İş Dünyasının Seçkin Adresi, Altunizade
Transkript
İş Dünyasının Seçkin Adresi, Altunizade
İş Dünyasının Seçkin Adresi, Altunizade Yakaların Birleştiği Nokta: Köprüden Geçtik Onur Gizer’in Başarı Öyküsü Kariyerdeki Son Nokta: Globalcv Markayı Yaratanlar Edox&Fatih Yaman içindekiler 4 EDİTÖR YAZISI Selda KAYA KAPANCIK Türk Dil Kurumu’na göre bir şeyi anlamak veya öğrenmek için duyulan isteğe merak denir. Bize göre hayatın ta kendisidir. Bol Meraklar Ve İyi Okumalar Dileriz… 6 MASAÜSTÜ • Akbank’tan Genç Klasik Müzik Sanatçılarına Destek. • MeySaat Edox’dan Grand Ocean : Okyanus mavisi gizemli, güçlü ve güzel… 50 • Tarihi mirası modern ulaşımla buluşturan dev proje Yenikapı transfer merkezi ve Arkeopark alanı. • Pesavento gümüşün asaleti altını küstürdü. 10 FUARLAR 34. Uluslararası Yapı Fuarı - Turkeybuild İstanbul’a çok yoğun ilgi vardı; fuarı 111.320 kişi ziyaret etti… 12 KAHVE SOHBETİ Mustafa Baran GÜL Uzman Piskolog Kim Psikoloji Danışmanlık Merkezi Başarının zirvesine ulaşmanın yolunu konuştuk… 21 16 ARASIRA YAZILARI Ofisinizdeki fotokopi makinesini dikkate alma zamanı gelmedi mi? Bizce dinlenmeyi hak ediyor! 18 OFİSTEKİ MODA Ofis mobilyalrın’da ne ararsınız? Çağın modası ‘‘Gürsan Mobilya’’ SEMTİMİZ ALTUNİZADE 21 Pers Kralı Darius’dan Nuri Demirağ’a İstanbul Boğazı’na köprü yapma fikri hep cazibesini korumuş. 1973 yılında Boğaziçi Köprüsü’nün açılışıyla birlikte bir rüya gerçekleşmiş. Köprünün hemen yanı başındaki semt Altunizade’nin ise kaderi değişmiş bundan böyle… 38 24 REK-LAM-LAR Selda Kaya Kapancık Türk reklamcığının lokomotifi televizyon reklam- 2 larıdır. Günde 5 saate yakın televizyon izleyen tüketicilere ulaşmanın en doğru yolu da bu galiba. Peki biz hangi ara alıştık televizyona ve reklamlarına? ARAŞTIRMA 26 Recep BEHAR Tüketici Araştırmaları Sizce de Gerekli mi? İnsanlara nasıl ulaşılacağı, yeni çıkan ürünün beğenilip beğenilmeyeceği, rakip firmaların ürünlerine karşı tutumun ne olduğu gibi önemli sorulara doğru cevapları verenler bir adım öne geçiyor. 28 KARİYER Özge GÖRÜR EROĞLU İş verenlerle iş arayan arasında bir köprü misyonunu üstlenen global cv yönetim kurulu üyesi Ertan KİRİK’LE konuştuk… SAĞLIK 32 Toplum olarak gözümüz açılıyor! İyi ama gözlüklü olmanın ne gibi sıkıntıları vardı? Bunu anlatmabilmenin en iyi yolu örnekler vermek olacaktır. SAĞLIK VE ESTETİK 34 İcer Cansu IŞIKOĞLU Altunizade Polikliniği Diş Hekimi Ağız kokusu çözümü olmayan bir sorun değil! Ağız içi sebepli ağız kokusundan yapılan tedaviler kısa sürede sonuç vermektedir. HOBİLERİMİZ 36 Özgürlük Bedel İster. İnsanlar için uçmak artık günlük hayatın bir parçası . Ulaşımın en temel öğesi olarak görülürken bir çoğunun hobileri arasında ilk sırada yer alıyor. FARK YARATANLAR 38 Ali GÖLÜKCÜ Gizpa Yönetim Kurulu Başkanı Onur Gizer ile başarıya giden yolu konuştuk. SANATA DAİR 42 Selda Kaya Kapancık Türk sinemasının bol ödüllü yönetmeni Nuri Bilge Ceylan ve popüler sinema üzerine bir değerlendirme. GEZDİK...GÖRDÜK...YAZDIK... 46 Orta doğunun masalsı şehirlerine konuk olduk; İsfehan ve Şiraz… 48 SAĞLIKLI YAŞAM Kalp için en doğal bypass spor… 50 MARKA KİŞİLER MeySaat Yönetim Kurulu Başkanı Fatih Yaman’la Edox saatlerini ve Türkiye’ye getirmeyi planladıkları yeni markaları konuştuk... 28 52 BİR MEKAN Düşlediğiniz yer artık çok yakınınızda yaz başında kapılarını açan keyf-i mekan, Koşuyolu’nun nezih ortamında hizmet veriyor... 58 57 KAHVALTI SAATİ Van’ın Tadına Doyum Olmayan Kahvaltı Lezzetleri... 58 SPORTİF Messi, Maradona Olsun mu ? Maradona sadece futbol hayatıyla değil her haliyle gündemde kalmayı başarabilmiş bir isim. On yıla aşkın bir süre geçmiş olmasına rağmen halen Maradona konuşuluyor… 36 60 TEKNOLOJİ 48 Mac Book Air... 62 KİTAPÇI Peyami Safa’nın Atillası Dirildi... FİLM...MÜZİK...KİTAP... SERGİ... 64 >D&R en çok satan kitaplar > D&R en çok satan filmler >D&R en çok satan albümler VİZYONDAKİ FİLMLER 10 >Kıyamet Gecesi Tür: Gerilim, Gizem, Korku >Başka Bir Yerde Aşk Tür: Dram, Komedi 3 66 42 editör Selda KAYA KAPANCIK 3 AYLIK İŞ VE YAŞAM DERGİSİ Yıl: 1 Sayı: 2 EYLÜL - EKİM - KASIM 2011 ISSN: 2146 - 2682 SAHİBİ Rai Medya Reklam Yayıncılık Organizayon Prodüksiyon Tic. Ltd. Şti. İMTİYAZ SAHİBİ ve SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Recep BEHAR KOORDİNATÖR ALİ GÖLÜKCÜ REKLAM GRUP KOORDİNATÖRÜ Özge GÖRÜR EROĞLU EDİTÖR Selda KAYA KAPANCIK TASARIM Rai / İstanbul Creative Platform BASKI Mavi Ofset Etiket ve Matbaa San. Tic. Ltd. Şti. Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi Topkapı / İstanbul 0212 613 47 65 YAYIN Süreli yaygın yayın (3 aylık) YÖNETİM YERİ Sırmaperde Sokak, No:17, K:4, D:10, TR34662, Altunizade, Üsküdar, Istanbul Tel: (0 216) 474 10 79 e-posta: [email protected] www.altunizadedergisi.com Yoksa siz de meraklı mısınız? Türk Dil Kurumu’na göre bir şeyi anlamak veya öğrenmek için duyulan isteğe merak denir. Bize göre hayatın ta kendisidir. Çünkü insan merak ettikçe hayata bağlanır, merak ettiği için gelişir, üretir, ezber bozar. Albert Einstein merak etmeseydi görecelik kuramını geliştirebilir miydi? Ya Lumiere Kardeşler merak etmeselerdi sinema bugün nasıl olurdu? Lidyalılar parayı bulabilirler miydi? Kuşlar nasıl uçuyor diye sorulmasaydı, bugün binlerce kilometreyi birkaç saatte kat edebilir miydik? Merak duygunuzu yitirdiğinizi düşensenize, dünya ne kadar da yavan görünür, hiçbir şeyin önemi kalmaz ve her şey tatsızlaşır. Oysa merak eden ve etmekten keyif alanlar için her gün yeni bir soru, her yeni cevap öğrenmenin hazzı demektir.. Kimi dünyanın diğer ucundaki bir kenti merak eder, kimi lezzetli bir yemeğin tarifini, kimi son ekonomik verileri heyacanla bekler, kimi sevdiği yönetmenin son filmini… Ama herkes merak eder. Biz de merak edenler için ikinci sayımızla yine merhaba diyoruz. Yeni sayımızla karşınıza çıkarken, ilk sayıda olduğu gibi, merak ettiklerinizin peşine düştük. Önceliğimiz yine semtimiz oldu ve Boğaziçi Köprüsü Altunizade’yi nasıl etkiledi diye sorduk, ikisinin kesişen öyküsünü dinledik. Messi’den Maradona olur mu dedik, iki futbolcunun kariyerini inceledik. Türk sinemasının bol ödüllü yönetmeni Nuri Bilge Ceylan’ı popüler sinemaya uzak kılan neydi merak ettik, üşenmedik inceledik. Hayatımızda her zaman gözden kaçan bir ayrıntıydı, biz kulak verdik o anlattı: fotokopi makinası. İş dünyasının başarılı isimleri ve firmalarının bilinmeyenleri neler dedik, Gizpa Yönetim Kurulu Başkanı Onur Gizer ve MeySaat Yönetim Kurulu Başkanı Fatih Yaman’ın kapısını çaldık. Biz merak ettik ve soru sorduk. Cevapları sayfalarımızda sizin için yerini aldı... © Rai Medya Reklam Yayıncılık Organizayon Prodüksiyon Tic. Ltd. Şti. tarafından T.C. yasalarına uygun olarak yayımlanmaktadır. Altunizade Business & LifeStyle’ın isim ve yayın hakkı Rai Medya Reklam Yayıncılık Organizayon Prodüksiyon Tic. Ltd. Şti’ne aittir. Dergide yayımlanan yazı, fotoğraf, karikatür ve illüstrasyonların her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz. İmzalı yazılardaki görüşler yazarlarına aittir. Bol meraklar ve iyi okumalar dileriz, 4 masaüstü Akbank'tan Genç Klasik Müzik Sanatçılarına Destek Akbank “Türkiye Ulusal Gençlik Filarmoni Orkestrası”nın Öncü Sponsoru Oldu… Kuruluşundan bu yana bankacılık faaliyetlerinin yanı sıra sanatın birçok alanında yaptığı çalışmalarla ülkemizde kültür sanatın en büyük destekçilerinden biri olan Akbank, geleceğin başarılı sanatçılarının yetişmesine katkı sağlayacak “Türkiye Ulusal Gençlik Filarmoni Orkestrası”nın öncü sponsoru oldu. Sabancı Vakfı’nın katkılarıyla ve şef Cem Mansur yönetiminde İstanbul’da yaz dönemi çalışmalarını gerçekleştirecek olan Türkiye Ulusal Gençlik Filarmoni Orkestrası, İstanbul’da yaz dönemi vereceği konserden sonra yurt dışında da konserler verecek. Akbank’tan yapılan açıklamada; bankanın, yeni stratejileri doğrultusunda kültür sanat projelerinde gençlere yeni fırsatlar tanıma ve bu projeleri Anadolu’ya daha fazla yayarak daha geniş kitlelere ulaştırma kararı aldığı, etkinlikleri özellikle gençler ve üniversite öğrencileriyle buluşturmayı hedeflediği belirtildi. Bu hedef doğrultusunda klasik müziğe desteğini Akbank Oda Orkestrası konserlerinden farklı formata çeviren ve genç yeteneklerin gelişimine katkı sağlamak amacıyla Türkiye Ulusal Gençlik Filarmoni Orkestrası’nın öncü sponsorluğunu üstlenen Akbank, böylece Anadolu’nun birçok şehrinde eğitimini sürdüren başarılı gençlerin gelişimine katkı sağlamayı amaçlıyor. Akbank, ayrıca bu yıl 21.si düzenlenecek Akbank Caz Festivali kapsamında “Kampüste Caz” başlığı altında cazı Anadolu’daki üniversitelere taşırken, yaklaşık 40 yıldır 2 milyonun üzerinde çocuğa ulaşan Akbank Çocuk Tiyatrosu da Anadolu’nun birçok kentinde daha önce hiç tiyatro izlememiş çocukları tiyatroyla tanıştırmaya devam edecek. lik toka, kronograf, 100 metre su geçirmez özelliği ile okyanusu bileğinizde hissedeceksiniz. Edox Grand Ocean’nın fiyatı 4680 İsviçre Frangı. Mey Saat Edox'dan:Grand Ocean:Okyanus Mavisi Gizemli, Güçlü Ve Güzel... Yılın saat tasarımı Edox’tan. Edox Grand Ocean’i usta saat mühendisleri değil, Büyük Okyanus’ta yaşayan bir deniz kızı tasarladı desek çok da yanlış olmaz.. İsviçre’nin en eski saat üreticilerinden Edox, yılın tasarımı olmaya aday bir modelle yazı karşılıyor. Grand Ocean (Büyük Okyanus) alışılagelmiş bir saatten çok daha farklı, Okyanusun sonsuz büyüklüğünü, keşfedilmemiş derinliğini, büyülü gizemini ve gücünü bünyesinde barındıran Grand Ocean rengiyle saate daha fazla baktırıyor. Okyanusun mavisi, mavi PVD kaplama ,yanstmaz ve çizilmez safir kristal cam, mavi kadran, orijinal deri kayış, paslanmaz çe- 6 masaüstü Tarihi Mirası Modern Ulaşımla Buluşturan Dev Proje; Yenikapı Transfer Merkezi Ve Arkeopark Alanı Pesavento Gümüşün Aselati Altını Küstürdü Pesavento’nun Gümüşü ; Şıklığın anavatanı İtalya’nın rüya gibi gümüşlerini altından hatta pırlantadan bile daha değerli hale getiren bir ustalıkla dizayn eden Pesavento ilk kez Türkiye’de. Asırlar boyunca birçok kültüre ev sahipliği yapan, Asya ile Avrupa arasındaki köprü olmasıyla da büyük öneme sahip olan dünyanın en büyük metropollerinden İstanbul’un ulaşım sorunları çözülüyor. Marmaray projesini yer altı ve yer üstü raylı sistemini, deniz ulaşımıyla birbirine bağlayan dev ulaşım kompleksi olarak Yenikapı Transfer Merkezi öne çıkıyor. Yenikapı Transfer Merkezi inşaatıyla ortaya çıkan tarihi bulgular üzerine başlatılan arkeolojik kazılarda 8.500 yıl öncesine ait liman ve gemiler gün ışığına çıktı. Arkeolojik bulguları sergilemek amacıyla oluşturulacak olan Yeryüzünün söz dinleyen en değerli metali gümüşün üstüne tamamı el yapımı serpiştirilen yarı değerli taşlar ve sıradanlıktan uzak, farklı ve eşi benzeri bulunmayan kreasyonlardan söz ediyor Pesavento. Basit bir altın takı belki bir terazinin üstüne konduğu “değerli” gibi görünebilir ancak Pesavento ürünlerinin şıklığını ölçecek bir terazi henüz icat edilmedi. Pesavento’nun gücü yaratıcılıktan geliyor. İçi boş bir yaratıcılık değil elbette. Kültürü ve taşların dilini bilen ustalar her birinin bir hikayesi olan ürünler tasarlıyor. İşte Pesavento Koleksiyonundan İki Ayrı Model ; Arkeopark ile tarihi miras, modern ulaşımla aynı çatı altında buluşuyor. Günde 1,7 milyon insanın seyahat edeceği önemli bir merkez olacak Yenikapı Transfer Merkezi ve Arkeopark Alanı uluslararası mimarların oluşturacağı projeyle hayata geçiriliyor. Yer altı ve yer üstü raylı sistemini deniz ulaşımıyla birleştiren Yenikapı Transfer Merkezi inşaatında ortaya çıkan arkeolojik bulguları sergilemek üzere hayata geçirilecek olan Arkeopark projesi için uluslararası platformda bir Yenikapı Transfer Merkezi ve Arkeopark Alanı Uluslararası Proje Daveti gerçekleştiriliyor. Yapılan başvurular arasından değerlendirmeye alınacak yedi farklı proje, seçiçi kurul tarafından elenerek uygulanacak projeyi belirleyecek. 14 Temmuz 2011 tarihine kadar yapılacak başvuruların sonuçları 15 Kasım 2011 tarihinde açıklanacak. Fıskiyeleri, çocuk parkları, 1 kilometrelik bisiklet parkuru, mini futbol sahaları, fun golf sahası ile şehrin ortasında doğayla iç içe bir yaşam sunan Exen İstanbul, güneş panelleriyle ısınan havuzu sayesinde, bahar aylarında da açık havada yüzmenin keyfini yaşatacak. Dreams Dust (Rüya Tozu) Stars Dust ( Yıldız Tozu) Fosforlu ışığın gecede dansı. Farklı tonlarda ve renklerde kullanılan ışıltılı tozlar ile oluşturulan yüzükler, bileklikler ve kolye uçları. Pembe, rodyum, ruthenyum maden renklerinde bulunuyor. Yıldız tozu koleksiyonu ışığın sihirli dokunuşlarıyla yıldızlarla dolu bir gece gibi hayallerimizi süsler. Büyülü bir evren gözlerimizin önünde açılır. Siyah spirel ve renkli taşlar gümüş bir gökyüzünde ışıldar. Gümüş renkli halkalar,çeşitli renklerde veya siyah spiral ve zirkon, Yıldız Tozu dokusu… 8 9 fuarlar Türk Yapı Sektörünün ve Bölgenin En Büyük Fuarı; 34. Uluslararası Yapı Fuarı - Turkeybuild İstanbul’a çok yoğun ilgi vardı; fuarı 111.320 kişi ziyaret etti… yetini ve 111.320 yerli ve yabancı ziyaretçiyle buluşturdu. Yapı Fuarı - Turkeybuild İstanbul, “Türkiye’nin de içinde bulunduğu Balkanlar, Rusya ve BDT ülkeleri, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’yı kapsayan bölgenin en büyük yapı malzemeleri fuarı” olma özelliği taşıyor. “34.Uluslararası Yapı Fuarı - Turkeybuild İstanbul” yerli yabancı yapı profesyonelleri tarafından büyük ilgi gördü, fuar 111.320 kişiyi ağırladı. Yapı-Endüstri Merkezi (YEM) tarafından düzenlenen ve Balkanlar, Rusya ve BDT ülkeleri, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’yı kapsayan bölgenin en büyük yapı malzemeleri fuarı olma özelliğini taşıyan Yapı Fuarı Turkeybuild İstanbul, 2011 yılında yüzde 30 büyüyerek 81.000 m2 bir alanda gerçekleştirildi. T.C. Bayındırlık ve İskan Bakanı Mustafa Demir, Almanya Federal Cumhuriyeti İmar Bakanı Dr. Peter Ramsauer, İstanbul Ticaret Odası Başkanı Murat Yalçıntaş, Yapı-Endüstri Merkezi Yönetim Kurulu Başkanı Doğan Hasol, Yapı-Endüstri Merkezi Genel Müdürü Barış Onay, konuk ülkelerin ticari heyet başkanları, devlet ve hükümet yetkilileri ve yapı sektörü liderlerinin katılımlarıyla açılan fuar bu yıl, iki yeni etkinliği de beraberinde getirdi: “Konuk Ülke Rusya” Projesi ve “EKODünya Fuarı”… Yapı dünyasının bilgi merkezi Yapı-Endüstri Merkezi tarafından bu yıl 34’üncüsü düzenlenen Yapı Fuarı - Turkeybuild İstanbul, bu yıl da pek çok yenilik ve sektöre ticari katkı sağlayan etkinliklere sahne oldu. Sektör profesyonellerinin büyük ilgisiyle karşılanan fuar, bu yıl yüzde 40 büyüyerek 81.000 m2 ulaşan alanında; binlerce ürün çeşidi, yeni teknoloji ve hizmeti sergileyen 1.100 katılımcı firmayı, 56 ülkeden gelen yabancı alım he- Türkiye ile Rusya arasındaki yapı malzemeleri ticaret hacmini artırması, müteahhitlik hizmetlerine hız ve kapsam kazandırması ve bu çalışmaların gelişmesine katkıda bulunması hedefiyle oluşturulan ‘Konuk Ülke Rusya Projesi’ çerçevesinde; fuar öncesinde ve fuar sırasında karşılıklı iş görüşmeleri, Rusya ve BDT pazarlarını hedefleyen özel etkinlikler, uzman görüşlerinin paylaşıldığı özel oturumlar ve iki ülke iş adamlarının ya- 10 tırım tecrübelerini paylaştığı etkinlikler organize edildi. Yapı Fuarı - Turkeybuild İstanbul ile birlikte bu yıl ilk kez düzenlenen EKODünya Fuarı ise, ‘sürdürülebilir kalkınmayı hedefleyen alternatif enerji kaynakları, atık yönetimi ve ekolojik yapı elemanları’ sektörlerini buluşturdu. Çevre dostu binalar, malzemeler, teknolojiler, alternatif enerji ve iklimlendirme sistemlerinin tanıtıldığı EKODünya Fuarı’nda Türkiye’de sürdürülebilirlik alanında çalışan sivil toplum örgütleri, kanaat önderleri ve firmalar konu ile ilgili gelişmeleri; yeni yaklaşım, teknoloji ve uygulamaları ziyaretçiler ile paylaştılar. EKODünya Etkinlik Alanı’nda, sürdürülebilirlik perspektifinde; ulaşımdan, enerjiye, tasarımdan, planlamaya kadar pek çok konu başlığında düzenlenen etkinlikler büyük ilgi gördü. Yerli ve Yabancı Alım Heyetlerinden Fuara Büyük İlgi! Fuarın “İş Geliştirme Platformu” kapsamında, Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı (DTM) işbirliği ile gerçekleştirilen alım heyeti programlarıyla, 56 ülkeden gelen yabancı alım heyetleri Türk yapı malzemesi üreticileri ile bir araya getirildi. ABD, Almanya, Arjantin, Arnavutluk, Azerbaycan, BAE, Dubai, Bahreyn, Beyaz Rusya, Bosna Hersek, Brezilya, Bulgaristan, Cezayir, Çin, Somali, Fas, Filipinler, Güney Afrika, Gürcistan, Hırvatistan, Hindistan, Irak, İngiltere, İran, İrlanda, İsrail, İtalya, Kanada, Katar, Kazakistan, Kenya, Kırgızistan, Kore, Kuveyt, Libya, Lübnan, Makedonya, Malezya, Mısır, Moldova, Nijerya, Özbekistan, Polonya, Romanya, Rusya, Senegal, Sudan, Suriye, Suudi Arabistan, Şili, Tunus, Türkmenistan, Ukrayna, Umman, Ürdün, Yemen, Yunanistan’dan katılım sağlayan alım heyetleri, Türk yapı sektörünün uluslararası alandaki faaliyetlerine olumlu katkılar sağladı. Ayrıca, ülke çapında sektörün tüm paydaşlarının birbirleri ile etkin bir biçimde iletişime geçebilmesi, sektördeki tüm yeniliklerden haberdar olup takip edebilmesi, bu alandaki ticari faaliyetlerin artması amacıyla fuar kapsamında düzenlenen “Yurtiçi Alım Heyetleri Ziyaret Programı”yla da; ülke genelinden Mimarlar Odası, Sanayi ve Ticaret Odası, Mühendisler Odası, İş Adamları Birlikleri başkan ve alım heyetlerinden oluşan meslek komiteleri Yapı-Endüstri Merkezi’nin organizasyonu ile fuarın davetlisi olarak katılım sağladılar. Türk Yapı Sektörünün En İyi Ürünleri Seçildi- Fuarın En İyi Standları Ödüllendirildi Altın Çekül “Yapı Ürün Ödülü” ile Altın Mıknatıs Ödülleri Sahiplerini Buldu. Yapı-Endüstri Merkezi tarafından 1991 yılından bu yana düzenlenen Altın Çekül ve Gümüş Çekül “Yapı Ürün Ödülü 2011” ile Türk yapı sektöründe yılın en iyi ürünleri seçildi. Yapı malzemesi alanında yeni teknoloji ve ürünleri destekleyerek sektörün gelişimine katkıda bulunmayı amaçlayan ödül programında bu yıl; “Seranit DRC° Isıtıcı Sistemi” ile Seranit firması Altın Çekül’e, “Sukar Düzayak Duş Sistemi” ürünü ile Sukar Yalıtım firması da Gümüş Çekül’e değer bulundu. 