02.11.2015

Transkript

02.11.2015
1
Koalisyonda da koalisyon yok!
SÖYLEŞİ
Türkiye, toplumun siyasi tercihlerini ortaya
çıkaracak ve siyasi yelpazenin yeni bir koalisyon
sınavı vereceği günlerin başlangıcında. Yeni
dönemde, siyasi aktörlerden uzlaşma ve mutabakat temenni edilirken, 1 Kasım sonrası istikrar ve
demokrasi adına doğru derslerin çıkması inancı
dile getirilmekte. Büyük heyecanın yaşanmadığı
1 Kasım seçimleri sonrası AKP-MHP, CHP-MHP
ve AKP-CHP koalisyon ihtimalleri üzerinde
duruluyor. Tablodan koalisyon çıkması kesin gözükürken taraflar koalisyon konusunda isteksizliğini ifade ediyor. 7 Haziran’da gerçekleşmeyen
koalisyon hükümetinin 1 Kasım’da kaçınılmaz
olduğu beklentisi istikrar tartışmalarına evrilirken, Kürd siyasetinin önümüzdeki dönemde de
S06
muhalefet yapacağı net görülüyor.
Prof İlter Turan:
Koalisyon demokrasi
kültürünün gereği
Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL
Sayı:76
2 Kasım - 8 Kasım 2015
S08 - 09
basnews.com
Şengal’de fırtına öncesi
Dünyanın önemli ülkelerinden Kürdistan Bölgesi’ne siyasetçi,
diplomat ve askeri heyetlerin akını devam ediyor. Yoğunlaşan askeri ve diplomatik ziyaretlerin yakın zamanda başlaması beklenen
Şengal, Rakka ve Musul operasyonlarının hazırlıkları için olduğu
bildiriliyor. Öte yandan Peşmerge güçleri Şengal ve Musul’daki
stratejik bölgelere yığınak ve sevkiyata hız verdi.
Darbe altında medya ve seçim
1 Kasım’dan sonra
MESUT YEĞEN
s04
Ezdi kadınlar taburu s13
FERHAT KENTEL
s05
Geçtiğimiz hafta içinde Alman Savunma Bakanı Ursula von der
Leyen, IŞİD’e karşı Uluslararası Koalisyon’un Koordinatörü Brett
McGurk, ABD Merkez Kuvvetler Komutanı Lloyd Austin, Bağdat
Büyükelçisi Stuart Jones ve Irak’taki üst düzey ABD askeri yetkilileri
Barzani’yi ziyaret etti. Kürd askeri yetkililer de AP’nin konuğu olarak
Brüksel’de bir dizi temas gerçekleştirdi.
s02 - 03 - 04 - 05
1 Kasım sonrası Kürd sorunu
BİLAL SAMBUR
Suriçi’ne, surdışına gitmek s14
Kriz sürecek
s11
HAKAN TAHMAZ
s09
TBMM’de Kürdçe krizi s10
02
MANŞET
BasHaber
2
SÖYLEŞİ
2 Kasım
- 8 Kasım 2015
Erbil dünya siyasetinin ba
D
ünyanın önemli ülkelerinden Kürdistan Bölgesi’ne siyasetçi, diplomat
ve askeri heyetlerin akını devam
ediyor. IŞİD’in dünyayı tehdit eder bir şekilde
Ortadoğu’da sahneye çıkması ardından süper
güçlerinin bu tehdide karşı sığınabilecekleri
tek liman olarak gördükleri Kürdistan Bölgesi
(KBY) ve başkenti Erbil, dünya diplomasisinin en uğrak yeri olmaya devam ediyor.
Alman Savunma Bakanı Ursula von der
Leyen yıl içerisinde Erbil’e üçüncü ziyaretinde soluğu Peşmerge eğitim kampında alırken,
ABD’li askeri ve siyasi yetkililerin mekik diplomasisi de kesintisiz devam ediyor. IŞİD’e
karşı Uluslararası Koalisyon’un Koordinatörlüğüne ve ABD Başkanı Obama’nın Özel Temsilciliği görevine getirilen Brett McGurk’te
göreve başlar başlamaz soluğu Erbil’de
alırken, Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo
Erbil’in altyapısına katkıda bulunmak üzere
kente geldi. Öte yandan Kürd askeri yetkililer
Avrupa Parlamentosu’nun konuğu olarak
Brüksel’de bir dizi temas gerçekleştirdi.
Öte yandan Bağdat yönetiminin ABD’deki
Teksas Eyalet Mahkemesinde Kürdistan
Petrolünün satışına yönelik itirazının reddedilmesi de Erbil’de sevinçle karşılandı. Teksas
Eyalet mahkemesi, Kürdistan Bölgesi’nin
doğrudan petrol satmasının ününde hiçbir
engelin bulunmadığına karar verdi. Bu kararın ardından Kürd petrolü, ABD veya başka
ülkelere doğrudan satılabilecek.
Kürd-Alman ilişkileri bağımsızlığa
onay işareti mi?
Son yüzyıllık geçmişte Kürdler nezdinde
olumsuz bir imajı bulunan Almanya’nın
KBY ile 2010’da başlayan ticari ilişkileri,
Şansölye Angela Merkel’in 2014 Eylül’ünde
Almanya’nın KBY’ye askeri yardım ve silah
göndereceğini beyan etmesiyle yeni bir
evreye girdi. 2010’da Berlin’in Bağdat’ı es
geçip Erbil’le RWE enerji şirketi üzerinden
Kürdistan’da doğalgaz arama, çıkarma ve
satışının yanı sıra bir dizi ticari anlaşma imzalaması ardından Irak Petrol Bakanlığı buna
tepki göstermiş ve bu anlaşmaları ‘yasadışı’
ilan etmişti. IŞİD’in ortaya çıkması ardından
hem Almanya’da hem de KBY’de Alman askeri uzmanlarının Peşmerge’ye yönelik eğitim
faaliyetleri ve silah yardımları, Savunma
Bakanı Leyen’in üçüncü Erbil ziyaretiyle zirve
yapan KBY ile işbirliği atakları, Almanya’nın
muhtemel Kürd bağımsızlığına göre konum
alma hamleleri olarak da yorumlanıyor. Zira
Peşmerge güçlerine gönderdiği silah ve mühimmat, Almanya’nın 2. Dünya Savaşı’ndan
sonra bir çatışma alanına gönderdiği ilk silah
sevkiyatı olma unvanını taşıyor ve bu karar,
KBY Başkanı Mesud Barzani’nin Leyen ile
görüşmesinden sonraki ortak basın açıklamasında vurguladığı ‘Almanya-KBY ilişkilerinde yeni bir dönemin başladığı’ yönündeki
açıklamasıyla paralel, siyasi ciddiyetiyle
bilinen Almanya’nın Kürdistan’a karşı tarihsel duruşunun değiştiğinin işareti olarak
değerlendiriliyor.
Leyen:
Peşmerge, IŞİD’in heybetini yıktı
Yıl içerisinde Erbil’e üçüncü ziyaretini
gerçekleştiren Almanya Savunma Bakanı
Ursula von der Leyen, Erbil’e iner inmez
yoğun yağmura rağmen soluğu Alman
askeri uzmanlarının eğitim verdiği Peşmerge
Zêrevani Birlikleri eğitim kampında aldı.
Kadın Peşmergeler tarafından karşılanan
Leyen, Peşmergelerin tatbikatını izledikten
sonra konuştu. Peşmerge için gerçekleştirdikleri yardımları artıracaklarını vurgulayan
Leyen, “Peşmerge’nin IŞİD’e karşı verdiği
mücadele azmi takdire şayandır. Bu, yıl
içerisinde Kürdistan’a gerçekleştirdiğim
üçüncü ziyaret ve her gelişimde Peşmerge’nin
daha da profesyonelleştiğini görüyorum”
dedi. Almanya’nın şu ana kadar Peşmerge’ye
Milan anti-tank roketleri dahil 800 ton silah
ve mühimmat yardımında bulunmasının
yanı sıra 4 bin 700 Peşmerge’ye askeri eğitim
desteği verdiği bilgisini paylaşan Leyen, yakın
zamanda Peşmerge’ye yardımlarının üçüncü
aşamasına geçeceklerini söyledi. Peşmerge
güçlerine verilen eğitimleri gözlemlemek ve
Kürdistan Bölgesi’nin ihtiyaçlarını öğrenmek
için Erbil’e geldiğini aktaran Leyen, “Peşmerge, cesurca mücadelesi ile IŞİD’in heybetini
kırmıştır. IŞİD’le mücadelelerinde inandırıcı
olmaları için tüm devletlerin Peşmerge’ye
destek vermesi gereklidir” dedi.
Barzani:
Kürd-Alman kardeşliğinin nişanesi
Ardından KBY Başkanı Mesud Barzani
tarafından kabul edilen Leyen, görüşme
ardından Barzani’yle ortak basın toplantısında bir araya geldi. Basın toplantısında
konuşan Barzani, Leyen’in yıl içerisindeki
üçüncü ziyaretini Kürd-Alman kardeşliğinin
nişanesi olarak tanımlarken, bu kardeşliğin
pekişmesinde Leyen’in kişisel katkısından
övgüyle bahsetti. Almanya’nın Peşmerge’ye
gönderdiği silah yardımlarından dolayı teşekkürlerini ileten Barzani, bu silahların IŞİD’le
karşı savaşta dengenin değişmesine vesile
olduğunu söyledi. Silah yardımlarının yanı
sıra Almanya’nın gönderdiği insani yardımların da takdire şayan olduğunu vurgulayan
Barzani, Almanya’nın çok sayıdaki sığınmacıya kapılarını açan ilk ülkelerden olduğunun
da altını çizdi. Basın açıklamasında Leyen
de KBY ile ilişkilerinin eskiye dayandığını,
IŞİD’e karşı mücadelede KBY ile örnek bir
işbirliği sergilediklerini, bu süreçte iki taraflı
karşılıklı güvenin güçlendiğini ve bu güvenin gelecekteki işbirliklerine iyi bir zemin
oluşturduğunu dile getirerek Almanya’nın
Peşmerge’ye yardımlarının devam edeceğini
belirtti. Peşmerge’nin savaştaki başarılarından övgüyle bahseden Leyen, Almanya’nın
savaş mağdurlarının durumlarının iyileştirilmesi için de büyük çaba sarf ettiğini
ve tüm tarafların bu konuya da el atmaları
gerektiğini söyledi. Barzani ile görüşmesinin
ardından Başbakan Nêçirvan Barzani ile de
bir görüşme gerçekleştiren Leyen, Erbil’e gelmeden önce Bağdat’ta Irak Cumhurbaşkanı
Fuad Masum ve Parlamento Başkanı Selim el
Cuburi ile de görüşmüştü.
McGurk:
Hawice’de Barzani’nin üstün komutası
Erbil’deki diplomasi trafiğinin dikkat çeken
bir diğer ayağı da ABD Başkanı Obama’nın
IŞİD’e karşı savaştaki yeni Özel Temsilcisi
Brett McGurk ziyaretiydi. Aynı zamanda İŞİD
karşıtı Uluslarası Koalisyon’un Koordinatörü
olan McGurk, KBY Başkanı Mesud Barzani
ile görüşmesinde, “Hawice operasyonu Sayın
Barzani’nin üstün komutası ve başarılı planı
sonucu başarıya ulaşmıştır” dedi. Barzani
ile görüşmesinde McGurk, Hawice operasyonunun Başkan Barzani’nin hazırladığı bir
plan olduğunu ve onun üstün komutası ve
doğru yönlendirmesi ile harekatın başarılı bir
şekilde sonuçlandığını söyledi. 21 Ekim’deki
Kürdistan Genel Asayiş’i Parastin’ın, ABD
Özel Kuvvetleri destekli Hawice operasyonu
ardından Pentagon’un bu tür operasyonların devam edeceğini açıklamasının hemen
ardından Kürdistan’a gelen McGurk ve beraberindeki askeri komutanlar KBY Başkanı
Barzani ve güvenlik bürokratlarıyla görüşme
gerçekleştirdi. Başkanı Barzani, görüşmede
Hawice operasyonunun IŞİD’in yenilmezlik
algısına büyük bir darbe vurduğunu, bunun
ABD ile KBY arasındaki işbirliğinin sonucu
olduğunu vurgulayarak, “IŞİD’e ölümcül
darbeler indirebileceğimizi gösterdik” dedi.
İnsanların yaşamını kurtarma ve özgürleştir-
Barzani Hawice’den kurtarılanlarla buluştu
Parastin Anti-terör Gücü’nün ABD Özel
Kuvvetlerinin desteğiyle Hawice’deki IŞİD
hapishanesinden başarılı bir operasyonla kurtardığı 69 Arap esirle bir araya gelen KBY Başkanı Mesud Barzani, etnik veya dini aidiyeti
ne olursa olsun, her insana değer verdiklerini
ve bu operasyonu gerçekleştirmelerinin de bu
anlayışlarının gereği olduğunu söyledi. Arap
aşiret liderlerinin de katıldığı toplantıda Barzani, IŞİD’in tüm inanç ve halkların ortak düşmanı olduğunu, insana saygısı olan herkesin
ona karşı mücadele etmesi gerektiğini belirtti.
Barzani kurtarılan esirlere şöyle seslendi:
“Özgürlük her şeyden daha değerlidir. Yeniden yaşama dönme mutluluğunu gözlerinizden görebiliyorum. İnsanı seven herkes IŞİD’e
karşı mücadele vermelidir. Biz bu görevimizi
yerine getirdik, çünkü en büyük mutluluk
başkaları için de bir şeyler yapabilmektir.
Hepiniz bizim kardeşimizsiniz ve burada
bizim misafirimizsiniz.” Elde ettikleri bazı
istihbaratlar sonucunda IŞİD’in bazı rehineleri
infaz edeceği bilgisine ulaştıklarını ve bunun
önüne geçebilmenin öneminden dolayı bu
operasyonu yapmaya ikna olduklarını belirten
KBY Başkanı Barzani, “Bu operasyon sizi
kurtarmak için yapıldı ve siz IŞİD’in elinden
kurtulan şanslı insanlarsınız. Ama maalesef
bazı Kürd vatandaşlar ile Peşmergeler sizin kadar şanslı değillerdi ve onları savaşta kurban
verdik.” Barzani’nin konuşmasının ardından
kurtarılan rehineler, kendilerini kurtardıkları
için Peşmerge’ye ve ABD askerlerine minnet
duyduklarını ve Barzani şahsında cefakar ve
misafirperver tavırlarından dolayı Kürdistan
halkına teşekkür ettiler.
MANŞET
BasHaber
2 Kasım - 8 Kasım 2015
3
SÖYLEŞİ
aşkenti
menin, kutlu ve büyük bir iş olduğunu
söyleyen Barzani, operasyonda hayatını
kaybeden ABD askerinin insanlığın ortak değerleri için canını verdiğini ifade
ederek, ailesine başsağlığı diledi.
Kürdistan Bölgesi Güvenlik Ajansı
Müsteşarı Mesrur Barzani ve Başkanlık Divanı Başkanı Fuad Hüseyn ile
ABD’nin Bağdat Büyükelçisi Stuart
Jones,’in de hazır bulunduğu görüşmede McGurk ise Barzani’nin Hawice
operasyonundaki rolüne değinerek,
“Başkan Barzani’nin üstün komutası ve
planlamadaki yetkinliği operasyonun
başarısında belirleyici olmuştur” dedi.
McGurk bu tür operasyon ve işbirliklerinin devam edeceğini söyledi.
CENTCOM Komutanı:
Peşmerge büyük başarılara
imza atacak
Yoğun diplomatik görüşmelerin
arasında ABD Merkez Kuvvetler
Komutanlığı (CENTCOM) Komutanı Lloyd Austin, Bağdat Büyükelçisi
Stuart Jones ve Irak’taki üst düzey
ABD askeri yetkilileri ile KBY Genel
Asayiş Müsteşarı Mesrur Barzani,
İçişleri Bakanı Kerim Sincari, vekaleten
Peşmerge Bakanlığı’na atanan Şêrwan
Abdulrehman ve Peşmerge yetkilileri
KBY Başkanlık ofisinde bir toplantı
gerçekleştirdi.
KBY Başkanı Mesud Barzani’nin
de katıldığı toplantıda olası Musul ve
Şengal operasyonu ve hazırlık çalışmaları, Enbar ve Beyci operasyonlarındaki son durum, Peşmerge güçlerinin
savaş ihtiyaçları ve savaşla ilgili birçok
farklı konu masaya yatırıldı. CENTCOM
Komutanı Lloyd Austin, toplantıda
Peşmerge sayesinde IŞİD’e kaşı savaşta
ilerleme sağladıklarını ve bu uğurda
Peşmerge’nin verdiği bedelleri unutmayacaklarını vurgulayarak, Hawice
operasyonunun Peşmerge ile ABD
ordusu arasındaki işbirliğini üst bir
seviyeye taşıdığını ve ileriki zamanlarda
Peşmerge’nin daha büyük başarılara
imza atacağını söyledi. Operasyonel
faaliyetler ve askeri yardımlar noktasında Peşmerge’ye desteklerinin devam
edeceğini de vurgulayan CENTCOM
Komutanı Lloyd Austin’in ardından
konuşan KBY Başkanı Mesud Barzani ise Peşmerge güçleri ile ABD Özel
Kuvvetleri’nin ortaklaşa gerçekleştirdiği
Hawice’deki esir kurtarma operasyonunun IŞİD’de sonun başlangıcı korkusu
saldığını söyledi.
Paris Belediye Başkanı Hidalgo
altyapı için Erbil’de
Erbil’in alt yapı, teknoloji ve çevreci
bir çehre kazanması ve kentsel tecrübelerini Erbil’e aktarmak için bir dizi
görüşmeler gerçekleştirmek için kente
gelen Paris Belediye Başkanı Anne
Hidalgo da KBY Başkanı Mesud Barzani
tarafından kabul edildi. Erbil’in altyapısının uzun vadede geliştirilmesi ve
kent-teknoloji işlevselliğinin hayata geçirilmesi için kendi tecrübelerini Erbil’e
yansıtmayı düşündüklerini belirten
Hidalgo bunun iki kent arasındaki ilişkilerin gelişmesi için olumlu bir adım
olacağını söyledi. Görüşmede Barzani
de, Madam Danielle Mitterand’ı, KürdFransız dostluğuna katkılarından dolayı
anarak, zor zamanda Kürdlere dostluk
elini uzatan Fransa hükümetine de
teşekkürlerini iletti. IŞİD’e karşı savaş
ve bölgedeki gelişmelerin de ele alındığı
görüşmede Barzani ayrıca, Paris-Erbil
arasındaki tecrübe alışverişinin iki halk
arasında dostluk köprüsünün kurulmasına vesile olacağını söyledi.
Derbendi:
KBY, Barzani diplomasinin
meyvelerini topluyor
Diplomatik trafik ve bölgedeki gelişmelerle ilgili BasHaber’in sorularını
yanıtlayan KBY Başkanlığı Genel İlişkiler Sorumlusu Dr. Hamid Derbendi,
Erbil’deki üst düzey diplomasi trafiğinin
şaşılacak bir durum olmadığını, KBY
Başkanı Mesud Barzani’nin yıllardır
gerçekleştirdiği uluslararası diplomatik çalışmalarının meyvesini vermeye
başladığını, krizlere rağmen Erbil’in
dünyanın en önemli diplomasi merkezlerinden biri olmasının da Barzani’nin
uluslararası alanda KBY için ne denli
sağlam bir zemin yarattığının delili olduğunu söyledi. 91’de başlayan sağlam
diplomatik zemin oluşturma hamlelerinin aralıksız devam etmesinin, Almanya
gibi Kürdlere yaklaşımı negatif olan
ülkeleri de ikna olma noktasına getirdi-
ğini belirten Derbendi, şöyle konuştu:
“Sayın Barzani defalarca Almanya
ziyaretleri gerçekleştirdi. Bu ziyaretler
neticesinde 2010 yılı itibariyle Berlin,
Erbil ile ticari ilişki geliştirme noktasına
gelmesine rağmen askeri ve siyasi konularda işbirliği geliştirilemedi. IŞİD’in
Ortadoğu’ya karabasan gibi çökmesi
ve bütün dünya için büyük bir tehlike
oluşturması, ölüm çukuruna giren
Ortadoğu’da yaşam vadeden tek kara
parçası olarak Kürdistan ön plana çıktı.
Bu süreçten sonra KBY’ne karşı mahcup
durumuna düşen dünya devleri, mahcubiyetlerini gidermek için KBY ile derin
ilişki ve işbirlikleri gerçekleştirmeye
başladılar ve Erbil’in bugün dünyanın
en önemli diplomasi merkezlerinden
biri durumuna gelmesi de bu şekilde
olmuştur.”
Ortadoğu’da bıçak sırtındaki dengelerden dolayı KBY ile yoğun işbirliğini
geliştiren Almanya ve ABD gibi devletlerin Kürdistan’ın bağımsızlığını dillendirmeseler de, gidişatın uygun zemin
oluşması durumunda bunu desteklememeleri için hiçbir ekonomik, askeri ve
siyasi gerekçelerinin kalmayacağını gösterdiğini de sözlerine ekleyen Derbendi,
bağımsızlık konusunda temel sıkıntının
Kürd iç barışı olduğunu söyledi.
Peşmerge’den Avrupa atağı:
NATO Kürdistan’da
temsilcilik açsın
Kürdistan’daki diplomasi trafiğinin
yoğunlaştığı bir süreçte bir diplomasi
atağı da Peşmerge’den geldi. Avrupa
Parlamentosu’nun (AP) resmi davetiyle Belçika’nın başkenti Brüksel’e
giden Peşmerge heyeti AP toplantısında Avrupalı devletlerden NATO’nun
Kürdistan’da temsilcilik açmasını ve
Peşmerge’ye doğrudan silah göndermelerini istedi.
