ÖNCE İLİM
Transkript
ÖNCE İLİM
ÖNCE İLİM Resülü Ekrem (s.a.v.) "Kim bildiği ile amel ederse, Allah (c.c.) ona bilmediğini öğretir" buyuruyor. Bu müjdeyle yola çıkarsak şüphesiz ki Allah (c.c.) bize bilmediğimizi öğretecektir. Kardeşim, binlerce ayeti kerime, yüz binlerce hadisi şerifin işaret ettiği nokta, hep aynı yerde birleşiyor. Allah'a kulluk yapmak... Yani ibadetleri yerine getirmek... Cihat etmek, İslam'ı yaymak ve korumak. Asırlardır alimlerin hepsi aynı mücadeleyi vermişler ki, kul Allah (c.c.) istediği gibi yaşasın... Bilmek bazen hiç mühim değil, bazen çok mühimdir. Kişi kendisine Allah'tan başka ilah edinmişse, onun ne kadar bilgisi olursa olsun hiç mühim değildir. Fakat, kişi Allah'ı sevdiğinde samimi ise işte o kişi de bilgi çok mühim ve de büyük nimettir. Cezaevinde, İsrailli misyoner bir yahudi kızı ile tanıştım. "Bana biraz dininizi anlat" dedim. Çünkü biliyorum ki Tevrat'ta ve İncil'de Allah'tan geldiği gibi duran ayetler de var. Hem onlar hakkında bilgi edinmek istedim. Bana öyle ilginç bir olay anlattı ki, dinimizin kıymetini bilmeyenlere bir kez daha hayret ettim. Ona sordum: -Sizin dininiz de size geleni hemen almak var mıdır? Mesela bir hristiyan isterse yahudi olabilir mi ? -"Olamaz." dedi. Ben de tekrar merakla yeniden sordum: -Demek ki sizin dininiz yalnız yahudilere inmiş. Öyle şey olur mu ? Bizim dinimize kim girmek isterse hemen girebilir. İşte lütuf ve büyüklük buradadır. Büyük kapıdan isteyen herkes girebilir, kapı küçük olunca durum değişir. Öyle değil mi? Dedim. Biraz düşündükten sonra "bak, sana bir şey anlatayım." dedi. -Başka dinden olan bir kadın yahudi olmak istedi. Bir yahudi ile evliydi. Hahama gitti. Yahudi olmak istediğini söyledi. Bizim bir kitabımız var iki üç yılda bitmez. Kadına onu verdi. "Bunu ezberle" dedi. Kadın yıllarca ezberledi. yıllar sonra hahamların huzurunda imtihan oldu. kadın bir hükmü bilemedi. Kadına "seni yahudiliğe kabul etmiyoruz, biraz daha çalış" dediler. Bu arada kadının bir kızı oldu. On yıl sonra gittiğinde yine imtihanı kazanamadı. Sonra kadın öldü, kocası masrafını yaptığı halde onu yahudi mezarlığına gömdürmediler. kızı o kadar ağladı yine de kabul etmediler... Yahudi olmak zordur. Demek sizin dininize girmek için hahamdan müsaade istemek lazım. İnsan Allah'ın dinine girmek için Allah'tan değil, insanlardan izin alıyor. Sizin mantığınızı yormuyor mu bu iş? -"Ne yapalım biz de böyle" dedi. Şöyle bir Türkiye'yi ve dünyayı göz önüne alırsak, insanların çoğunun ne kadar nankör olduğunu görürüz bu olayla. İslam gibi cihanşumül bir dinin emirlerini iğrenmek için günde bir saat vakit vermeyenler, İslam imtihanla Müslüman kabul eden bir din olsaydı, demek ki o zaman hiç yanaşmayacaklardı... Biliyor musunuz hani bir söz vardır ya "kötüyü görmeden iyinin kıymeti bilinmez" diye. Gerçekten insan, İslam dışı "din" veya ideolojilerin ne olduğunu bilmeden, kendi dinini hakkı ile anlamıyor. İlimden maksat, Allah'ın sevdiği kul olmaktır. Bu da Müslümanlıkla olur. Müslümanlıktan kaçanlar mezarlarından kovulan yahudi kadının durumuna düşerek netice de daima kaybederler. Biz ilmi Allah'a kul olmak için talep etmeliyiz ve ne kadar bilgimiz varsa bunu Allah'ın lütfu olduğunu bilerek daima şükretmeliyiz. Biliyorsunuz, Bel'am şükürsüzlüğünden dolayı dinden çıkarak tağutların dostu olmuştu. İbadet etmedikçe iman eskir. İmanı yenilemek i.in ilim ve ibadet gereklidir. Programlı bir şekilde yaşayabilmemiz için önce düzenli yaşayan, prensip sahibi kişiler olmalıyız. Kolay mı müşriklerin içinde onların kültürü altında İslam kültürünü elde etmek? Elbette ki kolay değil. Bakıyorsunuz bir Müslüman(!) ağzından "Ben Allah'ı çok severim" cümleleri eksilmiyor. Yanak yanağa öpüşen kadın, erkek arkadaşlığına o kadar alışmış ki tokalaşmayan kişileri Müslüman olarak bile kabul edemiyor. Sebebi ise malum. İslam medeni dini ya. O halde medeni din ise tokalaşmaya denizde mayo giymeye nüçün müsaade etmesin?.. Üstsüzlerin yanında onun giydiği mayo kapalı bile. Onun gözünde medeniyet(!) demek sınırsız özgürlük demek olduğundan, eğer dinimiz bunları yasaklıyorsa medeni değildir. Güler misin, ağlar mısın?... Özgür olacağız diye, hürriyetlerini kaybetmişler. "Niçin" sorusunu getirdiğimiz zaman, karşımıza ilmi yaymadığımız, İslam'ı tanıtmadığımız cevabı çıkıyor. ister istemez "bir ah çeksem karşı ki dağlar yıkılır" demek zorunda kalıyoruz. Sonradan da bizim "ah"ımızın dağlar devirecek kuvvette olmadığını görüyoruz... dağları aşkla çekilen "ah" devirir. Müslümanların çoğunun hazır cennet istediği, dünya batmış umurunda olmadığını "böyle gelmiş böyle gider" sözünü duyuyoruz. Halbuki bu günkü vahşet, bu günkü rezalet ne böyle gelmiştir, ne ne de böyle gidecektir. Böyle gidecek demek, umudu kesmek, miskinliği ele almak demektir. Evet böyle gitmeyecek... Ne güne duruyor kalbi çarpan yiğitler?.. Mücahit kardeşimin, tatlı uykusunu bozarak, sabah namazını kıldıktan sonra, güneş doğarken uykusuna rest çekip Rabb'ine dua etmesi. Evet boşa gider mi İslam ruhu taşıyan elindeki bastonu ile düşe kalka hasta hali ile camiye giderek Allah'a secde etmesi. Duasında ki istekler boşa gider mi ?... Taa, başlardan kuyruklara kadar kokan balıkların "yobazlar! gericiler! öcüler" gibi ithamlar etmelerine rağmen hiç kimseye aldırış etmeden kahraman bacılarımın örtüsü boşa mı gider ve bir rüzgarla uçar mı?.. İbadetini aksatmadığı, alçak gönüllü olduğu halde, dinini öğrenen talebenin, o sıkıntıya göğüs germesi boşa gider mi? Tek kalp kırmadan, şu batak asrımızda zehirli kültür almadan yavrularını okutan muallimin-hocanın islami eğitim vermek için gayret sarf etmesi boşa gider mi? "Böyle gelip böyle gidecek" diyenler hiç rahatsız olmasınlar, kendileri kımıldamasınlar. Fakat gönül ister ki gölge de etmesinler. Muhterem kardeşlerim. Edebiyat yapmak istediğim halde içimden gelen üslubumu bozmak istemiyorum. Size bir kardeşiniz olarak dilimin döndüğü, kalemimin yazdığı kadar şunu tavsiye ediyorum! Dinimizi öğrenelim. Dinimizin emrini yaşamaya çalışalım. Anlımız ak, omuzlarımız dik olsun. Dinimizden gurur duyarak ona teslim olalım. Dünya ve ahiret saadeti ancak, Allah'ı (c.c.) dinlemekle olur. "Alın" diyelim, "siz iflas etmiş, dinden korkan ideolojilerinizi kafanıza çalın! Bizim dinimiz bize yeter!" Yaşlımız, gencimiz dinimize ihanet etmeden onlara meydan okuyalım. Meydan okumak, ancak İslam'ı yaşamakla olur. Müslüman sır saklayan, müslüman cömert, müslüman mutevazi, müslüman cesaretli, müslüman uyanık, müslüman yürekli, müslüman günahında ısrar etmeyen, müslüman tağuta boyun eğmeyendir. Ancak o zaman müslümanın ahlakı küffara meydan okuyacaktır. Müslüman ilim yaptığı zaman: "En büyük silah ilim" hadisi şerifini idrak etmiş olacaktır. Bir müslüman ki gururlu, kibirli ise onun ilmi kime silah olabilir ki? Kendisini düzeltmeyen bir kimse ilmiyle karşıya nur saçamaz. Size aklıma gelen bir olayı anlatayım. Kur'an kursunda okuduğum, tecvite çalıştığım yıllardaydı. Bir gün 35 yaşlarında misyoner okulundan mezun olmuş bir hanım geldi. Kur'an öğrenmek istediğini söyledi. Onu kursa aldık. İlk sözü "annem babam öğretmen, benim dine yönelişime karşı çıktılar, ben de hicret ettim" oldu. Ertesi günü okumaya başladı. Bir gün onu ders odasında düşünceli olarak otururken gördüm. Biraz konuşmak istediğim için onun yanına gittim. şundan bundan konuştuk. Daha sonra söz okulundan açıldı. "Bizim okulda" dedi. "Bütün ders verenler rahip ve rahibelerdir. Onlara hayrandım. Bende dindar bir hristiyan olmak istedim. Bu fikri bir arkadaşıma açıkladım. Dinle ilgisi olmayan biriydi. Benim fikrimi öğrenince hayretler içinde kalarak "niçin hristiyan oluyorsun? madem din seçecek ve dindar olacaksan İslam dinini seçersen daha mantıklı iş yapmış olursun" dedi. Genç kızın bu sözü bana ilginç gelmişti. Sonra kafama koydum. İslam'ı öğrenmeye başladım. gittim çeşitli kitaplar aldım. Yıllardır rahibelerden hristiyan telkini almama rağmen ilk defa tanıştığım İslam bana cazip geldi. Kapandım ve namazı kılmaya başladım. İslam'ı öğrendikçe daha önce hayran kaldığım batı medeniyetimi bütün çarpıklığı ile gördüm. Nefretim gün geçtikçe arttı. O kadar sapıttılar ki, ne yapacaklarını bilemedikleri için, ressamın biri göğüs üzerine bir göz resmi yapıyor ve bu saçma resim birinci oluyor. Şaşırmışlar ya, devamlı değişiklik istediklerinden sonunda sapıtıyorlar. Ben bir kaç senede bilinçlendim. Kendi gayretimle öğreniyorum. Dinini yaşayan müslüman görmemiştim. Daha sonra dini toplantılara gittim. Müthiş bir hayal kırıklığına uğradım. Rahibelerin sadeliğinde, onların mütavaziliğinde degillerdi. İlgisiz ve hürmetsiz buldum. Bir anda yıkıma uğradım. O gün bütün müslümanların aynı olduğunu düşündüm. Çünkü bütün rahibeler aynı olurlar. Fazla gülmezler, takılar takınmazlar. İnsana son derece yakın ilgi gösterirler dedi. Ben de ona; "Hristiyanlıkta dindar olmak sadece rahibelere ait bir kural. Rahibeler evlenmiyorlar, dolayısı ile kendilerini devamlı aynı potansiyelde tutuyorlar. Sevgileri sadece dinlerine ait oluyor. Karamsar yaşantıları onları psikolojik olarak yalnızlığa itiyor. Bu yalnızlık duygularını, etrafına sevgi göstererek, sevgi alarak gideriyorlar. İslam'da ise durum tamamen farklı. İslam'da herkes aynı ölçüde mesuldür. Müslüman kadınlar evlenir, kocası ve çocukları vardır, maddi manevi sıkıntı çekerler. Ev işi, çocuk meşguliyeti, toplumla haşır neşir olmak, bu arada ibadetlerini de aksatmayan kadın, dinden devletinden de sorumludur. Rahibeler de ise, din işi ayrı, devlet işi ayrı inancı vardır. Çocukları, eşleri de olmayınca... Bizim kadınlarımız hem gülmesini hem de ağlamasını da bilirler. Daha doğru inancımız olarak bu böyledir. Bizimkiler hayata küser şekilde yaşayan rahibeler gibi olamıyorlar. Fazla takıp takıştırmaya gelince, haklısın tabii, fazla olmamalı. Yalnız tamamen rahibe gibi olabilmesi için, manastır hayatı yaşaması lazım. Bu da dinimizde haramdır. Şu da bir gerçek ki, şeytan en fazla müslümanla uğraşır. Şu da bilinsin, misyonerler yıllardır, kendileri uyanık durdu müslümanı uyuttu. Fakat artık müslüman uyanmaya başladı. İhanet ettiği dini ile yeni yeni tanışıp anlamaya başladı. Dinini tam olarak bilmediklerinden rahibeler gibi inancında gayretli olamıyorlar. Bizim dinimiz fertler dini değildir. Kul direk Allah'a karşı sorumludur. Kulların diploma olarak derecesi artmaz. Zavallı rahibeler, her şeyden elini ayağını çekmişler. gitsin Anadolu'ya beş çocuğu ile tarlada çalışsın, akşam kocasının bütün hizmetleri ile beraber ayağına kadar yıkasın. Bakalım karısının sırtından geçinen bir kocası olsunda, o rahibeyi o zaman göreyim. Bakalım aynı havası kalacak mı? Veya şehirde yaşayan kira derdi, bakkal borcu, dört çocuğa baksın, bütün bu yorgunluğuna rağmen benim mücahide bacım gibi sabah ezanın da kalkıp namazını kılsın, yemek, çamaşır ve buna rağmen yine dinini öğrenip öğretsin de o zaman girelim o rahibeyi. aynı incelikte kalabilir mi acaba? Yorgun olmayan kişinin yüzü daima tebessümlüdür. bir de yorgunken o yüzü görmek lazım dedim. Tabi konuşmaları tam olarak hatırlamak mümkün değil. Kadın güzelce dinledikten sonra dedi ki: "Emine hanım söyledikleriniz çok güzel, müslümanı güzel müdafaa ediyorsunuz. Fakat bence sözleriniz yeterli değil. Müslümanlar inceliği bilmiyorlar. Ben araştırıyorum, soruyorum, benim bildiklerimi bile bilmiyorlar" dedi. Bu kadın daha dün İslam'a girmiş, bu açığı fark etmiş... Hayret... Bizim analarımız, babalarımız (toplum olarak ele alıyorum) niçin bu açığı fark edip gayret göstermemişler?... İşte bu "niçin"inde karşısına ilimsizlik çıkıyor. Bütün bunlara rağmen durumumuz bazen tilkinin durumuna benzemiş! bir alimimiz sık sık şöyle derdi. "Tilki mağaraya kendisi sığmazken, bir de kuyruğuna süpürge bağlarmış. Kardeşlerim hülasa, ilim bir cevher, ilim, dünya ve ahiretimizi tanıtan bir rehberdir. Önce millet olarak öğrenme kampanyası başlatalım. Millet olarak öğretme kampanyasına başlayalım. Baba işten gelince güler yüzle çocuklarını, hanımını bir araya toplasın, yani kendi öğretsin veya kitap okuyarak hiç olmazsa yarım saati onlara versin. Ne hikmettir bilinmez, kimse kolay kolay kendi çocuklarına güler yüz ve yumuşaklık ile İslam'ı öğretmiyor da zora baş vuruyor. Bu da gösteriyor ki eğitilmiş eğitici değiliz. Hz. Aişe: Hz. Muhammed (s.a.s.) "bazen bakardım ki öğle namazından çıktıktan sonra ikindiye kadar çocukları sever onlarla oynardı" buyuruyor. İlim yolu ile eğiten önderim özelliklerini Allah (c.c.) cümlemize nasip etsin. (Amin) Kaynak:Önce Soru Sorarlar Sonra Ham İnsanı Koparırlar Dininden / Emine ŞENLİKOĞLU KELEPÇELİ KALEMİMDEN KİTABININ HİKAYESİ Cezaevinde yatarken,orada bir ataist(dinsiz)mahkümun hanımefendiliği dikkatimi çekti...Bana öyle geliyordu ki,bu kıza birşeyler anlatılsa,dinsizlikten çıkıp,müslümanlığa koşacaktı. Ona İslam'ı anlatmalıydım ama nasıl yapmalıydım bunu?Direk"Gel sana İslam'ı anlatayım"desem,dinlemez.O halde ne yapabilirim?Düşünürken birden aklıma,yazmayı düşündüğüm kitabı biraz değiştirerek bu genç kıza temize çektirmek geldi...(Bazı mahkümlar,ücretle böyle işler yapıyorlardı.)Temize çekerken okur,inanmak için azıcık meyli varsa inanırdı.Zaten cezaevinde buna benzer işler yaptığım oluyordu.Tabiki faturasını pahalıya ödediğim de oluyordu. Benim prensibimdir,üzerime farz-ı ayn olduğunu sandığım zaman o insana dille anlatamadımsa,başka yönler arar,o insana mesajımı ulaştırmaya çalışırım.Ama tutar,ama tutmaz.Bu ataist mahküma hemen hemen bir hafta,her namazımda dua ettim."Yarabbi! bana bu ceza evinden bir hediye ver"diye...Daha sonra dualarımda küçük bir değişiklik oldu."Yarabbi şunu(ataist genç kızı kastederek)ver.