PDF İndir

Transkript

PDF İndir
Sayı: 72 Temmuz - Ağustos 2013
72
BİR CENNET TASAVVURU
OSMANLI ŞEHRİ
Keşke Demeden Önce
Acil Eylem PLANI
ETİK DEĞERLER
VE BAŞARI
MESLEK AHLAKI VE
MÜHENDİSLİK ETİĞİ
Yayın Kurulu
Mahmut Çelik, Osman Şahbaz,
Ali Reyhan Esen, Ali Osman Öncel, Yavuz Sarı,
Mehmet Kürşat Çapar, Atilla Yeğin
Bu Sayıya Katkıda Bulunanlar
Kadem Ekşi, Ali Kılıç,
Dilaver Demirağ, Harun Urul
Yayın Danışma Kurulu
Avni Çebi, Prof. Dr. Nazif Gürdoğan, Prof. Dr. İlhan Kocaarslan
Prof. Dr. Nizamettin Aydın, Prof. Dr. Zeki Çizmecioğlu,
Yrd. Doç. Dr. Ömer Faruk Kültür, Mehmet Osmanlıoğlu
Yrd. Doç. Dr. Yalçın Boztoprak, Fatih Dönmez,
Yrd. Doc. Dr. İbrahim Güneş, Yakup Güler
İletİşİm Adresİ
Kuştepe Biracılar Sok. No: 7 Mecidiyeköy/İstanbul
Tel: 212 217 51 00
Fax: 212 217 22 63
Web: www.mmg.org.tr
E-posta: [email protected]
ABEMEDYA
Yayın Koordİnatörü
İsmail Şaşmaz
[email protected]
Edİtör
Fatih Göksu
Görsel Yönetmen
Ersan Topuz
Renk Ayrımı
Muhammet Dilsiz
Reklam
Gizem Tokgöz
[email protected]
Eski Osmanlı Sok. Cansun Apt. 5/7
Mecidiyeköy/İstanbul
Tel: 212 273 27 50
Fax: 212 273 27 51
Web: www.abemedya.com
Basım
Bilnet Matbaacılık
444 44 03
Yayın Türü
İki ayda bir yayınlanır.
Yerel Süreli Yayın
Ücretsizdir
Yazı ve reklamların içerik sorumluluğu sahiplerine aittir.
Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.
Son derece geniş bir
perspektif ile karşınıza
çıktığımız ‘Şehirleşme’
dosya konulu geçen
sayımızdan sonra, yine
dopdolu bir içerikle 72.
sayımızda Mimar ve
Mühendis Dergisi olarak
karşınızdayız. TemmuzAğustos dönemlerini
kapsayan bu sayımızda
özellikle dosya konumuz
dahilinde yer verdiğimiz
‘Meslek Ahlakı ve
Mühendislik Etiği’ başlıklı
konumuza sanırım şu
dönemlerden daha fazla
ihtiyacımız olan başka bir
zaman yoktur.
Ekonomik hayatın
sistematikleşmesi
neticesinde, bireylerin
etik bir anlayışa sahip
olması, bunu sürdürmesi,
bir ahlak boşluğu
içerisinde yaşamaktan
kurtulması son derece
önemlidir. Şüphesiz her
mesleğin kendine has
ahlak kuralları olmalıdır
ama her mesleğin ahlak
kurallarından bahsetmek
de imkansızdır. Burada
yapılması gereken
ahlak ve etik kavramları
ekseninde ortak değerler
üzerinde durulmasıdır. Bu
ortak değerleri de dosya
konumuzda kendi meslek
örgütümüz ile alakalı
da olduğu için daha çok
mimarlık ve mühendislik
meslekleri üzerinden
görmeye çalıştık.
Mühendis içinde
bulunduğu oluşturma
sürecinden ahlâki,
vicdani ve etik
açıdan soyutlanamaz.
Mühendisler için hem
yurdumuzda hem de
dünyada kabul görmüş
farlı meslek disiplinlerine
göre ufak tefek farklılıklar
da gösteren temel etik
ve ahlak kuralları vardır.
Bu kurallar her an akılda
tutulabilecek veya sık
sık bakılabilecek yapıda
değildir ancak varılmak
istenen sonucun ne
olduğu ve bunun için
ne tür davranış kalıpları
geliştirmek gerektiğini
anlamak ve özümsemek
mümkündür. Biz de
buradan yola çıkarak
dosya konumuzda ilk
olarak Osmanlı Devleti’nde
mesleklerin ahlak ve etik
kurallarını koyup bunları
denetleyen örgüt olan
‘Ahi Teşkilatı’nı inceleme
şansı bulduk. Ülkemizde
bu teşkilat ile alakalı
olan derneklerle söyleşi
imkanları yakaladık.
Dahası meslek ahlakı ve
mühendislik etiği üzerine
uzmanlaşmış kişi ve
kurumlardan okuması son
derece öğretici olacağına
inandığımız makaleler
sunma şansı yakaladık.
Tüm bu saydıklarımızdan
başka bu sayımızda
artık bir gelenek haline
gelen şehircilik ve
kentsel dönüşüm üzerine
yazılar, mimarlık ve
gezi yazılarımız ve son
derece keyifli olan sinema
yazılarımız ile de sizlerle
beraberiz.
İyi Okumalar Dileriz
Şüphesiz her mesleğin kendine has ahlak
kuralları olmalıdır ama her mesleğin ahlak
kurallarından bahsetmek de imkansızdır.
Burada yapılması gereken ahlak ve etik
kavramları ekseninde ortak değerler
üzerinde durulmasıdır.
Mimar ve Mühendis Temmuz - Ağustos 2013 Sayı: 72
Sorumlu Yazı İşlerİ Müdürü
Yunus Emre Tozal
[email protected]
VİCDANINI, KENDİSİ
ÜZERİNE GÖZCÜ KOYMAK…
Sayı: 72 Temmuz - Ağustos 2013
72
BİR CENNET TASAVVURU
OSMANLI ŞEHRİ
KEŞKE DEMEDEN ÖNCE
ACİL EyLEM PLANI
MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ
İmtiyaz Sahibi
Mimar ve Mühendisler Grubu adına Genel Başkan
Murat Özdemir
ETİK DEĞERLER
VE BAŞARI
MESLEK AHLAKI VE
MÜHENDİSLİK ETİĞİ
Mimar ve
Mühendis
30
KAPAK
MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ: “Bana verilen mühendislik
unvanını, sağladığı yetkilerin ve yüklediği sorumlulukların bilincinde olarak
ülkenin ve tüm dünyanın yararı için tarafsız ve doğru davranmaya, meslek
yaşamı boyunca doğaya ve insanlığa zarar vermemeye, bilgi ve becerilerimi
sürekli geliştirerek mesleğin saygınlığını, etkinliğini ve toplumun yaşam kalitesini
yükseltmeye özen göstereceğime ant içerim” Mühendislik Yemini
26
88
MİMARLIK
MAKALE
Bir Cennet Tasavvuru Osmanlı Şehri
Keşke Demeden Önce Acil Eylem
72
ETKİNLİKLER
06 BAYRAMA ULAŞMANIN SEVİNCİNİ
YAŞADIK
FESHANE’DE BİR BAŞKA İFTAR
MMG’NİN YENİ BAŞKANI
MURAT ÖZDEMİR OLDU
Şehircilik Manifestosu ve
Sanayileşme
MAKALE
80 Yeni Türk Ticaret KAnunu'na
Firma Olarak Hazır mısınız?
Ali KILIÇ
MAKALE
83 Bir Sosyal Sorumluluk:
İş Sağlığı ve Güvenliği
Harun URUL
MAKALE
86 Etik Değerler ve Başarı
MAHMUT ÇELİK
90
DAĞDA ÖLÜM
KİTAPLIK
ÇİZGİ YORUM
DOSDOĞRU OLMAK İÇİN...
2
6 Mayıs’ta yapılan Mimar ve Mühendisler Grubunun 11. Olağan Genel Kurulunda üyelerimiz,
2013-2015 hizmet dönemi için bizleri görevlendirmiş oldular. Gönüllülük esasına dayanan,
mesleği ve toplumu adına bir değer üreterek, almaktan ziyade vermeyi önceleyen bu tür yapıların
kurgulanması, kurulması ve sürdürülebilir kılınması kolay olmuyor. MMG’de bizim gerçekte
sağlamaya çalıştığımız, gerek prensip ve anlayışın, gerekse faaliyetlerin sürekliliğini sağlayacak bir
yapı oluşturmaktır.
Yapıların sürekliliği, üzerine kurulduğu temellerin ve bağlı olduğu prensiplerin sağlamlığı ile mümkün
olabilmektedir. Biz de dergimizin, bu yeni dönemimizde çıkardığımız ilk sayısının konusunu “Meslek Ahlakı
ve Mühendislik Etiği” olarak belirleyerek gerek işlerimizde, gerekse normal hayatımızda öncelikle esas
almamız gereken değerlerimizi hatırlatmak istedik. Bu vesile ile de bu yeni dönemimizin başında, MMG’yi
bugünlere getiren ve bundan sonra da faaliyetlerine ışık tutacak olan prensip ve ilkelerini, dergimizin de
dosya konusu bağlamında, vurgulamak isterim. “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden
bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Ali İmran, 3/104) hükmünü meslek alanlarında
da rehber edinerek 1996 yılında dernekleşen MMG hareketi bugün, 2500 civarında üyesi, 5.000-6.000
takip edeni olan, İstanbul dışında Ankara, İzmir, Bursa, Kayseri, Sakarya, Konya, Samsun ve son olarak da
Diyarbakır’da şubeleşen, camiamızın saygın bir STK’sı haline gelmiştir.
Ülkemizin içinde bulunduğu
durum, ortaya koyduğu
hedefler, hemen her
konudaki yılların ihmallerini
telafi etmek yönünde kısa
zamanda yapılması gereken
işler ve dünyada gelinen
yönetim ve demokrasi
anlayışı çerçevesinde
katılımcı demokrasinin
en önemli unsurlarından
biri olarak ortaya çıkan
STK’ların etkisi, MMG gibi
oluşumlara duyulan ihtiyacı
arttırmaktadır.
Ülkemizin içinde bulunduğu durum, ortaya koyduğu hedefler, hemen her konudaki yılların ihmallerini
telafi etmek yönünde kısa zamanda yapılması gereken işler ve dünyada gelinen yönetim ve demokrasi
anlayışı çerçevesinde katılımcı demokrasinin en önemli unsurlarından biri olarak ortaya çıkan STK’ların
etkisi, MMG gibi oluşumlara duyulan ihtiyacı arttırmaktadır. MMG olarak ülkemiz adına değer üretmeye,
dönemimize şahitlik yaparken olumlu gelişmeleri müjdelemeye ve duyurmaya, yanlış gördüğümüz
uygulamalar hakkında da uyarıcı olmaya çalışırken bize hiza istikamet veren esas prensip ve anlayışımız; “…
Emrolunduğun gibi dosdoğru ol! …” (Hud, 11/112) hükmüdür.
Yani, hakkı hak bilip haklıya teslim et. Yani, bizdendir diye yapılan yanlışlıkları görmemezlikten gelme,
“Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah
için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) Zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara
(sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez),
yahut şahitlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır”. (Nisa, 4/135)
Yani, bizden değildir diye de kimseye haksızlık etme.
“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa
duyduğunuz kin, sizi adil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir
davranış)’tır. Allah'a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyla bilmektedir”. (Maide, 5/8) Dosdoğru
olmak, bir başka ifadesiyle hakkı haklıya teslim etmek için önce neyin hak olup olmadığına karar vermek
gerekiyor. Zamanımızda ortaya çıkan sorunlar o kadar karmaşıklaşıp giriftleşiyor ki kişilerin münferiden
bütün bu hadiseler i doğru okuyup, yorumlaması ve isabetli karar vermesi oldukça zorlaşıyor. Onun için bu
noktada hiza istikametimizi kaybetmememiz için gerek doğruyu ve hakkı tespit etme noktasında, gerekse
kararlarımızı alma noktasındaki en önemli prensibimiz Şura/38’de belirtildiği gibi;
"… Onların işleri kendi aralarında şûrâ iledir…"(Şûrâ, 42/38) hükmü,
Ve İstişaredeki usulümüz de ;
"Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar
senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda
onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (ona dayanıp güven).
Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever." (Ali İmran, 3/159) usulüdür. MMG olarak her faaliyetimizde
HİKMETİ gözeterek İMAR edici olacağız ve toplumumuzla İHSAN’la paylaşacağız. Bütün bunları yaparken
de kimsenin kınamasından ve eleştirmesinden de çekinmeden sadece hakkı ve doğruyu teslim etmek adına
hareket edeceğiz.
“… (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar…” (Maide, 5/54)
Konulara sağduyu ile yaklaşacak, hakkı hak bilip arkasında duracak, yanlışı kim yapıyorsa da onu üslubunca
uyaracak, cesaret ve olgunluğa sahip STK’ların varlığına günümüzde her zamankinden daha fazla ihtiyaç
olduğu ortadadır. Ve bizim camialarımız adına da, Mimar ve Mühendislik alanında, MMG bu noktada
gerçekten büyük bir boşluğu doldurmaktadır en azından bunun çabası içindedir. Bunun için hepimizin bu
prensipler etrafında çalışması gerekmektedir. Bizim açımızdan kaynağı itibariyle, evrensel ve ilahi olan
değerlerimize bağlı kalarak faaliyetlerimizi yürüttüğümüzde inşallah sonuçlarının bereketini de göreceğizdir.
Beraber üretip, beraber paylaşıp, beraber var olmalıyız. Daha güzel günlerde buluşmak duasıyla,
Murat ÖZDEMİR
MMG Genel Başkanı
ETKİNLİK
GENEL BAŞKAN MURAT ÖZDEMİR, İSTKA KALKINMA KURULU'NA SEÇİLDİ
İ
stanbul Kalkınma Ajansı, 9.Kalkınma
Kurulu Toplantısı Dış Ticaret Kompleksi Konferans Salonu’nda gerçekleştirdi.
İSTKA Yönetim Kurulu Başkanı İstanbul
Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun konuşmasından sonra geçilen seçim sonucunda,
İSTKA’nın Kalkınma Kurulu Başkanı,
Başkan Vekili ve Kalkınma Ajansı Yönetim
Kurulunda görev Yapacak Asil ve Yedek
Üyeler seçildi. Mimar ve Mühendisler
Grubu Genel Başkanı Murat Özdemir’in
de yedek üyeler listesinde seçildiği İSTKA
yönetim kurulunda Başkan olarak TKBB
Genel Sekreteri Osman Akyüz seçilirken
Başkanvekilliğine de Basım Yayın Meslek
Birliği Başkanı Muharrem Kaşıtoğlu
seçildi. Ayrıca MMG Ankara Şubesi’de
kalkınma kurullarına temsilci gönderecek
kurum ve kuruluşların arasına girerek
listede yerini aldı.
IĞDIR'DA KENTSEL DÖNÜŞÜM SEMİNERİ
Iğdır Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü ve İktisadi Araştırmalar
Vakfı tarafından düzenlenen, Mimar ve Mühendisler Grubu Etik
Kurulu Başkanı Avni Çebi'nin de bir sunum ile katıldığı, "Iğdır'da
Sürdürülebilir Yaşam kalitesi için Kentsel Dönüşüm" Iğdır Kültür
Merkezi'nde yapıldı.
ANKARA'DA AKİL
Y
ADAMLAR' KONUŞMALARI
Abdurrahman Kurt: “Konuşarak ve
anlaşarak yeni bir Türkiye”
Akil kişilerin gittikleri yerlerde halk tarafından
nasıl karşılanıldığı hakkında bilgiler veren Abdurrahman Kurt, karşılaştıkları sorular ve görüşlerden
bahsetti. Dinleyicilerden gelen iki tür tepki olduğunu aktaran Kurt, “Şüphelerimizi size anlatmak
istiyoruz. Önce bizi dinleyin, sonra siz konuşun.
Böyle yaptığımız yerlerde de bir insan çıkıyor diyor
ki; ‘keşke bize anlatsaydınız da biz sorularımızı
ondan sonra sorsaydık’ diyorlar.” dedi. Yaşanılan
süreci, halkın yönetime katıldığı bir süreç olarak
nitelendiren Kurt, sadece sandığa gidip sunulan
partilerden birine oy vermekten öteye geçilen bir
süreç olduğunu dile getirdi.
Mehmet Emin Ekmen: “Pek çok farklı
millet 1000 yıldır beraber yaşıyor”
TBMM 23. Dönem Ak Parti Batman Milletvekili
ve Akil İnsanlar Heyeti Güneydoğu Bölge Sekreteri
Mehmet Emin Ekmen konuşmasında doğuda
yaşandığı belirtilen sorunlar ve bu sorunların
tarihsel gelişmesini aktardı. Doğudaki Türk-Kürt
ilişkileri hakkında bilgiler de veren Ekmen, tarihsel
süreçte yaşanan gelişmeleri ve bu gelişmelerin ne
tür sonuçlara yol açtığı hakkında görüşlerini dile
getirdi. Çanakkale’de yatan ve 1000 yıldır bu ülkede birlikte yaşamış birçok milletin olduğunu dile
getiren Ekmen; “1. Meclisin kuruluşu ve Lozan’daki
anlaşmalara bu meclisin ayak diremesinden dolayı
1. Meclisin tasfiyesinden sonra kurulan 2. Meclis,
tek tip bir meclisti. Çanakkale’nin ruhunda yer alan
ve 1000 yıldır bu topraklarda var olan renkliliği
yansıtmıyordu. O dönemde tek tip vatandaş inşa
etmeyi hedefleyen bir sistem oluşturdular.
6
Mimar ve Mühendis
oğun bir katılımın olduğu etkinlik,
Çevre ve Şehircilik Bakan Yardımcısı Muhammet Balta'nın konuşmasıyla
başladı. Bakan yardımcısı Balta, bakanlığın yaptığı çalışmalardan bahsederek Türkiye'nin bir deprem kuşağında
olduğunu son Van depreminin bunu bize
acı olarak hatırlattığını belirtti. Bakanlık
olarak çıkardıkları 6306 sayılı yasa ile
afet riski altındaki alanları dönüştürmeyi
"önce can ve mal emniyeti esasına" göre
başlattıklarını belirterek, Türkiye'nin bir
ucunda olan bu etkinliğe katılarak konuyu ne kadar önemsediklerini ifade etti.
"İnsanımızın kendine has zevk
ve ihtiyaçlarını ortaya koyan
şehirler inşa etmeliyiz."
Seminerde "Kentsel Dönüşümde Çevre
ve İnsan / Şehirleşme Manifestosu" adlı
bir tebliğ sunan, Mimar ve Mühendisler
Grubu Etik Kurulu Başkanı Avni Çebi,
konuşmasında şunları söyledi: "Acaba
bu yapılaşma Türkiye'nin emeğine,
ekonomisine, sosyal ve kültürel meselelerine, sağlıklı büyümesine, gelir adaletine,
geleceğine, bilim ve teknolojisine ve
sanayine ne kadar katkı yapacak? Tüm
bu sorular, şehirleşmeyi geniş olarak
farklı başlıklarda multi disipliner olarak
konuşmamızı gerektiriyor. Tarihi ve doğal
çevrenin korunmasından şehirlerimizi
mamur edilmesine, insan emeğinin
korunmasına ve çocuklarımızın sağlıklı
bir çevrede büyümesine kadar birçok
meseleyi şehirleşme ana başlığı altında
incelememiz gerekiyor” dedi. Kentsel
dönüşüm konusunda da düşüncülerini
aktaran Çebi, “Kentsel dönüşüm birçok
ana ve alt başlığı buluşturan, yalnız binaların dönüştürülmesini değil aynı zaman
da büyük bir sosyal ve kültürel değişimin
de adıdır. Kentsel dönüşüm, gelecek nesillerin hakkını koruyan, tarihi ve kültürel
mirasa saygılı ve doğal çevreye duyarlı,
ekonomik kaynakların adil paylaşımını
önceleyen, yerel mimariye ve malzemeye dayalı, iklim gerçeklerine uygun,
farklı kültür ve anlayışları mekânda yok
etmeyen, dünü, bugünü ve geleceği ile
kaynaşmış bir dönüşümün adıdır” diyerek
konunun önemine vurgu yaptı.
Temmuz - Ağustos 2013
7
ETKİNLİK
KAYSERİ’DE
İFTAR AKŞAMI
M
imar ve Mühendisler Grubu Kayseri
Şubesi’nin iftar programı 16 Temmuz Salı günü Şube Başkanı Celal Dündar
Selçuk’un ev sahipliğinde Kayseri DSİ 12. Bölge
Müdürlüğü Sosyal Tesisleri’nde gerçekleştirildi. MMG’nin misyonu, vizyonu ve toplumsal
gündeme objektif duruşunun konuşulduğu
etkinlikte; MMG’nin geçmişte ve önümüzdeki
dönemlerde toplumsal olaylarda “Hikmetİmar-İhsan” ekseninde vermiş olduğu ve
vereceği katkılar masaya yatırıldı.
BAYRAMA ULAŞMANIN SEVİNCİNİ YAŞADIK
M
imar ve Mühendisler Grubu’nun
geleneksel bayramlaşma programı Ramazan Bayramı’nın ikinci günü
olan 9 Ağustos Cuma günü MMG Genel
Merkezinde gerçekleştirildi.
MMG yönetim kurulundan Genel Başkan
Murat Özdemir, Genel Başkan Yardımcılarından Murat Özmen, Yönetim
Kurulu Üyelerinden Prof. Dr Ali Osman
Öncel, MMG Etik Kurulu'ndan Avni Çebi
ve Osman Arı, Yerbilimleri Komisyonu
Başkanı Şehmus Yıldırım’ın da katıldığı
programda MMG üyelerinin ziyaretleri
kabul edildi. Bayramlaşma ve tebrik-
lerden sonra güncel konuların konuşulduğu programda şehirleşme ve nüfus
yoğunluğu konuları hakkında görüş
alışverişinde bulunan katılımcılar, Mimar
ve Mühendisler Grubu olarak ileride
yapılacak uluslararası projeler hakkında,
özellikle Avrupa Birliği projeleri üzerinde
konuştular. İki saat süren bayramlaşma
programı kapsamında ayrıca MMG’nin
süreli yayını olarak 2 ayda bir okuyucularıyla buluşan Mimar ve Mühendis
Dergisi’nin içeriği, gelecekte işlenecek
dosya konuları ve bu konulara verilecek
destek konusunda görüş alışverişi yapıldı.
SAKARYA ŞUBEDE
KEYİFLİ İFTAR
M
imar ve Mühendisler Grubu Sakarya
Şubesi’nin her yıl geleneksel olarak
gerçekleştirdiği iftar programı 26 Temmuz
Cuma günü TEİAŞ Tesisleri’nde gerçekleştirildi.
Geleneksel iftar programı ev sahibi MMG Sakarya
Şube Başkanı Erol Demiralay'ın yanı sıra MMG
Genel Başkanı Murat Özdemir , MMG Etik Kurulu
Üyesi ve bir önceki dönem başkanı Avni Çebi,
Ak Parti Sakarya Milletvekili Hasan Ali Çelik ile
İstanbul ve Sakarya’daki MMG üyelerinin yoğun
katılımıyla gerçekleştirildi. İftardan sonrasında toplantı salonuna geçilirken, iftara katılan
konuklar burada ikramlar eşliğinde sohbet etme
imkanı buldular. Ülke ve dünya gündeminin
masaya yatırıldığı sohbette, STK'ların artan
önemi ve bu önem doğrultusunda MMG'nin
gelişmeler karşısındaki tavrı konuşuldu.
8
Mimar ve Mühendis
MMG ANKARA’DA İFTAR VAKTİ
M
imar ve Mühendisler Grubu Ankara Şubesi 23 Temmuz Salı günü organize edilen
geleneksel iftar programında üyeleri ve misafirlerini ağırladı. Gençlik Parkı içindeki Ankara Büyükşehir Belediyesi İftar Çadırı’nda düzenlenen program birçok bürokrat,
sivil toplum kuruluşu temsilcisi ile çok sayıda mimar ve mühendisin katılımıyla gerçekleştirildi. MMG Ankara Şubesi Başkanı Yılmaz Ada’nın ev sahipliği yaptığı iftar davetine
Mimar ve Mühendisler Grubu Genel Başkanı Murat Özdemir, MMG Etik Kurulu Üyesi
ve önceki dönem Başkanı Avni Çebi ve MMG Yerbilimleri Komisyonu Başkanı Şehmus
Yıldırım da katılırken, iftar sonrası gerçekleştirilen sohbette MMG’nin gelecek döneme
dair çalışma hedefleri, projeleri ile güncel konular konuşuldu.
Temmuz - Ağustos 2013
9
ETKİNLİK
DİYARBAKIR’DA İFTAR ORGANİZASYONUMUZ
M
imar ve Mühendisler Grubu Diyarbakır Şubesi’nin organize ettiği ve şubenin
kuruluşuyla birlikte düzenlediği ilk iftar yemeği, 19 Temmuz Cuma günü DSİ 10.
Bölge Müdürlüğü Sosyal Tesisleri’nde gerçekleştirildi. Gerçekleştirilen iftar davetine MMG
Genel Başkanı Murat Özdemir, MMG Etik Kurulu Üyesi ve MMG Eski Genel Başkanı Avni
Çebi, Diyarbakır İl Müftü Yardımcısı Sırrı Şık, üniversite camiasından dekan ve akademisyenler, kamu kurum ve kuruluşlardan üst düzey yöneticiler, Mimar ve Mühendisler
Grubu Diyarbakır Şubesi üyesi ile özel sektörden birçok mimar ve mühendis de katıldı.
ÜLKENİN DÖRT BİR YANINDA İFTAR YAPTIK
M
MG Diyarbakır Şubesi’nin Batman‘da organize ettiği ve şubenin kuruluşu
ile birlikte düzenlediği ikinci iftar yemeği 30 Temmuz tarihinde TPAO Bölge
Müdürlüğü’nün Sosyal tesislerinde gerçekleşti. Gerçekleştirilen iftar davetine Siirt ve
Batman Üniversiteleri’nden Rektör Yardımcıları, Dekanlar ve Akademisyenler ile MMG
Genel Başkanı Murat Özdemir, MMG Etik Kurulu Üyesi ve Eski Başkan Avni Çebi, Kamu
Kurum ve kuruluşlardan üst düzey yöneticiler, Mimar ve Mühendisler Grubu üyeleri ile
özel sektörden mimar ve mühendisler katıldı.
Mimar ve Mühendisler Grubu
Konya Şubesi İftarı Gerçekleşti
M
imar ve Mühendisler Grubu Konya Şubesi, üyeleri ile birlikte iftar programı
gerçekleştirdi. MMG Genel Başkanı Murat Özdemir ve Genel Başkan Yardımcısı
Murat Özmen’in de katıldığı iftar programının açılış konuşmasını MMG Konya Şube Başkanı Seyit Ahmet Biçer yaptı. Biçer konuşmasında; hikmet, imar ve ihsan kavramlarını
her türlü faaliyetlerimizde göstererek yaşanabilir ve insan ölçekli şehirler kurulması gerektiğinin altını çizdi. MMG Genel Başkanı Murat Özdemir ise; MMG hareketini sayılarla
özetleyen bir konuşma yaptı.
10 Mimar ve Mühendis
İZMİR İFTARIMIZA
YOĞUN KATILIM
M
imar ve Mühendisler Grubu İzmir Şubesi
18 Temmuz Perşembe günü SGK Narlıdere Tesisleri’nde gerçekleştirdiği iftar programında
misafirlerini ağırladı. MMG Genel Başkan Yardımcısı Mahmut Çelik’in de katıldığı iftar programına
yoğun ilgi gösterilirken, MMG İzmir Şube Başkanı
Ünal Özturkut gerçekleştirdiği açılış ve selamlama konuşmasında şehircilik konusuna değindi.
İftar sonrası etkinliğe katılan MMG üyeleri ve
konuklar sohbet ederken, Mimar ve Mühendisler
Grubu İzmir Şubesi’nin düzenlemiş olduğu iftar
programı çay eşliğinde sohbet ile sona erdi. İftar
programında MMG İzmir Şube Başkanı Ünal Özturkut, MMG Genel Başkan Yardımcısı Mahmut
Çelik, İzmir İleri Teknoloji Enstitüsü Üniversitesi
Rektörü Prof. Dr. Mustafa Güden’in yanı sıra Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD)
İzmir şubesi Başkanı Abdurrahman Çabuk, birçok
öğretim görevlileri ve MMG İzmir Şubesi üyeleri
ile misafirler de hazır bulundu.
BURSA'da
Geleneksel İFTARIMIZ
M
imar ve Mühendisler Grubu Bursa
Şubesi’nin geleneksel olarak gerçekleştirdiği iftar programlarının 2013 yılı organizasyonu
yoğun katılımla gerçekleşti. MMG Bursa Şube
Başkanı Ali Yılmaz’ın ev sahipliği yaptığı iftar
programı Birlik Vakfı Bursa Şubesi’nin bahçesinde
gerçekleştirildi. MMG Bursa Şubesi Üyesi Elektrik
Mühendisi ve Hadis Doçenti Dr. Halis Aydemir’in
Kur’an tilaveti ile başlayan etkinlikte oruçlar
açıldıktan sonra MMG Bursa Şube Başkanı Ali
Yılmaz bir selamlama konuşması gerçekleştirdi.
Temmuz - Ağustos 2013 11
ETKİNLİK
FESHANE’DE BİR BAŞKA İFTAR
MMG her yıl geleneksel olarak gerçekleştirdiği iftar programlarına 24 Temmuz Çarşamba günü Feshane’de
gerçekleştirdiği organizasyonla devam etti. Sunuculuğunu MMG Genel Başkan Yardımcısı Mahmut Çelik’in yaptığı
ve Kur’an-ı Kerim Tilaveti ile başlayan iftar programına milletvekilleri, akademisyenler, iş adamları, sivil toplum
kuruluşları temsilcileri, MMG üyeleri ve diğer misafirler de katıldı.
M
12 Mimar ve Mühendis
Murat Kalsın
Ömer Faruk Kültür
BİZDE BAYRAĞI VERENLER DE
ALANLARLA BİRLİKTE KOŞUYOR
Programda selamlama konuşması gerçekleştiren MMG Genel Başkanı Murat Özdemir,
katılımcılara davete icabet ettikleri için teşekkür ederek başlarken, MMG’nin kuruluşundan
Türkiye’nin içinde bulunduğu durum, ortaya
koyduğu hedefler ve diğer pek çok konudaki ihmalleri telafi etmek amacıyla kısa
zamanda yapılması gereken işler ve dünyada
gelinen yönetim ve demokrasi anlayışı çerçevesinde katılımcı demokrasinin en önemli
unsurlarında biri olan STK’ların etkisinin
son derece önemli olduğuna dikkat çeken
Özdemir, “MMG gibi oluşumlara duyulan
ihtiyaç her dönem artarak gerekmektedir.
Son Gezi Parkı olaylarında da görüldüğü
gibi kitlelerin kontrollü ya da kontrolsüz
harekete geçirilmesinde STK’lar büyük rol
oynayabilmektedir."dedi.
bugünlere gelmesinde emeği olan tüm MMG
üye, dost ve çalışanlarına teşekkür ederek,
ahirete intikal etmiş olanlara da Allah’tan
rahmet diledi. Ramazan ayının bir infak ayı
olduğunu belirten Özdemir, tüm zamanlarda
önem verilmesi gereken infak kavramının
Ramazan ayı içerisinde daha fazla mana
bulduğunu dile getirdi. MMG’de ‘yeni dönem’
sözünün, sadece yönetimin yenilenmesinden
dolayı kullanılan bir tabirden ibaret olduğunu
dile getiren Özdemir, “bizim gerçekte sağlamaya çalıştığımız, gerek prensip ve anlayışın,
gerekse faaliyetlerin sürekliliğini sağlayacak
bir yapı oluşturmaktır” dedi.
MG her yıl geleneksel olarak gerçekleştirdiği iftar programlarına
24 Temmuz Çarşamba günü Feshane’de
gerçekleştirdiği organizasyonla devam etti.
Sunuculuğunu MMG Genel Başkan Yardımcısı Mahmut Çelik’in yaptığı ve Kur’an-ı
Kerim Tilaveti ile başlayan iftar programına
milletvekilleri, akademisyenler, iş adamları,
sivil toplum kuruluşları temsilcileri, MMG
üyeleri ve diğer misafirler de katıldı.
Sunum görevini gerçekleştiren MMG Genel
Başkan Yardımcısı Mahmut Çelik, MMG’nin
vizyonu ve misyonu hakkında kısaca bilgiler
verirken, Türkiye’nin ve insanlığın geleceğine
ve yarınına ne çeşit bir katkıda bulunabiliriz,
bilgimizin zekatını nasıl öderiz, düşünceleriyle meydana gelen MMG’nin 20 yılı aşkın
süredir devam eden mücadelesini anlattı.
MMG ÇATI GÖREVİ GÖRÜYOR
Yeryüzü Mühendisleri Genel Başkanı Yrd. Doç.
Dr. Ömer Faruk Kültür ise yaptığı konuşmada
MMG çatısı altında bulunmaktan duymuş
olduğu mutluluğu dile getirirken, Murat
Özdemir ile yıllar önce MMG inşaat komisyonundan başlayan bir çalışma ortamlarının
olduğunu dile getirdi. MMG çatısı altında
Yeryüzü Mühendisleri oluşumunu meydana
getirdiklerini dile getiren Kültür, bu oluşumdan bahsederek konuşmasını noktaladı.
BİRLİK VE BERABERLİK VAR
MMG Eski Başkanı ve İTO Başkan Yardımcısı
Murat Kalsın yaptığı konuşmada yeni dönemde görev alacak yönetimi tebrik ederek,
yeni oluşturulan yönetime çalışmalarında
başarılar diledi. Geçmiş dönemden beri oluşturulan sinerji ile birlikte iyi bir beraberlik
ve birliğin yakalandığını dile getiren Kalsın,
“hangi kurumda olursak, hangi kurumda
göreve tayin olursak olalım hiçbir zaman
buradaki birlik ve beraberliğimizi kaybetmedik. Yeni dönemde görev alan arkadaşlarımız
ile birlikte de bu birlik ve beraberlik devam
edecektir. diye konuştu.
Ümit Ünal
İdris Güllüce
Murat Özdemir
Murat Özdemir: “MMG gibi
oluşumlara duyulan ihtiyaç her
dönem artarak çoğalmaktadır.
Son Gezi Parkı olaylarında da
görüldüğü gibi kitlelerin kontrollü
ya da kontrolsüz harekete
geçirilmesinde STK’lar büyük rol
oynayabilmektedir."
karşıtlaşmaya sebep olarak Türkiye’yi tsunami
gibi sarmalayan bir kaos ortamına mı götürecek? Eğer kardeşliği, hoşgörüyü inşa edeceksek
edebi kuşanmamız lazım” diye konuştu.
BİZ ÖNCEDEN ZENGİNLİKLE
İMTİHAN OLMAMIŞTIK
Ak Parti İstanbul Milletvekili İdris Güllüce
yaptığı konuşmasında geçmiş dönemde
yaşanılan sıkıntılardan bahsederek birçok
imtihandan geçildiğini sadece zenginlik imtihanından geçilmediğini dile getirdi. İsmini
vermek istemediği bir partinin “bunların ağzı
çorba, üstleri tezek kokar” cümlesine atıfta
bulunan Güllüce, “çok zengin olmayan bir
kültürden geliyoruz ve zenginlikle imtihan
olmamıştık. Kızlarımızla oğullarımızla,
eşlerimizle imtihan olmamıştık. Bizim zamanımızda nargile içilen yerlerde başörtülü
kızlarımızla delikanlılarımız akşam namazını kıldıktan sonra ABD’deki bir üniversitenin
eğitim problemlerini tartışmıyorlardı. Şimdi
böyle bir imtihanla da muhatap olduk. Aile
kavramıyla Allah kimseyi imtihan etmesin
ama onunla da imtihan edilecek günlere
doğru gidiliyor. Ailenin son Çanakkale
olduğunu söyleyen bu millet artık aileden
çok kadın kelimesini kullanmaya başlıyor”
açıklamasında bulundu. Programa ayrıca;
MMG bir önceki dönem başkanı Avni Çebi,
Ümit Ünal: “Şehirlerimiz
bizi kardeşliğe, hoşgörüye ve
paylaşmaya mı götürecek,
yoksa inşa ettiğimiz şehirler
bizleri ayrışmaya, çatışmaya
ve karşıtlaşmaya sebep olarak
Türkiye’yi tsunami gibi sarmalayan
bir kaos ortamına mı götürecek?
İETT Genel Müdürü Hayri Baraçlı, İstanbul
İl Özel İdaresi Genel Sekreter Yardımcısı
Ümit Ünal, Yeryüzü Mühendisleri Genel
Başkanı Doç. Dr. Ömer Faruk Kültür, Ak Parti
Eski İlçe Başkanı Atilla Üstündağ, İTO Başkan
Yardımcısı Murat Kalsın, GÜBRETAŞ Başkan
Yardımcısı Yakup Güler, Jeofizik Mühendisleri
Odası İstanbul Şube Başkanı ve MMG Yönetim Kurulu üyesi Prof.Dr.Ali Osman Öncel,
TAEK Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim
Merkezi Müdürü ve MMG Yönetim Kurulu
üyesi Doç. Dr. Ahmet Erdal Osmanlıoğlu,
Mazlumder İstanbul Şube Başkanı Cüneyt
Sarı Yaşar, Yeryüzü Doktorları Başkanı Kerem
Kınık, TGTV Genel Müdürü Kemal Kaya, Deniz
Feneri Genel Başkanı Av. Mehmet Cengiz,
MMG Denetleme Kurulu Üyesi Kadem Ekşi,
akademisyenler, iş adamları ve sivil toplum
kuruluşlarının temsilcileri, MMG üyeleri, çok
sayıda mühendis ve genç MMG’liler katıldılar.
EDEBİ SADECE İNSANLARIN DEĞİL
ŞEHİRLERİN DE KUŞANMASI GEREKİR
İl Özel İdaresi Genel Sekreter Yardımcısı
Ümit Ünal gerçekleştirdiği konuşmasında
mesleki bazda konulara yer vererek şehirleşmeden bahsetti. Şehirlerin toplum ve insanlar
üzerindeki etkisi hakkında görüşlerini bildiren
Ünal, “şehirlerimiz bizi kardeşliğe, hoşgörüye
ve paylaşmaya mı götürecek, yoksa inşa ettiğimiz şehirler bizleri ayrışmaya, çatışmaya ve
Temmuz - Ağustos 2013 13
ETKİNLİK
ESKİ VE YENİ YÖNETİM
YEMEKLİ TOPLANTIDA
BULUŞTU
M
imar ve Mühendisler Grubu’nun 11.
Olağan Genel Kurulu’nda seçilerek göreve
gelen yeni yönetim kurulu ve komisyon üyeleri,
gerçekleştirecekleri ilk yönetim kurulu toplantısı
öncesinde eski yönetim ve komisyonlarda görevli
MMG üyelerini tertip ettikleri yemekte ağırladılar.
MMG Genel Merkez’inde gerçekleştirilen yemek
ve toplantıda geçmiş dönemde gerçekleştirilen ve
gelecekte gerçekleştirilmesi planlanan çalışmalar
hakkında konuşan eski ve yeni yönetim kurulu
üyeleri ve komisyon başkanları, MMG’nin çıtasını
daha yukarılara taşıyabilmek amacıyla, geçmiş
dönemde hayata geçirilen başarılı proje ve çalışmaların üzerine eklenecek katkılarla, bu göreve
devam etmeleri gerektikleri görüşünde birleştiler.
GELENEKSEL SÜLEYMANİYE ZİYARETİ
Mimar ve Mühendisler Grubu'nun her genel kurul sonrası
gerçekleştirdiği Süleymaniye Külliye Ziyareti gerçekleştirildi. Etkinliğe
hem 2011-2013 MMG Yönetim Kurulu’nda görev almış hem yeni
dönem olan 2013-2015 yılları arası görev alacak hem de MMG'nin
kuruluş aşamasından bugünlere gelmesinde görev alan kurucu
mimar ve mühendisler katıldı.
Z
iyaret, Süleymaniye bahçesinde
Süleymaniye Kütüphanesi Müdürü
Emir Eş'in Süleymaniye'yi gezdirerek
Külliye ve Mimar Sinan hakkında açıklamalarıyla başladı. Süleymaniye gezisi
sonrası kahvaltıya geçildi. Kahvaltı sonrası Süleymaniye Kütüphanesi hakkında
Süleymaniye Kütüphanesi Müdürü Emir
Eş'ten bilgi alan Mimar ve Mühendisler
Grubu Yönetim Kurulu üyeleri, toplantı
sonrası Süleymaniye'de şu anda gerçekleşen restorasyon çalışmalarını inceledi.
Mimar ve Mühendisler Grubu 2009-2013
Yönetim Kurulu Başkanı Avni Çebi, yaptığı konuşmada MMG'nin Süleymaniye
Külliyesi ile artık bir aidiyetinin olduğunu, her seçilen Yönetim Kurulu üyelerinin
ilk olarak Süleymaniye Külliyesi'ni ziyaret
ederek vizyon belirlediklerini ifade etti.
Mimar ve Mühendisler Grubu'nun 2013'te
seçilen Yönetim Kurulu Başkanı Murat
Özdemir de Süleymaniye Külliyesi'nin
fonksiyonlarının bugün kullanılamadığına
dikkatleri çekti.
OSMANLIOĞLU’NDAN
MÜSİAD washIngton
ŞUBESİ'NE ZİYARET
M
MG Yönetim Kurulu Üyesi ve TAEK
Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim
Merkez Müdürü Doç. Dr. Ahmet Erdal Osmanlıoğlu, MMG adına 17 Temmuz Çarşamba
günü MÜSİAD Washington ofisini ziyaret etti.
MÜSİAD Enerji Komisyonu Başkanı Mustafa
Albayrak tarafından organize edilen buluşmada
ABD Temsilcisi Tayanç A. Gündüz ile görüşülerek
ABD’de yürütülen ve yürütülmesi planlanan
faaliyetler hakkında bilgiler alan Doç. Dr. Osmanlıoğlu, Gündüz’den ABD`de yaşayan mimar
ve mühendislerimizin durumları ve sorunlarına
ilişkin bilgiler alarak, ileri vadede yapılabilecek
çalışmalarla ilgili istişarelerde bulundu.
14 Mimar ve Mühendis
DEMAVENT'İN ZİRVESİNDE...
M
MG Kurucu üyelerimizden Osman
ARI Ağrı dağından sonra İran'ın ve
Ortadoğu’nun en yüksek dağı olan Demavent (5671m.) dağına çıktı. 4-5 Temmuz
tarihleri arasında 4 kişilik İranlı bir
dağcı ekibi ile gerçekleştirdiği tırmanışla
Demavent dağının zirvesine ulaşmayı
başardı. Ağrı dağından daha yüksek olan
Demavent dağı tırmanışının zor ve yorucu
bir tırmanış olduğunu belirten Osman Arı
bu tıramanışın kendisi için iyi bir ''yüksek
irtifa tırmanışı'' deneyimi olduğunu belirterek hedefinin yeni zirvelere tırmanmak
olduğunu söyledi.
ETKİNLİK
MMG’NİN YENİ BAŞKANI MURAT ÖZDEMİR OLDU
Mimar ve Mühendisler Grubu’nun 11. Olağan Genel Kurulu 26 Mayıs tarihinde Eresin Topkapı Hotel’de yapıldı.
Genel Kurul sonrası MMG’nin yeni başkanı Murat Özdemir oldu.
Avni Çebi: “Yeri geldiğinde sözün en güzelini, en güzel bir şekilde söylemeliyiz.”
MMG’nin 11. Olağan Genel Kurulu’nda açılış
konuşmasında Avni Çebi, Mimar ve Mühendisler Grubu’nun kuruluşundan bugüne
kadarki olan sürecini hikmet, imar ve ihsan
kavramlarıyla ifade etti. MMG’nin şehirleşmeden bilişime, sanayileşmeden enerji verimliliğine birçok alanda şahitlik ve tanıklık
yaptığını söyledi. Konuşmasına Türkiye’de
STK’ların önemiyle ilgili tespitler yaparak
devam eden Avni Çebi, sözün en güzelini en
güzel şekilde söylememizin önemine vurgu
yaptı. Bir STK’nın duruş olarak yaşadığı
çağın şahidi olduğunun bilincini her zaman
koruması gerektiğini, Türkiye’de artık
STK’ların bürokrasiden ayrılarak çözümler
ve fikirler üretmesinin önemini anlattı.
MÜSİAD Başkan Yardımcısı Ali Rıza
Arslan: “MMG’nin inşa edici bir dili var.”
MÜSİAD adına selamlama konuşması yapan
MÜSİAD Başkan Yardımcısı Ali Rıza Arslan,
MÜSİAD’ın gittikçe büyüyen yapısını,
kentsel dönüşüme dair özellikle çalışmalar
16 Mimar ve Mühendis
Prof. Dr. Zeki Çizmecioğlu, Mimar
ve Mühendisler Grubu’nun 20
yıllık sürecinde çok başarılı
işler yaptığını söyledi. Mimar
ve Mühendisler’in, toplumuzun
inşasında rol oynaması gereken
çok büyük bir sorumluluğu
olduğunu söyleyen Prof. Dr.
Zeki Çizmecioğlu, ülkemizde
yaklaşık 170 civarında üniversite
olduğunu, bunun 100 civarında
devlet okulu, 70 civarında özel
kurum olduğunu belirtti. Böyle
bir sayı olmasına rağmen, her iki
gençten birinin ancak üniversiteye
girebildiğini, iş kurmaya önem
verdiğimiz kadar, insanı en değerli
varlık olarak görüp, üniversiteleri
çoğaltmaya dönük çalışmaları da
önemseyerek, eğitimi ilk önceliğe
almamız gerektiğini söyledi.
yaptığını belirtti. MÜSİAD olarak ihracat ve
ithalatın arttırılması noktasında önemli bir
noktada olduklarını belirten Ali Rıza Arslan,
MMG’nin çalışmalarını takdir ettiklerini
belirtti.
Prof. Dr. Zeki Çizmecioğlu:“Bu ülkede en
ciddi sorun, eğitim sorunudur”
Üniversiteler adına selamlama konuşması
yapan Prof. Dr. Zeki Çizmecioğlu, Mimar ve
2008-2010 yılları arasında MMG’de görev aldığını belirten İETT Genel
Müdürü Hayri Baraçlı, Mimar ve Mühendisler Grubu’nun, hem teknolojiyi
hem AR-GE’yi savunan bir anlayışla çözümler ürettiğini, sermayenin
sadece para olmadığını, bilgi ve tecrübenin çok daha mühim olduğunu
belirtti
Mühendisler Grubu’nun 20 yıllık sürecinde
çok başarılı işler yaptığını söyledi. Mimar ve
Mühendisler’in, toplumuzun inşasında rol
oynaması gereken çok büyük bir sorumluluğu
olduğunu söyleyen Prof. Dr. Zeki Çizmecioğlu,
ülkemizde yaklaşık 170 civarında üniversite
olduğunu, bunun 100 civarında devlet okulu,
70 civarında özel kurum olduğunu belirtti.
Böyle bir sayı olmasına rağmen, her iki gençten birinin ancak üniversiteye girebildiğini
iş kurmaya önem verdiğimiz kadar, insanı
en değerli varlık olarak görüp, üniversiteleri
çoğaltmaya dönük çalışmaları da önemseyerek, eğitimi ilk önceliğe almamız gerektiğini
söyledi.
İETT Genel Müdürü Hayri Baraçlı:“Bilgi ve
tecrübe, sermayeden çok daha önemlidir”
2008-2010 yılları arasında MMG’de görev
aldığını belirten İETT Genel Müdürü Hayri
Baraçlı, Mimar ve Mühendisler Grubu’nun,
hem teknolojiyi hem AR-GE’yi savunan bir anlayışla çözümler ürettiğini, sermayenin sadece
para olmadığını, bilgi ve tecrübenin çok daha
mühim olduğunu belirtti. İETT Genel Müdürü
Hayri Baraçlı, MMG’nin yeni yönetimine başarılar dileyerek konuşmasını bitirdi.
MMG Eski Başkanlarından Oral Avcı: “28
Şubat’ı görenler, bugünlerin kıymetini bilmeli
ve daha büyük işler yapmaya çalışmalıdır”
MMG Eski Başkanlarından Oral Avcı, selamlama konuşmasında MMG’nin kurulduğu
günlerdeki zorlukları hatırlatıp, bugünlere
ulaşmasından çok emeklerin verildiğini,
Mimar ve Mühendisler Grubu’nun 28 Şubat’ı
yaşayanları olarak, bugünlerin çok güzel
günler olduğunu, bu fırsatı değerlendirmemiz
gerektiğini belirtti.
MMG Eski Başkanlarından Murat Kalsın:
“Mimar ve Mühendisler Grubu’nda hem
vefayı hem dostluğu görüyoruz.”
“Mimar ve Mühendisler Grubu’nda hem vefayı
hem dostu görüyoruz” diyerek sözlerine başlayan MMG Eski Başkanlarından Murat Kalsın,
MMG'nin birçok alanda projeler üreterek
geleceğin Türkiye'sini inşa edici noktasındaki
sorumluluğunun gittikçe arttığını belirtti.
MMG’nin çok başarılı bir başkanlık sürecinden
geçtiğini söyleyen Murat Kalsın, Abdulkadir
Geylani'nin “Kalbini derin kaz ki oradan hikmet pınarları fışkırsın, sonra ihlas ve iyi işlerle
o binayı yükselt. Bu işlerden sonra halkı o
köşke davet et” sözleriyle konuşmasını bitirdi.
Temmuz - Ağustos 2013 17
ETKİNLİK
Selamlama konuşmalarından sonra Divan
Heyeti’ne geçildi. MMG Yönetim Kurulu Başkanları ve Genel Başkan için şu isimler önerildi
ve kabul edildi:
MMG 2013 Yönetim Kurulu Üyeleri
- MURAT ÖZDEMİR Genel Başkan
- OSMAN ŞAHBAZ Genel Başkan Yardımcısı (Mali ve
İdari İşler)
- MURAT ÖZMEN Genel Başkan Yardımcısı (Şubeler ve
Kurumsallaşma)
- MAHMUT ÇELİK Genel Başkan Yardımcısı (Tanıtım,
Basın-Yayın, Dergi)
- ALİ REYHAN ESEN Genel Başkan Yardımcısı (Şehircilik
ve Çevre Komisyonları)
- Prof. Dr. ALİ OSMAN ÖNCEL Yönetim Kurulu Üyesi
(Bilim, Üniversite ve Proje Komisyonları)
- Doç. Dr. AHMET ERDAL OSMANLIOĞLU Yönetim
Kurulu Üyesi (Enerji ve Maden Komisyonları)
- MESUT UĞUR Yönetim Kurulu Üyesi (Sanayi ve Teknoloji Komisyonları)
- KUDRET ÇETİN Yönetim Kurulu Üyesi (Gıda, Tarım ve
Hayvancılık Komisyonları)
- SERKAN CANTÜRK Yönetim Kurulu Üyesi (Kurumsal
İlişkiler)
- YAVUZ SARI Yönetim Kurulu Üyesi (Genç MMG)
MMG 2013 Komisyon Başkanları
- Ş EHMUS YILDIRIM Yerbilimleri Komisyon Başkanı
- MURAT SEVEN Ulaşım Sistemleri Komisyonu Başkanı
- Selami KESKİN İnşaat Komisyonu Başkanı
- ADEM ŞAHİNOĞLU Mimarlık Komisyonu Başkanı
- MUSTAFA YALÇINKAYA Şehir Planlama ve Harita
Komisyonu Başkanı
- İsmail ÖZKAYA Çevre Komisyonu Başkanı
- BÜLENT ŞEN Enerji Komisyonu Başkanı
- NİHAT ISMUK Gıda ve Tarım Komisyonu Başkanı
- Harun URUL İş Sağlığı ve Güvenliği Komisyon Başkanı
- MEHMET KÜRŞAT ÇAPAR Bilişim Teknolojileri Komisyonu Başkanı
- YRD. DOÇ. DR. YALÇIN BOZTOPRAK Proje Geliştirme
Komisyonu Başkanı
- HAKAN KARABAY Makine Komisyonu Başkanı
MMG Yeni Dönem Genel Başkanı Murat Özdemir:
“Yeni Dönemde çalışmalarımızı daha da arttıracağız”
MMG’nin 11. Olağan Genel Kurulu’nda Genel Başkanı
seçilen Murat Özdemir, 2009’dan bu yana artan ivmeyi,
daha yukarılara taşımaya çalışacaklarını belirterek,
MMG'nin Avni Çebi Başkanlığında (2009-2013) ivmesinin daha yukarı çıktığını belirten Murat Özdemir,
yeni dönem için mimarlık ve mühendislik alanlarında
disiplinlerarası çalışmalara hız verileceğini belirtti.