11 Fuarın açılış töreninde firma yetkilileri ödüllerini, Bayındırlık ve İskan Bakanı Mustafa Demir ile Almanya Federal Cumhuriyeti İmar Bakanı Dr. Peter Ramsauer’in elinden aldı. Yapı fuarlarının bir geleneği haline gelen ve bu yıl itibariyle “Altın Mıknatıs” başlığı altında düzenlenen “Amacına En Uygun Tasarlanmış Stand Ödülleri” de fuar kapsamında düzenlenen törenle sahiplerini buldu. Birincilik ödülü, tasarımını Zoom Mimarlık’ın yaptığı Aspen Yapı ve Zemin Sistemleri San. ve Tic. A.Ş. standına verilirken, ikincilik ödülü Terminal Design tarafından tasarlanan Viko Elektrik ve Elektronik A.Ş. standının oldu. Üçüncülük ödülünü, Demirden Design ve Kaleseramik Yurtdışı Teşhirler ve Fuarlar Yöneticisi mimar Fatma Köse tarafından ortaklaşa tasarlanan Kaleseramik Çanakkale Kalebodur Seramik Sanayi A.Ş.; mansiyon ödülünü ise Gülenadam Mimarlık’ın tasarımını gerçekleştirdiği Mitsubishi Plastics aldı. YEM Özel Ödülü ise, Partner Tasarım’ın imza attığı Albayrak Tente Sistemleri’nin oldu. kahve sohbeti Mustafa Baran GÜL Uzman Psikolog Kim Psikoloji Danışmanlık Merkezi Başarının Zirvesine Ulaşmanın Yolu Profesyonel Öğrenci Koçluğu Eğitim öğretim sezonun başlamasıyla birlikte velileri tatlı bir telaş sardı. Okul, dershane, etüt, birebir özel ders, butik çalışmalar, sosyal ve sportif etkinlikler ve daha neler neler… Çocuklarımızın uyku dışındaki zamanlarını planlamaya o kadar konsantre oluyoruz ki bazen asıl resmi kaçırıyor, göremiyoruz. Aslında bunlarla meşgul olacağımıza daha pratik bir çözüm hayatımızı o kadar kolaylaştırıyor ki. Profesyonel öğrenci veliliği gibi Öğrenci koçluğu da modern çağın zorunlulukları arasına girdi. Anne babaların günlük iş ve sosyal hayatlarındaki yoğunluk nedeniyle öğrencisini oyalayacak çözümler üretmesi aslında çocuklar tarafından seziliyor. Elimizde kalan tek zaman diliminde de öğrencinin eğitsel takibini yapıp aramızdaki etkileşim ve iletişimi zayıflatmak yerine çocuklarımızla daha verimli keyifli vakit geçirmek için profesyonel öğrenci koçluğu programları imdadımıza yetişiyor. Profesyonel Öğrenci Koçluğu Öğrenme Teknolojileri çalışmamızın bir ürünü olarak ortaya koyduğumuz bir sistemdir. Öğrenme Teknolojileri; hızlı öğrenmeyi öğreten bir sistemdir. Temeli ise beynimizin doğal öğrenme ilkelerine uygun olarak öğrenme faaliyetini uygulamaktır. Öğrenci Koçluğu; 1) Başarının Psikolojik Boyutunu kapsar, 2) Öğrenme, Hatırlama ve Soru Çözme Becerilerini en yüksek yetenek seviyesine çıkarır, 3) Dikkat, Anlama–Yorumlama, Muhakeme ve zaman kullanma yetenekleri- 12 ni en üst seviyeye getirir başarıda zirveye ulaşmayı amaçlayan bir programdır. Öğrencilerin başarıları çok çalışmakla ilgili değildir. Başarılarını belirleyecek temel faktör başarılı olmak için gereken zihinsel yeteneklerini geliştirebilmeleri ile doğru orantılıdır. Öğrenci koçluğu sürecinde öncelikle Dikkat, Muhakeme, Sözel, Sayısal ve Zaman kullanabilme yeteneklerini kapsayan 5 temel yeteneğin ölçüldüğü bir test yapılmaktadır. Bu test öğrencinin konuyu öğrenirken neden zorlandığının bulunmasını sağlar. Örneğin; Test sonucunda öğrencinin Muhakeme yeteneği zayıf çıkarsa gerek sözel gerekse sayısal derslerin muhakeme gerektiren konularında zorlanacağı öngörülür. Bu nedenle Profesyonel Öğrenci Koçluğu sisteminde özel ders vermek yerine Muhakeme Yeteneğinin güçlenmesine yönelik bir danışmanlık programı uygulanır. İkinci adımda da konuları Muhakeme Yeteneğini güçlendirecek şekilde kolay öğrenme çalışması yapılır ve soru çözümleri ile başarının kalıcılığı sağlanır. YGS / LYS Sınavında Zamana Tur Bindirin; Sınavda Zaman Yetiştirmek İçin Dakikada 1000 Kelime Okumalısınız… Yaklaşık olarak 10 yıllık araştırmalarım sonucu fark ettiğim en temel noktalardan birisi de şudur ki bu gün ÖSYM sınavında başarılı olmak için normal zaman içindeki okuma hızı dakikada minimum 1000 kelime olmak zorunda. Okuma hızı sınavda ortalama 700 kelimeye ulaşırsa zaman et- kahve sohbeti kili kullanılır, sorular doğru anlaşılır ve dikkat problemleri kolaylıkla geçilir. Normal bir insanın dakikadaki okuma hızının 150-250 kelime civarında olduğunu düşünürsek anlayarak hızlı okuma tekniklerinin ne kadar da önemli olduğu anlaşılabilir. Öğrenemiyorum Diye Bir Şey Yoktur! Beynin doğal bir öğrenme mekanizması vardır. Öğrenci koçluğu programımızda öğrencimize bir konuyu en KOLAY nasıl öğreneceğini uygulamalı olarak öğretiyoruz. Beynin bu doğal öğrenme sistemini bilindiğinde artık öğrenemiyorum bahanesi ortadan kalkıyor… Örneğin 2 günde 500 ingilizce kelime öğrenme sistemi veya 5 günde edebiyat bilgilerini öğrenme sistemi hep beynimizin bu ilkeleri doğrultusunda gerçekleşebilir. YGS & LYS Koçluğundan İpuçları Öğrenci Koçluğu’nun Faydaları: • Hedefe ulaşmayı kolaylaştırır. • Tüm derslerde hızlı ve kolay öğrenme tekniğini kazandırır. • Gelecek planlamasında etkili karar vermenizi sağlar. • Ağır ders çalışma yükünden ve temposundan kurtarır. • Dinlenmek ve eğlenmek için daha geniş zaman sağlar. • Ders çalışma isteğinde kalıcı bir gelişme sağlar. • Öğrenme, Dikkat ve Muhakeme gibi alanlarda belirgin bir gelişim sağlar. • Okuma ve anlama hızınızı 3, 4, 5, kat artırır. • Çabuk unutma ve sık sık tekrar etme problemlerini ortadan kaldırır. • Özgüven ve rahatlık sağlar. SAYISAL ve SÖZEL Derslerde başarıya ulaşmanın en temel yolu her dersi öğrenme stratejisine göre öğrenmektir. Öğrenci Koçluğu ile Sözel Dersleri Kolay Öğrenme Yolu: • Öğrenme Süresi: Dersleri 1-2 ay gibi bir sürede bitirin (Bunun için aynı zamanda anlayarak okuma hızınız min. 1000 kelime olmalı). •Tekrar Süresi: Her dersi mutlaka ilk bir ay içinde haftalık daha sonraki aylarda aylık tekrar edin (Hafıza tekniklerini mutlaka öğrenmelisiniz). •Soru Çözme Tekniği: Derslerle ilgili genel soruları aylık, konularla ilgili soruları günlük çözün. Tüm bu süreçleri Öğrenci Koçluğu programlarında yoğun olarak öğrenebilirsiniz. 14 Öğrenci Koçluğu ile Sayısal Dersleri Kolay Öğrenme Yolu: •İlk temel amacınız soruları çözmek değildir. •İlk temel amacınız: “Her bir konu başlığının kelime anlamının ne olduğunu anlamanızdır”. •Her bir konudan siz ne öğreneceksiniz? Bunu fark edin. •Her bir konuyu öğrenin ve en basit problem çözümleri ile bunu iyice pekiştirin. •Sonra problem çözmeye geçebilirsiniz. Matematik dersini hayatınızdaki bir oyuna benzetin. Şimdi bir oyunda başarılı olmak için şu 3 temel geri bildirim mekanizmasına sahip olmanız gerekir. •Oyunun Kuralını Öğrenin (O konunun bir kuralı vardır, bunu öğrenin). •Kontrolü Ele Alın (Konuyu anladığınızı bilmenizi sağlayacak bir strateji geliştirin). •Hangi Sonuca Ulaşacağınızı Bilin (O konun ya da o problemin sizden hangi sonuca ulaşmanızı istediğini anlayın). arasıra yazıları Ofisinizdeki Fotokopi Makinesini Dikkate Almanın Zamanı Gelmedi mi? Benim adım Fotokopi Makinesi. Kimse kullanmasa da Türk Dil Kurumu’na göre tıpkıçekim de denilebilir. Daha özel bir adım olmasını isterdim, ama kimsenin aklına koymak gelmemiş sanırım. Ben bu ofisin en çok çalışan ve en eski elemanlarından biriyim. Bütün gün yüzlerce dosyayı yeniden yeniden kopyalıyorum. Neyse ki mesai saatleri denen bir şey var da biraz dinlenme zamanı oluyor. Diğerleri gibi yolda, trafikte vakit kaybetmediğim için çalışmadığım tüm zamanlar bana kalıyor. Geçenlerde biraz düşününce ne kadar önemli bir iş yaptığımı fark ettim. Çalıştığınız ofiste fotokopi makinesinin olmadığını aklınıza getirin; eminim ki hayat çok daha zor olurdu. Her şey elle mi yazılırdı acaba? Şimdi iki kelime dahi olsa yazmayıp fotokopi çekiyorsunuz. Sadece öyle olsa yeter, beni röntgen sananlar dahi var. Ofisin eskilerinden geveze Mehmet birkaç ay önce gelip kulağının fotokopisini almıştı. Ne yapacaksa artık! Konuşmaktan dinlemeye fırsat bulamayan biri için ben olsam dilime bakmak isterdim, yıpranma payını görürdüm en azından. Neyse özel konulara girmeme gerek yok. Yazı yazmamın amacı da bu değil zaten. Ben aslında kendimi ve hemcinslerimi anlatmak istiyorum. Sizin ofisteki sohbetlerinizi o kadar dinledim ki, birazda ben içimi dökeyim dimi? Bizim asıl kullanılış amacımız çeşitli belgeleri ve diğer görsel materyalleri hızlı ve ucuz bir şekilde çoğaltmak. Bu iş tanımına göre tam 12 kelimelik bir cihazım altı üstü, ama bence çok yetersiz kalmış bir tanım. Doğumumuz 1960’lı yıllara dayanıyor. Yani tam olarak benim doğumum bu 16 olmasa da ilk fotokopi makinesi o dönem Amerikan Xerox firması tarafından bulunmuş. Orta yaşlı zamanlarımızı geçiriyoruz anlayacağınız. Çok basit bir tekniğimiz olduğunu düşünenler haklı. Hele ki teknolojinin hızla ilerlediği bu devirde bir pense gibi bile düşünülebiliriz. Ama biz de kendimizi biraz geliştirdik doğrusu. Yakın dostlarımız faks ve tarayıcı ile bir olup hizmet skalamızı bir hayli genişlettik. Oysa atalarımız bugüne gelene kadar neler görmedi ki; elektrostatik kâğıda baskı, sıvı mürekkep ve tabii ki analog olmanın dayanılmaz ağırlığı… Her türlüsü geçmişte kalmış zamanla. Şimdilerde karbon elementinden oluşan toner kullanılıyor. O günden bu yana değişmeyen tek şey ise bizi genelde stajyer ve asistanların kullanıyor olması. Bu onlar için tam anlamıyla bir kâbus. Hiç önemi olmayan dosyaların tek tek ve dikkatlice fotokopisini çekmeyi hem zaman kaybı, hem de özgeçmişlerine etki etmeyecek bir durum olarak görüyorlar. Düşünsenize birinin iş tanımına fotokopi çekmek yazdığını. Bu nedenle ne zaman yanımıza gelseler söylenip duruyorlar, bize küçük düşürücü lakaplar da takmaları cabası. Üst makamlar ise yanımızdan geçmeye bile tenezzül etmez. Çalışanlarına ne kadar iyi olsalar da bizi görmezden gelmek adetleridir. Sadece bozulduğumuzda veya eskidiğimiz de bizi yâd ederler, o da çok olumlu şeyler olmaz elbette. Yani iş yerindeki hiyerarşik düzen, fark edilmese de, bizim gibi önemsiz görülen nesneleri çok yakından etkiliyor. En iyisi biz yarın greve gidelim… Bakalım bir kaç gün çalışmazsak ofiste neler olacak? Takvimde yarının tarihine fotokopi makinelerinin intikam günü diye not düşmeyi unutmayın! Bizden söylemesi… ofisteki moda Ofis Mobilyasında Ne Ararsınız? Kişilerin dünyasını, beğeni ve zevklerini yansıtmasının yanında konforu, şıklığı ve rahatlığı getiren yaşamımızın vazgeçilmez parçası; mobilyalar... Tüm yaşam alanlarının tamamlayıcısı bu ürünler, asırlar önce ihtiyaçtan doğduysa da modern dünyada kendini ifade etme biçimi halini aldı. Bugün evimize bir koltuk ya da masa seçerken ihtiyaç duyduğumuzdan öte bizi ne kadar yansıttığına göre karar veriyoruz. Peki, evde geçirdiğimizden çok daha fazla zaman ayırdığımız çalışma alanları için mobilya demek ne anlama geliyor! Tasarımları ile hem ruh hem de beden sağlığı için büyük önem taşıyan ofisler, mobilyaları ile farklılık yaratıyor. Sektörün öncü isimlerinden GÜRSAN ise bu farklılığı Altunizade’de sunuyor. 1976 yılında şimdiki merkezi olan Beyoğlu’nda kurulan Gürsan, 35 yıldır ofis mobilyası sektöründe hizmet veriyor. İlk yıllardaki üretimi ofis koltukları ve metal üretimi iken yıllar içerisinde büyüyerek kendi bünyesinde kaliteli üretim yapabilen entegre bir kuruluş halini aldı. Kurumsal bir yapı kazanarak, hızlı büyüme yerine emin adımlarla ilerlemeyi ilke edinerek yoluna başarılarla ve büyük ölçekli projelerle devam ederek bugünlere geldi. 30. yaşına girdiği 2006 yılında, ALTUNİZADE’nin gözde caddelerinden biri olan Mahir İz Caddesi’nde showroom açıp, ofis mobilyası sektöründen hiçbir markanın olmadığı bu bölgede öncülük yaparak ilk adımı attı. İş dünyasının çekim merkezi haline gelen Altunizade’de yapılan bu yatırım zaman içerisinde çok doğru bir lokasyon olduğunu kanıtladı. Giderek artan müşteri portföyü ve müşterilerin beklentileri ile gelişen modeller sayesinde bugün her zevke hitap edebilen ürün gruplarına sahip oldu. Uzun yıllardır aynı deneyimli kadro ve profesyonel yönetim ile çalışmanın verdiği tecrübe elbette hizmet kalitesine yansıyor. Üretimden-satışa, satıştan-organizasyona, sevkiyattan-montaja ve satış sonrası hizmetlerden-müşteri hizmetlerine kadar bu bilinçle 18 hareket etmek gerekiyor. Gürsan, tüm ekibiyle birlikte bu bilinçle hareket ediyor. Müşterilerin iş sonundaki mutluluğu ve beğenisi en güzel teşekkür oluyor. Yurtiçi ve yurtdışında birçok büyük projeyi tamamlayan Gürsan’ın en büyük özelliği kesinlikle taşeron ekip kullanmaması. Türkiye’deki ekonomik koşullardan dolayı birçok mobilya firması taşeronlarla çalışıyor. Gürsan, prensip olarak her koşulda ve şartta tüm uygulamayı kendi profesyonel ve tecrübeli kadrosuyla yapıyor. Ofis mobilyası aynı zamanda dünyadaki tüm yenilikleri ve çözümleri takip etmeyi gerektiriyor. Sürekli değişen ve yenilenen modeller ile Gürsan bu trendleri yakından takip ediyor. Koltuk çözümlerinde şık, ince ve ergonomik tasarımlarla estetik ve rahat ofisler tasarlanıyor. Makam, orta düzey yönetici ve operasyonel gruplar ile birbirini tamamlayan tüm ofis ihtiyaçlarına cevap verilebiliyor. Son dönemlerde gözde olan fileli koltuk gruplarından çok sayıda model seçeneği sunuyor. Bunun yanı sıra hakiki deri makam koltuk gruplarında da her zevke uyabilecek geniş bir ürün yelpazesine sahip. Mobilya gruplarında da klasik ahşap masalardan metal kombinasyonlu modern takımlara kadar geniş bir ürün grubu bulunuyor. Makam, orta düzey yönetici ve açık ofisler için operasyonel çalışma üniteleri ile kısa sürede tüm ofisinizi yeni baştan yaratabiliyor. Deneyimli kadrosundaki içmimarlar ile ofisiniz ziyaret edilerek röleveler alınıyor ve teklifiniz projeniz ile birlikte sunuluyor. Kullanıcıya büyük avantajlar sunan bu hizmet ile projeniz üzerinde istediğiniz tüm değişiklikleri yapabiliyor böylece yanlış seçimlerin önüne geçerek en doğru kararı veriyorsunuz. Büyük ölçekli ihaleler ve projelerde de Gürsan’daki iş akışı bu şekilde işliyor. Projelendirme, kurumsal satış, finans-organizasyon ve sevkiyat departmanları firmanın merkezinde görev yapıyor. Altunizade showroomda da projelendirme hizmeti alınabiliyor. Bu arada unutmadan; Gürsan sektörün önde gelen büro mobilyası markası olan Burotime markasının bayiliğini yapıyor. Altunizade shoowroomu gezerek Burotime ürünlerini görmek mümkün. Özetle, ofis mobilyasında size sadece Gürsan’ı aramak, O’na ise ofisinize dair tüm hayallerinizi gerçekleştirmek kalıyor. Semtlerin öyküsü onu var eden insanlarla yazılır. Fotoğraf: Soner Dinçer semtimiz Altunizade... Selda KAYA KAPANCIK Köprüden Geçtik Bir şehir var… Adı İstanbul… Soyadı Boğaz… Kütüğü dünyanın orta yeri. İki kıta arasında… Üç parçaya bölünmüş… Asya’yla Avrupa burada buluşmuş. Karadeniz’le Marmara’nın serin suları burada birleşmiş. Yetmemiş altın boynuzu katmışlar içlerine. Şehir onlarla var olmuş binlerce yıl. Sevenin de kıskananın da nedeni hep ondanmış. Kâh savaşlar çıkmış onun uğruna. Kâh şiirler, romanlar yazılmış onun için. Darius, 700 bin kişilik ordusunu Trakya’ya geçirirken, gemilerin yan yana getirilmesiyle oluşturulan bir yüzer köprü kullandı. Milattan önce 511 yılında gerçekleşen bu boğaz geçişi tarihe çok önemli bir not olarak düşüldü. Ancak uzun yıllar bir daha akla gelmedi. Bu yüzdendir bu şehirde yaşayan insanların şansları ve şansızlıkları. Önlerinden boğazın suları akar gider. Manzara fevkaladedir. Yanında oturup edilen sohbet daha keyifli, yenilen yemek daha lezzetlidir. Fakat karşı kıyıyla bağlarını koparan da yine boğazdır. Önceleri sadece deniz araçları ile geçilebilirdi karşıya. Gemiler, vapurlar, tekneler tek çareydi bunun için. Sonra köprüler yapıldı boğaz üstünde. Ama her şey gibi köprüleri kullanmanın da bir bedeli oldu. Bir zamanlar sadece maddi külfetken bedel, günümüzde köprü trafiğinde kaybedilen saatler de eklendi buna. Bugün sadece Boğaziçi köprüsünden yılda yaklaşık 65 milyon araç geçiş yapıyor. Özellikle akşam ve sabah işe gidiş geliş saatlerinde yolculuk uzadıkça uzuyor. Geç kalınan randevuların, sarkan mesai saatlerinin en geçerli sebebi oluyor. Peki, İstanbulluların yaşamlarında bu kadar yer etmiş boğaz köprülerinin öyküsü nasıl başladı? Boğazın siluetini değiştirirken çevresine de etkisi oldu mu? Pers Kralı Darius’dan Nuri Demirağ’a… Avrupa ve Asya kıtalarını birbirinden ayıran Boğaz her daim insanların odağında oldu. Bir kıtadan diğerine geçebilme fikri dahi yüzyıllar evvel birçok kişiyi heyecanlandırıyordu. İlk deneme ise Pers Kralı Darius zamanında gerçekleşti. İskit seferine çıkan 21 Sultan İkinci Abdülhamid Han zamanına gelindiğinde iki yeni boğaz köprüsü projesi düşünülür. Biri Sarayburnu-Üsküdar, diğeri Rumeli Hisarı-Kandilli arasında planlanır. Fransız inşaat mühendisi F. Arnodin’e 1900 yılında çizdirilen projede köprülerin, Eyfel Kulesi’nin yapıldığı çelik teknolojisiyle yapılması hedeflenir. Ancak ne yazık ki Abdülhamit’in bu hayali gerçeğe dönüşmez Anadolu ve Rumeli’yi birbirine bağlama fikri cumhuriyet döneminde de gündeme gelir. Çeşitli planlar, projeler hazırlanır. Aralarında en öne çıkan cumhuriyetin ilk belli başlı girişimcilerinden Nuri Demirağ’ın projesi olur. 1940 yılında Demirağ’ın desteğiyle Türk mühendisler ve Amerikalı uzmanlar tarafından boğaz köprüsü projelendirilir, ama semtimiz Altunizade... o zamanki iktidar tarafından “boğaza köprü olmaz, yıkılır” denilerek bu projede diğerleri ile aynı kaderi paylaşır. 