R. W. Connell`ın Cinsiyetler Arası İlişkilerde Temel

Transkript

R. W. Connell`ın Cinsiyetler Arası İlişkilerde Temel
tabula rasa felsefe&teoloji,
(Print) Yıl:9 Sayı: 27 Eylül-Aralık 2009
(Online) Yıl: 1 Sayı:1 Eylül-Aralık 2014
R. W. CONNELL’IN CİNSİYETLER ARASI İLİŞKİLERDE
TEMEL İKTİDAR YAPILARI KURAMI
Deniz Soysal
∗
Özet
Toplumsal cinsiyet ilişkilerinin incelenmesinde hangi etmenlerin önemli olduğu
konusundaki tartışmalara bir yanıt olarak R. W. Connell eşitsizliğe karşı mücadeleyi üç önemli
temelde açıklaması bu makalenin temelini oluşturmaktadır. Her tür cinsiyet eşitsizliğinin
ortadan kaldırılması insanların bu üç alanı sorgulamasını ve daha adil bir şekilde yenidendüzenlemesini gerektirir. Bu alanlardan birincisi iş bölümü; ikincisi otorite, denetim,
zorlamanın işleyişi ve sonuncusu duygulanım ve kişisel ilişki yapısıdır. Makalede cinsiyet
ayrımcılığının genel altyapısı ve eşitliğin sağlanması için ortaya konmuş kuramsal çabalar
sunulduktan sonra Connell’ın ortaya koyduğu üç alanın temellendirilmesi tartışılacaktır.
Anahtar Sözcükler: R. W. Connell, toplumsal cinsiyet, iktidar, eşitsizlik, yapısal
çözümleme.
R. W. CONNELL’S THEORY OF BASIC STRUCTURES OF POWER
IN GENDER RELATIONS
Abstract
As a response to the discussions about which factors are important in the analysis of
gender relations, R. W. Connell’s explanation of struggle against inequality on three important
basis constitutes the basis of this article. Elimination of every kind of gender inequality
requires people to interrogate these three areas and reorganize them more fairly. The first of
these areas is division of labor, second functioning of authority, control and coercion and lastly
structure of emotional and personal relations. In this article, after the the general substructure
of the gender discrimination and theoretical efforts put forward for obtaining equality are
presented, the justification of three areas suggested by Connell will discussed.
Keywords: R. W. Connell, gender, power, inequality, structural analysis.
Hepimiz belli bir toplumsal yapı içerisine doğarız. Hayatlarımızı da, özet
olarak, bu toplumsal yapıyla girdiğimiz, değişen oranlarda ve yoğunlukta, işbirliğinin
ya da mücadelenin belirlediği bir örümcek ağı gibi öreriz. Neredeyse bütün
toplumlarda cinsiyetler arası ilişkiler, içinde doğduğumuz toplumsal yapı tarafından
baskın bir şekilde belirlenmiştir. Dolayısıyla, tüm insanlar hayatlarının, ördükleri ağın,
bariz ve belirgin motiflerini bu belirlenmiş cinsiyet ilişkilerine verdikleri tepkilerden
oluştururlar. Varolan toplumlarda cinsiyet ilişkileri, ve bu ilişkilere dayalı yaşam
biçimleri, kalıpları ve beklentilerinin çok büyük oranda adaletsizlik üzerine kurulu
olduğunu yaklaşık ikiyüz yıllık geçmişiyle feminizm bize göstermiştir. Yine de bu
adaletsizliğe karşı toplumlar, gelenekler, güç sahipleri ya da ezilenler, kim olduğu
farketmeksizin çoğu insanın gözü hâlâ kapalıdır. Bu makalede bu gözü kapalı kalma
halini R. W. Connell’ın Toplumsal Cinsiyet ve İktidar adlı yapıtını temel alarak hem
açıklamaya hem de böyle büyük bir görünmezlik gücüne sahip bu adaletsizliğe karşı
mücadelede Connell’ın getirdiği önerileri değerlendirmeye çalışacağım.
Genel olarak erkekler, mevcut toplumsal yapıda avantajlı durumdadırlar,
heteroseksüel erkekler ise öbürlerine kıyasla çok daha fazla avantajlıdır. Ancak,
“erkek kurtuluş hareketi” tartışmasının gözler önüne serdiği bir şey var ki,
erkekler toplumsal avantajlarının bedelini ödemekte, hatta bazen bu bedeller çok
yüksek olmaktadır. Ama bu tartışma aynı zamanda, bu durumu gördüklerinde
adaletsizliği fark edebilen ve sahip oldukları konumdan rahatsızlık duyan bir
grup erkeğin bulunduğunu da göstermiştir.1
Yrd. Doç. Dr., SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü.
R. W. Connell, Toplumsal Cinsiyet ve İktidar, çev. Cem Soydemir, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1998,
ss. 12-13.
∗
1
9
Deniz Soysal / R. W. Connell’ın Cinsiyetler Arası İlişkilerde Temel İktidar Yapıları
Kuramı
Ekonomik, toplumsal, siyasal her alanda erkekler kadınlardan daha güçlü ve
daha özgürdürler. Ve bu dengesizliği yaratan erkeklere verilen, sağlanan avantajlardır.
Böyle bir durumun adaletsizlik içermemesi için erkeklerin kadınlarla eşit şartlarda
rekabet etmiş ve konumlarını bu adaletli rekabetin sonucunda edinmiş olmaları
gerekir. Halbuki durum bu değildir. Her ne kadar son yüzyılda kadınların eğitim,
çalışma, seçme ve seçilme, boşanma gibi hakları dünya coğrafyasının en azında
yarısında sağlandıysa da –ki bunun için kadınlar büyük mücadeleler vermek zorunda
kalmışlardır– hakların ötesinde olan kültürel, duygusal ve siyasi mekanizmalarla
kadınlar hem bireysel hem toplumsal hayatta onları güçlü hale getirecek konumlardan
uzak tutulmakta ve bu uzak tutulma çoğu kadında içselleştirilmiş biçimde
sevilmektedir. Ancak bu erkeklerin hem kendi dünyalarını hem de gerçek anlamıyla
dünyayı yönetme avantajını kullanırken bunu karşılığında hiçbir bedel ödemediklerini
söyleyemeyiz.
Hem avantajlı olup, hem bedeli olması ne demek? Her iktidar ve güç
ilişkisinde güçlü olan taraf için bedeller vardır. Çok basit bir örnek verelim: Ün insana
bir takım güçler verir, karşılığında da ondan bir şeyler alır. Ünlü insan gizli kapaklı
şeyler yapmaya zorlanır, çünkü öğrenildiğinde olay olur, ünlü olmayan bir insan gibi
yaşaması zorlaşır, sokaklarda rahat rahat dolaşamaz, hastalanması bile olay olur,
hastalığını bile saklamak zorunda kalabilir, sevilip sevilmediğinden emin olamaz,
sevilen kendisi midir, sahip olduğu güç mü karar vermekte tereddüt eder, bu yüzden
içtenlikli ilişkiler yaşaması daha zordur; üstelik ününü koruması için çalışması ve
üretmesi gerekir, bu da onu bağlar ve kısmen özgürlüğünden eder. Benzer bir durum
erkekler için de geçerlidir. Örneğin, erkek belli bir rolü yerine getirmesi koşuluyla ona
sağlanan avantajları elde edebilir: güçlü olmalıdır, para çok önemlidir, zengin olmasa
da kendi ayakları üzerinde durması neredeyse bir zorunluluktur, duygusallığa pek izni
yoktur, rolü gereği belli bir tür denetçilik yapmak zorunda kalır, kavgaya dövüşe hazır
bir ruh halinde olmalıdır, hayatının temel motiflerinden biri rekabettir, bu yüzden
sürekli kendini bu rekabetin unsurlarına göre belirlemek zorunda kalır, bazı
ortamlarda kendi olmasına izni vardır ama sürekli bu ortamlardan kopması gerektiği
için belli bir bölünme içinde yaşar. Örnekler çoğaltılabilir, ancak erkekler avantajları
uğruna bu bedelleri genelde öderler, çünkü avantajlar bedellerden daha fazla ve daha
doyurucudur. Böyle bir tabloya karşı çıkabilmek için erkeğin çok sağlam bir adalet
duygusuna sahip olması; yani hakkı olmayan avantajları kullanırken en azından içsel
bir rahatsızlık duyup bunun bilincinde olması ve bireysel düzeyde bu adaletsizliği
sona erdirmek için gerekli adımları uygulayabilecek kadar istekli, erdemli, düşünceli
olması gerekir.
Asıl güçlük ortak çıkarları mevcut sistemi korumak olan heteroseksüel erkeklerle
