MS‹N SEN LEYLA B‹R ÖZGE CANDIR DIfiARDA S
Transkript
MS‹N SEN LEYLA B‹R ÖZGE CANDIR DIfiARDA S
‹K‹ AYLIK EDEB‹YAT DERG‹S‹ TEMMUZ-A⁄USTOS 2006 ISSN: 1306-634X Sahibi ve Yaz›iflleri Sorumlusu: A. Turgay Fiflekçi Kapak ve Sayfa Tasar›m›: Hakk› M›s›rl›o¤lu Yönetim Yeri: Neyzenbafl› Halilcan sok. 42/7 Üsküdar 34668 ‹stanbul Telefon ve Faks: 0216 495 88 65. Yaz›flma adresi: P.K. 57 Üsküdar-‹stanbul [email protected]; www.sozcukler.com; www.soezcuekler.blogspot.com fi‹‹R ‹lhan Berk, 5; Mücap Ofluo¤lu, 6; Cevat Çapan, 10-11; Refik Durbafl, 13; Alova, 63-67; Veysel Çolak, 70; Turgay Fiflekçi, 87; Ali Asker Barut, 88-89; Songül Kaya, 90; Mehmet Çak›r, 101; Fahri Güllüo¤lu, 102. ROMAN HEPS‹ ALEV 14 Selim ‹leri ÖYKÜ SEDAT K‹MS‹N SEN LEYLA B‹R ÖZGE CANDIR DIfiARDA SÖZCÜK KALMASIN EL‹F DED‹M, BE DED‹M 7 56 68 81 EDEB‹YAT NE ‹fiE YARAR? ROMANA ÖVGÜ POSTMODERN‹ZM‹ ANLAMAK AB‹D‹N D‹NO’YA MEKTUPLAR YO⁄UNLAfiTIRILMIfi KARAKTER ... HAL‹DE ED‹P ADIVAR FELSEFEN‹N POL‹T‹KASI MALRAUX VE HALK CEPHES‹ B‹R ‹STANDOLLU’NUN NOTLARI MESTAN AZ‹Z NES‹N’‹N ÜÇÜNCÜ fiANSI YAZARINDAN OKURUNA TAR‹HTE B‹R GÜN 22 23 33 39 71 77 91 97 103 113 126 134 141 Nezihe Meriç Cemil Kavukçu O¤uzhan Akay Deniz Günal DENEME, ELEfiT‹R‹, ANI, MEKTUP John Banville Carlos Fuentes-Celâl Üster Semih Gümüfl Melih Cevdet Anday Emin Özdemir Server Tanilli Demir Özlü U¤ur Kökden Erdal Alova Hüseyin Erdem Ali Nesin Mehmet Serdar Aliflan Çapan Bask› ve Cilt: fiefik Matbaas› Tic. ve Ltd. fiti. Marmara Sanayi Sitesi M Blok, No: 291 ‹kitelli-‹stanbul. Tel.: 0212 472 15 00 Yay›n Türü: Yayg›n Süreli Yay›n. Da¤›t›m: Yay-Sat. Fiyat›: 6 YTL, K›br›s için 7 YTL. Bir y›ll›k abonelik için Ahmet Turgay Fiflekçi ad›na Yap› Kredi Bankas› Levent fiubesi 24807 nolu hesaba 36.-YTL yat›r›ld›ktan sonra dergilerin gönderilece¤i posta adresi mektupla ya da [email protected]’a bildirilmelidir. Yurtd›fl› için abone ücreti 60 Euro’dur. Merhaba, ‹kinci say›m›za dergimizin edebiyat çevreleri ve okurlar ar›s›nda yaratt›¤› genifl ilginin sevinciyle bafll›yoruz. “Edebiyat›n temel de¤erlerinin savunusu” olarak aç›klad›¤›m›z ç›k›fl nedenimizin böylesine paylafl›lmas›, ülkemiz edebiyat›n›n gelece¤i için umut beslememizi sa¤l›yor. “Edebiyat Ne ‹fle Yarar?” sorusuna bu ay, Can, Telos, Ayk›r› ve Kabalc›’da yay›mlanan kitaplar›yla ülkemizde yak›ndan tan›nan ‹rlandal› yazar, John Banville’den yan›t geldi. Celâl Üster’in, Carlos Fuentes’ten çevirdi¤i, yazar›n 2005 Berlin Kitap Fuar›’n›n aç›l›fl›nda yapt›¤› “Roman Nedir?” adl› konuflmas›, edebiyat›n temel metinlerinden biri olarak okunabilir. Bu say›m›zda geniflçe bir bölümünü okuyaca¤›n›z Melih Cevdet Anday’›n Abidin Dino’ya mektuplar›n› Ferit Edgü’nün girifl yaz›s›yla sunuyoruz. Büyük flairimizin bir buçuk y›l Paris’te kültür ataflesi olarak çal›flt›ktan sonra 1980’lerin bafl›nda ‹stanbul’a dönüflünde (o s›rada 65 yafl›nda) kendine yeni bir hayat kurma giriflimlerini, yeni çal›flmalar›n› ve dönemin yay›n dünyas› üstüne gözlemlerini aktard›¤› bu mektuplar› ilgiyle okuyaca¤›n›z› umuyoruz. ‹lk say›m›z›n en çok tart›fl›lan yaz›lar›ndan biri de Semih Gümüfl’ün, “Afl›r› Övgü ve Elefltiri”si oldu. De¤erli elefltirmenimiz, edebiyat dünyam›z›n temel sorunlar›na cesaretli yaklafl›m›n› bu say›daki yaz›s›nda da sürdürüyor. ‹lk say›m›z›n ç›k›fl›ndan sonra okurlardan gelen yüzlerce kutlama mektubunun hemen hepsinde rastlanan ortak bir görüfl vard›: “Bafltan sona her sat›r› okunacak bir dergi.” ‹kinci say›m›zda da bafltan sona her sat›r› okunacak bir dergi sunmaya çal›flt›k. Sözcükler ’de edebiyat›n insanlar› birlefltiren gücünü görebilmek çok güzel. 3 ‹lhan Berk AFOR‹ZMALAR Bir a¤aç tan›d›m. Bir anlam› olmal› bunun. (Tanr›’yla konufltuk belki de). * Bir böcek uzman› gibi bakt›m her fleye. Her fleyle böyle yaraland›m. * Bir flimdiden bafllayarak yazmak: Zaman› sorgulama diye bakabiliriz buna. Eksik, parçalanm›fl zaman›n elinden tutmak. Öncesiz, sonras›z zamana uzanmak. Orda zamanla hesaplaflmak. * Vajinaya yönelen spermlerin hücumuna u¤ramak... Ordan yazmak... * Tanr›... Büyük yabanc›. Baflka hiçbir sözcük bu denli hem yak›n, hem uzak olamaz. Tanr› üstüne hiçbir fley bilmiyoruz asl›nda: Biliyormufluz gibi davran›yoruz. Varolarak bak›yoruz Varolmay›fl› bizi ilgilendirmiyor. * Nesnelerin seslerini düflündüm. En baflta da bir kurflun kalemin, bir barda¤›n, y›k›lan bir masan›n, saldalyelerin seslerini. Hepsinin kendine özgü sesleri vard›r. Bir ses orman›. 5 Mücap Ofluo¤lu B‹Z S‹Z ONLAR Ben ustan yanay›m kardefl Ben do¤adan adamdan yanay›m Ben beni anlayan senden yanay›m. Sen söz olmal›s›n kardefl sözler oluflturan Sen düflün olmal›s›n dizelerce düflünen Sen bir gül olmal›s›n ç›plakl›¤› giydiren. O günefltir kardefl gölgeler tan›mayan O benden senden sonra belki de öncedir O olgunluktan yana güzelden de güzeldir. Biz sizlerden yanay›z gönlümüzce Biz tohumlardan bu¤daylardan yanay›z Biz aflk›z kardefl âfl›klardan yanay›z. Siz gelecek olunuz aç›k seçik gelecek Siz sabahlar› getirin gecelerden geçerek Siz günleri getirin kardefl günlerce gülecek. Onlar an›t olurlar bafllar› gökyüzünde Onlar insan olurlar kalpler üzerinde Onlar sizlerle bizlerle kardefl yeryüzünde. 6 SEDAT K‹MS‹N SEN Nezihe Meriç Dedi ki… “N’apal›m can›m! Abartma lütfen. Herkesin babas› ölüyor. Benim can›m yok mu, ben babam› görmedim bile. Ana yok, baba yok, öksüz bafl›ma, hala kap›s›nda. Nereye bu k›flta k›yamette… Zaten yollar kapal›ym›fl, demin televizyon söyledi.” Yan›t yok. Bavula kal›n gri kazak da konuldu. “Ya Sedat, sana söylüyorum. Sustun gene. (ayiiyh! ‹llet. Böyle susar iflte) B›rak flu bavulu rica ederim. Vallahi s›k›nt›dan, of, her yan›m kafl›n›yor. Gidilmez bu k›flta k›yamette, çocuklu¤un lüzumu yok.” Alt›n bir tümce bu: “Çocuklu¤un lüzumu yok!” On ikiden vuran bir tümce. Bu gidifl, çocuklu¤a. (anlamaz ki!) Baba öldü. (halao¤lu öyle dedi telefonda.) Hay›r! Hay›r! Çocukluktaki baba orada. Hani, afla¤›ya, istasyona giden yoldan ayr›l›p yukar› mahalleye sapan, eski, tafl döfleli, dik yokuflun bafl›nda, hani meflhur çardakl› kahve vard›r ya… Büyük Çardakl› Kahve! Hâlâ vard›r. O kentin niflan tafl›d›r. Üç y›l önce oradayd›. Gene oradad›r. Kent de¤iflse de, afla¤›dan istasyon caddesinden gelip, yukar› mahalleye varan eski büyük cadde, iki yan›nda s›ralanan, en hafif esintide, u¤ul u¤ul u¤uldayan o bin y›ll›k ç›narlar kesilse de, caddenin de, yokuflun da parke tafllar›n› söküp asfalt dökseler de, Çardakl› Kahve, çoktan y›k›l›p, yerine yüksek mi yüksek, suskun mu suskun bir ifl merkezi yap›lm›fl olsa da… Olursa olsun. Kenti hiç anlamam›fl, gece yar›lar›, kent derin uykulardayken, yoldan geçen, istasyondan yolcu getiren faytonlar›n, parkelerde flak›rdayan nal seslerini duyup, atlar›n burnundan ç›kan solu¤un kokusunu duymam›fl, asla güvenilmeyen o ‘fley’in haddine mi düflmüfl Çardakl› Kahve’yi yok etmek. Çardakl› Kahve oradad›r. 7 Baba da orada. Onun yeri köflededir. R›za amcan›n köflesi. Güleç yüzü, heybetli göbe¤i, bir de gürültülü gülüflüyle oradad›r. Hiç sönmeyen sigaras›ndan ç›kan o uçucu, ince beyaz dumandan, hep sol gözünü k›rparak. Okul dönüflü, yol ne yap›p edip kahvenin oradan geçirilir. Baba onu görünce sevinir, seslenip ça¤›r›r, tavlada kazand›¤› tüm lokumlar› verir. Beyaz benekli, pembe, mavi, yeflil pelür k⤛tlar›na sar›lm›fl, küçük lokumlar. Baba, s›rta flakac› bir yumruk indirir, “Anana söyle, patl›can közleyiversin bana” der. Çocuk, baban›n, kahve dönüflü eve gelirken, büyük cumbal› evin üst kat›ndaki pencereye göz ucuyla bakt›¤›n›, orada sar› saçl› bir kad›n›n perdeyi çekti¤ini bilir. Nedenini tam anlamadan heyecanlan›r. O da babas› gibi, kafllar›n›n alt›ndan, gözünün ucuyla bakar yukar› do¤ru. Baba, közlenmifl patl›can salatas› isteyince de sevinir. Onun da nedenini bilmez. Baba akflamlar› rak› içer. Anneyi, anneanneyi, küçük teyzeyi hep güldürür. Kap›s› bahçeye aç›lan mutfak odas› gülüflmelerle dolar. Anneanne hep, “Hay Allah iyili¤ini versin o¤lum, hiç gülece¤im yoktu” der. Annenin gülmekten hem gözünden yafllar iner, hem bö¤rüne a¤r› girer. Küçük teyze flakay› anlamay›nca da baba daha çok güler. Yan›tlad›: “Lacivert kaza¤›m nerede? Bulam›yorum.” “Bilmiyorum. Kirlilikte olabilir.” “Kazak kirlili¤e konur mu yahu!” Dedi ki: “Of Sedat of! Sen insan› ç›ld›rt›rs›n. N’aparsan yap. Ali’ler bekliyor. Ben gidiyorum. K›z o kadar haz›rland›. Lütfen iyi düflün. Vazgeçersen gelirsin. N’ap›caks›n gidip de anlayam›yorum ki!” Bu bir gümüfl! “Anlam›yorum ki!” (anlamamak; zaten çok kullan›ld›¤› için eskidi) Yan›tlad›: (içinden) “Faytona binece¤im. Araba Çardakl› Kahve’nin önünden geçerken, arabac›ya yafl›n›, Çardakl› Kahve’yi bilip bilmedi¤ini soraca¤›m. Biliyorsa sevinece¤im, bilmiyorsa anlataca¤›m. Mutfak odas›nda anneannemi, annemi, küçük teyzemi, ye¤enlerimi öpece¤im. Enifltemle kucaklaflaca¤›z. Seni sorduklar›nda, bir sürü yalan söyleyip, selamlar›n› iletece¤im. Geç saatte, gam yükünü al›p yan›ma, sohbet yorgunu olarak yat›nca, o zaman, iflte o zaman, senin yan›nda yapamad›¤›m› yapar, a¤lar›m herhalde.” 8 Dedi ki, “Ben gidiyorum. Sana laf anlat›lmaz. ‹yi yolculuklar. Hadi güle güle bakal›m!” Yan›t gelmedi. Bavulun kapanan fermuar›n›n c›z›rt›l› sesi, a¤r› gibi, bunalt› gibi, çökeldi mideye. Afla¤›dan kapanan kap›n›n sesi gelince de, insan›n yüzünü sapsar› yapan tasa kuflu, 盤l›k 盤l›¤a uçtu gitti bilinmeyen, anlat›lamayan bir yere. Kanatlar›ndaki bezginli¤in yükünü zor tafl›yarak. 9 Cevat Çapan BAfiO’NUN Ö⁄RENC‹LER‹YLE Güz karanl›¤›nda okuyorum mektubunu, birden gökyüzünde yan›p sönen binlerce y›ld›z yans›yor gözümde. * Yukar› köyde, su de¤irmeninde çal›flt›m bütün yaz. fiimdi davarla orada geçiriyoruz geceyi, y›k›nt›lar›n aras›nda. * Köprüyü bir h›fl›m onard›lar sonunda. Deli çay› geçmeden uzaktan bakacakt›m yoksa sana, cevizin gölgesinde. * Yolun sonu görünse de, aflt›¤›m karl› da¤›n dibinde solu¤um yetmez kavuflman›n sevincini usulca f›s›ldamaya. 10 KARAKIfi KARALAMALARI ‹flte öyle geçmiflti ilkyaz – h›zla. Ya¤murlarla tomurcuklanan a¤açlar. Gene de yapraklara yavaflça yürüyor özsu. * Ço¤u zaman gün do¤madan ç›k›yorum yola. Ifl›k h›z›yla geçiyorum karanl›¤›n içinden karanl›¤›n ba¤r›na. * Dönerken o uzun yolculuktan yanarda¤›n so¤umufl küllerini okflam›fl ve aylar sonra ç›k›p gelmifl özlemin burgac›ndan bak›fllar›nda düfl k›v›lc›mlar›. * Ölüme karfl› bir durufl – a¤ onar›yor tafl kahvenin yan›nda yafll› bal›kç›, eski bir güneflle kamaflm›fl gözleri. 11 Refik Durbafl B‹R‹ GERÇEK, ÖTEK‹ DÜfi: ‹K‹ H‹KÂYE Kentin bütün alanlar› kara karanl›¤›n iflgali alt›nda... Sokaklar›n bedeninde ayd›nl›¤›n mumu erimifl... A¤açlar köksüz, denizin suyu kurumufl, bulutlar terk etmifl gökyüzünü... Ne çiçek kalm›fl bahçelerde, ne bir insan sûreti var görünürde... S›r› al›nm›fl bir aynaya bakar gibi bak›yorum bu kara ›ss›zl›¤a... Birden seni görüyorum ›ss›zl›¤›n aynas›nda, teninin ç›plakl›¤›yla... Teninin ç›plakl›¤›nda çobany›ld›z›n›n gölgesi... Çobany›ld›z›n›n ›fl›¤› memelerini ayd›nlat›yor sonra... Sonra yüzüme vuruyor ›fl›¤›n de¤il, memelerinin ayd›nl›¤›... Kara bir karanl›k olarak kal›yorum iki memenin aras›nda... *** Bir ses, “Ziyaret saati bitti” dedi. Duymazl›ktan geldim. Daha çok konuflaca¤›m vard› “Veda” ile... “Elveda” dedi ve gitti. “Ziyaret” bitmiflti ama, “zaman” iflliyordu. ‹ki damla gözyafl› süzüldü yanaklar›ndan. Birinin ad› “Veda” dedi bir ses, ötekinin “Elveda” olsun... Ses ile sessizlik aras›nda kald›m. fiimdi “Veda”n›n gidiflini, “Elveda”n›n geliflini beklemekteyim. 13 HEPS‹ ALEV Selim ‹leri Selim ‹leri’nin, yazmakta oldu¤u yeni roman› Hepsi Alev’in 1600’lü y›llar›n ‹stanbul’unda geçen ikinci bölümünden bir parça sunarken yazar›na da üç küçük soru yönelttik. – ‹lk bölümü 700’lü y›llarda Bizans’ta, ikinci bölümü 1600’lerde Osmanl› ‹stanbul’unda geçen bir roman yaz›yorsunuz. Sizi bu denli farkl› zaman dilimlerine götüren etken ne oldu? – Çünkü aradaki bin y›la yak›n zamana karfl›n kan dökücülü¤ün ve fliddetin de¤iflmedi¤ini saptamak istedim. – ‹lk kez tarihi bir roman yaz›yorsunuz, neden? rum. – Tarihten yola ç›kt›m ama galiba günümüzü anlamaya çal›fl›yo– Bu konuya girifliniz nas›l oldu? – Önceki kitab›m Foto¤raf› Sana Gönderiyorum’da Adalar’› ifllerken karfl›ma ister istemez Bizans ç›kt›. Bizans’›n ünlü bir ‹mparatoriçesi beni ald› götürdü. Olaylar›n pek çok yans›mas›n› Osmanl›’da da bulunca ikisi birleflti. Gemi gidiyordu. ‹lk göç. Ahmed nerde? Deniz de çöl gibi sonsuz. Annesi, dâyesi bu göçte yoklar m›yd›? K›zkardeflleri? Silinen çehrelerdi hepsi. ‹lk uzun göç. Sonrakiler k›sa. Ama, ard› arkas› kesilmeyen göçler. Sular parlaya parlaya ça¤lad›. Sular çekerek, sular ça¤›rarak; Mustafa tutunmaya çal›flt›. Sendeleyifline güldüler. Sular›n ça¤r›s›na kap›l›p gitmekten korktu. Henüz k›l›ca u¤ramam›flt› hayat›. K›l›ca u¤ran›nca korku unutulur. Sular hâlâ çekerek, hâlâ ça¤›rarak. Sakal› k›rç›l, kocam›fl bir adam kuca¤›na ald› Mustafa’y›; “Gözlerini kapat” dedi. Mustafa gözlerini kapad›, yeflil çinide bir kez daha. Bundan sonra yaflayaca¤› padiflah flehri, minarelerden ibaret göründü. Günefl batarken minareler, kurflun kubbeler, k›z›l›ms› pembe tülün örttü¤ü bu¤u. Babas› oraya karda ve tufanda varm›fl. Mustafa geldi¤inde ortayazd›. Babas›, karda tufanda, gizlice yola ç›km›fl. Manisa’daki saraydan sabaha 14 karfl› gizlice ayr›lan atl›lar. Mustafa küçük bir macera heyecan›yla gülümsüyor, heyecandan kalbi çarp›yor ve o eski hikâyeyi, o eski söylenceyi bir kez daha kendine anlat›yor, süsleyerek, tasvirler düflleyerek: Babaannem yola ç›kmas› için babama küçük bir gümüfl tas göndermifl. Babam, tas› gördükten sonra, gelen habere inanm›fl. Bu küçük gümüfl tas, büyükbabam›n öldü¤ünü do¤ruluyormufl; bir iflaretmifl. Yaln›zca gümüfl tasa bakarak sevinçler duyuyordu Mustafa, hazlar, gönenmelikler. Sevmek istiyordu babas›n›. Baflka çocuklar›n niye sarayda yaflamad›klar›n› düflünüyor, baflka çocuklar›n babalar›n› sevip sevmediklerini anlamaya çal›fl›yordu. Safiye Sultan gümüfl tas› o¤luna gösteriyordu, hangi sanatkâr›n elinden ç›km›flsa, kakma güllerle, karanfillerle bezeli. Yapraklar, goncalar, çiçeklerin k›r›lgan, incecik saplar›. Manisa’ya gitmeden önce, ana o¤ul öyle anlaflm›fllar: Gümüfl tas, ‹stanbul’a hemen gel! demekmifl. Sonra maceraya ölüm kar›flarak her fleyi bozuyordu. Mustafa’n›n küçük saadeti kirleniyor, gümüfl tas karar›yor; anneyle o¤lunun gizli görüflmelerinden ancak ölüm filizleniyordu. Ölümü bekliyorlar. Hep baflkalar›n›n ölümünü beklediler. Safiye Sultan Manisa’daki o¤luna ölümden duyulmufl sevinçle ve amans›z gururuyla mektup yazmaya koyuluyor. Ölümden geriye ne kalm›fl? Bir döküm ç›karmak istiyor. Ölümden geriye, Murad’›n flehvete tutkusu. Bunlar› yazm›yor. Bunlar› kimseyle paylaflamaz. Gençlik geçince ve güzellik geçmeye yüz tutunca, aflk diner. Murad’›n aflk› dinmiflti. Manisa’da bafllayan o aflk. Dinmiflti. Mektubu Ferhad A¤a götürecek. Murad öldü. Kufl tüyü kar ya¤›yor. Yeni Saray’›n Harem bahçesi beyazlar kuflanm›fl. Daha dün okflanm›fl, öpülmüfl, emilmiflçesine, meme uçlar› zonkluyor; yazmaya devam ediyor, ölüm yaz›yor. Buras› ne kadar so¤uksa, hayat da o kadar so¤uk geçti. Babaannesi için, Venedikli Venedikli diye düflündükçe, gurbetle, s›la özlemiyle y›k›l›p kal›yordu Mustafa. fiimdi Venedik’teydi, flimdi mahbeste. Venedikli Safiye, Canfeda Hatun’a, filan yerde sakl›, güller, karanfiller, tek bir safran dal› kak›lm›fl gümüfl tas› getirmesini buyurdu. Sesi, y›lan›n t›slamas›n› and›r›r bir f›s›lt›yd›. Gözlerinin renginde zümrüt gerdanl›¤›n› okflayarak. Mektubu yar›m b›rakm›flt›. Murad’›n koynuna ald›¤› her kad›n›... Murad’›n koynuna girerek kendisine ac› çektirmifl her kad›n› Gözyafl› Saray›’na gönderecekti. Utkuyla gülümsüyordu. Canfeda Hatun’u da. O, Murad’›n koynuna girmemiflti. Kay›nvalidesi Nurbânû’dan arta kalm›fl bir ucube. 15 Utkunun sarhofllu¤uyla gülümsedikçe, gözlerinde yeflil y›ld›zlar tutufluyordu. Sonra sabah olmuflças›na, y›ld›zlar sönüyor; çi¤ ›fl›kta gözleri yan›yordu. Murad’› elinden alan Nurbânû Sultan öldü. Ecifl bücüfl ‹smihan Sultan öldü. Harem kethüdâs›n› art›k kimse korumayacak. Harem kethüdâs› Canfeda Hatun yeni Valide Sultan’› esenleyerek d›flar› ç›kt›. Saltanat müjdeleyen her mektup ölüm söyler. Ama Mustafa kara¤u masala son bir çabayla mutluluk katmak istiyordu. Kar olanca h›flm›yla ya¤›yor. Atlar›ndan indiler. Mudanya’dan bindikleri iki kad›rga. Kad›rgadayd›lar, babas› ve mâiyeti. ‹stanbul’dan mektup getiren Ferhad A¤a. Tufan, kar umurlar›nda de¤ildi. Mustafa tan›k olmad›¤› her fleyi görüyordu. Canfeda gümüfl tasa bakt›; gözleri tek safrana tak›l›; uzun ömrünü seyretti. Nurbânû Sultan’›n en gözde cariyesiydi. Venedikli Safiye’nin düflman› olacakt› ister istemez. Uzun ömrü sadece bu kadard›. Baflka hiçbir fley yoktu, çocuklu¤u yoktu, yurdu, evi. Bitmiflti iflte, uzun ömrü bitmiflti. Gümrükönü’ndeki mescidinde insanlar dua ederken, yar›n, onu belki de anmayacaklar. Kimse anmayacak. Tek safran titrefle titrefle eriyordu. Mum, kandil, ›fl›k sönüyor; Venedikli’nin gücünü k›rmak için Sultan Murad Han’a takdim edilmifl, ›fl›klar donanm›fl genç cariyelerin talihi de sönüyor. Gümüfl tas elini yak›yordu. Nurbânû’nun vasiyeti ifle yaramam›flt›: Kethüdâ hatunluktan emekli bir Eski Sarayl›. Al›nyaz›s›n›n bundan sonras›n› okuyor; erkek tan›mam›fl geçkin bedeni sars›l›yor; gözyafllar›n› tutam›yordu. Kara¤u masal büsbütün karar›yordu Mustafa için. Geçende Fatih Camii’nde toplanan ulemâ, Abaza Mehmed Pafla’y› k›flk›rtm›fl, Abaza’n›n ‹stanbul’a yürümesini istemifl. Abaza kimdir bilmem. Birçoklar›n› bilmem. Birçok ad, san, geçip gittiler, u¤ulday›p durur. Gözleri donuyordu Mustafa’n›n. Zaman› çözmeye çal›fl›yordu. Fatih Camii’ne götürdüler. Fakat yeflil çinide bir türlü göremiyordu. Mustafa camide yaln›z kalmak istedi: O sene k›fl mevsimini ‹stanbul’da geçiren Padiflah camideydi. Kandilyak›c›lar alt› yüz kandili yakm›fllar. Vakit akflam. Beyaz mermerde kandillerden ebemkufla¤› yans›malar. Derken tümü yitiyor; Mustafa yeflil çinide göremiyordu ama, ulemân›n sesi yank›yordu. Art›k ne kandilyak›c›lar, ne Fatih, ne beyaz mermer. Yeni zaman ulemâs›n›n sesi yank›d› yank›d›. Mustafa, camide tek bafl›na, Allah’›n yurduna kötülük bulaflt›rd›klar›n› hissediyordu. A¤lamak istedi. 16 Topra¤a kar›flmak için Allah’a yalvard›. Sesler çarp›yordu. Az önce, dört bir yan›m haflmetli ve ziynetliydi. Lâkin ata yadigâr› bir k›r›k çini gördüm: Söndükçe sönen sar›, k›r›¤›nda kir tutmufltu. Ve padiflah, sanatkârlar›n gösterdikleri renkten renge çiniler aras›nda, sar›y› seçmiflti, bir gün k›r›laca¤›n› akl›ndan geçirmeyerek. Burada böyle olduktan sonra, taflrada halin çok daha fena olaca¤›n› konuflmufllar. Eflk›ya ve zorba türeyecekmifl. Ulemân›n sesi yank›yordu. Dinlemek istemedi Mustafa; gözlerini yeflil çiniden alam›yordu. Kargafladan yarar umdular. Camiden ç›kt›. K›r›k sar› çini gönlünü yormufltu. Saraya dönünce, annesi, “Ne oldu Arslan›m? Üzgünsün” dedi. “Bir k›r›k sar› çini gördüm.” Oysa, sar› çiniyi, ulemân›n kargafla hevesini, anas› oldu¤unu söyleyen kad›n›n anlamaz, bön bak›fllar›n› bir yana b›rakm›flt›. Huzurunda kimsenin söz verilmeyince konuflamad›¤› Padiflah’la bafl baflayd›. S›radan fânilerle söyleflmeyi epeydir gereksiz bulan, sofras›na kimsenin oturamad›¤›, gözünü dünyan›n saltanat›na dikmifl Fatih’le. ‹skender’in hayat hikâyesini okutuyordu Fatih; dinliyordu. Haflmetli ve ziynetli cami senin için diye düflündü Mustafa. Duygular›n› söyleyemedi. ‹skender’di art›k Fatih, elife yolcu de¤ildi, Süleyman’d›. Sonunda bir zavall› k›r›k sar› çini. Sonra adafl› Mustafa’n›n öldü¤ünü de görüyordu, fiark’› ve Garb’› birlefltirmek isteyen Padiflah’›n o¤lu; görmekle kalm›yor, Mustafa, adafl›n›n Otlukbeli’nden hasta, yorgun dönüflüne efllik etmeye çal›fl›yor, kaskat›, kalakal›yordu. Bo¤azkesen’i yapt›rtan adam birdenbire öteki benli¤ine kavufltu: Saray›n› yeniden Do¤u’nun ve Bat›’n›n sanatkârlar›na açt›. Kederi sanat belki avutabilir. Yüzü harabeye benzemiflken, Bellini’nin tasvirlerinde yine genç, yine al›ml›yd›. Henüz o¤lu Mustafa ölmemiflti. Cihan saltanat›ndan geriye henüz bir sar› k›r›k çini kalmam›flt›… Yeflil çinide, sar› çinide. Sonbahar geliyordu. Bu da bir baflka zaman. Babaannesinin, isyan ç›karsa, ana o¤ul s›¤›ns›nlar diye flehrin d›fl›na yapt›rtt›¤› Tafl Kas›r’dayd› Mustafa. Tafl Kas›r’da vaktiyle Ahmed çok oturdu. ‹syan hep ç›kt› ve isyan hep bast›r›ld›. Ahmed’in kitabesiyle bezenmifl çeflmeden su sesi geliyordu. Tafl Kas›r’da, topra¤a de¤ilse bile, yaln›zl›¤a kavufluyordu Mustafa. Su sesi hep gelsin diye çeflmeyi aç›k tutuyordu. ‹nce fl›r›lt› Mustafa’n›n ruhuna iyi geliyor. 17 ‹nce fl›r›lt› sonbaharda biraz ürpertiyordu. Gece inmiflti. Bahçede, Mustafa görüyordu, birkaç ateflböce¤i ç›rp›nd›. Manisa’da da ç›rp›n›rlard›, eflatun ›fl›lt›larla. Güz geldikçe. Güz gelirdi ve da¤lar da eflatun olurdu. Güz gelir, ateflböceklerinin eflatun ›fl›lt›lar›na melâl yap›fl›rd›. Baflka gecelerde… yaz gecelerinde daha canl›, daha uçar. fiimdiyse, melâlin yüküyle, karanl›ktaki çiçeklere, otlara, karanl›ktaki yapraklara çok daha a¤›r eriflebiliyor ateflböcekleri. Biliyordu; gerçi zaman› çözememiflti ama, mevsimler vard› ve mevsim güzle hafl›r neflir oldukça, ateflböce¤inin eflatun k›v›lc›m› sarar›r, kestane alacas› kesilir, sonra büsbütün sönerdi. Melâl o zaman Mustafa’ya yap›fl›rd›. G›yab›nda pek çok konufltuklar›n› hissetti. ‹rkildi. Eflkiya ve zorba onlard›, Mustafa’n›n g›yab›nda konuflanlar: Vezirler, ulemâ, ocak a¤alar›, k›zlara¤as›, asker. Ötekiler. Çeflmeden akan suyun sesini iflitemiyordu. Su sesi art›k ruhuna iyi gelmeyecekti. Sekiz on kifli, Tafl Kas›r’da iken, Mustafa’y› Yeni Saray’a göç ettirdiler. Ç›rp›nan ateflböcekleri orada kald›, Tafl Kas›r’›n bahçesinde. Belki bir daha dünya gözüyle görmeyecek ateflböceklerini. Ateflböceklerini hayal gücüyle görmesine kim kar›flabilir. Mustafa serin geceyi koklad›. Yol boyunca. Odan›n kap›s› üzerine kapan›p kilitlendi. “Buras› neresi?” diye sordu. “Uzlet Dairesi’dir Padiflah›m.” Gülüfltükleri yoktu. Gemideki halini hat›rlad›, ça¤›ran sulara kap›ld› kap›lacak. As›k yüzleriyle öyle bak›yorlard›, gülercesine. ‹flte siyah hayat›na geri dönüyordu. Mustafa’y› yine kilitliyorlar. Gülmez görünerek, Mustafa’ya yine gülüyorlar. Korku duymad›. Korku duymay› nicedir unutmufltu. Duvarlardan tan›maya çal›flarak: Mustafa’n›n mahbesi bu kez bu oda. Belki hep ayn› oda, hep ayn›, hep buras›. Uzlet Dairesi diye flatafatl›, yeni bir isim taksalar da. Sonra yine sesler, ama art›k elifi söylemeyen sesler. Kim bilir hangi zamandan artakalm›fl duvarlar›n d›fl›nda, bilmedi¤i sokaklardan, bilmedi¤i insanlar›n hayk›r›fllar› geldi. Bo¤ulan, hançerlenen Mahmud için a¤laflm›yorlard›. Belki Osman için. Osman’› unutmam›fl olabilirler. Belki de bana. Hayk›r›fllar. Gecede mi, gündüzde mi, göz göremeyince. Kale duvar› bin y›llar› söyleyerek, fakat geceyi gündüzü örterek. Naralar, hayk›r›fllar eskiden korkuturdu. Manisa’n›n sessiz bahçelerinden, dilsiz da¤lar›ndan, uysal su fl›r›lt›lar›ndan sonra, padiflah flehrin18 deki bitmez tükenmez 盤l›klar. Hikâyelerini dinlemiflti. Ç›¤l›klar›n. Ço¤u kez gündüzlerde iflitmiflti. Ard› arkas› kesilmeyen feryat ve figan cihana zelzele veriyordu. Katledilen kardefller, katledilen flehzadeler: ‹stanbul çok a¤lam›fl. Zaman› kar›flt›rsa da, Mustafa’ya öyle geliyordu ki, yank›dan a¤lay›fllar y›llarca sürdü, belki ço¤ald›. Babas›n›n babas› Sultan Murad Han kardefllerini boyuna öldürttü, bir kez de¤il. Fakat ‹stanbul feryat ve figan›n› unuttu; ben unutmad›m. Mustafa ruhunu insandan ve eflyadan ay›rd›. Ne yard›m› dokunabilirdi ki. Tabutlar yan yana dizilmiflti. Cenaze namaz› k›l›nacakt›. Mustafa ruhunu bedeninden de ay›rd›. Ruhumda yine yaln›z›m diye düflündü. Tafl Kas›r’dan mahbese getirilirken, do¤uda gökyüzü k›z›ld›. Gökyüzü geceleyin do¤uda k›zarm›flsa, fitne bafl gösterir. Savafl ç›kar, çok kan dökülür. Mustafa as›l o zaman korkarak, gökyüzünün k›pk›z›l›ndan. fiehirde veba görülür. Yalan dünyada veba hiç dinmez. Gam, keder, üzüntü çok olur: Cenge giden asker dönmez. Arabadakiler gökyüzünün k›z›l›n› ay›rt etmiyorlard›. Aymazl›k içindeydiler. ‹çi d›fl› al çuhadand› araban›n. Fakat bu araba ne kadar eskiydi. Dört beyaz at çekiyordu. Fakat atlar ne kadar yafll›yd›. Çekmiyorlar, adeta sürüklüyorlard› arabay›. Biten gecenin serinli¤inde. Gökyüzünün k›z›l› yetmiyormufl gibi, bir de sanr›!: Sanki görkemli bir genç kad›n, sanki bin y›l öncesinden, belirdi. Görkemli dört beyaz at›n çekti¤i arabas›ndayd›. K›z›l kar›flm›fl eflatun elbise giymiflti. Erkekli kad›nl› kalabal›¤›n ortas›nda bafl› aç›kt›, saçlar› gümrah. Mustafa en çok buna flafl›yordu. Sesten, flaklay›fltan ibaretti k›rbaç. Kad›n zafere do¤ru sürüyordu arabay›. Tek bafl›na. Do¤udaki k›z›ldan hoflnut. Ayaktan düflerek, y›k›larak, ahali, görkemli dört beyaz at›n çekti¤i arabay›, arabadaki genç kad›n› esenliyordu, gümrah saçlar› kabaran. K›rbaç flaklad›. Mustafa minaresiz bir Ayasofya gördü; dili tutuldu. Ahali yerlere kapanm›flt›. Daha gün do¤madan gökyüzü niye k›z›l? Mustafa kimseye sormad›. Vaktiyle, sular›n parlay›fl›yla kararan gökyüzünü ve yeryüzünü de sormam›flt›. Bir ömür boyu susmay›, sormamay›, istememeyi daha çocukken ö¤renmiflti. Her fley çocuklukta bafllad› ve bitti. 19 Kad›n... gümrah saçl›, “Hay›r!” diyordu. “‹skender’in yapamad›¤›n› yapaca¤›m! Do¤u’yu ve Bat›’y› birlefltirece¤im!..” K›rbac› v›nl›yordu. Görkem usul usul kayboldu. Bu yorgun atlar› arabaya niye kofltunuz? Mustafa sormad›. Yaz›k, günah de¤il mi? Mustafa sormayarak. Al çuha kapl› arabada giderken, gün a¤›yordu art›k. Mustafa... Allah’›n yaln›z b›rakt›¤› insan gidiyordu. Birinci Avlu’da selviler k›z›l kuflanm›flt›. ‹lkgüz ay›nda keder. Mustafa, “Keder” diye f›s›ldad›. “Kul ayaklanmas›ndan haberdar de¤il” diyorlard›. Mustafa, kullar›n› ayakland›rd›¤› için utanarak, ruhunu burada, selvili gam buca¤›nda b›rakt›. Ruhu, ayr›lmak istemezcesine, bedenine sarmafl›k. K›z›l karanl›kta Orta Kap›’n›n kuleleri, mahbesleri karadüfllerin yap›lar›na benziyordu. Mahmud’un ölümünü hat›rlad›. Kullar›n ayaklanmad›¤›. Mahmud’un belki taht, belki memleket için gözyafllar›n›. Koflup sar›lmak istiyordu a¤abeyine. Mahmud ölmüfltü. Sultan Mehmed Han o¤lunun gö¤süne hançer saplam›flt›. Sonra da, hançerini saplad›¤›n› gizleyerek, Mahmud’un katlolunmas›n› emretti. Sonsuza dek yaflasa Mahmud’a bir daha sar›lamayacakt›. Kullar bilir mi Allah’›n yaln›z b›rakt›¤› flehzadeleri? Hangisi: Hançer mi? Bo¤ulmak m›? Mustafa ikisini de iflitmiflti. ‹kisini de görüyordu. Bir kez daha, bir kez daha. Daha demin kuleler, mahbes. Dilsizler, Mahmud’u k›sk›vrak yakalam›fllar. Arabadan indi. Arabadan indirdiler. Yeter ki ayaklanmas›n kullar›. Götürüyorlard›. Mahbese. Mahbes her yerde. Mahmud, a¤abeyi, Mustafa’y› küçümserdi, yok sayard›. “Bir zavall› mecnun” demifl Ahmed’e. Bir k›r›k sar› çini: Mustafa. Oysa Mahmud, yeflil çinilerde, yi¤it, bahad›r görünüyordu. ‹çini çekti: Mahmud, a¤abeyim, a¤layan bir çift göz b›rakt›n. Yürüyordu. Gecede. Suskun. Beni nereye götürüyorsunuz? Sormuyordu. Müverrihler, ayaklar›n›n titredi¤ini yazacaklar; titremiyordu. Sabaha karfl› Yeni Saray’›n avlular›nda güz, serinlik, alaca karanl›k. Akl› ve gönlü Mahmud’a tak›ld›. Mahmud, Anadolu eflk›yas›n›n üstüne gönderilmeyi istemifl. Askerin bafl›na geçmek istemifl. Mahmud, Ca¤alo¤lu’nun h›flm›n› bilmez miydi ki. Ca¤alo¤lu kimdir bilmeyen Mustafa, onun emriyle idam edilecek askerleri biliyordu; idam 20 edilenleri, dirlikleri kesilenleri. H›fl›m zulümle kardefl. Sohrab Pafla; kimdir, bilmezdi; kad›n elbiseleri giydirilmifl, eflek s›rt›nda, Belgrat sokaklar›ndan geçiriliyordu ve dirlikleri kesilmemifl, idam edilmemifl öteki askerler kahkahayla gülüyorlard›. Sohrab’›n bafl›n› vurdular. Dirlikleri kesilmifl askerler Anadolu’da birlefliyorlar. Karayaz›c› isyan bayra¤›n› aç›yor. Karayaz›c›’n›n kim oldu¤unu bilmiyordu Mustafa; ama Mahmud’un bilmesini, olup biteni inceden inceye ölçmesini isterdi. Selviler hâlâ k›z›l. Gökyüzünün do¤usu k›z›l. Mahmud’un hilal kafllar›, iri siyah gözleri, narçiçe¤i k›rm›z›s› dudaklar›. Yürekli ve yak›fl›kl› oldu¤u söylenirdi. Annesi kimdi? Annesi Handan Sultan de¤ildi. Yürüyorlar, ayak sesleri yank›lanarak. Saray flimdiden müthifl so¤uk. Saray merhametsiz. Sanki flurdan, sanki ses: “Padiflah›m, beni gönder…” Mahmud yalvar›yor, isyan ediyor. Mustafa flurda durmak istiyor. Pervas›zca çekiyorlar. Sesini iflitti¤i Mahmud’u bu yüzden göremiyor. Babas›n› bu yüzden göremiyor. Görse, görebilse, Mahmud’un fark etmedi¤i ölümcül öfkeyi de görecek. “Padiflah›m, beni gönder!..” Sultan Mehmed Han nereye gönderecekti Mahmud’u. Mahmud, dirliksiz askere üzülmedi mi? Savaflmaktan baflka ne bilir dirliksiz asker? Onlar da yürüyorlard›, Karayaz›c›’n›n isyan bayra¤› alt›nda toplanmaya, dört bir yandan. Beyni zonkluyordu Mustafa’n›n; yak›lan, y›k›lan köyler, kasabalar, ya¤ma, çapul; yüzlerce, binlerce askerin açl›k 盤l›¤›n› iflitiyordu. Mahmud ise eflk›ya sanm›flt›. “… Askere serdâr olay›m. Hepsinin hakk›ndan geleyim…” böyle diyordu Mahmud; cinnetinde kavrulup kalm›fl Mustafa’ya kay›ts›z. Susmas› için yalvard› a¤abeyine. fiehzadeye. Gözlerini s›ms›k› yumdu Mustafa. Topra¤› özledim, kimsenin padiflah› olmad›m! diye hayk›rd›. Sesini bin y›llar›n kale duvarlar› örttü. Topra¤› her zaman özledi. Ama ilkyazda ve ortayazda daha çok. K›fl geçince. Çocuklu¤undan kalma a¤açlar, yeflertiler hayat bulunca. Kavak dölleri ordan oraya savruldukça, kavak dölleri kar gibi ya¤d›kça. Mustafa kara yas duyarak, Mahmud topra¤› özlememiflti diye f›s›ldad›; kendine söyledi. Siyah gözlerine ›fl›kta kestane alacas› yürüyen Mahmud, Scipione Cicila’n›n kaderini bilseydi ve ruhunu tan›sayd›: Ceneviz’den Sicilya’ya, sonra da müslüman, Enderûn, asl›nda esir. Sonra da Ca¤alo¤lu. Babas› Yedikule zindanlar›nda can vermifl. Herkesin herkese yabanc› oldu¤u bir saray! Kim niye devlet? (...) 21 JOHN BANVILLE Sözcükler için yan›tlad›: Edebiyat Ne ‹fle Yarar? ‹rlanda’n›n belki de yaflayan en önemli yazar›. 1945 y›l›nda dünyaya geldi. Bir süre ‹rlanda Ulusal Havayollar› Aer Lingus’ta çal›flt›; 1970’de yay›mlanan, k›sa öykülerden oluflan ilk kitab›n› romanlar izledi. 1988-99 y›llar› aras›nda Irish Times gazetesinin edebiyat editörlü¤ü görevinde bulundu. Athena, Hayaletler, Tutanak Defteri (Telos Yay›nlar›), Dokunulmaz (Ayk›r› Yay›nlar›), Kepler (Kabalc› Yay›nlar›) ve geçen y›l ünlü Booker ödülünü kazanan Deniz (Can Yay›nlar›) ile Türk okurlar›n›n da yak›ndan tan›d›¤› bir yazar. I believe that literature is useless -- Vladimir Nabokov's word, inutile, is perhaps better -- and that it is in this very uselessness that its significance lies. Exalted play, which is what literature is, is the best kind of work. And work soothes the body and lifts the soul. Edebiyat›n bir ifle yaramad›¤›n› – ya da Vladimir Nabokov’un belki de daha iyi olan deyifliyle “faydas›z” oldu¤unu – ve anlam›n›n da tam bu ifle yaramazl›¤›nda yatt›¤›n› düflünüyorum. Edebiyat›n oluflturdu¤u soylu oyun en iyi çal›flma türüdür. Çal›flmak da gövdeyi rahatlat›r ve ruhu ferahlat›r. 22 ROMANA ÖVGÜ Carlos Fuentes Türkçesi: Celâl Üster [6-17 Eylül 2005 tarihleri aras›nda Berlin’de düzenlenen Uluslararas› Edebiyat fienli¤i’nin aç›l›fl konuflmas›n›, Aura, Artemio Cruz’un Ölümü, Deri De¤ifltirmek, Terra Nostra, Körlerin fiark›s›, Yan›k Sular, Laura Diaz’l› Y›llar gibi yap›tlar›yla ülkemiz okurunun da yak›ndan tan›d›¤› Meksikal› yazar ve elefltirmen Carlos Fuentes yapm›flt›. Fuentes, “Romana Övgü” bafll›¤›n› tafl›yan konuflmas›nda, yay›mlan›fl›n›n 400. y›l› kutlanan Don Quijote roman›ndan yola ç›karak edebiyat›n, ama özellikle de roman›n günümüz dünyas›nda tafl›d›¤› anlam›, yüklendi¤i ifllevi aç›kl›yordu. Fuentes’in, edebiyatta kal›c›l›¤›n nedenlerini de vurgulad›¤› konuflmas›, beni yeniden Cervantes’in baflyap›t›na yöneltti. Y›llar y›llar önce ilk kez ‹ngilizce çevirisinden okumufl oldu¤um Don Quijote’yi, son kez on y›l kadar önce Roza Hakmen’in Türkçesinden okumufltum. Fuentes’in konuflmas›n› çevirirken, Don Quijote’yi s›k s›k kar›flt›rmam gerekti. Oras›na buras›na göz atay›m derken, bir de bakt›m, o koca roman› Hakmen’in eflsiz Türkçesinden yeniden okumuflum. Miguel de Cervantes Saavedra’n›n 1605’te yay›mlanan La Mancha’l› Yarat›c› Asilzade Don Quijote’sini dilimize ilk kez ‹spanyolca asl›ndan ve eksiksiz olarak kazand›ran Hakmen’e de, böylesi bir çevirinin yay›mlanmas›n› sa¤layan Enis Batur’lu Yap› Kredi Yay›nlar›’na da teflekkür borçluyuz. Ama, kendinden önceki, tüm eskimifl anlat› türlerini yerle bir ederek modern roman›n, yaln›z modern roman›n m›, belki tüm bir ça¤dafl edebiyat›n önünü açan bu yap›t›n, Türkiyeli okuyucuya ilk yay›mlan›fl›ndan ancak 391 y›l sonra asl›ndan ve eksiksiz biçimde yap›lm›fl çevirisiyle ulaflabilmifl olmas› da bizi derin derin düflündürmeli. fiimdi, dikkatli dergi okuyucusu, flöyle bir soru sorabilir: “Fuentes’in konuflmas›n›n çevirisi daha önce Milliyet Sanat dergisinde yay›mlanm›flt›. Neden yeniden çeviriyorsun? ‹flin gücün yok mu senin?” Bu sorunun yan›t›, bende de¤il, Milliyet Sanat ’ta Zeynep Aksoy imzas›yla ç›kan çeviride. Okurun, Aksoy’un çevirisini okuyup da Fuentes’in ne söyledi¤ini anlamas› hiç de kolay de¤il. Bunu aç›klayabilmenin en iyi yolu da, san›r›m, birkaç örnek vermek. Fuentes, konuflmas›nda, Don Quijote örne¤inden yola ç›karak roman› anlat›rken, Cervantes’in Erasmus’un Enkizisyon taraf›ndan yasaklanan felsefesinde demlendi¤ini, ama Erasmus’un yaln›zca ‹nanc›n dogmalar›n› de¤il, Akl›n dogmalar›n› da yads›yarak ‹nanç ile Ak›l aras›nda bir uzlaflma arad›¤›n› söylüyor. Delili¤e Övgü’nün, tüm gerçeklerin kuflkulu oldu¤u, her fleyin bir belirsizlik denizinde yüzdü¤ü Erasmus’vari bir evrende dolaflan Don Quijote’nin övgüsü oldu¤unu, böylece modern roman›n do¤um hakk›n› kazand›¤›n› vurguluyor. Çevirmen, buradan sonraki tümceyi flöyle çevirmifl: “Cervantes, Erasmus düflüncesinin özgürlefltirici etkisini itiraf edemedi¤i için Erasmus’tan daha da iyisini yapar. Rotterdam’›n bilgeli¤i La Mancha’n›n delili¤ine dönüflür ve uysall›kla karars›zl›¤›n evlili¤i roman› anlad›¤›m›z flekliyle ortaya koyar. Karars›zl›ktan olu23 flan imtiyazl› bir alan.” Oysa burada sözü edilen, “karars›zl›k” de¤il, “belirsizlik”. Romana, ayr›cal›kl› bir alan açan, gerçekli¤i kesinlikten uzak, kuflku denizinin sular›nda, çok katmanl› bir biçimde ve tüm oynakl›¤› içinde dile getirme olana¤›n› sa¤layan da bu “belirsizlik”tir. Fuentes’in tümcesinin asl› flöyle: “Cervantes, Erasmusçu düflüncenin özgürlefltirici etkisini a盤a vuramad›¤› için, Erasmus’tan bir ad›m ileri gider: Rotterdam’›n bilgeli¤i La Mancha’n›n delili¤ine dönüflür ve la sagesse ile l’incertitude’ün evlili¤i, bugün anlad›¤›m›z anlamda roman› ortay› ç›kar›r: Yani, belirsizli¤in ayr›cal›kl› bir alan›n›.” Milliyet Sanat’taki çeviride flöyle bir tümceye rastl›yoruz: “Bekâr Sanson Carrasco’nun Don Kiflot’un isim evrenine girebilmesi için Aynalar›n fiövalyesi diye adland›r›lmas› gerekir.” Çevirmen, Roza Hakmen’in Don Quijote çevirisine bir göz atsayd›, buradaki “Bachelor” sözcü¤ünün “bekâr” de¤il, “Bakalorya sahibi” anlam›na geldi¤ini hemen görebilirdi. Ard›ndan flöyle bir tümce geliyor: “Burada külhanbeyi Sancho Panza epik Don Kiflot’la el s›k›fl›r.” Cervantes’in roman›n› okuyan herkes, Sancho Panza’n›n külhanbeylikle uzaktan yak›ndan bir iliflkisi olmad›¤›n› bilir. O yüzden, “külhanbeyi Sancho Panza”y› görür görmez kuflkuya düfltüm. Merak edip asl›na bakt›m ve çevirmenin “külhanbeyi” dedi¤i fleyin “pikaresk” oldu¤unu gördüm. Fuentes, burada, Sancho Panza ve Don Quijote’nin kifliliklerinde edebiyat türlerini karfl›laflt›r›yor, tüm türlerin Don Quijote roman›n›n aç›k alan›nda bulufltu¤unu söylüyor. Diyor ki: “Burada pikaresk —Sancho Panza— epikle —Don Quijote— buluflur.” Evet, “pikaresk”te belki bir “külhanbeylik” vard›r, ‹spanyolcada “picaro” “serseri” demektir; ama, Fuentes burada ‹spanya’da do¤an “pikaresk roman”dan söz ediyor: afla¤› tabakadan bir serüvenci ya da serserinin yaflam›n› sürdürebilmek amac›yla bir toplumsal ortamdan bir baflkas›na sürüklenirken bafl›ndan geçenleri birinci tekil kifli a¤z›ndan aktaran, roman›n öncüsü kabul edilen anlat›dan. Biraz daha ilerleyince, bir baflka tümce: “Cervantes, ça¤›n› yaflad›: Son Hapsburglar›n çöküflteki ‹spanyas›’n›, 3. Philip’i...” Belki önemli de¤ilmifl gibi gelebilir ama, tümcenin asl› flöyle: “Cervantes, ça¤›n› yaflad›: Habsburglar›n sonuncusu III. Felipe’nin çürüyen ‹spanya’s›n›...” Çevirmen, Fuentes’in söylediklerini yanl›fl çevirmekle kalm›yor, Kutsal Kitap’›n sözlerini de yanl›fl yorumluyor. Demifl ki: “Ciddi gayret ve fedakârl›klarla kazan›lm›fl uluslararas› de¤erler —insan haklar›, diplomasi, çok tarafl›l›k, huku¤un önceli¤i— tek tarafl›l›¤›n, önleyici savafl›n kör acelecili¤inin ve ‘y›k›m› önleyen’ kör gururun tecavüzüne u¤ruyor.” Oysa asl› flöyle: “Elefltirel kararl›l›k ve özveriyle kazan›lm›fl olan uluslararas› de¤erler —insan haklar›, diplomasi, çokyanl›l›k, hukukun önceli¤i— tekyanl›l›¤›n, önleyici savafl›n ve ‘körü körüne gururun ard›ndan gelen y›k›m›n’ bilinçsiz telâfl›n›n sald›r›s›na u¤ruyor.” Burada, Fuentes, Kutsal Kitap’taki “Süleyman’›n Özdeyiflleri”nden bir al›nt› yap›yor. Süleyman der ki: “Gururun ard›ndan y›k›m, / Kibirli ruhun ard›ndan da düflüfl gelir.” Diyece¤im, Fuentes’in konuflmas›nda söz konusu olan, “y›k›m› önleyen gurur” de¤il, tam tersine, “y›k›ma yol açan gurur”. Daha birçok örnek verebilirim, ama bu kadar› yeter, yoksa Fuentes’in konuflmas›na yer kalmayacak. Az önce, Don Quijote’yi yay›mlan›fl›ndan ancak 391 y›l sonra asl›ndan ve eksiksiz biçimde Türkçelefltirebildi¤imizden söz etmifltim. O da bir fley mi? Daha, bir yazar›n bir edebiyat flenli¤inde yapt›¤› konuflmay› do¤ru dürüst çeviremiyoruz. C.