20. yüzyıl’ın ikinci yarısına gelindiğinde İstanbul artık göç alan, nüfusu günden güne artan bir şehirdir. Bu duruma bağlı olarak Asya ve Avrupa arasındaki trafik akışı da yoğunlaşır. Şehrin bu kadar hızla büyümesi Boğaz’a bir köprü yapılmasını zorunlu kılar. Dönemin başbakanı Adnan Menderes Karayolları İdaresinden aldığı raporla bir İngiliz müşavirlik firmasıyla sözleşme imzalar. Sözleşmenin tarihi 25 Mayıs 1960’dır. Yani 27 Mayıs darbesinde sadece iki gün önce. Dolayısıyla dokuz yerden mümkün olduğu raporu alınan köprü yapımı yine ileri bir tarihe ertelenir. 1965 yılında Adalet Partisi’nin tek başına iktidara gelmesinden sonra köprü yapımı yeniden gündeme alınır. Tartışmalar, planlamalar ve hazırlıklar ile birlikte geçen yıllar sonunda bir karara ulaşılır. Yine bir İngiliz firması olan Freeman Fox and Partners ile proje hazırlaması için, Hochtief AG adlı Alman ve Cleveland Bridge and Engineering Company adlı İngiliz firmalarının oluşturduğu şirketler birliğiyle de inşaatı gerçekleştirmesi için anlaşmaya varılır. Buna göre inşaatın maliyeti 21.774.283 ABD Doları’dır. Ve 20 Şubat 1970’te, karlı bir günde Beylerbeyi’nde temel atılır. Kalabalık temel atma töreninde ilk konuşmayı dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ardından başbakan Süleyman Demirel yapar. Sunay konuşmasında sadece Boğaziçi’ne bir köprü yapmanın yeterli olmayacağını Çanakkale Boğazı’na da bir köprü yapılması gerektiğini söyler. Demirel ise “Bir vatan inşa etmek kolay değil” diyerek bir anlamda Sunay’a cevap verir. Köprünün temeli atılır ve yapım çalışmaları başlar. Beylerbeyi Ortaköy arasında her gün bu rüyaya bir ilmik daha atılır. İstanbulluların gözü önünde inşaat süreci devam eder. Temel atılmasından 3 yıl 8 ay sonra Boğaziçi ilk köprüsüne kavuşur ve 29 Ekim 1973’te, Cumhuriyet’in 50. yılında büyük bir coşkuyla açılış yapılır. Onbinlerce insan yürüyerek üzerinden geçer. Artık Boğaz’ın bir incisi vardır. Siluetine bir daha silinmeyecek bir iz bırakılmıştır. Ama sadece bu kadar değildir. Boğaziçi Köprüsü, Avrupa ile Asya’yı birleştirirken geçtiği güzergâhta da köklü değişikliklere neden olur. Altunizade köprüyle birlikte bu değişimi yaşayan yerlerin başında gelir. 19. Yüzyıla kadar mesire yeri olan daha sonra köşklerin yapılmasıyla bir semt niteliğini taşıyan Altunizade, Boğaziçi köprüsü yapılana dek tipik bir İstanbul mahallesi niteliğindedir. Köprüden sonra ise bir İstanbul Anadolu yakasının en önemli kavşak noktalarından biri haline 22 gelir. Büyük ve Küçük Çamlıca’yı, Kısıklı’yı, Koşuyolu’nu ve Acıbadem’i, Üsküdar merkez ve sahile bağlayan bir ara geçiş görevi de üstlenir. 80 sonrası ülkede yaşanan değişim de yansıyınca artık Altunizade o bildiğimiz yer olmaktan çıkar. Önce yolları genişletilir. Sonra tarihi köşkleri yıkılıp yerlerine iş merkezleri, apartmanlar, siteler yapılır. Çok uluslu şirketler, büyük holdingler genel merkezlerini buraya taşır. Anadolu yakasının ilk alışveriş merkezi de burada yapılınca semt artık şehrin gözdesi olur. Ve yıllar geçse de eksilmez bu özelliği aksine çoğalır. Boğaziçi Köprüsü’nden günde on binlerce araç geçiyor ve birçoğunun güzergâhında Altunizade bulunuyor. Semtin bundan sadece yarım asır önce taşıdığı insan yüküyle şimdiki kıyaslandığında yaşadığı değişim açıkça ortaya çıkıyor. Bugün üçüncü köprü projeleri konuşulurken belki de sadece şunu söylemek gerekir; bir yerden köprü geçecekse bilin ki o yer aynı kalmayacak. rek-lam-lar Peki Biz Hangi Ara Alıştık Televizyona ve Reklamlarına? Geçtiğimiz aylarda kaybettiğimiz usta reklamcı Eli Acıman, yaratıcılığın temelinde yatan esas olgu %95 ter, %5 ilhamdır der. Ama teknolojinin getirdiği yeniliklere alışamamak da yaratıcılığı bazen geciktirebilir. Günümüzde reklam artık her yerde. Alışveriş merkezindeki tuvaletten, cep telefonlarımıza, sokaktan mail adresimize kadar biz nerdeysek reklam da orda. Bundan bir asır önce çok kısıtlı bir alanda kendini gösteren kapitalist sistemin bu haşarı çocuğu, bugün yaşadığımız dünyayı dört bir koldan sarmış durumda. Ama hâlâ ona en çok maruz kaldığımız ve etkilendiğimiz mecra televizyon. Radyo çıktığında gazetelerin, televizyon çıktığında radyoların işi bitti diyenler bugün bilgisayar, internet çıktı diye televizyona iş kalmadığını düşünüyor olabilirler. Ama bu büyük bir yanılgı! reklamın yayınlandığı düşünülürse gelinen noktada daha iyi anlaşılıyor. 70’li yılların zihinlerde yer etmiş reklamları eldeki olanakların fazlasını kullanarak televizyon reklamcılığının sınırlarını zorlar. Ancak yapılan çalışmalar bazen boşa gidebilmektedir. Ankara’ya gönderilen reklam bandının TRT denetiminden geçip geçmemesi pamuk ipliğine bağlıdır. Yapılan araştırmalara göre Türk insanı günde 5 saate yakın televizyon izliyor. Bu rakam ile dünyadaki en çok televizyon izleyen ülkelerin başında geliyoruz. Eee durum böyle olunca reklam için en değerli mecra da televizyon olmaya devam edecektir. Peki, biz hangi ara alıştık bu reklamlara? 5 Mayıs 1990’da yayın hayatına başlayan ilk özel kanal İnterstar’ın arkasından bir ordu gelir. Reklam ajansları bu büyük orduyla baş edebilmenin yollarını ararken yaratıcılıkta da sınır tanımazlar. Aşkınla Taşkın, Bay Pardon, Uğur Yücel ve Sağduyusu, Özgür Kız ve Özgür Çocuk gibi seri reklamlar alır başını yürür. Reklamcılar bizi yine kandırmayı başarırlar. Sanki bir reklam değil dizi izliyormuşçasına serinin devamını bekleriz. Dayanamayıp kendimiz tamamlarız. 1968 yılında deneme yayınına başlayan TRT dört yıl sonra reklam kabul etmeye başlar. Daha önce sinemalarda reklam filmleri yayınlanıyordur ama bu başka olur. Ne de olsa artık sihirli kutunun içinde, evimizin (ya da o zamanlar komşumuzun evinin) baş köşesindedir. Tek kanallı dönem televizyon reklamcılığının emekleme dönemidir, ama akşam yayınlanan reklam sabah herkesin diline düşer. Hedef kitlesi olsun olmasın kimse televizyonda gördüğü reklamı unutmaz. Tabii bu etkide tek kanalın etkisini ve uzun uzun yapılan reklamların bu etkide payları büyük. Bilenler bilir, Oralet Osman reklamını izleyip de unutabilir mi insan? Yeşilçamın karakter oyuncularının rol aldığı reklam tam 5 dakika sürüyor. Eve misafir gelir oralet iklam edilir ve dakikalarca içilen oralet övülür. Bugün diziler arasındaki 4 dakikalık reklamlarda ona yakın 24 1983 genel seçimlerinde iktidara gelen Özal hükümeti kurallarla zincirlenen reklamın kabuğunu kırmasına vesile olur. Serbest piyasa ekonomisinin getirileri ile yeni reklamcılığın tohumları da atılmış olur. Televizyonun renklendiği, müziğin şenlendiği 80’ler reklam jingleları ile zihinlerde yer eder. “Parizyenden müjde size…”, “Çitile, çitile bitsin artık bu çile…”, “Annecim annecim baksana, şampuanım bitmiş alsana…” diye uzayıp giden liste 90’lara geldiğinde yerini başka bir döneme bırakır. Sabırsızlıkla beklediğimiz milenyum da tez zamanda gelir. Hedef kitleye doğru yerde ulaşmanın en önemli mesele haline geldiği bu son dönemde tüketici krallığını ilan eder. Onunla nasıl temas kurulacağına dair araştırmalar için milyonlar harcanırken, büyük yapımlar, sıra dışı efektler, ince fikirler ile görsel bir şölen yaratılır… Türkiye’de televizyon reklamcılığı 40 yılı geride bırakmaya hazırlanıyor. Bazen kızsak, bazen sıkılsak da yayıncılık onlarsız olmuyor. Galiba biz onları gördükçe zaplamaya, onlar ise bizi kovalamaya devam edecek. araştırma Recep BEHAR Tüketici Araştırmaları Sizce de Gerekli mi? Türkiye’de bugün çeşitli alanlarda faaliyet gösteren 1 milyon civarında şirket bulunuyor. Ulusal ve uluslararası, küçük, orta ve büyük ölçekli bu şirketlerin ortak kaygısı hep aynı. Küçük bakkal dükkânına “Müşteri velinimetimizdir” yazılı tabela asan esnaftan, müşterilerine 24 saat çağrı merkezi hizmeti verebildiği için övünen iş adamına herkes aynı şeyin peşinde; müşteri memnuniyeti sağlamak. Kimilerinin uzun süre başarılı olduğu, kimilerinin ise başarısızlığa mahkûm kaldığı bu durum şirketlerin profiline göre farklı yöntemlerle aşılmaya çalışılıyor. İnsanlara nasıl ulaşılacağı, yeni çıkan ürünün beğenilip beğenilmeyeceği, rakip firmaların ürünlerine karşı tutumun ne olduğu gibi önemli sorulara doğru cevapları verenler bir adım öne geçiyor. Bu noktada devreye ise araştırma şirketleri ve tüketici araştırmaları giriyor. Araştırma sektörünün Türkiye’deki tarihi çok gerilere dayanmıyor. Hatta batılı ülkelere kıyasla geç kalınmış bir alan bile denilebilir. Böyle bir pastanın oluşmasındaki öncü pay ise yine dışarıya ait. Çok uluslu şirketlerin Türkiye pazarına girmesi buradaki araştırma sektörünün hiç olmadığı kadar hızlı adımlar atmasını sağlamış. Bugün sayıları yüzlerle ifade edilen araştırma şirketleri günden güne çoğalıyor ve müşteri ve tüketici nezdinde şirketlerin ihtiyaç duyduğu tüm bilgileri onlar için araştırıyorlar. Bir petrol şirketi, Türk sürücülerinin sürüş sırasında yakıt tasarrufunu düşünüp düşünmediklerini ve yakıt tasarrufu yapmak üzere ne gibi önlemler aldıklarını belirlemek amacıyla bir araştırma yaptırmış. Çıkan sonuç ise hayli şaşırtıcı; artan petrol fiyatları ve çevre sorunlarına rağmen tüketiciler bu konuda yeterli bilince ve bilgiye sahip değillermiş. Özetle sürücülerin gündeminde yakıt tasarrufu gibi bir madde yokmuş. Kapitalist sistemin getirdiği ağır rekabet ortamı şirketlere tüketici araştırmaları yaptırmayı zorunlu hale getiriyor. Özellikle kriz dönemlerinde müşteri kaybetmekten korkanlar bu tip uygulamalara sıkı sıkıya bağlanıyor. Kemerleri sıkma politikası güdenler ve araştırmayı yeteri kadar dikkate almayanlar ise kan kaybeder gibi müşteri kaybediyor. Bir çikolata üreticisi ise markasına dair yaptırdığı tüketici araştırmasında markasının saygın, öncü ve lider olarak algılandığı sonucuna ulaşmış. Aynı firmanın bitter ve sütlü çikolata üzerine yaptırdığı diğer bir araştırmada ise bitter çikolata tüketicilerinin genelden farklı bir lezzet tercihinde bulunduklarını ve bu tercihlerinin de onları özel kıldığını düşündükleri sonucuna ulaşılmış. Araştırmalardan çıkan bir sonuç da tablet çikolata üzerineymiş. Çikolata tüketicileri ürünü parçalanmadan, kırılmadan yemeyi tercih ediyorlarmış. Bu nedenle tablet çikolatayı bıçakla kesip tüketenler dahi varmış. Tüketicilerin ekonomiye ve maddi durumlarına yönelik beklentileri ile harcama ve tasarruf eğilimlerini tespit etmeye yarayan tüketici araştırmalarının alâmeti farikası ne diyor olabilirsiniz. Öyleyse size birkaç örnek; Örnekler uzayıp gider. Ama unutmamalı ki önemli olan çeşitli sonuçlara ulaşmak değil. Bu sonuçları doğru değerlendirip buna göre bir yol haritası çizmek. 26 37 kariyer Özge GÖRÜR EROĞLU İş Verenlerle İş Arayan Arasında Bir Köprü Misyonunu Üstlenen Globalcv Yönetim Kurulu Üyesi Ertan KİRİK'LE Konuştuk... Globalcv, adından da anlaşılacağı üzere insan kaynakları konusuna odaklanmıştır. Bu kaynağa ulaşmada genel olarak sırasıyla şu yöntemlere başvurulur; eşe dosta sorulur, sosyal medya, mail gruplara duyurulur, İK portallerine ilan verilir, gazeteler üzerinden adaylara ulaşılmaya çalışılır, head hunter firmalarından hizmet alınır. Globalcv saydığımız tüm yöntemleri kullanarak tek çatı altında birleştiren yeni nesil bir çözüm merkezidir. Sosyal medya, resmi özel meslek ve mail grupları, sivil toplum örgütleri, vb iletişim ağımızdadır. www. globalcv.com nitelik ve referansı önceleyen bir insan kaynağı veritabanıdır. Firmamızın tüm gazetelerle oldukça cazip anlaşmaları vardır. Alanında uzman kadromuz tam bir üretim hattı gibi gelen talepleri hızla sonuçlandırmaktadır. Firmaların kalifiye eleman bulmakta zorlandığı günümüzde, siz firma olarak neyi farklı yaparak firmaların bu problemini aşmasını sağlıyorsunuz? Her yıl üniversitelerden milyonlarca genç mezun oluyor. Bir kısmı mezun olur olmaz iş yaşamına adım atabiliyorken bir çoğu aylar, hatta yıllar süren iş arama sürecinden geçiyor. Çoğu çalışan mevcut bir işe sahipken bile işini kaybetme korkusuyla yaşıyor. İşverenler ise aradıkları pozisyona uygun elemanı bulmak için çabalıyor. Ne zamandan ne de verimden kaybetmek istemiyor. Günümüz işletmeleri ve çalışanları açısından öncelikli satır başlarından olan bu konu yeni dönemin çözüm ortaklarını da ortaya çıkarıyor. İş verenlerle iş arayan arasında bir köprü misyonunu üstlenen Globalcv Yönetim Kurulu Üyesi Ertan Kirik’le konuştuk… Global Cv olarak sunduğunuz hizmetler nelerdir? Önceki cevapta da vurguladığımız gibi biz çözüm odaklı çalışıyoruz. Bu şu demek: sizin ihtiyacınız mavi veya beyaz, hatta altın yaka bir çalışan ise biz aradığınızı bulana kadar yanınızdayız. Bu hedefe yönelik yapılabilecek her şeyi yapıyoruz. En ekonomik metotlardan en butik çözümlere kadar. Portallerin doğasında var olan şekliyle “Biz ilan ettik, çok sayıda başvuru da oldu, bulamadıysanız bu bizim taahhüdümüz değil” demiyoruz. Bizim hedefimiz de aynen sizinki gibi boş pozisyonu tam anlamıyla doldurmak. Firma klasik yöntemlerle başarılı olamayınca beyin avcısı takımımızı devreye alıyor ve en geç 1 ay içerisinde sonuçlandırıyoruz. 2 ay deneme süresiyle de iki tarafın birbirini tanımasına fırsat tanıyoruz. Bu süre zarfında aday işten ayrılır veya firma beğenmezse yerine yenisini ek ücret almadan gönderiyoruz. Seçme yerleştirme sürecinde kurum kültürüyle çalışanın uyumuna özen gösteriyoruz. 28 Diğer bir farkımız da bilinen özgeçmiş veritabanlarının yanında çok farklı kaynaklara da ulaşabiliyoruz. Örnek olarak sivil toplum örgütleri, belediyeler, hatta muhtarlıklar, mail ve meslek gruplarını sayabiliriz. Firmalar eleman tercihlerinde en çok nelere dikkat ediyorlar? Kalite ve nitelik artık çok bilinen ama zor bulunan özellikler oldu. Bir de bazen açıkça ifade edilmese de firma aslında istikrarlı ve özverili çalışan arıyor. Çalışandan beklenen işe yüreğini de koyması, kendi işiymişçesine benimsemesi. Eskiye göre çok farklı profiller, yeni uzmanlık alanları da gündeme geliyor tabi. Hiç duymadığınız pozisyon adları aranıyor, her geçen gün yeni teknik terimler, programlama dilleri ekleniyor olmazsa olmaz özelliklere. Ama değişmeyen şey yine çalışkanlık. Burada eklemeden geçemeyeceğim bir husus da firmaların gözden kaçırdıkları önemli bir konu var: asıl zor olan eleman bulmak değil elde tutmak. Bizim için en zor pozisyonlara aday önermek birkaç haftada mümkün. Peki bulduğumuz aday firmayı beğenecek mi, beğense bile uzun vadeli düşünecek mi? Yaptığı işten tatmin olacak mı, kendini geliştirebilecek mi, kariyer planı ne olacak? Bu ve benzeri sorular son zamanlarda iş görüşmelerinde adayların insan kaynakları yetkililerine sordukları ve onların cevaplamada zorlandıkları sorular. Yani artık soruları sadece işveren sormuyor, iş gören de sorguluyor. Seçme fiili tek taraflı değil, çalışan da alternatifler arasından en iyisini seçiyor. Biz ise masanın tam ortasında durduğumuzdan iki tarafı da dinliyor ve gerektiğinde iş arayanlara ücretsiz koçluk, müşterilerimize de danışmanlık yapıyoruz. Onlarca eleman adayı ile mülakat yapıyorsunuz, adaylarda gördüğünüz ortak eksiklikler nedir? kariyer Ben hâlâ inanamıyorum ama CV hazırlama ilk ve en önemli eksik. Özgeçmişler kişileri yansıtmıyor. Ya işin kurdu olanlar kendilerini olduklarından çok üstün gösteriyorlar veya çok iyiler yaptıklarını kağıda dökemiyorlar. Biz de hemen her mülakatta hayal kırıklığı veya şaşkınlık yaşıyoruz. Eğitime, yabancı dile, uzmanlaşmaya, özetle kendini geliştirmeye olan ilgi giderek artmakla beraber hâlâ gereken düzeyde değil. Artık akademik eğitim almak o kadar kolaylaştı ki, lise ve MYO mezunları mutlaka lisans eğitimi alarak bunu diplomayla belgelendirmeli, herkes alanına uygun bir yüksek lisans, hatta üst düzey hedefleyenler doktora yapmalı. Türkiye’de istihdamın arttırılmasına yönelik politikaları ve çalışmaları yeterli görüyor musunuz? Eskiye göre çok daha iyi olduğunu söylemeliyim. Devlet kanadında İŞKUR’un bugün geldiği nokta öncesiyle kıyas bile kabul etmez. İşsizlik maaşından tutun istihdamı teşvik eden destekler, nitelik artırmaya yönelik eğitimler ve paralel primler, hepsi olumlu gelişmeler. Biz bu destekler konusunda da müşterilerimize çözüm üretiyoruz. YÖK ve MEB tarafında da artık eğitim iş hayatına uyarlanmaya çalışılıyor. Ama yeterli mi, tabi ki değil. Zaten %10 civarında seyreden işsizlik oranları da bunu gösteriyor. Her zaman dediğimiz gibi istihdam ülkemizin sorunu. Bu kadar büyük bir sorunun çözümünü sadece devletten beklemek haksızlık olur. Biz de bu bilinçle 29 Ocak 2011’de İnsan Kaynakları Paneli düzenledik. (www. insankaynaklaripaneli.org) Kamu, üniversite ve özel sektörün önde gelen kurum ve kuruluşlarını en üst düzeyde bir araya getirerek Gelişen Türkiye’de Değişen İstihdam başlığı altında bu sorunun taraflarca irdelenmesini ve çözümde konsensüs sağlanmasını hedefledik. 