Peşmerge Güçleri 70. Birlik Komutanı Şêx Cafer Mistefa ve Giwer-Mexmur
Cephesi Komutanı Sirwan Barzani’nin
de aralarında bulunduğu cephe komutanları heyeti ile görüşme gerçekleştiren Belçikalı yetkililer, Peşmerge’ye
doğrudan silah göndermeyi engelleyen
yasanın değiştirilebileceği mesajını
verdi. AP Parlamentosu’na da hitap
eden Şêx Cafer Mistefa IŞİD’e karşı
daha etkili mücadele yürütmeleri için
gelişmiş silahlara ve kimyasal saldırılara karşı korunmak için gerekli araçlara
ihtiyaç duyduklarını, Bağdat’ın KBY
bütçesini göndermemesinden dolayı
Peşmerge’nin zor şartlarda ve yetersiz
silahlarla IŞİD’e karşı savaşmak zorunda kaldığını söyledi. Guwêr-Mexmur
Cephesi Komutanı Sirwan Barzani
ise Peşmerge’nin ağır silah ihtiyacına
karşılık IŞİD’in elindeki uzun menzilli
top bataryalarını yenilediğini belirterek
AP’den IŞİD’in bu silahları nerden tedarik ettiğini araştırmasını istedi.
Barzani, Paris Belediye
Başkanı Ana Hidalgo ile
Barzani,CENTCOM
Komutanı Lloyd Austin ile
Barzani,Obama’nın Özel
Temsilcisi Brett McGurk ile
Barzani,Almanya Savunma
Bakanı Ursula von der Leyen ile
03
04
MANŞET
1 Kasım’dan Sonra
MESUT YEĞEN
Seçimler üzerine yazıp çizen
kalem erbabının neredeyse ittifakla söylediği şey şu: 7 Haziran
seçimlerinin cevaplaması beklenen
büyük soru HDP’nin barajı aşıp
aşamayacağıyken, 1 Kasım seçimlerinin cevap vereceği büyük soru Ak
Parti’nin mecliste çoğunluğu elde
edip edemeyeceği. Bütünüyle doğru
olmakla birlikte, bu iki soru aynı kalibrede sorular değil. 7 Haziran seçimlerinin “HDP barajı
aşıp aşamayacak mı?” sorusu aslında “AK Parti tek başına anayasa değiştirebilecek çoğunluğa ulaşıp Erdoğan’ı
başkan yapabilecek mi” büyük sorusunun ön sorusuydu.
Ve malum, 7 Haziran bu ilk soruya, etkileri bugün de devam eden ve büyük ihtimalle bu meşum soruyu bir daha
sordurmayacak kadar net bir cevap verdi: Hayır! 1 Kasım
seçimlerinin cevaplaması beklenen “Ak Parti mecliste
çoğunluğu elde edecek mi?” sorusunun ardındaysa ilk
sorunun açılışını yaptığı kalibrede bir soru yok. Sorunun
ardındaki ikinci soru ancak ilki mesabesinde: “Ak Parti
çoğunluğu elde edemezse kiminle koalisyon kuracak ya
da üçüncü bir seçim mi olacak?
Halbuki, naçizane fikrimce Türkiye’nin selametini
gerçekten dert edenlerin 1 Kasım seçimlerini de büyük
bir soruya cevap verir kılmaları gerekiyor. Türkiye’nin
selametini dert edenler, Ak Parti çoğunluğu elde etsin
etmesin, 1 Kasım seçimlerini şu büyük soru etrafında
değerlendirmeliyiz diye düşünüyorum: Türkiye siyaseti,
Türklerle Kürdleri ve sekülerlerle dindarları bir arada yaşatmayı becerebilecek yeni bir sözleşme, yeni bir anayasa
yapabilecek mi?
1 Kasım’ın ardından bu büyük sorunun peşine
düşmek, bu büyük soru etrafında siyaset yapmak yerine,
“hükümette kalır, Erdoğan’ı ve dünyalığımızı kurtarır
mıyız” ya da “restorasyon hükümeti kurup, Erdoğan’ı
yargılar mıyız” sorularının peşine düşülürse, olacak olan
düşük ihtimal bir Ak Parti hükümeti, yüksek ihtimal bir
Ak Parti-MHP koalisyonu olur.
Siyasetin bugünkü atmosferinden bakıldığında gerçekleşmesi en muhtemel görünen bu ihtimallerin her ikisi
de Türkiye’yi bir arada tutacak yeni sözleşmeyi çıkarmak
bir yana, son birkaç ayın kabusunu, büyük ihtimal kısa bir
süre daha devam ettirmekten başka bir netice üretmez.
276 sınırında bir Ak Parti hükümetiyle ya da Ak PartiMHP koalisyonuyla Türkiye’nin meselelerinden kaçıp
dünyalıklarını kurtaracaklarını düşünenler tahminim o ki
çok geçmeden kendi cephelerindeki ihtilafların neticesinde işlerin arzuladıkları gibi gitmediğini görür.
Beri yandan, 1 Kasım seçimleri, beklendiği üzere, bir
Ak Parti hükümeti çıkarmadığı takdirde, “restorasyon
hükümeti kurup, Erdoğan’ı yargılayalım” siyasetinin
peşinde düşme niyetinde olanların da şunu görmesi
gerekiyor: Bu türden bir maksimalist siyasetin zemini
mevcut değil ve “yargılayacağız” motifinde ısrar etmek
Ak Parti-MHP koalisyonunu kolaylaştırmaktan başka bir
sonuç doğurmaz.
Dolayısıyla, Türkiye siyasetinin ana aktörleri 1 Kasım
seçimlerini yukarıda zikrettiğim büyük soru etrafında
değil de “Erdoğan’ı ve dünyalığımızı kurtarır mıyız” ya
da Erdoğan’ı yargılar mıyız” soruları etrafında değerlendirmekte ısrar ederlerse bizi bir tıkanmadan başka bir şey
beklemiyor. Belli ki Türkiye’nin siyasi kompozisyonu ne
ona ne ötekine cevaz veriyor.
Öte yandan, tıkanmadan başka bir netice üretmesi
imkansız görünen bugünkü siyasi kompozisyon, tam da
bu hali itibarıyla Türklerle Kürdleri ve sekülerlerle dindarları bir arada yaşatmayı becerebilecek yeni bir sözleşme yapmanın zemini de kılınabilir. Tabii ki en az iki şeyi,
Türkiye’nin önümüzdeki dönemde 2011-2015 arasındaki
gibi yönetilemeyeceğini ve Erdoğan’ın kaderini siyasetin,
diğer bir deyişle, 2019’daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin belirleyeceğini birlikte kabul edebilirsek.
BasHaber
4
SÖYLEŞİ
2 Kasım
- 8 Kasım 2015
Şengal ve Musul Peş
Ş
Mustafa Turan
engal’de kanton kurma
girişimleri nedeni ile PKK ve
KBY arasında baş gösteren
tartışmalar uzun bir sessizlikten
sonra tekrar alevlendi. Şengal ile
başlayıp Musul’un kurtarılmasıyla
sonuçlanacak IŞİD’e karşı operasyonlar zincirinin hazırlıklarının
yoğun bir şekilde devam ettiği ve
bölgenin Peşmerge tarafından üç
koldan kuşatmaya alındığı bu günlerde Şengal’in kurtarılmasından
pay kapma hamleleri de başladı.
Şengal kent merkezinin yarısından fazlası halen IŞİD işgali altında
bulunurken, geçtiğimiz yıl başında
yapılan operasyonda Eski Şengal
denilen kentin önemli bir bölümü
Peşmerge ve gerilla güçleri tarafından kurtarılmıştı. Peşmerge güçleri
kış bastırmadan kentin kurtarılması için bir süredir bölgeye ağır
silah ve takviye gönderiyor. ABD’li
askeri danışmanların da yakından
izlediği operasyon hazırlıklarının
yakında bitmesi ve IŞİD birliklerinin bölgeden sökülmesi amaçlanıyor.
PKK’nin Peşmerge
Bakanlığı’ndan habersiz kendisine
yakın Ezidi silahlı unsurları ortak
komutanlık adı altında birleştirmesi ve Şengal’de IŞİD’e karşı
saldırılara girişmesi, YPG’nin bu
saldırılar için gönderdiği takviye
birliklerin Kürdistan Bölgesi’ne
geçişinin engellenmesi üzerinden
başlayan tartışmalar ve karşılıklı
suçlamalar huzursuzluklara sebep
oluyor.
Kürdistan Bölgesi’nde son haftalarda yoğunlaşan diplomasi trafiği,
IŞİD’e karşı Kürdistan ve Irak’ta
büyük operasyonların yakında
başlayacağı yorumlarına yol açarken, Şengal’in kurtarılmasından
pay kapma hamleleri de gelişmeye
başladı. Ekim ayında gerçekleşen
Barzani, Müslim, ABD üçlü görüşmesinde Roj Peşmergeleri’nin
Rojava’ya geçişi dahil bir çok
konuda mutabakat sağlanmasına
rağmen Rojava Yönetimi, Peşmergelerin geçişini red etmişti.
Şengal’in kurtarılması için hazırlıkların gündeme gelmesi ve PKK’nin
hazırlıkların tamamlanmasını beklemeden atağa geçmesi ve YPG’nin
takviye güç göndermesinin önüne
geçilmesi ardından karşılıklı sert
açıklamaların yapılmasına sebep
oldu.
Genelkurmay Başkanı
Cemal Mihemed:
PKK’den güç yığmamasını
istedik
Konuyla ilgili BasHaber’e konuşan Peşmerge Bakanlığı Genelkurmay Başkanı General Feriq Cemal
Mihemed, Peşmerge’nin kendi
başına Şengal’i kurtarma operasyonunun gerçekleştireceğini söyledi.
Resmi olarak PKK’den Şengal’e güç
göndermemesini gerektiğini bildirdiklerini vurgulayan Mihemed,
Peşmerge’nin Şengal’in özgürleştirilmesi için gerekli tüm hazırlıkları
yaptığını ve bu hazırlıkların sadece
Peşmerge’nin bu operasyonu gerçekleştireceği bir çerçevede yaptığını söyledi. IŞİD’ten kurtarılan diğer
bölgelerin operasyonlarını yürüten
KBY Başkanı Mesud Barzani’nin
Şengal operasyonunu da yürüteceğini belirten General Feriq Cemal
Mihemed, başka güçlerin Şengal’de
girişimlerde bulunmalarına izin
vermeyeceklerini söyledi.
Ali Awni: Operasyonun
gecikmesinin sebebi PKK
PKK’nin Kürdistan Bölge Yönetimini (KBY) Rojava’dan Şengal’e
göndermek istedikleri güçlere
engel olmakla itham etmesi ardından konuyla ilgili açıklamalarda
bulunan PDK Politbüro Üyesi Ali
Awni, Şengal’i kurtarma operasyonunun PKK’nin tavrından dolayı
geciktiğini, buna rağmen operasyon hazırlıklarının devam ettiğini
ve Peşmerge dışındaki hiçbir gücün
bu operasyona katılmasına izin
verilmeyeceğini söyledi. Musul
operasyonundan önce Şengal’in
kurtarılacağını, ardından Telafer,
Başik ve Behsan gibi bölgelerin
kurtarılmasından sonra Musul
operasyonunun başlayabileceğini
dile getiren Awni, Şengal operasyonunun sadece yeterli derecede
gelişmiş silaha sahip Peşmerge
tarafından gerçekleştirileceğini
belirtti. Şengal operasyonunun
gecikmesinin sebebinin PKK’nin
bölgedeki hamleleri olduğunu savunan Avni, operasyon için destek
sunmak isteyen güçlerin Peşmerge
Bakanlığı nezdinde girişimlerde
bulunarak talepte bulunabileceklerini ama kendini dayatma
girişimlerini kabul etmeyeceklerini
söyledi.
PDK Dış İlişkiler Sorumlusu
Hêmin Hawrami de PKK’nin bu
girişimlerine tepki göstererek
Şengal’de bir grup
peşmerge
YPG’nin Şengal’e takviye güç gönderme girişimini KBY’ye müdahale
olarak değerlendirdi. Roj Peşmergelerinin Rojava’ya geçişine izin
vermeyen YPG’nin Şengal’e takviye
güç göndermeye yeltenmesinin
tezat bir durum olduğunu vurgulayan Hawrami, “Peşmerge’nin
Şengal’de YPG’ye ihtiyacı yok,
onlar Rojava’da kalmalı” dedi.
Kasım Şeşo: PKK basını
kara propaganda yapıyor
Şengal’deki Ezdî Peşmerge
Komutanlarından Kasım Şeşo da
konuyla ilgili yaptığı açıklamada
PKK’ye yakın medya organlarında
ortaya atılan PDK’nin Ezdi halkına
yönelik yardımları engellediği
iddialarına cevap verdi. Bu iddiaların asılsız ve yalan olduğunu dile
getiren Şeşo, bu tür kara propagandayla fitne çıkarılmaya çalışıldığını
ve bu tavırlarının Şengal’in IŞİD’in
elinde kalmasına yol açtığını söyledi. Şeşo şöyle konuştu: “Yayın organlarında PDK’nin Şengal halkına
yapılan yardımları engellediği ve
Ezidilerin PDK’ye karşı silahlandığı
MANŞET
BasHaber
2 Kasım - 8 Kasım 2015
5
SÖYLEŞİ
şmerge namlusunda
bir tutum değil ve Kürdistani çıkarlara zarar veriyor. Peşmerge’nin,
Rojava’dan gelen YPG takviye güçlerinin yolunu kapatmasının sebebi,
yakında başlayacak operasyonun
tekrar sekteye uğramaması için bir
önlemdir. ABD’liler de PKK’nin bu
tutumlarından rahatsızlar ve yakında başlaması muhtemel Şengal’i
kurtarma operasyonunun sekteye
uğramaması için bu tür tutumlarını
terk edip Peşmerge’nin yapacağı
planlama çerçevesinde hareket
etmesini istiyorlar.” dedi.
şeklinde kara propaganda yapılıyor.
Bunlar iftiradır. Tam tersi Şengal’e
koruyan, kollayan PDK’dir. Ben
bizatihi, bir süre önce PKK ve YPG
sorumlularıyla görüşüp onlara fitne
çıkarmaya devam ederseniz sizi
Şengal’den uzaklaştırır ve bir daha
buraya gelmenize müsaade etmem
dedim.”
Kasım Şeşo, KBY Başkanı Mesud
Barzani’nin Şengal’in kurtarılması
için şartlara uygun güçlü bir plan
yaptığını ve operasyon için kendisinden emir beklediklerini de
söyledi.
Nizamettin Taş: Şengal hizbi
çelişkilere feda edilemez
Musul’un kurtarılabilmesi için
öncelikle Şengal’in özgürleştirilmesi
gerektiğinden dolayı Şengal’in kurtarılması için uzun süreden beridir
Peşmerge’nin yoğun bir hazırlık yaptığını bildiren PWD Genel Başkanı
Nizamettin Taş, BasHaber’e PKK’nin
bu operasyon ve hazırlıklarından
haberdar olmasından dolayı hazırlıkların tamamlanmasını beklemeden
göstermelik ataklara girişerek ‘Ben
Şengal’in kurtarılmasına başladım’
imajını yaratmaya çalıştığını ve 10
bine yakın Peşmerge’nin katılımıyla
gerçekleştirilecek asıl operasyondan
sonra kurtarma operasyonunu kendisinin başlatıp sonuçlandırdığı izlenimi yaratmaya çalıştığını söyledi.
Şengal’de operasyon başlattığı ve
Rojava’dan YPG tarafından yapılmak istenen takviyenin Peşmerge
tarafından engellendiği yönündeki PKK suçlamalarıyla ilgili de
konuşan Taş, PKK’nin daha önce
de bu tür davranışlar sergilediğini, Şengal’in çevresinin kurtarılması için operasyon başlatan
Peşmerge’nin hamlesine karşılık
Şengal’in içine doğru sızma girişimleri ile operasyondan kendine pay
çıkarmaya çalıştığını ama aslında
Peşmerge’nin operasyonunu sekteye
uğratması ve kendilerinin birçok
yerde gereksiz kayıplar vermesi
ile sonuçlandığını dile getiren Taş
“PKK, geçmişteki bu davranışlarına
benzer bir hareket içerisindedir ve
yakında başlayacak büyük Şengal operasyonundan kendine pay
çıkarmaya çalışmaktadır. Bu doğru
“Musul operasyonun
ertelenmesinden
Irak ordusu sorumlu”
Şengal’in kurtarılmasının partiler
arası çelişkilere kurban edilemeyecek
kadar önemli olduğunun altını çizen
Nizamettin Taş, Ezidilerin yaşadığı
büyük katliam, göç ve trajedilerden
sonra Şengal’in bu şekilde hizipçi
anlayışa kurban edilemeyeceğini
söyledi. Bu tutumların sergilenmemesi durumunda sayısı 300 cıvarında ifade edilen Gerilla gücünün
de Peşmerge’nin Şengal’i kurtarma
operasyonu kapsamına alınabileceğini, ama gelinen aşamada bunun da
imkansız hale geldiğini belirten Taş,
Şengal’in kurtarılması konusunun
Rojava ve Irak’taki gelişmelerle de
ilişkili olduğunu vurgulayarak şöyle
konuştu: “Ekim ayında KBY Başkanı Mesud Barzani, PYD Eşbaşkanı
Salih Müslim ve ABD’li üst düzey
yetkililerinin Erbil toplantısında Roj
Peşmergeleri’nin Rojava’ya geçişi
dahil bir çok konuda mutabakat
sağlandı ve kararlar alındı. Ama bu
kararlar Kandil’den dündü. Bunun
yanı sıra Şengal’in kurtarılması Musul operasyonu arifesinde yapılması
gereken bir harekat. Şengal’den
sonra Telafer, IŞİD’in ana üslerinden
Kesk ve Musul çevresinin kurtarılması ardından büyük bir operasyonla Musul’un kurtarılması gerekli.
Zincirleme bir şekilde gerçekleşmesi
gereken bu harekatların başlamamasının sebebi Peşmerge’nin değil Irak
ordusunun hazırlıksızlığından kaynaklanıyor. Yüzde 70’i Sünni Arap
3 milyonluk Musul’a Peşmerge’nin
tek başına girmesi Sünniler nezdinde hoş karşılanmayacak bir durum
yaratacaktır. Dolayısıyla IŞİD aşırı
derecede güçten düşmesine rağmen
Irak ordusunun hazır olmaması ve
yine ordunun Şiilerden oluşuyor
olması bu operasyonlar zincirinin
önündeki en büyük engel.”
05
Darbe altında
medya ve seçim
FERHAT KENTEL
Bu yazıyı yazarken seçimlere daha
dört gün var. Kamuoyunu tepeden
tırnağa kontrol altına almaya çalışan
gergin ve geren bir iktidar altında
seçimlere gidiyoruz. Rejimin sözcüleri
ve sözcülerin kalkanları iştahla kendilerinin ve söylemlerinin ne kadar
doğru; muhaliflerin ise ne kadar haksız
olduğunu ispatlamaya çalışıyorlar. Bol
retorik ve devletin sıfır “merhametiyle”
güç gösterisi yapıyorlar...
En çekirdek iktidarın kontrolundaki “sahibinin sesi”
medya; göz yaşartıcı gazla muhalif TV kanalları “kayyumlanırken” (gerçekten çok başarılı bir kamuflaj; altından hiçbir şey
sırıtmıyor!), korktuğu için kafasını başka tarafa çeviren ortanın
medyası ve sesleri iyice kısılan, neredeyse sıfırlanan muhalif
medyadan oluşan bir kamuoyumuz var seçim öncesinde...
Özellikle halkımızın en temel haber alma kaynaklarından
biri olan ve manipülasyon, tanımlama, kategorize etme gibi konularda başka hiçbir yöntemin eline su dökemeyeceği televizyon
kanallarında oluşan mutlak bir dengesizlikle seçime gidiyoruz.
Vesayet rejimi biterken ve darbecilerin artık darbe yapamayacağını düşünürken, toplumun haber alma kanallarının ne
kadar çok çoğaldığını, sırf bu TV kanallarının çokluğunun bile
kamuoyunun kontrolunu imkânsız kılacağını dile getirirdik.
Eskiden TRT binasının kapısına tankı dayayan generalin haber
spikeri olma ihtimalinin, çok kanallı ortamda çok komik bir
seviyeye düşeceği çok barizdi. Onlarca kanalın hangi birine
yetişecekti ki o generaller?
28 Şubat darbesi aslında o imkansızlıktan ötürü, açıktan ve
silahla-sopayla değil, medya vasıtasıyla yapılan bir darbe oldu.
Bu yüzden adına “post-modern” dendi... Yani varolan biçimlerin “ötesine” geçen, klasik üst anlatıları bozan bir darbe...
Bizzat kontrol altına alınmış beyazların desteğiyle yapılmış bir
darbe...
Sağolan büyüyor ve yaşayan görüyor... İlk siyah-beyaz darbelerden sonra imkansız gibi görünen darbelerin hâlâ olabileceğini ve darbecilikte sınır olmayacağını, 28 Şubat’ın renklerini
hatırlayarak düşünmeliydik. Atlamışız...
İşte bugünlere bakınca, darbecilerin nasıl darbe yapabileceklerini öğrenmiş oluyoruz. Ekonomik, siyasal, “hukuki” ve
yaratıcılıkta sınır tanımayan, bilumum şantaj, göz yaşartıcı gaz,
vatan-millet gazı, kullanışlı “aydın” halkaları ile birlikte farklı
kanallara nasıl el konulduğunu görünce, bırakın generali, tek
bir ere bile gerek olmadığını anlıyoruz.
