Çocuğunuzu Kendinizden Nefret Ettirmenin Yolları

Transkript

Çocuğunuzu Kendinizden Nefret Ettirmenin Yolları
ÇOCUĞUNUZU KENDİNİZDEN NEFRET ETTİRMENİN YOLLARI - HİKÂYELER
Niyetinin ne olduğuna bakmaksızın, en ufak kabahatini bile ceza ile karşılayın.
Böyle davrandığınız takdirde başarıya ulaşacaksınız.
BİRİNCİ HİKÂYE
Küçük Ümran, evlerinin önündeki rengârenk çiçeklerle süslü bahçeye girdi. Yüreği sevinçten
hopluyordu. İçinden; "Annem menekşeleri sever. Şimdi bu menekşeleri demet yapıp götürsem
kimbilir ne kadar sevinir. Kızım beni hatırlamış diye yanağıma bir teşekkür öpücüğü kondurur." diye
geçirdi.
Bu mesut hayal içinde, bir avuç menekşe topladı. Onları, küçük elleriyle tek tek bir araya getirip
demet yaptı. Anneciğini daha çok memnun etmek için mutfağa koştu. Raftan bir bardak aldı. Çiçek
demetini içine yerleştirdi. Sonra su ilave etti.
Sevinçten zıplayarak mutfaktan çıkarken elindeki bardak kaydı, yere düşüp param parça oldu.
Çiçekler etrafa saçıldı. Annesi, yandaki odadan, kırılan bardağın sesini duymuş, dışarı fırlamıştı. Küçük
Ümran korkudan ne söyleyeceğini bilemedi. Anne, yerdeki cam kırıklarını görünce hiddetinden gözleri
yuvalarından fırladı. Küçük kızın niyetini merak bile etmeden tokatı patlattı. Kızcağız neye uğradığını
şaşırmış, can havliyle yalvarıyordu. Kızgınlığı hâlâ geçmemiş olan insafsız kadın, bağırarak söylenmeye
devam ediyordu: "Seni eşşek seni, bak kırdın canım bardağı! Senden çiçek isteyen mi oldu?"
Takdir ve öpücük beklerken, tokat yiyip üzerine de bir araba azar işiten küçük Ümran'ın,
annesine çiçek hediye etiğini bir daha gören olmadı.
Çocuğunuzun size karşı kin beslemesini temin etmenin birçok yolu vardır.
Biri de onun hislerine kıymet vermemektir.
İKİNCİ HİKÂYE
Güzel Leman'a babası oyuncak bir mutfak takımı almıştı. Pırıl pırıl parlayan bu küçük mâdeni
kapları çok sevmişti Leman. Ona bundan daha güzel bir hediye verilemezdi.
Mutfak takımına kavuştuğu gün sevincine diyecek yoktu. Onları yıkamış, kurulayıp kutusuna
yerleştirmişti. Arkadaşları kendisini ziyarete geldikçe mutfak takımlarını çıkarır, onlara yemek pişirir,
ziyafet verirdi. Kardeşi Kemal, sık sık oyunlarını bozuyorsa da Leman fazla ses çıkarmıyordu. Bir gün
ablası okulda iken, kardeşi onun mutfak takımlarıyla oynamak istediğini söyledi. Babası da verdi.
Kemal, oyuncakları kıskanmıştı. Niyeti oynamak değil, ablasının oyuncaklarına zarar vermekti. Nitekim
oynuyormuş gibi yaparak bardaklardan birini ayağı ile ezdi.
Leman, eve gelip mutfak takımının dağılmış olduğunu görünce heyecanlandı. Onları düzeltmek
isterken ezilmiş bardağı farketti. Üzüntüden gözlerine iri yaş taneleri doldu. Annesi, oyuncakları
Kemal'e babasının verdiğini söyleyince sesini çıkarmadı, acısını kalbine gömdü. Ertesi gün iki tabak
daha aynı âkıbete uğrayınca Leman dayanamadı. Ezilmiş bardağı ve tabakları alıp babasına
koştu:"Babacığım, görüyor musun, Kemal oyuncaklarımı ne hale getirmiş!" dedi ve ağlamaya başladı.
Babasının cevabı ne oldu biliyor musunuz? "Ne olmuş yani? Onları sana ben almadım mı? Hem şimdi
çok meşgulüm, oyuncaklarınla uğraşacak vaktim yok."
Kendisi için çok değerli olan oyuncaklarının ezilmiş olmasına aldırış etmeyen bu kâlpsiz babaya
karşı Leman'ın içinde bir şeyler koptu. Aradan bir hafta bile geçmemişti ki küçük kızın pembe
yanakları soldu, eski neş' esini kaybeti. O olaydan sonra, babasına sevgi ile baktığı görülmedi.
ÜÇÜNCÜ HİKÂYE
Çocuklarına karşı ilgisiz davranan bir baba daha tanımıştım. İşleri yolunda gittiği zaman sabrına
diyecek yoktu. Ne kadar gürültü yaparlarsa yapsınlar aldırmaz, birbirlerine küfür dahi etseler ses
çıkarmazdı.