2012 Ocak ayında Lütfi Kırdar’da çok daha geniş katılımlı bir programla çözüme katkıya devam edeceğiz. Personel arayan şirketlere ve iş arayanlara yönelik bir tavsiye ya da mesajınız var mı? Şirketlerin öncelikle kurumsallaşma, yetki ve yetkilendirme gibi temel konuları halledip mevcut çalışanlarını kalıcı ve verimli hale getirmeleri gerekiyor. Şirketlerin en önemli zenginliği entelektüel sermayesidir. Günümüzde paraya da gerek kalmadan projesi ve itibarı olan herkes krediyle de olsa bina, makine vb yatırımları kolaylıkla yapabiliyor. Fark insan kaynağından ortaya çıkıyor. İlk hedef eldeki kaynağı en verimli şekilde değerlendirme olmalı ki yeni alımlarda firma cezp edici bir konumda olabilsin. Seçme yerleştirme süreçlerinde profesyonel destek almak da firmaları olağanüstü rahatlatan bir faktördür. Bu sayede firma asıl işine odaklanır, zaman ve para kaybetmez. Yanlış alınan bir elemanın maliyeti sadece parasal açıdan bile danışmanlık firmasına ödenecek olandan fazladır. Kaybedilen zaman da cabası… İş arayanlar ise öncelikle hedeflerini iyi belirlemeliler. Meşhur sözde ifade edildiği gibi hedefi belli olmayan gemiye hiçbir rüzgar yardım edemez. Sonra o hedefe yönelik eksiklerini tamamlamalılar, eğitim, ehliyet, askerlik vs gibi. Son olarak amaca uygun mecralarda iş başvurularında bulunmalılar. İş arama, başlı başına bir projedir ve o ciddiyetle planlı programlı bir şekilde yürütülmelidir. Biz bu konuda ücret almadan kariyer koçluğu da yapmaktayız. 30 Son olarak Global Cv olarak Altunizade’de faaliyet gösteren bir firmasınız. Burayı tercih etmenizin nedenleri ve size sağladığı faydalar neler? Altunizade bize göre İstanbul’un en seçkin ve merkezi semtlerinden biri. Burada yoğunlaşan şirketlerin sinerjisi semtimizi bizim için önemli bir cazibe merkezi kılıyor. Ayrıca yoğun bir mülakat trafiği yaşadığımızdan şehrin bütün bölgelerinden ulaşımın kolay oluşu da Altunizade’yi bizim için vazgeçilmez hale getiriyor. Capitol sayesinde öyle uzun tariflere de gerek kalmıyor. 51 sağlık ve estetik Mehmet YILMAZ Toplum Olarak Gözümüz Açılıyor! Miyop, uzağı görememek demek. Ben de lise yıllarında ortaya çıkan ve uzun süre direnmeme rağmen beni gözlük kullanmaya mahkûm eden bu süreci yaşayanlardanım. On sene boyunca gözlük kullandım ve nihayetinde geçtiğimiz haftalarda geçirdiğim bir operasyon ile ondan kurtuldum. Lazer tedavisi olarak da bilinen bu operasyon kararını verirken haliyle de epeyce bir ön araştırma yaptım. Bana, ‘ne gereği var ki? Hem gözlük sana yakışıyor!’ diyenlerin ortak özellikleri gözlüksüz olmalarıydı. Hali hazırda gözlük kullanan ve bu operasyon sonunda hayatından gözlüğü çıkaranlar ise anlaşmışçasına ‘hiç düşünme’ diyorlardı. Yani bir bakıma tabiri caizse eşekten düşenin halinden yine eşekten düşen anlıyordu. İyi ama gözlüklü olmanın ne gibi sıkıntıları vardı? Bunu anlatabilmenin en iyi yolu örnekler vermek olacaktır belki de. Mesela denize ya da havuza gittiğinizde sadece suya girme hissini yaşayabiliyorsunuz; kenardakilerle bir bağınız kalmıyor. Sahile vardığınızda ‘hanım, çocuklar nerede?’ diye bir başka bayana sorma ihtimaliniz bile oluyor! Yazın güneş gözlüğü kullanmanız için ayrıca numaralı bir gözlük yaptırmanız ama onu çıkardığınızda esas gözlüğünüzü hemen takmanız gerekiyor. Diyelim ki futbola meraklısınız ve halı sahada oynamak sizin için vazgeçilmez bir faaliyet. İşte onun için de Edgar Davids gibi arkadan bağlanmış gözlüklerle oynamanız ve mümkün mertebe kafa toplarına çıkmamanız lazım. Gözlük hayatınızda öyle yer edinmiştir ki, ona ailenin bir ferdi gibi özel alaka göstermeniz gerekir. Temizlemek, yanınızdan ayırmamak, arada bakımını yaptırmak icap eder. Onsuz yataktan kalkamazsınız, otomobil kullanamazsınız; kitap okuyamazsınız… Berberiniz saçınızın nasıl olduğunu sorduğunda aslında net görmediğiniz halde görüyormuş numarası yapıp, ‘iyi olduğunu’ söylersiniz. Gözlüğünüz olmadan yatarak televizyon keyfi yapamazsınız, sakal tıraşı olsanız bile son rötuşları gözlük takarak yaparsınız. Yağmurlu havalar size ızdırap olur; soğuk havada ise sıcak bir yere girdiğinizde buharlaşan camlardan bakarsınız etrafa. Kaşkol takıp, ağzınızı, burnunuzu da kapatamazsınız tabii… Peki, gözlük takmanın hiç mi iyi tarafı yoktur derseniz bir tane söylenebilir; gözlük insana entelektüel bir ağırlık katabilir. Bir aksesuar olarak gözlük iyidir, hoştur ama sadece aksesuar olarak, hayati bir alet olarak değil!.. Eşekten düşme örneğinde olduğu gibi üstte yazanları da en iyi gözlük takanlar anlayacaktır elbette. Türkiye, göz tedavilerinde önemli bir merkez, Türkiye, lazer ile göz kusurları tedavisinde dünyanın önde gelen ülkelerinden birisi durumunda. Öyle ki, Avrupa’nın ve Ortadoğu’nun 32 pek çok ülkesinden ülkemize tedavi amaçlı gelen çok sayıda hasta var. Bunun temel sebebi ise maliyet olarak ülkemizin daha cazip olması ve bu konuda ihtisas sahibi olan uzman hekim sayımızın fazla olması. Yani bir bakıma Türkiye bu sağlık sektöründe bir marka durumuna gelmiş. Yine ülke genelinde sadece İstanbul ve Ankara’da değil Anadolu’nun orta büyüklükteki şehirlerinde bile lazer tedavisi yapan göz merkezleri mevcut durumda. Lazer tedavisi ile ilgili bazıları şehir efsanesi haline gelmiş olan çok sayıda görüş mevcut. Dolayısıyla da sorular peş peşe gelebiliyor. Bunlardan en çok merak edilenleri, ‘tedavi sonrası kusur yeniden ortaya çıkabilir mi?; bu ameliyatların ileride yan etkisi olacak mı?; operasyon sırasında yanma, ağrı olur mu?; ne zaman günlük hayata dönülür?; operasyon anında gözümü oynatırsam ne olur?; her hekim bu operasyonu yapabilir mi?; niçin tedaviler ve kurumlar arasında fiyat farklılıkları var?; niçin bazı göz doktorları gözlük kullanıyor?’ gibi olanları. Ülkemizde bu tedaviyi ilk olarak uygulamaya başlayan kurum olan Türkiye Gazetesi Hastanesi’nin hekimlerinden Op. Dr. Nusret Baş bütün bu sorulara ve daha farklı konulara kendi web sitesinde cevap veriyor. Miyop tedavisi için iki şeyin olması gerekiyor. Bunlardan birincisi gözdeki ilerlemenin durmuş olması, diğeri ise göz yapısının bu operasyona uygun olması. Bu uygunluk tedavi öncesinde yapılan muayene ve testler sonucu ortaya çıkıyor ve şayet göz yapınız uygunsa 12 dereceye kadar olan miyoplar sıfırlanabiliyor. Daha üst dereceler için ayrıca işlemler yapılabiliyor. Bu arada ülke nüfusumuzun yaklaşık %40’ında görme ile ilgili sorunlar olduğu tahmin ediliyor. Özetle, bu sefer bir haberin bizatihi öznesi durumunda olan birisinden okuyorsunuz izlenimleri. Sonuç ise şu; aracısız görebilmek hayli güzelmiş… Toplum olarak gözümüz açılıyor artık! sağlık ve estetik İcer Cansu IŞIKOĞLU Altunizade Polikliniği Diş Hekimi Ağız Kokusu Çözümü Olmayan Bir Sorun Değil! Ağızdaki hoş olmayan rahatsız edici kokuya kısaca ağız kokusu veya halitosis denir. Bu durum ağız içinde veya vücutta yolunda gitmeyen bazı durumlar olduğunun belirtisidir. Kötü ağız kokusu, çoğu zaman kişide kendine güvensizlik, toplum dışına itilme ve beğenilmeme korkusu gibi psikolojik sorunlara neden olur. Konuşma ortamlarında hem kişiyi hem karşısındaki insanı oldukça rahatsız edebilen bir durumdur. Ağız kokusu kötü ağız hijyeni, dişler üzerindeki plak ve taş birikimi, derin dişeti cepleri, gingivitis ve periodontitis gibi dişeti hastalıkları, diş ve bademcik abseleri, ağız kuruluğu, çürük dişler, gömük dişler, çekim yaraları, oroantral fistül, iyi yapılmamış uyumsuz protezler gibi ağız içini ilgilendiren bölgesel faktörlerden meydana gelebileceği gibi, sinüzit, soluk borusu kanserleri, burun polipleri, mide, böbrek, karaciğer, akciğer hastalıkları, şeker hastalığı, açlık, ilaç kullanımı gibi ağız dışı faktörlerden de kaynaklanabilir. 34 Yapılan araştırmalarda ağız içi kaynaklı ağız kokusu görülme sıklığı %87, ağız dışı kaynaklı ağız kokusu görülme sıklığı %13 olarak bulunmuştur. Ağız kokusu günün farklı zamanlarında oluşabilir. Örneğin sabahları görülen ağız kokusu her bireyde olabilir. Çünkü gece boyu ağız hareketsizdir, uyku sırasında yavaşlayan metabolizma nedeni ile tükürük akışında azalma söz konusudur. Sabaha kadar süren açlık, dişleri fırçalamadan yatma gibi nedenler sabahları hissedilen ağız kokusunun sebebidir. Açlık sırasında depo yağlar yakılmaya başlamakta ve keton denilen kötü kokuya sebep olan kimyasallar açığa çıkmaktadır. Ağız kokusunun başlıca sebebi ölü ve ölmek üzere olan anaerop bakterilerin çıkardığı sülfürlü bileşiklerdir. Bu bileşikler genelde pürüzlü bir yüzeyi olan dilin arka tarafında birikmektedir ve temizlenmediği durumlarda ağız kokusuna sebep olmaktadır. Ayrıca derin dişeti cebi ve çürükleri olan hastalar bu bölgelerini yeterince temizleyemedikleri için kötü ağız kokusuna sahip olabilmektedirler. Aynı şey yarı Gömük diş ve köklerin olduğu durumlarda dişi örten dişetiyle dişin arasında bakteri üremesi söz konusu olduğu durumlarda da geçerlidir. Ağız içi sebepli ağız kokusunda yapılan tedaviler kısa sürede sonuç vermektedir. Dişeti hastalıklarının ve diş çürüklerinin tedavilerinin yapılması, gömük ve çekimi gerekli görülen abseli dişlerin çekilmesi, uyumsuz protezlerin yenilenmesi ve yemek sonrası temizlenmesi, ağız kuruluğunun önlenmesi için bol su içilmesi ve burun solunumu yapılması, dil sırtının, dişlerin ve dişetlerinin fırçayla temizlenmesi, diş ipi kullanarak fırçanın giremediği bölgelerdeki besin artıklarının uzaklaştırılması, sarımsak, soğan gibi rahatsız edici kokusu olan besinlerden kaçınılması ve sigaranın bırakılması, tükürük salgısını arttırmak için naneli sakızlar çiğnenmesi ve tükürüğün yıkayıcı ve bakteri kolonizasyonunu önleyici etkisinden faydalanılması, ağız suları ve antiseptik gargaralar kullanılması genelde tedavide kullanılan yöntemlerdir. Ağız içi yapılan tüm tedavilere rağmen tekrarlayan ağız kokusu görüldüğünde, bir diş hekimi, KBB uzmanı, gastroenterolog gibi birkaç branştan hekim tedaviyi birlikte yönlendirebilirler. Sonuç olarak sağlıklı bir yaşam için temizlik temel prensip olduğuna göre ağız sağlığı için de ağız hijyenine gereken önem verilmelidir ve düzenli olarak ağız sağlığı hekim tarafından kontrol edilmelidir. Böylelikle kişilerde sağlık açısından olduğu kadar önemli ölçüde sosyo-psikolojik etkisi de olan ağız kokusu problemi ortadan kalkar. 35 hobilerimiz Aydın KAPANCIK Özgürlük ve öğrenme tutkusu, tarihler boyunca hep eşdeğer görülür. İnsanın başını kaldırdığında gördüğü mavi gökyüzü, ona hep bulutların üstünde olma hayalini kurdurur. Kuşları gözlemlemeye başladığı ilk günden itibaren içindeki uçma tutkusu körüklenir. Nedeni ne olursa olsun çeşitli denemelerle uçmaya çalışmak havacılık tarihinin başlamasını sağlar. Uçma tutkusu bazen birilerinin hayatına mal olurken diğer yandan savaşların seyrini değiştirecek yeni bir güç olarak karşılanır. Ahmet Çelebi, Farab’lı İmam İsmail Cevheri, Lagari Hasan Çelebi özgürlüğü gökyüzünde arayan ve uçma tutkusunun bedelini ödeyen isimlerden sadece birkaçıdır. Havacılığın Dünden Bugüne Yansımaları İnsanlar için uçmak artık günlük hayatın bir parçası. Ulaşımın en temel öğesi olarak görülürken, birçoğunun hobileri arasında ilk sırada yer alıyor. Türkiye’nin bu alandaki zengin şartları uçuş keyfinin de başköşelerini oluşturuyor. Peki, yeni başlayan bir gökyüzünü tutkunu için nerede ne var? 17 Aralık 1903’te Wright Kardeşler ilk havadan ağır motorlu uçuşu gerçekleştirirler. Ama onlardan önce sayısız deneme yapılmıştır. Özgürlük Bedel İster Yunan mitolojisinde yer alan Daedalus ve oğlu İkarus’un efsanesi insanın uçma tutkusunun verdiği en erken eserlerden biri. Efsaneye göre Kral Minos, baba Daedalus ve oğlunu Girit Adası’na hapseder. Daedalus bu hapis hayatından zamanla sıkılır ve oğlu İkaros’a kaz tüylerinden kanatlar yapar. Ona ne çok alçaktan, ne de yüksekten uçmamasını, özellikle de güneş ışınlarına yaklaşmamasını öğütler. Fakat İkaros takma kanatları ile bir kez havalandıktan sonra, aydınlığı, güneş ışınlarını ve bunların ardındaki hakikati biraz daha yakından görmek, öğrenmek ve daha çok özgürleşmek düşüne kapılır. Ancak, güneşe yaklaştıkça, takma kanatlarını bedenine yapıştıran bal mumları erimeye başlar. Ve sonunda İkaros, Ege Denizi’nde Sisam Adası’nın yakınlarındaki İkaya Adası’na düşer. Bu efsaneyle insanın gökyüzündeki ilk öyküsü de yazılmış olur. Tarih’teki efsaneler, hikâyeler bu kadarla da kalmaz elbette. Hezarfen 36 İlkel havacılık diye adlandırılan bu dönemde insanlar, kuşları taklit etmekten öteye gidemezler. Ancak değişen dünya ve getirdiği teknolojik gelişmeler havacılığın boyutlarını sürekli genişletir. Önceleri rüzgâra göre rota çizilirken, bugün füze teknolojisi ses hızını geçer. Gökyüzü insanlı uçuş için artık bir sınır oluşturmaktan çıkar, aya gidilerek yeni dünyalar keşfedilir. Gündoğumunu gökyüzünde karşılayın! Türkiye’de uçmak deyince ilk akla gelen yerlerden biri “Kapadokya ve Balon”… Gökyüzünün en eski misafirlerinden balon, bölgenin eşsiz güzelliğini görmenin de en etkili yolu. Havada ağır ağır süzülürken Kapadokya önünüze bir kilim gibi seriliyor ve yüzyıllardır atılan her ilmik burada kuşbakışı görülebiliyor. 1 saat 15 dakika süren bu balon turları ile Kapadokya uygarlığının yürüyerek ulaşılamayacak en uzak noktalarına kadar ulaşılabiliyor. Saat 06.00 civarında havalanan balonlar yaklaşık 1000 feet yüksekliğe çıkıyor. Ve gündoğumu gökyüzünde karşılanıyor. Gökyüzünün mavisinden, Ege’nin mavisine… Kanatlanıp uçmak için yıllardır kabul gören en iyi adres bu tatil sezonunda da iş başında. Ölüdeniz Babakale’de yamaç paraşütü uçuşları kaldığı yerden devam ediyor. Yöreye özgü klimatik havanın imkân verdiği Babadağ’dan yamaç paraşütü uzun yıllardır yapılıyor. Uçma tutkusu ve cesareti olanlar 30 dakikayla 45 dakika arasında bu keyfin tadına varabiliyor. Profesyonel yamaç pilotları ve uçacak olanlar malzemeleri alıp 4x4 otomobillere binerek yaklaşık 2000 metre yükseklikteki uçuş pistlerine ulaşmak için 25 kilometrelik Babadağ yolunu tırmanıyorlar. Burada son hazırlıkların tamamlanması ile uçuşa geçiliyor. Eğer uçanın cesareti biraz fazlaysa spiral, ringover ve vida benzeri artistik hareketleri de pilot tarafından yapılıyor. 