yaşanır daima. Peki ama heteroseksüel erkekleri ataerkilliği savunmaktan
vazgeçirmek için, kolay kolay değişmeyen bu çıkar karşısında hangi değişiklik
gerekçeleri yeterli ağırlığa sahip olacaktır? Kendi yaşantıma ilişkin beş gerekçe
sıralayabilirim.
(1) Baskıcı bir sistemden fayda sağlayan kişiler bile, bu sistemin baskıcılığını,
özellikle de diğer insanlarla paylaştıkları yaşam alanlarını nasıl zehirlediğini
fark edebilirler.
(2) Heteroseksüel erkeklerin çevrelerindeki çeşitli kadınlara (eşlerine ve
sevgililerine, annelerine ve kız kardeşlerine, kızlarına ve kuzenlerine, iş
arkadaşlarına) güçlü bağlılıkları vardır ve onlar için daha iyi bir yaşam
arzulayabilirler. Özellikle de, kendi imtiyazlarını kaybetme pahasına olsa
bile, çocukları için daha uygar ve barışçıl cinsel düzenlemeler yaratmanın
yararını fark edebilirler.
(3) Heteroseksüel erkeklerin hepsi aynı değildir veya hep ittifak halinde
olmazlar ve bir çoğu mevcut sistemden epey zarar görür...
(4) Toplumsal cinsiyet ilişkilerinde şu veya bu şekilde, üstelik geniş ölçüde
değişiklikler yaşanıyor. Pek çok heteroseksüel erkek, geçmişe saplanıp
10
Deniz Soysal / R. W. Connell’ın Cinsiyetler Arası İlişkilerde Temel İktidar Yapıları
Kuramı
kalınamayacağını fark ediyor ve tamamen yeni doğrultulara yönelinmesini
istiyor.
(5) Heteroseksüel erkekler, yaşantıların, duyguların ve ümitlerin paylaşılmasına
ilişkin temel insan yeteneğinden yoksun değiller. Bu yetenek çoğu kez
köreltiliyor, ama özenli davranma ve özdeşleşme yeteneği tam anlamıyla
yok edilemiyor. Asıl sorunsa, hangi koşulların bu yeteneği uyandırabileceği.
Baba olmakla çoğu kez bu başarılabiliyor; bazı politik hareketler, özellikle
de çevreci hareketler ve barış hareketi bunu başarıyor gibi; öyleyse cinsel
2
politika da bunu başarabilir pekâlâ.
Kritik soru şudur: “Heteroseksüel erkekleri ataerkilliği savunmaktan
vazgeçirmek” nasıl mümkün olabilir? Yukarıdaki Connell’in önerilerini
değerlendirelim. (1) Zehirli bir ortamda yaşıyoruz, dünya hiç iyi bir yer değil, kan,
savaşlar hiç durmuyor ve bunun yanında yalan dolan, baskı, üzüntü, kızgınlık, intikam
duyguları hüküm sürüyor ve belli ki ataerkinin, cinsiyet eşitsizliğinin, kadınların
köleliğinin dünyanın şu anki durumunda payı çok büyük. Cinsiyet eşitsizliğine karşı
durmak herkes için daha iyi ve adil bir dünya için atılacak önemli adımlardan biridir.
(2) Bugün heteroseksüel erkekler avantajlı olabilir, ama yarın başka bir erkek, o
erkeğin kızının ya da başka kadın yakınlarının karşısında avantajlı olan kişi olacaktır.
Ve bu erkekler kendi avantajını sorgulamadıklarından kendi kızları ve kadın
yakınlarının eşitsizlik ve adaletsizlikle ezilmesine katkıda bulunmuş, bunu bir
anlamda onaylamış olacaklardır. (3) Erkekler diye konuşsak da aslında birbirinden
farklı bireylerden bahsediyoruz ve böyle de bir fark olmalı; ancak erkekler aynı
baskıcı davranışları sürdürürler ve çıkarlarını adaletsizliğe rağmen korumaya devam
ederlerse, aralarındaki fark, varsa bile, görünmez olur. Böyle bir fark olduğunu
gösterebilecek tek kişi erkeğin kendisidir. Robot gibi davranmakla, insanların daha
adil ve daha mutlu bir dünyada yaşayabilmesi için çabalamak arasında bir seçim
yapmaktadır erkekler, ikincisini seçebilecek yetenekte erkekler mutlaka olmalı. Bu
adaletsizliğin ucunun erkeklere de dokunduğunu ve sonuçta onların da genel
adaletsizlikten paylarına düşen acıyı çektiklerini görebilecek erkekler mutlaka olmalı.
(4) Bir erkeğin de kişisel ve toplumsal ilişkiler boyutunda yeniyi isteyebileceği çok
açık. İnsan ilişkilerinin eski ve köhne yapısını sorgulayabilecek düzeyde erkeklerin de
olduğuna eminiz. Önemli olan bu erkeklerin adalet duygularını kullanabilecek kadar
cesur olduklarını gösterebilmeleridir, bu konuda umutlu olmakta fayda var, çünkü
daha iyi bir dünya için çalışmak hayalci değil ama gerçekçi umudu gerektirir. (5)
“Yaşantıların, duyguların ve ümitlerin paylaşılması” bir erkek için neden bu kadar zor
olsun ki sorusuna duyarlı olacak, böylesi bir yeteneğin kendilerinde köreltilmesine
isyan edebilecek ve bunun için baba olmayı beklemek zorunda kalmayacak erkekler
olduğuna ve olacağına ilişkin de benzer bir umuda bağlıyız. Feminist kuram yalnızca
kadınlara seslenmez, aksine erkekleri cinsiyet özgürleşmesinin çıkarlarına aykırı olsa
da bu çıkarların yerine adalet, sorumluluk, paylaşım ve anlayış geliştirerek
değiştiklerinde erkeklerin bin yıllardır taşıdıkları suçluluk duygusunu yavaş yavaş
üstlerinden atma fırsatını kaçırmayacak kadar akıllı ve erdemli olabilecekleri gerçeğini
düşünmeye davet eder. Ancak burada tüm söylenenleri başka önemli bir sorunun
yanıtı olarak da düşünebiliriz: Heteroseksüel cinsiyetçi kadınları ataerkilliği
savunmaktan vazgeçirmek nasıl mümkün olabilir? Bu sorunun yanıtı ayrı bir yerde
aranmamalı, çünkü ataerkiyle işbirliği içindeki tüm cinsiyetçi insanlar, bir şekilde bu
sistemin sağladığı çıkarlarla beslenmektedir. “2500 yıl boyunca,” diyor Elisabeth
Badinter, “kadınlar efendilerinin ideolojik sistemini benimsediler. Bunda herhalde,
aralarından pek çoğunun, bedeli gözyaşı, kurnazlık ve nefret olmuş olsa da, edilgen,
sorumsuz ve güven içinde olmayı, başka şeylere yeğlemiş olmalarının etkisi
2
Connell, Toplumsal Cinsiyet ve İktidar, ss. 14-15.
11
Deniz Soysal / R. W. Connell’ın Cinsiyetler Arası İlişkilerde Temel İktidar Yapıları
Kuramı
olmuştur.”3 Bu anlamda yukarıdaki beş madde aslında ataerkiyi savunan ya da
sürdüren herkes için geçerlidir, kadın, erkek, eşcinsel, herkes için.
Ancak tüm bu ussal öneriler ataerkinin temel mekanizmaları sayesinde usdışı
bir biçimde insanların çoğu tarafından görülmez, bilinmez ve bu nedenle anlayışa
kapalı kalır. Bu yüzden bu temel mekanizmalar konusunda ciddi tartışmalar olmuştur.
Hangi mekanizma, toplumsal yapı ya da pratik daha temel, daha önemli? Cinsiyet
adaletsizliğine göz açtırmak için neyi değiştirmeliyiz? Bu konudaki literatürün en çok
bilinen kısmını üstünde durulmayı hak eden cinsiyet rolü teorisi oluşturur.
Cinsiyet rolü teorisi nedir? Kısaca insanların fiziksel cinsine, yani doğuştan
sahip olduğu cinsel organlara, bakılarak kadın ve erkek olmak üzere iki ayrı role göre
yetiştirilmesidir. Bu roller çok başarılı bir biçimde tüm kişiler ve toplumsal kurumlar
tarafından öğretilir ve benimsetilir, roller belli bir süre sonra neredeyse karakterin
birer parçası haline gelirler. En basitinden kadının zayıf ve korunmaya muhtaç olması,
erkeğin de güçlü ve korumaya yetkin olması gibi. Eskiden rollerin temel öğreticileri
aile ve etkileşim içinde olduğumuz toplumsal gruplardı, örneğin okul ya da komşular.
Şimdi ise bu öğretici grubu çok genişlemiş, medya, müzik endüstrisi, kitaplar ve
internet de belirli rollerin oluşturulması ve benimsetilmesinde olağanüstü büyük etkiye
sahip hale gelmişlerdir. Rollerin belirleyiciliğini yenmek ya da yıkmak çoğu insanın
gücünü aşmakta ve böylece ataerki varlığını sağlam bir temelde sürdürmektedir ancak