Yani, yarın öbür gün birileri darbe yapacak olursa ve onlara
karşı koyamasak bile, şu anda rejimimizin sahipleri sayesinde
darbenin nasıl olacağı konusunda tecrübe sahibi olacağız.
Peki, böyle bir seçim sonucunda ne olur?
En çok medyayı kontrol edenin etkisi en çok olur. O medyayla yaratılan gündemden çıkan yorumlar ve oylar güçlülerin
gücüyle orantılı olur.
Ama her ne kadar tek bir üst anlatı olmadığı için, çok yönlü, çok odaklı, çok teknikli bir kamuoyu ele geçirme operasyonu
olmuş olsa da, ele geçirilememiş odaklar kalacaktır. Bu odaklar,
egemen olandan uzakta, ancak alternatif kamuoyu mekanizmaları vasıtasıyla kendilerini koruyabilirler. Yani her halükarda,
bir yanda sadece egemen dile maruz kalanlar, diğer tarafta
kendi kendine beslenmeye, nefes almaya çalışan arasında irtibat
sıfır kalır; haber alma hakkından ve özgürlüğünden nasiplenen
kimse de kalmaz ortalıkta...
Aslında bu seçimlerin sonuçları, bir yanda toplumun maruz
kaldığı totaliter medya gücünü; diğer yanda gene aynı toplumun
alternatif yollarla kendi haber alma kanallarının ne kadar güçlü
olduğunu göstermiş olacak.
Ama belki de toplumun esir alınamayan kesimlerinin gücü
sayesinde, 12 Eylül generallerinin mirası olan “koalisyon bize
uygun değil” veciz sözünün anlamsız olduğunu idrak edip, muhabbet eden bir siyasal kültüre doğru küçük bir adım atarız.
Bu alternatif yollar güçlerini koruyabilirse, (Çetin Altan’a
Allah’tan rahmet dileyerek) enseyi karartmamak için daha çok
sebebimiz olacak demektir.
06
SEÇİM
BasHaber
2 Kasım - 8 Kasım 2015
Türkiye seçim sonrasını tartışıyor
Koalisyonda da koalisyon yok!
7
Haziran seçimlerine yoğun seçim kampanyaları ile hazırlanan siyasi partiler
seçim sonrası geçici hükümetle 1 Kasım
seçimlerine gitmeye karar verdiler. Daha seçim takviminin netleşmediği Temmuz ayının
ortasında PKK’nin Kandil’deki kamplarının
bombalanması, YDH’nin çatışmaları şehir
merkezlerine taşıması ve bölgede ilan edilen
sokağa çıkma yasakları ardından oluşan kaosla yeni bir seçime gidildi.
Kaos, çatışma ve belirsizlik ile iç içe biten
erken seçimi değerlendiren siyaset bilimci
yazar ve akademisyenler 7 Haziran seçim
sonuçlarının 1 Kasım’da da değişmeyeceğini,
AKP ve CHP koalisyonun Türkiye’deki havayı
yumuşatabileceğini ifade ediyorlar. AKP yetkilileri koalisyondan kaçmayacaklarını açıklarken CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu
da koalisyona destek vereceklerini ifade etti. 7
Haziran sonrasında kendisine muhalefet rolü
biçen HDP ise gerilim ve şiddetin son bulması
için üzerlerine düşen sorumluluğu almaya
hazır olduklarını açıkladılar. Rezervlerinden
vazgeçeceğini açıklayan MHP’nin tavrına da
değinen analistler MHP’nin AKP ile koalisyon
kurmaya yakın olduğu yönünde değerlendirmeler yapıyor.
Çalışlar: AKP koalisyona razı olacaktır
Türkiye’yi kaldırabilecek koalisyonun
CHP-AKP koalisyonu olabileceğini savunan
gazateci yazar Oral Çalışlar, Türkiye’nin zor
bir süreçten geçtiğini ve seçim ortamının
sabote edilebileceği bir durumun yaşandığını
söyledi. AKP’nin tek başına iktidar olmadığı
seçim sonuçları sonrasında koalisyona razı
olacağını dile getirerek olası seçim tablosu için
de görüşlerini şöyle ifade etti: “7 Haziran’da
bir kez daha deneme fırsatı vardı, bu fırsatı
yeniden yaşıyor. AK Parti, yeniden tek başına
iktidar olabileceğini düşündü ve böyle bir
fırsatı yeniden yakalamaya çalıştı. Olamadığı ortaya çıkarsa koalisyona razı olacaktır.
HDP’nin dolaylı olarak desteklediği CHP’yle
AK Parti arasındaki koalisyonun Türkiye’nin
ihtiyaçlarını karşılayacağını ve Türkiye’nin bu
sorunlarını çözmesinde bir imkân yaratacaktır.”
Ilıcak: Her halükarda
koalisyon denenecektir
Gazeteci yazar Nazlı Ilıcak, AKP’li
Davutoğlu’nun 7 Haziran seçimleri sonrasında
CHP ile koalisyona yakın olduğunu ve CHPAKP koalisyonunu Cumhurbaşkanı tarafından
engellendiğini söyleyen Ilıcak 1 Kasım seçim
sonuçları sonrasında AKP-CHP koalisyonun
kurulma ihtimalinin yüksek olduğunu belirtti.
Seçime giren 4 partinin 7 Haziran seçim
sonuçlarından çok farklı sonuçlar alamayacaklarını de belirten Ilıcak olası seçim sonuçlarını şu cümleler ile ifade etti: “Davutoğlu 7
Haziran’dan sonra bir koalisyona yatkındı;
ama Aksaray doğru bulmadı. Genelde AK
Parti-CHP koalisyonu olabilir diye düşünüyorum. Erdoğan bunu tekrar engellemeye
çalışacaktır. Aşağı yukarı 7 Haziran’la aynı oy
oranı çıkacaktır. Son anketler böyle bir sonuç
veriyor. Her halükarda koalisyon denenecektir. AK Parti-CHP, AK Parti-MHP koalisyonu
da kurulabilir.”
Göktaş: AKP- MHP koalisyonu
ağır basıyor
Gazeteci yazar Kemal Göktaş AKP’nin oy
oranının Ankara Katliamı sonrasında yükseldiğini söyledi. Ankara Katliamı’nın AKP’nin
oy oranına büyük ölçüde etkide bulunacağını
belirten Göktaş, “Ankara patlamasına kadar
AKP’nin oyları yüzde 38 iken, bu patlamanın
ardından ciddi bir yükseliş trendine girdiğini görüyoruz. Bunun çeşitli nedenleri var”
dedi. AKP’nin oy oranının yükselmesi AKP’yi
tek başına iktidar yapmayacağını savunan
Göktaş, 1 Kasım seçim sonrasında AKP-MHP
koalisyonun kurulacağını belirtti. CHP ve
HDP’nin oy oranlarının koalisyon için yeterli
olmadığını aktaran Göktaş seçim sonuçlarına
dair de şunları söyledi: “AKP oylarını arttırsa
da büyük olasılıkla sınırlı vekil çıkaracak, tek
başına iktidar olamayacak. Tek başına iktidar
için gerekecek vekil sayısına ne kadar yaklaşırsa o kadar güçlenecektir. Özellikle MHP’den
alacağı vekil transferleriyle tek başına iktidarı
zorlayacağını düşünüyorum. Bu koalisyon
seçeneği MHP ile olacaktır. Yani bir savaş koalisyonuna doğru gidileceğini düşünüyorum.
AKP’nin, CHP ile bir koalisyonu gündeme getirmeyeceğini düşünüyorum. CHP ve HDP’nin
oylarının ise maalesef koalisyon için yeterli
olamayacağını düşünüyorum.”
Bayramoğlu: HDP’li koalisyon
gündeme gelmeyecek
Gazeteci yazar Ali Bayramoğlu da AKP’siz
bir iktidarın mümkün olamayacağını ya iktidar olacağını ya da iktidarın ortağı olacağını
belirtti. 1 Kasım sonrası için de AKP-CHP koalisyonun doğal olduğunu savunan Bayramoğlu
HDP’siz bir koalisyonun tartışılacağını ifade
etti. MHP’nin tavrının da önemli olduğunu
söyleyen Bayramoğlu, sözlerine şu cümleler
ile son verdi: “AK Parti tek başına iktidarı
kuramazsa da iktidarın ortağı olacaktır. AK
Parti’siz bir Meclis tahayyül etmek doğru değildir. En azından MHP’nin bu tavrı sürdükçe,
HDP ile bir araya gelmekten kaçtıkça böyle bir
ihtimal yoktur. Dolayısıyla HDP’siz bir koalisyon gündeme gelecektir. Yani AK Parti-MHP
ve CHP arasında bir koalisyondur. Bana göre
büyük ve doğal olan koalisyon AK Parti-CHP
koalisyonudur.”
Mert: Türkiye siyasi belirsizliği
devam edecek
Siyaset bilimci yazar Nuray Mert Türkiye’de
görünen net tablonun belirsizlik olduğunu
vurgulayarak 1 Kasım seçim sonuçlarının belirsizlik ortamına son vermeyeceğini açıkladı.
Koalisyon ihtimalinin düşük olduğunu belirten Mert, belirsizliğin tehlike oluşturduğunu
vurguluyor: “Seçimin sonucu ne olursa olsun
Türkiye’deki bu belirsizlik ortamını bitirecek
herhangi bir gelişme görmüyorum. Bu siyasal
kriz devam edecektir. Koalisyon ihtimalini
hala çok düşük görüyorum. Rakamlar bunu
gösteriyor diyenlere verebilecek bir yanıtım
yok. 7 Haziran’da da aynı sorun vardı, o zaman da koalisyonun olamayacağını düşünüyordum.”
Özcan: Türkiye sürprizlere
açık bir ülkedir
Siyaset bilimci ve akademisyen Nihat Ali
Özcan’da 1 Kasım seçim sonucunun siyasi partileri koalisyona zorlayacağını dile getirerek
AKP-CHP koalisyonunu öngördüğünü ifade
etti. Türkiye’nin sürprizlere açık bir ülke olduğunu aktaran Özcan, konu ile ilgili de “1 Kasım seçimlerinin ardından büyük bir ihtimalle
bir koalisyon seçeneği karşımıza çıkacaktır.
Koalisyonun da CHP-AK Parti arasında olabileceğini düşünüyorum. Koalisyonun önünde
hem Türkiye ile ilgili bir takım sorumluluklar
olacak. Cumhurbaşkanı faktörü burada belirleyici olacaktır. Cumhurbaşkanı’nın göstereceği tutum önemlidir. Koalisyonla Türkiye biraz
daha sakin bir dönem geçirecektir” dedi.
Işık: Erdoğan’ın tavrı belirleyecek
AKP ve MHP’nin oy kaybedeceği bir seçim
sonucu ile karşılacağını aktaran gazeteci
yazar Fehmi Işık, HDP ve CHP’nin 7 Haziran
seçim sonuçlarının üzerinde oy alacağını
aktardı. Koalisyon hükümetinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tavrına bağlı olduğunu dile
getiren Işık olası seçim sonuçları sonrasında
oluşabilecek tabloyu şöyle açıkladı: “Erdoğan MHP ile birlikte iktidarı zorlayacaktır.
Batılı ülkeler, iş dünyası ve Türkiye’nin geniş
bir kesimi AKP-CHP koalisyonuna yeşil ışık
yakıyor. AKP-CHP koalisyonu ya da AKP’den
ayrılanlarla birlikte HDP’nin desteklediği bir
koalisyon matematiksel olarak mümkündür.
Bunların birçoğunu Erdoğan’ın tutumu belirleyecektir.”
Başlangıç: Belirsizlik devam edecek
Gazeteci yazar Celal Başlangıç’ta seçim
sonuçlarının Türkiye’deki belirsizliği sona
erdiremeyeceğini ifade ederek meclise giren
4 büyük partinin yakın sonuçlar alacağını
ve en çok oyu alan AKP’nin diğer partiler ile
koalisyon hükümeti kurmayacağını söyledi.
Başlangıç olası bir koalisyon seçeneğinin de
MHP- AKP arasında olabileceğini vurgulayarak, “MHP’nin de katılımıyla MHP-AKP
koalisyonu gündeme gelebilir; bu da Türkiye
için belirsizlikten de öte bir savaş hükümetidir” dedi. Olası AKP-CHP koalisyonun
oluşmasının ya CHP’nin ilkelerinden vazgeçmesi ya da AKP’nin Cumhurbaşkanı’ndan
vazgeçmesi ile mümkün olabileceğini belirten
Başlangıç AKP-CHP koalisyonu için de şunları
söyledi: “Türkiye’deki tekelci burjuvazinin
istediği AKP-CHP koalisyonunun gündeme
gelmesi mümkündür. Bu büyük koalisyonun
kurulması için ya CHP’nin kendi ilkelerinden
vazgeçmesi gerekiyor, ya da AKP’nin Tayyip
Erdoğan’dan vazgeçmesi gerekiyor.”
BasHaber
ROJAVA
2 Kasım - 8 Kasım 2015
07
Rojava’da fırtınaya hazırlık!
K
Mehmet Salih Batırhan
BY ile Rojava’da gündem diplomasi
ve IŞİD operasyonlarına odaklanmış.
ABD Başkanı Barack Obama’nın IŞİD
ile mücadeledeki özel temsilcisi Brett McGurk
ve Almanya Savunma Bakanı Leyen’in Erbil’de
KBY Başkanı Mesud Barzani ile yaptıkları görüşmenin Kürd cephesinde yaşanacak hareketlilik ile ilgili olduğunu gösteriyor. KBY’de aynı
anda hem Musul hem de Şengal’de IŞİD’e karşı
operasyon başlatan Peşmergeler, örgüte büyük
zayiatlar vererek örgütün kimi bağlantı yollarını ele geçirdi. Erbil yoğun bir diplomasi trafiğine sahne olurken, Rojava’daki Kürd güçleri
de Rakka ve Cerablus’a operasyon hazırlıklarını
sürdürüyor. Öte yandan, Rojava’nın Girêspî kasabasının Kobanê’ye bağlanmasından rahatsız
olan Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “gereği yapılacaktır” açıklamasından sonra TSK,
Cerablus operasyonu hazırlığındaki YPG’ye
saldırdı. Bu saldırıyı değerlendiren uzmanlar,
saldırının PYD’ye destek veren ABD ve Rusya
tarafından kabul edilemeyeceğini, Türkiye’nin
PYD ve YPG’yi “terör örgütü” olarak kabul
ettirme girişimlerinin sonuç vermeyeceğini
savunuyor.
“Saldırıların zamanlaması manidar”
Bölgedeki gelişmeleri yakından takip eden
Rus Sputnik ajansı muhabiri Hikmet Durgun
BasHaber’e, TSK’nın Akçakale sınırında yoğun
bir hareketlilik içerisinde olduğunu ve 24-25
Ekim’de YPG’nin Girêspî mevzilerini bombaladığını söyledi. TSK’nın saldırılarını seçim
arifesinde gerçekleşmesinin manidar olduğunu
vurgulayan Durgun, AKP’nin 1 Kasım seçimleri
öncesi milliyetçi oyları devşirmek için bu tür
saldırılar gerçekleştirdiğini iddia etti. Kürd güçlerinin TSK’nın saldırılarına cevap vermediklerini belirten Durgun, Türkiye’ye herhangi bir
saldırının gerçekleşmeyeceğini belirtti.
“Türkiye saldırgan bir tavır sergiliyor”
Olayları yakından takip eden Yakındoğu
ve Taha Haber ajanslarının muhabiri Ferhat
Aktaş da BasHaber’e Türkiye’nin yeni Suriye
politikasını değerlendirdi. Türkiye’nin Kürd
güçlerini radikal İslamcı gruplar üzerinden
tasfiye etmeye çalıştığını ve bunu başaramayınca Kürdlere saldırmaya başladığını belirtti.
Türkiye’nin Suriye politikasının iflas ettiğini
ve kurma hazırlıkları yaptığı “tampon bölge”
ve “uçuşa yasak bölge” stratejisinin çöktüğünü
söyleyen Aktaş, Türkiye’nin Suriye konusunda
yalnızlaştığını ve Türkiye’nin Suriye’de rolünün
kalmadığını söyledi. Türkiye’nin amacının
selefist örgütlerle Suriye’de liderlik yapmak
olduğunu belirten Aktaş, Türkiye’nin saldırgan
bir tavır sergilediğini savundu.
“ABD ve Rusya tepki gösterdi”
Girêspî’nin IŞİD’ten alınmasından hemen
sonra TSK’nın Rojava’ya saldırdığını ve YPG’yi
proveke etmeye çalıştıklarını belirten Xelil,
Kürd güçlerinin TSK’ya cevap vermeyeceğini, 1
Kasım seçimleri ile AKP hükümetinin iktidarı
kaybedeceğini ve onların oyunlarına gelmeyeceklerini dile getirdi. ABD ve Rusya’nın,
Türkiye’nin Kürd güçlerine saldırılarına tepki
gösterdiğini belirten Xelil konu ile ilgili şunları söyledi: “IŞİD’i Kürdler yeniyor. Herkes
Kürdlerin IŞİD’e son vereceklerini düşünüyor.
Bölgeye yeni gelen Rusya’da PYD’ye desteğini
açıkladı. ABD ve Rusya, Kürd güçlerine yapılan
saldırılara tepki gösterdiler.”
Bogdanov: ÖSO ve Kürd güçleri ile
görüştüm
Diğer taraftan Suriye’de operasyonlar
gerçekleştiren Rus yetkililer, Kürd güçleri ve
ÖSO ile görüştüklerini ifade ettiler. Rusya
Dışişleri Bakan Yardımcısı Mihail Bogdanov,
Özgür Suriye Ordusu ve Kürd güçlerinin de
içinde olduğu bir dizi Suriyeli muhalif grupla
görüşme gerçekleştirdiklerini söyledi. Konu ile
ilgili konuşan Bogdanov, “Her gün telefonda
görüşmelerimiz oluyor. Moskova, Paris ve
İstanbul’da da birebir görüşmelerimiz oluyor.
Suriyeli muhaliflerin neredeyse her grubuyla
görüşüyoruz. Ulusal Koordinasyon Komitesi,
Ulusal Koalisyon ve birçok demokratik, çoğulcu
yapı ile görüşmelerimiz oluyor. Doğal olarak
Kürd güçleriyle de görüşüyoruz” dedi. Bogdanov, Viyana’da Suriye gündemli gerçekleştirilen
toplantıya Kürdlerin de katılması gerektiğini
söyledi.
ABD: YPG’ye yardım zor ve karmaşık
ABD Başkanı Barack Obama’nın Özel
Temsilcisi John Allen, bir taraftan Türkiye ile
işbirliği yapıp öte yandan da YPG’ye verdikleri
destekle ilgili, “karşı karşıya kaldığımız en
karmaşık zorluk” ifadelerini kullandı. ABD
Senatosu Dış İlişkiler Komitesi’nin düzenlediği “ABD’nin Ortadoğu Stratejisi” konulu
oturumda konuşan Allen, IŞİD’in bir yılı aşkın
bir süredir devam eden hava saldırılarından
özgürce hareket edebileceği alan bulamadığını
belirtti.
ABD Rojava’ya asker gönderiyor
Rusya’nın Suriye’de rejimi diriltme çabaları
sürerken ABD’nin, IŞİD ile savaş kapsamında
20-30 kişilik özel bir birliği Rojava’ya göndereceği öğrenildi. ABD Başkanı Barack Obama’nın,
IŞİD’le mücadeleyi yoğunlaştırmak için bir dizi
karara imza attığı da belirtiliyor. Obama’nın
onayladığı karara göre, ABD’nin 50’ye yakın
askeri danışmanı IŞİD ile savaşan gruplara yardım etmek ve onları eğitmek üzere Rojava’ya
gönderiliyor.
“Kürdler milli bir strateji izlemeli”
Rusya’nın Suriye’deki, ABD’nin Irak’taki Musul operasyonlarını BasHaber’e değerlendiren
Yrd. Doç. Dr. Ekrem Önen, ABD’nin son 20
yılda Ortadoğu’da aktif bir politika izlediğini ve Kürdler ile ittifak yaptığını, Kürdlerin
tek müttefiki olduğunu belirtti. Kürdlerin
ABD’nin müttefikliğini iyi kullandıklarını ve
Ortadoğu’da yaşanan gelişmeleri iyi izlemeleri
gerektiğini ifade eden Önen, Kürdlerin milli bir
strateji ve siyasete sahip olduğunu vurguladı. Rusya’nın Suriye’deki operasyonlarının
Ortadoğu’da yeni gelişmeleri de beraberinde
getireceğini kaydeden Önen, Kürdlerin yapacakları ittifaklar ile gelişme ve krizleri kendi
lehlerine çevirme şanslarının olduğunu aktardı.
Kobanêli Faysal Mustafa kendini yaktı!
Öte yandan Rojava’da PYD’nin uygulamalarına karşı protesto eylemi yapan bir kişi,
kanton yönetimi binası önünde kendini ateşe
verdi. Faysal Mustafa isimli vatandaşın zorunlu
askerlik kapsamında YPJ’ye alınan kızının
geri verilmesi için bu eylemi gerçekleştirdiğini
söyledi. Vücudunun çeşitli yerlerinde yanık
oluşan Mustafa’nın Malatya Üniversitesi Tıp
Fakültesi’nde tedavi edildiği ve durumunun
ciddi olduğu öğrenildi. Konuyla ilgili YPJ’den
bir açıklama yapılmadı. Faysal Mustafa’nın 2
oğlunun da YPG saflarında olduğu kaydedildi.
