Şırnak Soyut Kültürel Miras Envanteri

Transkript

Şırnak Soyut Kültürel Miras Envanteri
ŞIRNAK
SOYUT KÜLTÜREL MİRAS
ENVANTERİ
ŞIRNAK SOYUT KÜLTÜREL MİRAS ENVANTERİ
ŞIRNAK İLİNİN COĞRAFİ VE KÜLTÜREL ÖZELLİKLERİ
1- KONUM: Şırnak ili topraklarının batı kesimi, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin Dicle
bölümünde yer alır. Öteki yarısı da Doğu Anadolu Bölgesi sınırları içinde kalan ilin, toplam alanı 7.172 k m2’dir. İl batıda Mardin, kuzeyde Siirt, kuzey doğuda Hakkari illeri,
güneyde de Irak ve Suriye ile çevrilidir. Şırnak Merkez ilçe dışında 6 ilçe, 5 bucak, 243
köyü bulunmaktadır. Eskiden Siirt iline bağlı ilçe iken, 16 mayıs 1990 tarihli 3647 sayılı yasa uyarınca Türkiye’nin 73. ili olmuştur. Güney yönünde Suriye ve Irak topraklarıyla sınırlanan ilin doğu ve kuzey doğusunu dağlar (Cudi, Namaz, Gabar), batı ve güney
batısını düzlükler kaplar. Namaz Dağı’nın yamaçlarına kurulan ilin denizden yüksekliği 1350 metredir.
2-YÜZEY ŞEKİLLERİ: Batı ve güney kesimindeki bazı düzlükler dışında, ilin büyük bölümü akarsular tarafından derince yarılarak plato alanlarına dönüştürülmüştür. Dağlık kesimlerde güneydoğu toroslar sistemine bağlı yüksek kütleler vardır. Yer yer 3000 metreyi
aşan bu dağlar üzerindeki doruklar, kuzeydoğudaki Karacadağ (3275 m) ve doğudaki Altın Dağı’dır (3358 m). Çok yüksek olmamakla birlikte ilin dağları arasında Cudi Dağı’nın
özel bir yeri vardır. İslam inancına göre Tufandan sonra Nuh’un Gemisinin indiği Cudi
Dağı Şırnak kentinin güneyindedir. İlin en yüksek noktası, Altın Dağı’nın 3358 m’ye ulaşan doruğudur. Yazın gür çayırlarla kaplanan Faraşin Yaylası gibi yüksek düzlükler hayvancılık, Silopi, Cizre ve İdil yörelerindeki alçak düzlükler ise bitkisel üretim açısından
önem taşır. Şırnak ile Silopi arasında efsaneye konu olan kutsal sayılan dağ, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Bölgelerinin komşu olduğu bir kesimde yer alan dağın yüksekliği
2114 m’dir. Mezozoik (İkinci) zamana (Y. 225-65 milyon yıl önce) ait tortul kütlelerin üs-
365
ŞIRNAK VALİLİĞİ
tünde yükselen Cudi Dağı, daha genç kalkerlerden oluşmuştur. Cudi Dağı’nın doğu kesiminden geçen doğubatı doğrultulu kırık (fay) çizgisi bu kesime oldukça sarp ve engebeli
bir görünüm verir. Dağ güneye doğru alçalır.
Batısı, Dicle Irmağı’nın küçük bir kolu olan Kızılsu tarafından derince yarılmıştır. Şırnak
ile Cizre arasındaki ulaşım açısından önemli bir boğaz vadisi dağın batı sınırıdır. Kasrik
boğazı, Dicle’ye dökülen suların yardığı Antesedan yarma vadidir. Yarı kurak bir iklim
bölgesi içinde bulunmasına karşın, yükselti nedeniyle 600 mm’nin biraz üzerinde yağış
alır. Bu nedenle özellikle 1500-2000 metre dolaylarında seyrek meşe ve ardıç toplulukları dikkati çeker. Ormanlık alanlar daha çok kuzey yamacındadır. Cudi Dağı efsanelere
konu olmuş, yöre halkınca kutsal sayılan bir dağdır. Nuh Peygamberin gemisinin tufandan sonra bu dağın doruğunda karaya oturduğu söylenir.
Yeryüzü şekilleri bakımından dağlık alanların çok yer kapladığı ilde, Hakkari Dağları’nın
batısında yer alan Faraşin ve Nordüz Platosu’nun (bir kısmı) ayrıca diğer Cizre-Silopi ve
İdil düzlükleri de bir plato alanlarıdır. Faraşin Platosu yer yer sulak otlakların varlığı nedeniyle hayvancılık için önemlidir. Kışların uzun ve sert geçmesi Faraşin Platosu’nda yerleşmeyi engeller.
Yazları sıcak ve kurak geçen Cizre, Silopi ve İdil platolarında genelde tahıl, pamuk, mercimek gibi tarımsal ürün yetiştirilir. GAP projesi kapsamına alınan bu platolarda verim ve
çeşit artacaktır. Sulamanın yanında ikinci sorun bu platoluk alanların özellikle Cizre ve
Nusaybin arası düzlüklerin taşlık olmasıdır. Güneyinde sıcak kütlelerin etkisinde kalan
Cizre ve Silopi düzlüklerinde sulama tarım için en önemli problemlerden biridir.
3-İKLİM: Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde toprakları bulunan ilde
hayat şartlarını güçleştiren en önemli faktör iklimdir. Çok genel çizgileriyle ele alınırsa,
Doğu Anadolu ikliminin birbirine karşıt iki hava kütlesi etkisinin belirdiği görülür. Bunlardan birisi, bölgeyi özellikle kış aylarında etkisi altında bulunduran, buna karşılık yaz
366
ŞIRNAK SOYUT KÜLTÜREL MİRAS ENVANTERİ
aylarında kuzeye çekilen soğuk kuru hava kütlesidir. Sibirya-İskandinavya üzerinde bu
karasal hava kütlesi Kasım-Mayıs döneminde etki alanını genişletir. Kuzeydoğu, güneybatı yönlü bir eksen boyunca Türkiye’nin doğu bölgelerini kış şartlarına hazırlar, Şırnak
ilinin iklimini belirlerken ilin bulunduğu bölgelere göre değerlendirmek gerekir.
1- Doğu Anadolu bölgesinde kalan kısımda kışlar serttir. Kuzeyden gelen soğuk havalar
kışın bu yörenin sert ve karlı geçmesini sağlar. Kar yağışı Güneydoğu Anadolu Bölgesinin sınırına kadar devam eder. Karla örtülü gün sayısı, dolu ve sisli gün sayısı güney bölümüne göre fazladır.
2- Güneydoğu Anadolu Bölgesi içinde kalan kısmında kışlar daha ılık, fakat yazın buralar aşırı sıcak geçmektedir. Örneğin Cizre’de en soğuk ay ortalaması 6 ˚C, en sıcak ay ortalaması 33.7 ˚C dir. Bu kentte bugüne değin ölçülen en düşük sıcaklık –9 ˚C (18 OCAK
1973), en yüksek sıcaklık 48 ˚C’dir (17 Temmuz 1978). Kışın kuzeyden gelen soğuk havalar güneyden gelen ılık hava ile karşılaşır. Karşılaşan hava yoğunluğu az olanın yukarı çıkması sonucu yağış ve sisin oluşmasına sebep olur. Sis olayının en güzel örneği kasrik boğazı civarında görülür. Kış aylarında yaklaşık 25 gün sislidir. Yağışlar kışın kar, ilkbahar da yağmur, sonbahar ve yaz aylarında ise çok az yağış düşer. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde kalan kısmında, Mardin eğişinden buralara kadar sokulan Akdeniz iklimini görmek mümkündür. Pamuk, zakkum ve zeytin bunun en büyük kanıtıdır. Yaz aylarında dağ ile vadilerde, dağ ve vadi meltemleri görülür. Şırnak Merkez ilçenin bulunduğu yere Cudi Dağı’ndan esen meltemler gecenin serin geçmesini sağlar. Kuzey yarımkürede, evlerin güney yamaca bakması, ilimizde de aynı olması sıcaklıktan fazla yararlanmasını sağlar. Yağış kışın kar, ilkbaharda yağmurdur. İlkbahar sonlarında havanın aniden
ısınıp yükselmesi, özellikle Mayıs aylarında dolu tipi yağışların görülmesine sebep olur.
Ortalama sıcaklık 19 ˚C, ortalama açık günlerin sayısı 169, ortalama yağış miktarı 712
mm olduğu görülür. Güneyde karla kaplı olduğu gün 0.8 gün iken, kuzeyde bu artar. Kar
kalınlığının ortalama, yükseklerde 1.5 metreye kadar çıktığı görülür.
367
ŞIRNAK VALİLİĞİ
4-DOĞAL BİTKİ ÖRTÜSÜ: İklimin
karasal olması doğal bitki örtüsü
üzerinde etkili olmuştur.
Mevsim içindeki yağışların az olması, doğal bitki örtüsünün step (Bozkır) olmasına neden olmuştur. Stepler ilkbahar yağışlarıyla ortaya çıkar,
yaz sıcaklıkları ile kaybolur. Bozkırlar küçükbaş hayvancılık için önemlidir. Yükseklerde, özellikle Beytüşşebap ve Uludere civarında bulunan dağların yüksek yerlerinde alpin
çayırları bulunur. Faraşin yaylası bu
açıdan önemlidir.
Bozkır alanlarının olmadığı yerlerde, özellikle dağların yüksek yamaçlarında yer yer bozuk karakterli meşelikleri görmek mümkündür.
Daha önceleri meşe ormanlarıyla kaplı olan dağlar; kışın sert geçmesi, köylüler tarafından ormanların
yakacak odun temini olarak kullanılması, meşelerin bozulmasına sebep olmuştur. Meşe ağaçlarının dışında yükseklerde ardıç ağaç toplulukları görülür, ardıçlar dayanıklı ve
düz yapılı olduğundan evlerin tavanlarında kullanılmıştır. İli saran dağların yamaçlarında bıttım denilen yabani fıstıkları görmek mümkündür. Bıttımların (Yabani Fıstık) aşılanıp geliştirilmesiyle elde edilen fıstığın özel bir yeri olması bıttımların korunup çoğaltılmasına neden olmaktadır. Akdeniz ikliminin görüldüğü sınırlı alanda akarsu kenarlarında zakkumlar görülür.
5-AKARSULAR: İlin suları Dicle ırmağında toplanır. İl topraklarını kuzeybatı-güneydoğu
doğrultusunda kesen Dicle, Cizre yi geçtikten sonra bir sürede Türkiye-Suriye sınırını çizer.
Dicle’nin bir kolu olan Habur Çayı
ise bir süre Irak’da Şırnak ili (aynı zamanda Türkiye) arasında sınır oluşturur. İlin sularını toplayan Dicle Irmağı’nın başlıca kolları Habur
ve Kızılsudur. Habur Çayı’nın kolu
olan Hezil Çayı Irak ve Suriye sınırını çizer. İl topraklarından ve bu sulardan daha fazla yararlanmak amacıyla baraj yapılmasına karar alınmıştır. Baraj projesi GAP’a dahildir.
368
ŞIRNAK SOYUT KÜLTÜREL MİRAS ENVANTERİ
ŞIRNAK İLİNİN TARİHİ VE KÜLTÜREL DURUMU
Çok eski bir geçmişi olan ilimiz, tarihte birçok devletin başkentini kendi topraklarında
barındırmıştır. Köklü bir tarihe ve geçmişe sahip olan İlimiz Suriye ve Irak sınırlarında
olup, bulunduğu konum itibariyle her zaman jeopolitik bir öneme sahip olmuştur.
İlimiz binlerce yıllık tarihi ile ilk olarak devlet kuran kavimlerin ve medeniyetlerin beşiği olmuştur. Yüzyıllardır insanların ve doğanın tahribine uğramasına rağmen, günümüze kadar varlığını korumuş, eski medeniyetlere ait çok sayıda kültürel eserlerimiz bulunmaktadır.
Guti, Babil, Asur, Med, Pers, Sasani İslam İmparatorluğu Emiri, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlılara ait onlarca uygarlığı taşıyan ve bu medeniyetlerin mirasını günümüze taşıyan
bir çok eser İlimiz sınırları içinde yer almaktadır. M.Ö. 7000 yıllarına tarihlenen Beytüşşebap ta ki mağaraların iç çeperlerine işlenen insan ve hayvan figürleri, Güçlükonak’ın
Finik Kalesi duvarlarındaki kaya kabartmaları, Kasrik boğazında Gutilerden kalma kaya
kabartması, Şah (Çağlayan) köyünün kuzey yamaçlarında (Asur Kralı Sanherib’e ait olduğu sanılan 6 adet kaya kabartması) Güçlükonak Herazan, İdildeki Ziving mağaraları ile
Cizre surları Belek Burcu, Medreseler, Kasırlar ve daha bir çok Arkeolojik, tarihi ve kültürel eserleri ile ilimiz köklü bir kültür varlığına sahiptir.
369
ŞIRNAK VALİLİĞİ
ŞIRNAK İLİNİN KÜLTÜREL ÖZELLİKLERİ
1. DÜĞÜN GELENEĞİ
Şırnak’taki evlenmelerin çoğunluğu görücü usulü ile yapılır. Ancak bazılarıda ya düğünlerde veya bir sokakta birbirlerini görüp beğenenlerde olmaktadır. Erkek, beğendiği kızı
istemek üzere durumu annesine bildirir. Annede uygun bir zamanını seçip, durumu babaya açıklar. Kızın ailesi kendileri için uygun görürlerse, kızı isteme kararını birlikte alırlar. Genellikle kendileri için zararlı olmayan ihtiyar bir kadını veya erkeği aracı olarak
gönderirler. Kadın ise durumu kızın annesine, erkek ise durumu babasına açıklar. Genelde aracı kadın olur. Bu kadın kızı ve ailesini, dilinin döndüğünce ikna etmeye başlar. Kızın annesi durumu beyine anlatır. Bu arada aracıya bir süre verilir. Kız babası da çoğunlukla erkek kardeşlerine danışır, birlikte karar alırlar. İkinci kez gelen aracıya, uygun görülmüşse “Allah nasip etti ise olur” diye söylenir. Eğer uygun görülmediyse, ya “Kızımız
daha küçüktür” veya “onu amcasının oğluna verdik” veya “annesi yalnızdır, evde çalışacak başka birimiz yok, ağabeyi de henüz evlenmedi”, gibi uygun bahane ile reddedilir.
Eğer kızın ailesi erkek evini ve ailesini uygun görmüşlerse aracıya, falan gün gelip istesinler diye cevap verirler. Bundan sonra “yol açma” safhası başlamıştır. Yol açmada, erkek ailesi, kendilerine yakın buldukları kişileri, kızın evine gitmek için çağırırlar. Kız evine haber verilir ve akşam hep birlikte giderler.
Başlık Belirleme: Önce erkeğin annesi durumuna uygun olarak aldığı ya bir çift veya bir
tek bileziği veya başka bir takıyı, gelini olacakları kızın eline takar, daha sonra erkeğin
diğer yakınları beraberlerlerinde getirdikleri takı ve paraları kıza takarlar.
Bundan sonra getirilen şekerler Fatiha ve salavatlar eşliğinde dağıtılır. Böylece artık kız
resmen bağlanmış ve nişanlanmış olur. Bundan sonra başlık kesme safhası başlamıştır.
Erkeğin babası en yakın süre içerisinde hazırlığını tamamlayarak, kızın babasına haber
göndererek, başlık kesme ziyaretine izin alır. Kızın babası bir gece belirler ve bildirir.