Fakat bir de bu adamı işleri aksi gittiği zaman görmeliydiniz; yanardı ev halkı. Ufacık bir
gürültüleri çıksa eline geçen şeyi fırlatır, etrafına küfürler savururdu. Onu bekârlığından tanıyan
arkadaşları, böyle hiddetlendiği zaman çay bardaklarını kırdığını, hırsını alamayınca gidip köpeğini
dövdüğünü söylüyorlardı. Aynı adam, şimdi öfkelenince köpeğinin yerine çocuklarını dövüyordu.
Sorarım size, böyle bir babayı hangi çocuk sevebilir?
DÖRDÜNCÜ HİKÂYE
Bir anne, erkek kardeşine dert yanıyordu;
"Şu inatçı kızım Betül kadar fenâ bir çocuk dünyaya gelmiştir. Biraz bağırsam veya kulağından
çekmeye kalksam, köpek gibi sırtarıyor, bazan ısıracakmış gibi üzerime yürüyor. Ne olursun, bana bir
akıl ver, bu çocukla nasıl başedeceğim?"
Ablasını sabırla dinleyen kardeşi, bu kızı kendisine teslim etmesini söyledi. "Betül bir müddet
bizde kalsın" dedi. Kadın, önce kardeşinin şaka yaptığını zannetti. Fakat ciddi olduğunu anlayınca çok
sevindi. İçinden, "Çok şükür bu belâdan bir müddet için olsun kurtulacağım" diye geçirdi. İnatçı kızı
dayısına teslim etmeden evvel konu komşusunu yemeğe davet etti. Üç çocuğunun da misâfirlerle
beraber yemeğe oturmalarına müsaade etti.
Dikkat edildiği zaman, Betül'ün diğer iki kardeşinden daha az güzel olduğu farkediliyordu.
Annesinin onu giyindirirken fazla özenmemiş olması, kızcağızı olduğundan da çirkin gösteriyordu.
Yemek boyunca, misafirlerin ilgisi diğer iki çocuk üzerinde yoğunlaşmıştı. Betül içine kapanık bir
çocuktu. Diğerleri gibi etrafını güldürmek için birşeyler yapmaktan hoşlanmıyordu. Üstelik kalabalık
karşısında fazla konuşmaya da alışık değildi. Bütün bu özellikler de eklenince, aptal bir çocuk gibi
görünüyordu.
Annesi, ilgi toplayan iki kızını övmeye başlayınca, Betül'ün biraz daha solduğu farkeden dayısı
bu hale çok üzülmüştü. Zavallı kızcağız bu sıkıntılı havaya daha fazla dayanamamış, annesine nefret
dolu bir bakış fırlatıktan sonra, yemeğini çarçabuk bitirip masadan kalkmış, çıkarken de o sinirle,
kapıyı hızla kapatmıştı. Misâfirlerine karşı çok mahçup olan anne, erkek kardeşine döndü;
"Gördün mü, yanına almak istediğin küçük canavarın mârifetini!"
Kardeşi ablasına cevap vermeye lüzum hissetmeksizin masadan kalktı, salondan çıktı. Bitişik
odaya geçip bir kanepeye boylu boyunca uzandı. Kadın, peşpeşe gelen bu iki hâdiseden etkilenmişti.
Dayanamayıp kardeşinin arkasından gitti. Onu böyle uzanmış görünce, bunun ne demek olduğunu
sordu. Kardeşi "Beni yalnız bırak, zâlim anne!" dedi.
Ablası hayretini gizleyemediği bir sesle cevap verdi; "Misafirlerin yanında kapıyı çarpıp çıktığı
için onu dövmedim diye mi zâlim oluyorum?"
"Evet, sen zâlim bir kadınsın! Betül'ü âsi bir çocuk yapan sensin."
"Seni hiç anlayamıyorum abla. Betül'ü öbür kardeşlerinden ayırt ediyorsun. Onu diğer ikisi
kadar sevmiyorsun. Diğerleri kadar güzel değil diye mi ondan sevgini esirgiyorsun? "
"Söyler misin bana; ondan utanıyor musun yoksa? Betül, hiç de zannettiğin gibi hissiz, inatçı
bir kız değil. Onu bu hâle sen getirmişsin. Çocuğa işkence ediyorsun. Sözün kısası ablacığım, onu
hemen ve tamamen yanıma alıyorum. Onun ne hassas, ne zekî bir çocuk olduğunu sana ispat
edeceğim."
Abla bu eleştirilere cevap vermedi. Bu başbelası kızdan bir an evvel kurtulmak istiyordu, o
kadar!..
Dayısı, hakikatten de dediği gibi yaptı: onu yanına aldı, yeni elbiseler yaptırdı, yakın bir ilgi ve
şefkat gösterdi. Betül de onu mahcup etmedi. Daha aradan iki sene bile geçmemişti ki onu görenler
tanıyamadıklarını söylüyorlardı: inatçı, çirkin, aptal kız gitmiş, yerine akıllı uslu, güzel ve zekî bir kız
gelmişti.