Zübük

Transkript

Zübük
A Z I Z
N E S İ N
ZÜBUK
Kağnı Gölgesindeki It
ROMAN
BESİNCİ
BASİM
TEKİN YAYINEVİ
Zübük'ün
1961
ilk
basımı
İkinci
basımı
yılında
yapıldı.
ü ç ü n c ü basımı
yılında
1967
(6000) 1969
basımı
(8000)
yılında y a p ı l d ı .
Tekin
beşinci
sunar.
(6000)
yapıldı.
Dördüncü
1971
(6000)
yılında y a p ı l d ı .
Yayınevi
basımını
Zübük'ün
övünçle
-İT,
KAĞNI
YDRÖR
DE
GÖLGESİNDE
KENDİ
GÖLGEM
SANIRMIŞ»
Atasözü
Bir e s k i E r m e n i evi olan ü ç katlı
de
kasabanın
anayolu
genişler.
postane önün­
Burada yol,
yazın
t o z l u , baharın ç a m u r l u , kışın karlı bir k ü ç ü k alan o l u r .
Saat
lenler,
16'ya
doğru
tozlu
kolkola gezenler
liyorlardı.
Postayı
alanda
ikişer-üçer dine-
görüldü.
d a taşıyan
Kaptıkaçtıyı
kaptıkaçtı
bek¬
bu saatlerde
gelirdi.
Başlar,
kaptıkaçtının
t ü . Ama yolu değil,
nın
tozu-dumanı,
geliş yoluna,
batıya d ö n ü k ¬
havayı g ö z l ü y o r l a r d ı .
kendisinden
Kaptıkaçtı¬
çok önce
havada
gö¬
rünürdü.
A l a n d a , alan
üstündeki
iki
k a h v e d e bir kıpırdanış
o l d u . K a s a b a n ı n e n u c u n d a k i evin g ö k l e k e s i ş t i ğ i yer¬
d e k ü ç ü k bir t o z b u l u t u y ü k s e l m i ş t i .
—
Geliyor...
—
Hey a s l a n ,
manı k e n d i n d e n
h a b e r c i s i n i salmış g e n e ;
tozu-du-
önde gelir.
—
Bugün
gazete günü
—
Günlerden
Perşembe
mü?
değil
mi?
Evet,
gazete
günü...
Havadaki
geldi,
kara
postanenin
b u l u t yayıla y u v a r l a n a
önünde durdu.
büyüyerek
Yavaş y a v a ş ç ö k e n
toz
bulutunun,
rısı
dağılan
duman/n
k a p t ı k a ç t ı çıktı o r t a y a .
lukta
üstüne tırmandı.
altındaki gazete
altından
Branda
paketini
kanarya
Gazetecinin
çırağı
bezinin
aşağıya
sa­
b i r so¬
iplerini
çözüp
attı.
K a p t ı k a ç t ı d a n inen y o l c u l a r d a n b i r i n i , o r a d a t o p laşanlar y a b a n s ı d ı l a r .
ranışından
besbelli
valiz* y e r e , s o l
Giyinişinden,
buralı
elindeki
değil.
duruşundan,
Sağ
dergilerle
elindeki
kitabı
dav¬
mavi
d a valizin
üstüne k o y d u . Saçları, kaşları, kirpikleri toza b e l e n mişti.
üstünü
başını
silkeledi
eliyle.
Sonra
valizini
y e r d e n a l ı p , yanını y ö r e s i n i t a n ı m a k için b a k ı n d ı . K a p ¬
tıkaçtının g e l d i ğ i y ö n e , i l ç e n i n
Sağlı
sollu
karaya
ile
tabelâlara
boyalı,
«Modern
içine
bakıyordu.
doğru yöneldi.
Yol
yol
kontraplâktan tabelâsında
Palas O t e l i » yazılı
kapıdan
MERHABA KAYMAKAM
çatlamış,
beyaz
boya
girdi.
BEY
Aklı Evvel Bedir Hoca'nın
Kara
Zübükzâde
Hamza Bey'in
Belediye
İbraam
evine
Reisiydi.
Belâ
Bey'in
bitişiktir.
oğlu
şöyle
anlatıyordu :
evi,
Çiftverenoğlu
O zamanlar Hamza B e y
Zübükzâde
İbraam
Bey'le
araları
iyice açık. İkisi d e bir p a r t i d e n a m a , o n a n e b a k a r s ı n
sen,
birbirlerine
Belediye
Reisi
can
olmak
düşmanı
ister.
olmuşlar.
Hamza
Bey
Zübükzâde,
de
Belediye
Reisliğini e l i n d e n k a p t ı r m a k i s t e m e z . B i r b i r l e r i n e düş¬
manlıkları
işte
bundan...
B i r s a b a h e r k e n d e n H a m z a B e y ' i n o ğ l u b i z i m eve
geldi :
8
'
— Fırla arkadaş, fırla!.. Seyir var, görmeler is­
ter...
— Ulan ne seyiri, sabahın bu vakti seyir mi olur­
muş?'
— De ki sinema, de ki t i y a t r o . . . Gel de bir gör
hele arkadaş...
Ben hemen davrandım, pantolu ayağıma çekip
ardına düştüm.. Bunların evine gittik. Beni odunluğa
soktu :
— Şu deliğe gözünü uydur da dikizle!
Bağdadiye tahtalarını söküp, iki evin ara duva¬
rına bir delik açmış. Zübükzâde'lerin mutfağı tabak
gibi görünüyor. İbraam Bey'in karısı, anası, kızkardeşi, mutfakta harıl harıl bir işler yapıyorlar.
— Beni bunun için mi çağırdın? Elin nâmahre¬
mini gözetlemek delikanlılığa yaraşır mı? diye buna
çıkıştım.
— Dur hele arkadaş... Bunda nâmahremlik yok.
Gözünü ayırma, seyir nerdeyse başlar...
Demeğe kalmadı, Zübükzâde'nin sesini duyduk.
Yukarı kattan bağırıyor:
— Karnı, k a n . . . Ulan
larından asarım. Ulan, ben
gelecek demiyor muyum?
misafiri... N'olacak şimdi?
virmesi nerde?
karı! Şart olsun seni saç¬
sana bir haftadır hükümet
Hükümet, Zübükzâde'nin
Kebaplar hani? Toklu çe¬
Zübükzâde İbraam bağıra bağıra merdivenlerden
indi. Karısını bırakıp kızkardeşine d ö n d ü :
— Kız şaşkın, ne dinelip duruyorsun?.. Ayağını
eteğine dolaştırıp ortada dolanma! Hükümet, ağanın
evinde konaklıyacak diyorum sana. Halıları, kilimleri
sil süpür. Misafir odasını derle topla. Yorganı, döşeği
hep elden geçir.
Cebinden yazılı bir kâğıt
çıkartıp kızkardeşine
uzattı :
— Sen bunu gördün mü, sen bunu yavrum?
Kız,
— Gördüm, dedi.
Hamza Bey'in oğlu kulağımın dibine girmiş,
— Bir haftadır bu iş böyle işte. Her sabah kıza
bu mektubun başlığını okutur... diye fısıldadı.
Zübükzâde, kardeşine bağırdı:
— Oku şunu!... Yoksa biz seni
ilk'in dördüne
kadar boşuna mı mektebe gönderttik? Oku da bak,
ağa'na mektup nerden geliyormuş...
Kız aldı eline mektubu, okumağa çalışıyor ama
bir türlü sökemiyor.
— Tıbımım... diye bir ses çıkardı.
Zübükzâde İbraam çok kızdı:
— Doğru oku!.. Sana ben bunu ezberletmedim
mi?
— Tıbımım mıydı, tebemim miydi, neydi?
— Elinin körüydü. Avanak! Ulan, burda gördüğüğün, hükümetin baş harfleri. Söyle pekiy, nesi?
— Hükümetin baş harfleri...
— Bak iyi,dinle.
Yarın sabah gene soracağım.
Bizmezsen gözünü patlatırım. Bak buraya... «Te» de¬
mek Türkiye demek. «Be» demek,
Büyük demek...
«Me» demek, Millet demek...
Tekrar «Me» demek,
Meclisi demek... «Tebememe»
demek,
Türkiye'nin
Büyük Millet Meclisi demek... Yâni, hükümet demek,
devlet demek, vatan ve millet ve her bişey demek,
hükümetin baş harfleri... Ben şunu sana her sabah
öğretmiyor muyum? Söyle şimdi. Ağana nerden mek¬
tup geliyor?
— Hükümetten!
— Aferin. Hükümetin baş harfleri ne?
10
—
Tebememe...
—
İyi. Ne d e m e k , s ö y l e bir b i r . . .
—
«Te»
demek,
büyük demek,
memleket
Türkiye
«Me» d e m e k ,
demek,
meme,
«Be»
demek,
meme...
millet
demek...
Zübükzâde
İbraam
kızdı,
kendi
kendine söylen¬
m e ğ e başladı :
—
Hey A l l a h ı m , s e n b i l i r s i n . . .
rılarla
n'ideceğim
b e n i m . Yarın
yahu?
B e n bu akılsız ka¬
İstikbalimle
oynuyor
bunlar
m i l l e t v e k i l i o l d u k d i y e l i m . A n k a r a ' y a gö¬
t ü r ü r d e b u karıları k i m e g ö s t e r i r i m . . .
Bu sefer de
anasına
döndü:
—
A n n e , a n n e , s e n hiç h ü k ü m e t g ö r d ü n mü?
—
Görmedik, sayende göreceğiz onu da...
—
S e n d e ğ i l , d a h a bu k a s a b a bite g ö r m e d i hü¬
kümeti.
Oğlunun
s a y e s i n d e b u r a n ı n f a k i r f u k a r a mil¬
leti h ü k ü m e t g ö r e c e k .
Mektubu,
—
pijama ceketinin cebine koyup,
Kahvemi getirin benim,
diye
bağırıp s o k a ğ a
çıktı.
Hamza
—
Bey'in
Arkadaş,
oğluna,
herif pijamayla fırladı,
nereye gider
böyle? diye s o r d u m .
Hamza B e y ' i n
—
oğlu,
Asıl s e y i r b u n d a n s o n r a . . .
dedi.
Z ü b ü k z â d e bizi g ö r m e s i n d i y e , Ç i f t v e r e n o ğ u l l a r ı nın
evinin
Efendi'nin
ladık...
mış.
arka
kapısından
dükkânının
Zübükzâde,
çıktık.
önüne
b i r i n e ayağını
d a r u g a n t e r l i k , sırtında p i j a m a ,
Kahveyi içip fincanı
gara,
şakırtısı,
iki
omuzunda
Zübükzâde
kasabanın
11
sandalye
dayamış.
iskemleye koymuş.
bir elinde t e ş b i h . . .
teşbihinin
Emin
k ö ş e s i n e s i p e r o l u p s e y r e baş¬
kapısının
Birine o t u r m u ş ,
Tüccardan
at¬
Ayağın¬
ceket...
Bir e l i n d e c ı İbraam
ötey başından
Bey'in
duyulur.
— Bu deiiyi mi seyredeceğiz?.. Bırak şunu, kah­
veye gidelim, dedim.
— Dur arkadaş, b e k l e . . . Esas seyir, bundan
sonra başlıyacak. Sen burdan kıpırdama...
Ben bir
koşu gidip kahvedeki arkadaşları çağırayım...
Seğirtti g i t t i . Çok geçmedi, beş-on delikanlı t o p laşmışlar, soluya soluya
koşarak geldiler.
Duvarın
köşesine hep siper olduk. Zübükzâde'nin sırtı bize
dönük olduğundan siperimiz gayet iyi...
— N'olacak? diye Reis'in oğluna soruyoruz.
— Durun durun, bekleyin az, simdik g ö r ü r s ü ­
nüz... diyor.
Derken Zübükzâde İbraam Bey, yerinden d o ğ r u ­
lup, sağ eliyle de yerden bir temannâ çakarak,
— Ve aleykümselâââm Hâkim Bey... diye var se­
siyle bağırmaz mı?
Aman bu ne iş?.. Karşısında kimse yok, herif ha­
vaya selâm veriyor.
Zübükzâde'nin evini bilirsiniz.
Karşı sırasında ev mev yok... Yolun karşı yanı, Ka¬
mışlık çayına inen yamaç...
— Kime selâm verir bu herif? dedikse de o, eli¬
ni dudağına g ö t ü r ü p ,
— Susun arkadaşlar, bizi duymasın... Seyir baş¬
ladı, arkasını g ö r ü n . . . dedi.
Derken Zübükzâde bir daha yekinip,
— Ve aleykümselâââm Reis Bey... diye feryadı
bastı.
— Kimi selâmlıyor yahu? diye sorduk.
Hamza Bey'in o ğ l u ,
— Belediye Reisini selâmlıyor... d e d i , babama
selâm v e r d i , duydunuz ya... Babam yataktan çıkma¬
d ı , arkadaş. Bu Zübükzâde evliya olmuş, gözleri du¬
var ötesindekileri, yorgan altındakileri görür.
Zübükzâde, durup durup selâmı basıyor:
12
— Merhaba başkâtip bey...
M e r h a b a . . . Olur
başkâtip bey... Bir boş vaktim olursa rahatsız ede¬
rim. Güle güle...
Bizi bir gülmedir aldı. Herif göz göregöre ha¬
vayı selâmlıyor.
— Vay müdür bey, sabah şerifin hayır oisun...
İyilik sağlık, seni sormalı. Olur olur, hiç merak etme,
senin o işini halledeceğiz...
Reis'in oğlu,
— Ortaokulun müdürünü selâmladı, dedi.
— Nerden bildin?
— Ben artık alıştım oğlum, selâmını dinliye din¬
liye ben de, Zübükzâde gibi, hayallerini görmeye baş¬
ladım.
Zübükzâde, yerden bir temenna daha çakıp ha¬
vayı bir daha selâmladı:
— Merhabaaa kaymakam bey, merhaba...
Ne
var ne yok... Bizde iyilik sağlık... Olur olur...
Sen
hiç merak etme o işi... Ankara'ya yazdım, cevabını
bekliyorum.
Zübükzâde İbraam Bey, kasabada adı geçen a¬
dam bırakmadı, hepsinin selâmını aldı, kabul etti.
Demek bizim kasabanın ileri gelenleri, her sabah bu
Zübükzâde'nin kapısı önünden asker bölüğü gibi ge¬
çer, tekmil verip selâm durur.
Neden mi havayı selâmlar? Allah Allah, besbelli
canım... Zübükzâde'nin itibarı yüksek denecek. Bak¬
sana Bey, kasabanın memuru âmiri, ağası eşrafı sa¬
bah sabah kapısının önünden geçiyor. Hepsi de Zübükzâde'yi sayıp ona selâm veriyor. İşte Sağlık Merkezi'nin doktoru g e ç t i , Posta Müdürü g e ç t i , Maarif
Memuru g e ç t i . . . Selâm vermeyen mi kaldı? «Ve aleyküm selâââm... » diye karga gibi bağırıyor ki, içerde
karısı, anası, kızkardeşi duysun. Evin sokağa bakan
13
pencerelerinin perdelerini sıkı sıkı kapattırmış. Karı¬
ları, sokak üstündeki odalara sokmaz k i , biri de pen¬
cereden bakıp, Zübükzâde'nin havayı selâmladığını
g ö r s ü n . . . Zübükzâde'nin selâm verirken sesini, arka
sokağın evlerinde oturanlar bile duyarlar.
Bey, bu bizim Zübükzâdemiz, böyle bir Zübükzâde... Ankara'ya gidip de bilmediği bir otelde kal¬
sa, sabah sabah başını pencereden sokağa sarkıtır,
«Ve aleyküm selâââm, başvekil bey» diye bağırır d a ,
otelciyi d e , oradakileri de başvekilin arkadaşı oldu¬
ğuna inandırır.
Bu Zübükzâde, memleketimizin bir yüzkarası a¬
ma, neylersin bey, bir kere mevcut bulunmuş; atsan
atılmaz, satsan satılmaz. İster istemez çekeceğiz bu
namussuzu. Başka hiçbir umarımız yok...
HÜKÜMET GELİYOR
A l l a h ' ı n kulu İ s m a i l Efendi
şöyle a n l a t ı y o r d u :
Deryalar mürekkep, ormanlar kalem olsa, bu
ırzı kırığın vasfına yetmez, Bey. Hangi birini anlatsak
ki...
Günlerden bir g ü n , ö ğ r e t m e n l e r Derneği'nde
oturuyoruz. Bizim burada öteki kazalarda olduğu gi¬
bi şehir k u l ü b ü , tüccar k u l ü b ü , avcılar kulübü ne yok¬
tur. Bir avuç yerin iki elin parmağı kadar adamı... Na­
sıl olsa oluyor. Ondan ötürü, gidecek bir t e k yerimiz
var, ö ğ r e t m e n l e r Derneği... Bir akşam orda oturuyo¬
ruz. Aklı Evvel Bedir Hoca derler, burada nadide y e t i 14
şir cinsten gayetle kıymetli bir namussuzumuz daha
var. Velâkin ne de olsa alçaklık mesleğinde Zübükzâde ibraam Bey'in eline su dökemez. Bu Aklı Evvel Be¬
dir Hoca'nın Kara Belâ derler bir oğlu var ki düşman
başına... Biz ö ğ r e t m e n l e r Derneği'nde otururken, bu
Kara Belâ kapıyı yel gibi açıp gümp diye odanın or¬
tasına düştü.
— Dayılar,
emiceler,
hemşeriler, arkadaşlar,
duyduk duymadık demeyin haaa! diye tellâl gibi çı¬
ğırmaya başladı.
Tahrirat Kâtibi Rıza Bey çok kızdı, bunu bir gü¬
zel t e r s l e d i :
— Dur yiğit, dur!.. Dur k o ç u m , yavaş hele... Sı¬
ğır bile sığırken yaylım dönüşü, ahırının kapısına gel¬
di mi bir böğürür. Bura nere? Muallimler bir karar
çıkarıp buraya adımını attırmasalar yeri ya... Sen bu
teşrifatsızlığı baban olacak katmerli gavattan mı tah¬
sil eyledin? Bir selâm ver bakalım şöyle efendi gibi..
Tahrirat Kâtibi Rıza Bey'den çekinirler. Kayma¬
kam olmadığı zaman,
kaymakam vekilliği yapar da
ondan. Yaptığı kaymakam vekilliğini toplasan altı-yedi
yılı bulur ha... Sözünü de sakınmaz bir herif...
Oğlan tersi yiyince,
— Selâmünaleyküm, d e d i .
— Ve aleykümselam... Di buyur bakalım, ne ol¬
muş, şimdi anlat!
— Aman Rıza Bey emice, havadisler var.
Hem
de ne havadis... Elli yıl konuşulacak da, sonra da
unutulmasın diye tarihlere geçecek.
— Koçum, sen Aklı Evvel Hoca'nın oğlu değil
misin? Var git, tez babana söyle, gayri anandan hiç¬
bir şüphesi kalmasın içinde. Sen babanın has oğlu
olduğunu aha şimdi isbat ettin. Cinsini sevdiğimin,
nasıl d a c i n s i n e ç e k m i ş . O ğ l u m , sizin s o y u n u z u y d u r ¬
mada birinci. Sizde havadis ç o o o k . . .
—
Uydurmaysa
surdan
sağ
çıkmıyayım,
Rıza
Bey emice.
—
Havadis
olsa
Rum'a v a r a n s e n i n
başımızın
rağı
belâsından
serpilmiş
bu
çıkmıyacak da,
olsa,
alçaklıkta
namı
diyar-ı
p e d e r i n l e bir d e Z ü b ü k z â d e d e n e n
olur.
O n l a r d a o l m a s a ölü t o p ¬
kasabada
kimsenin
memleket haritasından
sesi soluğu
silinip
gide¬
ceğiz.
—
Havadisi
—
senin
Heyri
( * ) , h a v a d i s , h a v a d i s d e r s i n , sakın
havadis
kara'dan
piç e t t i n i z ya s o n u n d a . . .
dediğin, Zübükzâde
gelecek hükümet
sa o m u ? O c a ğ ı n
bu
İ b r a a m B e y ' e An¬
olmasın...
Yok¬
batsın h e y r i , o n u sağır s u l t a n
habercisi
bile
duydu.
Z ü b ü k z â d e günlerdir tellâl
vilâyete
koşup,
çıkarttı.
belediyenin hoparlöründen
Nerdeyse
ilân
etti¬
recek.
—
Hakikat
—
Hükümet habercisi
lir M a l i y e V e k i l i
bükzâde'ye
gelecek
gelecek.
edip
yüzümüze
Hükümetten,
«Biz b u
gözümüze
bir aydır Z ü -
M e k t u p t a «Aman
işleri
ib-
karman çorman
bulaştırdık.
İşler
çorbaya
İ ç i n d e n çıkamaz o l d u k . Yedi d ü v e l e v e c ü m l e
ecnebiye
gayri
n e d e m e k h e y r i , A l l a h bi¬
m e k t u p yazarlarmış.
raam Bey» d e r l e r m i ş .
döndü.
miymiş?
milletine
rezil olacağız.
medet senden.
Evelallah,
Aman
sonra
Zübükzâde,
sana
güve-
(*) «Heyri» : Bu k o n u ş m a l a r ı n geçtiği yerlerde çok sık
k u l l a n ı l a n bir ünlemdir. «Hieri», «hiğeri» gibi söyle¬
nir. «Hey a r k a d a ş , birader, yahu» gibi bir ünlemdir.
«Herif» y a d a «hey herif», «hey oğul» dan bozma ol¬
duğu sanılır. Ç ü n k ü o d o l a y l a r d a bu ünlemler de ko¬
n u ş m a a r a s ı n d a çok sık geçer.
rtiyoruz. Bizi garip koma! Seninle meşverete gayetle
ihtiyacımız var, İlk tirene atla, acele Ankara'ya gel.
Yetiş Z ü b ü k z â d e İbraam Bey...»
— Evet, benim de duyduğum aynen böyle. Hü­
kümet Zübükzâde'ye yazmış, yazmış, bir cevap ala¬
mayınca, sonunda ibraam Bey'e elçi gönderesiymiş...
— Koca bir memleketin biricik akıldânesî şu bi¬
zim Zübük...
— Hele bak şu bizim Zübükzâdemize... Koca
bir hükümetin mektuplarına neden iki satır cevap ver¬
mezmiş? Ulan, hükümeti kızdırıp bizi baba oca¬
ğından sürgün ettirecek, gördün mü rezili sen...
— Ne? Kim sürgün edecek? Hükümetin haddine
mi kalmış Zübükzâde'ye karşı gele...
— Anladık, iyi. Yalnız, ne de olsa başımızda hü¬
kümet diye bulunmuşlar bir kere... İnsan iki satır ce¬
vap da mı veremez hükümet mektubuna?
— Vermez ya, vermez. Sen bu bizim Zübüğümüzü az mı belledin heyri... Vaktinde hükümete bü¬
tün bu olacakları bir bir yazıp anlatmış. Hükümete
aynen «Etmen, eylemen arkadaşlar» demiş, «bunun
sonu boka varacak» demiş. «Siz gelin beni dinleyin,
bu kafayı değiştirin» demiş. Demiş her bişeyi demiş
ya, gelgelelim hükümette anlayacak zihin olmadığın¬
dan, dinletememiş. Bunun üzerine bizim Zübüğümüz
hükümete küsmüş. Hükümete «Bundan kelli ne der¬
diniz varsa görün, benimle de selâmı sabahı kesin»
demiş. Gel zaman git zaman hükümet işi sarpa sar¬
dırınca, Zübükzâde'ye amana düşmüş.
«Sen bize
hiçbir vakit küs olamazsın. Bu bir memleket vazifesi¬
dir. Bize acımasan da memlekete acı. Madem sen,
buraya gelmem dedin, öyleyse biz oraya geliriz» di¬
ye haber iletmiş. İşte bizim Zübükzâde'mize gelen
misafir, böyle bir misafirdir; hükümet elçisi...
17
—
Alay e d i n ,
alay
edin
bakalım...
Hükümetin
m e k t u b u , Zübükzâde'nin elinde. M e k t u b u g ö r e n , o¬
kuyan var, sen
—
Yaa...
ne diyorsun heyri?
Acep Zübükzâde'ye
g e l e c e k olan
vekil
miymiş?
—
Tövbe d e ! Vekil
bükzâde
kafiyen
başvekil
ister.
—
geldi
kabul
gelirse,
etmez,
bildiğim
Zü-
kapısından koğar.
benim
İlle
H e y r i , göz g ö r e g ö r e , evime
diyerekten
bütün
kasabayı
h ü k ü m e t erkânı
kandıracak, he
mi?
S o n r a d a h ü k ü m e t e akıl v e r d i m d i y e g e r t g e r t g e r i ¬
necek.
Ulan, senin v e r d i ğ i n
akılla k ü ç ü k s u
dökme¬
ğe g i d e n , kademhanenin çukuruna düşer be...
—
Heyri, Zübükzâde
l e c e k bir akıl...
mı? K a s a b a k u r u l d u
yağı
değmiş
—
İbraam'daki
Değmiştir.
gidermiş.
kele s ü r ü ¬
k u r u l a l ı , t o p r a ğ ı m ı z a bir v e k i l a¬
midir acep?
Hilaf s ö y l e m e k
o l d u ğ u n u z d a n bilmezsiniz.
huriyetin
ne
Ş u y a l a n l a r a i n a n a c a k bir a v a n a k çıkar
ilânında
bir v e k i l
Başka yol
olmaz.
Rıza B e y iyisini
gelmiştir.
olmadığından,
Siz
genç
bilir. C u m ¬
Şarka
bir y e r e
ne yapsın fıkara,
otomobille buradan geçti mecburi.
—
Gördün mü
işte,
o n u n d a ayağı
değmemiş
toprağımıza, otomobilinin tekeri değmiş.
—
Hayır,
şimdikinden
dükkânının
ayağı
da d e ğ m i ş t i r .
besbeter.
Şimdi
olduğu yer var ya...
mış.
Ortalık çamur batak.
mış,
i ç i n d e k i l e r çığırışıp
miz.
Paçaları
sıvayıp
O zamanın
kalaycı
Kör
İşte orasını s u
Bir o t o m o b i l
duruyor.
daldık
çamura
batağa,
vardık
içinden çekip
Sırtımıza alıp
geçirdik.
öte
soktuk. «Efendi, nerden geliş,
bas¬
bat¬
Delikanlılık v a k t i ¬
yanma. Efendiyi o t o m o b i l i n
çamurdan
yollan
Nuri'nin
Bunu
bunların
çıkardık.
kahveye
nereye gidiş, kimsin,
n e s i n , necisin?» d i y e s o r u p d u r u r k e n , bir d e ö ğ r e n -
dik ki,
herif v e k i l d e ğ i l m i y m i ş . B a k a r s a n , s e n i n be¬
nim gibi
fese
bir a d a m .
bakma,
Bakarsan
yağı
herife vekil
bir a d a m .
k i ! ayağı
şükür
Neden
d e m i ş l e r «Sen
k e p e n e k altında
püskülsüz
er yatıyor... »
diye...
mekil demezsin canım,
İşte b i z i m t o p r a ğ ı m ı z a
basba¬
bir o v a k i t v e -
değmiştir. Ve ondan sonra da Allah'a ç o k
toprağımızı
vekil
vükelâ
ayağı
çiğnememiştir.
N e d e n d e r s e n ; ç ü n k ü , ş i m d i kalaycı K ö r N u r i ' n i n dük¬
kânının o l d u ğ u y e r d e k i
Gelen
zır
batak k u r u t u l d u , yol onarıldı.
otomobiller çamura
gider-gelirler,
burda
saplanmadığından
eğlenmeden
vızır vı¬
geçip
gider¬
ler.
—
Unuttunuz işte.
vekil geldiydi de,
—
Hâşa...
İşte b ö y l e
duğunu
Geçen
seçimlerden
önce
bir
bir n u t u k ç e k t i y d i y a . . .
O vekil değil,
Bey,
bu
mebustu.
Zübükzâde'nin
biz d a h a o z a m a n d a n s e z i n l e d i k .
lan k i m d e v a r ? B e l l e ki
herifteki
»
ne alçak ol¬
B u n d a k i ya¬
İngiliz a k l ı . . .
Evime
h ü k ü m e t g e l e c e k d i y e d e y a l a n s ö y l e n i r mi? B u Z ü bükzâde
Yarar.
söyler.
Hem
girdi
mi,
kar.
Vekil
de
B u y a l a n l a r hiç
nasıl...
Herif,
mi
işine y a r a m a z ?
hükümetin
gölgesine
b u k ü ç ü k y e r d e bir h ü k ü m e t d e o o l u r çı¬
gölgesine
sığınınca,
. yanındaki
vekil
kaç
para eder.
YA
MEBUS
OLURSA...
Ebe
Hayriye
Hanım
şöyle
anlatıyordu :
«Ah "evlâdım,
Sen
yen!
geldin,
ondan yaka
silkmeyen
d e d i k o d u yapmış
mi var...
olmıyayım.
b i r g ü n s e n i d e kandırır d i y e a n l a t m a m
lâzım.
Ama
Ben
de artık buralı
senedir buradayız,
sı vatanıyrmş.
o l d u m sayılır o ğ l u m .
insanın
Sekiz
n e r d e karnı d o y a r s a , ora¬
Bizimkiyle
İstanbul'da
evlenmiştik.
H a s t a l a n d ı . B u r d a bağı b a h ç e s i v a r m ı ş , b a b a d a n kal¬
m a evi v a r m ı ş .
Hep söyler d u r u r d u .
Hastalanınca,
h e m h a v a t e b d i l i o l u r , h e m d e g e ç i m i m i z e bir m e d a r
olur diye kalktık, geldik buraya...
sonra da ölmedi mi...
toprağı
çekmiş.
bir d a h a d a
Rahmetliyi
buradan
bu
Kızım
da ö ğ r e t m e n
sonra,
Demek,
buradan
K o c a d a n biraz b a ğ
ev k a l d ı .
üç ay
toprağa verdikten
a y r ı l m a d ı k işte.
suyumuz, yiyecek ekmeğimiz
Kısmet işte...
Gelişimizden
Demek, doğup büyüdüğü yerin
içecek
kesilmemiş.
b a h ç e , bir d e işte
çıktı.
O da
burada
ilkokul öğretmeni.
Fakir f u k a r a y e r i d i r a m a ,
ğuna.
İnsanları
masa...
çok
iyidir.
bakmayın
Yalnız
şu
böyle
oldu¬
Zübükzâde
ol¬
Ah o Z ü b ü k z â d e , ah o Z ü b ü k z â d e . . .
B i r t a r i h t e b u a d a m a h e r nasılsa üçyüz lira b o r ç
vermiştim.
Daha
a r a m ı z d a n su
ken
o
zaman
sızmıyor.
evlenmemiş.
Gece
gündüz
beraberiz.
bir d e d u y d u k k i e v l e n m i y o r m u . . .
lıklarına
başlamışlar.
biliyor.
Düğün
sını v e r s i n
önce.
maaşından
bir bir
kaldık.
Anasına
Benim
kızım, o
biriktirdi»
Parayı v e r m e d i l e r .
kızımın
parayı
dedim.
Biz
Lâkin
buna haber yolladım:
verecekse v e r s i n , y o k s a , onu
bütün
da
Der¬
D ü ğ ü n hazır¬
evlenmesini
üçyüz
lira¬
öğretmenlik
dediğimizle
Zübükzâde de evlendi.
yapalım, Allah mesut etsin...
lacak? Ben
«Oğlun
dernek yapacağına
Anasıyla
Ne
bizim p a r a n e o ¬
«Kızımın
parasını
memlekete
rezil
ederim.»
Benimkisi
d e akıl
işte.
utanacak gibi değil. Hattâ,
Herif öyle
rezilliklerden
rezil e d e b i l s e k «aman n e
i y i , p r o p a g a n d a m ı y a p t ı l a r . B i r de. üste n e v e r s e k d e
h a k l a r ı n ı ö d e s e k ! . . » d i y e c e k . . . O t a k ı m d a n bir r e z i 20
lin rezili... Ben haberi gönderir göndermez hemen o
gün anasıyla kızkardeşi bize geldi. Belli ki kendisi
göndermiş. Bizi düğüne çağırmadıklarını
hiç yüzlemedim. Suratımı iyice astım. Yarım ağızla şöyle,
— Hoş geldiniz... Nasıl oldu da böyle bizi hatır¬
ladınız... Soğuk sular mı dökelim,
sıcak sular mı?
diye bir güzel alay ettim.
Ben daha para lâfını açmadan anası,
— Aman hiç sorma Hayriyanım, dedi, başımıza
gelenleri bir bilsen... Hükümet bizim evde konuklayacak. Duymadın mı yoksa? Ayol günlerdir bizim ev¬
de dur durak yok.
Kızım bana bir göz etti.
— Ne hükûmetiymiş bu?
Bir anası söylüyor, bir kızı:
— Basbayağı, bildiğimiz hükümet işte... Hükü¬
metin hepsi, bizim oğlanın can beraber arkadaşı.
— Mektup geldi Hayriyanım teyze... Hükümetin
mektubu. Ağabeyim mektubu okuttu bana. Vallahi
gözlerimle g ö r d ü m .
— Kız, söylesene ne yazıyordu hükümetin mek¬
tubunda?
•— Mektupta ne yazar işte, selâm kelâm diyor.
«Sıhhat ve afiyette olmanızı beş vakitte
niyaz ede¬
rim» diyor. «Biz bu işlerden son derece darda kal¬
dık. Yakında sana danışmağa geleceğiz» diyor.
— Başka bir şey daha diyordu ya, kız?
— Başka «Okuyan efendiye ve mektubu dinle¬
yenlere mahsus selâm» diyor.
Ana-kız bir başladılar, ben ağzımı açıp para lâfı
edemedim. Anası,
— Hayriyanım, dedi, bu gelin bizim oğlanın is¬
tikbalini körietti. Benim İbraam öyle diyor. Hükümet¬
teki arkadaşları «Seni ille mebus çıkaracağız. Sen bu
21
memlekete çok lâzımsın. Vücudundan istifade edece¬
ğiz» diye benim İbraamı zorluyorlarmış. İbraamcık, bu
karı yüzünden bir türlü mebusluğu kabul edemiyor.
Kan benden besbeter c a h i l , üstelik kubat... Hiç me¬
bus karısı olacak bir hali yok. «Ben bu karıyı Anka¬
ra'ya nasıl götürürüm» diyor İbraam. Sonunda bu ka¬
rıyı boşıyacak. Biri ikisi yok Hayriyanım, boşayacak.
Deve boynundaki çan bile «dengi dengineee, dengi
dengineee!» dermiş. Bu bizim gelin soyhası, mebus
dengi mi?
— Bütün kasaba eşrafı, ileri gelenleri her sabah
ağabeyime selâm verir, hepsi sayar, hatırını sorar,
ö y l e y a , mebus olacak bir adam. Sabahları kapımızın
önünden geçip geçip dururlar. Ama ağabeyim yüz
vermiyor yoksa...
— Hiçbirine değil d e , şu Çiftverenoğlu Hamza'nın selâmını almaz mı, cinim başıma toplanır.
— Söyledi ya anne, ağabeyim ne dedi?
— öyle y a , dedi. «Bırak dürzüyü ana, selâmını
almıyacağım y a , selâm Allahındır. Ondan kabul edi¬
yorum» dedi. İyi. O neyse. Ya Rıza Beye ne demeye
selâm verir?
— Anne, sana kaçtır söyier ağabeyim.
«Bırak
selâm verilecek herif değil a, burda kaymakam kâti¬
bi bulunmuş biyol. Selâmını almamak olmaz» demez
mi?
Biz artık üçyüz lira alacağımızı unuttuk. Ağzımı¬
zı açıp da, ne oldu bizim üçyüz lira diyemiyoruz. Evet,
inanmaya inanmıyoruz ama, ya doğruysa...
İnsanın
içine bir kurt düşüyor. Kaymakamından, belediye re¬
isinden, hâkimine kadar, her sabah kapısının önünde
geçit yaparlarmış. Olacak iş değil. Ama olmaz d e m e ,
olmaz olmaz demişler. Bizim memlekette olmayacak
iş mi var? Sahiden hükümette bir tanıdığı var da, b u 22
nu mebus yapacaklarını da duymuşlarsa, inanırım,
bu Zübükzâde denen adamın önünde, selâm vermek
değil, takla atarlar. Şimdi üçyüz lirayı istesek, olma¬
yacak... Olur da, dedikleri doğru çıkar, mebus olur¬
sa, bize buralarını dar eder. Biz, ana-kız iki garip ka¬
dın...
Belki de karısını boşayacağı dâ doğrudur. Alt ya¬
nı görgüsüz, cahil kadın.
Kadın dediğin, erkeğin elinin k i r i . . . Boşayıp eli¬
ni yıkadı mı, b i t t i . Okumuş-yazmış bir kız alır, öyle
ya... Bu adam bikere siyasete gözünü dikmiş. Böylesinden korkulur. Bunun yapmıyacağı kötülük yoktur.
Uzatmıyalım oğlum, biz alacağımızı isteyemedik,
elimizi ağzımıza kapatıp sustuk.
Aradan iki-üç gün g e ç t i . Bir akşamüstü Zübükzâde bizim sokaktan gidiyor. Halbuysa yolu burası de¬
ğil. Selâm verdi.
— Nasılsın Hayriyanım Teyze? dedi.
Ayaküstü biraz konuştuk.
Çok sıkıntıdaymış.
Bir-iki güne kadar nerdeyse hükümet kendisine adam
göndşrecekmiş. Hükümeti ağırlamak kolay mı? Şim¬
diden dünyanın mesarifini yapmış...
— Kendim için bişey değil. Kendimi düşündü¬
ğüm yok, velâkin kazamızın şerefini düşünüyorum.
Hükümet bizi bir adam saymış, değil mi ya...
Ona
göre ağırlamak ister. Bu iş esas belediyenin, kayma¬
kamın, partinin vazifesi... Hangisinde hayır var k i . . .
Ama bu, resmî bir ziyaret değil, hususî, şahsıma ge¬
liyorlar. Eh, bugüne bugün...
Cebinden çıkartıp mektubu da g ö s t e r d i . Benim
kız mektuba baktı. Sahiden resmî bir mektup değil
miymiş? üstünde resmî başlık var.
— Aman İbraam Bey, bu iş hepimize düşer. Be¬
nim kızın dişinden tırnağından artırıp biriktirdiği biraz
23
parası v a r .
sa...
Elin
Bir y a n a
beşyüz
açılınca v e r i r s i n .
liracık
Ne
koymuşuz
olacak...
karşı s e n i
m a h c u p e t m e k bize d e a y ı p . . .
—
istemem...
Aman teyze,
e d e c e k k e n , nasıl o l u r ! . . .
çaresine
bakarım.
size
yardım
Sen bırak allasen, ben
Şu bizim
var? Ben m e b u s olsam,
Ben
nasıl¬
Hükümete
bir
a d a m l a r ı m ı z d a akıl m ı
k i m i n için o l a c a ğ ı m ? K e n d i m
için m i , b u r a insanı için mi? Hiç b u n u d ü ş ü n e n y o k . . .
Parayı almaz.
Nerden
Biz yalvarırız,
aman al,
diye...
bilirsin iç yüzünü? Anası gelir der,
«kasaba¬
nın ileri g e l e n l e r i h e r s a b a h o ğ l u m a s e l â m verir.» Kızkardeşi
gelir der,
Kendisi,
«ağabeyim
karısını
boşayacak.»
« H ü k ü m e t m i s a f i r i m olacak» d e r .
Mektubu
d a c e b i n d e , g ö s t e r i r . İ n a n m a m a k m ü m k ü n mü? İnanı­
lacak gibi değil ama,
i n s a n , y a o l u r s a , d i y e inanıyor
işte...
—
Aman
al!
diye yalvarırım.
Parayı
almaz.
Bu¬
nu zorla kapıdan s o k t u m içeri.
—
İ b r a a m Bey, al şu p a r a y ı ! . .
—
Töbe, almam...
—
Canım,
—
Aman
kasabanın şerefini d ü ş ü n .
Al,
diyo­
rum.
H a y r i y a n ı m Teyze,
Ayıp o l u r c a n ı m ,
Bir d u y a n
—
bir d u l
karısın.
biz s a n a v e r e c e k k e n , o l u r m u h i ç . . .
olursa,
Ayol
sen
kim
kepazelik...
duyacakmış.
Aramızda
bir sır.
Kör
olayım k i m s e c i k l e r e s ö y l e m e m .
—
Olmaz.
bankada
Bankadan
paramız
çekerim.
Şükür
Allah'a,
var.
Bir t ü r l ü almaz.
Nerdeyse saçsaça,
başbaşa d ö -
ğüşeceğiz.
—
A! d i y o r u m o ğ l u m .
Neyse efendim,
Biz s e n i n y a b a n c ı n
o itiş-kakış
arasında,
mıyız?
beş tane
yüzlüğü ben bunun ceket cebinden içeri attım. B u n 24
can önceki
Parayı
ü ç y ü z lirayı v e r i r k e n d e
böyle o l m u ş t u .
zoria palto c e b i n e tıkmıştım.
Biz
buna
böylece
beşyüz
daha kaptırdık m ı ! . . .
D ü ş ü n o ğ l u m , o zamanın b e ş y ü z l i r a s ı , ş i m d i n i n b e ş bini e d e r . O ü ç y ü z l e ,
o beşyüzle
b i t s e ne â l â . . .
Biz
iki g a r i p k a d ı n , b u a l ç a k h e r i f e d a h a n e p a r a l a r kap¬
tırdık,
üstelik,
gelenler,
vay
karıyı
da
boşamadı
A h , a r a d a n k a ç yıl g e ç t i . . .
dik,
ne beşyüzü...
Zübükzâde
mı!
Vay
başıma
başıma...
mi,
Daha da
Ne o üçyüzü alabil¬
kaç yüzler
ondan yaka silkmeyen
kaptırdık...
mi var?
ÜÇ KOÇ YİĞİT ÇİKTİ YOLA!
Tüccardan
Emin
Efendi
şöyle a n l a t ı y o r d u :
Alucan'lı
Nuri'nin
—
Sabri
Ağa
Nuri Efendi,
zın ç o k lâf y a p m a z .
şacağım,
gelmiş.
burdan
Kalaycı
Kör
konuşurken,
s e n a d a m ı n hasısın.
Ç ü n k ü ağ¬
B u n d a n ö t ü r ü sana bir akıl danı¬
demiş.
Kalaycı N u r i ' n i n ,
Velâkin
pazara
dükkânında surdan
o gün
h i ç de
hakikat,
ağzı
kalabalık değildir.
konuşmuyor.
Ağzını
b ı ç a k aç¬
mıyor.
—
Bir e m r i n
mi vardı Sabr'ağa,
Alucan'lı Sabri Ağa'nın
Sevcen'lilerle yayla
ları açık.
derdi
meselesinden
İki k ö y y a y l a y ı
bitürlü
ri der benim, öbürü der benim...
25
buyur! demiş.
büyük.
Komşu
oldum
olasıya ara¬
bölüşemiyorlar.
köy
Bi¬
Bu yüzden arada-
bir v u k u a t d a çıkıyor.
İki k ö y d e n d e d a m a d ü ş e n de¬
likanlılar var. M a h k e m e d e r s e n s ü r g i t . . . A l u c a n
tarı
Sabri Ağa düşünüyor,
koysa
koysa,
Efendim,
Zübükzâde
taşınıyor,
İbraam
bu Zübükzâde
bu
Muh¬
işi y o l u n a
Bey koyar,
k e n d i l i ğ i n d e n adını
diyor.
çıkarmış.
Herif h e r m ü ş k ü l ü h a l l e d i y o r , h e r h a c e t i g ö r ü y o r . Zo¬
ra
düşen,
kapısına v a r ı y o r :
«Aman
Zübükzâde
İbra-
am Bey, ne o l u r s a s e n d e n o l u r . . . »
ö y l e ya canım,
liri y o k ,
b u h e r i f n e r d e n g e ç i n i r ? Bir ge¬
gideri dersen çook...
Bağı
bahçesi
ç i f t i ç u b u ğ u m u var,
malı m ü l k ü m ü var,
luğu,
Hiçbir
maaşı
m ı var?
şeyi yok.
m i var,
bir memur¬
Bu
bir z i b i d i
Zübükzâde
İbraam'ın
Zübükzâde...
Alucan
namını
Muhtarı
duymuş,
bir d e s t i p e k m e z ,
zâde'nin
hacet
Sabri Ağa,
adamının
kapısına
Herkes bilir ki,
kalma... Adı
leyken,
iki
tulum
varmış.
Aman
İbraam
bu y a y l a
bile A l u c a n Yaylası...
bizimdir,
Hâli
kötüye varacak.
Aman
Zübükzâde
—
İki
köyün
İbraam
Bey...
almış
Bu z a m a n ,
ecdattan
k e y f i y e t böy¬
çıkarlar.
lursa s e n d e n olur, a m a n o c a ğ ı n a d ü ş t ü k . . .
nu
Bey,
böyle...
S e v e n c e l i l e r yaylamıza s a h i p
kırılacak.
peynirle,
bir b a k r a ç d a y a ğ y ü k l e y i p , Z ü b ü k -
d e m i ş , vaziyet böyleyken
—
sırtına
Ne
o¬
B u n u n so¬
delikanlıları
h a r p açıp
sözü :
namussuz zamanı...
Kimse doğ¬
r u l u k üzere i ş g ö r m ü y o r . D o ğ r u a d a m ı h i ç b i r işin ba¬
şına g e ç i r m i y o r l a r .
şu
işe,
şu
deniyor. Bu
hanı...
işe
Gazetelerde
okumuşsundur belki;
m ü s a b a k a imtihanıyla m e m u r a l ı n a c a k
imtihan d e d i k l e r i
Namusu
d ü ş ü k olan
ne? N a m u s s u z l u k imti¬
seçilip
imtihanı
y o r . A l ç a k l ı k t a ü s t ü n olan t e r f i e d i p e n
çiyor.
Belli,
sizin
köy
h a k l ı . Yayla s i z i n . . .
26
kazanı¬
baş y e r e ge¬
Velâkin,
- a k nerde? Bu
işin
u c u n d a p a r a d ö n e r s e o l u r . Ver¬
gini v e r m e , r ü ş v e t i n i v e r ; b u z a m a n b ö y l e bir z a m a n . . .
3en
size
acıdım.
Ankara'da
tanıdığım
çok.
Velâkin
bu sizin iş, m e k t u p l a , t e l e f o n l a o l m a z . Ben kalkıp se¬
vabıma Ankara'ya g i t s e m gerek.
direceğiz.
Başka türlü
Alucanlı
—
—
Bu
te
kötü
Ne
kadarlık
kızıyor :
yaylanın t a p u s u n u
—
rayı
Orası
b a n a ait.
Karışmayın
hemşerilik yapmıyacak
a r k a d a ş ı m ı z var,
Sabri
Sabr'ağa.
iş bize k a ç a patlar? d e y i n c e Z ü b ü k -
demek?
bunca
p a r a ye¬
Sabr'ağa,
A c e p bu
zâde ç o k
olmaz
Sağa sola
Ağa,
mıyız?
yapışır
siz.
Hükümet¬
yakalarına,
sizin
alır g e l i r i m .
keseye
davranıyor.
Şart olsun, selâmı sabahı
Zübükzâde,
keseriz...
d i y e pa¬
almıyor.
—
duğun
Aman
gibi
ibraam
Bey,
nasıl
olur
canım.
Buyur¬
bir n a m u s s u z z a m a n a kaldık. Rüşvet d ö n ¬
meyince iş gören yok...
'— O
da
gariplerden
—
Yol
Canım,
parası
—
bizden...
Şanımıza y a k ı ş m a z
sizin
gibi
masarif a l m a k .
ta
Ankaralara...
Orda
kalınır e d i l i r .
ne...
Olmaz d e d i m .
Vallaha
işinizi y a p a m a m .
N e r d e y s e b i r b i r l e r i n e g i r e c e k l e r . Para o r t a d a . O
i t e r ö t e , ö b ü r ü iter b e r i . . .
Sahipsiz para,
i k i b i n lira,
lâf d e ğ i l . Paranın b ö y l e k e p a z e o l d u ğ u g ö r ü l m ü ş mü?
Sonunda Alucan
Muhtarı,
ikibin
lirayı y a v a ş t a n ,
Zü-
b ü k z â d e ' y e g ö s t e r m e d e n , p e y k e m i n d e r i n i n altına sü¬
rüyor.
—
A l l a h s e n d e n razı o l s u n . . . d i y e d u a l a r e d e r e k
gidiyor.
Aradan
bir zaman geçer. Alucanlı
27
Sabri Ağa yay-
la işi ne oldu, diye gider sorar. Zübükzâde, salt bu
iş için Ankara'ya gitmişmiş. Aç köpek çok. Açılan her
aç ağıza para tıkmış... üç bin mi yedirmiş, beş bin
mi, hesabı belli değil.
— Benden yana helâl hoş olsun. Maksadım,
hemşerilere bir hizmet.
Fakat bunlar yemeyle doy¬
maz. Kalkıp gene bir gitmeli. N'oldu bizim yayla işi
diye sormalı... Bunlar hep mideci...
Gene kesenin
ağzını açmalı...
Alucan'lı Sabri Ağa pangınotları çıkarıyor.
— İyiliğiniz iyilik... Tuttuğun altın olsun. Velâkin
hiç değilse mesarifi olsun ödemek bize farz. Borcu¬
muz?
— O nasıl söz? Bir duyan olur da aman, Zübükzâde hemşerilerine «parayla mı iş görür, vay kıya¬
met kopacak, işte alâmet!.. » der.
Alucan'lı Sabri Ağa peyke minderinin altına bu se¬
fer üç bin daha koyuyor.
Aradan aylar geçer, gene bir haber çıkmaz. Sabri Ağa, arkasındaki adamının sırtında «hedaya», gider
Zübükzâde'ye. Zübük başlar:
— Aman Sabri Ağa yanlışlıkla olsun iş başında
namuslu tek kişi bırakmamışlar, ne dersin... Günden
güne ahlâk bozuluyor. Geçende sizin yayla işi için
ağır bir mektup yazdım ki, itin önüne bir satırını at¬
san da koklasa, it iken kudurur. Hemi de kime yaz¬
dım, bildin mi? Müsteşarın ta kendisine... «Pek muh¬
terem godoş» diye başladım mektuba. Benim gayetle
yakınımdır. İçtiğimiz su ayrı gitmez.
Samimiyetimiz
çoktur. Yahu ne dersin, cevap bile vermedi. Sizin
için kalkıp gene yola düşmek var. Ne yapalım, bir
kere üstümüze aldık. Hemşerilik kolay değil arkadaş.
Sevabımıza yapacağız bu işi...
Alucan'lı Sabri Ağa işte böylece git gel, git gel,
28
bu Zübükzâde denen
yor.
Paranın
n a m u s s u z a o n i k i b i n iira kaptırı¬
b e ş b i n i n i , yaylayı
köye orta
malı y a p a ¬
cağız d i y e k ö y l ü d e n t o p l a m a m ı ş mı? K ö y l ü de ya pa¬
ramızı, y a t a p u y u , d e m i ş . . . Ç ü n k ü , başları b e l â y a g i ¬
recek;
S e v c e n i i l e r yaylayı
Alucan
Kör Nuri
Muhtarı
işte
d e saçını
bırakmıyorlar.
böylece anlatırken,
başını y o l a r ,
Kalaycı
döğünür dururmuş.
Sonunda Sabri Ağa sözünü bitirince,
Kalaycı K ö r N u ¬
ri'ye s o r m u ş :
—
Şimdi
dolandırdı.
sana
Gidip
danışmağa
parayı
vermezse vuracağım bu
bu
bu
h e r i f bizi
Verirse verir,
namussuzu. Söyle,
ne dersin
işe?..
O s ı r a d a Terzi
Cemal
yüzü m o r a r m ı ş , ağzı
—
—
de
Cemal
içeri
giriyor.
Cemal'in
k ö p ü r m ü ş , gözü d ö n m ü ş :
Aman Cemal Efendi,
Terzi
ne hal o l d u sana?
anlatıyor:
A r k a d a ş , s e r i d e n bir akıl a l m a ğ a g e l d i m .
b u Z ü b ü k z â d e d e n e n alçağı
Beni ya
idam ederler, ya
ederler.
Bunları
var.
geldim,
isteyeceğim.
hep
bugün
m ü e b b e t hapse
biliyorum.
Yalnız
Geride ç o l u k - ç o c u k kalacak.
"de'nin v ü c u d u n u
mahkûm
bilmediğim
Ben
şu
bu Zübükzâ-
ortadan kaldırmakla memleketi
mazarrattan kutarıyorum. A c e p ,
Ben
temizleyeceğim.
bir
b u millî v a z i f e y i yap¬
tım d i y e , «hidemat-ı v a t a n i y y e » d e n a i l e m e maaş b a ğ ¬
larlar mı, y o k s a hakkımı y e r l e r mi?
İşte b u n a bir ce¬
v a p v e r N u r i E f e n d i k a r d e ş i m . B u bir.
zibidi Z ü b ü ğ ü
boğsam
mı gerek,
İkincisi d e ,
bıçakiasam
bu
m ı ge¬
rek? Ç ü n k ü , a r k a d a ş , o n u n leşini s e r m e k için harca¬
nan
k u r ş u n a yazık...
Bana ş i m d i l i k bir akıl v e r arka¬
daş...
Kalaycı K ö r N u r i ' d e akıl v e r e c e k k a f a m ı kalmış...
Dizini y u m r u k l a r ,
hâl m i o l d u ,
başını
iki y a n a sallar d u r u r m u ş .
Bir
n e d i r b u d ö v ü n m e , d e r k e n Terzi C e m a l
29
anlatmış. Oğlan kardeşi buranın ortaokulunu bitirin¬
ce, ille de lise mektebinde de okuyacağım diye tut¬
turmuş... Fakir terzi, vilâyete göndertip de kardeşini
lisede nasıl okuta? Herif geçiminden acizlik getirmiş.
Garip terzinin başında yedi nüfus... Birisi buna yol
göstermiş:
"— Hükümetin bedava yatılı mektepleri var. G ö n dert oraya okusun.
— Yol-yordam bilmeyiz ağam. Bu işe iltimas is¬
ter, arka ister...
— Yahu Zübükzâde İbraam
Bey'den iyi iltimas
mı olurmuş... Hükümet onun bir dediğini iki etmez.
Yeter ki istesin yoksa... Dilerse eğer, şimdi oğlanı,
lise mektebine değil, üniversiteye göndertir de hoca
çıkartır. Zübükzâde gibi var mı heyri?
Hangi taşı kaldırsan altından Zübükzâde çıkıyor.
Herifin her bir yerde eli var, hükümetle mektuplaşıyor, vekillerle sabah akşam telefonlaşıyor; daha da
var mı ötesi?
Terzi Cemal
evine gidiyor:
bir koşu Zübükzâde İbraam Beyin
— Aman İbraam Ağabey, hâl ü keyfiyet böyle,
gayri olan senden olur...
Zübükzâde de,
— Sen, diyor, hiç kasavetlenme. Vekil sıkı ahba¬
bım ki aramızdan su sızmaz. Senii benli konuşuruz.
Hattâ beni her nerde görse «Vay len Zübük, nerden
çıktın böyle?» diyerekten boynuma sarılır da öpüşü¬
rüz. Böyle ki samimiyetimiz var. Senin kardeşin be¬
nim kardeşim demek. Yazarım vekile... Bu işimi yap¬
mazsan suratına bakmam, derim. Sen bana bırak o
işi...
Terzi Cemal, sözü
sağlam aldı ya,
30
Zübükzâde
İbraam'a, kumaşı da kendinden, üç kat elbise dik¬
miş. Ibraam parayı veriyor, Terzi Cemal,
— Aman ne demek, senden de mi para alaca¬
ğız İbraam Bey? O para benim ciğerime yapışır. Biz
senin iyiliğinin hep mi altında kalacağız...
diyerek
parayı almıyor. Zübükzâde kızıyor:
— Vay, biz her iyiliğimizi parayla mı satıyoruz?
Ulan düzenbazlar, benim bu memlekete iyiliklerimi
ödemeye kalksanız, kıçınızda don bile kalmaz. Al şu
paranı! Bir daha da böyle şey duymıyayım...
Terzi Cemal, Zübükzâde'den aldığı parayı gene
onun, yeni diktiği elbisesinin cebine gizlice koyuyor,
üç elbise böyle gidiyor... Ama Ankara'dan haber yok.
Terzi Cemal,
— Aman ibraam Bey, mektep vakti geçecek...
diye yalvarıyor.
— Ne, daha oğlanın mektep işi için Ankara'dan
bir cevap gelmedi mi size? Dur öyleyse, şu vekil ola¬
cağa bir iyi döşeneyim...
Eline kâğıdı kalemi alıyor, başlıyor yazmaya, yaz¬
dığını da yüksek sesle okumağa: «Pek sevgili karde¬
şim Cibilliyetsiz Osman... »
— Kime bu mektup, affedersin İbraam Bey...
— Kime olacak, müsteşarın ta kendine... Sami¬
miyiz demedim mi len?
Sonra ne düşünüyorsa düşünüyor,
— Mektupla olmayacak, ben kalkıp gideyim An¬
kara'ya da senin işini yaptırayım, diyor.
,Terzi Cemal, Ankara'ya yolcu etmeden Zübükzâde'ye bir de palto dikiyor ki, halis mebus paltosu, tam
Ankaralık.
Terzi Cemal, bunları anlattıktan sonra, cebinden
terzi makasını çıkarmış, söyleniyor:
— Ulan ben bu herifi, şu makasımla kaput bezi
31
g i b i d o ğ r a m a z mıyım?
Sen
l u m , ö ç kat e l b i s e g i t t i ,
bir akil v e r K ö r N u r i
palto g i t t i . . .
g ö r e g ö r e dolandırdı heyri...
oğ¬
H e r i f bizi g ö z
B u g ü n y a r ı n , b u g ü n ya¬
rın d e r k e n , m e k t e p zamanı d a g e ç t i . U l a n biz b u elbi¬
selerin,
nın
paltonun
parasiyle
mektebinde okutamaz
Kör Nuri,
hipsiz
ben
mebus çocukları¬
Söyle
Nuri,
söyle
b u Z ü b ü k z â d e ' n i n n ü f u s cüzdanını sa¬
bıraksam, yeri
Kalaycı
oğlanı
mıydık?
mi?
Kör Nuri'nin
D i ş i ağrır g i b i ,
konuşacak dermanı
m ı var?
başını s a ğ a s o l a d ö n d ü r ü r d u r u r .
So¬
n u n d a a ç a r ağzını :
—
Aman
h e m ş e r i l e r , ' biz
hep
dolandırılmamış
mıyız? Y a h u , b i z d e h i ç m i akıl k a l m a m ı ş ? C e n a b ı Al¬
lah bizim f e r a s e t i m i z i h e p mi başımızdan a l d ı .
zibidi Zübük'ün
bilmez
Vah
miyiz d e ,
yandım,
namussuz,
bu
Biz bu
ne vicdansız olduğunu
düzenbaza gene
para
kaptırırız?
vah...
Meğersem,
parasını
nını
ne
zavallı
kaptırmamış
Kör Nuri
mı?
görmüşsünüzdür.
de zibidi
Zübük'e
Kalaycı K ö r N u r i ' n i n
üstü
dükkâ¬
açık d ö r t d u v a r .
Kapısı
biie y o k d a , f u k a r a kapı d e l i ğ i n e ç u v a l g e r m i ş . Hava
karladı
mı,
Kör Nuri
dükkânının
bir k ö ş e s i n e
üstüne de tavan yerine çul-çaput,
teneke,
sığınır,
meneke,
eline n e g e ç e r s e ö r t e r , k a l a y d ı , b a k r a ç y a m a s ı y d ı , le¬
himdi,
g e ç i n i r g i d e r elin f a k i r i .
geldiğinden
kânını b o ş a l t ! » d e m i ş .
Kime
gitsin?
raam
Bey,
babasısm,
sen
sen
Kör Nuri'nin etekleri t u t u ş m u ş .
bizim
bu
için
ağamızsın,
sen
İb-
fakir fukaranın
kasabanın...
neyin z o r l u ğ u var...
D u r o ğ l u m , a ğ l a m a . . . O iş kolay, d e m i ş , Be¬
l e d i y e Reisi
açık.
üstüne
H e m e n dük¬
Koşmuş Zübükzâde Ibraam'a: Aman
Zübükzâde
—
Dükkânı yol
B e l e d i y e «İstimlâk e d e c e ğ i z .
olacak
Ben bu s e n i n
Çiftverenoğlu
işini t e p e d e n
32
Hamza
ile
aram
inme y a p t ı r ı r ı m . Ya
valiye söylerim, ya da.. , Olmazsa Ankara'ya gideriz
senin hatırın için. Sen üzme canını h e y r i . . .
Kör Nuri, ölümlük kalımlık diye kuşağının arasın­
da sakladığı, kat kat bükülü bütün elli lirayı çıkarıp
uzatmış :
— Çok veren maldan, az veren candan ağam...
Senin Ankara'ya yol. paran bile değil a, bir kahve
içersin işte. Bu dükkân gitti mi elimden, ben öldüm
İbraam Bey...
Zübükzâde bir kızmış, bir kızmış:
— Ulan Kör, şimdi öbür gözünü de kör ederim.
Yıkıl h u z u r u m d a n !
Parayı Nuri'nin suratına çarpmış da söylemedik
söz komamış:
— Biz bu memleketin bir Zübükzâdesi olup da,
yabanın garip köründen yolluk mu alacağız? Sen git
işine, padişah fermanı olsa, dükkânını yıkamazlar.
Kalaycı Kör Nuri, elliliği geri almış ama, Zübükzâde hanesinin
kırksekiz parça
bakır kap-kacağını
kalaylamış ki, elli değil, yüzelli liraya yapılmaz. Ayrı¬
ca da bakırdan bir hamamtası, bir ibrik-Ieğen takımı,
bir de kazan hediye etmiş. De ki, Kör Nuri'ye bu işler
beşyüz liraya patlamış. İş görülse helâl olsun. Bir de
bu sabah öğrenmiş ki, Belediye yarın dükkânını is¬
timlâk edecek, yıkmağa gelecekler.
Kalaycı Kör Nuri, öbür yanıkları da görünce, o¬
caktan demir çubuğu, tezgâhından da demir keskiyi
kapıp,
— Yürüyün
arkadaşlar!
Gayri iş başa düştü,
öksüz kısmı göbeğini kendi kesermiş. Bu mülevvesi
temizlemeyince bu memlekete rahat yüzü yok. B u ,
askerlikten bile ileri bir vatan vazifesidir.
Yürüyün,
şu iblisin işini bitirelim de millet rahata ersin!... Hay¬
din hemşeriler!...
diye bir nara vurup atılıyor öne.
33
ö b ü r l e r i daha durur mu? Hepsinin canı yanmış, c i ­
ğerleri köz köz olmuş. İçlerinin yanığı dışlarında t ü ­
terek, birinin elinde saldırma, öbürünün elinde terzi
makası, ötekinin elinde demir keski, bunlar, efendime
söyliyeyim, küfürün binibir para, söğüp sayarak yü­
rüyorlar. Bunları bu heyette gören ardlarına takılı¬
yor.
O zamanın Belediye Reisi Çiftverenoğlu Hamza
da, Zübükzâde'nin can düşmanı ya... Duymuş habe­
ri, hemen seğirtmiş.
Alucan Muhtarı Sabr'ağa,
Terzi Cemal, bir de
Kalaycı Kör Nuri, gözleri dönmüş bu üç yiğit, Zübük­
zâde'nin kapısını yumrukla, tekmeyle doğuyorlar, öy­
le ki, Zübük'ün kapısı değil, kale kapısı olsa, yıkıp g i ­
recekler.
Derken kapı açılıyor, silâhlı üç yiğit içeri
dalıyor.
Millet kapı önüne üşüşmüş, olacağı
bekliyor.
Çiftverenoğlu Hamza,
— Tamam, demiş, bunlar Zübük'ü doğram d o ğ ­
ram doğrarlar ya, tulum mu çıkarırlar, kuşbaşı edip
tuza mı basarlar, orası belli değil...
öç yiğitin içerde kalması yarım saat kadar sürü­
yor. İçerde tıs yok. Ne bağıran var, ne çağıran...
Çiftverenoğlu Hamza,
— Gördün mü bak, dedi, herife bir eyvah diye¬
cek zaman da vermedi gaddarlar. Demek birden en¬
sesine binip, bıçağı çaldılar...
O böyle derken kapı açılıyor, üç yiğit başlan ön­
lerinde.
— Allah senden razı olsun...
— Allah eksikliğini göstermesin ağam...
— ö m r ü n uzun olsun...
Diyerek, Zübükzâde'ye dualar
ederek, yürüyüp
gidiyorlar.
34
Benim
dükkâna
çıkarlarken,
Bana,
gelip bunları
böyle böyle oldu
—
anlattılar.
Kapıdan
üç yiğidin ellerindeki silâhlar da y o k m u ş .
diye anlatılınca,
N a s ı l , b e n size d e m e d i m m i y d i , h e y r i ? d e d i m .
Bu Zübük benim
meğe gelen
bildiğim Zübükse,
üç yiğidin
kendisini öldür¬
kıçlarından donlarını da g ö n ü l
rızasiyle alır, s o n r a d a : «Haydf k o ç l a r ı m , g ü l e güle.. »
d i y e b u n l a r ı k a p ı d a n salar. B e n d e m e d i m m i size?
Hakikat de
biteni
böyle olmuş.
bir h a f t a
sorsak,
—
kimseye
sıkıştırsak d a ,
İyinin
bir insan
kadri
m ı var...
Zübükzâde'yi
Bu
üç koç yiğit, olanı
anlatmadılar.
üstünkörü
bilinmezmiş,
Hasedinden
Her ne
kadar
şöyle diyorlar:
şu
bizim
kazamızda
çatlıyacak hepsi.
çekemiyorlar yahu...
Neymiş sanki,
Bir
ev¬
liya g i b i bir a d a m . Fakire f u k a r a y a iyilik e d i y o r , g ü n a ¬
hı da b u . . .
Bir hafta g e ç e n d e ,
K ö r N u r i olanı
biteni anlattı,
ü ç k o ç y i ğ i t e l d e silâh k a p ı d a n
içeri g i r i n c e , Z ü b ü k -
zâde
görüyor.
merdiven
ağızlarını
—
başında
bunları
Daha
onlar
açmadan,
H o ş g e l d i n i z ağalar,
danı s i z d e n a z ö n c e g e l d i .
B i r h a c e t i var b e s b e l l i .
diyor,
Şu
İlkin
candarma kuman¬
odada beni
onun
bekliyor.
işini g ö r e l i m , sizi
de dinleriz.
Bu üç koç y i ğ i d i , c a n d a r m a kumandanının bekle¬
d i ğ i odanın
b i t i ş i ğ i n d e k i o d a y a alıyor. K ö r N u r i d i y o r
ki:
—
Yahu,
der demez,
bir
benim
kere
herif
ayaklarımın
çıkar d a bizi e l l e r i m i z d e k e s k i ,
candarma
bağı
kumandanı
çözüldü.
Yüzbaşı
koca makas, saldırma
g ö r ü r s e , ç i z m e s i n i n altına alır, eze eze y o l k e ç e s i e¬
d e r . A l u c a n M u h t a r ı S a b r ' a ğ a y a b a k t ı m k o r k u d a n he¬
r i f i n ç e n e s i atıyor. D i ş l e r i d e t a k m a o l d u ğ u n d a n , ağ¬
zının
i ç i n d e zıngır zıngır b i r s e s . . .
35
Terzi C e m a l ' i
der-
s e n , b e n z i kül g i b i o l u p , k u r u d ö ş e m e t a h t a s ı n a ç ö k ­
müş.
Anladığım
adını
duyar duymaz
ramarnış.
ruz.
doğruysa,
Yandaki
odadan
alttan
—
me...
kapıyı
ayakta
kapadık,
konuşmaları
du-
bekliyo¬
geliyor.
*
B e y d i k d i k k o n u ş u y o r , yüz¬
alıyor.
Peki y ü z b a ş ı m ,
sen
o
hususu
hiç
m e r a k et¬
Ben s e n i d e d i ğ i n y e r e t a y i n e t t i r e c e ğ i m Yaza¬
rım a r k a d a ş l a r a .
Ankara'ya-*sem
onların
İbraam
kumandanının
kaçırdığından,
Biz o d a y a g i r d i k ,
Zübükzâde
başı
altına
candarma
Daha o l m a d ı , kalkar kendim giderim
Gözümün
içine
bakıyorlar ki,
de yapsınlar d i y e . . / Hepsi
hatırımı
b i r »iş
de¬
sayar...
Eh,
p a r t i y e e m e ğ i m i z ç o k g e ç t i . B e n s e n i n d e d i ğ i n i yapa¬
rım.
bir
Seni tayin
isteğim
—
e t t i r e c e ğ i m . Yalnız b e n i m d e s e n d e n
var...
Ne d e m e k , ibraam Bey, buyur, emret allaşkı-
n a . . . C a n baş ü s t ü n e . . .
—: Bak yüzbaşı!
muamele yok.
hiçbişey istemem.
böylece söyle.
Bu
İstemem.
bizim
Anladın
Buranın
mı?"
hiçbir sert
işin
kanunsuz
Bunu gedikline de
insanı g a r i p t i r .
te bu k a d a r ! . . S e n o k e n d i
oldu bil.
insanımıza
Ben b u r a d a y k e n ,
Ezdirmem.
İş­
için hiç sıkılma. O n u
Hattâ b u r d a n g i d i n c e başın sıkışırsa, o l u r a
insan h â l i , başına bir d e r t g e l i r s e , h e m e n bana b i l d i r .
Bir haksızlığa
uğrarsan,
Yaz.
Yaptırmak
boynuma
—
Sağol
İbraam
—
Hadi şimdi
hacetleri
terfiin
Bey...
güle güle...
—
Hemşeriler
gelmiş,
var.
Yüzbaşı, d u a e d e e d e g i t m i ş .
nuşmayı
merfiin gecikirse...
borç...
böylece
İ ç e r d e k i l e r , b u ko¬
duyunca,
Aman, demişler,
Bey'imiz c a n d a r m a
ne demez... Tuuu...
biz
ne ettik y a h u . . .
kumandanına
İbraam
böyle, derse,
bize
Alucan'lı
Sabr'ağa,
saldırmasını
kuşağının
arası¬
n a s o k m u ş h e m e n . K ö r A l i , u p u z u n d e m i r k e s k i y i so¬
kacak
bir y e r
bulamayınca,
kapının
miş.. Terzi C e m a l ş a ş k ı n l ı k t a n
de,
arkasına
gizle¬
k o c a t e r z i m a k a s ı elin¬
kalakalmış.
—
Hoş
geldiniz ağalar!
diye
Zübükzâde
içeri
g i r m i ş , bir d e e l i n d e k o c a m a k a s ı g ö r ü n c e ,
r— Ulan Terzi C e m a l ,
o e l i n d e k i ne?
muş.
,
Terzi
—
diye. sor­
•
Cemal;
Elbisen
ney e s k i m i ş t i r İ b r a a m B e y , ö l ç ü n ü al¬
mağa g e l d i m , demiş.
B a k s e n ş u şaşkınlığa,
makasla ölçü alacak hey-
r i . . . Zübük,
—
B e n elbise
mı yatıracağız?
O n a d i k iyi
Sonra
—
ver.
anam
bir m a n t o . . .
Alucanlı'ya
Senin
Yaylayı
istemem,
Lâkin
bütün
kazancımızı
sana
kadına
bir m a n t o
ister.
demiş.
dönmüş:
iş o l u y o r S a b r ' a ğ a . . .
köyün
Sabr'ağa,
malı
Köylüye
müjdeyi
bilsinler.
yavaşçacık,
kimseye
göstermeden,
p e y k e m i n d e r i n i n altına b e ş y ü z lirayı s ü r m ü ş m ü ş . K ö r
Nuri'yi dersen,
—
yor,
B e n i m hiçbir d e r d i m y o k İbraam
hemşeriler
hatır s o r a y ı m
iyisin y a . . .
biz
o,
daha
ziyaretine
diye
ben
de
gelirken
onlara
Bey'im,
gördüm,
katıldım.
O h o h , A l l a h d a h a iyi e t s i n . S e n
di¬
b i r hal
Nasılsın,
iyiysen,
iyiyiz...
B u n l a r kıçlarına
bakarak evden çıkıyorlar.
Biz
bu
işin nasıl o l u p b i t t i ğ i n i g e n e ö ğ r e n e m i y e c e k t i k y a , bir
tesadüf...
Süvari candarma askerinin biri, Kör Nuri'¬
nin d ü k k â n ı n a g e l m i ş ,
onartırmış.
izinli
mahmuz demiri bozulmuş, onu
Lâf a r a s ı n d a ,
olduğunu
söyleyince,
candarma
kumandanının
K ö r N u r i aymış.
Alucan'lı
na
sokmuş
kaçak
Sabr'ağa,
hemen:
bir y e r
saldırmasım
Kör Ali,
bulamayınca,
m i ş . Terzi C e m a l ş a ş k ı n l ı k t a n
de,
kuşağının
arası¬
upuzun
demir keskiyi
kapının
arkasına
so~
gizle¬
koca terzi makası elin¬
kalakalmış.
—
Hoş
geldiniz ağalar!
diye
Zübükzâde
içeri
g i r m i ş , bir de elinde koca makası g ö r ü n c e ,
—
Ulan Terzi C e m a l ,
o elindeki
ne?
diye. sor­
muş.
Terzi
—
Cemal,
Elbisen
ney e s k i m i ş t i r İ b r a a m B e y , ö l ç ü n ü al¬
mağa g e l d i m , demiş.
Bak
sen
şu
şaşkınlığa,
makasla
ölçü
alacak
hey-
r i . . . Zübük,
—
Ben elbise
mı yatıracağız?
O n a d i k iyi
Sonra
—
ver.
anam
bir m a n t o . . .
Alucanlı'ya
Senin
Yaylayı
istemem,
Lâkin
bütün
kazancımızı
sana
kadına
bir m a n t o
ister.
demiş.
dönmüş:
iş o l u y o r S a b r ' a ğ a . . .
köyün
Sabr'ağa,
malı
Köylüye
müjdeyi
bilsinler.
yavaşçacık,
kimseye
göstermeden,
p e y k e m i n d e r i n i n altına b e ş y ü z lirayı s ü r m ü ş m ü ş .
Kör
Nuri'yi d e r s e n , o,
,
— Benim hiçbir d e r d i m y o k İbraam
yor,
hemşeriler
hatır s o r a y ı m
iyisin y a . . .
biz
daha
ziyaretine gelirken
diye
ben
de
onlara
B e y ' i m , di¬
gördüm,
katıldım.
O h o h , Allah d a h a iyi e t s i n .
bir hal
Nasılsın,
Sen iyiysen,
iyiyiz...
B u n l a r kıçlarına
bakarak evden çıkıyorlar.
Biz bu
işin nasıl o l u p b i t t i ğ i n i g e n e ö ğ r e n e r n i y e c e k t i k y a , bir
tesadüf...
Süvari c a n d a r m a askerinin
b i r i , Kör Nuri'¬
nin d ü k k â n ı n a g e l m i ş , m a h m u z d e m i r i b o z u l m u ş , o n u
onartırmış.
izinli
Lâf a r a s ı n d a ,
candarma
kumandanının
o l d u ğ u n u s ö y l e y i n c e , Kör Nuri aymış.
'
— A m a n îzinli mi? D e m e . . .
—
Ne yenisi,
İzine y e n i mi g i t t i ?
bugün yirmialtr gün
oldu.
-
Bir ay
izinli. N e r d e y s e d ö n e c e k . . .
—
Yahu,
geçen
hafta
Zübükzâde
İ b r a a m .Bey'in
evindeydi...
—
Sen ya esrar içmişsin,
ya rüya g ö r m ü ş s ü n . . .
G ö r d ü n mü sen Z ü b ü k ' ü n hünerini. İçerki o d a d a ,
kendi
kendine
mahsustan
bağıra
bağıra
konuşurmuş
•-Bey. S ö z d e c a n d a r m a k u m a n d a n ı ile k o n u ş u y o r . S o n ¬
r a set.ıni d e ğ i ş e n i - ,
c a n d a r m a k u m a n d a n ı olur,
kendiyle konuşum.uş.
Canını a l m a ğ a g e l e n
kendi
bizim
üç ,
k o ç y i ğ i d i işte b ö y l e k a n d ı r m ı ş . H e r i f l e r h a k i s t e m e ğ e '
gitmişler?
Bir d e
üste v e r m e m i ş l e r mi? Terzi
Z ü b ü k ' ü n anasına bir m a n t o d i k m i ş .
minderin
altına
beşyüz
d ö r t tane kapaklı sahan
Cemal,
Alucan Muhtarı,
daha sürmüş.
Kör Nuri
de
hediye etmiş.
Yâni uzun lâfın k ı s a s ı , d i y e c e ğ i m ş u k i , b i r o r d u
asker üstüne yürüse,
—
Aman
bu Zübükzâde:
aslanlar,
sizin
kumandan
paşanız
be¬
n i m c a n c i ğ e r a h b a b ı m , s ö y l i y e y i m d e hepinizi o n b a ş ı
yapsın...
diyerek askerlerin ellerindeki silâhları,
de kendisi istemeden
hem
r ü ş v e t d i y e bıraktırır. A z r a i l ,
h e r i f i n canını a l m a ğ a g e l s e ,
kendi
canını
için p a b u c u n u n t e k i n i bırakır da zor kaçar.
bu.
kurtarmak'
Bey,
böy¬
l e b i r n a m u s s u z u n eşi b e n z e r i n e r d e g ö r ü l m ü ş . . .
Y Ü C E YERDEN GELEN HEDİYE
Otelci
Satılmış
Bey
şöyle a n l a t ı y o r d u :'.
Günlerden cumartesi...
Z ü b ü k z â d e İbraam
Bey,
Cumartesi oldu muydu,
ilkin ö ğ r e t m e n l e r D e r n e ğ i ' n e
gelir.
ni...
B i r - i k i lâf a t a r . B i z i m d e i y i c e k a f a m a kızdı yâ¬
Yahu,
nedir bu
den çektiğimiz...
vatsız v a r ı l m ı y o r .
Herifin
bilmekteyiz. Velâkin
hikmetse,
herifin
cakasından, şişinmesin¬
Elin z i b i d i Z ü b ü k ' ö n ü n y a n ı n a s â l a namussuzluğunu
karşı
karşıya g e l d i k m i ,
h e r i f b i z i m ağzımızı, d i l i m i z i
m ı a ç a b i l i y o r s u n karşısında? E n
kelâ...
cümlemiz
Alçakgönüllülüğü
her ne
bağlıyor.
Ağız
k ü ç ü k l â f ı , v e k i l vü¬
t u t a r s a , vali
sözünü
ağzına
alıyor. V a l i d e n aşağısına k e n d i s i r ü t b e v e r m i ş k i , ha¬
ş a h u z u r d a n , m e c l i s t e n d ı ş a r ı , s ö y l e n e c e k bir söz de¬
ğ i l . A r t ı k i y i c e kızdık...-Atması
O akşam
Öğretmenler Derneği'nde,
d e r s v e r i p aklını
Tahrirat kâtibi
Rıza
Efendi o r d a . . .
••enoğlu
şu zibidi
Zübük'e
bir iyi
başına g e t i r e c e ğ i z .
Hoca o r d a , tüccardan
san
dayanılır g i b i d e ğ i l .
için s ö z b i r l i ğ i e t t i k . H e p t o p l a n a c a ğ ı z
Bey o r d a ,
Emin
Aklı
Evvel
Bedir
E f e n d i o r d a , G e d i k l i İh¬
Hep toplanmışız. Az sonra Ç i f t v e -
Hamza B e y ' l e A l l a h
Selâmet Versin
Murtaza
Efendi de g e l d i .
Aklı
—
Evvel
Biz bu
Bedir
Hoca,
alçağın
afur
t a f u r u n a ses
etmezsek,
b u bizim başımıza ç ı k a r , d e d i .
T ü c c a r d a n Emin
—
Efendi d e ,
Evet, d e d i , A l l a h
k o r u s u n , şimdi baş edemi¬
y o r u z , s o n r a hiç b a ş a çıkılmaz. İyisi m i , b u n u n b u r n u ¬
nu
zamanında
iyice
kırmalı.
Bir d a h a
insan
g i r e c e k s u r a t ı k a l m a s ı n . . . Yahu n e d i r b e !
başımıza?
leti
Evime
kandırır.
hükümet elçi
Hükümet içinde
h e r k e s i aldatır.
danışıyor
Hükümet şu
diye yalan
Çiftverenoğlu
sırasına
B u n e belâ
g ö n d e r e c e k diye
mil¬
arkadaşlarım var diye
meselede
benden
akıl
söyler...
Hamza
Bey,
" - B u n d a h ü n e r ç o k h e y r i , d e d i , kapısının ö n ü n ¬
de; sandalyeye
karulur,
durup dururken
«Merhaba
Kaymakam Bey», «Ve aleykümselam kumandan bey»
diye havayı-selâmlarmış.
Bizim oğlanlar görmüşler
canim. Delikanlıların maskarası o l d u .
Allah Selâmet Versin Murtaza Efendi,
— Şimdi, dedi, buna iyi bir ders verelim ki ku¬
lağına küpe olsun. Bunu önümüze alalım, «Ulan sen
hiç utanmaz mısın bre alçak?» diye başlayıp, bütün
edepsizliklerini bir bir önüne serip dökelim.
— ö y l e olmaz.
— Ya nasıl olur?
— O şimdi buraya gelecek. Geldi mi g e l d i . . . A¬
dam gibi de duramaz. Atmağa haşlar... Hükümet di¬
yecek, efendim, başvekil diyecek,
«Beni Ankara'ya
çağırıyorlar. Bilmem, gitsem mi ki... » diyecek, filânca
vekilden mektup geldi, diyecek, diyecek oğlu diye¬
cek... işte o zaman, daha ağzın', açar açmaz... «Ulan,
sen hiç utanmaz mısın Zübük oğlu Zübüğü, kimi kan¬
dırıyorsun?» diye buna hep bitden girişelim...
Gedikli İhsan Efendi,
—: İsterseniz, şuna iki tokat da atayım, mı? dedi,
huzurunuzda şuna iki asker şamarı çekeyim ki, ben¬
den ebedî bir hâtıra olarak acısını canında taşısın.
Ne dersiniz?
— Ç o k münasiptir...
Kaymakam kâtibi Rıza Dey söz aldı:
— Yalnız ben bu işe fi/len
karışamam,
çünkü
devlet memuruyum. Ama kalben sizinle beraberim.
Hani karışırsam, politika yapıyor filân derler. Darıl¬
mayın, siz de particisiniz. Bu particilerden ç e k m e d İ T
ğimiz mF kaldı? Şimdi bu Zübükzâde, size diş geçire¬
mez, memur olduğumdan benimle uğraşmaya kalkar.
İşte o zaman, t ö b e , bu herifi keserim. Bana domuz
kasaplığı ettirmeyin.
—
Çok
doğru.
Amâlvgeliyor... Tetik d u r u n . . . . -- . »
Zübükzâde İbraam geldi; selâmı bastı:.
— Selâmünaleyküm...
Herkes yüzünü eğdi, yarım ağızla fısladı: i
— Ve aleykümselam...
Susuk duruluyor. Gedikli İhsan Efendi, yanında­
ki Aklı Evvel Bedir Hoca'ya,
— Kalkıp elimin tersiyle iki tokat çarpayım mı?
diye fısıldadı.
Aklı Evvel Bedir Hoca da,
— Aman, dedi, durup dururken olmaz. Sabırlı ol,
şimdi başlar o...
Başladı da :
— Gününü söyleseler ya... Günü belli değil. Ge¬
leceksin madem, bilelim ne zaman geleceğini de ona
göre hazırlanalım.
Hamza Bey,
•— Aman İbraam Bey, ne diyorsun oğlum, hangi
makamdan tutturdun gene, anlayalım... dedi.
— Canım hiç.".. Ankara'dan mektup aidiydim
da... Buraya adam göndereceklermiş. Kaç kişi gele¬
cek, ne zaman gelecek, yazmamışlar k i . . . Bunlar es­
sek be... Bunlar iki kaz güdemez. Aklınca, bizim eş­
raflığımızı sınayacaklar. Heheeey, senin gibi beş t a ­
kım birden gelse kapımıza, Zübükzâde ibraam'ın sof¬
rasında yer bulur.
Tüccardan Emin Efendi alaylı alaylı,
— Neymiş o Zübük İbraam, gelen kim? diye
sordu. •
— Dürzüler... Ankara'dan... M e k t u p yazmışlar.
Cebinden çıkartıp da mektubu
Emin Efendi'ye
uzatmaz mı? Vayyy!.. M e k t u b u eline alınca Emin Efendi'nin kaşı gözü oynamağa başladı. M e k t u b u oku¬
dukça, gözleri-fincan fincan büyüdü. Yanında oturan
L
Gedıkh ihsan'a uzattı. Aman o Gedikli İhsana bir gör¬
sen Bey. Herifin besbelli mektubu okurken askerliği
aklına g e l d i , nerdeyse kalkıp esas vaziyete g e ç e c e k
de mektuba selâm duracak. O da mektubu bana'uzattı. Aldım. Başladım okumağa. Ellerim titremeğe baş¬
lamaz mı? Elimin titremesinden mektubu okuyamıyo¬
r u m . Yalnız m e k t u p kâğıdının başlık damgasını gör-,
d ü m : Türkiye Büyük Millet M e c l i s i . . .
Bir de imzaya baktım k i . . . «Türkiye Büyük Millet
Meclisi Dilekçe Komisyonu Reisi.»
Uzattım Aklı Evvel Hoca'ya.
Zübükzâde İbraam,
— Gayet samimi arkadaşımdır... dedi.
Nee? Bre aman... Arkadaşı da kim? Daha b u Zübükzâde'nîn önünde durulur mu? Tüccardan<; Emin~,
Efendi,: Çiftverenoğlu Hamza Bey'e «Haydi giriş, baş¬
la söze!» gibilerden işmar e t t i . O da ona «Sen önden
başla, ben arkadan gelirim» demeğe göz e t t i . O mek¬
tubu gördükten sonra kim ne diyebilirmiş?
Aklı Evvel Bedir Hoca, şöyle bir doğruldu otur¬
duğu yerde, yan değiştirdi. Belli ki söze girişecekti.
Bir de ö k s ü r d ü . Ağzını'açacakken, kapıdan içeri pos¬
tacı g i r d i . İlkin toptan bir «selâmünaleyküm» • deyip
Zübükzâde'ye y ö n e l d i : Elinde süslü püslü sarıp sar¬
malanmış b i r ' k u t u .
- — B i r paketin var İbraam Bey.
Zübükzâde suratını e k ş i t t i :
— Gene ne paketiymiş o?
— Vallâha b i l m e m . . . Eve g ö t ü r d ü m . Bulamayın-'
ca... Burda olduğunu söyledi teyzem... Şu kâğıdı im¬
zalayacaksın, evet, şurasını..'.
— Kim gönderiyor? Hele oku şu kâğıdı. Benim
gözüm seçmez. Gözlüğü de almamışım yanıma...
Gedikli İhsan Efendi, postayla gelen paketin"*üs-
Hindeki
adpesı
kekelıyerek
okudu;
r a a t Vekaleti - Ankara»
.
.«Göî&Jerefl:,-Zır
-
Zübükzâde,
—
Eksik o l m a s ı n
şu vekil
beni
sayar.
iyi h e r i f t i r y â n i . . .
Paketi
Sizden
iyi o l m a s ı n ,
dedi.
gönderenin kim olduğunu
iyice anlıyama-
..dtm. V e k i l m i g ö n d e r i y o r , v e k â l e t m i , h e r n e y s e , yük¬
sek yerden
geliyor.
Zübükzâde
gümüş
:
lirayı
—
Bir z a h m e t ,
Postacı
—
ı
İbraam
Bey,
postacıya
bahşiş
diye
uzattı,
eve bırakıver...
kapıdan
Dur h e y r i ,
c e k olur d a . . .
çıkarken
dur...
dedi.
arkasından
Aman
seslendi :
içinde yiyecek miye-
Aç ş u n u , y e n e c e k bir şeyse,
buradan
eve mi g ö n d e r i l i r ?
Paket a ç ı l d ı .
n e çıkmaz m ı !
—
İçinden renk renk
Oku şunu
İhsan
«Aziz
şeker,
çukulata
Bir d e p u s u l a .
İhsan
Efendi.
Efendi o k u d u :
kardeşim
Zübükzâde
ibraam
Bey,
sensiz
boğazımdan g e ç m e d i ğ i n d e n , ç o b a n armağanı çam sa­
kızı,
bir kutu ş e k e r l e m e g ö n d e r i y o r u m .
t u p t a yazdığın
işi,
dim.
hazretleri
Başvekil
başvekil
Z ü b ü k z â d e d e ğ i l . mi?
minki yapılacak?
yoksa gücenirim.
zarsan,
hazretlerine
"Ne d e m e k canım,
Onun
Bir d a h a
şu
doğrudan
öptüğümü söyle" dedi.
Ben
emrin
o l u r s a yaz,
ğıttı.,Belli
maklı
bu
nasıl
gözlerinden
ki-
M e k t u p ya¬
ü s t ü m d e kalmasın . d i y e s a n a y a z ı y o r u m .
Ulan
bizim
bana yazsın,
selâm
'
mek­
işi y a p ı l m a y a c a k d a
Olmazsa t e l e f o n etsin.
gözlerinden
Senin
bizzat s ö y l e ­
de
Bir
öperim.»
mektup? Zübükzâde şekerleri
ki h ü k ü m e t c a n i b i n d e n
gönderilmiş,
dakay¬
şeker...
Postacı
çıkınca,
Gedikli
İhsan
Efendi, yavaştan
İbraam Beyin yanına yanaşıp, kulağına fısır fısır birşeyler söylemeğe başladı. Ne kadar da fısırdasa, yaw
nıbaşımda oturduklarından, konuştuklarını duyuyo¬
rum.
— İbraam Bey, senden başka kimimiz var kar*;
daş... Kimi kimsesiz kalmışız. Bir hakkımızı ariyan
mı var meselâ? İşte ben, diyelim, yirmidokuz yıl bu
vatana hem de bilfiil hizmet ettim. Yahu, emekliye
ayrılırken göz göregöre hakkımı yediler de üç yıllık
vatanî.vazifemi saymadılar, ne dersin? Uğraşmadım
mı? İstida vermedik yer komadım. Hiçbirine cevap
yok. Benim gibi bir garibin hakkı yenir mi efendi?-Neye? Çünkü bir arkamız yok. Boşuna mı söylenmiş bir
söz: «öksüze şamar atmışlar da, vah arkam, demiş... »
İbraam Bey, senin tanıdığın çok. Çok ne demek ca"
mm, büyüklerin hepsi akadasın meselâ. Bak işte şah¬
sına mahsus hedâya gönderiyorlar. Ne demek şu? Az
bir şeref mi? Vallaha, seninle bir hemşeri, olaraktan,
memleketim namına göğsüm kabarıyor. Şu memleket
kuruldu kurulalı, burdan bir f e r d e , vekâletten hedâya
gelmiş mi birader? Sen iyi bilirsin İbraam Bey, öldür
Allah, ben hatır için konuşan bir namussuz değilim.
Amma velâkin, sen, şu memlekete heykeli dikilecek
bir adamsın. İşte yüzüne karşı dobra dobra bir lâf sa¬
na... Şimdi, şu benim- derdime bir çare bulabilir mi¬
sin? Ne demek? Şu bendeki kafaya bak yahu? Bu¬
labilir misin diye bir de sorarım... Sen de bulamazsan, kim bulacak?-Yeter ki, sen iste...
Gedikli İhsan E f e n d i y i . d i n l e d i k ç e patlayacağım
hırsımdan. Deminden beri «Müsaade edin de, elimin
tersiyle şu namussuza iki şamar çarpayım» diyen ah
çak bu değil mi? Tuu... Vay rezil!
Zübükzâde, Gedikli İhsan Efendi'nin sırtını sıvaz¬
ladı da,
— O iş kolay, d e d i , sen o işi oldu b i l . . . Yalnız
sen bana eve gel biyol, künyeni bana yazdırt Ben
onu yaptırırım! Parayı verince ne olmaz? Onu bana
bırak. Memlekette ahlâk diye bir bok kalmadı emin
o l . . . Yahu, hakkını almak için rüşvet vereceksin...
Namussuzluk diz boyu.
— Bunun harcı borcu ne gider, bir bilsek de...
Hani, aştan yüzünden pahalı çıkar diye korkarım...
• •..-r- Sus! Ne demek o? İşte bunu senden bekle¬
mezdim İhsan
Efendi. Biz arkadaş
canlısı insanız.
Dost için yaşarız. Tek, bir hemşerimize iyilik edelim
de, birkaç kuruşumuz da rüşvet yolunda g i t s i n . . . Sen,
eve gel, eve...
Gedikli İhsan Efendi,
\
— Asalet başka bişey... Asalet gibi var mı? di¬
ye diye kıçın kıçın gidip yerine o t u r d u . Tüccardan E¬
min Efendi arkada hazır beklermiş.
Hemen yanaştı.
Onun da Zübükzâde ile görüşülecek bir haceti var...
Kimin yok ki? Onun ardında Aklı Evvel Bedir Hoca
bekler.
İçimden «Ulan, gidi namussuzlar!.. » diyorum.
Asıl dert bende. Sıra vermezler ki, Zübükzâde
İbraam Beyimize biz de müracaatımızı yapalım. Be¬
nim derdim büyük. Madenin işletme imtiyazını bitürlü
alamıyoruz. Onca para döktük, yedirmediğimiz adam
kalmadı. Gene de imtiyazı çıkartamadık. İmtiyazı bir
alsak...
Zübükzâde'ye anlattım. Benim lâfım yarıdayken,
— Bana müsaade... Hoşça kalın! diyerek ayağa
kalktı, gidiyor.
Lâfım yarıda kalmış, durur muyum? Yolda buna
iyice anlattım herşeyi.
Çok iyi olur, yaparım senin işini de, dedi, ne¬
mi de kasabaya bir gelir kapısı açılır. Velâkin bu za-
man ö y l e bir z a m a n k i ,
dünya
batsa da,
dansızlık!
larından
Kimde
Daha
rüşvetsız a d ı m mı alılıyor? Su
k a l a n l a r k u r t u l s a . . . Yahu
h ü k ü m e t kapısından
rüşvet akacak.
n a m u s kalmış?
Dünyanın s o n u
Namuslu
bu
n e vic¬
girerken,
diye
paça¬
geldi,
birini
heyri;
bilseler;
eline deli r a p o r u v e r i p tımarhaneye tıkacaklar" c"rtep*
baştakiler...
N e d e n d e m i ş l e r , balık b a ş t a n
kokar, d î r
y e . . . K o k u başı s a r d ı d a k u y r u ğ a b i l e g e ç t i .
Para
versem
mı görecek?
nim
için
olmaz.
kızacak.
ö y l e ya,
hemşeri
Acaba
hesabı
:
sonradan
hemşerilik, anladım ama,
diyerek cebinden
be¬
rüşvet vermesi,
B a k t ı m , c e p l e r i n d e c ı g a r a arıyor. H e m e n c ı g a -
ra paketinin içine binliği k o y u p uzattım:
—
Bu
paket sende
kalsın.
Bende başka
paket
var.
Neyse,
Zübükzâde'yi
selametledim,
gerisin
geri
ö ğ r e t m e n l e r D e r n e ğ i ' n e g i t t i m k i , A l l a h S e l â m e t Ver¬
sin Murtaza Efendi,
tuk
insanlık ü z e r i n e ç o k ş i d d e t l i
nu¬
çekiyor:
—
Biz
de
insan
mıyız a c a p ?
Boşuna
dememiş¬
ler, e f e n d i , « i n s a n o ğ l u ç i ğ s ü t e m m i ş t i r » d i y e . K i m d e n
iyilik g ö r m ü ş s e k o n a
Zübükzâde
tığı
iyilik,
İbraam
kemlik ederiz. M e s e l â ş u ' b i z i m ;
Bey...
Yahu şu a d a m ı n
ha? H e r k e s e y a r d ı m a k o ş a r ,
bize. yap¬
hemşeri
diye
c a n atar. G e n e d e k a d r i n i b i l m e y i z d e a r k a s ı n d a n söy¬
lemedik
sanlık
Hep
ve
söz
bırakmayız.
Şu
bizim yaptiğımız
da
in*
mı?
katıldık
Murtaza
Efendinin
—
Evet,
—
Zübükzâde gibi adam
insanlığımızda
düşüncesine:
e k s i k l i k var...
bu
memlekete gelmedi
gelmez...
—
Evliya
canım...
H e r i f i ö v e ö v e bir o l d u k , ş i ş i r e ş i ş i r e g ö k l e r e ç l -
kardık.
Devrisi
gun
ler-Derneği'hde
oldu.
/Gene
beş-on
ktşiöğretmen-;
o t u r m a k t a y ı z . T ü c c a r d a n . Eroin Efen¬
d i , kanat çırpan
horoz
gibi,
iki e l i n i b u t l a r ı n a v u r a
vura geldi:
—
Aman,.bu
sizlik...
aşağılık herif
z i m yüz
ne
cibilliyet¬
memleketin toprağından
namussuzluk,
böyle" b i r
nasıl y e t i ş t i
karamız.
mıyız d i y e
de.
ne
Yahu b i z i m
insan
hemşeriler?
Adımızı
batırdı.
arasına
g i r e c e k yüz
Dünyanın taaa ö b ü r
diye sorsalar,
çık- sınırlarımızdan
mi
diyorlar.
alçak,
desen,
bi¬
ada¬
bırakmadı
ucuna gitsen de,
biz¬
nerelisin,
hemen
«Bil¬
m e m l e k e t i d e ğ i l ,mi? Ç a b u k
dışarı.
Pekiy
Bu
Şu k a s a b a n ı n
sen de şuralıyım,
d i k b i l d i k , -şu Z ü b ü k ' ü n
me!»
bu
Aman
buralarını
n'olâcak?
da
kirlet¬
Hep yüzümüz y e r d e
gezeceğiz?
—
- —
Ne o l m u ş Emin E f e n d i ,
Daha ne o l a c a k ?
Kaptıkaçtının
ne var?
Dünyadan
z â d e ' n i n g e n e bir o y u n l a r ı v a r y a ,
«Ne
h a b e r i n i z mi var?
şoförüyle yârenlik ediyorduk.
oyunları
olabilirmiş?»
b a k a l ı m ne?»
dedim.
k o k u s u s o n r a d a n çıkar» d e d i .
«Zübük-
«Eh
ben
dedi.
bilmem,
O ğ l a n ı z o r l a y ı n c a söy¬
ledi; Z ü b ü k namussuzu, g e ç e n l e r d e b i r g ü n , kaptıkaç¬
tıya -binip v i l â y e t e
gitmiş.