Ü.] 24 Bundan bir süre önce, Norveç Akademisi, dünyan›n dört bir yan›ndan yüz yazara bir soru yöneltti: Sizce bugüne dek yaz›lm›fl en iyi roman hangisidir? Yüz yazardan ellisi bu soruyu, Miguel de Cervantes Saavedra’n›n Mancha’l› Don Quijote’si, diye yan›tlad›. Geri kalan adlar aras›nda da, oy çoklu¤u s›ras›yla Dostoyevski, Faulkner ve García Márquez bulunuyordu. Bu soruflturman›n sonuçlar› önümüze ilginç bir sorunu getiriyor: Uzun satan kitaplar ve çok satan kitaplar. Çok satan bir kitap neden çok satar ya da uzun satan bir kitab›n kal›c›l›¤›n›n nedeni nedir? Hiç kuflkusuz, her kitaba uyan tek bir yan›t yok. Don Quijote, 1605’te ilk kez yay›mland›¤›nda çok satm›flt›, o günden bugüne de çok satmay› sürdürdü; öte yandan, Absalom, Absalom!’un (1936) zay›f sat›fl›n› ayn› y›l›n gerçekten çok satan roman›yla, Hervey Allen’›n Napoléon dönemi Avrupa’s›nda geçen aflk, savafl ve ticaret destan› Anthony Adverse1 ile karfl›laflt›racak olursan›z, William Faulkner’›n hiç de iyi satmad›¤›n› aç›k seçik görürsünüz. Bu da demektir ki, bu konularda gerçek bir termometre yoktur; son sözü zaman söylese, zaman satt›rsa bile. Cervantes’in ça¤›yla uyum içinde oldu¤u, buna karfl›l›k Stendhal’in bilinçli bir biçimde “mutlu az›nl›k” için yazd›¤›, sa¤l›¤›nda pek az satt›¤›, ölümünden önce Balzac’›n övgüsüyle ödüllendirildi¤i ve ancak 20. yüzy›lda elefltirmen Henri Martineau’n›n çabalar›yla de¤erini buldu¤u düflünülebilir. Kimi yazarlar büyük bir popülerlik yakalarlar, sonra da bir daha ortaya ç›kmamak üzere kaybolup giderler. Son elli y›l›n çok satan listeleri, birkaç canl› ayr›ks› örnek d›fl›nda, iç karart›c› bir ölü kitaplar mezarl›¤›d›r. Ne var ki, kal›c›l›k iste¤e ba¤l› de¤ildir. Hiç kimse ölümsüz olaca¤›m diye kitap yazamaz; bu hem gülünç düflmeye, hem de tart›flmas›z ölümlülü¤e davetiye ç›kar›r. Platon, bir tür donmufl zaman olan sonsuzlu¤un, hareket etti¤inde zamana dönüfltü¤ünü belirtirken, ölümsüzlü¤e bir bak›fl aç›s› getirir. William Blake ise bunu daha elle tutulur bir biçimde aç›klar: Sonsuzluk, zaman›n ifllerine âfl›kt›r. Zaman›n iflleri. Buraya kadar adlar›n› and›¤›m yazarlar›n her birini ele al›p, onlar›n yaflad›klar› zamanla iliflkilerine do¤ru verimli bir yolculu¤a ç›kabiliriz. Böylesi bir yolculuk büyüleyici olabilir, olmal›d›r da; ama onlar›n yazd›klar› kitaplar, onlar› yazmaya yönelten düflgücü, dili kullan›fllar›, edebiyat sanat›na elefltirel yaklafl›mlar›, Milan Kundera’n›n yeni kitab› Perde’de2 vurgulad›¤› gibi büyük gelene¤e ba¤l› olduklar›n›n ne denli ay›rd›nda olduklar› konusunda bize neler söyleyece¤ini merak ediyorum. Kundera, romanc›n›n, kendi ülkesinden, dahas› kendi anadilinden çok, Rabelais, Cervantes, Sterne ve Diderot’nun ayn› ailenin birer parças› olduklar› bir gelene¤e ba¤l› oldu¤unu ve bu ailenin, Goethe’nin 25 özlemini duydu¤u gibi Weltliteratur’un, dünya edebiyat›n›n evinde yaflad›¤›n›; her yazar›n, Goethe’nin ileri sürdü¤ü gibi, bu dünya edebiyat›n›, “art›k önemli hiçbir fleyi temsil etmeyen” ulusal edebiyatlardan ba¤›ms›z olarak besleyip güçlendirdi¤ini vurguluyor. E¤er bu do¤ruysa, o zaman tüm büyük edebiyat yap›tlar› hem içinden geldikleri gelene¤i içerirler, hem de ona katk›da bulunurlar ve yeni yarat›, kendinden önceki gelene¤e gelenek olarak ba¤›ml› oldu¤u kadar, sa¤l›kl› kalmak istiyorsa, kendisini besleyen yeni yarat›lara da ba¤›ml›d›r. Bu y›l Don Quijote’nin yay›mlan›fl›n›n 400. y›ldönümü oldu¤undan ve ben Cervantes’in kitab›n› 17. yüzy›ldan bu yana evrilip geliflen roman›n temel tafl› olarak gördü¤üm için, izin verirseniz söyleyeceklerimi bu yap›ttan kaynakland›rarak söyleyeyim. Cervantes, kendisinin sözünü edemedi¤i bir gelene¤e ba¤l›yd›. Bu gelenek, genç V. Carlos’un saray›ndaki erken ‹spanyol Rönesans›n›n yol gösterici ›fl›¤›, Rotterdaml› Erasmus’un gelene¤iydi. Bu ›fl›k, çok geçmeden Karfl›-Reformun so¤uk dogmac› rüzgârlar› taraf›ndan söndürülmüfltü. Erasmus ve yap›tlar›, Trento Konsili’nden3 sonra Enkizisyon taraf›ndan yasaklanm›fl, vasiyeti bir s›r olarak kalm›flt›. Cervantes, bu yasak felsefede demlenmiflti. Erasmus, yaln›zca ‹nanc›n dogmalar›n› de¤il, Akl›n dogmalar›n› da yads›yarak ‹nanç ile Ak›l aras›nda bir uzlaflma aram›flt›. Dolay›s›yla, ‹spanyol Erasmusçular›n›n tilmizi olan Cervantes düflünsel ba¤l›l›¤›n› gizlemek zorundayd›. Delili¤e Övgü, tüm gerçeklerin kuflkulu oldu¤u, her fleyin bir belirsizlik denizinde yüzdü¤ü Erasmus’vari bir evrende dolaflan Don Quijote’nin övgüsüdür; böylece modern roman do¤um hakk›n› kazan›r. Cervantes, Erasmusçu düflüncenin özgürlefltirici etkisini a盤a vuramad›¤› için, Erasmus’tan bir ad›m ileri gider: Rotterdam’›n bilgeli¤i La Mancha’n›n delili¤ine dönüflür ve la sagesse4 ile l’incertitude’ün5 evlili¤i, bugün anlad›¤›m›z anlamda roman› ortaya ç›kar›r. Yani, belirsizli¤in ayr›cal›kl› bir alan›n›. Belirsiz bir yer: ‹spanya’n›n yal›t›lm›fl bir yöresinde unutulmufl bir köy. Adland›r›lamayan bir yer: “En un lugar de la Mancha de cuyo nombre no quiero acodarme.”6 Belirsiz bir yazar: Bu kitab› kim yazm›flt›r? Cervantes mi? De Saavedra m›? Seyyid Hamid Badincani mi? Ads›z sans›z Magripli bir yazar m›? Kuklac› Pedro Usta k›l›¤›na bürünmüfl maskeli ip cambaz› Ginés de Pasamonte mi? Belirsiz adlar: Don Quijote asl›nda Alonso Quijano ad›nda —yoksa Quijada ya da Quesada m›?— yoksul düflmüfl bir soyludur. Yoksa tam tersi mi? Yoksul düflmüfl beyzade, gerçekte, serüven peflinde koflan bir flövalye, düflkünleflmifl bir El Cid,7 güçsüz düflmüfl bir Cortés8 midir? Peki, bir addan ne ç›kar? Don Quijote roman›nda karfl›m›za ç›kan 26 adlardaki belirsizlik, düz bir okumadaki tüm kesinlikleri ortadan kald›r›r. Dulcinea, Aldonza’d›r; dertli genç k›zlar kraliçelere ve prenseslere, yafll› beygirler destans› küheylanlara dönüflür, kör cahil köylüler vali olur ç›kar. Don Quijote’nin düflsel düflmanlar›n›n abart›l› adlar› vard›r; örne¤in, Kollar› S›val› dev Pentapolpin. O yüzden, gerçek düflmanlar›n›n adlar› da abart›l› olmal›d›r: Bakalorya sahibi Sansón Carrasco’nun, Don Quijote’nin adlar evrenine girebilmesi için, Aynalar fiövalyesi ad›n› almas› gerekir. Ve Quijada... ya da Quijano... ya da Quesada ülkesinin savafl ad› Quijote de, bu adlar flenli¤ine dolu dizgin kat›l›r: Mahzun Yüzlü fiövalye ya da Aslanlar fiövalyesi olur; ya da, pastoral bir havadaysa Quijotiz olur; ya da, yol k›y›s›ndaki bir handa gülünç Don Azote, yani Bay K›rbaç ad›n› al›r; ya da, Dükün saray›nda alaya al›nan Don Jigote oluverir. Don Quijote’de yerler, adlar, yazar, her fley belirsizdir. Ve bu belirsizlik, Cervantes’in incelikle iflledi¤i büyük demokratik devrimle sa¤lamlaflt›r›l›r. Roman›n, herkesin duyulma hakk›n›n oldu¤u, ama hiç kimsenin özel konuflma hakk›n›n bulunmad›¤› bir ortak yer, lieu commun, lugar común, yani kentin buluflma yeri, ana meydan, poliforum olarak yarat›l›fl›d›r burada söz konusu olan. Roman yarat›s›n›n bu yol gösterici ilkesi, Cervantes taraf›ndan Claudio Guillen’in türlerin diyalogu dedi¤i fleye dönüfltürülür. Tüm türler, Don Quijote’nin aç›k alan›nda buluflur. Burada pikaresk —Sancho Panza— epikle —Don Quijote— el s›k›fl›r. Lazarillo de Tormes, Galyal› Amadis’le9 tan›flt›r›l›r. Burada anlat›n›n düzlü¤ü öykü içinde öykü ile k›r›l›r, kuflat›l›r, h›zla ileri ya da geri sar›l›r; araya giren bir pastoral interlüd, bir flövalye romans›, Magrip ve Bizans öykülerinden parçalarla kanaviçe örülür ve en sonunda roman, kendini, sözel evreninin hem özdeflli¤i, hem de farkl›l›¤› olarak ortaya koyar. Cervantes’ten önce, anlat›, kendini ya epikte oldu¤u gibi geçmiflin, ya da pikareskte oldu¤u gibi flimdinin tek bir okumas› olarak tüketirdi. Cervantes ise, roman› elefltirel bir sürece dönüfltürerek geçmiflle gelece¤i harman eder: Roman, önce, bir sürü kitap okumufl bir adamla ilgili bir kitap okudu¤umuzu söyler bize, sonra da okundu¤unun ay›rd›nda olan bir adamla ilgili bir kitap olur ç›kar. Don Quijote, Barcelona’da bir bas›mevine girip de, bas›lmakta olan kitab›n kendi kitab›, El ingenioso hidalgo Don Quijote de La Mancha’n›n10 kitab› oldu¤unu gördü¤ünde, kendimizi ans›z›n gerçekten yepyeni bir okurlar dünyas›nda, kitaplar›n yaln›zca dar bir dinsel, siyasal ya da toplumsal iktidar çevresince de¤il, herkesçe ulafl›labilir oldu¤u bir dünyada buluruz. Roman, Cervantes’in döneminden günümüze, hem yazarl›¤›, hem de okurlu¤u ço¤altarak, demokratik bir araç olmufltur; benli¤in, dünyan›n, kendimle ötekiler aras›ndaki, senle ben aras›ndaki, bizle onlar ara27 s›ndaki iliflkinin de¤iflkenlik gösteren yorumlar›n›n seçim alan› olmufltur. Din, dogmac›d›r. Siyaset, ideolojiktir. Ak›l, mant›kl› olmak zorundad›r. Oysa edebiyat›n belirsiz olma ayr›cal›¤› vard›r. Bir romandaki belirsizlik, kuflkululuk, belki de, yazar›n (dolay›s›yla yetkenin) belirsiz ve birçok aç›klamaya yatk›n olmas›n›n dünyaya pek uygun düfltü¤ünü anlatman›n bir yoludur. Gerçeklik dura¤an de¤il, de¤iflkendir. Gerçekli¤e ancak, onu olmufl bitmifl bir fley olarak tan›mlamaya kalk›flmazsak yaklaflabiliriz. Bir romanda ortaya konulan gerçeklerin bütünsel olmamas›, dogmac› dayatmalar›n karfl›s›na dikilen bir barikatt›r. Siyasal bak›mdan güçsüz ve önemsiz görülen yazarlar, acaba neden totaliter düzenler taraf›ndan çok önemliymifller gibi bask› alt›na al›n›rlar? Bu çeliflki, edebiyatta siyasal olan›n daha derinde yatan do¤as›n› a盤a vurur. Romanda gönderme, kendilerini dev aynas›nda görerek ölümsüz sanan otoritelere, gelip geçici iktidarlara de¤il, polis’e, kente, evrilip geliflerek süreklili¤ini koruyan yurttafllar toplulu¤unad›r. Kafka’n›n kurmacalar›, kendi kurmacas›n› güçlü k›lan bir gücü betimler. ‹ktidar, fiato’daki otoriteler gibi, gücünü flatonun d›fl›ndakilerin düflgücünden alan bir görünüfltür. Bu düflgücü güce güç katmay› b›rak›r b›rakmaz kral ç›plak kal›r ve kral›n terzileri ona yeni giysiler dikerken, bunu a盤a vuran o güçsüz yazar sürgüne, toplama kamp›na ya da dara¤ac›na gönderilir. Diyece¤im, edebiyatta siyasal güç olsa olsa ayr›ks› bir biçimde olabilir. “Ola¤an” dedi¤imiz koflullarda, yazar›n siyasal önemi yok denecek kadar azd›r. Yazar, hiç kuflkusuz, bir yurttafl olarak siyasetle ilgilidir. Ama yazar, sessizce, arka planda ve dolays›zca da olsa, kente kiflisel olanla ortaklafla olan› birlefltiren onsuz edilemez iki de¤eri sunman›n büyük siyasal önemine sahiptir. Demek, Rabelais ve Cervantes’ten Grass, Goytisolo ve Gordimer’a kurmaca, gerçe¤i sorgulaman›n bir baflka yoludur; bir yalan›n paradoksu arac›l›¤›yla gerçe¤e eriflmeye çabalad›¤›m›z bir baflka yoldur. Bu yalana düflgücü ad›n› verebiliriz. Bir koflut gerçeklik olarak da görülebilir bu yalan. Al›fl›lagelmifl, beylik dünyada gerçe¤in yerini tutan fleyin elefltirel bir aynas› olarak da görülebilir. Bu yalan, Don Quijote, Heathcliff11 ve Emma Bovary’nin, gündelik yaflam›n h›z› içinde tan›fl›p unuttu¤umuz yurttafllardan hiç de daha önemsiz olmad›¤› gibi çok daha büyük bir gerçekli¤e sahip olduklar› ikinci bir varolufl evreni kurar. Asl›nda, Don Quijote ve Emma Bovary, gündelik yaflamda tan›d›klar›m›z›n erdemleri ve kötülüklerini —ele gelmez, kaçk›n kifliliklerini— ayd›nl›¤a ç›kar›rlar, ete kemi¤e büründürürler. 28 Ahab’›n,12 Pedro Paramo’nun,13 Effie Briest’in14 sahip oldu¤u fley, belki de, bizim unuttu¤umuz, babalar›m›z›n tan›d›¤›, dedelerimizin çok eskiden bildi¤i kad›nlar ve erkeklerin yüce, görkemli ve ölümlü öznelliklerinin yaflayan an›s›d›r. Dostoyevski, Don Quijote’de gerçe¤i bir yalan›n kurtard›¤›n› söylemiflti. Cervantes’le birlikte, roman, gerçe¤in temeli olan bir yalan olarak do¤um hakk›n› elde eder. Çünkü romanc›, kurmaca ortam› arac›l›¤›yla akl› s›nar. Kurmaca, dünyan›n yoksun oldu¤u, dünyan›n unutmufl oldu¤u, elde etmeyi umdu¤u, belki de hiçbir zaman eriflemeyece¤i fleyi yarat›r. Dolay›s›yla, kurmaca, dünyay› kendine mal etmenin; ona, varl›¤›n› sürdürebilmek için istedi¤i rengi, tad›, anlam›, düflleri, gece dualar›n›, dayanma gücünü, dahas› aylakl›¤› vermenin bir yoludur. Romanc› bize der ki: Kendi içine gir ve dünyay› keflfet. Ama flöyle de der: Dünyaya aç›l ve kendini keflfet. II. Dünya Savafl›’ndan önceki karanl›k günlerde, Thomas Mann, Atlas Okyanusu’nu ölümle pençeleflen Avrupa’yla en sa¤lam yaflam ba¤› olarak gördü¤ü Don Quijote’yle aflm›flt›. Ondan da önce, Franz Kafka, I. Dünya Savafl›’n›n kara bulutlar› alt›nda, Don Quijote’nin Sancho Panza’n›n ola¤anüstü bir buluflu oldu¤unu, böylece Sancho Panza’n›n kimseyi incitmeden macerac› flövalyenin özgürce pefline tak›labildi¤ini keflfetmiflti. Ve son olarak, Jorge Luis Borges, “Don Quijote Yazar› Pierre Menard” adl› öyküsünde, Cervantes’in roman›n› yeniden yaratabilmek için onu sözcü¤ü sözcü¤üne, ama farkl› bir zamanda ve farkl› bir amaçla yeniden yazman›n yeterli oldu¤unu söyler. Cervantes, ça¤›n› yaflad›: Habsburglar›n sonuncusu III. Felipe’nin çürüyen ‹spanya’s›n›; paran›n de¤erini yitirmesini; çal›flkan Yahudi ve Arap halklar›n ülkeden birbiri ard› s›ra sürülmesi sonucunda ekonominin çöküflünü; insanlar›n ‹brani ya da Magripli kökenlerini gizlemeye zorlanmalar›n›n k›r›lgan maskelerden oluflan bir topluma yol açmas›n›; uzak topraklara yay›lm›fl bir imparatorlu¤un gerektirdi¤i iflbilir, becerikli yönetici eksikli¤ini; Do¤u ve Bat› Hind Adalar›’n›n alt›n ve gümüflünün Kuzey Avrupa’n›n tecimsel güçlerine kapt›r›lmas›n›. Sokak çocuklar› ve dilencilerin, içi bofl böbürlenmelerin, ac›mas›z soylular›n, y›k›k dökük yollar›n, harabeye dönmüfl hanlar›n ve çok daha canl› bir ça¤da Meksika’y› fethedebilecek, Karayipler’e yelken açabilecek, Yeni Dünya’ya ilk üniversiteleri ve ilk matbaalar› getirebilecek bitkin beylerin ‹spanya’s›n›: ‹spanya’n›n Amerika’n›n keflfindeki müthifl gücünü. Cervantes ve ‹spanya’n›n Alt›n Ça¤›n›n öteki büyük yazarlar›, edebiyat›n, tarihin toplumdan çekip ald›klar›n› topluma verebilece¤ini kan›tlarlar. Don Quijote, ölüm döfle¤inde yatarken, “Nerede o eski kufllar?” diye inler. O eski kufllar ölmüfl ve içleri doldurulmufl oldu¤u için, Cervantes, roman›n› yeniden kartal gibi uçurmak, roman›na albatrosun genifl kanatlar›n› takmak zorundad›r. Cervantes, döneminin yozlaflm›fl toplu29 muna elefltirel düflgücünün zaferiyle karfl›l›k vermiflti; biz de yozlaflm›fl bir toplumla karfl› karfl›yay›z ve bu yozlaflm›fl dünya yaflamlar›m›za s›z›p bizi kuflat›rken, bizi sürekli olarak tarihin geçip gidifline edebiyat›n tutkusuyla karfl›l›k vermek durumunda b›rak›rken, bu dünya üstüne derinli¤ine düflünmeliyiz. 21. yüzy›l bafllar›nda insanl›k gündemini ertelemenin ne denli tehlikeli oldu¤unun ay›rd›nday›z. Askeri harcamalar, sa¤l›k, e¤itim ve kalk›nmaya yap›lan yat›r›mlar› fersah fersah geride b›rak›yor. Kad›nlar, yafll›lar ve gençlerin ivedi istekleri kaderine terk ediliyor. Do¤aya karfl› ifllenen suçlar durmadan art›yor. Borges, korumak ile yaratmak Cennet’te eflanlaml› eylemlerdir, diye yazm›flt›. Bu eylemler Dünya’da birbirine düflman oldu. Terörün kökünde yatan nedenlere ilgisiz kal›n›yor. Teröre terörle karfl›l›k verilemez; teröre daha ak›ll›, demokratik yönetim ve toplumsal-ekonomik kalk›nmayla karfl›l›k verilirken, uzun zamand›r bask›c› ve sömürgeci yönetimler alt›nda yaflam›fl ülkelerde kültürel kimlik güçlendirilmelidir. Elefltirel kararl›l›k ve özveriyle kazan›lm›fl olan uluslararas› de¤erler —insan haklar›, diplomasi, çokyanl›l›k, hukukun önceli¤i— tekyanl›l›¤›n, önleyici savafl›n ve “körü körüne gururun ard›ndan gelen y›k›m›n”15 bilinçsiz telafl›n›n sald›r›s›na u¤ruyor. Bazen bu gerçeklikler karfl›s›nda edilgin bir mutlulu¤u seçiyoruz. Olabilecek en iyi dünyada yaflad›¤›m›za inananlar var, çünkü onlara vazgeçilmezin olanaks›z oldu¤u söylenmifl. Ama öte yandan, Goethe’nin dedi¤i gibi “Tanr›’n›n yaratt›klar›n› art›k sevmedi¤i ve her fleyi yok edip her fleye yeniden bafllamas› gerekti¤i” bir zamanda, gizil bir Vahiy’in k›flk›rt›lm›fl, ama edilgin korkusunun sald›r›s›na u¤ruyoruz. Uzay teslim bayra¤›n› çekti. Görüntü sa¤olsun, an›nda her yerde olabiliyoruz. Ama zaman un ufak oldu, bizden geçmiflin düflgücünü de, gelece¤in an›s›n› da sak›nma tehlikesini tafl›yan görüntülere bölündü. Bizim seçmedi¤imiz göz ba¤lay›c› görüntülerin köleleri olup ç›kabiliriz. Kendimizi ölesiye e¤lendiren nefleli robotlara dönüflebiliriz. Ben, bunlar›n, bizi dilin kültürün temeli, deneyimin kap›s›, düflgücünün çat›s›, belle¤in bodrumu, aflk›n yatak odas› ve her fleyden önce de kuflku, kesin olmay›fl ve sorup soruflturma ortam›na aç›lan pencere oldu¤unu do¤rulamaya yöneltmesi gereken gerçeklikler oldu¤una inan›yorum. Tüm büyük romanlarda bir insan tasar› bulurum; ad›na ister tutku deyin, ister aflk, ister özgürlük, ister adalet, baflar›s›zl›¤a yazg›l› oldu¤unu bilsek bile bizi kendisini gerçeklefltirmeye ça¤›ran bir insan tasar›. Don Quijote baflar›s›zl›¤a u¤rad›¤›n› bilir, t›pk› Goriot Baba, Anna Karenina ve Prens M›flkin gibi. Ama onlar, bu baflar›s›zl›¤›n belli belirsiz ya da apaç›k ay›rd›nda olduklar› içindir ki, tüm ça¤lar›n, tüm ›rklar›n, in30 sanl›¤›n tüm ailelerinin kendilerini bitmek bilmeyen, onaylanm›fl bir ilerleme ve mutluluk yan›lsamas›yla yabanc›laflt›rmadan yaflad›klar›, ortaya koyduklar› ve an›msad›klar› yaflam›n do¤as›n›, insan varoluflunu ve onun de¤erlerini kurtar›rlar ve bizim de kurtarmam›za yard›mc› olurlar. Geçen yüzy›l›n deneyimlerinden sonra, insanl›¤›n mutluluk ve ilerleme konusunda sürekli karfl›laflt›¤› trajik istisnalar› görmezden gelemeyiz. William Faulkner, A¤ustos Ifl›¤›’nda, iki benzemez karakteri, olgun nemfoman Joanna Burden ile genç Siyah sevgilisi Joe Christmas’› karfl› karfl›ya getirir ve ba¤r›na basar. Christmas, özgürlü¤ü temsil eder. Ama özgürlü¤ünün s›n›rl›, dahas› Prometheus’unki gibi bir özgürlük oldu¤unu bilir. Kendini bir kartal gibi sert, güçlü, amans›z, yeterli hisseder. Ama bu duygu geçip gider ve derisinin kendi hapishanesi oldu¤unun ay›rd›na var›r. Joanna Burden ise, Joe’nun bedenini elde ederek, kendini ilençlemek ister; sonsuza dek de¤il, ama biraz daha: “Bana dua ettirme, Tanr›m,” diye yakar›r. “B›rak, kendimi biraz daha ilençleyeyim.” Bunlar, Faulkner’›n aflkta hem özgürlü¤ün, hem de yazg›n›n trajik do¤as›n› keflfeden karakterlerinden yaln›zca ikisidir. Faulkner’da, direnme gücümüzün oldu¤unu bilmek, ayn› zamanda baz› anlarda zafer kazanma gücümüzün de oldu¤u anlam›na gelir. Faulkner’daki bu trajik ve zamana direnen gerçe¤i özellikle vurguluyorum, çünkü roman›n yürek at›fllar›n›n temeli oldu¤u kan›s›nday›m: Özgürlük trajiktir, çünkü hem gereklili¤inin, hem de s›n›rlar›n›n bilincindedir. Kafka, “Zafer beklemiyorum,” diye yazar. “Mücadele, yapabildi¤im tek fley olmas› d›fl›nda, kendi bafl›na nefleli bir fley de¤il... Belki de en sonunda, mücadeleye de¤il, ama mücadelenin verdi¤i keyfe teslim olaca¤›m.” Faulkner, “Ac› ile hiçbir fley aras›nda ac›y› seçiyorum,” demifl ve, “‹nsano¤lu üstün gelecektir,” diye eklemiflti. Bu, belki de, roman›n gerçe¤i de¤il midir? ‹nsanl›k üstün gelecektir, çünkü tarihteki kazalara karfl›n roman bize, sanat›n tarihin ivecenli¤inde kay›ts›z kal›nan bizdeki yaflam› onar›p yeniledi¤ini söyler. Edebiyat, tarihin unuttu¤unu gerçek k›lar. Ve tarih olup bitmifl olan oldu¤u için, edebiyat tarihin her zaman ne olmam›fl oldu¤unu sunacakt›r. ‹flte bu yüzdendir ki, —evrensel bir y›k›m d›fl›nda— hiçbir zaman tarihin sonuna tan›k olmayaca¤›z. Öyleyse, Franz Kafka’yla William Faulkner’›n sözlerini, tarihin sonu ve uygarl›klar çat›flmas› gibi iyi düflünülmemifl kavramlarla karfl›laflt›r›n. Ben, ‹berli, Yerli, K›rma, Siyah ve Melez, Atlantikli ve Pasifikli, Akdenizli ve Karayipli, H›ristiyan, Arap ve Yahudi, Grek ve Latin bir k›tadan ‹spanyol dilinde yazan bir yazar olarak konufluyorum. E¤er kendi kültürümün baflarm›fl oldu¤u her fleye, ama hepsinden önce de amaçlar›na, edinimlerine ve olanaklar›na ba¤l›ysam, bir uygarl›k31 lar çat›flmas›nda yaflad›¤›m›z› kabul edemem; çünkü kafamda canlanan tüm o uygarl›klar benim uygarl›klar›m; çat›flm›yorlar, konufluyorlar, birbirleriyle konufluyorlar, ruhumun ta derinlerinde iletiflim kurarak hem coflkunun, hem kederin görelili¤ini, geri düflmüfl olsa bile hiçbir zaman yok olmayacak olana —benim eskil Yerli ve ‹slâm kültürlerime— sar›lman›n ve kendini kal›c› olarak göreni —flimdiki yeterliliklerinin ötesinde, varl›¤›m›n Bat›l›, H›ristiyan izlerini— edinmenin ve tüm bunlar›n buluflma yerini, her birimizin içinde bar›nd›rd›¤› söz, düflünce, bellek ve düflgücü yerini kutsaman›n gereklili¤ini anlamak için tart›fl›yorlar, bizden uygarl›klar diyalo¤una kat›lmam›z› ve tarihin sonunu yads›mam›z› isteyerek. Çünkü, biz son sözümüzü söylemedikçe tarih nas›l sona erebilir? (1) ABD’li flair, yaflamöyküsü yazar› ve romanc› Hervey Allen (1889 - 1949), 1933’te yay›mlanan Anthony Adverse adl› tarihsel roman›yla popüler edebiyat alan›nda büyük ilgi uyand›rm›flt›. Roman, A¤ac›n Kökleri (1949) ve Bronz Atefle Gidiyor (1950) adlar›n› tafl›yan iki ciltte dilimize de çevrilmiflti. (Çevirenin Notu) (2) Milan Kundera’n›n, Roman Sanat› adl› yap›t›n›n devam› niteli¤indeki yeni kitab› Perde’nin Türkçe çevirisi, önümüzdeki eylül ay›nda Can Yay›nlar›’nca yay›mlanacakt›r. (Çevirenin Notu) (3) Trenko Konsili (1545-63), Katolik Kilisesi’nin 19. ekümenik konsilidir. Reform hareketine karfl› Katolikli¤in kendini yeniden düzenlemesine yönelik kapsaml› kararlar› ve Protestanlar›n karfl› ç›kt›¤› hemen her ö¤retiye aç›kl›k getiren dogmatik tan›mlar› aç›s›ndan önem tafl›r. (Çevirenin Notu) (4) Frans›zcada, bilgelik, usa yatk›nl›k. (Çevirenin Notu.) (5) Frans›zcada, belirsizlik, kuflkululuk. (Çevirenin Notu) (6) “La Mancha’n›n ad›n› hat›rlamad›¤›m bir köyünde...” La Mancha’l› Yarat›c› Asilzade Don Quijote, Miguel de Cervantes Saavedra, Çeviren: Roza Hakmen, Yap› Kredi Yay›nlar›, Kâz›m Taflkent Klasik Yap›tlar Dizisi, Nisan 1996. (7) 11. yüzy›lda yaflam›fl olan El Cid, Kastilyal› bir komutand›r. K›sa sürede Kastilya’n›n ulusal kahraman› konumuna yükselmifl, efsanelerle dolu bir yaflamöyküsü oluflmufltur. (Çevirenin Notu) (8) Hernán Cortés (1485 - 1547), Aztek imparatorlu¤unu y›k›p Meksika topraklar›n› ‹spanyol taht›na kazand›ran fatih. (Çevirenin Notu) (9) Amadís de Gaula (Galyal› Amadis), 1508 tarihli en eski metni ‹spanyolca olan bir düzyaz› flövalye romans›d›r. Bu yap›tta yüceltilen flövalyece davran›fl ölçüleri, Avrupa’n›n her yerinde kibar çevrelerin gönlünü fethetmifltir. Yap›t özellikle Fransa’da flövalyece davranman›n ve flövalyeli¤e özgü mektup üslubunun elkitab› olmufltur. Galyal› Amadis’e asl›nda büyük de¤er veren Cervantes’in Don Quijote’de romans türünü gülünçlefltirmesi, bu modaya ölümcül darbeyi indirmifltir. (Çevirenin Notu) (10) La Mancha’l› Yarat›c› Asilzade Don Qoujiote. (11) ‹ngiliz yazar ve flair Emily Brontë’nin (1818 - 1848) tek roman› Wuthering Heights’›n (dilimize Rüzgârl› Bay›r ve U¤ultulu Tepeler adlar›yla çevrilmifltir) erkek kahraman›. (Çevirenin Notu) (12) ABD’li romanc›, öykücü ve flair Herman Melville’in (1819 - 1891) baflyap›t› Moby Dick’in kahraman›. (Çevirenin Notu) (13) Latin Amerika roman›n Büyülü Gerçekçilik ak›m›n›n geliflmesinde önemli pay› olan Meksikal› yazar Juan Rulfo’nun (1918 - 1986) tek roman› Pedro Páramo’nun kahraman›. (Çevirenin Notu) (14) Almanya’da modern gerçekçi edebiyat›n ilk ustas› say›lan Theodor Fontane’nin (1819 - 1898) Effie Briest adl› roman›n›n kahraman›. (Çevirenin Notu) (15) Kutsal Kitap, Eski Antlaflma, “Süleyman’›n Özdeyiflleri”, 16:18. (Çevirenin Notu) 32 POSTMODERN‹ZM‹ ANLAMAK Semih Gümüfl ‹nsan›n bir birey olarak ortaya koydu¤u de¤er ile toplumun bir parças› olarak yapt›¤› katk›y› iki ayr› kefesine koydu¤unuz teraziye hangi hileyi kar›flt›r›rsan›z kar›flt›r›n, ikincisinin ilkine a¤›r basmas› olanaks›zd›r. Modernizm ile postmodernizmi ay›ran ilk çatlak burada oluflur ve bu çatlak köktenci bir sars›nt› s›ras›nda ç›kmad› ortaya; bu düzeyde bir enerjiyi gereksinmeden içi boflalan kültür, zamanla zay›flayan kabu¤unun çatlamas›na yol açt›. As›l çeliflki, bu yar›lman›n yorumlanma biçimleri aras›ndaki ayr›l›¤›n bir çat›flma biçiminde sürmesi nedeniyle gitgide büyüyen çatla¤›n iki yan›nda kalanlar aras›nda yafland›. Yeni olana tutunanlara göre, modernizmin kültüre katk›s› gitgide yok olurken, yaflad›¤›m›z ça¤›n do¤as›ndan beslenen postmodern kültür bütün hayat›m›za egemen olma hakk›n› eline al›yor. Modernizm sayg›nl›¤›n› kendi d›fl›ndakilere anlatmakta güçlük çekerken, postmodernizmin sayg› beklemeyen bir kamusal kültüre dönüflmesi, güç dengesinin o güne dek sahip oldu¤umuz kültür üstüne uygulanan zor ile de¤iflmesinin de koflullar›n› haz›rl›yor. Bu iki kültür aras›ndaki ayr›l›klar›n, ekonomik ve siyasal düzeylere göre Bat›’da ald›¤› biçimlerle bizdeki biçimlerinin bazen al›fl›lm›fl, bazen dramatik ayr›mlar› var. Özellikle 1960’lardan sonra dünyan›n halindeki h›zl› de¤iflim, modernizmi yere sermeye haz›r yalanc› pehlivanlar›n s›rt›n›n s›vazlanarak postmodernizmin bir olgu ve kültür olarak güçlenmesini sa¤lad›. Önce yüzeye yay›ld› postmodernizm; oldukça genifl bir yüzeyi kaplad›¤› Birleflik Amerika ile oradan ald›klar› etkilerle modernizme küsen ayd›nlar›n Avrupa’s›nda basamaklar› ç›kmaya bafllad›ktan sonra bizi de etkisi alt›na ald›. Gene de ekonomik, toplumsal ve sanatsal kültüründeki eksikler yüzünden gecikmifl modernli¤ini de yaflayamadan aç kurtlar gibi postmodern hayat özlemiyle yan›p tutufltu¤u söylenen biz, öncelikle anlamak zorunday›z ki, önyarg›lar› rafa kald›rmak zorunday›z. Buraya fluradan da geldik: Sait Faik’i bir modernizm atlas› olarak görmenin ne oldu¤unu bilmeyen, Yaflar Kemal’in hâlâ köyü ve eflk›yalar› anlatt›¤›n› sanan, Yusuf At›lgan’›n Edirne’den öte yolu olmad›¤›na inanan, Adalet A¤ao¤lu’nun roman sanat›na yapt›¤› katk›y› anlayamayan, edebiyat›m›z›n modernist yazarlar›n› k›y›ya iten kimi genç yazarlar, düflünme ve davran›fl kültürü olarak postmodern durufl içinde sözüm ona 33 seçkinci gibi görünürken, kötü bir ortalamac›l›¤› k›flk›rtt›klar›n› anlam›yorlar. Edebiyat›m›z›n geçmifline dönük toptanc› yads›malar, yoksaymalar postmodern düflünmenin keyfine dönüfltürülüyor. Ça¤dafll›k at›l›m›n›n bafllang›c›ndan bugüne edebiyat›m›z› ad›m ad›m kurarak tafl›yanlar› topyekûn yads›yan bu tipik postmodern tutum, doruk noktalar›n› t›rafllaman›n birörnek kafalar yaratt›¤›n› görmezden geliyor. O yok, bu yok, ama kendine benzeyenler var ve önemli... Elbette bizim edebiyat›m›z›n modernizm at›l›m›n› derinlefltiren 1950 kufla¤›n›n yüceldi¤i koflullar yok bugün. Onlar Sabahattin Âli’nin köprüsünden geçip engelleri atlayarak bizim geç modernizmimizi derinlefltirdiler ki, ça¤dafl Türk edebiyat› sayg›nl›¤›n› ve kendi yaz›nsal de¤erleri üstünde yükselme inad›n› en çok onlardan alm›flt›r. Bu arada modernizmi Bat›’dan al›p yeniden kurmaya çal›flan yeni bir gerçeklik, kapitalist geliflme modelini apaç›k yaflayan ülkenin kültürüne dönüflmüfltür. Bu nesnel koflullar içinden çok geçmeden daha güçlü devlet kurumlar›, dolay›s›yla otoriter e¤ilimler dikleflmeye bafllam›flt› ve k›rk y›l sonra 28 fiubat postmodern darbe olarak tan›mland›, ama 12 Mart’›n da postmodern düflünce biçimlerini önceledi¤i niçin söylenmesin. Uzak geçmiflten 1960’lara, oradan 1970’lere uzanan tarihin içinden her düzeyde bulunabilecek ipuçlar›, postmodern toplumsal kültüre ne denli yatk›n oldu¤umuzu gösterir ki, o ipuçlar› 1980’lerde kendi postmodernitesini yaflayan bu ülkenin Amerika’dan Avrupa’ya uzanan yeni kültür kavray›fl›n›, san›lan›n tersine, hiç de gecikmeden benimsedi¤ini belirtir. Kimilerince bir yozlaflma biçimi olarak gösterilen postmodernizm, asl›nda ülkenin üstüne topyekûn atlad›¤› tüketim toplumunun de¤erlerine uygundur. De¤er bildiklerimizi kendi dünyas›na uydurup metalaflt›ran bir toplumsal kültürün kendini gitgide sa¤lamlaflt›rmak için 1980’lerden sonra att›¤› ad›mlardan da anlafl›labilir bu iliflki. Türkiye’nin de sermayeyi uluslararas› dolafl›m içinde gören, kendi geliflme sürecini kesintisiz de¤ilse de s›çramalarla onarmaya çal›flan, uluslararas› sermaye ortakl›klar›na eklenmekte güçlük çekmeyen bir kapitalizm modeli var. Postmodernizmin Bat›’daki önemli tart›flmac›lar› nesnel koflullar› nas›l tan›mlamaya çal›fl›yorsa, üçüncü halka üstünde kendi yörüngesini çizen ve Bat›’daki tan›ma uygun bir benzerin burada yarat›ld›¤› da pekâlâ gösterilebilir. Kapitalizm hayat›m›z› yaln›zca ekonomik duvarlar›yla kuflatmakla yetinmeyip bir zamanlar sahip olmaktan mutlu oldu¤umuz de¤erleri de afl›nd›rmad› m›? Böylece yazarl›k, 1970’lerde bambaflka biçimlerde yaflan›rken, 1990’larda ün ve çok satmakla bir arada an›lan bir mesle¤e dönüfltü. Bir zamanlar yeni yay›mlanan bir kitaba ya da kazan›lan ödüle ve34 rilen de¤erle bugünün de¤erleri aras›nda yak›nl›k oldu¤unu söylemek olanaks›z. Sözgelimi güncelli¤in, edebiyat›n 1970’lerde bilmedi¤i bir olgu oldu¤unu düflünmüyor muyuz bugün? Burada da postmodernizmin, umursamad›¤› geçmifli kullanma merak›ndaki çeliflkinin anlafl›lmas› gerekiyor. Bu tutum, yaln›zca geçmifli bir pastifl olarak kullanmakla s›n›rl› bir merak olarak beliriyor. Edebiyatta kendini postmodernin olanaklar› içinde gören yazarlar ilkin pastifl yoluyla geçmiflin parodisini yaparak kendi yazd›klar›n› okurun önüne koyarlar ki, anlafl›lamama tuhafl›¤›yla karfl›laflmas›nlar. Perry Anderson, Postmodernitenin Kökenleri ’nde pastifl, “bütün sanat dallar›nda postmodernin en standartlaflm›fl özelli¤i haline gelmifltir,” diyor ve bizde de öyle oldu¤una onay verece¤imiz sözleriyle ekliyor. “Ancak, kurmacan›n, art›k pastiflin uyguland›¤› en kusursuz alan oldu¤u iddia edilebilir.” Pastifl öteden beri bazen yaln›zca öykünmeyle s›n›rl› kalm›fl, bazen gizlenmifl, bazen de bir yönteme dönüfltürülerek savunulmufltur ki, bizim edebiyat›m›zda postmodern olarak nitelenen yazarlar›n da ayn› duruma düfltükleri görülmüfltür. Orhan Pamuk postmodern yaratma biçimlerini ustal›kla kullan›rken vazgeçilmez bir ö¤e olarak pastiflten kaç›nmam›flt›r. Hasan Ali Toptafl Bin Hüzünlü Haz ile Uykular›n Do¤usu’nda çeflitli yazarlar› ve metinleri ancak çok yak›n okumalar içinde anlafl›labilecek biçimde kurmaca içine almaktad›r. Postmodern romanlar›n yazarlar›, pastifli öykünmeden apayr› bir anlat›m tekni¤i olarak gösterip geleneksel olana s›rt çevirmenin yollar›ndan biri olarak görüyor. Eski metinlerden Osmanl›n›n günlük hayat kültürü üstüne tarih kitaplar›na, Don Kiflot’tan Bin Bir Gece Masallar›’na, bu türün vazgeçilmezlerinden Borges’e, iç içelik, ayn›s›n› yapma, aktarma pastiflleri postmodernizmin modernizme s›rt›n› en çok çevirdi¤i, eklektik bir araç olmufltur. Postmodern yazarlar, roman ile öteki türler aras›ndaki ayr›mlar›n ortadan kald›r›lmas›n› da flimdiki zamanlar›n özelliklerinden ç›karak öne sürüyor. Çünkü s›n›fsal çat›flma yüzeye yay›l›p gevflemifl, toplumsal iliflkiler bir arada yaflama tutkusuyla biçimlenmifl, kültürel seçimler birbirine yaklaflmaya bafllam›flt›r… Perry Anderson’un, “Geç kapitalizmde hâlâ s›n›fl› bir toplum söz konusuydu, ama art›k hiçbir s›n›f eskisi gibi de¤ildi,” saptamas›, yaz›l› kültürün uç beyi olan edebiyat›n türleri aras›ndaki ayr›mlara da kuflkuyla yaklafl›lmas› gerekti¤ine gönderir. Türler aras›ndaki ayr›mlar›n belirsizleflti¤i savlar›na karfl› ç›kanlar da, küçük bir az›nl›k olduklar› için, yukardakilerin kendileri için bir kültür yaratma olana¤›ndan yoksun bulunduklar›n›, böylece paylafl›lacak 35 kültürler önerdiklerini; afla¤›daki büyük çal›flan ço¤unlu¤unsa art›k efltürden olmad›¤›n›, ortak kültür yaratma konusunda da yeteneksiz davrand›¤›n› yads›m›yor. fiu unutuluyor: Bireysel etkinlik ürünü olan yaz›nsal yarat›m, paylafl›lan kültürden ve ayr›mlar› kald›ran yaz›nsal yarat›mdan her zaman daha yukarda ve yüksek niteliktedir. Modernizmi seçkinci bulanlar›n dilinin alt›ndaki bakla ço¤un postmodernizmin sak›z etti¤i ço¤ulculuktur, ama kat›l›mc›l›k olarak yüceltilen bu kültürün as›l ad› kal›n bir popülizmdir. Bu düflüncelere kuramsal dayanaklar kazand›ran Fredric Jameson da, postmodernizmin ayr›mlar› ortadan kald›ran, halka dönük kültür savunucusu oldu¤unu belirtiyor. Ahmet Altan’›n, K›l›ç Yaras› Gibi (1998) roman›n› klasik romana görkemli bir dönüfl olarak sunmaktaki ›srarl› davran›fl biçimi, bu nedenle postmodern tutumun örneklerinden say›labilir. Ahmet Altan, “18. yüzy›l roman›n›n yeniden keflfedilece¤ine, klasik romana geri dönülece¤ine inan›yorum. Nedir klasik roman? ‹nsan› roman›n merkezine koyan anlay›flt›r. Epeydir insan kayboldu. Edebiyat›n omurgas› insand›r. Bu omurga yerinde duruyorsa absürdü, sürrealizmi, dadaizmi ekleyebilirsiniz. Omurga ortadan kalkarsa edebiyat ciddi bir flekilde sakatlan›r,” derken modernizmden uzakl›¤›n› anlat›yor, ama klasik roman savunucusu bir postmodern oldu¤unun belirtilmesini istemiyor. Oysa Ahmet Altan’›n sözünü etti¤i insan, klasik roman›n tipik kiflileriyle ilgisi olmayan, modernizmin yarat›c› bireylerine de büsbütün uzak, postmodern zamanlar›n öne sürdü¤ü ortalama, herkesin kendini buldu¤u insan tipidir ki, sokaktaki insan›n anlayaca¤› romanlar yazmay› amaçlad›¤›n› ilan etmek ya da paketlenmifl aflk masallar› öne sürmek, postmodern zamanlar›n tipik eflitleyici özelliklerindendir ve yazar› an›nda piyasaya ba¤lar. Öte yandan, Orhan Pamuk da asl›nda modernist kimlikli bir yazar, ama postmodern romanlar yaz›yor. O¤uz Atay modernisttir, postmodern Türk roman›n›n öncülü olan Tutunamayanlar’› yazm›flt›r. Hasan Ali Toptafl postmodern kurmaca biçimini kendi kendine keflfetmifl bir geç modernisttir. ‹hsan Oktay Anar postmodern roman›n en ayr›ks› örneklerini vermifltir, ama klasisizme dönüktür... Demek ki postmodernizm, bizim edebiyat›m›zda zaman›n, yeni biçim aray›fllar›n›n, yenilikçi tutumun kap›s›n› açt›¤› odalardan biridir, yaln›zca bir odad›r. Bugün pencereleri gelece¤e de¤il geçmifle, kuzeye de¤il güneye bak›yor. Bütün postmodernler flu ya da bu ölçüde Ahmet Hamdi Tanp›nar’dan roman sanat›n›n gizlerini alm›flt›r. Bilge Karasu’dan dili postmodern yap› içinde nas›l yeniden yaratacaklar›n›; Attilâ ‹lhan’dan karfl›-roman›n özünü; Leyla Erbil’den s›n›rlar› zorlamay› ö¤renmifller, 36 ama ne yaz›k ki Sait Faik ile Vüs’at O. Bener’den almam›fllard›r. Bir de, iki kuflaktan postmodern yazarlar ile elefltirmenlerin Marksizmle nitelikli iliflkiler kurmadan bugüne geldikleri saptanabilir ki, bizim postmodernizmimiz için önemli ipucudur. Bunda Marksizm ile modernizm aras›nda at›lm›fl köprünün, flimdi geç Marksizm ile geç modernizm aras›nda kurulabilece¤i endiflesinin pay› oldu¤unu sanm›yorum; ama postmodernlerin geleneksel olarak Marksizmi arkaik görmelerinin pay› ile geç kapitalizmin kendini sürekli onarma endifleleri yaflayan verili kültürle kurdu¤u iliflkinin pay› epeycedir. “Modernizm, öncüleri olan Baudelaire ile Flaubert’den itibaren kendisini ‘burjuva karfl›t›’ olarak tan›mlam›flt›r,” diyor Perry Anderson, tamaml›yor: “Postmodernizm ise, herhangi bir zafer kazan›lmadan, bu has›m kendili¤inden yok oldu¤unda ortaya ç›km›flt›r.” Elbette postmodernizmin zor ürünü bir ç›banbafl› olarak görülmesi anlams›zd›r. Ne ki, Anderson’un saptamas›n›n bizdeki geliflmeyi anlatt›¤› da yads›namaz. Postmodernizm bizde de toplumsal ayr›mlar› ortadan kald›ran bütüncül bir sistem kavray›fl›n›n, gücünü gitgide ço¤altan medyan›n, popüler kültürün piyasayla kurdu¤u özdefllikler içinde efltürden bir kültür yaratma çabas›n›n ürünü olmufltur. Kald› ki, öteden beri öne sürülenin tersine, bize de ömrünü tükettikten sonra de¤il, Bat›’da 1960’larda ancak filizlerini sürüp, 1970’lerde kendini gösterip, 1980’lerde adamak›ll› tan›mlanabilecek duruma geldikten hemen sonra gelmifltir. Oldu¤unca bir gecikmenin nedeniyse, Bat›’n›n ileri kapitalist ülkeleriyle bizim infla sürecindeki kapitalizmimiz aras›ndaki yap›sal uzakl›kt›r. 1980’lerden sonra toplumsal yap›daki derin altüst oluflun yan› s›ra, kültür alanlar›ndaki kayma ve çöküntü ile edebiyattaki popüler olana tap›nç, postmodernizmin bizdeki verimli topra¤›n› oluflturdu. Medyan›n edebiyat› keflfi ve ünlü yazar merak›, piyasan›n yay›nc›lar› ve yazarlar› içine çeken göz kamaflt›r›c› anaforu, genç yazarlar›n dikensiz yollardan yürüyebilecekleri yan›lg›lar›, soyutlamalardan uzak ama somut olana yatk›n düflünme biçimleri, dolay›s›yla düflünce üretimindeki k›s›rl›k, bir çift kelam› kutsal söz sanan yetersizlik, paran›n elefltiriyi bile yolundan ç›karabildi¤i iktidar tutkusu, edebiyat›m›z›n postmodern zamanlar›n›n kült davran›fllar› olarak duvar›n üstüne dizilmifltir. Kimilerinin düflünme s›k›nt›s›na katlanmadan kap›ld›klar›, “Bugün edebiyat›m›zda niçin bir Nurullah Ataç yok?”, “Niçin art›k kavgac› dergiler yay›mlanm›yor?”, “Niçin edebiyat tart›flmalar› yap›lm›yor?” heyecanlar›n›n yan›tlar› burada. Günümüzün postmodern yeniden yap›lanma sürecinin, birörnekli¤i, ortaklaflac›l›¤›, türlerin bir bafl›nal›¤› yerine ge37 çifllili¤ini, ayr›ks› olan›n yerine ortak olan›, ak›mlar ve yöntemler yerine toplumsal yarara karfl›l›k vermekle yetinmeyi yap›sal bir zemin olarak gitgide bütün hayat›m›z›n alt›na serme çabas›, onun üstünde oturanlar›n kimli¤ini, kiflili¤ini de belirlemeye bafll›yor. Postmodernizmin Jameson gibi kuramc›lar› bu durumu onaylamakla yads›mak aras›nda karars›z kalm›fllard›, ama asl›nda onlar için de bu durumu aç›klayan tan›m belliydi: demokratikleflme de¤il, plebleflme. Bireylik kavram›n›n sinir uçlar›n› gerdi¤i kafalarda, sürüleflip ço¤unlu¤un de¤erlerini benimseyen yüceltilir. Postmodern, modernizmin dünyay› yeniden yaratacak kertede yüceltti¤i bireylik an›tlar› karfl›s›nda, katolik düsturlarla yaflamay› seçer. Bireylerin kendi için ahlak anlay›fl›n› yads›yan postmodernizmin bayra¤›nda, beyaz üstüne k›rm›z› harflerle, Yaflas›n toplumsal ahlak! yaz›s› dalgalan›yor. Postmodern durum flimdi ancak buraya gelebilmifltir. 