Başlık kesme gecesi için çoğunlukla 2 çuval şeker, 10-15 kg çikolata, 10-15 kg lokum
alıp hazırlanır. Erkeğin babası, dost ve tanıdıklardan 10-15 kişiye çağırtır. Birini, başlık
kesme pazarlığı için tayin eder ve başlık için hazırladığı paraları ona teslim eder. Kızın
babası da kendisine yakın bulduğu 5-10 kişiyi çağırır. Kız babası da bir pazarlıkçı tayin
eder ve asgari sınırı ona söyler. Bu şekilde erkek tarafı kızın babasının evine gelir. Bir iki
latifeden sonra pazarlık başlar. Nihayet ortak bir sınır belinlenir ve Fatiha ile pazarlık biter ve şekerler dağıtılır.
Erkek tarafının pazarlıkçısı kendisine teslim edilen parayı karşı tarafa verir. Bu pazarlığın
haricinde, erkek tarafı durum ve itibarına uygun bulduğu bir miktar parayı anne sütü karşılığında kızın annesine verilmek üzere karşı tarafa verir. Yanı sıra kızın dayılarına verilmek üzere hediye türüde belirlenir.
Nişan: Başlık ve armağan belirleme safhasından sonra çeyiz hazırlama süreci başlar. Genellikle çeyizin tamamını kız tarafı hazırlar. Çeyiz tamamlanınca, erkek tarafı kızın babasından düğün için gün ister. Kız tarafı gün verir. Belirlenen günden bir hafta önce nişan takma merasimi olur. Yine iki torba şeker, çikolata, lokum ve aile yine durumuna uygun bir takıyı götürüp, kıza takarlar. Ertesi hafta belirlenen düğün gününden iki gün önce
erkek tarafı bütün dost ve tanıdıklara bir elçi göndererek, düğünün olacağını haber verir
ve ertesi gün düğün başlar.
370
ŞIRNAK SOYUT KÜLTÜREL MİRAS ENVANTERİ
Düğün: Cuma günü öğleden sonra başlar. Cuma gecesi geline kına yakılır. Kına gecesinde kına yakılırken altın verilmediği sürece gelin geleneksel olarak avucunu açmaz. Bu
arada espriler yapılır ve gelinin arkadaşları tarafından maniler söylenir. Cumartesi ikindiye doğru düğün alayı kız evine gider. Gelin süslenmiş bir vaziyette bir odaya alınır. Gelin evden çıkarken gelin çıkarma türküleri söylenir. Büyük bir coşkuyla söylenen bu türkü düğüne renk katar. İşte bu türkülerden en çok söylenenlerden bir örnek.
Hey gelin
Duvaklı gelin
Her gün baba evine giden gelin
Nazlı gelinimiz
Duvağı almaz üzerine gelin
Hüzünlü gelin
Bağ üzümü gibi gelin
Damat buse kondurur gelinin yanaklarını
Erkek tarafından tespit edilen bir yetkili, kapı arkası bahşişi için şakayla karışık tartışmalara girişir. Bu tartışma kapıyı tutan kişiye uygun bir bahşiş verilerek kapı açılır. Bundan
sonra düğün bitimine kadar geline eşlik edecek tecrübeli mihmandar gelinin kollarından
tutup, ya arabaya yada eskiden olduğu gibi ata bindirir. Gelin alayı büyük bir konvoyla
büyük cadde ve yollardan geçirilir. Düğün alayı damat evine doğru yol alırken, Uludere
taraflarında evliliğin bereket getirmesi için konvoy araçları üzerine buğday taneleri savrulur. Bu arada zılgıtlar çekilir. Gelin türkülerinin yanı sıra damat türküleri de söylenir.
Özellikle damadın damatlıkları giyindiği sırada orada bulunanlar hep birlikte çeşitli damat türküleri söyler. Örnek olarak;
371
ŞIRNAK VALİLİĞİ
Damat gelir hamamdan
Çıkar hamamdan
Başlığını bağlar
Siyah reyhan tanelerini bırakır yanına
Damat gelir hamamdan
Hamamdan erken çıkar
Başlığını bağlar
Siyah reyhan için çok genç
Damat gelir hamamdan
Çıkar hamamdan
Başlığını bağlar
Yirmi altı reyhan bağlar başını
Damat ve arkadaşları gelinin geçeceği kapının üzerinde bulunan dama çıkar, damadın
iki yanında sağdıçlar bulunur. Gelin damat hizasına geldiğinde, damadın ayakları önünde bulunan para karıştırılmış toprağı gelinin üzerine döker. Bu tören ilk ders manasına
gelir. Bu esnada mutlu bir evlilik olması için boş bir testi gelinin ayakları önüne atılarak kırılır. Ondan sonra daha önce damat yakını olan bir aile, damadı misafir eder. O
gece sabaha kadar evde erkeklerce çeşitli eğlenceler düzenlenir ve halaylar çekilir. Pazar
günü öğlene kadar düğün devam eder. Düğün halaylarla ve oynanan oyunlarda kadın ve
erkekler bir arada oynarlar. Geçmiş yıllarda damadın dost ve akrabaları damadın selamlığına gelirlerdi. Ancak bu gelenek son yıllarda yok olmuştur. Düğünün ardından gelinle damadın dini nikahı kıyılır. Sonraki günlerde yeni evlilere, yardım amacıyla tanıdık ve
akrabalar selamlık niteliğinde parasal yardımda bulunurlar. Bu parasal yardım sayesinde
damat tarafının üstlendiği yük bir nebze olsun hafifler. Dini nikahta, hoca nikah için gelinin vekilliğini alır babasından. Odaya imamla birlikte damat ve iki şahit alınarak dini nikah töreni sona erer. Bir hafta sonra önce gelin daha sonra güvey, kızın babasına gider.
Üç gün kalan gelin, baba evinden hediyesini alarak güvey evine döner.
2. DOĞUM VE ÇOCUKLARLA İLGİLİ GELENEKLER
Yöredeki toplumsal ve dinsel adetlerin de etkisiyle aileler çok çocuklu bir geleneksel yapıdadır. Tarım toplumlarında emek gücüne dayalı ekonomik yapıda her ferdin bu yapıya olacak katkısı nedeniyle, yörede çok çocuklu aile düzeni oluşmuş bulunmaktadır. Son
yıllarda bu inançlardaki erimeye karşın genel anlamda çok çocukluluk düşüncesi yörede
halen etkindir. Aynı zamanda özellikle kırsal kesimlerde kan davaları, büyük aşiret olma
güdüsü gibi etkenler de bu sistemin bir diğer güçlendirici dayanaklarıdır. Yörede yeni
evlilerden özellikle erkek çocuk istenir. Bu amaçla yöredeki bir çok türbe ziyaret edilir,
adaklar adanır. Şeyhlere muska yazdırma bir diğer istek şeklidir. Yeni evlilerin ilk çocuklarının doğmasıyla birlikte, bu durum kız tarafında belli bir hareketlenmeye neden olur.
Kız tarafı doğum ile birlikte bebeğin temel ihtiyaçlarını karşılayacak başta giysi olmak
üzere, yatak takımı düzenler. Ve evlilere hediye edilir. Bu arada akrabalar da yeni doğan
bebeği görmeye gider, kimi altın kimi takı kimi de değişik hediyeler verirler.
Şırnak’ta erkek çocuklar daha küçük yaşlarda sünnet ettirilir. Bir yaşına gelmeden gerçekleşen sünnetlerde herhangi bir sünnet düğünü yapılmaz ve bu durum sadece aile içerisinde kalır. Ancak bazı durumlarda kirvelik kurumuna başvurulur. Kirvelik kurumuna
önem verilir. Kirve olan ailenin çok yakın bir ferdi olarak anılmaya başlanır.
372
ŞIRNAK SOYUT KÜLTÜREL MİRAS ENVANTERİ
3. ŞIRNAK İLİNDE ÖLÜM GELENEĞİ
Şırnak ve ilçelerinin hepsinde herhangi bir evde ölü olduğu duyulduğu an, öncelikle yakın komşular, akraba ve tanıdıklar ile oradan geçen bütün erkekler işlerini bırakıp, ölünün olduğu evin kapısında beklerler. Şırnak’ta birçok işte olduğu gibi özellikle ölümlerde iyi bir yardımlaşma ve dayanışma olmaktadır. Herkes kendisine göre bir görev üstlenir. Kimi tabut yaptırmaya koşarken, kimi kefen ve pamuk almaya gider. Kimi imamı çağırmaya gitmektedir.
Kimileri mezarı kazmaya gider, kapının önünde bekleyenler veya mezarlıkta bekleyenlerden Kur-an okumasını bilenlerin her biri bir cüz alarak okurlar. Böylece ölü ruhuna,
sevabına bir hatimi-şerif indirilmiş olur. Bu sırada ölü yıkanır ve kefenlenir. Bekleyen cemaatte başka hoca varsa, ki çoğunlukla olur, ölüm ve sabır üzerine vaizler verir. Bunun
dışında bekleyenler çok az konuşurlar. Yıkanıp kefenlenen ölü tabuta sağ yanı üzerinde
bırakılarak tabutun kapağı kapatılır. Tabut, ya Kur-an ayetlerinin işlenmiş olduğu bir örtü
ile örtülür yada halı ve benzeri bir örtü ile örtülerek omuzlar üzerinde taşınarak, ya mezarlığa götürülür veya en yakın camiye götürülür. Bu arada cenaze götürülürken, daha
önce gelmemiş olan insanlarda cenaze merasimine katılırlar. Böylece hem cenazeyi taşıma sevabı kazanılmış, hem de daha fazla insanın cenaze namazı kılması sağlanmıştır.
Cenaze namazı kılındıktan sonra, derhal kabrine konulur.
Üzerine latih taşı konulduktan sonra, delikler, ince taş parçaları ve çalılar ile kapatılır.
Böylece toprağın, toprağın tabut üzerine dökülmesi önlenir. Bu arada bir imam veya bilen bir kişi 7 kez Kadr suresini okuyarak toprağı mezara döker. Mezar kapatma safhası
bittikten sonra, imam telkini okumak üzere ölünün başucuna gelir. Bu sırada halk ayağa kalkarak önünde elini bağlar ve bekler. Telkin bittikten sonra hep beraber ölü ruhuna
Fatiha okunur. Fatiha bittikten sonra, imam yüksek sesle “Ey cemaat bu merhum hakkında ne dersiniz” der, herkes Allah rahmet eylesin der. Bundan sonra cemaat dağılır, ölüye en yakın olan kişiler, ölünün başucunda 5-10 dakika bekler, daha sonra eve dönerler.
Onlar ile birlikte kendilerine en yakın olan kişiler onları yalnız bırakmamak için ve onları teselli etmek için birlikte taziye ziyaretine giderler. Eğer ölü varlıklı bir aileye mensup ise ya mezara çadır kurdurularak veya ölü evinde kendilerine bir oda tahsis edilerek
bir grup imama Kur-an okutulur. Bundan sonra taziye başlar, genellikle taziye cemaatinde vaiz vermek ve sabır tesellisi vermek üzere bir imam oturur. Taziyeye gelenler Fatiha okurlar ve “Allah affetsin, Allah imanınızı kamil etsin, Allah sabırlar versin, kalanların
başı sağ olsun “ gibi dilekler ile teselli ederler. Çoğunlukla taziye üç gün sürer. Ancak taziyeye yetişilmez ise daha sonraki günlerde de taziyeye gidilebilinir.
4. ŞIRNAK İLİNDE DİNİ BAYRAM GELENEĞİ
Şırnak halkının çok önem verdiği değerlerden biridir. Bayrama daha 10 gün kala hazırlıklar yapılar, hatta 1.5 ay kala elbiseler diktirilir, evlerde bayram hazırlığına yavaş yavaş
başlanır. Bayramdan üç gün önce eğer Ramazan Bayramı ise fitreler verilmeye başlanır,
bayramda pişecek yemeğin hazırlığı ve alışveriş yapılar. Bayram sabahı erkeklerin büyük çoğunluğu camiye gider, bayram namazını kılarlar. Daha sonra eve geldiklerinde çocuklar önce baba ve anneden başlayarak büyüklerin elini öperek bayramlarını kutlarlar.
Sabah kahvaltısında akşamdan beri hazırlığı yapılan yemekler yenir. Bu yemekler pilav,
türlü, içli köfte, sarma-dolma, hoşaf, zerde gibi yemeklerdir. Kahvaltı yapıldıktan sonra,
önce komşulardan başlamak üzere, bayramlaşmaya başlanır. Daha sonra akrabalar, dost
ve tanıdıklara gidilerek bayramları kutlanır. Ancak, bayramlaşma adeta borç gibi kabul
373
ŞIRNAK VALİLİĞİ
edilip, bayram ziyaretleri karşılıklı olur. Bayramlaşma üç gün sürer. Çocuklar için, özellikle Cizre ilçemizde, çarkıfelek, dönme dolap, salıncak ve arabalarla tur eğlenceleri tertiplenmekte ve bu turlar çok eğlenceli geçmektedir.
5. Halk Bilgisi
Halk Hekimliği: Halk arasında adı hekim olarak anılan bazı insanlarımız vardır. Bunlar
genellikle kırık-çıkık, burkulma, kırılma, yaralanma, çıban ve kan alma gibi konularda
halkın itibarını kazanan deneyimli kişiler olarak bilinirdi. Bu hekimlik metod olarak hem
insanlar hem de hayvanlar üzerinde uygulanırdı. Günümüzde bu halk hekimliğine fazla itibar edilmemektedir.
Halk Takvimi: İlimiz ve bağlı ilçelerinde yöreye uygun ve coğrafi konuma bağlı olarak
halk arasında uygulanan bir takvim vardır. Takvimin başlangıcı Mart ayıdır. Rumi hesap olarak bilinir. Miladi Takvimden farkı, her ayın miladi olarak 14’ü Rumi Takviminin
1’inci günü sayılır. Süre olarak aylar aynı gündür.
Halk Ekonomisi: Halkın en büyük gelir kaynağı hayvancılık ve tarımdır. Ayrıca kömür,
mazot ve nakliye işleri de önemli bir uğraş alanıdır.
Halk Ölçüleri: Yöremizde uzunluk ölçüsü olarak Arşın, enzade, kulaç ve adım kullanılmaktaydı. Ağırlık ölçüsü olarak ta okka vardı, şimdilik bunların hiçbiri kullanılmamaktadır.
6. İnanışlar
Batıl İnanışlar: Şırnak ilinde, eski inanç sistemlerinin de etkisiyle, deyim yerindeyse batıl inanç bolluğu bulunur. Batıl inançlar daha çok doğa ve hayvanlar üzerinde kurulu bulunur. Boş inançlarla ilgili araştırmalara göre, bunların kökenini, tektanrılı dinlerin doğuşundan çok önce yaşamış insanların bağlı oldukları eski dinlerde aramak gerekir. Bu alışkanlıklar günümüze kadar gelmiş, oysa bir zamanlar bunları anlamlı kılan inançlar çoktan unutulup gitmiştir. Aşağıda kertenkele, gökkuşağı ve yılanla ilgili çeşitli boş inançlar
anlatılmıştır.