Şoför
oğlana,
«Ankara'ya
y o l a ç ı k m a d a n g e l , o t e l d e b e n i gör» d e m i ş .
Şoför de otele gidince, buna, üstünde kendi ad¬
resi yazılı
bir k u t u y e r m i ş .
yu Ankara'dan
ayrı,
p o s t a y a ver»
«Aman,
unutma, bu
demiş.
kutu¬
Posta p a r a s ı n d a n
b i r d e ş o f ö r e o n lira v e r m i ş . Ş o f ö r d i y o r k i «İn¬
san k e n d i a d r e s i n e k e n d i s i p a k e t p o s t a l a r mı? B u n d a
bir o r o s t o p o l l u k var ya,
riler,
bakalım
ne?» Yahu,
hemşe-
b u o r o s t o p o l l u k , d ü n e ğ i n biz b u r a d a o t u r u r k e n
o r t a y a ç ı k m a d ı mı? Postacının g e t i r d i ğ i ş e k e r l e m e p a keti-neydi? Bu ne düzmeci, bu ne oyuncu bre hemşeriler...
Başvekilin
de
selâmı
var
diye
bize
burda
v e k i l m e k t u b u o k u t m a d ı mı?- K e n d i k e n d i n e v e k i l vü¬
kelâ ağzından
m e k t u p yazar.
Eşek.yerine, ne demek...
ne
Bizi
eşek yerine
Biz e ş ş e ğ i z b e . . .
kor.
Hem de
eşşek!
Gedikli
—
İhsan
Efendi,
Eşşoğlu eşşeğiz hem d e . . .
diye
hu şu bizim bildiğimiz zibidi Z ü b ü k ' e ,
vekil,
«Gözlerinden
öperim
koçum,
aman
bildir. Telefonunu da beklerim»
b a ğ ı r d ı , ya¬
k o c a b i r baş¬
bir emrin olursa
d i y e y a z a r mı?
Biz b u k u y r u k l u y a l a n a nasıl inandık? K e n d i m i z e e ş e k
d e s e k , e ş e ğ e ağır h a k a r e t o l m a z mı?
B e n i m ağzımı
bıçak açmıyor.
Kime ne diyebili¬
rim? Bin lirayı k a p t ı r m ı ş ı m . S ö y l e s e m , b i n l i k g i t t i k t e n
b a ş k a , bir d e ü s t e l i k m e m l e k e t e d e s t a n o l u p d i l e d ü ¬
şeceğiz de, torunlarımız, ahvalimizi bu destandan öğ¬
renecek. Artık betim
benzim
nasıl
atmışsa,
Aklı
Ev-
vet Bedir Hoca,
—
Haydi,
biraz çıkalım
dışarı da
hava a l a l ı m . . .
derman
k a l m ı ş dışarı
dedi.
Dizlerimde
Kızmışım
mı
k i , şah d a m a r ı m ı k e s s e l e r ,
akmıyacak;
A h bey,
kanım,
ah...
çıkacak...
b i r d a m l a kanım
iliğim kurumuş.
Sen
bu
Zübükzâde
namussuzunu
b i l i r misin? B i l m e z s i n , n e r d e n b i l e c e k s i r t ? D ü n y a ku¬
rulalı,
a n a l a r b ö y l e b i r rezil d a h a d o ğ u r m a m ı ş . . .
ÜÇ GÜZEL,
Ü Ç Ü DE BİRBİRİNDEN GÜZEL
Kaymakam
Kâtibi
_
Rıza Bey
şöyle a n l a t ı y o r d u :
Nasıl b u l d u n u z k a z a m ı z ı . m u a l l i m b e y ? .
tur,
Evet,
hoş¬
g ü z e l d i r . Kıyıda, s a p a d a k a l d ı ğ ı n d a n bakımsız,
ne
yapalım.-..
boş.
Şimdi
Sahipsiz
İran-şosesi
kalmışız,
geçiyorsa dâ,
gene-de
bakanımız; edenimiz yok.
a r k a çıkanımız o l s a y m ı ş ,
ne çâre...
Bir
A d a m , kötü de
o l s a , m e m l e k e t i m i z b u l u n m u ş b i r k e r e , bize g ü z ş l ge¬
lir. S u r d a n ' b i r h a f t a ••••ayl sam," i ç i m e bir a t e ş t i r d ü ş e r
de,
bir y e r l e r d e d u r a m a m ,
i y i d i r insanlarımız,
koşar gelirim.
kalpleri .temiz...
İlle
Güzeldir,
şu-Zübükzâ-
d e . a l ç a ğ ı : d â o î m a s a y m ı ş . . . Bu h e r i f i n bir bakışı b i l e
bütün m e m l e k e t i mundar e t m e ğ e yeter. Bir.yaka silkm e y e n m i kaldı n a m u s s u z d a n , . .
duymuşsunuzdur.
Duyulmaz
O n u n bize e t t i k l e r i n i
olur
mu,
yedi
düvele
n a m saldı a l ç a k . A m a e n k ö t ü s ü n ü bizim M u h a l i f Ka¬
d i r E f e n d i y e y a p t ı . B e n d e n i z m e m u r o l d u ğ u m d a n , res¬
m e n , h i ç b i r p a r t i y i t u t m a m . A m a m e m u r l u k i c a b ı , ma¬
aş az,
g e ç i m zor,
ister i s t e m e z ,
Kadir Efendinin muhalifliği,
liği d e ğ i l .
M a l û m ya,
korkusuyla,
da
«Allah
derse
de,
A l l a h alsın
öyle
neye saklamalı.
lifliği,
kolunun
böyle
değil
eksik etmesin»
yenine
hükümeti»
mi? Allahın
Gelgelelim bu
m e m u r takımının
açıktan açığa,
H e r k e s i n yanın¬
başımızdan
kalınca
başımızdan
memursunuz,
dışı k a r a c a d ı r .
hükümeti
yalnız
«Yıkılasılar,
der.
Siz
bildiğini
de
kuldan
K a d i r E f e n d i n i n muha¬
muhalifliğinden
göz g ö r e g ö r e muhalif...
kat ç o c u k l a r m i s a l i ,
Bu
m e m u r kısmı, e k m e ğ i n d e n o l u r
içi a l a c a ,
bu
daimî muhalifiz.
b i z i m g i b i m e m u r muhalif¬
değil.
Herif
D o ğ m a l ı k sa¬
herif a n a d a n d o ğ m a muhalif.
Biz
o n u b ö y l e g ö r d ü k , b ö y l e b i l d i k . . . H a n g i h ü k ü m e t ba¬
şa geçse; onun muhalifi.
Bak, anla k i , b u r d a k e n d i
k u r d u ğ u p a r t i i k t i d a r a g e ç t i ğ i g ü n , h e r i f h e m e n o sa¬
bah p a r t i s i n d e n i s t i f a e d i p m u h a l e f e t e g e ç t i .
n u "duyunca
— Aman
Biz bu¬
hemen vardık yanına:
Kadir
Efendi,
sen
ne y a p t ı n ?
p a r t i i k t i d a r a g e ç s i n d i y e b u n c a yıl
Yahu
çekmediğin
bu
kal¬
m a d ı . O l m a d ı k belâ başına g e l d i . Ş i m d i e n azgın m u -
h a i i f f e r bile t e r s yüz e d i p h ü k ü m e t t e n y a n a o l u p küp¬
lerini d o l d u r m a ğ a ç a l ı ş ı r k e n , s e n i n b u y a p t ı ğ ı n n e d i r ?
Ne dese beğenirsin:
Bu da o, şu da o . . .
Bunların h a m u r u n u n ma¬
yası bir. H a n g i s i n d e n h ü k ü m e t k u r s a n , ö b ü r ü n d e n a ¬
yırdı, o l m a z h e y r i . . .
man yoldalarmış.
Kalaycı
ö k ü z ü n .saldığı y e r d e k i
c e , fışkıyı
ikiye
Kör Nuri
önlerinden giden
taze fışkının
bölmüş.
m a n ' a «Bak a ğ a fışkıya»
Kör Nuri
demiş,
ile
K a s a p Os¬
kağnının t e k e r i ,
üstünden
hemen
«birken
geçin¬
K a s a p Os¬
iki
oldu.
Bu
d a o, ş u d a o... »
Böyle söze ne denir?
savurur.
Biz
Bir d u y a n o i u r s a k ü l ü m ü z ü
m e m u r insanız v e
de
kaymakam kâtibi¬
kanında,
iliğinde muhalefet
yiz.
Yâni
Bey,
bu
herifin
z e h i r i var. A l l a h v e r m i y e , c ı g a r a g i b i ,
halefete tiryaki
olmuş.
kahve gi,bi mu¬
Muhaliflik etmezse duramaz,
başı d ö n e r .
Gel z a m a n
git zaman,
bu
nin başına bir b e l â d o l a n d ı k i ,
Muhalif
K a d i r Efendi¬
hiç s o r m a . . .
N e bip
b e l â s ı , bir d e ğ i l , iki d e ğ i l , t a m ü ç b e l â . . . M u h a l i f Ka¬
dir Efendinin hiç oğlu
adını
Yekdâne
bir d a h a . . .
oğlan
olmadı,
koymuş.
O da kız.
üç kızı var.
Arkadan
bir d a h a . . .
mi? ü ç ü n c ü n ü n adı da G ü l d â n e . . .
araşan
kız.
Böylesi
diye
Gene
O da kız d e ğ i l
üç kız, ü ç ü de bir¬
dilber,
acem
mülkünde
bulunmaz.
Buraya bir zamanlar,
ti
İlk kızının
olacak
O n u n adı da D ü r d â n e . . .
olur diye ardından
b i r i n d e n güzel
oğlan
nasılsa.
Terzi
hocası
gezici terzilik kursu gelmiş¬
karıyı,
madı. Ç e n g i gibi bir kari;
hiçbirimizin
g ö z ü tut¬
E n t a r i s i n i n e t e M e r i , dizka¬
p a ğ ı n d a n y u k a r d a . Rüzgâr ü f ü r ü p , e t e k s a v r u l d u muy¬
d u , ardındaki delikanlılar yere
kapanıp,
s ö z d e düşür¬
d ü k l e r i t e ş b i h t a n e s i n i a r ı y o r l a r . T e r z i l i k hocasını d e -
likanlılar ç o k t a n d a ğ a k a l d ı r a c a k l a r d ı y a , o z a m a n b i r
c a n d a r m a k o m u t a n ı v a r d ı k i p e h p e h p e h . . . O n u n kor¬
kusuna
nına
delikanlılar
uzaktan
karıya
işmarı
çakıp,
ya¬
sokulamıyorlar.
Hiçkimse
karısını,
kızını
terzilik kursuna
gönder¬
m e d i . Karı b u r d a b i r h a f t a k a l d ı , n e r d e y s e g i d e c e k . . .
B u bizim K a d i r E f e n d i ;
h e r b i r işe m u h a l i f y a , s a l t m u ¬
haliflik inadından, t u t t u ,
suna g ö n d e r d i .
ü ç kızını d a b u t e r z i l i k kur¬
Kızlar d ö r t a y i ç i n d e b i r o l d u l a r ,
parmağında on
hüner...
on
İstanbul'un* m a r i f e t l i g e l i n i ,
bunların yanında kaç para eder?
D i k i ş - n a k ı ş , her bir
i ş b u n l a r d a . D i k i n d i k l e r i e l b i s e l e r i g ö r m e l e r ister. Halis-muhlis tango b i ç i m i . . .
B i z i m b u r a m i l l e t i , karı üs¬
t ü n d e ö y l e bir g i y i m g ö r m e m i ş .
nen
İstanbul
yinmeğe
koca
karısı,
hiçbir farkı yok.
başlayınca,
bunlar
olarak beğenmez
isteyecek olsa,
kızlar mırın
larını
bir kere
çok
mı?
Evet,
İstanbul'a atsa,
parası
delikanlı
Kıziarın
gön¬
M u h a l i f K a d i r E f e n d i kız¬
kızlar evvel Allahın
kocalar bulacaklar ya,
biri,
delikanlılarını
Hangi
kırın e d i y o r .
Kadir Efendide
ları İstanbul'a g ö t ü r e c e k para y o k .
muhalifin
Kızlar b ö y l e g i ¬
buranın
oldular
lü İ s t a n b u l e r k e ğ i n d e .
niyle
Biz h e p şaşırdık. Ay¬
Dedim ya,
nerden olsun?
Partisi
iz¬
kız¬
garip,
iktidara
g e ç i n c e , d i ş i n i sıkıp d a k i ü ç g ü n m u h a l e f e t e g e ç m e yip dayanabilse
paranın
anasını
kin,
herif m u h a l i f o l m a y ı n c a
sun,
bir k ö t ü h u y i ş t e . . .
Uzatmıyalım,
kızlara
ağlatacak.
edemiyor.
koskoca
Amma
Huyu
kazada
ve
lâ¬
kuru¬
kaza¬
mızın ü ç n a h i y e s i ile ş u k a d a r p a r ç a k ö y ü n d e bir de¬
likanlı
beğendiremedik.
demişler.
Ama
Kızı s a k l a d ı n
mı
«Sakla
«Sakla s a m a n ı ,
kızı,
g e l i r zamanı»
kurur gider,
buldu yirmiyi, yirmibeşi...
g e l i r zamanı»
dememişler.
bir işe y a r a m a z .
Yaşları
Onların e m s a l i n i n b o y l a r ı n ¬
ca o ğ u l l a r ı kızları y e t i ş t i . İş i ş t e n g e ç t i k t e n s o n r a , kız51
laf da, Muhalif Kadir Efendi de «Eyvaaahi»
diyerek
bir ellerini dizlerine, bir ellerini, başlarına vurdular ya,
neye yarar... Kızlar <-Koca, aman koca!» diye, Muha­
lif Kadir Efendi dersen «Damat, aman damat!»' diye
dönüp duruyorlar. Çoktan dağ başındaki yarım akıllı
çobana da razı oldular ya, çoban bir dönüp baksa...
Bizim burda kız, körpeliğini eskitti de yirmibeşi bul¬
du mu, artık evde kaldı demektir.
Bizim avratlardan duyduğumuza göre v kızlar ko¬
ca derdinden yana yana mum gibi .erimeğe"başlamış?.:
lar. Babaları dersen, damat diye diye yanıyor. Kız"
l a r r b i r everse, malını mülkünü, nesi var; nesi yok
hep damatlara verip bir de keyfinden damat evlerin?
de ırgatlık edecek.
Derken efendim, bir de baktık günün birinde;
bu bizim Zübükzâde İbraam Bey'le Muhalif Kadir E¬
fendinin arasından su sızmıyor.-Geceleri, gündüzleri
bir geçiyor, can-ciğer olmuşlar.
O sıra Zübükzâde
İbraam daha
evlenmemiş.
Anlaşılmayacak ne var,
belli. Zübük, üç kızdan birini alacak. Zübükzâde'nin
ne namussuz olduğunu bilmez değil ya, bilir.
Bilir
ama netsin herif?.. Zübükzâde İbraam, Muhalif Ka?
dir Efendinin evine girip çıkmaya başlayınca, ne der¬
sin, kızların bir kısmeti açılsın... Demek, kızların kıs¬
meti bağlıymış, Zübük'ten sonra açıldı. Bura eşrafın¬
dan Eşref Âğa Yekdâne'yi oğluna istedi. Oğlan, gün­
düz hülyasında,
gece rüyasında
«Yekdâne'm, Yekdâne'ml» diye sayıklar dururmuş. Ne dersin Bey, ol¬
maz, diye dünürü ters yüzü çevirmemişler mi? Oğlan
yanıyor, bir babanın bir o ğ l u . . . Baba dersen Karun
gibi zengin. Biz, birkaç arkadaş gittik Muhalif Kadir
Efendi'ye:
— Aman Kadir Efendi, oğlan senin kız için ya¬
nıp tutuşur. Namuslu delikanlı. Hâli vakti yerinde.
Mırın
evlerine
kırın
girip
e d i n c e , - biz işi
çıkıyor ya,
anladık.
Yekdâne,
alır d i y e u m u t l a n m ı ş , ö b ü r o ğ l a n ,
Zübükzâde,
Zübükzâde
c u ğ u . . . Z ü b ü k z â d e ' y e g e l i n c e , bir b a k s a n ,
beyi
sanırsın.
Kıravat t a k m a m ı ş
b o y a l ı , ayna g i b i . P a n t o l ,
Biz
Zübükzâde'yi
• İstanbul
gezmez.
Kunduralar
kalıptan ç ı k m a ü t ü l ü .
Muhalif Kadir Efendi'ye,
leme, Yekdâne'yi
beni
bildiğimiz bura ço¬
o ğ l a n a ver»
«Aman
diyoruz,
övüyor:
etme,
o bize
ey¬
boyuna
••<.•••
-rrr B u o ğ l a n d a akıl v a r e f e n d i , a k ı l . . .
Görecek­
siniz bu İ b r a a m Bey, b i z i m b u r a l a r a sığmaz.
Halis An¬
kara'nın a d a m ı .
rün,
İşte b u r a y a d a y a z ı y o r u m ,
tikbali gayetle parlak...
ye Zübük'ü
b u r a l a r d a n k u r t u l a c a k l a r . Kızı
bir zaman sonra,
birbirlerinin aleyhinde
gelmiyorlar.
fıkı
nasii
Bu
açıldı.
konuşuyorlar ama,
d a r g ı n l ı k ..uzun
Yekdâne'yi o ğ l u n a
sürmedi.
Muha¬
Evet,
yüzyüze de
Eskisinden
isteyen
adam,
O ğ l u m çıra g i b i y a n ı y o r .
versin
Kadir Efendi'ye
Demiş ki:
mu yakmasın.
s
olduysa,
arası
oldular.
haber*vermiş.
iki
ze-
o terzilik hocası...
Derken,
yi
damat di¬
karıyı alıp b ü y ü k şe¬
lif K a d i r E f e n d i y l e Z ü b ü k z â d e ' n i n
—
godoş,
M e b u s o l a c a k d a , Yek-
karısı o l a c a k d a ,
hirlere g ö t ü r e c e k ,
hırliyen
Koca
kestirmiş gözüne.
dâne de onun
İs¬
,
A n l a ş ı l m a y a c a k n e var.
sıkı
siz d e gö¬
bu Z ü b ü k z â d e m e b u s olmazsa gelin yanıma.
Benim civan oğlu¬
M a d e m , Yekdâne'yi v e r m e d i , D ü r d â n e ' -
oğluma.
Yekdâne'yle
Dürdâne,
bir elmanın
yansı...
M u h a l i f K a d i r Efendi i l k i n ,
— K ı z a bir s o r a l ı m . . .
—
Kızın
gönlü yok...
Eşref A ğ a ,
civan
diyor,
:
iki g ü n s o n r a d a ,
diye cevap veriyor.
oğlunu
bu
sevda,
derdinden
kurtarmak için kıydı paraya, hacıya, hocaya, -büyücü¬
ye yedirdi parayı. Sonunda Zübükzâde'yle,
Muhalif
Kadir Efendi'nin arası bir daha açıldı... Çok sürmedi,
bir de duyduk ki, Muhalif Kadir Efendi, partisinden
çıkıp hükümet partisine girmemiş mi? Ulan bu ne iş...
Zübükzâde, tutmuş yakasından Kadir Efendi'yi, götü¬
rüp partiye yazdırmış.
— • Eyvah, dünyanın sonu geldi! dedik.
Tüccardan Emin Efendi, Kadir Efendi'nin candan
ahbabıdır. Emin Efendi,
— Herif ne yapsın yahu, dedi,
hep kızlarının
derdine bu işler başına geldi. Bana anlatırken koca
herif zırıl zırıl ağladı içinin acısından.
Emin Efendi'ye diyesiymiş ki:
— Zübükzâde İbraam Bey'in istikbâli parlak.
Bak göreceksiniz, çok yükselecek. Benimle ahbaplık
ediyor diye, oğlanı mimlemişler. Düşmanı çok... Her¬
kesin gözü üstünde... Ben"muhalefetten sabıkalı bir
herifim. Benimle ahbap diyerek başı derde girecek.
Benim yüzümden istikbali kararacak gencin. Yazık...
Acıdım, benim yüreğim yufkadır, hiç dayanamam. Eh,
bizde yaş geldi, altmışa dayandı. Bundan sonra mu¬
halif olmuşsun ne çıkar, muvafık olmuşsun ne hayır
gelir. Hiç değilse İbraam Bey'in istikbalini kurtaralım
dedim hani...
Hem böyle söyler, hem ağlarmış. Emin Efendi,
— üstüne varmayın herifin, dedi, dertlinin b i r i . . .
ö t e yandan da Eşref Ağa'nın oğlu yamyor. Eş¬
ref Ağa bir daha haber salmış:
— Etmesin Kadir Efendi, eylemesin Kadir Efen¬
d i , bir yiğit oğlanımdan olacağım. Yekdâne'yi istedik,
vermedi. Dürdâne'yi istedik vermedi, Güldâne'yi ver¬
sin. Ağırlık isterse ağırlık, başlık isterse'başlık, pa¬
raysa para, malsa mal...
Dünüre,—
'
Eşref A ğ a ' y a
kızımız y o k . . .
diye
Herifin
.
selâm
kapıyı
ü ç kızı d a
söyle,
bizim
everecek
gösteriyorlar.
«Aman
koca...»
diye yanıp
kül o l u r k e n , n e o l d u b u n l a r a ş i m d i b ö y l e ? B u işte bir
bit y e n i ğ i v a r y a ,
ne?
İşin i ç y ü z ü n ü ş o f ö r İğri N u r i ' d e n d u y u n c a ş a ş t ı k
da
kaldık.
İğri
kulak asma...
Nuri'ye ş o f ö r denir ya,
Adı şoför,
direksiyon
şoförlüğüne
b a ş ı n d a bir gö¬
ren olmamış. Serseriliğin b ü t ü n şartları ü s t ü n d e t o p ¬
lanmış.
İ ç k i c i l i k b u n d a , , karı satışı
dam vurmak bunda,
da...
bunda,
her b i r rezillik, t ü r l ü d o l a p b u n ¬
Kazamızda p e k d u r d u ğ u y o k t u r .
kara'da,
maz.
p a r a y l a a¬
İstanbul'da;
İzmir'de y a ş a r .
Burda eğlenip de ne edecek,
U z a k l a r d a , An¬
Aşağısı
•kurtar¬
bura fakir fukara
y e r i . K i m d e n n e k o p a r a c a k . . . İğri N u r i , h a p i s t e n kur¬
t u l d u m u , b a b a o c a ğ ı diye. m e m l e k e t e a r a d a b i r sılaya
gelir.
O g ü n l e r d e i ğ r i N u r i g e n e g e l m i ş . Bir g e c e v a k t i
Muhalif Kadir Efendi,
diyor.
—
Gözleri
N u r i ' n i n anasının evine g i ¬
N u r i Efendi o ğ l u m , d e m i ş , k u r t b i l e , k u r t k e n ,
komşusunu yemez,
—
Yemez
—
Ehl-i
kız o ğ l a n
•s
İğri
çakmak çakmakmış.
değil
Kadr'efendi
i f f e t ve ehl-i
kızı
iğfal
mi?
amca.
ırz ve de ehl-i
n a m u s bir
e d e n e e r k e k d e n i r mi?
/ — Denilmez Kadr'efendi amca.
—
-Peki;
i n s a n d a n dışarı
yapmak gerek Nuri
—
vermek
—
böyle
b i r canavarı
ne
Efendi o ğ l u m ?
Leşini s e r m e k ,
dağa
sürüyüp,
kurda
kuşa
gerek.
Ulan o ğ l u m N u r i E f e n d i , b a k bu aklını b e ğ e n ¬
dim. Aferin
ulan o ğ l u m N u r i E f e n d i .
Peki,
böylesinin
leşini s ü r ü m e k s e v a p mı? Bir d e o n u s ö y l e b a k a y ı m . . .
'— Anrâtdmaz,bir sevap,
—
ium,
Kadr'efendi amca.
B u - d a iyi. Ş i m d i s ö y l e ulan
Nuri Efendi o ğ - '
s e n bir s e v a b a g i r m e k ister misin?
—
Bendeki
günahın
y o k Kadr'efendi amca.
başka
türlü
_ temizleneceği
Aman çabuk söyle,
hayırlı.bir
iş çıktıysa hiç d u r a m a m , y o k s a bana b i r s e v a p mı iş¬
leteceksin?
İğri N u r i , bize b u n l a r ı a n l a t ı r k e n ,
— . Ben o s s a t d a l g a y ı ç a k t ı m , d e d i ,
h e r i f i n karın
ağrısı b e l l i . . . İlâcı d a b e n d e . . .
—
Neymiş
—
Ne o l a c a k ,
karın
ağrısı?
kızları...
Biz bu işi o l d u m olası bk
liriz d e M u h a l i f K a d r ' e f e n d i , â l e m i
kör,
h e r k e s i sağır
sanır...
Muhalif Kadir Efendi'nin,
göre,
Zübükzâde
İbraam
lerin
evine
emri
peygamberin
göndertip,
Şoför Nuri'ye
Bey,
büyük
kavliyle»
anasını
kızı
dediğine
K a d r i Efendi¬
Yekdâne'yi
«Alah'ın
istemiş.
Kadri Efendi,'İğri Nuri'ye diyesiymiş ki:
—
ziline
Biz k a t i y e n
kız v e r i l i r
Bir d a h a , kızımın
tar,
apışından
razı g e l m e d i k , ö y l e b i r rezilin re¬
mi? Anasını
huzurumdan
adını ağzına
ikiye ayırırım,
alırsa,
koğdum.
bacağından
dedim. Ah,
İğri
tu¬
Nuri
E¬
f e n d i o ğ l u m , k ö t ü y l e baş m ı e d i l i r ? B u Z ü b ü k d e n e n
ırzı kırık, y e d i v i l â y e t d o l a ş ı p
l a r a b ü y ü y a p t ı r m ı y o r mu?
eliyle,
Yekdâne
kızıma
Vay o n d a n s o n r a
g ü n d ü z «Zübük,
Bu
da,
en
dehşetli
namussuz,
e ş ş e k dili
yedirmemiş
mi?,.
kızın ş u r a s ı n a bir a t e ş d ü ş t ü .
Gece
Z ü b ü k , vay Z ü b ü k ! »
d i y e sayıklar o l ¬
d u . B a k t ı k o l a c a ğ ı , y o k , , kız e l d e n g i d i y o r ;
bunlara,
hoca¬
-aracı -karı
«He» d e d i k
«al da hayrını g ö r . . . »
Muhalif Kadir Efendi,
serencamını
anlatmaya
ş o f ö r İğri
başlamadan,
Nuri'ye
kızlarının
ortaya
bir so¬
m u n , bir k u r a n , bir t a b a n c a , b i r d e .tahta ç u b u ğ a t a -
kılı kâğıt b a y r a k g e t i r m i ş . B u d ö r d ü n ü n ü s t ü n e e l bas¬
tırarak,
anlattıklarını
kimseye
söylemiyeceğine,
İğri
N u r i ' y e y e m i n e t t i r m i ş . İğri' N u r i d e y e m i n i n d e d ü r d ü .
Kefaretini
ödemeyince
anlatmadı.
ettiğinden, dört somunu
Dört kere yemin
başının ü s t ü n d e d ö n d ü r d ü k ¬
t e n s o n r a i t l e r e atıp y e m i n i b o z d u d a ö y l e a n l a t t ı .
Biz
işin iç y ü z ü n ü n
Muhalif
Kadir Efendi'nin
İğri
N u r i ' y e anlattığı g i b i o l m a d ı ğ ı n ı b i l m e k t e y i z . Ş ö y l e o l ¬
du.
Kızlar e v l e n e m e y i p
şırdı.
kocayınca
İşte Q şaşkınlıkla,
K a d i r Efendi
şa¬
damat olarak Zübükzâde
İb-
r a a m B e y ' e g ö z k o y d u . Evine ç a ğ ı r m a ğ a b a ş l a d ı , ara¬
larından su sızmaz o l d u .
Evde üç kız var,
üçü
birbi¬
r i n d e n g ü z e l . . . Z ü b ü k z â d e , g ö n l ü n ü n ç e k t i ğ i n i beğe¬
nip alsın.
Her g e c e
Yâni a n l ı y a c a ğ ı n ı z ;
kızları Z ü b ü k ' ü n
beraberler, yemeler,
içmeler...
Kadir Efendi şaşkınlığından zorla
k o y n u n a i t e l e d i . Aklı sıra k e n d i ken¬
dine diyor ki:
— Ulan
Kadir,
gayri
enayiliği
bırak.
"muhalif o l d u n d a e l i n e n e g e ç t i . . .
İşte ö m ü r g e l m i ş
gidiyor.
rahat etsin fukaralar.
Cinle
bir o d a y a
sın
da
kızlardan
büyük
gü
dediğin
baygin.
herif.
çarpar.
İs­
Reisliği
M i l l e t v e k i l i o l a c a ğ ı d a y ü z d e yüz. Al¬
hangisini
alırsa a l s ı n . . .
sırayı
böyle
saygıyı
unutmamış
başlamış.
olur. Y e k d â n e
Gelenek,
hele,
da,
gör¬
Zübük'e
M e b u s karısı o l u p A n k a r a l a r a m ı g i t m e y e c e k ,
Amerikalara, Avrupalara
Bir zaman
geçiyor,
kurtar,
herif için B e l e d i y e
kız Y e k d â n e ' d e n
işte
kızları
cin g i b i
bu Z ü b ü k cini
Bu
Gene Z ü b ü k z â d e
işe
değilse
Zübükzâde
kapasan,
tikbali d e r s e n ; parlak.
t o r b a d a keklik.
Hiç
Bu
B u n c a yıl
G e n ç l i k neyse ne.
sonra
mı,
ö y l e ya canım,
barının içine d ü ş m ü ş .
bıkar. A m a nasıl
etsin
nerelere!...
Zübük'ün
Yekdâne'den
elin z i b i d i Z ü b ü k ' ü
Her g ü n
de ö t e k i
bal,
gönlü
kız a m ¬
b ö r e k y e s e insan
kızın t a d ı n a b a k s ı n . . .
Zübük durup dururken
birgün
—
Kadr'efendi amca;
Hiç k u s u r a
bakma
muhalif o l d u ğ u n herkesçe belli.
babın
o l d u ğ u m ve
evine g i r i p
şöyle der:
senin
B e n i m d e s e n i n ah¬
çıktığım
p a r t i m i z i n vi¬
lâyet k a d e m e s i n d e n d u y u l m u ş .
, •• —1 Eee? •
•
'
' •
— • Esi işte b ö y l e K a d r ' e f e n d i , s e n b i z i m p a r t i y e
"gireceksin.
Başka türlü
olamaz.
Ben i s t i k b a l i m i
göz
göregöre körletemem...
—
Aman
oğlum,
şanlanacaktınız?
—
söz.
Evet,
Lâkin
bu
Böyleydi
ış? Yekdâne?
ya
Hani nı-
konuşmamız...
ben s ö z ü m d e n d ö n m ü ş d e ğ i l i m .
istikbalimi de
Z ü b ü k z â d e ' İbraam
dinin
nasıl
evinden
Sözüm
mahvedemem.
böylece,
elini ayağını
Muhalif Kadr'efen-
çekiyor.
Beri yandan
üç
k ı z d a , b i r b i r l e r i n e d ü ş m ü ş l e r , Z ü b ü k İbraam'ı pay e d e mezlermiş.
Bir z a m a n
ran m ı g i r i y o r ,
evine gidiyor.
mış,
sonra,
Bu
sefer de
—
alacağım ta
sey¬
D ü r d â n e ' y e tak¬
olsa
razı...
Bir
eğledikten sonra,
Partiden tazyik başladı,
kızını
mı
Kadr'efendinin*-
Kızlar ne
d a D ü r d â n e ile g ö n ü l
muhalifin
bayram
kancayı
onunla, nişanlanacak.
zaman
araya
her n e y s e Z ü b ü k z â d e ,
diyor,
benim
Ankara'dan
bir azılı
duyulmuş.
P a r t i d e n a t a c a k l a r m ı ş bir b a h a n e b u l u p .
—
Aman
deme...
—"Olacağı
belli.
N'olacak?
Sen
de
bizim
s i n . S e n i n kızın d ü n y a güzeli o l s a ,
balimi
Şu
Kadr'efendinin
çilesine
g e n e açılmış.
ille Z ü b ü k z â d e İ b r a a m . . .
kar yol yok,
—
u ğ r u n a istik¬
mahvedemem...
z â d e ' y l e araları
lar,
partiye girecek¬
ben
bak yahu...
Kızların
Zübük-
üçü
bir o l m u ş ¬
Kadr'efendi,
b a k m ı ş çı¬
İbraam'ın ayağına g i t m i ş .
ö l s e m daha iyiydi,
demiş,
bana bu ö l ü m d e n
beter.
-
İşte g e l d i m , i s t e r ç e k v u r b e n i ,
yazdır,
•
gayri,
tisine
giriyor.
bu
Bir zaman
zaman
da
derken,
üçü
de
Nuri
de
»
muhalifi,
İbraam da
gönlü
h ü k ü m e t par¬
damatlığa
k ü ç ü k kızı
tadına
kızfar y a n a r ,
Kadr'efendi y a n a r . . .
gözleri
diye
iki
ünner
kimselere
bakıp
çeşme
açamıyor.
iyice
hızını
üç
«Enişteciim
dururlarmış.
hazır.
çekmiş.
Güldâne'nin
iki
enişteciim...
derdini
Zübükzâde
sefer de paşa
ister p a r t i n e
kalmış...
B ö y l e c e kırk yılın kaşarlı
Velâkin
kızın
senin vicdanına
de
Kadr'efendi,
Sonunda
aklına
İğri
geliyor.
—
Aman Nuri Efendi o ğ l u m , varım y o ğ u m senin,
y e t e r ki sen yiğitliğini g ö s t e r . . .
İğri N u r i , t a m b u işin a d a m ı .
Kabasından
bir ş i ş l e r s e , bin
lira.
H e r i f i n t a r i f e s i var.
İki y a r a a ç a r s a ,
üç
b i n . . : B a r s a k l a r ı n ı d ö k e r s e , <beş b i n . . .
Muhalif Kadr'efendi,
—
Aman,
dermiş,
aman...
Kızlarıma m ı y a n s a m ,
y o k s a b u n c a yıllık m u h a l i f l i ğ i m i b o z u p m e m l e k e t t e iki
paralık o l d u ğ u m a mı yansam?
Efendi,
bu
ortadan
biçmelisin,
memlekete
alçağı
Sen
bıçakla dalasan
leşini
ne diyorsun
neye y a r a r ?
sürümelisin...
Nuri
Bunu
Yoksa
bu
hiçbir vakit dirlik düzenlik gelmez...
K a d r ' e f e n d i h ü k ü m e t p a r t i s i n e g e ç t i a m a , a d ı ge¬
ne Muhalif
Kadr'efendi.
Kadr'efendi,
bağını
bunun
nesi
neyin
Bir d e
bahçesini
olduğunu
duyduk,
satıyor.
Biz o z a m a n
bilemedik.
O y s a m , satıp
d a p a r a y ı İğri N u r i ' y e v e r e c e k m i ş k i ,
bükzâde'yi ufalasın...
Muhalif
dörtbin
liraya
\
Kadr'efendi,
sattı,
Muhalif
İğri N u r i d e Z ü .
tarlalarını
östüne
kızlarının
yok
pahasına,
çeyizlik
parası
i k i b i n i e k l e y i p , İğri N u r i ' y e v e r m i ş . Biz b u n l a r ı s o n r a ¬
dan duyduk.
İ ğ r i N u r i anasının
rayı
ipini s a t m ı ş b i r h e r g e l e . . .
bir t a m a m almayınca
işe g i r m e m i ş .
alacak ki, Zübükzâde'nin
leşini s e r i p ,
lardan savuşsun...
Parayı
gider
Eşref
Eşref
b i r yanına
Ağa'ya,
alır.
Başlar
cebine
Ağa'yı
bütün
günahı,
bil
Doooğru,
bir y a n ı n a ,
oğlunu
anlatmağa:
bizim Muhalif Kadir Efendi,
neden vermedi,
hemen bura¬
indirir.
— . B e n d e n size bir d o s t l u k kı,
Bu
Pa¬
Parayı- p e ş i n
baba d o s t l u ğ u . . .
kızlarını s e n i n o ğ l u n a
bakayım. Vermez, vermez.
Zübükzâde
namussuz,: d i l i d ö n e n ,
denen
Bunun
namussuzun.. v
üstünde şeytan tüyü
Bu
taşır bir
h e r i f o l d u ğ u n d a n kızları b a ş t a n çıkarıp p e r p e r i ş a n et*
miş.'..
—
Aman
—
deme...
Yekdâne'yi
de
mi?
Evet.
—
D ü r d â n e ' y i de
mi?
T— Evet. .
.
—
Yoksa G ü l d â n e ' y ı de
—
Evet...
olsaydı,
Anaları
mı?
zamanında
o da namusunu
akıl; edipv
Zübük'ün
elinden
ölmemiş
kurtara¬
mazdı. .
Delikanlı
—
fırlamış :
Bana bu d ü n y a h a r a m . . .
Ben bu kızların ü ç ü ¬
n ü b i r yatırıp k ö r b ı ç a k l a d o ğ r a m d o ğ r a m d o ğ r a m a z sam,
ben
bunların
doldurmazsam,
derilerini
yüzüp de
içine saman
ben bunların saman torbalarını
hükû-
m e n k o n a ğ ı ö n ü n d e d i b i n d e n kazığa g e ç i r m e z s e m i . .
iğri
—
Nuri bakmış ki
Aman
dur,
oğlan tavında,
demiş,
aman
dur arkadaş.
Kızlar
rın g ü n a h ı n a g i r m e , ü ç ü , d e m a s u m y a v r u . H i ç b i r g ü ¬
nahları y o k . : .
olmazlardı.
O kızlar,
Lâkin
peri
padişahının oğluna t e s l i m
b u Z ü b ü k kızlara
büyüye
erkek tutulsa,
anladın
mı?
Burdan
namusunu
İstanbul'a
büyü yaptırmış;
muhafaza
gitmiş de
o
edemez,
papazlara
büyü
yaptırmış/
Dürdâne
kız
Yekdâne
kiza
tahta
kaşığa
için
dırtıp o c a ğ a a t m ı ş .
mış.:..
Bir kalıp
atmış.
Sabun
eşek
Kaşık y a n d ı k ç a
sabunu
iğnelemiş
kuyuda eridikçe,
dili
yedirmiş.
«çevirgel'duasî»
yaz-
D ü r d â n e kiz y a n ¬
iğnelemiş
kuyuya
G ü l d a n e kız d a ,
Zü-
b ü k z â d e u ğ r u n a e r i m i ş . S e n n e d i y o r s u n heyri? Ş i m d i
bir i ş v a r size,
olarak,
bu
boynunuza b o r ç . . .
—
Evet,
—
Elele v e r e l i m .
ortadan
Ben
bir h e m ş e r i
namussuzluğa dayanamam...
dayanılmaz...
Zübükzâde denilen
kaldırıp y o k e d e l i m .
Erkeklik
bu
böyle
pisliği
zaman¬
da...
—
Ne d e m e k ,
Bitürlü,
mıyorlarmış.
—
hac'dan
Zübük'ü
Eşref
b ü y ü k s e v a b ı var...
ortadan
k a l d ı r m a işini
payiaşa-
Ağa,
Budaması b e n d e n . . .
demiş, ben
bu •herifin
k o l u n u , b u d u n u , dalını, s o n r a d a n ç ı k m a l a r ı n ı bir g ü ¬
zel b u d a r ı m .
-
Eşref A ğ a ' n ı n
"
Ben,
çıkarırım
oğlu,
demiş,
b i r güzel y o n a r ı m .
İyi y o n g a l a r
ondan...
İğri N u r i d e ,
'— Hartama çıkarmak da benden,
ma ( * ) . . .
•
'i
demiş,
harta¬
"
Bunlar and içmişler, üçü birden Zübükzâde'yi öl¬
dürecekler:
bine
İğri N u r i ' n i n m a k s a d ı b a ş k a . Paralan ce¬
indirmiş ya...
Zübükzâde'yi
Eşref A ğ a
ile o ğ i u -
na harcatıp, kendisi savuşup, g i d e c e k . Geridekiler ne
olursa olur...
(*) Ilar tanı a : Bu r o m a n d a a n l a t ı l a n o l a y l a r ı n geçtiği
bölgede, evlerin d a m l a r ı n a k i r e m i t yerine, üstüste
istif edilerek k o n u l a n ağaç y o n g a l a r ı n a d e n i l i r . Çam
ağaçlarından baltayla, nacakla hart hart h a r t a r a k
ç ı k a r ı l a n y o n g a l a r ı n adı «hartama» dır.
Doğrusu
mız
halkının
b u n j a r ç o k iyi
hayır duasını
yeni valinin yüzünden
tür o o o l . . .
maz,
Cenab-ı
belâ
iş y a r ı d a
Mevlâm,
b i z i m sabrımızı
şımıza
bir i ş y a p a c a k l a r ,
alacaklardı
kaldı.
ya,
O
kaza¬
ne
çâre,
ne Z ü b ü k ' ?
h i k m e t i n d e n sual o l u n ¬
sınamak için,
Zübükzâde'yi
ba?
etmiş.
VAAY KOCA VALİ!
Allah Selâmet Versin M u r t a z a
Efendi şöyle a n l a t ı y o r d u ;
O mu? O bizim Z ü b ü k z â d e m i z i n bir i c a d ı . B a ş k a
hiçbir memlekette
yıl
oldu
herhâl.
göremezsin
Ben
böyle
o zaman
V i l â y e t e y e n i vali g e l m i ş d e d i l e r .
şey.
Sekiz-on
B e l e d i y e ' d e azayım.
B u v a l i n i n adını d a
altı a y ö n c e s i n d e n d o y m a y a b a ş l a d ı k . A l l a h
korusun,
a f a t g i b i bir h e r i f m i ş . V a r d ı ğ ı y e r i , s a m y e l i e s m i ş g h
b i kasıp
metin
kavurur,
gönderdiği
yakarmış:
bir v a l i
Sanki Ankara'dan
değil
de,
hâşâ,
hükü¬
Rabbimin
g ö k t e n i n d i r d i ğ i bir b e l â . . . Z e l z e l e g i b i b i ş e y c a n ı m ;
vilâyete-ayağı
değdiği
gün,
titremesi
bizim
kadar uzandı. K a y m a k a m tiril tiril t i t r i y o r .
kazaya
Ö t e k i me¬
murları d e r s e n , telli kavak yaprağına dönmüşler.
Me¬
m u r n e y s e ne, ya ö b ü r l e r i n e ne o l u y o r . O e s n a f ı , bak¬
kalı ç a k k a l ı b i r . g ö r s e n Bey. Allah A l l a h , a d a m a d a m ¬
d a n b u k a d a r d a m ı k o r k a r m ı ş . . . Ş i m d i s e n b e n i m böy¬
l e s ö y l e d i ğ i m e b a k m a . B e n i bir k o r k u aldı k i , kaptıkaç¬
tıda dingil
ü s t ü n e o t u r m u ş g i b i zangır zangır t i t r i y o ¬
rum.
Yahu
karılar var. ya karılar,
muş,
ne d e r s i n . . .
evdeki
karılar kork¬
Bize g e l m e d e n ö n c e vali d u r d u ğ u
vilâyetin
halkı,
beş v a k t e
g ü n d ü z «Allahım ya
bu
beş
herifin
daha* katıp,
canını
ai, ya
gece ve
da
bizim
canımızı a l d a kurtulalım» d i y e d u a e d e r l e r m i ş . K u r b a n
o l d u ğ u m Allahımın
lisinin
iştir,
canını
diye valiyi
Valiyi
anlata
Evvel
—
bak sen,
ne de valinin...
ne
ora
aha¬
Daha uygun
bir
bizim vilâyete g ö n d e r t m i ş . . .
anlata
g e l m e d e n altı a y
Aklı
hikmetine
almış,
bitiremiyorlar.
öncesinden herifin
Bedir Hoca,
valinin
Daha
ahvalini
Kurban o l d u ğ u m Yaradan,
kendi
destanı g e l d i .
duyunca,
dedi,
nelere kaa-
d i r d e ğ i l k i . . . B u m i l l e t azdı e f e n d i , a z d ı . . . B u n c a az¬
manın
sonu,
muş.
mutlak felâkettir.
Namus kalmadı,
ve de k ü ç ü ğ e sevgi kalmadı.
d e m e k bunlar,
n i bırak,
Atalar
ahlâk kalmadı.
b u n l a r neyin
böyle
buyur¬
Büyüğe saygı
Bina ile zina a r t t ı .
alâmeti? Bunların
Ne
hepsi¬
bir ş u Z ü b ü k z â d e y e t e r v a l l a h a . . . A l l a h ,
zi cezalandıracak,
hemşeriler...
İçimizden Z ü b ü k ad¬
lı b ö y l e bir s o y s u z ç ı k a r d ı k , ç ı k a r d ı k t a n b a ş k a bu
mussuzu
boynunacak toprağa gömüp,
yediden yetmişe
bi¬
taşa tutmadık diye,
kadınlı
na¬
erkekli
kurban
oldu¬
ğ u m Allahımın g ü c ü n e g i t t i . B e n ş u n l a r a bir ceza ve¬
reyim
ki,
dünya durdukça
dedi. Afatı, su
insanoğluna ibret olsun,
baskınını, t o p r a k
kaymasını, yangını,
k u r a k l ı ğ ı , s e l i , zelzeleyi a z b u l d u .
Bunlardan beter ve
d a h a baskın
ne var,
d i y e c ü m l e m e l e k l e r i n e sual
ey¬
l e d i . M e l e k l e r , d ü n y a n ı n her bir y a n ı n ı fır d ö n ü p , Rabbimin
huzuruna geldiler.
—
Ey R a b b i m ! . .
afattan,
salgın
b e t e r nasıl
Yangından, t a u n d a n ,
hastalıktan,
dan ve zelzeleden ve
dolandık,
Dediler:
gökten
b i r belâ v a r d i y e
geldik.
kuraklıktan,
Sonunda,
daha
ruy-i z e m i n i fır d ö n d ü k ,
s a n a h a m d o l s u n b i r belâ
bulduk ki,
tarihlerin yazmadığı
bir b e l â . . .
bu
sarmalı...
belâyı
baskının¬
taş yağmasından
ceza
için,
kıtlıktan,
su
başlarına
İnsanlara
Türlü afat-
tari ve onmaz d e r t l e r d e n
y e r d e k i vali
Şimdi
leri...
b e t e r bir b e l â ,
senin
filân
kulundur.
anladınız
Bu vilâyete
mı
hemşeriler,
başımıza
gelen-:;
işte
b ö y l e b i r v a l i g e l i y o r . V e bu¬
nun s e b e b i , Z ü b ü k ' t ö r :
Bu zibidi Z ü b ü k ' e ses e t m e -
mediğimiz, onun m e l a n e t l e r i n e göz y u m d u ğ u m u z için,
Cenabı.Allah
bu valiyi
miştir..
Aklı
Kulu
Evvel
İsmail
—
g ö n d e r e r e k b i z i m belâmızı ver¬
.
.
.. . •
konuşunca,
Allah'ın
Efendi,
Yahu
bu vali
.
Bedir Hoca böyle
n'etsek,
n'.eylesek,
bilmem k i . . .
dedi,
b e l â s ı n d a n k u r t u l m a k için tası t a r a ğ ı t o p l a y ı p
muhacir mi olsak, g u r b e t l e r e mi düşsek?
•
Ne y a p s a n
yapsak,
çekeceğiz. Allah, tarafından
belâ k i ,
de
çıkıp
aykırıdır.
—
yazık
başka
Çünkü
l a n e t l e m e k var.
halkına
Bu,
b i z i m cezamızdır.
nereye gitsek arkamızdan
y e t sınırlarından
insanlığa
boş...
gönderilmiş
gelir:
V e b u vilâ¬
bir v i l â y e t e
işin
Ne
bir
sığınmak
ucunda
gittiğimiz yeri
Bizim yüzümüzden
masum vilâyet
olur.
Demek,
Aklı
Evvel
t u l u ş u v a r he mi?
Biz
Bedir
bu
Hoca,
bunun
Zübükzâde'yi
b i r kur¬
eşek cenne¬
tine göndersek...
—
Evet.
B ü y ü k sevabı
y i y o k e t m e k ; y ü z kızıl
kâfiri
vardır.
Bu
Zübükzâde'-"
kılıçtan g e ç i r m e k l e
bir¬
dir.
İşte
miş.
Bey,
Bizim,
Kulaktan
gelen vali,
duyduk ki, böyle
o z a m a n y i ğ i t de
kulağa
bir v a l i y -
b i r k a y m a k a m ı m ı z var.
lâflar g e l e g i d e ,
b i z i m y i ğ i t kayma¬
k a m d a t i t r e m e ğ e b a ş l a d ı . Yeni v a l i y e h o ş g e l d i n için
vilâyete g i d e c e k ama,
Ha b u g ü n ,
korkudan
h a yarın d e y i p
bir t ü r l ü g i d e m i y o r . ;
duruyor.
Çünkü bu vali,
b u n d a n ö n c e k i v i l â y e t t e , b i r k a ç m e m u r u s o p a d a n ge¬
çirmiş.
A m a n yanlış a n l a m a s a k ı n :
Kaymakamın k o r k -
t u ğ u "yok.
Kaymakam babayiğit dedik ya...
Kaymaka¬
mın k o r k u s u ş u k i , v a l i o l u r o l m a z y e r e d a l a ş ı r s a ,
da kendini tutamaz,
herkesin
bu
içinde valiyi perperişan
eder.
Derken
günlerden
bir g ü n v a l i b i z i m
kaymakama
t e l e f o n e t m e d i mi? T e l e f o n d a d e m i ş k i :
—
Dört - beş o t o m o b i l
vilâyetimize
kazaya
g e l e c e k ve
da
uğrayabilirler.
Cumhuriyet
caksınız.
Bayramı
Esaslı
receğim.
erkânına
Onun
töreni
Teftişe
iyi
Sizin
iyice
hazırlanın.
bir t ö r e n
hazırlaya¬
Ben g e l i p hazırlığınızı gö¬
hazır o l u n !
yüzümü
hükümet erkânı
gezecek.
için
gibi
bir t ö r e n . . .
karşı
s o n u n u varın
dolusu
kazalarımızı
kara
Aman
haa,
ederseniz,
hükümet
karışmam;
siz d ü ş ü n ü n . . .
Tahrirat kâtibi
Rıza
Bey'in
söylediğine göre,
z i m k a y m a k a m , v a l i n i n t e l e f o n e m r i n i alınca,
bi¬
beynine
d u m d u m k u r ş u n u y e m i ş g i b j s e r s e m l e m i ş d e , yığıldı¬
ğ ı k o l t u k t a n y a r ı m saat d o ğ r u l a m a m ı ş . A y ı l d ı k t a n s o n ¬
ra
kaymakam
—
şöyle
diyesiymiş:
B e n b a ş k a m e m u r l a r a hiç b e n z e m e m .
Bu va¬
l i , b e n i d e b a ş k a l a r ı g i b i bilir d e h a ş l a m a y a k a l k a r s a ,
b e n b u h e r i f i ç i v i l e r i m . İşte b e n i m k o r k u m b u . . .
Evet,
kar,
k o r k u n u n ç e ş i d i var.
kimi yiğitliğinden...
Tuuu...
der,
k o r k u d a n kor¬
Kaymakam da,
Korkum şu ki,
dürsem gerek...
Kimi,
dalaşırsa bu valiyi ö l -
d e r , ç e n e k e m i k l e r i z a n g ı r zangır e ¬
elleri ayakları tirtir t i t r e r m i ş .
Yiğidin
korkusu
böyle oluyor, demek.
Kaymakam
teni
söyledi.
da
yapılacak.
Esasında
lediyenin
vazifesi...
Çiftverenoğlu
,
Belediye
Tören
için
bu
Hamza
B i z i m her
bir
iş,
Reisini
her b i r
çağırıp
kaymakamlığın
O zaman
da
olanı
bi¬
hazırlık b i r t a m a m
değil,
Belediye
Be¬
Reisimiz
Bey.
hazırlığımız
eskidenberi
tamam.
Kim gelirse gelsin... Hazırlıklarımız Belediyenin' am¬
barında duruyor. Bayram mayram, tören mören oldu
muydu, hemen Belediyenin ambarından eskiden kal¬
ma hazırlıklarımızı çıkarır, alana kurarız.
Gene öyle
yaptık. Ambardan direkleri, boyalı tahtaları, kontr¬
plâkları, bayrakları,
Cumhuriyetin
Onuncu Yılından
kalma yazılı bezleri, her bişeyi çıkardık. ' Postanenin
önüne tâk'ı diktik.
Otelci Satılmış Bey, partinin idare heyetindendir, dedi k i :
— Arkadaşlar,
gelin siz, Zübükzâde İbraam
Bey'i de bu işe bulaştıralım. Bu tören provasının ha¬
zırlığında o da bulunsun. Onun da f i k r i alınmış olsun.
Siz onun ne nâmert olduğunu bilmezsiniz. Biz simdik
bu herifi bu işe karıştırmazsak,
«Vaaay; beni adam
yerine koymadılar. Bana akıl danışmadılar» diye kı¬
zar, başjmıza olmadık işler açar.
ı
Belediye Reisi Çiftverenoğlu Hamza,
Zübükzâde'ye düşman ki, eline fırsat geçirse, bir kaşık suda
boğacak zavallı Zübük'ü. Satılmış Bey'in sözüne alı¬
nıp,
\
— Ben bugüne bugün, buranın bir Belediye Re¬
isiyim efendi, dedi, bu memleket kaymakamla ben¬
den sorulur. Bu Zübükzâde de neyin nesi, kimin fe¬
si? Ondan ne akıl danışacakmışım... Bir resmî sıfatı
mı var?
Aklı Evvel Bedir Hoca da, Zübükzâde'nin düş¬
manı ama, Belediye Reisinin bu -sözüne pek içerledi:
«Bu memleket kaymakamla benden sorulur» ne de¬
mek? Bu nasıl ipe sapa gelmez bir söz? Bu memle¬
kette bir de Partinin ilçe başkanı yo.k mu? Bedir Ho¬
ca, bunca savaşmadan sonra boşuna mı parti başka¬
nı olmuş? Ulan bu Çiftverenoğlu Hamza, kendinden
başkasını bostan korkuluğu mu sanıyor...
Dur sen
Çiftverenoğlu, dur s e n . . , Her bir işin bir sırasıVar... »
Hamza Bey'in «Zübükzâde'den akıl mı danışaca¬
ğız?» demesi üzerine,' Otelci Satılmış
Bey, başını
eğip,
— Sen bilirsin, deyince kavga olmazmış, ben¬
den söylemesi... dedi, kesti, attı.
Bizim burda böyle tören mören işlerini, bir Me¬
mat Çavuş var, o yapar. Tâk'ı yapan da o. Her ne¬
dense bitürlü anlaşılmaz, bu
Memet Çavuş'la Ge­
dikli Ihsan'ın araları açık. Memet Çavuş, Sultan Re¬
şat zamanında orduda çavuşluk yapmış bir babayiğit.
Padişah çavuşu- olduğundan, bitürlü Gedikli İhsan
Efendi'yi çekemiyor. Onun da derdi günü onunla.
Gedikli İhsan,
Memet Çavuş'un
yaptığı tâk'a
baktı baktı'da, :
— Hemşeriler,. dedi, gelin biz bu direklere birer
payanda vuralım:.. İhtiyatlı olmak her zaman için iyi¬
dir.- "•:
Mehmet Çavuş kızdı :
. — Git işine heyri, payanda da n'oiacakmış?
— Aman öyle deme, Memet Çavuş, yıkılır mıkılır da...
— Yahu İhsan Efendi, hiç işin yok. Cumhuriye¬
tin Onuncu Yılından bu yana ne oldu? Yirmi yıl mı?
Efendi, yirmi yıldır bu direklerle işte bu gördüğün
..tâk'ı kurarız. Şimdiyecek bir şey olmadı da simdik
mi olacakmış?
— öyle d e m e !
Olmaz olmaz da bir bakarsın,
tersliktir, oluverir. Hükümet erkânı b u . . . Biri nutuk
çekerken tâk üstüne çöküverir, herif odunların altın¬
da rezilir maazallah.
— Aman İhsan Efendi, sen bizi
temelli avanak
belledin. Evet, çok tesirli nutuk atanlar var. Bizim bu¬
ra nutkuna, hiçbir vakit benzemez. Velâkin, hiçbir
n u t u k , d i r e ğ i d e v i r m e z . Yahu n u t u k m u atıyor, t o p m u
atıyor?
Benim
o zaman
bir aslan y a t a r d e m i ş l e r . Yiğit y ü r e ğ i aslan
na gelince,
bozuktu.
Gedikli
ğinde
Gedikli
niyeti
kadar,
Efendinin
fesi...
de
anlayabildiğim
İhsan
Her y i ğ i d i n y ü r e ¬
ka¬
İhsan e m e k l i y e ayrılıp d a b a b a y u r d u ¬
kendini
bizden y ü k s e k
görüp,
belediye
r e i s l i ğ i n e n i y e t l e n m i ş b e s b e l l i . M e m e t Ç a v u ş d a , reis
Hamza Bey'in adamı o l d u ğ u n d a n ,
b a l t a l a m a ğ a çalışıyor.
lan d a v u r d u r d u k .
—
Ben
Dediği
Arkasından
d i y e r e k payanda?
bir i ş d a h a ç ı k a r d ı :
büyük yerlerde çok bulundum.
Bir t â k d ü n y a d a y e t m e z ,
—
her bir lâfında o n u
olsun
Aman
heyri,
icat ç ı k a r m a
durduğun
H e r b i r y e r i n k e n d i n e , g ö r e t â k ' ı olur.
y e r . Aslını s o r a r s a n ,
Bilirim.
ille iki t â k o l a c a k . . .
yecde.
B u r a k ü ç ü k bir
b i z i m b u r a y a bir t â k bile ç o k y a .
Bir k e r e â d e t o l m u ş d i y e „ b i r t a n e y a p ı y o r u z . A y r ı d a n ,
b u d a b i z d e n g i t s i n d i y e elimizi b o l t u t u p p a y a n d a l a ¬
rı da k o y d u k .
—
Eee, d a h a ne?
Olmaz M e m e t Ç a v u ş ,
olmaz.
S e n i n t â k de¬
d i ğ i n c e n a b e t k u r u l d u ğ u y e r i n b ü y ü k l ü ğ ü n e g ö r e de¬
ğil,
oraya g e l e c e k herifin
Evet,
şimdiyecek burada
b ü y ü k l ü ğ ü n e g ö r e yapılır.
bir t â k y a p ı l m ı ş .
kara'dan bir gelen olmamış.
ri g e l m e m i ş . T â k d e m e k ,
tâk olacak ki,
kapı d e m e k .
—
Vay,
dedi,
Ankara'nın
tâk deliği
öyleyse
iki
taklardan
Gedikli
bi¬
En azından iki
b i r i n d e n g i r i l e , b i r i n d e n çıkıla...
T ü c c a r d a n Emin E f e n d i ,
diye,
Fakat An¬
Hükümet erkânından
yâni
d e ğ i l üç,
çıka
şimdi
vükelâsı
bulamazlar,
çıka
ihsan
bunu duyunca,
hep
üç
burda
bir t e k t â k var
girerler de
mı
çıkacak
kalırlar?
Aman
değil, dört tâk yapalım ki,
savuşup
Efendi,
bizde
ordan
gitsinler.
—
Evet ö y l e d i r , d e d i , . k a s a b a n ı n b i r
b i r çıkışında
—
—
iki y e r d e t â k k u r u l a c a k .
Allah Allah... .
hem girilir,
girişinde,
Bizim bildiğimiz,
bir
kapıdan
h e m çıkılır.
öyle
mi
belledin sen.
Büyük a d a m sen ben
g i b i d e ğ i l . Bir o t u r d u l a r m ı o t u r u l a n y e r d e n kalkmaz¬
lar.
Bir k a p ı d a n g i r d i l e r m i , g i r d i k l e r i k a p ı d a n bir da¬
ha,
öldür Allah, çıkmazlar.
—
Anladım,
Usûl b ö y l e . . .
hemşerjler,
anladım.
Yahu
bunlar,
tâk'ın b i r i n d e n i ç e r i k a s a b a y a g i r d i l e r d e ğ i l m i ,
gene
g i r d i k l e r i k a p ı d a n çıksalar, t e r s yüzü d ö n ü p g e r i git¬
m e l e r i i c a b e d e r . ö y l e d e ğ i l mi? B u n l a r g e l m i ş k i , b u ¬
raya
uğrayıp,
naklar,
burdan
bunu
da vilâyete
gitsinler.
Hey ava¬
anlamadınız...
Olur. İki t â k y a p a l ı m . Lâkin k e r e s t e y i n e r d e n b u l ¬
malı? O t e l c i Satılmış Bey, o sırada o t e l c i d e ğ i l ,
cı...
nun
han¬
Hanının b i r ahırını y ı k m ı ş ki y e n i d e n o n a r a . . .
O¬
ahırında d i r e k l e r var.
D a ğ l a r d a n d ö r t kağnı y ü k ü s ü p ü r g e o t u y l a ,
dere
b o y u n d a n d a kamış g e t i r t t i k . Bizim b u r d a , g ö r d ü n y a ,
y e ş i l l i k , o t , ç i ç e k n e y o k . . . S ü p ü r g e o t l a r ı n ı , kamışla¬
rı
güzelce tâk direklerine sardık sarmaladık.
Belediye
bayramından
ambarında,
Cumhuriyetin
k a l m a yazılı
b e z l e r i m i z var.
s a n d ı k t a n yazılı
bezleri
de
çıkardık.
Onuncu
Yıl
Ambardaki
Sandıkta dura
d u r a , sıçanlar b e z l e r i n b i r - i k i y e r i n i d i t m i ş . A m a uzak¬
tan s ı ç a n y e n i k l e r i
larını
dik.
lanın
Bu yazılı
ortasına
koyduk.
Lâkin
tümsekli...
Bir yanı a ş a ğ ı ,
üstüne yeşil
uç¬
K ü r s ü y ü de a¬
o zaman
Kürsü
kürsüyü
örtüsünü
alan
şimdiki
bir t ü r l ü d ü z dur¬
bir yanı y u k a r ı . . .
a l ç a k yanına bir t a k o z s o k u p
Kürsünün
bezleri,
b o y u n a g e n i ş l e m e s i n e ger¬
B a y r a k l a r l a her bir y a n ı d o n a t t ı k .
g i b i düz d e ğ i l ,
maz.
hiç bellisiz.
iplere bağlayıp, yol
de
M e m e t Çavuş,
düz d u r d u r d u .
ö r t ü n c e , Yunus
B a b a yatırının s a n d u k a s ı n a benzerdi.
Bardağı, sürahi¬
yi de kürsünün üstüne koyduk. Ortaokul M ü d ü r ü de
ç o c u k l a r ı alana d i z d i .
Hıdırlık'ta b i z i m
bir d e t o p u m u z var.
Ramazanda,
b a y r a m d a o t o p atılır. T o p u M e h m e t Ç a v u ş atar. Sul¬
tan
Reşat z a m a n ı n d a t o p ç u ç a v u ş u y m u ş . T o p d a ha¬
zırlandı.
Bir de
Berber
— Yahu,
Bizim
davul
z u r n a takımımız var.
Hakkı,
bunlara şimdi" kurban da
haberimiz y o k ;
d e d i k o d u yapılır d i y e ,
Hakkı'ya
kendisi
ister...
Osman,
dedi.
kendi
söylemez de,
için
Berber
söyletirmiş.
Hamza
—
Kasap
Bey,
iyi ö y l e y s e , bir k o y u n k e s e l i m , d e d i .
Bunun
—
üzerine
Kasap
Osman,
Ben kasap o l d u ğ u m d a n
bir koyun
k e s m e k ayıp o l u r ,
bamıza h ü k ü m e t t e n
bana s ö z d ü ş m e z y a ,
dedi,
b i l d i k bileli kasa¬
bir b ü y ü k g e l m e m i ş .
B u , i l k ge¬
l i ş l e r i . . . Ş i m d i d e k u r b a n d i y e k o y u n k e s t i k mi,, ba¬
y a ğ ı h a k a r e t ' sayılır. B ü y ü ğ e h a k a r e t d e d i k l e r i işte b u ;
kanunda bile; yeri varmış,
mızdaki
kazaya g i d i l m i ş ,
derler.
orada
iki
Geçenlerde,
koç
kurban
yanı¬
kes¬
mişler.
•
Hamza Bey,
—
-
İyi y a , ö y l e y s e biz üç k e s e l i m , d e d i .
Kasap Osman,
;
—...Ben k a r ı ş m a m , d e d i ; , k a s a p o l d u ğ u m d a n bana
söz düşmez ya...
Bir y e r e h ü k ü m e t t e n b i r i g e l d i miy¬
d i , gelen büyüğün
van
b ü y ü k l ü ğ ü n e g ö r e b ü y ü k bir hay¬
kesmek icabeder.
—
İyi i ş t e . . . üç k o ç , d e d i k .
—
K o ç ne
—
ö k ü z mü
ki? A n k a r a ' n ı n
kessek.
büyüğüne...
Evet,
öküz
iyidir.
Lâkin
kurbanın
parası
belediyeden "çıkacaksa, yandık.
Her
neyse, öküz kurban e d e l i m de nam olsun... "
—
B e n d e n s ö y l e m e s i . . . Yine siz b i l i r s i n i z ,
de az gelir bana
Deve
kesmek
hayvan.
kalsa.
öküz
Ankara'dan teşrif ediyorlar.
i c a b e d e r aslında.
Deve,
mübarek
bir
Sevabı da o n c a b ü y ü k olur. A m m a deve b u -
lunmazmış.
Biz d e b i r c a m u s k e s e r i z .
Ne dersiniz bu
akla?..
—
İyi...
Camus kurban
etmeli
de kazamızın şe¬
refini kurtarmalı...
—
Demek,
—
O
belediyenin
b ü t ç e s i sıfırı t ü k e t e c e k .
nasıl u y g u n s u z söz!..
Biz a t a d a n ,
ebeden,
d e d e d e n , b ö y l e g ö r m ü ş ü z . G ö r e n e k l e r i m i z i h e p unut¬
t u k mu?
Konuk geldi
mi
ağırlanacak...
Konuksever¬
lik bize v e r g i . . .
—
Evet,
bu
söz d o ğ r u d u r .
tavuk esirgememeli.
kazamıza
Bu
konacaklar.
Kaz
büyükler,
Bizim
ban* e t t i ğ i m i z i g ö r e c e k l e r .
gelecek yerden
Ankara'dan
kendilerine
kalkıp
camus
kur¬
Kör değil ya bunlar heyri,
a y a k l a r ı d i b i n d e sel o l u p c a m u s kanı a k a c a k . . .
Bun¬
l a r d a i n s a n . Bizim k e n d i l e r i n e c a m u s k u r b a n e t t i ğ i m i ¬
zi
görünce
hamiyete gelecekler.
Ondan
sonra gayri
iste de i s t e . . . Yol iste, f a b r i k a iste,
m e s e l â b a r a j is¬
te...
para iste...
Belediyenin bütçesini
kendi
lım,
insanlığımızı
göster,
konukseverliğimizi
camusu kurban edelim de gerisi
lOnlar da büyükse,
ler:
gösterip
Biz,
yapa¬
o n l a r a kalmış.
büyüklüğünü gösterir.
Ne demiş¬
« M ü r ü v v e t e endaze olmaz...»
Hiçbir eksiksiz
kaymakam
teftişe
her işi
geldi;
Vah
tamam
zavallı..:.
ettikten sonra,
Isıtma
tutmuş g i b i h e r f c a ğ z tirtir titriyor, çene
birbirine
vuruyor.
Ben
d u y m a d ı m . Yanındaki
nöbeti
kemikleri
kayma¬
k a m k â t i b i Rıza B e y ' e d e r m i ş k i :
—
B u vali o l a c a k a l ç a k ,
beni de başkaları
gibi
beller de ileri-geri lâf etmeğe kalkarsa, ben bu valiyi
haklarım ya... Elim kana bulanacak, korkum bu, baş¬
ka d e ğ i l . . .
Kaymakam bizim tekmil
hazırlığımızı
beğendi.
Hemen valiye, «teftişe hazırız efendim» diye telefon
etmiş. Vali de,
— öyleyse peki. Yarın gelip bir g ö r e c e ğ i m . . .
demiş.
Her iş yolunda da, yalnız bir eksiğimiz var; o da
Zübükzâde. Otelci Satılmış Bey'in yerden göğe hak¬
kı var. Herif oturup kalkıp,
— Hemşeriler, diyor, bu Zübükzâde denen na¬
mussuz başımıza bir çorap örecek ki, bizi maskaraya
döndürüp dillere düşürecek. Bu herifin bunca zaman¬
dır ortadan yok olması neden? Vali gelecek deniyor.
Neden bu Zübükzâde namerdi görünmüyor? Helbet
var bir düşündüğü domuzluk. .Gelin, onu da şu işe
karıştıralım, bulaştıralım, dedim. Dinlemediniz. Bakın
görelim, altından bunun ne Ali Cengiz oyunu çıkar¬
tacak...
Devrisi? gün oldu. H ü k ü m e t i / p a r t i s i , belediyesi,
hep tören yerinde toplandık erkenden... Zurnacı ç i n gen Hüsin'le davulcu Topal Veysel, İzmir marşını bi¬
t i r i p , Sivastopol marşını vuruyor, Sivastopol marşın¬
dan «üsküdara giderken» i tutturuyor. Müdür başla¬
rında, ortaokulun çocukları da sıralanmış alana... Va¬
liyi bekliyoruz. Kaymakama baktım, dizleri titriyor ga¬
ribin. Valinin otomobilini: uzaktan gelirken göreceğim
diye sıçrayıp sıçrayıp duruyor.
Kurbanlık camusu * kürsünün dibine getirmişler.
Mübarek.hayvanın'ayağının bağ ipi, gözünün bağ be¬
zi hep hazır. Kasap Osman da elindeki kasap bıçağı¬
nı masada vurup vurup biliyor. Bir yandan, da Aklr
Evvel Bedir Hoca ile birlikte tekbir getiriyorlar. Vali
gelince kurban
pılıyor.
nızı
Vali
kesilecek de şimdiden
«Hiçbir a k s a k l ı k
göreceğim»
demiş ya,
d e n e m e s i ya¬
istemem.
biz
de
Tüm
hazırlığı¬
kurbanlık camusu
bile t ö r e n yerine g e t i r d i k .
Valinin
namı bize k o r k u s a l m ı ş ,
hiç s o r m a . . .
bizi bırak, c a m u s t i t r i y o r k o r k u d a n .
beklerken,
kopmuş,
bir d e
yel
baktık,
Tabansız Ş ü k r ü
olmuş geliyor.
Hıdırlık'tan
Soluya fosurdaya
t e k b i r g e t i r m e k t e o l a n Aklı
Evvel
Sen
Biz b ö y l e c e v a l i y i
geldi,
B e d i r Höca'nın
ö¬
nünde d u r d u :
—
kaç
Hoca Emmi,
M e m e t Çavuş soruyor.
p â r e t o p atılacağını
Çavuş,
«Aman»
diyor,
Diyor ki,
bana söylemediler.
«yanlış
bir
iş
Memet
yaparız
da vali
paşamız g a z a b a g e l i r . Kaç p â r e t o p a t ı l a c a k s a . . .
lesinler»
Bak sen
diğin
söy¬
diyor.
kadar.
şu
Memet
Senin,
Çavuş'a...
Yahu,
at
atabil¬
Hıdırlık d o r u ğ u n d a n attığın t o p u n
sayısını k i m t u t a c a k . . .
Barutu
b a y r a m l a r a kalsın d a ,
ne kadar atarsan at k a r d e ş i m ;
senin
ferasetine
sında
«Kaç
mızj
kalmış
idareli
bir i ş . . .
p â r e t o p atılacak?»
büsbütün
Şu
Oğlan,
işin
ara¬
aklı-
Bunun
cevabı Aklı
Evvel
kaymakama
baktı.
Çiftverenoğlu
Hamza
heyri?
M e m e t Çavuş
Bedir Hoca,
Reisi
kadar
k a r ı ş t ı r m a n ı n y e r i v a r mı
Tabansız Ş ü k r ü
gelecek
diye s o r u p da,
t o p atılacağını s o r u y o r » d e y i n c e ,
kıştı.
kullan,
«Kaç
pâre
h e r k e s b i r b i r i n e ba¬
Bedir Hoca'ya
Kaymakam,
Beye
baktı.
düşer.
Belediye
Hamza
Bey,
t ü c c a r d a n Emin E f e n d i y e , o da bana b a k t ı . S o n r a h e p
birbirimize
bakıştık.
lıkla,
marşı
İzmir
Kaymakam
ç o k kızdı.
ç a l m a k t a olan z u r n a c ı
O
kızgın¬
Çingen
Hü-
sin'e,
—
Kes u l a n , b ü t ü n s o l u ğ u n u t ü k e t t i n .
s e c i ğ e r i n i n zarı
patlıyacak da.vali
hazretleri
Nerdeygelince
zurnayı
öttüremiyeceksin!
diye
bağırdı.
S o n r a bizie>
re dönüp,
—
Kaç p â r e
top
atılacak,
bir b i l e n i n i z v a r mı?
diye s o r d u .
Benim
pâre»
diye
aklımda
her
bir ş e y
kalmış.
nerden
kalmışsa
«Kırk bir
— • K ı r k b i r p â r e atılsa g e r e k . . . d e d i m .
Belediye
Reisimiz
—
dedi,
da,
öyle,
Hamza
Bey,
şimdilik hele
kırkbir
pâre
âtılsın
mu? Aklı
Evvel
b a k a l ı m n'olacak, s o n r a d ü ş ü n ü r ü z .
Aklı
Evvel
Bedir Hoca
hiç d u r u r
olduğunu gösterecek:
—
Haşaa,
dişahın
tahta
\
olamaz...
çıkışında
Kırkbir pâre t o p ,
a n c a k pa¬
atılır...
B a k ş u k e ç i sakallı H o c a ' y a s a n k i b i l d i ğ i n d e n
söyler?
Ortaya,
zihnimizi
içinden
çıkılmaz
—
atıp
temelli
karıştıracak.
"— Bre e f e n d i , şimdi
nerden
bir l â f
mi
p a d i ş a h v a r mı,
bunu da
çıkardın?
Padişah y o k s a ,
c u m h u r i y e t var.
Hem
de de¬
m o k r a t bir c u m h u r i y e t . ; .
—
Yahu, c u m h u r i y e t t a h t ' a
mı
ç ı k t ı k i , k ı r k bir
pâre t o p atılsın...
Bu
bir de
kadar iş arasında d u r u p d u r u r k e n
«Pâre»
belâsını...
Bu
al
başına
M e m e t Çavuş'un
hiç işi
y o k . B r e h o y r i , a t k a ç p â r e a t a r s a n at, sana s o r a n m ı
var?
•— ö y l e y s e kırk iki
•—Yahu,.padişaha
y u k a r ı s ı var m ı
—
ğiniz,
p â r e atılsa d o ğ r u d u r .
kırk
bir
pâre
diyoruz.
k i , s e n ş i m d i kırk iki
Kırk o l s u n b i r a d e r . . . Var mı
Ondan
pâre d e r s i n . . .
b u n a bir d i y e c e ¬
kırk p â r e o l s u n . . .
: Bizden beter titreyen kaymakam,
—
N e r d e y s e v a l i b e y g e l i r , bırakın a f l â s e n , d e d i ,
kaç pâre olursa olsun canım...
Kaymakam,
tan,
kâtibi
Rıza
Bey'in
k u l a ğ ı n a yavaş¬
•
—
•
.•
A m a n Rıza Bey, d e d i , b u t o p işi n e r d e yazar?
B u n d a n ö n c e kaç p â r e t o p atardınız?
—
Valla
beyim,
tuttuğumuz yoktu.
ti
ki,
M e m e t Çavuş,
Sultan
olacağı
iki... »
kalmış.:
ihtiyar o l d u ğ u n d a n ;
bu.y.
diye
nasılsa
Vali
hazretlerinin
dedik.
buraya
M e m e t Çavuş t o p u
kaç p â r e t o p
Bu
çavuş¬
ramazanda,
d a f u k a r a y a : bir i ş çıksın
Hıdırlık t e p e s i n d e
«bir,
hesabını
Reşat'zamanında t o p ç u
etmiş bir garip
Olduğu
hiç'
başımıza g e l m e m i ş ¬
Hıdırlık t e p e s i n d e gâ¬
bir kaval t o p
b a y r a m d a t o p atsın
de
önceleri,
bir vali
arayıp s o r u p ö ğ r e n e l i m .
vur zamanlarından
luğu
bundan
Böyle
atıldığını
gelip
patlattıkça,
saysın,
hiç
ummam...
—
Nerde
İhsan
Efendi
canım...
s e G e d i k f i İhsan Efendi bilir.
d i . Hem de g e d i k l i . . .
mezse
kim
Gedikli
B u n u b i l s e bil¬
Herif taze a s k e r d e n g e l ¬
Kaç p â r e t o p atılacağını o bil¬
bilir?
İ h s a n . Efendi'yi
ararız,
yok...
Yahu,
şim¬
di burdaydı, uçtu mu bu
herif? G e d i k l i İhsan E f e n d i ,
d ö n ü p dolaşıp,
kendine
miş,
ortadan
sonunda
sıvışmış.
di'yi, cami avlusundaki
korkusundan,
—
Yarın
©ek.
Aman
helada
s o r u l a c a ğ ı n ı sez¬
Gedikli
İhsan
Efen-
kıstırdık. A r t ı k b i l m e m
bilmem hacetinden buraya gizlenmiş:
İhsan
Efendi,
n e r e d e y s e vali g e l e c e k . . .
bir g ü n d e h ü k ü m e t t e n
ileri g e l e n l e r t e ş r i f ede?
Biz b u n l a r a k a ç a r p â r e t o p atacağız?
Gedikli
dan
Ara tara,
İhsan
Efendi,
böbürlenip/başını
kendisine
şöyle
akıl
danışıldığın¬
bir d i k t i , d e r i n d ü ş ü n ­
c e l e r e d a l d ı . D e k i , a s k e r i y e n i n t o p p a r e s i ü s t ü n e ta¬
limnamesini gözünün önüne getirdi.
O talimnamenin
sayfalarını
bir
bir
hayalleyip,
bir
bir
çevirip yerini
bulmuş gibi,
—
Evet,
dedi,
y a b a n c ı bir
k ı r k b i r p â r e . . . Yabancı
d e v l e t reisi
gelirse
bir d e v l e t g e m i s i g e l i r s e o t u z -
bir p â r e . . .
—
—
nunun
Vekil
Bre h e y r i ,
Ben size
buraya gemi karadan
usulü,
emri
böyle...
vükelâ
gelirse,
yirmibir
Ne
gibi
ondan
—
Yâni
vali
mali,
lara da bir p â r e . . .
Daha aşağısı
aşağısı?
kaymakam
maymakam...
On¬
_
B a k İhsan
Yanlışlık
Efendi,
—
Heyri,
varsa,
bir yanlışlık o l u r s a ,
günahı
valiye,
vardır.
bir p â r e . . . Yahu n e d i r bu? D e m e k ille
bir b i r i olacak»...
tarmıyor?
kanunda
kırkbir pâre, otuzbir pâre, yirmibir pâ-
re, o n b i r p â r e ,
lin,
pâre...
boynuna...
—
dam
ka¬
otuzbir pâre.
O n d a n d a aşağısı g e l i r s e . . .
—
—
s ö y l ü y o r u m . Yâni
Yabancı v a p u r a
gelirse onbir pâre...
vebali
nizamı
mı g e l e c e k ?
Pazarlık e t t i n de s e r m a y e s i
Şimdi
b u vali
gelecek.
Böylesi
mi
bana kalsa bir p â r e t o p azdır. A m a n ,
yerine
koymadılar
diye
alınır
biz ş u n a o r t a l a m a b e ş - o n
kur¬
namlı
bir
b e n i a¬
malınır d a . . \
Ge¬
p â r e t o p atıp k u r t u l a ¬
lım.
Gedikli
İhsan Efendi b i l g i ç l i k fırsatını eline geçir¬
m i ş k e n bırakır mı
—
Olmaz.
kırkbirinci
dinde
hiç...
Dahilî
maddesinin
a y n e n yazar,
Merasim
üçüncü
aynen
fıkrasının
ikinci
ben¬
b ö y l e yazar...
A t ı y o r n a m u s s u z . Attığını
palım.
Talimatnamesinin yüz-
da
biliyoruz ya,
Resmî k i t a p adı s ö y l e y i n c e
n e ya¬
bize s u s m a k d ü ş ¬
tü,
Hıdırlık d o r u ğ u n d a
kaval
topun
başında
bekle-
yen
Memet
Çavuş'a,
Tabansız
Şükrü
oğlanla
haber
uçurduk:
—
Vali g e l i n c e bir p â r e t o p p a t l a t a c a k ,
öbürleri
için de onbir pâre...
Tabansız
Şükrü
oğlanın
gitmesiyle
koşarak
gel¬
m e s i bir o l d u :
—
M e m e t Çavuş e m m i m selâm etti,
pârelikten
başka atacak barut yok,
A l l a h cezanı v e r s i n . u l a n
dem
bizi
beş
pârelikten
ne demiye
Vali
dü.
başka
bende beş
diyor.
pâdişâh t o p ç u s u . . .
barut yok,
Ma¬
demindenberi
birbirimize düşürürsün?
o t o m o b i l i n i n t o z u d u m a n ı d a havada g ö r ü n ¬
Olduğumuz yerde tavuklar gibi
eşindik.
Hava d a
s o ğ u k d e ğ i l y a , b e n i bir t i t r e m e aldı k i , ısıtma n ö b e t i . . .
V a l i n i n o t o m o b i l i g e l d i . Ş o f ö r kapıyı a ç t ı . A r a b a ¬
dan bir kara kuru herif çıktı.
t e n vali
bu
m u y m u ş . . . Tûh
Ulan, yedi vilâyeti titre¬
bize!
H e r i f t e a d a m l ı k bir
hal y o k .
Kara k u r u v e b o y u ç o b a n s o p a s ı n d a n kısa...
Sanırsın,
ç i n g e n maşasına c a n y ü r ü m ü ş d e a d a m su¬
retine bürünmüş. Arabadan
iner inmez,
başını
havaya
kaldırıp,
—
dersem,
Bu ne? Bu ne rezalet?., d i y e b a ğ ı r d ı . Bağırdı
gürledi.
H e r i f t e bir s e s var,
gök gürültüsü.
Bu s e s , o g ü d ü k h e r i f i n n e r e s i n d e n çıkar, a n l a ş ı l m a z .
Herifin
bütün v ü c u d u t ü m ses olsa,
memek
icap eder.
Bey,
adamın
cıgarasını y a y a k a r ,
herifin hiddeti sesinde.
de
.sadrazam
haşmeti
Vali a r a b a d a n
rıp,
Ufarak,
inince,
Bu ne,
olsa
ya yakmaz.
Velâkin
kıvaraksa d a ,
üstün¬
biz h e p b i r d e n ü s t ü n e va¬
eline uzandık. T e r s l i k bu y a ,
Nereye
yıldırım
var...
lıkta, v a l i n i n yanına d ü ş m ü ş t ü m .
—
g e n e b ö y l e öt¬
Şuncacık bir a d a m ,
b e n de o k a r g a ş a ¬
Başı y u k a r d a ,
bu ne rezalet?., d i y e g ü r l ü y o r .
baktığını
da
anlamadık.
Başını
kaldırmış
b u l u t a mı Bakar, k u ş a
mı?
B e n yanı
başında d u r d u ¬
ğ u m d a n bana,
—
Oku şunu! dedi.
Parmağıyla,
rini g ö s t e r d i .
törenden
b i z i m alana g e r d i ğ i m i z b e z l e r d e n
törene
çıkarıp
mızı b e z l e r d e n b i r i . . .
mı a t a c a k
kâtip
kadar...
olmalı.
bi¬
B u n c a yıldır b e l e d i y e a m b a r ı n d a d u r a n ,
astığımız,
beyaz yazılı,
kır¬
B e n i m o k u m a m y a z m a m , imza¬
Havadaki
Bu valiye
bezin
yazısını
okumaya
lâf d a s ö y l e n m e z .
«Okumam
y o k b e y i m , b e n i m o k u m a m k e n d i m e g ö r e , bana y e t e siye... » d e s e m , h e r i f i n hiç ş a k a s ı y o k , b e n i b e l e d i y e
âzalığından
kaldırıp,
çıkarır.
Okuyacakmışım
g ö z l e r i m i d e kıstım,
—
Benim gözlerim
—
beni
Yanlış!
mı
bir
dedim.
diye
bağırarak
ileri
Onuncu
Yılında
geçti.
yazılmış
o l u r m u ş ? . . Yirmi y ı l d a n a r t ı k bu
bezler.
bezleri
reriz, k i m s e yanlışını ç ı k a r m a m ı ş d a , ş i m d i
yanlış
beze
iteleyip,
Cumhuriyetin
Yanlış
başımı
uzaktan s e ç m e z vali b e y ,
zahmet, sen oku da dinliyeyim...
Vali
gibi,
baktım,
b u vali
ge¬
mi
buldu?
—"
Nerde kaymakam?
Kaymakam öne geçip
k a c a k mı,
eğildi
ki,
valinin
ö p e c e k m i , y o k s a ayağına
hiç belli d e ğ i l . Vali
mı
elini
sı¬
kapanacak,
kaymakamın t u t m a k istediği elini
havaya, k a l d ı r ı p , yazılı bezi g ö s t e r d i :
—
Oku şunu!
"• • .
K a y m a k a m bir u t a n d ı ,
yoksa
biz,
ambardan
bir şey g e l d i .
d i y e yazmalı k i ,
Şu
bir u t a n d ı , . .
padişahlık zamanından
bir bez m i çıkarıp asmışız,
öyle
bir u t a n d ı ,
nedir? B e n i m aklıma, t ö b e ,
bezde
bizi b u r d a n
«Padişahım
sürüp,
ç o k yaşa!»
baba ocağından
edeler...
G ö r d ü n mü sen?
kalma
•
Vali,
—
dı?
Demek,
«Durmıyalım,
Şu valiye
bak biyol...
Sonradan
işi a n l a d ı k .
işeriz»,
ö y l e mi? d e d i .
İşemeyi de
Fareler,
daki bezleri d i t m i ş l e r d i ya...
Ulan,
b e z d e k i yazının
yerini yiyip,
ettiler.
yalım,
rezil
düşeriz!»
yazının
diye
Kırmızı
yazılıymış.
«ü»
riz!»,
«Durmayalım,
Vali,
—
h a r f i n i n yarısı
gitmiş.
işeriz!»
kaymakama
Oku ş u n u !
en
olmayacak
bezde
«Durma¬
Namussuz
bir b u ç u k harfini yemişler.
siyle,
çıkar¬
bu f a r e milleti o-
kur-yazar mıydılar d a ,
bizi
nerden
belediye ambarın-
«D»
fareler,
harfinin
«Durmayalım,
hep¬
düşe¬
olmuş.
sertelip,
d e d i bir d a h a .
Kaymakam,
—
Durmayalım,
işeriz!
deyince
b e n i • aldı
bir
gülme...,
ö y l e bir b o r u s e s l i v a l i k i , h u z u r u n d a g ü l s e n g ü ¬
lünmez, a ğ l a s a n a ğ l a n m a z .
—
Hani
çiçek?
Ç i ç e k de
diye
Birden.
bağırmaz
mı?
neyin nesi?
•— Ç i ç e k s i z t ö r e n o l u r mu? İyi ki g e l d i m de ha¬
zırlığınızı
size
gördüm.
Demek gelip
güvenseymişim,
görmeseymişim
hükümet adamları gelince
de
rezil
olacaktınız.
Biz b ü t ü n
Şimdi
dan,
bayramları,
ne olacak,
törenden
—
ç i ç e k s i z yaparız.
s a y ı l m ı y a c a k mı?
Çiçeksiz olmaz,
zanıza g e l d i m i ,
törenleri
çiçeksiz yapıldı diye onlar bayram¬
çiçek
ister...
eline ç i ç e k verilir.
Bir b ü y ü k ka¬
O k u l u n kız ç o c u k ¬
ları a r a b a d a n inen b ü y ü k l e r i n e l i n e ç i ç e k l e r i t u t u ş t u ¬
racak...
Vali, t ö r e n y e r i n i bir b a ş t a n bir b a ş a g e z d i , t â k ' İarı d o l a ş t ı .
-
Zurnacı Çlngen Hüsin,
Belediye Reisi Çiftverenoğlu Hamza Bey'e,
•, .
— Ağa, bir hava çalalım.mı diye s o r d u .
Tuu, yahu biz valinin
korkusundan
şaşırmışız.
Vali, arabadan iner inmez, iyi bir hava vurulacaktı,
davul döğülecekti de, o gürültüden valinin sesi duyulmıyacaktı. Usûl böyle... Biz, şaşırmışız, davulu zur¬
nayı unutmuşuz.
Hamza Bey,
— Çabuk, daha duruyor hele... Başlayın! dedi.
Davul zurna takımı «Kâtibim» havasından başla­
maz mı? «üsküdara gider iken aldı da bir yağmur...»
Canım, bu vali bizde akıl mı kodu, şaşırmıyanımız mı var? Herifler «İzmir marşı» vuracakken, şaş¬
kınlıktan «Kâtibim» şarkısı geçiyorlar. Vali, yeşil çu¬
halı kürsü dibine gelip de, adımını kürsüye atacak¬
ken «Kâtibim» şarkısı başlayınca,
— Bu neee? Ulan bu ne? diye bir daha gürledi.
Allah belânı versin zurnacı Çingen Hüsün!.. Se?
nin hünerin bu muydu? Bir de bize «Kolordunun
bando-muzıkası benim zurnanın yanında kaç para e¬
der?» diye övünür... Tu... Oldu olacak çiftetelli çal
da bu vali bizi hep dama tıksın...
— Ulan Çingen, ne yaptın?
— Şaşırdım ağa", bu vali bende akıl mı bıraktı
ki...
-— Çabuk, İzmir marşına d ö n , çabuk!..
Bak, korkudan nasıl şaşırmış ki zavallı Çingen,
İzmir marşı diye başlayıp, yeniden «Kâtibim» hava¬
sına dönüyor. Davulcu dersen, o, havayı büsbütün
şaşırmış... Vali hazretlerini görsen Bey, Allah Allah...
Besbelli herif bizi kendisiyle
alay ettik sanıyor da
bağırtısı göklere yükseliyor. O böylecene bağırıp du¬
rurken, Hıdırlık doruğundan top patlamaz mı?... Yal-
nız/bu patlayan t o p , bizim bunca yıldır sesini bildi¬
ğimiz ramazan t o p u değil. Başka bir- t o p . . . Patır patrr arka arkaya patladığı gibi, gürlemesi de, belli ki,
Alaman'ın kırkikilik t o p u . . . Yahu, biz bu padişah top¬
çusuna beş-aitı pâre t o p atılacak diye haber de gön¬
derdik. Demek Memet Çavuş, yeni valiye ustalığını
göstersin diye kaval t o p u , makineli yapmış. Beş-on
pâre değil, belki yüz pâre atıldı, gene de Memet Çavuş'un t o p u susmuyor. Yer-gök, t o p sesinden inli¬
yor.
Yalnız biz şaşırmadık k i , vali hazretleri de şaşır¬
dı ::
— Bu cayırtı nedir, ne oluyor? Susturun şunu!..
Tabansız Şükrü oğlanı bulduk.
Aman oğlum Şükrü, var git şu Memet Çavuş
emmine... Bu herif dellendi mi ne! Sustursun şu to¬
pu!...
Şükrü oğlan,
— Gidemem, dedi.
— Neye?
— Memet Çavuş emmim, «Ben topu patlatırken,
okul avlusundan yukarı hiç kimse çıkmayacak, tehli¬
ke- var!» dedi. •
Yoksa, Memet Çavuş'un padişah topçuluğu ak¬
lına geldi de, bizi hep topa tutup bitirecek mi? Da¬
vul vurur, zurna çalar, t o p patır patır patlar. Vali haz¬
retlerini .görsen, herif aslan kesilmiş, kükreyip du¬
:
ruyor,
•••
-w
Çiftverenoğlu Hamza Bey,
— Gayri olan oldu, bırakın ne olacaksa... de¬
di.
Vali hazretleri, kürsüye y ö n e l d i . Aklınca nutuk
kürsüsünü sınayacak. Bey, terslik geldi mi, hep üstüste... Boşuna mı «Sakınan göze çöp batar» demiş-
Ier..:
O zaman
alan
meğe de vakit yok,
Çavuş,
Vali
kürsünün
eğri
bir
ayağının
hazretleri k ü r s ü y e
kürsü yan
yatmaz
büğrü
altına
çıkarken,
mı?
bizim
kurtarasıya,
vali
Ve
kürsünün
S ü r a h i d e k i s u d a n sı¬
ç ı r p ı n a r a k aya¬
bağırıyor ya,
mangal
sokmuş.
da,
ıslak t a v u k g i b i
ğa fırladı. Barut olmuş,
Gayri
düzle-
fırlayıp
havaya g e l d i .
ü s t ü n d e k i s ü r a h i kafasına i n d i .
rılsıklam o l m u ş v a l i ,
takoz
takoz
Biz y e k i n i p
hazretlerinin de ayakları
şılmıyor.
olduğundan,
kürsü eğri durmasın diye M e m e t
n e d e d i ğ i anla¬
yürekli
kaymakama
mı
s ö v ü y o r , y o k s a t o p u m u z a b i r d e n . m i , hiç b e l l i d e ğ i l . . .
Tam
tekbir
o
sırada,
getirmeğe
bizim Aklı
başlamaz
Evvel
Bedir
mı? Yahu,
B u b i z i m insanlarımız h e p d e l l e n d i
ne
mi,
Hoca
da
oluyoruz?
nedir?
Bedir
kalmadı,
bir d e
Hoca'ya,
-—Aman
baktık,
sus
Kasap
«Ya A l l a h ,
Osman,
hazretlerinin
deyip
kimseyi
kesilmiyecek,
camusun
bıçağı
Velâkin,
davul vurmasından,
mı!..
Biz,
namından
sınaması
boynuna,
çalmaz
şaşırtmasın...
kendinden değil,
K a s a p O s m a n d a bilir.
sından,
demeğe
y e r e yığılı
bismillah... »
Bey, A l l a h
Kurban
Hoca!.,
bu vali
şaşırmışız.
yapılacaktı.
herif,
valinin
top
Bunu
patlama¬
gümbürtüsünden,
bir d e B e d i r H o c a t e k b i r e , g i r i ş i n c e , g a y r i c o ş m u ş m u ,
y o k s a şaşkınlıktan
musun
aklını
gırtlağına kasap
yerine ç u k u r açılacaktı
kıtılacaktı.
ması
kaçırmış,
her neyse,
bıçağını çalmış.
da,
camusun
Bey'e
—
Nereye
—
Daha
bu
çukuru
baktım,
ca-
Oysa k u r b a n
kanı ç u k u r a a ¬
Biz, ş i m d i k u r b a n k e s m e y i p ,
yapacağımızdan
Hamza
mı
k u r b a n sına¬
açmamıştık.
dönmüş gidiyor.
Efendi?
kasabada durulmaz
heyri,
bu v a l i
bizi ipe ç e k t i r i r . Ben s a v u ş u y o r u m .
T a m o s ı r a d a b i r de ne b a k a l ı m ,
bizim Zübükzâ-
d ı n d a üç kişi v a r . . .
Aman
dur,
ö n l e r i n e k a t m ı ş k o v a l ı y o r l a r mı?'
Bunlar yaklaşınca seçtik.
y o k s a İbraam
Evet,
Biri,
Bey'i "
hem'de öyle...
Eşref A ğ a ,
biri
Eşref
A ğ a n ı n o ğ l u , b u i k i s i n i n a r d ı n d a n s e ğ i r t e n d e İğri Nu¬
r i . . . A m a n b u n d a bir i ş var! B e n i m a n l ı y a b i l d i ğ i m , her
ne sebeptense
nını a l m a ğ a
bükzâde
üçü
bir o l m u ş l a r ,
kastedip ardına
İbraam
Bey'in
mış, y e r e k a p a k l a n d ı
birden
düşmüşler.
ayaklarında
türlü
ğiz.
göstereceğimiz
Camusu
Zübükzâde
kurban
kurban
Zü-
kalma¬
kazamıza t a m
aksaklık yetmezmiş
g i b i , ş i m d i bir d e g ö z ü ö n ü n d e c i n a y e t
hazretlerine
ki
ca­
ü ç c a n avcısı
Demek vali,
Gördüğü
Belli
derman
kapaklanacak. Ve
üstüne çökecekler.
zamanında gelmiş.
Zübükzâde'nin
hünerleri
i ş l e n i p , vaii
tamam
kestiğimiz y e t m e d i ,
edece¬
şimdi de
edilecek...
Zübükzâde tören
alanına
girmesiyle,
iki
kolunu
birden açtı,
•
— Vaay,
koca vali,
kazamıza
vali h a z r e t l e r i n i n b o y n u n a s a r ı l d ı .
hoş g e l d i n !
diye,
N e r d e y s e , k a r a ku¬
r u v a l i y i k u c a ğ ı n a alıp h o p l a t a c a k . . . Yahu b u n e iş?
Bizim
kadar:vali
hazretleri
de
şaşırdı,
öyle
şaşırdı
k i , ne diyeceğini b i l e m e d i . Z a t e n ; Z ü b ü k z â d e , valinin "
bişey demesine
di
müsaade etmiyor k i . . .
B o y u n a kene¬
söylüyor:
—
kaldı.
Hoş
geldin
Sizin
koca vali...
vilâyetimize
öğrenmiştim-.
Sizden
Gözlerimiz yollarda
geleceğinizi
iyi o l m a s ı n ,
iyi a h b a b ı m d ı r , c a n c i ğ e r i z . . .
Hadi
«Vilâyetinize ç o k k ı y m e t l i
tiriyorum,
aman
k ı y m e t i n i bilin»
Biz
insan
Bey'den
Bey gayetle
Bana m e k t u p y a z m ı ş t ı . . .
Mektupta,
mez o l u r muyuz?
Hadi
bir vali t a y i n .et¬
d i y o r d u . Canım bil¬
sarrafıyız.
Belli
bişey
işte...
Böyle diyerek,
kırk yıllık a h b a b ı y m ı ş g i b i ,
kucaklayıp valiyi ö p m e ğ e
başladı.
Vali
de,
sarılıp,
bu
Zü-
'
cevap verip, haftasına kalmadan valiyi değiştirmiş.
Gördün mü, bu valiyi tayin ettiren de Zübükzâde ibraam... Vali, şimdicik bu lâflara inansın mı, inan¬
masın mı? Ya essahsa... Ya vekile «Sevgili kardeşim
Hadi» diye bir mektup daha yazıp da, valiyi apar to¬
par buradan attırırsa...
t
Kolkola girmiş, alanda dolaşıyorlar. O sert vali¬
n i n : de suratı değişmedi mi!.. Kızgın vali yumuşadı.