37 Antik dünyanın kapıları gökyüzünden açılıyor, hazır mısınız? Kendinizi yer çekiminin gücüne bırakmak için sıra dışı bir adres, sıra dışı bir atlayış… Uçaktan paraşütle serbest atlayarak yapılan skydiving, İzmir Selçuk’da Türk Hava Kurumu gözetiminde yapılıyor. Efes, iklimsel özellikleri açısından yılın her ayı atlayış yapabilmeye müsait bir yer olması ile skydiving için bulunmaz bir alan. Yaklaşık 4000 metre yüksekliğe çıkılan bu uçuş, diğer bir tabirle düşüş, keyfi için en önemli ihtiyaç bolca cesaret. Bu sporu yaparken kalp ritminin kontrol edebilmesi dikkat edilmesi gereken bir husus. Zira herkes bu kadarıyla baş edemeyebilir. Uçmak özgürlüktür, hele ki medeniyetler kavşağı Anadolu’da yapılıyorsa… Uçmaktan keyif alıyorsanız yaşadığınız coğrafyanın sunduğu fırsatlardan yararlanmak için hiçbir mazeretiniz yok demektir. Öyleyse bu yazın tadını iyi çıkarın ve kanatlanıp uçun! fark yaratanlar Ali GÖLÜKCÜ Onur GİZER'İN Başarı Öyküsü Çocukluk döneminizde çalıştınız mı? Çok çalıştım. Yaklaşık 7–8 yaşlarından itibaren şirkete gidiyordum. Yaz tatilleri, hafta sonları gibi zamanları orada değerlendiriyordum. Ara sıra çıraklık yaptığım dönemler olmuştur. O şekilde zaten başladık. Belki de ticareti sevmemizin ya da içinde bu kadar uzun zaman bulunmamızın getirdiği bir artı ile ticaret çok kolay görünmeye başladı gözümüze. Küçük yaşlardan itibaren kazandığımız alışkanlığımız işimiz haline geldi. Liseye kadar Adana’da mıydınız? Adana’da uzun yıllardır ticaretle uğraşan köklü bir aileden geliyorsunuz. Sizin de, aileniz gibi ticaretten yana şansınızı kullandığınızı ve bu konuda çok başarılı olduğunuzu biliyoruz. Biz biraz daha filmi geçmişten almak istiyoruz. Çocukluğunuzdan gençlik dönemine kadar nasıl bir çevrede yetiştiniz? Çocukluğumdan gençliğime hatırladığım yaklaşık 6–7 yaşlarım, benden bir yaş büyük ablam var. Üst komşumuz dayımlardı. Onunda iki tane kızları vardı. Bir yaş küçük ve iki yaş küçük ve alt komşumuzda halamlardı. Onunda benden bir yaş büyük erkek çocuğu vardı. Yani hep beraber aile içerisinde geçti. Üç evde de devamlı dolaşarak, dağıtarak, oyunlar oynayarak geçti. Birbirine yakın yaşlardaki kuzenlerim olmasının getirdiği avantajlar çok fazla arkadaş sıkıntısı çekmeden geçti. Liseye kadar Adana’da bulundum. Liseyi bitirdim. Burada Marmara Üniversitesi İngilizce iktisat bölümünü kazandım. O sene aynı zamanda da yurt dışındaydım. İngiltere’ye dil kursuna gitmiştim. İngiltere’den döndüm yaklaşık bir iki gün kadar Adana’da kaldım. Daha sonrada İstanbul’a geldim, yerleştim. Sonrada 5 yıl kadar İstanbul’da üniversite için bulundum. Ardından hemen askerlik geldi. Kısa dönem yaptığım askerlik o dönem sekiz aydı. Sonra 8 ay kadar askerlik yaptım. Askerliği kısa dönem yaptım. Ondan sonrada da 1996 yılında mart ayında askerliğim bitti. 1996’dan itibaren 2005 yılı mayıs ayına kadar da Adana’da şirketlerimizin çeşitli bölümlerinde, birimlerinde hemen hemen her önemli iş kolunda çalıştım.2005 yılında da Gizpa adlı şirketimizi İstanbul’da kurarak buraya taşınmış olduk. Ticaret yaşamına girmek kendi isteğinizle mi yoksa ailenizin yönlendirmesiyle mi oldu? Mutlaka, ailemin yönlendirmesi de olmuştur. 38 Üniversiteyi bitirdiğinizde, bir yerde maaşlı mı çalışayım diye düşündünüz mü hiç? Hiç düşünmedim. Enteresan bir şey niye düşünmediğimi de bilmiyorum. Üniversite döneminde bizim okulumuz çok göz önünde bir üniversiteydi. Türkiye’nin belli başlı bütün kurumsal şirketlerinin işe alım yaparken tercih ettikleri 3-4 üniversiteden biriydi. Okul arkadaşlarımın bir çoğu da okulda yapılan kariyer günlerine katılarak bu kurumlarla tanıştı, mülakatlarına girdi ve işe başladılar. Ama ben kendimi bu anlamda hiç denemedim, deneme ihtiyacı da duymadım. Hayatımda hiç mülakata girmedim. Yaklaşık tahminim üç bine yakın iş görüşmesi yapmışımdır. Bunların beşyüzü işe alım görüşmesidir. Ama şimdiye kadar hiç iş başvurusu tecrübesi edinmediğim için pişmanım diyebilirim. Ayağımın ucuna kadar gelmişken en azından yaşamak isterdim. Personel alımı görüşmeleri demişken konuyu biraz o yöne çevirelim. Çoğu yöneticinin her mülakatta sorduğu öncelikli soruları oluyor. Sizin de böyle sorularınız var mı? Hayır, ben genelde gidişata göre ya da kişinin durumuna, çalışacağı iş koluna göre sorular sorarım. Tuzak sorular dediğimiz ya da cevabında bazı özellikleri yakalayabileceğimiz soruları sormaya da dikkat ediyorum elbette. Onlar çok fazla hissetmiyorlar. Mesela bazılarına evde yatağını kendin mi topluyorsun diye soruyorum. Ben aslında onun düzenli bir insan olup olmadığını merak ediyorum. O, hayır benim annem toplar diyor. İyi benim de annem hep toplar diyorum. Eğer işe alım yapacağımız pozisyon düzenlilik gerektiriyorsa o kişiyi aradığımız pozisyona uygun değildir diyorum. Bu anlamda kendimi çok erken yaş- ta tecrübe edinme ve iş hayatında eğitme fırsatım oldu. Yöneticilik anlamında, bu tip profesyonel yönetim anlamında, şimdiye kadar edindiğim tecrübe bugünkü iş hayatıma yansıyor. Adana’ya yaptığınız yatırımlardan sonra İstanbul’a gelip burada iş kurmaya nasıl karar verdiniz? Aileniz mi yönlendirdi, siz mi karar verdiniz? Ailem yönlendirmedi tabii, herhalde baba çocuğunun yanında olmasını ister. Babam hala yanında olsam daha memnun olacaktır, annem de aynı şekilde. Tabii ki benim kendi şahsi fikrim belli bir noktadan sonra o kaba sığamıyorsunuz. Artık beklentilerinizi karşılayamıyorsunuz. Biz çok bölgesel, şehirsel bir güçtük. Ama benim hayalim Türkiye’de bir güç olmaktı. Ulusal bir firma olmaktı. Onunda yolu tabii ki İstanbul’dan geçiyordu. Bu nedenle İstanbul’a gelmeyi tercih ettim. İstanbul’daki iş yaşamınızın ilk yıllarından bahseder misiniz? İlk yıllarda sancılı dönemler geçirdik. Ama ben biraz şanslı bir insandım. Adana’da bizim asıl işimiz beyaz eşya, 1954’ten beri beyaz eşya perakende mağazalarımız var. 1979’dan beri toptan mağazalarımız var. Bizim bu kadar iyi ve uzman olduğumuz işler de ben çok fazla çalışmadım. İçinde bulunmuştum ama bizzat çalışmadım. Askerden geldikten sonra bana, sigorta işini verdiler. Sigortacılık yaptım, o işi öğrendim. Daha önce taşıt kredileri yoktu. O dönem kanun çıktı ve taşıt kredileri patladı. Birçok finansal kurum bu alana yöneldi. Biz de o dönem hem Tofaş otomobil mağazamız olduğu için hem de mecburi kasko yaptırılması gerektiği için bir anda ön plana çıktık. Çünkü çok ciddi araç satıyorduk. Her aracı kredili satma, aynı zamanda sigorta yapma potansiyeli doğdu. Bu şekilde şirket, benimde başında olmamın getirdiği bir dinamizmle daha ilk yılda %300–500 büyüdü. İkinci yılda ikisini aynı birime yan yana taşıdım. Yan yana taşıyınca otomotivle ilgilenmeye başladım. Bir sene sonra, 1996 yılında, Ford’la bir anlaşma yaptık. Üç es plaza kurduk. Onun anlaşmasını yaptık. Yaklaşık 10 dönüm bir arazi üzerine 7508 metre civarında bir inşaat yaptık. O inşaatın projelendirme işlemlerin de, satın alma işlemlerinde, ekipmanların kurulmasında ailece tecrübe sahibi olduk. Henüz 24 yaşımdaydım ve bir kaç sene daha orda çalıştım. 2000 yılı çok uç bir dönem oldu. Satışlarımız patladı. Hemen ardından otomotivde işlerin dibe vurduğu 2001 krizi geldi. Satış tarafına ciddi sıkıntılar yaşadık ama kriz yönetmeyi de öğrendik. Öz sermayemizle iş yaptığımız için krizlerde çok ciddi dalgalanmalar yaşamadık. O da benim için güzel bir tecrübedir. Daha sonra Türkiye’nin en büyük perakende alış veriş mağazasını yaptık. Yaklaşık 15000m2 katlı olan mağazayı 2002 yılında projelendirdik. O dönem Adana’da bazı karar sıkıntıları vardı. O bölüme geçtim. Örneği olmayan yeni bir konsept yarattık. Yaklaşık 350 kişinin aynı anda yemek yediği 1100m2 hizmeti alan içerisinde olan güzel bir restoran yaptık ilk defa. İlk defa süpermarket işine girdik. Hazır konfeksiyon hazır giyim işine başladık, yaklaşık 3000m2lik bir alanda. İlk defa züccaciye ev tekstil reyonlarını açtık. Bütün bunların bir sistem içerisinde programlarının yazılması, yerleştirilmesi, tiretlerin? alınması, uygun elemanların alınması, iş düzeni akış sisteminin yaratılmasını sağladık. Bu süreçte yeni şeyler kurma konusunda genç yaşta ciddi tecrübeler edindim. Onun için bu yeni yerde de çok 39 fazla sıkıntım mutlaka olmuştur. Ama bu sıkıntıları nasıl aşılacağını üç aşağı beş yukarı biliyordum. İyi bir ekip kurduğuma inanıyorum. Tecrübeli bir ekip kurdum. Onların da önemli yardımları oldu bize. Morphy Richards’ı Türkiye’ye getirme süreci nasıl gelişti? Başta Altus ve Philips elektroniğinin Marmara Bölgesi dağıtıcılığını yapıyorduk. Sonra Demir Döküm’e başladık. Zaten o süreçte piyasaya böyle bir şey istediğimizin sinyalini veriyorduk. Bu şekilde onların buradaki temsilcileri bizi buldular ve görüştük. Richards’ın Türkiye distribütörlüğünü düşünür müsünüz dediler. Açıkçası o zamana kadar hiç dikkatimi çekmemişti. Bir kaç defa İngiltere’ye gitmeme rağmen o gözle bakmamıştım. İncelediğimiz zaman İngiltere’nin küçük ev aletlerinde en çok satan çok eski bir marka olduğunu öğrendik ve neden olmasın dedik. Yaklaşık 8 ay kadar flört dönemimiz oldu. Markayı tanımak, onların bizi tanıması gibi uzun bir araştırma süresi oldu. Ondan sonra el sıkıştık ve başladık. fark yaratanlar Morphy Richards markasını seçme sebebiniz neydi? Sadece bazı temel şeyler birbirine uydu. Eski bir aile şirketi, bizim gibi çok uzun süredir bu işin içinde. Ar-gesi var, pazarlaması zayıf. Bizim de ar-gemiz yok ama pazarlamamız güçlü, satış tarafımız güçlü. Bu yönlerin birbirine uyacağını düşündük. Biz, pazarlama alanında iyi bir isim olduğumuz için, o isme leke getirmeyecek kalitede ürünler satmak istedik. Onlar da çok kaliteli ürünler üretiyor. Kimyalarımız uydu ve 2008 yılının sonuna doğru bu işe başlamış olduk. Gizpa bildiğimiz kadarıyla toptan pazarlama şirketi, perakendeye yönelik doğrudan bir iş yapmıyorsunuz İstanbul’da değil mi? Perakendeye yönelik iki ay kadar önceye kadar başladığımız sistem klimaları işimiz var. Proje ve sistem klimaları işi yapmaya başladık. Evlerin, iş yerlerinin, restoranların, hastanelerin havalandırma ve yeni büyük klima sistemi vdf sistemlerini Altus, Arçelik, Samsung, Mitsubishi, Panasonic markalarıyla yapıyoruz, bu noktada çözüm ortağıyız. Bugün görmüş olduğunuz büyük bir binanın iklimlendirmesi, soğutması, ısıtması, havalandırması için teklifler veriyoruz. Şu anda direk olarak müşteriye ulaştığımız satış kanalımız budur. Gizpa olarak daha önce farklı sektörlerde yer aldınız mı veya ileride farklı sektörlere atılmayı düşünüyor musunuz? Dünya değişiyor tabii ki öncelikli hedefimiz yaptığımız işi doğru yapmak, hakkını vermek. Elimize aldığımız bazı bayraklar ve sorumluluklar var. Bunları en iyi şekilde yerine getirmemiz lazım. Bir koltukta 5–6 karpuzu taşıyoruz. Onun içinde herkesin, firmaların bizden beklentileri var, bizim on- lardan beklentilerimiz var. Bunları öncelikle yerine getirmemiz lazım. Bu işleri tam olarak yaptıktan sonra, hakkını verdikten sonra insanların hayalleri bitmez mutlaka bizimde hayallerimiz var. Onları da kısa süre içerisinde hayata geçirmek istiyoruz. Birkaç yıl içerisinde farklı yerlerde şirketimizin ismini duyabilirsiniz. Firmalar e-ticarete yöneliyor. Sizin bu konuda doğrudan satışa yönelik projeleriniz olacak mı? etkiledi bazılarını teğet geçti. Ama genel olarak baktığımızda Türkiye’de ekonominin genişlediğini söylersek yanlış söylememiş oluruz. İnsanların standartları her geçen gün artıyor. Yani bugün parası olan da olmayan da bir şekilde teknolojinin getirdiği rahatlıklardan faydalanıyor, faydalanmak için çaba gösteriyor. Bir dönem lüks kabul edilen ürünler bir zaman sonra insanların günlük hayatının bir parçası haline geliyor. Evet, e-ticareti destekliyoruz, önemsiyoruz. E-ticarette Türkiye’nin önde gelen firmalarıyla çalışıyoruz. Kendimizin şu anda böyle bir çalışması yok, ama ileriki günler ne getirir bilmiyorum. Zaten bildiğiniz gibi Morphy Richards’ın yanında distribütörlüğünü yaptığımız üç tane daha markamız var. Bir tanesi Valera, İsviçre kişisel bakım markası. Otel fönlerinde ve kuaförler için fön, düzleştirici, maşa gibi profesyonel gruplarda Avrupa’nın önde gelen markalarından bir tanesi. Salter, tartının mucidi ve 130 yıllık bir İrlanda markası. Mutfak gereçleri ve ev, banyo tartıları üreten bu markanın lansmanını da bu yıl içerisinde yapacağız. Homedics bir Amerikan markası, masaj ürünlerinde dünyanın 1 numarası, %90 Pazar payına sahip. Masaj ve spa ürünlerinde yaklaşık 200’ün üzerinde çeşitleri var. Bu ürünleri de yakın zamanda Elektro World mağazalarında tekrardan piyasaya sunuyor olacağız. Çok ses getireceğine inanıyorum. 2008’de yaşanan kriz sizi etkiledi mi yoksa teğet mi geçti? Bizim için teğet geçti. Ama teğet geçmeyen birçok insan tanıyorum. Hiç etkilenmeyen insanlar da tanıyorum. Sonuçta geniş bir coğrafyadayız ve geniş bir nüfus var Türkiye’de. Onun için de bazılarını kötü 40 Türkiye’nin şu anki ekonomik gidişatını nasıl değerlendiriyorsunuz? Hızla gelişen ve hala gelişmekte olan elektronik sektörü açısından değerlendirir misiniz? Türkiye kurulurken savaştan çıkmış ve sermayesiz bir ülke olarak zamanla sermayedarlarını kendi yetiştirmiş. Belli dönemlerde, belli hükümetler zamanında kendi sermayesini ortaya çıkartmış. O dönemlerde de bazı gruplar ön plana çıkıyor, çıkacaktır. Yeni ve mevcut iş kollarını düzgün bir şekilde yapan kişiler ön plana çıkıyor. Şu an ise Türkiye ekonomisini çok dinamik görüyorum. Krize ilk giren fakat krizden çabuk çıkan canlı bir ekonomiye ve tüketimlerini Avrupa standartlarına çok kısa sürelerde de taşıyan bir halka sahip. Onun için Türkiye ekonomisinin bu saatten sonra kolay kolay ciddi krizlere gireceğine inanmıyorum. Sadece elimizdeki değerlerin tam farkına varıp, bunlar üzerine çalışmamız lazım. Bazı hedef sektörler seçip bunlar içerisinde Türkiye’nin ağırlık gücünü, söz sahibi gücünü artırmamız gerektiğini düşünüyorum. sanata dair... Selda KAYA KAPANCIK Nuri Bilge Ceylan Sineması Batı hayranlığını körükleyen Boğaziçi Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra Londra’nın yolunu tutar. Yazgısı olarak gördüğü batı ise ona beklediklerini veremez. İçindeki boşluk ve anlamsızlık giderek artar, yalnızlığı büyür. Bu sırada bir kitapçıda Himalayalar üzerine bir kitaba rastlar ve doğudan medet umarak Nepal’a gider. Ancak bir iki ay içinde 400 kilometre yürüyüş yaptığı Himalayalar da ona umduğu anlamı vermez. gerektiğine karar verir ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde sinema eğitimi almaya başlar. İlk filmi Koza’yı 1995 yılında çeker. Arkasından her biri festivallerden ödüllerle dönen Kasaba, Mayıs Sıkıntısı, Uzak, İklimler, Üç Maymun ve son olarak Bir Zamanlar Anadolu’da filmlerini yapar. Kasaba, Mayıs Sıkıntısı ve Uzak bir üçleme niteliğindedir. Filmlerindeki tüm karakterler Ceylan’ın çok yakından tanıdığı, yarattığı dünya bizzat içinde yer aldığıdır. Daha sonra çektiği İklimler filminde de, bu kez kendi canlandırarak, aynı karakter üzerinden gitmeye devam eder. İklimlerde kamerayı ilk kez kendisinin kullanmaması ve dijital video ile çekmesi ise onun değişim yaşayacak sinemasının habercisi olur. Üç Maymun’la birlikte Ceylan kendi ve çevresinin hikâyelerinin tamamen dışında konulara yönelmiştir artık. Bundan böyle profesyonel oyunculara ağırlıklı olarak yer verir ve set ekibini genişletir. Ama onun sinemasında değişmeyen bir şey vardır; sinemada geride bıraktığı yıllar minimalizmle yollarını küçük bir ölçüde ayırmıştır ama onun sineması hiçbir zaman popüler sinemanın kalıplarına da girmeyecektir. Sonra Türkiye’ye döner ve askere gider. Ankara’da yaptığı askerliği sırasında Türk toplumunun her kesiminden insandan oluşan zengin bir mozaikle karşılaşır. Ve ait olduğu yeri bulduğuna dair bir duygu yaşar. Ankara günleri de çok yalnız geçer ama, en çok düşündüğü, en çok film seyredip ve kitap okuduğu dönem olur. Sinema yapmaya da kesin olarak bu dönemde karar verir. Onlarca sinema kitabı okur. İsveçli yönetmen Ingmar Bergman ve İtalyan yönetmen Michelangelo Antonioni filmleri izler. Tekrar İstanbul’a döndüğünde ise kendisini daha yetkin hissedebilmek için sinema okuması Çünkü…Popüler sinema, Ahmet Oktay’ın gündelik yaşamın kültürü diye tanımladığı popüler kültürün içerisinde yer alır. Ve emeğin gündelik olarak yeniden üretilmesinin bir girdisi olarak eğlenceyi içerir. Hollywood western, polisiye, korku, bilim kurgu, romantik komedi gibi türlere, Türk sineması ise melodram, arabesk, güldürü, absürd komedi ve son yıllarda korku filmleri gibi türlerle eğlenceye yönelik işler üretir. Nuri Bilge Ceylan ise ticari popüler sinemanın karşısında duran bir anlayış ile film üretir. Popüler sinema “dünyayı görünür” yapar. Fantazyalar dünyasını yansıtır. Böylece bütün gerçekleri görünür statüsüne indirger ve Günümüz Türk sinemasının en önemli isimlerinden biri kuşkusuz Nuri Bilge Ceylan. Yaptığı filmler ile yeni dönem sinemanın öncüsü olan, ulusal ve uluslararası birçok festivalden ödülle ayrılan ama hâlâ sinemaya ancak bir avuç insan toplayabilen bu yönetmeni ve yaptığı sinemayı anlayabilmek için gerilere gitmek gerekiyor. Çünkü onun sinemasının temel taşları çok derinlere uzanıyor. Nuri Bilge Ceylan 1959’da İstanbul’da dünyaya gelir. Henüz üç yaşındayken Çanakkale’nin Yenice ilçesine taşınırlar. Babası Yeniceli bir ziraat mühendisi olan Mehmet Emin Ceylan’dır. Mehmet Emin Ceylan’ın tabiata olan aşkı, Yenice’nin dağları, tepeleri, tarlaları Nuri Bilge Ceylan’ın dünyasına biçimini verir. Yine babasının 1950’li yılların ortalarında Amerika’dan dönerken getirdiği 4 dolarlık fotoğraf makinası ona fotoğraf merakını kazandırır. 16 yaşından beri çektiği fotoğraf, üniversite yıllarında çok daha derin bir ilişki sunar kendisine. 