Murat Özdemir, ayrıca kendisini bu göreve uygun gören
tüm arkadaşlara ve Mimar ve Mühendisler Grubu’na
teşekkür etti.
Program, plaket takdimi ve toplu fotoğraf çekimiyle
sonlandı.
18 Mimar ve Mühendis
Temmuz - Ağustos 2013 19
HABER
2009-201 3 MMG GENEL BAŞKANI AVNİ ÇEBİ'NİN GENEL KURUL KONUŞMASI
Şehircilik Manifestosu ve Sanayileşme
Sivil toplum kuruluşları, duruş olarak yaşadığı çağın şahidi olduğu bilincini her zaman koruması gerekir,
Türkiye’de artık sivil toplum kuruluşlarının bürokrasiden ayrılarak çözümler ve fikirler üretmesi önemlidir.
T
ürkiye'de sivil toplum çok önemli,
ama yeterince büyüyemiyor, gelişemiyor ve üretemiyor. Türkiye'de sivil toplum
örgütlerinin daha yürekli ve cesaretli duruş
sergileyerek, bir lobi olmaktan çok toplumun
ortak aklının merkezi olması gerekliliğinin bilincine varması gerekiyor. Mimar ve
Mühendisler Grubu olarak bizler, elimizden
geldiğince ortak akıl konusunda duyarlılığımızı gösterdik.
ŞEHİRLEŞME MESELEMİZ
MMG olarak her zaman gündemi takip
eden, kendi gündemini de üreten bir duruş
sergiledik. Son zamanlarda MMG olarak şehirleşme alanında özellikle çalışmalar yaptık.
Türkiye'nin şehirleşmesi, gelecek adına çok
önemlidir, çünkü bizler son 30 - 40 yıldır
sağlıklı bir şehirleşmeyi henüz uygulamaya koyamadık. Belki şehirleşmenin nasıl
olması gerektiğini mimar ve mühendisler
olarak konuştuk, söyledik ama uygulama
noktasında ve düşünce alanında tartışmalarımızda ortaya bir şey koyamadık. Şehirleşme
alanlarımız bir çöküntü alanlarına döndü,
sosyal donatı alanlarımız azaldı, yeni alanlar
üretilemedi, var olan alanlara da sağlıklı bir
altyapı hizmeti verilememesinden dolayı
hem kültürel hem sosyal sağlıklı sürdürülebilir bir büyümeyi gerçekleştiremedik.
Şehirleşmemiz çeşitli süreçlerden geçti;
önceleri müstakil evler, sonra müteahhitlerce
gerçekleştirilen yap-sat tarzı apartmanlar ve
geldiğimiz son noktada da çok katlı rezidanslar inşa ediyoruz. Bu yapılar AVM'lerle
birlikte Türkiye'nin kentsel mekânını yeniden
yapılandırmaktadır.
Acaba hakikaten bu yapılaşma Türkiye'nin
emeğine, ekonomisine, sosyal ve kültürel
meselelerine, sağlıklı bölüşümüne, adaletine,
geleceğine ne kadar katkı yapacak? Tüm bu
soruları, şehirleşmeyi geniş geniş başlıklarla
konuşmamız gerekiyor. Tarihi ve doğal çevrenin korunmasından şehirlerimizi mamur
edilmesine, insan emeğinin korunmasına
kadar birçok meseleyi şehirleşme ana başlığı
altında incelememiz gerekiyor. MMG olarak
şehirleşmeye çok önem veriyoruz, bu yüzden
de her yıl 6 adet çıkarttığımız Mimar ve
Mühendis dergisinin bir sayısını şehirleşmeye ayırıyoruz. Türkiye'de şehirleşme nasıl
olmalı, neden bir akıl tutulması yaşıyoruz,
20 Mimar ve Mühendis
doğru götürür.
Bugün Almanya'nın şehirleri, yaşanılası şehirlerdir. İngiltere'de, İspanya'da birçok şehir,
Türkiye'deki şehirlerden daha yaşanılası
şehirlerdir. Türkiye'deki çoğu insanımız üst
üste yaşıyor, çocuklarımız sokak aralarında
oynuyor, yaşlılarımız apartmanlarda hapsolmuş durumda… Tüm bu soruların cevabını şu
anda içinde bulunduğumuz kentsel dönüşüm
sürecinde cevaplayabilmemiz lazım. Türkiye
içinde bulunduğu durumla birlikte ya kendisini dönüştürecektir, geleceğini şimdiden
inşa edecektir, ya da kendisini çıkmaza doğru
sokacaktır.
niye bu hırs, bu tamah? Sonunda acaba
sürdürülebilir bir şehirciliği sağlayabilecek
miyiz? Yaşanabilir şehirler kurabilecek miyiz? Ürettiğimiz mekânlarda barışı, huzur ve
saadeti gerçekten sağlayabilecek miyiz?
RANT EKONOMİSİNDEN
DEĞER EKONOMİSİNE
Bildiğiniz gibi dünyadaki tüm ekonomik krizler, konut fiyatlarının yükselmesiyle meydana gelir. Özellikle Amerika'da, İspanya'da
son yaşanan krizler, daha önce Singapur'da,
Japonya'da ve Uzakdoğu ülkelerinde yaşanan
krizlerin hemen hepsinin altında, konut fiyatlarının şişmesi bulunmaktadır. Türkiye'de
maalesef fiyatlar da bu seviyelere gelmiştir.
Şu anda ekonominin patlamaması, yakın
zamanda patlayamayacağı anlamına gelmez.
Türkiye, genç nüfus olma avantajını farklı
alanlara kaydırarak, özellikle sanayileşmesini
sağlayarak, geliştirerek Ar-Ge'ye, inovasyona,
bilgi ve teknolojiye yatırım yaparak ancak
kendisini geliştirebilir ve ayakta durabilir.
Çünkü yatırım az önce saydığım alanlarda
yapılırsa değer üretilir, konut üzerinden yapılırsa rant üretilir. Türkiye'de rant, bir kısım
insanların kamunun imkânlarını kullanarak,
emsal artışlarıyla, projelerinin güzergahlarını
değiştirerek yaptıkları, sonunda geniş toplum
kesimlerine maliyet getiren bir kazançtır.
Ama değer ise sabırla alın teriyle azimle akıl
ile aşk ile adil bir paylaşım üzerinden üretilen değerlerdir. Bu değerler toplumu sağlıklı
bir büyümeye, adil bir paylaşıma ve huzura
İNSAN, TOPRAK VE MÜLKİYET
Şehirleşme Türkiye'nin en büyük sorunu
olarak karşımızda durmaktadır. Tabi, mevcut
yönetimde olan arkadaşlarımız da bu durumun yeni yeni farkına varmaya başladılar.
Kentsel dönüşüm'le ilgili son yaptıkları bir
toplantıda Çevre ve Şehircilik Bakanımız
"Kentsel dönüşüm'ü bir ranta çevirirsek
ülkeyi batırırız" dedi. Kendisi itiraf etti.
Gerçekten de öyle. Nüfus artışıyla birlikte bu
kadar konut üretmenin önüne geçmezsek,
yarın Türkiye'nin nüfusu yaşlandığında karşımıza ne gibi sorunlar çıkacaktır? Tamamen
müteahhitlerin hırs ve tamahına teslim
edilmiş bir ülkede yaşıyoruz. Gerçekten de
toprak, insan ve mülkiyet arasındaki o ilişkiyi
sorgulamaya başlamamız lazım.
Artık yeni bir mülkiyet anlayışı geliştirmemiz gerekiyor. Nasıl ki insan vücudu 6
ayda bir kendisini yeniliyorsa, mülkiyetin,
kamunun elindeki tasarruf hakkının yenilenebilmesi lazım ki, yeni oluşan durumlarda
ülke kendisini yenileyebilsin, yeni formlar ve
sosyal donatı alanları oluşturabilsin. İnsanın
çevreyle olan bağını kuvvetlendirebilsin,
kaybettiği toprakla olan ilişkisini yeniden
düzenleyebilsin. Bu ülkede artık, ülkenin
birikimleri bir kısım insanlara kamulaştırma
adı altında verilmemesi gerekiyor. Kullanım
hakkının olduğu bir sistem geliştirerek,
kamu, kamu adına, gelecek nesiller adına
kullanım hakkında tasarruf yapma hakkına
sahip olması lazım. Bu algının geliştirilmesi
gerekiyor. Araziyi üreten devlettir. Devlet, ilk
arsa üretiminde emsalleri düşük tutması lazım ki, daha sonraki ihtiyaçtan dolayı oluşan
emsal artışlarına kamu oluşan değere ortak
Acaba hakikaten bu yapılaşma
Türkiye'nin emeğine, ekonomisine,
sosyal ve kültürel meselelerine,
sağlıklı bölüşümüne, adaletine,
geleceğine ne kadar katkı yapacak?
Tüm bu soruları, ve şehirleşmeyi
geniş başlıklarla konuşmamız
gerekiyor. Tarihi ve doğal çevrenin
korunmasından şehirlerimizin
mamur edilmesine, insan emeğinin
korunmasına kadar birçok meseleyi
şehirleşme ana başlığı altında
incelememiz gerekiyor.
olabilsin. İstanbul'da emsal artışı ve nitelikli
yatırımlarla oluşan rantın büyük bir kısmının
kamuya aktarılması lazım ki, o ranttan Hakkari'deki, Şırnak'taki ya da bir başka şehirdeki
vatandaş da hak olarak faydalanabilsin. Eğer
biz bu dengeyi kuramazsak, büyük kentlerdeki yoğunlaşmayı önleyemeyiz. Dolayısıyla
gelir adaletini, ranttan değere doğru çevirecek yeni bir konsepte, paradigma değişimine ihtiyaç vardır. Eğer bunu yapamazsak,
yapacağımız her şey rant ekonomisine katkı
sağlayacaktır.
Konut fiyatlarında ne arttı? Mesela 10 sene
önce bir insanın 5-6 sene çalışarak elde
ettiği konuta, bugün 20-30 sene çalışarak
elde edemiyor. Ne değişti? Yerimiz mi yok?
Türkiye'de bir alan sorununun olmadığı
halde neden çok katlı yapılar tercih edilmeye başlandı? Türkiye, nüfus yoğunluğu
açısından Avrupa'nın en sakin ülkelerden
birisidir. Türkiye'de nüfus yoğunluğu 100'ün
altında 97'dir, Almanya'da 221'dir, İngiltere ve Hollanda'da 400'dür. İsviçre'de 180
civarındadır. Dolayısıyla tüm bu ülkelerde
ülke nüfus yoğunluğu fazladır ama ülke
nüfus yoğunluğu ile yerleşim yeri nüfus
yoğunluğu arasındaki ayrımı yapmamız
gerekiyor. Yerleşim yeri nüfus yoğunluğu
açısından baktığımızda neden Türkiye, tüm
bu saydığımız Avrupa ülkelerine göre daha
yoğundur? Çünkü çok yoğun bir yerleşim
modelimiz var ve arazilerimizi nasıl ranta
çeviririz, bunun hesabındayız. Öncelikle
araziden rant elde etmeyi bırakmamız gerekiyor. Hiçbir belediye yönetimi oturduğu
yerde emsal artışı yapamaz, emsal artışından doğacak rantı bir kısım insanlara aktaramaz. Biz, bunları düzenlediğimiz zaman
siyasetin dilini de revize etmiş olacağız.
Bugün Türkiye'de siyaset de maalesef ülke
için değer üretmekten çok rant üretmeye
odaklanmış durumdadır. Tüm bu sorunların
en başında arazi mülkiyeti yatıyor. Eğer biz,
arazi ile ilgili politikalarımızı sürdürülebilir,
insani, gelecek nesillerin hakkını hukukunu koruyacak şekilde düzenleyemezsek,
şehirlerimizi fark etmeden azap şehirlerine
dönüştürmüş oluruz. Hem çok katlı yapılara
hapsoluruz, hem yaşam alanlarımız azalır,
hem kendi kendimizi felakete sürüklemiş
oluruz, hem de geleceğimizi tehlikeye atmış
oluruz.
İSTANBUL ŞEHİR SİLUETİ
Bu noktaya gelmişken, İstanbul şehir silueti
ile ilgili bir açıklama yapmak istiyorum.
Bildiğiniz gibi İstanbul şehir silueti ile
ilgili birçok çalışmalar yaptık, faaliyetler
düzenledik. Basın bildirileri yayınladık,
yürüyüşler yaptık, Avrasya Koşusu'nda eylemler düzenledik. Şu anda Zeytinburnu'nda
yapılan çok katlı binaların yıkılmasıyla
ilgili idari mahkemeden yıkım kararı çıkmış
durumda. Fakat mahkeme kayıtlarını
okuduğumuz zaman, arada şöyle bir cümle
geçiyor, "kamu, kamulaştırma yaparak
binaları tıraşlayabilir." Burada kamulaştırma
yapmaya kimsenin hakkı yoktur. Çünkü o
binaların arazileri alındığı zaman emsaller
1'idi. Firma emsal artışı talebinde bulunarak
1 den 2.5'a çıkarıldı. Uygulama da emsal
4.5'a çıktı. Firma orayı alırken 40 milyon
TL’ye aldılar, otomatikman emsal artışıyla
100 milyona TL’ye çıkardılar. Yaptıkları
uygulamalarla da ham arsanın bedelini
150 milyona çıkardılar. Şimdi devlet neden
bunlara böyle bir bedel ödeyecek? Bu bedeli
onlara ödemeye kimsenin hakkı yoktur. O
arkadaşlar yaptıkları yanlıştan dönmeli ve
toplumdan özür dilemelidir. Doğru olan da
budur. Kimse, kimsenin hakkını, kimseye
kamulaştırma bedeli diye olarak ödeyemez.
Çünkü şöyle düşünelim: Merkezi ya da yerel
belediye olabilir, bu arkadaşlar emsali arttırırken kamuya hangi değeri aktarmıştır? Bir
bedel aktarmış mıdır? Aktarmışlarsa bunu
açıklasınlar ilk önce. Dolayısıyla bu haksız
ve adil olmayan bir kazançtır.
KENTSEL DÖNÜŞÜM VE GELECEĞİMİZ
Türkiye kentsel dönüşüm sürecinde şehirlerini hızla dönüştürürken, adil çözümler
üretmelidir. Kamu vicdanını rahatlatmamız
gerekiyor. Şehirleşme sadece bina yığını
demek değildir. Şehirleşme kültürel, sosyal,
insani değişim programı olarak; Türkiye'nin
önümüzdeki 100 yılını tamamlayacak
büyük bir dönüşümün adıdır. Bu süreci
sağlıklı, hak hukuk gözeterek yürütmemiz
gerekiyor. Devletin özellikle İstanbul'da ve
diğer büyükşehirlerde yoğunluğu arttırmaması lazım. Bununla ilgili çözümler vardır,
yapılabilir, uygulanabilir. Çözümsüzlük
diye bir şey yoktur. Allah insana akletmeyi
vermiş ama aklınızı vicdanınızla birlikte
kurguladığınızda doğru ve adil çözümler
Temmuz - Ağustos 2013 21
HABER
Türkiye, genç nüfus olma avantajını
farklı alanlara kaydırarak, özellikle
sanayileşmesini sağlayarak,
geliştirerek Ar-Ge'ye, inovasyona,
bilgi ve teknolojiye yatırım yaparak
ancak kendisini geliştirebilir ve
ayakta durabilir. Çünkü yatırım
az önce saydığım alanlarda
yapılırsa değer üretilir, konut
üzerinden yapılırsa rant üretilir.
Türkiye'de rant, bir kısım insanların
kamunun imkânlarını kullanarak,
emsal artışlarıyla, projelerinin
güzergahlarını değiştirerek
yaptıkları, sonunda geniş toplum
kesimlerine maliyet getiren bir
kazançtır. Ama değer ise sabırla
alınteriyle, azimle, akıl ile, aşk ile,
adil bir paylaşım üzerinden üretilen
değerlerdir. Bu değerler toplumu
sağlıklı bir büyümeye, adil bir
paylaşıma ve huzura doğru götürür.
üretebilirsiniz. Dolayısıyla Türkiye'de nüfus
yoğunluğu problemi yoktur. Türkiye artık
nüfus yoğunluğunu; yerleşim yeri nüfus
yoğunluğunu azaltmaya yönelik politikalar
üretebilmesi gerekiyor.
Şehri inşa ederken insanların kültürel
ve etnik yapılarını, sosyal ve ekonomik
durumlarını, yabancı ve yerliliklerini hesaba
katarken aynı zamanda yaş gruplarını da
değerlendiren bir sistem içinde bakmamız
gerekiyor. Bugün yeni bir toplum yapısı,
yeni bir dil, yeni bir medeniyet anlayışı üretebilmemiz lazım. Yerimiz mi dar? Bildiğiniz
üzere Türkiye şu anda 780 bin kilometrekare üzerinde 76 milyon insanın yaşadığı
bir ülke. Şu anda Türkiye bulunduğumuz
bölge içersinde; yani Irak’ı saymıyorum ama
Avrupa ülkesi olduğumuzu söylüyoruz ya
hani Avrupa Birliği’ne girmeye çalışıyoruz ve
gelişmiş ülkelerden biri olmaya çalışıyoruz;
bu ülkelere baktığımız zaman Türkiye nüfus
yoğunluğu olarak bu ülkelerin hepsinden
çok çok az; ama bizde asıl sorun yer darlığı
değil gönül darlığı. Aynı zamanda anlayış
darlığı, aynı zamanda akıl tutulması, biraz
da ahlaki erozyon.
Bugün, Türkiye'de nüfus yoğunluğu diye
bir problem yoktur. Türkiye 780 bin km2,
nüfus 76 milyon, nüfus yoğunluğu km2’ye
97 kişi. Hollanda 41 bin 543 km2, 16
milyon 850 bin kişi yaşıyor, nüfus yoğunluğu 405 ki Hollanda’nın topraklarının %25’i
denizden kazanılmış, dolgu ile yapılmıştır
22 Mimar ve Mühendis
ve Hollanda bu küçük alanda dünyanın en
büyük tarımsal üretimini yapmaktadır ve
siz Hollanda’ya gittiğiniz zaman şehirlerde
hiçbir yoğunluk hissetmezsiniz. Hollanda’yı
bizim Konya ile karşılaştırabiliriz. Konya 39
bin km2 yaklaşık Hollanda kadar, nüfusu
2 milyon 100 bin nüfus yoğunluğu 50.
Yani Hollanda’ya göre 8 kat daha az. Aynı
şekilde İsviçre’ye gittiğimiz zaman, orası
da Konya kadar bir yer, 8 milyona yakın
insan yaşıyor, oranın nüfus yoğunluğu 188.
İsviçre Türkiye’ye çok benziyor. Orası dağlık
bir ülke 185 metre ile 4000 metre arasında
değişen yükseklikler var. İngiltere de 131
bin km2 de 53 milyon insan yaşıyor nüfus
yoğunluğu 407 yani Türkiye’nin 4 mislinden
fazla siz orada bir yoğunluk hissetmiyorsunuz. Şöyle bir mazeret kabul edilemez;
“işte Almanya çok düz, İngiltere çok düz,
işte biz ondan dolayı kentlerimizi çok yoğun
yapmak durumundayız, alan sorunumuz
var, yer sorunumuz var.” Bu bir gerçek değil.
Buna yalan demek istemiyorum bir bilgi
eksikliği olarak görmek istiyorum ve bir akıl
tutulması olarak görüyorum. Aynı şekilde
İtalya, Türkiye’ye göre iki misli daha yoğun.
Japonya; toprakları Türkiye’nin yarısı kadar,
nüfusu Türkiye’nin aşağı yukarı iki misli,
nüfus yoğunluğu da 3,5 misli. Bu ülkelerde
insanlar inanın ki bizden daha rahat, daha
sakin şehirlerde daha huzurlu yaşıyorlar.
Sürdürülebilir dediğimiz, erişilebilir dediğimiz şehirler, insanların bisiklet kullanarak
işlerinden evlerine gidebildiği, olabildiğince açık uçlu toplumun bütün kesimlerini
kucaklayan şehirler.
Bugün öncelikli olarak devletin yapması
gereken en önemli şey, arazi üretmesidir.
Arazi üretilirse konut maliyetinin içinde en
büyük yer tutan arsa maliyetleri düşecek,
ekonomiye yansıyacak ve konut fiyatları
düşecektir. Bizim artık, gelecek nesillerin
hakkını ve hukukunu düşünen projeler
yapmamız gerekiyor. Bu konuları Mimar ve
Mühendisler olarak yüksek sesle dile getirmemiz gerekiyor.
SANAYİLEŞME
STRATEJİMİZ NE OLMALI?
Tabii, Türkiye'nin sanayileşmesi ve büyümesi de çok önemli. Türkiye'nin mevcut
sanayi yapısını değiştirmesi gerekiyor. Çok
katlı binalarda kullanılan birçok teknolojik
ürünün ithal olması, sanayi noktasında
nerede olduğumuzu gösteriyor. Örneğin
enerji verimli pompa diyoruz ama bizim bir
pompacımız dahi yok! Türkiye'de sanayi alanında lokomotif olacak çalışmalar var ama
yeterli değil. Hep bir "babayiğit" arıyoruz.
Bakan çok güzel ifade etti geçenlerde: "Babayiğiti bir türlü bulamıyoruz. Baba buluyoruz
yiğit değil. Yiğit buluyoruz baba değil. Biz ya
baba bulucaz onu yiğit yapıcaz, ya da yiğit
bulucaz onu baba yapacağız. İşte Türkiye'nin
geldiği nokta…
Raylı sistemlerde Türkiye, 50 yıl kaybetmiştir. Önümüzdeki 20-25 yılda çok
büyük yatırımlar yapılacaktır. Devlet, kendi
inisiyatifini kullanarak sanayisini güçlendirmesi gerekiyor. Aynı şekilde uluslararası
standartlara bağlı kalarak sivil uçağımızı
gerçekleştirmemiz zor görünüyor. Bu alanda
uluslararası çok sıkı standartlar var. Bu
standartları sağlamadığınız bir durumda
kendi ürettiğimiz uçağınızı uluslararası
uçurmanız mümkün değil. Türkiye’nin bu
Türkiye kentsel dönüşüm sürecinde
şehirlerini hızla dönüştürürken,
adil çözümler üretmelidir. Kamu
vicdanını rahatlatmamız gerekiyor.
Şehirleşme sadece bina yığını
demek değildir. Şehirleşme kültürel,
sosyal, insani değişim programı
olarak Türkiye'nin önümüzdeki
100 yılını tamamlayacak büyük bir
dönüşümün adıdır. Bu süreci sağlıklı,
hak hukuk gözeterek yürütmemiz
gerekiyor.
üretiminde kullanmak için 4 milyar $ ithal
olarak harcamışız. Türkiye'nin artık kendi
kaynaklarını görmesi ve çeşitlendirmesi
gerekiyor.
alanda ilerlemesi uzun zaman alır. Ancak
her zorlukla birlikte bir kolaylıkta vardır.
Bunu sağlayacak azim ve çalışmamızdır. Şu
anda Türkiye'de alıcı bulan otomobillerin
% 80'i ithaldir. Tamamen ithal. Türkiye'de
üretilen otomobillerin parçalarının da %
70'i ithaldir. Konfora dayalı ve bireysel bir
ürün olduğu için yerli olan otomobili üretip
satmakta zorlanabiliriz. Dolayısıyla bizim,
insan gücümüzü en güzel şekilde değerlendirebileceğimiz alanlardan birisi, devletin
merkezi ve yerel yönetimler olarak bizzat alıcısı olduğumuz raylı sistemlerdir. Ankara'da
yapılan raylı sistemler ihalesine %51 yerli
şartı getirildi. Bu yerlileşmeyi teşvik ve cesaretlendirme açsından çok önemlidir.
Türkiye, malzeme sektöründen yazılım
sektörüne kadar birçok alanda büyümeyi
hedeflemelidir. Sanayileşme stratejimizde
tetikleyici ve manivela görevi görecek sektörlere ihtiyaç vardır. Raylı sistemler bu noktada
1. öncelikli alan olarak alınmalıdır. Türkiye
önümüzdeki 20 yılda şehir içi ve şehirlerarası raylı sistemlere 80 milyar $ civarında
yatırım yapacaktır. Savunma Sanayi'de
son zamanlarda çok başarılı olduğumuz bir
alandır. Savunma Sanayi ve Raylı Sistemler
Sektörü, standartlarını kısmen bizlerin oluşturması açısından gelişmemiz ve kalkınmamız için lokomotif sektörelerdir. Dünyayı
artık standartlar yönetiyor. Ülkeleri ve hatta
sınırları bile…
Doğru bir tanımlama yapmamız gerekiyor
sanayileşme için. Bu noktada Almanya ile
Kore'yi karşılaştırmak istiyorum. Almanya
birçok gurbetçimizin çalıştığı ve aileleri
ile birlikte yaşadığı bir ülke. Almanya ile
geçmişimiz çok eskilere dayanıyor. Kore
ise 1951 yılında birlikte savaştığımız bir
ülke. Bir taraftan bu iki ülkenin durumuna
bakın diğer taraftan Türkiye'nin durumuna… Bugün Türkiye Nükleer Santral için
girişimlerde bulunuyor. Türkiye ile Kore
aynı tarihlerde nükleer çalışmalarına başlamasına rağmen, bugün Kore'de 17 tane
nükleer santral var. Enerjisinin % 39'unu bu
santrallerden karşılıyor.
Açık ve net konuşmak istiyorum.
Türkiye'nin Ruslarla yaptığı Mersin Akkuyu
Nükleer Santral anlaşmasında -Şartnamenin hepsini okudum, söyleyeceklerimi de
Enerji Bakanımızın olduğu bizim Ankara’da
düzenlediğimiz panelde bizzat söyledim, o
yüzden burada söylemekte de bir beis görmüyorum. Anlaşmada teknoloji transferi ve
yerli teknoloji kullanımıyla ilgili açık hiçbir
madde yoktur. Bizim orada dile getirdiğimiz
bu eksikliğin, yeni yapılan Japon'larla çalışmada olumlu etkisini gördük, konuşmalarımızın etkili olduğunu görüyorum. Bunları
gerçekten konuşmamız lazım. Nükleer
teknoloji sadece bir enerji üretimi değildir
ki? Yeni bir bilgi birikimi, yeni malzemeler,
daha hassas teknolojiler, yeni organizasyon
şekilleri, yeni bir bakış açısıdır Türkiye için
nükleer teknoloji…
Türkiye'nin enerji üretiminde teknoloji ve
birincil enerji kaynakları açısından yurtdışına ciddi bağımlılığı var. Türkiye, kendi
yerli kömürünü dahi enerji üretiminde
kendi santrallerinde kullanamıyor, dışarıdan
kömür ithal ediyor. Enerjide dış kaynağa
bağımlılığımız % 73. Bu çok yüksek bir
değerdir. Bunu düşürmek için yerli kaynaklarımızı kullanmalı ve enerji verimliliğine
önemsemeliyiz. Yalnızca kömüre enerji
EĞİTİMDE DİL VE METOT SORUNU
Son olarak, Türkiye'de eğitimde de maalesef
bir akıl tutulması yaşanıyor. Çocuklarımız 4.
sınıftan sonra dershanelerde büyük bir azap
içerisinde büyümektedirler. Ve bu çocuklar, merak duygusunu, keşfetmenin tadını
alamadan büyüyorlar. Yoğun test sorularını
saatlerce çözmekten dolayı çocuklarımızın
çoğu küçük yaştan itibaren gözlük kullanıyor. Çocukların gerçek kabiliyetlerinin
ortaya çıkarılacağı bir sistemi inşa edebilmeliyiz. Türkiye'de aileyi, insanı, çocuğu
merkeze alan eğitim modellerine ihtiyacımız
var. Çocuğun büyüyebileceği alanı kentte
oluşturarak çocukla mekân arasındaki ilişkiyi
doğru okumamız gerekiyor. Biz, 60-70 kişilik
sınıflarda başarıyı yakalayamayız. Çocuklarımız dershanelerde şaşı olacak derecede soru
çözmeye mecbur kalmamalı, kendilerine ait
ilgi alanlarını keşfederek öğrenmeli, sokaklarda yürüyebilmeli, koşabilmeli, keşfederek
yaşamalı… Bir insanın en büyük edinimi,
kendi kabiliyetlerini kendisinin keşfederek
fark edebilmelisidir. Eğitimin tekrar gözden
geçirilmesi gerekiyor. Son 10 yılda kaç tane
bakan ve sistem değiştirdik bilen var mı?
Ayrıca üniversitelerde yabancı dil öğrenimine
de karşıyız, üniversitelerimiz yabancı dille
değil, Türkçeyle ders vermelidir. Ancak her
bireyimiz birkaç dil öğrenmelidir, eğitimde
öncelik anadildir. Anadille ancak rüya görebilir, hayaller kurabilir, şiir yazabilir, felsefe
yapabilir, muhakeme edebilir ve dünya ile
sağlıklı ve özgüvene dayalı etkileşime geçebiliriz. Biz yabancı dili gerektiği zaman bir alet
gibi kullanmalıyız. İşi yapan eldir, alet ona
mahir usta ise yardımcı olur, işini kolaylaştırır, pense gibi… Türkiye'nin aydınlık bir
geleceği için Mimar ve Mühendisler olarak
hikmet, imar ve ihsan kavramlarını önemsiyoruz. Hepimiz önemsemeliyiz.
Temmuz - Ağustos 2013 23
HABER
MMG'YE BAŞKAN SEÇİLEN MURAT ÖZDEMİR'İN GENEL KURUL KONUŞMASI
MMG'yi DAHA İLERİYE TAŞIYACAĞIZ
Görev değişiklikleri genellikle bir bayrak yarışı olarak değerlendirilir. Bu manada bugün bir bayrak devir
teslimi gerçekleştirdik. Ama burada bir fark olacak. Bildiğiniz gibi bayrak yarışlarında bayrağı veren üçbeş adım daha attıktan sonra durur ve bayrağı alan koşmaya devam eder. Burada ise bayrağı verenler de
alanlarla birlikte koşacaklar.
Ö
ncelikle MMG gibi bir oluşumu düşünen, hayal eden, kurgulayan, oluşturan
ve bugünlere gelmesinde emeği olanlardan
ahirete intikal etmiş olanlara rahmet, hayatta
olanlara da teşekkürlerimi sunmak istiyorum.
Sonrasında benim bu derneğe üye olmama
vesile olan, MMG’yi bana kazandıran Emrullah
Hamidi ağabeye teşekkür ederim.
Sonrasında 2007-2009 döneminde İnşaat komisyonu çalışmalarına beni davet eden Ömer
Faruk Kültür hocama ve bu imkanı sağlayan o
günkü başkanımız Murat Kalsın Bey’e teşekkür
ederim. 2009-2011 döneminde İnşaat Komisyonu Başkanı, 2011-2013 döneminde Yönetim
Kurulu üyesi olarak beni yönetimine dahil
eden Avni Çebi başkanıma teşekkür ederim.
MMG gelecek dönemini kime emanet edelim
istişaresinde bu görevi bize vermiş olmalarından ziyade hakkımızda hüsnü zanda
bulunarak bizi bu göreve layık gören değerli
büyüklerimize teşekkür ederim.
Bu dönemde yönetimde görev almayı kabul
eden bütün yönetim kurulu üyelerimize ve
komisyon başkanlarımıza teşekkür ederim. Son
olarak ta yönetimimizi onaylayan değerli genel
kurul delegelerimize teşekkür ederim.
Evet, bu tür yapıların kurgulanması ve kurulması kolay olmuyor. Bunlardan daha zor
olanı ise bu yapıların sürdürülebilir kılınması…
Kurulduğu günden itibaren sürekli üst üste
koyarak birlik içinde bu günlere gelen MMG’de
dolu dolu ve etkin geçen 2009-2011 döneminde Avni Başkan çıtayı biraz daha yükselterek
bize devretmiş oldu. Bizde bu dönemimizde
MMG’nin kurucu felsefe ve çizgisine bağlı kalarak bu coğrafyanın kültürel ve inanç değerlerinden beslenerek bu çıtayı daha da yukarıya
taşımaya en azından aşağıya indirmemeye
çalışacağız.
Geçen dönemde olduğu gibi bu dönemde de
önem vereceğimiz konulardan biri şehircilik olacaktır. Çünkü gerçekten şehircilikle
ilgili gerçekleşen değişim ve dönüşümleri çok
önemsiyoruz. Çünkü diğer konulardan farklı
olarak bu konuda bir akıl tutulması ve algı
yanılsaması olduğunu düşünüyoruz.
Şehirlerimiz ve meskenlerimiz huzur mekanları olması gerekirken şehirlerimiz kaos,
meskenlerimiz maalesef tüketim ve gösteriş
mekanları olarak ön plana çıkmaktadır. Yüksek
24 Mimar ve Mühendis
katlı binalar gelişmişlik göstergesi olarak pazarlanmakta ve sunulmaktadır. Oysa, yüksek
katlı binalar gerçek manada bir gelişmişlik
göstergesi değildirler, olamazlar. Bir sermaye gücünün ve gösterişin ve biraz daha ileri
gidersek bir kibrin göstergesi olabilir ama
gerçek manada bir gelişmişlik göstergesi
olamaz en azından 2000’li yıllarda olamaz
diye düşünüyorum.
1400’lü 1500’lü hatta 1800’lü yıllarda yapılar
bir gelişmişlik göstergesi kabul edilebilirdi. Çünkü o günkü teknoloji ile ancak yapı
yapılabiliyordu ve ülkeler yaptıkları binalarla
birbirlerine karşı güç gösterisinde bulunuyorlardı. Ama bugün siz Türkiye’de İsveç
ekskavatörü, Alman mikser ve pompası, Japon
bilgisayarı ve Amerikan yazılımı, Türk kum,
çakıl, çimentosuyla bina yapacaksınız bunu
da gelişmişlik göstergesi sayacaksınız. İşin
sosyolojik boyutuna şimdi burada girmiyorum,
onu Avni Bey’de çokça işledi bundan sonra biz
de her fırsatta işlemeye devam edeceğiz. Ben
sadece burada iki ayete dikkatlerinizi çekmek
istiyorum. “Siz her yüksek yere bir alamet
bina yapıp boş şeylerle eğleniyor musunuz?
İçlerinde ebedi yaşama ümidi ile muhkem
yapılar mı ediniyorsunuz” (Şuara 128,129)
Gerçek bir gelişmişlikten bahsedeceksek
sanayi ve teknoloji’deki yerimizden, üretimimizden bahsetmemiz gerekecek. Özellikle de
katma değer üreten, insanların hayatlarını
kolaylaştıran teknolojilerden… Bugün çeliğin
kilosu 1,5 TL, 1kg paslanmaz çelik 8,5 TL,
1kg beton 4 kuruş, 112gr telefon 1.800.-TL
yani kilosu 16.000.-TL, 1 cd ağırlığında 15gr
yazılım 300TL yani kilosu 20.000.-TL. 100 m2
bir ev , fazla fazla 150 ton gelse, fazla fazla
750.000.-TL’ye satsanız kilosu 5 TL’ye gelir.
Yani bunların kilo karşılaştırmalarının sağlıklı
doğru olmadığını biliyorum ama çarpıcı olsun
diye böyle örnekledim. Özellikle ve öncelikle
kendimize yetecek ve katma değer üretecek
sanayi ve teknoloji yatırımlarına öncelik
verilmeli ve her türlü teşvik edilmelidir diye
düşünüyoruz. Bu arada geri kaldığımız sanayi
ve teknoloji alanında, genç, dinamik ve girişken yapısıyla, bizden ilerdeki ülkeler için de iyi
bir pazar konumunda bulunmaktayız.
Mecburen ithal etmek zorunda olduğumuz
ulaşım sistemleri, endüstriyel ve teknolojik
ürünlerle ilgili olarak bu pazar yapımızı koz
olarak kullanıp ofset anlaşmalarıyla mümkün
olduğunca teknoloji transferini gerçekleştirmemiz gerekmektedir.
Sanayi ve teknoloji önemli , ama ondan daha
önemli olan bir alan daha var. Bugün belki
onsuz yaşanamaz gibi geliyor ama aslında cep
telefonsuz yaşabiliriz. Biraz zorlasak bilgisayarsız hatta çok zorlasak elektriksiz bile yaşayabiliriz ama gıdasız yaşayamayız. “Son ırmak
kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenmeyen
bir şey olduğunu anlayacak.” diyen kızılderili
bilge gibi yenebilir şeylere de önem vermeliyiz.
Kaldı ki bizim için bu konunun bir de helalharam boyutu var ki o da son zamanlarda çok
istismara açık bir alan gibi gözükmektedir.
Düzenleme ve denetimlerin gerekli ve yeterli
şekilde yapılmaları ve konunun her açıdan
sıkı takip edilmesi gerekmektedir. Tarım söz
konusu olduğunda bir de aslında tarımın para
etmediği, bir ton buğdayla bir bilgisayar bile
alınamadığı, dolayısıyla tarım yatırımın verimsiz olduğu onun yerine sanayiye yönelinmesi
gerektiği gibi de bir söylem gündeme gelmektedir. Sanki tarım olursa sanayi olamaz, bizim
de yeterli toprağımız yokmuş gibi…
Bakın biz genelde şehircilik açısından Hollanda
ile Konya’yı kıyaslarız ama tarım üretim ve
ihracatı açısından da bakacak olursak, Konya
kadar olan Hollanda’nın tarım ürünleri ihracatı
50 Milyar $ iken ondan yaklaşık 19 kat büyük
olan ülkemizin tarım ihracatı ise 12 Milyar
$ mertebelerindedir. Yani, iş para kazanmaksa tarımdan da para kazanmak mümkün
olmaktadır. Bu kapsamda dergilerimizde
dosya konusu olarak işlediğimiz gıda, tarım ve
hayvancılık konularında bu dönem daha etkin
çalışmalar yapmayı hedeflemekteyiz.
Gerek sanayi ve teknoloji gerekse tarım alanındaki bu geri kalmışlığımızdan çıkış, aslında bir
nevi bir seferberlik havasında içinde el birliği
ile çalışmaktan geçmektedir. Ülkemiz gerçekten maalesef, daha da eskisi var ama özellikle
Tanzimat'tan 2000’li yılların başlarına kadar
gerçekten çok kötü yönetilmiş.
Şimdi bu farkın kapatılması için hızlanmak
lazım ve hız da beraberinde enerji ihtiyacını
getirmektedir. Türkiye birincil enerji kaynakları
açısından zengin bir ülke olmadığından enerji
ithal eden bir ülke durumundadır. Bu nedenle
hedeflerine ulaşmak için ihtiyaç duyduğu ve
duyacağı enerjiyi, her türlü gelişmiş teknolojik
imkanları kullanarak temin etmek durumundadır. Nükleer enerjiyi de bu kapsamda
değerlendiriyoruz. Ülkemiz halihazırda halen
kontrolü kendinde olmayan, eski teknoloji ile
çalışan doğumuzda Ermenistan’daki ve Batıda
Bulgaristan’daki nükleer santraller nedeniyle
zaten nükleer risk altındadır. Ermenistan
Metzamor nükleer santrali Kars’a 100, Iğdır’a
30km uzaklıkta olup 1977 yılı teknolojisiyle
yapılmış olup 2016 yılına kadar faaliyetini
sürdürecektir. Edirne’ye 500, İstanbul’a
700 km uzaklıkta Bulgaristan’daki Kozloduy
nükleer santrali ile ülkemize 700km uzaklıkta Ukrayna Kırım’daki Nükleer santral de
çevremizdeki nükleer tehdidi oluşturmaktadır.
Son teknoloji ile kontrolü elden bırakmadan
yaptıracağımız nükleer santrallerden ziyade ve
önce, asıl çevremizdeki bu santrallerin tehdidi
altında bulunmaktayız. Tabii geç kaldığımız bu
nükleer enerji yatırımlarını yaparken şunu da
göz ardı etmemeliyiz.
Aslında nükleer enerji teknolojisi, enerji açısından geleceğin teknolojisi değildir. Güncel bir
teknolojidir.
Geleceğin teknolojisi, başta güneş olmak
üzere yenilenebilir enerji kaynaklarıdır. Bu
konuda da, efendim, Almanlar, Japonlar bulup
geliştirsinler, bizde bir şekilde onlardan
kullanırız kolaycılığına düşmeden, bu konudaki
gerekli Ar-Ge çalışmalarına hızlanarak devam
edilmelidir. Aslında Türkiye’nin bunlardan
başka, daha az masraf ederek elde edeceği bir
enerji kaynağı daha var ki onun da üzerinde de
önemle durulmalıdır. O da enerji tasarrufudur.
Bu konuda bizim oldukça geniş bir marjımız
bulunmaktadır. Elektrik işleri etüt idaresinin
yaptığı bir çalışmaya göre bina sektöründe
%30, sanayi sektöründe %20 ve Ulaşım
sektöründe %15 tasarruf etme imkanımız
vardır. İstanbul’da ki 4.Ulusal Enerji Verim-
liliği Forumu'nda Bakanımız Taner Yıldız’da
Türkiye’de her yıl 15 Milyarlık enerji tasarrufu
sağlanabileceğini, yani her yıl iki Keban barajı
yapmış olacağımızı ifade etmiştir. Dolayısıyla
“israfta hayır yoktur, hayırda da israf yoktur”
hükmü gereğince, sadece enerji alanında değil
her alanda verimlilik ve tasarruf öncelikli
konumuz olmalıdır. Tabii bütün bu konularda
gerek çevre ve şehircilik olsun, gerek sanayi
ve teknoloji, gıda, tarım ve hayvancılık ve
gerekse enerji olsun bilim üreteceksek bu
noktada üniversitelere büyük görev düşmektedir. Ayrıca, “Hikmet müminin yitik malıdır,
nerede görse alır” hükmü gereğince, teknoloji
ve bilimsel olarak neyi, nereden, nasıl bulup,
öğrenip geliştirebileceksek oralarla da ortak
çalışma imkanları üretmeliyiz. Tabii ki bütün
bu çalışmalar sırasında, ilgili konularda gerek
karar alıcılar, gerek yürütücüler ve gerekse
faydalanıcılarla ortak çalışmalar yürütmemiz gerekecektir. Bu dönemde bu yöndeki
çalışmalarımız ve işbirliklerimiz artarak
devam edecektir. Ancak siz ne kadar önemli
çalışmalar yaparsanız yapın, bunu etkin ve
doğru bir şeklide kamuoyuna ve ilgili taraflara
aktaramazsanız, çalışmalarınızdan istediğiniz
verimi almanız da mümkün olamamaktadır.
Yapılan çalışmalar ve faaliyetlerin, bir şekilde
kamuoyunun gündemine gelmesi ve kamuoyu
tarafından sahiplenilmesi halinde, çok daha
etkili olmaktadır.
Bunun bizim açımızdan en iyi örneği “Silüetime Dokunma” feryadıyla gerçekleştirdiğimiz
etkinliklerdir. Bugün, elhamdülillah bu feryadımız Başbakanlık makamında da nihayet
yankı bulmuş ve yargı süreci işlemeye
başlamıştır. Biz konuyu gündeme getirdiğimizde bize karşı tavır alanlar, başbakanın bu
binalarla ilgili, geç de olsa, yaptığı açıklamalardan ve bu son kararlardan sonra herhalde
biraz mahcup olmuşlardır. Sayın Başbakanın
ağzına bakıp konuşmayı alışkanlık haline getirenler, bizim sadece doğrulara ve hakkaniyete dayanarak yaptıklarımızı algılayamadılar.
Bu noktadaki bizim hatamız belki sadece sa-
yın başbakandan önce konuşmuş olmak oldu.
Ama biz bundan sonra da, kurucu ilkelerimiz
arasında saydığımız, dönemimize şahitlik
yaparken olumlu gelişmeleri müjdelemeye
ve yanlış gördüğümüz uygulamalar hakkında
da uyarıcı olmaya devam edeceğiz… Bütün
bu söylem ve eylemlerimizin daha etkili
olabilmesinde arkamızdaki üye destek ve
katkısı şüphesiz çok önemlidir. Bu nedenle
Genel Merkez ve şubeler olarak hem mevcut
üyelerimizin hem de yeni üyelerin destek ve
katkısını sağlamalıyız. Bu kapsamda çeşitli
illerimizden gelen şubeleşme talepleri de titizlikle incelenerek, uygun görülenler hayata
geçirilmeye çalışılacaktır. Bu noktada önemli
bir katkıda genç arkadaşlarımızdan bekliyoruz ve çoğu zamanda görüyoruz. Bu vesile ile
kendilerine de teşekkür etmek isterim.
Derneğimiz ve değerlerimizin gelecek kuşaklara aktarılması adına genç arkadaşlarımızın
faaliyetlerimize katılımlarını ve katkılarını
önemsiyoruz. Bu konuda da çalışmalarımıza
yavaşlatmadan devam edeceğiz inşallah.
Bütün bu dernek çalışmaları bildiğiniz gibi
gönüllülük esasına dayanmaktadır. Ama
Yeryüzü Mühendislerinin kuruluş çalışmaları
sırasında öğrendiğim ve her vesile ile tekrar
ettiğim bir söz var. “Bir işi gönüllü yapıyor
olmak, o işi gönlünce yapabilirsin anlamına
gelmez” . Görev değişiklikleri genellikle bir
bayrak yarışı olarak değerlendirilir. Bu manada bugün burada da bir bayrak devir teslimi
gerçekleştirdik. Ama burada bir fark olacak.
Bildiğiniz gibi bayrak yarışlarında bayrağı
veren üç-beş adım daha attıktan sonra durur
ve bayrağı alan koşmaya devam eder. Bura
da ise bayrağı verenler de alanlarla birlikte
koşacaklar inşallah.
Avni Başkanım, döneminde yaptığı samimi
ve gayretli çalışmalarıyla gerçekten en iyi
şekilde uğurlanmayı fazlasıyla hakketti. Biz
de görevi devraldığımız bu günde, görevi devredeceğimiz zaman bugün Avni başkanımızı
uğurladığımız gibi, uğurlanabilmek duasıyla
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Temmuz - Ağustos 2013 25
MİMARLIK
BİR CENNET TASAVVURU:
OSMANLI ŞEHRİ
>
YAZI: Sümeyye Eroğlu / YAZAR
Osmanlı şehri asla Avrupa şehirleri gibi tek sıra halinde
birbirinin aynısı binalardan oluşmuyor. Osmanlı şehri
sürprizlerle dolu. Binalara birçok açıdan bakabiliyorsunuz.
Dümdüz cetvelle çizilmek yerine akarsu gibi evlerin arasında
kıvrılan sokaklar buna imkân tanıyor. İnsanı pasifleştiren bir
sanat yerine bilinçli bir katılımcıya dönüştüren bir mimari
hakim. Böyle olunca şehir ‘ahlakın, sanatın, felsefe ve dini
düşüncenin geliştiği çevre olarak insanın bu dünyadaki vazifesini
en üst düzeyde varlığının anlamını tamamladığı bir ortam’a
dönüşüyor.
Z
amanımızı geçirdiğimiz mekânlar
aynı zamanda içinde bulunduğumuz
medeniyetin de yansımaları olmuşlardır. Her toplum ev yapmaktadır
ama yapılan binalara biçim veren insanların
tercihleri kültürleri ve inanışlarıdır. Kâinatı
Allah tarafından insanlara emanet edilmiş
olarak gören ve onu korumayı ve güzelleştirmeyi görev bilen Osmanlı medeniyeti
mimari alanda çok önemli değerler ve
eserler bırakmış bizlere. Bu bağlamda Turgut
Cansever’in ‘Osmanlı Şehri’ kitabı Osmanlı
medeniyetinin şehircilik anlayışını kavramamıza ve ufkumuzu genişletmeye yardımcı
oluyor, bizleri Osmanlı şehrinin sokaklarına
gezdiriyor adeta.
Osmanlı şehrinin daha kuruluş aşaması, neyin
tayin edici, üst iradenin neyi belirlediğini
gösteriyor. Mesela Fransa’da şehir planlamacısı şehir palanını çiziyor, yolların nereden
geçeceğini cetvelle gösteriyor ve inşaata
başlanıyor. Osmanlıda ise bundan çok farklı
bir süreç işliyor. Şehir bölgeyi tanımayan, topografyasını anlamayan plancılar tarafından
masa üzerinde çizilmiyor. Bir şehri kurmak
için gelen işçiler ilk önce şehrin hamamını
inşa ediyorlar; şehri kuracak insanların temiz
pak olabilmesi, çalışanların temizliğini sağlamak için. Ardından medrese inşa ediliyor,
bilgi ortamının kurulması için. Sonra cami,
daha sonra etrafındaki evler ve mahalle inşa
ediliyor yavaş yavaş. (s.103)
Osmanlı dünyasında şehri şehir yapan yalnız
26 Mimar ve Mühendis
evler değil; şehrin konumu, yapıları birbirine
bağlayan ulaşım, altyapı, donanım ve bunlar
tevzi eden, işleten kuruluşların bütünü şehri
oluşturuyor. Mesela şehri konumlandırırken,
dağların biçimini ben değiştiremem diyor.
Dolayısıyla şehri ovada tarım toprağını ziyan
ederek kullanmak yerine yamaçlara yerleştirmeyi tercih ediyor, ayrıca yamaçların serin
rüzgarlar aldığını da bilerek, insanının uzak
ufuklara bakmasını istiyor ve aynı zamanda
insanının ufkunun kısa, dar değil, uzak olduğundan haberdar olarak; onlara ev yaptığında
yalnızca karşıdaki apartmanın cephesini
seyretmek yerine, karşı dağları seyretmek,
yüce bir ağacın nasıl bir ilahi hikmet ürünü
olduğunu görme imkanı da sağlamak istiyor
(s.95)
OSMANLI ŞEHRİ
SÜRPRİZLERLE DOLUDUR
Osmanlı şehri asla Avrupa şehirleri gibi
tek sıra halinde birbirinin aynısı binalardan
oluşmuyor. Osmanlı şehri sürprizlerle dolu.
Binalara birçok açıdan bakabiliyorsunuz.
Dümdüz cetvelle çizilmek yerine akarsu
gibi evlerin arasında kıvrılan sokaklar buna
imkân tanıyor. İnsanı pasifleştiren bir sanat
yerine bilinçli bir katılımcıya dönüştüren bir
mimari hakim Osmanlı şehirlerinde. Böyle
olunca şehir ‘ahlakın sanatın felsefe ve dini
düşüncenin geliştiği çevre olarak insanın
bu dünyadaki vazifesini en üst düzeyde
varlığının anlamını tamamladığı bir ortam’a
dönüşüyor. Aynı zamanda diğer milletler
tarafından imrenilen estetik bir güzelliğe
sahip oluyor. Örneğin 19. yüzyıl Fransa’sının önemli edebiyatçılarından Alphonse de
Lamartine Türkiye’de geçirdiği 10 küsür
sene hakkında yazdığı kitapta ‘bu memleketin iki özelliği var ki bunları hiçbir batılının
tasavvur etmesine imkân yoktur. Birisi bu
memleketin temizliği ki hiçbir batılı böyle bir
temizliği tasavvur dahi edemez. İkincisi de
memleketin güzelliği’ diyor. Nasıl demesin.