Şırnak ilinin kuzey bölümü coğrafik yönden dağlık bir bölge özelliği taşır. Böyle olunca da, çağlardan beri coğrafya ile bütünleşmiş çocukluk hurafeleri gelişmiştir. Bunlardan
biri de kertenkele ile ilgili olanlardır. Kertenkeleler kayalık yerleri çok seven ve genellikle
buralara yaşamak için mesken tutan sürüngenlerdir. Bu özelliğinden dolayı, Beytüşşebap
ilçesi coğrafyasında çokça kertenkele bulunur. Yazın havalar sıcak geçtiğinden ve özellikle güneye bakan kayalık yamaçlar daha sıcak olduğundan kertenkeleler yüksek taşlara çıkar ve serinlemeye çalışırlar. İşte tam bu esnada çocuklar kertenkeleleri gördüğünde
birbirlerine “ağzını kapatın...! Aksi halde kertenkeleler dişlerimizi sayar ve ölürüz” diyerek, ağızlarını kapatır ve kaçarlar. Kertenkelelerle ilgili bir diğer boş inanç, bu sürüngenlerin “güneşe tükürmeleri” ile ilgili inançtır. Bu inanca göre kertenkeleler kayalıklar üzerinde güneşe karşı duruşları ve dillerini güneşe karşı çıkarıp yutkunma hareketleri tanrıya
olan inançsızlıkların bir ifadesi. Bu nedenle Cuma günleri yedi tane kertenkelenin öldürülmesi yerel inanca göre hacı olmakla eş değer. Kertenkele ile güneş arasındaki bu ilişkiyi, yörenin çok eski bir inanç sistemi olan Zerdüştlüğe bağlayabiliriz. Zerdüşt inancında ışığın ve güneşin kutsallığına karşı kertenkelenin “tükürme” şeklindeki yorumu yörede hakaret olarak algılanmasına neden olmuştur.
374
ŞIRNAK SOYUT KÜLTÜREL MİRAS ENVANTERİ
Şırnak’ta hayvanlarla ilgili bir diğer boş inanç yılanlarla ilgilidir. Yöre insanı bir yılanı öldürdüğünde aynı zamanda, yakınlarda-doğum yapmak üzere-bekleyen gebe kadın varsa, bu durum doğacak bebeğin cinsiyeti hakkında bilgi verebilir. Buna göre, ölü yılın havaya fırlatılır. Bu durumda yılan sırtüstü yere düşerse doğacak çocuk kız; yüzüstü düşerse doğacak çocuğun erkek olacağına inanılır. Yine inanca göre yolda yılanla karşılaşmak
uğursuzluk getirir.
Yöredeki insan geçmiş yıllarda ay tutulmasına çok üzülür ve bu durumun felaketleri beraberinde getireceğine inanılır. Bu nedenle, yöre insanı ay tutulmasında elinden geldiğince gürültü çıkarmaya çalışır, teneke ve davul çalmaya başlar. Bu gürültüyle ay tutulmasına neden olan cinlerin korkup, kaçacaklarına inanılır.
Yöredeki bir başka boş inanç gökkuşağıyla ilgili olanıdır. Yörede, gökkuşağının altından
geçen erkeklerin kadın, kadınların erkek olacağına inanılmaktadır. Tayfın kırmızı bölümü mutluluk ve bolluk vaat eder; sarı bölümü ne iyi ne kötü demektir; koyu bölümü ise
felaket işarettir.
Yörede akşamları tırnak kesme, boş beşiği sallama, geceleri ıslık çalmanın günah olması, başlıca diğer boş inançlardandır.
Çocuk ve hayvanları nazardan korumak için boncuk takılır. Ava salı günü çıkmanın şans
getirdiğine inanılır.
Diğer bazı boş inançlar ve verdiğine inanılan mesajlar ise şöyledir.
-Ayakkabının ters düşmesi (Misafirin gelişini haber verir)
-Geceleyin aynaya bakmak (Bakıldığında deli olunacağına inanılır)
-Merdiven altından geçmek (Uğursuzluk getirir)
-Erkek evdeyken evin süpürülmesi (Uğursuzluk getirir)
-Baykuşun dama tünemesi (Uğursuzluk getirir)
-Tavuğun kör bıçakla kesilmesi (Uğursuzluk getirir)
-Geceleyin sıcak suyun yere dökülmesi (Uğursuzluk getirir)
-Kara kedi (Uğursuzluk getirir)
-Uyuyan birine bakılması (Uğursuzluk ve hastalığa neden olur)
-Yıldızın kayması (Birinin öleceğini haber verir)
-Avucun kaşınması (Para kazanılacağını haber verir)
-Ayağın kaşınması isteği (Uzun yolculuk yapılacağının habercisi)
7. SEYİRLİK OYUNLAR
Köy Seyirlik Oyunları:
Balitani: Yaklaşık 12 kişi ile oynanır. ”Birdirbir” oyunu olarak bilinen oyuna benzer. İki
takım oluşturularak ilk 6 kişi belden aşağıya gövdelerini eğerek tek sıra olurlar. Diğer 6
kişilik takım ise eğilen grubun üzerinden atlamaya başlar. Eğik durumdaki grup gittikçe
dik pozisyon almaya başlar. En sonunda bir oyuncunun ensesine kep bırakılır, kepin rakip oyunculara düşürülmesi durumunda takım yerleri değişir. Oyuncular her atlama sırasında esprili sözler söyleyerek, oyunu daha da şenlendirmeye çalışırlar.
Berdeki: 8’er kişilik iki takım tarafından oynanır. Yazı tura ile kaleyi savunan ve kaleye
saldırıda bulunan takımlar belirlenir. Yarım halı saha genişliğindeki bir alana birbirinden
2 metre uzaklıkta iki direk yerleştirilir. Savunmadaki takım kaptanı kale direkleri arasında beklemeye başlar. Bu arada takım kaptanları Berdeki oyununda oldukça etkindirler.
Takım kaptanı en çok koşan, en çevik ve atik oyuncular içerisinden seçilir. Takım kapta375
ŞIRNAK VALİLİĞİ
nının kale içerisine geçmesiyle birlikte, kalenin 5 metre uzaklığında takımlar karşı karşıya gelirler. Oyuncular ve takım kaptanları sağ ayak baş parmaklarını-sol kol-arkadan dolanacak şekilde sıkıca tutarlar. Bu tutuş pozisyonunda, takım oyuncuları önlerindeki aşmak amacıyla sağ elleriyle rakip oyuncuyu itip, kaledeki takım savunmasına ulaşmaya
çalışır. Oyuncunun tutuş pozisyonunu bozması yani sağ ayak baş parmağını bırakması
oyundan atılmasına neden olur. Oyuncunun tutuş pozisyonunu bozmaması şartıyla yere
düşmesi önemli değil. Saldırı yapan takımın kaptanının kale içerisinden geçmesiyle takım galip gelir.
Bırgi: 10’ar kişilik takımlarla oynanır. Halı saha genişliğinde bir alanda orta yere iki metre arayla kale direkleri yerleştirilir. Kaleyi savunan ve kaleye doğru, hamle yapan takımlar şeklinde düzen alınır. Savunma takımı kale direklerini etrafında halka olacak şekilde
beklemeye başlar. Karşı takım oyuncuları da bu halka çevresinde fırsat kollamaya başlar.
Savunmadaki oyuncuların hangi birinin, hamle yapan takımdan birinin oyuncusu tarafından kavis şeklinde yanından geçilmesi savunmadaki oyuncuyu oyundan saf dışı eder,
veya hamle yapan oyuncunun bu arada savunmadaki takım oyuncularınca hamle esnasında elle dokunulması hamle yapan takım oyuncusunu da oyun dışı bırakılmasını sağlar.
Bir takımda oyuncu sayısının ikiye inmesi o takımın yenilmesine ve takımların yer değiştirmesine neden olur. Oyun bu şekilde devam ederek takımlar yer değişir.
Oyun-Spor:
Guhşegi Oyunu (Topa vurma): Guhşegi oyunu yüzyıllardan beri yörede oynanır. Oyun
anlayışında çeviklik, atiklik, heyecan gibi olguların baskın oluşu bu oyunun tam bir spor
dalı olduğunu kanıtlar. Nitekim, ABD de oynanan beysbol ile büyük benzerlikler taşıması yönüyle de düşünüldüğünde yörede oynanan bu oyunun spor dalına çok yakın olduğunu kanıtlar. Şırnak’ta geleneksel spor etkinliklerine yönelik herhangi bir destekleyici,
teşvik edici girişimlerin olmayışı, Guhşegi gibi kültürel olguların hızla unutulmasını beraberinde getirmektedir. Bu oyunun tanıtılmasına ve yaygınlaştırılmasına yönelik atılacak adımlar. Önümüzdeki yıllarda Guhşegi’nin popüler bir spor dalı olmasını sağlayabilecektir. Guhşegi oyunu ile Amerikan Beysbol arasındaki olağanüstü benzerliğin kökeninde ne olabileceğine yönelik çeşitli görüşler bulunur. Bu görüşmelerden en akla yatkını, bu oyunun 19. yüzyılda yöreden göç eden Ermenilerce, ABD de tanıtılmış ve sevdirilmiş olabileceği yönündeki iddialardır. Beysbol’ün kelime çözümünde; bez (koşu) ve
bol (top) sözcüklerinin birleşiminden oluşması aynı zamanda yöreyle bağıntısını vurgular. Türkiye’de de 2002 yılında oldukça gündem yaratan bu konu ile birlikte Federasyon
kurulan beysbolün benzeri Guhşegi’nin oyun kuralları Şırnak Gençlik Ve Spor Müdürlüğünce belli standartlara kavuşturulmuştur. Oyun alanının uzunluğu 105 m, genişliği 40
m’dir. Topun ağırlığı 70-100 gr’dır. Takım 7 asil ve 7 yedek olmak üzere toplam 14 sporcudan oluşur.
Yöremizde geleneksel olarak Holana şega (Topa vurmak), Holana Vegirtine (Top Yakalamak), Holona Hıske (Koltuk altında top saklama) gibi oyunlarda vardır.
376
ŞIRNAK SOYUT KÜLTÜREL MİRAS ENVANTERİ
8. ŞIRNAK İLİ VE ÇEVRESİ HALK OYUNLARI
Şırnak ve ilçelerinde oynanan oyunlar,genellikle davul zurna eşliğinde oynanır. Son yıllarda ise bağlama, cümbüş ve darbuka da çalınıp, eşliğinde yöresel oyunlar oynanmaktadır.
YÖREDE OYNANAN BAŞLICA OYUNLAR:
1- İkiayak,
2- Üçayak,
3- Yerinde,
4- Şıhani,
5- Bablekan,
6- Sınvan,
7- Kulungi,
8- Ağır,
9- Berite.
1- İKİAYAK: Davul-Zurna eşliğinde, eller serçe parmakları ile tutulur. Önce sağ ayak
öne vurulup, yana atılır, sol ayak yanında devam eder ve tekrar sağ atılır, sol ayak sağ
ayağın yanına gelip birleşir. Sonra sol ayak bir geriye atılıp sağ yapıştırılır.
2- ÜÇAYAK: Eller serçe parmakları ile tutulur. Oyuna sağ ayakla başlanır ve sağ ayak
yere vurulur. Üç adım, sağ, sol, sağ, sol, sağ adımlar atılır ve sol ayak sağın yanına getirilip yanaştırılır. Sol ayak geriye atılırken, sağ ayak yanına getirilir.
3- YERİNDE: Hareketli bir oyun olup, büyük adımlar atılmadan oynanır. Kollar birbirine geçirilip el parmakları ile arkadan tutulur. Eller kalçaya yakındır. Omuzlar birbirine değmiştir. Sağ kol, daima yandakinin sol kolu üzerine binmiştir. Oyun,yine önce
sağ dizin hafif kıvrılması ile başlar, dizler kırılarak müzik ritmine göre sık sık dizlerin
kırılması ve omuzların titrek hareketleri ile devam eder. Müzik hareketlendikçe, diz
kırılması ve omuz hareketleride hızlandırılır. Adımlar arada bir hafif atılır.
377
ŞIRNAK VALİLİĞİ
4- ŞİHANİ: Genellikle 8-10 kişi ile oynanır. Kollar el parmaklarının birbirine geçirilmesi ile tutulur. Önce sağ ayak yana atılır. Sağ ayağı sol ayak, sağ ve sol olmak üzere üç adım yana atılır. Ani bir hareketle kavis çizilerek öne bakılın ve sol ayak atılarak, ayaklar önde yanaştırılır. Solla önde başlanır. Sağ ve yine sağ ayak atılar. Sonra
sol ayak atılarak hep beraber öne doğru eğilirler.
5- BABLEKAN: Önde serçe parmakları tutulur. Önce sol ileri olmak üzere, sağ ve sol
ayaklar atılır. Tümü öne olmak üzere üç adım atılır. Sonra sol, sağ ve sol ayaklar olmak üzere bu sefer geriye doğru üç ayak atılır. Böylece beraber geriye ve ileriye bu
hareketler seri olarak devam eder. Çalgı hızlandıkça bu hareketler daha atak ve seri
devam eder.
6- SINVAN: Eller yine serçe parmakları ile tutulur. Sol ayak yana açılır ve üç kere
yere vurulur. Ani hareketle sağa dönülür. Sonra sağ açılır ve sağ ayak, sol ayak ve sağ
ayak olmak üzere üç kere yere vurulur. Bu arada eller ve omuzlar yapışık olur. Sağa
dönerken eller yapışık olur, ancak omuzlar oldukça birbirinden ayrılarak açılır. Oyunun önemli bir özelliği şudur; ikinci kez tekrarlandığında eller, belli aralıklarla çırpılır ve tekrar tutuşulur. Diğer bir özelliği de üçüncü tekrarda eller bele dayandırılır
ve ani bir hareketle tekrar bele dayandırılır ve ani bir hareketle tekrar eller tutuşulur.
Yani, birinci safhada eller birbirine yapışık, ikinci safhada eller çırpılır, üçüncü safhada eller bele tutulur ve biter.
7- KULUNGİ: Şırnak ve ilçelerinde oturan göçebelerin bir oyununur. Bir kişi ortada
oynarken, etrafındaki halkı, kollarını turnalar gibi açarak oynarlar. Daha sonra ani bir
hareketle, turnalar gibi ötüşerek ortadakini döverler. Bu oyunun verdiği mesaj şudur;
sürüden ayrılanın cezalandırılmasıdır.
8- AĞIR: Genellikle yaşlı ve orta yaşlıların oynadığı bir oyundur. Eller omuzlar üzerinde tutulur. Çalgı ağır bir şekilde çalınır. Oyun ritmi çalgıya uyarak. sağ ayak üzerine hafif meyil edilerek yaylanır, daha sonra geriye doğru tekrar doğrularak öne adım
atılır. Arada bir nara atılır.
378
ŞIRNAK SOYUT KÜLTÜREL MİRAS ENVANTERİ
9- BERİTE: Eskiden beylikler arasında çıkan savaşlardan önce ve sonra oynanırdı. Çalgı içli ve ağır çalmaya başladığından eller yanda tutulur ve bir nara ile başlar. Önce
geriye doğru gerinilir, sonra dizler üzerine yaylanarak hafif bir adım atılır, akabinde
birbirlerinin yüzüne bakarak nara atarlar.
Müzik Kültürü
Halk müziği: Şırnak türkü ve ezgiler bakımından zengindir. Bu türkü ve ezgiler yeri geldiğinde dokunaklı ve hoş namelerle söylenirken, bazen de hareketli, neşeli özelliklere
sahip zengin motifler şekilde okunabilmektedir. Yörede söylenen şarkı ve türküleri ikiye
ayırabiliriz. Bunlar oturma şarkıları ve oyun havaları şeklinde canlı türkülerdir. Oturma
türkülerinin yöredeki adı “Şeşbendi” dir. Şeşbendi, altı beyitlik şarkı anlamına gelir. Bu
şarkılar ahenkli bir sesle söylenen ve duyguları kamçılayan uyumlu sözler ve namelerden
oluşur. Her şeşbendinin ayrı bir makamı ve vurgusu vardır. Genellikle kalın ve tiz sesler
kullanılır. Her türkü veya şeşbendi iki kişi tarafından söylenir. Ve karşıda bulunan diğer
iki kişi tarafından tekrarlanır. Bütün şeşbendilerin ortak yanı uzun soluklu şarkılar oluşudur. Bu şarkıları okumak için çok iyi bir nefes gücüne sahip olmak gerekiyor. Şeşbendilerde işlenen konular aşk ve kahramanlıklardır. Şeşbendi enstrümanlar eşliğinde söylenmez. Yöredeki bir çok şarkı, nöbetleşe, koro halinde söylenir. Şırnaklı halk ozanlarının başında Muhammet ARİF, Hasan CIZRAVİ ve Salih ERENER gelmektedir. Geleneksel
halk şarkılarını okuyan bu ozanların eserlerindeki genel tema; aşk, ayrılık, kan davaları
ve aşiretler arası çekişmelerdir.