Zübükzâde İbraam Beye bir şeyler anlatıp gülüyor.
Kaymakam, partimizin ilçe başkanı, Belediye Re¬
isi, azalar ne, hep durmuş onlara bakıyoruz. Birden
Zübükzâde İbraam, bize dönüp bağırmaya başladı.
Hem de ne bağırma, valinin bağırması yanında ne ka¬
lır!.. Bu ne işmiş... «Ulan, farelerin dişlediği bezler
asılır mı, görgüsüz herifler!.. Kürsünün altına takoz
konulur mu a yol yordam bilmezler!»
Biz böylece kalakalmışız, donmuşuz. Zübükzâde
İbraam, kalabalığa şöyle bir bakındı. Hemen kayma¬
kam seğirtip de, ellerini göbek üstüne bağiayıp,
— Birini mi aradınız İbraam Bey? demez m i . . .
Sen şu bizim yiğit kaymakama bak biyol...
— Eşref Ağa'yı gönder bana...
Eyvaah, Zübükzâde, vali hazretlerinden de kuv-'
vet alarak Eşref Ağa'yı bitirecek. Kaymakam candarma çavuşuna,
— Eşref Ağa'yı bulun çabuk« dedi.
Zübükzâde İbraam Bey, elini ileri uzatıp, şehadet parmağı ile bana «Gel, gel, böyle gel!.. » işareti
yaptı.
—
Bana mı İbraam Bey? Ben mi?
— Evet, evet, sen...
Hemen s e ğ i r t t i m :
— Buyur İbraam Bey!.. Bir emrin mi var?
İçimden «Seni gavat seni...» diyorum 1 ya, dıştan
ses edilmez k i . . . Yanında, hem de kolunda vali var.
— Eşref Ağa'nın oğlu ile İğri Nuri'yi bul, çabuk
buraya getir. Farenin deliğine girdilerse de b u l . . .
Zavallılar kaçamamışlar da...
Sürüp kovaladık¬
ları Zübükzâde gözleri önünde vali ile sarmaş dolaş
olunca, bunların dizlerinin bağı çözülüp, nefesleri kesileyazmış...
Korkudan hemen kendilerini takın ar­
kasına atıp tam sipe.r olmuşlar. Ordan, olanı biteni
gözlerSermiş. üçünü de bulup çıkardık. Sudan çıkmış
it gibi titriyor üçü de... Zübükzâde bunlara,
— Len, şu kürsüyü kaldırın! diye emretti.
Kürsüyü kaldırdılar.
— Len, akşama kırdan, dağdan çiçek toplıyacaksınız.
üçü de esas vaziyetine geçmiş:
—* Başüstüne İbraam Bey...
— Yürüyün ardımdan...
Zübükzâde koluna girmiş, valiyi aldı g ö t ü r d ü . On
adım arkalarından da Eşref Ağa ile oğlu bir de İğri
Nuri, başları önlerinde, sırtlarında kürsüyü yüklen¬
mişler, gidiyorlar.
Zübükzâde İbraam Bey, vali
hazretlerini evine
götürmedi mi!., ö ğ l e yemeğini orda yemişler. Artık
bundan sonra bu Zübükzâde'nin önünde durulur mu?
Onlar gidince, baktık Padişah topçusu Memet Çavuş
da dağdan geliyor.
— Bre Çavuş emmi, hani barutun yoktu da, beş
pâre t o p atacaktın... Ocağı batası, bir ordu düşmanı
yok edecek cephaneyi t ü k e t t i n . Onca barutu nerden
buldun?
Olan neymiş, kimse bilmez.
Memet Çavuş'un
ramazan topu tutukluk yapmamış mı?
• r Topun kamasında tutukluk o l d u .
—. Aman Çavuş e m m i r bu kaval" topun kaması
da mı var?
— Olmaz mı? Tutukluk yapınca, baktım, bir pâre bile t o p atılamıyacak. Yanıma ne olur ne olmaz di¬
yerek, ihtiyat dinamit sucukları almıştım. Patır patır
patlattım dinamitleri.
M e m e t Çavuş,
top
patlamayınca
hırslanmış,
mahcup da olmuş, hırsını dinamitlerden almış-. Gayri
kırk pâre mi, beşyüzkırkbir pâre mi dinamit patlattı,
belli d e ğ i l . . .
Bizim Zübükzâde'mizde oyun çoktur Bey, onun¬
la kimse başedemez. Herif valinin ipini eline aldı da,
koca bir sadrazam haşmetli valiyi,, çingen ayısı gibi
oynattı d u r d u . Dünyada olmadık, görülmedik, duyul¬
madık düzen, bu Zübükzâde alçağında...
PARTİYE HİZMET
Çiftverenoğlu
şöyle
anlatıyordu:
Hamzajtey
r
Eğri oturup, doğru konuşalım; bu bizim insanla¬
rımızın hepsinin aklını toplasan, bir şu Zübükzâde al¬
çağının aklının ucu olmaz.
Herifte şeytanlık var ki,
dünyayı parmağının ucunda oynatır.
Bir tarihte, Aklı Evvel Bedir Hoca, bizim partinin
ilçe- başkanıyken, vilâyete gitmiş. Vilâyette partiden
arkadaşlarla görüşüp konuşuyor. Hoş geldin, hoş
giitinden sonra, vilâyet partilileri bizim Aklı Evvel Hoca'yı adam y e r i n e . k o y u p lokantaya götürmüşler: Aklı
Evvel Hoca'mız dini bütün olduğundan herkesin için-
e f e i ç m e z . O n l a r r a k ı , ş a r a p i ç e r k e n bfzim H o c a d a s u
içmiş lokantada.
dönüp
dolaşıp
Surdan
partiye
burdan
hizmet
konuşulurken söz
işine g e l m i ş .
vel Hoca!
partimize candan ve kalpten ve
nasıl
olduğumuzu anlatmış. B u n u n
bağlı
yet başkanı,
içkiyi
çok
Aklı
Ev¬
de ruhen
ü z e r i n e vilâ¬
kaçırdığından
olacak,
içini
dökmüş:
—
şöyle
Sizin
hiçbiriniz
bağlıyız,
böyle
adam
değilsiniz.
Partimize
bağlıyız d i y e atıp tutarsınız.
He¬
pinizi t o p l a s a m , b i r Z ü b ü k z â d e İ b r a a m B e y ' i n p a b u c u
olamazsınız.
kişi o l s a ,
Benim
elimde,'Zübükzâde gibi
daha
beş
b u v i l â y e t sınılan i ç i n d e y ü z yıl g e ç s e ,
mu¬
h a l i f l e r e bir t e k o y k a p t ı r m a m . L â f a g e l d i m i , önünüz¬
de durulmaz.
•
Şu partiye ne hizmetiniz geçti?
Bizim h i z m e t i m i z g e ç m e d i d e , Z ü b ü k z â d e ' n i n
ne hizmeti g e ç t i .
—
Herif b u r d a y o k s a , Allah'ı var.
Onun
meti saymakla bitmez. Açık konuşalım.
bize hiz¬
Hoca, hem de
a d a m , n e s e n i n g i b i i l ç e n i n b a ş k a n ı , n e B e l e d i y e Re­
isi...
Herif A l l a h y o l u n a ,
Onun
b i t e k h i z m e t i y e t e r yalnız.
parti
K a d i r E f e n d i alçağını a l l e m edj.p
u ğ r u n a kılıç sallıyor.
Şu
dinsiz
Muhalif
k a l l e m e d i p d e so¬
n u n d a a m a n a d ü ş ü r m e k , .«Ben e t t i m , siz e t m e y i n , a¬
man b e n i
mek,
de partinize
kabul
edin»
d i y e dize getir¬
ne demek? Hoca, bu Muhalif Kadir Efendi,
dür Allah
muhaliflikten
d ö n e r miydi?
Kıtır kıtır
k e s s e n , d e r i s i n i y ü z s e n v e g ö z l e r i n e mil ç e k s e n ,
haliflikten
yanabildi
dönmezdi.
Ama
Zübükzâde'nin
mi? Size o n c a d e d i k ;
d i r Efendi'yi h a k y o l u n a g e t i r i n . . .
birliği bozuyor,
dedik.
çe,
burda muhalefetin
mı,
d e m e d i k mi?
bükzâde,
Allah
ulan şu
k ö k ü kazınmaz,
olsun,
mu¬
diline
da¬
Muhalif
Ka¬
M e m l e k e t t e k i millî
O k a r a yılanın
başı e z i l m e d i k dedik.
Hanginiz b e c e r e b i l d i n i z ?
razı
öl¬
herifi
kırk yıllık azılı
Ama
Yalan
Zü-
bîr m u h a l i f i
mum
etti ve
de Ankara'ya
«Bendeniz,
katları anlayarak d o ğ r u y o l u
t i m , ellerinizden
öperim.
buldum.
Allah
sizi
nihayet
haki-
P a r t i n i z e geç¬
başımızdan
eksik
etmesin, dünya d u r d u k ç a durun» diye telgraf çektir¬
d i , ö y l e mi?
Aklı
Evvel
Bedir Hoca,
başına ş a p l a ğ ı
bunları d i n l e d i k ç e ,
kendi
indirir,
Eyvaaah,
eyvaaah....
D e m e k Yekdâne,
diye
Dürdâne,
ünnermiş.
Güldâne
kızların
ba¬
şına g e l e n l e r h e p , Z ü b ü k z â d e İ b r a a m B e y ' i n p a r t i m i z e
hizmeti değil miymiş... Z ü b ü k z â d e ,
partiye hizmet di¬
y e r e k g a y r e t e g e l i p , b u n c a yılın kaşarlı m u h a l i f i K a d i r
Efendinin
fendi,
*
bütün
sülâlesini
elinden
geçirmiş.
Kadr'e-
m u h a l i f l i k t e n d ö n m e s i n d e n e halt etsin?
İşin a s l ı ; v i l â y e t t e k i p a r t i m e r k e z i n d e ,
bizim Z ü ­
bük,
—
Benim,
demiş,
parti
uğruna
yapmayacağım
yoktur.
—
öyleyse,
Muhalif Kadir
k i , senin yiğitliğini anlıyalım...
Kadir Efendi de d ö n e r s e ,
bir kimse
kalmaz.
mernişler
mi?
yoksa
de
Sonunda
Kadir Efendi,
mi,
Hem
Efendiyi
d a h a d ö n m i y e c e k hiç¬
bir z i y a f e t i n e
Zübükzâde
ü ç kızının
partiye sok
demişler.
da
b u n c a yıllık m u h a l i f l i k
bahse
bahsi
gir-
kazanmış.
namusunun gittiğine
namının
pislendiği¬
ne mi yansın?. Varını y o ğ u n u d ö k m ü ş ki,* b i l e ğ i n e kuv¬
vetli
birini
bula d a ,
Zübük
rezilinin
canını
ortadan
k a l d ı r t a . . . O sıra, İğri N u r i de y e n i h a p i s t e n çıkıp sı¬
laya g e l i n c e «Aman
İğri
Nuri o ğ l u m ,
seni
g ö n d e r d i » d i y e itin e l i n e ayağına v a r m ı ş .
ş e n yılana sarılır,
rı k a p ı n c a ,
iğri
Nuri,
bana Allah
Derıize d ü ¬
Kadir Efendiden
parala¬
aklı sıra h e m Z ü b ü k z â d e ' y i b a ş k a s ı n a ge¬
b e r t t i r e c e k , h e m d e k e n d i t e r e y a ğ ı n d a n kıl ç e k e r g i b i
pislikten
sıyrılacak.
Eşref Ağa'yı dinlesen de olanları öğrensen... di¬
lini yutarsın. Eşref Ağa; oğlu, iğri Nuri, silâhlanıp çık¬
mışlar. Zavallı Eşref Ağa yanıyor:
*
— Benim oğlana dedim ki, biz bu Zübükzâde'yi
evinde bastırırsak, bize bir oyun eder,
silâhlarımızı
elimizden gönül rızamızla teslim aldıktan başka, otur¬
tur bizi önüne de, nah şu bıyıklarımızı da kökünden
kazıtır, bizi hamam oğlanına döndürür. Daha bu mem¬
lekette yaşayamayız. Ondaki büyülü dil bizi büyüler.
O n d a n . ö t ü r ü , evinde bastırmıyalım.
Bunu tenhada
kıstıralım. Ve ağzını açmıya fırsat vermeyelim. Ağzını
açtı mı, kellesini gövdesinden ayıralım.
Böylece kararlaştırdık. İğri N u r i , ,
— Biz bunu muhalif parti
binasının
kapısında
vurmalıyız ki, işe siyaset karışsın da bizden şüphe¬
lenmesinler, muhalifler vurdu bilsinler, dedi.
İyi akıl. Karanlık bastı. Muhalif partinin önünde
kaptıkaçtı duruyor. Biz kaptıkaçtının arkasında pusu¬
ya girdik. Bekleriz, bekleriz,'evinden çıkmaz. Herif iş¬
killendi mi nedir... Gecenin ayazı bastı. Benim oğlan,
kara sevdaya clüştüğündenberi iğne iplik. Ayaz vu¬
runca, fakirin çeneleri takırdamağa başladı.
— Sabah ola hayrola, gelin bu hayırlı işi gün¬
düz gözüyle yapalım, dedim.
Benim fakir oğlan çeneleri takırdayarak,
— Beni burdan Zaloğlu Rüstem Pehlivan sökemez. İsterseniz siz g i d i n . . . dedi.
İğri Nuri de,
— Demir tavında dövülür, işe bulaşmışken bi¬
tirmeliyiz... dedi.
Onun niyeti, karanlıkta işi bitirip, gün ışımadan
savuşmakmış.
Soğuktan buyduk.
—
ö y l e y s e , gelin
şu
kaptıkaçtının
içine
pusula-
nalım..'. d e d i m .
Kaptıkaçtının
camı
kırık p e n c e r e s i n d e n
n i m o ğ l a n ı a t t ı m . Biz d e g i r d i k i ç e r i
Nuri :
be­
\
— •
olur,
içeri
p u s u l a n d ı k . İğri
Biz Z ü b ü k z â d e ' y i b i r
kurşunla,değişsek
gelin bu dürzünün derisini yüzmiyelim de,
dan geçerken kurşunluyalım...
Benim fakir oğlan
iyi
sur¬
dedi.
dinlemez.
Çeneleri
takırdaya-
rak,
—
Olmaz! d e d i .
Onun
niyeti
Zübükzâde'nin
önüne ecel
kilerek:' —
ğı
olup
di¬
•
A l , bu Yekdânem için, namussuz!
d e y i p bıça¬
saplıyacak.
—
A l , b u D ü r d â n e m için n a m u s s u z ! d e y i p - b ı ç a ğ ı
sallayacak.
—
Al,
n
bu
barsaklarını
mu,
için
namussuz!
deyip
avucuna dökecek.
Oğlanımın
derdiyle
da Güldânem
yüreği
ç o k zebun
konuşuyor ya,
düştüğünden,
fakirim
bıçağı
sevda
bir s o k t u
bir daha d ö n d ü r ü p çıkaracağı ş ü p h e l i . . .
—
Ben,
alayım,
Gayri
çıkmadı,
uyuya
diyor,
yüreğimin
s o n r a siz k e n d i
bilmem,
Zübükzâde
gece
y o k s a biz k a p t ı k a ç t ı d a
kaldık da,
medik...
—
üç acısının
onu
işte,
evinden
soğuktan
önümüzden geçerken
Bir d e g ö z ü m ü z ü
İyi
hıncını
bir
hesabınızı g ö r ü n .
baba sözü
açtık,
gün
dinlemeli.
hiç
mi
büzülüp
mi
gör¬
ısınmış.
Hayırlısı,
gün¬
düz g ö z ü y l e d e m e m i ş m i y d i m , t a m a m . . . Ş i m d i b u r d a a
geçer...
Evet,
iki
karış
«Dünyayı
İbraam evden
havada,
çıktı.
kabararak
İki
kolu,
salına
ben yarattım» d i y o r hâşâ...
gövdesinden
salına
geliyor.
B e n i m f a k i r o.ğ-
ian
hoplamaslyle,
davrandım.
—
Aman
kandırır...
bunun
önünü
oğlum,
diye
Bunu dememeliymişim.
«Yanclım
miyeceğimizi
—
den
ben
ağzını a ç m a y a f ı r s a t v e r m e ,
Vur saldırmayı!
duyunca,
kesüVArdından
Oğlana,
Allah!»
İbraam
benim
demesine
kaçırdınız mı,
kurtulursa,
aman
bizi
sözümü
bile f ı r s a t v e r -
anlayıp, t a b a n l a r ı y a ğ l a d ı .
Eyvaah,
bizi
bağırdım.
tuu...
İğri N u r i ,
Bu
herif elimiz¬
barındırmaz!: d i y e
bağıra¬
rak y ü r ü d ü .
Zübükzâde
İbraam'ın
ardına
düştük.. Dağa vursa
iyiydi y a , k a s a b a n ı n içine d o ğ r u l d u . H e m a r d ı n d a n : k o şuyoruz,
—
hem
İğri N u r i ,
Aman,
d i y o r , a r t ı k iş işten g e ç t i ,
gizlisi k a l m a d ı .
Cami
içine de
kaçsa
bu işin
bir
herifi v u r m a k
farz oldu.:
Zübükzâde kaçar,
hazır,
biz
eteğine yetişsem,
koşarız...
Elimde
ensesinden
Bir d e herif a l a n a g i r m e z m i ,
bıçak
saplıyacağım:
kalabalığın
içine
daldı.
Dalmasıyla,
—
Vaay,
kollarına
duğu
koca vali...
atıldı.
Adını
diyerek,
duyanın
bir v a l i y i «Hoş g e l d i n
vali
ısıtma
hazretlerinin
nöbetine
tutul¬
k a r d e ş i m . Gözlerimiz yol¬
larda kaldı» d i y e k u c a k l a m a k n e d e m e k ? B e n i m e l i m ¬
den , bıçak düşmüş.
boğazından
İğri N u r i d e r s e n e l i n d e k i b ı ç a ğ ı ,
hır hır kan a k a n c a m u s u n
önüne fırlatmış
ki, candarma,
—
U l a n , o ne? d i y e s o r a r s a , .
—
Kurbanı
keserken
yardıma geldim...
Kasap
bıçağı
Osman
emmime
diyecek:
Benim f a k i r o ğ l a n , valiyi
laşmış,
;•>*
ne yaptığını
g ö r ü n c e eli ayağı do¬
hiç b i l m i y o r .
Biz y a n d ı k
a ğ a , biz y a n d ı k . . . H e m e n a k ı ! e t t i m d e , b e n i m o ğ l a n ¬
l a . İğri N u r i ' y i b i r y a n a ç e k t i m .
— Aman hep birden, «Yaşasın vali babamız, ya¬
şasın vali» diye bağıralım... dedim.
Ben nağrayı saldım:
— Yaşasın vali babamız, yaşasın milletimiz, ya¬
şasın cumhuriyet, yaşasın demokrasi!...
Fakat benim oğlanın koşmaktan soluğu kesilmiş,
ağzı açılıyor, sesi çıkmıyor. Davul gümbürtüsünden,
zurna sesinden, Hıdırlıktaki topun patlamasından, Be¬
dir Hoca'nın tekbir getirmesinden, benim nağram da¬
vulcu osuruğu gibi duyulmaz olmuş. Bağırıyorum, na¬
sıl bir g ö r s e n , korku bağırması birader... Korku yü¬
reğimi sarmış.
İğri Nuri,
— Aman Eşref Ağa, nağra vurmanın,sırası değil,
gel şuraya bir yere saklanalım. Bu Zübükzâde koca
bir valiye enseye tokat; sırta şaplak, şakalaşacak ka¬
dar yakın arkadaşsa, bizi şu tören yerinde hazır ka¬
labalık varken ipe çektirir de, leşimizi camus ölüsü¬
nün yanına atar. Aman, b i n y e r bulup gizlenelim...
dedi.
Bizde akıl kalmamış. Tâk'ın ardına yattık.
Bizi
ordan candarmalar bulup çıkardı. Eyvaah...
Benim
fakir oğlan, candarmanın önünde hamam kese bezi¬
ne dönmüş. Bizi Zübükzâde İbraam Bey'in huzuruna
çıkardılar. Vali ile ikisi kolkola...
Vali hazretlerinin
suratı kan içinde olduğundan, herife başka bir celâ¬
det de gelmiş; sanırsın yüz kâfir kellesi uçurmuş zor¬
lu bir yeniçeri ağası...
Ben hemen Zübükzâde İbraam Bey'in ayaklarına
kapandım, İğri Nuri tüm yere serilip uzanmış. Zübükzâde İbraam Bey, kundurasının burnuyla dürtüp,
— Kalk len gavat,-yüklenin şu k ü r s ü y ü , . , dedi.
— Başüstüne İbraam Bey...
İbraam Bey, valiye,
— İşte gördün ya, dedi, ben buranın muhalifleri¬
ni hep böyle bir bir ayağımın altında ezeceğim, birli¬
ğimizi bozan bu hayınlan'ya hak yoluna getiririm, ya
tahta kehlesi gibi e z e r i m .
Tövbe estağfurullah, yahu bizim neremiz muha¬
lif? Allah korusun, bu yaşa gelmişiz, vatana, devlete,
hükümete, millete, cumhuriyete ve bayrağa karşı hiç¬
bir muhalifliğimiz görülmemiş... Ama herifin önünde
dize gelmişiz, ses edilir mi?
Kundurasının burnuyla d ü r t ü p ,
— Kalkın len koca godoşlar, şu kürsüyü yükle­
nin!
dedi.
Koca kürsü, iki öküz zor çeker... Biz nasıl can
derdine düşmüşüz ki, kürsüyü sırtlandık da bize boş
heybe kadar ağır gelmedi. Benim zebun oğlan,
— Allah seni başımızdan
eksik etmiye Zübük
ağa, sana, Muhalif Kadir alçağının tüm sülâlesi kur¬
ban ola!., diye dualar ediyor.
Valiyle kolkola eve gittiler.
Biz de artlarından
kürsüyü taşıdık. Zübükzâde'nin
kapısında itler gibi
bekleşiyoruz.
— K a p ı m d a n ayrılmasınlar!
diye buyrultu ver­
miş.
Bekleriz, bekleriz...
— Ağamızın b i n e m r i var m'ola? diye haber ede­
riz;
Cevap g e l i r :
— Beklesinler...
Şu namussuza bak, hele namussuza. Yahu biz
Zübük'ün ne namussuz olduğunu bilmez miyiz? Ama
neylersin, herif bizi bir kere fenersiz kıstırmış.
— Kapımın iti olun! dese.
— Biz o şerefe lâyık mıyız? diyeceğiz.
Haber ettiler, Valinin adamları da Zübükzâdenin
evine vali "otomobiliyle geldiler. Bir saat mı, iki saat
mı ne bekledik. Derken bunlar çıktı. Biz hemen elle¬
rine, ayaklarına vardık. Vali ile adamları arabaya bi¬
nip gittiler. Zübükzâde bunları selametledi. Sonra hı¬
şımla bize d ö n d ü :
— Girin i ç e r i ! . . .
Bizi odunluğa ç e k t i . Benim zebun oğlum, odun¬
ların üstüne yığıldı. İğri Nuri dersen, cebinden binlik¬
leri çıkartıp İbraam Beyin önüne a t t ı :
— Bunlar hep. senin ağam, canımı
bağışla...
Savcıya söyleme, beni ele verme, candarmaya ses
etme... Kapının bir iti" de beni b i l !
— Ulan o ne?
— O mu? Altıbin lira... Beni, Muhalif Kadir al¬
çağı kandırdı".:-Benim bir suçum y o k . : . Hiçbir vakit,
benim elim Zübükzâde'mize kalkmaz. Senin ahım al¬
mak bana farz. Şimdi emret, Muhalif Kadir alçağının
leşini sürükleyerek huzuruna getireyim...
İğri Nuri'nin dili çözüldü, herif bülbül kesildi,
baştan sona anlattı.
Yahu, ne derseniz deyin bu Zübükzâde soydan
ağa. Herif yerdeki para tomarını ayağının ucuyla itti
de,"
— Sok şunu cebine, s o k ! diye bağırdı.
İğri Nuri,
— Dilersen kes beni, ö l d ü r b e n i . Gayri o paraya
.elimi- süremem İbraam Bey... dedi.
Başladılar ç e k i ş m e ğ e :
— Al şunları yerden]
f
— Alamam. Ayağını öpeyim oh İbraam Bey, be¬
ni çek vur da o parayı al deme!..
— öyleyse neye Kadr'efendi'den aldın nâmert?
Hayvanlık, hayvanlık benimki, oh İbraam Bey.
Benim akıldan yana öküzden farkım mı var? Köpeğin
olayım oh
İbraam
Bey,
bağla.
boynuma
ıfj t a k d a
kapına
<
—
Al
—
Alamam...
şu
parayı,-al
—
öyleyse
sen
y e y a r d ı m , -devlete,
g u n bir iş.
d i y o r u m . Yoksa ş i m d i . . .
~
onu
b u l u y o r . Azgın
nin kirli çıkıdaki p a r a l a r ı ,
iyi d e d i n
işine b a k .
Na-
Muhalif Kadr'efendi'*-
partimize nasipmiş...
İ b r a a m Bey, evet,
timiz demek, sen demek.
Parti¬
H e m d e iyi, uy¬
K u r b a n o l d u ğ u m Allahımın
sıl'da hak y e r i n i
—
götür partimize'ver.
millete yardım...
partimize...
Par¬
Ben k i m i m k i , g ö t ü r ü p t o ¬
marla parayı partiye v e r e y i m . . .
«Ulan s e n
bunu
ner-"
d e n çaldın? H a n g i t ü c c a r a y o l bağı yaptın?» d i y e , be¬
ni candarmaya verirler.
parayı
kendi
de yağ
elinle
Oh
ben ne yapsam?
sen
dibinde kaldı.
Hay A l l a h ,
bize
de farz.
Partimize
ca¬
fedâ...
üstümü
yok...
başımı
arandım,
para
denecek
Altı
bin
pangınot,
yerlerde
sürüklenirken,
kundura burnuyla o yana bu yana itelenirken,
çıkarıp
b i r - i k i yüz
—
Bu
da
benden
partimize... d e m e m
Değil mi ki, bu Zübükzâde ci¬
b i l l i y e t s i z i bizi ele v e r m e d i ,
insanlığımızı-gösterip,
altında
hiç yakı¬
•
Borcumuz borç.
İyiliğinin
benim
lirayı,
şık a l m ı y a c a k . . .
•
para
Olsa d a a n c a k m e m u r r ü ş v e t i n e y e t e c e k k a d a r
bişey.
de
bu
benim yüreğim
B i r d e n aklıma g e l d i :
•—Partimize yardım
nımız
Bey'im,
bağlasın...
Tomarla para odunların
şimdi
İbraam
partimize ver ki,
kalacak
d a m a a t t ı r m a d ı , a r t ı k biz
böyle
b i r namlı
namussuzun
değiliz.,
İ b r a a m B e y bana d ö n d ü :
—
Sen
ulan
kart gidi,
nutuk kürsüsünü onartıp
y e n i d e n yapılmışa d ö n d ü r e c e k s i n .
tacaksın.
Di
h a y d i n yıkılın
Bir d e g ü z e l boya¬
huzurumdan...
Eşref A ğ a y a n a yakıla a n l a t t ı .
Evet,
böylece adam
öldürme suçundan kurtuldular. Hem de heriflerde du¬
anın
b i n i bir p a r a . . .
Görmelisin,
nasıl d u a e d i y o r l a r
Zübükzâde'ye...
-
Eeee,
sana
b ö y l e bir Z ü b ü k z â d e ' y l e baş e d i l m e z .
bir şey diyeyim
Zübükzâde
rezili
mi:
Bu
beri
gene de vicdanlı
Ben
benzeri olmayan
bir herif.
Neden
d e r s e n , bu herifte bu zihin, bizlerde de bu avanaklık
varken,
,mişe
herif i s t e s e ,
önüne
b i z i m b u r a insanını y e d i d e n y e t -
katar da,
davar diye
güder.
Rezil
mezil
y a g e n e d e insanlığını g ö s t e r i p bizi a d a m y e r i n e ko¬
y u y o r . Yoksa b i z , - i n s a n l ı k t a n ç o k dışarıyız.
Yahu
bizde
namussuzu
rıp,
insanlığın
zerresi
aramızda yaşattıktan
olsaydı,
başka,
şöyle
bir
kapısına
va¬
eline ayağına d ü ş ü p ,
— Aman
Zübükzâdemiz,
d i y e yüz s u y u
n'olursa
senden
olur...
döker miydik...
HÜKÜMETİN
TA KENDİSİ
Muhalif
Kadir
Efendi
şöyle a n l a t ı y o r d u :
Bre b e y i m ,
Onun
yeğdir.
dirisiyle
ö y l e bir hayınla s ö y l e ş i p n i d e c e k s i n ?
söyleşmekten, ölüsüyle ;
söyleşmek
Görüşüp: bilişecek bir k i m s e " d e # i M r .
ne yazık,
d i l i n e yazık...
Sözü¬
Bir n â m e r t ki nursuz* y ü z ü n e
b a k t ı k ç a için kararır. B u Z ü b ü k z â d e s a ğ u s a ğ l a t t ı , ; bi¬
z i karılar g i b i a ğ l a t t ı . Hayır, bize k i m s e l e r e t m e d i ,
biz
faize ettik... Bilesin, hem de öyle oldu.-Elin y a b a n ' k o puğunu «Beyim şen söylesin, beyim sen böylesin»
diyerek zorla başımıza bey ettik. Şimdengeri iş işten
g e ç t i . Nice yanşak yakılsak boş... Bizi yakıp kül e¬
dip, külümüzü yele savurmada namussuz... Artık ni¬
ce yanşak yakılsak, bu kudurmuşun elinden arınanı¬
mız yoktur.
Sen şu hükümete bak ki, nasıl bir hükümet, gelir
de böyle bir vicdansızın evinde konuklar.
Evi barkı
yıkılası «evime hükümet konacak» diye bir ay söy¬
lendi d u r d u . Duymayan, bilmeyen kalmadı. Evet,
inanmaya inanmıyoruz.
Velâkin «Zübükzâde İbraam
Bey'in evine hükümet gelecekmiş» diye sen bana
söylüyorsun, ben sana söylüyorum. Söyliye söyliye
birbirimizi kandırmaya başladık.
Hiç unutmam, bugünkü gibi hatırımda, günlerden
cuma... Cuma namazından çıktık, avluda söyleşiyo¬
ruz. Kaymakam kâtibi Rıza Bey,
— Heyri duydun mu, Zübükzâde'nin konukları
bu gece gelesiymiş... dedi.
Allah Selâmet Versin Murtaza Efendi,
. — Evet, duyduk, dedi, işi uzattılar ya, sonunda
geiiyorl'armış.
— Allah vere de geleler, ölü toprağı serpili ka¬
sabanın yolları, hükümet arabasının tekeri nasıl olur¬
muş bir g ö r s ü n . . .
— Evet, hükümetin gelmesi iyidir.
Kasabamıza
faydası dokunur. Hep Zübükzâde'mizin sayesinde.
Tanrı Zübükzâde'yi yaramaz işlerden esirgiye, kötü
kişilerden koruya...
Bre Beyim, şu söyleşmeleri duyunca aklım ba¬
şımdan g i t t i . Yahu, bu bizim bura insanında hiç mi
zihin yok? Bunların" hepsi bilir ki, bu Zübükzâde, ta¬
rihlerin yazmadığı bir namussuz. Tek ayak üstünde
seksen yalan kıvırır.
Uykusunda şeytan aldatmaya
gelse, şeytanın ırzına geçip «gözünün yaşını sil!» di¬
y e , donunu da eline verir. Böyle bir soysuzun sözü¬
ne inanılır da «Evet, Zübükzâde'nin evine hükümet
geliyor» denir mi? Can başıma sıçradı,
'— Hey kaçıklar,
dedim,
başımızdaki hükümet
nasıl bir hükümet olmalı ki, şu Zübükzâde'nin evine
konuk gele?..
Bu sözü dememle, hemen toparlandım. Yahuv
ben nişliyorum? Hükümet gelmez, diyoruz. Ya gelir¬
se... ö y l e ya, gelirse? Bir de biz bu sözü söyledik
diye bizim tiftiğimizi atar, havaya savururlar.
İçime
"bir korku düştü ki, ,hiç sorma. Koskoca bir kayma¬
kam kâtibi bile «Hükümet Zübükzâde'nin evine kona¬
cak» dedikten sonra, sana bana ne demek düşer?
Elbet bir duyup bildikleri var...
Allah Selâmet Versin Murtaza Efendi,
— Yâni, dedi,, sen şimdi bu gece Zübükzâde'nin
evine hükümet adamlarının geleceğine inanmıyor mu¬
sun?
—- Kim inanmıyor heyri? Şimdi biz öyle bir lâf
mı dedik? Bir şaka etmişiz söz gelişi, hemen inan¬
mak mı gerek? Aman Zübükzâde İbraam Bey duyar¬
da/anlamaz, gerçek beller...
Hükümet adamları gelirse, kazamıza yapacakla¬
rından, edeceklerinden, epiy konuşuldu.
İlkin söze
t e r s : başlamış bulunduğumdan bunu düzeltmek için
İbraam Bey'in övgüsünde hepsini bastırmak da bana
düştü: — Hele bir gelsinler, evet, çok iş yaparlar, fuka¬
ranın duasını alırlar.
Bunlar hep kimin
sayesinde?
Zübükzâde'mizin...
Her iki dünyada
yüzü ak ola!
Günden güne namı yücele... Allah eksikliğini göstermiye... •
100
Bir duaya başladım ki, bir duyan- olsa benr ölü
evinde cenaze duacısı sanır.
Ben diyeyim bir saat, sen de iki saat, biz böyle¬
ce ayaküstü ağız birliği edip Zübükzâde namussuzu¬
nu öve öve göklere çıkardık, Allah Allah... Biz ne¬
den böyleyiz canım?
Avludan çıktım, eve doğru yöneldim, içimden, ;
— Hey Allah, diyorum; karşıma birini çıkar ki,
Zübükzâde namussuzunun
can düşmanı olsun da,
ben de içimi bir güzel dökeyim. Şu soysuza ağız do¬
lusu sövüp, içimin ateşini söndüreyim, ö y l e bir doğru
adam çıkar karşıma hey Allah...
• K u r b a n olduğum Yaradan da duamı kabul e t t i .
Bir baktım karşıdan Çiftverenoğlu Hamza Bey gelir.
İşte Zübükzâde'nin
kanını içse,
yüreğinin yangını
sönmiyecek bir herif.;. Neden dersen bu İbraam,
hamza Bey'in elinden Belediye Reisliğini kapmak is¬
tiyor. Başka zaman olsa Cuma namazına gelmediği
•••çin,,
— Ulan dinsiz, namaz niyaz bilmezsin; mübarek
memleketin uğurunu kaçırdın... diye çıkışırdım. Ama
içimi dökecek, bir söyleşecek insan bulduğumdan
ses etmedim.
— Selâmünaleyküm...
— Aleykümselam...
deyip hal hatır sormağa
kalkmadan Hamza Bey
söze girişti ve Zübükzâde
için demedik söz komadi:
— Yahu bu alçak bizi hep mi akılsız belledi? Bu
ne
iş
heyri?
Bu
gece
sözde
evine
hükümet
gelesiy-
miş... Hükümet he demek bre kardaş? Bu itin başını
boş korsak, yarıntesi gün de «İngiliz Kralı can-ciğer
ahbabım olduğundan ziyaretime gelmiş. Velâkin bir
karı dalgasından ö t ü r ü gönlüm kırık olduğundan hu¬
zuruma girmekliğine destur v e r m e d i m * diye atacak.
Biz de bile bile yutacağız öyle rai? Yahu aramızdan
bir vicdanlı herif çıkıp da, şu Zübük'ü ayağının altına
alıp çiğnemiyecek mi? Bu rezilin canını alanın maka¬
mı cennet-i âlâdır...
,
Aman Bey, nasıl anlatsam sana, Belediye Reisi
işte böylece konuşurken, nasıl olduysa ben birden
sertelip d e :
— Ne demek... Şimdi sen hükümetimiz büyük¬
lerinin İbraam Bey hanesine konacaklarına inanmıyor
musun? Bre Hamza Bey, şu temeline tükürdüğüm ka¬
saba kuruldu kurulalı, bunca hükümet gelip geçmiş
de, hangi bir ileri gelen hükümet adamı «Varıp biyol
şuncağızlar nider, nişler?» diye kalkıp gelmiş? Ulan
bîz ne değerbilmez insanlarız...
Her nasıl olduysa
içimizden bir fbraam Bey çıkmış da hükümeti buyur
etmiş. Çekememezlikten onu» da diri diri yiyeceğiz...
Ben bu sözleri nasıl dedim hey Allah... Demindenberi «Aman bir sözünü esirgemez kişi çıksa da,
dertleşsek» diye içimden geçirip dururken, ben nasıl
oldu da böyle konuştum? De ki, içime başka biri girip
oturmuş. Konuşan ben değiiim de, içime giren na¬
mussuz... Evet, içime şeytan girmiş.
Ben böyle diklenince Hamza Bey şaşaladı.
Bir
vakit ne diyeceğini bilemedi. Neden sonra toparlanıp,
tıpkı benim cami avlusunda yaptığım gibi, • • .
— Len heyri, şakadan da anlamazsın, dedi, biz
şimdi Zübükzâde'miz için bir kötü söz mü dedik yâ¬
n i . . . Estağfurullah...
Başını sallıyarak yürüdü, gitti.
Ben eve geldim. Ağzımı bıçak açmıyor. ' Başımı
iki elimin arasına aldım, derinlere daldım, d ü ş ü n d ü m :
Biz neden böyleyiz? ö y l e ya canım, bu anasının oğ¬
lu, babası bellisiz Zübük,
başımıza getirmedik belâ
bırakmamış. Hepimizin ayrı ayrı canını yakmış.
Biz
her birimiz,
bunun
n e d e n bu
den
yalanlarına
nimkisi
ipini ç e k m e ğ e g ö n ü l l ü y ü z ,
inanmayız d a ,
korkudan...
İnsan y ü r e ğ i
öyley¬
u ğ u r s u z u d a h a a r a m ı z d a yaşatırız, 1 ne¬
ken
Korku
inanır g ö r ü n ü r ü z ?
dağları
bekler,
demişler.
d a ğ o l s a b u n c a yalanın saldığı
dayanamaz.
Be¬
korkuya
.
Derin d ü ş ü n c e l e r i n s o n u n d a şunu anladım;
zim,
Zübükzâde'nin
görünmemiz,
yalanlarına
kumara
inanmazken
b e n z e r bir iş.
doymazmış» derler, ne d o ğ r u . . .
yı v e r d i k ç e , v e r e s i
rarını
çıkaracak da
yalan-dolanına
vet,
gelir,
he
N e d e n ? Ç ü n k ü za¬
kurtulacak.
herif y a l a n d e m e ğ e y a l a n
değilse...
inanmtş
«Kumarda ütülen
K u m a r d a insan para¬
mi?
Bizim
inanır g ö r ü n m e m i z
kin, ya yalan
bi¬
de
bundan
diyor,
Zübük'ün
işte...
E¬
biliyoruz.
Velâ-
H e p i m i z e attığı kazıkların
bir
u c u g ö k k u b b e s i n e , bir u c u y e d i kat y e r i n d i b i n e var¬
mış.
Şimdi
rek
biz
yediğimiz
bile,bile yalana
insanın
yalana
kazıklar
çıkar m'ola,
göz y u m u y o r u z .
inanası
diye¬
Kazıklandıkça,
geliyor.
B e n b ö y l e c e d ü ş ü n ü p d ü ş ü n ü p d e r i n l e r e dalmış¬
ken,
Yekdâne
kızım,
—
Baba,
—
Buyursun...
Hamza
Hoş-beşten
—
ruysa...
hani...
sın
Bey şöyle
Koca
kuşansın,
gerek.
M e m e t Çavuş
dedi:
Söz g e l i ş i ,
bizim d e b i r i ş y a p m a k l ı -
bir h ü k ü m e t geliyor
gerek.
dedi.
bu gece geleceği d o ğ ¬
Evet, d o ğ r u o l m a s ı n a d o ğ r u y a . . .
Belediye olaraktan
r e t o p atsın g e r e k .
davuHar
Hamza
H ü k ü m e t adamlarının
ğımız g e r e k .
lansın,
sonra
Bey a m c a m g e l d i . . .
Yiğitler
K a s a b a y a varışında
Hıdırlık'tan
Köylerden kol
at¬
karşıla¬
g e n e y ü z b i r pa¬
kol y i ğ i t l e r çıksın,
doğulsun...
— Eyvaaah...
heyri...
Seninki
iyi
akıl
ama
geç
kaldık
— Aman, "durma zamanı değil.
Biz Hamza Bey'le ilkin Belediyeye ordan partiye
seyirttik. Partinin o zaman başkanı Aklı Evvel Bedir
Hoca...
Hoca d e d i :
— İyi söylersiniz. Velâkin bu gelenler Zübükzâde İbraam Bey'in konukları olduğundan, ona danış¬
mamış; karşılama yapılmaz. Haydi, birlikte varıp Zübükzâde'ye danışalım biyol. O ne buyurursa öyle
edelim.
Zübükzâde'nin evine vardık ki, herif in. evi düğün
evine dönmüş. Alucan Muhtarı Sabr'ağa tokluyu kes¬
miş de ağacın dalına asmış yüzüyor. Kalaycı Kör Nu¬
ri öteye beriye seyirtip çabalanıyor: Terzi Cemal k a r
pı oğlanı olmuş, fır fır dönüyor. Berber' Hakkı dersen
kırk yıllık kapı uşağı...
Zübükzâde'nin anası,
— Buyrun, buyrun... dedi.
— Kolay gele bacı...
Bulamaçlar, yalamaçlar, gülemeçler yapılmış.
Tüccardan Emin Efendi kulağımın dibine girip fı¬
sıldadı:
— Heyri, şimdiyecek hükümetin geleceğine ina¬
nım y o k t u . Gene bu Zübük namussuzu bizi bir oyuna
getiriyor sanmıştım. Ancak şu olup biteni gözlerimle
gördükten kelli, inandım. Anan hükümet gelecek. Hemi de bu hükümet bütün takımıyla taklavatıyla gele¬
cek. Bu ne hazırlık heyri... Hükümet değil, koca ka¬
dının pişirdiklerini bir bölük-eşkiya neferi bir ay yese
tüketemez. Evet, ahan simdik anladım; hükümetin ge¬
leceğine kalıbımı basarım.
Tüccardan Emin Efendi'nin ardından Gedikli ih¬
san kulağımın dibine s o k u l d u :
— Hükümetin geleceğine inandım <ve de iman
getirdjm. Ne dersin yahu, yoksa bu Zübükzâde alça¬
ğı hükümetimiz büyüklerini -de kandırmış m'ola?
Ben gene derin derin düşünmelere daldım.'Bunda bir büyük namussuzluk var ya, ne?..
Belediye Reisi-Hamza Bey, Zübükzâde'nin ana¬
sına,
— Bacı, dedi, var Zübükzâde'mize söyle; destur
almadan geldiğimizden bizi bağışlasın. Tedirgin et¬
mezsek, kendisine bir danışmamız olacak...
Koca kadın az sonra g ö r ü n d ü , merdivenin üst
başından seslendi:
— Buyursunlar diyor...
Bak şu namussuzlara...
Bunlar soydan soptan
namussuz. Yahu şu kasabanın bütün eşrafı senin ha¬
nene gelmiş, bre dürzü... Kalk da karşıla! Zübükzâde o zamanlar otuzunu aşmış aşmamış...
Kapısına
gelenler hep, babası yaşında eşraf... Ayağına mı eri¬
nirsin a soysuz, k a l k ' d a kapı ağzında karşılaşana,..
Bu görgüsüzlüğüne ' hep kızdık.
Kızgınlığından
Otelci Satılmış Bey'in burnunun ucu bile morardı.
Herkes yüzünü yere eğdi; homur homur homurdanı¬
yor.
Satılmış Bey,
1
— Bu Zübükzâde namlı gavatının hiç bir suçu
yok, dedi, bütün suç, kaymakamlığı ile, partisiyle, be¬
lediyesiyle bütün bir kaza ileri gelenlerini çiğneyip,
böylesi bir alçağı adam yerine koyarak evine konuk
gelenlerde...
Satılmış Bey bu sözleri öyle alçak sesle söyledi
ki, söyledi mi, içinden mi geçirdi belli değil. Dedik¬
lerini bir kendi duydu, bir yanı başında olduğumdan
ben, bir de Cenab-ı Allah...
Merdiven dibinde
kunduralarımızı .çıkarıp
üst
kata geçtik. Bu bizim Aklı Evvel Bedir Hoca saçından
sakalından
Zübük'ün
da
hiç
yanına
utanmaz,
varıyorum
g e t i r e c e k . Kapıyı t ı k l a t t ı .
—
koca
herif bir edepsiz
diye
nerdeyse
salâvat
İçerden Zübük'ün sesi:
Buyrun!
B r e ş u p i ç e b a k s e n , p i ç e . . . Babası y a ş ı n d a b u n ¬
ca
kişi ayağına varmışız d a ,
Tuu
karşılamağa
senin adamlığına ve de tuu
Aklı
Evvel
Bedir
Hoca
bizim
«Destur
bile
çıkmaz.
adamlığımıza...
Bismillah...»
çe¬
k i p kapıyı a ç t ı , ö n d e n g i r d i ; biz d e a r d ı n d a n . . . Z ü b ü k z â d e bizi b u
h e y e t ç e g ö r ü n c e b i r d e n f ı r l a m a s ı y l a sö¬
ze g i r i ş t i :
—
Vay b a ş ı m a . . .
bunadı
mez?
mı
Aman
bu
benim
anam
kadın
n e . . . Yahu sizin g e l d i ğ i n i z i b a n a n e y e de¬
«Misafir geldi
oğul»
d e r d e susar.
şimdi,
kapıdan
Aman kusura kalmayın...
Buyrun, şöyle geç allâsen.:.
Geç
Bedir Hoca
emmi...
Hamza
mı
Bak,
b i l e y d i m siz g e l m i ş s i n i z ,
karşılamazdım...
B e y ayağını
öpeyim
ş ö y l e b u y u r . T u u , hiç b i l e m e d i m . . . G a y r i af siz büyük¬
lerden. Aman ne şeref,
buyrun canım,
hanemi şenlendirdiniz. Şöyle
şuraya...
"
Kapı d i b i n d e elini g ö b e ğ i ü s t ü n d e n b a ğ l a m ı ş d u ¬
ran o ğ l a n a ,
—
Çabuk kahveler gelsin,
koştur!
Herif d a l k a v u k l u k t a b a ş t a g e l i y o r ,
lesine...
Şuradan
lı
Bedir Hoca sözü aldı:
Evvel
—
kı
buradan
hakkını
altın
döksek gene
çer,
namımız s ö y l e n i r o l d u .
hükümet büyükleri
demediğinden
hu
hiç...
hükümetimizin
n e d e n i r böy¬
b i z i m kazamız hal¬
ödeyemez.
Sayende
Evet,
Bu
büyükleri
Ağırlığınca
kazamızın
sen
gelecek diye.
bilemedik.
bağırdı.
k o n u ş u l d u k t a n s o n r a , Ak¬
I b r a a m Bey, A l l a h bilir y a ,
hiçbir v a k i t senin
diye
Velâkin
akşam
gelir de,
adı
ge¬
bize d e m i ş t i n ;
zamanını
g e l i r l e r m i ş . Ya¬
biz
kaşık d ü ş -
mani
avratlar gibi
mek olsun...
evlere
Bizde
insansak, s e n i n
yüzünü
yere
malıyız.
Yiğitler atlanıp
zülmeli.
üç
da,
Biz
konak
topun
ki,
koldan
dü-
nice
sen
buyur
becerir,
İbraam
Sen şimdi
kurbanlar
domuz,
Zübükzâde'nin
sallıyacak kart
it...
bir d e
önünde
işin
Bey...
bize d e s t u r
kesilsin,
Aklı
yer
Evvel
de yabanın
uyuz
iti
evlere sığmıyacak.
kırdatarak şöyle
saka¬
Bedir Hoca
böyle
bir b ü y ü k l e n m e ,
kendini
ne yapıyorsam,
yapıyorum;
gönderir?
kehribar teşbihi
hamiyyetiniz
şa¬
gözlerimi yaşart¬
huzurunuzda ağlıyacağım.
anca hemşerilerimin
Bir k o c a
Demek
ma isterdi.
essahtan
n e r d e y s e oda¬
bir d o ğ r u l d u :
Baba dostları,
Utanmasam
Elindeki
olacak...
diye
o Zübük oğlu Zübük'e
geldi
hoca
kuyruk
b i r insan b e l l e y i p k a b a r d ı k ç a k a b a r d ı ,
—
kaiındıysa
oynasın...
konuştukça,
tı.
cihanı tut¬
geç
b ö y l e c e s ö z l e ş t i k . A n c a k sa¬
dedik.
Hey k o c a sakallı
lara,
yola
otomobilleri
gürlemesi
Her
bir k a r ş ı l a m a o l s u n ,
Nerdeyse
şişinme
unutmayıp,
çık¬
s a y e n d e biz g e n e
Yeter
n a d a n ı ş m a d a n olmaz,
lını
N e de¬
karşılamaya
büyüklerin
sözleştik.
İşte biz d ü ş ü n d ü k e t t i k ,
yerinden
iyiliklerini
kuşanıp y e d i
Hıdırlık'taki
böyle
kalkarız.
ver ki,
kalmışız.
Büyükleri
öteden
evelallah sonra
altından
bunca
eğdirmeyiz.
karşılanmalı.
malı...
kapanmış
S e n i n ş e r e f i n bizjm ş e r e f i m i z , d e m e k t i r .
hükümet bu,
bizi
saymışlar...
Bilin
ki
her
iyiliğini d ü ş ü n ü p
neden
Evet,
bize a d a m
bir
karşıla¬
Lâkin b u g e l e n l e r b e n i m hususî m i s a f i r i m
ve de bana gizliden
geliyorlar.
Bu
geliş
resmen
geliş d e ğ i l . Aramızda g ö r ü ş ü l e c e k ç o k gizliden
bir
bir i ş
var. İşte, b a n a g ö n d e r d i k l e r i m e k t u p b u r d a . . . «Karde¬
şim»
diyor mektupta
«Seninle
«evvelâ
görüşülecek gayetle
selâm
mahrem
tabiidir»
diyor,
b i r işimiz var,
danışmağa.geliyorum»
diyor,
işte
mektup...
t u b u n başında hükümetin d a m g a s ı . . . Aha,
bakın!
,
.
Canım ne h a c e t . . .
İnanmayan kâfir.
—
kım
V e mek¬
işte siz d e .
Hükümetin damgası belli..
K o c a b i r d a m g a işte a y a n . . .
Yok ö y l e
değil
Emin
Efendi,
kulağıma
birta¬
söylentiler gelir d e . . .
Tüccardan
Emin
Efendi
kıpkırmızı
. kesilip, bir
daha,
—
İnanmayan
—
Şimdi
rulacak.
gizli
kâfir...
Bir d e v l e t işi
dersen,
dedi.
bunlar gizliden
dolayda
bunca/başka
kazalar var,
yok.
Aramızda
—
Ve
de
mi ya...
İşte b u n d a n
Davui-zurna ç a l a r a k kar¬
kimseye
bişey
denilmiyecek.
kalacak.
Can-baş
üstüne...
ni yapmamış olmıyalım
—-
hat¬
Vay a d a m y e r i n e koy¬
Değil
bu iş gizli t u t u l a c a k .
şılamak
ku¬
Neden
Ş i m d i bize g e l d i k l e r i d u ¬
n e d e r ö b ü r kazalar...
mayıp bizi ç i ğ n e d i d e . . .
ötürü,
Meşveret
esrar...
t â b i z d e n b ü y ü k v i l â y e t var.
yulursa,
geliyor.
görüşülecek,
Her
iş
Padişah
Hani
biz
üstümüze
düşe¬
da...
tamam...
h u z u r u n d a n çıkar g i b i . Z ü b ü k z â d e e d e p ¬
s i z i n i n h u z u r u n d a n çıkıldı. T ü c c a r d a n
çağını bir g ö r s e n ,
Emin E f e n d i al¬
insan o l d u ğ u n a utanırsın. Herif ner-
d e y s e Z ü b ü k z â d e ' n f ' n e//ne e t e ğ i n e varıp y e r ö p e c e k .
Kıçın
lu
kıçın
g i d e r e k k a p ı d a n çıktı.. Z ü b ü k z â d e bizi av¬
kapısının dışına k a d a r g e ç i r i p u ğ u r l a d ı r
Biz h e y e t ç e ö ğ r e t m e n l e r D e r n e ğ i n e g i t t i k .
Efendi,
—
••
•
Ş i m d i anladınız mı,
leri h e p yalan..,-.
mıyacaksın.
hiç
n a m u s s u z u n .dedik¬
Bu Z ü b ü k ' ü n Allah bir dediğine inan-
Evine
karşılamaya
dedi;
Emin
.
gerçekten
.çıkılmaz -mı?
hükümet
Yok
gelecek olsa,
neymiş,
gizliden
d e v l e t esrarı
namussuz,
görüşülecekmiş...
koca
Şuna bak şuna,
memlekette devlet
esrarı
ulan
görüşüle¬
c e k b a ş k a bir y e r k a l m a d ı d a , e f e n d i m ; bula b u l a , b u
bizim garip kasabayı mı
Hükümete Ankara dar
buldular bre dürzü d e s e n . . .
mı
geidi?
İ s t a n b u l •.•derler
bir
b e l d e v a r k i , b u bizim h ü k ü m e t g i b i o n h ü k ü m e t i kal¬
dırır da
suyu
bana
mısın
m u çıktı?
devlet: esrarı
demez.
görüşülmeğe
Zübük'ümüzden
—
o koca
İstanbul'un
bura gelinecek,
Demek memlekette adam
lah y a l a n ,
Ulan,
D e m e k m e m l e k e t t e yer kalmamış
gizliden
kalmamış
da,
akıl d a n ı ş ı l a c a k ,
da,
he
mi?
namussuz
he mi? V a l -
biliâh y a l a n . . .
Canım,
elbet yalan...
Biz
inandık mı?
Bilmez
g i b i a m a n Emin E f e n d i .
—
İ n a n m a d ı k .da;
•—Allah A l l a h . . .
lay
neye
Bir güzel
—
Evet, alay e t t i k .
—
Ne alay, he m i . . .
unutulmaz da
—
itin
alay e t t i k i ş t e . . .
Bak* işte y a z ı y o r u m , bu a¬
üstüne
t ü r k ü l e r yakılır.
yalan
olduğu
dökecek
Neymiş,
şuradan
Biz evine v a r ı n c a , k a p ı d a n k a r ş ı l a m a d ı .
ye? Bir de o d a s ı n a v a r ı n c a d ö k t ü ğ ü
dilleri
gideriz?
İyi d a l g a g e ç t i k . *
Herifin dediklerinin
belli k i . . .
kapısına
anası
herif,
koşup
dememiş...
Ne¬
d i l l e r neydi?
kapıdan
karşılamaz
İnandınız
mı?
Hiç
O
mı?
anası
o l a c a k o cadı karı d e m e z o l u r mu? İşin d o ğ r u s u baş¬
ka. C a d ı
karı
bizi
kapıda heyetçe
görünce,
oğluna,
«Aman o ğ u u u l , b e l e d i y e s i m e i e d i y e s i ,
martis.i
hep toplaşıp gelmişler»
zı
söyledi.
Bunun
üzerine
başıma hangi belâ g e l d i ,
remi yakaladılar...
nımı alalar.
dan
Nasıl
savuştursam»
diye
seğirtip
partisi
b i r b i r adlarımı¬
Zübükzâde
«Eyvaah,
gene
b u n l a r b e n i m h a n g i dalave¬
İşte h e p t o p l a ş ı p g e l m i ş l e r k i , ca¬
bir o y u n
diye
can
b u l s a m da b u n l a r ı
pazarına
düşüp,
başım¬
korku-
dan
güz y a p r a k l a r ı
gibi
tir tir t i t r e y e r e k düşünmeye
başladı.
—
Hay, elini ö p e y i m . . .
İyi b i l d i n ,
işte bu b i l i ş i n
d o ğ r u . Evet, herif b i z d e n k o r k t u . . K o r k m a z mı, h e r bi¬
r i m i z e bin d o l a p ç e v i r m i ş .
.
Biz i ç e r i g i r d i ğ i m i z d e t i t r e m e s i g e ç m e m i ş v e bir
d a m l a kan
kalmamış
nursuz
suratı
Elinde t e ş b i h ,
elham okumaktaydı.
varıp
gidi... »
ze
da
«Bre
gelip boynunu
Evet,
şu
diye
yeşile
kesmişti.
Biz ö y l e c e ü s t ü n e
çıkışsaymışız,
hemen
di¬
uzatacaktı.
cibiliyetsizi
oracıkta t ü k ü r ü k l e ' b o ğ m a k
v a r d ı . Gel g e l e l i m bizde akıl n e a r a s ı n . . .
Herifi t ü k ü ­
r ü ğ e b o ğ a c a k y e r d e biz n e y a p t ı k ? T u t t u k «Aman Z ü bükzâde'miz, yoluna can-baş feda»
ğalık v e r d i k .
mızı
Bunun
görüp,
canını
üzerine,
d i y e elin
herif b i z i m
kurtardığına
itine a¬
avanaklığı¬
bir o o h ç e k e r e k d i l ¬
lendi ki d i l l e n d i . . .
—
Dediğin d o ğ r u . . .
Hattâ ben,
onu
B e n i m d e anladığım
öyle...
b u y m u ş tazı g i b i t i t r e r g ö r ü n c e ,
çiz¬
m e m e s o k u l u k a m ç ı y a bir e l a t t ı m k i , kamçıyı s u r a t ı ¬
n a çala çala ağzını
zim
yok.
Bedir
«Sen
bizim
benim
Bedir Hoca,
herife
bana bırakın,
beni
Bunun
lendik,
ca
koca
öküzünden
başımızın
na varınca,
anasından
burnunu dağıtam... Lâkin
Hoea'nın
tacısın»
kamçıdan
elim
iki ş a m a r
o vakit
üzerine
kaz kafalı
hep
diye
bi¬
e l i n e , ayağı¬
aşağı
düştü.
çarpacaktı ki,
görecektiniz.
emdiğini burnundan
bu
h i ç b i r ayırdı
Bu
gerisini
Ben o n u n
getirmez miydim...
birden
B e d i r H o c a ' y a yük¬
h o c a y a d e m e d i k söz k o m a d ı k .
Ho¬
iyice bunalıp,
—
Aman
hey
Allahım,
yahu
biz
oraya,
m a c ı ç ı k a r a l ı m m \ d i y e s o r m a ğ a g i t m e d i k mi?
—
Evet,
öyle
titremelerinden
gittik.
döşeme
karşıladedi.
Fakat s e n
Zübükzâde'nin
tahtalarının
zangırdadığını
g ö r ü p h e m e n e n s e s i n e ş a p l a ğ ı i n d i r e c e k t i n k i , bizi d e
görmeliydin...
—- Demek bütün suç b e n i m . . .
—
Evet...
«Aman,
Gizli
Uyduruk sözlere
hükümetin
bir iştir.
kü k o r k t u . . .
diye
geleceğini
Aramızda
kuyruklu yalan
valiye
söylersek...
rak yalan ta yukarıya
lanının
kalsın»
Neden
kimseler
bize
duymasın.
diye yalvarıyor?
Çün¬
Evime h ü k ü m e t b ü y ü k l e r i k o n u k g e l e c e k
bir k o c a
vilâyete,
kandın.
atmış. Ya
Ağızdan
ulaşırsa...
tutulacağından
korktu.
biz
g i d e r de
ağıza
fısıldana¬
İşte Z ü b ü k z â d e ,
«Aman
ya¬
aramızda
kal¬
sın, gizli bir d e v l e t işi» d i y e o n d a n y a k a r d ı d u r d u .
Biz ö ğ r e t m e n l e r D e r n e ğ i n d e
ken
akşamı ettik,
hem. de
yoruz;
hava
gözlerimiz
k o n u ş u p söyleşir¬
karardı.
pencereden
Hem
konuşuyoruz,
dışarda,
bir g e l e n var mı? O t o m o b i l
yolu
gelirse,
kollu¬
önümüz¬
d e n g e ç e c e k . Gelen o t o m o b i l ç o k o l u y o r ; a m a g e l e n
geçiyor.
Zübükzâde'nin
evinden
yana
dönen yok.
B a ş k a bir g ü n o l s a o s a a t t e h e r k e s ç o k t a n evin¬
de olur.
Şükrü
O g e c e k i m s e n i n evine g i t t i ğ i y o k .
oğlanı,
İbraam
Bey'in
evine s a p a n
Tabansız
yolun
şına g ö z c ü k o y d u k . O y a n a o t o m o b i l s a p t ı m ı ,
bize
ba¬
koşup
bildirecek.
Yatsı
Oğlu
ezanı
Kara
Hoca çıkınca,
—
Kıyı
okundu.
Belâ
da,
evlerde
insan
üstündeki
boyundaki
evlere
diplerine
Hoca
namaza
koilarmış.
Aklı
gitti.
Evvel
a r d ı n d a n K a r a Belâ g i r d i :
kekler yol
hammed'in
Bedir
babasını
gözleri
çökmüş,
kalmadı,
kahvelere
hep boşaldı.
doluşmuş,
misafir gelmişler,
yollarda kaldı.
perde
Er¬
karılar y o l
ümmet-i
Mu-
Karılar p e n c e r e
arasından yol
gözlüyorlar.
Bir k o r n a s e s i d u y d u l a r mı, b i r o t o m o b i l lâmbası şav¬
kıdı
lar.
m ı . «Anan,
hükümet geldi
işte... »
d i y e sıçrıyor¬
A r k a s o k a k l a r d a k i e v l e r hep b o ş a l m ı ş .
ralarda
böyle
bir s e y i r g ö r ü l m ü ş
kirişte,
gözümüz eşikte,
Bedir Hoca yatsı
şılan
«Biz
remeyiz»
diye
ze
ağırlığı
uyku
namazı
kulara
kısa
kesmişler.
dayamış
horluyor,
gö¬
Hepimi¬
Selâmet Versin
Murta-
derin
uy¬
oğlan,,
geldi, geldiler aman...
şıkırdayarak içeri
İlk f ı r l a y a n
yulan
kim
Murtaza
ler mi?»
diye
herif tilki
—
sıl,
niyazı
masaya
Şükrü
Geldi,
lı,
Anla¬
varmış...
Tabansız
rını
çabucak döndü.
hükümet gelir de aman
ç ö k t ü . Allah
za E f e n d i başını
Kulağımız
kendimiz tetikte eğleşiyoruz.
namazından
namazdayken
Bizim b u ¬
değil... '
diye parmakla-,
girdi.
olsa?
Horultusu
Efendi
birden
ünnemez
mi?
vilâyetten
zıplayıp
«Essah
du¬
geldi¬
H o r u l t u s u n a •••aldanmana-
uykusundaymış.
Anlat Şükrü o ğ l u m ,
nasıl
oldu,
g e l e n l e r na¬
k a ç kişi?
—
raam
İki o t o m o b i l d o l u s u i n s a n . . . O t o m o b i l l e r ,
Bey'lerin yoluna-saptı.
İbraam
Bey'lerin
avlusunun
dı d a - i ç e r d e n a ç ı l d ı .
İb-
Kapı ö n ü n d e d u r d u l a r ,
b ü y ü k kapısının
iki
kanar
İki o t o m o b i l evin a v l u s u n a gir¬
d i . O n d a n s o n r a kapı k a n a t l a r ı ö r t ü l d ü . Ben d e k o ş u p
buraya geldim.
Oğlan bunları b ö y l e c e ; anlatıp,
—
Amanın
di...
hükümet .geldi,
amanın
hükümet
gel¬
d i y e p a r m a k şıkırdatıp o y n a m a ğ a b a ş l a d ı .
Bakışa
kaldık.
Kimsede ses yok...
Yavaştan
her¬
k e s g i t m e ğ e b a ş l a d ı . B e n i m b i l d i ğ i m , evli evine ç e k i ¬
liyor. B e n d e ç ı k t ı m .
Eve g i d e c e ğ i m y a , b i t ü r l ü
gi¬
d e m i y o r u m . Ayaklarım beni Zübükzâde'nin evine d o ğ ¬
r u almış g ö t ü r ü y o r . B i z i m e v t e r s y o l d a . . .
cek diye de ç e k i n i y o r u m .
—
Kıyıdan
Merhaba Kadr'efendi,
Biri g ö r e ¬
kıyıdan s o k u l d u m .
ko[ay gele...
Bu da kim? Sese sokuldum ki, Otelci Satılmış
Bey değil mi?
— Merhaba... Heyri, bu vakit buralarda işin ne?
-— Senin gibi evin yolunu şaşırdım besbelli...
Yahu, İbraam Bey'in kapısının önü seyir yeri olmuş,
millet orda. Gel hele...
Vardık kapıya. Evet, millet doluşmuş, seyir var...
Avlu kapısının anahtar deliğinden, bahçedeki iki oto¬
mobil görünmekte. Evin sokağa bakan pencere per¬
deleri inik ama, gene aradan lâmbanın şavkı dışa vu¬
ruyor. Yalnız üst katın yan
pencerelerinden birinin
perdesi aralık kalmış, Pencere yüksek, karşı sırada
da ev olmadığından içerisini görmek olası iş d e ğ i l . . .
Hükümetin geldiği demek d o ğ r u . . . İşte besbelli
halvet olup meşverete çekilmişler. Gedikli İhsan E¬
fendi,
— Ayıptır, hiç yakışık almaz. Elin evi gözetlen¬
mez... diye azarlıyarak çoluğu çocuğu dağıttı.
Biz de öteye beriye gezindik,
döndük evimize.
Yatağa daha yeni girmiştim, kapının tokmağı vurul¬
du. Gecenin bu vakti kim olabilir? Don gömlek kaiktım :
— Kim o?
— Aç Kadir emmi, benim, aç...
— Ne var ulan bu vakit?
— Hamza Bey selâm etti, dedi k i . , . Kapıyı aç
hele. bir...
Kol demirini çekip kapıyı açtım. Hamza Bey, Sa¬
tılmış Bey, Emin Efendi hep Belediye'de toplanmış¬
lar. Beni de isterlermiş...
,
Giyinip, gecenin ayazında sokağa çıktım. Bele¬
d i y e y e vardım. Bizim burda gece yarısından sonra
elektrikler söner ya...
Bunlar lüküs lâmbasını yak¬
mışlar, çevresinde toplanmışlar, Aklı Evvel Hoca,
— Buyrun Kadr'efendi, dedi, senin de aklına
ihtiyacımız var. Bu iş gayri parti işi olmaktan çıktı bi¬
rader. Bu, bir "memleket ve de memleketin namusu
işi... Ondan ötürü senin de bu işde oyunu almak ge¬
rekti. Senin nasıl bir muhalif olduğunu bilmez deği¬
liz. Bu yüzden seni şimdiyedek gerek Belediye'ye,
gerek partimize ve partilerin kahvelerine uğratmadı¬
ğımız bir başka iş... O iş başkaaa, bu iş başka Kadr'efendi. Şimdilik, muhalif, muvafık demeden el ele ver¬
menin zamanı geldi. Vereceğimiz karara senin de ka¬
tılmanı arkadaşlar istedi.
— Anca beraber kanca beraber... Her ne emri¬
niz varsa, buyrun. Hep birlik olduktan kelli ne kor¬
k u . . . «Elle gelen düğün-bayram» demişler. Kararınız
her neyse, şimdiden «he» dedim g i t t i . Anladığıma 1 gö¬
re bu Zübükzâde namussuzu üstüne bir karar alınmıyacak mı?
— Hay babana rahmet... İyi bildin.
Bak dinle
Kadr'efendi. Aramızdaki geldi-geçtiyi unut. Sen ben¬
den iyisini bilirsin, siyaset yolunda her bir söz söy¬
lenir. Zaman olur sen bana namussuz dersin, zaman
olup ben sana namussuz derim, ödeşiriz. Demokra¬
sinin icabı bu, öyle mi, değil mi?
— ö y l e . . . Doğru lâfa hayır diyen yok.
— Kürsüye çıkıldı mı sen bana söversin, ben
sana söverim. Fakat siyaset patırtısı bitti mi
«Vay
kardeşim» diye kucaklaşır, öpüşürüz. Şimdiki durum
da b u . . . Artık bu Zübükzâde belâsını hem de hükü¬
met kuvvetiyle bu kazadan sürmenin tam zamanı gel¬
d i . Yahu bu namussuz «Bu gece evime hükümet a¬
damları gelecek de, gizliden devlet işleri görüşece¬
ğiz» demedi mi bize? Çotuğunun çocuğunun başına
söyle, böylece demedi mi, sen de bizimle duymadın
mı?
— Evet duydum.
— Bre Kadr'efendi, bu namussuz bütün bu kaza
insanını, hepimizi birader, toptan pezevenk e t t i , çık¬
tı...
— O nasıl söz?
— Doğruca bir söz işte... Yahu, bu gece Zübükzâde'nin evi vilâyetteki Kulaksız Durdu kadının ker¬
hanesini, g e ç t i . Oğlanlar bir yanda, karılar bir yan¬
da... Kucaktan kucağa gezerler, oynaşırlar. Rakı, şa¬
rap sel olmuş arkadaş. Karıları anadan doğma edip
oynatmadılar mı, daha da neler... Şu rezalet, bre e¬
f e n d i , kasabanın ortalık yerinde olur mu?
Bunu duyunca kan başıma sıçrayıp bağırdım:
— Eyvaaah, ırzımız,
namusumuz pâymal olmuş
desene... Ulan bizde hiç kan, can kalmadı mı? Bıyık
burup erkek diye gezen bunca delikanlı içinde hiç mi
yiğit yok ki, kasabanın namusunu temizliye...
Bunun üzerine Kara Belâ oğlan, Aklı Evvel Be¬
dir Hoca'ya,
— : Baba, gayri bana destur ver, dedi, bilemedim,
boş geldim. Eve gidip mavzeri alayım da, şu pisliği
kasabanın ortasından kaldırayım.
Oda kapısının önünde yığılmış delikanlılar dav¬
randılar. Aklı Evvel Bedir Hoca,
— Durun yiğitler, dedi, her işin bir yolu-yordamı
var. Kanunu neye yapmışlar? Biz bu Zübük'ü burdan
sürmenin yolunu bulduk. Hemen simdik bir mazmata (mazbata) tanzim olunacak. «Kasabamızın ahlâkını
bozan böyle bir namussuzu aramızdan alırsanız alır¬
sınız, almazsanız bundan
sonra,
olacakların hiçbir
mes'ulü biz değiliz» diye mazmataya bir de dilekçe
eklenecek.
Gerek mazmata ve gerek dilekçeyi he¬
men simdik herkes imzalıyacak. İlkin kaymakam u¬
yandırılıp, böyle böyle diye anlatılıp, mazmata resmen
verilecek.
Ordan
candarmaya...
Zübükzâde'nin
evi
b u g e c e basılacak. G ö b e k ç u k u r l a r ı n d a rakı içilen cı¬
bıl k a n l a r l a b o y a l ı k ö ç e k o ğ l a n l a r ı v e m i s a f i r d i y e ge¬
len
gavatlar suçüstü
rına
tumanlarını
e d i l i p dışarı
giymeğe
elleri artlarından
iple
lâyete sürülecek.
Ayakla¬
verilmeden
bir güzel
zın a t l a n m ı ş y i ğ i t l e r i n i n
sürülecek.
fırsat
bağlanıp,
bunların
kasabamı¬
ö n ü n d e y a y a n y a p ı l d a k t a vi¬
Oraya gidesiye
öğlen
olur.
Vilâyet
k o n a ğ ı ö n ü n d e b u reziller vali h a z r e t l e r i n e t e s l i m edi¬
lecek.
İşte b u . . .
Kanun v a r k e n ,
elinle ateşi t u t m a . . .
Ne dersin bu akla Kadr'efendi?
B i r d e n a y d ı m . B u n l a r , ister misin bir d o l a p çevir¬
sinler.
Yarın,
bir
bakmışsın,
bunları bir yeni oyunla
bilemedik.
Bizi
Zübükzâde
kandırmış.
Kadrefendi
o l a c a k o azgın
b a ş t a n ç ı k a r d ı . O n u n aklına g i t t i k .
mız yok»
derler de,
—
hiç g ü n a h ı ¬
U y g u n bir akıl, d e d i m , a n c a k Z ü b ü k z â d e pen¬
Açık bile
olsa
Siz bu
üst kata
içerdeki
gördünüz de
mazmataya
Evet,
Ben b a k t ı m ,
çıkmışlar,
rezil
imzamızı
yerden
cümbüşünü
mazmata y a p m a ğ a
bir namussuzluk varsa,
—
Bizim
biz d e
değil,
görürsün...
Bunlar
Hoca'nın
görelim,
kalıbımızı
nasıl
Görülecek
ondan sonra
basalım.
Namusun
elverirse
iyice
•
her
Kara
bişeyi
Belâ
tastamam
oğlan,
p e r d e s i a z aralık u n u t u l m u ş
yapmışlar.
yandaki
penceresinin
karşısına
direğine kedi gibi tırmanmış.
olup
ayna g i b i
bitenleri
Bedir
Zübükzâde'nin
düşeri telefon
seyretmiş.
bir türlü d i r e ğ i n t e p e s i n d e n
İçerde
Fakat Kara
inmiyormuş.
Aşağıdakiler,
—
öyleydi.
görünmez¬
ner-den,
kalktınız?
seyredersin.
oğlan
«Biz
muhalif
b e n i o k k a altına d ü ş ü r ü r l e r .
c e r e p e r d e l e r i n i sıkıca ö r t m ü ş .
ler.
hergelesi
İşte o zaman
Ulan i n ! . , d e r l e r m i ş , i n m e z m i ş .
Belâ
—
Ulan n a m u s s u z n e g ö r d ü n k i , d i r e ğ i n t e p e s i ¬
n e çakıldın kaldın? d e r l e r m i ş , s e s e t m e z m i ş .
—
Allah
belânı v e r s i n , d i r e ğ i n s i v r i s i n e mi geç¬
t i n . Hiç d e ğ i l s e , g ö r d ü k l e r i n i a n l a t ! d e r l e r m i ş , a n l a t mazmış.
Bunun üzerine elbirliği edip,
lanı t e p e d e n d ü ş ü r m e k i ç i n ,
mışlar.
Direk gacur
maktan
K a r a Belâ o ğ ¬
d i r e ğ i s a l l a m a ğ a başla¬
gucur, etmeğe
başlamış,
n e r d e y s e d i b i n d e n kırılacak.
salla¬
K a r a Bela o ğ l a n
d i r e ğ i taze g e l i n s a r a r g i b i k u c a k l a m ı ş k i , oğlanın ko¬
lunu b a c a ğ ı n ı d i r e k t e n s ü k m e n i n
mümkünü yok.
Di¬
r e ğ i y e r e y ı k s a n g e n e ç ö z ü l m i y e c e k l e r . Ola k i sallıya
sallıya
dan
d i r e ğ i y e r e yıkıp,
çıkmalarını
pa...
Kara
Belâ
baltayla budayasın
oğlanın
da,
sonra¬
direkten
ko-
Sallamışlar d i r e ğ i .
Candarma
—
Onbaşısı,
U l a n , d i r e ğ i r a h a t k o y u n , kıracaksınız d a , t e l ¬
ler k o p a c a k , v i l â y e t l e
muhabere kesilecek...
dev g e n ç l e r d i r e ğ i b ı r a k m ı ş .
—
Taşlıyalım...
demişler.
K a r a Belâ o ğ l a n s ü z m e
yere
yığılmış.
Allah
Selâmet
demiş
Bu sefer,
_
bat g i b i d i r e k t e n sıyrılıp
Versin
Murtaza
Efendi
sorarmış:
—
B r e Kara Belâ o ğ l u m , d i r e ğ i n t e p e l e r i n d e , - a ş
:
gördün?
—
Diyemem Murtaza emmi, diyemem...
—
Niye o ğ l u m ?
—
Hicap e d e r i m , d i y e m e m .
Delikanlılar direğe
:
şu
Aman
• . ;
.
-.
Bu
köpoğlusu.::Kalaycı-Kör
k o ş u p d ü k k â n ı n d a n bir d e m i r mkkarasil©
halat g e t i r m i ş . Kara Belâ o ğ l a n a ,
—
-•
d o l a n m ı ş l a r s a d a ; :k#jş p a r a ,
hiçbiri tepeye varamıyor.
Nuri var ya,
- v
koçum,
hele bir
--.fu-^h •
t ı r m a n , da" s e v a b ı n a
m a k a r a y ı d i r e ğ i n t e p e s i n e b a ğ l a . - "ûsiüjB©r*san-ı
inan,
büyük
sevabı
vardır...
demiş.-.
---
,
-'.
Kara Belâ garibinin dizlerinde derman kalma-'
mış ki, kedi gibi direğe sıçraya... Ha gayret de gay­
ret, Kara Belâ direğin tepesine ipe bağlı demir maka¬
rayı takmış. Sen bu Kalaycı Kör Nuri'de hüner mi a¬
rarsın? İpin yerdeki iki ucuna da bir küfe bağlamış;
Tamam. Küfenin içine gireni, makaralı ipi çeke çeke
yukarı çıkarıyorlar. Yukarı çıkan, pencereden içerde
her ne görüyorsa, bir daha aşağı inmek istemiyor da
«aman ipi koyvermeyin» diye yalvar yalvar yalvarıyormuş. Yukarda durdurmaca yok, ipi çekip aşağı
alıyorlarmış. Aşağı inip de küfeden çıkan «TuuuAlah belâlarını versin, memleketin uğurunu kaçırdı na¬
mussuzlar» diye feryadı basıp, doğruca kendi evine
koşuyormuş. Evinde çeyrek saat, yirmi dakika kalan
yeniden dışarı uğrayıp seyir yerine geliyormuş.
Bütün bunları bir bir anlatıp,
— İstiyorsan, gel sen de gör... dediler.
Döküldük sokağa. Direğin dibine geldik ki, mah¬
şer yeri olmuş. Kalaycı Kör Nuri'nin avucuna beş ku¬
ruşu koyan küfeye giriyor. Demek Kör Nuri, Zübükzâde'ye kaptırdığı parayı, işte böyle beş beş topla¬
yacak. Besmele çekip küfeye girdim. İpi çeke çeke,
beni yukarı aldılar. Bir de perdesi aralık pencereden
içeri bakayım ki, aman Bey, ne görsem... Tuuuu, ak¬
lına her ne rezillik gelirse hepsi var. İçerde yabancı
adamlar
ve
avratlar...
Yeyip
içip
keyf
olmuşlar.
Ki¬
misi kahve höpürdetir, kimisi cıgara tellendirir. Kimi¬
si de kasık mancasına girişmiş. Olan biten hep bir¬
birlerinin gözleri önünde. . Aşağıdan Bedir Hoca'nın
sesi geldi:
— Gördün mü Kadr'efendi?
—
Aman
küfeyi
indirmeyin
hemşeriler.
Gözüm
seçemedi. Daha hiçbir şey göremedim... dedimse de
beni aşağı indirdiler.
Benİmvardımdan Kasap Osman,
— Aman ben g ö r m e d i m , sıram geldi mi? diye¬
rek koştu.
Herifin beşinci çıkışıymış, gene de «görmedim»
der.
Biz dönüp Belediye'ye geldik. Aklı Evvel Hoca
bir mazmata: yazdı. Hepimiz altını imzaladık.
Doğru
gittik kaymakamın evine.
Nerdeyse gün ışıyacak...
Kaymakam da çekmiş kafayı, çekmiş kafayı, az önce
düşmüş döşeğe. Fukara kaymakam, dinelemiyor ki,
bizim dediğimizi anlasın...
Göz kapaklarını aralıyamıyor. Biz daha «Zübükzâde» der demez, herif göz¬
lerini bile açmadan bir coşsun m u :
— Gene mi Zübük? Ulan bu memlekette Zübük'ten başka ; lâf bilmez misiniz? Ben nerelere, kimlerin
eline düştüm anam? Vay başıma, başıma... Zübüğünüzün de sizin de... Ben ölmüşüm, ölmüşüm ben...
Yaban illerde gençliğim ç ü r ü d ü . . .
Bana yazık değil
mi?
Koca kaymakam kapının eşiğine yığıldı, başladı
hüngürdemeye. Bir ağlama t u t t u r d u ki, biz Zübükzâde'yi unutup, kaymakam beyin telâşına düştük. Yahu
ne yapsak.. : Kaymakamın uşağı bizim çırpınmamıza
karşı,
— Telâşlanmayın,
kaymakam
beyimizin
huyu
budur, dedi.
Her akşam bizim kaymakam içer içer
«Eyvah
yaban illerde gençliğim elden gitti!» diye bir makam
tutturur, sabahacak ağlarmış. Biz kapısını çalmadan
az önce ağlaması kesilmiş de yeni uyumuş. Biz şimdi
uyandırınca, sarhoşluktan uykuda olduğunu f a r k e¬
demeyip, kaldığı yerden hüngürdemeğe başlamış.
Hizmetkâr, kaymakam beyi salla sırt edip, ayakları
yerde sürüklene sürüklene götürdü döşeğine attı.
Aklı
Evvel
—
Bedir Hoca,
öyleyse
candarma
kumandanına' > gitmeli...
dedi.
—
Bre Hoca, candarma b u , kaymakam gibi d ö -
ğ ü n ü p ağlamaz,
den
sopayı
kaptı
mı Allah yarattı deme¬
üstümüze yürür.
—
N'olacaksa olsun h e y r i . . .
h e p b o y n u z l a t a c a k mı?
maz
Bu
Bu Z ü b ü k z â d e bize
işler n a m u s u m u z a d o k u n ¬
mı?
B u s ö z üzerine c a n d a r m a k u m a n d a n l ı ğ ı n a g i d i l d i .
Onbaşıyı
yatağından
mazmatayı
—
kaldırdık.
Onbaşı
uyku
dalgını
okuyunca,
Aman
bu
bir m e m l e k e t v a z i f e s i . . .
Varıp
ku¬
mandana bildireyim... d e d i .
Onbaşının
am Bey'den
bu
bir
g a y r e t i n e bakılırsa,
karın sancısı var.
onun da
İbra-
Hep birden ku¬
m a n d a n evinin kapısına v a r ı l d ı . O n b a ş ı i ç e r i g i r d i . B i r
cıgara
içesiye
mazmatayı
kalmadı,
dışarı
çıktı.
Kumandan
Bey
okuyunca,
Aman
iyi...
B u r a insanının
aklı
ö y l e y s e . Ç a b u k bana g e d i k l i y i ç a ğ ı r ı n . . .
Kumandan
Bey,
Zübükzâde'nin
başına, g e l d i
demiş.
yalan-dolanlarını
b i t i r m i ş d e , h a l k t a n bir ş i k â y e t g e l s i n d i y e b e k l e r m ı ş .
B i z i m yazıtı
—
şikâyeti yorgan
O Z ü b ü k alçağının,
ledim... diye
muş."
altında
ahan
yataktan fırlayıp,
•
okuyunca,
s i m d i k anasını
'
Onbaşının
dediğine
bel¬
giyinmiş, seferi ol¬
bakılırsa,
•
Kumandan
•
Bey
ç o k t a n beri, aman elime zorlu bir iş düşse diye b e k l e r
dururmuş.
Hırsızlık mırsızlık,
t e f e k işlere
candarmalık,
kumandanın
has i ş
kavga
mavga
aldırdığı y o k .
beklemekten
gibi. ufak
Kumandan,
tavlı b a r u t a d ö n ¬
müş. Nerdeyse d u r d u ğ u y e r d e ateş alacak...
dedi k i :
Onbaşı
—
Bu
bizim
kumandan,
Zübükzâde'yi - vahana
yer, çiğ çiğ yer...
Askeriye
işi
g i b i v a r mı?
g i b i tıkır tıkır i ş l i y o r . G e d i k l i
dan
Bey de
—
Şifendifer
marka
kuşarimış g e l d i .
b i z i m yanımızda,
Şimdi Zübükzâde'nin
saat
Kuman¬
candarma gediklisine,
evine g i d e c e k s i n ,
dedi,
evime -hükümet adamları, g e l e c e k diye milleti aldatıp,
hanesinde türlü
kadın
oynatıp
menhiyyatı
icra e t m e k t e y m i ş .
oturak âlemi y a p m a k t a ,
Çıplak
k ö ç e k oğlan¬
larla d ü ş ü p k a l k m a k t a v e n i d ü ğ ü bellisiz k i m s e l e r i ha¬
nesine
davetle
kumar
teymiş.
Halkın
şikâyeti
oynatmakta ve
üzerine
herhangi
ev
esrar
içilmek-
basılacak.
baskından
önce,
rilmemesi
için c a n d a r m a o l a r a k t a n t a h k i k a t ı n ı
bir yanlışlığa
Ancak
m e y d a n ve¬
icra e t
ve bana acele neticeyi bildir.
Gedikli,
" Başüstüne...
deyip y ü r ü d ü . ,
Candarmalar önde,
nin evi ö n ü n e g e l d i k .
—
biz a r k a l a r ı n d a
Zübükzâde'-
Gedikli soruşturmaya başladı:
M a z m a t a d a yazılı
olanları
nerden
gördünüz?
- — B a ş e f e n d i , aha ş u d i r e ğ i n t e p e s i n d e n . . .
çıkırık m a k a r a s ı
yaptık.
Küfeyle
bir
bir y u k a r ı
Bak
çıkıp,
p e r d e s i a r a l ı k p e n c e r e d e n , i ç e r i d e k i rezilliği g ö r d ü k . . .
—
Ben d e b i r g ö r m e l i y i m . . . d e d i .
B a ş e f e n d i y i k ü f e y e s o k t u k , ipi ç e k t i k . . . B a ş e f e n di
bir z a m a n s e y r e d a l d ı .
Bizim
son verir,
k o r k u m u z şu
baskın
ki;
gün
da yapılmaz.
ışır,
bunlar rezilliğe
Başefendi küfe
için¬
de, direk tepesinde tünedi kaldı.
—
İndirelim
mi
Başefendi?
diye
seslendik.
Başefendi,
—
Ulan
İndirin!., d e d i .
yavaş...
Bağırmayın
herifler
duyacak.
Hıdırlrk cindoruğundan şafak sökmeğe başlamış.
Başefendi, bizi toparladı,
— Beri gelin... dedi.
Kapı önünden epey uzaklaştıktan sonra Başefendi titreyerek konuşmağa başladı:
— Ağalar, gelin siz bu dâvadan vazgeçin.
Bu
evi basmak demek, berbatlığımız demektir. Bizi dar¬
maduman ederler. İçerde olan rezilliği ben de g ö r d ü m .
Hiç şüpheniz olmasın ki, bu gece Zübükzâde İbraam
Bey'in evinde hükümet misafirdir. Bre ağalar, sizde
hiç mi akı! yok? Gözlerinizle gördüğünüz şu rezilliği
hükümetten başka hangi kuvvet bu edepsizliği yap¬
mağa cesaret edebilir... Bunu anca yapsa yapsa ba¬
şımızdaki hükümet yapabilir.
Yahu, o ne kepazelik,
t u u u . . . Görünce, birden anladım hükümet olduğunu..
Efendi, kanunları çiğnemekten kim korkmaz? Hükü¬
met... İşte bunlar da, hiç şüpheniz olmasın, halis hü¬
kümet... Biz bu rezillikleri ne zamandır duymaktayız.
Şükür Allah, şimdi gözlerimizle de gördük.
Demek
söylentiler doğruymuş ve demek reziilik şehirlerden
buralara kadar yayılmış. Böylece b i l i n ;
Zübükzâde
İbraam Bey'in bu gece evindekiler, hükümetin ta ken¬
d i s i . . . Başka hiçbir kuvvet, bu rezilliği yapamaz,
mümkünü yok... Şimdi sizden ricam şu ki, siz bize
şikâyete gelmediniz ve siz hiçbiriniz bu rezilliği gör¬
mediniz ve duymadınız ve bize bildirmediniz ve biz
dahi görüp duymadık, hiçbir şeyden malûmatımız
yoktur. Ve bu mazmata da yazılmamıştır, imzalanmamıştır ve y o k t u n
Böyle deyip, mazmatayı cart cart yırttı. Birden
aklı başına gelip,
— Aman,
mazmatanın
parçalarını toparlayın,
hükümet aleyhinde hiçbir delil ortada kalmıya... Bu
Hıdırlık cindoruğundan şafak sökmeğe başlamış>
Başefendi, bizi toparladı,
— Beri gelin... dedi.
Kapı önünden epey uzaklaştıktan sonra Başefendi titreyerek konuşmağa başladı:
— Ağalar, gelin siz bu dâvadan vazgeçin.
Bu
evi basmak demek, berbatlığımız demektir. Bizi dar¬
maduman ederler. İçerde olan rezilliği ben de g ö r d ü m .
Hiç şüpheniz olmasın ki, bu gece Zübükzâde İbraam
Bey'in evinde hükümet misafirdir. Bre ağalar, sizde
hiç mi* akı! yok? Gözlerinizle gördüğünüz şu rezilliği
hükümetten başka hangi kuvvet bu edepsizliği yap¬
mağa cesaret edebilir... Bunu anca yapsa yapsa ba¬
şımızdaki hükümet yapabilir. Yahu, o ne kepazelik,
t u u u . . . Görünce, birden anladım hükümet olduğunu..
Efendi, kanunları çiğnemekten kim korkmaz? Hükü¬
met... İşte bunlar da, hiç şüpheniz olmasın, halis hü¬
kümet... Biz bu rezillikleri ne zamandır duymaktayız.
Şükür Allah, şimdi gözlerimizle de gördük.
Demek
söylentiler doğruymuş ve demek rezillik şehirlerden
buralara kadar yayılmış. Böylece b i l i n ;
Zübükzâde
İbraam Bey'in bu gece evindekiler, hükümetin ta ken¬
disi.;.. Başka hiçbir kuvvet, bu rezilliği yapamaz,
mümkünü yok... Şimdi sizden ricam şu ki, siz bize
şikâyete gelmediniz ve siz hiçbiriniz bu rezilliği gör¬
mediniz ve duymadınız ve bize bildirmediniz ve biz
dahi görüp duymadık, hiçbir şeyden malûmatımız
yoktur. Ve bu mazmata da yazılmamıştır, imzalanmamıştır ve yoktur. ı
Böyle deyip, mazmatayı cart cart yırttı. Birden
aklı başına gelip,
— Aman,
mazmatanın
parçalarını toparlayın,
hükümet aleyhinde hiçbir delil ortada kalmıya... Bu
parçalan yakıp,
le, y a d a
k ü l ü n ü d e t a Hıdırlık d o r u ğ u n d a n ye¬
Kamışlık ç a y ı n d a n s e l e v e r m e l i , y o k e t m e ¬
l i . . . dedi.
Giderken
—
de:
Haydi s a ğ l ı c a k l a k a l ı n , . ,
Ben
kumandan
beye
r a p o r u m u v e r e c e ğ i m . Dilerse kumandan bey hüküme¬
tin gelmiş o l d u ğ u n u vilâyete bildirir, dilerse b i l d i r m e z ;
g a y r i o n a kalmış bir i ş . . .
Kimsede ses yok.
Ben
evin
kapısından
Herkes
girerken
bir y a n a
gün
ö t ü y o r . . . A r a d a n b u n c a yıl g e ç t i .
mussuzunun
döndü
ışımıştı.
gitti.
Horozlar
O g e c e Z ü b ü k na¬
evindekiler gerçekten
h ü k ü m e t adamla¬
r ı mıydı, d e ğ i l m i y d i , b i l e m e d i k g i t t i .
Yaaa işte b ö y l e b e y . . .
Zübükzâde*'den
b i z i m çek¬
m e d i ğ i m i z m i k a l d ı ! . . D a h a d a n e l e r ç e k e c e ğ i m i z bel¬
li değil. Görelim Mevlâm n e ' g ö s t e r i r .
ÖLÜ TOPRAĞI
SERPİLMİŞ
KASABADAN
' MEKTUP
ilçe Ortaokulu'nun A l m a n c a
• • ö ğ r e t m e n i , bir a r k a d a ş ı n a şu
m e k t u b u yazıyor :
.
'
«Sevgili
S e n d e n ve d e n i z d e n
metre de y ü k s e k t e y i m .
yolculuğundan sonra,
geldim.
buralarını
belki
vilâyet
daha
1286
bir g e c e s ü r e n t r e n
bir c u m a r t e s i s a b a h ı (
Tatil g ü n l e r i n i
görmem
1342 k i l o m e t r e uzakta,
İki g ü n
) ye
merkezinde geçirip,
akıllıca
bir i ş o l u r d u .
A m a bir a y a k ö n c e , A l m a n c a ö ğ r e t m e n i o l a r a k a t a n -
eliğim i l ç e y e k a v u ş m a k için ö y l e s a b ı r s ı z d ı m ,
yecanlıydım ki, vilâyette kalamadım.
Öyle he¬
İlçeyle il arasın¬
d a yalnız b i r k a p t ı k a ç t ı , h a f t a d a ü ç g ü r i i ş l e r m i ş . B e n
t a m zamanında
sarısı
hurda
Burada
liyordum,
gelmişim,
ilkel
büsbütün
sonra,
içine
düşeceğimi
hazırlıklıydım.
içimden
ülkücü
kanarya
bindik.
b i r yaşayışın
buna önceden
bir şey söyliyeyim mi,
Kendimi
öğleden
bir kaptıkaçtıya
bunu
Daha
bi¬
şaşılası
istiyorum da...
göstermem de doğru
ol¬
maz. Biraz d a i ç i m d e m e r a k v a r d ı . B u d u y g u m u , ş i m ¬
di
sana yazarken
bile; utanıyorum.
kalı b i r z e n g i n t u r i s t i n ,
Avrupalı,
bir Uzak D o ğ u ,
Ameri¬
bir A f r i k a içi
ş e h r i n i " m e r a k e d i ş i g i b i , insanın k e n d i y u r d u n d a n b i r
i l ç e y i m e r a k e t m e s i ayıp d e ğ i l
Balta
girmemiş
u y g a r ulusların
ten
içe
mi?
ormanlarda
heyecan
arayan
aslan
avına
gezginleri,
bir b o ğ a yılanına k o v a l a n m a k ,
çıkan
nasıl
iç¬
nasıl y a m y a m ¬
ların e l i n e d ü ş m e k , y u r t l a r ı n a d ö n ü n c e h e y e c a n l a an¬
latacakları
türlü
serüvenler yaşadıktan
sonra
kurtul¬
m a k i s t e r l e r s e , bizim d e i ç i m i z d e , d a h a y o l a ç ı k a r k e n ,
işte b ö y l e b i r gizli d u y g u var. B u d u y g u y u * ş i m d i b u r d a d a h a iyi anlıyor d a u t a n ı y o r u m .
şılası, h e p k ö t ü ,
lı
gelmişiz.
mızı
açıp
B u r a l a r d a h e p şa¬
hep ilkei ş e y l e r g ö r m e k için hazırlık¬
Her g ö r d ü ğ ü m ü z ş e y e
şaşacağız".
Sonra
da
«ÂaaL.»
m e k t u p l a r d a b u n l a r ı b i r e bin k a t a r a k ,
landıra anlatacağız.
Neden, böyle
sonra kendikendime,
yapmışlar,
bizi
de
bizden
böyle
d i y e ağzı­
b i r b i r i m i z e yazdığımız
b a l l a n d ı r a bal¬
düşünüyorum
öncekiler
alıştırmışlar,
hep
da,
böyle
gelenek
kur¬
muşlar da ondan, d i y o r u m .
Umarım
bile,
duygularımızla
bancı
ki,
bir Fransız,
bizim y u r d u m u z u n
sayıp
dolaşmaz.
bir
bir
köyünü
İngiliz,
Kendimizi
uzak i l ç e m i z d e ,
bir A m e r i k a l ı
bucağını,
b i z i m - bu.
kendimize
atlaslara,
ya¬
coğrafya
kitaplarına girmemiş,
aptallfğı
b i l i n m e d i k bir ü l k e
- Hoş, yeni g e l d i ğ i m b u ' ilçede,
şeyler,
çok.
olaylar,
Benim
mamız,
geri,
keşfetmek
içindeyiz.
önceden
sandıklarımdan
kızdığım,
önceden
bunlara
buralara
ilkel
beni şaşırtacak
benim
şaşmaya
hazırlıklı
bişey g ö r d ü k mü,
bir k e n t yıkıntılarında,
daha
hazırlıklı
gelişimiz.
sanki içimizde,
İsa ö n c e s i b i r k r a l
ol¬
Kötü,
batmış
mezarı
bul¬
m u ş a r k e o l o g u n s e v i n c i n i d u y u y o r u z . B e n d e b u duy¬
gulardan
uzak
kalamamışım.
İ l ç e y e c u m a r t e s i g ü n ü g e l d i ğ i m i ç i n , pazar g ü n ü ¬
nü
burda
kimseyle
geçirmeğe
tanışmadan,
Yol y o r g u n l u ğ u
beni
aramak oldu. Aramak,
şey
aranmaz!
risinde
bitirmişti.
boşuna
Aranmadan,
A n c a k d ö r t - b e ş yüz
b i r alanın
kendimi
herşey
metre
çevresinde
İlk
bir söz.
süren
işim
bir o t e l
Burda
önüne
hiçbir
çıkıverir.
bir ş o s a y l a ,
herşey toplanmış.
küçük
Bunların
ge¬
evler var.
İlçenin,
tabelâlarırıdaki
«otel»
yazısından
h i ç b i r ş e y i o t e l o l m a y a n iki o t e l i var.
r i s t i k Palas
Oteli»...
ğımız,
tanıtmadan
kararlıydım.
Yol
Oteli»,
içinden
lerdeki
öbürünün
boyunca
geçtiğimiz,
otellerin
de
adı
da
kaptıkaçtıyla
«Modern
gelirken
durakladığımız
çoğunun
başka
B i r i n i n adı «Tu¬
tabelâsına
Palas
uğradı¬
başka
ilçe¬
«Palas»
ek¬
lenmişti.
Otellerden
miş
diye
birinin
şaşma.
adına
Çünkü
neden
içinde
«Turistik»
k a ç yıl
eklen¬
yaşıyacağımı
b i l m e d i ğ i m b u i l ç e , T ü r k i y e - İran t r a n s i t y o l u üzerin¬
dedir.
