Diyaloğa Çağrı

Transkript

Diyaloğa Çağrı
Prof. Dr. İsmail Tufan
İTGE MEMORANDUM
Diyaloğa Çağrı
Yaşlılığın ekonomik ve sosyal potansiyellerini
göz ardı etmeyen bir toplum ve kuşaklar arası
adalet için.
İSMAİL TUFAN GERONTOLOJİ ENSTİTÜSÜ
Ticari Amaç Gütmez - Non Profit Organization
İSMAİL TUFAN GERONTOLOJİ ENSTİTÜSÜ
İTGE Ticari Amaç Gütmez - Non Profit Organization
Liman Mahallesi, 27.sokak 26/C, Antalya/Türkiye
Tel: 0242-2592686
E-Mail: [email protected]
www.itgevakif.com
Ne yapmalıyız?
Cevaplarımızın doğru olması için sorularımızın
doğru olmaları gerekir. Türkiye’de yaşlılık sorunu var
mıdır?
Kimilerine göre ülkemizin sorunu gençliktir. Gençlik hem dinamik, hem de politikanın en
çok ürktüğü bir kitledir. Gençliğin ihtiyaçlarını
karşılayarak başımızı ağrıtacak pek soruna çözüm
getirmiş oluruz, düşüncesiyle hareket edilmektedir. Gençlik belli bir yaşam dönemindeki insanlara
verdiğimiz üst başlılıktır. Tıpkı yaşlılık gibi! Ama
başlıklar değişebilir. Buna rağmen sorunlar aynıdır.
İkisi de birbirine bağlı olduğundan gençlik üzerine
sorduğumuz her soru, yaşlılık üzerine sormak zorunda olduğumuz her soruyu birlikte getirir.
Türkiye’de gençlik üzerine soru sorma gereğini
duyanların yaşlılıkla ilgili soruları ihmal etmeleri yüzünden yaşlıların durumu çok olumsuz bir
görünüm sunmaktadır. Artık bundan vazgeçmek ve
yaşlılık üzerine doğru sorular sormaya başlamak gerekmektedir. Bütün bu soruların ardında herkesi ilgilendiren genel sorular ve cevaplar yer almalıdır. Bu
da ancak yaşlılığı bireysel bir kader olarak görmekten
vazgeçmekle mümkün olabilir.
İnsanın yaşamını parçalamadan, onu bir bütün
olarak algılayan cevaplar, birlikte geçen hayatımızı
ortaklaşa yapılandırılan tasarıma dönüştürme şansını
elde etmemizi sağlayacaktır.
Adilce paylaşılan refahla başlayıp, insan onuruna
yaraşır bir ölümle noktalanması gereken bu ortak
tasarımda “yaşlılık” ihmal edilmemelidir. Birlikberaberlik içerisinde yaşamak kavramıyla gençlik ve
yaşlılık arasındaki sıkı bağları yeniden keşfetmemiz
ve yapılandırmamız gerekmektedir.
Yaşlılarla birlik ve beraberlik içerisinde yaşamak,
yaşlılık olgusuna sırt çevirmek yerine ona yüzümüzü
dönmek, onunla yüz yüze gelmekten korkmamak
ve algılanan probleme akıllı, adil ve anlamlı çözümler üretmek şarttır. Şimdiye dek bunu yapmadığımız
içindir ki yaşlılarımızın durumu, gençlerimizin ise
yaşlanma süreçleri çağa uygunluktan çok uzaktır.
Çünkü bir tarafta başarısız olarak yaşlananmış olanların karşımıza dikilen kötü yaşlılığı, diğer yanda kötü
koşullarda yaşlanan gençleri bekleyen aynı sonuç ortada dururken, yaşlılık sorunu yoktur demek, akla ve
mantığa uygun değildir.
Genç ve yaşlı kuşakların birlik ve beraberlik içerisinde yaşaması, yeni bir beklenti değildir. Her çağda
kuşaklararası ilişkilerin önemi vurgulanmış, toplumsal değeri kavranmıştır. Ancak bu eski ihtiyaca yeni
cevapların verilmesi şarttır. Bugün yaşam süresinin
uzamasından dolayı önemi daha da artmış olan bir
beklentidir.
Gerontolojinin buna verdiği cevaplara kulak kabartılmalıdır. Yaşlılığı bireysel bir kader, bedensel bir
hastalık, tıbbi bir sorun olarak gördüğümüz sürece
sorularımız yanlış olacak, cevaplarımız ise yetersiz
kalacaktır.
Yaşlıları bayramdan bayrama anımsanan zorunlu olarak taşınması gereken bir yük olarak görmeyi
bırakmalıyız. Yaşlılığın potansiyellerini ve bunların
topluma yararlı bir şekilde devreye sokulmalarını
sağlayacak olan girişimlere yönelmeliyiz. Ne yaşlıları
ne de yaşlanan toplumu ihmal ve inkar edebiliriz.
Bunun böyle gidemeyeceği kesindir; Türkiye’de birlik
ve beraberliği bozabilecek önemli bir sorun haline gelen yaşlılığa çağdaş çözümler getirmeliyiz.
İsmail Tufan Gerontoloji Enstitüsü (İTGE) yeni
başlattığı “Daha ne kadar?” kampanyası ile tüm aktörleri yaşlılık üzerine düşünmeye, doğru sorular
sormaya ve doğru cevaplar vermeye çağırmaktadır.