“Zorunlu askerlik göçe zorluyor”
Diğer taraftan PYD’ye bağlı asayiş güçleri
Rojava’nın Cezire bölgesinde “zorunlu askerlik”
kanunu adı altında gençleri askere almaya
devam ediyor. Asayiş güçlerinin en son Amûdê
kentinde Berzan Qarno ve Omer Qarno isimli
kardeşleri evden zorla alarak askere götürüldüğü öğrenildi. PYD’ye bağlı asayiş güçlerinin
“zorunlu askerlik kanuna” dikkat çeken ve
Rojava halkının asayiş güçlerine karşı rahatsızlığını aktaran gazeteci Emin, PYD asayiş
güçlerinin Hasekê’nin Geraga, Taxa Xeto, ve
Nasir bölgesinde 150 genci zorla askere aldığını
ifade etti. Cezire bölgesindeki Kürd gençlerinin
zorla askere alınmasının halkın tepkisine neden
olduğunu ifade eden Emin, PYD’nin zorunlu
askerlik ve vergi kanunlarının Kürd halkını
göçe zorladığını vurguladı.
PYD’den çoçuklara ideolojik müfredat
PYD’nin zorunlu askerlik ve komün vergilerinin yanı sıra halka dayattığı ideolojik müfredatı
da tepkiye yol açıyor. Girkê Legê’de protesto
gösterisi yapan aileler Kürdçe’nin yanında
Arapça ve İngilizce eğitimin verilmesini savunarak müfredata tepki gösterdi. Kürdçe eğitimi
takdir eden bazı aileler de eğitimin ideolojik
temellere oturtulduğunu ve PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın ideolojisinin çocuklara dayatılmasına tepki gösterdi. Girkê Legê’deki halk
gösterisi hakkında konuşan Suriye Kürdistan
Demokrat Partisi (PDKS) Kobanê yöneticilerinden Biradost Kemal halkın çocuklarını
okula göndermek istemediklerini söyleyerek,
“PYD’nin hazırladığı müfredat ideolojik. PYD’yi
ve PKK Lideri Öcalan’ın öğretilerini dayatıyor.
Kimi Arap ailelerin çocuklarına da zorla Kürdçe
öğretiliyor. Bu yaklaşım kabul edilemez” diyerek tepki gösterdi.
Öte yandan PYD’ye bağlı asayiş güçleri tarafından Til Temir kasabasındaki Suriye Kürd
Birlik Partisi’nin (PYKS) ofisi kapatıldı. Partilerinin kapatılmasını BasHaber’e değerlendiren
PYKS Til Temir Sorumlusu Behcet Şexo, PYD
asayiş güçlerinin kendilerinden 24 saat içinde
binayı kapatmalarını istediğini söyledi. Behcet
Şexo, asayişin herhangi bir belge ve gerekçe
göstermeden parti binalarını kapatmasına
anlam vermediğini ve hukuksuz bir durum ile
karşı karşıya olduklarını söyledi.
08
SÖYLEŞİ
BasHaber
8
SÖYLEŞİ
2 Kasım
- 8 Kasım 2015
Prof. İlter Turan:
Koalisyon demokrasi kültürünün gereğidir
7 Haziran seçimlerinden 5 ay sonra tekrar
sandık başına gidilecek. Araştırma şirketlerinin
Ekim ayı sonuçlarına göre 1 Kasım seçimlerinde
7 Haziran’da ortaya çıkan tablonun bir benzerinin
çıkacağı yönünde. AKP, CHP, MHP ve HDP’den
oluşan 4 partili Meclis korunacak. AKP’nin yine
birinci parti olacağı ancak tek başına iktidar
olamayacağı beklentisi hakim. Önümüzde
ya AKP-MHP koalisyonu yada CHPMHP koalisyonu görünüyor. Zayıf bir
ihtimal olarak da AKP-CHP koalisyon
Yeter Polat
Koalisyon ne demek? Türkiye koalisyondan neden çekiniyor?
İsterseniz koalisyon ne demek, onu
açıklayarak başlayalım. Koalisyon birbirinden farklı planları ve programları olan
siyasi partilerin birlikte hükümet etme
işine girişmeleri demektir. Böyle bir girişimde tarafların her biri yapmak istediklerinin bir kısmından vazgeçmek, ortağının
yapmak istediği ama kendisinin yapmak
istemediği bazı şeyleri kabul etmek durumundadır. Aslında koalisyon bizim normal yaşamımızda da her zaman yaptığımız
uzlaşmanın siyasi alandaki yansımasıdır.
Dolayısıyla günlük yaşamımızın dışında bir olay değil. Kötü filan da değildir,
tabiidir. Biz siyasi partileri sanki türdeş
örgütlermiş gibi düşünüyoruz ama aslında
partiler de türdeş olmayıp, muhtelif çıkar
gruplarının kurdukları birer koalisyondur.
Bunu hatırlayacak olursak, koalisyonların
doğallığı daha da iyi anlaşılır.
Toplumda koalisyonlardan neden
rahatsızlık duyuluyor sorunuza cevap
vermek gerekirse: Bu Türkiye’nin yaşadığı
bazı kötü yönetim dönemlerinin bıraktığı bir mirastır. Yoksa, düşündüğünüz
zaman Türkiye daha önce de koalisyonlar
gördü. 1961-1965 yılları arasında Türkiye
koalisyonlarla yönetilmişti. İyi ki de koalisyonlarla yönetilmişti; çünkü bir askeri
yönetimden bir sivil yönetime geçişi,
askerin tedricen siyasetten çekilmesini
sağlayan değişen koalisyonlardı.
1974-1980 yılları arasında Milliyetçi
Cephe diye bilinen hükümetler ve 1997
seçimlerinden sonra Türkiye’de göreve
gelen koalisyonlar çok başarılı bir sınav
vermediler. Bu sebeple de koalisyonların
adı kötüye çıktı. Esas itibariyle koalisyonların adının kötüye çıkmış olması, bizatihi
koalisyonun kendisinin kötü olmasından
kaynaklanmıyor. Bir çoğunluk partisinin
tek başına iktidar olması da zaman zaman
çok kötü yönetimler getirebilir. Nitekim
1957-60 yılları arasındaki Menderes
Hükümeti’ni hatırlayacak olursanız, son
derece otoriterliğe yatkın, hoşgörüsüz,
istikrarı koruyamayan, hatta bizzat istikrarsızlığa kaynaklık eden bir hükümetle
karşı karşıyaydık. Sonuç olarak, koalisyonları kötülemek için elimizde ciddi
seçeneği de söz konusu. HDP’nin ise her durumda
muhalefette kalacağına kesin gözü ile bakılmakta.
Partilerin açıklamalarına bakıldığında 2
Kasım’da koalisyon hükümeti kurulacağı nerdeyse kesin gibi. Bu AKP açısından bir dönemin
kapandığının ispatı olsa da ikinci yeni dönemin
koalisyonlara açık bir sisteme geçişin sağlandığı
anlamını taşımakta. Bu yeni koalisyon dönemini
demokrasi ve hukuk alanları ile Kürd meselesinde
yeni bir dönem olarak okumak mümkün olacak
mı? Bu soruyla birlikte Türkiye’de koalisyonlar
bir sebep bulunmuyor. Belli dönemlerde
toplumdaki uzlaşma zemininin zayıflaması, seçim sonuçları ister koalisyonu
gerektirsin, ister tek partinin yönetimini
mümkün kılsın, istikrarsızlığın temelini
oluşturabilir. Bu da bizi “istikrarsızlık
nedir” sorusuna itiyor. Zannediyorum
istikrar dediğimiz olgu aslında yönetenlerin tahmin edilebilir şeyler yapmaları
ve siyaset yarışmasının da belirli sınırlar
içerisinde tutulabilmesidir. Mesela, bu
açıdan baktığınız zaman, şu anda Türkiye’deki tek parti yönetimi olmakla birlikte
siyasi istikrarın olduğunu söylememiz pek
kolay gözükmüyor.
Türkiye’de istikrardan ekonomik
stabilizasyon anlaşılmakta. Ülkenin değişik siyasi eğilimlerinin
bir arada ortak iş yapabilmeleri,
demokratik ihtiyaçlara yanıt
verebilmeleri, dış siyasette ortak
çıkarlar edinilmesi meseleleriyle
ilgisi yok mudur istikrarın? İstikrar ne demek?
Sizin de sorunuzda ifade ettiğiniz gibi
istikrarsızlık, sadece iktisadi konularla
sınırlı kalan bir kavram değildir. İnsanlar
istikrar dedikleri zaman çevredeki gelişmelerin bilinir, tahmin edilir olmasını
istiyorlar. İnsanlar, istikrar dedikleri zaman aslında beklenmedik ve ani değişikliklerle karşılaşmak istemediklerini ifade
ediyorlar. Bu da sadece iktisadi konularla
sınırlı değil. Örneğin, siyasi gücün keyfi
kullanılması da çok büyük bir istikrarsızlık nedenidir. Aynı şekilde dış politikada
beklenmedik maceralara girişmek de
bir istikrarsızlık sebebi olabilir. Bunları
düşündüğünüz zaman istikrarın iktisattan çok daha kapsamlı olduğunu hemen
göreceksiniz.
Değişik siyasi eğilimleri yönetime
yansıtma, bunlar arasında yine
demokratik uzlaşma alışkanlıklarının doğması ve dolayısıyla
siyasal kutuplaşma ve gerginlikleri giderici de bir işlevi olabilir
mi koalisyon hükümetlerinin?
Siyasal uzlaşmazlıkları barışçıl yollardan gidermek de istikrarın gelişmesine
katkıda bulunur. Kutuplaşma ne demek?
Kutuplaşma, ötekilerin sizden çok farklı
ve tek parti hükümetlerinin yaşattığı sonuçlar
karşılaştırıldığında hangisi daha demokratik
hangisi daha otoriter? Olası AKP-MHP-CHP
kombinasyonlarıyla oluşacak koalisyon hükümeti
Kürd meselesinde nasıl bir uzlaşı yakalayacak? Yeni
koalisyon hükümeti Türkiye’nin içinde ve dışında
önemli gelişmeler kaydeden Kürdlerle nasıl bir
siyaset izleyecek?
BasHaber’in sorularını İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Profesörü İlter Turan
yanıtladı.
olması ve birlikte çalışmanızın mümkün
görülmemesi durumudur. Kutuplaşma,
istikrarsızlığa kaynak teşkil eder, çünkü
uzlaşmaz konumda olan kesimler birbiri
üzerinde egemenlik kurmaya çalışarak,
hiçbiri kendi istediğinden ödün vermeden
onu bütün topluma dayatmaya çalışacaktır. Ancak, bu yola gidildiği zaman, otoriterleşme tabii bir sonuç olarak karşınıza
çıkıyor.
Türkiye siyasi yaşamında hakim
anlayışı tarif etmek gerekirse;
“Koalisyon istikrarsızlık getirir.”
Bir diğer alışkanlık her gelen
önce seçim barajını düşüreceğiz
diyor sonra unutuyor bu vaadini.
Bu geleneksel yaklaşımların kaynağında ne var?
Türkiye’de seçimlerde bir ülke barajı
yoktu, bu sonradan getirilen bir uygulama. Bunu getiren de askeri yönetimlerdir.
1980’e kadar çok parçalanmış olan Türk
parti hayatında bir konsolidasyonu teşvik
etmeyi arzulamışlardır. Ancak böyle bir
sonuç ortaya çıkmamıştır. Yüzde 10 barajı
konulduktan sonra da parlamentodaki
parti sayıları 6’ya kadar çıkmıştır. Yüzde
10 barajı başka tuhaflıklar da yaratabiliyor. Partiler yüzde 10’u elde edebilmek
için işbirlikleri oluşturabiliyorlar. Parlamentoya girdikten sonra herkes kendi
yuvasına dönüyor. Esas problem seçim
sisteminden kaynaklanmıyor, siyasetin
çok sayıda bölünmeyi içermesinden ve
bunların uzlaşmayı becerememesinden
kaynaklanıyor. Partilerin lider yenilemekte karşılaştıkları güçlükler de kopmalara
neden olabiliyor. Bu şekilde düşündüğünüz zaman, yüzde 10 barajı sadece yeni
siyasi hareketlerin parlamentoya gidip
gelişmesini engelleyen, eski partilere
ayrıcalık tanıyan, bir anlamda vatandaşın
tercihini saptırarak aslında daha az temsil
edilecek partilere parlamentoda daha çok
imkan sağlayan; özellikle de en çok oyu
alan partilere büyük avantajlar sağlayan
bir sistem. Böyle bir barajın olması kötüdür. Toplumda siyasi yenileşme, sadece
mevcut partilerin kendilerini yenilemesi
değil, aynı zamanda yeni partilerin devreye girmesiyle söz konusu oluyor. Bu partilerin birdenbire çok yüksek oy alması her
zaman mümkün olmayabilir; ama parla-
mentoya girerek oylarını kendilerini tanıtabilir, oylarını arttırabilirler. Toplumdaki
daha az sayıda insanın benimsediği siyasi
tercihlere parlamentoda kendilerini duyurma fırsatı verilmesi, kimsenin dışlanmışlık duygusuna kapılmamasını sağlar ve
esas itibariyle toplumdaki bütünleşmeyi
güçlendirir. Herkes kendi düşüncesini rahatça ifade ederek rekabet edip, kazandığı
oy miktarını temsil edebilmelidir. Böylece
herkesin oyunu sistem içinde oynaması
teşvik edilmiş olacaktır.
Demokrasinin gelişmesi, daha
fazla yayılması ve benimsenmesine koalisyon modellerinin
katkısıyla olduğu savunulmakta.
Türkiye’nin demokratik bir ülke
olduğu ise, daha az demokratik
ülkelerle mukayese edilerek tarif
edilmekte. Koalisyonun tahammül ve hoşgörüyü de geliştirebileceği iddia ediliyor. Daha huzurlu
ve barışçıl bir toplum için bir
yöntem ve araç olarak koalisyon hükümetleri işe yarar mı?
Bu ülkeye huzuru getirebilecek,
gerginlikleri giderebilecek kutuplaşmaya çare olarak görüyor
musunuz koalisyonu?
SÖYLEŞİ
BasHaber
2 Kasım - 8 Kasım 2015
9
SÖYLEŞİ
Koalisyon kurulması ihtiyacı, bir
toplumda siyasi yarışma sonucunda
ortaya çıkan bir durumdur. Sizin
onaylamanız veya onaylamamanıza
bağlı bir şey değildir. O zaman bu
durumdan nasıl bir siyasi çözüm
çıkaracaksınız? İki çözüm var: Ya bir
azınlık hükümeti ya da bir koalisyon hükümeti kurulacak. Azınlık
hükümetinin kurulması, diğer bazı
partilerin azınlık hükümetini kuran
partiye hiç olmazsa güvensizlik oyu
vermemesi yoluyla destek vermesini
gerekli kılmaktadır. Belki önemli
olan partilerimizin koalisyonun
sınırlarını iyi anlamalarıdır. Koalisyon aracılığıyla hiçbir parti kendi
programını tamamen uygulayamaz.
Bu Türkiye’de başka bir sorun da
çıkarıyor. Mesela son koalisyon
görüşmeleri sırasında iktidar partisi
önemli telakki ettiği hiçbir bakanlığı
ortağına vermeyeceğini söyledi. O
zaman baştan koalisyonun kurulamayacağını ilan etmiş oluyorsunuz.
Koalisyon demek yapmak istediğiniz
bazı şeylerden vazgeçmek demektir.
Milli Eğitim’i, İçişleri’ni, Dışişleri’ni
vermem dediğiniz zaman bu koalisyon kurmak için yanlış bir söylemdir.
Olası koalisyon hükümetine
yönelik gelen yaklaşımlar
neredeyse 7 Haziran’dakine
benzer nitelikte. Kürdlerin
olmadığı bir koalisyon Kürd
meselesini çözmeye yeterli
olur mu? HDP dışındaki 3
partinin bu meseleye yaklaşımları neredeyse taban taban zıt. Ne olur Kürd meselesi
nereye evrilir?
Seçim hükümetinde başlangıçta HDP’li bakanlara yer verilmesi
Anayasa’nın emrinden kaynaklanan
bir durumdur, yoksa AK Parti’nin bi-
zatihi arzuladığı bir durum olduğunu
söylememiz mümkün değildir. Bir
seçim olmuştur, bu seçim sonrasında
HDP de önemli oranda oy almıştır
ve parlamentoda temsil hakkını
kazanmıştır. Ancak bu sonuç parlamentodaki diğer partilerin HDP’yle
bir koalisyon görüşmesi yapmasını
zorunlu kılmamaktadır. Bir kere
bunu görmemiz lazım. İkincisi, Türk
siyasetinin şu andaki durumuna
baktığınız zaman şöyle sorunlar var:
MHP, HDP’yle herhangi bir biçimde
işbirliği yapılmasını kabul etmemektedir. Bu, böyledir. AK Parti ise seçim
stratejisini zaten HDP’ye karşı ve
onun barajı aşmaması üzerine oluşturmuştur. Görünen o ki bu konuda
pek başarılı olamamıştır. O zaman
geriye bir tek CHP ve HDP kalıyor.
Bildiğim kadarıyla iki parti arasındaki ilişkiler nezaket çerçevesinde
devam etmektedir; ama ikisi hükümet kuracak bir çoğunluğa ulaşacağa
benzemiyorlar. Koalisyon kurulması
söz konusu olduğunda, MHP’nin
tutumunda bir değişiklik beklemiyorum. AK Parti’nin sadece HDP ile bir
hükümet kurmasını da pek muhtemel
görmüyorum; çünkü neticede AK
Parti, MHP’den oy çalarak çoğunluğunu perçinlemeye çalışmıştır. Dolayısıyla HDP’nin içinde yer alabileceği
bir hükümet ortaklığının kendisini
bir zaafa uğratacağını düşünecektir.
2 Kasım’da Türkiye’yle ilgili
öngörünüz nedir?
Benim şahsi öngörüm yine bir
koalisyon ihtiyacının ortaya çıkmasıdır. Kamuoyu araştırmaları
iktidar partisinin durumunun bıçak
sırtında olduğunu söylüyor. Benim
şahsi tahminim iktidar partisinin
oylarını artıramayacağı istikametindedir. O bakımdan koalisyon ihtiyacı
da olduğu gibi devam edecektir.
Değişen bir şey olacaktır, o da şudur:
Türkiye’yi yeniden seçime sürüklemek kararı Sayın Cumhurbaşkanı’nın
böyle bir seçimde eski partisinin
iktidar olacağı varsayımı üzerine inşa
edilmişti. Bu gerçekleşmeyince Sayın
Cumhurbaşkanı’nın, partisini yönlendirme ve yeni maceralara sürükleme
gücü zayıflayacaktır. En son tahlilde
kişinin kendisi siyasi gücü olmadığı
konularda sürekli ısrar edip, istediğini elde etmesi de mümkün değildir.
Buna karşı da çeşitli siyasi silahlar
vardır.
Büyük koalisyon diye tabir
edilen AKP-CHP koalisyonu
da birçok konuda farklı düşünüyor. Örneğin KYB ve Rojava konularında. Bu koalisyon
hükümeti söz konusu olan
meselelerde ortak bir yaklaşım içerisine girebilir mi?
Kimin hükümet kurduğundan
bağımsız olarak, Türk vatandaşı
Kürdlerin dile getirdiği özlemler
var. Bu özlemlerin görmezlikten
gelinmesi mümkün olmuyor. Birlikte
konuşarak ve uzlaşarak bazı çözümlerin oluşturulması lazımdır. Geçmişte
Çözüm Süreci adı altında yapılan
görüşmelerinde bir anlaşma sağlandı
mı, sağlandıysa hangi konularda,
bunları bilmiyorum, dolayısıyla sıfırdan mı başlanacak, yoksa mevcut bir
çalışma mı esas alınacak kestiremem.
Ama görmezlikten gelinemeyecek
bir dert var. Dış politikaya geldiğiniz
zaman bu politikanın gözden geçirilmesi zaten kimin iktidarda olduğuna
bakılmaksızın önem arz etmektedir.
Bu çerçevede düşündüğünüz zaman
bir koalisyon hükümetinin kurulması, belki böyle bir değişimi gerçekleştirmek için bir fırsat olarak görülebilir. Şu anda Türkiye, Suriye’yle
ilgili görüşmelere davet ediliyor, ama
Türkiye’nin görüşlerini tamamen benimseyen bir ikinci ülke bilmiyorum.
Demek ki, durumu iyi değerlendiremiyoruz.
Koalisyon bir fırsat olarak değerlendirilmelidir. Bu değerlendirme
sırasında hem Suriye’de bir geçişin
nasıl olacağı, hem Suriye ile ilişkilerimiz nasıl olacağı, hem de sınırımızdaki Kürdler, Türkmenlerle ilgili ne
gibi politikalar izleneceği kararlaştıracaktır.
İlker Başbuğ’un yakın zamanda yaptığı bir açıklama
var. 1-2 yıla kadar Kürdistan
kurulacak dedi. Ortadoğu’ya
baktığınız zaman KBY’nin
bağımsızlık talebini nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Sorun, Irak bütünlüğünü koruyabilecek mi, koruyamayacak mı? Irak’ta
olmayacak bir şeyin başka bir yerde
olması mümkün değildir. Görebildiğim kadar Irak’ın bütünlüğünü
bozmak isteyen herhangi bir güç
bulunmamaktadır. ABD, Irak’ı bir
arada tutmaya çalışmaktadır. Rusya
da bunu yapmaktadır. Dolayısıyla
Irak’ta olmayacak bir gelişmenin başka yerde devam etmesinin mümkün
olacağını düşünmüyorum. Muhtelif
ülkeler içerisinde dağılmış Kürdlerin
birleşmesi ve bir bağımsız Kürdistan
özlemini barındıran insanlar var, bu
bir sır değil. Bu hareketin başarılı
olması için sadece bu insanların düşüncelerinin olması yeterli olmuyor.