Osmanlı şehrinde insanlar evlerinin dış
boyasını değiştirirken bile komşusuna danışıyor. Ortak bir karar alıyor. Şehrin uyumunu
bozmamaya özen gösteriyor.
Osmanlı şehrine en güzel örneklerden biri
Balkanlarda, Bosna Hersek’te yer alıyor.
Mostar’ın güneyinde ve Neretva nehri
üzerinde bulunan Poçitelj köyü mimarisi sebebiyle çevrede ‘ Türk Köyü’ olarak biliniyor.
Cami, medrese, imaret ve saat kulesinin
yanı sıra incir ağaçlarıyla gölgelenen ufak
bahçeli, kubbeli ve üçgen köşeli çatılı, cumbalı taş evler kasabanın genel görüntüsünü
Osmanlı dünyasında şehri şehir
yapan yalnız evler değil; şehrin
konumu, yapıları birbirine
bağlayan ulaşım, altyapı,
donanım ve bunları tevzi eden,
işleten kuruluşların bütünü şehri
oluşturuyor.
oluşturuyor ve yüzyıllar önce inşa edilen bu
yapılar hala ayakta durarak bize Osmanlı mimarisinin estetik yönünün yanı sıra
sağlamlık açısından da ne kadar gelişmiş
olduğunu gösteriyor. Evliya Çelebi de 1664
yılında geçtiği Poçitelj'i şöyle anlatıyor:
"(1563 yılında inşa edilen camii hakkında):
"Bahçesinde upuzun bir selvi ağacı bulunmakta. Efendimiz İbrahim Ağa'nın bir atası
tarafından bu parlayan cami dikilmiş. Suyun
yanında, kent duvarları boyunca onun şerefli
erkek kardeşi yoksul vatandaşlara gündüz
Temmuz - Ağustos 2013 27
MİMARLIK
Osmanlı şehrinde insanlar
evlerinin dış boyasını
değiştirirken bile komşusuna
danışıyor. Ortak bir karar alıyor.
Şehrin uyumunu bozmamaya
özen gösteriyor.
ve gece bedava ekmek ve çorba dağıttığı
imaret inşa etmiş. Perşembe akşamları, o
baharatlı et ve lezzetli ve tatlı pirinç yemekleri dağıtır. Tanrı istedikçe imaret böylece
kalacak...
Kasabada mekteb (ilkokul) bulunmakta.
Daha sonra efendimiz İbrahim medrese
inşa etmiş ve hamam ve hanlar yapmaları
için zanaatkârlar göndermiş. Evler birbirlerinin üstüne ve batıya doğru nehre bakacak
şekilde inşa edilmiş. Çok fazla ceviz ağacı
bulunmakta. Hava koşulları ılıman olduğundan, diğer kasabalara göre daha iyi
meyveler yetişmekte."
YA SONRASI?
Balkanlarda Osmanlı şehri özellikleri
korunmaya çalışılırken maalesef Tanzimat
sonrasında ülkemizde şehircilik adına katliamlar yapılıyor diyebiliriz. Bugün mimarlar iki
bina yan yana gelince birbirleriyle ilişkisinin
ne olacağını düşünmüyor. Eskiden evler birbirinin manzarasını kapatmamak için özenle
inşa edilirken şimdi gökdelenler yüzünden
gökyüzünü dahi göremiyoruz neredeyse.
Alışveriş merkezlerinde öyle steril ortamlarda
yaşıyoruz ki rüzgarın esintisini bile hissedemiyoruz. Doğa ile irtibat kuramıyoruz. Evin
penceresinden uzak ufukları seyretmek, bir
ağacın ilahi iradeyle her mevsim nasıl değiştiğine şahit olmak artık mümkün olmuyor.
Tamamen doğadan kopmuş ‘yaşam alanı’
dediğimiz mekânlarda geçiyor günlerimiz.
Belki de bir gün Wall-e filmindeki gibi her şeyi
içinde barındıran ama kapalı ve klostrofobik
mekânlarda yaşayacağız.
Yeni yapılan mimari eserlerle artık şehirlere
kimlik veremiyoruz. Çünkü Osmanlı şehirler
28 Mimar ve Mühendis
gibi bütüncül bir üslup yakalayamıyoruz.
Kâinat içinde dünyayı güzelleştirme görevi
yerine, ‘insanları etkileyerek ve daha fenası
insanların hislerini istismar ederek bu bayağılığın sanat olduğu zannını halka kabul ettiren,
bunu yaparak kazanç ve itibar sağlamayı gizlice hesaplayan’ insanlar yapıyor binalarımızı.
‘İnsanın en büyük erdemi şehir kurmak erdemidir’ diyor Eflatun. Doğu kültürü ise sanatı
sadece seyredilen değil ‘yaşanan’ olarak
tanımlıyor. Osmanlı şehirleri de işte insanın
bu en güzel erdemiyle yaşanabilir mekânlar
inşa etmesinin en güzel örnekleri oluyor. Günümüzde de eğer Osmanlı evi baz alınıp 17.
yy Osmanlı şehirleri kurulabilirse yaşamımız
cennet bahçelerine benzer bir hale çevrilebilir.
Temmuz - Ağustos 2013 29
DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ GİRİŞ • MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
MESLEK AHLAKI VE
MÜHENDİSLİK ETİĞİ
“Bana verilen mühendislik unvanını, sağladığı
yetkilerin ve yüklediği sorumlulukların bilincinde
olarak ülkenin ve tüm dünyanın yararı için
tarafsız ve doğru davranmaya, meslek yaşamı
boyunca doğaya ve insanlığa zarar vermemeye,
bilgi ve becerilerimi sürekli geliştirerek mesleğin
saygınlığını, etkinliğini ve toplumun yaşam kalitesini
yükseltmeye özen göstereceğime ant içerim”
Mühendislik Yemini
30 Mimar ve Mühendis
Temmuz - Ağustos 2013 31
DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ GİRİŞ • MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
İŞ AHLAKI VE
MÜHENDİSLİK
ETİĞİ ÜZERİNE
Bir eylem ve faaliyet olarak “çalışma” ve
insan hayatındaki çalışma kavramı, antik
çağlardan günümüzün küreselleşen
dünyasına kadar çeşitli disiplinlerin
ilgi odağı olmuş, üzerinde araştırmalar
yapılmış olgulardır. Çalışma kavramı
içerik olarak, ilk ele alındığı
dönemlerden günümüze kadar çok
önemli değişimler geçirmiş fakat buna
paralel olarak bu kavrama atfedilen
önemde fazla bir değişiklik yaşanmamış,
aksine her farklılaşmasından sonra
gerek işletme alanından gerekse de
diğer alanlardan araştırmacılar
tarafından tekrardan ele alınmış ve de
çözümlenmeye çalışılmıştır.
Genel olarak, çalışmaya yönelik olarak sahip olunan olumlu
değerlerle ve tutumlarla ilgili bir kavram olan çalışma ahlakı, hem
bireysel düzeyde hem de toplumsal düzeyde ele alınabilir. Bireyin
sahip olduğu, kendine ait çalışma ahlakı sadece o bireyin yaptığı
işte başarılı olup olmamasını belirlerken, toplum düzeyinde ise bir
toplumda hakim olan çalışma ahlakı anlayışı, o toplumun ve ülkenin
ekonomik açıdan ulaştığı gelişmişlik düzeyini de etkileyebilmektedir. Çalışma ahlakı, bireyin yaptığı iş adına kişisel olarak sorumlu,
hesap verebilir ve güvenilir olmasını ifade eden kültürel bir normdur. Bu tanımı, çalışmanın esas olarak bireyin içsel bir değeri olmasına dayandırmaktadır. Çalışma ahlakı, iş görenlerin sahip olması
beklenen tutumlar, değerler ve alışkanlıklarla ilişkili bir kavramdır.
Diğer bir ismiyle iş ahlakı sıkı ve dürüst çalışma üzerine kuruludur diyebiliriz. Burada çalışma disiplini ile ilişkilendirerek sözünü
ettiğimiz ahlak kavramının herhangi bir ölçü birimi olmadığını
32 Mimar ve Mühendis
belirtmeliyiz. Bireyi çok ahlaklı, orta ahlaklı veya az ahlaklı diye
sınıflandırmamız mümkün değildir. Ahlak kavramı çalışanda var ya
da yok olan bir özelliktir. Kimisi işine sahip çıkar, kimisi de gidip
satacak, aksatacak, erteleyecek birçok sebep bulur. Bu durumlara
sebep olabilecek onlarca dinamikten söz etmemiz mümkündür.
Şirket politikası, ikili ilişkiler, maaş durumu, çalışma atmosferi,
çalışanın ruh hali vs.
Kimi meslek gruplarındaki insanların işlerini daha iyi yapabilmeleri
için aslında şahıslarına değil ama makamlarına, sıfatlarına verilen
gücün kullanımında bir kontrol mekanizması getirmesi beklenmesi
çok normaldir. Bir doktor sadece doktor diye bizleri tedavi yerine
nasıl öldüremezse bir mühendis de sahip olduğu enerji kaynaklarını,
ekonomik avantajları kendi çıkarları doğrultusunda kullanmamalıdır. Bu güçleri manipüle etmek onun hakkı değil bir yerde ona
verilmiş bir ayrıcalıktır ve bu ayrıcalığı yanlış kullanmaması gerekir.
Mühendislerin insan yaşamının kalitesi üzerine
doğrudan ve hayati bir etkisi vardır. Buna göre
mühendisler tarafından sunulan hizmetin tarafsızlık,
eşitlik, doğruluk gibi kavramları içermesi beklenir.
Dosya konumuz “İş Ahlakı ve Mühendislik Etiği” kavramları üzerine
olduğu için yazının bu bölümünden itibaren mühendislik mesleğinin
etik kavramı ile alakasından bahsedeceğiz.
Özellikle son dönemlerde üniversitelerde ders olarak da okutulan
mühendislik etiği kavramı, mühendislerin halka, müşterilere, işçilere ve meslektaşlarına karşı uymaları gereken kuralları anlatır.
Mühendislik etiğinin tek bir standardı yoktur, dallara göre değişen
değişik kuralları vardır. Mühendislik önemli ve çok zaman harcanarak öğrenilen bir meslek dalıdır. Mühendislerin yüksek standartlarda dürüstlük ve doğruluk gibi kavramlar göstermeleri beklenir.
Mühendislerin insan hayatının kalitesi üzerine doğrudan ve hayati
bir etkisi vardır. Buna göre mühendisler tarafından sunulan hizmetin tarafsızlık, eşitlik, doğruluk gibi kavramları içermesi beklenir.
Ayrıca sağlanan bu tür hizmetlerde kamu sağlığı ve güvenliği
gibi konuların korunması da ön plana çıkmalıdır. Mühendislerin
işlerini yaparken yukarıda saydığımız etik davranış kodlarına uyum
sağlaması beklenir. Buradan yola çıkarak mühendislik mesleğinin
uygulanmasında neyin yapılması, neyin yapılmaması konusunda yol
göstermesi beklenen mühendislik etiği konusunun temel kuralları
şu şekilde sıralayabiliriz:
Mühendisler;
■ Sadece kendi yetkinlik alanlarında hizmet sunmalı
■ Kamu açıklamalarını doğru ve tarafsız bir şekilde yapmalı
■ Başkalarıyla haksız rekabet içerinse girmemeli
■ Mesleki konularda güvenilir ve doğru bir şekilde davranmalıdır.
Temmuz - Ağustos 2013 33
DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Dilaver DEMİRAĞ
Gazeteci-Yazar
AHLAK KANUN MUDUR?
K
Distopik yani ters ütopya türü filmlere de
romanlara da hayli meraklıyımdır. Gelecekte
geçiyor denilen filmler aslında bugünü,
bugünün toplumlarını anlatır. Bilimi,
teknolojiyi, politik iktidarı, sınıfsal bölünmeyi
kısacası modern kapitalist toplumların ya
da sanayi toplumlarının kutsadığı değerleri
sigaya çeker bu filmler.
aliteli, korku gerilim filmleri vardır mesela, Testere bunlar içinde en güzellerinden biridir, toplumda kokuşmuşluk dediğimiz
değerleri rahatlıkla içselleştirmiş, ahlaki değerleri çıkarlarıyla
değiş tokuş etmiş sorumluluk denen değer yargısını hiç tanımayan kişilerdir kurbanlar. Bunun yanında izlenesi bir başka bilim
kurgu türü film ise Womb Rahim filmidir. Film ölen sevgilisini
doğurmak için genetikten yardım isteyen bir kadının üzerine
kuruludur. Günümüz şartlarında tıbbi yardım ile 60 yaşında
çocuk doğuran kadını tartıştığımız, sperm bankalarının ya da
kiralık anneliğin meşru kabul edilmesinden sonra bize garip gelmeyecek bir konuyu işliyor film. Ensesti en güzel hatta en kutsal
duygulardan biri olan aşkla meşrulaştırabilen, bilimin ise sadece
tatlı kazançlara odaklandığı bir dünyanın resmini çizer bu film.
Bugün de bilim ve tekniğin ahlakla da etikle de bağını kopardığı
bir zamanda yaşamaktayız. Laboratuvarlarda, Ar-Ge birimlerinde bilim insanlarından ahlak ve inanç denen, iki önemli insanı
insan yapan değeri dışarda bırakması tavsiye edilmekte. Büyük
şirketlerin elinde sadece kâra hizmet eden mühendislik ve
bilimsel araştırma ruhu bazen de devletlerin kontrolüne geçiyor. Bilim ve mühendislik burada da siyasi iktidarın daha da
büyüyen güç açlığına hizmet etmeye odaklandırılıyor. Benzer
bir olgu mimarlık içinde geçerli olabiliyor, burada da mimarın
kendi değerlerini ya bile isteye çiğnemeye programlandığını,
ya da bürokratik bir vicdansızlık birimi haline gelmesini gözlemleyebiliyoruz. Depremlerin tozu daha havadan inmedi ama
depremlerdeki çürük yapıları yapanlar da mimarlar, mühendisler
değiller miydi, o kötü mezar evlere bile bile oturulabilir ruhsatı
verenler de belediye bürokratı değil miydi?
Kısacası hayatımızın her anı ahlak, vicdan ve doğru davranışı
önemseyen değer yargılarının boşluğu altında solup gitmekte.
Ahlakın da etiğin de dayanak yaptığı vicdan denen tartı ya
da pusula artık hayatımıza yön vermekten çıktı. Bunlar hayatımıza yön vermesi gereken şeyler olmaktan çıkınca da bu
kez devreye devlet girdi ve kanun adı altında bir takım hukuki
kodlar teşkil edip hayatımızı bürokratik bir düzenlemenin nesnesi haline getirdi.
Peki, ne oldu da hayatımızda bazı değerler azalırken insanı
insan yapan özellikler de kaybolmaya başladı. Bu durumda
yasalar ahlakın, onun temel çukuru sayılabilecek etik değerler manzumesinin yerini alması, onun boşluğunu doldurması
mümkün mü? Gelin bu sorulara cevap aramaya çabalarken bir
yandan da kavramları iyice çerçevelemiş olalım. Öyle ya felsefe
sınırlar çeker diyen Platon’un izinden giderek ahlakın felsefesini
yapanların en çok üzerinde tartıştığı erdemin neden bir isime
dönüştüğünü ya da adaletin bir mahkeme jürisi olmasını, vefanın İstanbul’da bir semt adı olarak anılmasını ve Allah’tan daha
çok devletten ya da patrondan korkmanın dinle ahlak arasındaki ilişkiyi neden tartışmamız gerektiğini araştıralım.
34 Mimar ve Mühendis
ETİKLE AHLAK ARASINDAKİ İLİŞKİ
Etikle ahlak arasındaki fark ve ilişki şuna benzetilebilir. Kelam ve
fıkıh. Fıkıh kelamsız olabilir, aynı şekilde kelamda fıkıh olmadan
var olabilir. Ama kelam fıkıha yol gösterir. Bu yüzden fıkıh’ın
kelama gereksinmesi vardır. Ama fıkıh olmaksızın da kelam
soyut bir düzlemde kalacaktır. Biri ruhtur diğeri beden. Bu yüzden bu ikisi bir arada olmadan sosyal hayat anlamlı bir bütünlüğe kavuşamaz. Kelam imanı bir anlamda akılla anlaşılabilir bir
düzlemde tutar. Ama cevherdi, azaldı bu tartışmalar orucumu
Hayatımızın her anı ahlak,
vicdan ve doğru davranışı
önemseyen değer yargılarının boşluğu altında solup
gitmekte. Ahlakın da etiğin
de dayanak yaptığı vicdan
denen tartı ya da pusula
artık hayatımıza yön vermekten çıktı. Bunlar hayatımıza
yön vermesi gereken şeyler
olmaktan çıkınca da bu kez
devreye devlet girdi ve kanun
adı altında bir takım hukuki
kodlar teşkil edip hayatımızı
bürokratik bir düzenlemenin
nesnesi haline getirdi.
ne bozar sorusu gibi pratik bir meseleye cevap arayanlara değmez.
Etikle ahlak arasındaki ilişkide böyledir. Etik sonuç olarak temel ilkeleri
belirler. Neyin iyi neyin ise kötü olduğunu araştırır, bunların kaynağına
kafa yorar. Buna mukabil hırsızlığın neden olduğu sorusuna cevap
aramaktan çok hırsızlığın topluma zarar veren bir davranış biçimi
olduğunu belirterek sabit ilkeyi belirler. Etik iyiyi yaratan nedenleri,
ya da kötüye yol açan etkenleri araştırıp ahlakın ilkelerini belirlerken
ahlak şu kötüdür, bu da iyidir deyip bir kural oluşturur ve herkese uyma
zorunluluğu getirirken kınanmayı da sağlayarak o davranış kuralları
için bir yaptırım da oluşturur. Yaşadığı toplumun halka değerlerine
uymayan kişi çoklukla yalnızlığa mahkûm olur. Bu yüzden ahlak, uyma
mecburiyeti olan bir iyi ve kötü ilkesidir. Buna mukabil etik iyinin ilahi
bir bildirimin ürünü mü yoksa toplumların yaşama deneyimleri sürecinde mi oluştuğunu tartışır. Bunun üzerine kafa yorar. Erdem kavramını
ortaya atar ve erdemin kaynağını da araştırır.
Etik, ahlaki eylem ve kuralların dayandıkları temelleri ve yöneldikleri
değerleri araştıran bir disiplindir. Bir başka ifade ile etik, başkaları ile
birlikte iyi bir yaşamın nasıl sağlanacağı konusunda kişisel düşünmedir. Etik bu anlamda iyi/kötü ayırımı yapar. Etik, davranışlara felsefi
bir bakış açısı ile anlam kazandırmaya çalışarak, doğru-yanlış, ödevyükümlülük, toplumsal sorumluluk kavramlarını sorgular. Etik bilimi,
insanların gelenekleştirdikleri kuralları basitçe izlemeyip, davranışın
kabulleniş kurallarına akılcı nedenler aradıkları zaman başlar. Davranışına akılcı neden arayan birey de etiysen olarak adlandırılır. Etik, bir
iyi eylem yargısına varmaya çalışırken, bireyi düşünmeye yönlendirir,
adeta bireyi düşünme aracılığıyla eğitir.
Genel olarak etikte incelenen konular, insan eylemlerinin amacı, ahlaki
yükümlülüğün niteliği, vicdan, ödev kavramı ve bunları inceleyen çeşitli
felsefi sistemlerdir. Etik, temel ilkeleri belirleyerek ruhsal eğilimlerimizin ve davranışlarımızın kaynaklarını, bunları yönlendirip idare edilme
şekillerini öğretir. Etik şu sorulara yanıt arayabilir: Bu iyilik nedir?
Neden bazı işler iyilik, bazıları kötü unsurları taşır? İşte burada iyiliğin
niteliği sorunu ortaya çıkar ki bu da kuramsal ahlakın konusudur. Ahlak
ise birçok alanlarda görevleri bildirir; etik ise sadece görevin kaynağını
ve niteliğini araştırır. Ahlak, iyi işleri gösterir. Etik ise iyiliğin ne olduğunu, araştırır. Biri uygulamaları, öteki de uygulamaların temellerini ve
kaynaklarını araştırır1.
Yasa olgusu da tam burada anlam kazanır. Yasa genellikle devletli
toplumlara özgü bir ahlak kuralları düzeni oluşturma çabası sayılabilir.
Hukuk olarak yasa da iyi ve kötü tanımlarını düzenler ve bu tanımlardan kurallara gider ve bu kurallardan da bir takım cezai müeyyideler
oluşturur ki bunlar kanundur. Kanunlara uymamanın somut cezaları
vardır bu anlamda. Kanun bir otorite üzerinden işler. Bu otorite çoklukla siyasi iktidar olarak devlettir.
Kanun daha çok kişilerin birbirini tanımadığı daha kalabalık ve karmaşık şehir toplumlarında ortaya çıkmıştır. Nüfusa sayısı 300 ya da
500 kişi olan bir köy ile sayısı 10.000 olan şehirde yaptırım düzeyi
farklı işler. Varlığı büyük oranda yaşadığı cemaate bağlı olan bir birey,
toplumun genelince kabul edilmiş ahlak kurallarına uymaz ise dışlanacaktır. Geçim kaynakları topluma bağlı olan birisinin toplum tarafında
dışlanmaya tahammülü yoktur, yaşadığı topluluktan aforoz edilen biri
susuz kalmış bir balık gibidir. Ancak 10 bin kişilik bir şehirde bir esnaf
olarak diyelim ki mahallenizdeki insanları kazıkladığınızda rahatlıkla bir
başka mahalleye geçip ekonomik düzeninizi tesis edebilirsiniz. Bu denli
kalabalık bir yerde ahlaka güven duyamazsınız, çünkü ahlakı umursamayan biri için dışlanma caydırıcı bir yaptırım olma gücünü kaybeder.
Bir mahallede mahalledeki bir genç kıza sözlü tacizde bulunan bir delikanlı bunun bedelini dışlanarak öder. Ama bir şehirde o kişiye dışlama
tesir etmez. O gence şehirde fiziki ceza verilirse bu kez de fiziki olarak
üstün olanların kuralları kendilerine göre belirleme gücü doğacaktır.
İşte burada şahsilikten uzak bir kurallar düzenlemesi olarak hukuk
yani haklar ve yükümlülükler dizisi ile buna uymamanın karşılığı olan
Temmuz - Ağustos 2013 35
DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
girmesi söz konusudur. Levinas Platon’un Devlet’inde dile getirdiği
miti vurgular. Mitte Lydia’lı çoban Gyges kendisini görünmez yapan
bir yüzük bulur ve bu yüzüğü güce sahip olmak için kullanır: Kralın
karısını baştan çıkarır ve kralı öldürerek onun yerine geçer. Levinas’a
göre Gyges keyfi bir özgürlüğü simgeler, toplumun yasaların denetimi olmadan, kınanma ve cezalandırma korkusu olmadan yapmak
istediği her şeyi yapar. Başkasının gözünden bakan adalet bizim bu
sihirli görünmezlik yüzüğümüzü fırlatıp atar. Tam da bu yüzden din
tarafından meşruluğu çizilmeyen hukuk ve ahlak kuralları adaleti sağlamayabilir. Ancak manevi ceza tehdidi yahut meşruluğu kaybetme
tehdidi adaleti garanti edebilir mi, bu da inananların nasıl inandığı ile
yakından ilişkilidir..
Yaşadığı toplumun değerlerine uymayan kişi çoklukla yalnızlığa mahkûm olur. Bu yüzden ahlak,
uyma mecburiyeti olan bir iyi ve kötü ilkesidir.
Buna mukabil etik, iyinin ilahi bir bildirimin
ürünü mü yoksa toplumların yaşama deneyimleri
sürecinde mi oluştuğunu tartışır.
yaptırım olarak kanun/yasa devreye girmek durumundadır. Ancak
kanunlar her zaman etik ya da ahlaki olmayabilir, etik bir değer olan
adalet yasalar için, yasal otorite için önemli bir fren kaynağıdır. Adaleti
olmayan kanuna itiraz hakkı olabilir, bu itirazın dikkate alınmaması
halinde ise isyan çıkar.
Nitekim ünlü etik felsefecisi Emanuel Levinas iki kişi arasında (ben
ve öteki) geçen etik düzlemde bir üçüncünün belirdiği ana adalet der.
Üçüncünün mevcudiyeti adaleti, siyaseti, yasayı gerektirir. Ben, başkasının yüzü ile ilişkide kendi sonluluğunu sınırlayan sonsuzluğu görmüş
olur. Burada tek’in tümel olan yasayla ilişkiye geçmesi söz konusudur,
ya da daha doğru bir ifadeyle tümel yasanın tek’in başkasıyla ilişkisine
36 Mimar ve Mühendis
MÜHENDİSLİK, MİMARLIK VE BİLİM-TEKNİK AHLAKI
Bu argümanları bilim ahlakı ve mühendislik olgusuna uyarlayabiliriz.
Malum bugün bilim şişeden çıkan cin ya da büyücü çırağının ustasının formüllerinin onların nasıl geri çevrileceğini bilmeden bir takım
güçleri salması ile kıyaslanabilir. Hele Fayareband'ın dikkat çektiği
biçimde bilim kendi laboratuarına ya da formüllerine gömülmüş ve
Albert Einsten'in şahsında somutlaşan bağımsız ve vicdani bir faaliyet
olmaktan çıkmış olmasından dolayı onun devletle bütünleşmesinden
doğan tehlikeler dikkate alındığında. Bilim bağımsızlığını kaybedip
bilim adamına da, mühendise de hükmeden kurumlarında denetiminde olduğunda, artı bilim kontrol edilemez kötülüklerinde hizmetinde bir
köle olma potansiyeli kazanmış olur.
Burada sanırım bilimin karşısına bilgeliği, teknolojinin karşısına tekniği
dikerek ama daha da önemlisi bilim araştırmacısını, mühendisi hikmet
ve vicdanla techiz ederek ve ona sorumluluk bilinci ile tahkim edilmiş
bir özgürlük duygusu verebilirsek bu sorunu bir ölçüde çözüme de
kavuşturmuş olabiliriz. Hayrete kapılmış akıl olarak tanımlayacağımız
hikmet aynı zamanda hakimin de akrabasıdır. Hikmet Allah'ın yaradışı
karşısında şaşkınlığa düşen, onu huşu içinde izleyen bir akıldır ki akıl
sözcüğünün de geleneğimizdeki bağlılıkla olan irtibatını düşündüğümüzde karşımıza başka tür bir bilim ve teknik biçimi çıkar. Hikmet
sahibi olan doğaldır ki nefsi levvame olarak da tanımlayacağımız
yargılayan benlik olarak vicdan sahibidir de. Bu bilimle yetişmiş bir
mimar, mühendis her an kul hakkını ve Allah korkusunu içinde taşır.
Son “domuz gribi” salgınında olduğu gibi büyük şirketlerin insanların
ölümü üzerinden kâr etme tutkusuna yani kapitalist ahlaka da karşı
koyacak biri olur. Şu an kentsel dönüşümle yoksulların şehir dışına
sürgününe karşı koyması beklenecek şehirciler, mimarlar devletin rant
siyasetinin aracısı olarak ya da ideolojik bir körlükle kamu yararını
ideolojik faydaya kurban vererek sonuçta devlet ya da müteahhitlerin
rantlarını garantiye alan kişiye dönüşebilmekteler.
Peki, ya kişi ahlakına rağmen zorunlulukların kölesi ise ya da kişi mesleki uzmanlığı nedeni ile neden sonuç arasındaki bağı koparmışsa, bu
kişi hikmet ve vicdan sahibi de olsa bazen işini korumak adına vicdanını bastırabilmekte ya da neden sonuç bağını görebilecek ferasetten
yoksun biri olabilmekte. Adalet olgusunun burada devreye girme
nedeni de bu zaten. Ahlak sonuçta büyük ölçekli yerlerde kişinin kendi
vicdanına kalan bir durum, bu denli belirsiz bir konuma da güvenilemeyeceği için yasa devreye girer. Devletler yasalarla kurumlara neyi
İnsanı Allah korkusu ile yetiştiren, onu sorumluluk
duygusu ile donatan ve özgür iradesi ile karar verebilmesini sağlayan bir mühendislik ve mimarlık etiği,
bilim insanlarını hikmet sahibi kılacak ferasetli kişiler haline sokan bir eğitim de gerekli.
yapıp neyi yapamayacağını bir norm olarak belirler. Bu normun yani
yasanın ihlali halinde de neler olacağını ortaya koyar. Bununla ilgili
denetleyici kurumlar oluşturup bu kurumların ihlalleri araştırıp denetim
yapmasın sağlar.
Görünüşte her şey tıkır tıkır işler gibi görünür ama sorun tam da insanın olduğu yerde de yasanın da güvence sağlamayacağı noktasında.
Dahası yasa ile ahlak arasında olması gereken ve birbirini besleyen
ilişkinin modern bürokratik kurumlar arasındaki bağın kopuşudur.
ŞİRKETOKRASİ, BÜROKRATİK
SORUMSUZLUK VE ETİĞE DÖNÜŞ
Günümüzde devletler yasa çıkararak toplumsal hayatı, ekonomik
hayatı ve siyasal yaşamı düzenlemekteler. Ancak modern toplumlar aynı zamanda parçalanmış toplumlar olduklarından bu kerteler
arasında büyük boşluklar söz konusudur. Bu boşluğu doldurmak
bunlar arasındaki koordinasyonsuzluğu gidermek içinde bürokrasi
devrededir. Bürokrasi ahlakın ölüm titremeleri geçirdiği yerdir. Çünkü
bürokraside sorumluluk dikeydir ve hiyerarşik devir teslimle görevler
tanımlanmıştır. Bürokratların temel özelliği düzene itaat etmeleridir. Bu itaati gerçekleştirirken kendi bireysel değerleri yokmuş gibi
hareket ederler. Üstlerinin vermiş oldukları emirleri, sanki emirler
onların değerlerine çok uygunmuş gibi bir bilinçle yerine getirirler.
Bu emirler, kendileri açısından yanlış olsa bile fark etmez. Onların bu
uysallıkları ve düzene uygun hareket etmeleri, bürokratik meşruluğun
diğer özellikleriyle tamamlanır.
Devlet içersinde bürokrasi ile temsili mekanizma arasındaki ilişkiler
ise yasanın nasıl delinebileceğini ortaya koyar. Bugün demokrasi
ile yönetilen ülkelerin büyük bölümünde çıkar grupları adına faaliyet
gösteren lobiler söz konusu. Bunlar bilgi uzmanları olarak siyasetçi
idealist biri olsa bile etki edecek konumdadırlar. Lobiler yöneticilere
yaptıkları işin hem siyasetçi olarak kendisine hem de sosyal etkileri
ile topluma faydalı olacağına ilişkin mantıklı kanıtlar sunarak onları
kendileri için olumlu olan noktaya çekebilirler. Bürokrasiler bakımından
birinci amir konumundaki devlet yöneticisi lobyler tarafından alınan
kararları bürokrasiye dikte ettiğinde o karar uygulamaya girer. İşte
yasanın yetersiz kaldığı şirketlerin elinde yozlaşan demokrasiler tarafından etkisizleştirildiği alan budur. Tam da bu nedenle tek başına
ahlak ve tek başına yasa yeterli değildir. İnsanı Allah korkusu ile
yetiştiren, onu sorumluluk duygusu ile donatan ve özgür iradesi ile
karar verebilmesini sağlayan bir mühendislik ve mimarlık etiği, bilim
insanların hikmet sahibi kılacak ferasetli kişiler haline sokan bir
eğitim de gerekli.
Bunun yanında mesleki dayanışma ve sosyal bilinç oluşturmak da
önemlidir. Demokrasiler halk denetiminden koptukça ve halk denetimi de halkın siyasete olan ilgisizliği nedeni işlevsizleşince devlet
ve işletmelerde çalışan mimarlar ve mühendisler de yaşamlarını
oluşturan zorunluluklar ile yaşamları arasında çatışma yaşayacaktır.
Kısacası bugünün dünyasında şirketlerin egemenliğindeki devletlerin,
bürokrasilerin ve şirketlerin elindeki bilim ve teknoloji üretim birimlerinin içinde ahlak da, yasa da işlevsizleşmekte. Toplum da içine
dönerek siyasi alanda sorumsuzlaştıkça bu kurumların denetim dışı
kaldığı bir gerçeklik.
Ancak en büyük kriz inanç düzeyinde karşımıza çıkıyor. Sekülerleşmiş
toplumlarda inanç sosyal hayat üzerindeki otoritesini başka kurumlara
devrettiğinden inanç sadece kişisel vicdanla irtibatlı bir konu haline
gelebilmekte. Bu durumda ahiretle gündelik yaşam arasında bir iç ve
dış bölünmesi gerçekleşmekte ve birey kendi özel yaşamında dindar
biri iken dış dünyada seküler kurallara tabi olmakta. Bu da uzun vadede bürokratik sorumsuzluğa benzer bir sorun yaratarak, kişinin Allah
korkusu diyeceğimiz hesap verme duygusunu nötralize edebilmekte.
Kısacası ahlak kanun demek değildir. Ama ahlakın yaşayabilmesi
otoriteye bağlı olduğundan bunun için bütünsel bir sosyal değişim ve
bu değişimin siyasi alanda da gerçekleşebilmesi bir zorunluluk olarak
ortada durmaktadır. Ama yine de ahlaklı bireyler ile ahlaklı yasalar
arasında sıkı bir irtibat olduğunu unutmamak gerek. Eğer bireysel
ahlak yoksa en güçlü yasalar bile etkisiz kalabilir. Bu bakımdan Mimar
ve Mühendis odalarına bu noktada iş düşüyor, hikmet, vicdan ve ahlak
üçlüsüne dayanan bir eğitim, yanısıra bu kurumların etkin denetmen
olduğu siyasal düzenlemeler ile bilim ve tekniğin uygulayıcıları olan
mimar ve mühendisler bilim-tekniğin hayatımızı tehdit eden ölümcüllüğünü azaltmakta etkin olabilirler.
KAYNAKlar
Her şeyin bir değişmez özü, bir de sürekli değişime uğrayan dış kısmı, sureti vardır.
☐
Birincisine cevher, ikinciye âraz denilir. Bir çekirdeğin değişmeyen özü, ondaki genetik
şifredir. Çekirdek parçalansa da, fidan, ağaç hâlini alsa da bütün bunlar, sonradan meydana gelen, ârızî şeylerdir. Esas program, hiçbir değişikliğe uğramaz. Bu mânâda bütün
kanunlar cevher, onların uygulandığı sahalar ise ârazdırlar.
1
Osman Pazarlı, İslam’da Ahlak, Remzi Kitapevi, İstanbul-1980, s:36
Temmuz - Ağustos 2013 37
DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ SOSYOLOJİ
BÖLÜM BAŞKANI PROF. DR. BEDRİ GENCER:
ANCAK NEFSİNE ADALET GÖSTEREN
BAŞKALARINA ADALET GÖSTEREBİLİR
Bu gün her yeri ve herkesi kuşatan modern dünyanın bunalımını anlamak için
modernleşme sürecinin arkasında yatan sekülerleşme sürecini anlamak, bunun için
de geleneksel ve modern dünya görüşlerini hakkıyla karşılaştırmak gerek. Ancak
Doğu’nun hikmeti, Batı’nın bilgisinin kuşatıldığı küllî bir bakış açısını gerektirdiği
için bu karşılaştırma kolay değil. Çağımızın önde gelen Müslüman düşünürlerinden
Bedri Gencer, bu bakış açısına sahip ender kişilerden biri. Bu önemli söyleşide Gencer,
sürekli ve derinden geleneksel/modern dünya görüşü karşılaştırması yaparak
ikisi arasındaki ayrılığın sandığımzdan çok daha derin olduğunu vukufla gösterdi,
birçok çarpıcı, ezber bozan tespit yaptı, modern dünyada yaşadığımz bütün kayıpların
temelinde hikmetin kaybının yattığının altını çizdi.
>
Sayın hocam, ahlâk veya etik, Müslüman bir âlim bakış açısıyla nasıl tarif
edilebilir?
Bu konuları tartışmaya geçmeden temel
bir perspektif tashihi yapmak lazım.
Bizim öncelikle dikkat etmemiz gereken
ayırım, genelde yapıldığı gibi İslâmî/Batılı
dünya görüşleri değil. İslâmî/Batılı dünya
görüşleri şeklindeki dikey ideolojik ayırım,
aynı dünyada yaşayan farklı toplulukların
ayrı dünya görüşlerine sahip olabileceği
yanılsamasına dayanıyor. Hâlbuki aynı
dünyada yaşayan farklı toplulukların ayrı
dünya görüşlerine sahip olması mümkün değil. Burada dünya görüşünden
kasdımız, İslâmî/Hıristiyanî gibi ideolojik
ayırımların altında yatan, bunları çapraz
kesen hikmettir. Buna göre dünya görüşlerini ayırmada esas alınacak asıl ölçüt,
hikemîlik-gayr-i hikemîlik, yani hikmete
dayanıp dayanmamadır.
Ortak bir hikmete dayalı geleneksel
38 Mimar ve Mühendis
SÖYLEŞİ: YUNUS EMRE TOZAL
dünyada Yahudi, Hıristiyanî, İslâmî veya
pagan toplulukların düşünce tarzları
şaşırtıcı bir ortaklık gösterir. Buna karşılık çağımızda İslâmî denen kavramların bile hikmetten uzaklaşmış modern
dünyanın seküler söyleminden derinden
etkilendiği görülür. Dünya görüşleri arasındaki yanıltıcı dikey-ideolojik İslâmî/
Batılı ayırımı yerine asıl yatay hikemî/
gayr-i hikemî, geleneksel/modern ayırımını esas aldığımız zaman olaylara
yanıltıcı ideolojik perspektiften bakmaktan kurtuluruz. Bu yatay perspektiften
bakıldığında geleneksel dünya görüşünün
hikemî ortaklığı bilhassa ahlâk alanında
çarpıcı olarak görülür.
Nasıl bir ortaklık?
Hikmete dayanan bir ortaklık. Burada
hikmeti basitçe ideolojikin zıddı olarak
fıtrî ve küllî yol olarak tarif edebiliriz.
Modern insan fıtrattan giderek uzaklaş-
tığı için ister teolojik, ister ideolojik, ister
bilimsel, ister felsefî, ürettiği tüm bilgi
hakikatin tahrifiyle malûldür. Diyebiliriz
ki Batı, bugün hala ayaktaysa tâ Hz.
İdris’ten kalan hikmet kırıntılarının eseri
adalet sayesinde yaşıyor. Çünkü malum,
kıyamete kadar küfür devam eder ama
zulüm devam etmez.
Arapça’da disiplinler, kelimelerin çoğuluyla belirtilir. Buna göre Türkçe huy
anlamına gelen Arapça huluk kelimesinin çoğulu olan ahlâk kelimesi, “huylar
disiplini” anlamına gelir; eski literatürde
geçen sınâat-ı hulkiyye (ahlâk disiplini)
bunun tam karşılığıdır. Arapça’da “h-lk” harflerinden oluşan kelime, harekesiz yazıldığı zaman hem halk (yaratılış),
hem de huluk (huy) olarak okunabilir. İki
kelime arasındaki bu lafız-kök ortaklığı,
yaratılışla huy arasındaki mânâ ortaklığını gösterir. Dinlerin temel hedefi, ahsen-i
takvim üzere yaratılan insandaki yaratılış
güzelliğine uygun huy güzelliğini korumaktır; Fahr-i Kâinât Efendimiz ‘aleyhi’ssalâtü ve’s-selâmın “İslâm, huy güzelliğidir” hadisinde belirttiği gibi. Böylece
yaratılış değişmediğine göre ahlâkın da
Yahudilik, Hıristiyanlık, İslâm gibi dinlere
göre değişmediği anlaşılır. Ahlâk evrenseldir, dinlere göre değişmez. Dünyada
hiçbir din, yalancılığı, cimriliği, caiz görmez. Dinlere göre değişen ahlâkın muhtevası değil, bunu tecessüm ettirmek için
gönderilen şeriattır. Dolayısıyla “Yahudi, Hıristiyan, İslâm ahlâkı”ndan değil,
“Yahudi, Hıristiyan, İslâm şeriatı”ndan
ancak söz edilebilir. İbni Miskeveyh’in
Aristo’nun Nikomakos'a Etik adlı eserine
dayanarak yazdığı Tehzîbü’l-Ahlâk adlı
eseri, İslâm dünyasında teorik ahlâkın
temelini oluşturur. Osmanlı’da da Kınalızâde Alî Çelebî’nin Ahlâk-ı ‘Alâî adlı eseri,
İbni Miskeveyh vasıtasıyla Aristo’ya
dayanır.
Güzel ahlâkî davranışı ifade eden kavrama edep denir. Edebin özel adı ise
sünnettir; edep, isimsiz, sünnet isimlidir.
Mü’min, hikmet gibi edebi de bulduğu
kişiden alır ama sünneti sadece Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmdan alır.
Basitçe karşılaştıracak olursak geleneksel ahlâk edep ahlâkı, modern ahlâk
ise değer ahlâkıdır. Geleneksel dünya
görüşüne göre tek bir değer vardır,
zıddı kubh=çirkinlik olan husn=güzellik.
“el-Esmaü’l-Husnâ”ya sahip olan, dünya-
yı, insanı en güzel surette yaratan Allah,
her şeyin güzel olmasını murat etmiştir.
Geleneksel dünya görüşünün esas aldığı
tek değer hüsnü insan aklı keşfedebilir
mi? Mu’tezile’nin aksine İslâm âlimleri,
insan aklının nihaî olarak hüsnü keşfedemeyeceğini, ancak şeriatın bildireceğini
öngörür.
Edep, kabuktaki öz misali, hüsnün beşerî
davranışlarda içkinliği, davranış güzelliği
demektir. Bu anlamda Doğusuyla Batısıyla geleneksel dünyada etik ile estetik, huy ile güzellik disiplinleri arasında
farklılık yoktur; hedef, varlıkta içkin ortak
güzelliği tecessüm ettirmektir. Bölünmelerle karakterize modern dünyada ise
kapitalizmin doğuşuyla bir taraftan etik
ile estetik, huy ile güzellik disiplinleri,
diğer taraftan ahlâkî davranış ile dayandığı değer birbirinden ayrılmış, böylece
geleneksel edep veya fazilet ahlâkına
karşı modern değer ahlâkı ortaya çıkmıştır. Geleneksel ile modern ahlâklar,
kısaca “etik ve moralite” kavramlarıyla
ayrılabilir.
Etiği ahlâk felsefesi, ahlâkı ise onun
pratiği olarak gören, “ahlâkî olan etik
olur ama etik olan ahlâkî olmayabilir” gibi tespitler yapanlar var. Ne
dersiniz?
Bu tür ayırımlar, meselenin özüne nüfuz
aczinden kaynaklanan kelime oyunlarından ibaret kanaatimce. O yüzden
Batı, bugün hala ayaktaysa tâ
Hz. İdris’ten kalan hikmet kırıntılarının eseri adalet sayesinde
yaşıyor. Çünkü malum, kıyamete
kadar küfür devam eder ama
zulüm devam etmez.
meselenin biraz daha derinine inmek
mecburiyetindeyiz. Mutlak anlamda din
denince şeriat anlaşılır; şeriatın sistemleşmiş pratiğine ise tasavvuf denir. Bu
anlamda tasavvuf, insanın dünyada tüm
maddî ve manevî ihtiyaçları karşılamak
için gönderilmiş “ilahî bir ekonomi” olarak din=şeriatın tecessümüdür. Bu ekonominin gayesi, hüsn-i muaşeret=güzel
geçim yoluyla insanı saadete ulaştırmaktır. Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’sselâm zamanında dine bağlı kavramların,
ahlâkın cismi var, ismi yoktu; tasavvuf,
o zaman ismi olmadan, adı koyulmadan
pratik ahlâk olarak yaşanıyordu. İnsanlar önceden Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü
ve’s-selâm veya onun vârisi bir mürşid-i
kâmilden görerek edebi alıyorlardı.
Ebu Talib el-Mekkî (-388/-996)’nin
Kûtu'l-Kulûb adlı eseri pratik, İbni Miskeveyh (-421/-1030)’in Tehzîbü’l-Ahlâk
adlı eseri teorik, onlardan sonra gelen
Gazâlî’nin İhyâ’sı ise hem teorik, hem
pratik tasavvuf=ahlâkı konu alan ana
eserler olmuştur. Geleneksel dünyada
etik, ahlâkın teorisi veya bilimi demekti.
Geleneksel ahlâkta temel değer olan
Temmuz - Ağustos 2013 39
DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
hüsn, davranışlarla içkindi. Buna göre
modern dünyada değerler tabiri bir yanılsamadır. Nasıl Hak, Kur’ân-ı Kerim’de
kullanıldığı gibi el-Hakk diye çoğaltılamaz tekil bir kavram ise, çoğul “değerler”
değil, tek bir değer vardır. Modern dünyada özgürlük, eşitlik, tutumluluk, cömertlik
gibi kavramlardan değerler olarak söz
edilir. Hâlbuki İslâmî-geleneksel dünya
görüşüne göre tek bir değer vardır: Hüsn.
İslâmî-geleneksel dünyada özgürlük, eşitlik, tutumluluk, cömertlik gibi kavramlar,
modern anlamda değerler değil, tek ana
değer olan hüsne bağlı edeplerdir ki
bunun ölçüsünü sünnet verir.
“Ben ancak ahlâkî yücelikleri tamamlamak için gönderildim” diye buyuran Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’sselâmın tamamlamak üzere gönderildiği ahlâk, saydığınız kategorilerden
hangisine giriyor?
Ahlâk, ilk insan ve peygamber Hz.
Âdem’den beri vardır. İnsanın fıtratı
değişmeyeceğine göre ahlâkı da değişmez. Bütün peygamberler ahlâk timsali
olduğu halde ahlâkî yücelme, Efendimiz
Hz. Muhammed ‘aleyhi’s-salâtü ve’sselâm ile zirveye çıkmıştır. Bu kemal, hem
onun, hem de gönderildiği dinin özelliğinden kaynaklanmaktadır. Mutlak anlamda
insan-ı kâmil, seyyidü’l-evvelîn ve’l-âhirîn
olan Hz. Muhammed, din-i kâmil de onun
tebliğ ettiği İslâm’dır. Tasavvufun hedefi,
insanlara ahlâk-ı Muhammediye'yi aşılayarak insan-ı kâmil kılmaktır. İlk pey40 Mimar ve Mühendis
gamberden son peygambere kadar dinin
“din-i kayyım” denen değişmeyen özü
tevhittir. Bu anlamda din bir, şeriat değişiktir; dinin marifetullâha yönelik millet
denen aslı müttehit, fakat tâ’atullaha
yönelik şeriat denen fer’i muhtelif, tagayyür ve tekâmüle açıktır; “Bugün sizin
için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki
nimetimi tamamladım ve sizin için din
olarak İslâm'ı seçtim” âyetinin (Mâide/3)
belirttiği gibi. Şeriat, insanın yaratılışındaki huy güzelliğini tecessüm ettirmek
için gönderilmişse, şeriatın tekâmülü,
ahlâkın teamülü, dini kemale erdirme,
ahlâkı tamamlama anlamına gelecektir.
Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmın
hadisini bu çerçevede anlayabiliriz.
Hocam, şeriat aynı zamanda ahlâkî
kuralları vaz’ etmiyor mu? Din ve
ahlâk birbirine çok yakın değil mi?
Geleneksel ve modern ahlâkı edep=fazilet
ve değer ahlâkı olarak ayırdık. Geleneksel
edep ahlâkının çözülüşü, Hıristiyanlığın
yozlaşmasıyla başladı. Dinin teorik ve
pratik iki boyutu vardır; teorisine şeriat,
pratiğine tarikat denir ki bu anlamda dini
insanın maddî ve manevî tüm ihtiyaçlarını karşılamak için gönderilmiş “ilahî bir
ekonomi” olarak tanımlamıştık. Modernleşmeye bağlı sekülerleşme sürecinde bu
anlayış tersine dönmüş, “ekonomi olarak
din” anlayışının yerini “din olarak ekonomi” anlayışı almıştır. Sanılagelenin aksine
çağımızda anlaşıldığı gibi sekülerleşme,
dinden uzaklaşmadan ziyade din algısının
dönüşümüdür.
Batı’da sekülerleşmenin belkemiğini teşkil eden bu anlayış dönüşümü, Adam
Smith’in Newton fiziğine dayalı modern
dünya görüşüne bağlı olarak felsefî
temellerini attığı kapitalizmin eseridir.
Moralite denen modern ahlâkın temel
kavramı değer, kapitalizmin getirdiği
pazar, değişim ve fiyat kavramlarıyla
doğmuştur. Geleneksel dünyada değer
diye bir terim bile yoktur; tek ana değer
olan hüsn, edeplerde içkindir. İnsan,
ahsen-i takvim üzere yaratıldığından fıtrî
güzel, güzel de fıtrî demektir. Örneğin
oturarak içmek, sağlığa, fıtrata uygun
olduğu için su içmenin edebi, sünneti
olarak tanımlanmıştır. Dinlerin hedefi,
tüm varlık mertebelerinde geçerli ortak
güzelliği tecessüm ettirmektir.
Filozoflar, “hariçte, zihinde, lisanda ve
yazıda” olmak üzere dört varlık mertebesi
tanımlarlar. Çeşitli dillerde ortak “Üslûb-i
beyan, ayniyle insan” sözünün de belirttiği gibi, geleneksel anlayışa göre insanın
zihin, davranış, söz ve yazısındaki güzellik birbirinden ayrılmaz, birbirini yansıtır.
Batı’da Hıristiyanlığın kriziyle büyüyen
onto-teolojik parçalanma, kapitalizmle
netleşmiştir. Geleneksel dünyada iyilik,
doğruluk, güzellik kavramlarıyla bunlara
dayanan ahlâk, hukuk ve estetik disiplinleri birbirinden ayrılmaz. Kapitalizmle birlikte ise iyilik, doğruluk, güzellik kavramları birbirinden ayrılırken farklı güzellik
mertebeleri de farklı disiplinlerin, ahlâkî
davranışların dayandığı değerlerin keşfi
etik, güzel sanatlar alanındaki güzelliğin
dayandığı ilkelerin keşfi de estetik biliminin konusu haline gelmiştir.
Şeriat denen geleneksel hukukun hedefi,
hem objektif hem sübjektif, hem makro
hem mikro boyutlarda adaleti gerçekleştirmek, tarikat=sünnet=edeb denen
geleneksel ahlâkın hedefi ise adaletin
üzerine fazileti inşa etmektir. Geleneksel
anlayışa göre, öz ile şekil birbirinden
ayrılmaz, şeriat olmadan ahlâk, adalet
olmadan fazilet, namaz olmadan niyaz
olmaz. Dinin özü ahlâktır; ibadet, ahlâkın
girdisi, sebebi, hukuk ise çıktısı, yaptırımıdır. Dahası adalet nicel bir eşitliktir,
nitel adalet=eşitlik ise Kur’ân-ı Kerim’de
geçen kıst kavramıyla ifade edilir. Mesela
biri 40 kilo biri 60 kilo ağırlığa sahip iki
çocuğunuza da eşit olarak beşer dilim
ekmek verdiğinizde nicel bir adalet uygulamış olursunuz. Ancak kilolarına göre
birine dört, birine altı dilim ekmek verdiğinizde kıst denen asıl nitel adaleti sağlamış olursunuz. Zaten kelime anlamıyla
adalet, her şeyi yerli yerinde tutmaktır.
Peki, modern ahlâkta adalet ve fazilet nereye gitti?