Connell’ın aşağıdaki belirlemeleri rol teorisinin kendi başına yeterli olmadığını
göstermektedir.
Çıkar çatışmaları değerlendirilirken feminizmde cinsiyet rolü teorisinin
kullanılması çok kısıtlayıcı olur. Cinsel politikanın, rol reformu ya da “kadın
rolü”nün güncelleşmesi, liberalleşmesi veya genişlemesi olarak (erkek hareketi
değerlendirilirken “erkek rolü” için de aynı şekilde) kavramsallaştırılması,
böylesi bir reformcu hareketin toplum teorisinin bulunmadığı, toplumsal cinsiyet
ilişkileri kapsamında ortak çıkarların oluşturulmasına ilişkin hiçbir anlayış
geliştirilmediği anlamına gelmektedir. Rol reformunun itici gücü, mevcut
cinsiyet rolü uyarlamasından duyulan bireysel hoşnutsuzluktur. Bu hoşnutluk
sağlandığında ise bundan böyle ne politikanın ne de analizin üstlenmesi gereken
bir şey kalır.4
Rol kuramının arkasında bir toplum teorisi yoksa, yani genel olarak topluma
ve özel olarak içinde yaşanılan topluma ilişkin genel bir kavrayış kurulmamış,
incelenmemiş ve çalışılmamışsa rol teorisi bir sonuç vermez. Roller ve etkilerinden
yakınmak, sadece yakınmak olarak kaldığı sürece bizi bir yere götürmez. Bu rollerin
değişmesi nasıl olacak da insanların ya da en azından ezilenlerin (kadınlar, çocuklar,
lgbt bireylerin) ortak çıkarlarına hizmet edecek olduğunu bilmek ya da en azından
öğrenmek gerekiyor.
Özetle, toplumsal cinsiyete dair bir toplum analizi için bir çerçeve olarak cinsiyet
rolü teorisinden vazgeçmemizi gerektiren dört temel neden var: Cinsiyet rolü
teorisinin iradeciliği ve iktidar ile toplumsal çıkarı teorileştirmedeki başarısızlığı;
biyolojik ikiliğe bağımlılığı ve bunun sonucu olarak yapının toplumsal olarak
kavranamayışı; normatif standart bir örnek olaya bağımlılığı ve direncin
sistematik biçimde yanlış tarif edilmesi; ve toplumsal cinsiyetin tarihselliğini
teorileştirme yönteminin eksikliği.
Edwards’ın dikkat çektiği gibi, bu zayıflıkların fark edilmesi, kadınlığın ve
erkekliğin klişeleri üzerine, yani toplumsal inşalar, kültürel idealler, medya
içerikleri vb. olarak cinsiyet rolleri üzerine verimli araştırmaların yapılmasını
engellemez. Ama yine Edwards’ın öne sürdüğü gibi, cinsiyet ve toplumsal
cinsiyet alanına ilişkin olarak, toplumsal kurumlar ve toplumsal yapılara daha
fazla dikkat eden teorileştirme biçimlerinin aranması gerekir... Böyle bir teorinin
3
Elisabeth Badinter, Biri Ötekidir: Kadınla Erkek Arasındaki Yeni İlişki ya da Androjin Devrim, çev.
Şirin Tekeli, İstanbul: Afa Yayınları, 1992, s. 85.
4
Connell, Toplumsal Cinsiyet ve İktidar, s. 84.
12
Deniz Soysal / R. W. Connell’ın Cinsiyetler Arası İlişkilerde Temel İktidar Yapıları
Kuramı
kavrayabilmek zorunda olduğu konulardan biri de açıkça, toplumsal cinsiyet
ilişkilerinde yaşanan toplumsal çıkar oluşumu ve çatışmasıdır.5
Bir toplumsal kurum ya da yapıyla cinsiyet ilişkileri arasında nasıl bir ilişki
olabilir? Mesela kapitalizm, kurum olarak din, devlet; bunlar nedir ve cinsiyet
ilişkilerini ne ölçüde belirler? Örneğin çekirdek aile ekonomisi kapitalizm için çok
önemlidir ve küçük burjuva yaşantısı kapitalizmin hakim olmasıyla birlikte cinsiyet
ilişkilerini baskın bir şekilde belirlemektedir. Ortaçağda Kilise feodal ekonominin
egemen olduğu şartlarda cinsiyet ilişkilerini düzenleyen en etkili kurumlardan biriydi.
Kapitalizm burjuva çekirdek ailesinden ciddi bir biçimde beslenirken, feodal toplum
toprak sahibinin çıkarlarını koruyan geleneksel ve geniş aileden besleniyordu. İki
durumda da güç sahibi erkeklerin (kapitalist ekonomide küçük ölçekte hangi sınıftan
olduğu fark etmeksizin aile reisi erkeklerin, büyük ölçekte para babaları ve devlet
bürokrasisini oluşturan erkeklerin) çıkarlarıdır korunan. Böylece genel olarak iktidar
farklı sınıflardan erkeklere dağıtılmıştır; çıkar tek bir gruba değil sınıflararası
farklardan öte tüm erkeklere ait olduğundan kadının ve erkeklik dışındaki tüm cinsel
tercihlerin özgürleşmesine büyük ve sarsılması çok zor bir dirençle karşılaşırız.
Sonuçta roller belli bir toplumsal yapının ve bu toplumsal yapıda bir grubun yani
burada erkeklerin çıkarlarının sürdürülmesine hizmet eder. John Stuart Mill, bu temel
çıkarların erkek psikolojisine nasıl derinlikli bir şekilde yerleştiğini şu ünlü sözleriyle
açıklamıştır.
İktidarı elinde tutmaktan duyulan gurur ve iktidarı kullanmaktan sağlanan kişisel
çıkar ne olursa olsun, burada iktidarı elinde tutma bir sınıfla sınırlı olmayıp
erkek cinsinin tümünü ilgilendirmektedir. Bu bu iktidardan yana olanlar
açısından ne soyut olarak istenen ne hiziplere sağlayacağı siyasi yarar açısından
elde edilmesine çalışılan ne de önderler dışındakileri şahsen ilgilendiren bir
şeydir. Aksine bu iktidarın özlemi her eve sızmıştır, her aile babasının ya da aile
babası olmak isteyen her erkeğin gönlünde yatar. Bu öyle bir iktidardır ki, bir
köylü de bu iktidardan, en üst mertebedeki soylu kadar eşit bir pay alır.6
Sorgulanması gereken o zaman sınıfları yatay olarak kesen bu eril iktidar
özleminin arkasında yatan çıkarlardır. Hiçbir güç sahibi halihazırda sahip olduğu
çıkarlardan sırf adalet duygusundan dolayı vazgeçmez, onu adaletsizlikle yüzleştirmek
ve bu adaletsizliğe karşı direnecek bir ortak çıkar grubuyla çatışmaya girecek düzeyde
güçten düşürmek zorunludur. Sonuçta toplumlar güç mücadeleleri üzerinden
şekillenir, bir gücün karşısına onunla mücadele edebilecek başka bir güç çıkmadığı
sürece varolan iktidar ilişkileri rahatlıkla varlığını sürdürür. Bu da çıkarlarını hem
bireysel hem de toplumsal düzeyde bilinçli olarak savunacak ve korumak isteyecek,
buna gücü yetecek kadınlar ve kadınlarla beraber farklı cinsel tercihleri yaşayanlar
grubu oluşmak durumunda. Bireysel düzeydeki başarılar, toplumun genelindeki çıkar
ilişkilerini değiştirmediği sürece bireysel olmayı sürdürecektir (bu onları hiçbir şekilde
önemsiz kılmasa da). Ancak böyle bir oluşum, tam anlamıyla toplumsal bir birlik
şimdiye kadar oluşturulmamıştır. Muhafazakarlar, ırkçılar, liberaller, sosyalistler
bazen birleşebilmiş, bazen iktidar olabilmişlerdir, ancak cinsiyetçilik karşıtı hiçbir
grup şimdiye kadar siyasi ve toplumsal anlamda büyük bir başarı elde edememiştir.
Oy hakkı, kürtaj hakkı, kadın özgürleşme hareketi adını duyurmuş, önemli işler
yapmış ancak somut bir süreklilik ile cinsiyetçi toplumun yıkımına girişebilecek güçte
bir insanlar topluluğu hiç biraraya gelip aktif bir kurumlaşmayla toplumsal
dinamiklere etki yapacak düzeye gelememiştir. Hala yalnızca protesto ediyor, tepki
gösteriyor, sanat eserleri ortaya koyuyor, kitaplar yazıyor, dersler veriyor, paneller
düzenliyor ve bu gibi gayet önemli ancak yetersiz eylemlerle idare ediyoruz. Bu da
rol teorisini kapsayan daha geniş bir teorileştirme düzeyine, Connell’ın dediği gibi,
5
Connell, Toplumsal Cinsiyet ve İktidar, s. 85.
John Stuart Mill, “Kadınların Köleleştirilişi”, Feminizm: 19. Yüzyıl Klasiklerinden Seçmeler, İstanbul:
Afa Yayınları, 1987, s. 56.
6
13
Deniz Soysal / R. W. Connell’ın Cinsiyetler Arası İlişkilerde Temel İktidar Yapıları
