişleri
kuma dönüşerek dökülüyordu. Problemin kaynağını
araştırırken deterjan kokularına aşırı bağımlı olduğu
görüldü. “Evdeki yardımcılarımın kullanacağı
deterjanları ben seçiyorum. Markete gidiyorum,
kapaklarını açarak kokluyorum, hoşuma gidenleri
satın alıyorum.” diyen genç kadına en çok hangi
deterjanı sevdiği sorulduğunda “En çok Mr. Muscle’ı
seviyorum. Onu kucaklıyorum ve beni kimse
görmesin diye bir kenara çekiliyorum, kimsenin
yanıma gelmesini istemiyorum. Onu içmek
istiyorum ama biliyorum ki içersem ölürüm, onun
için burnumun yanlarına, çeneme ve dilimin ucuna
sürüyorum.” “Peki eşini seviyor musun” sorusuna
karşılık “Evet, uzak dursa seviyorum, yaklaşınca
itiyorum” diye cevap verir.
Kadının bağlandığı ve bağımlısı olduğu şey
aslında deterjan değil, kokusundaki psikotropik
maddeler
ve
özellikle
cinsel
hormonlar,
androjenlerdir. Bu hikayenin farklı versiyonlarını pek
çok kadından duymak mümkündür.. Ailelerde
huzursuzluk sebebi olan deterjan ve parfüme
bağmlılık dolayısıyla cinsel isteksizlik problemi
yalnızca fiziksel bir problem değil, aynı zamanda
ahlaki, ruhsal ve toplumsal bir problemdir.
Bugün
dünyada
kokular
vasıtasıyla
yapılanların ne boyutta olduğunu öğrendiğimiz
zaman iş işten çoktan geçmiş olacaktır.
Titanyumdioksit (TiO2)
Titanyumdioksit, dünyada en yaygın
kullanılan mineraldir ve nanoteknolojinin 3 ana
maddesinden biridir. Doğal bir mineral olan
titanyumdioksit nanoteknoloji yöntemiyle atom
yapısı değiştirilerek çok aktif bir nanoparçacık
formuna getirilmiş (yeniden inşa edilmiş)tir. Işığın
4
NHI İstanbul Doğal Sağlık Enstitüsü
(foton) titanyumdioksit nanoparçacıklar üzerine
düşmesiyle, organik madde, kimyasal reaksiyon
sonucu parçalanmaya başlar. Bu yapay süreç,
bitkilerde
gerçekleşen
fotosenteze
benzer.
Fotosentez, bitkilerin güneş ışığının etkisiyle
karbondioksit ve sudan, organik madde yani besin
üretmesidir. Ancak, titanyumdioksit, fotosentezden
farklı olarak tam tersini yapar, yani organik
maddeleri parçalayarak karbondioksit ve suya
ayrıştırır. Bunun anlamı şudur: Titanyumdioksit
nanoparçacıklar, herhangi bir organik madde ya da
canlı hücreye temas ettiğinde, organik madde veya
canlı dokunun parçalanmasına neden olan kimyasal
reaksiyonu başlatabilecek korkunç bir yetenektedir.
Şu anda titanyumdioksit gıda maddelerinde;
şekerleme, reçel, sakız, pudra şekeri, toz şeker, küp
şeker, tuz, karbonat, sütlü içecekler, süt, süt tozu,
peynir, peynir altı suyu, margarin, un, hamur, tavuk,
et, balık, deniz ürünleri, soya ürünleri, her türlü tıbbi
ilaç, vücut bakım ürünleri, her türlü kozmetik, krem,
diş macunu, diş beyazlatıcı maddeler, sabun,
deterjan ve temizlik ürünlerinde beyazlatıcı,
bozulmayı önleyici veya nem tutucu olarak kullanılır.
Özellikle kirli havayı temizleme, baraj, nehir
ve göllerden içme suyu elde etme amacıyla hava ve
suya
titanyumdioksit
nanoparçacıklar
serpilmektedir. Kendi kendini temizleyen cam,
kaplama malzemeleri, duvar boyaları, eşarp, kumaş
ve giysiler titanyumdioksit nanoparçaçıklar ile
üretilmektedir.
Ağız, deri ve nefes yoluyla vücuda giren
nanoparçacıkların organizmayı hiç bir şekilde terk
etmediği, dokularda çöküntü olarak biriktiği,
akciğerlere büyük hasar verdiği tespit edilmiştir.