Tahmin ediyorum o yöndeki girişimler Irak, Türkiye, Suriye ve İran
tarafından çok sert karşılanacaktır.
Dolayısıyla haritanın bu şekilde yeniden şekillenmesini beklemiyorum.
Söyleşinin tamamı
basnews.com’da
09
Kriz sürecek
HAKAN TAHMAZ
Geçen haftaki yazımda Türkiye’nin
içinde bulunduğu geçiş döneminin uzamasına hatta krizin dallanıp budaklanmasına yol
açacak emarelerinden söz etmiştim.
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın
İpek-Koza Holdinge kayyum atanmasıyla
ilgi bir soruya verdiği “…Ancak bir güven
bunalımı yaşandığı için herkesin aklına bir
‘acaba’ kuşkusu doğabiliyor. Bunu da yadırgamamak lazım” yanıt, durumu özetleyen
bir açıklama.
AK Parti’nin 7 Haziran sonrasında 13 yıllık tek parti hükümeti
döneminin ardından koalisyona yanaşmaması diğer üç partinin ise
birlikte koalisyon kurmalarının mümkün olmaması, krizin dışa
vurumu oldu.
1 Kasım seçimleri öncesi bütün partiler, 7 Haziran seçimleri
öncesindeki koalisyondan uzak durma tutumlarını değiştirdiler.
Dört parti de ülkeyi hükümetsiz bırakmamak gerekçesiyle koalisyona yeşil ışık yaktılar, koalisyon şartlarını açıkladılar. Yanlış
politikayı zorda olsa terk ettiler.
AK Parti’nin tek başına hükümet olma olasılığının gerçekleşmemesi durumunda, ya AK Parti, MHP koalisyonu ya da AK
Parti, CHP koalisyonu hayata geçecek. Bir başka üçüncü ihtimal
ise çok fazla olası gözükmüyor. Her durumda kriz sürecek.
Uluslararası siyasal çevreler, TÜSİAD ’ta temsil edilen
sermaye çevreleri AK Parti, CHP ikilisini tercih ediyor görünüyor.
Türkiye’nin normalleşmesini sağlayacak olan ve birçok yanı ile
rayından çıkmış sistemi “yeni yerine” oturtacak bileşim olarak
görülüyor. Küresel güçlerin Ortadoğu politikaları bakımında da
ellerini rahatlatacak olan bu koalisyonda HDP’nin de dışardan/
dolaylı rolü olacağı varsayılıyor.
Ancak, AK Parti’nin, bunu tercih etmesinin oldukça zor olduğu 7 Haziran sonrasında koalisyon tartışmalarında görüldü. Her
iki partinin de geçmişleri ve korumaya çalıştıkları duyarlıkları AK
Parti, CHP koalisyonunu zorlayacağa benziyor.
AK Parti’n tercihi MHP gözüküyor. MHP kadroları da
CHP kadrolarının en azından bir kısmı gibi devlet olanaklarında
yararlanmaya susadıkları için bunun heyecanla gerçekleşmesini
bekliyorlar.
Gerçi geçici seçim hükümetine Tuğrul Türkeş’in monta
edilmesinden kaynaklanan aşılması kolay olmayacak pürüzler
yok değil. AK Parti’nin Kürd politikasındaki güvenlikçi anlayışa
yönelmesi nedeniyle MHP lideri bunları “gördünüz mü bizim dediğimize geldiler veya devleti hükümetsiz bırakmayız gibi” söylemiyle
aşabilir.
Her iki parti arasında Türk milliyetçisi seçmen ekseninde
oy geçişgenliği var. Bu, iki parti arasındaki siyasal rekabeti diri
tutmanın gerekçesi yayılmaya devam ettikçe birçok konu ve alanda
bugüne kadar olanda daha derin sorun ve kriz potansiyelidir.
MHP, seçmenini AK Parti’ye daha fazla kaptırmamak için
daha sert ve katı Türk milliyetçisi politika ve söyleme yönelecek.
Bununla rekabet etmek istemek toplumsal gerilimi ve tansiyonu
yükseltecektir. AK Parti de bunu yapıyor. Bu seçim döneminde
ortaya çıkan doneler bu konuda iyimser olmamızı zorlaştırıyor.
Unutmamalı ki, 2001 ekonomik krizi ardından yapılan 2002
seçimlerinde MHP’nin Meclis dışında kalması nedeniyle AK
Parti’ye büyük oy gitti ve bunların bir kısmı bugüne kadar geriye
dönmedi.
AK Parti, merkez sağı bünyesinde toparlama aşamasında
sürece damgasını vuran bu, Türk milliyetçisi oylar oldu. Zaten ümmetçiliği hamurunda güçlü olarak var olan Türk milliyetçiliği daha
da belirginleşti. Bugün AK Parti liderine yön veren bu damarın
olduğu söylenebilir.
Dönemsel olarak AK Parti’den MHP’ye yönelen bu seçmen
kitlesini partide tutmak için AK Parti de siyasal olarak daha fazla
Türk milliyetçiliğine yaklaştıkça, söylem, eylem ve politikaları
MHP’ye benzeştikçe sorun ve kriz alanları çoğalacaktır. Çözülmüş
gibi görünen sorunlar ve krizler yeniden nüksedecektir. Her iki
partinin birlikte kalıcı çözümlere yönelmeleri imkânsız denebilir.
Son dönemde, iktidarın Türk milliyetçi söylemi tercih etmeleri
rastlantı değil. AK Parti 2014 yılında belirlediği rotasında ilerlemek
için arzusunu terk etmeyecek ve zamanından bir miktar erken
seçimlere gitmenin hazırlıklarını yapacak.
10
HABER
Aydın ve ülke gerçeği
AHMET ÖZER
‘Bilmek sorumluluğu’ etrafında
olan biteni anlamaya çalışırken, yanlış giden şeylere müdahale etmektir.
Aydının dünyayı sadece yorumlayan
değil, aynı zamanda onu değiştirmek
için çaba sarf etmesi de bundandır.
Aydın olmanın namusu bilmeyi
yeterli görmez, müdahaleyi görev
sayar. Bu yanıyla aydın, entelektüelden, uzmandan, bürokrattan ve
akademisyenden ayrılır. Felsefeci M. Gökberk, “Aydının,
toplumu aklın ışığı ile aydınlatmak yolunda eleştiri görevini
yüklenen kişi olduğunu, geleceği biçimlendirmede aydınlara hem görev hem de sorumluluk yüklendiğini” söyler.
Aydın yanlışa müdahalede bulunduğunda egemenlerin
gazabına uğrayabilir. Bu durumda düzen ile çatışması
başlayacaktır. Bu yüzden düzene muhaliftir, egemenlerle
başı derttedir, onun için geri kalmış ülkelerin aydınları
çoğunlukla ya hapiste ya da sürgündedir. Türkiye’de bunca
faili meçhul cinayetlere, zülme “aydınım” diyenlerin sesi
gereğince ve yeterince çıktı mı? Kürd sorunu başta olmak
üzere Türkiye’de de birçok sorunun bunca büyümesinde
yeterli bir aydın direncinin olmamasının payı büyüktür.
Gramsci, “Aydın halkın tutkularını anlamazsa, onunla
arasında duygusal bir bağ kuramazsa, halkla arasında bir
mesafe olursa aydın değildir” der. Çünkü “böyle bir bağ
olmayınca aydınlarla halk arasındaki ilişkiler bürokratik
katı ilişkiler olacaktır. Böylece aydınlar bir kast kuracak ve
halktan kopacaklardır”.
Aydın ile ülke gerçeği hep çatışa gelen iki gerçek
olmuştur. Özellikle çok kültürlü, çok dilli, çok dinli ülkelerde Barres’ın tespit ettiği gibi şöyle düşünenenler vardır:
“Ülkemiz yanlış yapsa da doğru olduğunu düşünmemiz
gerekir” diyerek açıkça yanlıştan yana tavır takınıyorlar.
Hatta bazı “aydınlar” bununla da kalmayıp, düşünce
ve söz özgürlüğünü savunanları “ulus haini” saymaktan
geri durmamışlardır. Sosyolog E. Kongar da, “Bu ülkede
‘hain’ olmak istemiyorsanız, evrensel ölçülere göre aydın
olmaktan vazgeçmeniz gerekir” derken, Türkiye gerçeğini
dile getirmiştir.
Emile Zola, Yahudi Yüzbaşı Dreyfus davasında takındığı tavır ile bugün Fransa’da büyük kutlamalarla anılıyor.
Zola 1895 yılında haksız yere kürek cezasına mahkum edilen Yüzbaşı Dreyfus’un aklanmasını istiyordu. Bu amaçla
ordu ve adalet bünyesinde kurulmuş olan komployu her
türlü riski göze alarak teşhir ediyor, dönemin cumhurbaşkanını hedef alarak itham ediyordu. Komplocular bu yazısından dolayı Zola’yı yargıladılar ve ünlü yazar İngiltere’ye
kaçmak zorunda kaldı. Çok geçmeden gerçek anlaşıldı,
Dreyfus aklandı, Zola ise ünlü “İtham Ediyorum” makalesi
ile yeni bir çağ başlattı ve tarihte yerini aldı. Bir başka
örnek de bir Fransız bilim insanının Fransa’nın Cezayir’e
uyguladığı tavır karşısında sergilediği tutumdur. 20.
yüzyılda uygar Fransa’nın askerleri Cezayirlilere işkence
ederlerken, Paris’te bir hukuk profesörü “Bağımsızlıklarını
isteyen Cezayirlilere işkence eden bir yönetim altında
profesörlük cübbemi giymekten utanıyorum” diyerek, tek
başına bir bilim insanı olarak tarih önünde Fransa’nın namusunu kurtarmıştır. Kimi ülkelerde öyle dönemler olur ki
bir profesör, bir sanatçı, bir yazar bir ulusun onurunu tarih
önünde tek başına yüceltebilir.
Peki Türkiye aydınları ne yapıyor? Bu soruya çok çeşitli yanıtlar almak mümkün. Ama genel olarak görülen tablo
şudur: Yaşanan onca acıya, kana ve gözyaşına rağmen,
birçok “aydın” genellikle susmayı tercih ediyor ya da muktedirlerin davulunu çalıyor. Oysa gerçek aydın tavrı suç ve
suçlar karşısında susmak değil, Zola’nın yaptığı gibi “itham
etmektir.” Savaşa, çatışmaya, anti-demokratik tutuma, tek
adam yönetimine karşı durmaktır.
Savaş, çatışma ve gerginlik insanın moral ve kültürel
değerleri paramparça eder, insanı insan yapan değerleri
ortadan kaldırır. Bu nedenlerle aydın savaşa, çatışmaya ve
anti-demokratik tutuma karşı barış yanlısıdır. Bu da sadece
lafla olmaz.
BasHaber
2 Kasım - 8 Kasım 2015
TBMM’de “bilinmeyen dil” krizi
2
Macit Aslan
011’de açılan Artuklu Üniversitesi Kürd Dili ve Edebiyatı, daha sonra Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Muş
Alparslan Üniversitesi, Bingöl Üniversitesi ve Tunceli
Üniversite’nde açılan Kürdoloji bölümlerinden mezun olan
binlerce Kürdçe öğretmenin ataması yapılmıyor. Konuya ilişkin defalarca basın açıklaması yapan ve atanma umudu olan
öğretmenlerin umutlarının da “çözüm süreci” ile beraber rafa
kalktığı görülüyor.
Kuzey Kürdistan’daki Kürdlerin her zaman gündeme
getirdiği anadilinde eğitim, Kürdçe’nin önündeki engel ve
kısıtlamaların kaldırılmasına yönelik kampanya ve girişimler
engellemelere rağmen devam ediyor. Geçen sene Demokratik
Toplum Kongresi bünyesinde Diyarbakır’ın Sur, Yenişehir,
Şırnak’ın Cizre ilçesinde açılan Kürdçe okullara yenileri
ekleniyor. Geçen sene açılan Kürdçe okulların bir kısmı
devlet tarafından mühürlenirken kimilerine de sınırlamalar
getiriliyor. Son olarak Nusaybin’de açılan Ahmet Beyhan
adlı Kürdçe okulda yasak ve mühürlemelerden nasibini
alarak mühürlendi. HDP Siirt Milletvekili Prof. Dr. Kadri
Yıldırım Kürdçe öğretmenlerin durumuna dikkat çekmek
için TBMM’ye verdiği ilk Kürdçe soru önergesi de reddedildi.
Konuya ilişkin BasHaber’e değerlendirmelerde bulunan Kadri Yıldırım, geçen ay hem Kürdçe öğretmenlerinin mağduriyetine hem de anadilde Kürdçe eğitime dikkat çekmek için
ilk Kürdçe yazılı soru önergesini verdiğini söyledi. Kürdçe
önergenin TBMM’nin Genel Evrak ve Arşiv Bölümü tarafından ilk başta kabul edildiğini ve ilgili bakanlığa gönderilmek
üzere mühür basıldığını ifade eden Yıldırım, “Önergenin
Kürdçe olduğu anlaşılınca apar topar parti grubuna sözlü
olarak ‘Bir şey anlamadık’ gerekçesiyle” iade edildiğini söyledi. Anadilinde eğitimin, Anayasa’nın öğretimi düzenleyen
42’nci Maddesi’ne göre yasak olduğunu dile getiren Yıldırım,
“Bu sadece okullarda Kürdçe’yi yasaklıyor. Şimdi bu maddeyi içeren en büyük dil yasağı aslında Anayasa’nın 3’üncü
Maddesi!nden kaynaklanıyor” değerlendirmesinde bulundu.
AKP’nin Kürdçe’ye çifte standart uyguladığını sözlerine
ekleyen Yıldırım, Mardin Artuklu Üniversitesi Yaşayan Diller
Enstitüsü’nde 5 yıl müdürlük yaptığını ve binlerce öğretmeni
eğitim için hazırladıklarını söyleyerek, öğretmenlerin mağdur edilmesinin kabul edilemeyeceğini belirtti. TBMM’nin
keyfi uygulamalar ile soru önergesini kabul etmediğini
belirten Kadri Yıldırım, “TBMM keyfi bir şekilde Kürdçe soru
önergesini kabul etmedi ve işleme koymadı. Devletin diğer
resmi kurumlarına bağlı TRT Kurdî var. Devletin resmi ajansında Kürdçe yayın var. Birçok yerde Kürdçe bölümler var.
Kürdçe soru önergesi neden olmasın?” diye sordu.
“AKP sahtekârlık yapıyor”
24. Dönem milletvekilliği döneminde Meclis’e Kürdçe
önerge verdiğini, meclis kürsüsünde Kürdçe konuştuğunu
ifade eden HDP Van Milletvekili Adem Özcaner, “Ancak
Kürdçe’nin Meclis tutanaklarına geçirilmediğini söyledi.
Konu ile ilgili “Defalarca Kürdçe üzerine soru önergeleri verdik, Kürdçe konuştuk, mücadele ettik ama bütün bu süreçte
tek bir Kürdçe kelime Meclis tutanaklarına geçmedi. Şimdi
AKP Kürdçe’nin önündeki engellerin kaldırıldığını iddia
Adem Özcaner
Kadri Yıldırım
Halil Aksoy
ediyor, Kürdçe tv, Kürdçe propagandayı biz serbest ettik
diyor. Bu çok büyük bir sahtekârlıktır. Bir soru önergesini
kabul etmiyorsan ve buna rağmen biz serbest ettik diyorsanız
sahtekârlık etmiş olursunuz. Dün Şırnak’ta da Kürdçe eğitim
veren okulun kapısına kilit vurdular, soru önergesini kabul
etmediler, bütün bunlar bir konseptin parçalarıdır” dedi.
“Kürdçe’ye yasak hükmü”
Milletvekillerinin görevlerinin seçmenleri adına, halk
adına halkın talepleri doğrultusunda çalışmalar yapmak
olduğunu söyleyen Özcaner, AKP’nin çalışmalarına izin vermediğini, Meclis’in durması için her şeyi devreye koyduğunu
belirtti. Kadri Yıldırım’ın verdiği soru önergesine de değinen
Özcaner, “Kadri Yıldırım hocanın Kürdçe öğretmenleri
üzerine verdiği Kürdçe önergenin işleme konulmadan iade
edilmesi AKP’nin uygulamaların en önemli örneğini ifade
ediyor. Yine aynı şekilde bundan birkaç ay önce benim,
Kürdçe yayın yapan televizyonlar üzerine verdiğim soru
önergesi de cevapsız bırakıldı. Meclis daha doğrusu devlet,
cevap vermeme gerekçesini ise verdiğimiz önergelerin Kürdçe olması ve yasalara göre Türkçe dışında bir dilin Meclis
yazışmalarında kullanılamayacağı şeklinde ifade ediliyor. Bu
yasalar tekçi zihniyet yasalarıdır. Burada uzun uzun anlatmamın bir manası yok çünkü bu devleti, yasalarını, uygulamalarını bilmeyenimiz yok. Devlet yetkilileri, hükümet yetkilileri
konuşmalarında Kürdlerin haklarını tanıdıklarını, onları
sahiplendiklerini iddia ediyor ama dediğim gibi bu söylemlerin hiçbirinin kıymeti harbiyesi, geçerliliği yoktur” dedi.
“Kürdçe anlaşılmayan dil olarak kabul ediliyor”
HDP Ağrı Eski Milletvekili Halil Aksoy’da Kürdçe’nin
önündeki engel ve yasakların kalkması ve anadilinde eğitimin önünün açılması için TBMM’nin 23. döneminde Milli
Eğitim Bakanı ve Adalet Bakanı’nın cevaplaması için Meclis’e
önerge verdiklerini ve kabul edilmediğini söyledi. Kadri
Yıldırım’ın verdiği Kürdçe önergenin kabul edilmemesine
şaşırmadığını aktaran Aksoy, “Bugün sadece Meclis’te değil
halkın kendi emeği ile kurduğu okullarına da eş zamanlı bir
saldırı durumu söz konusu. Şırnak’ta okulun kapısına mühür
vuruldu. Neden mühürlendi? Çünkü devlet de zorbalıkla,
zalimlikle, öldürmekle bir halkı yok edemeyeceğini biliyor. Bugün anayasal çerçevede sorunlarımızın çözülmesini
istemiyor, Kürdlerin bir statü kazanıp, bu statü çerçevesinde
yapılanmaların önüne geçmek istiyor. İş böyle olunca daha
basit olanı seçiyor, kandırma yolunu deniyor. Şahsi beyanlarla Kürdlerin haklarını tanıyoruz diyor, Kürdlerin gönlünü
hoş tutuyor öte yandan asimilasyonu hızlandırıyor. Kürdçe
okula mühür vurulması, Kürdçe önergeyi ‘anlaşılmayan bir
dil’ olarak değerlendirip işleme koymaması bu çerçevededir”
diye konuştu.
“Rojava ve Güney örnek alınsın”
Türkiye’nin Rojava ve Güney Kürdistan’daki çoğulcu
yaşamı örnek alması gerektiğini belirten Aksoy sözlerine
şöyle devam etti: “Devlet Kürdçe’yi Kürdçe eğitim kurumlarını kendisi için çok büyük bir tehlike olarak algılıyor.
Devlet şunu anlamalı, eğer biz eşit demokratik, özgürlükçü
bir anayasa yapamazsak, yapmaya yanaşılmazsa Kürdler
sonsuza kadar Meclis kapısında beklemeyeceklerdir. Kendi
çözümümüzü geliştiririz. Kendi öz gücümüzle, özerkliğimizi
inşa ederiz. Okullarımızı, derneklerimizi kendimiz kurabiliriz, halkımızla beraber öz gücümüzle bunu yapabiliriz. Bizim
önceliğimiz geniş ölçekte eşit, demokratik özgürlükleri güvenceye alan ve tüm topluma hitap eden bir anayasal çözüm.
Türkiye buna yanaşmazsa Güney Kürdistan ve Rojava’dan
kendisine ders alsın. Sadece Kürdler için değil, bütün haklar
için, bütün renkler için kendisine örnek alsın.”