ŞIRNAK İLİNDE GİYİM VE KUŞAM
Şırnak ve ilçelerinde genel olarak erkeklerin giysisi şal-şapik, kadınlarınki ise fistan
(entari)’dir. Ancak gün geçtikçe bu giysilerin yerini takım elbiseler ile diğer kadın giysileri
almaktadır. Yaşlı erkekler ile orta yaşlılar daha çok şalvar ve ceket giyerler. Fakat yine de
Şırnaklıların vazgeçemediği giysi şal-şapiktir. Şal-şapik, çok ince tiftik ipliğinden Şırnak
ve çevresindeki ustalarca dokunmakta ve özel bir stilde diktirilip giyilmektedir. Şal-şapik,
yelek ve şeleme olmak üzere dört parçadan oluşur. Ancak alta giyilen ve fanila yerine geçen kıras ile bunun kol ucuna iliştirilmiş levendi denilen bir parçası daha bulunmaktadır.
Şal, geniş boru paçalı olup pantolon yerine giyilir. Gömleğin üstüne şapik denilen parça giyilip, bele şeleme denilen geniş ve kalın bir kuşak bağlanır. Daha sonra yelek giyilerek kıras (fanila) nın kol ucuna bağlı levendi (bilek kuşağı) bilek üzerine sarılır. Başa da
ya kefi veya şapka giyilir.
Kadının genel giysisi ise fistan (entari) olup, paçası ayak bileklerine kadar uzanır. Genel
olarak kadife, çemçem denilen kumaş veya diğer değerli ithal kumaşlardan dikilir. Göğüs kısmı hafif açık olup, alta ön kapama kısmı fistolu ve ucu nohut büyüklüğünde bağlanmış rengarenk kumaş parçaları ile bezenmiş bir yelek giyilir. Yine alta giyilen ve kıras denilen uzun alt eteğin koluna iliştirilmiş levendiler, fistan üzerinden kol bileklerine
sarılır. Bele ise ince kumaş bağlanır. Kadınlar başlarına kıtan denilen uzunca bir tülbent
bağlarlar. Bu tülbent de boncuk ve fistolarla süslenir. Bundan başka göğüs üzerine çeşitli altın çerçeveli süs taşları takarlar. Kulaklarına bergahar denilen, boğazdan birbirine
bağlı küpeler ile boyunlarına tetreme veya semek denilen gerdanlık ve diğer ziynet eşyalarını takarlar. Burunlarına ise hızma takarlar. Kadınların kullandığı hicol, serkezi, hırhal
gibi diğer takılar da vardır.
379
ŞIRNAK VALİLİĞİ
ŞAL-ŞAPİK VE ŞAL-ŞAPİK KUMAŞININ HAZIRLANIŞI
Tiftik keçisinden elde edilen ve “gej” adı verilen yün, büyük kazanlar içerisinde işçi kadınlar tarafından ilkin temizce yıkanıp kurutma tezgahlarında kurumaya bırakılır. Kuruyan gej, işçi kadınların ellerine bu sefer de ayıklanmaları için gelir ve elle ayıklanarak taraklanacak hale getirilir. Ayıklanmış gej, sabit ayak bir tahtaya işlenmiş tel yada çivi taraklarda kıl kıl taranıp boyanmaya hazır hale getirilir.
Özel yöntemlerle çok kısıtlı miktarlarda elde edilen doğal kök boyalar, bölgenin ustaları tarafından şal-şapik üretiminde kullanılacak yünün, yani gej’in boyanması için yine
büyük kazanlarda özel olarak hazırlanır. Gej, bu büyük boya kazanlarında boyanın iyice içine işlemesi için belirli bir süre bekletilir. Kıvamı şal-şapik ustalarınca belirlenen boyama aşamasından sonra boya kazanlarından alınan gej, kurumaya bırakılır. Kuruduktan sonra tekrar içi 50-55 derece sıcaklıkta suyla dolu olan kazanlarda yıkanmaya verilir.
Tekrar kurutma tezgahlarına alının gej, kurutulmuş halde iplik yapımı aşaması için yine
işçi kadınların hamarat ellerine teslim edilir. Gej’in iplik haline getirilmesi, işçi kadınların kullandığı teji adı verilen ucu topuklu, çengeli kalem şeklinde bir çubukta uzunca bir
süre sarmalanarak gerçekleştirilir. Gej, Teji’nin ucundaki çengele tutturulur ve dizde kıvrılarak boşlukta sallanmaya bırakılır. Uzun ve zahmetli bir süreç olan bu işlemden sonra
gej eğirilmiş ve iplik haline gelmiş olur.
Gej bu işlemden sonra artık çok ince bir ipliğe dönüşmüştür. Ancak bu ipin işi henüz bitmemiştir. Bu iplikten şal-şapik üretilebilmesi için üzerinde birkaç işlem daha yapılması gerekir. Son şeklini almak üzere bu ip, ustalarca tifillenmeye alınır. Tifillenmiş ip artık
tazgaha işlenmeye ve şal-şapiğe dönüşmeye hazırdır.
Yine bu işin ustalarınca tezgahta ilmik ilmik işlenir. Elde edilen kumaşın deseni, rengi ve
diğer bir takım özellikleri sadece bu yöreye özgüdür ve yalnızca şal şapik üretiminde kullanılır. Şal-şapik, genişçe bir pantolon, yelek ve iç yelekten oluşan, yalnızca Şırnak yöresine ait bir giysidir.
Şal-şapik için üretilen bu kumaş, önceleri yalnızca bir erkek kıyafeti olan şal-şapik yapımında kullanılırdı. Ancak son zamanlarda yörenin kadınları da şal-şapik kumaşını kendi giysilerinde kullanmaya
başlamışlardır. Böylece
şal-şapik kumaşının kullanım alanı çeşitlenmiş
ve renklenmiştir. Artık bu
özel kumaştan kadınlar
için ceket ve etek de yapılmaktadır. Erkekler için
ise şal-şapiğin yanısıra
ceket ve kravat da üretilmeye başlanmıştır. Bütün
bu ürünler, yalnızca bu
yöreye özgü şal-şapikten
üretildiğinde, kadın erkek bütün yöre halkı tarafından büyük rağbet ve
ilgi ile karşılanmakta ve
talep edilmektedir.
380
ŞIRNAK SOYUT KÜLTÜREL MİRAS ENVANTERİ
ŞAL-ŞAPİK KUMAŞININ ETKİN OLDUĞU DÖNEMLER:
Fabrika dokumacılığının etkin olmadığı dönemlerde, Şırnak ve yöresindeki vatandaşların
çoğu geçimini şal-şapik kumaşını dokuyarak sağlarlardı. Hayvancılık yapan tiftiğini satardı. Ev kadınları şal-şapik ipinin yıkanması, eğrilme ve boyanması işini yaparlardı. Dokumacılar dokurlardı, terziler dikerlerdi. Bu nedenle istihdam edici yönü etkindir.
Yapılan şal-şapik kumaşı halkın tercihlerine göre dokunduğu ve her motifin kendine göre
anlamı olduğu, düz desenlerle yapıldığı anılmakta ve beğenilmektedir.
En beğenilen motifleri; tiyari, bırkeyi, bınefşi, pıştpezi, esli, şiguyi,
bekıbegi, semekük, benç, mekük,
dreli, karma renk olanlardır. Ayrıca kişiye özel de yapılabilmektedir.
ŞAL-ŞAPİK KIYAFETİ
ŞAL
: Erkeğin boyuna göre dikilir. Geniş boru paçalı olup pantolon olarak giyilir.
ŞAPİK : Göynek yani gömlek yerine geçen kollu giysidir.
YELEK : Bilinen yelek şeklinde dikilip şapiğin üstüne giyilir.
Şal-Şapik giysisinin diğer aksesuarları da bu giysi ile birlikte takılıp
giyilir. Bunlar kıras, levendi ve şelemdir.
Şal-Şapik kumaşının önemli özelliklerinden biri de yazın serin, kışın sıcak tutmasıdır.
Geleneksel El Sanatları:
Kilimcimlik: Yine yöremize has desenleri ve dokunuş biçimi ile kendisini kabul ettirmiş bir
el sanatıdır. Esa adı Jirki kilimi olup, özellikle ilimizin Beytüşşebap ve Uludere ilçelerinde
bayanların kendi evlerinde tezgahlarda dokudukları kilimlerdir. Her desenin ayrı bir öyküsü olan kilimlerimiz yüzyıllardan bu yana otantik yapısını muhafaza ederek günümüze
kadar gelmiştir. El sanatlarımızın seçkin örneklerinden olan bu kilimler, aynı zamanda birer kültür hazinesidir. Kilimlerde gerçek yün iplik ve kök boya kullanılmaktadır. Kök boyası bitkilerden elde edilir. Mahalli adlarıyla “Raye Tırşık” bitkisinden kahverengi,”Rın”
kökünden kırmızı, ceviz kabuğundan siyah ve kahverengi, ”Giyarenk” kökünden yeşil,
sanman ve soğan kabuğundan sarı renk elde edilir. Kırmızı renk için maya olarak sumak,
diğer renklerde “lep” kullanılır. Ayrıca siyah rengin mayası için kül, siyah ve sarı renk
381
ŞIRNAK VALİLİĞİ
için tuz gibi bazı
maddeler kullanılır.
Kök boya kolay kolay renk vermez. Jirki kilimlerinde kullanılan tüm desenler yöreye özgüdür.
Desenler genellikle yöre halkının dini
inancını, yaşantısını,
başından geçmiş acı
tatlı olayları, doğa
ile iç içe yaşantısını, doğanın şekil ve
özelliklerini ifade etmektedir. Halen günümüzde elliye yakın jirki motifi kilimlerde kullanılmaktadır.
Yörede dokunan kilimlerde kullanılan başlıca motifler şunlardır:
Gılagever
Gılagaharik
Gılsariye
Şemarotilik
Urusi
Bekık
Lülüper
Guyani
Canbezar
Sine
Gıpalö Çıldar
Hamaila Zıngıl
Emaniya Zengıl
Sıtayık
Lüle
Mala Mirik
Yarıyuk
Pepkö Guri
Styni Raş
Şımga Bükö
Belitanık
Heçık
Kırıkçık
Sölik
Steyre
Şehık
Kerbahar
Lakıp
Sımker
Gamezık
Kesneker
(Yayla Gülü)
( Küpeli Hül)
(Sariye Gül)
(Temiz Parmak)
(Rus işgalinden esinlenmiştir)
(Kurbağa)
(Dizili Yaprak)
(Guyan Aşireti Benzetmesi)
(Bezanın Canı)
(Fars Tarzı)
(Kırk Ağaç Bastonu)
(Zilli Hamail)
(Zilli Emanet)
(Çakmak Taşı)
(Diziler)
(Bey Evleri)
(Sevgili)
(Kurt Ayağı)
(Kara Sütun)
(Gelin Ayağı)
(Kanarya)
(Çatal Ağaç)
(Serseri İnsan)
(Saç)
(Yıldız)
(Tarak)
(Bahar Merkebi)
(Eldiven)
(Kepçecik)
(Balığı İfade Eder)
(Kimsenin yapamayacağı kadar zor)
382
ŞIRNAK SOYUT KÜLTÜREL MİRAS ENVANTERİ
Mimari, Isınma, Aydınlanma:
İlimiz merkez ve ilçelerinde mesken olarak kullanılan binalar genellikle, ısınma soba ile
yapılmaktadır. Sobalarda, yakacak olarak odun, kömür ve tezek yakılmaktadır. Çok az
sayıda apartman tipi binalarda kalorifer kullanılmaktadır.
Şehir, kasaba ve köylerimizin hemen hemen hepsinde elektrik ile aydınlanmaktadır.
Elektrik hattının çekilmediği bazı yerleşim birimlerinde ise aydınlanma, çıra, mum, idare
ve tüp gazla çalışan lükslerle olmaktadır.
Mimari olarak binalar genellikle betondan yapılmaktadır. Yöreye uygun eski taştan binalar çok az sayıda yapılmaktadır. Taşlar kesme taşı olup, çift sıra örülmekte, 60 cm kalınlığında harç ile yapılmaktadır. Binalar genellikle üç katlıdır. Malzeme olarak daha çok
tuğla ve briket tercih edilir.
Yiyecek-İçecek:
Şırnak ili ve çevresi yemek çeşitleri:
1-Kutlık: Ufak bulgur ve
ufak yarma (Çiğköftelik) birbirine karıştırılır, hamur haline getirilir. Kızartılmış soğanlı kıyma içine doldurulur. Kaynar suya atılıp pişirilir. Sudan çıkarılıp yumurtaya bulandırılır. Yağda kızartılıp servis yapılır.
2-Serbıdev: Yarma iyice pişirilir, büyük bir tabağa konulur. İçi açıldıktan sonra bu
çukura kurut (Keşk-çortan)
suyu ve yağ dökülür. Yarma
üzerine kavurma parçaları
dizilir ve servis yapılır.
3-Perdepilav: Dibi yuvarlak tencereye yumurta ve yağla yoğrulmuş yufka haline getirilmiş hamur yerleştiririz. Az pişirilen pilava tavuk eti, baharat ve badem karıştırılır ve bu
hazırlanan yufka haline getirilmiş hamurun içine konulur. Ağzı tekrar yağlı ve yumurtalı
ince hamurla kapatılır. Üstü ve altı ateşte veya fırında pişirilir. Sonra servis yapılır.
4-Kipe: Koyunun bağırsakları iyice yıkanır, bezleri koparılır. Ters çevrilir yıkanır ve temizlenir. Pirinç ve kıyma pişirilmeden içine doldurulur. Sıcak suya atılıp kaynatılır. Piştikten sonra servis yapılır.
5-Hekeheşandi: Pilav yağsız olarak yapılır. İçine kıyma katılır ve yoğurulur. Yumurta dibi
keşil verilerek yağda yumurtaya bulanmış şekilde kızartılır, servis yapılır.
6-Şımşıpe: Günümüzde dolma diye anılan yemeğin yöremizdeki adıdır. Soğan, patlıcan,
domates, kabaklar açılır ve oyulur. Pancar veya asma yaprakları hazırlanır, Pirinç ile kıyma yıkanıp karıştırılır, baharatlanır. Adı geçen sebzelere doldurulur. Tencereye dizilip pişirilir ve servis yapılır.
383
ŞIRNAK VALİLİĞİ
7-Meyre (Mehir): Ayran ve dövme ateşe bırakılır. Yumurta çırpılır içine bırakılır. Devamlı bir şekilde karıştırılır. Kaynayıncaya kadar devam edilir. Parçalanmış kabaklar ve pancar yaprakları içine katılır. Bir parça pişince ateşten indirilir. Soğuk servis yapılır.