42 gerçeğin elde edilebilirliliği yanılsamasını verir. Seyreden kitlelere, erişmeyeceği sahte düşler satar. Tek erişebilme yolu, gördüklerini taklit etmeye çalışmak ve taklit edebilmek için tüketmektir. Kapitalist sistemin en önemli gerekliliği olan tüketim popüler sinema ile varlığını devam ettirir. leri bir müddet sonra sıkmaya başlar. Filmde uzun planların fazla olması, kamera hareketlerinin az olması, anlatması gerekenden fazlasını anlatmaması ve göstermesi gerekenden fazlasını göstermemesi ile tüketim toplumunun ruhuna uymayan bir yapıdadır. Popüler sinema da filmin başrol oyuncuları izleyicinin sempati ve hayranlık duyabileceği, özdeşlik kurabileceği karakterlerdir. Her yönleri ile idealize edilmiş insan portresi çizerler. Ancak Ceylan’ın filmlerindeki karakterler izleyicinin özdeşlik kurmaktan kaçınacağı karakterlerdir. Çünkü onlar zaafları ve eksiklikleri ile mükemmel olanın çok ötesindedirler. Popüler kültür sırtını egemen ideolojiye dayadığı için, popüler sinema da o ideolojinin meşrulatırılması işlevini yerine getirir, en azından sisteme ters düşecek bir durumdan kaçınır. Nuri Bilge Ceylan sinemasında ise sisteme eleştirel bir yaklaşım vardır. Ancak bu eleştiriler izleyenin gözüne direkt sokulmaz. Uzak’ta Yusuf’un kriz nedeniyle çalıştığı fabrikadan atılıp büyük kente gelmesi, ancak kentte de tutunamaması buna bir örnektir. Farenin yakalanması sahnesinde, kentli Mahmut’un kapıcının sabah yapacağını söylemesi de toplumsal hiyerarşik sisteme bir göndermedir. Kasabalı Yusuf ise böyle bir düzene uzaktır. Fare ona tiksinti vermez. Nuri Bilge Ceylan’ın sineması ise izleyicisine sahte düşler satmaz, gerçeklik üzerine kuruludur. Yüzeysel bir gerçekçilik yerine, daha derinlerdeki gerçekçilik ön planda tutulur. Yaşamın durağanlığı, rutinliği, insanın içinde bulunduğu ruhsal durum en gerçekçi haliyle filme yansır. Popüler filmlerde metaforik anlatıma ve doğal sese pek yer verilmez. Çünkü seyirci metaforlarla anlatımı çözmek için çaba sarfetmez. Ceylan’ın bütün filmlerinde ise metaforlar filmin başından sonuna kadar yer alır. Müzik kullanımı ise çok sınırlıdır. Yine Nuri Bilge Ceylan sinemasında anlatım sade ve katışıksızdır. Bu da izleyen- Nuri Bilge Ceylan sinemasında izleyiciyi rahatsız eden bir durum vardır. İzleyici 43 filmi izlerken katharsis yaşamak yerine daha çok sıkıntı yaşar. İzleyicinin bu rahatsızlığı filmi izlerken alt metnin okunmasının zorluğu ve filmin hikâyesi ile oyuncularına özdeşim kuramamaktan kaynaklanır. Oysaki popüler kültür çabuk kullanım ve hızlı tüketim kültürüdür. İzleyici sinemaya gittiğinde orada gülmek, ağlamak, gerilmek, korkmak ve filmden çıktıktan sonra düşünmek yerine rahatlamak ister. Popüler sinema tüketim koşullarının yaratılması ile ilgili promosyon, reklam gibi yollara başvurur. Nuri Bilge Ceylan’ın filmlerinde ise böyle bir çalışma olmamıştır. Öyleki filmler kendilerine ancak kültür sanat haberlerinde yer bulur. Filmlerin en etkili ve belki de tek gündeme getiren olay aldığı ödüller olur. “Ben sinema diliyle uğraşan bir insanım. Böyle bir uğraş genellikle insanı biraz konvansiyonel olandan, dolayısıyla gişeden uzakta tutuyor. Doğal bu. Ama gülü seven dikenine katlanır. Bu yüzden şikâyetim yok.” Nuri Bilge Ceylan’ın bu sözleri popüler kültür ile arasındaki mesafeyi de özetliyor. Minimalist sanat anlayışı ve onun öncüsü yönetmenler ile yoğrulan Nuri Bilge Ceylan sineması, popüler sinema ile çok başka yerlerde duruyor. Popüler kültürün bir ürünü olan popüler sinema filmi, varolan ekonomik sisteminin körüklediği rekabet ortamı ve gelişen teknolojilerle biçimlenen ve dağıtım kanallarında gezinen nitelikli bir meta haline gelmiştir. Nuri Bilge Ceylan’ın filmleri ise kamera kullanımından, ses ve müzik kullanımına, konusunun işlenişinden karakterlerin derinliğine popüler sinemanın üretilemeyeceği bir zemine dayanıyor. gezdik... gördük... yazdık... Av. Mehmet Fatih ÇAKIR Ortadoğu'nun Masalsı Şehirlerine Konuk Olduk; İsfehan ve Şiraz... Şark klasiklerini okuyanların hayalini süsleyen masalsı şehirler vardır, İsfehan tamda böyle bir yer işte… Sizi 15.,16. yy.lara götüren muhteşem mimarisi, dünyada çok az şehirde görebileceğiniz imar ve şehircilik uygulaması ile oluşturulmuş caddeler, meydanlar… insana huzur veren dingin ve mistik atmosferi, son derece sosyal ve entelektüel insanlar... kısaca en yaşanılası yerlerden belkide birincisi… bekliyor. İmam ve Şeyh Lütfullah camileri son derece iyi bir şekilde korunmuş çinilerle süslü. İmam camiinin nerede ise her cm2’si çinilerle kaplı. Cami içindeki eko sistemde olağanüstü. Kümbetin içinde herhangi bir yerde kısık sesle bile konuşsanız salonun her yerinden duyulabilirsiniz. Yine namaz kılınan yerdeki işaretli yerde durup yüksek sesle konuştuğunuzda 10’dan fazla yerden yankı geldiğini duyarsınız. İşaretli yer aynı zamanda 7 farklı büyüklükte taştan yapılmış olup buradan kubbeye baktığınızda 8 pencere görürsünüz. Bunun açıklaması ise dünyadaki 7 makamı aşmayı başaran kimse gökyüzündeki 8 cennete ulaşır. 16. yüzyılda bastırılan paraların üzerinde “İsfehan dünyanın yarısıdır” yazılırmış. (Esfahan Nisf-i Jahan)Bu anekdot söylemek istediğimi en iyi şekilde anlatmıştır sanırım. Şehrin meydanı olan bugünkü adı ile İmam Meydanı ( devrimden önceki ismi Nakş-ı Cihan - dünyanın resmi, deseni anlamına geliyor… ) UNESCO Dünya Kültür Miras listesinde yer almakta ve dünyanın en büyük ikinci meydanı. Etrafı tamamen kapalı olarak ise dünyanın en büyük meydanı. Başlı başına bir şaheser olan ve dikdörtgen şeklindeki bu meydan, 1600’lü yılların başında Şah Abbas zamanında yapımına başlanıp yaklaşık 25 yılda tamamlanmış. Meydan; İmam Camii ( Mescid-i Şah camii), Şeyh Lütfullah camii ve Ali Kapu Sarayı ile çevrili. Çevresi aynı zamanda bizdeki Kapalıçarşı misali el sanatları, mücevherat ve hediyelik eşya dükkanlarından oluşuyor. 1000’den fazla dükkanda alışverişten bıkacaksınız. Bu kadar dükkan yetmez diyenler için ise İmam Camii tarafından çıktığınızda sizi 5-6 km uzunluğunda İsfehan çarşısı 46 Meydan; ortasında büyükçe bir havuz ve kalanı ise park olacak şekilde düzenlenmiş. Aynı zamanda İsfehan’ın merkezi olan bu meydan, zamanında oyunların oynandığı, gösterilerin yapıldığı bir mekanmış. Meydanı eğer akşam saatlerinde gezerseniz havuzun etrafındaki ışıkların yanması ve fıskiyelerin açılması ile kendinizi güzel bir şark gecesi içinde bulabilirsiniz. Veya İmam camii tarafında bulunan qayseriye tea shop’ta oturup meydanı en güzel açıdan çayınızı yudumlayarak izleyebilirsiniz. İsfehan’ın şehircilik açısından en güzel yanlarından biri de Chahar Bagh caddesi. Yaklaşık 5 km uzunluğunda ve 50 metre genişliğindeki bu cadde şehrin ana caddesi olup Si o se pol köprüsünde son bulur. Caddeyi asıl ilginç ve önemli kılan ise iki yönlü taşıt yolunun ortasında bulunan yayalar için yürüme yolu. Böyle bir yolun dünyada sanırım bir örneği daha yoktur. Cadde 1597 yılında Şah Abbas zamanında yapılmıştır. Sadece bir at arabasının geçebileceği cadde ve sokakların yeterli görüldüğü dönemlerde 5 km. uzunluğunda yeşillik ve havuzlardan oluşan, taşıt yolundan daha geniş bir yaya yolu gerçekten inanılmaz. Şehrin ortasında geçen Zayende Nehri üzerine kurulu Si o se pol köprüsü ise 300 metre uzunluğunda olup 33 gözden oluşmaktadır. Bu nedenle de Si o se pol köprüsü olarak anılır. Akşamları ışıklandırılan köprü İstanbul boğazı ve Boğaz köprüsünün küçük bir modeli gibidir. Taşıt trafiğine kapalı olup yayalara açıktır. Köprünün iki başındaki çayhaneler ve nehir boyu İsfehanlıların akşamları vakit geçirdikleri yerlerdir. Bir başka deyişle İsfehanlıların gecelere aktığı yerlerdir. Taşıt trafiği yine Zayende Nehri üzerindeki Khaju ve diğer köprüler üzerinden verilmektedir. Hikaye odur ki; Hafız’ın bu şiirini duyan Timur derhal Hafız’ı huzuruna çağırır. O sırada günlük tamir işleri ile meşgul olan Hafız üzerini değiştirmeye bile fırsat bulamadan pejmurde bir şekilde kendini Timur’un karşısında bulur. Hafız’ı karşısında bu halde gören Timur daha da kızarak yüksek bir sesle; bizim binbir zahmetle savaşarak aldığımız Buhara’yı ve Semerkand’ı bir güzelin benine bağışlayıvermişsin, bre bu ne cömertlik? demiş. Durumun kötüye varacağını anlayan Hafız ne söylese Sultan’ın fikrini değiştirmeyeceğini düşünmüş ve bari bir nükteyi feda etmeyeyim diyerek ellerini iki yana açmış ve kıyafetlerini göstererek, - işte o yersiz cömertlikten dolayı bu haldeyiz, ya Sultanım deyivermiş… Çayhaneler kültürümüzdeki kıraathanelerin İran’daki karşılığına denk gelir. Her ne kadar bizde kıraathaneler vasfını kaybetmişse de İran’da halen gerçek işlevini sürdürüyor... Çayhaneler oyun oynanan, boş geyiklerin yapıldığı mekan olmaktan çok uzak... Şiraz’daki bu çayhanede de Hafız’dan, Sadi’den karşılıklı şiirler okunup bu geleneksürdürülüyor... Malumdur, İran kültüründe şiirin yerini söylemeye gerek yok… Şehriyar, Hafız, Sadi, Ömer Hayyam, Firdevsi, Fuzuli, Şems-i Tebrizi bu topraklarda yetişmiş şairlerden sadece bir kaçı… Dünya’da yetiştirdiği şairler için özel bir Şairler Mezarlığına sahip tek şehir ülkenin kuzeyindeki Tebriz şehridir. Şairler anıtının da bulunduğu mezarlıkta Saib Tabrizi, Ohadi Maraghani, Seikh Mahmoud Shabistani ve Şehriyar gibi şairlerin mezarları bulunuyor. Böyle bir şiir ülkesinde de çayhanelerin duvarlarının şiirlerle süslenmesi, sohbetlerin en önemli konusunun da şiir olmasından daha doğal bir şey yoktur... Çayhanelerin çoğunda demleme çay yerine, büyüklüğü kişi sayısına göre belirlenen demlikler içine konulmuş poşet çay geliyor. En çok kullanılan çay markası “amed tea” Çayın orijinalliği ise şekerinde saklı. Bir bardak çay yanında tam dört farklı şeker geliyor… Malum İran’da çay kıtlama içiliyor. Bunun için müşterilere çayın yanında kıtlama şeker, kandiş şeker ( nebat şekeri ) ve hurma veriliyor. Herkes damak tadına göre bu şekerlerden birini tercih edip çayını içiyor. Türkiye’den geldiğimizi öğrenen Çayhane sahipleri bizi iyi tanımış olacaklar ki, ilaveten toz şekerde getiriyorlar…Ama tercihim hep hurmadan yana oldu.. Hurma-çay ikilisini Kahire’de naneli çay-yaş hurmadan biliyorum ve gerçekten nefis bir ikili… 47 Şiraz'da kapı tokmakları Bu devirde kapı tokmağı da nereden çıktı denildiğini duyar gibiyim. Malum artık görüntülü kapı zilleri devrindeyiz. Kapının zili çaldığı an kameradan kimin geldiğini hemen görebiliriz. Kamera yoksa da en kötü ihtimal diafon sayesinde kapıyı açmadan geleni öğrenebiliriz. Ama sözkonusu bir kültür bir incelik olunca konuya değinmemek büyük haksızlık olur. Malum bizim kültürümüzde de kapıyı çaldıktan sonra kapının tam ortasında değilde sağında veya solunda durup beklemek, ya da 3 defa kapıyı çaldıktan sonra kapı açılmazsa daha fazla ısrar etmemek, camdan, kapı deliğinden içerisini gözlememek gibi görgü kurallarımız vardır. Her milletin de buna benzer kendine özgü bir takım kuralları vardır. Şiraz’da da eski bir gelenek devam ettiriliyor olsa gerek birçok evin dış kapısında çift tokmak bulunuyor. Kim O?’dan hemen önce gelenin kimliği ile önemli bir ipucu! Sol taraftaki ince tokmak tiz ses çıkarırken sağ taraftaki kalın tokmak tok ses çıkarıyor. Gelen misafir erkek ise sağdakini, bayan ise soldakini çalıyor ki ev sahipleri ona göre hazırlansın ya da ona göre kapıyı erkek ya da kadın açsın... Sağlıklı Yaşam Kalp İçin En Doğal Baypas Düzenli Spor! Kalp krizi riskini yarı yarıya azaltan, hatta kalp krizi geçirenlerde iyileşme sürecini hızlandıran spor, bilinçsiz yapılırsa kalpte yarardan çok zarara neden oluyor! Sağlıklı bir kalbe sahip olmak için saatlerce koşmaya ya da spor salonlarına kapanmaya gerek olmadığını söyleyen Medical Park Göztepe Hastane Kompleksi Kardiyoloji Bölüm Başkanı Dr. Hikmet Tezel kalbini düşünenleri uyarıyor. Sağlık açısından sayısız faydaları olan sporun yanlış yapılması durumunda kalbe yarardan çok zarar verebileceğini söyleyen Medical Park Göztepe Hastane Kompleksi Kardiyoloji Bölüm Başkanı Dr. Hikmet Tezel; kalp sağlığı için doğru spor yapmanın yollarını anlattı: • Düzenli egzersiz yani spor yapmak, kalp krizi riskini yarı yarıya azaltır. Hatta kalp krizi geçirenlerde iyileşmeyi kolaylaştırır. •Egzersiz sırasında, kalp kası daha fazla çalışır. Kalp kasının daha çok çalışması için de daha fazla kanlanması gerekir. Bu durumda düzenli egzersiz kalp kasını besleyen koroner damarların genişlemesini, yıkanmasını ve yenilenmesini sağlar. İhtiyaç arttıkça yeni damarlar oluşur. Yeni damarların açılması ile oluşan doğal baypaslar, kalp kasını güçlendirerek kalp yetersizliğini, infaktüs riskini ve kötü sonuçları engeller. Spor Salonu Şart Değil •Ancak sporun sağladığı tüm bu nimetlerinden yararlanmak ve kalp damar sağlığınızı korumak için koşmak ya da spor salonlarındaki programlara dahil olmanız gerekmiyor! Sadece düzenli ve tempolu yürümek de sporun bu faydalı etkilerinden yararlanmanızı sağlar. Günde 30 dakika hızlı olarak yürüyün, bu yeter! Tüm günün yorgunluğunu bahane etmeden, evde ya da işte sarf edilen enerjiye ilaveten her birey kendine günde en az 30 dakika ayırmalı ve açık havada tempolu yürüyüş yapmalıdır. Kalp sağlığı için 1 saat boyunca 5 km yürüyüş idealdir. Yani en az haftada 150 dakika yürüyüş yapılması önerilmektedir. Ama unutmayın; bu yürüyüşler tempolu olmalıdır, mağaza dolaşarak değil! 48 Önce Sağlık Kontrolü •Eğer kalp krizi geçirmiş birisi düzenli spor yapacaksa mutlaka bireysel olarak doktoruna danışmalıdır. Kalp hızını bulmak için krizden 15-20 gün sonra yürüyüş bandında efor testi yapılması gerekir. Bu sayede ulaşılan kalp atım sayısına göre, egzersiz sırasındaki hedef nabız hesaplanmalıdır. Yani kalp krizi geçiren kişilerde, düzenli egzersizin miktarı, kalp krizinin yarattığı hasarın boyutuna, hastanın genel durumuna ve efor testinde hastanın ulaşabildiği hedef kalp hızına göre ayarlanır. Kalp krizi geçirmiş bireyler de düzenli ve tempolu olarak haftada 3 ila 5 gün, 30 ila 45 dakika arası yürüyüş, yüzme ve bisiklete binme gibi egzersizler yapabilirler. Yemek Sonrası Değil Aç Karnına •Düzenli egzersiz için ideal olan saatler, kişinin yaşam saatlerine göre değişebilir. Fakat hemen yemek sonrası yapılan egzersizin, kalp sağlığı üzerine olumsuz etkileri olabilir. Kalp hastalarında şikayetler yemek sonrası ortaya çıkabileceğinden, sporun yemekten bir buçuk iki saat sonra aç karnına yapılması uygundur. Aşırı soğuk ya da sıcak havalarda fazla efor gerektiren sporlar yapılmamalıdır. Özellikle bilinen kalp hastalığı olanlar ya da kalp hastalığı için risk faktörü taşıyanlar buna dikkat etmelidir. Soğuk suda duş veya yüzme tehlikeli olabilir. Yürürken rüzgârı arkamıza almakta fayda vardır. 53 marka kişiler Özge GÖRÜR EROĞLU Saat, herkesin tercih ettiği ve kullandığı bir aksesuar. Ve dünya üzerinde birçok saat üreticisi var. Edox saatlerini kullanıcı nezdinde diğer saatlerden ayıran özellikler neler? MeySaat Yönetim Kurulu Başkanı Fatih Yaman'la Edox Saatlerini ve Türkiye'ye Getirmeye Planladıkları Yeni Markaları Konuştuk... Edox 1884 yılında aşkın ifadesi ile saat üretmeye başladı. İlk 200 metre derinliğe dayanabilen, daha sonra da yine ilk 500 metre derinliğe dayanabilen saati üretti. Daha sonra ki yıllarda Dünya RC 44 Yelken Yarışlarına, Class 1 dünya Offshore yarışlarına sponsor olarak onlara özel koleksiyonlar üretti. Son olarak dünya da yine bir ilki gerçekleştirerek Dünya Ralli Şampiyonasına zaman tutucu ve sponsor olarak WRC’ ye özel koleksiyonlar üretti. Ve bütün bunları yaparken kullanılan materyal ve işçilikte en üst seviyedeki kaliteyi uygularken ulaşılabilir fiyat politikası ile diğer saat markalarından gözlenebilir şekilde ayrılmıştır. Edox markasının dünyadaki yerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Edox dünyada ortalamanın üstü denebilecek segmentte yenilikçi spor koleksiyonlarıyla öne çıkan bir markadır. Peki, Türkiye’deki hedefleriniz neler? Edox’un dünyadaki marka değerine paralel buradaki çalışmalarınız ne olacak? Edox saatleri bu uzun geçmişe rağmen ülkemizde bugüne kadar hak ettiği yere ulaşamamıştır. Bu da bizim adımızabir eksik gibi görünürken biz bunu avantaj olarak değerlendiriyoruz. Bu avantajı en iyi şekilde değerlendirmek için butik mağazalarla birlikte doğru bayilikler oluşturarak dünya genelinde ilk 5’ e girmeyi hedefliyoruz. Global ekonomik krizlerin yaşandığı ve bir şekilde Türk piyasalarını etkilediği bu dönemde pazarlama planlarınızı nasıl şekilleniyor? Geçtiğimiz 20 yılda yaşadığımız ekonomik ve siyasal krizler aslında bizler için çok büyük tecrübe oldu ve kriz yönetimini 50 öğrendik. Bununla beraber ülkemizin uluslararası boyutta her gün yükselen bir değer olması ve ekonomik olarak gözle görülen iyileşmeler tecrübemizle birleşince, bizlere de pazarlama konusunda kolaylıklar sağlamaktadır. Edox un yeni piyasaya çıkacak bir ürünü var mı? Özellikleri nedir? Koleksiyonlar yenileniyor. Bunlardan biri Grand Ocean serisinde dünya genelinde 30 adet üretilen ve Türkiye ye sadece 1 tane gelecek olan 5 Minutes Repeater modeli. Bu eşsiz modelin en başlıca özelliklerinden biri Saat başlarında ve her 5 dakikada bir çıkardığı özel tını sayesinde saate bakmadan bile saati öğrenmeniz mümkün. Dubois Depraz DK 87 / ETA 2892-A2 tabanlı mekanizmaya ve mekanizmayı gözler önüne seren muhteşem iskelet kadrana sahip. Ve yine Grand Ocean serisinde aynı modelde daha ideal size olan 48 mm den 45 mm indirilmiştir ve bileği daha çok saran bir saat görünümüne ulaşılmıştır ve ekstra özellik olarak day date (gün takvimi) konulmuştur. Class 1 koleksiyonunda ise mekanik gün takvimli kronograf özellikli yeni bir model daha geliyor. Bu saatte ise canlı renklere sahip vidalı butonlar olup aynı zamanda 500 metre su geçirmezlik özelliğine sahiptir. Mey Saat olarak bünyemize Edox Saatlerinden sonra birde ünlü İtalyan takı markası ‘’Pesavento’’yu dahil ederek Türk tüketicisinin beğenisine sunmaya hazırlanıyoruz. Pesavento, sıradanlıktan, önceden tahmin edilebilir seçimlerden uzak bir marka stilidir. 