Bunun ardında yaşlılık sorununa ortaklaşa çözüm
arama isteği yatmaktadır. Çünkü yaşlılık hiç kimsenin
tek başına çözebileceği bir sorun değildir. Karmaşık
ve çok faktöre bağlı olan olumsuz sonuçlarını ancak
birlikte ortadan kaldırabilir, yaşlılığı, herkesi tatmin
edebilen bir yaşam dönemi haline gelmesini birlikte
sağlayabiliriz.
Yaşlıların bedensel işlevlerindeki dezavantajlarının,
onların toplumdan soyutlanmalarına yol açan sos-
yal dezavantajlara dönüştüren bir toplum olmaktan
vazgeçme vakti gelmiştir. Çünkü her 100 kişiden
1’inin yaşı 60’ın üzerine çıkmıştır ve toplumsal
yaşlanma dediğimiz bu süreç hızla devam etmektedir. 7,4 milyon yaşlının beklentilerine ve umutlarına
cevap verebilen bir toplum olmalıyız. 1,75 milyon
yatalak yaşlının, 600 bin demans, 300 bini Alzheimer hastası olan yaşlılara bakan yüz binlerce ailenin
ihtiyaçlarına uygun ve onları rahatlatan hizmetlere ve
politikalara yönelmeliyiz.
Yaşlılıkta bakım garantisi, bakıma muhtaçlığı önleyen ve topluma katılım olanakları sunan girişimlere
duyulan ihtiyacı hissetmeliyiz ve kendimizi bu sorundan soyutlayan, başka bir alemde yaşayanlar gibi
bizi hareket etmeye yol olan açan tutum ve davranışları
bırakıp, yaşlılık sorununu görebilmeyi sağlayan yetenek ve becerilerimizi devreye sokmalıyız.
Mevcut koşulların yarattığı, vicdani rahatsızlık
veren, yaşlıların yaşam olanaklarını yok eden,
kısıtlayan ve toplumla bütünleşmelerini zorlaştıran
yapılar, davranışlar ve tutumlardan arınıp, yaşlılık
sorununun çözümünü engelleyen görünür ve görünmez bariyerleri aşabilmeliyiz.
Yaşlıları toplumun kenarında sıkışıp kalan marjinal bir kesimin üyeleri olarak kabul eden bu tutum
ve davranışların sadece yaşlılara ve ailelerine zarar
vermekle kalmayıp, aynı zamanda topluma da zarar
verdiklerini, toplumsal kalkınmayı engellediklerini
görebilmeliyiz.
Yaşlıları toplumsal dezavantajlı konumlarından
kurtardığımız takdirde, bunun ülkemizin kalkınmasına yapacağı katkıları görebilmemizi sağlayacak olan
yeni bir perspektiften yaşlılığı algılamalıyız.
Algıladığımızı doğru kavramamıza yardımcı olan
gerontolojik bilgilere kendimizi açmalıyız, yaşlılığı
sadece bedensel kayıplara uğranan bir süreç olarak
tanımlamaktan vazgeçmeliyiz.
İnsanın değerini, onun topluma sağladığı faydalarla ölçen tutumlardan ayrılarak, randıman ve insana verilen değer arasındaki bağları koparmamız ve
yaşlılığı hastalık, yoksulluk, bakıma muhtaçlıkla bir
tutmaktan kendimizi alıkoymayı sağlayan yeni bakış
açılarını keşfetmeliyiz.
Yaşlıların dezavantajlarını bedensel işlevlerindeki
hasarlara dayanarak tanımlamaktan kendimizi kurtarıp, yaşlılara uygun fiziksel çevreler, sosyal olanaklar ve bilinçlice hazırlanıp sunulan yaşlı hizmetlerine
ağırlık veren bir toplum olmalıyız.
Yaşlılıktan kaynaklanan kaçınılmaz dezavantajların yanında, önlenebilir dezavantajların da bulunduğunu görüp, bunları ortadan kaldıran, yaşlılıkla
ilgili önyargılardan bizi kurtaran yeni bir yaşlılığın
tasarımına başlamalıyız.
Yaşlılık sorunu, öncelikle bizlerin kafasında yer
alan çözümsüzlüklerin yarattığı bir sorundur ve
tutumlarımızdaki değişimin yaratacağı yeni tasavvurların ardındaki görmeyi başaramadığımız yeni
çözümlere bizi götürecek olan yollarımızı tıkayan
engelleri birlikte aşıp, ülkemizde yepyeni bir yaşlılık
döneminin tasarımına başlamalıyız.
Neden Yapmalıyız?
Yaşlanma ana rahmine düştüğümüz andan itibaren başlayıp son nefesi verdiğimiz ana dek sürecek
olan bedensel, ruhsal, zihinsel ve sosyal düzlemlerde meydana gelen değişim süreçleridir. Yaşlılık
ise şimdiye dek başaramadığımız, tasarlanabilir bir
yaşam dönemidir. Yaşlılık tasarımlarını değiştirmek
için çok sebep vardır ve bunları ortaya koyan Gerontolojiye kulak kabartmalıyız.
Nüfus yapısındaki değişimleri ortaya koymakla
yaşlılık sorununa çözüm arandığı söylenemez. Bu