38 MEL‹H CEVDET ANDAY’DAN AB‹D‹N D‹NO’YA MEKTUPLAR Güzin Dino’nun bana emanet etti¤i Abidin Dino arflivinden kotard›¤›m›z birçok kitap yay›mland› son on y›lda. Bu kez Abidin’in de¤il de, kendisine yaz›lan mektuplar aras›nda yer alan, Melih Cevdet Anday’›n, 1969-90 y›llar› aras›nda, ‹stanbul’dan Paris’teki kadim dostuna yazd›¤› mektuplardan birkaç›n› yay›ml›yoruz. Melih Cevdet, Orhan Veli, Oktay Rifat, Sait Faik gibi, Abidin’in gençlik dostuydu. S›cak iliflkileri tüm koflullarda sürmüfl, birbirlerinin yap›t›n› her zaman ilgiyle izlemifllerdir. Gerçek dostluklar, karfl›l›kl› övmeyi de¤il, anlamay›, tart›flmay› ve elefltirmeyi gerektirir. Anday’la Dino aras›ndaki dostluk da böylesi bir dostluktu. Sözünü sak›nmayan, “sivri dilli” Melih Cevdet, gerek karfl›l›kl› konuflmalar›nda, gerek dergi, gazete yaz›lar›nda, gerek mektuplar›nda sevgili dostuyla tart›flmaktan çekinmemifltir. Dostlu¤u verimli ve anlaml› k›lan da bu de¤il midir? Mektup edebiyat›m›z, bilindi¤i gibi, pek fakirdir. Yazar ve sanatç›lar›m›z›n kitaplaflm›fl mektuplar›nda bile, mektup, düflüncelerin, sanat anlay›fllar›n›n, sanat yap›tlar›n›n tart›fl›ld›¤› bir edebiyat türü olarak belirmez. Bunu, sözlü edebiyat gelene¤iyle aç›klayanlar oldu¤unu bilmiyor de¤ilim. Ama bu, bana çok kolay bir yarg› gibi geliyor. Her neyse, Melih Cevdet’in Abidin’e mektuplar›n› sunmak amac›ndaki bu sat›rlarda, Türk edebiyat›ndaki mektup(suzluk) sorununu araflt›racak de¤ilim. Melih Cevdet’in mektuplar› çölde küçük bir vaha gibi. Ferit Edgü 39 [Tarihsiz] 1980 ya da 81 olabilir. Aziz Kardeflim Abidin, Güzin’le sana ilk kart›m› postalad›ktan sonra ald›m mektubunu. Ne kadar memnun oldu¤umu anlatamam. Dostça sözlerine sonsuz teflekkürler. Serginin baflar›l› olaca¤›na sevindim. ‹lk günkü kalabal›k da bunun bir göstergesidir san›r›m. ‹nflallah sat›fllar da verimli olur. Resimden b›kmana çok hak verdim. Çünkü çok yorucu bir çal›flma dönemi geçirdin. Bunu yak›ndan biliyorum. Bir süre dinlenmen, baflka ifllerle u¤raflman çok iyi olur. Bana gelince; Taksim’de, yafll› bir Rum madam›n evinde, rahat, temiz, döfleli dayal› bir oda bulabildim nihayet. Çok da ucuz. Ayda 5.000 lira. ‹stanbul’un pahal›l›¤› flafl›rt›c›. Varl›kl› diye bildi¤im arkadafllar›mdan, bu gidiflle Darülaceze’ye girmekten baflka çare kalmayaca¤›n› duymak, bana korkudan çok gülme veriyor. Çünkü onlar›n durumunu, benim durumumla mukayeseye kalkmak bile olanaks›z. A¤z›mdaki yara bere, buraya geldikten sonra daha da artt›, öyle ki bir lokma ekmek yiyemez hale geldim. Yorgunluk, bafl dönmesi ise sürekli. Cumhuriyet’e ilk yaz›m› dün verebildim. Ama ne kadar güçlükle yazd›¤›m› tasavvur edemezsin. ‹çime bir korku düfltü, ya devam edemezsem diye. Vitaminler al›yor ve iyileflme¤e çal›fl›yorum. Her fleyden önce sa¤l›kl› olmak lâz›m. Dizinin fliflmesine üzüldüm. Doktora göründün mü? Ne diyor? Bunu bana yazmay› ihmal etmemeni rica ederim. Bana yapt›¤›n tavsiyeyi, ben de senin için tekrarlayay›m: Yaflaman ve yaratman lâz›m. ‹kimiz de en olgun ça¤›m›z› yafl›yoruz. (Benim olgunlaflm›fl olmam sizi güldürmesin.) ‹stanbul’un pahal›l›¤›, bafl›bofllu¤u üstüne ne yazsam, gerçek durumu çizemem. Herkes flaflk›nl›k içinde. Olaylar karfl›s›nda ayd›nlar› afallam›fl buldum. Bunu konu ald›m ilk yaz›ma, ama iyi yazamad›¤›m› san›yorum. Nadir Bey, “Ne zaman bafllayacaks›n›z?” diye sordu¤unda, “Bende baflyazar hastal›¤› bafllad›” yan›t›n› verdim. Fakat baflyazar olmad›¤›m için, bafllad›m gene yazma¤a. Ankara’ya gitmedim, emeklili¤imi istedim. Ayl›k ba¤lanmas› kim bilir kaç ay sürecek! Eviniz, Güzin, sen hep gözümün önündesiniz. Bir daha bakal›m nerde karfl›lafl›r›z! ‹kinize de sa¤l›k, nefle, iyilik diler, hasretle gözlerinizden öperim. M. Cevdet Anday 40 17 fiubat 1981 Sevgili Abdüfl, Mektubunu ve kahveyi ald›m, teflekkür ederim. Kahve nefis ç›kt›. Oturdu¤um (yani kirac›s› oldu¤um) evin sahibi madama verdim. O da ben de içiyoruz. Bu ev Taksim meydan›na çok yak›n. Hani sular akar ya, onun yan›ndaki dar sokakta. Kaloriferli oldu¤u için rahat ettim. Madam çamafl›r›m› da y›kay›p ütülüyor, dolaba yerlefltiriyor. Çok sarhofl gelirsem, sade kahve ile bir bardak su getiriyor, terliklerimi önüme çeviriyor. Mutfakta küçük ampullerle ayd›nlat›lm›fl bir cam kutu var, içinde ‹sa’n›n, Meryem’in, azizlerin, Atatürk’ün resimleri. Madam her sabah o dolab›n önünde istavroz ç›kar›rken benim için de dua ediyor. Sokakta düflmeyeyim (çünkü bir gece feci biçimde düfltüm), içkiyi azaltay›m diye. ‹ki kez evlendim, böylesine rahat etmedim. Yafll› kad›n, ‹stanbullu oldu¤u halde Türkçeyi iyi konuflam›yordu, flimdi oldukça ilerletti. Ben de f›rsat bu f›rsat diye Rumca çal›flmaya bafllad›m (‹ngilizce haz›rlanm›fl bir kitaptan), fakat sürdüremedim. Belki yeniden bafllar›m. Orada ö¤rendi¤im Frans›zcay› unutmayay›m diye her gün bir saat çal›fl›yorum. Ama Paris’te iken günde dört saat çal›fl›rd›m. Arada ‹ngilizce okuyorum. Fakat kitaplar›m yan›mda olmad›¤›ndan bütün çal›flmalar›m aks›yor. Yaz›lar›m› yan›lmayaca¤›m› sand›¤›m konularda kaleme al›yorum. Bir yerde tereddüde düflsem, hiçbir müracaat kitab›m yok. Fakat odam, yeni kitaplarla yavafl yavafl dolma¤a bafllad›. Penceremden Taksim kilisesi görünüyor, bir mescitten günde befl vakit hoparlör ezan› duyuluyor. Ezan›n nas›l okundu¤unu ö¤rendim. Belki lâz›m olur. Paris’te bafllad›¤›m düzyaz› fliiri, burada iki kez yeniden yazd›m ve nihayet “Sanat Olay›” dergisinde ç›kt›. Sana yollamak üzere Ülkü Tamer’den bir nüsha daha istedi¤imde, derginin sana yollanaca¤›n› söyledi ve adresini ald›. Derginin eline var›p varmad›¤›n› bana bildir lütfen. Ayr›ca Gösteri adl› dergiyi ç›karanlar da ayn› fleyi söylediler. O derginin ikinci say›s›nda 8 fliirim yay›mlanm›flt›, bilmem gördün mü? Sanat Olay›’n›n Mart say›s›nda ise “Sanat›n Vazgeçilmezli¤i” adl› uzun bir denemem var. Senin ve Güzin’in düflüncelerinizi merak ederim (hepsi için). Ferit Edgü ile geçende yemek yedik. Senin sergi hakk›nda sevindirici bilgiler verdi. Tebrik ederim. Ben orada iken çok çal›flm›fl ve bu yüzden de b›km›flt›n resimden. O b›kk›nl›k geçti mi? Neler yap›yorsun? Güzin ne üzerine çal›fl›yor? Çevirileri merak ediyorum. Ne vakit ç›kacak? Kaç ozan var? Bir de flu Mr. Pfitser’in ç›karaca¤› fliir kitab›m›n neden bir türlü bas›lmad›¤›n› anlayamad›m. Bugünlerde New York’ta bir fliir kitab›m ç›k›yor. Bu ikincisi. Mr. Pfister’inki de bas›l›rsa, Fransa’da da iki fliir kitab›m olacak. 41 S›k hastalan›yorum; daha do¤rusu arada bir iyilefliyorum. Yafl gere¤i mi ne! Bazen “Bu kadar yeter” diye düflündü¤üm oluyor. Bahar gelse düflünceler de de¤iflir. Bizim Madano¤lu Pafla, Datça’da ev yapt›rm›flt›; geçende yemekteydim onlarda, beni yazl›¤a davet ettiler. Onlar nisanda diyorlar. Bilmem ki gider miyim? Güney Anadolu nisanla birlikte yaza dönüflür. Leonardo, “Do¤adan ö¤renin” demifl. Ne güzel söz! Ben de bir fliirimi “‹nsan ö¤renmek için yaflar” diye bitirdim. Sonu yok bunun. Ne dersin? Bu yaflta hâlâ yabanc› dil çal›flt›¤›m halde, do¤aya da bafltan bafllayamaz m›y›m? Hiçbir mal›m yok, öyle memnunum ki! Çok kitap okuyorum. Bizde okuma al›flkanl›¤› (ayd›nlar›m›z aras›nda demek istiyorum) yayg›n olmad›¤› için, arkadafllar flafl›p flafl›p kal›yorlar. fiiir bak›m›ndan da oldukça verimliyim. Buraya döndü¤ümden beri 15 fliir yazd›m. Ferit Edgü basmaya talip oldu. Efendimize, resim vaadini hat›rlat›r›m. Ama daha zaman var. Gazeteden yaz› param› olamaz oldum. Vergi yasalar›ndan ötürü öyle bir durum oluyormufl ki ald›¤›m paray› yat›rd›ktan sonra daha da borçlu kal›yormuflum. Bakal›m ne olacak? fiimdilik bekliyoruz. Az bir parayd› ama, bir a盤› kapat›yordu. Kimileri paras›z yazmay› ye¤lediler. Bereket bir-iki kitab›m yeniden bas›l›yor da, ayl›¤›m›n yetmezli¤ini biraz olsun kapatabildim. Sonra ne olur? Bilinmez. Bugünlerde “Raziye” adl› roman›m›n ikinci bask›s› ç›k›yor. Gönderece¤im. Roman uzman› Güzin okumas›n, korkar›m ondan. Ama sen oku da bakal›m ne diyeceksin? Burada çok deli var. Can›m s›k›l›yor. Çevremin s›n›r›n› daraltt›kça daralt›yorum. ‹stanbul köye benzedi. Çok kalabal›k bir köy. E… köyde yol olamayaca¤› için, burada da yok art›k. Herkes bir fleyler yiyor. Bir dolu birahane var. Ucuz içki oldu¤u için zahir, çok kalabal›k. Kasada oturanlar›n surat›n› görsen bay›l›rs›n gülmekten. Asker yazar gibi bir ciddiyet. Paray› al›yor, hiç konuflmadan fifli veriyor, “S›raya s›raya!” diye ba¤›r›yor. Lokantalar çok pahal›. Zaten ucuz ne var ki! Ben de arada bir, mutfaktaki dolaba peynir, yumurta gibi fleyler koyuyorum. Ö¤le akflam d›flar› ç›kmak zorunda kalmayay›m diye. Garsondan bir yemek istiyorsun, “Olur” diyor. Bir gün de bakacaks›n “Olmaz” deyiverecek. Paris’i çok görece¤im geldi. Mahallemi de. Bütün yüzleri hat›rl›yorum, ne tuhaf! O köfledeki kahveyi iflleten sar›fl›n kad›n›n at gibi bir çenesi vard›. Zeyer’de, ya da Saint Michel’deki ‹talyan lokantas›nda bir yemek yemek isterdim. Seninle ne güzel yürüyüfller yapard›k! Paris tükenmez. Ne tuhaf bir flehir! Sanki yaln›zl›¤› yaratm›fllar. Ne çok tanr›ças› var! Bana çal›flmalar›n›, gezmelerini yaz. 42 Güzin’in neler yapt›¤›n›, o ac›mas›z ciddiyeti ile hangi güç ifllerin hakk›ndan geldi¤ini merak ediyorum. ‹kinizi de hasretle öperim. M. Cevdet Anday Bir Lâz f›kras›: Lâz ö¤retmen derse girmifl. Ö¤renciler hep Lâz. Adam demifl ki, “Bu dersimuzda Allah’› konuflaca¤›z.” Ufak tefek bir çocuk parmak kald›rm›fl, “Hocam ben Allah’a inanmayrum” demifl. Hoca k›zm›fl, “Allah’›n s..indeydin sanki” demifl. 5.VIII.1983 Sevgili Abidin, Mektubun beni ne denli sevindirdi, bafllarken söyleyeyim. Çünkü sizin taraf›n›zdan ihmal edilme¤e bir türlü raz› olam›yorum. fi›mar›kl›k ediyorum, evet, ama buna hakk›m vard›r. Çünkü yafllan›yoruz. Yafllanmak nerden anlafl›l›r? Baflucunda ilaçlar ço¤alma¤a bafllar da, ordan. Ben de bunlar, tansiyon, hafif fleker, uykusuzluk ve bafl dönmesi için. Art›k kar›flt›r›yor ve ço¤unu ihmal ediyorum. Ama cigara kendili¤inden kesildi, günde bir-iki tane içiyorum. Doktorlar ne derler: “Cigara içmeyin, rak› için.” ‹flte ben de bu tavsiyeye uyuyorum demek. T›bba inanmam›z gerekir. ‹yileflti¤in haberini Ferit Edgü’den alm›flt›m. Efli, Paris’te ziyaretinizde bulunmufl ve dönüflünde kocas›na, “Abidin on yafl gençleflmifl” demifl. Sevgili kardeflim, bize bundan sonra yafllanmak de¤il, gençleflmek yarafl›r. Çok sevindim. Ben de senden rica edeyim, ne olur, kendine iyi bak! Daha neler neler b›rakacaks›n bu dünyaya. Unutma! Biz bu yaz Suna ile güneye indik. Milas’›n Gökova körfezindeki Ören köyünde on befl gün kadar oturduk. Türkiye’de birçok ören vard›r, bilirsin. Bu ise bir do¤a cenneti idi. Henüz turizme aç›lmad›¤› için çok tenha. Epeydir bafllad›¤›m ayn› yap›da bir dizi fliirim vard›, onlar› devam ettirdim. Tempomu bozmazsam k›fla yeni fliir kitab› ç›karabilirim. Diyece¤im, ölseydim, insanl›k bu son ürünlerimden yoksun kalacakt›. Demek kendimizi düflünmesek bile, insanl›¤› düflünmeliyiz. Güzinaki nas›l, nelerle u¤rafl›yor? O bana yazmaz, bilirim. Hele Yaflar’dan ayr›ld›ktan sonra benimle postay› tümden kesti. Ne yapay›m? Paris’i çok görece¤im geldi. Bir gelsem de, sizleri oradaki kahvelerime götürsem… 43 Bir düflüncem var, sana muntazam aral›klarla yazmak istiyorum. Hayat›n say›l› günlerini daha bir bilinçle yafl›yorum da ondan. Eserlerimiz de¤il, belki mektuplar›m›z ispat edecek yaflad›¤›m›z›. (‹spat edilecek bir bokmufl gibi.) ‹kinizi de hasretle öpüyorum. M. Cevdet Anday 20 Kas›m 1983 Sevgili Abidin, Sana vaad etti¤im mektup kampanyas›na bir türlü bafllama f›rsat›n› bulamad›¤›m ve bunu her gün bir bahane ile erteledi¤im için üzülüp dururken, beni çok mutlu eden, gönül al›c› mektubun ç›kageldi. Güzin’in ve senin sa¤l›k durumuma gösterdi¤iniz ilgi için minnetler! Evet, okudu¤un do¤ru: Tansiyonumun s›k s›k yükselmesinden çok s›k›nt› duyuyorum. Bildi¤in gibi, bunun tedavisi yok, sürekli dikkat gerekiyor. Ben de her gün ilaç al›yorum. Bunun rahats›z edici yan›, idrar›n ço¤almas›d›r. Bir tiyatroya, bir konsere gidersek, ilaca el sürmüyorum. Geçirdi¤im yüz felcinin nedeni olarak da, Zürich hastanesinde, bula bula, yüksek tansiyonu bulmufllard›. Katlanmaktan baflka çare yok! fiekere gelince, bir s›rt ç›ban›n› yard›rmak için gitti¤im hastanede, kan muayenesi sonunda 190 fleker bulundu. Bunun s›n›r› 120’dir. Ama orada bana söylendi¤ine göre, baflka yerlerde kana ve idrara yeniden bakt›rmak gerekli imifl. Bense bir hastanede bir hafta kadar yat›p kendimi tepeden t›rna¤a gözlemden geçireyim diyorum. Bir türlü gidemiyorum. Tembellik midir nedir? Dahas› var; Suna’n›n, “Bir doktora gitmek lâz›m” sözüne, “Dur bakal›m, iyilefleyim de öyle” yan›t›n› verdi¤im oluyor. Do¤ru de¤il mi? Biz Suna ile evleneli aylar oldu; size yazmay› atlad›m m› ne, bir kutlama mesaj›n›z› alamad›k. Asmal›mescit’te çok küçük bir evde oturuyoruz; ama resimler, kitaplar, mavi fliflelerle baya¤› flirin bir yer haline getirdik evi. Dokuz yeni fliirimden baflka, “Karacao¤lan Çeflitlemeleri” genel ad› alt›nda toplad›¤›m 15 kadar fliirim var. Bunlarda Halk fiiirimizin geleneksel yap›lar›na uymadan (onun ölçü-uyak düzeninden de uzak kalarak) kendi imgelerimle çal›flmay› denedim, temalar› Karacao¤lan’dan ald›m. Bunlar›n bafl›nda bulunan sekiz parça, ozan›m›z›n aflk k›r›kl›klar› ya da coflkular› içinde kent kent dolaflmas›n› konu ediniyor. Bu kentlerin ve sevgililerin adlar›n› aynen kullan›yorum. Bütün sorunum, Karacao¤lan’a 44 yeni bir a¤›z bulmak. Bat›’dan bir örnek vermem gerekirse, Ezra Pound’un “Çin fiiirleri”ni gösterebilirim. Gele[ne]kten ???? nas›l yararlan›labilece¤i konusunda, san›r›m ki birli¤izdir. Benim denemelerim üzerinde ise, tereddütlerim de¤ilse de, kimi kayg›lar›m var. Bu yüzden onlar› biraz bekletmeyi düflündüm. Bugünlerde yeniden ele al›p tümünü sana gönderece¤im. fiuna da flafl kal: Suna’ya, “Bunlar› Abidin resimlerse” dedim kaç kez. Konuyu, bütün kitaplar›m› devretti¤im Adam Yay›nc›l›k’›n sahibi Nazar Büyüm ile bugünlerde konuflaca¤›m. Ancak kitap daha haz›r de¤il. En az yirmi fliir kadar daha yazmam gerekiyor. Geçen gün buradaki Sovyet Baflkonsoloslu¤unun vitrininde senin foto¤raf›n vard›. Moskova’da açt›¤›n sergiden bir görünüfl. Uzun uzun bakt›m, hasret dindirdim. ‹kinizi de candan gönülden öperim. M. Cevdet Anday fiimdi gazetenin kültür sayfalar›na bakan yak›n dostum Ayd›n Emeç’in sana sayg›lar›, selâmlar› var. Y›llar önce efli ile evinizde sizleri ziyaret etmifl. Diyor ki, “Paris’teki bir arkadafl›m› röportaj için Abidin Beye yollayaca¤›m.” Emirlerini bekledi¤ini söylüyor. Rasih ‹leri’de, Orhan Veli’nin üç “P‹T” mektubu varm›fl. Acaba Orhan bununla bize bir mesaj m› b›rakt›? 45 8 Aral›k 1983 Sevgili Abidin, Mektubun evimizi fleneltti. Suna ile birkaç kez okuduk. Baz› yerlerde k›r›ld›k gülmekten. Nerde diye soracak olursan, özellikle Asmal›mescit’in akustik güzelli¤ini dile getirdi¤in yerde… Öyle ki bu akustikten ötürü her gece iki kez yerimizden f›rl›yoruz. Özellikle sesler geceleyin büyüdü¤ü ve sokak gece yar›s›ndan sonra a¤lamal›, küfürlü kavgalara sahne oldu¤u için. Bizim oturdu¤umuz apart›man Beyo¤lu caddesine yak›n. Gayet iyi hat›rlayaca¤›n gibi, bu yukar› k›s›mda daha çok antikac› dükkânlar› var; afla¤› do¤ru yürüdükçe batakhaneler bafll›yor. Bunlar› iflletenler daha çok kad›n; fliflman, küfürbaz kad›nlar. Korkars›n. Bunlardan birini bir herifle kavga ederken gördüm, “‹ki aya¤›m› senin g..üne sokar›m” diyordu. Soka¤›n meyhanesi bol, ama ben hiçbirine u¤ramam. Kendi soka¤›m oldu¤u için elbet, ama meyhaneye gitmiyorum ki! Hem vaktim yok, hem hevesim. Asmal›mescit’te her çeflit dükkân var, arad›¤›n her fleyi buluyorsun. Öyle ki bafllang›çta beni çok flafl›rtt›. Kendine yeterli, kendi ya¤› ile kavrulan bir ülke. Senin zaman›ndan fark›, flimdi Lâz› çok. (Bir yerde mesafeyi ayarlayamam›fls›n, Asmal›mescit, Kamondo Han’a o kadar yak›n de¤il.) Fakat bu soka¤›n merkezîli¤i bizi kendine ba¤lad›kça ba¤l›yor. Ucuz da oturdu¤umuz için yerimizden k›p›rdayam›yoruz. Siz geldi¤inizde, elbette sohbetlerin en tatl›s› kurulacakt›r, ama müsaade et de, iki kadeh de rak› içelim. fiiir kitab›m›n birinci bölümüne girecek dokuz fliir son biçimini alm›fl durumda oldu¤u için, onlar›, Suna bu mektubumla yar›n sana postalayacak. Görece¤in gibi, bu dokuz fliirin kayna¤› ilkidir, çok sesli müzikteki bir tema gibi, as›l karakterini yitirmeden biçim de¤ifltiriyor, yap› ayn› kalmak üzere, öyle bir de¤iflime u¤ruyor, karfl› seslerle öyle yeni uyumlar kuruyor ki, bunlar›n her biri, ancak bütün içinde anlam kazanabilir ve san›yorum araya çeflitli enstrümanlar da katt›m. fiiirin saf halini, sesten sese geçerek kurma¤a kalkt›m. Bana ne yazd›¤›m o kadar ayd›nl›k geliyor ki derinden duygulan›yorum. Kitab›m›n ikinci bölümü “Karacao¤lan Çeflitlemeleri” ad›n› al›yor. Burada ilk sekiz fliir, Karacao¤lan’›n aflk ac›lar› içinde oradan oraya gitti¤ini anlatan çok dokunakl› bir fliiri üzerine kuruldu. Ama o ozan›n vezinkafiye düzenini arama; tam tersine, dizeleri düzyaz› cümlesi gibi kurdum, Karacao¤lan temalar›n› kendi imgelerimle seslendirdim. Bu bölümde, bundan baflka, gene Karacao¤lan’dan esinlenerek yaz›lm›fl alt› fliir daha var… Ama bunlar› yeniden gözden geçirmek istiyorum. Bu maksatla Sal› sabah› bir otobüse atlay›p Bolu’ya gidece¤im. Orada, çok sevdi46 ¤im Koru Motel’de kalaca¤›m tek bafl›ma, Suna, Cuma akflam› bana kat›lacak, Pazar akflam› birlikte dönece¤iz. Yani o hafta tatilinden yararlanm›fl olacak böylece. Adam Yay›nc›l›k ile konufltum, yeni kitab›m›n senin taraf›ndan resimlenece¤ine çok sevindiler. Bu konuyu daha konufluruz. fiimdilik flu kadar›n› söyleyeyim: Karacao¤lan’da neler yapabilece¤ini tasavvur edebiliyorum da, ilk dokuz fliir için kafamda hiçbir simge çakm›yor. Bana (elbet fliirleri okuduktan sonra) bu konuda neler düflündü¤ünü yazars›n san›r›m. Ama bunlar› konuflmam›za belki de hiç gerek yok. Sen bilirsin. Pazar günü Etap Oteli’ndeki Kitap Fuar›’nda kitap imzalarken bir kad›n bana bir hediye verdi: Orhan Peker’in yapt›¤› kocaman bir portrem. Me¤er o kad›n Orhan’›n k›z kardefli imifl. Resmi, çerçeveletmek üzere Ferit Edgü ald›. Ne sevindim bilemezsin. Senden gelecek ya¤l›boyay› ikimiz de dört gözle bekliyoruz. Evimiz güzellefliyor. ‹kimiz ikinizi özlemle kucaklar›z aziz kardeflim. M. Cevdet Anday Bolu’da, fliirden bafl alabilirsem resim de yapaca¤›m. Bunun için kalemler k⤛tlar ald›m bugün. Gerçi vakit az, ama ben böyle zamanlarda y›l geçecekmifl gibi düflünürüm. Suna bugün renkli plastik ucuz çizmeler alacak, çöpçü çizmeleri, ikimize de, karda dolaflmak için. 47 4 May›s 1984 Sevgili Abidin, Bu sat›rlar› Adam Yay›nevi’nde Memet Fuat Beyin masas›nda yaz›yorum. Cevat Bey de yan›m›zda. Sana resimlerinden birinin biraz büyütülmüfl kopyesini yolluyoruz. Tafsilâtl› mektubu evde yazaca¤›m. Sana Ferit Edgü ile rak› ve baz› yiyecekler göndermifltim. Afiyetle yiyin için! Gözlerinden! M. Cevdet Anday Elinize sa¤l›k. Çok güzel bir kitap olacak. Ara Gülerin foto¤raflar›n›n fotokopisini de bir iki gün içinde gönderece¤im. Çok özledik. Hepimizden sevgiler. Cevat Çapan Sevgili Abidin Dino, Birbirinden güzel resimler hepimizi heyecanland›rd›. Çok güzel bir kitap olacak. Hem bir fliir kitab›, hem de bir resim albümü… Teflekkürler, sevgiler… Güzin Han›m’a sayg›lar›mla, Memet Fuat 48 21 Temmuz 1984 Sevgili l’Abdüfl, Çok çal›flmakla geçen yorucu günlerden sonra iflte sana rahat rahat yazacak duruma geldim. Kitab›m›z (Tan›d›k Dünya) eline geçmifl olmal›. Resimlerin arkaya vurmas› bir yana b›rak›lacak olursa, hiç de fena kitap olmad›. Sayfa düzenleme s›ras›nda Memet Fuat’›n gösterdi¤i titizlik beni hayran b›rakt›. Resimlerin ço¤unu büyüttük. Bence iyi ettik. Adam Yay›nc›l›k’ta kitap ifllerinin (çünkü ansiklopedi vs. gibi baflka ifller de var) sorumlusu olan, eski güzellik kraliçelerinden ‹nci Asena (kraliçelikten düflmüfl say›lmaz hâlâ): “Acele etmeseydiniz, kal›n k⤛da basard›k” dedi bana. Üzüldü¤ümü görünce de, “‹kinci bask›y› öyle yapar›z” dedi. Telif hakk›n› bölüflece¤iz. Onlar hesab›n›, kitab›n› ç›karacaklar. Senin için ayr›lacak paray›, isterse Ferit Edgü’de bulunan hesab›na yat›r›rlar. Ben takip ederim, merak etme. Dikkat edersen, herhangi bir resimli fliir kitab› olmad› bu. Memet Fuat’›n arka kapakta belirtti¤i gibi, fliirler içinde bir albüm oldu. Tam bir ortakl›k. Ne denli övünsen yeridir. Senin yüzünden ölümsüzlü¤e kavuflursam, biliyorum, kendini alacakl› sayacaks›n. Ama sen eli aç›k çocuksundur. Gün geçmiyor ki, ad›n gazetelerde görünmesin. El sergisi dolay›s›yla Ankara’ya gitme¤i çok istedim, olmad›. Bir yaz› yazmay› düflünmüfltüm sergi üstüne. Mamafih kitab› basan çocuk bana bir nüsha hediye etme nezaketini gösterdi. Gazetede beni aram›fl, yoktum, bir arkadafla b›rakm›fl. Gerçekten güzel bir kitap, ama eksik. Bu konuda Rasih çok rahats›z. “Abidin’in elleri kimdedir?” diye sorup cevab›n› veriyor. Baflta kendisi, ötekini unuttum. Kitap çok ilgi uyand›rd›. Arkas›ndan Bodrum’daki sergi geldi. Demek ülken seni unutmuyor. Mektubumun bafl›nda yorgunlu¤umdan söz etmifltim. Bir piyes yazd›m. Hem de nas›l? Dur dinlen bilmeden. On günde alt› tabloyu, yani tümünü bitirdim. Ad› (Ölümsüzler ya da Bir Ölümün Söylencesi). Oyun Paris’te küçük bir kahvede bafll›yor. Bir masada, heykelindeki k›l›¤›nda Jül Sezar ile ça¤›m›z k›l›¤›nda kar›s› Calphurnia. Baflka bir masada oturan tarih doktoru, merakla Caphurnia’ya sokulup, “Affedersiniz madame, yan›n›zdaki Jül Sezar m›?” diye soruyor. Kad›n›n evetlemesi üzerine çok seviniyor. Jül Sezar ölümsüz ya, yaflamaktad›r. ‹flte böyle bir fantazya ile bafll›yor ve sürüyor oyun. Yazarken çok cofltum, çok s›k›ld›m, çok e¤lendim; ama bitirince hap› yutar gibi oldum, depression belirtileri bafllad›. fiimdi iyiyim. Anlayaca¤›n, bütün sorunumuz ölümsüzlük. Ay›n yirmi beflinde güneye hareket edece¤inizi Yaflar Kemal söyledi. Dilerim bu mektubum eline geçer. Biz de bir hafta, on gün için Mar49 maris’e, Mart› Hotel’e gidiyoruz. Hareketimiz ay›n 28’inde. Türkiye çok s›cak. Güneye gidece¤imizi ö¤renince Yaflar Kemal endiflelendi, “Dikkat et, yaflland›n, s›cak sana yaramaz” dedi. Yafllanmak de¤il, bu gibi sözler dokunuyor adama. Bu ay›n 18’inde 70 yafl›ma girdim. Suna bana bir Mozart konçertosu ile bir flifle viski hediye etti. Sen benden iki yafl büyüksündür, ama daha gençsindir. Nadir Nadi benden alt› yafl büyük, çak› gibi. Demek istedi¤im önümde iyi örnekler var. ‹kinizi de hasretle öpüyorum. ‹yi bir yaz geçirin. Suna da öper. M. Cevdet Anday 17 Aral›k 1985 Türk ve Dünya Meflhurlar› Ansiklopedisinin senden ve benden bahseden fasiküllerini yollam›flt›m. Ald›n m›? Sevgili dostum Abidin, Mektubunun beni ne kadar sevindirdi¤ini yazmakla bafllayay›m. Bir ara yazmakta gecikince, zaman sanki duvar gibi dikildi karfl›ma. Nas›l y›kay›m bu duvar› diye düflünürken, bakt›m ki y›k›l›vermifl, senin mektubunla. Sa¤ ol! Art›k do¤rulmas›na meydan vermeyiz. Hemen sergine gittik… A kardeflim, nas›l, ne zaman yapt›n o güzel yonutçuklar›? Som gümüfl mü, gümüfl kaplama m›? Bunlar hakk›nda bana bilgi vermeni rica ediyorum. Elini çabuk tutarsan memnun olurum. Seni candan kutluyorum. Adam Sanat dergisinin ilk say›s› ç›kt›. Sana postalam›fl olduklar›n› umuyorum. Mektubundan sonra orada seninle bir daha karfl›laflt›m. Ne güzel yazm›fls›n Arif için! “Arif bir filozof muydu yoksa?” diyorsun. Onu ben de kitaps›z filozoflara benzetmiflimdir zaman zaman. Sokrates gibi… diyece¤im, ama diyemiyorum. Sokrates, daha çok peygamberli¤e özeniyordu. Çok konuflanlarda bu özenme zorunlu olarak ç›kar ortaya. (Kendimden biliyorum son zamanlarda). Arif’e en çok yak›flan gene de simyac›l›k. Neden dersen, onda, çok eski zamanlarda nas›lsa ölümsüzlü¤e kavuflmufl bir bilge hali vard›. Gününün d›fl›nda imifl gibi durmas› bundand› sanki. fiiir kitab›n› haz›rlamalar›na sevindim. Ben – san›r›m sana yazm›flt›m – bütün kitaplar›m› Adam Yay›nc›l›¤›na devrettim. Onlardan ayl›k al›yorum. Ama bana vaat ettiklerinden daha az bas›yorlar kitaplar›m›. Neyse ki fliirlerim, yeni ç›kan üç kitapla (öteki ikisi daha önce bas›lm›flt›) tamamland›. 50 ‹lerde befli bir cilt olacak. ‹yi k⤛da, temiz bask›lar do¤rusu. (Biri ortak kitab›m›z). Son üç kitab› (Hepsi bildi¤in fliirler) yar›n öbür gün postalayaca¤›m. S›ras› gelmiflken yaz›vereyim; ortak kitab›m›z için senin de telif hakk›n var. Bunun için Ferit Edgü ile temas kurmas›n› ‹nci Han›ma söyledim. ‹nci Han›m (güzellik kraliçelerimizden çok iyi bir han›md›r), Paris’e son gidiflinde seni telefonla arad›¤›n›, fakat senden so¤uk muamele gördü¤ünü bana söyledi. ‹nanamad›m. Bu noktay› da bana aç›klay›ver ve telif hakk› konusunda ne düflündü¤ünü bildir. Adam Yay›nlar›nda ç›kan “Aylaklar” adl› roman›m› (dördüncü bask›) bir ay kadar önce size ve Münevver’e yollam›flt›m. Elinize geçmedi mi yoksa? Ama oyunlar›m›n bask›s›na bir türlü s›ra gelmiyor. Buna üzülüyorum. Dokuz oyunum oldu. Hepsi de aran›yor, ama piyasada yok. Pardon, bunlardan sonuncusu (Ölümsüzler ya da Bir Cinayetin Söylencesi) daha oynanmad›¤› için bilinmiyor. Sezar’›n öldükten sonraki yaflam›n› konu edinmifltim orada. Müsveddeyi yollayay›m m›? Yeni bir fliir üzerinde çal›flma¤a bafllad›m. Bu çal›flman›n biraz uzun sürece¤ini san›yorum. Demek vaktimin ço¤u okumakla ve haftada bir Cumhuriyet’e yazmakla geçiyor. Zihnim iyi ama ürün az. Bundan da flimdilik flikâyetçi de¤ilim. Kar topluyorum. Suna’n›n çal›flt›¤› flirketin (Türk Maadin fiirketi) güneyde Gökova körfezinin güzel bir koyundaki küçük bir köyde, deniz k›y›s›nda bir misafirhanesi var. Bu yaz iki kez oraya gittik. Çok seviyorum o köyü. Henüz turizm bask›n›na u¤ramam›fl bir yer. Hani dedikodusu ayyuka ç›kan santral›n yap›laca¤› yere çok yak›n. Orada iyi çal›fl›yorum ve denize ferahlamak için de¤il, spor için giriyorum. Ah beraber gidebilsek bay›l›rs›n! Suna, emekliye ayr›ld›ktan sonra orada yerleflmemizi öneriyor. Bilmem ki! Bir de flu haberi vereyim: Ben bu y›lki Nobel ödülü için aday olmuflum. Jüri üyeleri, ellerinde benim dosyamla ‹stanbul’a gelmifller. Lâf, mihmandarlar› olan bir han›mdan ç›kma. ‹ki üç gün hayal içinde kald›k. fiimdi gelelim size… fiu son aylardaki kesintiyi atlatt›¤›m›za göre, sizden iyilik sa¤l›k haberlerinizi art›k alabilirim. Günlük yaflama de¤in, ayr›nt›lariyle. Güzin’in iflleri nas›l? Neflesi yerinde mi? ‹ki sat›r da o yaz›verirse sevinirim. Eviniz, mahallemiz (elbet benim de mahallem say›l›r) hep gözümün önünde. Paris’i bir daha görmek, ölmeden nasip olur mu bilmem? ‹kinizi de özlemle öpüyorum. Suna ad›na da. M. Cevdet Anday Ev adresi: Ataköy 2. K›s›m K Blok 45 Daire: 10 ‹stanbul (Gazeteye haftada bir indi¤im için yazd›m.) 51 7 May›s 1986 ‹ki gözüm Abidin, Mektubumun kaybolmas›na üzüldüm. Kim bilir ne önemli fleyler yazm›flt›m! Dahas›, senden cevap beklemekten s›k›lma¤a bafllam›flt›m. Bir de flu var: Daha önce, iki Ansiklopedinin seninle ve benimle ilgili yaz›lar› içeren fasiküllerini yollam›flt›m. Onlar da eline geçmedi mi yoksa? Yeni oyunumu ve onunla birlikte Gösteri dergisinin Nisan 86 tarihli nüshas›n› da yolluyorum. Bu say›da yeni bir fliirimle, Ârif üzerine ikinci yaz›m var. Efendim, ilk yaz›mda Ârif için kulland›¤›m bricoleur sözcü¤ü Rasih ‹leri’yi dar›ltm›fl, bana telefon etti de söyledi. Ben de Gösteri’nin Nisan say›s›na bir yaz› daha yazd›m, Levi-Strauss’un bu sözcük hakk›nda verdi¤i aç›klamay› ald›m. Üstelik ben ilk yaz›mda Ârif’i tanr› ile bile ölçmüfltüm. Neyse… Geçen mektubumda, sana uzun uzun yazmak istedi¤imi söylemifltim. Ne olacak bu uzun mektuplar›n konusu? Hiç, konuflma olacak sadece. Belki de yazamad›klar›m›n bask›s› yahut yafllanma da diyebiliriz. Senden yan›t alamay›nca kesildim. Son fliir kitab›mdan – fliir ve resim kitab›m›zdan – iki nüshay› yar›n postalayaca¤›m. fiimdi benim Adam Yay›nlar›nda befl fliir kitab›m ç›km›fl oldu. Bunlar bir arada ciltlenirse bütün fliirlerimin toplam› ortaya ç›k›yor. Bunlar›n d›fl›nda en yeni fliirlerim var ki dergilerde ç›km›fl (Biri elindeki Gösteri’de). Sana öteki kitaplar› da yollayaca¤›m. Bilmem yazm›fl m›yd›m (yahut duymufl muydun) Nobel’ciler 1985 ödülünü bana verme¤i düflünmüfller. Üç befl gün Suna ile hayal içinde kald›k. “Hayali cihan de¤er…” derler ya! Yunanistan’da Delphoi kentinde yap›lacak bir uluslararas› toplant›ya ça¤r›l›yorum. Ça¤r›y› Yunanistan Elçili¤i, D›fliflleri Bakanl›¤›na, D›fliflleri Bakanl›¤› da Kültür Bakanl›¤›na göndermifl. Daha elime geçmedi. Gidebilirsek Suna’y› da götürmek istiyorum. Sana yazar›m. Geçen[lerde] sesinizi duydum (telefonda) vallahi sevindim. Yahu ölmeden bir görüflsek! Ama nas›l? Senden gelen mektuplar› saklam›fl›m, deste halinde duruyor çal›flma masamda. Böyle fleylerin de¤erini gençli¤imde bilmezdim. Çünkü “saklamak” bizim milletin huyu de¤ildir. Her fley yok olur gider. Fani dünya anlay›fl›. Zarf›n içine bir de “Mikado’nun Çöpleri”nin ‹ngilizce çevirisini koyuyorum. Bulunsun sende. Güzin o gün pek nefleli idi. Enderdir bu, de¤erini bileyim. ‹kinizi de hasretle öperim. 52 Suna sevgi sayg› yollar. ‹yili¤inize dualarla, M. Cevdet Anday fiimdi haber ald›m, Haldun Taner ölmüfl. On gün önce de Ayd›n Emeç’i genç yafl›nda yitirmifltik. Siz sa¤ olun! 25 Ekim 1988 ‹ki gözüm Abidin, Kartlar›n›n ikisini de yolculu¤a ç›karken ald›m. ‹lkinde, son y›llarda her yaz gitme¤i âdet edindi¤imiz Gökova körfezindeki Ören (eski Keramos) köyü idi son dura¤›m›z. Ören, flimdilik turizme u¤ramam›fl olan bir dünya cennetidir. Körfezin dibinde baflka bir cennet, Akyaka köyü bulunur ki eski han›mla iken orada bir evimiz vard›, belki bilirsin, Nail yapm›flt› onu, art›k benim iliflkim yok. Ören’de Suna’n›n çal›flt›¤› (flimdi emekli oldu) Türk Maadin fiirketi’nin lojman› var, oraya gidiyoruz hep. ‹yili¤e bak ki köy tenha ve gösterifl yapma¤a elveriflli olmad›¤› için bizden baflka misafir de olmuyor. Oraya her gidiflte sizi çok arar›z. Balkonda denize karfl› geçen günlerin ve akflamlar›n tad›na doyum olmaz. fiimdi bizim Ören’de bir arsam›z var, üstüne bir ev ç›kabilirsek, ilerde sizi bekleyen güzel bir yazl›¤›n›z olacak. Oradaki günlerim, bol bol denizde kalmama karfl›n fliir, okuma, yazma bak›m›ndan çok verimli geçiyor. Son kez bir ay kald›k. Dünya ile iliflkimiz kesildi¤i için sana yazamad›m; daha do¤rusu, sürgünlü¤ün do¤as› buna elvermedi. Seferiydik. ‹stanbul’a dönüflte bir dinlence olana¤› daha do¤du; Bas›n–‹lân Kurumu’nun Bayramo¤lu Tatil Köyüne gittik on befl gün için. ‹lk gidiflimizdi, çok sevdik. Fakat orada bafl›mdan geçene bak! ‹kinci gündü, deniz kenar›nda iken bay›ld›m. (Bunu gazetede bir yaz›mda anlatt›m, belki okumuflsundur san›yordum). Oysa ne denize girmifltim, ne de güneflte kalm›flt›m. On-on befl dakika kadar sürmüfl bayg›nl›k. Oran›n doktoru ani bir tansiyon düflmesi tan›s›n› koydu. Evet, yüksek tansiyonluyum, ama yaflta ilerlemifl ya, ne denebilir. Dönüflte hastahaneye gittim, nedeni araflt›rmak için, uzun uzun muayeneler, röntgen… filân derken boyunda kireçlenme oldu¤u ç›kt› ortaya. Hadi ilaçlar, i¤neler… derken bu kez de depresyon alâmetleri belirmez mi! En korktu¤um fley. S›k›nt›lar gün geçtikçe artt›. On y›l kadar önce geçirdi¤im için iyi bilirim, karamsarl›k, umutsuzluk her fleyden el ayak çektirir, yaflama gücü b›rakmaz insanda. Ama flaflt›¤›m fley, fliir yaz53 mama hiç dokunmad›, belki de dokunma¤a gücü yetmedi hastal›¤›n. Bunu nas›l aç›klars›n, merak ederim. fiiir beni az da olsa rahatlat›yordu. Geçmifl zaman eki kulland›m ama depresyonun etkisinden kurtulmufl de¤ilim daha. Doktorum, on y›l önceki krizden beni kurtaran Prof. Özcan Köknel. Mükemmel hekimli¤i yan›nda büyük insanî meziyetleri olan, inand›r›c›, uygar bir adam. Verdi¤i ilaçlar› yan›nda güven verici kiflili¤i ile de hastas›na güç kat›yor. Kuflkusuz tedavinin yarar›n› gördüm, iki üç günlük iyili¤in ard›ndan gene o korkunç maske görünüyor (Düflman›m oldu¤u için onu maskeli bir korkak olarak düflünüyorum) ama, ne olsa, yaflama sevincini kap› aral›¤›ndan olsun görebiliyorum. ‹flin fenas›, doktor içkiyi kesmemi istedi bir süre için, oysa bunal›m beni içkiden medet ummaya iteliyor. Bunu anlatt›m doktora, ne yaps›n adam, rica etmekten baflka telkin arac› bulamad›. E, ben de nezaketsiz de¤ilimdir, bu ricay› güzelce kabul ettim. Ne olduysa, hep akl›mda olan Abidin’e yazaca¤›m mektuba oldu, bunu boyuna geri att›m. Surats›z bir halde iken mektup yazman›n do¤ru olmayaca¤› düflüncesi beni teselli ediyordu. Bugün hevesle yazma¤a oturdu¤uma göre sana iyilik haberimi iletiyorum demektir. En yak›n dostumun sen oldu¤unu gün geçtikçe daha iyi anl›yorum; hattâ baz› günler yüksek sesle konuflmaya dal›yorum seninle. Nedir konufltuklar›m›z? Belki de bunca y›ll›k yaflant›n›n getirdi¤i as›l bilgiler, belki de bilgelikler. fiiir yazarken de bunu buluyorum, yönetiyor beni, çok yukarlardan yol gösteriyor bana, bir “fikir” olarak de¤il, bir “olgunluk” olarak. fiair olarak yaflland›¤›m için mutluyum, hattâ; “fiair yafllanmal›” diye düflünüyorum. Genç iken fliir, güzel fliir yaz›lmaz m›? Yaz›l›r elbette, ama fliirde fliiri aflan o “sahipli¤e” yafllanmadan var›lamaz san›yorum. Yazd›klar›mda önlenemez rastlant›lar› bile yönetti¤imi görünce bu kan›m güçleniyor. Hiçbir fley bofluna gitmiyor demek istiyorum. Bunu senin resimde denemekte ve do¤rulamakta oldu¤unu düflünmek beni güçlendiriyor. Yukarda “rastlant›” sözcü¤ünü bofluna kullanmad›m; bu sözcükle aç›klanan yarat›c›l›k süreci, yafll›l›kta, genç bir sanatç›da oldu¤undan çok baflka türlü bir denetimin ürünü olarak ç›k›yor ortaya. Deha yarat›c›ya yaklafl›yor, tan›yor onu, koroya giriyor onunla, paylafl›yor. Yafll›l›kta, bu yüzden olacak, sanki bütün güçlükler kalk›yor ortadan, ad›n› koyamayaca¤›m›z bir diflli, bilmedi¤imiz bir çark› döndürmeye bafll›yor, öyle ki her fley do¤al ak›fl›nda harekete geçiyor ve do¤adaki hareket gibi bizi hiç flafl›rtm›yor. Do¤ay› aflmak isteyenin sonu do¤aya varmakt›r ve bu uçsuz bucaks›zl›k içindeki düzen ölümü küçülttükçe küçültüyor. fiimdi kalk yerinden Abidin tuvale bir boya vur, bekle, diflini s›k bekle, onun nas›l yürüdü¤ünü, tek iken nas›l ço¤ald›¤›n› bana anlat. fiimdiye kadar hiç anlatmad›n. Seni çal›fl›rken çok görmüflümdür, güler54 sin arada bir… Neden gülersin? ‹ki nokta aras›ndaki en k›sa hatt›n bir “do¤ru” oldu¤unu gördü¤ün için mi? Evet, onun içindir. Da¤daki va›zda Buda’n›n gülümsemesini hep anlayacak gibi olmuflumdur. ‹dris ile ne kadar iyi dost oldu¤umuzu yazamad›m bugüne kadar. Torino ekonomi fakültesini bitirdi, flimdi doktoras›n› haz›rl›yor. Beraber oldu¤u ‹talyan k›z› ile yazlar› buraya geliyor. Ak›ll›, uygar, olgun kiflili¤i ile anlat›lmaz bir mutluluk veriyor bana. Yepyeni bir insan sanki, ona bakarken, çocuklu¤umu düflünüyorum. Abidin, sana muntazam yazma¤a karar verdim. Sak›n bu mektubumdaki gibi saçmal›klar s›ralayaca¤›m› sanma. Ama günlerin ayr›nt›lar›na girersem vaktini harcam›fl olmaktan korkar›m. Ben o belli günler sana karfl› k⤛da kaleme sar›laca¤›m. Ne yazarsam yazay›m, önemli olan yazma edimidir. Suna ikinize sevgilerini iletiyor. (Sen de son kart›nda onu hat›rlam›fls›n.) Ben de ikinizi özlemle kucakl›yorum. Var olun! M. Cevdet Anday 55 LEYLA B‹R ÖZGE CANDIR Cemil Kavukçu ‹flte bunu beklemiyorduk, geldi¤imizden beri, çizgi romanlardan belle¤imize kaz›nm›fl mutsuz totemleri and›ran bir suratla her fleye kusur bulan, daha do¤rusu olura olmaza kar›fl›p her fleye burnunu sokan Salibey, durup dururken, ezan okuyan müezzin edas›yla bir flark›ya bafllad›: “Yine Hazan Mevsimi Geldi.” Gözlerini yummufl, yüzüne yak›flmayan huysuz maskeyi bir kenara at›p ona en yak›flan insani çizgilerle aram›zdan ayr›larak baflka bir âleme uçmufltu. Bu çok iyiydi iflte, en az›ndan içimizden biri onu yat›flt›rmaya çal›flarak zaman yitirmeyecekti. Sayg› ve sessizlik gerektiren bir durumdu. Hepimiz, naylon torbadan yiyecekleri boflaltmaya çal›flan Semih’e bakt›k, çünkü ç›kard›¤› h›fl›rt›n›n fark›nda de¤ildi. Asl›nda Salibey’in flark› söylemeye bafllad›¤›n›n fark›nda olsayd› bu sayg›s›zl›¤› yapmazd›. Cemil’in el kol iflaretleri ifle yarad›, Semih eflekli¤inin fark›na varmakla kalmad›, alt duda¤›n› diflleyip a¤›r çekim bir film karesindeymifl gibi kendini lanetledi. Sessiz bir dayan›flmayla Salibey’i kutlad›k. Ortama bundan daha uygun bir flark› olamazd›. Aylardan kas›md› ve biz bir dere kenar›ndayd›k. Yaz yorgunlu¤unu hâlâ üzerinden atamam›fl dere, ya¤murlarla beslenemedi¤i için çok isteksiz ve sessiz ak›yor, akm›yor da sürünüyordu. ‹ri tafllar›n aras›nda, su sineklerinin uçufltu¤u küçük birikintiler kalm›flt›. Geldi¤imizden beri kurba¤a sesi duymad›k. Bal›klar, bu ölümcül yataklar› y›llar önce terk etti. Bedelini de, anaç-babaç-yavru-yumurta demeyip yok olarak ödediler. Çevredeki ç›nar a¤açlar› bütün yapraklar›n› dökmemifl olsalar bile, dökülenler, toprak görünmeyecek biçimde yeri kaplam›fllar. Solgun bir k›z›ll›k hâkim do¤aya. Hava kapal›. Bulutlar karfl› tepelere iyice yaslanm›fl. Sabah bafllayan ya¤mur ö¤leye dek, hiç dinmeyecekmifl gibi ya¤m›flt›. Hava bu kararl›l›¤›n› sürdürseydi dere kenar› buluflmas›n› iptal etmeyecektik ama, otomobilden de inemeyecektik. Yine de, sinsice alçalan bulutlar her an ya¤mur ya¤d›racakm›fl gibi tehditkâr. Salibey’i huysuz yapan da, hiçbirimizin sorumlu olmad›¤› ve bir fley yapamayaca¤›m›z hava koflullar›. Semih kula¤›ma e¤ilip, “Huysuz be abicim,” demiflti, “çok huysuz, Allah kar›s›na kolayl›k versin.” Befl kifliyiz. Yerler ›slak oldu¤u için ayakta dikiliyoruz. Salibey d›fl›nda hepimizin elinde, etiketine ve fiyat›na vuruldu¤umuz için ald›¤›m›z birer flifle “Ay› Kan›” flarab› var. O, annesi öldü¤ü gün tövbe etmifl ve ne56 redeyse on y›ld›r a¤z›na bir yudum içki koymam›fl. Rahmetli, o¤lu içmesin diye elinden ne geliyorsa yapm›fl ama para etmemifl. Çok üzdü¤ü annesine karfl› vicdan›n› rahatlatmak için böyle bir cezay› uygun görmüfl kendine. Konu buraya gelince yüzü, bizde karfl›l›¤› olmayan berbat bir toteme dönüflüyor ki, kontrolü elden b›rak›p a¤layaca¤›ndan korkuyoruz. Böyle bir durumda ne yapar›z, bilmiyoruz. Cezas›n› çekiyor. Ona hak vermesek de, her ne kadar arkas›ndan “beter ol” desek de, sayg› duyuyoruz. Sonuçta arkadafl›m›z. ‹ki y›l önce belde olan Cerrah Köyü’nün birkaç kilometre d›fl›nda, köyün ad›yla an›lan derenin kenar›ndaki bir düzlükteyiz. Hepimiz için bir an› müzesi buras›. Gençli¤imizde do¤as›na vurgunduk; flimdi, bir zamanlar bal›k tuttu¤umuz, bunalt›c› yaz günlerinde serinledi¤imiz deresi kadar ad›n› da çok seviyoruz bu beldenin. Erol’un arabas› ç›nar a¤açlar›n›n aras›nda, içinde mafya hesaplaflmas› sonucu öldürülmüfl bir ceset varm›flças›na bu ortamda yad›rgat›c› ve ürkütücü duruyor. Bir bayram buluflmas› bu. Bayram tatili ve gelenekler nedeniyle do¤up büyüdü¤ümüz yere gelen, ayr› kentlerde yaflayan befl eski arkadafl bu dere kenar› buluflmalar›n› bir törene dönüfltürmüfltük. ‹yi ki bayramlar var, diyoruz. Yoksa hiç görüflemeyece¤iz. Kent ç›k›fl›nda dört flifle flarap alm›flt›k. Cemil, kocaman çak›s›yla (her fleyin oldu¤u gibi onun da bir öyküsü var, taa Bulgaristan’dan geliyor o çak› ve k›skançl›k nedeniyle bir kad›n›n karn›n› deflmekten k›l pay› kurtulmufl, kay›nbiraderinin hediyesi) fliflelerin naylon tapalar›n› kesti. Sonra da çak›y› (asl›nda kapanabilen bir b›çak bu ve bütün cinayetlere aç›k) ucundan tutup gözünün birini k›sarak en yak›n›m›zdaki ç›nar a¤ac›na niflan ald›. Yüzünde, son dönem mafya-derin devlet kar›fl›m› televizyon dizilerinden çal›nt› emanet bir ifade vard›. fiaflk›nl›kla onu izliyorduk. Emin olunca çak›y› a¤aca do¤ru att›. Tam isabet! Alk›fllamad›k. A¤ac›n gövdesine saplanan çak› üflümüfl gibi titredi bir süre. Semih kollar›n› iki yana açarak, buna çok flafl›rd›¤›n› belli eder bir biçimde bafl›n› hafifçe geriye att›. “Yak›fl›yor mu?” dedi, “Kaç yafl›na geldin hâlâ çocukça fleyler yap›yorsun. Pes yani!” “Niye?” dedi Salibey. Ses tonu o kadar bilgece ve a¤dal›yd› ki, Semih’in bir hata yapt›¤›n› düflündük. “Dua edin bize de¤il de a¤aca att› b›ça¤›.” Utanc›n› gizlemeye çal›flan bir gülüfl yay›ld› Cemil’in yüzüne. Böyle bir tepki beklemiyordu. “Cofltum,” dedi, “ne yapay›m yani…” Erdal gülüp bafl›n› iki yana sallad›. 