Ortasından
sabayı
ikiye b ö l e n y o l d a n , t o z u ,
bıçak gibi
keserek geçtiğimiz
toprağı
r a k d u r m a d a n g e l e n g e ç e n özel o t o m o b i l l e r ,
nın t o p r a k d a m l ı
evlerini
ka¬
havalandıra¬
kasaba¬
kat kat t o z t a b a k a s ı altında
bırakıyorlar. İlk bakışta, insanlar bile, uzun zamandır
yattıkları topraktan daha yeni kalkmışlar da, üstlerini
başlarını silkelemişler gibi görünüyor. Derileri, bakış¬
ları bile tpzlu, dumanlı... Bu t o z - t o p r a k altında uyuklayan kasabayı, böğrüne saplanıp geçmiş transit yo¬
lu bile, derin uykusundan uyandıramamış.
Parmaklarımı topraklara geçirip, ellerimi derin¬
lere daldırıp, kolanınla yolları, tepeleri tutup, bütün
bu kasabayı sarsıp sallayacağım, onları tozlarından
silkeleyip uyandıracağım sanıyorum. Onbeş - onyedi
yaşlarındayken, içimiz içimize sığmaz da, nasıl du¬
varları, kapıları yumruklar, t e k m e l e r d i k ; şimdi işte
kendimi öyle güçlü duyuyorum.
Transit yolunu, ilçe için büsbütün de- yararsız
sanma. Bu y o l , hem de Fransızca yaz'lışıyla «Restaurant» kelimesini ilçeye sokmuş. İkisi otellerin al¬
tında olmak üzere üç aşçı dükkânı var. üçünün de
tabelâsında «Restaurant» yazılı. Yalnız birinde «N»,
birisinde de «S» harfi başaşağı, ters yazılmış. Kara
yolundan İran'a, İran'dan bu yana geçen ingilizler,
Almanlar, Amerikalılar, tam ilçeden geçerlerken ka¬
rınları acıkırsa,
tabelâlardaki
«Restaurant» yazısını
görüp, arabalarını durduracaklar. Bu arabaların burda
durduğu yok ki, aşçıya, otelciye para bıraksınlar. Da¬
ha önce içinden geçtikleri ilçelerde «Palas» otellerde,
Restaurant'larda boylarının ölçülerini, güzelce dersle¬
rini almış olacaklar ki, kasaba içinden kurşun hızıyla
geçip gidiyorlar. Arabaları bozulanlar, isteristemez
kalıyorlar. Kış değilse, arabalarının içinde geceliyoriarmış.
Bu transit yolunun ilçeye bir yararı daha olmuş.
Burda ilk günü kiminle görüştümse, cebinden Ame¬
rikan cıgarası çıkarıp ikram etti. Hele delikanlılar A-
merikan cıgarasına bayılıyorlar. İlçenin esnafı, b u r d a n '
geçen yabancılar para bırakacaklar diye bekliye dur¬
sun, delikanlılar arabaları durdurup, turistlerden A¬
merikan cıgarası satın alıyorlarmış.
Amerikan cıgarasının en ucuzu, bizim en pahalı cıgaramızdan dört
kat daha çok paraya alınabiliyor. Ama Amerikan c ı garası ikram etmenin fiyakası başka oluyor. Memur¬
lar da Amerikan cıgarasına özeniyorlar. Delikanlılar,
satın aldıkları cıgaralan
başkalarına daha pahalıya
satarak para kazanıyorlar.
Transit yolundan geçenler Alman da olsa, iranlı
da olsa, yanlarında Amerikan
cıgarası bulunuyor.
Buralılar Amerikan cıgarasını
yalnızken
içmiyorlar,
toplu olunca içiyorlar; daha çok ikram cıgarası...
Şimdilik anlıyabildiğim, Amerika, uygarlığını ön¬
ce cıgarasıyla yaymaya başlamış.
İlçenin iki otelinden biri, alan üstünde, ö b ü r ü
elii-altmış adım daha uzakta.
Turistik Palas Otelini
hiç gözüm tutmadığı için, daha iyi görünen M o d e r n
Palas Oteli'ne g i t t i m . Otelin d ö r t odası var. Odanın
birine altı, ikisine dörder, birine de iki karyola koy¬
muşlar. Bana, otelin en iyi odası olan iki karyolalı
odayı verdiler.
Helaya girince, niçin, ne yapmak için buraya gir¬
diğimi unutup dışarı çıkmak zorunda kaldım. Elbise¬
lerimle yatağın üstüne uzandım. Ama kokudan, dura¬
madım. Aşağı indim. Otelin altında, bir yanda kahve,
bir yanda ahçı var. Kahvede bulunan otelciye, yatak
çarşaflarını, y o r g a n , yastık yüzlerini değiştirmelerini
rica ettim.
Bir arkadaşım, hem de bir
büyük bir otelde kalıyormuş.
Yatak çarşafının
vilâyet merkezinde
değiştirilmesini
istemiş de,
— Beyim, daha geçen hafta
d e ğ i ş t i r d i k , temiz¬
d i r , a n c a ü ç kişi y a t t ı . . . d e m i ş l e r .
Bana
böyle söyliyen
olmadı.
Yağmurdan, sıcaktan yol yol çatlamış,
lı
kontrplâk üstüne,
beyaz b o y a
k a r a boya¬
ile a c e m i c e
«Res-
t a u r a n t » yazılı y e r e g i r d i m . B u r a s ı , i l ç e d e k i ü ç lokan¬
tanın
gibi
en iyisiymiş. Toprak taban,
olmuş.
Düşmeden
üstünde
basıla basıla b e t o n
durabilmek için,
sandalye d e ğ i ş t i r d i m . Ya t o p r a k tabanın
lüğünden,
ya
da sandalye
bacaklarının
ta olmayışından sandalyelerin
üç
eğri b ü ğ r ü e ş i t uzunluk¬
üstlerinde dengeli
otu¬
ramamıştım.
İlk g ö r d ü ğ ü m y e r o l u ş u n d a n m ı b i l m e m ,
herşeye,
ince
en
ayrıntılarına
L o k a n t a d a altı
s a var.
Aralıklı
masayla,
masa
dek dikkat ediyordum.
b i r d e ç o k uzun bir ma¬
tahtaları,
üstüne
kim
yıldır y a ğ l a r ,
yemekler döküle
d ö k ü l e pırıl
şirleşmişler.
Bir ç o c u k ,
bir
kirli
bilir k a ç
pırı! şim-
paçavrayla
masanın
ü s t ü n ü s i l d i . Yemek t e n c e r e l e r i n i n d u r d u ğ u y e r e git¬
tim.
Ağızları
miş.
H e p s i n i n ü s t ü n e s i y a h bir t ü l ö r t ü l m ü ş ,
bir t ü l . . .
tül
t e p s i l e r sıra
Elimi o y n a t ı n c a , y e m e k l e r i n
kendiliğinden
sandığım,
lutu
açık t e n c e r e l e r ,
sıra
dizil¬
dantelli
ü s t ü n d e k i siyah
h a v a l a n d ı , ş a ş ı r d ı m . B e n i m kara t ü l
k a r a s i n e k yığını
içinde kaldım.
Ayıp
d e ğ i l miymiş...
olur diye
S i n e k bu¬
lokantadan
çıka¬
m a d ı m . A m a y e m e k l e r i d e y e m e d i m , y e m i ş - g i b i . yap¬
t ı m . Dibi y o s u n b a ğ l a m ı ş , ağzı kırık s ü r a h i i ç i n d e k i s u
k i r l i y e ş i l e ç a l ı y o r d u . S u i ç e r k e n , alt d u d a ğ ı m b a r d a ¬
ğın dış k e n a r ı n a s ü r ü l m e s i n d i y e , iki d u d a ğ ı m ı , b i r d e n
bardağın
içine s o k u p suyu
Lokantadan
çıkıp
içtim.
ilçeyi şöyle
bir dolaştım.
ö z e l a r a b a d a n çıkan e s m e r b i r a d a m ,
na
bir ş e y l e r a n l a t m a ğ a ç a l ı ş ı y o r d u .
lerinden
bir ş i k â y e t i
kişi ç e v r e l e m i ş t i .
olduğu
belliydi.
Bir
polis memuru¬
El
kol
Onları
N e o l d u ğ u n u a n l a m a k için
hareket¬
beş-on
ben
de
sokuldum. Esmer, kısaca boylu, kırkbeş yaşlarında,
simsiyah bıyıklarının °*acunu yukarı burmuş bir adam
bana,
— Her zaman olur bey, dedi, her zaman olur...
dedi.
Bu adam, az önce otelde, kendisinden yatak çar¬
şafını, yorgan yüzünü değiştirmesini rica ettiğim a¬
damdı.
— Neymiş? diye sordum.
Anlattı: Yabancı arabaları, transit yolundan ge¬
çerlerken, gerek bu ilçenin, gerek köylerin çocukları,
çobanları tarla dibine, yol kıyısına gizlenir, arabaları
taşa tutarlarmış. Her zaman olurmuş... Birkaç taş ye¬
meden transit yolundan kurtulup sınırı aşan araba
pek olmazmış. Araba içindekilerden kafası varılanlar
bile olurmuş.
Polise şikâyet eden adamın arabasına baktım,
şoför yerinin yanındaki
cam, atılan taşla kırılmıştı.
Esmer adam, Fransızca anlatıyor, polis de ona Türkçe,
—' Nerden bulayım yahu, kilometrelerce y o l . . .
Hangi veledizina atmış, bilir miyim... diyordu.
Bu olayları kanıksamış olan kalabalık da gülü¬
yordu.
Uçları sivri, siyah bıyıklı adamla birlikte yürü¬
yorduk. Adam bana,
— Arabadaki sarı karıyı gördün mü? diye s o r d u .
Evet, arabada güzel, sarışın bir kız vardı. Uçları
sivri, uzun siyah bıyıklı adam anlattı:
«— Arabanın içinde bir esmer herifle bir sarı
karı g ö r d ü n mü, anla ki herif İranlı, kadın da. Alman..
Bu arabalar hep iran'a gider. Ordart gelen arabalarda
sarışın kadın göremezsin... İranlıların Avrupa'ya na¬
sıl, nerden g i t t i k l e r i , bu yoldan mı, başka yoldan mı,
bilinmez. Ama arabasız gittikleri belli. Günahları bo-
yurtlarına,
yükte
dediklerine
hafif
pahada
göre
ağır
bu
adamlar,
yanlarına
bişey.. a l ı r l a r m ı ş .
O n u Al¬
m a n y a ' d a s a t t ı l a r m ı , ilkin o t o m o b i l alır, s o n r a d a sa¬
rışın
bir A l m a n
kızını k a p t ı l a r m ı ,
gerisin
geri
İran'a
d ö n e r l e r m i ş . G ü n d e y i r m i - o t u z a r a b a b u y o l d a n İran'a
sarı kadın taşır. E s m e r a d a m ı n sarı karıya t a m a h ı ç o k
oluyor bey.
Alman
İran
Sarı karının g ö n l ü d e k a r a h e r i f i ç e k i y o r ;
karıları
ması
sarışın
diyesiymiş
taşına,
bu
boyayacaklar.
sarı
Sarı
karılar
kara
kır¬
İran
Şahı
her g e n ç b i r sarışını A v r u p a ' d a n
kap¬
G ö r d ü n m ü , herif, A v r u p a ' n ı n .medeniye¬
memleketine
nasıl
koynuna-alarak...
bülbülü
taşına
sarıya
ç o c u k l a r İran'ı d o l d u r a c a k l a r -
ki,
sın g e l s i n . . .
tini
İran'a
memleketini
getiriyor,
İranlı
kucağına
herif d e d i n
mi,
oturtarak"
Alamancanın
kesilmiş... »
Uçları s i v r i b u r m a bıyıklı a d a m l a o t e l e k a d a r g e l ¬
dik.
Bu
otelin
sahibi
Satılmış' Bey'miş.
kemiklerine yapışmış.
sıçrayacakmış gibi
'Sanki
geliyor.
insana
Eğri,
tünde yaylanarak yürüdüğünden
gibi
görünüyor.
İlçede
Esmer derisi
hemen
ince
kısa
ilk tanıştığım
zıp
bacakları
boyu,
zıp
üs¬
uzunmuş
Otelci
Satılmış
B e y ' d e n b u r a s ı için e p e y c e b i l g i e d i n d i m .
Sana
bütün
ilçeyi,
böyle
ayrıntılariyle
anlatacak
d e ğ i l i m . Bu a n l a t t ı k l a r ı m a g ö r e , g e r i s i n i sen hayal e¬
debilirsin.
İlçede
te beş
olan
bin
ilçenin
Hazirandan
1980 kişi y a ş ı y o r ,
kişi...
güney
sonra
köylerindekiferle
Bir g e n i ş d ü z l ü k ü s t ü n e
batısından
b ü t ü n yaz
b a t a k g ö l c ü k l e r kalırmış.
bu
birkaç
Hıdırlık D o r u ğ u var.
Hıdırlık o l m a y a n
Hıdırlık g ö r d ü k ,
Çayı
akıyor.
çay kurur, yer yer
Bu batak gölcükler de sinek
üremesi, manda çimmesi için...
ğusunda
Kamışlık
birlik¬
kurulmuş
Kasabanın k u z e y do¬
Anadolu'da
i l y o k sanırım.
duyduk.
bir d e ğ i l ,
Her y e r d e
bir
Burayı sevmeğe çalışıyorum, seviyorum d a . . . Bir
sevgilim olsaydı da, onun ihanetine uğramış olsaydım,
bu ilçeyi sevişilir daha bir romantikleşirdi.
Elektrik lâmbaları yandı. Yanan lâmbalar, ortalı¬
ğı daha da kararttı. Çünkü insan, lâmba yanınca or¬
talık aydınlanacak, ışıyacak sanıyor. Tersine/ ölü gö¬
zü gibi sönüksü lâmbalar, karanlığı daha çok belirt¬
mekten başka işe yaramadı. İlçenin ortasından geçen
ana yolu boydan boya bir kaç kez dolandım, lüks
lâmbaları yanıyor. Tepeden sarkan fışıltılı lüks lâm¬
balarının karantina sarısı ışığı altında toplaşan insan¬
ların suratları uzamış, olduklarından daha da kirli,
tozlu, sıska görünüyor. Işıklar altında toplanmış, kâ"
ğıt oynuyorlardı. Onları, kahve pencerelerinin, dışın¬
dan seyrediyordum. Eller kollar kalkıp kaikıp, masa¬
nın üstüne oyun kâğıtlarını çarpıyordu.
Sana mektup yazmak için otele döndüm. Odamı
temizlemek için
gazlamışlar mi;
mazotlamışlar mı,
DDT lemisler mi, anlıyamadım. Bir koku, bir k o k u . . .
Kendimi dışarı atmasam boğulacaktım. Havalansın di¬
ye odamın pencerelerini açtım.
Kahveye indim. Otelci Satılmış Bey,
— Odanızı iyice DDT iettim, dedi, ne tahta ku¬
rusu, ne pire... Bu gece bir uyursunuz, yol yorgun¬
luğunuz gider...
Işıklar-öyle kısık yanıyor ki, kahvede de mektup
yazamadım. Satılmış Bey'e,
: — Lâmbalar hep böyle mi yanar? dedim.
— Yok, gecenin onundan sonra ceryan kuvvet¬
lenir de lâmbalar bir parıldar, güneş gibi şavkır da
bakamazsın, gözün kamaşır. Biraz sonra dükkânlar¬
da kimse kalmaz, evdekiler de lâmbaları söndürür,
uykuya varır. O zaman sen lâmbaları gör...
Burda saat 23,30 dan sonra, lâmbalar göz kırpar
g i b i üç kere yanıp yanıp sönüyor; Cereyanın kesile¬
ceğine işaret...
O saatten: sonra ortalık karanlık...
Gaz lâmbaları yanıyor.
Bu ölü ışıktan kurtulmak için sokağa çıktım. Dı¬
şarısı içerden aydınlıktı, çünkü dışarda ay ışığı var,
ortalık pırıl pırıl...
Anladın ya, herhangi bir Orta Anadolu ilçesin¬
den büyük bir ayırımı olmayan bir yerdeyim işte...
Benim daha önce gördüklerimden, duyduklarımdan
daha da yoksul, daha da y o k s u n . . .
Burada herkesin ağzında bir Zübükzâde İbraam
Bey... Herkes onu anlatıyor, onun sözünü ediyor.
Merhaba der demez, arkasından
Zübükzâde şöyle
yaptı, böyle etti, diye başlıyorlar.
Adını daha trendeyken duymuştum. Bir kompar¬
tımanda yolculuk ettiklerimizden iki kişi, hiç durma¬
dan saatlerce Zübükzâde İbraam Bey'in zulmünden,
-kötülüğünden *Öert yandı. Onların u z u n u z u n yakın¬
malarını dinlerken, hiç sıkılmadım. Anlattıkları çok il¬
ginçti ama, inanılır şeyler değildi. Trenden inince, an¬
cak bir saat kadar kalabildiğim vilâyette de, ondan
bundan yine Zübükzâde İbraam Bey'in mera'klı serü¬
venlerini dinledim.
Kanarya sarısı kaptıkaçtıda da,
.yol boyunca yine o adamın sözü edildi. İşin şaşılası
yanı, bu adamın serüvenlerini dinlemekten insan hiç
bıkıp usanmıyor. Destan gibi bir adam. Yalnız, kötü
bir
destan,
yani
yergi,
taşlama...
Herkes
anlatıp
an­
latıp «Affah Defanı ve/sin ulan Zübük... Çilemiz dol¬
madı mı ki, seni Azrail hiç görmez» diye sözünü bi¬
tiriyor.
Daha yoldayken onun için anlatılanları dinliye
d i n l i y e , gideceğim ilçeden çok bu adamı merak et¬
meğe başlamıştım.
Ne yazık, onu göremedim, Ankara'daymış.
«Ya-
kında gelir»
manıymış
deniyor. Şimdilik,
gibi
geçenleri
gelen
bu
öğrenmeğe
da anlatıyorlar.
bana bir masal kahra-
adamın
hayatını,
çalışıyorum.
Burdakilerin,
ondan başka anlatacak,
söyleşecek başka hiçbir konuları yok...
bükzâde'siz
evleri
bu
ilçe
olmayacakmış,
bomboş duracakmış.
içleri,
başından
Ben çalışmasam
Onsuz,
öyle
yada
ki,
Zü-
dükkânları,
b u r d a k i insanların
kafaları, gözleri boşalacakmış. Burada herşeyi
dolduran,
Bey...
canlandıran
hep
Kahvede, yolda,
hep
evde.
Zübükzâde
İbraam
her y e r d e o n d a n
ko¬
nuşuluyor.
Gece otelde y o r g u n l u k t a n
dan
uyumuşum.
çarşafının,
hiç y e r i m i y a d ı r g a m a ¬
Pazar s a b a h ı
yorgan,
gözümü
yastık yüzünün
tirilmiş olduğunu, ama
açınca,
yatak
gerçekten
değiştirilenlerin,
değiş¬
eskisinden
daha temiz olmadığını g ö r d ü m .
Sana
kahveye
bu
çay içtik.
yordum.
mektubu yazmak
indim.
Otelci
Satılmış
için
otelin
altındaki
B e y ' l e karşılıklı
birer
O n d a n i l ç e n i n d u r u m u n u ö ğ r e n m e ğ e çalışı¬
O bana d u r m a d a n Zübükzâde'yi anlatıyordu.
Bir b a k ı m a d o ğ r u ; anlaşıldığına
Zübükzâde
demek...
Söz
göre
arasında,
bu
ilçe,
Otelci
yalnız
Satılmış
Bey,
—
Memleketimiz
—
Neden?.diye
—
Bizim
garip, dedi,
garip yer bura¬
sı...
sordum.
kasabamıza
ölü
toprağı
serpilmiştir...
Bu sözü, gelirken trende birinden daha duymuş¬
tum.
O
da,
kendi vilâyetinin
bakımsızlığını,
sahipsiz¬
liğini a n l a t m a k için «Bizim m e m l e k e t e ölü t o p r a ğ ı ser¬
pilmiş» d i y o r d u .
anlamamıştım.
nasıl
sessiz,
İlkin b u s ö z ü n
Şimdi
kimsesiz,
ne d e m e ğ e geldiğini
sezinler gibi
yalnızsa,
oldum.
«ölü
toprağı
Mezarlık
serpil¬
miş» d i y e k e n d i m e m l e k e t l e r i n i d e bir mezarlığa b e n -
zetiyorlardr. Otelci Satılmış
Bey'e, trendeki adamın
sözünü aktardım,
— Orası için de ölü toprağı serpilmiş diyorlar...
dedim.
Satılmış Bey, derin bir iç geçirdi,
— Onu bile. elimizden almak isterler, dedi, bura­
ları, dolayları dolaşsan her uğradığın yerde «buraya
ölü toprağı serpilmiş-» derler. Yalandır. Asıl ölü t o p ­
rağı serpilmiş memleket bizim burası...
Başka yer
olamaz.
- - •
— Neden?
— Taa rahmetli anam söylerdi, ben bebeyken...
«Oğul, oğul, buralara ölü toprağı serpilmiş» derdi. O
sizin dediğiniz yer bir kere, yüksekte kalır. Oraya ölü
toprağı nerden gele? Bak şu yukarı.... Atalarımız, en
havalı, en yüksek yere mezarlık yapmışlar. Hıdırlık'ın a l t r h e p mezarlık. Yel vurdu muydu, kabristan t o p ­
rağı kasabanın üstüne serpilir. Şimdi anladın mı Bey,
neden buralara ölü toprağı serpilmiş...
Satılmış Bey'in anlattıkları içimi kararttı. Kahve­
nin penceresinden gerideki ölü toprağı serpilen t e ­
pelere yukarı baktım.
Buraya haftada iki kere,
cumartesi, perşembe
günleri,, posta var; gazete de o günler geliyor. İstan­
bul gazetelerini, yayınlandıkları günden d ö r t gün son­
ra okuyabileceğim. Cumartesileri üç,
perşembeleri
dört, gazete birden almak, zorundayım. Posta günleri¬
ne gazete günü de deniyor. Gazeteciye dergiler gel¬
miyor, abone olacağım.
Burasını çok sevdim dersem, inan. Çok işler be­
cereceğimi sanıyorum. Bütün gün ilçeyi gezeceğim.
Bütün ilçe dediğim, yarım saatte bitiyor.
Ama ben
Hıdırlık'a da çıkmak istiyorum.
Gözlerinden öper mutluluklar dilerim.
.
— Eğri" b e l i n e
belki
hovardalığa
nuşalım
.
b a h a r s u y u y ü r ü m ü ş olsa g e r e k ,
çıkmıştır.
Varsın
olmasın,
biz
ko¬
dedi.
Parti b a ş k a n ı o l d u ğ u m d a n ,
l i ğ i m ieap e d i y o r .
söze d e s t u r v e r m e k -
Çiftverenoğlu
Hamza
Bey'e
bak¬
t ı m , h e r i f i n , y ü z ü n d e n kan ç e k i l m i ş , m e v t a y a d ö n m ü ş .
Partimiz
Belediye s e ç i m l e r i n d e alt oldu
B e l e d i y e (Reisliği g i d e c e k ,
lacak...
Senin düzen
mu,
elinden
herifin düzeni tüm
dediğin,
bozu¬
makina dişlileri
gibi
hep birbirine g e ç m e l i . Birinin düzeni bozuldu mu, bü¬
tün düzen çarkı bozulacak.
Ucu hepimize dokunacak.
Ben söze g i r i ş t i m :
- r - Arkadaşlar,
Ak koyun
kara
biliyorsunuz,
koyun
ayırt
seçim geldi çattı.
edilecek.
Aramızdaki
ay¬
rılığı gayrılrğı u n u t u p , e s k i d e f t e r l e r i d ü r e l i m , rafa ko¬
yalım.
mü,
B e y g i r l e r bile
beygir
akliyle,
canavarı
b a ş b a ş a v e r i r b i r l e ş i r d e a r t ayaklarını
dönerler.
vatan,
Bizim
millet,
de
birleşme
din d ü ş m a n ı
zamanımız.
muhalifler,
gördü
canavara
Yoksa
bu
a r a m ı z d a k i te¬
p i ş m e y i , d a l a ş m a y ı g e r ç e k b i l i p s e ç i m d e bizi y e r e se¬
rerse,
hepimizin tiftiğini tararlar.
Burda toplaştık ki,
s e ç i m l e r d e n ö n c e muhaliflerin kolunu kanadını,
ğını
boynuzunu
Böyle
Efendi'nin
kula¬
kıralım.
konuşmamın
meramı,
sebebi
Belediye
Hamza'nın e l i n d e n k a p m a k .
kavgasına d ü ş t ü k m ü ,
şu
ki,
Reisliğini
Gedikli
İhsan
Çiftverenoğlu
Biz ş i m d i p a r t i c e s e n b e n
muhaliflerin ekmeğine yağ sü¬
rülecek.
Bunun
zına d a
bir y o l u v a r , - G e d i k l i
bir p a r m a k bal
ğimiz g i b i ,
İhsan
çalmak...
Çiftverenoğlu
Efendi'nin
önceden
işmarı ç a k ı n c a ,
ağ¬
sözleşti-
o söze
gi¬
rişti:
— Arkadaşlar,
oyuncak; değil,
biz
başka
hep
bir işe
kardeşiz.
benzemez.
P a r t i c i l i k işi
İnsanoğlu'-
nun
yiğitliğini
yol
arkadaşlığında
kumar âleminde sınayacaksın
leminde sınayacaksın
var;
üç...
benim
Efendi'yle
de
bir d â v a m ;
kendisi
Ben
muhterem
benden
haddimi bilirim,
arkadaşlarımın
Şu
sonuncusu
konuşalım
arkadaşımız
o1 varken
arka¬
Gedikli
b i r alıp v e r e m e d i ğ i m
çok Belediye
İhsan
yok. Ve
Reisliğine
bana
bir,
m u h a b b e t â¬
bunun
Açıkça
Ha o olmuş ha ben o l m u ş u m . . .
ve
içkili
Bir d e
particilik arkadaşlığı...
daşlar,
sınayacaksın,
iki,
lâyıktır.
reislik düşmez.
Ben d e o l s a m , o n u n
hizmetindeyim.
Çiftverenoğlu
şaşkınını
gördün
mü
sen?
U¬
lan, b e n sana b ö y l e m i ö ğ r e t t i m ? Nasıl k o n u ş u l a c a ğ ı ¬
nı
sana
bir bir e z b e r l e t m e d i m
Gedikli
Bu
Efendi'yle
d ü p e d ü z «Ben
rim.
mi...
bir d â v a m
köprüyü
izniyle.»
demek değil
edilmiyecekti.
Bizde,
oyunuyla
elden
kazık
mi?
demek?
dayı
Hiç dâva
mava
ahbaplığı
mü, arkasından
atılacağını
«Benim
ne
de¬
o n u n anasını b e l l e r i m
yok yere
da can-ciğer göründün
Tuu.. :
yok»
g e ç e s f y e ayıya
Hele bir reis o l a y ı m d a ,
Allahın
fı
İhsan
cümlemiz
lâ¬
sıkıladın
bir a l i c e n g i z
biliriz.
Velâkin,
r e i s l i ğ i k a ç ı r a c a ğ ı m d i y e k o r k u d a n ş a ş k ı n a dö¬
nen Ç i f t v e r e n o ğ l u
Hamza d e n e n a l ç a k t a akıl mı
kal¬
mış... Reislik e l d e n g i t t i d e ; G e d i k l i İhsan Efendi reis
oldu
mu,
herifin
.kalmamış k i . . .
Bey'i
ipe
ipliği
pazara ç ı k a c a k . Y e m e d i ğ i halt
Gedikli
kadar götürür.
İhsan
reis oldu
Gayri
mu,
Hamza
v i c d a n ı n a kalmış
bir
iş...
Gedikli
İhsan t e h ¬
likeyi s e z i p , zağar iti g i b i kulaklarını d i k t i .
Hamza Bey b ö y l e k o n u ş u n c a ,
İblis misa¬
li
sırıtıp,
— Bre heyri;
sun...
furullah...
miş...
bu nasıl söz,
d e d i , , ne d e m e k ol¬
Sen v a r k e n , bana r e i s l i k m i d ü ş e r m i ş . . . Estağ¬
Reislik benim
aklımın
ucundan
geçme¬
O s s a a t işi a n l a d ı m . B u n l a r b i r b i r i n e o y u n oynuyorya,
bakalım
sın,
hangisi
üstün gelecek.
hayır b e n o l m a m ,
Sen
sen olacaksın,
r e i s olacak¬
diye
başladılar
çekişmeğe.
—
Töbe,
töbeler töbesi
b a n a hiç bir v a k i t
•— B e n
v
etmem.
olmam...
senin yanında...
Sen
Sen v a r k e n
reislik düşmez.
baştayken,---
Olmaz vallaha...
Ne' d e m e k . . .
Kabul
B u n c a yıllık
hizmetin.. :
—
Allah Allah.. ;
okunmaz yanında
—
Ben
neyim
canım.
Benim adım
ö l ü r ü m daha iyi.
Olmam şart
heyri...
Bırak Allasen...
olsun... • • •
•
'
Kaymakam kâtibi
.
•-
Rıza B e y ' i n k a n t e p e s i n e sıçra¬
mış. • •
—
Ulan g a v a t l a r ,
şunlara
bak bir...
b i r b i r l e r i n e -reisliği
yin
nesini
ye kele
d i y e bir bağırdı
Seçimi
buyur ederler.
birbirinize
bunlara,
kazanmışlar g i b i ,
Hey kafasızlar,
peşkeş çekersiniz?
s ü r ü l e c e k akıl var mı
sizde?
hele
şimdi de
ne¬
M e r h e m di¬
Nerdeyse-reis-
liği b i r b i r i n e i k r a m e t m e k i ç i n ç e k i ş e ç e k i ş e s o n u n d a
döğüşecekler.
Haydi devlet m e m u r u y u m ,
işlerine ka-
rışmıyayım d i y e s u r d a d u r u p d u r u r k e n , s o n u n d a b e n i
patlattınız...
Rıza B e y ' i n
patlaması
Çiftverenöğlu'yla
mağa fırsat
ha
girip
—
Gedikli
buldular.
İhsan
kendilerini
Sonra yeniden
madrabazlığa
başladılar:
başka
Hamza
ha s e n . . .
şu s e ç i m
işi...
toparla¬
bir o y u - ,
Bey,
D o ğ r u , . d e d i , a r a m ı z d a t e k l i f mi var,
olmuşum,
fendi
iyi o l d u . A r a d a s u s u l u n c a .
ha b e n
Hep bir kapıya çıkar. Asıl m e s e l e
Gelelim/seçime...
Ne dersin
İhsan E ¬
kardeşim?
İhsan
bacağını
Efendi,
kıçını
altına a l d ı :
sandalyeden
kaldırıp
öteki
—
Bana sorarsanız...
—
Evet...
—
Yalnız,
—
Elbet..-.
—
Bana s o r a r s a n ı z ,
m i z l i k ister.
Sana
bu
d e d i ve s u s t u .
sorarsak?
dediklerim
burda
kalacak.
kendi
içimizde
ilkin
Ne dersiniz,
öyle değil
i ç i n d e m i k r o p var. T e m i z l e m e y i n c e ,
moy vermez,
timizin
mı?
temizlenecek
Öunu
bana s o r m a ­
hey A l l a h . . .
namussuzun
Ge)peJeJ;/7r
söyliyeceksiniz?
içinde
Partideki
sıkıysa g e l adını s ö y l e
na,
b u m i l l e t bize o y
Ne d e s e m ş i m d i b e n
içinden
ğu belJL
bir. t e ­
Partimizin
ö y i e m i , d e ğ i l mi?
Başını, bana ç e v i r m i ş b a k a r .
nın sırası
mi?
mikrobu
herkes
Par¬
kim
oldu¬
adını
naşı)
bitir
de,
b i y o l . Z ü b ü k z â d e d e m i ş l e r o¬
bir kulağına g i t t i mi
iflahımızı
k e s e r . H e r k e s ba¬
n a b a k ı y o r k i , p a r t i d e n t e m i z l e n e c e k m i k r o b u n adını
söyliyeyım.
işi p o l i t i k a c ı l ı ğ a v u r u p ,
—
dedim,
Doğrudur,
iyinin
k ö t ü n ü n ayırdı za¬
m a n ı g e l d i d e g e ç t i b i l e . . . Bir k ö t ü n ü n y e d i mahalle¬
ye
zararı
vardır.
"Başımı
—
Satılmış
Ne
dersin
Bey'e d ö n d ü r ü p ,
Satılmış
Bey
kardeşim?
B ö y l e c e belâyı ü s t ü m d e n . a t t ı m .
y o k u ş a v u r m u ş k o c a öküz g i b i
—
dedim.
Satılmış
burnundan
Bey,
soluyarak,
D o ğ r u lâfa ne d e n i r , d o ğ r u y a d o ğ r u . . . İçimiz¬
de k ö t ü n ü n o l d u ğ u d o ğ r u
bir söz. O h e r i f i partimiz¬
d e n d e f l e m e y i n c e , s e ç i m kazanılmaz.
Bunu
dedikten
s o n r a başını y a n ı n d a k i n e ç e v i r i p ,
— • Ne d e r s i n M u r t a z a Efendi? d i y e s o r a r a k , be¬
lâyı
üstünden savuşturdu. Allah Selâmet Versin M u r -
taza
Efendi.
—
.—
Münasiptir... dedikten sonra,
öyle
değil
fendi'ye sordu.
mi?
diye
Allah'ın.
Kulu
İsmail
E-
Herkes,
ve
bunun
partimizde
aramızdan
bir :
namussuzun
atılmasında
olduğunda
birlik.
Gelgeleiim,
h i ç b i r i d e ş u i ç i m i z d e k i a l ç a ğ ı n adını s ö y l i y e m i y o r d u .
Bu
b i z i m insanımızda y ü r e k y o k ,
yürek...
Ulan
kor¬
k a c a k n e v a r ? S ö y l e s e n i z e ş u h e r i f i n a d ı n ı . . . Tuh y ü ¬
reksizler!
Herkes
birbirine
«öyle değil
mi?»,
«Ne
dersin?» d i y e s o r a r a k belâyı s a v u ş t u r a s a v u ş t u r a , d ö ¬
n ü p d o l a ş ı p g e n e bana g e l d i .
—
Ne
bir Aklı
dersin?
Evvel
Demeğe
Sen
partimizin
Hoca olarak bu
—
şanı
Düşmesiyle,
Bu
gibi,
ardına
Deli C e l i !
dürzü
nerde?
inmiş
de
nerde,
Sakalına
mız o l a c a k Aklı
ortamıza
biz k u ş a n ı p si¬
Dağ e ş k i y a s ı
kanun
eskidenmiş.
kitabına
kıp bakıp m a d d e y e u y g u n a d a m s o y u y o r l a r .
hükümeti
çarptı,
B u r a n ı n b i r karı¬
Ulan y o k s a
m ı çıkalım?
eşkiyalar şehire
kasabanın
ve
bağırmaya başladı:
g ö r ü ş e n i y o k mu?
Şimdi
o c a k başkanı
kanadı
m e m l e k e t i n s a h i b i kim?
lâhlanıp d a ğ a
Efendi,
işe...
k a l m a d ı , ' kapının
n a m l u d a n vızlamış m e r m i
düştü.
G e d i k l i İhsan
Evvel
Belediye
üfürdüğümün
Hoca
hani?
Reisi
Ulan
ba¬
bu
denilen
parti başkanı¬
Ulan sizin
partini¬
zin d e , ulan sizin b e l e d i y e n i z i n d e . . \
Deli C e l i l
essahtan
dellenmiş ki,
daha önünde
d u r u l m a z h e r i f i n . Gözleri f i n c a n f i n c a n dışarı u ğ r a m ı ş ,
ağzı
köpürmüş...
B i r i m i z ağzımızı
rimizi bir k u r ş u n l a d e ğ i ş e c e k ,
Sövülecek,
sövülmesi
a ç s a k herif her b i ¬
bizi k e v g i r e ç e v i r e c e k .
e l h a k iktiza e d e n
her k i m var¬
s a h e p s i n e s ö v ü p s a y d ı k t a n s o n r a , Deli C e l i l ' i n b e d e ¬
ni g e v ş e d i .
Rıza Bey, ne de olsa h ü k ü m e t a d a m ı o l ¬
d u ğ u n d a n lâfın u c u h ü k ü m e t e d o k u n u n c a ,
—
Höst,
Hükümeti
işin
lım... d e d i .
len Celil
E f e n d i o ğ l u m , o nasıl s ö z . . .
içine s o k m a !
Neyin
nesi a n l a t baka¬
Rıza
Bey'i
bizim
burda
herkes
s ö y l e y i n c e Deli C e l i l ,
—
Benim
sayar.
O
böyle
ı
hükümetimize
karşı
hiçbir sözüm yok
Rıza B e y e m m i . . . ,diye a ğ l a m a ğ a b a ş l a d ı .
Koca
herif
iki g ö z ü iki ç e ş m e a ğ l ı y o r , a ğ l a m a k t a n b o ğ u l a c a k . . .
—
Bre heyri,
Hem ağladı,
mış.
«Herif,
hem anlattı.
Karısı y u f k a y a p a c a k ¬
fırında y a k a c a k yok,
sök de dağdan
eşeği
n'oldu, anlat hele...
önüne
getir»
katıp
d ö n e m e ç t e Kalaycı
demiş.
çıkmış
bir e ş e k y ü k ü
Deli C e l i l ,
yola...
Hıdırlık'ı
Kör Nuri'yi g ö r m ü ş .
kök
kuşlukta,
dolaşmış,
K e n d i s i an¬
latıyor :
—
İlkin K ö r N u r i o l d u ğ u n u
görseniz bilemezdiniz.
muş. Ayağına abadan
ğına d o l a k d o l a m ı ş .
bilemedim.
Herif ş e y t a n
gibi
Siz de
bir ş e y o l ¬
bir k ü l o t p a n t o l g i y m i ş ,
baca¬
S ı r t ı n d a bir e s k i a s k e r i y e c e k e t i ,
b a ş ı n d a s i v r i bir k e ç e k ü l a h . . .
Göğsü çaprazlama f i ¬
şeklik,
Allah Allah...
o m u z u n d a bir f i l i n t a . . .
Karşım¬
d a b u h e y b e t t e bir â d e m o ğ l u g ö r ü n c e b e n ş a ş ı r d ı m .
C a n d a r m a d e s e m , c a n d a r m a y a b e n z e m e z , e ş k i y a de¬
s e m e ş k i y a y a b e n z e m e z . Yahu b u n e A l l a h ' ı n b e l â s ı
d e m e ğ e kalmadı, mavzeri
bana y ö n e l t i p
«Duurr!»
di­
y e b a ğ ı r m a z m ı ! . . D i z l e r i m i n bağı ç ö z ü l d ü . Dur d e m e s e d e y ü r ü y e c e k d e r m a n m ı var... Ben d u r d u m , e ş e k
durmaz...
Eşeğe
ecinni gibi
kime
çüş
«Çüüş,
herif «Ben
diyorsun?»
rullah a ğ a m ,
paşam,
diye seslendim.
y i n c e «Töbe,
çüüş» d i y e
bir
diye
serteldi.
haşa
«Eşşeği
bağırınca,
hükümet kuvvetiyim,
«Aman
huzurdan
bahane
sözüm eşeğedir»
bu
sen
estağfu¬
eşeğe dedim»
edip yoksa... »
diye yemin
içtim.
de¬
A¬
d ı m a d ı m s o k u l d u m . Bir d e b a k t ı m , b i z i m K a l a y c ı K ö r
N u r i d e ğ i l mi? «Ulan o c a ğ ı batası Kör, s e n i bir a d a m
belledim
dedim.
de
ödüm
«Selâmı
ağzıma
bırak da
geldi,
elli'
selâmünaieyküm»
k a y m e y i v e r bakalım»
dedi. Ben şaka belledim... «Yıkıl! Ne ellisi, Kör? Bu
ne biçim şaka?» dedim. Namluyu göğsüme dayamaz
mı... «Aman Nuri Efendi...» «Sökül elli kaymeyi...»
«Yahu; ben senin Celil Emmin değil miyim?» Ne dese
iyi... «Burası vazife y e r i . Tanışlık başka, iş başka.
Vazife başında tanıştık yok ve de ben seni şimdi ta¬
nımıyorum.» «Aman Nuri Efendi kardeş, aman Nuri
Efendi oğlum... » «Tanımam... Vazife başında babam,
gelse tanımam.» «Peki, n'olacak? Bu neyin vazifesi?
Sen hangi çetenin askeri oldunda dağ başlarında va¬
zife görürsün?» diye sorduğumda «Ben» dedi, «bu¬
güne bugün hükümet kuvvetiyim.» Anladım ki zaval¬
lı Kataycı deürmiş. Benim adımı boşuna deliye çıkar¬
mışlar. Deli dediğin böyle olur. Herifin elinde mavzer
olunca, benim deliliğim söker mi? «Anladım» d e d i m ,
«hükümet kuvveti olduğun besbelli işte... Bir bakış¬
ta anlamıştım.
Hükümetin
hangi kuvvetindensin?»,
«Ben Orman Muhafaza Kuvvetlerindenım» dedi. Gü¬
leceğim, namlu göğsüme dayalı, gülemiyorum/ «Pekiy kardaş, iyi hoş,
Orman Muhafaza Kuvvetinden
olduğunu beğendim. Velâkin hazır sen böylece silâh¬
lanmış, kuşanmışken bir ormanlık memlekete gitsen,
ormanları korusan. Biz d o ğ d u k büyüdük, buralarda
orman değil ağaç bile görmedik» dedim.
Bir kızdı,
nerdeyse tetiği çekip kurşunları göğsüme boşaltacak.
Bizim yüzümüzden buralarda orman olmazmış.
Biz
toprağı kazıp kök sökermişiz. Kök sökünce ağaç na¬
sıl olurmuş... Bir anlattı, bir anlattı, belle ki essahtan Orman Muhafaza'nın memuru olmuş.
Evet, biz
«Orman Muhafaza» diye bir lâf duymuşuz. Amma o
iş, ormanı olan memleketlere mahsus. Biz oldum bit¬
tim ne ormanı görmüşüz, ne de Orman" Muhafaza
M e m u r u n u . . . Anlattı, anlattı, sonunda «Çık bakalım
elli pangınotu» dedi. «Ne parası ağam?» dedim. «Sa-
n a elli
lira c e z a yazdım» d e d i .
lum?»
«Sen
bir
hükümet
lum diyemezsin,
rım...
dan
kesmek.»
bet öldürürsün...
«Orman
«İşte
Gel g ö r k i ,
«Suçun
orman¬
ö l d ü r ü r müsün?
işte
bak,..
«Töbe,
nacağın...
dedim*
Ben
«Niyetin
olmasam
kök sökmeğe
s ö k m e k t i ya,
dedi.
sen
s ö k e c e k t i n . - V e r elliliği»
kök sökmiyecektim» dedim.
«Gövem
y u f k a y a p a c a k d a fırın
kızdırmak
«Ya bu
yolacaktım.
için
gövem
na¬
Ablan
istedi»
«Şimdi d a h a b e t e r d e d i n , g ö v e m y o l m a n ı n
yetmişbeş
görülmüş
Besbelli
«Sökmedik bre orman m e m u r u . Sök-
nesi?»
dedirrv(*).
mavzer
El¬
dedim.
neyin
cezası
ne?»
n e r d e , a ğ a ç n e r d e k i , a ğ a c ı kesem»
s e m hakkın var.»
cak
«Suçumuz
ö l ü r müsün
elinde.
çıkmışsın» d e d i .
dedi.
oğ¬
onun
kazman,
niyete
hiçbir vakit
y o k s a m b i r e l l i . l i r a c e z a d a h a yaza¬
Ver elliliği... »
ağaç
«Neyin cezası b r e o ğ ¬
kuvvetine
iş
lememişiz...
mi?
kayme...
Daha
Sökül
paraları!... »
g ö v e m yolmamışız,
Yahu,
kök kök-
Verecek-param da yok... Herifi sorarsan
hiç ş a k a s ı y o k . M a v z e r i d a y a y ı p b e n i bir g ü z e l s o y d u ,
üstümden
beş
pangınotum
çıktı.
Parayı
aldı.
«Bir
d a h a g ö r ü r s e m e ş ş e ğ i n i d e alırım. B u s e f e r l i k b u ka¬
dar... » d e d i .
Deli Celil'in
tık.
Besbelli
—
Kalaycı
alırız.
Deli
anlattıklarına
K ö r -Nuri d e l i r m i ş .
bir d e
Elin f u k a r a s ı
vah... dedi.
(*)
ağlıya
Bre heyri, d e r d i n
acıyacak y e r d e ,
geri
ağlıya
bu
aklını
şaş¬
Rıza Bey,
mu? Zavallı
söver sayarsın.
hep
Kör Nuri'ye
Şimdi
oynatmış,
vah,
paran»
vah,
-
Celil,
Gövem: Bu olayların geçtiği bölgenin ağaçsız, ç ı p ­
lak b a y ı r l a r ı n d a , k ı r a ç l a r ı n d a ' yetişen d i k e n l i , bodur,
sert çalılı bir b i t k i . Tezek t u t u ş t u r m a k , ev f ı r ı n l a n
ve t a n d ı r kızdırmak için y a k ı l ı r .
—
Kör Nuri
benimle birlik kasabaya geldi.
Şim¬
di kahvede... dedi.
Hemen
ki, Allah
Kör Nuri'yi
göstermiye,
anlattığı
gibi
benzer,
Osmanlı
Omuzunda
—
kahveden
giyinmiş.
da
Ulan
mavzer.
Bir g e l d i
Deli Celil'in
Yeniçeriye
benzer,
eşkiyaya
benzer,
bir a c a i p
kılıkta...
korucusu
mu
ke¬
Memuru
ol¬
polisine
bu
çağırttık.
hakikat delirmiş.
Rıza
Bey,
ne? Başımıza d a ğ
sildin? diye s o r d u .
1
Kör Nuri,
—
Sayenizde
dum...
Oynatmış
—
Muhafaza
fakir.
D e m e k o r m a n c ı l ı ğ a yazıldın?
k o y d u bu
—
Allah
Orman
d e m e z mi?
Allah
razı o l s u n ,
serden
Bey'imiz,
belâdan
Allah
ömrünü
korusun,
acıdı d a beni O r m a n
Biz
Peki
se"ni
kim
işe?
birden
aydık.
Az
uzun e t s i n ,
Zübükzâde
İbraam
M e m u r u yazdırdı.
d a h a sıkıştırıp
soruşturun¬
c a işi ö ğ r e n d i k . Kalaycı K ö r N u r i ' n i n d ü k k â n ı n ı i s t i m ¬
lâkten
kurtaracağım
sızdırdığını
hep
istimlâk edilince
bük'ün
üstüne
diye Zübükzâde'nin
bilirdik.
«Ya
Kalaycı
paramı,
yürümüş.
çıkar,
ne
g ö r ü r . Yarıntesi g ü n
işini
içinden
Sevincinden
gene
Dur şimdi
Züparanı
Paranın fazla¬
iç c e b i n d e n
Velâkin
açsın.
bin
lira
Sana
bir
Seni t e m e l l i bir i ş sa¬
M e m u r o l m a k ister misin?» d i y e s o r m u ş .
Nuri'nin
kör gözü
bile
ğ u d u y u n c a , Z ü b ü k ' ü n ayağına
«öyleyse,
«Senin
ceketin
bir binlik al.
iyilik e d e y i m d e bana d u a et.
hibi e d e y i m .
para
dükkânı
canını... » d i y e
severim.
Şu ç i v i y e asılı
cüzdanı
ondan
Nuri,
Zübükzâde
b e l e d i y e d e yediler. A m a seni
sını v e r e c e ğ i m .
ya
Kör
seni Orman
ağzından
Muhafaza
ışımış.
kapanmış.
Memurlu¬
Zübükzâde
M e m u r u yazdırayım.
b i r d i l e k ç e yazalım.»
demiş.
Di-
lekçeyî yazmış. Kör Nuri de okuması yazması olma¬
dığından imza yerine dilekçenin altına parmak bas¬
mış. Zübükzâde «Sen artık keyfine bak!» demiş. Ka¬
laycı Kör Nuri, gelmiş gitmiş, bugün yarın, bugün ya¬
rın, bitürlü tâyini gelmiyor.
Bu sefer «Ankara'ya
gitmezsem olmayacak» demiş. Kör Nuri, dükkanından
kalan nesi var, nesi yok satıp, paraları yolluk olsun
diye Zübükzâde'nin içerde olmadığı bir sıra, odasın¬
daki rafa bırakmış.
Parayı kendisine verse, İbraam
Bey'i kızdıracak da işini yapmıyacak diye korkmuş.
Bu Ankara'dan gelince «Ulan Kör, işin o l d u ; Tâyinin
çıktı. Ziraat Vekiline zorla imzalattım; Ben çıkmadan
postaya verdiler. Bugün yarın emrin gelir. Sen he¬
men Orman Muhafaza Memuru elbisesi yaptır, Hıdırlık: yoluna dur. Kök sökmeğe, gövem yolmağa gelen¬
den ceza keseceksin.» demiş. Kör Nuri
«Aman bir
zarar gelmesin» deyince, «Daha durur it... Vekil haz¬
retleri, hemen işe başlasın, oralarını hep ormanlık
yapacağım buyurdu» demiş. Kör Nuri de, Zübükzâde
namussuzunun tarifi üzerine, hemen vilâyete koşup
eski askeriye elbisesi satın almış, sırtına da mavzeri
asıp, çıkmış Hıdırlık bayırına... De ki, gelenden ge¬
çenden haraç alıyor, de ki baç alıyor...
Kör Nuri bunları anlatıp,
,
— Bugün yarın tâyinim gelecek,
daymış... d e d i .
emrim posta-
Rıza Bey,
—
Maaşın neymiş? d i y e - s o r d u .
— Şimdilik maaş yokmuş; ondalık verecekler...
Kestiğim ceza paralarının yüzde onu benim.
— Gerisi?
Kör Nuri'yi bir düşünce aldı.
olacak diye hiç düşünmemiş.
'
Paranın /gerisi ne
—
O n u da Z ü b ü k z â d e
run...
i b r a a m B e y "bilir, o n a so¬
dedi.
Deli
Celil'le Kör Nuri'yi
dışarı
çıkardık.
Müzake¬
r e y e g i r i ş t i k . G e d i k l i İhsan E f e n d i ,
—
rop
A r t ı k iş o r t a y a ç ı k t ı ,
dedi,
partimizdeki
mik¬
belli...
B u n u n ü z e r i n e h e r k e s c o ş t u , a ç t ı ağzını':
—
Bu
kaldıkça,
şeriler.
—
Zübükzâde
biz b u
namussuzu
kasabada
bizim
partimiz
b i r t e k o y alamayız
de
hem-
B u b ö y l e mi?
Evet...
Ben b e n k e n ,
oy v e r i r s e m , y u f o l s u n
ben
bana.
bile k e n d i p a r t i m e
O herif partinin
namını
b a t ı r d ı . O bu p a r t i d e y k e n . . .
—
O
Şimdi
fi
namussuz
yüzünden
hepimiz
pislendik.
m e r k e z e yazıp bir b i r anlatacağız. V e
p a r t i d e n i h r a ç e t t i r e c e ğ i z . Yahu,
suzun elinden çektiğimiz...
let o l m u ş .
İstediğini
bu
nedir bu
heri¬
namus¬
U l a n , h e r i f b i r başına dev¬
Orman
Muhafaza
M e m u r u ya¬
par, d i l e d i ğ i n i v a l i t â y i n e t t i r i r . . . B u n e b e . . .
Biz h e p
öldük mü yoksa...
Biz b ö y l e k o n u ş u p d u r u r k e n
Gedikli
İhsan
Gedikli
ihsan'ın
y o r ya,
ne?
lırsa,
Efendi yok.
—
Emin
c a yıl
Murtaza
Efendi'nin
de
sıvışmış.
bir d o l a p
gelmemesine
Bu
çeviri¬
bakı¬
bir d a l a v e r e d ö n ü y o r . A l l a h S e l â m e t
Efendi,
Ş i m d i söz K a d r ' e f e n d i n i n , d e d i , ç ü n k ü o b u n ¬
bu
kasabada
karıştığından,
efendi,
bir d e f a r k e t t i m k i ,
iâf arası
bir d o m u z l u ğ u var,
arkamızdan
Versin
iki
m u h a l i f l i k e d i p aramıza s o n r a d a n
muhaliflerin
belediye
ruhunu
seçimlerini
bilir.
Söyle
Kadr'-
kazanabilir
miyiz,
kaza¬
n a m a z mıyız?
Kadr'efendi,
—
Sordunuz,
söyliyeyim,
dedi,
şimdi bu bizim
b u r a insanlarını h e p t o p l a s a n ı z d a «İçinizden
kim m u -
halif?» diye sorsanız, hiçbiri çıkmaz. Hah, anla ki sen,
bunların hepsi muhalif. Bu sıra kasabada hiç muhalif
yok görünüyor. Böyle oldu muydu, anla ki hepsi mu¬
haliftir. Sınamışımdır, ne zaman muhalif in" sayısı aza¬
lırsa,, iktidardakiler hapı yuttu demektir. Şimdi gene
öyle... Canım siz kendinizden bilmez misiniz?
Her
biriniz gizli din taşımaz mısınız?
Yooo, kızmak yok,
bak meselâ şu Zübükzâde. ibraam Bey'i gördük mü,
yüzüne durabilir miyiz? Sen söylesin sen böylesin der
önüne yatarız. Bu ne demek? Herifi bir kaşık suda bo¬
ğacağız demek. Şimdi bizim durum da o hesap... He¬
le seçim gelsin...
Çiftverenoğlu Hamza Bey,
— Ne yapmak gerek? diye s o r d u .
Kadr'efendi,
— Ne yapılacağını demin
Gedikli İhsan Efendi
söyledi. Nereye gitti o? Hem akıl verdi hem sıvıştı
mı? Yapılacağı, Zübükzâde hergelesini partiden ih¬
raç etmek... Bütün suçu, yapılmış her ne kötülük
varsa, onun üstüne atıp partiderr kovmak... Hemi de
doğrusu b u . . .
,'
Rıza Bey:
— Hele kalkın, ilkin şu Orman Muhafaza işini
kaymakam beye. ihbar edin. Hey hey, ne olmalı ol¬
malıydı da, kaymakam izinde olmalıydı, ben de kay¬
makam vekili olmalıydım...
Ne yapardın Rıza Bey?
— Ne demek? Bir zabıtla doğru savcılığa... He¬
men tevkif müzekkeresi kesilirdi.
— Aman öyleyse, çabuk... Doğruca kaymakam
beye...
Bu işi Otelci Satılmış Bey'le Allah'ın Kulu ismail
Efendiye verdik: Onlar ihbarı yapmak için kaymaka¬
ma gittiler. Biz öylece konuşup dururken akşamı da
etmişiz, hava kararmış.
Biz başladık Zübükzâde'yi
Ankara'ya şikâyet için gerekçeyi düzmeğe.. : Merkez,
ya bu herifi partiden atar, ya biz toptan istifa ederiz.
Çünkü bu Zübükzâde ile aynı partide olmak şerefi¬
mize dokunuyor ve o partide oldukça hiçbir zaman,
seçimi kazanamayız. Biz bunları bir bir kaleme alır¬
ken Satılmış Bey'le İsmail Efendi döndüler.
— Ne çabuk?
— Sorma kardaş...
Bu bizim kaymakam hava
karardı mı, aklını yitiriyor. Vardık huzuruna... Zübükzâde demeğe kalmadı. Daha ben «Zü... » derken, lâfı
ağzıma tıkayıp,
dövünmeğe, saçını
başını yolmağa
başladı, ünneyip duruyor: «Vay başımaaa... Vay ba¬
şıma... Gene mi Zübük, gene mi o? Yahu, siz başka
bir lâf bilmez misiniz? Bıktım sizin Zübük'ünüzden... »
Herif susmak bilmiyor. Aman zaman, susmaz... Bir
de yere çömelip ağlamağa başlamaz mı!.. Hem ağlı¬
yor, hem de ağıt söylüyor: «Vay ben yandım bu dağ¬
lar başlarında... Gençliğim gitti eyvah... Çürüdüm... »
— Siz neylediniz?
— Hiç, bıraktık geldik...
— İyi, oturun da, şu Zübük aleyhindeki delilleri
toplayalım...
Zübükzâde aleyhinde delil biter mi? Sayfalar do¬
luyor... Derken Tüccardan Emin Efendi içeri girme¬
di mi?
—- Bre Emin Efendi nerdesin? Yahu bugün top¬
lantımız yok muydu? Bu işe sen ön-ayak olmadın
mıydı?
Emin Efendi, beş eşek yükü odun taşımış gibi
yorgun,
— Olanları bilmezsiniz, dedi, gevezelik eder du¬
rursunuz. Neredeydin, başına ne iş geldi diyen yok.
— Aman ne oldu?
—
Daha
nerde
ne o l a c a k . . .
Zübükzâde
İbraam
Hani b u r d a t o p l a h r n ı ş s m ı z ,
Bey?
Parti
toplantısı
olsun
d a g e l m e s i n , g ö r ü l m ü ş mü? B u g ü n n e d e n y o k ? Söy¬
leyin
bakalım,
Hep
de'nin
neden yok?
birbirimize
katılmadığı
bakıştık,
ö y l e ya,
bu
Zübükzâ-
hiçbir parti toplantısı olmaz.
Herif,
k o ğ s a n g e l i r . T ü c c a r d a n Emin E f e n d i ,
—
Siz k i m ,
olmayışını
particilik kim, d e d i ,
bir d ü ş ü n e n
var
Zübükzâde'nin
mı?
—
Aman
—
Z ü b ü k z â d e İbraam Bey p a r t i m i z d e n istifa edi¬
yor.
çabuk söyle,
Duydunuz
mu?
— " Nee? A m a n
—
Evet,
aldım.
beri
Ben
bunu
gizliden
haber
lâf alırım d i y e v a r d ı m y a n ı n a . . .
Sa¬
lâf a l a c a ğ ı m d i y e g ö b e ğ i m ç a t l a d ı .
Çiftverenoğlu
—
deme...
istifa e d i y o r .
Ağzından
bahtan
neymiş?
Hamza
İyi ya işte, . k ö r ü n
Bey,
istediği
bir göz A l l a h v e r d i
iki göz.-.. Biz o n u nasıl e d i p de p a r t i d e n k o ğ a l ı m d i ¬
y e d ü ş ü n ü p d u r u r k e n herif k e n d i l i ğ i n d e n
—
Sen ö y l e mi
Bir d e b a k t ı k ,
gene?
ya,
Sıyrılıp g i t t i ,
çıkar g i d e r .
b e l l e d i n ? d i y e bir s e s .
Gedikli İhsan...
sıyrılıp
geldi.
/
Ne zaman
gelmiş
Var bir d o m u z l u ğ u
ne?
Tüccardan
Emin E f e n d i ,
-— Arkadaşlar,
dedi,
b u Z ü b ü k z â d e ' y i size anla¬
tacak değilim.
Siz b e n d e n
partiden
boşuna olmaz.
istifası
d a bir çıkarı o l m a z s a , s e r ç e
partiden
niçin
iyisini
Bu
bilirsiniz.
Herifin
namussuz, ucun¬
parmağını o y n a t m a z k e n ,
istifa e d e r ?
H e r k e s i bir d ü ş ü n c e d i r a l d ı . ö y l e y a , k o ğ s a n git¬
meyip sülük gibi. yapışan
eder
mi?
Satılmış
Bey,
herif,
şimdi
boşuna
istifa
— Bunda bir orostopolluk vardır... dedi.
Gedikli İhsan Efendi,
— Bu Zübükzâde bir gün önce Ankara'dan gel¬
di mi?
'
— Evet, geldi. Kör Nuri'nin Orman Muhafazaya
tâyinini de birlikte getirmiş.
— Evet, Ankara'dan yeni d ö n d ü . Şimdi de parti¬
den istifa edecekmiş? Neden? Bunu bilmeyecek ne
var... Demek ki hükümet sarsılıyor. Bizim parti hapı
yuttu demek... Parti çöküyor demek, dağılıyor demek.
Zübük g i t t i , bunu öğrendi geldi. Şimdi hepimizden
önce partiden istifa ediyor ki, öteki partide post ka¬
pa...
;
Allah'ın Kulu İsmail Efendi,
— Olsa olsa böyle olur, dedi, başka türlü istifa
etmezdi. Fakat bu partide de hiç iş kalmadı... Bana
da sorarsanız, dünden çıkarım ya, ar belâsı işte...
Murtaza Efendi,
— Onu bunu bırakın, dedi, düşünüp durmayla iş
olmaz. Partimiz göçüyorsa, Ankara'dan daha yeni ge¬
len Zübükzâde İbraam Bey bu işin aslını iyi bilir. Ne
duruyoruz? İbraam Bey'in yanına varalım, işin doğ¬
rusunu öğrenelim, ne dersiniz? Bu haber doğruysa,
biz de ayağımızı ona göre atalım...
-"'Evet... Zübükzâde'ye g i t m e l i . . . Ağzından bir
güzel lâf almalı...
Karar mı karar... Hep birlik Zübükzâde İbraam
Bey'in hanesine vardık. Başka zaman olsa, ağırlamak
için fır döner, aman emmiler diye pervane kesilir. O
gün bir d u r g u n . . . Hoşbeşten sonra Çiftverenoğlu
Hamza Bey,
— Ankara'da daha başka ne var ne yok? diye
sordu.
Zübükzâde yarım ağızla,
—
Ne o/sun, " h e p b i / d i ğ i n i z g i b i . . . d e d i ' .
Bak şu
yor.
Evet,
alçağa,
Zübükzâde'nin
tarma
ağzından
partimizin
kerpetenle
çözüldüğünü,
partiden
anlıyan
istifa e d i p b a ş k a p a r t i y e ak¬
olacağı-doğru.
Yoksa
bakan beni kucakladı,
lâf s ö k ü l ü ¬
sarsıldığını
böyle
susmaz,
filânca
başbakan alnımdan ö p t ü ,
şu
b a k a n d a evine y e m e ğ e ç a ğ ı r d ı d i y e b o l k e s e d e n a ¬
tar tutardı.
Bu
herifin Ankara'dan
dönüp
de böyle
ne v a r
ne y o k ?
sustuğu görülmemiş.
Arkadaşlar durup
—
Eee
İbraam
d i y e bir d a h a ,
de,'
durup,
Bey,
bir d a h a s o r u y o r l a r . O da her s e f e r i n ¬
•
'
—
'
Ne olsun,
ne
•
hep b i l d i ğ i n i z g i b i . . . d i y o r .
Lâf d ö n ü y o r d o l a ş ı y o r ,
—
Eee,
İbraam
—
Ne o l s u n . . .
Az sonra
Ankara'da
Bey,
arada gene
Ankara'da
biri
soruyor:
ne v a r ne y o k ?
Hep b i l d i ğ i n i z . . .
gene:
—
Ankara'da daha başka
—
Ne
ne v a r ne y o k ?
—
Eee İ b r a a m Bey, A n k a r a ' d a d a h a d a h a ne var
olsun...
yok?
—
Hiç...
—
Eee İ b r a a m
Bey, y e d i ğ i n
Ankara'da gördüğünü,
—
te...--
Vallaha...
1
içtiğin senin olsun,
d u y d u ğ u n u anlat bakalım...
Ne d i y e y i m . . .
Bilmem k i . . .
Hiç iş­
.
Eveeet,
işin
renginin
bozukluğu
anlaşıldı ve
bi¬
zim parti foslamış. Bu belli...
Zübükzâde'nin
ğimiz gibi
—
partinin
evine g e l i r k e n ,
önceden sözleşti-
Hamza B e y k o n u ş m a ğ a b a ş l a d ı :
İ b r a a m Bey,
b e n i m anladığıma g ö r e , bu bizim
b a ş ı n d a k i l e r işleri
iyice p i s l e t t i l e r .
Balık b a ş -
tan kokar-derler,-kuyruk başı geçti- kokuşmakta... Bu
gidiş iyi gidiş değil İbraam Bey, ne dersin?
— Valla ne diyeyim... diye boynunu büküyor.
Bak şu dürzüye, başka zaman olsa cır cır öten
bokluca bülbülü... Şimdi kabir taşı gibi susmuş.
Arkadan Allah Selâmet
Versin Murtaza Efendi
söze girişti •
— Bu bizim partide hayır kalmadı e f e n d i . . . Böy¬
lesi parti olmaz olsun. Millet hepten yüz çevirdi. M u - ,
halefet günden güne gelişiyor, he mi? ö y l e mi, değil
mi İbraam Bey?
— Valla bilmem k i . . . Siz iyisini bilirsiniz.
Evet, söylemiye söylemiyor ama, gönülsüz ko¬
nuşmasından da belli ki, öğrenmiş. Anlaşılan parti¬
den çıkıp bizi yaya bırakacak.
Arkadaşlar, önceden sözleştiğimiz gibi, lâfı aç¬
mam için bana işmar çakıyorlar. Ben sözü aldım:
— İbraam Bey, biz arkadaşlarla düşündük,
ama
sana
danışmadan karar veremedik.
Evet, bizden
.gençsen de, bu particilik zenaatini hepimizden iyi bi¬
lirsin. Biz dedik k i . . . Yahu, nedir bu baştakilerin mil¬
lete ç e k t i r d i k l e r i dedik... Bizi de maşa gibi .kullanır¬
lar, dedik. Şimdi biz bu partiden istifa etsek, ne der¬
sin, haklı değil miyiz? Gelişimiz, sana danışmak için..
Rahatsız ettik...
Zübükzâde'nin nursuz suratında en ufacık alâ¬
met yok ki, içinden geçirdiklerini anlıyayım. Başını
yere eğdi, gözleri taban halısında,
— Canım, dedi, siz böyle söylersiniz; söylersiniz
de bir türlü dediğinizi yapamazsınız.
Hepiniz baba
dostusunuz ya, darılmayın sözüme emmiler; hiç biri¬
nizde yürek yok. İstifa edecek herif basar istifayı, o
•kadar...
s.Tamam... İş anlaşıldı, evet, herif partiden çıka-
cak.vo de bildiği gizli meşeler var. O ki partiden is¬
tifa ediyor, demek partiyi çökmüş b i l . . .
Satılmış Bey,
— Şimdi, hemon... d e d i , bir boş kâğıdın var mı?
Ver sen... Ver de bak, yürekli insan nasıimış...
Zübükzâde' önceden hazırmış.
Yüklük dolabın¬
dan dilekçe kâğıtlarını çıkardı. Hepimize verdi. Satıl¬
mış Bey bana,
— Bedir Hoca, senin kalemin kuvvetlidir, benim
ağzımdan bir istifaname yaz ve de İstanbul gazetele¬
rinin hepsine yollıyalım ki, millet de başımızdakilerin
ne mal olduklarını anlasın... dedi.
Kadr'efendi,
— Bu işi düşünsek, acele etmesek... deyince,
Zübükzâde,
•
Ben demedim mi, siz söylersiniz, söylersiniz
de yapamazsınız... dedi.
•
Bunun üzerine aldım kalemi elime başladım yaz­
mağa:.
«Parti Genel Başkanlığına,
Millet iradesiyle iş başına gelmiş olan parti, ik¬
tidara geceli beri yıllar olduğu halde, vaatlerinden
hiçbirini tutmadığı, hattâ tamamiyle ters istikamete
giderek, kuru bir kalkınma, edebiyatı arkasında anti¬
demokratik kanunlar çıkararak eski günleri bile mum¬
la aratacak hale getirdiği, durum böyleyken yaptığı¬
mız ikazların da hiçbirinin nazarı itibare alınmadığı,
bu sebeple beslediğimiz bütün ümitlerin...» Falan f i ¬
lân, altına «Partiden istifa ettiğimi bildirir ve keyfiye¬
ti umumî efkâra duyurmak üzere arzederim.»
Dilekçeyi okudum. Hep beğendiler. Zübükzâde,
— Herkes ayrı ayrı yazacağına, t o p t a n , herkesin
ağzından yazılsın, altına imzalar basılsın... dedi.
Dediği d o ğ r u : öyle yaptık. Altına imzaları attık.
K i m i s i imza a t t ı , k i m i s i m ü h ü r ü n ü b a s t ı ; İ ş b i t i n c e Z ü bükzâde
dilekçeyi
elimden
aldı, y ü k l ü k
kapısını
kit-
ledi, anahtarı da cebine s o k t u .
Birden aydım:
—
İbraam
Bey, s e n
sonra
mı
imzalayacaksın?
•— Ne imzası, b e n i m z a l ı y a c a k d e ğ i l i m . . . Ben si¬
z e p a r t i d e n ç ı k a c a ğ ı m d e d i m mi?
diğimi
Böyle
bir söz de¬
duyanınız v a r mı?
Aman...
Yahu...
Deme...
Namussuz
O
bizi
nasıl
iş?
çürük
Bre...
tahtaya
Kardaş...
bastırdı
mı...
Tuu...
Bizim
—
telâşımızı
Madem
yazarım,
—
görünce,
istiyorsunuz,
b e n d e ayrı
bir dilekçe
dedi...
Aman
Yazdı.
yaz...
Yazdıktan
sonra
da
hiç
utanmadan
oku¬
d u . P a r t i y e c a n d a n , k a l p t e n , b e d e n e n , c i s m e n v e ru¬
hen
bağlıymış.
Ucunda
dönmiyecekmiş.
başına b u
lasına
ölüm
kasabada parti
kadar
olsa,
Herkes partiden
koruyacakmış.
parti yolundan
çekilse de,
kalesini
Allah
o
bir
kanının s o n
dam¬
da
bera-
partiyle
bermiş.
Bunu
Şimdi
yüzümüze
karşı
o k u y u n c a apıştık
Hamza
—
Bey,
B a k b u n u ç o k b e ğ e n d i k İ b r a a m Bey, d e d i , biz
s e n i n için ç o k d e d i k o d u l a r d u y d u k .
ben arkadaşlara,
kere
sınamak
gıyabında
istedik.
Biz s e n i
Aferin...
b i r sınayalım
İnanmadık.
söyledim.
c i l i k t e , ö l m e k var, d ö n m e k y o k . . .
lıyız.
kaldık.
n'olacak?
Ama
Hattâ
seni
Yiğit a d a m s ı n .
bir
Parti¬
B ü y ü k l e r i m i z e bağ¬
dedik...
Zübükzâde,
—
İyi y a , d e d i , siz b e n i sınadınız, b e n de sizi sı¬
n a d ı m . . . siz s ö y l e d i n i z , b i r d e b e n s ö y l i y e y i m d e d i n -
l e y i n . "Sen
k a r a c ü m l e s i kıt, .imzasını z o r a t a n c a h i l i n
b i r i y k e n , b u p a r t i n i n s a y e s i n d e k o c a b i r B e l e d i y e Re¬
isi o l m u ş s u n . . .
Bu
parti
olmasa,
Belediye
Reisliğini
r ü y a n d a g ö r e b i l i r m i y d i n ? Ha? Ş i m d i d e k a l k m ı ş , y o k
şöyle y o k böyle...
Bize d ö n d ü :
—
Ne d e r s i n i z a ğ a l a r d o ğ r u mu?
'
N e d e n i r ? Ç i f t v e r e n o ğ l u için d e d i k l e r i h e p d o ğ ­
ru...
—
Evet...
Ondan
—
şu
Doğrusun...
dedik.
bana d ö n d ü :
Sen
bir h o c a
kasabaya gelip,
eskisiyken,
köy
imamlığından
p a r t i s a y e s i n d e adın t ü c c a r a çı¬
k a r k e n , h ü k ü m e t i n , o t o m o b i i lâstiği t e v z i a t ı n d a n , o t o ¬
mobil
d e ğ i l yaylı
lâstik
alıp
araban
vilâyette
lâstik
bile
yokken
onar yirmişer
karaborsası
yaptırmışken,
ş i m d i d e k a l k m ı ş , a n t i d e m o k r a t i k h e mi?
,— A m a n
susss!..
leri... Allah, Allah...
Estağfurullah...
Biz o
lâstik¬
R a h m e t l i p e d e r i n l e bir y e d i ğ i m i z
i ç t i ğ i m i z ayrı g i d e r d i . N e d e m e k . . . S e n ş i m d i b u söz-,
lerinle
pederinin
ruhunu
muazzep
etmedin
mi?
Bre
İ b r a a m Bey, s e n b e n i m e l i m d e b ü y ü d ü n o ğ l u m . . .
Ben söylesem de ne f a y d a . . .
öbürleri Zübükzâ-
de'ye,
•— Evet, d o ğ r u s u n . . . d i y e baş s a l l ı y o r l a r .
Hele Ç i f t v e r e n o ğ l u
Hamza alçağını g ö r s e n ,
ken¬
d i p i s l i ğ i n i ö r t t ü r m e k için h e p s i n d e n ç o k g a y r e t e g e l ¬
miş,
h o c a duasına
«Amiin!»
der gibi, Zübükzâde
be¬
n i m için her n e d e s e ,
—
Eveeet...
feryadından
Doğru...
ötekilerin
d i y e k a r g a g i b i çığlık atıp,
çığırmasını
bastırıyor.
• • . . B e n i b ı r a k t ı , Satılmış B e y ' e d ö n d ü :
—
Birde
adam
u c u kulağını a ş m ı ş . . .
gibi
bıyık salmışsın,
bıyıklarının
Sen bir hancı p a r ç a s ı y k e n ,
par-
ti sayesinde hanını belediyeye yüksek fiyatla istim¬
lâk ettirip, parasıyla turistik palas k u r u p : . .
-Sen bizdeki feryadı g ö r s e n . . .
— Evet, d o ğ r u u u . . .
Uzatmıyalım Bey, bu Zübükzâde denilen haram¬
zade hepimizi bir güzel boyadı, sıvadı; hem d e - b i r b i rimize tasdik ettirmecesine... Sonunda,
— Yaşınıza saygım var, dedi,
haneme
gelmiş,
misafirler olmasanız, ben bilirdim size yapacağımı...
Herif bizi huzurundan koğsa da haklı. Eline aya¬
ğına vardık. Dilekçeyi bize vermedi.
— Hiç kasvetlenmeyin, dilekçeniz bendedir ve
de kaybolmaz. Şimdi size versem, surda burda dü¬
şürürsünüz de başınız derde kalır:. Ben saklarım. Bir
yere de sırası gelmezse vermem. Sırası gelirse o
başka... üstüne tarihini atar, yollarım. Varsın posta
parası benden gitsin. O da benden size bir iyilik:..
— Aman kimse duymasın, bir yere g ö n d e r m e
de İbraam Bey... Bizde akıl mı var? Bu bir parti es¬
rarıdır. Aramızda...
•
Kıçımıza bakarak çıktık. Kimsede ses yok... Ne¬
den sonra Kadr'efendi,
— Ulan ben size demedim m i . . . Bu herifle oyua
olmaz, kendi oyunumuza geliriz-, alt düşeriz, deme¬
dim mi? Bir durup düşünelim demedim mi? Beyinsiz¬
ler, koca bunaklar... Bir namussuzun eline iyice sa¬
kalı verdik mi? Herif şimdi sakalımızdan yular diye:
tutarak bizi boz eşşek misali güdecek...
D o ğ r u . Bu Zübük Ankara'ya boşuna mı gidiyor..
Ankara'ya varıp, orada türlü siyaset oyunları öğreni¬
yor. Şu bize ettiği hal.is Ankara oyunu.
Gece olmuş, gidiyoruz. Bir de sırtında bir k o ç ,
bir herif çıktı önümüze,
— Selâmünaleyküm... dedi.
—
Aleykümselam...
Eğilip,
—
Nereye
—
yası...
böyle
Zübükzâde
;
Uğur ola...
yüzüne baktım,
Alucan'lı
efendimize...
Köylümüzün
a n l a t t ı . . . Yahu,
gündür Ankara'da
biz
bu
godoşunun
eliyle k ö y d e karı
karıyla
S a b r i Ağa,*
Bizim
Herif,
on
düne-
bu Sabri Ağa
kapatmış, Ankara'ya gi¬
d i y o r u m d i y e çıkmış e v i n d e n ,
oyuncu
Zübükzâde'yi
bilmiyor muyuz, A n k a r a ' d a n
ğ i n g e l d i b i l m i y o r muyuz? T u u . . .
—
heda-
•
Bir d e
de
Sabri Ağa.
Sabri Ağa?..
on
gün Alucan
köyün¬
kapanmış...
•
köyün yayla
işi
oldu
demek.
Ankara'¬
d a n e m i r çıkmış d a . . . d e d i .
Herkes
evlerine
dağıldı.
Efendi'yle partiye geldik.
—
sıl
Kulu
İsmail
Efendi,
D ö n e n o y u n u a n l a d ı n mı h e y r i , d e d i , biz na¬
oyuna geldik?
—
Oyun çok...
—
İstifa
Emin
Efendi
Hangisini
dilekçesine
imza
o n l a r istifayı
—
—
dedin?
Gedikli
atmadılar.
Tuuu... O gürültüde,
ya,
Biz Allah'ın
İsmail
İhsan'la
Tüccardan
Neden?
hiç f a r k e t m e m i ş i m .
Doğru
imzalamadı.
Neden?
Neden
olacak...
Bizim aklımız h e p b ö y l e so¬
n u n d a g e l i r . Yahu, G e d i k l i İhsan" b a k t ı k i r e i s l i ğ i Ç i f t verenoğlu'nun
olacağına
elinden
Zübükzâde
alamıyacak,
olsun
diye,
Çiftverenoğlu
reis
bir a r a l ı k yanımız¬
dan s ü z ü l d ü , g i d i p Z ü b ü k z â d e ' y e , onu partiden ihraç
edeceğimizi d u y u r d u . Anladın
Başıma v u r m a ğ a
kafa...
mı şimdi?
başladım...
Vay
kafa,
bizdeki
ı
Peki,
b u Z ü b ü k z â d e ' n i n d u r u p d u r u r k e n par-
tiden
istifa e d e c e ğ i
kendiliğimizden
— Onu da
lantıyı
h a b e r i n e r d e n çıktı?
nerden
uyduran
kendisi
edecekmiş
şaşırttı.
diye
Biz h e r i f i
kafa, vah
Emin
sonra
oyunları...
haber
Efendi
neden
Emin
uçurdu,
partiden
miz i s t i f a e t t i k d e ,
Vah
kendisi...
ileri s ü r ü p d e
Bunlar hep Z ü b ü k ' ü n
fa
Biz b u n u
çıkardık arkadaş?
E f e n d i ' y l e isti¬
bizim
aklımızı
ihraç e d e c e k k e n ,
o n u t e k başına
top¬
gelmedi?
da
kendi¬
partide bıraktık...
kafa...
B e y anladın
mı bu Z ü b ü k z â d e bizi
nasıl b i r o y u ¬
na g e t i r d i . . . O y u n b a z d a h ü n e r mi ararsın? En baş İn¬
giliz s i y a s e t ç i s i n i s u y a g ö t ü r ü r d e , s u s u z g e t i r i r . Yan¬
dık,, y a n d ı k . . .
B u Z ü b ü k bir
belâ d e ğ i l . . .
sın...
Zübük ki,
d i l l e anlatılır
M e ğ e r k i , tuzağına d ü ş e s i n d e anlıya-
Kendi elimizle,
imzaladık d a v e r d i k .
avanak olduğumuza dair senedi
Avanaklık senedimiz elinde
ka senedinden sağlam
BUNDAN
ban¬
bir senet...
NAMUSSUZUNU
BULAMAYIZ
Allah'ın Kulu ismail Efendi
şöyle anlatıyordu:
Biz sakalı
ele v e r m i ş i z
biyol,
Zübükzâde
dilese
bizi ç i n g e n ayısı g i b i oynatır. T a h r i r a t k â t i b i Rıza B e y
1
bu o l a n l a r ı d u y u n c a ,
— Hey
dangalaklar,
o
herifin
Sizi k a n d ı r a c a ğ ı belli bir ş e y . . .
Hamza
evine
gidilir
mi?
dedi.
Bey,
<rr- T e k ayağının ü s t ü n d e bin y a l a n s ö y l e r , d e d i ,
yalanının
dokuzyüzdoksandokuzu
tutmasa'da
bir t u t -
.sa,
ona yeter.
bu
herif
der,
Hadi diyelim
koca valiyi
vali
paşanın
karşısında
tıp,
«Düneğin filânca vekil
hal
size
de
biz
inanmadık arkadaş,,
kandırır y a . . .
uğramıştır»
«Vay n e d e m e k o l s u n ,
Yarın
bacak
bana
der.
ben
vilâyete
gi¬
bacak üstüne
misafir geldi.
Vali
de
bunun
b u yıkılası
a¬
Her-
üzerine
hükümetin
bir
koca valisi olayım da, vekil beni ç i ğ n e y i p , 'ciğeri on
para
etmez
gitsin...
bir
Zübükzâde'nin
evine
g e c e yatısına
Ne demek... » diye onur edecek.
Bedir
Hoca,
— • D e m e k ş i m d i , bu b i z i m Z ü b ü k z â d e , m u h a l e f e ¬
tin
b u n c a yıldır y ı k a m a d ı ğ ı
rüp perişan edecek,
hükümeti
—
Rıza
Bey,
latmadan valinin
odasına
fırlayıp
öpüşüyorlar.
sarılıyor,
—
İhsan
d a l ı y o r : Vali
bile tık¬
bunu
görünce
bırakın.
Olanlar
Efendi,
Arkadaşlar,
dedi,
siz
bunu
o l m u ş , , her n e y s e . . . A h a s e ç i m l e r g e l d i d a y a n d ı .
receğiz,
hu¬
<»
Ben g ö z ü m l e g ö r d ü m , d e d i , kapısını
Gedikli
düşü-'
ö y l e mi? Yok c a n ı m , v a l i n i n
z u r u n a mı ç ı k a b i l i r ? d e d i .
Tahrirat kâtibi
birbirine
N'ö-
siz o n u d e y i n b i y o l .
Çiftverenoğlu
Hamza
Bey,
dangalaklık senedini
Zübükzâde'nin eline teslim etmiş de daha da beledi¬
ye
reisliği
dâvasından
vazgeçmiyor.
olacak Bedir Hoca dersen,
İlçe
Zübükzâde
isliğinin ardından
ilçe
ye korkusundan,
Çiftverenoğlu'ndan yana.
Tahrirat kâtibi
—
gibi
Ben
başkanlığını
Rıza
bir d e v l e t
olmasın ya, sen
da
başkanımız
belediye
re¬
kapacak, di¬
Bey,
memuruyum,
ne d e r s i n
bu
işinize
karışmak
işe Allah'ın
Kulu
İsmail Efendi? d i y e s o r d u . . .
Ben n e d i y e y i m ? P a r t i d e n istifa e t t i m d i y e d i l e k -
çeyi- Z ü b ü k z â d e ' n i n eline v e r m i ş i m ,
lirim? A l t a t ü k ü r s e m s a k a l ,
—
Arkadaşlar,
dedim,
daha ne diyebi¬
üste t ü k ü r s e m
bu
bıyık.
Zübükzâde
İbraam
' B e y b u g ü n e b u g ü n b i z i m p a r t i m i z d e n . Canımız c i ğ e r i ¬
miz d e m e k . . .
Yahu,
onun
lemiyor.
adam
için
n e atıp t u t u y o r u z ?
için b i z i m s ö y l e d i k l e r i m i z i m u h a l i f l e r söy¬
-Herifi
geçecek"..
tan
Biz b u
yıkacağız,
İyi,
b a ğ ı r t a c a ğ ı z da e l i m i z e
ne
k ö t ü , g e n e bizim adamımız; e t tırnak¬
ayrılmaz.
Gedikli
—
İhsan
Efendi,
Hay b a b a n a r a h m e t ; d e d i , ç o k ş ü k ü r b i r d o ğ ¬
r u y u g ö r e n var.
N e d e m e ğ e Z ü b ü k z â d e ' y i y e r d e n ye¬
re vururuz?
politika
Bu
ne
demek arkadaşlar?
paganda demek... Propaganda
lan d e m e k . . .
aramızda
Satılmış
—
Şimdi eğri oturalım
Zübükzâde'den
doğru
yalancı
dolana
do¬
konuşalım,
var
mı?
Bey,'
Kendisi yok
dolanda onun
—
Pro¬
n e d e m e k ? Yalan
b u r d a , Allah'ı var,
dedi,
yalan
üstüne yok.
öyleyse?
Yahu,
Kadr'efendi
de
işte
söyiedi.
Bu millet muhaliflere oy v e r e c e k , bizden bıkmış...
zi
ancak Zübükzâde
«Seni
oyları
toplasın...
d i y e kızar d a ö t e k i
d i y e l i m de
Kendisini
babam?
reis
hükümet
Atsın bre arkadaşlar, atsın...
disi
atarken
diye
bir Zübükzâde'nin
Politika
bında
deve,
Aramızda
daha
atması mı
Biri
bin
bir atıcınız,
daha
Ne diye herifi
diye
atarmış.
aramızdan
çıktı
bize ağır g e l i y o r ?
göstermek demek.
icabında deveyi
muhalifleri
bir daha
Ulan b u h ü k ü m e t i n k e n ¬
bile y u t u y o r u z d a ,
ne demek?
pireyi
mek...
bile
geldi
herif par¬
yapmıyacağız
p a r t i y e - g e ç e r s e yandık,
Evime
Bi¬
Zübükzâde'ye,
kazada p a r t i m i z s e ç i m i kazanamaz.
yıkarız
den
Gelin
B e l e d i y e Reisi yapacağız»
timize
bu
kurtarır.
İca¬
pire y a p m a k de¬
tepeliyecek Zübükzâde'b i r alçağınız v a r s a ,
çık-
sın ortaya, parmağını kaldırsın... Gördünüz mü, sus¬
tunuz işte.
öyleyse bize düşen memleket vazifesi,
Zübükzâde İbraam Bey'i
desteklemek.
Zübükzâde
«Kaymakam selâm verdi de almadım» mı diyor, biz
hemen «Vali selâm verdi de İbraam Bey valinin se¬
lâmını almadı» diyeceğiz. Zübükzâde
«Evime vekil
geldi» mi dedi, biz hemen «Başvekil geldi de İbraam
Bey'den akıl sordu» diyeceğiz.
Zübükzâde İbraam
Bey'in her yalanına «Gördük, duyduk,
vallah billâh
doğru» diye yemin edeceğiz. Parti tesanüdü budur
arkadaşlar. Yook, içinizde muhalefeti alt edecek, İbraam Bey'den daha oyunbaz birisi varsa, o başka,
ona bir diyeceğim yok...
Gedikli İhsan Efendi bir coştu ki, o gün mebus
gibi konuşuyor herif.
Akiı Evvel Bedir Hoca,
— İyi, hoş dersin İhsan Efendi, dedi, biz bele¬
diyeyi bu Zübükzâde namussuzuna bir kaptırırsak bir
daha kasabayı elinden kurtaramayız. İşte nah şuraya
yazıyorum, bu namussuz tüm kasabanın tapusunu üs¬
tüne geçirir de bizi burdan dehler. Bu yaştan sonra
hep muhacir oluruz. Kasabadan giden gider, gitme¬
yeni de kapısına kul eder. • . .
Tüccardan Emin Efendi,
— Dediğin d o ğ r u , öyledir, dedi, yalnız kaza
merkezini değil, köyleri de üstüne tapular. Velâkin
başka çaremiz yok. Ya bu deveyi güdeceğiz, ya bu
diyardan gideceğiz. Ya bu Zübükzâde'yi seni beledi¬
ye reisi yapacağız diye işe koyup seçimi kazanaca¬
ğız, yada seçimi kaybedeceğiz. Arkadaşlar, karşı par¬
tide avukat var.
Yalanda avukatla
Zübükzâde'den
başka hangimiz baş edebiliriz? Avukat yahu, bu herif
yalanın kitabını okumuş... İbraam Bey'in işi başka,
ondaki yalan dolan Allah vergisi, kitap yalanı kaç pa-
ra eder... Hele bir seçimi kazanalım, Zübükzâde de
belediye reisi olsun... Ondan sonra.kolay, biz hep
birleştik mi, Zübükzâde bize ne yapabilirmiş... Gayri
birleşip biz onu yola getiririz.
.<•.••.•
Düşündük taşındık, hakikat
aramızda Zübükzâ*
de'den daha namussuzu yok ve sipariş üzerine ol¬
sa, ondan da namussuzunu bulamayız, v
Bunun üzerine Çiftverenoğlu Hamza Bey'le Ak¬
lı Evvel Bedir Hoca, Gedikli İhsan Efendiye,
— iyi, senin eşeğin kancık olsun deyince kavga
olmazmış... dediler.
Biz bu kararı alınca, sıra bunu gidip Zübükzâde
İbraam Bey'e söylemeğe geldi. Tahrirat kâtibi Rıza
Bey,
— Yahu, siz delirdiniz besbelli, dedi, evine git¬
mek olmaz. Bir kere evine gittiniz, herif hepinizin elin¬
den gönül rızanızla avanaklık senedi aldı.
Bir daha
giderseniz, «Ulan bunlar akıllanmamış» der, bu sefer
kanlarınızın nikâhını üstüne yapar.
Allah Selâmet Versin Murtaza Efendi,
— Doğrudur, dedi, evine gitmek olmaz ya, ne
yapsak... Buraya çağırtsak?..
Tabansız Şükr'oğlan'la haber yolladık. «Başüstüne, şimdi varıyorum» demiş. Bekle bekle gelmez...
Bu neyin şimdisi? Bir daha haber saldık, «Başüstüne,
şimdi varıyorum» demiş... Bekle bekle gelmez... Ge¬
ne bir domuzluğu var köpoğlunun.
Dördüncü haber yollayıştan sonra, neyse, akşa¬
ma doğru geldi. Yeni urbalarını giyinmiş, kolunun al¬
tına da kâtipler gibi bir çanta almış. Bir telâşlı tel⺬
lı.. . Durmadan ceplerini karıştırıyor, çantayı açıp ba¬
kmıyor, bir şeyler aranıyor... Allah Allah... O böylece
arana dursun, Bedir Hoca böyleyken böyle diye me¬
seleyi bir güzel anlattı. Biz Zübükzâde İbraam Bey'i
belediye
reisi y a p m a k
istiyorduk.
Aramızda
ondan
d a h a işbilir, o n d a n d a h a b e c e r i k l i y o k t u . D o ğ r u l u ğ u ¬
na d o ğ r u ,
çalışkanlığına ç a l ı ş k a n . . .
tı da a n l a t t ı .
ceplerini,
O anlatırken
İbraam
ç a n t a y ı karıştırıp
B e d i r H o c a anlat¬
Bey de d u r m a d a n
bir şeyler aranıyor.
Bedir
H o c a b i r ö v d ü k i , ş u b i l d i ğ i m i z namlı n a m u s s u z u m e "
lek yaptı
—
çıktı.
Artık övmelere
söz y e t m e z o l u n c a ,
İşte b ö y l e i b r a a m Bey, d e d i , a r k a d a ş l a r l a ka¬
rarımız s e n i b e l e d i y e r e i s j y a p m a k t ı r .
Bir eli c e k e t i n i n
içinde olan
—
iç c e b i n d e ,
Sen ne dersin?
ö b ü r eii çantasının
Zübükzâde,
Bir ş e y mi
dedin
B e d i r Emmi?
diye sormaz
mı!..
Aklı
Başka
Evvel Bedir
biri
anırıyor,
Hoca
böyle dese
ulan
rır. N e m e
namussuz,
lâzım,
başından
kıpkırmızı
Hoca
lâfa
Aramızda
kesilip,
hırsından.
eşşeği
k u l a k ver!»
herif s a b ı r taşı
başladı.
oldu
«Başçavuşun
diye
mi
bağı¬
lâfa g e n e ta
Zübükzâde'den
okumuş'
y a z m ı ş , o n d a n d a ç a l ı ş k a n ı , d o ğ r u s u , adı d e d i k o d u y a
karışmamış
—
Bey,
yoktu.
Arkadaşlarla
hepimiz seni
liğiyle
sak,
olanı
kabul
seni
uzun
uzun
konuştuk
İbraam
r e i s l i ğ e u y g u n b u l d u k v e d e oybir¬
ettik.
Belediye
reis y a p a c a ğ ı z ,
iyi
seçimini
mi?
burda
kazanır¬
Ne d e r s i n
İbraam
Bey?,
Zübükzâde
hababam
ceplerini,
çantasını karıştır¬
makta.. :
—
Anlıyamadım
Bedir
Emmi,
nasılken
nasıl
ol¬
muş? • •
Herif d ü p e d ü z alay e d i y o r .
kızaran s u r a t ı
bu
kez
morardı.
B e d i r Hoca'nın
«Lâ havle» yi
ilkten
içinden
ç e k i p bir d a h a a n l a t m a ğ a b a ş l a d ı . D ö r d ü n c ü m ü , be¬
şinci
mi
anlatmasında Zübükzâde
şöyle
bir d i k i l i p ,
— Eksik olmayın, dedi, bu emrinizi yerine ge­
tirmeği çok isterdim. Velâkin kabul edemiyeceğim.
Bre aman... Bu nasıl bir Alicengiz oyunu? Etme
İbraam Bey'imiz, eyleme İbraam Bey'imiz... l-ıh, ka¬
bul etmem diyor da bir daha demiyor. Yalvarıyoruz,
hiç faydasız... Bir yandan çantayı karıştırıyor. Der¬
ken,
— Bana müsaade, Ankara'ya gideceğim, başve¬
kil çağırmış da,., dedi.
Aman Zübükzâde...
— Kusura kalmayın, dedi, yolcu yolunda ge¬
rek... Bakalım gene neye Ankara'ya çağırmışlar. Bık¬
tım bu Ankara'dan da. Zırt pırt çağırırlar. Ben de ar¬
kadaşlar diye kıramıyorum, gidiyorum.
Zübükzâde çekip g i t t i . Biz birbirimize bakakaldık. Hangi dolabı döndürsek, herif bizden üste çıkı-*
yor. Belediye Reisliğini de kabul etmemesi yeni bir
dalavere ya, hiçbirimizin aklı ermiyor,
Kahveci çırağı, Bedir Hoca'nın çayını verirken,
— Hoca Emmi, buraya bir şeyler düşmüş, de¬
di.
Yere eğildik, bir sürü resim, kâğıt... Bunlar ne?
Demin Zübükzâde, çantasını
karıştırırken düşürmüş
besbelli. Bedir Hoca eğiiip yerden resimleri, kâğıtla¬
rı aldı. Almasıyla, gözleri fincan gibi büyüdü.
' —,Ya Mevlâ!., diye ünnedi.
Resimlere baktıkça şaşıyor ve de ihtiram vaziye¬
tinde toplanıyor. Elindekileri
Emin Efendiye uzattı.
Emin Efendi resimlere bakıp,
— Hasbinallah, rıasbinallah... demeğe başladı.
Resimler, kartlar ortalığa yayıldı. Bakan şaşıyor.
«Yahu, hele v e r i n ! * diye ellerinden bir resmi de ben
aldım. Bir de ne görsem Bey, bu bizim namussuzlar
padişahı Zübükzâde, başvekil hazretleriyle kolkola
girmiş, resim çıkarmamış mı? Zübükzâde, bir koiunu
başvekilin omuzuna atmış, başvekil hazretleri de ko¬
lunun birini, Zübükzâde'nin beline dolamış. Anlıyamadığım bir şey var, bizim Zübük'ün yanında bir ko¬
ca başvekil cüce gibi kalmış. Zübük dersen, dev gibi
duruyor. Gücüğünü kanadının altına almış hindi g i b i ,
Zübükzâde başvekili kolunun altına almış ve kabar¬
mış. Resmin altında, başvekil hazretlerinin imzası ite
aynen şu yazı :
«Kıymetli arkadaşım
Zübükzâde İbraam
Bey'e
dostluğumuzun ebedî bir hâtırası olarak takdim kı­
lındı.»
Resimler elden ele dolaşıyor.
Resmin birinde,
yine başvekil hazretleriyle bu bizim Zübük bir masa¬
da oturmuş içiyorlar. Bu resim öbürünün t e r s i , bun¬
da başvekil hazretleri
maşallah dağ gibi duruyor,
Zübükzâde de yanında fare gibi kalmış.
Aklı Evvel
Bedir Hoca resmin altındaki âyet gibi yazıyı o k u d u :
«Eserse bir gün bir muhalif rüzgâr
Ben olmasam da resmim kalsın yadigâr»
Bir sürü de kart yere saçılmış, herbiri bir vekil
vükelânın... Bu bizim Zübükzâde İbraam
Bey ne
adammış... Herif, bütün hükümeti çantasına, cebine
doldurmuş. Kartların -kimisinde, " K a r d e ş i m İbraam
Bey» diye, kimisinde «İki gözüm İbrahimciğim» diye
yazılı.
,
Gedikli İhsan Efendi, Çiftverenoğlu Hamza Bey'e,
— Eeee, şimdi konuş di haydi, konuş!., dedi.
Çiftverenoğlu,
—- Benim anladığım şu ki, dedi, ya bu Zübükzâde bizim bir türlü kıymetini anlıyâmadığımız bir bü¬
yük a d a m . . .
öyle olmasa herif hükümet erkâniyle,
böyle enseye tokat,
dı.
s ı r t a ş a p l a k s a m i m i y e t kuramaz¬
V e y a h u t d a , b u Z ü b ü k z â d e ile k o l k o l a r e s i m çek¬
tirenler,
ondan
«Arkadaşını
daha alçak:
söyle,
kim
Başkası var mı
olduğunu
söyliyeyim»
heyri,
demiş¬
ler.
Allah
Selâmet Versin
Murtaza
Efendi,
, — Lâfı bırakın ş i m d i , d e d i , ister ö y l e o l s u n , ister
böyle...
mıza
Ulan
biz,
salâvatla
alırken,
onunla kolkola
nı d e ğ i l . . .
Bey'e
başvekil
hazretlerinin
beğenmediğimiz
resim çektirir. Aman
Koşalım kaptıkaçtı
yalvaralım.
adını
Amana
ağzı¬
Zübükzâde
durmanın
zama¬
kalkmadıysa,
düşelim,
İbraam
n'olmalı
o'lmalı,
e ğ e r o da bizim b i r h e m ş e r i m i z s e , bu m e m l e k e t e hiz¬
met etmek isterse,
—
başımıza
belediye
reisi
olmalıdır.
D o ğ r u d u r , ş i m d i h e r i f i n n e d e n b e l e d i y e reis¬
liğini k a b u l e t m e d i ğ i a n l a ş ı l d ı . H e y r i , b u m e m l e k e t t e
başvekil
hazretlerinin
olurken,
raam
sağrısına
sürtünen
o n u n l a bir m a s a d a rakı
Bey,
o l u r mu?
bu f a k i r kasabanın
Ben
bulunmadım.
hiçbir vakit
Herifin
vekil
başına
belediye
Zübükzâde'nin
kıymeti
meki!
içen Z ü b ü k z â d e
belli...
İbreisi
aleyhinde
İnanmayan
olur¬
sa, aha bu resimleri gözüne sokmalı.
Biz,
ne edeceğiz diye söyleşip dururken
Zübük-
zâde çıkageldi :
—
müş
Aman,
çantamdan
buraya
bir
ş e y l e r düşür¬
müyüm?