sadece çözüm için gerekli olan bir durum tespitidir.
Çözümler asıl bundan sonra başlıyor. Ama bugüne
dek demografik yapıya odaklandığımız için çözümlerimiz bundan öteye gidemedi. Durum analizini
2000 yılından başlayarak devamlı yaptık, artık durumun içindeki sorunları görme ve çözme vakti
gelmiştir.
Yaşlılık problemini çözmek ve Türkiye’nin geleceği
arasındaki ilişkiler, yaşlılık konusuyla bizi yakından
ilgilendirmeye sürüklemektedir, sürüklemelidir. Yaşlılıkta yaşam kalitesi ve toplumsal refah arasındaki
bağları görmemiz, ekonomik kalkınma ve başarılı
yaşlanma arasındaki ilişkileri güçlendiren girişimlere
başlamalıyız. Dolayısıyla neden yapmalıyız soruna,
nasıl yapmalıyız sorusunu da ekleyerek, Türkiye’nin
yaşlanan toplumuna yeni bir yön vermeliyiz.
İnsanlara sorumluluk üstelenebilecekleri yaşam
olanakları, oyun alanları yaratan, eğitim, meslek,
çalışma gibi olanakların yanı sıra çalışma yaşamının
sona ermesinden sonra da sosyal sorumluluklarının
bilincinde ve bu sorumluluğu yerine getirmeyi isteyen yeni kuşakların ortaya çıkmasını sağlayacak olan
yeni girişimlere başlamalıyız.
Yaşamı sadece ömür boyu yaşlanmak olarak
tanımlamakla yetinmeyen, aynı zamanda ömür boyu öğrenme süreci olarak da gören ve bunun içini
anlamlı ve adil şekilde dolduran sosyal politikalara
ve hizmetlere yönelen bir yeni harekete öncülük eden
bir kuşak olmalıyız.
Öğrenmeyi sadece bireylerden beklemeyip, toplum olarak da öğrenmeyi başarmalıyız ve yaşlanma
ve yaşlılık olgularını öğrenmeye vakit kaybetmeden,
hemen başlamalıyız. Bu alandaki eksikliklerimizi
bir an önce gidererek, yaşlanan toplumun tüm gereksinimlerini gören ve karşılayan yeni bir öğrenme
sürecinde hem birey hem de toplum olarak gelişmeye
devam etmeliyiz.
Nasıl yapmalıyız?
Yaşlanmanın ve yaşlılığın yarattığı, yaratmaya devam edeceği değişimleri ve durumları kontrol altına
almak ve aru edilmeyen yönlere doğru gelişmelerini
önleyebilmek için yaşlılık öncesi ve yaşlılıktaki yaşam
durumları göz önüne alınarak gerontolojik bilgilere
dayalı çözüm üretimine geçilmelidir.
İnsanı yeni bir gözle algılama yeteneğimizi geliştirmemiz, bu süreçte kaçınılmaz olacaktır. Şimdiye
dek insanı çocuk, genç, yaşlı şeklinde, birbirinden
kopuk, adeta ayrı evrenlerde yaşayan bireyler olarak
gördük ve bunun olumsuz sonuçlarını da hepimiz
görmekteyiz. Bu yüzden yeni bir insan tanımına
ihtiyacımız vardır.
Gerontopsikolog Martin ve Kliegel’in tanımıyla,
insanı, hayatı boyunca kendisi ve çevresi arasında en
iyi uyumu sağlamaya ve bağımsızlığını en üst düzeyde korumaya çalışan bir varlık olarak görmeliyiz.
Bu tanım yaşam evrelerini değil, tüm yaşamı algılama yeteneklerine sahip olmayı asgari yeterlik olarak
bizlerden beklemektedir. Fakat bunu kabullenmek
yeterli değildir, aynı zamanda yaşam bütünlüğünün
yaşlanma süreci olduğunu kavramayı ve yaşlanma
sürelerine müdahale edebilme yeteneklerine de sahip
olmayı gerekli kılmaktadır.
Bu yetenekleri kazandıran bilimin Gerontoloji
olduğunu, diğer bilim dallarıyla arasındaki ilişkileri
ve yaşlanan topluma kurduğu yeni çatının altında
toplanma isteğine de sahip olmayı temel şart olarak
kabul etmeyi de zorunlu kılmaktadır. Mesleki
şovenizmi bu şartlar altında yenebilir, sosyalliğe doğru gelişen, bilim ve politika camialarında birlikte inşa
edebileceğimiz yeni bir yaşlılık ve dayanışma kültürü
yaratabiliriz. Fakat yaşlanmayı sonucu baştan belli
olan bedensel kayıpların bir toplamı olarak görmeye
devam edersek, bu fırsatı kullanmayız.
Yaşlılığı ortaklaşa yapılandırabileceğimiz alanlar
Yaşlanma sürecinde zeka, hafıza ve öğrenme yeteneklerinin azaldığı düşüncesinin yarattığı ve olumsuz sonuçları yaşlılıkta belirginleşen tutum, düşünce
ve davranışlardan vazgeçebilmek için Gerontolojinin
perspektifinden insanı ve yaşlanışını görebilmek gerekir. O zaman yaşlanmanın çok boyutlu, çok yönlü ve