57 fiarapta naylon tapa ucuzlu¤un ve sefaletin göstergesidir. Ama bu buluflmalar bir törene dönüflmüflse her fley eskisi gibi ve kural›na uygun olmal›yd›. fiifleleri birbirine vurup “flerefe” demeden ya da buna benzer bir fley söylemeden birer yudum ald›k. ‹kindi ile akflam aras› bir vakit. Ortal›k çok sessiz. Cemil’le Erol mangal› yakmaya çal›fl›yorlar. Sucuk piflirip ekmek aras› yapaca¤›z. Mangaldan yükselen duman hepimizi daha da keyiflendirdi. Salibey yeni bir flark›ya bafllad›: “Leyla Bir Özge Cand›r.” fiaflk›nl›kla ona bakt›k. Gözleri yine kapal› oldu¤undan bizim flaflk›nl›¤›m›z› göremedi.. Lise y›llar›nda, binbafl›n›n k›z› Leyla ile yaflad›¤› aflk› hangimiz unutmufltuk ki? Bu flark›y› söyleyip az m› flarap içmifltik. Az m› sarhofl olmufl, az m› kusmufltuk. Böyle bir günde, böyle bir ortamdan bu kadar etkilenen, baflka zamanlar o kadar üstelememize karfl›n bu flark›y› söylemeyen biri, kendine verdi¤i cezay› yine kendi mi affediyordu? Onu bafltan ç›karan, ayaklar›m›z›n alt›na serilen hazan yapraklar› m›yd›, bezgin dere miydi, ya¤d› ya¤acak ya¤mur muydu, yoksa bu bayram buluflmas› m›yd›, anlayamam›flt›k. fiiflemi Salibey’e uzatt›m, “Çek bir yudum,” dedim. Gözleri kapal›yd›. Yaln›zca bafl›n› iki yana sallad›. Anlad›m ki, cezas› çok a¤›rd›. “Benim kolam nerde?” dedi. Sucuklar piflmeye bafllay›nca kokusunu metrelerce uzaktan alm›fl üç ziyaretçimiz geldi. Aç olmalar›na karfl›n son derece sayg›l›yd›lar. Mangala ve bize olan kritik mesafeyi çok iyi ayarlayarak arka ayaklar›n›n üzerine çöküp havlamadan, herhangi bir istekte bulunmadan piflen sucuklar› izlemeye bafllad›lar. Biri çok yafll›, art›k ifle yaramad›¤› için kaderine terk edilmifl bir çoban köpe¤iydi. O kadar zay›ft› ki, karn›n›n derisi birbirine yap›flm›fl gibiydi ve bafl› gövdesine göre çok büyük duruyordu. Öbürü orta boy, k›rma bir sokak köpe¤iydi, arka sa¤ baca¤›ndan ciddi bir darbe ald›¤›ndan sakat kalm›flt›. Üçüncüsü ise çok minikti. Böyle bir ortam›n ve yaflam koflullar›n›n yabanc›s› bir süs köpe¤iydi ki, yaflam› öbür ikisinden daha trajik olmal›yd›. Bu beldede, bu dere kenar›nda ne ifli vard›, anlayamam›flt›k. Onun terk edilifli ne çoban köpe¤ininkine benziyordu ne de sakat olana. ‹çinde bulunduklar› koflullar, ›srarc› olmamay› ö¤retmiflti onlara. Nas›l olsa paylar›na bir fleyler düflece¤inden emindiler. “Gelin bakal›m muhteremler,” dedi Erdal. Onlara do¤ru bir iki ad›m at›nca kalk›p geri çekildiler. “Kuru kuruya sevgi de¤il, kay›nt› istiyor hayvanlar abicim,” dedi Semih. 58 Erol seyyar köfteciler gibi çal›fl›yor, piflen sucuklar›, özenle yard›¤› ve içlerini üç sad›k dostumuza att›¤› ekmeklerin aras›na yerlefltirip servis yap›yor. Dostlar›m›z, önlerine at›lan ekmek parças›n› paylafl›rken ne yaz›k ki birbirlerine karfl› o kadar sayg›l› de¤iller. Cüssesinden de güç alan yafll› çoban köpe¤i öbür ikisine pek göz açt›rm›yor, ekmek parças›n› kapmas›yla yutmas› bir oluyordu. Ortanca köpe¤e de arada bir fleyler düflüyordu ama minik köpe¤in, onlar doyana kadar hiç flans› yoktu. Salibey kolas›ndan bir yudum al›p, “Geçenlerde ne oldu,” dedi. Lokmas›n› çi¤neyip yutmas›n› bekledik. “Bir ay kadar oluyor. Hafta sonu Carrefour’a al›flverifle gitmifltik. Kimi görsem iyi?” “Kimi?” dedi Cemil. Salibey, böyle bir soru beklemiyormufl gibi bir süre ona bakt›. Sonra dereye do¤ru dönüp “Leyla’y›” dedi. Sözleflmifl gibi hepimiz flaraplar›m›zdan birer yudum içtik. “Yan›nda kocas› ve iki k›z› vard›,” diye sürdürdü. “Sen yaln›z m›yd›n?” dedi Semih. “De¤ildim, kar›mla birlikteydik.” “Eee?” dedi Semih. En çok o heyecanlanm›flt›. “E’si o iflte. Y›llar sonra ilk kez karfl›laflt›k.” “Vay be!” dedi Semih, “ayn› filmlerde oldu¤u gibi. ‹çin c›z etti di mi?” “Etmez mi o¤lum! Göz göze gelince çok kötü oldum. Onun durumu benden daha beterdi. Önce ne yapaca¤›n› flafl›rd›, sonra bafl›n› önüne e¤di. Yüzü k›zard›. Hepsi o kadar iflte. Al›flverifl arabalar›m›z› sürerek iki yabanc› gibi yan yana geçtik. O gece can›m çok içmek istedi ama yeminim a¤›r bast›.” “Vay be!” dedi Erdal. “‹çeydin be abicim,” dedi Semih, “orda flart olmufl iflte, sabah› yeniden yemin ederdin. Ne olacak ki? De¤il mi Erolcu¤um, flart olmufl!” Salibey paketini ç›kar›p sigara yakt›. Bunu bir iflaret olarak görüp biz de birer tane yakt›k. “De¤iflmifl mi?” dedim. “De¤iflmez mi? Hepimiz de¤ifltik o¤lum! Kilo alm›fl, çökmüfl. Ama yine de Leyla’yd› iflte. Ruhlar yafllanm›yor ki…” “Beyler,” dedi Erol, “ikinci posta sucuklar› at›yorum, herkes yiyor de¤il mi?” “Bana yeter,” dedi Salibey. “Bana da yeter,” dedim. “Anas›n›n gözü! O¤lum daha çok sucuk var, kim yiyecek bunlar›.” “Kalan› götürürüz.” 59 “Benim hakk›m› piflir,” dedi Salibey, “köpeklere verece¤im.” “Nah veririm! Ekmek nelerine yetmiyormufl pufltlar›n!” “Kar›flma lan,” dedi Semih, “içinden geldi iflte. Senin de¤il, kendi hakk›n› veriyor.” “Tamam… K›zmay›n hemen. Salibey’in sucuklar› üç muhterem dostumuz için pifliyor, tamam…” Leyla da nerden ç›km›flt› flimdi? Arkadafl›m›z› o kadar üzen, hepimizin nefret etti¤i k›z flimdi bizi hüzünlendiriyordu. Onu unutamam›fl olmas›na, hâlâ sevmesine flafl›rm›flt›k. Aflk denen, böyle bir fleydi demek. Erol, piflen sucu¤un bir bölümünü her zamanki savruklu¤uyla köpeklere atarken sert bir uyar› ald›. “Bir dakika,” dedi Salibey, “sucu¤u ortaya atma, hepsini o kart pezevenk yedi. Ben öbür garibanlara vermek istiyorum.” “Tamam da, o ihtiyar pezevenk göz açt›rm›yor ki onlara.” “Ben de onu diyorum o¤lum, biriniz ihtiyar› oyalay›n ki ben öbürlerini besleyeyim.” Erdal, ekmek parçalar›yla çoban köpe¤ini oyalarken, Salibey elinde sucukla öbür iki köpe¤i peflinden sürükledi. Semih arkas›ndan, “Hey koca âfl›k,” diye m›r›ldan›p flarap fliflesini bafl›na dikti. fiimdi mangaldaki korlardan atefl yakma telafl›na düfltük. Kuru dal bulamasak bile çal› ç›rp›y› kömürlerin üzerine y›¤›yorduk. Duman yeniden yükseldi. Bir yandan da alev almas› için közlere do¤ru üflüyoruz. Hava iyice karard›. Sonunda ilk c›l›z alevler yükseldi mangaldan. Cemil, dere boyu yürüyüflünden birçok dalla döndü. “Demek de¤iflmifl,” dedi Semih. Kendi kendine konufluyor gibi m›r›ldanm›flt›. “‹fle bak be, y›llar sonra karfl›lafl, olacak fley de¤il!” “Nedenmifl? Oluyor iflte. ‹kimiz de ‹stanbul’da yafl›yoruz. Bir gün bir yerde karfl›laflaca¤›m›z› biliyordum. Ama böyle olmas›n› istemezdim.” “Neden?” Cemil yeni bir sigara yakm›flt›. “Üstüm bafl›m o kadar düzgün de¤ildi.” “Bak bak bak,” dedi Semih, eliyle de baca¤›na vurdu. “Düzgün olsa ne olacak o¤lum. Alan alm›fl, satan satm›fl. Öyle de¤il mi Erolcu¤um!” “fiu sucuklar› yiyin o¤lum, bafll›ycam flimdi aflk›n›zdan meflkinizden.” Erdal, bafl›ndan beri bu muhabbeti sevmemiflti. Konunun d›fl›nda kalmas› bir yana, sürekli köpeklerle ilgilenmiflti. fiimdi de çoban köpe¤inin bafl›n› okflayacak kadar yak›nlaflm›flt› ona. “Onlar anlamaz,” dedi Cemil, “ruhlar› erimifl. Sen bana anlat.” “Anlat›lacak bir fley yok. Onu o halde görmem iyi oldu, efsane bitti.” 60 Semih gülmeye bafllad›. “Ne adams›n be Salibey, onun için de efsane bitti. Sen eski halinde misin sanki.” “Ben onun için efsane olamad›m ki. Öyle olsayd› beni terk eder miydi?” “Gel lan buraya!” diye ba¤›rd› Erol, “köpeklerle oynamaya m› geldin buraya. fiimdi flu odunu kapt›¤›m gibi üçünü de periflan ederim. Yeter be, kar›nlar› doydu iflte.” Erdal ellerini kaban›n›n arkas›na silerek, suç ifllemifl bir çocuk gibi geldi. Mangal›n üzerine dizdikleri yafl dallar da tutuflmufltu. Cemil’in telefonu çald›. “Aha,” dedi Semih, gülmeye bafllad›. “Jandarma ar›yor.” Cemil’in keyfi kaçm›flt›. Kollar›n› iki yana açarak çaresizli¤ini belirtti. “Efendim,” dedi. Ard›ndan da sesini yükselterek, “Tamam ya, geliyoruz iflte,” diye ba¤›rd›. “Bitti, toparlan›yoruz…” Semih k›s k›s gülüyordu. Erol eliyle “sus” iflareti yapt›. “‹fle bak ya,” dedi telefonu kapay›nca, “befl gibi gelirim dedim, saat daha befli on geçiyor…” Semih bu telefona Cemil’den çok bozulmufltu. “Abicim hâlâ ö¤renemedin be! Befl de¤il, yedi diyecektin.” “Dürüst olal›m dedik.” “Olmaz abicim. Bak, kar› k›sm› anlamaz bunu. Allah can›m› als›n ki, yedi deyip alt› buçukta gitseydin, var ya, senden k›ymetlisi yoktu. He Erolcu¤um?” “Toparlanal›m zaten,” dedi Salibey, “flaraplar›n›z bitti, sucuklar da bitti. Gidelim de senin hatun daha fazla tantana yapmas›n.” “Yaps›n ya! Onu bofl verin.” “Onunla ilgisi yok,” dedim, “Salibey hakl›, yavafl yavafl toparlanal›m.” “Atefl ne olacak?” “Soruya bak! Hayret be abicim. Söndürürüz, Erolcu¤um flimdi onu dereye götürüp boca eder.” “Ay›p ettin.” Çabuk toparland›k. Arabaya girince üflüdü¤ümüzü fark ettik “Köyün ç›k›fl›ndaki bakkalda bira var,” dedi Erol, “birer yolluk yapar›z de¤il mi?” “Mis mis,” dedi Cemil. Yeniden keyfi gelmiflti. “Bak bak bak,” dedi Semih dirse¤iyle dürterek, “biray› duyunca bir 61 dakikada nas›l unuttu hatunu.” “Niye unutmayal›m ki be abicim, zaten k›rk y›lda bir bir araya geliyoruz.” “Çok içmiyorsun de¤il mi?” dedi Salibey. “‹çmiyorum,” dedi Cemil. “fiarap neyine yetmedi.” “Bak flimdi,” dedi Cemil gücenmifl gibi yaparak, “sen de kar›m gibi konufltun be Salibey.” Biralar› alm›fl, köyden yeni ç›km›flt›k ki, “Eyvah!” diye hayk›r›p elini aln›na vurdu Cemil. “Ne oldu?” “Çak›y› orda unuttum.” “‹yi olmufl,” dedi Semih, “yak›flm›yordu be abicim.” “Kay›nbiraderin hediyesi o¤lum. Dönelim de alay›m flunu.” “Bu karanl›kta bulamazs›n.” “Bulurum, a¤aca saplad›¤›m yerde duruyor.” “Dönersem ibneyim,” dedi Erol. “Erol, hakkaten… hediye ya, kay›nbiradere ay›p olur flimdi.” “Ay›p olsun! Baflka hediye mi bulamam›fl ibne. Semih hakl›, katil misin lan sen!” “Ama flaraplar› neyle açt›k?” Salibey flark›ya bafllay›nca herkes sustu: “Leyla bir özge cand›r…” Cemil eliyle aln›na hafifçe vurarak kaderine raz› oldu. Biralar›m›zdan birer yudum ald›k. Araban›n ön cam›na ya¤mur damlalar› düflmeye bafllam›flt›. 62 Erdal Alova TENSEMELER - II OMFALES ‹LE HERAKLES Bo¤du postu demir ifllemez aslan› Bir bir kesti dokuz bafl›n› Ejder'in Öldürdü tunç gagal› kartallar›n› Göl'ün At›p getirdi s›rt›na Beyaz bo¤as›n› Girit'in Üç alt›n elma kaç›rd› Bahçesinden Bat› K›zlar›'n›n Ç›kard› günefle Y›lan kuyruklu köpe¤ini Cehennem'in fiimdi kuytusunda Tmolos'un Giymifl etekli¤ini gergef iflliyor Dizi dibinde aslan postlu Ece'nin Sal›n›rken bafl›nda topuz sarkaç Elma soyuyor ona, yata¤›na giriyor Sorarsan Sardes Pazar›'na 'Ar›n›yormufl,' diyorlar, 'Herakles' Kimisi, 'S›r›ls›klam âfl›k' PENT‹MENTO – II Kabarm›fl badana eski konakta Deniz üstünde günefl göllerince Soyunan bellek beyaz duvarda Birleflik kaplar›nca seviflmenin 63 Bir inip ç›kan birlikte gelim K›zarm›fl ekmek kokular›nca Yaflanandan saydam Yaflam Bir gece Sessizlik ve ateflböcekleri Toplay›p eflyas›n› yollad›lar onu Ayn› evde iki kez oturulmaz Dememifl miydi Efesli? NERG‹S ‹LE YANKI Yafl›yor muydun, ölü müydün bilmiyordum Seni ar›yordum gece gündüz Kafelerde, morglarda, sinemalarda Hiç gitmeyece¤in yerlerde Saçlar›n mavi miydi, sar› m›yd› bilmiyordum Seni ar›yordum ormanlarda, koyaklarda 'Nerdesin?' diye ça¤›r›yordum, 'Nerdesin?' 'Nerdesin?' diye geliyordu sesin uzaktan 'Bilmiyorum,' diyordum karanl›k gecede 'Nerdesin?' diyordun, 'Bilmiyorum!' Birden gökgürültüsüne döndü Havada buluflan seslerimiz SEVG‹S‹Z SEV‹fiMEK Gittikçe siliniyor yüzler Ne saydaml›k, ne buz S›cak bir tuz yaln›z T›rna¤›yla kaz›yan Camdan bir maskeyi Uyan›yor çok uzakta Beyaz kafatas› çölün 64 Gittikçe yitiyor yüzler Bir 盤l›k kuyusunda Damar kordonlar sar›yor oday› Geriyor sinir ipliklerini ›fl›k Ne sessizlik, ne söz Asit kök sal›yor kayal›kta : YORGUN SEV‹fiMEK Solu¤an bir ›fl›kt› gövdesi Gökkufla¤›n›n denize batt›¤› yerde A¤aran bir renkti Yeryüzüne sapland›¤› çay›rda ‹flliyordu bir yandan Pasl› yay› ‹ste¤in U¤ulduyordu o¤ulsuz kovan Dönerken kufllar yanm›fl kentlerine Ç›k›yordu sabaha beyaz duda¤›yla G›c›rdayan döngüsü Yaflam'›n Bafllamadan YORGUN ÇALIfiMAK : BALTHUS Giriyor günefl etekli¤inden Düfl gören küçük k›z›n Geçiyor Yasak bölgelerinden gölgenin Gizilgüllerine dokunuyor gö¤sünün A¤z›ndan giriyor Dolafl›yor karn›n›, bütün kan›n› Ç›k›yor sonra ‹pek bir y›ld›r›m gibi Ayak parmaklar›ndan Bütün gördü¤ü : bir düfl 65 NERG‹S‹ – IV Yiyor t›rnaklar›n› zambaklar›n Uzat›yor sonra Beyaza boyuyor, k›rm›z›ya Yeniden yiyor Uzat›yor bu kez sonsuza Buz kesiyor birden Bir da¤ aynas›: Vadideki Balzak F‹LEMON ‹LE BAUK‹S Yamac›nda Bergama'n›n bir a¤aç göreceksin Yar›s› ç›nar, yar›s› ›hlamur. Birlikte ölen göçkün âfl›klarm›fl onlar F›s›ldafl›r dururlarm›fl hâlâ rüzgârda : Benden önce dökme yapraklar›n› KASTOR KADIKÖY'DE Kendimin merkezine yapt›¤›m yolculukta Yan›ma yaln›z kendimi ald›m Binmeden Gemini adl› gemiye. Ne, görmedi¤im tin ikizim Ne, Argo gemicileri yürür yan›m s›ra Dört dönerken Köryaka'da Bo¤uflarak Amikos'lar›yla ruhumun Dönerim mosmor müzi¤e Dönerim kollar›ma Birden ç›kar fiubat fiubat haziranböcekleri 66 O‹D‹PUS Demifl ki Gül Tanr›'ya : Niye söyledin Benim Gül Onun Diken oldu¤unu? Gül gibi yafl›yorduk LEANDROS Varmak için sana Bendeki sensin Benim kerterizim Al›r götürür beni Günden geceye vuran dalga Sönsün yeter Yüre¤imde gözlerini K›rp›p duran flu fener de SADE Say›lardan bir ufku var akl›n Düfllerden bir ufku var uykunun K›rbaçtan bir ufku var Hiçli¤in DESNOS'U TAZM‹N Öyle düflündüm ki seni Seni düflünmeyi düflünmek tek düflüncem 67 DIfiARDA SÖZCÜK KALMASIN! O¤uzhan Akay Materyalist felsefeye uygundur. Z›tlar›n yani karfl›tlar›n birli¤i ve çeliflkisi üzerine kuruludur hayat. Siz kaçta çalmas›n› isterseniz o saatte çalar. Çekimi yap›lm›fl band›n üzerinden yapars›n›z kurguyu. Hayat fazlal›klar› atmakt›r, bu anlamda biraz heykele benzer, hani dendi¤i gibi. Z›tlar iyi oldu¤u için, güzel olmasa da beyaZ›t› sever Onur. Onur, bu metindeki çocu¤un ad›. Üniversite oradadad›r, Kapal›çarfl› da orada, arzular orada zevk oradad›r. Biraz flark› gibidir yani, ikinci kadehte söylenmeye bafllan›lan. Dar sokaklar›ndan afla¤›ya inerseniz Kad›rga’dan denizi bulursunuz. Denizi ilk siz bulmuflsunuz gibi sevinirsiniz. Sevindirik olmak da budur iflte. Dar sokaklar›ndan afla¤›ya inemeyenler, oralarda tutuklanm›flt›r zaman›nda, eylem yapmaktan. Medrese de kahve de, sahaf da beyaZITt›r. Baz›lar›na göre de BayeZIT. Timur'a bak›p, flu dünya senin gibi topalla benim gibi köre kald› diyen padiflah›n ad›yla an›l›r. Z›tlar iyidir. ‘z›tttt Erenköy’ diyenler sonradan ç›km›flt›r. Yaz›s›n› bitirdi Onur. Resimler de çizdi¤i defterini kapatt›. Bavulun d›fl gözüne koydu. “Unuttu¤um bir fley kald› m›?” diye evin içerisinde dolaflt› Onur. Ya da “Daha ne almal›y›m acaba yan›ma” diyerek. Sesi ç›kmad› asl›nda. Ka68 fas›nda dolaflt› sözcükler. Hatta bu yüzden gülümsedi. “Susma sustukça s›ra sana gelecek” slogan›n› hat›rlay›p. Ne s›ras›yd› ki bu? Her zaman kulland›¤› sözcükleri ayr› bir torbaya sar›p bavulun üst k›sm›na koymufltu zaten. Baz›lar› otelde gerekli olacakt›, baz›lar› otel d›fl›nda. Otel sözcü¤ü akl›na geldi¤inde tüyleri diken diken oldu. Oldum olas› sevmezdi otelleri. Hay›r, sözcü¤ü de¤il kendisini. Muavin, dürttü. “Çay ister misin abi?”. Bafl›, yan›ndaki adam›n omzuna düflmüfltü. Salyas› bile akm›flt›, nas›l uykuysa. Adam da öbür yana devrilmiflti. Foto¤raflar› çekilse y›l›n foto¤raf› olabilirdi. “Ne kadar kald›?” dedi Muavine. “Sizi bilmem ama bizim yolumuz bitmez” dedi Muavin s›r›tarak. Çay› ald›, kafl›¤› tek parma¤›yla ay›rarak, genifl bir yudum al›p hüpledi. Yan›ndaki adam g›rtlaklanma horultusundan ince saza geçmiflti. “Abi iyi sayd›r›yor” dedi Muavin. Onur, bafl›n› cama do¤ru çevirdi. D›flar›y› görmek için elinin tersiyle cam› sildi. Bir sürü bulut, alm›fl bafl›n› gidiyordu. Tripodu kurmufl bulutlar›n foto¤raf›n› çeken adam, deklanflöre arka arkaya basarken, otobüs girdi kareye. “Prodüksiyon yapt›rsam bu kadar denk gelmezdi otobüs” dedi içinden. Onur, adam› gördü¤ünü sand›. Öyle ya, gecenin bu saatinde, bu ›ss›zl›kta, bir adam›n ne ifli olabilirdi? Bir yere do¤ru bakan bir adam›n üstelik. Muhsin, Datça’daki evin kap›s›ndan d›flar›ya ç›kt›. Sandalyeleri içeriye ald› önce. Sonra topu¤una bast›¤› ayakkab›lar› düzeltip giymeye çal›flt›. Uzaktan bulutlar›n akt›¤›n› gördü eve do¤ru. Onur, rüya gördü¤ünü düflündü. Gördü¤ü bir rüyayd› bu daha önce. Yaln›z sadece rüyas›ndan tan›d›¤› kifliler biraz daha yafllanm›flt› sanki. Onlar gerçek bir yaflamlar› oldu¤unu san›yordu belki de. Yan›ndaki adam uyand›. Yüzüne bakt› dik dik. Belli ki tam uyanamam›fl, nerede oldu¤unu an›msamaya çal›fl›yordu. “Yolculuk nereye birader?” kelimeleri geçti akl›ndan, gülümsedi. Adam homurdanarak döndü, gözlerini kapad›¤› anda da sesler sald›r›ya geçti. Foto¤rafç›, “‹yi ki dijital makine” dedi, “Yoksa ya filmi unuturdum ya diyafram› tutturamazd›m”. Jpg’e t›klad› baflka bir adam. Foto¤raf› gördü. “Otobüs var, bulutlar var, yolcular yok” dedi, o da içinden: Esrarengiz bir durum. Yar›n herkesi bir öyküye toplay›p, gaz vermeliyim. Onur’un ad› var öyküde. Ötekinin yok. Ama bu da normal. Onurun her zaman ad› olmufltur. D›flar›ya sal›vermek laz›m sözcükleri er geç. Donuk bir foto¤rafta, bir otobüs ne kadar yol alabilir ki? D›flardaki sözcükleri toplay›p içeriye alamayaca¤›n›za göre... 69 Veysel Çolak AKIP G‹DEN SULARA BAKMA Ter içindesin, eskimesin yaz titreyen duda¤›nda ellerinde u¤ultulu bir boflluk ço¤alacak birazdan öyle yaflanm›fl hep, yüzüne inmifl akflam bu ac›, bir yürek bulmufl sende yorulmuflsun insan olmaktan y›rt›k bir güzellik art›k o düfllenen gezegen Uzaklar› düflünüp azalm›fl›z üflümüflüz aflklar›n k›y›s›nda karfl›m›zda duran o dalg›nl›kta bir hercai menekfle ve bak›ms›z bir hayat dalg›n çocuklar›n o kaybolma korkusu sonunda aram›zda bir k›rm›z› flakay›k. ‹yileflmez bir yaradan oyulmufl, yorulmufl savrulmaktan, eksilmifl kalbi Dünyan›n a¤r›yan yeri olmaktan. Gecelerin ucunda yand›kça unutulmufl kavrulmufl o kargaflada, h›rpalanm›fl gülüflü durup da¤lara bakm›fl, onlar›n arkas›na bo¤ulmufl sesi susarak anlatmaktan. Ç›plakt›n sular kadar, tükendin afl›nmaktan yaban›l bir umut yeflert flimdi beni bir sö¤üt dal›na afl›la yenile o tuz tad›n›, ak›p giden sulara bakma. 20/21 May›s 2006, Dünya 70 YO⁄UNLAfiTIRILMIfi KARAKTER Ç‹Z‹MLER‹ Emin Özdemir Türkçenin görsellefltirme gücünü, somutlama yetene¤ini yans›tmay› amaçlayan bir çal›flma içindeyim. Günlerdir sözcüklerle yat›yor, sözcüklerle kalk›yorum. Bir tart›mdan geçiriyorum onlar›. Dilin çevrimi içinde ba¤lad›klar› anlam katmanlar›n› açmaya çal›fl›yorum. Bir tür yolculuk da denebilir buna. Bir sözcükten ötekine, bir metinden baflka bir metne uzay›p giden bir yolculuk… Çok söylenmifltir, ö¤renmenin bir yolu da gezip görmedir, yolculuklara ç›kmad›r diye. Her yolculuktan yeni bir fleyler ö¤renir insan. Kafas›ndaki yerleflik do¤a ve insan manzaralar› de¤iflime u¤rar. S›n›rlar› genifller yaflant›s›n›n. Düflünce, duygu evreninde yeni aç›l›mlar olur. Sözcükler aras›ndaki yolculu¤un da böyle bir yan› var desem, çok mu abartm›fl olurum? Sanm›yorum. Bak›n, bunca y›ld›r elimin alt›ndad›r Tarama Sözlü¤ü. ‹ki eski dost gibiyizdir onunla. Kullananlar bilir, özellikli bir yan› vard›r bu sözlü¤ün. Ta eskilerden, on üçüncü yüzy›ldan bu yana yaz› dilimizin çevrimine girmifl sözcükleri kuflat›r; kullan›mlar›n› gösterir tan›klar›yla. Onlar›n k›lavuzlu¤unda s›k s›k yolculu¤a ç›kar›m. Her seferinde de yeni bir fleyler ö¤renirim. Bir sözcü¤ün, bir deyimin daha önce dikkatimi çekmemifl, ayr›m›na varmad›¤›m yönlerini görürüm. Nas›l olmufl da daha önce bunu görmemiflim diye, do¤rusu flafl›r›p kald›¤›m da olur.. Dün de öyle oldu. fiu sorunun, sözü somutlayan, görünür k›lan ö¤eler var m›? sorusunun ard›na düflmüfl, sözcükler aras›nda dolan›p duruyordum. Bir deyim, birden yolumu kesti, durdurdu beni. Dahas› bu iki sözcüklü dilsel birim, deyim olmaktan ç›kt›, bir yüze dönüfltü sanki. Bir “portre”, bir “karakter” belirdi gözlerimin önünde. Bunu açay›m biraz. Nedir portre? Yaz›n ve elefltiri sözlükleri flöyle yan›tl›yor soruyu: “Bir kimseyi fiziksel görünümü, ruhsal durumu yönünden en belirleyici özellikleriyle betimleme; sözcüklerle onun tinsel ve tensel resmini çizme.” Peki ya karakter? Onu da flöyle tan›ml›yorlar: “Roman, öykü, oyun, anlat› gibi yaz›nsal ürünlerde olay›n ya da anlat›m›n içinde yer alan kiflilerin huy ve davran›fl özelliklerine, kifliliklerini oluflturan ay›r›c› ve belirleyici yönlerine verilen ad; egemen çizgi, bask›n olan yön. Bu ba¤lamda karakter, anlat›sal türlerde insan› çizme, baflka bir deyiflle insan› anlatma eylemini içinde bar›nd›r›r.” 71 Beni durduran, düflündüren deyimin, verdi¤im bu portre ve karakter terimlerinin tan›m›yla bire bir örtüflen bir kuflat›m› vard›. Çizdi¤i resim ya da yans›tt›¤› karakter, Aziz Nesin’in Zübük, Nutuk Makinesi adl› yap›tlar›nda karfl›laflt›¤›m›z kiflilerden birini an›flt›r›yordu. Nas›l m›? fiöyle bir durum tasarlay›n, flifl göbekli, iri yar›, ensesi katmanl›, pehlivan yap›l› bir kifli, çevresini kuflatan toplulu¤a nutuk çekiyor. Bir politikac›, bir siyaset adam› da olabilir. Sözcükleri diflleye diflleye, avurtlar›n› yellendire yellendire konufluyor. Havay› yumrukluyor ikide bir. Esip savuruyor. Hem de nas›l? Söyledi¤i yalan dolana inanm›flças›na. Tumturakl›, a¤z› dolduran, u¤ultulu sözcükleri seçerek. Olaylar›, durumlar›, sorunlar› söz bo¤untusuna getirerek... Çünkü böylesi bir söylem, bir al›flkanl›¤a, huya, dönüflmüfltür onda. Yaflama, konuflma biçeminin bir parças› olmufltur. Çevrenizdekilere, al›c› gözle, flöyle yak›ndan bak›n bir, hemen tan›yacaks›n›z bu tür kiflileri. Lafç›l, “palavrac›” diye nitelendirdi¤imiz kiflilerdir bunlar. Konuflurken sözcüklerin aya¤›n› yere bast›rmaz, düflünsel s›¤l›klar›n› gizlemek için toza dumana katarlar ortal›¤›. Sözünü etti¤im deyime döneyim, nas›l anlat›yor bu kiflileri? Hemen belirtmeliyim ki anlatm›yor, gösteriyor. Baflka bir deyiflle lafç›l, palavrac› olan bu kimselerin karakalem, canl› bir portresini çiziyor: Avurdu yelli. Bu deyimi duyunca ya da okuyunca avurtlar›n› fliflire fliflire konuflan bir kimse canlanm›yor mu gözlerinizin önünde? Gelin bir de on alt›nc› yüzy›lda dilin çevrimine giren bu deyimin, sözlükteki tan›k tümcesine bakal›m: Ve avurdu yelli kifli ki muttas›l eser savurur söyler, elinden nesne gelmez. Söyledi¤im gibi palavrac›l›k, lafç›ll›k bir kiflilik özelli¤idir. Bir kimsenin karakterini, davran›fl biçimini belirleyen bask›n ö¤elerden biri. Türkçe, bu ö¤eyi, iki sözcüklü bir deyimle yo¤unlaflt›rarak çiziyor, onu somutlaflt›r›p görsellefltiriyor. Burada bir genelleme yaparak diyeyim ki Türkçenin kimi sözcüklerinde, deyimlerinde, böyle bir özellik var iflte. Bir tür “portre sözcükler, portre deyimler” diye de adland›rabiliriz bunlar›. Çizdikleri portrelere, karakterlere gelince ço¤u “olumsuz” nitelikler tafl›yor; insan›n tinsel yap›s›na yönelik hofllan›lmayan, be¤enilmeyen yönlerini içeriyor her biri. Yanl›fl anlafl›lmas›n, portre sözcüklerden, deyimlerden olumlu karakterler çizenler de var elbette. Nedense olumsuzlar daha a¤›r bas›yor gibi geliyor bana. Tersi olabilir mi hiç? Dil, insan› bütün yönleriyle kucaklar. Avurdu yelli deyiminden ayr›l›yor, baflka örneklerin ard›na düflüyorum. Bu kez baflka bir sözlü¤ün, Büyük Türkçe Sözlük’ün kap›s›n› çal›yorum, gezinip duruyorum sözcükler aras›nda. Derken karfl›lafl›yorum onlardan biriyle. ‹çinde bar›nd›rd›¤› yüzü, karakteri görmeye çal›fl›yorum. 72 Bu yüz, tan›d›k geliyor bana. Orhan Kemal’in Müfettifller Müfettifli adl› roman›ndan m›, yoksa baflka bir yerden mi? Nereden tan›yorum onu? ‹lk a¤›zda ç›karam›yorum bir türlü. Ne ki yabanc›s› olmad›¤›m bir yüz bu. Besbelli çok görmüfllü¤üm var; belle¤ime iyice yerleflmifl görüntüsü. Düflünüyorum bir süre. Birden an›ms›yorum. Televizyondan tan›yorum bu yüzü. Televizyona s›k s›k ç›kan, ad› birçok kirli ifle kar›flm›fl yöneticilerimizden birinin yüzü. Dümdüz, cilalanm›fl gibi. Düflünsel, duygusal bir yaflam› oldu¤una tan›kl›k edecek tek bir çizgi, en ufac›k bir belirti yok bu yüzde. Pörtlek gözlerinde donuk, y›lans› bak›fllar… Geçen akflam nas›l da s›k›flt›rm›flt› haberciler. Ç›karc›l›¤›na yönelik a¤›r, suçlay›c› sorular yöneltmifllerdi kendisine. Hem de ne sorular, onuru, özsayg›s› olanlar› ç›ld›rtacak türden. Hakk›nda yaz›l›p söylenenleri say›p döktüler bir bir. fiimdi ne yapacak, ne diyecek, sorular› nas›l yan›tlayacak diye merakla izliyordum. Yüzüne, buzullaflm›fl gözlerine bak›yordum adam›n. Hayret, hiçbir k›p›rt› yoktu; t›nmam›flt› bile. Sanki yerilen de¤il övülen, afla¤›lanan de¤il yüceltilendi. “Bunlar› yapmak niye ay›p olsun ki?” gibisinden bir tümce söyledi, gülümsemekten çok s›r›tmay› and›ran bir gülüflle geçifltirdi sorular›. Belli ki utanma duygusunu yitirmifl ya da onunla hiç tan›flmam›flt› bu yüz. Diyelim ki böyle bir karakteri nitelendirmek isteseniz, hangi nitemi seçersiniz? Böyleleri için birbirinden güzel, de¤iflik nitemler üretmifl Türkçe. Al›n “utanmaz” nitemini. Kulland›¤›n›zda hiç de yan›lm›fl olmazs›n›z. Bire bir örtüflür. Niyesi aç›k, suçlamalar, afla¤›lamalar karfl›s›nda hiçbir tepki göstermiyor bu adam. Ald›rm›yor, k›zarm›yor yüzü. Surat›n›n derisi, insan derisi de¤il; sanki manda gönünden. Öyleyse bu nitemi, “utanmaz” nitemini, kullan›rsan›z hiç de haks›zl›k etmifl olmazs›n›z. Peki, ya flunlara ne dersiniz? “Ars›z”, “yüzsüz”, “y›l›fl›k”, “y›rt›k”… Kuflkusuz, hepsinin de anlam gömle¤i, sözünü etti¤im kifliye tam uyuyor. Tam uyuyor da benim “portre sözcük” diye nitelendirdiklerim bunlar de¤il. Portrenin oluflumunda yer alan birer çizgi bu sözcükler. Bunlar› da dokusunda tafl›yan ya da bunlara ça¤r›fl›msal göndermeler yapan kök sözcü¤ümüzse anlam aktar›m›yla oluflturdu¤umuz bir sözcüktür: piflkin. Sözcü¤ün anlamsal, ça¤r›fl›msal boyutlar›n› düflünün, and›¤›m kifliye özgü huy ve davran›fl özelliklerini yo¤un bir biçimde nas›l yüklendi¤ini göreceksiniz; elbette bunlar› görsellefltirerek yans›tt›¤›n› da. Kimi sözcüklerimiz, deyimlerimiz karaktere özgü bir yönü, bir boyutu yans›tt›¤›, somutlad›¤› kadar “tip”e de göndermeler yapar. Bilineni yinelemek olacak ya tiple ilgili kimi bilgileri an›msamakta yarar var. Edebiyat Bilgileri Sözlü¤ü adl› yap›t›mdan flu saptamalar› gelin, birlikte okuyal›m: ... Anlat›sal türlerde ve oyunlarda benzer özelliklerle belirlenip s›n›fland›r›labilen kiflilerin ortak özelli¤ini sivriltilmifl ve abart›lm›fl biçim73 de yans›tan kifli. Tan›msal ve terimsel anlam›yla düflünülürse kifliyi kiflide simgeleme, bütünselli¤i içine yerlefltirmedir tip yaratma. Bu simgeleme ya da bütünlefltirme yoluyla insano¤lunu yücelten ya da baya¤›laflt›ran nitelikler, özellikler vurgulan›r. Bu ba¤lamda tipler, ola¤an, normal kiflilikler de¤ildir. Kestirmeden söylersek, kiflili¤in büyülteçle yans›t›lmas›, görüntülenmesidir. Sözgelimi hepimizin do¤as›nda az ya da çok, olaylar›, durumlar› kendi istek ve tutkular›m›za göre anlama, yorumlama yönsemesi vard›r. Bir ülkü u¤runa coflkuyla savaflma gücü vard›r. Ancak bu, hiçbir zaman Cervantes’in Don Quijote’ta yans›tt›¤› düzeyde de¤ildir. Hiçbirimiz tam bir Don Quijote olamay›z; ama Don Quijote, bir parçad›r hepimizden. Onun kiflilik kumafl›, insan teklerinden seçilen benzeflik niteliklerle dokunmufltur. Bunun gibi hepimizde tembellik, uyuflukluk, üflengenlik vard›r, az ya da çok; ancak Gonçarov’un Oblomov’da anlatt›¤› sayr›l›k aflamas›na varmam›flt›r. Tümümüzde bir görev ahlak›, bir sorumluluk duygusu vard›r. Gelgelelim, hiçbirimizde bu, Orhan Kemal’in Murtaza’da anlatt›¤› türden bir özellik tafl›maz. (…) Çevresiyle, kiflisel ve toplumsal yazg›s›yla çat›flma, tipleri belirleyen bir baflka özelliktir. Bu aç›dan bak›l›nca her tip, psikopatolojik yönlerden hatad›r bir yerde. Onlar›n ortalama insan›n d›fl›na düflmeleri de bundand›r. Hamlet de böyledir, Don Quijote de, Oblomov da. Nitekim bunlar›n simgeledikleri davran›fllar›n Don Quijoteluk, Oblomovluk diye adland›r›lmas›n› da buna ba¤layabiliriz Oblomov’u okudu¤um günleri düflünüyorum. Nas›l da etkilemiflti beni. Dilimden düflürmez olmufltum. Dahas› kendimde Oblomovsu haller bulmaya, kendimle dalga geçmeye bafllam›flt›m. Diyelim kimi günler bir üflengenlik, bir uyuflukluk çökerdi üstüme, yataktan kalkmak istemezdim, uzan›p sere serpe yatman›n, tembelli¤e s›¤›nman›n karfl› konmaz çekicili¤ine kap›l›rd›m. Bununla da kalmaz, kendimi hakl› ç›karacak bahaneler uydurmaya çal›fl›rd›m. ‹çimden de k›s k›s güler, “Haydi gene Oblomovlu¤un tuttu” derdim. Sonralar› kendimde buldu¤um Oblomovluk hallerini baflkalar›nda aramaya bafllad›m. Nerdeyse bir tak›nt›ya dönüfltü bu bende. Me¤er, yan›mda yöremde kumafl› Oblomovluk tezgâh›nda dokunmufl ne çok kifli varm›fl da ayr›m›nda de¤ilmiflim. Bir tür sayr›l›kt›r Oblomovluk. Bu sayr›l›¤a yakalananlar›n tekdüze, durgun bir yaflamlar› vard›r. Davran›fllar› a¤›r m› a¤›r, hantal m› hantald›r. Daha do¤rusu a¤›r aksakt›r her fleyleri. A¤›r çekim bir görünümleri vard›r. Öyle ki h›zdan, devinimden korkar, ürkerler. Çevrelerindekilere s›k›nt› verirler bu yönleriyle. Onlarla birlikte olmak yorar insan›. Bir bungunluk çöker içinize. Düflünsel dünyalar› kurumufl, çoraklaflm›flt›r. Konuflmalar› yavan, düflleri de bafl›bofl, gerçekleflmeyecek türdendir. So¤uktan s›ca¤a vurmazlar ellerini; hiç üretmez; sürekli tüketirler. 74 Derler ya, yaflam›n aynas›d›r dil. Yaflamda var olan her fley dilde de karfl›l›¤›n› yarat›r diye. Oblomovlu¤u anlatan sözcüklere, deyimlere bak›yorum. Belli ki bu sayr›l›k a¤›r basm›fl toplumsal yaflam›m›zda. Oblomov’u ve Oblomovlu¤u yo¤unlaflt›rarak betimleyen birçok sözcük, deyim oluflturmufl Türkçe. Kuflkusuz bunu anlam aktar›mlar›na, benzetmelere baflvurarak yapm›fl. Örneklere yasland›ray›m. Al›n, haz›r yiyici deyimini. Bizim baflkalar›n›n eme¤iyle beslenen Oblomovlar›m›z›n bu yönünü ne güzel belirtiyor. Üflengenliklerini, bezginliklerini anlatmak için de dünden ölmüfl, do¤du¤una piflman deyimlerini yaratm›fl Türkçe. Hantall›klar›n›, durgunluklar›n› nitelendirmek için de kan› a¤›r ya da a¤›r kanl› demifliz. Bununla da yetinmemifl, bu kiflilerin tensel ve tinsel özelliklerini belirtmek için deyimin anlam yükünü daha bir görsellefltirmifl; biraz kaba da olsa, haymana öküzü ya da haymana mandas› diye adland›rm›fl›z. Oblomovsu niteliklerden biri de kiflinin kendi köflesinden, s›¤›na¤›ndan d›flar› ç›kmak istemeyiflidir. Al›flt›¤› koflullar›n ötesine geçme, ürkütür korkutur onu. Böylelerini de tutmufl külkedisi diye nitelendirmifliz. ‹nsano¤luna özgü huy ve davran›fl özelliklerini anlatmak için öteden beri hayvanlarla insan aras›nda benzefllikler kurma yoluna gitmifliz. Benzetmeler, karfl›laflt›rmalar yapm›fl, deyimler oluflturmufluz. Neden yapm›fl›z bunu? San›yorum, insan›, insana daha iyi anlatabilmek için. Ne zaman bunlardan birini kullansam rahmetli, bilge denemecimiz Nermi Uygur’un “‹nsan” adl› yaz›s› gelir akl›ma. Yaz›n›n bir yerinde flu benzetmeleri, aslan gibi görkemli, at gibi al›ml›, taz› gibi h›zl›, kar›nca gibi çal›flkan, a¤ustosböce¤i gibi aylak, köpek gibi sad›k, kedi gibi de¤erbilmez, kuzu gibi uysal, y›lan gibi hain, ar› gibi sokucu, tilki gibi kurnaz, s›rtlan gibi ürkütücü, bo¤a gibi azg›n, kaplan gibi y›rt›c›, tavflan gibi korkak, flahin gibi öldürücü, tavuk gibi boynu bükük, lefl kargas› gibi yamyam, bal›k gibi suskun, papa¤an gibi ezberci, tosba¤a gibi e¤lendirici, sinek gibi yap›flkan, eflek gibi inatç›, s›ralad›ktan sonra flöyle diyordu: “‹nsan› hayvanla benzefltirerek övmek ya da yermekle hayvanlara ay›p ediyoruz. Bir bak›ma, hayvanl›k de¤il de ne bu? Ald›ran kim ama.” Gelin de kat›lmay›n Nermi Uygur’a. Düflünün bir, ister yaban›l olsun, ister evcil, bir hayvan›n hangi koflullar içinde nas›l davranaca¤›n› kestirebiliriz önceden. Sözgelimi köpe¤in köpekli¤i, kedinin kedili¤i nerede bafllar, nerede biter? Bir s›n›r koyabiliriz buna. Ya insano¤lu? Olabilir mi böyle bir fley? Olamaz elbette. ‹nsano¤lunun erdemsizli¤ine, daha yayg›n bir sözcük kullanay›m, alçakl›¤›na s›n›r çizilemez. Böyle diyerek afl›r›ya kaç›yor, haks›zl›k m› yap›yorum yoksa. Ne var ki flu yeryüzünde olup bitenlere bakt›kça, insano¤lunun, kendi soyundan olanlara çektirdiklerini gördükçe, okudukça hiç de haks›z bulmuyorum kendimi. 75 Böyle düflünürken sözlü¤ün sayfalar›ndan bir deyim ç›k›p geliyor karfl›ma. Hem de içinde, flu son y›llarda p›trak gibi ço¤alan kimi yüzleri tafl›yarak. Bunlar da ötekiler gibi yabanc›s› olmad›¤›m yüzler. Egemenlerin, büyük ifladamlar›n›n, holding sahiplerinin sofras›na çömelmifl, onlar›n çevresinde mekân tutmufl kiflilerin yüzleri... Öznitelikleri, ç›karc›l olufllar›d›r. Ç›kar yelleri hangi yönden esiyorsa yönelimleri, yönsemeleri o yönedir. Kal›ptan kal›ba girerler bunun için de. Kendilerine ç›kar sa¤layanlar›n, halk›n yokluk, yoksunluk içinde yaflamas›na yol açanlar›n türküsünü söylerler hep. Onursuzlu¤un doruk noktas›nda soluk al›p vererek yaparlar bunu. Kestirmeden söyleyeyim, ülkenin kaynaklar›na dadanm›fl kemirgenlere, daha do¤rusu efendilerine, övgü üstüne övgü düzerler; yere gö¤e s›¤d›ramazlar onlar›. San›yorum size de tan›d›k gelecek bu yüzler. Aralar›nda kimler yok ki? Köfle yazarlar›ndan, televizyon yorumcular›ndan tutun da, siyasa adamlar›na, ifladamlar›na, kamu görevlilerine de¤in birçok kifli. Peki, sözünü etti¤im bu yüzleri içinde tafl›yan, betimleyen deyim hangisi olabilir sizce? fiöyle bir yoklay›n, sözda¤arc›¤›n›z›. Bakal›m bulabilecek misiniz? fiu kadar›n› söyleyeyim ki dalkavuk, yaltakç›, yüze gülen, kavuk sallay›c›, pehpehleyici, flakflakç› de¤il. Do¤al olarak bunlar gelmifl olabilir akl›n›za. Çünkü bu sözler de bir yönüyle o deyimin ça¤r›fl›m haritas› içinde yer al›yor. Öte yanda flunlar› da düflünmüfl olabilirsiniz: Eyyamc›, pohpohçu, yaltakç›, ya¤c›, el etek öpücü, kemik yalay›c›, k›lkuyruk… Ancak bunlar da de¤il. Hangisi öyleyse? Söyleyeyim, hepsini kuflat›m› içine alan çanak yalay›c› deyimidir bu. Sözcüklerin, deyimlerin aras›nda gezinirken Frans›z ozan›, Claude Estaban’›n Türkçeye çevrilmifl bir fliirinden flu dizeleri gelip tak›l›yor dilime: sözcükler vard›r günefl dolu içleri ve çok iyi aç›klayan sakl› kürkünü bir kad›n›n ve ötekiler sis içinde uyan›ncaya dek. Bu dizelerden kalkarak diyece¤im ki Türkçede kimi sözcüklerin, deyimlerin de insan doludur içleri; baflka türlü söylersem insan›n tinsel yap›s›n› belirleyen olumsuz ya da olumlu niteliklerin yo¤unlaflt›r›lmas›yla oluflturulmufl karakter çizimleriyle yüklüdür. Bunlardan birkaç örnek daha vereyim: Ç›tk›r›ld›m, anas›n›n kuzusu, fleytan›n art aya¤›, boflbo¤az, deli fiflek, çene kavaf›… Bir karakteri tek sözcü¤ün ya da deyimin yüre¤ine yerlefltirebilen bir büyük dil Türkçe. Sözcükleri aras›nda dolaflt›kça, onlar›n anlam katmanlar›na t›rmand›kça bunu daha iyi anl›yor insan. 