Resimleri,
—
Buyur
Resimlere
—
kartları
İbraam
uzattık:
Bey...
b a k ı p suratını
buruşturuyor:
A d a m , aradığım bu d e ğ i l . . .
.
Kartları veriyoruz.
lu
b i ş e y olsa b u l u n m a z d ı .
. — H e y r i , b u n l a r lüzumlu d e ğ i l . . . İşe y a r a r lüzum¬
Başvekilin imzası olan resimleri, nüfus memuru­
nun buruşturup attığı evrak gibi çantasına atıyor.
— Vara bunlar kaybolaydı da...
— Aradığın nedir İbraam Bey?
— Yahu, bir numara olacaktı, küçük bir kâğıda
yazılı numara... Ankara'ya o iş için gidiyorum. Bir
vatandaşımızın işi... Sevabımıza yapalım dedik. Ev¬
rakın numarası yazılıydı.
Hep birden yerlere çömeldik, kâğıt aranıyoruz.
Bizi bir görmelisin... Aklı Evvel Hoca'nın sakalı dö¬
şemeyi süpürecek,
— Kadr'efendi,
<
— Bu mu? diye bağırdı.
Kâğıdı aldı, gidiyor. Emin Efendi kapıyı tuttu.
Satılmış Bey, önüne geçti. Gedikli İhsan Efendi sö¬
zü aldı:
— İbraam Bey, ağamızsın, beyimizsin.,. Bizi çiğ¬
ne, öyle geç!.. Gözünde bir pul edersek bizi dinle!..
Evet, buranın bir belediye reisliği sana lâyık değildir.
Senin makamın yüce, hep biliriz. Velâkin, sen de
hemşeriysen, kendini düşünmez, bu fakir kazayı dü¬
şünürsün;..
Yalvar yakar olduk, önüne yatıp yuvarlandık.
— Sayende İbraam Bey, şu kasaba şenlensin...
Gel bizi kırma. Belediyemize reisliği kabul eti.
Zübükzâde İbraam Bey'in iki gözünden iki damla
yaş süzüldü,
— Kabui ediyorum... dedi, durdu.
Acaba gene ne gibi bir keramet buyuracak diye
ağzının içine bakıyoruz.
— Velâkin...
Gene durdu. Edepsizin ağzından lâf dirhem dir¬
hem çıkıyor.
—
B u y u r İbraam
Bey,
b u y u r . V e l â k i n d e d i n dur¬
dun...
—
Velâkin
bazı
şartlarım
Çiftverenoğlu da gayri
gittiğini
anlamış,
hiç
var.
belediye reisliğinin
değilse Zübük'le
arayı
elden
açmıya-
yım diye, o hepimizden ateşli,
—
H e r ne g i b i şartın ş u r t u n v a r s a ,
her bir buy¬
ruğun canbaşüstüne!.. dedi.
Zübükzâde
damla yaş
—
ahlâksızı
beşer şaşar...
velallah
belediye
döndürür.
mezseniz,
Bey,
iki
Ben
olurum.
d e sizler b e n i
de,
Makam
E-
ma¬
insanın
döner,
yanlış
d o ğ r u y o l a getir¬
nâmertsiniz...
b u Z ü b ü k ' ü n bir s e s i var, b e r i b e n z e r tiyat¬
oyuncusunda
alçaklığını
reisi
kazanırız.
E ğ e r b e n i m d e başım
bir i ş y a p a r s a m v e
ro
akıttığı
Yanılmak i n s a n o ğ l u n a v e r g i .
seçimini
istediniz belediye
başını
gözünden
A r k a d a ş l a r , d e d i , b i r i n c i ş a r t ı m ş u k i , h e p in¬
sanız,
dem
zorla
çenesinden süzülürken,
benden
böyle ses
bulunmaz.
iyi b i l e n y o k k e n ,
Yahu,
herifin
o sözleri
dinle¬
y i n c e i ç i m bir hoş o l d u , g ö z l e r i m s u l a n d ı , 6 u kez ağ¬
lama sırası bize g e l d i . S e s i n i t i t r e t e t i t r e t e «Beni d o ğ ¬
ru yola getirmezseniz,
sanın
hamiyet
rından
damarları
nâmertsiniz»
demiyor mu,
kabarıp yaşlar
göz
in¬
pınarla¬
taşıyor.
Çiftverenoğlu
Hamza d ü r z ü s ü ,
—
diye bağırdı.
Nâmerdiz!
Tüccardan
Emin
Efendi yaşından
başından
utan¬
madan,
—
Başka emrin? diye s o r d u .
—
E s t a ğ f u r u l l a h . . . İkinci ş a r t ı m ş u k i , h i ç b i r k i m ¬
seden dalkavukluk istemem.
b u alkışa,
Ola
ki
dalkavukluğa
ben
Çünkü,
neden derseniz,
i n s a n o ğ l u n u n yüzü y u m u ş a k . .
de ş e y t a n a uyar s a p ı t ı r ı m .
Hâşâ
—
yolu
peygamberler gibi konuşuyor.
Beni
baştan
çıkarmıyacaksınız.
göstermezseniz
Kendimi
doğru
zaptedemedim,
—
Alçağız!
—
ü ç ü n c ü şartım şu k i . . .
—
B u y u r İ b r a a m Bey!
—
Dediğimden
Aklı Evvel
—
Bana
alçaksınız.
diye
bağırdım.
*
dışarı
çıkmıyacaksınız.
B e d i r H o c a d e n e n sakallı
Çıkan,
vicdansız!
diye
keçi;
bağırdı.
Zübükzâde,
—
Ve
de
Hep b i l i y o r s u n u z k i , d e d i ,
onların
başında
avukat
halifleri a l t e t m e k zordur.
Evet,
muhalifler kuvvetli.
Burhan oldukça,
Biz b i r l i k o l u r s a k . . .
karşımızda bir a v u k a t B u r h a n
mu¬
"
belâsı v a r k i ,
o l u r belâ d e ğ i l . . .
Biz
böyle
kararlaştırdık.
de b i z i m hatırımız için
Zübükzâde
t i . A n k a r a ' y a g i t m e k t e n vaz g e ç t i .
—
Zübük nâmerdi
Burhan'ın
relim.
Bizim
doğduğuna
namlı
pişman
git¬
.
b e l e d i y e reisi o l a c a k y a „ gay¬
kazandı b i l i n , d e d i .
karşısında,
Bey
k a b u l et¬
D ö n ü p evine
t i . O g i d i n c e G e d i k l i İhsan E f e n d i ,
ri partimiz seçimi
İbraam
belediye reisi olmayı
töbe,
Biz b u a v u k a t
tutunamazdık.
Zübükzâde'miz,
etmezse
ve
Şimdi
gö¬
o avukat Burhan'ı
de
avukatlık
ruh¬
satını d a e l i n d e n aldırtıp o n u a d l i y e kapısında i s t i d a c ı
yapmazsa
aha
şu
bıyıklarımı
kazıtırım...
Kadr'efendi,
-— Benden
doğrudur,
de¬
di,, düşünüp düşünüp avukat Burhan'a acıyorum.
iyisini k i m s e b i l m e z ,
Se¬
ç i m i kazandık b i l i n h e m ş e r i l e r , s e ç i m t o r b a d a k e k l i k . .
Bu
işi
düzenledik.
dünyayı
lamazdık.
dolansak
İhsan
Efendi y e r d e n
Zübükzâde'den
göğe
namussuzunu
haklı;
bu¬
Gedikli İhsan Efendi'yle djşarı çıktık. Camiin k ö ­
şesini dolanırken Resimci Ferhat'la rastlaştık. Ferhat,
vilâyette bir fotoğrafçının yanında çalışır.
— Hoş geldin y i ğ e n . . . dedim.
— Hoş bulduk emmi... dedi.
—
Nicedir görünmezdin, baba
yurdunu
boşa-
dın... dedim.
— İşten güçten vakit olmuyor, dedi.
— Hayr'ola?.
'
Hayır diyelim. Bre İsmail Emmi, Zübükzâde
imansızı nerde bulunur? Sabahtanberi onu ararım.
Gedikli İhsan sordu da Resimci Ferhat 'da anlat¬
t ı . Zübükzâde İbraam, vilâyete gitmiş. Ferhat'ın us¬
tasına varmış. İkiyüzelli liralık resim yaptırmış.
Re¬
simleri almış, iki aydır parayı verecek. Ustası da bi¬
zim Ferhat'a, «Ya gider parayı alır gelirsin, ya işine
son veririm. Senin yüzünden, hemşerin diye cesim¬
leri parasını almadan yaptım. Yoksa öyle bir uğursu¬
zun adımını dükkânımın eşiğinden artırmazdım.,.» de¬
miş.
•>.••
Resimci Ferhat oğlan ağltyaşı olmuş. Oğlan beş
yıl çıraklıktan sonra kalfa oldu da zanaati kaptı. Şim¬
di işinden olacak.
— Yiğenim, ikiyüzelli liralık resim olur mu? Ne
resmiymiş bu? diye sordum.
Resimci Ferhat anlatınca aklım durayazdı.
Zübükzâde İbraam nerden bulmuşsa bulmuş, başvekilin,
vekillerin resimlerini bulmuş, Ferhat'ın ustasına va¬
rıp,
— Bu resimlerin yanına benim tasvirimi yerleştirirsen, ne istersen veririm, iste isteyeceğini... de.miş.
Ferhat'ın ustası, İstanbul'da zenaati öğrenmiş us¬
ta ki, zenaatte üstüne yok. Adam hünerini göstermiş.
Başvekille
Zübükzâde'yi
resimde
yanyana- o t u r t m u ş ,
kolkola dürdurtmuş.
Ben
Ulan,
bunu duyunca
şu
sen Bey!
resimler he
saçlarımı y o l m a ğ a
mi?
başladım.
Bizdeki dangalaklığa
bak
Bir k o c a b a ş v e k i l h a z r e t l e r i , ş u Z ü b ü k z â d e
HJyle r e s i m mi ç e k t i r i r , y a n y a n a
mı d u r u r ? . . S e n bi¬
z i m ş u e ş ş e k kafamıza bak!..
Resimci
—
Ferhat,
Aman
mazsam
emmi,
Z ü b ü k alçağı
ekmeğimden
olacağım...
dım,
n e r d e ? Parayı a l a diyor.
O ğ l a n a acı¬
v• •
— • Yiğenim,
dedim,
s e n d e akıl v a r s a , Z ü b ü k z â -
d e ' y i hiç g ö r m e . H e m e n d o ğ r u d ö n , g e r i . Ustanın eli¬
ni
öp!
Paran v a r s a ,
ikiyüzelli
lirayı v e r ;
y o k s a aylı¬
ğından parça parça öde.
—"
N e ; d e m e k ? Parayı göz g ö r e g ö r e y i y e c e k mi?
Ben adamın ciğerini s ö k e r i m . . .
—-Yiğenim,
ni s ö k e r alır.
üste
de,
ciğerini
sökemezsin.
O senin
O sökmez, sen kendin,
ikiyüzelli
daha verirsin.
Zübükzâde'yi
Gel
g ö r m e k şöyle
kese¬
hem yalvararak
b ü y ü k sözü
dursun,
dinle
gördüğün
y e r d e n , adını d u y d u ğ u n y e r d e n k a ç ! . .
Resimci
ğerini
yola
Ferhat söz
sökerim»
anlamıyor.
diyor da
adamın
ci¬
Baktım,
geleceği yok,
—-Yiğenim,
olsun.
dedim,
varsın
Gitmeye gideceksin,
birine emanet bırak da,
Resimci
senin
hiç m i
Ferhat
savuştu.
— Ne g ü l e r s i n
heyri? -
—
Gülünmez
eşşeğin kancık
değil,
cüzdanını
öyle g i t .
Gedikli
kır g ü l ü y o r .
-
«Ben
bir d a h a d e m i y o r .
İhsan
kıkır
kı¬
mi?
Şu
Zübük
itindekı
akla
bak
s e n , n e a k ı l . . . Herif g e l d i , i l k i n b e l e d i y e r e i s l i ğ i n i ka¬
b u l e t m e m , d e d i . K a b u l e t s e , aramızda b e l k i i s t e m i y e -
ni
olacak.
Resimleri,
Durup
durup
ç a n t a y ı karıştırması
k a r t l a r ı d ü ş ü r m e k i ç i n . . . Yahu
neden?
herif,
çan¬
tadan d ü ş ü r m ü ş gibi yaptı da, resimleri ortalığa serp¬
t i . Ben hep ona baktım.
—
Ocağı
batası,
gördün de...
mı geldik? Ulan,
—
resimleri
mahsustan
Adaaam
neye s u s t u n İhsan E f e n d i ?
İsmail
Efendi,
s u s m a s a k neye y a r a r .
S e n ş u n d a k i akla b a k , ne akıl!..
kandırırsa
bu Zübük,
—
D e m e k biz
—
Ya
ne
Kahvede
—
Heyri,
Bey'i
gördün
hiç
şaşmadı.
perişan
eder.
oyuna geldik?
gördüm.
mü,
d i y e olanı
Z ü b ü k resimleri
mahsus¬
biteni anlattım.
Satılmış
Şaşmak şöyle
Ben a n l a m ı ş t ı m ,
—Nerden
Yahu,
Bizi b ö y l e
belledin?
düşürmüş...
—
İş a k ı l d a .
avukat Burhan'ı
b i l e r e k mi
Satılmış
tan
—
serptiğini
D e m e k g ö z g ö r e g ö r e biz g e n e o y u n a
dursun,
dedi.
anladın?
resimlere
bakmadın
mı,
birinde
başve¬
kil h a z r e t l e r i Z ü b ü k ' ü n y a n ı n d a ç o c u k g i b i k a l m ı ş ;
bi­
rinde de. dağ gibi...
—
D e m e k biz
şimdi,
danışıklı
döğüşe
mi
otur¬
duk?
.
— Ne
kandırmasını
belledin...
biliyor.
Aferin
Zübükzâde'ye...
Muhalifleri
seçimde
Herif
yerle
bir
e d e c e k d e m e k t i r . H e r i f t e akıl v a r e f e n d i , a k ı l . . .
Bey, Z ü b ü k z â d e ' n i n
bu r e s i m d a l g a s ı ile bize o¬
y u n e t t i ğ i n i h e r k e s d e b i l i r m i ş . Ben b i l m e z m i y i m ? A ¬
m a b u n l a r ı n e n anlayışsızı
ben
değilim ya...
Resim¬
lere b a k ı n c a şıp, d i y e b u n d a bir d a l g a o l d u ğ u n u an¬
lamıştım.
Muhaliflerin
Kendi yiğidimizi
Ertesi gün
karşısına
bozmak da
bir y i ğ i t
çıkarmışız.
bize d ü ş m e z y a . . .
bir d e d u y d u k k i , R e s i m c i F e r h a t , v i 172
Jâyete d ö n m e k t e n v a z g e ç m i ş .
rafçı d ü k k â n ı a ç a c a k m ı ş .
Gedikli
İhsan
Bizim: kasabada f o t o ğ ¬
.
Efendi,
Resimci
Ferhat'ı
elinde bir
takım ciğerle yolda görünce,
—
O
ne
Ferhat,
yoksa
Zübükzâde'nin
ciğerini
m i s ö k t ü n ? Olamaz, b u c i ğ e r sığır c i ğ e r i . B ö y l e c i ğ e r ,
Z ü b ü k itinde ne arasın!., d e m i ş .
Resimci
—
Ferhat d a ,
A m a n s u s İhsan E f e n d i ,
in kulağına g i d e r de s a k ı n . . .
Bey velinimetimiz.
Allah'tan
m a a l m a d ı m . Yoksa
«Aman
dedi.
rezil
demiş,
İbraam- B e y ' -
Biz b i l e m e m i ş i z .
olacak,
para
olacaktım.
gökte ararken yerde
ağzı¬
Beni
görünce,
İyi
k i geldin»
buldum.
Bana bir d ü k k â n a ç a c a k .
İbraam
lâfını
Evden
çıkarken de,
işte b u k u r b a n c i ğ e r i n i v e r d i d e , «Anana g ö t ü r » d e d i .
Şu
insaniyete
bak!..
İşte b ö y l e ,
bey...
S e ç i m d e bizim parti Z ü b ü k z â -
d e ' n i n s a y e s i n d e b e l e d i y e s e ç i m i n i k a z a n d ı . O n u n ba¬
şımıza
belediye
inandırsın,
Biz bu
reisi
olması
işte
böyledir.
Allah s e n i
a v u k a t B u r h a n ' ı y e d i , -evet y e d i
püsküllü
ne ç e k t i y s e k ,
belâyı z o r l a
bitirdi.
başımıza aldık.
kendi beyinsizliğimizden.
Her
Bizde bu ka¬
f a v a r k e n , bizim g i b i l e r i n e bir d e ğ i l , o n Z ü b ü k a z ge¬
lir.
B e l e d i y e reisi o l d u , s o n r a . d a bize kan k u s t u r d u .
Kimse
Yılanın
etmedi
başı
bize,
n'ettikse
küçükken
kendi
ezilecekti.
kendimize
Şimdengeri
ne
ettik.
de¬
s e k b o s , olan o l d u . . .
SORDUM
ASLIN
NERELİ
Otelci Satılmış Bey
şöyle anlatıyordu:
\
Yapmaz o l a y d ı k ,
biz b u a l ç a ğ ı
b e l e d i y e reisi y a p -
tık, başımıza da püsküllü belâyı-.sard.ık. Herif belediye
reisi olunca, eskisinden bin beter kesildi.
1
Bir gece, benim otelin lokantasında oturmuş içi¬
yoruz. Geçmiş gün, iyice aklımda kalmadı ama,'gene
bir Cumhuriyet Bayramı mı, Zafer Bayramı mı, işte
böyle bir bayram. Gündüz bayramın töreni olmuş, ge¬
ce de şöleni oluyor. İçip d u r u r k e n , bu Zübükzâde zi¬
bidisi birden,
— Dedem Abdünnazif Paşa zamanında bu bizim
kasaba öyle bir ormanlıkmış k i . . . diye söze girişti.
Ne diyor bu soyha. Dayanamadım da,
—
Kimin
zamanında,
kimin
zamanında?
diye
sordum.
— Dedem Abdünnazif Paşa zamanında.,, d e d i .
Gözünü kırpmadan, gözümün içine baka baka,
gert gert yalan söylüyor. Evet, yalan olur, övünme
olur, ama bu kadar da mı olur?
Tahrirat kâtibi Rıza Bey,
sordu. • ••
Hiç yüzü kızarmadan,
— Evdeki eski kitapları karıştırırken AJlah gani
gani rahmet ey/esin, dedem Abdünnazif Paşanın ef
y a z m a s ı b i r kitabı elime g e ç t i . Okudukça şaştım kal¬
dım... Eski zamanda bu bizim kasaba Ceneviz dev¬
letinin payitahtıymış... d e d i .
Hep birbirimize bakıştık. Yahu bu kerhut ne der?
Ne Cenevizi,
nerenin payitahtı,
hangi Abdünnazif
Paşası?
Rıza Bey,
— Senin bu merhum deden, dediğin kitabı han¬
gi dilden yazmış? Yeni Türkçeyle
mi, yoksa Arap
harfleriyle mi?
Hah, bu lâf iyi oldu. Rıza Bey taşı gediğine koy-
d u . Zübükzâde
Arap
harfli
yazıyrnerden
bilecek...
L i s e m e k t e b i n i bile b i t i r e m e d i .
Rıza B e y ' i n s u a l i
şünsün...
—
Hayır,
Elbet e s k i
A b d ü n n a z i f Paşa
dı?
üzerine,
ne olur bir d u r u p dü¬
şıp d i y e c e v a b ı y a p ı ş t ı r d ı :
harflerle...
zamanında
Aman
yeni
Rıza B e y e m m i ,
harfler
çıkmış
mıy¬
• '
Bre
bey,
nasıl v a s f e t s e m ,
herif
s o l u k alır v e r i r
gibi yalan
kıvırıyor.
Biz bu c i b i l i y e t s i z i n
iyi
Babasını
tanırım.
biliriz.
Benim toyluk sıram,
rım y o ğ u m .
ler g e l d i .
dım
onbeş-onaltı
aslını
neslini
y a ş l a r ı n d a va¬
O sıra b i z i m k a s a b a y a K a r s ' t a n
muhacir¬
H ü k ü m e t m u h a c i r l e r e t o p r a k d a ğ ı t ı y o r , yar¬
ediyor.
İşte
o sıra
kasabamızın
içinde
bir
herif
t ü r e d i , t ü y ü b o z u k bir h e r i f . . . V e l â k i n h e r i f i n bir d u ¬
ruşu,
bir y ü r ü y ü ş ü var, g ö r m e l e r ; i s t e r ;
göğdesinden
nasıl
iki karış a ç ı k t a d u r u y o r .
kanatlarını açar,
kabarırsa,
bu
B u iki k o l u ,
Horoz ö t e r k e n ,
herif de
öyle..-.
Kolları k a n a t o l m u ş , ö t t ü ö t e c e k . . . A y a k l a r ı n ı a ç a a ç a
b i r çalımlı y ü r ü y o r .
s ı t e f t i ş t e sual
ması
gerekse,
gövdesini
Bir ö k s ü r m e s i v a r k i ,
ediyor sanırsın.
başını,
döndürüp
Uzun
boynunu
öyle
içen g ö r m ü ş ü m v e l â k i n
lamamışım.
Birine,
paşa¬
çevirmiyor,
bütün
B u n c a yıl
cıgara
bakıyor.
öylesi
ordu
b i r y e r e bak¬
bir c ı g a r a
içene
rast¬
bir ç u b u ğ u var. C ı g a r a y ı sarıp u c u ¬
na takıp: da yaktı mı, ç u b u ğ u elinde filinta gibi t u t u ¬
yor.
Ceketi,
pantalonu,
bizim bura giysiylerine
zemez. C e k e t o m u z d a gezer.
raların
kuşağı
yalpalar ve
Evet,
değil...
Belde kuşak,
Yürürken
bir s a ğ a ,
ben¬
bizim bu¬
bir s o l a
yaylanarak yürür...
çalımlı
b i r herif y a ,
çalımı
bizim
bura
ça¬
lımı . değ{L.**/. K a r s ' t a n m u h a c i r g e l m i ş d e s e n , dili ora¬
ların
diline
çalmaz.
Herif pazar
yerinde,
çarşı
boyunda
b i r zaman
çalım satarak gezindi dolaştı, çalımından yaklaşamı¬
yoruz ki, yanına varıp, «Hoş geldin ağa, sen nerenin
adamısın?» diye soralım. Bura küçük yer, öğrenilme¬
miş, duyulmamış bir gizli kalmaz. Bu çalımlı babayi¬
ğidin hâlis efelerden olduğu anlaşıldı. Herif efeymiş...
Allah için, efe olduğu da çalımından belliydi. Efeler
ülkesinden buraya göçetmiş. Hepimizi bir merak sar¬
dı. Arkadaşlardan, birkaçı kahvede konuşabilmişler.
Adam, ben buyum, ben şuyum, şöyle asarım böyle
keserim demiyormuş ama, her halinden namlı bir efe
olduğu belliymiş. Kahve sediri üstünde bir oturuşu,
tabakasından bir tütün doldurup cıgara sarışı varmış,
işte bellik ki efe... Bundan başka efeliğin senedi, se¬
peti, icazeti olmaz ya...
Bizim delikanlılar kahvede yanına sokulup,
— Merhaba ağa... demişler.
— Merhaba...
— Nerelerden böyle? Sormak ayıp olmasın, siz
de Kars tarafından mı göçlüsünüz?
'•• Adam o zaman, efeler diyarından geldiğini söy­
lemiş.
— Adını bağışlar mısın Efem?
«Demek beni tanımadınız, tuu
size!» der gibi,
bizim arkadaşların suratlarına bir bir bakmış. Evet,
dünyaya nam salmış bir efe tanınmaz mı?
Gel gör
ki, bizim bu ölü toprağı serpilmiş yerde dünyadan
haberimiz mi var!
Adam, bıyıklarını sıvazlıyarak,
— Adımıza Zeybekzâde Kara Yusuf Efe, derler,
şimdi tanıdınız mı? demiş.
Yooo.bir tanıyan yok.
— Adımızı, namımızı duyan yok mu?
Zeybekzâde Kara Yusuf Efe, bıyık altından gül¬
müş, başka da ağzını açmamış.
Zeybekzâde Efe'nin susması da ayrı bir kuvvet.
Bağırıp çağırsa, hattâ toplu tabancayı çekip ortalığı
duman etse, karşısına bizden de bir başka yiğit bel¬
ki çıkar. Fakat herif susuk durduğundan, kızınca ne
işler edeceği hiç belli değil. Kızarsa, şimşek olur ça¬
kar mı, gök olur gürler mi, yıldırım olur çarpar mı?
Efenin susukluğunda yedi evliya kuvveti var.
O gündenberi, bizim kasaba uşağına bir başka
çalım geldi, Hepimiz tıpkı tıpkısına Zeybekzâde Ka¬
ra Yusuf Efe'ye öykünüyoruz. Onun gibi, sağa sola
dalgalanarak yürüyoruz.
Yürürken bu ayaklarımızı,
apışımızı gererek, açıyoruz. Biri adımızı seslendi mi,
fırt diye dönüp bakmak yok, bütün gövdemizle ağır
ağır kendimizi sesten yana çeviriyoruz; belle ki a¬
damlıktan çıktık, herbirimiz yavuz zırhlısı olduk, ma¬
nevra yapar gibi dönüyoruz. Tütün sarmayı, Zeybekzâde Efe'den kaptık, teşbih çekmeyi ondan aldık. O
nasıl bıyık burarsa, biz de o çalımla bıyık buruyoruz.
Kasabanın bakkalları şaşırdı, satmaya fındık yetiştiremiyorlar. Yahu, bu ne iş? Eskiden bura bakkalı
İki okka fındığı iki yılda tüketemezdi de fındıklar cam
kavanozlarda ç ü r ü r d ü . Şimdi, satışa fındık yetiştire¬
mez oldular. Bakkallar fasulye, pirinç, şeker satışını
bıraktı, çuval çuval fındık getiriyorlar. Buranın erkek
milleti fındığa çok kötü merak sardı. Bu fındık en hâ¬
lisinden bıyık ilâcı ve bıyık boyası. Fındık içini bir
tele geçirip ocakta yakıp kömür ediyoruz, yağlı bir
kömürü var. Bu yağlı fındık kömürü, bıyığın g ü b r e s i . . .
Sürdün mü, bıyık kılları, kamışlık batağının kamışları
gibi fışkırıyor. Fındık yağlı kömürü sayesinde tüysüz
delikanlıların bıyık tüyleri g ü r l e n d i ; onbeşinde oğ¬
lanların çalı gibi bıyıkları oldu. Fındığın yağlı kömü¬
rünü sürdük mü, kaytan
bıyıklar uzadıkça uzuyor,
karardıkça kararıyor, gürlendikçe gürleniyor. Bıyığın
bir ucu güneşe, öbür ucu aya d o ğ r u l m u ş ; bizim bı¬
yıklar, benzetmek gibi
olmasın, geyik boynuzlarını
g e ç t i . Delikanlılarımızın bıyık burmaktan, bıyık sıvaz¬
lamaktan elleri işe değmez oldu. İhtiyarlar, «Hay bı¬
yığına t ü k ü r d ü k l e r i m . . . iş-güç yüzüstü kaldı bıyık be¬
lâsına...» diye sövüp sayıyor. Velâkin kasabada fın¬
dık ticareti aldı y ü r ü d ü .
Bakkallar -fındıktan zengin,
oluyor.
Hele kızların fındıkçılığı...
Kızlar, bıyığın kara¬
sına, uzunluğuna bakıp ona göre cilve döküyorlar.
Efeler ülkesinin namlı
Zeybekzâde Kara Yusuf
Efe'sinin destanını da merak etmekteyiz.
Bir gece
duyduk ki, Allah rahmet eylesin Kasap Osman'ın ba¬
bası Efe'ler ülkesinin namlı efesine ziyafet verecek¬
miş. Aman... Biz de varıp, namı cihanı tutmuş, efenin
ağzından bir-iki pend kapsak...
Bir ziyafet oldu ki, görülmüş şey d e ğ i l . . .
Zeybekzâde efesinin konuşacak diye ağzının içi¬
ne bakıyoruz. Onun ağzını açtığı yok. Ha babam bı¬
yık burar. Şölen de şölen... Koca koca iki bakır sini
kuruldu. Ev sahibinin uşakları bulamaç, yalamaç, gölemeç, tuzlama, bazlama, gözleme g e t i r d i . Memleke¬
tin buncadır görmediği bir efeyi ağırlamak kolay mı?
Aşın üstüne kahveler geldi, büyükler kahveleri höpürdettıler. Derken söyleşip görüşülmeğe başlandı. Efe¬
ler ilinin ünlü Zeybekzâde Kara Yusuf Efesi sedirin
baş köşesine kuruldu.
— Başımıza gelenler çoktur ağalar...
diye söze
girdi.
Yahu herif neymiş..: Bir anlattı ki, donduk kal¬
dık. Her bir dediği kulağıma nakşolmuş, bugünkü gi¬
bi aklımda. Daha orialtısında toyken bir pehlivanmış
kî, en usta pehlivanlar gücüne güç yetiremezlermiş.
Bunların köyünde tahıl olmazmış, hayvancılık da yok-
m u ş . Bunların g e ç i m i hep e f e l i k t e n m i ş . O köyün y e *
t i ş ö r d i ğ i efe... Delikanlı d e d i ğ i n , onkisine,
b a s ı p d a eli
tüfek tuttu
dağa yürür,
rızkını
da bir komşu
b u k işi,
nirlermiş.
olur,
dağlarda ararmış.
köy varmış,
ekim-biçim
Doğan
oranın
bilmez,
bıyığı
O
insanı
da çift çu¬
terledi
köy de
şeyh yetiştiriyor.
b i r y e r e varır,
miydi şeyh
sığır,
Köyden
davar
çıkan,
postu kurar, şeyh o l u r m u ş .
köy daha varmış,
der
Bunların yanın¬
onlar da şeyhlikle g e ç i -
erkekse,
gurbete yürürmüş.
yetiştirmiyor,
onüçüne
m u , ya Allah, bismillah
orası da başka t ü r l ü ; . .
ney
başka
Bir k o m ş u
O r a insanı¬
nın g e ç i m i d e d i l e n c i l i k t e n . Karısı, kızı, g e n c i , k o c a s ı ,
e r i avradı d i l e n i r m i ş . . .
onların
se
geçimi
«Sen
evini
de
Bir b a ş k a k o m ş u
hırsızlıktan..
Delikanlı
geçindîremezsin»
diye
köy varmış,
hırsız d e ğ i l ¬
ona
kız v e r e n
olmazmış.
Kurban
kulunun
o l d u ğ u m Allah'ın
rızkını
bir hikmeti
bir başka y o l d a n
lencilikten, kimi efelikten...
ağzımız a ç ı k kalıyor.
efesi
Poşulu
işte,
Kimi
her
di¬
Zeybekzâde anlattıkça,
Bir de tatlı
— Bir g e c e , d i y o r ,
dağın
yaratmış.
dili var.
duyduk ki,
bizim
Efe g e l e s i y m i ş .
köye, yedi
Efeler k ö y e
indi
miydi, köyde düğün bayram edilir. Neden d e r s e n , efe
k ö y e hazineler g e t i r i r ,
lerinin
dağdan
kor gider.
ineceği duyuİdu
Bizim o r a l a r ı n
mu,
efe¬
hükümet adam¬
ları d a h a ö n c e d e n izin alır, sılaya g i d e r l e r k i , e f e l e r l e
başları
belâya
kalmıya
Candarma dersen,
lar,
oralarda eşkiya
ne d e m e k . i .
Poşulu
tır y ü k ü
Hey
da,
efelerin
canlarından
avına b o ş u n a
hey,
olmıyalar.
b o ş bıraktığı d a ğ l a r ı
mermi
yakar.
Efe
görmelisiniz.
Efe v e a s k e r l e r i n d e n ö n c e k ö y e y e d i
mal v e y e d i katır y ü k ü
m ü c e v h e r ve yedi
tır y ü k ü altın v e . g ü m ü ş eşya v e y e d i
dife ve ipek giyim geldi.
kol¬
Hiçbir hak
katır y ü k ü
ka¬
ka¬
ka¬
geçmemesiye
bunlar avratlar arasında üleştirildi.
üleşme bitince,,
doru al atını şahlandırarak Poşulu Efe köye g i r d i ,
girmesiyle,
— Zeybekzâde Kara Yusuf Efe nerelerde? diye
sormaz, mı?
Allah Allah, böyle bir yedi dağın efesi bizim adı¬
mızı nerden bilir? Yoksa bizim namımız dağlara-dek
duyuldu mu? Varıp elini öptüm.
— Bre yiğit, dedi, senin baban otuz yıl altında
damda yatarken, sana avratlar gibi boğazı tokluğuna
ateş başı deyip köyde kapanmak yaraşır mı? Bu ne
iş... Sana düşen, can pazarında can alıp can vermek
değil mi? Al şu silâhı, adımıza kullan!
Bana bir silâh verdi ki, kız gibi silâh ve böylesi
Acem padişahının saray silâhhanesinde araşan yok.
Elimi eline alıp,
— Benden sana destur, bundan geri dağlar se¬
nin... Düş önüme! dedi.
Köy, kasaba gibi haneli bir yerde konmak efe¬
likte âdet değil. Eve varıp çul-çaput almamıza, kal¬
madı, çizmesiz çorapsız düştük yola...
Böyle bir
namlı efeden silâh alıp, onun adına kullanmak ne de¬
mek? Büyük vebali var...
Efenin adını, can versen
kötülemiyeceksin. Allahıma çok şükür, o gün bugün
gezmedik dağ, kesmedik, yol komadık, bize el veren
efenin adını da batırmadık.
Zeybekzâde neymiş, hiç bildiğimiz insana ben¬
zemez. O yaşta düşmüş dağlara...
Neler anlatıyor
bre bey...
-',
— Yolda efe beni yanına çekti.
«Kişi aldığına
göre satar, atasından gördüğünü işler. Sen bir kurt
oğlu kurtsun... » dedi. Bize babamızı tasvir etti ki,
adını duyanın ödü patlar da sözünden korkup canı
çıkar. Evet, biz babamızın namını duymuşsak da bun-
c a s m i bilmezdik.
Bu Poşulu Efe'yi köyden alıp ya¬
nında yetiştiren ve de ona ustalık eden bizim pede¬
rimiz olduğundan, Poşulu Efe de bü iyiliğin altında
kalacak bir yiğit olmadığından bizim ustamız o l d u .
Bu Zeybekzâde o gece, gün ışıyasıya anlattı. O
anlatırken, ben yerimde duramaz oldum. Ertesi günü,
Kara Yusuf Efe'yi koyacak yer bulamıyoruz, el üstün¬
de tutmaktayız. Böyle bir namlı
efenin kasabamıza
şeref vermesi ne demek... Herif, kırk yıl memleket¬
ler t i t r e t m i ş . Adını duymadığımıza şaşmaz mı? Kabu¬
ğuna girmiş tosbağa gibi bizim neden haberimiz var
k i , Kara Yusuf Efe'yi bilelim.
Derken efendim, kasabadan köylere dek, Zeybekzâde'nin namı yayıldı.
Kasabada, Ermenilerden
kalma en güzel ev ona verildi. Namını duyan, desta¬
nını işiten, aman efe diye her bir ihtiyacını ayağına
koşturuyor. Zeybekzâde'nin gayri, elini sıcak sudan
soğuk suya soktuğu yok. Bir eli yağdaysa, öbür eli
balda... Onun yaptığı, kahvede,
pazarda gövdesini
çalımla gezdirip, yiğit yiğit yaylanmak ve yalpalan- ,
mak ve serencamını bizlere nakletmek...
Anlattıkça
şaşıyoruz. Böylesi yiğide ne verilse az. Gene iyi.bir
adammış canım, herif istese, kasabanın ortasına çı¬
kıp bir nağra vursa, elimizde her ne varsa alır, bizi
hep cıbıl bırakır, Uçanı- kaçanı vuran silâhına el sür¬
meyi istemez, bizi perişan etmekliğe bir nağrası ye¬
ter de artar bile...
Zeybekzâde Kara Yusuf Efenin
hanesi askeriye ambarına döndü, veren verene, ge¬
tiren getirene. Herifin kimseden bir şey istediği yok.
Biz, de ki korkumuzdan, de ki böyle bir efeyi bağrı¬
mıza basıp şeref duymamızdan, de ki bizi kurda ku¬
şa ve de her türlü tehlikeye karşı koruyacağından,
adama kulköle olduk.
Bir gece aniattıklarrndan öleya-zdım.
Şöyle an¬
lattı :
— Bir memlekete vardık, hiç gecesi yok... Bir
hafta y ü r ü , gün ışığı... Velâkin insanı, evi de yok...
Yahu biz çöle mi düştük... üç gün mü, dört gün mü,
yoksa beş gün mü, gece olmadığından kaç gün ol¬
duğunu gayri bilmiyoruz, at üstünden inmemesiye
gittik. Bir de baktık, tezek tütünü aşikâr oldu. Poşulu
Efe,:- •
•
' '
'
— Aman yiğitler, gözünüz aydın olsun, tezek tü¬
ter bir yere geldik, canlı olduğuna alâmettir. Yiğit o¬
lan yiğitliğini sınar... diye askerlerini t o p l a d ı .
Bana d ö n d ü , enseme bir pehl.ivan sillesi vura¬
rak kulağımı b u r d u :
— Zeybekzâde Efe, kendini göstereceğin za¬
mandır, yürek ve bilek isterim. Bir yıl öyle ceng eyle
ki, damda yatan babanın kulakları çınlasın...
Tezek tütününü doğrulayıp şehre vardık ki şehir
kale duvarlariyle çevrili.
Duvarları görmeli, Alman
toplarının tüm soyu sopu gelse de bombardıman et¬
se, yıkılacak duvarlar değil. Poşulu Efe, kale kapısı¬
na varınca, bizim askerlerden biri bana,
— Yiğit, şimdi Poşulu Efe nağra salacak. Onun
nağrasına kulak zarı dayanmaz. Ağzını açık tut, ku¬
lağını da tıka ki, kulak zarın patlayıp sağır olmayasın... d e d i .
İki elimin başparmaklariyle kulaklarımın deliğini
tıkadım, ağzımı da açtım. Herkes de benim gibi yaptı.
Poşulu Efe, ya Allah deyip bir nağra vurdu ki, nasıl
anlatsam... Sıkı durmayanlar yere kapaklandı.
Kale
duvarları zangır zangır etti. Ve kale kapısının zinciri
kopup kapı açıldı. Gayri bilmem, Poşulu Efe'nin nağrasının şiddetinden açıldı, bilmem içerdekiler korkup
açtılar...
Efendim, bu Zeybekzâde Kara Yusuf Efe, o şe¬
hirde bir ceng etmiş ki, f e l e k de beğenmiş. Oradan
beş kadar deve yükü altın ve mücevher aldıktan son¬
ra şehrin valisinin konağına yerleşmişler. Poşulu E¬
f e , valiye demiş ki:
— Cengde beş yiğitim şehit d ü ş t ü . Her y i ğ i t i min bir kılına bin kelle isterim. Velâkin amana vardı¬
ğınızda cana can istemem. Kelle kurtarmak isterseniz
şehrin kalesine bayrağım çekilecek. Her yıl bu şehri
beş katar deve yükü vergiye bağladım. Baş kaldıran
başını yok bilsin. «El mi yaman bey mi yaman» de¬
mişler ve de Poşulu Efe'nin nâmı duyulsun.
Vali, oğuz bir kimseymiş.
keri varmış. Velâkin, Poşulu
detinden öyle korkmuşlar ki,
pisleyip elleri silâhlarına bile
Valinin derya misal as¬
Efe'nin nağrasının şid¬
hepsi korkudan altına
varamamış.
Vali bunun üzerine demiş k i :
— Ey Poşulu Efe, yoluna yüz bin can ile yüz bin
baş fedadır. Hep yoluna kul köleyiz. ' Konağımızda
konuklayın, bizi burda garip koyup gitmen. Şerefini¬
ze şölen k u r d u k
Yemişler içmişler.
Karınları doyunca Poşulu Efe,
— Doyduk Allah'a şükür, şimdi de kasık man¬
cası isteriz... demiş.
Şehrin en güzel kızları gelmiş... İnce belli, du¬
du dilli, ak tenli, kumru boyunlu, kömür gözlü kız¬
lar...
Bey, biz o zamanacak • böyle bir deyiş duyma­
mışız. Zeybekzâde Kara Yusuf Efe'nin - anlattıklarını
ağzımız açık dinliyoruz. Efe, her gece eşraftan biri¬
nin evine çağrılı...
Bir yıla kalmadan kasabanın en
zengini oldu çıktı. Bunun bir de karısıyla, İbraam a¬
dında oğlu var. Bu İbraam, işte o İbraam... 0 sıra
r e d ü ş m e z . Bizim bir, K e m i k M i s t i k d e r d i k , bir o ğ l a n
v a r d ı . Ş i m d i g u r b e t t e . . . V e l â k i n b u K e m i k M i s t i k de¬
nen
oğlan
üflesen
gibi d e ğ i l . . .
korkak oğlan,
rıyı
almış
pazarın
önüne,
gibi
muş.
korkak mı
ha
dövüyor.
Kemik Mistik oğlan,
kalmış.
karıyı ş a m a r l ı y o r .
dayanacak
korkak...
o r t a s ı n d a k o s k o c a b i r ka¬
dövüyor,
dev g i b i . . .
parmağı
sert bir yele
Bir ç e l i m s i z o ğ l a n ,
Bu
sen,
uçacak,
Velâkin, Allah
Karıyı
gör¬
karının s e r ç e
yarattı
demiyor,
Karının e t t i ğ i a h v a h g ö k y ü z ü n ü tut¬
Yalnız kadının
sesi
maşallah
gür mü
gür,
boru
gibi...
— • Yahu, bu n e d i r , ne o l u y o r ? d e d i k .
E f e n d i m , h e r i f i n b i r i , b ü r ü ğ e b ü r ü n ü p 1 karı kılığın¬
da
karılar
hamamına
oturmuş,
muş.
başından
girmiş.
Hamamın
bürüğünü çekmez,
havuzbaşına
öylece durur-
Natır k a r ı ,
—
Ana,
soyunsan
a!.,
deyince,
—
Ben g i r m i y e c e ğ i m , d e m i ş , ü ç e r d e g e l i n i m v a r ,
onu b e k l i y o r u m .
Karı
soyunmadan
hamamın
Peştemallr soyunuk karılardan
—
Anaaa!
Kadını
bürüğünün
diye
kudan
ne,
altından
dışarı
düşüp
Bunun
m ü ş (*)
bağırıp t a ş l a r ı n
korkutan
S o y u n u k kadın,
soğukluğuna
girmiş.
biri,
bildin
üstüne
mi?
sipsivri
bir
düşmüş.
Dineien
kadının
bıyık uzanmış.
b ü r ü k t e n f ı r l a m ı ş bıyığı g ö r ü n c e
kor¬
bayılmış.
üzerine
bıyıklı
hamamdaki
karılar,
herifi takunyelerle
bürük bürün¬
döve
döve
dışarı
atıyorlar.
Bıyıklı
herif
karı
gözlemeye
kanlar
hamamına
girmiş...
(*)•
B ü r ü k ı : Bu r o m a n d a k i olayların g e ç t i ğ i yerlerde k a ­
dınların ö r t ü n d ü ğ ü bir sokak giysisidir.
185
Kemik Oğlan
bunu
duyunca,
anası d a
hamamda
o l d u ğ u n d a n , e r k e k l i ğ i n e d o k u n u p b ü r ü k l ü h e r i f i n te¬
pesine biniyor.
çekiyor,
Bunu
sürüye sürüye
basıyor k ö t e ğ i ,
pazarın
Biz pazar y e r i n e v a r d ı ğ ı m ı z d a
kılığındaki
herifin
Herkese seyir gerek, etraftan da,
Vur,
vur
Bürüklü
sinmiş,
çekip
çekip
herif,
diye
çığrışıyorlar.
iyice b ü r ü ğ ü n e
gibi
kaçmağa
ortaya
alıyor,
Koca
karı
çıkarmaktaydı. Vuruyor ha
ha v u r ! . . .
koca
sıçan
vuruyor.
pestilini
Kemik Oğlan,
vuruyor...
—
ortasına
basıyor t e k m e y i . . .
çalıştıkça,
bürüğünü
dolanmış,
Kemik Oğlan
başına
geçirip
herif b ü r ü ğ ü n i ç i n d e havasızlıktan
bo¬
ğulacak.
Etraftan,
—
Yahu
'
bu
n a m u s s u z da
kimmiş?
diye soruyor¬
herifin bir
görünen yeri
lar.
Kim olduğu
kaytan
bilinmiyor;
bıyıkları...
bürükten
Bıyığının iki
ucu,
kama sivrisi
gibi
çıkmış.
Bizim
kasabamızın
l u k hiç g ö r ü l m e m i ş .
tarihinde
Bizde
böyle
kadın
bir namussuz¬
kadınlığını bilir,
er¬
kek erkekliğini...
K e m i k O ğ l a n aslan k e s i l m i ş ,
rüklü
herifin tepesine
olacağı yok,
kalabalıktan
•Davranmasiyle,
ğine yapıştı.
tından
biniyor.
gerilip gerilip
Derken
k a ç m a k için
Kemik Oğlan
bunun
bü-
herif baktı
bir
ki
davrandı.
bürüğünün
ete¬
B ü r ü k , K e m i k O ğ l a n ı n e l i n d e k a l ı n c a , al¬
kim çıksa
b e ğ e n i r s i n . . . Yahu Z e y b e k z â d e
Ka¬
r a Y u s u f Efe d e ğ i l m i ? . .
Kemik
Oğlan,
karşısında
Kara
Yusuf
Efe'yi
gö¬
r ü n c e b i r d e n arkasını d ö n ü p k a ç m a ğ a b a ş l a d ı . O ğ l a n
korkmuş,
o r d a kaldı,
o
korkuyla
Hıdırlık D o r u ğ u n a
çıktı,
bir ay
kasabaya inemedi.
Zeybekzâde
K a r a Yusuf
Efe'yi
bir
görsen,
ıslak
maz. D e d e l e r i n i paşa e t t i ğ i y e t m e z m i ş g i b i b ü r ü k b ü ¬
r ü n ü p karı
hamamında gizliden avrat seyreden
pede¬
r i Z ü b ü k Yusuf E f e n d i y i d e paşalığa, t e r f i e t t i r d i .
daha dursak,
raam
kendisi
Paşa...»
Sadrazam
için
diyerek Cumhuriyet
kesilecek
.Babası
Az'
de-.. «Ben Z ü b ü k z â d e İb­
devrinde
başımıza
namussuz.
Zübükzâde
Kara
Yusuf
Paşa
zamanında,
h e p b u r a l a r ı , y e d i k e r v a n y o l u ö t e l e r e d e k t a p u l u ara¬
zileri ve
mallarıymış.
delerin
lerini
da
üstünde
Babası
kırk k ö y v a r m ı ş .
k ö y l ü y e bağışlamış.
babası,
o zaman
Şehzadem
Tahrirat
Ç ü n k ü o, sözünü
pimizden
kalp beşlik gibi
Sonra
Zübükzâ-
babası
köy¬
diye sevinerek,
yalnız
köylüye bırakmış.
Kâtibi
Rıza
hiç sakınmaz,
üstün...
bu
Bu İbraam Bey d o ğ d u ğ u n ¬
doğdu,
onbeş köyü,
Hepimiz
zamanında
Rıza Bey,
b o z u p iki
Beye
bakıyoruz.
o k u r yazarlığı d a he¬
şimdi şu Z ü b ü k alçağını
paralık e d e c e k diye bekli¬
yoruz.
Biz b ö y l e c e n e b e k l e m e k t e y k e n
se
Rıza
Bey ne d e ¬
iyi...
—
Evet, d e d i , s e n i n d o ğ d u ğ u n b u g ü n k ü g i b i ha¬
tırımda...
Allah
Kara Yusuf Paşa
lucan
köyü
Alucan
gani
Babasının
Evet,
geçinirdi
Efendi
değil
Elbet alay e d i y o r ,
Zübük
idi
Eski
de,
onu
bile
adamlar başkaydı
sofrası fakir fukaraya
Emin
"- Alay ediyor,
d e Emin
pederin
Hattâ A-
be...
açıktı.
Ka¬
Hey g i d i g ü n ¬
cümlemize b ü y ü k iyilikleri vardır.
Tüccardan
—
eylesin"
pek sevinmişti.
bağışladı.
pısında f u k a r a o r d u s u
ler...
rahmet
Z ü b ü k z â d e l e r i n yazlığı
köylülerine
canım...
gani
Hazretleri
İbraam
Efendiye,
ne
kulağıma eğildi,
mi?
diye fısıldadı.
ne olacaktı y â n i . . .
fısıldaştığımızı
çaktı
dedim.
besbelli
—
Paşa
Emin e m m i , d e d i ,
zamanına yetiştin
Emin
sen
dedem
Abdünnazif
mi?
Efendi,
—± Ben y e t i ş e m e d i m , d e d i , ben o zaman bebeymişim.
Velâkin,
babam,
liğini g ö r m ü ş t ü r .
Paşadan
A b d ü n n a z i f Paşanın
de senin
ömürler versin
Hay A l l a h ,
ben
ne
İbraam
s ö y l ü y o r bu
aklimi
Sözünü
mı
bitirince
kulağıma
—
Nasıl,
İyi d a l g a g e ç t i n y a ,
bükzâde
Kara
Bu
Elin
Beyimiz...
Emin
yapıp
Evvel
mi
Efendi y a h u . . .
namussuzla?
bunun
çingen
Yusuf Paşa
s e f e r d e Aklı
söylemez
O yattıkça Allah
eğilip fısıldadı:
iyi d a l g a g e ç t i m
ğunu anlıyamadım.
ç o k iyi¬
Kara Yusuf
şaşırdım?
—
—
pederin
ç o k iyilikler g ö r m ü ş ü m d ü r .
s a n a uzun
Yoksa
Ben
nasıl d a l g a o l d u ¬
Kara Yusufunü,
Zü-
çıktınız.
Bedir Hoca,
sorulmadan
mi:
Rahmetli
Zübükzâde
pederin gibi adam mı v a r d ı . . .
İbraam
Bey,
iç
cebinden
cüzdanını,
c ü z d a n d a n da bir k ü ç ü k resim çıkardı.
—
Hemşeriler,
—
Aman
— •
ş i m d i size bir m ü j d e m var,
dedi.
nedir?
Pederim
K a r a Yusuf Paşa
Hazretlerinin
bir
resmini buldum...
Resmi
—
bana
Nasıl,
iyi
uzatarak,
mi Satılmış e m m i ? d e d i .
Resme b a k t ı m . Evet, bir paşa r e s m i , v e l â k i n Ka¬
r a Yusuf ç i n g e n e s i n e
aslan
—
gibi
Nasıl
Yahu,
benzer bir yeri
yok;
resimdeki
bildiğimiz bir paşa...
Satılmış
emmi?
ne desem? Bu
kadar milletin bir d o ğ r u c u ¬
su ben değilim ya...
—
İyi o l m a z m ı ,
i y i . . . Tıpkı da k e n d i c a n ı m , ay¬
n e n p e d e r i n . Ş i m d i g ö z ü m ü n ö n ü n e g e l d i , hay A l l a h . . .
Evet bu resmi Millî Mücadele sırasındayken çektir­
miş olmalı. Ben o zamanı iyi bilirim.
Emin Efendi gene kulağıma eğildi:
— Heyri, sen iyice tozuttun mu ocağı batası...
Ulan, neyin Millî Mücadelesi, neyin paşası? Bu hortlayası Kara Yusuf'un bıyık burmaktan gayri bir ma­
rifeti y o k t u . . .
— Canım Emin Efendi, dedim,
sen de inandın
mı, dalga geçiyorum Zübük'le; anlamadın mı. Alay o l ­
sun diye...
.,
Aklı Evvel Bedir Hoca,
— Hemşeriler, dedi, şimdi bize bir vazife düşü­
yor. Biz de insansak, Kara Yusuf Ağamızın bu resmi­
ni insan boyuncak büyüttürür, altın çerçeveye koyar,
belediye salonuna asarız... Ne dersiniz?
Ben yanındaydım. Yavaşça söylendim:
— Ne diyelim, sakalına tükürdüğümün hocası,
Allah belânı versin, deriz. Ulan, bu memlekette adam
kalmadı da, Kara Yusuf itinin resmini mi belediyeye
asacağız?
O da bana yavaşça,
— Alaydan da anlamıyorsun; dedi.
•— Alaysa o başka...
Hemşeriler hep,
— Evet, Kara Yusuf Ağamızın
resmini
asmak
gerek... dediler. ,
Bu Kara Yusuf, ağa mı, paşa mı anlıyamadık; ki¬
mi ağa der alay eder, kimi paşa der dalga geçer...
Biz bu alayı iyice uzattık ve belediye bütçesin­
den ödenek verip, Zübükzâde İbraam'ın cebinden çı­
kan vesikalık fotoğrafı insan
boyunca büyüttürüp,
çerçeveletip belediye toplantı salonuna astık. Orada
gördüğün resim, Zübük İbraam alçağının babası oldu
çıktı. Resmin altındaki yazıyı da okudun mu:
Millî
Mücadele kahramanlarımızdan Zübükzâde Kara Yu¬
suf Ağa...
Resim orda durur. Neden durur? Zübük İbraamla alay ederiz de o n d a n . . . Nasıl iyi alay etmiş mi¬
yiz?
Neye yarar bey, herifte utanma yok k i . . . Alay¬
dan da anlamaz. Bir yabancı kasabaya gelse, bele¬
diyedeki resmi gösterir de, gert gert,
— Pederim Kara Yusuf Paşa... der.
Paşalığı da askeriye paşası değil, eskiden kalma
sivil paşalığı imiş. Vallaha ben bile paşa sanmıştım.
Nerden bileceğiz? Göğsü fişeklikle, beli bombayla
donanmış, kalpaklı bir herif... Zâtınız gibi bir bey bi¬
zim kasabadan geçerken her nasılsa belediyeye gelip
resmi görmüş,
<
— Bu namussuzun resmini buraya neye. astınız
yahu? Hem bunun adı da Kara Yusuf değil,
Gâvur
Ali'dir. Bu herif eşkıyanın en gözü dönmüşü, ve de
Millî Mücadelede düşmanla işbirliği ve elbirliği yap¬
tığından, sonradan kaçarken kıçından vurulup, ibret
olsun diye ölüsü meydanda üç gün asılı durmuş bir
namussuzdur... demiş.
Biz işte böyle bir namussuzu kahraman diye, Z ü bükzâde İbraamia alay etmek için bağrımıza bastık,
iyi mi, iyi alay etmiş miyiz?
İşte bu cibiliyetsizin aslı nesli b u . . . Biz o resmin
neden ortaya çıktığını sonradan anladık ya, neye ya¬
rar, iş işten g e ç t i . Bu Zübük İbraam, o eşkiya res¬
minden kuvvet alarak
başımıza olmadık işler açtı.
Biz de baştan, bir kere,
•— Evet, Kara Yusuf Paşadır,
demiş bulunmu­
şuz. Gayri sözümüzden de d ö n e m i y o r u z . Yalnız Yu¬
suf Paşadır demekle kalsak iyi, daha da ne haltlar
karıştırmışız.
Ya, işte böyle bey... Bakalım bu alçağın yüzüne
den daha başımıza ne işler gelecek, hâlimiz nic'olaeak?
İlçe
Ortaokul
Almanca
Öğretmeni
bir
arkadaşına şu mektubu yazıyordu:
Sevgili «
»
Mektubuma ister
istemez
Zübükzâde
İbraam
Bey'le başlamak zorundayım.
Çünkü burada ondan
başka hiç kimse, hiçbir şey yok dersem, inan... Burda var olan canlı cansız herşey, ancak Zübükzâde'yle var olabiliyor. Ya da bana öyle geiiyor. Bu Zübükzâde'nin serüvenleriyle kulağım
öylesine doldu ki,
artık başka türlü düşünemez oldum. Şaşılası bir du¬
rum ama, daha kendisini göremediğim halde, ben bi¬
le hep ondan konuşuyorum.
Hepimizin dilinde o...
Geçenlerde Ankara'dan gelmiş, iki gece evinde kal­
mış, yine Ankara'ya dönmüş.
Şaştığım çok işler oldu. Burdaki ortaokulda tek
yabancı dil olarak Almanca
öğretildiğini söylersem;
sen de benim gibi şaşarsın. Evet, bu ortaokulda Fran­
sızca, İngilizce dersleri yok; yabancı dil olarak yalnız
Almanca var. öğretmeni de benim.
İnsanın aklına,
neden yalnız Almanca öğretiliyor çocuklara da başka
diller öğretilmiyor, elbet bunun bir gerekçesi vardır,
demek ordaki okuldan
yetişeceklere
Almanca pek
gerekliymiş, gibi bir düşünce gelebilir. Hayır, bu or­
taokulda yalnız Almanca okutulmasının hiçbir mantı­
ğı yok. Bakmışlar, bu ortaokulda yabancı dil öğretme¬
ni yok, ben de elde yeni bir öğretmenim, Almanca
öğretmeni... Hah, demişler, bu öğretmeni oraya ve192 —
r i p eksiği
için
kapayalım.
Bu
ilçenin o r t a o k u l
«Biraz d a A l m a n c a ö ğ r e n s i n l e r »
A m a daha
da şaşacağın
öğrencileri
demiş olacaklar.
birşey söyliyeyim:
Bu
ilçe¬
nin bağlı o l d u ğ u i l d e k i l i s e d e A l m a n c a ö ğ r e n i m i , Al¬
manca öğretmeni yok...
okulu bitiren çocuklar,
Bu yüzden,
buradaki
orta¬
i l d e k i liseye d e v a m e d e m i y o r ¬
lar. A l m a n c a ö ğ r e t i m i . y a p a n lise n e r d e v a r s a - k i p e k
az ve
pek uzak-
h e p s i lâf...
oraya
gitmek zorundalar.
Aslında
N e b u r a d a A l m a n c a ö ğ r e n e n var, n e baş¬
ka iisede...
Beni
buraya Almanca
kafanın mantığı,
örneğin
ha
mantık,
üniversitede
yada
kürsüsüne de
Ha buradaki Almanca öğretmenli¬
hocalığım...
mantıksızlık
İkisi
arasında,
yönünden
yok...
bu
hiçbir ayrım
•
Çocuklara Almanca
yıl
olarak atayan
öğretmen değil de,
üniversitedeki Aiman filolojisi
hoca yapabilirdi.
ğim,
öğretmeni
beni ortaokula
burda
kalırsam
öğretmekten geçtim,
Almancanın
bildiğim
bir-iki
kadarını
da
unutacağım. Şimdiden unuttuğumu anlıyorum. Ne di¬
ye beni buraya göndermişler? Diyelim ortaokulun
sınıfındaki
çocuklar programa göre azbuçuk Almanca
öğrendiler.
çinceye
üç
Ne çıkar b u n d a n ? . .
Sınavı v e r i p sınıfı ge¬
kadar...
Başım
Bişeyler
çatlayacak.
yapmak
Nasıl
istiyorum,
yapmam gerektiğini
dertliyim
ama
bilemiyorum.
anlatamam.
ne y a p m a m ,
İçkiye
nasıl
başladım.
E s k i d e n o l d u ğ u g i b i d e ğ i l , her a k ş a m i ç i y o r u m , g e c e
yarısını
geçenedek içiyorum.
menler Derneği'nde toplanıp
yoruz,
mış
ruz.
arada bir de
Bey'in
otelinin
poker...
altındaki
Okuldan
prafa,
çıkınca ö ğ r e t ¬
kaptıkaçtı
oynu¬
O n d a n s o n r a d a Satıl¬
lokantaya gidip
içiyo¬
ö ğ r e t m e n l e r Derneği
dersem orda
da
kalabalık
olduğumuzu sanma. Topu t o p u , müdürle birlikte dört
öğretmeniz.. Arkadaşlarımızdan
biri
de
h a s t a n e y e ya¬
t ı n c a ü ç ö ğ r e t m e n kaldık.
ilkokul öğretmeni arkadaşlarla,
retmen eksiğini
okulumuzun öğ¬
k a p a m a ğ a çalışıyoruz.
Kaymakam da
tarih-coğrafya okutuyor.
İçimde
b i r e z i k l i k var,
anlatılmaz...
Kasabaya
s e r p i l e n ölü t o p r a ğ ı b e n i m d e ü z e r i m e y a ğ m a ğ a baş¬
ladı. Yakında
sınavlar başlıyor,
de buradan ayrılacak değilim.
de,
nasıl
rısından
petrol
Tatilde
Bir u y u ş u k l u k v a r b e n ¬
anlatayım...
Biliyorum,
kendime.
sonra tatil...
kızıyorsundur bana.
Ben
de
kızıyorum
İçip i ç i p k o r k u t u p s a r h o ş o l u n c a , g e c e ya¬
sonra evime
gelip
ağlıyorum.
Beş
numara
lâmbasının k ö r ışığında e l l e r i m e b a k ı y o r u m ,
lerime...
ellerimde
Buradan
sana
mutluydum.
yacak,
ilk
yazdığım
Ellerimi t o p r a ğ a
silkeleyecek,
ölü
mektupta
daldırıp
toprağının
ne
denli
kasabayı
salla¬
altından
kaldıra¬
c a k t ı m . Evet, e l l e r i m i t o p r a ğ ı n karnına s o k t u m ,
rım
kayaların altına
maklarım yok...
zım sızım
kan
el¬
parmaklarım yok...
girdi.
Ellerimi
E l ayalarımın
sızıyor.
ki,
par¬
parmak yerlerinden
Bir d a h a ,
altına s o k a c a ğ ı m e l l e r i m i .
çıkardım
kolla¬
bir d a h a . . .
Biliyorum,
bu
sı¬
Dağların
kez; e l l e r i m
b i l e k l e r i m d e n kopacak. Böyle böyle, parça parça dö¬
küleceğim burada... Böyle böyle biteceğim.
Ağlayarak yatağa
giriyorum.
O
s o ğ u k yalnızlı¬
ğımın i ç i n e , s o ğ u k , k i r l i . . . A ğ l ı y o r u m , a ğ l ı y a r a k s o r u ¬
yorum kendime:
—
Ben
özden
—
bu
insanları seviyor muyum?
cevabımı ister m i s i n :
Kızıyorum
bu
insanlara
ben,
kızıyorum...
Sevgim
öylesine
coşkun
ki
kızmaya d ö n m ü ş ;
olmaz ki, bu denli de olmaz k i . . .
Ne yapayım, söylesene
başlamalıyım.
saydı...
İyice
bana, neyin
neresinden
D ü ş ü n ü y o r u m ; ya Z ü b ü k z â d e de olma¬
Burada ne
Zübükzâde'nin
konuşulur,
üstüne
ne yaşanırdı
eğildim.
Onu
başka?
tanımakla
b e l k i bir çıkış, k u r t u l u ş y o l u b u l a b i l i r i m d i y o r u m k e n ¬
di kendime...
İlk g ü n l e r kasabalının
konuşmalarını
yadırgıyor¬
d u m . A m a nasıl, bilir m i s i n ; b i r y a b a n c ı k o n u ş m a de¬
ğildi
onlarınki...
Hepsinin de konuşması,
t ı p k ı s ı ; s a n k i bir t e k kişi
birbirinin
konuşuyor.
S ö z l ü k l e r i ç o k sınırlı, k e l i m e sayıları a z a m a , b u d i ¬
lin a n l a t ı m g ü c ü ç o k .
Bu
cak hiçbir duygu yok...
a z k e l i m e l e r l e anlatılmıya-
Kelimeler yanyana geldikçe,
dizileri, cümle yapıları d e ğ i ş t i k ç e , yeni yeni anlamlar
kazanıyor. H e p s i d e bir t e k a d a m m ı ş g i b i k o n u ş u y o r ,
bir t e k ü s l û p l a ;
yalnız s e s t o n l a r ı
değişiyor.
Burala¬
rını b i l m e y e n bir ş e h i r l i a y d ı n , y ü z l e r i n i g ö r m e d e n b i r
kapı
arkasından
onların
a d a m k o n u ş u y o r sanır.
konuşmalarını
Dedim ya,
dinlese,
tek
ses tonları ayrı,
i n c e ; kalın, o . k a d a r . S ö v m e l e r i b o l , hele a b a r t m a l a r ı . .
O ne
onların
mübalâğa!
İşte
anlâtışındaki
söylüyorlar,-
ilk g ü n l e r b e n i y a d ı r g a t a n
bu
abartmaydı.
diyordum.
Atıyorlar,
Çünkü anlattıkları,
da,
yalan
ınanıfası
o l a y l a r ; d e ğ i l d i . S o n r a s o n r a , onların d i l l e r i n d e k i esp¬
riye v a r a b i l d i m ,
o
konuşma
havasını
sonradan
an¬
ladım. Bu espriye g i r m e y i n c e konuşmalarının beğeni¬
sine
varılamıyor.
Kendikendime bu konuşmalar yabancı değil,
bi¬
r i l e r i d a h a tıpkı b ö y l e k o n u ş u r d u a m a , k i m d i d i y e d ü ¬
şünmeğe başladım.
Evet,
Düşüne düşüne babamı
tanıdıktı
ansıdım.
bu
Babam,
konuşma...
ben oniki
y a ş ı m d a y k e n ö l m ü ş t ü . O da tıpkı bu insanlar g i b i ko¬
n u ş u r d u . B ö y l e a b a r t ı k , acılı, v e r g i l i , . t a t l ı bir d i l . . . Ba¬
bam
buralardan
değil
ama,
o da buranın
illerden
birinin kasabasındanmış.
gelmiş.
Evet,
şehire
e v e t b a b a m d a b u r a insanları g i b i ko¬
n u ş u y o r d u . Şimdi onları d i n l e d i k ç e ,
yor
komşusu
Küçük yaşta
babam
konuşu¬
buraya yanımda g e t i r d i ğ i m
kitapları
sanıyorum.
Geçen gün,
karıştırırken,
bu
k a s a b a insanlarının
hangi d i l i ,
dilini konuştuklarını iyice ö ğ r e n d i m . Bu,
bi'nin dili d i y o r u m b e n .
Bilmem sen
ne d e r s i n ?
liya Ç e l e b i ' n i n S e y a h a t n a m e ' s i n i y e n i d e n
k a s a b a d a k i Aklı
Evvel
Bedir Hoca,
z a Bey, A l l a h S e l â m e t V e r s i n
kimin
Evliya Ç e l e Ev¬
okurken
bu
Tahrirat kâtibi
Rı¬
M u r t a z a Efendi t o p l a n ­
mış k o n u ş u y o r l a r s a n d ı m . T ı p k ı ö y l e . . . Yalnız Evliya
Çelebi'nin
işte
bu...
o dil...
Osmanlıca'sı
gitmiş,
Ama deyimlerden
Bu konuşmaların
dil
daha
bir'arınmış,
cümle yapısınadek hep
bana y a b a n c ı
gelmemesi
Seyahatnamesinde
«Görmeli,
ondanmış.
Evliya
Çelebi'nin
analar ne y i ğ i t l e r d o ğ u r m u ş » ,
ilâhi b ö y l e y m i ş » ,
« S i m d e n g e r i sana g u r b e t g ö r ü n d ü » ,
gibi cümleleri o k u r k e n ,
min
Efendi
Evliya
«Emir H ü d a d a n , t a k d i r - i
yanıbaşımda
Tüccardan
E¬
konuşuyor sandım.
Çelebi'nin
büyütmeleri,
abartmaları
nasıl¬
sa, b u n l a r d a ö y l e b ü y ü t e r e k , a b a r t a r a k k o n u ş u y o r l a r ,
tıpkı o e s p r i y l e , o b e n z e t i ş , tıpkı o şiirli d i l l e . . .
Evliya Ç e l e b i fırtınalı
denizdeki
gemiyi
ş ö y l e an¬
latıyor :
«Kâh evc-i a s u m a n a çıkıp g e m i n i n s ü t u n u
bulut¬
lara d o k u n u y o r d u , kâh ka'r-ı d e r y a y a inip g ü y a G a y y a
deresi
denen
derk-i
A m m a atmış
esfeie
inmiş
Evliya Ç e l e b i
sanılırdı.»
değil
mi?
Hayır bana
kalsa atmamış, şiir söylüyor. Sözü yalan değil, bir
g e r ç e ğ i daha iyi belirtmek için söz sanatı.
Evliya Çelebi'nin fırtınadaki gemiyi anlatması na¬
sılsa, buralının da
Zeybekzâde
Kara Yusuf Efe'nin
bıyıklarını, anlatması öyle: «Bıyığının bir ucu güneşte,
bir ucu ay'da» diyorlar. Bu abartmada karşısındakini
kandırma yok. Bu dilin esprisine girilince bunun kan¬
dırma değil, gerçeği daha iyi belirtme olduğu kolay¬
ca anlaşılıyor, olaylara büyüteç altından bakıyorlar.
Evliya Çelebi nasıl sık sık
«Can başına sıçra­
yıp», «Kahpe dölü»,
«Canım ağzıma gelip»,
«Lâfa
kulak verile», «Cenk hâlidir, böyle olur deyip, geri
durmak hamiyyetine elvermedi, yakışmaz» gibi cüm¬
lelerini tekrarlamışsa, buradakiler de bu söz dizile¬
riyle konuşuyorlar.
Bir memurun elli lira rüşvet
onu burda şöyle anlatıyorlar:
aldığı düyulmuşsa,
— Beş katar devesi altın yüklü gidiyormuş, gö¬
renler var...
Elli lira rüşvet, beş katar deve yükü altın oluyor.
Ama ortada yalan yok. Düşen iki mermiyi «Bir yay¬
lım kurşun serpildi» diye anlatıyorlar. Bana bu şiirli
bir dil geliyor.
Evliya Çelebi'nin dilinde
nasıl her şaştığı olay
«Misli görülmemiş» se bunların dilinde de öyle. Ev¬
liya Çelebi nerde bir tabur kadar, birkaç bölük ka¬
dar asker görse «Derya misal asker» der. Bunlar da
öyle... Bana burda, yeni gelen bir valinin kasabaya
gelişini anlattılar ki, inanılacak şey değildi. Kurban
kesilen mandadan iki damla kan sıçramışsa vali sa¬
çından tırnağına kurban kanına bulandı, denildi. He¬
le tören günü Hıdırlık tepesinden atılan t o p . h i k â y e si var, mübalâğanın böylesi az duyulmuştur.
Seyahatnamesinde
ma var ki,
Mehmet
buna kendisi
Paşa'nın
«Erzurumda
diyorduk.
Kardan
imamı
kalmış
bile
karda
anlattığı
Efendi
Murtaza
karı
anlatıyor:
Paşa'ya
Tabanı
imdada
gi¬
sökerek ilerliyorduk.
geçidini aşamadık.
kaldı.
bir abart¬
inanamaz. Tabanı Yassı
Yahya
Bir mızrak b o y u
Deveboynu
hazine
Çelebi'nin
Yassı
Cephane
Mehmet
ve
Paşa'nın
ağalarından M e h m e t Ağa canından bezip, k e m e r i n d e k i i k i b i n altını, ç a d ı r y e r i n i ,
dü.
Gökyüzüne
hançeriyle kazarak göm¬
bakıp b i r mavi
b u l u t parçasını
nişan
koydu.
Mehmet Ağa
on
ay sonra
adamları
ile
buraya
g e l d i . N i ş a n k o y d u ğ u b u l u t u b u l u p , o n u n a l t ı n d a k i ye¬
ri k a z a r a k g ö m ü l ü
Bu
altınları a l d ı .
Erzurum'a geldi.»
a b a r t m a y a a r t ı k Evliya
Çelebi
bile
dayana¬
mamış d a ,
—
Gökyüzünde
uçan
b u l u t on
ay
sonra
aynı
y e r d e b u l u n u r mu? d e m i ş .
Aldığı
—
cevap :
O s e n e ö y l e b i r kış o l d u k i . . .
Gökyüzündeki
bulutlar bile d o n m u ş t u . . .
Bunları
dillerini,
sana,
burdaki
esprilerini
insanların
konuşmalarını,
a ç ı k l a y a b i l m e k için
anlatıyorum.
Evet a b a r t ı y o r l a r , a m a b u a b a r t m a b i r g e r ç e ğ e daya¬
nıyor,
ma
yalan
bu
değil...
Dinleyeni
de
k a n d ı r m a y o k . A-,
espriye varamıyanlar şaşırıyorlar.
burda anlatılanlardan
bir oranda
rekiyor.
nicesi
Anlatılanların
Onun
için,
i n d i r i m y a p m a k ge¬
doğru,
nicesi
abartma,
b u n u a r t ı k b e n y a v a ş y a v a ş a n l a m a ğ a b a ş l a d ı m : Şim¬
d i b e n d e hiç f a r k ı n d a o l m a d a n o n l a r g i b i k o n u ş u y o ¬
rum...
Burda
bişey yok...
h e r ş e y lâfa d a y a n ı y o r .
Çünkü
başka hiç-
B u insanlar, k e n d i f e l â k e t l e r i n d e n , m u t -
suzluklarından bile bir eğlence çıkarıyorlar; kendile­
riyle bir güzel alay ediyorlar. Bu bir saklı intikam mı,
nedir?
Zübükzâde'yi de işte böyle anlatıyorlar.
Dedik­
lerinin ne kadarı doğru, işte bunu çok merak ediyo­
rum. Yakında Ankara'dan gelecekmiş...
Gelse de tanışsam.
Anlatılanlara bakılırsa, dünyanın en kötü adamı...
Ama dikkat ediyorum da söylediklerine, hiç kimseyi
de kandırmamış. Kandırılanlar, zorla, yalvararak ken­
dilerini kandırtmışlar.
Sanki,
Zübükzâde'yi zorlaya
zorlaya kötü yapmışlar.
Bana bişeyler yaz, anlat...
Ne yapmalıyım? Gel­
meden önceki tasarılarım eridi, bitti. Kitap bile oku¬
yamaz o l d u m .
Bu akşam Allah'ın Kulu
İsmail Efendi, Satılmış
Bey'in lokantasında bana ziyafet verecek. Niçin bili­
yor musun? Onun oğlu
bizim okulun son sınıfında.
Matematikten çok zayıf olduğu için sınıfı geçemiyecekmiş. İsmail Efendi de oğlunu bu okuldan alıp, baş¬
ka bir ilçedeki ortaokula gönderecekmiş. Çünkü o
okulda da matematik, hocası yokmuş.
Yani çocuk
hocası olmadığı için matematik okumadan sınıf geç­
miş olacak. Bizim okuldan oğluna nakil kâğıdı istiyor.
Müdür de, nedenini bildiği için vermiyor. Çünkü, ço­
cuklar hangi dersten zayıfsa, babaları, o dersin ö ğ ­
retmeni bulunmayan okullara çocuklarını gönderiyor­
lar.
Müdür, nakil kâğıdını vermeyip de ne yapacak,
nasıl olsa verecek... Ama, belki diyor... Hepimiz bel­
ki diyoruz. Allah'ın Kulu İsmail Efendi, bu geceki zi­
yafette beni kandıracak da, aklı sıra oğluna müdür­
den nakil kâğıdı alacağım.
İsmail Efendi çok tatlı bir adam.
Burda herkes
d u r m a d a n söver,
tek sövgü
ama
çıktığı
İsmail
Efendi'nin
duyulmamış.
«Allah'ın
kulu!»
diye
ın K u l u
İsmail
Efendi»
bağırıyor.
ağzından
Ç o k kızarsa
Onun
için adı
bir
birine
«Allah'¬
kalmış.
İşte y i n e g i d i p i ç e c e ğ i m . S o n r a b u s o ğ u k o d a y a
d ö n e c e ğ i m . İ ç i m d e n h e p b a ğ ı r m a k g e l i y o r . Geçenler¬
de
Hıdırlık d o r u ğ u n a
çıktım.
Orada
kimseler yok.
Dağlara bağırdım, bağırdım, ağladım... s i n i r l e r i m bo¬
z u l d u , n e o l d u bana?
Ne
öperim.
olursun
sık sık
m e k t u p yaz.
Gözlerinden
BÖYLE İNEĞİN BÖYLE DANASI OLUR
Gedikli ihsan
Efendi
şöyle a n l a t ı y o r d u :
Bendeniz askerim.
r i y e d e h i z m e t i m var...
Tastamam
o t u z d ö r t yıl
aske¬
M e m l e k e t i n gezip g ö r m e d i ğ i m
köşesi bucağı kalmadı.
Elimden
binlerce erat geldi
g e ç t i . H a d d i m o l m a y a r a k t a n a d a m sarrafıyımdır. Ken¬
dimi
hani
methetmek gibilerden olmasın,
bir a d a m ı n
s u r a t ı n a bir b a k t ı m m ı , ne mal o l d u ğ u n u şıp d i y e an¬
larım. K u r t u l u ş u y o k ,
keriye
Türlü
ocağında
bin
hırsızını,
kanlı k a a t i l i n i ,
hiç g ö z ü m d e n k a ç m a z .
nelerini
görmüşüz,
uğursuzunu,
Biz as¬
kül
yutmayız.
ipsizini,
sapsızını,
ıp, kazık kaçkınını g ö r d ü m . V e l â k i n
bu
bizim Z ü b ü k İbraam gibisini ne g ö r d ü m , ne de kimse
görmüştür.
S i m d i k n e m e g e r e k hakkını y e m e k o l m a z ,
namussuzluktan,
ahlâksızlıktan
yana
dünya
rekoru
Z ü b ü k z â d e İbraam'ın
zilliklerini toplasan,
üstünde...
bizim
Dünyanın bütün
Zübük'ün
anla g a y r i . . . A m a k a b a h a t kimde?
Hoca d e n e n sakallı g e y i k t e . . .
re­
tırnağı olmaz;
Aklı Evvel Bedir
Biri partinin ilçe baş­
kanı, öbürü kasabanın Belediye Başkanı, bu ikisi elele verip, millete kan kusturdular.
S e n o Hoca'yı bilir misin, H o c a y ı . . .
Aklı Evvel demişler? H e r bir
Şeytanın çiftleştiği
şeyi
Neden ona
bilir de o n d a n . . .
k u y t u d e l i ğ i b i l i r . Yalnız b i r b i l ­
mediği beş vakit namaz. Bir de hoca olacak, nursuz,
nuhusetsizin biri...
Bir zamanlar, bizim buraya bir uçak düştü.
Ben
görmedim ya, gören çok; uçak birden havada patla­
yıp,
d u m a n l a r s a ç a r a k Hıdıriık'ın
zim
buralılar yakından
hiç
uçak
ardına
düşmüş.
Bi­
görmediklerinden,
ç o l u k - ç o c u k y e d i d e n y e t m i ş e Hıdırlık'a d ö k ü l d ü . B e r i
yandan
da vilâyete
bildirildi.
Askeriye
kuvvetiyle
candarma, düşen uçağı aramaya başladı.
aradılar, h i ç b i ş e y bulamadılar. N e y s e . . .
Bir hafta
Bu
iş unu­
tuldu gitti.
Elvanlı k ö y ü n d e n b i r ç o b a n , d a v a r ı o t a r ı r k e n su­
sanın kıyısında, kırda bir iskelet görüyor, iskeleti el­
lemeden, koşup candarmaya haber veriyor.
İskeleti
kasabaya getirdiler. Hattâ ben de g ö r d ü m , etleri ç ü rüyüp dağılmış, kuru bir iskelet ya, bu neyin iskeleti,
hiç b e l l i d e ğ i l . . . S a ğ l ı k y u r d u n u n d o k t o r u i z i n l i . . .
O
z a m a n h ü k ü m e t d o k t o r u d a g ö n d e r m e m i ş l e r . Biz, ş ı rıngacı Haydar deriz,
bir sağlık
baktı, iskeletin neyin iskeleti
m e m u r u var.
O
da
olduğunu anlayamadı.
Bizde aklı h e r bir işe erik k i m var? B e d i r H o c a . . . B i r
zoru olan, başı
sıkışan akıl
danışmağa ona gider.
« A k l ı Evvel» d e m e l e r i d e o n d a n . N e s o r s a n , a l t ı n d a n
kalkar.
Yıldızları
sor
bilir,
siyaseti
sor bilir;
derin
hoca... Her türlü hastalığın şifası, her b.r derdin de­
vası onda...
iskelet kemiklerini toplayıp getirdiler. Kemikle­
rin başına toplandık. Ben de ordayım.
Bedir Hoca
besmele çekip kemiklerin başına oturdu. Bir baktı,
bir elledi,
— Allahu ekber kebiraaa!.. diye bağırdı.
— Nedir, neyin nesidir 1 Hoca? diye sual ettik.
Hey mübarek şehit!., dedi.
— Yahu, neyin, nerenin şehidi bu? Harp yok,
darp yok, durup dururken bu şehit de şimdi nerden
çıktı?
Bedir Hoca, sakalını sıvazlıyarak,
— Geçende, dedi, teyyare düşmüştü ya...
— Evet?
— İşte bu kemikler, düşen teyyarenin teyyarecis i . . . Mübarek şehit!.. Hem de askeriye teyyarecisi...
Evet, bu aklı Evvel Bedir Hoca'daki feraset kim­
sede bulunmaz. Düşen uçağı bulamamışken, Bedir
Hoca, bu uçağın askeriye uçağı olduğunu anladı bir,
bu iskeletin şehit pilotun kemikleri olduğunu anladı.,,
iki.
Şimdi ne olacak? Kaymakama, candarmaya du­
yuruldu. Onlar da vilâyete bildirdiler.
Bu işlerden Zübükzâde'nin hiç haberi yok. Zü­
bükzâde olanları duyunca hop oturup hop kalktı:
— Bana sormadan kendi başınıza ne işler ka­
rıştırırsınız... Tuuu... Bir çuval cevizi çürüttünüz. Vi­
lâyete hiç de öyle haber vdrilmiyecekti.
— Ya ne olacaktı?
— Uçağın bizim kasabamız dolaylarında düşme­
si ne talih!..
Hiç anlamadık. Birbirimize bakıştık. Ne diyor bu
Z ü b ü k rezili? Gene ne haltlar karıştırıyor? Uçak, Hı-
dirlik ardına,
bilinmedik bir y e r e düşmüşise
bundan
b i z e ne? B u Z ü b ü k ' ü n g e n e b i r o y u n u v a r y a , n e ?
Bedir Hoca,
—
Ne gibi bir talih? d e d i .
—
B r e h e y r i , n e g i b i s i v a r mı? Ş e h i t b i z i m m ü b a ­
rek toprağımıza düşmüş. Bu
bir keramet,
bu
bir u-
ğur... ya bir başka kasabaya, ya vilâyete düşeydi...
H e y akılsızlar,
uçak başka
bir
memleket toprağına
d ü ş s e , siz ş e h i d i k a p ı p b u r a y a g e t i r e c e ğ i n i z ,
t o p r a ğ ı m ı z a indi»
diye
«Şehit
ilân e d e c e ğ i n i z y e r d e , y e m e ­
den içmeden vilâyete bildirmişsiniz...
Yahu
ne
söyler bu
Z ü b ü k alçağı?
Ne kerameti,
ne uğuru?
•— B a n a d a n ı ş m a d a n iş
olur... Hey kart avanaklar!
şündünüz mü?
yaparsanız işte
böyle
Şehit ne demek, hiç d ü ­
Ulan milyonla
lira
verseniz, kasaba­
mız i ç i n h i ç b ö y l e b i r r e k l â m y a p ı l a b i l i r m i y d i ? B ö y l e
fırsat ele
geçmişken
kaçırılır mı
koca dangalaklar!..
Allah'ın Kulu İsmail Efendi,
—
A m a n İhsan o ğ l u m ,
ne diyor allâsen bu re­
zil? d e d i .
—
Ne dediğini hiç anlamadım.
•ğif,tepemize
talih
kuşu
gelip
Düşen uçak de-
konmuş
da
haberimiz
. yok.
Biz b ö y l e c e
iskeletin başında şaşıp
kalmışken,
bir candarma koşarak geldi:
— Şimdi
şehidi vilâyete
kaymakam
beye validen telefon
geldi,
istiyorlar.
Bunu duyunca Z ü b ü k alçağı
dizdövmeğebaşladı.
Sonra
da,
— - B a k a l ı m ; işlediğiniz haltı
cağız!..
«Heyvaah!»
diyerek
şimdi nasıl o n a r a ­
K e m i k l e r i n b a ş ı n a iki n ö b e t ç i b ı r a k t ı k , p a r t i m e r -
kezine gittik. Zübükzâde,
Parti İl Başkanına açtı t e ­
lefonu:
—
Bizim toprağımıza inen şehidin
nâşını h i ç b i r
vakit vilâyete kaptırmayız. B u n u böylece benim tara­
fımdan valiye söyle...
kasabamızda
icra
De ki, şehidin defin merasimi
kılınacak ve türbesi
de
kasabamı­
za yapılacaktır. B u n u b ö y l e c e bileierl... Halkımız, şe­
hidimize misli g ö r ü l m e d i k bir m e r a s i m yapacaktır. Ya­
rın d e ğ i l , d e v r i s i g ü n m e r a s i m o l u y o r .
Muazzam bir
m e r a s i m , a n l a d ı n mı? V i l â y e t i n v e b ü t ü n k o m ş u i l ç e ­
lerin parti teşkilâtı, vali bey,
erkânı ve de belediye
teşkilâtı merasime davetlidir. Ben de aha şimdi kap­
tıkaçtıya atlayıp vilâyete geliyorum. Vali Bey'e arzederim. Şehidi burdan almaya kalkarlarsa,
bura halkı
protesto edecektir, böylece biline...
Telefonu kapayıp bize d ö n d ü :
—
G ö r d ü n ü z m ü k o c a a v a n a k l a r ! . . Ş ü k ü r işi d ü ­
zelttik. Ş i m d i kolları, paçaları sıvayın. Şehirde bir c e ­
naze töreni olacak ki, görülmüş,
ğil...
Çabuk
Padişah Topçusu
duyulmuş gibi de­
Mehmet Çavuş'a
ha­
b e r u ç u r u n . H ı d ı r l ı k t o p u n u atışa hazır e t s i n !
Çiftverenoğlu
Hamza'nın
eski yiğitliği
kalmamış.
Zübükzâde'nin huzurunda el pençe divan duruyor.
—
Zübük
Kaç pâre atılacak İbraam Bey? diye sorunca
celallendi:
—
H e y e v i y ı k ı l a s ı , k a ç p â r e o l u r m u len?.. Ş e ­
hit cenazesi b u . . .
cayırtıya
bürtü
Paresi
başlayacak,
eksik
mâresi yok, sabahtan t o p
akşam
olmayacak.
ezanı
Belediye
okunasıya
güm­
ambarından tâk'ı
ç ı k a r ı p k u r u n ! Yazılı b e z l e r i o n a r ı n , y o l l a r a g e r i n ! H e r
bir yanı iyice donatın! Ben aha şimdi vilâyete gidiyo­
rum.
Dönüşümde,
hiçbir eksiklik istemem.
Her bir
şey tamam olmalı. Vakit kalaydı Ankara'dan büyükleri
de çağırırdık. G ö r d ü n ü z mü şu işi! Allah yardımcımız
— 204 —
o l d u da tayyare topraklarımıza düştü. Hele bir yüzü­
müzün akiyle şu
töreni becerelim, bütün memleket
bizim kasabamızı, bizi k o n u ş a c a k . Adımız ve sesimiz
radyolarda, gazetelerde duyulacak.
Şehidin türbesi
de üstüne cabası... Ben gidiyorum.
O g i d i y o r u m d e d i , biz arkasını bırakmadık.
İlkin
kaymakama varıldı. Zübükzâde'nin yanında kaymaka­
m ı n m a y m a k a m ı n adı o k u n m a z o l d u g a y r i . . .
ne dese, ne buyursa o olur.
Kaymakam
sanki hizmet eri. Kaymakama yapacağı
Zübük
Zübük'ün
işleri bir bir
anlattı. O r d a n candarmaya gidildi, C a n d a r m a kuman­
danına da buyrultusunu verdi.
Kaptıkaçtıya atlayıp
g i t t i . O n u n ardından biz işe giriştik.
Kasaba ayağa
kalktı.
T ü c c a r d a n Emin Efendi,
—
dediği
Arkadaşlar, diyor,
gibi,
Zübükzâde İbraam Bey'in
biz h a k i k a t a v a n a k l a r ı z .
Toprağımızdan
g ö m ü çıksa, töbe, değerini bilmiyeceğiz de çöplüğe
atacağız. Yahu, sağolsun İbraam B e y olmasa, az ka­
la şehidi elimizden vilâyete kaptıracaktık. Biz avanak
değiliz de
Basını
neyiz?
döndürmüş, gözümün içine
bakıyor.
Ben
de,
—
Evet avanağız k i , h e m i de hiç su katılmamış..
Halisinden
avanak...
bize ne şeref...
Kasabamızda
bir şehit türbesi,
B e r e k e t Z ü b ü k z â d e ' n i n aklı ç a b u k
yetişti, dedim.
B i z hazırlığı b i t i r d i k .
Devrisi
gün
cenaze töreni
olacaktı. Velâkin Zübükzâde vilâyetten dönmedi.
O
d ö n m e y i s i n biz bir başımıza hiçbir iş kotaramayız.
Vilâyet parti merkezine
telefon
ettik,
İbraam
Bey'le konuştuk ve sorduk:
—
Cenaze
—
C e n a z e mi? N e c e n a z e s i ?
ne o l a c a k ?
Cenaze dediğiniz
k u r u m u ş iskelet. Bozulmaz, kokmaz. Ankara'ya ş i f r e
yazıldı, t ö r e n e h ü k ü m e t t e n heyet de gelecek. Siz is­
k e l e t i iyi m u h a f a z a e d i n !
—
İskeletin muhafazasından ne olur, duruyor....
Zübükzâde telefonda haykırdı:
—
Muhafaza edin diyorum. Gece ve gündüz ba­
şında nöbetçi eksik olmayacak,
candarmaya söyle­
y i n ! Bu m e m l e k e t t e hiç muhalif y o k gibi k o n u ş u r s u ­
nuz. Siz o a v u k a t Burhan'ı
b i l i r m i s i n i z , a v u k a t Burr
han'ı?.; E l i n i z d e n c e n a z e y i k a p a r alır d a , ş e r e f i n i m u ­
haliflere mâl eder. Biz b u l d u k , a m a n kaptırmayın!..
Yahu, bu Z ü b ü k ' t e k i ne akıl. Dediği d o ğ r u . Ka­
sabada
mızın
şehide cenaze
merasimi
namı alıp y ü r ü y e c e k diye
yapılacak,
kasaba­
muhalifler kıskanç­
l ı k l a r ı n d a n ç a t l ı y a c a k l a r . . . U ç a k b u , k ı r k yılın b a ş ı b u
toprağa düşmüş.
Neyse bizim
Zübük döndü.
İşler y o l u n d a y m ı ş .
Ertesi gün öğlen tören olacak...
Kasap
—
Kasaba
donandı.
Osman,
İ b r a a m B e y ; k u r b a n i s t e m e z mi? d i y e s o r d u .
Zübük,'
•— Git işine, d e d i , k u r b a n m ı ş .
kaç
malın
var.
Yarın
vilâyetten
Senin kurbanlık
kurbanlıklar geliyor
k i , g ö r ü n c e aklınız d u r u r .
E v e t , a k l ı m ı z d u r d u . E r t e s i gün> k u ş l u k t a n k a s a ­
baya kamyonlar doldu. Bu kamyonlarda ne var bilir
m i s i n i z ? Sığır, c a m u s , d ü v e v e d a v a r . . .
dolusu geliyor.
Kamyonun
Kamyonun
birinden
Kamyonlar
biri gelip biri dönüyor.
davarlar boşaltılıyor,
sığır y ü k l ü
öteki kamyon geliyor, ö ğ l e n e kadar kamyonlar bizim
kasabaya kurbanlık mal taşıdı. Bunca hayvan nerden
gelir?.. Bizim ilçenin bütün hayvanları, bunların yarısı
d e ğ i l . A l a n a sığır, d a v a r , c a m u s d o l d u t a ş t ı . Z ü b ü k zâde'ye,
—
Bu nedir? diye s o r d u ğ u m u z d a ,
—
İşte k u r b a n l ı k m a i ! . . d e d i .
Yahu biz bunları k e s m e ğ e
kasap yetiremeyiz...
Gayri her kafadan bir ses çıkıyor. Kimi,
—
Yaşadık, diyor, millet k u r b a n etinden gık d i ­
yecek. Var olsun İbraam Beyimiz...
Kimisi,
Bu kadar et dünyada
canım etleri
kokutacağız.
yenmez, diyor, yazık
Hiç mi değil sucuk ney
yapılsa da ziyanlık olmasa...
B a k t ı m Ç i f t v e r e n o ğ l u Harrıza B e y k ö t ü k ö t ü d ü ­
şünüyor.
—
Ne d ü ş ü n ü y o r s u n heyri?. d e d i m .
—
Biz d ü ş ü n m i y e l i m de k i m d ü ş ü n s ü n , d e d i , bu
Z ü b ü k z â d e namussuzunun ettiğini görmez misin?
—
Yahu, ne oldu? Bu bizim millete iyilik de mi
yaramaz!..
yun
Bize kalaydı kurbanlık bir
bulamazdık.
Namussuz
kelebekli ko­
mamussuz,
her neyse,
herif b e c e r i k l i . . . Bir salhanelik davarı alana yığdı. Bu
kadar k u r b a n etini
bir ordu bir ay y e s e tüketemez.
Daha biz A l l a h t a n belâmızı mı
-
isteriz!
dedim.
Çiftverenoğlu,
—
B r e k a r d a ş , d e d i , senin aklın işte onca erer.
Ş u k a r t ö k ü z ü n aklı k a d a r a k ı l v a r m ı s i z d e ? H e y b e ­
yinsiz!
Ulan,
b u n c a sığırın, davarın
parasını k i m
ö-
d e y e c e k ? Hiç düşünmez misin? Kimimiz k a v u r m a k u ­
ralım, der, kimimiz s u c u k yapalım.;.
K ö r gırtlağınız­
dan başka düşündüğünüz y o k . Pekiy, bu kurbanların
parasını kim ö d e y e c e k ?
Allah
Selâmet Versin
Murtaza
^ Sahi yahu, dedi, bunların
Efendi,
parası
nerden çı­
kacak? Ulan battık, ulan yandık, ulan bittik...
Çiftverenoğlu,
—
H e l e aklınızı t o p a r l a d ı n ı z , d e d i , y a n d ı k k i , h e -
mi de
nasıl...
Bu kasaba
insanlarının t ü m parasını
toplayıp alsan, bu kurbanlıkların parası ödenmez. Be­
lediye iflâs edecek, etti bile...
—
Pekiy, bu Z ü b ü k ' ü n aklı neresine kaçtı? K e n ­
d i s i B e l e d i y e Reisi y a . . . Hiç d ü ş ü n m e z mi bunları?
—
Düşünmez. Onun maksadı
m e b u s o l m a k . Ye­
di vilâyet insanını, h ü k ü m e t ve parti büyüklerini
ça­
ğırmış ki onlara gösteriş yapa da mebusluğu kafesleye...
O biyol m e b u s s e ç i l d i k t e n kelli, biz g e r i d e
kurban borcu ödeyelim,
ona
ne?
Anladın mı
efen­
di? Herif göze g i r e c e k . . .
—
Ne
—
B i l m e m . B u k u r b a n l a r ı n b o r c u n u biz ö d i y e m i -
yapsak?
yeceğimiz gibi çoluğumuz çocuğumuz ödeyemez
torunlarımız, torunlarımızın torunları
ödeyemez.
yumuz
Yandık...
sopumuz ölümüze
sövecek.
ve
So­
H e r k e s birbirine, «Ne yapsak?» diye soruyor.
Kadr'efendi,
—
G a y r i y a p ı l a c a ğ ı k a l m a d ı . Elin s o y s u z u n u b a ­
şa geçirirken
düşünmedik de şimdi
düşünmesi mi
kaldı... İş işten geçti... dedi:
Vızır vızır t a k s i l e r g e l i y o r , hususîler geliyor. B i ­
zim
bura böyle bir şenlik g ö r m e m i ş .
Ehalinin hiçbir
şeyden haberi yok, cümbüş ediyor. Derken Bey, vi­
lâyetten bir o t o b ü s dolusu askeriye muzıkası gelme­
di mi... Vali şöyle bir yanda duruyor. Çünkü validen
büyükleri var. Zübükzâde
cibiliyetsizini bir
görsen,
g ö ğ s ü n ü davul gibi şişirmiş, ortada dolanıyor.
Askeriye
muzıkası vurmaya
başladı,
ağırdan
bir
m a k a m . . . C a m i avlusuna varıldı. Şehit tabutta.'.. Aklı
Evvel B e d i r H o c a cenaze namazını kıldırır. T a b u t u al­
dık yürüdük, ö n d e muzıka vuruyor.
na gömüldü. Arkadan
Şehit kabrista­
nutuklar başladı. Velâkin An­
kara'nın adamı dehşetli nutuk çekiyor. Ankara nutuk-
cusunun
dediğinden hiç bişey anlaşılmıyor,
velakin
byr n u t u k - k i i n s a n ı a ğ l a t ı y o r . B e n a ğ l a d ı m . . . B a k t ı m ,
Ç i f t v e r e n o ğ l u da ağlıyor, Emin Efendi de ağlıyor. A ğ ­
l a m a y a n y o k •canım... E r k e k k ı s m ı a ğ l a r mı? Elin o ğ l u
ağlatıyor Bey. O nutku d u y u p da a ğ l a m a m a k olamaz.
Çiftverenoğlu,
—
İyi n u t u k ç e k i y o r y a , d e d i k l e r i n i b i r a n l a s a y -
dık... dedi.
Benim anlayabildiğim bir «Vatan seması...». M e ­
zarın başına g e ç e n ,
—
Vatan seması... diye başladı mı, gözyaşı zap-
tolmuyor.
Emin Efendi,
—
Yahu, ben ağlamaktan ö l d ü m , dedi, bir insan­
da bu kadar gözyaşı mı olurmuş? D e m e k insanın içi,
b i r gözyaşı torbası...
En sonunda bizim Aklı
Evvel
Bedir. Hocamız çı-
> kıp duaya başladı. Ne dersin Bey, bizim Bedir Hoca,
h e p s i n i bastırdı. Evet, B e d i r H o c a alçağında iş v a r ­
mış.
Onun duasının yanında
nutukçuiarın ses titre­
mesi on para etmez.
Kalaycı Kör Nuri yanı başımda belirdi,
İyi k i , d e d i , g ö z ü m ü n b i r i y o k . . . ö b ü r g ö z ü m ,
de olaymış,
cakmışım.
içimin suyu
hep akacakmış da kuruya-
Bu ağlamaya tek göz yetmez oldu.
K ö r N u r i ' d e lâf ç o k , d u r u p d u r u p y u m u r t l u y o r :
' — E m m i , ben bişey keşfettim.