karmaşık bir olgu olduğunu görmek ve kabullenmek
de zor olmayacaktır.
Gerontoloji, yaşlılıkta zihinsel randıman yeteneklerinin gerilemediklerini, bu alanlarda insanın
gelişme sağlanabildiğini ve kişiliğin yaşlanma sürecinde değiştiğini, ama bunun da gerilme anlamına
gelmediğini kanıtlamıştır. Ama bazı kimseler ve
çevreler tarafından bilerek veya bilmeyerek bunların
göz ardı edildikleri görülmektedir. Oysa yaşlılıkta
zeka ve hafıza yetenekleri geliştirilebilir veya kayba
uğramaları önlenebilir. Dolayısıyla insanın ömür
boyu öğrenen, öğrendiklerini kendisi ve toplum
için devreye sokarak, bağımsız ve kendisi açısından
anlamlı bir yaşam sürdürmesi yaşlılıkta da mümkündür. Fakat Türkiye’de yaşlılar başkalarına bağımlı
insanlar olarak algılandıklarından bu imkanlardan
yararlanma olanakları da yaşlılara sunulmamaktadır.
Yaşlanma sadece bireye odaklı bir olgu olarak
algılandıkça, ondaki sosyal, ekonomik, politik
boyutların keşfedilmesi de mümkün değildir. Yaşlılık
ve sosyal yapılardan kaynaklanan riskler, yaşlıların
topluma katılım ve kendilerini geliştirme olanakları,
bu yüzden şimdiye dek görülememiş ve bu yöndeki
çalışmalar yetersiz kalmıştır. Oysa yaşlılığın toplumsallığını kavrayarak hem bireylere hem topluma
yeni gelişim imkanları rahatlıkla yaratılabilir.
Yaşlılığı sadece olumlu yönleriyle görmek tabii ki
gerçeklere de aykırıdır. Yaşlılık aynı zamanda bakıma
muhtaçlık riskini de taşımaktadır. Fakat Türkiye’de
yaşlılık ve bakıma muhtaçlık arasında anormal
düzeydeki bağlantıların koparılması gerekmektedir.
Buna rağmen yaşı 80 ve üzerindeki, en hızlı büyü-yen
kesimde, bakıma muhtaçlık yaygın bir sorun olmaya devam edecektir. Gerontolojik bakımlara ihtiyaç
önümüzdeki yıllarda, modern Tıbbın sayesinde azalmayacak, aksine artacaktır. Çünkü ölüm geciktikçe,
bakıma muhtaçlık sorunu ve gerontolojik bakım modellerine ihtiyaç çoğalmaktadır.
Yaşlıların çoğaldığı Türk toplumunda yaşlıların
kendilerini geliştirmelerine imkan tanıyan fırsatların
eksiliği dikkat çekmektedir. Bunun başlıca nedeni, yaşlılıkta gelişme ve öğrenme isteğinin ortadan
kalktığına dair yanlış inanıştır. İnsan öğrenme ihtiyacını ömür boyu korur. Sadece ilgi duyduğu konularda değişim meydana gelir. Bu yüzden yaşlılara
eğitim olanaklarının sunulması gerekmektedir.
Bu tespitlerden hareket ederek soruyoruz?
•Daha ne kadar yaşlılığın ötekinin bir problemi
olduğuna inanmaya devam edeceğiz?
•Daha ne kadar yaşlılığın hepimizin ortak sorunu
ve ortak şansı olduğunu ret edeceğiz?
•Daha ne kadar yaşlılarımızı günlük yaşamımızdan dışarıda tutacağız?
•Daha ne kadar onları bir yük olarak göreceğiz?
•Daha ne kadar onlarla çocuk diliyle konuşacağız?
•Daha ne kadar yaşlanan bir toplum olduğumuza
sırtımızı döneceğiz?
•Daha ne kadar yoksulluk içinde yaşlananların
durumunu kader olarak algılayacağız?
•Daha ne kadar yaşlılığı hastalık olarak kabul edeceğiz ve tıbbi çözümlerle onu yenebileceğimize inanmaya devam edeceğiz?
•Daha ne kadar yanlış tasarladığımız yaşlılığa
bağlı tehlikeleri yok kabul edeceğiz?
•Daha ne kadar yaşlılığın toplumsal bir tasarım,
olumsuz bir tasarruf olduğunu ret edeceğiz?
•Daha ne kadar yaşlılıktan korkmamak için kafayı
kuma gömerek onu görmemenin bir çözüm olduğuna
inanmayı sürdüreceğiz?
•Daha ne kadar Alzheimer ve Parkinson hastalıklarının sosyal rehabilitasyona ihtiyaç yarattığını ret
edeceğiz?
•Daha ne kadar yaşlılık problemlerini huzurevleri
modeliyle çözmeye çalışacağız?
•Daha ne kadar yaşlısına bakan kadınları ve aileleri yalnız bırakacağız?
•Daha ne kadar yaşlılığın bir kader değil, güçlü bir
talep olduğunu ret edeceğiz?
Diyaloğa Çağrı
Eğer bu ve diğer sorulara sizin de vereceğiniz,
duyulmasını istediğiniz cevaplarınız varsa, o zaman
İsmail Tufan Gerontoloji Enstitüsü’nün başlattığı
“Daha ne kadar?” kampanyasına katılmanızı tavsiye
ederiz.