76 HAL‹DE ED‹P ADIVAR VE FEM‹N‹ZM Server Tanilli Halide Edip Ad›var (1882-1964), ün yapm›fl ilk romanc›m›zd›r. Toplumumuzun gerçekten alt-üst oldu¤u bir dönemde yaflad›: 1908 Meflrutiyet Devrimi, Osmanl› ‹mparatorlu¤u’nun çöküflü, Kurtulufl Savafl› ve Cumhuriyet’in do¤uflu, çok partili demokrasi, bilinçli olarak gördü¤ü bir tarih oldu ve onu etkiledi. Halide Edip’in e¤itimi, Do¤u ve Bat› kültürlerinin etkisi alt›nda geçti. Evlendikten sonra, ‹ngiliz ve Frans›z edebiyat›n›n yan› s›ra, iç politikay› pek yak›ndan izlemiflti; ve önemli olarak, inançl› bir feminist oldu. Gazetelerde kad›n haklar›n› sürekli savunuyor; ‹ngiliz feministlerle yaz›fl›yordu. ‹ttihatç›lar›n politikas›n› benimsemiflti ve k›sa sürede ‹ttihatç›lar›n kad›n sorunlar› konusunda sözcüsü oldu. Bu yönü en çok düflmanl›¤› çekiyordu ki, ünlü irtica hareketinde, 31 Mart ayaklanmas›nda, öldürülmek için ad› kara listede bulunuyordu. M›s›r’a kaçt›... Yazara göre, kad›n-erkek eflitli¤inin temelinde, kad›n›n e¤itim sorunu yat›yordu. Bu görüflünü gazetelerde sürekli yay›nlar; bununla yetinmez roman yazmaya bafllar, feminist kuram› ve inanc›n› oralarda aç›klar. Ayr›ca dönemin ünlü kad›n derne¤inde, “Teali-i Nisvan Cemiyeti”nde canla baflla çal›fl›r. Ö¤retmenler ve baz› ayd›n kad›nlarca kurulan dernekte, Frans›zca, ‹ngilizce dersler verildi¤i gibi, çocuk bak›m› ve ev yönetimi üstüne bilgiler de verilmekteydi; Halide Edip, yard›m›n yan› s›ra hastabak›c› kolunu düzenlemeye çal›fl›yordu. Politikac› ve feminist, bu iki yanl› militan tavr›yla, kendisine ‹ttihatç›lar aras›nda genifl bir çevre edinmifltir. Bir o kadar sevgi de, feminist düflüncedeki içtenli¤idir! Halide Edip 1910 y›l›nda kocas›ndan boflan›r; çünkü Salih Zeki Bey ikinci defa evlenmeye karar vermifltir. Oysa yazar, “taaddüdü zevcat”a karfl›d›r; zaten feminist düflüncesi de bunu gerektirir. Halide Edip, ‹stanbul iflgal edilince, 1919 y›l›nda – efliyle birlikte – Ankara’ya kaçt›. Art›k Mustafa Kemal’le beraberdir ve Kurtulufl Savafl›’na kat›l›r. Bu konuda iki de roman yazar. Mustafa Kemal Pafla ve arkadafllar› aras›nda daha sonra uzlaflmazl›k bafllay›nca, 1926’da Türkiye’yi b›rakarak gönüllü olarak Avrupa’ya efliyle birlikte sürgüne gider. Atatürk’ün ölümünden sonra, ‹smet Pafla’n›n ça¤r›s›yla 1939’da yurda döner: ‹stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde profesör olur; 1950 y›l›nda da, Demokrat Parti listesinden ‹zmir milletvekili seçilir. Bu arada 77 sürekli roman yazar ve yay›mlar. Ne var ki, sanat›nda bir düzey düflüklü¤ü de farkedilir; çünkü feminizmi ve milletvekili seçilse de aktif politikay› b›rakm›flt›r. Ancak flu gerçek sürüyordu ve bugün de sürmektedir: Halide Edip Ad›var, feminist politikac› ve romanc› olarak unutulmayacak bir kad›n yazar›m›zd›r kuflkusuz. Afla¤›da romanlar› üstüne bir gezi yapaca¤›z.1 Seviyye Talip, Halide Edip’in 1910’da yazd›¤› bir romand›r. Kad›n›n cinsel özgürlü¤ünü savunan romanlar›n›n ilkidir. Seviyye, “görene¤e bafl kald›rm›fl” bir kad›nd›r. Onun inanc›na göre aflk, “ç›kars›z, karfl›l›kl› sevgiye dayanan bir beraberlik duygusu”dur. Evlilik ancak aflk üzerine kurulabilir ve “aflk, en yüksek nikâht›r. ‹ki kifliyi ondan baflka bir fley ba¤layamaz.” Halide Edip, Seviyye Talip’in kiflili¤inde ve 1910 y›l› koflullar›na göre, büyük bir feminist at›l›m yapmaktad›r. Yazar, kad›n›n cinsel özgürlü¤ü sorununu unutmayacakt›r. On dört y›l sonra, 42 yafl›ndayken, 1924 y›l›nda yazaca¤› Kalp A¤r›s› adl› roman›nda bu konuyu yeniden iflleyecektir; ve Seviyye Talip, bu kez Dora ad› alt›nda karfl›m›za ç›kacakt›r. Halide Edip, Kalp A¤r›s›’nda, Ulusal Kurtulufl Savafl›’n› yapm›fl Türk subay›n›n, ‹stanbul sosyetesi içindeki sayg›nl›¤›n›n ne denli yüksek oldu¤unu vurgular. Roman›n politik yan› zay›f, ama feminist yönü güçlüdür. Halide Edip, Zeynep’in kiflili¤inde dengeli, kiflilik sahibi, tutkular›na kendini kapt›rmayan ayd›n Türk kad›n›n› yüceltir. Ama yazar, Azize’nin kiflili¤inde ise zengin, moda ve koca düflkünü, kültürsüz ve Bat› taklitçisi kad›nlar› fliddetle elefltirir; çünkü bunlar ne topluma ve ne de aileye yararl› kifliler de¤ildir. Öte yandan Halide Edip, Seviyye Talip’te oldu¤u gibi, Kalp A¤r›s›’nda da, kad›n›n cinsel özgürlü¤ünü savunmaktad›r. Ancak, evli bir kad›n›n evli bir erkekle cinsel iliflkiye girmesi yasal olmad›¤› gibi, bekâr bir kad›n›n evli bir erkekle yaflamas› – Avrupa’da olsa da – meflru de¤ildir. Her iki durumda kad›n›n cinsel özgürlü¤ünde meflruiyet ilkesi eksiktir. ‹flte Halide Edip, 79 yafl›ndayken yazaca¤› Çaresaz adl› roman›nda, bu duruma ilginç bir çözüm getirir: Kad›n seviyorsa, erkek evli bile olsa, onunla “imam nikâh›” ile evlenebilir; çünkü meflruiyet içinde seviflmek daha güzeldir. Kuflkusuz Halide Edip, evlilikte kad›nl›¤› savunmaktan çok, kad›n›n cinsel özgürlü¤ünü savunmaktad›r. Çaresaz, Halide Edip’in son feminist roman›d›r. Halide Edip Ad›var, romanlar›nda politikaya ve feminizme dokundu¤u sürece güçlü olmufltur. Do¤rudan dokunmad›¤›nda, romanlar›nda kad›n›n sevmek hakk› hep savunulur; kad›nlar›n kiflilik sahibi olmalar› için, erkeklerle eflit bir e¤itim görmelerini ister. Yazar, ayd›n kad›nlar›n 78 kifliliklerini ortaya koyabilmeleri için, kendilerinden hayli büyük ve zengin kimselerle evlenmelerini ›srarla savunur; çünkü o zaman önlerinde bir para derdi olmayacakt›r ve üstün kültürleriyle diledikleri gibi yaflayabilecektir. 1912 y›l›nda yaz›lm›fl Handan’da bu ö¤üt yap›l›r. 1918 y›l›nda bir gazetede tefrika edilen Yeni Turan, ‹ttihatç›lar›n Turan ülküsünü yüceltir. Roman, o dönemin politik çizgisiyle iç içe, “kad›n-erkek eflitli¤i” sorununu ortaya atar. Halide Edip, Türk feminist eyleminin istediklerini “Yeni Turan Partisi” kanal›yla dile getirir. Daha önce feminist eylemi fiinasi, fiemsettin Sami, Nam›k Kemal ve Ahmet Mithat bafllatm›fllard›; kad›n›n “iyi ana, iyi efl, iyi Müslüman” olabilmesi için, e¤itim görmesi gereklili¤ini savunmufllard›. Ama buna ek olarak, Fatma Aliye gibi kad›n feministler, “çok kar›l›l›¤›” kesinlikle reddetmifllerdi. Halide Edip, 1912 y›l›na göre, Türk kad›n›n›n kazan›mlar›n› dile getirmektedir: Türk kad›nlar ö¤retmenlik yapmaktad›r; Balkan Savafl›’nda hastabak›c› olarak çal›flm›flt›r, ‹stanbul’da ordu için elbise dikmifltir. Halide Edip, böylece Türk kad›n›n›n “toplum içinde çal›flma hakk›”n› savunur. Çok efllili¤i de, erkeklerin bir hakk› olarak zaten tan›mamaktad›r. Kad›n›n erkekle eflit e¤itimi üstünde ›srarla durur. Modern e¤itimin, dinsel bak›mdan desteklenmesi gerekti¤ini savunur; kad›n›n çarflaf ya da ferace biçiminde örtünmesini reddeder. Halide Edip’e göre, Türk ayd›n kad›n›n›n bafl› kapal› ve yüzü aç›k olacakt›r. Yeni Osmanl› Partisi’nin islamc›l›k politikas›na karfl›, Yeni Turan Partisi’nin feminist siyaseti! fiimdi, yazar›n Milli Mücadele üstüne yazd›klar›ndan da söz etmeliyiz: Ateflten Gömlek, Ulusal Kurtulufl Savafl›m›zla ilgili ilk romand›r ve 1922’de kor halinde ç›kar. Düflman cephesinde kad›n erkek aras›nda bir ayr›m olabilir mi? Hemflire Ayfle ile Binbafl› ‹hsan birbirini sevmektedir ve ikisi de ayn› dava u¤runa ölürler. Bir de, fiiflli’de, Türk burjuvazisi Milli Mücadeleye karfl› cephe alm›flt›r ki ilginçtir. Ateflten Gömlek’ten anl›yoruz ki, bizim burjuvazi daha do¤arken iflbirlikçidir, ç›karc›d›r, kültürsüzdür ve her ileri ad›m›n düflman›d›r. Halide Edip’in 1923 y›l›nda ve 41 yafl›ndayken yazd›¤› yeni roman›, Vurun Kahpeye, önce tefrika edilir ve 1926 y›l›nda da kitaplafl›r. Aliye, yetim bir k›zd›r ve ö¤retmen ç›kt›¤›nda Bat› Anadolu’da bir kasabada görevine bafllar. O s›rada Yunanl›lar ‹zmir’i iflgal etmifllerdir ve Kuvay› Milliyecilerle çarp›flmaktad›r. Eflraf onlar› Bolflevik gördü¤ü için tutmamaktad›r. Vurun Kahpeye, Milli Mücadele üstüne – belki – en güzel romand›r ve yazar, Aliye’nin kiflili¤inde, Türk ayd›n kad›n›n› yüceltir. 1942 y›l›nda Sinekli Bakkal yay›mlan›r ve Halide Edip’in kuflkusuz en büyük roman›d›r; dört bafl› mamur feminist ve politik bir eserdir. 79 Peregrini bir yana b›rak›l›rsa, roman›n a¤›rl›k merkezinde K›z Tevfik ile Rabia bulunur. K›z Tevfik yoluyla, Abdülhamit dönemi ‹stanbul’un e¤lence yerlerini, e¤lence türlerini ve siyasal çürümüfllü¤ünü anlamaktay›z; Rabia yoluyla da, dinsel gelenekleri ve konak yaflam›n› ö¤renmekteyiz. Halide Edip, Seviyye Talip’te Macide’nin kiflili¤inde, kendi mutlulu¤u için Türk kad›n›n›n ulusal kültürle yetinmeyip, Bat› kültürünü de özümlemesi gerekti¤i görüflünü ortaya atar. Böyle bir kad›n erke¤e karfl› daha denk olacak ve evlilik kurumu da daha sa¤l›kl› kalacakt›r; yazar, bu görüflünü sonraki romanlar›nda ›srarla savunur. Ne var ki, Halide Edip bu görüflünü Sinekli Bakkal ’da b›rak›r ve karfl›m›za Rabia adl› bir genç k›z ç›kar›r. Rabia, dedesi ‹mam Hac› ‹lhan Efendi’den Türkçe ve Arapça ders al›r; Kuran ve Mevlût okumay› ö¤renir, sesi de pek güzeldir. Rabia namaz k›lmakta ve oruç tutmaktad›r; bafl› örtülüdür, ama yüzü aç›kt›r ve erkeklerden kaçmamaktad›r. Üretken bir k›zd›r: Para karfl›l›¤›nda Kuran ve Mevlût okumaktad›r ve üstelik bir bakkal dükkân›n› yönetmektedir, k›z para canl›s› da de¤ildir. Yazar, Rabia’ya Frans›zca ya da ‹ngilizce ö¤retmeye kalk›flmaz. Ama Rabia, kat›ks›z bir Türk ayd›n kad›n›d›r yazara göre. Gerçekte Rabia kimdir? Türbanl› tipin, bu “ithal” mal›n, en geç 1970’lerden beri Türkiye’de ortal›kta dolaflt›¤›n› biliyoruz. Ama onun, 1942 y›l›ndan beri Sinekli Bakkal ’da canland›r›ld›¤›n›, övülüp yüceltildi¤ini söylemek abartma m›d›r? Ayr›ca bu Halide Edip’in kaleminden mi beklenmeliydi? Yazar›m›z, zaten bu romanla, hep yükseklerde tuttu¤u kimi a¤›rl›klar›, kimi kimlik ve kavramlar›, bulunduklar› noktadan afla¤› at›p onlardan kurtulmak istemektedir: Halide Edip, Sinekli Bakkal ’da Abdülhamit yönetimini elefltirir; onun özgürlük düflman›, hoflgörüsüz, iki yüzlü ve rüflvetçi oldu¤unu belirtir hakl› olarak. Ne var ki, yazar, ilk kez bu romanda ‹ttihatç›lara karfl› cephe alacakt›r. Gerekçesi yüzeyseldir; ama burada Atatürk’e karfl› k›rg›nl›¤›n› sezmemek de elde de¤ildir. Sinekli Bakkal , Halide Edip’in kuflkusuz en büyük roman›d›r, ancak okurken ihtiyat› da elden b›rakmamal›! Halide Edip, Sinekli Bakkal ’dan önce ve sonra baflka romanlar da yazd›: Onlardan, 1936’da yazd›¤› Yolpalas Cinayeti, onun Türk burjuvazisine ilk sald›r›s›d›r. Bunu Tatarc›k’da (1938) sürdürür. Eser, Halide Edip’in Sinekli Bakkal ’dan sonra en güçlü roman›d›r; ve Tatarc›k’tan sonra da bir daha güçlü roman yazamayacakt›r. Yazar, burjuvaziye taze kan vermek hevesindedir ama burjuvazinin Türkiye’de karakter de¤ifltirmedi¤ini görecek ve 64 yafl›ndayken yazd›¤› Sonsuz Panay›r adl› roman›nda (1946), bir çözümü beklemeden elefltirisini sürdürecektir. (1) Söyleyeceklerimiz, flu önemli bir araflt›rmaya dayanacakt›r: Yahya Kanbolat, Halide Edip Ad›var’›n Romanlar›nda Feminizm Sorunu, Bay›r Yay›nlar›, Ankara, 1986. 80 EL‹F DED‹M BE DED‹M Deniz Günal Çok s›cak bir gün. Garaj›n kap›s› aç›k. Sokakta, garaj›n önünde bir grup genç kad›n oturuyor. Garajda bir sedirde yine kad›nlar toplanm›fl. Garaj›n içinden küçük tafl örülü bahçeye geçiliyor. Duvar dibince çiçekler ekili. Bir köflede mandalina a¤ac›n›n alt›nda uzun bir masa, üstünde yemekler dizili. Masan›n iki yan›nda iskemlelerde yafll› kad›nlar oturuyor. Erkek olmal›yd›m bu gece. Akl›m› bafl›mdan al›yor bu yumuflak, özgür çizgilerden taflan renkler. Kokular, gülüfller, durufllar geceye akarak kaynafl›yor. Koca bir gülümsemeye dönüflüyorum. Mutlulu¤un ta kendisiyim. Bir insan de¤il bir hareketim. Ana tanr›ça gülümsüyor. Ben onun dudaklar›n›n k›vr›l›fl›y›m. Uzun siyah saçl› k›z›n bir duruflu var. Memeleri çok güzel. Onu üçüncü kez görüyorum. Önce hep memelerini gördüm. Sanki onlar›n güzelli¤ini sergilemek için giyiniyor. Olabildi¤ince açarak! ‹nce bilekli uzun bacaklar›n›n üstünde duruflu, bu güzelli¤i özenle tafl›mam gerekiyor diyen yürüyüflü, hiç gülümsemeyen, hiç göz göze gelmeyen, uzaktan insanlar› süzen bak›fllar› her ortama ait olamayaca¤›n›, çok seçici olaca¤›n›, bu uyaran, ince bedeni ne saf, çocuksu aflklara ne de insan› delirten, içini eriten atefllere atmayaca¤›n› söylüyor. Bu güzelli¤i bize sundu¤u, ona bakabilme f›rsat› verdi¤i için minnet doluyorum. Kocakar›lar dizilmifl, bahçenin bir köflesinde oturuyorlar. Bafllar› örtülü, elleri burufluk, dizlerinin aras›nda bastonlar, yüzleri k›r›fl›k… Gülümsemiyorlar. Kocakar›lar yaln›zca soruyorlar. Hayat nas›l geçti? Onlar› tan›m›yorum. Onlar da beni tan›m›yor. Ama yaflam›n alt›n kural›: Bir kocakar› görünce kuru ellerini öpmeden geçme. Önce geçmifl yaflam› selamla. Sen kimsin k›z›m? Ne zaman geldin Avustralya’ya? Pek de güzelmiflsin! Kaç yafl›ndas›n? Nene yak›fl›kl› torunun yoksa bana bu sorular› sorma? Gülüflüyor neneler. Elbette! 81 Y›llar geçerken dünyaya al›fl›yormuflças›na yay›l›yor bedenler, daha çok var olmak için daha çok yer kaplamak istiyor. Kalçalar geniflliyor, memeler büyüyor… Göbek uzan›yor ileri do¤ru iteliyor zaman›, daha kocaman gülümseyebilmek için yanaklar da geniflliyor. Daha çok anlam tafl›yor bak›fllar… Onlar›n aras›ndan geçiyorum, her yan›ma sürtünüyorlar. Her etten bir parça yafl, her gülücükten biraz sevgi, her kokudan biraz hüzün al›yorum. Benden geriye ne kalacak bilmiyorum. Yaln›zca duyuflum ben. Ana tanr›çan›n parmak uçlar›. Ama bir de Pelin var. Pelin’nin gözlerine bak›nca orada sakin bir deniz, o konuflunca ›l›k rüzgârlarla güvenli bir koy görüyorum. Saç›n›n bir k›sm› k›sac›k, baflka bir k›sm› uzun. Hiçbir ölçüye simetriye ba¤l› kalmadan kesilmifl. Bu gece toplam›fl, ensesinde küçük, sevimli bir kuyruk var. Ruhunun inceli¤ine denk. Pelin hiçbir fley iddia etmiyor. Yamuk kuyru¤u ile bile. Yaln›zca en do¤ruyu, en iyi bildi¤ini söyleyece¤ini anl›yorum. Sonra belki susacak, yaln›zca dinleyecek, gülümseyecek. Kabul etmese de incelikle bakacak gözlerime sonra bafl›n› yine incelikle öte yana çevirecek. Uzatmas›na gerek yok. Yaflam yeterince k›sa. Pelin öyle güven verici ki… O olmak istiyorum. Ruhunda bir renk, mavi.. Ruhundan bir ya¤mur damlas›, küçücük… Kumlar›n üstüne düflüp yitmek… Erkek olmad›¤›m için mutluyum. Akl›m› bafl›mdan al›yor bu k›zlar… Mina’ya bak›yorum, Pelin’nin yan›nda oturuyor. Bacak bacak üstüne atm›fl. Üstünde siyah dar, k›sa bir giysi var, esmer yüzünün tonunda sar› saçlar› uzun bir at kuyru¤u. ‹ri gö¤üsleri tafl›yor. Onlar› saklayamaz. Mina’n›n, kad›nl›¤›n›n alt›n› çiziyor. ‹ddias› var Mina’n›n, pek çok. Bir fley yapacak, ne isterse onu yapacak. Yirmi y›l sonra, orta yafll› bir kad›n oldu¤unda onu yine görmek, solumak, yudumlamak istiyorum. Bak›fllar›ndan yaflam taflacak… Serüvenler… Yaflanm›fllar, yaflanacaklar.. Difli bir yumruk Mina, hayat›n ortas›na inmifl. Tatl›, sersemleten güzel bir yumruk. K›na gecesinin tam ortas›nda gelin var elbette. Pullu bir örtü ba¤lad›, sall›yor iri kalçalar›n›. Uzun bir k›z, çekici. Gençli¤i, tatl›l›¤›, duruflundaki güven, dirilik. Güzellik nedir ki… Bakt›rmak kendine, hayran b›rakmak, korkutmadan. Kendine güvenli bak›fllar›. Çevresini görüyor, herkesi her fleyi görüyor, de¤erlendiriyor. Yerini seviyor. Orada olmak, tam orada kendi k›na gecesinde kalçalar›n› sallamak istiyor. Alçak gönüllü bir yandan, tatl›l›kla, isteyerek. Çocuksu, ürkek yine de, bir gelinin olmas› gerekti¤i gibi. Kocakar›lar›n arkas›nda, duvar›n dibinde duruyor tüm güzelli¤i ile. Süheyla. Onu mu anlatmal›y›m kendimi anlatmak için… Ruhumun ikizi. Masmavi bir giyiti var. Siyah saçlar› dalga dalga iniyor, kocaman gözleri, 82 gülüflü kutluyor. Neyi kutluyor emin de¤ilim. Tüm evreni, varoluflu, ac›lar›m›z›, sevinçlerimizi, sevgimizi… Beni, kendini, geceyi, kad›nlar›… Uzun, sak›n›ml›, cesur, alçak gönüllü… Hay›r hay›r kendimi anlatm›yorum. Ruhumun ikizi bana benzemiyor. O görkemle yaflam›n içinde süzülen ayd›nl›k, apak bir yelkenli… Benim yamalar›m var. Y›rt›klar›m, deliklerim, lekelerim… Ben hiçbir aynadan yans›yamayacak kadar çabuk de¤iflen, yok olurken ço¤alan, ço¤alarak yok olan›m. Ona bak›yorum kendimi an›msamak için. Sar›l›yorum, saçlar›n› okfluyorum. Yan›nda sessizce oturuyorum. Onun çocuksu bak›fllar›, erkeksi sesi do¤ru güzel yüre¤inden ç›k›yor. An›ms›yorum ayn› dingin sezifli, ar› duyuflu bir zamanlar ben olan. Bir zamanlar… Oysa ben art›k yaln›zca bir hareketim. Ana tanr›çan›n gö¤üs kafesinde kederli bir kahkaha. Afla¤› bakarken k›r›flan aln›. Bacaklar›n›n aras›ndaki kafl›nt›. Koltuk altlar›ndan süzülen ter. Gidip bana flarap getiriyor. Kendine de al›yor. Birlikte içmek için içiyoruz. Yan yana kap›n›n dibinde küçücük iskemlelerin üstünde iki büklüm. O terbiyeli oturuyor. Bacaklar›n› güzelce örtüyor, ete¤inin aç›lmas›na izin vermiyor. Ben y›rtmac›m› bacaklar›m›n iki yan›ndan ak›tm›fl›m. Hava nas›l s›cak… Ve böyle sere serpe oturmak öyle hofl ki… Ona bak›yorum, güzelli¤ine. Mutluyken o bir esinti. Kendiyle hesaplafl›yor bazen de. Daha iyi, daha do¤ru, daha ak›ll› olmaya çal›fl›yor. Konuflmayan, kendi içinde patlayabilmek için ›ss›z bir çöle çekilen f›rt›na o zaman. Ona her fleyi söyleyebilirim. Her fleyi. Özgürken, ba¤l›l›kla, tutkuyla çok sevmek, severek mahvolmak istiyorum. Çok severken, özgür olmak… Her farkl› tenin s›cakl›¤›nda erimenin beni kutsayaca¤›na inan›yorum. Ne sevmekten ne özgürlükten vazgeçemiyorum. Bütün rüzgârlar yelkenlerimin üzerinde patl›yor. Sahte bir uçuflum ben. Kaç›n›lmaz yok olufl… Tüm iplerin gerilerek koptu¤u dü¤üm. Kalk›p oynamak istiyorum. Hep koordinatlar›mda patlayan f›rt›nay› uzaklara f›rlatacak, kendini unutma tutkusuyla kollar›m› kald›r›p ellerimi fl›klatmak, omuzlar›m› kalçalar›m› sallamak, saçlar›m› savurmak, göbe¤imi titretmek, bütün kocakar›lara genç temiz hofl kokulu çarflaflar› an›msatmak istiyorum. Hadi, seni oynarken görmek istiyorum. Senin için oynar›m. Öyle tatl› sesi, öyle tatl› bak›fllar› var ki… Böyle söyledi¤im için inanmay›n. Onu görürseniz inan›n yaln›zca. Çünkü bil83 meniz gerek. Her fley anlat›lamaz! Biraz geç geldi geceye. ‹flten ç›kt›. Eve gidip biraz dinlendi. Belki tenis maç›n› izledi uzan›p. Sonra giyindi, gidip geline en sevdi¤i flampanyadan ald›. O, Tülin. Esmerli¤i, ince yüzündeki flefkat, k›r›lganl›¤›n› saklamay›fl› ile güçlü. Gücünü dayatmay›fl› ile sevilesi. K›r›larak, incinerek, ac› çekerek ama ayakta durmay› hep becerecek kad›nlardan. Oynama iste¤im var, becerim yok. Oldu¤um yerde sallan›yorum. Tülin bana bakarak gülümsüyor, elini belime koyup afla¤› kayd›r›yor. Hofluma gidiyor kalça k›v›rma aflk›m› fiflekliyor. K›k›rd›yoruz. ‹skemleme oturan as›k yüzlü kad›n›n üstüne flarap döküyor yanl›fll›kla. Kad›n çok üzülerek kalk›p gidiyor. Tülin daha üzgün. Keflke kendi giysime dökseydim. Üstelik de bafl› örtülü bir kad›nca¤›zd›. Gördün mü? Hiç de¤ilse kola dökseydim ya! Daha da nefleleniyorum. Olan giysiye olsun, inanc› lekelenmemifltir nas›l olsa. Uçuk kazalar› seviyorum. Tuhaf rastlant›lar›. Gereksiz piflmanl›klar›. Anlams›z k›zg›nl›klar›. Genç k›zlar ninelerini kald›r›yor oynamaya. Nineler y›llard›r hiç durmam›fl hep oynam›fl gibi. Ayak hareketleri usta, kollar›n› tutufllar› zarif. Ellerin bileklerin çevresinde hiçbir us yönlendiremezmifl, an› rüzgârlar›n›n önünde kendi bildiklerince dönerlermifl gibi çizdi¤i sarmallar büyülüyor. Gecenin karanl›¤›n› demliyoruz. Kuru üzüm, badem, k›rm›z› flarap… Nenelerin bafl örtüleri, bükülmüfl bellerinde gizli safl›k… Genç k›zlar›n ince bedenlerini dünyaya meydan okurcas›na tafl›y›fllar›, gözlerindeki güven, dudaklar›ndaki nazl› gülümseme, tenlerindeki ›fl›lt›… Kuflkulan›yorum. Tüm dünya beni mutlu etmek, sarhofl etmek, kendine hayran bir coflku selinde bo¤mak için söz verip de bir araya gelmifl gibi. Ey tanr›çam, at beni eteklerinden. Böcek olay›m, k›zlar›n ayaklar›n›n alt›nda ezileyim. Sinek olay›m v›z›r v›z›r sokay›m, memelerin k›vr›m›na, bacak aralar›n›n nemine s›zay›m. Ey tanr›çam nas›l da ayd›nl›k gülümsemen. Bu asi k›zlar, a¤›r kocakar›lar, genifllemifl analar yüre¤ini taml›yor. Ama ben dayanam›yorum. At beni eteklerinden pul pul ya¤ay›m. Kaplay›m hepsinin üstünü yumuflak par›lt›l› bir örtüyle saklayay›m. Gelin k›za bindall› giydirdiler. Bafl›na k›rm›z› bir örtü att›lar. Oturttular ortaya. Arkadafllar› beyaz baflörtüleri, k›rm›z› iflli flalvarlar› ceketleri ile geldiler, ellerinde mum. Ortada bir tepsi k›na. Beyaz gömlekli güzel damat da oturdu karfl›ya. Gözleri parl›yor. Saz çal›yor b›y›kl› day›. A¤z› kulaklar›nda, bu k›z› a¤latmadan kald›rmam diyor. Bu gece ben konu¤unam beni koynuna al anam 84 diye bafll›yor. Bütün kad›nlar a¤l›yor. Damat a¤l›yor. Gelin han›m›n k›rm›z› tülün alt›ndan ›fl›lt›l› gülümsemesi seziliyor. Tanr›çam, art›k gelinler a¤lam›yor. A¤lamas›nlar. Gelin olamayanlar, karfl›lar›na böyle yafll› gözlü bir damat oturtamayanlar a¤las›n. Biz bütün kad›nlar a¤layal›m. E¤er sevdik de aldand›ysak... E¤er sevemedik de kuruduysak… Hele hiç yürek ac›s› bilmedik, hiç sevilmedikse a¤layal›m. Biliyorsak daha çok a¤layal›m. Hüngür hüngür a¤layal›m. Aç eteklerini anam, boflalt bütün kederlerini ya¤s›n üzerimize yap›fls›n, saçlar›m›za ayak bileklerimize dolans›n. Böyle birlikte a¤laya a¤laya ar›n›r›z nas›l olsa. Öne geçiyoruz, iki elimizi de uzat›yoruz hevesle. Dünya güzeli ve ben. K›na ›slak avuçlar›m›zda. Kapat›yoruz avuçlar›m›z› s›k›ca. Parmaklar›m›za bulafl›yor. Bize flaflk›nl›kla bak›yor Tülin. Eskiden cariye giden k›zlara yakarlarm›fl k›na, belli olsun diye. O zamandan kalm›fl bu adet. Bir erke¤in kölesi olmak istiyorum. K›nas›n› avuçlar›na aflkla bast›ran, arzuyla bekleyen, heyecanla yola düflmüfl, yüre¤inde korku yükselen bir sahipsiz… Nazl›, asi, cilveli, köle… Dizlerinin üstünde durmay›, bacaklar›n› ay›rmay›, saçlar›n› omuzlar›na dökmeyi seven bir k›nal›… Bu kadar aflk fazla tanr›çam, geri al beni, gö¤süne bast›r, ›l›k memelerinin süt kokusunda unutay›m aflk›. Aflka âfl›k ruhumu erit teninde. Dinleneyim. Bindall› gelinin k›rm›z› duva¤› aç›k, karfl›s›nda yafll› gözlü damat, aflkla oynuyorlar. K›zlar halka olmufl çevrelerinde dönüyor. K›nal› avuçlar›m›z s›k›ca yumulu. Dünya güzeli ve ben ayaktay›z. K›zlara bak›yoruz. Gecenin ortas›na tam flimdi düflüyor, bir sessiz an. Devinen, ç›lg›n, güzel, korkutucu dünyan›n tam ortas›nda aç›l›yor bir yer, k›p›rt›s›z. Bir eflik… Çok yaln›z. Tanr›ça hoflnutlukla esniyor. Bak›fllar›nda yaln›zca sevgi var. Bütün kad›nlar›n› bütün erkeklerini seviyor. Ac›mas›z, bencil, yaln›z bütün çocuklar›n›… Dayanam›yorum. Göz kapaklar›na al beni tanr›çam. Esirge beni bu yaln›zl›ktan. Dikkatin olay›m. Ocak 2006 Melbourne 85 Turgay Fiflekçi HAYAT Deniz Gezmifl’in as›ld›¤› yafltas›n, Ba¤›ms›z Türkiye gibi kokuyor saçlar›n Gözlerinde yenik Halk Ordular›n›n hüznü ‹ç yakan bir asker türküsüsün. Ayn› masum, solgun, k›z›l ›fl›klarla Vicdan› gibi insanl›¤›n, bak›yorsunuz dünyaya. Nâz›m Hikmet’in Moskova’da oldu¤u yafltas›n Ayn› tomur tomur açmaya haz›r Merak dolu insanl›k sevgisi yüzünde. Haydi Anadolu’ya geçelim Toprakta yat›p otlarla konuflal›m Dolunayda, do¤an güneflte ‹nsanlara Kurtulufl’u anlatal›m. Memet Fuat’a benzeyen bir duruflun var Ayn› ölçülülük içinde ölçüsüz sevgin. Birlikte ö¤retti¤iniz çocuklar Voleybolu, bisiklete binmeyi, tiyatroyu Kollar›n›zda fliirli kuflaklar. Benimse t›k›r t›k›r bir yüre¤im var. Sanki yurdummuflsun da, Senden uzak yaflayamazm›fl›m gibi Her at›fl›nda seni sevdi¤ini f›s›ldar. 87 Ali Asker Barut KADININ ‹K‹ SES‹ VAR Kad›n›n iki sesi var Biri evlilikte biri aflkta Aflkta elinde tuttu¤u Mahcup yelpaze Arkas›na gizledi¤i Sinsi bir hançer olur evlilikte Kad›n›n iki sesi var Biri evlilikte biri aflkta Aflkta lirik, yeflil bir ya¤mur Ifl›kl› iplerle ya¤ar içine Evlilikte delirik bir yaln›zl›k Geçer odalar› tek bafl›na Aç›k omuzlar›nda fi›k bir flalla Kad›n›n iki sesi var Biri evlilikte biri aflkta Aflkta atefle meylini düflürmüfl Coflkulu pervane Vazosunda kokusunu vermeyen Donuk, duygusuz bir çiçek Evlilikte Kad›n›n iki sesi var Biri evlilikte biri aflkta Aflkta yüre¤i fliirle sarhofl Güneflli, genifl alanlara ç›kar Mavi gökyüzü altlar›nda K›rlarda nefes al›r Evlilikte tam tersi bunun 88 Kad›n›n iki sesi var Biri evlilikte biri aflkta Aflkta iflah olmaz bir mutlulukçu Gök görgüsüyle gülümser geçerken Ya¤murun hemen ard›ndan ç›kan Ad›m bafl› gökkuflaklar› içinden Evlilikte büyük bir tutucu Korkar rüzgâr›n üstünde titretti¤i Kabaran gömle¤in uyand›rd›¤› erotizmden Kad›n›n iki sesi var Biri evlilikte biri aflkta Aflkta gecelerden azalt›p Gündüzü ço¤altan haz büyücüsü Evlilikte ki her dakikas› bir düellodur Sadece geçmifli de¤il gelece¤i de Ayn› zarif silahla vurur 89 Songül Kaya VAZGEÇMEK... küçük oyunlar›m, gelgitlerim, dalgalar›m bir sandal gibi denizin ortas›nda damla sallan›r›m sallan›r›m sallan›r›m insan›n tek ac›s› aflktan olsun ama ac› çektirme bana yüzlerim ço¤al›yor sevdikçe seni maskeler kar›fl›yor yasakl› yaflamlara yalan olsa da her fley zaman çekilse de üstüne ben ki saçlar›m›n rengini sevdim senin de sevdi¤ini düflünerek sak›nd›m yaflama sevincimi zincirlerin ötesinde gözlerimin ›fl›¤›nda ah ac› çekme sen de “su akar yata¤›n› bulur” ve bir insan sonunda uyabilece¤i kadar uyuflur 90 FELSEFEN‹N POL‹T‹KASI Demir Özlü Kojève’in, Hegel’den hareketle tarihin sonu üzerine düflüncelerini ele alaca¤›m› yazm›flt›m. Gerçekten oldukça sanal bir düflünce alan›d›r bu. Kojève’in ünlü yap›t› Introduction à la. lecture de Hegel ’in, (Hegel Okumalar›na Girifl) ö¤rencisi Raymond Queneau’nun ald›¤› notlardan, yapt›¤› düzenlemelerden do¤du¤unu not etmifltim. Queneau’nun oluflturdu¤u büyük yap›t› Kojève de gözden geçirmifltir. Kitab›n 1947’de yap›lan ilk bask›s›nda, 12. Konferans bölümünde, Hegel’de “insan›n kayboluflu” düflüncesinin yorumlar›na Kojève’in ekledi¤i bir dipnot vard›r. ‹flte düflünür 1968’de yap›lan 2. bask›da bu dipnotunu “ikinci bask›ya not” bafll›¤›yla geniflletmifltir. Hegel, Marx, Kojève, bugün de Fukuyama çevresinde ele ald›¤›m›z tart›flmalar›n odak noktas› bu nottur.1 Bu düflünürlere göre insan›n kayboluflu, “tarihin sonu”nun gerçekleflti¤i dönemde olacakt›r. Tarih, dallan›p budaklanmalar› ne olursa olsun bir geliflim çizgisi içinde ele al›n›rsa, sonuna var›ld›¤›nda (Hegel’de bu geliflim idealist bir çizgi izler: Akl›n ya da Ruh’un [Geist] gelifliminin son aflamas›na varmas›d›r bu. Filozof bu oluflumu Frans›z ‹htilâli’nin verilerinde görmüfltür. Devlet kurumuna da çok önem verdi¤i için, Napoléon’cu devletin eflitlikçi, sivil, homojen yap›s›na bel ba¤lam›flt›) sorunlar› biten insan da bitecek, onun yerini çok basit, düflünmeyen, mücadele etmeyen, felsefeye ve sanatlara gereksinmesi olmayan “Homo sapiens” alacakt›r. Marx’›n tarihin sonu’nu, var›lmas› gereken, s›n›flar›n ortadan kalkt›¤› komünist evrede düflledi¤i düflünülebilir. Üretim araçlar›n›n mülkiyeti ile üretim güçleri aras›ndaki, ilkel komünal toplumun kaybolmas›ndan bu yana varolan pek çok karmafl›k çeliflkinin (maddi yaflam›n yaratt›¤› yabanc›laflmalar›n da) kayboldu¤u, mal bollu¤una varm›fl bir evredir bu. Fakat ben okumalar›mda, Marx’›n metinlerinde insan›n kayboluflu temas›na rastlamad›m. Sadece s›n›f mücadelesi bitecek, üretim bollu¤una ulaflan insanlar, olanakl› oldu¤u ölçüde az çal›flacaklard›r. Bütünsel insan san›r›m ki, kuramsal anlamda entellektüel kazan›mlar›n› da yitirmifl insan de¤ildir. Fakat biz flimdi Marx’› bir yana b›rakarak Hegel ile Kojève’deki tarihin sonu ile insan›n kayboluflu temas›na de¤inelim. 91 Kojève ünlü yap›t›na 1968’deki ölümünden önce ekledi¤i “‹kinci Bask›n›n notu”nda flunlar› söylüyordu: “Bu notun metni (Birinci bask›, sayfa 434’deki notu kastediyor) çeliflik dememek için, birkaç yöne çekilebilir bir metindir. E¤er ‘tarihin sonunda insan›n kayboluflunu’, yani ‘insan›n yaflamda sadece bir hayvan gibi kalaca¤›n›’ düflünüyorsak, ‘kaybolan›n tam anlam›yla insan oldu¤unu kesinliyorsak, ‘artakalan fleylerin: sanat›n, aflk›n, oyunun... vs.’nin de sonsuza dek sürece¤ini söyleyemeyiz. ‹nsan yeniden hayvana dönüflürse, onun sanatlar›, aflklar›, oyunlar› da yeniden do¤al olana dönüflür. Bu durumda tarihin sonuna ulaflt›ktan sonra, insanlar yarat›lar›n› ve yap›tlar›n› kufllar›n yuvalar›n› yapt›klar› gibi yapacaklar, tuvallerini örümcekler gibi örecekler, müzik konserlerini kurba¤alar ve a¤ustos böcekleri gibi gerçeklefltirecekler, oyunlar›n› yavru hayvanlar gibi oynayacaklar, aflklar›na, kendilerini yetiflkin hayvanlar gibi verecekler. Ama bütün bunlar›n ‘insan› mutlu edece¤i’ söylenemez. Öyleyse Homo sapiens’e dönüflmüfl (bollukla güvence içinde yaflayan) post-tarihsel hayvanlar›n sanatsal, erotik, oyuna iliflkin etkinliklerini sürdürmelerinden mutluluk duyacaklar› aç›kt›r. Dahas› da var: Homo sapiens’e dönüflmüfl hayvanlar sesler ve mimiklerle s›n›rlanm›fl tepkiler gösterecekler; onlar›n sözde söylemleri, ar›lar›n diline benzeyecektir. Kaybolacak olan, sadece felsefe ya da mant›ksal ç›kar›ma dayanan bilgelik de¤ildir, do¤rudan bilgeli¤in kendisidir. Zira post-tarihsel hayvanlarda dünya ile insan›n kendisi aras›nda mant›ksal ç›kar›m kalmayacakt›r. “Birinci bask›daki notu kaleme ald›¤›m dönemde (1946) 2 insan›n hayvans›l›¤a dönüflmesi bana, gelece¤in perspektifinden bak›l›nca ak›l almaz görünüyordu (afla¤› yukar› öyleydi). Fakat hemen sonra 1948’de anlad›m ki, tarihin hegelci-marksç› sonu gelecekte de¤ildi. Daha flimdiden vard›. Çevremde olan biteni, Iena savafl›ndan sonra dünyada yaflananlar› gözlemleyince, anlad›m ki Hegel, tarihin sonunu görmekte hakl›yd›. Bu savafl›n içinde ve bu savaflla birlikte, insanl›¤›n öncüleri, henüz gizil güç halinde olan insan›n tarihsel geliflmesinin sonu fikrine – bu bitim ve amaca – ulaflt›lar. Fransa’da gerçekleflen ihtilalin Robespierre-Napoléon’la yükselen evrensel gücü bu fikri yarat›yordu.” (Fukuyama’n›n da sosyalist sistemin çözülmesiyle birlikte sa¤c› liberalizmin tek bafl›na kal›fl›n› ve ülkesinde muhafazakâr sa¤›n iktidara geliflini, 19. yüzy›l bafl›ndaki Robespierre’ci, Napoléeon’cu oluflum gibi, evrensel düzeyde çok büyük bir güç olarak gördü¤ü apaç›kt›r. – D.Ö.) Bu uzun dipnotunda Kojève tarihin sonu ya da post-tarihsel oluflum için çeflitli gözlemlerini not ediyor: ona göre ola¤an bir gözle bak›ld›¤›nda Robespierre’ci-Napoléon’cu dönemden sonra gelen tarihsel dönemlerdeki iki dünya savafl› ile birçok yerel savafllar, Avrupa’y›, gerçek ya da gi92 zil güç olarak, çevre ülkelerin gecikmiflliklerine karfl›n, ileri bir safhaya getirdi. Rusya’n›n, Çin’in sosyalistleflmesi, Avrupa d›fl›ndaki kimi ülkelerin ba¤›ms›zl›k ve özerkliklerine kavuflmalar›, ‹mparatorluk Almanyas›’n›n tasfiyesi, Robespierre’ci-Napoléon’cu Avrupa’n›n da ihtilal öncesinden kalma birçok anakronik s›k›nt›dan kurtulmas›na yol açt›. Bu çeflit bir bak›fl aç›s›yla Kojève, ABD’de yaflanan geliflmeler sonucu, bu ülkenin insanlar› aras›nda oluflan birbirine benzeflme olgusu ve Amerikan ideolojisinin arad›¤› “s›n›fs›z toplum” idealinin etkisi gözönüne al›nd›¤›nda, ABD’yi marksç› komünizme yaklaflmakta görüyor. (Bilmiyorum, Kojève, o y›llarda hukuksal alan› m› en ön plana al›yor, yoksa yaflam biçimindeki benzeflme mi en çok onu etkiliyor? – D.Ö.). Çünkü 1948 ile 1958 aras›nda yapm›fl oldu¤u karfl›laflt›rmal› gezilerden ç›kard›¤› sonuç Ruslar›n ve Çinlilerin henüz fakir Amerikal›lar olduklar› ama h›zla zenginleflme yolunu tuttuklar›d›r. (Çin’de bugünkü ekonomik oluflumlar sanki bu gözlemi do¤ruluyor. Ama Rusya üzerine fikir yürütmek için henüz erken. – D.Ö.). “Böylece,” diyor Kojève, “sonuçta ben Amerikan tarz› yaflam’›n (Amerikan way of life) post-tarihsel dönemin yaflam tarz› oldu¤una, bütün dünyan›n ‘ebedi flimdiki zaman’ niteli¤indeki gelece¤inin ön-belirtisi oldu¤u düflüncesine vard›m. Öyle ki, insan›n hayvans›l›¤a dönüflmesini gelecekteki bir olas›l›k olarak de¤il, flimdiden varolan bir kesinlik olarak gördüm.” Fakat 1959’da Japonya’ya yapt›¤› bir yolculuk onun düflüncelerini kökten de¤ifltirir. Düflünür Japonya’da kendi türünde, kendine özgü (tekil) bir toplumla karfl›lafl›r. Gene onun düflüncesine göre Japonya’da tarihin sonu dönemi çok eskiden bafllam›flt›. Ama post-tarihsel Japon uygarl›¤› ‘Amerikan tarz›’ndan çok uzakt›. Kuflkusuz Japonya’da Avrupal› anlamda Din, Ahlak ve Politika olmad› demekte. Her fleye çabucak uyum sa¤lama, aristokrasinin kalmas›, tarihsel törenlerin içeri¤i boflalt›lm›fl olsa da sürmesi, düflünürü Japon post-tarihselli¤inin insan› hayvans›l›¤a götürmeyece¤i, tersine bu Japon döneminin özellikle insani olaca¤›, Bat› uygarl›¤›n› da etkiyece¤i düflüncesine vard›r›r. Kojève’in Hegel yorumlar›n› anlamak zor olmasa da, Japon toplumu üzerine yapt›¤› ç›kar›mlar› kolayca kavramak zor. Kojève gözlemlerini daha ayr›nt›l› olarak anlatmal›yd›. Fakat bu fikir orman›nda bizi ilgilendiren tarihin sonu i¤retilemesinin kayna¤› ile bugünkü ABD d›fl politikas›n›n empoze etti¤i Amerikan way of life’›n insan› basitlefltirme, birörneklefltirme – hayvans›l›¤a do¤ru sürükleme – anlay›fl›d›r.3 Samuel Beckett’in Terzisi adl› denemeler kitab›mda4 (daha önce de Adam Sanat dergisinde) yay›mlanan “‹nsan Gerçe¤i Tehdit Alt›nda” 93 bafll›kl› yaz›ma, bir ABD TV program› izledikten sonra flöyle bir dipnot eklemifltim (Kitapta sayfa 53): “1950’li y›llarda ABD’nin birçok d›fl ülkedeki kültür merkezleri, yeni ABD edebiyat›n›n (bu arada Steinbeck, Caldwell, Hemingway... gibi yazarlar›n) çevrilmeleri için sübvansiyon verirken, bu y›l izledi¤im bir ABD belgeseli, ABD edebiyat›ndan yar›m tümce ile söz etmekte, resmi denetimce desteklendi¤i belli olan belgesel, baflka ülkelerde ABD yaflam tarz› etkisini sürdürdükçe, bu ülkenin dünya egemenli¤inin devam edece¤ini öne sürmekteydi. Son elli y›ldaki de¤iflim çok büyüktü.” Tarihin sonu kavram› Hegel’den gelen bir kavramd›r. Do¤uflu filozofun Frans›z ‹htilâli’nin getirdi¤i verilere, özellikle de bu ihtilâlin aflamalar›n›n, tarihsel “efendilik-kölelik” sorununu çözmesine - eflitlik fikrine - duydu¤u yak›nl›¤a ba¤l›d›r. Bunun yan› s›ra Hegel, devlet kurumunu da çok zorunlu gördü¤ü için Napoléon imparatorlu¤unda homojen bir süreklilik görmüfltür. Kendisi çok tutarl› bir devlet fikrinin yandafl›yd›. San›r›m, en çok da ekonomik eflitlik düflüncesinden uzak olarak, hukuksal ve siyasal eflitlik onu büyülemiflti. Hegel diyalekti¤inden etkilenmifl ama onu terse, ayaklar› üzerine – materyalist gerçekçili¤e – çevirmifl olan Marx’da s›n›f mücadelelerinin ekonomik eflitlik, refah, özgür birey aflamas›n› tarihin varabilece¤i son aflama olarak iflaret eden komünizm düflüncesi vard›r. Ama bu düflünürde, insan tarihinin bu son aflamas›nda, insan›n hayvans›l›¤a, do¤ayla kar›flmaya, Homo sapiens’e dönüflmesi söz konusu de¤il. Bütün bu tarihin son aflamas› düflünceleri, çeflitli ölçülerde ütopik ö¤eler tafl›yor içinde. Bana kal›rsa bu düflünce, Hegel’in – derin oldu¤u düflünülen – coflkun idealizmi içinde sanal alanlara savruluyor. Marx’da da üretim bollu¤u, mal çoklu¤u gibi, gerçekten insan için o büyük ölçüde gerekli olup olmad›¤› düflünülebilecek ö¤elere de içinde yer vererek, dinlerin cennet düflüncesini an›flt›r›yor. Bu noktada hümanist kültür birikiminin geçerli¤ini yitirece¤i düflüncesi, bugün ABD sa¤-liberalizmince kullan›lsa da, fazlaca pozitif bilimlere gönderme yapan sanal bir varsay›m gibi geliyor bana. Tersine belki de post-tarihsel dönemin insan›, örne¤in Novalis’i ya da Schiller’i daha çok benimseyecektir. Elbette insanl›k bugünkü sa¤-kapitalizm taraf›ndan bütünsel olarak mahvedilmezse. Güncel ABD d›fl politikas› felsefeyi ortadan kald›rmak istiyor. Çünkü felsefe, onun düflüncesine göre, dünyay› – insan› - de¤ifltirmek için yap›l›r. (Bu noktada Marx’la ayn› fikirde). Ama gene onun düflüncesine göre, insan› de¤ifltirmenin art›k gere¤i kalmam›flt›r. ‹nsan bir tüketicidir. Tarih sona ermifl, geliflmenin varaca¤› son aflamaya var›lm›flt›r; ebedî flimdiki zaman. Bu da American way of life ’d›r. 94 Sorunun biraz daha derinleflmesi ve insan›n kayboluflu fikrini daha iyi anlamak için Kojève’in yorumlar›ndaki 1947 tarihli dipnota bakal›m: Kojève’in entellektüel dünyada ünlü kitab›n›n 1968’deki ikinci bask›s›na eklemek gere¤ini duydu¤u uzun dipnotundan önce yazd›¤› bu not, Hegel’in do¤a ve insan üzerine yürüttü¤ü düflüncelerden sonra gelmektedir. Dipnota gönderen Hegel’ci yorumlar flöyledir: “Hegel’ci realizm, öyleyse sadece ontolojik de¤il, metafiziktir de. Do¤a insandan ba¤›ms›zd›r. Ebedî varolan, insandan önce de, sonra da varl›¤›n› sürdürür. Gördü¤ümüz gibi o (insan), onun (do¤a’n›n) içinde do¤ar. Ve bizim hemen farkedece¤imiz gibi, insan uzaysal do¤a içinde kaybolacak olan zaman’d›r. Çünkü bu do¤a, zaman’dan da sonra devam eder.” Bu yorumdan sonra Kojève’in verdi¤i dipnotta flu düflünceler var: “‹nsan’›n tarih’in sonunda kayboluflu kozmik bir felaket de¤ildir: do¤al dünya sonsuzluk boyunca kal›r. Bu biyolojik bir felaket de de¤ildir; insan hayatta do¤a ile ya da verilmifl varl›k ile uyumlu hayvan olarak yaflar. Kaybolan bugünkü anlam›nda insand›r,yani yads›yan (varl›k) eylem ve yan›lma ya da genel olarak nesne’yle z›tlaflan, özne. Gerçekte insansal zaman’›n ve tarih’in sonu, bugünkü insan›n kesin olarak hiçlenmesi ya da özgür ve tarihsel birey’in sözcü¤ün en a¤›r anlam›yla basitçe eylem’ini sona erdirmesidir. Pratikte bu flu demektir: Savafllar›n ve kanl› ihtilâllerin sona ermesi. Ve felsefe’nin de sona ermesi; zira insan esas olan kendisine dönecektir. Onun dünyay› ve kendisini anlamland›rmas› temelindeki ilkeleri de¤ifltirme gere¤i yoktur. Fakat insan› mutlu eden birtak›m fleyler gene ona kalacak: sanat, aflk, oyun... vb. vb... Bu Hegel’ci temay› an›msayal›m; bu tema baflka birçoklar› gibi Marx taraf›ndan yeniden ele al›nd›. Bugünkü anlam›nda tarih denilen fley: yani insanlar›n (s›n›flar›n) birbirlerini yeniden kabul etmeleri için birbirleriyle yapt›klar› mücadeleler, do¤a’ya yönelik çal›flma (praksis) yoluyla yap›lan mücadele, Marx’da (...gereksinmeler alan›... ile özgürlükler alan›...) art›k insanlar›n karfl›l›kl› olarak sak›n›ms›z birbirlerini kabul ettikleri, mücadeleyi bir yana b›rakt›klar› ve olanaklar ölçüsünde az çal›flt›klar› bir ortama dönüflür. (Buna kesin olarak evcillefltirilmifl, insan’la uyumlu hale getirilmifl do¤a diyebiliriz). Bak›n›z: Le Capital, Livre III, Chapitre: 48, paragraf III 2.” 5 Napoléon Avrupa’y› feodal art›klardan, onlar›n siyasal görünüflü olan kal›t›msal imparatorluklardan ar›nd›r›yor, burjuva hukukunu (code civil) kabul ettiriyor, laik e¤itimi zorunlu hale getiriyordu. Köleli¤in ortadan kald›r›lmas›yla, “özgür vatandafll›k”, burjuva eflitlikçili¤i, e¤itim... bütün o savafllar›n ard›nda yatan ideolojilerdi. Bir yerde, “tarih çeliflkilerle doludur” diye yazm›flt›m. Bütün o Napoléon’cu savafllar›n ard›nda olumluluklardan da söz edilebilir. Bugünkü Amerikan savafllar›n›n ard›nda ilerici ideolojiler yatm›yor. Çünkü ard›nda ilerici bir s›n›f yok. Bu95 günkü ABD iktidar› eski burjuva iktidar› de¤ildir. Savafl bütçesinin art›r›lmas›, silâh fabrikalar›n›n ve üretiminin desteklenmesi, sürekli geliflmesi gerekti¤ine inan›lan savafl araçlar›n›n denenmesi, birikmifl bomba rezervlerinin harcanmas›, egemenlik bölgelerinin geniflletilmek istenmesi... vb. amaçlar gün ›fl›¤›n›n aç›kl›¤› ile görülüyor. Bu yüzden Irak savafl›, sadece Irak halk›n›n de¤il, insanl›¤›n gelece¤inin de savafl›d›r. II. Dünya Savafl› sonras›, kimi Bat› ülkelerindeki zenginleflme, Sartre sonras› felsefe çal›flmalar›nda baz› büyük üne ulaflan felsefecilerce düflüncenin karanl›klaflt›r›lmas›, aç›k seçik kavramlar varken, ayn› alanda özel ve çok say›da yeni kavram yarat›lmas›, özgünlük aray›fl›n›n fantaziye kadar götürülmesi gibi özellikleri ortaya ç›kard›. Elbette bu e¤ilimlerin d›fl›nda kalan ün aç›s›ndan alçakgönüllülü¤ü seçmifl, gerçekçi, yaflanan somut hayat› aç›k seçik yarg›lamak istiyen felsefeciler de vard›. Burada isimler sayarak, bu genifl konuya girmeyece¤im. Sadece bunlardan birinin birkaç tümcesini alarak konuyu anlafl›l›r k›lmak istiyorum. Berkeley Üniversitesi profesörlerinden John R. Searle, felsefenin 21. yüzy›lda nas›l olabilece¤ini araflt›r›rken diyor ki: “Sonuç olarak felsefenin gerçekten kendi geçmiflinden uzaklaflamayaca¤›n› öne sürdüm, durdum; öteki disiplinlerde de oldu¤u gibi. Fakat e¤er kendi geçmiflimizden kaçamayacaksak, hiç olmazsa geçmiflimizdeki kötü yan›lg›lar› aflmal›y›z.”6 San›r›m bu yaz›ya daha pratik, daha alçak gönüllü ama güncel durumumuza iliflkin gerçekçi bir not daha eklemek gerekecek. (1) Alexandre Kojève (1902-68) Rus as›ll› Frans›z filozof ve idareci. Rusya’da do¤du. 1920’lerde Fransa’ya geldi. 