Ayrıca nanoparçacıklar bulunduğu ortamda canlı
hücrenin yapısına nüfuz edebilme ve bunun
sonucunda da bütün hücrelerde, özellikle beyin
hücrelerinde hasar oluşturma ve genleri mutasyona
uğratma yeteneğine sahiptir.
Kozmetikler ve güneş kremlerinde büyük
oranda kullanılan ve cilt tarafından emilen titanium
dioksid ve çinko oksid nanoparçacıklar ışığa karşı
duyarlıdır, serbest radikaller üretir ve güneş ışığına
maruz kaldığında deri hücrelerinde DNA hasarına
yolaçar; ciltte bir yara varsa deri yoluyla kan
dolaşımına karışır. Bir kez kan dolaşımına giren
nanoparçacıklar bütün bedende dolaşabilir, beyin,
kalp, karaciğer, böbrek, dalak, kemik iliği ve sinir
sistemi de dahil olmak üzere organlara ve dokulara
nüfuz edebilir.
Nanoparçacıklar hücre içine girebilir,
mitokondri ve hücre çekirdeği tarafından içeri
alınabilir, mitokondride büyük yapısal hasara,
dolayısıyla enerji ve protein üretiminin bozulmasına,
Araştırma Dosyası: Sayı 1 - Eylül 2011
DNA mutasyonu ve hücrenin ölümüne sebep
olabilir.
Nanoparçacıkların en büyük yayılma alanı
bulduğu organ karaciğer olarak görülmekte, onu
dalak izlemektedir. Karaciğer hastalıklarında zararsız
yabancı maddelerin birikiminin bile karaciğer
fonksiyonlarını zayıflattığı ve karaciğere zarar verdiği
bilinmektedir.
Farelere verilen karbon nanotüplerin
böbrek hücrelerinin ölümüne ve yeni hücre
oluşumuna engel olduğu görülmüştür. Halbuki
bugün bütün su arıtma sistemlerinde karbon
nanotüpler kullanılmakta, su ile birlikte insan
vücuduna nüfuz etmektedir.
Gıda
endüstrisinde
kullanılan
renklendiricilerin yan etkileri hakkında birçok
araştırma yapılmıştır. Araştırmalarda bu katkı
maddelerinin genotoksik etkilere, hormonal
bozukluklara, davranış bozukluklarına ve nörolojik
rahatsızlıklara yol açtığı kanıtlanmıştır. Ti02, dünya
genelinde toplam renklendirici madde üretiminin
tek başına %70'ini oluşturmakta; ayrıca çeşitli
sebeplerle
bütün
renklendiricilerde
de
kullanılmakta; dolayısıyla gerçekte bu oran daha da
yükselmektedir. Bugün her bir insanın yalnızca içme
suyu ve gıdalardan günde ortalama 300 gr titanyum
dioksit tükettiği düşünülmektedir.
Nanomateryaller endüstriyel atıklar ve ev
atıkları yoluyla çevreye karıştıkları zaman toprak ve
su mikroflorasını bozar. Bu da besin zincirinde
değişimlere sebep olur.
Araştırma
sonuçlarına
göre
TiO2
nanoparçacıkları spermlerde hareketlilik ve
yoğunluğun azalmasına, ömrün kısalmasına, ileri
düzeyde anormalliklere ve testesteron seviyesinin
düşmesine
sebep
olmuştur.
Histopatolojik
bulgularda Ti02'in sperm kılıfında epitelium
kalınlaşması ve erbezlerindeki kan damarlarında
varikosele yolaçan tıkanmaya sebep olduğu
gözlemlenmiştir. Bunun yanısıra dokuları tuttuğu
için kilo almaya engel olduğu tespit edilmiştir.
Bütün bu araştırma sonuçlarına rağmen
insan organizmasına giren nanoparçacıkların
kimyasal ve ruhsal olarak sebep olabileceği
değişimlerin büyüklüğü ve vehameti yine de tahmin
edilemiyor.
En çok kullanılan nanomateriyal özelliğine
sahip olan Ti02 son zamanlarda ziraatte de
kullanılmaya başlanmıştır. Yukarıda anlatılan
ürünlerden uzak durarak titanyum dioksidin
zararlarından korunmak mümkün olabilir ancak
titanyum dioksidin zirratte kullanılması korunmayı
imkansız hale getirir.