BasHaber
HABER
2 Kasım - 8 Kasım 2015
HAK-PAR Genel Başkanı Fehmi Demir’in zamansız ölümü
“Kürd siyaseti yiğit bir evladını yitirdi”
H
Adem Özgür
ayatını Kürdlerin hak ve özgürlük mücadelesine adayan ve geçtiğimiz gün geçirdiği bir trafik kazasında
yaşamını yitiren HAK-PAR Genel Başkanı Fehmi
Demir’in kaybı büyük üzüntüye neden oldu. Fehmi Demir 2
Şubat 1957 yılında Konya’nın Cihanbeyli ilçesinin Yeniceoba
(İncow) kasabasında dünyaya geldi. İlkokulu Cihanbeyli’nin
küçük kasabası olan Yeniceoba’da, ortaokul ve liseyi de
Cihanbeyli’de okuduktan sonra Eskişehir Ticari İlimler Akademisi İktisat Fakültesi’nden mezun oldu. Demir, 12 Eylül
1980 askeri darbesinin ağır koşullarına, işkencelere ve Kürd
halkı üzerindeki baskıları protesto etmek için 19 Ocak 1984
tarihinde Diyarbakır Cezaevi’nde bedenini ateşe vererek can
veren Yılmaz Demir’in de kardeşi. Fehmi Demir, üniversite
yıllarından itibaren siyasetle ilgilenmeye başladı ve Eskişehir
Halkevi’nde aktif çalışmalar içerisinde yer aldı. Asırlar önce
Orta Anadolu’nun bozkırlarına sürgün edilen Kürd bir ailenin çocuğu olan Fehmi Demir, Kürdlerin hak ve özgürlükleri
için kesintisiz mücadele etmiş; legal ve illegal alanda siyaset
yapmış birisiydi. 1990-93 yılları arasında faaliyet gösteren
Halkın Emek Partisi’nin (HEP) ve 1991 yılında HEP’in kapatılabileceği ihtimaline karşı kurulan Demokrasi Partisi’nin
(DEP) kurucuları arasındaydı. DEP’te Genel Sekreter Yardımcılığı görevinde bulunan Demir, aynı zamanda Demokrasi ve Değişim Partisi’nin (DDP) kuruluşunda yer aldı. DDP
kapatıldıktan sonra Demokrasi ve Barış Partisi’nin kurucuları arasında da yer alan Demir, 2002’de kurulan HAK-PAR’da
Genel Sekreterlik ve Genel Başkanlık görevini yürüttü. Fehmi
Demir, Kemal Burkay’ın HAK-PAR Genel Başkanlığı görevini
bırakmasının ardından 26 Kasım 2014 yılında yapılan parti
kongresinde genel başkanı seçildi. Demir, görevine başladığı
günden itibaren birçok Kürd kurum, parti ve sivil toplum
örgütleriyle iyi ilişkiler kurarak parti çalışmalarını sürdürüyordu. Fehmi Demir, 1 Kasım seçimlerine parti olarak seçime
girme kararı alan HAK-PAR’ın seçim çalışmaları kapsamında Mersin’de yapılan bir toplantıya gitmek üzere aracı ile
tek başına yola çıktı. 25 Ekim Pazar günü yola çıkan Fehmi
Demir, Mersin’in Tarsus ilçesi, Pozantı mevkiinde geçirdiği
trafik kazası sonucu 58 yaşında hayatını kaybetti. Ankara’da
HAK-PAR Genel Merkezi önünde düzenlenen törenin ardından cenazesi doğduğu kasaba olan Yeniceoba’da defnedilen
Demir’in cenaze törenine Kürdistan’ın dört yanından siyasi
parti temsilcileri, parti liderleri ile yüzlerce kişi katıldı.
Fehmi Demir’in naaşı, kardeşi Yılmaz Demir’in yanına defnedildi. Dava arkadaşları Fehmi Demir’in mücadele ile dolu
hayatını BasHaber Gazetesi’ne anlattı.
Arif Sevinç: Birliği savunuyordu
HAK-PAR Genel Başkan Yardımcısı Arif Sevinç, yıllardan
beri Fehmi Demir’le her partide birlikte çalıştıklarını
ve parti kuruluşlarında aktif roller üstlendiklerini
belirerek,“Kürdler arasında birlik ve beraberliği,
Kürd örgütlerinin birbirlerine yakınlaşmasında ve Kürdlerin haklarını siyasal alanda da
savunacak güçlü örgütlerin kurulması gibi
konularda atılan her adımda mutlaka Fehmi
Demir’in bir emeği vardı” şeklinde konuştu.
Bayram Bozyel:
Bu mücadele için doğmuşlardı
HAK-PAR’ın kurucularından ve
eski genel başkanlarından
Bayram Bozyel, Fehmi’nin
abisi Yılmaz Demir’le aynı
okulda okuduklarını ve
birlikte aynı dönemde cezaevinde kaldıklarını belirtti. Yılmaz
Demir’in mücadeleci bir ruha sahip olduğunu ve hem Fehmi,
hem de Yılmaz’ın bu mücadele için doğmuş ve bu uğurda
hayatını kaybeden yurtseverler olduklarını dile getirdi.
Fehmi Demir’in gençlik yıllarından itibaren bu mücadelenin
içerisinde yer aldığını söyleyen Bozyel, 1990’lı yıllardan itibaren Demir’le birlikte aktif siyaset içerisinde birlikte mücadele
ettiğini ve Demir’in ani ölümünün çok acı olduğunu ifade
etti.
Kemal Burkay: Siyaseti iyi bilen biriydi
Kemal Burkay, Fehmi Demir’in mezarı başında taziye
dileklerini kabul ederken PSK ve HAK-PAR’ın kurucularından siyasetçi yazar Kemal Burkay da Fehmi Demir’i 25
yıldan fazla bir süredir tanıdığını, Demir’in mücadelesini
yürütürken hayatını kaybettiğini ve tıpkı kardeşi Yılmaz
gibi Kürd halkının değerli bir insanı olduğunu dile getirdi.
Fehmi Demir’le çok yakından çalıştıklarını belirten Burkay,
sözlerini şöyle sürdürdü: “Hem PSK’de, hem HAK-PAR’da
başından beri yönetimdeydi, sonra Genel Başkan oldu. Onu
çok erken bir yaşta yitirdik. Yetişkin bir insandı. Ülke ve
dünya siyasetini iyi bilen bir insandı. Fehmi gibi insanlar çok
zor yetişir. Yılmaz’ı da Diyarbakır zindanında kaybetmiştik, o
bizim değerli bir şehidimizdi. Ülkemizin maalesef gerçekleri
böyledir. İnsanlar genç yaşlarda şu veya bu şekilde hayatını
kaybediyor.”
Mesut Tek: Birlikteliğimiz hep devam etti
36 yıl sonra Türkiye’ye dönen PSK Genel Sekreteri Mesud
Tek, de bu kaybın çok büyük bir acı olduğunu ve Fehmi
Demir’in çalışkan, mücadeleci bir insan olduğunu belirtti. 22 yıldır Demir’i tanıdığını belirten Tek, “Fehmi hep
Kürdistan’ın özgürlüğü için mücadele etti. 22 yıldır tanışıyorduk, bu mücadelede birlikte çalıştık. Ben yurtdışındaydım o
buradaydı; fakat birlikteliğimiz hep vardı” dedi.
Semra Günaydın:
“Bağımsız Kürdistan’ı bir gün göreceğiz” derdi
Fehmi Demir’in kız kardeşi Semra Günaydın da ağabeyinden bahsederken, “Ağabeyim dürüst, özü sözü bir olan; karakterli, son derece inançlı, yürüdüğü yolda asla taviz vermeyen, emeği boşa çıksa bile asla pes etmeyen biriydi. Bize göre
dört dörtlüktü. Mücadelesinin uğrunda koşan, her zaman
PSK’nin bayrağını dalgalandırmak isteyen birisiydi.” Fehmi
Demir’in sürekli “Elbette bir gün Kürdistan’ın bağımsızlığını
göreceğiz. Biz görmesek bile çocuklarımız görecektir” dediğini belirten Günaydın, ağabeyi Yılmaz Demir içinse “Çok özel
birisiydi” dedi ve sözlerini şöyle sürdürdü: “Yılmaz çok özel
idi, onu da çok genç yaşta kaybetmiştik. Yılmaz ağabeyimi
kaybettiğimizde ben 15 yaşındaydım, onu asla unutamıyorum. İdealist bir insandı. İnandığı mücadele uğruna
yaşamını yitirdi. Bu Kürd halkı için bir örnek olmalıdır. Onun mücadelesini bırakmayacağız.”
Atilla Kart:
Hep kendi gerçekleri peşinde koştu
CHP eski Konya milletvekili Atilla Kart da arkadaşı ve köylüsü olan Fehmi Demir’le ilgili şunları
söyledi: “Hemşerim, köylüm ve akrabam olan Fehmi,
değerli bir insandı. Zamansız ölümü hepimizi derinden üzdü. Kendi inandığı ilkeler doğrultusunda
gerçekten hiçbir ödün vermeden çalışan ve
üreten birisiydi. Emeğiyle partisini
bir yerlere getiren ve kendi içinde devamlılığı, tutarlılığı olan
politik bir kişiliğe sahipti.”
11
1 Kasım sonrası siyaset
ve Kürd Sorunu
BİLAL SAMBUR
7 Haziran seçim sonuçlarını
kendi parti çıkarıyla uyumlu görmeyen
Ak Parti, 1 Kasım’da tekrar seçim
yapılmasını sağladı. Ak Parti’ye göre,
Türkiye’nin ve kendisinin kaderi ortaktır, bundan dolayı Ak Parti’nin tek
başına iktidar olmasını sağlayacak bir
seçim sonucu, Türkiye’de istikrarı sağlayacaktır. Ak Parti, hiçbir şekilde 1
Kasım sonrasında koalisyon ihtimalini
düşünmeyi bile istememektedir. Ak Parti, 1 Kasım sonrasında
kendisinin tek başına iktidar olduğu hakim parti modelinin
devamının mücadelesini vermektedir. Ak Parti’nin hakim
parti modeline Türkiye’nin evet deyip demeyeceği 1 Kasım
akşamı belli olacaktır.
Mevcut şartlar altında 1 Kasım sonrasında bir koalisyon
hükümetini gerektiren bir siyasi tablonun ortaya çıkması çok
güçlü bir ihtimaldir. Ak Parti, bir koalisyon hükümeti seçeneğini hiçbir şekilde kabul edememektedir. Ak Parti’nin koalisyon hükümeti seçeneğini sindirmesi ve kendisini koalisyona
hazırlaması gerekmektedir 1 Kasım sonrasında Ak Parti’nin
koalisyon hükümetine hayır deme lüksü bulunmaktadır. Ak
Parti kadar diğer siyasi partiler de kendilerini Ak Parti’yle
hükümet durumuna hazırlamalıdırlar. 1 Kasım seçimlerinden
Ak Parti’nin birinci çıkacağını öngörebileceğimiz bir siyasi
tabloda, 7 Haziran sonrası konuşulan Ak Parti’siz hükümet
senaryolarıyla vakit kaybetmeye gerek yoktur.
1 Kasım sonrası koalisyon senaryoları içinde şimdiye kadar tüketilmiş en önemli seçenek Ak Parti-MHP formülüdür.
7 Haziran sonrası Ak Parti, en güçlü koalisyon ortağı olarak
MHP’yi görüyordu. Ancak Ak Parti’nin MHP’yi öne çıkaran
bu tutumu değişmiştir. 1 Kasım sonrasında öne çıkacak en
güçlü formül, Ak Parti-CHP koalisyonudur. 7 haziran sonrasında istikşafi görüşmelerle birbirini keşfeden bu iki partinin
koalisyon için bir araya gelmesi artık daha mümkündür. 1
Kasım, Ak parti-CHP koalisyonuna vize veren seçim olarak
tarihteki yerini alabilir.
Sol ve Kürd hareketini birbirinden ayırmak lazımdır. Sol
oyları kendisinde toplayan Kemalist CHP, ortaya koyduğu
etkili programa rağmen, kitlelerde güven uyandıramamakta
ve şu an için güçlü bir iktidar adayı olmayı başarmış değildir.7
Haziran seçimlerinde sosyal ve siyasal çekim merkezi olmayı
başaran Kürd siyasi hareketi HDP’dir. PKK-devlet çatışması, en çok HDP’ye zarar vermiştir. Çatışmalar olmasaydı
HDP’nin 1 Kasım seçimlerinden daha güçlü çıkacağı şeklinde
bir spekülasyonda bulunabiliriz. HDP, aldığı oy oranıyla
Ak Parti’yle bölgesel iktidar, CHP ile de ana muhalefet
konumu için mücadele etmektedir. Muhtemel bir Ak PartiCHP koalisyonuna HDP’nin bir şekilde destek vereceğini
söyleyebiliriz.7 Haziran sonrasında başlayan çatışmalı süreç,
Suruç-Ankara katliamları, genel merkez dahil olmak üzere
HDP teşkilatlarına yapılan saldırılar, sandık birleştirmeler
gibi olaylara rağmen HDP’nin barajın üstündeki oy oranını
kemikleştirdiği görülmektedir. HDP’nin, 1 Kasım sonrasında
da güçlü bir şekilde siyasette var olacağını söyleyebiliriz.
7 Haziran sonrasında PKK ve devlet arasında başlayan
çatışmalar yoğun olarak sürmektedir. Son gelişmeler ışığında
ortaya çıkan yeni durum, Türkiye ve PYD-YPG arasında fiilen çatışmanın başlamasıdır. PKK-Türkiye ilişkileri çatışmalı
olduğu gibi, Türkiye-PYD ilişkileri de yoğun çatışmalara
gebe bir şekilde ilerlemektedir. Türkiye’nin PYD’yi Fırat’ın
batısına geçirtmeme söylemi, çatışmaların ve gerilimin önümüzdeki günlerde artacağının habercisidir.
Rojava-Türkiye ilişkileri çatışmalı olduğu sürece,
Türkiye’de yeni bir çözüm süreci başlatmak mümkün olmayacaktır. Türkiye, PKK-PYD’nin olmadığı kendi kontrolünde
olacak şekilde Suriye ve Kürd sorununu çözmeyi istemektedir. Türkiye, Rojava ve PYD’nin Rusya ve ABD başta olmak
üzere dünya devletleriyle ilişkiler kurmasını engellemek için
1 Kasım sonrasında yeni politikaları uygulamaya koyacak,
elinde olan kartları kullanacaktır. Türkiye, HDP-PKKPYD’nin olmadığı bir çözüm süreci tasavvurunu oluşturmaya
çalışmaktadır.
12
HABER
BasHaber
SÖYLEŞİ
2 Kasım
- 8 Kasım12
2015
Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi:
Kürd meselesinin bariyeri ifade özgürlüğü
Y
ıllarca, ifade özgürlüğü ilkesini savunma girişimlerinde pek çok farklı
tez ileri sürülmüştür. Bütün bunlar
içinde, ağırlıklı ve en devamlı olanı, ‘ifade
özgürlüğünün gerçeğin keşfine yol açması’
sebebiyle, özellikle değerli olduğu tezidir.
Bu tez, açık tartışmanın, fikirlerin serbestçe
alışverişinin, araştırma özgürlüğünün ve eleştirme özgürlüğünün, gerçeğin araştırılması
sürecinin etkin olarak işlemesi için vazgeçilmez haklar olduğu şeklinde devam eder.
İfadenin, yalnızca insana özgü bir eylem oluşu
ile değil, ayrıca düşünce ve vicdan özgürlüğüyle olan bağlantısı sebebiyle de önemli olduğu
kuşkusuzdur. İletişimin artık zaman ve mekan
boyutlarını adeta sıfırladığı bir süreçte, insanın kendi dışındaki dünyayla olan iletişiminin
tek yolu olan ifadenin bir kat daha önem
kazanması kaçınılmazdır. Ayrıca yöneten-yönetilen ilişkisi bağlamında düşünüldüğünde
bireyin, bugünü ve geleceğine ilişkin olarak
kendi dışında cereyan eden bütün karar alma
süreçlerine katılmasının yegane yolu da, yine
ifadedir. Bireyin artık toplumun bir üyesi olarak değil, kendinden önemli bir varlık olarak
değer kazanıyor olması, önümüzdeki yüzyılın
ekonomik, toplumsal ve özellikle siyasi profilini belirleyecek gibi görünüyor. Dolayısıyla,
belki de ifadeyi bu kadar önemli kılan asıl
husus, onun diğer bütün hak ve özgürlüklerin
kullanılmasının en belirgin vasıtası olmasıdır.
Geçtiğimiz günlerde Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin bir televizyon programında
ifade ettiği ‘PKK terör örgütü değildir’ sözleri
nedeniyle kovuşturmaya uğraması yeniden
Türkiye’de ifade özgürlüğü tartışmalarına
yol açmıştır. 3 yıl “Çözüm Süreci” nedeniyle
kısmen ara verilen ifade özgürlüğü tartışmaları Elçi’nin hukuksuz bir biçimde gözaltına
alınması ve ardından süratle hazırlanan
iddianame ile 7.5 yıla kadar hapis cezası istemiyle ağırlık merkezini bulmuş ve ‘suç’cezasız
bırakılmamıştır. 2009 yılında PKK Lideri
Abdullah Öcalan’a yine bir televizyon programında ‘Sayın’ dediği için 2 yıl 6 ay hapis cezası
verilen Sur Belediyesi Eski Başkanı Abdullah Demirbaş’ın yaşadıklarını hatırlatan bu
olayda, benzer sonuçlara yol açmıştır. Medya
olayı manşetten vermiş sivil toplum kurumları
na alınan 3’üncü baro başkanı olduğunu ise
sözlerine ekliyor.
protesto düzenlemiş sonuç değişmemiştir.
Türkiye’de ifade özgürlüğü yasal olarak güvence altına alınmış olmasına karşılık ne yazık ki
resmi ideoloji ve hükümetlerin politikaları bu
özgürlüğün kullanılması karşısında mahkemeleri, hapishaneleri ve işkenceyi tercih etmekte.
İfade özgürlüğünün önündeki engellerin
kaldırılması gerektiğini söyleyen insanlar bu
cezalandırmaların Türkiye’de birçok sorunun
konuşulması ve çözülmesi önünde engel olduğunu dile getiriyor. Tahir Elçi’de mahkeme
sonrası yaptığı açıklamada bunu dile getirmiş
ve kendisine karşı yapılan uygulamaların haksız olduğunu bunun yanı sıra, yaşadığı olayın
yarattığı toplumsal etkiye vurgu yaparak, bir
tabuyu yıktığını dile getirmişti.
BasHaber’e değerlendirmeler de bulunan
Tahir Elçi, “Türkiye toplumunun geneli bu
meseleyi doğru anlamakta zorluk çekiyor.
Bütün bunlar ifade özgürlüğünün olmamasından” kaynaklandığını söylüyor. 2009
yılında kullandığı bir kelime nedeniyle hapis
cezası alan Abdullah Demirbaş ise, “İnsanlar
PKK’nin terör örgütü olmadığına inanıyorsa
bunu ifade edebilmelidirler. Siz düşüncenin
ifade edilmesini engellerseniz hiçbir şeyi çözemezsiniz” diyor.
“İfade özgürlüğü yaşamsal bir araçtır”
Gözaltına alınma gerekçesinin “Terör
örgütü propagandası” olduğunu bunun
da mantık dışı olduğunu ifade eden Elçi,
PKK’nin hem Türkiye tarafından son 3 yılda
muhatap alınması hem ortaya çıkış nedenleri
ve arkasındaki halk desteği ve uluslararası
güçlerin karşılıklı diyalog çağrıları nedeniyle
bir terör örgütü sayılamayacağını söyledi.
Elçi, “Kimin kafasından ne geçiyorsa bunu
açıkça ifade edebilmeli ki toplumda da doğru
bir algı oluşsun. Ne yazık ki resmi görüşün ve
toplumsal gerçekliğe aykırı siyaset yürüten
kesimlerin ve medyanın oluşturduğu bir algı
var Türkiye’de, bölgede yaşanan çatışmaları,
toplumun beklentilerini öyle bir gerçeklikten
uzak sunmuşlar ki Türkiye toplumuna bugün
meseleyi doğru anlamakta zorluk çekiliyor. Bütün bunlar ifade özgürlüğünün tam
olmamasından kaynaklanıyor. Bu bakımdan
ifade özgürlüğü çok yaşamsal bir araçtır”
diyor. Toplumun tamamının sorunları doğru
anlamasının önünde ifade özgürlüğüne verilen
cezaların olduğunu söyleyen Elçi, kendisine
verilen destekle birlikte toplumun bu yönde
bir beklentisi olduğunun da ortaya çıktığını
belirtiyor. Milyonlarca insanın savunduğu
bir düşünceyi gerçekliğe uygun bir şekilde
dile getirmenin ifade özgürlüğünün bir gereği
olduğunun altını çizen Elçi, “Eğer seni sarsan,
rahatsız eden kavramlara hazır değilsen yaşadığın yerin demokratik olduğunu söylemezsin. Bu ülkede biz demokrasi meselesini tam
çözmedik. 90’lı yıllarda bile bir baro başkanı
bir görüşü veya ifadesi için” tutuklanmadığını
ifade ediyor. Elçi, Türkiye tarihinde gözaltı-
“Kürd meselesi özgürce tartışılmadı”
Türkiye’de belli konularda ifade özgürlüğünün olduğunu ama resmi ideoloji ve hükümet
politikaları konusunda ifade özgürlüğü üzerinde bir baskı olduğunu ifade eden Elçi, “Kürd
meselesi gibi tarihi bir meselenin hala özgürce
tartışılamadığı benim yaşadığım olayla da
ortaya çıkmış oldu. Şüphesiz hala bir dizi tabu
var bu konuda. Terör, terör örgütü, özerklik,
federasyon veya Kürd statüsü gibi bir dizi tabu
niteliğinde kavramlar var. Bütün bunlar ifade
özgürlüğüne aykırı kavramlar olarak niteleniyor. Özellikle PKK ile ilgili onların kabul
etmediği bir ifade kullandığımızda hemen
karşımıza soruşturmalar, yakalama ve tutuklama gibi enstrümanlarla çıkarıyorlar” diyerek
bunun Kürd meselesi önünde bir bariyer
oluşturduğunu söylüyor. Çözüm Süreci’nde
gelinen noktayı da değerlendiren Elçi, sürecin
akıl almaz bir yola girdiğini ama hala umutlu
olduğunu söylüyor. İçinde bulunulan sürecin
daha geriye doğru gidebileceğini düşünmek
bile istemediğini vurguluyor. “Bu saatten sonra Kürd meselesini şiddet, silah ve çatışmayla
sürdürmek mümkün değil ve sürdürülemez.
Ne Kürd toplumu bu süreci benimseyebilir ne
de Türkiye toplumunun tümü bunu kaldırabilir. Dolayısıyla hem Türk hem de Kürd siyasetçilerin daha serinkanlı olmaları ve toplumsal
beklenti ve gerçekliği görmeleri lazım. Etrafımızdaki inanç ve etnik tahammülsüzlük, kin
ve nefretin nasıl sonuçlar ortaya çıkarabileceği
Ortadoğu’da önümüzde duruyor” diyerek
ifade özgürlüğünün burada kilit kavram niteliğinde olduğunu söylüyor.