İslam'a dönsün."Bu kadar mahkümların içinde yanlızım...Şöyle oturup,dinimden bahsedecek veya muzakere edecek birisi olsa iyi biliyorum ki;bu kadar sıkılmayacağım...Ve bir ataistin İslam'a dönmesi beni öyle çok mutlu edecek,öyle çok mutlu edecek ki;o buz gibi,rutubet kokusundan yanından geçilmeyen duvarların arasında uçarak gezeceğim...Genç kıza götürüyorum teklifi,kabul ediyor. Kararlaştırıyoruz,"Yarın başlarım" diyor.Bende hemen yazmaya başlıyorum...Onun anlayacağı,beğeneceği türden yazılar yazmalıyım ama ben ona hitap edebilecek miyim?Herşeyimiz farklı.Geldiğimiz yerler, konuştuğumuz dil.Kendi gayretlerimle karanlığı yarıp oralarda saklanılmış,terkedilmiş İslam'ı bulan biriyim...Büyük bir gayret,büyük bir mücadele geçirdim,okyanus dalgaları bile,öyle çarpıntılar görmemiştir... Çok okudum ama benim okuduğum İslami eserlerdeki dil ile,onun okuduğu eserlerin fikriyle beraber dili de çok farklıydı...Atomdan girip,güneşten çıkan bir girişle Allah'ı anlatsam,tanıtsam ona Rabbimi.Desem ki;bak,bu mükemmelliğin sahibi,ikimizin yaratıcısı olan Allah'tır ama ne yazık ki sen onu red ediyorsun.Şunu bil ki sen Allah'a zarar veremezsin,yine sen zararlı çıkarsın.İstedğin kadar isyan et,Allah'ı inkar edebilecek sebepler ara,istersen dünyaya hükümdar ol...Sonuçta Allah'a döneceksin...Bundan hiç şüphen olmasın ama söyleyemiyorum.İslam'ı tebliğ edersem hiç yanıma yaklaşmayacağını,hatta sinirleneceğini tahmin ediyorum. Ertesi gün yazılarımı temize çekmeye başlıyor.Giriş yazısından sonra yüzüne bakıyorum,hiç bir işaret bulamıyorum yüzünde.Tabii diyorum,bu yazıda ona etki yapacak birşey yok.Öteki yazıda yüzündeki aradığım ifadeyi görürüm.İkinci yazım"İnanmak ama nasıl?"o daha güzel, diyorum.İkinci yazıyı temize çekerken yüz ifadelerini yine inceliyorum.İkinci yazı da Hekimoğlu İsmail'in kitaplarından birçok alıntılar yaptım.Benim yazdıklarım etkilemese bile,Hekimoğlu İsmail'in yazıları etkiler diyorum...iyice yüz hatlarını inceliyorum,bir düşünce izi var mıdır diye.Didik didik ettiğim yüzünde,en ufak bir iz bulamıyorum,buna hem çok şaşırıyor hem de çok üzülüyorum. Hayallerim onun için durmadan çalışıyor.Hayalimde bu genç kız müslüman oluyor,adını değiştirip mü'mine koyuyorum. O günün akşamı hayalim rüyamda devam ediyor.Rüyamda dinsiz kız,yazılarımı okuyor,müslüman oluyor."Ben Allah'ı nasıl inkar etmişim Emine?Allah neredeyse görünüyor.Her yarattığı ondan bir imza taşıyor,bu kalem tutan elim,onun bana verdiği beyin sayesinde gerçekleşiyor,ben hala nasıl inkar etmişim Allah'ım?Kendimden utanıyorum."diyor.Bana sarılmak istiyor ama öteki ataist arkadaşlarından korkuyor...Mutfağa gidiyoruz,"kardeşim"diye bana sarılıyor ve tenbih ediyor:"Sakın Allah'a inandığımı öteki arkadaşlarım duymasın,sakın belli etme "diyor.Bende sevinçten göz yaşı dökerek"Sen merak etme,söylemem"diyorum. Bu arada gardiyanların"sayım" düdük sesleriyle uyanıyorum,hemen kalkıp elimi yüzümü yıkamadan(zaman yok çünkü)sıraya giriyorum. Rüyanın öyle etkisinde kalmışım ki,gözlerim onu arıyor.Sanki gelip kulağıma,"Biliyor musun,ben de iman ettim"diyecek gibi geliyor...Ama ondan hiçbir yakınlık yok.Allah'a tam bir sevgiyle dönen insanların yüzündeki mutlu aydınlık,mutlu nurluk yok...Çizgilerinde de ataist çizgisinden en ufak bir kıvrım bile değişmemiş. Vay rüyalarım,vah!..Demek bana ruhumun istediği sahneleri sunuyorsunuz.Böyle devam etti çalışmalarımız.Zaman zaman, o günden bilgiler verdim.Merak ediyor musunuz sonucu ne oldu?Şimdi söyle miyorum,sonucu yine bu kitapta okuyacaksınız. Buyurun o gün yazdıklarımı,şimdi beraberce okuyalım.Unutmayın,o genç kız da aynı yazıları okudu. Allah' emanet olunuz dava arkadaşlarım ve din kardeşlerim. E.Ö.Ş 18.03.1991 Kaynak: Kelepçeli Kalemimden / Emine ŞENLİKOĞLU İSLAM'DA ERKEK Yıllardır nazarı dikkatimi celbeder. Kitaplar İslam'da kadın derler. Vaizler vaazlarında "İslam'da kadın" derler. Kadının eşine karşı vazifelerinden sık sık bahsederler. Siz de ister, istemez düşünürsünüz. "Niçin devamlı kadının erkeğe karşı vazifeleri anlatılır? İslam'da erkek yok mu? Erkeğin eşine karşı vazifeleri yok mu? Emirler yalnız kadına mı verilmiş? İster istemez soruyoruz bu soruları. Sonra Allah'ın (c.c.) emrine bakıyoruz. Bir de görüyoruz ki, Allah, eşine karşı görev yapmayan kadına da erkeğe de aynı cezayı veriyor... Gittiğimiz kadın cemaatlerinde kadınların şikayetleri şunlar oluyor: "Ben mutsuz ve bahtsız bir kadınım. Kocamdan istediğim ilgiyi göremiyorum" diyenler çoğunlukta. Halbuki Allah'ın Rasulü: "Eşlerinize sevgi gösterin" buyurmuştu. Ama Allah Rasulü'nün emrine boyun eğecek kaç müslüman var bu ülkede? Bir başkası: "Allah erkelere hiç mi emir vermemiş? Onların eşlerine karşı hiç görevi yok mudur? Gecenin yarısı evine gelen kocama nerdeydin, sorusunu sormak hakkım değil mi? Kocamla akşamları oturup dertleşmeyi istemek suç mu? Ben bu isteğimi kocama bildirdiğimde, sen sus, kadın kocasına karışamaz, cevabını alıyorum. Neden karışamıyorum? İnsan kocasının nerede olduğunu soramazsa bu evlilik de huzur olur mu?" diyor. Bu soruları soran kadınlar elbette haksız değiller. Evlilik hayatında, mutlu olma hakkı yalnız erkeğe verilmiş gibi bir hava içine giren erkek, eşinden nasıl bir ruhi bağlılık bekleyebilir?.. Düşünün: Kadın hastalansa yatamaz, derdi olsa erkeğine söyleyemez. Kadın yaşlandıkça değeri kaybolmuş hissi verilir ona. Erkek iyice yaşlansa da kendini hala genç görür ve başka kadınların güzelliğinden bahseder eşine.Eşi mutsuz görününce de erkeğin şikayeti başlar: "Seni aç mı bıraktım açıkta mı bıraktım?" diye. Kadın bir boğazının doyması ve elbisesinin olması ile mi mesut olur? Elbette deki hayır. O halde niçin kadınlara; "Seni aç mı bıraktım" sorusu soruluyor?!. Bunu sebebini kısa bir inceleme araştırma ile buldum. Gördüm ki, yukarıda bahsettiğim gibi devamlı, İslam'da kadının kocasına karşı vazifeleri erkelerin beynine işleniyor. Erkeklerin vazifeleri hiç anlatılmıyor. Mesela bir camide vaaz var diyelim. Hoca kürsüye çıkıyor kadının görevlerinden bahsediyor. Dinleyenler de erkekler. Erkeklere kadınların görevleri anlatılır mı ? Erkeklere erkeklerin görevlerini anlatacaksın ki, yerinde iş yapmış olasın. Tabi bu vaazları dinleyen erkekler, verilen vaazdan çıkarına olanları not edip, soluğu evinde alıyor. Ve karısına başlıyor anlatmağa: Bu gün hoca neler anlattı neler. Dinleseydin de gğrseydin. Sen de kadın mısın be! Zavallı kadın şaşkın... Çocuklarına bakacak, yemek yapacak, ev işlerini yapacak, giden gelenin hizmetini yapacak, erkek gömleğinin kopan düğmesinin hesabını dakikalarca soracak. Nasıl şaşkın olmasın? Sonra da bu kadın surat asıyor diye, kocasından azar işitecek ve dayak yiyecek. Ne acı manzara, ve ne kadar hatalı bir vaaz. Erkeklere kadınların görevi anlatılıyor, kendi görevleri anlatılmıyor. Kadınlara yapılan zülüm anlatmakla biter mi? Acılar... Suçlamalar... Kocam baska bir kadın uğruna beni terk eder mi korkuları... Sık sık seni boşarım tehdidi. Bunlar insanlığa yakışır işler mi? Kadınlar da hiç suç yok demiyoruz elbette. Yalnız yaptığımız inceleme sonucu gördük ki, erkekler kanunlarının etkisi altında. En acı olan yönü ise, cahil erkeklerin yaptıkları bu adaletsizlikler, İslam'ın emriymiş gibi gösteriliyor. Bu tür olaylar İslam'a uygun hareket eden erkeklere de çamur atılmasına sebep oluyor. Hulasa diyoruz ki; Neden devamlı kadının kocasına karşı olan vazifeleri anlatılıyor? Erkeğin karısına karşı vazifeleri yok mu? Kadın kocasından güven ister, itimat ister... Kocası haksız olunca özür dilemesini, "Senin kalbini kırdım beni affet" demesini bekler. Bu hareket de İslam'ın istediğidir. Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz, eşi hastalandığında yemek yapar, eşinin yatağına götürürdü. Ben Peygamberimi örnek alıyorum diyenlerim içinde kaç kişi Efendimizin bu yaptıklarını örnek alıyor ki? Bu güzel hareketi yapmaktan utanan erkekler, asıl utanılması gereken hatalı hareketleri erkelik olarak kabul ederken, insanlık vazifelerini yapma işine de, kılıbıklık ve aşağılık olarak bakmaktadırlar. (Samimi Müslüman erkeler müstesna.) Böyle adaletsizliklerle, Müslümanlık aynı yerde olamaz. Kadın da, erkek de vazifelerini bilmeli. Şımarmamalı, kendisine verilen görevleri suistimal etmemelidir. İslam'da kadının da erkek üzerinde hakları vardır. Bu gerçekler bilinip, erkekler yükseklik kompleksinden kurtarılmadıkça, İslam'ın yasaları hakim olmadıkça, yuvalarda huzur aramak, karanlıkta yüzük aramaya benzer. Her sözü hikmet dolu Nasreddin Hoca'ya atfedilen bir fıkracık vardır: Hoca bir gün, bahçe de, aşağı yukarı gezinerek, yerde bir şey arıyormuş. Komşusu sormuş ne aradığını. O da: "Yüzüğümü arıyorum" demiş. -Hocam yüzüğü nerede kaybettin? -Kömürlükte kaybettim. -Kömürlükte kaybolan yüzük bahçede aranır mı? -Ne yapayım, kömürlük çok karanlık, onun için burada arıyorum, cevabını vermiş. Aynı şekilde evinde huzurunu kaybeden, o huzuru orada arayacağına, dışarda aramaya kalkan insanlar, hocanın bu durumuna düşmektedirler. HAKSIZ MIYIZ? NE DERSİNİZ? "demişim 1958'te. Bir çok erkek kardeşim gerek mektup ile gerekse telefonla bana: "Haklısın bacı... Haklısın abla" demişlerdi. Hatta hiç unutmam. Bir kardeşimiz telefonda bana ilginç bir açıklama yapmıştı. "Bacı Allah senden razı olsun. Yıllardır sadece ben haklıyım, sadece benim hakkım var zannediyordum ama çok büyük cahillik yapmışım. Benim gözümü açtın bacı, bundan sonra sözünüzü hiç unutmayacağım" dedi. Yine bir imam ilginç açıklamasını şöyle yapıyordu: "Kardeşim; vallahi tam onsekiz yıldır kürsüde vaaz veriyorum, bir kere de: "Kadınlarınıza iyi muamele edin. Sizden Allah bunu istiyor" demedim. Aklıma gelmedi. Ama bundan sonra hiç ihmal etmeyeceğim". Biz de: "Hatayı bilmek gibi bir devlet yoktur" dedik. Kaynak:İslam'da Erkek / Emine ŞENLİKOĞLU Allah Günah İşlemeyene Günah İşletmez SORU:Madem ki, hayır (iyilik) ve şer Allah'tan, insanların ne suçu var? Hayır ve şerri Allah yaptığına göre, insanlara niçin günah yazıyor? CEVAP: Bu soruyu soranlar İslam'da hata aramak kastı ile soruyorlar. Bir defa, şunu iyi bilmek lazımdır ki, hayır ve şer Allah'tandır demek, hayır ve şerri yaratan Allah demektir. Şimdi soruyoruz: -Sen mi daha adaletlisin, yoksa Allah mı ? -Ne demek canım, elbette Allah (c.c.) -Sen, bir kimsenin işlemediği suçu, o kimseye yükler misin? -Asla -Peki Allah (c.c.) yükler mı ? -Tabi, yüklemez... -Sen bir kimseye şu camı kır diye söyleyip, sonra o kişiye camı kırınca niçin kırdın diye sorar mısın ? -Hayır -Peki Allah (c.c.) kendi yaptırdığı işten hesap sorar mı ? -Sormaz -Peki sormazda Allahu teala'nın kuluna: "Sen zina yap, hırsızlık yap, içki iç, adam öldür, fakirin hakkını ye" gibi kötü işler hakkında emir verecegine nasıl inanıyorsun? Allah (c.c.), sevmediği bir şeyi kuluna yap, diye yazar mı?.. Elbette yazmaz. Fakat, Allah (c.c.)'ın takdir ettiği işler çoktur, ancak bu işlerde günah yoktur. Ölüm, yangın, ailevi sıkıntılar, sel baskınları, vesaire gibi. Dünya imtihan dünyası olduğu için, Allahu teala bazen kulunun başına musibetler verir ki, bakalım benim kulum sabredecek mi diye sınar. Eğer kulu sabrederse derecesini artırır. Ölüm, yangın, hastalık vesaire gibi musibetler de vermez ise, Allah (c.c) kulunu ne ile imtihan edecek? Hemen şunu unutmamak lazımdır ki Allah (cc.) bu gibi musibetler verdiğinde kulunun nasıl davranması gerektiğini bildirmiştir. "Benim ne suçum var? Bütün bu olanları Allah (c.c.) ezelden yazmış" diyenlerin durumu, Allah'ı ve onun şeriatini bilmediklerinden ileri geliyor. Fakat... bugün kafir bir artistin giydigi iç çamaşırına, ayakkabısına kadar haberi olanların Allah+dan (c.c.) ve onun şeriatinden (kanunlarından) haberi olmaması ne kadar acı bir şeydir. Gelelim Kur'an ve Hadis-i şeriflerin bu konuda söylediklerine Müslümanlar'ın kanunlarının koyucusu olan Allahu teala, müslümanlar'ın kanunlarının muhtevi olan Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: "Biz, ona ikide yol gösterdik." (El-Beled:10) Bak, iki yol gösterdim diyor Rabbül alemin. Eğer kullarının bütün yaptıkları günahları Allah(c.c.) kendi tayin etseydi, "iki yol gösterdik" der miydi ? Bak şu ayetde daha güzel ve daha açık anlaşılıyor: "Biz, şüphe yok ki, iyi amel ve iyi hareket edenin mükafatını zayi etmeyiz" (Kehf:30) "Kim iyi amelde bulunursa kendi lehinedir, kim de kötü amelde bulunursa kendi aleyhine zararı vardır. Rabb'in kullarına zülümkar değildir." (Fusilet:46) Bu ayet-i kerimeler, sorunun cevabını fevkalade veriyor. Yalnız burada anlamamızı zorlaştırmak mesele, Allah'ın (c.c.) geleceği bilmesidir. "On kiloluk kantar, bin kiloluk eşyayı tartabilir mi ?" Allah'ın (c.c.) ilmini, kudretini şu küçücük aklımızla kestiremeyince, "Olur mu canım nasıl bilebilir?" diye zırvalamaya başlıyoruz. Karıncaya sormuşlar: "Allah'ın kudreti, kuvveti ne kadardır" diye "Kocaman bir karınca kuvveti kadardır" cevabını vermiş. Deveye sormuşlar, deve de: "Kocaman bir deve kuvveti kadardır" demiş. İnsanlara sorulunca, insanda ister istemez kendi kuvveti, kendi ilmi mesabesinde Allah'ın (c.c.) kuvvetini ölçüyor. Tabi böyle olunca da, işin içinden çıkılmıyor. Zavallı insan, şu küçücük aklı ile daha şu alemin zerresini anlayamamışken, nasıl olurda bu kainatı yaradan Allah (c.c.)'