Kuramı
çok ama çok ihtiyaç duyulduğu anlamına geliyor. Fakat biliyoruz ki teoriler erkeklerin
tekelinde, bilgi ve bilim erkeklerin tekelindedir. Üniversitelerin kürsüleri cinsiyetçilik
karşıtı hukukçular, sosyologlar, psikologlar, siyaset bilimcileri, iktisatçılar, filozoflar,
edebiyatçılar, sanatçılar ile dolup taşmadıkça, kitapçılar cinsiyetçiliği yenmek üstüne
onlarca teoriyi sunan başyapıtlarla dolmadıkça, açıkçası insanlar bu sorunu ciddiye
almadıkça hiçbir değişim olmayacak.
Peki nasıl olup da bu kadar fazla bilgi alanında genişleme ve yayılma gösteren
farklı farklı bilimler yüzyıllık feminizm literatürüne rağmen halen insanlar arasındaki
en temel eşitsizliği ana konularından biri haline getirememiştir. Örneğin sınıf
çatışması ve ekonomik eşitsizlikler neredeyse son yüzyılın tüm önemli filozofları ve
bilim insanları tarafından ele alınmış ve üstüne sayısız eser verilmişken, nasıl olup da
cinsiyet eşitsizliği üzerine yazanların sayısı bir elin parmaklarını geçemez düzeyde
kalmıştır? Bu sorunun yanıtının bir parçası erkek iktidarının ve erkek rolünün iyi
çözümlenmesinde bulunabilir. En radikal muhalif erkekleri cinsiyet eşitsizliği
konusunda sessiz ya da ilgisiz bırakan mekanizma çok derindir, kafa yapısından da öte
bedenin kuruluşundan başlayarak incelenmelidir.
Kullanıldığı biçimiyle beden, ben olan beden, anlamlar vermektense almakta
olan toplumsal bir bedendir. Erkek bedenim, bana erkekliği vermez; toplumsal
tanımı olarak erkekliği (ya da onun bazı parçalarını) alır. Aynı şekilde
cinselliğim de doğal olanın işgali altında değildir; o da toplumsal bir sürecin
parçasıdır. Bedenimin verdiği karşılıklar, tıpkı Hint işi elbiselerdeki küçük ayna
parçaları gibi, en olağanüstü ayrıntısıyla toplumsal anlamların bir
kaleidoskopunu geri yansıtır. Beden, beden olmayı kesmeksizin, denetim altına
alınır ve toplumsal pratikte dönüştürülür.7
Bedenlerimizi böyle olduğu haliyle saf ve dönüştürülmemiş, tümüyle kendi
halinde gelişmiş, var olmuş ve olmakta olan bir şey olarak düşünmek gerçeklikten çok
uzaktır. Simone de Beauvoir’nın dediği gibi “beden bir şey değilse de, bir durumdur: o
bizim dünyaya tutunuşumuzdur ve tasarılarımız için çerçevedir.”8 Bedenim dediğimde
yalnızca halihazırda var olan uzamlı bir organizmayı kastetmem, bedenim arzularıyla,
beslenmesiyle, tepkileriyle, hormonlarından tutun kan basıncına (tepemizin atma
ölçütlerini düşünün) kadar toplumsal bir sürecin parçası olarak işler; yani bana verili
olan doğal organizma hiçbir zaman toplumsal dönüştürme ve şekillendirme
süreçlerinden ayrı var olmadığı ve bedenimi tüm bu etkilerin uzağında hiç
deneyimlemediğim, dinlemediğim ve anlamadığım için aslında benden daha çok
topluma aittir. Hala biyolojik olarak uzamlı bir varlık şeklinde bana verilmiştir ancak
hiç durmaksızın kendisine verilen şekilleri, tepkileri, arzuları, tiksintileri yansıtarak
biyolojik olanı içine alıp aşar, biyolojik olanı kendine mal eder. “Bilinç alanımız
çoğunlukla içinde yaşadığımız toplumun izin verdiği sınırların dışına taşamaz,” diyor
Erich Fromm.9 Yani kendimiz hakkında neyi bilip, neyi bilmeyeceğimiz bile büyük
ölçüde toplumun denetimi altındadır. Böylece erkek “erkeksi” özelliklerini ve kadın
da “kadınsı” özelliklerini kendine doğa tarafından verilmiş olarak bilir, bunun
dışındaki her tür davranış ve karakter özelliği doğadan sapma olarak ortaya çıkar. Bu
belirlemeler bedene öyle köklü bir şekilde yerleşir ki toplumsal pratikler biyolojik
belirlenim kılığında koşulsuz bir şekilde kabul edilir. Böylece kadın erkek rol ve
pratiklerini sorgulamak kütle çekim yasasını sorgulamakla aynı şey haline gelir.
Erkekliğin fiziksel anlamı, basit bir şey değildir. Boy pos ve şekli, tavır ve
hareket alışkanlıklarını, belirli fiziksel becerilere sahip olmayı ve belirli
becerilerin eksik kalmasını, kişinin kendi beden imajını, bunun öteki insanlara
sunuluş biçimini, kişinin bedeninin çalışma ve cinsel ilişkilerdeki işleyiş biçimini
7
Connell, Toplumsal Cinsiyet ve İktidar, s. 121.
Simone de Beauvoir, The Second Sex, Fransızcadan çev. Constance Borde ve Sheila MalovanyChevallier, New York: Vintage, 2011, s. 46.
9
Erich Fromm, Sevginin ve Şiddetin Kaynağı, s. 84.
8
14
Deniz Soysal / R. W. Connell’ın Cinsiyetler Arası İlişkilerde Temel İktidar Yapıları
Kuramı
içerir. Bunların hiçbiri hiçbir anlamada XY kromozomlarının sonucu değildir.
Hatta erkeklik tartışmalarının büyük bir sevgiyle üzerinde durduğu şeyin, yani
penisin yarattığı bir sonuç da değildir. Erkekliğin fiziksel anlamı, toplumsal
pratiğin kişisel tarihi, toplumdaki yaşam çizgisi aracılığıyla gelişir.
Nedir bir erkek?
1. Boy pos, şekil. (Kadından uzun boylu olmak neden bu kadar önemli?)
2. Tavır ve hareket alışkanlıkları. (Oturuş, gülüş, ses tonu, küfür, güç getiriyorsa
şairanelik ya da retorik...)
3. Belirli fiziksel becerilere sahip. (Futbol, çim biçme, araba tamiri, odun kırma,
mangal yakma ...)
4. Belirli fiziksel becerilerden yoksun. (Yemek, temizlik, dikiş, nakış ...)
5. Kılık, kıyafet, duruşla sergilenen imaj. (Pembe t-shirt giymenin bir anlamı
olmasının bir anlamı var mı?)
6. Bu imajın sergilenme süreçleri. (Otobüste, plajda, evde, işte, meyhanede, operada,
genelevde, yalnızca erkeklerin olduğu ortamlarda, kadınların da olduğu ortamlarda ...)
7. Bedenin işte ve cinsel ilişkide işleyiş biçimi. (İşte de cinsel ilişkide de güçlü olma –
örneğin can acıtmanın ve zorlamanın erkeğin ve bazen kadının cinsel fantezilerinde
kapladığı yer ile iş yerinde iktidarın ve hükmetmenin önemi bariz örnekler– ve güçle
bağlantılı her şey ...)
Sözgelimi Batılı ülkelerde, ideal erkeklik imajları, en sistematik biçimde
rekabete dayalı spor kanalıyla oluşturulur ve özendirilir. Yetişkinler çoğunlukla
katılımcıdan çok izleyici de olsa, küçük çocuklar çok fazla sportif oyunlar
oynarlar ve bu alandaki başarılara çok önemli bir şey olarak bakmaları öğretilir.
... Kısacası bu tür yetenek, kişinin erkeklik derecesini değerlendirme aracıdır...
Erkeklerin bedensel anlamının hedefleri ise her şeyden önce, erkeklerin kadınlar
karşısındaki üstünlüğü ve kadınlara egemen olunması için gerekli olan
hegemonyacı erkekliğe bağlı güçlülük duygusunun öteki erkek gruplarına karşı
da duyulmasıyla ilgilidir. 10
Cinsiyetler arası adaletsizliğin temeline yalnızca kadınların ezilmişliğini
koyduğumuzda madalyonun öteki yüzünü, yani erkekliğin kuruluşunu, görmemiş
oluruz. Temel sorumuz cinsiyet adaletsizliğinin kalıcı ve sarsılmaz varoluşunu nasıl
açıklayabileceğimizdi. İşte erkeklik ve onun kuruluşu burada belirgin bir etmendir.
Ataerkiyle gerçek mücadelede erkekliğin hem de bizzat erkekler tarafından
sorgulanması şimdiye kadar oldukça az işlenmiş olan bu konudur. Erkekliğin
derecelendirmesi belki bize bu konuda kabaca bir fikir verebilir. “Erkeklik derecesi”
iki temel belirleyici üzerinden çalışır. 1) Bir ya da –mümkünse– birden çok kadına
(metresler, sevgililer, tek gecelik ilişkiler, kapatmalar, kumalar, hayat kadınları) ve