Etik denen bu geleneksel ahlâk anlayışına göre adalet ve zulüm, öncelikle
sübjektif, insanın nefsiyle ilgilidir; biri,
Allah’ın emrine uymak, namaz kılmak
suretiyle önce kendine adalet gösterdikten sonra ancak başkalarına adalet
gösterebilir; “Muhakkak namaz, insanı
kötülük ve çirkinlikten alıkoyar” âyetinin
de belirttiği gibi. Nefsine adil olan diğer
tüm insanlara adil, kendi ile barışık olan
tüm kâinatla barışık olur. Moralite denen
modern ahlâk ise adalet yerine düzen
anlayışını esas almış, modernlikle birlikte
sübjektif ve objektif boyutlarıyla birbirine
bağlı küllî ve cevherî bir adalet anlayışı,
mekanistik, şeklî bir düzen anlayışına
yenik düşmüştür. Söz konusu onto-teolojik parçalanmanın getirdiği öz ile şeklin
ayrışması sonucu Batı, uçlara düşmüştür.
Bir taraftan hikmet ve şeriatın kılavuzluğundan mahrum kalan değerlerin etik
tarafından sonu gelmez bir spekülasyona konu edilmesi, diğer taraftan vazife
ahlâkı denen şekilci bir ahlâk anlayışına
teslimiyet.
Ontik dengelerin altüst olması sonucunda Batı, Newtongil zaman-mekân kavramlarında olduğu gibi izafîyi mutlaklaştırmış, ahlâkî değerler örneğinde olduğu
gibi mutlakı izafîleştirmiştir. İngilizce ve
Fransızca right ve droit kavramlarında
olduğu gibi hak, lâfzen hem doğru, hem
vazife anlamına gelir. Bu, Hak ile İnsan
arasındaki ezelî ahde dayalı bir alışverişi
yansıtır. Allah, insanın verdiği ahde karşı
ödül vaad vermiştir. Arapça va’d kelimesi
borç sayılır ki din de deyn (borç) kelimesinden gelir. Batı’da Newton fiziğine
dayalı mekanistik düzen arayışı ise, haktan yoksun bir vazife anlayışını gerektir-
Edep, kabuktaki öz misali, hüsnün
beşerî davranışlarda içkinliği,
davranış güzelliği demektir. Bu
anlamda Doğusuyla Batısıyla
geleneksel dünyada etik ile estetik,
huy ile güzellik disiplinleri arasında farklılık yoktur; hedef, varlıkta
içkin ortak güzelliği tecessüm
ettirmektir.
miştir. Bu süreçte Kant’ın getirdiği vazife
ahlâkına göre ahlâkîliğin ölçütü, tümel ve
özsel bir doğruluk yerine haricî kurallara
uygunluk olmuştur. Keza bu mekanistik
düzen anlayışı uyarınca hukuk ta hak
özünü kayb ederek pozitivizm ve formalizme, devlet mevzuatına indirgenmiştir.
Bu ahlâkî ölçütü biraz daha
açar mısınız?
Bu ahlâkî davranışın ölçütünü bulmak
için öncelikle bu ölçütü belirleyecek merciin bulunması gerekir. Bunun için Batı,
yoğun bir merci arayışına sahne olmuştur. Rousseau’nun vurgu yaptığı vicdandan sağduyu ve kamuoyuna kadar çeşitli
ahlâkî merciler aranmıştır. Deontoloji
denen ödev ahlâkının öncüsü Kant’ın arayışı ise esas itibariyle isimsiz, tümel hakikat kaynağı olarak hikmete (Vernunft)
yöneliktir. Ancak Aydınlanma ile hikmetin
akla, hikemiyetin akliyete indirgenmesi,
Kantgil ödev ahlâkını vahim bir tikellik/
tümellik, otonomi/heteronomi çelişkisiyle
malûl kılmıştır.
Peki, modern genel/meslek ahlâkı
ayırımının geleneksel dünyada karşılığı var mıdır acaba hocam?
Yok. Geleneksel ve modern ahlâkın ayrışmasından biz modernlerin modernliği
kanıksadığı için pek fark edemediği bir
ayırım ortaya çıkıyor: Eğitim ve öğretim
ayırımı. Modern bakış açısıyla eğitim ile
öğretim arasındaki farkı basitçe şöyle
ayırt edebiliriz. Eğitim, adam, öğretim,
vali yetiştirmektir. Hani baba demiş ya,
“Oğlum, ben sana vali olamazsın değil,
adam olamazsın dedim; adam olsaydın
babanı ayağına getirtmezdin.” Bu örneğin de gösterdiği gibi geleneksel dünya
görüşü açısından eğitim ile öğretim arasında ayırım yapılamaz; adam olmayan vali olamaz. Özellikle Ahî teşkilatına
bakıldığında çağımızda “ahlâk eğitimi”
ile “meslekî eğitimi” deyimleriyle de ayırılan eğitim ile öğretimin iç içe geçtiği
açıkça görülür. Hâlbuki modern anlayışa
göre pekâlâ adam olmadan vali olmak
mümkündür.
Bu anlayışın ortaya çıkışında ana etken,
sanayi toplumunun zuhuru. Sanayi kapitalizmi, insanlık tarihinde yeni bir üretim ve dolayısıyla yeni bir insan tipini
gerektiriyor. Modern meslek, öğretim ve
meslek ahlâkı kavramları, hatta şifahilik/
okuryazarlık ayırımı bile sanayi toplumu
ile ortaya çıkıyor. Eğitim/öğretim ayırımının zuhuru, tabiatıyla eğitimin de
anlamını kaybetmesine yol açacaktır.
Eğitim/öğretim ayırımının getirdiği gene
pek fark edilmeyen önemli bir ayırım,
“birincil/ikincil eğitim” ayırımıdır. Burada
birincil eğitimle ailenin, ikincil eğitimle ise okul sisteminin verdiği eğitim
kasd edilmektedir. Normalde geleneksel zihniyet açısından böyle bir ayırım
anlamsızdır. Zira çocuğun asıl eğitim yeri
aile yanında tekke gibi sivil kurumlardır.
Ancak sanayi toplumunun zuhuruyla devlete ait resmi kurumlar, okullar çocuğun
eğitimini üstlenmiştir. Modern eğitim/
öğretim kurumları, sanayi toplumunu sürdürecek insan tipini yetiştirmeyi hedef
edinmiştir. Öğretimin hedefi, sanayi toplumunu işletecek, ona uygun profesyonel
yetiştirmek, eğitimin hedefi ise bu toplumun işleyişini bozmayacak, ona uyumlu
vatandaş yetiştirmek olmuştur.
Sanayi toplumunun ihtiyaçları uyarınca
eğitim ve öğretimin bu şekilde araçsallaşarak anlamını kaybetmesi sonucu
meslek ahlâkı gibi kavramlar da özellikle
Türkiye’de anlamını kaybetmiştir. Batı
dillerinde ödev ahlâkı anlamına gelen
“deontoloji”, bizde daha ziyade “meslek
ahlâkı” anlamını kazanmıştır. Öğrencilere
bu disiplinleri ortak bir hikmete bağlama
şuurunu vermesi açısından özellikle hukuk
ve tıp gibi temel alanlarda deontolojinin
kritik bir pedagojik önemi vardır. Ancak
maalesef Türkiye’de her şey Batı’dakinden daha kaba bir şekilde araçsallaştığı
Temmuz - Ağustos 2013 41
DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Öğretimin hedefi, sanayi toplumunu işletecek, ona uygun profesyonel yetiştirmek, eğitimin hedefi
ise bu toplumun işleyişini bozmayacak, ona uyumlu vatandaş
yetiştirmek olmuştur.
için tıp felsefesi, tarihi, ahlâkı, hukuk
felsefesi, tarihi, ahlâkı, Roma hukuku
gibi tıp ve hukuktaki asıl entelektüel
öneme sahip dersler, öğrenciler tarafndan önemsenmeyen, “çerez” diye görülen
dersler olarak geçiştirilmekte, fiilen boşa
geçmektedir.
Keza buna bağlı olarak sanayi toplumunda ortaya çıkan şifahilik/okuryazarlık
ayırımı, ilmin kitaptan geçtiğini esas
alan modern bir anlayıştır. Buna karşılık geleneksel anlayış, “ilmin satırlardan
değil, sadırlardan, dinleyerek” geçtiğini
öngörür. Bugünkü bakış açımızla okumayazma bilmediği için cahil kocakarılar,
geleneksel dünyada sahipsiz kitaplardan
okuyarak değil, ehlinden dinleyerek ilmi
alıyordu.
42 Mimar ve Mühendis
Hocam, tespitleriniz oldukça çarpıcı,
ezber bozan cinsten. Daha derinden
bakığımızda bu gelişmenin altında
ne görürüz?
Bunu daha basit bir şekilde “eğitim
mühendisliği” deyimiyle anlatabiliriz.
Bunun tâ altında “tarih, eğitim, ekonomi, kültür, şehir, dil vs. mühendisliği”
gibi beşerî tüm alanlara sirayet eden,
Newton fiziğinden mülhem bir mekanistik zihniyet yatmaktadır. Modern ahlâk,
ekonomi, eğitim, mimarlık hepsi Newton fiziğine dayanıyor. Sanıldığını aksine
“dünya görüşü” kavramı, mecazen hayat
görüşü değil, hakikaten dünya hakkındaki
astrofiziksel görüş demektir. Bu anlamda Aristo, Newton, Einstein’ı geleneksel,
modern ve postmodern olarak üç ana
çağın dünya görüşlerinin temsilcileri olarak alabiliriz. Burada Aristo ile Newton
fiziği arasındaki temel fark, organizmik/
mekanizmik arasındaki ayırımda yatıyor.
Aristo fiziğinin temsil ettiği geleneksel organizmik dünya görüşüne göre
herşey can sahibi birer beden, organiz-
madır. Bilindiği gibi yerle gökler arasında dört tane varlık kategorisi vardır:
İnsanât, hayvanât, nebatât, cemâdât.
Burada Türkçe’de cansız varlıklar dediğimiz cemâdât, câmit, aslında cansız
değil, donmuş anlamına gelir; yani “nefs-i
külliye” kavramının da belirttiği üzere
“canlı ama hareketsiz” demektir. Kur’ân-ı
Kerim’de taşların Allah korkusundan
yuvarlandıkları, yer ve göğün Allah’ın
emrine itaaat ederek geldiklerine dair
ayetler, bunu belirtmiyor mu? Modernizmin öngördüğü mekanistik dünyada ise
değil dağlar, taşlar, cemâdât, hayvanlar,
insanlar bile cansız, iradesiz varlıklar,
şeyler hükmündedir.
Modernlik eleştirmenlerinin sıkça dile
getirdiği “İnsansız ekonomi, sosyoloji,
tarih, eğitim vs.” deyimleri bunu belirtir.
“Toplum, ekonomi, eğitim sistemi” gibi
mekanistik sistem kavramıyla tanımlanan bu alanlardaki düzenlemede insan,
aktör değil, bir makinenin dişlisi gibidir.
Doğrudan insanı konu alan tıp ve psikoloji gibi alanlarda bu çarpık mekanistik
bakışı daha çarpıcı görmek mümkündür.
Diğer alanlarda insan makinenin bir dişlisi, pasif bir parçası iken bunlarda doğrudan bir makinedir. Örneğin kadim kültür,
ölümü sayılı nefeslerin tamamlandığını
ifade eden “vefat etti, Hakka yürüdü,
irtihal-i dâr-ı bekâ eyledi” gibi estetik,
manevî deyimlerle anlatırken modern tıp
basitçe bir makinenin durmasını, devre
dışı kalmasını belirten “X oldu” deyimiyle
anlatır!
Mimarlık, mühendislikten ziyade
sanat kategorisine girdiği için, ontik
hüsnü yansıtacak bir mekân ve çevre
düzenlemesi mümkün müdür?
Bu sorunuza cevap olarak gene geleneksel/modern karşılaştırmasını yapmak
durumundayız. Geleneksel dünya görüşüne göre şehir, bir insan bedeni organizma
hükmündedir. İnsan bedenindeki hücre,
doku, organ, sistem ve beden şeklindeki
beşli hiyerarşi aynen şehirde de bulunur;
oda, ev, sokak, mahalle ve şehir şeklinde.
İnsan bedeninde hücrelerin bir kapısı
olduğu gibi odadan şehre bu birimlerin
de bir kapısı vardır. Nitekim fetih, lâfzen
açmak demektir, yani bir şehrin kapısını açmak. Ama dediğimiz gibi modern
şehircilik ve mimarlık, bir sanattan ziyade
mühendislik yaklaşımıyla şehri bir organizma değil, kesilip biçilecek bir mekanizma olarak alıyor. Beşerî-iradî alanlarda
da mekanistik bir dizayn iddiasını ifade
eden “tarihsel, sosyal mühendislik” denen
mühendislik türlerinin zavallı mantığı bu.
Burada şehirle ilgili temel değerlere
daha derin bir bakış getirdiniz. İslâm
şehrinin iki temel özelliği var; doğallık ve kendiliğindenlik. Topografyaya
uygun olarak ve kendiliğinden gelişen
bir şehir var. Bu konuda ne söylersiniz?
“Planlanmış/planlanmamış şehir” ayırımı, modernliğin getirdiği sayısız kısır
dikotomilerden biridir. Çağımızda Spiro
Kostof’un The City Shaped: Urban Patterns and Meanings Through History
adlı çığır-açıcı çalışması, “planlanmış/
planlanmamış şehir” ayırımı efsanesini
yıkmıştır. Her ikisi de genel anlamda bir
plana dayansalar da bir organizma olarak şehrin bir tarihi ve ruhu varken kentin
yoktur. Sokakların adlandırılması tarzı,
aralarındaki farka basit bir örnek olarak
verilebilir. Örneğin bizde köklü şehirlerde
sokaklar “Müezzin Bilal, Feyzullah Efendi,
Kuşkonmaz” gibi isimler alırken Batı’daki
kentlerde “70. 80. sokak” gibi ruhsuz
bir şekilde numaralandırılırlar. Burada
mesele, planlama/planlamama değil,
planlamanın niteliği, organizmik/mekanistik anlamda olup olmadığıdır. Mimar
Sinan gibi geleneksel hakîm bir mimar,
şehri bir organizma olarak planlar.
Burada temel kavram otarşi, yani organizmanın kendi kendine yeterek yaşayacak şekilde planlanmasıdır. Otarşi,
aslında adalet kavramının bir türevidir.
İngilizce ekonomi, ekoloji ve ekümen
kelimelerinin türediği Yunanca oikos
veya Arapça dâr kelimesi, hakikaten ev,
mecazen ise belde ve dünya anlamlarına gelir; ev, yaşadığımız küçük, dünya
ise büyük âlemdir. Bu semantik ipucu,
insanın yaşadığı birimler arasında nitelik
değil, sadece nicelik, çap farkı olduğunu, hepsinde aynı adaletin gözetilmesi gerektiğini belirtir; evde, mahallede,
şehirde, ülkede ve âlemde adalet. Rabbimiz, dünyayı kendi kendine yetecek
şekilde yaratmıştır. O yüzden insan, kozmik ve politik zulümden, şeyleri yerli
yerinden oynatmaktan kaçınarak adaleti
gözetmeli, topoğrafik şartları zorlamamalıdır. Buna göre politik, soyut bir
ülke yerine kökünü oluşturan oikos (ev)
kelimesinin belirttiği gibi, özellikle su
gibi doğal kaynakların şehirde yaşayan
toplulukların ihtiyaçlarına yetmesi anlayışına göre şehirler kuruluyordu eskiden.
Modern mimarlık ve şehirciliğe ise tam
aksine adeta Firavunca bir mantık yön
veriyor; “Biz, istediğimiz yerden dağı
delip tünel açarız, göğe merdiven gibi
binalar, denizin üzerine şehir kurar,
Dubai gibi çölde bir cennet yaratırız”
gibi azgın, Firavunca bir mantık. Bilindiği
gibi Newtongil mekanistik evren görüşü,
deizme dayanıyordu. Buna göre Tanrı,
evreni altı günde yarattıktan sonra hâşâ
Arşa istivâ ederek istirahata çekilmiş,
dünyayı kendi kendine işleyecek şekilde
bırakmıştı! Asırlardır Tanrı’nın adaletini,
bunun için de mahiyetini sorgulayan
Batılı, işin içinden çıkamayınca sonunda
çareyi Tanrı’yı nötralize etmekte buldu.
Nötralize edilen Tanrı’nın mutlak kudretini (omnipotence) artık insan tevarüs edecekti. Bilimsel ve siyasî (Fransız
İhtilali) devrimler, bu “tarihin ve tabiatın
mutlak denetimi” hüsnü kuruntusunun
sebebi ve sonucuydu. Amerikalı mimar
Richard Neutra’nın ciddi mi, espriyle
mi söylediğini bilmediğimiz şu sözü bu
mantığın çarpıcı bir ifadesidir: “Öyle bir
ev planlarım ki mutlu bir karı-kocayı altı
ay içinde boşandırabilirim!”
Müthiş gerçekten. Biraz da iş
ahlâkına değinebilir miyiz?
Dediğimiz gibi genel/meslekî ahlâk ayırımı, modern eğitim/öğretim ayırımının
sonucu. Geleneksel dünyada örneğin Ahî
teşkilatına baktığımızda böyle bir ayırım
göremiyoruz; ahlâk bir bütün olarak insana aktarılıyor. Burada, hem eğitim/öğretim, hem genel/meslek ahlâkı ayırımını
hiçe sayan merkezî kavram edep. Örneğin geleneksel literatürde Büyük Selçuklu
veziri Nizamülmülk’e ait “siyasetnâme”
Modern ahlâk, ekonomi, eğitim,
mimarlık hepsi Newton fiziğine
dayanıyor. Sanıldığını aksine
“dünya görüşü” kavramı, mecazen
hayat görüşü değil, hakikaten
dünya hakkındaki astrofiziksel
görüş demektir.
adlı eserler, modern anlamda bir meslek
olarak siyasetin öğretimine dair sayılabilir. Ancak “Âdâbü’l-Mülûk ve’s-Selâtîn”
(Krallar ve Sultanların Âdâbı) türü eserler, hem eğitim/öğretim, hem genel/
meslek ahlâkı anlamında yönetimin edebini veren eserler olarak belirir. Modern
bakış açısıyla burada öğretim, eğitimin,
meslekî ahlâk, genel ahlâkın üzerine bina
edilir; aralarında bir mahiyet farkı yoktur.
Bugün bir mimarın özel ile meslekî
hayatındaki davranışları pekâlâ birbiriyle uyumsuz olabiliyor. Modern
hayatlardaki bu şizofrenik bölünme
maalesef kanıksanmış durumda.
Adalet ve fazileti hiçe sayan sekülerizmin bütün çabalarına rağmen
hızla çöken insanlığı kurtarma ümidi
hâlâ var mı sizce?
Dediğimiz gibi şizofrenik modern dünyada pekâlâ adam olmadan vali olmak
mümkündür. Bugün seküler dünyada
tasavvuf denince belli insanlara özgü
ekstra bir dindarlık tarzı anlaşılıyor.
Halbuki tasavvuf, edep denen geleneksel eğitimin alternatifi olmayan ana
kanalıydı. Alternatif, tasavvufa değil,
tasavvufta, farklı insan fertlerinin meşrebine ve grupların ihtiyaçlarına göre
değişen tarikatlar arasında idi. Örneğin
Osmanlı’ya baktığımız zaman Yeniçerilerin eğitim kanalı, Bektaşilik, ulemanın Nakşibendilik tarikatı idi. Cumhuriyet
devrinde tarikatların kapatılmasıyla bu
toplumun hayat damarları, ahlâk kanalları
da kesildi. Bugün de toplumun manevî
dirilişinin tasavvuftan başka yolu yok.
Ancak mesele sadece anayasal bir düzenlemeyle tarikatları tekrar serbest bırakmak değil, büyük bir yıkım, fetret devrinin
ardından bu tekkeleri dolduracak ehliyetli
tasavvuf erbabını tekrar bulmak.
Temmuz - Ağustos 2013 43
DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Süleyman DEMİR
Ahi Kültürünü Arş. Ve Eğt. Vakfı Başkan Yrd.
ORTAÇAĞDA ANADOLU’DA HALKIN BİRLİK VE
BÜTÜNLÜĞÜNÜ SAĞLAYAN KURUM:
“AHİLİK”
F
Anadolu’da Selçuklu döneminden beri sanayi
ve iç ticaret kesimleri fütüvvet ve ahilik
ilkelerine dayalı esnaf birlikleri tarafından
şehirlerde teşkilatlanmıştır. Bununla birlikte bu
geleneğin tarımda çalışanlar ve kırsal kesimde
de etkili olduğu bilinmektedir. İslam’ın ilk
yüzyılından beri fütüvvet ülküsüne dayalı
teşekküllerin ortaya çıktığı görülmektedir.
Fütüvvet ve ahilik anlayışı son tahlilde, Kur’an
ve Hz. Peygamber’in sünnetine dayandırılan
ilkeleriyle İslami-tasavvufi düşünce ve hayat
telakkisinin içinde yer alır.
ütüvvet, önceleri sadece cömertlik, misafirperverlik ve kah-
halifesi Nasır (1180-1225) fütüvvet teşekküllerini merkezi
ramanlık boyutlarına sahip iken, zamanla İslami ve tasavvufi
otoriteye bağlamıştı. Fütüvvetin Anadolu sahasında nüfuz
derinlikler kazanmıştır. Türklerin Müslüman olmasından sonra
kazanması da bu dönemde olmuştur. Halife Nasır fütüvveti
da ahi teşekküllerinin kurulmasında manevi ve fikri tabanı
yeniden teşkilatlandırırken, Anadolu Selçuklu Devleti’yle, ilk
oluşturmuş, Türklere özgü vasıflar kazanarak bu teşekküllerde
defa I.Gıyaseddin Keyhüsrev’in şahsında ilişki kurmuştur. Bu
yaşamış, etkisini günümüze kadar sürdüre gelmiştir.1 Terim
hükümdar 1204’te ikinci defa tahta geçince ilişkiler yoğunlaş-
olarak, Türkçe yardım etmeyi seven, cömert kişi, Arapça
mış ve Muhyididîn b.Arabî, Şeyh Nasıreddîn el-Hoyî (Ahi Evren)
kardeşlik anlamlarına karşılık gelen ahilik üzerine kapsamlı
gibi mutasavvıflar Anadolu’ya gelmişlerdir. Yine XIII. Yüzyılın
araştırmalar yapan, Ahilik Vakfı’nın kurucusu cennet-mekân
ilk yarısı olan bu dönemde İzzeddîn Keykavus I. ve Alaeddîn
Galip Demir’e göre, Ortaçağ Anadolu’sunda Türkler’in yaptığı
Keykûbâd I. da fütüvvet teşkilatına girerek, birbirini takip eden
rönesanstır. 2
bu üç sultanın idaresinde Anadolu Ahi teşkilatı kurulmuştur.
Özellikle İzzeddîn Keykavus I. döneminde Anadolu fütüvvet
TEŞKİLATIN KURULUŞU
ve ahiliği disiplinli bir teşkilat halinde belirmeye başlamıştır.
İlk ahi birliklerinin oluşmasından hemen önce, Büyük Selçuk-
Alaeddîn Keykûbâd I. zamanında da Nasır meşhur muta-
luların ele geçirdikleri veya gelip geçtikleri şehirlerde fütüvvet
savvıf Ömer Sühreverdi’yi sultana göndererek teşkilatlanma
birliklerinin yani fityanın etkili olduğu bilinmektedir. Şehir teşki-
tamamlanmıştır.3 Ahiliğin ahlâk ve erkânını tespit eden ve
latı yeniden kurulurken fütüvvet-esnaf birlikleri de oluşuyordu.
Ömer Sühreverdî’nin eserleriyle sûfî inanışlarıyla zenginleşen
Oysa Bizans Anadolu’sunda bu türden kurum yoktu. Abbasi
fütüvvetnâmeler, Anadolu’nun her tarafına yayılarak, şehir-
Devleti’nin son dönemlerinde görülen otorite boşluğu, fütüvvet
lerde ve köylerde fütüvveti benimseyen ahî zaviyeleri kurul-
teşekküllerini de olumsuz yönde etkilemiştir. Bu yüzden Abbasi
muştur. Selçuklu’yu takip eden Osmanlı’da Osman ve Orhan
44 Mimar ve Mühendis
dönemlerine ait vakıf kayıtları da bu coğrafyada erkenden birçok ahî
zaviyesinin kurulmuş olduğunu göstermektedir. Selçuklu sultanları
Moğol egemenliği altında ülkede siyasi güç ve kontrolü kaybettiklerinden, şehirlerde ahiler yalnız ekonomik-sosyal yaşamda değil, kamu
güvenlik sorumluluklarını da yüklenmişlerdi.4 Yani ahiler anarşinin baş
gösterdiği, fetret dönemlerinde şehirlerin idaresini ellerine alıyorlar
ve eski idareden yeni idareye geçişin şehir için büyük bir sarsıntıya
meydan vermemesine çalışıyorlardı. Böyle bir teşkilâtın, hele anarşi
devrelerinde, nasıl bir kuvvet ve lüzum kazanacağı meydandadır. İdare
teşkilâtının inkişaf etmemiş olduğu o devirlerde, küçük kasabalarda,
devlet kuvvetini değil, fakat, en mühim olan mahalli halk idaresini
temsil edenler onlardı.5 Fas’lı Seyyah İbn Battuta bazı büyük şehirlerde baş ahînin bir sultan gibi davrandığına tanık olmuştur. Mesela,
sof imalatı ve ticaretiyle zengin bir şehir haline gelen Ahi Şerafeddîn
şehrin kamu işlerinde de egemendi.6
Anadolu ahiliğinin kurucusu olarak bilinen ve asıl isminin Şeyh
Nasıreddîn el-Hoyî (1171-1261) olduğu tahmin edilen Ahi Evran,
İran’ın Batı Azerbaycan taraflarında bulunan Hoy kasabasında doğ-
13. yüzyılın sonlarıyla 14. yüzyılın başlarında yaşamış olan sufi şair Gülşehri, manevi bir kişilik olan
Ahi Evran’ın kerametlerini ve Ahiliğin kurallarını
Kerâmât-i Ahi Evren adındaki mesnevi tarzındaki
Türkçe risalesinde anlatmıştır.
muştur. Anadolu’da Ahilik teşkilatının kurucusu ve 32 esnaf zümresinin piri kabul edilen bu âlim ve velî zatın asıl adı Mahmud’dur. Ahi
Evran’ın çocukluğu ve ilk tahsil devresi, memleketi olan Azerbaycan’da
geçmiş olsa da, gençliğinde Horasan ve Maveraünnehir’e giderek o
yörede Fahruddîn-i Râzî gibi büyük alimlerden, ders almıştır. Daha
sonra Bağdat’a gelmiştir. Bağdat’ın İslam dünyasının en büyük ilim,
sanat ve irfan merkezi oluşu, Ahi Evran’ın çok yönlü bir ilim ve fikir
adamı olmasında etkili olmuştur. Özellikle tefsir, hadis, kelâm, fıkıh ve
tasavvuf gibi dinî ilimler yanında felsefe ve tıp sahasında sivrilmiş ve
bu konularda eserler vermiştir.7 1205’te Kayseri’ye yerleşerek burada bir debbağhane kurmuştu. Şeyhi Evhadüddîn Kirmani ile birlikte
bütün Anadolu’yu dolaşarak ahi teşkilatını kuran Ahi Evren şeyhinin
Temmuz - Ağustos 2013 45
DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Devlet genellikle beratlı esnafı desteklemiştir. Böylece esnafla devlet arasında gittikçe
kuvvetlenen sıkı bir işbirliği ortaya çıkmıştır. Öbür yandan mal kalitesini koruma ve
esnafın hiyerarşik nizamı imtihanlarla sağlanmıştır. İç örgüt böylece, devlet kontrolü
dışında kalmıştır.
ölümünden sonra bu teşkilatın önderi olmuştur. Ahi zümreleri şehirlerde olduğu kadar, köylerde ve uçlarda da büyük
bir nüfuza malik olduğu için Ahi Evran’ın kurucusu olduğu
ahilik teşkilatı, özellikle XIII. yüzyılın ikinci yarısında Moğol
istilasından sonra devlet otoritesinin zayıfladığı dönemlerde
varlığını hissettirmiş, şehir hayatında faal rol oynamış, siyasî
bir amil olarak daima hesaba katılmıştır.8 13. yüzyılın sonlarıyla 14. yüzyılın başlarında yaşamış olan sufi şair Gülşehri,
manevi bir kişilik olan Ahi Evran’ın kerametlerini ve Ahiliğin kurallarını
Kerâmât-i Ahi Evren adındaki mesnevi tarzındaki Türkçe risalesinde
anlatmıştır.9
TEŞKİLATIN İŞLEYİŞİ
Fütüvvet ehli ahi zümrelerinin büyük şehirlerde çeşitli gruplar halinde
teşkilatlandıklarını ve her zümrenin ayrı bir zâviyesi olduğunu biliyoruz. Eğer bir sanat erbabı büyük şehirlerde bir zaviyeye sığmayacak
kadar kalabalık olursa şehrin çeşitli yerlerinde zaviyeler açmışlardır.
46 Mimar ve Mühendis
Bazen de bir teşekkülü besleyemeyecek kadar az miktarda
olan çeşitli meslek mensupları da bir araya gelmişlerdi.
Büyük şehirlerde muhtelif sanayi ve ticaret erbabının belirli
yerlerde kapalı veya açık çarşıları vardı. Esnaf buralardaki
dükkanlarda çalışırdı. Burada mesleki ahlâkın dayanışmacı
ve altruist (diğergam) olması fütüvvetin tesirinin derecesini
gösterir. Esnaf teşkilatı üretim faaliyetleri yanında, devletle
esnaf arasındaki ilişkileri de düzenlemiştir. Yerel mal üretiminin ihtiyaca göre (arz-talep dengesi) ayarlanmasında yani,
arza göre talep değil talebe göre arz dengesini sağlamada
ahiler çok önemli bir görevi üstlenmişlerdi.10 Üretime, talebe
göre sınırlandırma getirilerek, fazla üretim fiyatın düşmesine ve esnafın zarara uğramaması amaçlanmış, noksan
üretim yapılmayarak da fiyatlarda rayicin üzerindeki artış
ve tüketicinin zarar görmesi önlenmiştir. Bu nedenle şehrin
nüfusuna göre üretimin ayarlanması da gereklidir. İşte bu
koşullar, kasabada esnaf teşkilatının temel ekonomik sistemini belirler. Ortaçağ esnaf teşkilatında her sınıf mal üreticisinin sayısı, yani
üretimi şehrin nüfusuna göre ayarlanmıştır. Mesela, Beypazarı’nda 10
fırın ustasına izin verilmişken, İstanbul’da 150 ustaya izin verilmiştir.
Talep arttığı zaman kenar mahallelerde koltuk denilen kaçak ustalar
ortaya çıkmıştır. Bu kaçakları yasaklamak için esnaf devlete başvurmuş, esnaf ustaları, esnafın seçiminden sonra padişah beratıyla
onaylamıştır. Devlet genellikle beratlı esnafı desteklemiştir. Böylece
esnafla devlet arasında gittikçe kuvvetlenen sıkı bir işbirliği ortaya
sinde kendisini tanımlarken “pirlerin piri” olarak kullandığı bu unvan,
Selçuklu hakimi olan kadı tarafından da tescillenmiştir. Ahi Evran’a bu
tescilli unvanın verilmesinin sebebi kuşkusuz kümelenme-clustering*
teorisine dayalı Kayseri’de kurduğu meslek guruplarının sanayi ve
ticaret sitelerinde örgütlenmesine dayalı yeni üretim sistemini, tüm
Selçuklu şehirlerinde yaygınlaştırmayı başararak, sanayiye dayalı yeni
bir üretim ağı kurmuş olmasıdır. Böylece sanayi birliklerine dayalı
Kayseri’de başlatılan sanayi devrimi, Selçuklu devletince benimsenerek 1220-1237 yıllarında tüm Selçuklu ekonomisinde uygulanıp
genişletilerek Selçuklu sanayi devrimi yaygınlaştırılmıştır.12 Fütüvvet
geleneğine bağlı iktisadi bir teşkilat olan Ahi birlikleri, bu tip çağının
haylice ötesindeki modern uygulamalarıyla Batı’daki benzer esnaf ve
dayanışma yapılarından oldukça farklıydı.
Roma ve daha sonra Bizans İmparatorluklarında ise meslekler birbirinden ayrı olarak devletçe düzenlenmişlerdi ve devletin denetimi
altındaydılar. Selçuklularla aynı zamanda Avrupa’da da oluşmakta
olan korporasyonlar Roma esnaf birlikleri (Collegia) geleneğinden
ayrılmışlardır. Zira korporasyonlar İslâm esnaf birliklerine benzer
şekilde kısmi bir özerkliğe sahiptiler; kendi kurallarını kendileri belirlemekte, üyelerini karşılıklı yardımlaşma ve dinî faaliyetler yönünden
Collegia’nın etkileyemeyeceği bir biçimde etkilemektedirler. Haçlı
seferlerinden sonra korporasyonların oluşmasında İslâm esnaf birliklerinin etkisi olduğu da belirtilmelidir.13
Ahilikte bir mesleğe eleman alınırken veya yetiştirilirken önce o kimse teste tabi tutulurdu. Çocuğun
istitadı ve istekleri de dikkate alınarak seçim yapılarak, insanların tek bir mesleği iyi öğrenmeleri ve
uzmanlaşmaları öngörülürdü. Ahilik mertebesi daha
sonra kazanılırdı. Ahilerin üzerinde sırasıyla nakipler,
halife ve şeyh vardı. Şeyh esnaf birliğinin başkanıydı.
Şeyhü’l-meşayih–şeyhler şeyhi ise bütün esnaf birliklerinin en üst makamı idi.
çıkmıştır. Öbür yandan mal kalitesini koruma, esnafın hiyerarşik
nizamı imtihanlarla sağlanmıştır. İç örgüt böylece, devlet kontrolü
dışında kalmıştır.11 Bu sayede özerk yapısını korumuştur. Yine bu
dönemde yapılan iktisat hukuku alanındaki düzenlemelerin başında
sınai mülkiyet haklarını da içeren mesleki birlikler kurarak üretim
yapma hakkının düzenlenmesi gelmektedir. Bu düzenlemeyi tamamlayıcı hukuki düzenlemelerin başında da tarım ve ticaret sektörüne
yönelik tedarik hukuku düzenlemeleri gelmektedir. Diğer bir önemli
tamamlayıcı alan da makul fiyatların oluşması için gerekli toptan
alışveriş piyasaları ile perakende alışveriş piyasalarının kurulması
hukuku ile ilgili yapılan düzenlemelerdir. Böylece dünyada ilk kez
sanayileşmeye dayalı iktisat hukuku düzenlemelerini ahilerle birlikte
Selçuklular başlatmış ve uygulamışlardı. 1220-1237 döneminde Ahi
Evran Anadolu’da “ehl-i sanayinin piri” unvanı ile anılmaya başlamış,
kendisi de bu unvanı kullanmaya başlamış, kurduğu vakfın vakfiye-
YAPI VE İDARE MAKAMLARI
Selçuklu esnaf teşekküllerinde işe ilk girenlere çırak veya yiğit denirdi. Ahilikte bir mesleğe eleman alınırken veya yetiştirilirken önce o
kimse teste tabi tutulurdu. Çocuğun istitadı ve istekleri de dikkate
alınarak seçim yapılarak, insanların tek bir mesleği iyi öğrenmeleri ve
uzmanlaşmaları öngörülürdü. Ahilik mertebesi daha sonra kazanılırdı.
Ahilerin üzerinde sırasıyla nakipler, halife ve şeyh vardı. Şeyh esnaf
birliğinin başkanıydı. Şeyhü’l-meşayih –şeyhler şeyhi ise bütün esnaf
birliklerinin en üst makamı idi. Çıraklar çeşitli kişilerin nezaretinde
mesleki ve manevi yönden yetiştirilirdi. Birliklerde, esnaf önderleri
siyasi bakımdan da nüfuz sahibi kimselerdi.14 Yazarı belli olan fütüvvet kitaplarının ilkinden Burgazî’nin Türkçe fütüvvetnamesinde ki bu
aynı zamanda ahi zaviyesinde yetişen gençlerin el kitabı olarak kabul
edilir; gençlere terbiye kuralları anlatılır. Aslında ahi birliğine bağlı bir
çırak olabilmenin 124 kuralı vardı. Ahiliğin açık ve kapalı olmak üzere
6 şartı vardır. Açık olanlar, elini, kapını ve sofranı açık tut, kapalı olanlar dilini, gözünü ve belini bağlı tut; şeklindedir. Çıraklıktan kalfalığa,
kalfalıktan ustalığa geçişte, mutlaka tören yapılır, böyle bir tören için
iş yerinin ustası bağlı bulunduğu Ahi birliğinden izin isterdi. Bu tören
için gerekli hazırlıkları o iş kolunun birlik başkanı yapardı. Birlik başkanı, oluşturduğu heyete sanatın en tanınmış üstadlarını ve şehirdeki
tüm Ahi birliklerinin başkanı olan Ahi Baba’yı davet ederdi. Bu heyet,
çırak veya kalfanın o güne kadar ürettiklerinden örnekler alarak, kalite,
evsaf ve işçiliği inceledikten sonra, adayların ahlâkına, dürüstlüğüne,
ürettiği malın kalitesine kanaat getirirse çırak veya kalfa bir üst dereceye terfi ettirilirdi. Bu terfi merasimine “Şed Kuşanma Merasimi” (bir
nev’i diploma töreni) denirdi. Ahi zaviyelerinde ve işbaşında yapılan
eğitimde temel amaç öğrenciyi tam ve mükemmel biçimde yetiştirTemmuz - Ağustos 2013 47
DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
tehdit altına alan aile, komşu ve çevre bilincinden uzak yaşamanın
getirdiği bireysellik, bencillik ve çalışmadan-üretmeden yaşamak
gibi menfi unsurlara bağlı olarak kaynaklanan pek çok psikolojik ve
fizyolojik rahatsızlığa da şifa olacağı kanaatindeyiz. Bugünlerde bizim
ve tüm dünya uluslarının ihtiyaç duyduğu sevgi ve barış dilini, tarihimizde farklı görüş ve inançlar arasında köprü kuran, adeta çimento
gibi birleştiren ahilik kültürünü daha çok anlayarak, anlatarak ve
uygulayarak sağlayabiliriz. Nihayet, çağındaki diğer popüler akımlarla
karşılaştırıldığında fark yaratmış olduğu anlaşılan inovatif ahilere,
bugün her zamankinden daha çok ihtiyaç duymaktayız, neden mi?
Çünkü tarihte “Mevlevilik, her kesimden taraftar bulmakla birlikte daha
çok orta burjuva kesimine hitap eden ve sunni bir anlayışa sahip bir
tarikat olurken; Bektaşilik yerleşik ve göçebe Türkmenlerden oluşan halk
kesimi arasında yaygınlaşan ve bilhassa Rumeli'deki Hıristiyan kesiminin
"ihtida"sında etkili olan heteredoks bir tarikat halini almıştır. Esnaf ve
tüccar kesimi arasında yaygınlaşan Ahilik ise şehirli ve köylü toplulukları
birbirine bağlayan köprü görevini görmüştür. Toplumun bütün kesimlerini
kuşatan Mevlevilik, Bektaşilik ve Ahilik, bu özellikleriyle Osmanlı Toplumunu ayakta tutan saç ayakları haline gelmiştir.”19
mekti.15 Şehirlerde esnaf teşkilatı olarak yaygınlaşan ahilik köylerde
de alpler (sipahiler) zümresi ile ilişki kurmuştur.16
XIII. yüzyılın ikinci yarısından XIV. yüzyılın başlarına kadar büyük devlet
adamlarının, kadıların, müderrislerin, tarikat şeyhlerinin, büyük tacirlerin ahi teşkilatına girdiklerini görüyoruz. Bu olgular ahiliğin bu geçiş
döneminde sosyal itibarı çok yüksek bir kurum olduğunu göstermektedir. Buradan hareketle Fas’lı seyyah İbn Batuda Ahilik teşkilâtındaki
üyelerin gençlerden müteşekkil17 olduğunu söylese de, böyle etkin ve
güçlü bir teşkilat yapısının her yaş ve kesimden üyeleri bulunduğu
kabul edilebilir. Öte yandan bu kurumun bir zamanlar Anadolu kentlerinin ahileri tarafından geliştirilen terfi törenlerinin daha sonraki
yüzyıllarda en azından bazı Anadolu lonca üyelerinin özelliği haline
gelen kimi uygulamalara model oluşturmuş olması da mümkündür.
Bu varsayım “fata” (gençler) denilen kişilerden beklenen ahlaki ve dini
davranışları anlatan bazı risalelerin; Osmanlı döneminde, büyük olasılıkla ahilerin kendilerinin uzak geçmişte kaldıkları bir zamanda, lonca
üyelerince kopyalanarak çoğaltıldığı gözlemine dayanmaktadır.18 Ahilik özellikle Osmanlı’da I.Murat (Ahi Murat) döneminden sonra zaman
içerisinde özerklik vasıflarını yitirmiş olup, seçilmiş değil, atanmış
liderler tarafından yönetilen bir teşkilat halini alarak, devlet yönetimi
üzerindeki etkinliğini yitirmiş, teşkilat yapısı zayıflamaya başlamıştır.
Bu yazımızda ortaçağda, göçebe Türklerin İslamiyeti kabul edip,
Anadolu’da yerleşik hayata geçtiği esnada kurulan, Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşunda da etkin bir rol oynayan ahilik
konusu üzerine değerli çalışmalar ve araştırmalar yapmış olan ilmi
şahsiyetlerin kaynak ve eserlerinden de istifade ederek bu önemli
tarihi hazinemizin anahatlarını sizlerle paylaşmaya çalıştık. Ombudsmanlıktan, kümelenmeye, toplam kalite yönetiminden, mentorluk ve
koçluğa… günümüzdeki modern kavramlarının nüvelerini bünyesinde
barındıran past-modern ahilik kurumunun, post-modern bir kurum
olarak yeniden yorumlanması ve yapılanmasıyla, günümüz insanlığını
48 Mimar ve Mühendis
KAYNAKlar
1 Ahmet Tabakoğlu, Türkiye İktisat Tarihi, Dergah Yayınları, 9.Baskı, İstanbul 2009,
s.124.
2 http://tr.wikipedia.org/wiki/Ahilik
3 Tabakoğlu, a.g.e., s.125.
4 Halil İnalcık, Devlet-i’ Aliyye, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 39.Baskı, İstanbul
2009, s.42.
5 Fuad Köprülü, Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, Akçağ Basım Yayım, 6.Basım,
Ankara 2011, s.112.
6 İnalcık, a.g.e., s.42.
7 Fatih Köksal, Ahi Evran ve Ahilik, Kırşehir Valiliği Kültür Yayınları, No.5, Kırşehir 2008,
s.5-6.
8 Tabakoğlu, a.g.e., s.126.
9 Ahmet Yaşar Ocak, “Ortaçağlar Anadolu’sunda Toplum, Kültür ve Entelektüel Hayat”,
İslam’ın Ayak İzleri-Selçuklu Dönemi, Kitap Yayınevi, İstanbul 2011, s.308.
10 Tabakoğlu, a.y.
11 İnalcık, a.g.e., s.41.
12 Ahmet Kala, Debbağlıktan Dericiliğe, Zeytinburnu Belediyesi Kültür Yayınları 27,
İstanbul 2012, s.36.
* Ahi Evran’ın kümelenme modeli Kur’an Ahlâkından beslenir yani çıkar gözetmeksizin,
Allah rızasını kazanmak için esnafın dayanışması esası üzerine kuruludur, ancak günümüzde Michael Porter tarafından izah edilen kümelenme modeli (clustering model),
kapitalizmin esinlendiği paylaşmaya dayalı değil biriktirmeye dayalı protestan ahlaktan
esinlenmektedir ki, bu kümelenme modelinin kuruluş amacı daha ziyade menfaat doğrultusunda rekabete dayalı maliyet avantajı sağlamaya yöneliktir.
13Tabakoğlu, a.g.e., s.126.
14 Tabakoğlu, a.g.e., s.127.
15 Galip Demir, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu ve Ahilik, Ahi Kültürünü Araştırma ve Eğitim Vakfı Yayınları, İstanbul 2000, s.366-371.
16 Tabakoğlu, a.y.
17 The Travels of Ibn Battutah- abridged, introduced and annoted by Tim MackintoshSmith, published by Picador, London, p.103.
18 Suraiya Faroqhi, Osmanlı Zanaatkârları, Çeviren: Zülal Kılıç, Kitap Yayınları, İstanbul
2011, s.67-68.
19 Osman Horata, “Osmanlı Toplum Yapısının Temel Dinamikleri, Mevlevilik, Bektaşilik
ve Ahilik”, G.Ü. I. Ahi Evran-ı Velî ve Ahilik Araştırmaları Sempozyumu (12-13 Ekim
2004, Kırşehir), C.1, Kırşehir 2005, s.533.
0(216) 517 25 99
www.ddsmuhendislik.com
Temmuz - Ağustos 2013 49
DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
AHİLİK KÜLTÜRÜNÜ ARAŞTIRMA ve
EĞİTİM VAKFI BAŞKANI DR. ALİ MAZAK
“BİREYLERE AHİLİK VASIFLARI
KAZANDIRILMASI İÇİN ÖZEL BİR
EĞİTİM GEREKİR”
Meslek Ahlakı ve Mühendislik Etiği üzerine çıkardığımız dergimizin 72. sayısında, dosya
konumuza temel oluşturacak bir söyleşiye yer verdik. Ahilik Kültürünü Araştırma
ve Eğitim Vakfı Başkanı Dr. Ali Mazak ile yüzyıllar boyunca gerek ticaret gerekse de
sosyal hayatta büyük bir değer olarak yer alan Ahilik Teşkilatı üzerine konuşma
fırsatı bulduk.
>
Bizlere ahilik teşkilatının kuruluşundan başlayarak günümüze kadar
gelen durumu hakkında bilgi verebilir
misiniz?
Ahi kelimesi, Arapçada kardeş anlamındadır. Eski Çağatay Türkçesindeki eli açık,
cömert demek olan ‘’akı’’ kelimesinden
geldiği de ileri sürülmektedir. Ahi, vicdanını kendi üzerine gözcü koyan, helalinden
kazanan, yerine ve yeterince harcayan,
ölçü ve tartı ehli olan, yararlı şeyler üretip
insanlara sunan insandır. Faslı Seyyah İbni
Batuta 1200’lü yıllarda Anadolu’yu şehir
şehir dolaşmış, her gittiği yerde Ahilerce
ağırlanmış ve onlara hayranlığını seyahatnamesinde şöyle kaydetmiştir: Dünyanın
hiçbir yerinde bu kadar temiz, misafire
hizmete istekli ve becerikli, kötülüğe karşı
atak ve yürekli gençler yoktur. XIII. yüzyılda
Anadolu'da, Balkanlar'da, Kırım'da Türkler
tarafından kurulan esnaf, sanatkâr ve üretici (sanayi) birliklerine ahilik denildiği gibi,
bunların uyguladıkları ahlâkî, iktisadî, felsefî
prensiplere de ahilik deniyordu. Ahi Evran
erkekler için ‘’Ahiyan-ı Rum’u (Anadolu
Ahileri’ni)‘’, eşi Fatma Ana da ‘‘Bacıyan-ı
Rum’u’’ (Anadolu Bacılarını) kurmuştur.
Ahilik, Selçuklular ve Osmanlar devrinde,
esnafı, sanatkarı ve meslek mensuplarını
yetiştiren, örgütleyen ve denetleyen bir sivil
50 Mimar ve Mühendis
SÖYLEŞİ: FATİH GÖKSU
toplum kuruluşu olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Anadolu'da birliği, refahı, toplum
düzenini sağladıkları gibi halkın maddî,
manevî tüm ihtiyaçlarına cevap verecek
tarzda yapılanmışlardı. Ahilik benzeri oluşumlar diğer İslâm ülkelerinde de vardı.
Ancak ahiler, özellikle iş ve meslek pirlerine bağlıydılar. İşe, sanata, kaliteye, helal
lokmaya, iş ahlakına birinci planda önem
vermeleriyle farklılıklar taşımaktaydılar.
Doğudan vahşi Moğol taarruzlarının, Batıdan kara bulutlar gibi 10 kere tekrarlanan
Haçlı saldırılarının, içeride onları kabullenmeleri gayrı kabil yerli kitlelerin dışlamaları ve baskıları altında yaşamaya,
tutunmaya, varlıklarını sürdürmeye çalışan
Türkmenler yeni yurtlarında yaşayabilmek
için kurumlaştılar. İhtiyaçlarını görmek için
Ahi dergahlarında topladıkları gençlere iş,
sanat, meslek öğrettiler. Türkistan’dan,
Horasan’dan, Semerkant’tan, Buhara’dan,
Tebriz’den, Bağdat’tan gelen bilgili, deneyimli, olgun ustalara temiz gençleri teslim
ettiler. Çoğu; göçebe, malcı, ziraatçı aile
çocuğu olan bu gençler usta ellerde değişik
meslek marifetleriyle yoğruldular. Temiz
kişilikleri beceri, doğruluk, saygı, sevgi,
iman, ibadet, aşk ve hizmet nitelikleriyle
yoğruldu. Hakkın, yurdun, insanlığın, helalin,
hürriyetin fedaileri oldular.
Köy köy, şehir şehir örgütlenen Ahi Dergahları, usta ellerde titizlikle uygulanan iş ve
meslek eğitimi ve öğretimlerinin yanında,
İslamiyet’in iman ve ibadet kurallarının,
insani fazilet ilkelerinin, toplumsal edep ve
erkan denilen görgü ve nezaket kurallarının, milli kimlik ve savunma niteliklerinin
hepsinin öğretildiği birer eğitim ocakları
mahiyetindeydiler. Ahi birlikleri, millî birliği
ve bütünlüğü, sosyal dayanışma ve yardımı
temel ilke olarak benimseyen, dostluk ve
kardeşlik havası içinde, toplumsal ahlâk
kurallarına sıkı sıkıya bağlı, millî bir toplum
kurmayı amaçlayan, yurt ekonomisinde
temel ihtiyaç maddelerini en kaliteli, en
ucuz biçimde üretmeyi öngören millî bir
örgüt biçimi idi. Sanatkarlara işyerinde
yamak, çırak, kalfa ve usta hiyerarşisi ile
mesleğinin inceliklerini öğretilirken, bunların akşamları toplandıkları ahî zaviyelerinde ahlak, görgü, dayanışma, paylaşma,
birlikte savunma; kurumsal kimlik, inanç,
ibadet eğitimi uygulanıyordu. Bu eğitimden geçen Türk esnaf ve sanatkarları hem
aralarında güçlü bir dayanışma ve yardımlaşma kurmuş, hem de Bizans sanatkarları
ile rekabet yeteneğine ve gücüne kavuşmuş oluyordu.
Ahi Evran ihtiyaçlarla ilgili görüşlerini,
herkesin anlayacağı biçimde açıklayan
Ahilik benzeri oluşumlar diğer İslâm ülkelerinde de vardı. Ancak ahiler, özellikle iş ve meslek pirlerine bağlıydılar.
İşe, sanata, kaliteye, helal lokmaya, iş ahlakına birinci planda önem vermeleriyle farklılıklar taşımaktaydılar.
birçok kitaplar yazmıştır. Letaif-i Hikmet
adını verdiği kitabında: “İnsanoğlu medeni kökenli olup, yemek, içmek, giyinmek,
evlenmek, mesken edinmek gibi çok şeylere muhtaç olarak yaratılmıştır. Hiç kimse
kendi başına bu ihtiyaçları karşılayamaz.