ın kuvvetini anlayacak? Elbette anlayamaz. "Size gelen her musibet, kendi elinizin kazandığı günahlar yüzündendir." (Şura:30) Buraya kadar anladık ki, kişi günahını kendi yapar. O günahı işleyecek zamanı, güç ve kudreti Allah (c.c.) yaratır. Yani, kul neyi isterse, Allahu teala da kuluna o istediği şeyi yapacak güç ve kudreti verir ve o istediğini yaratır. Kafirlerin, kalkan olarak kullandıkları ayet-i kerime şu: "Biz, her şeyi bir kader ile yarattık." (Kamer:49) Hemen şunu söyleyelim ki, bazı meseleler (hastalık, sel baskını, deprem vs. hariç) Allah (c.c.) takdir etti de, yani yazdı da, kul onu yapar değil, kulun ne yapacağını Allah (c.c.) önceden bildiği için Allah (c.c.) yazıyor. Kul da şimdi onları yapıyor. Ayet-i kerimelerin bir zahir (açık), bir de batın (gizli) manaları vardır. Onun için ayetleri tefsir eden, açıklayan hadis-i şerifler vardır ki, eğer bu hadis-i şerifler ve ayet-i kerimelerin nüzul sebepleri (yani iniş sebepleri) olmasa idi, bazı ayetler zor anlaşılırdı. Her ayetin manası, geniş bir şekilde Kur'an-ı kerimde açıklansa idi, o zaman Kur'an-ı kerim altıbin altıyüz altmışaltı olurdu da, hafızların ezberlemesi belki çok zor olurdu. Söylemek istediğimiz mesele şudur: Allah (c.c.) kullarının ne yapacağını biliyor muydu? - Evet - Bildiği için de, insanlar yaratılmadan önce ruhlar aleminde insanların hepsinin ne yapacağını yazmıştır. Buna da levh-i mahfuz denir. - Ama nasıl bilebilir? Bir türlü aklım almıyor? - Kardeşim... Allah değil mi bu? bilir ya, nasıl bilirse bilir. Dedik ya, şu minnacık aklımız, şu kocaman kainatın sırrını anlayamamışken, nasıl olurda şu kocaman kainatı yaratan Allah (c.c.)'ın sırrını anlayabilir? Hem Allah (c.c.), olur da, yaratacağı şeyin önceden ne yapacağını bilmez mi ? Elbette de bilir. Zaten Kur'an-ı Kerim'de, "Gaybı (gelecegi) Allah'tan başkası bilemez" denilmektedir. Bir eletronik beyin, milyonlarca kişinin hesabını aynı anda yapıyor. Meteoroloji, yarınki havanın doğruya yakın tahmin edebiliyor da, bunları yaratan Allah (c.c.) kulunun gelecegini mi bilemiyecek? KAZA VE KADERE GELiNCE Kader : Cenabı Hak tarafından bütün eşyanın, kainatın ve hadiselerin, vasıflarının, Sebenlerinin ve şartlarının zaman ve mekanlarıyla hudutlandirmasidir Kaza : Ezelden takdir olunan şeyin takdir gereğince varlık alemine çıkartılması (yaratılmasıdır) . Kaza ve kader kelimeleri, lügat manaları bakımından birbirinin ayni olduklarından bazen kaderin yerine kaza, kazanın yerine kader dendiği olur. Mesela : Bir astronomi alimi, ayin ne zaman tutulacağını yazar, bu kaderdir. Ay'ın, o gün, o tarihte tutulması da kazadır. Şimdi soruyorum, Ay astronomi alimi yazdı diye mi tutuldu, yoksa Ay'ın tutulacağını alim bildiği için mi yazdı ? Elbette Ay'ın tutulacağını bildiği için yazdı. Konun daha iyi anlaşılması için biraz daha bahsedelim. İnsanin diğer yaratılmışlar arasındaki müstesna yeri ve yaptıklarından dolayı sorumlu olma durumu onu takdir bakımından diğer yaratılmışlardan ayırır. Tabi (mecbur kılınan bir kader ) yerine, iradesine bağlı olarak yürüyen bir kaderi vardır. Şayet, insanin iradeye bağlı işlerinde de kaderin mecbur eden bir hükmü cereyan etseydi, o zaman insandan diğer varlıklardan hiç birinden istenmemiş olan yüce vazifelerin bir tanesini bile istemek adalet anlayışına uymazdı. Bundan dolayı diyor ki; insan iradeye bağlı işlerde kendi kaderini kendi tayin eder. Yani kendi hur iradesi ile isterse iyi tarafını, isterse fenalık tarafını seçer. İyiyi isteyen kötüye sevk edilmediği gibi, fenayı isteyen de (şayet Allah'in (c.c.) hususi bir ikramına uğramazsa ) iyiye sevk edilmez. Kur'an-i Kerim'de: "İnsan için çalıştığından başka bir şey yoktur, çalışmasının semeresi (neticesice) de yakında görülecektir." (Necm 39-40 ) buyuruluyor. Allah (c.c.) insanların ileride ne yapacaklarını bilip yazmamış midir? Bu soruya verilecek cevap musibettir. Yani: Evet, Allah (c.c.) bütün insanların hayatlarında yapacakları her şeyi en ince noktasına kadar bilir ve yazmıştır da... Ancak O, bizim irademizi hur olarak kullanmamız neticesi neler yapacağımızı bildirmiştir. Bilmese zaten Allah olması mümkün olur muydu? Bizim bu şekilde hareket etmemiz ise onun bilmesinden değil, bizi irademizle serbest bırakmasındandır. Biri insan iradesine bağlı olan, diğer insan iradesine asla bağlı olmayan iki tur kader vardır. Bunlardan insan iradesine bağlı olan kadere; Kader-i muallak, diğerine ise; kader-i mübrem denilir. Kader-i Muallak: Kendi irademize bağlı olduğu içindir ki, hakkımızda iyi şeyler diler ve ona göre hareket edersek Allah onu yaratır. Fena şeyler diler ve öyle hareket edersek, onu yaratır. Ne ekersek onu biçeriz. İlahi bir kaidedir ki, buğday eken ancak buğday alır, arpa eken ancak arpa alır, buğday alamaz. "Kim zerre ağırlığında hayır işlerse, mükafatını görür. Kim zerre ağırlığınca şer işlerse, cezasını görür." Kader-i Mübrem: İnsan iradesinin ve kudretinin dışında kalan hadiselere ait kaderdir. Bize göre birden bire meydana gelen afetlerin neticesi olan zarar ve ziyanlar, hastalıklı, sağlam bünyeli olarak yaratılışı, gelecekte olacak hadiseler, ne zaman, nerede öleceğimiz, kıyametin ne zaman kopacağı gibi. Bu kısım kaderden bahsetmeyi Resullallah efendimiz nehy etmiştir. Kendisine: "Kıyamet için ne hazırlığın var " suali sorulduğunda, bilinmeyeceğini, bilmesinde bir faide olamayacağını anlamak, anlatmak istemiştir. Bazı kimselerin inancına göre: Allahu Teala, kulun iradesine ne olursa olsun, onu dilerse hidayet erdirir, dilerse dalalette bırakır.Bu fikrin tamamen yanlış olduğundan şüphe yoktur.Hakikat şudur ki, Allah (c.c.) hidayeti isteyene hidayet, dalaleti isteyene dalalet yollarını açar.Hiç bir insan zorla dalalete sürüklenmiş değildir. Kullarına son derece merhametli olan Allah (c.c.) bir kimseyi Müslüman yapmak için bile zorlamaya razı olmaz. Aşağıda okuyacağımız iki ayet meali bize Müslüman yapmak için dahi zorlamanın olmayacağını gösterir. "Sen iman etmiş olsunlar diye insanları zorlayıp duracak misin?" (Yunus 99 ) "Dinde zorlama yoktur. Hakikat, iman ile küfür apaçik meydana çikmiştir. Artik kim şeytani tanimayip Allah'a (c.c.) iman ederse, o, muhakkak ki, kopmasi mumkun olmayan en saglam kulpa yapişmiştir. Allah (c.c.) hakkiyle işitici, kemaliyle bilicidir." (Bakara: 256) Hakikat boyle iken, Allah'in (c.c.) bir kimseyi zorla delalete birakacagini duşunmek en buyuk hatadir. Boyle duşunmek, "Allah, kullarina zulmetmeyi istemez." (Gafur suresi:31) buyuran Allah'in (c.c.) zulüm yaptığını söylemek olur. Bu ise ancak cahillere yakışan bir sozdur. Aşağıda okuyacağımız ayetlerde, ancak Allah'a (c.c.) itaat eden, hidayeti isteyen kimselerin hidayete erdirildiğini; Allah'a (c.c.) isyan edenlerin,fena yollara sapanların, hidayeti bırakıp dalaleti seçenlerin, dalalette bırakıldığını göreceğiz. 1)"Kim Allah'a (c.c.) sımsıkı tutunursa, muhakkak ki, doğru bir yola erdirilmiştir." (181) 2)"Artik, hidayeti kabul eden kendi faidesi için kabul etmiş, sapkınlık eden de yalnız kendi zararına sapmış olur..."(182) 3)"Allah'a (c.c.) ve ahiret gününe imanda sebat eden hiç bir kavmin, Allah'a (c.c.)ve Rasulune muhalefet eden kimselerle velev ki onlar, bunların babaları, ya oğulları, ya biraderleri, yahut soy sopları olsunlar dost olacaklarını göremezsin.Onlar, o kimselerdir ki, Allah (c.c.) imanı kalplerine yazmış, bunları kendinden bir ruh ile desteklemiştir..."(183) 4)"Ama kim (Allah (c.c.) yolunda) verir, Allah'tan (c.c.) korkarsa, en güzel olanı (İslam dinin) tasdik ederse ona en kolay için (cennete goturecek amel,ahlak için) kolaylık veririz.Kim de cimrilik eder, kendini müstağni görürse, en güzel olanı yalan sayarsa (cehenneme ulaştıracak amel, ve ahlaki) kolaylaştırırız."(184) Bu ayetlerde Allah'in (c.c.) hidayetinin, iradesini iyiye kullanan Allah (c.c.) rızasına uygun ameller yaparak hidayete hak kazananlara ulaştığı açıkça anlatılmaktadır. Bu ise ehl-i sünnet imamlarının (insan diler, Allah (c.c.) yaratır) demelerinden başka bir şey değildir.Burada da insan hidayeti, yani doğru yolu dilemekte, Allah (c.c.) ise kulun dilediği hidayeti yaratmaktadır.Bazılarının, "Allah'in (c.c.) hidayeti ermedikçe bir kimsenin hidayet ulaşması mumkun değildir" gibi sözlerine önem vermek doğru değildir.Şayet bir kimsenin İslam olmak istediği ancak olmadığı söylenirse, bu onun tam bir istekle istemediğinden dolayıdır. Yoksa,hidayet isteyen kuluna hidayeti Allah'in (c.c.) vermediğinden değil. Şimdi de dalaletin de kulun isteğine bağlı olduğunu anlatan ayetlerden bir iki örnek verelim: 1)"Semada gelince biz onlara hidayeti (doğru yolu) gösterdik.Ama onlar, körlüğü hidayete tercih ettiler" (Fussilet:17) 2)"İşte Allah (c.c.), haddi aşan şüphecileri boyle dalalette bırakır (şaşırtır)."(Mu'min: 34) 3)"Onlar , o kimselerdir ki, hidayeti bırakıp dalaleti (doğru yolu bırakıp sapıklığı ) satın almışlardır. Demek alışverişleri onlara kazanç sağlamamış, onlar doğru yolu da bulamamışlardır."(Bakara:16) 4)"Allah (c.c.) onunla ( getirdiği misal ile ) bir çoğunu sapıklığa, bir çoğunu da hidayete erdirir, onunla fasıklardan başkasını şaşırtmaz."(Bakara 26) Bu ayetlerden de anlaşılmıştır ki, Allah (c.c.) bir kimseyi dalalette bırakıyorsa, gelişi güzel bir seçimle değil, dalalete hak kazanmış, Allah (c.c.) yolundan kendi istekleriyle yüz çevirmiş, iradelerini şer yolunda kullanmakta devam etmiş olanlara aittir. Kaynak: Gençliğin İmanını Sorularla Çaldılar / Emine ŞENLİKOĞLU Çin İşkencesi --ÇAĞDAŞ İŞKENCE-Babamın ölüsünü orada bırakıp beni annemin içinde olduğu o kâbus gibi duran arabanın arkasına bağladılar. Arabayla köyün içinde bir aşağı, bir yukarı süründürdüler beni. Annem sesimi duymasın diye bağırmıyordum da. Kan revan içinde kalmıştım. Bu halimi gören bazı köylüler bağırıyordu: --Geber pis casus! Namussuz Kaan ! Sürün de biraz aklın başına gelsin! Köylüler aldanmıştı. Bu tamam. Ancak ben hep şunu merak ederim. Casus olmadığımı bu Çinli köpekler biliyorlardı. Peki onlar ne düşünüyorlardı? Daha sonraki yıllarda pişman olurlarmı? Devrim heycanı geçtikten sonra şöyle bir düşünüp, "biz ne yaptık" demişler midir? Hâlâ bunu merak ederim. Arabının arkasında beni kilometrelerce süründürdüler. Yeni yapılmış yolumuz ve ben bu yolda sürünüyordum. Kendimi iyice bırakmıştım. Kollarım yerinden çıkmaz da beni bırakmazlarsa, böyle gidecektim. Araba durduğunda hava kararmıştı. Ölü gibi arabanın arkasına yığılmış kalmıştım. Ayak sesleri duyuyordum ama göz kapağımı dahi açacak halim kalmamıştı. Arabanın içinden de hiç ses gelmiyordu. Canım annem! Ne yapıyor aceba? Oğlunun saatlerdir kendi bulunduğu arabanın arkasında olduğunu bilse her halde çıldırırdı. En son bunu düşündüğümü hatırlıyorum. *** Gözlerimi açtığımda önce bir kuyunun içindeyim sandım. Karanlık, ama kapkaranlık bir yerdi. Elimi nereye uzatsam parmaklarıma duvar çarpıyordu. Meğer hücredeymişim. Aradan bir hafta geçmiş. Ben bunu gardiyan Chu Yui'den öğrendim. Hayret birşey doğrusu. Dile kolay, bir hafta... Yememişim, içmemişim, uyanmamışım, hiç bir ihtiyaç hissetmemişim. Kafam yerinden zor kalkıyordu. Nerede olduğumu anlamaya çalıştıktan sonra ilk işim su istemek oldu. Bana iyi davranan gardiyan Chu Yui getirdi bir tas su. Karanlıkta, açılan hücre deliğini zor gördüm. Suyu alıp hemen içtim. Aman Allah'ım! içtiğim neydi öyle? Acaba bana idrar mı içirdiler? Bu sorunun cevabını hiç bir zaman öğrenemedim. Yemekte aklıma gelse midem bulanıyordu. Sonra "açım" dedim. Yine ne olduğunu göremediğim bir yemek geldi. Tadı nasıldı, onu hatırlayamıyorum Ama ekmek denen şey el yordamıyla tuttuğumda kiremit sanmıştım. sonra ekmek olduğunu anladım. Özgürlükçü(!) sosyalist ülkeler... Aydın ve çağdaş(!) rejimler... İlerici(!) ve modern(!) düşünce... Gelsinler... gelsinler de kendilerini bana anlatsınlar. Bu hücreden Chu Yui'den başaka beni hiç kimse sormuyor... Ne mahkeme, ne hakim... Ne avukat, ne yargıç... İki ay kendime gelemedim. İki ay sonra hücremde oturup kendi kendime düşündüm. --Anlaşıldı Kaan. Seni buradan çıkarmayacaklar... Gardiyan Chu bile bunu söyledi. Bu Çin işkencesinin bir numaralı modeliymiş. Tek gayeleri insanı böyle çıldırtmakmış. Aklına al Kaan. Sakın seni çıldırmalarına izin verme. Aklını koru ve bir program yap kendine. Kendimle anlaştım. Sonra aklımın yerinde olup olmadığını düşünmeye başladım. Acaba aklım başımdamıydı? Kendi kendime konuşuyordum. Delirmiş olabilir miyim? Oturup aklımı kontrol ettim. Benim adım neydi? Kaan. Babamın adı Tuğrul. Anamın adı Hürmüz. Vayy! İki aydır annem babam ilk defa aklıma geldi. Sonra ötekiler ve derken Turgut geldi aklıma. Bütün bedenimin titrediğini hissettim. Ben Turgut'u iki aydır hiç hatırlamamıştım. Sonra tek tek olayları hatırlamaya başladım. Annemi, babamı, gördüğüm acıları hiç düşünmüyordum. Kendime acı verecek hiçbir şeyi hatırlamamalıydım. Kendimi yönlendirdim. Bana acı verecek hiçbir şeyi düşünmeyecektim. Fakat ne yaptımsa Turgut'u aklımdan çıkaramadım. Dünyada en çok merak ettiğim şey, onunla karşı karşıya gelip gelmeyeceğimdi. Yüzüme bakarken hangi tavırla bakacaktı acaba? Babamı öldürttüğü, annemin ve ablamın başına gelenleri öğrendiği zaman ne düşünmüştü? Ah, bunu bir öğrene bilsem. Aklım fikrim bu noktada kilitlenmişti. Bir kaç gün sonra hücremin kapısı açıldı. İki adam geldi. Bu alçakların birisi Türkistan Türklerindendi. Acaba aklımı oynatmış mıyım, iki aydır çektiğim sıkıntılarda neler hissetmişim, bunları öğrenmek için beni kontrole gelmişler. Doya doya aklımın yerinde olduğunu yazdılar. Türk'e sordum: --Hayatından memnun musun? --Tabii, dedi. Sizin gibi dincilerin hesabını görmek bir hizmettir. Hücre kapısını kapatırken