yine mümkünse çocuklara egemen olmak. 2) Karşıt bir erkek grubu varsa onlardan
güçlü olmak. Sokak kavgaları, mafya, çete benzeri gruplaşmalarda belirgin olarak bir
erkek grubunun diğer erkek grubunu ezmesi, ezen grubun kendini daha fazla erkek
hissetmesini sağlar. Başka bir erkeği dövmek ya da yenmenin (agresiflik ve etrafa
korku yayma tavrının yerleşikliği) ya da parasal güçle belli sayıda erkeği hizmetinde
tutmanın çekiciliği de buradan gelir. Barışçı bir erkeğin zor bulunması ya da erkekten
sayılmaması da (‘kılıbık’) bu derecenin nasıl çalıştığını açıkça gösteriyor.
İktidarı elde bulunduranlar olarak erkeklerin toplumsal tanımı, yalnızca zihinsel
beden imajları ve fantezilere değil, kas gücü, duruş, beden duyusu ve dokusuna
da dönüştürülür. Bu, erkeklerin iktidarının başlıca “doğallaştırma”, diğer deyişle
doğa düzeninin parçası olarak görülme biçimlerinden biridir. Erkeklerin
üstünlüğüne ve bundan kaynaklanan baskıcı pratiklere duyulan inancın, başka
yönlerden çok az güce sahip olan erkekler tarafından ayakta tutulmasına olanak
sağlaması açısından çok önemlidir.11
10
11
Connell, Toplumsal Cinsiyet ve İktidar, ss. 122-123.
Connell, Toplumsal Cinsiyet ve İktidar, ss. 123-124.
15
Deniz Soysal / R. W. Connell’ın Cinsiyetler Arası İlişkilerde Temel İktidar Yapıları
Kuramı
Erkeğin oynaması için eğitildiği ve en sonunda oynadığı roller ne için? “Kadın
ve erkek doğası diye bir şey var,” dedirtmek için. Erkeğin saldırganlığı “doğal”ken,
kadının zayıflığı da “doğal” dedirtmek için. Bunları değiştiremezsiniz, kadın erkek
doğalarına karşı çıkamazsınız, çıksanız da başarılı olmazsınız, insanlar ancak böyle
mutlu olur, bu onların doğal yazgısı dedirtmek için. Ezme-ezilme, üzme-üzülme,
yönetme-yönetilme ilişkilerinin doğanın bir parçası olarak görülmesi, isyan
edilmemesi, isyanın tohumlarını düşüncede dahi atılmaması için.
Varolan durumun sürdürülmesi “baskıcı pratiklere duyulan inanç”ın sarsılmaz
bir biçimde korunmasını gerektirir. Anne-babanın çocuğu üzerindeki, kocanın karısı
üzerindeki otoritesi, kadının boyun eğmeci, zayıf, korunmaya muhtaç tutumu yalnızca
korku ve kaba kuvvet kullanımıyla sürdürülebilir bir şey değildir. İnsanların bunlara
duydukları inanç olmasaydı da sürmezdi. Feministlere erkek-düşmanı yaftasının
yapıştırılmasının altında da bu inanç yatar. Çünkü feministler var olan yakıcı, yıkıcı,
acıtıcı, korkutucu erkeğe ve onun yaydığı adaletsizliğe, yarattığı savaşlara
düşmandırlar gerçekten. Halbuki toplumda sürdürülmek istenen şey tam da bu şiddet,
bu güç, bu savaş, bu iktidar ilişkileridir. Dünyanın var olan halinin kutsanması
insanlar yalnızca ezberlenmiş diyalogları ve duyguları yaşaması, hükmetmenin
anlamaktan daha önemli olması, kadının zayıflığı, erkeğin saldırganlığının makbul
görünmesi, kadının da şimdiye kadar olduğu gibi eline fırsat geçtiğinde erkeğin
silahlarını donanarak her tür şiddeti kullanmakta çekinmemesi, ezilmişliğinin acısını
eline geçen her fırsatta başka kadınları, çocukları ya da mümkünse erkekleri ezerek
çıkarması ve böylece eşcinseller, biseksüeller, seks işçilerinin hep toplum dışı kalması,
onları öldürenler ceza indirimi alması tamamen bu temel inancın sonucudur.
Böylece ataerkinin yalnızca ruhlarımızı değil bedenlerimizi de ele geçirilmiş
olduğunu gördük. Peki böylesi bir başarının altında yatan toplumsal yapıyı nasıl
çözümleyebiliriz? Connell’ı izleyerek söyleyebiliriz ki kadın erkek arasındaki
eşitsizlik üç büyük yapı altında işliyor gibi görünüyor.
1. İş bölümü:
Geçtiğimiz on yıllık dönemdeki çalışmalar, kadınlar ve erkekler arasında
oldukça farklı iki ilişki yapısının taslağını ortaya çıkarmıştır... Bu yapılardan biri,
işbölümüyle ilgilidir: Ev işleri ve çocuk bakımının örgütlenmesi, ücretsiz ve
ücretli iş arasındaki bölünme, emek piyasasının ayrımcılığı ve “erkeklere ait
işler” ile “kadınlara ait işler” yaratılması, eğitim ve terfide ayrım güdülmesi,
ücretler ve mübadelede eşitsizlik.12
Ev işlerinden ve çocuk bakımından sorumlu olan kişiyi kadın olarak
düşünmek, ev işini ücretsiz bir emek olarak görmek, iş dünyasındaki cinsiyet
ayrımcılığını kabullenmek, bazı işleri kadınların, bazılarını mutlaka erkeklerin
yapabileceğini düşünmek, kadınların eğitim ve terfi konusunda bariz olarak
erkeklerden ayrı bir değerlendirmeye tutulmasını yadırgamamak, kadınların aynı işi
yapıp yine de erkeklerden daha az ücretlendirilmesini normal bulmak tümüyle
cinsiyetçilğin sonucudur. Yalnızca bir örnek üzerinden cinsiyetçiliğin işleyişini ve
nasıl olup da sorgulanabileceğini görelim. Belli işlerin erkekler belli işlerin de
kadınlar için olduğuna ilişkin düşünceye karşıt iki örnek vermek yeterli olacaktır.
Kadınların sistematik olarak dışlandığı üç iş alanıdır itfaiyecilik, inşaatçılık ve
madencilik.
1993 yılında, New York İtfaiye Departmanı ciddi bir emir yayınladı: Brenda
Berkman’ın, itfayenin içinde ya da dışında, çalışırken ya da iş başında hiçbir
fotoğrafı çekilmeyecek. Berkman bir itfaiyeciydi ve bölümün 15 yıllık
emektarıydı. bu emir Berkman ve diğer kadınlar için bardağı taşıran son damla
oldu: 117 yıllık tarihinde gelenekselleşmiş biçimde erkeklere tanınan bir imtiyaz
olan işe kabul edilme hakkı. Mücadele 1977 yılında Kent Konseyi kadınların
İtfayeciler sınavına girmesine izin verdiğinde başlamıştı. Hemen ardından,
12
Connell, Toplumsal Cinsiyet ve İktidar, ss. 138.
16
Deniz Soysal / R. W. Connell’ın Cinsiyetler Arası İlişkilerde Temel İktidar Yapıları
Kuramı
yapılan yazılı sınavı 400 kadın geçince fiziksel yeterlilik sınavının kuralları
değiştirilivermişti. Beş yılın ve cins ayrımcılığına karşı yürütülen başarılı bir
grup davasının ardından 48 kadın yeni, mahkeme gözetiminde yürütülen testleri
ve eğitimi geçerek New York tarihinin ilk kadın itfaiyecileri oldular. Aralarında
Birleşik İtfaiyeci Kadınlar’ın Kurucu Başkanı olan, grubun sözcüsü ve en
13
görünür üyesi Berkman da vardı.
Kadınlar örgütlenme ve kendilerine yönelik ayrımcılıkla mücadele etme
yoluyla itfaiyeci olabileceklerini göstermişlerdir. Bunu başka alanlarda da
göstermemeleri için hiçbir neden yoktur. Tıpkı aşağıdaki diğer örnekteki gibi ne inşaat
işçiliği ne de maden işçiliği kadınların yapmaktan çekinecekleri işler değillerdir,
aksine kadınların dışlanması dünya çapında yoksulluğun sürmesine katkıda
bulunmakla kalmıyor ve kadınları yalnızca düşük ücretli işlerden başka bir
alternatiflerinin olmadığına inandırarak kaderlerine boyun eğmeye yönlendiriyor,
böylece cinsiyetçi anlayışın da sürmesini sağlıyor.
...pozitif ayrımcılık bağlamında yeni bir örgütlenme biçimi yaygınlaşıyordu:
kadınların “geleneksel olmayan” olarak adlandırılan mavi yakalı işlere,
14
özellikle de inşaat alanında eğitim alması ve işe yerleştirilmeleri.
Üniversite eğitimi olmayan erkekler iyi bir maaş ve kişisel onurla bu işleri
yapabiliyorken; kadınlar bu mesleklerden uzak tutuluyordu, ki bu durumun
15
kendisi bile cinsiyet ayrımcılığının bir göstergesiydi.
1977 yılında, bölgenin kömür havzasında büyümüş pek çok kadın