925 ayar gümüş üzerine bezenmiş yarı değerli taşlar ve ince detayları ile eşsiz koleksiyonlara sahiptir. Pesavento Koleksiyonlarında manyetik klipsler, göz alıcı renklerde ışıltılı parlak taşlar, telkari işlemeler, pembe rodyum kaplamalar, birbirinden farklı örme deri bileklikler üzerine renkli taşlarla bezenmiş gümüş tokalar kullanmaktadır. Fiyat aralığı ise 200£ ile 1000£ arasındadır Edox saatlerinin Türkiye dağıtımcısınız. Edox’u Türkiye’ye getirmeye nasıl karar verdiniz? 2006–2007 sezonunda ilk defa Edox’un Class1 ve Class Royal serileri ile tanıştım. Ürünlerin yenilikçi çizgisi ile beraber kalite fiyat uyumu da dikkatimi çekti. Bu geçen süre zarfında hem yeni koleksiyonlarıyla hem de dünya pazarındaki satış ve beğenideki artan ivmesiyle takdir ettiğim bir marka haline geldi. 2010 yılında da kendileri ile temasa geçtim. Benimle beraber ülkemizde temasta olan başka firmalarında olduğunu öğrendim. 6 aylık bir sure içersinde de firma, ülkemizde Edox markasını en iyi temsil edecek firmanın Mey Saat olduğuna karar verdi ve Ekim ayında distribütörlük anlaşması imzalandı. Önce Edox, şimdi Pesavento… Müşterileriniz yeni sürprizler beklemeye devam etsin mi? Gerek saat ve gerek takı sektöründe yenilikçi, dinamik firmaları sürekli takipte tutuyoruz. Ancak malum ki olayın bir de finansal boyutu var. Biz prensip olarak kendi öz sermayesiyle çalışan bir firmayız. Ne zaman bütün şartlar birlikte oluşursa emin olun ki yine etkileyici sürprizlerimiz olabilir. Türkiye’deki trendler ile dünyadakiler benzerlik gösteriyor mu? Tüketici beğenileri açısından değerlendirirsek neler söyleyebilirsiniz? Genelde dünyadaki trendlere erken uyum sağlayan genç bir nüfusumuz var. Özellikle nüfusun çoğunluğunu orta yaşın üstünü oluşturan ülkelere göre trendleri bir iki yıl önce yakalayıp, o ülkelere ulaştığında ise tüketmiş bile oluyoruz. Fakat bununla beraber zevklerimizin en çok ölçüştüğü ülkeler Amerika ve Rusya. 51 bir mekan Augusta Antonina ya da Nova Roma, antik dönemin bilinen adı ile Konstantin’nin şehri veyahut bir dönem Orta Çağ tarihinin eski sahipleri tarafından azizlerin koruduğu, fetih ile beraber erenlere kutsal bir inanış doğrultusunda sıra savdıkları; Konstantiniye. Düşlediğiniz yer artık çok yakınınızda yaz başında kapılarını açan Keyf-i Mekân, Koşuyolu'nun nezih ortamında hizmet veriyor... Günün her saatinde misafirlerinin hizmetinde olan Keyf-i Mekân, çocuklara sunmuş olduğu özel menülerle ailelerin güzel bir gün geçirmesine fırsat verirken, vejetaryen yiyecekleriyle kendisine gelenlerin istemlerine kayıtsız kalmadan, leziz salatalar eşliğinde daha hafif doyumları beğeniye sunmakta. Büyük imparatorlukların pay-ı tahtı. Kutsal bir söylemin üzerine, mukaddesatının şereflendirildiği topraklar... Şairlerin mısralarının en güzide yerlerinden taçlandırdıkları şehir... Kıtaların birbirlerini kuzey ve güney rüzgarıyla, iki ayrı denizle selamladıkları metropol... İstanbul... Oryantalist düşünürlerin yarattıkları suni görünüme inat, populer kültürün yükselişi sayesinde 21.yüzyıl insanının gözünde, gelişkin gustoya sahip olanların aidiyet duygularıyla yücelttikleri, yaşamın beraberinde sürüklediği ayrıcalıkları yansıtan, metropolitanlara sınırsız imkânlar sunan bu şehir de huzur ile birlikte oluşan keyfin kesif bir şekilde tadına varıldığı, hizmetin sevgi ile kendisine gelen misafirlerini saygıda kusur etmeden karşılandıkları yerin adıdır Keyf-i Mekân. Geçmişte imparatorların atlarını koşturdukları, günlerce süren sürek avlarına çıktıkları yerin ilk başlangıç noktası olan Koşuyolu semtinde, misafirlerini büyük bir sevinçle ağırlayan Keyf-i Mekân sunmuş olduğu olanaklar ile hizmet vermek için sabırsızlanıyor. Keyf-i Mekân’da yeni bir gün çeşit çeşit kahvaltılıkların aperatiflerle süslendiği serpme kahvaltı seçeneği ile başlamakta. Dünya mutfağından, şef Erkan Yıldız’ın tecrübesiyle harikalar yaratılırken, makarna çeşitlerinin değişik soslar eşliğinde servis edilmesi, yöresel lezzetlerden Tantuni’nin dahi yapılıyor olması, maharetin bir başka göstergesi olsa gerek Dünya mutfağından söz açılmışken Bolu/Mengen adı ile müstesna Şef Erkan Yıldız’ın et sever misafirlerinin damak tatlarına sunmuş olduğu kırmızı ve beyaz et çeşitleri, doyurucu porsiyonlarla hem gözlere hem de midelere hitap etmekte. Keyf-i Mekân’da bir ayrıcalık olarak kuzey ülkelerinin mutfağından esintiler de unutulmamış. Somon balığının garnitürlerle tadımı, çevresinde rekabete namzet diğer cafe-restoranlar arasından sıyrılmasına olanak vermekte. ve X-box gibi yetişkinlerin teknolojik yeni oyuncakları unutulmamış. Bunun yanısıra futbola düşkün misafirleri için maç yayını olanağı da mevcut. Keyf-i Mekân’da yiyecekler olması gerektiği kadar güzel ve leziz. Bunun yanısıra misafirlerinin ağızlarını tatlandırmak için günlük olarak üretilen yerel sütlü tatlıların yanında, dünya mutfağından da tatlıların sunuluyor olması mekâna ayrı bir güzellik katmakta. Keyf-i Mekân’da doğum günleri ve özel günler tahsis edilen rahat ve konforun gözetildiği odalarda kutlanılmasına olanak sağlarken, kış bahçesiyle mutlu günlerinizin neşeli ortamına hoş saatler sağlamakta. Keyf-i Mekân’da yoğun iş temposunun stresli dakikalarından uzaklaşabilmek için Play-Station Şef Erkan Yıldızı’n Dünya mutfağından seçtği bazı özel alternatifler : bir mekan Ana Yemek • Steak Fajita • Combo Fajita • Chicken Fajita • Keyf_i Mekân Steak Alternatifler • Kuzu Şiş • Kuzu Pirzola • Tavuk Pirzola • Kaşarlı Köfte Başlangıç • Tavuklu Sebzeli Krep Makarna • Etli Noodie Tatlılar • Tiramisu • Cheesecake • Ilık İrmik Tatlısı • Ilık Çikolata Pınarı Salatalar • Sezar Salata • Akdeniz Salata • Hellim Izgara Salata Günün Zeytinyağlısı ve Çorbası Günlük Set(öğlen) Menü/5 yemek 12 TL. Bu tatları keyifle denemeye ne dersiniz? Keyf_i Mekân’da, keyifli zamanlarda görüşmek dileğiyle… 54 kahvaltı saati Nazmiye ŞERALİOĞLU Van Kahvaltısı’nın Vazgeçilmez Lezzetleri Van kahvaltısının en büyük özelliği, tamamen yörenin doğal ürünlerinden oluşturulmuş olması. İşte, Van kahvaltısını özel kılan vazgeçilmez lezzetler… Van Kahvaltısı Lezzetleri Güne iyi bir başlangıç için, farklı lezzetlerle dolu besleyici bir kahvaltı sofrası vazgeçilmezdir. İyi bir kahvaltıyla güne başlamak, insanı gün boyu zinde ve enerji dolu kılar. Geleneksel Türk mutfağında, kahvaltının apayrı bir yeri bulunuyor. Kahvaltı denilince ilk olarak akla tabii ki Doğu’nun incisi ‘Van’ geliyor. Van’ın Tadına Doyum Olmayan Kahvaltı Lezzetleri Gölü, farklı renkte gözlere sahip kedisi ve yüksek yaylaları ile ünlü Van şehri, yaylalarından doğal olarak üretilen yiyecek malzemelerinin sunulduğu kahvaltı salonlarıyla haklı bir üne sahip. Bu ünün kaynağı nereden geliyor diye baktığımızda, İpekyolu’nun geçiş güzergâhında bulunan Van’ın kervanlara ev sahipliği yapmasının, beraberinde kahvaltı geleneğinin doğmasına neden olduğu bilgisi karşımıza çıkıyor. Hal böyle olunca, kahvaltı sofrası geleneği, Van kentinin kültürü ile özdeşleşmiş. Kahvaltı saati, günün en önemli zaman dilimine işaret eder olmuş. ve bu eşsiz lezzet sıcak olarak servis edilir. Kavut: Süte batırılıp kurutulan buğday, biraz kavrulduktan sonra el değirmeninde çekilir ve yağda kavrulur. Kavut, genellikle üzerine bal veya reçel dökülerek yenilir. Yiyen herkese, enerji verir. Otlu peynir: Van denilince, herhalde ilk akla gelen lezzetlerden biridir otlu peynir. Van için, Doğu’nun ot cenneti demek yanlış olmaz. İlkbahar’da Van’da kadınlar rengarenk kıyafetleriyle dağlara çıkar ve Otlu peynir yapımında kullanılacak taze otları toplarlar. Otların hepsi dağda doğal ortamda yetişir. Hiçbir otun tarımsal olarak üretilmemektedir. Ne de olsa Van dağları biraz kar ve yağmur aldımı bereketini ot olarak sunar. Lezzetli dağ kekikleriyle beslenen yayla hayvanlarının sütünden yapılan peynire katılan otlar, doyumsuz bir lezzet olarak sunulur. İlkbaharda çiçeklenme zamanı toplanan bu otlar, sirmo, mendo, peliz, kireng, yarpuz (yabani nane), mustafa çiçeği, helis (çaşur) ve kekik olarak adlandırılır. Bunlar peynire lezzet dışında besin değerini artırmak, sindirimi kolaylaştırmak, insan sağlığına zararlı mikroorganizma faaliyetlerini frenlemek amacıyla katılır. Bugün modern bilimsel imkanlarla saptanan bu özellikleri yüzlerce, hatta binlerce yıl önceki üreticilerin gözlem ve sezgileriyle tespit etmeleri, gerçekten etkileyici. Her ne kadar otlu peynir ülkemizin birçok bölgesinde aynı adla üretilse de kuşkusuz kendi mikro kliması içinde yapılanlar bunların arasında en lezzetlisi ve en mükemmeli. Otlu Van peynirinin de birçok farklı çeşidi yer alıyor. Toprak altına gömülerek kışlık erzak olarak hazırlanan Küp(gömme peynir) peyniri ile Taze Otlu Peynir, Mendili otlu peynir, Sirikli otlu peynir, bu çeşitler arasında sıralanabilir. Murtuğa: Un, yumurta ve yağ ile yapılır. Un, yağda iyice kavrulur. Un pembeleştikten sonra çırpılan yumurta üzerine dökülüp karıştırılır. Böylece leziz ‘murtuğa’ elde edilir 57 Cacık: Sütün yağı alındıktan sonra yağsız kalan lordan yapılır. Maydanoz, isteğe göre de biber katılarak hazırlanır ve sofraya tereyağın üzerine konularak getirilir. Bu benzersiz lezzetlerin yanına, çeşit çeşit reçeli, bal ve kaymağı, saf tereyağını, zeytini, sahanda yumurtayı, domates ve salatalık ile tandır ekmeğini, sımsıcacık demleme çayı da eklerseniz, tahmin edeceğiniz üzere mutluluğun tarifi pek de zor olmaz. Zira, Van Kahvaltısı’na doymak kolay kolay elden gelmez. Kahvaltının keyfine Van yollarına düşmeden, İstanbul’da da varmanız mümkün. Çamlıca’nın bol oksijenli ortamında, saklı bir bahçe içinde yer alan ‘Köylü’, Van Kahvaltısının eşsiz lezzetlerini sunuyor. Üstelik sunulan bu lezzetlerin her biri, kaynağından yani Van’dan getiriliyor. Herkese şimdiden afiyet olsun… Ağzınızın tadı, sofranızın bereketi eksik olmasın. sportif Mehmet YILMAZ Messi, Maradona Olsun mu? Futbol doğrudan verilere dayalı bir kavram değil; bu nedenle en iyi, en güzel, en başarılı gibi değerlendirmeler izafi olur. Futbol dünyasının en tartışmalı sorularından birisi de “Dünya’nın gelmiş geçmiş en büyük futbolcusu kimdir?” cümlesinde gizli. Pele mi yoksa Maradona mı? Ya da Puskas, Zidane, Meazza, Di Stefano, Beckenbauer, Cruyff… Liste uzayıp gidebilir. Ancak bütün bu isimler arasında en popülerinin Maradona olduğu söylenebilir. Çünkü Maradona sadece futbol hayatıyla değil her haliyle gündemde kalmayı başarabilmiş bir isim. Öyle ki, futbolu bırakmasının üzerinden (birkaç geri dönüş de dahil) on yılı aşkın bir süre geçmiş olmasına rağmen halen Maradona konuşuluyor. Maradona bazıları için bir kahraman, bir fetişizm unsuru iken bazıları içinse rezil bir adam. Örneğin Jimmy Burns’ün “Tanrı’nın Eli” kitabındaki ifadesiyle o bir anti kahraman. Ama her iki grubun da reddedemeyeceği bir gerçek var, o da çok iyi bir futbolcu olması… 2004 yılında uyuşturucu madde ile alakalı olarak yoğun bakıma kaldırılan Diego dünyanın ilgisini çekmeyi her daim olduğu gibi yine başarmıştı. Tedavi sonunda beden sağlığına kavuştuğu söylenen Maradona, midesine kelepçe taktırmış ve fazla kilolarından kurtulup, üzerine geçirdiği Arjantin formasıyla 2006 Dünya Kupasında kadrolarda yer alan pek çok futbolcudan bile daha çok görünmüştü TV ekranında. Futbolseverler olarak da sevinmiştik açıkçası, demek ki dersler çıkarmış yaşadıklarından diye. Ancak aşırı içki tüketimine bağlı olarak yeniden rahatsızlanan Maradona iki yıl önce tekrar hastaneye kaldırılmıştı. Ardından yine çıktı ve en nihayetinde en büyük hayallerinden birisini gerçekleştirip Arjantin Milli Takımına teknik direktör oldu. Ancak Messi’yi de talebesi olarak kadro- 58 ya kattığı Dünya Kupası Almanya hezimetiyle sona erdi Diego adına. Diego’nun futbol sahalarında pek çok başarısı var. Örneğin Güney İtalya’nın Napoli’sini iki kere Serie A şampiyonu yapabilmek ve o sıradan sayılabilecek Arjantin ile bir Dünya Kupası şampiyonluğu bir de finali yaşamak çok büyük bir referans zaten. Ancak Burns’ün kitabına göre bugün Castro’dan mülhem solculuğu efsanesi üretilen ve düzenin adamı Pele’nin antitezi diye lanse edilen Maradona, 1978 Dünya Kupasını da tertipleyen Arjantin cuntasının da gözbebeklerinden biriymiş. Uyuşturucu partileri, karanlık dünyalarla ilişkileri ve çılgın gece hayatı zaten bilinen şeyler. Bütün bunların bizi ilgilendiren kısmı ise onun doğuştan gelen, çok özel futbol yeteneğine ihanet etmesi elbette. 1960 yılında dünyaya gelen Maradona’nın futbolunun son dönemlerinde başlayan bir tartışma olmuştu. Yeni Maradona kim olacak? Sanki illa yeni bir Maradona olması lazımmış gibi. Diego’nun da son kez boy gösterdiği 1994 Dünya Kupası öncesinde veliaht prens olarak Türk futbol kamuoyunun da yakından tanıdığı bir isim çıktı ortaya; Ariel Ortega. Ancak olmadı tabii… Akabinde Veron bile dediler, olmadı Saviola o da olmadı Riquelme… Arjantin’de ortaya çıkan her iyi topçu “Yeni Maradona” olarak adlandırıldı. Ancak son iki-üç yıldır çok konuşulan bir başka isim var ve üstat Diego’nun da bu topçuyu kendi veliahdı olarak gösterdiği iddia ediliyor. Barcelona’nın 1987 doğumlu yetenekli oyuncusu Lionel Messi’den söz ediyoruz elbette. 2007’de Maradona’nın hastane serüveni yaşadığı süreçte Messi’nin Getafe ağlarına gönderdiği gol ayrı bir önem taşıdı. La Liga mücadelesinde orta sahadan kaptığı topla rakiplerini peş peşe devre dışı bırakan genç yıldız, seri çalımlarla ceza sahasına girdi ve kaleciyi de geçtikten sonra şık bir vuruşla topu ağlara gönderdi. Gerçekten de güzel bir goldü. İşte bu gol insanları yıllar öncesine götürdü ve Diego’nun 1986 Dünya Kupası çeyrek finalinde İngiltere’ye attığı unutulmaz golü hatırlattı. Messi, henüz 20 yaşındaydı ve daha çok küçük yaştayken, büyüme hormonuyla ilgili bir hastalığının bütün masraflarının karşılanması mukabilinde Barcelona tarafından Arjantin’de keşfedilerek takıma kazandırılmış, müstesna bir isimdi. Messi takımı- nın son yıllardaki başarılarında da epey etkili oldu. Arjantin genç takımıyla Dünya şampiyonluğu yaşadı ve 2006 Dünya Kupası kadrosunda da yer aldı. Çok fazla forma şansı bulmasa da bir gol atmayı başardı. 2009 ise adeta onun yılı oldu ve Barcelona ile La Liga, Kral ve Şampiyonlar Ligi kupalarını kaldırdı. Üstün formunu her ne kısadar Dünya Kupasına taşıyamasa da Barcelona’da sürdürüyor. Maradona ile Messi, Maradona’nın genç yaşlardaki Barca tecrübeleri ve ilk Dünya Kupaların’da istediklerinin yapamamış olmaları birbirine benziyor. Oyun stilleri tam örtüşmese de, (Messi de tabiri caizse Rıdvan Dilmen tarzı var; Maradona ise kendinden başka kimseye benzemiyor!) yetenekleri de üst seviyede. Tabii Maradona olabilmek için öyle bir golü Getafe’ye değil sağ- lam bir ülkenin milli takımına atabilmek gerekli. Ancak Messi’nin Maradona’ya oranla daha şanslı olduğunu, Barca kültürünü idrak edebildiğini ve futbol hayatında daha profesyonel bir duruş sergilediğini görüyoruz ve bundan sonrası için de böyle devam edeceğini tahmin edebiliriz. Tabii yine de “illa yeni bir Maradona çıkmalı mı?” sorusuna verilecek bir “evet” cevabı olmamalı. Olacaksa da eğer Messi’nin ya da bir başkasının ününün ve kariyerinin Maradona’ya benzemesini ancak sonunun asla benzememesini dilemek lazım. Lionel Messi, şu an için hem saha içinde hem de saha dışında çok iyi gidiyor… 59 teknoloji 11.6 inç’lik ekrana sahip olan MacBook Air boyutları ve taşınabilirliği açısından netbook’lara alternatif bir cihaz gibi görünüyor. Ancak Apple yeni MacBook Air’ların geliştirilmesi sırasında iPad’den ilham aldığını açık bir şekilde söyledi. Yeni MacBook Air’lar flaş bellek taşıdığı için kapağı kaldırıldığı anda iPad’ler gibi anında kullanıma hazır hâle geliyor. Bunun yanında yenilenen iç tasarım sayesinde batarya için daha geniş alan yaratılmış, bu da daha fazla kullanım süresi olarak geri dönüyor. Mac Book Air net portunun yer almadığı cihazla birlikte opsiyonel olarak sunulan USB-ethernet adaptörünü satın alıp cihazı kablolu ağa bağlamak mümkün. Öte yandan cihazın kutusunda CD veya DVD yerine bir USB sürücü geliyor. Bu yolla yazılım yükleme veya sistem geri yüklemesi yapılabiliyor. İki USB portun yan yana olmak farklı kenarlarda olması bu portların daha verimli bir şekilde kullanılmasını sağlıyor. Bu sayede bir porta 3G USB adaptörünü bağlarken diğer kenardaki porta da çeşitli cihazlar rahatlıkla bağlanabilir. Apple MacBook Air’ın 11.6 inç ve 13.3 inç’lik iki versiyonunu piyasaya çıkardı. Bu ürünler yaklaşık bir buçuk aydır Türkiye’de de satılıyor. Yekpare tasarımlı alüminyum kasaya sahip olan bu modeller en kalın yerinde 1.7 cm., en ince yerinde ise 0.3 cm.’lik kalınlığa sahip. Çevresel ışık sensörü ve klavye aydınlatmasının yer almadığı bu modellerde klavye ve trackpad’in büyüklüğü MacBook Pro’lardaki klavye ve trackpad ile hemen hemen eşdeğer. Bu da MacBook Air’larda yazı ve kontrol işlerinin rahat bir şekilde yapılmasını sağlıyor. 