onun suratına tükürüp bağırdım. -- Namuzssuz!... Gardıyan Chu bana çok kızdı. --Bak, böyle yaparsan seni öteki hücreye atarlar. Şimdi seni dövmem lazım ama ben bunu yapmıyorum. Bir daha böyle taşkınlık yapma. Şunu da unutma, bed-den iyisine hiç rastlamayacaksın. Ertesi gün cellet ruhlu, elinde cop olan biri, yanında başka bir caniyle hücreme geldi. sert bir ses tonuyla bağırdı: --Faşist casus, ayağa kalk! Zaten yatan kim? --Ayaktayım, dedim. --Şimdi söyle bakalım, fikirlerinde bir değişiklikoldumu? --Hangi fikirlerimde? daha soru sorar sormaz joplar sırtıma, başıma, yüzüme, nereme rastlarsa inmeye başladı. --Seni faşist seni! Bizi aptal yerine koyuyorsun öylemi? Sen bilmiyor musun hangi fikirde olduğunu? Söyle, fikrinde bir yenilik oldu mu? --Benim fikrim bozuk değildi. Ben vatanıma ve milletime ihanet etmedim. O kadar alçalmadım. --Öyleyse neden burdasın? Nasıl anlatabilirdim neden burda olduğumu? Buraya gelen herkesin mutlaka suçlu olmadığını, hatta suçlu muamelesi görmek için dindar olmanın yeterli olduğunu... Kısık bir sesle mırıldandım: --Birincisi, "biz neden babamızdan nefret ettik?" diye sorduğum için. İkincisi de, Allah hakkında düşündüğüm içi. Bütün suçum bu. Beni biraz daha dövüp gittiler. Dört beş saat sonra hücremin tavanından bir damla su damladı. Aldırış etmedim. Sonra damlalar sıkışmaya başladı. Soba borusu kadar bir tuvalet ihtiyacını giderme yerim vardı. Onun üzerindeki kaba vuruyordu damla. Öyle tuhaf ses çıkıyordu ki, o sesi daha önce hiç duymamıştım. Tınnn... Tınnn... Tınnn... Bu damlalar o gece sabaha kadar devam etti. Gece nöbetçisine yalvardım: --Ne olur bu sesi kesin! Dayanamıyorum! Chu gibi değildi bu köpek. Ne zaman hücre deliğinden bir soru soracak olsam açıp tükürürdü. Dindarlara olan kininin göstergesiydi bu. Ben de tam dindar olsam bari. Alnım secde görmemiş, ama adım dinciydi. Dinsizler takmış bu ismi bize.. Gardiyan Chu gelince öğrenecektim bu damlaların ne zaman kesileceğini. Sabaha kadar beynim şişti. Gardiyan Chu gelince hemen ona anlattım durumu. Sordum "bu nedir, ne zaman kesilecen?" diye. Yüzüme bakıp cevap verdi: --Aslında ben faşistlerle konuşmak istemem. Onlardan nefret ederim. Ama sana acıdım. --Ben o nefreti biliyorum. Sen soruma cevap ver. --Nereden biliyorsun? Aynı tezgâhtan geçtim... Ismarlamadır bu nefret ve hep aynı boyuttadır. Aynı eserleri okuduk. Aynı telkinlerden geçtik. Ben de bir zamanlar devrimci olmayan herkesten nefret ederdim. Dünyanın en iyiliksever insanı bile olsa benim için farketmezdi. Onun için seni anlıyorum. Anlamadığım bir şey var. Neden acıdığın için bana iyi davranıyorsun? Doğrusu anlamak işterim. --Çok merak ettinse anlatim. Galiba hücreye gelişinin beşinci günüydü. "Seni kurtaramadım, beni affet annem" diye inledin. Anne acısını bilirim. O yüzden faşist de olsa, ana için yanan yürek beni etkiler... Anladım ki senin anneni de götürmüşler. Hemen hücre deliğine yaklaştım. --Sen nereden biliyorsun? Onu bilmeyen mi var? Vatan hainlerinin hepsine devlet yeni bir bölme politikası uyguluyor. Ailelerin her ferdini ayrı ayrı bölgelere götürüyor. Hiç kimse akrabasını bir daha bulamayacak. Ne kadar zekice bir buluş değil mi? Yıllar sonra öğrenecektim ki, beni hain diye taşlayan köylüm de meğer komünist/dinsiz rejime yaranamamış. Onları da alıp çil yavrusu gibi dağıtmışlar. Chu'dan bazı haberler alıyordum. Fakat hücre beni her geçen gün sıkmaya başlamıştı. Bunalıyordum. Bir ışık... Bir çizgi kadar ışığa bile hasret kalmıştım. Meğer ışık ne büyük nimetmiş. Bunu bu hücre öğreti bana. Karanlıkta insan ruhu bir tuhaf oluyor. Bu damla sesi de karanlıkta çıldırtıyor insanı. Sonunda chu bana onu da söyledi. --Bu damla sesi, mahkûmu çıldırmak için ayarlanmış. Yani sen bir ayı bulmaz çıldırırsın. Gardiyanın umurunda değildi dünya. Boşvermiş edasıyla konuşuyordu: --Daha iyi olur. Aklın gidince derdin de biter. İnsan derdi de akılla anlıyor, öyle değil mi? Yüksek sesle cevap verdim: --Demek Allah aklı mükemmel yaratmış. Birden ses tonu değişti Chu'nun. --Biz de bir zamanlar Buday'a inanırdık. Sende inanıyorsun. Aklı kimsenin yarattığı yok. O tesadüfen oluştu. --Tesadüfen oluşan şey bir düzensizliğe uğrayınca yıkılmaz Chu. Tesadüfün düzeni olmaz ki yıkılsın. Bana kızarak hücre deliğini kapattı. Yine kendi kendime kaldım. Ne yapsaydım şimdi? Bu sesi, bu karanlığı beni delirtecek. Mutlaka bir yolunu bulmalıyım. Aklımı oynatmamalıyım. Aklım giderse bende giderim. Biterim... Chu benimle konuşmaz olmuştu. İnsanın konuşacak kimsesi olmazsa hepten bunalıyor. Bir insan sesiyle bile dünyada olduğunu anlıyor. Bir program yapmalıyım. Saatlerce düşündükten sonra karar verdim. Birincisi her sabah kalkıp spor yapacağım.İkincisi, kendi kendime konuşup kelime haznemi kaybenmeyeceğim. Konuşmayı unutmamak ve dilimi çalıştırmak için konuşmalıyım. Aksi taktirde dilim konuşmayı unutacak. Üçüncü olarak, düşünme egzersizi yapacağım. Ufkumu köreltmeyeceğim. Bunlar güzeldi ama bu ses bütün gayretime rağmen beni çıldırtmaya yeterdi. Daha şimdiden beni strese sokmuştu. Betondu yatağım.. Üstümdeki kıyafetim artık leş gibi kokuyordu. Hâlâ kanlı pantolonum üzerimdeydi. Aman Allah'ım! Damarımda taşıdığım kan böyle pis mi kokuyordu. Bunu ilk defa düşünmüştüm. Aylardır yıkanmadığım bir yana, bitlenmiştim de. --Allah'ım! Bana sabır ver! Herşeye dayanırm belki. Ama bu sese dayanmam hiç mümkün değildi. Neredeydim? Burası neresiydi? Hücre deliğinden Chu'ya sordum. Ne olur Chu, bir kelime soracağım, aç kapıyı. Saatlerce yalvardıktan sonra hücre deliğini açtı. --Ne var, ne oldu? --Bana söyler misin Chu, burası neresin? Şaşkın şaşkın baktı yüzüme. --Hücre! Yoksa içeriden saray gibi mi görünüyor? --Hayır hayır. Belde olarak ben neredeyim? Türkistanda mıyım, Çin'de miyim? Senin için ne fark eder? Çok değil, bin kilometre yol geldin. Hayret etmiştim. Demek ki ben çok kötü bir durum atlatmıştım ki, bu kadar uzun yolculuktan haberim olmamıştı. Tekrar hücremle başbaşa kaldım. O geceyi de geçirdik... Ses beni korkunç bir duruma sokmuştu. Sabaha kadar uyuyamadım. Sabahtan sonra uyumuştum. Kalkınca spora başladım. Ayaklarımı yürüyormuş gibi haretket ettirerek biraz hızlandım. Gardiyan Chu seslendi: --Hey orada kim var? Bu sesler ne? Ona biraz farklı cevap verdim: --Ben ve iki bacaklarım var. Birşey mi oldu? --Eylem yapıyormuş gibi ses gelince... --Evet evet, buradan kaçma plânımız var. Bacaklarımla konuşup bu kararı aldık. İşi gırgıra vurmak istiyordum ama olmuyordu. Ne yasam boştu. Bu ses galiba aklımı almaya yetecekti. Düşündüm "ne yapsam" diye. Sonunda bir çare buldum. --Damlanın her düşüşünde "Allah" diyeyim. Böylece hem zikretmiş olurum, hem de bu sesin üzerimdeki sinir edici etkisinden kurtulurum. Düşüncemi uygulamaya başladım. Damla düştükçe kalbimden "Allah... Allah... Allah..." diyordum. Gece-gündüz bu böyle devam ederken, artık sesi hiç duymaz oldmuştum. Kalbim daima Allah demeye alıştığı için o sesi duymamı engelliyordu. Bu arada her ay gelip soruyorlardı: --Düşüncelerin değişti mi? Hep aynı cevabı veriyordum: --Ne düşüncem vardı ki benim? Ben sadece aldatıldığımızı anlamıştım. Ve iki soru sormuştum. Hem de soruyu yabancılara değil, kardeşime sormuştum. Bunlar nasıl değişebilir? Bakıyorlardı aklım yerinde, bu defa onlar çıldırıyorlar, "nasıl olur, hâlâ bakışları nasıl bozulmaz" diyorlardı. Üç ay sonra bir elbise verdiler. Yazı sıcağında, kalın kumaştan bir elbise. Proğramımı harfiyen uyguluyordum. Aklıma kötü birşey gelecek olsa hemen düşüncelerimi başka alanlara götürüyor, asla kendimi üzmüyordum. Hücre yine karanlıktı. Artık ışığı unutacaktım neredeyse. İlginçtir, rüyamda bile karanlıkta oluyordum. Yemekler yal gibiydi. Kendime telkin yoluyla o yemekleri yedim. Her şey artık ölmemek içindi. Su biraz normale dönmüştü. Damla yine devam ediyordu. Ve yine yatağım betondu... Bu hep böyle devam etti. Hiç bir suçum yokken bu hücrede ne kadar kaldım dersiniz? Tam üç yıl sekiz ay... Dile kolay. Üç yıl sekiz ay bir hücrede ve betonun üzerinde yaşadım. Zaten beni ceza evi yönetimide unutmuştu. O kadar mahkûm vardı ki, zavallı devlet(!) hangimizle ilgilensin yetişemiyordu. Gelip kayda alınmayacak tuhaf sözler ediyor, sonra gidiyorlardı. Üç yıl sekiz ay hiç ışık görmedim. Sadece hücre deliği açıldığında geceyle gündüzü ayıredecek kadar farkediyordum. Evet ışık görmedim üç yıl sekiz ay. İlk bakışta pek önemli değil gibi geliyor insana değil mi? Ama işin aslı öyle değil. Meğer ışık bizim tanıdığımızdan daha başka bir şeymiş. Çok başka... Üç yıl sekiz ay çıldırmadan hücrede kaldıktan sonra birgün üç görevli geldi. --Hazırlan, gidiyorsun. Neyim vardı ki hazırlanacak? Zaten ben hep hazırım. Kollarıma kelepçe bağlayıp beni hücremden çıkardılar. Önce uzun bir salona çıktık. Burada ışık tam deilse bile tepedeki pencerelerden sızan ışık bile aydınlatmaya yetiyordu. Hele hücreye göre... Birden gözlerime mil çekilmiş gibi oldum. Can havliyle bağırdım. --Of anam, yandım! --Geber, diye bağırdı biri. Olan domuz canı mı taşıyorsun sen? Hâlâ normal insan gibi yürüyorsun? Meğer hücreden çıkan mahkûmlar yürüyemezlermiş. En azından beş altı ay. Benim yürüyebilmem şaşırttı onları. Ben yürüyordum. Bunu aklımla başarmıştım. Spor yapıyordum hergün. Saatlercee iki adam ileri, iki adım geri atıyor, bacaklarımın yürüme özelliğini koruyordum böylece. Işıktan gözlerimi açamıyordum. Birden bire dışarı çıktık. İşte o zaman hepten mahvoldum. Gözlerime ışıkla beraber müthiş bir sancı girdi. Gözlerimi kapatıyordum ama göz kapaklarından sızan ışık bile sancı yapıyordu. Aman Allah'ım! Meğer ışık bildiğimizden çok başka bir şeymiş. Bize devrimci olduğum yıllarda, kapitalist ülkelerdeki mahkûmlara nasık işkence yapıldığını öğreten kitaplar verirlerdi. Faşistlerin zulmü anlatılır, komünizm gelirse bu insanlık zulmünün biteceğini söylerlerdi. İşte o yıllarda okuduğum bir kitapta buna benzer bir konu vardı. Adam ışığa çıkınca çıldırmıştı da, ben de romanı abartılı bulmuştum. Meğer eksik bile anlatmış. Dışarı çıktığımda ışığın verdiği sancı ile kıvranmaya başladım. Ben yerde kıvrandıkça "kalk" kırbaç vuruyorlardı. Sonunda beni döğe döğe hücre gibi bir cezaevi arabasına bindirdiler. Sordum: --Nereye gidiyoruz? --Cehennem'e, dediler. --Ben dünya cehenneminden çıktım zaten. Şimdi nereye gidiyoruz? Mahkûm koruma memmurlarından birisi benim bu sözüme katıla katıla güldü. O öyle korkunç gülüştü ki, tüylerim ürpermişti. Üşümüştüm o gülüşten sonra. Taa iliklerime işlemişti bu gülüşün korkusu. Neden gülmüştü bu adam? Bunu çok geçmeden anlayacaktım.... Kaynak: Çin İşkencesi / Emine ŞENLİKOĞLU Edep ve Nezaket Muhterem okuyucu kardeşim! Sizi sıkıyor muyum bilemiyorum.Sohbete yine devam ediyorum.Takdir ederseniz ki,dar imkanlar içinde cezaevinde yazdığım için herşeyi rahat yazamıyorum.(çünkü çıkışta kontrol olabilir.Bunları bile korkuyla yazıyorum.)Allah'a şükürler olsun ki,siz değerli dava arkadaşlarım ve din kardeşlerim;leb demeden leblebiyi anlıyorsunuz. Bu gün adab-ı muaşeret konularında bir kaç meseleyi hatırlatmak istiyorum.Bazen nerede neyi konuşacağımızı bilememek,bizi İslam'ın sevmediği halere sokuyor.Halbu ki,İslam medeniyeti,adap konusunda çok farklıdır. Şimdi, bunlardan bir kaçını verelim: 1) Yolda rastladığımız bir kişiye"nereden geliyorsun?"veya"nereye gidiyorsun?"diye sormayın.Olurki size söylemek istemediği bir yerden gelip gidiyordur. 2) Birinin evine veya üzerine aldığı eşyayı"Kaça aldın,nereden aldın?"diye sormayınız.Olur ki,birisi ona vermiştir de size söylemek istemiyordur. 3) Zengine,zengin olduğu için itibar etmeyiniz.Fakirden de itibarınızı esirgemeyiniz.En çok itibarı da alimlere gösteriniz. 4) Herhangi bir kişinin aldığı eşya,gelin,damat,karısı için"Aman başkasını bulamadın mı?"gibi soğutucu sözler sarfetmeyiniz.Olur ki,o kişiyi etkilerde,aldığı adamı veya kadını gözden düşünür.Atalarımız söylediği"Kırk kötü söz,bir büyük yerine geçer"sözü çok doğrudur. 5) Kız doğuran kadına"yine kız doğurdun,bir erkek çocuğu doğuramadın"gibi küfür sözler etmeyiniz.Çocuğu kız doğmuşsa bu suç değildir ve kadının elinde olan bir işte değildir...Böyle bir söz kadına yaratanın sıfatını atfetmektir ki;Allah celle korusun,insanı imandan çıkarır.Ne acıdır ki,binlerce kadın bu yüzden evinden kovulur,ona göz yaşı döktürülür. 6) Dul bir kadına "neden ayrıldın?"diye sormakta adaba aykırıdır.Zira belki kimseye söylemediği,saklamak istediği bir durum vardır.Kişiyi yalana sevk etmek olur. Yalnız,ayrılmadan önce;sormak ,soruşturmak Allah cellenin emridir.O da ayrılmayı engellemek içindir.Barıştırma çabası için sormak yerindedir.Ayrılıktan sonra sormak hem ayıp hem de kişiye eziyetdir.Bunun yanında,soran insanın "Boş sözlü"olduğuna işaretdir.Kimsenin özel hayatı,arkadaş değilse sorulmaz...veya dini bir gayesi yoksa. 7) Bir kişinin fiziki hatası yüzüne vurulmaz"Boyun neden kısa,ayağın neden topal?"gibi.Böyle soru soranda olur mu?Dersiniz...Hemen söyleyeyim ki çok var. Boyun kısa olan bir dava kardeşimle bir yere gitmiştik gittiğimiz yerde bir hanım"a senin boyun neden kısa"dedi.Arkadaşımda istifini bozmadan"aklım kısa olmasın,boyum mühim değil"cevabını verdi.Ya arkadaşım kompleks yapsaydı,zekice cevap vermeseydi,günlerce ruhunda fıtınalar esmez miydi? 8) Kısır bir kadına"çocuğun niçin ol muyor?"denilmemeli.Ancak,bir tedavi bildiği için soruyorsa iş değişir.Kısır erkeğe de bu soru sorulmamalıdır.Her ikisi de"kısır ne olacak"gibi cahili taşlar atılmamalıdır. 