Amerika ve Avrupa’da polis köpeklerine özel
tim askerleri gibi eğitim verilir. Bu köpeklerin
5
NHI İstanbul Doğal Sağlık Enstitüsü
dişlerine titanyum kaplama yapılır; bu kaplama ile
bilgisayara bağlanır ve bilgisayar aracılığı ile uzaktan
yönlendirilir.
Bu köpekler, beyinleri bilgisayar
tarafından kontrol altında olduğu için terminatör
gibi korku bilmeden hareket eder ve operasyonlarda
özel timden daha başarılı olurlar. Burada dikkat
çekici olan, neden metal kaplama değil de titanyum
kaplama kullanıldığıdır. Çünkü nanoteknoloji ürünü
bilgisayarların ana maddelerinden biri titanyumdur.
Bu bilgi “titanyum implant yaptıranlar da bilgisayar
aracılığı ile yönlendirilebilir mi?” sorusunu akla
getiriyor. Çünkü dokuları dolduran ve bir nano-nöro
alıcı hale getiren her titanyum birikintisi veya
titanyum parçası nano bilgisayarlar (4. Nesil
bilgisayarlar) için otomatik bağlanma yeri olabilir.
(Zihin Kontrolü bölümüne bakınız.)
Aspartam, E-951
Aspartam, en yaygın kullanılan sentetik tatlandırıcıdır. DNA manipulasyonu, klonlama ve mikrobiyal fermentasyon yöntemleri ile elde edilir. Çikolata, sakız, ketçap, soslar, gazozlar, şekerlemeler,
ilaçlar, diyet yiyecek ve içecekler ve benzerlerinde
kullanılır. Gıda sektöründe değişik isimler altında da
kullanılır, ancak en çok Aspartam, Fenilalanin ya da
Surel diye adlandırılır ve etiketlerde bu şekilde yer
alır. Çoğu zaman sakarin veya siklamat ile de karıştırılarak kullanılır. Bu karışımlara Alfasfit, Aspamiks,
Aspasvit, Svitli, Aspartin, Evrosvit vs. adı verilir. Aspartam içeren tatlandırıcılar etikette sadece “tatlandırıcı” olarak da bildirilebilir. Aspartamın % 60’nı fenilalanin oluşturur.
Fenilalanin tüm biyokimyasal süreçlerde ve
protein üretiminde yer alan en önemli aminoasitlerden biridir. ‹nsan bedeni her gün protein ile alınan
fenilalanine ihtiyaç duyar. Sentetik fenilalanin yapı
olarak doğalına göre çok daha aktif olduğundan doğal fenilalanin yerine geçer, onun bütün
fonksiyonlarını üstlenir. Böylece sentetik fenilalanin
kullanan kişi ruhsal ve fiziksel olarak ona bağımlı hale gelir.
Ruhsal bağımlılık: Fenilalanin, vücutta tirozin aminoasidine dönüşür, tirozinden ise ruh halini
ve ağrı hislerini yöneten dofamin ve noradrenalin
üretilir. Bu da sentetik fenilananin kullanan kişide
ruhsal bağımlılığa neden olur. Ayrıca fenilalaninden
cinsel dürtüleri yöneten feniletilamin meydana gelir
ve aşık olma duygusunu tetikler. Fenilalaninden üretilen hormonlar fikir üretimi sürecinde etkin rol oynadığından hafıza, öğrenme ve düşünme kapasitesi
de doğrudan etkilenir. Bu yüzden aspartam bağımlısı insanlar çikolata yemeden veya aspartamlı bir içecek içmeden zihinsel çalışma yapamazlar.