8-Bırınzer: Şeker ile su karıştırılıp şerbet yapılır. Ateşe konulup kaynatılır. İçine pirinç atılıp pişirilir. Biraz tarçın katılır. Ateşten indirilip soğuk olarak servis yapılır.
9-Mahmılatık: İnce bulgur küpe bırakılır, şalgam kaynadıktan sonra soğutulur ve süzülerek küpe bırakılır. Biraz su ve biraz hamur üzerine katılır. (Mayalı hamur olmalıdır). Ağzını kapatıp örttükten sonra çamurla kapatılır. Kork gün bekletildikten sonra açılır ve turşu gibi kulllanılır.
10-Fıreydin: Saç ekmeği ince açılır. Dövülmüş ceviz ile toz şeker karıştırılıp ekmek olacak hamurun üzerine serilir. Güzelce kıvrıldıktan sonra, simit gibi yuvarlak yapılıp, dolanır. Fıreydin kızgın yağda kızartılıp ve şıra dökülür. Soğuyunca servis yapılır.
11-Suryaz: Suryaz otu kıyılır ve yıkanır. Suda kaynatılır, sonra süzülüp sıkılır. Kızgın yağda ufaltılmış soğan kızdırılır. Üzerine suryaz otu eklenerek karıştırılır. İçine kavurma atılır, karıştırılıp servis yapılır.
ŞIRNAK İLİ BÜYÜKLERİ
1-Şeyh Ahmed El-Cezeri: 1404 yılı 23 Şubatında Cizre’nin Dağkapı Mahallesinde doğdu.
İslam dünyasının en büyük filozoflarından birisidir. Asıl adı Ahmet, tanındığı adı Mella-i
Ciziri, mahla ve lakabı Nişani’dir. Babasının adı Şeyh Muhammet’tir. Aslen Cizreli olup,
Boti aşiretindendir. 75 yıl yaşamış ve hiç evlenmeden kendisi ilme vermiş ve 1479 yılında Cizrede Dağkapı Mahallesinde vefat etmiş Kırmızı Medrese’ye gömülmüştür
2000 beyitlik bir Divan kitabı vardır. Bu Divan Avrupa, İran, Rus edebiyat derslerinde
okutulmaktadır. Hepsini ana temasında; Allah ve Resullullah aşkı, iyilik, yardımseverlik,
çirkinin günahkarın uğrayacağı ceza ve öğretiler işlenmektedir. Ayrıca Osmanlı şairleri
gibi şiirlerinde Farsça, Arapça kelimeler kullanmıştır. Divanı Arap harf sırasına göre olup,
bütün şiirlerinin sonu da harf sistemine göredir.
“Guften Mela” ve “Guften Emir” adlı şiir antolojisi de vardır.
Resullallah aşkını ifade etmek isterken:
“Senden olan bir kılını ikiyüz Zin ve Şirin’e değişmem. Ne olur, sen de beni Ferhat ve
Memi gibi saysan” demiştir.
Kendi büyüklüğünü göstermek için şöyle der:
“Feyzimiz Nil gibidir, biz Dicle ve Fıratız”
Dünyadaki namını bildirirken de:
“Eğer nazımdan saçılmış incileri istersen, gel Mella’nın şiirlerini gör, Şirazi’ye ne hacet”
Şeyh Ahmed El-Cezeri’nin Divanını Arapça olarak Molla Ahmet Zıvıngı yorumlamıştır.
Ayrıca bu Divanı Şeyh Ahmedi Hani torunlarından Mella Abdurrahim Yaşın (Vastanlı),
Osmanlıca (Türkçe) olarak bir yorumunu yapmıştır.
Ş. Ahmet yıllarca Cizre Kırmızı Medresede hocalık yapmıştır. Kırmızı Medrese’nin güneyinde bulunan bu medresenin bir bölümü olan Ş. Ahmet El-Cezeri kubbesinde gömülüdür.
384
ŞIRNAK SOYUT KÜLTÜREL MİRAS ENVANTERİ
2-İsmail Ebul-iz (Bediuzzaman İsmail Ebul-iz Bin Rezzaz El-Cezeri) M:1153-1233:
Cizre’de 1153 yılında doğdu. Cizre’nin yetiştirdiği dünyaca ünlü büyük fen ve teknik
adamı, robot, saat ve 60 makine mucididir. Onun ünü islam alemini aşıp batıyı sarmış,
batı ona hayran kalıp, ondan örnek almıştır. Zamanında kendisine “Bediuzzaman” denilmiş ve Cizre mezarlığı layık görülmeyerek, Hz. Nuh (AS) Türbesi’nin bulunduğu caminin
avlusuna gömülüp üzerine kubbe yapılmıştır.
Eskiden soyadı yerine ilk doğan çocuklarının adı ile kişiler adlandırıldıklarından, kendisine “ Ebul-iz” yani İzzettinin babası veya bilim ve teknikteki başarılarından dolayı şeref
ve izzetin babası manasındaki bu isim verilmiştir. Esas adı İsmail, baba adı Rezzaz, Avrupadaki lakabı ise “Prodigy of the Age” (Zamanın dahisi) dir.
“El Camiu Beyn El İlmi ve El Amel En Nafiu Fi Sanaat El Hıyel” adlı eserinde; Robot, otomotik saat, su saati, kum saati, otomatik makineler, termos, müzik otomatları, kilitler, şifreli kilitler, kasalar, oymacıklar, kan aldırma makineleri, içecek otomatik kaplar, musluklar, otomatik çocuk oyuncakları ve onların yapım tekniklerinden uzun uzadıya ve planlı
olarak bahseder. Eserini Arapça yazmış Latince de planlarını şifrelemiştir.
800 yıl önce yaşamış olan Ebuliz, Sibernetik biliminin ve otomasyonun ilk kurucularıdan olmakla birlikte, şimdiki bilgisayarların ana temellerini atmıştır. Bu
eserlerin dünyada 16 kopyası vardır. Bunların 5 adedi Türkiye’de,
4 adedi de Topkapı Saray
Müzesi’nde, l adedi de Süleymaniye Kütüphanesi’ndedir. Dünyada ise 11 adet kopyası mevcuttur.
Bunlardan 1 tanesi Bağdat Cahıs
kütüphanesinde, 1 tanesi Dublin kütüphanesinde, 2 adedi Oxford kütüphanesinde, 2 tanesi Leiden Üniversitesi kütüphanesinde, 3 tanesi Paris Bibliotheque
Natıonelde ve Amerika Birleşik
Devletleri’nin çeşitli müze ve kolleksiyonlarında bulunmaktadır.
İsmail Ebul-iz yazmış olduğu “El
Camiu Beynel İlmi vel Amel, En
Nafiu Fi sanaatil Hiyel” (İlim ve
tekniğin birleşmesiyle, Hiyel sanaatının faydaları ve toplamı) eserinde önsözden başka 50 adet şekil, 55 adet çok ilginç ve enteresan buluş ve 15 farklı düzeni anlatır. Eser 6 bölümden meydana
gelmiştir.
1. Bölüm Saatlar: Su saatları bunlara Binkam (Pingan) denilir. Fin385
ŞIRNAK VALİLİĞİ
kan denilen bir de kandilli su saatları vardır. Bunlar 10 şekilde belirtilmiş olup saatı zamaniye ve saatı müsvetiye şeklinde açıklanmıştır.
Saatı Müsvetiye: Bugün anladığımız manada bir günü 24 saate bölmek suretiyle elde edilen zaman süresi ve bu süriyi gösteren saatlerdir.
Saatı Zamaniye: Uzunluğu ne olursa olsun, gecegündüzü 12’ye bölmek suretiyle hesaplanan zaman süresi ve bu süreyi gösteren saatler olup, saat
süresi devamlı değişmektedir.
2. Bölüm İçki: İçki meclislerinde kullanılan otomatik kaplar ve oyunlar (İçkiden kasıt içilecek
şey, alkollü içecek anlamında değildir) Termos
ve otomatik sofra aletleri.
3. Bölüm İbrikdarlık ve Hacamat Aletleri: Kan aldırma, kan toplama ve ibrikdarlıkla ilgili düzenler.
4. Bölüm Fıskiyeler: Müzik otomatları, fıskiyeler,
havuzlar ve düzenleri hakkında.
5. Bölüm Kaldırma Düzerleri: Suların kaldırma
düzenleri, kuyu ya da akarsulardan çıkarılan su,
çıkarılan tulumbalar.
6. Bölüm Birbirleri İle İlişkisi Olmayan Düzenler: Saray hizmeti gören makinalar, şifreli
kilitler, kasalar, oymacıklar ve birbirleri ile ilişkisi bulunmayan düzenler.
İsmail Ebul iz’in bir sokağa, bir okula, bir de bir camiye adının verilmiş olduğunu görüyoruz. Cizrede 1233 yılında vefat etmiş olup, Nuh Camii’nde gömülüdür.
Ebul iz in izinde giden ve ondan örnek alan Batılı ilim adamları:
1- Alman Profesörü E. Wideman, Erlanger Üniversitesinde Ebul iz’in birkaç otomatik makinasını yapmış ve Ebul iz’i tanıtmıştır.
2- Alman bilimci F. Hauser de Ebul iz’i batıya tanıtmıştır.
3-Donald Hill, Ebul iz’in eserini İngilizceye tercüme etmiş ve eseri yorumlamıştır. Eserinin adı “Al Jazari Book of Incenious Mecanical Devices” (El Cezeri’nin Mekanik Hareketler Mühendisliği Bilgisi) koymuştur.
4- Nature dergisi Mart 1974 yılında Ebul iz’i şu cümleyle tanıtmıştır: ” 12. yüzyıl müslüman mühendisliğinin doruğuna erişmiş bir kişi”
5- Leonarrdo da Vinci ve Giovanni de Dondi Ebul iz’in eserlerinden örnekler alarak bir
çok eserler vermişlerdir.
6- Polonya doğumlu İngilterede oturan Jasia Reichartdt, Ebul iz ve eseri üzerine “Robots”
adlı bir eser bastırmıştır.
7- Batı dünyasında eğitim görmüş Suriyeli ilim adamı Ahmed el Hasan, Ebul iz’in eserini Arapça aynen yayınlamış, bir çok eserini karşılaştırmış ve İngilizce olarak özetler vermiştir.
Sibernetik bilimin dünyamızda ortaya çıkmasıyla, bu bilimle ilgilenenler ve “Otomatik
Makineler Yapımı ve Otomasyon Tarihi”ni araştıranlar, Cizreli İsmail Ebul iz El-Cezeri’yi
386
ŞIRNAK SOYUT KÜLTÜREL MİRAS ENVANTERİ
daha fazla öğrenmek ve ondan feyz almak için onu ve eserini daha fazla incelemiş ve
ondan “Çağın Doruğuna Erişmiş Büyük Mühendis İbni Rezzaz El-Cezeri” diye bahsederek, onu saygı ile anmaktadırlar.
Batı Dünyasını hayrete düşüren Ebul iz’in, kısıtlı imkanlara rağmen, olağanüstü eserlerini büyük bir ustalıkla vermesidir. Çünkü onun elinde elektrik, lazer ışınları, elektron, foton, positron ve başka olanaklar yoktu. Ancak onun elinde üç tane güç vardı.”Havanın
itme gücü”, “Buhar etkisi” ve “Suyun basıncı”. Kendisi bu imkanlarla “Otomatik sistemler”, “Otomatik sistemler arasında denge durumu”, ”Karşılıklı denge kurabilme”, ”Hareket sonunda yepyeni bir işlem başlaması” gibi sistemleri ortaya koymuştur.
Bu sistemlerden ayrı olarak ismini anmadığımız daha bir çok sistemler grubu onun kitabında mevcuttur.
3- İbnilesir İzzeddin El-Cezeri: Dünyaca meşhur tarihçi, yazar, diplomat, muhaddis ve
alimdir.
1160 yılında Cizre’de doğdu. Esir, esaret kelimesinden gelmez, Arapçada uzaydaki gizli
ışık dalgaları demektir. Esir kelimesindeki S harfi dile vurulur.
İbnulesir İzzeddin İbn Ebulkerem Muhammed bin Muhammed bin Abdulkerim bin Abdulvahit bin esir El-Cezeri olarak dünyada tanınır. Lakabı Ebul Hasan”dır.
“El Kamil Fit Tarih” adlı, Hz. Adem’den kendi zamanına kadar olan, Dünya tarihini kapsayan 12 ciltlik bir eseri vardır. Zamanının dili Arapça olduğundan, eserini Arapça yazmıştır.
“Usdul Gabe,Fi Marifat Es Sahabe” adlı tüm Hz.Muhammed (A.S) ın sahabelirinin bir lügatı vardır. Ayrıca “El-Lubab” adlı bir eseri daha vardır. Musul Atabeyleri Tarihi, Kitabussahabe gibi başka eserleride vardır.
İbnilesir İzzeddin, Musul’da bulunuyorken 1234 yılında vefat etmiştir.
4-İbnulesir Ziyaeddin El-Cezeri: Cizre’de 1163 yılında doğdu. Zengilerin başkenti olan
Musul’a öğrenim görmek üzere gitti. Özellikle şiir ve edebiyat dalında çok yeteneklidir.
Üslubu ile kendisini dünyaya kabul ettirmiştir. ”El Mesel-is Sair Fi Adab El-Tatib Veş Şair”
adlı eseri çok önemlidir.
İbnulesir Ziyaeddin Ebul Feth Neşrellah bin Ebulkerem Muhammed ibn Muhammed ibn
Abdulkerim Bin Abdulvahid bin esir El-Cezeri dünyaca tanınan en büyük simalardan olduğu gibi Selahaddin-i Eyyubi hazretlerine takdim edilmiş, büyük bir ilgi ve alaka görmüştür.
Sonra Selahaddin-i Eyyubinin oğlu Melik El Afdal’ın veziri olmuştur. Daha sonra Bağdat’a
yaptığı bir seferde, Bağdat’ta 1239 yılında vefat etmiştir.
5-İbnulesir Mecduddin El-Cezeri: 1149 yılında Cizre’de doğdu. Tanındığı lakabı; İbnulesir Mecduddin Ebussaadet El Mubarek bin Ebulkerem Muhammed bin Muhammed bin
Abdulkerim bin Abdulvahid bin Esir El Cezeri’dir.
Arap grameri ve sarf-Nahiv ile hadiste birincidir. ”Camiul Usul Fi Anadisi Resul” ile “En
Nihaye” eserleri çok meşhurdur. 1210 yılında Musul da vefat etmiştir.
387
ŞIRNAK VALİLİĞİ
KÜLTÜR:
Dil: İlimiz merkez ve bağlı ilçelerinde halk arasında genellikle kürtçe konuşulmaktadır.
Yalnız Beytüşşebap ilçe merkezinde ise ağırlıklı olarak Türkçe konuşulmaktadır. Kürtçenin konuşulduğu yöremizde, kelime, sözcük ve gün adları köken olarak aynı olduğu halde, telafuz esnasında azda olsa bazı şive farklılıkları göze batmaktadır. Yöremizde konuşulan Türkçe en mükemmel Türkçe’dir. Çünkü bizim insanlarımız, Türk dilini kural ve
kaideleriyle birlikte (cümle kullanımı) kullanmaktadır. Örnek
Özne
, Tümleç,
Ömer
Camı
Yüklem
Kırdı
Halk arasında çok az sayıda Arapça konuşan insan vardır.
İlimiz merkez ve bağlı ilçelerinde günlerin isimleri Pazar günü, ayların ismi ise Mart ayı
ile başlar.