9) Misafirliğe gidilen evde fazla kalınmamalıdır.Zira bazı alimler"Tehetcüt namazı akşamdan kılınır"demişlerdir.Yani,akşam erken yatarsan,teheccüde,sabah namazına kalkarsın manasındadır. Müslüman ince düşünceli olmalıdır.Misafirlikte onikiye kadar kalınırsa düşünülmelidir,"Bu adam,saat birde yatarsa yarın sabah namazına da kalkacak,işede gidecek o halde ne zaman dinlenecek?"Dinimiz,erken yatıp erken kalkmayı emreder.Bazen bizler tam tersini yaparak (hastalık hariç) geç yatıp geç kalkıyoruz.Dengemizi bozuyoruz. Aslında,zaman kazanmak niyeti olan,gece sohbetleri böylece kar yerine zarara uğratmaktadır.Bu konu da hanımlardan şikayetler oluyor.Kimse gücenmesin bir kısmı şöyle diyor. Misafir istememezlik yapılmaz.Ama benim kocam sabahın altısında işe gidiyor,akşam sekizde geliyor.Kocamın yüzünü göreceğim,çoluk-çocuk muhabbet edeceğimiz zaman misafirler geliyor.Gecenin yarısına kadar gitmiyorlar.Böylece kocam da dinlenemiyor.Bizde başbaşa kalmıyoruz. Bir hanımda "Tam bir aydır,yatma vaktinin haricinde kocamı on dakika dahi göremedim"diyor. Bazı hanımlar da"misafir geleceğini bilmiyordum.Evde ekmekte yoktu,yemek de.Gecenin birine kadar koşturdum.Kocamdan"Sen ne biçim kadınsın?Misafirlerimi iyi ağırlayamadın"diye azar da işitiyorum.Sanki geleceklerini önceden haber verseler olmaz mı."diyor. Kimi de,"sabah namazına kalkamadığımız zamanlar oluyor.Tabi gecenin ikisine üçüne kadar tartışıyorlar.Üçte yatan bir insan,beşte altı da nasıl kalkar?"diyor. En güzeli,biz misafirliğimizi İslami çerçeveler içinde yapmalıyız.Sahabe,yatsı namazından dönerken çabuk yatmak için,cübbesinin kollarını,dış kapıda çıkarmaya başlarmış. Sağlıklı düşüncenin yolu,sağlıklı yemeden sonra uykudan geçer.Uykusunu zamanında almayan kişnin sendelemesi,ertesi günde kendini gösterir.Sinirli olur.Dileyen deneyebilir. Bir hoca hanıma."Sizinle görüşmek istiyorum.Bize buyursanız,biraz sohbet etsek."dedim.Hoca hanım,"Gündüzleri talebe okutup vaaza gidiyorum.Akşamları da eşimden ders alıyorum.Cumartesi pazar da,hem dinleniyor,hem de çamaşır gibi işlerimi yapıyorum.Hiç vaktim olmuyor,kusura bakma"dedi. Bende ona dedim ki"Desenize,bana gelmeyin hiç vatim yok,sen doğrudan doğruya bunu sölemek istedin."Güldü."Doğrusu öyle"dedi."İnan biz çalışan insanlarız.Bizim sohbete hiç vaktimiz olmuyor...O yüzden hafta da bir kez gelmek isteyen misafirleri aynı gece davet ediyoruz.Ne yapalım?"dedi. Bu misafir konusu çok önemli.Misafiri hiç istememekte müslümana yakışmaz.En güzeli haftanın bir gecesinde yakın dostları davet etmektir tahmini.Tabi önemli durumlarda vakit hiç mühim olmaz.Her saat görmemiz gereken kişinin evine gider,yine çabuk dönmeye dikkat ederiz. Hiç unutmam,bir gün Yüksel Şenler ablanın evine gitmiştim.Kapısında bir yazı vardı.Görüşmek isteyenler Pazartesi saat onbirden sonra buyursunlar"diyordu. Aman,benim ne garibime gitti.Şule abla'ya fikrimi açıkladım.O da olgunca cevap vererek"Gel halimi gör,en ufak bir iş için bana sorular soruyorlar.Onlarda haklılar.Fakat elime kalem alamıyorum.Ben de çareyi böyle buldum"dedi..Ona gülmüştüm Allah başıma verdi. Günler sonra,Şule abla kitap yazmaya başladı.Tam masaya oturup yazacak ki,kapı çalınıyor,gelen bir genç kız,nişanlanacağını,ama bazı problemlerinin olduğunu,Şule abla'nın bu işe çare bulmasını istediğini söylüyor.Şule abla analatıyor,o bitmeden bir başkası,bir başkası derken,Şule abla kalemi unuttu.Netice de,bu gün elinde yarım duran kitabı bu yüzden bitiremedi.(bu yazıyı yazdığım tarihte bitmemişti 1986)Gözlerimle görünce Şule abla"Gördün mü Emine?Kapıdaki yazıyı da davama hizmet edeyim diye koydum.İnsanlar da haklı.Herkes sadece"Şule Yükel'e ben gidiyorum"zannediyor.O yüzden kızamıyorumda.Sen söyle.Ya hiç yazmayacağım ya da gelen gidenle ilgilenmeyeceğim.Hangisini yapsam sence? Tabiki yazarsa,bir kişiye söylediklerini yüzbinlerce kişiye söyleyeceğinden,yazmasının daha kar olduğuna inandım. Şule abla;belki bunları yazdığım için bana kızacaktır.Fakat Rabbimiz biliyor ki,Allah celle için yazıyorum.Kendim için yazmıyorum.Zira kendim için yazmış olamam.Çünkü ben şuan cezaevindeyim.Hiçte misafirim gelmiyor. 10) Çocuklar birşey sorduğunda,ona nezaketle büyük bir insana önem verip cevap verdiğimiz gibi cevap vermeliyiz.Bir insan,büyük insanlara karşı efendi,çocuklara karşı anti-efendi olursa,demek ki büyüklere huy güzelliğinden efendi değil,öyle görünmek istediğinden efendiymiş hükmü kendiliğinden meydana çıkar. 11) "Kimseniin parasını ve gizli sırını sormayın. 12) Hiç kimsenin kilitli olan odası veya herhangi bir şeyi açılmaz,yatak odasına da girilmez. 13) Yollara,insanların gördüğü yerlere tükürmek,aman ne çirkin bir hareket.İnsanların en görgüsüzce yaptıkları işlerden biri de budur. Kaynak:Kelepçeli Kalemimden / Emine ŞENLİKOĞLU Sevimgül Sevimgül'deydi gözlerim.Zavallı kız!Ne suç işlemişti de burdaydı acaba? Mahzun duruşu,genç yaşta yüzüne inen çizgiler vardı. Taş ocağında da ona bakıyordum bazen.Erkeklerle eşit şartlarda çalışıyordu.Dinsizliğin sağladığı eşitlik içinde... Bir yolunu buldum yine sordum: -Sen devrimci miydin? -Kominizm geldikten sonra kimin başka bir şey olma hakkı vardı ki? -Şu suçunu hala anlatmayacak mısın? Koğuşta müslümanlar çoğunuktaydı ve benim Sevimgül'e başka bir niyetle yaklaştığımı düşünüp uyaranlar oluordu.. Bitiyorum müslümanların bu yönüne.Bir kadına sarkıntılık yapıldığını zannettiler mi,kendi kız kardeşlerine sarkıntılık yapılmış gibi sahiplenirler.Müslüman ruhu eğer gerçekten müslümansa,dünyanın her yerinde aynıdır. Sevimgül'ün benim temiz niyetimden şüphesdi kalmamıştı artık.Bir yıl sonra "peki ağabey" deyip anlatmaya başladı: -1943 yılında Doğu Türkista'ın Urimçi şehinde dünya'ya gelmişim. İlkokulu aynı şehirde Tatar diliyle okudum.Orta ve liseyi Uygur dilinde bitirdim.Doğu Türkistan Tıp fakültesinde okumaya başladım. Çİnlilerin çoğunlukta olduğu yerdi.Bizim yemeklerimizle onların yemekleri aynıydı..Baktık,yemeklerdeki etin rengi çok beyaz.Sorduk arkadaşlarla: -Bu etin rengi neden beyaz? Yetkililer cevap verdiler: -Domuz eti beyaz olur. Midemin allak bullak olduğunu hissettim. Biz İslam'ın diğer emirlerini bilmesek,gereğince amel etmesek de,domuz etinin haram olduğunu çok iyi biliyorduk. Doğu Türkistanlı oniki genç biraraya geldik.Dedik ki: -Bu böyle olmaz.Hakkımızı arayalım.Bize ayrı yemek verilsin. Aktif ve korkusuz gençlerdik.Sonra,neden korkacaktık ki?Kominizm,faşizim değildi ki,korkacak ne vardı?O,halkın isteklerini dinlerdi.Asıp kestikleri vardı ama,onlar vatan hainleriydi..Rus casuslarıydılar.Biz ise sıradan insani haklarımızdan birini istiyorduk.İman zerre kadar da olsa,gereğini yaptırıyordu.Fakülte yönetimine başvurduk, olmadı.Biz de "özgürlükçü rejimde dernek kurup hakkımızı alırız"dedik ve derneği kurduk.Gayemiz sesimiz devlete duyurmaktı. Başkanımız Abdlaziz isminde bir uygur Türk'üydü..Bu genç çok aktif biriydi. -Biz Türk'lere kimse domuz eti yediremez,derdi.Gerçekten Türklerden hiç kimse -ki bu diğer ırklar içinde geçerli,dinsizleşmedikçe domuz eti yemezler. Ben hep düşünmüşümdür. Domuz eti haram diyende Kuran'dan ayettir,içki içmeyin,zina yapmayın,adam öldürmeyin,namazı dosdoğru kılın,,zekatınızı hesaplayarak verin emride ve diğerleri de Kuran'dan birer ayettir.Neden acaba domuzz etine riayet edildiği kadarAllah'ın diğer emirlerine riayet edilmez.Bunun cevabını hala bulamadım. Oniki arkadaşla kurduğumuz dernekte bende aktif görev aldım.Kendi aramızda övünüyorduk: -Kominizmin bir başkadır.Faşist bir rejimde olsak bu derneği kuramazdık. 29 Nisan 1963 yılıydı.Fakültede bir koşuşturma vardı.Öğretim görevlileri telaşlıydı. Meğer bütün okullara emir verilmiş.Hepimiz bu tarihte meydana götürüldük.Binlerce öğrencinin gözü önünde bir konuşmacı mikrofonu aldı ve bütün öğrencilerin duyabileceği şekilde konuşmaya başladı: -Sevgili yoldaşlar!Faşizme karşı alternatif rejim olarak kominizm doğdu.Fakat kominizme Sovyet Rusya kara leke sürdü.Sovyet Rusya kominizmi uygulamadı,uygulayamadı.Kominizmin gerçek yüzünü dünya'ya biz,Çin halk cumhuriyeti gösterecek ve b rejim sizlere emanet edilecek.Yarının büyükleri,yöneticileri sizler olacaksınız ve sizler sayesinde kominizm altın çağını yaşayacak.Faşist Ruslar bunu yapamadı ama sizler yapacaksınız!O yüzdendir ki,işte o yüzdendir ki Ruslar bizi çekemiyor,aramza casus gönderiyorlar.Bu casuslar yurumöuzu satıyorlar...Ruslara vermek istiyorlar yurdumuzu.Aranızdan da bazı hain alçakları bulupta onları satın alıyorlar. Biz bunları dinlerken nefretle dolmuştuk.Bu öğrenciler yurdumuzu nasıl Ruslara satarlardı? Kominizm yönetimi altına girmekle aslında Çinlilere satıldığımızın farkında bile değildik. Konuşmacı sordu: -Bu vatan hainlerinin cezasını verelim mi? Hepimiz birden bağırdık: -Verelim.O namussuzları cezasız bırakmayalım! -Peki o halde,şimdi bunların isimlerini okuyoruz. Şaşkınlıkla dinledik isimleri.Bunlar bizim isimlerimizdi ve biri de benim tabii. Orta yere aldılar bizi.Bizimle öğrencilere gözdağı vererek hem zalimliklerini,hem de acizliklerini sergiliyorlardı. Ellerimiz ayaklarımızı bağladılar.Herbirimizi ayrı ayrı arabalara koyup,bizi Rus casuslarını yakalar esasıyla götürdüler. Sevimgül bunları anlatırken gardiyan koğuşa girince konuyu kapattı. -Devamını sonra anlatırım Kaan ağabey,dedi. Meraktan çatlıyordum.Acaba ona nasıl işkence uygulanmıştı?Bu alçak rejim işkencede de kadın erkek eşitliğine riayet ediyorlar mıydı,yoksa kadına daha ağır cezalar mı veriyorlardı? Bu arada koğuşumuzdaki İsmet amcayla sık sık konuşuyorduk.Ona açılmak istiyordum.Çok şirin,mükemmel bir insandı..Has müslümandı.İslam'ın emirlerini o kadar güzel anlatıyordu ki,onu dinlemeye doyamıyordum. Turgut canımı çok sıktığı için her fırsatta İsmet amcanın yanına gidiyordum.Meğer İsmet amca da imammış.Şu cezaevinde en çok gördüğüm mahkum imamlar ve öğretmenlerdi. -İsmet amca,dedim,içim içime sığmıyor...Çatlıyorum İsmet amca.Üç gündür buralar daha sıkıcı geliyor bana.Bundan sonra nasıl işkence çekeceğimi de hiç bilmemek beni daha çok sıkıyor. Çok farklı bir insandı İsmet amca.Bana anlamlı anlamlı baktı: -Herşeye rağmen yaşamak bir nimettir.Sabret ve bu nimeti değerlendir. Sonra devam etti: -Sahi!Senin yaşamakta ki faydan nedir? Anlayamamıştım. -Ne demek istiyorsun İsmet amca? -Diyorum ki, yaşamak insana kar vermeli.Senin karın nedir? Düşündüm.Bu sözden neyi anlamalıydım acaba? -Yani bana ölmü diyorsun? -Hayır.Yaşamanın faydası nedir,diyorum. -Bilmem.Ölmemek için yaşamaya çalışıyorum. -İyi de,öldüğün zaman sana yaşadığın bu hayatın bir faydası olacak mı? -Muammalı konuşuyorsun İsmet amca seni anlayamıyorum. -Demek istiyorum ki,sen neden Allah'a dönmüyorsun?Allah'tan uzaklaşmanın bedelini hep beraber gördük.Daha bedeller mi görmek istiyorsun? -Ben her zaman "Allah" derim.Kalbim hiç durmadan her nefeste "Allah" der. -Peki,aynı kalbin sana,"namaza başla,günde beş vakitte secdede Allah de"demiyor mu? Şaşırmıştım. -Aslında haklısın İsmet amca.Tuğrul amcanı öldüğü gün bende düşündüm bunu.Bilemiyorum neden,namaza başlamadım.Aslında Allahım çok seviyorum,belki de yüz bin defa Allah diyorum kalbimden. Güldü. -Güze bir şey.Ama keşke yüzbin defa Allah deyip namazını geçirmektense,beş vaktini kılıp yüz defa Allah deseydin daha karlı olurdun.İnsan binlerce kez Allah'ı anarda,günde beş vakit ona secde etmez mi Kaan?Bu ne uzaklıktır böyle?Allah'ını seven ona secde etmeden nasıl kul olur? Çok etkilenmiş.Ne güzel söyledi."Allah'ı seven, O'na secde etmeden nasıl kul olur?"Evet,düşünmeye başladım.Ben gerçek kul değil, sahte kulum. Hemen o gün namaza başladım. Namazdan sonra doya doya dua ettim: -Ya Rabbi.Geç de kalsam huzuruna geldim.Çektiğim işkenceleri,işlediğim cinayetlerin bedeli kabul et.Beni de lütfuna al Allah'ım'! İçimde tarifi imkansız bir sevinç başlamıştı.Ama Turgut aklıma gelince bu sevincim kalbimde düğümleniyordu.Ah Turgut ah!...Ne uğruna yaktın bizi? Kaynak: Çin İşkencesi / Emine ŞENLİKOĞLU İNSANLARDA KAYAR HİKMET ZEYVELİ(kitap dergisi,ağustos,sh.16-17'den) BİR Yıllar önce,Muhammed hamidullah,bir İngilizce dergide 19 Meselesini kibar bir dille eleştirirken"19 meselesini ilk çıkaranı önce 19 yıl hapsetmek gerekiyor"esprisiyle söze başlıyordu. Bugün ise,Arap-İslam aleminde,19 mucizesinin mucidi Reşat halifeyi gerçekten tekfir ve te'lin eden fetva ve makaleler yayınlamıştır.Biz ise bir kimseyi tekfir etmeden;Bahailik'le,Yahudi ve siyonizm uşaklığı ile suçlamadan tenkit etmek taraftarı olduğumuzdan,Reşad halifenin şahsı ile değil,eseri ile ilgili tenkitlerimizi serdedecek ve savunularınca cevaplandırılmasını isteyeceğimiz bazı sorular soracağız. Tenkidlerimizi,Reşad halifenin "Kuran/Görülen mucize"ismiyle Edip Yüksel tarafından Türkçe'ye çevrilen eseri üzerinde yapacağız.Bu arada, anılan kitabın ilk baskısı olan"The Computer Speaks: God's Message to the world"(Bilgisayar konuşuyor:Allah'ın dünya'ya mesajı)isimli İngilizce kitabı da gözönünde bulunduracağız. İKİ Reşad Halifenin çok iddialı kitabında,dikkatli bir incelemeyle çok büyük zaaflar ortaya çıkmaktadır.Bu zaafları üç başlık altında sıralıyoruz: a)PRENSİPLERDEN SAPMALAR Bilindiği gibi arapçada kelime üç gruba ayrılır: İsim(Türkçedeki isim ve zamiride kapsar) Fiil Edat(Türkçedeki bağlaç,zarf ve ünlemide kapsar.) Ayetlerin kelimelerinin hesaplanmasında yukarıda verilen lafızların hepsinin kelime sayılmaları gerekirken Reşad halife,bizce anlaşılmaz bir tutumla,bazı edat ve zamirleri kelime saymamıştır.