Araştırma Dosyası: Sayı 1 - Eylül 2011
Fiziksel bağımlılık: Aspartamda bulunan
sentetik fenilalanin etkin olarak metabolizmaya dahil olur ve pankreas, karaciğer, tiroid bezi ve böbreküstü bezinin hormon üretimine katılır. En önemli
tiroid hormonlarından olan tirozin ile pankreas hormonu olan insülin fenilalanın vasıtasıyla üretilir ve
metabolizma atıklarının böbrek ve karaciğer yoluyla
atılması feilalanın vasıtasıyla sağlanır. Kısacası fenilalanin vücudun en önemli fonksiyonlarının tümünü
kontrol eder ve böylece sentetik fenilalanin kullanan
kişi ona tamamen bağımlı hale gelir. Vücutta sentetik fenilalaninin dönüşüm döngüsü bozulduğunda (ki
bağışıklık sistemi tamamen çökene kadar sürekli
olarak bozulacaktır) ise vücudun tüm dokularında
özellikle beyin ve üreme organlarının dokularında
bu maddenin kendisi ve toksik atıkları birikir. Birikim
yerlerindeki dokuların hücreleri ve sentetik fenilalaninin iştirak ettiği tüm süreçler tahrip olur. O zaman,
kronik sentetik fenilalanin zehirlenmesi belirtileri ortaya çıkar: kronik yorgunluk, döküntü, bayılma, kas
ağrıları, göz kapaklarında, dudaklarda, ellerde ve
ayaklarda şişme, eklem ağrıları, bulantı, çarpıntı,
anksiyete, şişmanlık, baş ağrısı, baş dönmesi, huzursuzluk, depresyon, tiroid ve nörolojik rahatsızlıklar,
hafıza kaybı, spazm, epileptik nöbetler, beyinsel
özürler, üreme organlarında sorunlar, duyma yetisinin zayıflaması veya kaybı, ağır karaciğer ve böbrek
patolojileri. Aspartamın beyin tümörü, skleroz, epilepsi, parkinson, alzheimer, zihinsel gerilik ve diabete neden olduğu saptanmıştır. Sentetik fenilalanin sperm ve yumurtaları zehirler ve mutasyona uğratır. Aspartam hamilelikte doğrudan ceninin gelişimini etkiler; kullanılan miktarın çok az olması veya
uzun zaman önce kullanılmış olmasının önemi yoktur.
Aspartam bir çok ülkede yasaklanmıştır. Aspartamı yasaklayan veya kullanımına sınır koyan ülkelerde, kısırlık, doğum kusurları, gelişme çağındaki
çocuklarda zihinsel ve ruhsal problemlerin oranı hızla azalmakta, Türkiye’de ise aynı hızla artmaktadır.
Gıdalarda, hayvan yemlerinde veya tedavi
amacıyla dünyada her yıl 2 milyon tondan fazla
üretilen sentetik aminoasitlerde en büyük oranı fenilalanin ve glutamik asit oluşturur.
Bisphenol-A
Bisphenol-A, dioksin grubuna ait en çok
kullanılan maddedir. Hazır gıda, pet şişe, deterjan,
kozmetik ve vücut bakım ürünlerinde koruyucu
olarak kullanılır. Bisfenol-A hazır gıdalara doğrudan
katıldığı gibi yağ, su, içecek, şeker, şampuan, krem
gibi her tür ürüne ambalajdan da dolaylı olarak
geçmektedir. Dişmacunu, yiyecek ve içeceklerden
ağız yoluyla, parfüm ve deterjanlardan solunum
6
NHI İstanbul Doğal Sağlık Enstitüsü
yoluyla, krem ve kozmetiklerden cilt yoluyla vücuda
girerek kana geçer. Haşerat ilaçları, hijyenik pedler,
rujlar ve plastiklerde de kullanılan bu maddelerin
kimyasal yapısı kadınlık hormonu östrojeni taklit
eder. Kadın ve erkek vücudunda biriken Bisfenol-A,
vücutta östrojen seviyesinin yükselmesiyle ortaya
çıkan problemlere sebep olur. Vücudunda BisfenolA biriken hamile bir kadında östrojen seviyesi yüksek algılandığı için doğum sırasında rahim ağzı açılmaz, sonuçta sezaryen kaçınılmaz olur. Aynı zamanda kadın vücudunda östrojen seviyesinin yüksek algılanmasıyla androjen seviyesi de yükselir. Erkeklerde ise tam ters bir etkiyle androjen seviyesinin düşmesine sebep olur. Bu durum erkeklerde kadınlaşmaya, kadınlarda ise erkekleşmeye; her iki cinste de
endometriozise sebep olurBunun dışında, dawn
sendromuna, kadınlarda göğüs kanseri, düşükler ve
erkek cinsel organ anomalilerine ve kısırlığa sebep
olur.
Ftalatlar
Ftalik asit esterleridir ve genellikle
plastiklerin esnekliklerini artırmak ve losyon,
şampuan, sıvı sabun, sıvı deterjan gibi ürünlerde
kıvam kazandırmak ve kıvamı korumak için kullanılır.
Parfüm ve şampuanlardan yer döşemelerine, tıbbi
borulardan plastik kaplara, diş fırçalarından
oyuncaklara, kozmetiklerden ilaçlara, çok sayıda
üründe kullanılan ftalatlar, bu ürünlerden kolaylıkla
çevreye dağılabilirler.