Günler:
Pazar
Pazartesi
Salı
Çarşamba
Perşembe
Cuma
Cumartesi
- Yekşem
- Düşem
- Şeşem
- Çarşem
- Pencşem
- İni veya ine
- Şemi
Aylar:
Mart
Nisan
Mayıs
Haziran
Temmuz
Ağustos
Eylül
Ekim
Kasım
Aralık
Ocak
Şubat
- Adar
- Nisan
- Gulan
- Heziran
- Temmuz
- Tebbağ
- İlün
- Çiri
- Çiri
-Kanün
- Kanün
- Sıbat
Edebiyat:
Yöresel Halk Edebiyatı: Şırnak ta çok zengin bir halk kültürü bulunmaktadır. Sözlü şekildeki halk kültürünün çok farklı ürünleri bulunur. Ancak bu kültürel zenginliğe karşın günümüze değin bu konuda yeterli araştırmanın yapılmaması ve bu kültürel varlığın yazılı
eserlere dökülmemesi Şırnak taki zengin halk kültürünün tanınmasını engellemiştir. Çok
farklı motiflerin egemen olduğu bu kültürel zenginlik, başta müzik olmak üzere masallar,
hikayeler, halk oyunları, ağıtlar, maniler, bilmeceler, şenlikler, düğünler, ekin gelenekle388
ŞIRNAK SOYUT KÜLTÜREL MİRAS ENVANTERİ
ri ve çocuk oyunlarında kendini gösterir.
Şair Mela Hüseyin Bate: Şırnak yöresinin yetiştirdiği en önemli din adamı ve şairlerindendir. 1417-1494 yılları arasında yaşadığı bilinmektedir. Kimi eserlerde Mele Ehmet olarak
da şairden söz edilir. Feki Hüseyin-i Bateyi olarak da tanınan Mela Hüseyin Bate’nin yaşamının büyük bir bölümü, günümüzde halen varlığını koruyan Beytüşşebap’ın Güneyyaka (Bate) köyünde geçmiştir. Mele Hüseyin Bate, eğitiminin büyük bir kısmını şu anda
Irak devleti sınırları içerisinde yer alan Musul, Duhok, Erbil kentlerindeki medreselerde tamamlamıştır. Bu bölgedeki eğitimi Arap ve Fars edebiyatı üzerinde olmuştur. Uzun
yıllar Çölemerik’teki Meydan Medresesinde hocalık yapmıştır. Yazdığı eserler daha çok
Edebiyat ve din üzerine olmuştur. Yaşadığı dönem boyunca toplumsal konulara son derece önem veren Bate, yeni yetişen nesillerin sağlıklı bir toplum oluşturmalarına yönelik
olarak çalışmalarda bulunarak, özellikle eğitime önem vermiştir. Zamanın kamu yöneticilerinin dikkatini eğitim konusuna yönlendirmek amacıyla raporlar hazırlamış ve öneriler sunmuştur. Aynı zamanda kendi olanakları dahilinde, tüm yaşamı boyunca gençlerin, çocukların eğitilmesi için var gücüyle çalışmıştır. Eğitime verdiği önem yaşamıyla ilgili olarak anlatılan bin anıyla pekişmektedir. Bu anıya göre zamanın bölgesel yöneticileri ile halk arasında vergiler konusunda sorunlar artmaya başlayınca, bölgesel yönetiminin halkın vergi borcunun silinmesi için Mela Hüseyin’den aracı olması için ricada
bulunur. Mir’e gidilir ve Mir de bu rica üzerine Bate’ye dönerek bu talebini gerçekleştirmesi durumunda onun buna karşılık kendisi için ne yapacağını sorar. Bunun üzerine
Bate, bir düşünüre, eğitimciye yaraşan düşünceyle bu iyiliği karşısında tam 150 öğrencinin eğitimini üstleneceği vaadinde bulunur. Böylece olay tatlıya bağlanır ve taraflar anlaşır. Adından da anlaşılacağı üzere Bate, yaşadığı yüzyılın çok ilerisinde olan düşünceleriyle 15. yüzyılda Şırnak yöresinin yetiştirdiği seçkin düşünürlerindendir. Bate, yaşadığı
sürece aynı zamanda bölgede iyi yönetim sergilemeyen, haksız politikaları ortaya koyan
bölgesel güç odakları olan Mirlerle yer yer çatışmalara girmiştir. Bu çatışmalarda tamamen Mirlerin keyfi davranışları karşısında ezilen halk kitlelerinin yanında saf tutmuştur.
Tüm yaşamı boyunca ezilen güçlerin yanında yer almasıyla geniş halk kitlelerinin sevgisini kazanmıştır. Aynı zamanda bu düşünceleri doğrultusunda, Mirlerin haksız tutumlarına karşı zamanın din bilginlerinin duyarlı olmaları konusunda sık sık onlarla görüşmeler yapmıştır. Yaşamına bir çok eser sığdırmasına karşın, Mele Hüseyin Bate’nin bilinen
belli başlı eserleri şunlardır.
1-Divan: Bate’nin önemli ana eseri olarak bilinir.
2-Destana Zembil Fıroş: Edebi eser niteliğindedir.
3-Mevmit: Mevlit
Bate’nin Mevlidi ilk kez 1905 yılında Mısır da 1919 da İstanbul da basılmıştır.
Anlatmalar:
Tufan ve Cudi:
Nuh (A.S), Babil şehrinde doğmuş olup, lakabı Yeşkür ve asıl adı da Abdulğaffar’dır.
Allah korkusundan çok ağladığı ve bağırdığı için, Arap yazarları ona Nuh isminin Arapça bir kelime olan Nevh sözcüğünden geldiğini iddia ederler. Nuh, yeni anlamına da gelirki; Yeni baba anlamındadır. 40 yaşında iken kendisine Peygamberlik görevi verilmiştir.
389
ŞIRNAK VALİLİĞİ
950 yıl kavmi arasında kaldığını ve onları dine, imana çağırdığını Kur’an-ı Kerim bildirir.
Nuh’un sülalesi şöyledir; NUH bin LEMK, bin MUTEVEŞLİH, bin BERD, bin EHALİL, Bin
KAHYAN, bin ENÜŞ, bin ŞİT, bin ADEM olarak kitaplar kaydeder.
Nuh (A.S) geceli, gündüzlü kendi kavmini Allah’ın Dini’ne davet ediyordu. Fakat her seferinde kötü söz ve dayakla mukabelede bulundukları görülürdü. Hatta bir iki sefer, çok
dövüp bayılttıktan sonra, çöplüğe bile atmışlardı. 950 yıl, bu zulme ve cefaya dayanan
Hun Peygamber, nihayet yüce Allah’a (C.C) şöyle dua eder:
“Ey Allah’ım yeryüzünde hiçbir kafir bırakma!” (2)
Allah’da duasını kabul ederek, Cebrail (A.S) ı yanına göndererek yapılacak Tufan ve
Gemi hakkında bilgi verdi. Günlerce ağaç çekip hazırladı. Kendisi de marangoz olduğundan bu iş ona kolay geliyordu. Gemisini Küfe’de ve Ceylanpınar’da yapmaya başlamış olduğunu kaydederler. Ancak Kufe’de yaptığı hakkında deliller biraz fazladır.
Gemiyi Melek Cebrail (A.S) ın gözetim ve planı ile üç katlı yapmaya başladı. Geminin
ağacıda şimdir denilen ve tahta kaşık, kepçelerde de kullanılan sert bir ağaçtan olduğu
rivayet edilir. Gemi bittikten sonra, içi ve dışı güzelce ziftlendi. Bu ziftle, içine su kaçmaması için daha da sağlamlaştırıldı. Altın ve demir çizgilerde kullanıldı. Geminin eni
50 kulaç, yüksekliği 30 kulaç ve uzunluğu ise 300 kulaç olduğu söylenir. İkinci ayın on
yedisinde yağmur 40 gün 40 gece yağdı. (43) Yerden çok sıcak sular fışkırdı. Yağmurlar
tane tane değil, sağanak ve kazandan boşalırcasına geliyordu. Her yer bir kaynak oluvermişti.
Hz. Nuh, her hayvandan birer çift olmak üzere, bir dişi bir erkek aldı. Yırtıcı hayvanları
alt kata,evcil hayvanları ortanca kata, inananları da üçüncü kata yerleştirdi. İslami eserler, çok zararlı bazı ilk çağ hayvanları gemiyi almadığından, şimdi nesillerinin kesildiğini söylerler.
Ayrıca insanlığın ilk babası Hz. Adem (A.S)’in cenazesinin de, Gemiye alındığını kaydederler
Tufan’ın başlama parolası olan Tandırdan suyun fışkırma haberi Hz.Nuh’a iletilince, derhal bütün inananlar gemiye koştu. Bunlar Hz. Nuh ve hanımı, oğulları Ham, Sam, Yasef ve hanımları olmak üzere ya sekiz kişidirler, veyahut inananlarla birlikte 80 kişi olup,
40’ı kadın, 40’ı erkektir. Nuh’un oğullarından olan Yam (Ken’an) babasına annesi ile birlikte inanmadıkları için, gemiye binmek istemediler. Hz.Nuh’un yaptığı bütün ricalara
rağmen binmek istemedi. Ben kendimi kurtararak,yüksek bir dağın tepesine giderim, diyordu. Fakat onun düşündüğü gibi olmadı. Dalgalar birbirini kovalar şekilde, boğuşurken, inanmayanlar dağ tepelerine doğru koşuyorlardı. Gemi’den bir daha oğlunu çağıran Nuh (AS) red cevabını alınca azgın bir dalga Yam’ı hemen içine alıp sularda kaybetti. Bu olayı gören Peygamber Nuh (AS), çok üzülerek, oğlunu andı. Fakat Allah (CC) “O.
senden değildir” buyurdu. Ameli salih ile meydana gelmemiş bir oğul olan Yam, böylece cezasını bulmuş oldu.
Bu gemiye binen sekiz veya seksen kişi anlamında Seman (seman ın adı verilir ki, şimdi onların sayıları ile ilgili Cudi Dağı’nın eteğinde bir köy bulunur. Bu çevre Heştan olarak adlandırılır. Bunun anlamı da sekiz-seksenler dir.) Gemi 150 gün su yüzünde kaldı.
Bu aylara yetecek kadar beraberlerinde yiyecek ve malzeme almışlardır. Gemi Muharrem ayının 10. günü ve diğer takvime göre 7. ayın 17. günü Cudi Dağı’nda durdu. İşte
yüce Allah’ın buyruğu:
390
ŞIRNAK SOYUT KÜLTÜREL MİRAS ENVANTERİ
Kur’an-ı Kerim,Hud suresi ayet 41.
“EY YER SUYUNU YUT, EY GÖK SUYUNU TUT. SU ÇEKİLDİ VE EMİR YERİNE GELDİ.
GEMİ CUDİ ÜZERİNDE DURDU. ZALİM OLAN KAVİM DEFOLSUN (HELAK OLSUN)
DENİLDİ.”
Hz. Nuh (AS) bir ay veya daha fazla suyun çekilmesini beklemişlerdir. Beraberindeki son
yiyeceklerini de karıştırıp bir nevi aşure yaparak yediklerini rivayet ederler. Hz. Nuh (AS)
etrafı denetlemek amacıyla bir güvercini gönderdiğinde, dönüşte gagasında bir zeytin
dalıyla döndüğünü gördü. Bu suların çekilmesine ve Tufan’ın bittiğini göstermiş oluyordu. Böylece Nuh ve oğulları, müminler CUDİ’de Allah’a (CC) bir şükran ifadesi olarak,
bir mescit ve mezbah (Kurban yeri) yaptılar. (24). Daha sonra dağdan inerek Cudi eteğinde şimdi Silopi’ye bağlı Haştan (Heştiyan) köyünü kurup bina ederler. Heştan köyünden
sonra da Cizre (Gerz u Bakarat da) yi ve Şehrinuh (Şırnak)’ı kurmuştur. Daha tamamıyla Cizre’ye yerleşmiş ve orada vefat etmiştir. Yüzde yüz hiçbir peygamberin nerede öldüğü belli değildir. Ancak İslam Peygamberi Muhammed (AS) in mezarı bellidir. Fakat.
Hz. Nuh (AS)’un mezarının burada olduğu yukarıda sayılan delillerden kesin sayılabilir.
Hz. Muhammed (S.A.S)’den rivayet edildiğine göre: Bir hadisi şerifte insanlığın yalnız
Ham, Sam, Yasef’ten türemiş olduğu belirtilmiş, müminlerden hiç kimse türemeden ölmüşlerdir. Yüce Allah (CC) Kur’an-ı Kerim de Şuara suresinde şöyle emreder:
“Biz Nuh’u ve gemi sahiplerini kurtardık” Saffat suresinde ise:
“Biz Nuh’u ve aile efradını o büyük beladan kurtardık. Biz yalnız Nuh’un zürriyetini yeryüzünde halife bıraktık.”
Tufan olayı tüm insanlığa bir ders olmalıdır. Zalim, nankör, yalancı ve gerçekleri görüp
inanmayanların sonunun kötü, Allah’a inananların ve onun yolunu tutanların da, kurtuluşa ereceklerini belirtir.
İlahi ve Tarihi Aşk Olayı MEM-U ZİN:
Cizre hükümdarlarından Emir Abdal (Abdullah) oğlu Emir Zeynuddin zamanında hicri 854, miladi 1450/1451 yılında olay meydana gelmiştir. Mem u Zin gerçek hayat hikayesini Hakkarili Şeyh Ahmed-i Hani manzum bir şekilde kaleme almıştır. Ölümlerinden
240 yıl sonra Cizre’ye gelmiş ve eserini 1690 yılında yazmıştır.
Kötülüğü, ikiyüzlülüğü, koğuculuğu, fitne ve fesatçılığı, dalkavukluğu Bekir’de toplamıştır. Doğruluğu, iyiliği, suçsuzluğu, zayıflığı ve çaresizliği de Memo ve Zin’in şahıslarında toplamıştır. Zamanın yaşantısını, sosyal durumunu ve kültürünü büyük bir ustalıkla işlemiştir. Eser, Türkçe, Farsça, Arapça, Fransızca ve Rusça’ya tercüme edilmiştir. Bu gerçek hikaye Anadolu’muzda ve özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da halk arasında
çok tanınmıştır. Okumamış kimseler dahi, bazı bölümlerini ezbere kaside şeklinde okumaktadırlar.
Ayrıca yerli ve yabancı turistler tarafından türbeleri devamlı ziyaret edilmektedir. Ancak
bugüne kadar türbeleri restore edilmemiş ve bakılmamıştır. Kültür Bakanlığı, Eski Eserler
ve Anıtlar Yüksek Kurulu Başkanlığı tarafından Mirebdal Camii korunma ve tescile alınmış olduğundan, bu caminin bir bölümünü teşkil eden Mem u Zin kısmı da böylece korunmaya alınmaktadır.
Cizre Beyi, Ebdal oğlu Mir Zeynuddin’in ZİN ve SİTİ adlarında çok güzel iki bacısı vardı.
Zin beyaz tenli ve beyin canciğeri gibiydi, Siti ise, esmerimsi ve bir selvi gibiydi. Tacdin,
391
ŞIRNAK VALİLİĞİ
Beyin Divan Vezirinin oğluydu. Tacdin’in babası İskender’in iki oğlu daha vardı. Bunlara Arif ve Çeko denirdi. Tacdin’in kardeşleri Çeko ve Arif, tıpkı şahinler gibi kuşları kapıp kaçıracak şekilde kurnazdılar. Hikayenin ana kahramanı Memo ise, Memıalan lakabıyla şöhret bulmuş olup, Divan katibinin oğlu ve Tacdin’in kardeşi ve ahiret dostuydu.