Örneğin:"Ve"(Türkçedeki "ve" nin aynı)bağlacı,"ma"(ki onu) bağlacı,"hu"(o) ve "hum"(onlar)zmirleri kelime sayımına girmemiştir..Bununla beraber "ev"(veya),"min"(-den takısı"la" ve "lem"(olumsuzluk edatları)kelime sayılmışlardır. SORU 1:"Kelime"için,Reşad halifenin sayımına esas olan ve gramer otoritelerince bilinebilen bir tanım verilebilir mi? SORU 2:"ma lem","ve ma yesturun","ma yegulun","ya eyyühe"ibareleri neden tek kelime sayılmışlardır? Hele "ellezi"görevinde kullanılan "ma"niçin kelime değildir? Bu iki soruya makul bir cevap verilmediği sürece kitaptaki fiziksel gerçek:3,8,10 ve11 ispatlanmış sayılmayacaktır. -19 mucizesinin tutarlı olabilmesi için harflerin sayımında,en makul ve standart bir Kuran hattı (yazısı)'nın esas alınması gerekmektedir...En makul görünen hat ise:R.halifeninde kabul ettiği Hz.Osman tarafından istinsah edilen"küfi " Kuran nüshalarının hattına uygun olanıdır.Ancak bu hatla yazılı tam Kuran nüshalarının emini kolay değildir.Bugün Arap ülkelerinde bazı Kuran baskıları,söz konusu hat esas alınarakta yapılmışsa da,özellikle "hemze"lerin yazılışında,bu yeni baskılar biraz modernize edilmiştir.Örneğin,bu yeni Kuranlarda desteksiz "hemze"ler yazılmış oldukları halde eski "kufi" Kuranlarda bunlar hat'ta mevcut değildir. SORU 3:Hrf sayımlarında ilk mushafların hattı mı esas alınmıştır? SORU 4:Önceki sorunun cevabı müsbetse "ereeyte" ve "reahu" gibi kelimelerin "hemze"leri hat"ta var mıdır?Bu durum belgelenebilir mi?Yoksa bu kelimeler sayılandan birer harf eksik midirler?O halde fiziksel gerçek:7 yanlış olmaz mı? SORU 5:"Elif" ile "hemze" gramercilerce farklı harfler sayılmışken,FGiziksel gerçekler:3850'de "Elif'lerin hesabına neden"hemze"lerde ithal edilmiştir? SORU 6:İlk mushaflarda "sema","biga","şey","ma"(su manasında) gibi kelimelerinin sonlarındaki "hemze"ler hat"ta var mıdırlar?Bu durum belgelenebilir mi?Aksi halde fiz.Ger.:38-50'nin hepsi anlış olmaz mı? SORU 7:Özellikle "hemze " sayımındaki prensipler nelerdir?Destekşli "hemze"ler hemze mi sayılacak,yoksa destek görevi yapan(V)ve (Y)harfi mi? -Gene harf sayımında ihtilafa düşülmemesi için İslam aleminde yaygın ve sahih kabul edilen 7 veya 10 kıraatın birinin tercih edilmesi gerekmektedir.Her kıraat alimi,kendi kıraatını sahih görüp savunduğuna göre ihtilaflı durumlarda tercih kriterimiz ne olacaktır?Örneğin:fiz.Ger.30'da "Ya-sin"suresindeki (y)harfleri sayılırken Asım kıraatının Hafs rivayetine istinad edilmiştir.Halbuki bugün,mesela TUNUS'ta yaygın olan nafi kıraatının Verş rivayetiyle basılan Kuranlara göre bu mucize gerçekleşmeyecektir.Çünkü 68. ayetteki "ya'gulun"ve 70. ayetteki"liyunzire"kelimelerinde yeralan(Y)ler,Nafi kıraatında (T) okunmuşlardır.(İbn Amir kıraatı da Nafi kıraatıyla aynıdır.)Böylece iki(y)noksanı ile mu'cize bozulmuş olmaktadır. SORU 8:Harf sayımlarında meşhur kıraatların hangisi esas alınacaktır?Böyle bir tercihin makul bir gerekçesi ne olabilir? b)İspatsız iddialar. -Fiziksel gerçek:28'iispatlamaya çalışırken,Reşad halife,ilk mushaflarda mukattaa harfi "nun"un,tek harfle değil,okunduğu gibi üç harfle,yani"n-v-n"şeklinde yazıldığını iddia etmekte fakat bu iddiasına hiçbir delil göstermemektedir.Oysa ki Abdul-Aziz b. Baz'ın Reşad halife aleyhinde kaleme aldığı fetvasında bu iddia tamamen ilimsiz bulunmaktadır. SORU 9:Böyle bir konu ictihadla ortaya konamayacağına göre delil ve belgelerle ispat edilebilir mi?Aksi halde Fiz: Ger:28 iddiası boşa çıkmaz mı? -Reşad halife;ikinci olarak inen vahiy grubunun 68.surenin ilk 9 ayeti,üçüncü inen vahyin ise 73.surenin ilk 10 ayetin olduğunu iddia etmektedir. SORU 10:İkinci ve üçüncü vahiy gruplarının tespitinde rivai deliller var mıdır?Varsa vertilmesi.Bu husus delillendirilmediği takdirde Fiz.Ger.:10 ve 11 bir kere daha çürüğe çıkmaz mı? c)ÇELİŞKİLER -Reşad halife bazı gözden uzak yerlerde prensiplerini bozmaktan,çelişkili davranmaktan çekinmemiştir.Bu çok ilginç duruma üç örnek vereceğiz: i)Arapça "tair" kelimesinin orta harfi hem 7/131 (Fiz.Ger.:50),hem de 36/19(Fiz.ger.:30) ayetlerinde sayıma girmektedir.Yalnız bir gariplik var:7/131'de(sayfa:120) "Y" sayılarak aynı harfin iki ayrı isimle sayılması hangi mantıkla mümkün olmaktadır? ii)"Lein" kelimesinin orta harfi ise "elif/hemze"lerin sayımında bazen hemze olarak hesaba alınmış(29/10,2953'deki gibi),bazen hemze sayımına girmemiş(30/51,31/25'ek gibi)bazan da "Y" sayılmıştır(36/19'daki gibi).Bir harfi üç ayrı şekilde kullanmanın mantiki bir izahı var mıdır? iii)"leayatin"kelimesinden 31/31 de bir hemze (sayfa:214),32/26'da ise (sayfa:215)iki hemze elde edilmiştir.Bunun hikmeti nedir? SORU 11:Yukarda verdiğimiz örneklerde biz mi yanılıyoruz?Eğer yanıl mıyorsak Reşad halifenin bu yaptığının ismi ne olur?Bu takdirde Fiz.Ger.:30,40,41,42,43, ve 50 bir kere daha yanlış olmaz mı? -Besmele;İsim,Allah,Rahman,Rahim kelimelerinin sayımında bir defa hesaba katılmıştır.Yani sadece Fatiha'nın başındaki besmele ayet sayılmış geriye kalan 112 besmele ayet sayılmamıştır.Oysaki mukattaat harflerinin sayımlarında her sürenin başındaki Besmele ayet sayılarak hesaba ithal edilmiştir. SORU 12:Besmele her surenin başında ayet midir?Cevap müsbet ise 14,16,17 ve 18 no'lu Fiziksel gerçek'ler;cevap menfi ise mukattaat sayımlı Fiziksel Gerçekler yanlış olmaz mı? SORU 13:Fiziksel gerçek 18'de,sayım esnasında 9/128 ayetindeki "Rahim" kelimesi niçin saylmamıştır?Eğer "Allah'ın sıfatı olmadığı için"orada hesaaba ithal edilmediyse,bu tutum "isim"kelimesinin hesabında neden geçerli olmamıştır?49/11ayetindeki "isim" kelimesi de Allah'a izaf edilmediği halde niçin sayılmıştır? SORU 14:Allah'a ait bir zamire bitişen "isim " kelimeleri(2/114,24/36 gibi)niçin sayılmamıştır?Eğer "şekil farkın"dan dolayı ise,gene şekil farklılığı arzeden 90 aded "rahima" nasıl "Rahim"formalarıyla beraber hesaba katılmıştır?Bu sorulara makul cevaplar verilmediği sürece "isim" ve "rahim" kelimeleri hakkında iddia edilen Fiz.Ger.:14 ve 18 şüpheli olacaklardır. -Reşad halife,başlangıçta,"bastatan" kelimesinin mushaflarda "sin" ile değil "sad" ile yazılmasında -19 mucizesinin bozulmaması için -Cebrail'in mucizevi mudahalesini tumturaklı bir dille İDDİA etmiştir.Oysaki Edip Yüksel'e göndermiş olduğu mektupta bu görüşün tamamıyla yanlış olduğunu rahatlıkla ifade etmiştir.Ayrıca,orada,bu işe başlarken harflerin sayımında hiçbir bilgisi ve prensibi olmadığını da itiraf etmektedir. SORU 15:Cehaletine bakmadan Cebrail'e böyle cebri görevler tahmil eden Reşad halife,bu hatasından ötürü açıktan Allah'a tevbe edip okuyucudan özür dilemiş midir? -Reşad halife,ingilizce kitabının 123. sayfasında "Y"lerin sayımında,bilgisayara:36/23 ayetinde 5 adet,35/44 ayetinde 1 adet "Y" SAYDIRMIŞTIR.Halbuki tercüme kitapta bu sayılar sırasıyla 4 ve 2 dir ve doğru olanı da budur.(Sayfa:121'e bakınız.) SORU 16:Reşad halife bilgisayarı niçin kullnmıştır?Bilgisayarla insanları kandırmak daha mı caiz olmaktadır? ÜÇ Görüldüğü üzere,Reşad halife 19 mucizesini ispatlamak için bütün maharetini kullanmıştır.Birtakım peşin ve ispatsız kabul veya idialarla yola çıkmakta,biraz gözden uzak yerlerde ise açıkça sapmalarla işine devam etmektedir. Yukarıda,üç başlık altnda işlediğimiz zaafların kombinasyonlarını düşünecek olursak daha sonuçlar ortaya çıkacaktır... Reşad halifenin 19 mucizesini satan Türkiyeli samimi taraftarlarından,yukarıda sıraladığımız sorularımıza ilmi ve tatminkar cevaplar bekliyoruz. Ayrıca,iş bu 19 mucizesinin takdiminin her safhasında riayet edilen değişmez prensiplerin madde madde okuyucuya sunulmasını istiyoruz.Bunları istiyoruz ki her okuyucu bu görülen mucizeyi bizzat tahkik edip itmi'nana kavuşma imkanına ve şansına sahip olsun. Ve bilinmelidir ki;bunlar yapılmadıkça 19 meselesi,ancak fazla bilgisi olmayan bir okuyucu kesimini heyecanlandıran fntazi bir iddiadan öteye geçemeyecektir. Selam ve sevgilerimizle... Kaynak: İnsanlarda Kayar / Emine ŞENLİKOĞLU KAN DAVASI "Kan davası"kan dökme yarışı...nefsin verdiği bir inat ve "Ben erkeğim" iddiasını yerine getirmek. İsterseniz"Kan davasının künyesini okuyalım. KAN DAVASI NEDİR? Kan davası;büyük bir cehalettir. Kan davası;insanların İslam'dan koptuğunun birer delilidir. Kan davası;yiğtlik,mertlik değil tam tersi cahillik ve korkaklıktır.Cinayetlerin birçoğu kan davasından ileri gelmektedir. Zararını sayarsak çok büyüktür. Kan davasından dolayı ceza evinde bulunan 15 yaşındaki bir çocukla karşılaştım. -"Neden ceza aldın dedim?" -"Kan davasından"dedi. -"Sen kimi öldürdün?"dedim. -"Abimin katilini"dedi. -"Sen niçin öldürdün,başka kimse yok muydu?"diye sorunca şunları söyledi: -"Vardı...vardı da...ailemin en küçüğü bendim.Köylülerimiz benimle alay ediyordu."Ağabeyinin kanını yerde bırakıyorsun,sen ne biçim erkeksin?"diye beni fıttırdılar abla.Bildiğin gibi değil.Anam da onlardan yanaydı.İkide bir "Ağabeyinin kanını yerde korsan,sütmü sana haram ederim."der dururdu. -Peki sen o adamı öldürünce ağabeyinin kanı yerden kalktı mı? -Yooo...ama ne bileyim?...Artık bana gülmezler. -Cezaevinde sürünmen,şimdi annenin,köylülerin hoşuna gidiyor mu?Rahat ettiler mi? -Bilemiyorum ki... -Pişman değil misin? -Valla pişmanım abla ama,sakın bizim köylüler, arkadaşlarım bunu duymasınlar."Karı gibi korkak"derler sonra. -Sana öldür demelerinin sebebi neydi?Senden büyük ağabey'in yok mu? -Varda onun yaşı büyükmüş.Ben öldürürsem ondan az ceza alırmışım. Yani,senin hayatının mahfolması önemli değilmiş öyle mi? -............ -Şimdi kaç sene ceza alacaksın belli mi? -Belli değil...ama yirmi garantiymiş. Bu konuşmaları bir kaç çocukla yaptım.Zavallı yavrular cehaletin kurbanı olarak,cezaevi gibi bir yerde her olaydan insanın bulunduğu yere bu çocukları atmışlar,attırmışlar. Bu kan davası ne kadar da korkunç bir vahşet Allah'ım.İşin garibi,ülkemiz de bir hayli fazla.Çocuğa bir dakika erkeklik(!)yaptırıp sonra cezaevinde kölelik yaptırıyorlar. Bu insanları uyandırmak,eğer bunlar müslüman ise onları İslam'da bunun yeri olmadığını bildirmek en büyük vazifemiz arasında. Gerçekten de bu intikam duygusu,bazen de kendiliğinden gelişebiliyor.Bunun için çocuğa("öldürmek yiğitlik değildir,öldürmek çok büyük günahtır)diye, dini eğitim vermek gerekiyor. Amerika'nın cehalet sembolü amigosu ile,Türkiye'nin kandavası gündemi tamamen köklü eğitime ihtiyaci olan kişilerdir.Tablonun her tarafı kararmış rejimlerde mutlaka cahiliye devrinin yaşantısı kol geziyor.Hiç olmaz Türkiye ve benzeri ülkelerde İslam'dan haberi olan müslümanlar ,insanlığın vahşetini telafi edebilirler,edebiliriz. Bunun için de,birisi başka biri tarafından öldürüldüğü vakit ölenin ailesine,kan davası gütmenin günahından bahsedilmeli,"Farzedelim sen onu öldürdün,eline ne geçecek?ancak,nefsinin dediğini yapmış olur, sonra da,iki dakikalık yapacağın erkeklik yüzünden (senin anlayışına göre erkeklik)sonradan cezaevlerinde 15-20 yıl kölelik yapacaksın.Ölen de geri gelmeyecek böylece"kan kanla yıkanmayacak" gibi sözlerle,o aileyi intikam duygusundan kurtarmak lazım.Gerçi cehaleti müslümandan kaldırıcak en vasıta,Allah(c.c)sevgisidir.Allah celle korkusudur.Allah celleyi seven insanlarda kan davası yoktur.Onlar kin de tutmazlar.Bundan bir kaç ay önce İzmit'te bir kardeşimizin oğlu trafik kazasından,hakkın rahmetine kavuşmuş.Çocuğun ölümüne sebep olan şoför milyarder bir işadamı imiş.Fakat bizim ağabeyimiz davacı olmamış.Para da almamış.Bütün mahkeme heyeti gibi,şoför de şaşkına dönerek"bu asır da böyle insanlar var mıydı?"demiş.Allah sevgisi kinleri eritir...Yerini sevgiye bırakır. Biliyor musunuz,çocukluğumda ben az kalsın bir adam öldürüyordum.Esteğfurullah!..Kelime yanlış oldu. Ölümü benim elimden oluyordu. Köyümüzde babamın bir düşmanı vardı.Bu düşmana "Ali Kıran,baş kesen"diyorlardı(nedemekse manası)Bu adamdan herkes korkardı.Duydum ki baba mı öldüreceğini söylüyormuş.Bir taraftan babamla konuşmasını devam ettiriyordu.Fakat babam zeki bir insan olduğundan,onun tavırlarını yutmuyordu.Bir gün sofrada "aslında benim en büyük düşmanım o namussuz adamdır"dedi. Kafama bu adamı öldürmeyi koymuştum.Uyurken,onu öldürme planları yapıyordum.Tabii sabaha kadar onu rüyamda öldürüyordum.Ben yalın ayaklı bir çocuktum ama kafamda planladığım iş büyüktü.Zaten o en büyük hatayı cahiller ve çocuklar yapar.Çünkü,ikisi de ileriyi düşünemezler(Kan davası güdenlere bakınız.içlerinde alim kişilere rastlamazsınız.) Yine birgün o sinsi düşman bize geldi.Babam muhtar olduğu için,mecburen birşeyler yaptırıyormuş havasındaydı benden babamı sordu.Bende babamı çok sevdiğim için"babama düşmanmış"diye adamı domuz gibi görüyordum."Babam evde yok,ne yapacaksın baba mı?"dedim."Sana ne kız,bacaksız sana hesap mı vereceğim?"dedi.