1933-39 y›llar› aras›nda Paris’te verdi¤i Hegel yorumlar› konferanslar›nda yapt›¤› derin kiflisel yorumlar büyük etki yaratt›. Queneau gibi Georges Bataille, Raymond Aron, Jacques Lacan da ö¤rencileri aras›ndad›r. II. Dünya Savafl›’ndan sonra Fransa’daki ekonomik oluflum içinde önemli görevler ald›. Avrupa Toplulu¤u’nun (AT) mimarlar›ndan biri oldu. (2) Bu notu daha sonra çevirece¤im. (3) Bu politikan›n etkisi Türkiye’de de, özellikle büyük kentlerde görülmektedir. Yeni kuflaklar›n kimi kesimlerinde, yaz›l› ve sözlü bas›nda, özellikle de TV ile e¤lence dünyas›ndaki kimi aktörlerde ortaya ç›kan dilsel bozulma, kavramsal kar›fl›kl›k ile düflünce da¤›n›kl›¤›, edebiyat›n içerik ve dil aç›s›ndan giderek basitlefltirilmesi, e¤lence meta› haline dönüfltürülmesi, insansal sorunlardan uzaklaflt›r›lmas›, bestseller kültürü çevresindeki yönsüz coflku...vb. olgular... Bunlar ‹nsan’›n Logos’tan (Dil’den) koparak kaybolmas›n›n ilk belirtileri gibidirler. (4) Dünya-Kitaplar›, 2003. (5) Kojève, parçada geçen sözcükleri Almanca’da oldu¤u gibi büyük harflerle bafllatt›¤› ve ay›rd›¤› için, ben de alt›n› çizerek yazd›m. fiu küçük notu da buraya eklemeliyim: Hegel’den ald›¤› e¤retilemeyi Amerikan fundemantalist sa¤›n›n yakas›na takmak isteyen Fukuyama, bugün Irak savafl›na karfl› elefltirel olanlar aras›nda yer almak e¤ilimindedir. Ama elbette onun karfl› olufluyla, bizim karfl› oluflumuz aras›nda büyük farklar vard›r. (6) Quelle philosophie pour le XXIe siècle? (XXI. Yüzy›l ‹çin Hangi Felsefe?) folio essais, Paris 2001 içinde. Sayfa: 221. 96 MALRAUX VE HALK CEPHES‹ U¤ur Kökden Malraux, 1976’da öldü. Ne ki, otuz y›l sonra, yazar›n yay›nc›s› Gallimard, 1935-l936 y›llar›n› (35 ilkyaz›ndan 36 yaz sonuna dek geçen dönem) kapsayan ince bir defter yay›mlad›: Halk Cephesi Karnesi*. Ya da, yay›nevinin niteledi¤i gibi söylenirse, bir “Karfl› Günlük”! Notlar, tam tam›na Horgörü Zaman›’n›n yay›mland›¤› nisan ay› biterken bafll›yor; Halk Cephesi Hükümeti’nin kuruldu¤u günlere dek sürüyor. ‹spanya’ya gidiflle kesiliyor. Temmuzun sonu, belki a¤ustosun bafl›! Gerçekten, 1935/36, yirminci yüzy›l Frans›z tarihinin anahtar dönemi. Nazizmin yükseldi¤i, ‹spanya’da Halk Cephesi’nin y›k›ld›¤›, Savafl’›n kendini duyurdu¤u canl›, hareketli ve kayg› verici bir sürecin yafland›¤› coflku dolu bir dönem! Zaten, ‹nsanl›k Durumu roman›n›n yazar› da, 1932’den bafllayarak “Devrimci Yazarlar ve Sanatç›lar Derne¤i”nin üyesi. 1934 y›l› oca¤›nda, Malraux, André Gide ile birlikte Berlin’e gidiyor ve Dimitrov’un özgür b›rak›lmas› çabalar›na kat›l›yor. Öte yandan, 1935 y›l› da, kendi ölçe¤inde çok hareketli bir zaman dilimi. Ayd›nlar›n – yaln›z siyaset adamlar›n›n de¤il, siyasal geliflmelere duyarl› ve aç›k ayd›nlar›n da – de¤iflik etkinlikler düzenledi¤i ya da düzenlenenlere kat›ld›¤› s›cak bir dönem! “Kültürün Savunulmas› ‹çin Uluslararas› Yazarlar Kongresi”nin Gide ve Malraux’nun ortak baflkanl›¤›nda Paris’te (Mutualité Salonu) toplanmas›, bir örnek sözgelimi. Yahut, ayn› 1935 y›l›n›n kas›m ay› bafllar›nda, Etiyopya’n›n Mussolini ‹talyas› taraf›ndan iflgaline karfl› ç›kan bir toplant›da Malraux’nun da konuflma yapmas› gibi. Hem Nâz›m Hikmet de, benzer nedenlerle, ayn› tarihlerde, “Taranta Babu” fliirini yazmam›fl m›yd›?.. Afla¤› yukar› ayn› nedenlerle, gene 1935 y›l›n›n aral›k ay› sonlar›na do¤ru, Nazilerce “vatana ihanet”le suçlanan ve bu nedenle tutuklanan Alman Komünist Partisi Baflkan› Ernest Thalmann’›n özgürlü¤ü için Wagram Salonu’nda (Paris) bir konuflma yapar. Ne yaz›k ki, her fleye karfl›n, Thalmann yine de kurfluna dizilecektir. Malraux, bu kez, 1936 mart›nda Sovyetler Birli¤i’ne gider. K›r›m’da M. Gorki’yi ziyaret eder. Haziran ay› ortalar›nda Gorki ölünce de, bu kez onun an›s›na Paris’te bir konuflma yapacakt›r. 97 Halk Cephesi Notlar›, soluk sar› kapakl›, küçük boy (21x13,5 cm) bir deftermifl asl›nda. Yaklafl›k elli sayfal›, ayr›ca birtak›m ekli k⤛tlar. Ayr›ca, yazar, al›flkanl›¤› uyar›nca kimi metinleri kesiyor ve sonra da baflka yerlere yap›flt›r›yor. Malraux, defterinin bafl›na da – sa¤ üst köfleye – “Notlar /Günlük ve Düflünceler” biçiminde tan›mlay›c› birkaç sözcük koymufl. O halde, nedir bu k›saltmalar? Telgraf metnini and›ran sözler? Yar› flifreli notlar? Özel iflaretler? Kifliye özgü, alt› çizilmifl yaz›lar? Asl›nda notlar, bütünüyle d›fl dünyaya yönelik gözlemler, karfl›laflmalar, görüp iflitilenler… Zaten, yazar da onu demifl: “Bu günlük, hiçbir kiflisel özellik tafl›m›yor. Sadece, daha sonra kullan›lmak üzere, kimi anlaml› anlar›n notlar›!” Ancak, sözkonusu “daha sonra” hiçbir zaman gelmiyor; yani, Malraux, sonraki romanlar›nda onlar› kullanm›yor. Ne de savafl sonras› denemelerinde bu notlara rastlanmakta! Bununla birlikte, kimi paragraflar›n bafl›na belirli bir “R” harfi konulmufl. Kuflkusuz, daha ileride bir “roman” çerçevesinde kullan›lmak üzere. 1965 y›l› sonunda da, Gn. De Gaulle baflkanl›¤›ndaki hükümette Kültür Bakan› iken de, Malraux, Do¤u’ya üç yolculuk gerçeklefltirmiflti: M›s›r’a, Çin’e ve Hindistan’a. Yahut, daha aç›k bir anlat›mla Nas›r’a, Mao’ya ve Nehru’ya evinde yap›lm›fl ziyaretler… Ne ki, bu bafllayan gezi, ayn› zamanda, “yaz›”n›n da serüveni oluyor. “An›lar› ya da iflte böyle fleyleri yazmaya koyuldum” der, daha sonra Malraux. Ancak bu notlar, Halk Cephesi Karnesi gibi bir kenara b›rak›lmaz. Dahas›, nice y›ldan sonra, yazar›n yaz›nsal alana geri dönüflünün bile bir kan›t› say›labilir... Böylece an›lar – do¤du¤u XV. yüzy›ldan doru¤a ç›kt›¤› XIX. yüzy›la (Chateaubriand) dek uzanan bir türün miras› – olarak kendini ortaya koyacakt›r. Bu, ayn› zamanda bir dönüflüm tarihidir. Halk Cephesi günlerine iliflkin notlar, kimine göre Proust’un Karneler’ine benziyor (Gerçi Proust, bir günlük tutmay› her zaman yads›m›fl, o da ayr›!..); kimine göre de, birtak›m “düflünce matrisleri”nden oluflmakta. Ama, her durumda Malraux düflüncelerini hep “özet” olarak veren bir yazar! Sözcüklerinde ço¤u kez ekonomiye giden bir kalem! Hem notlardaki “birinci tekil kifli”yi de, yazar›n kendi kiflisel kimli¤ine bir dönüfl olarak görmemek gerekir; o, öbür insanlarla karfl›laflman›n bir çeflit zorunlu öznesi rolünde kullan›lm›fl. *** Notlar›n ancak birkaç sayfas› 1935 y›l›n› yans›t›yor. Ard›ndan, hemen 1936 y›l› gelmekte. Yeni y›lla birlikte, 3 May›s seçimlerinin sonuç98 lar›: “France-Soir gazetesinin ›fl›kl› yaz›lar›nda seçim sonuçlar› ilan ediliyor. Halk Cephesi’nin zaferi!” Zaten, içinde bulundu¤umuz y›l da, Frans›z Halk Cephesi hareketinin yetmiflinci y›ldönümü de¤il mi?.. Halk Cephesi’nin zaferi, Malraux’nun sat›rlar›na, “Paris halk›n›n 1870 Commune Ayaklanmas›ndan bu yana ilk kez kendini buluflu” olarak yans›r. Ama, k›rk y›l sonra, ayn› siyasal hareketi daha de¤iflik biçimde de¤erlendirecektir: “‹spanyol ve Frans›z Halk Cephesi hareketleri, ayn› zamanda hem marksist bir çözümlemenin sonucu hem de Tarihçi Michelet’nin Marks’a yönelik hakl›l›¤›d›r”. Bu arada, notlar aras›nda rastlanan Avignon’lu görmüfl geçirmifl bir kahve çal›flan›n›n (elli yafllar›nda, ak saçl› bir adam; yani, bir insan sarraf›) söyledikleri hayli ilgi çekici: “Rusya, bay›m, o bizden (Fransa) 200 y›l gerideydi; ama, flimdi, yüzy›l ileride. Belki, bizim istemeye cesaret edemeyece¤imiz fleyleri çocuklar›m›z görecekler.” 1936 y›l› may›s ay› ortalar›nda, Halk Cephesi’nin elde etti¤i büyük baflar›n›n ard›ndan, Madrid’e giden Malraux, orada ‹spanya Cumhuriyeti Baflkan› Manuel Azano’yla görüfltü¤ü gibi Alberti ve Machado gibi birtak›m ozan ve yazarlarla da bir araya gelir. Baflkent Madrid’de Prado Müzesi’ni gezer. Dönüflündeyse, ‹spanya’daki durum üstüne Marsilya’da bir konuflma gerçeklefltirir. Bu arada, 14 Temmuz ulusal bayram› günü, Paris’te, Bastille Alan›’ndan bafllay›p Nation Alan›’na dek sürmüfl olan büyük gösteriye kat›l›r dostlar›yla, kavga arkadafllar› ve efli Clara’yla. Ancak, dört gün sonra, koflullar›n a¤›rlaflt›¤› ‹spanya’da, fiubat seçimlerinin galibi Halk Cephesi Hükümeti’ne karfl› bir askeri ayaklanma gerçeklefltiren General Franco’nun bafllatt›¤› iç savafl üzerine, bir kez daha ‹spanya’ya gidecektir. Böylece, “Karne”ye de son noktas› konmufl olur. Ne ki, belirsizliklerle yüklü ve sonu bilinmeyen bu yolculuktan önce, Malraux kimi dostlar› ve ‹lya Ehrenburg’la bir araya gelir. Bu toplant›n›n birtak›m ciddi sonuçlar verdi¤ini bugün daha rahatl›kla söylemek olas›! *** Öyle ki, ‹spanya’ya giderken k›z› Florence’a iki vasi birden b›rak›r Malraux. Birinin yaflam› tehlikeye girerse, öbürü görevi devralacakt›r. Birinci vasi, Halk Cephesi Hükümeti’nde Spor’dan sorumlu Devlet Bakan› – Malraux’nun yak›n dostu – olan Léo Lagrange’›n efli. Yazar›n Halk Cephesi Karnesi’ne bak›l›rsa, L. Lagrange, “Lenin Cumhuriyeti’ni Danton’un Cumhuriyeti’yle birlefltirme kayg›s› tafl›yordu.” 99 Bununla birlikte, Léo Lagrange gönüllü olarak kat›ld›¤› 1940 savafllar›nda cephede ölünce, bu kez an›s› ad›na düzenlenen toplant›da yapt›¤› konuflmada, Malraux, yak›n dostu için, “O bir kitap yazmad›; ancak, konuflmalar› var. Bu konuflmalar›n özü dört sözcükte toplanabilir: gerçeklik, adalet, sayg›nl›k ve bir de yüreklilik!” demiflti. Öte yandan, ayn› toplant›da konuflan bir siyasetçinin sözlerine de Malraux’nun notlar›nda rastlar›z: “Tanr›m, herkese, kendisine uygun ölümü ver!” Bu sözler, asl›nda, Rilke’nin bir fliirinden al›nmad›r: “Ey Tanr›m, herkese kendisine uygun düflen ölümü ver!” Notlar içinde yer alm›fl Romain Rolland’›n 1909 tarihli tiyatro üçlemesi de, birçok bak›mdan ilgi çekici: Kurtlar, Danton ve bir de 14 Temmuz ! Malraux, Danton oyunundan bir sahne anlat›r bu günlüklerinde. Sahne düzenini Picasso haz›rlam›fl, zaten ertesi gün de do¤rudan Baflbakan Léon Blum haz›r bulunur oyunun gösteriminde. Elhamra Tiyatrosu’nda. Yaln›z iki ay (may›s/haziran) içinde, on iki bin grevin ve iflgalin yafland›¤› bir dönemin yans›t›ld›¤› bu notlarda, kuflkusuz, pek çok de¤iflik ve ilginç ayr›nt› ya da az rastlanan toplumsal davran›fl örnekleri var kolayca unutulamayacak. Sözgelimi, kitleyi düzenlemekle görevli güvenlik güçlerinin Halk Cephesi’nin baflbakan aday› Léon Blum’un yönetti¤i Le Populaire gazetesini gösterilerde da¤›t›yor olmas› gibi. Yahut, kimi grevci iflçilerin isteklerinin Hitler Almanyas›’n› and›r›yor olmas›: “Yabanc› iflçilerin çal›flmas›n›n yasaklanmas›n› istemek” gibi; “evli kad›nlar›n çal›flmas›n›n yasaklanmas›” gibi… Bütün bu siyasal panoramadan sonra, belki onlar›n yan› s›ra, kimi yaz›nsal de¤erlendirmeler de eksik de¤il, küçük sar› defterde. ‹spanya’yla Rus halk› aras›nda benzerlikler kurulmas›nda oldu¤u gibi, kuflkusuz (örnek vermek gerekirse, Don Kiflot ’un ad›n›n Budala olmas›n› istemek gibi). Malraux’ya bak›l›rsa, Cervantes, Unamuno ve Nietzsche Rus olmal›yd›; Hugo ve Chestov ise ‹spanyol! * Halk Cephesi Karnesi (1935-1936), Gallimard Yay›nevi, Paris, 2006 . Mehmet Çak›r D‹R‹L‹fi ‹Ç‹N fi‹‹R hola Chavez!* ilkin ellerin ellerin yeryüzünü iflleyendir çocuklar›n en güzeli için sevdi¤inin kalças›na dokunur gibi topra¤a tohumlar b›rak tutunacak bir dala muhtaç yirmi birinci yüzy›lda yaflamak sonra yer kabu¤unu sarsmal› ayaklar›n k›talar› birlefltirmelisin depremlerden önce ayaklar›n savaflan ordulardan cesur yürümelisin atefli gökten indirmeye ve gövden… diril halklar›n öldü¤ü yerde zaman dünyay› sömürenlerin diril yaflam yar›n› isteyenlerindir bekleyenlerin de¤il * hola, ‹spanyolca ‘merhaba’. 101 Fahri Güllüo¤lu UZAK parmaklar›ndan aralanmak, gün›fl›¤› bir fliirin küskün ça¤›r›fl› bilinmeyen, mavili, asmaköprülü sular, flakay›k, i¤de, çentikler üzre Sab›r geçitleri, ç›plak gö¤üsler gibi uzanm›fl yamaçlar ard›nda yapraklanan, kabaran ormanlar›yla Bir ses, notalar› salk›m salk›m, perçemli ovalar›yla içine alacak, sereserpe denizanalar›n›n bozgununa göz k›rpacak ak›bet Noktalar›n bütünledi¤i do¤ru, varl›¤›n vadisinde gözenekler, uçuruma dönüp yüzünü ba¤dafl kurmak k›y›n›n kaya ucunda ya da genifl koltu¤un rahat› kaçm›fl atmacas› gibi dinelmek afla¤›n›n tedirginli¤ine Prusya mavisinden geçmifl gö¤ü karanl›¤a gömmüfl da¤lar›n ›fl›ks›z, korkusuz bekleyiflleri yolsuzlu¤u bu yokufl nas›l derinliksiz yaflamakta bu ustal›k çukur geçiyor çukur geçiyor çukur 102 B‹R ‹STANDOLLU’NUN NOTLARI Erdal Alova • THEOPHRASTOS’A NOTLAR (‹Ö. IV. yy.) S‹NS‹ “Asl›nda, genel olarak al›nd›¤›nda sinsilik söz ve eylemlerde alttan almak diye düflünülse gerek. Ama sinsi öyle adamd›r ki, düflmanlar›yla karfl›laflt›¤›nda nefretini gizleyip onlarla sohbete dalar. Arkas›ndan kuyu kazd›¤› kimselerle yüz yüze geldi¤inde onlar› över; kötü duruma düfltüklerinde onlarla birlikte üzülür; hakk›nda kötü konuflanlar› ba¤›fllar ve hakk›nda söylenen fleylere k›zmaz... kendisiyle hemen görüflmek isteyenlere sonra gelmelerini söyler... fiöyle konuflmakta üstüne yoktur: ‘‹nanm›yorum, sanm›yorum, flafl›r›p kald›m kardefl.’” – Negatif uyumcu. Zehirli bukalemun. Kendini bafltan onaylayan zekâ. Baflkas›n›n ard›ndan kazd›¤› kuyunun, önünde oldu¤unu göremeyen aymaz›n kof gösterileri. Kurumlaflm›fl tin. Yap›fl›k ikizi: kurnaz. PALAVRACI “... Palavrac› öyle bir insand›r ki, bir dostuna rastlad›¤›nda ola¤an havas›ndan hemen s›yr›l›p gülümseyerek, ‘Nereden böyle?’ diye sorar; ‘ne dedin?’, ‘nas›l olur da bundan haberin olmaz?’ Ve sorular›yla sald›r›s›n› sürdürür: ‘yeni bir haber yok mu? Asl›nda iyi haberlerim var...’ Söylediklerine öyle tan›klar gösterir ki, hiç kimse ona karfl› ç›kamaz... ‘Aram›zda kals›n,’ der, ama bütün kent halk›na duyurmak için oradan oraya koflar.” – Ucuz anarflisti yaflam›n. Sözcüklerin f›rlatt›¤› bomba-bumerang. Kinik soytar›. Sürekli bun. ‹fiGÜZAR “... Herkesin do¤ru kabul etti¤i bir konuda onlara karfl› ç›karak elefltirmeye giriflir... Dövüflenler tan›mad›¤› kimseler de olsa onlar› ay›r›r. Yol göstermeye kalkar, ama sonra ne tarafa yürüyece¤ini kestiremez...” – Personas›z benlik. Mekâns›z tin. ‹çeriksiz ölüm. Tehlikeli oyuncu. 103 KEND‹N‹ BE⁄ENM‹fi “... Bir dostu ba¤›flta bulunmas›n› istese, para vermeyece¤ini söyler; sonra, ‘param havaya gitti’ diyerek getirip verir. Yolda yürürken aya¤›n› bir tafla çarpsa tafl› lanetler. Uzun süre kimseyi çekemez. Ne flark› söylemeye; ne fliir okumaya, ne de dans etmeye yanafl›r...” – Mutlak peflinde özne. Kofluk: sürekli korku. Fiyakas›: yaln›zl›k. MEMNUN‹YETS‹Z “Sevgilisi onu öptü¤ünde, ‘Hayret! Yürekten mi öptün beni?’ der... Yolda bir kese bulsa, ‘hiçbir zaman bir hazine bulamad›m ki!’ der... Bir dava kazansa ve bütün oylar› toplasa bile, konuflmay› yazan birçok hakl› noktay› atlad› diye suçlar. Dostlar›ndan yard›m toplansa, biri de ‘sevinsene’ dese, ‘neden?’ diye sorar...” (Candan fientuna çevirisi). – Yetiflimsiz özne, nesneyi hiçleyen. Yap›fl›k ikizi=narsistist. Son aflama: hiper-kritisizm. • miz. “Krals›z bir krall›k”sa fliir, “zenginsiz bir zenginlik” bizim istedi¤i- • Fenikeliler’de alfabe sessiz harflere dayan›yordu. “Seni seviyorum, görüflürüz,” sözü, yaklafl›k olarak “sn svyrm grflrz” biçiminde yaz›l›yordu. Fenike alfabesini dillerine uyarlarken, Yunanlar gereksiz sessizleri atarak, yerlerine koyduklar› sesli harflerle yepyeni bir alfabe yaratt›lar. Günümüzün internet kufllar› bilgisayarlar›n›n bafllar›na oturup, biny›llar sonra t›pk› Fenikeliler gibi, “sn svyrm grflrz, by by” mesajlar› gönderiyorlar. Uygarl›k geldi, en bafla döndü. “Fenikelileflememek,” diyordu ya Cemal Süreya, “al, sana Fenikelileflmek!” • Hegel’i yorumlayan Kojève’e göre, insano¤lunun varolufl yolunda verdi¤i savafl, eninde sonunda, bir prestijdir; hayvanolmaktan insanoluma bir kaç›flt›r. ‹nsan varl›¤› anlam›n›, kendini sürekli aflarak, yepyeni sentezler kurarak, k›sacas›, kendini yaparak bulur. Sözcükler’in May›s say›s›nda, Demir Özlü’nün de¤indi¤i, insan›n baflkalar›nca kabullenilme, adam yerine konma iste¤i varoluflsal prestijin bir yans›mas›d›r. ‹nsansoyunun sanat çabas›ysa, bu prestij savafl›n›n bir tür taçlanmas›d›r, fiyakas› de¤il. Hegel’in “sanatlar›n prensi” dedi¤i fliir, belki de, bu tâc›n en de¤erli ye104 rinde ›fl›ld›yor. Her ne kadar, toplumsal iflbölümünde flairin yeri, neredeyse, peygamberli¤e yak›n olsa da. Fiyaka bir yana, Mayakovski, Nâz›m Hikmet gibi flairlerin elinde fliir sanat› kavgac› bir boyut kazanm›flt›r. • “Yaflamaya de¤mez bu hayat, çekip gitmeli,” diyordu biri. “Yaflamaya de¤meyen bir hayattan çekip gitmeye de¤er mi?” dedi öteki. • Beyaz eflya aflklar›. • Faflistlerin eline geçen Granada’ya gitmemesi için uyaran arkadafllar›na, “Ben flairim, bana bir fley yapmazlar,” demifl, “‹spanyol Korucular› Romans›”n›n flairi Federico Garcia Lorca. S›¤›nd›¤› evde kendisini tutuklamaya gelen falanjist ise flöyle demifl: “Kaleminle verdi¤in zarar› silahlar vermedi.” Kurfluna dizilmeye götürülürken, “ben bir fley yapmad›m,” diyormufl hâlâ Lorca. • “fiiir Ölüyor mu?” konulu bir soruflturma aç›ld› geçti¤imiz günlerde. Ahmet Hamdi Tanp›nar’›n Edebiyat Üzerine Makaleler ’ini yeniden kar›flt›r›rken, 1931 y›l›nda böyle bir soruflturman›n aç›lm›fl oldu¤unu gördüm. Soruflturmay› yürütenler bana sormad›lar ama benim yan›t›m bu. • Antik Ça¤’da, Ephesos’ta dinsel ve yönetsel merkezler yan yanayd›. ‹ki kurum aras›nda görüfl al›flverifli her zaman sürdü. Ne var, Tap›nak hiçbir zaman yönetsel bir rol üstlenmedi; Kent Meclisi de Artemis Tap›na¤›’n›n ifllerine kar›flmad›. Ephesos dönemin en bay›nd›r kent-devletlerinden biriydi. Laikli¤in köklerini, öyle Bat›’da filan arayanlar oy devflirdikleri topra¤›n tarihini iyi ö¤renmeli önce, biny›ll›k kent adlar›n› bir gecede de¤ifltireceklerine. Günümüzde, Bat›’da yürürlükte olan nice kurumun köklerini Anadolu’da aramal›. Nas›l, Montesquieu ideal Federal Cumhuriyet’e örnek olarak Frans›zlara Likya Federasyonu’nu gösterdiyse. • Ortal›¤›n felaket, ruh hallerimizin berbat m› berbat oldu¤u bir gün, Kuzguncuk’ta, Ç›naralt› Kahvesi’nde otururken, Can Yücel’in, “‹yi ki fliirimiz var,” dedi¤ini hat›rl›yorum. Ve bu sözü, geçen her gün, daha iyi duyuyorum. 105 “Çocuklar›m›za nas›l bir gelecek b›rakaca¤›z?” demekle, “bugünler bize atalar›m›zdan miras kald›,” demek ayn› palavra. • ‹ki aflk var. Biri, “y›ld›r›m” dedikleri metafizik aflk. Öbürü, gizliden geliflip sürgün veren; bir baflka deyiflle, “arkadafll›ktan dönüflen” aflk. Bunlar birbirinin z›dd›d›r. Ama tek sözcükte birleflirler: Masumiyet. • T. S. Eliot’un dedi¤i, “ö¤renilmifl gülüfller” ya da gülmeye öykünme de¤il bunlar. Neflenin hiç u¤ramad›¤›, yapay bir bunal›m›n nevrotik h›r›lt›lar›. Gülünmesi gerekti¤i vehmiyle yarat›lan d›fl-gülüfller. • Sigara içmek, insan›n kendine ac›mas›zca ac›mas›d›r. • Bir toplumda bireylerin bir arada yaflamalar›n› sa¤layan araç dildir. Bireyler ayr› dinlere inansalar da, yaflam ak›fl› dil birli¤iyle mümkün olabilir. ‹stanbul’da Kuzguncuk diye bir semt var. Bu Bo¤az köyünde ony›llard›r cami, kilise ve havra yan yana duruyor. Üç mekânda semt sakinleri Türkçe, Arapça, Ermenice, ‹branca – arkadaki kiliseyi de sayarsak – Rumca dua ederek, dinsel vecibelerini yerine getirdiler, getiriyorlar. Türklerin d›fl›ndaki üç cemaat – flimdi çok azalsa da – kendi aralar›nda, evlerinde Rumca, ‹branca vs. konufluyorlard› ama Türkçe de ö¤rendiler. Dört cemaat aras›ndaki iletiflim Türkçe’yle sa¤land› ve bir arada bar›fl içinde yaflayan bireylerin oluflturdu¤u toplum bu yolla ifllerlik kazand›. Tersini düflünürsek, dini bir, ama farkl› diller konuflan bir insanlar toplulu¤u, iflleyen bir toplum kurabilir mi? Kuflkusuz, hay›r. Dilsel iletiflim kuramayan bir topluluk k›sa sürede da¤›lmaya mahkûmdur. • Hayatta noktay› yanl›fl yere koymak. Olmad›k yerde virgül kullanmak, Zamans›z ünlemler; bofl sorular. ‹ki nokta üst üste: Düflünce tembelli¤i, yorum hastal›¤›. Yanl›fl zamanda nokta konan virgüller. Düfl k›r›kl›¤› üç nokta yan yanalar›n. Parantezler: Ertelenen yaflamlar. T›rnak içinde geçen ömürler. 106 Yaln›z, bir yaz›m sorunu de¤ildir noktalama iflaretleri. • Döflenmifl yar›-ayd›nl›k köflesinden, veryans›n ediyor ayd›nlara, edebiyatç›lara. Yok, efendim, a¤açlar kesilirken bunlar seyrediyormufllar da, seyrederken rak›lar›n› yudumluyormufllar da, zaten bu ayd›nlar, edebiyatç›lar hep böyle seyredermifller de. Bu ne ayd›n, edebiyatç› düflmanl›¤›! Bunlar› yazanlar, söyleyenler, yurdu karanl›k bir ma¤araya çevirmeye çal›flanlar›n, bu sözler karfl›s›nda nas›l pis pis s›r›tt›klar›n› gözlerinin önüne getirecek düflgüçlerinden yoksunlar m› yoksa? Sivas’ta yak›lanlar, ayd›nlar, flairler de¤il miydi? Ya k›rkl› yafllar›n› hapisanelerde geçiren Nâz›m Hikmet? Sinsice öldürülen Sabahattin Ali? Türkiye’de hapisaneyle, mahkemeyle tan›flmayan kaç ayd›n, edebiyatç› kald›? Ayd›nlar Dilekçesi’nden günümüze de¤in insan vicdan›n› ›rgalayan her olayda Yaflar Kemal’in ç›nar gövdesini görmedik mi, onca ayd›n›n, edebiyatç›n›n yan›nda? Ya çevre hareketinin bafl›n› çekenler? Binlerce insan› Sinop’ta toplayanlar, onlar ayd›n de¤il mi? A¤açlar ya da insanlar kesilirken, seyirci kal›p hiçbir tepki göstermeyen bireylere ayd›n ya da edebiyatç› de¤il, dense dense “entel” denir. Biraz sorumluluk beyler! Bilinçsiz y›¤›nlar›n kuyru¤una tak›lmak bir fley getirmez, “reyting”den baflka. Ayd›n, entelektüel, entel, bilgin, rate. Bu kavramlar›n geçiflimli olmas›, sorumsuzca kullan›lmas›d›r beyinleraras› kopuklu¤u yaratan. Bu soruna kendi halimce ›fl›k tutabilmek için daha önce yazd›¤›m yaz›y› yeniden yay›mlat›yorum: Bana göre, entelektüel, her fleyden önce, Dil’le u¤raflan kiflidir. Dil’in yivleri içinde döne döne gerçe¤i arar girdi¤i serüvende. Ana dilini iyi bilmeyenin yabanc› bir dili bilemeyece¤i ya da yabanc› bir dili iyi bilmeyenin ana dilini iyi bilemeyece¤i diyalekti¤ini aflarak, kendi düflünce do¤as›n›n dilini kurar. Bu düzlemden s›çrayaca¤› yer, ister istemez, yarat›c›-düflünsel pland›r. Entelektüelin ilgi-merak tayf› s›n›rs›zd›r. Fizik ile fliir, tarih ile müzik, gökbilim ile resim onun tayf›nda yan yana yer al›r. “Müzik, fliir, resim bildi¤im alanlard›r, ama mimariden, yak›n ça¤ tarihinden hiç anlamam,” demeyen kiflidir entelektüel. 107 Entelektüel kifli ça¤›n temel ilgi-u¤rafl alanlar›n›, genel olarak yak›ndan tan›yan, ama kendi alan›nda olabildi¤ince derinleflebilen kiflidir. Entelektüel, baflta inteligentsia olmak üzere, hiçbir kast›n, mezhebin, partinin üyesi olmaz. Ama böyle bir tutum tak›nmas›, bir dünya görüflünün, kozmik bak›fl aç›s›n›n olmad›¤› anlam›na gelmez. Tersine, savundu¤u dünya görüflünün etkili bir militan› olabilir. Entelektüel, kendini asla be¤enmeyen, bununla birlikte saçma bir alçakgönüllülü¤e kap›lmayan, kendini sürekli aflmaya çal›flan kiflidir. Entelektüel, Dionizyak esrimeden korkmaz. Düzen ile serüven aras›ndaki dengeyi elinden geldi¤ince korumaya çal›fl›r. Entelektüel kifli kimseye telkinde bulunmaz, propaganda yapmaz. Entelektüel yarat›c›d›r. Entelektüel, insan beyninin bütün zenginli¤ini, yetene¤i ölçüsünde, yaflamak isteyen, bununla yetinmeyip d›fl dünyaya bu deneyimi yans›tmak isteyen ergin bireydir. ‹mdi, “entel” dedikleri kimdir? Entel kifli, “Bitmedik çal› dibinde, do¤mad›k tavflan arayan” bir mitomand›r. Genellikle, kendinden bilgisiz ya da kendini egemen hissetti¤i ortamlar› seçer. Buralarda kurbanlar›n› gözüne kestirip mitomanisi’nin bütün “cevher”ini saçar. Bu kurbanlar genellikle genç k›zlard›r. Entel dedikleri, iflah olmaz bir fetiflisttir. Bir tek gün bile kendileri olmad›klar› için, bu fetiflizm iflinde enteller kolektif davran›rlar. Genellikle bal›kç›lar›n giydikleri kaba yelekler, kazaklar, yüzükler (flimdilerde küpeler), yuvarlak gözlükler, kirli kadife ya da kot pantolon vb. bunlar›n vazgeçemedi¤i nesnelerdir. Genellikle sigara içerler. Pipo içmeye çal›fl›rlar, ama pipo kültüründen haberleri yoktur; e¤er varsa, onlar› bu konuda susturman›n yolu yoktur. Enteller her konuda iki üç laf edecek kadar bilgi sahibidirler, ama hiçbir zaman derin konulara dayanamazlar ve masadan hemen uzaklafl›rlar. Tipik bir entel, bir Fassbinder için, “Fena o¤lan de¤il, ama flu filminde flunu yapmamal›yd›,” diye konuflur, sinema tarihi üzerine on sat›rdan fazla bilgisi olmamas›na karfl›n. K›sacas›, enteller, entelektüellerin parazitleridir. Toplum bilgisiz b›rak›ld›¤› için bunlar›n ayr›m›na varam›yor. Yafla da, kuruya da “entel” deyip ç›k›yor ve kendini ç›kmaza sokuyor. Ama as›l felaket flurda ki, ayd›n diye geçinen yar› ayd›nlar da ayn› tutumu tak›n›yorlar ve “entel-dantel” gibi son derece düzeysiz sözlerle gerçek entelektüelleri ve ayd›nlar› karal›yorlar. Bu, korkunç bir hatad›r. Böyle davrananlar›n yeri eninde sonunda, S›vas’ta flairleri, ozanlar›, genç k›zlar› yakanlar›n yan›d›r. 108 Rate dedikleri kimdir? Rate dedikleri, beyin pekli¤i çeken kiflilerdir. Bu kifliler buldu¤u her fleyi okur, hiçbir konseri kaç›rmaz, durup dinlenmeden beynini amaçs›zca doldurur. Sonunda, beyne üflüflen onca bilgi hiçbir ç›k›fl noktas› bulamaz. Rate yeteneksizdir; bu yüzden yarat›c› de¤ildir. Rate durdu¤u yeri bilmez, bu yüzden, bakt›¤› yer her yerdir. Rateler ikiye ayr›l›rlar: iyi rateler, kötü rateler. ‹yi rateler verici insanlard›r. En az›ndan, plak-disk koleksiyonlar›n› insanlara açarlar, kitaplar›n› verirler. Kendilerinden herhangi konuda bilgi istenirse yard›mc› olmak için ç›rp›n›rlar. Kötü rateler, durmadan doldurduklar›, hiçbir aç›l›m› olmayan binlerce ›v›r z›v›r›n u¤uldad›¤› beyinlerinin a¤›rl›¤› alt›nda yaflay›p giderler. Geldik ayd›n’a. Bir entelektüel mutlaka ayd›nd›r ama bir ayd›n›n entelektüel olmas› gerekmez. Bir ayd›n›n bir dil bilmesi, Beethoven ya da Bach’tan haberdar olmas›; Picasso’nun Matisse’in atölyesinde Afrika masklar›n› gördü¤ünde donup kald›¤›n› bilmesi gerekmez. Ayd›n kifli, her fleyden önce, ak›l ile iyi niyeti benli¤inde kaynaflt›rabilen bireydir. Ayd›n yaflad›¤› ça¤›n insan›d›r. Kendinden ve ça¤›ndan sorumlu, uyumayan bilinçtir. Ayd›n, kifli hiçbir önermeyi, düflünce afl›s›n›, kuram›, ajitasyonu sorgulamadan, kuflkulanmadan bir varg›ya varmaz. Bu sözlerin ›fl›¤› alt›nda; bir ilkokul ö¤retmeni, bir sendika lideri, bir ö¤renci, bir kundurac› da pekâlâ ayd›n olabilir. Ayd›nlar›; okumufllardan, profesörlerden, gazete yazarlar›ndan oluflan bir s›n›f saymak büyük bir hatad›r. Bu hatan›n (ça¤dafl anlamda) ana kayna¤› Rus aristokrasisinden gelen ve daha sonra da sürdürülmeye çal›fl›lan intelligentsiya (Rusça söylenifliyle) çevresinden do¤du. Güya, intelligentsiya, yaln›zca iyi ö¤renim görmüfl, en az bir dil bilen, yüksek s›n›flardan gelen kimselerin oluflturdu¤u bir “ayd›n” s›n›ft›. Bu kavram sonralar› bütün entelektüellerin oluflturdu¤u bir s›n›f, hatta, zaman zaman, bir kast anlam›nda da kullan›ld›. Bu seçkinci tutuma karfl›; iflçi s›n›f› ayd›n›, küçük burjuva ayd›n› gibi saçma kavramlar gelifltirildi. Burjuva ayd›n› denen nice karanl›k insan›n yaln›z toplumu de¤il, temsil ettikleri s›n›f› da nas›l yanl›fl yerlere götürdü¤ü bilenen bir gerçek. fiimdilerde kapitalist dünyan›n Marksist ekonomi politikçilere göz k›rpmas›na flaflmamal›; “hiç olmazsa dürüst insanlar,” diyorlar onlar için, “ne zaman bataca¤›m›z› söylerler.” 109 Bana, “çok fley biliyorsun,” dedi biri. “Ben çok fley bilmiyorum; yaln›zca, bilmedi¤imi söylemiyorum,” dedim ona. Bir gün, evine u¤rad›¤›m Melih Cevdet Anday’› çok bitkin buldum. Yüksek tansiyonu vard›. “Nerden kaynaklan›yor yüksek tansiyon?” diye sordu¤umda, “daha tam bilinmiyor,” karfl›l›¤›n› vermiflti. Damdan düflercesine, “hiçbir fley bilmiyoruz, de¤il mi Melih Bey?” dedi¤imde, birden canlan›p gözlerinin çakmak çakmak yand›¤›n› hat›rl›yorum. “Hiçbir fley bilmiyoruz, de¤il mi, hiçbir fley,” demiflti, sonsuz bilgisizli¤imizi bilmenin sevinciyle. • Bir ülkeyi yönetecek politikac›ya önce flu soru sorulmal›: “Neden en iyi hakem en az düdük çalan hakemdir?” • Soyunuyor okaliptüs Sö¤üdüm ben, diyor Soyunuyor So¤urup suyunu Solgun sö¤üdün Soluyor okaliptüs Yaprakçalara dönüyor yapraklar * * Yaprakça: Bildiri • Vard›¤› yere hakk›yla varm›fl, iflini do¤ru dürüst yapan, erdem sahibi ya da yetenekli kimselerin (hele ünlüyseler) bir zaaf›n› görünce içlerinde bir rahatl›k duyan, duymakla yetinmeyip bu zaaf› onlara karfl› kullananlar zavall› ruhlu insanlard›r. Bir baflka tip vard›r ki, böyle kimselere kara çalarak, söylentiler yayarak, ak›llar›nca, bir yer tutarlar mecliste. Bunlar ac›nas› varl›klard›r. Ama bunlardan daha fecisi, daha çaresizi, bir o kadar da sinsi olan›, takma adlar alt›nda, böyle kimselerin, üstelik ikinci ifllerine kara çalarak rahatlayan yarat›kt›r. • • 110 Matematik biliminin alan›yla, fliir sanat›n›n alan› belirli ölçülerde iç içe geçiflir. Bu geçiflim alan› fliirdeki matematiktir. Ne ki, fliirin mant›¤› ça¤r›fl›msald›r. Baflka türlü söylersek, semantik potansiyeli sonsuzluktur. Matematikte 1+1=2’dir her zaman. Ama fliir 1+1=1 diyebilir. • Hegel’deki köle-efendi diyalekti¤i ça¤›m›zda de¤iflik görünümlerde geçerli¤ini koruyor. Köleci toplum hiçbir zaman bitmedi, yaln›zca k›l›k de¤ifltirdi. • Üsluptan flunu anl›yorum: Bir gül a¤ac›, iki de adam var. Biri, e¤ilip kokluyor gülü. Öteki, kopar›p kokluyor. Yaflamda da böyle, sanatta da böyle. • Araya dizi koyan reklam tivi’leri. O diziler ki; duygusall›¤›n, yani yalan›n, her an fliddete dönüflebilen koflu¤undan baflka bir fley de¤il. • Kad›n bir “sorun” oldukça, “kad›n yazar” denecektir. • Bir ›rmaks›n sen Kalabal›klara akan Kalabal›¤a kar›flmadan 111 An›lardan ‹zler (1950 - 1960) MESTAN Hüseyin Erdem Biz, Kas›mpafla’n›n Yeniçeflme semtinde, o Haliç’e bakan tepede, her zaman beyaz badanal› olan Askeri Deniz Hastanesi’nin hemen arkas›ndaki “Tafl Mektep” diye de bilinen Kad› Mehmet ‹lkokulu’na gidiyorduk. Ama gerçekte ayn› yol üzerindeki Piyale ‹lkokulu’nun ö¤rencileriydik. Piyale ‹lkokulu, art›k iyice eskimifl olan bu ahflap yap› y›kt›r›l›yordu. Onun yerinde yeni bir okul yap›s› yükselecekti. Kad› Mehmet ‹lkokulu’nda bizim okulumuz bir gün yap›l›ncaya dek konuktuk.... S›n›f›m›zdaki ço¤u ö¤rencinin adlar›n› daha unutmad›m, bunlardan baz›lar› Aslan Ça¤an, ‹smet Erdilek, 27 Huriye Suyabatmaz, 5 Hülya, Zahide, 472 ben ve daha baflka iflçi ve memur çocuklar›... Daha birinci s›n›fta, ilk tan›flmam›zda gözüne girmifltim ö¤retmenimiz Seniha Titiz Han›m’›n. Okuma yazma bildi¤imi, elyaz›s› bile yazd›¤›m› görünce beni yard›mc› alm›flt› kendine. Her ö¤renci ile ilgili olarak tutulan yeflil dosyaya Seniha Han›m’›n yönlendirip yol göstermelerine uyarak ben iflliyordum gerekenleri. Onun elyaz›s›yla ald›¤› notlar›nda anlamad›¤›m bir yer varsa, yan›na gider usulca sorard›m çözemedi¤imi, o da bana okur aç›klard› sözcü¤ü. Bu durumlar ben okumada ilerledikçe, giderek azalmaya, ortadan kalkmaya bafllam›flt›. Onun yaz›s›na al›flm›flt›m zamanla. Karneleri de ben dolduruyordum. O s›ralar üç kez karne al›yorduk y›lda. Yapt›¤›m ifllere karfl›l›k, çabucak bitirdi¤im derslerimden sonra, ondan özel ödevler al›yor, istedi¤im kitaplar› okuyabiliyordum s›n›fta. Ya da ö¤retmenim, okuma yazma bilmeyen kimi s›n›f arkadafllar›m›n yan›na oturtuyordu beni. Ben de onlara okuma yazmay› çabuk ö¤renmeleri için yard›m ediyordum. Böylece, ders çal›flmak tüm yaflam›m boyunca, konuyu baflkalar›na anlatmak amac› tafl›yacakt› benim için. Seniha Han›m, herkese elinden geldi¤ince eflit davran›yor ve disiplinli bir tutum izliyordu ö¤rencilerine karfl›. Birini özellikle kay›rd›¤›n›, haks›z yere korudu¤unu sanm›yorum ama çok kat›yd› uygulamalar›nda. Hepimiz korkard›k ondan. Beni çok sevdi¤ini san›yorum, çünkü bir kezinde babam› okula ça¤›rtm›fl – ilk ve son kez –, ondan izin alarak birinci s›n›fta ara s›ra Aynal›çeflme’deki evine götürmüfltü beni. Onun ö¤rencisi oldu¤um ikinci y›l boyunca da s›k s›k götürürdü beni evine. Okumakta olan o¤luyla, gelini Naflide Han›m’la tan›flt›rm›flt› beni. Bir de torunu vard› o y›llarda. O¤lunu hep bir koltukta kitap okuyup defterlerine yaz› 113 yazarken an›ms›yorum. Önündeki bir tahtay› koltu¤un dirsek dayanan yanlar›na koymufl, masa gibi kullan›yordu bunu. Çok hofluma gitti¤i için ben de evde uygulamaya çal›flm›flt›m bir iki kez ama yitip gidiyordum koca koltukta. Ancak koltukta dizlerimin üzerinde durunca, Adem Usta’n›n marangoz iflli¤inde benim için kesip rendeledi¤i bu tahtay› masa olarak kullanabiliyordum. Okula gitti¤im ilk günlerden bafllayarak ikinci s›n›f›n sonuna dek sürdü Seniha Han›m’›n evine bu gidifllerim. ‹kinci s›n›ftayd›k! Ben de s›n›f›n çal›flkan ö¤rencileri aras›ndayd›m yine. S›n›f›m›zda hem vars›l, hem orta düzeyde, hem de yoksul ailelerin çocuklar› vard›. Ço¤unluk emekçi çocuklar›yd›k. ‹stanbul’un baz› insan renkleri, Yahudiler, Lazlar, Arnavutlar, Tatarlar, Kürtler, Çingeneler, Çerkesler, her ulusal kökenden, her dinden, her mezhepten, her politik görüflten insanlar›n çocuklar› iç içeydik. Çocuklar ayr› yarat›klar de¤ildir, onlar yaln›zca “küçük insanlar”d›r. Ö¤retmenimiz Seniha Titiz, soyad›n›n da anlatt›¤› gibi her alanda gerçekten de çok titiz bir insand›. Art›k k›rlaflm›fl kumral saçlar›yla, uzun boyuyla, kiflilikli, soylu bir ö¤retmendi. Dersleri iyi ö¤retti¤ini, kavratt›¤›n› san›yorum, ondan ö¤rendiklerim belle¤imden silinmedi daha. Önüne de arkas›na da yazabildi¤imiz, çevrilebilen, yerinden oynat›labilen ayakl› iki kara yaz› tahtam›z vard› s›n›fta. Seniha Han›m bu tahtalar›n arkas›nda bana matematik ödevleri verir, sorular› çözdürür, denetlerdi çal›flmam›, sahipsiz b›rakmazd› beni. Ya da bana baflka görevler verirdi. Kimi zaman getirdi¤im bir masal kitab›n› ders süresi boyunca okur, son saatte, s›n›fta sahneye ç›kar, arkadafllar›ma anlat›rd›m. Böylece de, her ö¤renci kitaplara özenir, okumaya yönelirdi. S›n›f›m›z çok kalabal›kt› o zamanlar. Belki de altm›fla yak›n ö¤renciydik, akl›mda elli dört say›s› var. Kara önlüklerimizle, beyaz kolal› yakalar›m›zla doldururduk s›n›f›. Seniha Han›m nas›l bafla ç›kard› bu denli çok say›daki ö¤rencilerle, onlara ders vermenin üstesinden nas›l gelirdi, flimdi çok flafl›yorum buna. Kas›mpafla’ya bat›dan bakan bir yamaca yap›lm›fl okulun yer kat› oldukça yüksekti, sokaktan bahçeye, bahçeden okula birkaç basamak ç›kmak gerekiyordu buraya girmek için. S›n›f›m›z yer kat›ndayd›, döneminde okulun yemek salonu olsa gerekti... Bu odada belki de on kiflinin ayn› anda birlikte ellerini y›kayabilecekleri bir yalak biçimindeki el y›kama yeri, büyük, kulisli ve perdeli bir sahne, kuyruklu bir piyano vard›. S›n›fta e¤er çok uslu durmuflsak fliirlerimizi, türkülerimizi, okul flark›lar›m›z› bu sahneden sunabilirdik arkadafllar›m›za. Seniha Han›m bazen uzun kumral saçlar›n› s›n›fta tarard› yeniden. Saçlar›n› beline dek salar, iyice tarad›ktan sonra çok kal›n, içi k›pk›rm›z› bak›r telli, d›fl› pamuklu örme kahverengi bir elektrik kablosuna ustal›kla sarar, bafl›n›n çevresinde görülmemifl derecede güzel, sonradan baz› eski filmlerde gördü¤üm simit biçiminde toplard›. Bu saç modeli, ar114 t›k yafllanm›fl olan yüzüne çok yak›fl›rd›. S›n›f›n kap› kolunu kesinlikle tutmazd›. Daha do¤rusu elini hiçbir yere sürmezdi. Biz çocuklar s›rayla açar, kapard›k s›n›f›n kap›s›n›. Bu, okudu¤um en güzel s›n›ft› benim için. Burada okuma ve ö¤renme bilinci, sevinci, iste¤i, al›flkanl›¤› beynime kaz›nd›, yüre¤ime yerleflti. Bunlar›n ilk temel tafllar›n› Seniha Han›m koymufltur. E¤itim dizgesinde kat› kurallar, ezberci tutumlar izlenmesine karfl›n bu benim için bir gerçek... Arada bir, arkadafllar›m okulda dersteyken, Seniha Han›m beni Kas›mpafla’da mermer bir sütun biçiminde yap›lm›fl Hamidiye Çeflmesi’nin karfl›s›ndaki yol üzerinde bulunan, Kamil Amca’n›n kitap, okul çantas›, yaz› araç ve gereçleri dükkân›ndan masal kitab› almaya yollard›. fiimdi düflünüyorum da ö¤retmenimin evine olan uzakl›¤›n neredeyse yar›s›nca tutard› kitapç›ya giden yol. Dersten ç›kar, bir solukta Deniz Hastanesi’nin yan›ndaki yokufltan iner, Cezayirli Hasan Pafla ‹lkokulu’nu geçer, ara sokaklardan kofla kofla Tarihi Kas›mpafla Hamam›’n› ard›mda b›rak›r, Cuma Pazar›’n›n kuruldu¤u alandan uçarca gider, dalard›m kitapç›ya... Kamil Amca beni daha okula gitmeden çok önceleri tan›rd› ald›¤›m masal kitaplar›ndan. Ö¤retmenimin önerdi¤i kitab›, kendi paramla al›r, soluk solu¤a dönerdim okula. Daha ikinci s›n›f ö¤rencisi bir çocuk böyle ders s›ras›nda nas›l gönderilirdi uzakta bir yerlere? Ya da ö¤retmenimin evine, o denli uzak yolu ard›mda b›rak›p nas›l gider, sonra Aynal›çeflme’den Okmeydan›’na de¤in nas›l yürüyerek dönerdim eve. ‹yi ki bafl›ma bir fleyler gelmemifl... Y›llar sonra yurt d›fl›nda Marat Yoldafl’la bir araya geldi¤imizde, (Türkiye Komünist Partisi - TKP Genel Sekreteri ‹smail Bilen) bana ‹stanbul’u sorup tüm ayr›nt›lar›yla semt semt anlatt›rd›¤›nda, akl› Tafl Mektep’e tak›lm›fl kalm›flt›. O ünlü Laz ‹smail hüzünlenmifl, çocuklaflm›fl, okulla ilgili ne biliyorsam, an›lar›mda neler varsa bir bir söyletmiflti bana. O da bu okulda okumufltu çünkü. S›n›f›m›zda Mestan adl› Roman bir arkadafl›m›z vard›. Çok esmerdi derisi, saçlar› kömür gibi kara, k›v›r k›v›rd›. Gözlerinin karas› kapkara, karbeyaz gözaklar› içinde, t›pk› zeytinya¤› içindeki zeytinler gibi ›fl›l ›fl›l parl›yordu. Mestan gülümsedi¤inde, o bembeyaz diflleriyle insana bütün kederini unutturabilir, yaflama sevinci verebilirdi. Onun kara gö¤üslü¤ü (önlü¤ü) dizlerine de¤in uzundu, belki bir sonraki y›l için de düflünülmüfltü. Öyle de¤il midir yoksul ailelerde, ayakkab›n›n, giysinin bir ölçü büyü¤ü al›nmaz m› ço¤unlukla. S›n›f›n en uzun boylusuydu. Belki s›n›fta kalm›flt›, ama okula geç bafllad›¤› kesindi, o dönemin ço¤u çocuklar› gibi. Onun derslerine de Seniha Han›m görevlendirdi¤inde ben yard›m ederdim arada bir. Ama o da beni korur, bana a¤abeylik ederdi. Hele “Çingene Mahallesi”nden geçerken birlikteysek. Kimse cesaret edemezdi bana kötü bir söz söylemeye. Bu soka¤›n çocuklar›, kendileriyle alay edenlerin yolunu keser, gözda¤› verirlerdi onlara o zaman115 lar. Arada kurunun yan›nda yafl›n da yand›¤› olurdu. Bu gerginlik, çat›flman›n iki yan›ndakiler için de tats›zd› ama s›kça yaflan›yordu yine de. Mestan’a “tembel” denirdi, “s›r›k” derdi kimileri de, o hiç mi hiç ald›rmazd› bu söylenenlere. “Çingene!” ... “‹lifltirteyim yengene!” de ola¤an at›flmalardand›... Mestan’›n en k›zd›¤› fley: “Çingene ç›t ç›t, arkas› bit bit!” sözüydü. S›n›f›n çal›flkanlar› durmadan k›zd›r›rlard› Mestan’›. Yaln›z Mestan’› m›? Herhangi bir yönüyle “ayr›” olan öteki bütün ö¤rencileri de. ‹flin garibi, karmakar›fl›kt›k hepimiz. Türk, Kürt, Arnavut bir olur bir Laz’› k›zd›r›rlard›. Karadenizli herkes Lazd›... “Laz Laz, götü kaz, sofras› büyük, ekme¤i az!” Sonra Laz, Türk, Kürt bir olur, bir Arnavut’u delirtirlerdi... “Arnavuti zoti, k›rm›z› koti!” Ya da bir Arap al›rd› pay›n›. “Arap osurdu, deniz köpürdü, tutun Arap’› bas›n sopay›!” “Tatar Tatar, iskeleden bok atar, bir kafl›k a¤z›na atar, bir kafl›k da evine saklar!” Tatar’› Kürt izlerdi... “Kürt Kürt, efle¤in k›ç›n› dürt!” Bu, duruma göre, böyle sürer giderdi, s›rayla. Ben evde yeterince uyar›ld›¤›m için çok duyarl›yd›m bu konularda. Kimseye kar›flmazd›m. Kelin ilac› olsa kendi bafl›na sürer önce. Bir Kürt arkadafl›m›za yap›lanlar› yaflad›ktan sonra büsbütün susmufltum. ‹yice k›zd›r›lan çocuk kendini yitirmifl, k›zd›ranlara sald›r›p onlar› dövmüfl, ama sonra hepsinin birlikte kurban› olmufl, yedi¤i dayaktan okula gelememiflti birkaç gün. Birinin babas› da dövme ifline yard›m etmiflti söylenenlere bak›l›rsa. Benim de aralar›nda bulunmam gereken bu “çal›flkanlar çetesine” uzak dururdum ço¤unlukla. Mestan’a söylenen afla¤›lay›c› sözler korosuna kat›lmazd›m hiç. Böyle çat›flmalar›n do¤mamas› için, afla¤›lay›c› tekerlemelerin söylenmemesi için yakar›rd›m ulu güçlere. Bu sözler baflkalar›na da söylendi¤inde girmezdim söyleyenlerin aras›na. Onlar beni k›flk›rt›r, “Sen de Çingenesin öyleyse!” ya da “Sen de Arnavutsun!” ... derlerdi bana. Sen sana ne san›rsan Ayru¤a da onu san Dört kitab›n manas› Budur e¤er var ise (Yunus Emre) Daha bebek yaflta böyle deyifllerle büyümüfltüm. Yal›tman›n ne demek oldu¤unu biliyordum biraz. Kürt do¤mufl olmak utan›lacak bir fley de¤ildi benim için o günlerde de... Dedemi, onun dilini çok seviyordum ve övünç duyuyordum o dili bildi¤im için. Dedem, “Bildi¤in her dil senin en büyük varl›¤›nd›r,” derdi bana. Bu vars›ll›k kurtarm›yordu ama beni okulda. 