O zamanlar baharın müjdecisi olan Mart ayında eğlence ve bayram günleri tertip edilirdi. Senenin bugününde Cizre halkı çoluk-çocuk kıra çıkar, süslenen gençler birbirlerini
İslam’a uygun bir şekilde görür, beğenir ve böylece eş bulurlardı. İhtiyarlar ve çocuklar
uzun kış günlerini unutmak için bu bayram eğlencelerine katılırlardı.
Bey kır eğlencelerine izin verince, herkes giyinip gitti. Memo ile Tacdin kendilerine kızlar gibi süs verip kıyafet değiştirerek çarşıya çıktılar. Çarşıda gezip çalkalanan insanları
seyrederlerken, bir anda iki erkek kıyafetli insan gördüler. Onları görür görmez, ikiside
yere düşüp bayıldılar. Siti ile Zin bu bayan kıyafetli iki erkeği iyice süzerek, onlar sezmeden her ikisi kendi yüzüklerini onların parmaklarına geçirip oradan yabancıların gelmesi ile onları terk edip ayrıldılar. Bir iki saat sonra Memo ile Tacdin ayrıldıklarında herkesin evine gitmiş olduklarını ve kendilerinin bezgin ve sersem olduklarını gördüler. ”Acaba nerede hastalandık biz. Hangi savaşta yaralandık biz” diye birbirlerine bu başlarına
gelen olayı anlatırlarken;
Tacdin, “Kardeşim, elinde bir mücevher var ki; kendisi bir çıra, Yakutu ateş koru, karanlık gecede yakılan bir meşale gibi parlıyor ve üzerinde de ZİN adı kazılmış” dedi.
Memo’nun parmağındaki yüzüğü görmek için Tacdin elini uzatınca, Memo da onun parmağında bulunan paha biçilmez ve üzerinde maharetle SİTİ yazılmış bir elmas yüzük
gördü. İkisi de hemen kendilerine bu yüzük sahipleri olan Siti ile Zin’in ne yapmış olduklarını derhal anladılar. Bayram eğlencelerinde bu iki genç kızın da onlar gibi kıyafet değiştirdiklerini anladılar.
Bir sihirbaz ve cadı görünümünde olan Heyzebun adlı dadılar Siti ve Zin’i böyle solgun
yüzlü, renklerinin değiştiğini görünce, onların hallerini öğrenmek amacıyla:
“Niçin böyle duruyorsunuz?” dedi.
Siti ile Zin başlarına gelen olayı gizlice dadıya anlattılar. Onların yüzüklerini de dadılarına gösterdiler. Dadı, hemen yüzükleri alıp, zamanın falcısına giderek falcıdan her iki erkeğin adlarını ortaya çıkarttı. Daha sonra bir hekim kılığına girerek, hastaları şifaya kavuşturmak amacıyla Cizre’nin sokaklarına daldı. Koynuna birkaç kitap, neşter, şişe, kese,
bazı ilaçlar almıştı. Mahalleleri gezerken, onu gören gençler arkadaşları ve komşuları
olan hasta Tacdin ve Memo’ya götürdüler. Yabancı bir doktor kadın kılığında olan Heyzebun:
“Bizi lütfen yalnız bırakınız”, dedi. Orada bulunan akrabaları ve diğer gençler odayı boşalttılar. Heyzebun Tacdin ve Memi’ye her iki kızında sizin gibi aşık olduklarını söyleyerek, güzel bir dille durumlarını onlara anlattı ve değişen yüzükleri bir daha geri istedi.
Tacdin inanmaları amacıyla yüzüğünü geri gönderdiyse de, Memo yüzüğünü vermiyerek: “Bununla yaşıyorum ben” dedi.
Memo ve Tacdin kadar aşık olan ve inleyen her iki kız, dadıları Heyzebun’u sabırsızlıkla bekliyorlardı. Dadı dönüşte Siti ve Zin’e durumlarını anlatınca aşkları daha fazla alevlenmiş oldu.
Aşkları had safhasına ulaşan Memo ile Tacdin, kalkıp arkadaşlarına giderek, başlarına gelen macera ve halleri onlara anlattılar. Bunu duyan arkadaşları önce Tacdin için olmak
üzere bazı büyük Cizre alimleri, adliyecileri ve beylerden birer grup alarak, zamanın Ciz392
ŞIRNAK SOYUT KÜLTÜREL MİRAS ENVANTERİ
re Bey’i Mir Zeynuddin’in huzuruna dönür olarak çıktılar. Böylece Siti’yi Tacdin’e istiyorlardı.
Bey de: “Layık gördüğünüz üstündür, vekil kimse gelip otursun” dedi.
Tacdin’in vekili olan kardeşi Çeko Bey’in eteğini öperek, kabullendi. Bunun üzerine hepsi Bey’e teşekkür ederek, davullar, rubablar, çalgılar çalınarak düğün şerbeti içilmeye
başlandı.
Sonra Bey, altın ve gümüş tabaklar içinde bir gök tabakası kadar geniş ve zengin bir sofra çekti. Davul, zurna, ud, keman, tanbur, çeng, santur ile neyler çalındı. Memo ve Tacdin giyinmiş olarak Mir Zeynuddin’in elini öperek eğlence meclisine katıldılar. Böylece
Tacdin ve Siti için yedi gün yedi gece düğün yapıldı. Gerdeğe girdiklerinde, gerçek dost
ve arkadaşı olan Memo, Cizre yöresinin bir adeti olmak üzere dış kapıda onları silahıyla bekledi.
Soyca Botanlı olmayıp, aslen şimdi İran’da bir köy olan Merguverli Bekir adında fitneci, dedikoducu, fesat aldatıcı, ikiyüzlü olan bir adam vardı. Bu Bekir hem Bey’in kapıcısı
(Dergehvan), hem de kahvecisi idi. Halk bunu Beko olarak da çağırırdı. Bu adamın kötülüklerini bilen Tacdin, Bey’e kaç sefer bu adamın bu kapıya layık olmadığını ve kapıcılıktan alınmasını söylerdi. Ancak Bey: “Değirmenimiz onunla dönüyor. Köpekler de kapıcıdırlar”, derdi.
Huylarında daima şeytanlık gizli olan Bekir, Bey’i sinire getirmek için bir gün söyle dedi:
“Beyim, Siti’yi siz çok telef verdiniz. Kayser, Kisra, Fağfur isteseydi böyle çabuk vermezdiniz” dedi. Bey şöyle cevap verdi: “Ey bedbaht, Tacdin ve Memo’yu onlara değişirmiyim. Savaş olduğunda bize ikiyüz esir getiriyorlar”
Bununla da Bey’e tesir edemeyen dedikoducu Bekir, artık başka şeyler tasarlayarak ağız
değiştirdi. “Efendim, Tacdin kendi tarafından Zin’i Memo’ya vermiş”
Bey: ”Neden bana sormadı acaba. Benden kalmamış mı korkusu?
Bekir: ”Bilmiyor musunuz Beyim, orası öyledir. Yiğittir, gençtir, beyzadedir”
Bey: ”Gönlümde gerçekten Zin’i Memo ile şereflendirip vermek vardı. Artık atalarım Hz.
Halid’in ruhlarına and içerim ki; Zin’i karı olarak Memo’ya vermiyeceğim. Başından bezmiş olan varsa, işte Zin, istesin bakalım”dedi.
Cizre Kalesi ile Dicle Nehri arasında kalan yerde büyük bir bahçe bulunurdu ki; bu bahçede türlü türlü ağaçlar, evcil ve yabani hayvanlar bulun ve beslenirdi. Bu bahçeye Beybahçesi olmak üzere (Rezimiran) denilirdi. O kadar ağaçlar, güller çeşit çeşit bitkiler sıktı ki, insanlar içinde birbirlerini görmezlerdi.
Bir gün Bey ve Cizre halkının tamamı kıra ve av avlamaya giderler. Memo o gün bir yere
ayrılmaz, Zin ise, hükümdar olan ağabeyi Mir Zeynuddin’in bahçesine gider. Çoktandır
Zin’i takip eden Memo, Zin’in bahçeye girdiğini görünce, gizliden kendisi de bahçeye
dalar.
Kabahatlı olan Zin, Memo’yu görünce birden yıkılıverir yere. Memo bu sırada onu görmez gül ve reyhanları seyrederek şöyle der:
“Ey gül; Gerçi sen de nazeninsin,
Sen nerde, Zin’in yüzünün rengi nerde?
Ey gül! Gerçi senin güzel kokun var,
Reyhan senin için kara yüzlü olmuş.
393
ŞIRNAK VALİLİĞİ
Fakat siz yarimin zülfüne benzemezsiniz.
İkiniz de arsız ve hazversiniz.
Ey bülbül! Gerçi sen de aşk adamısın,
Kırmızı gül mumunun pervanesisin.
Benim Zin’im senin kırmız gülanden daha şendir.
Benim bahtım da senin talihinden daha karadır.
Ey sonucu iyi olan bülbül! Asıl bülbül benim.
Boşuna kendini niçin kötü adlı yapıyorsun.
İlkbaharda gül bahçeleri
Bir değil, yüzbinlerce gül verirler.
Benzerleri çok olan yerler
Huri ve melek bile olsalar
Sebep olmaz onlar hiçbir yerde
Çünkü bulunurlar her yerde
Bir tane olsa, eşsiz ve emsalsiz olsa
O da Zin gibi ve Ankara gibi perde arkasında olsa
Aşık o zaman neyle teselli bulur?
Sabretmeden, ölmeden, çaresi nedir onun?”
Durumdan habersiz olarak Memo böyle söylenirken, ikiyüz kişinin nedimeliğini yaptığı Zin’i görür ve dayanamayıp yere yuvarlanır. Zin’in ayakları önüne yığılır, kalır. Yere
düşünce, Memo’nun ayakları Zin’e değdiğinden, Zin ayılır. Yanında Memo’yu görünce acep hayal midir? Gerçek mi? Rüya mı görüyorum, yoksa hakikat mı? diye telaşa düşer. Zin, Memo-nun ellerini avucuna alırken,Memo onun zülüflerinin kokusundan ayılır. Önce el işaretleri ile, sonra dilleri çözülünce konuşurlar. Üzerlerinden geçen kazaları yeniden binlerce sünnetle eda ederler.
Bey, avdan döndüğünde, davul-zurnalarla karşılanır. Yakaladıkları ceylanları, kurtları,
tilkileri bahçeye salmalarını emreder. Bahçe kapısının kilitli olmadığını gören Bey, şüphelenir ve girer. Bakar ki, biri abaya sarılıp oturmuş bahçeye. Benden habersiz kimdir bu
zamanda bahçeme gireni öğrenmek için biraz yaklaşır ve Memo’yu görür. Memo şöyle der:
“Beyim, biliyorsunuz ben hastayım. Sizin ava gittiğinizi duyunca benim de canım sıkıldı.
Sonra kendimi burda buldum” der.
Bey der ki: “Bari bahçede birşeyler avladın mı”
Memo: “Ben bu bahçede bir ceylan buldum. Zülüfleri siyah, kokusu güzel, sen geldiğin
için gizlendi. Sen gelmezden o açıktaydı”
Tacdin bu sözleri işitince, yanında abasının altında Zin’in gizlendiğini anladı. Bey’e
Memo’nun hasta ve saralı olduğunu söyleyip, oradan meclise gidip divan kurarlar. Tacdin Bey’i aldatıp meclise götürdükten sonra, Memo’ya gelip:
“Kardeşim ne haldir” diye sorar. O da abasının altından Zin’in saç örgülerini gösterir.
Tacdin bu durumu görünce hemen eve koşar. Karısı Siti’ye Kur’an-ı Kerim ve altın beşikteki çocuğu alıp çıkmasını söyler. Memo ile Zin zor durumda olduklarını karısına anlatır.
Tacdin bu sırada evini ateşe verdi. Feryadını yükseltti. Kabileler, aşiretler ve herkes yangın söndürmeye koşarlarken, Bey ve hizmetçiler de saray ve bahçeyi boşaltarak yangına
doğru gittiler. Böylece Memo ile Zin’in kurtuluşu ve gerçek dostluk için Tacdin evini feda
394
ŞIRNAK SOYUT KÜLTÜREL MİRAS ENVANTERİ
etti. Emsali görülmemiş bir dostluk örneğidir.
Zin ve Memo’nun aşkından haberder olan Bekir hemen Bey’e uluşarak olup bitenleri anlatır. Bey de, bunu öğrenmek için bir hal çaresi aramasını emreder. Bekir der ki:
“Beyim kendisiyle satranç oynayın. Satranca davette eğer beni yenersen istediğini alırım
diye söylersiniz. Böylece esas amaç belli olur”
Gizlice Memo’yu bahçeye çağırtır. Meşrusatlar ve meyveler hazırlanır, yiyilir, içilir.
Bir ara bey Memo’ya:
“Bugün bizim seninle savaşımız vardır:
Kalk da karşıma geç
Şüphesiz seninle savaşacak olan benim
Ey alnı açık seninle aşrtımız:
Sen ne istersen, bizim için de gönül dileği” der.
Bu sınavın sonucunun kötü olacağını düşünen Bey’in çok güzel ve yiğit olan oğlu GIRGİN bunları duyunca hemen Tacdin’e koşup haber verir. Tacdin de Çeko ve Arif’i yanına alarak gelir.
Beraber üç el satranç oynadıklarında, Memo çok müthiş bir satranç oyuncusu olduğundan Emir Zeynuddin’i üç el yener. Bunu gören şeytan ruhlu Bekir, Beye yerlerini değiştirmelerini söyler. Yerlerini değiştirdiklerinde Memo’nun yüzü Zin’in oturduğu pencereye
geldiğinden, aşkı dolayısıyla satrançı unutur. Memo, Fil ve Feres’i bedava elinden çıkartıp, böylece altı el yenilir. Bey de, tam böyle yenilmiş, sevgilisi karşısında oturup şaşırmış
Memo’ya sevgilisinin kim olduğunu ve mutlaka getireceğini söyler. Beko önceden tedbirli olduğundan ,hemen lafı yapıştırır. Sevgilisinin dudağı benekli ve döğmeli bir kapkara
arap kızı olduğunu söyler. Bunları duyan Memo kızar ve şuurunu kaybederek:
“Asla, Bekir’in söylediği gibi değil, padişah kızı saraylı olup, temiz soylu ve ismi de Zin
dir” der.
Bey bunu duyunca hemen hizmetçilere öldürmelerini söyler. Fakat orada hazır olar Tacdin, Çeko ve kardeşleri hemen bağırıp, hizmetçileri durdurarak şöyle derler:
Sizler Memo’yu tutuklayıncaya kadar,
Sizlerden üç yüz kişi yaralanacaktır.
Ve bizleri de siz parçalamadıkça
Memo’ya bir şey yapamazsınız.
Ancak, elimiz Bey’in önünde bağlıdır.
İşte boğaz, işte el, ayak ve işte Zincir” derler.
Bey bu sefer, Memo’nun ellerini bağlattırıp zindan’a gönderir. Memo bir sene kadar zindanda kalır. Daha sonra Tacdin ve kardeşleri Bey’e değerli bir ihtiyar gönderip, Memo’yu
serbest bırakmasını söyler. Bekir buna da mani olarak, Bey’in altına girerek şöyle der:
“Efendim bunlardan kurtulmak istersen Memo’ya ya bir zehir vermelisin veyahut Zin’i
zindana göndermelisiniz yanına. Zaten o hakiki aşıktır. Onu görünce ölecektir.”