İçimden "sen hesabı görürsün"diye söylendim.Bu arada,adamı annem gördü."Bana bak sen Mehmet'in peşindeymişsin.Mehmet'e birşey olsun seni ellerimle,gözüm körolsun ben öldürürüm"dedi. O gün gitti adam.Ertesi gün babamın silahını aldım.Adam bizim evin önünden geçerken,bende onu öldüreceğim diye sabahtan akşama kadar bekledim.Ne ip atlama ne seksek oyunu.Ben oyunların hepsin unutmuştum.Nihayet akşam üstü adam geldi.Tam kapımızın önünden geçerken kendimce bir nişan alıp tetiğe bastım.Fakat bir türlü ateşlemedi.Bu arada adam uzaklaşmıştı.Bir de baktım tabanca da şarjör yok. Akşam, babam silahın kurcalandığını farketti.Evde kıyamet kopuyordu..."Tabancayı kim elledi?"diye soruyordu.Zavallı annem en büyük yemin zannettiği batıl yemini ile"gözüm kör olsun"ben ellemedim diyordu.Babam,nereden bilsin Eminesinin boyundan büyük işlere karıştığını? O günden sonra,babam tabancasını daha tedbirlice saklamaya başladı. Adamın söylentileri almış başını gidiyordu. Neymiş..."Mehmet Şenlikoğlunun yolunu kesmek için Kaynarca da katil kiralamış yakında öldürtecekmiş." Babama,hiç kimse birşey söylemiyor,annem üzüntüsünden kendince çareler arıyordu.Babamla kavga ederek: "Kaynarcadan gece gelme.Yalnız gelme,dün gece yine gece geldin.Seni öldürürler"diyordu.Ben annemin telaşını biliyordum ama,annem benim bildiğimi bilmiyordu. Nihayet o adamı öldürmeyi annemde kafaya koymuş.Birgün bana dedi ki;"Şu...beyi öldürebilir misin?O adam babanı öldürecek"körün aradığı bir göz misali.Sevinçten uçtum.Annem silahı hazırlamış.Beni de bir güzel öğütledi."Kaza ile silahla oynarken tetiğe bastım"dersin,senden kimse şüphelenmez ama ben öldürürsem,onu öldüreceğimi herkese söyledim,kimse kaza olduğuna inanmaz."dedi.Annem haklıydı...gerçekten herkese onu öldüreceğini söylüyordu.Hele Mehmet'in kılına zarar gelsin,ona dünyayı zindan ederim diyordu.Babamla sık sık kavga etmelerine rağmen,babama birşey olacak korkusu,annemi aslan gibi kükretiyordu. Aradan birkaç gün geçti.Annem silahı hazırlamış.Benim elime verdi."Şu kabak teleğinin önünde bekle,o geçerken tetiğe bas.Ben komşuya gidiyorum"dedi.Ve gitti. Ben adamı beklemeye başladım.Saatler geçti.Adam gelmiyordu.Bu arada annem bir süre sonra adamın beyaz pantolonunun parçası,ağaçların arasından göründü tam bizim kapının önüne geldiğinde(bizim kapının önü yoldu)birden aklıma babam geldi."Ben bu adamı öldürünce,o adamın sülalesi,babamı öldürürse!..ya öldürürse..."derken tetiğe basamadım.Annem karşı komşunun camında perdenin arkasından sesleniyordu."Gözü körolası Emine,tetiğe bassana basamadım. Babamı öldürürler korkusunu Allah celle içime sokmuştu.Bu olaydan sonra köyden ayrıldık.İstanbul'a yerleştik.İslam'i şuura sahip olduğum güne kadar "Birgün yine o adamı öldüreceğim"düşüncesi beynimden gitmedi... Bu olayı şunun için anlattım. Ben merhametli bir çocuk olmama ,bir karınca için on beş metrelik kuyuya onu kurtarmak için inmeme rağmen kin ve nefret duygusu yüzünden, bir adamı gözümü kırpmadan Allah celle izin verseydi,öldürebilecektim.Demek ki çocuklara kin duygusu verilmemesi için bazı konular tedbirli konuşulmalı.Bilhassa kan davası konusunda ana-babanın çok temkinli davranması lazım.Zira çocuk ileriyi göremeyeceği için herşeyi göze alır.Bu konulara dikkat edilirse vahşi cinayetler azalmış olur. Kaynak: Kelepçeli Kalemimden / Emine ŞENLİKOĞLU Ateist Öğretmen İle Ateist Öğretmen Birinin adı:Erdal Atadaş ötekinin adı:Süleyman Masonik.Bakın,Kominist yetiştirme Lisesinin öğretmenler odasında nasıl sohbet ediyorlar: -Bak Erdalcığım,biliyorum sen dedenin parasıyla okudun,dedenin yolunda gitmelisin fakat deden gibi kurnaz olamıyorsun.Bak,rahmetli deden bu okulda öğrenci iken sonra buranın müdürü oldu.İnan Erdalcığım öğrencilik döneminde bildiğin bir mollaydı...Sakalı tam İslami...Kuran okur,namaz kılardı öğrencileri elde etmek için. -Yok ya!Dünya'da inanamam dedemin namaz kıldığına. -İnan Erdalcığım inan,yalan söylememe olanak yok.Ben,demokrasiye aşık bir demokrat olarak yalanı kendime yakıştıramam,ama ben politika yaparım. -Haaa...Demokrasi dedin de aklıma geldi.Biliyorsun laf aramızda,senden sır çıkmaz,ben demokrat değilim aslında.Bende dedem gibi kafayı çalıştırıyorum.Öğrencilerimi istediğim gibi yetiştirirsem,ah bu okula birde müdür olursam,o zaman dedemin parasıyla okuduğuma üzülmeyeceğim aksine,"Helal olsun Erdalcığım" diyeceksin. -Yahu aklıma takılıyor,deden herkese aylık bağlamış,kırk adet sarayı varmış,bu parayı nerden bulmuş deden? -Aaa...Süleymancığım,sana cevap veremeyeceğim,üzgünüm. Diyorlar ki,güya dedene okul aile birliğinin akrabaları,halkın çocuğu güzel şartlarda okusun diye para göndermiş.Rahmetli dedeniz efem,bu parayı nazikane,ceplerinin bir köşesine kimseye zarar vermeden koymuşlar,rivayet bu...Siz de o parayla okuduğunuz için,aynen dedenize benziyorsunuz,tebrikler efe tebrikler... -Ooh...Teşekkür ediyorum Süleymancığım,teşekkür ediyorum. -Ama ben tam anlayamadım,demokrasiden başka bişi var mı?Sen neyi savunuyon Erdalcığım?Önümüze kuzu kuzu gelen öğrecilere,sen müdür olunca neyi öğreticen bakıverem? -Ben mi efendim...Ben mi?..Barışı efem barışı... -Kim kiminle dargın ki Erdalcığım,kiminle kimi barıştıracağız?Onları birbirine düşüren bizden başka kim yaaa? -Aman Süleymacığım,neler söylüyorsun öyle.?!..Öğrencilerin duymasın. -Duysunlar Erdalcığım duysunlar.Bizim öğrenciler bize öyle şartlanmışlar ki,biz ne söylesek söyleyelim,istersen onlara tükür,"Aaa...bize barış dağıtıyor" diye sevinçlerinden uçarlar. -Benimkiler de.Sen merak etme...Yahu ben gene anlamadım,sen demokrasi aşığı değil misin? -Yok Süleymancığım,benim aşık olduğum ideoloji Kominizmdir.Onda demokrasi olmaz...Yönetim,kayıtsız şartsız Kominizmdir.Şimdi halk malk dediğimize bakma,halk gıkını çıkaramaz bizde. -Yani özgürlük yok, senin ideolojinde. -Var Süleymancım var. -Nasıl vaaar.? -İşte böyle...Anlattım ya,her öğrenci eşit olacak o zaman.Herkese bir sınıf...Kominizm yani... -Erdalcığım,seni tebrik ediyorum...Bende beni dedemin yolundan gidiyorum...Sen ordan,ben burdan.Dedelerimizin arasında fark yok nasılsa.Benim dedem okul idaresinde olanları mutlu eder.Senin deden de okulu ve okuldaki yüksek makam sahiplerini mutlu eder,öğrenciler yine aynı havada.Aslında birbirimizden farkımız yok birimiz üst tabakadan,birimiz okuldan yanayız.Öğrencilerimize sıra gelmiyor,onlarda sabretmesini öğrensinler efendim...Bir öğrenci dünya'ya bedeldir. Bu övgü onlara yetmez mi?Bu sözü okuyup,yatıp yatıp uyusunlar... -İyi,iyi de... -Eee...bir durum mu vaa? -İyi,iyi de uyumuyor ki öğrenciler!...Eskiden ben gericiliğe karşıyım dediğim zaman,tüm öğrencilerim beni kuzu kuzu dinlerler hatta beni alkışlarlardı.Şimdi hemen anlıyor"Gerici diye İslam'ı kasdediyorsunuz değil mi?"diye bana kafa tutuyorlar. -Kolayı vaa,deden gibi yapıve gitsin..Sık boğazlarını sesleri çıkmaz. -Yapacağım,yapacağımda henüz kontenjanı yeterli bulmuyorum.Neyse,şimdi gideyim,bol edebiyatlı konferansıma yetişeyim,öğrenciler aşağıda beni bekliyorlar. -Tamam Erdalcığım tamam,sen git,ben seni burdan dinleyeceğim. -Ah çok teşekkür ederim. On dakika sonra Erdal mikrofonda,okul bahçesinde alkışlar,"Bravo"lar. -Sevgili öğrencilerim merhaba...Sizleri derin sevgilerim ve saygılarımla kucaklıyorum...Çocuklar sizi de. -Yaşaaaa....Varooool.... -Sizleri,demokrasiyi korumaya davet ediyorum.Demokrasi tehlike de...İrtica faaliyetleri milli eğitim derslerine kondu. Halbuki,her zaman bizim emrimizde olmalıydı milli eğitim.Bakın,şu elimdeki kitapta "Sofrada besmele çekilir" diyor.Bu gericiliğin önüne geçmeliyiz.Bu fikirde olanlara hayat hakkı olmamalı ama demokrasi olmalı...Demokrasiye aşığım ben...Demokrasi,özgürlük,barış türkülerdir söylediğim...Demokrasiyi biz koruyacağız...Demokrat...Özgürlük...Özgürlükçülük...Barış...Güvercin....tanrıdan rahmet dilerim...İrticaya karşı savaşalım...Anam babam dedem...Ezan ingilizce-türkçe olmalı,Arapça yok...Barış,güverin,özgürlük,özgürlük...Başörtüsüne ölüm...Özgürlükten yanayız.....Gerici öğrenciler,öğrencilerin hakları çiğneniyor...Herkes inancinda özgürdür,başörtüsü ile savaşacağız...Ne diyorum çocuklar ben,ağzımdan çıkanı kulağım duymuyor,bana bir haller oluyor...Özgürlük,barış,demokrasi,eşitlik,irtica.... Kaynak: Biz Bu Vatan'ın Nesi Oluyoruz? / Emine ŞENLİKOĞLU ZAVALLI "Batı olan herşeye kapsını kapamaz Binlerce puta tapar,bir Allah'a tapamaz Üç günlük ömrü için,gökdelenler diker de, Ebedi hayat için bir kabrini yapamaz." Sözler,şiirler Rabia'ya çok şey söylüyordu.Nihayet,yatsı namazından sonra yatmıştı.Yattığı yerden okumayı da ihmal etmiyordu.Biliyordu ki,kişi sevmek istediği birşeyi ne kadar tanırsa o kadar sever,hiç tanımıyorsa hiç sevmezdi...Bunun için okuyordu.Allah'ını ve onun gönderdiği dini tanımak istiyordu...Niçin şimdiye kadar tanımaya çalışmamıştı? Ertesi gün sabaha karşı tan yeri ağarırken yanık bir sesle ezan okunuyordu..Rabia'nın kalbine sanki billur gibi parlayan nurlar akıyordu.Adeta bütün putlardan,,şeytani eğlencelerden sıyrılıp Allah'ına dönmenin hazını duyuyordu..Kalkıp abdest aldı.Sonra annesini hatırladı..."Ah!...Anacığım ah...Beni bir kere secde de görseydin kimbilir ne mutlu olacaktın"diyerek hayıflandı. Rabia bir başka alemdeydi...Ruh dünyası izah edilemez değişikliğe uğramıştı.Evet Allah'a tam manasıyla dönüyordu.Olanca gücü ile batı'ya tekme atıyordu.Adeta batı'ya haykırıyordu."Alın medeniyetiniz" diyordu. Gün doğunca başka dünyaya bakıyordu.Güneşin doğup,karanlıkları aydınlatması,Rabia'ya ortaokulda okuduğu kitapları hatırlattı..Neydi o kitaplar?Allah'a Allah dememek için kainatın muazzam güzelliğine "tabiat kanunları" diyorlardı...Rabia düşünerek,yeni doğduğu dünyayı inceliyordu...Sözde aydınların,"tabiat kanunu,doğa olayı"dedikleri hikayelere nasıl aldandığına da hayret ediyordu.Allah'tan affını diliyor,beni affet diyordu. Bu düşünceler içindeyken amcasının sesini duydu. -Rabia!..Rabia!.. Rabia,akaşam yediği tokatı unutmuş görünerek yerinden fırladı. -Efendim amca. -Rabia baksana,dokuz numaralı dairedekiler birbirini öldürüyor.Gelde birşeyler yapalım. Rabia ve amcası beraberce merdivenleri çıktılar.Sesleri dinliyorlardı.Kadın sesi: -Allah senin belanı versin...İçer içer,sabahleyin utanmadan eve gelirsin...Bütün bunlar bir yana vicdanın sızlamadan bir de beni döversin.Nedir senden çektiğim?..Sen insan değil misin?..Niçin böyle zalimsin?Artık canıma tak etti.Birgün eve geldiğimde beni bulamayacaksın. Sarhoş koca: -Git ulan git.Cehennemin dibine kadar git.Karı mı yok?Elimi sallasam,ellisi gelir...Kendini ne sanıyorsun sen?Hıh...Kokmuş...Sokakları görmüyon mu?Soyunmuş kızlar,karılar...Onlardan birini aldım mı tamam,yaşadım demektir. -Senin gibi p...lere zaten öyle bir kadın lazım. -Ulan,bana bu sözleri nasıl söylersin?Al sana,al...al...seni deyyusun kızı,seni...içtikse p...mi olduk ha? Kadın dayanamıyor feryat ediyordu. -İmdaat...Bir müslüman yok mu?Kurtarın beni. Rabia yerinde duramıyordu; -Amca hadi gidelim,kurtaralım kadını. -Sus...DElirdin mi sen?Adam zil zurna sarhoş başımızı belaya mı sokalım? -Amca,yardım isteyen birine nasıl yardım etmeyiz? -Kadının sesinden anarşistler var zannettim.Polise haber verelim demiştim.Ama bunlar karı koca.Karı koca arasına Allah bile girmezmiş. Rabia,müftü kesilen amcasına sinirlenerek: -Adam karısını öldürsün,hala araya girmeyelim olur mu? Amca tam yakaladım der gibi sinsice: -Hı...Peki Allah şimdi niçin araya girmiyor?,dedi. Rabia: -Allah kullarını imtihan ediyor.Kendi görünüp araya girecek değil ya?Kanunlarıyla araya giriyor,fakat insanlar reddediyor.Neyse amca bak kadın hala bağırıyor,bunları konuşacak zaman değil...Gel çalalım kapıyı. -Ben karışmam. -Ben karışırım. Rabia hızla giderek kapının zilini çaldı. Sarhoş adam,küfür kıyamet kapıyı açtı. -Ne var?Ne istiyorsun?.. -Ne isteyeceğiz?sabah sabah bu yaptığınız ayıp olmuyor mmu? -Sanane kız sana hesap mı vereceğim?.. -Rica ederim.Sizin şu yaptığınıza karışmamak insanlıktan çıkmak demektir.Ben his taşıyorum ve insanım.Siz karınızı öldürürken,ben,kapı arkalarından seyreden korkaklar gibi olamam. -Bana bak,karım değil mi ulan?İster döverim,ister dövmem,Kim karışabilir? -Yok canım.Dünya sizin ahırınız mı?İstediğinizi yapacak,istediğinizi yapmayacaksınız?..Allah,erkeksiniz diye dünyayı size mi verdi?Kadın Allah'ın kulu değil mi?..Erkek olduk diye kendinizi dev aynasında görmeyin.Haddinizi bilin...Allah'ın kanunlarına riayet edin. Adam.Rabia'nın ağzından Allah(cc.) ismini duyunca hem hayre,hem de alaylı bir şekilde: -Allah,Allah...Kıza bak,hıh...demek sen Allah'ı da biliyorsun? -Elbette biliyorum.Size şuan bunlkarı söylüyorsam bu Allah'ı bilişimdendir. -Vay vay...koskoca apartmanda senden başka Allah'ını bilen yok mu? Orasını bilmem...Beni benden soracaklar.Onun için ben kendimden mesulüm. Adam şaşkın: Bana bak kız.Sen daha iki gün önce başı açık gezen bir şıllık değil miydin? -Siz beni neden eleştiriyorsunuz?İki gün önce öyle bile olsam,artık öyle değilim.Sonra,benim geçmişim sizi ilgilendirmez. -Benim yaptığımda seni ilgilendirmez. -Senin yaptığın beni rahatsız ediyor. -Senin açık gezmende beni rahatsız ediyordu,ama karışmıyordum. -Karışsaydın.Karışmazdınız,çünkü karışmanız için imanınızın kuvvetli olması gerekirdi.Niçin söylemediniz?Ben Hristiyan kızı gibi dininden uzak yaşarken siz seyirci kaldınız.Şimdi de övünüyorsunuz. -Bana ne be...İstersenm hippi gibi gez. -Sözü uzatmayalım.Hanımına bir daha vurusan, polis çağıracağım. -Git çağır be...Polisten korkan kim?... -Doğru,Allah'tan korkmayan,Allah'ın kanununu dinlemeyen polis kanununu dinler mi? -Kim dedi sana benim Allah'tan korkmadığı mı?.. -Kim diyecek...Yaptığın işler korkmadığını söylüyor.Allah'tan korkan bir insan,ne içki içer,ne de karısını bu kadar döver. -Eee,kes be zırıltıyı...Madem Hocasın,git camiye imamlık yap bari... Bu arada sarhoşun karısı geldi.Rabia'ya gözleri yaşlı olduğu halde selam vererek,ağlamaklı bir sesle. -Bu adama laf geçmez kardeşim.Boşuna uğraşıyorsun,sen git,benim için rahatsız olma... Rabia: -Öyle söylemeyin,senin kocan gibi nice insanlar var ki,İslam....'a tam girdikten sonra adam akıllı değişiyor.Benim bir Hüseyin ağabeyim var.O söylemişti;Türkiye'de erkekler,İslam'ı bilmedikleri için kadınlara insan gözüyle bakmıyorlar."diye.Gerçi kadınlarımızda bozulmuş ya... Rabia başka birşey söylemedi.Neyi,nasıl izah edebilirdi?Herşey baştan bozuktu.Sessizce oradan ayrıldı. Amcası kapılarının önünde onu bekliyordu. -Ne oldu düzelttin mi? -Eh kısmen düzelttim sayılır. Amcası düşünceli tavırlarıyla söyleniyordu.: -Rabia!