“kadınların madencilik işlerine girmesine yardım etmek” amacıyla Kömür
İşleri Projesi’ni kurdu. 1973 yılında sıfır olan kadın yeraltı maden işçisi
sayısı 1981 sonu itibariyle iş gücünün %2’sini oluşturuyordu ve sayıları
3500’e ulaşmıştı. Dul ya da boşanmış ya da çocuklarını kendi başına
yetiştiren bu kadınları madenlere sürükleyen neden inşaat sektörüne
sürüleyen nedenle aynıydı: Herhangi bir yerde kazanabileceklerinden üç kat
daha fazla para kazanıyorlardı. Madenciliğin ayrıca daha fazla çıkarı ve
prestiji vardı...
Bu çabalar yalnızca erkeklerin özgüvenini sağlayan ve kadınların erkeklere
bağlılığını ve hizmetini gerektiren hakim sınıfsal fikirlere dair değil aynı
zamanda “Yoksulluğa karşı Savaş” üzerinden yükselen yoksulluk karşıtı
16
politikalar modeline de feminist bir karşı koyuşu ifade ediyordu.
Margaret Fuller kadınların birgün gemi kaptanı olabileceklerinden emindi ve
bu kesinlikle bir ütopya değildi, her ne kadar kendi zamanında “böyle bir işe uygun
kadınların varolduğundan hiç kuşkum yok” dediğinde bu bir ütopya olarak
algılanmışsa da.17 Kadının ekonomik özgürlüğü yalnızca kadının kendine ait olacak
bir para kazanması değil kadının toplumla bütünleşmesi, güçlenmesi ve kendini
gerçekleştirmesi yolunda en önemli adımdır ve cinsiyetçi iş bölümü ister evde işter
çalışma dünyasında olsun temelde yalnızca kadını ekonomik güçsüzlük durumunda
tutmakla kalmaz, en önemlisi onun dünyayla kurduğu ilişkinin, kadının kendine
bedensel ve zihinsel olarak güvenini sakatlamayı ve öyle kalmasını amaçlar.
2. Otorite, denetim, zorlama:
İkinci yapı ise otorite, denetim ve zorlama ile ilgilidir: Devlet ve iş dünyasına
içkin hiyerarşiler, kurumsal ve kişilerarası şiddet, cinsel düzenleme ve gözetim, ev içi
otorite ve bunun mücadelesi.
Otorite erkektir, denetimi erkek yapar, kendinden güçsüz olanları istediği
şeylere zorlayan erkektir. Otorite ya da güç sahibi kadınların erkeksi bulunması, çünkü
13
Nancy Maclean, “Pozitif Ayrımcılığın Gizli Tarihi: 1970’lerde Emekçi Kadınların Mücadeleleri ve
Sınıfın Cinsiyeti,” Sosyalist Feminist Proje, İstanbul: Kalkedon Yayınları, 2012, s. 328.
14
Maclean, “Pozitif Ayrımcılığın Gizli Tarihi,” Sosyalist Feminist Proje, s. 337.
15
Maclean, “Pozitif Ayrımcılığın Gizli Tarihi,” s. 338.
16
Maclean, “Pozitif Ayrımcılığın Gizli Tarihi,” s. 340.
17
Margaret Fuller, “Ondokuzuncu Yüzyılda Kadın,” Feminizm: 19. Yüzyıl Klasiklerinden Seçmeler,
İstanbul: Afa Yayınları, 1987, s. 74.
17
Deniz Soysal / R. W. Connell’ın Cinsiyetler Arası İlişkilerde Temel İktidar Yapıları
Kuramı
böylesi konumlara gelmiş kadınların geldikleri konuma ‘layık olabilmek’ adına sert ve
zorba olmayı, böylece o konumu bir ‘erkek gibi’ dolduğunu göstermeye kalkması ve
tüm bunların sonucunda kadınlara güç sahibi olmanın yakışıtırılmaması hep otoritenin
eril bir şey olarak algılanışından kaynaklanmaktadır. Halbuki otorite, denetim ve
zorlama yaşamın da siyasetin de toplumunda zorunlu birer parçası değildir. Otorite ve
denetimin var olması gerektiği nadir durumlar olabilir, böylesi durumlarda da boyun
eğme yalnızca usa, bilgiye, güvene ve hak edene olmalıdır, şu ya da bu cinsiyete değil.
Hak ihlalleri ve yasal suçların cezaları dışında, zorlama insan hayatında en aza
indirilmesi gereken bir pratikken bireyler ve toplumlar olarak zorlamayı her alanda
besliyoruz ve hiyerarşiye halen değer veriyoruz. Zihnimizin başka türlü bir yaşama
yol açabilecek her tür yönelişi çoğunlukla çocukluğun ilk evrelerinde engelleniyor.
Böylesi engellenmiş zihinler ataerkil toplumun devamını sağlayan önemli bir ikinci
etken olarak karşımızda duruyor ve tam da bu yüzden çocukların özgürleşmesini de
feminist ve cinsiyetçilik karşıtı tüm tasarıların bir parçası haline getirmektedir.
3. Duygulanım ve kişisel ilişki yapısı (Katheksis Yapısı):
Öyle görünüyor ki, insanların birbirleriyle duygusal bağlar kurma biçimleri ve
duygusal ilişkilerin gündelik yönetimi, kesinlikle toplumsal olmakla birlikte farklı bir
mantık izliyor. Eşcinsel kurtuluş hareketi, psikanaliz ve cinselliğe dair feminist
argümanlar tarafından ortaya atılan konular, yalnızca emek ve iktidarla açıklanamaz.
Kısacası, üçüncü bir büyük yapı varmış gibi görünüyor. Bu yapı, nesne seçiminin,
arzunun ve arzulanmanın örüntülenmesiyle; heteroseksüellik ve eşcinselliğin
üretilmesi ve aralarındaki ilişkiyle; toplumsal olarak yapılanan toplumsal cinsiyet
karşıtlığıyla (kadınlardan nefret, erkeklerden nefret, kendinden nefret); evlilikte ve
diğer ilişkilerde güven, güvensizlik, kıskançlık ve dayanışmayla ve çocuk
yetiştirmeyle ilgili duygusal ilişkilerle bağlantılıdır.18
Duygularımızın büyük bölümü aslında bize dışarıdan verildiğini, bize ait
olmadığını ama bizimmiş gibi sahiplendiğimizi psikoloji bize açıkça gösterdi. Yani
duygusal yapımız toplumsal şekillendirmeye maruz kalır. Örneğin romantik ve
bitimsiz bir heteroseksüel aşk isteği bariz olarak ondokuzuncu yüzyıl burjuva
kültürünün üretimidir. Yirmili yaşların sonlarına kadar kadınları ve erkekleri peşinden
koşturan bir ideal öyle bir biçimde sunulur ki sanki dünya tarihi boyunca hiç
değişmediğini sanırız. Ya da erkeğin evini geçindirme, kadının evini çekip çevirme
hayalleri ve arzularının, “güven, güvensizlik, kıskançlık, dayanışma” duyguları
tarihsel değil evrenselmiş gibi sunulmaktadır. Örneğin güven kavramındaki cinsiyetçi
şekillenmeyi ele alalım. Hangi kadına güvenilir (cinsel ilişkiyle işi hiç olmamış,
sadakat takıntılı, yumuşak huylu, fedakar, sessiz, hizmeti seven, küçük dünyasından
başka bir şey düşünmeyen...) sorusunun yanıtıyla hangi erkeğe güvenilir (kendine
güvenli, tecrübeli, para kazanan, sert, otoriter, bilgili, bedenen sağlam ...) sorusunun
yanıtı hiçbir zaman aynı olmuyor. Kadınlarla erkeklerin kıskançlık üretmeleri de çok
farklı yapılanmış: erkek kadının girip bir işte çalışmasını, toplumsal bir ortamda
bulunmasını dahi kıskanırken, kadın işine giden kocasını memnuniyetle uğurlar, özel
bir durum olmadıkça sırf gidip bir işte çalıştığı için kıskançlıktan kıvranmaz. Şimdi
bunları aştık denebilir ama hiç öyle değil, hala makbul kadın evinde oturan kadındır.
“Çocuk yetiştirmeyle ilgili duygusal ilişkiler”e gelince: İlk bebeklik döneminde
çocuğun en yakın bağı annesiyle olduğu ve olması gerektiği düşüncesine bakalım.
Neden? Neden bir baba da en az annesi kadar yeni doğmuş bebeğiyle yakın ilişki
kurmasın, onun bakımını üstlenmesin ve bu dönemde çocuğuyla bir daha asla
kuramayacağı özel bir yakın ilişki kurmasın ki? Gerçekten bunu dayandırabileceğimiz
biyolojik, anatomik, tıbbi ya da hormonal bir temel olmadığını artık biliyoruz. Halbuki
erkeklerin gerçekten yapamayacağı yalnızca iki şey var, çocuk doğurmak ve
emzirmek. Bunun dışında çocuğuyla annesinin kurabileceği kadar yakın bir ilişkiyi
18
Connell, Toplumsal Cinsiyet ve İktidar, ss. 139.
18
Deniz Soysal / R. W. Connell’ın Cinsiyetler Arası İlişkilerde Temel İktidar Yapıları
Kuramı
elbette ki kurabilir. Elisabeth Badinter böylesine yeni bir babalık deneyimini şöyle