13.3 inç’lik model iki farklı konfigurasyonla sunuluyor. 1.86 GHz Intel Core 2 Duo işlemci, NVIDIA GeForce 320M entegre grafik işlemci, 2 GB RAM ve 128 GB’lık SSD’ye sahip modelin yanında 2.13 GHz Intel Core 2 Duo işlemci, 4 GB RAM ve 256 GB SSD’ye sahip modele de sahip olmak mümkün. 11.6 inç’lik modelde ise 2 GB RAM standart olarak sunulurken, 64 GB veya 128 GB SSD ve 1.4 GHz veya 1.6 GHz’lik Intel Core 2 Duo işlemciye sahip konfigurasyonlar arasında seçim yapılabilir. Bize gönderilen test ürünü 11.6 inç’lik, 1.4 GHz Intel Core 2 Duo işlemcili, 2 GB RAM ve 128 GB SSD’ye sahip bir modeldi. Bu modelde iki tane USB portu, MegSafe konnektör, Mini Display Port, mikrofon ve 3.5 mm’lik kulaklık jakı bulunuyor. Ether- 60 Apple MacBook Air 11-inç İncelemesi MacBook Air’larda batarya, disk ve RAM sabit olduğu için değişim yapılamıyor. Flaş bellekler Mini PCI Express kartına özel bir şekilde yerleştirilmiş. 11.6 inç’lik modelin ekranı 1366 x 768’e kadar çözünürlük desteği sunuyor. Görüş açısı oldukça yüksek olan bu ekranın renk üretimi de mükemmele yakın derecede. Mini DisplayPort adaptörü aracılığıyla ekran görünüsünü 2560 x 1600 çözünürlüğe kadar farklı bir ekrana aktarmak mümkün. MacBook Air’lar da dört tane batarya özel bir şekilde yerleştirilmiş. 11.6 inç’lik modellerde 5 saate kadar, 13.3 inç’lik modellerde de 7 saate kadar batarya ömrü sunuluyor. Ekran parlaklığı yüksek tutulduğunda 5 saatlik kullanım süresi biraz düşse de, internette gezinme, müzik dinleme, video izleme gibi yoğun işlerle bile kullanım süresi dört saate kadar çıkabiliyor. Yeni bir güç yönetim sistemi sayesinde MacBook Air’lar 30 güne kadar bekleme süresi sunuyor. Yazının başında da belirttiğimiz gibi MacBook Air’lar kapağı kaldırıldığı anda hemen kullanıma hazır hâle geliyor. Aslına bakarsanız MacBook Air’lar normal bir bilgisayar gibi açılıyor, işletim sisteminin yüklenmesi için belli bir zaman geçiyor. Ancak siz cihazı normal yollarla kapatmak yerine sadece kapağını kapatırsanız, cihaz kendisini derin uyku moduna alıyor ve güç tüketimini minimuma indiriyor. Flaş belleğin sayesinde hem başlangıçtaki yükleme süresi kısalıyor, hem de derin uyku modundan çıkış ve bilgisayarın kullanıma hazır hâle gelmesi ekran kapağının kaldırılması sırasında geçen kısa sürede gerçekleştirilebiliyor. Bilgisayarın o anki iş yoğunluğuna göre kalan pille kullanım süresi dinamik olarak hesaplanıyor. Apple’ın bu ayın başında faaliyete geçirdiği Mac App Store sayesinde artık iOS cihazlarındaki gibi kolay şekilde yazılım indirme ve yükleme işlemi MacBook Air’larda da gerçekleştiriliyor. Uygulamaların kullanımı ise iOS cihazlarındakilerin aksine touchpad üzerinden yapılıyor. Mac App Store üzerinden cihaza kurmuş olduğumuz Angry Birds oyununu da touchpad’i kullanarak rahat bir şekilde oynadığımızı söylemeliyiz. Bu sayede touchpad’in tepkilerinin iyi olduğuna da ikna olduk. Apple yeni MacBook Air serisiyle yine kullanıcılar arasında heyecan yaratmayı başardı. Özellikle 11 inç’lik modeller taşınabilirlik açısından da büyük avantajlar sunuyor. Tüy kadar hafif olması ve bu sayede her yere rahat taşınması ve her yerde rahat bir şekilde kullanılması bu cihazı tercih edilme nedenleri arasında sayılır. Yüksek pilde kullanım süresi, yüksek RAM kapasitesi, SSD tabanlı depolamaya sahip olması, hızlı bir şekilde açılarak kullanıma hazır hâle gelmesi de bu cihazı çekici kılıyor. 2011 model işlemcileri konuştuğumuz ortamda Intel Core 2 Duo gibi eski model işlemcileri kullanacak olmak biraz can sıkıntısı yaratsa bile, söz konusu işlemciler temel işleri yapmakta herhangi bir zorluk yaşamıyor. NVIDIA GeForce 320M grafik işlemcisi sayesinde yüksek çözünürlüklü videolar da oynatılabiliyor. 61 Apple MacBook Air’ların Türkiye fiyatları yaklaşık 2500 TL’den başlıyor, 3000-3500 TL seviyelerine kadar yükseliyor. Her ne kadar fiyatlar birçok netbook ve ultrataşınabilir cihazdan yüksek olsada, ödenen bu ücret karşılığında estetik hatlara sahip. Macbook Air 11,6 Teknik Özellikleri: -İntel c2d 1.4/1.6GHZ işlemci -800MHZ veri yolu hızı -4GB 1066MHZ DDR3 SDRAM -64/128GB flaş depolama alanı -11,6 inç led aydınlatmaya sahip 1344×756 piksel lcd -Mini display port ile 2560*1600 piksel harici ekran çıkışı -Nvidia geforce 320m 256mb ddr3 gpu -Facetime kamera -802.11a/b/g, ieee802.11n -Bluetooth 2.1+edr -Opsiyonel usb ethernet bağlantısı -2 adet usb 2.0 -5 saat şarj süresi -0.3-1.7 x 29.95 x 19.2 cm ebatlarında -1,06kg Ağırlık kitapçı Ertuğrul MİRZA karakter’ vardı eserinde. Buğra, Osmancık’ı kurgularken bazı tarihi gerçekleri de görmezden geliyordu elbet. Mesela Şeyh Edebali’nin kızı Malhun Hatun’a aşık olması ve onun şahsında karakterindeki ilerlemenin başlamasının anlatılması için esere böyle bir aşk hikayesi dahil edilmiştir. Halbuki, gerçekte Malhun, ( Mal Hatun ) Osman Bey’in ikinci eşidir. Romandaki o muhteşem örgüye ne kadar da aykırı bir durum ama gerçek böyle. Yine bugün siyasetçisinden edebiyatçısına kadar hemen herkesin bildiği o meşhur, Şeyh Edebali’nin Osman Bey’e Nasihati’ni ne yapacaksınız? Çünkü gerçekte böyle bir metin yoktur; belki böyle bir felsefesi vardır Şeyh’in ama dediğim gibi, metin yoktur. Bu rahmetli Buğra’nın eserle paralel olarak kurguladığı bir şeydir ve hakikaten harikadır. Bütün bunları yazmaktaki muradım, Türk edebiyatının önemli kalemlerinden birisi olan Peyami Safa’nın tek tarihi romanı ‘Attila’ hakkında bir şeyler demek için. Peyami Safa'nın Attila'sı Dirildi! Tarihi roman mefhumu üzerine çok fazla şey söylenebilir. Türk edebiyatında da bu türün başarılı örnekleri olduğu gibi basit hatta saçmalamış örneklerine de rastlayabiliyoruz. Tarihin bir inanç alanı olmadığı kesin lakin tarihin bilhassa bizim ülkemizde, üzerine çok rahat kalem oynatılmayacağı hatta oynatılmaması gerektiği de ortada. Nihayetinde konusunu tarihten alan bir hikâye anlatacaksanız ve gerçek şahsiyetlerin isimlerini de kullanacaksanız eğer dikkatli olmak esas sorumluluğunuz olacaktır. Bence tarihi romanın en güzel örneklerinden birisi Tarık Buğra’nın Osmancık’ıdır. Osman’dan Kara Osman’a oradan da Osmancık’a ve Osman Bey’e uzanan çizgi sadece zaman dilimindeki hadiseler olarak değil bir ruh hali değişimi olarak da çok iyi verilmişti. Tam da eserin alt başlığında dediği gibiydi yazarın; ‘Cihan Devlet’ini kuran irade, şuur ve Ben Attila adını ilk duyduğumda ortaokul birinci sınıfta idim. Avrupa Hunları’nın hakanı olduğunu ve barbar kavimleri sürerek Roma’ya kadar girdiğini biliyordum. Bir de ‘gerdek gecesinde burun kanamasından öldüğünü!’ Sonrasında epeyce bilgi sahibi olduysak da elbette bunların çoğu tevatürlere dayalı verilerdi. Attila, ilk defa 1940’larda neşredilmişti. Bundan önceki son baskısı ise 1977’te yine Ötüken tarafından gerçekleştirilmişti. Aradan tam 33 yıl geçtikten sonra Attila yeni nesil ile tekrar buluşmuş oldu. Romanın giriş kısmında Safa, eserle ilgili bilgiler veriyor. Eseri yazarken farklı kaynaklara müracaat ettiğini ifade ediyor. Bunlardan bir bölümü Attila’yı kanlı bir diktatör, bir barbar olarak gösterirken bazı kaynaklar ise onun insancıl tarafından dem vurmaktadır. Safa, milliyetçi bir bakış açısına sahip olmasının da tesiriyle Attila’yı sahiplenmiş ve onu “kahraman bir Türk cihangiri; bir Türk başbuğu” olarak tasvir etmiştir. Peyami Safa, gerçekten çok kuvvetli bir kaleme sahip. Tek tarihi romanında da bunu gösterebiliyor. Dil, dönemin Türkçesine uygun, yeni nesil için zorlayıcı olabileceği düşünülerek kitabın sonuna ( ne kadar acı aslında ) bir sözlük konulmuş. Roman oldukça akıcı ve merak 62 uyandırıcı bir tarzda gidiyor. Attila’ya suikast tertip etmek maksadıyla Hun ülkesine giden Roma heyetinin gözüyle başlayan olaylar daha sonra Attila’nın ve çevresindeki kadınların penceresinden anlatılıyor. Bence çocukluk yıllarından başlatmayıp, en zirvede olduğu dönemi anlatması doğru bir yaklaşım olmuş. Safa’nın bazı eserlerinde başarıyla portresi çizilen ‘fettan, güzel ve muhteris kadın’ tiplemesi burada Onoria’da kendini bulmuş. Onoria, Attila’nın aşklarından birisi ve güzelliğiyle meşhur bir Roma prensesi. Yalnız aralarındaki aşk son derece samimi ve yalın iki insanın tutkusunu barındırıyor. Öyle ki, Onoria, Attila’nın aşkı için her türlü riski göze alıyor ve yeniden onun sarayına dönmeyi başarıyor. Romanın son bölümlerinde peyda olan İldiko karakteri de yine ‘fettan, güzel kadın’ prototipine buna uygun ama kendi etkisinden çok Attila’nın o an ki ruh hali ve zaafı onu tesirli hale getiriyor sanki. Nitekim roman boyunca ölümüne sebep olacak evliliğin Onoria ile olmasını beklerken bir anda İldiko çıkıyor ortaya ve hayatı gibi ölümü hatta ölüm sebebi de tartışmalı olan Attila’yı zehirli bir iğne ile öldürüyor. Böylece Katolik Roma için “Tanrının Kırbacı” olan Attila sorunu bertaraf edilmiş oluyor. Peyami Safa, büyük atalarımızdan birisi olarak gördüğü Attila’yı tarihçilerin izini sürerek anlatmaya çalışmış ve onu klasik bir barbar gibi göstermeye çalışan Roma kaynakları kadar daha objektif olan ve Hun Medeniyetinden söz eden Germen kaynaklarını da taramıştır. Macarların ve Türklerin müşterek tarihi şahsiyetlerinden olan Attila ile ilgili başarılı bir roman olduğu kanısındayım. Yalnız çok bariz bir hata var –ki Safa bunu nasıl gözden kaçırmış bilemiyorum- bir Hun geleneğini anlatırken roman kahramanlarını konuşturuyor ve henüz 5. asırda olunmasına rağmen yaklaşık 6 asır sonra gelecek olan Moğol İmparatorluğu ve Cengiz Han’dan örnek veriliyor. Özetle, Attila ile ilgili tarihi bilgi ve söylentileri ışığında okunası bir eser çıkmış ortaya. Elbette bir Yalnızız değil ama yine de istese bile kötü yazamayacak olan Peyami Safa’ya ait. Mehmet YILMAZ film... müzik... kitap... sergi... Okula Renk Katacak Ürünler Yaz aylarının sona erip okulların açılmasına kısa bir sürenin kaldığı şu günlerde D&R’da okula dönüş heyecanı başladı. Çocuklarını yeni eğitim yılına hazırlamak isteyen veya ilk kez bu heyecanı yaşayacak olan aileler için D&R Mağazaları, birbirinden renkli kırtasiye ve okul araç-gereçleri sunuyor. Okul çantasından cetvele, defterden kaleme, silgi ve kalemtraştan kalem kutusuna kadar her türlü kırtasiye malzemesini Cars, Bakugan, Ben 10, Hello Kitty, Winx, Sponge Bob, Eastpak, Le Color, Scrikks, Faber Castel ve daha birçok marka seçenekleri ile çocuklarla buluşturan D&R; Ayrıca Avrupa’nın en büyük ve en ünlü kırtasiye üreticisi ve lider markası CLAİREFONTAİNE’i de Türkiye’de sadece D&R mağazalarında tüketici ile buluşturmaya devam ediyor. Türkiye genelinde 21 ilde 107 mağazası bulunan D&R’larda tüm alışverişler Maximum Card’a 12 taksit imkanı ile sunuluyor. D&R En Çok Satan (Kitaplar) İskender / Elif Şafak S*ktir Et / John C. Parkin Aklından Bir Sayı / Tut John Verdon Aşkın Gözyaşları / Sinan Yağmur Bir Gün / David Nicholls Serenad / Zülfü Livaneli Klon Kevin / Guilfoile Sonsuza Kadar / Susanna Tamaro Aşkın Gözyaşları 2 / Sinan Yağmur Evrenden Torpilim Var / Aykut Oğut D&R En Çok Satan (Fimler) İncir Reçeli / Sezai Paracıkoğlu The King’s Speech - Zoraki Kral / Geoffrey Rush Rango / Johnny Depp Kaybedenler Kulübü / Nejat İşler Bifo & Cmylmz / Cem Yilmaz Cars - Arabalar / John Lasseter Aşk Tesadüfleri Sever / Mehmet Günsür Limitless - Limit Yok / Robert De Niro No Strings Attached - Bağlanmak Yok / Natalie Portman Ya Sonra / Özcan Deniz D&R En Çok Satan (Albümler) Farkın Bu / Ajda Pekkan Öptüm / Sezen Aksu 130 Bpm Allegro / Ozan Doğulu Aranjman 2011 / Candan Erçetin Pop 100 / Çeşitli Sanatçılar Arabesque II / Işın Karaca Diğer Masallar / Model Adımı Kalbine Yaz / Tarkan Seyyah / Sibel Can Konuşmadığımız Şeyler Var / Sıla 64 vizyondaki filmler... BAŞKA BİR YERDE AŞK Tür: Dram, Komedi KIYAMET GECESİ Tür: Gerilim, Gizem, Korku Yönetmen: Brad Anderson Senaryo: Anthony Jaswinski Oyuncular: Hayden Christensen, Thandie Newton, John Leguizamo, Jordan Trovillion, Larry Fessenden, Arthur Cartwright, Shawntay Dalon, Adam Defilippi, Benjamin Brennan, Christina Benjamin, Courtney Benjamin, Dave Kilgore, Dennis Budziszewski, Jacob Latimore, Jacqueline Forton, Jennifer Lynn Bryant, Kyle Clarington, Neal Huff, P.j. Edwards, Pamela Croydon, Ron Causey, Shana Schultz, Taylor Groothuis, Will Clarke Yönetmen: Sofia Coppola Senaryo: Sofia Coppola Oyuncular: Benicio Del Toro, Michelle Monaghan, Elle Fanning, Laura Ramsey, Stephen Dorff, Robert Schwartzman, Laura Chiatti, Chris Pontius, Christina Blevins, Caitlin Keats, Jennifer Sky, Libby Mintz, Julia Melim, Alexandra Williams, Becky O\’donohue, Brooke Bickford, C.c. Sheffield, Jo Champa, Karissa Shannon, Katie Nehra, Kristina Shannon, Lauren Hastings, Rachael Riegert, Randa Walker, Stephanie Ellis, Susanna Musotto, Yeena Fisher Üç film çekmesine rağmen yaşayan en yetenekli kadın yönetmenlerden biri sıfatını kazanan Sophia Coppola dördüncü filmi Somewhere ile bağımsız cephede heyecan uyandırıyor. Karanlıkta geride sadece kıyafetleri kalarak kaybolan insanların olduğu bir ortamda bir grup 7.caddedeki barda toplanır ve belkide dünyada kalan son insanlar olduklarını düşünerek korku içinde bir maceraya başlarlar. ŞEYTANI GÖRDÜM Tür: Aksiyon, Dram, Gerilim, Korku, Suç Yönetmen: Ji-woon Kim Senaryo: Park Hoon-jeong-ı Oyuncular: Byung-hun Lee, Min-sik Choi, Bo-ra Nam, Byeong-hee Yun, Chae-yeong Yun, chun ho jin, Gook-hwan Jeon, Ho-jin Jeon, ınseo Kim, Jun-hyeok Lee, Myeong-su Choi, Sanha Oh, Song-yi Han, Yun-seo Kim. Zevk için öldüren bir psikopatla bir gizli ajan arasındaki kedi-fare oyununu izleyen bir intikam filmi. Şeytani zekâsıyla dehşetengiz cinayetler işleyen, kurbanları arasında çocuklar bile bulunan seri katil Kyung-chul’u polis bir türlü yakalayamaz. Ancak, emekli bir polisin kızı öldürüldüğünde, kızın nişanlısı, gizli ajan Dae-hoon, katili kendi bulup cezalandırmaya karar verir. İntikamı kanlı olacaktır, bir canavara dönüşse bile. 66 vizyondaki filmler ÇINAR AĞACI KIRMIZI BAŞLIKLI KIZ (KÖTÜLERE KARŞI) Tür: Aile, Dram, Komedi Yönetmen: Handan İpekçi Senaryo: Handan İpekçi Oyuncular: Nejat İşler, Nurgül Yeşilçay, Settar Tanrıöğen, Hüseyin Avni Danyal, Ragıp Savaş, Suzan Aksoy, Ebru Özkan, Celile Toyon, Erol Keskin, Jülide Kural, Deniz Deha Lostar. Dört çocuk, torunlar, iki ayda bir evden eve taşınan çiçekler, plaklar, bir sandık ve gramafon. Ve iki ayda bir buluşulan Çınar Ağacı! Emekli öğretmen Adviye Hanım’ın biraz muzip, biraz huysuz kişiliği çocuklarına hayatı zorlaştırıyor görünse de torunu Barış’ın hayatındaki en anlamlı şey “anneannesi”dir. Bir tek Barış, anneanneye kavuşulacak Çınar Ağacı buluşmalarını ve sıranın onların evine gelmesini iple çekmektedir! Tür: 3 Boyutlu, Animasyon, Çizgi BEASTLY Tür: Fantastik - Korku - Romantik Yönetmen: Daniel Barnz Senaryo: Daniel Barnz Oyuncular: Vanessa Hudgens, Neil Patrick Harris, Mary-kate Olsen, Alex Pettyfer, Peter Krause, Erik Knudsen, Lisa Gay Hamilton, Dakota Johnson, David Francis, Gio Perez, Jonathan Dubsky, Justin Bradley, Karl Graboshas, Miguel Mendoza, Roc LaFortune Son derece kibirli, ukala ve kendini beğenmiş bir çocuk olan Kyle’ın havası, Kendra ile yolunun kesişmesiyle sona erecektir. Aslında kimsenin bilmediği bir cadı olan Kendra, Kyle’ın etrafındaki herkesi küçümsemesi sonucu ona bir ders vermek ister ve onu, vücudunun her yerinde korkunç izler olan bir yaratığa dönüştürür... 68 Yönetmen: Mike Disa Senaryo: Cory Edwards, Mike Disa, Tony Leech, Todd Edwards. Seslendirenler: Hayden Panettiere, Joan Cusack, Glenn Close, Bill Hader, Brad Garrett, Amy Poehler, Martin Short, Andy Dick, David Ogden Stiers, Tommy Chong, David Alan Grier, Patrick Warburton. Unutulmaz klasik Kırmızı Başlıklı Kız’ı bilmeyen yoktur. Büyükannesine yemek götürmek için ormanın içinde giderken kötü kalpli kurtla karşılan küçük kız onun oyunlarına kanar ve eve geldiğinde büyükannesinin kılığına girmiş kurtla “Senin gözlerin neden bu kadar büyük?” diye başlayan o çok bildik konuşmaları yapar. Ama bu son model masalda işler tamamen değişiyor.