—
Nedir oğlum?..
—
Yahu, bu i n s a n o ğ l u anlamadığı bir lâf o l d u mu
a ğ l ı y o r d e m e k . . . B a k , d e m i n e f e n d i l e r , A l l a h razı o l ­
sun,
nutuk çektiler.
Anladık
mı?
Yok...
Gelgelelim
ağladık. Şimdi de Bedir Hoca Arabî üzerine dua okur.
Ne anladık?
Hiç... Velâkin
ağlamaktan göz
pı-
narlarım kurudu, ötey gözüm' de kör olacak... D e m e k
bu benîbeşer, anlamadığı söze ağlıyor,
—
hemi?
Besbelli öyie olacak...
B e d i r H o c a rezili
çok yanık ünnüyor.
Gözünün
yaşını kolunun yenine silen silene... Susmaz da... Ulan H o c a
y e t e r , e l v e r d i , bizi
Susmuyor
koca gavat...
Göz
ederler anlamaz,
ağlata ağlata bitirdin.
kaş
ederler
anlamaz.
Ar­
dından biri eteğini çekti de,
—
Eiverdi
elverdi...
ulan
sakaiına
Bizi a ğ l a t a a ğ l a t a
hocası,
tükürdüğümün
öldürecek misin!., diye
fısıldadı.
B u n u d u y u n c a H o c a b ü s b ü t ü n azdı
lillâh d e d i k ç e f e r y a d ı
mı...
Allah
gökyüzüne erişiyor.
H o c a duayı b i t i r d i , biz d e b i t t i k . . . Bir d e b a k t ı m ,
y a h u biz k a n d e r y a s ı i ç i n e g ö m ü l m ü ş ü z .
ne bir bıçak geçiren tekbir
B u n e ? Eli­
g e t i r e r e k , b i r sığır, b i r
k o y u n yakalamış, kesiyor. Bey, o kabristanı bir gör­
meliydin...
K u r b a n kanı gövdeyi götürüyor.
sesleri de insanı coşturuyor.
Baktım herkes tekbir getirmekte,
tım.
tır.
Tekbir
Durulacak gibi değil...
ben d e avazı
bas­
Deli Ceiil'in gözleri dönmüş,
—
Allah'ını seven
—
Neyliyeceksin
bir bıçak v e r s i n !
—
A m a n e m m i k u r b a n a biz de girişelim, s e v a p ­
ulan deli
diyor.
domuz?
Bıçağını v e r hele!..
B ı ç a k k a p a n sığır, d a v a r s ü r ü s ü n ü n
müş.
Bacakları
bağlı
bir kelle sıçrıyor,
üstüne yürü­
hayvanlar debeleniyor.
surda
bir dana
Surda
kuyruğu hopluyor,
surda bir ö k ü z g ö v d e s i kalkıp kalkıp iniyor. M u h a r e ­
be meydanı desem değil...
çıkalım.
Aman
surdan vaktinde
Kana boğulacağız...
İşler bitende,
misafirler
takım
o t o b ü s l e r e binip g i t m e ğ e başladılar.
takım
arabalara,
Kabristana
üç
kamyon
dayandı. Vilâyetten gelmiş lâstik çizmeli
damlar,
kurbanları
a-
sırtlayıp sırtlayıp kamyonlara atı­
yorlar. Bu da nesi? Yahu,
bizim
kurbanlar gidiyor.
Lâstik çizmelinin birine sokuldum:
—
A r k a d a ş bu
neyin
nesi?
Bu kurbanlar nere­
—
N e kurbanı!".. E f e n d i a ğ a ,
nin?
hanesinin mallandır.
bunlar vilâyet sal­
Biz de m e z b a h a n ı n k e s i m c i l e r i ­
yiz...
Kurbanlar yüklendi,
kamyonlar yollandı.
Fakir
fukara, ortalıkta bişey kalmış mı diye bakmıyor. Ha­
yır, t e k k e l l e k a l m a m ı ş . O n c a k u r b a n g i t t i , k a l a k a l a
yalmz kanları toprakta kaldı.
Zübükzâde'ye
vardık:
—
B r e İ b r a a m B e y , bu ne iş?
—
Ne istersiniz, k o c a akılsızlar, bir de b e l e d i y e
bütçesinden kurban
parası mı verecektik...
, s ö y l e d i m , vilâyetin üç g ü n l ü k
Valiye
kasaplık hayvanlarını
buraya yığdırdım. Hem kurban oldu, hem iş görüldü.
Şimdi
etleri buzhaneye kaldıracaklar...
B u iş, b i z i m Z ü b ü k z â d e ' n i n
icadıdır. Bu dalgayı
herkes ondan ö ğ r e n d i . Bir yere b ü y ü k l e r d e n biri gel­
di mi, mezbahanın kasaplık hayvanları, b ü y ü ğ ü n hu­
zurunda kurban diye kesilir.
Aradan bir zaman geçince, Zübükzâde,
—
Ş e h i r d e anıt d i k i l e c e k . P a r a t o p l a n s ı n ! d e d i . •
Diriye para bulunmazken
millet ölüye
nerden
Paralar toplanadursun, bir de duyduk;
şehidin
bulacak?
mezarı
açılıyor,
kemikleri
muayeneye
gidecekmiş.
Ç ü n k ü bu şehidin kim olduğu bir türlü anlaşılamıyorUçak kumandanlığı
«Hiçbir uçağımız d ü ş m e d i
ve bizim şehidimiz yok!»
muş.
dermiş. Nasıl olmaz yahu,
biz cenaze törenini yapıp g ö m m ü ş ü z bile. Şimdi de
i ş t e anıtını d i k e c e ğ i z . Ş e h i t y o k d a ,
bu türbe neyin
nesi.'..'" •••• •
Vilâyetten gelen
doktorun
huzurunda,
savcı,
k a y m a k a m , c a n d a r m a t o p l a n ı p mezarı açtılar, şehidin
kemiklerini derleyip toparlayıp
B i r b a k a r s a n iyi o l d u . E v e t ,
vilâyete
götürdüler.
toprağımızda bir şehit
türbesi var ama, şehit kim? O n u öğreneceğiz.
:
Z ü b ü k z â d e anıt i ç i n s a l m a k o y d u ,
herkes bağış
verecek.
Muhaliflerin
—
başı
avukat Burhan,
Böyle rezillik olmaz! diye ortaya çıkmaz mı...
Avukat Burhan, domuzun
da domuzu.
başımızda Z ü b ü k z â d e var da, onunla
Allahtan
başedebiliyor.
Yoksa milleti zehirleyip, hepsini muhalif edecek,
ibraam Bey,
—
avukat Burhan'a haber yolladı:
Biz o n u n n e m e n f i r u h l u a l ç a k o l d u ğ u n u b i ­
liriz. D i n d i y a n e t i ş l e r i n e d e b u r n u n u s o k u p , bizi a v u ­
katlık
ruhsatını
elinden
ö y l e ya canım.
almaya
mecbur bırakmasın!..
Koca bir şehit
za konuk gelmiş. Vatan
bu, toprağımı­
için canını v e r m i ş de şimdi
biz b i r anıtı ç o k m u g ö r e c e ğ i z ? A l t y a n ı
adam başına
e l l i k u r u ş , b i r lira d ü ş e r . Z ü b ü k z â d e , B u r h a n ' a i ç e r ­
ledi,
—
A h a , b e n d e n anıt i ç i n , b i n k a y m e !
Herifteki
hamiyyete bak sen.
rını d a , a n ı t s a l m a s ı
gibi,
Belediye tahsilda­
için avukat Burhan'ın yazıhane­
sine göndermiş. Ne dersin, şehit
vermediği
dedi.
tahsildarı
anıtına e l l i k u r u ş
kapısından
koğmuş.
Kime
etti? Kendine. M e m l e k e t t e kalp metelik kadar itibarı
kalmadığı
gibi,
din
d ü ş m a n ı zındıklığının
ortaya
çık­
ması da caba.
Birgün toplantıdayız.
—
Zübükzâde
ibraam,
Arkadaşlar, d e d i , bu anıt işine g a y r e t v e r i n !
A n ı t , b ü y ü k iş. B i r m i l l e t , g e l e n e k s i z o l m a z . G e l e n e k
ne? Gelenek, t ü r b e d e m e k ,
işfer
demek,
bildiniz
mi?
ziyaretgâh demek, eski
Yahu,
bu
kasabanın
hani
türbesi?
Siz memleketi iyice
mezsiniz;
başka yerlerde türbeden geçilmez. Bir ya­
bancı
gelse,
«Hani
ulan
gezmediğinizden bil­
sizin
türbeniz?»
dese de,
olmadığını g ö r ü p suratımıza t ü k ü r s e d o ğ r u değil mi?
A v u k a t Burhan alçağı, bize gerici dermiş. Ne gerici­
si?
Biz hâlisinden A t a t ü r k ç ü y ü z ve A t a t ü r k hazretle­
rinin izindeyiz. Biz öyle, yatıra matıra, t ü r b e y e , kıtıra
inanmayız. Velâkin şehit başka, şehit türbesi. A t a t ü r k
rahmetli sağ olsaydı da, şehide t ü r b e yaptığımızı d u yaydı bize
«Aferin!»
türk, şu Burhan gibi
Türbenin faydası
çok.
demez miydi?
dinsizleri
Hey koca Ata­
temizlemedin
Efendim?
de...
Bir k e r e anıt o l s u n ,
t ü r b e ' o l s u n l b u bizim kasabanın namını arttırır v e t u ­
rist çeker.
Yahu, bizim buranın dertlileri, üç günlük
y o l d a k i Arap. H o c a yatırına
'Yazık d e ğ i l
mi
ziyarete g i t m e z l e r mi?..
bu kadar yolu tepsinler?
M a d e m ki
d e m o k r a s i var denmiş bir kere, bir memlekette okul
da gerek, hastane de gerek, yatır da gerek! Hepsinin
müşterisi ayrı. Ne dersiniz?
D o ğ r u söze; ne d i y e l i m . . . Herifin dili güçlü. A n ­
latırken ağzından
bal
akıyor.
Böylesinin
karşısında
a v u k a t B u r h a n d i n s i z i d u r a b i l i r mi?
Bunları
—
söyleyip,
Anıt için aha da b e n d e n bin k a y m e ! d e d i .
U l a n , b u k a ç ı n c ı b i n ? H e r anıt s ö z ü a ç ı l d ı ğ ı n d a ,
—
Aha benden bin kayme! diyor.
Sanırsın,
pangınotları
çıkarıp
ortaya atacak.
Bir
kuruş da verdiği yok.
Bir akşam partiye giderken, yol üstünde kalaycı
K ö r N u r i ile D e l i C e l i l ' i g ö r d ü m . G ö r d ü m y a , i k i s i d e
k ö t ü , alı a l , m o r u mor. s o l u y a r a k g i d i y o r l a r .
Baktım
gidişlerine, bir kötü
böyle
n i y e t l e r i v a r . İyi i ş e , h a y ı r l ı i ş e
seğirtilmez.
—
U l a n n e d i r , iki ş e y t a n u y g u n a d ı m , b ö y l e y e l ­
lenerek
n e r e y e varırsınız?
Bunlar kemküm edince,
niyetlerinin iyicene
bo­
zuk olduğunu anladım.
—
Nedir,
doğru
konuşun!
Suratınız
pancar ke­
silmiş.,
Gene
—
kemküm.
Düşün
önüme!..
Bunları önüme katıp
partiye getirdim.
Kulu İsmail Efendi, Ç i f t v e r e n o ğ l u
Hamza,
Allah'ın
Satılmış
B e y hep oradalar. Benim bu kadar sıkılamamın sebe­
bi,
kulağıma çalınan
söylentiler.
Duyduğuma
göre,
Deli Celil'le K ö r Nuri, Canlak köyüne varıp silâh sa,tın
almışlar. Silâhçılıkta
Canlak
köylüsü
üstüne yok­
tur. Allah seni inandırsın Bey, bunların yaptığı t a b a n ­
cayı,
Ankara'nın
askeriye
silâh
fabrikası
çıkaramaz.
Gizli silâh d ö k m e k b u n l a r a v e r g i . C a n l a k k ö y ü n ü n ta­
bancası dedin mi, memlekete nam vermiş. Şimendi­
f e r m a r k a s a a t nasıl s a a t l e r i n ş a h ı i s e , b u n l a r ı n m a l ı
da tabancaların feriştahı. Hattâ bir tarihte, bizim b u ­
ranın c a n d a r m a g e d i k l i s i ,
Canlak k ö y ü n ü n en usta
silâhçı ustasını çağırtıp,
—
Tabancamın
gezinde
yamrılık oldu,
al
şunu
onar da getir! demiş.
Usta devrisi günü elinde,
kız g i b i
üç tabancay­
la gelmiş.
—
kendi
Başefendi,-demiş,
yapım .tabancaların
senin tabancanı
arasına
onarıp,
koymuştum.
Velâ­
kin, hangisi senin tabancan olduğunu şaşırdım. Bak,
işte, tabancalar bunlar. Hangisi seninse b u y u r al!..
Başçavuş
bakmış
bakmış,
kendi
tabancasını
a-
yırt edememiş,
ü ç ü d e t a z e m e n e v i ş l i , pırıl -pırtl t a ­
banca, yeni çarktan çıkma...
Başçavuş,
—
Ulan bu ne iş domuz oğlu domuz, seni şimdi
sahtecilikten
derdest etsem, hak değil
askeriye silâh fabrikası
malının
aynısı...
mi?
Ulan bu
Hangisi ha­
kiki, hangisi sahte belli d e ğ i l . . . demiş.
Kaçak tabanca ustası,
—
S e ç de b e ğ e n d i ğ i n i ali d e m i ş .
İşte b u C a n l a k k ö y ü b ö y l e b i r k ö y , y e d i d e n y e t ­
mişe
kaçak silâh yaparlar.
K ö r N u r i ' y l e D e l i C e l i l ' i n C a n l a k ' t a n iki t a b a n c a
satın aldıkları
Bir-iki
—
kulağıma çalınınca
zorlayınca
Kurban olayım
bunlar
İhsan
işkillenmişim.
söküldüler:
Efendi,
senden
sır' ç ı k ­
m a z . Bizi b ı r a k , y o l u m u z d a n a l a k o y m a . Biz b i r h a y ı r l ı
iş görmeğe gidiyoruz.
—
nedir,
—
Ulan, sizin elinizden hayırlı bir iş çıkmaz ya,
hele
hele...
Memlekete bir hizmetimiz . olsun, dedik.
man bizi ele v e r m e . . .
mermi...
işte
Şu Zübükzâde
tabancalar,
namussuzunun
A-
işte on b a ğ
mundar vü­
c u d u n u ortadan kaldırıp, kasabamızın namusunu kur­
taracağız...
—
nız...
Aferin!..
Hakikat
hayırlı bir işmiş y a p a c a ğ ı ­
Siz hele s u r d a d u r u n da bir s o l u k alın...
İçeriki
odaya
arkadaşların
yanına vardım.
Olanı
biteni anlattım. Çiftverenoğlu,
—
Fakirleri
iki
yıldır s o y m a k t a
bu Z ü b ü k alça­
ğ ı . . . Herifi ö l d ü r m e k t e n başka da umarları kalmadı...
dedi.
Allah'ın
—
Kulu
İsmail
Efendi,
Vara yollarından çevirmiyeydin de, Zübüksüz
m e m l e k e t t e başımız dinç k a l a y d ı . . .
dedi.
Emin
—
Efendi,
Z ü b ü k ' e d e ğ i l , ş u iki g a r i b e a c ı r ı m . . .
dedi,
damda çürür fukaralar...
Ben de,
—
İkisinde de ne mal, ne para kalmış. S o n pa­
ralarını v e r i p işte bu tabancalarla m e r m i l e r i almışlar.,
dedim.
Çiftverenoğlu,
—
H i ç b i l m e z d e n , d u y m a z d a n g e l s e k , nasıl o l u r ,
d e d i , g e l i n b u K ö r N u r i ile D e i i C e l i n h i ç g ö r m e m i ş ,
yollarından
alakoymamış
olalım.
Bunu söyleyip Emin E f e n d i y e baktı ki, Emin Efendi'nin gözleri hiç beğenilecek gibi d e ğ i l . . . Belli ki,
s e ğ i r t i p İ b r a a m B e y ' e lâf y e t i ş t i r e c e k . B u n u
ca, birden ciddileşip,
—
Bırakın şakayı yahu, dedi, ne e d e c e k s e k ede­
lim. Bak sen şu Deli Celil'e b i y o l ,
cinlendi mi, del-
lendi mi, ne oldu gene? Varıp hemen
haber versek...
Allah
—
anlayın­
-
İbraam Bey'e
Ne dersiniz?
Selâmet Versin
Murtaza
Bu Deli Celil, benim
zaptolmaz, d e d i , aklına
Efendi,
bildiğim deli domuzsa
koyduysa yapar. Onun için,
aramızdan üç kişi seçelim, elçi olsun. Zübükzâde'ye
•gitsinler. K ö r N u r i ile D e l i C e l i l ' d e n h e r k a ç p a r a a lındıysa
geri
verilsin.
ö y l e ya canım...
verdi.
Bu Zübük- rezilinin ettikleri el­
Fakir fukarayı sağmal davar bilip s a ğ m a k t a . . .
Emin Efendi'yi, Hamza Bey'i bir de beni seçtiler.
Deli Celil'le Kör Nuri'ye,
•
—• B u r d a n bir y e r e kıpraşmayın, İbraam B e y ' d e
h e r k a ç p a r a h a k k ı n ı z v a r s a , biz g i d i p a l a c a ğ ı z . . . d e ­
dim.
Kör Nuri,
—
Aman
•
İhsan
Efendi, d e d i , d ü r z ü sizi kandırır
da
ayağınızdan
ş a l v a r ı n ı z ı s ö k e r alır.
Sîzin
dilinizden
anlamaz.
—
bunları
S u s , o nasıl s ö z ! . . H a d d i n e d ü ş m e m i ş . . . d i y e
payladım.
Paylamasına payladım ya, içime de bir k u r t düş­
t ü . Evet, b u Z ü b ü k i t i , n i y e t i m i z i s e z e r s e , d a h a b i z a ğ ­
zımızı a ç m a d a n , k i m b i l i r n a s ı l b i r d ü m e n ç e v i r i p b i z i
soyar. Çiftverenoğlu,
•— A m a n y o l d a ş l a r , sıkı d u r a l ı m , d e d i , ellerimiz
ceplerde dursun,
keselere
mukayyet olalım!
Yolda Z ü b ü k ' e ne diyeceğimizi bir bir tasarladık.
—- Z ü b ü k , diyecektik, ulan nedir senin ettiğin bu
millete alçak!
Seni reis y a p t ı k d a , başımıza p ü s k ü l l ü
belâ
mı aldık!.. İmdadına
din.
Kör Nuri
ile
yollayacaklardı...
y e t i ş m e s e k nalları
Deli Celil,
seni
diktiy-
eşşek cennetine
B e r e k e t önledik, hayatını kurtardık.
Fakat niyetlerinden
dönecek
gibi değiller. Senin
le­
şini s e r e c e k l e r . Y a h e r i f l e r i n p a r a l a r ı n ı v e r , y a d a iş­
lerini gör!.. N e d i r ulan senin bu dolapların? Ç e v i r d i ­
ğin dolaplar yüzünden
kalmadı. Aha, genel
Çabuk, sökül
partimizin bir paralık değeri
seçimler
yaklaştı
ne
paraları... Yoksa, arkadaşlarla
olacak?..
eibirliği
ve sözbirliği ettik, partimizin k u r t u l u ş u için seni baş­
kanlıktan atacağız,
elçi
gönderdiler,
bilmiş ol!
Partili
a r k a d a ş l a r bizi
sözümüz b u . . . V a r geri yanını sen
düşün!,.
Böylece
kararlaştırdık. Zübükzâde
pısına v a r ı n c a E m i n E f e n d i
—
A m a n , hacetim geldi ki
barsaklarım
bozulmuş.
Ben
hanesinin
ka­
iki e l i y l e k a r n ı n ı t u t u p ,
hiç s o r m a y ı n , d e d i ,
caminin
memişânesine
varıp g e l e y i m . Siz hele girin i ç e r i . . .
Bak şu tüccar reziline, gene bir bezirgânlık d ü ­
ş ü n d ü . K e n d i s ı v ı ş ı p b i z i i ç e r i s a l a c a k d a Z ü b ü k l e biz
d a l a ş a c a ğ ı z . İşin hızı g e ç i n c e k e n d i s i d e b u y u r a c a k . . .
—
Olmaz. Gel
—
Yahu...
yakyoluna
içeri, evde girersin kenefe.
etmeyin!
Selâmünaleyküm
d e y i p a-
gidilmez.
Ç i f t v e r e n o ğ l u kızdı, Emin E f e n d i y i
itekleyip ka­
pıdan içeri s o k t u . Ellerimiz ceplerimizde Z ü b ü k z â d e nin yanına vardık.
—
Hamza
Bey,
A m a n haa, sıkı d u r u n , g e n e bizi yaşa bastır­
masın! dedi.
Emin
—
Efendi,
Evet, sıkı d u r m a l ı ! . . . d e d i .
Ben de,
— A m a n birleşik duralım, çözülmeyelim.
Birlik
k u v v e t t i r . . . B u n a m u s s u z , o r t a y a b i r lâf atar, bizi b i r ­
birimize d ü ş ü r ü r de kanlı bıçaklı eder... d e d i m .
—
M e r h a b a İbraam Bey!..
O ne? H e r i f y e r i n d e n k ı p ı r d a ş m ı y o r .
M i n d e r e o-
t u r m u ş , iki d i r s e ğ i n i iki d i z i n e k o y m u ş , b a ş ı n ı d a iki
elinin arasına almış
—
mevta
misali susuk duruyor.
M e r h a b a İbraam Bey...
H e r i f t e n s e s s o l u k ç ı k m ı y o r . Y o k s a bizi g ö r ü n c e
k o r k u d a n g e b e r d i m'ola?
Yavaş y a v a ş başını
kaldırıp bize d ö n d e r d i .
O
ne? Y ü z ü s ı r s ı k l a m , g ö z l e r i k a n ç a n a ğ ı n a d ö n m ü ş a ğ ­
lıyor... Yahu bunun anası danası-mı öldü de h a b e r i ­
miz y o k .
—
si
M e r h a b a , hoş geldiniz emmiler! dedi ama se­
cansız.
—
Hayrola İbraam Bey, ne oldu kardaş,
—
Ne olsun, hep bildiğiniz,
neyin
var?
ya,
ö l ü m Allahın emri
insanın y ü r e ğ i dayanmıyor.
-— Başın s a ğ o l s u n . . .
—
Hepimizin başı s a ğ o l s u n . . .
Yahu bizim kimimiz,
neyimiz öldü
— 218 —
de haberimiz
yok. Yoksa
parti
büyüklerimizden
birinin
öldüğünü
radyo mu söyledi?..
İ b r a a m B e y s i c i m s i c i m g ö z y a ş ı a k ı t ı y o r 'ki, g ö ­
renin yüreği parçalanır. Koca adam avrat gibi gözya­
şı d ö k ü y o r ve ç o c u k gibi iç çekiyor. Hepimizin başı
sağolsun,
dediğine
bakılırsa,
gene
radyomuz
yeri
d o l d u r u l m a z b i r k a y ı p h a b e r i v e r d i . S o r a m ı y o r u z , da...
Emin Efendi, b a n a bir d i r s e k atıp,
—
Hadi, başlayın söze! dedi.
-— Söz b ü y ü ğ ü n Emin Efendi, de sen b u y u r . . .
—
O l m a z , y a k ı ş ı k a l m a z . . . S e n i n a ğ z ı n lâf y a p a r ,
tahsilin t e r b i y e n var.
Askerlikte sen bir
ben bir bitli piyade n e f e r i . . .
söz düşmez.
Di
gediklisin,
Gedikli varken nefere
buyur!
Biz y o l d a neler diyeceğimizi hep belledik de k i ­
min
ilkin söze
başlayacağını karara bağlamadık.
Çiftverenoğlu'na
—•• Di
yavaşça,
buyur Hamza
Bey,
sen
particilik işinde
benden kıdemlisin. Benim k ı d e m e . s a y g ı m var...
de­
dim.
Biz söze
başlama
pazarlığındayken
Zübükzâde
lâfa g i r d i :
•— Bu m e m l e k e t . . . şehit ş ü h e d â yüzü suyu hür­
metine
yaşıyor...
—
O n a ne şüphe İbraam Bey...
—
V a t a n için canını v e r e n l e r i n . . .
Sesi titriyor, sözü hıçkırıklardan kesiliyor.
—
Vatan için ve m e m l e k e t için ve de millet için
ve de...
H ü n g ü r hüngür, sarsılarak ağlıyor.
—
A m a n İbraam Bey, ölenle ölünmez k a r d a ş . . .
—
Bir koç yiğit, öyle bir koç yiğit...
Boğazıma bir y u m r u k geldi, tıkandı.
Ben yüreği
dayanıksız, gözü yaşlı bir adamım. Gözlerim bulandı.
İçimden
«Aman oğlum
İhsan,
tut kendini!»
diyorum
k e n d i m e , ne m ü m k ü n . . . Şurama bir d ü ğ ü m geldi o• t u r d u , başıma da bir ağrı saplandı. A ğ l a s a m açılaca­
ğ ı m y a , a\/\ç> o\ur d\ye kend'vml t u U ı v o v u r a . . .
—
Bu vatanın her bir karış t o p r a ğ ı m ü b a r e k şer
hit kanlariyle sulanmış olup...
İki g ö z ü
çevre,
iki ç e ş m e
ağlıyor. Gözyaşlarını sildiği
ıslanmış da bulaşık bezine d ö n m ü ş .
Göz pınarlarım gevşedi. Ağlarken beni görüyor­
lar mı d i y e Emin
Efendi'yie
Hamza
Bey'e baktım.
H a m z a Bey, ceketinin yeniyle gözlerini siliyor,
Emin
Efendi zavallısı da b u r n u n u ç e k i y o r .
—
Bir millet...
Şehitlerinin...
Her karış vatan
t o p r a ğ ı . . . Akiıma geldikçe kendimi tutamıyorum. Biz
millet yolunda, vatan uğruna...
G a y r i t u t a m a d ı k k e n d i m i z i , biz d e b i r h ü n g ü r t ü dür tutturduk. Ağla gözüm ağla... Minderlerin üstüne
kapanıp başladık
ağlamaya...
Gözlerimizden
kanlı
y a ş l a r gidiyor, gözyaşı sel o l m u ş .
Hem ağlıyorum, hem kendi kendime,
—
Yahy, tut kendini. Bu da Z ü b ü k itinin yeni bir
numarası işte...
Bizi ' k a z ı k l a y a c a k b e s b e l l i . . . A ğ l a y a ­
c a k ne var?., d i y o r u m ama olmuyor. Sesini titrete titrete ağladıkça, karşısında mezartaşı olsa
cana gelir
de ağlar.
Yanıbaşımda
—
Gene bizi
ağlayan
Çiftverenoğlu,
bastırdı,
kendimizi
toparlasak...
diyor.
Evet,
bir • toparlasak...
ağlamaktan
kendimize
gelemiyoruz ki... Ben böyle şey ne duydum, ne gör­
d ü m Bey...
•
•
•
Ağladık, ağladık, sonunda Z ü b ü k alçağı hıçkırık­
lar arasında sesini şarkıcı oğlanlar gibi titreterek;
—
Şehit bizim u ğ r u m u z a canını v e r i y o r da, bizim
i ç i m i z d e o n a b i r anıtı ç o k g ö r e n l e r v a r .
Tuu, yazık
bizim adamlığımıza!.. Para nedir k i . . . d e d i .
Emin Efendi çorbacısı, hemen
keseye davranıp
ellilik pangınotu ortaya attı, Hamza B e y de, yüz kay­
m e y i e l l i n i n "yanına k o y d u ,
Bent cüzdandan bütünleri
a y ı r d ı m b i r y a n a , iki
onluğu oraya bırakıp,
—
ririm...
ü s t ü m d e başka para yok, gerisini sonra v e ­
dedim.
Çiftverenoğlu,
—
Y a k t ı n y a n d ı r d ı n bizi
İbraam Bey... dedi.
Emin Efendi,
—
Ne v e r s e k az...
dedi.
Z ü b ü k «Vatan» diye diye,
«Şehit»
diye diye ağ­
lıyor. Gözlerimizi s i l e r e k o r a d a n ayrıldık,: Partiye g e l ­
dik. Murtaza Efendi,
• • •••^r- Ne h a b e r ? d e d i .
Çiftverenoğlu gözlerini kuruiayarak, burnunu si­
lerek,
—
Anıt işini y o l u n a k o y d u k ş ü k ü r . . . d e d i .
—
Evi b a t a s ı , o c a ğ ı s o n e s i , n e anıtı u l a n ! . . . S i z
oraya neye gitmiştiniz?
Sahi, biz Z ü b ü k ' ü n yanına hangi iş için varmış­
tık?
Unutmuşuz.
Emin Efendi,
—
Neydi
Allâsen? dedi.
Tahrirat Kâtibi
—
—
Rıza B e y i ç e r i g i r d i .
D u y d u n u z mu olanları? d e d i .
Neymiş?
— - M e z a r d a n çıkan kemiklerin r a p o r u geldi. İn­
san iskeleti değilmiş.
—: Ya
—
neymiş?
Yunus
balığı
iskeletiymiş?
edip bildirmiş. Savcılık da
Adlî Tıp
muayene
soruşturmuş. Burdan gi-
d e n bir araba, y u n u s balığı
götürürken, sıcakta ko­
kunca
kurt
balığı
atmışlar.
Etini
çakal yemiş,
iske­
leti kalmış. Esasen şehit mehit de y o k . Burdan şehir­
de tören yapıldı denince Ankara şaşmış.
Uçak düş­
memiş ki şehit ola...
s a l ı p Hıdır-
Uçak, kara duman
lık D o r u ğ u n d a n b a ş a ş a ğ ı k a y ı n c a b i z i m a v a n a k l a r , u çak düştü
sanmışlar.
—
Ne
diyorsun?
—
Diyeceği böyle...
Hep b i r d e n Aklı Evvel
—
.
Bedir H o c a y a döndük:
Ulan alçak Hoca, y u n u s balığına bize cenaze
namazı kıldırdın rezil...
Bir de dualar ettin... Tuuu...
Y a h u , o k a d a r k u r b a n k a n ı b o ş a m ı g i t t i , biz b o ­
şu boşuna mı ağladık?
Bedir H o c a y a
—
çullandık...
Bedir Hoca,
Ben bilir miyim, dedi. İbraam Bey öyle söy­
ledi... Ben dediğini yaptım.
İşte b ö y l e b e y . . . T ü r b e g e n e y a p ı l d ı . H ı d ı r l ı k y o ­
lundaki
«Yunus Baba Türbesi»
işte odur, z i y a r e t g â h . .
Kısır karılar gider, saralılar, deliler gider, birebir...
«Böyle
ineğin
böyle danası
olur» demişler,
bo­
ş u n a mı? B i z i m g i b i a v a n a k l a r o l d u k t a n k e l l i , Z ü b ü k ' ün bize ettiği az bile.
Bizi g ü l d ü r ü r d e ağlatır d a . . .
Ağla gözüm ağla...
Z Ü B Ü K Z Â D E A V U K A T B U R H A N BEY'İ
N A S I L YEDİ?
Tüccardan Emin Efendi
şöyle anlatıyordu :
Bunun işleri akla zarar Bey... Olmaz olaymış ya,
ne edek, olmuş biyoi...
S e ç i m l e r gelip çatmıştı. Biz burada, haddimiz o i mayaraktan tüccar
sayıldığımızdan halkımıza ve
köy-
l ü m ü z e h i z m e t t e e l i m i z d e n g e l e n i eksik- e t m e y i z . A l ­
lah sizi
inandırsın,
bapka açamaz.
köylüye benim
açtığım krediyi
Partimizin bütün kuvveti de bu ya...
Hangi bir köylü, hangi bir hemşeri gelip borç para,
ödünç bişey, veresiye
yok;
mal
istese,
«Buyur hemşerim, al götür!»
bundan
ötürü
B u r h a n zındığı
halka
dayanıyor.
hemşerilerimizi
bizde
«Olmaz!»
İyi m i ?
Partimiz,
'Velâkin
bu
avukat.
durmadan zehirliyor.
Ehâli g i d e r e k , b i z d e n y ü z ç e v i r m e y e b a ş l a r o l d u . S o ­
ruyorum:
—
ye
Eee a ğ a , s e ç i m l e r g e l d i d a y a n d ı , h a n g i p a r t i ­
oyunu vereceksin
Eskiden
—
bakalım?..
olsa,
Bizde ölmek
var, d ö n m e k y o k .
Biz bir t e k
parti biliriz... derlerdi.
Şimdiyse,
—
Hele bir yel üfürsün de ağam,
yana savuracağımızı
meler.
Neden?
biz b i l i r i z . . .
Hep bu
yollu
avukat
harmanı
ne
mırın kırın e t ­
Burhan
domuzunun
yüzünden.
Seçim nerdeyse geldi. Millet içinden pazarlıklı...
O t u r u p bir düzen bulalım, dedik.
toplandık.
Herkes
onsuz olamaz.
duk,
orda,
Evine
Sabahtan partide
b i r Z ü b ü k z â d e yok...
baktırdık
yok.
Oraya
Aman
sordur­
b u r a y a b a k t ı r d ı k , ş u r a y ı - a r a t t ı k , yok o l a s ı y o k
olmuş.
Murtaza Efendi,
—
;
İbraam Bey olmazsa, biz bu
avukat Burhan'-
la baş edemeyiz, dedi.
Dediği doğru.
Evet, h e r t ü r i ü
menhiyyat
onda
t o p l a n m ı ş a m a , n e m e lâzım h e r i f p a r t i c i l i k t e i ş e y a r ı ­
yor.
Satılmış
—
Hiç
Bey,
korkmayın,
dedi,
bizim
Zübükzâde
avu-
kat Burhan Bey'i yer be... Herifi gözümüzün önünde
Çiğ Çiğ y e r v a l l a h a . . . O n a b i r o y u n e d e r k i , k a t ı r t e p ­
mişe dönderir...
—
Burhan
Evet, a v u k a t Burhan'ı y e r . . . Ve de bu a v u k a t
denilen zındığın yenilip yutulması
caizdir.
Aklı Evvel Hoca da böyle deyince, tamam, akar
sular durur...
İyi h o ş y a
Zübük namussuzu
nerde?
Ara, tara yok...
-
B i z o n u b e k l i y e d u r a l ı m , o r t a y a ; b i r lâf a t ı l d ı . B i r
zamandanberi direklere gerili telefon telleri çalınma­
ğa başlamış. Şimdiyecek olmuş iş değil. Telefon tel­
leri her gün onarılıyor, her gün de çalınıyor. Vilâyet,
telefon teli yetiştiremiyor. Telefon M ü d ü r ü ,
iştir yahu,
Türkiye'deki
dik»
lına
«Bu
ne
b u k a s a b a y a v e r d i ğ i m i z telefon? t e l l e r i y l e ,
her evden
her eve telefon
hattı ç e k e r ­
diyormuş.
Bu zamanacak telefon teli çalmak kimsenin
ak­
gelmezdi.
çe­
Şimdiyse rezalet...
Telefon telini
kip k o p a r a n çarığını bağlıyor. H e r k e s i n belinde pantalon bağı telefon teli, don
uçkurları telefon teli...
H e r ahırın k a p ı s ı n d a b i r k a n g a l t e l e f o n t e l i , d e n k b a ­
ğı, hamut bağı, b o y u n d u r u k bağı, dingil tutarı hep te­
lefon telinden...
Kağnısının özek ağacı bozulan,
te­
lefon telini koparıp onarıyor. Bir hesaba vursan, adam
başına beş kangal telefon teli düşer, ö t e y a n d a n hü­
k ü m e t , t e l hırsızlığı ö n l e n s i n d i y e s ı k ı l a y ı p d u r u y o r .
Allah Selâmet Versin
—
B u hırsızlık h e p
Murtaza Efendi/
Deli
Ceiil'in başının altından
çıkıyor... dedi.
Hamza
Bey,
—
N e d e n ? d i y e sordu-:
—
Neden olacak heyri...
ruma memuru oldu
Eskiden
bizim
Deli Celil, telefon ko­
o l a l ı , t e l hırsızlığı a l d ı
buralarda başını
yürüdü.
kaldırıp telefon teli-
ne bir bakan mı vardı? Kimin aklına gelirdi heyri? Bu
Deli Celil telefon muhafızı olunca «Vay d e m e k tele­
f o n teli
de
lâzımlı
bişeymiş
ki
muhafaza ediliyor!»
d i y e herkes tellere saldırdı birader... Tel çalan çala­
na... Hep domuzluk Deli Celil'de.
—
Doğrudur. Ortaya bir
k o r u m a m e m u r u çık-
mıyaydı kimi kimsenin aklına tel
çalmak gelmezdi.
H e m b u t e l e f o n muhafızlığı d a n e r d e n çıktı ulan? H ü ­
Hat Koruma-Çavuşlarına
kümetin
Satılmış
—
ne olmuş?
Bey,
Deli Celil'i telefon
muhafızlığına tayin eden
Z ü b ü k z â d e İbraam Bey... deyince, bu söz burda kapandı.
•
Baktık,
•
•
Zübükzâde'nin geleceği de yok, aranıp
bulunacağı da...
s
Herif, u ç k u r u g e v ş e ğ i n biri. Kimbilir hangi kah­
penin evinde kapandı kaldı...
Devrisi
gün buluşalım d i y e sözleşip ayrıldık.
Nerdeyse akşam
da olacak.
Bizim sürüyü
göreyim diye tutmanın yanına gideceğim.
bir
Mezarlık­
tan g e ç e r k e n , harkın içinde bir kıpraşma oldu. Tilki
mi, çakal mı, sansar mı diye y ö n e l d i m . Bir de bak­
tım Deli Gelirle Kör Nuri harkın içinde yuvarlanmış­
lar, rakı içmedeler. Ş i ş e n i n birini d e v i r m i ş l e r , birini
de
yarılamışlar.
—
Ulan
bu
nedir imansızlar!..
Başka
safalı
yer
bulamadınız da mı, kabristanda içersiniz. Z i f t için al­
çaklar!
.
Bir de baktım,
mavzer...
—
Deli Celil'in apışı arasında bir
•
U l a n o ne? Y o l b a ğ ı n a mı çıktınız, n e d i r ?
K ö r Nuri iyice sarhoşlaşmış, harka yuvarlanmış,
sayıklar gibi
anlaşılmıyor.
bişeyler
söylüyorsa da
ne
d e d i ğ i hiç.
Deli Celîl, dili dolaşarak.
— A m a n Emin
ekmek hakkı
emmi,
bizi
bilir yiğitleriz.
kınama, d e d i , biz tuzSenin
çok
iyiliğini
gör­
müşüz. K u r b a n olayım, bizi y o l u m u z d a n d ö n d ü r m e !
—
Nedir yolunuz, yol
kesenler?
—
Estağfurullah... yol kesme yok...
—
Ya,
nedir?. Kalk!..
Kalktıysa da sarhoşluktan ayakta duramadı, dev­
rildi. Belli ki, içtiği rakı, karnına uğramadan d o ğ r u c a
kafasına
çıkmış.
—
A y a k sürüme! Yürü! dedimse de boş...
—
Emmi, d e d i , biz K ö r Nuri arkadaşımla and iç­
tik. Bu Z ü b ü k ' ü n canını almamış olmayız.
İlle y o k e -
deceğiz. Kimse de önümüzde duramaz. Rahmetli ba­
bam
mezarından
çıkıp
önüme dikilse,
yıkar çiğner
g e ç e r i m . O n d a n ö t ü r ü , v a r g i t y o l u n a bizi hayır işle­
mekten alakoyma. Sana saygım var. Ellerinden, ayak­
larından öperim, var git yoluna!..
Baktım
—
işin şakası y o k .
Gazanız m ü b a r e k ola
yiğitler,
d e d i m , yalnız
b u Z ü b ü k n a m u s s u z u ile t ü m m e m l e k e t b a ş e d e m e ­
d i , siz b i r b a ş ı n ı z a n ' i ş l e r s i n i z o ğ l u m ? .
—
Biz k e n d i i ş i m i z i g ö r ü r ü z , s e n bizi
bırak he­
le ve de görmemiş ol!..
—
P e k i y , n e d i r , ne o l d u ?
Deli Celil anlattı:
— Zübükzâde, seni orman m e m u r u yapacağım d i ­
ye oynatmış. Deli Celil de iyicene dellenip «Bana bir
iş!» d i y e Z ü b ü k ' ü n ü s t ü n e v a r ı n c a ,
—
Seni telefon muhafızı yaptım, bir mavzer
as
omuzuna, telefon tellerini bekle!., demiş.
Deli Celil'i omuzunda silâh, telefon tellerini bek­
ler görenler başlamışlar tel çalmağa. D e r k e n candarmalar Deli Celil'i yakalayıp,
—
panın
Ulan neyin telefon muhafızı!., diye. b u n u s o ­
altına yatırmışlar..
Döğmüşler ki,«eşek sudan
gelesiye, yer misin, yemez misin... Kötekten Deli Ce­
lil f e l e ğ i n i ş a ş ı r m ı ş .
Diyor ki bana,
—
Tabanlarımın
üstünde
duramıyorum,
taban
etlerim çürüdü dayaktan...
Demin
ayağa
kalkıp
yuvarlanması, tabanlarının
çürümesindenmiş, ben de sarhoşluktan bildim.
Deli Celil, dayağın altında,
— B e n i Zübükzâde telefon
muhafızı yaptı, ulan
imansızlar!., d i y e f e r y a t e d e r m i ş . D i n l i y e n k i m . . . Z ü bükzâde'ye sormuşlar, «Benim hiç h a b e r i m y o k , d e ­
m e k adımızı
kullanıp onu
namussuza!.. A m a n benim
bunu
o n s o p a d a h a v u r u n d a ite d e r s
gelsin!»
soyar! Bak hele şu
hatirım için namıma beşolsun, aklı başına
demiş.
C a n d a r m a l a r da,
—
Al bu da Z ü b ü k z â d e ' n i n hakkına!., deyip, ta­
banlarını çürütmüşler.
Deli Celil, k a r a k o l d a n atılınca b a r u t olmuş, d ü n ­
yayı
kasıp
kavuracak ya,
neye
yarar,
ayakları tut­
muyor, tabanları zonk zonk zonkluyor. Böylece yerde
sürünerek İbraam Bey'e,varmış,
ayaklarının
üstüne
dikilemiyor. İbraam Bey, bunu ayaklarının dibinde sü­
rünür görünce,
—
Estağfurullah, demiş, kalk ayağa heyri... Biz
sana insanlık adına bir iyilik ettikse,
ayağımıza ka­
p a n m a k n e d e m e k . . . E s t a ğ f u r u l l a h . . . Evet, seni c a n darmanın elinden kurtardım.
Duyunca yakalandığını
hemen kumandan beye telefon açtım,
«Benim ada­
mımdır, bir cahillik etmiş, koyverin!» d e d i m . Seni b i ­
raz o k ş a y ı p s a l ı v e r m e l e r i b u n d a n . . . Y o k s a s e n i n c e ­
zan b ü y ü k t ü . M a h k e m e y e verseler, o n s e n e y e r d i n .
Hadi şükret, bir-iki sopayla gene kurtuldun. Eksik o l ­
m a s ı n l a r , hatırımızı
saydılar da seni bıraktılar...
Bi­
zimki bir iyilik. İster bil, ister bilme, o da senin v i c d a ­
nına
kalmış gayri...
Deli Celil diyor ki,
—
Ben bu sözleri d u y u n c a iyice şaşırmıştım, öy­
le ya herif beni bir telefonla, on yıl d a m d a y a t m a k t a n
kurtarmış. H e r y e r d e de nâmı g e ç i y o r canım...
ben
rını
ğini
o
şaşkınlıkla bu
öperek,
Zübük,alçağının
«Allah s e n d e n
göstermesin, Allah
duaya
başlamaz
tozlu
paçala­
razı o l s u n , A l l a h
eksikli­
seni
mıyım...
İşte
bize
İyice
Z ü b ü k ç e k i p gidince, aklım
bağışlaya...»
şaşırmışım
diye
canım...
başıma gelir gibi oldu.
Yahu b e n d a n g a l a ğ ı m da. herif bizi h e m e n u m u m te­
lefon tellerinin başına k u m a n d a n yapar, sonradan da
c a n d a r m a y a pestilimizi çıkarttırır, b i z de kalkar üstü­
ne herife dua ederiz...
Bunun üzerine
yanına
—
Vay eşek kafa!
sürünerek
Kör Nuri sağdıcımın
vardım,
A m a n sağdıç, bak şu hâlime...
Olanı biteni anlattım.
Kör Nuri benden ateşli...
—
yor.
Sağdıç, d e d i , ç o k d e n e n d i bu herif alt o l m u ­
Biz ş i m d i s e n i n l e b u i n s a n l ı k d ü ş m a n ı n ı n c a n ı n ı
almaya gitsek, bizi g e n e bastırır, kıçımızdan yırtık d o ­
n u m u z u alır d a b i z i cıbıl b ı r a k ı p
eder...
ele güne maskara
-
Dediği d o ğ r u . . . Pekiy, ne olacak? K ö r Nuri sağ­
dıcımla meşverete vardık.
yanında hiçbir kimse ve
bir yerden
hayvan,
Bu
herifin
hiçbişey
medet alamasın.
Yanında
hattâ bir iskemle olsa,
canını
alırken,
olmayacak ki, bu
bir insan,
ondan
bir
k u v v e t alıp
türlü düzenler, türlü oyunlar kuruyor, ö y l e mi, öyle...
Ö y l e y s e biz bu Z ü b ü k ' ü amansız yakalamalıyız. Evin-
de olsa, p e y k ş d e n , m i n d e r d e n aman bulur. Bunu d a ğ ­
da bir başına yakalamafı...
Bu karara varınca, Zübük'ün yolunu gözlemeğe,
izini
izlemeğe koyulduk. Sonunda
dık...
Baktık, Beldüzü'nden
işte b u r d a kıstır­
bir başına
geliyor,
Kör
Nuri, «Aman sağdıç, mavzeri d o ğ r u l a U dedi. Velâkin
Zübük, ardında olduğumuzu sezmiş ki, seğirtti, k e n ­
dini k a b r i s t a n a attı. K a b r i s t a n a sıkıştığı iyi o l d u . T e ­
tiğe basacakken Kör Nuri sağdıcım,
—
.
Aman, dur! dedi.
•— Ne v a r ?
•
— Ulan, ben kör gözümle
gözünle görmez misin?
g ö r d ü m de sen iki
Baksana
herif namaza dur­
du...
Evet,
mezarın
Kör Nuri
—
başında
namaza, durmuş.
sağdıcım,
Çek tüfeği,
dedi,
namazda
adam vurulmaz.
< ü s t ü n e e l i n d i n s i z i ş e h i t g i d e r . B i r d e b i z i m i l l e t la­
netler. A m a n d u r . . .
Namazı bitirsin, kafasından çivi­
lersin...
—
Yok...
kafasından
sak, b i r d e n ölür.
olmaz,
kafasından
vurur­
İ s t e m e m . . . A z ı c ı k azıcık ö l e c e k k i ,
b a ş ı n d a ' k e y f e d e l i m . Dur sen, bana bırak, hele nama­
zı
bir b i t i r s i n . . .
V e l â k i n namazı bitirmez,
durmadan yatıp kalkı­
yor. «Allahû ekber!.» d e d i k ç e dağ-taş inliyor. «Semiallahü
limen hamide»
diye feryat etmiyor
mu, sesi
dağlarda- yankıyor...
—
K ö r Nuri kardaş, bu ne namazı yahu?
n a m a z m ı o l u r , h e r i f b i r s a a t t i r rfamaz k ı l ı y o r . . .
Böyle
Gel
şunun it canını bir k u r ş u n l a d e ğ i ş e l i m . . . d e d i m s e d e ,
Kör
Nuri,
••— O l m a z , d e d i , n a m a z k ı l a r k e n v u r d u ğ u m u z d u ­
y u l u r da a m a n . . .
•
^- Pekiy ne olacak?
Baksana
herif gazel okur
gibi «Allahû ekber!..» diye f e r y a t e d i y o r ki, feryadını
duyan
imdadına irişsin...
—
Eceline susamıyan
—
Ya bu
namaz?
imdadına gelemez!
dedi.
B u v a k i t n e namazı?..
—
Belki nafile namazı kılıyordur.
—
Eyvah, bu bînamazın
nafile namazı on yıl s ü ­
rer. Herifin ö m r ü n p e başı s e c d e yüzü g ö r m e m i ş . Ş i m ­
di, bu ecel korkusuyla, kaçırdığı bütün namazları burd a k ı l m a ğ a k a l k a r s a o n yıl s ü r e r . . .
Bitürlü namazı tüketmiyor.
—
Kör
Sabahacak namaz kılarsa
n'olacak?.dedim.
Nuri,
—
Namaz, Allah'ın huzurudur, can alınmaz!
de­
—
ö y l e y s e o ğ l u m , v a r g i t s u r d a n iki ş i ş e r a k ı a l
di.
da o herif namazı b i t i r m e ğ e g a y r e t v e r i r k e n , biz de
kafaları tütsüliyelim. B u r d a b o ş u n a b e k l e n m e z ayaz­
da
•
Kör
—
Nuri,
U l a n , b u iyi a k ı l . . , d i y e r e k k a s a b a y a s e ğ i r t t i ,
iki ş i ş e r a k ı a l d ı , g e l d i . B i z d e h a r k ı n i ç i n e g i r i p iç­
meğe başladık.
D e r k e n , Emin emmi, sen üstümüze
geldin...
Deli Celil sallanarak işte böyle anlatınca,
—
Nerde şimdi Zübük? diye sordum.
—
Deyha şorda! dedi.
—- N e r d e , kızılkana boyanası, nerde?
—
Bayahtan burdaydı... A m a n yoksa
biz r a k ı y a
o t u r u n c a Z ü b ü k t ü y d ü mü... Eyvah!..
ö y l e olmuş. Z ü b ü k İbraam, «Allahû ekber!» diye
feryadı vurarak, sesini dağlarda,
taşlarda yankıtmış
k ] , d u y u p d a b i r i m d a d ı n a i r i ş e n çıka... B a k m ı ş , i m d a ­
d ı n a g e l e n y o k , iki a h b a p r a k ı y a ç ö k ü n c e , o d a «A-
m a n f ı r s a t b u f ı r s a t . Y a Allah...» d e y i p t a b a n l a r ı y a ğ ­
lamış.
Deli Celil yine dellenip, eyvah diyerek, diz döv­
meğe, çırpınmaya çalınmaya başladı.
Kör Nuri'yi dersen,
başını
•
apışının arasına s o k ­
m u ş , h a r k t a iki b ü k i ü m o l m u ş h o r l a m a k t a . B u n u n ar­
dına tepmiği indirip,
—
Kalk len, g e b e r e s i , d e d i m .
Tepmiği
hızlıca v u r m u ş o l a c a ğ ı m
besbelli: . Kör
Nuri sarhoşu uyku sersemliğiyle benim tepmiği, candarma dipçiği sanıp sayıklamağa başladı,
—
Ayağını öpeyim çavuşum... Tövbe benim su­
ç u m yok, şart olsun günahım y o k . B e n i m hiçbir, v a k i t
Zübükzâdemize
elim
kalkmaz.
Kıyamam...
Ben
şey­
tana uyup bir dangalaklık ettim de Deli Celil namus­
suzuna yoldaş oldum.
«Etme; v u r m a , k ı y m a y i ğ i d e ! »
dedimse de, gözünü kan bürümüş Deli Celil alçağı­
na dinletemedim. Çekti v u r d u aslan gibi yiğidi... O n u
tutun... Benim suçum yok çavuşum...»
Gözünü
açmadan
sayıklıyor.
Deli
Celil
bunları
duyunca, gözü döndü, bindi K ö r Nuri'nin tepesine...
Fakiri, yol keçesi gibi çiğniyor. K ö r Nuri tepmiği, sil­
leyi yedikçe, kendini candarma karakolunda sanıp,
—
A m a n çavuşum, diyor, elini kana bulayan val-
•laha d a , b i l l â h a d a , t a l l a h a d a D e l i C e l i l . . . Y a p m a , e t ­
me dedimse de...
D e l i C e l i l , k u d u r g a n i t g i b i , ağzı k ö p ü r m ü ş ^ s a ğ ­
dıcı ç i ğ n i y o r , h e r i f i p e s t i l e d e c e k . . .
—
Dur oğlum,
dur hele...
Siz
buraya
Zübük'ü
o r t a d a n kaldırmaya pusulanıp, şimdi iki sağdıç b i r b i ­
rinizi mi ö l d ü r e c e k s i n i z ?
Buna bir şamar çalmamla yere yıkıldı. S ü r ü y e r e k
g e t i r d i m z o r u n a . . . K ö r N u r i o r d a yığılı k a l d ı n e o l d u ,
bilmem...
— 231
—
D e m e k b i z , p a r t i d e Z ü b ü k z â d e g e l s i n d e meşve.ret k u r u l s u n diye b e k l e r k e n , o fakir k a b r i s t a n a sıkış­
mış, namlu altında nafile namazı kılarmış.
Devrisi
gün
meşveret
kuruldu.
Bu
avukat
Bur­
h a n d o m u z u n u n işi o r t a y a a t ı l d ı . Ç i f t v e r e n o ğ l u H a m ­
za Bey dedi ki,
—
İbraam Bey, bu işde
evelallah,
sonra
güveniyoruz. Şu avukat Burhan'ı ye, bitir!
kaldıkça,
ahaliyi
memlekette
zehirlediğinden
namayız.
dirlik-düzenlik olmaz.
hiçbir vakit
sana
O burda
Ve
biz s e ç i m i
de
kaza­
Kazanamadığımız da bişey değil, öteki
ka­
z a l a r s e ç i m i s i l m e k a z a n ı r k e n , v i l â y e t i ç i n d e iki p a r a ­
lık o l a c a ğ ı z ,
rezillik...
Z ü b ü k ' ü n bir pis pis gülmesi vardı. Yalanan k e ­
diler gibi
—
bıyıklarını sıvazlayıp
pis
pis güldü
de,
S i z o işi b a n a b ı r a k ı n , d e d i , b i z e a v u k a t m a -
vukat sökmez. Evelallah onu toz eder de tozunu y e l e
çeviririz.
Sonra
—
sırıtarak,
Siz onu bunu bırakın, dedi, şimdi size bir ha­
yırlı h a b e r i m v a r . B e ğ e n e c e k s i n i z .
—
Aman
nedir İbraam
—
Kasabamıza bir cami
Bey?
yaptıracağız ki,
beri
b e n z e r b i r c a m i d e ğ i l , v i l â y e t t e b i l e eşi o l m a y a c a k . . .
İki m i n a r e l i v e h e r m i n a r e s i n d e ü ç e r ş e r e f e l i v e s e ­
kiz k u b b e l i v e r a m a z a n d a m a h y a l ı v e k u b b e içi a l t ı n
yaldız bezeli ve içi m e r m e r döşeli ve kapıları ince iş
oymalı ve sedef kakmalı ve mihrabı hâlis s o m a k i t a ­
ş ı v e m i n b e r i n a k ı ş l ı , v e K a b e ö r t ü l ü v e a y r ı c a , «Sa.kal-ı Ş e r i f » l i v e k ü r s ü l e r i c e v i z d e n . . . V e d e k a s a b a ­
mızın ş e r e f i n e lâyık, m ü s l ü m a n ı n
göğsünü
kabartan
bir c a m i . . . Karşısına geç bak, seyrine d o y u m y o k . . .
Salkım salkım kandilleri nurlu...
Herifin ağzından bal akıyor. Anlattı, anlattı,
—
Nasıl, ister misiniz böyle bir cami? diye sor­
du.
A m a n istenmez mi İbraam Bey, bir de sorar­
sın... •
—-öyleyse
hemen
kasabamızda bir
Cami Yap­
tırma Derneği kurulacak...
Yahu, şimdi durup d u r u r k e n bu cami de nerden
çıktı? A n l a ş ı l a n , k a b r i s t a n d a n a f i l e n a m a z ı k ı l m a k Z ü ­
bük'ün hoşuna gitmedi de, cami yaptırtacak...
Camiye hep sevindik. En çok sevinen Aklı Evvel
Bedir Hoca...
Satılmış
—
Bey,
S o r m a k ayıp olmasın ya,
bunun parası
ner­
den çıkacak? dedi.
Zübük,
—
Parası kolay, d e d i , m ü s l ü m a n isterse, bir c a ­
mi y a p a r k i , t ü m kasabamız k u b b e s i n i n altına girer.
—
öyle...
—
Doğru...
—
Evet...
Hep b i r d e n onayladık. Besbelli Z ü b ü k ' ü n bir bil­
diği olacak. Parayı h ü k ü m e t t e n mi alacak, nedir?
Biz o n u n d e d i ğ i ü z e r e i ş e g i r i ş t i k . B i r g ü n Z ü b ü k
bizi t o p l a d ı , t o p a r l a d ı ,
—
A r k a d a ş l a r , bu cami y a p t ı r m a işi, hayır işidir,
p a r t i i ş i , p o l i t i k a işi d e ğ i l . O n d a n ö t ü r ü b ü t ü n m e m ­
leketin müslümanı
bu
işe katılmalı.
Muhalifler^
«Siz
bizi a d a m y e r i n e k o y u p h i ç b i r i ş e k a t m ı y o r s u n u z » d i ­
y e b i z e k ü s ü y o r l a r . E s t a ğ f u r u l l a h . . . Biz, m u h a l i f , . m u ­
vafık diye
ayrılık çıkarmayız ve
muhaliflerimizi de a-
dam yerine koyarız. Yeter ki onlar, adam gibi adam
olsunlar... Biz şimdi bu cami yaptırma işini k e n d i m i ­
ze ve partimize maletmiyelim. Gelin şunu bütün müs-
lüniânfara maiedelim.
Cami
Yaptırma
Derneğimize
muhalifleri de alalım. Ne dersiniz?
Ne diyeyim, iyi... Yahu bu Zübük'ün pis yüreğine
gökten" n u r m u i n d i , n e d i r . D e m e k ş i m d i c a m i y ü z ü n ­
d e n muhaliflerle barış-görüş olacağız, ç o k güzel...
K a s a b a y a ilân e d i l d i ,
muhtarlar
k ö y l e r e d e k haber salındı,
çağırıldı.
Bir pazar günü ö ğ r e t m e n l e r Derneği'nde toplan­
dık. İlkin daha b ü y ü k o l d u ğ u n d a n , partide, belediye­
lerde toplanılması düşünüldüyse de,
—
İbraam Bey,
O l m a z , d i n i ş i n e p o l i t i k a işini k a r ı ş t ı r m ı y a l ı m ,
b i z lâik'iz. T a r a f s ı z b i r y e r o l s u n d i y e
öğretmenler
Derneği'nde toplanalım! dedi.
ö y l e yaptık. Kalabalık doldu ki, yapı ç ö k e c e k . . .
Köylerden bile takım takım gelmişler.
D e r n e ğ e sığı-
şamıyanlar dışarda kaldı. Bereket, hava güzel...
Zü­
b ü k İ b r a a m p a r t i n i n h o p a r l ö r ü n ü a l a n a k u r d u r d u . İçer­
de her ne konuşulursa, bütün kasabada g ü m b ü r güm­
bür ötecek, millet dinleyecek. Alan d o l d u , pazar yeri
doldu.
Kasabada böyle kalabalık görülmemiş.
Gelelim içeri... En baş köşeler muhaliflere veril­
m i ş , ö n c e d e n İ b r a a m B e y , « A m a n m u h a l i f l e r i iyi ağır­
layın!» d i y e b i z e t e m b i h l e d i . M u h a l i f l e r c i g a r a n ı n b i ­
rini s ö n d ü r m e d e n ikincisini buyur ediyoruz. Ç a y kah­
ve dönüyor. Avukat Burhan'a önde, kaymakam beyin
yanında yer verilmiş.
D e r k e n Z ü b ü k z â d e ortaya çıktı. Ağzından ballar
akarak konuştu.
Yanımda duran Gedikli İhsan Efendi,
—
Gene bu Z ü b ü k itinin bir Alicengiz oyunu var
y a , nedir, s e z e m e d i m , d e d i .
—
Ulan yüreği bozuk, dedim. Zübük'ün
bu din
d i y a n e t i ş i n d e n e g i b i o y u n u o l a b i l i r m i ş . K ö t ü l ü k bizr
d e . Yüreğimiz çürük, herif ne yapsa bizim millete ya­
ranamıyor..
—
Eh, g ö r ü r ü z , p a b u ç l a r ı g i y e r k e n b e l l i o l u r . A l ­
lah v e r e de kazığın u c u bize d o k u n m a s a . . .
Zübükzâde
—
İbraam
dedi.
anlatıyor:
Hep din kardeşiyiz.
Aramızda
ayrılık gayrı-
i:k y o k . E l e l e v e r e l i m , b i r l i k o l a l ı m . M i l l î b i r l i k i y i d i r ,
ç o k iyidir. Ve biz lâik'iz. D i n işini d ü n y a işinden ayı­
rırız...
rı...
M u h a l i f l e r d e c a n k a r d e ş l e r i m i z . . . S i y a s e t ay­
Ona kimsenin diyeceği yok...
surda çıkar
de...
gönlümüzce
Ama bura başka...
Seçim gelende,
sövüşürüz de,
İşte
dövüşürüz
muhaliflere
kucağımızı
açtık. Şimdi cümlenize bir teklifim var: D e m i n d e n b e ri anlattığım
gibi,
bir Cami Yaptırma
Derneği
kura­
cağız. Bu d e r n e ğ i n başına akıllı, bilgili, o k u m u ş , sözü
dinlenir bir başkan 'gerek...
B ö y l e bir zat aramızda
var çok şükür. Avukat Burhan Bey kardeşimiz kasa­
bamızın nâdir yetiştirdiği, en değerli, içimizde en ç o k
okumuş
bir hemşerimizdir.
Avukat Burhan
Bey
kar­
deşimizden rica ediyoruz; kendisi bu Cami Yaptırma
Derneğimizin başına g e ç s i n . . . Bize yol göstersin, hep
ardından
gidelim. Avukat
lütfen bu hizmetimizi
Burhan
Bey
kardeşimiz,
kabul buyursunlar...
Teklifim
b u , ne dersiniz sayın hemşeriler?..
Bir alkış k o p t u ki, g ö k g ü r l e m e s i yanında hiç ka­
lır. S o k a k l a r d a a l k ı ş , a l a n d a a l k ı ş , p a z a r y e r i n d e a l ­
kış...
M e m l e k e t alkıştan yıkılacak,
camlar zangırdı-
yor. B e n alkışın kuvvetini ilk o zaman g ö r d ü m . Kıya­
met kopuyor. Millet,
—
Yaşa İbraam Bey, diye bağırarak alkış tutuyor
ki, kulaklar sağır olacak...
'
Bizim doksanlık k o c a İrfan D e d e , h a m i y y e t i n d e n
ağlıyor. Gözyaşları
ak sakalından
süzülüyor.
Aklı Evvel B e d i r Hoca, o t u r d u ğ u y e r d e n k a l k t ı :
—
Şükür bugünleri de gördük, muhaliflik m u v a -
fıklık kalmadı. Hep bir din kardeşi olduğumuz b i l i n ­
di...
Saat tutmadım ya, çeyrek saat mi, yirmi dakika
mı ne, alkış s ü r d ü . A v u k a t Burhan y a v a ş y a v a ş y ü r ü ­
dü, mikrofonun önüne geldi. Velâkin yüzü gölgeli ve.
suratı karmakarış.
Kaşlarını çatmış,
nursuz süratini
asmış. U l a n bu a v u k a t B u r h a n alçağına da ş i m d i n'oluyor...
.Başladı
—
konuşmaya:
Sayın hemşerilerim...
Gösterdiğiniz teveccü­
he teşekkür ederim, sağolun. Ancak ben bu vazifeyi
yapamıyacağım.
Çünkü...
Bir uğultu yükseldi,
sözünün arkası anlaşılmadı.
Uğultu kesilince avukat Burhan konuştu,
—
İlkin b e n k a s a b a m ı z a c a m i y a p t ı r ı l m a s ı n ı d o ğ ­
ru bulmuyorum...
Derdemez, bir homurdanma
çıktı
milletten.
mi,
Ki­
••
—
Yuuu!.. d i y e
—
Ulan namussuz!..
—
Zındık!..
—
Kâfir!., d i y e haykırır.
Avukat
—
bağırır.
Kimi,
°
Burhan,
Müsaade ederseniz,
neden
cami yaptırma­
mızın d o ğ r u o l m a d ı ğ ı n ı a ç ı k l ı y a y ı m . . . d e d i .
—
İstemez!..
—
Defol!..
—
İn a ş a ğ ı ! . .
—
Çekil!..
Zübükzâde İbraam Bey,
Burhan'ın yanına geldi,
mikrofonu çekip konuştu:
—
Muhterem
vatandaşlar,
aziz h e m ş e r i l e r i m l
Bizim her türlü f i k r e hürmetimiz vardır.
Belki Sayın
B u r h a n Bey'in de bir f i k r i olur. O n u n için rica ediyo­
rum. Müsaade edin de konuşsun. Cami yaptırmamı­
za neden karşı olduğunu açıklasınlar. Ak k o y u n ,
ka­
ra k o y u n seçilsin, vatandaşlar. Herkesin niyeti anla- ,
şılsın
hemşeriler...
Sonra
—
diye
sesini yükselterek,
Bir hakikat kalmasın
âlemde Alîahım
nihân!..
bağırdı.
Millet bu sözü dua sanıp,
—
Amiiin! diye ünnedi.
Bunun üzerine avukat Burhan yeniden konuşma­
ğa başladı:
—• Hemşeriler, isterseniz
susayım,
konuşmıya-
yım...
-—Konuş,
—
k o n u ş b r e zındık!..
K o n u ş d i n s i z imansız!.. K o n u ş .
Konuştu:
—
Sayın/büyüklerim, sevgili hemşerilerim. Bizim
başımıza her ne kötülük gelmişse,
bilgisizlikten
gel­
miştir. Biz bilgisizlikten ç o k ç e k t i k , daha da ç e k m e k ­
teyiz. C a m i yaptıralım, diyorsunuz, iyi, hoş...
tüne
yaptıralım. Ama
cami
ne
gerek?
Başüs-
Kasabamızda
cami y o k mu? C e m a a t d o l u p d o l u p taşıyor da, cami­
miz
almıyor mu?
mızdan kalma...
Bana kalsa
yok...
ma
camimiz
Eskidir, yıkıktır,
yeniden
Gelin, bu
Derneği
Şükür Allaha
cami
derneği
olmasın
da,
var,
derseniz,
istemez.
kuralım, ama
ataları­
anlarım.
Çünkü
gereği
Cami
Yaptır­
Okul Yaptırma Derneği ol­
sun. O k u l yaptıralım.
Homurtular gene yükseldi:
—
C a m i de ister, okul d a . . .
—
Susalım,
susalım.
Burhan Bey konuştu:
—
Kasabamızda bir t e k ilkokul v a r . O da okula
benzemez.
Çocuklarımıza yetmez oldu.
Dershaneler-,
de üstüste yığılmışlar. 70 ç o c u k , 80 ç o c u k bir d e r s a nede.
Hocanın dediği
anlaşılmaz.
Kışı
var,
karı var.
Ç o c u k l a r bir saat y o l d a n yayan yapıldak gelirler. Bıl­
dır, d u l k a r ı D u d u ' n u n o ğ l u n u , o k u l a g i d e r k e n c a n a ­
v a r ( k u r t ) nasıl
parçaladı,
unuttunuz mu? Kasabanın
ötey başında bir ilkokul daha yaptıralım.
yalım.
Topladığımız
para
yetmezse,
Para t o p l ı -
hükümete
anca bunu topladık, üstünü de sen ekle!»
Gelin cami işinden dönelim,
«Biz
diyelim.
camimiz var. Okul y a p ­
tıralım.
Avukat Burhan
yumuşak
yumuşak konuşurken,
Z ü b ü k oturduğu yerden ona diklenerek,
—
Cami de ister okul da... dedi.
Burhan,
—
ö n c e okul ister... dedi.
İbraam Bey,
—
-
Biz muhalifleri aramıza b o z g u n c u l u k çıkarsın­
lar d i y e s o k m a d ı k .
Muhalif kardeşlerimizin
Bey gibi düşünmediklerini biliyoruz...
Burhan
deyince oda­
daki muhalifler,
—
Helbette... C a m i isteriz diye çığrışmağa b a ş ­
ladılar.
Avukat Burhan
baktı,
arkadaşları da
kendine
karşı. Birden parladı:
—
Yahu, kendimizi kandırıyoruz...
Aklı Evvel
—
Bedir Hoca fırladı:
Çocuklar uzaktan
gelirmiş okula...
Ya
cami­
ye beli b ü k ü l m ü ş koca'lar n e r d e n gelir?
Z ü b ü k z â d e fırlayıp,
Burhan
Bey'in
elinden
mik­
r o f o n u k a p m a s i y l e g ü m b ü r g ü m b ü r lâfa g i r i ş t i :
—
Muhterem
ve
aziz
vatandaşlarım!
Yahu, bu bizim Z ü b ü k oynağı, tam başbakan ola­
c a k s o y t a r ı . Yazık, b u k ü ç ü k y e r d e , a r a m ı z d a d e ğ e r i
anlaşılmıyor.
H e r i f i n b i r ^ « M u h t e r e m v e aziz v a t a n ­
daşlarım!» deyişi var, tıpkısına başbakan ağzı....Böy­
le dedikten kelli gerisini söylemesi bile boşuna...
—
terip
Burhan Bey, anlaşılıyor ki, okulu bahane g ö s ­
kasabamıza bi
m a k istiyorlar.
cami-i
Okul,
şerif inşaasına
mâni
ol­
okul, der durur... Müslümanlar
b u n u n b a h a n e o l d u ğ u n u a n l a m a z mı?
B u n u d e y i p , B u r h a n B e y ' e y ö n e l d i . Elini d e a v u ­
katın suratına d o ğ r u
kaldırınca,
şamarlayacak san­
dık.
—
Burhan Beeey, Burhan Beeey,
Müslüman
mahallesinde
salyangoz
diye bağırdı.
satılmaz...
Sen,
k e n d i n e gel b i y o l ! Biz bu y a b a n c ı ve zararlı c e r y a n lara
kapılmış sözlerin
ne
demeğe
geldiğini
anlarız
çok şükür. Vah vah... Bir hemşerimizi böyle görmek
b i z i ü z d ü . B i z ' b i r l i k o l a l ı m d i y e ç a b a l ı y o r u z , isen i k i ­
l i k ç ı k a r ı y o r s u n . . . Yazııık!.. B u n l a r h e p k o m o n i s t o yuniarı... Bizi, bilmez belleme. Daha sen hangi çayı­
ra k o d u m s a ordasın... Efendi, şunu bil k i , k a s a b a m ı ­
za cami-i şerif inşa
edilecektir ve de hiçbir kuvvet
b i z i y o l u m u z d a n s'apıtamaz, n e d e b i z . . .
Bir alkış k o p t u , sözünün gerisi anlaşılamadı. M i l ­
letin,
—
Yaşa
İbraam
Bey!.,
diye
bağırmaktan
sesi
ç a t a II a ş t ı .
Zübükzâde'mizin sözü üstüne yok.
Cenabı Allah
bir çene vermiş. Allah k e m gözlerden saklıya. B ö y l e
yüz avukatı cebinden
çıkarır.
B u r h a n B e y d e r s e n kıpkırmızı olmuş,
-r- B r e Z ü b ü k , d i y e b a ğ ı r d ı , u l a n , c a m i c a m i d e r
d u r u r s u n , hey bînamaz, ö m r ü n d e bikez şu camiye y o ­
l u n u ğ r a d ı mı?
Burası d o ğ r u y a , a v u k a t Burhan'ın lâfı, g ü r ü l t ü ­
d e n b a ş ç a v u ş u n katırı zartamış gibi g ü m e gitti.
Zübük,
—
Biz elhamdülillah
Müslümanız ve .beş vakte
beş d a h a katıp namazımızı e v i m i z d e kılarız...
dedi.
Burhan Bey de,
—
G ö r d ü n ü z mü ya, d e d i , namaz e v d e de kılı­
nır. İlle c a m i g e r e k m e z . O k u l ö y l e d e ğ i l , ç o c u k l a r e v ­
de okuyamaz, okul ister.
Cami bir tane diyorsunuz,
uzak diyorsunuz. Uzaksa daha iyi... İbadet yerine git­
m e k için zahmete g i r m e k sevaptır.
Herkes
bağırıyor,
—- M ü s l ü m a n a eziyet e d e c e k . . .
—
«Müslüman azapta gerek»
diyor dinsiz...
•— Zındığı susturun!..
1
— Y a h u , bir Müslüman evlâdı y o k mu, şu kâfi­
rin dilini k e s e c e k . . .
—• H a y ı n ı s u s t u r u n ! . .
Kendi partisinden olanlar kürsüye yürüdüler. Avukat
Burhan'ı
—
Çık!
—
İn!..'
—
Defol!...
parçalıyacaklar...
.
.
A v u k a t Burhan'ın kuyruğu,'4ku:te§ü->:dQştüsüklüm
p ü k l ü m indi aşağı... Z ü b ü k z â d e
'saldıranlara
karşı
göğüs vermese, avukat Burhan'ı paralıyacaklar. Bur­
han gitti. D u y d u k ki dışarı çıkınca ahâli s ö y l e m e d i k
lâf k c m a m ı ş . H e r i f e v i n e z o r s ı ğ ı n m ı ş .
Avukat Burhan gidince
Zübükzâde, coştu. An­
lattı da anlattı. Hemen orada C a m i Yaptırma Derneği
k u r u l d u . D e r n e ğ e m u h a l i f l e r d e n d e ü ç kişi aldık. Z ü bükzâde'ye Dernek Başkanlığı verildiyse de, işlerinin
çokluğundan almak istemedi, üç muhalifin direnme­
si sonunda Derneğimizin Başkanı oldu.
Akşam, ordan
İbraam Bey,
B e l e d i y e y e vardık.
Zübükzâde
—
Burhan
Gayri yüreğinizi
diye
ferah tutun,
bir herif kalmadı.
dedi, avukat
Artık onu y o k bilin.
D a h a da bu k a s a b a d a t u t u n a b i l e c e ğ i n i s a n m a m . İşte
böylece, kasabamızda
muhalefetin başını ezdik ç o k
şükür. Ş i m d i s e ç i m l e r i silme kazanırız...
Gedikli İhsan
—
Efendi,
Ben demedim mi, heyri, dedi, Zübük'ün du­
r u p d u r u r k e n o r t a y a b i r c a m i işi a t m a s ı b o ş u n a d e ­
ğ i l . . . D e m e k m e r a m ı , a v u k a t B u r h a n ' ı y e m e k m i ş . Ye­
di işte, y e d i bitirdi.
ö y l e de oldu. Cami Derneği kurulduktan sonra,
avukat Burhan'ın iler-tutarı kalmadı. Hiç k i m s e dâva­
sını o n a v e r m e z o l d u . B i r d e d u y d u k ; k a s a b a d a n g e ­
çecekmiş...
Bu Zübük,
Bey...
ne Zübükoğlu
Bunun oyununa
Ç ü n k ü alttan
Zaloğlu
Zübük'tür, bir bilsen
Şüstem dayanamaz.
güreşir ve kancıklığın
her bir kanunu
'bunda toplanmıştır.
EL ÖPENLERİN Ç O K O L S U N
Allah Selâmet Versin Murtaza Efendi
şöyle anlatıyordu:
S e ç i m g e l i p d a y a n ı n c a o r t a y a b i r a d a y işi ç ı k t ı .
Kasabadan
aday
gösterilecek...
Ankara'dan vilâyete
parti d e m i ş ki, kimin seçim kabiliyeti varsa, onu aday
gösterin...
Parti binasında toplandık toparlandık. Aklımız sı­
ra a d a y adayı seçeceğiz de, vilâyete bildireceğiz ki,
onlar da Ankara'ya sorup danışalar.
— 241 —
Parti
merkezin-
den gelen emirde
«Seçim kabiliyeti olan
aday ayrıl­
sın» d e n i y o r m u ş .
Çiftverenoğlu Hamza
—
Bey,
Arkadaşlar, dedi,
dobra dobra
konuşulacak
m ı , y o k s a g e n e d o l a m b a ç l ı m ı g i d e c e ğ i z , i l k i n b i r an?
Iıyalım d a o n a g ö r e . . .
Ç i f t v e r e n o ğ l u alçağının neden böyle dediği bilin­
mekte. Onun meramı, Zübükzâde milletvekili seçilsin
de, kendisi de ondan boşalan Belediye Başkanlığına
gene eskisi gibi otursun. Zübük'le baş edemiyeceğint anlayınca, ona yol açıyor ki, kendi de onun kuy­
ruk altında yürüye. Biri değil,
bunların hepsi alçak
canım.
Gedikli
—
İhsan Efendi o r d a n ,
Ne varmış.
Elbet açık açık konuşulacak, d e ­
di, seçim gelmiş çatmış, daha bunun gizlisi kapaklısı
yok. Kulağımızı ensemizden
g ö s t e r m i y e l i m •arkadaş-
lar.
Hamza
—
Bey,
Öyleyse, dedi,
burda konuştuğumuz
burda
kalacak, söz mü?
—
Dinleyin
arkadaşlara Bu
de'den aman kurtarmanın yolu.
ha da çekeceğimiz kalmadı.
kasabayı
Zübükzâ-
Buncadır çektik, da­
Saçı bitmemiş öksüzün
hakkını yemiş, beli b ü k ü l m ü ş k o c a n ı n ahini almış bir
namussuz.
Yahu, bu Hamza B e y ne d i y o r allasen? Herif iyi­
ce şaşırttı besbelli.
Hamza Bey'i
Ulan, Zübükzâde bunu duyarsa
k a t ı r t e p m i ş e d ö n d ü r m e z mi?
T ü c c a r d a n Emin Efendi,
—
Bre Hamza oğul, ne dersin sen, dedi, şimdi
b u lâfın s ı r a s ı m ı y a h u ? Biz ö l ü m - d i r i m e g i r m i ş i z , s e n
n e s a y ı k l a r s ı n . Evet, Z ü b ü k z â d e ' n i n
bize ettiği ç o k ­
t u r . A n c a biz o n u b ö y l e g ü n l e r i ç i n b e s l e d i k , y e t i ş t i r —
242
-rr
dik.
zü
M e y d a n a salıp k o y v e r e l i m k i , ele-güne y ü z ü m ü ­
ak çıkarsın,
ibraam'ın
nutkunun
karşısında dura­
cak muhaliflerden bir babayiğit göremiyorum. Bir nu­
t u k attı m ı , a n a s ı n d a n d o ğ d u ğ u n a p i ş m a n e d e r m u ­
halifi. S e n ne d i y o r s u n bre Hamza avanağı?
Hamza
Bey,
— İkimizin dediği de bir kapıya çıkar, dedi* b e n
de senin dediğini diyorum.
ğunda sen-ben
kavgasına
Şimdi
mebusluk kuyru­
düşmeyelim.
Bu Zübük
namussuzundan kurtulmanın bir tek yolu var, bu al­
çağı mebus yapıp
başımızdan
savalım da
kasaba
halkı da kendine gelsin. Hele bir mebus olup gitsin
de belâ, varsın sonra Ankara'yı
birbirine katsın.
Ne
halleri varsa görsünler, Bizim çektiğimiz yeter oldu.
Biz bu herifi m e b u s
mızdan
savamayız.
çıkarmazsak, başka türlü başı­
Benim dediğim bu.
B e n işi ç a k t ı m .
Yahu
insanoğlundaki şu düzene
b a k b i y o l . B u n l a r h e p d a n ı ş ı k i ş l e r . H i ç d a n ı ş ı k l ı do­
ğuş o l m a s a , b u
lâfları
Çiftverenoğlu,
İbraam Bey
için bu
e d e b i l i r mi? B u n l a r ö n c e d e n b i r b i r i n i n
tükürmüşler,
belli
işte.
Zübükzâde,
ağzına
Hamza'ya «Sen
benim için böyle böyle diyeceksin» demiş, her bir d i ­
yeceğini öğretmiş. Yoksa, haddine mi düşmüş ki, Zü­
b ü k için ileri geri k o n u ş a .
Z ü b ü k i k i ş e y i ç o k iyi
bizim
onu
kullandığımızı,
biliyor. Biri,
ürüyen
parti adına
it diye
öne
sürüp
saldığımızı, biri de, k e n d i s i n d e n k a s a b a c a y a k a silkligimizi... Şimdi, elinden kurtulmak
için
bul ol» d i y e eline ayağına d ü ş e c e ğ i z .
zamanadek ikilik vardı,-gizliden ikilik...
«Aman
Parti içinde o
Seçim gelin­
ce herkes bir yana çekmeğe başladı, herkes
başına
gidiyor.
Eh,
her yiğidin
y a t a r , d e m i ş l e r . B u n c a yıl
mişiz.
Neye?
yüreğinde
biz b u
me-
kendi
bir aslan
partiye hizmet et­
Hamza Bey'in sözüne daltabanlar,
—
D o ğ r u canım, dediler, ne yandan baksak d o ğ ­
r u b i r söZ'...
Evet,
bu Z ü b ü k ' ü başımızdan defetme­
nin çaresi m e b u s çıkarıp A n k a r a ' y a d e h l e m e k t i r .
Yüreğinde aslan yatanların biri de Allah'ın
Kulu
İsmail Efendi,
—
O l m a z ö y l e iş, d e d i , m e m l e k e t i n adını
mağa hakkımız yok...
B u r a d a n e y s e ne,
kendi
batır­
ara­
mızda olup gidiyoruz, ö y l e bir adamı mebus diye çı­
karıp Ankara'lara g ö n d e r m e ğ e yüz ister.
T a h r i r a t K â t i b i Rıza B e y ' d i r .
En uygunu
Kendisi kabul etmiyor
y a , biz a r k a d a ş l a r l a r i c a d a b u l u n d u k d a h e d e d i . i ş i n ­
den istifa e d e c e k a d a m . Hiç mi d e ğ i l ,
mebus diye
Ankara'ya gönderilince yüzümüz yere gelmez.
G e d i k l i İhsan Efendi de,
—
Bana kalsa en uygunu Baha Bey'dir.
b u n c a yılın ö ğ r e t m e n i ,
dediği dinlenir.
Adam
Hazır e m e k l i
de olmuşken, dedi.
Kendinin aday olmayacağını bilen, gönlünden ge­
çirdiğini ileri sürüyor. Baha Bey, d o ğ r u s u akla yakın
g e l d i . Evet, e m e k l i o l m u ş , h e m d e h e m ş e r i m i z bir ö ğ ­
r e t m e n . . . H e p razı o l m u ş k e n • Ç i f t v e r e n o ğ l u o r a d a n
çıktı:
—
Arkadaşlar,
kendine
millete hiç hayrı olmaz.
hayrı
dokunmayanın
Emekli Baha Bey, dersiniz.
Evet, iyi, h o ş , n a m u s l u b i r a d a m . N e y e y a r a r e f e n ­
dim? Ne
yapmış bu adam?
Ş u n c a yılın ö ğ r e t m e n i
memlekette gitmedik, gezmedik yer komamış. Sonun­
da, d ö n ü p dolaşıp b a b a ocağına gelmiş. Yahu, başını
s o k a c a k bir evi yok. B a b a d a n kalanları da satıp sav­
mış da kardeşinin hanesine sığınmış.
Siz bu adamı
s i m d i k m e b u s l u ğ a nasıl l â y ı k g ö r ü r s ü n ü z ? B i l g i l i y m i ş ,
'bitirmiş edermiş, baba çıksın onun bilgisine. Bize bil­
g i d e ğ i l e f e n d i , işi b e c e r e n k o t a r a n a d a m g i b i a d a m
gerek. Yahu, sizin M i l l e t M e c l i s i dediğiniz yer, d ü ş ­
k ü n l e r o c a ğ ı mı? E m e k l i y e a y r ı l m ı ş d a n e o l m u ş ? B i ­
ze yararı ne heyri? O n u n yerine bizim Z ü b ü k z â d e m i z
bunca.yıl
öğretmenlik
etse,
Allah'ın
izniyle
Maarif
Nazırı o l u r d u . Bize işte b ö y l e bir m e b u s ister k i , o r a ­
ya varınca dişe diş, göze göz, haklarımızı k o r u s u n ve
şu ölü toprağı serpilmiş memleketi şenlendirsin. Lâ­
f a k u l a k v e r i n , g e l i n ş u Z ü b ü k z â d e İ b r a a m B e y i biz
a d a y d i y e ç ı k a r a l ı m o r t a y a . G e r i s i n i siz o n a b ı r a k ı n ,
m e b u s l u k aslanın
ağzında
olsa
söker
alır.
Bir taşla
iki k u ş v u r u r u z . H e m b ö y l e b i r c a n a v a r ı n e l i n d e n y a ­
kamızı kurtarırız, h e m de kasabamıza bir hayrı olur.
Gedikli İhsan Efendi,
—
U n u t t u n gitti, dedi, bu Baha Bey namuslu a-
dam, çalmaz çarpmaz.
Ç i f t v e r e n o ğ l u da buna karşılık,
—
Bir namuslu tutturmuş
gidersiniz, d e d i , na-
' muslu olup da ne olacak, bir iş b e c e r e m e d i k t e n kelli.
Varsın
çalsın
çırpsın
da,
arada ucu
kasabamıza
da
dokunsun. Sünepe, uyuntu oturmuş da, çalmamış, ne
çıkar efendi? D o ğ r u mu dediğim?
i n s a n d a ağız v a r ­
sa elbet yiyecek. Adam odur ki, hem yesin hem yedirsin...
Çiftverenoğlu,
alçaklıktan yana,
Zübükzâde'nin
o c a ğ ı n d a iyi y e t i ş m i ş , ç ı r a k k e n k a l f a o l m u ş . B u n l a r l a
başedilir gibi değil.
Gedikli İhsan,
—
Bu dediklerin uygun görünür, dedi,
Zübükzâde'nin marifeti ne ki, sen
velâkin
ona böyie gönül
vermişsin.
Bey,• b u Ç i f t v e r e n o ğ l u ,
bir anlattı, bir anlattı,
yoldaşı İbraam alçağını
dinleyenlerin
ağzı açık kaldı.
Biz o n u n oyunlarını bilir sanırdık kendimizi, oysa da­
ha ne kitaba girmemiş oyunları varmış:
—
Z ü b ü k z â d e İbraam B e y ' i n işleri ç o k ; bildiği­
niz v a r ,
bilmediğiniz var.
H o c a ' y l a işini bilmezsiniz.
Orman müteahhidi Salim
Salim Hoca,
bilmem ne
kadar ağaç gövdesini bir ayda teslim edeceğim diye
kâğıt imzalamış.
O r m a n uzakta, vilâyete üç günlük
y o l . Ağaçları zamanında yetiştiremezse, geciken her
g ü n için yüz lira c e r e m e ö d e y e c e k . A r a d a n bir g ü n
değil, üç ay g e ç m i ş . Kırık kağnıyla k o c a ağaçlar ta­
şınır mı? S a l i m H o c a y a n m ı ş k i n a s ı l . . .
Kazancından
g e ç m i ş h e r i f , y a b u b u l a ş ı k t a n nasıl sıyrıla? O r m a n
i d a r e s i n d e o n b i n lira d e p o z i t i y a t ı y o r , k u s t u r a r a k a laeaklar. Ne etsin herif şaşırmış.
Bizim
memleketi­
mizde her işin ü s t e s i n d e n gelir k i m var? Z ü b ü k z â d e .
Koca Salim Hoca, kan-ter
içinde İbraam Bey'in hu­
z u r u n a v a r d ı . B e n d e o r d a y ı m . B e n i m ; yanırrîda a ç ı l ­
m a k i s t e m e d i . H e r i f i n b i r sıkıntısı o l d u ğ u - b e l l i , ibra­
am
Bey,
—
Salim Hoca, senin bir karın ağrın var, nedir?
dedi.
Salim Hoca o yana bu yana bakınca,
:
— Söyle söyle, Çiftverenoğlu benim;
yabancım
d e ğ i l , d e d i , s e n i n karın ağrının ilâcı h e r h a l d e b e n d e
olacak.
Salim Hoca anlattı:
—
Ben yandım İbraam Bey, işler b ö y l e y k e n böy­
le. Kime danıştımsa, «Sen ibraam Bey'e var, o sana
bir akıl verir. O da akü v e r m e z s e , k u r t u l u ş u n y o k t u r »
dediler. S e n bizim hacet kapımızsın, d e r t babasısın.
Bizden g e n ç s e n de akıl akıldan üstün. Ellerinden öp e r ı m , a m a n b a n a b i r akıl..
Zübükzâde İbraam Bey güldü:
—
Z o r l u ğ u n bu olsun, Salim emmi, bu iş kolay;
B i z b u n u t e r e y a ğ ı n d a n kıl
tarırız.
çeker gibi
evelallah kur­
Hemen o gün,
vilâyete vardık.
Ibraam'ın sözüyle, üçümüz birlik
Noterden
senet üzerine bir şirket
kurduk.
S a l i m H o c a , o r m a n d a n o d u n nakliye, işini almış
da, sonradan bizimle ortak olmuş hani... Şirketin k u ­
rulması şerefine o gece iyi bir eğlendik. İbraam Bey
«İşin o l d u b i l
gayri...» d e d i k ç e , Saiim Hoca keyifle-,
nip paraları s a v u r u y o r ki g ö r m e l e r ister.
Hamza
Bey'in
sözünün
burasında
Gedikli
İhsan
Efendi,
—-
Savursun
da
görsün...
Zübükzâde
onu
doğ­
duğuna bin pişman etmiştir ya... d e d i .
Çiftverenoğlu,
—
Hâşâ, d e d i , sizin sayenizde bozuk işleri düze
çıkardı.
—
O da ne? N e d e n b i z i m s a y e m i z d e ? B i z i k a r ı ş ­
tırma şimdi...
. Hamza
—
Bey,
Yahu,
dedi,
siz
olaraktan, ağustosun
belediye
ortasında
meclisinin
azaları
Kamışlık çayı taştı,
ortalığı sel aldı. d i y e r e k t e n zabıt tutmadınız mı, o zap­
tın a l t ı n d a
imzanız, m ü h ü r ü n ü z y o k m u ?
B a k bak hele bak, bize lâf d o k u n d u r u r . O zaptın
altında b e n i m de imzam
olduğundan, daha durulur
mu, sözün yeri geldi:
—-
Ben
Evet,
biz,
bak,
yaz
sen
ortası
o
işi
şimdi
Kamışlık
neye
çayı
karıştırırsın?
taştı
da
ortalığı
sele b o ğ d u diye bir zabıt tuttuk. V e l â k i n biz bu
neden yaptık
'bakalım?
Memleketin
işi
menfaatine...
Kimsenin çıkarı y o k bu işte arkadaş. D e r e taşınca ne
o l u r , k ö p r ü l e r i s e l alır g ö t ü r ü r . N a f i a d a n y a r d i m g ö ­
r ü l d ü d e k ö p r ü o n a r ı l d ı . Biz, k ö p r ü y ü s e l a l d ı d e m i y e y d i k , k ö p r ü y a p ı l ı r mıydı? B u i ş d e k i m i n - c e b i n e o n
para
girmişse ciğerine yapışsın...
—
247
—
M e m l e k e t hayrına
bir iş yaptıksa,
şimdi b u n u açığa vurmanın yeri var
mı?
Ben b ö y l e c e taşı gediğine k o d u m bellerken, Z ü ­
b ü k z â d e ' n i n çırağı
—
Hamza alçağı
Sen öyle bil...
ne dese iyi:
Ulan, şu Kamışlık çayından
y a z b o y u , s e r ç e p a r m a ğ ı m k a d a r s u a k a r m ı k i , siz
dereler taştı da k ö p r ü l e r yıkıldı,
diye zabıt tutarsınız?
Bu
memleket sele gitti
aklı size v e r e n kim? Ş i m d i
b e ğ e n m e d i ğ i n i z i b r a a m B e y d e ğ i l mi? S i z o z a p t ı i m ­
zalayınca, ne oldu bilin bakalım. Biz de «Ağaçları Ka­
mışlık çayı
kıyısına y ı ğ m ı ş t ı k ,
sel
hepsini aldı g ö t ü r ­
dü»' d i y e r e k o r m a n m ü d ü r l ü ğ ü n e b a ş v u r d u k . S e l b u ,
Allah tarafından bir a f a t . . .
O r t a d a zabıt da var. İşte
böyle, Salim Hoca bir tekini bile taşıtmadığı odunla­
rın n a k l i y e p a r a s ı n ı
Orman İdaresinden aldı...
mi? Y o o o . . . A r d ı n d a n b i r d a h a . S e l b u k a r d a ş . . .
Bitti
Bi­
zim taşıtmadığımız a ğ a ç l a n , Kamışlık çayı taşıyıp, sel
alıp g i d i y o r . E f e n d i , e f e n d i , k e n d i n e g e l b i y o l , o r t a d a
o d u n y o k , a ğ a ç y o k , s e l m e l y o k , biz a ğ a ç t a ş ı m a p a ­
r a s ı ç e k i y o r u z . B u n e a k ı l ? İşte Z ü b ü k z â d e ' n i n k i b ö y ­
l e a k ı l . A k ı l d i y e b e n b u n a d e r i m . B u işin k i m e z a r a r ı
var? Hiç kimseye yok... Kazancı dersen çok. Kasaba­
mıza p a r a g i r d i . Ş u r a d a b i r k a ç y o k s u l d a , s a n k i a ğ a ç
k e s m i ş , y ü k l e m i ş g i b i l e r d e n üç-beş k u r u ş aldı da na­
siplendi.
B u n u d u y u n c a b i z h e p d ö v ü n m e ğ e b a ş l a d ı k . Ey­
vah...
D e m e k biz o z a p t ı
imzalarken oyuna mı gel­
mişiz...
—
A m a n ihbar olursa yandık. Bir müfettiş gelir
de, şu k ö p r ü yıkan, ağaç gövdesi sürüyen Kamışlık
çayı nerdeymiş, bir görelim derse, hapı yuttuk...
Ş u u t a n m a z Ç i f t v e r e n o ğ l u ' n a b a k , b i r d e yılış y ı ­
lış sırıtır d a a d a m ı n k a n ı n ı , i l i ğ i n i k u r u t u r .
—
Hiçbişey
de
olmaz,
dedi,
Zübükzâde
işini
bilir ve s a ğ l a m kazığa bağlar. Ne demişler, «Sen ö n ­
ce eşeğini s a ğ l a m kazığa bağla,
Allah'a»...
İbraam
Bey'le bir işe
sonra tevekkül ol
g i r d i a mi,
gönlünü
ferah tut. Kim ihbar e d e c e k m i ş heyri, İbraam Bey'in
b u işe b u l a ş t ı r m a d ı ğ ı b i r a d a m m ı k a l d ı k i , i h b a r e d e .
Kim
kimi?
Biz burda neden açık k o n u ş u y o r u z ? O r m a n ida­
resi dersen,
A l a h razı o l s u n , m e r t a d a m l a r , i b r a a m ,
B e y ' i n eli a ç ı k o l d u k t a n
sonra mert olmamak kimin
gücüne... Açın gözünüzü,
Zübükzâde ibraam böyle
b i r a d a m . Ş i m d i siz k a l k m ı ş , y o k B a h a B e y , y o k Rıza
B e y dersiniz... Yahu onlar da, m e b u s o l m u ş ne çıkar,
olmamış ne çıkar...
B i z i m i s t e d i ğ i m i z ne?
Aman şu
memleketin fakir fukarasına bir hayrı d o k u n s u n .
İyi­
liğe k e m l i k y o k . İbraam Bey'in iyiliği unutulmaz. Yahu,
herif taşa t o p r a ğ a para d ö k ü y o r . Kamışlık çayı yata­
ğının k ı r k k i l o m e t r e b o y u n c a k u m u n u t o p t a n k i r a l a d ı .
Dere yatağının k u m u . . . Bir:düşünün. A d a m kuma pa­
ra bağlıyor. Ş i m d i y e d e k Kamışlık k u m u n u n para ettiği
g ö r ü l m ü ş mü? Kimin aklına gelir? K u m kirası diye be­
lediyeye d o k u z yüz lira girdi. N e y e y a p a r bunu? Hep
memlekete iyilik olsun da şu kasaba kalkınsın diye...
Tüccardan
Emin
Efendi,
-— Bak orası öyle, dedi,
kendi yok
Allahı var
şimdi, Zübük durup dururken dere kumunu kiraladı.
Büyük
iyilik...
Ç i f t v e r e n o ğ l u ' n u n çenesi açılmış,
ibraam'ın çı­
ğırtkanı kesilmişti:
— İbraam
efendi...
Bey zübüktür mübüktür ya,
işini
bilir
Kamışlık deresinin kumunu kiraladı ve vilâ­
yetin en büyük müteahhidini batırdı. Koca müteahhit
s e r m a y e y i k e d i y e y ü k l e y i p iflâs bayrağını çekti.
sıl o l d u b u iş, b i l i r m i s i n i z ? N e r d e n
kafayı ne
diye
taşırsınız da,
Na­
bileceksiniz?
gövdenize
yük
O
edersi-
niz... Biz burdan,- Kamışlık çayı taştı da k ö p r ü y ü se!
aldı g ö t ü r d ü d i y e z a b ı t t u t u n c a , N a f i a d a İ b r a a m B e y ' ­
in s a y e s i n d e işe el attı. Yeniden bir k ö p r ü yapılacak...
İbraam Bey'in niyeti, köprüyü kendi y a p m a k da,
şu
kasabanın aylakları çalışıp cepleri üç beş k u r u ş gör­
s ü n . . ; A d a m ı n d e r d i hep hayır işi. Taa A n k a r a ' y a git­
t i d e , işi k u r d u . V e k â l e t t e k ö p r ü l e r i n m o d e l i v a r m ı ş ;
ü ç b o y ü s t ü n e , k ü ç ü k b o y , o r t a boy,; b ü y ü k b o y . . . . Z ü ­
b ü k z â d e ' n i n v e k i l sıkı a h b a b ı . V e k i l e « B u b ü y ü k b o y
k ö p r ü , bizim oraya k ü ç ü k gelir,
bize en b ü y ü k b o y
i s t e r » d e m i ş . V e k i l d e « A m a n , b u n d a n b ü y ü ğ ü olmaz*
bundan büyük bizim memlekette bir Galata Köprüsü
var., O d a d e n i z ü s t ü n d e » d e m i ş . İ b r a a m B e y d e « B i ­
zim Kamışlık çayı Galata K ö p r ü s ü n d e n ç o k işlen bil­
diğin gibi d®ğil, aman o l m u ş k e n m o d e l i n en b ü y ü ğ ü
olsun»
demiş.