“Hükümet çelişkili tutum sergiliyor”
Sur Belediyesi eski Başkanı Abdullah
Demirbaş ise, Türkiye’nin düşüncelerini
ifade ettiği için insanları cezalandıran bir
ülke olmaktan çıkması gerektiğini, insanların
düşüncelerini ifade etmekte özgür olması
gerektiğini söylüyor. 21. yüzyılda evrensel
hukuk normlarının şiddet içermeyen bütün
düşüncelerin ifade edilmesini özgür kıldığını
Türkiye’de ise devam eden bir ayıp olduğunu
dile getiren Demirbaş, bu konuda da çelişkili
bir tutum sergilendiğini belirterek, “Burada bir çelişki de var. Bazıları IŞİD bir terör
örgütü değildir tepki hareketidir diyebiliyor
ve bunun için ceza verilmiyor. Ama konu PKK
olunca bu farklı oluyor. İnsanlar PKK’nin
terör örgütü olmadığına inanıyorsa bunu
ifade edebilmelidirler. Siz düşüncenin ifade
edilmesini engellerseniz hiçbir şeyi çözemezsiniz. İnsanlar düşüncelerini ne kadar açık ifade
ederlerse bu sorun o kadar çabuk çözülür,
baskıyla bu sorun çözülmez” diyerek, bu özgürlüğün sağlanması durumunda Türkiye’nin
birçok sorununu çözümünde önünün açılacağını ifade ediyor.
HABER
BasHaber
2 Kasım - 8 Kasım 2015
13
SÖYLEŞİ
13
Seçimlerimiz
SENNUR BAYBUĞA
Ezdi kadınlar Keçên Rojê taburu kurdu
B
Ayşe Yılmaz
inlerce Ezdi Kürd kadınını Şengal’de kaçıran ve bölgedeki on binlerce insanın göçertilmesine neden olan
IŞİD’e karşı Ezdi kadınlar direniş saflarına katılıyor. Bu
bağlamda kurulan Keçên Rojê kadın taburuna çok sayıda Ezdi
kadın katılarak, askeri eğitime başladı. Daha önce yaptıkları
operasyonlar ile IŞİD’in elindeki Ezidi kadınları kurtaran
özel Peşmerge birlikleri şimdi de IŞİD’i bölgeden tamamen
çıkarmak için kapsamlı bir operasyon yürütüyor. Bölgedeki
Peşmerge Komutanları IŞİD’in zor durumda olduğunun altını
çizerek zaferin yakın olduğunu ifade etti. Peşmerge güçlerinin
yanı sıra IŞİD’in kaçırdığı ve operasyonlar sonucu kurtarılan
Ezdi Kadınlar Peşmerge içinde askeri örgütlenmeye giderek
“Keçên Rojê / Güneşin Kızları Taburu’nu” kurdu. Şengal
Operasyonu’na aktif katıldıkları öğrenilen Lîva Keçên Rojê
kadın Peşmergelerinin IŞİD’in korkulu rüyası oldukları öğrenildi. Kobanê’de IŞID ile mücadelede ön plana çıkan Rojava’daki Kürd kadın güçlerinin başarılı mücadelelerinin Şengal
operasyonunda tekrarlanacağı konuşuluyor. IŞİD’in geçen yıl 3
Ağustos’ta Şengal’i ele geçirmesi ardından Ezdi kadınları askeri eğitim alarak bir tabur kurdu. Peşmerge bünyesinde eğitim
alan ve aktif bir şekilde savaşa katılması beklenen kadın taburu
IŞİD’e karşı yürütülen operasyonlara katılacak. IŞİD’in 2014
yılının Ağustos ayında Şengal’e saldırısı sırasında 3 bine yakın
Ezdi kadını kaçırılmıştı. İŞİD’den kaçıp kurtulan kadınların da
içinde yer aldığı Güneşin Kızları Taburu, hem kendi topraklarını koruyacak hem de IŞİD’e karşı mücadele edecek. KBY’de
IŞİD’e karşı silahlanan ve askeri örgütlenmesini gerçekleştiren
Ezdi kadınların oluşturduğu “Güneşin Kızları Komutanlığı”
Zerevani Peşmerge Komutanlığı bünyesinde askeri eğitim
alıyor. 420 Ezdi kadından oluşan bu taburun dışında ilk Peşmerge kadın taburu daha olduğu ifade ediliyor. 2014 yılında
IŞİD’in Şengal’e düzenlediği saldırıda yakınları katledilen,
kaçırılan kadınların Peşmerge Bakanlığı’na başvurarak asker
olmak istedikleri bildirilmişti. Başvuruyu değerlendiren
Peşmerge Bakanlığı, Ezdi bölgelerinin korunması için kadınlardan oluşan bir birliğin kurulmasına karar vererek, “Keçên
Rojê Taburu’nu” oluşturdu. Aralarında IŞİD’in elinden kaçıp
kurtulmuş kadınların da bulunduğu yaşları 18 ile 30 arasında
değişen 420 kadın bir an önce IŞİD’e karşı yürütülen operasyonlarda yer almak istiyor. Henüz askeri eğitimilerine devam
eden kadınlara, şimdilik zinde kalma, zor arazi şartlarında
ilerleme ve yakın dövüş ile öz savunma eğitimleri veriliyor.
Bu eğitimlerini tamamlayan kadınlara ardından silahlı eğitim
verilecek.
“Kendi topraklarımızı ancak biz koruyabiliriz”
Geçtiğimiz yıl 3 Ağustos’ta IŞİD’in Şengal’e saldırmasıyla
beraber büyük bir insani krizin yaşandığını kaydeden Keçên
Rojên’in kurucusu komutan Xatê Xidir, kendisinin de Şengal
Dağı’nda 10 gün mahsur kaldıktan sonra kurtulduğunu
belirterek, mahsur kaldığı dönemde çaresiz kalan Ezdileri
korumaya karar verdiğini aktarıyor. Şengal’de IŞİD’in yaşattığı
zulme tanık olan Xidir, örgütün saldırısının ardından yaklaşık
6 bin Ezdi’nin Peşmerge olmayı istediğini ifade ederek, “Kendi
toprağımızı ancak biz koruyabiliriz ve uğrunda ölebiliriz” dedi.
Kaçırılan kadınların silah kullanmayı bilmedikleri için kaçma
fırsatı bulsalar da kaçamadıklarına işaret eden Xidir, “Kadınlarımız silah kullanmayı bilseydiler daha erken kurtulurlardı.
Bu nedenle biz de kararımızı verdik ve cephede savaşabilecek
kadar eğitim almak istediklerini” söyledi.
Aralarında IŞİD’din elinden kurtulan kadınlar da var
Xatê Xidir, kendilerini savunmaları gerektiğine işaret ederek, “Kendi toprağımızı ve şerefimizi korumalıyız. Ve dünyanın
her yerinde erkeklerin yapabildiği işleri kadınların da yapabildiğini göstermeliyiz” diye konuştu. Oluşturulan taburda,
IŞİD’in elinden kurtulmayı başaran kadınlarında yer aldığına
dikkat çeken Xidir, bu kadınlar için geçirdikleri travmadan
kaynaklı psiko-sosyal destek verildiğini sözlerine ekledi. Öte
yandan Parastin Peşmerge Güçleri’ne bağlı birliklerin düzenlediği operasyonlarda kurtardıkları Ezidi kadınların Peşmerge
Birliği’nde yer aldıkları öğrenildi.
“IŞİD’in korkulu rüyası olacağız”
Eğitimlerinin ardından Şengal’in kurtarılmasında ve korunmasında görev almak istediklerinin altını çizen Xidir, “Birliğimizin adı ‘Güneşin Kızları Komutanlığı’dır. Karanlığa gömülen
topraklarımızı aydınlatmak, güneş gibi doğmak istiyoruz.
Eğitimlerimizi sorunsuz tamamladığımız zaman IŞİD’in korkulu rüyası olacağız. Bütün kardeşlerimizin intikamını alacağız.
Bir daha aynı şeylerin yaşanmaması için elimizden ne geliyorsa
yapacağız” şeklinde konuştu. Güneşin Kızları Taburu’nda yer
alan 23 yaşındaki Najwa ise Güneşin Kızları’na katılmasını,
“Şengal’de kadınlarımızın kaçırılması, satılması, tecavüze
uğraması ve öldürülmesi karşısında sorumluluk üstlendik ve
bir şeyler yapmaya karar verdik” diye belirtiyor.
AB’ye destek çağrısı
Geçtiğimiz günlerde Peşmerge Komutanlarından bir heyet
Belçika’da bulunan Avrupa Parlamentosu’nu ziyaret etmişti.
Heyet içinde bulunan Güneşin Kızları Komutanı, “Hem bir
komutan hem de Ezdi bir Kürd kadını olarak mesajımı, Ezdi
ve tüm Kürd kadınları için Avrupa’ya ulaştırmak istiyorum.
Peşmerge’ye silahları ve destekleriyle yardımcı olsunlar”
diyerek çağrıda bulunmuştu. Güneşin Kızları Taburu Komutanı sözlerini şöyle sürdürdü: “Kürdistan Bölgesi’ne ve Başkan
Mesud Barzani’ye biz Ezdi kadınlara Peşmerge olma ve topraklarını koruma şansı verdiği için teşekkür ediyoruz.”
Epeyce bir zamandır, siyasetimizin dili, siyasetimizin bize vaat ettiği
yarın düşü, siyasetimizin yarattığı
genç insan neşesini kaybetti. İki gün
sonra seçimlere gireceğiz, bir partinin
tek başına iktidar olup olmayacağını
tartışıyoruz, bir partinin tek başına
iktidar olup, bu parti ile bağını koparmamış başımızda cumhurbaşkanı
olarak bulunan şahsın da başkan
olup olmayacağını. Herkes kendisi için, çocukları için güzel
yarını düşler, gençler kendileri için ne olduğunu tam da
tanımlayamadıkları ‘güzel’ yarını düşler, iyi gençler bu yarını
herkes için düşler. Tahayyülü günden güne değişen soyut
bir yarın kavramı hep olsa da esas olarak değişmeyen şey
güzel olduğu ile ilgilidir. Peki bizim yarınımızı güzel yapacak
olan şey nedir. İktidara gelmemiz mi, muktedirin gitmesi
mi, savaşın son bulması mı, ölülerimizin yerlerinde rahat
uyuması mı, artık kimsenin ölmemesi mi, bu ülkede herkesin
eşit yurttaşlık temelinde, birbirinden korkmadan ve nefret
etmeden ekonomik pastadan eşitçe pay alarak yaşamaları
mı. Öç almak mı, ölenlerin hesabını sormak mı, nasıl soracağını kimsenin bize açıkça söylemediği bir hesabın peşine
düşmek mi, kendi yanlışlarımızın hesabını da aynı koşullarda
eşit yargılama koşullarında vermek mi. Adliye basarak, adil
yargılama yapmıyor diye yargı organlarına saldırmak mı,
yoksa kendimizi için temenni ettiğimiz yaşama ve yargılanma
hakkını onlar için de istemek mi.Kendileri gibi düşünmediğimiz için yıllarca yediğimiz dayakların, yattığımız hapislerin
‘hesabını’ onlara da aynısı yaparak sormak mı, yoksa bizim
de çocuklarımız için düşünü kurarak göze aldığımız onca
acıyı kimse yaşamasın artık diye, sağlam temellere dayalı bir
sistem kurarak, bu sisteme mağduru faili ikna ederek, hadi
bu bahçede artık birlikte konuşarak kavga edelim sadece
diyebilmek mi. Düşüncelerimize tahammül etmeyen ‘faşime’
karşı, taahammülsüzce, genç kızların dağıttığı seçim broşürlerini üzerinde yeşil haki kabanla yere atıp üzerine basan
genç kıza, sen yanlış yapıyorsun, istediğimiz bu değil bizim
deme cesaretini göstermek mi. Bir ‘diktatörü’ devirmek için
oylarına muhtaç olduğunuz çok açıkça belli olan Kürdleri,
sadece bunun için değil örneği 8 eylül gecesi yağmalanan
dükkanlarında işyerlerinde, dağıtılan parti binalarında sessizce izlemek mi, iki hafta sonra ortalık sakinleşince tekrar
yanlarına gidip seçim fotoğraflarında poz vermek mi.
Ve örneğin %15 i bulmasını umud ettiğimiz oy oranımızla %85 lik bir kısmı gür çıkan sesimizle yeni bir tahakküme biz böyle istiyoruz en doğrusu budur diye mahkum
etmek mi.
Kadını, erkeği, genci, yaşlıyı ya da komşumuzu,
oluşundan çok bizim istediğimiz gibi olmuş mu diye mizan
terazisinde tartarak, herkese yoldaş dediğimiz yeni bir
ülke yaratmak mı. Toplantı salonlarında ayağa kalkmadan
konuşan herkese 21.yüzyılda saygısız demek mi. Erkek
tacizine uğrayan her kadına önce neden sen diye sormak,
hadi sormadın içinden bunu düşünerek geçirmek mi. Mesela
bir kitle partisinde tornadan çıkmış gibi herkesin aynı şeyleri
söylemesini bekleyerek, liberal olduğunu ısrarla söyleyen bir
arkadaşı, bir diğerine tekrar yoldaş demeye, stalini övmeye
zorlamak yoksa bakışlarıyla öldürmek mi.
İki gün sonra seçimler olacak ve herkes neredeyse
biliyorum ki aynı ruh hali içinde, kavganın bir tarafı, öldürmenin öldürülmenin bir tarafı, iktidarın iktidar karşısında
olmanın bir tarafı olarak, ama genelde aynı öfke ile oy
kullanacak. Gördüğüm kimsenin pembe düşleri için oy
kullanmıyor olacağı. Hepimiz bir hırsın bir öfkenin peşinde
oy kullanacağız, kimin ne düşündüğü elbette beni ilgilendiriyor ama ülkenin geldiği psikolojik ortam itibarı ile biz
bu ülkenin ruhuna yeni bir bahar ekmedikçe seçimi herkes
kazanacak ama herkes de kaybedecek gibi görünüyor. Oylar
nasıl dağılırsa dağılsın, yüksek siyasetin kavgasız bir koalisyona ihtiyacı var, aşağıdaki parçalanma, bölünme git gide
atomize olma halini, ekonomik geleceğimizi hiçe sayarak
söylüyorum, bir koalisyon dili dışında kimse toparlayamaz.
Bu kavga bitmeli.
14
YAŞAM
BasHaber
SÖYLEŞİ
2 Kasım
- 8 Kasım14
2015
Suriçi’ne, surdışına gitmek!
S
Öztekin Çaçan
uriçi Amed’in en fakir, en eski mahallesidir. Küçük odaların avluya açıldığı
evlerle dolu olduğu için “ev” kiralamanıza gerek yoktur. Bir oda kiralarsınız olur
biter. Çoluk, çocuk avluda, kapıya yakın ortak
tuvalette hacet giderir, iç içe yaşayıp gidersiniz
komşularınızla. İşçi semtidir Suriçi. Melik Ahmet, Balıkçılar, Dörtyol’daki dükkânların çoğu
çalışanı buralarda oturur. Birde “lümpen proletarya” kırıklar. Her türlü “pisliğe” bulaşmak
çok kolaydır buralarda. Atmacalar kaparlar,
bir boş bıraktın mı kendini ucunun nereye
çıkacağı belli olmaz. Babamın dediği gibi “her
bela, her melanet fukarayı bulur” buralarda.
”Suriçi kimin dimağında ne anlama gelir,
kimin düşüncesinde nereye oturur bilmem.
Benim için kadim sokakların, tarihi yapıların,
kara taşın adıdır Suriçi. Yani Amed’in kalbi
bu sokaklardadır. Son zamanlarda yaşanan
olaylar, kim haklı kim haksız benim derdim
değil bu gün. Olan bitenin ve olacakların bana
yansımaları, duygusal ve gerçekçi sonuçları ile
cebelleşiyorum artık.
“Suriçi’ne nefes ver” kampanyası çerçevesinde uğradım oradaki dostlarıma. Sokaklar
ve insanlar, her yer tarumar. “Dört gün
dükkânımı açamadım” diyor bir kuyumcu.
“İçerisi mal dolu, biri girse, alsa kim vurduya gidecekti” diyor o da haklı kendince.
Eczacı arkadaşım da aynı dertten muzdarip,
onaylarcasına “yani” diyor. Bir diğeri “Abi her
Yayın Yönetmeni - Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:
Faysal Dağlı
Editör: Yeter Polat
yeri taramışlar cami, mami bırakmamışlar,
olur mu böyle saygısızlık”diyor. Ee istesek de
istemesek de savaş bu. Eskiden uzaklarda,
dağlarda olan bugün şehirlerde yaşanmaya
başlamış. Başlamış da nasıl başlamış? “Bu
dört gün boyunca Ulu Cami’de ezan okundu
mu” diye soruyorum, “okunmadı, okundu”
vb. sözcüklerle geçiştiriliyor. “Okunmamıştır”
diyorlar sonra, “buralara dışarıdan kimse
giremedi, içeridekiler de evden çıkamadı ki.”
Ulu Cami’de ezan okunmamışsa durum vahim
dostlar. Amed de vakit durmuş demektir. Ya
“canlar ne alemde?” diye soruyorum. Eczacı
arkadaşım “son günlerde en çok bandaj,
tentürdiyot falan sattım” diyor. “Millet olaylar
tekrar başlarsa yaralanmalarda evde bulunsun
diye alıyor herhalde” deyip ekliyor. “Suriçi’ne
sığınmış olanlar ve orda yaşayanlardan onlarca yaralı varmış” diye devam ediyorlar. Bir
kadın avluda otururken iki yerinden kurşun
yarası almış, keskin nişancılar çocuk emziren
bir kadını yaralamış, damda güvercinlerini
yemleyen bir ihtiyar öldürülmüş… Anlatılanların ardı arkası kesilmiyor. Anlayacağınız
kadim kentin yarası yüz yıldır bir türlü kabuk
bağlamadı. Durmadan, yeniden, yeniden kanıyor. Yeter artık bıktım bu savaşlardan…
“Barış olacak mı” diye soruyorum cevabı
önce tam bir sessizlik oluyor: “Barış olmayacak” diyorlar, ortak fikir bu. “Neden” diye üsteleyince de ekliyorlar “daha tam savaş olmadı
ki nasıl barış olsun.” Bu hamur bu kafayla
gidilirse daha çok su çeker. Hem “Barış olsa
ne olur, millete olan olmuş zati.” Kardeşim
herkes biri birine düşman, herkes biri birine
yabancı, herkes can, herkes mal telaşında.
Barış “bir nebze iyi gelir” diyorlar. O sırada,
Çarşı Karakolu’nun önünde onlarca kamuflaj
elbiseli, yüzü maskeli özel tim polislerine
gözüm ilişiyor. Çıplak silahla volta atıyorlar.
Çatışmalı bir geceye hazırlanıyorlar belli. Yine
çocuklar, masumlar ölecek diye düşünüyorum. Keşke olmasa. “Bu karakol sen doğduğun
günden beridir böyle” deyip teselli arıyorum
Haber Merkezi: Mustafa Turan, Emin Kan, Salih
Batırhan, Çimen Gümüş, Adem Özgür
İmtiyaz Sahibi: Basnews Medya Ltd. Şti. adına
Faysal Dağlı
Sahibi: Botan Tahsin
Hukuk Danışmanı: Av. Sennur Baybuğa
Görsel Yönetmen: Alp Tekin Babaç,
Hüseyin Ünal
kendimce. Güvenliğin ancak bu koşullarla
sağlanabildiği bir şehirde bu şehrin yerlisi
olmak mümkün mü? Değil tabi. “Biz artık yabancısıyız bu şehrin” diyor dostlar. Haksızlar
mı? Bence değiller çünkü “güvenlik” temel
ihtiyaçtır. Malın, servetin, olsa da olmasa da
bu böyledir. Burası benimdir demenin yeter
şartı, ön koşulu güvende olmaktır. Elindekini,
dilindekini koruyamıyorsan yoksun. Olayları
konuşmaya devam ediyoruz ne oldu? Kime ne
oldu? Kimde ne kaldı? Derken mesele nasılsa
buralardan gitmek noktasına geldi. “Herkesin
aklında gitmek var” diyorlar. Herkes gitmeyi
düşünüyor. Eski siyasi, cezaevi çıkışlı konfeksiyoncu bir arkadaş konuşuyor: “Böyle devam
ederse bir yıla kalmaz zenginler ve fakirlerin
çoğu gider” diyor. “Olur mu öyle herkes gider
mi” diyoruz, “herkes gitmez kalsa bir siyasiler
bir de çaresizler kalır” diyor. Oyy Anam…
“Seçim sonrası düzelmez mi” diyoruz “belki”
diyor. Kimse bir şey bilmiyor fikri yok… Tablo
çok karamsar.
Çarşıları dolaşmaya devam ediyorum. Yakışanı, yakışmayanı herkesin ağzında “gitmek”
var. Olsun, o da olsun, ya da neden olmasın?
Çoğumuz ailesi bu yüzyılın başında yangın,
tufan yıllarında göçmemiş miydi bu kente!
Ya da bir kaç nesil öncesi Amedli olmayan
ailelerin çocukları değil miydik? Öyleydik.
Gitmek zaten yüzyıllardır buraların alın yazısı
değil miydi? He vallah. İşte bu yüzden gitmek
anlamsız gelmiyordu hiçbirimize. Anlaşılan
içimiz çoktan gitmiş, geriye bir çıkın, et ile
kemik kalmıştık zati. Coğrafyamızın kaderi
böyle, biz lak-lak eden leyleklerin elinden ne
gelirdi ki?