Bu yüzden demirci, marangoz, yapı ustası,
kuyumcu, hekim, derici gibi çeşitli meslekleri yürütmek için çok sayıda insana ihtiyaç
duyulur. Bu meslek dallarının gerektirdiği
alet ve edevatı imal etmek için de birçok insan gücüne ihtiyaç vardır.” Bunun
yanında, sonradan doğacak ihtiyaçların
karşılanması için yeni sanat dallarının da
meydana getirilmesi gerekmektedir. Ahi
Evran’a göre; toplumda fertlerin büyük bir
kesimi sanata yönlendirilmeli ki toplumun
ihtiyaçları karşılansın. Ahi Evran’ın kurduğu
Ahilik Teşkilatı’nın temel eğitim anlayışı bu
görüşe dayanır. Devlet de bu yönde halkın
eğitilmesine yardımcı olmalıdır. Ahilik sistemindeki meslek eğitim sisteminden usta,
kalfa, çırak ilişkilerinden etkilenen Alman
bilim adamı Franz Teaschner Anadolu’da
Ahiliği araştırmış ülkesinde meslek okullarının kurulmasında bu sistemden yararlanılmıştır. Ahi birlikleri, Selçuklu Devleti zora
düştüğü zaman Moğol işgal ordularıyla
savaşmışlar, Anadolu Selçuklu Devleti'nin
son dağılma zamanlarında meydana gelen
otorite boşluğu döneminde geçici bir süre
devlet fonksiyonlarını da üstlenmişler,
sosyal ve iktisadî yapının büyük
sarsıntı geçirmeden intikalini sağlamışlardır. Osmanlı
Devleti'nin kuruluşunda da
önemli rol oynayan ahiler,
yeni devletin kuruluşuna
ve yürütülmesine destek olmuşlar; sonra esnaf
birlikleri olarak iktisadi ve
sosyal fonksiyonlarına devam
etmişlerdir.
Osmanlı döneminde Ahilik çok önem
verilen bir teşkilat. Bu teşkilatın da
belki de uzun yıllar önemli bir şekilde
ayakta kalmasını sağlayan temel ilkeleri mevcut. Bu ilkelerden bahsedebilir
misiniz?
Prof. Ahmet Tabakoğlu Ahiliğin tarihimizdeki rolünü şöyle açıklar:
"Ahî teşkilâtı Osmanlı Devleti'nin ve toplumunun oluşmasında büyük bir yere
sahiptir. Yine ahiler, Osmanlı devleti'nin
kuruluşunda gaziler, abdallar ve bacılarla
birlikte önemli bir rol oynamış olmalıdırlar.
O kadar ki ilk Osmanlı sultanları, Fatih
dahil, ahî önderleriydi. İlk Osmanlı vezirlerinin birçoğu da ahî idi. Hatta ilk Osmanlı
yeniçeri birliklerinin ahilerden oluştuğu
ileri sürülmüştür."1
"Ahiler, kendimize mahsus bir iktisat süjesi
oluşmasına katkıda bulunmuşlardır. Hatta
bizim medeniyetimizi Batı'dan
ayıran en önemli özelliklerin
ahilikten kaynaklandığı söylenebilir. Batı medeniyeti
ve kapitalizmi yapan en
önemli faktör burjuva zihniyeti iken bizim içtimaîiktisadî hayatımızı büyük
ölçüde ahi zihniyeti yönlendirmiştir. Bundan dolayı bizde
kapitalizmi oluşturan sömürgeci faaliyetler, sınıf mücadeleleri görülmemiştir. Kapitalizmin oluşturup idealize ettiği
homo economicus'un temel sâiki ferdî
menfaattir ve bunun müşahhas şekli burjuvadır. Biz de ise toplum yararını kendi
çıkarından üstün tutan, kanaatkâr fakat
müteşebbis insan tipi idealize edilmiştir.
Ahiler bunun somut örnekleridir. Fütüvvet
ilke ve kurumlarıyla yakın ilgisi olan ahiler
Selçuklu ve Osmanlı sanayi ve iç ticaret
kesimlerini oluşturan esnaf birlikleri halinde devam etmişlerdir. Sanayi devrimiyle
esnaf birlikleri Anglo-Saxon ülkelerinde
ortadan kalkarken Osmanlılarda kendini
yeni şartlara uydurarak varlığını sürdürmüştür.2 Kapitalizmin oluşturup idealize
ettiği homo economicus'un temel sâiki
ferdî menfaattir ve bunun somut şekli
burjuvadır. Biz de ise toplum yararını
kendi çıkarından üstün tutan, kanaatkâr
fakat müteşebbis insan tipi idealize edilTemmuz - Ağustos 2013 51
DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
miştir. Ahiler bunun somut örnekleridir..’’3
Ahi esnaf birlikleri, sosyal güvenlik ve
kooperatif kurumları özelliğini de taşımaktadırlar. Bir başka açıdan devletin
sınaî ve ticari kesimlerdeki uzantılarıdır.
Devlet bu birlikler aracılığıyla sınaî üretimi, mal kalitesini ve fiyatları denetim
altında tutar, piyasaları düzenlerdi. Ahilik,
esas olarak, kaliteli insan, kaliteli sanatkar, dürüst tüccar ve iyi insan olmanın,
Türk iş ve çalışma usulünün ahlak, edep
ve erkanının kurumlaşmış halidir. Ahilik
kadim fütüvvet gelenek ve terbiye sistemi üzerine kurulan ve işleyen bir dergah
olmakla birlikte özellikle şu prensipleriyle
eski fütüvvet teşkilatlarından ve diğer
tasavvuf ekollerinden ayrılıyordu:
1. Ahînin mutlaka bir işi, bir sanatı
olmalıdır,
2. Ahî, yeteneklerine en uygun olan
tek bir iş veya tek bir sanatla uğraşmalıdır,
3. Ahî sanatının gelip geçmiş pîrlerini
öğrenmeli, kendi ustasına kadar hepsine içten bağlanmalı, işinde ve yaşamında onları örnek almalıdır,
4. Ahî artan kazancından yoksullara
ve işsizlere yardım etmelidir.
5. Ahî doğru olmalı, hak ettiğinden
fazlasını kazanmaya tamah etmemelidir.
Sonuçta, futüvvet ve ahilik anlayışı
Kur'an'a ve Hz. Peygambere dayandırılan
ilkeleriyle ve tasavvufî bir disiplin anlayışıyla bütün yüksek faziletleri yaşam biçimi
haine getiren bir nitelik kazanmıştır. Ahi
esnaf birlikleri, sosyal güvenlik ve kooperatif kurumları özelliğini de taşımaktadırlar. Bir başka açıdan devletin sınaî ve
ticari kesimlerdeki uzantılarıdır. Devlet bu
birlikler aracılığıyla sınaî üretimi, mal kalitesini ve fiyatları denetim altında tutar,
piyasaları düzenlerdi. Fütüvvet ilkelerinden
belki de en önemlisi sosyal dayanışma ve
hizmet anlayışıdır. Bu konuda din farkı
bile önemsenmez. Özellikle "elini, belini ve
dilini korumak" “hak alıp hak vermek” şeklinde ifade edilen ahlâk ve namus ilkeleri
fütüvvetin ve dolayısıyla ahilik( gençlik)
düşüncesinin en önemli düsturlarından
birisidir.
Ahilikte ticari ahlâk çok önemsenirdi. Hak
52 Mimar ve Mühendis
Ahi Evran’a göre; toplumda fertlerin büyük bir kesimi sanata yönlendirilmeli ki toplumun ihtiyaçları karşılansın. Ahi Evran’ın kurduğu Ahilik
Teşkilatı’nın temel eğitim anlayışı bu görüşe dayanır. Devlet de bu yönde
halkın eğitilmesine yardımcı olmalıdır.
al hak ver diyen, alırken satanı, satarken
alanı kollayan ve böylece tüketici haklarını
da içine alan bazı ilkeler vardı:
1. Haddini bilmek
2. Alırken de satarken de hakkı
gözetmek.
3. İşinin hakkını vermek.
4. Kalitesiz mal üretmemek.
5. Hileli ve çürük mal satmamak.
6. Noksan tartmamak.
7. Bozuk terazi kullanmamak.
8. Taklitçi olmamak
Ahilik Fütüvvetinde dostluğa da çok önem
verilir, toplumda birlik ve dayanışmanın
güçlenmesi için verilen eğitimlerde bazı
prensiplere genişçe yer verilmekteydi:
1. Dostlarda hata aramamak.
2. Dostların hatalarını yüzlerine vurmamak.
3. Uyumlu olmak, kaynaşmak.
4. Dostlarla iyi geçinmek, onlarla
şakalaşıp, birlikte eğlenmek.
5. Dostlarına dâimâ samîmî, saygılı
ve ikramlı olmak, onlara şefkat ve
zerâfetle davranmak.
6. Dostlara karşı sabırlı olmak, onların
kusurlarını görmemek.
7. Dosttan kâr etmemek.
8. Dostları özür dilemek zorunda
bırakmamak.
9. Dostları, istemeğe muhtaç etmemek.
10. Dostların şerefini kendi şerefinden
üstün tutmak.
11. Dostların yerilmesini dinlememek.
12. Arkadaşları uğruna malını harcamak.
13. Dostlara hıyânette bulunmamak.
14. Dostların işlerini gönülden yapmak, kusurlarını örtmek, tavsiye ve
telkinleri tenhâ yerde yapmak.
ŞED BAĞLANAMAYANLAR
Yamak, çırak ve kalfalık aşamalarını
tamamlayan kalfalara ustası ve ahi baba
tarafından güzel bir merasimle şed (esnaf
önlüğü) kuşatılarak bağımsız sanat ve iş
yapma beratı verilirdi. Ancak bazı insanlara şed verilmiyordu. Burgazi fütüvvetnamesinde kimlere fütüvvet verilemeyeceği
(yani ahi olamayacağı) şöyle sıralanmaktadır:
1. Allah’a inanmayan nanköre. “Başı
göğe irse de fütüvvet değmez. Zira
fütüvvet hakdır, batılı kabul kılmaz”
denilmektedir.
Ahi esnaf birlikleri, sosyal güvenlik ve kooperatif kurumları özelliğini de taşımaktadırlar. Bir başka
açıdan devletin sınaî ve ticari
kesimlerdeki uzantılarıdır. Devlet bu birlikler aracılığıyla sınaî
üretimi, mal kalitesini ve fiyatları
denetim altında tutar, piyasaları
düzenlerdi.
2. Münafık ikiyüzlüye. “Zira münafık zişt
necisdür. Gerçi ol sureta ademdür, illa
sıfatda itdür...” denilmektedir.
3. Müneccim ve falcılara (medyumlara).
4. İnsanları rahatsız eden alkolik sarhoşlara.
5. Edep ve utanma duygularını kaybeden hamam yıkayıcısına.
6. İyiyi ve kötüyü, dost ve düşmanı bir
tutan tellala.
7. Sözünde durmayan, bugün yarın diye
oyalayan sahtekâra.
8. Tuzakla kuşları tutmayı meslek edinen, yavrularını anasız bırakan avcılara.
9. İhtikarcı (karaborsacı) tüccara.4
Teşkilatın içindeki iş ahlakı, (günümüzle de kıyaslama yaparak) konusunda
ne söylemek istersiniz?
Ekonomi ve ahlâk insan hayatının ayrılmaz
iki önemli boyutunu oluşturur. İş ahlâkı ise
çalışanlar ve işverenlerle ilgili ahlâk demektir. Çalışanlar ile çalıştıranlar toplumun
ahlak normlarına uymak durumundadırlar. İşçi ahlâkının temeli işini iyi yapması,
işveren ahlâkının temeli ise işçinin hakkını
vermesidir. Günümüzde tüketicinin korunması, asgarî ücret ve gelir dağılımı gibi
konulara bakılırsa iş ahlâkının yeterince
gözetilmediği görülür. İş hayatında etik ve
ahlak temelli standardazisayonlar güven
sağlayarak, belirsizliği azaltarak işletmeleri mükemmelliğe, istikrara ve kaliteye
götüren bir süreçtir. Ahlaki standartlarla
temellenen ve yürüyen ekonomik organizasyonlarda kaynak israfı olmaz. Bu
yoldan elde edilen bireysel ve kurumsal
fayda, toplumsal yararları da yanında
getirmektedir.
Günümüzde iş rekabetleri, sınıf farklılıkları
bir takım ahlak sapmalarına neden olmakta, bu da iş ve ahlak ilişkisinin daha çok
incelenmesi gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Günümüzde emeğin hor görülmesinin temel sebebi insanın hor görülmesidir.
İnsan bir beşerî sermaye, bir kaynak, bir
işçi, bir tüketici, bir müşteri vs. gibi ele
alınabilir ama bir "insan" olarak ele alınmaz.
İnsanın insan yerine konmaması emek
sömürüsünün de yoğun olmasının göstergelerindendir.5 Kapitalizmin oluşturup
idealize ettiği homo economicus'un temel
sâiki ferdî menfaattir ve bunun somut şekli
burjuvadır. Bizde ise toplum yararını kendi
çıkarından üstün tutan, kanaatkar fakat
müteşebbis insan tipi idealize edilmiştir.
Ahiler bunun somut örnekleridir.6 Ahilik de
Ahîye üretici olmayı ve işini layıkıyla yapmayı ve ürettiği hizmeti veya malı değerinden fazlasına satmamayı ahlâkî bir görev
olarak yükler. Bu sistemde en üst ahi baba
ve usta ile kalfa, çırak, yamak hiyerarşisindeki her kişi aynı düzlemde, aynı sofrada
ve aynı yemekleri yemektedirler; aynı sohbet halkasında bulunmaktadırlar. Sohbetin
teması da hayallerin ötesindeki Hak’kın
büyüklüğü, peygamberlerinin örnek meziyetleri, erenlerin yüksek davranış biçimleri;
helal ekmek kazanmanın yol ve yöntemleri;
hayatı insan gibi düzenlemenin, yürütmenin ve başarıyla bitirmenin yol haritasıdır.
Modern kapitalizm ise kazanmak, dövmek
hatta öldürmek üzerine kurulmuştur. Geçmişin, zencileri vahşi hayvan gibi avlayıp
emek piyasasına süren sömürgecilerinin,
kadın ve çocuk işçileri acımasızca sömüren
sanayicilerinin ve toplama kamplarında
toplu imha gerçekleştirenlerin torunları
Ahlaki standartlarla temellenen
ve yürüyen ekonomik organizasyonlarda kaynak israfı olmaz.
Bu yoldan elde edilen bireysel ve
kurumsal fayda, toplumsal yararları da yanında getirmektedir.
günümüzde belki insan haklarını en çok
savunanlardır. Bu hayat tarzı sermayeyi ve
tekniği ön planda tutuyor, insan ise bunların işine yaradığı kadar önemsenir.7
Ahilik sisteminin kişiye edep ve adap
aşılamaya çalışan bir disiplin olduğu
uygulanan bir çok kural ile görünmektedir. Esnaftan başlayarak, halka
yayılan bir "düzgün yaşam" amacı
seziliyor sanki?
Ahilik müşteriyi velinimet olarak kabul eder.
Razzak olan Allah’ın yoldan çevirip işyerine
getirdiği bir emanettir gelen müşteri. Ona
bir kısmet taşıyıcısı insan olarak güzel
muamele etmekle mükellef sayar kendisini. Bir şey alsa da almasa da güleryüz
göstermeli, ikramda bulunmalı, memnun
etmelidir. Bu meziyet halen Türk esnafında devam eder. Özellikle Ahi Evran’ın ve
eşi Fatma Ana’nın kurduğu Kayseri çarşılarında sınırsız nezaket, ikram ve güleryüz görürsünüz. Ahilik felsefesinde, tüccar
Allah’n sevgilisi, müşteri de velinimettir.
Sirkecide uzun yıllar dostum olan bir işletmeci esnafımız, her sabah namazını kılar,
abdestli olarak askısından aldığı beyaz iş
önlüğünü önce öper ondan sora giyerdi.
Akşam iş bitiminde de onu öperek askısına
emanet eder, dükkanından çıkardı. Ustasından böyle gördüğünü söylerdi. Ona göre
Temmuz - Ağustos 2013 53
DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Ahîlik eğitimi, kişinin bütün gün (24 saat) yapacağı işleri ve yerine getirmesi gereken davranışları kapsar. Böyle bir eğitimle birey, insana yakışan
bir davranış olgunluğuna kavuşmuş olacaktır.
bu önlük Ahilikte kuşatılan şeddi (iş önlüğü). Her yıl Sultanahmet’de yapılan Ahilik
merasiminde de onu görüyoruz.
Evliyâ Çelebi Ahiliğin ahlaki ve manevi
kaynağı konusunda şu görüşü ileri sürmektedir: “Silsile-i fütüvvet birbirinden biat ile
ta Hazret-i Resûle ondan Hazret-i Cibril”e,
ondan Cenâb-ı Hakk’a varır.”8 Ahilik bir iş ve
meslek kuruluşu olmasının yanında metot
ve felsefe olarak fütüvvete dayanır. Başkasını kendisinden önde tutma, diğergamlık,
delikanlılık, mazluma sahip çıkma, zalime
haddini bildirme, insana hizmet, misafire
yolcuya ikram, Allah için insanı saymak, eli
açıklık… gibi yüksek insani incelikleri içselleştirmiş karekterde insanlar kazandırmış
topluma.
Osmanlı Devleti’nde Ahilik teşkilatının
bir tür tarikat olduğu da söylenmektedir. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Fütüvvet ve ahilik öncelikle bir Anadolu
gençlik iş, meslek, sanat, delikanlılık felsefesi ve ülküsüdür. Evliya, eren, veli, usta
büyüklerin kutlu sohbetlerinden irfan, edep,
erkan, sevgi, yiğitlik; mübarek ellerinden
sanat, meslek, ticaret, atıcılık talim eden;
marifet sofralarından beslenen Ahiyan-ı
Rum ve Bacıyan-ı Rum(Anadolu Delikanllar
ve Genç Kızlar Birliği) birliğidir Ahilik. Bu
yüzden gençlik meselesi hem kavram hem
de kurum olarak kültürümüz ve tarihimizde
büyük bir yere sahiptir. İslâmî gelenekte
fütüvvet ve ahiliğin ne denli önemli olduğu çeşitli araştırmalarla ortaya konmuş-
54 Mimar ve Mühendis
tur. Fütüvvet ve Ahilik kavramı, Batı'daki
şövalyelik, İran'daki civanmertlik, Japonların
samuraylık, eski Türklerdeki akılık ve alplik
ülküleri gibi yüksek ruhlu gençlik anlayışını taşıyordu. Önceleri sadece cömertlik,
misafirperverlik ve kahramanlık boyutlarına
sahip iken zamanla İslâmî ve tasavvufî
derinlikler kazanmıştır. Türklerin Müslüman
olmasından sonra da Türklere özgü iş, üretim, sanat, ticaret; kardeşlik ve dayanışma
felsefesi vasfı kazanarak ekolleşmiş, teşkilatlanmış, yaşamış ve etkisini günümüze
kadar sürdüregelmiştir 9
Ahilik teşkilatlarında Peygamberlerin, sahabelerin ve evliyaların örnek vasıfları, piri
sayıldıkları meslekleri anlatılır; özellikle
onların genç, yiğit, temiz, yüksek karekter
örneklerini tanımaları sağlanırdı. Bu eğitim
uygulamaları ve başlarındaki yetişkin ustaları ve kamil pirlerin güzel örneklikleri Ahî
fütüvvet gençliğinin asil, inançlı, üretken,
vasıflı, dürüst, dirençli ve merhametli bir
nesil olarak yetişmelerini ve temellenmelerini sağlamıştır. Ahilik, esas olarak, kaliteli
insan, kaliteli sanatkar, dürüst tüccar ve iyi
insan olmanın, Türk iş ve çalışma usulünün
ahlak, edep ve erkanının kurumlaşmış halidir. Hz. Ahî Evran’ın kurduğu Ahî birliklerine,
boş insan kabul edilmez, ancak esnaf ve
sanatkar olanlar; ya da yamak, çırak, kalfa
olarak çalışanlar kabul edilirlerdi. Ahi ustalar, gençlere meslek ve iş öğretmiş, emeği
ile geçinen, kendine güvenen, ayaklarının üstünde durabilen insanlar durumuna
getirmişlerdir. Bir yandan da gerek müş-
terilerine gerekse çevresindeki insanlara
hizmeti ibadet sayan asil bir terbiye vermiş, kişilik kazandırmışlardır. Aynı zamanda iyi insan niteliklerini üzerinde taşıyan
sanatkârların, iyi esnaf ve ticaret erbabı
olmalarını öğütlemişlerdir. Esnaf birliklerinin manevi merkezi Kırşehir'di. Debbağlarm ve hatta bütün esnafın piri sayılan
Ahi Evren'in halefleri asırlar boyu Osmanlı
esnafının birliğini sembolize etmişlerdir.10
Bunlar zaman zaman bütün Osmanlı ülkelerini dolaşırlar, hatta Bosna-Hersek ve
Kırım gibi uzak bölgelere gidip oralarda
kalfalık, ustalık imtihanları yaparlar ve peştamal (şed) kuşatırlardı.11
KAYNAKlar
1
Giese, 1925,1, 163’den naklen Tabakoğlu, ag. 247.
2
Sombart kapitalizmin Batı'ya sağladığı imkanları,
"Zengin olduk, çünkü ırklar ve milletler bizim için
tamamen öldüler, bizim için kıtalar ıssızlaştı" ifadesiyle sömürgeciliğe bağlar. Bkz. Sée, Henri, Modern
kapitalizmin doğuşu, (Çev. T. Erim), İst. 1970, 43; XVI.
yüzyılın ilk yarısında İspanyol Cortez Aztek, Portekizli
Pizarro İnka uygarlıklarını kısa sürede ‘her türlü zulüm
ve alçaklık’la yokettiler. Altın elde etmek için Aztek ve
İnkaların yokedilmeleri hakkında bkz. Cipolla, Fatihler,
Korsanlar, Tüccarlar, (Çev. T. Altınova), İst. 2003,
2-3; Yelken ve Top, (Çev. A. Kayabal), İst. 2003, 75;
“Coğrafî keşiflerden sonra Avrupa devletleri açgözlükte
ve barbarlıkta birbirleriyle yarıştılar”. Baharat ticareti
için Portekizliler, Hollandalılar, İngilizler, İspanyollar ve
Fransızlar insanları fakir düşürdüler, köleleştirdiler ve
kimilerinin de ‘kökünü kuruttular”: Dalby, Andrew, Tehlikeli Tatlar, Tarih Boyunca Baharat, (Çev. N. Pişkin),
İst.2004, 11.
3
Ahmet Tabakoğlu ,Türkiyede İş Ahlâkı Geleneği, İTO
Yayını, İşletmelerde İş Etìgì, Editörler: Sabri Orman,
Zeki Parlak, İstanbul. 2009, s.220
4
Gölpınarlı, Burgazi Fütüvvetnamesi, 121.
5
Tabakoğlu, ag., 226.
6
Tabakoğlu, ag., 230.
7
Tabakoğlu, ag., s.220.
8
Evliya ÇELEBİ, Seyehatname, c.1, s. 504’de nak.
Sabahattin GÜLLÜLÜ, a.g.e. s.99
9
Tabakoğlu, ag. 231.
10
Ahi Evren'in postuna oturan (postnişîn) bu zatlara
Ahibaba da denirdi. Bazı yerlerde esnaf şeyhine Ahibaba vekili denmesi bu bağlılığın bir ifadesidir. Bkz.
Hasan, 1932, 8. Bursa gibi bazı şehirlerde de Ahibaba
vekilliğini tarikat şeyhleri
yapıyorlardı. Bkz. Turgal, 1940, 102, 152. nak. Tabakoğlu, ag.
11
Hamdija Kresevljakoviç 1887 yılına kadar Bosna'da
mevcut bulunan debbağ esnaf birliğine Ahi Evren'i
temsilen
Kırşehir'den şeyh (ahibaba) geldiğini bildirmektedir. Bkz.
Gölpınarlı, 1949-50, 94; Taeschner, 1955, 24; Arnakis,
1953, 246-7. nak. Tabakoğlu, ag. 253.
Temmuz - Ağustos 2013 55
DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Avni ÇEBİ1,2
Elektronik ve Haberleşme Mühendisi1
MMG Etik Kurulu Başkanı2
ETİK VE SÜRDÜREBİLİRLİK
İ
Ahlaki davranış; zihnimiz, gönlümüz ve
eylemlerimiz arasında akıl ve vicdanımızın
kabul edebileceği bütüncül bir değerler
sisteminin sonucudur. Bütün ahlaki ve
dini öğretilerin temeli “sana yapılmasını
istediğini başkasına yapman veya sana
yapılmasını istemediğini başkasını
yapmaman” altın ilkesine bağlıdır. Bu
ilke kuşatıcı ve bütüncül bir anlayışı
eylemlerimize kazandırır. İnsan aklı ve
vicdanı bunu anlayacak, kavrayacak bir
bilinçte yaratılmıştır. Bu temel içimizde bizi
koruyan, geliştiren, onaran, güzelleştiren,
adalete sevk eden, iyiliğe çağıran insan
toplumlarının tarih boyunca ortak
sağduyusu ve bilincinin altın oranıdır.
nsanın eylemlerini ve yapıp ettiklerini yönlendiren, motive eden,
yapılan işleri anlamlı kılan, derinleştiren, güzelleştiren, iyileştiren
ana ilkeler ahlaki formlar ve anlayışlardır. Hayatın anlamı, eylemin içeriği, yapılan işin bütün çıktıları bizi biz yapan değerler,
normlar, standartlar ahlak ve etiğin bir çıktısıdır. Birey, toplum,
doğa ve teknoloji arasındaki etkileşimin sağlıklı ve sürekli
olması için ahlaki amaç ve etiğin sürdürülebilir olması gerekir.
İnsanın varlığını sürdürmesi ve gelecek nesillerine kendisini
aktarmasında ana bağlayıcı unsur, sürdürülebilir bir yaşam ve
çevrenin ahlaki öngörülebilir bir çerçevede devamlılığını sağlamaktan geçer. İnsan aklının ve eylemlerinin hayata ve diğer
bireylere bakan güven, emniyet, huzuru inşa eden ana umde
ahlaki sürdürülebilirliktir.
Mühendisler olarak ürettiğimiz her ürün ve hizmetin çıktısı,
insan ihtiyaçlarının karşılanması, sürdürülebilir bir güven ortamında akıl, ruh ve beden sağlığı ve bütünlüğünün sağlanmasıdır. İnsan bütün ürettiği işleri doğa-insan ilişkisi içerisinde
organizasyon ve süreçlerden geçerek yapar. Bizim için temel
olan doğa ve insan ilişkisini sürdürülebilir bir çevrede gelecek
nesillerin hakkını da koruyarak yapabilme becerisi ve bilincini
daimi olarak geliştirmek ve eylemlerimize erdemli bir içerik
kazandırmak esası olmalıdır. Ahlaki davranış zihnimiz, gönlümüz
ve eylemlerimiz arasında akıl ve vicdanımızın kabul edebileceği
bütüncül bir değerler sisteminin sonucudur. Bütün ahlaki ve dini
öğretilerin temeli “Sana yapılmasını istediğini başkasına yapman veya sana yapılmasını istemediğini başkasını yapmaman”
altın ilkesine bağlıdır. Bu ilke kuşatıcı ve bütüncül bir anlayışı
eylemlerimize kazandırır. İnsan aklı ve vicdanı bunu anlayacak,
kavrayacak bir bilinçte yaratılmıştır. Bu temel içimizde bizi koruyan, geliştiren, onaran, güzelleştiren, adalete sevk eden, iyiliğe
çağıran insan toplumlarının tarih boyunca ortak sağduyusu ve
bilincinin altın oranıdır.
İnsanların bütün yapıp ettiklerinin bir nevi altyapısı olan bu
temel ilke ile birlikte insanların özel alanlar için geliştirdiği kural
ve standartlarda etik alan olarak önümüze çıkar. Trafik kuralları,
bir mesleğin yapılmasında standart olan kurallar karşımıza bir
etik alan olarak durur; meslek etiği, basın etiği, mühendislik
etiği, tıp etiği veya Hipokrat yemini gibi alanlar bunlara örnektir.
Ahlakın kuşatıcılığı bize bütüncül bir bakış açısı verirken meslek
etiği de bize standartlar ve normlar üzerinden işimizi ölçeklenebilir ve izlenebilir bir şekilde yapmamızı sağlayarak adil ve
sürdürülebilir bir süreç ve sonuç yönetimine imkân sağlar.
Mühendisler olarak üretimin bütün süreçlerinde ve organizasyonun bütün aşamalarında ahlaki normlar ve etik kurullara
uymayı kendimize görev edinmeliyiz. Yapılan bir ürünün sağlam,
estetik, işlevsel, ergonomik, ekonomik ve çevreye duyarlı olarak
56 Mimar ve Mühendis
Teknolojinin ve sanayinin sağladığı güç ile “güç
bende anlayışı” insani değerleri ve çevreyi her
gün daha fazla tüketmeye zorlamaktadır. İnsanlık
tarihinin şimdiye kadar görmediği bir üretim
ve tüketim içerisinde hayatı tüketmekte, emeği
ucuzlatmakta ve çevreyi kirletmekteyiz.
yapılması, üretimin bütün süreçleri ve organizasyonun bütün aşamalarında, üretim ve tüketim zincirini sağlıklı ve sürdürülebilir olması ortak
duyarlılık ve standartlarla sağlanır. İnsan, toplum ve doğa arasındaki
ilişkilerde kaynak planlaması ve verimlilik arayışında sürdürülebilir bir
çevre ve insanlar arası ilişkilerde erdem için sürekli kendimizi iyileştirmemiz gerekir.
Yüzlerce yılda oluşmuş bütüncül ahlaki normların korunması ve geliştirilmesi sağlanırken bir taraftan da tüketilen çevrenin korunması
sağlanmalıdır. Üretimin ve pazarlamanın her aşamasında insan emeği
aziz bilinmeli, gelir adaletini sağlayacak, insanların yaşam sevincini
arttıracak katılımcı ve çoğulcu bir kültürü hayatın her aşamasında
yaşam kültürü haline getirecek bir ahlak ve etik anlayışı daha yüksek sesle dile getirmeliyiz. Sürdürülebilir bir yaşam ve çevre için
her zamankinden daha fazla duyarlı olmalıyız. Dünyamız çok büyük,
herkese yetecek kadar kaynağa ve imkânlara sahiptir. Mühendislik
etiği, ham maddenin çıkarılması, malzemenin geliştirilmesi, ürünün
üretilmesi ve tüketiciye nihai ürün olarak sunulmasına kadar organizasyonun her aşamasında sürekli eğitim ve farkındalık sağlanarak
tarafların mutluluğu ve hakça paylaşım ilkeleri içerisinde doğanın
bütünlüğü korunarak yürütülmelidir.
YAPABİLECEKLERİMİZ…
Bilim ve teknolojinin her gün hayatımızda daha fazla yer edinmesi ile
artan hız ve üretim ahlaki noktaları aşındırmaktadır. Teknolojinin ve
sanayinin sağladığı güç ile “güç bende anlayışı” insani değerleri ve
çevreyi her gün daha fazla tüketmeye zorlamaktadır. İnsanlık tarihinin şimdiye kadar görmediği bir üretim ve tüketim içerisinde hayatı
tüketmekte, emeği ucuzlatmakta ve çevreyi kirletmekteyiz. İnsanlığın
içerisine girdiği bu tüketim yarışı ne kadar sürdürülebilir ve insan
fıtratına uygundur. İçine girdiğimiz kaynaklarımızı tüketen bu yarıştan
bu akıl tutulmasından ancak akl-ı selim ve insanlığın ortak değerlerini
güçlendirerek çıkabiliriz. Yıkıcı savaş teknolojileri için ayrılan kaynaklar
insanların yaralarını sarmak, ortak insanlık değerlerinin güçlendirilmesi
için harcanmalı, bu konuda evrensel bir duyarlılığın yükseltilmesi için
çalışmalıyız. Bugün insanlık; geldiği bilişim, iletişim ve ulaşım imkânları
ile bunu yapmaya her zamankinden daha yakındır. Birbirimizi ve işimizi
önemseyerek daha huzurlu ve sürdürülebilir bir ortak gelecek için çalışmalıyız. Sahip olduğumuz kadim ahlaki normlar ve meslek etiklerimiz
daha iyi bir gelecek inşa etmeye yetecektir. Kendimiz, çocuklarımız ve
gelecek nesillerimiz için bilgi, sabır, aşk ile çalışarak sürdürülebilir bir
geleceği etik değerler üzerine inşa edebiliriz. Yok etmeden, keşfetmenin ve var etmenin heyecanını sürekli diri tutabiliriz, hayatı herkes için
daha anlamlı ve yaşanabilir kılabiliriz.
Azmanlaşan şehirler ve devasa yapılarda insanın geleceği nereye
taşınıyor? Gelecekte bir gün gelecek ancak bize ne getirecek? Her
geçen gün azalan yeşil, artan trafik ve uzun çalışma saatleri içerisinde,
ailemizi, ilişkilerimizi, dostluklarımızı, insanlığı gelecekte nereye taşıyoruz? Yok edilen şehir kimlikleri, yok edilen yöresel mimari, yok edilen
yerel tatlar ve mutfaklar, yok edilen yerel giyim ile dünya tek pazara
dönüşürken kültürel çoğulculuk kaybolmakta, insanlar benzer ürün
ve markaların tüketicisi zom biler durumuna getirilmekte, insanlığı
yüzlerce yılda oluşturduğu kadim kültürler, değerler ve yaşam tarzları
yok edilmektedir. Dayatılan yaşam tarzları karşısında insanlar çaresiz
kalmakta, adeta kültürel bir kıyım bütün dünyada yaşanmaktadır.
Adem’in çocukları olan bizler yitik cennetimizin misalini dünyada kurmak için “içimizde bizi iyiliğe çağıran meleğin sesine daha çok kulak
vermeliyiz.” Bu ses bizleri ariflerin, bilgelerin yoluna ileterek aradığımız
insani masumiyet ve mutluluğu bize taşıyacaktır. Evrensel ahlaki
değerler ve etik bizleri bu geleceğe taşımak için biricik azıklarımızdır.
Sürdürülebilir bir sosyal-kültürel-eko sistem için insan aklı ve vicdanı
marifet sahibi bir usta eliyle geleceği inşa edecektir. Bu geleceğin
inşasında neden bizim emeğimiz ve alın terimiz olmasın?
Temmuz - Ağustos 2013 57
DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
İGİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI ŞÜKRÜ ALKAN
"TÜRKİYE'DE ETİK KAVRAMININ YERİNE
AHLAK KAVRAMINI KOYDUK."
İŞ AHLAKI VE GİRİŞİMCİLİK EKSENİNDE ÇALIŞMALAR YÜRÜTEN İKTİSADİ GİRİŞİM VE İŞ AHLAKI
DERNEĞİ İGİAD’IN SAYIN BAŞKANI ŞÜKRÜ ALKAN İLE YAPTIKLARI FAALİYETLER ÜZERİNE BİR
SÖYLEŞİ GERÇEKLEŞTİRDİK.
>
İktisadi Girişim ve İş Ahlakı Derneği
İGİAD 2003 yıllarından itibaren kurulan
bir dernek. İş ahlakına dair önemli çalışmalar yapmaktasınız. İnsanın erdemli
olma vasıflarını elde etmeye yönelik bir
mücadelesinden bahsedecek olursak,
onun içinde bulunduğu toplumla birlikte kendi içinde taşıdığı temel ahlaki
değerleri imar etme sürecinde olduğunu görüyoruz. Bu süreç içerisinde
medeniyetler birbirinden farklı yöntemlerle kendilerine has sosyal bir ahlak
şeriatının temeli oluşturuyorlar ve bu
temel üzerinde insanın erdemli değerlere doğru olan yükselişi konumlanıyor.
Mesela bütün dinlerde ahlak aynıdır,
şeriatlar farklıdır. Tüm dinlerde hırsızlık
yapmak suçtur ya da Kızılderililerde de
yalan söylemek kötüdür. Bu noktada
İslam medeniyetinin oluşturduğu sosyal
ahlak şeriatının diğer medeniyetlerden
farkını belirleyen ilkeler nelerdir?
Ahlak mı etik mi ayrımının arasındaki farklılıklar, Doğu'nun ve Batı'nın bu ayrıma nasıl
baktığı, açıkçası bizim için çok önemli. Çünkü
İGİAD'ın kuruluşunun da temelinde bu çıkış
vardır. 2000'li yıllarda sadece Girişim Platformu kurma ihtiyacı hissetmiştik. O yıllarda
iş adamlarıyla bir araya gelmelerimizde,
özellikle camiamızda iş kapasiteleri arttığı
halde iş ahlaksızlığının da arttığının farkına
varmıştık. Çeklerin zamanında ödenmemesi, mal teslim tarihlerinin uzaması, kaliteli
mal alımında karar kılınmışken kalitesiz
malların müşteriye verilmesi gibi birçok
alanda iş ahlaksızlığına dair bulgular elimi58 Mimar ve Mühendis
SÖYLEŞİ: YUNUS EMRE TOZAL
ze ulaşıyordu. Verilen sözde durulmaması,
randevulara sadık kalınmaması gibi hem
kişisel hem toplumsal iş ahlaksızlıklarının
artması, ciddi bir sıkıntıydı. Bu sıkıntılara
baktığımız zaman, birçok alanda boşluklar
gördük. O boşlukları doldurma anlamında
da bir platform kurduk. Kurulan platform,
kısa bir süre içinde beklediğimiz çok üstünde
taraftar topladı, iş dünyasında çok dikkat
çekti. Sonrasında bu platformun kurumsal
bir yapıya dönmesi gerektiğini düşünerek
2003'te İGİAD'ı kurduk. İGİAD'ı kurduğumuzda, aramızda derneğin adını kurma noktasında uzun istişareler yaptık. Çünkü çıkışımız
'iş ahlakı'ydı. Ama ahlak dediğimiz kavram,
göreceli bir kavram. Bu kavramın Batı'daki
algısıyla Doğu'daki algısı arasında bir takım
farklar olmakla birlikte, birbirleriyle örtüştüğü birçok noktalar da var. İfade ettiğiniz
üzere, hırsızlık dünyanın hiçbir yerinde meşru
görülmemiş, hiç kimse yalanı doğru kabul
etmemiş. Dolayısıyla da toplum içindeki
bazı kurallar, yazılı olmayan ahlak kuralları, o
toplumun kendi örf ve adetlerinden; gelenek
ve göreneklerinden geliyor. Ama toplumların kendi örf ve adetlerinden; gelenek ve
göreneklerinden gelen yazılı olmayan ahlak
kurallarının genel ahlaka yansıyışı, toplumların huzur olarak aradığı, herkesin her yerde
kabul ettiği kurallar bütünü. Bu bütünlük,
Batı'da da, Doğu'da da her yerde aynı,
değişmiyor. Bu noktada kurallardan kaynaklanan değil, insanların kendi zafiyetlerinden
kaynaklanan sıkıntıların varlığı söz konusu.
Bir insanın "şu günde, şurada, şu saatte,
malı teslim edeceğim" dediğinde, eğer bu
sözünü ihlal ediyorsa, bu durum kuralların
toleranslı olmasından kaynaklanmaz; kendi
zafiyetinden kaynaklanır.
Peki, İGİAD nasıl ve ne amaçla kuruldu?
İktisadi Girişim ve İş Ahlakı Derneği
İGİAD 2003 yıllarından itibaren kurulan
bir dernek. İş ahlakına dair önemli çalışmalar yapmaktasınız…
2000'li yıllardan itibaren toplantılarımızda iş
ahlakının çok önemli olduğunu, ahlakın da
referans kaynaklarının bulunduğunu farkettik. Batı, nasıl kendi referans kaynaklarını
almışsa, bizde de Hz. Peygamber (s.a.v.)'den
İslam medeniyetinin o kadim geçmişinden
gelen bir takım ahlaki davranışlar var. İGİAD
tam bu noktada, ahlak kurallarını insanların
böylesine zafiyete uğrattıkları böyle bir toplumda nasıl diri tutabiliriz, sorusundan yola
çıkılarak kuruldu. Tabiri caizse, ahlakın bizdeki karşılığını toplumda ve medyada daha
yüksek sesle getirmek ve bu alanda çalışmalar yapmak; işyerlerinde ahlaki değerlerin
uygulanması noktasında faaliyetler düzenlemek için kurumsallaştık ve İGİAD'ı kurduk.
Ahlak ve etik kavramları arasında bir
ayrım yapıyor musunuz peki? Aralarında bir fark var mı sizce?
İGİAD kurulduğunda çevrede ve iş dünyasında ahlaktan öte etik kavramı çok daha fazla
yaygındı ve etik kavramı kullanıldıkça insanlar tarafından algı farklılığı da meydana
gelmekteydi. Biz ısrarla ahlak dediğimizde,
'iş ahlakı'nda kast ettiğimiz değerlerin İslam
ahlakı olduğunu, dolayısıyla İslam'ın özün-
Batı, nasıl kendi referans
kaynaklarını almışsa, bizde
de Hz. Peygamber (s.a.v.)'den,
İslam medeniyetinin o kadim
geçmişinden gelen bir takım
ahlaki davranışlar var.
deki mesajı içerdiğini, insanların imanî bir
duruş sergilenmesi gerektiğini, bunun yanında örf ve adetlerimizden de, yazılı olmayan,
Kuran'da da ifadelendirilmeyen gelenekten
gelen adetlerin olduğunu farkettik. Çünkü
şöyle bir durum ortaya çıktı. Siz bir reklam
yapacaksınız. Ama yaptığınız reklam çalışmasında kadın vurgusunu kullanıyorsunuz.
Örneğin araba satıyorsunuz ve kadın figürü
kullanıyorsunuz. Baktığınız zaman, etik gibi
gözüküyor ama burada İslam'ın kadına bakış
açısını ya da o reklamda kadına giydirilmiş
olan çerçevenin ahlaki mi değil mi sorusu
devreye girdiğinde, etik ve ahlak bir anda
çatışıyor. Etik mi ahlak mı? Etik olarak
kabul edilebilecek bir reklam anlayışı var
ama ahlaki bir reklam anlayışının olmadığını
görüyoruz. O yüzden biz, öncelikle sürekli yapılanan toplumumuzda kullanılagelen
ahlak ve etik kavramlarının yerlerinin değiştirilmesi gerektiğini düşündük. İlk kurulduğumuzda da bunu çok tartışmıştık. İGİAD
kurulduğunda etiği rafa kaldırmalı, ahlakı
bu toplumun gündemine yerleştirmeli ve
kavram karmaşasından sıyrılarak ona göre
ilerlemeli dedik. O günden bugüne, hep ahlaki değerler üzerinden faaliyetler düzenledik.
İGİAD kurulduğundan bu yana tam olarak neyi savundu, ne gibi çalışmalara
imza attı?
10. yılı geride bırakıyoruz bu yıl. Nasip
olursa Eylül ve Ekim ayında yeni ve farklı
bir konseptle çıkacağız. Nisan-Mayıs gibi
Bakanlar Kurulu kararıyla ismimizin başına
Türkiye takısını aldık ve Türkiye İGİAD olduk.
Yönetim kurulumuzla birlikte değerlendirmeler yaparken geçtiğimiz 10 yıla baktığımızda, en azından şunu söyleyebiliyoruz; Biz
Türkiye'de en azından etik kavramının yerine
ahlak kavramını koyduk. Bunu da yaptığımız
kamuoyu yoklamalarında net bir şekilde
görüyoruz. Medya takip servisleri, ahlakla
ilgili her türlü yazılan yazıları, görüntüleri ve
haberleri bize haber veriyorlar. Bugün de
yine haberler gelmişti, siz gelmeden önce
baktım. Bir gazetenin Ramazan köşesinde
iş ahlakıyla ilgili, bir söyleşi var ki, tek sayfalık bir söyleşi. Daha önceden o söyleşilerin
başlığı iş etiği diye geçiyordu. Birçok kişi de
öyle biliyordu.
İGİAD 2003 yılında kurulduğunda bir taraftan ahlakı savundu, diğer taraftan da pısırık
diye ifade edilen, aza tamah eden, çekimser,
çok fazla girişken olmayan bir iş adamı
profilinden, "girişken olsun, yapmış olduğu
işin en iyisini yapsın, yapacağı işi çevreye
en fazla katkı sağlayacak derecede ahlaki değerlerle yapsın" diyecek bir iş adamı
profili öngördük ve bu nedenle hem girişimcilik alanlarında hem de işin ahlakıyla
örtüşen faaliyetler programladık. İşin özünde ahlaklı girişimcilerin çoğalmasıdır yani…
Temel çıkışı bu oldu. Bu yüzden de çok
farklı alanlarda çalışmalar yaptık, 10 yıldan
bu yana yapageldiğimiz çalışmalarımız var.
Mesela İGİAD'ın bu alana katmış olduğu
faaliyetlerden en önemlisi, çok fazla yazılı
kaynak ve entelektüel birikimin olmadığı
iş ahlakı alanında yazılı kaynaklar ortaya
koymak olmuştur. Bu anlamda biraz nostalji
takılıyoruz, Ahilik teşkilatına göndermelerde
bulunuyoruz ama günümüze dair çok fazla
sözümüz yok. Bu yüzden de 10 yıldır ciddi
bir yayıncılık faaliyeti yapmaktayız. Eğitim
faaliyetleri içerisinde yayıncılık faaliyetlerimiz epey dikkat çekti. Şu ana kadar 14
tane kitap çıkarttık örneğin, bu 14 kitabın
her biri işin ahlaki ve girişimcilik yönünü ele
alan yayınlar. Yayınladığımız raporların içeri-
ği de yine iş ahlakı ve girişimciliğe yönelik.
Türkiye İş Ahlakı Raporu ve Türkiye Girişimcilik Raporu 2008'de yayınlandı. Türkiye İş
Ortaklığı Raporu ve İnsani Ücret Raporu da
öyle. Aynı zamanda İş Ahlakı Dergisi'nin 10.
sayısını çıkarttık ki, özellikle akademik camiada dergimize ciddi bir talep var. Dergimiz
Türkiye'de en ender çalışmalardan biridir,
hakemlidir, akademik çevre ve üniversite
ile ilişkimizi arttırarak, uluslararası literatüre
girdi. Birçok üniversitede kaynak eser olarak
kullanılmaya başlandı. Bunun yanında yılda
4 defa çıkan bir de bültenimiz var. Her sayısında bir dosya konusu bulunan ve kamuoyuna gündem oluşturan bir bültenimiz.
Tüm bu yayınlar, iş ahlakı ve girişimciliği alanındaki boşlukları doldurma gayreti, elbette daha çok eksikler var. Bugün,
ifade etme biçimi çok önemli. iş adamlarına
"ahlaklı olun" demeyle onlar ahlaklı olmuyorlar. Bu ahlakın ne olduğunu, ona ne
kazandıracağını ortaya koymanız gerekiyor.
Tüccar adam "ne koydum, ne aldım?" sorusu
gibi bakıyor ahlaka. Otopark parası olarak
2 TL'yi vermeden kaçıp gittiğinde kâra
geçtiğini zannediyor. Halbuki verdiğinde ileride kazanacağı adımlarla, o göremediğimiz
bereket kavramının üzerini örtüyor. 2 TL ile
ne otoparkçılar zengin olur, ne kendisi fakir
olur. Tüm bu ihlaller ve bu algı Avrupa'da
yok. Bu algı Avrupa'da kurallarla sağlanmış.
Türkiye'de bu alanda yasalarda ve kanunlarda çok ciddi sıkıntılar var. Bunu disipline
etmek de STK'ların işi, o noktada da çalışTemmuz - Ağustos 2013 59
DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
İGİAD 2003 yılında kurulduğunda bir taraftan ahlakı savundu, diğer
taraftan da pısırık diye ifade edilen, aza tamah eden, çekimser,
çok fazla girişken olmayan bir iş adamı profilinden, "girişken olsun,
yapmış olduğu işin en iyisini yapsın, yapacağı işi çevreye en fazla
katkı sağlayacak derecede ahlaki değerlerle yapsın" diyecek bir iş
adamı profili öngördü.
malarımız var.
Türkiye'de Kamu Etik Kurumu var, kamudaki
bu alanda oluşturulmuş Başbakanlığın oluşturduğu bir kurum. İGİAD'ı kendisine partner
olarak görüyor. İGİAD'da çünkü çok ciddi
bir kaynak var. Sadece yayınlarımız değil,
kütüphanemizde iş ahlakına dair yazılmış
tüm eserler mevcut.
Kütüphanenizin zengin oluşu çok
mühim, muhtemelen akademisyenler de yararlanıyordur sürekli. Yalnız
Türkiye'de kitap okumayan tüccar yapısı da var değil mi?
Evet, genel olarak baktığımızda, Türkiye'de
kitap okuyan tüccar yapısı yok. O yüzden o
tüccarlara da daha farklı yollardan ulaşmanız gerekiyor. Devamlı örnekler göstermeniz
gerekiyor, devletin de bu kuralları insanlara
sürekli hatırlatıcı faaliyetler yapması gerekiyor. Bizler yayınlarımız, seminerlerimiz ve
diğer faaliyetlerimizde elimizden geldiğince
toplumun gündemine koymaya çalışıyoruz
iş ahlakını. Eğitim seminerlerimizle özellikle iş ahlakını koymaya gayret ediyoruz.
Yönetici Geliştirme Programımızda dahi, İş
Ahlakı'nı ayrıca anlatıyoruz.
60 Mimar ve Mühendis
İş ahlakı ve meslek etiği konuları hakkında ulusal ve uluslararası ne gibi
çalışmalar var? Neler yapılıyor bu alanda? Özellikle İslam dünyasında görüş
alışverişi yaptığınız kurum ve kuruluşlar
var mı?
2005 yılında, kuruluşumuzun üzerinden 2
yıl sonra, Avrupa Araştırmaları grubumuzla
Avrupa'yı inceledik, 2007 senesinde Mısır'a
gittik. Avrupa'da İş Ahlakı diye bir örgüt var,
şu anda başkanı İspanya'da, Barselonalı.
Avrupa'nın çeşitli ülkelerinden akademisyenlerinin ve iş adamları olduğu bir platform
aslında. Bu platformda herkes kendi sözünü söyleyebiliyor. Güzel tarafı, genel kabul
edilen ahlak kuralları üzerinden çalışmalar
yapıyorlar. Türkiye'de de bunun temsilciliğini
Hacettepe Üniversitesi almış. Eben.tr uzantısı var, Akademisyenlerden Mahmut Aslan
diye bir isim var, bu alanda yazılar yazan
bir akademisyendir kendisi. Bu platformun
amacı, Avrupa'da duyarlılık kazandırmaya
çalışmak. İnsanların ahlaki değerlere uyması
için lobi faaliyetleri düzenliyor. Avrupa'da
aynı İSO 9001 Kalite Belgesi gibi belge
veren, ahlak değerlerini ölçebilen birimler
var. Bunlar kurallarla belirlenmiş, bir işyerinin
ahlaki değerlere riayet edip etmemesine
göre bir skala hazırlanıyor. Aynı Ahilik Teşkilatında olduğu gibi, hani eskiden kunduracılar çarşısında kundura satmanız için önce o
loncalara kayıtlı olmanız gerekirdi, aynı onun
gibi pabucunuzun dama atılmaması için…
Avrupa'da da firmalar kendilerine akredite
oldukça bu hizmeti sağlamaya çalışıyor, siz
devletle ya da kamu kurumuyla iş yapacaksanız, İş Ahlakı Belgesi şart koşuluyor.
Bu belge işte bu kurumlardan alınıyor ve
ciddi disipliner çalışmalar sonucu veriliyor.
Eksik varsa eğitim dahi veriyor, en sonunda
"evet, bu firmayla çalışabilirsiniz" damgasını
verince o firma diğer firmalarla çalışmaya
başlayabiliyor. İşte Avrupa, tüm bu düzenlemeleri böylelikle disipline etmiş durumda.
En son Almanya'ya gittiğimde bir taksici ile
konuştuk, kendisi Türkiye'ye gelmiş çocuklarını okutmak için bir vesile ama hemen ilk
fırsatta Almanya'ya geri dönmüş, şaşırmış.