Vekil'le epiy çekişmişler. Sonunda vekil, Zübük­
zâde'nin
hatırını k ı r a m a m ı ş ,
«Olsun...»
rünün yapımı eksiltmeye çıkarılmış.
demiş. Köp^
Gerisini
biz bil­
mekteyiz. M e m l e k e t i n kırk y e r i n d e n krrktan artık m ü ­
teahhit eksiltmeye katıldı. Eksilten eksiltene...
Bizim
Z ü b ü k z â d e İ b r a a m d a o r d a . ö y l e b i r i ş "ki, y a h u n e
kadar eksiğine alsan
gene
dünya kadar kazanacak­
sın. B u n l a r b a ş l a m ı ş l a r f i y a t ı k ı r m a ğ a . . . H a b a b a m d e
b a b a m , n e r d e y s e işi b e d a v a d a n y a p ı p ü s t e p a r a v e ­
recekler. Fiyat i n d i r m e d e bu bizim
müteahhidiyle kimse başedemedi.
vilâyetin
namlı
Zübükzâde
ibra­
a m , m ü t e a h h i d e g i t t i , b e n i m ' y a n ı m d a « G e l s e n . b u işi
üstüne alma, ben sana açıktan
para vereyim» dedi.
M ü t e a h h i t t e k a f a k a l ı n . . . « O l m a z ! » d e d i k e s t i . ' O za­
man İbraam Bey «öyleyse, bu iş senin üstünde kal­
sın, s e n b a n a a ç ı k t a n p a r a ver!..» d e d i . H e r i f e ş ş e k
be kardaşım, ona da «Olmaz!» d e d i attı. İbraam B e y
de « ö y l e y s e gel bu k ö p r ü y ü ortak yapalım, kazancı
kırışalım»
dedi.
Herif ona da
«Olmaz!» -dedi: Aslına
bakarsan, ibraam Bey, müteahhidi atlatacak ya, ken­
d i s i b i r b a ş ı n a işi a l a m a z m ı ş , d a h a ö n c e b ö y l e b i r k a ç
b ü y ü k iş yapsa, alacak... Z ü b ü k z â d e de kızdı, «Ben­
den insanlık bu kadar.
G e r i s i s e n i n b i l e c e ğ i n iş,:.»
dedi.
'
* - • " - '
K ö p r ü işi m ü t e a h h i d i n ü s t ü n d e k a l d ı . H e r i f m a ­
kineleri, kamyonları Kamışlık deresine dayadı.
Hep
bildiğiniz iş... A m e l e çadırları k u r u l d u . Çimento ç u ­
valları yığıldı. Bak, a r a d a n iki yıl geçti de k ö p r ü d a ­
ha neye yapılmadı? Hadi, bilin bakalım...
Birbirimize
bakıştık,
—
S a h i , n e y e y a p ı l m a d ı ? d i y e biz o n a s o r d u k .
—
Yapılmaz, d e d i , daha da yapılamaz... Bu k ö p ­
rüyü yapsa yapsa anca bizim
ibraam Bey
yapar...
M ü t e a h h i t h e r b i r hazırlığını y a p t ı ğ ı s ı r a , İ b r a a m B e y
ne yaptı? Kamışlık deresi yatağının kumlarını beledi­
y e m i z d e n yıllığı
d o k u z y ü z liraya- kiraladı.
Müteahhit,
köprünün betonunu kardıracak, kum yok. Kumlar hep
İbraam B e y ' i n . D e r e b o y u n d a n b i t e k k u m tanesi ala­
mıyor ki, beton döksün... Başka da k u m yatağı yok
ki buralarda, ordan kum getirtsin. Kumun olduğu yer
beş günlük yol. K ö p r ü d e n alacağı bütün parayı k u m
taşımağa yatırsa gene
Baştan sermayeyi
olmuyor.
dökmüş,
Herif çıldırıyordu.
ne etsin? İbraam
Bey'in
ayağına vardı, itin olayım, beni bağışla, dedi. Ortak
olalım, d e d i . S e n karışma,
k u m u bırak, y e t e r d e d i .
Elini s ü r m e , k a z a n c ı n d ö r t t e ü ç ü n ü a l , d e d i . D o k u z ­
yüz liraya
kiraladığın
kum yatağını
bana
bir yıllığına
d o k s a n b i n liraya kirala, d e d i . İbraam Bey'in h a m d o i sun paraya gözü tok.
B e y «i : ıh...»
çak açmadı.
hidi,
«Ulan
Herif her ne dediyse
İbraam
d e d i de d a h a b i ş e y d e m e d i , ağzını b ı ­
Bunun
üzerine vilâyetin namlı müteah­
namussuz Zübük,
d u y d u ğ u m kadar var-
mışsm. Evimi ocağımı hatırdın, seni dilerim Allah batıra!» d e d i , s a v u ş t u .
Yaa,
işte b ö y l e . . .
Sizin
neden
haberiniz var?
Z ü b ü k z â d e ' n i n bize iyiliği ç o k ya anlayan nerde? Be­
lediye bütçesine
dokuzyüz
yığdığı çimentonun d o n a n r
lira g i r d i .
dondu,
Müteahhidin
donmayanını da
h e r k e s alıp g ö t ü r d ü , işini g ö r d ü . Ş u a z i y i l i k mi? O r dan kaldırılan çimentonun hesabı y o k b e . . .
şimdi
kalkmış,
lâf e d e r s i n i z .
ağalar, efendiler,
bizim
Onu
Bir de
bilir o n u söylerim
içimizde ondan
başkası
b u s olamaz, olsa da işe yaramaz, nafile...
hayrı olmayanın
Zübükzâde'yi
memlekete
hele
bir
me­
Kendine
h i ç h a y r ı olmaz... B i z b u
mebus yapıp
Ankara'ya sala­
lım, i k i n c i a y ı n a k a l m a d a n v e k i l o l m a z s a , b e n d e n a h
bu bıyıkları k e s e r i m de, pazar y e r i n d e eşşek gibi anırırım... Arkadaşlar, d a r p h a n e bile
Zübük
İbraam
gibi para basamaz. A d a m d u r d u ğ u y e r d e icat çıkarıp,
bir para
zanda
kaynağı
buluyor. Bugüne dek
bir d a v u l c u d a n para alırdık.
bak sen, ramazan davulculuğunu
rama-1
hangi
Zübük'teki
akla
arttırmaya çıkardı
da, milleti birbirine d ü ş ü r ü p , ramazan d a v u l c u l u ğ u n u ,
beşyüz pangmota kiraladı,
Şu
kasabada kaç kişiyiz,
belediyeye gelir sağladı.
hangimizin
yaşayıp
hangi­
mizin ölü o l d u ğ u belli bile d e ğ i l . Z ü b ü k z â d e , m u h t a ­
ra v e r d i ğ i akılla, kayıtta kimini ölü, kimini diri
gös­
teriyor. Herifteki akla bak ki sen, ölüleri diriltti, diri­
leri ö l d ü r t t ü . . . V e r g i b o r c u geleni ö l d ü r t ü y o r ,
hazi­
neden alacağı olan ölüyü diri gösteriyor, ö l ü diri bir­
birimize karıştık b e . . .
Zübükzâde'nin
çığırtkanı
Çiftverenoğlu'nun
konuşması üzerine, o zamanadek,
gösterilmesini
bu
aday
isteyen Emin Efendi,
— Evet, d o ğ r u ,
başımıza
Rıza B e y ' i n
devşirsek
dedi,
gerek.
d o ğ r u y a d o ğ r u . . . Aklımızı
Zübükzâde'nin
eğriliğini
h e p b\V\riz. A m a n e dernvş\er «Yt\an d o \ a n a d o \ a n a g i ­
der de deliğin ağzına
böyle olunacak...
rulmakta...
g e l d i m i doğrulur:.»
Hayatta
İş, d e l i ğ i n a ğ z ı n a g e l d i n m i d o ğ ­
Şimdi
biz, i ş t e s e ç i m d e y i z , d e l i ğ i n b a ­
şına g e l d i k . Z ü b ü k
oğlumun bundan
önceki dolan­
ması, dolandırması başka iş... Şu fakir kasabada bi­
le Zübükzâde milyoner oldu.
N a s ı l o l u r c a n ı m , akıl
mı? S e n b i z i m b u k a s a b a n ı n t o p u n u t o p l a m ı n ı a l s a n
d a s ı k s a n , b i z d e n m i l y o n d e ğ i l , i k i y ü z b i n lira ç ı k m a z .
P.ekiy, b u Z ü b ü k z â d e b i z i m b u
insanlarımızdan
nasıl
m i l y o n e r o l d u c a n ı m . İşte h e r i f i n h ü n e r i b u . . . Eee, b i ­
zim gibi çulsuzlar
Ankara'ya
arasında bu dolapları
mebus
diye varınca
döndüren
neler etmez...
Evet,
aklım yattı, o y u m u da İbraam Bey'e v e r d i m .
Bana döndü:
—
Ne
dersin?
Ben bu halleri g ö r ü p aklım başımdan gitti.
Ne
, d e s e m g e r e k ? İ t izi k u r t izine k a r ı ş m ı ş , a l a n b e l l i d e ­
ğil, satan belli d e ğ i l . . . Bir adam ki, ölü m e m u r u diri
v e t e b d i l h a v a l ı g ö s t e r i p h a z i n e d e n m a a ş a l d ı r t ı r , da-,
h a b u n u n n e s i k a l m ı ş . . . Evet, ş u d i n l e d i k l e r i m d e n y ü ­
reğim burkuldu, içime bir k o r düştü ama ne denir?
.T- B i ş e y d i y e y i m
mi
arkadaşlar
size,
dedim,
ben baştan beri derim, bizim içimizde mebusluğa Z ü b ü k z â d e ' d e n lâyığı
buyruğunda
yoktur.
Ankara'dan gelen parti
«Seçim kabiliyeti
olanı
aday gösterin»
deniliyormüş. Z ü b ü k z â d e dururken bu bizim milleti­
miz başkasını seçmez. H e m siz
Rıza B e y ' d e n , B a h a
Bey'den ne kötülük gördünüz de, adamcağızları me­
bus
yapmağa
kalkarsınız?
Şimdi
Zübükzâde
ibraam
d u y a r s a k i , Rıza B e y ' l e B a h a B e y a d a y o l m a k i s t e r Jermiş, a d a m l a r ı
o n l a r . Yazıktır,
perperişan eder. B e n i m
acıdığım
günahtır adamlara...
Biz b ö y l e c e k a r a r l a ş t ı r m ı ş k e n ,
Gedikli
İhsan
E-
f-endt'yf b U ü r l ü y o i a g e t i r e m i y o r u z .
l ı k t a k i m s e y i b e ğ e n m i y o r , ille
—
Aman
İhsan Efendi
Betti ki o, aday­
kendi aday olacak.
,
k a r d e ş , . v a z g e ç bu sev­
dadan... diyorsak da,
—- O
Zübük'se
ben d e
Gedikli
Ihsan/im,
diyor,
bildiğinden- kalmasın, e t t i ğ i n d e n g e r i d u r m a s ı n . Yayı­
mı kastım, okumu bastım, daha geri d ö n m e m . . .
Hoş, beni aday gösterin, d e m i y o r ya, niyeti bel­
l i . . : Ya devlet başa, ya kuzgun leşe, d e y i p y ü r ü m ü ş .
Anladığım şu ki, bu İhsan Efendi tahtına, bahtına g i ­
diyor.
Biz b u n a s ö z g e ç i r e m e y i n c e ,
—
ö y l e y s e bu
işi Z ü b ü k z â d e ' n i n
yüze konuşmak gerek.
O olmamış,
kendisiyle yüz
biz
ne d e s e k
boş... dedik.
Gedikli İhsan Efendi bir yiğitlendi,
—
Siz bana bırakın, dedi, ne o l m u ş yani. Sizde
hiç h a m i y y e t kalmadı mı, yazık... D e m i n d e n b e r i , he- .
rifin türlü bin edepsizliğini
eyvallah
—
anlatır, s o n r a . d a h e r i f e
edersiniz.
Doğrusun, doğrusun ya...
Z ü b ü k z â d e İ b r a a m B e y ' e , a c e l e g e l m e s i i ç i n har
ber gönderttik.
O da bize
«Kusura kalmasınlar, önemli bir işim
v a r . Eve b u y u r s u n l a r » d i y e h a b e r y o l l a d ı . K a l k t ı k , h e p
birden gittik. Gedikli
ihsan önden seğirtip giderken
kapıya yanaştıkça ayak sürümeye, geri geri kalmağa
başladı. Neyse içeri girdik.
—
Bizi anası karşıladı,
Hoş geldiniz, safa geldiniz. A m a n yavaş olun,
İbraam telefonla konuşuyor...
Odaya girdik, ibraam gerçekten telefonla konu­
ş u y o r y a , k o n u ş m a s ı b a ş k a . . . B i z e e l i y l e o t u r u n , işa­
reti yaptı. Ağzı telefonda, y ü k s e k sesle konuşuyor:
—
Beyefendiyi gör kardeşim, gör beyefendiyi...
Beriden bfr s e l â m sarkıt... Biz c a m i derneğimizi, kur­
duk, paralan
mış. N e ?
yahu...
topluyoruz.
Ikiyüzbin
Gerisi hükümetimize kal­
mi? Anlaşılmıyor
ü ç y ü z b i n m i ? Az!.,
sesin....
Bağır
ü ç y ü z b i n e selâtin camisi
değil, m e s c i t olmaz. Biz selâtin c a m i s i istiyoruz. Ben
vatandaşlarıma söz v e r d i m . Beyefendiye benim, tara­
f ı m d a n söyle. Bir milyondan aşağı göndertirse, töbe,
kabul e t m e m de geri ç e v i r i r i m , rezil olur, k a r ı ş m a m . . .
Ha?
Ne
dedin?
Evet...
O telefonda konuşurken
Hamza
—
Gedikli
ihsan yavaşça
Bey'e sordu:
B e y e f e n d i d e d i ğ i d e k i m ola?
Hamza Bey, •
—
Kim olabilirmiş
kaç beyefendi var?
Başbakan
yahu, dedi, bu
Bir tek,..
memlekette
Baş beyefendi, yâni
hazretleri...
—- Amanın
Hamza
Bey,
şimdi
bu
herif
Başba­
kan hazretleri için mi böyle der?
••— Ne s a n d ı n d ı ?
Oniar fısıldaşırken
Zübük
telefonda
dura
dura
konuşuyor:
—
Haa...
Dediğin anlaşılmıyor. Bağır ulan, bağır b e ! . . .
Olur. Seçimi hiç merak etmeyin,
silme kaza­
nacağız; S e n ş i m d i d o ğ r u c a N a f i a V e k i l i n e git, selâ­
mımı söyle. "Dün g e c e e v i n d e telefonla aradım, y o k ­
muş,
görüşemedik.
Nafia Vekili
olacak deyyusa...
A y n e n böyle söyle... Benim için böyle dedi d e r s i n . . .
Biz b u r a y a b i r b a r a j
böyle de!
i s t e r i z . A n l a d ı n mı?
Seçimlerden önce baraja
Kendisine
başlanmalı.
Ka­
mışlık çayının üstüne barajı oturtmalılar. Ne? Yüzmily o n mu? İsterse beşyüzmilyon olsun. Hiç anlamam...
Ben barajımı isterim, o kadar... Böylece söyle... Ba­
r a j k u r u l m a l ı . S e ç i m işi k o l a y . O n u h i ç m e r a k e t m e ­
y i n . C a m i ile b a r a j o l d u m u ,
seçimi silme kazandık
gitti uian, ne d i y o r u m , başlansın bir, y e t e r . . . G e r i s i ­
ne
karışmayın...
Ha?
Olmaz!..
Emin Efendi,
•
T o z u t t u mu bu Z ü b ü k , ulan Kamışlık çayı bir
kuru dere. Barajı nere? d i y e fısıldayınca Hamza Bey,
—
Sen keyfine bak, İbraam
Bey istesin yoksa,
s u y u n u da bir y e r d e n bulur, getirir, dedi.
Zübükzâde telefonda konuşuyor:
—
fonla
Beri bak!.. Kaç gecedir Sanayi Vekilini tele­
arıyorum,
çıkmıyor.
Yoksa
Gar Lokantasında
cıbıl k a n o y n a t m a d a n v a k i t b u l a m ı y o r m u ? N e ? V a l l a h a i y i , b i z b u r d a m i l l e t i ç i n , v a t a n i ç i n u ğ r a ş a l ı m , siz
o r d a avrat g ö b e ğ i n i n ç u k u r u n d a rakı için. Heh heh
heh... Ş a k a canım. Hakkınızdır, bu yollar helâl olsun
size. Haaa, n e d i y o r d u m , S a n a y i Bakanına d e k i , b u ­
r a y a b i r d e f a b r i k a i s t i y o r u z , a n l a d ı n mı? F a b r i k a . E vet, f a b r i k a . S e ç i m d e n ö n c e fabrikamızın temeli atıl­
m a l ı . N e ? N e f a b r i k a s ı mı? B a y a ğ ı f a b r i k a i ş t e . O r a ­
sını siz d ü ş ü n ü n : H a n g i s i e l v e r i ş l i g e l i r s e o n u y a p ı n
c a n ı m . Biz, h ü k ü m e t i n i ş i n e k a r ı ş m a y ı z . B i z i m i s t e d i ­
ğimiz fabrika.
Böyle tatlı
konuşurken
telefonun
karşısındaki
her ne dediyse, Zübükzâde celallendi, birden sövüp
saymağa başladı, sonra,
—
Bu siparişlerimi aynen isterim.
Hadi gülegü-
le! diye bağırıp t e l e f o n u çat d i y e k a p a d ı .
S a n k i kızıp bağıran o d e ğ i l m i ş gibi bize d ö n d ü :
—
Eee, h o ş g e l d i n i z , s a f a g e l d i n i z !
Telefonda
bağırmaktan ter içinde
kalmış, yaz­
mayla terini sildi.
—
Efendim, dedi, Ankara'yla konuştum.
Bu bi­
zim telefonların Allah belâsını versin. Telefon d e ğ i l ,
telli belâ. Hıdırlık C i n d o r u ğ u n a çıkıp bu k a d a r bağır­
s a m , .sesim A n k a r a ' d a n d a h a k o l a y d u y u l u r . T i c a r e t
—
256
—
V e k i l i y l e g ö r ü ş t ü k . S i z d e n iyi o l m a s ı n , ç o k y a k ı n a r ­
kadaşımdır.
Fabrikayı
yaptıracağız yaptırmasına
da,
yerini düşünüyorum. Fabrikayı nereye kursak bilmem
ki. Şimdi fabrika kuracağımız duyulursa herkes bir­
birine düşer, ö y l e ya, fabrika senin arsana kurulsun,
benimkine kurulsun, Bizim burda, g ö b e k yerde arsa­
nın e n ş a h ı n ı n m e t r e s i iki l i r a . F a b r i k a y e r i o l d u m u ,
m e t r e karesi y ü z liraya fırlar. O n d a n ötürü a r k a d a ş l a r
f a b r i k a y a p ı l a c a ğ ı lâfı b u r d a k a l a c a k . D ı ş a r d a d u y u l ­
mayacak, aman haa...
Birden hatırlamış gibi
Gedikli
İhsan'a,
—- İhsan Efendi, senin Bel D ü z ü ' n d e k i tarla kaç
dönüm? diye sordu.
İhsan Efendi, c e k e t i n i n
önünü
kavuşturup, el
bağladıktan sonra,
— Yetmiş
—
dönüm
var
İbraam
Biliyor musun, orası
Bey,
dedi.
tam fabrikalık bir yer.
Yahu, sahi, sipariş verilmiş gibi, ölçü üzerine bir yer.
Bakalım,
bikez düşünelim de.
.Metresi yüz kayme­
d e n e p i y e d e r . Y o k s a y ü z l i r a a z mı?
Gedikli İhsan şaşırdı:
—
Zatınız bilirsiniz
İbraam
Bey,
orasını
gayri
k e n d i n i n bil. S e n v a r k e n bize lâf d ü ş m e z . . .
Z ü b ü k z â d e bize birer cigara verdi, anası da k a h ­
veleri getirdi, ibraam Bey,
- - Eee, n e v a r , n e y o k , d e d i , b e n i i ş l e t m i ş s i n i z . . .
Telefon derdinden gelemedim. Buyrun!..
Gedikli
İhsan Efendi,
kendinden önce biri sözü
alır, d i y e b i r d e n b a ş l a d ı :
—
İ b r a a m B e y , zatınıza
mâzuratımız
(mâruzât)
var...:
— Estağfurullah.
Efendi?
—
Emir sende.
Nedir? Buyur!
Bizimki
Emriniz İhsan
bir dilek...
Sabahtan
beri arkadaşlarla konuşmaktayız.' M e b u s u m u z diye çı­
k a r m a y a s e n d e n başkasını lâyık g ö r m e d i k . Bizi kırmıyacağınızı bildiğimizden
ricamızı
—
İbraam
ricaya geldik.
H i ç y a k ı ş ı k a l m a z İ h s a n E f e n d i , Biz s ı r a y ı s a y -
gıyı biliriz. Ne dernek?...
de...
Kabul et bu
Bey...
Bunca büyükleri, çiğneyip
D ü n y a d a o l m a z , t ö b e o l m a z . B i z d e n ileri s ı r a ­
da siz varsınız canım.
B i r de
Herkes
utanmadan
ne der?
Gedikli
emeklisi
olacak,
b ü k ' ü n ö n ü n e v a r ı p ş a p d i y e e i i n i ö p m e z mi?
bir-iki
eiini
değil,
çeker,
durmamasıya şap şap öpüyor.
o yakalamak ister...
Yahu
Zü­
Hem
Zübük
herifin
elini
bileğinden koparacak. Z ü b ü k , bir adam gibi:
—
El öpenlerin ç o k olsun, el
öpenlerin çok ol­
s u n . . . d i y e r e k elini çekiyor.
Yahu, bu bizim adamlarımızda hiç adamlık y o k . . .
Oğlu yerindeki
Z ü b ü k ' ü n elini ö p ü y o r
ki, öper mi,
e m e r m i , ısırır m ı , y a l a r m ı , b e l l i d e ğ i l . . .
—
İbraam Bey, sen bu
ricamıza he d e m e z s e n ,
bil
ki, kalbimiz kırılacak. İşte arkadaşiara sor. ö y l e
mi
hemşeriler?
H e p b o y u n kırdık.
—
Tabiî.
—
Elbette
canım...
Zübükzâde,
/ — M ü s a a d e n i z olursa*
s ö z ü m var,
şimdi mebus bey diye önünüze
lu, bilmez.
dedi,
geçirirseniz,
beni
eloğ­
Z ü b ü k z â d e ' n i n g ö z ü n ü m e v k i hırsı b ü r ü ­
m ü ş , der. El b u , söyler, ağzı t o r b a d e ğ i l ki b ü z e s i n .
Kendi namıma, mevkide gözü olanın gözü çıksın. Be­
nimkisi
memleket aşkı ve
Hattâ-Belediye
Reisliğinden
yorum.....
Çiftverenoğlu,
memlekete
bile
bir hizmet...
çekilmeyi düşünü­
.
• •
—
Aman, deme! diye sıçradı. ~ Artık bilmem se­
vincinden, bilmem sıkıntısından...
Zübükzâde,
— Bu belediye hizmetinin bana ç o k zararları olu­
yor. Kendi işimin başına d ö n m e k istiyorum... d e d i .
H a n g i işi?.. Ş u u y u z a b a k h e l e ! . U l a n s e n i n ç i f ­
tin çubuğun
mu var, tarlan, davarın mı var, d ü k k â ­
nın, tezgâhın mı. v a r da,
işinin başına d ö n e c e k m i ş -
sin!.. :
-— Bana on paralık d e ğ e r veriyorsanız, lâfım bir
dinlenir lâfsa, d i y e c e ğ i m ş u :
lâyığımız
gene İhsan
Efendi
Bence mebusluğa en
ağabeyimizdir.
G e d i k l i İhsan'ı g ö r s e n Bey,
sun.
Nasıl k ö p e k l e n i y o r ,
önünde yatıp yuvarlanıyor.
—
Aman olmaz!
Yahu, sen varken...
gülegüle
bir
olur­
k u y r u k sallıyor, Z ü b ü k ' ü n
;
Töbe de!
Şart olsun, olmaz!
Ben senin yanında, haşavzurdan
(Hâşâ huzurdan) bir uyuz m e r k e p kadar d e ğ e r i m yok.
Ne demek? Yahu
biz
insansak...
Medeniyet...
Ya­
hu... Estağfurullah...
Gedikli
İhsan'ın
şaşkınlıktan dili
dolanıyor da,
ne d e d i ğ i n i hiç b i l m i y o r ; lâfları h e p b i r b i r i n e karıştı­
rıyor:
—
Olamaz... Vallaha olamaz, billâha da olamaz,
taiiaha da olamaz, ü ç t e n yediye şart olsun olamaz...
Yahu, bu medeniyet...
Lâkin... Cumhuriyetimiz... Va­
rolsun... Değil mi ya!... Biz ş i m d i . . .
—
İbraam Bey,
kararımız karar.
Bizim adayımız
sensin ve de öldür Allah senden geçmeyiz.
Emin Efendi söze karıştı da, şu kepazeliği kesti.
Zübükzâde,
oyuncu
karıları gibi kırıtarak,
sanki
idam cezası yemiş gibi boynunu b ü k t ü :
—
Bunu ben emriniz
sayıyorum,
d e m siz u y g u n b u l d u n u z , b a n a
—
259
—
emriniz...
Ma­
halt e t m e k düşer...
Sağolun, varolun... Gösterdiğiniz,bu güvene...
Bize bir nutuk ç e k t i , hâlis namussuz n u t k u . . .
O
bize,
—
S a ğ o i ! V a r o l ! der.
Biz ona,
—
S a ğ o l , v a r o l , yaşa!., deriz.
Bizi kapı dışınacak geçirip uğurladı.
Gedikli
san'da adam içine çıkacak surat kalmadığından,
İhba­
şını e ğ i p y ü r ü d ü g i t t i . H e l e b i r - iki lâf e t s e , s u r a t ı n a
tüküreceğim.
H e r k e s o y a n a , b u y a n a d a ğ ı l d ı . B i z d e A k l ı Ev­
vel Hoca'yla kahveye doğru gidiyoruz.
rüyle
iki
Posta m ü d ü ­
memur alanda dikili telefon direği dibinde
d u r u y o r d u . . . Telefon tamircisi, tırnaklı demiri ayağı­
n a t a k ı p d i r e ğ i n t e p e s i n e ç ı k m ı ş . Y e r d e iki h a t ç a v u ­
şu, önlerinde sahra telefonu, bişeyler. yapıyorlar.
Selâmiaştık. Posta müdürüne,
—
Hayrola Ş e v k e t Bey? dedim.
—
Bırak canım,
dedi, bu
telefonlarla başımız
dertte.
—
N e o l d u ki?
—
Deli Celil kendini
telefonların
başına
kral
yaptığından bu yana çektiğimizi bilsen... Telefon tel­
leri h e p k o p u k . . .
Vilâyet demediğini
çektiğimiz canım!.. Vilâyetten tamirci
komaz,
istedik.
nedir
Allah
razı o l s u n , g e l d i l e r d e m u a y e n e e d i y o r l a r .
—
Telefonlar bozuk
—
Ne diyorsun, on gündür telefonlar işlemiyor.
Hiçbir yerle
mu?
konuşulmuyor.
Aklı Evvel Bedir Hoca,
-— N e e ? d i y e h a y k ı r d ı .
Şevket
—
Aklı
Bey,
N e y e şaştın Hoca? d e d i .
Evvel
Bedir Hoca,
—
Nasıl
şaşmayalım
Şevket
Bey,
dedi,
yahu
şimdi Zübükzâde İbraam Bey gözümüzün ö n ü n d e A n ­
kara'yla konuştu ya telefonla...
Şevket Bey güldü:
—
O k o n u ş u y o r , o h e r i f t e l e f o n da o l m a s a g e n e
konuşur. Yunus
nus
Baha'nın
Baba yatırını
kuvvetiyle,
Ahmaklığımız
icat etti ya,
Ankara'yla
duyulursa
bile
gayri Yu­
konuşur...
m e m l e k e t e rezil olaca­
ğız. O n u n i ç i n ,
—
Yok heyri yok, Bedir Hoca şaka eder, dedim,
İbraam Beyin telefonla melefonla konuştuğu yok...
A n l a d ı n m ı ' B e y , a n l a d ı n mı? B u Z ü b ü k ' t e n b i z i m
çektiğimiz dille
anlatılmaz.
Kim bilir ne kusur, ne günah işledik ki, d e r s ol­
sun, ceza olsun diye
Rabbim bu ahlâksızı başımıza
belâ etti.
CAMİDE
CAN
VEREN
MANDA
Allah Selâmet Versin Murtaza Efendi
şöyle anlatıyordu ;
O seçim pek y a m a n o l m u ş t u bey. Artık y a p a c a ­
ğımızı y a p t ı k ,
kirişte...
seçim
sonucunu
bekliyoruz.
Kulağımız
Kimi telefon başında dokuz doğuruyor, k i ­
mi radyo başında Allah Allah diyor. Hiç böyle bekle­
yiş görmedim
ben.
Yunus Baba türbesinin başında
dua e d e n mi istersin, yatıp kalkıp namaz kılan m ı . . .
Aksama doğru
haberler
gelmeğe başladı.
Vilâyet
merkezinde bizim parti yenik düştü. Eyvaah şu ilçe...
Gece telefon geldi ki orda da bizim parti yatık, yüz
— 261
—
oyla kaybetmişiz. A m a n şu ilçe, aman bu ilçe... Kimi
y e r d e otuz, k i m i y e r d e y ü z f a r k l a alta d ü ş m ü ş ü z . Par­
timizin kalesi d e d i ğ i m i z ilçede rezil
sorma...
Bizim ilçenin
olmuşuz ki hiç
seçim sandıkları
açılmış, oy­
lar s a y ı l ı y o r . H e r n e i ş s e , b i z i m o y l a r ı n s a y ı m ı b i r t ü r ­
lü bitirilemiyor. Neye arkadaşlar? Bizim insanlarımızı
e b e d e n bebeye tek tek saysan şimdiye d e k sayılmış
bitmişti. Bir avuç seçmenimiz var.
Vilâyetin her b i r ilçesinden haberler geldi
Dörtyüz oyla yeniğiz.
bitti,
Sonunda, bizim ilçenin oy sa­
yımı da anlaşıldı. Dokuzyüz oyla ilerdeyiz. Yâni bizim
ilçe, muhalif takımını yatırdı.
Yatırdı ne, y e r e s e r d i .
Külahını atan mı, halay ç e k e n mi, horana kalkan m ı . . .
Padişah
Topçusu
Memet
Çavuş
Hıdırlık
Doruğunda
kıçtan dolma balyemezi gümbürdetiyor. Zurnacı Çingen Hüsin'le davulcu Topal Veysel'i bir g ö r m e l i . A v u ­
kat Burhan'ın kapısına dayanmış, zurnayı
pencereye
uzatmış, oynak havalardan d ö k t ü r ü y o r . Kemik M i s t i k
Oğlan'la Tabansız Ş ü k r ü
oğlan kaşıkları
almışlar el­
lerine, Konya baş k ö ç e ğ i yanlarında kaç para eder.
Namazı bırakan
rakının başına ç ö k t ü .
Sabaha-
cak içildi, eğlenildi. O konuşulmayan .telefonlar ca­
yır cayır işliyor. Vali, Zübükzâde'ye,: t e l e f o n d a ,
—- Gözlerinden öperim İbraamcım... diyor.
Ankara'dan telefon üstüne telefon.
Bu vilâyette seçimi partimize
kazandıran bizim
ilçe, Allah için d o ğ r u y u s ö y l e m e k gerekirse, b i r Z ü ­
bük, koca vilâyette seçimi
kazandırdı ve de onun
s a y e s i n d e altı kişi d a h a m e b u s s e ç i l d i .
Zübükzâde'yi
de biz aday gösterdik.
Doğrusu
hak, ö ğ r e t m e n Baha Bey'indi.
Velâkin
Zübükzâde'yi
aday göstermeseydiki
biz
hep birbirimize düşecektik. Bizim onu aday yapma­
mızın e s a s s e b e b i , n e ş u , n e b u .
,
Biz onu aday göstermiyeydik-, aramızda v a y sen,
v a y b e n d:ye b e n l i k k a v g a s ı n a d ü ş ü p b i r b i r i m i z e g i ­
r e c e k t i k . İşte b u n d a n k o r k u m u z d a n , n e s a n a , n e b a ­
n a , k a l s ı n Z ü b ü k o ğ l a n a , d e d i k , b u ırzı k ı r ı k h e r i f i
aday gösterip mebus yaptık, Ankara'ya yolcu ettik,
Zübükzâde'nin
Ankara'ya yolcu edildiği
gündü.
Kasap Osman kasabayı birbirine kattı. Yahu derdi ne
imiş bu Osman'ın diyoruz. Kimse bir şey söylemiyor.
Kasap-Osman
barbar bağırıyor ama,
dediğinden
bir
iâf a n l a ş ı l m ı y o r . K o c a h e r i f h ı r s ı n d a n k e k e m e m i o l ­
muş, pepeme mi olmuş, dili: mi tutulmuş, her ne ol­
muşsa b i t e k dediği
anlaşılmıyor.
Bir bağırtı, çağır­
tıdır gidiyor. Bu herife n'oldu c a n ı m . . .
Pazar y e r i n i
birbirine katmış. Aklı Evvel B e d i r Hoca,
— V a h h e r i f e , d e d i , g ö r d ü n m ü ••işi, t u h ! .
— N'olmuş, Hoca?
—
:
Daha n'olsun heyri, herifin dili tutuldu,
d ü n mü? Teres haketti.
gör­
Yahu, yatırla şaka olur m u . . .
Yunus Baba yatırına gitmiş, t ü r b e n i n
üstüne destu­
run k ü ç ü k aptestim bozmuş.
•"A
Sen nerden bildin?
—
Bana gelmişti; İlkin e r k e k l i ğ i
de dili tutuldu, vah... Bana geldi,
kesildi, şimdi
«Aman Hoca,, be­
nim e r k e k l i ğ i m kesildi. Bir aydır bizim avratla ana bacı olduk.
Zorlanıyorum, zorlanıyorum,
A m a n Hoca bittim»
yürümez...
dedi. Birden anladım.
yoksam Yunus Baba'ya kem gözle
mı
«Ulan it,
baktın?»
de­
d i m . K e m g ö z l e b a k s a , k e m s ö z e t s e , i y i . . : Yatrr ü s ­
tüne töbe,
yestehlemiş
namussuz.
Yatır b u ,
adamı
ç a r p a r ki nasıl... İlkini alttan çarptı, şimdi de ü s t t e n . . .
ö n c e d e n e r k e k l i ğ i t u t u l d u , s o n r a da dili... Yatırla şa­
ka olur mu ulan?
Aklı
Evvel
Bedir
Hoca
anlatıyor,
habire bağırıyor.
—; 2 6 3 —
Kasap
Osman
—
Ne d i y o r s u n aslanım sen?
Bitek sözü
anlaşılmıyor. B u n u
y o r da, ellerini
arkasından
Evi'ne g ö t ü r d ü k .
tuttuk,
zaptolmu-
kanırtıp kıvırdık,
Sağlık
Doktor, uzaktan bir bakışta anladı
da,
—
Bırakın herifi, apandisit olmuş, bırakın!
Heri­
fin apandisitini patlatacaksınız be!..
—
Ne
—
Ç a b u k bıçağın altına!
olacak?
Şu Aklı Evvel d e n e n k o c a sakallının ettiğine b a k
biyol. Herif apandisit sancısından bağırıyor da b i r de
kalkmış
Y u n u s balığı
kemiğinden
uydurma yatırın
lâfını e d e r .
Doktor, Kasap Osman'ı
herifin dili çözülmez m i . . .
bıçağın altına yatırınca,
Bıçak korkusundan bülbül
kesilir.
—
Aman doktor...
—
Ne
—
Yahu benim sancım yok.
ulan?
—
Neyin
—
Yahu, koca camus gitti.
>.
var?
dık yer k o m a d ı m , y o k . . .
Koca
göregöre. Arkamdan geliyordu.
Sabah beri arama­
camus y o k oldu göz
Cami avlusunu dö­
nerken bir de ardıma baktım, camus y o k olmuş. Çal­
dıkları besbelli.
Döndüm arandım,
yok...
—
baktım arandım,
%
Bre O s m a n Efendi dedim, camusunu yitirdin-
se, şunu a d a m gibi s ö y l e s e n e . . .
Ağzın k ö p ü k l e r sa­
çarak neye bağırıyorsun da dediğin anlaşılmıyor...
A ğ a m , d e d i , kızınca ben b ö y l e o l u r u m .
canın yongası demişler.
gitmiş yahu...
Mal
Ne demek, koca camusum
C i ğ e r i m e ateş düşmüş, bağırmaz mı­
yım. Bağırınca da kendi dediğimi kendim anlamam...
Oldu olacak, bıçak altındayken de konuşma da,
bedavadan bir ameliyat ol, derdinden kurtul...
Akıl
mı var?...
Kasap
O s m a n o yana çalındı, bu yana d ö n d ü ,
korucular bir yandan arandı,
candarmalar öte yan­
dan dolandı, Osman'ın camusu bir türlü bulunamadı.
A r a n m a d ı k ahır
Hayvan
komadık.
hırsızlığının
cezası
büyük ve de
bizim
kazamızda görülmüş, duyulmuş iş değil. Camusu bir
O s m a n aramıyor, a m a n y o l o l u r da bizimki de çalınır
malınır diye,
herkes camusun ardına düşmüş.
Kasa­
bayı geç, köyler arandı. C a n d a r m a komutanı,
—
B e n o c a m u s u ç a l a n ı b u l m a z s a m , b u l u n c a da
y e r e yıkıp yıldızları saydırmazsam, bana da a d a m d e ­
mesinler... diyor.
'
Büyük yemin içti.
Onbeş gün geçip de camus
bulunmayınca, candarma komutanı, bu sefer,
—
Camusu
bulana yirmi
l i r a , hırsızı
bulana
elii
lira! dedi.
Camus yok
efendi, yahu
bu
mübarek hayvan
gökyüzüne mi uçtu? Ne ölüsü ortada, ne dirisi... Ara­
dan bir ay geçti, candarma komutanı baktı ki zart zurt
sökmüyor.
- — C a m u s hırsızına a f ç ı k t ı , g e l s i n k e n d i s i n e h i ç bişey yapılmıyacak,
bir fiske vurulmıyacak!...
diye
tellâl çıkardı.
Gene y o k . Ne çalan var, ne camus...
Komutan
bu sefer de,
— Her kim çaldıysa camusu bıraksın ortaya, k e n di de gelsin, helâlinden benden yüz pangınotunu al­
s ı n ! d i y e ilân e t t i .
Yok, yahu, yok...
Biz bu c a m u s d e r d i n d e y k e n ,
A v u k a t B u r h a n d a i y i c e işi azıttı, d o m u z l u ğ u n u a r t t ı r ­
d ı . İ b r a a m B e y m i l e t v e k i l i o l d u y a , bu. a v u k a t b o z u n ­
tusu çekemezlikten çatlayacak, ibraam Bey bu mem-
lekete her ne iyilik yapmışsa,
h e p s i n e dil uzatıyor.
Vay efendim, cami de neymiş.
Kasabada cami var­
ken, yeniden cami yapmak olur muymuş.
Bizim
kulağımıza
geliyor,
Zındık
Burhan
şöyle
diyesiymiş,
— Yahu,
onlar namaz
kılmaz.
Eskiden
cumadan
c u m a y a c a m i y e g i d e r , c u m a namazı- k ı l a r l a r d ı . ; C u m a
namazı farz bile d e ğ i l . . . Bildiklerinden m i ! Oniar far­
zı sünneti ne bilir...
C u m a namazına gitmeleri neye,
i b a d e t için mi? V a l l a h a d e ğ i l . . . C u m a d a n c u m a y a c a r
mide buluşup, avluda d e d i k o d u y a p m a k için. Birbir­
lerini çekiştirecekler, namaz da bahanesi. Namaz kı­
l a c a k M ü s l ü m a n , b e ş v a k i t kılar. B e h i ü l ü n e r d e v u r ­
dular? U n u t t u k mu? A s l a n parçası k o c a Behlül'ü c u ­
ma
namazmdayken
arkasından
vurmadılar
mı?
Bun­
lar başı s e c d e d e M ü s i ü m a n r p u s u y a d ü ş ü r ü r d e k a n cıklığına getirip vururlar,
bir de
Müslümanlık, taslar­
lar hemı? B e h l ü i ' ü n k a r d e ş i
Ramazan
ne yaptı? A ğ a ­
sını
namazına
giderken
vuranm
dayısını
cuma
k a p ı s ı n d a v u r m a d ı mı?
Şimdi kime bu
cami
Müslümanlık?
Hiç değilse eskiden cumadan cumaya camiye gider­
l e r d i . Ş i m d i o n u d a k a l d ı r d ı l a r . C u m a n a m a z ı n a bile.
camiye giden
kalmadı.
Bayramı bekliyorlar ki,
maz kılalar...
Bunlar hangi
bayramdan
bayrama
Müslüman, bayram
na­
Müs­
lüman!... Bayram gelecek de, namaza durup, sümme
hâşâ,
Allah'ı
kandıracaklar.
Evet k â f i r b ö y l e
dermiş ve
milleti
zehirlermiş.
Y a h u , biz c a m i y e g i t m i y o r s a k . . . A l l a h A l l a h . . .
Ne de­
mek? İbadet de gizli, kabahat de gizli, demişler. Ko­
ca bir kasabaya bir cami yeter mi ya... O n u n da ki­
rişleri bel v e r m i ş , tepemize ha indi, ha inecek... Yâni
şimdi
n'etsek gerek?
Yıkık
mescitte
secdedeyken,
damı üstümüze ç ö k e de, altında mı kalsın Müslüman?
N e d e n y e n i d e n cami y a p t ı r m a ğ a kalktık, işte b u n d a n
ö t ü r ü . . . A l l a h razı o l s u n g e n e Z ü b ü k z â d e İ b r a a m B e ­
yimizden;
Eksik olmasın, önayak o l d u da Gamı Yap­
tırma Derneğini k u r d u r d u ,
Pazar y e r i n e , alana, s o k a k başlarına d e l i k l i b i r e r
.tahta k u t u k o n d u . K u t u l a r
Kabe
yeşiline boyalı... ü s ­
t ü n d e «Ey M ü s l ü m a n - v a t a n d a ş ,
cami
inşaasına s e n
d e y a r d ı m et!» d i y e y a z ı l ı . K u t u l a r ı o n g ü n d e , i k i h a f ­
tada bir Belediyeye getirip göz önünde açıyoruz. Bre
Bey, sen bu bizim adamlarımızı adam belleme. Yahu,
k u t u l a r a b a k ı y o r u z , d o l u . İki a d a m z o r t a ş ı y o r . B i r d e
paradan gayri her bişey
mevcut,
yalnız
para
yok.
Herkes gönlünden ne koparsa atmış, kutuyu doldur­
muş ve
Kabe
yeşili' boyalı
kutumuzu
çöp
kutusuna
d ö n d ü r m ü ş ; cigara izmariti var, d ü ğ m e var, ç a p u t pa­
ç a v r a , k â ğ ı t yırtığı, e f e n d i m e s ö y l i y e y i m , her ne ak­
lına g e l i r s e v a r . y a l n ı z p a r a y o k . . . Y a h u , ş u p a z a r y e ­
rine ç ö p tenekesi konsa, h e r k e s ç ö p ü n ü y e r e atar da,
k u t u y a k o y m a z k e n , şimdi iane k u t u s u n a ç e r ç ö p d o l ­
dururlar; A m a neye? H e p
Avukat Burhan
tezviratı... Kutudan çıkan
alçağının
paraları yermişiz...
Ulan,
para nerde ki yiyelim, çöp mü yenecek hey ocağı ha­
t a s ı . . . İane k u t u l a r ı n ı iki k i ş i ı h l ı y a r a k t a ş ı d ı k ç a , m i l ­
l e t d e i ç i n d e n h a z i n e ç ı k a c a k s a n ı y o r . Biz b u p a r a l a r ­
la cami değil, caminin kapısının mandalını yaptıramıy a e a ğ ı z . B u n u n ü z e r i n e , s a ğ o l s u n Z ü b ü k z â d e akıl e t ­
t i d e , s u s a n ı n iki b a ş ı n a , b o y n u ç a n t a l ı iki a d a m k o y ­
d u . -Yoldan k a m y o n m u ş ,
tomofilmiş, otobos neymiş
geçti mi, bizim çantalılar yol ortasında d u r u p elleri­
ni
kaldırıyorlar:
— Dur!..
Ey M ü s l ü m a n l a r ,
cami
yaptıracağız,
g ö n l ü n ü z d e n ne k o p a r s a . . .
Elli k u r u ş l u k ,
bir liralık
makbuzlar var,
kes
ha
k e s . . . Bilir misin, kalabalıkta insan b i r b i r i n d e n utanıp
d i n g a y r e t i n e g e l i y o r d a k e s e n i n ağzını a ç ı y o r . B u i ş
tuttu, e p i y p a r a t o p l a d ı k . V e d e k a z a m ı z d a a k s a t a açıidı. Ç ü n k ü , c a m i y e iane t o p l a y a n l a r a , aldıkları pa­
ranın yüzdeyirmisi verildiğinden,
boynuna
bir çanta,
bir torba geçiren yollara döküldü.
Biz
iane işine
gayret vermişken,, günlerden bir
g ü n , bu bizim Tabansız Şükrü var ya... Delibozuk bir
garip oğlandır.
Onun bunun kapısından
meczup. Bu Şürk'oğian,
g e ç i n i r bir
«Buldum, buldum, buldum
hey!..» d i y e b a ğ ı r a r a k , b i r y a n d a n d a e l l e r i n i ş ı k ı r d a ­
tıp g ö b e k a t a r a k o r t a y a s a l ı n d ı . Ş ü k r ' o ğ l a n « M ü j d e m i
isterim, buidum!» diyerek bağırmakta...
Partide top­
lanmış, iane kutularını açmış, içinden çıkan ç e r ç ö p ü
ayıklamaktayız.
—
Ulan ne b u l d u n dei'oğlan? d e d i k buna.
— Müjdemi verin,
Kasap
Osman
Emmi'nin
ca-
musunu buldum, dedi.
—
Deme...
—
Camide buldum. Mihrap önünde secdeye ka­
Nerde oğlum?
p a n m ı ş . D e h l e d i m , h a y d a d ı m s a d a b a n a mısın d e m e ­
di, ö l d ü r Allah kıpraşmıyor.
Hepbirden sokağa döküldük, camiye vardık ki...
Y a h u B e y , o k o c a c a m u s , t a r l a sıçanı
kadar kalma­
m ı ş mı? O l u r i ş d e ğ i l . . . K a r a c a m u s u n b i r k e m i k l e r i
kalmış, bir de kemikleri
tutan kara derisi...
Kasap
O s m a n d a k o ş u p g e l m i ş , h a y v a n ı n b a ş ı n d a «vah v a h ,
b e n bunu da mı görecektim» diye gözyaşını sele ver­
miş.
/
Aklı Evvel Bedir Hoca,
—
A m m a n bu rezillik duyulmasın,
burda kalsın.
A v u k a t B u r h a n d u y a r s a , bizi t e f e k o r d a d ü n y a y a t e l ­
lâl e d e r . . . d e d i .
Besbelli şöyle olmuş.
ardısıra g i d e r m i ş .
Camus,
Kasap Osman'ın
H a y v a n bu ya, başını o yana
bu
yana vuruyor. C a m i kapısına da bir baş v u r u p .kapıyı
aralayınca, içerdeki-yeşil örtüyü
dalmış. Bizim caminin kapısı,
bildin mi...
Kapı arkasında
çayır belleyip içeri
h a m a m kapısı gibidir,
iple ağır d e m i r parçası
asılı o l d u ğ u n d a n , k a p ı y ı a ç m a k i ç i n d ı ş a r d a n
sin,
i ç e r d e n ç e k e c e k s i n -ki,
itecek­
m a k a r a y a bağlı d e m i r i
y u k a rı ç e k s i n de kapı açılsın, C a m u s b u n u bilir mi?
Hayvan içeri
girip de çayır çimen olmadığını g ö r ü n ­
ce dışarı çıkmak istediyse de, olmamış. V u r m u ş ba­
şını, v u r m u ş
başını, kapı
doğru çekmesini
camide kapalı
bilse,
kalmış.
açılmaz...
açacak.
Halıyı,
Kapıyı
kendine
Koca camus bir ay
keçeyi,
döşeme tahta­
larını k e m i r m i ş s e d e , s o n u n d a m e c a l d e n d ü ş ü p , m ü ­
b a r e k h a y v a n m i h r a p ö n ü n e yığılı k a l m ı ş . E r i y e e r i y e ,
bir erimeyen
nın
kemiğiyle derisi...
İttik, d e p t i k ,
hiç kımıldayası y o k , b e t e r o l m u ş .
van gözünü dikmiş,
hayva­
M ü b a r e k hay­
«Etmen, e y l e m e n bırakın can v e ­
reyim» d i y o r s a d a K a s a p O s m a n mal d e r d i n e d ü ş t ü ­
ğünden
«Müslümanlar,
Allahını
seven
asılsın...»
de­
d i . Bana kalsa hiç d o ğ r u d e ğ i l .
• — A m a n bırakın, hayvanın d e r m a n ı yok, diz üs­
tünde duramaz. Buna it yalı yapıp, önüne koymalı da,
hayvan yiyip canlansın dediysem de dinletemedim.
C a m u s u k u y r u ğ u n d a n asılıp, b a ş ı n d a n ç e k i p z o ­
runa ayağa diktiler.
Osman'ın üstüne
Dinelmesiyle
yığılması
bir o l d u .
hayvanın
Kasap
Mübarek hayva­
nın b i r k a l k ı m i ı k s o l u ğ u k a l m ı ş , o n u d a t ü k e t i p r u h u ­
nu teslim etti. Az kaidı ki, Kasap O s m a n da camus
leşinin altında yamyassı olup can v e r e . . .
•alıp,
Leşi öteye
Kasap Osman'ı kurtardık.
V e l â k i n , b i r a v u ç y e r d e d u y u l m a d ı k lâf o l u r m u ?
•••
A v u k a t Burhan'ın kulağına gitmiş.
tutulur mu?
Başladı
söylenmeye:
— 269 —
Daha onun
ağzı
—
U!an b u n l a r n e r e n i n M ü s l ü m a r a . . . Y a h u , m e s ­
c i d e camus kapanmış, bir ay çıkmamış da, bunların
haberi bile y o k . . .
H a n i b u n l a r ı n - n a m a z ı , niyazı?
caminin imamı meyzini
.Bu
nerde? Bir silen süpüren d e .
mi y o k . İçerde ne var diye bir merak eden de mi y o k ,
başını kapıdan uzatan da mı y o k ?
Bunlar hep kulağımıza gelir.
İbraam
Bey olsa,;
sesi soluğu kesilir ya, şimdi meydanı boş bulmuş ko­
n u ş u y o r . Biz bunları m e k t u p t a İbraam
Bey'e bir bir
bildirdik. İbraam Bey de partiye telefon etmiş.
Ya­
kında geliyormuş. Kendisinden önce -karisi'geldi. M a ­
şallah karı, kendini Ankara'ya çabucak uydurmuş ve
de A i l a h için sahici m e b u s karısı o l m u ş .
- :
Canım, doğrusunu istersen, bu bizim Z ü b ü k de
a d a m d e ğ i l . Evet, i n s a n atar, a t a r a m a b ö y l e m i atar...
Atınca karşısındaki,
hiç
değilse yarısına
inanacak.
Tepeden tırnağa yalan olur mu...
Z ü b ü k ' ü n karısı ilkin Ebe
mış.
Hayriy'anımlara
anlat­
O r d a n her biyana yayıldı. Karı milletinin ağzın­
d a lâf d u r m a z . İ b r a a m B e y ' i n k a r ı s r h e r g ü n k a p ı k a p ı
dolaşıp
anlatıyor.
Bunlar Ankara'ya varınca; birkaç
zaman otelde
kalıp sonra bir kat kiralamışlar. Karısı,
—
K a l o r i f e r var da her bir taraf ıscacık, a y a k y o ­
lu bile ıscacık da, insan insanlığını biliyor.... d e r m i ş .
Bir a k ş a m üzeri, telefon çalmış. İbraam'ın karısı
telefona koşmuş.
Kendi anlatırmış:
«Bir herif t e l e f o n d a
mi?" diye sordu.
"İbraam Beyefendi evdeler
"Yok, n'idecektiniz?" diye s o r d u m .
" B i r işimiz v a r d ı g ö r ü ş e c e k . . . " d e d i . " N e y m i ş . B i l d i ­
ğimiz işse s ö y l e y i n b a n a "
dedim.
"Sen
kimsin?
raam Beyefendinin hizmatçısı neyi misin?"
İb­
deyince
t e p e m attı.
«Ben İbraam Z ü b ü k o ğ i u ' n u n ailesiyim!»
dedim.
Herif telefonda
sesini
toparladı,
"Affedersiniz
H a n ı m e f e n d i , biz b i r h ü k ü m e t işi k o n u ş a c a k t ı k : İ b r a ­
a m B e y ' d e n b i r akıl d a n ı ş a c a k t ı k . " d e d i . " S i z k i m s i ­
niz? İ b r a a m g e l i n c e k i m d i y e l i m ? " d i y e s o r d u m . " B e n
Başvekilim, aradığımı lütfen söylersiniz!" der demez,
ayağımın bağı çözüldü. Telefon elimden d ü ş m ü ş , ben
oracığa
yığılı
kalmışım.
Az sonra
bizim
herif
geldi.
" N e o avrat, camus tezeği gibi yayılmışsın!" diye şa­
ka, e t t i . " B ı r a k h e r i f , B a ş v e k i l h a z r e t l e r i t e l e f o n e t t i ,
seni
sordu. Sana danışacakları
b i r h ü k ü m e t işi v a r ­
mış!" d e y i n c e ne d e s e iyi..." " . . . t i r e t dürzüyü, canımı
s ı k ı y o r . H e m i akıl d a n ı ş ı r l a r , n e m i d e v e r d i ğ i m i z a k ­
lı tutmazlar" d e di . Bizim İbraam'ın Ankara'da g r a d o ­
s u v a r . H e r k e s o n a akıl d a n ı ş ı y o r . H ü k ü m e t o n a s o r mayıncak,
danışmayıncak
raam dersen
hiçbir adımını
atmıyor.
hiçbirine yüz vermiyor. Ankara'yı
görsen, Z ü b ü k o ğ l u aşağı, Z ü b ü k o ğ l u yukarı...
k e s i n ağzıncia Z ü b ü k z â d e . . .
oğlu diyorlar.
Bana da
İb­
bir
Her­
Bayan Zübük­
Hergün bizimkine Başvekilden telefon
geliyor..,»;
Karısı b u lâfları k o m ş u
komşu yaydı ve bunlar
bizim burda meydan maskarası oldular. Herkesin di­
line düştüler. Ç ü n k ü biz, Z ü b ü k ' ü n eliibin n u m a r a s ı ­
n ı g ö r m ü ş ü z . K a r ı s ı b u h i k â y e y i a n l a t ı r a n l a t m a z biz
o y u n u şıp d i y e anladık. Karışma dışardan «Ben Baş­
vekilim» diye telefon eden kendisi. Böyle telefon edip eve gelince de Başvekil hazretlerine ağza alınmaz
lâflar s ö y l e y e c e k de caka satacak. Karısı da bunları
etrafa duyuracak.
rüdü.»
.
Karı
«Ankara'da
n a m ı m ı z aldı
yü­
diyormuş.
ö n d e n k a r ı s ı g e l d i , n a m l a r ı n ı n nasıl y ü r ü d ü ğ ü n ü
— 271 —
anlatıp k o t a s ı n ı rezil etti. Bu yetmezmiş gibi ardın­
dan Zübükzâde gelip üstüne tüy dikti.
Gece ö ğ r e t m e n l e r Derneği'nde toplandık.
toplanmamız şundan
ki,
ilçemizde
parti
pırtı
Orda
ayrılığı
olmadığını gösterelim. Bu memleket hepimizin, değil
mi- y a . . . Z ü b ü k z â d e g e l d i . H a k i k a t , h e r i f e m e b u s l u k
yaraşmış, üstüne bir başka halâvet gelmiş.
Biz h o p
d i y e a y a ğ a k a l k ı n c a , iki e l i n i a ç ı p ,
— Aman
aman...
Beni mahcup
ediyorsunuz Al-
lahaşkınıza o t u r u n . . . d e d i .
.
.
— E e e e i b r a a m B e y , . n e v a r ne y o k . . . A n l a t da
dinleyelim.
,
Zübükzâde
ağzından
ballar akarak
anlatıyor.
İl­
kin güzel güzel anlatırken, sonradan gene ipin u c u ­
n u k a ç ı r m a z mı? H ü k ü m e t , o n a d a n ı ş m a d a n h i ç b i r işe
k o y u l m a z m ı ş . B a ş b a k a n l a sıkı f ı k ı l a r , - b i r i ç t i k l e r i a y r ı
gidiyor. Zübük,
\
—— B i r g ü n s a b a h t a n a k ş a m a i y i c e ç a l ı ş t ı k , d i y o r ,
akşam oldu. Hep yorulmuşuz.
Başbakan,
«İbraam,
gel bu gece eğlenelim. Bir hovardalık edelim» dedi.
«Ulan o ğ l u m , e t m e , e y l e m e . . . Hiç yakışık almaz» de­
d i y s e m d e , herif bikez azmış,
ne dediysem dinlete­
m e d i m ' Kalktık, makam arabasına binip gittik. Başve­
k i l e «Gel s e n b u m a k a m a r a b a s ı n ı b ı r a k , bizi t a n ı r l a r .
Bir taksiye binelim» d e d i m . B e r e k e t s ö z ü m d e n dışarı
çıkmaz.
M a k a m arabasını
savıp
bir taksiye
bindik.
Orası senin, burası benim, gezip dolaşmadık yer komadık, velâkin göniümüzce bir uygun yer bulamadık.
N e y s e uzatmıyalım, gece yarısından sonraydı, A n k a ­
ra'nın en i ö k ü s br gazinosuna vardık. Duvarları ayna
ve kadife... İncesaz da bir oynak hava t u t t u r m u ş ki,
d e m e . gitsin.
Bizim
Başvekil
sağolsun,
iyidir hoştur
d a , i ç i n c e cıvıtır, i ç i p i ç i p t u t t u r d u : « İ b r a a m , ş u kız­
lardan b e ğ e n e l i m de masamıza ikisini çağıralım.» «U—
272
—
lan oğium etme, seni b e l k i tanımazlar. Lâkin beni b i r
t a n ı y a n e d e n ç ı k a r , b i r b i l d i k "görür d e " V a y ş u m e m ­
leketin Z ü b ü k z â d e s i n e bak, millet işini bırakmış, karı
dalgasına düşmüş": der» dediysem de dinletemedim.
Ben de çakır keyif olduğumdan,
pusulayı şaşırmışım
b e s b e l l i , pilavdan d ö n e n i n kaşığı kırılsın, d e y i p , ga­
zinonun en güzel
iki k a r ı s ı n a
işmar çekip el ettim.
Karılar, masaya ç ö k t ü . N e y s e uzatmıyalım, y e d i k içtik,
garson
kaptı.
hesap pusulasını
getirdi.
Ben elinden pusulayı
Başvekil
pusulayı
kapmak istediysem
de,
«Aman olmaz, bu gece sen benim misafirimsin... He­
saplar benden» dedi. Ne de olsa koca bir Başvekil
d e y i p , ben de ü s t e l e m e d i m . İkiye katlı hesap pusula­
sını açıp bakınca rengi attı, benzi kül o l d u . . .
Yahu,
b u ne? İçki m i d o k u n d u , n e d i r . . . F a k a t , r e n k a t m a s ı
beri b e n z e r değil, i ç k i d e n o l m a y a hiç b e n z e m i y o r . Elindeki pusulaya bir göz attım ki, hesap sekizyüz k ü ­
sur lira... Anladım; hesabı ö d e m e y e parası çıkışma­
yacak,
renginin
solması
ondan.
«Ver buraya!»
diye
e l i n d e n ç e k i p a l s a m , b i r k o c a B a ş b a k a n iki k a r ı - y a ­
nında beş paralık olacak. Ben hemen karılara çaktır­
madan keseye davrandım, desteden bir binlik çekip,
masanın altından binliği uzattım. Ayağımla da ayağını
dürtükledim.
Dürtükledim
ya, bana
mısın d e m i y o r .
Masanın altından biri, elimdeki binliği kâptı. Ben baş­
b a k a n aldı b e l l e r k e n y a n ı m d a k i sarı karıya kaptırma­
m ı ş mıyız p a r a y ı ? O r a n ı n k a r ı s ı b i r a d e r , p a r a y ı k o k u ­
s u n d a n tanır. G ö z l e r i n i b a ğ l a d a p a r a y ı
uzat, e l i n d e
k a ç para o l d u ğ u n u bilir. D e s t e d e n bir binlik d a h a ç ı ­
karıp gene masanın altından buna uzattım, eline t u ­
t u ş t u r d u m . Parayı alınca bir, «Oooh...» ç e k t i , rahata
e r d i . Bana da «İbraamcığım, bu
iyiliğini hiçbir vakit
unutamıyacağım, can yoldaşı ve yiğit arkadaş oldu­
ğ u n u g ö s t e r d i n . Yarın sabah öderim.» d e d i . B e n de
«Ne demek, arkadaşlık arasında paranın sözü mü ofur, ha s e n i n ha benim» d e d i m . Yâni d i y e c e ğ i m şu k i ,
g e c e m i z g ü n d ü z ü m ü z birlikte g e ç e r v e ayrımız gayrı­
mız y o k t u r .
-
Yahu bey, yalan icat oldu olalı, böylesi u y d u r u l ­
m a m ı ş . U l a n b u Z ü b ü k , b i z i d e iki p a r a l ı k e d e r . B u ­
nun burasında muhalifi var, e f e n d i m , partisizi var, ta­
r a f s ı z ı var... B ö y l e d e a t m a o l u r m u ?
Bir hafta kadar kasabada
kaldı, her toplantıda
yeni bir atma, yeni bir yaian-doian... Hemi de eski­
d e n o l d u ğ u gibi d e ğ i l . Ankara'nın havası herifin at­
masına yaramış. Eskiden de biliriz, atardı, ama böy­
lesi d e ğ i l . . . Karısı b i y a n d a n ,
kendi
biyandan
atı­
y o r . A v u k a t B u r h a n b u n l a r ı d u y d u k ç a s e v i n c i n d e n zil
t a k ı p o y n a y a c a k . «İşte s i z i n s e ç t i ğ i n i z m a s k a r a b u . . . »
diyor. N'eydelim, biz de ar belâsına «Dedikleri, evet,
doğrudur» diye yalana destek oluyoruz.
Biz o n u buraya A v u k a t b o z u n t u s u n u düzlesin, s e ­
sini s o l u ğ u n u k e s s i n diye değil de, elegüne
maska­
ra olsun, diye çağırmışız. Canım, bildiğin gibi d e ğ i l ,
herif iyiden iyiye tozutmuş.
G e n e A n k a r a ' y a gitti. G i d e r k e n de bize « Ç a b u k
kasabadan bir heyet toparlayın, Ankara'ya gelin, be­
ni
görün. Kamışlık çayına baraj yaptıracağız, bir de
kasabamıza fabrika
kurduracağız.
Heyet olup
gelin,
barajla fabrikayı isteyin ki, benim de sözetmeğe y ü ­
züm olsun» d e d i .
Kalktı gitti. Ardından
biz d e b i r h e y e t k u r d u k .
Gedikli İhsan Efendi, Ç i f t v e r e n o ğ l u Hamza Bey, O t e l ­
ci Satılmış Bey, Tüccardan Emin Efendi, Allahın K u ­
lu İsmail Efendi, bir de b e n heyet o l d u k . Her işe bur­
nunu sokar, aklı erik g e ç i n i r d i y e Bedir H o c a n a m u s ­
suzunu da başımıza g e ç i r d i k , gittik A n k a r a ' y a . O A n ­
kara'da bizim çektiğimiz, ah bizim çektiğimiz... Bize
ne alicengiz oyunları oynadı ki bu namussuz, hesaba
kitaba gelir işler değil.
Demek bizim
bir
isyanımız o l m u ş k i ,
Cenabı
M e v l â m d a b u b e l â y ı Başımıza m u s a l l a t e d i p , b i z e i b ­
ret dersi vermiş. A m a y o k , bizde gene de anlıyacak
kafa yok.
Ş ö y l e b i r hırtı
milletvekili yaparsak, geri­
s i n i s e n d ü ş ü n B e y , b i z d e n n e h a y ı r g e l i r . . . Biz b ö y ­
leyiz, bizden ne k ö y olur, ne k a s a b a . . . B ö y l e g e l m i ş ,
böylece gideriz. Lanetlendik mi, beddua mı aldık ne­
dir? Çilemizdir, çekeceğiz...
YANLIŞ
GİDİYORUZ
İlçe Ortaokul
Almanca
Öğretmeni bir
arkadaşına şu mektubu yazıyordu:
Sevgili
B u r d a b o ğ u l u y o r u m artık. Edebiyat y a p m ı y o r u m .
Gerçekten
kesiliyor.
boğuluyorum,
hava yetişmiyor,
Hıdırlık D o r u ğ u ' n d a insanı y e r e
soluğum
çaian
sert
y e l bile, ciğerlerime b o ğ u c u gaz gibi doluyor. A n c a k
kendimi bilmemesiye, kendimi yitiresiye içtiğim
•za­
man rahat e d i y o r u m . Her sabah dilim paslı, ağzım acı, b e y n i m u y u ş u k uyanınca, bir daha içmiyeyim d i ­
y o r u m . K e n d i k e n d i m e söz v e r i y o r u m .
kinmek,
kendime gelmek istiyorum.
birlikte yeniden
havasız...
boğulmaya
Buraya gelirkenki
Şöyle bir sil­
Olmuyor. Günle
başlıyorum, havasızım,
coşkunluğumu yitirdim,
içimden taşıp akan su, ölü toprağında göllenip batak­
tandı.
,
B e n i k ı n ı y o r s u n , d e ğ i l mi? B u r d a n b i r k u r t u l s a m ,
— 275 —
b e n d e k e n d i m i k ı n a y a c a ğ ı m . İ k i n c i y j l b i t t i işte.'.. Ki­
şi dev olsa, bu işin üstesinden gelemez.
Uyuştum,
kaldım. B e n de onlara şimdi onlar gibi, anlamsız an­
N
lamsız gülerek,
—
N'ööriyon
Onlar da
—
heyri? diye hal hatır s o r u y o r u m :
bana,
N'ööriyon heyri? diye
halhatır s o r u y o r u m .
lıyak da gözden mi olak... diyorlar.
yok;
bu bir
çıkar yol mu? Ç ö z ü m l e n m e d i gitti şu s o r u n ;
Dizden,
b a ş ta­
cımız halka
gözden olmadan
mı
inecekmişiz,
yüceltecekmişiz,
başkası
halkımızı
herneyse bişeyier
kendimize
mi.
yapacakmışız...
B ü y ü k ş e h i r l e r d e o t u r u p , h a l k için d ü ş ü n m e k n e k o ­
lay...
Buraya gelmeden
düşünüyorum,
içimi
önceki
iyi n i y e t l i
aptallığımı;
bir halk dalkavukluğu
kaplamış­
t ı . B i z i nasıl k a n d ı r d ı l a r , a l d a t t ı l a r , s o n u n d a , h a l k d a l ­
k a v u ğ u yaptılar. H a l k bilir, halk herşeyi
bilir, halkta
b ü y ü k bir sezgi vardır.
Yalan, hepsi yalan...
«Halk herşeyi
bilir»
dalkavukluğu bile, halkı kendilerinden ayrı,
demek
bambaş­
ka, umacı k o s k o c a m a n bir dev yaratık g ö r m e k değil
de
nedir?
Yalandan
dalkavukluk ettikçe,
halkı
bu
sever
göründükçe
.yalanlara gerçekten
halka
inanan
benim gibi tek-tük kişiler, bilgisizliğin, görgüsüzlüğün,
geriliğin
kızgın,
sonsuz çölüne
sızan cılız
sular gibi
kuruyup, bitip gideceğiz.
«Halk bilir, halk sezer» s ö z ü n d e , d i k k a t et, halkı
bir küçümseme, hiçe sayma, s e v m e m e var. Yalan, bir
büyük yalan içinde
uyuşmuşuz.
miyor, hiçbişey sezemiyor.
yıllardan beri,
aldatılır,
Halk
hiçbişey bil­
Bilse, sezse, bunca yüz­
kandırılır mıydı?
Nasıl
bir u-
y u ş t u r u c u yalan b u . . . G e r ç e k t e n bu halkın bilip ö ğ ­
r e n m e s i n i istememişiz. İsteseydik, ö n c e halkımızı b ü ­
t ü n a c ı g e r ç e k l e r i y l e tanır,
—
276
ondan
—
sonra ne yapma-
mız g e r e k t i ğ i n i
düşünürdük.
Kendi
halkımızı
oluştan
üstün saymak neden, Tanrı bir okur-yazar bile olma­
y a n insanlara
iltimas mı yapmış?
Bilinçsiz, bilgisiz bir ülkücülükle boşa giden bu
i k i yıl s o n u n d a , d ü ş ü n m e m e k i ç i n b e n d e i ç m e k t e n ,
ö ğ r e t m e n l e r Derneği'nde prafa,
otuzbir, kaptıkaçtı,
p o k e r oynayarak zamanımı ö l d ü r m e k t e n başka bir y o l
bulamadım. Biliyorum, şimdi sen gelsen buraya bize
n e d e r s l e r , n e a k ı l l a r v e r i r s i n . B e n d e ilk g e l d i ğ i m d e
böyleydim. Dışardan sisli, kirli
camlardan kahveleri
dolduranlara bakıyordum. Bir masa çevresinde önle­
rindeki o y u n kâğıtlarına iğik başları, dışardan bakınca
kopukmuş, yokmuş gibi, öylece duran kalabalığa kı­
z ı y o r d u m . G e c e l e r i ö l ü b i r ışık a l t ı n d a ,
kirli yüzleri
uzuyor,
sanki bir
bu adamların
dokuma fabrikasında
durmadan gidip gelen iğler gibi, bunların da kirli, y a ğ ­
lı
iskambil
kâğıdı tutan
elleri,
havaya
kalkıp kalkıp,
kırık m a s a m e r m e r l e r i n e i n i y o r d u .
K i m gelse aramıza, bir s ü r e s o n r a bizden beter
olacak.
Çünkü
biz d e v d e ğ i l i z ,
insanız.
Halkı ilkin kandıran şehir aydını d e ğ i l , k a s a b a ay­
dını.'Kasabalı aydın, halkı şehirli aydınının
sında yardımcılık,
aracılık
ediyor.
Burda
kandırma­
bunlar
Ge­
dikli İhsan Efendi, Aklı Evvel B e d i r Hoca, Ç i f t v e r e n o ğ ­
lu Hamza
İsmail
Bey, Tüccardan Emin Efendi, Allanın
Efendi,
Allah
Selâmet Versin
Murtaza
Kulu
Efendi
gibiler. .
Geçen gün yine, bu adamlar toplanmış, köylünün
herşeyi bildiği üstüne konuşup,
'•— O ne çarıklı erkânıharptir o o o . . . d i y o r l a r d ı .
G e d i k l i İhsan Efendi, çarıklı e r k â n ı h a r b i n b i l g i s i ­
ni isbat için bir de şu olayı anlattı:
«Manevredeydik.
-tutmayan g ü n e y
Bizim bölük bir tepenin rüzgâr
yamacında çadırlı
ordugâha çekil-
misti.
Karanlık bastırınca,
yüzbaşı " B ö l ü ğ ü al, filân
y e r e g ö t ü r " dedi. Çadırları topladık, çıktık yola... Ha­
v a d a k ö t ü karanlık, g ö k t e t e k yıldız y o k .
Ben atta,
b ö l ü ğ ü n ö n ü n d e y i m . Yola çıktıktan yarım saat sonra,
arkadan bir ses geldi:
—
Yanlış g i d i y o r u z . . .
—
Kim o söylenen? dedim, hiç ses çıkmadı.
A r a d a n bir-iki saat geçti, gene arkadan bir ses:
—
Yanlış g i d i y o r u z . . .
—
Kimdir
Gene
o?
kimse çıkmadı.
Bir zaman
sonra bir daha:
—
Yanlış g i d i y o r u z . . .
—
Kim o söylenen, çıksın!...
Ç ı k m a d ı . Saat de g e c e yarısını g e ç t i , g i d e c e ğ i ­
miz y e r e ç o k t a n varmalıydık. B ö l ü ğ ü n içinden o "Yan­
lış g i d i y o r u z "
ışıdı
sesi, g ü n ışryasıya s ü r d ü .
Bir de gün
ki, ne bakalım, biz o r d u g â h k u r d u ğ u m u z y e r d e
değil
miyiz...
Sabahacak olduğumuz
dönüp durmuşuz.
—
"Yanlış
Bu
tepeyi
fırdolayı
sefer,
gidiyoruz"
diye
söyleyip
duran
kim­
di? d i y e b ö l ü ğ ü s ı k ı l a d ı m .
Onbaşılardan
biri,
*— Başefendi, Hüsün söyledi d u r d u . . . dedi.
Bölükte bir Kel Hüsün var, nerdeyse tezkere alacak, daha uygun adım yürümesini beceremez.
—
Gel len Hüsün buraya! d e d i m . N e r d e n bildin
sen bizim yanlış gittiğimizi?
Geldi.
—
Komutanım, dedi,
ordugâhtan
çıktığımızda
ürüzger benim sağ yanağıma v u r u y o r d u . Az gittik, bukez ürüzger sol yanağımı
şamarlamağa
başladı. A n ­
l a d ı m k i , biz t e p e d e t e r s d ö n d ü k , k a l k t ı ğ ı m ı z y e r e g i - /
diyoruz.
"Yanlış g i d i y o r u z ! "
diye ses ettim. Az daha
gittik, ürüzger gene sağdan üfürmeğe başladı. Anla­
dım ki, gene ters döndük...
seslendim.
Gene gittik...
''Yanlış g i d i y o r u z ! " d i y e
ü r ü z g e r bir sağ yandan
v u r d u , bir sol yandan esti... Anladım ki, kalktığımız
t e p e y i fırdolayı dönüp duruyoruz;
—
Ulan Hüsün, dedim, öyleyse, kim bağırdı, di­
ye sorunca
—
neden çıkmadın
Başefendi, dedi, bir
dırmazdın,
"Yanlış
ortaya?
Kel Hüsiin'in lâfına al­
gidiyoruz!"
demesine
inanmazdın
ki...»
G e d i k l i İhsan Efendi bu olayı anlatıp da,
"— Köylümüzdeki
akıl
kimde var!
deyince
artık
dayanamadım...
• — S e n b u n a akıl m ı d i y o r s u n İ h s a n E f e n d i , d e ­
d i m , şehirliler d e s e n i n gibi düşünüyorlar, tıpkı senin
g i b i , « H a l k ı m ı z akıllıdır, h a l k ı m ı z b i l g i l i d i r . » B u n u n n e ­
resi
akıl?
ö n c e akılsızlık s e n d e n başlıyor.
yüzyılın ortasında
da, suratına rüzgâr
insanı
Yirminci
pusula yerine kullanıyorsun
vurmasından yön
buluyorsun...
Sen bu zamanda, Kel Hüsiyin'in yanağını pusula diye
Sulanırsan, b u , Kel Hüsiyin'in aklını d e ğ i l , senin akıl­
sızlığını g ö s t e r i r .
Rüzgâr
dediğin hep biyandan mı
eser? Ya rüzgâr bir sağdan, bir soldan değişik esseydi de, sen Kel Hüsiyin'in aklına uysaydın, yol gidiyo­
ruz diye t o p u ğ u n u z u n
üstünde
fırdönseydiniz
nasıl
olurdu?
Böyle d e d i m ama kime dedim? Hiç bu halk bil­
gili, anlayışlı olsa, bu
G e d i k l i İhsan Efendi gibileri,
y o k s u l sırtından, geçinebilir mi? Halk bilir, diye halkı
u y u t m u ş l a r ; biz d e b u n a a p t a l c a s ı n a k a t ı l m ı ş ı z .
B u r a n ı n k ö y l e r i n i g e z d i m . İlk g i t i ğ i m k ö y d e g e c e
kalmıştım. Gece helaya gidecektim.
—
Helanız nerede? diye s o r d u m .
Elime bakır bir ibrik v e r i p ,
—
Buraları-hep helâ... Şöyle açıl! dediler.
Biçilmiş b u ğ d a y tarlasının içine daldım;,.dik sap*
lar v e k e s e k l e r arasında k e n d i m e y e r a ç a r k e n k ö y ü n
köpekleri
başıma
üşüştü.
Konuk
olduğum
evdekiler
y e t i ş m e s e , iri k ö p e k l e r b e n i p a r a l a y a c a k l a r d ı . E v d e n ,
k o m ş u l a r d a n köylüler çıktı.
Onlar beni çevirdi, kö­
pekler onları çevirdi. En ortada, ekin sapları ve ke­
sekler arasında ben, ç e v r e m d e köylülerden bir halka,
onların dışında k ö p e k l e r d e n bir halka. K ö p e k l e r hav­
lıyor, k ö y l ü l e r de k ö p e k l e r e ,
—
Hoşt hoşt!., diye bağırıyorlar.
A r a d a bir içlerinden biri de bana,
—
Korkma Bey, korkma, keyfine bak! diye ses­
leniyor.
Sen keyfi
g ö r d ü n mü? A y a ğ a kalktım. En ö n d e
elimde ibrikle ben, arkada
« h o ş t hoşt!..»
ran köylüler,
havlayan köpek sürüsü...
daha dışta
diye bağı­
Böyle bir törenle eve girdim.
İşte heiâsız y a ş a y a n bu k ö y l ü y e biz, hiç utanma­
dan,
sıkılmadan,
—
Sen herşeyi bilirsin . aslanım,
senin sezişin
v a r y i ğ i t i m ! d i y e sırtını s ı v a z l a y ı p o n u u y u t m a y a , k e n ­
edimizi
kandırmaya
çalışıyoruz:
Bu anlattığım köy
sin?
Kapıcılıkla.
halkı neyle geçinir, bilir mi­
Bunların
gençleri
k a d ı n - e r k e k İs­
tanbul'a, A n k a r a ' y a g u r b e t e çıkar, oralardaki
da; apartmanlarda
kapıcılık ederler.
k ö y d e kalan yaşlı ana - babalarına para
hanlar­
O r d a kazanır,
gönderirler;
Beş-on yılda bir döner, k ö y e sılaya gelirler. Baba o c a ­
ğından tam sökülmezler.
Onlar da yaşlanınca gelir,
bu kısır topraklı köye yerleşir, oğullarını kızlarını b ü ­
y ü k şehirlere odacı, kapıcı gönderirler.
Saydım, bütün k ö y d e d ö r t ahlat ağacından başka
— 280 —
ağaç yoktu.
Yağmurdan aka aka toprak
kalmamış.
Tarlalar ancak bire b i r b u ç u k , bire iki v e r i y o r .
Bir kile t o h u m ekip, t o p r a ğ ı a l ı n ' t e r l e r i y l e sula­
y a r a k iki k i l e t a h ı l a l a c a k l a r . Y i n e d e b u kısır t o p r a k ­
tan
vazgeçemiyorlar.
Bu köylünün hepsi de İstanbul hanlarında, apar­
t m a n l a r ı n d a kapıcı durmuşlar, o hanların, a p a r t m a n ­
pembe,
beyaz
fayans döşeli
helalarını yıkayıp temizlemişler.
ların k a l o r i f e r l i ,
mavi,
Ama
köylerine dö­
nüşlerinde-kendilerine
helâ yapmamışlar.
Neden? Neden böyle, diye
hiç d ü ş ü n ü y o r m u ­
yuz?
Görgüsüzlük desen; değil, işte helanın en güze­
lini y ı l l a r c a
görmüşler,
temizlemişler,
kullanmışlar
da... A m a yine de kendilerine helâ yapmıyorlar. Gör­
m e k , t e k b a ş ı n a b i r işe y a r a m ı y o r . K i ş i n i n , o g ö r d ü ­
ğünü alacak,
gerekiyor.
benimsiyecek bir düzeye
O yere yükselmedikçe, ne
yükselmesi
görse boş...
Bunlar; yıllarca temizledikleri helaların, kendileri gibi
insanlar için değil, yalnız kapıcı, odacı durdukları han
ve apartımanlarda y a ş a y a n insanlar için o l d u ğ u n u sa­
nıyorlar.
^ ş t e biz b u h a l k a «akıllı, b i l g i l i , a n l a y ı ş l ı , s e z g i l i »
diyoruz. Yalan. Onları da, bizi de kandırmışlar, aldat­
mışlar.
Biz d e o y a l a n l a r a a l d a n ı p k ö r ü k ö r ü n e h a l k
dalkavuğu
olmuşuz. Acı
gerçekleri
öğrensek,
öğre­
t i l m e d e n , e ğ i t i l m e d e n , halkın bilgili, anlayışlı olamıyacağını k a v r a s a k , o zaman ne y a p m a m ı z g e r e k t i ğ i
ü-
z e r i n d e d ü ş ü n e c e ğ i z . A m a «Halk bilir, anlar» d e y i n c e
düşünceye yer kalmıyor artık...
Ş e h i r l e r i n k a l o r i f e r l i , pırıl pırıl f a y a n s d ö ş e l i h e lâlarını kullanıp da e v i n d e helası bile o l m a y a n insan­
lara,
'
— H a l k b i l i r , h a l k anlar!., d i y e ' y a p t ı ğ ı m ı z h a l k
dalkavukluğumuza,, içine düştüğümüz aptallığa
bak...
H a l k ı d a h a ç o k s o y m a k i ç i n , bizi d e k a n d ı r m ı ş l a r , h a l k
dalkavukluğunu
«Halkçılık»
Şimdi sana Aklı
sanmışız.
Evvel
Bedir
Hocayı anlatıyo­
rum.
K a d i f e , bir kasketi var, kasketin
güneşliğini hep
sol y a n a a r k a y a d o ğ r u ç e v r i k giyer. K a s k e t i n i n altın­
d a d a k i r l i , y a ğ l ı b i r t a k k e s i v a r d ı r . C a m i y e c u m a na­
mazına giderse, şapkayı ayakkabının yanına kor, tak­
keyle namaz kılarmış. Şişman tostoparlak- bir adam.
Sevimli bir yüzü, cana
Burdakilerin
yakın da bir konuşması var.
h e p s i ç o k tatlı
inandırıcı...
Her birinin
konuşmalarının
bu
k o n u ş u y o r l a r ; tatlı v e
inandırıcı
ne kadarının yalan
dan birbirlerinden öğrenebilirsin.
olduğunu,
kalmıyor.
Hattâ
bastırıyor. Emin Efendi
tatlı
sonra­
Bana kalırsa akıllı­
lıktan yana T ü c c a r d a n . E m i n Efendi,
hiç de aşağı
sözlerinin,
kimi
Bedir Hoca'dan
zaman
onu
bile
b a b a c a n bir a d a m , saçlarını
sıfır n u m a r a m a k i n e y l e t r a ş e t t i r i r . S u
içerken elinin
birini başının üstüne kor, kısa ve ç a r p ı k b a c a k l a r i y l e
ördek gibi yürür.
Onun da konuşmasına doyum ol­
maz.
Burdakiler çok
sövgülü
konuşuyorlar.
Yalnız
İs­
m a i l E f e n d i h i ç s ö v m e z . E n ç o k kızdığı z a m a n l a r bile*
bağırmaz, s ö v m e z , kızdığı a d a m a yalnız,
lu»
der.
«Allanın
kulu»
demekle
«Allahın k u ­
kızgınlığını
yatıştır­
mış olur. Bu y ü z d e n ona «Allahın Kulu İsmail Efendi»
lâkabını
takmışlar.
K a r d e ş i m , ne kadar yazsam, burda ç e k t i ğ i m sı­
kıntıları sana a n l a t a m a m . Karşı karşıya gelmeliyiz-de,
başbaşa verip, sana bir hafta,
Artık, iyice bunaldım. Beni
atamaları için üstüste
yok.
Hasta
on gün anlatmalıyım.
burdan başka bir okula
dilekçeler veriyorum.
olmalıymışım,
buranın
havası
da
Cevap
hastalı-
ğımı a r t t ı r m a l ı y m ı ş k i ,
beni burdan
nakletsinler. Vilâyetteki hastanede
başka bir yere
muayene oldum,
hiçbir h a s t a l ı k b u l a m a d ı l a r , t u r p g i b i y m i ş i m . B u r d a n
uzaklaşabilmek için, hasta o l m a y a bile razıyım. D o k ­
torlar anlamadı
yorum:
ama,
Umutsuzluk,
ben hastayım. Hastalığımı
kırgınlık...
Ruh
çöküntüsü
bili­
için-
- de gittikçe k e n d i m d e n ayrılıp b a ş k a bir insan o l u y o ­
rum. Bu umutsuzluk, ne
yapmam gerekli olduğunu
b i l m e m e m d e n geliyor. Ne başkaları için yaşıyabiliyorum, ne kendim için...
Başkaları için y a ş ı y a b i l s e m ,
k e n d i m için d e y a ş a m ı ş o l a c a ğ ı m ı , m u î l a n a c a ğ ı m ı b i ­
l i y o r u m , a m a nasıl?..
Sık sık ağlıyorum, ama g ü l d ü ğ ü m h e m e n hiç o l ­
muyor. G e ç e n gün, b ü y ü k bir sinir bunalımı g e ç i r d i m .
Pazardı. Sabahtan
gezmeye çıkmıştım. Karşıdan
bü-
r ü ğ ü n e b ü r ü n m ü ş bir kadın g e l i y o r d u . Kadınlar y o l d a ,
bürüklerinin içine
öyle geziyorlar.
:
dolanmış, yalnız t e k gözleri açık,
Bu denli
kapandıkları da yetmezmiş
gibi, uzaktan bir e r k e ğ i n geldiğini gördüler mi, daha
elli adım ara v a r k e n
hemen önlerini
duvara dönüp,
e r k e k elli adım gsçesîye sırtları d ö n ü k , o t u r u p b e k l i ­
yorlar,
onları
böyle g ö r m e k , insanı
insanlığından
u-
"> t a n d ı r ı y o r .
O pazar sabahı, yalnız başıma
giderken, karşı­
dan gelen bürüklü bir kadın gördüm. Bürüğünün için­
d e , a y r ı c a b i r kırmızı y a z m a y l a a ğ z ı , ç e n e s i b a ğ l ı y d ı .
İ k i e l i n d e , s u d o l u iki g a z t e n e k e s i t u t t u ğ u i ç i n , b e n i
g ö r ü n c e , b ü s b ü t ü n b ü r ü ğ ü n e d o l a n a m a d ı . Yalnız,
iki
elindeki
de
iki t e n e k e y i y e r e
koyup durdu. Yüzünü
ö r t ü n m e d i , sırtını d a b a n a d ö n m e d i . K ı r k y a ş l a r ı n d a
. var yoktu. Nasıl oldu ben de bilemiyorum, birden ya­
nına s o k u l d u m d a ,
— Bacım,
dedim,
kimden
neye böyle kaçıyor­
sun? Bu kasabada yabancın y o k ki senin... Yiğenle—
283
—
r i n , a ğ a l a r ı n , e m m i l e r i n , he'ps,i s e n d e n . K u z u b i l e k u r t ­
tan, sizin er k i ş i d e n kaçtığınız gibi
kaçmaz.
b a c ı m ol,* n e d i r b u , s ö y l e b a n a . . .
yemez.
Bak,
i ş t e s e n b a n a sırtını
Anam;
Seni bu erkekler
dönüp duvara ka­
p a n m a d ı n , ne i y i . . . Ya şu ağzını n e d e n y a z m a y l a k a ­
pamışsın?..
D a h a n e l e r s ö y l e d i ğ i m i ş i m d i t a m o l a r a k -ansıyamıyorum. Ben böyle deyince kadın birden çenesindeki bezi ç e k i p ağzını açtı d a ,
—
Aha
gördün
Ağzında
bitek
— Neden
mü?
diş
dedi.
yoktu/Kızgınlıkla,
kapanırmışız!
Bizde
insan
arasına
çı­
kacak surat mı kalmış... dedi.
Hırsla
yürüdü.
tenekelerin
Donakaldım.
dınlarına
Bu kadının isyanını ş e h i r ay­
anlatabilseydim.
Hiç kendimi
sarıTıp
tahtadan tutamaklarına
Ağlamaya
tutamıyorum.
başladım...
Çok
kızgın v e ç o k
d u y g u l u adam o l d u m . O pazar, sabahtan i ç m e ğ e baş­
l a d ı m . ..
Sana yazdığım
b u m e k t u b u ş i m d i z a r f l a y ı p -pos--
taya atacağım, ondan sonra... yine içmeğe... Beynim
t ü m uyuşsa da, hiç d ü ş ü n e m e s e m , ç o k daha iyi...
Yarın
ibrahim
m u t l a k a tanışıp
Gözlerinden
rim.
v
Zübükoğlu gelecekmiş.
Onunla
konuşmak istiyorum.
özlemle öper,
Mektupların
DİNİNE
bana avuntu
mektuplarını
bekle­
oluyor.
İMANINA DOĞRU
SÖYLE
Gedikli ihsan Efendi
şöyle anlatıyordu :
Bizim
heyet hikâyemizi
Zübükzâde;İbraam
Bey,
—
dinlemiş
miydin
bir heyet kurun
284
—
Bey?
da Ankara'-
ya gelip, beni g ö r ü n , d e m i ş t i . Bizi B a ş b a k a n l a g ö r ü ş ­
türecek, Cumhurbaşkanıyla
konuşturacaktı.
Biz de
ilçemize baraj, fabrika yapılmasını; isteyecektik. A m a
bizim niyetimiz, barajdan marajdan önce, şu kayma­
kamı başımızdan atsınlar bir. Böyle k a y m a k a m mı ol u r m u ş , t a v ş a n tersi gibi bir herif, ne sıvanır, ne b u ­
laşır... İçip içip a ğ l a m a k t a n «Vah anam, ben buralar­
da çürüyecek adam
mıydım?»
diye
v u r m a k t a n , diz d ö ğ ü p saç y o l u p
başını
duvarlara
ağlamaktan başka
b i r i ş g e l m e z e l i n d e n . Evet, b i r i y i l i ğ i v a r s a , İ b r a a m
Bey'in
b u y r u ğ u n d a n dışarı
sabamıza on
Bey'e
«Şu
çıkmaz.
paralık
yararı
kaymakamı
attır,
Neye yarar,
dokunmamış.
başımıza
ka­
İbraam
a d a m a , benzer
bir kaymakam göndert» diyeceğiz.
Heyetçe çıktık yola,
kara'yı bilirim.
Ankara'ya vardık.
Ben
An­
A r k a d a ş l a r d a n kimisi hiç g ö r m e m i ş .
Biz otele indik. Aklı Evvel B e d i r H o c a , g e n e bir aklı
evvellik
gösterip,
— Arkadaşlar,
dedi,
şimdi
Zübükzâde'nin
yanı­
n a v a r d ı k m ı , bizi alır B a ş b a k a n h a z r e t l e r i n i n , C u m ­
hurbaşkanı
başla,
hazretlerinin
o y ü k s e k huzura
Kanunda
bile yeri
olsa
huzuruna çıkarır.
Bu üst
v a r m a k ağır hakaret
gerek...
Bizi bu
görürlerse; hakaret ettik, diye tevkif
olur.
kılıksızlıkta
etseler yeridir.
O n d a n ö t ü r ü , ilkin k e n d i m i z e bir ç e k i d ü z e n v e r e l i m ,
kılığı d ü z e l i m , A n k a r a ' i ı k b i r a d a m o l a l ı m .
Çiftverenoğlu
Hamza
Bey,
- — Evet, d o ğ r u ; d e d i , B a ş b a k a n h a z r e t l e r i , C u m ­
hurbaşkanı hazretleri bizi Sarayda kabul. eder. Rad­
yolar, bağlılıklarını
bildiren
h e y e t d i y e bizi s ö y l e r .
Gazeteler heyetimizin resimlerini basar. Hiçbirimizde
g a z e t e y e g e ç e c e k kıbal yok. ö n c e giyinip k u ş a n m a k
gerek...
•
Emin Efendi'nin boyunbağı bile y o k . Allah Selâ-
m e t Versin Murtaza Efendi'yi
sorarsan, kıçında p o ­
tur, ayağında çedik. B e d i r H o c a , yaz ortası, mes lâs­
tikle Ankara yoluna düşmüş.
İsmail
Efendi'yi
sorar­
san, keten pantolu ütü yüzü görmemiş.
Biz h e y e t ç e d ü k k â n l a r a daldık, g i y i m k u ş a m al­
dık. Fakat bu bizim bura insanı m e d e n i y e t bilmiyor.
Nice giyinip kuşansa gene hiç... Bunların boyunbağlarını b a ğ l a d ı m . Ç u l u d e ğ i ş t i r s e l e r d e g e n e a l t ı n d a k i
adam,
.
bizim
adamımız.
Bedir H o c a y l a , Emin Efendi'ye,
—
Şu
saçınızı,
sakalınızı
kırptırın
da
yüzünüz
gözünüz görünsün... dedim.
Berbere vardık, traş olduk. Elimizdeki adresi so­
ra soruştura, ibraam Bey'in oturduğu apartımanı bul­
d u k . Emin Efendi, y e d i katlı apartımanı g ö r ü n c e ,
—
de
Vallaha göğsüm kabardı arkadaşlar, dedi, bir
bizim
kasabadan
adam
çıkmaz derler,
çıkardık ki, d ü ş m a n çatlatır.
bir adam
Şöyle bir apartımanda
o t u r m a k ne d e m e k . . . AHah makamını daha da yücelt­
sin. Kendim burda o t u r u y o r m u ş u m gibi memnun o l ­
d u m . . . Herhal, bizim Zübükzâde, apartımanın en üst
katında otursa gerek... dedi.
O r d a yanılmışız.
İbraam
.
Bey,
'
en alt katta otur-
m a k t a y m ı ş . Kapının zilini çaldık. İbraam Bey'in karısı
çıktı. Bizi g ö r ü n c e , açtığı kapıyı aralayıp, aradan bur­
n u n u n u c u n u çıkarttı, y a r ı m ağızla,
—
Hoş geldiniz.
Bir hacetiniz mi vardı?
İbraam
evde yok... dedi.
Belli ki, gelişimizi hiç b e ğ e n m e m i ş .
-— Bacı, İbraam Bey'imizi
>
nerde buluruz? diye
sorduk.
—
Vallaha hiç belli olmaz,
az ö n c e s i B a ş v e k i l
hazretleri de telefonda aradı. Gene başları darda kal­
mış da,
İbraam'dan akıl danışacakiarmış...-
Şimdi ne yapsak? Şu görgüsüz karıya bak biyol,
Ankara
karısı olduğundan
beri,
insanrığı t ü m y i t i r ­
miş.
•
Ben y ü z ü m ü kızartıp,
—
Kız g e l i n , b u
hemşeriler gelince,
nasıl y e n i h u y l a r ,
buyrun
diye
içeri
memleketten
almak, ağırla­
mak y o k mu? d e d i m .
Burnu
—
kapının dışında,
Kusura
günüm de...
kalmayın,
kendi
dedi,
içerde kadın
içerde,
böğün
misafir kabul
misafirlerim var.
Bakan
m a k a n karıları. Y o k s a b u y r u n , bir s o l u k alın, d e r d i m .
—
Ş i m d i n'olacak? İbraam Bey'i
—
Meclıs'e
—
B i r d e k ö ş k m ü s a t ı n aldınız. A f e r i n ; b e ğ e n ­
dim,
bakın
bir.
nerde buluruz?
Orda yoksa
Köşk'tedir.
,•
—
Yok, C u m h u r b a ş k a n ı köşkünde. O r d a da y o k ­
sa kulübe bakın.
—
Ne z a m a n
-— H i ç
gelir?
bilinmez.
Döndük geriye. Ne etsek? Sora soruştura Mec­
l i s e gittik. M e c l i s tatil o l d u ğ u n d a n kimseler y o k m u ş .
Gene de sora
soruştura köşk'e vardık.
Nöbetçi
as­
ker youmuzu kesti,
—
Köşk'te Zübükzâde olacak
aslanım,
içeri
bir
haber sal, hemşerilerin geldi diye ilet... dedik.
Nöbetçi,
—
N e c i d i r , ne iş y a p a r m ı ş ? d e d i .
Zavallı
—
asker,
ne bilsin Zübükzâde'yi?
S e n b i r h a b e r ilet, k ö ş k t e n b i l i r l e r , d e d i k .
Nöbetçi telefon
etti.
Yanımıza b i r a d a m
katıp,
bizi b a h ç e d e n içeri aldılar. Bir b ü y ü c e k e v d e bizi bir
adamın
karşısına
-— K i m i
—
çıkardılar.
arıyorsunuz? dedi.
Zübükzâde
İbraam
Bey'i...
—
K i m .dedin? K i m d e d i n ?
Ş u n a b a k , h ü k ü m e t i n akıl d a n ı ş t ı ğ ı b i r k o c a -İb­
raam Bey'i
bilmez de sorar...
Bedir Hoca,
- — O ğ l u m , s e n i ç e r i h a b e r v e r , o n l a r ;bi!ir İ b r a ­
am B e y ' i . . . d e d i .
—
'
'
Ben b i i m e z s e m kim bilirmiş. N e c i , neyin ne­
si bu İbraam Bey? Ne iş yapar?
—
Ne iş yaptığını bilmeyiz, lâkin mebustur.
?:
~— M e b u s mu, Allah Allah... Hiç bu adda bir me­
bus tanımıyorum. Neydi, neydi?
—
Zübükzâde İbraam...
M e b u s canım. Biz seç­
tik, buraya g ö n d e r d i k .
Emin Efendi, İsmail Efendi'nin k u l a ğ m a ,
—
İçime bir kurt yeniği düştü, bu Z ü b ü k itinde
oyun çoktur. Sakın mebus oldum diye bizi aldatma­
sın...
d e y i n c e İsmail Efendi kızdı,
—
Sus, o nasıl söz...
Cahil kafanla işleri t ü m
karıştırma. Oturduğu apartımanı g ö r d ü n işte...
—
Orası doğru, mebus olmayanın...
A d a m bize bir kitap g e t i r d i , ö n ü m ü z e açtı,
—
İşte m e b u s l a r ı n .resmi b u r d a , ' a r a y ı n bulun!=
Araya araya bulduk.
—
.
İşte bu i
Adam,
—
Siz
kimsiniz?
dedi.