anlatıyor:
Yeni baba, fötüsün hareketleri hissedilir olur olmaz babalığını farketmeye
başlıyor. Annenin karnına dokunduğunda bebek, babanın okşamalarına cevap
verdiğinden, babalık duygusu çok daha erken uyanıyor. ... Doğuma giren baba,
çocuğun göbek bağını kesebilir (anneyle çocuğu ayırabilir), bebeği kadının
karnının üstüne koyabilir ve ilk banyosunu yaptırabilir. Bu anlarda baba,
günümüze kadar ancak annenin hissedebileceği düşünülen bir heyecan ve
fiziksel haz duyabilir. Böyle bir babanın yeni doğmuş bebeğiyle ilgilendiğinde
davranışlarından gözlenen rahatlık, yumuşaklık ve şefkat gelenesel babalarda
bununduğu hiç düşünülmeyen özelliklerdir.19
Erkeği böylesi güzel bir ilişkiyi kurmaya yetersiz bir cins olarak tanımlamaya
kimin hakkı vardır? Ataerkil toplumun böylesi bir olanağı erkeklerden çalmakta haklı
olması mümkün mü? Aslında minik bir bebeğin her şeyinden sorumlu olan bir erkek
pek ‘erkeksi’ görünmüyor diye düşünüldüğünden olabilir mi? Bu kalıplar sayesinde
hem erkek sırf erkeksi olmak için muhteşem bir şefkat ve sevgi ilişkisini kaçırıyor,
hem de çocuk eşsiz bir baba sevgisinden yaşamının ilk aylarında, ve hatta çoğunlukla
hayatının büyük bir bölümünde uzak kalıyor. Böylece Connell’ın ortaya koyduğu gibi
“işbölümü, iktidar ve kateksis yapısı, her toplumsal cinsiyet düzeninin veya toplumsal
cinsiyet rejiminin ana unsurlarıdır.”20
...Emma Goldman gibi evlilik eleştirmenlerinin, kocaların karılarına sağladıkları
“korumayı” bir maskaralık ilan etmeleri anlaşılabilir bir şeydir. Güçlü bir iktidar
dengesizliğini ele alma biçimlerinden birinin, bir boyun eğme alışkanlığı inşa
etme olması da aynı ölçüde anlaşılabilir bir şeydir. Marabel Morgan’ın, tamamen
tabi kılınmış olma ve bu durumu sevme üzerine bir Florida rüyasını anlatan nefes
kesici kitabı Total Women (Bütünlüklü Kadın), aynı zamanda bir tür pratiğe
ilişkin kurnazca bir “nasıl başa çıkılır?” el kitabıdır da. Morgan’ın sağcı din ve
toplum görünümünün, erotizmle güçlü bir biçimde tatlanması dikkate değer.
Kocanın evde kalmasını sağlamada, cinsel yönden heyecan uyandırmak kadının
işidir:
“Bir deneme yapmak için köpük banyomdan sonra pembe baby-doll ve beyaz
çizme giydim... O gece Charlie’yi karşılamak için kapıyı açtığımda, vereceği
tepkiye hazırlıklı değildim. Sessiz, ketum, kolay kolay heyecanlanmayan kocam
bakakaldı, çantası kapının eşiğinde elinden düştü ve yemek masasının etrafında
beni kovalamaya başladı.” 21
Ataerkinin en güçlü olduğu yönlerden birisi “boyun eğme alışkanlığı inşa
etme” konusundadır. Çocukluktan itibaren kız çocuklar buna göre yetiştirilir. Erkek
çocuk da dayak yer ya da anne babanın isteklerine uymaya zorlanır ancak kız çocuk ev
işinden insanlara verilecek yanıtlara kadar bütünüyle boyun eğmeye alışması için
yetiştirilir. Erkek çocuklara keyifle küfür ettiren aileleri düşünün, tersine kız çocuklar
hizmet etme, karşılık vermeme, kendilerini düşünmeme, serbest hareket etmeme
üzerine odaklanan şekilde büyütülür. Kız çocuğu büyüdükçe makbul olan kadının en
iyi boyun eğen kadın olduğunu kolaylıkla öğrenir.
Belki hiçbir kölelik sisteminde ezilenlerin “tamamen tabi kılınmış olma ve bu
durumu sevme”leri ataerkide olduğu kadar güçlü değildir. Ataerkide en makbul kadın
boyun eğme alışkanlığını tümüyle içselleştirmiş ve hatta bundan haz alan, mutluluk
duyan kadındır. Kocasının ya da erkek arkadaşının kıskançlığından, sertliğinden, emir
vermesinden, yasak koymasından memnun olur, bunlara büyük bir sevgiyle uyar,
böylece kocasının gerçek bir erkek ve kendisinin de gerçek bir kadın olduğunu
sanarak açık ya da gizli olarak övünür.
19
Badinter, Biri Ötekidir, s. 209.
Connell, Toplumsal Cinsiyet ve İktidar, s. 141.
21
Connell, Toplumsal Cinsiyet ve İktidar, ss. 167-168.
20
19
Deniz Soysal / R. W. Connell’ın Cinsiyetler Arası İlişkilerde Temel İktidar Yapıları
Kuramı
Buradaki sorun erdemsizliktir. Ortada bir gerekçe yokken bir insanın başka bir
insana boyun eğmesi, buna alışması, sonra da bunu sevmesi erdemsizliktir, çünkü bu
eşitsizliği hiçbir şekilde gerekçelendirme olanağımızı yoktur, boyun eğen konumunu
kabullenirken aslında temelde sistemin ona boyun eğme karşılığı sağlayacağı çıkarları
korumaya çalışmakta, dolayısıyla bu ilişki eşitsiz de olsa bir alışveriş ilişkisinden
başka bir şey olmamaktadır. Şimdi son örneği bu açıdan değerlendirebiliriz.
Tüm feminist literatürde varolan eşitsizliklerin çeşit çeşit anlatımını
bulabiliriz. Ben bunları okurken eşitsizliği bariz olarak kavrıyor ama aynı zamanda
bunun bir yakınmadan öteye gidemediğini gördüğümde rahatsız oluyorum. Temel
sorunu belirleyememek ve kadınların neden eşitlik ve adalet istediklerini net terimlerle
ortaya koyamamanın özürü olamaz. Mesele etik meselesidir, insan ilişkilerinde etik
olma meselesidir, insanın etik olarak güçlü olma meselesidir. Şimdi buna göre
Morgan’ın romanında verilen örneği değerlendirelim. Evlilikte kadının erkeği cinsel
olarak eve bağlı tutma gibi bir yükümlülüğü olduğu düşüncesi hiçbir ussal gerekçeye
dayanmaz. Olan şudur: erkeklere evlilik dışı ilişkiler yaşamakta bir miktar rahatlık
sağlanması, aynı zamanda bu rahatlığın karşılığı olarak evli kadının kocasının bu
rahatlığı kullanmasına isterse engel olabilecek bir takım cinsel beceri ve oyunları
öğrenme ve uygulama gibi bir yükümlülükle yüklenmesi ve böylece kadının cinsel
köleliğini çoğunlukla kölece bir arzuyla kabullenmesidir. Çünkü örnekteki kadın
beyaz çizmelerini giyip kocasını kapıda karşıladığında esas istediği böyle bir fanteziyi
yaşamak değil, bu fantezinin getirileridir, yani kocasının kendisine karşı soğukluğunu,
hareketsizliğini ve isteksizliğini yok ederek, cinsel olarak başarılı olmak ve böylece
kocasının üzerinde belli bir alanda güç elde etmektir. O sessiz kocanın karısını
kovalayacak kadar kendinden geçmesi kadının erotik anlamda belli bir güç elde
ettiğini gösterir, karşılıklı arzudan daha çok güç savaşını kazanmak için oynanan bir
oyun, bir ticari manevra söz konusudur. Herhangi bir getiri (evliliği korumak, eşi eve
bağlı kılmak, istediklerini yaptırmak vs.) için yapılan her tür hareket ticarete
girdiğinden ahlaksızlığı ya da insanın ahlaki olarak güçsüzlüğünü gösterir. Cinsellik
karşılıklı arzu sonucunda ve iki tarafın da yalnızca bu arzularını gerçekleştirme
isteğinin sonucu ise ahlaklı olabilir. Tüm bunlar güzellik, zariflik, ev işi, sadakat için
de geçerlidir. Bir insanın ahlaksızlığa (hem de ahlak adı altında ahlaksızlığın ta
kendisine) zorlanması, toplumsal ve insani ilişkileri ticarete dönüştürmeye itilmesi
kadar aşağılık başka ne olabilir? Dolayısıyla feministin derdi yalnızca eşitsizliği
ortadan kaldırmak değil insan ilişkilerini çıkar odaklı, yalan dolan mekanizması
temelli, içtenlikten tamamen uzak, çirkin, ticari ve dolayısıyla ahlaksız halinden de
çıkarmaktır. Bunun için de Connell’ın sunduğu üç temel yapı, yani işbölümü, otorite
ve duygulanım yapıları eşit önemde kabul edilerek sorgulanmalı ve çalışılmalıdır.
20