"Almanya'da 10 kişi saat 10'da randevusuna
geleceğim derse bunun 9’u mutlaka zaten
gelir o saatte, diğeri de bir ihtimal 10 olmaz
da 10.02'de filan gelir randevusuna, ben
Türkiye'ye gittiğimde çok şaşırdım" deyince
biz de şaşırdık açıkçası.
Avrupa'da ahlak kuralları, böyle bir kurumla insanlara anlatılmış, belleklerine yerleştirilmiş. Yapmadığı zaman kaybedeceğini,
yapınca da kazanımlı olduğunun bilincinde, bizde de bu yok maalesef. Türkiye
Eben.tr'da üyeliğimiz var, tabii ilerisi için
Hacettepe'den onu alıp temsilciliğini almaya çalışacağız. İşin Avrupa boyutu budur.
Bizim hayalimizde de yakın gelecekte böyle
bir belge düzenlemek var.
İGİAD olarak tüm Türkiye'de, faaliyetlerimizi
iş ahlakının örneklemesini yaparak anlatmaya gayret ediyoruz. Zaman zaman Anadolu
ziyaretlerimiz oluyor, örneğin Diyarbakır'a
gittiğimiz vakit, vali, belediye, iş adamları dernekleri gibi birçok kurum ve kuruluşa İGİAD'ı anlatıyoruz. Bir ilimizde yine
böyle anlatırken, vali Amerika'daki dürüstlüklerden anlatmaya başlamıştı. Türkiye'de
böyle dürüstlüğün olmadığını söyleyince,
biz abartmaması gerektiğini, Türkiye'de de
ticaretinde, özünde ve sözünde çok iyi ve
dürüst insanların bulunduğunu söylemiştik.
Biz İGİAD olarak üyelerimizi dahi seçerken
çok titiz davranıyoruz. Geçmişte çekinin
dönüp dönmediği, son 5 yıl içinde ne gibi
çalışmalar yaptığı, güvenilir olup olmamasıyla alakalı yakın çevresinin görüşünü
araştırıyoruz. Yaklaşık 200 üyemiz var
ama bu üyeler, standartları aşmış üyelerdir en nihayetinde. O yüzden örneklerimizi verirken kötülerden vermemeliyiz,
kötülerin daha çok meydanlarda olmasına
sebebiyet vermemeliyiz.
Biz her gittiğimiz yerlerde ve katıldığımız programlarda iyi girişimcileri anlatırken,
Girişimcilik Ödül Töreni diye bir etkinliği de
organize etmeye başladık. Her yıl bir girişimcimizi ödüllendiriyoruz. Tabi karar verirken, geçmişteki ticaretiyle, yapmış olduğu
sermaye birikiminin helal ve meşru yollarla
sağladığına dair, çevresine de örneklik teşkil
edecek bir iş adamı olup olmamasına bakıyoruz. Ödülün temel veriliş gayesi bu. Bunu
da kamuoyu ile paylaşıyoruz. Ayrıca işveren
ve işgören arasındaki ilişkiyi ahlaki bir zeminde sağlıklı olarak diri tutmaya çalışıyoruz.
Yine ilgi çekici faaliyetlerimizden biri AGÜ
dediğimiz, Asgari Geçim Ücreti. 2 çocuklu
bir ailenin İstanbul'da geçim standardını
belirleyerek, bir rakam belirliyoruz ve bu
rakamın uygulanması noktasında üyelerimizi
teşvik ediyoruz. 2013'te mesela 1495 TL
idi. Üyelerimizin büyük çoğunluğu bu rakamı
uyguluyor mesela. Burada da şu ortaya
çıkıyor. Daha önceden asgari ücret uyguluyorsa işgörenine, bu rakamı duyduktan sonra
AGÜ'nün üzerine çıkması noktasında teşvik
ediyoruz. Baskı ya da herhangi bir yaptırım uygulamıyoruz ama bu rakamın üzerine
çıkmasını tavsiye ediyoruz. "İşveren-işgören
ilişkilerini sağlıklı bir hale getirmek adına,
bu ücretin verilmesi, ahlaki bir duyarlılıktır"
diyerek teşvik ediyoruz üyelerimizi.
Bu konuyla alakalı tartışmalar var.
Geçenlerde de bir mühendisin asgari
ücreti hakkında birkaç dernek ortak
açıklamalar yapmıştı. Peki, asgari ücreti
kim belirliyor? AGÜ'yü daha iyi şartlara
taşıyabilmek adına kimler ne yapabilir?
Türkiye'de asgari ücreti devlet, bir kişiyi
göz önüne alarak belirliyor maalesef, aileyi merkeze alarak ücretlendirme politikası
yok. Ailede bir kişi çalışıyorsa 1000 TL, iki
kişi çalışıyorsa 2000 TL. Kaç çocuk olursa
olsun ya da ne kadar geniş aile olursa olsun
böyle maalesef. Ailenin geçim merkezi anlayışı yok, bunu Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı'nın atadığı bir temsilci ile İşgören
Sendikalarının oluşturduğu bir heyetle birlikte pazarlık yapılarak belirleniyor. Sendikalar
yaptıkları araştırmaları sunuyorlar, Fakirlik
standardı araştırmalarını analiz ediyorlar.
Ama tüm bu raporlar, Türkiye geneline hitap
ediyor, bölge bölge ya da İstanbul, Ankara,
İzmir gibi büyükşehirlere özel raporlar hazırlanmıyor. Örneğin bizim belirlediğimiz 1495
TL ile İstanbul'da anca geçinebilen bir aile,
Urfa'da olsa 1495 TL ile 2 ay rahat rahat
geçinir. Ama Türkiye'de ne yapıyor devlet?
Tek bir ücret belirleyip tüm ülkeye uygulamaya çalışıyor. Biz bu sene ‘İnsani Ücret’ adı
altında çok güzel çalışma hazırladık, medya
da bayağı yankı buldu, ses getirdi. Raporda işgörenlere asgari ücretin verilmesinden
ziyade, hükümetin ailenin sosyal yapısını
da dikkate alması gerektiğini, ücretlendirme yapılırken ailenin sosyal yapısına göre
ücretlendirmenin yapılması gerektiğini ve
bölgesel ücretlendirmenin daha adil ve hakkaniyetli olacağını belirttik. Yani, İstanbul'da
1000 TL ise, Anadolu'da 800 TL olması
durumu… Teşvikler bile dağıtılırken eşit dağıtılmıyor! Anadolu'daki bir teşvikle Beylikdüzü'ndeki bir teşvik bir mi?
Evet, haklısınız. Kalkınma Ajansları'nın
teşvikleri dahi farklı…
Evet, bu çalışmayı bakanlıklara gönderdik,
yine Eylül ayında tekrardan gündeme getirmeyi düşünüyoruz. Ama şu anki AGÜ çalışmamız, bu rapordan farklı bir proje. Biz
AGÜ'de 2 çocuklu aileyi temel alarak bir
proje hazırlamıştık. Ama ‘İnsani Ücret’, bir
bakış açısı, felsefesi bu işin… Önü ve arkası
var, ne olmalı?... Orada mesela açlık sınırları
belirlenirken, TUİK'te hep mutfak harcamalı
ağırlıklı şeyler… Ama biz diyoruz ki, aile sosyal olmalı…
Türkiye 2023'te ciddi bir vizyon ortaya koyuyor. Ekonomide ciddi rakamlar, tabiri caizse
beylik laflar var hedeflerde… Bu sözlerin
arkasının doldurulması, desteklenmesi gerekiyor. Toplum olarak bu güce ulaşma imkanımız var, o kapasiteye sahibiz sonuçta. İşte
biz de diyoruz ki, eğer bu hedeflere ulaşacaksak, asgari ücretin de ciddi bir hedefi
olmalı ve yukarılara çıkarılmalıdır. 2023'e
10 yıl kaldı, siz eğer 25.000 $ milli gelir
hedefliyorsanız, asgari ücreti yılda % 4 arttırarak bu hedefe ulaşamazsınız. 2 çocuklu bir
aileyi temel alırsak, siz 2023'te bir çalışanın
eline 200.000 TL vereceğiz diyorsunuz ama
bununla alakalı en ufak bir çalışma yapmıyorsunuz, bu rakamlarla hedefe varılır mı?
Biz bunu sadece hükümete söylemiyoruz,
işveren çevremize de söylüyoruz. Yıllık enflasyon oranlarına bakıp da zam yapmaya
çalışan yöneticiler, bu ülkeye ne katabilirler
ki?... Çünkü zaten çalışanların büyük çoğunluğu karın tokluğuna çalışıyor, haftada belki
bir gün evine et giriyor. Hiç mi çocuklarının
sosyal ihtiyaçları olmayacak? Gelecek için
hayal edemeyecek, evi, arabası vb. düşünemeyecek? İşte ‘İnsani Ücret’ böyle bir bakış
açısı getiriyor.
Çok teşekkür ederiz.
Temmuz - Ağustos 2013 61
DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Mehmet OSMANLIOĞLU
Mimar
MİMARLIKTA ETİK / MİMARLARIN
TOPLUMA KARŞI SORUMLULUKLARI
“Asra yemin ederim ki, bütün insanlar
hüsrandadırlar. Yalnız iman edip iyi işler
yapan ve diğerlerine hakkı ve sabrı tavsiye
edenler müstesna”. ( Asr 1- 3)
Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem
buyurdu: "Kıyamet günü müminin terazisinde
güzel ahlâktan daha ağır bir şey yoktur. Allah
teâlâ, çirkin konuşan ve ne konuştuğunu
bilmeyenlerden nefret eder."(Ebû Derda
radıyallahu anh. ,Tirmizî)
ETİK /AHLÂK
Etik terimi Yunanca ethos yâni "töre" sözcüğünden türemiştir.
Aksiyoloji dalı olan etik, felsefenin dört ana dalından biridir.
Batıda, 20. yüzyılın ilk yarısına kadar latince kökenli “moral”
sözcüğü kullanılırken, bu yüzyılın son çeyreğinde daha yaygın
bir şekilde “etik” kelimesi kullanılmaya başlanmıştır. Bu konuda
Prof. Dr. Davut Dursun “En eski felsefe disiplinlerinden biri olan
etik, yapılması gerekeni söyleyen veya davranışlara ilişkin normlar koyan bir faaliyet değil yapılması istenen eylemlere sorular
soran; neyin değerli neyin değersiz olduğu, hangi eylemlerin
yapılmasının doğru, hangilerinin doğru olmadığı, doğru eylemin
ve adaletin ne olduğu vb. soruları sorma faaliyetidir. Sonuç olarak etik, ahlâk üzerinde düşünebilme, bir ahlâk felsefesi yapma
etkinliği, tarihsel olarak yaşanan bir olgu olan ahlâka yönelen
bir felsefe disiplini olarak geliştiğini ifade etmektedir. Devamla
“ahlâk”ı da; toplumsal alanda insanlar arası ilişkilerde bireylerin
uymaları beklenen vebir değer olarak “iyi” ve “güzel” şeklinde
nitelenen davranış, eylemler ve belirli bir yerde ve zamanda
geçerli olan değer yargıları sistemleri” olarak tarif etmektedir.
Yazar Mustafa İslamoğlu; bu çerçevedeki disiplinleri ayrıma
tabi tutarak iyi-kötü "ahlâkın”, doğru-yanlış “aklın” , güzel-çirkin
“estetiğin” , Hakk-batıl “akîdenin”, haklı-haksız ise “hukukun”
konusu olarak tasnif etmektedir.
62 Mimar ve Mühendis
Doç. Dr. Murat Özgen “Her mesleğin bir etik anlayışının ve
ahlâki bir duruşunun olması zorunludur” …Öğrencilere etik dersi
verirken, öğretim üyelerinin doğruları göstermek gibi bir vicdanî
zorunlulukları ve borçları olduğunu belirtiyor, “ben sana etik
ilkeleri öğretirim, ama bunu uygulamana senin vicdanın karar
verir.” Zaten ahlâkın yaptırımı da, ne hukukî ne de parasal
cezalardır. Ahlâkın yaptırımı, vicdanîdir. Dolayısıyla etik ve
ahlâk meselesinde mutlaka vicdanî bir değer olması gereklidir”
demektedir.
MİMARLIKTA ETİK
Mimarlık, mühendislik alanlarından oldukça farklı mahiyette,
hayatımızın bütününde etkili, etkin, yönlendirici, tecessüm
ettirdiği çevre ve mekânlarla hayatı şekillendiren bir disiplin
ve doğru-iyi-güzel düzlemind esanatla iç-içelik arz etmektedir.
İyi bir tasarım; insanın tabiatıyla örtüşen, onu tamamlayan ve
tamamlarken de doğallıktan koparmayan, insan-mekân, insaninsan münasebetlerini doğru kurabilen, ahlâkî ve kültürel kodlarla bağını kaybetmeden bugünü ve yarını inşaa etme faaliyetiyle
yaşama alanları ihdas eden ve inanç değerleriyle bütünleşen bir
nitelik ve derinlik taşımalıdır.
Mimarlık mesleğinin gerektirdiği etik çerçevesinde, geçmişten
geleceğe taşınacak, -bir yazarın belirttiği gibi- taşa-toprağa
İyi bir tasarım; insanın
tabiatıyla örtüşen,
onu tamamlayan
ve tamamlarken de
doğallıktan koparmayan,
insan-mekân, insaninsan münasebetlerini
doğru kurabilen, ahlâkî
ve kültürel kodlarla
bağını kaybetmeden
bugünü ve yarını
inşaa etme faaliyetiyle
yaşama alanları
ihdas eden ve inanç
değerleriyle bütünleşen
bir nitelik ve derinlik
taşımalıdır.
yazılan vasiyet gibidir. “Bilim”, “ahlak” ve “estetik” muhakeme alanlarının sırasıyla mimarlığın mühendislik, planlama, zanaat ve sanat
yönlerini ifade ederken, mimarlığın amaçları hakkındaki ünlü sağlamlık, kullanışlılık, güzellik “Vitruvius Üçlüsünün” de fikrî alt yapısını işaret
etmektedir. Vitruvius; mimarı, fıtri kabiliyetlerinin yanında çizimde
usta, geometri öğrenmiş, tarih bilgisine sahip, felsefe ve müzikten
anlayan, tıp ve hukuk bilgisine sahip, astronomi ve sema teorileriyle
tanışmış birisi” olarak tarif etmekte.
Mimarlıkta etik, bir insanın tek başına meslekî bir olay karşısında
veya bir sürecin sonucunda kendisiyle hesaplaşabilecek bir yetkinliğe,
etkinliğe ulaşabilme yeteneğidir. Bu konu eser ve müellif açısından da
ele alındığında; ilki mesleki faaliyetin işleyişine dair ilkeler, yani “code
of ethics” türünden, meslek yasalarının içerdiği hususlar, mimarın
topluma ve diğer meslek erbabına karşı mükellefiyet ve yetkilerini
barındırırken, “etik” kavramının kapsadığı adâb-ı muaşeret kurallarını,
meslek haysiyeti ve vicdanı ile ilgili hususları içermektedir.
İkinci açıdan ise, mimarlığın fikrî temeline dair ilkeler, yani tasarım
ahlâkı, mimarın toplumsal misyonu, mimarlık dilinin seçimindeki kıstaslara kadar bir dizi, bize “izm”ler tarafından dikte edilen düsturlarla
karşımıza çıkmaktadır. Yukarıda belirtilen her iki hususta da birbirinden
bağımsız olsa da mimarlığın ahlâkî meselelerindendir. Modern mimarlıkta malzemenin özelliğini kaybettirilmeden doğru ifade edilmesi,
bina fonksiyonunun dışarıdan anlaşılır kılınması, taşıyıcı sistem ile bina
formunun bütünlük arzetmesi, iç mekânla ilişkisi olmayan yapıştırma
cephe elemanları ve suni süslemelere yer verilmemesi ahlâkla doğrudan bağlantılıdır.
Bu konuda Enis Kortan bir makalesinde bu tür yapıları şöyle eleştiriyordu: “Günümüzde ise, bütün bir bina, içini göstermeyen; içinde
hangi türden işlevleri barındırdığı belli olmayan “yansıtıcı cam”larla
adeta paketleniyor tıpkı herhangi bir eşyanın ambalaj kağıdına sarıldığı gibi. Bunun sonucu olarak yapı gayet monoton ve homojen bir
görüntü sergiliyor. Oysa özellikle kent merkezlerinde bulunan bazı
yapılarda çok çeşitli işlevler yer almakta: zemin ve zemine yakın
katlarda marketler vb., daha üst katlarda bürolar, muayenehaneler,
en üst katlarda stüdyolar-küçük konutlar ve çatı katında ise gece
kulüpleri olabilmekte.”
Aydan Keskin Balamir’e göre; ”bilgisiz ahlak olmaz. Ahlak dışı davranışların kimi cehaletten kimiyse muhalefetten doğmaktadır.” ...“Mesleki yetkilerimiz hayli sınırlı, ama yetkinliğimizde biraz sınırlı değil mi?
Talep kötü ama arzımız acaba ne kadar iyi? Sorun mimari modernizmin dilinde, düsturlarında mıydı yoksa bunların körü körüne ve yarım
yamalak uygulamalarında mıydı? Genelde modern mimarın bir meşruiyet krizi içinde olduğu muhakkak, ama bunu öncelikle, mimarın fark
etmekle biraz geciktiği bir disipliner buhranda aramak gerekmez mi?”
Globalleşerek küçülen dünya içinde insanların karşı karşıya kaldığı
sorunlar ise giderek daha da büyümekte ve sorunun çözümü için de
yeni bir ahlâkî yapılanmaya ihtiyaç duyulmaktadır. Bugünün mimarlığı,
ekonomi-politiğin alanına girerek pratik süreçlerini toplumun yönlendirilmiş beklentilerinin ve yerleşik ideolojinin parametreleri üzerine
inşaa etmekte ve onun hayat biçimini yönlendirip şekillendirmektedir. Tchumi; “mekansal değişimlerin, insan davranış ve alışkanlıkları
üzerinden toplumu da dönüştürme olanağını görür ancak bu etkinin
sosyo-ekonomik yapıyı değiştiremez olduğunu, ancak başlamış bir
değişimi etkileyebileceğini söyler. ”Bauman’a göre ise (1995), ahlâkî
ve vicdanî sorumluluklara sahip, etrafında gelişen olaylar karşısında
vicdan muhasebesine giren bir benliktir bu.”
Levinas da (1986) bu anlamda etik, “ötekine karşı sorumluluktur”tur,
“ötekiyle bir ilişki biçimidir.”
Ahlâk insanın tüm benliğince hazmedilmiş, kendini sorgulayan, vicdani
mesuliyetlerini hatırdan çıkarmadan, yaratılışta kendine bahşedilen
idrakle ortaya konan evrensel davranış kurallarını içermektedir. Genel
hatlarıyla ahlâk bir bütün olup, ahlâkı özel hayatındaki ya da meslek
Temmuz - Ağustos 2013 63
DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Globalleşerek küçülen dünya içinde insanların
karşı karşıya kaldığı sorunlar ise giderek daha da
büyümekte ve sorunun çözümü için de yeni bir
ahlâkî yapılanmaya ihtiyaç duyulmaktadır. Bugünün
mimarlığı, ekonomi-politiğin alanına girerek pratik
süreçlerini toplumun yönlendirilmiş beklentilerinin
ve yerleşik ideolojinin parametreleri üzerine
inşaa etmekte ve onun hayat biçimini yönlendirip
şekillendirmektedir.
hayatında ahlâk olarak kesin çizgilerle ayırmak mümkün değildir.
Mimar; hayatının tüm kesitlerinde kuşanacağı ahlakla, meslek etiğinden taviz vermeden eserlerini vücuda a getirmekle mükelleftir. Farklı
birçok disiplinde yapılan hatalar bir ya da birkaç kişiyi etkilerken bir
mimarlık eseri, toplumu ve etkileşim içine girdiği çevreyi genişliğine ve
derinliğine olumlu ya da olumsuz yönde doğrudan etkileyebilmektedir.
Küreselleşme; bizim her alandaki algılayışımızı değiştirirken, bu
çerçevede en keskin değişim ise mimarlık alanında gerçekleşmiştir.
Şehirler ruhunu yitirerek birer kent haline getirildikten sonra nüfus,
bina, araç ve otoban ağlarını yüklenerek metropoliten alanlar haline
dönüştürülmüştür. Metropoliten alanlar günümüzde kentlere yeni
yükler yükleyerek tahakkümün, gücün, kibir ve gösterişin birer simgesi
haline getirilerek sadece fiziksel büyüklüğün yanında; imaj, anlam ve
estetik araçlarıyla yüzyılın zorunlu süper güçlerini teşkil etmiştir. Bütün
metropoller bu çağdaş araçları, önemlerini vurgulamak ve barındırdıkları güçleri ve teknolojiyi gösteren yeni fiziksel ikonlar, sahte tanrılar
yaratmak için kullanmaktadır.
Şehir ölçeğindeki etik için en temel paradigma; tarihî birikimle çağda64 Mimar ve Mühendis
şın, gerçek ihtiyaçla geleneğin, kamu binaları ile özel olanların, insanla
tabitatın arasındaki ilişkinin dengelenerek sürdürülebilmesidir. Bir
şehirde gökdelenleri bir örnek olarak alırsak, bu devasa binalar sadece
kentlerin bir parçası değildir, onlar silueti teşkil ederek aynı zamanda
ilk fark edilen şehir objeleridir. Mekanı doldurma ve kentin sembolü
olma özelliklerinin dışında, gökdelenlerin mimarisi ve etik sorgusu son
derecede önemli bir konudur.
MİMARLARIN TOPLUMA KARŞI SORUMLULUKLARI
Prof. Dr. Nazif Gürdoğan etik toplumdan bahsederken; “Bilgi toplumunda işler doğru yapılırken, etik toplumda doğru işler yapılır. Doğru
ile yanlışın sınırlarını çizmeye bilgi gerekli, ancak yeterli değildir. Doğru
ile yanlışın sınırlarını belirlemede, son sözü etik değerler söyler. Etik
değerlerin özünde `kendisi için istenileni, başkası için de istemeli`
ilkesi vardır. “...Bütün dünyada, ürün ve hizmet üretmenin öncüsü olan
(mimar ve) mühendisler de, doktorlar gibi, diploma alırken yemin
etmelidirler. Tıp, (mimarlık) ve mühendislikteki bilgi birikimi, etik dışı
alanlarda kullanılmamalıdır. Etik değerlerin unutulduğu bir toplumda
gökten ölüm yağar. Değersiz bilgi, yararsız bilgidir.
Mimarlar mesleklerinin kapsayıcı sorumluluğunu kuşanarak yapıpettikleriyle, yapmayıp-etmedikleri arasında dengeyi muhafaza ederek,
kimi zaman özenle seçtikleri “araf”ta durmak zorundadırlar. Bu konuda
merhum bilge mimar Turgut Cansever “Mü’min mimar, sanatkâr yaptıklarıyla iftihar ettiği gibi- yanlış bularak -yapmadığı şeylerle de iftihar
etmelidir” derdi. Guardian’s Arts’daki yorumlarda belirtildiği gibi; dünyaca ünlü olduğu söylenen Zaha Hadid, Haydar Aliyev gibi KGB ajanı
bir diktatör için kültür merkezi yapmayı nasıl kabul edebiliyor? Etikle
ilgili sınırı nereye koymak gerekir? Foster’da, aynı sebeplerden ötürü,
Kazakistan’daki Uzlaşma ve Barış Sarayı’nı inşa ettiği için kınanmıştı.
Rem Koolhaus’tan Sir Terry Farrell’a kadar bütün büyük mimarlar, Çin
sayesinde para basıyor, çünkü bu ülke işçilerin yaşamını ve güvenliğini
çok da umursamıyor. Foster’da “Crystal İsland”ı ile bu silsileye dahil
oluyor. Peki ya despotik hükümetler ve oralardaki kültür hakkında ne
düşünülüyor?
Mete Tapan; ”bir mimarlık uygulamasının etik yönden değerlendirilmesinin kriterleri (kuralları) ne olabilir?' diye akla bazı sorular gelebilir.
Yapım kurallarına göre tasarım ve uygulama, işlevsellik, çevre koşullarına saygılı olma, imarla ilgili yasa ve yönetmeliklere uygunluk, müelliflik haklarına saygı gösterme, kaynaklara israf etmeme (sürdürülebilirlik), doğa ve kültür değerlerini tahrip etmeme, meslek odasının aldığı
kararlara uyma, teknik ve hukuk yönünden sakıncalı uygulamaları
onaylamama gibi kuralları sıralamak mümkündür." Tapan, daha sonra
iş etiğine uyulmamasının sonuçlarına değiniyor: Örneğin, kültür varlıklarını korumak için, bu varlıkların içini tamamen yıkarak yeni işlevlerle
donatmak ve eski eseri tanınmaz hale sokmak, deprem riski büyük
olan alanlara çok katlı yapı yapmaya müsait imar planları hazırlamak
ve bu planları onaylamak, toprak rantını maksimize etmek için her
türlü yolsuzluğa başvurmak gibi etik olmayan davranışlar, maalesef
ülkemiz mimarlığında çok sık rastlanan olgulardır."
Hossein Sadri; günümüzün mimarlık etiği anlayışı mimarların kişisel
olarak yürüttükleri pratiklerde sorumluluk sahibi oldukları konulara
odaklanmakta, toplumsal yapının, erkin, mesleğin ve meslek örgütlerinin etik olmayan tutum ve davranışlarını yani daha büyük resmi göz
ardı etmektedir. Böylelikle mimarlık alanı mimarlara ve mimarların
kişisel pratiklerine indirgenmektedir. Yani mimarların kişisel pratikleri
dışında kalan ve insanların mekanlarla ilişkileri üzerinde geliştirilen
tüm çalışmaları mimarlık etiği dışında tutmaktadır. Bu durumda “kentsel dönüşüm yasası” olarak bilinen yasa gibi doğrudan mimarlığı ilgi-
Şehir ölçeğindeki etik için en temel paradigma; tarihî
birikimle çağdaşın, gerçek ihtiyaçla geleneğin, kamu
binaları ile özel olanların, insanla tabitatın arasındaki
ilişkinin dengelenerek sürdürülebilmesidir.
lendiren yasalar, İstanbul boğazında yapılacak “üçüncü köprü” projesi
gibi toplumsal ve mekansal ciddi etkileri olabilen ve çeşitli kurumlar
tarafından geliştirilen projeler ve inşaat endüstrisi, teknikleri ve
materyalleri gibi mimarlık alanıyla doğrudan bağlantılı olan ancak
mimarların tanınmış rollerinde yer almayan konular hakkındaki etik
yükümlülükler mimarlık etiği alanı dışında kalmaktadır... Ancak buna
ilaveten mimarlık alanıyla ilgili etik konuları, sadece mesleki alanla
sınırlandırmak ve bu mesleki etikten sadece meslek insanları olarak
mimarları sorumlu tutmak, kişiler olarak mimarlardan daha etkin
role sahip olan meslek örgütleri, iktidar ve sermaye sahiplerinin
yükümlülüklerine yer vermemek ayrıca etik bir sorun olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Mimarlık alanında etkileyici role sahip olan tüm aktörlerin etik
sorumluluk¬larına mimarlık etiği belgelerinde yer verilmesi gerekliliği
aşikardır. Farklı aktörlerin etik sorumluluklarına ek olarak mimarlar,
mekan kullanımı ve üretiminde, hem doğrudan “yapabilir” olmaları,
hem de dolaylı olarak “etkileyebilir” olmaları nedeniyle yükümlülük
sahibidirler (Sadri, 2010). Dolayısıyla mimarlar kişisel pratiklerindeki
etik sorumluluklarına ilaveten, mimarlık alanındaki yetkinlikleri de göz
önünde bulundurularak, “etkile¬yebilir” olmaları nedeniyle tüm aktörlerin etik sorumlulukları konusunda duyarlı olmalı, kendi kişisel pratikleri
dışındaki çalışmalara karşı da sorumlu davranmalıdırlar ve kolektif
güçleriyle mimarlık alanındaki etik olmayan tutum ve davranışları
önlemeli ve durdurmalıdırlar. Bu, mimarların kolektif sorumluluğudur.
Temmuz - Ağustos 2013 65
DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Mimarlıkta etik,
mimarın hayatının tüm
aşamalarına yansıyan
ahlâkî davranışlarıyla bir
bütün olup, birbirinden
ayrılamazlar. Ancak bir
inanç disiplini ve yaratılış
kodlarındaki “iyi” ve
“doğru”ya yönelimin bir
arada mezcedilen eğitimini
hazmetmiş mimarlar, meslek
etiğine ve toplum değerlerine
uygun ahlâki davranışlar ve
eserler ortaya koyabilirler.
Bu nedenle de mimarlık etiğinin insanlığa karşı sorumluluklar odağında gelişmesi için üç önemli şartın yerine getirilmesi gerekmektedir.
Bunlardan ilki, mesleğin sınırlarını belirlemeye çalışan anlayışın ötesine geçerek mimarlık alanını tüm toplumsal faaliyetler çerçevesinde
görmek ve bu alanda etkin olan tüm aktörlerin yükümlülüklerine
değinmektir. İkincisi, mimarların kişisel sorumluluklarını içeren etik
belgeler anlayışından uzaklaşarak kolektif sorumlulukları da ele almaktır. Üçüncüsü ise geçmişte özellikle de modern dönemdeki toplum
mühendisliği anlayışı çerçevesinde olduğu gibi, mimarların bu kolektif
sorumluluklarının tanımlanmasından doğabilecek zararların önüne
geçebilmek için, meslek etiğinin ilkelerini belirlemede insanın değerini
ve evrensel ortak normları odağa almaktır.
SONUÇ
Mimarlıkta etik, mimarın hayatının tüm aşamalarına yansıyan ahlâkî
davranışlarıyla bir bütün olup, birbirinden ayrılamazlar. Ancak bir inanç
disiplini ve yaratılış kodlarındaki “iyi” ve “doğru”ya yönelimin bir arada
mezcedilen eğitimini hazmetmiş mimarlar, meslek etiğine ve toplum
değerlerine uygun ahlâki davranışlar ve eserler ortaya koyabilirler.
Kanun ve yönetmeliklerin getirdiği etik kurallar mimarın donanımında
barındırdığı ahlâkî değerler ölçekte ancak karşılık bulabilecektir.
Bu konuda İş Ahlâkı Dergisinde; “Demoralize olmuş mimarlık, kolaylıkla
iktidarların insanlar üzerindeki hakimiyetine ve politik propagandalarına, sermaye sahiplerinin ise daha fazla rant elde etmelerine ve insanlar üzerinde sömürü sistemi kurabilme¬lerine alet olmakta, bu nedenle
de kendi karşıtını üretmektedir. Mimarlığın mesleki alanı dışında
geliştirilen yeni hareketler demoralize olmuş mimarlığa karşı direnişleri güçlendirmektedir. Bunlardan en önemlisi mekanlarla maddileşen
ayrımcılıklara karşı feministlerin, engelli hareketlerinin, azınlık grupların ve tüm dışlananların mücadelelerinin geniş bir toplumsal duyarlılık
yaratmasıdır. İlaveten mimarlık alanında bugüne kadar görülmemiş
bir biçimde, duyarlı ve sorumlu mimarlar hareketlerinin oluşmasıyla,
mimarlık mesleği sınırlarının dışına çıkılarak, mimarlık alanında dünyanın tüm sorunlarıyla ilgilenen gruplar ortaya çıkmaktadır. Buna örnek
olarak, insanlık için mimarlık (architecture for humanity), barış için
mimarlar (architects for peace) ve mekânsal aracılık (spatial agency)
66 Mimar ve Mühendis
hareketlerinden bahsetmek mümkündür.
Bu faaliyetlere ek olarak, mimarlık mesleğinin ötesine geçmeyi
sağlayan bir diğer önemli mesele, mimarlık alanı eğitiminde ortaya
konulan dönüşümlerdir. Eğitimlerin meslek okulları, teknik üniversiteler
ve akademilerden üniversitelere aktarılması, genel olarak mimarlık
alanının ve özel olarak mesleki alanın eleştirilmesine ve yeniden kurgulanmasına yol açmaktadır. Mimarlık artık sadece bir disiplin olarak
değil, disiplinlerarası ve disiplinler ötesi bir alan olarak ele alınmakta,
mimarlık alanı ve diğer sosyal ve beşeri bilimler arasındaki bağlar
sürekli geliştirilmektedir.
Mimarlık alanında mesleğin sınırlarının dışına çıkarak, mimarlığın
insanlığa karşı sorumlulukları temelinde geliştirilen yeni hareketler bir
taraftan güçlenmekteyken, diğer taraftan mimarlık mesleği modern
döneme göre daha apolitikleşmiş ve demoralize olmuştur. Bu da
ciddi bir çelişkinin ortaya çıkışına sebebiyet vermektedir. Mimarlık
etiği açısından bakıldığında, bu çelişki etik başlığı altında hazırlanan
çoğu etik belgelerin, etiğe aykırı ve değerlere zarar verici içeriklerine
yansımaktadır...
Mimarlık mesleğini ve meslek sınırlarını sorgulamayı reddeden ve
mimarların kolektif sorumluluklarını göz ardı eden mimarlık etiği anlayışlarının ortaya koydukları etik belgeler incelendiğinde, bu belgelerin
asıl amacının mesleğin imajını iyileştirme ve piyasa payını koruma
olduğu anlaşılmaktadır.
Yani, mesleki davranış ve etik kodlar, idealler ya da değerleri korumayı
hedeflemekten daha ziyade, mimarlık mesleğindeki elitlerin uygulamalarını sürdürmelerine yardımcı olmaktadırlar. Bunu gerçekleştirebilmek için, mesleğin estetik anlamda en iddialı işlerini üretmeye yönelik
mesleğin elit uygulamacılarına otonomi sağlanması için, meslek etiği
belgeleri sıradan mimarları sınırlandırma ve zorlamayı hedeflemektedir” şeklinde konu özetlenmektedir.
Yazıyı Merhum Mehmet Akif Ersoy’un
mısralarıyla tamamlayalım;
Sade bir sözdür fakat hikmetlerin en mücmeli:
Bir halas imkanı var: Ahlâkımız yükselmeli,
Yoksa pek korkunç olur katmerleşip hüsranımız...
Çünkü hem dünya gider, hem din, eğer yapmazsanız.
Eyüp Pier Loti Kahvesi İstanbul
Agrotrust Binası Omsk-Rusya
Şehzade Mehmet Camii İstanbul
Mirgün Köşkü İstanbul
Bezm-i Alem Camii İstanbul
Naib Hamamı Gaziantep
"tarih" korumamız altında...
Uzmanlık ve faaliyet alanlarımız...
• Restorasyon
• Genel Müteahhitlik
• Liman ve rıhtım
• Islah çalışmaları
• Köprü inşaatları
• Ağır çelik yapılar
Rena İnşaat Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti
Atatürk Caddesi Esin Sokak Yazgan İş merkezi 3/5 Kozyatağı 34742 İstanbul
Tel: 0216 478 33 32 (PBX)
e-mail: [email protected]
Temmuz - Ağustos 2013 67
DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Dr.Ömer Faruk KÜLTÜR
Yeryüzü Mühendisler Derneği Genel Başkanı
Üniversite Öğrencilerinin
İş Ahlakı Algısı
Modernizmin dünyada yaygın olarak ülkeleri
etkilemiş olması dolayısıyla üniversite eğitimi de
bundan nasibini almış durumdadır. Modernizim
iktisadi olarak kapitalizim vasıtasıyla toplum-
S
eküler eğitim aşkın değerleri yok saydığı için ahlak gibi iş ahlakı
gibi kavramların boş bıraktığı alanı etik kavramı ile doldurmaya
çalışmaktadır. Oysaki ahlak gibi kişinin davranışlarına hükmeden
bir kavram ancak aşkın değerler sistemi ile mümkün olabilir.
Çünkü kişinin kimsenin görmediği kontrol mekanizmasının
boş bıraktığı alanlarda yürümesi için içsel denetim olan aşkın
değerler ve bunların uzantısı vicdan, iç muhasebe sistemi
tamamlamaktadır. Seküler sistemde bunlar onur, namus, şeref
gibi kavramlara dayandırılmaya çalışılmaktadır. Bunlar da çok
muğlak kriterlere bağlıdır. En basitinden namus kavramı sınırları
geniş bir uzaya dönüşmüş durumdadır.
AHLAK İLE ETİK ARASINDAKİ FARK
Ahlak Arapça “hulk” sözcüğünün çoğuludur. Hulk ise; huy, adet,
alışkanlık, yaradılış, insanin ruhsal-zihinsel halleri anlamındadır.
Ahlak, kişinin huylarını ya da bir topluluğun alışkanlık ve adetlerini kapsar. İnsanın iyi ve kötü olarak nitelenen davranışı ve
eylemleri ahlak kapsamı içindedir.
Etik kelimesi köken olarak Yunanca karakter anlamına gelen
ethos sözcüğünden türetilmiştir. Yine İngilizce'de ahlak kavramını ifade etmek üzere davranış, alışkanlık anlamında kullanılan
'morality' kelimesi Latince 'mos' kelimesinden türetilmiştir.
Görünüşte ahlak ve etik davranış manasına gelmektedir. Bu
durumda bir fark yok gibi görülebilir ancak fark iyi davranışın
kökenini yani neye göre iyi, neye göre kötü meselesindedir.
Ahlak, kökeni aşkın boyuta yani yaratıcının emirlerine dayandırırken etik insana felsefeye dayandırmaktadır. Ahlak kişiyi hem
bu dünyaya hem de ölüm sonrası hayata göre koşullandırırken
68 Mimar ve Mühendis
lardaki aşkın değerleri sıfırlayıp bir buldozer
gibi üzerinden geçtiği gibi seküler eğitimde aynı
şekilde toplumların değer yargılarını törpüleyerek ilerlemektedir.
etik sadece bu dünyaya atıf yapmaktadır. Birinde yaratıcının
onayı ve hoşnutluğunu kazanmak öncelikken diğerinde toplumun onayı ve sistemin iyi çalışması önemlidir. Birinin kazanımları ölüm sonrası hayatı şekillendirirken diğeri bu dünya işlerinin
daha düzenli olmasına matuftur. İşyerlerinin daha verimli olması
kalkınmanın daha iyi olmasını sağlamak içindir. Birisi geleneksel
toplumun değeri, diğeri modern toplum değeridir. Şu iki söz, ikisi
arasındaki farkı bariz göstermektedir.
Ф Terazide güzel ahlâktan daha ağır gelen hiç bir şey yoktur.
Hz.Muhammed (s.a.v)
Ф Şeref ve erdem ruhun süsüdür. Bunlar olmasa, beden asla
güzel gözükmez. (Cervantes)
Hoş günümüzde dini görünüşe sahip fakat dünyevileşmiş protestanlaşmış sekülerleşmiş hareketler de mevcuttur ama ahlak
ile etik arasındaki teorik fark mevcuttur. Pratik fark ise insanların
beslendikleri kaynak, çevre, ortam iş ilişkilerine göre değişmektedir. Ahlak kavramında bir bütünlük olmasına rağmen etikte parçalanmışlık vardır. Ahlakın bir hayat şekli olmasını Hz. Peygamberin şu sözünden anlıyoruz "Ben, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim." Oysa etik zamana ve mekana, ortama
daha çok dayalıdır. Mesela; çevre etiği, tıp etiği, medya etiği ve iş
etiği gibi çeşitli alanlara göre bölünmüşlük sözkonusudur.
İşyerlerinin daha verimli olması kalkınmanın
daha iyi olmasını sağlamak içindir. Birisi geleneksel toplumun değeri, diğeri modern toplum
değeridir.
EĞİTİMDE SEKÜLERLEŞME VE AHLAK
Seküler eğitim ilk önce eğitimin ana dinanizmi olan insanın merak
duygusuna menzil tayin ederek darbe vurmuştur. Bunu açacak
olursak insanın en büyük merak olgusu yaratıcısını arayış merakıdır.
Sekülerizim herşeyi dünyevileştirerek bir nevi eğitimin ayağına baltayı
vurmuştur. Katolik bir felsefeci olan Jaques Maritain eğitimin bir
sanat, özellikle zor bir sanat olduğunu belirtmekte ve yapısı gereği
ahlaki alana ve pratik bilgeliğe ait olduğunu ifade etmektedir. Eğitim
ahlaki bir sanattır, daha doğrusu belirli bir ahlakın cisimleştiği pratik
bir bilgeliktir. Her sanatın hedefi bu sanat olan bir amacı vardır. İslam
dünyasının büyük isimlerinden Muhammed İkbal'in de devrindeki
eğitimden şikayet ettiğini görmekteyiz. Bir şiirinde Mevlana'ya bazı
önemli sorular yöneltmekte, bu soruların cevaplarını ise Mesnevi'den
seçtiği beyitlerle onun cevabı olarak belirtmektedir.
Mevlana şöyle ifade eder:
"Maddi bedene yönelik bilim, zehirli i yılana benzer; kalbe yönelirse eğir,
bir dosta öner."
Aynı şiirde İkbal, İngiliz eğitiminin özellikle Hint Müslümanlan üzerinde
yaptığı kötü etkileri dile getirerek, kişiliklerini nasıl yok ettiğini, gene
Mevlana'nın dilinden şöyle dile getirir:
"Bir kuş ki, kafeste yıllarca hapis;
Uçmak ister, hürriyete kavuşmak ne his!
Uçamaz artık, çünkü köreImiştir yeteneklerin;
Kolayca düşer kurban gibi eline, yırtıcı kedinin"
Bu merak duygusu İslamda kamil insanın hayatını bütünüyle şekillendi-
rir. Şöyleki sürekli dağ, tepe, zümrütü, anka kuşunu arayan gibi, insanın
ömrü hakikati aramakla geçer.
ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİ
AÇISINDAN ETİK VEYA AHLAK ALGISI
Bu girişlerden sonra günümüz insanı ne tam dünyevileşebilmekte ne
de geleneksel değerleri yaşayabilmektedir. Bu ikilem içinde; çevre,
edinilen dini duygu ve düşünceler aile ve arkadaş ortamı gibi etkenlerle şekillenen ahlaki yapı çeşitlilik arzetmektedir. Bu konuda çeşitli
akademik çalışmalar yapılmıştır, bunlardan birisi; Aksaray Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinden Yrd. Doç. Dr.Mehmet Halit YILDIRIM aynı üniversiteden Arş.Gör.Şerife UĞUZ ile birlikte "İş Etiği Ve
Üniversite Öğrencilerinin Etik Algılarını Ölçmeye Yönelik Bir Araştırma"
Organizasyon Ve Yönetim Bilimleri Dergisi Cilt 4, Sayı 1, 2012 de
yayınlanmıştır. Bu makalede işletme ve Kamu yönetimi öğrencileri
üzerine yapılan anket çalışmasında öğrencilere şu sorular sorulmuş
ve alınan cevap ve yüzdeleri verilmiştir.
Seküler eğitim ilk önce eğitimin ana dinanizmi olan
insanın merak duygusuna menzil tayin ederek darbe
vurmuştur. Bunu açacak olursak, insanın en büyük
merak olgusu yaratıcısını arayış merakıdır. Sekülerizim herşeyi dünyevileştirerek bir nevi eğitimin ayağına baltayı vurmuştur.
Temmuz - Ağustos 2013 69
DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Ölçekte Yer Alan ifadelere İlişkin Frekans Tablosu)
1) Kesinlikle katılmıyorum, 2) Katılmıyorum, 3)Kararsızım, 4)Katılıyorum ve 5) Kesinlikle katılıyorum.
Yazarlar sonuç olarak aşagıdaki kanıya
varmışlardır.
İşletmeciliğin tek etik tarafı para kazanmaktır.
33
34
11
14
8
İşinde başarılı olan bir kişinin etik sorunlar hakkında endişelenmesine gerek yoktur.
21
32
15
20
12
Çalışan herkes farkında olsun veya olmasın etik kurallara uygun bir şekilde hareket eder.
13
28
20
29
10
34
12
Kanun ve yasalara uyarsan, etiğe de uymuş olursun.
10
24
20
İş etiği genel olarak insanların davranışlarıyla beklentileri arasındaki düzenleme sistemidir.
6
13
23
44
14
İşletme kararları ahlak felsefesiyle ilgili olmayıp, gerçekçi birtakım ekonomik tutum ve davranışları içerir.
13
25
20
32
10
10
10
7
26
35
12
33
12
10
6
30
16
Etik değerler iş dünyası için anlamsızdır
44
29
İş etiği halkla ilişkilerle ilgili bir kavramdır.
9
18
Kamuoyunun iş dünyasına olan güveni henüz fazla gelişmemiştir.
10
17
28
Bugün ki iş dünyası ile geçmişteki arasında bir fark yoktur.
40
31
13
Rekabet edebilirlik ve karlılık birbirinden bağımsız değerlerdir.
15
23
16
Bir tüketici olarak, araba sigortası talep ederken, hasara bakmaksızın en fazlasını almaya çalışırım.
27
28
20
16
9
Süpermarkette alışveriş yaparken fiyat etiketlerini ve paketleri değiştirmek uygundur.
48
22
14
10
6
Bir çalışan olarak büro malzemelerini eve götürürüm; bu kimseye zarar vermez.
50
25
10
10
5
18
10
27
16
“İş etiğinin ve etik algısının kişiden kişiye farklılık
gösterdiği görülmektedir. Bu bağlamda işletme
öğrencilerinin etiğe ilişkin algılamaları kamu
yönetimi öğrencilerinden daha güçlüdür. Son
yıllarda işletme bölümü öğrencilerinin aldıkları
birçok derste sosyal sorumluluk ve etik konularının işlendiği bilinmektedir. Geleceğe yönelik
düşünüldüğünde bu durum olumlu bir gelişme
olarak görülebilir. Üniversitelerde iş etiği derslerine yer verilmesi geleceğin iş dünyasında
yer alacak bireyler olacağı düşünülen üniversite
öğrencileri için oldukça önemlidir. Böylece etik
sorunlara daha duyarlı bireyler yetiştirilebilir.
Çalışma sadece bir üniversitenin bir fakültesinde yapılmıştır, bu sınırlılıkları aşmak için farklı
üniversitelerde de benzer araştırmalar yürütülerek alan yazına katkıda bulunulabilir.”
Bir diğer çalışma da İstanbul Ticaret Üniversitesinden Nihat Alayoğlu, Ali Osman Öztürk,
Mehmet Babacan tarafından “Üniversite
Öğrencilerinin İş Ahlakı Algısı ile Özel Sektör
ve Kamu Çalışanlarının İş Ahlakı Uygulamalarının Karşılaştırılması” başlıklı makale ilk olarak 12-14 Nisan 2012 tarihlerinde İktisadi
Girişim ve İş Ahlakı Derneği (İGİAD) tarafından
İstanbul’da düzenlenen “İş Ahlakı ve Kurumsal
Sosyal Sorumluluk: İdealler ve Gerçekler” konulu
uluslararası sempozyumda sunulmuştur.
Hasta olduğum günleri hak ettiğim tatil günleri olarak görürüm.
27
30
15
Çalışan maaşları arz-talep yasalarına göre belirlenmelidir.
10
21
26
Hissedarların temel çıkarı yatırımlarından maksimum getiri elde etmektir.
10
14
18
36
22
İşyerimde her hafta belirli ürünlerin fiyatını artırırım ve üzerine “indirimde” diye yazarım..
Böyle yapmamda yanlış bir şey yoktur.
43
21
13
14
9
Belirli bir hedefiniz varsa ona ulaşmak için gereken her şey yerine getirilmelidir.
12
17
13
28
30
33
15
İş dünyasında iyi olan bir kişi başarılı bir işadamıdır.
11
20
21
Gerçek anlamda etik öncelikli olarak kişisel çıkarları düşünmeyi gerektirir
31
29
20
15
5
21
13
7
23
21
8
19
24
22
Fedakârlık yapmak etik değildir.
31
28
Bir kişiyi işine ve kararlarına göre yargılayabilirsiniz.
23
25
İnsan ürettiğinden fazlasını tüketmemelidir.
16
19
70 Mimar ve Mühendis
Yazarların iki farklı soru başlığı altında üç ayrı
grubun verdikleri cevapları yanda verilmiştir.
İş etiğinin ve etik algısının kişiden
kişiye farklılık gösterdiği görülmektedir. Bu bağlamda işletme öğrencilerinin etiğe ilişkin algılamaları kamu
yönetimi öğrencilerinden daha güçlüdür. Son yıllarda işletme bölümü
öğrencilerinin aldıkları birçok derste
sosyal sorumluluk ve etik konularının işlendiği bilinmektedir. Geleceğe
yönelik düşünüldüğünde bu durum
olumlu bir gelişme olarak görülebilir.
Yazarlar şu sonuca varmışlardır:
Kamu çalışanlarının diğerlerine nazaran düşük
olmakla birlikte, katılımcıların hepsi “bir işletmenin var olma (maddi ve manevi) nedeninin
para kazanmak” olduğu konusunda aynı algıya sahiptir. İşletmelerin
genel kabul gören temel amaçlarından birisi de “kar etmek” olduğundan,
bu sonuç oldukça anlamlıdır. Burada asıl önemli olan, bu amacı gerçekleştirirken insanların uygulamalarında iş ahlakı değerleri ve ilkelerine ne
ölçüde uygun davranıp davranmadıklarıdır. Çalışma kapsamındaki diğer
bulgular bir açıdan bazı ipuçları sunmaktadır. Bu bağlamda, öğrencilerin
“bayanlar baylara göre ahlaka daha uygun davranır” önermesine ilişkin
algısı ve “ahlakın daha çok duygusal yargılardan ibaret olduğuna” dair
inançlarının, kamu ve özel sektörde çalışanlara göre daha yüksek olduğu
görülmektedir. Yine her üç gruptan katılımcıların, ahlaklı olmak ile belli
bir yaşta, diğer bir ifadeyle yetişkin olmak arasında bir ilişki olmadığı
konusunda hemfikir oldukları anlaşılmaktadır. Kamu ve özel sektör
çalışanlarında ahlakın “eğitim ve öğretim ile aktarılabilen bir olgu” ve
“ahlak üzerinde akademik çalışma yapılması gereken önemli bir konu”
olduğu hususu, öğrencilere göre daha güçlü bir şekilde vurgulanmıştır. İş
hayatı içinde olanların bu tür bir inanca sahip olması, bir yönüyle çalışma
hayatı şartlarının, eğer güçlü bir ahlaki alt yapıya sahip değillerse, insanların ahlaki tutum ve davranışlardan daha kolay taviz verebileceklerini
düşündürmektedir. Bu durum iş ahlakının gençlerin yetişme evresinde
hem aile hem de okulda kazandırılması halinde iş hayatında iş ahlakına
uygun tutum ve davranışların yaygınlaşması ve sürdürülmesinin mümkün
olabileceği savını güçlendirmektedir. Nitekim katılımcı grupların ahlak
olgusunun “gerçek hayata aktarılabilir bir kavram” olduğu konusunda da
güçlü bir şekilde hemfikir olduğu anlaşılmaktadır.
Sonuç
Yapılan araştırmalarda gösteriyor ki gelenek ile modernin çatışması hep
olacak, gelenek yok olmadığı gibi modernde etkisini sürdürmektedir. Milletimizde modernleşme arzusu bulunmakla birlikte manevi değerlerden
de kopmak arzusu yoktur. Burada yapılması gereken Mevlana’nın dediği
gibi bir ayağımız gelenekte sabit durmalı, diğer ayağımızla modernle
mücadele etmeliyiz. Gelenek, kimliğimiz benliğimizdir. Kimliksiz ve benliksiz yaşanmayacağına göre yapılması gereken M. Akif’in dediği gibi
öz kültürümüzü mefkuremizi asrın idrakine hikmetle sunmak olacaktır.
Bu uzun soluklu bir cehddir. Bugünden yarına hemen olacak değil sürekli
yenilenen bir inançla, sürekli fetih anlayışı ile olacaktır.
Milletimizde modernleşme arzusu bulunmakla birlikte
manevi değerlerden de kopmak arzusu yoktur. Burada
yapılması gereken Mevlana’nın dediği gibi bir ayağımız gelenekte sabit durmalı, diğer ayağımızla modernle mücadele etmeliyiz.