İyice anladım bunu,sen dine kaptırdın kendini...Senin beynini yıkadılar...Söyle bakalım!Benim...Benim ruhumu nasıl görüyorsun? -Ben kendi ruhumu bile göremiyorum.Seninkini nasıl göreyim?Sadece,anladığım kadarıyla,şunu söyleyebilirim. -Eee... söyle bakalım ne imiş o?... -Sana İslam kurallarına göre bir teklifim var...Şu an ikimizin ruhu birbirinden çok ayrı,bir türlü geçinemiyoruz.Bu durumda ya senin ruhun hasta,ya benim.Var mısın amca,ikimizde ruhlarımızı kontrol ettirelim... -Bak seeeen...Varım be,varım... -Peki kime gideceğiz?... -Ruh doktoruna tabii... -Hangi ruh doktoruna gideceğiz? -Canım,ruh doktoru mu yok?...Gideriz birine... -Peki,gidelim...Hiç olmazsa anlarız;hangimizin hasta olduğunu. -Sen daha anlamadın mı?Pardon,anlamanda mümkün değil zaten.Neyse,doktor hangimizin hasta olduğunu söyleyince inanırsın. Rabia bir an düşündü:Yirminci asrın dalkavuk insanlarının çoğu aynı ruhta...Ya doktorun ruhu,amcasının ruhundan olursa?diye sormadan edemedi... -Peki amca,gideceğimiz doktor dindar değilse ne yapacağız?Yine de onun söyleyeceklerine inanacak mıyız? -Bak,yine saçmaladı.Kızım,dindarlık başka,doktorluk başkadır.İkisini birbirine karıştırma... -Olur mu amca?..Dinini bilmeyen doktor,ruhu nerden öğrenecek?.. -Hoppalaaaaaaaa!..Bir de bu çıktı başımıza.Yahu şu dinden vazgeç artık. -Dini bırakayım mı? -Elbette bırak. -Dinsiz mi olayım? -Canım dini bırakan dinsiz mi oluyor? -Yok,dindar mı oluyor? -Ben şimdi dinsiz miyim? -Dindar mısın? -Yine aynı yere varıyoruz galiba.Konuyu değiştirelim. -Şunu söyleyeyim ki amca,bazı insanlar bedav tuvalet yokken,cennete bedava sahip olmak istiyorlar.Send onlardan birisin.Kendini kandırıyorsun.Dilin bir kere ALLAH diyorsa,bin kere inkar ediyor.Amelde hiçbirşey yok...Sonrada müslümanlığı kimseye ver miyorsun.Var mı öyle yağma?..Tekrar söylüyorum amca,kendini kandırma... Yine başladın. -Neyse vazgeçtim...Dönüp dolaşıp aynı yere gelmeyelim.Amca,soruma cevap ver lütfen,birazdan dışarı çıkacağım."Doktor dine inanmıyorsa ruhu nerden bilecek"demiştim. Amca kekeleyerek: -İhtisas yapıyor kızım adamlar,ihtisas... -İyi,iyi de,ruh görünmeyen bir varlık.Görünmeyen varlığın nasıl ihtisasını yapıyorlar?.. -Ne bileyim ben,bana saçma sapan sorular sorma,öyle,peki,dindar doktor nasıl bilecek ruhu?.. -Dinin sahibi de Allah(c.c),ruhun sahibi de.Allah(c.c)bildirdiği kadarıyla İslam'dan öğreniriz... Kaynak: Bize Nasıl Kıydınız? / Emine ŞENLİKOĞLU Evlenirken erkeğin görevleri Erkek, evlenmek istediği genç kızı, etraflıca araştırılmalı. (Fikir yapısı, karakteri, kültürü vs.) Asrımızda İslam'ı bilmeyen genç, ilk önce genç kızın güzelliliğini, zenginliğini,, en son madde olarak da müzik, sinema zevklerini araştırıyor. Evlilikler kiltirlere göre şekil değiştirir şüphesiz. İslam'da evlilik kendisi ile bir bütündür, bir başka kültürden müdahale kabul etmez! Ne yazık ki bugünkü evliliklerde nikah hariç. Diğer bütün işlemler yabancı kültürlere göre yapılıyor. Erkek, önce kadının imanlısına talip olacak. İkinci maddede güzellük aramak hakkıdır. Genç kızın fikir yapısını araştırdıktan sonra, çok güvendiği bir kadın vasıtası ile ağız kokusu, vucud kokusu olup olmadığı araştırmalıdır. Çünkü bir çok yuvalar İslam'ın bu hükmü uygulanmadığı için kısa zamanda yıkılıyor. Erkek bunu önceden araştırmış olsaydı (aynı işlemleri evlenecek olan kadında yapmalıdır) o kadın daha karlı çıkacaktı. Ağzı kokan bir kadının ağzı kokan bir erkekle evlenmesi daha uygundur. Erkeğin vazifelerinden biri de, ailesini geçindirecek kadar geliri olmasıdır. Kadın çalışmaya mecbur olmadığından, nafaka tamamen erkeğe aittir. Evini geçindiremiyecekse bir taraftan kendisini bu denli meşakkate sokan sistemlere isyan ederek öbür taraftan da evlilik işini biraz daha erteleyecektir. İslam devletinde kişi iş bulamıyorsa, devlete müracaat ederek kendisine aylık bağlatma hakkına sahiptir. EŞYA MESELESİ Erkek evinin ihtiyacını almak mecburiyetindedir. Fakat fazlasına mecbur edilemez. Ev eşyaları şunlardır: Yatak, yorgan, tencere, tabak, leğen, ibrik, soba, aygaz. eskiden evler tahta olduğundan, kilimler kafi geliyordu. Fakat şimdiki evler beton olduğundan halılar katiyen lükse girmez. Yukarıdaki listeyi görünce güldünüz değil mi? Bunları yazarken ben de kendi kendime güldüm. Zira bu kadar az eşyayı kabul eden bir genç kız görmek hayal gibi bir şey. Şu güne dek bu yapıda beş veya altı genç kız görmüşümdür.Erkelerin çoğu az eşya isteyen genç kız arıyorlar. O yüzden de yazmış olduğum: "BİZE NASIL KIYDINIZ?" adlı kitabımdaki Rabia gibi genç kız istiyor erkek kardeşlerim. Kızlar da Hüseyin gibi.... Ama ikisini de bulmak çok güç. Müslüman genç bu güçlüğü yıkmalı. Yıkacak da inşAllah... Her millet kendi inancına göre evlenir. Genç zengin ise, istediği eşyayı, ruhsat alarak alabilir. Fakat az eşya almak azimettir şüphesiz. Bu arada kız tarafı tüm eşyayı ben alacağım derse erkeğin kabul etmesinde bir sakınca yoktur. Aynı şekilde, erkek "tüm eşyayı ben alacağım, çeyiz getirme" derse bu da caizdir. Fakat sonra erkeğin veya erkek tarafından birinin; "sen babanın evinden çeyiz getirmedin" siteminde bulunmaya hakkı yoktur. Böyle bir sitem ancak erkeği günaha sokar. Sitemin günah olmasının sebebi kendi ahdini bozmasıdır. Belki o kadın çeyiz yapmadan evlenmeyecekti! Sen onu teşvik edip sonra mahcup edemezsin, edersen ancak kendini küçültürsün... Maalesef bu acı manzarayla karşılaşmayan kadımız çok azdır. Erkek kız istemeye gönderdiği dünürlerine kendi şartlarını A'dan Z'ye bildirmelidir. Sonra genç kızı görmeye geldiğinde İslam'a uygun şartlarda (genç kızın yüzünün açık olması şart) genç kızı görecektir. Eğer genç kızı tam olarak görememişse tekrar görme hakkına sahiptir. DÜĞÜN KONUSU Düğün meselesinde nasıl anlaşma yapıldı ise, o şekilde anlaşmaya sadık kalınmalı. Masrafı, düğünden önce kim üzerine almış ise o yapmak zorundadır. İslam'a göre illa şunu kız tarafı yapacak, bunu erkek tarafı yapacak diye bir şart yok. Şart ilk anlaşmada belirlenir. Anlaşma sağlam olursa, sonradan pürüz çıkmaz, çıkarsa da anlaşmaya tabii olmayan direk hatalı bulunur. Yani anlaşma önemlidir. Hatta anlaşmanın yazılması en güzel yoldur. Bir taraf unutursa hemen yazı ortaya konur kardeşçe, dostça biter düğün. Bunları yazmamı belki lüzumsuz görenler olacaktır. Fakat şuna inanız ki, sayısını hatırlamadığım bir çok kaza ve il gezdim. Şu basit görünen konular yüzünden yüzlerce ailenin kavgalı olduklarına şahit oldum. Ne gerek var kavgaya! Her şey Müslümanca olsaydı bunlar olur muydu? Kişinin Müslüman olması başkadır, Müslümanca düğün yapması daha başkadır. Erkeğin diğer vazifelerinden birisi, genç kızın ağabey, amca, dayı gibi akrabalarını tanımaktır. Bu şartlara riayet edilen evliliklerde, evlilik dünyası huzurlu geçer. Allah'a kulluk yapanların kafasında kavga kol gezmez. Kalpleri Allah'a ait olur, ama İslam'ın dinlenilmediği toplumda, kalpler kavga, gürültü ve sair basitliklerle meşguldür... Dolayısı ile Allah'ı anmaya yer kalmaz o kalpde!.. Kalp Allah ile olmayınca kişi sinirli olur, İslam'ın emirlerini yapamaz. İslam'da örnek bir aile oluşturamaz. O zaman da bugün olduğu gibi stresli, huzursuz, kavgalı, anlayışsız olan yuvalar İslam düşmanlarına sermaye olur. Sonra da kişiler değil İslam suçlanır. Batılı cahil aydınların ağzına sakız vermek istemeyen Müslüman hayatının her sahasında İslam'a ram olmalıdır. Aysel Zeynep Tozduman kardeşimiz kadın ve aile dergisinin sunduğu İslam'da kadın hakları isimli eserinde şöyle diyor: "Günümüzde, İslam'dan habersiz ve hakkında tamamen bilgisiz oldukları halde kadın hakları namına İslam'a saldıran aydın (!) cahillerin bu saldırılarına İslam'ın muhteşem hükümlerinin en güzel cevap olacağı görüşündeyim." İslam, batı aydınına cevap olacak diyor, değerli mücahide bacımız. Gerçekten İslam batıya da, uzak ve yakın doğuya da cevap verir ama biz İslam'ı henüz düğünde, evlilik de dahi gösterememişiz!... Evlilikten sonra erkeğin görevi denli Erkek, evlenmek istediği genç kızı, etraflıca araştırılmalı. (Fikir yapısı, karakteri, kültürü vs.) Kaynak:İslam'da Erkek / Emine ŞENLİKOĞLU HRİSTİYAN GÜLÜ Eve geldiğimde dedemin hasta olduğunu gördüm.Kalbi tutmuş.Onu Vera hastaneye götürmüş,İğnesini ilacını almış.Bir de sıcak çorba yapmış getirmiş"Lütfen bunu için"demiş.Dedemin yüz hatları okunmaz bir halde karışık kuruşuktu.Israrla sordum dedeme: -Sorma kızım.Galiba ben bir yerde hata yaptım ama nerde hata yaptığımı kestiremiyorum.Bir Hristiyan'ın bu kadar iyilik yapacağını hiç düşünememiştim,dedi. Dedemin nadim olan tavrı beni sevindirmişti. -Sendeki nefret çok fazla dede.Sana savaş açandanda nefret edersin tamam.Dinine savaş açan,seni vatanından uzaklaştırmak isteyene kin duyarsın ama sen bu işlerle hiç ilgisi olmayan,kendi dini inancına göre yaşayan,sevgi dolu insana da aynı nefreti duyuyorsun.Halbuki,Hristiyanlara İslam dini,Nasara ismini vermiştir.Bu da yardım edenler demekmiş.Filiz Hoca'dan yeni duydum. -Haklısın kızım ama sende benim neler gördüğümü bilmiyorsun bilsen şaşırırsın. Ondan anlatmasını istedim,kabul etti: -İstiklal Harbinde,o Hristiyan İngiliz askerlerinin yaptıklarını gözlerimle gördüm.Zevk için bir Müslümanın önce kulaklarını kestiler,sonra bağırta bağırta gözlerini oydular.Zavallı İbrahimdi adı.İbrahim'in feryadı gökyüzüne ulaşmıştır bence.Beni öldü sanıyorlardı.Nefesimi bile bölerek alıyor,olayı izliyordum.Sonrada kurşun sıkıp öldürdüler onu.Bu manzarayı hiç seyretmiyosa onbeş-yirmi kişi seyrediyordu.Demek Hristiyanlar hep böyledir diyordum ama değillermiş demek. -Öyle hainler bizden de çıkar dede.Bir kaç hain yüzünden koca bir milleti suçlasalar hoşumuza gider mi? -Tabii ki müslüman savaşta öldürür,öldürmez demem.Özellikle savaşta öldürür ama ben yemin ederim ki,bir Hristiyanın veya başka dinden olan birinin çıkıp gözünü oysalar onu gülerek seyreden on müslüman çıkmaz içimizden.Ben milletimi bilmem mi?En zalim müslümanın neyi yapabileceğini,ne yapamayacağını bilirim.Ah bile bilsen,neler gördüm İstiklal savaşında .Şimdi Batılarra ister istemez kin güdüyorum.Bazıları unuttu o günleri...İngiliz ve Fransızdan başka herkese düşmanlar.İngiliz,Alman özellikle Amerikalı görünce mayışıyorlar ben gördüm evladım,o günleri ben gördüm.Sende benim gibi olurdun gördüğümü görseydin. Dedemin pskolojisini anlamıştım ama yine yobazca davranmasını af edemiyordum.Müslümanlar içinden böyle zalim çıkmaz,demesi bana inandırıcı gelmemişti.Şartlanmış biri,müslüman bile olsa zalim olabilirdi. Aradan aylar geçti.Uğur'a her gece bir kıssa anlatıyordum.Bazen Hz.İsa'dan,bazen Hz.Musa'Dan,bazende Hz.Muhammed (s.a.v)'den bahsediyordum. Uğur bu yönetimi sevmişti.Hz. İsa'nın aleyhinde konuşmadım ve ona inanmadığım için ...Hz.Peygamberimizi ona daha kolay sevdirmiştim.Korktuğum olmamıştı...Allah'a şükrettim. Leyla benimle konuşmayı tamamen kesmişti.Ben,yine de ona"Merhaba"demeden duramıyordum.Ne kadar uğraştıksa,Leyla ile gücercinci Sadık ağabeyi yolundan çevirememiştik.Gülderen'in vasıtasıyla büyük başarılar elde ettiğimiz inkar edilmezdi.Adeta mahalleyi korumuştuk...Yehovalar hangi eve girmişlerse arkasından biz gitmiş,onların kafa taktıkları soruları temizlemiştik. Yüreğimi yakan birşey vardı... Biz,bizim mahallemizi Allah'ın izniyle korumuştuk.Ya öteki mahalleleri kim koruyacaktı?Acaba öteki mahallelerde de birer Gülderen,birer Ahmet,Mehmet var mıydı?Bu sorumun cevabını hala bilmiyorum. Birgün ders sırasında Filiz Hoca'ya sordum: -Ben klasiklerden okumayı çok seviyorum.Flozofların tesbitlerine bayılıyorum.Fakat İslam'i sahada filozof yok.Bu da beni çok fazla üzüyor. -Olmaz olur mu?Var,var ama onlara filozof demiyoruz biz.Filozof;bazılarının dediği gibi "düşünür"demektir.Biz de çeviriyi yapanlar filozofu düşünür olarak çevirmeyince sanki filozof aleminde olmayan bir dehaimiş mesajı doğdu.İBnül Arabi,İbnül rüşt,Farabi ibni Sina, imam Gazali gibiler,yunancayla söylersek,birer filozoftular.Günümüzde de kadınerkek onlarca filozof var ama onlara filozof denmiyor.Ayrıca gençliğe bir kompleks verilmiş yabancı klasikleri okuyunca daha havalardan konuşuyorlar.Bilmezler ki,sıfırdan sonsuzluğa sınıf geçirtecek not,bizdedir ve bizdedir arşa giden astronot. Bilmedikleri için de,yerli dizi izleyenlerde ki kompleks yerli kitap okuyanlara siyaret ediyor. Bu tespiti de doğruydu Filiz Hoca'nın.Bunun üzerine bana görev verdi,gülümseyerek mesajını da sundu -Şu listede ki düşünürlerin eserlerini oku.En çarpıcı cümleleri yaz getir de bakalım,Kantlardan,Sokratlardan aşağı kalmışlar mı?Tabii ben bunu söylerken yabancı klasikleri hiç okuma demiyorum sana oku ama sadece onları okumak yetmez halbuki bize,biz de lazımız ve en başta biz lazımız.Bizim kültürümüz lazım.Sonra onların bilgileri tabii. Çok hoşuma gitmişti bu açıklamalar.Geniş ufkun sahibi bir başka oluyordu. Sonra hafta da bir derse devam etik. Müşriklerin ruhlarını bir kere daha görüyordum.Mü'min süresi 26. ayette Firavunun Allah'ın peygamberine yaptığı iftirayı okuduk. "Firavun dedi ki;"Bırakın şu Musa'yı öldüreyim de Rabbine kavuşsun.Çünkü onun dinimizi değiştirmesinden ve yeryüzünde anarşi çıkarmasından korkuyorum." Filiz Hoca bir müddet düşündü. -Şimdi daha iyi anladım bu ayeti ve Kuran'da yer almasını.Müşrikler,halka dini koruyan görünümü verirken gerçekten,Allah'a kul olanları Peygamber bile olsa onlar dinsizlik ve anarşi çıkarmakla suçlaya biliyorlar.Ah ülkemin ve dünyamızın müslümanları bunu bir anlasalar. Kaynak:Hristiyan Gülü / Emine ŞENLİKOĞLU Kickme.to/dawa