Emir Zeynuddin dini duyguları için onu zehirlemek istemez. Ancak bu planını gerçekleştirmek için hiç gitmediği kardeşi Zin’in odasına geceleyin gider. Zin Bey’i görünce Beylere yakışacak şekilde edeple oturur. Bugüne kadar Memo hadisesini Zin’in yüzüne vurmayan Bey, artık olayı anlatmaya başlar. Zin utancından ve üzüntüsünden yüzüstü ba395
ŞIRNAK VALİLİĞİ
yılıp yere yığılır. Ağzından ve burnundan kanlar akar. Bu durumu gören Bey büyük bir
üzüntüye dalar. Geç vakitlere kadar bacısının baş ucunda ağlar. Ev halkı saatlerce geciken Cizre Beyi’nin durumunu öğrenmek amacıyla, merakla kapıya gelirler. Bakarlar ki;
Zin yerde baygın ve kanlar içinde, Bey’de başucunda ağlamaktadır. Yoksa öldürdünüz
mü? Diye sorarlar. İşte tam bu sırada dışarıdan bir gizli ses duyulur.
“Memo öldü”
Bu sesi baygın olan Zin işitir işitmez kalkar ve oturup, ağabeyi olan Bey’e bir çok keramet nevinden cümleler kullanır. Mem ile Zin’in aşklarının maddi bir aşk olayı olmadığını, bu aşkın manevi bir aşk olduğunu öğrenen Emir Zeynuddin, Bekir’le beraber kurmuş olduğu plandan vazgeçer. Zin’e de artık seni Memo’ya verdiğimi, düğününüzü bu
günlerde yapacağını ve bugüne kadar çektirdiği acılar için özür dileyerek, Allah’tan affını diler. Zin, ağabeyisinin bu gerçek düşüncesini öğrenir öğrenmez, hemen süslenerek
Bey’den Memo’yu görme izni ister.
Zin yanına dadısı ve kız kardeşi Siti ile yüz nedimeyi alarak zindana doğru gider. Kapıda Memo’yu tarif ederek, onunla görüşeceklerini söyler. İçerideki mahpuslar birlikte şöyle anlatırlar:
“Memo düne kadar aramızdaydı. Yalnız dün akşam pencereden vücudu üzerine bir yeşil, bir sarı ışık topluluğunun geldiğini gördükten sonra, konuşmaz olmuş.” Bunu duyan
Zin, yanındakilerini bırakarak zindanın içine iner. Ayağıyla Memo’yu dürterek. biraz konuşturur.
Memo şöyle der:
“Sen beni görmek için değil tatlı canımı almak için gelmişsin”
Zin: Hadi kalk zincirlerini çözüp, Bey’in huzuruna çıkalım, iznimizi verdi.
Memo: Ölümü olan bey, bey değildir. Biz beylerbeyinin huzuruna çıktık” diyerek ölür.
Ölüm haberi saraya ve şehre yayılınca Tacdin koşup gelir ve Bekir’i karşısında bulur
Bekir’e şöyle seslenir:
“Ey maksatları meneden, Memo ölürde sen hayatta yeryüzünde mi gezeceksin” der ve
kılıcını çekerek leşini yere serer. Halk Bekir’in öldürülmesini Bey’e ulaştırarak, Tacdin’in
üzüntüsünden aklını kaçırabileceğini ve başka kazaların elinden çıkabileceğini söyler.
Tacdin zincirlenir.
Bu acıklı aşk olayına tümüyle üzülen Cizre halkı, Memo’nun ölümüyle bir yasa bürünmüşlerdi. Hatunlar, perdeliler, örtülüler, fesliler, peçeliler ve herkes matem için karalar
giydiler. Hatta daha öncesi siyah çarşaf yokken, o günden itibaren çarşafları siyah giyme
adeti ortaya çıkarıldı.
Bu sırada, Memo’nun yıkanması ve kefelenmesi bitmiş, saraydan çıkarılmaktadır.
Tacdin üstten bakıp Memo’nun tabutunu tüm şehrin eli üzerinde görünce, hıncından
zincirleri kırıp, koşarak ölüye doğru gider. Ölüyü taşıyanları iteleyerek, cenazeyi başına
bırakır. Bu sırada Zin üzüntüsünden cenaze ile mezara gitmektedir. Bey Tacdin’in öfkesinin yatışıp yerine sabrın geldiğine kanaat getirdiği için, bir şey demez. Memo’yu Abdaliye Medresesi’ne götürüp gömme hazırlıkları yaptıkları bir sırada, iki oduna bağlı bir
ölünün birkaç insan tarafından taşınıp oraya doğru getirildiği görülür. Bunu gören Emir
Zeynuddin sinirlenerek:
“Bu mezar müslümanların mezarıdır. O köpeği aramıza almayın” der.
396
ŞIRNAK SOYUT KÜLTÜREL MİRAS ENVANTERİ
İlahi aşka varan Zin, ağabeyisinin yanına giderek:
Bey’im Memo’nun bulunduğu şehitlikten Bekir’i sakın mahrum etme. Bizi o köpek korudu. Bizi kıyamete kadar kapı eşiğinde o koruyacaktır.” der. Bekir lehinde güzel cümleler
kullanır. Böylece Bekir’i bir köşeye gömerler.
Zin eve dönmeyerek devamlı mezar başında ağlar ve şöyle der:
“Ey vücudumun ve canımın mülkümün sahibi
Ben bahçeyim, sen de bahçıvan
Senin bahçen sahipsizdir
Sen olmazsan onlar neye yarar
Kaşlar, gözler,zülüfler neyedir
Zülfümü tel tel çekeyim
Sonra yarim sen beni belki değişik görürsün
En iyisi hepsi yerinde kalsın
Hakka emanetim teslim edeyim”
Diyerek yapıştığı mezar taşında canını verir. Bey, Zin’in naşını gömülü olan Memo’nun
mezarını açtırarak Zin’i sarktığı sırada şöyle seslenir:
-“Memo! Al sana yar” der. Mezardan Memo’nun cesedinden üç defa ses gelir. O ses:
-“Merhaba” diye yükselir.
Gerçek aşktan ilahi aşka varan MEMO ve ZİN’e Allah rahmet eylesin.
Şiirler:
Maniler:
Hey hat !
Çattı çifte aylar
Sağır,atını satar
Melengiç alıp
Una katar
Koyun der ki;
Severim 13 Aralık’ı
Gün döner yaz’a bakar
Sevmem 13 Haziran’ı
Gün döner Kış’a bakar
Şiir:
Çoğul Bir Sevda; ŞIRNAK
Kadim bir yaradır; kanar,gül açar Şırnak
Eskimeyen o masalın tam ortasında
Oturup avluda Cudi’ye karşı
Annem türkü söyler, acılarını büyütürdü
Babam,
Hep doruklarında gezerdi yiğitliğin
Öfkesini tütüne banar
Hüznünü gezdirirdi Gabar’ esmer teninde.
Bense;
Bahtı kömüründen kara,alnı ak bu kentin
Özsuyundan beslenirdim, her seferinde örselenerek
397
Bulutlar gider Botan’a
Sen git çift sürmeye
Bulutlar gider Badinan’a
Sen koş samanlığa
ŞIRNAK VALİLİĞİ
Kervanlar gelirdi dünyanın dört bir ucundan,
Yükleri çoğul bir sevda leylekler
Bütün kitaplar beni yazardı, bütün aşklar benden geçerdi
Bendim başlangıcı yeni bir dünyanın
Şimdi mahzun bir gelindir Dicle’nin kapısında Rusor
Şal-Şapik,serbidev ve şarabı özler.
Dedim ya,turnalar geçer yüzümden,keklikler su içer
Dergul ovasında perçemli bir karaca
Ve kınalı bir atmacayım
Bestasor yaylasında;
Nice tufanlar görmüş, nice kırımlar,kıyımlar
Çekilmişim yerin yedi kat dibine...
Diz çökmemiş, baş eğmemiş
Kelamı süt beyaz bir yalvaç gibi
Sırtımı yaslayıp Namaz Dağı’na
Süt sağmışım güneşin memelerinden
Ah dostum, sevgili insan
Benim sevdam seninle başlar
Senin yalnızlığın bensiz.
Gel,uzat ellerini, yeni bir çağın
Öyküsünü yazalım yeniden.
Kadim bir yaradır; kanar,gül açar Şırnak
Eskimeyen o masalın tam ortasında.
Kalıplaşmış Sözler:
Atasözleri, Deyimler, Özlü Sözler:
“Vızıltı, sokulmaktan beterdir”
“Ayakların değeri bilinmez, ellerin üzerinde yürümedikçe”
“Büyük söz, dağlarda oluşmuş çizgiler gibidir. Hiçbir zaman kaybolmaz”
“Kızı al asilden, suyu iç pınardan”
“Keşke yedi sene kıtlık olsa da, bir yıl düşmanlık olmazsa”
“İşinin ehli ol, başkalarının göz bebeği ol”
“Keçinin eceli geldiğinde, çobanın ekmeğini yer”
“Kılıç yeri iyileşir, fakat kötü sözün yeri asla iyileşmez”
“Yürekten üzüleceğine, anlık keyfin kaçsın daha iyi”
“Pilav yiyen hançeri de göğüsler”
YEREL ETKİNLİKLER:
Nevruz Bayramı Kültür-Bahar Bayramı
İl Olma Töreni
Kuzu Kırkma Bayramı : 21 Mart
: Haziran Ayı Başında
: 18 Mayıs
:Temmuz Ayı (Geleneksel olarak her yıl kutlanmakta olup
Beytüşşebap Belediye Başkanlığınca organize edilmektedir).
398
ŞIRNAK SOYUT KÜLTÜREL MİRAS ENVANTERİ
ŞIRNAK İLİ ARKEOLOJİK ESERLER
(ÖREN YERLERİ)
Yörenin tarih öncesi dönemlerine ilişkin bilgiler yetersizdir. 1963 yılında İstanbul Üniversitesi Prehistorya Kürsüsü ile Şikago Üniversitesi Doğa Bilimleri Üniversitesi nin birlikte yürüttüğü Güneydoğu Anadolu Tarih Öncesi Araştırmaları Karma Projesi kapsamında
yörede 46 buluntu yeri saptanmış ve incelenmiştir. Buluntu yerlerinde Neolitik, Kalkolitik, Tunç ve Helenistik, Roma, Bizans, İslam ve Yakınçağı kapsayan dönemlere ait çanak
çömlekler ortaya çıkartılmıştır.
1-FİNİK ÖRENYERİ: Cizre ye yakın bir noktada bulunan Damlarca ve Eskiyapı köyleri
arasında Finik Örenyeri İ.Ö.4000 yıllarına aittir. Dağlık bir bölgede yer alan kentte saray,
zindan, sarnıç yerleri ve beyaz kalker taştan oyulmuş çok sayıda mağara ev bulunmaktadır. Finik kalesinin kuzeyinde “Borzana Sitiya” adı verilen yerde kayaya işlenmiş bir kadın kabartmasıyla, köyün kuzeydoğusunda yanyana duran bir kadın ve bir erkek kabartması bulunmaktadır. Dicle Nehri ne inen gizli su yolu su sarnıcı bu gün hala mevcuttur.
2-ŞAH ÖRENYERİ: Cizre nin Kuzeydoğusunda, Çağlayan köyündeki Şah Örenyeri, Cudi
Dağı nın en sivri noktasının eteğindedir. Yerleşmenin kuzeyi, doğusu ve batısı tamamiyle dağlıktır. Bu dağlık kesimlerde Düşe, Çeko, Hırabe, Kayzer, Hırd Kale harabeleri yer
almaktadır. Köyün kuzeyinde, güneye doğru inen kayalar oyularak görkemli bir su bendi
yapılmıştır. Bugün de, bu bentten su akmaktadır. Yörede pek çok tarihi eşya, para ve heykeller çıkmaktadır. Ayrıca köyün etrafında, kayalara oyulmuş birkaç mağara ev vardır.
3-BABİL ÖRENYERİ: Cizre nin güneybatısında Suriye sınırı üzerindeki Kebeli Köyü nde
yer alan, Babil Örenyerinin çevresi dikdörtgen biçiminde surlarla çevrilidir. Dış kaleyi
oluşturan bu surlarda yaklaşık 30 adet burç vardır. İç kale ise daire biçimindedir. Surlar
yontulmamış bazalt kayalardan yapılar ise beyaz kalker taştan yapılmıştır. 1992 de yapılan bir kazıda bulunan Asur Hükümdarına ait heykel Ankara Arkeoloji Müzesi nde korunmaktadır. Burada yapılacak kazılarda tarihi para, heykel ve tabletin bulunacağı söylenmektedir.
4-KASRİK ÖRENYERİ: Şırnak-Cizre karayolunun 30.km si üzerinde yer alan Kasrik Örenyeri, Guti ler döneminde “Sazirka” olarak anılmaktaydı. Bir boğaz içinde yer alan yerleşmede, tarihi su bentleri, heykeller ve kent kalıntıları bulunmaktadır. Cizre ve Finik Beyleri nin bu yöreyi yazlık olarak kullandıkları bilinmektedir.
5-BAZEBDE ÖRENYERİ: Cizre nin 2 km doğusunda Dicle Nehri kıyısında yer alan Bazebde örenyeri, zamanla Dicle Nehri yatak değiştirdiği için Suriye topraklarında kalmıştır. İlkçağlara ait kent kalıntıları ve ünlü bir köprüsü vardır. Yörede ilginç buluntulardan
birisi de Dev evleridir. Dev evleri üçü dördü bir arada, birbirini koruyabilecek yakınlıkta,
yol üstünde kayalara oyulmuş, dev boyutlu yapılardır. Bunlara Beytüşşebap Feraşin yaylasında rastlanmaktadır. Bunların Asur saldırılarına karşı haber alma kuleleri, ya da yaylaya çıkarılan sürüleri korumak ve yayla güvenliğini sağlamak için yapılmış savunma kuleleri olduğu düşünülmektedir.
399
ŞIRNAK VALİLİĞİ
SORUNLAR VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ:
1- İlimiz Kültür hizmetlerinin daha sağlıklı yürütülmesini sağlamak, genç nüfus potansiyelini güzel sanatlara ve Kültürel aktivitelere kanalize edilmesi, milli ve manevi değerlerine bağlı çevre ve insana saygılı, moral değerleri yüksek kuşakların yetişmesine altyapı
teşkil eden, 1993 yılında ihalesi yapılmış olan ve halen bitirilemeyen Kültür Merkezi binasının inşaatının bir an önce bitirilmesi büyük önem taşımaktadır.
2- İlimiz Merkez, Cizre, İdil ve Silopi İlçelerinde Halk Kütüphaneleri faaliyetlerine devam
etmekte olup, Beytüşşebap, Güçlükonak ve Uludere ilçelerinde de Halk Kütüphanelerinin açılması, İlimiz Merkez Kütüphanesi başta olmak üzere tüm ilçelerde Kütüphane binalarının yapılması için arsa temin edilmesi ve inşaatlarının biran evvel bitirilerek, yeteri kadar personel ve araç-gereç temin edilmesi gerekmektedir.
3- İlimizde mevcut tarihi eserlerin korumaya alınması ve kültür mirasının yağmalanmamasını önlemek ve ülke yararına sunulmasını sağlamak için Müze kurulmasında yarar
görülmektedir.
4- Yöre insanının bilgi,görgü ve becerilerini arttırmaya yönelik yörede kaybolmaya yüz
tutmuş el sanatlarının yeniden canlandırılmasını sağlamak için kursların açılması,
5- Okuyucuya daha rahat ulaşmak için 1 adet geçici kütüphane aracının sağlanması,
6- Yöre gençlerinin zararlı alışkanlıklarından korunması için Musiki Cemiyeti, Folklor
ekibi ve Amatör tiyatro grupları oluşturulmalıdır.
400

Benzer belgeler