İş Ahlakında Cinsiyet- Yaş ve Eğitim
Durumu Algısı ve Tutumları
Öğrenci
Özel Sektör Kamu Sektörü
Cinsiyet, yaş ve iş ahlakı
Ortalama Değer N Ortalama Değer N Ortalama Değer N
Bayanlar baylara göre ahlaka daha uygun davranır.
2.78 128 2.78 143
2.47 108
Ahlak daha çok duygusal yargılardan ibarettir.
3.13 126
2.79 141
2.49 108
Baylar ahlaki prensiplerinden taviz vermeye meyillidir.
2.98 128
2.96 141
2.75 107
Ahlaklı olmak yetişkin (belli yaşın üzerinde) olmayı gerektirir.
2.21 1271.92 142
1.93 108
Yetişkin baylar yetişkin bayanlara göre daha ahlakidir.
2.3 126 2.32 141
2.21 108
Gençler ahlaki kurallara daha fazla uyarlar.
2.24 127
2.27 141
2.21 107
Eğitim ve İş Ahlakı
Bir işletmenin var olma (maddi ve manevi) nedeni para kazanmaktır.
3.69 121
3.64 132
3.34 100
Ahlak eğitim ve öğretim ile aktarılabilen bir olgudur.
3.51 120 3.72 132
3.47 100
Ahlak üzerinde akademik çalışma yapılması gereken önemli bir konudur.
3.73 1204.12 132
4.18 99
Ahlak gerçek hayata aktarılabilir bir kavramdır.
4.15 119 4.27 130
4.18 99
Yüksek eğitim almış bireyler ahlaki prensiplere daha fazla önem verirler.
2.68 1202.55 132
2.51 99
Kişinin yaşı ile ahlaki davranışları arasında ilişki vardır.
2.98 120 2.87 131
2.86 100
Temmuz - Ağustos 2013 71
DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ
MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
ASGARİ MÜHENDİS ÜCRETİ
YENİDEN GÖZDEN GEÇİRİLMELİDİR
Yeni mezun veya yetişmiş kalifiye mühendisin asgari ücretlerle çalıştırılması veya işinin
gerektiği ücretin verilmemesi, aynı konumda olan personeller arasında farklı gelir seviyelerinin
olması, hak ettiği değerin verilmemesi, kamu kurumlarında kendi mesleğiyle alakalı olmayan
işlerde de çalıştırılması, mevkisi ve konumunda yükseltilmemesi, hem moral düzeyinin
azalmasını hem de iş veriminin düşmesine sebep olmaktadır.
MMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı, mühendis, mimar
üyeleri için brüt 2700 TL olarak belirlediği asgari ücreti SGK’ya bildir-
ve şehir plancılar için uygulanacak asgari ücret ile ilgili olarak 6 Şubat
mişti. Eğitim İlke-Sen, kamu sendikaları ve hükümet arasında devam
2013 tarihinde TMMOB Örgütlülüğüne yönelik bir açıklama yapmıştı.
eden toplu sözleşme görüşmeleriyle ilgili yaptığı eylemde taleplerini
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) ile Sosyal Güvenlik
açıklamış ve “En düşük kamu çalışanı maaşı, 3300 liralık yoksulluk sını-
Kurumu arasında yapılan protokol çerçevesinde mühendis, mimar ve
rının üzerine çıkarılmalıdır.” diyerek konuyu gündemde tutarak, daha
şehir plancılarının düşük ücretle çalıştırılmasına ve kayıtdışına karşı
çok tartışılmasına destek vermişti. Asgari Mühendis Ücreti hakkında
mücadele başlatılmış, bu çerçevede Elektrik Mühendisleri Odası da
Mimar ve Mühendisler Grubu'ndan görüşler aldık.
Şenol ARSLAN (YYM BAŞKAN YRD.)
Bir ülkenin globalleşen dünyada gelişmiş ülkeler seviyesine ulaşabilmesi ve kendine bu
düzende iyi bir yer sağlayabilmesi için iyi seviyede yetişmiş beyin gücüne ihtiyacı vardır. Bu
gücün başında yeni teknolojileri geliştirerek bir
adım daha ileri gitmesini, ülkenin kalkınması ve
gelişmesini sağlayacak olan mühendisler gelir.
Piyasada mühendisliğin değer olarak kabul
görmediği, teknik bilginin ise gerçek değerinin
verilmediği bir ülkede gelir düzeyinin yükselmesi beklenmez. Çok değil 20-30 yıl önce kız
çocuğunu evlendirecek anne babalar erkek
çocuğun mesleğinin mühendis veya doktor
olmasını sorgularlardı. Şimdilerde ise çocuk
ne kadar para kazanıyor diye soruyorlar. Yeni
72 Mimar ve Mühendis
mezun veya yetişmiş kalifiye mühendisin asgari ücretlerle çalıştırılması veya işinin gerektiği ücretin
verilmemesi, aynı konumda olan
personeller arasında farklı gelir
seviyelerinin olması, hak ettiği
değerin verilmemesi, kamu kurumlarında kendi mesleğiyle alakalı olmayan işlerde de çalıştırılması, mevkisi ve konumunda yükseltilmemesi, hem moral düzeyinin
azalmasını hem de iş veriminin düşmesine
sebep olmaktadır. Ne yazık ki ülkemizde de
burada sayılanlar gibi birçok örneğin olması sebebiyle bu yetişmiş insanlardan yeteri
kadar faydalanılmamakta ve varolan heves-
lerinin kırılmasına, iş yapma isteklerinin azalmasına neden olmaktadır.
Eğer bu kişiler hem maddi, hem
de manevi anlamda tatmin edilirse ülkenin geleceği açısından
her zaman daha faydalı oluşumlar ortaya çıkacaktır. TMMOB’un
yıllardır takipçisi olduğu mühendislere
yönelik asgari ücret belirleme çalışması yapılmaktadır. Ancak bu fiili uygulamada gerçekleşmemektedir. 2006 yılında yürürlüğe giren
SGK-TMMOB ilişkisi SGK’ nın da bu işin içine
girip takipçisi olabilecekse en azından asgari
belirlenen bedelin altında çalıştırılmaması gündemde olacaktır.
Piyasada
mühendisliğin
değer olarak kabul
görmediği, teknik
bilginin ise gerçek
değerinin verilmediği
bir ülkede gelir
düzeyinin yükselmesi
beklenmez.
Osman ŞAHBAZ (MMG Başkan Yrd.)
Mimar, mühendis ve şehir plancıları için
2013 yılı için belirlenen 2.700 tl, gerçekten
üretecek, yenilikleri ortaya koyacak, okumuş teknik insanlarımız için ne üretebilirlerki
sorusunu akla getirmektedir. Yeni mezun
mühendis için dahi bu ücret çok düşüktür.
Tabi, bu noktada Türkiye'nin gerçeklerini de
göz önünde bulundurmalıyız. Yeni mezun bir
mühendisin devlet dairesinde iş araması,
memurluğa dönük kendisini şartlandırması
bu da ayrı bir handikaptır. Türkiye'de okumuş,
teknik insanlarımızı bir de girişimci
ruhu ile donatırsak işte hem
Türkiye'nin, hem de bu yeni
mezun olan teknik insanların
önünü açmış oluruz.
Üreten, yeniliğe açık mühendisler için bu belirlenen brüt
asgari ücret tabii ki de tatmin edici
olmamakla birlikte, ülkemizin gelişmişliği ile
de doğru orantılıdır. Evet, teknik insanlar
Türkiye'yi kalkınma hamlesine hazırlayacak
ve bu yolda ekonomik gelişmişliğini
de yukarılara taşıyacaktır. Gelişen Türkiye'de hakça ve adaletli
paylaşım her alanda olmalıdır.
Merhametli ve ahlaklı toplumda
mühendiste, mimarda, işçi de hak
ettiği ücreti alacaktır. Günümüzde
günlük hayatın içerisine hak, adalet,
ahlak, sevgi ve merhameti ihdas edersek
bütün bu sorun gibi görünen birçok konunun
aslında sorun olmadığını da görürüz.
olması için SGK primlerinin kolayca ödenebileceği makul seviyeye
çekilmesi ve çalışanlar üzerindeki vergi yükünün hafifletilmesi
önem arz etmektedir. Aksi halde
bordroda gösterilmeyen binlerce kayıt dışı mimar ve mühendis
çalışacak ve bundan dolayı kamuyla
birlikte çalışan da mağdur olacaktır.
Ülkenin fiziki, teknik, sınai, sanatsal ve kültürel
değerlerini üreten bu yetişmiş insan gücünün
gerek resmi kurumlar ve gerekse kamuoyu
nezdinde hâla yeterince hak ettikleri itibarı
görmemesi bir handikap olarak ortada durmaktadır. Ülkemizi yetişmiş insan gücüyle
gelişmiş ülkeleri dahi kıskandıracak aydınlık
geleceğe ve güçlü Türkiye’ye taşımakta olan
mimar, mühendislerin politik hesaplar ve ideolojik yaklaşımlardan uzak bir oda yönetiminin
katkılarıyla daha da güçleneceği tartışmasızdır. Mimar ve mühendislerin
ekonomi, kültür ve sanat dünyasına ürettikleri değerler ülkenin
kalkınmışlığının göstergesi olarak görülerek, üretimden doğan
paylarına düşen gelirlerin de aynı
paralelde artırılması zaruridir. Benzer
alanlarda akıl almaz Ar-Ge bütçeleriyle inovasyon alanında önemli pay sahibi ülkelerin
çalışmalarına nispetle mütevazı bütçeli Ar-Ge
çalışmalarıyla büyük hamleler yaparak ülkemizi hızla kalkındıran yerli inovatörlerimize bu
çabaların karşılıkları layıkıyla verilmelidir.
Bütün bunların yanı sıra mimar ve mühendislerin maddi durumlarında sağlanacak iyileşmelerle birlikte meslekî prestij, sosyal haklar ve iş
zorlukları açısından sağlanacak ilave haklarla
toplumda hak ettikleri yeri almalıdırlar.
Mehmet Osmanlıoğlu (Mimar)
Ülkenin inovasyon, sanatsal ve kültürel değer
üretmeye dönük büyüme yapabilmesi için
mimar ve mühendislere olan ihtiyacında, toplam değerden mimar ve mühendisler yeterince
nasipleniyor mu? SGK ile TMMOB arasında
imzalanan protokole göre her yıl mühendislik,
mimarlık ve şehir planlama alanlarında meslek
icra eden disiplinlere ilişkin asgari ücret seviyesi belirleyerek Sosyal Güvenlik Kurumu'na
bildirecek, mühendis, mimar ve şehir plancıları
belirlenen asgari ücretin altında çalıştırılamayacaktır.
Buna göre; TMMOB tarafından 2013 yılı için
mühendis, mimar ve şehir plancılarının asgari
brüt ücreti 2.700 TL olarak belirlemiş olup
ilgili karar SGK‘ ya 07.12. 2012 tarihinde
gönderilmiştir. Söz konusu protokolle mimar
ve mühendislere sağlanan maddi imkânların
ilgili firmalarca uygulanabilir ve sürdürülebilir
Temmuz - Ağustos 2013 73
DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
Prof. Dr. Ali Osman ÖNCEL1,2
İstanbul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Jeofizik Mühendisliği Bölümü1
MMG Yönetim Kurulu Üyesi2
STANDARDİZASYONUN KÜRESEL
EĞİTİM VE MÜHENDİSLİK
UYGULAMALARINA ETKİLERİ
Mühendislik eğitiminde ve uygulamalarında
standartların kullanımının yaygınlaşması, iş
gücü ve ürünlerin küresel pazarlarda rekabet
gücünü arttırır. ABET/MÜDEK kriterlerini
sağlayan mühendislik fakültelerinin
çoğalmasıyla, bitirme projelerinin
uluslararası/ulusal standartlara uygun
yapılmasını sağlayacaktır. Mühendislik
Standardizasyon dersinin mühendislik
fakültesi ortak ders havuzuna mutlaka
girmesi gerekir. Yetkili kurumlar tarafından
yapılacak rapor ve proje denetimlerinde
standardizasyona geçilmesiyle kötü
mühendislik uygulamaları azalabilir.
STANDARDİZASYON YOKSA TEHLİKE BÜYÜR
Standartsız mühendislik hizmeti alan kurumların, standartsız,
kalitesiz ve riskli mühendislik uygulamalarına izin vermeyerek
kötü mühendislik uygulamalarına engel olması beklenir. Hizmette standart aranmazsa, standardizasyon esaslı çalışan
mühendislik uygulamaları yapan firmaların rekabet gücü zayıflar. Yasa ve yönetmeliklere girdiğinden dolayı talep edilen
mühendislik hizmetlerinin bir rutin olarak görülmesi hatalıdır.
İşin yapılış sürecinden daha çok şekilsel şartlarının sağlanmasını yeterli gören bir bakış açısı standartsız mühendislik hizmetlerine destek sağlamış olabilir. Bir deprem anında çürük
zemine veya çürük binalara sağlam raporu verilmesi gibi çok
uç örneklerin sayısal ve yerleşik dağılımı afetlerden (deprem,
heyelan veya dere yatağının taşması) sonra ortaya çıkar. Van
depreminden sonra, güya 2007 deprem yönetmeliklerine göre
yapılmış olduğu bilinen binaların hasar görmesi gibi tuhaf
durumlar ortaya çıkar. Yönetmelikler kusursuz veya güncel
olsa dahi, yönetmeliklerin hatalı uygulanmasına bağlı olarak
ortaya çıkan hatalı veya denetimsiz mühendislik uygulamaları
belli olmaktadır. Kısaca, zemin ve yapı incelemelerini deprem
öncesinde ve deprem sonrasında standartsız mühendislikle
yaptıran bürokratik veya idari zafiyetin varlığı anlaşılır.
STANDARDİZASYONA GEÇİLMESİ
KÖTÜ MÜHENDİSLİĞİ SİLER
Standartsız mühendislikle işlerin yapıldığı ilçe belediyeleri
veya kentlerde, standartlı mühendislik hizmeti veren firmaların
yaşaması zordur. İş tanımı ile işin özelliğiyle ilgili mühendislik
standartlarının teknik şartnamelerde birlikte yazılması gerekir.
Denetim sürecinde şekilcilik terk edilmeli, yapılan işin standardizasyonuna bakılmalıdır. Mühendislik uygulamalarında Avrupa
ve Dünya mühendislik standartları mevcut olmasına ve bazılarının TSE tarafından çevrilerek yayınlanması yaygın kullanılacağını garanti etmemektedir. Avrupa Birliği’ne aday bir ülke
olmamızdan dolayı, Avrupa Yer ve Yapı İnceleme Standartları
ülkemizde uyulması gerekli standartlar olarak dikkate alınası
gereken müktesebatları meydana getirir. Bunlara rağmen;
standartlar ülkemiz kurumları tarafından ya bilinmemekte ya
da standartlı mühendislik hizmeti maliyetleri yükselteceği için
görmezden gelinerek görev ihmali yapılmaktadır. Özellikle,
JFMO İstanbul Şube yönetimi olarak ilk ziyaretimizi TSE’ye
yaptık ve ASTM tarafından Jeofizik Mühendisliğiyle ilgili standartların önce çevrilerek ve daha sonrada Türk Standartları
olarak kabul edilmesini istedik. Ziyaretimizin ikinci adımı olarak, İnşaat Mühendisliği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Pelin Gündeş
74 Mimar ve Mühendis
Standartsız mühendislikle işlerin yapıldığı ilçe
belediyeleri veya kentlerde, standartlı mühendislik
hizmeti veren firmaların yaşaması zordur. İş tanımı
ile işin özelliğiyle ilgili mühendislik standartlarının
teknik şartnamelerde birlikte yazılması gerekir.
Denetim sürecinde şekilcilik terk edilmeli, yapılan
işin standardizasyonuna bakılmalıdır. Mühendislik
uygulamalarında Avrupa ve Dünya mühendislik
standartları mevcut olmasına ve bazılarının
TSE tarafından çevrilerek yayınlanması yaygın
kullanılacağını garanti etmemektedir.
Bakır mecliste ziyaret edildi. TSE bünyesinde zemin ve yapı inceleme
standartlarını belirleyecek bir komisyon kurulması huşunda yardımcı
olması istendi. Ülkemizde kentsel dönüşümün başladığı tarihi süreçte zemin ve yapı standardizasyonu konusunda uluslararası standartların TSE standartları olarak kabul edilmesinin önemli olacağı
belirtildi. TSE Genel Müdürüne ulaşmaya çalışması ve önerimize
iletmek için gayret göstermesine karşın standardizasyon konusunda,
TMMOB çatısı altında bir şube olarak yapmış olduğumuz kritik girişim sonuçsuz kaldı.
STANDARDİZASYON MÜHENDİSLİKTE
KALİTEYİ GARANTİ EDER
Standartsız mühendislik uygulamaları iş yerini bulsun yaklaşımıyla
talep edilirse, mühendislik hizmetlerinde kaliteyi önceleyen firmaların büyümeleri zordur. Hizmet alımında standart koşulu yoksa işi
alan firma mühendislik kalitesinden ödün vererek işini tamamlaya
zorlanacaktır. Doğal sonucu olarak, çalıştırdıkları mühendislere
asgari ücretin biraz üzerinde ücret teklif ettikleri veya verdikleri gibi
dünyada fazla olmayan düşük ücretli mühendis istihdamına mecbur
olabilir. Standartsızlık ülkemizin geleceğini ve mühendislik eğitiminin
varlığını tehdit eden en önemli sorundur. Yazının bundan sonra ki
bölümünde standartlara kısaca değinilecek ve standart çıkartan
kurumların tanıtımıyla devam edecektir.
STANDARDİZASYON UZLAŞMADIR
Yapılan işin süreçlerini veya hizmet veren mühendisin birikim düzeyinin değerlendirilmesinde kullanılan kurallara standartlar denir. En
basit şekliyle tanımı, bir ürünün üretilme ve kullanılma şekliyle ilgili
tüm tarafların katılımıyla ortaya çıkan uzlaşıdır . Ürün kelimesi, sistem
donanımı, kullanılan programlar, hesaplama ve uygulama biçimleri,
laboratuvar ve arazi deneyleri, yer ve yapı incelemeleri gibi daha çok
farklı mühendislik uygulamalarını kapsar. Standardizasyon kavramı
içerisine, terminoloji ve malzeme özellikleri, üretim süreç aşamaları,
ürünlerin test teknikleri ve matrisleri, veri işlem süresinin azaltılması,
raporlamada formatların geliştirilmesi, istatistik yaklaşımlar, analiz ve
değerlendirme gibi daha sayılabilecek pek çok konu girebilir.
STANDARDİZASYONDA HEDEF SIFIR PROBLEMDİR
Standardizasyon sürecinde başlıca genel özellikler olarak, aksaklıkların düzeltilmesi, çalışma performansının yükseltilmesi, yeni bilgilerin
dâhil edilmesi gibi ana özellikler standardizasyon sürecinde dikkate
alınır. Spesifik özellikler olarak, ihtiyaç odaklı ve yenilikçi olması,
uyumlu, uygun, kusursuz ve test edilebilir olması gibi özellikleri sağlaması beklenir.
STANDARDİZASYON BİLİNCİNİN ARTTIRILMASI GEREKİR
Standartlar yaşamımıza girmesine rağmen, standartlardan fazla
haberimizin olmamasının en başlı nedenlerinden birisi, standartların
farklı isimlendirme ve uzantılarla - düzenleme ve protokoller gibi
– farkında olmadan sessiz yürütülen düzenlemeler ve çalışmalarla
yürürlüğe girmesidir .
Temmuz - Ağustos 2013 75
DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
MÜHENDİSLİK STANDARDİZASYON EĞİTİMİ YETERSİZDİR
Yeni mezunlarla ilgili yapılan bir anket araştırmasında yeni mezunların meslek standartları konusunda bilgili olmadıkları anlaşılmıştır3.
Dünya’nın pek çok yerinde mühendislik eğitimi veren mühendislik
fakültelerinde ya standartlar hiç öğretilmemekte veya iyi öğretilmemektedir. Yeni Mezunlarda - Jeofizik Mühendisleri – Eksiklikler
konulu TMMOB Jeofizik Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi tarafından yapılan Web2 Tabanlı Ankette ortaya çıkan ve yeni mezunların standartlardan habersiz olmasıyla ilişkili sonuç, Dünya’nın
farklı ülkelerinde farklı mühendislikler içinde tekrar edilse sonuç
değişmeyebilir.
MESLEK ÖRGÜTLERİ STANDARTLAŞMAYA
GEÇİLMESİNDE HIZLI DAVRANMALIDIR
Şubemiz bünyesinde kurulan standartlar komisyonu çalışmasına
ve tüm çalışmalarını 15 Nisan 2012 yılında JFMO Genel Kurulunda
kabul ettirmesine karşın bugüne kadar standartlaşma hususunda
neden hala somut adımlar atılmadığı sürekli tartışma konusu
olmaktadır. Standartlaşmada gecikme, sektör içerisinde haksız
kazanç ve rekabete neden olur. Ücretlendirmede standartsızlığa
ve mağduriyetlere neden olduğu için çok kritik ve ivedilikle çözüme
kavuşturulması gereken bir durumdur. Özellikle, mühendislerin
günlük, haftalık veya toplamda aylık saha çalışmalarına kota
standardizasyonu getirilmesi durumuyla alakalı olarak, 2012 Genel
Kurulunda bir karar alınmasına karşın, kalitesiz mühendislik uygulamalarını frenleyecek mühendislik imza sayısına ortalama gün başına bir sayı standardizasyonu getirilecek hiçbir adım atılamamıştır.
Mühendislikte kalitesiz sabun raporların çoğalmasını engelleyecek,
mühendislik hizmetlerinin değerini arttıracak, mühendis başına
imza ve iş kotası konusunda standartlaşma arayışları ve talepleri
devam etmektedir.
MEZUNLARIN EĞİTİMİNDE
STANDARDİZASYON KURSLARI EKSİKTİR
JFMO İstanbul Şube olarak Mühendislikte Yaklaşımlar ve Standartlar
konulu bir seminer verdirdik ve ilk ziyaretimizi daha öncede ifade
edildiği gibi TSE’ye giderek gerçekleştirdik. TMMOB çatısı altında
ki meslek odalarında standartlar komisyonları olmasına – Jeofizik
Mühendisleri Odası - karşın bağlayıcı ve herkes tarafından uyulması zorunlu olacak mühendislik uygulamalarında standardizasyona
geçilemediğini yazının önceki bölümlerinde belirtmiştik. Standardizasyon eksikliğine bağlı olarak mühendislik uygulamalarında ortaya
çıkan kargaşa, sektör arasında lüzumsuz gerginliğe, bölünmeye ve
sektör tarafından verilen hizmette ise sektöre özel farklı uygulama
biçimlerine neden olmaktadır. Standartsız mühendislik uygulamaları, verilen mühendislik hizmetleri fiyatlandırmada büyük farklılıklara
neden olmakta ve bu farklılık nedeniyle sektörel kredibilitede erozyon
meydana gelmektedir. TMMOB bağlı odalar, mühendislik uygulamalarında uluslararası standardizasyonların anlaşılması için uygulamalı
eğitimler vererek ve etkinlikler düzenleyerek mühendislik hizmetlerinde standartların yaygınlaşmasını sağlayabilir. Mühendislik uygulamalarında standartları oluşturmada ve uygulamasının yaygınlaştırılmasında meslek örgütlerinin etkin ve başarılı olduğunu söylemek zordur.
76 Mimar ve Mühendis
Standartsız mühendislikle işlerin yapıldığı ilçe
belediyeleri veya kentlerde, standartlı mühendislik
hizmeti veren firmaların yaşaması zordur. İş tanımı
ile işin özelliğiyle ilgili mühendislik standartlarının
teknik şartnamelerde birlikte yazılması gerekir.
Denetim sürecinde şekilcilik terk edilmeli, yapılan
işin standardizasyonuna bakılmalıdır.
STANDARDİZASYON ÇALIŞMALARI EVRENSELDİR
Uluslararası Standartlar Organizasyonu (ISO)4, küresel standartları
belirleyen organizasyonlardan birisidir. ISO’ya bağlı dünyanın çok
farklı ülkesinde temsili çalışan organizasyonlar mevcuttur. Ülkemizde Türk Standartlar Enstitüsü (TSE)5 ve Amerika Ulusal Standartlar
Enstitüsü (ANSI)6 gibi örneklerini çoğaltabileceğimiz pek çok ulusal
ölçekte çalışan organizasyonlar bulunmaktadır. Dünyada birkaç
üniversite hariç mühendislik uygulamalarında Standartlı Mühendislik
Uygulamaları konulu dersler müfredata girmiş değildir. Ülkemizde
ve dünyada standartların amacını, gelişim süreçlerini ve uygulama
alanlarını bilen öğretim üyesi sayısı doğal olarak artmamaktadır.
MÜHENDİSLİK EĞİTİMİNDE KÜRESEL
–ABET- STANDARTLAŞMA
ABET7 Mühendislik ve Teknoloji Programları Akreditasyon Kuruludur
ve mühendislik fakültelerinde verilen eğitimin dünya standartlarına
uygunluğu hususunda talep olursa inceleme yapar ve yeterli düzeyde
ise denklik verir. Ülkemizde ABET kriterini sağlayarak denklik alan
üniversite sayısı bir elin parmakları kadardır8. Üniversitelerdeki
mühendislik programlarının içerik ve uygulamada eşitlenmesi amacıyla Üniversitelerde Mühendislik Eğitimi Standartları ABET belirler.
ABET’ten denklik alan mühendislik fakültelerinin kalitesinde denklik
sağlandığı düşünülür. ABET denklik sürecinin yaygınlaştırılmasıyla,
dünyanın farklı üniversitelerinden mezun mühendislerin diplomaların
her yerde geçerli olmaktadır. ABET kriterlerinden en önemlilerinden
biri, bitirme projelerinin (Seniour Project veya Graduation Project)
mühendislik standartlarına uygun yaptırılmasıdır9. Ülkemizde ABET
kriterlerini sağlayan üniversitelerin (İTÜ, ODTÜ, BİLKENT, BOGAZİÇİ
ve YAKIN DOĞU) sayısal azlığı düşünülürse mühendislik fakültelerinden yetişen yeni mezunların standardizasyon tabanlı mühendislik
projesi yaparak mezun olamayacakları beklenir.
JFMO İstanbul Şubesi olarak Mühendislikte
Yaklaşımlar ve Standartlar konulu bir seminer
verdirdik ve ilk ziyaretimizi daha öncede ifade
edildiği gibi TSE’ye giderek gerçekleştirdik. TMMOB
çatısı altında ki meslek odalarında standartlar
komisyonları olmasına – Jeofizik Mühendisleri Odası
- karşın bağlayıcı ve herkes tarafından uyulması
zorunlu olacak mühendislik uygulamalarında
standardizasyona geçilemediğini yazının önceki
bölümlerinde belirtmiştik. Standardizasyon
eksikliğine bağlı olarak mühendislik uygulamalarında
ortaya çıkan kargaşa, sektör arasında lüzumsuz
gerginliğe, bölünmeye ve sektör tarafından verilen
hizmette ise sektöre özel farklı uygulama biçimlerine
neden olmaktadır.
öğrencilik yapılmasıyla ve eğitim standartlarında ortak bir alt yapının
geliştirilmesiyle hedeflenen, gerek yükseköğretim gerekse iş imkanları açısından dünyanın diğer bölgelerinden kişiler tarafından tercih
edilir hale getirilmesi hedeflenmektedir.
MÜHENDİSLİK EĞİTİMİNDE AVRUPA BİRLİĞİ
–BOLOGNA- İÇİNDE STANDARTLAŞMA
BOLOGNA10 süreciyle Avrupa Yükseköğretim Alanı içerisinde yer
alan ülke vatandaşları, yükseköğrenim görmek ya da çalışmak
amaçları ile Avrupa’da kolayca dolaşabileceklerdir ve Avrupa Birliği
içerisinde kültürel değişimin gerçekleşmesi saplanabilecektir. Bu
amaçla, öğretim üyesi ve öğrenci mobilizasyonları teşvik edilerek
ve ortak danışmanlık bilimsel çalışmaların yapılmasıyla üniversiteler
arasında bilimsel çalışmaların artması hedeflenmektedir. Sonuç olarak, Avrupa Birliği içerisinde farklı üniversitelerde öğretim üyeliği ve
MÜHENDİSLİK FAKÜLTELERİNE
STANDARDİZASYON DERSİ KONMALIDIR
Dünya’da ABET denkliği almış Mühendislik Fakültelerinin çoğunda
mühendislik standartları eğitiminin verilmemesinin farklı nedenleri
olarak13; a) ihtiyaç olarak görülmemesi, b) eğitilmiş öğretim üyesinin
bulunmaması ve c) müfredat eğitiminde kullanılacak kaynakların
eksik olması gibi daha farklı pek çok neden olabilir. Mühendislik
Eğitiminde Standartlar konulu yapılan araştırmada ortaya çıkan
sonuçlara göre, Amerika’daki Mühendislik Fakülteleri standartların
öğretilmesinin, mühendislik eğitiminde öncelikli olmadığı ve küresel
MÜHENDİSLİK EĞİTİMİNDE ULUSAL
–MÜDEK- STANDARTLAŞMA
MÜDEK11 Mühendislik Eğitim Programları Değerlendirme ve Akreditasyon Derneği (MÜDEK), ülkemizdeki farklı mühendislik eğitim
programları için akreditasyon, değerlendirme ve bilgilendirme çalışmaları yapmaktadır. Türkiye'de mühendislik eğitimine bir standardizasyon getirerek eğitim kalitesinin yükseltilmesine katkıda bulunmak
amacıyla faaliyet gösteren bağımsız bir kuruluştur. Bugüne kadar
ülkemizde 30’dan fazla mühendislik fakültesini12 değerlendirmiştir.
Ülkemizde mühendislik eğitim kalitesinin yükseltilmesi amaçlı kurulmuş özgün bir standartlaşma biçimidir.
Temmuz - Ağustos 2013 77
DOSYA: MESLEK AHLAKI VE MÜHENDİSLİK ETİĞİ MAKALE • SÖYLEŞİ • GÖRÜŞ
MÜDEK, Mühendislik Eğitim
Programları Değerlendirme
ve Akreditasyon Derneği
(MÜDEK), ülkemizdeki
farklı mühendislik eğitim
programları için akreditasyon,
değerlendirme ve bilgilendirme
çalışmaları yapmaktadır.
Türkiye'de mühendislik
eğitimine bir standardizasyon
getirerek eğitim kalitesinin
yükseltilmesine katkıda
bulunmak amacıyla faaliyet
gösteren bağımsız bir
kuruluştur. Bugüne kadar
ülkemizde 30’dan fazla
mühendislik fakültesini
değerlendirmiştir. Ülkemizde
mühendislik eğitim kalitesinin
yükseltilmesi amaçlı kurulmuş
özgün bir standartlaşma
biçimidir.
ekonominin gelecek yıllarda büyümesiyle ilgili tahminlere bakılarak standartların kritik bir konu olarak görülmediği şeklinde bazı
düşünceler ortaya çıkmıştır. Standartların gelişim ve yayılmasında
merkez olan Amerikan üniversitelerinin bir kaçı (University of Colarado (Boulder), University of Pittsburgh ve Catholic University of
America) dışında mühendislik eğitiminde standartlar başlı başına bir
ders olarak öğretilmemektedir. Ana dersin adı veya başlıca teması
standartlar olan ders sayısı azdır ve standartlar kısmen mühendislik
etiği başlıklı dersler içinde öğretilmektedir. Ülkemizde ise durumun
Amerika’dan farklı olmadığını ve yeni mezunların çoğunlukla standardizasyon eğitimi almadan mezun oldukları söylenebilir.
SEKTÖR TABANLI ÜNİVERSİTE EĞİTİM
STANDARDİZASYONU YARARLI OLACAKTIR
Kamu veya özel sektör standart tabanlı çalıştığına ve çalışmaya
yasalarla zorlandığına göre, standardizasyon eğitimi alan mezun
mühendislere ihtiyacı olacaktır. Sektörün ihtiyacına uygun mezun
verilmesi ancak sektörden kopuk bir mühendislik eğitiminin başta
Amerika olmak üzere ülkemizde de geçerli olduğunu göstermektedir.
Bu açıdan bakılırsa, mühendislikle ilgili STK’ların ve TMMOB çatısı
altındaki odaların kendi mühendislik birimleriyle ilgili standartların
kendilerine bağlı üyelerce bilinmesi ve uygulamalarda standartlı
mühendislik çalışmalarını araması gerekir. İlave olarak, meslek
örgütlerinin Yüksek Öğretim Kurumu olmak üzere üniversitelerle
iletişime geçmesi ve sektörde kullanılan standartların üniversitelerde
öğretilmesini talep etmesi yararlı olabilir. Mühendislikte Standardi78 Mimar ve Mühendis
zasyon Eğitimi konulu bir dersin veya eğitimin içeriği belirlenebilir ve
sertifika düzeyinde STK’lar ve odalar tarafından verilerek yeni veya
eski mezunların eksiklikleri kısmen tamamlanabilir. JFMO İstanbul
Şube olarak belediyelerde “Jeofizik Standartlar” konulu bir çalıştay
yaparak, İstanbul içindeki tüm ilçe belediyelerince yaptırılacak işlere bir standart getirilmesi amaçlanmıştır. Bununla ilgili bütün ilçe
belediyelerine yazı yazılmış ve katılacak belediye mühendisleriyle, yer
inceleme projeleri için “İstanbul Jeofizik Standartları“nın oluşturulması toplantıları yapılması planlanmaktadır.
MÜHENDİSLİKTE STANDARDİZASYON EĞİTİMİ VE İÇERİĞİ
Standartlar başlıklı bir derste olması gereken en temel konular;
standartların amacı, standartların türleri, standartların kaynakları,
standartların gelişim süreçleri, en önemli ve kritik standartlar ve
standartların doğru kullanılmasının teorik ve uygulamalı öğretilmesi
şeklinde belirlenebilir.
STANDARDİZASYON KALİTEDE REKABETİ SAĞLAR
Kullanılan standardın hassasiyet ve itibar derecesine bağlı olarak
piyasaya sürülen ürünlerde, kalite yükselmesi ve tüketicide güvenin
artması, temel maliyetlerde azalma, üretimde artış ve pazar alanında büyüme sağlanır. Çünkü standart esaslı çalışma veya üretim, tekrarları azaltır ve kaynak savurganlığını önler, teknolojide gelişim ve
transfere, ticaretin kolaylaşmasına, mevcut pazar istikrarının sağlanmasını ve hukuki ihtilafların azalmasını temin ederek gerçekleştirir.
Standardizasyonla ilgili olarak ülkemizde, Avrupa’da ve dünyada pek
çok standart mevcuttur. Bu yazının amacı bütün standartlarla ilgili
detay vermek değildir ve bu nedenle en önemli uluslararası ASTM
standartları hakkında kısaca bilgi verilecek ve jeofizik mühendisliği
özelinde gelişen standartlar anlatılarak örnekleme yapılacaktır.
AMERİKA MALZEME VE TEST STANDARTLARI (ASTM)
1898 yılında bir grup mühendis tarafından kurulmuş ve kurulduğu
yıllarda demiryollarında kullanılan çelikte bir standart olması gerektiğini savunmuştur. Benzer amaçlarla ASTM günümüzde de çalışmalarını sürdürmekte, özel konularda üreticiler ve tüketicilerin uzlaşma
süreçlerini gönüllülük esasına bağlı takiben yapmaktadır. ASTM
günümüzde her yıl ortalama 10,000’den fazla standart yayınlamaktadır. ASTM Dijital Kütüphanesi14 içinde bulunan standartlar
uluslararası mühendislik standartları olarak kullanılır. Mühendislerin
ihtiyaç duydukları teknik bilgiye internet üzerinden ulaşabilecekleri
kapsamlı bir koleksiyona sahiptir. Yapı jeofiziği, yapılaşma jeofiziği,
deprem mühendisliği, uzay mühendisliği, biyomedikal, kimya, çevre,
jeolojik, halk sağlığı ve güvenliği, endüstriyel tasarım, tekstil, lastik,
plastik, malzeme bilimi, mekanik, nükleer, petrol, toprak bilimi, vb.
gibi önemli mühendislik alanlarında yol gösterici bir bilgi kaynağıdır.
Jeofizik mühendisliğiyle ilgili olarak örnek verilmesi gerekirse, 1990
yılında Jeofizik Yer İnceleme çalışmalarıyla ilişkili tek bir standart
mevcuttu15. Standart iyi olmasına karşın, uygulama sürecinde Jeofizik mühendisleri bazı hataları fark ettiler ve benzer nedenlerden dolayı mevcut Jeofizik Standartlarının sayısı zaman içerisinde tür ve sayı
olarak arttı16. Ülkemiz dışında belirlenmiş ve geliştirilmiş standartları,
ülkemizde ki meslek örgütleri tarafından meslek uygulamalarında
öğrenilmesi ve uygulanması zorunlu standartlar haline getirilmesi
çalışması yeterli düzeyde yapılmış değildir. Özellikle, Yer İnceleme
Projelerinde uygulanacak yöntemler sıralanırken, uygulama sürecinde uyulması gereken standardizasyonun belirtilmemesi çelişkili ve
eksik bir durumu göstermektedir. Diğer meslek uygulamalarında
ise uygulamaların farklı olduğu düşünülmemektedir. Örnek olarak,
ülkemizde yüksek yapılaşma bütün hızıyla devam etmektedir, fakat
ülkemizde Yüksek Yapılaşmada uyulacak standartların hala yürürlü-
ğe girmemesi, yüksek yapılaşmada farklı standardizasyonlara bağlı
olarak bir kaotik yapılaşmaya neden olmaktadır.
SONUÇ
Ülkemizde standart tabanlı üretim ve uygulamaların denetlenmesinde Meslek Örgütlerine ve STK’lara daha fazla görev ve yetkilerin
verilmesi gerekir. Denetim şekilsel olmaktan çıkarak standartlara
uygunluk açısından bir teknik denetim düzeyine getirilmelidir. Denetim sürecinde standart tabanlı denetim ve incelemeler sonucunda
kötü mühendislik uygulamalarını azaltarak kamunun zarara uğratılmasına engel olunabilir. Mühendislik Standartları ve Uygulamalı
Kullanımı konusunda sürekli eğitim verilmeli ve bu eğitimlerden
geçme şartına bağlı olarak Profesyonel Mühendislik uygulamalarına
kademeli geçilmesi ülkemizde teşvik edilmelidir. Katkı belirtme.
ODTÜ Emekli Öğretim Üyesi Polat Gülkan hocama yazının gelişim
sürecinde yapmış olduğu önerilerden dolayı teşekkür ederim.
KAYNAKlar
1
Notes adapted from Rich Fields, “The Importance of Standards in Engineering.”
2
John Gibbons, Forward to U. S. Congress Office of Technology Assessment TCT-512,
Global Standards: Building Blocks for the Future, March 1992
3
JFMO İstanbul Şune, 2013. Yeni Mezunlarda – Jeofizik Mühendisleri – Eksiklikler
Anketi.
4
http://www.iso.org/iso/home.html
5
http://www.tse.org.tr/
6
http://www.ansi.org/
7
http://www.abet.org/
8
http://www.abet.org/substantial-equivalency-turkey/
9
Criteria for Accrediting Engineering Programs, Effective for Evaluations During the
2008-2009 Accreditation Cycle, November 3, 2007, ABET , Inc
10
https://bologna.yok.gov.tr/?page=yazi&i=3
11
http://www.mudek.org.tr/tr/ana/ilk.shtm
12
http://www.mudek.org.tr/tr/akredit/akredite2013.shtm
13
CUA CGSA, 2004 Standards Survey
14
http://www.astm.org/DIGITAL_LIBRARY/index.shtml
15
Field Measurements of Soil Resistivity Using the Wenner Four-Electrode Method”
(G-57).
16
http://www.nsgg.org.uk/links/
Temmuz - Ağustos 2013 79
MAKALE
Ali KILIÇ Elektrik Mühendisi
Yeni Türk Ticaret Kanunu'na
Firma Olarak Hazır mısınız?
Yürürlüğe girmesiyle birlikte, Türkiye'de ticaret siciline kayıtlı olan 100 bini anonim şirket, 700 bini
limited şirket, 800 bini şahıs şirketi (kolektif şirket ve adi komandit şirket dahil) olmak üzere toplamda
1,5 milyona yakın şirketi etkileyecek yasa. Peki firma olarak bu yasaya hazır mısınız?
Yeni Türk Ticaret Kanunu;
• 13 Ocak 2011’de kabul edildi.
• 14 Şubat 2011’de 27846 sayılı resmi gazetede yayınlandı.
• 1535 Maddeden Oluşuyor;
850 maddesi yenidir.
• 1 Temmuz 2012’de yürürlüğe girdi.
• Kanunla birlikte, yasal defterlerin Vergi
Usul Kanunu’na göre düzenlenmesine devam
edilecektir.
• Kanunun 64 ve 88. maddesine tabi gerçek
ve tüzel kişiler münferit ve konsolide mali
tablolarını düzenlerken, “Kamu Gözetimi,
Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu”
tarafından yayımlanan, Türkiye Muhasebe
Standartlarına, kavramsal çerçevede yer alan
muhasebe ilkelerine ve bunların ayrılmaz parçası olan yorumlara aynen uymak ve bunları
uygulamak zorundadırlar.
• 1 Temmuz 2012 halka açık şirketlerde Riskin Erken Teşhisi Komitesi kurulmuş olmalıdır.
• 1 Temmuz 2013’den itibaren her sermaye şirketinin bir internet sitesi açması ve
kanunda belirlenen bilgileri (Finansal tablolar,
kanunen açıklanması gerekli ara tablolar,
özel amaçlarla çıkarılan bilançolar vb) bu web
sitesinde yayınlaması gerekecektir.
80 Mimar ve Mühendis
Amaçları arasında;
• Uluslarası platformda anlaşılabilir ve kıyaslanabilir raporlar sağlanması
• Her an yayınlanabilen şeffaf ve kamu yararını gözeten raporlamaların sağlanması
• Yabancı yatırımları ve yabancı ortaklıkları
teşvik etmeyi sağlayan uluslararası standartlarınsağlanması
• Uluslararası pazarlarda müşteriler ve
satıcılar ile aynı raporlama standartlarının
sağlanması
• Kayıt dışı ekonominin ortadan kaldırılması
Uluslarası Standartlar
Görevlerin
Ayrılığı
Bütçe
Planlama
Yeni TTK
İç ve Dış
Denetim
Konsolidasyon
Şeffaflık
Yeni Türk Ticaret Kanunu ile Şirketlerin
Yasal Yükümlülüklerive Bilişim Teknolojileri
Yeni TTK ile teknolojinin ayrılmaz bir ikili
olduğunu ve kuruluşların Yeni TTK ile uyum
sürecinde yasal yükümlülüklerini yerine getirebilmek için teknolojik altyapı yatırımları
yapmasının kaçınılmaz hale geldiğini görüyoruz. Bu noktada, önümüzdeki dönemde
başta büyük sermaye şirketleri olmak üzere
tüm anonim ve limited şirketler yeni TTK ile
uyumlu hale gelmeyi sağlayacak, çok önemli
altyapı yatırımları yapmak zorundalar.
Yeni TTK, firmalara çok ciddi yükümlülükler
getirirken, bir yandan da firmaların daha iyi
yönetilmesi anlamında sağlam temeller
atabilmek için fırsatlar yaratıyor. Kanun,
firmanın Yönetim Kurulunun devredilemez
sorumlulukları arasında üç tane unsurdan
bahsediyor. “Muhasebe, finans denetimi,
firmanın faaliyetinin gerektirdiği ölçüde
finansal planlama sistemini kurulmasını”
yönetim kurulunun devredemeyeceği görevleri arasında sayıyor. Muhasebe ile kast
edilen, Uluslararası Finansal Raporlama
Standartlarıyla (IFRS) uyumlu raporlama
yapabilecek muhasebe sisteminin kurulması; finans denetimi ile kast edilen bir
iç kontrol sisteminin kurulması ve finansal planlamadan kastedilen ise IFRS ile
uyumlu bütçe ve planlama yapılabilmesidir.
Bu yükümlülüklerin iş süreçlerini gözden
geçirerek gerekli teknoloji altyapı yatırımlarını yapmadan, gerekli organizasyonel
yapıları kurmadan karşılanmasının mümkün
olmadığını söyleyebiliriz.
Yeni Türk Ticaret Kanu’ na ayak uydurabilen şirketler finans, bilgi işlem altyapısı
ve organizasyonel olarak etkin ve verimli
çalışabilen şirketler olacaktır. Şirketlerde
büyüme ve sürekliliğin odağında operasyonel, finansal ve mevzuat uyum risklerini
dikkate alarak doğru ve zamanlı karar
verebilen mekanizmalar yer almaktadır. Bu
mekanizmalara bilgi akışının sağlanması
ve gelen bilgilerin kalitesinin kontrolü noktasında finansal işler bölümlerinin önemi
ortaya çıkmaktadır. Türkiye'de finansal işler
(Muhasebe ve Finans) bölümlerinin genelde
kayıt tutan, vergi konularını çözümleyen
ve şirketin finansmanı konularında şirketi
sürükleyen bölümler olarak algılanmaktadır.
Hızla değişen rekabet ortamında finansal
işler bölümlerinin şirketin tüm operasyonlarına hakim, şirketin diğer sistemleri ile
bütünleşmiş ve şirket hakkında her türlü
Hızla değişen rekabet ortamında finansal işler bölümlerinin şirketin tüm
operasyonlarına hakim, şirketin diğer sistemleri ile bütünleşmiş ve şirket
hakkında her türlü bilgiyi anlık olarak raporlayabilen, problem anlarını
anında tespit edebilen bir şekilde çalışması gerekmektedir. Bilgi akışında
aksama, şirketin tüm faaliyetleri etkileyen ve sonuçta verimsizliğe ve kar
kaybına neden olabilmektedir.
bilgiyi anlık olarak raporlayabilen, problem
anlarını anında tespit edebilen bir şekilde
çalışması gerekmektedir. Bilgi akışında aksama, şirketin tüm faaliyetleri etkileyen ve
sonuçta verimsizliğe ve kar kaybına neden
olabilmektedir.
Yeni TTK’ da getirilen yeniliklerin özeti olarak: Modern işletme ekonomisinin finansal
bölümler için uygun gördüğü, yönetimin
daha etkin kararlar almasını sağlamak amacıyla bilgiye zamanında ve doğru olarak ve
etkin bir altyapı ile ulaşmanın gerekliliğidir.
Ayrıca finansal işler bölümlerinin sorumlulukları arasında, eldeki bilgiyi geleceğe
yönelik olarak analiz ederek şirketin karar
mekanizmalarına katkıda bulunması da yer
almaktadır.
Etkin altyapı ve katma değerli hizmet kavramlarını daha iyi anlamak adına mali işler
bölümlerinin yerine getirdiği temel işlevler 3
ana grupta toplanabilir:
1. Operasyonel işlemler
Günlük verilerin oluşması ve saklanması.
2. Muhasebe ve çeşitli Mevzuat uzmanlıkları gerektiren işlemler
Periyodik olarak yapılan resmi işlemler,
çeşitli beyannameler, bilanço vs. yasal
raporlamalar…
3. Karar destek işlemleri (Bütçe/Planlama, Yönetim Raporlaması, Dashboard)
Türkiye'de genelde şirketlerin ilk iki fonksiyonu, nitelikli insan gücüne ve organizasyonel
ve sistemsel altyapıya yatırım yapmadan,
emek yoğun kaynaklar ile yürütme yoluna gitmişler, karar destek işlevine ise yeteri kadar
önem vermemişlerdir. 3. üncü fonksiyona zaten gereken önemi veremeyen şirketler, bilgi
işlem altyapısına etkin ve verimli yatırımların
yapılmamasından dolayı da ilk iki fonksiyonun çıktısı olan operasyonel ve finansal
bilgileri karar destek mekanizmalarında kullanamamışlardır. Yeni Türk Ticaret Kanununun, şirketin karar mekanizmalarına katkıda
bulunması için gerekli gördüğü maddeleri ve
bu maddelerin bilişim teknolojileri altyapısı
çözümleri aşağıdaki tabloda belirtilmiştir.
Temmuz - Ağustos 2013 81
MAKALE
Yeni Türk Ticaret Kanunu Maddesi
Bilişim Teknolojileri Altyapı Çözümü
Madde 375 - Muhasebe, finansdenetimi ve
Bütçeleme ve Planlama Çözümleri
şirketin yönetiminin gerektirdiği ölçüde,
finansal planlama için gerekli BT altyapısının kurulması.
Madde 398 - (3) Topluluğun finansal
Yasal Konsolidasyon ve Raporlama
tablolarının denetiminden sorumlu olan
Çözümleri
denetçi, topluluğun konsolide tablolarına
alınan şirketlerin finansal tablolarını, özellikle konsolidasyona bağlı uyarlamaları ve
mahsupları, birinci fıkra
anlamında inceler.
Madde 524 - (1) Anonim şirketin ve top-
Yasal Raporlama ve Faaliyet Raporlaması
luluğun finansal tablolarını düzenlemekle
Çözümleri
yükümlü ana şirketin yönetim kurulu,
bilanço gününden itibaren altı ay içinde;
finansal tabloları, yönetim kurulunun yıllık faaliyet raporunu, kâr dağıtımına ilişkin
genel kurul kararını, denetçinin 403 üncü
madde uyarınca verdiği görüşü ve genel
kurulun buna ilişkin kararını, Türkiye
Ticaret Sicili Gazetesi’nde ilan ettirir ve
şirketin internet sitesine koyar.
Madde 378 - (1) Pay senetleri borsada
İş Zekası / Raporlaması,
işlem gören şirketlerde, yönetim kurulu,
Erişim Yönetimi,
şirketin varlığını, gelişmesini devamını
Süreç Yönetimi,
tehlikeye düşüren sebeplerin erken teşhisi,
Risk Yönetimi Çözümleri,
bunun için gerekli önlemler ile çarelerin
uygulanması ve riskin yönetilmesi amacıyla, uzman bir komite kurmak, sistemi
çalıştırmak ve geliştirmekle yükümlüdür.
Diğer şirketlerde bu komite denetçinin
gerekli görüp bunu yönetim kuruluna
yazılı olarak bildirmesi hâlinde derhâl
kurulur ve ilk raporunu kurulmasını izleyen bir ayın sonunda verir.
Madde 1525 - (1) Tarafların açıkça anlaş-
e-Defter,
maları ve 18’inci maddenin üçüncü fıkrası
e-Fatura,
saklı kalmak şartıyla, ihbarlar, ihtarlar,
e-Arşivleme Çözümleri
itirazlar ve benzeri beyanlar; fatura, teyit
mektubu, iştirak taahhütnamesi, toplantı
çağrıları ve bu hüküm uyarınca yapılan
elektronik gönderme ve elektronik saklama sözleşmesi, elektronik ortamda düzenlenebilir, yollanabilir, itiraza uğrayabilir ve
kabul edilmişse hüküm ifade eder.
82 Mimar ve Mühendis
Yeni TTK’ da getirilen yeniliklerin
özeti olarak: Modern işletme ekonomisinin finansal bölümler için
uygun gördüğü, yönetimin daha etkin
kararlar almasını sağlamak amacıyla
bilgiye zamanında ve doğru olarak
ve etkin bir altyapı ile ulaşmanın
gerekliliğidir. Ayrıca finansal işler
bölümlerinin sorumlulukları arasında,
eldeki bilgiyi geleceğe yönelik olarak
analiz ederek şirketin karar mekanizmalarına katkıda bulunması da yer
almaktadır.
Yukarıdaki çözümler ile sağlanacak yapılandırma ve iyileştirmeler ile finansal birimler ve karar destek birimleri, bilgiye doğru ve zamanında
ulaşarak daha etkin bir rol oynayabilecektir.