116 “Kürt Kürt, efle¤in k›ç›n› dürt!” gibi sözleri iflitmek, afla¤›lan›p k›zd›r›lmak çok ac› gelirdi insana. Hele ailede söylenilen, “Türkçeniz temiz olsun, Kürt oldu¤unuz anlafl›lmas›n, Türkçe’yi güzel konuflmaya özen gösterin,” gibi sözler, belki d›flarda karfl›laflaca¤›m›z yal›tmadan, afla¤›lamalardan, böylece oluflan bask›dan daha da a¤›r gelirdi bana. Ama bu uyar›lar san›r›m Türkçeme, onun geliflip güzelleflmesine çok katk›da bulundular. Evde Kürtçe konuflurduk. Halk flark›lar›, destanlar, masallar, söylencelerle beslenerek büyüdüm bu dilde. Bir çocuk için çok zordu yaflad›¤›m bu ikilem. Bu, evde Kürt, d›flarda Türk olma durumu, bu anlams›z çeliflkiler. Dedemin bilinçli tutumu olmasayd›, belki bildi¤im dil say›s›nca insan olmak yerine, beni belirleyen ilk iki dil aras›nda bölünerek yar›m bir insan gibi duyumsayacakt›m kendimi... Bu ac›lar› hiçbir çocuk, hiçbir yerde tatmas›n isterim. Benim çekti¤im yaln›z kendi dertlerim ya da baflka Kürt arkadafllar›n katland›¤› ac›lar de¤ildi. Hangi dili konuflursa konuflsun bütün arkadafllar›m›n ac›s› beni de üzerdi. Günler geçtikçe, belki de bu alaylar yüzünden, s›n›fta insan renkleri ço¤ald›, dinsel inançlarla ilgili sorunlar, çeliflkiler de ç›k›verdi ortaya. Sünni, Alevi, H›ristiyan, Yahudi... Oynad›¤›m›z ebecilik oyununda koflmaktan yorulunca, ebelenmemek için kurtar›c› bir yol vard›. Tek ayak üzerinde durmak! Ayak de¤ifltirince ebeciye yakalanmamak için de bir tekerleme söylerdik, o da bize dokunmazd›. Bunu yapmakla iyice dinleninceye dek ebeciyi yorard›k. Tekerleme fluydu: “Aln›m yafl, burnum yafl, bana vuran K›z›lbafl!” Ben de söylerdim bunu. Çocuklar iyi yönüyle görürler ço¤u fleyi. Alevilere k›z›lbafl da deniyordu ve bunu ben de biliyordum. Bunun ayr›m›na vard›¤›mda çok sars›lm›fl ve bir daha a¤z›ma almam›flt›m bu tekerlemeyi. Ben de bir Alevi olarak do¤mufltum ve bir ocak evi çocu¤uydum. Sonraki y›llarda, günümüzde, çok sevdi¤im bilinçli baz› Türk dostlar›m geçmiflten konuflurlarken duygulan›r, flimdiki çeliflkilere k›zar, “Eskiden Türk - Kürt mü vard›? Ermeni-Türk sorunu mu, Rum-Türk çeliflkileri mi? Hay›r, hepimiz kardeflçe, birlikte yaflay›p gidiyorduk de¤il mi?” dediklerinde bu dönemi an›msar›m hep. Mestan’› anlat›r, evet hep böyle birlikte, kardeflçe yafl›yorduk derim. Yukar›dan belirlenerek seçilen kimi sorunlarla birbirlerine karfl› kolayl›kla k›flk›rt›labiliyor, kullan›labiliyorlard› iyi yürekli insanlar›m›z. ‹nciten ac› bir gerçe¤i, ucu ancak bize dokundu¤unda m› kavramal› insan? ‹nsan olma ölçütlerinden biri de, daha ucu bize de¤meden, baflkalar›na dokundu¤unda bizi yaralam›flças›na duyumsayabilmektir ac›n›n derinli¤ini. Mestan’a karfl› s›n›f arkadafllar›m beni de yanlar›na almaya çal›fl›yorlard›. Bask› o denli büyüktü ki, bir gün yar›m a¤›zla ben de kat›ld›m koroya. “Çingene ç›t ç›t, arkas› bit bit.” 117 Mestan donup kalm›flt›. Gözlerinin ak› büyümüfl, karas› d›flar› f›rlayacak gibi bize do¤ru geliyordu. Herkes korku içindeydi... Okul yaflam›n› da yönlendiren gücü ve kiflileri her an yan›m›za kolayl›kla alabilece¤imizin daha o yafllarda bilincinde de¤ildik. Ama biz söyleyenlerin say›s› çok oldu¤u için yine de sürdürüyorduk tekerlemeyi. Egemen ulusa, dile, kültüre, dine dayanmak, s›rt›n› güçlüye yaslamak kendili¤inden veriyordu bu hakk›... Faz›l Hüsnü Da¤larca’n›n “K›z›l›rmak K›y›lar›nda” adl› fliirinin o ünlü dizesi düflüyor yüre¤ime, “Kuvvetlisin ama kuvvet hak de¤il.”... Koro sürdürüyordu tekerlemeyi ve Mestan daha da k›zg›n geliyordu üzerimize. Geldi bize do¤ru, ama korktu¤umuz gibi olmad› durum. Mestan kimseye dokunmad›. Her birimizin istese suyunu ç›karabilirdi oysa. Yapmad› bunu. ‹yice yaklaflt› bize ve bu 盤›rtkan koronun aras›ndan, beni, kollar›mdan tutup çekti. “Sen neden yapt›n bunu?” dedi bana. Anlayamam›flt›, benim de hangi dürtüyle bu koroya kat›lmak zorunda kald›¤›m›. Hangi nedenle olursa olsun suçlar böyle iflleniyor dünyan›n her yerinde, bütün kültürlerde. Özünde yapt›¤›na karfl› da olsa, kap›l›p gitti¤i o ak›nt› belirliyor insan›, belli durumlarda. Her gün, okuldan eve giderken yol arkadafll›¤› etti¤i arkadafl›, ona okuma ve yazma ö¤renmesinde yard›m eden bu her zaman “küçük” dedi¤i kardefli, korudu¤u bu minik çocuk, nas›l olur da öteki ars›zlara uyar ve böyle bir dostlu¤a yüz çevirir, ihanet ederdi. Sevgili a¤abeyi Mestan’a, onun hiç sevmedi¤i sözleri söyler, onu afla¤›lard›. Anl›yam›yordu Mestan bunu, benim nas›l böyle bir onursuzlu¤a düflebilece¤imi alm›yordu akl›... K›zg›nd›, k›rg›nd›. Ben de çok çaresiz ve üzgündüm. Bunu Mestan duyumsuyordu san›r›m ama o afla¤›lay›c› sözler söylenmiflti bir kez ve ben, o dünyadan habersiz sevimli fl›mar›klar›n aras›ndayd›m flimdi. Sözler ok olup saplanm›flt› bir kez Mestan’›n yüre¤ine. ‹nsan sözlerle de öldürebilir birini. Oysa kime neydi, kimin ne oldu¤u... Hepimiz insand›k. Bir oyun, masum gibi görünen ve görülen bir oyun nas›l büyük bir suç, bir insanl›k suçu olabiliyor ve insan buna nas›l böyle kolayca kat›l›yor, kat›labiliyordu. Bu kal›plar, bu ayr›mc›l›klar, gel zaman git zaman, böyle ortaya ç›km›fl, böyle haz›rlanm›fl, böyle uygulanm›fl her yerde... Egemen ulus, resmi kültür aç›s›ndan bak›l›nca zarars›z, basit bir çocuk oyunu bu. Yan›t› “Ne var bunda?” denilecek küçük bir sorucuk. Roller ve konumlar de¤ifltikçe, ac› çekenler de yer de¤ifltiriyor, de¤iflik yerlerde, zamanlarda, toplumlarda, ulusal, dinsel, kültürel, politik alanlarda, seçilen yaflam biçimleri aç›s›ndan... “Özür dilerim Mestan!” dedim. ‹nsan bazen hiç özür dilememeli! Özür dilemek kimi zaman suçu daha da a¤›rlaflt›r›r. Yapt›¤› kötülü¤ün bedelini ço¤u kez özür dilemekle ödeyemez insan. Kötülü¤ü böylece ortadan kald›ramaz ve onu hiç yap›l- mam›fl duruma getiremez. Mestan beni kucaklad›, kald›rd› havaya, ayaklar›m yerden kesilmiflti. Bir s›ran›n üzerine oturttu. Yanaklar›mdan öptü ve “Bitlerim sana geçsin!” dedi f›s›lt›yla kula¤›ma. Sonra da yan›m›zdan uzaklafl›p gitti. fiimdi düflünüyorum da, bizden büyüktü ama o da daha bir çocuktu. Bu afla¤›lamalar m› onu böyle olgunlaflt›rm›flt›? Afla¤›laman›n, özünde bunu yapan›n kendisini afla¤›laflt›rd›¤›n› m› kavratm›flt› yaflam ona? Bu yaflta bedeli çok yüksek ödenerek elde edilmifl bir insanl›k düzeyi miydi bu eriflilen? ‹nsana, onun do¤ufltan getirdi¤i kimli¤ine afla¤›layarak sald›rmakla, özünün en derinlerine ac› vermekle s›n›rlar›n tümü afl›lm›fl oluyordu. Yitirecek daha ne kal›yordu geriye? Bir tek fley, insanl›¤›n› yitirmemek! Keflke dövseydi beni Mestan. Keflke o da bana “Kürt Kürt, efle¤in k›ç›n› dürt!” deseydi. “Bitlerim sana geçsin!” dedi... Bundan daha büyük bir kötülük yapamazd› bana Mestan. Sonra uzun zaman konuflmad› Mestan benimle. Bu benim ald›¤›m ilk büyük cezalardan biriydi belki de. O her yerde yaln›zd›, yafl› bizlerden ilerde, boyu hepimizden uzun, sarhofl gibi dolafl›yordu. S›n›fa girip ç›karken, koridorda, bahçede. O ilkokul zamanlar›nda daha “mest” sözcü¤ünün “sarhofl” anlam›na geldi¤ini ve “mestan” sözcü¤ünün ise bunun ço¤ulu, “sarhofllar” demek oldu¤unu bilmiyordum. Uzun zaman Mestan’›n gözlerine bakamad›m. O insana sevgi ve dostlukla bakan, hele bana koruyucu bir a¤abey gibi sahip ç›kan Mestan’› dar›ltm›fl olmak yüre¤imin yaralar›ndan biriydi. Nas›l ba¤›fllatabilirdim kendimi Mestan’a? Ona kendimi ba¤›fllatmak amac›yla göze ald›klar›m için, bir gün evde bafl›ma neler geldi¤ini Mestan bilse beni o durumdan kurtarmak u¤runa her fleyi göze alabilirdi. Evde beni kanapeye yat›rm›fllar, omuzlar›mdan biri bast›r›yor, dizlerimden öteki, kanapenin kol dayanan yan›ndan d›flar›, ç›plak, kirli ayaklar›m sark›yor. Bir baflkas›, içinde kok kömürü kor atefl yanan, yaln›z ›s›nmak için de¤il, yemek piflirmek için ikinci bir ocak, bir su kaynatma arac› olarak da kullan›lan fiakir Zümre markal› sobaya soktu¤u ve nar çiçe¤i rengi alm›fl demir maflay› bana gösteriyor ve ayak tabanlar›ma bast›rmakla gözda¤› veriyordu. Da¤layacaklar ayak tabanlar›m›. Hepsi çevremde, babam, annem, amcam›n o¤ullar›. Benden küçük kardefllerim, amca torunlar›m korku içinde a¤l›yorlar durumuma, “Yapmay›n, a¤abeyimizi b›rak›n!” diye ba¤›r›yorlar... Ameliyat edilecek bir hastan›n yan›n› yöresini nas›l doktorlar çevirmiflse öyle kuflatmaday›m... Benim çevremi sarm›fl, sorguluyorlar. “Neden gittin? Bu saate dek neden geciktin? Kimlerleydin? Anlat.” Sonra bir baflkas› al›yor sözü, “Sana evin çevresinden, bahçeden uzaklaflma demedik mi? Tan›mad›¤›n çocuklarla oynama, onlara uyma diye uyarmad›k m›? fiimdi ayaklar›n› da¤layal›m da gör. Bir daha o ayaklarla yürüyebilecek misin bakal›m?” 119 Biraz düflünseler, arkadafl›na suçunu ba¤›fllatmak için sorumlu ama ailesine karfl› sorumsuzlukta bulunmufl bir çocuk bak›m›ndan, çok geç olan bu saatte, öyle yorgun ve bitkindim ki. Okul, okulun ard›ndan al›flverifl, kardefllerime biraz bakma ve ev ödevlerim, daha sonra da o arkadafllarla giriflti¤im geç saatlere dek süren serüven. O kendimi Mestan’a ba¤›fllatmak için yapt›klar›m. Arkadafllarla iflimizi bitirdikten sonra evlerimize dönmek üzere, onlardan ayr›l›p karanl›kta t›rmanmakta oldu¤um Nal›nc› Yokuflu’nun daha ortalar›na bile varmam›flt›m. Elimde kazand›¤›m parayla ald›¤›m çeyrek ekmek içine konmufl, kim bilir ne k›ymas›ndan yap›lm›fl, kömürde c›z›r c›z›r k›zarm›fl ›zgara köfteler, halka halka kesilmifl kuru so¤an, bir sivri biber, iki dilim domates, iki dal maydanoz. Yorgun ama istemedi¤im bir suçu ifllemekten duydu¤um bir ac›y› biraz olsun ye¤nilemek u¤runa bir fleyler yapm›fl olman›n dirli¤i içinde eve gidiyorum... Daha belki de üçüncü ya da dördüncü lokmayd› yuttu¤um, arkamdan k›ç›ma yedi¤im bir tekmeyle neye u¤rad›¤›m› flafl›rd›m. Ekme¤im elimden düfltü, lokmam bo¤az›mda kald›. Korkuyla döndüm, arkamda amcam›n o¤lu. Babam›n a¤abeyi Ali Baba’n›n o¤lu, o y›llarda lise ö¤rencisi, flimdi emekli yarg›ç olan Yüksel A¤abeyim... Nerdesin sen, bütün gündür herkes seni ar›yor, serseri. Kimlerleydin? Bu saatte, bu karanl›kta ne ar›yorsun buralarda? Bu ekme¤i kim ald› sana, nereden buldun paray›? D›flarda çocuklar için tehlikelerle dolu bir dünya vard› o günlerde de. Çocuklar›n masum ama aptalca davran›fllar›n› hiçbir aile ba¤›fllam›yordu. Ama yapt›¤›m fleyin kötü oldu¤unu bilsem de o s›rada ben hakl›yd›m. “Vurma, arkadafllar›mla birlikteydim.” dedim. “Arkadafllar›n kim? Hepsi evlerinde, bir sen yoksun.” Ben, “Okul arkadafllar›m.” dedim. Kula¤›m› çekti. Beni dert edinmifller, onun da saatlerdir beni buluncaya dek can› ç›km›flt›... Çaresizdim, küçüktüm, koruyam›yordum kendimi. Ondan daha h›zl› yokufl yukar› kaçacak, bana sorarsan›z yokufl afla¤› bile koflacak gücüm yoktu. Beni eve getirdi¤inde, sanki o ana dek yaflad›¤›m her fley azm›fl gibi hepsi yeniden ba¤›rd›, azarlad› beni. “Okul arkadafllar›mla birlikteydim, onlarla biraz gezdim, zaman› unutmuflum,” dedim. Ama bu savunmam yetmiyordu. Biliyorum, arkadafllar›m›n kim oldu¤unu söylesem, onlarla neler yapt›¤›m›z› anlatsam belki de beni bir daha soka¤a ç›karmazlar, cezalar›n en büyü¤ünü verirlerdi. Yapt›¤›m da pek do¤ru bir fley de¤ildi özünde. Hakl›yd›lar, onlardan izin almak için bile sorulamayacak bir ifle giriflmifltim. ‹zin istesem de verirler miydi sanki? Ama ne bilsinler, o günlerde benim çocuk yüre¤imin ne büyük ac›lar ve ezinçlerle k›vrand›¤›n›. Uykular›m›n nas›l kaçt›¤›n›. Bir arkadafl›m›n k›r›lan yüre¤ini yeniden nice kazanmak amac›nda oldu¤umu. Yapt›¤›m bir haks›zl›¤› nas›l kesinlikle düzeltmek istedi¤imi. 120 Ben ayaklar›m›n da¤lanmas› için maflan›n k›zmas›n› bekliyorum, onlar hesap sormaya bafll›yorlar yeniden. Elinde kor gibi olmufl k›zg›n maflayla biri geliyor, maflay› ayaklar›ma yaklaflt›r›yor... Maflan›n s›cakl›¤›n› duyuyorum. Azarl›yorlar, soruyor, gözda¤› veriyorlar bana büyüklerim. Kardefllerimin a¤lama ve ba¤›rmalar›ndan, büyüklerin azarlama ve hesap sormalar›ndan ç›kan yüksek sesler bir üst katta oturan amcama ve yengeme gitmifl olacak ki “Neler oluyor burada?” diyerek girdiler içeriye. Dedelerim ve ninelerimden sonra, belki de en çok amcam ve yengem severlerdi beni. Yengem beni fl›martma derecesinde elleri üzerinde tutar, amcam derin sevgisinden gelen büyük bir flefkat ve cömertlikle davran›rd› bana. ‹çeriye girdikleri gibi, “Çekilin çocu¤un çevresinden, rahat b›rak›n onu, yakar›m bu evi!” dedi yengem. Hepsi de beni b›rak›p bir yana çekildiler. “Korkutmak istiyorduk, arkadafllar›na uyup bu saate dek d›flarda kalm›fl. Bafl›na bir fley geldi diye dert edindik, delirdik.” diye yak›nd›lar benden. “B›rak›n çocu¤u, böyle terbiye istemiyorum ben evimde!” dedi amcam. Herkes çekildi bir yere... Kardefllerim yan›ma geldiler. Amcam beni do¤rulttu kanapede. “Korkma yavrum, bu gece bizim odam›zda yatacaks›n.” Yengem beni banyoya soktu, bir güzel y›kad›, temiz giysiler giydirdi. Onlar›n odas›nda tepsi üzerinde ufak tefek bir fleyler yedim... Gelinleri Hacer Yengem’in haz›rlad›¤› bir yer yata¤›na yat›rd›lar beni. Amcam, “Bir daha yavrum, bir yere gitmeden önce bana söyle, neresi olursa olsun. Haydi flimdi yat, bize yar›n kahvalt›da anlat›rs›n bafl›ndan geçenleri.” dedi, yataklar›m›za girdik. O gece nas›l derin uykularda yatt›¤›m› bilmiyorum. Ama k›zg›n mafla beni rahat b›rakmad›. Hep korkuyla s›çray›p uyand›¤›mda yengem baflucumdayd›. Bana dokundu, ellerimi yanaklar›m› öptü, üstümü örttü, yeniden dal›ncaya dek yan›mda durdu. Ben mutluydum, yüre¤im o denli rahatt› ki, bir daha böyle bir dayak yemeye raz›yd›m. Her fley Mestan için olmufltu. Her fley onun yüre¤ini yeniden kazanmak yoluna, yapt›¤›m kötülü¤ü, haks›zl›¤› düzeltmek u¤runayd›. Sabah kahvalt›da amcamla yengeme bir ç›rp›da anlatt›m yaflad›klar›m›n özünü, Mestan’a arkadafllar›mla neler söyledi¤imizi, böylelikle yüre¤ini k›rd›¤›m›, bana dar›ld›¤›n›, onun gönlünü almak için bütün bunlar› yapt›¤›m›... Amcam yineledi: “Biz de bilseydik iyi olurdu yavrum.” dedi ve yüklü bir harçl›k verdi bana. ‹lgiyle dinlediler beni... K›zd›rd›¤›m›z o günden sonra, Mestan’›n yan›na yanaflam›yordum, o bana yaln›zca sezdirmeden bak›yordu. Ben biraz baksam yüzünü yana çeviriyor, birilerini seyrediyormuflcas›na davran›yor, yere bak›yor, yerde 121 bir fleyler ar›yor gibiydi, bafl›n› kald›r›yor, gökyüzünde bir fleyler say›yordu sanki. Onun en yak›n Roman arkadafllar›na ulaflmak istiyorum, bu da zor bir fleydi. Ama Mestan san›r›m burada da bana yard›mc› oluyor, arkadafllar›yla gizli gizli bir fleyler konufluyordu. Arkadafllar› yavafl yavafl de¤ifliyorlar bana karfl› ve beni aralar›na al›yorlar. Ne yapmak istedi¤imi ö¤renmek istiyorlar. Ben de bir gün onlarla kok kömürleri içinde kalm›fl, döküm art›¤› demir parçalar›n› ç›karmak, at›lm›fl çivi ve metal parçalar›n› de¤erlendirmek, cam k›r›klar›n› biriktirmek, bütün bunlar› toplay›p satmay› ö¤renmek istedi¤imi söylüyorum. “Bir gün, sizler gibi yaflamak, sizin yapt›klar›n›z› yapmak istiyorum, izin verin bana!” diyorum. Amac›m onlardan biri gibi oldu¤umu göstermek, kendimi ba¤›fllatmak... Onlar “Aram›za kat›labilirsin ama ayakkab› giymek yok. Yal›nayak geleceksin. Ayaklar›m ac›yor, ayaklar›m üflüdü demek yok!” diyorlar. Ben de kabul ediyorum söylediklerini. “Bir küfen olacak. Hurdalar› küfeye kar›fl›k koymak yok, her bir çeflit için küçük tenekeler de bulacaks›n!” diyorlar. “Tamam!” diyorum. Yeter ki beni aralar›na als›nlar. “Bir kez aram›za kat›l, çal›fl bizimle. Ama ifl o denli kolay de¤il. Madem her fleyi kendin bulmaya söz verdin, biz de sana bir f›rsat tan›yoruz, ilk kezinde sana biz verece¤iz küfeyi ve tenekeleri, cam k›r›klar›n›, çivileri toplamak için uzun sapl› maflay›, kömürleri k›rmak için çekici... Bu ifli ilerde de sürdürmeyi istersen ikinci kez her fleyi sen bulup getireceksin.... ‹flin en zoru, böyle bizimle gören herkes, art›k seni çingene diye ça¤›racak n’aber?” “Olsun!” diyorum... Ertesi gün okuldan sonra buluflmak üzere sözlefltik. Ertesi gün nas›l geldi bilmiyorum, belki de yüzy›llar geçti. Okuldan eve öyle ivedilikle gittim ki, hemen annemin kimi al›flverifllerini yapt›m, kardefllerime biraz göz kulak oldum, o s›rada ev ödevlerimi bitirdim ve yittim gittim ortalardan. Ayakkab›lar›m› ve çoraplar›m› ç›kar›p Adem Usta’n›n ev yap›m› için su kab› olarak kulland›¤› ve çöp tenekesi olmas›n diye o s›ralarda bafl afla¤› edilmifl bidonlar›ndan birinin alt›na saklad›m. Ayaklar›m› yere al›flt›ra al›flt›ra yal›n ayak Roman çocuklar›yla buluflmaya gittim. Sözleflti¤imiz yerde duruyorlard›. S›rtlar›nda küfeleri, küfeler içinde tenekeler, çekiçler, uzun sapl› maflalar... Bir küfe de beni bekliyordu. Ama Mestan yoktu. ‹çim ezik, duygular›m buruktu. Neden gelmemiflti Mestan? Anlafl›lan benimle bar›flmayacak, beni hiçbir zaman ba¤›fllamayacakt›. Benim düfl k›r›kl›¤›m› görenlerden biri, Mestan’›n bir ifl nedeniyle gelemeyece¤ini ama küfesini, tüm gereçleriyle bana ödünç gönderdi¤ini söyledi. Mestan’›n küfesini, çekicini, tenekelerini verdiler bana. Küfeyi geçirdim s›rt›ma, ama daha bofl küfeyi tafl›makta bile zorluk çekiyordum. 122 Neredeyse benden büyüktü küfe. Nas›l toplayacakt›m hurdalar›, nas›l tafl›yacakt›m hepsini. Mestan’›n küfesi, sanki ona karfl› iflledi¤im günah›n yüküydü, ama ayn› zamanda bana güç veren bir dost gibiydi s›rt›mda. ‹nsanlar›m›z her fleylerini soka¤a att›klar› için yollarda toplayacak ve de¤erlendirecek çok döküntüler, insan eme¤i ürünler vard›. Cam k›r›klar›, çiviler, demir parçalar›... Bunlar› toplaya toplaya döküm iflliklerinin oldu¤u yerlere de¤in geldik. Kulaks›z Karakolu’nun ve Kulaks›z Mezarl›¤›’n›n karfl›s›nda, ünlü Çingene Soka¤›’n›n köflesini dönünceye dek s›ralanm›fl dökümhaneler yer al›rd› o zamanlar. Tek katl›, birer ikifler bölmelik ifl yerleri. Buralarda y›¤›n y›¤›n kok kömürleri vard›, pik boru, dirsek ve çatal üretmek için haz›rlanm›fl, k›z›l kor renkte erimifl metaller kal›plara dökülüyordu. Yetmifllik, yüzlük, yar›m metre, bir metre uzunlu¤unda borular. Yetmifllik, yüzlük çatallar, dirsekler... S›cakl›k bir f›r›n a¤z›ndan ç›k›yor gibi kap›lardan tafl›yor d›flar›ya, pifliriyordu insan›. Hemen hemen yar› ç›plak genç adamlar çal›fl›yorlard› bu iflliklerde. Ter içindeydiler. ‹ç fanilalar› gö¤üs ve s›rt yerlerinde, koltuk altlar›nda s›r›ls›klamd›. Biz biraz koflup terledi¤imizde annelerimiz ba¤›r›r, “Çabuk de¤ifltir üstünü, hasta olacaks›n!” derlerdi. Bu durmadan çal›flan, elleri nas›rl› ve kir pas içindeki genç adamlar, onlar›n yerde oturarak borular› kal›plardan ç›karan, z›mparalayan, bir yana dizen yafll› yard›mc›lar› nas›l da yoruluyorlard›. Bizim de genç, gözleri yosun yeflili esmer bir akrabam›z çal›fl›rd› bu dökümhanelerden birinde... Okula gider gelirken durur bakard›m ona, öteki çal›flanlara, o da bana göz k›rpar, iflini sürdürürdü. Orada, karfl›lar›nda durup saatlerce bakabilirdim onlara. O çok sevdi¤im yanan atefle, eriyen nar çiçe¤i rengindeki metale, ak›p bir biçime girerek pik borulara dönüflme ifline, o durmadan çal›flan insanlara sevgiyle bakar, a¤layabilirdim. Dizlerinin bir kar›fl üstüne dek uzun k›sa donlar› vard› çal›flanlar›n. Ayaklar› ç›plakt›. Ayaklar›ndan dizlerine de¤in kömür ve ter kar›fl›m› kirler, ellerinden paz›lar›na dek kollar› da öyle... ‹ç fanilalar› belki bir zamanlar beyaz olabilirdi, ama flimdi kurfluni renkte, terle kar›fl›k kömür lekeleri içindeydiler... Donlar› bej üzerine ince kahverengi, bordo, soluk yeflil çizgili Sümerbank dokumalar›ndan dikilmiflti. Ayn› bezin de¤iflik renklerindeydi bu donlar. Bu pamuklu kumafl o y›llarda birçok evde döflek yüzü olarak da kullan›l›yordu. Köyden gelen kimi yafll› akrabalar›n gömlekleri de ayn› bezdendi. Bu kumafl› y›llar sonra bir akflamüstü sevgili dostum, ö¤retmenim Azra Erhat ile birlikte Sabahattin Eyübo¤lu ustam›z›n yak›n dostu, 1970 öncesinde Yeni Ufuklar dergisine çeviriler yapan, sinematek öncülerinden, çok güzel foto¤raflar› da olan fiakir Eczac›bafl›’n›n evine gitti¤imizde, pencerelerde perde olarak görünce çok etkilenmifltim. O, bol bez kullan›lm›fl, güzel bir biçimde diktirilmifl zengin görünümlü perdeler nas›l da bir yal›nl›k, güzellik vermiflti bu pencerelere. 123 Dökümhanelere yaklaflt›k, bir yanda y›¤›n olarak duran, daha tam so¤umam›fl kok kömürü art›klar›n› ald›k, bir tafl üzerinde çekiçlerimizle k›rmaya, k›r›klar aras›ndan ç›kan bilye büyüklü¤ündeki parlak demirleri toplay›p metal tenekelerimize doldurmaya bafllad›k. Tenekelerimizi kuruyemiflçimizdeki leblebi torbalar› gibi iyice doldurduktan sonra, yol boyunca uzun maflalar›m›zla bu kez de k›r›k cam parçalar›, sökülüp at›lm›fl çiviler, eski hurda metaller toplaya toplaya, zaman zaman ara sokaklara girip ç›karak küfelerimizi tafl›namayacak derecede yükledikten sonra, Nal›nc› Yokuflu’ndan afla¤›ya inmeye bafllad›k. S›rt›m›zda do¤an›n verdi¤i, insan›n iflledi¤i, yaratt›¤› mallar›n art›¤› çöpler... De¤erli çöpler vard›. Yüküm çok a¤›r geliyordu bana. Yal›n ayakt›m, ayaklar›m ac›yor, üflüyorlard›, çok yorulmufltum, çünkü hiç al›flk›n olmad›¤›m bir iflti bu. Sanki yokufl afla¤› yuvarlan›p düflecekmiflim, belki de her an ölecekmiflim gibi geliyordu bana. Ama direnmeliydim. Hepsinden daha küçüktüm. Onlar al›flk›nd› bu ifle, usta kiflilerdi. Ama hiç de¤ilse Mestan anlayacakt› benim onlar› afla¤›lamak istemedi¤imi. Bizler babalar›m›zdan cep harçl›klar›m›z› al›yor, çal›flm›yorduk o y›llarda. Onlarsa hem çal›fl›yor, hem okula geliyorlard›. Bizim çal›flkanl›¤›m›z gözümde bütün anlam›n› yitiriyordu art›k. Gerçek kahraman onlard›. Sonunda vard›k Kas›mpafla’daki hurdac›ya. Yafll› adam getirdiklerimizi tartt›, bizlere paralar›m›z› verdi. Arkadafllar›n hepsi kofla kofla köfteciye gittiler, ben de arkalar›ndan. Çeyrek ekmek içine ›zgara köfte... Yorgunluktan düflecek gibiydim, bofl küfeyi bile tafl›yacak durumda de¤ildim. Köftecide Mestan beliriverdi. “N’aber küçük, iflte bizim günümüz böyle geçiyor. Kazand›¤›m›z paray› eve de götürüyoruz. Yoruldun ver küfemi. Bak senin yüzünden bugün çal›flmad›m, küfemi sana vermek için... Aç da kald›m.” Benimle konufluyordu. Bütün yorgunlu¤umu unutmufltum. Uçacak denli hafifti yüre¤im. “Mestan!” dedim. “Gel sana ben köfte, ekmek alay›m.” Öyle dua ediyordum ki kabul etsin diye. Bafl›m› okflad›. Köfte ekmek ald›k, kalan paralar› Mestan’a zorla verdim. Üç befl kuruflu almak umurunda de¤ildi onun. Benim bu suçluluk duygusundan kurtulmam mutlu edecekti onu. Beni ba¤›fllamas›n› istedim. Mestan çoktan ba¤›fllam›flt› bile beni. Yol boyunca izlemiflti bizleri... Büyük yüre¤iyle nas›l zor bir durumda kalarak bu sözleri söyledi¤imi anlam›fl olacak ki, Mestan yine ayn› dostlukla bar›flt› benimle. Çingene çocuklar›n›n her biri bir yana da¤›l›p gittiler, ben de t›rmanmaya bafllad›m Nal›nc› Yokuflu’nu. Çok yorgundum, ayaklar›m üflüyordu... Ekme¤imi bile yiyecek durumda de¤ildim bu geç saatte, amcam›n o¤lu beni buluncaya dek. Bu serüvenim burada bitiyordu. Amcam Ali Babam, yengem Saniye Annem çok sevindiler yapt›klar›ma, onlara tüm ayr›nt›lar›yla anlatt›klar›124 ma. Ama yine de, ne olursa olsun, izin almal›yd›m evden. Hiç kimseye bedenindeki bir eksikli¤i yüzüne vurucu bir söz söylememeliydim. Herkes varoldu¤u biçimiyle ve tafl›d›¤› özle bir de¤ere sahip oldu¤u için, kimsenin kendi öz kimli¤ini afla¤›lamamal›yd›m. Kendimi de kimseye afla¤›latmamal›yd›m. Bu sevgi dolu ö¤ütler hiç yakam› b›rakmad› benim. Okula gitmeye haz›rland›m ama ayakkab›lar›m yok. Saniye Annem sordu ayakkab›lar›m›n nerede oldu¤unu. Adem Usta’n›n ters çevrilmifl bidonunun alt›nda dedim. Bir koflu gidip ald›m ayakkab›lar›m› ve çoraplar›m› oradan. Okulda Mestan’›n yüzü gülüverdi beni görünce. Bir daha – o ilk ve son kez d›fl›nda – hiç kimseye “Çingene” ya da baflka bir fley demedim. Bu dersten, evde ald›¤›m ö¤ütlerden sonra, böyle afla¤›lay›c› niyetle söylenmifl sözler önceden oldu¤u gibi bundan sonra da ç›kmad› a¤z›mdan. Y›llar geçti üniversite ö¤rencisiydim, ‹stanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde. Ensemizden her an bir kurflun yiyecek biçimde çok yönlü izleniyorduk. Bir gün bir takside, bir yerlere yetiflmek üzere Beyaz›t’tan Osmanbey’e do¤ru giderken Dolapdere’den geçiyordum. Elinde a¤›r bir araba motoru, Pangalt›’ya gidifl yönüne göre sa¤ yandaki bir ara sokaktan ç›kmakta olan ince uzun boylu, k›v›rc›k saçlar› kapkara, uzun kirpikleri kafllar›na de¤en, terler içinde birini gördüm. O Mestand›. Mestan’dan baflkas› olamazd›. Benim de, sömürülenler emeklerinin karfl›l›¤›n› als›nlar, demokratik hak ve özgürlüklerine kavuflsunlar diye gücümü katmaya çal›flt›¤›m savafl›m›n kurtarmaya çal›flt›¤› kurbanlardan biri. Bana yaflam dersi verenlerden biri. “Mestan!” diye ba¤›rd›m, dönüp bakt›. Ben onu yeniden yüre¤ime al›p kofltum gitmek zorunda oldu¤um yere. Hiçbir zaman unutmad›m Mestan’›, bitleri daha bendedir. Do¤ay›, yarad›l›fl› yads›y›p karfl› ç›karak, varoluflu gere¤i baflka olanlar› bu baflkal›klar›yla afla¤›layacak denli küçülmek, onlar› afla¤›lamak özünde kendini yok saymakt›r, kendini afla¤›lamak ve küçültmektir. Herkes baflkad›r, her fley ayr›d›r çünkü. Yaflam›n gerçe¤i ve kayna¤› ayr› olmakt›r. Bu de¤ifliklik, bu renklerin ve seslerin çoklu¤udur yaflam›n vars›ll›¤›n› ve özgünlü¤ünü belirleyen. ‹nsan olarak eflit olmam›z, birli¤imiz de özünde kayna¤›n› bu ayr›l›klardan al›r. Ayr› olmak – egemen olarak – hiçbir yerde, zamanda ve toplulukta, hiçbir kültürde, inan›flta, düflünce ve duyguda “üstün olma ayr›cal›¤›” vermemelidir insana. Yapay koflullar›n ürünü de¤il midir, üstünlük konumu denilen fley? Bu say›s›z “farkl›l›klar” bir avuç toprakta yine buluflur, bir olur, baflka baflka yaflamlar do¤urur ve yine ayr› yollardan, ayr› biçimlerden geçip yeniden ayn› özde birleflmeye koflarlar. Mestan’› afla¤›layanlara kat›lmak ve böylece onlar›n o küçük ama “egemen” çetesinde “üstün olmak” yerine, afla¤›lananla “afla¤›larda olmak”, birlikte durup bu bitleri tafl›mak daha onurlu geliyor bana. 125 AZ‹Z NES‹N’‹N ÜÇÜNCÜ fiANSI Ali Nesin ‹lk gençli¤imden beri bofl zamanlar›mda insan beyni ve elbette kendi beynim üzerine düflünürüm. Örne¤in aylarca anlamad›¤›m bir fleyi en sonunda anlad›¤›mda, o fleyi neden görür görmez hemen anlayamad›¤›m› kurcalar›m (ve hiçbir yan›t bulamam.) Oysa o kadar basittir ki aylar sonra anlad›¤›m o fley... Nitekim arkadafllar›m ayn› fleyi görür görmez kavram›fllard›r. Onlar nas›l anlad›lar? Benim neyim eksikti ve neyi neden göremedim?.. Ola¤anüstü zeki insanlar tan›d›m. Hatta birkaç›yla geceli gündüzlü araflt›rma yapma flans›na erifltim. Kimi bafldöndürücü bir h›zla düflünür, hayalgücü s›n›r tan›maz, muhteflem dünyalara sürükler insan›. Öteki köflesine çekilip saatlerce düflüncelere dalar ve sessizli¤ini tüyler ürpertici bir düflünceyle bozar. Beriki iki saat boyunca deli saçmas› fleyler söyler, en sonunda bir yerinden tutturur, bir ipucu yakalay›p o ipi sonuna kadar kovalar... Nas›l yap›yorlar, nas›l düflünüyorlar, nas›l kavr›yorlar, nas›l çözümlüyor ve çözüyorlar? Bu sorular›n yan›t›n› sadece ben de¤il kimse bilmiyor galiba. Yak›ndan tan›d›¤›m bu ola¤anüstü zeki insanlar›n biri de babamd›. Çocuklu¤umda bu kadar net olmasa da flunun fark›na varm›flt›m: Yak›n çevremdekilerin davran›fllar›n› öngörebiliyordum. Hep ayn› hareketleri yap›yorlar, hep ayn› tepkileri veriyorlard›, hep ayn› nidalar, ayn› sözler, ayn› deyimler, ayn› yüz ifadeleri... Herkesin üç befl kal›b› vard› ve bu üç befl kal›pla koca bir yaflam› dolduruyorlard›. Ne zaman k›zacaklar›, flafl›racaklar› ya da üzülecekleri ve bu duygular›n› nas›l d›flavuracaklar› üç afla¤› befl afla¤› belliydi. Babam d›fl›nda... Bir tek babam›n davran›fllar›n› öngöremezdim. Babam›n herkesten de¤iflik oldu¤unu afla¤›da aktard›¤›m ilginç olaydan sonra çok daha iyi anlad›m. Difl macununun t›pas›n› hep aç›k unuturdum. Babam kaç kez ikaz etti, ama nafile. On yafllar›nda filan olmal›y›m. Bir gün babam elinde difl macunuyla banyodan d›flar› ç›kt›. – Ali, dedi, gel buraya... K›zg›n de¤ildi ama ciddiydi. Gittim yan›na. Difl macununu gösterdi. – Ne bu! T›pas› aç›kt› tabii. 126 – Unutmuflum... – Bu kaç›nc› Ali?.. – Unutmuflum... Tamam... Unutmam bir daha... – Sen difllerini nas›l f›rçal›yorsun? Göster bakay›m... O önde ben arkada banyoya girdik. – Basbaya¤›... – Göster... Nas›l yap›yorsun? – Aynen senin gibi, bir sa¤a bir sola... Asl›nda aynen babam gibi f›rçalamam imkâns›zd›. Babam en az befl dakika boyunca ve çok sert f›rçalard› difllerini. F›rçalarken de evin içinde gezinir dururdu. Ama hiç yere damlatmazd›, difl macunu hiç köpürmezdi de ondan... Malum nedenden olacak, çok az difl macunu kullan›rd›. – Hay›r, önce kap›s›n› aç›p banyoya giriyorsun... – Evet... – Sonra ne yap›yorsun? – Ne yapaca¤›m, difl macununu sürüyorum difl f›rçam›n üstüne... – Hay›r, hay›r, daha önce ne yap›yorsun? – Ne bileyim ben ne yap›yorum!.. Gülmeye bafllad›m. O da gülüyordu. Zaten ta bafl›ndan beri ince dudaklar›nda zeki bir gülümseme vard›. – Kap›dan içeri girdin, ne yap›yorsun? Bana her fleyi teker teker anlat... Onun bildi¤i ama benim henüz bilmedi¤im bir oyun oynuyorduk. Oyunu merak etmifltim. – Aynan›n önüne kadar gidiyorum... – Sonra? – Difl f›rças›na macunu sürüyorum... – Hay›r, daha önce ne yap›yorsun? – Difl macunu tüpünü elime al›yorum... – Hah! Sonra? – Difl macununu difl f›rçama sürüyorum... – Hay›r, daha önce, daha önce ne yap›yorsun? – Haa, t›pay› aç›yorum. – Evet! Sonra? – Difl macununu difl f›rçama sürüyorum. – Hay›r, daha önce? – Bilmem... – T›pay› ne yap›yorsun? Baflla bakay›m. Difllerimi f›rçalamak için yapt›klar›m› yapmaya bafllad›m. Me¤er difl macunun t›pas›n› açt›ktan sonra t›pay› aynan›n önüne koyuyormuflum... 127 – Hah! ‹flte bundan böyle t›pay› oraya koyma... T›pa elinde kals›n... Macunu sürerken t›pa elinde dursun... Elinde kalan t›pay› aynan›n önüne koymazsan mecburen difl macununu tekrar kapat›rs›n... Çok fl›k bir çözümdü. O günden beri difl macununun t›pas›n› hiç aç›k unutmad›m. Bu yafla geldim, hâlâ ayn› yöntemi kullan›r›m, difl macununun t›pas›n› kapatmadan t›pay› elimden b›rakmam. San›r›m ilk o gün babam›n pratik zekâs›na ve problem çözme yetene¤ine hayran oldum. Aziz Nesin’in bu çözümü nas›l üretti¤ini düflünürsek, san›r›m Aziz Nesin’in düflünüfl biçimi hakk›nda bir yerlere varabiliriz. Her fleyden önce çözümün sorun’un ortaya ç›kt›¤› an’a, yani kökenine indi¤ine dikkatinizi çekerim. Babam, uyar›lar›n›n ifle yaramad›¤›n› anlay›p, 1) Difl macununun t›pas›n› tam ne zaman aç›k b›rakt›¤›m› düflünmüfl ve 2) O süreci engellemek için çözüm üretmifl. ‹kinci aflama birincisinin do¤rudan bir sonucu. Birinci aflamaya var›ld›¤›nda ikincisi zaten hemen kendini gösteriyor. Bana çok ilginç gelen bir baflka örnek vereyim. Doktoram› bitirmifl, ifl güç sahibi olmuflum. ‹ki de çocu¤um var. Koca adam›m yani. Vak›f’tay›z. Bahçede yürüyoruz. – Söyle bakal›m, dedi babam, neden su ve atefl insanlar› çeker? – Bilmem... – Öyle de¤il midir? ‹nsanlar atefl etraf›nda toplan›rlar, meydanlara f›skiye yap›l›r, flelalelere, vapur pervanesinin köpü¤üne, bir kamp ateflinin alevlerine dalar gideriz, kendimizden geçeriz. Neden? – Bilmem... Neden? Sen söyle... – Düflün biraz... – Herhalde ›s› ve su ana karn›n› an›msat›yor insana... diye Freudyen bir analiz yapmaya çal›flt›m. – Hay›r, de¤il... dedi, kaleidoskopun da ayn› etkisi vard›r... Biraz düflündükten sonra, – Pes ettim, dedim. – Bu konular üzerine düflünmek için de¤ilse matematik ne ifle yarar ki! – Çünkü, diye devam etti, bunlar hep ayn›d›r ama hiç ayn› de¤ildirler! Aynen mozaiklerle bezenmifl bir duvar gibi... Mozaikler ayn› renk bile olsalar duvar hoflumuza gider... Bu çözümleme do¤ru mu de¤il mi bilmiyorum - galiba do¤ru - ama çok ilginç oldu¤u apaç›k. Bach da örne¤in biraz öyle de¤il midir, bir tekdüzelik hakimdir ama insan› sürekli flafl›rtan bir tekdüzelik... 128 Aziz Nesin’in bu çözümleme ve sorun çözme yetene¤i nerden geliyordu. K›sacas›, beyni nas›l çal›fl›yordu? Bu iki örnekten hareket ederek bir sonuca varmay› ummak absürd denecek kertede safl›k olur. Öyle bir amac›m yok elbette. Sadece örnek vermek ve yaz›y› anekdotlarla biraz renklendirmek istedim. Çocuklu¤unda ve gençli¤inde iyi bir e¤itim almam›flt›. Baflka türlü olabilir miydi ki? 1915 ve Türkiye do¤umlu birinin, üstelik yoksul bir ailenin çocu¤unun iyi bir e¤itim almas› mümkün müdür? Biz küçükken, – Siz benden o kadar üstünsünüz ki, derdi, ben sizin flimdi okudu¤unuz kitaplar› ancak 40 yafllar›mda okuyabildim, bugün sizin bu yaflta içli d›fll› oldu¤unuz kavramlar› çoook geç ö¤rendim... Do¤ruydu söyledi¤i. Aziz Nesin’in ilk 30 y›l›n›n önemli buldu¤um baz› olaylar›n› kronolojik olarak yazd›m. Bunlar› afla¤›da bulacaks›n›z. O kronolojiye bakarak Aziz Nesin’in nas›l bir e¤itim alm›fl olabilece¤i afla¤› yukar› anlafl›l›yor. Böyle bir e¤itimden Aziz Nesin’in ç›kmamas› gerekiyor. Ama ç›km›fl. Nas›l olabiliyor? Yaflam iki flans tan›m›flt›r Aziz Nesin’e: 1) Birbirini ve o¤ullar›n› çok seven, o¤ullar›na çok güvenen bir anababa ve 2) O ça¤da az bulunur bir bilgiye sahip yard›msever Galip Amcas›. Bu iki flans Aziz Nesin’i Aziz Nesin yapmaya yeter mi? Yetmez elbet. Fazlas› gerekir. Çok zekiydi elbette. Bunda sevgi dolu bir anababan›n rolü küçümsenmemeli. Zekâyla çocuklukta görülen sevgi aras›nda bir iliflki oldu¤u kesin gibi. Galip Amcas›ndan da düflünmeyi ve merak› ö¤renmiflti. Yani yaflam›n kendisine tan›d›¤› ve yukarda sözünü etti¤im iki flans› iyi kullanm›flt›. Aziz Nesin, düflünen her zeki insan bir soru karfl›s›nda ne yaparsa onu yapard›: Yan›ttan çok soru üstüne düflünürdü, çünkü sorunun kendisi ya da sorulufl biçimi ço¤u zaman yönlendiricidir. Önce soruyu anlamland›rmak, sonra sorunun kendisini ve neden soruldu¤unu sorgulamak, soruyu var eden etkenleri ve koflullar› gözden geçirmek ve ancak soru iyice anlafl›ld›ktan ve sorunun varl›¤› gerekli görüldükten sonra yan›t aramak gerekir; yoksa yanl›fl soru sorulmufltur. Yan›t arama sürecinde de elbette içten olmak, kendini kand›rmamak, kendine yalan söylememek, yani dürüst olmak gerekir. San›r›m Büyük Grev adl› uzun öyküsü buna benzer bir süreç sonucunda ortaya ç›km›flt›r. Ama Aziz Nesin’in düflünme evresinin bir baflkal›¤› var. Aziz Nesin, en az›ndan gençlik y›llar›nda (ilk 40 y›l› diyelim, sosyalizmin anlam›n› bilmedi¤i y›llar), biraz önce belirtti¤im gibi önce soruyu kurcalam›flt›r elbette, ama ayr›ca bir de, dayanacak bir bilgi birikimi olmad›¤›ndan, çö129 züm ararken sadece ve sadece kendi zekâs›na güvenmek zorunda kalm›flt›r. Örne¤in Mumhala’daki Dostoyevski üzerine düflüncelerinin (1952) böyle bir süreçten geçti¤ine inan›yorum. Soruyu sorgulamak ve sorunun özüne inmek ve hiçbir dayanak noktas› olmadan çözümü aramak Aziz Nesin’de bir al›flkanl›k olmufl, olgunluk y›llar›nda da bu verimli düflünme yöntemini kullanarak (örne¤in Korkudan Korkmak adl› denemesi) ça¤›m›z›n özgün ve ba¤›ms›z düflünen ender kiflilerinden biri olmufltur. Sonuç: Aziz Nesin’in üçüncü flans› e¤itiminin kötü olmas›d›r, yani asl›nda yaflam›n kendisine tan›mad›¤› flanst›r! Aziz Nesin’in Profesyonel Yazarl›¤a Bafllamadan Önceki Yaflam› 20-12-1915. Heybeliada’da do¤ar. 1921. Babas›n›n karfl› koymas›na karfl›n annesinin iste¤iyle mahalle mektebine yaz›l›yor. Okul evden uzak. K›sa zamanda mahalle mektebini b›rak›p Galip Amca’s›ndan dersler al›yor. 1923?. Bir komflu kad›n bir tuluat tiyatrosuna götürüyor. Eve geldi¤inde o oyuna öykünerek bir oyun yaz›yor. 1924? Haf›z oluyor. Kas›mpafla pazar yerinin dibinde bir caminin imam›na haftada elli kurufla ders veriyor. 