Benzer belgeler

Untitled - World Bank

Untitled - World Bank vazgeçirmek” nasıl mümkün olabilir? Yukarıdaki Connell’in önerilerini değerlendirelim. (1) Zehirli bir ortamda yaşıyoruz, dünya hiç iyi bir yer değil, kan, savaşlar hiç durmuyor ve bunun yanında ya...

Detaylı

Toplumsal Değişme ve Kadında Erkeksilik

Toplumsal Değişme ve Kadında Erkeksilik daha özgürdürler. Ve bu dengesizliği yaratan erkeklere verilen, sağlanan avantajlardır. Böyle bir durumun adaletsizlik içermemesi için erkeklerin kadınlarla eşit şartlarda rekabet etmiş ve konumlar...

Detaylı

PDF ( 34 ) - DergiPark

PDF ( 34 ) - DergiPark bilinen kısmını üstünde durulmayı hak eden cinsiyet rolü teorisi oluşturur. Cinsiyet rolü teorisi nedir? Kısaca insanların fiziksel cinsine, yani doğuştan sahip olduğu cinsel organlara, bakılarak k...

Detaylı

Homofobi Olarak Erkeklik: Toplumsal Cinsiyet Kimliğinin

Homofobi Olarak Erkeklik: Toplumsal Cinsiyet Kimliğinin savaşlar hiç durmuyor ve bunun yanında yalan dolan, baskı, üzüntü, kızgınlık, intikam duyguları hüküm sürüyor ve belli ki ataerkinin, cinsiyet eşitsizliğinin, kadınların köleliğinin dünyanın şu ank...

Detaylı