Sonuç olarak:
Yeni TTK’ya uyum, yasal bir zorunluluk
olmasının ötesinde, firmaların iş süreçlerini
geliştirerek, hem yerel hem de global pazarda
güçlenmesini sağlayacak düzenlemeler olarak
değerlendirilmelidir. Geçiş dönemi kolay olmamakla birlikte, değişikliklere uyum sağlama
konusunda doğru planlama ve doğru iş ortakları ile yola çıkarak, hem geçiş sürecine hem
de uzun vadeli değişikliklere hazırlıklı olmak
gerekir. Bu hazırlık aşamasında, kurumların
mevcut bilişim teknolojilerini, kanun gerekliliklerini yerine getirmek ve getirdiği faydalardan
maksimum seviyede yararlanmak üzere tekrar
gözden geçirmesi kaçınılmaz olmuştur. Yeni
TTK, Türk ticaret hayatını düzenleyen ve değiştiren pek çok madde içeriyor. Bilgi teknolojileri
açısından bakıldığında ise firmaların UFRS
(Uluslarası Finansal Raporlama Standartları)’ye
uygun raporlama yapması, bütçe planlama
ve takibinin gerekliliği, grup şirketlerinde
konsolidasyon zorunluluğu, halka açık şirketlerde sadece risk yönetiminden sorumlu bir
komitenin kurulması, dijital şirketleşmeye
imkan sağlayacak e-imza, e-belge, e-arşivleme,
yönetim kurulunun toplantılarını elektronik
ortamda yapmasına imkan sağlayan maddeler içermektedir. Bu değişikliklerin getireceği
süreç güncellemelerinin, her firma özelinde iyi
tasarlanması, yeniliklere açık esnek bir sistemle
desteklenmesi gereklidir. Eğer sistemler iyi
kurgulanmazsa bu yenilikler, şirketlerin rekabet
gücünü arttıran düzenlemeler olmaktan çıkıp
çalışanların ve firmanın üzerine ek bir iş yükü
getiren kurallar olarak hedefinden uzaklaşabilir.
Harun URUL İş Müfettişi / MMG İş Sağlığı ve Güvenliği Komisyonu Başkanı
Bir Sosyal Sorumluluk: İş Sağlığı ve Güvenliği
Kelime anlamı olarak huy, karakter, mizaç gibi anlamlar taşıyan, Arapça hulk kelimesinin çoğulu olan
ahlak, yüzyıllar boyunca insanların iyi olarak nitelendirilen davranış biçimlerinin genel bir ifadesi
olarak tanımlanmıştır. Diğer bir ifadeyle ahlak, insanın iyi veya kötü olarak nitelendirilmesine sebep
olan manevî vasıfları, huyları ve bunların etkisiyle ortaya koyduğu iradeli davranışlarının bütününe
verilen addır. Bu yazıda iş ahlakı içerisinde yer alan ve işverenlerin çalışanlarına karşı bir hukuki
sorumluluk olmasının yanında ayrıca sosyal bir sorumluluk da olan iş sağlığı ve güvenliği hususu genel
hatlarıyla ele alınacaktır.
AHLAKİ KURALLAR
Ahlaki kurallardan bahsederken, bu kuralları
hem bireyler açısından hem de tüzel ya da
gerçek kişilik vasfındaki ticari işletmeler
açısından değerlendirmek mümkündür.
Bir insanın herhangi bir konuda sözünde
durmaması nasıl ahlaki olmayan bir davranış
ise aynı şekilde bir işletmenin müşterilerine
karşı sözünde durmaması da ahlaki olmayan
bir davranıştır. “İş ahlakı” genel olarak, iş
dünyasındaki mal ve hizmet üretim, satış ve
tüketim sürecindeki doğru ve yanlış davranışları ifade etmektedir. Literatürde iş ahlakı
yerine, “şirket ahlakı”, “firma ahlakı”, “işletme
ahlakı”, “ticaret ahlakı” gibi ifadeler de kullanılmaktadır. Tarihsel gelişimi incelendiğinde
iş ahlakının antik çağlara kadar uzandığı, Eski
Yunan ve Antik Roma’da ticaretin insanları yalan söylemeye ve çıkarcılığa teşvik
ettiği inancı neticesinde tüccarlara iyi gözle
bakılmadığı görülmektedir. Sanayileşmeden
önce iş ahlakı daha çok geleneklere ve dini
inançlara göre şekillenmiştir. Bu dönemde
ekonomik süreç ve çalışma ilişkileri üzerinde önemli etkiye sahip olan dini inançlar,
çalışma hayatında uyulması gereken ahlaki
kuralların en önemli belirleyicisi durumunda-
dır. Sanayileşme ile birlikte endüstri toplumu
oluşmuş ve çalışma hayatındaki ahlaki
değerleri belirleyen dini unsurlar geri planda
kalmıştır. Hristiyanlığın ilk zamanlarında
kilisenin, ticaret ve servete şüpheyle baktığı
ve bu bağlamda faizin yasaklandığı görülürken; sonraları sömürgecilikle birlikte hızlanan
seri üretim ve sanayileşme ile iş dünyası ve
kilise arasındaki çekişme artmıştır. Bununla
birlikte, oluşan yeni iktisadi sistem için dini
ve psikolojik alt yapı hazırlanarak faiz dinen
meşrulaştırılmış, ticari başarı ve servet
önemli olgular haline gelmiştir. Dini inançların
geri plana itilmesi, iş hayatında ahlaki bir
boşluk oluşturmuş ve bu durum işçi-işveren
ilişkilerinin olumsuz şekilde etkilenmesine
neden olmuştur.
GELİŞİM SÜRECİ
İş ahlakı ile ilgili sistematik gelişmelerin 20.
yüzyıl başlarında meydana geldiği söylenebilir. Bu dönemde ABD ve Avrupa’da geleneksel
liberal anlayışa karşılık sosyalist akımın ön
plana çıktığı ve iş ahlakı ile ilgili hususların
yeniden ele alındığı görülmektedir. Özellikle,
işletmelerin aşırı kâr elde etme istekleri, gelir
dağılımındaki adaletsizlik ve sanayileşmenin
çalışanlar üzerindeki olumsuz etkileri iş ahlakı
konusunda yeni gelişmelerin ortaya çıkmasını
sağlamıştır. Buna ek olarak, iş güvenliği,
çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve adil
ücret paylaşımı ile ilgili yasal düzenlemeler
yapılarak işletmeler için zorunlu hale getirilmiştir. 1920 ve 1050 yılları arasında ABD’de
iş ahlakı ilkelerinin belirlenmesi, ticaret faaliyetlerinde bazı standartların geliştirilmesi ve
reklamların gerçeği yansıtması gibi konuların
üzerinde durulmuştur. Ayrıca, kişi odaklı iş
ahlakı anlayışı yerine işletme merkezli iş anlayışı benimsenmiştir. 1950’den sonra gerek
ABD’de gerekse Avrupa’da ekonomi gelişerek
refah düzeyi artmıştır. Bu dönemde büyük
ölçekli şirketler gittikçe uluslararası nitelik
kazanmış ve bu sayede çok uluslu şirketler
oluşmuştur. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra
kentlerin sağlıksız gelişimi, çevre kirliliği ve
çok uluslu şirketlerin gittikçe daha büyük hale
gelmesi gibi unsurlar, sosyal ve ekonomik
sorunların daha çok dikkat çekmesine yol
açmıştır. İş ahlakına uymayan faaliyetlerde bulunan dev firmalara karşı eleştiriler
artmaya başlamıştır. 1980’lere gelindiğinde
iş ahlakı konusunda akademik çalışmalar ön
plana çıkarak üniversitelerde bu konu ile ilgili
dersler okutulmaya başlamış ve araştırmalar
Temmuz - Ağustos 2013 83
MAKALE
kaybının ve gider artışının telafisi amaçlanmaktadır. İş sağlığı ve güvenliği mühendislik
bilimleri, tıp bilimi ve sosyal bilimleri de içine
alan multi-disipliner bir alandır. İşletmelerde iş sağlığı ve güvenliğinin tam anlamıyla
sağlanması işyeri hekimleri, iş güvenliği
uzmanları, işverenler, çalışanlar ve devlet gibi
tüm tarafların birlikte çalışmaları ile mümkün
olmaktadır. İş sağlığı ve güvenliği ile ilgili
atılan her olumlu adım çalışanların sağlık ve
güvenliklerini sağlamakla birlikte üretimde
verimliliği de artırmaktadır.
yapılmıştır. 1990 yılından sonra küreselleşme ile birlikte iş ahlakı da küresel düzeyli bir
unsur haline gelmiştir.
AHLAK VE SOSYAL
SORUMLULUK BAĞLANTISI
İşletmeler ekonomik birimler olduğu gibi
aynı zamanda sosyal birimlerdir. Dolayısıyla işletmelerin kendi çalışanları, işletme
ortakları ve yöneticileri gibi iç paydaşlarına;
devlet, müşteriler, toplum ve doğal çevre
gibi dış paydaşlarına karşı sorumlulukları
bulunmaktadır.
Sosyal sorumluluk iş ahlakının bir gereği
olup iş ahlakı ile sosyal sorumlulukları
birbirinden ayrı düşünmek olanaksızdır.
Bir işletmenin çalışanlarına karşı sosyal
sorumluluklarının başında hiç şüphesiz çalışma koşullarının en iyi şekilde sağlanması
ve olası iş kazası ve meslek hastalıklarına
karşı gereken iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınması gelmektedir.
İşletmelerin bu sosyal sorumluluktan kaçınması pek çok kötü durumun oluşmasına
neden olmaktadır. Bunların başında iş kazası
veya meslek hastalığı sonucu meydana
gelen ölüm olayları gelmektedir. İş kazaları
ve meslek hastalıkları yüzünden her geçen yıl
yüzbinlerce insan hayatını kaybetmekte ve
milyonlarcası da yaralanmaktadır. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (İLO) verilerine göre
her yıl yaklaşık 270 milyon iş kazası gerçekleşmekte ve 360 bin kişi iş kazası; 950 bin
kişi ise meslek hastalıkları nedeniyle hayatını
kaybetmektedir.
Yaşanan ölüm ve yaralanma hadiselerinin
manevi tahribatları yanında bir de maddi
84 Mimar ve Mühendis
İş ahlakı ile ilgili sistematik
gelişmelerin 20. yüzyıl başlarında
meydana geldiği söylenebilir.
Bu dönemde ABD ve Avrupa’da
geleneksel liberal anlayışa karşılık
sosyalist akımın ön plana çıktığı
ve iş ahlakı ile ilgili hususların
yeniden ele alındığı görülmektedir.
Özellikle, işletmelerin aşırı kâr elde
etme istekleri, gelir dağılımındaki
adaletsizlik ve sanayileşmenin
çalışanlar üzerindeki olumsuz etkileri
iş ahlakı konusunda yeni gelişmelerin
ortaya çıkmasını sağlamıştır. Buna
ek olarak, iş güvenliği, çalışma
koşullarının iyileştirilmesi ve adil
ücret paylaşımı ile ilgili yasal
düzenlemeler yapılarak işletmeler
için zorunlu hale getirilmiştir.
tahribatları hâsıl olmaktadır. Bu zararların
gerek devletler açısından gerekse fertler
açısından büyük miktarlarda olduğunu
söylemek mümkündür. İş kazaları ve meslek
hastalıklarının toplam maliyeti dünya milli
gelirinin yaklaşık % 5’ine tekabül etmektedir.
Bu açıdan bakıldığında, dünyada sosyal güvenliğin oluşturulması yönündeki ilk çalışmaların, meydana gelen iş kazalarının ve oluşan
meslek hastalıklarının zararlarının tazminine
yönelik olduğu görülmektedir. Sosyal güvenlik
sistemi ile kaza veya hastalık sonrası kazalı
ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin gelir
İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİNİN
TARİHSEL GELİŞİMİ
İş sağlığı ve güvenliğinin tarihsel gelişimine
bakıldığında, gerçek anlamda ilk gelişmelerin
eski Roma döneminde yaşandığı görülmektedir. Bu dönemde, Hipokrates kurşunun zararlı
etkileri üzerine çalışmalar yaparak; halsizlik,
kabızlık, felç ve görme bozukları ile kurşunun
ilişkili olduğunu ortaya çıkarmıştır. Yine bu
dönemde, tarihçi Heredot çalışanların verimli
olabilmeleri için yüksek enerjili besinlerle beslenmeleri gerektiğini belirtmiş; Plini, çalışma
ortamındaki tehlikeli tozlara karşı çalışanların
korunması amacıyla başlarına torba geçirmeleri gerektiğini belirtmiştir. 1494 ile 1555
yılları arasında yaşayan Georgius Agricola,
iş kazaları üstünde durarak sorunları ortaya
koymuş ve önerilerde bulunmuştur. Bu konuda
oluşturduğu kitabında tozu önlemek için
maden ocaklarının havalandırılması gerektiğini belirterek iş güvenliği ile ilgili önerilerde
bulunmuştur. İtalyan Berdardino Ramazzini,
1713 yılında yayınladığı “De Morbis Artificum Diatriba” isimli kitabında iş kazalarını
önlemek için, iş yerlerinde koruyucu güvenlik
önlemlerinin alınması gerektiğini vurgulamıştır. Özellikle meslek hastalıkları konusunda
yaptığı çalışmalar nedeniyle işçi sağlığının
kurucusu sayılmaktadır. Sanayi devrimi ile
teknolojik gelişmelerin üretimde kullanılması
sadece makine ve tezgâh yapımı ile kalmayıp aynı zamanda tehlikeli pek çok kimyasal
maddenin üretimde kullanılması söz konusu
olmuştur. Bu maddelerin kullanılması ile
çalışma ortamlarına tehlikeli gaz ve dumanların yayılması vuku bulmuş ve bu durum buna
maruz kalan çalışanların çeşitli meslek hastalıklarına yakalanarak bu hastalıklar sonucu
hayatlarını kaybetmelerine neden olmuştur.
Sanayi devrimi neticesinde çalışma hayatında
meydana gelen uzun çalışa süreleri, sağlıksız
ve güvenliksiz çalışma ortamları, kadın ve
çocukların ağır işlerde çalıştırılması gibi bir
takım olumsuz durumlar sonucu toplumsal
huzursuzluklar yaşanmıştır. Yaşanan bu
olumsuzluklar nedeniyle devletler tarafından
iş sağlığı ve güvenliği alanında yasal düzenlemeler yapılmıştır. Bunun yanında, çalışma
koşullarının iyileştirilmesi ve iş kazalar ve
meslek hastalıklarının önlenmesi için tıbbi
ve teknik araştırmalar yapılmıştır. Bütün bu
gelişmeler, iş sağlığı ve güvenliği konusunun
bir bilim haline gelmesini sağlamıştır.
İş kazalarının ve meslek hastalıklarının önlenmesine yönelik çalışmalarda bulunan çeşitli
kuruluşlarla birlikte Birleşmiş Milletlere bağlı
bir kuruluş olan Uluslararası Çalışma Örgütü
de bu konuda önemli çalışmalar yapmaktadır.
En önemli çalışma alanlarından biri çalışma
hayatıyla ilgili uluslararası standartları oluşturmak olan kuruluş, iş sağlığı ve güvenliği
alanında da pek çok standart ve tavsiye
kararları ortaya koymuştur.
TÜRKİYE’DEKİ DURUM
İş sağlığı ve güvenliği konusunun Türkiye’de
ki tarihsel gelişimine bakıldığında, Osmanlı
İmparatorluğu’ndan başlayarak günümüze
kadar gelen sistematik bir süreç yaşandığı
göze çarpmaktadır. Sanayi Devrimi’nden önce
küçük zanaat ve atölye şeklindeki işyerleri
yaygın olup buralarda çalışma koşulları ve
işçi-işveren ilişkileri daha çok “loncalar” ve
geleneklere göre oluşturuluştur. Tanzimat ile
birlikte özellikle kömür ocaklarında çalışan
işçiler için bazı yasal düzenlemeler yapılmıştır.
Birinci Meclis döneminde, 1921 tarih ve 151
sayılı Ereğli Havzai Fahmiyesi Maden Amelesinin Hukukuna Müteallik yasası ile kömür
işçilerinin çalışma koşullarının iyileştirilmesi
için birtakım yasal hükümlülükler getirilmiştir.
Sanayileşmenin ortaya çıkardığı sorunlar
ile mücadele etmek amacıyla Cumhuriyet
döneminde iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili
pek çok yasal düzenleme yapılmış; 1926
yılında yürürlüğe giren Borçlar Kanunu ile
işverenlerin iş kazaları ve meslek hastalıklarından doğan hukuki sorumlulukları ortaya
konmuştur. Bunun yanında, 1930 yılında
yürürlüğe giren Umumi Hıfzısıhha Kanunu’nda
işyerlerine sağlık hizmetlerinin götürülmesi ve
endüstriyel işletmelerde kadın ve çocukların
çalışma koşullarının nasıl olması gerektiği gibi
hususlar yer almıştır. İş sağlığı ve konusunda
ilk ayrıntılı ve sistemli düzenlemelerin, 3008
sayılı İş Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle
yapıldığını söylemek mümkündür. Bu yasa
uzun yıllar yürürlükte kalmış ve daha sonra
1971 yılında 1475 sayılı İş Kanunu yürürlüğe
İş sağlığı ve güvenliğinin tarihsel gelişimine bakıldığında, gerçek anlamda ilk
gelişmelerin eski Roma döneminde yaşandığı görülmektedir. Bu dönemde,
Hipokrates kurşunun zararlı etkileri üzerine çalışmalar yaparak; halsizlik,
kabızlık, felç ve görme bozukları ile kurşunun ilişkili olduğunu ortaya
çıkarmıştır. Yine bu dönemde, tarihçi Heredot çalışanların verimli olabilmeleri
için yüksek enerjili besinlerle beslenmeleri gerektiğini belirtmiş; Plini, çalışma
ortamındaki tehlikeli tozlara karşı çalışanların korunması amacıyla başlarına
torba geçirmeleri gerektiğini belirtmiştir.
konmuştur. Bu kanun ile işveren işçinin sağlık
ve güvenliğini sağlamak için gerekli olanı
yapmak, bu husustaki şartları sağlamak ve
araçları noksansız bulundurmakla yükümlü
kılınmıştır. Ayrıca, işçilerin de bu husus ile ilgili
usullere ve şartlara uymak zorunda oldukları
belirtilmiştir. İş sağlığı ve güvenliği hususu
ile ilgili yasal düzenlemeler 1475 sayılı İş
Kanunu’ndan sonra 2003 yılında yürürlüğe
giren 4857 sayılı İş Kanunu’nun içinde yer almıştır. 2012 yılında ise nihai olarak iş sağlığı
ve güvenliği konusunda 6331 sayılı İş Sağlığı
ve Güvenliği Kanunu, bu konu ile ilgili müstakil
bir yasa olarak yürürlüğe girmiştir.
Sonuç olarak; küreselleşme olgusu, hızla
yaşanan teknolojik gelişmeler ve iş hayatındaki acımasız rekabet gibi unsurlar işletmeleri
zaman zaman yasal yükümlülüklerini ve ahlaki
değerleri bir kenara bırakmaya itmektedir.
Bunun tersine iş ahlakı ilkeleri ise işletmeleri toplum yararına hareket etmeye davet
etmektedir. İş ahlakı çerçevesinde işletmelerin paydaşlarına (çalışanlar, işletme ortakları,
müşteriler, devlet, toplum, medya vb.) karşı
birtakım sorumlulukları mevcuttur. Çalışanlara
karşı sorumlulukların en önemlilerinden biri
çalışma şartlarının iyileştirilmesi amacıyla iş
sağlığı ve güvenliğinin sağlanmasıdır. Devletler iş sağlığı ve güvenliği hususunda gün geçtikçe daha fazla yasal düzenleme yapmakta
çalışanlar ise gün geçtikçe eğitim seviyelerini
artırarak yükümlülüklerinin bilincine varmaktadır. Bu konuda en önemli görev ise şüphesiz
işverenlere düşmektedir. İşverenler iş sağlığı
ve güvenliği ile ilgili gereken tüm tedbirleri
almak ve çalışanların alınan bu tedbirlere
uymalarını sağlamakla yükümlüdürler. Bu
yükümlülüklerini yerine getirmelerini hukuki
bir zorunluluk olarak görmektense vicdani ve
insani bir görev olarak görmeleri son derece
önemlidir.
Kaynaklar
☐ Coşkun Can Aktan, Meslek Ahlakı ve Sosyal Sorumluluk, İş Ahlakı Dergisi, 2008, Cilt:1, Sayı:1, Sayfa:99-121.
☐ Süleyman Özdemir, Günümüz Türkiye’sinde Akademik
İş Ahlakı Çalışmalarına Genel Bakış, İTO Yayınları, İstanbul, 2009, Sayfa: 302-336.
☐ Mahmut Arslan, A. Ümit Berkman, Dünya’da ve
Türkiye’de İş Etiği ve Etik Yönetimi, TÜSİAD, 2009.
☐ (Çevrimiçi),07.07.2013,http://www.mmo.org.tr/resimler/dosya_ekler/eefb05091133486_ek.pdf.
☐ Levent Şahin, Kadir Yıldırım, İşletmelerde İş Ahlakı
Uygulamaları İçin Genel Çerçeve, İş Ahlakı Dergisi, 2008,
Cilt:1, Sayı:1, Sayfa: 55-66.
☐ Oğuz Karadeniz, Dünya’da ve Türkiye’de İş Kazaları ve
Meslek Hastalıkları ve Sosyal Koruma Yetersizliği, Çalışma ve Toplum, 2012/3, Sayfa: 15-72.
☐ Süleyman İlhan, İş Ahlakı: Kuramsal Bir Yaklaşım, Sosyal Bilimler Dergisi, Sayfa: 258-275.
Temmuz - Ağustos 2013 85
MAKALE
MAHMUT ÇELİK Makina Yüksek Mühendisi / MMG Genel Başkan Yardımcısı
Etik Değerler ve Başarı
Şirketleri insan topluluğu olarak düşündüğümüzde burada çalışanların ortak hedefe doğru giderken
aynı özellikler içerisinde olmasını beklemek en doğal sonuçtur. Ancak toplumun farklı katmanlarından
gelmiş olan çalışanların çok farklı özelliklerde insanlar olması da iş hayatının doğal sonucudur.
Ç
alışanları hedefe doğru motive
ederken firmanın toplum tarafından doğru algılanmasını sağlayacak unsurları da ortak çizgide
buluşturmak gerekmektedir. Kurumların da
bu sebepten bir etik duruşunun olması ve
tüm çalışanların bu değerlere sahip çıkması
ekip ruhunu oluşturacak ve akabinde ortak
başarıyı getirecektir. Düşündüğümüzde toplum
içerisindeki en değerli özellik doğruluk ve dürüstlük görülmektedir. Çünkü insana saygının
başlangıç noktası karşısındaki kişiye karşı ama
müşteri olsun, ama çalışma arkadaşı olsun
dürüst olabilmektir. Şirket içi oluşacak güven
ortamı 1+1 toplamının var olan değerinin
üstünde etki yapmasını sağlayacaktır. Aksi
taktirde kişiler arasında oluşan güvensiz ortam
müşteriye negatif enerji olarak yansıyacak
ve ana hedef olan müşteri bağımlılığı’nın
oluşmasına engel olacaktır. Güvensiz ortam
firmaya güvenmeyen müşteriyi doğuracak ve
firmanın uzun soluklu olmasını engelleyecektir.
Etik değerler arasında sayılabilecek önemli bir
diğer unsur saygın ve itibarlı olmaktır. Uzun
soluklu çalışma hayatınızda yaptığınız küçük
bir hata veya kasıtlı bir davranış üzerinden
seneler geçse de unutulmayacaktır. Toplumun
hafızasında yer eden yanlış bir tavır senelerce
uğraşılarak oluşturulan müşteri güveninin yok
olmasına sebep olacaktır.
86 Mimar ve Mühendis
ADELET VE BAŞARI İLİŞKİSİ
Sözünü yerine getiren kişi ve kurum toplumda
uzun soluklu bir çalışma düzeni oluşturabilecektir. Her yeni müessese toplum tarafından
karşılık bulur ve ilk şansı hak eder. Ancak ilk
günlerdeki kaliteyi sürekli hale getiremeyen,
kurnazlık yaparak uygunsuz ürün ve hizmet
vermeye başlayan kişi ve kurum hemen gerekli tepkiyi görecek ve başarısız olacaktır. Her
şubede her ilde eşit ve kaliteli hizmet vermeyi
başarabilen firmalar her müşteriye adaletli davranarak bir diğer önemli unsur olan
adaletli olmak fiilini yerine getirmiş olacaktır.
Bu davranış içerisinde olmak şehri hatta
ülkeyi değiştirse bile müşterinin o firmanın
ürün veya hizmetini sürekli temin etmesini
sağlayacaktır. Bu bağımlılığı oluşturmak uzun
soluklu ve zahmetli bir yol olsa da başarıya
giden en kalıcı çalışma şeklidir.
Vahşi ticari hayat ve yoğun rekabet ortamı
bazen kanunlardaki boşlukları kullanarak kolay
ve haksız kazanç sağlamayı meşru gibi göstermektedir. Kar etmek ve çok para kazanmak
sadece çok çalışmakla gerçekleşmez, yapılan
işte Hakkı unutmak bu yollara sapmaya sebep
olabilir. Yasalara uyan olmak ne olursa olsun
uzun soluklu başarının sebeplerindendir. Tüm
bu unsurların toplamında hedeflenen en
önemli sonuç müşteriyi aldatmamaktır. Anlık
olarak yalan bizi kurtarsa da sorunu çözmüş
gibi görünsek dahi sadece yanan ateşin üzerine kül dökülmüştür. Altta rahatsızlık ve sıkıntı
devam etmektedir ve sonuçta sorun gelip bizi
bulacaktır ve belki de daha büyük maliyetlere
ve zarara sebep olacaktır. Hem para hem
itibar kaybı oluşacak ve çevresinde kişi ve
kurumu kötüleyen bir müşteri profili olacaktır.
21. yüzyılın vahşi ticari hayatı her türlü
ahlaksızlığı meşru sayan bir anlayışla devam
etmektedir. Bu karmaşa içerisinde örnek olma
sorumluluğu olan bizler yarınların sigortası çocuklarımıza bırakacağımız en önemli hasletler
bu saydığımız özellikler olmalıdır. Zafere giden
yolda her şey mübahtır anlayışından çok
uzakta rızkı veren Allahtır çizgisine yaklaşmak
hem günümüzün hem de yarınımızın kurtuluşu
olacaktır.
Sözünü yerine getiren kişi ve kurum
toplumda uzun soluklu bir çalışma
düzeni oluşturabilecektir. Her yeni
müessese toplum tarafından karşılık
bulur ve ilk şansı hak eder. Ancak
ilk günlerdeki kaliteyi sürekli hale
getiremeyen, kurnazlık yaparak
uygunsuz ürün ve hizmet vermeye
başlayan kişi ve kurum hemen
gerekli tepkiyi görecek ve başarısız
olacaktır.
Eram Bahçesi: ŞİRAZ ŞEHRİ / İRAN FOTOĞRAF
OBJEKTİFİN GÖZÜNDEN MÜHENDİSİN GÖRDÜĞÜ
FOTOĞRAF: OSMAN ARI
Temmuz - Ağustos 2013 87
MAKALE
Kadem EKŞİ Jeofizik Mühendisi / MMG Denetleme Kurulu Üyesi
Keşke Demeden Önce Acil Eylem Planı
17 Ağustos 1999 Marmara depreminde 20 bin insanımız hayatını kaybetti, 50 milyar dolarlık ekonomik
bir kayıpla karşılaştık. Başta İstanbul olmak üzere birçok şehrimiz deprem risk ve tehdidiyle karşı karşıya.
Mevcut riskli yapı stoğunun, çıkarılan kentsel dönüşüm yasası ile yenilenmesi artık kaçınılmaz bir durum.
Ç
evre ve insan odaklı bir kentsel
dönüşüm hamlesiyle şehirlerimizi yeniden ayağa kaldırmalıyız. Aradan geçen 14 yılda
kamunun yaptığı önemli çalışmalar tabiki
var. Yapılmayanlara ve yapılması gerekenlere baktığımızda birçok eksiğimizin
olduğu aşikardır. Birleşmiş Milletler (BM)
“Afet Azaltma Uluslararası Stratejisi”; afetlere yönelik olarak yapılması gerekenleri,
yalnızca afet sonrası ‘acil’ dönemle sınırlı
tutmayıp ağırlığın afet öncesine verilmesine ve hazırlanan tüm planlarda risklerin
dikkate alınmasını gözetir. Çünkü yaşanan
en büyük kayıplar, kentlerde ve kentlerde
yaşayan dar gelirli kesimler üzerinde meydana gelmektedir. Bu nedenle risk azaltma
çabaları, kentsel alanlarda katılıma dayalı
karar alma ve özellikle de dar gelirli ve
yoksun kesimler üzerinden yürütülmelidir.
Ülkemizde ise;
-Kurumsal yapı ve anlayış daha çok afet
sonrası çalışmalara yönelik olarak yürütülmüştür.
-Yerelin ve merkezin görev ve yetkileri88 Mimar ve Mühendis
ni düzenleyen hususlar açık ve anlaşılır
değildir.
-Yasal düzenlemeler, risk azaltma hedef ve
anlayışından uzaktır.
-Afet, yerel bir olay olmasına rağmen yerel
yönetimlerin risk azaltma çalışmalarındaki
yetkileri ve sorumlulukları yetersizdir.
-Yapı denetim sisteminde teknik ve kurumsal kapasitesi yetersizdir.
Afetler konusunda; mevcut yerleşimler,
mevzuat ve kurumsal anlayışlarımızı
dikkate alarak bir değerlendirme yapacak
olursak, temel sorunlarımızı dört başlık
altında toplamak mümkündür;
1-) Kurumsal sorumlulukların neden
olduğu sorunlar,
2-) Planlamanın neden olduğu sorunlar,
3-) Yapılaşmış çevrenin neden olduğu
sorunlar,
4-) Sosyal ve ekonomik sorunlar.
Bu dört temel sorunun çözümünde zamanı
ve parayı doğru kullanabilmek için öncelikle temel hedefimizin, olası bir afetle
enkazdan enkazdan kurtarmak değil, enkaz
altında kalmamak ve geri dönüşü mümkün
olmayan varlıları korunmasını sağlamak olmaktır. Bu hedefin gerçekleşmesi için ise;
-Ülke, bölge ve kent ölçeğinde tehlike
ve risklerin belirlenmesi,
-Mevcut risklerin artması için afet
etkilerini göz önüne alan kent planlaması ve arazi,
-Mevcut risklerin artmaması için deprem direnci zayıf yapı ve alt yapının
güçlendirilmesi,
-Eğitim, bilinçlendirme, acil durum
yönetimi plan ve programlarının hazırlanması, gerekmektedir
Yapı güçlendirme yerine, özellikle yüksek
riskli alanlarda, yerel ortalıklar yoluyla
toplu yenileme çalışmalarına yardım
edilmelidir. Çünkü mevcut yerleşimlerde
yapılacak olan yapı güçlendirmeleri, mevcut çirkinliğin veya niteliksizliğin ömrünü
uzatmaktan başka bir işe yaramamaktadır.
Tehlikelerin belirlenmesi ve analizi başlığı
altında ise 2012 yılında ekonomi yönetimi
tarafından hazırlanan teşvik uygulamaları örneğinde olduğu gibi, doğa ve insan
kökenli afet tehlikelerini bölgeler ve iller
bazında sınıflayarak; depremler, su baskınları, heyelanlar, kaya ve çiğ düşmesi vb.
tehlike haritalarının oluşturulmasına, ilke ve
esasların belirlenmesine AFAD Başkanlığınca bir an önce başlanmalıdır.
Türkiye Deprem Bölgeleri Haritası, İstanbul
örneğinde olduğu gibi yerel zemin koşulları
dikkate alınarak, tüm ülkemiz içi güncellenmelidir. Bu durum, yapılaşmada güvenli
katsayılarının yanlış ve düşük seçimine
neden olduğundan acilen gerektiren bir
konudur. Risklerin belirlenmesi, analizi
ve risk azaltma planlarının hazırlanması
kapsamında; altyapı ve ulaşım, yapı stoku,
kentsel doku riskleri, üretim kaybı vb.
risk sektörleri tanımlanmalı, senaryolar
oluşturularak risklerin mekânsal dağılımı ve
analizleri yapılmalıdır. Sonrasında da, afet
etkilerini azaltma yönünde strateji planı
geliştirilmelidir. Afet etkilerini azaltma
strateji planı ülke genelinde planlanmamış
alan bırakılmadan; ülke, bölge, kent bazında alacak şekilde imar mevzuatında yer
alacak düzenlemeler ile üç temel aşamada
uygulamaya konulmalıdır.
Tehlike olayının değiştirilmesi
mümkün olmadığına göre,
tehlikelerden en az etkilenmeyi
mümkün kılmak ve riskleri sürekli
azaltacak sistemin oluşturulması
gerekmektedir
Makro Düzey Stratejiler; AFAD, Kalkınma
Bakanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı,
ülkesel/bölgesel kararlar ve politikaların
oluşturulması, kentin ülke ve bölge içindeki
kimliğinin belirlenmesi çalışmaları yürütülmelidir.
Orta Düzey Stratejiler; Yerel yönetimler
tarafından, metropoliten ölçekte, eylem
alanlarında risk azaltma stratejisi planı,
nazım plan stratejilerini belirlenmesi ve
onaylanması sağlanmalıdır.
Mikro Düzey Uygulamaları; Yerel yönetimler tarafından, dönüşüme konu olan bölgeler içindeki ‘Dönüşüm Bölgeleri’nin sınırları,
dönüşümün türü, kapsamı, fonksiyon ağırlıklarının belirlenmesi ve eylem planlarının
hazırlanması gerçekleştirilmelidir.
Tehlike olayının değiştirilmesi mümkün
olmadığına göre, tehlikelerden en az etkilenmeyi mümkün kılmak ve riskleri sürekli
azaltacak sistemin oluşturulması gerekmektedir. Afetlerle baş etme, çadır kent
kurmak, çadır çorba organizasyonu yapmak
demek değildir. Muhtemel bir afetten en az
etkilenmek ve afet sonrasının yönetilebilir
olması için, ‘acil durum yönetimi’ anlayışı yerine, ‘risk yönetimi’ odaklı anlayışa
geçilmesi gerekir. ‘Acil durum yönetimi’
temelli anlayışa sürdürdüğümüz müddetçe,
ölü veya yaralılarımıza daha hızlı ulaşmanın dışında herhangi bir şeyi başarmış
olmayacağız.
Temmuz - Ağustos 2013 89
GEZİ DAĞDA ÖLÜM
DAĞDA
ÖLÜM
>
YAZI ve FOTOĞRAF: OSMAN ARI/MAKİNE MÜHENDİSİ
Dağcıların dağlara çıkarken veya dağlardan inişlerinde
meydana gelen ve ne yazık ki çoğu ölümle neticelenen pek
çok yazı okudum. Ağrı dağında, Kaçkarlar’da, Aladağlar’da,
Himalayalar’da …
D
ağ kazalarını anlatan yazılar
hep dikkatimi çekmiştir. Zaten
kendi başına zor bir uğraş olan
dağcılığın kaza ile anılması
insanda zorluktan öte duygular çağrıştırır.
Her ne kadar profesyonel olmasam da büyük-küçük, kolay-zor pek çok dağ tecrübem
oldu. Profesyonel-amatör pek çok grupla
bir çok tırmanış yaptım. Şükür ki başımıza
kaza olarak adlandırabileceğimiz ve bizim
dağdaki şartlarımızı daha da ağırlaştıracak,
bizleri üzecek bir hadise yaşamadım. Ta ki
geçen Mayıs ayının son haftasında İran’da
bir grup dağcıyla İran’ın güney bölgesinde bulunan Behbehan şehrine yakın Nur
dağına (Kuh-e Nour) yaptığımız tırmanışa
kadar.. 24 kişilik bir ekiple sabah 05.15
de başladığımız yürüyüşümüz öğleyin saat
13.00 civarında bir arkadaşımızı kaybetmemizle tam bir çileye dönüştü. Tırmanışı
henüz bitirmiş ve verilen molanın akabinde
tam da dönüş yolunun başlangıcında…
İran’daki yeni görevime henüz başlamıştım
ki fabrikada dağcılık kulübü olduğunu ve
aylık proğramlar yaptıklarını haber aldım.
Bu benim için güzel bir sürpriz oldu. İran’ın
coğrafi durumunun dağcılığa musait
olması ve İranlıların (her spora olduğu gibi)
dağcılığa da meraklı olmaları bu sporun
90 Mimar ve Mühendis
bizden daha yaygın olmasına sebep olmuş.
Bir fabrika çalışanlarının kendi aralarında
bir kulüp kurmaları, düzenli olarak program yapmaları ve bu etkinliğe fabrikanın
bütçe ayırması buna güzel bir örnek teşkil
etmektedir. Ağrı Dağına çıkarken de İranlı
kalabalık bir grup bize eşlik etmişti. Bu
esnada İranlıların dağcılığa ne kadar meraklı olduklarına şahit olmuştum. Nitekim
İran’a geldikten bir ay kadar sonra kulüpten
ilk daveti aldım. Perşembe öğleden sonra
(İran’da Perşembe ve Cuma günleri tatil)
otobüsle kamp alanına gidilecekti. Orada
geceledikten sonra sabah yürüyüşe başlanacaktı. Eksik malzemelerimi kulüpten
temin ettikten sonra heyacanla otobüse
bindim. Doğrusu İranlılara ayak uydurma
konusunda biraz endişelerim vardı. Çünkü
onların nasıl sıkı bir dağcı olduklarına Ağrı
dağında şahit olmuştum. Bir kasabada
akşam yemeği ve namaz molasından sonra
aheste bir yolculukla gece saat 22.30
civarında seyrek meşe ağaçlarının olduğu
bir alanda çadırlarımızı kurduk ve hemen
istirahata çekildik.
VE TIRMANIŞ BAŞLADI
Sabah namazından sonra 25 kişilik ekibimizle kurumuş bir dere yatağında yürü-
Temmuz - Ağustos 2013 91
GEZİ DAĞDA ÖLÜM
yüşe başladık. Ekibin yaş ortalaması 40’ın
üzerindeydi. Yürüyüş parkurumuz, kurumuş
bir dere yatağından (Tang-e Kourd) şelalere
yürüyüştü. Derenin suyu borularla kullanmak
üzere tahliye edildiği için dere kurumuştu.
Bir müddet sonra şelalere ulaştık. Birbirinden güzel üç şelale.. İnişte iki yerde ip
kullanıldı. Bu da benim için bir tecrübe
olmuştu. Ekibe ayak uydurmamda bir problem olmamıştı. Program akşamüstü saat
16.30’da kamp yerimize dönmemizle sona
ermişti. Güzel bir organizasyon olmuştu.
Hareket, sevk ve idare, yeme-içmenin organizasyonu grubun tecrübesini gösteriyordu.
Yaklaşık bir ay sora ikinci davet geldi: Nur
dağına tırmanış…
Yine Perşembe akşamüstü buluşup otobüsle kamp yerine hareket ettik. Uzun bir
yolculuktan sonra tırmanışın yapılacağı
köyün kenarında bir evin genişçe bahçesindeki ceviz ağaçları ve üzüm asmalarının
altında geceledik. Grubumuz toplam 24
kişiydi. Grup lideri akşam yemeğinden
sonra yürüyüşle ilgili genel hatırlatmalar
yaptı. Parkur hakkında bilgi verdi. Sabah
namazından sonra sırt çantalarımıza yedek
kıyafet, sabah kahvaltısı, öğle yemeğimizi
ve suyumuzu alarak hava aydınlanmadan
yola çıktık. Meşe ormanın arasından dik ve
taşlık bir parkuru tırmanmaya başladık. Ekibin çoğu bir önceki yürüyüşe katılanlardan,
yaklaşık 10 kişi kadar da yeni katılanlardan
oluşuyordu. İki saatlik yorucu bir tırmanıştan sonra kahvaltı yapacağımız yere ulaştık.
Çeşme denilen bir su kaynağının bulunduğu
ağaçlık bir sırtta kahvaltı molası verdik. Bu
arada yaktığımız ateşte demlediğimiz sıcak
çaylarımızı içtik ve bir saatlik bir moladan
sonra saat 08.30 da tekrar yürümeye
başladık. Bu esnada biraz kilolu ve kıyafeti
de böyle bir yürüyüşe pek müsait olmayan
bir arkadaş ayaklarına kramp girdiğini
söyleyerek izin istedi. Parkur oldukça dik ve
ağır. Hava açık, zaman zaman rüzgar esiyor
fakat güneş değdiği yeri yakıyor. Kefiye ile
yüzümüzü ve boynumuzu güneşten korumaya çalışıyoruz. Grupta kopmalar oluyor.
Parkurun (ilk programın aksine) sanki bu
gruba biraz ağır geldiğini hissediyorum. Üç
saatlik bir tırmanıştan sonra düz bir alanda
mola veriyoruz. Güneş tam tepemizde.
Bir saati aşkın bir süre dinleniyoruz. Grup
liderimiz öğle yemeğini sabah kahvaltı
yaptığımız yerde yiyeceğimizi, şimdilik
hafif atıştırdıktan sonra geri döneceğimizi
söylüyor. Yaklaşık 2500-2600 m. rakımda
zirvenin hemen altındayız. Hedef zirve
92 Mimar ve Mühendis
ancak grubun durumu pek zirveye çıkmaya
müsait görünmüyor.
ÖLÜM BİZE ÇOK YAKINMIŞ
Saat 13.00’de dönüşe başladık. Ben grup
liderinin hemen ardından yürüyordum. Önümüzde 5-6 kişilik bir grup vardı. Birden bir
koşuşturma oldu. Yanlarına vardığımızda bir
arkadaşın yerde uzanmış yattığını ve diğer
arkadaşların müdahale etmeye çalıştıklarını gördüm. Önce sara nöbeti geçirdiğini
zannettim. Arkadaşlar kalp masajı ve suni
teneffüs yapmaya başladılar. Bu esnada bir
grup arkadaş da telefonla acil yardım için
ilgili yerleri aramaya başladılar. Yaklaşık
yarım saatlik çaba sonuç vermedi. Arkadaşımız kalp krizi geçirmiş ve gözümüzün
önünde ruhunu teslim etmişti. Hepimiz
büyük bir şok yaşamıştık.. Bir şey yapamamak çok üzücüydü. Arkadaşlar ulaşabildikleri her yerden yardım istediler. Helikopterle müdahale edilmesi gerekiyordu. Tam iki
saat yardımın gelmesini bekledik. En son
verilen cevap şuydu: Hayati belirti yoksa
helikopter gönderemeyiz. Kendi imkanlarınızla dağdan indirin…
Yapılacak bir şey yoktu. Arkadaşımızı aşağıya biz kendi imkanlarımızla indirecektik.
Hepimiz hem yorgunduk hem de kendi yükümüz vardı. Üstelik bu beklenmeyen üzücü
hadise hepimizin moralini alt üst etmişti.
Köylülere haber verildi, cenazeyi sarmak
için ip ve battaniye getirdiler. Batonların
da yardımıyla sal yapıldı ve arkadaşımızı
sala yerleştirdik. Battaniyeye sarıp iple sıkı
sıkıya bağladık. Bu halimizle ve psikolojimizle arkadaşımızı bizim aşağıya indirmemiz
çok zordu. Köyden gelen bir grup genç Salı
omuzladılar. Hepimiz çok üzgündük. Bu tür
programlarda dönüşler genelde neşeli olur.
Grupta zorlu bir işi başarmış olmanın sevinci
vardır. Ancak bu sefer öyle değildi. Üstümüze çantalarımızın ve yorgunluğumuzdan
başka ‘’ölüm gerçeği’’nin ağırlığı çökmüştü.
Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Birlikte yola çıktığımız, beraber yürüdüğümüz,
kahvaltı ettiğimiz, birlikte yorulup birlikte
soluklandığımız bir arkadaşımız artık nefes
alıp vermiyordu. Sabahın erken vaktinden
öğleye kadar bu dik yokuşu tırmanan beden
artık kendini taşımıyordu. Ölüm en yakınımızdan birini alıp gitmişti. Yani ölüm bize bu
kadar yakındı. Bedenimizin fiziksel sınırlarını
zorladığımız bir spor olan dağ tırmanışında
bile bizimle berabermiş…
Köylü gençler cenazeyi nöbetleşe taşıyarak önümüzden giderken bizler bir yandan
yorgunluk ve diğer yandan yaşadığımız hadisenin üzüntüsü içersinde mola vermeden
aşağıya indik. Üç civarında başladığımız inişi akşam 7.30 civarında tamamladık. İnişte
ilkyardım ekibi cenazeyi teslim aldı. Kısa bir
moladan sonra otobüse binerek yola koyulduk. Bu kadar yorgunluktan sonra otobüse
biner binmez derin bir uykuya daldım.
Temmuz - Ağustos 2013 93
KİTAPLIK
ETİK AHLAK FELSEFESİ
İŞ VE MESLEK AHLAKI
MESLEK ETİĞİ
OSMANLI SULTANLARI ALBÜMÜ
Doğan Özlem
Say Yayınları
Mahmut Arslan
Siyasal Kitabevi
Mustafa Armağan
Timaş Yayınları
Etik -Ahlak Felsefesi- kitabının ilk üç bölümü "Etiğin
Konumu ve Temel Problemleri", "Başat Sayılan Problemlere Göre Etik Tipleri"
ve "Eleştirel Etik" bölümlerinden oluşuyor. "Etik
Üzerine Değerlendirmeler"
adlı son bölümde ise bizzat
bir felsefe disiplini olarak
etiğin neliği ve olabilirliği
tarihselci/hermeneutik bakış
açısıyla irdelenip eleştiriliyor
ve her etiğin bir ahlak, her
ahlakın bir etik içerdiği, bir
evrensel ahlakın olanağını
ortadan kaldıranın tam da
bu olgu olduğu ileri sürülüyor. Doğan Özlemin Referans Kitaplar dizisinde yer
alan Etik -Ahlak Felsefesikitabı güncelliğini korumaya
devam ediyor.
Hüseyin Ali Kutlu
Nobel Yayın Dağıtım /
Meslek Dizisi
Kalkınmanın motoru olan
girişimci, yaratıcı ve eğitimli
iş gücü bir ekonomide faiz
oranları kadar önemli bir
ekonomik göstergedir. İş
ahlâkına sahip olmayan girişimciler, kamu yöneticileri
ve firmalar topluma yarardan çok zarar vereceklerdir.
Bu kitabın amacı iyi niyetle
iş ahlakına sahip çıkmaya
çalışanlara neler yapılması
gerektiği konusunda yol
göstermekten ibarettir.
Dolayısıyla kitap sadece
işletmecilik öğrencileri için
değil, konuyla doğrudan ya
da dolaylı ilgilenen herkes
için yazılmıştır. Bu bağlamda kitabın özel ve kamu
kesimindeki yöneticilere de
yararlı olacaktır
İlk insandan günümüze
savaşlar, cinayetler, hırsızlıklar, istismarlar, yolsuzluklar,
rüşvetler bitmedi ve bitmeyecek. Tüm bunların sebebi
olan insanların ıslahı ancak
temel insani değerler ve ahlaki kuralların yaygınlaştırılması ve hukuki yaptırımların
desteği ile mümkün olacaktır. İnsanlık nüfusunun
hızlı artışı, eskiye oranla çok
daha karmaşık iş ilişkileri ve
ekonomik yapı, insanların
ahlaki değerlere daha çok
ihtiyaç duymasına neden
olmaktadır. İnsanlar mal ve
hizmet aldıkları işletmelere
güvenmek ister. Bu güvenin
tesisi, meslek icra edenlerin
etik değerlere bağlı davranışlarıyla mümkün olacaktır.
TÜRK- İSLAM MEDENİYETİNDE AHİLİK
VE FÜTÜVVET- NAMELERİN YERİ
Mehmet Şeker
Ötüken Yayınları
Türk-İslâm tarihinin XIII. ve XIV. yüzyıllarında daha çok Anadolu’da görülen
Ahîlik, aslında İslâm medeniyetinin
temel unsurlarını bünyesine almış bir
Türk kurumu olarak kabul edilmiştir. Bu
haliyle Ahîliğin el kitaplarından sayılan ve
94 Mimar ve Mühendis
Kurdukları imparatorluk 600
yıl boyunca dünyaya hükmetti; savaş meydanlarına ve nice
kitapların sayfalarına hükmeden dilleri neredeyse unutuldu; inşa ettikleri her binaya
attıkları imzaları/tuğraları
kitâbelerden söküldü, ama
bugün üzerine onlarca devletin kurulduğu topraklarda
kendilerini hatırlatacak hayır
eserleri inşa ettiler çünkü
onlar gönülleri fethetmenin,
mekânı ele geçirmekten daha
kalıcı bir yatırım olduğunu
biliyorlardı. Birçok esere
imza atan Mustafa Armağan,
Osmanlı Tarihi’nin özeti sayılabilecek Osmanlı Sultanları
Albümü adlı çalışmasıyla tüm
Osmanlı Padişahlarının hayat
hikâyelerini resimleriyle birlikte okuyucularına sunuyor.
ahîlerin âdeta başucu kitabı olarak benimsetip okuyageldikleri Fütüvvet-nâmeler
de Arapça, Farsça ve Türkçede olmak
üzere farklı dillerde kaleme alınmışlardır.
İşte bu sebeple biz de Fütüvvet- nâmeleri
tanımayı ve tanıtmayı, kültür kodlarımız
arasına onlardan yaralı bilgiler katmayı
gerekli görerek bu eserimizde XV. yüzyılda kaleme alındığı bilinen Şeyh Seyyid
Hüseyin el-Gaybînin Fütüvvet- nâmesini
okuyucu ile buluşturmayı hedefledik.
TURKEYBUILD İZMİR 2013
GIDA 2013 WORLDFOOD İSTANBUL
21.Uluslararası Gıda Ürünleri ve
Teknolojileri Fuarı
Sektör: Gıda
Şehir: İstanbul, İFM
Fuar Tarihleri: 05.09.2013 – 08.09.2013
Web: www.ite-turkey.com
AET 2013
Enerji, Finasman, Yatırım, Danışmanlık Fuarı
Sektör: Eğitim
Şehir: İstanbul, Lütfi Kırdar
Fuar Tarihleri: 11.09.2013 – 12.09.2013
Web: www.istanbulrestate.com
19. Yapı, İnşaat Malzemeleri ve
Teknolojileri Fuarı
Sektör: Yapı İnşaat
Şehir: İzmir, İFC
Fuar Tarihleri: 03.10.2013 – 06.10.2013
Web: www.yemfuar.com
TÜHEFSO 2013
4. Türk Havacılık Endüstri Forumu
Sektör: Havacılık
Şehir: İstanbul, İFM
Fuar Tarihleri: 09.10.2013 – 11.10.2013
Web: www.tuhefso.com
ÇUKUROVA TEKNOLOJİ
5. Üretim Teknoloji Fuarı
Sektör: Makine ve Teknik
Şehir: Adana
Fuar Tarihleri: 12.09.2013 – 15.09.2013
Web: www.tuyap.com.tr
GREEN BUILDING 2013
Çevre Dostu Yaşam ve Çalışma Alanları Fuarı
Sektör: Yapı İnşaat
Şehir: İstanbul, İFM
Fuar Tarihleri: 12.09.2013 – 15.09.2013
Web: www.cnrexpo.com
Temmuz - Ağustos 2013 95
ÇİZGİ YORUM YAKUP GÜLER
96 Mimar ve Mühendis
Binlerce yıllık Kültürel Mirasımız
olan eserleri geleceğe taşıyoruz
Kariye Müzesi Restorasyonu
Evliya Çelebi Mah. Kıblelizade Sok.
Tepe Han. No:1/12 Beyoğlu / İSTANBUL
T: 0212 251 43 01 F: 0212 292 15 82
M: [email protected]

Benzer belgeler