Peki, “sizde durum ne olacak” diyoruz,
onlar da “gideceğiz” diyorlar. Lafın gelişinden
anlaşılan, “gitmek” herkesin yıllardır aklının
bir köşesinde sakladığı zulası. Başlıyorlar
son birkaç ayda gidenleri anlatmaya. “Doktor
falankes, esnaf filankes, bilmem kim gitti”
diyorlar… Daralıyorum, atıyorum kendimi
doğduğum mahalleye, kendi küçeme.
Tel: +90 212 243 27 60
Fax: +90 212 243 27 79
E-mail: [email protected]
www.basnews.com
Meşelik Sk. No:22 D/3 Beyoğlu/İST
Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST
BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir.
Bir başka açıdan gitmek
Suriçi’nde eski mahallemde dolaşıyorum, yanımda büyük ustam; yani yüreğim
var. “İnsan içinde ne taşır” diye soruyorum
ustaya, cevap veriyor; “geçmişini.” Ben Ali
Paşa Mahallesi, Çukur Sokak 7 numaralı evde
doğmuşum. Şimdi bu sokak, sokak olmaktan
çıkmış, gerek define arayıcıları gerekse olaylar
sırasında çıkan çatışmalardan harap olmuş.
Hemencik araladım evimin küçe kapısını, bir
de ne göreyim yerde bir çocuk cesedi. Kaçarken vurulmuş her halinden belli. Doğduğum
evde şimdi ölü buldum kendimi.
Sordum ustaya; “insan içinde ne taşır” diye.
“Çocukluğunu” diye yanıtlıyor. “Benim içimde
bir çocuk yok artık usta” dedim, gömdüm
kendimi. Hem de bizim mahallede doğan
diğer çocuklar gibi Suriçi olaylarında faili
belliye kurban gittim. Kürd’ün kaderi ne kadar
benziyor usta, birimizin kıyıya vuruyor küçük
bedeni, diğerimizin kara taşta serili cesedi.
Açtığım her kapının ardında hepimizin ama
hepimizin cenazesi. On beşlerde, otuzlarda,
kırklarda, ellilerde, yüzlerde, binlerde doğan,
beni ben yapan bütün hemşerilerim öldü.
Anam, babam, dedem, nenem hepsi öldü.
Geçmişim öldü usta. Sur içi deyip geçmeyin
olanlar o kadar basit değil. Medeniyet taştır
dostlar taşları taramışlar… Onlar da yok artık.
“İnsanı ne öldürür?” diye soruyorum ustama, cevap veriyor: “Cesareti.” Sonra “İnsanı
ne katil yapar?” diyorum onda da cevap aynı;
“cesareti.” Bütün Amedli’ler kendi gözlerinde
yaşamayı ne kadar hak ediyorlarsa, başkalarının gözünde de de ölmeyi hak ediyorlarmış
demek ki. Haramiler kenti sarmış “oluk oluk”
kan istiyorlar. “Gitmek” diyor arkadaşlar “bir
yerlere gitmek.” Bir ölü, kime ne verebilir.
Kim ne yapsın beni, bizi? Binlerce ölüyüz
artık. “Gittiğin yerden de gideceksin” diyor
usta. “Nereye” diyorum cevap veriyor: “Bir
başka ölüme.” El bizi ne yapsın dostlar? En
kısa sürede, hepimizi bir daha asarlar.
Buradan sesleniyorum yaşayan hemşerilerime: Mahal yok artık, başınız dik dolaşamazsınız, her gün geçmişimiz kurşuna diziliyor,
siz artık yaşayamazsınız. Geçmişi olmayanın
geleceği olur mu? Ben gittim Suriçi’ne dostlar,
ne varsa içimde bizlere ait, inanın onlar da
benden gitti. Başka bir âleme götüreceğim ne
varsa…
EKONOMİ
BasHaber
2 Kasım - 8 Kasım 2015
15
SÖYLEŞİ
15
Ticaret ve Sanayi Odaları:
Bölgede ekonomik afet ilan edilmeli
S
Çimen Gümüş
üreç ile canlanan bölge ekonomisi, 7
Haziran seçimleri ardından başlayan
çatışmalarla birlikte büyük bir kriz ile
karşı karşıya. Bazı alanların özel güvenlik bölgesi ilan edilmesi, ardından eş zamanlı olarak
çıkan orman yangıları ve sokağa çıkma yasakları bölge ekonomisi felce uğrattı. Bölgedeki
ticaret ve sanayi odaları yetkilileri endişelerini
belirtirken, kepenklerin yavaş yavaş inmesi ile
karşı karşıya kalacaklarını ve bu anlamda afet
bölgesi ilan edilmesi gerektiğini düşünüyor.
Türkiye ekonomisi iki seçim arasında
zor bir dönemden geçiyor. Zaman zaman
politik gerginliklere bağlı olarak doların
yükselmesi ithalatı ve ihracatı ciddi oranda
etkilerken, alım gücünü oldukça düşürdü.
Ülke genelinde ciddi bir ekonomik sıkıntı
yaşanırken, Kürdistan’da tam bir ekonomik
çöküş yaşanıyor. Çözüm Süreci ile birlikte 30
yıllık çatışmalı süreci geride bırakan Kürdler
az da olsa ekonomik olarak bir rahatlama
yaşarken, 7 Haziran sonrası yeniden başlayan
çatışmalar, bölgede hem can kaybına, hem de
ekonomik krize neden oldu. Tüm sektörlerde
kayba yol açan çatışmalı süreç özellikle küçük
esnaf açısından tam bir afet durumu olarak
ifade ediliyor.
Çatışmaların başlamasıyla birlikte bazı
bölgelerin özel güvenlik bölgesi ilan edilmesi
ve eş zamanlı olarak peş peşe başlayan orman
yangınları hayatı olumsuz etkilemekle kalmamış özellikle ekonomisi tarıma ve hayvancığa
dayalı bölge halkını yaşamını idame edemeyecek duruma getirmişti. Ardından çatışmaların
artarak devam etmesi ile birlikte ilan edilen
sokağa çıkma yasakları sadece kırsal bölgelerde değil aynı zamanda kentlerde yaşamını
günlük kazancı ile sağlayan küçük esnafı felç
etti. Bölgenin ticaret ve sanayi odaları başkanları çözüm ile birlikte canlanmaya başlayan
ekonomik durumun şimdilerde geçmişten
daha da kötü bir hal aldığına vurgu yapıyor.
Ekonomi gündemden çıktı
Türkiye’nin 81 ilinin sosyo-ekonomik durumunda gelişme olmasına rağmen, bölgede
yaşanan 30 yıllık çatışma sürecinin ciddi
bir gerilemeye neden olduğunu kaydeden
Diyarbakır Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı
Ahmet Sayar, Çözüm Süreci ile bu durumun
yavaş yavaş aşıldığını ancak 7 Haziran sonrası
yeniden ekonomik küçülmenin yaşandığını
belirtti. Çözümle birlikte oluşan moral ve
motivasyonunu yarattığı ekonomik canlanmanın 7 Haziran sonrası yaşanan çatışmalarla
birlikte ters yüz olduğunu kaydeden Sayar,
“Bu durum iş dünyasının moral ve motivasyonunu olumsuz yönde etkiledi. Cenazelerin
tekar gelmesi, çatışmaların şehir merkezlerine
sıçraması ve sokağa çıkma yasaklarının ilan
edilmesiyle birlikte deyim yerindeyse ekonomi
artık konuşulmaz oldu. Ve pozitif yönde ilerleme kaydeden veriler yerini negatif bir tabloya
bıraktı. Bu hem gelen turist sayısında mevcut
organizasyonların iptal edilmesi, yeni yatırım
yapmayı planlayan yatırımcıların yatırımlarını askıya alması ve ihracat rakamlarına
kadar yansıyan negatif bir olumsuzluk oldu. 7
Haziran sonrası süreç ekonomiyi gündemden
çıkardı. Bu verilere de olumsuz yansıdı. Böyle
devam ederse, istatistiklere çok daha olumsuz
sonuçlar yansıyacak” diyor.
Ekonomik küçülme işsizliği de getirdi
Esnafın, sanatkarın, tüccarın ve sanayicinin
çok kısıtlı imkanlarla iş yapmaya çalıştıklarını ancak iş hacminin düşmesi ve kendi
öz kaynaklarının bulunmamasından dolayı
küçülmeye gittiğine dikkat çeken Sayar,
“Firmaların küçülmesi maliyetlerin düşmesine
bu da işçilerin işten çıkarılmasına neden oldu.
Özellikle üretici firmaların küçülmeye giderek
tedbir amaçlı işçi çıkarıyor” diyor. Ekonominin konuşulabilmesi, ekonomik faaliyetlerin
yapılabilmesi ve bölgenin ekonomik potansiyelinin ortaya çıkabilmesi için öncelikle huzura ve barışa ihtiyaç olduğunun altını çizen
Sayar, “1 Kasım sonrası Çözüm Süreci yeniden
başlarsa bu yaralar sarılır. Ancak bunun uzun
sürmesi durumunda uzun yıllar sosyo-ekonomik alandaki tahribatın toparlanması çok
daha zor olacak” diye konuşuyor.
Haziran ayından bu yana yaşananlardan
tüm sektörlerin etkilendiğini ancak direk
olarak etkilenen sektörün turizm olduğunun
altını çizen Sayar, “Bu alanda işten çıkarmalar
yaşandı. Sayısal olarak açıklanan bir veri yok.
Fakat pratikte iş hacminde bir küçülme olduğunu ve rakamlarda bir gerileme olduğunu
rahatlıkla ifade edebiliriz” diyor.
“Ekonomik afet programı talep ettik”
Sokağa çıkma yasaklarının küçük esnafta
büyük sıkıntı yarattığını kaydeden Sayar şöyle
devam ediyor: “Diyarbakır’ın şehir merkezinde tarihi ilçelerinden biri Sur’da esnaf
4-5 gün işyerlerini kapatmak zorunda kaldı.
Bu aynı zamanda alışverişi de, tüketimi de
olumsuz etkiledi. İnsanlar alım kararlarını
askıya aldılar veya ötelemek durumunda
kaldılar. Dolaylı olarak bütün sektörlerde bir
gerileme olduğu aşikar.” Günübirlik kazançlarıyla yaşamlarını idame etmeye çalışan küçük
esnafların bundan çok olumsuz etkilendiğinin
altını çizen Sayar şöyle devam etti: “Şu anda
kendi çeklerini, kredi ödemelerini ödemekte
zorlanıyorlar. Biz hem oda olarak hem de
iş çevreleri olarak yaptığımız istişarelerde,
esnafın, sanayicinin ve sanatkarın bir afet
programına alınması gerektiği tesbitini yaptık.
Bununla ilgili yapmış olduğumuz bir takım
çalışmalar var. Hazırladığımız raporları ilgili
bakanlıklara sunduk. Yani afet programına
alınıp özellikle esnafa faizsiz olarak bir can
suyu kredisinin verilmesi ve desteklenmesi
konusunda taleplerde bulunduk. Seçim sonrasında bunu gündemleştirmeyi planlıyoruz.”
“Küçük esnaf kepenk kapatacak”
Mardin Ticaret Odası Başkanı Mehmet
Ali Tutaşı da, bölgenin ekonomik olarak her
sektör ve kalemde büyük bir sıkıntı yaşadığını
kaydederek, “Ekonomik olarak dibe vurmuş
durumdayız. Turizm, ihracat, nakliye gibi
alanlarda dipteyiz” diyor. Turizm konusunda büyük bir ekonomik merkez haline gelen
Mardin’de yaşanan sokağa çıkma yasakları
ve çatışmaların ekonomiye büyük bir darbe
vurduğunu ve küçük esnafın çok zor durumda
olduğunun altını çizen Tutaşı, “yakında küçük
esnafımızın hepsinin ya da yüzde 70’nin
kepenk kapattığını göreceğiz. Kepenkler kapatılmasa da esnaf satış yapamıyor.” 7 Haziran
öncesi ve sonrasında ekonomik olarak bölgede
büyük farklılıklar yaşandığını kaydeden Tutaşı, ekonomik olarak durumu iyi olanların ise
daha huzurlu yaşayabilecekleri alanlara göç
etmeye başladığına dikkat çekiyor.
“Umutla bekliyoruz”
Şırnak Ticaret Odası Başkanı Osman Geliş
ise özellikle sokağa çıkma yasağından sonra
sınırda bulunan ve bölgenin ekonomik olarak
en hareketli yerlerinden biri olan Şırnak’ta
iç açıcı bir durum olmadığına işaret ederek,
“Ekonomik olarak ciddi bir sıkıntı var. Bizler
yaşadığımız onca sıkıntıya rağmen seçimlerden sonra düzeleceği konusunda umutluyuz
ve bekliyoruz” diyor.
16
SİNEMA
BasHaber
SÖYLEŞİ
2 Kasım
- 8 Kasım16
2015
Ararat’ın kayısı
ağaçları belgesel oldu
K
Zerya Nergis
ayısı ağacının biyografisini filme
çeken Kürd yönetmen Yakup
Kamay, çıktığı öykü yolculuğunda
gittiği Ağrı Dağı’nın etekleri ve Erivan’da
kayısı ağacı ile ilgili anlatılanlar ve Ermenilerin yaşamındaki anlam ve önemini
öğrendikten sonra bu filmi yapmaya karar
verdiğini söylüyor. Kayısının tarihçesi,
nereden geldiği, kimler tarafından dünyaya yayıldığı ve özellikle Ermeniler için
önemini konu alan belgesel film, alışılmışın dışında insanlarla ilgili değil bir ağaçla
ilgili yapılan bir biyografik belgesel.
Hemen hemen her konuyla ilgili belgesel yapımına tanık olmuş olsak da bir
ağacın belgesel biyografisi birçoğumuzun
ilk kez karşılaştığı bir şey. Geçmişten
günümüze nasıl bir evrim geçirdiği ne
tür aşamalardan geçtiği, daha çok nerede
yetiştiği, hangi halklar için ne anlama
ifade ettiği gibi konuların yer aldığı “Tree
Of Ararat / Ararat’ın Ağaçları” isimli kayısı ağacının belgeseli, birçok belgesel ve
film festivalinde de ilgi çeken çalışmalar
arasında yer aldı. Kürd Yönetmen Yakup
Kamay’ın hem senaristliğini hem de
yönetmenliğini yaptığı Ararat’ın Ağaçları
belgeselinde aynı zamanda Ermenilerin
hayatındaki önemine de vurgu yapılıyor.
Kürdistan’ın en görkemli dağı olan Ararat Dağı’nın eteklerinde ve Ermenistan’ın
başkenti Erivan’da yapılan çekimlerin
yanı sıra kayısı ağacının kökenleri ile
ilgili birçok botanikçi ile de görüşmeler
yapılarak hazırlanan belgeselde yöre
halkından da birçok kişiyle yapılan
röportajlara yer veriliyor. Kayısı ağacı ile
ilgili söylenen şarkıları, Erivan halkı için
önemini, ağacın gölgesini, enerjisini, sesi
ele alan bir belgesel. Filmde bir meyve
ağacının biyografisi ve o coğrafyada yaşayan insanlarla olan ilişkisi yöre halkının
doğal anlatımları ve günlük yaşamları ile
anlatılıyor.
İletişim konusunda görsel daha hızlı
ve etkili
Fotoğrafçı olan ve 10 yıldır siyasi
mülteci olarak gittiği İsviçre’de fotoğrafçılık yapan Kamay, sokak fotoğrafçılığı
da yapıyor. İlk belgesel filmi olan Tree
Of Ararat’tan önce birçok senaryo yazan
ve Mahmur’da henüz yayınlanmamış bir
film çeken Kamay, sinemaya ve belgesele
geçmesinin nedenini şöyle izah ediyor:
“Görsele geçmemin nedeni kendimle
yaptığım bir iç tartışma idi. Yazı mesajları
insanlara ulaştırmanın yavaş bir yolu. Bu
konuda görsel daha hızlı ve etkilidir.”
‘Esmer Eman’ öyküsünden kayısı
ağacı belgeseline
İbrahim Rojhilat’ın seslendirdiği Seyadê
Samê’nin öyküsünün anlatıldığı ‘Esmer
Eman’ şarkısından etkilenerek Ağrı’nın
ve oradan da Erivan’ın yolunu tutan
yönetmen Yakup Kamay, yeni öyküler için
çıktığı yolculukta kayısı ağacının öyküsünü yazmaya karar verir. Ağrı isyanından
sonra o bölgede yaşanan öykülerin çok
etkileyici olduğunu ve bunlardan birini
filme çekmek için oraya gittiğini aktaran
Kamay, oradaki yaşamın, kültürel yapının
ve kayısının öneminin doğal olarak onu bu
ağacın belgeselini çekmeye yönlendirdiğini belirtiyor.
Planlananın dışında bir belgesel
Kamay , Tree Of Ararat belgeselinin
planlanmadığını, tamamen doğaçlama
geliştiğini söylüyor: “Amacımız Ağrı
Dağı’nın eteklerinde yaşanan Kürdler ve
Ermenilerin kayıp öykülerini bulmaktı.
Gittiğimizde kafamızda foto-belgesel, fotoportre türü işler yapmaktı. Ama kendimizi
birden kayısı ağacının çevresinde bulduk.
Çünkü her köşe başında, herkesin hayatında kayısı ağacı vardı. Araştırdıkça ilgimizi
çekti ve senaryolaştırdık. Ardından doğaçlama çekimlerle bu belgesel ortaya çıktı.
Yani daha önceden üzerinde hazırlanmış,
yazılmış, çizilmiş, senaryosu bitirilmiş ve
gidilip çekilmiş bir belgesel değildi.”
‘Amacım farkındalık yaratmak’
Günümüzde insanın tüm yaşamının hiyerarşik bir düzen içine girdiğini ve kendi
bedeniyle birlikte ruhuna da yabancılaştığını sözlerine ekleyen Kamay, yaptığı
çalışmalarla ilgili esas amacının “farkındalık” yaratmak olduğunu söylüyor:
“Amacımız, insanın kendine dair yitirdiği
ne varsa elimizden geldiği kadarıyla ifade
etme çabasıdır. Bu belgeselde de amacımız bir meyveyi şirin bir şekilde sunmak
değildi. Kayısının nerede, nasıl, ne zaman
ortaya çıktığı, ne zaman aşılanmaya başladığı ve ne zaman kim tarafından dünyaya
yayılmaya başladığı ile ilgilidir. İnsan 10
bin yıl önce aynı insan değildi. Meyveler
ve ağaçlar da 10 bin yıl önceki değil. Onlar
da değişerek geliyorlar. Biz insanlar bu
duruma yabancıyız ve doğaya hiyerarşik
yaklaşıyoruz. İnsan dışındaki her şeye hatta kendimize ve bedenimize bile hiyerarşik yaklaşıyoruz. Hayatımızdaki şeylerin
önemini pek bilmeyiz. Çünkü üretim çok
fazla artmış ve buna paralel olarak da tüketim artıyor. Fakat farkındalık dipte, bazı
şeyleri bile sırf bizden öncekiler yapmış
diye yapıyoruz. Merak etme ve soru sorma
kabiliyetimiz yok oluyor.”
Bütçesiz çekildi
Amerika’da açılış
belgeseli oldu
Belgeseli çok kıt imkanlarla çeken ve bu
nedenden dolayı uzun yıllara yayılan bu
çalışmaya ilişkin henüz eleştiri almadıklarını aktaran Kamay, “Kendi kendimize
yaptığımız eleştirilerimiz muhakkak ki var.
Öncelikle, daha iyi imkanlar temelinde
çekilmiş olsaydı belki daha iyi bir sonuç elde
edilebilirdi. Ama çok kısıtlı bir bütçe, 20’şer
günlük çekimler sonucunda montajlandı.
Teknik anlamda eksiklerimiz olsa da bugüne
kadar bize bu anlamda ifade edilen herhangi
bir şey yok” dedi. Belgeselin bütçesini 5 kişi
ile kendi imkanlarıyla oluşturduklarını dile
getiren Kamay, “Bazen ikinci kamerayı bile
bulamıyorduk” diyerek müziğinin de stüdyo
yerine bir arkadaşının evinde kaydedildiğini
belirtti. Belgeselin en büyük sponsorunun
Erivan halkı olduğu kaydeden Kamay, “Biz
gittik, onlar da kapılarını ve gönüllerini açtı.
Neredeyse bütçesiz yaptık. Zordu ama filmi
bitirdiğimiz için bütçeli çalışanlardan daha
mutluyuz” diyor.
Çekimleri 2012-13’te yapılan
Tree Of Ararat’ı bu yıl içinde
Amerika, Estonya, Ermenistan,
Hindistan gibi dünyanın çeşitli
yerlerindeki festivallere gönderdiklerini dile getiren Kamay şöyle
diyor: “Gönderdiğimiz festivallerde beğenildiğine dair yorumlar
alıyoruz. Amerika’daki festivalde
belgesel bölümü açılış filmi olarak
kabul edildi. Erivan’daki festivalde ise özel bölüme ayrıldı. Belki
konusu ya da konuyu ele alış
şekli beğenildi. Çünkü bir ağacın
belgeselini yapmak insanlara
tuhaf gelebiliyor. İnsanlarımız,
acının, ölümün ve kayıpların,
hastalıkların belgeselini yapmaya
alışmış. Bize göre en büyük hastalık yabancılaşmaydı. İnsanların
kendilerine ve doğaya yabancılaşmalarıdır.”

Benzer belgeler

09.11.2015

09.11.2015 Prof İlter Turan:

Detaylı

04.04.2016

04.04.2016 neden olan bağımsızlık talebi, Ortadoğu ve Avrupa’nın da gündeminde. Ankara, Tahran’ın mesafeli durduğu, ancak Bağdat’ın net olarak karşı çıktığı bağımsızlık talebine İsrail, Çek Cumhuriyeti, Slova...

Detaylı