— - B i z heyetiz, dedik, Zübükzâde'mizi göreceğiz
d e . bizi C u m h u r b a ş k a n ı h a z r e t l e r i n e n e y e g ö t ü r e c e k , ;
Adam hemen telefonu
açmasıyla
Zübükzâde'yi
buldu:
v
— İbraam Bey, ben Cumhurbaşkanlığı başyave­
r i y i m . M e m l e k e t t e n sizi g ö r m e ğ e h e m ş e r i i e r i n i z g e l ­
miş...
'
O da,
- — Eve b u y u r s u n l a r . . . d e m i ş o l a c a k .
—
283
—
Yeniden evine d ö n d ü k . Bu sefer anası çıktı,
•*— İ b r a a m az ö n c e b u r a d a y d ı . A c e l e h ü k ü m e t t e n
çağırdılar da oraya gitti. Size de mahsus selâmı var.
Kusura kalmasınlar, yarın gelsinler... dedi.
Geceyi otelde geçirdik.
eve damladık.
Bu
kez
Devrisi gün, sabahtan
karşımıza yabancı
bir avrat
çıktı:
—
İbraam Bey yok...
—
Karısı
nerde?
-T Altı aylık y a p t ı r m a ğ a b e r b e r e gitti.
—
Anası
nerde?
—
Komşuya gitti.
D ö n d ü k . Otelin kahvesine daldık. Emin Efendi,
—
Y a h u b u altı a y l ı k y a p t ı r m a k d a n e y m i ş ? d e d i .
—
Ş e h i r d e karı kısmı, b e r b e r e gidip kendini al­
tı aylık yaptırtır... d i y e anlatınca h e p şaştılar.
Akşama eve gittik, y o k ; sabaha gittik, yok... Beş
gün
arkasından
koştuk.
Bizim
beyaz göynekler kir­
lendi. Birer d a h a aldık.
Gideriz evine
«yok!»
derler. Bunlar bizim göre­
neği, geleneği toptan unutmuşlar... «Buyur içeri, bir
kahvemizi
için de soluklanın!» d e m e k y o k .
Baktık olacağı y o k . Kapıya n ö b e t ç i k o y a l ı m , de­
dik. Herbirimiz birer saat
kapıda
nöbet
Birgün de böylece bekledik, gene yok...
tutuyoruz.
Yahu
bu
herif evine bacadan girmez ya. Artık iyice umudu kes­
tik, d ö n m e ğ e karar verdik.
oturmuş
—
Birgün otelin kahvesinde
konuşuyoruz.
Bu namussuz, bir daha m e m l e k e t e hiç d ö n m i -
yecek mi... dedim.
Bedir Hoca, otel köşelerinde
para tüketmekten
bıkmış,
—
Hangi yüzle gelecek? Biz bunun suratına t ü -
k ü r m e z miyiz, t ü k ü r ü k l e b o ğ m a z mıyız... d e d i .
Emin
—
lıya
Efendi,
Hiç de bişey yapamayız,
bağlar,
dedi, gene
işi t a t ­
derken evdeki
bulgur­
görürsünüz.
Dimyata pirince gidelim
dan olduk, ö y l e ya, buraya geldik ki, fabrika isteye­
lim, baraj isteyelim, yeni bir
kaymakam
isteyelim.
G e ç t i k hepsinden, şu A n k a r a g u r b e t i n d e parasız ka­
lıp d a m e m l e k e t e z o r m u d ö n e c e ğ i z n e . . .
Biz otelin k a h v e s i n d e b ö y l e
para
çekmecesinin
Acımış da
—
başına
konuşurken, otelci
oturmuş,
bizi
dinlermiş.
bize,
S i z i n d e r d i n i z ne? d i y e s o r d u .
Anlattık.
—
Onun kolayı var, ben şimdi bulurum.
—
Nasıl?
—
Evine
'
—
Sen ne diyorsun
telefon
gündüz nöbet
ederiz.
ağam,
tutmaktayız.
biz k a p ı s ı n d a
Herifin eve
gece-
geldiği
mi
var?...
—
Durun
siz...
Otelci, Zübük'ün evine telefon etti.
—
Burası
Meclis,
. ibraam
sordu.
Bey orda
mı? d i y e
,
N e d e r s i n , İ b r a a m z ı r t d i y e k a r ş ı s ı n a ç ı k m a z mı?
Otelci telefonu bana verdi.
—
İbraam
Bey,
şükür görüştüğümüze, ben
İh­
san... dedim.
—
Vay
İhsan
Beyefendiciğim...
diye
söze
giri­
şince anladım k i , beni b a ş k a bir İhsan sanmış,
—
Ben
—
O
Gedikli
İhsan...
İhsan Efendi,
dedim.
hoş geldin,
safa geldin. Ye­
ni mi geldin?
—
N e d i y o r s u n İ b r a a m B e y , d e d i m , biz h e y e t ç e
—
290
—
geldik.
Zatınızı
aramaktan Ankara'nın
kaldırımlarında,
sersefil, perperişan olduk.
—
Ne d i y o r s u n . . . t u . . . v a y anasını... Yahu size
evin adresini de vermiştim.
D e m e k bulamadınız, vah
vah...
Nasıl
söğmezsin
şimdi?
Hadi sus,
dedim,
gene
kendime.
. Kalktık heyetçe evine vardık. Bizi bir karşılama,
bir karşılama,
yere
göğe koyamıyor.
Sarılıp sarılıp
öpüşüyoruz.
Anası
—
d e r s e n bize,
Ah o ğ u l l a r ı m . . . d i y o r da bir daha d e m i y o r .
İki
aralık,
—
Ah ihsan Efendi o ğ l u m a h . . .
Z ü b ü k ' ü n anası
beni
dışarı
çekti:
Benim bitecik
o ğ l u m u hiç sorma. Ankara kahpelerinin
eline düştü.
G e c e s i gündüzü hiç belli d e ğ i l . A m a n o ğ l u m , o y o ğ ­
lum...
'
Z ü b ü k surdan burdan konuşuyor. Gene hep* es­
ki t ü r k ü s ü . H ü k ü m e t i n her bir işini
buna danışırlar-
mış.
kalmamış.
Vere vere
gayri
k e n d i n d e akıl
Her
b i ş e y i a n l a t ı y o r d a f a b r i k a d a n , b a r a j d a n lâf y o k . Ya­
hu
biz b u r a y a n e y e
geldik?
Konuşa
konuşa
akşamı
ettik. Gayri otele dönmenin zamanı...
—
Eh İ b r a a m B e y , b i z e m ü s a a d e .
—
Ne d e m e k . . .
K ı r k yılın
başı
gelmişsiniz,
m e k olur mu? Bu g e c e misafirimsiniz.'
git­
Dünyada bı­
r a k m a m . Olmaz t ö b e . . . Yahu, ele güne karşı...
Bir de göz kırptı:
—
Bu gece eğlenelim k i . . . Ankara neymiş,' gör­
meli...
D ü ş t ü ö n ü m ü z e , ç ı k t ı k y o l a . Bizi o t o m o b i l e b i n d i ­
recek, bir o t o m o b i l e sığışamıyoruz. İki o t o m o b i l e d o ­
luştuk.
Zübük'le dört
arkadaşımız
öndeki arabada,
biz arkalarındayız.
Herhal ö n d e k i n i n parasını Z ü b ü k
v e r d i . Emin Efendi bizim arabanın ş o f ö r ü n e ,
—
Kaç para oğlum? dedi.
—
Yedibuçuk
Emin Efendi
lira.
bana,
•— S e n v e r de s o n r a hesaplaşırız... d e d i .
. P a r a y ı v e r d i m . B i r y e r e g i r d i k , ö n d e Z ü b ü k . . . İb­
raam Bey'i gören,
—
Buyrun Beyefendi... diye eğilerek yerlere ka­
panıyor.
Z ü b ü k , eğilen herifi geçtik mi,
—
T a n ı r l a r benî, h e p s i t a n ı r . . .
Bunlara ç o k iyili­
ğim dokunmuştur... diyor.
Bak şu alçağa? Garsonlar selâm verip eğildikçe
«Tanırlar b e n i . H e p s i n e iyiliğim vardır» d e m e z mi, in­
sanı
çatlatacak. Bizi hiç dünya
bilmez sanıyor. Ulan
b i z . . . Biz n e l e r , n e y e r l e r g ö r m ü ş ü z . B u r a s ı l ö k ü s b i r
lokanta. Yedik içtik...
—
B u r d a n çıkıp eğleneceğiz... d e d i .
Hesap gelince, herkes cüzdana davrandı, ben de
d a v r a n d ı m . N a s ı l o l s a , bizi ç a ğ ı r a n Z ü b u k , p a r a y ı d a
verecek olduğundan
herkes
paraya
davranmış.
Hep
birbirimizin eiini tuttuk, sen v e r e c e k s i n , ben v e r e c e ­
ğim diye itişmeğe başladık.
Zübükzâde,
—
Hött!.. diye bağırarak ağalığını g ö s t e r d i . M a ­
sanın üstüne bütün bir binliği k o y d u . G ö r d ü n mü sen
ağa
adamı?
G a r s o n parayı aldı, gene g e t i r d i : ;
—
Affedersiniz,
bozamadık.
^
Bozukluğunuz
yok
mu?
Zübük ceplerini
karıştırdı. Eyvah ki
eyvah," g ö r ­
d ü n mü, bozuğu yok. Nasıl olsa Emin Efendi, «Sen he—
292
—
sabi ver, sonra, üleşiriz» d i y e c e k . B e n o n d a n atik davranıp,
—
S e n v e r hele Emin Efendi, s o n r a hesaplaşırız,
dedim.
Emin
Efendi yüz lirayı v e r i n c e öleyazdı.
Oradan
çıktık, arabalara bindik. Herif c e b i n d e n binlikten aşa­
ğı
para taşımıyor.
Ş o f ö r ü n p a r a s ı n ı g e n e biz v e r d i k .
B u s e f e r iyi b i r y e r e g e l d i k ,
Karılar
hamamda
gibi
yarı
cennet misâli bir yer.
soyunuk.
Çalgılar desen
takım takım. Şükürler olsun, benim çok bar mar gör­
müşlüğüm var ama,
vel
Bedir Hoca,
böylesini
Zübük'e
görmemiştim. Aklı
selâm verenleri
Ev­
gördükçe
şaşalıyor:
—
Yahu,
herkes tanıyor İbraam
Beyi be...
Olur
iş d e ğ i l . . .
Zübük de,
—
Tanırlar... Ç o k iyiliğim vardır bu itlere... diye
gert gert geriniyor.
G a r s o n iki m a s a y ı b i r l e ş t i r d i .
Oturduk,
Zübük
soruyor:
—
Ne içersiniz ağalar, s ö y l e n !
Ben yekten,
—
Fiski!.. d e d i m .
Çiftverenoğlu da,
benden duyunca,
•— Bana da fiski!.. dedi.
Emin Efendi,
—
A n c a birlik, kanca birlik, benimki de fiski o l ­
sun... dedi.
Bedir Hoca,
—
Ulan fiski de ne
Allah
muşum.
bilir ya,
Allahın
fışkı? d e d i .
b e n f i s k i y i i ç m e m i ş i m , adını d u y ­
Kulu
İsmail
Efendi,
-—Babandan gördüğünden şaşma!
aslan sütüdür... dedi.
Rakı i ç e l i m ,
Aklr Evvel
lümanlık
—
Bedir Hoca,
sakalını
sıvazlayıp
Müs­
taslıyor:
Ben içmem!..
—. A m a n e t m e h o c a , ulan s e n evinde k a ç a k ra­
kı ç e k e r de küplen rakı devirmez misin?
—
Sus, töbe de! Duyan da essah beller...
Emin Efendi bir sağından bana, bir solundan A l ­
lah S e l â m e t V e r s i n M u r t a z a E f e n d i y e ,
—
Aman,
diyor,, aman
davranın
da ç o k içelim.
H e m de içkinin en pahalısı hangisiyse o n d a n getirte­
lim.
—
N e y e Murtaza Efendi?
—
Neyesi v a r mı kardaş? Herifin c e b i n d e binlik.
B u r d a da bin lirayı b o z d u r t a m a z s a , yandık.
Hesabı
bize ödettirecek...
Su gibi fiski içiyoruz. Allahın Kulu
İsmail Efen­
di,
—
B e n , bu f i s k i d e n hiç b i r ş e y anlamadım, aslan:
sütü gelsin. Babadan gördüğümüzden şaşma! dedi.
D e r k e n , Z ü b ü k mü işmarı çaktı, y o k s a m buranın
göreneği
ney
mi,
masamıza
karılar doluştu.
Murta­
za Efendi,
Karıların gelmesini
b e ğ e n d i m , dedi, hiç mi
d e ğ i l s e k i z - d o k u z y ü z lira
—
masraf olur da Zübük'ün
b i n lirasını bozarlar.
Ben bu bar dalgalarını bilirim; bilmesem de es­
ki arkadaşlarımdan ç o k dinlemişliğim var. Bu karılar
g e l i n c e biz b u r a d a n b i r - i k i b i n l i r a y l a z o r k a l k a r ı z .
Aklı
Evvel
Bedir
Hocayı
görsen
şaşarsın.
San
karıyı nerdeyse kucağına oturtacak. Sarı karı, Bedir
Hoca'nın sakalını
—
okşayıp okşayıp,
Hacı e f e n d i . . . diyor.
Aklı Evvel
helâli, haramı
unutmuş,
sarı karının
ağzına dayadığı kadehi bir-iki d e m e d e n içiyor.
B e n i m payıma karının en hası d ü ş m ü ş , h e m i yaz­
lık h e m i kışlık bir avrat, elimi atıp n e r e s i n i t u t s a m avucum doluyor.
En son
—
hatırladığım, karının beni,
Gel şekerim!
diye locaya
sokması,
ondan
sonrasını hiç b i l d i ğ i m y o k . G ö z ü m ü açtım ki o t e l d e k i
odadayım.
Karyolalarda öteki arkadaşlar
uyumakta.
Bitişik odayı açtım, ordaki arkadaşlar da horluyor.
Bunları
—
dürterek
uyandırdım.
Kalkın, davranın arkadaşlar!
Yahu
bir heyet
değil miyiz? B u r a y a u y u m a ğ a mı geldik?
Uyananın
—
Ben
kimisi,
neredeyim?
Kimisi,
—
Ben
buraya
nasıl
geldim? V ı ş ş ş L
H i ç b i r i m i z i n b u r a y a nasıl
geldiğimizi
diyor.
bildiğimiz
y o k . Allahın Kulu İsmail Efendi,
—: A m a n beni bırakın, kıpraşacak mecalim yok...
dedi. .
Evet, h e p i m i z k ü p e basılı hıyar
turşusuna dön­
müşüz. Bir de baktık, Aklı Evvel Bedir Hoca y o k .
—
Bedir Hoca'ya
n'oldu?
Herif ortalarda yok.
Emin Efendi su
dökmeğe
gitti, heladan dönüşünde,
—
Heyvaah,
ben
bağırarak, yeri göğü
çarpılmışım
arkadaşlar!., diye
ayağa kaldırdı,
otel başımıza
toplandı. Emin Efendi durmadan bağırıyor:
—
ma
Ulan, polis y o k mu, zaptiye y o k mu, candar­
nerde?
vaah...
Kahpeler beni soymuşlar...
Yandım ey-
Beş kuruşum kalmamış...
Murtaza Efendi
bunu yakasından tutup bir yana
ç e k t i : •••••••••
—
Sus heyri, gazeteler duyar da,
fabrika iste-
meye gelen
heyeti
bar karıları
soydu
diye
yazarsa,
bir daha m e m l e k e t e de dönemeyiz. A m a n sus!..
—
S u s u l u r mu?
Sekiz yüz
pangonot yok...
iman y o k mu alçaklarda, cıgara
Din
parası bırakmamış­
lar...:
—
A m a n sus, memlekete dönesiye hergün
bir
paket birinci, cigaran b e n d e n . . .
Emin Efendi'yi susturmaya çalışan Murtaza Efen­
di elini k e s e y e atıp da b u l a m a y ı n c a , d ö r t yanına b i r
çalındı, t o p a ç gibi fırfır d ö n ü p ,
—
Heyvaah,
soyulmuşum
Müslümanlar!,
diye
feryadı bastı.
A m a n sakın, diyerek, ben de elimi iç c e b i m e at­
tım. A t m a m l a ben de «Aman aman, hey...» t ü r k ü s ü ­
ne g i r i ş t i m . Bizi
h e p s o y m u ş l a r . Biz d ö v ü n ü p ç a l ı n ­
dıkça, otelci güler, kahveci güler,
müşteriler güler.
A n k a r a milletine rezil o l d u k ki hiç s o r m a .
Çiftverenoğlu
—
Hamza
Bey,
Arkadaşlar, daha
burda
durulmaz,
hemen
memlekete dönelim... dedi.
—
D ö n ü ş parası
nerde
heyri?
Dilenecek miyiz
buralarda?
Hamza Bey, ihtiyatlı herif, ne olur ne olmaz d i ­
ye ceketin astar içine keseyi dikmiş. Karılar b u l d u k ­
larını
seyi
almışlar, aramışlar taramışlar,
bulamadıklarından
Hamza
astara
dikili
ke­
onu yürütememişler.
Bey,
•— Yol paraları b e n d e n , b o r c u n u z o l s u n . D ö n ü ş ­
te verirsiniz... dedi.
B e n i m ü s t ü m d e d a h a b e ş y ü z lira v a r .
mış, y ü n
çorabın
içine
koymuştum.
O n u ayır­
Karılar
onu
da
bulamamış.
ö b ü r arkadaşların da
şuralarına
buralarına
para
sakladıklarını bilirim ya, Hamza Bey'den başkası pa-
ram var, demiyor. En avanağımızın o o l d u ğ u b u n d a n
da belli işte...
Dönelim dönmeye ya, Bedir Hoca nerde?
Onu
burda k o y u p gitmek olmaz. Murtaza Efendi,
—
Bedir Hoca gene aklı evvel olduğunu göster­
d i . A l l a h bilir, sarı karının
koynundan
çıkmamıştır,
dedi.
Bizim yanımızdaki karılar, n'oldu, biz nasıl bu otelin yolunu bulduk?
Bütün gün
cak.
uyuyakalmışız.
Bedir H o c a y ı
nerden
Nerdeyse akşam
bulacağız
ola­
diye düşünüp
d u r u r k e n , Hoca inleyerek, ıhlayarak geldi. Başı, gözü
h e p sarılı
sarınmış.
a m a nasıl
Ihlıya
sarılı,
gömleğini yırtıp kafasına
pıhlıya gelmesiyle,
döşeğin
üstüne
düşmesi bir oldu.
—
O c a ğ ı n bata H o c a , y o k s a g ü r e ş t e sarı
karı­
ya y e n i k mi düştün? Bu ne?
Bedir
—
Hoca,
Yoldaşlar,
ben sabaha çıkmam,
artık - eksik
h a k k ı n ı z ı h e l â l e d i n . . . d e m e z mi?
—
Aman Hoca,
—
Yok...-Benim
Allah
geçinden versin.
O
nasıl
söz?
n e iyi d a y a n d ı m .
O
ömrüm tamam' hemşeriler.
kadar köteği
Ge­
öküz yese dayan­
m a z ö l ü r d ü . İyi d a y a n d ı m a ğ a l a r . . .
—- Maşallah...
saba
halkına
Biliriz dayanıklısın. D ö n ü ş t e
dayanıklı
olduğunu
anlatırız.
Bu
ka­
senin
y e d i ğ i n d a y a k k a r ı s o p a s ı mı?
- — K o n u ş a c a k d e r m a n ı m y o k . . . Yalnız k a r ı s o p a ­
sı olsa cana minnet. Bir o r d u erkek başıma doluştu.
S a b a h a c a k sopa çaldılar. Biri y o r u l u p bırakınca, biri
aldı s o p a y ı . . .
Kırılmadık kemiğim,
çürümedik etim
kalmadı.
—
N e y m i ş zorları, ne isterler sen garipten?
— Ne i s t e y e c e k l e r , p a r a . . .
B e n o rakı
zıkkımın­
d a n sızmışım ölü g i b i . S o p a y l a k e n d i m e g e l d i m . «He­
sabı ver!»
dediler.
Hesap dediği
üçbin
üçbin liralık ne y e d i m , içtim, olamaz!»
lira...
«Ben
dediysem de
siz, h e s a b ı v e r e c e k d i y e b e n i b ı r a k ı p g i t m i ş s i n i z .
nasıl
arkadaşlık?
Cüzdanı
önlerine
attım.
«Alın
Bu
sizin
olsun, başka da on param yok!» dedim. Cüzdandan
i k i y ü z e l l i p a n g n o t ç ı k t ı . « P a r a y ı v e r , k e m i k l e r i n i ezer,
seni
toz ederiz!»
dediler.
«Tiftiğimi
atıp
külümü
sa-
vursanız, başka param yok!» d e d i m . «Ulan hacı ağa,
biz sizi biliriz. S e n i n g i b i ne molozlar, ne k o z a l a k l a r
elimizden
billâha
geçti,
yok...
çıkar parayı!»
Bastılar sopayı,
dediler.
Vallaha y o k
bastılar sopayı.
Bak­
tım kurtuluş yok, «Aman durun şu iç gömleğime di­
kili k e s e d e ölümlük dirimlik üç beş k u r u ş u m var. Alın a n a n ı z ı n a k s ü t ü g i b i h e l â l o l s u n » d e d i m . G ö m l e k ­
t e n k e s e y i s ö k ü p aldılar,
payı...
bin lira çıktı. V u r d u l a r s o ­
«Aman etmen, eylemen!.. Kuşağa dikili kese­
d e k e f e n p a r a m v a r , alın h e s a b ı n ı z ı d a ü s t ü n ü b ı r a ­
kın!..»
Beşbin pangnotun
hepsini
aldılar.
r u k , b e ş b i n liralık k e f e n senin gibi
«Ulan
mo­
uyuz çakala ç o k
d e ğ i l mi?» d e d i l e r . «Para d a p a r a , p a r a d a p a r a » d i ­
yerek
vurdular ha vurdular.
devretti,
nöbetleşe döğdüler.
Yorulan
sopayı
«Para v a r s a ,
ötekine
bulun a-
lın!» d e d i m . « U l a n , b i z s i z i b i l m e z m i y i z , s i z i n s a k l a ­
dığınız y e r d e n
parayı şeytan bulamaz. Çıkar keseyi!»
Sabah oldu. Baktım leşim ellerinde kalacak. Uç­
kur deliğindeki
döğerler.
«Yahu
paraları
siz
boşaltıp
verdim.
Zübükzâde'nin
Daha
bunca
da
iyiliğini
görmüşsünüz. A k ş a m hepiniz önünde iki kat olur eği­
l i r d i n i z . B u e t t i ğ i n i z a y ı p d e ğ i l mi? Z ü b ü k z â d e d u y a r ­
s a , s i z e b u r a l a r ı n ı d a r e t m e z mi?» d e d i m . « K i m m i ş o
Zübükzâde?»
dediler".
«Mebusumuz
İbraam
Bey...»
d e y i n c e b u n l a r b ü s b ü t ü n kızıp, « P a r a y ı s e n d e n a l a c a -
•ğımızı s ö y l e y e n - h e r i f m i ? . .
da...» diye kantarlıyı
Hay sana da m e b u s u n a
bastılar. S a b a h
olunca,
kuyruk
s o k u m u m a bir t e k m e indirip beni kapı dışarı ettiler.
Ş o r a sora, sürünerek akşama kadar ancak otele ge­
lebildim. Ben öldüm... sabaha çıkmam...»
—
Şu yüzünü,
gözünü
aç,
nedir sarınıp
sarma­
lanmışın?
—
Aman
açmayın!
diye
yakarmağa
Zorla, çaputları kafasından
başladı.
çektik.
Amanııın...
Bir de ne baksak, Aklı Evvel Bedir Hoca'da saka! bı­
yık
kalmamış,
tüs
bırakmamışlar, cascavlak
kaş
kirpik yok,
herifin
—
U l a n H o c a bu ne?
—
Sormayın kardaşlar, elimi,
bağladılar,
cavlak
—
müşler;
kellemi
hamam
suratında
tüy
etmişler.
otuna
kolumu,
ayağımı
bulayıp beni
böyle
ettiler.
A m a n hoca, seni hamam
y o k s a dahası
oğlanına
döndür­
d a y a r mı?
Aklı Evvel Bedir Hoca'nın gözleri doldu•
— A r k a d a ş l a r , dermanım tükendi.
Pantolonumu
çıkartın. Pantolon ağına dikili bir k e s e vardır. Keseyi
hepinizin gözü ö n ü n d e açın. ö l ü r s e m c e s e d i m y a b a n i l l e r d e s ü r ü n m e s i n . B u p a r a y l a b e n i m e m l e k e t e taşır,
o r d a gömersiniz. Ve de suratımın bu halini, v ü c u d u ­
m u n çürüklerini sülâlemden ve muhaliflerden
ye
kimse­
göstermezsiniz.
Biz e r t e s i s a b a h h e m e n A n k a r a ' d a n d ö n d ü k . İlk
işimiz Kasap Osman'a bir dana k e s t i r m e k o l d u .
Ka­
sap O s m a n , dananın tulumunu çıkardı. Aklı Evvel Be­
d i r Hoca'yı dana tulumunun içine d o l d u r u p döşeğine
yerleştirdik. Bir hafta diyende tulum kurtlandı; k o k u ­
dan
Aklı Evvel'lerin
hanesine yaklaşılmaz
oldu.
H o c a y ı , d a n a t u l u m u n d a n sıyırdık,'-aldık.
z e l c e hamamda terletip yıkatıp
Bir gü­
içinin zehirini
aldık.
Koca
Hoca, tüy tüs kalmayınca sovanın
d ö n m ü ş . H o c a iki a y e v i n d e n d ı ş a r ı
cücüğüne
çıkamadı. Yeni­
d e n kaş, kirpik edinip, saç sakal çıkınca evinden çı­
kar oldu.
Biz Ankara'dan dönüşün,
baktık ki, bizim s ü m ­
sük kaymakamı da burdan başka yere tayin etmişler,
herif gitmiş.
Kaymakama Tahrirat Kâtibi
diyor. Hiç k a y m a k a m
Rıza
Bey vekâlet e-
gelmeseydi, çok daha iyiydi.
Rıza B e y n e o l s a b i z i m adamımız,' b i z d e n . . .
Kaymakamın
gidişinin
ayındaydı,
Çiftverenoğlu
Hamza, Z ü b ü k İbraam'dan bir mektup aldı. M e k t u b u
bize o k u d u . İbraam d i y o r k i :
«Kaymakamı değiştir,
dediniz. Ben de sizin şikâyetinizi
İçişleri
Bakanına
söyiedim. Kaymakam hakkında tuttuğunuz şikâyetna­
me varakasını Bakanlar Kurulu'nda o k u d u m . Sizin şi­
k â y e t i n i z d e yazılı
olduğu gibi,
k a y m a k a m ı n gizli d i n
taşıdığını, y ü z ü m ü z e g ü l ü p a r k a d a n
sunu kazdığını, muhaliflerle
partimizin
onları desteklediğini, memlekette
deşlik havasını ve
millî
kuyu­
gizliden pazarlığa girip
ikilik yaratıp kar­
birliğimizi
muhaliflerle selâmlaştığını, oturup
bozduğunu,
hattâ
konuştuğunu yet­
mezmiş gibi, bir de üstelik muhalif partinin ilçe başkaniyle tavla o y n a r k e n ve gizliden rakı içtiklerinin t a ­
r a f ı m ı z d a n g ö r ü l d ü ğ ü n ü h e p a n l a t t ı m . «Ya b u k a y m a ­
kamı burdan
sonrasına
atarsınız, ya da beni
karışmam
beni kırmadılar,
haa!»
dedim.
küstürürsünüz,
Eksik
olmasınlar,
kaymakamı vekâlet emrine
Belki de mahkemeye verilecek.
Şimdi
aldılar.
size yeni
bir
k a y m a k a m g ö n d e r i y o r u m . Denersiniz bir. Baktınız o l ­
m a d ı , b e ğ e n m e d i n i z , y a z ı n b a n a , o n u d a a t t ı r ı r ı m . Ye­
ni gönderttiğim kaymakamı
sınayın,
işinize yarıyor,
memlekete ve partimize hizmeti oluyorsa orada kal­
sın. Olmazsa, bir başkasını düşünürüz.
Memlekette
ç o k ş ü k ü r k a y m a k a m kıtlığına kıran g i r m e d i y a . . .
F a b r i k a i ş i , b a r a j işi i ç i n h i ç t a s a l a n m a y ı n . F a b ­
rika ve baraj
için
kında
izniyle
mız
Allahın
kuruİup
dan çıkan
kör
b ü t ç e d e n ö d e n e k ç ı k a r t t ı r d ı m . Ya­
bacası
barajımız
dikilecek.
yapılacak ve
fabrika­
Fabrikamızın
bacasın­
dumanlardan muhalif
rezillerinin gözleri
olacak...»
M e k t u b u dinleyince şaştık kaldık. Biz g i d e n kay­
makam için
şikâyet mikâyet yazmadık,
t u t m a d ı k , b u n e iş!..
selâm
cık,
zabıt
mabıt
Garip kaymakamın muhaliflere
melâm verdiği tüm yalan.
dairesiyle evinden
Fukara
dışarı ^çıkmazdı
kaymakam-
ki
korkusun­
dan, muhaliflere selâm vere...
Hamza
—
ni
Bey,
Ben anladım, dedi, bu Zübük'ün çevirdiği ye­
bir dolap...
Bizim
ağzımızdan şikâyetname
yazıp,
altını da bizim y e r i m i z e imzalamıştır. Bu m e k t u b u y a ­
z ı y o r k i , i l e r d e s o r u ş t u r m a n e o l u r s a «Evet biz ş i k â ­
yet etmiştik»
diyelim.
Kaymakamın
yeni
gidişinden onbeş
gün
kaymakam geldi. Tahrirat Kâtibi
kadar sonra
Rıza
Bey anla­
tıyor. Bir gün bir adam hükümete çıkagelmiş,
—— Benim odam neresi, gösterin demiş.
Kaymakam odacısı, adamı yabancı görünce,
—
Yanlış geldin, burası otel değil hükümet... de­
miş.
'
Adam,
—
Bey kaymakamım!
deyince
odacının
korku­
dan az daha dudağı yarılacakmış...
—
Buyur!
diye bunu
kaymakamlık odasına sok­
muşlar. Hemen Tahrirat Kâtibi
Rıza
Bey tebrike ge­
lip,
—
Hoş geldiniz Beyefendi!
demiş.
B u k a y m a k a m bizi ilk o n g ü n b i r s ı k t ı , b i r s ı k t ı ,
— 301
—
h i ç s o r m a . . : B i z b u n a u y g u n dille,, k e n d i s i n i Z ü b ü k ' e
ş i k â y e t e d e c e ğ i m i z i anlattık.
—
Ben ne
Ne dese iyi:
Zübük'ler görmüşüm hey...
m ü b ü k d i n l e m e m . B a n a vız g e l i r .
Zübük
Beni buraya, sizi
a d a m e d e y i m , d i y e H ü k ü m e t s e ç t i g ö n d e r d i . S i z i gidi.
b e n i b i l m e z l e r . . . U l a n sizi t e r b i y e l i m a y m u n a d ö n d ü r mezsem...
Ş u n a b a k . B i z b u n u Z ü b ü k ' e y a z s a k , Z ü b ü k bu-r
n u e ş ş e k t e n y u v a r l a n m ı ş a d ö n d ü r t m e z mi?
Tahrirat Kâtibi
—
Rıza
Hele durun,
Böyle zart zurt
Bey,
dedi, bu
etmesine
dilden ben
bakılırsa,
herif
anlarım..
rüşvetçinin
biri. Sizden rüşvet istiyor. Bu açık... B u n c a yıllık tecrübe o ğ l u m . Biz bu saçları
değirmende ağartmadık.
B i r m e m u r g i t t i ğ i y e r d e i l k t e n z a r t z u r t l a işe b a ş l a r s a
anla ki onun derdi başka değil, rüşvet... Hele sabre­
din, yakında yumuşar, balmumu olur...
Hay Allah
razı o l s u n , g ö r d ü n m ü s e n
kaymaka­
m ı . Y a h u i s t e d i d e e s i r g e d i k mi? A ğ ı z d e l i k t i r ,
bir şey girecek...
ler y ü r ü s ü n .
Eski
İstediği rüşvet olsun; yeter ki iş­
Biz r ü ş v e t v e r m e d e n ' k a ç a n
kaymakamdan
içine
şikâyetimiz neydi?
er miyiz?
Herif rüşvet:
almasını bile b e c e r e m e z d i . T e k r ü ş v e t alsın da çar­
kımız d ö n s ü n . . .
G e r ç e k m i ş , ayına kalmadan
kaymakam bir y u ­
muşadı, bir y u m u ş a d ı . . . Böyle bir işbilir ve de vatan­
daşın
derdine derman
kaymakam görülmemiş.
Eski­
d e n o n a y d a h ü k ü m e t k a p ı s ı n d a o l m a z işi, o n d a k i ­
k a d a şıp d i y e ç ı k a r ı y o r . B u a d a m i ç i n o l m a z y o k . M e ­
murlar
—
alışmış,
Efendim kanun böyle, nizam şöyle... diye bir
bahane bulacak
—
olsalar,
H ö t t L Burda vatandaşın
işi
görülecek.
Lâf
istemem. Kanun da nizam da vatandaşa hizmet için!..
diye k e s i p atıyor.
Gördün mü sen kaymakamın yiğidini...
Bir gün
durup dururken,
—
Toprak dağıtacağım!
Ve de dağıttı.
dedi.
H ü k ü m e t malı
ne kadar toprak,
bahçe, eskiden kalma fidanlık yeri varsa hepsini dağıttı.
Yahu herif, h ü k ü m e t
i ç i n d e ayrı
H e r k e s kırk yıldır h ü k ü m e t
tamadığı
işlerini
kaymakama
bir hükümet...
kapısından bitüriü çıkar-
dakikasında çıkartır oldu.
dua
Millet,
ediyor.
Bigün partide toplantımız
var,
surdan
burdan
k o n u ş u p yârenlik e d e r k e n Aklı Evvel Bedir Hoca,
—• Arkadaşlar,
size bişey
diyeyim mi,
benim
bu kaymakamın işine hiç aklım e r m e d i . . . d e d i .
Bedir Hoca'nın suratında tüyler bitmiş, sakalı el
tutamı uzamış da, daha y e n i y e n i a d a m arasına çık­
mağa başladı.
—
Neden
Hoca,
ne varmış kaymakamın
işlerin­
de? diye sorduk.
—
Akıl sır almaz işler, d e d i , bu k a y m a k a m b e y i ­
mizin ilçemizde işleri akla zarar. Siz ne derseniz d e ­
yin, b e n işkilleniyorum. Bu
kam
'V ,
a d a m bir resmî k a y m a ­
olamaz.
— O ne d e m e k ?
—
Evet, resmî k a y m a k a m olamaz; y â n i bu a d a m
hükümet kaymakamı değil.
Bir Hükümet kaymakamı,
m ü m k ü n ü y o k , b u k a d a r iyi o l a m a z ,
h a l k a b ö y l e iyi
• hoş davranmaz. Bu işin içinde bir bit yeniği var. Ha­
yır;
bu adamın
met'kaymakamı
tutumuna
bakarsan
resmî b i r h ü k ü ­
değil.
—
Ya
ne?
—
Ne olduğunu bilmem. Orasını .Cenabı M e v l â m
bilir. Velâkin
bildiğim
bişey
varsa, bu
kadar iyilik
eden adam resmî k a y m a k a m olamaz ve de hüküme­
t i n b i r k a y m a k a m ı b u k a d a r iyi o l a m a z .
—
Sus Hoca, sus... Aman kulağına gider mider
de...
Bu söz orada kaldı. K a y m a k a m toprak dağıtıyor,
pazar y e r i n i p a r s e l l e t i p halka d ü k k â n l ı k y e r sattı, ev­
lerin çıkmayan tapularını çıkarttı, yapmadık iş bırak­
madı.
G ü n l e r d e n b i r g ü n vali, k a y m a k a m l ı ğ a bir iş için
telefon ediyor. O sırada k a y m a k a m orda bulunmadı­
ğından, Tahrirat Kâtibi
Rıza
Bey, valiyle konuşuyor.
B i r a r a Rıza B e y ,
—
Kaymakam
Bey de şimdi burdaydı, köylüye
toprak dağıtmağa gitti... deyince, vali,
—
N e e e ? Ne k a y m a k a m ı ?
Biz o k a y m a k a m ı or-'
d a n k a l d ı r m a d ı k mı? V e k â l e t e m r i n e a l m a d ı k mı? O r ­
da hâlâ h ü k ü m e t t e n habersiz k a y m a k a m l ı k mı eder?
diye bağırıyor.
Rıza B e y d e ,
—
geldi...
O k a y m a k a m gitti şükür, yeni kaymakamımız
der.
•— Y e n i s i ne z a m a n g e l d i ?
—
üç aydır burda.
—
Allah Allah, benim hiç haberim yok. O nasıl,
iş? H i ç g e l i p v i l â y e t e g ö r ü n m e d i . N e r d e ş i m d i ?
—
Toprak dağıtmağa gitti.
--Ne
—
toprağı?
Toprakları hep ucuz ucuz dağıttı.
Pazar y e r i ,
ilçe alanı, cami avlusu hep dağıidı bitti. Şimdi de me­
zarlığı
dağıtıyor.
Kaymakam
Bey sabah
lıkta...
Vali şaşıyor:
—
304
—
beri
mezar­
—
Nasıl
iş
canım...
Mezarlık dağıtılır mıymış?
Nerden gelmiş bu kaymakam?
Rıza B e y ,
—
E f e n d i m , d i y o r , b u k a y m a k a m ı Z ü b ü k z â d e İb­
raam Bey, Ankara'da kaymakamlar içinden seçip be­
ğenmiş de tâyin ettirmiş;
Vali,
—
ö y l e y s e , ben yarın oraya geliyorum... diyor.
Ertesi gün vali öğleye d o ğ r u geldi.
Kaymakam
nerde? Yok... K o y d u n s a bul k a y m a k a m ı . . .
Evine a-
d a m k o ş t u r u l d u . K a y m a k a m Bey, çantasını alıp g e c e ­
d e n u ç m u ş . V a l i d e b u işe ş a ş t ı k a l d ı .
Belki acele bir iş çıkmıştır da İbraam B e y çağır­
mıştır, d e d i k . Vali kızdı, bağırdı, çağırdı, g i t t i . Biz de
a r k a s ı n d a n « B u r a y a t â y i n e t t i r d i ğ i n k a y m a k a m sır o l ­
du» diye Z ü b ü k z â d e ' y e m e k t u p yazdık. C e v a p g e l d i :
«Ben k a y m a k a m m a y m a k a m tâyin ettirmedim.
Orda
Rıza B e y g i b i d e ğ e r l i b i r h e m ş e r i m i z d u r u r k e n , k a y ­
m a k a m n e o l a c a k m ı ş . . . Rıza B e y , s i z i n d i l i n i z d e n a n ­
lar. V a r s ı n o , k a y m a k a m a v e k â l e t e t s i n . . . »
Biz bu
işi b i r t ü r l ü ç ö z e m e d i k .
Derken, o gün
gazete günüydü. Kaptıkaçtı postayı getirmiş. Gazete­
ler dağıldı. Biz de kahvedeyiz. Gazeteyi eline alan,
—
.
Aaa!.. diyor, d o n u p kalıyor.
Bu insanlar neye şaşar diye ben de baktım ga­
zeteye. Ne g ö r s e m , bizim kaymakamın koca bir res­
mi:
«Bir sahte k a y m a k a m yakalandı.»
Y a i ş t e b ö y l e b e y . K ı r k y ı l ı n b a ş ı n d a i l ç e m i z e iyi
bir k a y m a k a m geldi, o da sahte çıktı. A m a iş o kadar­
la bitse iyi. .Kasabamıza müfettişler d o l d u .
kamlıktaki üç memuru tutuklayıp götürdüler.
Kayma­
Sahte
k a y m a k a m b u n l a r ı d a işe b u l a ş t ı r m ı ş . Rıza B e y a k ı l l ı ,
tecrübeli olduğundan bu işten
tuldu.
paçasını sıyırdı, kur­
Biz dişlerimizi bilemiş
Zübükzâde'yi bekliyoruz,
ç i ğ ç i ğ y i y e c e ğ i z , ö y l e k i kızmışız...
Bu alçağın bize
oynadığı oyun hiç unutulur mu? Bedir h o c a ,
••'— U l a n , d i y o r , b u r e z i l m e b u s o l d u d i y e h i ç b u ­
ralara
uğramıyacak
mı?
O
rezil
mi? B e n d e B e d i r H o c a y s a m
yım?
geçmiyecek
. .
Kendi aramızda
liflere
yen
elimize
tükürüğe boğmaz mı­
böyle
çıtlattığımız y o k .
i ç i n d e kalır»
diye.
konuşuyorsak da
Neden demişler
Ne de olsa
muha­
«Kol
bizim
kırılır
adamımız;
biz m e b u s s e ç t i r m i ş i z , y a b a n c ı l a r a nasıl d e r i z ? Z a t e n
de türlü dedikodular dönüp dolaşıyor.
Biz o n u
böyle diş bileyip
beklerken,
bir sabah
d u y d u k ki Z ü b ü k , g e c e yarısı o t o m o b i l l e k i m s e y e g ö ­
rünmeden
yunca
ilçeye
gelmiş,
evine
kapanmış. Bunu
du­
h e m e n p a r t i d e t o p l a n d ı k . B i z o r a d a nasıl h a ­
reket edeceğiz diye
meşveret edip Zübük'ü
bekler­
ken, o bize h a b e r g ö n d e r d i :
—
ö ğ l e d e n sonra ikide
Satılmış Bey'in
sinde vatandaşların dertlerini dinleyeceğim.
kahve­
Herkes
orda toplansın...
Bir de kahveye gittik ki, muhalifler bizden önce
kahveye dolmuş. A v u k a t Burhan da hiç
sıkılmadan gelmiş.
Saat üçte
utanmadan
Zübükzâde kahveden
i ç e r i g i r d i . G i r m e s i y l e b i r a l k ı ş t ı r k o p t u . , İlk a l k ı ş ı p a t ­
latan da a v u k a t B u r h a n . . .
İnsanoğlunda. hiç utanma
k a l m a m ı ş b e y . . . Y a h u b u r e z i l d e a l k ı ş l a n ı r mı?
Aklı
—
Evvel
Bedir Hoca,
Biz, d e d i , i ç y ü z ü m ü z ü y a b a n c ı l a r ö ğ r e n s i n i s ­
temedik. Gelgelelim kendisi çanak tuttu,
bizi b u r a y a
çağırdı. Ş i m d i b e n de h e r k e s i n içinde ağzımı açıp g ö ­
z ü m ü y u m m a z mıyım?
herkesin
,
içinde
Hamza Bey,
Bu
Zübük'ün
bir bir anlatmaz
bize
mıyım?
ettiklerini
' — Hele sen dur, -dedi, i l k t e n b e n k o n u ş a c a ğ ı m .
Sen en sonra konuşacaksın. Ç ü n k ü senin başın b ü ­
y ü k belâya g i r d i . Saçını sakalını nasıl y o l d u r t t u ğ u n u
hep anlatacaksın Hoca, velâkin bizden sonra...
Murtaza Efendi,
—
Arkadaş, diyor, benim o gazinoda beşyüz li­
ram gitmiş, ciğerim yanmış, ben de konuşacağım.
B e n i m d e iki ç i f t lâfım v a r y a , h e r i f m e b u s , b a ş ı ­
mıza bir iş miş açar d a . . .
. Z ü b ü k z â d e , kahve ocağının
yanındaki
masaya
geçti. Sırıtarak başladı konuşmaya:
— — M u h t e r e m hemşerilerim.
Mecliste
aksettir­
m e k için sizin d e r t l e r i n i z i d i n l e m e y e g e l d i m . H e p i n i ­
zin derdini, isteğini bir bir d i n l e y e c e ğ i m . Bizim vazi• femiz, p a r t i m i z d e n o l u n , olmayın, hiçbir ayrılık gayrılık g ü t m e d e n , sizlerin d e r t l e r i n i dinlemektir.
Emin Efendi iyice kızdı:
—
Bak şuna hele...
>
C ü c ü k yumurtadari çıkmış
=da k a b u ğ u n u b e ğ e n m e m i ş . D e r d i m i z i d i n l e m e ğ e g e l ­
m i ş . Ulan sen buranın adamı değil misin? Aramızdan
çıkmadın mı,
derdimizi bilmez misin ki,
şimdi bizi
;;dinleyip,de ö ğ r e n e c e k s i n . Şu ağızlara b a k sen b i y o i . . .
Kahvedekiler Z ü b ü k z â d e ' n i n her bir dediğini al­
kışladıkları için, gürültüden Emin Efendinin sözleri d u ssyutmadı,
Zübük,
s
alkışlara
sırıtıp
sırıtıp
konuşuyor:
: — Evet, sizleri c a n kulağımla d i n l e y e c e ğ i m . V e ­
lâkin b e m m de sizden bir r i c a m var. Ben sizi dinle­
meden önce anlatacaklarım var. Bu'ica zamandır A n ­
kara'da kasabamız için neler yaptık, ne gibi faaliyet
g ö s t e r d i k , ilkin bunu anlatacağım. S i z e h e s a p v e r m e ­
ğe g e l d i m . A r k a d a ş l a r , şuna inanın k i , A n k a r a ' d a bir
dakikam boş geçmiş
değildir.
G e c e - gündüz sizler
için uğraşıyorum,
kasabamıza bir hayrım dokunsun
diye çırpmıyorum.
Biliyorsunuz,
geçenlerde
Ankara'ya
heyetiniz
geldi. Heyeti Ankara'da misafir ettim. Eksiğimiz
duysa
kusura
kalmasınlar.
Heyetimizi
aldım,
ol­
Başba^
kana götürdüm. Başbakanla görüştürdüm. Ve heyetin
yanında Başbakana dedim k i . . . Bizim hemşerilerimiz
ilçemize bir ç i m e n t o fabrikası istemektedirler. Bu is­
tekleri için buraya gelmişlerdir. Beni de aracı y a p t ı ­
lar.
Başbakana
«Biz ç i m e n t o f a b r i k a s ı n ı
d i m . İşte h e y e t d e b u r d a .
isteriz»
de­
Huzurlarında s ö y l ü y o r u m .
Başbakana aynen böyle dedim:
Z ü b ü k , yüzünü Aklı Evvel B e d i r Hoca'ya d ö n d ü ­
rüp ona sordu,
—
Bedir Hoca emmi, söyle de
kulaklarıyla duysunlar.
vatandaşlarımız
Siz h e y e t âzalarının
huzurun­
d a B a ş b a k a n a b ö y l e d e d i m mi? S ö y l e d e d u y s u n l a r . . .
.
İçim'den «Hah» d e d i m
«tam sırası, şimdi
Bedir
H o c a taşı -gediğine k o y s u n da Z ü b ü k z â d e İ b r a a m da
b u n c a k i ş i n i n i ç i n d e iki
p a r a l ı k olsun.»
A k l ı E v v e l o t u r d u ğ u yerden,'*'
—
Evet, d e d i . İ b r a a m B e y ' i n d e d i ğ i g i b i o l d u .
Tuu...
Sen şu Hoca reziline bak.
T o r b a kadar
sakalından da utanmaz, sakalından büyük yalan söy­
ler. V a y r e z i l ! . .
"
Sakal koyvermekle adam,
adam olmaz;
keçinin
de sakalı var.
Zübük,
—
Ayağa kalk da söyle
Hoca, hemşeriler hep
duysunlar,,., d e d i .
Hoca ayağa kalktı:
-
|
'
.
—-Evet, aynen böyle oldu. İbraam Bey heyeti­
mizi Başbakan hazretlerinin huzuruna çıkardı. Çaylar
k a h v e l e r i ç i l d i . İki s a a t k a d a r s u r d a n b u r d a n k o n u ş —
308
—
t u k t a n s o n r a , İbraam B e y Başvekil hazretlerine «He­
yetimiz gelmiş, sizden b i r ricaları var» d e d i . Başvekil
hazretleri de «Aman estağfurullah... emrederler. Hal­
kın isteği bize emirdir. C a n baş üstüne, buyursunlar!»
d e d i . İşte b i z o s ı r a b i r y a n l ı ş l ı k y a p t ı k , d e m i r t a v ı n da döğülür.
ken,
Hazır Başvekil
hazretlerinin gönlü var­
iki-üç f a b r i k a b i r d e n istemenin sırasıydı.
Lâkin
b i z i m b a s i r e t i m i z b a ğ l a n d ı d a «Bir f a b r i k a isteriz» d e dik.
•
Başvekil
hazretlerinin mübarek yüzü
güldü.
«İs-
- t e d i ğ i n i z f a b r i k a o l s u n . Bir f a b r i k a n ı n lâfı mı o l u r m u ş .
Söyleyin şeker fabrikası mı, y o k s a ç i m e n t o fabrikası
mı istersiniz?» dedi. İbraam Bey, eksik olmasın o r d a n
atılıp « O l m u ş k e n ç i m e n t o f a b r i k a s ı o l s u n » d e d i . B a ş ­
vekil
hazretleri de m a s a s ı n d a k i zile bastı.
yeniden bize kahve s ö y l e y e c e k sandım.
ma,
«Hemen
şimdi
Sanayi
Bakanına
Hattâ ben
Gelen ada­
söyle, bu
bey­
lerin ilçesine de bir ç i m e n t o fabrikası yapılsın!» d e d i .
Allah Allah... Bu koca sakallı H o c a rüya mı gör­
müş
ne...
Yahu
dayak yemekten
sen
Ankara
Başbakanı
memleketinin
barında
görmeğe vakit mi bul­
dun?
.Zübükzâde,
— Hoca emmi,
unuttun,
doğru
söyledin,
dedi, ben fabrikayı
yalnız
bişeyi
istedikten sonra, arka­
mdan d a , « B i r d e b a r a j i s t e r i z » d e d i m . S ö y l e , h e m ş e r i ­
ler bir de senin ağzından
duysunlar.
Dinine
imanına
s ö y l e . B ö y l e d e d i m m i , d e m e d i m mi?
A:'./..,— E v e t , d e d i n . « B i r d e b a r a j i s t e r i z » d e d i n . B a ş ­
vekil hazretleri de «Pekiy bir de baraj yapılsın!» diye
b u y u r d u . B u n u n ü z e r i n e «Eh, a r t ı k b i z e m ü s a a d e » d e ­
dik. Başvekil
hazretleri de
«Aceleniz neydi
canım.
Tatlı tatlı k o n u ş u y o r d u k » d e d i y s e de d a h a d u r m a d ı k .
BaşvekiF hazretleri, bizi
kapıya kadar geçirip u"
ladı.
Yahu,
yalan
bu işler ne zaman oldu?
uydurulmaz.
Artık bu de
Hiç yanlarından da ayrılmadım
ma, bunlar besbelli beni otelde uykuda bırakıp B a .
bakanla g ö r ü ş m e ğ e gitmişler. Her nedense bana da
d u y u r m a m ı ş l a r . İşte dolanları ş i m d i o r t a y a çıktı.
Zübük,
—
•
Emin Efendi, sen de anlat da herkesin gönlü
f e r a h o l s u n , d e d i , B e d i r Hoca'nın u n u t t u ğ u -.oldu-,'On-'
«Sakın bizi atlat1
l a n da sen anlat. Ben B a ş b a k a n a
ma!»
dedim,
hatırında
mı?
Söyle açıkça,
b ö y l e de- 1
d i m m i d e m e d i m mi? N a m u s u n a d o ğ r u s ö y l e ! . .
T ü c c a r d a n Emin Efendi kalktı:
—
Hattâ
Evet, d e d i n . . . B i z d e y a l a n y o k . B ö y l e d e d i n ^
Başbakan
hazretlerine
«Bu
işi
savsaklarsan;,
b i r d a h a y ü z ü n e b a k m a m . S e l â m sabahı' d a k e s e r i m i » ,
dedin.
•
••„••••-••:.
İyice anlaşıldı.. B u n l a r beni e k i p ,
gitmişler Baş-1
b a k a n a . . . H e p s i de yalan k o n u ş m a k için s ö z l e ş m e d i ler y a . . .
Arkadan Zübükzâde, Allahın
Kulu- i s m a i l
Efendi­
ye döndü,
—
İsmail Efendi,
s e n s ö y l e A l l â s e n , o r d a n sizi
S a n a y i B a k a n ı n a g ö t ü r d ü m m ü , g ö t ü r m e d i m mi?
Ve:
o r d a B a k a n a «Acele b a r a j isteriz!» d e d i m . S ö y l e is­
mail Efendi, Allanma, Peygamberine d o ğ r u s ö y l e / a h a
b ö y l e c e d e d i m m i , d e m e d i m mi? S ö y l e d u y s u n l a r . . .
—
•
Evet, d e d i n , İ s t e r i z , d e d i n .
-—Satılmış
Bey nerde?
Otelci Satılmış fırladı:
—
Buyur İbraam Bey!
—
Bakana
«Baraj yapılmazsa
'
bozuşuruz!»
de-
d i m mi,, d e m e d i m - m i , ' ı r z ı n a
nuş.
namusuna doğruyu ko­
.
—
-
Dedin, vallaha da
dedin, billâha da dedin...
Z ü b ü k anlatıyor, anlatıyor,
sonra bizim heyetten
birini kaldırıp soruyor:
—
doğruyu
D i n i n e i m a n ı n a d o ğ r u s ö y l e , ırzına n a m u s u n a
konuş.
Allahına,
kitabına söyle!
Dedim mi
d e m e d i m mi?
H e p s i d e «Evet, d e d i n » d i y o r .
— - G e d i k l i ' İhsan Efendi kardeşimiz nerde?
i
Sandalyelerin arasına
gizlendimse de namussuz
beni gördü.
—
1
Buyur ibraam
— İhsan
Efendi
Bey!
kardeşim,
doğruyu
söyle.
Aha
b ö y l e b ö y l e d e d i m m i , d e m e d i m mi?
Şimdi
ne yapsam?
b u n c a insanı
«Hayır d e m e d i n ! »
desem,
yalancı çıkaracağım, üstelik, partimizin
d e itibarı kalmıyacak. Bastım y e m i n i . . .
av - - — D e d i n . Şu kapıdan çıkmaya
kî,
kısmet olmasın
dedin...
Ter d ö k m ü ş ü m . O t u r d u m yerime. Zübük,
;•'••*•>'.*— İşte s a y ı n h e m ş e r i l e r , d e d i , k e n d i k u l a ğ ı n ı z l a
duydunuz,
inandınız.
barajımız yapılacak.
Yakında fabrikamız kurulacak,
Hükümetimize
güvenin ve
ina­
nın...
.Bir a l k ı ş t ı r k o p t u . A v u k a t B u r h a n y ı r t ı n ı y o r - '
v
— Başımızdakiler sağolsunlar, varolsunlar. Dün-
ya durdukça dursunlar.
H a y Allah belânızı v e r s i n , d e d i m i ç i m d e n .
Kahve boşaldı, kalabalık dağıldı. Herkes bir yana
g i t t i . Z ü b ü k d e e v i n e k a p a n d ı . Biz a r k a d a ş l a r l a p a r t i ­
y e g e l d i k . K i m s e k o n u ş m u y o r . Hiç b i r i n d e , b i r b i r i n i n
yüzüne
bakacak surat kalmamış.
Aklı Evvel
Bedir Hoca'ya,
—
Tuh size, d e d i m .
Başbakan hazretlerinin hu­
z u r u n a çıktınız d a b e n d e n
—
K i m çıktı b e . . .
neye sakladınız?
Başbakanın
yüzünü
gören
kim?..
—
Tuu... Ulan çarpılacaksınız. Bir de utanmadan
y a l a n y e r e y e m i n e t t i n h e mi?
—
Onca kişinin
içinde başka
neylersin?
Hayır
d e m e d i n d e s e n , olmaz. Parti i ş i . . . M a l û m . . .
Emin Efendiye d ö n d ü m :
—
Ya
—
Siyaset icabı
sen?
öyle demek
lâzım.
Başbakanla
k o n u ş m a k ne d e m e k ? İtibarımız artar.
—
Yazıklar olsun
size,
tuh!.. Ya sen
Satılmış
B e y , s e n nasıl y a l a n c ı ş a h i t l i k e t t i n ?
—
Heyri, bunca adamın yalanını çıkarmak e r k e k ­
l i ğ e s ı ğ a r mı? A r k a d a ş l ı k g a y r e t i y l e . . .
yalan yere yeminde hepimizi
—
Bilsem...
Ya sen? S e n
bastırdın...
Ben bilir miyim?
Sen
sizi,
benden
habersiz gittiniz sandım. Yoksa doğruyu k o n u ş u r d u m .
Bedir Hoca,
—
•
Olan oldu, dedi, şimdi
Zübükzâde'yi buraya
ç a ğ ı r a l ı m . Şu e d e p s i z e i k i lâf e d e l i m ; ' ; ,
, •
Z ü b ü k ' ü b u l u r s a n , iki lâf d a et, i k i y ü z d e . . . Z ü ­
bük taksiye binmiş, çoktan gitmiş Ankara'ya.
işte bu Z ü b ü k , adama göz g ö r e g ö r e yalan y e r e
yemin ettirir. Ah bizim çektiğimiz, daha da ç e k e c e k l e ­
rimiz...
TERS A Ç I L A N KAPI
ilçe Ortaokul Almanca Öğretmeni bir
arkadaşına şu mektubu yazıyordu:
Sevgili (
)
S o n u n d a İ b r a h i m Z ü b ü k o ğ l u ile t a n ı ş t ı m . S o n s e — 312 —
çimlerde milletvekili seçilememiş, seçimden sonra da
yedi ay Ankara'da kalmıştı. Aradabir buraya geliyor­
du ama, bitürlü
göremiyordum.
Şimda
Ankara'dan"
göçtü, buradaki evine yerleşti.
Onunla
bir a k ş a m ö ğ r e t m e n l e r D e r n e ğ i ' n d e ta­
nıştım. A d a m birden beni sardı. Hiç de anlattıkları g i ­
bi değil, dahası, anlatılanların t e r s i . İçim ısınıverdi. Evet, liseyi bile bitirememîş ama, o l d u k ç a geniş bilgisi
var. Dili bura ağzına çalıyor, anlatışı tatlı,
dinleniyor, kavrayışlı bir adam.
sözü de
O da benim konuş­
mamdan, benden memnun kaldı sanırım.
Kırk yaşlarında v a r y o k . Evinden dışarı p e k sey­
rek çıkıyor. Daha bu yaşta yalnızlığa g ö m ü l m ü ş , küs­
kün. Hemşefilerinin onunla dostluk yapmağa pek ni­
yetleri yok.
Yanına
bile sokulmuyorlar.
lâm verip geçiyorlar.
uğradığı yok. A r a d a
lip yalnız
başına
Uzaktan
Onun da partiye,
bir ö ğ r e t m e n l e r Derneğine
oturuyor.
Yanına
se­
belediyeye
gelen yok.
ge­
Arada
bir memurlar konuşuyorlar.
Küskün bir adam o l d u ğ u belli ya, hiç de kimse­
den şikâyet ettiği yok. Partili arkadaşlarının ona ç o k
kızdıkları anlaşılıyor, ö t e k i hemşerilerinin de hiç sev­
medikleri belli. Bunca dalavere döndürmüş, dolap çe­
v i r m i ş adamın n e d e n s e v i l m e d i ğ i n e hiç şaşılmaz. A n ­
cak, bu adamın, bunca kişiyi
nasıl k a n d ı r a b i l d i ğ i n e
a k l ı m e r m i y o r . İki s a a t k a d a r s ü r e n ilk k o n u ş m a m ı z ­
da bana hiç de, anlatılan k ö t ü l ü k l e r i y a p a c a k bir t i p
gibi gelmedi.
İlk k o n u ş m a m ı z d a , a y r ı l ı r k e n , e r t e s i
akşam için,
beni evine çağırmıştı.
İbrahim Bey seçimi kaybettikten sonra, hemşerileri ve p a r t i a r k a d a ş l a r ı , artık e s k i d e n o l d u ğ u gibi bo­
yuna onun için konuşmuyorlar. Hattâ, pek sözü bile
edilmiyor.
Konuşmalarında
«Zübük»,
«Zübük
İbra-
am», «Zübükzâde»
sözleri duyulmaz, o l d u . .
Bu türlü
*•--"'
konuşmalar kesilince de, kasabaya bir durgunluk, bir
't'i
- s u s g u n f u k g e l d i . K a s a b a , ü s t ü n e s e r p i l e n o l u t o p r a - ' ~~,
gına g ö m ü l ü p kendi içine k a p a n d ı . Yânı buralılar, c o ş s ; s : p
kularını yitirdiler, y ü r ü r k e n , gitsem mi diye urküntülu
bir kuşkuyla
adımlarını
'
atıyorlar.
v
B i r gün nasılsa Aklı Evvel B e d i r H o c a , y i n e sö- zü İbrahim Zubükzâde'ye getirip,
—
Sen o domuzu bilmezsin, dedi, onu böyle gö-
rüp de inanma sakın. Gâvur kıbleye d ö n m e k l e
Müs-
lüman olmaz. Kimbilir böyle pusuda canavar gibi pusmuş dururken gene ne
Ama bu sefer yutacak değiliz.
M a y m u n g ö z ü n ü açtı
-<>
namussuzluklar kuruyordur.
gayrı...
Kimseyi kandıramaz,
K i m s e n i n y a n ı n d a ıkı -'"^
paralık itibarı kalmadı. Gene sırnaşıp d u r u y o r ya, al
dıran yok.
—
İpliği
pazara çıktı.
B e d i r H o c a , b u n c a z a m a n d ı r nasıl
kandınız?
dedim.
—
Bakma sen, gafletimize geldi, dedi
-
Sonra ekledi:
—
S a k ı n a c ı y ı p m a c ı y ı p , y a n ı n d a d o l a n m a , sana"
. >J'/
bir eder, ölesiye unutamazsın.
—
. -.5,)
Anlamadığım bir sey var Bedir Hoca,
bunca
• l ^
d a l a v e r e ç e v i r e n İ b r a h i m B e y , nasıl o l d u d a b u s e f e r
milletvekili
'
- ^
.}ZMt
seçilemedi?
Gevrek gevrek güldü:
—
Biz avanaklara kalaydı,
biz o n u g e n e aday
g ö s t e r i r d i k ya, bu sefer buyrultu y ü k s e k y e r d e n g e l - .
;
-Ş-Y*
d i . A n k a r a ' d a n , Z ü b ü k ' ü n adı a d a y listesine girmiys-cek, denmiş.
Ç ü n k ü bu rezilin ıçyuzunu Ankara da
ö ğ r e n d i . Aslını astarını
.
sorarsan,
bu
Zübük'ün
'X
öyle'-""--.*.
a k ı l a l m a z , b ü y ü k b i r h ü n e r i y o k . B u n u n b ü t ü n mar-ifeti, kapı açmak...
— Nasıl kapı açmak?
314
,\
—
Basbayağı kapı açmak. Bu herifin hayatı ka­
pı açmakla geçti. Şansı yaver olduğundan şimdiyedek
h e p kı,smet k a p ı l a r ı n ı
açıp
şarsın.
eskiden
Bu Zübük'ün
içeri
girdi. Anlatsam
siyasete
şa­
aklı ermezdi.
B a b a s ı ölünce, bunlar ana-oğul kaldılar. Birkaç parça
tarla kaldıysa da babasından,
yediler; Bir evleri kaldı.
onlarımda
Bizim
satıp savıp
Tahrirat Kâtibi
Rıza
B e y b u n a acıyıp, h ü k ü m e t e kâtipliğe aldı. Lâkin o r d a
d a hırlı d u r m a m ı ş , attıiar, o d a b a ş ı n ı alıp s a v u ş m a k
içira b i r g ü n v i l â y e t e g i d e r .
O Sıralarda
Parti
da
bizde parti
marti
işi d a h a y e n i .
nedir bildiğimiz yok. Adını duyuyoruz, yeni bir
parti kurulmuş, vilâyete kadar gelmiş, ama daha bi­
z i m kasabaya ulaşmamış.
•
'
B u Z ü b ü k v i l â y e t e gidince,,,
sokakta dolaşırken
içerden gürültüler gelen bir kapıdan içeri dalıyor.
O
k a p ı d a n girmesiyle talihi de açıldı. Şu vilâyette bun­
c a ev, b u n c a d ü k k â n
kapısı v a r k e n ,
© kapıdan dalmasına ne dersin...
hepsini
bırakıp
Bitişikteki kapıdan
d a i s a ; eski partinin binasına girecek. Girdiği kapı, ye­
ni kurulmuş partinin vilâyet merkezinin kapısı. S o k a k
kapısından girip ikinci kata çıkıyor. O r d a n bir kapıyı
daha açıp dalıyor i ç e r i . . .
Bir de bakıyor ki, adamlar
b i r Eiz,un! m a s a y a t o p l a n m ı ş l a r , ç ı ğ r ı ş ı p ç a ğ r ı ş ı p d u r u ­
yorlar. Boş bir sandalye bulup, seninki de çöküyor,
onların arasına katılıyor. Bakıyor yanındakine, y ö n ü n d e k i n e , dinliyor çağrışanları, çığrışanları,
o da onlar
gibi y u m r u ğ u n u masaya vurarak bağırmağa başlıyor.
Daha parti yeni kurulmuş, oradakiler kim kimdir, bir­
b i r i n i bilmiyor, pek öyle tanışan edişen y o k . Z ü b ü k ' ü
de kendilerinden biri belliyorlar. Hemi de Zübük, ba­
ğırıp çığırmada onlardan
ileri g i d e r m i ş .
Kaç kere kendisi bize söylemiştir:
—
Vallaha
arkadaşlar,
o
kapıdan
içeri
bilerek
girmedim.
A l l a h b e n i o r a y a d ü ş ü r d ü . K ı s m e t işte...-
Bitişik kapıdan daisaymışım, öteki eski partinin içine
g i r e c e k m i ş i m , onların arasına d ü ş e y d i m , ben de onlar
gibi konuşacaktım. Bu yana düştüm, bunlar gibi k o ­
nuştum.
«Kısmetinde olanın
kaşığında çıkar»
demez­
ler mi? M a s a d a k i l e r e baktım, o n l a r bir bağırdıysa b e n
on bağırdım. Onlar beni bastırmak istedilerse de o l ­
madı.
Evet, Z ü b ü k k e n d i s i
böylece
bize kaçtır anlat­
mıştır. Yâni o n u n p a r t i c i l i ğ i , b i l m e d i ğ i
dalmasıyla
başlar.
Kaç
kere
kapıdan içeri
sormuşumdur:
—
O ğ l u m Z ü b ü k , ne d i y e b a ğ ı r ı r d ı n ?
—
B r e H o c a E m m i , d e r d i , h e r k e s « H ü r r i y e t ! » di­
>
ye bağırıyor, ben de «Hürriyet!» diye bağırdım. M ü s ­
lümanlıkta c u m h u r a u y m a k g e r e k . Biz de uyduk. A k ­
şama doğru, içlerinden biri,
—
Kurucu heyeti yazalım! dedi.
Partinin ilk k u r u l u yeni k u r u l u r m u ş . En ç o k b e n
bağırdığımdan, başa b e n i m adımı yazarlarken, o r d a n
biri beni tanıdı, «Oğlum, sen şuralı Z ü b ü k z â d e ' n i n o ğ ­
l u f i i â n k e ş d e ğ i l m i s i n ? » d e d i . «He» d e d i m , « ö y l e y s e
sen git de, sizin ilçede partimizin ocağını k u r ve de
o c a ğ ı n b a ş k a n ı ol!» d e d i . '
- ,.
«İyi y a e m m i , b u i ş p a r a i s t e r , l â f l a o l m a z . B e n d e
d e r s e n para yok» d e d i m . A d a m , «Bu başımızdaki ik­
t i d a r k i m d e p a r a b ı r a k t ı . Biz s a n a p a r t i o c a ğ ı a ç a c a k
parayı denkleştiririz, hiç meraklanma» dedi.
Z ü b ü k İbraam'a parayı vermişler.
buraya, partiyi kurdu.
O da d ö n d ü
Lâkin hükümetten korkusun­
dan, ne olur ne olmaz diye, kendisi ocak başkanı ol­
madığı gibi, kurula da girmedi. «Arkadaşlar, benimki­
si memlekete bir hizmet. B e n i m siyasette gözüm yok»
diyerek, ocak başkanlığını bana yıktı.
Diyeceğim, bu
Z ü b ü k ' ü n talihi kapı
açmaktan.
Vilâyete bir başka gidişinde, bu sefer her zaman gir­
d i ğ i kapıyı açmıyor da, onun karşısındaki o d a kapısı­
nı açıyor, dalıyor içeri.; «Bakalım» d e m i ş kendi k e n d i ­
n e «bu s e f e r k a p ı y ı d e ğ i ş t i r e l i m . K ı s m e t i m i z e n e ç ı ­
kacak?»
O y s a , o sıra b i z i m
partide ikilik
ç ı k m a m ı ş mı?
Partimiz ikiye ayrılmış, bir b ö l ü ğ ü eski o d a d a kalmış,
bir b ö l ü ğ ü , Z ü b ü k ' ü n daldığı o d a d a toplanmış. Bu iki
b ö l ü k t e n biri ötekini ezecek. Z ü b ü k ' ü n ayrılıktan mayrılıktan hiç haberi y o k . Girmiş o d a d a n
içeri, bakmış
ki yeşil örtülü masada toplanmış, çığrışıp çağrışıp d u ­
ruyorlar. Z ü b ü k de çekmiş, sandalyeyi oturmuş, o da
onların ağzına bakıp, onlar gibi
bağırmağa
başlamış.
İçerdekiler Zübük'ü de kendilerinden bilmişler.
Zübük'ün
gene
şansı y ü r ü m ü ş .
Bilmeden
kapıyı
açıp girdiği o d a d a k i hizip, ö b ü r hizbi y e n m i ş .
Yâni
Zübük
İbraam'ın
hiçbişeye
aklının
erdiği
merdiği yok. Niyet çeker gibi, önüne çıkan kapılardan
birini açıp içeri
dalıyor.
Bir keresinde d e , bizim
daha doğmuştu.
Zübük
d i y e açtığı kapıdan
gene
partiden yeni bir parti
«Ya
Allah!..»
girmiş de eski partide
bilmeden
kalmış.
Yoksa en yeni partinin olduğu odanın kapısından gir­
seydi, yanmıştı. Mebusluğu rüyasında göremezdi.
Bu
İbraam gece gündüz
«Allahım,
bana yanlış
kapı açtırma!» diye dua eder.
Mebus seçilip Ankara'ya,
gidişinde de öyle ol­
muş.. M a l û m y a h e r p a r t i n i n i ç i n d e
kaynaşma olur,
-ayrılık olur. Z ü b ü k z â d e her ne z a m a n , M e c l i s ' t e o l ­
girmişse,
girdiği
odadakiler hep Başbakandan yana olanlarmış.
sun;
Parti'de olsun bir kapı
açıp
İçerde
bir mesele müzakere ediliyor. Z ü b ü k de oturur, on­
ların d e d i ğ i n e
katılırmış.
Her ne denilse Z ü b ü k de
«he» d i y e b a ş ı m s a l l a r , y ü k s e k t e n k o n u ş u r ı n u s
Bir
böyle, beş böyle, on böyle...
S e ç i m l e r d e n altı a y ö n c e s i , b i g ü n g e n e
dan birini açıp içeri girmiş.
kapılar­
Bu sefer girdiği -yerde.
B a ş b a k a n ı n i s t e m e d i ğ i b i r m e s e l e k o n u ş u l u r m u ş . Bu*?
radakiler Başbakana
karşıymış.
Ne
bilsin
garip
Zü­
b ü k ? O d a b a ş l ı y o r ö b ü r l e r i g i b i «Evet, ö y l e d i r » , «Ha-r
yır, ö y l e o l m a z ! » d i y e a t ı p t u t m a ğ a . A k l ı s ı r a , b u k o ­
nuştukları Başbakanın kulağına
gidecek de, gözüne
g i r e c e k . Evet, B a ş b a k a n ı n kulağına gidiyor. O d a ' k ı - s
zıp, «Ya ö y l e m i , biz b u y a ş o d u n l a r ı d a ğ d a n i n d i r i p
m e b u s yapalım da, bir de bize karşı gelsinler!..» d i ­
y e r e k .emir v e r i y o r :
— Bir daha bu Zübükoğlu
listesine
Zübük'ün adını aday
koymayacaksınız!
Artık avucunu yalasın
Zübük,
her zaman
yürümez, kapı açmayla kısmet görünmez.
şans*;
İşte- b ö y l e »
a r a d a t e r s k a p ı da açılır.
Aklı
Evvel
;
Bedir Hoca'ya bakılırsa,
Zübükzâde'­
nin b ü t ü n b a ş a r ı s r k a p ı açıp içeri d a l m a k m ı ş .
Evine gittiğim zaman şaşkınlığım b ü s b ü t ü n arttı.
İbrahim Z ü b ü k z â d e ' n i n beni aldığı odartın bir duvarı
kitap raflariyle kaplıydı. Raflarda da kitaplar doluydu
Konuşmasından da o k u m a y a d ü ş k ü n bir aydın o l d u ğ u
anlaşılıyordu.
Buralıların her olayı abartarak konuştuklarını e n ceden anlamıştım.
Ç o k zaman
onların sözlerinden
yalanla-doğruyu, uydurmayla g e r ç e ğ i seçip ayıramaz­
dım. A m a İbrahim Bey'le tanıştıktan s o n r a , o n u n için
söylenilenlerin baştan sona uydurma o l d u ğ u n u anla­
dım. Bu adama acımağa bile başiadım içimden. H e m şerilerinin çekemezliğine uğradığı belliydi.
İçiyorduk, içki aramızdaki özdenliği daha da art­
tırdı. O n u n ç o k zeki, uyanık, uyumlu bir a d a m o l d u ğ u
açıktı. Nasıl olmuştu da sori s e ç i m d e kendisini aday
listesine aldırtamamıştı.'Onun için anlatılanların yüzde
biri doğru olsa,-işini uydurur,
bile .kendisini
milletvekili seçilmese
iyi b i r i ş i n b a ş ı n a g e ç i r t e b i l i r d i . B u n u
çok merak ediyordum.
Şerefe üç-dört kadeh kaldırdıktan sonra,
' — B e n i m için üç yıldır b u r d a epiy d e d i k o d u d u y muşsundur, d e d i , s a ğ olsun h e m ş e r i l e r kulağını şişir­
mişlerdir.
•Hiç
saklamadım.
Onun
için
duyduklarımdan bir
kaçını anlattıktan sonra,
—
Nasıl o l u r d a sizin g i b i bir a d a m , iktidar par­
tisinin içinde; tutunamaz? Ç o k şaşıyorum,
rın -yüzde b i r i n e i n a n m a k
m a k a n olmalıydınız.
anlatılanla­
g e r e k s e , siz şimdi bakan
Hiç değilse bir u m u m müdür o-
lurdunuz... dedim.
: J ı p k ı oralıların yerli ağzıyla k o n u ş t u :
—
Ne demezsin...
Ankara'ya varmadan
biz de
oyls bildik kendimizi. Lâkin Meclis'e varınca ne gör­
sek... O r d a öyle zübükler v a r ki, hey heey, bizim zübuklüğümfe*hiş'sökmüyor. Analar
ne
zübükler
do­
ğ u r m u ş k a r d e ş i m . Bizim z ü b ü k l ü ğ ü m ü z orda para etmodi.
Kendisiyle alay e d e r e k konuşması daha ç o k ho­
şuma gitti. Gülerek anlatıyordu:
^
Bizim
hemşeriler
gitsinler
de
zübüklük
nasıl
o l u r m u ş , A n k a r a ' d a g ö r s ü n l e r . . . B i z i m k i s i nam-colsun,
sar olsun...
-
Hemşerilerinden
—
şikâyet ediyordu:
Her ne iyilik yaptımsa,
döndürüp dolaştırıp
a l e y h i m e kullandılar. Size Rüştü Bey işini de anlattı­
lar mı?
-r- Hayır.
—
A m a n , nasıl
olmuş da
unutmuşlar...
Vah,
v a h ! Efendim buraya Rüştü
B e y adında bir h ü k ü m e t
tabibi geldi. Körpecik delikanlı.
buraya
göndermişler.
Buranın
Tıbbiyeden çıkmış,
havası,
suyu
yarama-:
mış. D o ğ r u s u n u ararsan, b u r d a bunaldı. G ö r d ü n ü z iş­
te, yaşanacak bir yer değil.
Konuşup görüşecek bir
adam bile yok. Kiminle konuşsan Z ü b ü k diye başlan
Zübük~diye bitirir sözü. Rüştü B e y çıldıracak... A m a n
b e n i b u d a n alın, i s t e r s e n i z c e h e n n e m e b e l e d i y e d o k ­
toru yapın, diye dilekçe üstüne dilekçe veriyor. Kim
dinleyecek...
Doktor
Rüştü'nün sinirleri
bozuluyor,
önüne gelenle kavga ediyor. Avukat Burhan'la arka­
d a ş olmuşlar. Burhan'ı tanırsınız.
—
Evet,
—
Bir namussuz da odur.
.
tanışıyoruz.
Bu herif avukatlığın
yüz karası. H ü k ü m e t i n karşısında bir dükkânı var, s ö ­
züm ona avukat yazıhanesi... Kapıdan
içeri bir köylü
girdi mi, daha hoş geldin d e m e d e n , şöyle der, «Sana
k ö t ü l ü k e d e n i astır-tayım m ı , y o k s a
hapse
mi attıra­
y ı m ? » K ö y l ü , nasıl d a b i l d i d e r d i m i , d i y e ş a ş a r k a l ı r .
Bizim köylümüzün
arasında
meyeni yoktur ki...
dokunur.
kendisine
kötülük edil­
Hiç değilse, birbirine kötülüğü
Dağın doruğunda bir
başına
kalsa, d u r a ­
maz, k e n d i k e n d i n e k ö t ü l ü k eder. A d a m , k ö t ü l ü ğ e u ğ ­
ramış,
d a h a kızgınlığının d u m a n ı
nın k a n ı n ı
içse
tütüyor.
hırsı d i n m e y e c e k .
Düşmanı­
Hapisliğe
hiç
razı
olur m u ! İşte o kızgınlıkla,
—
A m a n avukat, ocağına
düştüm, astır şu na­
mussuzu! der.
A v u k a t Burhan da,
—
Astırma dilekçesi y ü z lira, m a p u s a attırma d i ­
l e k ç e s i elli lira... der.
Herifte dilekçe fiyatı,
f a t u r a fiyatına....
- -- , .
e c z a n e d e hazır
ilâç g i b i ,
Köylü verir yüz lirayı, astırma dilek­
ç e s i yazdırtır. A r a d a n bir-iki gün geçti
mi, köylünün
hırsı
da
bıra2
yattşır.
Yazdırdığı
dilekçeyle
düşmanı
s a h i d e n a s ı l a c a k sanır, b a ş l a r a d a m a a c ı m a ğ a . . . D ü ş ­
man d e d i ğ i ' a d a m ı n , ya keçisi bahçesinin çitini geç­
miş, ya tavuğu bahçesine girmiştir. İçine bi acımadır
düşer,
koşar avukat Burhan'a:
^- Aman
etme avukat...
Ben
t i m . Yazıktır astırmıyalım herifi,
bu
işten vazgeç­
komşumuzdur çoluğu
ç o c u ğ u var, yazıktır, kıymıyalrm. G e l seri ş u n u beş-on
y ı l daima a t t ı r d a a k l ı b a ş ı n a g e l s i n . . .
Avukat
—
Burhan,
ö y l e y s e ayrı bir hapis d i l e k ç e s i ,
yazılacak...
d e r , b i r e l l i l i r a d a h a . alır.
Yani böyle bir namussuzdur. Köylünün iliğini, ka­
nını s ö m ü r ü r d e d o y m a z .
D o k t o r Rüştü buna derdini yanınca,
—
Bu işi
İbraam Bey'den başkası yapamaz,
is­
t e r s e seni o şıp d i y e istanbul'un g ö b e ğ i n e tayin et­
tirir... der.
B u n l a r jkisi kalkıp geldiler bana. B ö y l e böyle d i ­
ye, a n l a t t ı l a r . D e l i k a n l ı y a b a k t ı m , y ü r e ğ i m p a r ç a l a n d ı .
Neden dersen, oğlanın sinirleri bozulmuş, temelli to­
zutmuş. Durup dururken kaşı gözü, burnu kulağı oy­
nuyor ve de d u r m a d a n ağlıyor.
Bunlar
muhallebici
ç o c u ğ u . . . G a y r i i s t a n b u l ' a d a g i t s e , b u n d a n hayır g e l ­
mez; tımarhaneye k a p a m a k t a n
başka
umarı kalma­
mış.
—
Elimizden geleni
yaparız...
dedim,
bunları
savdım.
Elimden gelen dersem, ne gelir elimden? Hiç...
Vallaha Herkes de bizi bir işler d ö n d ü r ü r , b e c e r i r s a ­
nır. K a r d e ş , b u c e m i y e t t e m e l i n d e n
doruğuna çürü­
müş. . B u g ü n b a k a n b a k a n k e n rüşvetsiz bir, iş yaptıram ı y o r . ' H a l i m i z b i t i k t i r , . a h l â k sıfır... H i ç k i m s e n i n m i l ­
l e t v e k i l i n i d i n l e d i ğ i , t a k t ı ğ ı y o k . N e v a r kî, b i z m i l l e t -
vekili olduğumuzdan,
yapıyorlar. Hepsi
alınacak rüşvette
bu işte...
biraz
indirim
Herhangi bir vatandaşın
işi b e ş b i n lira r ü ş v e t l e g ö r ü l ü y o r s a , b i z i m i ş i m i z o l ­
du mu üçbine k u r t a r ı y o r / M e b u s l u ğ u n haysiyeti, yüz­
de otuz, kırk tenzilât... D o k t o r Rüştü için de ç o k u ğ ­
raştım, bitürlü s ö k t ü r e m e d i m .
«Orası da vatanın bir
p a r ç a s ı d e ğ i l mi?» d i y o r l a r . B i r b a k a r s a n d o ğ r u ,
bi­
zim kasabamız da vatanın bir parçası ama, yağlı p a r ­
ça d e ğ i l , kel-keleş bir p a r ç a . . .
yorlar,
bunun
B a k t ı m işi s a v s a k l ı ­
olacağı nedir diye açık açık pazarlığa
o t u r d u k . Ç ü n k ü e f e n d i m , onlar da beni D o k t o r Rüşt ü ' d e n r ü ş v e t aldı d i y e b i l i y o r l a r . H e r k e s i nasıl b i t i r ­
sin, kendin gibi...
Babasının hayrına kimsenin beda­
vadan ö k s ü r d ü ğ ü yok. S o n u n d a anladık ki, arada üç­
b i n lira d ö n e r s e , D o k t o r R ü ş t ü ' y ü b u r d a n a l ı p iyi b i r
yere gönderecekler.
O da ancak sana olur dediler.
Az para değil ki c e b i m d e n v e r s e m . . . Kendilerine d e ­
s e m , akıllarına olmadık iş gelecek.
Kasabaya dönü­
ş ü m d e , b u n l a r ı n i k i s i n i ç e k t i m b i r k e n a r a , o l a n ı bite-:
ni anlattım. D o k t o r Rüştü hemen
cebinden paraları
çıkardı, dörtbini önüme saydı.
— Şunun bin
lirasını
cebine
sok bıyol,
dedim,
geri kalan üçbini de, şu adrese postala...
Allah seni inandırsın'
paraya elimi
bile sürmüş
değilim. Ben d e d i k o d u d a n korkarım. Ve de hattâ, bu
işi
yapacak olan
adama,
bir de
cebimizden
ziyafet
ç e k t i k . O d a b i z d e n g i t t i , h e l â l ı h o ş o l s u n . V e l â k i n ner
ye yarar birader, bu a v u k a t B u r h a n n a m u s s u z u adımı
rüşvetçiye çıkardı. Yahu, di gel de deli olma...
Ulan
d ü r z ü -desen, h â ş â b u r d a n d ı ş a r ı , g e l i p y a l v a r a n , a y a ­
ğ ı m a k a p a n a n siz,
parayı g ö n d e r e n siz...
acıyıp bir aracılık, bir insaniyetlik...
bunlar böyle
Yâni
Benimkisi
diyeceğim",
alçak...
Z ü b ü k o ğ l u İbrahim çok içten anlatıyordu.
Hele
m e m l e k e t t e r ü ş v e t v e i l t i m a s ı n nasıJ a l ı p y ü r ü d ü ğ ü n ü
anlatırken gözleri buğulanmıştı,. nerdeyse ağlayacaktı.
B e n i m . d e içim d o l d u . . . A ğ l a m a m a k için k e n d i m i z o r
tuttum.
» S a n a şunu açıkça bildireyim ki, İbrahim B e y için
yapılan d e d i k o d u l a r d a n
hiçbirine artık inanmıyorum.
Tam tersine, onun yurtsever bir kasaba aydını oldu­
ğuna
inandım.
—
Burda geçirdiğiniz
yıllarda sizin de başınıza
çok şeyler gelmiştir, dedi.
Ben de anlattım, içimi d ö k t ü m . . .
geleli, o geceki kadar
Buraya geldim
rahatladığımı hiç b i l m i y o r u m .
B u r a y a g e l d i ğ i m i n ilk g ü n l e r i n d e i ç i m i n nasıl ü l k ü c ü ­
lük ateşiyle tutuştuğunu,
ama
kendimden döküle döküle
parçalanıp bittiğimi anlat­
tım.
nasıl
x
.
—
aylar g e ç t i k ç e
Bir daha k e n d i m e
gelemiyeceğimden korku­
yorum... dedim. =
Beni burada anlayan tek adam
zâde
.
İbrahim Zübük­
oldu.
B i z i m ilk b a ş t a n y a n ı l m a m ı z s u r d a n o l d u . Biz y u r ­
d u n kalkınmasını; halkın aydınlanmasını, tek tek kişi­
lerin özel ç a b a l a r i y l e olabilir sanıyoruz. B ü y ü k şehir­
lerde okuyup öğrenip, bu
kasabalara geleceğiz de
aklımızca buralarda o l u m l u işler göreceğiz. O p h , naşıl
*<;.••
aldanmışız,
nasıl
kandırmışlar bizi...
İbrahim Bey,
—
Elle g e l e n d ü ğ ü n b a y r a m , k a r d e ş , d e d i , k ö y ­
lü kalkınacaksa, haydi hep birden... Ne demek, seni
b u r a y a atıp da arayıp sormasınlar, elin o ğ l u da İstan­
bul'unda,
Ankara'sında yan gelsin...
O gece ç o k içmiştik. Sabaha karşı İbrahim Bey'­
i n e v i n d e n a y r ı l d ı m . A m a k a f a m d a b i r u m u t ışığı ç a k ­
t ı . İ b r a h i m B e y i s t e r s e b e n i b u r d a n k u r t a r a b i l i r . Yüz-
y ü z e s ö y l e y e m e d i ğ i m i ç i n k e n d i s i n e hır m e k t u p y a z ­
dım
Biliyorum,
çurumuş bir
toplumumuz var
Nice
uğraşsak, bu çürümüş toplum içinde bizler sağlam ki­
şiler olarak kalamayız Beni yanlış anlamazsa, burada
üç yılda ancak biriktirebildiğim ikibin lirayı... Anlıyor­
s u n , d e ğ i l mi? i n a n k i , b u n l a r ı o n a y a z a r k e n ç o k u t a n ­
dım. A m a hiçbir kurtuluşum, umarım yoktu.
Bu sabah İbrahim Bey'le
öğretmenler
Derne­
ği'nde karşılaştık. Yüzüne bakmağa bile utanıyordum
Bir ara yanıma gelip, elini o m u z u m a k o y d u ,
—
Bir yolunu bulacağız...
dedi.
A k s a m Satılmış Bey'in lokantasında
içerken
Al­
l a h S e l â m e t V e r s i n M u r t a z a E f e n d i ile t ü c c a r d a n E min Efendi, yine her zamanki gibi İbrahim Zübükzâde
için atıp t u t m a ğ a başladılar. Artık d a y a n a m a d ı m da,
—
A y ı p t ı r y a h u , d e d i m , ayıptır. U ç yıl o l d u a r a ­
nızdayım. Sizin Z ü b ü k z â d e ' d e n başka konuşacak
hıc
m i lâfınız y o k ? . . A d a m ı t a m m a s a y d ı m n e y s e . . .
ibrahim Bey'i s a v u n u r k e n , Emin Efend. elini çe­
nesine götürüp yüzüme dikkatli dikkatli baktı da; san­
ki bulaşıcı bir hastalığa tutulmuşum gibi acıyarak.
—
Eyvaah, dedi, e y v a h ki eyvah... Yandı bu ö ğ ­
r e t m e n . Z ü b ü k rezıiını t u t t u ğ u n a b a K i l ı r s a y a k ı n d a o n ­
dan b ü y ü k bir kazık y i y e c e k d e m e k t i r
işaret parmağını tükürükleyip
masanın kenarına
sürdü.
—
A h a da buraya yazıyorum. Yakındır görecek­
siniz. B u ö ğ r e t m e n d e
«Amanın ben yandım bu Z ü ­
bük namussuzunun elinden» diyerek buralarda dolan­
mazsa, bana da Emin Efendi demesinler ve de bu bı­
yıkları k e s e r i m şart olsun...
Bu cansıkıcı k o n u ş m a l a r d a n k u r t u l m a k için onlar­
d a n ayrıldım, odama geldim, sana bu m e k t u b u yazı­
yorum.
—
324
—
ibrahim*. 2 ^ b ü k o ğ ^ n u t v ^ n û n ç e k t i k l e r i m , ü z ü n t ü ­
lerini ş i m d i ç o k i y i , a n l ı y o r u m . O n u n l a o r t a k l a ş a d u y ­
gularımız var. B i l i y o r u m ,
bemşerileri için ne yapsa,
paralansa, y i n e
yaranamıyacâk, yaptığı her
onlara
iyilik k ö t ü y e y o r u m l a n a c a k . . .
Yakında burdan kurtulacağımı
geçen yıllarımı hayatımdan
umuyorum. Burda
silinmiş, hiç yaşamamış
sayıyorum.
Selâmlar,
sevgiler
Z Ü B Ü K L Ü K NEDİR?
üçe Ortaokul Almanca Öğretmeni bir
arkadaşına şu mektubu yazıyordu :
Canım kardeşim.
Y a r ı n b u r d a n ayrılıyorum'.
üzüntülü de değilim,
Sevinçliyim
içinde bulunduğum
sana b i l t o e m k i n a s ı l a n l a t s a m . . .
sanma,
r u h halini
İster istemez yine
sana . . Z ü b ü k z â d e d e n i l e n i n s a n l ı k "dışı y a r a t ı k t a n s ö z
etmek zorundayım. İnsanın bu
k a d a r ahlâksızı, ger­
çekten hayatta değil, ancak Shakespeare'in piyesle­
rinde bulunabilir.
S a n k i bu adam, b ü y ü k dramcının.
yarattığı, rolünü ç o k
benimsemiş bir
hain tiptir ve
sahneden fırlayarak insanların arasına, g e r ç e k haya­
t a katılmıştır.. B u
adam yaşamıyor;
durmadan
hem­
cinslerine kötülük ederek, önüne geçilmez kötü kade­
rinin çizdiği yoldan gidiyor.
Ankara'dan dönüşünden sonra burada kimse yü­
züne b a k m ı y o r d u . A m a - h e r k e s i ç t e n i ç e o n d a n , k o r ­
kuyordu. Aklı Evvel B e d i r Hoca kaç kere,
İbrahim Zubukoğlu'nu, onun çektiklerini, üzüntü­
l e r i n i ş i m d î çok, i y j a n l ı y o r u m . O n u n l a o r t a k l a ş a d u y ­
g u l a r ı m ı z ,var. B i t i y o r u m ,
hemşerileri için ne yapsa,
paralansa, yine
yaranamıyacâk, yaptığı her
onlara
iyilik k ö t ü y e yorumlanacak...
Yakında burdan kurtulacağımı
umuyorum. Burda
.geçen y ı l l a r ı m ı h a y a t ı m d a n
silinmiş, hiç yaşamamış
sayıyorum.
.
Selâmlar,
ZÜBÜKLÜK
sevgiler
NEDİR?
ilçe Ortaoknl Almanca Öğretmeni bir
arkadaşına şu mektuba yazıyordu :
Canım
i; /
kardeşim,
Yarın burdan ayrılıyorum:
Sevinçliyim
üzüntülü-de değilim.
İçinde bulunduğum
s a n a b i l m e m k i nasıl
anlatsam...
sana .Zübükzâde denilen
sanma,
r u h halini
İster istemez yine
i n s a n l ı k d ı ş ı yaratıktan---s,öz
etmek zorundayım, insanın bu
k a d a r ahlâksızı, ger­
çekten: hayatta değil, ancak Shakespeare'ın piyesle­
rinde bulunabilir.
Sanki bu adam, büyük dramcının
yarattığı, rolünü çok
benimsemiş bir
hain tiptir ve
sahneden fırlayarak insanların arasına, g e r ç e k haya­
ta katılmıştır.
Bu
adam
yaşamıyor;- d u r m a d a n
hem­
cinslerine kötülük ederek, önüne geçilmez kötü kade­
rinin çizdiği yoldan gidiyor.
- A n k a r a ' d a n dönüşünden sonra burada kimse yü­
züne bakmıyordu. A m a herkes içten içe ondan kor­
k u y o r d u . Aklı Evvel B e d i r H o c a kaç k e r e ,
— Bak görürsünüz, demişti,
domuzluklar kuruyordur.
Gene
kimbilir
gene
bizi b y ü n a
ne
getirecek--
tir. A l l a h v e r e d e k a n m a a a k .
Aylarca siftindi, durdu.
O n a i k i b m lirayı*. K e m i k
Mıstık'la gönderdiğimin ertesi
günü Ankara'ya gitti:
D ö n ü ş ü n d e « T a m a m , s e n o işi o l m u ş bil.» d e d i .
Aradan aylar geçti, olmuş olacak hiçbişey
Ama Zübükzâde İbrahim
gözdesi.
Bey, şimdi
yok.
hemşerilerinin
Muhalif, muvafık, onu hepsi de el
üstünde
t u t u y o r l a r . D u r u p d u r u r k e n o r t a y a b i r v i l â y e t l i k işi ç ı ­
kardı. Z ü b ü k İbrahim, bu ilçeyi vilâyet yaptıracakmış.
B u r a s ı b i r v i l â y e t o l u r s a , i l ç e n i n h e r işi
halledilecek,
başlarına bir vali geldi mi, yollar, f a b r i k a l a r yapılacak,
lise yapılacak. V i l â y e t o l m a k t a n , b a ş k a hiçbir şey k o ­
nuşulmuyor.
Hükümeti
tiler kendilerini
kızdırmamak için
kapadılar,
tabelâlarını
muhalif par­
da
söküp
in?
dirdiler. Şimdi hepsi Zübük'ün etrafında birleşti. Nefdeyse ona tapacaklar. Ankara'ya bugün bir heyet yo­
la çıktı. Baslarında da tabiî Z ü b ü k . . . A v u k a t B u r h a n ' la, M u h a l i f K a d i r E f e n d i v e b ü t ü n ö t e k i l e r d e E r l i k t e
Sabahtan akşama
Mehmet
Çavuş
kadar kasabada
Hıdırlık
Doruğundan
bayram yapıldı;
bütün
patlattı..Davulcu Topal Veysel'le zurnacı
gün top
Çingen Hü­
seyin g e c e yarılarına kadar çalıp durdular. Heyet baş­
k a m Zübük, yola çıkmadan önce kaptıkaçtının üstüne
çıkıp bir n u t u k ç e k t i . Burası v i l â y e t olursa, halkın, ne­
ler neler kazanacağını anlattı. S o n r a h e y e t kaptıkaç­
tıya d o l d u . G i d e r l e r k e n i k i k o ç r k u r b a n e d i l d i .
Alanın
gerisinde
durup
onlara
-
şaşkınlık ıcındo
bakakaldım.
Ş i m d i ç o k iyi a n l a d ı m k i ,
Z ü b ü k bir tane değil
biz h e p i m i z b i r e r z ü b û ğ ü z .
Bizim hepimizin
içinde zübüklük
de birer zübük olmasak,
olmasa;
bizler
aramızdan böyle zübükler
büyüyemezdi.
birleşip
işte
Hepimizde
başımıza
birer
parça
böyle zübükler
olan
zübüklük
çıkıyor
Oysa
z ü b ü k l ü k bizde, bizim içimizde. Onları biz, k e n d i zübüklüğümüzden yaratıyoruz.
Sonra, kendi zübüklük-
lerimizin bir tek Zübük'te birleştiğini görünce ona kı­
zıyoruz.
Bu zübükler her y e r d e var,
biz z ü b ü k l e r
nerde
varsak, onlar da orda...
Z ü b ü k İ b r a h i m p a r a m ı alıp
beni
kandırdığı
için
böyle söylemiyorum. Ama böyle doğru düşünebilmem
için, b e n i m de aldatılmam gerekliydi. Nasıl aldandığı­
nı! k i m s e y e s ö y l e m e d i m . Aslında
b e n d i m . Z ü b ü k l e r de işte
bu
aldatmak
isteyen
duygumuzdan yararla-
.nıp b i z i k a n d ı r ı y o r l a r . D a h a d o ğ r u s u , biz ö n c e k e n d i ­
mizi
kandırıp,
onları
da
bizi
kandırsınlar diye zorlu­
yoruz. Kendi içimizdeki zübüklükleri biriktirip, birleş-,
tir ip zorlaya zorlaya zübük yaratıyoruz. G e r ç e k t e , zü­
b ü k biziz, b e n i m , s e n s i n . . .
Karşımıza
bir zübük çıkı­
yorsa, onun z ü b ü k l ü ğ ü n d e bizim de bir parçamız var.
ö ğ r e t m e n l i k t e n istifa ettim.
Yarın sabah e r k e n ­
den buradan ayrılıyorum. Ama her gittiğim y e r d e - b u
zübükleri göreceğimi biliyorum.
Çünkü bu zübüklük
bizde yaşıyor. Onları birer z ü b ü k olarak! y a r a t a n , or­
taya çıkaran bizleriz.
B e n i m için şimdilik t e k amaç,
burdan kurtulmak. Ama gerçekten zübüklerden, kendi
z ü b ü k f ü ğ ü m ü z d e n k u r t u l a b i l e c e k m i y i z ? İşte b u s o r u ­
ya c e v a p v e r e m e d i ğ i m için nereye g i d e c e ğ i m i , ne ya­
pacağımı b i l e m i y o r u m .
Yeni g i d e c e ğ i m y e r d e n sana
m e k t u p yazar, önce kendi
kurtulamadığımı
anlatırım.
zübüklüğümden
Sevgiler...
kurtulup

Benzer belgeler