1925. ‹stanbul’da Süleymaniye’de Kanuni Sultan Suleyman ‹ptidai Mektebi’nin üçüncü s›n›f›na giriyor. (Sonradan okulun ad› ‹stanbul 7. ‹lkokulu olacak). Yandaki camiden birkaç kez ezan okuyor. 1926. Darüflflafaka Lisesi’nin ‹lkokul 4. s›n›f›na giriyor. 1927?. ‹lk roman denemesinde bulunuyor. “Yazd›¤›m bölümleri her akflam babama okurdum. Roman›n kumar gibi zararl›, hiç de¤ilse yarars›z ve zaman öldürücü bifley oldu¤una inanm›fl olan babam, kendisine okudu¤um bölümleri dinlerken a¤lard›.” 15-09-1927. Annesi ölüyor. Okuldan kaç›yor. Annesi ölmeden önce babas›na, “O¤lum yat›l› okulda okuyor ya, onun için gözlerim aç›k ölmüyorum,” diyor. Aziz Nesin bunu kap› kilidinden oday› gözetlerken duyuyor. 1928. Daruflflafaka’dan at›l›yor. Evden kaç›yor. ‹zmit’e gidiyor. Bir rastlant› sonucu Galip Amcas›yla karfl›lafl›yor. Galip Amca, ‹zmit’teki Akçakoca ‹lkokulunda çal›fl›yordur o s›rada. Aziz Nesin’i s›nava çekip ilkokul diplomas› verirler. Pekiyiyle mezun olmufltur. Sultanahmet Sanat Okulu s›navlar›na girer ama baflaramaz. Ca¤alo¤lu’ndaki Vefa Ortaokulunun 6. s›n›f›na girer. O s›rada Heybeliada’da oturuyorlar ve okul evden çok uzakt›r, o yüzden okula s›k s›k gidemez. Devams›zl›k nedeniyle s›navlara sokulmaz. 1929 Güz. Yaz›n Çapa’ya tafl›n›rlar. Davutpafla Ortaokulu’nun 6. s›n›f›ndad›r. Her Cuma, fiehzadebafl›’ndaki ya Millet Tiyatrosu’na ya Ferah Tiyatrosu’na gider. Naflit’e hayran. Millet Tiyatrosu bir oyun yar›flmas› aç›yor. Yar›flmaya ‹bifl’e benzer bir oyunla kat›l›yor. ‹lk roman›n› da yazar, “bir defter dolusu”. 1930 Güz. Çengelköy Askeri Okulu 7. s›n›f›na giriyor. 28-05-1932. Askeri Ortaokulu (Çengelköy) bitiriyor. Yabanc› dili iyi, öbür bütün dersleri pekiyi. 1932 Güz. Kuleli Askeri Lisesi’ne geçiyor. 1935 May›s. Kuleli’den ayr›l›fl. Ankara Harp Okulu’na geçiyor. 130 1937. Harp Okulu’nu ikincilikle bitirip aste¤men oluyor. 1937 Eylül – 1938 May›s. Beyo¤lu Maçka Askeri Fen Tatbikat Okulu’nda. Bir yandan da ‹stanbul Güzel Sanatlar Akademisi (fiimdiki Mimar Sinan) fiark Tezyinat› (Do¤u Süsleme) bölümünün s›nav›n› birincilikle kazan›yor ve Akademi’ye giriyor. Akademi’de minyatür, tezhip, hat, çinicilik, ciltçilik dersleri al›yor, canl› model çal›fl›yor. Çok baflar›l›. 28 fiubat 1938’de te¤men oluyor. 10 ya da 17 Aral›k 1938’de ilk efli Vedia Han›m’la niflanlan›yor. Elimdeki belgelerden Fen Tatbikat Okulu’ndaki disiplinsizlikleri: 20-10-1937. Okulu izinsiz olarak terketmekten maafl›n›n 1/8’i kesiliyor. 7-12-1937. Sabah etüdündeki yoklamada yok ç›km›fl. Belgeye göre uyanamam›fl... Dört gün göz hapsi cezas›na çarpt›r›l›yor. 13-6-1938. O gün üçüncü derste bulunuyor, ama üç arkadafl›yla birlikte dördüncü ders olan Tabiye’ye girmiyor. 5-10-1938. Akflam müzarekesinden (etüdünden) sonra okuldan ayr›l›yor. 15 Ekim günü haftasonu cezas›na çarpt›r›l›yor. San›r›m sözlüsü Vedia Han›m’› görmeye gidiyor. 26-1-1939. Gümüflsuyu Hastanesine Asabiye’ye (Nöroloji’ye) gitmek için izin al›yor... Sa¤lam raporu veriliyor! 28-3-1938. Harp Akademisi mahkemesinden saat 14’te ayr›lmas›na karfl›n, saat 17,30’a kadar okula “avdet” etmedi¤inden (yani dönmedi¤inden) üç gün göz hapsi cezas›na çarpt›r›l›yor. 13-3-1939. Elektrik Manipülasyon dersine girmiyor ve dört gün oda hapsine çarpt›r›l›yor. 31-5-1939. Ifl›ldak tatbikat›na kat›lmad›klar›ndan dört arkadafl dört gün göz hapsi cezas›na çarpt›r›l›yorlar. 1-6-1939. Akflam yoklamas›nda bulunmad›klar›ndan 13 arkadafl dört gün oda hapsiyle cezaland›r›l›yor. 4-6-1939. Akflam yoklamas›nda bulunmad›klar›ndan dört arkadafl dört gün oda hapsiyle cezaland›r›l›yor. Bunlar sadece elimdeki belgelerde bulduklar›m. Kaybolan belgeler de olmal›. Yakalanmad›¤› kaçamaklar› da... Belli ki askerlikten so¤umufl ve güzel sanatlar gibi baflka aray›fllar içinde. Haziran 1939. Muratl›’da. 3. Kolordu Istihkam Taburu 2. Bölük’te tak›m subay›. 10-6-1939. ‹kramiye için ‹ngilizce s›nav›na giriyor. 30-6-1939. Niflanl›s› Vedia Han›m’a Muratl›’dan bir mektup yaz›yor: “Yaln›z d›flar› ç›kma. E¤er bir yere gitmek laz›msa. Gitmeden evvel bana yaz ve cevab›m› bekle.” Yedigün dergisine “Kuyu” ve “Hisler ve Düflünceler” adl› iki fliir daha gönderiyor. 39-8-2. Trakya Manevras›na ç›k›yor. 1-25 Kas›m 1939. “Fenni hizmetler kursu” veriyor. 31-12-1939. “Muratl›’da evlendik. Nikah› muhtar k›yd›. Tabur komutan›mla Bölük komutan›m flahit oldular.” 24 fiubat - 5 Nisan 1939. ‹stanbul’da, ekskavatör (kaz› makinas›) kursunda. 23-05-1940. Taburca K›rklareli Tahkimat Komutanl›¤›n›n emrine giriyorlar. 20-06-1940. Erzurum’a tayini ç›k›yor. 28 Haziran - 23 Eylül 1940. Erzincan’da depremde y›k›lm›fl olan ordu cephaneli¤inin boflalt›lmas›yla görevlendiriliyor. Bir bomba kazas›nda yaralan›yor. 28-09-1940. Kars’a tayini ç›k›yor. 4 Kas›m’da Kars’ta. 131 16-12-1940. ‹lk çocu¤u Oya do¤uyor 1941. Trakya’da çad›rl› ordugâhta iki y›l görev yap›yor. Yedigün’e öyküler yaz›yor. 30-08-1941. Üste¤men oluyor. 1941-1942. “Y›l, 1942... Üste¤menim. Kars Müstahkem Mevkii, Birici fiube Müdür yard›mc›lar›ndan biriyim. ‘Aziz Nesin’ takmaad›yla dergilere hikâyeler gönderiyorum. Bunlardan biri, Ismay›l Hakk› Baltac›o¤lu’nun Yeni ‘Yeni Adam’›, biri Sedat Simavi’nin ‘Yedi Gün’ü, biri Remzi O¤uz Ar›k’›n Ankara’da yay›mlanan ‘Millet’i... O s›ra ne sa¤c›y›m, solcu... Dünyadan haberim yok.” O¤lu Atefl do¤uyor. 1942 Yaz - 1943 Bahar. Kars’tan Ankara’ya tank kurslar› için geliyor. At yar›fllar›na merakl›. Ne pahas›na olursa olsun askerlikten ayr›lmaya karar verdi¤i günler. 20-08-1943. Safranbolu’da, 23. Tümen ‹stihkâm Bölük Komutan› oluyor. 1942-1943? “Akbaba, çok bat›p ç›km›flt›r; Çok boy, biçim, öz de¤ifltirmifltir. Yine bu de¤iflmelerinden birindeydi. Ortaç, Akbaba’y› bir yar› edebiyat dergisi yapm›flt›. “Bir Memurun Masas›” adl› hikâyemi Akbaba’ya postalad›m. Bikaç say› sonra, yar›flmaya gönderilen hikâyelerin hiçbirinin be¤enilmedi¤i, yar›flmayla iliflkisiz gönderildi¤i halde benim hikâyeme birincilik verildi¤i Akbaba’da ilân edilmiflti. Bu kendili¤inden birincilik sonucu, bir y›l boyunca Akbaba bana paras›z gönderildi. fiimdi adlar›n› ans›yamad›¤›m iki hikâye daha göndermifltim, onlar da yay›mlanm›flt›.” 7 GÜN’de yazar ve yönetici. fiiirleri yay›mlan›yor. fiubat 1943’te Millet dergisinde Ömer Bedrettin Uflakl›’n›n fliirleri üzerine olumlu bir elefltirisi yay›mlan›yor. Bu, yaz›lar› üzerine ilk elefltiridir. 1-1-1944. Millet dergisinin 21. say›s›nda Aziz Nesin ad›yla “Arkadafl Hat›r›” adl› öyküsü yay›mlan›yor. 20-1-1944. Haftal›k Yeni Adam’da “Çay” öyküsü yay›mlan›yor. 1-3-1944. Millet’in 23. say›s›nda Aziz Nesin ad›yla “K›smet” öyküsünü yay›ml›yor. 1-4-1944. Millet’in 24. say›s›nda Aziz Nesin ad›yla “Ç›ng›r Bey” öyküsü yay›mlan›yor. O s›rada Zonguldak’ta. 11-5-1944. Safranbolu’da “Vüzuh ve ‹pham” yaz›s›n› yaz›yor. 23-6-1944. Onbafl› Günenli 322 do¤umlu Mustafa Karakafl bu tarihte Aziz Nesin aleyhine ihbarda bulunuyor. Yeni evlendi¤i eflini ve k›z›n› görmesi için ac›yarak izin verdi¤i bir er (ki daha sonra bunun yalan oldu¤u ortaya ç›kar) bir cinayet iflleyerek bölü¤üne dönmez. Erin tay›n›n› zimmetine geçirmekten ve bölü¤ünde besledi¤i iki keçiden dolay› dava aç›l›r. 3-7-1944. Savc› iddianamesini haz›rlar. Ayn› gün tutuklanma yaz›s› yollan›r. 4-7-1944. Tutuklanma tarihi. 18-7-1944. Duruflmalarda kendisini savunmuyor. “Zimmetçilikten ve h›rs›zl›ktan” 4 ay 10 güne mahkûm oluyor ve askerlikten ihraç ediliyor. Askerlikten ayr›ld›ktan hemen sonra bir foto¤raf çektirir. 24-7-1944. Mahkeme karar›n› temyiz etmedi¤inden karar kesinlefliyor. Emekli maafl› ba¤lanabilirmifl. Bu maafl› ald›¤›n› sanm›yorum. Eylül 1944. Sultanahmet Cezaevinde. Büyük maddi s›k›nt› içinde. 17-10-1944. Yedigün’e bir öykü yaz›yor. 11-12-1944. Tahliye ediliyor. “Profesyonel yazar›m art›k, kalemimle geçiniyorum. Sedat Simavi’nin Yedigün ve Karagöz’ünde çal›fl›yorum.” ‹lk telif hakk›n› (bir öykü karfl›l›¤›) Sedat Simavi’den al›yor, 5 lira. Ayn› y›l Tan’da ç›kan öykülerine Halil Lütfi Dördüncü 1 lira veriyor. 132 VAKIF GÜNCES‹’NDEN YAYIMLANMAMIfi B‹R SAYFA Aziz Nesin (tahminen) Ocak 1977 Yaflad›kça... Bin yafla, binler yaflayas›n y›lan! O masallarda anlat›lan, bir silkinip dünya yak›fl›kl›s› delikanl› ya da dünya güzeli k›z olan y›lan sen misin yoksa? Dünyadaki tek varl›¤›n, s›rt›ndaki eskimifl gömle¤ini gelip çad›r›m›n kap›s›na b›rakm›fls›n! Hay sen sa¤ olas›n y›lan e mi? Hiç bu denli incelikli, bu denli özverili bir arma¤an almam›flt›m flimdiye dek… Beni nas›l, ne denli mutlu etti¤ini anlatamam. Belki bu arma¤an bana de¤il de Nesin Vakf›’nayd›. Beni dünyada tek mutlu edecek arma¤an› günün birinde bir y›lan›n çad›r›m›n kap›s›na b›rakaca¤›n› hayal bile edemezdim. O senin can›ndan, kendinden sonraki tek varl›¤›nd›. Ne candan bir arma¤an bu… Çok veren maldan demifller, az veren candan… Sen çok vermedin, neyin varsa hepsini verdin! Hem de can›ndan verdin... Arma¤an›n› b›rak›p kendini bile göstermeden gidiflindeki [okunamad›] unutulacak gibi de¤il… Gömle¤inin uzunlu¤unu ölçmeye çal›flt›m özenle ve yavafl yavafl… Yanl›fll›kla parma¤›m›n ucu dokunsa o arma¤an›n yol yol, toz toz dökülecekti. Boyun 83 santimmifl. B›rakt›¤›n gömle¤e inceden inceye bakarak gömle¤inin rengini anlamaya çal›flt›m. Sabah günefli vurmufltu gömle¤ine ve ›fl›k yans›yordu o yar› saydam gömle¤inden. Gömle¤inin topra¤a de¤en yüzü saydamd›. O zar gömlekte, çok yak›ndan bak›nca o ola¤and›fl› güzel çizgi çizgi desenler belli oluyordu. Renkleri kalmam›fl, pek belli olmuyor. Güneflte çok kal›p renkleri ölmüfl gibi… Renk yok, rengin izi var… Sanki pembe… Nas›l koruyabilirim bu de¤erli andaç› diye düflünürken, esen bir rüzgâr, zar gömle¤i parçalad›, yol yol da¤›tt›, zar› ufalad›… Küçücük kelebekler gibi parçalanan zar gömle¤in havada uçufltu. O güzel arma¤an›n, bende salt an›s› kald›. Erkeksen, en güzel y›lan k›zlar› senin olsun. K›zsan, dünyan›n en yi¤it y›lan o¤lanlar› sevsin seni. 133 YAZARINDAN OKURUNA Mehmet Serdar “Ben buraday›m sevgili okurum sen neredesin acaba?” O¤uz Atay’›n ünlü sorusu bütün yazarlar için ortak. “Ben bu kitaptay›m, bu yaz›day›m. ‹flte kitap da kitapç›da rafta. Hatta belki senin kitapl›¤›nda. Peki ne yap›yorsun? Okuyor musun?” Dergiden telefonumu alm›fl bir okur arad›, kendini tan›tt›. Geçen ay yay›mlanan denememi okumufl, çok etkilenmifl. “Böyle bir yaz›y› yazan insanla tan›flmak istedim,” diye aç›kl›yor arama nedenini. “Belki de benim bugünlerdeki ruh durumumla tam çak›flt›¤› için beni çok etkiledi. Hemen hemen bütün sat›rlar›n alt›n› çizdim. ‹nsan›n böyle bir yaz›y› yazabilmesi için ne kadar genifl bir birikime, yaflam deneyimine sahip olmas› gerekir? Bu niteliklere sahip olan insan› tan›mak isterim.” “Kaç yafl›ndas›n›z?” K›rk. “Elbette tam olgunluk yafl›. Peygamberlik yafl›. Ben ise yirmi sekiz yafl›nday›m. Herhalde benim de bu yaz›daki düflünce ve duyarl›k düzeyine ulaflabilmem için daha on on befl y›la gereksinim var. Bu dergiyi ara s›ra okurum. Zaten okudu¤um tek dergidir. Uzun zamand›r okumuyordum. Son birkaç say›d›r yine izliyorum. Yol yaz›s›n› okuyunca herkes de okusun istedim. Bütün yak›n arkadafllar›ma fakslad›m.” “Ne iflle u¤rafl›yorsunuz, mesle¤iniz ne? Baflka fleyler de yaz›yor musunuz?” Hay›r. “Bu tür yaz›lar yaz›lm›yor. Peki ama niye bu ay ç›kmad› yaz›n›z? Yol yaz›s› müthiflti. Daha önceki Bugün Yar›n yaz›s›nda da çok önemli görüfller vard›. Hep yazmal› ve yay›mlamal›s›n›z. Sizi aramam› yad›rgamad›n›z umar›m. Bu yaz›y› yazan nas›l biri diye çok merak ettim de ondan arad›m.” Kimseyle paylaflamad›¤› duygular›n› bütünlüklü olarak bir yaz›da bulunca çok heyecanlanm›fl. Paylaflma ortak bir dil, ortak bir kavramsal çerçeve gerektirir. Bu ise ortak bir geçmifl. Ama bugün ortak geçmiflten gelen insanlar›n yan yana gelmesi bile çok zor. Onun için aram›fl. Ben de okuruma sordum: Psikoloji okumufl ve bir reklam flirketinde metin yazar› olarak çal›fl›yormufl. O s›ralar üç y›ld›r yaz› yay›ml›yordum. Bir okur ancak üç y›l sonra ç›k›yordu karfl›ma. Daha do¤rusu o belirsizli¤in içinden bir okur somutlafl›yordu, dikiliyordu karfl›ma. Beni tan›yan birinin, bir yak›n›m›n, neler yaz›yor bu adam diye okumas› de¤ildi bu. Bu kez durum farkl›yd›. Okurum do¤rudan dergideki yaz› arac›l›¤›yla beni bulmufltu. Bir yaz›dan beklenen sonunda gerçekleflmiflti. Yaz134 mak, o kadar da her noktas› tan›mlanm›fl, potansiyellerinin fark›na var›lm›fl bir etkinlik de¤il. Hiç umulmad›k bir anda kalbinden vurulmufl bir okur ç›kar, yaz›n›n izini sürer, yazar›n karfl›s›na dikilir. Kendisini canevinden yakalayan denemenin yazar›n› merak eder, sorguya çeker. Bu kadar derinden etkilendi¤i bir yaz›n›n art alan›n› keflfe ç›kar. Okurumun ça¤r›s›n› kabul ettim. Üç saati aflk›n süre, denemeyle kazand›¤› cesaretle verdi¤i, “her fleyi b›rak›p gitme” karar›ndan onu cayd›rmaya çal›flt›m. Benden çok yaz›ya sahip ç›k›yordu. Yaz›yla tam anlam›yla özdeflleflmiflti. Gerçi yaz›y› ben yazm›flt›m ama gittikçe anl›yordum ki yaz›n›n as›l sahibi oydu. Benim aç›mdan yaz›n›n arkas›nda onun sand›¤› kadar somut bir yaflant› karfl›l›¤› yoktu. Denemeyi içinde bulundu¤um derin açmazdan ç›k›fl olarak yazm›fl de¤ildim. Kuflkusuz yaz› benim için de temel önemde sorular çevresinde dönüyordu ama ortaya ç›kan ürünün geri plan›ndaki tam olarak benim ruh durumum de¤ildi. Kuflkusuz kimi sorular, olas›l›klar, do¤rultular üretmifl, onlar› belirli bir eksende istiflemifltim. Ama sonuçta bu bir yaz›yd›. Yaflam›mdaki bir gerçe¤in yans›mas›, aktar›lmas› de¤ildi. Gücünü benim gerçekli¤imden çok yaz›nsal gerçeklikten al›yordu. Bir de¤eri varsa, somut yaflant›dan de¤il, yaz›nsal yaflant›dan geliyordu. Ama okurum için durum farkl›yd›. Yaz›n›n onun yaflam›nda do¤rudan bir karfl›l›¤› vard›. Ben “gitmek” derken en fazla “gezmek için gitmek”ten söz ediyordum, ötesi bir fanteziydi. Ama o, gerçekten her fleyi b›rak›p gitmeye haz›rlan›yordu. Yapt›¤› iflten, çal›flt›¤› ortamdan da hoflnut de¤ildi. Baflar›l› olmak için yo¤un çaba göstermek, çok sert bir rekabet ortam›nda öne geçmesi gerekti¤ini biliyor, en kötüsü yapt›¤› ifli ahlaki bulmuyordu. Reklamc›l›¤›n özünün sürekli olarak tüketimi k›flk›rtmak için insan› yan›ltmak oldu¤unu düflünüyordu. Ben ise reklam metninde bile iyi fleyler söylenebilece¤ini ileri sürerek umutsuzluk havas›n› da¤›tmak istedim. Bir meflrubat reklam› “insanlar iyi fleylere lay›kt›r” diye söze bafll›yor, kendi içece¤ini iyi bir fley olarak sunuyordu. Yol, onun içinde bulundu¤u derin bunal›m› betimliyor, ç›k›fl yolunu gösteriyordu: Bambaflka bir ortamda yeniden bafllamay› göze alarak her fleyi b›rak›p gitmek. Tam kendini ve ne yapmas› gerekti¤ini bulmufltu. Deneme flafl›rt›c› bir rastlant›yla tam da onun içinde bulundu¤u ruh durumunun tan›mlanmas›yd›. Bir yaz› kimin ruh durumuna karfl›l›k düflüyorsa yaz›n›n sahibi odur. Yaz›n›n bendeki gerçekli¤i ise yaz›nsal bir gerçeklikti. Yaflant›yla kar›flt›rmamak gerekirdi. ‹lk kez bir okuyucuyu içine çeken bir deneme yazabilmifltim. Yaz›m›n gerçekli¤i okurun varl›¤›nda somutlan›yordu. Yaz›nsal gerçek, bu kez okur arac›l›¤›yla do¤rudan gerçe¤in alan›na inmiflti. 135 Denemenin arkas›nda yazara denk bir yaflant› alan›n›n oldu¤u san›s› do¤ru de¤ildi. Daha çok bir yazma dikkati ve h›rs› böyle bir sonuca yol aç›yordu. Üstelik yaz›n›n gerisinde bir birikimin varl›¤›ndan çok bir bezginlikten söz edilebilirdi. Olas›l›klar ad›m ad›m d›fllanm›fl, sezgiyle ilerlenmifl, “baflka bir yaflam›n olanaks›zl›¤›” dayatmas›na boyun e¤ilmemiflti. Gerçek diye bir fleyin olmad›¤›, her fleyin bir yan›lsama ve aldan›fltan ibaret oldu¤u kan›s› yayg›nlaflm›flt›. Ama gerçeklik de iflte bu aldan›fltan baflka bir fley de¤ildi. Deneme ise, gerçekli¤in bilgisi ve onun birikimi de¤il, yaln›zca kendisi olmak isteyen bir çabayd›. Olsa olsa yaz›n›n getirdi¤i olanaklar›n de¤erlendirilmesi. Birikim ise yaln›zca yaz›lanlar üst üste konuldu¤unda, yaz›n›n kendini biriktirmesiyle oluflan bir toplamd›. Yaflam serüveni baflka yaz› serüveni baflkayd›. Yaz›y› do¤rudan yaflam›n yans›t›lmas›, aktar›lmas› saymamak gerekirdi. Yaz› kendi bafl›na, bafll› bafl›na bir etkinlikti. Dolay›s›yla çok iyi bir denemenin arkas›nda onunla örtüflen bir yaflant› alan›, yaflam birikimi bulmay› ummak yan›lt›c›yd›. Buradaki birikim as›l olarak yaz›n›n birikimiydi. ‹nsan yazarken kendini aflar, giderek sonradan okudu¤unda flafl›racak ölçüde. “Bunlar› yazan ben miyim” diye flafl›rd›¤› bile olurdu. Yaz› yazman›n keyfi de buradayd›. Bir dergide bir yaz› ç›k›yor, tam yüre¤ine isabet ediyor: ‹flte tam senin içinde bulundu¤un durumu ve ç›k›fl yolunu tan›mlam›fl. Ne ilginç rastlant›. Büyük coflku ve taflk›nl›k duygusu içindesin. Bunu yak›n çevrendekiler de yaflas›n istiyorsun. Yan›ndakilere okuyorsun denemeyi. Onlar da kat›l›yorlar bak›fl aç›s›na, en az›ndan karfl› ç›km›yorlar. Ama iflte o kadar. Verdikleri onay ise çok k›sa sürede geri çekiliyor. Her konuya art›k tüketici tarzda yaklafl›l›yor. Pek iyi, pek güzel deniliyor ve hemen baflka konuya geçiliyor. Oysa sen o gün, sonraki birkaç gün sürekli bu denemeyi konuflmak, evirip çevirmek, kendinin k›lmak, kendi ba¤lam›nda yeniden üretmek istiyorsun. Çevrendekiler ya çoktan köflelerine çekilmifl ya da bambaflka konulara do¤ru yelken açm›fl durumdalar. Bir yazar için herhalde en gizemli kifli okurdur. Hep düflü kurulan; say›s›, anlay›fl›, beklentisi belirsiz olan okur. Yaz› yay›mlamak içine bir ileti konup okyanusa flifle b›rakmak gibi. Kime ulaflabilir? Kim okuyor ve okuduklar›ndan ne anl›yor? Ne düflünüyor yaz›lanlara iliflkin? Belli de¤il. Okur yazar buluflmas›n›n yaz›n›n yer ald›¤› derginin ötesine geçmesinin, okuman›n kaç›n›lmaz sonucu say›lmas› düflünülemez. Yaz›s› okunduktan sonra da yazar›n hâlâ gizemli bir yan› kalmal›. Yaz› yazar›n› saklayabilmeli. Yaz›n›n okur taraf›ndan anlafl›lmas›, çözülmesi, benimsenmesi yazar›n saydamlaflmas› aflamas›na kadar gitmemeli. Yaz› yazar›n› a盤a ç›karmamal›. Okurla yaz› d›fl›nda karfl›laflmak büyünün bozulmas›na yol açabilir. Hele okur yaz›yla özdeflleflmiflse yazar›n yapabilece¤i, anlatabilece¤i bir fley yoktur. 136 Yazma ve yay›mlama hele bafllang›çta do¤rudan iliflkili ad›mlar de¤il. “Niye yaz›yorsun” sorusunun yay›mlama boyutunu hiç iflin içine katmadan da bir karfl›l›¤› olabilir. Çünkü yazarken insan kendi s›n›rlar›n› geniflletir. Kafas›nda sorular, sorunlar olan kifli için yazma, sistemli biçimde görüfl gelifltirme, çözüm üretme yolu. Düflünce ancak kendi d›fl›na ç›karak somutlaflt›kça geliflir; kendine geliflme temeli, kanal› ve basama¤› oluflturur. Yazarken insan da¤›n›ksa bütünlenir, kilitlenmiflse aç›l›r, seyrelmiflse yo¤unlafl›r; daralm›flsa genifller, serpilip geliflece¤i genifl verimli alanlara yay›l›r. Yazarak kendini aflman›n tad›na varan ondan kolay kolay kurtulamaz. Ama yay›mlamak ne oluyor? Birdenbire yaz›n›n insan›n kendisinden baflka, hiç tan›mad›¤›, özellikleri konusunda hiçbir fikir sahibi olmad›¤› bir muhatab› olabilir. Okuyucu kimdir? E¤er tan›d›klar›na yaz›yorsan, e-maille, faksla yollars›n ya da yaz›c›dan ç›kararak ciltletir, verirsin okumalar› için. Ama bir dergide yay›mlamak, hiç tan›mad›¤›n birine ulaflma olas›l›¤›d›r. Siz onunla yaz›lar›n›z arac›l›¤›yla hep buluflmuflsunuzdur, ama bu buluflmalara iliflkin hiçbir düflünceniz yoktur. Bu karfl›laflmalar›n yaln›zca sizin yazd›klar›n›z çerçevesinde kalaca¤›n› nas›l söyleyebilirsiniz. En az sizin kadar düflünme yetene¤ine sahip biri vard›r karfl›n›zda. Bu buluflmadan yaz›n›n çerçevesini çok aflan bir düflünce zenginli¤inin ç›kmas› kaç›n›lmaz de¤il midir? Yaz› da bir iletiflim giriflimidir, ama birebir iletiflimden farkl› olarak yaz›m aflamas›nda okur somut de¤ildir. ‹leriki bir aflamada iletiflimin öteki ucu somutlaflacakt›r. Yaz›nsal iletiflimde okur soyuttur. Belirsiz, sanal, kurgusal bir kifli. Okur yaz› boyunca kurulan bir yap›d›r. Yaz› giderek okurun infla sürecidir. Yaz› sürecini bu kadar sanc›l› k›lan ise okurun belirsizli¤i ve ço¤ullu¤udur. Yazar okurunu arar. Ama tekil bir okur olmad›¤›ndan ve genifl bir yelpaze olas›l›¤› bulundu¤undan, yazar sürekli korkular, kayg›lar içindedir. Yazar en baflta kendisini ikna etmek durumundad›r. Okurla buluflman›n sonuçlar›n› hiç gözleyemeyecek miyiz? Okundun mu, anlafl›ld›n m›, yorumlar senin hiç öngörmedi¤in yönlere savruldu mu? Yoksa daha kötümser bir bak›flla bir okuyucu var m›? Dergide en az otuz yazar var. Bir dergiyi alan›n kaç tanesi bütün yazarlar› okur. Senin yazd›klar›n› da okuyan var m›? Bunu ö¤renmek art›k o kadar da zor de¤il. Dergi “flu say›da hangi yazarlar› okudunuz, neler düflündünüz” diye bir soru sorsa, her halde yüzlerce e-mail yan›t› gelecektir. Bunu yazar kendisi de yapabilir, yaz›s›n›n sonunda e-mail adresini vererek. Yukar›dan beri merak etti¤i bütün sorular›n yan›t›n› k›sa sürede kolayl›kla alabilir. Sürekli olarak yaz›ya s›zan “okuyucu gerçekten var m›?” sorusu birden karfl›l›k bulur. Yaz› hep onu kollamak, varsaymak zorunda kalm›flt›r. Elbette belki büyü bozulur ama okurla yazar aras›nda günü137 müz koflullar›na uygun yeni bir iliflki kurulur. Karfl›l›kl› olarak yazar ve okur konumlanmalar› köklü de¤iflikliklere u¤rad›, ama henüz ortadan kalkmad›. Ey okur neredesin? sorusunu biraz de¤ifltirerek yeniden soral›m: Seni kim okur? Seni “sokaktaki adam” okumaz ki diyenler oldu. Sokaktaki adam› hedefleyerek ona gerçekleri, do¤rular› aktarmak için, onu ayd›nlatmak, bilgilendirmek ve bilinçlendirmek için, onu uyand›rmak için mi deneme yazmal›y›m? Do¤rudan gerçek düzleminde böyle biri yok asl›nda. Sokaktaki adam her sorunun muhatab› olabilecek bir kavramsallaflt›rma de¤il. O, bir ortalamad›r; somut bir insan›n hiçbir ayr›nt›s›n› içermeyecek kadar donuk, düz biri olarak da belirebilir. “Sokaktaki adam”› her durumda istedi¤imiz tepkiyi veren biri olarak tasarlarsak, o hiçbir ifle yaramaz. Ben de elbette bir okur düfllüyorum ama bunun “sokaktaki adam” olabilece¤ini düflünemiyorum. O, zaten kitap okumayan biri olarak kurgulanm›flt›r. Beni ancak edebiyat› çok yak›ndan izleyenler aras›nda, rastlant›yla oluflan çok küçük bir kesim okur. Denemeye ilgi duyanlar. Yani dergileri izleyen yeni kitaplar› sürekli kollayan, deneme alan›na dönük aray›fl içinde olanlar. Kitapç›larda raflar› tekrar tekrar tarayanlar. Benim duyarl›l›¤›ma yak›n olanlar. Denemeyi ciddiye alanlar. Onlar da önce ustalar›; Ataç’›, Anday’›, Uygur’u, Günyol’u, Fuat’›, Kökden’i, Birsel’i, Akbal’›, Belge’yi, Batur’u, Oktay’›, Süreya’y›... daha nicelerini; flairlerin, romanc›lar›n dönem dönem yay›nlad›klar› deneme kitaplar›n› okumufllard›r. ‹flte bu okurlardan belki birkaç› yeni bir deneme yazar› diye beni okumufl olabilir. Düfl k›r›kl›¤›na u¤ram›fl olmalar› da büyük olas›l›k. T›pk› ilk iki kitab›m› zorla okuttu¤um yak›n dostlar›m gibi. fiimdi karfl›mda tam kalbinden vurulmufl bir okur var. Bir denemeden bunca etkilenmesi do¤rusu beni korkuttu. Okurum benden çok yaz›n›n sahibiydi. Denemede, “her fleyi b›rak›p gitme ve her fleye yeniden bafllama” cesaretinden söz ediyordum. Yola ç›kmay› öneriyordum. Yerlefliklik duygusunun bir tutuculuk, bir boyun e¤ifl oldu¤unu ileri sürüyordum. Daha atak ve daha serüvene aç›k yaflamakt› gündeme getirdi¤im. Oysa pek yapabildi¤im bir fley de¤ildi bu. Tutuculu¤umdan da yaz› boyunca yak›n›yordum. Hele “yersiz yurtsuzlu¤u” öneriyor de¤ildim. Yeryüzü ba¤lam›nda konumlanmaya ise hiç de¤inmemifltim. Sadece mekân›n sürekli geliflmesinden söz ediyordum. Çok ölçülü bir ç›k›flt› benimki. Ben, o günlerde yapt›¤›m do¤a ve tarihe bat›p ç›kt›¤›m iki uzun yurt gezisinden çok etkilenmifltim. Yol adl› denemeyi o gezilerin etkisinde yazd›m. Varl›klar›ndan bile haberdar olmad›¤›m›z ama karfl›l›kl› olarak birbirimizin yazg›s›n› belirledi¤imiz insanlar›n keflfetme sorunu üzerine bir yaz›yd›. Hem co¤rafyada hem de tarihte. Dünyan›n insanlar›n ortak mekân› oldu¤unu fark ettiren yolculuklard› öne sürdü¤üm. 138 Oysa ben belirsizlikten çekinirim. Her zaman çok iyi tan›mlanm›fl bir noktadan bafllamak isterim. Risklerin, çeliflkilerin varl›¤›ndan rahats›z olurum. Öncelikle onlar›n alandan temizlenmesi için u¤rafl›r›m. Sorunlar›n üzerinde kafa yorar›m. Onlar› bir an önce kuramsallaflt›rmaya çal›fl›r›m. Risklerin varl›¤›n› yaflam›n kaç›n›lmaz bir gere¤i sayan, tehlikelerden yaflam enerjisi üreten insanlara da flaflar›m. Kuflkusuz çevremizdeki riskleri d›fllamak için bütün dikkatimizi onlara yöneltmemiz beklenemez. Ama f›rsat buldukça, özellikle durgunluk anlar›nda, s›n›rlar› yeniden tan›mlamam›z, kendi kapasitemizle ölçüfltürmemiz gerekmez mi? Yaz›daki çeliflki aç›kt›. Asl›nda hep durgun sular› gözlerken, yaz›da bütün güvenceleri bir kalemde silip atmaktan, her fleye s›f›rdan bafllamaktan söz ediyorum. Hiç bilinmeyen diyarlara yelken açmay› öneriyorum. Dünyan›n s›n›rlar›n› keflfetmeye giderken asl›nda kendi s›n›rlar›nla karfl›laflabilirsin. Okurum öneriyi tam kendisine yap›lm›fl say›yor. Demek ne kadar sorumluluk isteyen bir iflmifl deneme yazmak. Bir çeflit k›flk›rt›c›l›k. Ben kendi çeliflkilerimi, kayg›lar›m› dile getirirken, birtak›m olas›l›klar› s›ralarken, kimi okuyucular›n bu yaz› arac›l›¤›yla içinde bulunduklar› ortamdan ç›k›fl için cesaret bulmalar›n›; yazar›n› örnek almalar›n› hiç hesaba katm›fl m›yd›m? Ötelerin ça¤r›s›n›n dayan›lmazl›¤›, varl›klar›ndan bile haberdar olmad›¤›m›z ama ayn› yazg›y› paylaflt›¤›m›z ötekiler. Hep yabanc› gibi dolaflt›¤›m›z, evimiz, mahallemiz, iflyerimizden ve onlar›n verdi¤i sürgünlük duygusundan, yurtsuzluktan kurtulmak için tüm dünyay› yurt edinmek üzere dolaflmak. Yabanc›l›¤› gidermek için bütün yeryüzünü bilinir k›lmak üzere yola ç›kmak. Kurmaca, denemede genellikle kullan›lan bir yöntem de¤il. Deneme yazar› “ben” derken bu, ço¤unlukla kendisidir. Baz› düflüncelerden, bunlar›n davran›fllar›n› belirleyecek ölçüdeki etkisinden, yo¤unlu¤undan söz ediyorsa, okurun bunlara inanmas›n› bekliyorsa; bu durumun ortaya ç›karaca¤› sonuçlar›n sorumlulu¤una da katlanmak durumunda. Yazar›n yazd›klar›na, kendisi için söylediklerine okurun inanmas›n› beklemesi, duygular›n› onunla paylaflmak istemesi do¤al karfl›lanmal›. Ama bir okur ç›kar söylediklerinizi sonuna kadar ciddiye al›rsa. Onlar› yaz›ya dökerken ölçüp biçmifl miydiniz? Olas› bütün sonuçlar›n› hesap etmifl miydiniz? Okuyan biri, yaz›lanlarla kendini tam anlam›yla özdefllefltirebilir: Yaz›n›n gerçekten böyle bir etkisi olabilir. Birisi bunlar› bire bir uygulamaya, yaflamdaki karfl›l›klar›n› bulmaya giriflebilir. Yazarken bunlar› göz önüne almal›s›n›z. Öteki kurmaca yap›tlardan farkl› olarak denemede as›l sorun sahiciliktir. Karfl›n›za birden yazd›klar›n›z›n sahicili¤ini sorgulayan biri ç›kabilir. Oysa benim yola ç›k›fl›m yaln›zca turistik amaçl›yd›. Asl›nda ülkeyi gezip görmekte çok gecikmifltim. Gezmezsen görmezsen dünyan›n ve ya139 flam›n geniflli¤ini, zenginli¤ini kavraman olas› de¤il. Ama bir turistik geziyi varoluflsal bir sorgulamaya dönüfltürmek ne oluyor? Birisi tam bu yaz›lanlara odaklan›rsa. Yaz›n›n gerçekli¤ini, önerilerindeki içtenli¤ini sorgulayan, yazarda bir zay›fl›k gördü¤ünde yaz›y› çekip yazar›n›n elinden alan bir okur ç›karsa karfl›n›za ne yapars›n›z? Yaz› bir sars›nt›y› tetiklemifl, yazar›n› da silip süpüren bir f›rt›naya yol açm›flt›. Yaz› yaln›zca bir vesileydi. Okur yaz›ya daha çok lay›kt›. Yazar›n ise denemesine sahip ç›kacak cesareti yoktu. Bir kez daha sanat yaflamdan daha gerçekti. Bir kez daha okur yazar› aflm›flt›. Hiç okuru yok sayan bir yaz› olur mu? Olur. Olursa bu tür kazalar da kaç›n›lmazd›r. Yazarken yaln›zca kendini ikna etmek için yazarsan. Olan› biteni anlamak, kar›fl›k düflüncelerine bir düzen vermek. Bir mant›k zincirine onlar› yerlefltirmek. Ama düflünce denilen fley de dille ilerler. Dile geldikçe baflkalar›na bir fleyler anlat›r. Dil baflkalar› varsay›m›na, baflkalar› bilincine dayan›r. Ötekinin varl›¤›n› önkoflul olarak kabul eder. Dil hep ötekine do¤ru varolur. Ne kadar kapal›, içrek olursa olsun. Ancak bir baflkas›na ulaflt›¤›nda varl›¤› gerçekleflir. E¤er baflkalar›n› etkileyecekse bir de¤eri vard›r. Düflüncelerinin senin için bir anlam› varsa baflkalar› için de bir anlam› vard›r. Öyleyse düflünceleri baflkalar›na iletirken onlar› etkileyecek biçimde düzenlemek, s›ralamak, istiflemek ve sunmak bir zorunluluk. Ben O¤uz Atay’›n tutkulu bir okuruydum. O¤uz Atay, yak›n bir arkadafl›m›n üniversitede topo¤rafya hocas›yd›. Böylelikle Tutunamayanlar’› daha ilk yay›mland›¤› günlerde okuma f›rsat›m olmufltu. Uzun süre etkisinde kalm›flt›m. Daha sonra yay›mlanan Tehlikeli Oyunlar’›, Korkuyu Beklerken’i gittikçe artan bir hayranl›kla okumufltum. Acaba O¤uz Atay sorusuna yan›t veren ve “buraday›m” diyen okurlar›n›n say›s›ndan hoflnut muydu? Bu soruyu sordu¤una göre yazd›¤› dönemde okurla aras›nda bir sorun oldu¤unu biliyordu. Okuru ancak kendi kurdu¤u yaz›nsal düzlemde kabul edebilirdi, bundan ödün vermedi. Yaflarken “sen neredesin sevgili okurum” sorusuna yeterli karfl›l›¤› bulamam›flt›. Bu soruya flimdi yan›t veren onbinler var. Benim ise sahici tek okurum. O buluflmadan sonra bir daha görüflmedik. Yaln›zca o y›l bafl› bana, “okurundan yazar›na mutlu y›llar” diye bir yeni y›l kart› gönderdi. fiimdi k›rk yafllar›nda olmal›. Yol denemesinin arkas›nda oldu¤unu ileri sürdü¤ü o zengin yaflam deneyimine kendisi de sahip olabildi mi? Her fleyi b›rak›p gitme cesaretini gösterip yola ç›karak dolaflt›kça ve dünyay› yurt edindikçe, içinde yaflad›¤› ortama yabanc›l›k duygusundan kurtuldu mu? Bilmiyorum beni hâlâ okuyor mu? 140 TAR‹HTE B‹R GÜN II Aliflan Çapan “Ne ka köfte o ka ekmek” diyor, a¤›z dolusu gülüyoruz. Menümüz hep ayn›. Köfte, ekmek, çoban salatas›. Elimden bu kadar› geliyor flimdilik. Onun elindense gelmeyen yok gibi. Salondaki avizenin kenarlar› yanm›fl duylar›n› de¤ifltiriyor, evin ücra köflelerine prizler çekiyor, bahçeye bakan balkonun parmakl›klar›n› kesip üç basamakl› bir merdiven konduruyor, evin her taraf›ndan f›flk›ran kitaplar› biraz zapturapt alt›na almak için tavanlara kadar kütüphaneler yap›yor, eprimifl contalar› de¤ifltirip musluklara hayat veriyor. Bazen h›z›n› alamay›p iki saat içinde pabuçlar›n ayakalt›ndan kald›r›lmas› için bir dolap yap›veriyor. Yap›yor da yap›yor anlayaca¤›n›z, yorulmak bilmeksizin çal›fl›yor. Ço¤u zaman sabah girdi¤i evden gece yar›lar›nda ç›k›yor. Köfte ekme¤e talim etti¤imiz günlerdeki iflimiz evi boyamak, mevsimlerden yaz. Evin sakinleri bu zorlu görevi kolaylaflt›rmak için arazi olmufllar. Önce eflyalar›, daha do¤rusu kitaplar› salonun ortas›na çekiyoruz, sonra eski gazeteleri özenle yere seriyoruz. S›ra boyay› suland›rmaya geliyor, o tenekeye dikkatli bir tez canl›l›kla su boflalt›rken, ben boyay› kar›flt›racak bir sopa parças› ar›yorum. Biraz sonra Londra’daki iflçi mahallesinde bir kilisenin mutfa¤›nda iflçi çocuklar›n günü kurtarmak için güle oynaya yonttuklar› i¤reti bir Karagöz sopas›yla dönüyorum: “Ahmet Usta bu olur mu?” Gülerek sopaya bak›yor: “Getir bakal›m, neymifl bu?” “Karagöz oynatmak için” diyorum “ama ifle yaramaz, yani karagöz oynatmaya pek yaram›yor.” “Oras›n› biz bilemeyiz, kulland›ktan sonra, kurumadan sen sopay› iyice bir y›ka.” diyor, iflini görecek bir fley bulman›n mutlulu¤uyla. Boya yapmak sab›r ifli, iz b›rakmadan saatlerce beyaz zemin üstüne beyaz boyay› iyice yedirinceye kadar kat kat sürmek, birleflme noktalar›n›n kenarlar›n› boyay› tafl›rmayacak flekilde f›rçayla düzeltmek, arada kurumaya b›rakmak. Bir taraftan ya¤l›boyay› tinerle inceltip do¤ramalar› boyamak. En zoru da ucu k›rk befl derece e¤ik uzun sopal› f›rçayla kaloriferlerin arkas›ndaki kör noktalar› boyamaya çal›flmak. Bütün ustalar gibi sab›rl› Ahmet Usta, ama ayn› zamanda da h›zl›. Koca evi k›rmadan dökmeden damlatmadan üç günde boyay›veriyor. Sanki ayakl› bir fabrika, arada da durmaks›z›n konufluyor. Hangi prizlerin hangi sigortaya ba¤l› oldu¤unun nas›l bulunaca¤›n›, prizleri tamir ederken mutlaka ifli sa¤lama al›p sigortalar› kapatmak gerekti¤ini, çal›fl›lan yerde elektrik ka141 ça¤› olup olmad›¤›n› kontrol etmenin inceliklerini, kablolar› ters ba¤laman›n yarataca¤› tehlikeleri, toprak hatt›n›n nas›l çekilece¤ini anlat›yor. ‹lgiyle dinledi¤imi görünce memnun oluyor, gülümseyerek “Seni yan›ma ç›rak olarak alaca¤›m” diyor. “Oluuur” diyorum büyük bir ciddiyetle. “Tut bakal›m o zaman flu kablonun ucunu penseyle” diyor ayn› ciddiyetle. Arada mola verip, Rumeli hikâyeleri anlat›yor. “Bir meflhur Keflanl› vard› bir zamanlar Aliflan” diyor. “Çok zengindi, Bebek’te cadde üstünde bir apartman yapt›rm›flt›, orada çal›flm›flt›m uzun süre.” Bebek deyince an›lar eczac› Ayhan Bey’e, ö¤le tatilinde yap›lan deniz sefalar›na kay›yor. Ahmet Usta elinden düflürmedi¤i siyah doktor çantas›, iki taraftan al›nm›fl dar b›y›¤›, ufak tefek siluetiyle herkesten çok fiarlo’ya benziyor. Ne zaman onu görsem yak›nlardaki bir cama tafl f›rlatas›m geliyor. Bir k›fl günü Rumelihisar›’ndaki yokufltan inerken “Âlilere u¤rasak m› baba?” diyorum. “Bir flans›m›z› deneyelim” diyor. H›rs›z girdi¤inden beri çat kap› gidilmiyor Âlilere. Köfledeki ahflap beyaz evin ziline uzun uzun bas›yoruz. Bir süre sonra kap› aç›l›yor. Âli kavanoz dipli gözlüklerinin ard›ndan sanki bizi ilk defa görmüfl gibi dikkatlice süzdükten sonra yüzünü genifl bir gülümseme kapl›yor. “Aaaa! Nerden ç›kt›n›z siz yahu, ne iyi ettiniz de geldiniz. Girin girin,” diyor. Yün ceketinin parçalanm›fl dirseklerine tak›l›yor gözüm. Jean Gabin’le George Brassens’in içeride olduklar›na emin oluyorum kap›dan süzülürken. Yoklar. Âli Artemel dostlar›ndan baflka serveti olmayan bir hazine avukat›. Salonla birleflmifl mutfaktaki masaya ilifliyoruz. Masan›n üstünde kal›n siyah ciltli bir kitap duruyor. Kapa¤›nda Dernekler Kanunu fierhi yaz›yor. “Biraz Dernekler Hukuk’u çal›flaca¤›m bu hafta, gel beraber çal›flal›m Aliflan” diyor, gülümsüyorum. “Hay Allah, yahu böyle kuru kuru oturulmaz ki, durun size birer rak› koyay›m,” diyor. “Malum ben içmiyorum bu ay, unutuverdim bir anda” . Âli her y›l fiubat ay›n› kendine ramazan ilan etmifl, içkiye ara veriyor, en k›sa ay oldu¤u için. Kadehlerin durdu¤u rafa yönelirken bahçe kap›s› aç›l›yor ve elinde bir çekiçle h›zla seyrelen saçlar› da¤›lm›fl bir flekilde Ahmet Usta içeri giriyor. “Oooo! Kimler gelmifl,” diyor. Âli: “Ahmet Usta flubat aylar›nda benden çok memnun,” diyor k›s k›s gülerek. Ahmet Usta oral› olmuyor, asl›nda ayn› muziplik hepimizi birlefltiren. Bu güzel rastlant›n›n mutlulu¤unu paylafl›yoruz gülerek. Âli külyutmaz bir Bektafli, “mozaik diye bir laf kullan›yorlar flimdilerde, kültür mozai¤i miymifl, neymifl! Yahu koskoca toplumu tarif ederken böyle laflar kullan›l›r m›? ‹frit oluyorum,” diyor. “Bir de etik ç›kt› bafl›m›za flimdi,” diye hay›flan›yor. Günlerden bir gün televizyondaki mec142 lis görüflmelerini seyrederken fenalaflt›¤› akl›ma geldi¤inde, iyi ki Âli troyka, konsept, empati gibi sözlerin dillere pelesenk oldu¤u günleri görmedi diye düflünüyorum. Yollarday›z, Adatepe’de bir harabeye gidiyoruz. Adam olup olmayaca¤›na Ahmet Usta karar verecek. Malkara’y› geçince, “Keflanl›y› hat›rl›yor musun Aliflan?” diyor Ahmet Usta muzipçe. Gülüyoruz. Gözüm yolun solundaki Evrefle tabelas›na tak›l›yor gerçekten de darm›fl bu Evrefle yollar› diyorum kendi kendime. Harabe gerçekten harabe, çamurdan harçlar› fliflmifl, tafl duvarlar› patlam›fl, kiremitleri sa¤a sola da¤›lm›fl, ahflap döflemeleri bast›kça derin derin ah çekiyorlar. Belli ki k›fl›n ilk ya¤murlar›yla çöküverecek. Tamir edecek fazla bir fley yok, y›k›l›p yeniden yap›lacak harabe. Ama durmak da Ahmet ustan›n kitab›nda yer alm›yor. Çat›ya t›rman›yoruz, buldu¤umuz bir delikten içeriye süzülüp çat›y› kontrol ediyor. Devasa kalaslar› gösterip, “flu makaslara bak Aliflan, bunlar› yapan usta kalmad› art›k,” diyor. Sonra afla¤›ya inip inflaat için al›nan keresteleri kontrol ediyor, bir kamyon dolusu keresteyi teker teker elden geçirip, boyutlar›yla kaydediyoruz. Ben yar›m saat içinde kan ter içinde kalm›flken Ahmet usta devasa kalaslara karagöz sopas› muamelesi yap›yor, babam kenarda Ahmet ustan›n nidalar›n› not ediyor. “‹ki k›rkl›k kalaslar altm›fl tane oldu hocam!” Sonunda talafllara bulanm›fl bir flekilde harabeyi terk ediyoruz. Yapacak iflimiz kalmam›fl ama bunca yol geldikten sonra hemen dönmek de olmaz, bir iki gün kalal›m bari diyoruz, al›fl›k olmad›¤› bu durumu sessizce kabul ediyor. ‹ki günlük tatil flu ahir ömürde onun da hakk›. Sahil yolunda arabay› zeytin a¤ac›n›n alt›na çekip akflam serinli¤inde denize giriyoruz. Yine bofl durmuyor, çak›l tafllar›ndan hofluna gidenleri topluyor. “fiu tafla bak,” diyor “ne kadar da düz.” Y›llar sonra so¤uk ya¤murlu bir k›fl günü karfl›lafl›yoruz onunla son defa. Bebek Camiinin avlusunday›z, Âli sizlere ömür. Ahmet Usta yakalar›n› kald›rd›¤› koyu gri paltosu, s›k› s›k› sard›¤› kaflkoluyla ufak tefek, ama dimdik duruyor. Arkadan yaklafl›p koluna giriyorum. Her zaman f›ld›r f›ld›r olan gözleri donuklaflm›fl, belirsiz bir noktaya sabitlenmifl, konuflmuyoruz. Birazdan cemaat Afliyan’a hareketlenecek, mezarl›¤›n çamurlu yollar›nda kuca¤›m›zda ya¤murdan ›slanan kalaslarla biz de yerimizi alaca¤›z. Tuhaf bir flekilde Âli’nin mezar›na tahtalar› dizerken, sanki eskiden oldu¤u gibi kaflla göz aras›nda ortaya bir kütüphane ç›kar›verecekmifliz gibi geliyor bana. Paltolar›m›za bulaflan talafllar› silkeleyerek iniyoruz tepeden. Ya¤mur h›zlan›yor, sahilde kaybediyorum onu. Bir daha da görmüyorum. fiimdi kim bilir nerelerde, kimleri tamir ediyordur Ahmet Usta, Ahmet Ç›k›kç›. 143