En
önemlisi
bebek
oyuncaklarında,
emziklerde, biberonlarda, hazır bezlerde, pek çok
türünün kullanılmasıdır. Bebeklerde ileriki yaşlarda
kanser ve kısırlık riski taşıdığı ispatlanmıştır.
Hamile kadınlarda belirgin hasar riski
taşıyan bu maddeler, ceninin testosteron
üretmesini engeller; erkek çocuklarda sperm
azlığına, azosperme ve cinsel organlarında yapısal
anomalilere neden olabilir. Üretranın penisin arka
tarafına açılması veya testislerin yerine inmemiş
olması gibi doğuştan gelen yapısal bozukluklardaki
büyük artışın sebebi ftalatlardır. Ayrıca özellikle
spermlerin genetiğini değiştirmekte, hareketliliğini
ve sayısını azaltmakta ve kısırlığa neden
olmaktadırlar. Bu özelliği nedeni ile prezervatiflerde
kullanılmaktadır. Ancak hem erkek hem kadın için
çok risklidir.
Kanserojendirler, özellikle kadınlarda meme
kanseri ve polikistik over, erkeklerde prostat ve
testis kanseri vakalarını artıran maddelerdir.
Araştırma Dosyası: Sayı 1 - Eylül 2011
Sonuç
Sonradan kazanılan kısırlıktan kolay ve kısa
zamanda kurtulmak bugüne kadar mümkündü.
Vücutta biriken aspartam, ftalatlar ve dioksinler
açlık, kupa terapisi, sülük uygulaması ve bazı şifalı
bitkiler ile kısa zamanda dışarı atılabilirdi. Ancak
titanyum dioksid birikintileri bu problemin
çözümünü zorlaştırmaktadır. Bize göre, G4
teknolojisinin hayata geçmesiyle birlikte titanyum
dioksidin vücuttan atılması imkansız hale gelecektir.
İleri Okumalar İçin
1.
Duty SM, Singh NP, Silva MJ, Barr DB, Brock
JW, Ryan L, et al. 2003.
The Relationship between Environmental Exposures to
Phthalates and
DNA Damage in Human Sperm Using the Neutral
Comet Assay. Environ
Health Perspect 111(9): 1164-9.
2.
Swan SH, Main KM, Liu F, Stewart SL, Kruse
RL, Calafat AM, et al. 2005.
Decrease in anogenital distance among male infants
with prenatal phthalate
exposure. Environ Health Perspect 113(8):1056-61.
3.
Prins GS. 2008. Endocrine disruptors and
prostate cancer risk. Endocr
Relat Cancer. 15(3):649-56.
4.
Breast Cancer Fund. 2008. State of the
evidence: the connection between
breast cancer and the Environment. Available:
http://www.breastcancerfund.org
5.
Main KH, et al. Human breast milk
contamination with phthalates and
alterations of endogenous reproductive hormones in
infants three months
of age. Environ Health Perspect 2006;114(2):270-6.
6. Toxic Impact of Titanium Dioxide (TiO ) In Male
2
Albino Rats with Special Reference to its Effect on
*
Reproductive System -Nabela, I., EL- Sharkawy ,
Salah, M. Hamza and Ehsan, H., Abou-Zeid
7. Genotoxicity of titanium dioxide (TiO2)
nanoparticles at two trophic levels:
Plant and human lymphocytes- Manosij Ghosh,
Maumita Bandyopadhyay, Anita Mukherjee
8. Titanium Dioxide Nanoparticles Induce DNA
Damage and Genetic Instability In vivo in Mice Benedicte Trouiller,1 Ramune Reliene, Aya
Westbrook, Parrisa Solaimani, and Robert H. Schiestl1
9. Toxicity Assessment of Titanium (IV) Oxide
Nanoparticles Using
Daphnia magna (Water Flea)-Seung Hyuck Bang1,
Thai-Hoang Le, Sung Kyu Lee, Pil Kim, Jong Soo Kim,
Jiho Min
10. Toxicological effects of TiO2 and ZnO
nanoparticles in soil
on earthworm Eisenia fetidaC.W. Hu M. Li, Y.B. Cui ,
D.S. Li, J. Chen, L.Y. Yang
11 75 bin Kimyasal Madde, Bedenimiz ve Kimyasal
Kirlilik (New Scientist/ Çev.: Reyhan Oksay)
7