Benzer belgeler

GeroPaper - İsmail Tufan Gerontoloji Vakfı

GeroPaper - İsmail Tufan Gerontoloji Vakfı dek insanı çocuk, genç, yaşlı şeklinde, birbirinden kopuk, adeta ayrı evrenlerde yaşayan bireyler olarak gördük ve bunun olumsuz sonuçlarını da hepimiz görmekteyiz. Bu yüzden yeni bir insan tanımın...

Detaylı

geropaperitg-no8-kasim2015 - İsmail Tufan Gerontoloji Vakfı

geropaperitg-no8-kasim2015 - İsmail Tufan Gerontoloji Vakfı Laboratuar araştırmaları ortalama 75 yıl olan insan ömrünün 100, 120 yıla kadar uzatılabileceğini ortaya koymuştur.” Saul Kent (1982): “Bedensel ölümsüzlüğün kazanılacağı fantastik bir yolculuk baş...

Detaylı

GeroPaper - İsmail Tufan Gerontoloji Vakfı

GeroPaper - İsmail Tufan Gerontoloji Vakfı Yaşlılıkta bakım garantisi, bakıma muhtaçlığı önleyen ve topluma katılım olanakları sunan girişimlere duyulan ihtiyacı hissetmeliyiz ve kendimizi bu sorundan soyutlayan, başka bir alemde yaşayanlar...

Detaylı